DÖNEM: 23 CİLT: 39 YASAMA YILI: 3 TÜRKİYE BÜYÜK MİLLET MECLİSİ TUTANAK DERGİSİ 54’üncü
Birleşim 5 Şubat 2009 Perşembe İ Ç İ N D E K İ L
E R I. -
GEÇEN TUTANAK ÖZETİ II. - GELEN KÂĞITLAR III.
- GÜNDEM DIŞI KONUŞMALAR A)
MİLLETVEKİLLERİNİN GÜNDEM DIŞI KONUŞMALARI 1.- İstanbul
Milletvekili Çetin Soysal’ın, İstanbul Büyükşehir Belediyesinde yaşanan
sorunlara ve kentin iyi yönetilmediğine ilişkin gündem dışı konuşması ve Kültür
ve Turizm Bakanı Ertuğrul Günay’ın cevabı 2.- Batman
Milletvekili Ayla Akat Ata’nın, Batman’da yaşanan
sorunlara ilişkin gündem dışı konuşması 3.- Malatya
Milletvekili Mehmet Şahin’in, Orta Doğu’daki son gelişmeler ve Gazze’de yaşanan savaşa ilişkin gündem dışı konuşması IV.-
BAŞKANLIĞIN GENEL KURULA SUNUŞLARI A) Tezkereler 1.- İran İslami
Danışma Meclisi Dış Siyaset ve Ulusal Güvenlik Komisyonu, Finlandiya
Parlamentosu Dışişleri Komisyonu, Arjantin Temsilciler Meclisi Dışişleri
Komisyonu, Slovenya Ulusal Meclisi Dışişleri Komisyonu ve Küba Cumhuriyeti
Ulusal Meclisi Dış İlişkiler Komisyonu Başkanı ve beraberlerindeki parlamento
heyetlerinin, TBMM’nin konuğu olarak resmî temaslarda bulunmak üzere ülkemizi
ziyaretlerine ilişkin Başkanlık tezkeresi (3/681) B) Önergeler 1.- Niğde
Milletvekili Mümin İnan’ın (6/1070) esas numaralı sözlü sorusunu geri aldığına
ilişkin önergesi (4/116) C) Meclis Araştırması Önergeleri 1.- Mersin
Milletvekili Ali Rıza Öztürk ve 19 milletvekilinin,
Adli Tıp Kurumu’na yönelik iddiaların araştırılarak alınması gereken önlemlerin
belirlenmesi amacıyla Meclis araştırması açılmasına ilişkin önergesi (10/318) V.-
KANUN TASARI VE TEKLİFLERİ İLE KOMİSYONLARDAN GELEN DİĞER İŞLER A) Kanun Tasarı ve Teklifleri 1.- Türk Ticaret
Kanunu Tasarısı ve Adalet Komisyonu Raporu (1/324) (S. Sayısı: 96) 2.- Birleşmiş
Milletler İklim Değişikliği Çerçeve Sözleşmesine Yönelik Kyoto Protokolüne
Katılmamızın Uygun Bulunduğuna Dair Kanun Tasarısı ile Çevre ve Avrupa Birliği
Uyum ile Dışişleri Komisyonları Raporları (1/597) (S. Sayısı: 268) 3.- Türkiye
Cumhuriyeti Devleti ile Suriye Arap Cumhuriyeti Devleti Arasındaki Kara Sınırı
Boyunca Yapılacak Mayın Temizleme Faaliyetleri ile İhale İşlemleri Hakkında
Kanun Tasarısı ve Tarım, Orman ve Köyişleri ile Plan
ve Bütçe Komisyonları Raporları (1/543) (S. Sayısı: 263) 4.- Kahramanmaraş
Milletvekili Veysi Kaynak ve Antalya Milletvekili Mevlüt Çavuşoğlu’nun; Çeşitli
Kanunlarda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Teklifi; Antalya Milletvekili
Sadık Badak ve 5 Milletvekilinin; Kadastro Kanununda
Değişiklik Yapılması Hakkında Kanun Teklifi; Antalya Milletvekili Osman Kaptan
ve 4 Milletvekilinin; Türk Ceza Yasasında Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun
Teklifi ve Adalet Komisyonu Raporu (2/283, 2/270, 2/277) (S. Sayısı: 272) 5.- Yükseköğretim
Kurumları Teşkilatı Kanununda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Tasarıları ile
Millî Eğitim, Kültür, Gençlik ve Spor Komisyonu Raporu (1/618, 1/653) (S.
Sayısı: 307) 6.- Erişme Kontrollu Karayolları Kanunu ile Bazı Kanunlarda Değişiklik
Yapılmasına Dair Kanun Tasarısı ile Bayındırlık, İmar, Ulaştırma ve Turizm
Komisyonu Raporu (1/569) (S. Sayısı: 239) 7.- İstanbul Milletvekili
Mehmet Domaç ile Antalya Milletvekili Hüsnü Çöllü ve
38 Milletvekilinin; Denizcilik Müsteşarlığının Kuruluş ve Görevleri Hakkında
Kanun Hükmünde Kararnamede ve Bazı Kanunlarda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun
Teklifleri ile Plan ve Bütçe Komisyonu Raporu (2/266, 2/268) (S. Sayısı: 257) 8.- İstanbul
Milletvekili Hasan Kemal Yardımcı ve 5 Milletvekilinin; Askerlik Kanunu ile
Bazı Kanunlarda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Teklifi ile Gülhane Askeri
Tıp Akademisi Kanununun Bazı Maddelerinde Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun
Tasarısı ve Millî Savunma Komisyonu Raporu (2/365, 1/454) (S. Sayısı: 322) VI.-
OYLAMALAR 1.- Birleşmiş
Milletler İklim Değişikliği Çerçeve Sözleşmesine Yönelik Kyoto Protokolüne
Katılmamızın Uygun Bulunduğuna Dair Kanun Tasarısı’nın oylaması I.- GEÇEN TUTANAK ÖZETİ TBMM Genel Kurulu
saat 14.03’te açılarak beş oturum yaptı. İstanbul
Milletvekili Bayram Ali Meral’in, çalışma hayatı ve son günlerde yaşanan
siyasal gelişmelere ilişkin gündem dışı konuşmasına Devlet Bakanı Mehmet
Şimşek, Denizli
Milletvekili Hasan Erçelebi’nin, 7 Ağustos 2008
tarihli yazılı soru önergesine İçişleri Bakanı Beşir Atalay’ın verdiği cevapta,
ismini yanlış yazmak suretiyle şahsını ve TBMM’yi ciddiye almadığına ilişkin
gündem dışı konuşmasına Devlet Bakanı ve Başbakan Yardımcısı Cemil Çiçek, Konya
Milletvekili Mustafa Kalaycı’nın, hayvancılık
sektöründe yaşanan sorunlara ve alınması gereken tedbirlere ilişkin gündem dışı
konuşmasına Tarım ve Köyişleri Bakanı Mehmet Mehdi
Eker, Cevap verdi. Niğde
Milletvekili Mümin İnan, İstanbul Milletvekili Bayram Ali Meral’in gündem dışı
konuşmasında ifade ettiklerinin tamamına katıldığına, Tunceli
Milletvekili Kamer Genç, Tarım ve Köyişleri Bakanı
Mehmet Mehdi Eker’in gündem dışı konuşmaya verdiği
cevaba, İlişkin birer
açıklamada bulundular. Gündemin “Sözlü
Sorular” kısmının; 1’inci sırasında bulunan (6/403), 2’nci ” ” (6/406), 4’üncü ” ” (6/420), 5’inci ” ” (6/421), 7’nci ” ” (6/427), 9’uncu ” ” (6/442), 11’inci ” ” (6/459), 23’üncü ” ” (6/531), 24’üncü ” ” (6/534), 26’ncı ” ” (6/537), 27’nci ” ” (6/540), 30’uncu ” ” (6/548), 37’nci ” ” (6/567), 47’nci ” ” (6/594), 48’inci ” ” (6/595), 52’nci ” ” (6/603), 60’ıncı ” ” (6/624), 62’nci ” ” (6/627), 65’inci ” ” (6/630), 66’ncı ” ” (6/631), 70’inci ” ” (6/641), 74’üncü ” ” (6/652), 79’uncu sırasında bulunan (6/663), 80’inci ” ” (6/664), 84’üncü ” ” (6/671), 87’nci ” ” (6/675), 89’uncu ” ” (6/677), 100’üncü ” ” (6/702), 104’üncü ” ” (6/711), 129’uncu ” ” (6/752), 133’üncü ” ” (6/760), 144’üncü ” ” (6/785), 155’inci ” ” (6/803), 182’nci ” ” (6/846), Esas numaralı
sözlü sorulara Tarım ve Köyişleri Bakanı Mehmet Mehdi
Eker cevap verdi. Gündemin “Kanun
Tasarı ve Teklifleri ile Komisyonlardan Gelen Diğer İşler” kısmının: 1’inci sırasında
bulunan ve İç Tüzük’ün 91’inci maddesi kapsamında değerlendirilerek temel kanun
olarak bölümler hâlinde görüşülmesi kabul edilen, Türk Ticaret Kanunu Tasarısı
ve Adalet Komisyonu Raporu’nun (1/324) (S. Sayısı: 96) görüşmeleri Komisyon
yetkilileri Genel Kurulda hazır bulunmadığından ertelendi. 2’nci sırasında
bulunan, Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Kanununda Değişiklik Yapılmasına
Dair Kanun Tasarısı ile Millî Eğitim, Kültür, Gençlik ve Spor Komisyonu
Raporu’nun (1/608) (S. Sayısı: 266) görüşmeleri tamamlanarak kabul edildi. 3’üncü sırasında
bulunan, Birleşmiş Milletler İklim Değişikliği Çerçeve Sözleşmesine Yönelik
Kyoto Protokolüne Katılmamızın Uygun Bulunduğuna Dair Kanun Tasarısı ile Çevre
ve Avrupa Birliği Uyum ile Dışişleri Komisyonları Raporlarının (1/597) (S.
Sayısı: 268) tümü üzerindeki görüşmeler tamamlanarak 1’inci maddesi üzerinde
bir süre görüşüldü. 5 Şubat 2009
Perşembe günü, alınan karar gereğince saat 14.00’te toplanmak üzere birleşime
20.00’de son verildi.
No.: 58 II.- GELEN KÂĞITLAR 5 Şubat 2009 Perşembe Tasarılar 1.- Uluslararası
Telekomünikasyon Birliği (ITU) Kuruluş Yasası ve Sözleşmesinde Değişiklik Yapan
Antalya Tam Yetkili Temsilciler Konferansı Sonuç Belgelerinin Onaylanmasının
Uygun Bulunduğuna Dair Kanun Tasarısı (1/673) (Bayındırlık, İmar, Ulaştırma ve
Turizm ile Dışişleri Komisyonlarına) (Başkanlığa geliş tarihi: 27.1.2009) 2.- Türk Borçlar Kanununun
Yürürlüğü ve Uygulama Şekli Hakkında Kanun Tasarısı (1/674) (Adalet
Komisyonuna) (Başkanlığa geliş tarihi: 28.1.2009) 3.- Küçük ve Orta Ölçekli
Sanayi Geliştirme ve Destekleme İdaresi Başkanlığı Kurulması Hakkında Kanunda
Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Tasarısı (1/675) (Avrupa Birliği Uyum; Plan
ve Bütçe ile Sanayi, Ticaret, Enerji, Tabii Kaynaklar, Bilgi ve Teknoloji
Komisyonlarına) (Başkanlığa geliş tarihi: 4.2.2009) Teklifler 1.- Cumhuriyet Halk Partisi
Grup Başkanvekili Ankara Milletvekili Hakkı Suha Okay ve Mersin Milletvekili İsa Gök’ün; 19.03.1969 Tarih ve
1136 Sayılı Avukatlık Kanununda Değişiklik Yapılması Hakkında Kanun Teklifi
(2/388) (Adalet Komisyonuna) (Başkanlığa geliş tarihi: 21.1.2009) 2.- Adıyaman Milletvekili
Şevket Köse’nin; Nazım Hikmet Müzesinin Kurulmasına Dair Kanun Teklifi (2/389)
(Milli Eğitim, Kültür, Gençlik ve Spor Komisyonuna) (Başkanlığa geliş tarihi:
21.1.2009) 3.- Antalya Milletvekili
Tayfur Süner’in; Hazineye Ait Taşınmaz Malların
Değerlendirilmesi ve Katma Değer Vergisi Kanununda Değişiklik Yapılmasına Dair
Kanun Teklifi (2/390) (Plan ve Bütçe Komisyonuna) (Başkanlığa geliş tarihi:
21.1.2009) 4.- Konya Milletvekili
Mustafa Kalaycı’nın; Akşehir Adıyla Bir İl Kurulması
Hakkında Kanun Teklifi (2/391) (İçişleri ile Plan ve Bütçe Komisyonlarına)
(Başkanlığa geliş tarihi: 22.1.2009) 5.- Tokat Milletvekili Reşat
Doğru ve 4 Milletvekilinin; Banka Kartları ve Kredi Kartları Kanununda
Değişiklik Yapılması Hakkında Kanun Teklifi (2/392) (Sanayi, Ticaret, Enerji,
Tabii Kaynaklar, Bilgi ve Teknoloji Komisyonuna) (Başkanlığa geliş tarihi: 23.1.2009) 6.- Karaman Milletvekili
Hasan Çalış ve 2 Milletvekilinin; Sosyal Yardımlaşma ve Dayanışmayı Teşvik
Kanununda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Teklifi (2/393) (Sağlık, Aile,
Çalışma ve Sosyal İşler ile Plan ve Bütçe Komisyonlarına) (Başkanlığa geliş tarihi:
26.1.2009) Raporlar 1.- Gümrük Kanunu ile Bazı
Kanun ve Kanun Hükmünde Kararnamelerde Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun
Tasarısı ve Avrupa Birliği Uyum ile Plan ve Bütçe Komisyonları Raporları
(1/602) (S. Sayısı: 324) (Dağıtma tarihi: 5.2.2009) (GÜNDEME) 2.- Dünya
Bankası Grubu ve Uluslararası Para Fonu Guvernörler Kurullarının 2009 Yıllık
Toplantıları Münasebetiyle Türkiye Cumhuriyeti Hükümeti ile Dünya Bankası Grubu
ve Uluslararası Para Fonu Arasında Düzenlenen Mutabakat Zaptının Onaylanmasının
Uygun Bulunduğuna Dair Kanun Tasarısı ve Dışişleri Komisyonu Raporu (1/468) (S.
Sayısı: 327) (Dağıtma tarihi: 5.2.2009) (GÜNDEME) 3.-
İstanbul Milletvekili Nimet Çubukçu ve 25 Milletvekilinin; Fırsat Eşitliği
Komisyonu Kanunu Teklifi; Adana Milletvekili Nevin Gaye Erbatur
ve 8 Milletvekilinin; Kadın Erkek Eşitliğini İzleme Kurulu Kanun Teklifi ve
İstanbul Milletvekili Ayşe Jale Ağırbaş ve 5
Milletvekilinin; Kadın-Erkek Eşitlik Komisyonu Kurulması Hakkında Kanun Teklifi
ile Anayasa Komisyonu Raporu (2/211, 2/112, 2/311) (S. Sayısı: 328) (Dağıtma
tarihi: 5.2.2009) (GÜNDEME) Meclis Araştırması Önergesi 1.- Mersin Milletvekili Ali
Rıza Öztürk ve 19 Milletvekilinin, Adli Tıp Kurumu’na
yönelik iddiaların araştırılarak alınması gereken önlemlerin belirlenmesi
amacıyla Anayasanın 98 inci, İçtüzüğün 104 ve 105 inci maddeleri uyarınca bir
Meclis araştırması açılmasına ilişkin önergesi (10/318) (Başkanlığa geliş
tarihi: 04.02.2009) 5 Şubat 2009 Perşembe BİRİNCİ OTURUM Açılma Saati: 14.00 BAŞKAN: Başkan Vekili Şükran Güldal MUMCU KÂTİP ÜYELER: Harun TÜFEKCİ (Konya), Fatma SALMAN KOTAN (Ağrı) BAŞKAN – Sayın
milletvekilleri, Türkiye Büyük Millet Meclisinin 54’üncü Birleşimini açıyorum. Toplantı yeter sayımız
vardır, görüşmelere başlıyoruz. (AK PARTİ sıralarından alkışlar) Gündeme geçmeden önce üç
sayın milletvekiline gündem dışı söz vereceğim. Gündem dışı ilk söz,
İstanbul’un sorunları hakkında söz isteyen İstanbul Milletvekili Çetin Soysal’a
aittir. Buyurunuz Sayın Soysal. (CHP
sıralarından alkışlar) III.- GÜNDEM DIŞI KONUŞMALAR A) Milletvekillerinin Gündem Dışı Konuşmaları 1.- İstanbul Milletvekili Çetin Soysal’ın, İstanbul Büyükşehir
Belediyesinde yaşanan sorunlara ve kentin iyi yönetilmediğine ilişkin gündem
dışı konuşması ve Kültür ve Turizm Bakanı Ertuğrul Günay’ın
cevabı ÇETİN SOYSAL (İstanbul) –
Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; İstanbul’da yaşanan sorunlarla ilgili
olarak söz almış bulunmaktayım. Değerli milletvekilleri,
İstanbul, kente ihanet edilen bir anlayışla yönetilmektedir. İktidar ve
iktidarın yerel yönetimdeki temsilcisi, kenti talan etmiştir, kamu kaynaklarını
kişisel çıkarlar için kullanmış ve İstanbul Büyükşehir Belediyesi ve onun
iştiraklerini âdeta birer arpalık olarak görmüştür. Bu basiretsiz ve beceriksiz
yönetim anlayışı, halka hizmet yerine kendilerine ve yandaşlarına çıkar
sağlamayı ön planda tutmuştur. Değerli milletvekilleri,
bundan kısa bir süre önce, 28 Ocakta İstanbul Büyükşehir Belediyesinde görev
yapan iç denetçilerle ilgili olarak bir basın toplantısı yaptım ve bu konuda
İstanbul Büyükşehir Belediyesinde yapılan kanunsuz uygulamayı ayrıntıları ile
açıkladım. İstanbul Büyükşehir Belediyesinde iç denetçi olarak görev yapan
kişilerin, aynı zamanda Belediyede ya da ona bağlı iştiraklerde başka
görevlerde de çalıştıklarını açıkladık. Yasa ortada. 5018 sayılı Kamu Mali Yönetimi ve Kontrol Kanunu’nun 64’üncü
maddesindeki “İç denetçi, görevinde bağımsızdır ve iç denetçiye asli görevi
dışında hiçbir yerde görev verilemez ve yaptırılamaz.” gibi son derece açık ve
net düzenlemeye rağmen İstanbul Büyükşehir Belediyesinde yasalar çiğneniyor ve
başka görevlerde bulunmalarına rağmen 10 kişi iç denetçi olarak görev yapıyor. Örneğin, Mehmet Cemil Aslan,
Mali Hizmetler Daire Başkanı, Encümen Üyesi, İç Denetçi ve BİMTAŞ Yönetim
Kurulu Başkanı, Yakup Keskin, Gelirler
Müdürü, İç denetçi ve
İGDAŞ Yönetim Kurulu Üyesi, Hasan Özçelik,
İştirakler Koordinasyon Müdürü, İç Denetçi ve İGDAŞ Yönetim Kurulu Üyesi, Kenan Kırtıl,
Bütçe Denetim Müdürü ve İç Denetçi ve KİPTAŞ Yönetim Kurulu Üyesi, Abdülkadir İnceoğlu, Mali Kontrol Şube Müdürü, İç Denetçi ve BELBİM
Yönetim Kurulu Üyesi, Sabri Çakıroğlu,
İç Denetçi, Giderler Müdürü, İGDAŞ Yönetim Kurulu Üyesi, Ali İhsan Baş, Finansman
Müdürü, İç Denetçi ve İSFALT Yönetim Kurulu Üyesi, Sami Kılıç, Mustafa Ocak,
Asude Sedefoğlu vesaire. Bu isimler ne yazık ki iç
denetçi olarak görev yapmış. Konu, 5018 sayılı Kamu Mali
Yönetimi ve Kontrol Kanunu ile düzenlenmiş bir konudur. Bu Kanun’a göre bir
kişi düşününüz ki iş denetleyecek ve bir sorun olacak, sonra bunu da üst
amirine bildirecek. Böyle bir şey mümkün müdür? Hem denetçi hem denetlenen aynı
kişi olacak. Ne yazık ki burada yasaya aykırı, hukuk tanımaz bu tutumun
yanlışlığı ve kişisel kazanç sağlamaktan başka işlevi olmadığı da çok açık, net
ortadadır. İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı tarafından yapılan açıklamada
ise bunların geçici olarak atandığını ifade etmektedirler. İç Denetim Görev ve Çalışma
Yönetmeliği’nin 27/1 maddesinde “İç denetçilere bu yönetmelik ve iç denetim
birim yönergeleri dışında görev verilemez ve yaptırılamaz.” hükmü mevcut olup
"Biz iç denetçilerimize geçici görev veriyoruz." sözü bu Yönetmelik
hükmüne kesinlikle aykırıdır. Değerli arkadaşlarım, iç
denetçilerle ilgili, iç denetçi eğitimleri 23/7/2008
tarihinde bittiğinden ve hepsi sertifikalandığından, eğer bu gruba kalmış iç
denetçi var ise bu tarihten sonra tamamen dış görevlerini bırakması gerekirdi
ve bu da yönetmeliğe aykırıdır. İstanbul Büyükşehir
Belediyesinde şimdiye kadar kurulmamış olan İç Denetim Birim Başkanlığının
kurulması kararının 28 Ocakta yaptığımız açıklamanın hemen arkasından gelmesi
çok düşündürücüdür. Değerli milletvekilleri,
İstanbul Büyükşehir Belediyesi hukuk tanımamaktadır, yasaları çiğnemektedir.
Sayın Kadir Topbaş, belediyenin internet sayfasında istediği kadar açıklama
yapabilir. Bu açıklama, onların yasayı tanımadığını ortadan kaldırmaz. Asıl
sorumlu olarak mevcut görevleri devam eden kişileri iç denetçi olarak atayan,
Şehremini olan Kadir Topbaş görevini yerine getirmemiştir. Ne yazık ki
İstanbul'un Şehremini kendisini hukukun, yasaların üstünde görmektedir ve
yasalara aykırı uygulamalar yapmakta hiçbir sakınca görmemektedir. Değerli milletvekilleri,
İstanbul Büyükşehir Belediyesinin danışmanlarıyla ilgili de trajikomik
olaylarla karşı karşıyayız. Kadir Topbaş'ın Fethi Turgut isminde trilyonluk
başdanışmanı var. Her ne kadar Kadir Topbaş bu konuda açıklama yapmaktan
kaçınsa da ilerleyen günlerde elimizdeki yeni belgelerle bu konuyu daha çok
uzun süre konuşacağız. Buradan Kadir Topbaş'a kaç tane danışmanı olduğunu
açıklanmasının da çağrısını yapmak istiyorum. Yine en vahim olanı da beş
yılın üzerinde İstanbul'da belediye başkanlığı yapmış, bir o kadar da belediye
başkan vekilliği yapmış, Sayın Başbakanın da mesai arkadaşlığını yapmış Ali
Müfit Gürtuna'nın İstanbul'da 250 milyar dolarlık rant olduğunu söylemesi son derece dehşet vericidir ve bu
konuda Türkiye Büyük Millet Meclisi kürsüsünden sesleniyorum: Tüyü bitmemiş
yetimin hakkını yiyenler, İstanbul’u bir rant kapısı gibi görenler, İstanbul'un
rantını kendine ve yakınlarına peşkeş çekenler bunun hesabını vermek zorundadırlar
ve bu noktada Sayıştayı da, yargıyı da göreve davet
ediyorum. Bizim elimizdeki,
açıkladığımız ve açıklayacağımız yüzlerce dosya ile İstanbulluların alın
terinin, emeğinin nasıl heba edildiğini, İstanbul'a nasıl ihanet edildiğini, öz
varlıklarını tüketip neredeyse iflas noktasına gelen belediye şirketlerinin
yönetim hantallığı ve peşkeşçilik mantığını ortaya koymaktadır. (Mikrofon otomatik cihaz
tarafından kapatıldı) BAŞKAN – Lütfen sözlerinizi
tamamlayınız. Buyurunuz. ÇETİN SOYSAL (Devamla) –
Değerli arkadaşlarım, gerçekten İstanbul’a ihanet ediliyor, İstanbul’a
haksızlık ediliyor. İstanbul bir rant kapısı hâline
dönüşmüştür ve İstanbul’da milyarlarca dolarlık yolsuzluk hikâyelerinin her
geçen gün arttığı görülmektedir ve -buradan sesleniyorum- Ali Müfit Gürtuna’nın söylediği 250 milyar dolarlık rantın
araştırılması ve incelenmesi gerekmektedir. İstanbul’da çok ciddi bir
yağma var, İstanbul’da kendine ve ailesine dönük rant
sağlama kapıları var. Bunlarla ilgili önümüzdeki süreçlerde çok ciddi
değerlendirmelerimiz devam edecektir. Örneğin bu iç denetçilik olayının da
hukuka ve yargıya aykırı bir davranış içerisinde, yasa tanımazlık içerisinde
olduğunu görmemezlikten gelemeyiz. Hepinize saygılarımı,
sevgilerimi sunuyorum. Bu kısa zamanda ancak bunları söyleyebildim. (CHP
sıralarından alkışlar) BAŞKAN – Teşekkür ediyoruz
Sayın Soysal. Hükûmet adına
Kültür ve Turizm Bakanı Sayın Ertuğrul Günay,
buyurunuz. (AK PARTİ sıralarından alkışlar) KÜLTÜR VE TURİZM BAKANI
ERTUĞRUL GÜNAY (İstanbul) – Teşekkür ederim Sayın Başkan. Sayın Başkan, değerli
arkadaşlarım; öyle görülüyor ki bu ay içinde biz, burada, Türkiye Büyük Millet
Meclisinin kendi faaliyet alanından daha çok seçime yönelik birtakım propaganda
amaçlı konuşmalar dinlemek zorunda kalacağız. Bugün bunun çarpıcı örneklerinden
birisini gördük. Tabii, her milletvekili
arkadaşımızın kendi seçim bölgesini denetlemek ve kendi seçim bölgesindeki
sorunları ve sıkıntıları ilgili bütün platformlara taşımak hakkı vardır ama
burada doğrudan doğruya cevap verme imkânı, hakkı olmayan arkadaşların ağır sözcüklerle
bu kürsüden, Türkiye Büyük Millet Meclisi kürsüsünden nitelenmemesi gerekir.
Masumiyet esastır ve bir milletvekilinin İstanbul gibi veya Anadolu’nun
herhangi bir yöresinde halk tarafından seçilmiş bir yöneticiye bu kürsüden
haksız, dayanaksız, ağır sözcükler söylemek, ithamda bulunmak imkânı yoktur.
(AK PARTİ sıralarından alkışlar) ÇETİN SOYSAL (İstanbul) –
Dayanağı var Bakanım, iç denetçiler yasası var, dayanak var. Yasaya aykırı
davrandığını kendisi anlatıyor. KÜLTÜR VE TURİZM BAKANI
ERTUĞRUL GÜNAY (Devamla) – Belediye başkanlarımız, belediye meclis üyelerimiz,
il genel meclisi üyelerimiz, Türkiye Büyük Millet Meclisi üyelerinin dışında,
bazı üst kamu görevlileri dışında bütün bu arkadaşlarımız hakkında her zaman
yargıya başvurup herhangi bir merciden izin almaksızın her türlü takibatı yapma
hakkı ve imkânı vardır. ÇETİN SOYSAL (İstanbul) –
Başvuracağım. KÜLTÜR VE TURİZM BAKANI
ERTUĞRUL GÜNAY (Devamla) – Yargıya başvurulur, savcıya başvurulur, eğer ortaya
ciddi bir bilgi ve belge çıkarsa, bu, kovuşturma konusu yapılır. Ona gitmeden zaten bu bilgiler ve bu belgeler eğer ciddiyse biz de Hükûmet olarak, İçişleri Bakanlığı olarak gereken
tasarrufları yaparız -ki yaptık, bundan önceki dönemde, bunun yakın geçmişte
örnekleri var- hiçbir zaman biz birtakım yolsuzluklara adı karışmış olan hiç
kimseyi himaye etmeyiz, -geçmişte, çok
geçmişte olduğu gibi- onlarla ilgili her türlü yaptırımı uygularız. Ama
burada, durduk yerde bu kürsüyü bir propaganda kürsüsü, bir seçim konuşması
kürsüsü hâline getirmek haksızlık olur. ÇETİN SOYSAL (İstanbul) –
Meclisin çıkarmış olduğu yasaya aykırı davranıyor. Ben elbette Meclise şikâyet
edeceğim. KÜLTÜR VE TURİZM BAKANI
ERTUĞRUL GÜNAY (Devamla) – Değerli arkadaşlarım, yasaya aykırı işlemleri
Türkiye'de ilgili merciler dikkatle takip ediyorlar ve her türlü yasaya aykırı
işlemin Türkiye'de yaptırımı var, bunlar dile getirilir ve ilgili merciler
takip ederler. Ama elimizi vicdanımıza koyalım. Ben, bu Hükûmetin
bir üyesi olmanın ötesinde aynı zamanda İstanbul Milletvekiliyim ve İstanbul’u
yakından takip etmeye çalışan bir arkadaşınızım görev alanım itibarıyla da.
İstanbul uzun yılların ihmallerini şimdi üzerinden silmeye başladı. İstanbul bir dünya başkenti, İstanbul bir Avrupa kültür başkenti. İstanbul
gerçekten imparatorluklara ev sahipliği ve başkentlik yapmış bir şehir olma
durumuna, konumuna yeni yeni adımlar atmaya başladı.
Daha bu hafta, daha birkaç gün önce, İstanbul’da Topkapı’da, yakın zamana
kadar, başka, burada, bu kürsüde ağır ve haksız eleştiriler söyleyen bazı
arkadaşlarımın İstanbul’u yönettiği zamanlarda bir evsizler, yurtsuzlar ya da
kanunsuz işler mekânı olan alanlar şu anda kültür merkezleri hâline
dönüştürülüyor. Topkapı’da, surların civarında, geçen hafta yapılan Sosyal
Dönüşüm Projesi’ni bütün milletvekili arkadaşlarımın, sadece İstanbul
milletvekillerinin değil, bütün milletvekili arkadaşlarımın görmesini isterim.
1453 Panorama Müzesi’ni bütün milletvekili arkadaşlarımın görmesini isterim. Gerçekten dünya çapında. Örneklerini Waterloo’da
ancak, örneklerini Rusya’da ancak, büyük müzecilik gayretlerine girişilmiş olan
ülkelerde görebileceğiniz çapta, İstanbul, tarih mekânlarına, kültür
mekânlarına, sanat mekânlarına kavuşturulmaya çalışılıyor. ÇETİN SOYSAL (İstanbul) –
Keşke vaktim olsaydı! KÜLTÜR VE TURİZM BAKANI
ERTUĞRUL GÜNAY (Devamla) –İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanımız, kendi
alanında uzman bir arkadaşımızdır. İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanımız
küçük tenezzüllere ihtiyacı olmayacak kadar köklü bir varlık geçmişinden de
gelen bir arkadaşımızdır. (AK PARTİ sıralarından alkışlar) ÇETİN SOYSAL (İstanbul) –
Doğru, büyük yerlere tenezzül ediyor, küçük yerlere değil. KÜLTÜR VE TURİZM BAKANI
ERTUĞRUL GÜNAY (Devamla) – İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanımız, burada
gerçekten alkışlanmayı hak eden bir arkadaşımızdır. İstanbul Büyükşehir
Belediye Başkanını veya halk tarafından seçilmiş ve yine halk tarafından
seçileceği belli arkadaşlarımızın burada yıpratılması konusundaki gayret ancak
yıpratmak isteyenleri küçük düşürebilir. (AK PARTİ sıralarından alkışlar) ÇETİN SOSYAL (İstanbul) –
Yıpratmıyoruz, kendi kendini yıpratıyor. KÜLTÜR VE TURİZM BAKANI
ERTUĞRUL GÜNAY (Devamla) - Zaten, muhasebeyi de kısa bir süre sonra… Bakınız,
artık son iki ayın içindeyiz, kırk beş güne doğru gidiyoruz. ÇETİN SOYSAL (İstanbul) –
Makam, mevki insanları neleri savunmak zorunda bırakıyor. KÜLTÜR VE TURİZM BAKANI
ERTUĞRUL GÜNAY (Devamla) - Martın sonunda, baharla birlikte, Türkiye’de,
öyle gözüküyor ki yine bu muhasebeyi halkımız yapacaktır. ÇETİN SOYSAL (İstanbul) – Ne
yazık ki makam, mevki insanları kimleri savunmak zorunda bırakıyor. KÜLTÜR VE TURİZM BAKANI
ERTUĞRUL GÜNAY (Devamla) - Kim halk için çalışıyor, kim hak için çalışıyor ya
da kim kendi belediye meclislerinde kendi belediye meclis üyelerinin
kavgasından, çıkar arayışından şikâyet edip telefonlarda ona buna dert yanıyor… ÇETİN SOYSAL (İstanbul) –
Sen, İstanbul’daki AKP’li belediye meclis üyeleriyle konuş, neler anlatıyorlar,
ibret verici şeyler anlatıyorlar, AKP’li meclis üyeleri anlatıyorlar. KÜLTÜR VE TURİZM BAKANI
ERTUĞRUL GÜNAY (Devamla) - …ve oralarda kim belediye başkanı bile hâlâ
bulamıyor… ÇETİN SOYSAL (İstanbul) - Ama
makam, mevki sizi böyle konuşturuyor. KÜLTÜR VE TURİZM BAKANI
ERTUĞRUL GÜNAY (Devamla) - Herkes hak ettiği cevabı yakın bir gelecekte halktan
alacaktır. (AK PARTİ sıralarından alkışlar) Ben, bir kez daha Türkiye
Cumhuriyeti Hükûmeti olarak hangi kanattan gelirse
gelsin, kimden gelirse gelsin bu milletin hakkına, hukukuna tecavüz eden
herkesin yakasını tutmakta hiçbir ayrım yapmadığımızı ama çalışanı alkışlamak
konusundaki bir kıskançlığı da çok hoş görmediğimizi huzurunuzda ifade etmek
istiyorum. ÇETİN SOYSAL (İstanbul) –
Yasa ihlali var Sayın Bakan, İç Denetçiler Yasası’nı ihlal ediyor. KÜLTÜR VE TURİZM BAKANI
ERTUĞRUL GÜNAY (Devamla) - Hepinizi saygıyla selamlıyorum. (AK PARTİ
sıralarından alkışlar) ÇETİN SOYSAL (İstanbul) –
Yasa ihlali var burada. Vaktim olsaydı da şu
İstanbul’u adam gibi tartışsaydık sizinle o kadar keyif alırdım ki! BAŞKAN – Teşekkür ediyoruz
Sayın Günay. Gündem dışı ikinci söz Batman’da
yaşanan sorunlar hakkında söz isteyen Batman Milletvekili Ayla Akat Ata’ya aittir. Buyurunuz Sayın Ata. (DTP
sıralarından alkışlar) 2.- Batman Milletvekili Ayla Akat Ata’nın,
Batman’da yaşanan sorunlara ilişkin gündem dışı konuşması AYLA AKAT ATA (Batman) –
Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; Batman ilimizde yaşanan sorunlar
hakkında gündem dışı söz hakkı almış bulunmaktayım. Hepinizi saygıyla
selamlıyorum. 1940’lı
yıllarda petrolün bulunup rafinerinin kurulmasıyla hızla kentleşen şehrimiz Batman,
yaklaşık 500 bin nüfusuyla sorunlarla baş eden, baş etmeye çalışan, kendi
gücüyle baş etmeye çalışan bir ilimiz konumunda ve 1990’lı yıllarda işlenen
faili meçhul cinayetlerle, daha sonra da kadın intiharlarıyla gerek ulusal
gerek uluslar üstü kamuoyu tarafından tartışılan biri ilimiz. İnsan Hakları Derneği Batman
Şubesinin verilerine göre, 1992-1998 yılları arasında 340 insanımız faili
meçhul cinayetler sonucunda yaşamını yitirmiştir. Açılan pek çok davanın
takipsizlik kararıyla sonuçlanması ve zaman aşımı nedeniyle düşmesi işlenen
cinayetlerin üstünün örtülü kalmasına yol açmıştır. Dünya genelinde yapılan
çalışmalar ve araştırmalar ortaya koymuştur ki erkeklerin intihar etme oranı
kadınlara göre daha fazladır. Ancak, bu durum Batman’da yaşanan intihar
girişimi ve sonuçlarına bakıldığı zaman tam tersi bir sonuç vermektedir. Batman
Devlet Hastanesi bünyesinde faaliyet yürüten Psikososyal
Destek ve Krizle Mücadele Birimine 2008 yılı içerisinde intihar girişimiyle
başvuran kişi sayısı 82’dir. Bunlardan 64’ü kadın, 18’i ise erkeklerden
oluşmaktadır. Yine, Batman Cumhuriyet
Başsavcılığının verilerine göre ise 2008 yılı içerisinde 62 intihar vakası
yaşanmıştır. Bunlardan 32’si kadındır. Yapılan araştırmalar intiharları
çatışmalı ortam, zorunlu göç, şiddet, yoğun ekonomik sorunlar, gelir
dağılımının dengesizliği, insan haklarının uygulanmaması, eşitsizlikler,
ataerkil kurallarla şekillenmiş olan toplum yapısının yarattığı baskı,
geleneksel cinsiyetçi rollerin etkinleştirilmesi ve eğitim seviyesinin düşüklüğü
gibi nedenlerle açıklamaktadır. Kadına yönelik şiddetin en üst düzeyde kendi
yaşamına son verme noktasına ulaştığı dikkate alındığında, yaşanan şiddet
olgusunun sadece “töre” kavramı adı altında açıklanmaya çalışılması sorunlu bir
durumu ortaya koymaktadır. Batman’daki intiharları
önleyebilmek için Batman’ın sosyoekonomik, kültürel ve siyasal yapısını göz
ardı etmemek gerekir. Özellikle de çatışmalı süreç nedeniyle yaşanan ekonomik,
sosyal ve ruhsal sorunlara karşı uzun vadeli, yüzeysel yaklaşımlardan uzak,
uzmanların öncülüğünde, gerek merkezî kurumlar gerekse de yerel kurumların
içinde yer aldığı bilimsel, ekonomik, sosyal, kültürel ve siyasal bir çalışma
gerekmektedir. Değerli milletvekilleri, bir
petrol kenti olarak bilinen Batman ilimiz işsizlik ve yoksulluğun en yoğun
yaşandığı iller arasındadır. İnsanlarımızın çalışabilecekleri nadir
kuruluşlardan biri olan Türkiye Petrolleri Anonim Ortaklığı son beş yıl
içindeki istihdamının tamamını KPSS ile yapmıştır. Son üç yıl içerisinde ise
yaklaşık 200 işçi alınmış, bunlardan yaklaşık 50’si çeşitli gerekçelerle istifa
etmişlerdir. Boşalan bu kadrolar için yılda 179 iş günü çalıştırılan, yılın
geriye kalan döneminde ise işten çıkarılarak kadrolu statüye alınmayan geçici
işçilere öncelik verilmesi yaşanan mağduriyetleri gidermek açısından olumlu
olacaktır. Bu vatandaşlarımızın 180 iş günü çalışması hâlinde zaten kadrolu
olacakları bilinmektedir. Yine Türkiye Taşkömürü
Kurumuna bağlı maden ocaklarına eleman alımında Bakanlar Kurulu kararıyla Kurum
Yönetim Kuruluna yetki verilmiş ve alımlarda Zonguldak ve çevre iller olan
Bartın ve Karabük’te yaşayan insanlarımıza öncelik verilmiştir. Bu karar bölge
insanı tarafından memnuniyetle karşılanmıştır. Batman halkı da Türkiye
Petrolleri Anonim Ortaklığına işçi alımında aynı usulün uygulanmasını talep
etmektedir. Aksi hâlde Batman halkı olarak Hükûmetin
bölgeler arası gelişmişlik farkını gidermek bir yana, bölgeler arası ayrımcılık
yaptığını düşünecektir. Değerli milletvekilleri,
bilindiği gibi çevreye karşı duyarlı olmak, ekolojik
toplum bireylerinin önceliklerindendir. Yeraltı Aramacılık Bilimsel Araştırma
Kuruluşu laboratuvarı mühendislerince Batman’da
yapılan araştırmanın sonuçlarına bakıldığında TÜPRAŞ’ın
kurulduğu dönemden itibaren Batman’ın altına 64 bin ton benzin sızdığı tespit
edilmiştir. Üstelik çevre kirliliği sadece toprakla sınırlı değildir. Belediye
tarafından yapılan çalışmalar kapsamında mevcut kuyu sahasında eski ve yeni
açılan kuyulardan, Batman Çayı’ndan, Batman Barajı’ndan ve Zilek
su kaynaklarından alınan analizlerde petrol ve türevlerine rastlandığı tespit
edilmiştir. Yine İluh Deresi’ne karışan kanalizasyon
suları ve petrol için de aynı duyarsızlık gösterilmektedir. Buradan geçen
petrol türevleri ve kimyasallar Batman Çayı ve Dicle Nehri’ne akmaktadır. İlimizde
oluşan evsel ve endüstriyel atıkları arıtan bir arıtma sisteminin bulunmayışı
ve gerekli tedbirlerin alınmaması Batman Çayı’nı bu atık suların yükünü
kaldıramayacak duruma getirecektir. Ortaya çıkacak böylesi bir sonuç
beraberinde telafisi mümkün olmayan sorunlara yol açacaktır. (Mikrofon otomatik cihaz
tarafından kapatıldı) BAŞKAN – Lütfen sözlerinizi
tamamlayınız. Buyurunuz. AYLA AKAT ATA (Devamla) –
Teşekkür ederim. Bu amaçla acil olarak atık
suların arıtımını sağlayan bir arıtma tesisinin Batman Çayı’na kurulması
gerekmektedir. Yine ekonomik ve sosyal
faaliyetlerin çevreye uygunluğunun gerekli olduğu düşüncesiyle hareket edemeyen
mevcut Hükûmet “Yatırım yapıyorum.” iddiasıyla
binlerce yıllık tarihe sahip olan Hasankeyf’i yok edecek olan Ilısu Barajı’nı yapmakta ısrarcı davranmaktadır. Bunun
yerine konuyla ilgili olan bilim kuruluşlarının görüşlerine bakılıp bir mega baraj yerine iki ayrı baraj, su kotunun düşürüldüğü iki
ayrı barajın yapılması ya da sadece su kotunun düşürülmesi de Hasankeyf’i
kurtaracak ve bugün dünya kültür mirasına belki öncülük edebilecek, dünya
kültür mirası içerisinde sayılabilecek ve bacasız sanayinin bir örneğini
oluşturan Hasankeyf de sular altında kalmaktan kurtulacaktır. Bölgeler arası kalkınmışlık
farkının giderilebilmesi için ekonomik alandan önce siyasi alanda toplumsal
mutabakatı sağlayacak adımların atılması gerekmektedir. Kürt sorununun çözümsüzlüğünde
ısrar sonucu yaşanan mağduriyetlerin giderilmesi ve kalıcı çözümün sağlanması,
kuşkusuz, ekonomik alanda atılan adımları tamamlayacak en büyük adım ve etken
olacaktır. Hepinizi saygıyla
selamlıyorum. (DTP sıralarından alkışlar) BAŞKAN – Teşekkür ediyoruz
Sayın Ata. Gündem dışı üçüncü söz, Orta
Doğu’daki son gelişmeler ve Gazze olayları hakkında
söz isteyen Malatya Milletvekili Mehmet Şahin’e aittir. Buyurunuz Sayın Şahin. (AK
PARTİ sıralarından alkışlar) 3.- Malatya Milletvekili Mehmet Şahin’in, Orta Doğu’daki son gelişmeler
ve Gazze’de yaşanan savaşa ilişkin gündem dışı
konuşması MEHMET ŞAHİN (Malatya) –
Sayın Başkan, saygıdeğer milletvekilleri; Parlamentolararası
Birlik çatısı altında bulunan Orta Doğu Komisyonu üyesi olmam hasebiyle söz
almış bulunuyorum. Hepinizi hürmetle selamlıyorum. Öncelikle dünya medyasında ön
plana çıkmış bir gerçeği dikkatlerinize sunmak istiyorum. Bugün, Türkiye'nin
ruhu, Türkiye'nin asil duruşu, Davos zirvesiyle
beraber sadece Orta Doğu’nun değil, Avustralya’dan Amerika’ya kadar bütün dünyanın
gündemine oturmuştur. Davos’ta Türkiye, dünyanın en
büyük trajedisine son vermek amacıyla, haksızlık karşısında hakikatin sözcüsü
olan Sayın Başbakanımız çok net ve çok açık bir şekilde, dünya medyası önünde
“Kral çıplak.” demiştir. Çıplak kralın masadaki o çaresizliğini milyonlarla
beraber sanırım hepiniz gördünüz ve ibretle seyrettiniz. Evet, kelimenin tam
anlamıyla dış politikamız açısından tarihî olan bu hadise bütün dünyayı,
Canberra’dan Atina’ya kadar gururlandırdı ve heyecanlandırdı. Böylece,
yeryüzüne musallat olan, insanlığın vicdanını kanatan ve korku salan o
musibetli büyü âdeta bozuldu, zulmü kendisi için bir hak gören kibir ve gurur
yerlerde süründü. Katledilen masum çocuklar için, işgal edilen mazlum ülkeler
için yüreği yanan herkes, dünyanın her tarafında, işte diplomasi, iste siyaset
ve işte irade bu dediler. Evet, Davos Zirvesi, bizim
için Başbakanımızın çıkışıyla dış politikamız açısından yeni bir milat, yeni
bir dönüm noktası oldu. Eminim, bundan sonra herkes ama herkes, bu sahneyi
bütün diplomatik görüşmelerde hatırlayacaktır. Burada Başbakanımızın yaptığı,
diplomatik görüşmelerde artık dünya liderlerine ne vicdanın ne de aklın
vestiyere bırakılmayacağını göstermek olmuştur. Hepimiz, bu şereften,
iktidarımızla muhalefetimizle bu onurdan hissemize düşeni almak zorundayız. Bu meseleyi iç politikaya
malzeme yapma iddiasıysa tamamen içi boş bir iddiadır. Çünkü bu olay, sadece
milletimizin değil, bütün insanlığın gözü önünde cereyan etmiş ve bütün
insanlığın ortak vicdanı bu olayı alkışlamıştır. Eğer ben bir AK PARTİ
Milletvekili olmasaydım, başka bir partinin milletvekili olsaydım, yine aynı
hissiyatla çıkar, bu onuru bu şerefli kürsüde dile getirirdim çünkü bu kürsü
milletin kürsüsü ve bugün onurlanan da milletimizin onurudur. Başbakanımız, Türkiye
Cumhuriyeti devletini ve milletini temsilen, herkese ve her şeye rağmen kim
yaparsa yapsın ve kime yapılırsa yapılsın, zulme, yalana, haksızlığa en gür
sesle “Hayır” demiştir. Milletimizin asaletine yakışan onurlu tavır da budur.
Bu tavrı anlamayanlar, “eyvah” deyip dizlerini dövenler, kısa zaman sonra Peres özür dileyince, Ban Ki Moon
telefon edince ve bütün dünya bu asil çıkışı alkışlayınca ve Başbakanımıza,
“Orta Doğu barışı için sizin liderliğinize ihtiyacımız var.” denince
zannediyorum mahcup olmuşlardır en azından. Çünkü biz, dünden bugüne, bugünden
yarına hiçbir zaman zulmün yanında yer almadık, her zaman barışın, her zaman
hoşgörünün ve her zaman diyaloğun yanında yer aldık,
her zaman ülkesinden sürülenlere kucak açtık ve haksız yere bir cana kıymanın
bütün canlara ve bütün canlılara kıymak olduğuna inandık. Biz “Kanayan bir yara gördüm
mü yanar ta ciğerim/Onu dindirmek için çifte yerim, kamçı yerim/Çiğnerim,
çiğnenirim, hakkı tutar kaldırırım.” diyen istiklal şairimizin telkin ettiği
asil ruha sahip bir milletiz. (Mikrofon otomatik cihaz
tarafından kapatıldı) BAŞKAN - Buyurun. MEHMET ŞAHİN (Devamla) –
Evet, hiç kuşkusuz Türkiye bugün dünyadaki itibarının en üst noktasına
gelmiştir. Bugün bu tavrın bir ayrı önemi de yeniden mazlum milletlere büyük
bir ümit, yeniden büyük bir örnek teşkil etmiş olmasıdır. Antisemitizm iddialarına
gelince: Değerli arkadaşlar, tarih şahittir ki bu tertemiz alın asla ve asla bu
lekeyi kabul etmez. Bizim milletimizde böyle bir şey yoktur ve olmamıştır.
Bugün hepiniz ve hepimiz biliyoruz ki Orta Doğu, Filistin sorunu aslında İsrail
sorunudur. İsrail’in barışa evet dediği an, gerek Orta Doğu’da gerek dünyada
barışın sağlanması mümkündür. Türkiye olarak barışın sağlanmasının ve kalıcı
barışın temininin mümkün olduğunu kavrıyor ve bütün imkânlarımızı bu konuda
seferber ediyoruz ve dünyanın takdirini topluyoruz. (Mikrofon otomatik cihaz
tarafından kapatıldı) BAŞKAN – Lütfen sözlerinizi
tamamlayınız. MEHMET ŞAHİN (Devamla) –
Teşekkür ederim. Türkiye'nin hakemliğine,
Türkiye'nin liderliğine bütün dünyanın ihtiyaç duyduğu bu noktada artık
kimsenin Türkiye'nin gücünü küçümsemeye hakkı yoktur. Yüreklerimiz kabarmış,
yüzümüz aydınlanmıştır. Kimse bu asil duruşu millî çıkarlarımıza aykırı
gösteremez. Eksenimiz, çizgimiz, rotamız
bellidir. Biz, Avrupa Birliğine tam üyelik yolunda, muasır medeniyet çizgisinde
kararlılıkla ilerliyoruz. Bu duyguları bize yaşatan
Sayın Başbakanımıza yüce Türk milleti adına Türkiye Büyük Millet Meclisi
kürsüsünde en derin şükranlarımızı sunuyor, hepinizi hürmetle, muhabbetle
selamlıyorum. (AK PARTİ sıralarından alkışlar) BAŞKAN – Teşekkür ediyoruz
Sayın Şahin. Sayın milletvekilleri,
gündeme geçiyoruz. Başkanlığın Genel Kurula
sunuşları vardır. Türkiye Büyük Millet Meclisi
Başkanlığının bir tezkeresi vardır, okutup bilgilerinize sunacağım. IV.- BAŞKANLIĞIN GENEL KURULA SUNUŞLARI A) Tezkereler 1.- İran İslami Danışma Meclisi Dış Siyaset ve
Ulusal Güvenlik Komisyonu, Finlandiya Parlamentosu Dışişleri Komisyonu,
Arjantin Temsilciler Meclisi Dışişleri Komisyonu, Slovenya Ulusal Meclisi
Dışişleri Komisyonu ve Küba Cumhuriyeti Ulusal Meclisi Dış İlişkiler Komisyonu
Başkanı ve beraberlerindeki parlamento heyetlerinin, TBMM’nin konuğu olarak
resmî temaslarda bulunmak üzere ülkemizi ziyaretlerine ilişkin Başkanlık
tezkeresi (3/681) Türkiye Büyük Millet Meclisi
Genel Kuruluna TBMM
Başkanlık Divanı’nın 12 Ocak 2009 tarih ve 39 sayılı Kararı ile İran İslami
Danışma Meclisi Dış Siyaset ve Ulusal Güvenlik Komisyonu, Finlandiya
Parlamentosu Dışişleri Komisyonu, Arjantin Temsilciler Meclisi Dışişleri
Komisyonu, Slovenya Ulusal Meclisi Dışişleri Komisyonu ve Küba Cumhuriyeti
Ulusal Meclisi Dış İlişkiler Komisyonu Başkanı ve beraberindeki parlamento
heyetinin Türkiye Büyük Millet Meclisi’nin konuğu olarak resmi temaslarda
bulunmak üzere ülkemizi ziyaretleri uygun bulunmuştur. Türkiye Büyük Millet
Meclisi’nin Dış İlişkilerinin Düzenlenmesi Hakkındaki 3620 sayılı Kanun’un 7 nci Maddesi gereğince Genel Kurul’un bilgisine sunulur.
BAŞKAN – Bilgilerinize
sunulmuştur. Sözlü soru önergesinin geri
alınmasına dair bir önerge vardır, okutuyorum: B) Önergeler 1.- Niğde Milletvekili Mümin İnan’ın (6/1070) esas numaralı sözlü
sorusunu geri aldığına ilişkin önergesi (4/116) Türkiye Büyük Millet Meclisi
Başkanlığına Gündemin sözlü sorular
Kısmının 319. sırasında yer alan (6/1070) esas numaralı sözlü soru önergemi geri
alıyorum. Gereğini saygılarımla arz
ederim. Mümin
İnan Niğde BAŞKAN – Sözlü soru önergesi
geri verilmiştir. Meclis araştırması açılmasına
ilişkin bir önerge vardır, okutuyorum: C) Meclis Araştırması Önergeleri 1.- Mersin Milletvekili Ali Rıza Öztürk ve 19
milletvekilinin, Adli Tıp Kurumuna yönelik iddiaların araştırılarak alınması
gereken önlemlerin belirlenmesi amacıyla Meclis araştırması açılmasına ilişkin
önergesi (10/318) Türkiye Büyük Millet Meclisi
Başkanlığı’na Adli Tıp, canlılarda ve
ölülerde; travmanın kanıtlarını, etkilerini,
nedenlerini ve sonuçlarını değerlendiren, ülkede yargıya yansıyan tıbbi
konularda değerlendirme yaparak sonuçların yasal bir dile dönüşmesini sağlayan
bir Tıp disiplinidir. Yargı tarafından adli Tıp; ölüm, kimliklendirme,
işkence, cinsel saldırı, kaza, yaralanma, zehirlenme, aklı başında olma, hekim
sorumluluğu vb. geniş bir alanda verilen bilirkişilik hizmeti olarak da
tanımlanmaktadır. Yargı organları tarafından
Adli Tıp alanında en üst bilirkişilik kurumu kabul edilen Adli Tıp Kurumu'nun
verdiği raporlar, adalet sistemimizde belirleyici etkiye sahiptir. Mahkemeler,
Adli Tıp Kurumunun verdiği raporlara itibar ederek karar vermektedirler. Adli Tıp
Kurumu, Türkiye’nin resmi bilirkişilik kurumudur. Yargıtay, Adli Tıp Kurumundan
rapor alınmadığı nedenle pek çok kararı bozmaktadır. Adli Tıp Kurumu, Adalet
Bakanlığı'nın bağlı kuruluşudur. Adalet alanında yaşamsal öneme sahip raporlara
imza atan kurum başkan ve üyeleri, evrensel akademik ve etik değerlerin aksine
siyasi iktidarların tercihine göre Adalet Bakanı, Başbakan ve Cumhurbaşkanının
imzaladıkları üçlü kararname ile atanmaktadır. Böylece bilirkişileri atayanlar
sicil amirliğini yapanlar ve denetleyenler aynı kişiler olmaktadır. Bu durum,
"bilirkişilik" kavramına aykırıdır. Böylece konusunu iyi bilen, yön
gösterme konusunda en çok bilenini, ibrelerin en ehil olanının yerine çoğu
zaman sırf iktidarda olan partiye yakın oldukları için bilirkişilik yönünden
ehil olmayan kişiler göreve gelmektedir Adli Tıp Kurumu, düzenlediği
raporlarla toplumunda infiale neden olmakta, son derece ağır şekilde
eleştirilmektedir. Hatta 2003 yılında o zamanın Adalet Bakanı Sayın Cemil
Çiçek, "Bilirkişilik müessesesinin kirlendiğini" söylemiştir. Adli
Tıp Kurumu, bilirkişiliğin en öncelikli koşulu olan güvenilirliğini bütün
toplum nezdinde kaybetmiştir. Adli Tıp Kurumu tarafından hazırlanan bilirkişi
raporlarına bugün artık hiçbir yurttaşın güveni kalmamıştır. Neredeyse medyada
Adli Tıp Kurumunun tartışılmadığı hiçbir gün yok gibidir. "Adli Tıp Kurumu
Başkanı istifa etti", "deliller Allaha emanet", "temiz
işkence raporu", "ölüm orucu mahkumuna adli
tıptan skandal rapor", "bilirkişileri kirleten kim", "Adli
Tıp, siyasi baskı altında", "Kurum bağımsız değil", "asıl
sorun, yönetimin tavrı", "işkence raporu işinden etti",
"Bilimsellik rafa kalktı", "adli Tıp güvenilmez",
"Adaletin Tıbbı, Tıbbın Adaleti, Bilimin Sefaleti", "AiHM'si, Adli Tıp'ı uyardı", "Adli Tıp'ta neler
oluyor. 1- Kusurlu raporla gelen terfi. 2- Uzmanlığa
tırpan", "Tabib odası, Adli Tıp Kurumunun korsakoff hastasını cezaevine geriye göndermesine tepki
gösterdi", "Başsavcılık raporu çabuklaştırmasını istedi: Adli Tıp
Kurumunu Erbakan için uyardı", "kadrolaşma kurbanı oldular: Adli Tıp
Kurumundan 38 kişi uzaklaştırıldı", "Kadrolaşma iddiaları: Adli Tıp
Kurumunda hukuksuzluk", “Adli Tıp Kurumunda kadrolaşma", "Bilim
ve liyakat olmadan adalet olmaz", "Adli Tıp'ta adalet
sürünüyor", "Üzmez'in güvendiği"
şeklinde haberler basındaki haberlerden bazılarıdır. "Adli Tıp Kurumunun,
cinsel saldırı suçlarında "mağdurun beden veya ruh sağlığının
bozulmadığı" yönünde verdiği raporlar, işkenceler konusunda verilen
raporlar, pek çok dosya Adli Tıp Kurumunun raflarında sırasını beklerken bazı
dosyalarda raporların yıldırım hızıyla hazırlanması konusunda Adli Tıp Kurumuna
karşı toplumda fırtınalar koparılmaktadır. Herkes, bir gün mağdur, hak arayan,
kanıt arayan konumunda olabilir. Bu nedenle meselenin özü; gerçekten hukuk
devleti olabilmektir. Bunun için Adli Tıp Kurumunun, içine düştüğü bu durumdan
hemen kurtarılması ve kaybolan itibarının kazandırılması ve yeniden güvenilir
bilirkişilik kurumu haline getirilmesi toplumda yaşayan herkes için
gerekliliktir. Bunun da yolu; insanları, mağdurları,
hastaları, cesetleri, yargı kararlarının temelini teşkil eden kanıtları;
siyasetin, ön yargının, hukuksuzluğun gölgesinden kurtarabilmek gerekir. Bunun
için de Adli Tıp Kurumunun, mercek altına alınarak, 1 - Adli Tıp Kurumunun yasal
çerçevesinin, işlevi ve yapısının, personelinin atanma ve çalışma koşullarının,
2 - Adli Tıp Kurumu
uygulamasında gözlemlenen önemli aykırılıkların (özellikle gerçekleştirdiği
işlemler ve kurduğu kararlar da gözetilerek) 3 - Adli Tıp Kurumu raporunun
bağlayıcılık değerinin, 4 - Yargıtay'ın Adli Tıp
Kurumu raporuna somut duruma göre itibar edilmeyeceğine yönelik kararların
dayandığı sebeplerin, 5 - Adli Tıp Kurumu'nun
doktorun tıbbi sorumluluğuna yönelik dosyalarda kurduğu kararların
değerlendirilmesi ile ortaya çıkan sonuçların, 6 - Adli Tıp Kurumu üyelerine
karşı varsa açılmış veya görev suçlarına dayalı kamu davalarının ve aşama ve
sonuçlarının, 7 - Yukarıdaki unsurlara ve
gerekçemizde ortaya konan sebeplere dayalı diğer bağlı konuların ve yapılması
gereken işlemlerin tespit edilmesi gerekmektedir. Bu araştırma istemi, siyasal
bir eksene oturmamaktadır. İktidarda olsun muhalefette olsun her siyasal
partinin ve tüm toplumun ortak bir sorununa parmak basılmaktadır. Doğrudan
adaleti ilgilendiren, bu itibarla böyle bir araştırmanın oy birliği temelinde
benimsenen ve yürütülen meclis faaliyeti olarak gerçekleşmesi, siyasetin ortak
amacı ile örtüşmektedir. Bu sebeplerle Anayasanın 98. maddesi ve Meclis
İçtüzüğünün 104. maddesi uyarınca Meclis araştırması yapılmasını saygıyla
dileriz. 1) Ali
Rıza Öztürk (Mersin) 2) Tekin
Bingöl (Ankara) 3) Mehmet
Ali Özpolat (İstanbul) 4) Şevket
Köse (Adıyaman) 5) Mevlüt Coşkuner (Isparta) 6) Ali
Rıza Ertemür (Denizli) 7) Bülent
Baratalı (İzmir) 8) Sacid Yıldız (İstanbul) 9) Ali
İhsan Köktürk (Zonguldak) 10) Nevingaye Erbatur (Adana) 11) Ahmet
Ersin (İzmir) 12)
Hulusi Güvel (Adana) 13) Akif
Ekici (Gaziantep) 14) İsa
Gök (Mersin) 15) Abdulaziz Yazar (Hatay) 16) Osman
Kaptan (Antalya) 17)
Ramazan Kerim Özkan (Burdur) 18) Ahmet
Küçük (Çanakkale) 19)
Hikmet Erenkaya (Kocaeli) 20)
Muhammet Rıza Yalçınkaya (Bartın) BAŞKAN – Bilgilerinize
sunulmuştur. Önerge gündemdeki yerini
alacak ve Meclis araştırması açılıp açılmaması konusundaki görüşmeler, sırası
geldiğinde yapılacaktır. Sayın milletvekilleri, şimdi
gündemin “Kanun Tasarı ve Teklifleri ile Komisyonlardan Gelen Diğer İşler”
kısmına geçiyoruz. 1’inci sırada yer alan, Türk
Ticaret Kanunu Tasarısı ve Adalet Komisyonu Raporu’nun görüşmelerine kaldığımız
yerden devam edeceğiz. V.- KANUN TASARI VE TEKLİFLERİ İLE KOMİSYONLARDAN GELEN DİĞER İŞLER A) Kanun Tasarı ve Teklifleri 1.- Türk Ticaret Kanunu Tasarısı ve Adalet Komisyonu Raporu (1/324) (S.
Sayısı: 96) BAŞKAN – Komisyon? Yok. Ertelenmiştir. 2’nci sırada yer alan,
Birleşmiş Milletler İklim Değişikliği Çerçeve Sözleşmesine Yönelik Kyoto
Protokolüne Katılmamızın Uygun Bulunduğuna Dair Kanun Tasarısı ile Çevre ve
Avrupa Birliği Uyum ile Dışişleri Komisyonları Raporlarının görüşmelerine
kaldığımız yerden devam edeceğiz. 2.- Birleşmiş Milletler İklim Değişikliği Çerçeve Sözleşmesine Yönelik
Kyoto Protokolüne Katılmamızın Uygun Bulunduğuna Dair Kanun Tasarısı ile Çevre
ve Avrupa Birliği Uyum ile Dışişleri Komisyonları Raporları (1/597) (S. Sayısı:
268) (x) BAŞKAN – Komisyon ve Hükûmet yerinde. Geçen birleşimde 1’inci madde
üzerinde Cumhuriyet Halk Partisi Grubu adına konuşma yapılmıştı. Şimdi söz
sırası, Milliyetçi Hareket Partisi Grubu adına İzmir Milletvekili Ahmet Kenan Tanrıkulu’na aittir. Buyurunuz Sayın Tanrıkulu. (MHP sıralarından alkışlar) MHP GRUBU ADINA AHMET KENAN
TANRIKULU (İzmir) – Sayın Başkan, sayın milletvekilleri; 268 sıra sayılı Kanun
Tasarısı’nın 1’inci maddesi üzerinde Milliyetçi Hareket Partisi Grubunun
görüşlerini yüce heyetinize aktarmak üzere huzurunuzdayım. Genel Kurulumuzu
saygıyla selamlıyorum. Değerli milletvekilleri,
iklim değişikliğiyle ilgili olarak önemli aşamalardan ilki Hükûmetler
Arası İklim Değişikliği Paneli, diğeri ise Birleşmiş Milletler İklim
Değişikliği Çerçeve Sözleşmesi’dir. Başta karbondioksit olmak üzere sera gazı emisyonlarını 1990 yılı seviyesinde tutmak amacıyla
Birleşmiş Milletler bir İklim Değişikliği Çerçeve Sözleşmesi imzalamıştır.
Sözleşme 1992 yılında Rio’daki Çevre ve Kalkınma
Konferansında görüşlere açılmış, o konferansta kabul edilmiş ve iki yıl sonra
1994 yılında da yürürlüğe girmiştir. Ülkemiz 1992 yılında bu sözleşmeye imza
atarak taraf olmuştur. (x) 268 S.
Sayılı Basmayazı 4/2/2009
tarihli 53’üncü Birleşim Tutanağı’na eklidir. Değerli milletvekilleri,
aslında ülkemiz açısından da esas problem o tarihte başlar. Hafızalarımızı
yoklarsak bu Rio Konferansı sonrasında pek çok basın yayın organında “Türkiye,
Birleşmiş Milletler tarafından ‘gelişmiş ülke’ olarak kabul edildi.” mealinde
birçok haberler o günlerin gazetelerinde çıkmıştır. Birleşmiş Milletler İklim
Değişikliği Çerçeve Sözleşmesi’nin bizim açımızdan bizi ilgilendiren iki tane
eki bulunmaktadır. Ek-I’de piyasa ekonomisine geçmiş
eski Doğu Avrupa ülkeleri, yine eski Sovyet Blok ülkeleri ve OECD’ye üye
ülkeler bulunmaktadır. Ek-II’de ise sadece OECD’ye
üye ülkeler yer almaktadır. Türkiye de o tarihte OECD üyesi bir ülke olması
hasebiyle hem Ek-I’de yer almış hem Ek-II’de “gelişmiş ülke” statüsünde yer almıştır. Yani çok özetlersek Türkiye
hem sera gazı emisyonlarını azaltacak hem de
gelişmekte olan ülkelere yardım edecek bir durumda bulunuyordu o gün için.
Ülkemizi o tarihte yönetenler bu sözleşmenin hazırlanması ve imzaya açılması
esnasında büyük bir ihtimalle bu durumun farkına da çok varamadılar. “Kyoto Protokolü” olarak
bilinen metin ise 1997 yılında 3’üncü Taraflar Konferansının toplanmasıyla
ortaya çıkan metindir. Bu protokol bütün dünyada yüz yetmişten fazla ülkeyi ve
sera gazı salımlarının da yüzde 55’ten fazlasını
kapsamaktadır. Protokolle devreye girecek olan tedbirler oldukça pahalı
yatırımları da gerektirmektedir. Sayın milletvekilleri, şimdi
de izninizle, Türkiye'nin, İklim Değişikliği Çerçeve Sözleşmesi ve bu protokol
kapsamındaki durumu üzerinde konuşmak istiyorum. Çerçeve Sözleşme’nin Ek-I ve
Ek-II listelerinde yer alan Türkiye, 2004 yılına kadar bu Sözleşme’ye taraf
olmamıştır. Eğer Sözleşme’ye bu hâliyle taraf olsaydı sera gazı emisyonlarını 1990 yılı seviyesine indirmek ve gelişme
yolundaki ülkelere de hem teknolojik hem de mali kaynak aktarmak durumunda
kalacaktı ve bu yükümlülüklerini yerine getirmesi gerekecekti. Türkiye'nin
“isminin Ek-ll’den silinmesi ve Ek- l’de de özel şartlarının tanınarak yer alması” talebi 29
Ekim ile 9 Kasım 2001 tarihlerinde -o yıllarda- Marakeş’te
yapılmış olan 7’nci Taraflar Konferansında kabul edilmiştir. Bu kararla
Türkiye, gelişme yolundaki ülkelere teknik ve mali yardım yapma yükümlülüğünden
kurtularak diğer yükümlülükler için de ülkemizin kendisine has şartlarının
tanınması tavsiye edilmiştir. Tabii, burada önemli olan
Türkiye'nin özel şartlarının neler olduğu ve Sözleşme’ye taraf olan ülkelerin
de bu özel şartları tanıyıp tanımadıkları konusu günümüzde hâlâ boşluktadır. 21
Ekim 2003 tarihine
geldiğimiz zaman, Türkiye'nin Çerçeve Sözleşme’ye taraf olduğuna dair kararın
Resmî Gazete’de yayımlanarak yürürlüğe girdiğini görüyoruz. Türkiye'nin taraf
olmasından sonra 24 Kasım 2004 tarihine kadar ulusal bildirimini Sözleşme sekreteryasına da sunması gerekiyordu. Ancak bu ulusal
bildirimin daha sağlıklı hazırlanabilmesi için altı aylık bir süre verilmesine
rağmen, o günden sonra ulusal bildirim çalışmaları hâlen tamamlanamamıştır. İlk
olarak 2001 yılında kurulan ve daha sonra da 2004/13 sayılı Başbakanlık
Genelgesi’yle Çevre ve Orman Bakanının Başkanlığında yeniden oluşturulan İklim
Değişikliği Koordinasyon Kurulunda yapılan çalışmalar da maalesef bugüne kadar
yeterli olmamıştır. Değerli milletvekilleri,
şimdi kritik soru şudur: Türkiye'nin “kişi başına millî geliri, kişi başına
enerji tüketimi, sosyoekonomik gelişmişlik endeksi, uluslararası rekabet
edilebilirlik endeksi, insani kalkınma endeksi” gibi ekonomik göstergeler
bakımından Sözleşme’nin Ek-I’inde yer alan ülkeler
ile kıyaslanabilir zenginliği var mıdır yok mudur? Birleşmiş Milletler Kalkınma
Programı’nın, yani UNDP’nin 2007-2008 insani kalkınma
endeksine ilişkin bazı verileri sizlerle paylaşacağım. Türkiye, o yıllara ait yapılan
istatistiki araştırmada 0,775 endeks değeri ile 177
ülke arasında 84’üncü sıradadır. Sözleşme eklerinde yer almayan ve dolayısıyla
da hiçbir yükümlülük üstlenmeyecek olan, tam aksine yardım alacak olan Çin,
Brezilya, İsrail, Malezya, Meksika, Güney Kore gibi ülkelerin insani kalkınma
endeksi ise ülkemizden daha yüksektir. Esasen 1850 ile 2002 yılları
arasında yapılan araştırmada kümülatif sera gazı
emisyonlarının yaklaşık yüzde 30’unu ABD, yüzde 27’sini yirmi beş Avrupa
Birliği ülkesi, yüzde 8,1’ini Rusya, yüzde 7,6’sının da Çin tarafından
salındığı raporlanmıştır. Şimdi bu dönemde, yani bu yüz elli iki yıllık dönemde
Türkiye sadece yüzde 0,4; yani binde 4 katkı ile 31’inci sırada gelmektedir. Bu
protokol hazırlanırken bu durumlar hiç dikkate alınmamıştır. Şimdi bu protokole
taraf olmamızın bizlere ne getireceği ve tabii ki ne götüreceğinin çok iyi
açıklanması gerekmektedir. Türkiye’nin hâlen protokolü imzalamadığı, öte yandan
yük paylaşımı ilkesi olarak bilinen bu esneklik mekanizmasına göre, örneğin
Danimarka ve Almanya yüzde 21 azaltım yükümlülüğüne
sahipken Avrupa’nın nispeten daha az gelişmiş ülkeleri olan İspanya, Yunanistan
ve Portekiz 1990 emisyonlarını sırasıyla yüzde 15, yüzde 25, yüzde 27 üzerinde emisyon artırımı hakkına sahipken bizim de belirtilen üç üye
ülke için sağlanan haklardan yararlanmamız, yük paylaşımı ilkesini örnek
göstererek bu oranlarda hedef talep etmemiz gerçekten daha uygun bir yaklaşım
olacaktı. Sayın milletvekilleri,
Türkiye’nin enerji tasarrufu, yenilenebilir enerji teşvikleri ve emisyon azaltma girişimleriyle birlikte henüz kalkınmasını
tamamlamadığı, bitirmediği gerekçesiyle ortaya konarak taraflar toplantısında
ülkemize hem farklı bir baz yıl hem de emisyon artırma kotası talep
edilebilirdi. Bu, bugüne kadar geçen süreçte yapılması gereken tedbirlerdi ama
maalesef yapılamadı. Ülke menfaatlerini en iyi koruyacak şekildeki
politikaların bir an önce belirlenerek, özellikle çerçeve sözleşmenin
Meclisimizde onaylandığı 24 Mayıs 2004 tarihinden itibaren bir anlamda kaybedilen
veya boşa geçirilen zamanın da telafi edilmesi gerekmektedir. Şimdi, değerli
milletvekilleri, bu kapsamda Türkiye’nin yapması gereken işlemlerin şu
hususları da içermesi gerektiğini Milliyetçi Hareket Partisi olarak
düşünüyoruz: Öncelikle İklim Değişikliği Koordinasyon Kurulunun kararlarına yön
verecek idari mekanizmalar, bilimsel ve politik çalışmalarla bütünleştirilip
güçlü bir kurumsal yapı hâline getirilmelidir. 2012 yılı sonrası için
müzakere stratejisinin oluşturulmasında en önemli faktör hâline gelecek Kyoto
Protokolü esneklik mekanizmalarındaki ön çalışmalara bir an önce başlanmalıdır. İklim değişikliğinin
Türkiye’yi nasıl etkileyeceğiyle ilgili güncel çalışmaların devam ettirilmesi
gerekmektedir ve nihayet, bu çalışmalara dayanarak kapsamlı bir iklim
değişikliğine uygun ve uyumlu bir politika geliştirmek zorundayız. (Mikrofon otomatik cihaz
tarafından kapatıldı) BAŞKAN – Lütfen sözlerinizi
tamamlayınız. AHMET KENAN TANRIKULU
(Devamla) - Değerli milletvekilleri, iklim değişikliğinin önüne geçilebilmesi
için tabii ki gayret göstermeliyiz, tedbirler almalıyız. Bu, kesinlikle
yapmamız gerekendir. Ortak geleceğimizi ortaklaşa korumak zorundayız ancak
ortaklaşa koruma tedbirlerini de hakkaniyet ölçülerine uygun bir şekilde
paylaşmamız gerekmektedir. Sera gazı emisyonlarının
neredeyse tamamını yapmış olan gelişmiş ülkelerle bizim aynı oranda sorumluluk
almamız da hakkaniyet ilkelerine uyum sağlamamaktadır. Değerli milletvekilleri,
1997’de kabul edilip ancak 2005’te yürürlüğe giren ve 2012’de de sona erecek
son derece başarısız bir uygulamaya sahip bu protokole girmek için harcadığımız
zamanı, emeği, vakti 2012 sonrası için oluşturulacak yeni rejimin
hazırlanmasına da harcamamız gerekirdi diye düşünüyorum. Vakit hâlâ geçmiş
değil. Biz, Hükûmetin bu konudaki ülke menfaatlerine
halel getirmeyecek çalışmalarına grup olarak, Milliyetçi Hareket Partisi olarak
destek vermeye hazırız. Bu düşüncelerle hepinizi
tekrar saygıyla selamlıyorum efendim. (MHP sıralarından alkışlar) BAŞKAN – Teşekkür ediyoruz
Sayın Tanrıkulu. Demokratik Toplum Partisi
Grubu adına Batman Milletvekili Ayla Akat Ata. (DTP
sıralarından alkışlar) DTP GRUBU ADINA AYLA AKAT ATA
(Batman) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; Birleşmiş Milletler İklim
Değişikliği Çerçeve Sözleşmesine Yönelik Kyoto Protokolüne Katılmamızın Uygun
Bulunduğuna Dair Kanun Tasarısı’nın 1’inci maddesi hakkında Demokratik Toplum
Partisinin görüşlerini sunmak üzere huzurunuzda bulunmaktayım. Hepinizi
saygıyla selamlıyorum. Sayın Başkan, değerli
milletvekilleri; İkinci Dünya Savaşı sırasında Frankfurt Okulu düşünürleri olan
Adorno ve Horkheimer
“Barbarlık uygarlığın öteki yüzüdür.” demişlerdi. Yerleşik hayata geçtikten
sonra artı ürün elde etmeye başlayan insanlar sanayi devrimiyle birlikte insan
gücünün elverdiğinden çok daha fazlasını üretmeye başladı ve bu yeni buluşlar
ile beraber kapitalizm pazar ekonomisinin vazgeçilmez öğeleri, üretim ve
tüketim döngüsü toplumlara daha fazlasını, daha da çok fazlasını tüketme
ihtiyaçlarını yarattı ve dayattı. Dünya ekonomisi öyle çok büyüdü ki, öyle ki
dünya kendi biyosferine sığmamaya başladı. İnsanın insan ile olan mücadelesiyle
birlikte gelişen savaşlar ve insanın doğayla mücadelesi sonucu gelişen, doğayı
tamamen kendi egemenliği altına alma eğilimi ve doğal çevre içinde bulunmayan
maddelerin üretilmesi yaşadığımız çağda ekolojik bir
felakete neden olabilecek niteliktedir. Ne yazık ki içinde bulunduğumuz çağ
insan da dâhil olmak üzere bütün canlıların yaşam gereksinimlerini oluşturan, doğal
varlıkların hızla tüketildiği ve kirletildiği bir çağdır. Tarihte bu yok edici,
ölümcül çabaların sahibi ve sorumlusu da ne talihsizce bir durumdur ki doğada
düşünebilme yeteneğine sahip tek canlı olan insandır. İnsanın çevreye yaptığı
olumsuz bir etkinin biyolojik faaliyetler nedeniyle değil de iktisadi
faaliyetler nedeniyle gerçekleşmesi ise işin trajik olan bir diğer boyutudur. Atmosferdeki karbondioksit
salımı sanayi devriminden bu yana yüzde 31’in üzerinde artış göstermiştir.
Havamızda bugün bulunan karbondioksit oranı son yirmi yılda ulaşılan en yüksek
seviyeyi bulmuştur. Küresel iklim değişikliği olarak ifade edilen bu felaket
sonucu dünyada büyük orman yangınları meydana geliyor, büyük sel felaketleri
yerleşim yerlerini yıkıyor, kuraklık doğayı kavuruyor, buzullar büyük bir hızla
eriyor, okyanuslar yükseliyor ve birçok canlı türü yok oluyor. Değerli milletvekilleri,
bilim insanlarının araştırmalarına göre, bugün yaşanmakta olan küresel
ısınmanın nedenlerini 1960’lı yıllarda gerçekleşen karbon salımları
oluşturmaktadır. Günümüz dönemi itibarıyla salınan gazların etkileri ise bundan
on-on beş yıl sonra görülmeye başlanacak, 1960’lı yıllara oranla bu dönemde
salınan gaz miktarının katbekat fazla olduğu hesaplanacak olursa on beş yıl
sonra dünyayı bekleyen felaketlerin ürpertici boyutları malumunuzdur. Bu
noktadan hareketle, küresel ısınmanın başlı başına ulusal bir sorun olmadığı ortaya
çıkmaktadır. Küreselleşmenin etkilerinin hızla yaşandığı dünyada artık “benim
kıtam”, “benim ülkem”, “benim şehrim” gibi sınırlar çizmek mümkün değildir.
Dünyanın neresinde olursa olsun atmosfere salınan zararlı gazlar dünyanın bir
diğer ucuna etki edebilmekte, sonuçları bütün dünya için felaket anlamına
gelebilmektedir. Sonuç olarak, hepimizin aynı gemide olduğu önümüzde duran bir
gerçekliktir. Bu nedenle, ekolojist
kaygılar dünyanın olduğu kadar aynı zamanda devletimizin ve Hükûmetin
temel kaygısı olmak zorundadır. Nitekim, Türkiye de
küresel ısınmanın potansiyel etkileri bakımından risk grubundadır. Küresel
ısınmanın Türkiye üzerine etkileri su kaynaklarının azalması, orman tahribatı,
çölleşme, tarım alanlarının yok olması şeklinde olacaktır. Zira daha şimdiden
iklim değişikliklerinin etkileri Türkiye’yi vurmaktadır. Tuz Gölü’nün yüzde
80’i kurumuştur, diğer birçok gölümüz kurumaya yüz tutmuştur, birçok sulak alan
haritadan silinmiş, özellikle ülkenin Doğu ve Güneydoğu Bölgesi’nde kuraklığın
etkileri çok ağır hissedilmiştir. Çiftçiler neredeyse tarım arazilerine
ektikleri kadar dahi ürün elde edemez olmuşlardır. Zamansız gelen ani yağışlar
ise büyük yıkımlara neden olmaktadır. Hükûmetler
Arası İklim Değişikliği Panelinin 2002 yılında yayınlanan 5’inci Teknik
Raporu’nda da, 1901-2000 yılları arasında Türkiye’de her on yılda sıcaklığın
0,2 derece arttığı, yağışta ortalama yüzde 10 düşüş olduğu belirtilmektedir.
Yine bu raporda, gelecekte Türkiye’yi kuraklıklar, yangınlar ve sellerin
beklediği yer almaktadır. Sayın Başkan, değerli
milletvekilleri; Birleşmiş Milletler Kyoto Protokolü de esasen iklim
değişikliğinin gerçek ve insan kaynaklı olduğunun ispatı niteliğindedir. Yüz
seksen bir ülkenin taraf olduğu protokol, bildiğiniz üzere, protokolde imzası
bulunan ülkelerin sera gazı salımlarını dünyayı ve
yaşamı tehlikeye atmayacak düzeylerde tutmayı öngörmektedir. Kyoto
Protokolü’nün, küresel iklim değişikliği konusunda alınacak önlemlere gerektiği
kadar ciddi yaptırımlarla değil de ticari bir mantıkla temas ettiği kuşkusuzdur.
Dünyada şu anda mevcut bulunan problemlerin boyutu göz önüne alındığında
protokolün oldukça eksik olduğu su götürmez bir gerçekliktir. Zira Birleşmiş Milletler Kalkınma Programı tarafından, 2007-2008
İnsani Gelişme Raporu’nda da tehlikeli boyuttaki iklim değişikliklerinin
giderilmesi için, dünyada henüz siyasi devinimler ve karbon devinimleri
arasındaki açığı kapatacak inandırıcı ve uzun vadeli çok taraflı bir çerçeve
programının olmayışına dikkat çekilmektedir ve iklim değişikliği tehlikesinin
önlenmesi için, sera gazı salım oranı yüksek olan ülkelerin bugün en az yüzde
80, 2020’de yüzde 30 oranında salımlarının
azaltılması gerektiği belirtilmektedir. Tabii, bu bilgiler, dünyayı
kurtarmak için elbette ki Kyoto Protokolü’nün çok yeterli olmadığını izah
etmektedir. Fakat yine de yasal bağlayıcılığı bulunan, ufak da olsa önlem
alınması yoluna işaret eden bir adımdır Kyoto Protokolü. Daha etkili tedbirlerin
alınması için başlangıç olması itibarıyla da anlamlıdır ve önemlidir. Kyoto Protokolü’ne sadece
imza koymak kendi başına yeterli değildir. Çünkü ülkemiz, kirletme konusunda
hiç de masum değildir maalesef. Türkiye, dünyanın en hızlı kirleten ülkesi
konumundadır. Enerjisini verimsiz kullanan, kirli enerjide ısrar eden,
yenilenebilir enerjiye yönelmeyen, enerji tasarrufuna zamlardan başka çözüm
üretmeyen bir Hükûmete sahibiz. Ülkemiz, enerji
üretiminde yüzde 75 oranında fosil yakıtlara bağlıdır. Şu anda rüzgâr ve güneş
enerjisi gibi yenilenebilir enerji kaynaklarının Türkiye’de kullanımı yüzde
1’in altındadır. Ulaşımın yüzde 90’ı kara yolu ile gerçekleşmektedir. Enerji
yalnız üretildiği gibi bol miktarda karbonmonoksit
atmosfere salınıyor. Türkiye şu anda sera gazı salım sıralamasında dünyada
20’nci sırada. Protokole taraf olan bütün Ek-I ülkeleri arasında artış hızı
anlamında birinci ülke. Yine OECD ülkeleri arasında ilk
sıralarda. Bu hızla devam edecek olursak yakın zamanda Avrupa birincisi
de olabilecek konumdayız. Türkiye 1990-2004 yılları
arasında sera gazı salımlarını 170 milyon tondan 357
milyon tona çıkararak yüzde 110 artırdı. Türkiye bu rekorla dünyanın tüm sera
gazı salımlarının yüzde 1,3’ünü yaparak küresel
ısınmaya en çok neden olan ülkeler sıralamasında 13’üncü sıraya yükseldi. Sera
gazı salım miktarındaki artışta dünya birinciliğini koruyan Türkiye’de 1990
yılına göre artış oranı yüzde 95’i geçmiş durumda. Kişi başına düşen emisyon oranına bakılarak dahi, 245 milyon nüfusu bulunan
Endonezya ve 188 milyon nüfusa sahip Brezilya’nın toplam emisyonları yaklaşık
olarak Türkiye’yle aynı orana denk düşmektedir. Bütün bu nedenlerden ötürü,
Türkiye, protokole imza koyarak attığı adımı iyileştirme çabalarına şimdiden
başlayarak ilerletmelidir. Bu doğrultuda, az maliyetle rüzgârdan, güneşten ve
jeotermalden faydalanılabilir. Türkiye’deki yenilenebilir enerji kaynaklarının
potansiyellerini topladığımızda, 2020 yılında, tahmin edilen toplam
ihtiyacımızdan daha fazla bir enerji elde edebiliriz. Karbon emisyonları
hızla düşürülmelidir. Sanayi, enerji ve ulaşımda takip edilen yanlış
politikalardan ivedilikle vazgeçilmelidir. Ülkemizdeki sera gazı salımının artışına en önemli düzeyde etki eden faktörler,
ihtiyacımız olandan çok daha fazlasını üreten çimento fabrikaları ve termik
santrallerdir. Bildiğiniz gibi, Hükûmetin var olanlar
dışında yeni termik santraller kurma projeleri bulunmaktadır. Bu projeler
derhâl iptal edilmelidir. Silopi, Afşin, Yatağan, Gökova gibi kömürle çalışarak
en fazla zehirleme özelliğine sahip olan termik santraller aşamalı olarak
kapatılmalıdır. Temiz ve etkin enerji kullanımına yönelik enerjiler
desteklenmelidir. Petrol bağımlılığını artıran ulaşım politikaları derhâl terk
edilmelidir. Temiz ulaşımı sağlayacak yöntemler tercih edilmelidir. Değerli milletvekilleri,
geçmiş dönemlerde kuraklıklar baş gösterdiğinde insanlar yaşamlarını
sürdürebilmek için başka diyarlara göç etmekteydiler. Fakat ne yazık ki bu
dönemde yaşanan iklim değişikliği küresel bir boyut taşıdığından insanların
artık göç edebilecekleri başka diyarlar bulunmamaktadır. Küresel iklim
değişikliğinin sonuçları yaşamsal varlıkların ortadan kalkmasına sebebiyet
verdiği kadar, büyük göçlere, kıtlıklara ve savaşlara da yol açmaktadır. Kısa
vadede yüzde 40 oranında yoksulları vuracak olan iklim değişimi, uzun vadede
zengin-fakir ayrımı yapmayacak, bütün canlıların sonunu getirecektir. Bu büyük
yıkım karşısında Hükûmetin bir an önce kendisine
düşen rolü oynamasını beklemekteyiz. Geç kalınmış olsa da Kyoto
Protokolü’ne ülkemizin taraf olmasını sevindirici bir gelişme olarak
gördüğümüzü ve tasarıyı desteklediğimizi grubum adına belirtir, hepinizi
saygıyla selamlarım. (DTP sıralarından alkışlar) BAŞKAN – Teşekkür ediyoruz
Sayın Ata. 1’inci madde üzerinde şahsı
adına Bursa Milletvekili Necati Özensoy… Yok. Gene şahsı adına Trabzon
Milletvekili Safiye Seymenoğlu. Buyurunuz Sayın Seymenoğlu. (AK PARTİ sıralarından alkışlar) SAFİYE SEYMENOĞLU (Trabzon) –
Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; Birleşmiş Milletler İklim Değişikliği
Çerçeve Sözleşmesine Yönelik Kyoto Protokolüne Katılmamızın Uygun Bulunduğuna
Dair Kanun Tasarısı’nın 1’inci maddesi üzerinde şahsım adına söz almış
bulunuyorum. Bu vesileyle yüce Meclisi saygıyla selamlıyorum. Değerli milletvekilleri,
güneşten gelen enerji dünyamızın yaşam kaynağıdır, dünyanın iklim sistemini
oluşturmaktadır. Bugün sanayileşme, hızla gelişen kentler, yeşil alanların ve
doğanın tahrip edilmesi dünyamızdaki iklimsel dengeleri bozmuştur. Atmosferde
sanayileşmeyle doğru orantılı olarak sera gazlarındaki artış “küresel ısınma”
dediğimiz iklimsel değişiklikler ile hissedilmeye başlandı. Buzullardaki erime,
seller, kasırgalar ve bölgelere göre iklimlerdeki değişimler insanları,
dolayısıyla ülkeleri önlem almaya mecbur bıraktı. Bugün insanlığı tehdit eden
en önemli problemlerden biri olarak küresel ısınma, başka bir deyimle iklim
değişikliği görülmektedir. Tüm insanlığın geleceğini ilgilendiren bu problem,
uluslararası iklim değişikliği mücadelesi, uluslararası alanda “Birleşmiş
Milletler İklim Değişikliği Çerçeve Anlaşması” adı altında götürülmektedir.
Ülkemiz, Çerçeve Sözleşmesi’ne taraftır ve aktif olarak da katılmaktadır.
Sözleşme tavsiyeler içermektedir. Bu Çerçeve Anlaşması’nın en önemli bölümü,
özellikle sanayileşmiş ülkelerin atmosfere bırakılmasına neden oldukları sera
gazları miktarının azaltılması için öngörülen Kyoto Protokolü’dür. 1997 yılında
imzalanan ve 2005 yılında yürürlüğe giren bu anlaşmayı yüz yetmiş yedi ülke
onaylamış ve taraf olmuştur. Amerika Birleşik Devletleri ve Çin gibi Kyoto
Anlaşması’nı imzalamamış bir diğer ülke de Türkiye’dir. Avrupa kıtasında
Türkiye dışında Kyoto’ya taraf olmayan ülke bulunmamaktadır. Kyoto Protokolü’nün
uygulaması 2012 yılında son bulacak, onun yerine hâlen müzakere edilmekte olan,
büyük olasılıkla 2012 sonrasını içerecek yeni bir protokol Aralık 2009’da
yapılacak olan Kopenhag Konferansında kabul edilerek yürürlüğe girecektir.
Türkiye’nin bu sürecin dışında kalmaması ve Kopenhag’da etkin olabilmesi için
Kyoto’ya taraf olması gerekmektedir. Eğer bugün görüştüğümüz kanun
tasarısı olmasaydı ve taraf olmasaydık, ülkemiz 2012 sonrası için ortaya
konulacak şartlara müdahil olmaksızın uymak zorunda kalacaktı. Ülke olarak
müzakereye katılmadığı hâlde, Türkiye, bir olumsuzlukla karşılaşmamak ve
müzakerede pozisyon belirleyebilmek için Kyoto’ya taraf olmalıdır. Aksi
durumda, içerisinde bulunmadığı müzakere süreci dolayısıyla olumsuz bir
uygulama ve yaptırımla karşılaşabilecektir. Bugün Türkiye Kyoto’ya taraf
olmak için gerekli çalışmaları yapmış, bu konu üyesi bulunduğum Çevre
Komisyonunda da geniş kapsamlı olarak ele alınmış, ilgili devlet kurumları
görüşlerini belirtmişlerdir. Kurumlarımız Kyoto’ya taraf olmanın gerekliliğini
kabul etmiş ve büyük bir çoğunlukla da olumlu görüş belirtmişlerdir. Türkiye’nin protokole taraf
olması, uluslararası gündemin en öncelikli sorunlarından biri hâline gelen
iklim değişikliğiyle mücadele konusundaki kararlılığını uluslararası topluma
göstermesi bakımından da önemlidir. Bunların yanında, uzun vadede Kyoto
Protokolü, enerji güvenliğine ve ülke ekonomisine katkıda bulunacaktır. Kyoto
Protokolü, küresel iklim değişikliğiyle mücadelede daha etkin olmamızı
sağlayacaktır. Protokol, sanayileşmemize ve kalkınmamıza olumsuz bir etkisi
olmadığı gibi, gelecek nesillerimize daha kaliteli, daha sağlıklı bir yaşam
bırakmamız için önemli katkılar sağlayacaktır. Sayın Başkan, değerli
milletvekilleri; sözlerime son verirken, Kyoto Protokolüne Katılmamızın Uygun
Bulunduğuna Dair Kanun’un yasalaşmasının ülkemiz ve geleceğimiz açısından büyük
fayda sağlayacağına inanıyor, kanunun hayırlı olmasını diliyor, emeği geçen herkese
çok teşekkür ediyor, saygılar sunuyorum. (AK PARTİ sıralarından alkışlar) BAŞKAN - Teşekkür ediyoruz Sayın Seymenoğlu. Sayın milletvekilleri, şimdi
soru-cevap bölümüne… Sayın Köse, konuşmak istiyor
musunuz şahsınız adına? Şahsınız adına söz talebiniz var, konuşmak
istiyorsanız, beş dakika süre veriyorum, yoksa… ŞEVKET KÖSE (Adıyaman) –
Konuşmayacağım Sayın Başkan. BAŞKAN - Konuşmayacaksınız, peki. BEKİR BOZDAĞ (Yozgat) – Sayın
Başkan, soru-cevap bölümüne geçtik. BAŞKAN - Hayır, geçmeden önce şahsı adına söz talebi
vardı, diğer arkadaşımız konuşmayınca, o konuşur mu acaba diye sordum. Şimdi soru-cevap işlemine
geçiyoruz. On dakika süremiz var. Sayın Kaplan, buyurunuz
efendim. Bir dakika süre veriyorum. HASİP KAPLAN (Şırnak) –
Teşekkür ediyorum Sayın Başkan. Sayın Bakan, bu dağıtılan
kömürler havayı bozuyor, kokuyor; bir de Ankara’da da gerçekten problem. Onun
yerine… Şu doğal gazların nasılsa BOTAŞ’a borcu ödenmiyor, Ankara Büyükşehir
Belediyesi… İstenen zamanda da zam yapılıyor, istenen zamanda da indirim
yapılıyor. Şu kömür yerine “gaz çek modeli” uygulasanız, nasılsa kredi kartıyla
taksite de bağlanıyor, hem valiler taşımaktan kurtulur hem de bunun dağıtımı
vatandaşa kâğıt gibi “gaz çek modeli”yle yapılır ve oradan doğal gazla ısınırlar yine.
Nasılsa indirim de yaptınız. Böyle bir şey düşünüyor musunuz? Yine, Kyoto Sözleşmesi gereği
orman, fidan dikimi önemli. (Mikrofon otomatik cihaz
tarafından kapatıldı) HASİP KAPLAN (Şırnak) –
Nuh’un Gemisi’nin bulunduğu Cudi Dağı’na fidan
dikmeyi düşünür müsünüz diyecektim. BAŞKAN – Teşekkür ediyoruz
Sayın Kaplan. Sayın Özçelik… OSMAN ÖZÇELİK (Siirt) –
Teşekkür ederim Sayın Başkan. Sayın Bakan “Siirt’in elli
yıllık su sorununu çözdük.” demiştiniz ancak Siirt ilimizde yaz boyunca susuz
kaldık, damağımız kurudu, ayda bir de olsa banyo yapamadık, çamaşır
yıkayamadık. Kent kokudan yaşanılmaz hâle geldi. Umutla kışı, Allah’ın rahmeti
yağmuru bekledik. Kış geldi ama şimdi de nefes alamıyoruz. Hava kirli. Yanlış
anlaşılmasın, fabrika bacalarından değil bu kirlilik, dağıtılan ucuz, kalitesiz
kömürden. Nefes darlığı çekiyoruz, astım olduk. Ne olacak bu Siirt’in hâli? Teşekkür ederim. BAŞKAN – Teşekkür ediyoruz
Sayın Özçelik. Sayın Taner… RECEP TANER (Aydın) – Sayın
Bakan, görüşmekte olduğumuz Kyoto Protokolü ile şu anki Hükûmetinizin
uyguladığı kömür politikası ne kadar uyumludur? İki: Protokole tabi
ülkelerdeki enerji kayıp kaçak oranının yüzde 4’ler civarında olduğu ortada
iken ülkemizde kayıp kaçak oranı yüzde kaçlardadır? Kayıp kaçakları azaltmak
için ne gibi tedbirler almaktasınız? Teşekkür ederim. BAŞKAN – Teşekkür ediyoruz
Sayın Taner. Sayın Doğru… REŞAT DOĞRU (Tokat) –
Teşekkür ederim Sayın Başkanım. Sayın Bakanıma sormak
istiyorum: Türkiye’mizin sera gazı salınım payı yüzde 0,4 ile 7 arasında
değişmektedir çeşitli şeylere göre, ABD’de bu yüzde 28, Çin’de yüzde 17’dir.
2008 ile 2013 arasında yüzde 6 büyümeyi hedefleyen ülkemiz bu büyüme için
gerekli temiz enerjiye nasıl sahip olacaktır? Bu yönlü çalışmalar var mıdır? Bu
protokol imzalandıktan sonra nükleer santrallerin durumu nasıl olacaktır? İkinci soru: Kyoto
protokolleri imzalanırken etki analizi yapılmış mıdır? Yapılmış ise ülkemize
maliyeti ne olacaktır? Teşekkür ederim. BAŞKAN – Teşekkür ediyoruz
Sayın Doğru. Sayın Köse… ŞEVKET KÖSE (Adıyaman) –
Teşekkür ederim Sayın Başkanım. Sayın Bakanım, Kyoto
Protokolü’nün imzalanması elbette önemli bir gelişmedir. Peki, Hükûmetiniz tarafından dağıtılan kömürlerde herhangi bir
ölçüm yapılıyor mu? Ölçümde standart değerlerin üzerinde çıkan kömürler ne
yapılmaktadır? İkinci sorum: Ankara’nın
havasında yakılan kömürlerden dolayı arsenik miktarının yüksek olduğu iddiası
hakkında bir çalışma var mıdır? Var ise sonuçlarını kamuoyuyla paylaşmayı
düşünüyor musunuz? Teşekkür ederim. BAŞKAN – Teşekkür ediyoruz
Sayın Köse. Sayın Barış… TANSEL BARIŞ (Kırklareli) –
Teşekkür ediyorum Sayın Başkanım. Sayın Bakanım, Kyoto
Protokolü’yle beraber dünyada bir karbon ticareti başlamıştır. “Benim param
çok, daha çok kirletiyorum. Sen fakirsin, az kirletiyorsun. Şu kadar para
veriyorum.” diye bir durum söz konusu. Hava, para ile alınır satılır hâle
gelmiştir. Havayı kirletme hakkı denen bu durum sizce Kyoto Protokolü ruhuna
aykırı değil mi? Havayı kirletme hakkı hukuksal bir hak mı oluyor? İkinci sorum: Sayın Bakanım,
Kırklareli Kavakdere köyünde sanayi atıkları bertaraf
tesisi yapımı şimdilik durduruldu. Çevre halkı bu konuda
tedirgin. Tesis yeniden gündeme gelecek mi? Teşekkür ediyorum. BAŞKAN – Teşekkür ediyoruz
Sayın Barış. Son olarak Sayın Işık… ALİM IŞIK
(Kütahya) – Teşekkür ederim Sayın Başkanım. Sayın Bakan, ülkemizde sektörel bazda detaylı salım
envanteri çalışmaları yapılmış mıdır ya da yapılmakta mıdır? Yapıldıysa hangi
sektörlerde yapılmıştır? Bu bağlamda, sera gazı salımı azaltımının
fayda-maliyet analizleri konusunda bir çalışmanız var mı? Varsa fayda-maliyet
oranı değerleri konusunda bilgi verebilir misiniz? Teşekkür ederim. BAŞKAN – Teşekkür ediyoruz
Sayın Işık. Buyurunuz Sayın Bakan. ÇEVRE VE ORMAN BAKANI VEYSEL
EROĞLU (Afyonkarahisar) – Sayın Başkan, saygıdeğer
milletvekilleri; önce Sayın Kaplan “Dağıtılan kömür yerine doğal gaz acaba çek
olarak verilebilir mi?” diye teklif etti. Tabii bu doğal gazı biz dışarıdan
alıyoruz, döviz ödüyoruz ama kömürler bizim kendi öz kaynaklarımız, onları da
tabii değerlendirmemiz lazım. Maliyet açısından ve döviz ödememek açısından
bunun da ekonomik olarak dikkate alınması gerektiği kanaatindeyim. Şimdi, tabii Cudi Dağı’yla ilgili… Bakalım, ağaçlandırabiliriz.
Bakacağız, inceleyeceğiz. Zaten, Türkiye’de büyük bir ağaçlandırma seferberliği
var. O dağı da inceleyeceğim, eğer uygunsa ağaçlandırırız. Sayın Özçelik
özellikle Siirt’in su sorunundan bahsetti. Sayın Özçelik,
biz Siirt’e çok büyük yatırımlar yaptık. Bakın, Türkiye’de pek çok yerde ileri
biyolojik atık su arıtma tesisi yok, orada ileri biyolojik atık su arıtma
tesisi işletmeye alındı. OSMAN ÖZÇELİK (Siirt) – Böyle
bir şey yok. ÇEVRE VE ORMAN BAKANI VEYSEL
EROĞLU (Afyonkarahisar) – Artı, hemen hemen şebeke yenilendi. Yollar asfaltlandı. Suya gelince: Bakın, su
meselesi günümüzün meselesi değildi. Su meselesini çözmek için biz orada
gerçekten çok ciddi adımlar attık. Bir defa, Kezer
suyunu 22 kilometreden getirdik ancak Kezer suyu
biliyorsunuz son derece aktif bir araziden geçiyor. Zaman zaman
bu arazinin topoğrafisinden dolayı problemler oluyor.
Bu yüzden, biz bir de yedek olarak Botan Çayı’ndan
ilave bir terfiyle suyu bağladık. Tabii, bununla
ilgili çok modern, İstanbul’da yaptığımız gibi bir içme suyu arıtma tesisinin
de temeli atıldı, şu anda yıldırım hızıyla ilerliyor. Hatta,
bu hatları biz sadece Siirt için değil… İnşallah Kurtalan istikametine de
hatlar ilerliyor. Siirt’in bana göre içme suyu problemi kalmamıştır. Tabii
geçmişte sıkıntı çekti, onu biliyorum ama bundan sonra Siirt’te su sıkıntısı
çekilmeyecek. Hava kirlenmesine de
bakıyoruz, inceliyoruz. OSMAN ÖZÇELİK (Siirt) – Proje
hatası var Sayın Bakan, borular patlıyor. ÇEVRE VE ORMAN BAKANI VEYSEL
EROĞLU (Afyonkarahisar) – Şu anda, sular akıyor, ben
onu sürekli takip ediyorum. Siirt’in şu anda suları akıyor. Yazın birkaç
sıkıntı oldu, onu tankerle telafi ettik ama şu anda sular akıyor, akmaya da
devam edecek. İkincisi, Sayın Taner’in
Kyoto ve kömürle ilgili düşünceleri: “Acaba kömür kullanımını engelleyecek mi?”
Efendim, Kyoto kömür kullanımını engelleyecek diye bir husus söz konusu değil.
Zaten Kyoto’da şu anda hiçbir mükellefiyetimiz yok. Kyoto’yu biz sadece 2013
yılından itibaren müzakerelere katılarak Türkiye'nin diğer devletler tarafından
kabul edilmiş olan özgün şartlarını kabul ettirmek, çok iyi şartlarda ülkemizin
bundan sonraki, Kyoto sonrası çalışmalara katılmasını temin etmek için
gerçekleştiriyoruz. Tabii, enerji kayıp oranı var
Türkiye’de ve dünyada. Enerjilerin kaybolduğu bir gerçek. Enerji
nasıl kayboluyor? Bir de elektrik nakil hatlarından elbette fiziki olarak bir
kayıp var ancak bunun dışında vatandaşların ücretsiz olarak aldıkları enerji
var. Herhâlde kayıp kaçaktan bu ikisinin toplamını kastetmek
lazım. Biliyorsunuz, Hükûmetimizden önce bu
yüzde 22’ler civarındaydı ama şu anda sıkı bir takiple gitgide aşağı çekiliyor,
şu anda -net rakam yok, yazılı olarak veririz ama- yani yüzde 14-15’lere indiğini
tahmin ediyorum, daha da azaltmaya devam edeceğiz. Sayın Doğru “Sera gazı salımı
hakkında bir bilgi var mı?” dedi. Evet, bilgiler var, daha önce çalışmalar
yapmıştık. Özellikle şunu belirteyim: Sera gazı emisyonları
bütün ülkelerin elimizde bilhassa 1990-2005 yılları arasında mevcut.
Türkiye'nin kişi başına yıllık emisyon miktarı 4,6
ton/yıl. Yılda kişi başına 4,6 ama baktığımız zaman Amerika’da bu 20-25 kilo,
Avrupa ülkeleri ortalaması 11-12 kilo, mesela Kanada’da 23 kilo. Yani biz bu
bakımdan, kişi başına emisyon açısından oldukça düşük…
Bir de acaba kümülatif olarak sera gazı emisyonlarına,
Türkiye'nin atmosfere verdiği sera gazına bakarsak bu da yaklaşık binde 4
civarında ama diğer ülkelere batığımız zaman, bakın burada, Amerika Birleşik
Devletleri yüzde 29,3; Avrupa Birliğindeki yirmi beş ülkenin toplamı yüzde
26,5; Rusya yüzde 8, Çin yüzde 7,6. Yani bunların, bütün ülkelerin dağılımları
var. Yani aslında burada bizim o kadar büyük bir suçumuzun da olmadığını
özellikle vurgulamak istiyorum. Bir de temiz enerji
kaynaklarını harekete geçirdik sizce de malum Sayın Doğru. Biliyorsunuz, bütün
hidroelektrik enerjilerini devreye sokmak için bir çalışma var. Şu anda DSİ’nin bütün baraj inşaatları hızla ilerliyor. Geçtiğimiz
günlerde biliyorsunuz 13 tane dev hidroelektrik santralini devreye aldık.
Önümüzdeki yılda da hedefimiz 20 tane dev hidroelektrik santrali devreye
almaktır, onu da belirteyim. Zamanımız sınırlı ama
Ankara’nın havasındaki arsenikten bahsetmek istiyorum: Efendim, tabii, bu
ortaya atılan bir iddia. Kömürlerde arsenik olabilir ama kömürde özellikle
kireç olduğu zaman zaten bu arsenik havaya karışmaz, kireçle beraber kömürün
içinde, külde kalıyor. Dolayısıyla, böyle bir çalışma yapılmamıştır. Herhangi
bir hava kirlemesine de… Bu kömürün içindeki arseniğin böyle havaya baca
gazıyla çıkması diye bir şey söz konusu değildir, ilmî olarak bu mümkün
değildir. Çünkü, bunun olması için en azından sobadaki
sıcaklığın veya kazandaki sıcaklığın 9 derece santigradın üzerinde olması
lazım. Hâlbuki o sıcaklığa ulaşmıyor, kaldı ki bu tamamen küle geçer.
Dolayısıyla, hava kirlenmesine arseniğin bir ölçüsü söz konusu değildir. Zaten
ölçüm sonuçları da var. Vaktimiz bitiyor, müsaade ederseniz ben hemen
toparlayacağım. Türkiye’deki ölçüm
sonuçlarına göre, şu anda aşağı yukarı, yeşil olanlar kükürt dioksit açısından
fevkalade iyi olan iller, yeşiller çok iyi, sarı olanlar iyi, kırmızı olanlar
kötü. Ama şu anda, Türkiye ortalamasında, son yıllarda doğal gazın da
yaygınlaşmasıyla çok kötü bir il yoktur diye ölçümlere göre ifade edebiliriz. Tabii, Sayın Barış’ın sorusu
vardı. Kırklareli’ndeki Kavakdere tesisleriyle ilgili
çalışmalar devam ediyor, onu özellikle belirtmekteyim. Sayın Işık’ın “Sektörel bazda analiz yapıldı mı?”
şeklinde bir sorusu vardı. Evet, sektörel bazda sera
gazı emisyon dağılımları mevcut, bunlar elimizde. Hatta, sizlere… MEHMET ŞANDIR (Mersin) –
Fayda-maliyet analizi yapıldı mı? ÇEVRE VE ORMAN BAKANI VEYSEL
EROĞLU (Afyonkarahisar) – Hayır, fayda-maliyet
analiziyle ilgili Devlet Planlama Teşkilatı bir çalışmaya başladı. Biz
özellikle İklim Değişikliği Komisyonu çerçevesinde bir karar aldık, DPT’ye bir
vazife verdik, çalışmalar devam ediyor. Ama, bu
fayda-maliyet etkisini bulmak için ülkemizin üzerine alacağı yükümlülüklerin
belirlenmesi lazım. Dolayısıyla, bunlar çeşitli yükümlülüklere göre
maliyetlerin incelenmesinden ibaret. 2013 yılından sonra ülkemizin ne tür
yükümlülük alacağına göre esas maliyetler, gerçek maliyetler o zaman
çıkacaktır. Şimdiden gerçek maliyetleri hesap etmek mümkün değildir çünkü
ortada hangi yükümlülük alacağımız belli değildir. Onu özellikle vurgulamak
istiyorum. Teşekkür ediyorum. BAŞKAN – Teşekkür ediyoruz
Sayın Eroğlu. Sayın milletvekilleri,
görüşmeleri tamamlamış bulunuyoruz. Şimdi, 1’inci maddeyi
oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler… Kabul etmeyenler… 1’inci madde kabul
edilmiştir. Sayın milletvekilleri, 1’inci
maddeden sonra yeni bir madde ihdasına dair bir önerge var. Bildiğiniz üzere,
görüşülmekte olan tasarı veya teklife konu kanunun komisyon metninde bulunmayan
ancak tasarı veya teklif ile çok yakın ilgisi bulunan bir maddesinin
değiştirilmesini isteyen ve komisyonun salt çoğunlukla katıldığı önergeler
üzerinde yeni bir madde olarak görüşme açılacağı İç Tüzük'ün 87'nci maddesinin
dördüncü fıkrası hükmüdür. Bu nedenle, önergeyi okutup Komisyona soracağım ve
Komisyon önergeye salt çoğunlukla katılırsa önerge üzerinde yeni bir madde
olarak görüşme açacağım, eğer katılmaz ise önergeyi işlemden kaldıracağım. Şimdi önergeyi okutuyorum: Türkiye Büyük Millet Meclisi
Başkanlığına Görüşülmekte olan 268 sıra
sayılı “Birleşmiş Milletler İklim Değişikliği Çerçeve Sözleşmesine Yönelik
Kyoto Protokolüne Katılmamızın Uygun Bulunduğuna Dair Kanun Tasarısı”na 1 inci
maddeyi takiben aşağıdaki maddenin eklenmesini arz ve teklif ederim. 14.01.2009 Ufuk
Uras İstanbul Madde-2 (1) “Türkiye
Cumhuriyeti Hükümeti, Kyoto Protokolü’nün birinci ve sonraki yükümlülük
dönemlerindeki yükümlülüklerini, Birleşmiş Milletler İklim Değişikliği Çerçeve
Sözleşmesi 7. Taraflar Konferansı’nda kabul edilen 26/CP7 numaralı karar ışığında
değerlendirecektir.” BAŞKAN – Komisyon önergeye
salt çoğunlukla katılıyor mu? DIŞİŞLERİ KOMİSYONU BAŞKAN
VEKİLİ MEHMET CEYLAN (Karabük) – Efendim, salt çoğunluğumuz bulunmamaktadır,
onun için katılamıyoruz. BAŞKAN – Peki. Komisyon önergeye salt çoğunlukla
katılmamış olduğundan önergeyi işlemden kaldırıyorum. Şimdi 2’nci maddeyi
okutuyorum: MADDE 2- (1) Bu Kanun yayımı
tarihinde yürürlüğe girer. BAŞKAN – 2’nci madde üzerinde
Cumhuriyet Halk Partisi Grubu adına Eskişehir Milletvekili Murat Sönmez konuşacaktır.
Buyurunuz Sayın Sönmez. (CHP
sıralarından alkışlar) CHP GRUBU ADINA FEHMİ MURAT
SÖNMEZ (Eskişehir) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; görüşülmekte olan
268 sıra sayılı Birleşmiş Milletler İklim Değişikliği Çerçeve Sözleşmesine
Yönelik Kyoto Protokolüne Katılmamızın Uygun Bulunduğuna Dair Kanun
Tasarısı’nın 2’nci maddesi üzerinde söz almış bulunmaktayım. Bu vesileyle yüce
Meclisi saygıyla selamlıyorum. Kyoto Protokolü, ağırlığı
insan kaynaklı faaliyetlerin sonucu meydana gelen ve çevre sorunlarının iklim
sistemleri üzerinde yarattığı olumsuzluğun giderilmesine yönelik çabaların
ürünü olarak ortaya çıkmıştır. Her türlü doğal kaynağı denetimsizce kullanan ve
kalkınmalarını sağlayan gelişmiş ülkeler, aslında ortaya çıkan iklim
değişikliği başta olmak üzere diğer çevre sorunlarının ilk elden
sorumlularıdırlar. Bu yüzden, İklim Değişikliği Çerçeve Sözleşmesi, gelişmiş
ülkeleri ve gelişmekte olan ülkeleri, üstlenecekleri yükümlülükler bakımından
ayrı gruplar olarak ele almıştır. Buna göre Sözleşme, ülkeleri gruplara
ayırarak iki ek liste oluşturmuştur. Ek-I listesinde yer alan ülkeler, sera
gazı salımlarının azaltılmasına yönelik politika ve
önlemlerle öncü rol oynarken, Ek-II listesinde yer alan ülkeler ise gelişmiş
ülkeler olarak teknoloji transferi ve finansman konularında gelişmekte olan
ülkelere destek verecektirler. Bilindiği üzere, ülkemiz, hem
Ek-I listesinde hem de gelişmekte olan ülkelere teknoloji transferi ve
finansman yardımı yükümlülüğü öngören Ek-II listesinde yer almıştı. Ancak yapılan
müzakereler sonucu, ülkemizin özgün koşullarının kabul edilmesi üzerine, 2001
yılında Marakeş’te yapılan 7’nci Taraflar Konferansında Türkiye Ek-II
listesinden çıkarılmıştır. Bu düzeltmeyi müteakip, Türkiye, Birleşmiş Milletler
İklim Değişikliği Çerçeve Sözleşmesi’ne 2004 yılında taraf olmuştur. İklim
Değişikliği Çerçeve Sözleşmesi kapsamında hazırlanan ve çok az ülkenin taraf
olmadığı Kyoto Protokolü konusunda da ülkemiz, benzer tereddütler yaşamış,
protokolün getireceği yükümlülüklerden çekinmiştir. Protokol ve ülkemize
getireceği yükümlülükler, uzunca sayılabilecek bir süreyle, konuyla ilgili
çevreler tarafından tartışılmış ve protokol, Türkiye Büyük Millet Meclisi
komisyonlarında da tartışılarak huzurlarınıza onay için getirilmiştir. Kyoto Protokolü’nün ne
getireceği konusunda hâlâ bir uzlaşmaya varılamamıştır. Bir görüş, en azından
2012 yılına kadar ülkemize bir yükümlülük getirmeyeceğini savunurken;
içerisinde bazı kamu kurumlarının da bulunduğu başka bir görüş, protokolün
ülkemiz ekonomisi üzerine etkisi ortaya konulmadan, etkisinin ne olduğu
bilinmeden onaylanmasına sıcak bakmamaktadırlar. Değerli milletvekilleri, 1997
yılından bu yana dünyanın, İklim Değişikliği Çerçeve Sözleşmesi’ne taraf
olduğumuz 2004 yılından bu yana da ülkemizin gündeminde olan Kyoto
Protokolü’nün öngördüğü yükümlülüklerin iktisadi sektörler itibarıyla
ekonomimize ne getirip ne götüreceğinin somut bir şekilde ortaya konulmamış
olması esasen önemli bir eksikliktir. Umarız bu eksiklik protokolün onayından
sonra da sürdürülmez, protokolün öngördüğü düzenlemeler hızla hayata geçirilir. Protokolün onayından sonra
bazı alanlarda mevzuat yenilemesi ve yeni uygulamalar söz konusu olacaktır. Örneğin; endüstri, motorlu taşıtlar ve ısıtmadan kaynaklanan sera
gazı miktarını azaltmaya yönelik mevzuat yeniden düzenlenecek; daha az
enerjiyle ısınma, daha az enerji tüketen araçlarla uzun yol alma, daha az
enerji tüketen teknoloji sistemlerini endüstriye yerleştirme sağlanacak; güneş
enerjisinin önü açılacak; ulaşımda, çöp toplamada çevrecilik temel ilke olacak;
alternatif enerji kaynaklarına yönelinecek; çimento,
demir çelik ve kireç fabrikaları gibi yüksek enerji tüketen işletmelerde atık
işlemleri yeniden düzenlenecek; fosil yakıtlar yerine örneğin biyodizel yakıt kullanılacak; termik santrallerde daha az
karbon çıkartan sistemler devreye sokulacak; fazla yakıt tüketen ve fazla
karbon üretenden daha fazla vergi alınacak. Bu örnekleri daha da
çoğaltabiliriz. Kyoto Protokolü 2012 yılına kadar bize sera gazı salımında bir azaltım yükümlülüğü
getirmese bile, bahsettiğim yeni bazı uygulamaları getireceği açıktır. Bilindiği üzere
onaylayacağımız protokolün 2012 sonrası süreci henüz tam olarak ortaya
çıkmamıştır. 2009 yılında şekillenmesi beklenen bu sürece ilişkin bazı
belirlemeler aslında “Bali Yol Haritası” olarak
adlandırılan Bali Eylem Planı’nda yer almaktadır.
2012 sonrası rejimi düzenleyecek şekilde ortaya çıkacak olan yeni belgenin
görüşmelerinde ülkemiz özgün koşullarını müzakere edebilecek, esnekliklerden
yararlanabilecektir. Birincisine göre daha zorlu geçecek bu süreçte Türkiye'nin
kendini avantajlı bir şekilde konumlandırabilmesi için yoğun bir çalışma içine
girmesi kaçınılmazdır, çünkü yeni bu süreçte sera gazı salımı konusunda daha
sert ve daha yüksek azaltımlar öngörülmektedir. Bu
yüzden, yapılacak müzakerelerde ekonomik kalkınma haklarımızı koruyacak bir
pozisyon belirlenmelidir. Bugünün gelişmiş ülkesi olan Amerika Birleşik
Devletleri bile Kyoto Protokolü’ne ekonomisine getireceği yükleri öne sürerek
mesafeli duruyorsa bizim de çıkarlarımızı en üst düzeyde gözetiyor olmamız işin
doğası gereği olacaktır. Nitekim, bu sürece ilişkin
İklim Değişikliği Çerçeve Sözleşmesi’nin 14’üncü Taraflar Konferansı 1-12
Aralık 2008 tarihleri arasında Polonya’da gerçekleşmiştir. Polonya’da Kyoto
Protokolü’nün 2012 sonrasına ilişkin içereceği kurallarla ilgili kararlar
alınmasa da bu sürece dönük daha somut bir yol haritası, bir çalışma programı
ortaya çıkmıştır. Bu nedenle 2009 yılı küresel ısınmayla mücadelede önemli bir
yıl olacaktır çünkü bu yıl içerisinde protokolün geleceğiyle ilgili bir dizi
toplantı ve çalışma yapılacak, kararlar alınacaktır. Kopenhag’da tamamlanacak
bu sürecin sonunda yeni bir belge ortaya çıkması beklenmektedir. Sayın Başkan, değerli
milletvekilleri; Kyoto Protokolü 2’nci maddesinde protokole taraf ülkelerin
sayısallaştırılmış salım sınırlandırması ve azaltım
yükümlülüklerinin yerine getirilmesi için neler yapılacağı sıralanmıştır.
Görüşmekte olduğumuz tasarının gerekçesinde, Kyoto Protokolü’nün Avrupa Birliği
müktesebatının bir parçası olduğu, Avrupa Birliğinin protokole dâhil olmamızı
istediği belirtilmektedir. Yine tasarının hazırlandığı dönemde henüz aday
olduğumuz, ancak geçtiğimiz günlerde seçildiğimiz Birleşmiş Milletler Güvenlik
Konseyinin geçici üyeliği konusu gerekçe olarak yer almış. Zaten AKP’nin çevre
politikalarına ve bu alanda yapmış olduğu düzenlemelere şöyle bir göz
attığımızda bu konuda dışsal etkilerin belirleyici olduğunu görüyoruz;
özellikle de Avrupa Birliği. Eğer Avrupa Birliği uyum sürecinin bir parçası
olmasa AKP’nin çevre konusunu hiç gündeme almayacağını rahatlıkla
söyleyebiliriz çünkü -az önce de belirttiğim gibi- Kyoto Protokolü’nün 2’nci
maddesinde sürdürülebilir orman yönetimi uygulamaları, ağaçlandırma ve yeniden
ormanlaştırma çalışmaları yükümlülükleri getirilmektedir. Oysa AKP, ormanları
çevrenin esas unsuru, sera gazlarının yutak alanları olarak değil rant aracı olarak görmektedir. Bilindiği üzere, geçtiğimiz
dönem bu Parlamentoda ormanları rant konusu hâline
getiren 2/B düzenlemesi AKP oylarıyla kabul edilmiş, ancak dönemin
Cumhurbaşkanı tarafından veto edilmişti. Son günlerde yaşanan küresel ekonomik
kriz de bahane edilerek ormanlarımıza yeniden göz dikilmiştir. Gündemden düşmüş
olan 2/B konusu yeniden ısıtılmıştır. Her gün bu alandan gelecek paranın hesabı
yapılmaktadır. Geçtiğimiz günlerde burada
görüşmeleri yapılarak kabul edilen Tapu Kanunu’nda, son dakikada verilen bir
önergeyle bu işe yine AKP tarafından el atılmıştır. Toplumumuzun ve ilgili tüm
çevrelerin üzerinde dikkatle durduğu bir konu hiç tartışmaya açılmadan, bir
uzlaşma aranmadan, oldubitti mantığıyla buradan geçirilmiştir. Anayasa’ya
aykırılığı tescil edilmiş bir konu etrafından dolaşılarak halledilmeye
çalışılmıştır. Böylece, 2/B alanlarının işgalcilerine ödüllendirircesine
satışının önü açılmıştır. Değerli milletvekilleri,
korunması gereken ormanlar ve meralarımız AKP döneminde çıkarılan yasalarla
turizme açılmıştır. Yine, son yıllarda orman
yangınlarının söndürülme çalışmalarında AKP kadrolarının ne kadar başarısız
olduğu, ekipman ve teçhizat bakımından ne kadar
yetersiz kalındığı çeşitli defalar burada tartışıldı, bizzat kendim dile
getirmiştim. Protokol, sürdürülebilir
tarım yöntemlerinin geliştirilmesi ve teşvik edilmesini isterken AKP tam
tersini yapıyor, tarım alanlarını işgal edenleri, tarım yapılmaz hâle
getirenleri affediyor, hatta ödüllendiriyor. Toprak Koruma ve Arazi Kullanımı
Kanunu’nda değişiklikler yapılarak, bütün mahkeme kararlarına ve kamuoyu itirazlarına
rağmen verimli tarım topraklarının işgalini affeden yasa çıkarılmıştır. Maden arama faaliyetleri
Çevresel Etki Değerlendirmesi kapsamı dışında tutularak, ülkemizin en önemli
doğal varlıkları maden arama sahasına dönüştürülmüştür. Bunun örneklerini başta
Kaz Dağları olmak üzere ülkemizin pek çok alanında görebiliriz. (Mikrofon otomatik cihaz
tarafından kapatıldı) BAŞKAN – Lütfen sözlerinizi
tamamlayınız. Buyurunuz. FEHMİ MURAT SÖNMEZ (Devamla)
– Bu yüzden, bu protokolü burada onaylayacağız onaylamasına, ama AKP’nin çevre
konusundaki tutumu bundan sonra ne olacak? Yine “dostlar alışverişte görsün,
biz bunları dışarıya ayıp olmasın diye onaylayalım, ama bildiğimizi yapalım”
şeklinde mi olacak, yoksa “altına imza attığımız kurallara uyalım” şeklinde mi
olacak? Bekleyip göreceğiz. Bu düşüncelerle, hepinize
saygılar sunuyorum. (CHP sıralarından alkışlar) BAŞKAN – Teşekkür ediyoruz
Sayın Sönmez. 2’nci madde üzerinde,
Milliyetçi Hareket Partisi Grubu adına Sakarya Milletvekili Münir Kutluata. Buyurunuz Sayın Kutluata. (MHP sıralarından alkışlar) MHP GRUBU ADINA MÜNİR
KUTLUATA (Sakarya) – Sayın Başkan, sayın milletvekilleri; 268 sıra sayılı Kyoto
Protokolü’ne katılmamızı amaçlayan Kanun Tasarısı’nın 2’nci maddesi üzerine
Milliyetçi Hareket Partisi Grubu adına söz almış bulunuyorum. Bu vesileyle,
hepinizi saygıyla selamlıyorum. Kyoto
Protokolü’ne taraf olmanın Türkiye açısından ifade ettiği anlamı iyi çözebilmek
için hem protokolün ne dediğine hem bu protokolün dayandığı Birleşmiş Milletler
İklim Değişikliği Çerçeve Sözleşmesi’ne bakmak gerekiyor, ayrıca dünyayı böyle
bir çerçeve sözleşmeyi hazırlamaya iten gelişmeleri bilmeyi gerektiriyor,
ayrıca sözleşmenin yaklaşımı ile Kyoto Protokolü’nün metotlarının uyumuna da
bakmak gerekiyor. Çerçeve sözleşme birçok
isabetli tespitte bulunuyor. Bu tespitlerin en başında, dünyayı iklim
değişikliği noktasına getiren gelişmelerde gelişmiş ülkelerin sorumluluğunun
esas olduğunu vurgulamasıdır. Bir başka yaklaşımı, çözüm noktasında da bu
ülkelere yüklenen sorumlulukların daha fazla olması gerektiği ve yine çözümler
geliştirilirken ve uygulanırken bu sorumlulukta payı olmayan veya çok düşük
olan diğer ülkelerin korunmalarının gereğidir. Çünkü,
bu çerçeve sözleşme, Birleşmiş Milletler İklim Değişikliği Çerçeve Sözleşmesi
konuya fevkalade objektif yaklaşmakta ve dünyaya bir çözüm ümidi ortaya koymuş
görünmektedir. Bu yüzden, Türkiye de bunu imzalamıştır. Ancak, görülmektedir
ki, Çerçeve Sözleşme’nin maksadı ile Kyoto Protokolü’nün metotları arasında çok
ciddi bir çelişme vardır. Bu sözleşme esas olarak, dünyayı kirletenlerin,
ekosistemleri altüst edenlerin, dünya kaynaklarını istismar edenlerin
sorumluluğuna işaret etmektedir. Kyoto Protokolü ise dünyayı bu iklim
değişikliğinin kapısına getirenlere yeni çareler arayan bir görüntü arz ediyor.
Esas çelişki buradadır ve bu protokole taraftar olmamız konusunda teşvik edici
konuşmaları dinlerken pek duyamadığımız husus da satır aralarına gömülen husus
da biraz önce işaret ettiğim bu önemli noktadır. Şimdi, dünya iklim
değişikliği de dâhil olmak üzere, ekolojik dengelerin
bozulduğu her ortamda ortaya çıkan çevre sorunlarının gerisinde doğal
kaynakların istismarı, yanlış kullanımı ve bu yolla yenilenme gücünün elinden
alınması olduğunu biliyoruz. O hâlde, ekosistemlerin ve doğal kaynakların hangi
ülkeler tarafından nasıl kullanıldığını ve bunlara yönelik politikaların
mahiyetlerini bilmemiz gerekiyor. Dünyadaki maddi refah yarışının ve aşırı
tüketimin stok kaynakların tükenmesine, yenilenebilir kaynakların da yenilenme
ve sürekli üretim gücünün elinden alınmasına sebep olduğunu görüyoruz. Gelişmiş
ülkeler dediğimiz sorumlu ülkeler grubu, hem ekolojik dengeyi altüst edip
yenilenebilir kaynakları devre dışı bırakarak fakir ülkeleri sorumlu
olmadıkları afetlerle karşı karşıya bırakıp hem de sömürgecilik ve işgal gibi gayriinsani yollarla veya dış ticaret gibi ticari yollarla,
bazen de yabancı sermaye görüntüsü ile stok kaynakları kendi tüketimlerinde
kullanarak bu ülkelerin gelişme ümitleri üzerinde de kırıcı etkiler icra
etmektedirler. Durum bu olunca, gelişmiş
ülkelerin fakir ülkelerin elindeki yenilenebilir kaynakların artık dünyanın
ortak malı olduğu, onların da kendileri gibi davranmaması gerektiği kanaatinde
olduklarını görüyoruz. Bir diğer kanaatleri de,
ikinci grup ülkeler de gelişirse, dünyadaki stok kaynakların kendilerinin
ulaştıkları refah seviyesini ilanihaye sürdürmeye
yetmeyeceği hususudur. Kyoto Protokolü’nün getirdiği birçok
hususa prensipte katılmakla birlikte bu protokolde ortaya atılan “karbon
ticareti” konusu, “kirletme hakkı devri” konusu, bir başka ifadeyle “gelişme
hakkı devri” konusu, bunun ticari bir konu hâline getirilmesi belki de bu
protokolü malul hâle getiren en önemli konulardan bir tanesidir çünkü bu konu
üzerinde gerçekten sunumlarda net bilgi alamamış olduk. Bunun anlamı şudur: Kaynaklar
ve ekosistemler dünyanın bu hızla kirlenmesine dayanamıyor, her ülke aynı şeyi
yaparsa bunun sonu yok; çevreye aşırı yüklenmeyi devam ettirecek olan ülkeler
fakirlerin kullanım haklarını, kirletme haklarını devralsınlar. Eğer buna kapı
açan bir protokole taraftar isek bu konuda dünyadaki iklim değişikliğini önleme
yönündeki çabalara katkı yapmamızın mümkün olmayacağını herkes bilmeli ve Kyoto
Protokolü konusundaki kanaati de bu üzerinde çok durulmayan hususa göre
oluşturmalı diye düşünüyorum. Şimdi, iktidar mensubu
arkadaşlarımızın sunumlarında işaret ettiği hususlara temas ediyorum. Bunlardan
bir tanesi “2012 yılına kadar taraf olsak bile bir sorumluluğumuz yok. 2013’ten
sonra ne olacak, onu da o zaman göreceğiz.” meselesidir. Dolayısıyla bu “Nasıl
olsa zararı yok, bir protokole taraf olalım veya bir anlaşmaya imza atalım.”
mantığı çok böyle, köklü devlet geleneğinde savunulabilecek bir metoda
benzemiyor. Sadece faydalarını görmeli ve ona göre bunda ısrarlı olmalıyız. Hükûmetin yasanın
gerekçesindeki ifadesine bakıyoruz, bakın fevkalade önemli: “Türkiye'nin
uluslararası gündeminin en öncelikli ve acil sorunlarından biri hâline gelen
iklim değişikliği ile mücadele konusundaki kararlılığını ve uluslararası
toplumun güvenilir bir üyesi olduğunu göstermesi bakımından önem arz
etmektedir.” Yani nedir bu konunun önemi? “Bizim, uluslararası toplumun bu
konuda kararlı bir üyesi olduğunu göstermesi.” diye ifade edilen, son derece
genel birtakım çizgiler. Dolayısıyla “Şu faydadan ötürü biz bunu yapıyoruz.”
denilemediğini görüyoruz. Dün konuyu savunan iktidar
mensubu arkadaşlarımızın, sorumlu durumdaki arkadaşlarımızın söyledikleri bir
başka ifade: “Dünya iklim değişikliğiyle mücadeleye Türkiye katkı
sağlamalıdır.” Çok güzel bir ifade. Peki, nasıl
sağlayacaksınız? Amerika Birleşik Devletleri’ne emisyon
salımını kestirmek suretiyle mi? Çin’e “Haşin
kalkınma iddialarından vazgeç.” diyerek mi? AB’yi ikna ederek mi? Hayır. Sadece
kendiniz, kendi hakkınızı kullanmaktan vazgeçerseniz belki bir katkı
sağlarsınız. Dolayısıyla, buradaki bu iştahı anlamak mümkün değildir. Ancak,
bazı arkadaşlarımız gayet açık ifadelerle söylediler, Avrupa Birliği ile
görüşmelerde önümüzü açacak bir husus olduğu da söylendi. Dolayısıyla, buradan
gelen telkinlerin etkili olduğunu da söylemek mümkün olabilir. Şimdi,
değerli milletvekilleri, bu konuyu, çevre konusu ve çevre hassasiyetiyle çok
karıştırmamak lazım; çok önemli bir husus. Milliyetçi
Hareket Partisinin, bütün kaynaklarla ilgili, başta beşerî kaynaklar, sonra
doğal kaynaklar ve ekosistemler ve mali kaynaklar olmak üzere, bu kaynaklar
üzerindeki hassasiyetin millî bir konu olduğunu herkes bilmektedir ve
dolayısıyla Milliyetçi Hareket Partisinin bu konudaki tutumu da bilinmektedir. Şimdi, böyle olunca, biz, bu protokolü görüşürken buraya iktidarın
çevre konusundaki hassasiyetlerini de görmüş, izlemiş olarak gelmiş olmayı arzu
ederdik yani çevre konusunda gayet hassas, birtakım tedbirlerin alındığı,
Kyoto’ya gerek olmadan, Birleşmiş Milletler Çerçeve Sözleşmesi’ne de gerek
olmadan, sadece kendi kaynaklarımıza önem verdiği için ve millî kalkınmamızın
yarınlara daha sağlıklı taşınabilmesi açısından bu yaklaşımları beklerdik. Bunları
görmüyoruz. Şimdi size, kendimiz
açısından ve sizin de duyduğunuz zaman üzüleceğiniz, çok üzücü bir örnek vermek
zorundayım. Bu da Hükûmetin veya iktidara mensup
birtakım arkadaşlarımızın –şu anda Hükûmet demeyeyim-
gayretleri öncülüğünde Sakarya’nın bir cennet köşesine, bir yabancı firmanın
1.200 megavatlık bir termik santral kurma hazırlıkları içinde olduğu hususudur.
Nasıl izah edersiniz? Sakarya’nın Karasu ilçesinde veya Sakarya’da kömür mü
var? Bu firma bunu kendi ülkesinde kurabilir miydi? Bu nedir? Bunu şey
yapacağız ama burada Sayın Bakanı daha bu noktada ilgilendiren yönüyle ifade
etmeliyim ki… Ben bu konuyu ayrıca Meclis gündemine getireceğim. Bu çok önemli bir konu. (Mikrofon otomatik cihaz
tarafından kapatıldı) BAŞKAN – Lütfen sözlerinizi
tamamlayınız. MÜNİR KUTLUATA (Devamla) – Şu
noktada Sayın Bakana ifade etmeliyim ki, Sayın Bakan, orada milleti ikna etme
konusunda fevkalade dengesiz, savunucuları zorda bırakan dengesiz birtakım
çalışmalar yürütülmektedir. Bu konularla ilgilenmenizi rica ediyorum. Devlet
memurları “bilgilendirme” adı altında birtakım toplantılara götürülüyor,
firmaların önüne çıkarılıyor. Daha dün de sizin Bakanlığınızın Sakarya’daki
mensupları, Belediye Meclis Salonu’nda, bu santralin kurulacağı bölgedeki çok
müstesna bir longozun, dünyaca bilinen ve çok özel bir longozun Çevre Bakanlığı
tarafından nasıl korunmak üzere olduğunu ve korunacağını gösteren bir toplantı
yapmışlardır. Bunun bu faaliyetle aynı günlere gelmesini Sakaryalılar ve
Karasulular yadırgamışlar ve bizlere de duyurmuşlardır. Ben de size -belki
bilginiz olmaz diye- oradaki personelinizle ilgilenmeniz bakımından durumu
şimdilik arz ediyorum. Bu önemli konuyu ve buna benzer birtakım konuları da
ayrıca gündeme getireceğim. Görüşlerimizi bu şekilde
ifade etmiş bulunuyor ve hepinize saygılar sunuyorum. (MHP sıralarından
alkışlar) BAŞKAN – Teşekkür ediyoruz
Sayın Kutluata. 2’nci madde üzerinde şahsı
adına Kütahya Milletvekili Alim Işık. Buyurunuz Sayın Işık. (MHP
sıralarından alkışlar) ALİM IŞIK
(Kütahya) – Sayın Başkan, çok değerli milletvekilleri; görüşülmekte olan 268
sıra sayılı Birleşmiş Milletler İklim Değişikliği Çerçeve Sözleşmesine Yönelik
Kyoto Protokolüne Katılmamızın Uygun Bulunduğuna Dair Kanun Tasarısı’nın 2’nci
maddesi üzerindeki görüşlerimi belirtmek üzere şahsım adına söz almış
bulunmaktayım. Bu vesileyle, yüce Meclisi ve bizleri izleyen değerli
vatandaşlarımızı saygılarımla selamlıyorum. Konuşmamın başında, ülkemizin
enerji kaynaklarının kullanımı, enerji üretimi ve tüketimiyle ilgili enerji
politikalarını yakın dönemde doğrudan etkileyecek olan böyle bir protokolün,
Türkiye Büyük Millet Meclisi Sanayi, Ticaret, Enerji, Tabii Kaynaklar, Bilgi ve
Teknoloji Komisyonunun görüşleri alınmadan Genel Kurula indirilerek görüşülüyor
olmasını önemli bir eksiklik olarak değerlendirdiğimi belirtmek istiyorum. Hâlen
yıllık enerji ihtiyacının yüzde 75’ini ithal eden ülkemizde, Enerji ve Tabii
Kaynaklar Bakanlığının verilerine göre, 2010 yılında toplam 171 milyon ton
petrol eş değeri olan enerji tüketimimizin 2020 yılında yüzde 75 oranında
artarak 300 milyon ton petrol eş değerine çıkacağı, buna karşın, üretimin
tüketimi karşılama oranınınsa, aynı dönemde yaklaşık yüzde 28’den yüzde 23’lere
düşeceği, yani enerjide dışa bağımlılığın daha da artacağı beklenmektedir. Diğer
yandan, ülkemizde üretilen elektrik enerjisinin yüzde 80’den fazlası termik santrallerde
üretilmekte, 2007 yılında tüketilen toplam 190,5 milyar kilovat saatlik
elektrik enerjisinin karşılanması için yapılan elektrik enerjisi üretiminde
yüzde 48,3’lük payla doğal gaz kaynaklı üretim ilk sırayı alırken, bunu, yüzde
28,5 payla kömür, yüzde 18,6’lık payla da hidroelektrik kaynaklı üretimler
izlemiştir. Doğal gaza bağımlılık oranı,
doğal gazı satın aldığımız Rusya’da bile ülkemizdeki kadar yüksek değildir.
Elektrik enerjisi tüketiminde bugün yüzde 50’ler düzeyinde olan sanayi sektörünün
payının da 2020’de yüzde 60’lara yükselmesi beklenmektedir. Değerli milletvekilleri, bu
verilerle, sizlere, ülkemizin yaklaşık on yıl sonraki durumunu kısaca
özetlemeye çalıştım. Bu veriler de göstermektedir ki, bir yanda gittikçe artan
enerji ve sanayi üretimi talebi, diğer yandaysa taraf olduğumuz Kyoto
Protokolü’yle sınırlandırılacak sera gazı salım değerleri bulunmaktadır. Ayrıca giderek artan küresel
ısınma nedeniyle ortaya çıkacak yeni değişiklikler, özellikle hidroelektrik
enerji kaynaklarımızda oluşabilecek daralmanın yanında kömür kaynaklarımızın
kullanımında ortaya çıkabilecek kısıtlamalar, nükleer enerji ve yenilenebilir
enerji kaynaklarına yönelik düzenlemeler, enerji politikalarımızın da mutlaka
gözden geçirilmesini zorunlu kılmaktadır. Ülkemiz, ne yazık ki yakın
dönemde karşı karşıya kalacağımız bu önemli gelişmelere ve sorunlara karşı
ciddi bir hazırlık içinde değildir. İklim değişikliğiyle mücadele amacıyla 1992
tarihli Birleşmiş Milletler İklim Değişikliği Çerçeve Sözleşmesi’ne 2004 yılında
taraf olan ve bu kararı 2 Haziran 2008’de Bakanlar Kurulu tarafından onaylanan
ülkemizin, aradan geçen beş yıllık sürede bazı hazırlık çalışmalarını
tamamlamış olması gerekirdi. Bu dönemde bir yandan enerji üretiminde dışa
bağımlılık oranı daha da artarken, diğer yandan da birçok ilimizde düşük
kaliteli kömür kullanımı nedeniyle hava kirliliği değerleri insan sağlığını
tehdit edecek sınırlara ulaşmıştır. Ayrıca ülkemiz sanayi üretiminde baca gazı emisyonlarını azaltıcı tedbirler alınamamış, atık su arıtma
tesislerine yönelik yatırımlar da artırılamamıştır. Bu gerçekler ışığında
ülkemizde yapılması gerekenleri de şu şekilde özetlemek mümkündür: 1) 2012 yılı sonrasına
yönelik altyapı ve hazırlık çalışmaları, müzakere grubunun kurulması ve
kurumsal kapasitenin güçlendirilmesi çalışmaları vakit geçirilmeden
başlatılmalıdır. 2) Gerekli tüm teknik,
ekonomik ve politik çalışma ve yapılanmalar en kısa zamanda tamamlanarak 2009
yılı sonuna kadar müzakere edilecek konular belirlenmeli ve 2012 sonrası döneme
ait sera gazı azaltımı veya sınırlanmasına yönelik
hedefler ile çalışma grupları oluşturulmalıdır, belirlenmelidir. 3) Özellikle enerji
politikaları yeniden gözden geçirilerek enerji verimliliği uygulamaları, temiz
ve yenilenebilir enerji kaynaklarına ilişkin yatırımlar ve teknoloji üretimleri
ile ARGE çalışmaları teşvik edilmeli, enerji kayıp kaçak oranları mutlaka
düşürülmelidir. (Mikrofon otomatik cihaz
tarafından kapatıldı) BAŞKAN – Lütfen sözlerinizi
tamamlayınız. Buyurunuz. ALİM IŞIK
(Devamla) – Teşekkür ederim Sayın Başkanım. 4) Sera gazı salımlarının azaltılmasına ilişkin fayda-maliyet
analizlerinin sağlıklı bir şekilde yapılabilmesi için tüm sektörlere ilişkin
detaylı salım envanteri çalışmaları doğrultusunda
ülkemizin üstleneceği yükümlülükler mutlaka belirlenmelidir. 5) Demir-çelik ve çimento
sektörü gibi ekonomimizin önemli sektörlerinin gerekli altyapı yenileme
çalışmalarını yapabilmeleri ve geçiş sürecini rekabet güçlerini kaybetmeden
tamamlayabilmeleri mutlaka sağlanmalıdır. 6) 2012 sonrasına uyum
maliyetinin belirlenmesine yönelik etki analizi çalışmalarına devlet
fonlarından gerekli destekler sağlanmalıdır. 7) Kamu, özel sektör ve
üniversite iş birliği sağlanarak gerekli proje çalışmalarına hız verilmelidir
diyorum. Bu duygu ve düşüncelerle
hepinizi tekrar saygılarımla selamlıyorum. (MHP sıralarından alkışlar) BAŞKAN – Teşekkür ediyoruz
Sayın Işık. Şahsı adına ikinci söz
Adıyaman Milletvekili Şevket Köse’ye aittir. Buyurunuz Sayın Köse. (CHP
sıralarından alkışlar) ŞEVKET KÖSE (Adıyaman) –
Teşekkür ederim Sayın Başkan. Sayın Başkan, değerli
milletvekilleri; kanun tasarısı hakkında söz almış bulunmaktayım. Hepinizi en
içten duygularımla selamlıyorum. Değerli üyeler, Kyoto
Protokolü, küresel ısınma ve iklim değişikliği konusunda mücadeleyi sağlamaya
yönelik uluslararası tek çerçeve, Birleşmiş Milletler İklim Değişikliği Çerçeve
Sözleşmesi içinde imzalanmıştır. Bu protokolü imzalayan ülkeler, karbondioksit
ve sera etkisine neden olan diğer beş gazın salımını
azaltmaya veya bunu yapamıyorlarsa salım ticareti yoluyla haklarını artırmaya
söz vermişlerdir. Protokol, ülkelerin atmosfere saldıkları karbon miktarını
1990 yılındaki düzeylere düşürmelerini gerekli kılmaktadır. 1997’de imzalanan
protokol 2005 yılında da yürürlüğe girmiştir. Çünkü protokolün yürürlüğe
girebilmesi için, onaylayan ülkelerin 1990’daki atmosfere saldıkları karbon
miktarının yeryüzündeki toplam emisyonun yüzde 55’ini
bulması gerekmekteydi ve bu orana ancak sekiz yılın sonunda Rusya’nın
katılımıyla ulaşılabilmiştir. Değerli arkadaşlar, Kyoto
Protokolü devletler arasında desteklenir ve Birleşmiş
Milletler şemsiyesi altında küresel kurallarla belirlenir. Kyoto Protokolü’ndeki amaç,
atmosferdeki sera gazı yoğunluğunun iklime tehlikeli etki yapmayacak
seviyelerde dengede kalmasını sağlamaktır. Anlaşma Aralık 1997’de
Japonya’nın Kyoto şehrinde görüşülmüş, 16 Mart 1998’de imzaya açılmış, 15 Mart
1999’da son şeklini almıştır. Rusya’nın 18 Kasım 2004’te katılmasıyla, doksan
gün sonra 16 Şubat 2005 tarihinde de yürürlüğe girmiştir. Aralık 2006 tarihinde
toplam yüz altmış dokuz ülke ve devlete bağlı örgütler anlaşmaya imza
atmışlardır. İmza atmayan önemli ülkeler arasında Amerika Birleşik Devletleri
ve Avustralya gibi gelişmiş ülkeler haricinde, gelişmekte olan Türkiye gibi ülkeler
de yer almaktadır. Çin ve Hindistan gibi bazı ülkeler ise anlaşmaya imza
atsalar bile karbon salımlarını azaltmak zorunda
değillerdir. Değerli milletvekilleri,
Kyoto Protokolü’nün ne kadar önemli olduğunu geçtiğimiz yıllarda daha iyi
anladık. Kutuplar erimekte, deniz seviyeleri yükselmekte ve artık iklimler
değişmektedir. Bunun etkisi ise sadece tek boyutlu olmamaktadır. Küresel ısınma
diye bir felaket yaşıyoruz, tarıma olan etkisini hepimiz biliyoruz. Bu konuda
sürekli çalışmalar yapmaktayım. Tarıma olan etkisi dolayısıyla gıda sıkıntıları
yaşanmakta ve ekonomik yaşam altüst olmaktadır. Yani Kyoto Protokolü insanların
beslenmesinden sağlığına kadar geniş bir alanı kapsamaktadır. Ancak, Kyoto Protokolü’yle
ilgili bir noktayı da vurgulamak gerektiğini düşünüyorum: Türkiye'nin
karbondioksit emisyonunun gelişmiş ülkelerden kat kat aşağıda olduğunu ve ülkemizin gelişmekte olduğunu
düşünürsek Kyoto Protokolü’ne daha dikkatli bir yaklaşım sergilemeliyiz diye
düşünüyorum. Sayın Başkan, değerli
milletvekilleri; protokolle çevrenin temizliğine, gelecek nesillere daha iyi
bir dünya bırakmaya katkı sunmalıyız. Bundan hiçbirimizin kuşkusu yoktur fakat
geleceğimize fakir, az gelişmiş ve kalkınmamış bir Türkiye bırakmamalıyız. İşte
bunun için Kyoto Protokolü Türkiye'nin sanayileşmesini etkileyici ve
sanayileşmemizi geri bıraktırıcı bir konumda olmamalıdır. Gelişmiş ülkeler
Kyoto Protokolü’nü imzalamazken ya da imzalayanlara da istisnalar sunulurken,
bizim gibi bir ülkenin diğer ülkelerle aynı şartlarda anlaşmayı imzalaması
bence adil değildir. Bu konuya dikkatinizi çekmek istiyorum. Yalnız, çevrenin korunması
anlamında böyle bir anlaşmanın imzalanması da olumludur. Türkiye'nin Kyoto
Protokolü’ne istisnai durum olan bir imza koyması daha iyi olurdu. Bu yolla hem
çevrenin korunmasına katkı sunmuş hem de gelişmemizin önünü kesmemiş oluruz. Değerli üyeler, özellikle
geçtiğimiz yıl küresel ısınma diye bir afet yaşandı ülkemizde. Dolayısıyla,
tarım ve ona bağlı olarak sanayi sektörü büyük bir vurgun yedi. Yani iklim
değişikliğinin, havaya salınan zararlı gazların en çok kötülüğünü gören ülkelerin
başında gelmekteyiz. Bu nedenle Kyoto Protokolü’nün imzalanması olumlu bir
gelişmedir ama bu konudaki çekincemi az önce belirttim: Kyoto Protokolü
ülkemizin gelişmesi önünde bir engel teşkil etmemelidir. Başka bir ifadeyle,
Türkiye'nin işi protokolü imzalayınca bitmeyecek. Özellikle uluslararası alanda
protokolü imzalamayan ülkelerin imza atması için lobi faaliyetleri
yürütülmelidir. Bununla birlikte Kyoto Protokolü içinde kimi ülkelere tanınan
istisnaların ya kaldırılması ya da herkese emisyona
göre çeşitli düzenlemeler yapılmasına uğraşılmalıdır. Başka bir deyişle, Hükûmete çok önemli bir görev düşmektedir kanısındayım. (Mikrofon otomatik cihaz
tarafından kapatıldı) BAŞKAN – Lütfen sözlerinizi
tamamlayınız. Buyurunuz. ŞEVKET KÖSE (Devamla) –
Teşekkür ederim Başkan. Sayın Başkan, değerli
milletvekilleri; yalnızca Kyoto Protokolü’nü imzalamak yetmeyecektir.
Türkiye'nin gelişmesinin engellenmemesi için gerekli girişimler de
yapılmalıdır. Bu duygu ve düşüncelerle, en
kalbî duygularla tekrar selamlar, saygılar sunuyorum. (CHP ve MHP sıralarından
alkışlar) BAŞKAN – Teşekkür ediyoruz
Sayın Köse. Sayın milletvekilleri, şimdi
soru-cevap bölümüne geçiyoruz. Sayın Doğru, buyurunuz. REŞAT DOĞRU (Tokat) –
Teşekkür ederim Sayın Başkanım. Sayın Bakana sormak
istiyorum: Ülkemizde sera gazı salımının yüzde 9’u
çöp depolarından kaynaklanmaktadır. Bu çöp depolarından kurtulmak için katı
atık tesisleri yapılması gerekmektedir. Şu anda ülkemizde çok az sayıda katı
atık tesisi vardır. Bu protokolden sonra katı atık tesisi yapılması
gerekmektedir. Bunun maliyetini nasıl karşılayacaksınız? İkinci sorum: Türkiye’de yük
ve yolcu taşımacılığının yüzde 90’ını kara yolu oluşturmaktadır. Avrupa’da bu
oran yüzde 40’tır. Kyoto Protokolü’nden sonra kara yolu yatırımlarında bir
azalma olacak mıdır? Başka yatırımlara geçecek misiniz? Teşekkür ederim. BAŞKAN – Teşekkür ederiz
Sayın Doğru. Sayın Taner… RECEP TANER (Aydın) – Sayın
Bakan, Kyoto Protokolü sonrasında termik santrallerde ne gibi düzenlemeler
yapılması gerekmekte? İki: Amerika Birleşik
Devletleri, malum, hâlâ bu protokolü imzalamadı. İmzalamama
gerekçesi olarak da bütçeye getireceği yüzde 4’lük, yüzde 5’lik yük
gösterilmekte. Biz bu seneki bütçemizde IMF’nin ve krizin etkileriyle
sizin Bakanlığınızda yüzde 16,5 gibi, diğer bakanlıklarda da yüzde 10 gibi bir
kesinti yaptığımız ortamda bu Kyoto Protokolü 2009 bütçesine herhangi bir yük
getirecek mi? Eğer bir yük getirirse, Bakanlığınız nasıl hedeflerine ulaşacak? Teşekkür ederim. BAŞKAN – Teşekkür ediyoruz
Sayın Taner. Sayın Akkuş… AKİF AKKUŞ (Mersin) – Sayın
Bakanım, bir önceki maddede soru-cevap bölümünde elektrikte kayıp kaçak
sorusuna cevap verirken kayıp kaçağın yanında bir de “ücretsiz kullanılan”
tabiri kullandınız. Elektrikte de kömür dağıtımı gibi ücretsiz elektrik
dağıtımı mı var? Teşekkür ederim. BAŞKAN – Teşekkürler Sayın
Akkuş. Sayın Öztürk… HARUN ÖZTÜRK (İzmir) –
Teşekkür ediyorum Sayın Başkan. Sayın Bakan “Başbakanın
talimatıyla 2004 yılında ilgili bütün bakanlıklar, kamu kurum ve kuruluşları
hatta TOBB’da dâhil olmak üzere, ilgili sanayiden
temsilciler de dâhil olmak üzere, özellikle İklim Değişikliği Koordinasyon
Kurulu kuruldu.” dediniz. Genel Kurulun doğru bilgilendirilmesi ve şahsınızın
bilgisini düzeltmek açısından İklim Değişikliği Koordinasyon Kurulunun ilk kez
2004’te değil 2001 yılında bir Başbakanlık genelgesiyle Ecevit Hükûmeti döneminde kurulduğunu, 2001 yılında 2, 2002
yılında 1 kez toplandığını ve alt komisyonların da o dönemde çalışmalarını
sürdürdüğünü belirtmeyi gerekli gördüm. Teşekkür ederim. BAŞKAN – Teşekkür ediyoruz
Sayın Öztürk. Sayın Paksoy… MEHMET AKİF PAKSOY
(Kahramanmaraş) – Teşekkür ederim. Sayın Bakan, Kyoto
Protokolü’nün katılımının onaylanmasından sonra Çevre ve Orman Bakanlığı olarak
orman alanlarının artırılması ve çevresel atıkların azaltılmasıyla ilgili ne
gibi çalışmalar yaptınız ve önümüzdeki yıllarda ne gibi çalışmalar yapacaksınız? Teşekkür ederim. BAŞKAN – Teşekkür ediyoruz
Sayın Paksoy. Sayın Işık… ALİM IŞIK
(Kütahya) – Teşekkür ederim Sayın Başkanım. Sayın Bakanım, bir, küresel
ısınma ve iklim değişikliği etkisiyle hidroelektrik enerji kaynaklarımızın
değerlendirilmesi konusunda ülkemiz ne gibi sıkıntılarla karşılaşabilir? İki, bu sıkıntıların
aşılmasına ve kömür kaynaklarımızın daha etkin değerlendirilmesine yönelik
olarak ne gibi önlemler alınmış ya da alınmaktadır? Üç, bu
kapsamda Türkiye Kömür İşletmeleri ve BOTAŞ’ın özelleştirileceği söylentilerine
yönelik görüşlerinizi alabilir miyim. Teşekkür ederim. BAŞKAN – Teşekkür ediyoruz
Sayın Işık. Sayın Şandır… MEHMET ŞANDIR (Mersin) – Çok
teşekkür ederim. Sayın Bakanım, tekrar sormak
istiyorum: Bana göre yaşamın kaynağı olan doğal dengenin ve çevrenin
bozulmasına karşı tedbir olarak işte Kyoto Protokolü’nün kabulünü görüşüyoruz.
Şimdi burada sizin açıklamanızı istediğim husus şu: Sulak alanlarımız,
ormanlarımız, su kaynaklarımız azalıyor. Kuruyor sulak alanlarımız. Erozyon ve
çölleşme had safhaya ulaştı. Şimdi bu konularda Hükûmetimizin
bir tedbiri, bir projesi var mıdır, açıklar mısınız? Bir diğer husus, Mersin’in
Akdeniz sahillerinde Akkuyu’da bir nükleer santral
yapılması gündemde. Bunu çevre duyarlılığı konusunda doğru buluyor musunuz? Bu
konuda görüşlerinizi açıklar mısınız? Teşekkür ederim. BAŞKAN – Teşekkürler Sayın
Şandır. Sayın Barış… TANSEL BARIŞ (Kırklareli) –
Sayın Bakanım, tekrar soruyorum. Bu protokolle ortaya çıkan havayı kirletme
hakkı sizce bu protokolün ruhuna aykırı değil mi ve havayı kirletme hakkı
hukuksal bir hak mı oluyor? Teşekkür ederim. BAŞKAN – Teşekkürler Sayın
Barış. Buyurunuz Sayın Bakanım. ÇEVRE VE ORMAN BAKANI VEYSEL
EROĞLU (Afyonkarahisar) – Çok teşekkür ediyorum. Evvela Sayın Doğru’nun
sualine cevap vermeye çalışacağım. Efendim, özellikle ülkemizde hakikaten katı
atık bertaraf tesislerine çok büyük önem vermek gerektiği kanaatindeyim. Esasen
biz bu konuda, bütün şehirlerimizin katı atık bertaraf tesislerini bir an önce
kuralım şeklinde Bakanlığımız bir çalışma yaptı ve Katı Atık Bertaraf Tesisleri
Eylem Planı’nı 2008-2012 yılları için hazırladık. Esasen bakın, 2008 yılında şu
anda 31 milyona hizmet verecek şekilde katı atık tesislerini tamamladık. 2012
yılına kadar, en azından şehirlerimizde yaşayan 57 milyon nüfusumuza hizmet
verecek şekilde bütün katı atık tesislerini tamamlamayı planlıyoruz. Zaten 2003
yılında 15 tesis varken, 2008 yılında bu tesis sayısı 38’e, 2009 yılında da
tesis sayısı 53’e çıkmıştır. Özellikle biz bu katı atık bertaraf tesislerinde,
eğer katı atık birlikleri, belediyeler müşterek bir birlik kurup ortaklaşa
çözerlerse biz de Bakanlık olarak maddi destek veriyoruz, onu da özellikle
vurgulamak istiyorum. Yolcu taşımacılığına gelince:
Sayın Doğru, yolcu taşımacılığında tabii ki kara yollarının özellikle duble yollarla donatılması ve hız seviyelerinin ayarlanması,
bu yüzden yakıt sarfiyatının azaltılması, aynı zamanda taşıtlarda yapılan
motorların iyileştirilmesi, yakıt cinslerinin iyileştirilmesi gibi tedbirlerle
trafikten kaynaklanan emisyonlarda bir iyileşme olmuştur ancak benim de
kanaatim, kara yolu taşımacılığından ziyade biraz da demir yolları yani raylı
ulaşıma önem vermek gerekir. Zaten Hükûmetimiz bu
şekildeki, Devlet Demiryollarıyla ulaşıma büyük önem veriyor. Zaten biliyorsunuz,
Boğaz geçişiyle önemli miktarda bir emisyon azalması
sağlanacak. Aynı zamanda hızlı tren projeleri de başlıyor. Şu anda
Ankara-Eskişehir başladı, akabinde Ankara-Eskişehir-İstanbul, daha sonra
Ankara-Konya, Ankara-Sivas gibi hızlı tren projeleri de arka arkaya hayata
geçecek. Sayın Taner’in…Termik
santrallerle ilgili şu anda 2012 yılı sonuna kadar herhangi bir
mükellefiyetimiz yok, termik santraller etkilenmeyecek. Zaten özellikle şunu
vurgulamak istiyorum: Yeni kurulacak kömüre dayalı termik santrallerde bilhassa
bu emisyonların azaltılması konusunda teknoloji çok
gelişti. O kadar güzel teknoloji ve arıtma sistemleri gelişti ki bu
teknolojileri zaten kullanıyoruz. Dolayısıyla, çok büyük, emisyonda
fayda sağlıyor. Amerika Birleşik Devletleri
Kyoto’yu imzalamadı. Yani o, tabii, şu anda… İmzalamadı ama şu anda Amerika
Birleşik Devletleri’nin Kyoto’ya taraf olması konusunda Sayın Başkan Obama’nın seçimlerde bir beyanı var. Tahmin ediyorum,
yakında gündeme gelecektir. Zaten böyle bir çalışma yaptıklarını da, emisyon azaltmak için çalışma yaptıklarını da biliyoruz. Ayrıca “2009 mali yılında
merkezî yönetim bütçesine herhangi bir şekilde bir yük getirecek mi?” şeklinde
bir sorusu vardı. Efendim, şu anda 2009 yılına hiçbir yük getirmiyor çünkü şu
anda bir mükellefiyetimiz yok. Şimdi, Sayın Akkuş
“Elektrikleri ücretsiz alanlar mı var?” dedi. Efendim, bu ücretsiz alan değil,
kaçak kullananları söylüyorum. Her yerde var, suda da vardı. Yani ben
İstanbul’da İSKİ Genel Müdürlüğü yaptım. Kaçak olarak bağlayanların üzerine
gittik. Elektrikte de kaçak kullananları kastediyorum, bütün her tarafta var.
Onu ifade etmek istedim. Sayın Öztürk,
özellikle “İklim Değişikliği Koordinasyon Kurulu 2001 yılında kuruldu, 2004
yılında değil.” dedi. İklim değişikliğiyle ilgili böyle bir grubun 2001 yılında
Sayın Bülent Ecevit zamanında kurulduğunu biliyoruz ancak, bu, son derece
kapsamı dar bir komisyondu. Ancak 2004 yılında Sayın Başbakanımız bir
Başbakanlık genelgesiyle kapsamı genişletti. HARUN ÖZTÜRK (İzmir) – Aynı
genelge… ÇEVRE VE ORMAN BAKANI VEYSEL
EROĞLU (Afyonkarahisar) – Değil efendim, yenilendi. Ayrıca, bu genelge de 2004/13
sayılı Genelge’dir ve bunun da yetkisini, Koordinasyon Kurulunun Başkanlık
yetkisini Çevre ve Orman Bakanlığına verdi. Diğer bütün kurumlar… Hatta bizim bu
genelgeden sonra Maliye Bakanlığı yoktu, Maliye Bakanlığını dahi Koordinasyon
Kurulu üyeliğine koyduk. Sağlık Bakanlığı vesaire… Özellikle onu belirtmek
istiyorum. Sayın Paksoy
“Çevresel atıkların azaltılması konusunda neler yapılıyor?” dedi. Esasen gerek
katı atıklar gerekse atık su arıtma tesisleri konusunda çalışmalarımız var. Şu
anda zaten pek çok yerde havza bazında master
planlarımız devam ediyor. Bu konuda pek çok şehrin de atık su arıtma tesisleri
inşa edildi. Onu özellikle vurgulamak istiyorum. Sayın Işık HES’lerin değerlendirilmesinden bahsetti. Hemen, hızla
değerlendireyim. HES’lerle ilgili, efendim, şu anda,
daha önce de belirttiğim gibi, Su Kullanım Hakkı Anlaşması Yönetmeliği
çerçevesinde yaklaşık olarak 1.506 tane hidroelektrik santraline müracaat var.
Bunların bir kısmı devreye alındı, bir kısmı inşa hâlinde, bir kısmı da proje
hazırlıyor. Bunların şu anda normalde 45-46 milyar kilovat saat yılda bir
üretim potansiyeli var fiilî, biz bunu en kısa zamanda 130 milyar kilovat saate
çıkarmayı planlıyoruz. Bunun dışında, kömür
kaynaklarını değerlendireceğiz. TKİ’yle ilgili bir özelleştirme ve diğer
kurumlarla ilgili bir özelleştirme programı şu anda söz konusu değil. Sayın Şandır, sulak alanlar,
su kaynakları azalması konusunda… Biz, bu konuda, biliyorsunuz, -sulak alanlar
azalmıyor, şu anda artıyor- çok sayıda sulak alan ilan ettik. Onu özellikle
vurgulamak istiyorum. Tabii ki, birkaç yıl kurak geçti biliyorsunuz siz de.
2006-2007 yılları kurak yıllardı, hatta 2008’in bir kısmı kuraktı ama 2009 yılından
itibaren kurak yılların sona erdiği kanaatindeyim. Dolayısıyla sulak alanlar ve
su kaynaklarıyla ilgili herhangi bir problem olmayacağı kanaatindeyim. Özellikle nükleer santrale
ben tarafım, taraftarım. Bir an önce yapılması şarttır diye düşünüyorum. Son olarak, Sayın Barış’ın bu
protokol ile ortaya çıkan havayı kirletme hakkı… Efendim, bu hak meselesi
değil, böyle bir hak değil. Eğer bazı ülkelerde, diyelim ki hidroelektrik
santral potansiyeli varsa, bu karbon ticaretiyle katkı sağlıyor bunun bir an
önce devreye çıkması için; yoksa, havayı kirletme
hakkı olarak düşünmemek gerekir veya katı atık bertaraf tesisi… Bazı ülkelerde
bu katı atık bertaraf tesisi yapılmamışsa katkı sağlıyor. Oradan onu bir kazanç
olarak kabul ediyor. Bence, bu hava kirletme hakkı değil, belki bir an önce
diğer kaynakların emisyonu azaltıcı birtakım
faaliyetlerin diğer ülkelerde de gelişmesi için bir katkı gibi düşünmek gerekir
diye düşünüyorum. Teşekkür ediyorum efendim. BAŞKAN – Teşekkür ediyoruz
Sayın Eroğlu. Madde üzerindeki görüşmeler
tamamlanmıştır. 2’nci maddeyi oylarınıza
sunuyorum: Kabul edenler… Kabul etmeyenler… 2’nci madde kabul edilmiştir. 3’üncü maddeyi okutuyorum: MADDE 3- (1) Bu Kanun
hükümlerini Bakanlar Kurulu yürütür. BAŞKAN – 3’üncü madde
üzerinde Cumhuriyet Halk Partisi Grubu adına Ankara Milletvekili Tekin Bingöl
konuşacaktır. Buyurunuz Sayın Bingöl. (CHP
sıralarından alkışlar) CHP GRUBU ADINA TEKİN BİNGÖL
(Ankara) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; Birleşmiş Milletler İklim
Değişikliği Çerçeve Sözleşmesine Yönelik Kyoto Protokolü’nün kabulü
doğrultusunda hazırlanan ve görüşmekte olduğumuz 268 sıra sayılı Yasa
Tasarısı’nın 3’üncü maddesi üzerinde söz almış bulunuyorum. Hepinizi saygıyla
selamlarım. Küresel ısınma sonucunda
ortaya çıkan iklim değişikliğinin yol açtığı çevre sorunları, birçok etkenler
sonucunda ortaya çıkmakla birlikte, temelde sera gazı salımlarının
artışıyla söz konusu olmuştur. Bu artış, çevre sorunlarıyla birlikte bazı
birtakım sorunları da beraberinde getirmiş ve dünyanın birçok bölgesi bu iklim
değişikliğinden çok olumsuz bir şekilde etkilenmiştir. Sera gazı salımının birtakım faktörlere bağlı olmasıyla birlikte asıl
önemli etkenleri, fosil yakıtlarının çok yoğun bir şekilde kullanılması, sanayi
faaliyetlerinin çok yaygınlaşması ve maalesef orman alanlarının talan
edilmesiyle ortaya çıkmıştır. Bütün bu olumsuzluklar, artan sera gazı salımıyla birlikte değişen iklim koşulları Birleşmiş
Milletleri harekete geçirmiş ve nihayet 1997 yılında Kyoto’da toplanan
katılımcı ülkeler bu protokolü hazırlayarak hayata geçirmişlerdir. Hazırlanan
bu protokol birtakım önemli işlevler üstlenmekle birlikte, temelde sera gazı salımının yüzde 5,2 düzeyine çekilmesini amaçlamaktadır.
Nihayet Türkiye'nin geç de olsa bu protokole dâhil olma gayreti olumlu ve
önemlidir ancak gerçekten geç kalınmıştır. Değerli milletvekilleri,
Türkiye'nin bu protokol hayata geçtikten sonraki yıllarda şöyle bir aymazlığı
söz konusu olmuştur: Türkiye’de sera gazı salımı yüksek düzeylerde değildir ama
maalesef, son dönemlerde açıklanan birtakım raporlar ve verilerde görülmektedir
ki, Türkiye’de sera gazı salımı çok ciddi rakamlara ulaşmış ve tehlike sınırına
gelmiştir. Dünya Bankası verilerinin bize gösterdiği bir somut veri vardır ki,
2004 yılında Türkiye’de kişi başına 3,2 ton karbondioksit doğaya salınmaktadır.
Yine Birleşmiş Milletler Kalkınma Bürosu’nun yapmış olduğu bir araştırmanın
sonucunda da Türkiye’nin dünya ülkeleri arasında sera gazı salımının
en yüksek olduğu ülke sonucuna varılmıştır. Bütün bunlardan hareketle,
artık Türkiye, sadece bu protokole imza atmakla kalmamalı, bu protokolün
gereğini acilen yerine getirerek ve başka birtakım çevre düzenlemelerini de
hayata geçirerek bu tehlikeli sınırdan ülkemizi bir an önce çıkarmalıdır. Değerli milletvekilleri, sera
gazı salımının çevre koşullarını olumsuz etkilediği
bir gerçek ama onun ötesinde, bu salımın ve iklim değişikliğinin beraberinde
getirdiği bazı olumsuz koşullar da var. Bunların başında kuraklığın -ki son
yıllarda çok derin bir şekilde biz bu kuraklığı yaşadık- ortaya koyduğu kıtlık,
açlık ve yol açtığı yoksulluk var. Yine, bütün bunların sonucunda bizim de çok
yakından etkilendiğimiz göçler, dünyada çok ciddi bir sorun olmaya devam
etmektedir. Değerli milletvekilleri, göçler
bu iklim değişikliğinin sonucunda dünyayı çok olumsuz birtakım koşullarla karşı
karşıya bırakacaktır. Zira, yine Birleşmiş Milletler
çevre enstitüsünün yaptığı bir araştırmada 2050 yılına kadar dünyada 200 milyon
insanın göç edeceği ifade edilmektedir. Bu rakam gerçekten son derece büyük bir
rakamdır değerli arkadaşlar. 200 milyon insanın bu süre içerisinde göçü, bu göç
dalgası o ülkelerde olağanüstü sorunları beraberinde getirecektir. Değerli milletvekilleri,
Kyoto Protokolü’nü imzalamak elbette çok önemli ama bunun gereğini de yerine
getirmek durumundayız. Bakın, en büyük sorun, enerjide verimlilik, enerjide
tasarruf ve yenilenebilinen enerjinin kullanımının geliştirilmesi ve
artırılması olmalıdır. Oysa Türkiye’de fosil yakıtları olağanüstü fazla şekilde
kullanılmaktadır. Enerji verimliliğinin artırılması ve temiz enerjinin
kullanılabilmesi için de temelde ARGE çalışmaları yapılmalıdır. Bildiğiniz gibi ARGE yasası
çıkarıldı Parlamentomuz tarafından ama maalesef birçok yasa gibi ARGE yasası da
sadece yasa olarak kâğıt üzerinde kaldı. Oysa ARGE yasasının hayata geçirilmesi
için iki temel faktör var: Bir tanesi, ARGE personelinin artırılması; diğeri
ise ARGE’ye ayrılan bütçenin artırılması. ARGE personeline
baktığımızda, maalesef, içler acısı bir durumda olduğumuzu görmekteyiz.
Türkiye’de 10 bin kişiye 23 personel düşerken, bu sayı Finlandiya’da 173,
Japonya’da 104, Danimarka’da 95 düzeylerinde. Peki, ARGE’ye
bütçeden ayırdığımız pay ne kadar? Maalesef binde 71. Bunlar bizim ARGE’ye ve beraberinde çevreye ve enerjiye verdiğimiz
önemin en somut göstergeleri. Değerli milletvekilleri,
dikkatinizi iki hususa çekmek istiyorum: Bunlardan bir tanesi, biz bu protokole
imza atıyoruz. Üç yıllık bir süre kalmış olmasına rağmen önemli dedik ama
bakalım, bizim çevreye bakışımız, doğayı değerlendirişimiz imza atıp dâhil
olduğumuz bu protokolle uyum sağlıyor mu? Birçok örnek vermemiz mümkün
ama birkaç örnek vermek istiyorum: Bunlardan bir tanesi 2/B yasası, bir başkası
kızılağaçları orman vasfından çıkaran yasa. Allah’tan Anayasa Mahkemesi bu
yasayı iptal etti de kızılağaçların, ülkemizin en önemli orman türlerinden biri
olan kızılağaçların varlığını sürdürmesi sağlandı. Değerli milletvekilleri, Türk
Ceza Kanunu’nun “Çevrenin kasten kirletilmesi” başlıklı 181’inci maddesiyle
“Çevrenin taksirle kirletilmesi” başlıklı 182’nci maddesinin uygulamasının
ertelenmesi bile AKP İktidarının çevreye bakış anlayışının en somut örneğidir.
Çevreyi kirletenleri, kasten orman yakanları bu yasa maalesef
cesaretlendirmiştir ve önlerini açmıştır. Yine örnek verebileceğimiz
başka birtakım yasalar da var. Bunlardan bir tanesi Turizmi Teşvik
Yasası. Bu Yasay’la, turizmi teşvik edeceğiz
diye orman alanları maalesef yapılaşmaya ve kullanıma açılmıştır. Madencilik
Yasası keza, maden faaliyetlerinin ÇED’den
çıkarılması… Bu örnekleri çoğaltarak
göstermek mümkün ama çarpıcı bir örnek vermek istiyorum değerli arkadaşlarım:
Türkiye’nin bütün bölgeleri tarihî, kültürel ve doğal zenginliklerle dolu.
Bunlardan bir tanesi de Karadeniz’deki Uzungöl.
Maalesef son günlerde içler acısı bir manzarayla karşılaşıyoruz Uzungöl’de. Çevre ve Orman Bakanlığı eliyle Uzungöl’de turizm amaçlı bir yol yapımı söz konusu. O
yapılan yolu korumak amacıyla, su taşkınlarından korumak düşüncesiyle Uzungöl’ün her tarafına dev, büyük duvarlar yapılmakta.
Şimdiden Uzungöllü yurttaşlarımız o duvara “Utanç
duvarı” nitelemesi yapmaktalar. Değerli arkadaşlar, siz Uzungöl’ü doğal hâliyle, bu hâliyle turizme açabilirsiniz.
Oraya gelen yerli ve yabancı turistler Uzungöl’ün bu
doğal güzelliğine, bu hâline ve kartpostal görünümündeki bu durumuna cezbedilerek geliyorlar. Siz orayı utanç duvarlarıyla
kötüleştirirseniz, inanın oraya turist gelmez. Değerli milletvekilleri,
vahşi kapitalizmin bir özelliği vardır: Aşırı kâr amacı güder ve maalesef,
dünyada küresel ısınmanın da, iklim değişikliğinin de, olumsuz çevre
koşullarının da temel nedenlerinden bir tanesi bu aşırı kâr amaçlı anlayışlar
ve ona geçit veren yönetimler ve uygulamalardır... (Mikrofon otomatik cihaz
tarafından kapatıldı) BAŞKAN - Lütfen, sözlerinizi tamamlayınız. Buyurun. TEKİN BİNGÖL (Devamla) - Teşekkür ediyorum Sayın Başkan. Bizim temelde yapmamız
gereken, bu amaçlara hizmet etmeden ve yasalardaki çevreye, doğaya aykırı,
oraları fütursuzca yok edecek anlayışların hâkim olduğu düzenlemeleri yeniden
gözden geçirmek ve ülkemizi, dünyamızı, geleceğimizi karartmadan çocuklarımıza,
torunlarımıza bırakmayı sağlamak olmalı. Hepinize bu düşüncelerle
saygılar sunuyorum. (CHP ve MHP sıralarından alkışlar) BAŞKAN - Teşekkür ediyoruz Sayın Bingöl. Milliyetçi Hareket Partisi
Grubu adına Isparta Milletvekili Nevzat Korkmaz. (MHP sıralarından alkışlar) Buyurunuz Sayın Korkmaz. MHP GRUBU ADINA S. NEVZAT
KORKMAZ (Isparta) – Teşekkür ederim Sayın Başkan. Sayın Başkanım, değerli
milletvekilleri; taraf olunan Kyoto Protokolü’nün Türkiye Büyük Millet
Meclisince onaylanmasını içeren tasarının 3’üncü maddesiyle ilgili şahsım ve
Milliyetçi Hareket Partisi Grubu adına söz almış bulunuyorum. Yüce heyetinizi
saygıyla selamlıyorum. Tasarının geneli hakkında
parti grupları dün ve bugün, yine maddeler üzerinde, Genel Kurulda görüşlerini
açıkladılar. Sanırım, kamuoyu Kyoto Protokolü hakkında az çok bir fikir sahibi
oldu. Ben, mümkün olduğunca tekrarlardan kaçınarak meseleyi irdelemek istiyorum.
Kimilerine göre Kyoto
“insanlığın kurtuluş belgesi”, kimilerine göre de “gelişmiş ülkelerin insanlığı
oyalamak için bulduğu bir formül.” Ben, değerli milletvekilleri, sizlerden şu
sorunun cevabını aramanızı istiyorum: Türkiye bu protokolü imzalamakta acele mi
davranmıştır? Hükûmet uzunca bir süre çelişkili
açıklamalar yaptı. Çevre ve Orman eski Bakanı Sayın Osman Pepe, açıkça,
Türkiye’nin bu protokolü ekonomik gerekçelerle imzalamayacağını beyan etti. Hükûmetin diğer Sayın Bakanı Cemil Çiçek ise, birkaç yıl
sonra “2012’den sonraki dönemde söz sahibi olmak için Kyoto’yu imzalıyoruz.”
dedi. Anlaşılıyor ki Hükûmetin kafası karışık. Bu iki
beyan arasında Türk ekonomisinde ne gibi yapısal değişiklikler olmuştur da
karşı tarafa geçilmiştir? Bunun tek bir açıklaması olabilir, o da Türkiye’nin
Avrupa Birliği müzakerelerinde önüne konulan dayatma. Çevre faslının
müzakerelere açılabilmesi için Türkiye’ye Kyoto’yu imzalama baskısı var, yine
dış baskılar ve bu baskılara açık, teslimiyetçi dış politika. Bu protokolün imzalanmasına
Milliyetçi Hareket Partisi olarak karşı çıkmayız. Bizim milliyetçilik
anlayışımız şudur: Ülke topraklarını ha işgal kuvvetlerine kaptırmışsın ha
erozyonla kaybetmişsin, fark etmez. Bu kutsal toprakların taşı, toprağı,
deresi, tepesi, havası, suyu, kuşu, böceği de mübarektir. Ülkemizde yaşayan
insanımızın mutluluğu, temiz ve güvenilir bir çevrede neslini devam ettirmesi,
politikamızın ana eksenini oluşturmaktadır. Anlaşılan odur ki, Kyoto’yu
imzalayanların temel kaygısı bu değerler değil de yine AB sevdası ve yine dış
baskılar. Hükûmet
hazırlıksız yakalanmıştır, ekonomimizi, üretimimizi ne bekliyor maalesef
farkında değil. Kimilerine göre ülkemiz 40 ila 150 milyar dolarlık bir
maliyetle karşı karşıya kalacaktır. Çünkü, bu konuda
etki analizleri yapılmamış, strateji ve planlar üretilmemiş, hatta sağlıklı bir
sanayi envanterinden bile bahseden yok. Garabete bakın ki, Çevre Bakanlığının
web sayfasında Protokol Çerçeve Anlaşması’nın imzalandığı bildiriliyor, son
cümle ise trajikomik. “Avrupa Birliğinde sera gazı emisyonları
son dokuz yıl içerisinde şu kadar artarken Türkiye'de yüzde 65 artış
sağlanmıştır.” deniyor. Aferin! El birliğiyle yakalanan bu başarı için madalya
mı takalım? Bununla övünülür mü? Kendi Bakanlık sitenizden Türkiye’yi şikâyet
ediyorsunuz! Madem böyle bir dürüstlük yapacaksınız bu oranın ne kadarının
dağıttınız kalitesiz kömürlerden kaynaklandığını da lütfen bir açıklasanıza! Bu
emisyonlardan dolayı ciğerlerine karbon gazı dolan kaç
bebek zehirlenerek ya da bunun etkilerinden dolayı hayatını kaybetmiş yahut
kaybedecek? Bu rakamları da anayasal bir hak olan temiz bir çevrede yaşama
hakkına ne kadar riayet ettiğinizi göstermesi açısından yayınlayın ki bizim
Çevre Bakanlığımız dünyadaki muadillerinin tersine seçim kaygısıyla neleri,
hangi ilkeleri çiğniyor bütün dünya görsün. Sayın Bakan, hakikaten merak
ediyorum, siz Ankara’da mı yaşıyorsunuz yoksa oksijen tüpüyle mi
dolaşıyorsunuz! Başkentimiz Ankara özellikle soğuk kış günlerinde göz gözü
görmeyecek kadar hava kirliliğine maruz kalıyor. Tüm insanlarımız için ama
özellikle yaşlı ve çocuklar için yaşanmaz bir kent hâline geliyor Ankara.
Bizimle aynı fikirde olmadığınızı, Ankara’yı bu havaya mahkûm eden Sayın Melih
Gökçek’i âdeta Ankaralıdan öç alırcasına yeniden başkan adayı yaptığınızdan
anlıyoruz, hatta herkesçe bilinen bir aday ile yarışacağımızdan dolayı da
huzurlarınızda memnuniyetlerimizi ifade ediyorum. MUSTAFA ELİTAŞ (Kayseri) – Bu
çok zor herhâlde ki Meclis kürsüsünden ifade etmeye çalışıyorsunuz. S. NEVZAT KORKMAZ (Devamla) –
Ancak size sormak lazım Sayın Bakan: Başta Ankara olmak üzere neredeyse tüm
şehirlerimizde yaşanan hava kirliliğini daha ne kadar görmezden geleceksiniz ve
ne zaman gündeme getirip tedbir üreteceksiniz? Bu sonuçtan belediye
başkanlarınız kadar siz de sorumlusunuz Sayın Bakan. İnsanlarımızın tepesine
bir kâbus gibi çöken kirli havayı görmezlikten gelerek bu sorumluluktan
kurtulamazsınız. Bakanlığınızın ismi Çevre ve Orman
Bakanlığı. Yoksa birileri size -mesela kömür üreticilerinden, kömür
dağıtıcılardan bahsediyorum, kömür üzerinden yarattığınız zenginlerden
bahsediyorum- “bu isme fazla takılıp kalma”mı diyor?
Onları rahatsız etmekten mi çekiniyorsunuz Sayın Bakan? Bunları bilmek
istiyoruz. Sayın Hükûmet
ve Sevgili Bakan; anlaşıldı ki yine el yordamıyla ülkeyi bir yerlere götürüyor,
birtakım taahhütler atına sokuyorsunuz. Hiçbir öngörünüz yok. Gelin, hiç
olmazsa Kyoto Protokolü’yle ilgili şu önerilerimize kulak verin, istifade
edeceğinizi düşünüyorum: 1) 2012’ye kadar protokolün
ülkemize ek bir maliyeti yok deniyor. Doğrudur fakat 2012’den sonrayı planlamak
üzere iklim değişiklikleri verilerini takip edecek sektör temsilcilerinin de
içinde yer alacağı bir koordinasyon kurulu oluşturun vakit geçirmeden. 2) Bu kurulun yerine
getireceği birinci görev, bu protokolün ülkenin üretim, tarım ve sanayi yapısında
meydana getireceği dönüşümün etkileri ve bunun Türk ekonomisine maliyetini
içeren bir etki analiz raporu hazırlamaktır. 3) Etki analiz raporu
verilerinin ışığı altında, yine sektörler arası çalışma ile iklim değişikliği
ülke stratejisi belirlenmeli ve tüm sektörler bu stratejiye uygun kısa ve uzun
dönemli eylem planları yapmalıdır. 4) Birleşmiş Milletler 2008
Aralık ayında, Poznan’da Yeni Yeşil Düzen’i deklare
etmiş, ülkelere iklim değişikliği yanında mali kriz ile mücadelede de
yenilenebilir enerji yatırımları ile yeni istihdam alanı açmalarını önermiştir. AKP Hükûmeti
Yeni Yeşil Düzen Deklarasyonu’na ciddiyetle eğilmeli , enerji
yatırımlarının bu alanlara yönlendirilmesinde proaktif
rol üstlenmeli, enerji yatırımları teşvik politikasını buna göre belirlemelidir.
5) Kyoto uyum sürecinde en
temel hedef fosil yakıt kullanımının azaltılmasıdır. Hükûmet
ise geldiğinden beri kömür, çimento ve kara yolu taşımacılığı odaklı bir
kalkınma modeli benimsemiş gözükmektedir. Hükûmetin
yenilenebilir enerji konusunda yıllara sari bir hedefi
bulunmamaktadır. Yeni Yeşil Düzen’den aynı
zamanda enerji dönüşümü, gelişmiş ülkelerden az gelişmişlere teknoloji satımı
anlamı da çıkarılmalıdır. Ülkemizin yenilenebilir enerji potansiyeli yüksektir.
Hükûmetin bu alana ağırlık vermek yerine 40 yeni
termik santral yapımı ve bu santrallerin üçte 2’sinin Rusya, Güney Afrika ve
Kolombiya’dan ithal edilecek kömürle çalıştırılması projeleri vardır. Bu da
enerjide dışa bağımlılığı ve karbon emisyonumuzu
artıracak hususlardır. Devlet Planlama Teşkilatı “Türkiye'nin 1990 yılı emisyon miktarı 170 milyon ton olup 2004 yılında bu rakam
296 milyon tona çıkmıştır, bu artışın devam etmesi kaçınılmaz gözüküyor.”
demektedir. Kyoto’yu imzaladıktan sonra hızla artan bu emisyon
miktarının ülkemize 2012’den sonra yeni yükümlülükler getireceği açıktır.
Maalesef, Hükûmetin emisyon
artışının kontrolü yönünde hiçbir tedbir üretemediği görülmektedir. 6)
Protokol, standart dışı uygulamalar ile yüksek sera gazı salımı yapan tüm
kesimlere para yardımında bulunma, teşvik verme, istisna ve muafiyetlerin önünü
kesiyor ancak Hükûmet, nükleer güç santrallerinin
kurulması ve işletilmesi ile enerji satışına ilişkin kanunun geçici 2’nci
maddesi ile bin megavat ve üzeri güçteki termik santrallerin kurulumunu teşvik
etmekte. Bu ikilemin yarın ülkemizin önüne getirilmemesi için
uyumlaştırılma sürecine hızla başlamak gerekiyor. 7) Protokole taraf olmakla
birlikte sivil havacılık ve taşıma sektörünün yeniden yapılandırılması,
taşımacılığın büyük oranda –ki yüzde 95’tir bu- kara yolundan yapıldığı
ülkemizde alternatif ulaşım imkânları ve hibrit motor
üzerine çalışmalar yapılması gerekmektedir. Ulaştırma Bakanlığının itirazlarına
rağmen, Kyoto’yu imzalayan Hükûmetin acilen bu
hususlar üzerinde çalışmasını yoğunlaştırması gerekmektedir. 8) Protokol, sürdürülebilir
orman yönetimiyle ağaçlandırma ve yeniden orman kurmayı teşvik ederken Hükûmet, orman sahalarının yeniden talan edilmesine kapı
aralayacak 2/B arazi uygulamasından vazgeçmek zorundadır. 9) Kyoto’yla ilgili, toplumda
farkındalık yaratmak için ilgili STK’ların
faaliyet ve yardımlarına ihtiyaç duyulmaktadır. Sayın Başbakan “En baba çevreci
biziz.” gibi, çevreci örgüt ve STK’ları hafife alan
yaklaşımından vazgeçmeli… (Mikrofon otomatik cihaz
tarafından kapatıldı) BAŞKAN – Buyurunuz. S. NEVZAT KORKMAZ (Devamla) -
…onların gücünden nasıl istifade edeceği yollarını araştırıp diyalog
kurmalıdır. Bu protokolün imzalanması sürecinde Ulaştırma Bakanlığı, Sanayi
Bakanlığı, DPT, TOBB gibi kurum ve kuruluşların çekinceleri vardır, bunlar
dikkate alınmalıdır. Milliyetçi Hareket Partisinin
bu önerilerinin dikkatle değerlendirileceğini en azından ümit ediyoruz. Dün bu kürsüde bir AKP
milletvekili arkadaşımız “Kyoto’yu imzaladık. 2012’den sonra karbon emisyonu ticareti başlayacak. Biz bu hakkı, yani
kirletemediğimiz çevreyi, havayı satacağız, elde edeceğimiz gelirle
ağaçlandırma yapacağız.” dedi, tutanaklara bakabilirsiniz. Kamuoyu merak
ediyor, satacak savacak bir şey kalmadı, Hükûmetiniz
kaynak yaratmada duvara dayandı, işiniz memleketin havasını satmaya mı kaldı?
Dikkat edin, sizi de bu havalar mahvetmesin! Havaları satıp da ağaçlandırma
yapacak hatip arkadaşıma sormak isterim: Bu duyarlılığınız 2/B’yi çıkarırken neredeydi? Sayın Bakan, Kyoto’yu
anlayamadıkları için Genel Kurula bazen sesinizi yükseltiyorsunuz istemeden de
olsa. (Mikrofon otomatik cihaz
tarafından kapatıldı) BAŞKAN – Lütfen sözünüzü
bağlayınız. S. NEVZAT KORKMAZ (Devamla) –
Kyoto’nun satmak savmaktan daha köklü ve önemli bir fikrî altyapısı olduğunu
lütfen önce kendi arkadaşlarınıza anlatın diyorum. Tüm insanlık için temiz ve
güvenli bir dünya ve Türkiye dileklerimle yüce heyetinizi saygıyla
selamlıyorum. (MHP sıralarından alkışlar) BAŞKAN – Teşekkür ediyoruz
Sayın Korkmaz. Madde üzerinde şahıslar adına
söz? Yok. Soru-cevap bölümüne
geçiyorum. Sayın Taner… RECEP TANER (Aydın) – Sayın
Bakan, katı atık ve arıtma tesislerinin yapılmaktan ziyade en büyük sıkıntısı
çalıştırılamaması. Bunda da en önemli etken elektrik maliyetlerinin, çalıştırma
maliyetlerinin çok yüksek olması. Bakanlık olarak, yaptırılan arıtma
tesislerinin özellikle elektrik giderlerini düzenlemekle ilgili bir yaptırım
veya uygulama düşünüyor musunuz? Maliyetlerin düşürülmesi
lazım. Bu olmadığı takdirde bu tesisler sadece yapılmakla kalmış olacak
çünkü birçok tesis şu anda çalıştırılamıyor maliyet yüksekliğinden dolayı. Teşekkür ederim. BAŞKAN – Teşekkürler Sayın
Taner. Sayın Işık… ALİM IŞIK
(Kütahya) – Teşekkür ederim Sayın Başkan. Sayın Bakan, bu kanunla,
sulama ve hidrolik enerji üretimi amacıyla yapılacak barajların ve sulama yatırımlarının
öneminin daha da artacağı bir yeni döneme giriyoruz. Bu bağlamda, Kütahya
ilimize ait Altıntaş ilçemizde devam eden Beşkarış
Barajı ve sulama yatırımları ne zaman tamamlanacaktır? Bunu hemşehrilerim
adına son söz olarak sizden duymak istiyorum. Teşekkür ederim. BAŞKAN – Teşekkür ediyoruz
Sayın Işık. Son soru, Sayın Paksoy… MEHMET AKİF PAKSOY
(Kahramanmaraş) – Teşekkür ederim. Sayın Bakan, Kahramanmaraş
Afşin Elbistan Termik Santrali (A) ünitesine, enerji üretimi yapmaya
başlamasından bu yana baca gazı arıtma cihazı takılmamıştır. Bundan dolayı
çevreye toz bulutu ve zehirli gazlar saçılmaktadır. Çevrede yaşayan insanlarda
kanser vakaları çoğalmıştır. Halkın sağlığı büyük ölçüde tehdit altındadır. Söz
konusu (A) ünitesine ne zaman baca gazı arıtma cihazı taktıracaksınız, bir
tarih verir misiniz? Teşekkür ederim. BAŞKAN – Teşekkürler Sayın Paksoy. Buyurunuz Sayın Bakan. ÇEVRE VE ORMAN BAKANI VEYSEL
EROĞLU (Afyonkarahisar) – Sayın Başkan, saygıdeğer
milletvekilleri; önce Sayın Taner’in sorusuna cevap vermek istiyorum. Ben de görüşünüze
katılıyorum. Özellikle katı atıkta pek problem yok ama atık su arıtma
tesislerinin işletilmesinde enerji gideri var. Belediyeler bunu çoğu kere
karşılamıyor ama biliyorsunuz biz belediyelerin gelirlerini artırıcı istikamette
bir çalışma yaptık. Ancak buna rağmen bu arıtma tesislerinin çalıştırılmasını
istiyoruz. Bakanlığımız da bir çalışma yapıyor şu anda. En azından yüzde 50’ye
yakın bir kısmının bir şekilde tenzil edilmesi şeklinde bir görüşümüz var ama
buna tabii Bakanlar Kurulu karar verecek. Bunun hazırlığı yapılıyor. Sayın Işık’ın, HES ve sulama
yatırımları önemli. Hakikaten -ben de aynı kanaatteyim- bilhassa bu
yenilenebilir enerjinin geliştirilmesi için barajların ve hidroelektrik
santrallerinin bir an önce yapılması lazım. Zaten yapıyoruz. Kütahya’daki Beşkarış Barajı’na gelince: Bu barajla ilgili bizim
hedefimiz en geç 2010 yılı başında barajı bitirmek. Sulama tesisine gelince:
Projeleri tamamlanır tamamlanmaz Beşkarış Barajı’ndan
sulanacak olan araziyi de sulayacağız. Herhâlde bunu 2010 yılı yatırım
projesine de koyarız. Ona özel önem veriyorum. Sayın Paksoy’un
sorusu Kahramanmaraş Elbistan’daki (A) Santraliyle ilgili. Bu tabii, EÜAŞ’la alakalı. Onunla ilgili çalışmaları biliyorum ama
daha detaylı… Biliyorsunuz o (C) ve (D) Santraliyle ilgili çalışmalar var. Esas
itibarıyla onlar devreye girince (A) Santralinin de önemi kalmayacak ama bu
konuda Enerji Bakanlığından net bilgiler alalım, size yazılı olarak cevap
verelim. Teşekkür ediyorum efendim. BAŞKAN – Teşekkür ediyoruz
Sayın Eroğlu. MEHMET ŞANDIR (Mersin) – Soru
için süre var efendim. BAŞKAN – 3’üncü maddeyi
oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler… Kabul etmeyenler… Kabul edilmiştir. 86’ya göre söz yok. Sayın Şandır, ne istemiştiniz
acaba? MEHMET ŞANDIR (Mersin) –
Efendim, soru-cevap için süre vardı. BAŞKAN – Fark etmedim, kusura
bakmayın. Oylamaya geçtik. MEHMET ŞANDIR (Mersin) –
Estağfurullah. Sayın konuşmacıya AKP
sıralarından tepki oldu. Şimdi açıklama yapacak zannediyorum Sayın Bakan. Bu
hava kirliliği konusunda bugün dünden daha mı iyi durumdayız, daha mı kötü
durumdayız? Bunu, halkımıza bir açıklayın lütfen. Tepki göstereceğinize, bu
konudaki tenkitlere bir cevap verin. ÇEVRE VE ORMAN BAKANI VEYSEL
EROĞLU (Afyonkarahisar) – Açıklayacağım. BAŞKAN – Şimdi, tasarının
tümü açık oylamaya tabidir. Açık oylamanın elektronik
oylama cihazıyla yapılmasını oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler... Kabul
etmeyenler... Kabul edilmiştir. Oylama için üç dakika süre
veriyorum. Oylama işlemini başlatıyorum: (Elektronik cihazla oylama
yapıldı) BAŞKAN – Sayın
milletvekilleri, Birleşmiş Milletler İklim Değişikliği Çerçeve Sözleşmesine
Yönelik Kyoto Protokolüne Katılmamızın Uygun Bulunduğuna Dair Kanun
Tasarısı’nın açık oylama sonucunu açıklıyorum:
Böylece tasarı
kanunlaşmıştır. Şimdi, Çevre ve Orman Bakanı
Sayın Veysel Eroğlu kısa bir teşekkür konuşması
yapacaktır. Buyurunuz Sayın Bakan. (AK
PARTİ sıralarından alkışlar) ÇEVRE VE ORMAN BAKANI VEYSEL
EROĞLU (Afyonkarahisar) - Sayın Başkan, saygıdeğer
milletvekilleri; ben özellikle Kyoto’ya taraf olunması konusundaki kanun
tasarısının kanunlaşması vesilesiyle sizlere teşekkür etmek için söz almış
bulunuyorum. Ancak bir hususu belirtmemde
fayda var: Bir kere, küresel iklim değişikliğiyle mücadeleyi biz başkaları
istediği için değil, vatandaşımızın daha rahat bir çevrede yaşaması için ve
ülkemiz için gerçekleştiriyoruz. Bir defa bunu tespit edelim. S. NEVZAT KORKMAZ (Isparta) –
Sayın Osman Pepe niye öyle bir açıklamada bulundu? ÇEVRE VE ORMAN BAKANI VEYSEL
EROĞLU (Devamla) - Özellikle yenilenebilir enerji konusunda attığımız adımları
ben defalarca izah ettim. Hidroelektrik santrallerinde atılan çok önemli adım…
Su Kullanım Hakkı Anlaşması Yönetmeliği çerçevesinde müracaat edilen 1.500’ü
aşkın hidroelektrik santralin şu anda pek çoğu inşa hâlinde, bir kısmının da
açılışı yapıldı. Dolayısıyla, sadece hidroelektrik santrallerdeki şu anda 47
milyar kilovat saat yıllık potansiyelimizin 130 milyar kilovat saate
çıkarılması, yani neredeyse 65-70 milyar kilovat saat ilave bir enerjinin HES’lerden dolayı kazanılması ülkemiz için çok önemli bir
husustur diye düşünüyorum. Bunun dışında rüzgârda,
güneşte, hidrojen enerjisinde atılan adımlar ortadadır. Ayrıca, Enerji
Verimliği Kanunu’yla önemli miktarda tasarruf yapılmıştır. Bakın, biz
Bakanlığımızda dahi bütün ampulleri tamamen tasarruflu ampullerle değiştirdik;
bunlar çok önemli adımlardır. (x) Açık oylama
kesin sonuçlarını gösteren tablo tutanağa eklidir. Bazı sayın
milletvekillerimizin çok önemli tespitleri, tavsiyeleri olmuştur; burada
onlara, bütün konuşma yapan milletvekillerimize teşekkür ediyorum. Esasen benim
şahsi kanaatim, Kyoto’ya taraf olmaktan ziyade, 2012 yılı sonrası, yani 2013
yılından itibaren hepimizin bu konuda hazırlıklı olması gerekir. Bunda sadece
Bakanlık değil, bütün grupların desteğini, varsa birtakım bilgilerini,
tavsiyelerini bekliyoruz. Bundan büyük memnuniyet duyacağımı özellikle
belirtmek istiyorum çünkü bu ülke bizim, hep beraber sahip çıkmamız lazım. Ulaştırmadan bahsedildi.
Ulaştırmaya -doğrudur- önem verilmesi lazım ama biz yakıt kalitesini
iyileştirdik, otomobillerde ve diğer araçlarda kullanılan yakıt kalitesini.
Artı, motor kalitesi, ileri teknoloji motorlarının kullanılmasını
yaygınlaştırdık; biyoyakıtlarda adım attık, raylı
ulaşımda önemli bir adım atıyoruz, atmaya devam edeceğiz. Atık sektöründen bahsedildi.
Bakın, katı atıklar konusunda ben sizlere bir rakam vermek istiyorum, şu ana
kadar katı atıklardan, vahşi depolama alanlarından kaynaklanan emisyonların çok fazla olduğu herkesçe biliniyor.
Dolayısıyla, bu katı atıkları bertaraf tesislerinin bir an önce ülkemize
kazandırılması gerektiği kanaatindeyim. Bu yüzden, şu ana kadar, her ne kadar
altı yüz on bir belediyenin tesisleri tamamlanmışsa da bu yeterli değildir;
inşallah 2009-2011, 2012 yıllarında biz bu sayıyı artırmak istiyoruz, en
azından 57 milyon vatandaşımızın çöpleri, katı atıkları düzenli şekilde
toplanıp, bertaraf edilsin şeklinde bir hedefimiz var. Bir de tabii ki “yutak alan”
dediğimiz ormancılık faaliyetleri çok önemlidir, bunu herkes kabul ediyor.
Ancak bilindiği gibi -ben burada bütün kamu kurum, kuruluşlarına, herkese,
vatandaşlarımıza, sivil toplum kuruluşlarına teşekkür ediyorum- bildiğiniz
gibi, 2012 yılı sonuna kadar 2 milyon 300 bin hektarlık bir alanda
ağaçlandırma, orman rehabilitasyonu, erozyon kontrolü
konusunda bir hedefimiz var. Bilindiği gibi, 2008 yılı hedefi de 420 bin
hektardı. Bugün bütün vilayetlerden, seksen bir vilayetten rakamları aldık, 420
bin hektar yerine 463 bin hektarlık alanda 2008 yılında ağaçlandırma, erozyon
kontrolü ve orman rehabilitasyonu gerçekleştirildi.
Hedefimizi aşmanın mutluluğunu yaşıyorum. Dolayısıyla, yutak alan miktarı 75
milyon ton, yani karbondioksiti emen miktarı 75 milyon tondan biz 2012 yılı
sonunda 130 milyon tona ulaştıracağız. Bu da büyük bir kazançtır. Onu da burada
özetle vurgulamak istiyorum. Erozyondan bahsedildi.
Efendim, erozyon konusunda şu anda biz
-OECD Genel Sekreteri ifade etti- dünya birincisiyiz. Bu şekilde
çalışmalara devam edeceğiz. Ben katkılarınızdan dolayı
hepinize şükranlarımı bütün milletvekillerime arz ediyorum, teşekkür ediyorum,
inşallah hayırlı olmasını gönülden temenni ediyorum. Sağ olun, var olun. (AK
PARTİ sıralarından alkışlar) BAŞKAN – Çok teşekkür
ediyoruz Sayın Eroğlu. Sayın milletvekilleri, on beş
dakika ara veriyorum. Kapanma Saati: 16.49 İKİNCİ OTURUM Açılma Saati: 17.07 BAŞKAN: Başkan Vekili Şükran Güldal MUMCU KÂTİP ÜYELER: Harun TÜFEKCİ (Konya), Fatma SALMAN KOTAN (Ağrı) BAŞKAN – Sayın
milletvekilleri, Türkiye Büyük Millet Meclisinin 54’üncü Birleşiminin İkinci
Oturumunu açıyorum. Gündemin 3’üncü sırasında yer
alan, Türkiye Cumhuriyeti Devleti ile Suriye Arap Cumhuriyeti Devleti
Arasındaki Kara Sınırı Boyunca Yapılacak Mayın Temizleme Faaliyetleri ile İhale
İşlemleri Hakkında Kanun Tasarısı ve Tarım, Orman ve Köyişleri
ile Plan ve Bütçe Komisyonları Raporlarının görüşmelerine başlıyoruz. 3.- Türkiye Cumhuriyeti Devleti ile Suriye Arap Cumhuriyeti Devleti
Arasındaki Kara Sınırı Boyunca Yapılacak Mayın Temizleme Faaliyetleri ile İhale
İşlemleri Hakkında Kanun Tasarısı ve Tarım, Orman ve Köyişleri
ile Plan ve Bütçe Komisyonları Raporları (1/543) (S. Sayısı: 263) BAŞKAN – Komisyon? Yok. Ertelenmiştir. Gündemin
4’üncü sırasında yer alan, Kahramanmaraş Milletvekili Veysi
Kaynak ve Antalya Milletvekili Mevlüt Çavuşoğlu’nun Çeşitli Kanunlarda Değişiklik Yapılmasına
Dair Kanun Teklifi, Antalya Milletvekili Sadık Badak
ve 5 Milletvekilinin Kadastro Kanununda Değişiklik Yapılması Hakkında Kanun
Teklifi, Antalya Milletvekili Osman Kaptan ve 4 Milletvekilinin Türk Ceza
Yasasında Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Teklifi ve Adalet Komisyonu
Raporu’nun görüşmelerine başlayacağız. 4.- Kahramanmaraş Milletvekili Veysi Kaynak ve Antalya Milletvekili Mevlüt
Çavuşoğlu’nun; Çeşitli Kanunlarda Değişiklik
Yapılmasına Dair Kanun Teklifi; Antalya Milletvekili Sadık Badak
ve 5 Milletvekilinin; Kadastro Kanununda Değişiklik Yapılması Hakkında Kanun
Teklifi; Antalya Milletvekili Osman Kaptan ve 4 Milletvekilinin; Türk Ceza
Yasasında Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Teklifi ve Adalet Komisyonu Raporu
(2/283, 2/270, 2/277) (S. Sayısı: 272) BAŞKAN – Komisyon? Yok. Ertelenmiştir. Şimdi, 5’inci sırada yer
alan, Yükseköğretim Kurumları Teşkilatı Kanununda Değişiklik Yapılmasına Dair
Kanun Tasarıları ile Milli Eğitim, Kültür, Gençlik ve Spor Komisyonu Raporunun
görüşmelerine başlayacağız. 5.- Yükseköğretim Kurumları Teşkilatı Kanununda Değişiklik Yapılmasına
Dair Kanun Tasarıları ile Millî Eğitim, Kültür, Gençlik ve Spor Komisyonu
Raporu (1/618, 1/653) (S. Sayısı: 307) (x) BAŞKAN – Komisyon ve Hükûmet yerinde. Komisyon Raporu 307 sıra
sayısıyla bastırılıp dağıtılmıştır. Tasarının tümü üzerinde,
Cumhuriyet Halk Partisi Grubu adına İstanbul Milletvekili Nur Serter konuşacaktır. Buyurunuz Sayın Serter. (CHP sıralarından alkışlar) (x) 307 S.
Sayılı Basmayazı tutanağa eklidir. CHP GRUBU ADINA FATMA NUR
SERTER (İstanbul) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; yükseköğretim
kurumları teşkilatı konusundaki yasa tasarısıyla ilgili Cumhuriyet Halk Partisi
Grubu adına söz almış bulunuyorum. Aslında, rutin bir üniversite
kurma yasası gibi Meclise gelmiş olan bu yasa tasarısı son derece önemli
değişiklikler ve düzenlemeler içermektedir. Bu yasa tasarısıyla iki yeni vakıf
üniversitesi kurulmakta, ama bunun ötesinde, TOBB Ekonomi ve Teknoloji
Üniversitesine ilişkin son derece önemli ve Türkiye’nin geleceğini etkileyecek
yasal düzenlemeler getirilmek istenmektedir. Ben, pek fazla
milletvekilimizin bulunmadığı ve ne yazık ki, oy kullanırken bilmeden
kullanacağı bu yasayla ilgili olarak çok önemli bazı konulara dikkat çekmek
istiyorum ve çok özet olarak ne getirileceğini de sizlerle paylaşmak istiyorum:
Bunu istememin sebebi, bununla ilgili oy kullanacak olan herkesin çok ciddi bir
sorumluluk alacağına ilişkindir. Özetle; burada bu tasarıyla,
TOBB Ekonomi ve Teknoloji Üniversitesi ile ilgili iki temel düzenleme
getirilmek isteniliyor. Bu üniversitenin değişik yerlerde açılacak kampüslerinde “Laboratuvar
Okulları” adı altında ilk ve ortaöğretim okulları kuruluyor. Bunda bir şey yok.
Bundan önce de çeşitli vakıf üniversiteleri hatta devlet üniversitelerinin kampüslerinde ortaöğretim okulları, kolejler kuruldu. Burada iki önemli farklılık
var. Birincisi, kurulacak olan bu laboratuvar
okullarında -ki, laboratuvar okulu kelimelerinin
altını da özenle çizmek istiyorum çünkü insanlara laboratuvar
kelimesinin çağrıştırdığı şey- burada okuyacak öğrencilerin de birer denek
durumuna düşeceği oluyor ne yazık ki. Zaten uygulama da bununla çok yakından
ilişkili. Bu okullarda öğrencilerin yüzde 70’e yakınının burslu olarak
okutulmasını taahhüt ediyor TOBB Üniversitesi. Çok güzel bir
şey. Peki, bu burs nasıl sağlanacak? Değerli milletvekilleri, bu
burs şöyle sağlanıyor: Üniversite kampüsü içerisinde
çalışan herkes, hiçbir ayrım gözetmeksizin öğretim üyesi, öğretim elemanı,
memur, herhangi bir çalışan gelir vergisini devlete ödemeyecek, gelir vergisi
bir hesaba yatırılacak ve yirmi beş yıl boyunca bu hesaptan ilköğretim ve
ortaöğretim okullarında okuyan öğrencilere burs olarak verilecek. Şimdi, değerli
milletvekilleri, burs vermek gerçekten çok takdire değer, çok kutsal bir hizmet
ama siz bu bursu devlete ödeyeceğiniz vergiyi belli bir hesapta toplayarak
veriyor iseniz o zaman burada pek çok temel yasayı ihlal etmenin ötesinde, çok
özel bir ayrıcalık da getirmiş bulunuyorsunuz. Öncelikle Anayasa’ya aykırı bir hükmü
bu yasayla getiriyorsunuz, yasalaştırıyorsunuz yani her an Anayasa Mahkemesine
götürülüp iptal edilebilecek bir hükmü buraya getiriyorsunuz. Anayasa’nın
73’üncü maddesi çok açık “Herkes, kamu giderlerini karşılamak üzere, malî
gücüne göre vergi vermekle yükümlüdür.” diyor. Yani şimdi, ben vereceğim
verginin nerede kullanılacağı konusunda tercihte bulunma hakkına sahip oluyorum
eğer bu üniversitenin herhangi bir biriminde çalışıyorsam. Peki, değerli
milletvekilleri, bu, acaba başka kurumlara da bir kapı açmayacak mı? Yani ben
bir sade vatandaş olarak bu yasaya bakarak “Bundan sonra benim ödeyeceğim gelir
vergisi -belki Sayın Necat Birinci de bana katılırlar- kendi üniversitemde
okuyan, İstanbul Üniversitesinde okuyan öğrencilere burs olarak verilsin.”
demek hakkına sahip olacak mıyım olmayacak mıyım bu yasayla? Ya
da -ben buradan şimdi çağrı yapıyorum- İstanbul Üniversitesinin 10 bin çalışanı
var, 2.500’ün üstünde öğretim üyesi var, bu öğretim üyeleri ve çalışanlar “Biz
bundan sonra gelir vergilerimizin devlete gitmesini değil, özel bir hesapta
toplanarak kendi üniversitemizdeki öğrencilere burs olarak verilmesini
istiyoruz.” demek hakkına sahip olacaklar mı; böyle bir yasayı Meclise getirip
bunda dayatma hakkına sahip olacaklar mı olmayacaklar mı? Ya da bir
başka kurumun çalışanları, “Biz kendi gelir vergimizin, işte, yoksul çocuklara,
Çocuk Esirgeme Kurumundaki çocuklara sarf edilmesini istiyoruz.” diyebilecekler
mi diyemeyecekler mi? Dolayısıyla değerli arkadaşlar, bu, çok önemli bir
düzenleme. Burada çok ciddi bir eleştiri yapılması gerekiyor ve olaya yeniden
bakılması gerekiyor. Bu, yeni kapıları açacaktır; en azından ben, kendi gelir
vergimin kendi üniversitemdeki bir öğrenciye burs olarak verilmesi için bir
talepte bulunacağım. Bakalım ne olacak? Dolayısıyla, böyle uygulamaların vakıf
üniversiteleri için, iyi niyetle bile olsa, gündeme getirilmesi ve yasalaşması,
gelecek açısından çok ciddi sorunlar yaratacaktır. Şimdi, bu yasa, sadece,
hepimizin bir vatandaşlık görevi olarak kabul ettiğimiz vergimizle ilgili özel
bir tasarrufta bulunmakla kalmıyor, bir başka şey daha yapıyor; bu okullarda, laboratuvar okullarında eğitim görecek olan öğrencilerin
onuncu sınıftan on birinci sınıfa geçmeleriyle ilgili uluslararası nitelikteki
sınavın TOBB Üniversitesi Senatosu tarafından belirleneceğini söylüyor. Şimdi,
gerçekten, olağanüstü kargaşa yaratacak bir süreç. Neden böyle bir talepte
bulunuyor? Şunun için bulunuyor: Çünkü bu öğrencilerinin yüzde 70’inin burslu
olarak okuyacağı laboratuvar okulları aslında bizim
ortaöğretim kurumlarımızın müfredatından farklı bir eğitim programı
uygulayacaklar. Nasıl bir program? Bunun sonunda “Uluslararası Bakalorya
Diploması” denilen bir diploma alacaklar. Bu, Türkiye’de yeni bir şey değil;
bu, yıllardır yapılıyor, on yıldan fazla süredir yapılıyor. Birtakım
kolejlerde, özel okullarda uygulanıyor ve bu diplomayı alan, bu programa giren
öğrenciler Türkiye’de üniversite giriş sınavını kazanamıyorlar. Zaten program, kazanmaları
amacıyla düzenlenmiş bir program da değil. Zaten Sayın Bakan da bunu
Komisyondaki görüşmeler sırasında açıkça söyledi, “doğrudur” dedi. Bu diplomayı
alanlar Türkiye’de üniversite giriş sınavını kazanamazlar. Şimdi, bakınız, bir
üniversite, kampüsünde laboratuvar
okulu diye okullar açıyor, buraya öğrenci alıyor. Özel okul bunlar. Bu
öğrencilerin yüzde 70’ine, ekonomik gücü de yeterli olmadığı için bu
öğrencilerin, devlete verilecek gelir vergileriyle burs veriyor. Sonra, bu
okullardan mezun olan öğrencilere birer Uluslararası Bakalorya Diploması
veriyor. Bu Uluslararası Bakalorya Diploması’nı cebine koyan bu çocuk,
üniversite giriş sınavını kazanamayacak. Peki, burslu okumuş bu çocuk, acaba
elinde işe yaramayacak olan ve ikinci bir seçeneği sunulamayan bu diplomayla
yurt dışına nasıl gidecek de eğitimini görecek? Bu nasıl bir tutarsızlıktır? Bu
nasıl bir ilişkilendirilmedir? Değerli milletvekilleri, dahasını da söyleyeyim: Şimdi, bir ortaöğretim kurumunun
onuncu sınıfından, on birinci sınıfına geçme sınavını, yani 5580 sayılı Özel
Öğretim Kurumları Kanunu’na tabi olan bir kurumun onuncu sınıfından on birinci
sınıfına geçme sınavını 2547 sayılı Yükseköğretim Yasası’na tabi olan bir
yükseköğretim kurumunun senatosu nasıl yapabilir? Bu, Millî Eğitim Bakanlığının
yetkilerine müdahale değil midir? Biz bu kadar esnek ilişkiler içerisinde bir
süreç mi başlatıyoruz? Bütün yasaları birbirinin içine sokarak sadece bir vakıf
üniversitesinin istediği şeyi yerine getirmek için başlatacağımız bu girişim
gelecekte nasıl ve ne gibi sorunlara yol açacaktır? Ben, bütün bunların çok
büyük bir dikkatle değerlendirilmesine gerek duyuyorum. İnanınız bunu söylerken
“Bu yasa AKP’den geldi, işte, klasik olarak Cumhuriyet Halk Partisi, AKP’den
gelen yasalara muhalefet etmelidir.” filan gibi bir anlayışla hiç hareket
etmiyorum. Bu, Türkiye'de yükseköğrenimin, ortaöğretimin, Türkiye'nin vergi
sisteminin geleceği açısından bizi çok zorda bırakacak bir düzenlemedir. Şimdi, değerli
milletvekilleri, bu yasayla bir başka düzenleme daha getiriliyor, iki vakıf
üniversitemiz kuruluyor; hayırlı olsun diyoruz. Ancak bu vakıf üniversiteleri
kurulurken bir konuya dikkat çekmek istiyorum: Kuruluşuyla ilgili, hangi
fakültelerin açılacağıyla ilgili teklifler önce YÖK’e gider. YÖK’e gider değil mi?
YÖK diye bir kurum, kurumsal yapı var ve YÖK bu fakülteleri değerlendirir, der
ki: A, B, C, D fakülteleri açılsın ama (F) ve (G) fakülteleri açılmasın. Acaba
niye böyle bir karara varır YÖK? Şunun için varır: Çünkü o fakülteler için
yeterli öğretim üyesi bulunamayacağını bilir ya da eğer bu bir vakıf
üniversitesiyse o bölgede o vakıf üniversitesinin o fakültesini hizmete
soktuğunuz zaman, devletin üniversitelerinin içinin boşalacağından endişe eder.
O nedenle der ki: Biraz durun, bekleyin, şimdi kurmayın bu fakülteyi, bir süre
sonra kurarsınız. Ama gelin görün ki YÖK’e göndermek, YÖK’ün onayını almak
filan hiçbir anlam ifade etmez. Birdenbire Millî Eğitim Komisyonuna bir önerge
verilir ve şu üniversitenin şu fakültesi de kurulsun denilir, o konudaki ön çalışmaların
hepsi çöpe atılır, çoğunluktakilerin elleri kalkar, bir bakarsınız bir hukuk
fakültesi kurulmuş. Peki, öğretim üyesini nasıl bulacak? Kaliteli eğitimi nasıl
sağlayacak? E kolay, eğer vakıf üniversitesiyseniz daha çok para verirsiniz,
devlet üniversitelerinin fakültelerinin içini boşaltırsınız. Değerli arkadaşlar, eğitim
ciddi bir iştir, Eğitim Komisyonunda olmak da ciddi bir iştir. Eğer siz bir üst
kurul olarak Yükseköğretim Kurulunun düşüncesini almışsanız, o düşünce de bir
anlam taşıyorsa, siz, Komisyonda, bir anda bunu yok sayamazsınız. İşte bu
yasada aynı uygulama yapılmıştır. Benim, açılmasından çok da büyük bir
memnuniyet duyduğum bir üniversitemizin, Yeni Yüzyıl Üniversitesinin bir anda
bir hukuk fakültesi de, oradaki çeşitli ilişkilerle, çeşitli sempati
rüzgârlarıyla bazı milletvekillerimizin kulaklarına fısıldanılarak verilen
önergelerle geçirilmiştir. Ben, tekrar ediyorum, eğitim
ciddi bir iştir ve eğitimde alınan her karar geleceğimizi etkilemektedir. İşte,
eğitim ciddi bir iş olduğu için, burada açılan her üniversitenin sorumluluğunu
da, biz, Türkiye Büyük Millet Meclisi olarak üstlenmek zorundayız. Değerli milletvekilleri, biz,
bütün illerimizde birer üniversite açılmasını elbette istedik, istiyoruz ama
her seferinde bir şey söyledik, dedik ki: Üniversite açmak, elleri yukarıya
kaldırıp indirmek kadar kolay bir iş değil. Ellerimizi kaldırıyoruz, biraz
sonra yine kaldıracağız, üniversiteleri açıyoruz. Peki, açılan üniversiteler
acaba Türk yükseköğretimine ne kadar katkıda bulundular bugüne kadar? Çok özet
rakam vereyim size: Bakın, AKP İktidarı döneminde
41 tane yeni devlet üniversitesi açıldı, çok büyük bir rakam, 53’tü çünkü
toplam devlet üniversitesi sayısı, buna 41 tane daha eklendi; gerçekten çok
yüksek bir rakam. Şimdi, bu kadar çok üniversite açılınca… Tabii, niye
açıyoruz? Sadece o bölgeye yeni öğrenciler gitsin, ekonomisi canlansın diye
açmıyoruz, daha çok öğrencimiz yükseköğretimden mezun olsun, diploma alsın diye
açıyoruz. Peki, biliyor musunuz, lisans eğitimi gören kırk bir yeni üniversite
açılmış, lisans öğretimi gören öğrenci sayımızda, 2006’yla 2009, yani bu
üniversitelerin açıldığı tarihten bugüne ne kadar artış olmuş? Kırk bir yeni
üniversiteyle ne kadar artış olmuş? 1.064 değerli arkadaşlar. Üniversite başına
25 öğrenci düşüyor. Bunu uydurmuyorum, istatistiklere girip bakabilirsiniz,
Millî Eğitimin istatistiklerinden de izleyebilirsiniz. Bakın, biz, kırk bir yeni
üniversite açmışız ve üniversite başına 25 tane öğrenci artışı sağlamışız.
Demek ki, böyle, “açtım” demekle olmuyor, tabelaları asmakla olmuyor. Öğretim
üyesi bulamadığınız, altyapısını yapamadığınız bir üniversite sistemiyle karşı
karşıyasınız. Ben burada suçlamıyorum ama bir şey hatırlatmak istiyorum,
değerli arkadaşlar bir şey hatırlatmak istiyorum: Kırk bir yeni üniversiteye
siz bina yapamazken bir vakıf üniversitesinde kurulan, kampüste
kurulan ortaöğretim okulu için devlete ödenecek gelir vergilerini bu
öğrencilere burs olarak tahsis etmemelisiniz. Böyle bir çifte standart olamaz. Siz yükseköğretimin bütün sorunlarını çözmüş olursunuz, açtığınız
üniversitelerin altyapısını yapmış olursunuz, ondan sonra dönersiniz bir vakıf
üniversitesi de bir laboratuvar okulu açmak istiyor,
“tamam, bunun da bursunu biz verelim” dersiniz ama devletin üniversitesinde
öğrencisi burssuzken, okullarında çocukları burs alamazken, yoksulluk ve zorluk
içinde okutulmaya çalışılırken bunun sosyal adalete de her türlü adalet
anlayışına da fırsat eşitliğine de Anayasa’ya da aykırı bir düzenleme olduğunu
bir kere daha sizlere hatırlatmak istiyorum. Ellerinizi kaldırırken
vereceğiniz oyların geleceğimiz açısından çok önemli sorumlulukları da
beraberinde getireceğini hatırlamanızı rica ediyorum. Tabii,
burada bulunan 10 kişi, 15 kişi için bunu söylüyorum çünkü oylama sırasında
dışarıdan gelen çok sayıda kişi neyin oylandığını bilmeden ellerini kaldırarak
içeri girecektir ve böylece bir yasa daha Türkiye'nin geleceği açısından ve
yükseköğretimi açısından, fırsat eşitliği ve sosyal adalet açısından çok önemli
riskler taşıyan bir yasa daha ne yazık ki buradan geçecektir. Saygılar sunuyorum. (CHP
sıralarından alkışlar) BAŞKAN – Teşekkür ediyoruz
Sayın Serter. Tümü üzerinde Milliyetçi
Hareket Partisi Grubu adına Eskişehir Milletvekili Beytullah
Asil. Buyurunuz Sayın Asil. (MHP
sıralarından alkışlar) MHP GRUBU ADINA BEYTULLAH
ASİL (Eskişehir) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; Milliyetçi Hareket
Partisinin görüşlerini açıklamak üzere söz aldığım 307 sıra sayılı
Yükseköğretim Kurumları Teşkilatı Kanununda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun
Tasarısı’nın 1’inci maddesinin asla kabul edilemez bir düzenleme olduğunu ve
Türk milletinin hayrına olmayacağı, yeni imtiyazlara ve vergi sisteminde
onarılmayacak hasarlara yol açacağı, kamu vicdanını yaralayacağı, fırsat
eşitliğini bozacağı, eğitim sisteminde kaos ve
kargaşaya sebebiyet vereceği, hem bütçe ilkelerine hem de vergileme tekniğine,
vergilerin toplanması usul ve esaslarına aykırı olduğu düşüncesiyle kabul
edilmemesi gereken bir madde olduğunu ifade ederek başlamak istiyorum. Bu
vesileyle yüce heyeti saygıyla selamlarım. Değerli
milletvekilleri, tasarının 1’inci maddesiyle getirilen şudur: Ankara ve
kalkınmada öncelikli yöreler başta olmak üzere, Millî Eğitim Bakanlığı ile
Türkiye Odalar ve Borsalar Birliği Ekonomi ve Teknoloji Üniversitesi tarafından
birlikte tespit edilecek illerde eğitim bilimleri enstitüleri ve bu
enstitülerin kampüslerinde uluslararası yüksek kalite
ve standartlara sahip eğitim merkezi olması amacıyla 5580 sayılı Özel Öğretim
Kurumları Kanunu’na tabi ilk ve ortaöğretim kurumları kurulabileceğini ve bu
ilk ve ortaöğretim kurumları eğitim bilimleri enstitüleri tarafından laboratuvar okulları olarak kullanılabileceğini, kampüslerde açılacak ortaöğretim kurumlarının fen lisesi
statüsünde eğitim vereceğini düzenlemektedir. Ayrıca, Türkiye Odalar ve
Borsalar Birliği Ekonomi ve Teknoloji Üniversitesinin eğitim bilimleri
enstitülerine bağlı olarak kurulacak kampüslerdeki laboratuvar okullarında öğrenim gören öğrencilerin en az
yüzde 70’inin burslu olacağını hüküm altına almaktadır. Buraya kadar, yapılmak
istenenleri gayet makul ve olumlu bulduğumuzu ifade ediyor, Türk milletinin
hayrına bulmadığımız hususları da yüce heyetinizle paylaşmak istiyorum. Değerli milletvekilleri,
birinci husus, yasada “Bu okullardaki öğretmenler kampüslerindeki
eğitim bilimleri enstitüsünde yükseklisans veya
doktora öğrencisi olabileceği gibi, eğitim bilimleri enstitüsü öğretim
elemanları da laboratuvar okullarında öğretmenlik
yapabilir.” denilmektedir. 5580 sayılı Özel Öğretim
Kurumları Kanunu’nda bu tür okullarda kimlerin öğretmenlik yapabileceği
belirtilmiştir. Yürürlükteki 5580 sayılı Özel Öğretim Kurumları Kanunu’na uygun
olmayan, aykırılık arz eden bir hükmü burada nasıl yasalaştıracağız? 5580
sayılı Özel Öğretim Kurumları Kanunu’na tabi özel okullar da bu maddeye
dayanarak yüksek lisans öğrencilerini okullarında öğretmen olarak
görevlendirmek isterlerse idare bu talebi nasıl değerlendirecek? İdare, 5580
sayılı Özel Öğretim Kurumları Kanunu’na göre hareket ederek istemi
reddettiğinde, idarenin verdiği bu olumsuz kararlar mahkemeye taşınırsa,
mahkeme ne hüküm verecek? Okulları böyle bir kaosa
sürüklemeye ne hakkımız var? İkinci husus: Ülkemizde ilk
ve orta dereceli özel okul açmak yasalarla düzenlenmişken bir vakfa özel ilk ve
ortaöğretim kurumları kurmak için özel yasa çıkarmak Anayasa’nın eşitlik
ilkesine aykırı değil midir? Üçüncü ve en önemli husus: Bu
okullara bu yasa ile kamu kaynağı aktarılmaktadır. Aktarılacak bu kamu
kaynağının miktarı belli değildir. Aktarılacak kamu kaynağı
yasada “Türkiye Odalar ve Borsalar Birliği Ekonomi ve Teknoloji Üniversitesi ve
üniversitenin kampüsünde bulunan okulların tüm
personelinin -yani profesörlerin, doçentlerin, araştırma görevlilerinin,
okutmanların, güvenlik görevlilerinin, idari personelin ve hizmetlilerin-
ücretlerinden, bu Kanunun yürürlüğe girdiği tarihi takip eden aybaşından
itibaren yirmibeş yıl süreyle kesilecek gelir vergisi
tutarının özel bir hesaba aktarılmasıyla oluşacak kaynaktan,” diye
tanımlanmaktadır. Değerli milletvekilleri,
Anayasa’nın “Vergi ödevi” başlıklı 73’üncü maddesinde “Herkes, kamu giderlerini
karşılamak üzere, malî gücüne göre, vergi ödemekle yükümlüdür.” denilmektedir.
Yine, 5018 sayılı Kamu Mali Yönetimi ve Kontrol Kanunu’nun bütçe ilkelerini
düzenleyen 13’üncü maddesinin (f) bendinde “Tüm gelir ve giderler gayrisafi
olarak bütçelerde gösterilir.” denilmektedir. Bu madde ile çalışanların
ücretlerinden kesilen gelir vergisinin bütçede gösterilme imkânı kalmamaktadır.
Yine, 5018 sayılı Kamu Mali
Yönetimi ve Kontrol Kanunu’nun 13’üncü maddesinin (g) bendinde “Belirli
gelirlerin belirli giderlere tahsis edilmemesi esastır.” denilmektedir. Oysaki
burada çalışanlardan kesilen gelir vergisi, az sonra sayacağım giderlere tahsis
edilmektedir. Yine, 5018 sayılı Kamu Mali Yönetimi ve Kontrol
Kanunu’nun gelir ve giderleri etkileyecek kanun tasarılarının nasıl
hazırlanacağını gösteren 14’üncü maddesinde “Merkezî yönetim kapsamındaki kamu
idareleri; kamu gelirlerinin azalmasına veya kamu giderlerinin artmasına neden
olacak ve kamu idarelerini yükümlülük altına sokacak kanun tasarılarının
getireceği malî yükü, orta vadeli program ve malî plan çerçevesinde, en az üç
yıllık dönem için hesaplar ve tasarılara eklerler.” denilmesine rağmen böyle
bir çalışma yapılmamış ve tasarıya eklenmemiştir. Yürürlükteki yasalar
yok sayılarak yasa yapılamayacağına göre bu madde kanun yapma tekniğine de
aykırıdır. Dördüncü
husus: Kamu kaynağı kullandırılan kurumların denetiminin nasıl yapılacağı
yasalarla belirlenmiş olmasına rağmen “Tüm çalışanların gelir vergisinin
aktarılacağı özel hesabın oluşturulması, kullanımı ve denetimine ilişkin usul
ve esaslar, Maliye ve Millî Eğitim bakanlıkları ile Türkiye Odalar ve Borsalar
Birliği Ekonomi ve Teknoloji Üniversitesince birlikte hazırlanacak yönetmelikle
düzenlenir.” denilerek yürürlükteki yasalar yok sayılarak yasa yapmaya
çalışıyoruz. Değerli arkadaşlarım, beşinci
husus, bu kamu kaynağının nerelerde kullanılacağıdır. Tasarıda bu kamu
kaynağının nerelerde kullanılacağı şu şekilde sayılmaktadır. OKTAY VURAL (İzmir) –
Lojmanda! BEYTULLAH ASİL (Devamla) –
“Bu kampüslerde eğitim ve araştırma bilimleri ile
sağlık merkezi, lojmanlar, misafirhaneler gibi -lojmanlar, misafirhaneler gibi-
her türlü tesisin kurulması ve işletilmesiyle ilgili, ücretler dâhil her türlü
giderler ile okullarda burslu okuyacak öğrencilere sağlanacak burslar;” diye
belirlenmiştir. Değerli
arkadaşlarım, bu hususu önemine binaen bir kez daha tekrar ediyorum: Kamu
kaynağının nerelerde kullanılacağı tasarıda şu şekilde belirtilmiştir: “Bu kampüslerde eğitim ve araştırma bilimleri ile sağlık merkezi,
lojmanlar, misafirhaneler gibi her türlü tesisin -gibi her türlü tesisin-
kurulması ve işletilmesiyle ilgili, ücretler dâhil –dikkatinizi çekiyorum,
ücretler dâhil- her türlü giderler ile okullarda burslu okuyacak öğrencilere
sağlanacak burslar;” diye belirlenmiştir. Değerli milletvekilleri, kamu
kaynağının bir vakfa lojman, misafirhane gibi ucu açık her türlü tesisin
kurulması ve işletilmesine aktarılıyor olması kamu vicdanını yaralayacak
düzenlemelerdir. Altıncı husus: Değerli
arkadaşlarım, 22/6/2006 tarihinde, bu yasaya bire bir
benzeyen bir yasa Bilkent Üniversitesi için çıkarılmıştır. O yasada “Bilkent
Üniversitesinin ve Üniversitenin bu fıkrada belirtilen illerdeki kampüslerinde bulunan okulların tüm personelinin
ücretlerinden 1/3/2006 tarihinden itibaren yirmibeş yıl süreyle kesilecek gelir vergisi tutarının özel
bir hesaba aktarılmasıyla oluşan kaynaktan.” diyerek, kamu kaynağı tarif
edilmektedir. Görüşmekte olduğumuz bu yasa
tasarısının gündeme gelmesi ile referans olması nedeniyle Bilkent Üniversitesi
için 2006’da çıkarılmış bu yasa tasarısı nasıl uygulanmış, neler ortaya çıkmış
diye inceleme ve değerlendirme çalışmalarına başladık bu yasadan referans almak
gayesiyle. 20/11/2008 tarihinde Maliye Bakanlığına şu
yazılı soru önergesini verdim ve önergeyle “28.03.1983 tarihli ve 2809 sayılı
Yükseköğretim Kurumları Teşkilatı Kanununun ek 5 inci maddesine eklenen
22.06.2006 tarihli ve 5526/1 maddesine göre Bilkent Üniversitesi ve
Üniversitenin diğer kampüslerinde bulunan okulların
tüm personelinin ücretlerinden 1.03.2006 tarihinden itibaren kesilen gelir
vergisinin aktarıldığı özel hesapta bugüne kadar kaç YTL birikmiştir?” diye
sordum. Gelen cevabı aynen bilgilerinize sunuyorum: “2013
sayılı Vergi Usul Kanunu’nun ‘Vergi Muafiyeti’ başlıklı 5’inci maddesinde vergi
muameleleri ve incelemeleriyle uğraşan memurların görevleri dolayısıyla
mükellefin ve mükellefle ilgili kimselerin şahıslarına, muamele ve hesap
durumlarına, işlerine, işletmelerine, servetlerine veya meskenlerine müteallik
olmak üzere öğrendikleri sırları veya gizli kalması lazım gelen hususları ifşa
edemeyecekleri ve kendilerini veya üçüncü şahısların nef’ine
kullanamayacakları hüküm altına alınmıştır. Bu nedenle soru önergesinde,
hakkında soru sorulan mükellefe ilişkin bilgiler, Vergi Usul Kanunu’nun 5’inci
maddesindeki ‘Vergi mahremiyeti’ hükmü kapsamına girdiğinden verilmesi mümkün
bulunmamaktadır. Bilgilerinize arz ederim. Kemal
Unakıtan, Maliye
Bakanı” Değerli arkadaşlarım,
sorduğum sorunun 213 sayılı Vergi Usul Kanunu’nun ‘Vergi mahremiyeti’ başlıklı
5’inci maddesiyle ne alakası var? AKİF AKKUŞ (Mersin) –
Bilgilendirmeye de karşı bunlar. BEYTULLAH ASİL (Devamla) –
Değerli Hükûmet, bu yasanın görüşüldüğü bu sırada bu
hesapta bugüne kadar kaç lira birikmiştir? Bunun milletvekilleri tarafından
bilinmesinde ne sakınca vardır? Bütün bunları açıklığa kavuşturmadan yasa
üzerinde nasıl sağlıklı bir değerlendirme yapacağız? OKTAY VURAL (İzmir) –
Görüşmeler de yasaklanmasın sakın! BEYTULLAH ASİL (Devamla) –
Değerli milletvekilleri, Büyük Önder Atatürk diyor ki: “En mühim ve en feyizli
vazifelerimiz millî eğitim işlerimizdir. Millî eğitim işlerinde mutlaka
muzaffer olmak lazımdır. Bu milletin kurtuluşu ancak bu suretle olur.” Yürekten
katılıyoruz. Atatürk bu sözlerini eylemleriyle desteklemiş, 1921 yılında Maarif
Kongresini cepheden gelerek açmıştır. 2007 yılında yapılan 17’nci Millî Eğitim
Şûrasının açılışında ise Cumhurbaşkanı yoktur, Meclis Başkanı yoktur, Başbakan
yoktur, Yükseköğretim Kurulu Başkanı yoktur. Bu tür yasaların ön
hazırlıklarının yapılacağı yerler şûralardır, ilgili Bakanlıklarla birlikte
yapılan çalışmalardır. Hâlbuki, bu yasa, Maliye
Bakanlığının uygun görüşü bile alınmadan yüce Meclise getirilmiştir. Değerli milletvekilleri, bu
yasada bu vakfa kamu kaynağı aktarılmasını gerektiren tek husus okullarda
okuyacak öğrencilerin yüzde 70’inin burslu okuyacak olmasıdır. Yasada burslu
okuyacak öğrencilerin burs kriterleri belirlenmeliydi.
Bu belirlenmemiş. Anayasa’nın eğitim ve öğrenim hakkı ve ödevini düzenleyen
42’nci maddesinde şöyle diyor: “Devlet, maddî imkânlardan yoksun başarılı
öğrencilerin, öğrenimlerini sürdürebilmeleri amacı ile burslar ve başka
yollarla gerekli yardımları yapar. Devlet, durumları sebebiyle özel eğitime
ihtiyacı olanları topluma yararlı kılacak tedbirleri alır.” Değerli arkadaşlarım,
aktarılan kamu kaynağı karşılığında burslu okuyacak öğrencilerin sayıları
belirlenmeliydi. Bu da belirlenmemiş. Bu belirsizlikleri
artırmak mümkün. 2006 yılında Bilkent Üniversitesi için çıkarılan hemen hemen bire bir benzer yasanın uygulamalarına baktığımızda
“Ne kadar kamu kaynağı aktarılmıştır?” sorusunun cevabını yukarıda belirttiğim
ilgisiz yasa maddesine dayanarak maalesef gizlediler. Özür diliyorum, bu konuda
sizi bilgilendiremiyorum. Ama birazdan soru-cevap bölümünde Sayın Bakana tekrar
soracağım. İnşallah o zamana kadar hazırlık yapar da sorunun cevabını alırız. Diğer bir belirsizlik burs kriterleridir. Burslu okuyacak
öğrencilerin parasını devlet ödediğine göre, bu öğrencilerin Anayasa’nın 42’nci
maddesinde de tanımlandığı gibi, “Devlet, maddî imkânlardan yoksun başarılı
öğrencilerin, öğrenimlerini sürdürmeleri amacıyla burs ve başka yollarla
gerekli yardımları yapar.” amir hükmü gereğince, burslu okuyacak öğrencilerin
parasını da devlet ödediğine göre, bu öğrencilerin, öğrenim ücretlerini ödeme
gücü bulunmayan başarılı öğrencilerden seçilmesini bekleriz ama öyle değil. Az
önce referans aldığımız Bilkent Üniversitesiyle ilgili okulların, 27 Mayıs 2007
tarih ve 26534 sayılı Resmî Gazete’de yayımlanan İhsan Doğramacı Vakfı Özel Bilkent
Laboratuvar Okulları Kurum Yönetmeliği’nin “Kayıt
kabul” başlıklı 37’nci maddesine baktığımızda, “Ana sınıfı ile birinci sınıfa
aday kayıt sistemine göre öğrenci alınır. Aday kaydı için başvuranların sayısı
kontenjan sayısını aşarsa noter huzurunda çekilecek kura sonucuna göre kesin
öğrenci kaydı yapılır.” diyor. Liselerin hazırlık sınıflarına ise genel
yetenek, eğitim seviyesi, müzik ve sanat yeteneklerinin değerlendirildiği giriş
sınavı ile öğrenci alınır denilmektedir. Öğrenci kabul esasları içerisinde
maalesef, fakir olma şartı getirilmemiştir. Değerli milletvekilleri,
sonuç olarak bu madde tasarıdan çıkarılmalıdır. (Mikrofon otomatik cihaz
tarafından kapatıldı) BAŞKAN – Lütfen sözlerinizi
tamamlayınız. BEYTULLAH ASİL (Devamla) – Bu
okullar kurulmalı iradesini ortaya koyuyorsak, bütçeden ödenek verilmek
suretiyle kurumları ve eğitim -öğrenimlerini devam ettirebilecekleri bir yasal
düzenleme hazırlanarak Meclis gündemine tekrar getirilmeli ve sağlıklı bir
şekilde yasanın çıkması sağlanmalıdır. Bu düşüncelerle yüce heyeti
saygıyla selamlar, inşallah 1’inci maddede vereceğimiz önerge tarafınızdan
destek bulur diyor, hepinize katkılarınız nedeniyle teşekkür ediyorum. (MHP
sıralarından alkışlar) BAŞKAN – Teşekkür ediyoruz
Sayın Asil. Demokratik Toplum Partisi
Grubu adına Siirt Milletvekili Osman Özçelik. Buyurunuz Sayın Özçelik. (DTP sıralarından alkışlar) DTP GRUBU ADINA OSMAN ÖZÇELİK
(Siirt) – Sayın Başkan, sayın üyeler; Yükseköğretim Kurumları Teşkilatı
Kanununda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Tasarıları üzerine Demokratik
Toplum Partisinin görüşlerini sunmak üzere söz aldım. Genel Kurulu saygıyla
selamlıyorum. Görüşeceğimiz kanun
tasarıları yükseköğretim ve vakıf üniversiteleriyle ilgisi nedeniyle bu
konulara ilişkin bir genel değerlendirme gereksinimi doğmaktadır. “Her ile bir
üniversite” popülist yaklaşımıyla AKP İktidarı peş
peşe üniversite kurulması kararlarını Meclise getirmekte ve üniversite
kuruluşları yasalaşmaktadır. Böylece AKP milletvekillerinin seçmen karşısına
“İlimizde üniversite açılmasını sağladık.” gibi, bir iş yapmış olmanın
güveniyle çıkmaları sağlanmış oluyor. Açılması kararlaştırılan üniversitelerden
birçoğunun henüz üniversitenin kurulacağı bir arazisi, arazisi temin edilmiş
ama henüz binaların ihalesi yapılmamış, binaları tamamlanmış ama akademik
kadrosu tamamlanmamış bu üniversiteler kâğıt üstünde kurulan üniversitelerden
öteye gitmiyor ne yazık ki. Her yıl üniversite kapılarına
1,5 milyon genç yığılıyor ve ancak bunların üçte 1’ine üniversiteye girme
olanağı sağlayabiliyoruz. Her yıl 1 milyonu aşkın genç, mesleksizler ve
işsizler ordusuna katılıyor. Ortaöğretimdeki eğitim programları üniversite
eğitimi almak üzere kurulu ve üniversitelerde bunların tümüne yetecek yer yok.
Üniversiteye girebilme olanağını elde etmiş olanlara iyi bir eğitim imkânı
sağlanabiliyor mu peki? Buna da “Evet.” demenin çok güç olduğunu sanıyorum.
Çoğu üniversite eğitim sürecini derme çatma binalarda, yetersiz öğretim
elemanıyla sürdürüyor. Az sayıda yeterli olanağa sahip üniversitelerden mezun
olanların tamamı aldıkları eğitime uygun bir iş bulabiliyorlar mı peki? Buna da
“Evet.” demek mümkün değil. On binlerce üniversite mezunu boşta, işsiz veya
aldıkları eğitimden farklı iş kollarında çalışmak zorunda kalıyor. KPSS
hazırlık kurslarında, sınav kapılarında rencide ediliyor. Bu,
sözde şanslı üniversite mezunları. Üniversitelerimizin akademik
yeterlilik ve yaratıcılık, eğitim-öğretim etkinliği, üniversite-toplum diyaloğu ve etkinliği bakımından çağdaş üniversiteler
düzeyinde olmadığı herkesçe kabul edilen bir olgu. Dünyanın gelişmiş, başarılı
beş yüz üniversitesi
arasında bir tek Türk üniversitesinin olmaması bize bir şeyler ifade ediyor
sanıyorum. Bunda tarihsel ve toplumsal koşullar ve buna bağlı sosyoekonomik
gelişmişlik düzeyinin ve bir bütün olarak sistemin payına ek olarak
üniversitelerin yapısal, akademik ve demokratik yapılanmasının ve bu
yapılanmanın yarattığı olumsuz koşulların payı büyüktür. Bilim ve sanat özgür
ortamlarda üretilir, gelişir. Üniversitelerde bilimsel özgürlük ve yönetsel
özerkliğin önünde kışla anlayışı ve bu anlayışın kurumlaşmış ifadesi olan
YÖK’ün bulunduğu artık görülmeli ve üniversiteler hızla bu cendereden
kurtarılmalıdır. Bu koşulların, üniversitelerde bilimsel araştırmaların
yapılması ve araştırma sonuçlarının üretime, toplumsal yaşamın gelişmesine,
yaratıcı eğitim ve öğretimle nitelikli öğrenci yetiştirilmesine el vermediği
açıktır. Bu ortamda, eğitim ve öğretim arasındaki fonksiyonel ilişkinin hayata
geçirilerek teknolojik gelişmenin iç dinamiklerinin sağlanması ve bunun da
ülkenin refahı ve kalkınmasına etkin bir biçimde yansıtılması da beklenemez. YÖK ile üniversitelerde baskı
ve korku kültürü üretilmekte, üniversiteler özgür düşünce, özgür bilim üretmeye
kapılarını kapamıştır. Özgür düşünceli bilim adamları ya üniversiteleri terk
etmek zorunda kalmakta veya geçim kaygısıyla sessiz kalarak sistemin bir
parçası hâline gelmektedirler. Üniversite rektörleri, YÖK
düzeniyle otoriter yetkilerle donatılmıştır. Birçok rektör, personel ve
öğrencileri üzerinde baskıcı ve otoriter devlet anlayışının denetim işlevini
yerine getirmektedirler. Üniversiteler devletin resmî ideolojisi ve pazar
tercihlerine göre değil, evrensel üniversite ölçütlerine göre yapılandırılmalı,
üniversiter yapıya uygun, yönetsel özerklik ve
bilimsel özgürlük ortamı oluşturulmalı. Üniversitelerin asli görevi olan
araştırma ve geliştirmeye yeterli kaynak ayrılmalı, bilimsel araştırmalara
değer verilmeli, teşvik edilmelidir. Bilim insanları resmî
ideoloji ve iktidarlara yakınlık ve uzaklıklarına göre değil, bilgi üretenlerle
bilgiyi kopya edenler şeklinde bir değerlendirmeye tabi tutulmalıdır. AKP İktidarı “özelleştirme”
adı altında ülke kaynaklarını tüketiyor. Yandaşlara yeni rant
kapıları açıyor. Serbest piyasa ekonomisini en etkin biçimde uygulayan
ülkelerde bile eğitim ve sağlık alanlarındaki özelleştirmelerde büyük itina
gösteriliyor, sıkı denetim mekanizmaları oluşturuluyor. Kanun tasarısının genel
gerekçesinde “Yükseköğretim eğitimin pahalı bir kademesidir. Yükseköğretim
maliyetinin tamamına yakın bölümünün devletçe karşılanması anlayışı büyük
boyutlarda maddi kaynak gerektirmektedir. Anayasa’mız, özel girişimcilerin
üniversite kurmalarına izin vermezken kazanç amacına yönelik olmamak koşuluyla
vakıfların üniversite kurmalarına imkân sağlamaktadır.” denmektedir. Ülkemizde
130 üniversite bulunduğu, bunlardan 94’ünün devlet, 36’sının vakıf
üniversiteleri olduğu belirtilmektedir. Yani her üç devlet
üniversitesine karşılık bir vakıf üniversitesi. Öğrenci sayılarının da
bu oranda veya buna yakın oranda olması beklenmez mi? Yok öyle değil.
Üniversitelerde öğrenim gören öğrencilerin yaklaşık yüzde 94’ünün devlet, yüzde
6’sının vakıf üniversitelerinde öğrenim gördüğü anlaşılıyor. Anayasa, özel
üniversitelerin kurulmasına olanak sağlamazken, kâr amacı gütmemek koşuluyla
vakıf üniversitelerine kapıyı açık bıraktığından özel sektör hızla bu alana
girmiş; AKP İktidarıyla bu hız büyük bir ivme kazanmıştır. Bu ülkede ne kadar
çok hayırsever iş adamı varmış, şaşıyor insan. Gerçek bir üniversite
kuruluşunun tamamlanması 50 milyon dolardan başlıyor. Sabancı Üniversitesinin
500 milyon dolar harcadığı ifade ediliyor. Bunca paranın ülke eğitimine hizmet
amaçlı yatırıldığını ve her yıl bütçe açığı verecek üniversitenin giderlerini
cepten karşılamak üzere sıraya giriyor âdeta iş adamlarımız. Buna nasıl
inanacağız? Bu, basbayağı çok avantajlı bir özel sektör alanı ve AKP İktidarı
bunun teşvikçisi. Türkiye’de kurulan vakıf üniversitelerinden ancak üç veya beş
tanesinde üniversite giderlerinin yüzde 20-30 kadarı öğrenci gelirlerinden sağlanırken,
geriye kalan bölüm vakfın diğer gelirlerinden karşılanıyor. Geriye kalan vakıf
üniversitelerinin çoğu, öğrencilerden elde ettikleri gelirin yarısından daha az
bölümünü öğrencinin eğitimi için harcıyor. Vakıf gelirleri
vergiden muaf. Devlet değerli arazi tahsis ediyor, devlet yardım ediyor,
her öğrenciden yıllık 20-25 bin dolar alınıp yarısı bile harcanmıyor. Bir
öğretim üyesi bu kazançlı iş için şöyle diyor: “Kur derme çatma bir üniversite,
topla öğrenciden parayı. O paranın karşılığı eğitim vermek yerine al o parayı,
yeni binalar yap. Sonra da gayrimenkul zengini ol. İşte
formül bu.” Birkaçı dışında, vakıf
üniversiteleri kâr amaçlı çalıştığından araştırma-geliştirme çalışmalarına
kaynak ayırmıyor. Sınıflar devlet üniversitelerinden daha kalabalık. Devlet
üniversitelerinde sınıf başına ortalama 28 öğrenci düşerken, çoğu vakıf
üniversitesinde bir sınıfa düşen öğrenci sayısı 36, ortalama bu. Daha az
öğretim üyesi çalıştırmak amacıyla, daha az ödeme yapmak amacıyla öğretim
üyelerinin ders yoğunluğu artırılıyor ve öğretim üyeleri bu ders yoğunluğu
altında eğitim faaliyetlerini ve araştırma faaliyetlerini yeterince
geliştirmeye fırsat bulamıyor. Öğrenci kaçmasın diye, bilgi donanımı yetersiz
de olsa öğrencilere sınıf geçirtiliyor, mezun ediliyor. Tabii bunu hepsi için
söylemiyoruz, yer yer bu tür gelişmelere, olaylara
tanık olduğumuzu ifade etmek açısından söylüyorum. Yasalara göre vakıf
üniversiteleri kâr amacı güdemeyeceklerinden ve aslında bunlar kâr amaçlı
kurulduğundan, çoğu, yasaya karşı hile yoluna gidiyor ve kâr amaçlarını
gerçekleştiriyor, yasaya karşı hile yapma yoluna sapmak zorunda kalıyorlar. Yeni öğretim üyeleri
yetiştirmek yüklü bir ek maliyet getirdiğinden öğretim elemanı yetiştirme
konusunda herhangi bir çabaları yok, yasal bir zorunluluk da yok. Aksine,
devlet üniversitelerinde yetişmiş öğretim üyelerini bu vakıf üniversiteleri,
özel üniversiteler bünyelerine alarak devlet üniversitelerinde kadro açıklarına
neden oluyorlar. Bu nedenle vakıf üniversitelerinde öğretim üyesi yetiştirme zorunluluğu
mutlaka getirilmelidir, bu koşul mutlaka zorunlu hâle getirilmelidir ve vakıf
üniversitelerinin de eğitim-öğretim elemanı, üyesi yetiştirme zorunluluğu
getirilmelidir. Dünyada da benzer
üniversiteler, vakıf üniversiteleri var. Bunların en gelişmişi Harvard. Harvard
Üniversitesinin gerçekten bir vakıf gibi çalıştığını görüyoruz. Yani kâr
amaçlı; öğrenci gelirlerinden, öğrencilerin verdiği yıllık gelirlerden değil,
üniversitenin vakfının gelirlerinden bu eğitim-öğretim faaliyetleri sağlanıyor.
Harvard Üniversitesinde öğrencilerden alınan ücretler üniversitenin
harcamalarının ancak yüzde 10’una tekabül ediyor, geriye kalan kısım -Harvard
Üniversitesi tabii çok önemli, çok büyük bir örnek- 30 milyar doları bulan ana
varlık fonundan karşılanıyor. Ayrıca özel üniversite olmasına rağmen araştırma
ve geliştirme faaliyetlerine büyük önem veriyor, proje üretiyor ve özel
sektörle birlikte yürütülen bu ortak projelerden gelir sağlıyor, üretime
katılıyor ve öğrenci harcamalarını yine buradan… Ayrıca bağış da alıyor. Yani
devlete yük olmadığı gibi, üniversitenin büyüklüğüne oranla, öğrencilerin de
küçük ücretlerle iyi yetişmesini sağlayabiliyorlar. Arzumuz, eğer gerçekten
vakıf üniversiteleri kurulacaksa bu anlayışla kurulmaları ve çalışmalarını buna
benzer yönde geliştirmeleridir. Bir ölçüye bakacak olursak,
Harvard Üniversitesinin sadece kütüphanesinde 15 milyon kitap var. Üniversite
dediğin böyle olmalı. Üniversite bilim üretiyor, teknoloji üretiyor ve bunu
kamunun hizmetine veriyor. Yasa tasarısı, Türkiye’nin
saygın vakıf üniversitelerinden TOBB Ekonomi ve Teknoloji Üniversitesine bağlı
eğitim bilimleri enstitülerinin ve fen lisesi statüsünde eğitim verecek olan
ilk ve ortaöğretim kurumlarının kuruluşuna ilişkindir. TOBB Ekonomi ve
Teknoloji Üniversitesi öğrencilerinin yüzde 51’ini ücretsiz ve burslu okutan,
kuruluşundan günümüze hızlı gelişme sağlayan, seçkin öğrencilerine çağdaş
anlamda eğitim olanağı sağlayan gerçek bir vakıf üniversitesi görünümünde ve bu
yolda umut veren bir üniversitedir. Kurmayı tasarladığı eğitim bilimleri
enstitüleriyle ilk ve ortaöğretim kurumlarında da aynı başarıyı göstermesi
dileğimizdir. Kurulması öngörülen okullarda okuyacak öğrencilerin en az yüzde
70’inin burslu okutulmasını önemsiyoruz. Yine TOBB’un
kalkınmada öncelikli yörelere yönelik yeni okullar açacağı tasarıda ifade
ediliyor. Gerçi kalkınmada öncelikli yöreler konusu bu Mecliste çok tartışıldı,
senelerdir kalkınmada öncelikli yörelere ayrıcalıklar tanınacağı söylenmekte
ama bu yöreler bir türlü kalkınmamakta. Umarız TOBB’la
ilgili aynı hayal kırıklığına uğramayız ve gerçekten, kalkınmada öncelikli
yörelere bu eğitim faaliyetlerini taşımasını istiyoruz. Söz
konusu okulların kampüslerinde eğitim ve araştırma
birimleri ile sağlık merkezi, lojmanlar ve misafirhaneler gibi her türlü
tesisin kurulması ve işletilmesiyle ilgili ücretler dâhil her türlü giderler
ile okullarda burslu okuyacak öğrencilere sağlanacak bursların, çalışanlara ait
gelir vergisi tutarlarının yatırılacağı özel bir hesaptan ve diğer
gelirlerinden karşılanması konusu tabii ki alışılmışın dışında bir uygulama
olmakta ve genel bütçe gelirlerine bu gelirlerin yansımaması gibi bir
olumsuzluk taşımakla birlikte, bu kalem gelirlerin eğitim harcamalarında
kullanıldığını biliyor olmanın olumsuzluğu bir ölçüde izale ettiğini
düşünüyoruz. Sayın milletvekilleri,
İstanbul Üniversitesi ile Dicle Üniversitesinde Kürt dili ve edebiyatı
bölümlerinin açılabilmesi için verdiğimiz yasa tasarısının, üniversiteler ve
akademisyenlerin çoğundan olumlu tepkiler almış olmasından duyduğumuz
memnuniyeti ifade etmek istiyorum. On binlerce insan sokaklarda demokratik
biçimde “Ana dilimde eğitim istiyorum.” talebinde bulunuyor ve her gün
sokaklarda on binlerce insan bu taleplerini dile getiriyor. Bu talebe de aynı
olumlu yaklaşımın gelişeceğine inanıyor, bu talebin karşılanması için
hazırlıkların derhal başlatılmasını diliyor ve bekliyoruz. TOBB Ekonomi ve Teknoloji
Üniversitesinin yeni projesiyle yeni kurulacak olan Zirve Üniversitesi ve Yeni
Yüzyıl Üniversitesinin hayırlı olmasını diliyorum. Saygılar sunuyorum. (DTP
sıralarından alkışlar) BAŞKAN - Teşekkür ediyoruz Sayın Özçelik. Sayın milletvekilleri, on beş
dakika ara veriyorum. Kapanma Saati: 18.07 ÜÇÜNCÜ OTURUM Açılma Saati: 18.28 BAŞKAN: Başkan Vekili Şükran Güldal MUMCU KÂTİP ÜYELER: Harun TÜFEKCİ (Konya), Fatma SALMAN KOTAN (Ağrı) BAŞKAN – Sayın
milletvekilleri, Türkiye Büyük Millet Meclisinin 54’üncü Birleşiminin Üçüncü
Oturumunu açıyorum. 307 sıra sayılı Kanun
Tasarısı’nın görüşmelerine kaldığımız yerden devam edeceğiz. Komisyon? Yok. Ertelenmiştir. Gündemin 6’ncı sırasında yer
alan Erişme Kontrollu Karayolları Kanunu ile Bazı
Kanunlarda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Tasarısı ile Bayındırlık, İmar,
Ulaştırma ve Turizm Komisyonu Raporu’nun görüşmelerine başlıyoruz. 6.- Erişme Kontrollu Karayolları Kanunu ile
Bazı Kanunlarda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Tasarısı ile Bayındırlık,
İmar, Ulaştırma ve Turizm Komisyonu Raporu (1/569) (S. Sayısı: 239) BAŞKAN – Komisyon? Yok. Ertelenmiştir. Gündemin 7’nci sırasında yer
alan İstanbul Milletvekili Mehmet Domaç ile Antalya
Milletvekili Hüsnü Çöllü ve 38 Milletvekilinin; Denizcilik Müsteşarlığının
Kuruluş ve Görevleri Hakkında Kanun Hükmünde Kararnamede ve Bazı Kanunlarda
Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Teklifleri ile Plan ve Bütçe Komisyonu
Raporu’nun görüşmelerine başlıyoruz. 7.- İstanbul Milletvekili Mehmet Domaç ile
Antalya Milletvekili Hüsnü Çöllü ve 38 Milletvekilinin; Denizcilik
Müsteşarlığının Kuruluş ve Görevleri Hakkında Kanun Hükmünde Kararnamede ve
Bazı Kanunlarda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Teklifleri ile Plan ve Bütçe
Komisyonu Raporu (2/266, 2/268) (S. Sayısı: 257) BAŞKAN – Komisyon? Yok. Ertelenmiştir. Şimdi, 8’inci sırada yer alan
İstanbul Milletvekili Hasan Kemal Yardımcı ve 5 Milletvekilinin; Askerlik
Kanunu ile Bazı Kanunlarda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Teklifi ile
Gülhane Askeri Tıp Akademisi Kanununun Bazı Maddelerinde Değişiklik Yapılmasına
Dair Kanun Tasarısı ve Millî Savunma Komisyonu Raporu’nun görüşmelerine
başlıyoruz. 8.- İstanbul Milletvekili Hasan Kemal Yardımcı ve 5 Milletvekilinin;
Askerlik Kanunu ile Bazı Kanunlarda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Teklifi
ile Gülhane Askeri Tıp Akademisi Kanununun Bazı Maddelerinde Değişiklik
Yapılmasına Dair Kanun Tasarısı ve Millî Savunma Komisyonu Raporu (2/365,
1/454) (S. Sayısı: 322) (x) BAŞKAN – Komisyon? Yerinde. Hükûmet?
Yerinde. (x) 322 S.
Sayılı Basmayazı tutanağa eklidir. Komisyon raporu 322 sıra
sayısıyla bastırılıp dağıtılmıştır. Sayın milletvekilleri, alınan
karar gereğince, bu tasarı İç Tüzük’ün 91’inci maddesi kapsamında
görüşülecektir. Bu nedenle tasarı, tümü üzerindeki görüşmeler tamamlanıp
maddelerine geçilmesi kabul edildikten sonra bölümler hâlinde görüşülecek ve
bölümlerde yer alan maddeler ayrı ayrı oylanacaktır. Tasarının tümü üzerinde
Milliyetçi Hareket Partisi Grubu adına, Bursa Milletvekili Sayın Homriş. Buyurun efendim. (MHP
sıralarından alkışlar) MHP GRUBU ADINA H. HAMİT
HOMRİŞ (Bursa) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; 322 sıra sayılı,
Askerlik Kanunu ile Bazı Kanunlarda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Tasarısı
hakkında Milliyetçi Hareket Partisi Grubu adına söz almış bulunuyorum. Yüce
heyetinizi saygıyla selamlıyorum. Otuz sekiz maddeden ibaret
tasarıda değişik konularda eksiklik veya uygulamadan ortaya çıkan aksaklıklar
esas alınarak, bunlara yasal düzeltme, düzenleme ve kolaylaştırıcı değişiklik
ve ilaveler getirilmiştir. Millî Savunma Komisyonunda gerek genel redaksiyon
bağlamında gerekse konunun özüyle ilgili çalışmalar yapılmış ve tasarı bu
çalışmalardan sonra huzurunuza getirilmiştir. 2’nci madde askerdeyken
hayatını kaybeden yükümlülerle ilgilidir. Bunlardan terörle mücadele kapsamı
dışında olup da askerlik hizmeti sırasında herhangi bir diğer nedenle hayatını
kaybeden, malul kalan, akıbeti meçhul veya gaip durumunda olanların erkek
kardeşlerinden herhangi birinin askerlik yapmaması gibi bir esneklik
getirilmektedir. Zira, daha önce, kendisinden sonra
gelen kardeşin askerlik yapmak istemesi veya örneğin askerlik hizmeti
yapamayacak şekilde sakat olması durumunda bir hakkın zayisi söz konusuydu. Bu
tip bir aksaklığa, hak zayisine mâni olunmuştur. En önemli değişiklik ise
terörle mücadele kapsamında şehit düşen yükümlülerin erkek çocukları ve aynı
ana babadan olma tüm kardeşleri askerlikten muaf tutulmaktadır. Yasa
tasarısının ilk hâlinde sadece kardeşler söz konusu iken Millî Savunma
Komisyonunda tüm üyelerin ortak teklifiyle şehit çocukları da bu haktan
istifade edeceklerdir. Bu imkânı getiren Millî Savunma Komisyonu üyelerine
şehit aileleri adına teşekkürü borç biliyorum. 3’üncü maddeden itibaren
16’ncı madde dâhil, tasarıya getirilen düzenlemelerle, asker alma hizmetiyle
ilgili tebligatlar, askerlik meclislerinin oluşturulması, son yoklama ve sevk
işlemlerinde günümüz teknolojik imkânlarından yararlanılması dâhil, bu
konuların daha basit, pratik, gereksiz yazışma ve tebligatlardan sarfınazar
edilmesi gibi çözümler getirilmiştir. 17’nci madde, ülke
menfaatlerimize uygun olmayan, gerek ulusal bütünlüğümüzü ilgilendiren gerekse
uluslararası istismara konu olabilecek haritaların üretimi ve kullanımına kural
ve kısıtlamalar getirilmiştir. Bu tip haritaların özellikle yurt dışında
maksatlı olarak üretilip bir şekilde ülkemizde de iktibas edilerek yer
almasının yarattığı rahatsızlık malumunuzdur. Her türlü harita, atlas, küre ve
benzeri dokümanlarda kamu kurum ve kuruluşlarından bunları üretme görevi
olanlar kendi sorumluluklarını taşırken bunların dışındakiler Harita Genel
Müdürlüğünden uygunluk onayı alacaklardır. Bu onayı almadan basan, dağıtan ve
yayımlayanlar için ise cezai hüküm getirilmektedir. Konu buraya gelmişken,
Cumhurbaşkanlığı sitesinde Harita Genel Komutanlığının haritaları elektronik ortamda
mevcut iken Google’dan harita indirme konusundaki
garabeti de anlayamadığımızı ifade etmek istiyorum. 18’inci madde ile yedek
subayların barış ve seferde terfi işlemleri muvazzaf subaylarınkiyle aynı
esaslara bağlanmaktadır. 19’uncu maddeden itibaren
26’ncı madde dâhil, yapılan düzenlemelerle astsubayların rütbe, rütbe bekleme
süreleri, subaylığa geçiş sürecinin daha erken yıllara alınması, üstün başarı
kıdeminden yararlanma rütbeleri ile oranları ve astsubaylarımızın değişik
rütbelerindeki aylık gösterge tablosu yer almaktadır. Şimdi, astsubaylarımızın
sorunlarını bir bütün hâlinde burada tekrarlamak istiyorum. Astsubaylarımız
Türk Silahlı Kuvvetlerinin çok önemli bir bölümünü oluşturmakta olup maalesef
son yıllarda ekonomik sorunlarla baş başadırlar. En
son 14 Ocak 2004 tarihinde Türk Silahlı Kuvvetleri personelinin mali durumunun
iyileştirilmesi teklifleri konusunda yapılan bir incelemede, astsubaylarımızın
emekli oldukları zaman maaşlarının yüzde 45 oranında azaldığı açık olarak ifade
edilmiştir. Astsubaylarımız çok önemli bir kitle. Sadece bunların Emekli
Astsubaylar Derneğine bağlı 96.500 emekli var. Bunların muvazzaflarıyla aile
fertlerini dâhil ettiğimiz zaman yarım milyonluk bir kitleden bahsediyoruz.
Maalesef emekli olduğu zaman yüzde 45 oranında gelirleri azalan, yüzde 50’si ek
iş, yüzde 20’si ise işportacılık bile yaparak geçinmeye çalışan bir kitleden
bahsediyoruz. Bu vefakâr, fedakâr astsubaylar şu anda muvazzafıyla fakirlik
sınırı altında, emeklisi ile fakirlik sınırıyla açlık sınırı arasında gidip
gelmektedirler. Bilindiği gibi astsubayların
eğitim düzeyleri 4752 sayılı Kanun’la ön lisans seviyesine çıkartılmış, buna
paralel 4861 sayılı Kanun’la da özlük hakları yeniden düzenlenmiştir. Yeni
memuriyete girecekler için olumlu karşılanan bu durum, görevdeki astsubay ve emeklileri
mağdur etmektedir. Astsubaylar daha önce 10’uncu derecenin 1’inci kademesinde
hizmete başlamış kabul edilirken 4861 sayılı Kanun’la getirilen yenilikle
9’uncu derecenin 1’inci kademesinden göreve başlatıldığından Kanun’dan önce
görevde bulunan ve emekli olan astsubaylar bu Kanun’dan yararlanamamakta ve
mağdur olmaktadırlar. Devlet memurları kanunlarında her yapılan
iyileştirmelerin sonucunda, geçmişte görev yapanlar nazara alınmak suretiyle
memurlar ve emeklileri arasında adalet sağlanmışken maalesef astsubaylarımız
için bu konu yürürlükte değildir. Muvazzafıyla emeklisi arasında ayrı statüler
uygulanmaktadır. Bu, her şeyden önce eşitliğe aykırıdır. Bir başka husus: 631 sayılı
Kanun Hükmünde Kararname ile beş yıldan fazla hizmeti olan memurlara görev
tazminatı verilmesi öngörülmüş olmasına rağmen, görev tazminatı sadece ve
sadece makam ve unvanı olan memurlara verilmiştir. Diğer bir konu, kendi nam ve
hesabına yüksekokulu bitiren astsubaylarımızın intibakları, 926 sayılı Türk
Silahlı Kuvvetleri Personel Kanunu’nun 137’nci maddesi gereğince 657 sayılı
Kanun’un genel idare hizmetleri sınıfında aynı yükseköğrenimi bitirenler için
tespit edilen derece ve kademelerden hizmete başlamış olarak yapılmaktadır.
Maalesef, yüksekokulu bitiren astsubay ise 926 sayılı Personel Kanunu’nun
ilgili cetveli gereği ancak 1’inci derecenin 3’üncü kademesine kadar
yükselebilmektedirler. Biraz önce arz ettim, 1’inci derecenin 4’üncü kademesini
alamayan eğitimli insan topluluğu yalnız astsubaylarımız olarak kalmıştır. 27’nci maddede, askerî yasak
bölgeler ve güvenlik bölgeleri tesisinde Sahil Güvenlik Komutanlığı da teklif
makamı hâline gelmektedir. 28, 29, 30 ve 31’inci
maddeler, Gülhane Askerî Tıp Akademisindeki bazı yeni düzenlemeleri
kapsamaktadır. 32 ve 33’üncü maddeler, Türk
Silahlı Kuvvetleri ihtiyaç fazlası mal ve hizmetlerin satış, devir, hibe ve
elden çıkartılmasını kolaylaştırmaktadır. Diğer bir konu, 3466 sayılı
Yasa’ya tabi jandarma uzmanlarımızdır. Bu arkadaşlarımızın da sıkıntıları
vardır. Bu arkadaşlarımızın sıkıntılarından bir tanesi, lise ve dengi okul
mezunu erkeklerden ibaresi olan görevde veya yeni mezun olan uzman jandarmalar
okul tabanına göre 10’uncu derecenin 1’inci kademesinde göreve başlamaları
gerekirken bunlar, ortaokul mezunu sıfatıyla 11’inci derecenin 1’inci
kademesinden göreve başlamaktadırlar. Tabiri caizse, on tane üniversite de
bitirseler, 11/1’den göreve başlamaktadırlar. Bu ciddi bir sıkıntı
yaratmaktadır. Diğer bir konu, uzman
jandarmaların okulda geçen bir yıllık süreleri emekli keseneğine tabi
tutulmayıp bu sürede maddi hak kaybına uğramaktadırlar. Hâlbuki astsubay
okullarında ve harp okullarında eğitimdeki geçen süre emekliliğe tabidir. Bu
konuda da bir mağduriyet söz konusudur ve tabii ki eşitsizlik de söz konusudur.
Gene jandarma uzmanlarımız
devriye komutanı, asayiş tim komutanı gibi kadrolu komuta görevlerinde görev
yaptıkları hâlde temsil tazminatını alamamaktadırlar. Bu da ciddi bir sıkıntı
ve eşitsizlik yaratmaktadır. Aynı şekilde sosyal haklar ve lojman dağıtımında
da bu uzman arkadaşlarımız asgari yirmi beş yıldır silahlı kuvvetlerde hizmet
yapmaları, Güneydoğu’da çok önemli görevlerde bulunmalarına rağmen bu lojman
hakkından istifade edememektedirler. 34’üncü madde uzman
jandarmalarla ilgilidir. Genelkurmay Başkanlığımızın açıklamalarında uzman
jandarma ve uzman erbaşlarla ilgili düzeltici, düzenleyici çalışmalar yapıldığı
belirtilmiştir. Sayın milletvekilleri,
konunun bütünü hakkında görüşlerimizi dile getirdim. Bazı maddelerde
vereceğimiz değişiklik önergeleri saklı kalmak üzere tasarıya olumlu oy
kullanacağımızı belirtir, yüce Meclisi saygıyla selamlarım efendim. (MHP
sıralarından alkışlar) BAŞKAN – Teşekkür ediyoruz
Sayın Homriş. Adalet ve Kalkınma Partisi
Grubu adına Siirt Milletvekili Mehmet Yılmaz Helvacıoğlu.
Buyurunuz efendim. (AK PARTİ
sıralarından alkışlar) AK PARTİ GRUBU ADINA M.
YILMAZ HELVACIOĞLU (Siirt) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; 322 sıra
sayısıyla basılan Askerlik Kanunu ile Bazı Kanunlarda Değişiklik Yapılmasına
Dair Kanun Teklifi’nin tümü üzerinde Adalet ve Kalkınma Partisi Grubu adına söz
almış bulunmaktayım. Bu nedenle hepinize saygılar sunuyorum. Değerli milletvekilleri,
huzurlarınıza getirilen kanun teklifi, Türk Silahlı Kuvvetlerimizin yasa
değişikliği gerektiren bir kısım ihtiyaçlarının giderilmesine yöneliktir.
Askerlik Kanunu açısından teklif ile getirilen en önemli husus, askerlik
hizmeti sırasında hayatını kaybeden vatan evlatlarının kardeşlerinin askerlik
hizmetinden muaf tutulmasına yönelik düzenlemedir. Bu hususun düzenlendiği 1111
sayılı Kanun’un 10’uncu maddesinin 9’uncu bendinde yer alan “ondan sonra gelen
ilk oğlu” ibaresinin açık olmaması, bu ibarenin ölen veya malul kalan
askerlerimizin yaş olarak ilk kardeşini mi yoksa askerlik sırası gelen ilk
kardeşini mi ifade ettiği uygulamada tereddütlere neden olmaktadır. Mevcut
hüküm, askerlik hizmeti esnasında ölmüş, malul kalmış, akıbeti meçhul kalmış, hakkında
gaiplik kararı alınmış askerlerimizin askerlik hizmetine başlamış kardeşlerine
de terhis imkânı tanımaktadır. Ayrıca mevcut kanunda terör şehitlerimizin
kardeşleri konusunda ayrıca bir hüküm bulunmamaktadır. Teklif ile anne ve babanın
müşterek olarak talep ettiği kardeşlerden birisinin istekli olmadıkça silah altına alınmaması, alındı ise terhis edilmesi esası
benimsenmiştir. Anne ve babanın anlaşamaması veya her ikisinin de ölmüş olması
durumunda ise öncelikle istekli olması hâlinde silah altında
olan kardeş terhis edilecek. Bu kardeşin istekli olmaması veya silah altında kardeş bulunmaması durumunda ise askerlik
hizmet sırası gelen ilk kardeş istekli olmadıkça silah altına alınmayacaktır. Yeni getirilen düzenlemeyle
askerlik hizmetini yerine getirmekteyken 3713 sayılı Terörle Mücadele Kanunu
kapsamında şehit olan yükümlülerin aynı anne ve babadan olan kardeşlerinin
tamamının istekli olmadıkça silah altına alınmaması,
alınmış iseler istekleri hâlinde terhis edilmeleri esası benimsenmiştir. Millî Savunma Komisyonumuzca
yapılan düzenlemeyle Terörle Mücadele Kanunu kapsamında şehit olan yükümlülerin
kardeşlerinin yanı sıra çocuklarının da bu kapsama alınması esası
benimsenmiştir. Böylece kutsal vatan hizmetlerini yerine getirmekteyken
hayatlarını kaybeden terörle mücadele şehitlerimizin arkalarında bıraktıkları
çocuklarının istekleri hâlinde askerlikten muaf tutulması Komisyonumuzca kabul
edilmiştir. Sayın Başkan, değerli
milletvekilleri; teklif ile getirilen diğer önemli düzenlemeleri kısaca
anlatmak istiyorum: Türk vatandaşlığından
çıkarıldıktan sonra yeniden Türk vatandaşlığını kazananların askerlik hizmet
yükümlülüklerinin düzenlenmesi, Yedeklik yoklaması yaş
sınırının ihtiyaç hâlinde Millî Savunma Bakanlığınca on yıla kadar -41 yaşından
30 yaşına- indirilebilmesi, Sevke tabi yükümlüler er ve
erbaşların yedek subaylarda olduğu gibi celp duyurularının Türkiye Radyo ve
Televizyon Kurumu aracılığıyla yapılması, Astsubayların rütbe bekleme
süresinin 24 yıldan 30 yıla çıkarılması ve bu sayede Türk Silahlı Kuvvetlerinde
daha uzun süre görev yapmalarına imkân tanınması, Astsubaylara mesleklerinin
ilk yılları olan beş ila yedinci yıllarında subaylığa geçiş imkânının
getirilmesi, Askerlik meclislerinin
kuruluşunun basitleştirilmesi, meclisin daha az üye ile toplanması ve daha
işlevsel hâle gelmesinin sağlanması, Yoklama kaçağı veya bakaya
durumundaki yükümlülerin takipleri ile gerektiğinde yakalanarak askerlik
şubelerine teslimleri konusundaki usul ve esasların yeniden düzenlenmesi, 1076 sayılı Kanun’da yapılan
değişiklik ile yedek subayların terfilerinde silah altında
geçen hizmet sürelerinin dikkate alınması ve bunlar hakkında da 926 sayılı
Kanun hükümlerinin uygulanması esasının getirilmesi, Görev sırasında yaralanan
uzman jandarmalara sicil şartı aranmaksızın terfi edebilme imkânının
verilebilmesi, Uzman jandarmaların kıdem
sıralarının belirlenmesine ilişkin esasların, subay ve astsubaylar hakkındaki
hükümler paralelinde yeniden düzenlenmesi, Gülhane Askeri Tıp Akademisi
Kanunu’nda yapılan değişiklikle Yüksek Bilim Konseyinin kuruluşunun yeniden
düzenlenmesi ve üye sayısının artırılması, Askerî fabrikalarda üretilen
ihtiyaç fazlası mal ve hizmetlerin satış ve kiralama yöntemiyle ekonomiye
kazandırılabilmesi için 3212 sayılı Kanun’da değişiklik yapılması, Çeşitli nedenlerle 4068
sayılı Kanun’da yer alan kılıç istihkakından yararlanamayanlar ile
mirasçılarına bu hakkın verilmesi, Ülke menfaatlerine uygun
olmayan ve uluslararası alanda istismar edilebilecek nitelikteki haritaların
üretim ve kullanımının önlenmesi amacıyla harita, atlas, küre ile harita ve
harita bilgisi içeren her türlü dokümanın Harita Genel Komutanlığından uygunluk
onayı alınmasının zorunlu hâle getirilmesidir. Değerli milletvekilleri, Türk
Silahlı Kuvvetleri personel sistemi ve askerlik yükümlülüğü konularında bazı
güncel ihtiyaçların giderilmesini amaçlayan teklifimize desteklerinizi bekler,
hepinize saygılar sunarım. (AK PARTİ sıralarından alkışlar) BAŞKAN – Teşekkür ediyoruz
Sayın Helvacıoğlu. Cumhuriyet
Halk Partisi Grubu adına Antalya Milletvekili Osman Kaptan. Buyurunuz Sayın Kaptan. (CHP
sıralarından alkışlar) CHP GRUBU ADINA OSMAN KAPTAN
(Antalya) – Teşekkür ederim Sayın Başkan. Sayın Başkan, değerli
milletvekili arkadaşlarım; 322 sıra sayılı, Askerlik Kanunu ile Bazı Kanunlarda
Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Teklifi ve Gülhane Askeri Tıp Akademisi
Kanununun Bazı Maddelerinde Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Tasarısı’nın tümü
üzerine Cumhuriyet Halk Partisi Grubu adına söz almış bulunuyorum. Hepinizi
saygıyla selamlarım. Sayın arkadaşlarım, esas
konuya geçmeden önce geçen hafta Antalya’da meydana gelen doğa felaketinden söz
etmek istiyorum. 28 Ocak akşamı Antalya’da meydana gelen şiddetli fırtına ve
dolu, özellikle Konyaaltı ilçemizde can ve mal
kaybına neden olmuştur. Saatte hızı 105 kilometreyi bulan fırtına ve
rüzgârların etkisiyle bir gencimiz hayatını kaybetmiş, ağaçlar köklerinden
sökülmüş, elektrikler kesilmiş, hayat felç olmuştur. Yine 22 ve 23 Ocak 2009
tarihlerinde Kaş, Demre ve Finike ilçelerimizde yaşanan şiddetli fırtına ve
rüzgâr ise bölgedeki sebze üretiminde ciddi hasarlar meydana getirmiştir. En
çok zarar Kaş’ın Yeşilköy beldesinde olmuştur. Yeşilköy’de zarar yüzde 30’lara
varmaktadır. Kaş’ın Ova, Kınık beldeleri ile Çavdır, Çayköy
köylerinde ve Demre’nin Beymelek beldesi İskele
Mahallesi’nde hasar büyüktür. Şiddetli fırtına, naylon seraları, cam seraları
çökertmiş, seraları ve ürünleri yerle bir ederek büyük zararlar vermiştir.
Zarar gören çiftçilerimiz ortakçıdır, icarcıdır ve bir kısmı da toprak
sahibidir. Bunların hemen hemen hepsi de bankalara
borçludur. Fethiye, Kaş, Kalkan, Demre bankalarından kredi almışlardır, eylül
ve ekim aylarında ekimlerini dikimlerini yapan çiftçilerimiz hasat sonunda
bankaya borçlarını ödeyemeyeceklerdir. Yaşanan felaketle seraları ve ürünleri
zarar gören çiftçilerimizin bankalara olan borçlarını ödeyebilmeleri için Hükûmetin gerekli önlemi alması gerekmektedir. Yine Elmalı Akçay’da üretici hemşehrilerimizin elması para etmiyor. Tarım krediye ve
bankalara olan borçlarını ödeyemiyorlar, sıkıntı içindedirler. Hükûmetin bu konularda gerekli tespit ve desteği yapmasını
bekler, bu felaketlerde hayatını kaybeden gencimize Allah’tan rahmet, ailesine
başsağlığı diler, Antalya ve ilçelerinde zarar gören tüm hemşehrilerimize
geçmiş olsun der, Allah’tan daha büyük felaketlerin olmamasını dileriz. Sayın milletvekilleri,
Cumhuriyet Halk Partisi olarak bizim de imza koyduğumuz teklifle Hükûmetin hazırlamış olduğu tasarı Millî Savunma
Komisyonumuzda birleştirilerek görüşülmüş ve 322 sıra sayılı Komisyon Raporu
olarak Genel Kurulumuza getirilmiştir. Anayasa’mızın 72’nci maddesi,
askerlik hizmetinin hem hak hem de ödev olan bir vatan hizmeti olduğunu ve bu
hizmetin nasıl yerine getirileceğinin kanunla düzenleneceğini hüküm altına
almıştır. Askerlik hizmetinin nasıl yerine getirileceği veya getirilmiş
sayılacağı ise 1927 yılından beri aynı anlayış içinde, zamanın ve şartların
gereklerine göre 1111 sayılı Askerlik Kanunu’yla düzenlenmektedir. Şimdi huzurunuza getirilen
Askerlik Kanunu ile Bazı Kanunlarda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Teklifi,
Türk Silahlı Kuvvetlerimizin bir kısım ihtiyaçlarını karşılamak amacıyla
hazırlanmıştır. Teklifteki en önemli
düzenleme, askerlik hizmetinden muafiyeti düzenleyen 1111 sayılı Kanun’un
10’uncu maddesindeki değişikliktir. Mevcut düzenleme, barışta veya savaşta
askerlik hizmetini yerine getirmekteyken ölmüş veya görev sırasında maluliyet
aylığı bağlanmasını gerektirecek biçimde malul olmuş yahut hakkında gaiplik
kararı alınmış askerden sonra gelen ilk erkek kardeşinin istekli olmadıkça silah altına alınmamasına yöneliktir. Bu düzenleme,
yükümlülerin askerlik hizmetine başladıktan sonra terhisleri mümkün olmadığı
gibi, madde metninde yer alan “ondan sonra gelen ilk oğul” ibaresinden hangi
kardeşinin anlaşılması gerektiği açık değildir. Teklif ile 1111 sayılı
Askerlik Kanunu’nun 10’uncu maddesinin 9’uncu bendi yeniden düzenlenerek, anne
ve babanın müşterek olarak talep ettiği kardeşlerden birisinin istekli olmadıkça
silah altına alınmaması, alındı ise terhis edilmesi
esası benimsenmiştir. Anne ve babanın anlaşamaması veya ikisinin de ölmüş
olması durumunda ise öncelikle istekli olması hâlinde silah
altında olan kardeş terhis edilerek, bu kardeşin istekli olmaması veya
silah altında kardeş bulunmaması durumunda ise askerlik hizmet sırası gelen ilk
kardeş istekli olmadıkça silah altına alınmayacaktır. Aynı maddede ikinci olarak
terörle mücadele sırasında şehit olan askerlerimizin kardeşlerinin askerlik
yükümlülüğü düzenlenmiştir. Mevcut düzenlemede buna ilişkin özel bir hüküm
bulunmamakta, istekte bulunulması hâlinde terör şehitlerimizin kardeşlerinden
birisi askerlik hizmetinden muaf tutulmaktaydı. Teklif ise askerlik hizmetini
yerine getirmekte iken 3713 sayılı Terörle Mücadele Kanunu kapsamında şehit
olan yükümlülerin, aynı anne babadan olan kardeşlerinin ve çocuklarının
tamamının istekli olmadıkça silah altına alınmaması,
alınmış iseler istekleri hâlinde terhis edilmeleri esasını getirmiştir. Teklifte düzenlenen diğer bir
konu askerliği er olarak yapacakları çağrı usulündedir. Şöyle ki: Askerlik
şubelerinde her yıl yaklaşık 600 bin yükümlü adına son yoklama çağrı tebligatı,
450 bin yükümlü adına da sevk için çağrı tebligatı çıkarılmaktadır. Yaklaşık bu
1 milyonluk tebligat hem idari hem mali külfet getirmektedir. Yeni düzenlemeyle
yedek subay adaylarında olduğu gibi sevke tabi yükümlü er ve erbaşların celp
duyurularının da TRT aracılığıyla yapılması öngörülmektedir. Sayın arkadaşlarım, özetle
getirilen diğer değişiklikler ise şöyledir: Türk vatandaşlığından
çıkarıldıktan sonra yeniden Türk vatandaşlığını kazananların askerlik hizmet
yükümlülüklerinin düzenlenmesi, Yedek yoklaması yaş sınırının
ihtiyaç hâlinde Millî Savunma Bakanlığınca 41 yaşından 30 yaşına kadar
indirilebilmesi, Astsubayların rütbe bekleme
sürelerinin 24 yıldan 30 yıla çıkarılması ve bu sayede Türk Silahlı
Kuvvetlerinde daha uzun süre görev yapmalarına imkân sağlanması, Astsubaylara mesleklerinin
ilk yılları olan beş ila yedinci senelerinde subaylığa geçiş imkânının
verilmesi, Askerlik meclislerinin
kurulmasına ilişkin düzenlemeler, Yoklama kaçağı ve bakaya
durumundaki yükümlülere ilişkin düzenlemeler, 1076 sayılı Kanun’da yapılan
değişiklikle yedek subayların terfilerinde silah altında
geçen sürelerin dikkate alınması, Görev sırasında yaralanan
uzman jandarmalara sicil şartı aranmaksınız terfi edebilme olanağının
sağlanması, Gülhane Askerî Tıp Akademisi
Kanunu’nda yapılan değişiklikle Yüksek Bilim Konseyinin kuruluşunun yeniden
düzenlenmesi, üye sayısının artırılması, Askerî fabrikalarda üretilen
ihtiyaç fazlası mal ve hizmetlerin satış ve kiralama yöntemiyle ekonomiye
kazandırılması için 3212 sayılı Kanun’da değişiklik yapılması, Kılıç hakkından
yararlanamayanlar ile mirasçılarına bu hakkın verilmesi hükmü getirilmektedir. Sayın milletvekilleri, yine
teklifle düzenlenen diğer önemli bir konu da ülke menfaatlerimize uygun
olmayan, gerçekle bağdaşmayan, uluslararası alanda istismar konusu
yapılabilecek nitelikteki haritalar, bilindiği gibi, bazı çevrelerce sık sık gündeme getirilmektedir, istismar edilmektedir.
Özellikle son yıllarda bu tür haritalar bazen BOP, bazen GOP, bazen Ermeni
konuları, bazen Kıbrıs gibi birçok konularda gündeme getirilmektedir. Bu konuda
özellikle son günlerde Cumhurbaşkanlığı makamının resmî web sitesinde
yayınlanan ve KKTC’yi yok sayan haritanın toplumumuzda ne kadar infial
yarattığı hepimizce bilinmektedir. Ülkemizin temel politikalarına uygun olmayan
bir haritanın Cumhurbaşkanlığı makamının resmî web sitesinde yayınlanması çok
şaşırtıcı ve inanılır gibi değildir. Yeni düzenlemeyle, ülke menfaatleriyle
bağdaşmayan harita, atlas ve küre ve benzer yayınların üretim ve
kullanımlarında Harita Genel Komutanlığının uygunluk onayını zorunlu kılan ve
izinsiz kullananlara iki yıldan beş yıla kadar hapis cezası verilebileceği
hükmü getirilmektedir. Sayın Başkan, değerli
arkadaşlarım; yapılan araştırmalarda son yıllara kadar Türkiye’de en güvenilir
kurum olarak Türk Silahlı Kuvvetleri hep önde çıkmıştır. Ancak son yıllarda
Silahlı Kuvvetlerimizin güvenilirliğini azaltıcı, gölgeleyici, yıpratıcı
olaylar olmakta, bundan da asker-sivil tüm vatandaşlarımız derin üzüntü
duymaktadır. Bunların başında da, hepimizin bildiği gibi, Ergenekon davası
gelmektedir. Aradan iki yıla yakın süre geçmesine rağmen, bu dava neyin
davasıdır, TSK’yla bir ilgisi var mıdır yok mudur
kimse bilmemektedir. Bu bilinmezlik Silahlı Kuvvetlerimizi de tüm
vatandaşlarımızı da ciddi olarak rahatsız etmektedir. Böyle “Ergenekon” diye
bir örgüt var mıdır yok mudur? Eski Genelkurmay Başkanı açıklama yapıyor: “Ben
böyle bir örgütten haberdar değilim.” diyor. Millî Güvenlik Kurulu eski Genel
Sekreteri açıklama yapıyor: “Yıllarca Millî Güvenlik Kurulunda genel
sekreterlik yaptım, devletin bütün terör örgütleriyle ilgili bilgilerin tümü
önümden geçti, böyle bir örgütten haberdar değilim.” diyor. Emniyet Genel
Müdürlüğüne soruluyor böyle bir örgüt var mı yok mu diye: “Hayır, böyle bir
örgütten haberim yok.” diyor, ama gözaltılar, tutuklamalar dalga dalga devam ediyor. Sayın Bakan, siz hukukçusunuz
ve aynı zamanda Başbakan Yardımcısısınız. Bu davanın adli boyutları hariç, yani
adli çerçevesi dışında kalan idari boyutları itibarıyla, TSK, bu Ergenekon
davasının içinde mi dışında mı, neresinde? Bu Ergenekon davası bir darbe
girişimi davası mıdır? Susurluk’un ortaya çıkmayan kısmının devamı olan bir
dava mıdır yoksa terörle ilgili bir dava mıdır? Yoksa,
bu dava da Yüzüncü Yıl Üniversitesi Rektörünün tutuklandığı, Genel Sekreterinin
intihar ettiği, sonunda bir şey çıkmayan dava gibi bir dava mıdır? Sayın Bakan, yine son
zamanlarda ortaya çıkarılan silahlarla silahlı kuvvetlerin bir ilgisi var mı
yok mu? Silahların menşesi ne? Kime ait? Parmak izleri kimin? O silahları
oralara kimler koymuş? Niçin koymuş? Ve sayın milletvekilleri,
yine bu dava hukuki mi, siyasi mi? Hukukiyse dünyanın hangi ülkesinde
soruşturma bitmeden yargılama yapılıyor? Suç varsa elbette cezası da
vardır. Bu darbeci de olsa, çeteye de karışsa, teröre de bulaşsa, suçlu varsa
elbette cezasını çekmelidir. Bu konuda kimsenin söyleyeceği bir sözü olamaz. Biz Cumhuriyet Halk Partisi
olarak darbelere karşıyız, çetelere karşıyız, teröre karşıyız, ancak
hukuksuzluğa da karşıyız. Bu davanın siyasi olduğu, Deniz
Feneri, ekonomik kriz, açlık, yoksulluk ve yolsuzlukların üzerinin örtülmesine
dönük Hükûmete karşı olan saygın kişilerle, suçlu ve
suçsuzu aynı kefeye koyan bir dava olduğu yönünde kamuoyunda yaygın bir kanaat
ve tepki oluşmakta olduğunu yüce Meclisin bilgisine sunarken, Türk Silahlı
Kuvvetlerimizin ihtiyaç duyduğu bu yasal düzenlemenin yapılmasını Cumhuriyet
Halk Partisi Grubu olarak desteklediğimizi belirtiyor, hepinize saygılar
sunuyorum. (CHP sıralarından alkışlar) BAŞKAN – Teşekkür ediyoruz
Sayın Kaptan. Şahıslar adına söz talebi?
Yok. Soru-cevap için 2 kişi sisteme
girmiş. Sayın Bulut… AHMET DURAN BULUT (Balıkesir)
– Sayın Bakanım, şehitlerimizin geride bıraktıkları aile, eş ve çocukları
ekonomik sıkıntı içerisindedirler. Bu konuda durumlarının iyileştirilmesi için
herhangi bir çalışmanız var mıdır? BAŞKAN – Teşekkür ediyoruz
Sayın Bulut. Sayın Vural… OKTAY VURAL (İzmir) –
Teşekkür ederim Sayın Başkan. Sayın milletvekillerimizin
hazırladığı bu kanun teklifi 38 madde ve bu bir temel kanun olarak görüşülüyor
Türkiye Büyük Millet Meclisinde. Şunu öğrenmek istiyorum: Bu 38 maddelik teklif
gibi Askerlik Kanunu’nda çok kapsamlı bir değişikliği öngören bir kanun teklifi
hazırlama ihtiyacını milletvekilleri duymuş da acaba Millî Savunma
Bakanlığımızın bu konuda hazırlığı yok muydu? Yoksa bu konuda, teknik olarak
Millî Savunma Bakanlığı bu teklifin teklif suretiyle gelmesi konusunda mı bir
girişim başlattı? Neden bunu bir Bakanlar Kurulu yasa tasarısı olarak buraya
getirmediniz? Bunu öğrenmek istiyorum. BAŞKAN – Teşekkür ederiz
Sayın Vural. Buyurunuz Sayın Bakan. DEVLET BAKANI VE BAŞBAKAN
YARDIMCISI CEMİL ÇİÇEK (Ankara) – Teşekkür ederim Sayın Başkan. Değerli milletvekilleri,
şehitlerimizle ilgili Türkiye’de müteaddit zamanlarda belli düzenlemeler
yapılmıştır. Bu konu çeşitli vesilelerle, gündem dışı konuşmalarla, Millî
Savunma Bakanlığı bütçesi konuşulurken de dile getirilmekte ve bu yönde değişik
hükûmetler döneminde ne gibi hizmetler yapılıyor, ne
gibi imkânlar sağlanıyorsa bunlar da burada ifade edilmiştir. Şu an, bunun
ötesinde başka bir çalışma bugün itibarıyla yok, ama imkânlar elverirse
tabiatıyla, yeni düzenlemelere gidilebilir. Ama, şu an
için öyle bir çalışma, bugün itibarıyla yok. Bunu ifade etmek istiyorum. İkincisi, zaman zaman tasarı olarak da sevk edilebilecek, ama teklif
şeklinde gelebilen bir kısım hususlar var. İster tasarı tarzında olsun ister
teklif tarzında olsun muhtevası itibarıyla böyle bir düzenlemeye ihtiyaç varsa
herhangi bir alanda, onun tasarı veya teklif olması arasında bir fark yok.
Mühim olan, yasa yoluyla bu eksikliğin giderilmesi ve bu düzenlemenin yapılmış
olmasıdır. Demek ki, karşılaşılan ihtiyaç sebebiyle teklif olarak gelmesi daha
kestirme, daha kısa sürede bu düzenlemenin yapılmasını mümkün kıldığı için, İç
Tüzük’ün sağladığı bir imkândan yola çıkarak böyle bir düzenleme Türkiye Büyük
Millet Meclisinin gündemine getirilmiş oluyor. Getirilen usulden ziyade
içeriğine bakarak konuyu değerlendirmek belki daha doğru olur diye düşünüyoruz.
Evet, teşekkür ederim Sayın
Başkan. BAŞKAN – Teşekkür ediyoruz
Sayın Bakan. Sayın milletvekilleri,
tasarının tümü üzerindeki görüşmeler tamamlanmıştır. Maddelerine geçilmesini
oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler… Kabul etmeyenler… Kabul edilmiştir. Şimdi, birinci bölümün
görüşmelerine başlıyoruz. Birinci bölüm 1 ilâ 20’nci
maddeleri kapsamaktadır. OKTAY VURAL (İzmir) – Sayın
Başkan, MHP Grubu adına Sayın Hamit Homriş konuşacak.
BAŞKAN – Peki. Birinci bölüm üzerinde
Cumhuriyet Halk Partisi Grubu adına Ankara Milletvekili Zekeriya Akıncı
konuşacaktır. Buyurunuz Sayın Akıncı. (CHP
sıralarından alkışlar) CHP GRUBU ADINA ZEKERİYA
AKINCI (Ankara) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; çok çeşitli
düzenlemeleri içeren 322 sıra sayılı Yasa Teklifi üzerinde söz aldım. Hepinizi
şahsım ve Cumhuriyet Halk Partisi Grubu adına selamlıyorum. Görüşmekte olduğumuz yasa ve
bu düzenlemeler bugüne kadar eksikliği hissedilen ve yeni bir uygulamaya
ihtiyaç duyulan birçok konuda kolaylık sağlamaktadır. Arkadaşlarımız birçok yönüyle
bunu ayrıntılarıyla sizlere anlattılar. Ama bu düzenleme içinde bir bölüm var
ki, o da şehit ailelerinin geride kalan çocuklarının askerlikten muaf
tutulmasına ilişkindir ve ayrıca önemlidir. Böylece, ulusumuz ile onun
gözbebeği Türk Silahlı Kuvvetleri arasındaki sıkı ve sıcak bağın daha da
güçlenmesine olanak sağlayacak ve on yıllardır terörden büyük acılar çekmiş
insanımızın yüreğine bir nebze de olsa su serpilecektir. Diğer yandan bu düzenleme
şehit ailelerine duyulan saygının bir ifadesi olarak ortaya çıkmıştır ve
terörün açtığı yaraların sarılması açısından da önemli bir adım olmuştur. Bu
vesileyle biz de bir kez daha, ulusumuzun birliği ve bütünlüğü adına canını
vermekten çekinmeyen tüm şehitlerimizin önünde saygıyla eğiliyor, gazilerimizi
selamlıyoruz. Değerli arkadaşlarım, hepimiz
biliyoruz, hepiniz biliyorsunuz; ülkemiz terörün her türlüsünden çok çekti,
büyük sıkıntılar yaşadı, yaşamaya devam ediyor. Belki de Türkiye bu anlamda
dünyada ilk sırada yer tutan bir ülke. Son yirmi yılda da Hizbullah’la, El
Kaide’yle dinci terörü yaşadı, yaşıyor; PKK ile ayrılıkçı terörü yaşadı,
yaşamaya devam ediyor ama çok ilginçtir uzunca bir süredir kamuoyumuz artık
bunlarla pek ilgili değil, başka bir şeyle biraz da fazlasıyla meşgul. Şu arada
terör eylemlerinin azalma göstermesi bize sanki her şeyi unutturuyor. Türkiye
sanki bu acı ve sıkıntıları hiç yaşamadı ya da her şey bitti, son buldu ve bir
daha da yaşanmayacak. Sanki domuz bağları, betona insan gömmeler, köy ve
karakol baskınları, Dağlıcalar hiç yoktu. Binlerce şehit cenazesini unuttuk
sanki ya da sanki bütün bu örgütler iddialarından vazgeçti, haritalar,
bayraklar, posterler artık yok. Sanki 40 bin insanını kaybeden bu ülke değil.
Bombalanan çarşıları unuttuk, Anafartalar Çarşısı’nı unuttuk. Artık ortada öyle bir örgüt
var ki maazallah El Kaide, Hizbullah, PKK bunun yanında hiç kalır. “Hangi örgüt
o?” derseniz: ETÖ yani Ergenekon terör örgütü. Şimdi herkes bununla meşgul,
bunu yazıyor, konuşuyor ama ilginçtir bu terör örgütünün hiçbir güvenlik
kurumunda kaydı yok -biraz önce Sayın Kaptan da söyledi- Emniyet Genel
Müdürlüğünde, Genelkurmayda böyle bir örgüt bilgisi yok ama birileri sanki her
şey unutulsun ve sadece bu konuşulsun istiyor. İşsizlik, yoksulluk
konuşulmasın, Deniz Feneri kepazeliği konuşulmasın, esnaf, çiftçi konuşulmasın,
borçlar konuşulmasın, hırsızlık, yolsuzluk konuşulmasın, Avrupa Birliği, Kıbrıs
konuşulmasın ama hep ETÖ konuşulsun ama biz anlıyor ve görüyoruz ki aslında
bütün bu sorunları konuşan ve muhalefet edenleri susturmak için gerekli aynı
zamanda ETÖ. Hani, Hükûmet elinden gelse bir yasa
çıkarıp, AKP politikalarına muhalefet eden, karşı çıkan herkesi ETÖ üyesi ilan
edip hapse tıkacak, kestirmeden tüm sesleri susturacak yani “AKP politikalarını
eleştiren, karşı çıkanlar üç yıldan on beş yıla kadar hapis cezasıyla
cezalandırılır.” diye bir yasa çıkarabilseler her şeyi kökten çözecekler,
rahatlayacaklar. Peki, ne bu ETÖ? Ne bu ETÖ?
Galiba Ergenekon terör örgütünün isim babaları da hâlâ buna karar vermiş
değiller; bazen darbeci, olmazsa Susurlukçu, bazen terörle mücadelenin kirlenen
unsurları, bazen kirli ellerin sözde temiz eller operasyonu. Henüz ne olduğuna
karar verilemedi ama her dalgasında iki tip insanın göz
altına alındığı bir örgüt: Suçlu olabilecekler ve susturulması
gerekenler. Susturulması gerekenleri suçlu olabileceklerin yanına monte etme
çabası var sürekli ama öyle olacak ki kimin suçlu olduğunu sonuna kadar kimse
bilmeyecek ama bazı şeyleri birileri herkesten önce bilecek ve servis yapacak;
sonu hiç yok. HALİL AYDOĞAN (Afyonkarahisar) – Görülmekte olan bir dava… Anayasa 138… ZEKERİYA AKINCI (Devamla)
- İyi biliyorum. Ucu açık, sürekli
genişleyebilir, herkese ulaşılabilir. Peki, başı? Başı belli değil mi? Başına
sürekli bir, bir numara aranıyor. Bir gün birisi, olmazsa öbürü, o da olmazsa
başka biri, hani neredeyse “Kim bir numaraya uygundur?” diye bir jüri
kurulacak, yarışmalar açılacak, anketler düzenlenecek. Peki, üyeleri kim? Örgüt
yapısı ne? O da belli değil. İki bin beş yüz sayfada her şey var, bunlar yok; iddia
var. Duruma göre, kimi gece, kimi sabahın köründe göz altına
alınır, kimi ertesi gün “pardon”
dercesine serbest bırakılır, kimi “Suçum ne bilmiyorum, daha anlayamadım.”
feryatları arasında iki yıl boyunca mahkemeye çıkmayı bekler… HALİL AYDOĞAN (Afyonkarahisar) – Anayasa’ya göre suç işliyorsun. ZEKERİYA AKINCI (Devamla) -
…kimi o dalgada, kimi bu dalgada göz altına alınmıştır
ama hepsinin ortak suçu AKP’li olmamaktır. Asla, suçlu olabileceğin üstüne
gidilmez; silahlar, mermiler, bombalar sonuna kadar takip edilmez, “Şu gömdü,
bu sakladı, o kullandı.” denilmez; her şey belirsizdir. Dolayısıyla herkes
kolayca suçlanabilir, tutuklanabilir. Suikast planı bolluğundan geçilmez,
krokiler gırla gider. Her dut ağacının altı muhtemel silah deposudur ama bu silahlar
öyle gömülmüştür ki kepçeler zor kazar ama çıkarılan bütün silahlar pırıl
pırıldır ama “Şu silahları, patlayıcıları bir araştıralım, bir araştırıverelim;
ne var ne yok?” diye Cumhuriyet Halk Partisi milletvekilleri önerge verdiğinde
Meclis Başkanı bunu yürürlüğe koymaya bile gerek duymaz. Suikast planları dudak
uçuklatır, herkese “Vay canına neler varmış, neler oluyormuş.” dedirtilmiştir
artık. Bu hazırlık ve senaryodan sonra ülkedeki gelmiş geçmiş bütün cinayetleri
üstüne yıkmaya ve dosyalarını kapatmaya hazır bir örgüt elinizin altındadır
artık. Öyle ki, bugüne kadar üzerine atılmayan tek suç Kennedy cinayeti olarak
kalmıştır. Kimse net bir şeyle suçlanmaz, kanıt yoktur. Çok mu önemli sanki, suçlarsın, gözaltına alırsın, hapse tıkarsın kanıt
arkadan gelir. YILMAZ TUNÇ (Bartın) – Bu
kanunla ne alakası var? ZEKERİYA AKINCI (Devamla) –
Öyle ki, kimi kendi gazetesini bombalamakla suçlanır, kimi kefen parasız
ölmüşken örgütün kasası ilan edilir. YILMAZ TUNÇ (Bartın) –
Kanunla ilgili konuş. Kanuna gel. ZEKERİYA AKINCI (Devamla) –
Daha geriden neler gelecektir, hangi dalgalar kabaracaktır bilinmez. Ama
ulusalcı, Atatürkçü, cumhuriyetçi, AKP karşıtı herkesin sabaha karşı kendini
cezaevinde bulabileceği, herkese uzanılabileceği duygusunun yerleştirilmesi
yolunda epeyce mesafe katedilmiştir. ÖMER FARUK ÖZ (Malatya) –
Bağımsız yargı var, yargı! ZEKERİYA AKINCI (Devamla) –
Bunun için itirafçılar, sahte hahamlar, görevli medya, hatta TRT üzerine düşeni
harfiyen yapmıştır. ÖMER FARUK ÖZ (Malatya) –
Bağımsız yargı var. Niye rahatsız oluyorsun? ZEKERİYA AKINCI (Devamla) –
Hukukun bütün kuralları altüst edilmiştir, hiçbir evrensel kurala uyulmamıştır,
hukuk ihlalleri alıp başını gitmiştir. Ne gam, gelsin ETÖ, gitsin ETÖ. Ek
iddianame mi? “Hadi canım, çok mu lazım, al içeri yatsınlar, bir ara o da
hazırlanır, acelesi yok.” düşüncesi egemendir ve bütün bunları savunmak da
hukuk adamlarına görev olarak verilir. Değerli arkadaşlarım, örgüt
bu kadar vahşi olunca, tabii, örgüt üyeleri de bir o kadar gaddar oluyor. Terör
örgütünün üyesine ne denir? Terörist denir. Ergenekon terör örgütü üyeliğiyle
suçlananlara bakın, teröristin ne olduğunu anlarsınız. Boş verin Apo’yu, terörist dediğin Kemal Gürüz gibi olur, Sabih Kanadoğlu gibi, Sisi gibi,
Mustafa Özbek gibi olur. Bırakın Karayılan’ı, Bayık’ı,
terörist dediğin Hurşit Tolon, Mustafa Balbay, İlhan Selçuk, Sinan Aygün
gibi olur. [AK PARTİ sıralarından alkışlar (!)] Ha, eğer
bütün bunlar toplumu susturmaya yetmezse yani huzursuzluk artıyorsa, tepkiler
yoğunlaşıyorsa, ekonomi iyiden iyiye kötüye giderken çaresiz iktidar IMF’nin
gözüne bakmaya devam ediyorsa, Deniz Feneri rezaleti gizlenemiyorsa artık,
yolsuzluk dalgaları en üst AKP yöneticilerini bir bir
yutuyorsa, gıda, kömür, beyaz eşya kâr etmiyor, Kılıçdaroğlu,
Karayalçın rüzgârları esmeye başlamışsa ve yerel
seçimlerde başarısızlık ihtimali artıyorsa ve bütün bunları eğer bu Ergenekon
terör örgütünün dalgaları unutturamıyorsa, gizleyemiyorsa, o zaman, gelsin Davos planları. Manşetler hazır, sloganlar bellidir,
göz yaşları sel olup akmaktadır. O güne kadar “Biz
kaybedelim, yeter ki Türkiye kazansın.” diye ahkâm kesenler “Aman biz
kaybetmeyelim de Türkiye ne olursa olsun.” noktasına çoktan gelmiştir ve olan
Türkiye'ye olmuştur. Herkes Türkiye'nin yüzünü
Doğu’ya döndüğünü ve giderek güvenilmez olduğunu söylerken bizimkiler hâlâ “Moderatöre gereğini yapamadık.” diye hayıflanmaktadır.
Hatta durumu açıklayabilmek için o kadar ileri gidilmiştir ki uluslararası
politikalarda en parlak örnekleri sergileyen ve bu mücadele içinde canlarını bile
vermekten çekinmeyen kendi diplomatlarımız bile aşağılanabilmiştir. Bu Mecliste “Gazze’ye İsrail saldırısını kınayalım.” diye getirilen
önerge reddedilirken 2005 yılında altına imza atılarak “Hamas
bir terör örgütüdür.” denilmiş olmasına rağmen, orada Hamas’ın
avukatlığına soyunulmuştur. ALİ KOYUNCU (Bursa) – Biz o
öldürülen çocukların avukatlığını yapıyoruz. ZEKERİYA AKINCI (Devamla) –
Bütün bu olumsuzluklar da “Ben diplomat değilim, siyasetçiyim.” diye
açıklanmıştır. Neylersiniz, seçim yakındır ve krizi fırsata dönüştürmenin tam
zamanıdır. Irak’ta 1 milyon 300 bin Müslüman’ın katledilmesi karşısında susan,
hatta bu katliamın önünü açacak 1 Mart tezkeresini hazırlayanlar,
Süleymaniye’de askerimizin başına çuval geçirilmesine sessiz kalanlar, Barzani’nin
esip savurmaları karşısında gıkı çıkmayanlar… (Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı) BAŞKAN – Lütfen sözlerinizi
tamamlayınız Sayın Akıncı. ERTEKİN ÇOLAK (Artvin) -
Çarşaftan bahset! ZEKERİYA AKINCI (Devamla) -
…İsrail uçaklarının Konya’da eğitim yapmasına fırsat verenler, Kıbrıs’ın yavaş yavaş elimizden kaymasına neden olacak planları
alkışlayanlar, Avrupa Birliğinin dayatmaları karşısında boynu bükük sefilleri
oynayanlar, artık, pehlivan tefrikalarının hazırlanmasının zamanının geldiğini
fark etmişlerdir. Bir seçim öncesi daha, güya,
aranan kan bulunmuştur. Ama biliniz ki bu kez halkı aldatamayacaksınız. Ne
Ergenekon terör örgütü ne Davos tefrikaları
gerçekleri gizlemenize yetmeyecektir. ABDURRAHMAN DODURGALI (Sinop)
– Bir buçuk ay sonra görürsünüz! ZEKERİYA AKINCI (Devamla) –
Bu vesileyle bir kez daha, Cumhuriyet Halk Partisi olarak bu yasayı
destekleyeceğimizi bildiriyor, bütün arkadaşlarımı ve dinleyenleri sevgiyle,
saygıyla selamlıyorum. (CHP sıralarından alkışlar) YILMAZ TUNÇ (Bartın) –
Yasayla ilgili tek cümlen var mı? BAŞKAN – Teşekkür ediyoruz
Sayın Akıncı. Milliyetçi Hareket Partisi
Grubu adına Bursa Milletvekili Hamit Homriş. Buyurun Sayın Homriş. (MHP sıralarından alkışlar) MHP GRUBU ADINA H. HAMİT
HOMRİŞ (Bursa) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; 322 sıra sayılı Kanun
Tasarısı’nın birinci bölümüyle ilgili konuşma yapmak üzere, Milliyetçi Hareket
Partisi Grubu adına söz almış bulunuyorum. Yüce heyetinizi saygıyla
selamlıyorum. Türk ordusunun dünyadaki en
güçlü ordular arasında çok önemli bir yeri vardır. Düşmana korku, dosta güven
vermektedir. Kuruluşu milattan önce 209 yılına dayanan Türk ordusu şerefli
geçmişiyle dünyanın ilk ordusudur. Göz bebeğimiz olan ordumuzun
bugün maalesef bir kısım çevrelerce ve bir kısım basın tarafından yıpratılmak
istendiğini gözlemliyoruz. Bu çok yanlıştır. Bizim başka ordumuz yoktur.
Ordumuz milletimizin içinden gelmiş, milletimizin ta kendisidir. Terör
örgütüyle kahramanca mücadeleyle geçen yılların ardından binlerce şehit ve gazi
vermiş ve bugün bu mücadeleyi başarıyla sürdürmeye çalışan Türk ordusunun,
karalama kampanyası karşısında zayıf ve korumasız bırakılması bir yönetim
zafiyeti olabilir. Millet iradesi hükûmetleri getirip götürebilir, beğenmediği siyasetçiyi
sandıkta değiştirip beğendiğini seçebilir, ancak ordumuzun yerine konulabilecek
başka bir ordu yoktur. Böyle bir lüksümüz de yoktur. Aksi davranış, bu vatan
üzerinde hain ve sinsi planları olanların ekmeğine yağ sürecektir. Tarih boyunca kurulan Türk
devletleri, tabiri caizse, üçlü bir sacayağı üzerindedir. Bunlardan birisi eski
tabirle vüzera yani icra heyeti, vekiller heyeti veya o Türk devletini idare
eden padişahsa, sultansa, ne ise o; ikinci ayağı ulema ayağıdır yani âlimler,
ilim sahibi, adalet dâhil; üçüncü ayağı da ordudur. Tarih boyunca kurulan bütün
bu Türk devletlerinde ordu hariç diğer iki ayak zayıfladığında veya yok
olduğunda o devlet yıkılmamış ama ya gerilemiş ya duraksamıştır. Tarihte bunu
yaşıyoruz ama ne zaman ki sacayağının üçüncü ayağı olan ordu zayıflamış ise o
devlet yıkılmıştır. Son, bunu Osmanlıda da görüyoruz. Bakın, müsaade ederseniz size
Rahmetli Mehmed Âkif’in
Safahat kitabından, Balkan Savaşlarından sonra yazmış olduğu bir şiirden bir
dörtlük okumak istiyorum. Diyor ki Rahmetli Âkif: “Ordu mademaki
efrâdını milletten alır. (Yani genç arkadaşlarım için
söyleyeyim: Mademki personelini milletten alır.) Milletin keşmekeşinden nasıl âzâde kalır? Öyledir, memleketin hâli
düzelmezse eğer. Kışlalar evlere, evler de
kışlaya döner!” Tabii o günkü durumla bugünkü
durum çok farklı, onu kastetmiyorum ama esas olarak milletin birliğinin,
beraberliğinin sağlam bir şekilde korunması icap etmektedir ve ordumuza her
manada sahip çıkmak durumundayız. Yoksa Rahmetlinin yazdığı o dörtlüğü bize
yaşatmak isteyen çok düşmanımız vardır. Bunu da gözden ırak tutmamamız icap
eder. Biz Milliyetçi Hareket
Partisi olarak bu kanuna karşı değiliz. 2’nci, 25’inci ve 34’üncü maddelere
ilavelerimiz oldu, Komisyonda bazı değişikliklerimiz de oldu. Bu kanuna müspet
oy vereceğimizi belirtiyorum, Hepinizi saygıyla
selamlıyorum efendim. (MHP sıralarından alkışlar) BAŞKAN – Teşekkür ediyoruz
Sayın Homriş. BEKİR BOZDAĞ (Yozgat) – Sayın
Başkanım, AK PARTİ Grubu adına söz istiyorum. BAŞKAN – Buyurunuz Sayın Bozdağ.(AK PARTİ sıralarından alkışlar) AK PARTİ GRUBU ADINA BEKİR
BOZDAĞ (Yozgat) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri, görüşülmekte olan 322
sıra sayılı Teklif’in birinci bölümü üzerinde AK PARTİ Grubunun görüşlerini
açıklamak üzere söz almış bulunuyorum. Bu vesileyle hepinizi saygıyla
selamlıyorum. Evvela bu teklifin yasalaşmasına olumlu baktığımızı, bunun
hayırlı, uğurlu olmasını diliyorum. Söz almamın nedeni, burada
biraz önce yapılan konuşmalarla ilgili birkaç hatırlatmayı yapmaktan ibarettir.
Anayasa’mızın 138’inci maddesi ve 2’nci maddesi beraber değerlendirildiğinde,
2’nci maddesinde Türkiye Cumhuriyeti’nin demokratik, laik ve sosyal bir hukuk
devleti olduğu ifade edilir ki doğrudur, öyle olması lazım. 138’inci maddesi
“Mahkemelerin bağımsızlığı” başlığını taşır. Sizlerle bir kez daha paylaşmak
isterim: “Hâkimler, görevlerinde bağımsızdırlar; Anayasaya, kanuna ve hukuka
uygun olarak vicdanî kanaatlerine göre hüküm verirler.” Şimdi, adli yargıda görev
yapan hâkimler ve savcılar görevlerinde bağımsızdırlar, görev yaparken
Anayasa’ya uymak vazifeleridir, kanuna uymak vazifeleridir, hukuka uymak, her
hadiseyi bunlarla beraber değerlendirmek ve netice olarak da bunlara uygun bir
vicdani kanaatle karar vermek ve hareket etmekle yükümlü ve görevlidirler. “Hiçbir organ, makam, merci
veya kişi, yargı yetkisinin kullanılmasında mahkemelere ve hâkimlere emir ve
talimat veremez…” Anayasa çok açık, “Hiçbir organ, makam, merci veya kişi,
yargı yetkisinin kullanılmasında mahkemelere ve hâkimlere emir ve talimat veremez;
genelge gönderemez; tavsiye ve telkinde bulunamaz.” Çok açık, hiç kimse, hiçbir
makam, hiçbir merci bunu yapamaz. Bizim, Mecliste, herhangi
bir adli soruşturma çerçevesinde cumhuriyet savcılarının yaptıkları
soruşturmayı, tahkikatı veya mahkemelerde görev yapan hâkim ve savcıları töhmet
altına sokan, âdeta, onlara hakareti ima yollu dahi olsa içeren veya bir
şekilde sıkıntıya sokan cümleler kurmamız, benim şahsi kanaatimce doğru
değildir, mahkemelerin, yargının bağımsızlığı ilkesiyle bağdaşmaz, hukuk
devletiyle bağdaşmaz. Ama bir aykırılık daha var: “Görülmekte olan bir
dava hakkında Yasama Meclisinde yargı yetkisinin kullanılması ile ilgili soru
sorulamaz…” Soru sormak yasak. “…görüşme yapılamaz veya herhangi bir beyanda
bulunulamaz.” Çok açık, çok net, tartışmasız bir konu ama buna rağmen burada bu
ilkeler çiğnendi. Ben bundan sonraki
görüşmelerde, hiç olmazsa, Anayasa’mızın ve hukuk devleti olma gereğinin açık,
net ifadeleri olarak bu hükümlere uyulması, hâkim ve savcıların, görev yapan
adli görevlilerin ve Meclisimizin, Anayasa çerçevesinde çizilen görev ve yetki
alanının dışına çıkmamanın doğru olduğuna, yargının bağımsızlığına hepimizin saygı duyması
gerektiğini ifade ediyor, hepinizi saygıyla selamlıyorum. (AK PARTİ
sıralarından alkışlar) BAŞKAN -
Teşekkür ediyoruz Sayın Bozdağ. Birinci
bölüm üzerinde şahsı adına Balıkesir Milletvekili Ahmet Duran Bulut. Buyurunuz efendim. (MHP
sıralarından alkışlar) AHMET DURAN BULUT (Balıkesir)
– Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; görüşülmekte olan tasarı hakkında
şahsım adına söz almış bulunuyorum. Yüce heyetinizi, aziz milletimizi ve
milletimizin bölünmez bir parçası olan Türk Silahlı Kuvvetleri mensuplarını
saygıyla selamlıyorum. Değerli milletvekilleri,
getirilmiş olan tasarının 1’inci maddesinde, “Çeşitli nedenlerle Türk
vatandaşlığını kaybettikten sonra yeniden Türk vatandaşlığını kazananların
askerlik işlemlerine, Türk vatandaşlığını kaybettikleri tarihteki durumlarına
göre devam edilir.” ibaresi bulunmaktadır. Bu ibarenin açılması gerekmektedir,
şundan: Çanakkale’nin Gökçeada ve Bozcaada adalarında daha önce yaşayan Rum
vatandaşlarımız askerlik yapmadıkları için, askerliği kabul etmedikleri için
vatandaşlıktan çıkartılmışlardır. Dolayısıyla, Ada’da Türklere nazaran nüfus
itibarıyla çoğunlukta olan Rum nüfusu azalmış vaziyettedir. Ancak
bu, bilhassa Avrupa Birliğinin dayatmaları çerçevesinde AKP Hükûmetinin
getirmiş olduğu yerel yönetim yasalarıyla, dikkat edilmesi gereken, adaların da
kendilerine has özel bir statüsü, kanunu olduğu noktasında, bu tasarıyla,
acaba, biz askerliğimizi yarın çıkacak olan paralı olarak, döviz ödeyerek
yapmak istiyoruz deyip tekrar vatandaşlığa kabul edilecek, ettirilecek,
dayatılacak -bir şeyler karşılığında- olması durumunda, adaların daha sonra
yapılacak bir referandumla yönetimlerinin onların eline geçmesinin askerî
strateji açısından doğuracağı tehlikenin, tehdidin değerlendirilip
değerlendirilmediğini merak ediyorum. Değerli milletvekilleri, Türk
Silahlı Kuvvetleri erinden generaline kadar bir bütündür, hepsinin adı
Mehmet’tir, Mehmetçiktir. Türk Silahlı Kuvvetleri emir komuta zinciri
çerçevesinde, er, uzman, astsubay, subay sınıfları içerisinde, kendi
kategorilerinde emir komuta silsilesi içerisinde hizmetlerini yürütürler.
Bunlar içerisinde uzman jandarma çavuşların, uzman erbaşların uzun zamandan
beri devam eden, çözülmeyen problemleri bulunmaktadır. “Uzman çavuşların kırk
beş yaşına geldiğinde Türk Silahlı Kuvvetleriyle ilişikleri kesilir.” ibaresi
bulunmaktadır. O güne kadar emeklilik hizmetini, süresini tamamlayamamış olan
uzmanlar kırk beş yaşında ordudan ayrılmakta ancak o yaştan sonra herhangi bir
kuruma alınamadıkları için emekli de olamamaktadırlar, çoluk çocuğuyla mağdur
hâle gelmektedirler. Bunun Millî Savunma Bakanlığı, Genelkurmay Başkanlığımız
tarafından değerlendirilmesini, mutlaka giderilmesini istemekteyiz. Bunun yanı sıra, yine
astsubaylara, ömürlerini bu ordunun en ağır yüklerini, kademelerinde çalışarak,
çekerek vermiş olan bu insanlara 1’inci derecenin 4’üncü kademesi neden
verilmez, neden buna bu konuda bir direniş gösterilir, şaşkınlık içerisindedir
Türkiye’de milyonlarca emekli astsubay, görev yapan astsubaylar. Maddi olarak
bunlara bir katkısı yok, sadece bir onur meselesi. Aldıkları eğitim, sahip
oldukları tahsilin karşılığında 1’inci derecenin 4’üncü kademesinin verilmemesi
konusundaki bu direnç niyedir, bunun düzeltilmesi gerekmektedir. Bunun yanı sıra, emekli olan
astsubaylarla yeni emekli olan astsubayların emeklilik maaşları arasında bir
dengesizlik bulunmaktadır. On sene, on beş sene önce emekli
olmuş olan astsubayla bu sene emekli olmuş olan bir astsubayın emeklilik
maaşlarındaki farklılık, geçmiş yıllarda emekli olmuş olan astsubayların bugün
geçim sıkıntısı içerisinde bulunduklarını, TEMAD üyelerinin bu konuda bütün
milletvekillerine gelerek durumlarını arz ettikleri, ifade ettikleri hâlde, her
nedense, Milli Savunma Komisyonumuz, değerli milletvekillerimiz bu konularda
gereken hassasiyeti… (Mikrofon otomatik cihaz
tarafından kapatıldı) BAŞKAN – Lütfen sözlerinizi
tamamlayınız. Buyurunuz. AHMET DURAN BULUT (Devamla) -
…göstermeyip, bir gayret ve çalışma içerisine girmemekteler. Bu anlamda, uzman
çavuşlar iki seneden beri Meclis koridorlarında milletvekili arkadaşlarımıza
gelerek sorunlarını anlattıkları hâlde, Millî Savunma Komisyonuna sorunlarını
ilettikleri hâlde bugüne kadar bir tasarının getirilmemesi de şahsen üzücüdür.
Ordumuz bizim milletimizin gözbebeğidir, ona dokunan el kırılır. “Sen şarkın kınına girmeyen
bir kılıcısın. Dövüle dövüle
tavlanır, vurula vurula kırılırsın. Ama her parçandan bir
kıvılcım, her kıvılcımından bir şimşek çakar. İlahi bir nurun, ebedî bir
feyzin var.” diye şairin belirttiği Türk ordusunun dünkü ihtişamı, mezarlıkları
yıkan Suudi Arabistan Hükûmetine, Kâbe’yi yıkma
düşüncesini duyması üzerine Mustafa Kemal’in “Derhâl bunu durdurun, ordularımı
yoksa aşağıya gönderirim.” telgrafı karşılığında bu uygulamalarını
durdurmuşlar, sadece bir telgrafla caydırıcılığını dünyaya duyurmuştur. Yasanın hayırlı olmasını
diliyor, saygılar sunuyorum. (MHP sıralarından alkışlar) BAŞKAN – Teşekkür ediyoruz
Sayın Bulut. Sayın milletvekilleri,
soru-cevap yok. Birinci bölüm üzerindeki
görüşmeler tamamlanmıştır. Şimdi, birinci bölümde yer
alan maddeleri, varsa o madde üzerindeki önerge işlemlerini yaptıktan sonra
ayrı ayrı oylarınıza sunacağım. 1’inci maddeyi oylarınıza
sunuyorum: Kabul edenler… Kabul etmeyenler… Kabul edilmiştir. 2’nci madde üzerinde iki
önerge vardır, okutuyorum: Türkiye Büyük Millet Meclisi
Başkanlığına 322 sıra sayılı; Askerlik
Kanunu ile bazı kanunlarda değişiklik yapılmasına dair kanun teklifi ile GATA
kanununun bazı maddelerinde değişiklik yapılmasına dair kanun tasarısının 2 nci maddesi ‘b’ fıkrasının: “Askerlik hizmetini yerine
getirmekte iken 12/04/1991 tarihli ve 3713 sayılı
terörle mücadele kanunu kapsamında hayatını kaybeden yükümlülerin…”
kelimesinden sonra gelmek üzere: “kendilerinden olma erkek…”
ibaresinin ilave edilerek sonraki bölümün “çocukları ile aynı anne ve babadan
olan kardeşlerinin tamamı…” şeklinde aynen devam etmesini arz ve teklif ederiz.
Türkiye Büyük Millet Meclisi
Başkanlığına 322 sıra sayılı; Askerlik
Kanunu ile bazı kanunlarda değişiklik yapılmasına dair kanun teklifi ile GATA
kanununun bazı maddelerinde değişiklik yapılmasına dair kanun tasarısının 2 nci maddesi ‘b’ fıkrası birinci paragrafından sonra gelen:
“Askerlik hizmetini yerine getirmekte iken 12/04/1991
tarihli ve 3713 sayılı terörle mücadele kanunu kapsamında hayatını kaybeden
yükümlülerine çocukları ile aynı anne ve babadan olan kardeşlerinin tamamı,
istekli olmadıkça silah altına alınmaz ve silah altındakiler terhis edilir.”
ifadesinden sonra: “Aynı tarih ve sayılı kanun kapsamında şehit olan: Subay,
astsubay, uzman jandarma ve uzman erbaşların kendilerinden olma erkek çocukları
ve aynı anne ve babadan olan kardeşlerinin tamamı da istekli olmadıkça silah
altına alınmaz ve silah altındakiler istekleri halinde terhis edilir.”
Cümlesinin eklenmesini arz ve teklif ederiz.
BAŞKAN – Bu son okuttuğum
önergeye Komisyon katılıyor mu? MİLLÎ SAVUNMA KOMİSYONU
BAŞKANI HASAN KEMAL YARDIMCI (İstanbul) – Takdire bırakıyoruz BAŞKAN – Hükûmet? DEVLET BAKANI VE BAŞBAKAN
YARDIMCISI CEMİL ÇİÇEK (Ankara) – Katılmıyoruz Sayın Başkanım. BAŞKAN – Kim konuşacak? OKTAY VURAL (İzmir) –
Gerekçe… BAŞKAN – Gerekçeyi
okutuyorum: Gerekçe:
Yükümlü olan şehitlerle subay-astsubay-uzman jandarma ve uzman erbaş şehitlerin
çocuk ve kardeşleri hakkında aynı hükmü uygulayarak eşitlik ilkesine uygun hale
getirmek. BAŞKAN – Önergeyi oylarınıza
sunuyorum: Kabul edenler… Kabul etmeyenler… Önerge kabul edilmemiştir. Diğer önergeyi okutuyorum: Türkiye Büyük Millet Meclisi
Başkanlığına 322 sıra sayılı; Askerlik
Kanunu ile bazı kanunlarda değişiklik yapılmasına dair kanun teklifi ile GATA
kanununun bazı maddelerinde değişiklik yapılmasına dair kanun tasarısının 2 nci maddesi ‘b’ fıkrasının: “Askerlik hizmetini yerine
getirmekte iken 12/04/1991 tarihli ve 3713 sayılı
terörle mücadele kanunu kapsamında hayatını kaybeden yükümlülerin…”
kelimesinden sonra gelmek üzere: “kendilerinden olma erkek…”
ibaresinin ilave edilerek sonraki bölümün “çocukları ile aynı anne ve babadan
olan kardeşlerinin tamamı…” şeklinde aynen devam etmesini arz ve teklif ederiz.
Kamil
Erdal Sipahi (İzmir) ve arkadaşları BAŞKAN – Komisyon önergeye
katılıyor mu? MİLLÎ SAVUNMA KOMİSYONU
BAŞKANI HASAN KEMAL YARDIMCI (İstanbul) – Takdire bırakıyoruz. BAŞKAN – Hükûmet? DEVLET BAKANI VE BAŞBAKAN
YARDIMCISI CEMİL ÇİÇEK (Ankara) – Katılıyoruz Sayın Başkanım. BAŞKAN – Gerekçeyi mi
okutuyorum? OKTAY VURAL (İzmir) –
Gerekçe... BAŞKAN – Gerekçeyi
okutuyorum: Gerekçe: Kardeşler ile ilgili
olarak yeterli açık hükümler yazılmasına rağmen çocuk ifadesinin tek başına
yeterli açıklıkta olmadığı, tereddütlere meydan verebileceği, örneğin şehit’in
kendinden olmayan üvey veya evlat edindiği çocukları da kapsayabileceği
değerlendirilmektedir. Bu nedenle çocuk ifadesinin kendinden olma ve erkek
ibareleri ile açıklığa kavuşturulması gerekmektedir. BAŞKAN – Önergeyi oylarınıza
sunuyorum: Kabul edenler… Kabul etmeyenler… Önerge kabul edilmiştir. Kabul edilen bu önerge
doğrultusunda 2’nci maddeyi oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler… Kabul
etmeyenler… 2’nci madde kabul edilmiştir. 3’üncü maddeyi oylarınıza
sunuyorum: Kabul edenler… Kabul etmeyenler… 3’üncü madde kabul edilmiştir. 4’üncü maddeyi oylarınıza
sunuyorum: Kabul edenler… Kabul etmeyenler… 4’üncü madde kabul edilmiştir. 5’inci maddeyi oylarınıza
sunuyorum: Kabul edenler… Kabul etmeyenler… 5’inci madde kabul edilmiştir. 6’ncı maddeyi oylarınıza
sunuyorum: Kabul edenler… Kabul etmeyenler… 6’ncı madde kabul edilmiştir. 7’nci maddeyi oylarınıza
sunuyorum: Kabul edenler… Kabul etmeyenler… 7’nci madde kabul edilmiştir. 8’inci maddeyi oylarınıza
sunuyorum: Kabul edenler… Kabul etmeyenler… 8’inci madde kabul edilmiştir. 9’uncu maddeyi oylarınıza
sunuyorum: Kabul edenler… Kabul etmeyenler… 9’uncu madde kabul edilmiştir. 10’uncu maddeyi oylarınıza
sunuyorum: Kabul edenler… Kabul etmeyenler… 10’uncu madde kabul edilmiştir. 11’inci maddeyi oylarınıza
sunuyorum: Kabul edenler… Kabul etmeyenler… 11’inci madde kabul edilmiştir. 12’nci maddeyi oylarınıza
sunuyorum: Kabul edenler… Kabul etmeyenler… 12’nci madde kabul edilmiştir. 13’üncü maddeyi oylarınıza
sunuyorum: Kabul edenler… Kabul etmeyenler… 13’üncü madde kabul edilmiştir. 14’üncü maddeyi oylarınıza
sunuyorum: Kabul edenler… Kabul etmeyenler… 14’üncü madde kabul edilmiştir. 15’inci maddeyi oylarınıza
sunuyorum: Kabul edenler… Kabul etmeyenler… 15’inci madde kabul edilmiştir. 16’ncı maddeyi oylarınıza
sunuyorum: Kabul edenler… Kabul etmeyenler… 16’ncı madde kabul edilmiştir. 17’nci maddeyi oylarınıza
sunuyorum: Kabul edenler… Kabul etmeyenler… 17’nci madde kabul edilmiştir. 18’inci maddeyi oylarınıza
sunuyorum: Kabul edenler… Kabul etmeyenler… 18’inci madde kabul edilmiştir. 19’uncu maddeyi oylarınıza
sunuyorum: Kabul edenler… Kabul etmeyenler… 19’uncu madde kabul edilmiştir. 20’nci maddeyi oylarınıza
sunuyorum: Kabul edenler… Kabul etmeyenler… 20’nci madde kabul edilmiştir. Böylece, birinci bölüm
tamamlanmış bulunuyor. Şimdi, ikinci bölüm
üzerindeki görüşmelere geçiyoruz. İkinci bölüm, 21 ila 38’inci
maddeler ile ek geçici 86, 87 ve 88’inci maddeleri kapsamaktadır. İkinci bölüm üzerinde,
Milliyetçi Hareket Partisi Grubu adına Manisa Milletvekili Mustafa Enöz konuşacaktır. Buyurunuz Sayın Enöz. (MHP sıralarından alkışlar) MHP GRUBU ADINA MUSTAFA ENÖZ
(Manisa) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; 322 sıra sayılı, Askerlik
Kanunu ile Bazı Kanunlarda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Teklifi ile
Gülhane Askeri Tıp Akademisi Kanununun Bazı Maddelerinde Değişiklik Yapılmasına
Dair Kanun Tasarısı’nın ikinci bölümü üzerine Milliyetçi Hareket Partisi Grubu
adına söz almış bulunmaktayım. Bu vesileyle yüce heyetinizi saygıyla
selamlıyorum. Değerli milletvekilleri,
üzerinde söz almış olduğum ikinci bölüm, tasarının 21’inci maddesinden
başlayarak -yürürlük maddesi de dâhil- 38’inci maddesine kadar olan bölümü
kapsamaktadır. Bu tasarı, astsubaylıktan subaylığa geçiş,
astsubaylıkta bekleme sürelerinin yeniden tespit edilmesi, askerî yasak
bölgelerin Sahil Güvenlik Komutanlığının teklifi üzerine belirlenmesi, 2955
sayılı Gülhane Askeri Tıp Akademisi Kanunu’na göre Yüksek Bilim Konseyinin
atanması, Gülhane Tıp Akademisindeki profesörlük kadrolarına atanma, Yüksek
Bilim Konseyini oluşturan personel arasına enstitü ile yüksekokul müdürlerinin
dâhil edilmesi, askerî fabrikalarda üretilen ihtiyaç fazlası mal ve hizmetlerin
ekonomiye kazandırılması, askerî fabrikalarda üretilen ihtiyaç fazlası mal ve
hizmetlerin kiralanması, görev esnasında yaralanan personelin tedavi süresi
boyunca geçen sürelerin rütbe, terfi ve kademe ilerlemesi işlemlerinde sicil
notu ortalamasının dikkate alınması suretiyle mağdur olmalarının önlenmesi,
uzman jandarmaların kıdem sırasının yeniden belirlenmesi gibi düzenlemeleri
içermektedir. Bu tasarı ile getirilen düzenlemeler, askerlik görevinin
yerine getirilmesinde günün şartlarına göre ihtiyaç duyulan düzenlemelerdir. Değerli milletvekilleri,
astsubaylar yaş hadlerine kadar Türk Silahlı Kuvvetlerinde kalabilmekte,
subaylarda olduğu gibi kadrosuzluk nedeniyle emekliye sevk edilememektedirler.
Bir astsubayın okuldan mezuniyeti müteakip otomatik olarak terfi ederek on iki
yıl gibi kısa bir sürede başçavuş olması ve aynı rütbede hizmete devam
edebilmesi de verimliliğin azalmasına neden olmaktadır. Ayrıca bu durum
astsubayların yaklaşık yüzde 45’inin kıdemli başçavuş olmasına ve ast rütbedeki
personelin üst rütbe kadrolarında görev yapmasına neden olmaktadır. Diğer yandan
başçavuş rütbeleri, kolay ulaşılan ve normal bekleme süresi sonunda herkesin
elde edebileceği bir aşama olarak algılanmaktadır. Tasarıyla bu olumsuzlukların
giderilmesi sağlanmaktadır. Meslek yüksekokulu mezunu olan astsubaylara kariyer
alanlarını belirleme, dönemleri ve mesleklerinin ilk yılları olan beş ila
yedinci yıllarında subaylığa geçiş imkânı verilmesi astsubayların kişisel ve
mesleki gelişim alanlarına odaklanmasını, motivasyonlarının
artırılmasını, subaylığa teşvik edilmelerini, statüler arası geçişin
kolaylaştırılmasını, nitelikli ve başarılı personelin subay olmasını
sağlayacaktır. Yine bu
tasarıyla 24 yıl olan rütbe bekleme süresi 30 yıla çıkarılarak astsubay
kadrolarının mesleki gelişim ve emeklilik süresi ile uyumlu hâle getirilmesi,
bu çerçevede astsubayların hizmet tazminat oranları ile aylık gösterge
tablolarının hak kaybına neden olmayacak şekilde yeniden düzenlenmesi ve
astsubaylıktan subaylığa müracaat yılının 7 ila 9’uncu hizmet yıllarından 5 ila
7’nci hizmet yıllarına alınması sağlanmaktadır. Yüksek Bilim Konseyine
atanmada birden fazla adayın tek kadroya başvurması hâlinde uygulamada
karşılaşılan sorunun giderilmesi amacıyla düzenlemeye gidilmekte olup,
adayların bilimsel yönden eşit veya birbirlerine çok yakın olmaları durumunda, Yükseköğretim
Kurulunun görüşü öncelikli olmak üzere, mesleki tecrübe, görev süresi gibi
diğer objektif kriterlerin de göz önünde
bulundurulması, ayrıca “Yüksek Bilim Konseyi” tanımına enstitü ve yüksekokul
müdürlerinin ilave edilmesi ve yüksekokul müdürlüğünde görev süresini doldurmuş
olan öğretim üyelerinin bilimsel aktivitelerine devam edebilmeleri amacıyla
Yüksek Bilim Konseyine atanmalarının sağlanması da hedeflenmiştir. Görev esnasında yaralanan
personelin tedavi süresi yaralanma şekline bağlı olarak değişiklik
göstermektedir. Tedavinin uzaması nedeniyle rütbe bekleme süresini hastanede
yatarak veya hava değişiminde geçiren personel sicil süresi içerisinde üst
rütbeye terfi için gerekli sayıda sicil almış olma şartını sağlayamamaktadır.
Bu durum ise, en vazgeçilmez varlığı olan canını ortaya koyarak görevini
yapmaya çalışan personeli mağdur etmektedir. Bu tasarı ile bu durumda olan
personelin subay ve astsubaylarda olduğu gibi rütbe terfi ve kademe ilerlemesi
işlemlerinde sicil notu ortalamalarının dikkate alınması suretiyle mağdur
olmalarının önlenmesi sağlanacaktır. Bu yapılan değişikleri olumlu bulduğumuzu
bu vesileyle belirtmek isterim. Değerli milletvekilleri,
yaşadığımız dünyada tehdit ve riskin nereden geleceği belli değildir. Ülkemize
yönelik tehditler her zaman vardır ve var olmaya devam edecektir. Ülkelerin en
önemli sorunlardan birisi de güvenlik içinde olmalarıdır. Ülkeler için güvenlik
içerisinde olmak her türlü tehditlerin üstesinden gelinmesini ifade etmektedir.
Tabii ki bu durumu sağlamak devletin en önemli görevidir. Ülkemiz, Avrupa ile
Asya’nın buluştuğu yerde yer almakta olup Doğu ile Batı arasında bir köprü
durumundadır. Bu coğrafi konum, ülkemizin her yönüyle daha güçlü bir konumda
olmasını da mecbur kılmaktadır. Jeopolitik açıdan bu kadar önemli bir konumda
yer alan ülkemizin bu hassas bölgede güçlü bir orduya, güçlü bir silahlı
kuvvetlere ve her açıdan yeterli bir savunma sanayisine ihtiyacı bulunmaktadır.
Milletimiz, tarih boyunca
daima güçlü ordulara sahip olmuştur. Bu sayede güçlü devletler kurmuşlardır.
Ordularımız, tarih boyunca tüm milletlere örnek olmuşlardır. Asırlar boyunca
bastığı her yere barış, adalet ve medeniyet götüren atalarımız bunu güçlü
orduları sayesinde başarmışlardır. Bu duygu ve düşüncelerle
tasarının hayırlı olmasını diliyor, yüce heyetinizi saygılarımla selamlıyorum.
(MHP sıralarından alkışlar) BAŞKAN – Teşekkür ediyoruz Sayın Enöz. Sayın milletvekilleri, başka
söz talebi yok. Soru-cevap yok. İkinci bölüm üzerindeki
görüşmeler tamamlanmıştır. Şimdi ikinci bölümde yer alan
maddeleri, varsa o madde üzerindeki önerge işlemlerini yaptıktan sonra ayrı ayrı oylarınıza sunacağım. 21’inci maddeyi oylarınıza
sunuyorum: Kabul edenler… Kabul
etmeyenler… Kabul edilmiştir. 22’nci maddeyi oylarınıza
sunuyorum: Kabul edenler… Kabul etmeyenler… Kabul edilmiştir. 23’üncü maddeyi oylarınıza
sunuyorum: Kabul edenler… Kabul etmeyenler… Kabul edilmiştir. 24’üncü maddeyi oylarınıza
sunuyorum: Kabul edenler… Kabul etmeyenler… Kabul edilmiştir. 25’inci madde üzerinde bir
önerge vardır, okutuyorum: Türkiye Büyük Millet Meclisi
Başkanlığına 322 sıra
sayılı; Askerlik Kanunu ile bazı kanunlarda değişiklik yapılmasına dair kanun
teklifi ile GATA Kanununun bazı maddelerinde değişiklik yapılmasına dair kanun
tasarısının 25 inci maddesinde: "926 sayılı kanunun ek-VIII ve ek VIII/A
sayılı cetvellerinin başlıklarına
"üstçavuş ve kıdemli üstçavuşlukta üçer yıllık rütbe bekleme
süresine tabi olanlar" ibareleri ve aynı kanuna Ek-VIII/A sayılı cetvelden
sonra gelmek üzere aşağıdaki Ek-VIII/B sayılı cetvel ile Ek-VIIl/C
sayılı cetvel eklenmiştir…" cümlesinden sonra gelmek üzere: "5434
sayılı kanun hükümlerine tabi emekli astsubayların müktesep hakları saklı
kalmak kaydıyla, bu kanun yürürlüğe girmeden önce emekli olmuş astsubayların
intibakları, Ek-VIII/A. ve Ek-VIII/C sayılı cetvele göre yapılır. Bunlara
geçmişe ait herhangi bir fark ödenmez. Ek-VIII, Ek-VIII/A, Ek-VIII/B ve
Ek-VIII/C cetvellere 1 inci derece 4 üncü kademe karşılığı 1500 gösterge
eklenir." ifadesinin eklenmesini arz ve teklif ederiz.
BAŞKAN – Komisyon önergeye
katılıyor mu? MİLLÎ SAVUNMA KOMİSYONU
BAŞKANI HASAN KEMAL YARDIMCI (İstanbul) - Katılmıyoruz. BAŞKAN – Hükûmet?
SAĞLIK BAKANI RECEP AKDAĞ
(Erzurum) – Katılmıyoruz Değerli Başkan. BAŞKAN – Gerekçeyi mi
okutuyorum efendim? OKTAY VURAL (İzmir) –
Gerekçe… BAŞKAN – Gerekçeyi
okutuyorum: Gerekçe: Astsubayların hâlen astları
olan kişilerin sahip olduğu haklara kavuşması, eşitliğin temini amaçlanmıştır. BAŞKAN – Önergeyi oylarınıza
sunuyorum: Kabul edenler… Kabul etmeyenler… Önerge kabul edilmemiştir. 25’inci maddeyi oylarınıza
sunuyorum: Kabul edenler… Kabul etmeyenler… Kabul edilmiştir. Madde 26’ya bağlı ek geçici
86’ncı maddeyi oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler… Kabul etmeyenler… Kabul
edilmiştir. Madde 26’ya bağlı ek geçici
87’nci maddeyi oylarınıza sunuyorum:
Kabul edenler… Kabul etmeyenler… Kabul edilmiştir. Madde 26’ya bağlı ek geçici
88’inci maddeyi oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler… Kabul etmeyenler… Kabul
edilmiştir. Şimdi, geçici maddelerin
bağlı olduğu çerçeve 26’ncı maddeyi oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler… Kabul
etmeyenler… Kabul edilmiştir. Madde 27’yi oylarınıza
sunuyorum: Kabul edenler… Kabul etmeyenler… Kabul edilmiştir. Madde 28’i oylarınıza
sunuyorum: Kabul edenler… Kabul etmeyenler… Kabul edilmiştir. Madde 29’u oylarınıza
sunuyorum: Kabul edenler… Kabul etmeyenler… Kabul edilmiştir. Madde 30’u oylarınıza
sunuyorum: Kabul edenler… Kabul etmeyenler… Kabul edilmiştir. Madde 31’i oylarınıza
sunuyorum: Kabul edenler… Kabul etmeyenler… Kabul edilmiştir. Madde 32’yi oylarınıza
sunuyorum: Kabul edenler… Kabul etmeyenler… Kabul edilmiştir. Madde 33’ü oylarınıza
sunuyorum: Kabul edenler… Kabul etmeyenler… Kabul edilmiştir. 34’üncü madde üzerinde bir
önerge vardır, okutuyorum: Türkiye Büyük Millet Meclisi
Başkanlığına 322 sıra sayılı; Askerlik
Kanunu ile bazı kanunlarda değişiklik yapılmasına dair kanun teklifi ile GATA
kanununun bazı maddelerinde değişiklik yapılmasına dair kanun tasarısının
34’üncü maddesinden sonra bitimine aşağıdaki cümlenin eklenmesini arz ve teklif
ederiz. “Bu kanun yürürlüğe girdiği
tarihte görevde bulunan uzman jandarmaların, uzman jandarma okulunda geçen
eğitim süreleri personel tarafından borçlanarak fiili hizmet süresinden
sayılır.”
BAŞKAN – Komisyon önergeye
katılıyor mu? MİLLÎ SAVUNMA KOMİSYONU
BAŞKANI HASAN KEMAL YARDIMCI (İstanbul) – Katılmıyorum Sayın Başkan. BAŞKAN – Hükûmet? SAĞLIK BAKANI RECEP AKDAĞ
(Erzurum) – Katılmıyoruz Değerli Başkan. OKTAY VURAL (İzmir) – Gerekçe
okunsun. BAŞKAN – Gerekçeyi
okutuyorum: Gerekçe: Subay ve astsubayların eğitim
süreleri fiili hizmet süresinden sayılmaktadır. Eşitlik sağlanacaktır. BAŞKAN - Önergeyi oylarınıza
sunuyorum: Kabul edenler… Kabul etmeyenler… Önerge kabul edilmemiştir. Madde 34’ü oylarınıza
sunuyorum: Kabul edenler… Kabul etmeyenler… Kabul edilmiştir. 35’inci maddeyi oylarınıza
sunuyorum: Kabul edenler… Kabul etmeyenler… Kabul edilmiştir. 36’ncı maddeyi oylarınıza
sunuyorum: Kabul edenler… Kabul etmeyenler… Kabul edilmiştir. 37’nci maddeyi oylarınıza
sunuyorum: Kabul edenler… Kabul etmeyenler… Kabul edilmiştir. 38’inci maddeyi oylarınıza
sunuyorum: Kabul edenler… Kabul etmeyenler… Kabul edilmiştir. İkinci bölümde yer alan
maddelerin oylamaları tamamlanmıştır. Şimdi tasarının tümünü
oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler… Kabul etmeyenler… Kabul edilmiştir. Tasarı kabul edilmiş ve
kanunlaşmıştır. Sayın Bakan, konuşmak istiyor
musunuz? SAĞLIK BAKANI RECEP AKDAĞ
(Erzurum) – Yüce Meclise teşekkür ediyoruz Değerli Başkan. BAŞKAN – Teşekkür ediyoruz. Çalışma süremizin sonuna geldiğimiz
için, sözlü soru önergeleri ile diğer denetim konularını görüşmek için, 10
Şubat 2009 Salı günü saat 15.00’te toplanmak üzere birleşimi kapatıyorum. Kapanma Saati: 19.53 |
|