DÖNEM: 23                            CİLT: 38                    YASAMA YILI: 3

 

 

 

 

 

TÜRKİYE BÜYÜK MİLLET MECLİSİ

TUTANAK DERGİSİ

 

51’inci Birleşim

29 Ocak 2009 Perşembe

 

 

İ Ç İ N D E K İ L E R

 

 

   I. - GEÇEN TUTANAK ÖZETİ

  II. - GELEN KÂĞITLAR

 III.- YOKLAMALAR

 IV.-  GÜNDEM DIŞI KONUŞMALAR

A) MİLLETVEKİLLERİNİN GÜNDEM DIŞI KONUŞMALARI

1.- İzmir Milletvekili Şenol Bal’ın, 29 Ocak Batı Trakya Türklerinin Millî Direniş Günü’ne ilişkin gündem dışı konuşması ve Devlet Bakanı Mustafa Said Yazıcıoğlu’nun cevabı

2.- Edirne Milletvekili Necdet Budak’ın, küresel mali kriz ve ülkemizde uygulanan gıda politikalarına ilişkin gündem dışı konuşması

3.- İstanbul Milletvekili Sacid Yıldız’ın, Adli Tıp Kurumunun sorunlarına ilişkin gündem dışı konuşması ve Adalet Bakanı Mehmet Ali Şahin’in cevabı

V.- AÇIKLAMALAR

1.- İzmir Milletvekili K. Kemal Anadol’un, İzmir Milletvekili Şenol Bal ve Devlet Bakanı Mustafa Said Yazıcıoğlu’nun konuşmalarına ilişkin açıklaması

2.- Muş Milletvekili Sırrı Sakık’ın, Adli Tıp Kurumunun sorunlarına ilişkin açıklaması ve Adalet Bakanı Mehmet Ali Şahin’in cevabı

VI.- BAŞKANLIĞIN GENEL KURULA SUNUŞLARI

A) Çeşitli İşler

1.- Genel Kurulu ziyaret eden Finlandiya Parlamentosu Dışişleri Komisyonu Başkanı Pertti Salolainen’e Başkanlıkça “Hoş geldiniz” denilmesi

B) Tezkereler

1.- Kore Cumhuriyeti Ulusal Meclisi Başkanı Kim Hyong-O ve beraberindeki heyetin, ülkemize resmî ziyarette bulunmasına ilişkin Başkanlık tezkeresi (3/678)

2.- Mısır Halk Meclisi Başkanı Ahmet Fathy Sorour ve beraberindeki he-yetin, ülkemize resmî ziyarette bulunmasına ilişkin Başkanlık tezkeresi (3/679)

C) Meclis Araştırması Önergeleri

1.- Van Milletvekili Fatma Kurtulan ve 20 milletvekilinin, 1978 yılında Kahramanmaraş’ta yaşanan olayların ve sorumlularının araştırılması amacıyla Meclis araştırması açılmasına ilişkin önergesi (10/315)

2.- Van Milletvekili Fatma Kurtulan ve 20 milletvekilinin, güvenlik güçlerine yönelik işkence ve kötü muamele iddialarının araştırılarak alınması gereken önlemlerin belirlenmesi amacıyla Meclis araştırması açılmasına ilişkin önergesi (10/316)

3.- Tokat Milletvekili Reşat Doğru ve 23 milletvekilinin, Tokat ilinde kırsal alanda yaşayan halkın sorunlarının araştırılarak alınması gereken önlemlerin belirlenmesi amacıyla Meclis araştırması açılmasına ilişkin önergesi (10/317)

VII.- KANUN TASARI VE TEKLİFLERİ İLE KOMİSYON-LARDAN GELEN DİĞER İŞLER

A) Kanun Tasarı ve Teklifleri

 

1.- Türk Ticaret Kanunu Tasarısı ve Adalet Komisyonu Raporu (1/324) (S. Sayısı: 96)

2.- Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Kanununda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Tasarısı ile Millî Eğitim, Kültür, Gençlik ve Spor Komisyonu Raporu (1/608) (S. Sayısı: 266)

 

VIII.- YAZILI SORULAR VE CEVAPLARI

1.- İstanbul Milletvekili D. Ali Torlak’ın, İstanbul’da yedieminde bulunduğu hâlde batan gemilere ilişkin sorusu ve Adalet Bakanı Mehmet Ali Şahin’in cevabı (7/6036)

2.- İstanbul Milletvekili Mehmet Ufuk Uras’ın, kadın sığınma evlerinin desteklenmesine ilişkin Başbakandan sorusu ve Devlet Bakanı Nimet Çubukçu’nun cevabı (7/6196)

3.- Gaziantep Milletvekili Hasan Özdemir’in, spor tesisleriyle ilgili bir pro-jeye ilişkin sorusu ve Devlet Bakanı Murat Başesgioğlu’nun cevabı (7/6276)

I.- GEÇEN TUTANAK ÖZETİ

 

TBMM Genel Kurulu saat 14.00’te açılarak dört oturum yaptı.

 

Gaziantep Milletvekili Akif Ekici’nin, yasa dışı dinleme olaylarına ilişkin gündem dışı konuşmasına Ulaştırma Bakanı Binali Yıldırım,

Adana Milletvekili Yılmaz Tankut’un, TOKİ projeleriyle ilgili sorunlara ilişkin gündeme dışı konuşmasına Devlet Bakanı ve Başbakan Yardımcısı Cemil Çiçek,

Cevap verdi.

 

Kars Milletvekili Mahmut Esat Güven, Kâzım Karabekir Paşa’nın vefatının 61’inci yıl dönümüne ilişkin gündem dışı bir konuşma yaptı.

 

Gümüşhane Milletvekili Kemalettin Aydın, 25/1/2009 tarihinde Zigana Dağı’nda meydana gelen çığ felaketine,

Kırıkkale Milletvekili Osman Durmuş, Ulaştırma Bakanı Binali Yıldırım’ın gündem dışı konuşmaya verdiği cevaba,

Şırnak Milletvekili Sevahir Bayındır, Cizre’de meydana gelen trafik kazasına,

İlişkin birer açıklamada bulundular.

 

Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanı Köksal Toptan’ın, Fransa’da düzenlenecek olan Avrupa Birliği Parlamento Başkanları Konferansı’na, beraberindeki Parlamento heyetiyle katılmasına ilişkin Başkanlık tezkeresi kabul edildi.

 

Gündemin “Sözlü Sorular” kısmının;

1’inci         sırasında bulunan           (6/394),

2’nci                                            (6/399),

7’nci                                            (6/415),

10’uncu                                       (6/418),

26’ncı                                          (6/469),

32’nci                                          (6/487),

38’inci                                         (6/508),

41’inci                                         (6/515),

42’nci                                          (6/516),

43’üncü                                       (6/517),

Esas numaralı sözlü sorulara, Devlet Bakanı ve Başbakan Yardımcısı Cemil Çiçek cevap verdi; (6/394), (6/399), (6/415), (6/418), (6/508), (6/516), (6/517) esas numaralı soruların sahipleri de cevaba karşı görüşlerini açıkladı.

Gündemin “Kanun Tasarı ve Teklifleri ile Komisyonlardan Gelen Diğer İşler” kısmının:

 

1’inci sırasında bulunan ve İç Tüzük’ün 91’inci maddesi kapsamında değerlendirilerek temel kanun olarak bölümler hâlinde görüşülmesi kabul edilen, Türk Ticaret Kanunu Tasarısı ve Adalet Komisyonu Raporu’nun (1/324) (S. Sayısı: 96) görüşmeleri Komisyon yetkilileri Genel Kurulda hazır bulunmadığından ertelendi.

 

2’nci sırasında bulunan, Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Kanununda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Tasarısı ile Milli Eğitim, Kültür, Gençlik ve Spor Komisyonu Raporu’nun (1/608) (S. Sayısı: 266) maddelerinin görüşmelerine geçilmesi sırasında, istem üzerine, yapılan her iki yoklamada da toplantı yeter sayısı bulunamadığından,

29 Ocak 2009 Perşembe günü, alınan karar gereğince saat 14.00’te toplanmak üzere, birleşime 17.04’te son verildi.

 

 

 

Eyyüp Cenap GÜLPINAR

 

 

 

Başkan Vekili

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

Yusuf COŞKUN

 

Yaşar TÜZÜN

 

Bingöl

 

Bilecik

 

Kâtip Üye

 

Kâtip Üye

 

 

 

 

 

 

Murat ÖZKAN

 

 

 

Giresun

 

 

 

Kâtip Üye

 

                                                                                                                                                 No.:  57

II.- GELEN KÂĞITLAR

29 Ocak 2009 Perşembe

 

Meclis Araştırması Önergeleri

 

1.- Van Milletvekili Fatma Kurtulan ve 20 Milletvekilinin, 1978 yılında Kahramanmaraş’ta yaşanan olayların ve sorumlularının araştırılması amacıyla Anayasanın 98 inci, İçtüzüğün 104 ve 105 inci maddeleri uyarınca bir Meclis araştırması açılmasına ilişkin önergesi (10/315) (Başkanlığa geliş tarihi: 26.01.2009)

2.-  Van Milletvekili Fatma Kurtulan ve 20 Milletvekilinin, güvenlik güçlerine yönelik işkence ve kötü muamele iddialarının araştırılarak alınması gereken önlemlerin belirlenmesi amacıyla Anayasanın 98 inci, İçtüzüğün 104 ve 105 inci maddeleri uyarınca bir Meclis araştırması açılmasına ilişkin önergesi (10/316) (Başkanlığa geliş tarihi: 26.01.2009)

3.- Tokat Milletvekili Reşat Doğru ve 23 Milletvekilinin, Tokat İlinde kırsal alanda yaşayan halkın sorunlarının araştırılarak alınması gereken önlemlerin belirlenmesi amacıyla Anayasanın        98 inci, İçtüzüğün 104 ve 105 inci maddeleri uyarınca bir Meclis araştırması açılmasına ilişkin önergesi (10/317) (Başkanlığa geliş tarihi: 28.01.2009)

 

29 Ocak 2009 Perşembe

BİRİNCİ OTURUM

Açılma Saati: 14.00

BAŞKAN: Başkan Vekili Eyyüp Cenap GÜLPINAR

KÂTİP ÜYELER : Yaşar TÜZÜN (Bilecik), Yusuf COŞKUN (Bingöl)

BAŞKAN – Türkiye Büyük Millet Meclisinin 51'inci Birleşimini açıyorum.

Toplantı yeter sayısı vardır, görüşmelere başlıyoruz.

Gündeme geçmeden önce üç sayın milletvekiline gündem dışı söz vereceğim.

Gündem dışı ilk söz 29 Ocak Batı Trakya Türklüğünün Millî Direniş Günü hakkında söz isteyen İzmir Milletvekili Şenol Bal’a aittir.

Buyurun Sayın Bal. (MHP sıralarından alkışlar)

IV.- GÜNDEM DIŞI KONUŞMALAR

A) Milletvekillerinin Gündem Dışı Konuşmaları

1.- İzmir Milletvekili Şenol Bal’ın, 29 Ocak Batı Trakya Türklerinin Millî Direniş Günü’ne ilişkin gündem dışı konuşması ve Devlet Bakanı Mustafa Said Yazıcıoğlu’nun cevabı

ŞENOL BAL (İzmir) – Sayın Başkan, sayın milletvekilleri; yüce Meclisi saygıyla selamlıyorum.

29 Ocak 1988’de Batı Trakya Türklerinin baskıya, asimilasyona, göç ettirme politikalarına, ayrımcılığa, demokratik vatandaşlık ve azınlık haklarının gasbına karşı dur dediği günün 21’inci yıl dönümünde gündem dışı söz almış bulunuyorum.

Değerli milletvekilleri, bilirsiniz ki Lozan Barış Anlaşması’nın imzalandığı 1923 yılı, Yunanistan’ın kuzeydoğusunda, Meriç’le Karasu nehirleri arasında yer alan Batı Trakya bölgesinde Türklerin azınlık olarak tescilinin başlangıç tarihi. Lozan’da, Patrikhane nedeniyle İstanbul Belediyesi sınırları içindeki Rumların nüfus değişimi dışında tutulması istenmiş, Rum azınlığa karşılık olarak da Batı Trakya sınırları içindeki Türklerin Yunanistan’da kalması kararlaştırılmıştır. Batı Trakya’da yaşayan Türklerin özlük hakları da Türkiye ve Yunanistan arasında imzalanan çeşitli antlaşma ve protokollerle garanti altına alınmıştır. 20’nci yüzyılın başlarında yaklaşık 500 bin Türk’ün yaşadığı Batı Trakya’da şu anda 150 bin kardeşimiz yaşamaktadır.

1923 Lozan Anlaşması’yla azınlık olarak her hakka sahip olan Batı Trakya Türk toplumu ne yazık ki zaman içinde bu haklarından mahrum bırakılmışlardır. 1960’lı yıllardan itibaren bu baskı giderek artmaya başlamış, vakıfların yönetimi, arazilerin kamulaştırılması, eğitim, dinî liderlerin seçimi gibi konular ihlal edilmiştir. 1920’lerden beri faaliyet gösteren Batı Trakya Türk Öğretmenler Birliği, İskeçe Türk Birliği, Gümülcine Türk Gençler Birliği dernekleri, adlarındaki “Türk” kelimesinden dolayı 1987 tarihinde kapatılmış, aynı tarihlerde hükûmet sözcüsünün Batı Trakya’da Türk olmadığını söylemesi, Batı Trakya Türklerinin tepkisine yol açmıştır ve 29 Ocak 1988 tarihinde, kadınıyla erkeğiyle, köylüsüyle kentlisiyle tek bir yürek hâlinde on binler yürüyüşe geçmiştir. Millî kimliklerinden, uluslararası ve ikili anlaşmalarla, Anayasa ve yasalarca tanınan ve garanti altına alınan haklarından taviz vermeyeceklerini dünyaya haykırmışlardır. Bu bir demokratik tepki yürüyüşüdür.

Bu Millî Direniş Günü’nün 2’nci yıl dönümü olan 29 Ocak 1990’dan üç gün önce, Batı Trakya Türklüğünün lideri Doktor Sadık Ahmet ve İbrahim Şerif kendi toplumuna “Türk” olarak hitap ettiklerinden tutuklanmışlardır. Bu olaydan üç gün sonra, 29 Ocakta, Batı Trakya Türkleri ırkçı çevrelerin planlı, programlı saldırılarına maruz kalmış, soydaşlarımıza ait iş yerleri yağmalanmış, çok sayıda kişi vahşice darp edilmiştir. Tam bir Vandalizm yaşanmıştır. O gün Hükûmetin, zararlarını tazmin edeceği sözü, yirmi yıl geçmesine rağmen, hâlen gerçekleşmemiştir. Bu vesileyle, Batı Trakya Türklerinin haklarını aramasında, kimliklerini korumasında önderlik eden ve 24 Temmuz 1995 yılında şüpheli bir trafik kazasında aramızdan ayrılan Batı Trakya Türklerinin manevi lideri Doktor Sadık Ahmet’i rahmetle ve minnetle anıyorum, ruhu şad olsun. Onun yolunda binlerce Sadık Ahmetler olduğunu da bilmekten huzur duyuyorum.

Kıymetli milletvekilleri, yıllardır, Avrupa Birliği ülkesi olan Yunanistan’da Batı Trakya Türk azınlığının sorunları çözülmedi, hak ihlalleri giderek artıyor. İskeçe Türk Birliği ve Rodop Türk Kadınlar Derneğinin İnsan Hakları Mahkemesine başvurmaları sonucunda karar lehlerine sonuçlanmasına rağmen, hâlen yerel mahkemede dava görüşülmeyi bekliyor.

Yine, Batı Trakya’da hâlen “Türk” adı geçen dernekler resmen açılmıyor. Eğitim sorunu giderek artıyor. Türkiye’den mezun olan Batı Trakyalı öğretmenler Türk azınlık okullarına atanmıyor. Hâlen Selanik Pedagoji Akademisinden yetişen Türkçeleri çok yetersiz olan öğretmenler öğretmenlik yapıyorlar. Anaokulları zorunlu hâle getirildi ama çift dille eğitim yapacak şekilde açılmıyor, sadece Yunan diliyle öğretim görüyor. Yine, ilköğretim okulları zorunlu olarak on yıla çıkarılmış olmasına rağmen, azınlık okulları altı yıl olarak faaliyetlerini sürdürüyor. Şu anda 4.500 tane öğrenci Yunan okullarının ilk ve ortaöğretiminde mecburiyetten eğitim yapıyor. Bu okullara gitmek istemeyenler ise eğitimlerine devam edemiyorlar. Yine, yüksekokullar, lise ve ortaokul çok yetersiz.

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN – Buyurun Sayın Bal, devam ediniz.

ŞENOL BAL (Devamla) – Sayın milletvekilleri, bunları sizin de dinlemenizi çok rica ediyorum.

Biliyorsunuz, 13 Şubat 2008’de Yunan Parlamentosundan geçip yürürlüğe giren Vakıflar Kanunu Türk azınlıkları için çok büyük sıkıntılara yol açtı. Bizim Meclisimizden 20 Şubatta geçen Vakıflar Kanunu’nda ise azınlıklara fazlasıyla, mütekabiliyet esasları göz önüne alınmadan haklar tanındı. Bunların da göz önüne alınmasının çok önemli olduğunu ifade ediyorum.

Bu süre, soydaşlarımızın meselelerini ifade etmek için çok kısıtlı ama Batı Trakya’da yaşayan kardeşlerimizin sorunlarına sahip çıkarak çözüm üretmenin vicdani ve tarihî sorumluluğunu bir kere daha sizlere hatırlatıyor, 29 Ocak Millî Direniş Günü’nün soydaşlarımızın sorunlarının çözümünde vesile olması dileğiyle hepinizi saygıyla selamlıyorum. (MHP ve AK PARTİ sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – Teşekkürler Sayın Bal.

Gündem dışı konuşmaya Devlet Bakanı Said Yazıcıoğlu cevap verecektir.

Buyurun Sayın Yazıcıoğlu. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)

DEVLET BAKANI MUSTAFA SAİD YAZICIOĞLU (Ankara) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; İzmir Milletvekili Sayın Şenol Bal’ın gündem dışı konuşmasına bir iki hususta  ilave etmek için huzurunuzdayım. Hepinizi saygıyla selamlıyorum.

Değerli milletvekilleri, “Batı Trakya Türk azınlığı” kavramı, Türkiye ile Yunanistan arasında imzalanan 30 Ocak 1923 tarihli Mübadele Anlaşması gereğince İstanbul’daki Rumlarla birlikte mübadele dışı bırakılan Batı Trakya’da yaşayan yaklaşık 150 bin Türk’ü kapsamaktadır.

Yunanistan’a emanet edilen Batı Trakya’da yaşayan Türklerin aleyhine olarak Yunanistan Yüksek Mahkemesinin 29 Ocak 1988 yılında verdiği “Batı Trakya’da Türk yoktur.” ifadesindeki haksız kararı, Türklere ait tüm derneklerin kapatılmasıyla sonuçlanmıştır. Böylece, Batı Trakya’da yaşayan Türklerin kimliğinin Yunan devleti tarafından inkâr edilmesine zemin hazırlanmış ve sonuçta Türkler yok sayılmak istenmiştir.

Adında “Türk” kelimesi geçen derneklerin kapatılması kararı üzerine, Batı Trakya Müslüman Türk azınlığı mensupları, 29 Ocak 1988 günü, Gümülcine Türk Gençler Birliği önünde toplanarak söz konusu kararı protesto etmişlerdir. Yunanistan Hükûmeti, tüm engelleme çabalarına karşın Batı Trakya Türklerinin Gümülcine’deki Türk soydaşlarıyla buluşmalarına engel olamamıştır. Adında “Türk” kelimesi geçen derneklerin kapatılması kararıyla ilgili, Yunanistan Yüksek Mahkemesindeki süreç tamamlandığında iç hukuk yolları tükenmiş ve gerekçeli resmî karar açıklandıktan sonra da hak arama mücadelesi Avrupa İnsan Hakları Mahkemesinde devam etmiştir. Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi, Batı Trakya Türkleri lehine davayı sonuçlandırmış bulunmaktadır. Bugün itibarıyla, Batı Trakya’da, içinde “Türk” kelimesi geçen herhangi bir dernek bulunmamaktadır. Esasen Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi, İskeçe Türk Birliği ve Rodop Türk Kadınlar Birliğinin açılmasına karar vermesine rağmen, Yunan yerel mahkemelerinde Türk derneklerinin açılması yönündeki davalar henüz olumlu bir şekilde sonuçlanamamıştır.

Bu çerçeveden olmak üzere, Batı Trakya Türklerinin eğitim alanındaki sorunları devam etmekle birlikte mevcut sorunların makul bir çerçeve içerisinde çözümlenmesi için Yunanistan makamlarıyla bire bir görüşmelerimiz belli aralıklarla da olsa sürdürülmektedir. Biz, Türkiye Cumhuriyeti Hükûmeti olarak Batı Trakya Türklerinin bütün sorunlarıyla yakinen ilgilenmekteyiz. Bugün Türkiye’de bulunan Batı Trakyalı yüzlerce öğrencinin Türkiye Cumhuriyeti Hükûmetinin himayesinde öğrenimlerini sürdürdükleri bilinmektedir.

Öte yandan, Hükûmetimizin Batı Trakya’da samimi gayretleriyle sürdürdüğü katkılar bugün her alanda soydaşlarımızın takdirini de toplamaktadır. İçinde yaşadıkları ülkenin demokrasi tasavvurunu geliştirecek bir vatandaşlık konseptinin, bölge halkı için öteden beri koruduğumuz duyarlılıklarımız ekseninde huzur ve güvenliğin teminatı olacağından şüphe yoktur. Zaten Batı Trakya Türklerinin temel gayesi de insanca ve çağdaş bir demokrasi anlayışı içerisinde yaşamlarını sürdürmektir. Bizim temennimiz, Türk ve Yunan halklarının kardeşliği çerçevesinde Batı Trakya Türk azınlığının en temel insan haklarının korunması, yaşama şartlarının karşılıklı diyalog ve müzakere bilinci içinde geliştirilmesidir.

Konuyu gündeme getirdiği için Sayın Şenol Bal’a teşekkür ediyor, hepinizi saygıyla selamlıyorum. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – Teşekkürler Sayın Yazıcıoğlu.

Sayın Anadol, buyurun efendim.

V.- AÇIKLAMALAR

1.- İzmir Milletvekili K. Kemal Anadol’un, İzmir Milletvekili Şenol Bal ve Devlet Bakanı Mustafa Said Yazıcıoğlu’nun konuşmalarına ilişkin açıklaması

K. KEMAL ANADOL (İzmir) – Sayın Başkan, söz verdiğiniz için teşekkür ederim, yüce Meclise saygılar sunarım.

Şimdi, gerek Sayın Bal’ın yaptığı gündem dışı konuşmayı gerek Sayın Bakanımızın verdiği yanıtı dikkatle dinledim. Efendim, Vakıflar Kanunu çıkarken Cumhuriyet Halk Partisi olarak iddiamız buydu: Batı Trakya’da sorun var; bırakın Batı Trakya’yı, ayrıca, hiç akla gelmeyen Rodos’ta, İstanköy’de yaşayan 7 bin Türk-Müslüman var. Bunların okulu bile yok, Batı Trakya’dan da daha kötü durumda, Lozan Anlaşması’nın kapsamı dışında oldukları için. O zaman İtalyan sınırları içindeydi. Avrupa Birliği normları içinde azınlıklarla ilgili statü görüşülürken Türk ve Yunan parlamentoları peş peşe kabul ettiler Vakıflar Yasası’nı. Bizim Dışişlerimiz girişim yapsaydı -ortak metinleri- Avrupa Birliği esasları içinde her iki azınlığın demokratik hakları güvenceye alınsaydı… Olmadı. Ne oldu? Biz tek yanlı Vakıflar Yasası’nı çıkardık, ama oradaki Batı Trakya Türklerini, Rodos, İstanköy Türklerini yüzüstü bıraktık.

Teşekkür ederim. (CHP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – Teşekkürler Sayın Anadol.

Gündem dışı ikinci söz, küresel mali kriz ve gıda politikalarımız hakkında söz isteyen Edirne Milletvekili Necdet Budak’a aittir.

Buyurun Sayın Budak. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)

IV.- GÜNDEM DIŞI KONUŞMALAR (Devam)

A) Milletvekillerinin Gündem Dışı Konuşmaları (Devam)

2.- Edirne Milletvekili Necdet Budak’ın, küresel mali kriz ve ülkemizde uygulanan gıda politikalarına ilişkin gündem dışı konuşması

NECDET BUDAK (Edirne) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; küresel mali kriz ve gıda politikaları hakkında gündem dışı söz almış bulunuyorum. Yüce heyetinizi saygıyla selamlıyorum.

İnsan için gıda sadece fizyolojik bir ihtiyaç olmayıp aynı zamanda siyasal, sosyal ve psikolojik değerleri de beraberinde taşımaktadır. Bunun yanı sıra gıdaya erişim ve beslenme, temel, vazgeçilmez, evrensel ve anayasal bir haktır. Sosyal devlet olmanın sorumluluğu ise vatandaşlarımızın açlık ve gıda krizi gibi felaketlerle karşılaşmaması için dünyada gelişen olayları yakından takip etmek, ona göre pozisyon almak ve projeksiyonlar geliştirmektir.

Sayın milletvekilleri, 2008 yılı dünyada gıda, enerji ve mali alanlarda yaşanan krizler yılı olarak tarihe geçmiştir. Mali kriz hem iç hem de dış talepte daralmaya yol açmıştır. Gerek Dünya Bankası gerekse OECD raporları 2009’da dünya ekonomik büyümesinde gerileme olacağını, ancak 2010 yılından itibaren yavaş da olsa bir toparlanma olacağını öngörmektedir.

Mali krizin birçok sektöre etkileri dünyada tartışılmaktadır. Bunlardan birisi de tarım sektörüdür. Mali kriz özellikle üreticilerin alım gücünü zayıflatmaktadır. Kuraklık ve biyodizel gibi faktörlerin de devreye girmesiyle dar gelirli kesimin gıdaya ulaşmada problemler yaşaması kaçınılmazdır.

1 milyar insanın yetersiz beslendiği dünyada son mali krizle birlikte 119 milyon insanın daha yoksulluk sınırının altına itildiği tahmin edilmektedir. Bütün bu nedenlerle uluslararası kuruluşlar dünyada yaşanan mali kriz ve gıda politikalarına ilişkin yorumlar yapmakta ve raporlar hazırlamaktadır. Örneğin, Birleşmiş Milletler Genel Sekreteri açlık sorunu ve gıda üretimiyle mücadelede yeni gıda politikalarına ihtiyaç olduğunu ve 2030’a kadar dünyada gıda üretiminin yüzde 50 oranında artırılması gerektiğini öne sürmüştür. Yine gıda krizinin dünyada ekonomik büyümeyi, sosyal gelişimi, hatta siyasi güvenliği etkileyen çok boyutlu problemlere neden olabileceğini ifade etmiştir. Birleşmiş Milletler Gıda ve Tarım Örgütü Başkanı ise küresel ısınma ve kuraklık nedeniyle dünyanın gıda açısından geleceğinin endişe verici olduğunu, bu nedenle bir taraftan daha fazla gıda üretimi hedeflenirken diğer taraftan dünya nüfusunun frenlenmesi gerektiğini ifade etmiştir. Amerika Birleşik Devletleri istihbarat analistlerinin hazırladığı Küresel Eğilimler 2025 Raporu ise, gelecek yirmi yılda Amerika’nın ekonomik ve siyasal gücünün kısmen azalacağını, gıda ile su kıtlaşırken silahlanmanın ve dünyada tehlikelerin artacağını; yine, 2008 Pentagon Raporu ise, biyoteknoloji, tohum patentleme ve suyun özelleştirilmesi ile dünyada gıda egemenliğinin sağlanabileceğini ortaya koymuştur.

Bir başka rapor, Uluslararası Enerji Kurumu 2008 Dünya Enerji Görünümü Raporu: Rusya’nın enerji kartına karşın Amerika ve Avrupa Birliğinin yeşil ve yenilenebilir enerjiye yöneleceğini, tarım ürünlerinden biyodizel üretiminin artırılacağını, bunun da gıda fiyatlarında dünyada artışa yol açacağını ortaya koymuştur.

Yine, geçtiğimiz bir ay içerisinde, Avrupa’da yaşanan doğal gaz krizinin ardından Macaristan, verimli topraklarını Arap ülkelerine kiraya vermek suretiyle “Tahıla Karşı Doğal Gaz Projesi” adı altında bu ülkelerden doğal gaz almayı planlamaktadır.

Dünyada olan bu gelişmeleri yakından takip eden Hükûmetimiz, Devlet Planlama Teşkilatının 2008 yılında hazırladığı raporda, tarımda özellikle birikmiş yapısal sorunları çözemeyen, dünyadaki politika değişikliklerine zamanında tepki veremeyen, ülkemizde mali kaynak  ihtiyacı da hesaba katıldığında tarım sektöründe ve gıda sektöründe gelecekte ciddi sorunlar yaşanabileceğini, gerekli tedbirlerin alınmaması durumunda Türk çiftçisinin rekabet gücünün zayıflayacağını, kırsal kesimde artacak yoksulluğun şehirlere göçü tetikleyerek işsizliğin tırmanmasına neden olacağını öngörmektedir.

Bütün bu nedenlerle bizim öncelikli olarak dünyada gelişen bu olaylar karşısında tarım politikalarını, üniversiteler, tarımsal araştırma enstitüleri, çiftçi ve sivil toplum kuruluşlarıyla yakın ilişki içerisinde geliştirmemiz gerekiyor.

Kuruluş amacı çiftçileri korumak ve kredi temin etmek olan Ziraat Bankası da tarım politikalarına daha etkin katılmalı ve kafa yormalıdır.

Yeni gıda politikalarına yönelik olarak tarım, enerji, su ve çevreyle ilgili bakanlıkların eş güdüm içerisinde çalışmaları önemlidir.

Gübre, mazot ve tohum gibi girdilerin maliyetlerini azaltmaya yönelik politikalar geliştirmemiz gerekmektedir.

Su ve toprak kaynaklarımıza sahip çıkmalı, tarımsal arazilerin amaç dışı kullanımı önlenmelidir.

Yıllardır ihmal edilen sulama ve arazi toplulaştırma çalışmalarına AK PARTİ İktidarları döneminde gerçekten çok büyük bir hız verilmiştir. Bu çalışmaları daha da hızlandırıyoruz.

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN – Buyurun Sayın Budak, devam edin.

NECDET BUDAK (Devamla) – Dünya ticaretinde gittikçe artan ve üretim süreçlerini bile belirler hâle gelen perakende devlerine karşı üreticilerin güçlerini birleştirmesini sağlayacak politikalar geliştirmeli ve kooperatifçiliği güçlendirmeliyiz. Sonuçta, ekonomideki daralmaya karşın tarımda sağlanacak büyümeyle küresel mali krizden çok daha az etkilenebiliriz.

Bu duygu ve düşüncelerle, eşitsizliğin, açlığın, savaşların ve krizlerin olmadığı, gıda güvenliğinin sağlandığı, barış içerisinde sağlıklı ve mutlu insanların yaşadığı bir dünya diliyor, hepinizi saygıyla selamlıyorum. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – Teşekkürler Sayın Budak.

Gündem dışı üçüncü söz Adli Tıp Kurumunun sorunları hakkında söz isteyen İstanbul Milletvekili Sacid Yıldız’a aittir.

Buyurun Sayın Yıldız. (CHP sıralarından alkışlar)

3.- İstanbul Milletvekili Sacid Yıldız’ın, Adli Tıp Kurumunun sorunlarına ilişkin gündem dışı konuşması ve Adalet Bakanı Mehmet Ali Şahin’in cevabı

SACİD YILDIZ (İstanbul) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; Adli Tıp Kurumunun sorunları hakkında konuşmak üzere şahsım adına söz almış bulunuyorum. Yüce heyetinizi saygıyla selamlıyorum.

Adli Tıp Kurumu, Türkiye'nin adli tıp alanındaki en büyük bilirkişilik kurumudur. Verdiği raporlar, tarafsız olması gereken mahkemelerin vereceği kararları doğrudan etkileyeceğinden siyasi otoriteden de uzak çalışması gereken bir kurumdur. Fakat adli tıp kurumları, ülkemizde Adalet Bakanlığına bağlıdır ve Kurumun başkan, başkan yardımcıları ve kurul üyeleri siyasi iktidarın kararına göre üçlü kararnameyle atanmaktadırlar.  Aslına bakarsanız, bilirkişilik yapanlar da onları denetleyenler de aynı siyasi otoritenin belirlediği kişilerdir. Bu da adli tıp kurumlarının bağımsız olma temel prensibine tamamen aykırıdır. Oysaki demokratik ülke olmanın en önemli niteliklerinden biri, yargı ve denetleme kurumlarının bağımsız olmasıdır.

Adli tıp kurumlarında yaşanan sorunların tespiti için bir hekim ya da hukukçu olmaya gerek yoktur. Sadece haberleri izlemek, bu anlamda bilgi sahibi olmak için yeterlidir. Gündeme bomba gibi düşen, vicdanları rahatsız eden olayları gördüğümüzde ya da doğru uygulamaların ardından sürgüne gönderilen, görevlerinden el çektirilen çeşitli adli tıp kurumu uzmanlarını duyduğumuzda, Adli Tıp Kurumunda düzgün gitmeyen bir şeylerin olduğunu rahatlıkla söyleyebiliriz.

“Üzmez olayı” olarak bilinen, on dört yaşındaki bir kız çocuğuna cinsel istismarda bulunan Vakit gazetesi yazarı Hüseyin Üzmez’i tahliye ettiren Adli Tıp Kurumu raporu kamuoyunda ve toplumda büyük tartışmalara neden olmuştur.

Bu çerçevede Türk Tabipler Birliği, Adli Tıp Uzmanları Derneği, Türk Pediatri Kurumu, Adolesan Derneği, Çocuk ve Ergen Ruh Sağlığı Derneği, Türkiye Psikiyatri Derneği birtakım incelemeler yaptıktan sonra, tartışmalı raporun bilimsel bakımdan geçersiz ve hukuki olarak yok hükmünde olduğu yönünde bir basın açıklaması düzenlemişlerdir. Bu tartışmalar sonrasında Adalet Bakanlığı ve Adli Tıp Kurumu ülkemizde alışık olduğumuz tavrını göstermiş, basın toplantısına katılan ve bilimsel eleştiri getiren kişi ve kuruluşları hedef almıştır. Adli tıp uzmanları adına konuya ilişkin bilimsel açıklamalar yapan Adli Tıp Uzmanları Derneği Başkanı Doçent Doktor Serhat Gürpınar’a Adli Tıp Kurumu Yönetimi tarafından kınama cezası verilmiş, ardından Bakanlık tarafından geçtiğimiz haftalarda başkanı olduğu 1. İhtisas Kurulu görevinden alınmış, uzman statüsünde Kurum merkezinden uzaklaştırılarak Gaziosmanpaşa Şubesine sürgün olarak gönderilmiştir.

Aynı süreçte, Adli Tıp Kurumunda çalışan Türk Tabipler Birliği Merkez Konseyi üyesi ve Büyük Kongre delegesi 2 kişi, Türk Tabipler Birliği adına açıklamalara katıldıkları için Kurum Başkanlığı tarafından idari cezalara tabi tutulmuşlardır. Sonuçta, Vakit gazetesi yazarı Hüseyin Üzmez’i tahliye ettiren raporu hazırlayanlar değil, konuya bilimsel eleştiri getirenler soruşturmaya uğrayıp mağdur olmuşlardır.

Değerli milletvekilleri, Sayın Ahmet Hakan’ın sormuş olduğu şu soruyu ben de sormak istiyorum: Elinizi vicdanınıza koyup söyleyiniz: Şu an Hüseyin Üzmez’e verilen raporu doğru bulan kişilerden hangileri, kendi yakını bir kadını Hüseyin Üzmez ile aynı odada yalnız bırakır? Bu rapor yayınlandığında Meclis Genel Kurulunda başta AKP’li milletvekilleri olmak üzere feryatların kopması gerekirdi. Oysa, Cumhuriyet Halk Partisi haricinde  kimseden ciddi bir tepki gelmedi. Üzmez’i üzmemek adına bu ülkede hukuk ve tıp ayaklar altına alındı. Bu olayların yaratılmasında istem dışı da olsa payı olan Adli Tıp Kurumu için her şey yolunda diyemeyiz.

Benzeri bir olay ise çok yakın zamanda patlak vermiş, Susurluk davasında cezaevine yollanan İbrahim Şahin yine bir Adli Tıp raporuna dayanılarak serbest bırakılmıştı “Hafıza kaybına uğradı.” denilerek.

Tüm bu yaşananlarla birlikte Adli Tıp Kurumu toplum vicdanında bilirkişiliğin öncelikli koşulu olan güvenilirliğini ve tarafsızlığını yitirmiş, verdiği raporlar tartışılır hâle gelmiştir. Bakınız, Türk Tabipler Birliğinin Sayın Adalet Bakanına gönderdiği raporda neler deniyor: “Adli Tıp Kurumu tarafından hazırlanan bilirkişi raporlarına bugün artık hiçbir vatandaşın itimadı kalmamıştır. Bu durum sürdürülebilir değildir ve Türkiye’deki adli tıp organizasyonu hızla gözden geçirilmeli ve bilimsel veriler doğrultusunda yeniden yapılandırılmalıdır.” Bunu Türk Tabipler Birliği Sayın Adalet Bakanına gönderdi, basından öğrendik.

Adli Tıp Kurumundaki sorunlar aşikârdır. Bütün toplumu, hukuk ve tıp adamlarını rahatsız eden bu durumun düzeltilmesi için Cumhuriyet Halk Partisi olarak net önerilerimiz de bulunmaktadır. Her şeyden önce siyasi otoritenin anlayışı ve güdümü doğrultusunda yapılan uygulamaların sorunlara bir çözüm getirmeyeceği aşikârdır.

Bizim net önerilerimiz şunlardır değerli milletvekilleri:

Kurum, yargıya en üst düzeyde hizmet sunan, evrensel normlara uygun, mali, idari ve bilimsel özerkliği olan, çağdaş, bağımsız bir üst teknik bilirkişi kurumu yapısına kavuşturulmalıdır.

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN – Buyurun Sayın Yıldız, devam edin.

SACİD YILDIZ (Devamla) – Teşekkür ederim Başkanım.

Kurumun işleyişindeki tüm aksaklıklar giderilerek, adaletin doğru olarak oluşumuna katkısı eksiksiz olarak sağlanmalıdır.

Adli Tıp Kurumu yeniden yapılandırılırken derhâl Adalet Bakanlığına bağlı olmaktan çıkarılmalı -işin ruhu burada- tayin ve terfiler, oluşturulacak bağımsız bir kurul tarafından yapılmalıdır.

Bu geçiştirilecek bir konu olmadığından, Adli Tıp Kurumu iç yapısı bir an önce gözden geçirilerek yeniden düzenlenmelidir. Toplum vicdanı ancak bu şekilde rahat eder değerli milletvekilleri.

Bu duygu ve düşüncelerle yüce heyetinizi saygıyla selamlar, sevgilerimi sunarım.

Teşekkür ederim. (CHP ve DTP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – Teşekkürler Sayın Yıldız.

Gündem dışı konuşmaya Adalet Bakanı Mehmet Ali Şahin cevap vereceklerdir.

Buyurun Sayın Bakanım. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)

ADALET BAKANI MEHMET ALİ ŞAHİN (Antalya) – Sayın Başkan, değerli milletvekili arkadaşlarım; hepinizi saygıyla selamlıyorum.

İstanbul Milletvekili arkadaşımız Sayın Profesör Sacid Yıldız Bey’in gündem dışı yapmış olduğu konuşmayla ilgili düşüncelerimi sizlerle paylaşmak için huzurunuzdayım.

Sayın Yıldız Adli Tıp Kurumuyla ilgili kısa bilgiler vererek sözlerine başladı. İzin verirseniz ben birkaç cümleyle Adli Tıp Kurumunun geçmişiyle ilgili sizleri bilgilendirmek istiyorum.

Adli Tıp Kurumunun müessese olarak cumhuriyetten önce faaliyete başladığını ifade etmek isterim. Yıl 1917, 225 sayılı Kanun’la Adalet Bakanlığına bağlı Adli Tıp Müessesesi ve Meclisinin kurulmuş olduğunu görüyoruz. Ancak Kurtuluş Savaşı esnasında hem Ankara’da hem de İstanbul’da iki ayrı kurum olarak çalışmışlarken cumhuriyetin kurulmasından hemen sonra çıkarılan kanunla Adli Tıp Müessesesi olarak cumhuriyetle birlikte faaliyete geçmiş önemli bir  cumhuriyet kurumumuzdur.

Şu anda hâlâ yürürlükte bulunan 2659 sayılı Adli Tıp Kurumu Kanunu çerçevesi içerisinde hizmetlerini yürütmektedir.

Biraz önce Sayın Yıldız’ın da ifade ettiği gibi, cumhuriyetimizle yaşıt, hatta ondan daha önceye uzanan kökleri olan bu Kurumumuzun başlıca görevlerini birkaç cümleyle sizlerle paylaşmak isterim.

Bir defa, Adli Tıp Kurumu resmî bilirkişilik kurumudur aynı zamanda;. mahkemelerin, hâkimliklerin, savcılıkların adli tıpa göndermiş olduğu konularda bilimsel ve teknik görüşler bildirir.

Aynı zamanda adli tıp uzmanı yetiştiren bir eğitim kurumudur Adli Tıp Kurumu. Bu bağlamda adli tıp konusunda tıp doktorlarına uzmanlık eğitimi vermektedir.

Ayrıca, Kurum dışı adli tıp uzmanlık öğrencileri de belli periyotlarla Kurumda staj yapma imkânına da sahiptirler.

Değerli arkadaşlarım, Adli Tıp Kurumu özellikle bizim hükûmetlerimiz döneminde son derece modern fiziki mekânlara kavuşmuştur.

Sayın Yıldız uzun yıllar Türk tıbbına hizmet etmiş, öğrenciler yetiştirmiş değerli bir öğretim üyesidir. Şu anda da milletvekili olarak aynı Parlamentoda görev yapıyoruz. Cerrahpaşa Tıp Fakültesinin hemen içerisindeki uygun olmayan bir mekânda uzun yıllardır faaliyette bulunurken şu anda 44 dönümden ibaret olan -Yenibosna’da- son derece modern bir binada hizmetini yürütmektedir ve buraya gidildiğinde ve gezildiğinde -ki, ben iki kez Adli Tıp Kurumunu gezme imkânını buldum- son derece modern cihazlarla ve modern laboratuvarlarla bu alanda hizmet verilmekte olduğunu görüyorum.

Kuşkusuz İstanbul’da Adli Tıp Kurumunun bulunması adli tıp alanında ülkemizin beklediği hizmetler için kâfi değildir. Ülkemizin muhtelif yerlerinde de adli tıp hizmeti verecek grup başkanlıklarına, şube müdürlüklerine de ihtiyaç vardır. Son yıllarda bu açıdan da önemli mesafeler alınmıştır. Sanıyorum şu ana kadar altmış küsur yerleşim yerinde adli tıp şube müdürlükleri hizmet vermektedir. Yirmi beş yerleşim yerinde de kurulmasına karar verilmiş ancak faaliyete geçirilmesi için fiziki mekânların tamamlanması ve tabii buraya görevlendireceğimiz uzmanların da bir an önce yetiştirilerek buralarda görev yapacak hâle gelmesi gerekiyor. Bu konuda da Adli Tıp Kurumu Başkanlığının çalışmaları devam etmektedir.

Biraz önce ifade ettiğim gibi, gerek teknolojik imkânların artması gerekse yeni cihazların alınmış olması nedeniyle Adli Tıp Kurumunda ve Türkiye’ye gittikçe yayılmakta olan şube müdürlüklerinde dosya bekleme süreleri de önemli ölçüde azalmaktadır. Bakın, sadece İstanbul, yani merkez Adli Tıp Kurumu yılda yüz bin dosyayla ilgili karar vermektedir ortalama. Türkiye geneline baktığımızda, Adli Tıp Kurumunun ve şube müdürlüklerinin adli tıp hizmeti olarak dosya başına verdikleri hizmet yekûnu rakamsal olarak beş yüz binin üzerindedir. Bu kadar önemli bir görev ifa etmektedir. Ve burada görev yapan, Adli Tıp Kurumu ihtisas kurullarında görev yapan, dairelerde görev yapan kişiler, üniversitelerimizin değişik fakültelerinde, birimlerinde kendi alanında yetişmiş uzman insanlardır, profesörlerdir, doçentlerdir, uzmanlardır; bunların önemli bir bölümü de ikinci bir görev olarak Adli Tıp Kurumunda hizmet etmektedirler.

Peki, Adli Tıp Kurumunun verdiği tüm raporlar yüzde 100 doğru mudur? İçinde hatalı olan yok mudur? Kuşkusuz ki vardır.

Peki, bu durumda ne yapılır? Diyelim ki bir savcılıktan, bir mahkemeden herhangi bir konuyla ilgili bilimsel görüş istendi Adli Tıp Kurumunun herhangi bir kurulundan. Tabii ki bu Kurulun kaç kişiden olduğunu ilgili arkadaşlarımız bilirler, en az 4 kişiyle toplanabiliyor kurul. Kurul bir karar verdiğinde ilgili savcılığa veya mahkemeye gönderilir. Tabii ki ilgili savcılık ve mahkeme Adli Tıp Kurumunun bu raporlarıyla bağlı değildir. Diyelim ki burada hatalı bir görüş, benimsemediği bir görüşle karşılaştı, geri iade etme imkânına sahiptir.

Bu durumda ne olacaktır? Adli Tıp Genel Kurulu toplanmak suretiyle bu tür raporlarla ilgili itirazları, hatta oy çokluğuyla alınmış, ittifakla alınmamış birtakım raporları dahi Adli Tıp Kurumu Genel Kurulu değerlendirmektedir. Bu Genel Kurul da altı ihtisas kurulunun başkan ve üyelerinin tamamının bulunduğu bir kuruldur ve dolayısıyla hatalı birtakım raporlarla ilgili yeniden inceleme imkânı da ilgili yasanın içerisinde zaten mevcuttur, vardır.

Sayın Yıldız tabii, bir örnek de verdi, kamuoyunu son derece meşgul eden, bir kız çocuğumuzun adının karıştığı bir davadan da bahsetti, tabii ki kamu vicdanını son derece rahatsız eden bir durumdu bu.

SACİD YILDIZ (İstanbul) – İbrahim Şahin…

ADALET BAKANI MEHMET ALİ ŞAHİN (Devamla) – Hayır, o değil efendim, benim söylediğim başka bir şey. Burada, Genel Kurulun mehabetine saygı gösterdiğim için daha derinlemesine girmiyorum, arkadaşlarımız anlıyorlar.

CANAN ARITMAN (İzmir) – Hüseyin Üzmez…

ADALET BAKANI MEHMET ALİ ŞAHİN (Devamla) -  İlgili mahkeme tekrar adli tıbba göndererek bu raporun yeniden görüşülmesini istedi.

CANAN ARITMAN (İzmir) – Ama tahliye edildi efendim.

ADALET BAKANI MEHMET ALİ ŞAHİN (Devamla) - Bu arada görev süresi dolmuştu,          6. İhtisas Kurulunun Başkanı değişti. Bu Kurulda bir eksiklik vardı, çocuk psikiyatri uzmanı yoktu, daha önce varmış, ihtisas için Karaelmas Üniversitesine gitmiş, orada doçent olmuş bir bayan arkadaşımız tekrar Adli Tıp Kurumu 6. İhtisas Kuruluna atandı, atanması gerçekleşti. Şimdi, 6. İhtisas Kurulu, yani, gerçekten ailenin bütünlüğüyle ilgili birçok raporları veren kurul burasıdır. Bu Kurulun yapısı önemli ölçüde, görev süreleri dolduğu için değişmiş.

Sayın Yıldız, demin söylediğiniz o rapor yeniden ilgili kurulca zaten değerlendirilecektir. Tabii, 3. İhtisas Kurulunun geçmişte vermiş olduğu şu anda hakkında bir soruşturma yürüyen kişiyle ilgili raporundan da bahsettiniz. Tabii, geçmişte verilmiş bir rapordu. Bu Kurulun başkanı da 1997 yılından beri bu Kurulda görev yapmaktadır, herhâlde on yılı aşkın süredir de burada görevlidir.

Siz dediniz ki: “Burada bir siyasi yapılanmalar filan yapılıyor.” Biz göreve geldiğimizde zaten bu arkadaşlarımız bu kurullarda görev yapıyordu ve bu işin başkanlığını yürütüyorlardı. Dolayısıyla, biz, herhangi bir dalda kendisini yetiştirmiş, profesör olmuş, doçent olmuş, uzman olmuş kişilerin  bu bilgi birikimlerine saygı gösteriyoruz. Ben bu alanda uzman  değilim, bunları değerlendirecek bir bilgi birikimine sahip değilim, ama ilgili yasa, eğer hatalı raporlar varsa bunlarla ilgili nelerin yapılmasını gerektiğini de -biraz önce kısaca ifade ettiğim gibi- zaten kendi içinde muhafaza etmektedir.

Adli Tıp Kurumunun, demin ifade ettim, bir cumhuriyet kurumu olduğunu bir kez daha  altını çizerek ifade etmek istiyorum. Bu tür kurumlarımızı, efendim, bir kişi hakkında disiplin cezası verilmiş, falan yerden falan yere gönderilmiş gibi kişisel birtakım nedenlerle yıpratmayalım. Eğer bir disiplin cezası verilmişse, hatalı bir kararsa bu, bununla ilgili idari yargıya gidilebilir. İdari yargının verdiği kararı da Adli Tıp Kurumu mutlaka uygulayacaktır. O nedenle birkaç münferit konudan hareketle böylesine kıymetli bir cumhuriyet müessesesini yıpratmayalım diye düşünüyorum. Önemli bir görev ifa ediyor.

K. KEMAL ANADOL (İzmir) – Tahkim etmek istiyoruz Sayın Bakan, tahkim etmek, yıpratma değil!

ADALET BAKANI MEHMET ALİ ŞAHİN (Devamla) – Eksiklikleri olabilir. Bu eksiklikleri de tamamlamak… Eğer yasayla ilgili sorunları varsa, bu yasayla ilgili sorunları da burada görüşürüz, önerileriniz varsa bunları alırız, bu yasada değişiklik gerekiyorsa bunları alırız.

K. KEMAL ANADOL (İzmir) – Özerk hâle gelsin Sayın Bakanım…

ADALET BAKANI MEHMET ALİ ŞAHİN (Devamla) – Önerilerinizi alalım, değerlendirelim. Gayet tabii biz kurumlarımızın kendilerinden beklenen hizmetleri vermesini isteriz. Hepimizin müşterek…

K. KEMAL ANADOL (İzmir) – Daha güçlensin, daha güçlensin!

ADALET BAKANI MEHMET ALİ ŞAHİN (Devamla) – Gayet tabii, daha da güçlensin, daha tartışmasız kararlar versin.

SACİD YILDIZ (İstanbul) – Öneri sunduk.

ADALET BAKANI MEHMET ALİ ŞAHİN (Devamla) – Ama burada görev yapanların tamamının da kendi dallarında yetişmiş uzmanlar olduğunu, önemli bir bölümünün de ikinci bir görev olarak çok küçük ücretlerle burada hizmet verdiklerini ifade etmek istiyorum. Sayın Yıldız bunları bilir, ne kadar ücret alır burada bir profesörümüz; ikinci görev olarak buraya geldiğinde son derece sembolik bir ücretle…

REŞAT DOĞRU (Tokat) – Maaşını artırın Sayın Bakanım!

ADALET BAKANI MEHMET ALİ ŞAHİN (Devamla) – …sadece bir hizmet amacıyla burada görev yaptığını herhâlde takdir edeceklerdir.

BAŞKAN – Sayın Bakanım, bir dakika müsaade eder misiniz, heyet geldi de onu takdim edeceğim müsaadenizle.

VI.- BAŞKANLIĞIN GENEL KURULA SUNUŞLARI

A) Çeşitli İşler

1.- Genel Kurulu ziyaret eden Finlandiya Parlamentosu Dışişleri Komisyonu Başkanı Pertti Salolainen’e Başkanlıkça “Hoş geldiniz” denilmesi

BAŞKAN – Sayın milletvekilleri, Finlandiya Parlamentosu Dışişleri Komisyonu Başkanı Sayın Pertti Salolainen’in Başkanlığındaki heyet şu anda Genel Kurulumuzu teşrif etmişlerdir. Kendilerine Meclis adına “Hoş geldiniz.” diyorum. (Alkışlar)

IV.- GÜNDEM DIŞI KONUŞMALAR (Devam)

A) Milletvekillerinin Gündem Dışı Konuşmaları  (Devam)

3.- İstanbul Milletvekili Sacid Yıldız’ın, Adli Tıp Kurumunun sorunlarına ilişkin gündem dışı konuşması ve Adalet Bakanı Mehmet Ali Şahin’in cevabı (Devam)

BAŞKAN – Buyurun, devam ediniz efendim.

ADALET BAKANI MEHMET ALİ ŞAHİN (Devamla) – Sayın Başkanım, izin verirseniz ben de sözlerimi tamamlayayım. Ben de misafirimize “Hoş geldiniz.” diyorum.

Sayın Yıldız’a adli tıpla ilgili bu açıklamaları sizlerle paylaşma imkânı verdikleri için teşekkür ediyorum. Tabii ki uyarılarından yararlanacağız. Türk Tabipler Birliğinin bana gönderdiği dosya yeni geldi, henüz inceleme imkânı bulamadım.

SACİD YILDIZ (İstanbul) – Efendim, o paralelde yapılandırılsın.

ADALET BAKANI MEHMET ALİ ŞAHİN (Devamla) – Tabii ki o önerilerden de yararlanacağız. Biz sadece kurumlarımızın milletimize gerçekten yasada öngörülen şekilde, çağdaş seviyenin üstünde hizmet vermesini arzu ederiz. Hepimizin de temel arzusunun bu olduğunu düşünüyorum.

Hepinize saygılar sunuyorum efendim. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – Teşekkürler Sayın Bakanım.

Sayın Sakık, buyurun.

V.- AÇIKLAMALAR (Devam)

2.- Muş Milletvekili Sırrı Sakık’ın, Adli Tıp Kurumunun sorunlarına ilişkin açıklaması ve Adalet Bakanı Mehmet Ali Şahin’in cevabı

SIRRI SAKIK (Muş) – Muş bölgesinde yaşanan bir olayı Sayın Bakanımla paylaşmak istiyorum, eğer müsaadeniz olursa. Adli Tıp Kurumuyla ilgili Muş’ta yaşanan bir sıkıntıyı Sayın Bakanıma iletmek istiyorum.

Şimdi, Muş Diyarbakır’a 180 kilometre uzaklıkta ama adli bir vakada muhakkak Malatya’ya sevk yapılıyor; Malatya 350 kilometre ve insanlar mağdur oluyorlar. Acaba bu noktada, Muş’taki sıkıntıyı gidermek için Diyarbakır’a talimat verilebilir mi?

Teşekkür ediyorum.

BAŞKAN – Buyurun Sayın Bakanım, cevap vereceksiniz herhâlde.

ADALET BAKANI MEHMET ALİ ŞAHİN (Antalya) – Teşekkür ederim Sayın Başkanım.

Tabii, bahsettiğiniz konuyla özel olarak ilgileneceğim, konuyu detaylı olarak bilmiyorum. Döndükten sonra… Adli Tıp Kurumuyla temasa geçerek gerçekten söylediğiniz noktada bir sıkıntı yaşanıyorsa, vatandaşlarımız mağdur oluyorlarsa, bu mağduriyeti gidermek için yapılması gereken neyse bunun gerçekleşmesi için gayret edeceğimi ifade etmek istiyorum.

Teşekkür ediyorum Sayın Sakık’a.

BAŞKAN – Teşekkürler Sayın Bakan.

Gündeme geçiyoruz.

Başkanlığın Genel Kurula sunuşları vardır.

Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığının iki tezkeresi vardır, ayrı ayrı okutup bilgilerinize sunacağım.

VI.- BAŞKANLIĞIN GENEL KURULA SUNUŞLARI (Devam)

B) Tezkereler

1.- Kore Cumhuriyeti Ulusal Meclisi Başkanı Kim Hyong-O ve beraberindeki heyetin, ülkemize resmî ziyarette bulunmasına ilişkin Başkanlık tezkeresi (3/678)

Türkiye Büyük Millet Meclisi Genel Kuruluna

Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlık Divanı’nın 22 Ocak 2009 tarih ve 40 sayılı Kararı ile Kore Cumhuriyeti Ulusal Meclisi Başkanı Sayın Kim Hyong-O ve beraberindeki heyetin ülkemizi ziyaret etmesi uygun bulunmuştur.

Söz konusu heyetin ülkemizi ziyareti, Türkiye Büyük Millet Meclisi’nin Dış İlişkilerinin Düzenlenmesi Hakkında 3620 sayılı Kanun’un 7. Maddesi gereğince Genel Kurul’un bilgilerine sunulur.

                                                                                                            Köksal Toptan

                                                                                                Türkiye Büyük Millet Meclisi

                                                                                                                 Başkanı

BAŞKAN – Bilgilerinize sunulmuştur.

2.- Mısır Halk Meclisi Başkanı Ahmet Fathy Sorour ve beraberindeki heyetin, ülkemize resmî ziyarette bulunmasına ilişkin Başkanlık tezkeresi (3/679)

Türkiye Büyük Millet Meclisi Genel Kuruluna

Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlık Divanı’nın 22 Ocak 2009 tarih ve 40 sayılı Kararı ile Mısır Halk Meclisi Başkanı Sayın Ahmet Fathy Sorour ve beraberindeki heyetin ülkemizi ziyaret etmesi uygun bulunmuştur.

Söz konusu heyetin ülkemizi ziyareti, Türkiye Büyük Millet Meclisi’nin Dış İlişkilerinin Düzenlenmesi Hakkında 3620 sayılı Kanun’un 7. Maddesi gereğince Genel Kurul’un bilgilerine sunulur.

                                                                                                            Köksal Toptan

                                                                                                Türkiye Büyük Millet Meclisi

                                                                                                                 Başkanı

BAŞKAN – Bilgilerinize sunulmuştur.

Meclis araştırması açılmasına ilişkin üç önerge vardır. Önergeleri okutuyorum:

C) Meclis Araştırması Önergeleri

1.- Van Milletvekili Fatma Kurtulan ve 20 milletvekilinin, 1978 yılında Kahramanmaraş’ta yaşanan olayların ve sorumlularının araştırılması amacıyla Meclis araştırması açılmasına ilişkin önergesi (10/315)

Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına

1978'de Kahramanmaraş'ta yaşanan, planlı ve organize olduğu iddia edilen katliamın, gizli kalan yönlerinin açığa çıkarılması, gerçek suçlulara ulaşılması için ve toplumsal hayatı nasıl etkilediği hususunda araştırma yapmak üzere Anayasa’nın 98. TBMM İç Tüzüğü'nün 104. ve 105. maddeleri gereğince Meclis Araştırması açılması İçin gereğini arz ederim.

1) Fatma Kurtulan                                (Van)

2) Ahmet Türk                                     (Mardin)

3) Selahattin Demirtaş                          (Diyarbakır)

4) Emine Ayna                                     (Mardin)

5) Ayla Akat Ata                                  (Batman)

6) Sebahat Tuncel                                 (İstanbul)

7) M. Nezir Karabaş                            (Bitlis)

8) Bengi Yıldız                                     (Batman)

9) Sırrı Sakık                                        (Muş)

10) M. Nuri Yaman                             (Muş)

11) Özdal Üçer                                     (Van)

12) Aysel Tuğluk                                 (Diyarbakır)

13) Pervin Buldan                                (Iğdır)

14) Gültan Kışanak                              (Diyarbakır)

15) Akın Birdal                                    (Diyarbakır)

16) İbrahim Binici                                (Şanlıurfa)

17) Hasip Kaplan                                 (Şırnak)

18) Sevahir Bayındır                            (Şırnak)

19) Şerafettin Halis                              (Tunceli)

20) Osman Özçelik                              (Siirt)

21) Hamit Geylani                                (Hakkâri)

Gerekçe:

1978'in Aralık ayında, resmi rakamlara göre 100'ün üzerinde vatandaşın hayatını kaybettiği, resmi olmayan rakamlara göre ise, 500 vatandaşın hayatını kaybettiği, 1.500'e yakın vatandaşın yaralandığı, Kahramanmaraş'ta yaşanan katliam, yıllarca, 'devlet sırrı' olarak saklanmıştır. Saklanmasının nedeninin, katliamda devlet görevlilerinin aldığı rol olduğuna ilişkin ciddi iddialar ileri sürülmesine rağmen, iktidara gelen hükümetlerin hiç biri olayın üzerine gitmemiştir. Sol görüşlü kişilerin ve Alevi-Kürt vatandaşlarımızın hedef alındığı katliamlar, günlerce sürmüş, güvenlik güçlerinin müdahalede yetersiz kalmış olduğu söylenmişse de, organize olan ve çok sayıda devlet görevlisinin adının karıştığı iddia edildiği saldırıya, güvenlik güçlerinin bilinçli olarak müdahalede bulunmadığı ileri sürülmüştür. Birçok mahallede, sokakta, evde kadın, çocuk, genç, yaşlı demeden vatandaşlarımız katledilirken, ildeki askerî birliklerin saldırganları engellemediği iddiaları sonradan ortaya çıkan raporlarda daha da ciddiyet kazanmıştır. Dönemin Başbakanı Bülent Ecevit'in ölümünün ardından açılan arşivlerinde ortaya çıkan belgeler de katliamın MİT görevlileri tarafından planlandığı iddialarını güçlendirmesine ve olayın aydınlatılması için bir çok ipucu vermesine rağmen, devlet olayı aydınlatmak için hiçbir çaba harcamamış, sanıklar göstermelik olarak yargılanmış ve sonradan hepsi beraat etmiştir. Olayların faili olarak 804 kişi yargılanmış, birinci derecede rol oynayan 68 kişi hiç yakalanmamış, 29 kişi hakkında verilen idam ve 7 kişi hakkında verilen müebbet hapis cezası Yargıtayca bozulmuştur. Ayrıca dönemin İçişleri Bakanı İrfan Özaydınlı tarafından katliamın açığa çıkartılması için özel bir ekip görevlendirildiği, hazırlanan ayrıntılı raporun İçişleri Bakanlığı'na sunulduğu, ancak raporun içeriğinin gizli tutulduğu da basına ve kamuoyuna yansıyan iddialar arasındadır. Katliamın, gizli servislerdeki arşiv belgelerinin açıklanmaması, faillerinin beraat etmiş olması ve olaya adı karıştığı iddia edilen kimi isimlerin hâlâ devletin çeşitli kademelerinde görev yapıyor olması kaygı vericidir. Benzer örneklerini çokça yaşadığımız, üzeri örtülmeye çalışılan ve sorumlularının yargılanmadığı katliamlarla yüzleşmek, sorumluları, hukuk devletinin gereğini yerine getirecek şekilde yargılamak büyük önem taşımaktadır. Türkiye, geçmişindeki bu karanlık dönemi aydınlatmak zorundadır.

2.- Van Milletvekili Fatma Kurtulan ve 20 milletvekilinin, güvenlik güçlerine yönelik işkence ve kötü muamele iddialarının araştırılarak alınması gereken önlemlerin belirlenmesi amacıyla Meclis araştırması açılmasına ilişkin önergesi (10/316)

Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına

Güvenlik güçlerinin son zamanlarda artarak uyguladığı işkencenin ve kötü muamelenin önlenmesi için alınacak tedbirlerin tayin edilmesi ve söz konusu iddiaların araştırılması için Anayasa'nın 98. TBMM İç Tüzüğü'nün 104. ve 105. maddeleri gereğince Meclis Araştırması açılması için gereğini arz ederim.

1)  Fatma Kurtulan                          (Van)

2) Ahmet Türk                                 (Mardin)

3) Selahattin Demirtaş                     (Diyarbakır)

4) Emine Ayna                                (Mardin)

5) Ayla Akat Ata                             (Batman)

6) Sebahat Tuncel                            (İstanbul)

7) M. Nezir Karabaş                        (Bitlis)

8) Bengi Yıldız                                (Batman)

9) Sırrı Sakık                                   (Muş)

10) M. Nuri Yaman                         (Muş)

11) Özdal Üçer                                (Van)

12) Aysel Tuğluk                            (Diyarbakır)

13) Pervin Buldan                           (Iğdır)

14) Gültan Kışanak                         (Diyarbakır)

15) Akın Birdal                               (Diyarbakır)

16) İbrahim Binici                           (Şanlıurfa)

17) Hasip Kaplan                            (Şırnak)  

18) Sevahir Bayındır                       (Şırnak)

19) Şerafettin Halis                          (Tunceli)

20) Osman Özçelik                          (Siirt)

21) Hamit Geylani                           (Hakkâri)

Gerekçe:

İfadenin suç sayılması ülkemizde, insan haklarının korunmasının önündeki en büyük engeldir. İfade özgürlüğündeki kısıtlamalar nedeniyle kimi zamanlarda kalabalık gruplar kolluk kuvvetlerinin sert ve sınırsız yetki içeren müdahaleleri karşı karşıya kalmaktadır. İnsan Hakları İzleme Örgütü Ocak 2008'de yayımladığı yıllık raporunda, Türkiye'de insan hakları standartlarında bir gerileme yaşandığını vurgulamıştır. Güvenlik güçleri tarafından sivillere yönelik öldürücü nitelikte ateş açılmasının 2007 yılında da ciddi kaygı uyandırmaya devam ettiğini belirtmiş, polisin veya jandarmanın "genellikle öldürme olayının kişi dur ihtarına uymadığı için gerçekleştiğini iddia etse de, bazı vakalarda yargısız infaz olarak nitelendirilebilecek durumlar yaşandığını" vurgulamıştır.

2006 ve 2007 yıllarında 10 bin 886 polis ve jandarma, 4 bin 662 kişiye işkence yapmakla suçlanmıştır. Bu yıllar arasında 21 kişi işkenceden hayatını kaybetmiştir. Özgür-Der'in temmuz ayı hak ihlalleri raporunda, 2008 yılının ilk altı ayında 32 kişinin kolluk kuvvetleri tarafından 'Dur' ihtarına uymadığı gerekçesiyle vurularak hayatını kaybettiği açıklanmıştır. Ramazan Dal, İkbal Yaşar, Zeki Erinç, Mehmet Deniz 2008'in Mart ayında yapılan toplu gösteri ve yürüyüşler sırasında güvenlik güçlerinin müdahalesi sonucunda hayatını kaybetmiştir. 2008 Newroz ve 1 Mayıs İşçi Bayramında yüzlerce kişi, kolluk kuvvetlerince darp edilmiş ve kimi vatandaşlarımız vücutlarının çeşitli yerlerine aldıkları yaralar nedeniyle sakat kalmıştır. İşkencenin ve kötü muamelenin neredeyse herkesin karşı karşıya kalabileceği bir olgu haline gelmiş olduğu bu süreçte, acil önlemlerin alınması kaçınılmaz olmalıdır. Bu nedenlerle bir Meclis araştırma komisyonu kurulması elzemdir.

3.- Tokat Milletvekili Reşat Doğru ve 23 milletvekilinin, Tokat ilinde kırsal alanda yaşayan halkın sorunlarının araştırılarak alınması gereken önlemlerin belirlenmesi amacıyla Meclis araştırması açılmasına ilişkin önergesi (10/317)

Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına

Tokat ili kırsal alanda yaşayan halkımızın sorunlarının çözümü ile ilgili Anayasanın 98. İç tüzüğün 104 ve 105. maddeleri uyarınca bir Meclis Araştırması için gereğini arz ve talep ederiz.

1) Reşat Doğru                               (Tokat)

2) Oktay Vural                                (İzmir)

3) Mehmet Şandır                           (Mersin)

4) Kadir Ural                                  (Mersin)

5) Hasan Çalış                                (Karaman)

6) İsmet Büyükataman                    (Bursa)

7) D. Ali Torlak                              (İstanbul)

8) Osman Ertuğrul                          (Aksaray)

9) Recep Taner                                (Aydın)

10) Süleyman Latif Yunusoğlu       (Trabzon)

11) Mustafa Kemal Cengiz             (Çanakkale)

12) Kamil Erdal Sipahi                   (İzmir)

13) Beytullah Asil                           (Eskişehir)

14) Hakan Coşkun                          (Osmaniye)

15) Şenol Bal                                  (İzmir)

16) H. Hamit Homriş                      (Bursa)

17) Muharrem Varlı                        (Adana)

18) Hüseyin Yıldız                         (Antalya)

19) Behiç Çelik                               (Mersin)

20) Erkan Akçay                             (Manisa)

21) Sabahattin Çakmakoğlu            (Kayseri)

22) Necati Özensoy                        (Bursa)

23) Ahmet Duran Bulut                  (Balıkesir)

24) Mustafa Kalaycı                       (Konya)

Gerekçe:

Tokat ilimiz, Karadeniz Bölgesi ile İç Anadolu bölgesi arasında yer almaktadır. 6000 yıllık mazisi boyunca, birçok medeniyete ev sahipliği yapmış olup, tarihi, kültürel, turizm ve tarımsal potansiyeli yüksek olan bir ilimizdir.

Karadeniz Bölgesi ile İç Anadolu Bölgesi, İklimi arasında geçit bölgesi iklimine sahip olup iklim, toprak ve ekolojik yapısı ile 230 metreden 1500 metre rakımlara kadar tarımsal potansiyeli yüksek ve zengin bir üretim desenine sahiptir.

Kelkit vadisinde yer alan Niksar ve Erbaa ovaları, Yeşilırmak üzerinde yer alan Gözova, Kazova ovalarında bulunan Merkez, Pazar, Turhal İlçeleri ve Çekerek ırmağından faydalanan Zile ilçesi olmak üzere sulu tarım yönüyle önemli merkezlerdir.

Söz konusu ovalarda sulama kanalları ve bu ilçelerin dışında yer alan yerlerde ise gölet yapımı gerçekleştirilerek tarımsal potansiyel artırılmıştır.

Tarıma dayalı sanayi olarak Turhal İlçesinde Şeker Fabrikası, Merkezde Sigara Fabrikası ve Dimes Meyve suyu sanayi gibi önemli sanayi kuruluşları yanında Mezbaha ve mandıralarda hayvansal ürünlerin değerlendirilmesi amacıyla kurulmuştur.

Tarım ve Köyişleri Bakanlığına bağlı Toprak ve Su Kaynakları Araştırma Enstitüsü ve Gaziosmanpaşa Üniversitesi Ziraat Fakültesinin bulunması Tokat ilinin, Tarımsal Potansiyeline ayrı bir değer katmaktadır.

Tokat ilinin bu tarımsal potansiyeline rağmen, halkımız kırsal alanda geçimini sağlayamamakta ve bulundukları yerleri terk etmektedirler.

Tokat tarımında öne çıkan başlıca ürünlerin, Şeker Pancarı, Domates, Buğday ve Tütün olduğu görülmektedir. Yoğun bir şekilde girdi kullanımı ile üretilen Şekerpancarı ve Domates üreticileri son yıllarda ciddi sıkıntı çekmişlerdir.

Girdi fiyatlarında son 6 yılda % 200’lere varan artışlar varken, şeker pancarı destekleme alım fiyatları, bırakınız artırılmayı bir önceki yıldan daha aşağı düzeylerde gerçekleşmiştir.

Domates fiyatlarında yaşanan istikrasızlık ve özellikle hasat dönemlerinde ortaya çıkan ihracattaki tıkanmalar üreticileri sürekli olarak olumsuz etkilemiş ve üreticiler ürünlerini hasat yapmadan arazide bırakmışlardır.

Tütün üretimi açısından bakıldığında da durum aynıdır. Girdilerdeki asgari 2 kat artışa rağmen, tütün alım fiyatları 2002 yılına göre ancak % 60-70 civarında artış göstermiştir.

2000 Yılı Genel Nüfus Sayımı sonuçlarına göre; İl geneli nüfusu 828.027 kişi olup, bunun 401.762'si şehirlerde ve 426.265'i köylerde yaşamaktadır. Köylerde yaşayan nüfus % 51,4.tür.

Adrese Dayalı Nüfus Kayıt Sisteminde yer alan son kayıtlara göre, Tokat İli nüfusunun 617.158 kişi olduğu bu nüfusun, % 56,5'i şehirlerde, % 43,9' u köylerde yaşamaktadır.

TÜİK verilerine göre, 1991 yılında 64.791 adet olan tarımsal işletme sayısı, 2008 yılı itibarı ile 61.419 adete düşmüştür.

Bu veriler göstermektedir ki, ekonomisi büyük ölçüde tarıma ve tarıma dayalı sanayiye bağlı olan ilimizde, insanlarımız tarımı terk etmiş, kırsal alanda yaşayan nüfus oranı 8 yılda % 7,5 azalmıştır. Bu nüfusun il içerisinde kalmadığı ve İl dışına göç ettiği toplam nüfustaki 200.000 kişilik azalmadan anlaşılmaktadır.

Bu nedenlerle, Kırsal alanda yaşayan insanımızın gelir kaynağının artırılarak, çiftçilerin arazilerini ve işletmelerini terk ederek göç etmelerinin önlenmesinin Türkiye Büyük Millet Meclisince araştırılarak gerekli önlemlerin alınması yerinde olacaktır.

BAŞKAN – Bilgilerinize sunulmuştur.

Önergeler gündemdeki yerlerini alacak ve Meclis araştırması açılıp açılmaması konusundaki görüşmeler sırası geldiğinde yapılacaktır.

Sayın milletvekilleri, gündemin “Kanun Tasarı ve Teklifleri ile Komisyonlardan Gelen Diğer İşler” kısmına geçiyoruz.

1’inci sırada yer alan Türk Ticaret Kanunu Tasarısı ve Adalet Komisyonu Raporu’nun görüşmelerine kaldığımız yerden devam edeceğiz.

VII.- KANUN TASARI VE TEKLİFLERİ İLE KOMİSYONLARDAN

GELEN DİĞER İŞLER

A) Kanun Tasarı ve Teklifleri

1.- Türk Ticaret Kanunu Tasarısı ve Adalet Komisyonu Raporu (1/324) (S. Sayısı: 96)

BAŞKAN – Komisyon? Yok.

Ertelenmiştir.

2’nci sırada yer alan Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Kanununda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Tasarısı ile Millî Eğitim, Kültür, Gençlik ve Spor Komisyonu Raporu’nun görüşmelerine kaldığımız yerden devam edeceğiz.

2.- Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Kanununda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Tasarısı ile Millî Eğitim, Kültür, Gençlik ve Spor Komisyonu Raporu (1/608) (S. Sayısı: 266) (x)

BAŞKAN – Komisyon ve Hükûmet? Buradalar.

Geçen birleşimde tasarının tümü üzerindeki görüşmeler tamamlanmıştı.

Şimdi, maddelerine geçilmesini oylarınıza…

K. KEMAL ANADOL (İzmir) – Yoklama istiyoruz efendim.

BAŞKAN – Tespit yapalım:

Sayın Anadol? Burada.

Sayın Arıtman? Burada.

Sayın Barış? Burada.

Sayın Yıldız? Burada.

Sayın Kaptan? Burada.

Sayın Köse? Burada.

Sayın Ergin? Burada.

Sayın Ünsal? Burada.

Sayın Paçarız? Burada.

Sayın Coşkuner? Burada.

Sayın Özer? Burada.

Sayın Aydoğan? Burada.

Sayın Arat? Burada.

Sayın Seçer? Burada.

Sayın Gök? Burada.

Sayın Arifağaoğlu? Burada.

Sayın Yazar?

FERİT MEVLÜT ASLANOĞLU (Malatya) – Takabbül ediyorum.

BAŞKAN – Siz takabbül ediyorsunuz.

Sayın Seyhan? Burada.

Sayın Günday? Burada.

Sayın Baratalı? Burada.                                  

III.- YOKLAMA

BAŞKAN - Yoklama için üç dakika süre veriyorum ve yoklamayı başlatıyorum.

(Elektronik cihazla yoklama yapıldı)

BAŞKAN – Sayın milletvekilleri, toplantı yeter sayımız vardır.

VII.- KANUN TASARI VE TEKLİFLERİ İLE KOMİSYONLARDAN

GELEN DİĞER İŞLER (Devam)

A) Kanun Tasarı ve Teklifleri (Devam)

2.- Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Kanununda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Tasarısı ile Millî Eğitim, Kültür, Gençlik ve Spor Komisyonu Raporu (1/608) (S. Sayısı: 266) (Devam)

BAŞKAN - Maddelere geçilmesini oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler… Kabul etmeyenler… Kabul edilmiştir.

1’inci maddeyi okutuyorum:

KÜLTÜR VE TABİAT VARLIKLARINI KORUMA KANUNUNDA DEĞİŞİKLİK YAPILMASINA DAİR KANUN TASARISI

MADDE 1- 21/7/1983 tarihli ve 2863 sayılı Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Kanununun 12 nci maddesinin altıncı ve yedinci fıkraları aşağıdaki şekilde değiştirilmiştir.

“Belediyelerin ve il özel idarelerinin görev alanlarında kalan kültür varlıklarının korunması ve değerlendirilmesi amacıyla kullanılmak üzere 29/7/1970 tarihli ve 1319 sayılı Emlak Vergisi Kanununun 8 inci ve 18 inci maddeleri uyarınca mükellef hakkında tahakkuk eden emlak vergisinin % 10'u nispetinde Taşınmaz Kültür Varlıklarının Korunmasına Katkı Payı tahakkuk ettirilir ve ilgili belediyesince emlak vergisi ile birlikte tahsil edilir.

Tahsil edilen miktar, il özel idaresi tarafından açılacak özel hesapta toplanır. Bu miktar; il özel idaresince ve belediyelerce kültür varlıklarının korunması ve değerlendirilmesi amacıyla hazırlanan projeler kapsamında kamulaştırma, projelendirme, plânlama ve uygulama konularında kullanılmak üzere il özel idaresine ve il sınırları içindeki belediyelere vali tarafından aktarılır ve bu pay valinin denetiminde kullanılır. İl özel idarelerince yapılan projeler için kullanılan miktar özel hesabın             % 30’unu geçemez.”

BAŞKAN – Sayın milletvekilleri, madde üzerinde söz istemleri var.

Cumhuriyet Halk Partisi Grubu adına Hüseyin Ünsal, Amasya Milletvekili; Tokat Milletvekili, Milliyetçi Hareket Partisinden Reşat Doğru; Şırnak Milletvekili, Demokratik Toplum Partisi Grubundan Hasip Kaplan. Şahısları adına söz istemi: Mersin Milletvekili Behiç Çelik, Antalya Milletvekili Abdurrahman Arıcı.

İlk söz sırası Cumhuriyet Halk Partisi Grubu adına Sayın Ünsal’da.

Buyurun Sayın Ünsal.  (CHP sıralarından alkışlar)

CHP GRUBU ADINA HÜSEYİN ÜNSAL (Amasya) – Sayın Başkan, saygıdeğer milletvekilleri; 2863 sayılı Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Kanununda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Tasarısı’nın 1’inci maddesi üzerinde söz almış bulunuyorum. Sözlerime başlarken yüce heyetinizi saygıyla selamlıyorum.

2863 sayılı Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Kanununda Değişiklik Yapılmasına İlişkin Kanun Tasarısı’nın 1’inci maddesi, 2863 sayılı Kanun’un 12’nci maddesinde, belediyelere emlak vergilerinden taşınmaz kültür varlıklarının korunmasına katkı payı olarak tahakkuk ettirilen ve il özel idarelerinde toplanan katkı payından belirli miktarda il özel idarelerinin de yararlanması yönünde düzenleme yapılmaktadır. Yani oluşan kaynaktan il özel idarelerinin de kısmen kullanımının sağlanması istenmektedir.

Bu yöndeki düzenlemeyle, belediyelerce kullanılmadığı saptanan kaynağın kullanımı ve bölüşümüne il özel idareleri de dâhil olmak üzere yeni bir sorun alanı yaratılmaktadır. Biz, tabii, burada bir şeyi çok ciddi bir şekilde merak ediyoruz. En son yapılan, 2007 yılındaki, bu il özel idarelerinde toplanan paraların iller bazında miktarı nedir? Bilgi sahibi olamadık. Komisyondaki arkadaşlarımıza sorduk, onlar da olamamışlar. Bu payların ne kadarı kullanılmış ne kadarı kullanılmamış? Ama doğru olan bir gerçek var: Gerçekten belediyelerce bunun yeteri kadar kullanılmadığını biz birkaç tane vilayeti inceleyerek bulduk. Şimdi, bu sorun il özel idarelerine aktarılınca çözülecek mi? Çözülmeyecek ve yeni bir sorun alanı çıkacak. Bir kere yapılan uygulamayla yetki, uygulama ve denetim kurumu ortadan kalkacak ve tarihî dokunun korunması, kültür mirasına sahip çıkma gibi konularda bırakın koruma ve sahip çıkmayı, eserler ve miras elden çıkacaktır. Peki, bunu düzenlemenin doğuracağı sakıncalar nelerdir, bir sıralayalım:

Bizler karşı oy yazımızda söyledik. Karşı oy yazısında şöyle söyledik: “Vali hem denetleyen, hem yöneten, proje uygulayan makam konumuna getirilmektedir. Bu nedenle bu özel hesapta toplanan paranın denetimi için farklı bir mekanizma kurulması gereklidir.” Düzenlemede bu ayrıntıya hiçbir şekilde yer verilmemiştir.

“Hangi belediye ne kadar ödedi veya ödemedi, hangi projeler hazırlandı ve projelere ne kadar ödenek ayrıldı?” gibi sorulara cevap verecek şeffaf bir mekanizma bu düzenlemeyle oluşturulmamıştır. Bu büyük bir eksikliktir.

İkinci önemli bir sakınca da taşınmaz kültür varlıklarının korunmasına katkı payının belediyelerce kullanılmaması sorun iken söz konusu payın il özel idarelerinin de kullanımına açılmasıyla sorun çözülmeyecek, tersine sorun alanları oluşacaktır.

Yasanın değişiklik gerekçesinde “Büyük meblağlar toplanmasına rağmen, toplanan paralar pek çok yerde gereği gibi harcanamamakta ve paralar banka hesabında atıl olarak tutulmaktadır.” denilmektedir.

Yaşanan süreçte yeterli teknik kadrolara, uzman elemanlara sahip olmayan küçük belediyelerin yararlanmaları mümkün olmamıştır. Aynı belediyeler gibi teknik kadro, örgütlenme ve deneyime sahip olmayan il özel idareleri de aynı sıkıntıyı yaşayacak, sorun çözülmeyecek, çatallanacaktır.

Ben Sayın Bakanın bütçe konuşmasındaki rakamlardan çıkarıyorum. Şu ana kadar zaten sadece Koruma Uygulama Denetim Büroları kurulmuş, KUDEB’ler kurulmuş. 81 ilin 9 tane il özel idaresinde böyle bir KUDEB kurulduğu, binlerce belediyenin de sadece 23 tanesinde KUDEB kurulduğu rakamlarını elde ettik. Dolayısıyla sorun çözülmemiştir. Bu yasa, KUDEB’lerin kurulması, koruma kültürünün gelişmesine hiçbir olanak tanımayacak bir değişikliği önermektedir.

Üçüncüsü de kültür varlıklarının korunmasına katkı payı mali destek ötesinde belediyeleri koruma kültürü ve uygulamaları dâhil etme amacı güden sadece belediyelere ayrılmış önemli bir kaynakken bu belediyelerin elinden alınmak istenmektedir.

Kültür varlıklarının korunması için bu pay, kaynak sadece o varlığın ihyası değil, aynı zamanda belediyelerde koruma kültürünü yerleştirmek amaçlı yerel bir kaynaktır. Kaynağın kullanım alanını genişletme, fonun amacının dışına çıkılmasına neden olunacaktır.

Her ilde belediye sınırları ve dışından toplanan emlak vergileri toplamının birbirlerine oranı değişmektedir. Bu nedenle, tasarıda konulmak istenen yüzde 30 oran, toplanan katkı payı havuzunda il özel idaresi ve belediyeler arasında kullanımlarda haksızlıkları meydana getirecektir çünkü toplanan paraların, meblağların büyük bir kısmı belediye hudutları içerisindeki emlak vergilerinden olmaktadır.

Beşincisi de kaynak toplamanın iller bazında yapılmasından kaynaklanan eşitsizlik kaynağın harcanmasında da söz konusu olacaktır. Özellikle güneydoğu ve doğu illerinde emlak vergisine dayanak olan emlak değerleri düşüktür. Aynı zamanda emlak vergisi ödeyen mükellef sayısı da düşüktür. Dolayısıyla teknik kapasitesi yüksek olan belediyeler çok sayıda proje hazırlamaktadır. Oysaki doğu ve güneydoğuda bu hazırlık olmadığı gibi, yapılan projeler de il özel idarelerine kaynak aktarılarak neredeyse uygulanamaz hâle getirilecektir.

Belediyeler için ayrılan bu kaynak, kültür ve tabiat varlıklarının korunmasında önemli bir kaynaktır. Eğer bu kanunda bir değişiklik yapılacaksa kalıcı bir model oluşturmak için değişiklik yapılmalıdır. Tabii ki bunun için önerilerimiz var. Bu önerilerimizi de sıralamak isteriz.

Bir tanesi: Taşınmaz kültür varlıklarının korunması için ayrılan katkı payının kullanımında yaşanan sorunların saptanması, atıl durumda bulunan bu kaynakların nasıl kullandırılacağı, proje üretimi ve uygulamaların nasıl çoğaltılacağına ilişkin bir yapılandırmaya gidilmelidir. Bu yapılandırma nasıl olacaktır? Tabii ki sivil toplum örgütleriyle yapılacak ilişkiler ve meslek örgütleriyle yapılacak ilişkiler bunda önemlidir. Özellikle şehir plancıları odası, mimarlar odası gibi kuruluşlarla yerel yönetimleri buluşturacak bir model bu kanunda getirilmemiştir. ÇEKÜL Vakfı gibi, Tarihî Kentler Birliği gibi kuruluşlarla bir model oluşturma yoluna gidilmemiştir.

İkincisi: İller bazında katkı payı modelinden doğan eşitsizliğin önlenmesine yönelik düzenlemeler geliştirilmelidir.

Üçüncüsü ise çok önemlidir: Siyasi çıkar, kayırmacılık, rant yaratma, yerinden etme, mutenalaştırma gibi gizli amaçları önlemenin yolu üniversiteler, meslek odaları ve sivil toplum örgütleriyle ilişkilendirildiğinde o kuruluşların katılımıyla projeler hazırlanmalıdır. Kanun buna müsait değildir. Yapılan değişiklikler de bu konuya olanak vermemektedir.

Dördüncüsü: Toplumun her kesiminin katılımıyla hazırlanmış koruma amaçlı projelere kaynak aktarılmalı, tekil anlayışla hazırlanmış projeler ayrıştırılmalı ve ona göre kaynak aktarılmalıdır.

Beşincisi: Belediyelere kültürel miras ve koruma kanununda uzman personel yapısı oluşturulması ve bu uzman personellerin de istihdam edilmesi yoluna gidilmesidir. Bu konuyla ilgili belediyelere yeterli destek programları ve çözümler getirilmelidir.

Sayın Başkan, saygıdeğer milletvekilleri; belediyeciliğin ne olduğunu, zorlukları ve sorunlarını bizzat yaşayan bir arkadaşınız olarak, belediyelerin proje üretmekte zorlandıkları ve yeterli sunum yapamadıkları savı bir anlamda doğrudur, katılıyorum ancak bunun çözümü, ödeneklerini ellerinden almak değil, onları proje üretecek bilgi ve belgeye kavuşturmaktır. Dolayısıyla belediyelere gerekli bilimsel ve yönetsel desteği sağlamadan onların proje üretmediklerini ileri sürmek haksızlıktır.

60’ıncı Hükûmetin maalesef bu uygulamaları devam etmektedir. Belediyelerin ellerinden olanaklar ve kaynakların alınma yoluna bu dönemde çok hızla gidilmiştir. Yakın zamanda yaşadığımız belediyelerin kapatılmasıyla ilgili yapılan kanun ve en son bu kültür ve tabiat varlıklarıyla ilgili düzenlenen tasarı, bunun çok önemli bir örneğidir.

23’üncü Dönemde yerel yönetimlerle ilgili çıkardığınız kanunlar bu özetlerle bitmemektedir ama yerel yönetimleri bu anlamda desteklemek için bir değişiklik önergesiyle tasarının bu maddesine katkı sunmak istiyoruz, tasarıyı bu anlamda değerlendirmenizi istiyoruz.

Değerli arkadaşlarım, bir de Amasya’yla ilgili yapmış olduğumuz bir öneriyi Sayın Bakanımıza iletmemize rağmen henüz bir gelişmenin olmadığını… Şu meşhur elektrik aydınlatma direkleriyle ilgili Sayın Bakanım ve bu sadece Amasya’nın sorunu değil. Bu ülkenin her vilayetine aynı model elektrik direkleri dikiliyor. Bunun sebebini hâlâ merak ediyoruz.

Ayrıca, yine Amasya’mızın Hatuniye Mahallesi’nde Yalıboyu Evlerinin düzenlenmesiyle ilgili cevabınızı aldım. Teşekkür ediyorum. Fakat burada rakamlar o kadar uçmuş ki yapılan yardımların yüzde 14 seviyesinde kaldığı… Gönderdiğiniz şeyden onu çıkardım. Bu yapılan yardımlar yeterli değil. Dolayısıyla yapılan bu yardımların biraz daha kısıtlı konutlara yapılmasıyla o bölgenin tamamlanmasında büyük katkınız olacağını düşünüyorum.

Biraz sonra değişiklik önergesiyle ilgili konuşmama devam edeceğim.

Hepinize saygılar sunuyorum. (CHP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – Teşekkürler Sayın Ünsal.

Milliyetçi Hareket Partisi Grubu adına Tokat Milletvekili Reşat Doğru.

Sayın Doğru, buyurun efendim.  (MHP sıralarından alkışlar)

MHP GRUBU ADINA REŞAT DOĞRU (Tokat) – Sayın Başkan, sayın milletvekilleri; 266 sıra sayılı Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Kanununda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Tasarısı’nın 1’inci maddesi üzerinde Milliyetçi Hareket Partisi Grubu adına söz almış bulunuyorum. Yüce heyetinizi saygıyla selamlıyorum.

Sözlerime başlamadan önce, geçtiğimiz pazar günü Gümüşhane Zigana Geçidi’nde çığ felaketinde hayatını kaybeden Trabzon Dağcılık Kulübü üyeleri Doktor Davut Akdeniz ve arkadaşlarına Allah’tan rahmet diliyor, ailelerine, camialarına başsağlığı diliyorum.

Tarihsel süreç içerisinde toplumların ürettiği ve kuşaktan kuşağa aktardığı, her türlü maddi ve manevi özelliklerin bütünü olan kültür  bir toplumun kimliğini oluşturur. Bugün üzerinde görüşmeler yapacağımız kanun tasarısı kültürün maddi ögeleri olan binalar ve yapılar hakkındadır.

Bir toplumun dünyanın herhangi bir yöresinde yıllar öncesinde yaşadığının anlaşılmasının en önemli göstergesi olan kültürel varlıkların korunması gereklidir. Günümüzde bazı devletler geçmişten insanlığa miras kalan başka milletlerin, özellikle de Türk kültür eserlerinin izlerini yok etme gayretleri içerisinde görülmektedirler. Özellikle Bosna Savaşı sırasında camiler ve köprülerin yıkılması ve Suudi Arabistan’da Ecyad Kalesi’nin ve Hicaz Demir Yolu’nun yıkılması bunlara örnektir. Bazı ülkelerin de yurdumuzdaki kendi toplumlarına ait eserlerin korunması yoluna gittikleri görülmektedir. Başta Akdamar Kilisesi’nin onarımı olmak üzere birçok eserin korunması için çalışmalar yapılmakta, Yunanistan Hükûmetinin Rum eserlerini bedava onarmak için yerel yönetimler nezdinde devreye girdiği İçişleri Bakanlığının genelgesinden anlaşılmaktadır.

Türkiye Cumhuriyeti, Türk kültür değerlerinin korunmasına büyük önem vermiş, yurt dışında bu amaçla, Balkanlarda, Türk dünyasında ve Moğolistan’da önemli çalışmalar yapmasının yanında yurt içinde de kültür varlıklarının korunması için genel yönetime ve yerel yönetimlere kanunlarla önemli görevler vermiştir, görüşmekte olduğumuz tasarıda olduğu gibi özel finansman kaynakları da geliştirmiştir.

 Görüşmekte olduğumuz kanunun 1’inci maddesi ülkemizin nasıl yönetildiği hakkında iki önemli sonuç çıkarmaktadır.

Bunlardan birincisi, ülkemizi yöneten AKP İktidarının planlı bir yönetim göstermediği, günlük politikalarla önünü göremeyen bir yönetim anlayışı sergilediği gerçeğidir. Çünkü yakın zamanda belediyelerin gelirlerini artırmak için bu Mecliste yasal düzenlemeler yapılmış olup borçları affedilmiştir. Bugün de belediye gelirlerinden oluşan kaynaktan yüzde 30 kesinti yaparak, il özel idarelerine -aynı amaçla kullanmak üzere de olsa- kaynak aktarma yoluna gidiliyor.

Bir diğer sonuç ise kanunun genel gerekçesindeki “Doğu ve Güneydoğu Anadolu Bölgelerindeki iller ağırlıkta olmak üzere pek çok şehirde herhangi bir projeye aktarım yapılmamakta… Bu durum; belediyelerin proje geliştiremedikleri…” şeklindeki ifade ile kanun tasarısının altında imzası bulunan Kültür ve Turizm Bakanı Ertuğrul Günay’ın Komisyondaki beyanı ile ortaya çıkan bir gerçektir.

Sayın Bakan, Komisyonda kültür ve tabiat varlıklarının korunması için emlak vergisinden yapılan yüzde 10’luk kesintilerle oluşan hesapta 2007 yılı sonu itibarıyla 234 milyon YTL olduğunu, bunun ancak 90 milyon YTL’sinin kullanıldığını belirtmiştir. Bu da çoğunluğu AKP yönetiminde olan belediyelerin bu konudaki başarısızlığını göstermektedir. Elbette ki belediyeciliği imar rantlarından yararlanma ve millî birlik ve beraberliğe saldırma şeklinde değerlendiren bazı belediyelerden bu konuda başarı beklenemezdi.

Gelin, Milliyetçi Hareket Partili belediyelerin kültür varlıklarının korunması konusundaki başarılı çalışmalarına bakalım. Size bu konuda ülkemizde MHP’li belediyelerin gerçekleştirdiği çok örnekler gösterebiliriz ancak fazla uzağa gitmeden, en yakınımızdaki Beypazarı’nın dürüst ve çalışkan Başkanı Mansur Yavaş’ın kültür değerlerine yaptığı hizmetleri görmemiz yeterli olacaktır, Beypazarı’nı dünyaya açmış ve tanıtmıştır.

Ayrıca bunların yanında kendi seçim bölgem olan Tokat’tan örnek vermek istiyorum. Tokat’taki Erbaa Belediye Başkanı Ahmet Yenihan, Zile Belediye Başkanı Murat Ayvalıoğlu, Reşadiye Belediye Başkanımız Rafet Erdem’in yapmış olduğu çalışmalar ortadadır. Düzgün çalışmışlar, dürüst çalışmışlar, kendi bölgelerine -kısıtlı imkânlar içerisinde bile olsa- en iyi şekilde hizmet etmenin mutluluğunu yaşamışlardır. Şu an itibarıyla o bölgeleri görmüş olduğumuz zaman belediyeciliğin nasıl yapıldığını ve nasıl yapılması gerektiğini de göstermesi bakımından bunu örnek şeklinde söylemek istiyorum.

Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; kanaatimizce böyle bir düzenlemeye gerek yoktur. Bugün il özel idarelerinin kültür konusunda çalışma yetkisi vardır ve kaynakları da vardır. Belediye sınırları içerisinde yaşayan vatandaşlarımızdan tahsil edilen kaynağın, tasarının genel gerekçesinde belirtildiği şekilde il özel idarelerinin görev alanında, belediye dışındaki alanlarda kullanılmasını doğru bulmuyorum.

2004 yılında belediyeler tarafından kullanılması uygun görülen bir kaynağın yüzde 30’unun, proje geliştirilmediği gerekçesiyle dört yıl sonra, yukarıda da belirttiğim gibi, özel idarelere devrediliyor olması yanlıştır. Bu yapboz anlayışından kurtulunması gerekir.

Yapılması gereken, paranın olduğu yere saldırmak değildir. Belediyelerin bu konuda proje geliştirme gibi eksiklikleri varsa bunlara yardımcı olunmalı ve kurumsal kapasiteleri geliştirilmelidir. Doğru olan budur. İl özel idareleri, kendi bütçeleri çerçevesinde ve fazla verdiği iddia edilen genel bütçeden Kültür ve Turizm Bakanlığı bütçesi aracılığıyla aktarılacak kaynaklar kullanılarak proje geliştirmeli ve gerçekleştirmelidir.

Sayın Başkan, sayın milletvekilleri; Milliyetçi Hareket Partisi iktidarında, seçim beyanna-memizde de açıkladığımız gibi Türk kültürünün yaşatılmasına, gelecek nesillere aktarılmasına, kültür ve tabiat varlıklarının korunmasına, geliştirilmesine büyük önem verilecektir. Yurt içinde ve yurt dışında bulunan Türk kültürüne ait mimari eserlerin korunması yönünde gerekli çalışmalar yapılacak, Türk kültürü ve sanatının yaşatılmasının temel kurum ve mekanizmaları oluşturularak “Millî Kültür Enstitüsü” kurulacaktır.

Sayın milletvekilleri, arşivlerimizin tasnifi mutlaka yapılmalıdır. Türk dünyasının tüm kütüphane, müze ve arşivlerindeki kültürel eserlerimiz tespit ve konularına göre tasnife tabi tutularak hizmete sunulmalıdır.

Ayrıca, ülkemizdeki kültürel değerler de ortaya mutlaka çıkarılmalıdır. Örneğin İç Anadolu Bölgesi’nde çok güzel eserler vardır ama yine seçim bölgemden örnekler vermek istiyorum: Şu an itibarıyla Tokat Kalesi’nin restorasyonu, Danişmentlilerin Başkenti Niksar ve Zile Kalesi’nin ve Talazan Köprüsü’nün restorasyonu, Erbaa Horoz Tepesi’ndeki tarihî eserlerin çıkarılması, Sulusaray ilçesindeki tarihî kent kalıntılarının özellikle… Çünkü Sulusaray ilçesi, yıllardan beri işte Sebastopolis diye bir kentin üzerinde bulunması hasebiyle, şu an itibarıyla büyük sıkıntı içerisindedir. Oradaki vatandaşlar evlerine en küçük bir şey  ilave etmeye çalışsalar… İşte, tarihî eserlerle karşılaşmış olmalarından dolayı da tüm çalışmaların hepsi durdurulmuştur. Şu an itibarıyla da Sulusaray’a bu yönlü bir desteğin zamanı geçmektedir ve insanlar da bu konuda umutsuz duruma düşmektedir. Sayın Bakanlığımızdan ve yetkililerden de bunu bekliyoruz. Yani, Sulusaray ilçesindeki vatandaşlara yönelik olarak oraya işte kazı çalışmaları mı yapılacak veyahut da nasıl bir çalışma yapılacak, onu süratli bir şekilde getirmeleri ve insanların rahatlatılmış olması gerekiyor.

Ayrıca, bunun dışında Pazar ilçemizin Ballıca Mağarası gibi dünyanın birçok yerinde çok önemli bir şekilde görüntü veren, dünyanın her tarafına ünü yayılmış olan bir mağarası vardır. Ballıca Mağarası’nın da geniş bir şekilde, etrafıyla beraber açılması ve bunun da kamuoyuna sunulması gerekiyor. Ballıca Mağarası tabii şu an itibarıyla açıktır ama bunun da yeterli olmadığını tüm Tokatlılar olarak düşünüyoruz. Buranın tanıtımının çok iyi yapılması, bura yapıldığı zaman aşağı yukarı 5 kat olan bu güzelliklerin ortaya çıkarılmasını ortaya koyacaktır. Bununla beraber de işte tanıtımla beraber Tokat’a yeni bir yatırımın getirilmiş olacağı veyahut da Ballıca Mağarası vasıtasıyla o bölgenin çok iyi bir şekilde tanıtılmış olacağını da düşünüyorum.

Bunun yanında, ayrıca Almus ilçemizde ortaya çıkarılan mağaranın da turizme kazandırılması gerekir. Almus ilçesi de Tokat’ın fakir bölgelerinden bir tanesindedir. Ancak orada da çok güzel bir şekilde, şu anda bulunmuş olan mağarasının da bir noktada ortaya konması ve de kamuoyuna sunulması ve dünyaya kazandırılması gerekiyor. Tabii, yapılması gereken çok şey vardır ama kültürün, milletler hayatında çok önemli olduğunu bir kez daha buradan söylemek istiyorum.

Kanunumuzun ülkemize ve milletimize hayırlı olmasını temenni ediyor, yüce heyetinizi en derin saygılarımla selamlıyorum. (MHP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN -  Teşekkürler Sayın Doğru.

Demokratik Toplum Partisi Grubu adına Şırnak Milletvekili Hasip Kaplan.

Sayın Kaplan, buyurun efendim. (DTP sıralarından alkışlar)

DTP GRUBU ADINA HASİP KAPLAN (Şırnak) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; Demokratik Toplum Partisi Grubu adına söz almış bulunmaktayım.

Kültür ve tabiat varlıklarının korunması söz konusu olunca, partimizin en hassas olduğu bu konuda şüphesiz her iyi düzenlemeyi desteklemek gibi bir yaklaşımımız vardır ancak bazı önergelerimiz de olacaktır. Yalnız, şunu samimiyetimle söylemek istiyorum, çok zorumuza giden bir şeyi de açıklamak istiyorum ve Sayın Bakandan bilgi istiyorum öncelikle: Bu maddenin gerekçesinde, doğu, güneydoğu belediyelerinin proje yapamadığı ve söz konusu paraların büyük oranlarda bankalarda yığıldığı ve değerlendirilemediği yazılıyor. Ben tek tek istiyorum. Doğu, güneydoğuda kaç belediyede ne kadar para var? Lütfen açıklar mısınız. Kimse kimseyi kandırmasın. Bakın, çok samimi söylüyorum. Diyarbakır’ın on iki tane projesini, uluslararası destekli ve milyon eurolarla destekli projesini Hükûmet durduruyor. Şimdi, böylesi bir konuda bu gerekçenin girmiş olması dehşet vericidir. Bunun açıklamasını Hükûmet yapmak zorundadır. Ben geçiyorum tabii.

Sadece, kültür ve tabiat varlıklarının korunmasıyla ilgili getirilen yasa küçük bir düzenleme. Bu düzenlemenin boyutuna, tabiatın ve kültür varlıklarının korunmasının genel politikaları çerçevesinde bakmak lazım. Hükûmet buna nasıl bakıyor? Yani bu, kişilerle müsemma bir olay değil. Yani Sayın Bakan iyi niyetli olabilir, düşünsel olarak bu konularda da gerçekten çok iyi bir bakış açısına sahip olabilir ama Hükûmetinin, mensubu olduğu Hükûmetin politikaları nereye götürüyor, ona bakmak lazım. Bunun için biraz doğadan başlayacağım.

Önce İkizdere’den, Rize’den, Başbakanın memleketinden başlayayım. Dizi dizi HES santrali kurulmak isteniyor, SANKO firmasına EPDK iki yıl önce üretim lisansı veriyor. İkizdere nere? “Çevrecilerin daniskasıyım.” diyenin memleketi Rize, Başbakanın memleketi. Endemik bitki ve canlı çeşidi açısından dünyanın en önemli iki yüz vadisinden birisi İkizdere’dir, diğeri de Uludere’dir. Ona geleceğim.

Şimdi, burada, ÇED raporuna karşı İkizdere Kültür Derneği açtığı davayı kazandı. Ben İkizdere Derneğini burada kutluyorum ve asıl, çevrecilerin daniskasının böyle çevresine ve tabiatına sahip olanlar olduğunu söylüyorum. Gerisi benim için patiskadır.

Uludere’ye gelince: 7’si Şırnak, 4’ü Hakkâri, 11 tane aynı neviden HES barajı bizim Uludere’deki vadide de yapılıyor. Aynı olay Alliona, Kaz dağları, nükleer santrallerle Mersin, Karadeniz kıyıları, Trakya kıyıları, Ege kıyıları, Kaz dağlarından tutun Hasankeyf’e… Şimdi siz Hasankeyf’e geldiğinizde hangi tarihî kültür varlığı koruyacaksınız? Asuhan Barajı’nda… Evet, II. Ramses’in Nefertari’sine yaptığı tapınağı taşıdılar ama Amon-Ra Sunağı’na gelen güneş 21 Haziranda ışınlarını vuruyordu, taşıdıktan sonra artık vurmuyor. Biliyor musunuz? Artık 20 Haziranda vuruyor. Siz Hasankeyf’te o minareleri, kümbetleri nasıl taşıyacaksınız yukarıya? Lütfen, bunun açıklamasını yapın. Evet, bu, bir yanı.

Diğer bir yan, Antalya Demre’de Noel Baba heykelini kaldırma çalışması. Ne alaka şimdi? Noel Baba dünyaca bilinen birisi. Onun yerine paçalı, sıvalı, pantolonlu, çocuklu, balıklı bir Noel Amca heykeli yapılıyor. Biliyoruz işte, dünya, kırmızı renkte, yakaları beyaz kürklü kıyafetli, uzun sakallı, beyaz sakallı, geyiklerin kızağını çektiği bir Noel Baba’yı tanıyor. Ya ille bir baba hasleti varsa bunun da kolayı var. Benim önerim size: Alın bu yeni yaptığınız Noel amca heykelinin elindeki balığı, eline 99’luk tespih verin; o sakal da çok entel olmuş, onu biraz da uzatın, zındık mı olur, başka türlü mü olur; adını da koyarsınız, “Ak Baba” mı olur, ne olursa olur, ille bir ihtiyaç varsa... Kültüre ve tarihe saygı nedeniyle bunu söylüyorum. Ben bunu tiye almak noktasında değil ama saygı gereği bunu söylüyorum. Şimdi, bütün bunlar bir yana, İkizdere’yle ilgili gerçekten muhteşem bir mücadele vermişler, kutluyorum. Alliona’daki suç duyurusu yine Kültür ve Turizm Bakanlığına.

Bakıyoruz, bir de biliyorsunuz, 2010 Kültür Başkenti olacak İstanbul. Biraz da İstanbul’a geleyim. 2010 Avrupa Kültür Başkenti olmak çok önemli bir şey çünkü tarih boyunca farklı kültürleri bir arada yaşatan İstanbul’un kültürünü yaşatma hedefi var. Bunun Danışma Koordinasyon Kurulunda Sayın Bakan var, Hayati Yazıcı ve Kadir Topbaş var. Kadir Topbaş bir mimar, Büyükşehir Belediye Başkanı. Danışma Kurulunda Beyoğlu Belediye Başkanı -Topbaş eski Belediye Başkanı Beyoğlu’nun- Ahmet Misbah Demircan var.

Şimdi ben bunları niye anlattım size, geleceğim ona, çok basit bir örneklemeden yola çıkacağım. Şimdi, bir yapı var İstanbul’da ve bu yapı TRT’de iki belgesel konusu olmuş, İZ TV onu çekmiş. Onun ötesinde, en önemli sivil mimari anıt ilan edilmiş, yapısal tarih örneği yapılmış, kamuoyunun ilgi gösterdiği yerde birçok film çevrilmiş ve bu yapının önünde… Yapı da şu, ve bu birinci derece tarihî yapının önünde şu da AKP’nin icraatı: Kazmalar ve buldozerler! Şimdi, bu şekilde, bu kafayla 2010 Kültür Başkenti olur mu İstanbul? Reha Çamuroğlu nerede burada? O binada uzun yıllar yaşamış. Biraz sorulursa bu konuda bilgi verecektir ama enteresan olan, benim söyleyeceğim başka bir şey, bu kültür politikaları karşısında Hükûmetin anlayışı. Bakın, 1 numaralı Anıtlar Kurulu 1993 senesinde diyor ki: “Bu birinci derece sit alanıdır.” ve uzun yıllar inşaat izni alamıyor kimse burada. Geliyor 2 numaralı Anıtlar Kuruluna 2007’de, 1 no.lu Anıtlar Kurulunun kararını kaldırıyor, diyor ki: “İnşaat yapabilirsiniz.” Beyoğlu Belediyesi ne yapıyor? Bu Anıtlar Kurulunun verdiği karar üzerine “İnşaat yapın.” diyor. Şimdi, siz tarihi, kültürü bu şekilde koruyacağınızı sanıyorsanız, anıt ve sit kavramları kentsel estetik kurallarıyla uyumsuz, çirkin yapılaşmaların, tarihin önüne beton dikmenin neye mal olacağını görmek gerekiyor özelikle bu tür seçim dönemlerinde bu kentsel sit alanlarında yapılan çalışmalar nedeniyle.

Şimdi, buradan şuna biz şeye gelmek istiyoruz, doğanın korunmasıyla ilgili olarak 2010 Kültür Başkenti olan böyle bir yaklaşımda şunu sormak istiyoruz: Evet, anıtlarımızı koruyalım, tarihimizi koruyalım, kültürlerimizi de koruyalım. Bu yasayla nasıl koruyacağız söyler misiniz? Bunun arkasından kara yolları özelleştirme yasası gelecek, ormanları tesis yapacağız. Bunun arkasından bu yasayla boğaz köprülerinin ikisini satacağız Yap-İşlet-Devret Yasası’na istinaden. Yap-işlet-devret, ismi üstünde, yap, ondan sonra işlet, devrettir. Biz yapılanı sat, devret noktasında bir yasa getireceğiz. Şimdi, Hükûmetin temel politikası, EPDK ve enerji piyasalarıyla ilgili çıkarılan son yasalar, arkasından gelecek olan 2/B Yasası, bütün bunlar doğanın, tarihin, sit alanlarının hepsine kazma vurulması anlamına gelmiyor mu? Şimdi Hükûmetin politikası bir taraftan yap-işlet-devret, bir taraftan…

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN – Buyurun Sayın Kaplan.

HASİP KAPLAN (Devamla) - …2/B Yasası gelecek, Kıbrıs kadar bir yer Türkiye’de satılacak. O bir taraftan, kara yollarının istimlakiyle arazilere binalar, tesisler yapılacak. Bir taraftan böyle bir yasayı çıkarıyoruz, özel idarede biriken üç beş kuruşu, o ilçede, o beldede veya ilde hizmete sunacağız. Arkasından da kaşıkla alınanı kepçeyle dağıtmak değil artık, bu dağıtımın bambaşka bir adı olsa gerek. Önümüzdeki dönem, küresel krizi aşmak için özelleştirmenin doldurduğu boşluk bu tür satımlarla olacak. Bu tür satımlar da tarihî ve kültürel varlıklarımıza dinamit koyacak. Önümüzdeki günlerde göreceğimiz budur. Yani politikalarda yeknesaklık yoksa o zaman bu tavırlar da doğru değil, samimi değil, inandırıcı değil ama bu yasada önergelerimizle beraber biz de katkı sunmaya çalışacağız.

Teşekkür ediyorum. (DTP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – Teşekkürler Sayın Kaplan.

Şahısları adına ilk söz, Mersin Milletvekili Behiç Çelik’e ait.

Buyurun Sayın Çelik. (MHP sıralarından alkışlar)

BEHİÇ ÇELİK (Mersin) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; 2863 sayılı Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Kanunu’nda bazı değişiklikler öngören tasarının 1’inci maddesi üzerinde konuşma yapmak üzere şahsım adına söz almış bulunmaktayım. Bu vesileyle yüce heyetinizi saygıyla selamlarım.

Söz konusu Kanun’un 12’nci maddesinin altıncı ve yedinci fıkralarında bir değişikliğe gidiliyor ve buna göre -Başkanlığın okuttuğu gibi- emlak vergisinin yüzde 10’u oranında, taşınmaz kültür varlıklarının korunmasına katkı payı tahakkuk ettirilerek işlemi yapan belediyece emlak vergisiyle birlikte, taşınmaz kültür varlıklarının korunmasına katkı payı olarak tahsil edilerek özel idarede açılan özel hesaba toplanıyor. Demek ki bu katkı payı, özel idare ve belediyelerce kültür varlıklarının korunması ve değerlendirilmesi amacıyla hazırlanan projeler kapsamında, kamulaştırma, projelendirme, planlama ve uygulama konularında kullanılmak üzere vali tarafından özel idare ve belediyelere aktarılıyor. Toplanan bu payın özel idarelerce harcanacak olan miktar yekûnunun yüzde 30’unu geçmemesi şeklinde bir düzenleme söz konusu.

Şimdi, arkadaşlar, 2863 sayılı Yasa’nın 12’nci maddesinin altıncı ve yedinci fıkralarının bu şekilde düzenlendiğini burada görüyoruz. Ancak AKP İktidarı aynı fıkraları 5226 sayılı Kanun’la zaten daha önce 2004 yılında düzenlemişti. Şimdi tutup yeni bir düzenleme daha getiriliyor. Bu davranış, iktidarın ayrıntılı düşünerek bir irade ortaya koyamadığının en önemli kanıtıdır. Burada, katkı payının oran ve miktarları üzerinde değil, söz konusu payın nereye harcandığı mevcut statü çerçevesinde tabii ki çok daha önem arz etmektedir.

Taşınmaz kültür ve tabiat varlıkları Türkiye’de sadece Rum’un, Yunan’ın, Bizans’ın, Ermeni’nin vesaire varlıkları anlamına gelmez. Hatta arkeoloji deyince, genel kanı, Bizans ve yok olmuş Anadolu kavimlerine istinat ettirilmeye çalışılıyor ve arkeoloji bilimi Türkiye’de genel kabul edilmiş âdeta, sadece buna istinat ettirilerek orada kalıyor. Bu anlayış yanlıştır.

Anadolu’nun dört bir yanı beylikler, Selçuklu, Osmanlı başta olmak üzere eşsiz eserlerle dolu iken bunların yıkılmaya ve çürümeye terk edilmiş olması asla kabul edilemez. Ama örneğin Doğu’da Van Gölü içerisinde Akdamar Kilisesi iktidar tarafından onarıldı.

Şimdi, tabii ki Akdamar Kilisesi’ne kadar gelmişken Akdamar Kilisesi’nin hemen kuzeyine dürbünle bakıldığında karşıda Ahlat diye bir ilçe var ve bu Ahlat -müteaddit defalar gittim- taşıyla, toprağıyla, kıyısıyla gölüyle, yaşayan insanıyla çok örnek bir kent. Burada Selçuklu mezarlığı var. Alparslan’ın Malazgirt Zaferi’ni kazandığı savaş alanının hemen 22 kilometre  güneyinde bulunan bu kent, kümbetlerle, hanlarla ve kendine özgü sanat yapılarıyla ve bundan beş altı yüz yıl önce insanların cıvıl cıvıl yaşadığı, “Yenimahalle” adıyla anılan, göl kıyısında metruk bir mahallesiyle meşhur ve orada camilerin, o eski Türk mimarisini yansıtan evlerin olduğu bu mahalleye hiç kimse el atamıyor.

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN – Buyurun Sayın Çelik, devam edin.

BEHİÇ ÇELİK (Devamla) – Teşekkür ederim Sayın Başkan.

Yıllarca orada Ankara Dil ve Tarih-Coğrafya Fakültesinden rahmetli Selçuk Karamağaralı ve eşi Profesör Doktor Beyhan Karamağaralı’nın yapmış olduğu arkeolojik çalışmalara ne yazık ki hiç destek verilmedi, hâlâ verilmiyor çünkü Anadolu’da nerede bir Türk ve İslam mührü var ise bunlar göz ardı ediliyor ama bunun yerine, AKP İktidarı, gidiyor, trilyonları döküyor, Ermenilerin Akdamar Kilisesi’ni yapıyor, ki burada bulunan papazlar, piskoposlar Van’daki katliamları yönetmişlerdir. Bunu asla unutmamalıyız. Van şehrine gittiğiniz zaman mevcut Van yine eski Van’ın olduğu yerde kurulmamış, orada 15 binin üzerinde Müslüman katledilmiştir bu Akdamar’da zamanında oturanlar tarafından. Onun için burada biz millî şuuru idrak edemezsek bu topraklarda asla tutunamayız.

Bu itibarla, bu yasa çerçevesinde ben bunları hatırlatmak istedim.

Yüce heyetinizi tekraren saygıyla selamlarım. (MHP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN  – Teşekkürler Sayın Çelik.

Şahsı adına ikinci söz, Antalya Milletvekili Abdurrahman Arıcı’ya ait.

Buyurun Sayın Arıcı. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)

ABDURRAHMAN ARICI (Antalya) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; 266 sıra sayılı Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Kanununda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Tasarısı’nın 1’inci maddesi üzerinde şahsım adına söz almış bulunuyorum. Yüce Meclisi saygıyla selamlıyorum.

2863 sayılı Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Kanunu’nun “Taşınmaz kültür varlıklarının onarımına yardım sağlanması ve katkı payı” başlıklı 12’nci maddesine 2004 yılında yasalaşan 5226 sayılı Kanun’la eklenen fıkralarda, belediyelerin görev alanlarında kalan kültür varlıklarının korunması ve değerlendirilmesi amacıyla kullanılmak üzere 1319 sayılı Emlak Vergisi Kanunu’nun 8 ve 18’inci maddeleri uyarınca mükellef hakkında tahakkuk eden emlak vergisinin yüzde 10'u nispetinde "Taşınmaz Kültür Varlıklarının Korunmasına Katkı Payı" tahakkuk ettirileceği ve ilgili belediyesince emlak vergisi ile birlikte tahsil edileceği, tahsil edilen miktarın il özel idaresi tarafından açılacak özel hesapta toplanacağı, bu miktarın belediyelerce kültür varlıklarının korunması ve değerlendirilmesi amacıyla hazırlanan projeler kapsamında kamulaştırma, projelendirme, planlama ve uygulama konularında kullanılmak üzere il sınırları içindeki belediyelere vali tarafından aktarılıp kullandırılacağı hükme bağlanmıştır.

Görüşmekte olduğumuz tasarının 1’inci maddesinde getirilen düzenlemeyle, il özel idarelerinde, bu hesapta biriken parayla, kültür varlıklarının korunması ve değerlendirilmesi amacıyla hazırlanan projeler kapsamında kamulaştırma, projelendirme, planlama ve uygulama yapabilecekleri hükme bağlanmaktadır.

Bu tasarıyla, il özel idarelerince oluşturulan bu özel hesaptan yüzde 30 sınırlamasıyla, korunması gerekli taşınmaz kültür varlıklarının korunma ve onarılmasında kullanılabilecektir.

Sayın Başkan, sayın milletvekilleri; korunması gerekli taşınmaz kültür varlıkları bize çocuklarımızın emanetidir. Bizler bu emanetlere sahip çıkarak çocuklarımıza ulaştırmak zorundayız. AK PARTİ İktidarı öncesinde ödenek yetersizliği, ödeneklerin geç çıkması nedeniyle kültür miraslarımızın korunması, restorasyonu konusunda sıkıntı yaşıyorduk. Diğer alanlarda da olduğu gibi İktidarımızın konuya gösterdiği hassasiyet, Kültür Varlıkları ve Müzeler Genel Müdürlüğümüzün son yıllarda yapmış olduğu çalışmalardanda anlaşılmaktadır.

Ülkemizde Türk bilim adamlarınca gerçekleştirilen kazılara 2002 yılında verilen destek 2 milyon TL’nin dahi altındayken, verilen nakdî destek beş yılda yüzde 800 artış göstererek 2008 yılında         15 milyon TL’nin üzerine yükselmiş, yüksek bütçeli yabancı kazılar yanında boynu bükük duran Türk kazıları hak ettikleri bütçeye sahip olmuşlardır.

Uzun yıllardır kapalı durumda bulunan müzelerimizden 2005 yılında 17, 2006 yılında 10, 2007 yılında 7, 2008 yılında 7 olmak üzere toplam 41 müzenin ziyarete açılması sağlanmıştır. Bunlara ilave olarak son bir yıl içerisinde teşhir, tanzim çalışmaları yapılarak 7 yeni müzenin de ilk defa açılışı yapılmıştır.

Son yıllarda Bakanlığın girişim ve gayretleriyle yurt dışından iadesi sağlanan eser sayısında ciddi artışlar olmuş, 2007 yılında 350 eserin, 2008 yılında da 1.182 eserin ülkemize iadesi sağlanmıştır.

Kültür Varlıkları ve Müzeler Genel Müdürlüğünce son yıllarda büyük bir seferberlikle başlatılan başta Mevlânâ Türbesi Müzesi, Karatay Medresesi ve İnce Minareli Medrese olmak üzere İshak Paşa Sarayı’ndan Topkapı Sarayı’na, Atatürk evlerinin bakım ve onarımından Birinci ve İkinci Meclis binalarına, Sarıkamış’tan Çanakkale Şehitliği ve anıtlarına, Tokat Kalesi’nden Alanya Kalesi’ne kadar Anadolu’nun dört bir köşesindeki tarihî ve kültürel varlıklarımızın restorasyonu bu dönemde ya tamamlanmış ya devam etmekte ya da başlanılmak üzeredir. Geçtiğimiz yıllarda başlatılan bu kapsamlı yenileme çalışmalarının 2009 yılında da devam ettirilmesi planlanmaktadır.

Tabiidir ki bu artışlarda en önemli etken, 2004 yılında çıkardığımız 5226 sayılı Yasa’dır. Bu Yasa’yla kültür ve tabiat varlıklarımızın korunması ve onarılması için özel bir hesap oluşturulmuştur. 2004 yılından bugüne kadar Türkiye genelinde birçok belediyemiz de bu hesapta biriken parayla birçok taşınmaz kültür varlığımızı restore etmiştir. Şimdi ise belediyeler tarafından kullanılan bu özel hesaptan il özel idaresinin de kaynak kullanması öngörülmektedir.

Tasarının genel gerekçesinde de ifade edildiği gibi, bu maddeyle il özel idarelerinin görev alanlarında proje teklifinde bulunması ile toplanan emlak katkı payının gereği gibi harcanması ve banka hesabında atıl olarak tutulan miktarların projeye dönüştürülmesi sağlanacaktır.

Tasarının hayırlı olmasını diliyor, yüce Meclisi saygıyla selamlıyorum. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – Teşekkürler Sayın Arıcı.

Sayın milletvekilleri, madde üzerinde konuşmalar tamamlanmıştır.

Soru-cevap işlemine başlayacağız. Yalnız süremiz on dakikadır, fazla soru soran arkadaşımız var, ona göre soruları kısa sorarsak memnun olurum.

Sayın Özdemir, buyurun efendim.

HASAN ÖZDEMİR (Gaziantep) – Sayın Başkan, Sayın Bakana soruyorum: Seçim bölgem Gaziantep ve yöresi birçok medeniyetlerin iz bıraktığı, beş bin yıllık bir yerleşim ve kültür merkezidir. Gaziantep’te Gaziantep Kalesi, Zeugma ve Yesemek gibi yerlerde kültür turizmiyle ilgili iyileştirme var ise de birçok yöresindeki eski yerleşim yerleri, mezarlar, kaleler ve höyükler kültür turizmine açılmayı beklemektedir. Bunları, başta Oğuzeli Tilbaşar Kalesi ile bilhassa Barak Ovası’ndaki birçok höyüğü kültür turizmine açmayı düşünüyor musunuz?

Teşekkür ediyorum.

BAŞKAN – Teşekkürler Sayın Özdemir.

Sayın Çelik, buyurun efendim.

BEHİÇ ÇELİK (Mersin) – Sayın Başkan, teşekkür ediyorum.

Ben özellikle bu madde bağlamında Sayın Bakanıma şu soruyu yöneltmek istiyorum: Kamulaştırma, ihale çalışmalarından sonra bugüne kadar gördüğüm tarihî eser restorasyonlarında bazen uzmanlara verilmeyen bu işler, ehil olmayan kimselere verilen işler ne yazık ki o tarihî eseri önemli ölçüde tahrip etmektedir yani tamamen orijinal özelliğini yitirmekte, örneğin sıva yaparak tamamen karakterini değiştirmekte ya da iç elektrik donanımlarını, tesisatlarını, orijinal taşlarını, kayalarını kırarak, kopararak yapmaktalar. Bu da orijinaliteyi tamamen yok etmektedir. Bu konuda, ehil ellere geçmesi konusunda belediye ve özel idarelere bir genelgeniz olacak mı? Bunu takip ediyor musunuz?

Teşekkür ederim.

BAŞKAN – Teşekkürler Sayın Çelik.

Sayın Taner…

RECEP TANER (Aydın) – Sayın Bakan, görüşmekte olduğumuz bu 1’inci maddede belediyelerin bugüne kadar tahsil edip kullanmakta oldukları payların, yeterince kullanılmadığından dolayı yüzde 30’unun il özel idareleri tarafından kullanılması sağlanmaya çalışılmakta.

Şimdi soruyum:

1) Bugüne kadar tahsil edilip de kullanılmayan katkı payı miktarı ne kadardır?

2) Bu düzenleme ile il özel idarelerinin başı olan il valisi hem bu katkı payının kullanıcısı hem de denetleyicisi konumuna geliyor. Nasıl bir uygulama yapılacak?

Teşekkür ederim.

BAŞKAN – Teşekkürler Sayın Taner.

Sayın Paksoy

MEHMET AKİF PAKSOY (Kahramanmaraş) – Teşekkür ederim.

Sayın Bakana iki sorum var:

1) Kütüphanelerde çalışan personellerin özlük haklarında bir iyileştirme yapmayı düşünüyor musunuz?

2) Kütüphane müdürleri üniversitelerin kütüphanecilik bölümünden mezun olanlardan mı atanmakta yoksa getirmek istediğiniz kişileri önce il kültür müdür yardımcısı yapıp ondan sonra geçici görevle mi makamları dolduruyorsunuz? Bu şekilde kaç kütüphanede meslek dışı atadığınız müdür vardır?

Teşekkür ederim.

BAŞKAN – Teşekkürler Sayın Paksoy.

Sayın Tankut

 YILMAZ TANKUT (Adana) – Teşekkür ediyorum Sayın Başkan.

Sayın Bakana sormak istiyorum: Bu tasarı kanunlaştığı takdirde söz konusu varlıkların korunmasıyla ilgili olarak Bakanlık kurullarından ne kadar ilave bir kaynak beklenmektedir?

Yine, Adana’da bulunan kültür ve tabiat varlıklarının korunması ve onarılması için bu yılki bütçeden ayrılan bir ödenek var mıdır, varsa miktarı nedir? Adana ve civarı için şu anda bu kanun yürürlüğe girdikten sonra ne miktarda bir ödenek tahsisi yapılabilecektir? Söz konusu bu ödeneklerin Adana’ya düşebilecek miktarı ile Adana’daki hangi eser ve yapıların korunması ve onarılması düşünülmektedir? İsimlerini söyleyebilirseniz memnun olurum.

Teşekkür ediyorum.

BAŞKAN – Teşekkür ederim.

Sayın Bal, buyurun efendim.

ŞENOL BAL (İzmir) – Teşekkür ediyorum Sayın Başkan.

Sayın Bakan, Kültür ve Turizm Bakanlığı tarafından bütün evrakları muhafaza edilen, çalışma disiplini belirlenen, her yıl kokartlarına vize alabilmek için sabıkasızlık belgesi istenen ve zorunlu hizmet içi seminerlere katılan kokartlı profesyonel turist rehberlerinin, bütün dosyaları Kültür ve Turizm Bakanlığı bünyesinde ve çalışmaları da yine aynı Bakanlık tarafından denetlendiğine göre, yaptıkları iş hangi meslek sınıfı içerisine konmaktadır?

Bakanlık hangi yasaya dayanarak bu kişileri “rehber” adı altında görevlendirmektedir?

Kokartlı profesyonel turist rehberleri neden bir meslek yasasına sahip değillerdir?

Yine en son madde: Turist rehberleri bütün dünyanın her yerinde ören yeri ve müzelere girişte ücret ödemezken Türkiye’de neden ücret ödemektedir?

Teşekkür ediyorum.

BAŞKAN – Teşekkürler Sayın Bal.

Sayın Doğru, buyurun.

REŞAT DOĞRU (Tokat) – Teşekkür ederim Sayın Başkan.

Bu kanun gereği kültür ve tabiat varlıklarının korunması için ayrılan yüzde 10 payı il özel idarelerine ve valinin kontrolüne veriyoruz. Bu ayrılan pay mevcut belediye yönetimine neden kullandırılmıyor? Belediyelere kullandırılmış olsa ve de takipçisi de vali olsa daha iyi olmaz mıydı?

Yine Sayın Bakana ikinci soru olarak sormak istiyorum: Tokat ili Zile ilçemiz tarihî özellikleri olan bir ilçemizdir. Buranın en güzel yerlerinden olan Zile Kalesi ve etrafındaki tarihî yapılar Bakanlığınızdan ilgi ve ihtimam bekliyor. Bu konuda sizden bilgi istiyorum.

Teşekkür ederim.

BAŞKAN – Teşekkürler Sayın Doğru.

Son soru, Sayın Şandır, buyurun efendim.

MEHMET ŞANDIR (Mersin) – Çok teşekkür ederim.

Sayın Bakan, kültür ve tabiat varlıklarını korumak bir anlayış, bir politika, bir temel yaklaşım meselesidir. Bu anlamda, bu bağlamda soruyorum: Mersin sahillerinde, Mersin, Muğla, Aydın sahillerinde kurulan balık çiftlikleri tabiat varlıklarına karşı bir tehdit değil midir?

Ayrıca, Mersin’in gerçekten cennet gibi bir koyu olan Büyükeceli Koyu’nda nükleer santral yapılmaktadır. Bunu, yani nükleer enerji teknolojisine sahip çıkmayı, sahip olmayı ben de kabul ediyorum, talep ediyorum ama böyle bir santrali götürüp o koyda yapmak tabiat varlıklarına karşı bir tehdit değil midir? Bu konuda hem düşüncelerinizi hem tedbirlerinizi öğrenmek istiyorum.

Teşekkür ederim.

BAŞKAN – Teşekkürler Sayın Şandır.

Sayın Bakanım, cevap verebilirsiniz.

Buyurun.

KÜLTÜR VE TURİZM BAKANI ERTUĞRUL GÜNAY (İstanbul) – Teşekkür ederim Sayın Başkan.

Son sorudan başlayarak arkadaşlarıma cevap vermek istiyorum. Sayın Şandır’ın da işaret ettiği gibi balık çiftlikleri gerçekten Türkiye'nin birer tabiat harikası olan koylarımızın çok içlerine kadar, yakın zamana kadar, yerleşmiş durumdaydı. Bu, Mersin civarında, Muğla civarında, birçok yörede turizmi de tehdit eder, tabiat varlıklarını da tehdit eder bir durumdaydı. Şimdi biz bunlarla ilgili ciddi bir yeni çalışma yapıyoruz. Bu konuda hâlen komisyonda bulunan bir yasa tasarısı da var.

Ayrıca, Mersin özelinde, söylemem gerekirse, 8 kadar balık çiftliği planlanmıştı. İlk hamlede bunların 4’ü zaten kaldırıldı bizim itirazlarımızla. Sonra geri kalan 4’ünü bizzat yerinde gözledik. Bunların 3’üne tekrar itiraz ettik. Şu anda Mersin’de planlanan 1 balık çiftliği kaldı. Öbür geri kalan tümü bizim tarafımızdan itiraza konudur ve sanıyorum ki gerçekleşmeyecek.

Nükleer santral tabii çok daha eskiden gelen, planlanmış bir çalışma. Bir yandan Türkiye'nin nükleer enerjiye ihtiyacı var, bir yandan da tabii herhangi bir coğrafya buna çok şu anda talip olmuyor. Bunu da Türkiye'nin ihtiyaçları ile Türkiye'nin gerçekleri arasında bir yeni politikayla çözmeye çalışacağız. Bizim dönemimizde tabiatı tehdit eden, turizmi tehdit eden, tarihsel varlıkları tehdit eden hiçbir başka girişime, taş ocağı, kum ocağı, maden ocağı gibi girişime veya balık çiftliği gibi girişime hoşgörüyle, toleransla yaklaşmıyor, önce itirazlarımızı belirtiyoruz ve mümkün olduğu kadar bu varlıkları korumaya çalışıyoruz.

Sayın Doğru’nun ve birkaç arkadaşımızın sorusu bu kanunun mantığını anlamakla ilgili.

Değerli arkadaşlarım, burada zaten şöyle bir uygulama yapılıyor: Geçen dönem Parlamentonun yaptığı kültür varlıklarını koruma doğrultusundaki en önemli reform niteliğindeki girişimlerden birisi bu. Katkı yapan bütün arkadaşlarıma, parti ayrımı gözetmeksizin, şu anda bu sıfatı taşıyan arkadaşınız olarak teşekkür etmek istiyorum.

Kültür ve Turizm Bakanlığı fevkalade önemli alanlarda yaygın bir çalışma göstermeye gayret ediyor ama bütçemiz sınırlı, tarihsel varlığa sahip çıkmak için ek kaynaklar bulunmaya çalışılmış ve emlak vergilerinden yüzde 10 kesinti yapılmış ve bu yüzde 10 kesinti tescilli varlıkların kamulaştırılması, projelendirilmesi ve uygulanması için korunmaya çalışılmış. Fakat elimde bir liste var, bu yıl sonu itibarıyla, 2005’ten, yani yasanın çıktığından bugüne kadar  350 milyon TL’ye yakın para toplanmış, bunun ancak yarısı kullanılabilmiş.  Şu anda, kullanılmayan 180 milyon TL varsa, bunun yüzde 30’unu da bu biçimde devreye sokabileceksek, demek ki 60 milyon civarında, bizim için fevkalade önemli olan tarihsel varlığa sahip çıkılması için bizim Bakanlığımızın bütçesine oranladığımız zaman, fevkalade önemli olan yeni bir kaynağı seferber edeceğiz.

Peki, bunu özel idare… Diyor ki arkadaşlarımız: “Belediyeler seçilmiş organlar, vali atanmış.” Valiye değil, biz valinin aktaracağı bir mekanizma içinde özel idarelere kullandırıyoruz. Belediyeler, bu restorasyon projelerini yapıp uygulamaya başladıklarında hangi birimlerin kurallarına bağlıysa özel idareler ve il genel meclisleri de aynı kurallara bağlı yani koruma kurullarının ilkelerine bağlı, koruma kurullarının ilkeleri çerçevesinde bu uygulamaları yapacaklar ve yine bizim rölöve ve anıtlar müdürlüğümüz nasıl belediyelerin yaptığı çalışmaları denetliyorsa bunları da denetleyecek.

Peki, paranın nasıl kullanıldığı… Zaten vilayetin tasarruflarını denetleyen bir mekanizma var, Sayıştay var. Yani vilayetin tasarrufları bir yandan belli bir muhasebe denetimi içinde bir yandan da idarenin her  türlü eylem ve işlemi zaten yargı denetimi altında yani layüsel bir kullanım mekanizması çıkarmıyoruz. Bakanlığın, bu konuda belediyeler yaparken hangi söz ve karar hakkı varsa, vilayet, özel idare, il genel meclisi yaparken aynı söz ve karar hakkı var. 

Şimdi, burada, arkadaşlarıma…

Zaman yetmiyor.

BAŞKAN – Sayın Bakanım, süreniz doldu, devam edecekseniz bir iki dakika daha vereyim.

KÜLTÜR VE TURİZM BAKANI ERTUĞRUL GÜNAY (İstanbul) -  Bir iki dakika izin verirseniz, bunu açıklamam gerekiyor.

BAŞKAN – Buyurun efendim.

KÜLTÜR VE TURİZM BAKANI ERTUĞRUL GÜNAY (İstanbul) -  Biz, burada atıl olan bir kaynağı harekete geçirmeye çalışıyoruz. Türkiye'nin tarihsel varlığına sahip çıkması, Türkiye'nin tarihsel birikimine sahip çıkması gerekiyor. Arkadaşlarımız, Ahdamar ve Ahlat örneklerini verdiler. Ahdamar’a sahip çıkılmış, Ahlat’a da sahip çıkıyoruz. Ben size rakamlarıyla veririm. Erciş’te Çelebibağ Mezarlığı’na, Selçuklu Mezarlığı’na aynı ölçüde yardım ettik. Edirne’deki Ekmekçioğlu Kervansarayı’nı arkadaşlarımın görmesini isterim. Yani biz dönem ayrımı gözetmeksizin bütün tarihsel birikimimize, bütün kültürel birikimimize sahip çıkmak ve atıl bulunan kaynakları harekete geçirmek için bir arayış içindeyiz ve bir gayret içindeyiz.

Arkadaşlarımızın başka soruları var. Gaziantep’i biz çok önemsiyoruz. Gaziantep’te şu anda Büyükşehir Belediyesinin başlattığı bir kültür müzesi girişimi var. Daha dün ilgili arkadaşlarımızla konuştum. Bu yıl ciddi biçimde biz oraya döner sermaye imkânlarımız içinde kaynak aktaracağız. Ben Gaziantep’in, Urfa’nın, Mardin’in, bütün bu coğrafyanın kültür turizmi açısından çok önemli bir destinasyon olduğuna bütün kalbimle inanıyorum ve bununla ilgili altyapıyı -bir kez daha söylüyorum- dönem ayrımı gözetmeksizin, Roma Dönemi, Bizans Dönemi, Osmanlı Dönemi, Selçuklu Dönemi ayrımı gözetmeksizin bu topraklarda bulunan her türlü zenginlik bizim kültürümüzdür ve bizim zenginliğimizdir anlayışı çerçevesi içinde paylaşmaya çalışıyoruz.

Sayın Doğru, daha bugün Zile’yle ilgili bir görüşme yaptım. Zile’de kale, kalenin çevresindeki Osmanlı kışlası bu yılın yatırım programı içindedir. Arkadaşlarımızın emin olmasını isterim.

Rehberlerle ilgili yeni bir çalışma içindeyiz. Rehberlerle ilgili, ne yazık ki yasa, rehberleri “esnaf” olarak tarif ediyor. Ben bunu doğru bulmuyorum yani rehberlerin bu sınıflandırılması bana doğru gelmiyor. Biz 4848 yani kuruluş kanunumuzdan yola çıkarak rehberlerle ilgili bir yetki sahibi, bir belgelendirme imkânı yetkisi sahibiyiz ama yeni bir düzenlemeye ihtiyaç var ve bu alanda çalışmalar yapıyoruz.

Eksik kalan hususları daha sonra arkadaşlarımızın soruları çerçevesinde cevaplandırmaya çalışırım.

Teşekkür ederim Sayın Başkanım.

Teşekkür ederim arkadaşlar.

BAŞKAN – Teşekkürler Sayın Bakanım.

Sayın milletvekilleri, madde üzerinde üç önerge vardır. Önergeleri önce geliş sırasına göre okutacağım, sonra aykırılık sırasına göre işleme alacağım.

İlk önergeyi okutuyorum:

TBMM Başkanlığı’na

Görüşülmekte olan 266 sayılı yasa tasarısının 1 inci maddesinin 3 üncü fıkrasında “belediyelere” ibaresinden sonra gelen “vali tarafından aktarılır ve bu pay valinin denetiminde kullanılır” ibaresinin “resen aktarılır ve bu pay il genel meclisi ve belediye meclislerinin denetiminde kullanılır.” olarak değiştirilmesini arz ve teklif ederiz.

 

Hasip Kaplan

Sevahir Bayındır

Ayla Akat Ata

 

Şırnak

Şırnak

Batman

 

Sebahat Tuncel

Pervin Buldan

 

 

İstanbul

Iğdır

 

Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına

Görüşülmekte olan 266 Sıra Sayılı Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Kanununda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Tasarısının 1. maddesinin 3. fıkrasının aşağıdaki şekilde değiştirilmesini arz ve teklif ederiz.

 

Hüseyin Ünsal

Ali Koçal

Abdullah Özer

 

Amasya

Zonguldak

Bursa

 

Hulusi Güvel

Rahmi Güner

 

 

Adana

Ordu

 

“Tahsil edilen miktar, il özel idaresi tarafından açılacak özel hesapta toplanır. Bu miktar; il özel idaresince ve belediyelerce kültür varlıklarının korunması ve değerlendirilmesi amacıyla hazırlanan projeler kapsamında kamulaştırma, projelendirme, plânlama ve uygulama konularında kullanılmak üzere il özel idaresine ve il sınırları içindeki belediyelere vali tarafından aktarılır ve bu pay valinin denetiminde kullanılır. Tahsil edilen miktarın yıl içinde kullanılmayan kısmının yüzde 30’u il özel idarelerince yapılan projeler için kullanılır.”

BAŞKAN – Şimdi maddeye en aykırı önergeyi okutup, işleme alacağım.

Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığı’na

Görüşülmekte olan 266 sıra sayılı “Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Kanunu’nda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Tasarısı”nın 1 inci maddesinin tasarıdan tümüyle çıkarılmasını arz ve teklif ederim. 14.01.2009

                                                                                                               Ufuk Uras

                                                                                                                 İstanbul

BAŞKAN – Komisyon katılıyor mu efendim?

MİLLÎ EĞİTİM, KÜLTÜR, GENÇLİK VE SPOR KOMİSYONU BAŞKANI MEHMET SAĞLAM (Kahramanmaraş) – Katılmıyoruz Sayın Başkan.

BAŞKAN – Hükûmet katılıyor mu önergeye?

KÜLTÜR VE TURİZM BAKANI ERTUĞRUL GÜNAY (İstanbul) – Hayır efendim.

BAŞKAN – Sayın Uras, buyurun.

MEHMET UFUK URAS (İstanbul) – Sayın Başkan, değerli vekiller; önce, dün Mustafa Suphi ve 15 arkadaşının Karadeniz’de öldürülmelerinin yıl dönümüydü. Yakın tarihimizin ilk siyasi cinayetinde, cinayeti işleyenler de daha sonra öldürüldü, onları öldürenler de daha sonra öldürüldü. Bu zincirleme cinayet serilerinin aydınlatılmasını hâlâ beklemekteyiz. Bu vesileyle Mustafa Suphi ve arkadaşlarını sevgi ve saygıyla anmak istiyorum.

Şimdi, medeniyetler mozaiği olan ülkemizde mevcut tarihî, kültürel ve doğal dokunun korunması, merkezî yönetimin, yerel yönetimlerin, sivil toplum kuruluşları ve vatandaşlarımızın her birinin ayrı ayrı sorumluluk bilincini gerektirmektedir; bunu biliyoruz. Anatole France Kırmızı Zambak’ta diyor ki: “Kimlik öyle bir şeydir ki cüzdanınızı, tarağınızı kaybetmeye benzemez. Onları kaybettiğinizde bulabilirsiniz. Ama kimliğinizi kaybettiğinizde onu bulacak şey kaybedildiği için hiçbir şansınız yoktur.” O yüzden her türlü kültürel varlığımızın, kimliğimizin o renkliliği ve çoğulculuğu içerisinde savunulması önemli. O yüzden “Akdamar mı, Selçuklu mirası mı?” diye, kültürel varlıklara “O mu, bu mu?” diye bakılmaz, bize yakışan “hem o hem bu” diye bütün bu zenginliklerimizi benimsemektir.

Camilerimizdeki değerli, tarihî, otantik halılara baktığınızda, nasıl bir envanteri tutuluyor diye incelediğinizde, sayı üzerinden yapılan değerlendirmenin ilmik, tür, iplik cinsi vesair gibi ayrıntılı kriterlerle yapılmadığını gördüğünüzde, örneğin eski halıların yerini halıflekslerin aldığını gördüğünüzde sadece sayı üzerinden envanter tutmanın yeterli olmadığını görüyoruz, buna Diyanet İşleri Başkanlığının da dikkatini çekmek istiyorum.

Şimdi, bu doğrultuda yerel yönetimlerin emlak vergilerinin yüzde 10’unun taşınmaz tarihî yapıların ve alanların korunması için ayrılmakta ve valiliğin, il özel idaresinde belediyenin kullanımı için toplanmakta olduğu söyleniyor ve yapılacak değişiklik ile belediyelerin kullanımı için, bu tarihî, kültürel ve doğal dokunun korunması için bulunan kaynakların bir kısmı merkezî yönetim temsilcisi vali inisiyatifinde il özel idarelerine kullandırılmaya çalışılıyor. Yasanın ele alındığı komisyon raporunda da emlak vergisinden ayrılan yüzde 10 payın taşınmaz kültür ve tabiat varlıklarının korunması için harcanmasının devrim niteliğinde bir adım olduğu, bu hesapta 2007 yılı sonu itibarıyla 234 milyon YTL toplandığı ve ancak bunun 90 milyon YTL’sinin belediyeler tarafından kullanıldığı, geri kalan meblağın bankalarda durduğu açıklandı. Yerel yönetimlerin kültür ve tabiat varlıklarının korunması için gerekli olan personelin istihdamı, projelerin oluşturulması ve uygulanması hâlinde ne bu kaynaklar hesapta kalacaktır ne de kültür ve tabiat varlıklarının yok olması söz konusu olacaktır. Belediyelerin bütçesi ve kadroları dikkate alındığında, bu düzenleme de yerine getirilemiyorsa il özel idarelerinin üzerinden yerine getirilmesi mümkün müdür? Yerel yönetimlerin güçlendirilmeye çalışıldığı bir dönemde yerel yönetimlerin kullanması gereken bir kaynağın valilik inisiyatifine bırakılması yerel yönetimlerin güçlendirilmesi düşüncesiyle bir tezat oluşturmuyor mu?

Söz konusu düzenlemede diğer sorun tahsil edilen kaynağın denetimiyle ilgilidir. İl özel idarelerince yapılan projeler için kullanılan miktarın yüzde 30’u geçemeyeceği söyleniyor. 5302 sayılı İl Özel İdaresi Kanunu’nun 29’uncu maddesinde il özel idaresinin başı ve tüzel kişiliğinin temsilcisi olarak tanımlanan valinin denetiminde oluşturulan bir hesaptan valinin başı ve tüzel kişiliğinin temsilcisi olduğu bir kuruma  para kullanabilme yetkisi verilebilmesi objektiflikten uzak ve suistimale açık olmuyor mu? Kanunla, bu özel hesabın valinin denetiminde kullanılacağı da hükme bağlanıyor. Valinin yönetiminde çalışan il özel idaresinin yapacağı harcamaların kimin tarafından nasıl denetleneceği de bir sorun. Vali hem denetleyen hem yöneten ve hem de proje uygulayan bir makam konumuna getiriliyor.

Ayrıca, kamu yönetimi politikasında son yıllarda yapılan değişikliklerle il özel idareleri ve dolayısıyla merkezî hükûmet ile yerel yönetimler arasında yetki ve görev paylaşımının ters türs edildiğini biliyoruz. Belediyelerin topladığı ve il özel idaresi hesabına yatırılarak valilik tarafından belediyelerin kullanımına sunulan emlak vergisi kaleminden kesilen yüzde 10 payın il özel idaresi ve belediyeler arasında pay edilmesi kurumlar arasında siyasi rekabeti artıracaktır. Tam tersine, belediyeler merkezî yönetimin vesayetinden kurtarılmalıdır. Özel hukuka tabi gerçek ve tüzel kişilerin mülkiyetinde bulunan korunması gerekli kültür ve tabiat varlıklarının korunması, bakım ve onarımlarının yapılmasının maliyeti çok yüksektir, rölövesini almak, projesini yaptırmak, gerekli izni, ruhsatı almak ve aslına uygun tamir edecek usta bulmak zordur. Yoksul ve emeğiyle geçinmeye çalışan alt gelir grubundaki vatandaşlarımızın bütün bunları yaptırması da zaten mümkün gözükmemektedir.

Kentsel dönüşüm projeleri kapsamına alınarak, yıkılması yerine, bu vatandaşlarımızın yerlerinden edilmeden, fonda biriktirilen kaynakların kullanılarak kazanımı sağlanabilir. Bunun en güzel ve taze örneği Sulukule’dir. Tarihî kentsel alan olan Sulukule’de daha dün dozerlerin karşısına çocuklar dikildi. O mahalleyi koruyacak para fonda yatarken, yıkanlara karşı birçok çocuk dozerlerin önüne dizildiler. Şimdi, durup düşünmek lazımdır. Türkiye’deki çocuklar neden dozerlerin, tankların karşısına diziliyor? Sebebiyse, tarihî kentsel mekânlarda yoksul ve emekçi kesimlerin oturduğu dokulara gerekli yatırımların yapılmamasıdır.

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN – Buyurun Sayın Uras, devam edin.

MEHMET UFUK URAS (Devamla) – Teşekkür ederim.

Can Yücel, bir şiirinde; “Benzer kentler benzer insanları yaratıyor. Benzer insanlar da benzer kentleri yaratıyor.” demişti. Maalesef, seksen bir ilimize şöyle bir bakıldığında, hepsinin birbirine benzediğini, insanların da birbirine benzediğini, hâlbuki bütün bu tek tipleşmeye karşı kültürel zenginliğimizin, barış içinde bir arada yaşama irademizin en büyük teminatının bu olduğunu görüyoruz. O yüzden, merkezde değil yerellerde…

MUHARREM SELAMOĞLU (Niğde) – O çocuklar orada yaşamaktan mutlu mu?

MEHMET UFUK URAS (Devamla) – Efendim?

MUHARREM SELAMOĞLU (Niğde) – O çocuklar orada yaşamaktan mutlu mu o şartlarda?

MEHMET UFUK URAS (Devamla) – İşte, onları çocuklara sormak lazım, doğrudan demokrasinin yararı galiba burada.

Hepinize teşekkür ediyorum. (DTP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – Teşekkürler Sayın Uras.

Önergeyi oylarınıza…                                    

III.- YOKLAMA

(CHP sıralarından bir grup milletvekili ayağı kalktı)

K. KEMAL ANADOL (İzmir) – Yoklama istiyoruz.

BAŞKAN – Sayın Anadol? Burada.

Sayın Ünsal? Burada.

Sayın Koçal? Burada.

Sayın Yıldız? Burada.

Sayın Barış? Burada.

Sayın Ekici? Burada.

Sayın Arifağaoğlu? Burada.

Sayın Ergin? Burada.

Sayın Bingöl? Burada.

Sayın Oyan? Burada.

Sayın Kesici? Burada.

Sayın Çakır? Burada.

Sayın Arıtman? Burada.

Sayın Ağyüz? Burada.

Sayın Paçarız? Burada.

Sayın Kaptan? Burada.

Sayın Akıncı? Burada.

Sayın Arslan? Burada.

Sayın Özer? Burada.

Sayın Günday? Burada.

Yoklama için üç dakika süre veriyorum ve yoklamayı başlatıyorum.

Pusula gönderen arkadaşlar lütfen Genel Kurulu terk etmesinler.

(Elektronik cihazla yoklama yapıldı)

BAŞKAN – Toplantı yeter sayısı vardır.

 

VII.- KANUN TASARI VE TEKLİFLERİ İLE KOMİSYONLARDAN

GELEN DİĞER İŞLER (Devam)

A) Kanun Tasarı ve Teklifleri (Devam)

2.- Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Kanununda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Tasarısı ile Millî Eğitim, Kültür, Gençlik ve Spor Komisyonu Raporu (1/608) (S. Sayısı: 266) (Devam)

BAŞKAN – Komisyonun ve Hükûmetin katılmadığı önergeyi oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler… Kabul etmeyenler… Önerge kabul edilmemiştir.

Diğer önergeyi okutuyorum:

Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına

Görüşülmekte olan 266 Sıra Sayılı Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Kanununda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Tasarısının 1. maddesinin 3. fıkrasının aşağıdaki şekilde değiştirilmesini arz ve teklif ederiz.

                                                                                        Hüseyin Ünsal (Amasya) ve arkadaşları

 “Tahsil edilen miktar, il özel idaresi tarafından açılacak özel hesapta toplanır. Bu miktar; il özel idaresince ve belediyelerce kültür varlıklarının korunması ve değerlendirilmesi amacıyla hazırlanan projeler kapsamında kamulaştırma, projelendirme, plânlama ve uygulama konularında kullanılmak üzere il özel idaresine ve il sınırları içindeki belediyelere vali tarafından aktarılır ve bu pay valinin denetiminde kullanılır. Tahsil edilen miktarın yıl içinde kullanılmayan kısmının yüzde 30’u il özel idarelerince yapılan projeler için kullanılır.”

BAŞKAN – Komisyon katılıyor mu önergeye?

MİLLÎ EĞİTİM, KÜLTÜR, GENÇLİK VE SPOR KOMİSYONU BAŞKANI MEHMET SAĞLAM (Kahramanmaraş) – Katılmıyoruz.

BAŞKAN – Hükûmet katılıyor mu?

KÜLTÜR VE TURİZM BAKANI ERTUĞRUL GÜNAY (İstanbul) – Katılmıyoruz.

BAŞKAN – Sayın Ünsal, buyurun efendim. (CHP sıralarından alkışlar)

HÜSEYİN ÜNSAL (Amasya) – Sayın Başkan, saygıdeğer milletvekilleri; bu değişiklik önergesiyle bizim esasında yapmak istediğimiz şey, kanun tasarısına bir katkı sunmak. Ama her nedense katılınmadı. Onu izah etmeye geldim.

Sayın Bakanın çalışmalarının çok doğru bir tespiti var. Bakanlığın yaptığı tespitlerden en önemlisi, belediyelerin bu konuda yeterli proje üretmemesi konusunda. Ama belediyeler yeterli proje üretmiyorlar diye onların kaynaklarının ellerinden alınmasının -bu kanunla- manasını anlamış değiliz. Bizim de değişiklik önergesindeki isteğimiz bu.

Sayın Bakan bize sunuş konuşmasında yaptığı çalışmada şunu söyledi: Bakın 81 ilden 9 tane il özel idaresi, 23 tane belediyede ancak KUDEP kurulmuş. Yani koruma amaçlı yapılacak çalışmaları binlerce belediyeden 23 tanesi kurmuş, 9 tane de il özel idaresinde koruma amaçlı KUDEP kurulmuş. Bu ne demek: Daha bu yerlerde biz koruma amaçlı çalışmaları, kültürünü yerleştirmemişiz. Dolayısıyla yapacağımız en önemli iş, belediyelere proje üretmekte destek olmak, onların kaynağını almak değil.

Proje üretmekte destek olmanın çok temel yolu da belediyelere destek olabilecek en önemli kuruluşlardan bir tanesi Şehir Plancıları Odası, bir diğeri Mimarlar Odası. Diğeri, bakın Adalet ve Kalkınma Partili bir belediye başkanının başkanlık yaptığı Tarihî Kentler Birliği gibi bir birlik var, ÇEKÜL diye bir vakıf var. Sivil toplum örgütlerinden destek almak gerekiyor. Bu çalışmalarda bu tür kuruluşların desteği sağlanacağı yerde belediyelerin elinden kaynak alınmasını hiç anlamlı bulamıyoruz. O yüzden de bu değişiklik önergesini verdik. İlk önce onlara bu desteği verelim, ondan sonra projeleri üretsinler, artakalan bir kısım varsa onu da il özel idareleri mutlaka kullanmalıdır. İl özel idarelerinin kullanması için de il özel idarelerinde yeterli elemanın, teknik elemanın ihdas edilmesi gerekir. Burada anlaşılan, hiçbir belediyede ve dokuz tane il özel idaresi dışında yeterli teknik eleman kadrosu kurulmamış. Ne arkeoloğu var ne şehir plancısı var ne yeterli mimarı  var ne sanat tarihçisi var… Hiçbir çalışma yapılmadan “Sizler proje üretemiyorsunuz.” diyerek ellerinden yetki alınması anlamlı değil.

Bir diğeri de, burada eleştireceğimiz en önemli konulardan bir tanesi de şudur: Bu yasa değişikliği gelirken Plan ve Bütçe Komisyonundan mutlaka geçmesi gerekir. Bu yanlışlık yapılmıştır burada. Çünkü emlak vergisiyle ilgili bir tasarruf ve akçalı bir iş görüşülüyor, Plan ve Bütçe Komisyonundan bu yasa geçmiyor. Bir sakıncalı yanı da bu.

Diğer sakıncalı yanı da… Kullanılan ve kullanılmayan miktarları öğrenelim istedik. Bizim elimizde Bakanlığın hazırladığı bir liste yok hangi bakanlık hangi ilde ne kadar para kullanmış, kullanmamış… Ben sadece 2005 yılıyla ilgili bir araştırma yaptım, hatta Ordu iliyle ilgili yaptım. Toplam 442 bin TL para toplanmış 2005 yılında, 176 bin lirası kullanılmış, 266 bin lirası kullanılmamış, tam yanındaki komşu ilde ise hiç kullanılmamış. Demek ki bazı iller bunu başarabilmişler, bazı iller ise başaramamışlar. Dolayısıyla, Bakanlığın bu konuyla ilgili çalışmasını da mutlaka bilmemiz gerekir diye düşünüyorum.

Bu konuyla ilgili benim de elimde yapılan çalışmalar var ama belediyelerin yaptığı bu çalışmalar her nedense yeterli destek göremiyor. Örneğin, Yassıçal Belediyesi kapatılmak istenen bir belediye. Burada bir höyük yakalanmış, bulunmuş ve ortaya çıkarılmıştır. “Büyük Evliya Tepesi Kurtarma Kazısı” dediğimiz “Zeus Altarı” denilen ve nekropol alanı şu anda definecilerin elinde kalmıştır, burada hiçbir çalışma yapılmamaktadır. Aslında, belediye burada bir proje üretmek istiyor ama yeterli desteği göremiyor.

Daha sonrası da yine Taşova ilçesinin Boraboy Gölü’nde aynı şekilde Gölbeyli Belediyesinin bir çalışması var. Belediyemiz burada çalışma yapmak istemesine rağmen elinde yeterli teknik eleman ve destek olmadığı için proje üretememekte. Burada Bakanlığa proje desteği sağlaması gerekirken ellerinden kaynak alınmasının yerinde olmadığını düşünüyoruz. O yüzden de bu değişiklik önergesini verdik.

Değişiklik önergesi lehinde oy kullanmanızı istiyor, saygılar sunuyorum. (CHP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – Teşekkürler Sayın Ünsal.

Önergeyi oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler… Kabul etmeyenler… Önerge kabul edilmemiştir.

Diğer önergeyi okutuyorum efendim:

TBMM Başkanlığı’na

Görüşülmekte olan 266 sayılı yasa tasarısının 1 inci maddesinin 3 üncü fıkrasında “belediyelere” ibaresinden sonra gelen “vali tarafından aktarılır ve bu pay valinin denetiminde kullanılır” ibaresinin “resen aktarılır ve bu pay il genel meclisi ve belediye meclislerinin denetiminde kullanılır.” olarak değiştirilmesini arz ve teklif ederiz.

                                                                                           Hasip Kaplan (Şırnak) ve arkadaşları

BAŞKAN – Sayın Komisyon önergeye katılıyor mu efendim?

MİLLÎ EĞİTİM, KÜLTÜR, GENÇLİK VE SPOR KOMİSYONU BAŞKANI MEHMET SAĞLAM (Kahramanmaraş) – Katılmıyoruz efendim. 

BAŞKAN – Sayın Bakan?

KÜLTÜR VE TURİZM BAKANI ERTUĞRUL GÜNAY (İstanbul) – Hayır efendim.

BAŞKAN – Sayın Kaplan, buyurun efendim. (DTP sıralarından alkışlar)

HASİP KAPLAN (Şırnak) – Şimdi gerçekten bir önerge verdik, dedik ki valiler yapmasın bu işi. Niye? Valilerin yerine, il genel meclisleri var, seçimle geliyor, belediye meclisleri var, seçimle geliyor. E, vali kim? Atanmış, tayin edilmiş kişidir. Bu mantık, demokrasi açısından anlayış olarak her şeyi ortaya koyuyor. Çoğulculuktan, katılımcılıktan, çok seslilikten, kurul kararlarından yana mısınız değil misiniz? Aslında bu önerge bunu açığa çıkarıyor. Ben biliyorum zaten, buraya -daha önce de söyledim- “Allah birdir.” diye önerge getirsem geçmeyeceğini biliyorum. Onun için ısrarla söyledim. Burada görevimiz, muhalefet olarak, rengi ortaya çıkarmak.

Peki, şimdi, vali bu konuda görev yapıyor. E, bir de valilerinize bakalım sizin şöyle birkaç tanesine, nasıl? Nasıl görev yapıyor da bu konuda adil olacak? Kömür dağıtan bir valiniz vardı, Elâzığ Valisi, ne yaptınız onu? Taltif mi ettiniz? Muammer Muşmal gitti. Kim geldi yerine? İstanbul Büyükşehir Belediye Genel Sekreter Yardımcısı Muammer Erol, kadrodan. Şırnak Valiliğine kimi gönderdiniz? Sağlık Bakanlığı Personel Daire Genel Müdürü. Gitmiş, orada seçimle uğraşıyor, yol molla uğraşmıyor.

Bakın, üç dört gün önce Cizre’de tank taburu rampasından inişte freni patlayan bir araç sonucu 4 yurttaşımız öldü, 15 kişi yaralandı, 20 araç hurdaya döndü, 30 iş yeri ile 1 trafo patladı. Şimdi ben burada ölenlere rahmet, yaralılara şifa dilerken, ben bunu Ulaştırma Bakanına, Karayolları Genel Müdürüne yirmi defa söyledim, ama bir çevre yolu yapılmadı. Şırnak Valisine de bir kadro atadınız. Ne yapıyor? Geçen gün gittim. Dediler: “Hasip Bey, Eruh yolundan gel.” Tamam dedim, tümenin oradan dönerim. “Yok, yol değişti.” dedi. Ne oldu? Aşağıdan yapmışlar Şırnak-Eruh yolunu. Oradan da çıkarken adı “AKP Rampası” olmuş. Şoförler çıkarken kömür kamyonları, kaynatıyor. Tam tepede su kaynattığı için, çok yüksek, adını “AKP Rampası” koymuşlar. O yolun, o yokuşun kimse ismini bilmiyor. Niye? Rant.

Hastane yapılmış. Bir buçuk metre hastane kaymış durumda, kayıyor, Kasrik Boğazı’na doğru gidiyor hastane, arkadaşlar.

Şimdi bırakın onu, Hakkâri Valisi ne oldu? Ayhan Nasuhbeyoğlu yerine emniyetten birini atadınız. Yerine Cavit Çevik atandı. Batman’a, has kadronuzu, Diyarbakır’a aynı şekilde… Yine gencecik kaymakamları gönderiyorsunuz, tornadan çıkmış gibi. Amerika korumaları var ya devlet başkanlarını koruyan, böyle, jilet gözlükler, özel cep telefonları, özel kalem ve özel düğmeleri olan, sanki aynı tip genç, sıfır, yeni kaymakamlar gidiyor. Bitlis Valiliğine kimi atadınız? İçişleri Bakanlığı Hukuk Müşavirini. Çanakkale Valiliğine kimi atadınız? Sağlık Bakanlığı Müsteşarı. Sağlık Bakanlığı mümbit bir yer. Sağlıkla mı uğraşıyorsunuz kardeşim, vali misiniz anlayalım. Yani hangisi hangi görevi yapıyor, o da yok.

Yine bakıyorsunuz ki liyakat yok, hakikat hak getire. Ee, şimdi, bu imkânları niye il meclisleri değerlendirmesin, belediye meclisleri… Varsanız, demokrasi adına, gelin valileri halk seçsin. Değiştirelim yasayı, halk seçsin, valileri halk seçsin, belediye meclisini de seçsin, il meclislerini de seçsin, il özel idarelerini, o zaman gayet de güzel bu işi yaparlar. Bu zihniyetle bu yasayı değiştireceksiniz yine vali çeşmenin başında duracak, hizmet olacak! Kimi kandıracaksınız arkadaşlar? Bu valiler var ya muhaliflerine su içirtmezler, su. Her gün askerle, polisle, emniyetle oturup seçim çalışması yapıyorlar. Bakın, Şırnak’ta ben size hangi evde seçim çalışmasını, yediklerini, hangi evde hindi yediklerini, hangi evde kuzu eti yediklerini de tek tek sayarım, üstüne de hangi tatlıyı yediklerini.

Sabırlıyız biz, bakın çok açık söylüyorum, ama hizmete gelince hizmet demokratik ilkelere göre olur, prensiplere göre olur. İlkeli demokrasi olur, bunun için bu önergeyi verdik. Kabul edenlerden Allah razı olsun, demokrasi anlayışlarını ortaya koyarlar. Etmiyorsanız da Allah razı olsun sizden, inşallah bu yoldan dönersiniz diye bekleriz biz de.

Teşekkür ederim. (DTP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – Teşekkürler Sayın Kaplan.

Önergeyi oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler… Kabul etmeyenler… Önerge kabul edilmemiştir.

1’inci maddeyi oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler… Kabul etmeyenler… Kabul edilmiştir.

Birleşime on beş dakika ara veriyorum.

Kapanma Saati: 16.27

İKİNCİ OTURUM

Açılma Saati: 16.49

BAŞKAN: Başkan Vekili Eyyüp Cenap GÜLPINAR

KÂTİP ÜYELER : Yaşar TÜZÜN (Bilecik), Yusuf COŞKUN (Bingöl)

BAŞKAN – Sayın milletvekilleri, Türkiye Büyük Millet Meclisinin 51’inci Birleşiminin İkinci Oturumunu açıyorum.

266 sıra sayılı Kanun Tasarısı’nın görüşmelerine devam edeceğiz.

Komisyon ve Hükûmet buradalar.

Tasarının 2’nci maddesini okutuyorum:

MADDE 2- 2863 sayılı Kanunun 55 inci maddesinin ikinci fıkrası aşağıdaki şekilde değiştirilmiştir.

"Koruma bölge kurullarının Bakanlıkça ve Yükseköğretim Kurulunca seçilen üyelerinin görev süresi üç yıldır."

BAŞKAN – Madde üzerinde söz talepleri var.

Gruplar adına: MHP Grubu adına Mersin Milletvekili Sayın Behiç Çelik, Cumhuriyet Halk  Partisi Grubu adına  Malatya Milletvekili Sayın Ferit Mevlüt Aslanoğlu, Demokratik Toplum Partisi Grubu adına Diyarbakır Milletvekili Sayın Akın Birdal.

Şahısları adına: Karaman Milletvekili Sayın Hasan Çalış ve diğer konuşmacı Karaman Milletvekili Sayın Mevlüt Akgün.

Şimdi, ilk söz, Milliyetçi Hareket Partisi Grubu adına Mersin Milletvekili Behiç Çelik’e aittir.

Sayın Çelik, buyurun efendim. (MHP sıralarından alkışlar)

MHP GRUBU ADINA BEHİÇ ÇELİK (Mersin) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; 1’inci madde üzerinde şahsım adına konuşmuştum. Konuşmamı, o konuşma fikri üzerinde devam ettirmek istiyorum. Şimdi grubum adına konuşuyorum. Hepinizi saygıyla selamlıyorum.

2’nci madde, biraz önce ifade edildiği gibi, bölge koruma kurullarının görev süresinin beş yıldan üç yıla indirilmesini amir bir hüküm içeriyor. Tabii, bu teknik bir düzenlemedir. Kültür ve Turizm Bakanlığımızın bu konudaki görüşleri ve Hükûmetin hazırlamış olduğu tasarı da aynı görüşü benimsediği için, böyle, 2’nci madde düzenlemesini oluşturmuş oluyoruz.

Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; bir ülkenin siyasal sınırları o ülkenin egemenliğini ve bağımsızlığını anlatır. Ancak bir ülkenin ekonomik sınırları, kültürel sınırları, uygarlık sınırları çok farklıdır. Türkiye’yi örnek aldığımızda, bizim hem bir Avrupa ülkesi hem bir Kafkasya ülkesi hem Balkan ülkesi hem Orta Doğu ülkesi hem de bir Asya ülkesi olduğunu çok net bir şekilde görebiliriz. Böylesine bütün stratejik coğrafya parçalarının önemli düğüm noktasında olan Türkiye’nin gerek Avrupa kıtası, özellikle Doğu Avrupa’ya kadar uzanan kara parçasında gerekse Karadeniz havzasında gerekse Hazar havzasında, Kafkasya’da, Orta Asya’da ve Orta Doğu’da etkilerinin olmaması mümkün değildir. Dolayısıyla böylesine geniş Avrasya kesitinde, Türkiye’nin, her yerde, özellikle kültür varlıklarını miras olarak, o, şu anda mevcut siyasal oluşumların, yani devletlerin devletlere bir miras olarak bıraktığını ifade edebiliriz.

Bugün, Balkanlarda bulunan Türk ve İslam eserlerinin, Osmanlı eserlerinin, Yugoslavya parçalanırken Sırplar, Hırvatlar tarafından nasıl hepsinin büyük ölçüde tahrip edildiğini ve yıkıldığını hepimiz televizyonlarda ibretle izledik. Aynı şekilde kendi tarz mimarisini yaratan ecdadımız, Orta Doğu ülkelerinde, bugün Mısır, Suudi Arabistan, Yemen, özellikle Suriye ve Irak, bu coğrafyalarda da kendi eserlerini bırakmıştır. Ama yine özellikle Orta Doğu coğrafyasında bedevi geleneği, bedevi anlayışı, bedevi acımasızlığı, orada bizim estetiğimizi yok ederek, orada da aynı Sırpların yaptığı gibi büyük bir tarih ve sanat kıyımına yol açmışlardır. Bunu çoğaltabiliriz. Ben, özellikle Anadolu ve Türkiye coğrafyası üzerinde durmak istiyorum.

Burada, ülkemizde ben Akdamar’ı, Ahlat’ı özellikle vurguladım ama antik kentlere olan aşırı ilgi benim dikkatimi çekiyor. Antik kentlere hiç dokunmayalım, hiçbir arkeolojik çalışma yapmayalım anlamında söylemiyorum. Ancak bizim olan, bize has olan, bizim değerlerimiz olan kervansaraylarımızın, kümbetlerimizin, camilerimizin, köprülerimizin ve bunların hülasa tümünün ve Anadolu’da özellikle çok önem kazanmış Divriği gibi, Erzurum gibi, Erzincan gibi, Malatya gibi, Elâzığ Harput gibi…

ŞEVKET KÖSE (Adıyaman) – Adıyaman.

BEHİÇ ÇELİK (Devamla) – Adıyaman’ı da sayabiliriz.

…Amasya, Manisa -özellikle şehzadeler şehri- Aydın Birgi gibi, Konya gibi ve bütün bunların yanında en önemli kentimiz, dünya çapında tanınmış tabii ki İstanbul; buralardaki kültür ve sanat eserlerimizin en iyi şekilde korunması, öncelikle bunların ele alınması, bunların daha güzel hâle getirilmesi, bizim mimarimizi yansıtan mahallelerimizin, evlerimizin barklarımızın yeniden düzenlenmesi, çevre düzeniyle birlikte restore edilmesi tabii ki bizim en öncelikli misyonumuz ve görevimiz olmalı.

Ancak, bu konuda ne yazık ki Hükûmetin eksik olduğunu vurguluyorum. Daha çok Bizans’a, Rum’a, Ermeni’ye ait olan şeyler üzerinde, basında da takip ettiğimiz kadarıyla, daha bir ağırlıklı, daha bir yoğunluklu durulduğunu müşahede ediyoruz. Bunun elbette bir ağırlığının olması gerekir. Ama çizmeyi aşan bir ağırlık, kendi kültürümüzü, uygarlığımızı bastıran bir anlayış, bir politika asla kabul edilemez.

Burada özellikle Sivas Divriği’yi hatırlatmak istiyorum, Sayın Bakan burada. Divriği, dünyada taş işçiliğinin enfes örneklerinin olduğu bir kentimiz, ama orada o eserlerimiz ne yazık ki göz ardı edilmekte, bakımsızlıktan yok olmakta, taşlar tahrip edilmekte. Âdeta oyma sanatının taşa uygulandığı en güzel örneklerin sergilendiği Divriği’yi de bu vesileyle dikkatlerinize sunuyorum.

Mersin ili de keza aynı şekilde çok güzel eserlere sahip. Hatta bu yıl Sayın Kültür ve Turizm Bakanı turizm sezonunu Mersin’de açtı. Tarsus çok önemli bir kenttir, Silifke çok önemli bir kenttir, Anamur çok önemli bir kenttir, Mersin doğal güzellikleriyle ve tarihî eserleriyle bir bütün olarak Antalya’yla yarışacak düzeyde bir kenttir, ildir ancak bu ile nedense turizm alanında da arzulanan destek verilemiyor. Eğer Antalya’ya verilen önemin yarısı Mersin’e verilse Antalya kadar, hatta ondan daha fazla doğal güzelliklere, tabiat varlıklarına ve tarihî eserlere, sit alanlarına sahip olan Mersin de kendini Türkiye çapında kanıtlayacaktır ancak bu olmamıştır.

Mersin’de ne olmuştur? Mersin’in sahillerine balık çiftlikleri getirilmiştir, Mersin’in sahilleri yağmalanmıştır, âdeta bir ucube hâlinde, turizmi olmayan ancak merkezinde, özellikle Çukurova kısmında yoğun sanayinin olduğu bir il hâlinde ve o fabrikaların da çoğunun kapandığı ve yine Mersin Milletvekili olan Devlet Bakanı Sayın Tüzmen’in açılışını yaptığı ve geçen hafta da bulunduğu Mısır’daki organize sanayi bölgesine Mersin’deki fabrikalar bile taşınmıştır. Böylesine acıklı bir durum söz konusu.

Şimdi, biliyorsunuz, İstanbul da tabii, kültür ve tabiat varlıkları açısından çok önemli bir kentimiz ama buraya bile eğilinmemekte ya da eksik eğilinmektedir. İstanbul’da bir zamanlar “Taksim’e cami yapacağız.” diye bağıranlar yıllardır ağızlarını açma cesaretini dahi gösterememektedir.

Şimdi Ankara’ya bakıyorsunuz. Ankara, yine Ulus, Samanpazarı ve Kale’ye doğru yaşanabilir bir alanla ve özgün kültür ve uygarlığımızın misalleriyle doluyken buraya hiç eğilinmemekte, ne merkezî Hükûmet ne de yerel yönetimler buraya dokunmamaktadır ve orası da kaderine terk edilmiştir.

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN – Buyurun Sayın Çelik, devam edin.

BEHİÇ ÇELİK (Devamla) – Sayın Başkan teşekkür ederim.

Ancak Ankara’nın yanı başında Beypazarı diye bir ilçemiz var. Safranbolu’yu görmüştüm, Beypazarı’na da iki kez gittim. Harika bir kent olmuş, gitmenizi de tavsiye ederim. Oranın Belediye Başkanı Sayın Mansur Yavaş bugün Ankara Büyükşehir Belediye Başkan adayı; inşallah Ulus bölgesini de bir kültür merkezi hâline getirerek geniş bir “zone” hâlinde, alan hâlinde orayı da kalkındıracaktır ve kültür ve turizm açısından Milliyetçi Hareket Partisinin damgasını Başkente vuracaktır diyor, hepinizi saygıyla selamlıyorum. (MHP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – Teşekkür ederim.

Cumhuriyet Halk Partisi Grubu adına Malatya Milletvekili Ferit Mevlüt Aslanoğlu.

Sayın Aslanoğlu, buyurun. (CHP sıralarından alkışlar)

CHP GRUBU ADINA FERİT MEVLÜT ASLANOĞLU (Malatya) – Sayın Başkan, çok değerli milletvekili arkadaşlarım; hepinize saygılar sunuyorum.

Değerli arkadaşlarım, bir yasa yapılırken Türkiye’deki her ilin kaynakları, her ilin o ilde üretilen değerleri sanki eşitmiş gibi yapılıyor. Bu yasa, özellikle büyükşehirler dışında Anadolu’daki hiçbir il için hiçbir şey ihtiva etmeyecek bir yasa. Hangi ilde emlak vergisi toplanabiliyor, hangi ilde arkadaşlar? Zaten büyükşehirlerin emlak vergisi çok yüksek, diğer kaynakları çok yüksek ama siz getiriyorsunuz diğer illeri de, sanki Anadolu’da emlak vergisi kaynıyor gibi İstanbul, Ankara, İzmir’le aynı kefeye koyuyorsunuz. Sayın Bakan, keşke bu yasada şöyle deseydiniz: “Büyükşehirlerdeki tabiat varlıklarını korumak üzere bir kanun getiriyoruz.” deseydiniz belki bu kelimeleri etmezdim. Anadolu’nun hiçbir ilinde emlak vergisi toplayamayan özel idaresinin, belediyesinin hiçbir faydası yoktur. Yani, lütfen, bu yasayı böyle “Anadolu illerine bir yasa getiriyorum.” diye takdim etmeyelim.

Bir kere, burada önemli olan, kaynakların adil dağıtımıdır, Anayasa gereği. Büyükşehirler konusunda, diğer il belediyeleri konusunda zaten adaletsizliğin en büyüğü var. Adaletsizliğin en büyüğü var! Arkadaşlar ben bunu hep söyleyeceğim: 368 bin nüfuslu bir ile “büyükşehir" diye yılda 168 milyon -eski deyimle trilyon- para veriyorsanız, 600 bin nüfuslu bir ile bile 80 milyon veriyorsanız, adaletsizliğin en büyüğü buradadır arkadaşlar! 600 bin kişi yaşıyor Şanlıurfa’da, 450 bin kişi yaşıyor Malatya’da, ama siz 368 bin nüfuslu bir ile 160 trilyon para vereceksiniz, Malatya’ya 60 trilyon vereceksiniz! Bu haksızlıktır, adaletsizliktir! Eşitlik varsa, bir ilde kişi başına düşen gelir eşit olmalıdır. Siz Kocaeli’yi, Gebze’yi, her… Şimdi, bu 368 bin nüfuslu ilimizi de 20 kilometre genişlettiler, onunla 368 bin oldu. Dikkatlerinizi çekiyorum: Siz, Şanlıurfa’yı, Malatya’yı 20 kilometre genişletin bakayım nüfusu ne oluyor arkadaşlar? Arkadaşlar, önce bu haksızlığı giderin. Kaynak dağıtımında haksızlık yapmayın. Siz Adapazarı’nı, Samsun’u, Akyazı’yı bile… 35 kilometreyi Adapazarı Büyükşehir Belediyesine kattınız ve büyükşehir belediyesi diye bir il yılda arkadaşlar    yılda, yılda, yılda… Şanlıurfa’nın bu nüfusuna göre, 600 bin nüfusla 20 kilometreyi bırakın, 600 bine göre alması gereken para 250 trilyon. Şu anda 80 trilyon… Şanlıurfa’nın 150 trilyon hakkını yiyorsunuz. Malatya’nın bu nüfusuna göre alması gereken para 220 trilyon, aldığı para 60. Arkadaşlar, haksızlık yapmayın. Yani yüce Allah’ın yazgısı değil, o yasayı siz yaptınız burada. Ankara, İstanbul, İzmir’e lafım yok. Getirin… 750 bine çıkaran sizsiniz geçen dönem. Allah yazgısı değil. En azından, hakkı adaletli teslim etmek açısından, diğer il belediyelerimizin hakkını yememek açısından… 368 bin nüfuslu bir şehir 160 milyon para alacak, Muğla’nın merkez nüfusu kışın eksik diye alacağı para 14 milyon arkadaşlar. 14 nere, 160 nere? 100 trilyon bir fark o şehri bir yılda ihya eder arkadaşlar. Haksızlık yapmayın. Bu haksızlığı gidermek zorundasınız.

Tabii, büyükşehir olan bazı illerimizin milletvekilleri geçen gün burada “Biz 550 bin kişiyiz” diyordu. Arkadaşlar, 20 kilometre genişledin de 550 bin oldun. Akyazı’yı Adapazarı’na katmasaydın nüfusun kaçtı? Ve 20 kilometre… Ben o illere niye veriyorsunuz demiyorum, daha fazlasını verin ama hak eden ama vatandaşa hizmet götüremeyen belediyeler var. Ama neden vermiyorsunuz? Neden getirmiyorsunuz?

Değerli milletvekilleri, özellikle bu sekiz ilin milletvekillerine bir daha sesleniyorum, nüfusu mevcut büyükşehirlerden yüksek olan sekiz ilin milletvekillerine, Van, Şanlıurfa, Malatya, Kahramanmaraş, Manisa, Denizli, Balıkesir, Trabzon. Bir kere bu haksızlığı kaldırın, diğer il belediyelerimizin de hakkını verin. Eğer Kocaeli’yi… Siz Gebze’yi, her tarafı Kocaeli’ye katacaksınız. Kocaeli’de köy yok arkadaşlar biliyor musunuz! Kocaeli’de köy kalmadı. Bravo Nihat Bey’e. Köy kalmadı. Artık, Kocaeli’nin tüm köyleri büyükşehir belediyesine oy veriyor. Bir tane köy kalmadı Kocaeli’de!

Değerli arkadaşlarım, eğer haksızlık… Adaletli olmak hepimizin görevidir yani bu haksızlığı eğer içimize sindirebiliyorsak… Burası adil bir Meclis değil mi arkadaşlar? Burada herkesin hakkını, hukukunu vermek bu Meclisin görevi değil midir? Ama maalesef vurdumduymazdan geliyoruz. Neymiş efendim, kanun varmış! Hayır arkadaş! Kanunu bu Meclis yaptı. Bu Meclis… Kimin hakkı varsa hakkını vermek de görevidir bu Meclisin. O yasa geçerken burada, o zamanın Sayın İçişleri Bakanına rica ettim: “Haksızlık yapıyorsunuz.”, “Efendim, vallahi biz yapmadık.” Arkadaş, haksızlığı gidermek sizin görevinizdir. Olaya “Biz yapmadık.” diye bakmak, seyirci kalmak bir yasama organının görevi değildir, ama bu yasa da Sayın Bakan, küçük iller, özellikle büyükşehir olmayan iller için yine hiçbir değer ifade etmeyen bir yasadır. Ben bir kez daha bu konuyu dikkatlerinize sunuyorum.

YAHYA AKMAN (Şanlıurfa) – Doğru söylüyor.

FERİT MEVLÜT ASLANOĞLU (Devamla) - Değerli arkadaşlarım, her nerede olursa olsun bir özel idare kanunu, bir belediyeyle ilgili “b” geçsin hep bu hakkımı isteyeceğim, haksızlığa uğrayan illerin de hakkını isteyeceğim. Bıkmadan, usanmadan bunu benden her sefer dinleyeceksiniz. Ya hakkımızı verirsiniz yahut da hakkımızı yiyeni yüce Allah’a havale ederim.

Hepinize saygılar sunarım. (Alkışlar)

BAŞKAN – Teşekkürler Sayın Aslanoğlu.

Demokratik Toplum Partisi Grubu adına Diyarbakır Milletvekili Akın Birdal.

Sayın Birdal, buyurun. (DTP sıralarından alkışlar)

DTP GRUBU ADINA AKIN BİRDAL (Diyarbakır) – Sayın Başkan, değerli arkadaşlar; Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Kanununda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Tasarısı’nın 2’nci maddesi üzerine söz aldım. Hepinizi saygıyla selamlıyorum.

Şimdi, bu kültür ve tabiat varlıklarının korunmasının bir de insan hakları boyutu var. İnsan hakları evrimi sürecinde “kolektif haklar” ya da “dayanışma hakları” diye adlandırılan haklar dizininde kültürün, tarihin, tabiatın, yani insanlığın ortak kazanımlarının artık korunması yolunda bir bilinç oluşturulmuştur ve bu da uluslararası hukuka bağlanmıştır. Bu hakların korunmasında, kalan mirasların, tarihî değerlerin ve çevrenin korunması yolunda hiç kimsenin diline, dinine, cinsiyetine, ulusal ya da etnik statüsüne bakılmaksızın insanlığın ortak kazanımı olarak değerlendirilir ve bunun koruması yapılır. Nitekim bu uluslararası hukuku kabul etmiş olanlar da sonra iç hukukuyla bunu içselleştirir ve koruma altına alır ama ne yazık ki bizde hâlâ işte şunlar, camiler korunur ama bunlar korunmaz gibi bir yaklaşımın buraya taşınmış olmasından da duyduğum üzüntüyü ifade etmek isterim. Çünkü tarih, doğa ve tabiat miraslarının korunması evrensel bir nitelik kazanmıştır ve evrensel gözetimi, dayanışmayı da gerektirir.

Şimdi, tabii, günümüze taşınan kültür gerçekten hangi kültür? Mezopotamya’nın dayanışma, paylaşma, çoğulcu kültürü mü? Yoksa İttihat Terakki döneminde, ki aynı dönemlerde de Kıbrıs’ta yaşananlar, MAH, Teşkilatı Mahsusa… Bakın, çok ilginçtir, örneğin Demokratik Toplum Partisi olarak, biz Türkiye Büyük Millet Meclisinin yüce Genel Kuruluna getirdik. Bölgede kimi kuyularda insan cesetlerinin olduğunu, asit kuyularının olduğunu Sayın Başbakana ve ilgili bakanlara sorduk. Arkadaşlarımız gittiler, bölgede gerçekten bu mağdur ailelerle basın toplantısı düzenlediler ama örneğin Mardin Kızıltepe’nin ilgili bir köyünde sadece bir sayın cumhuriyet savcısı bunu dikkate aldı. Açılan kuyuda iki ceset bulundu ve DNA testi için de İstanbul’a adli tıbba gönderildi. Henüz daha bunun yanıtı alınmadı. Şimdi, bu da bir kültür ve aynı kültür… Bakın, o dönemlerde sarnıçlara, örneğin İstanbul’da -çok ilginçtir- sarnıçlara insanlar atılırdı. O dönemde, İttihat Terakki, Teşkilatı Mahsusa döneminde ve bir ara Cağaloğlu’nda basımevi yapılmak için bir kazı yapıldı. Değerli arkadaşlar, orada iki ceset çıktı ve derhâl o kazıyı kapattılar. Geçtiğimiz günlerde eski bir MİT’çi şunu söylüyor: “Bakın, bu kuyularda insanların kaybedildiğini falan kabul edin, ailelerinin de işte acılarını -mutlaka bedeli olmaz ama- tazmin edin ama bu kuyulardan insan çıkarmayın.” Hoş, zaten Şırnak Baro Başkanı, İnsan Hakları Kurulu Başkanı arkadaşımız, ki böyle bir olasılığı dikkate alarak “Varsa da temizleneceğinden kaygı duyuyoruz.” diyorlar.

Şimdi, geçtiğimiz günlerde de enerji konusunda görüşülürken -Sayın Bakanın da bilgisi dâhilinde- BOTAŞ tesislerinde kuyularda insan cesetlerinin olduğuna dair savlar var. Arkadaşlar, hukuk devletinde böyle bir sav varsa -bunlar insanlığa karşı suçlardır- derhâl üzerine gidilir ve bir heyet oluşturulur. Örneğin, İnsan Hakları İnceleme Komisyonu  -şimdi, bugün gazetelerden okuyoruz- Diyarbakır cezaevlerini incelemeye gitmiş bir başvuru olmadığı hâlde ama ben İnsan Hakları İnceleme Komisyonu üyesi olarak böyle bir iddianın olduğunu ve bunun Komisyonumuzu ilgilendireceğini ve derhâl bir heyet oluşturulup bölgeye gönderilmesi gerektiğine dair başvurumun yanıtını alamıyorum. Böyle bir şey olur mu? Ve şimdi, umuyor ve diliyoruz ki…

Bakın, yine izninizle şunu da paylaşayım sizlerle: Bir sanat, kültür adamı, Atilla Olgaç diye biri ırkçı, milliyetçi bir dalganın yükselişine kendini kaptırarak, ödüllendirileceğini sanarak adam 1974 yılında, kolu bağlı on dokuz yaşında bir Rum askerini öldürdüğünü övünerek söylüyor! Arkasından da 9 kişiyi daha öldürdüğünü söylüyor ve sonra… Tabii, bu bir savaş suçudur, Cenevre Savaş Hukuku’nun 13 ve 14’üncü maddeleri çok açıktır: Neler yapılabilir, neler yapılamaz? Savaşta kimler bu alanın, çatışmanın, saldırının dışında bırakılır? Siviller, çocuklar, kadınlar, yaralılara nasıl davranılır? İnsanlığa karşı işkence suçunun bu koşullarda dahi yapılamayacağına dair düzenlemeleri varken çıktı ve öldürdüğünü söylüyor ve bu bir savaş suçudur. Hoş, ne yazık ki işte, Lahey’de, Uluslararası Ceza Mahkemesi, savaş suçlarını, insanlığa karşı suçları ve soykırım suçlarını gerçekten araştırmak ve bu suçluları yargılamak üzere oluşturulmuş mahkeme, statüsünü hâlâ Türkiye Cumhuriyeti kabul etmemiştir. Bu bile ayrıca… Gerçekten neden kaygı duymaktayız? Sonradan tabii, tepkiler üzerine bunun bir senaryo olduğunu söyledi. Bu da bir senaryo! Yani onun senaryo olduğunu söylerken, yeni bir senaryo yazıyor. O nedenle, derhâl, örneğin ilgili bakanlık, Millî Savunma Bakanlığı, o dönemde ona “Vur” diyen ve kafasına kurşun sıktıran görevli kimse hem onun hem de kafasına kurşun sıkan hakkında soruşturma yapılmalı ve uluslararası platformlarda Türkiye’yi savaş suçlusu olarak göstermekten de kurtarmak gerekir.

Değerli arkadaşlar, tabiat tabii, gerçekten, örneğin Munzur… Munzur şimdi UNESCO tarafından koruma altına alınmışken sekiz baraj yapılmak isteniyor. Nükleer santraller… Örneğin Sinop’ta, gerçekten, ekoloji, çevre bilincini almış gençler ve insanlığın artık, mirasının bundan sonra kendilerinde devretme sorumluluğunun bilincinde olanlar kıyameti kopardılar “Ya, bırakın bu Sinop’a nükleer santral kurmayın.” Mersin öyle. Ama, ne oldu, çocuklar gözaltına alındılar veya tutuklandılar.

Değerli arkadaşlar, bu Kanun’un 55’inci maddesinin ikinci fıkrasında yapılmak istenilen değişiklik… Koruma bölge kurullarının Kültür ve Turizm Bakanlığınca ve Yükseköğretim Kurulunca seçilen üyelerinin görev süreleri yürürlükteki maddeye göre beş yıldır, önerilen değişiklikle bu süre üç yıla indirilmek istenmektedir. Gerekçe olarak da çalışmalarda verimliliği artırmak olarak gösterilmektedir. Koruma kurullarında çalışma süreleri yaklaşık elli yılı aşkın bir süredir gündemdedir ve devamlı değişiklikler yapılmaktadır. Örneğin 1951 yılında 5805 sayılı Yasa’yla kurulan Gayrimenkul Eski Eserler ve Anıtlar Yüksek Kurulunun üyeleri ömür boyu hizmet vermekteydi. Bu statü, kurul üyelerine sonsuz bir güvence vermekte ve bağımsız karar alabilme yetilerini güçlendirmekteydi. 1983 yılında yürürlüğe giren 2863 sayılı Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Yasası’nda ise bu süre beş yıl olarak belirlenmişti ve yirmi beş yıldır da bu süre yürürlükteydi.

Koruma bölge kurullarının daha verimli çalışması için çalışma sürelerinin üç yıla indirilmesi gerekçesini biz inandırıcı bulmamaktayız. Şöyle ki: Son yıllarda koruma bölge kurullarına bakanlıkça yapılan üye atamalarının bir bölümü Hükûmetin ve onların güdümündeki yerel yönetimlerin kendi görüşleri doğrultusunda karar çıkartabilmeleri için gerçekleştirilmiştir. 7 üyenin 5’inin bakanlıkça seçilmesi, konularına göre oy hakkıyla koruma kurulu toplantılarına katılan üyelerin belediye ya da kamu kuruluşlarının temsilcileri olmaları, yönetimin istediklerini daha kolay elde etmesini sağlayacak bir yaklaşımın sonucudur.

İkinci olarak da sürenin kısaltılması siyasi iktidarın karar alma süreçlerinden muhalif görüşlerin, oydaşmanın ortadan kaldırılmasını amaçlamaktadır. Oysa koruma kurulu üyeliğinin ayrı bir deneyim süreciyle bütünleştiğinde etkili olabileceği, üyelerin görev yaptıkları coğrafyaların özelliklerini ancak belli bir zaman içinde özümseyecekleri düşünüldüğünde sürenin kısaltılması yerine uzatılmasının daha doğru olacağı açıktır.

Başka bir gerekçe de: Oysa koruma kurulunda görev alan üyelerin faaliyet gösterdikleri alanı, bürokrasiyi, devlet ve toplum ilişkilerini kavrayarak koruma politikalarını nesnel koşullara göre biçimlendirmesi için üç yıllık süre yeterli değildir. Bununla birlikte kamu yönetimi politikası açısından da idarenin sürekliliği esastır. Elbette idare kişilerin üzerinden…

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN – Buyurun Sayın Birdal, devam edin.

AKIN BİRDAL (Devamla) – Teşekkürler Sayın Başkan. Zaten önerimle bitiriyorum.

Özetle, yasada yapılmak istenen bu değişikliğin kurul üyelerini daha sık ve kolaylıkla değiştirmek için yapıldığı düşünülmektedir.

Önerimiz şu: Koruma bölge kurulu üyeliği beş yıl olarak kalmalı, buna karşın üye olma koşulları bilimsel esaslara göre yeniden düzenlenmelidir. Koruma kurullarında görev alacaklarla ilgili, kanunda değişiklik yapılarak konusunda uzman meslek örgütlerinin -Mimarlar Odası ve benzeri kurumların- önereceği bir üyenin de kurul üyesi olarak görev almasının sağlanması gerekmektedir. Bu şekilde yönetimlerin daha demokratik ve şeffaf çalışmasına yönelik kamu yönetimi anlayışının cisimlenmesinin de yolu açılacaktır.

Bunun dikkate alınmasını umuyorum. Hepinizi saygıyla selamlıyorum. (DTP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – Teşekkürler Sayın Birdal.

Şahsı adına Karaman Milletvekili Hasan Çalış.

Sayın Çalış, buyurun. (MHP sıralarından alkışlar)

HASAN ÇALIŞ (Karaman) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; görüşmekte olduğumuz kültür ve tabiat varlıklarının korunmasıyla ilgili kanun tasarısının üzerinde söz almış bulunuyorum. Sözlerime başlarken saygı ve selamlarımı arz ediyorum.

Değerli arkadaşlar, mimari eserlerimizin, tarihî değeri olan eserlerimizin, el sanatlarımızın, folklorumuzun, edebiyatımızın, kısacası kültürel varlıklarımızın ve doğa harikası tabiat varlıklarımızın korunması, envanterinin çıkarılması, bunların yeni nesillere aktarılması, insanlığın hizmetine sunulması, turizme servis edilmesi ve insanlarımıza aş olması, iş olması gerçekten son derece önemli bir konudur. Gerçekten, tasarının ortaya koyduğu hedeflere baktığımız zaman bu hedeflere ulaşabilir mi?  Bence şüpheli. Niye şüpheli? Türkiye genelindeki belediyelerimizi, belediye başkanlarımızı, belediye çalışanlarımızı, bilgi donanımı, teknik altyapısı yönünden şöyle göz önüne getirdiğimiz zaman gerçekten güzel projeler yapabilecek, teknik altyapısı uygun olan yerel yönetim birimlerimiz olduğu gibi, bunun varlığının hiç farkında olamayacak, bunu kullanamayacak pek çok yerel yönetimimizin ortada olduğu bir gerçek. Tabii burada benim endişem şu ki, bu yerinde ve uygun kullanılamayan kaynaklar tekrar geriye dönüp genel idare tarafından direkt ve endirekt vergi olarak insanlarımıza yansıtılır mı? Birinci endişemiz bu değerli arkadaşlar.

Bir diğer endişemiz de, imkânlarımız sınırlı, yatırımlarımız da programlı olmak zorunda. Biz Türkiye’de, her yerde sanayi, her yerde ticaret, her yerde tarım, her yerde her şeyi yapmaya çalışıyoruz. Tabii, böyle olduğu için de yaptığımız işler maalesef bize benziyor.

Değerli arkadaşlarım, bakınız bir Paris örneği verelim. Paris’e gideniniz var, gitmeyeniniz var… “Paris” deyince kafamızda ne oluyor? Bir marka oluşuyor. Bir “Venedik” deyince kafamızda bir marka oluşuyor. “Pekin” dediğimiz zaman kafamızda bir marka oluşuyor ama buralarda bir şey var mı? Aslında gidip gezdiğimiz zaman bakarız ki çok önemli bir şey de yok yani. Bu anlamda biz Türkiye’de gerçek anlamda markalar yaratabilmiş miyiz? İstanbul, İstanbul’dan sonra Kuşadası’ndan Alanya’ya kadar sahil şeridimizde belirli merkezler ve Kapadokya bölgesi dediğimiz  Ihlara, Derinkuyu, Ürgüp, Göreme bölgesi. Bunun dışında ülkemizin her tarafında gerçekten tarihî değeri olan, kültürel değeri olan çok önemli varlıklarımız yok mu? Var. Ama bunları bir program çerçevesinde insanlarımızın ve insanlığın hizmetine sunmak zorundayız.

Değerli arkadaşlar, bu anlamda Ankara bir marka mıdır? Değildir. Ankara ne şehridir? Belli değildir. O zaman, Ankara’yı marka yapmak lazım değerli arkadaşlar. Ankara’yı marka yapmak için aslında bugün Ankaralının önünde bir fırsat var. Nedir bu fırsat? Beypazarı’nı marka yapmış ve “Ankara’yı da turizmde, kültürde bir marka yapacağım.” diyen çok değerli bir Belediyeci Ankara’nın huzuruna çıkmış durumda. Bunu Ankaralının takdirine arz ediyoruz, sahip çıkmasını da temenni ediyoruz.

Sayın Bakanım, bir diğer husus da gerçekten İstanbul gibi ve Kuşadası’ndan Alanya’ya kadar olan alanda ve bu sahillerimizden Kapadokya bölgesine kadar olan alanlarımızda bizim tarih boyunca kültürel varlıklarımızın tamamını, el sanatlarımızı, güzel sanatlarımızı, mimarimizi, folklorumuzu ortaya koyabileceğimiz kültür mahalleleri oluşturmamız lazım, kültür köyleri oluşturmamız lazım, turizme bir çeşitlilik katmamız lazım, insanlara iş alanları, aş alanları oluşturmamız lazım.

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN – Buyurun Sayın Çalış, devam edin.

HASAN ÇALIŞ (Devamla) – Bu anlamda düşünün ki Antalya sahillerinden Kapadokya’ya kadar yedi saatte otobüsle gelen bir turist, bir şeyden faydalanabiliyor mu? Biz Türkiye olarak bir şeyler sunabiliyor muyuz? Sunamıyoruz. Eğirdir’de, Beyşehir’de, Konya’da, Sultanhanı’nda, Karaman’da, Ermenek’te varlıklarımızı böyle bir mantıkla, bu gidiş dönüş güzergâhında ve İstanbul’un çevresinde veya daha başka uygun yerlerimizde insanlarımıza gerçekten servis etme imkânı vardır. Buna kafa yormamız gerekiyor Sayın Bakanım. Bu gerçekten çok önemlidir. Bu yedi-sekiz saatlik yolculuklardan dolayı tur operatörleri bir yeri programına alırken bir başkasını almıyor. İşte onun için Turizm Bakanlığımız, gerçekten bu tür yatırımları, bu tür programları, bu tür kanunları getirirken programlı olmak zorunda.

Değerli arkadaşlar, ben, bu duygu ve düşüncelerle, bu tasarının hayırlı olmasını diliyorum, Türkiye'nin, Türk insanının geleceğine katkı sağlamasını diliyorum, saygılarımı arz ediyorum. (MHP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – Teşekkürler Sayın Çalış.

Şahsı adına ikinci söz, Karaman Milletvekili Mevlüt Akgün’e ait.

Buyurun Sayın Akgün.

MEVLÜT AKGÜN (Karaman) – Sayın Başkan, değerli milletvekili arkadaşlarım; Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Kanununda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Tasarısı’nın 2’nci maddesi üzerinde şahsım adına söz almış bulunmaktayım. Bu vesileyle yüce heyetinizi saygıyla selamlıyorum.

Değerli arkadaşlarım, bu maddeyle getirilmek istenen husus, düzenlenen husus, koruma bölge kurullarına Bakanlıkça veya Yükseköğretim Kurulunca atanan üyelerin çalışma verimliliğini artırmak, daha iyi görev yapmalarını sağlamak için görev sürelerinin beş yıldan üç yıla indirilmesine dairdir.

Değerli arkadaşlarım, Anadolu’nun neresine giderseniz gidin, değişik uygarlıklara, değişik kültürlere ait birçok kültürel eser görürsünüz, vakıf eseri görürsünüz, tarihî varlık görürsünüz. Gerçekten bu kültürümüzün, tarihimizin tapu kayıtları olan bütün insanlığın ortak mirasının korunması, restorasyonu konusunda görev yapmak, çalışmak millî bir görevdir. Bu anlamda özellikle son dönemde, başta Kültür Bakanlığımız olmak üzere bütün imkânlarını seferber etmek suretiyle, diğer taraftan Vakıflar Genel Müdürlüğümüz, özel idarelerimiz, belediyelerimiz gibi birçok kurumumuz bu ortak mirasımızı yaşatmak, restore etmek konusunda büyük çaba sarf etmektedirler. Ben, emeği geçenlere gerçekten teşekkür etmek istiyorum.

Seçim bölgem olan Karaman, gerek tarih öncesi gerekse özellikle Selçuklu ve Karamanoğlu Beyliği dönemine ait birçok eseri, zenginliği bünyesinde bulunduran bir kent. Hamamından medresesine, yüzlerce camisine kadar birçok tarihî eser Karaman’ı süsleyen zenginlikler olarak görülüyor.

Karaman Valiliğinin verilerine göre 2002 yılına kadar benim ilimde sadece 4 tane tarihî eser restore edilmişken, 4 tane tarihî ve kültürel esere sahip çıkılmışken, 2003 ile 2008 yılları arasında, yani AK PARTİ döneminde toplam 60 adet eser onarılmış, restore edilmiş ve kültür hayatımıza kazandırılmıştır. Bunların toplam yatırım tutarı 7-8 trilyondan aşağı değildir.

Değerli arkadaşlar, gerçekten bu konuda özverili çalışmalar gösteren herkese teşekkür etmek istiyorum. Bu kültür hayatımıza kazandırılan eserler arasında Seki Çeşme Hamamı’ndan Yeni Hamam’a kadar hamamlar, Tol Medrese gibi Karamanoğlu Beyliği döneminin en önemli eserlerinden medreseler, yine bu anlamda İsmail Hacı Tekkesi gibi Yunus Emre’nin yakınlarına ait çok önemli bir tarihî eser, yine daha önceki uygarlıklara ait Çeşmeli Kilise gibi bir kilise, Tartan Evi gibi Anadolu’da mimarinin en güzel eserlerinden, örneklerinden biri olan bir eser işte bu çabalar sonucu kazandırılmış ve bugün binlerce insanımızın hizmetine, onların gezmesine, bilgisine sunulmuştur.

Değerli arkadaşlarım, özellikle Kültür Bakanlığımıza bir konuda Karaman Milletvekili olarak teşekkür etmek istiyorum. Karaman bizim deyimimizle Türkçenin başkenti. Gerçekten Karamanoğlu Mehmet Bey’in Türk dilini ferman olarak yeniden devlet dili ilan ettiği 1277’den beri Türk Dil Bayramı’nı kutlayan bir kent. İşte bu kentte bir kültür sitesinin olmaması bile büyük bir eksiklik olarak karşımızda durmaktaydı. Yapımına 1998 yılında başlanılan kültür sitemiz, yaklaşık on yıl gibi bir süre neredeyse atıl kalmış, küçük ödeneklerle bitirilememişti. İşte Kültür Bakanımızın, Müsteşarımızın ve diğer çalışanlarının çabalarıyla kültür sitemiz bitirilmek suretiyle 2008 yılında Karaman kültür hayatına kazandırılmış oldu.

Ben emeği geçenlere tekrar teşekkür etmek istiyorum.

Bu kanun tasarısının hayırlı olmasını diliyor, yüce heyetinizi saygıyla selamlıyorum. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – Teşekkürler Sayın Akgün.

Madde üzerinde konuşmalar tamamlanmıştır.

Soru-cevap işlemine başlıyoruz.

Sayın Öztürk, buyurun.

HARUN ÖZTÜRK (İzmir) – Teşekkür ediyorum Sayın Başkan.

Sayın Bakan, Komisyonda yaptığınız açıklamada koruma bölge kurulları üyelerinin görev süresini beş yıldan üç yıla indirmekle üyelerin bilgi ve verimliliğinden daha fazla yararlanmayı amaçladığınızı ifade etmişsiniz. Ancak kime sorarsanız bu değişikliğin amacının söz konusu komisyonlarda görevli olup da AKP’nin siyasi taleplerine “Hayır.” diyen gerekli bilgi ve deneyime sahip uzman üyelerden kurtulmak ve siyasi kadrolaşmak olduğunu söyleyecektir.Ayrıca bu değişiklik idarede istikrar prensibi ve kurulların özerkliği ile de bağdaşmamaktadır. Bu tespitler karşısında hâlâ Komisyondaki beyanınızın arkasında durmakta mısınız?

Teşekkür ediyorum.

BAŞKAN – Teşekkürler Sayın Öztürk.

Sayın Paksoy

MEHMET AKİF PAKSOY (Kahramanmaraş) – Teşekkür ederim.

Sayın Bakana iki sorum var:

1) Kahramanmaraş’ta bulunan kültür ve tabiat varlıklarının korunması ve onarılması faslından bugüne kadar yapılan tarihî eser ve harcanan para ne kadardır?

2) Kahramanmaraş’a 2009 yılı için bütçeden ayrılan bir ödenek var mıdır, varsa miktarı nedir?

Teşekkür ederim.                                           

BAŞKAN – Teşekkürler Sayın Paksoy.

Sayın Taner…

RECEP TANER (Aydın) – Sayın Bakana üç sorum var:

1) Koruma bölge kurulları 5366 sayılı Yasa gereğince süresi ve yetkileri belli olan bir konumdayken bu kanunla tekrar görev süresinin ve yetkilerinin değiştirilmesi hangi ihtiyaçtan dolayı gündeme gelmiştir?

2) Tarihî ve kültürel zenginlikleriyle Ege’nin en önemli illerinden olan Aydın ilimize Bakanlık bütçenizden ayrılan payın diğer illerle kıyasladığımızda yeterli olduğunu düşünüyor musunuz?

3) Önceki hükûmet döneminde başlatılan Didim’den Karacasu-Afrodisias’a kadar gidecek olan turizm yoluyla ilgili Bakanlığınızın görüşü nedir? O konuda bir yatırım bütçeniz var mıdır?

Teşekkür ederim.

BAŞKAN – Teşekkürler Sayın Taner.

Sayın Kaplan…

HASİP KAPLAN (Şırnak) – Teşekkür ediyorum Sayın Başkan.

Sayın Bakan, Dicle Nehri altında kalacak olan Kasrik Harebeleri, Kalesi, Mahmut Han Köprüsü, Asur kabartmaları, Fekayi Tayran’ın camisi, Asur Kuleleri, Finik Kalesi, Alaattin Kasrı ve kalesi. Bu saydıklarımın hepsi Dicle Nehri’nin altında, Dicle Barajı’nın sularına gömülecek olan tarihî eserler. Bunların kurtarılmasıyla ilgili Bakanlığınızın ne tür bir çalışması vardır? Yakın bir zamana planlaması yapılmış mıdır?

Teşekkür ederim.

BAŞKAN – Teşekkürler Sayın Kaplan.

Sayın Bal, buyurun efendim.

ŞENOL BAL (İzmir) – Teşekkür ediyorum.

Sayın Bakan, 2006 yılında 298 kazıyla 7.528 eser çıkarılmış. Her kazı bir ay da sürüyor. Yani, gayet de sıkıntılı bir iş. Yine 2006 yılında vatandaşların bulduğu ve müzeye verdiği 35.460 eser var. Yani hiç durmadan vatandaşlarımız kazı yapıyor zannediyorum. 1.020 kişi olmasına rağmen bu kazıları gerçekleştiren ve müzelere teslim eden kişiler, kaç kişiye ödeme yapıldı bugüne kadar? Kişi başına düşen tarihî eser ne kadar? Yoksa bunun altında tarihî eser kaçakçılığı mı yatıyor? Nasıl bir tedbir geliştiriyorsunuz?

İkinci sorum: Bu kanunun 1’inci maddesinde de sıkıntılar var biliyorsunuz. 1’inci maddenin gerekçesinde mevcut sürecin sağlıklı işlemediği belirtilmekte, bu durum belediyelerin yeterli oranda başvuruda bulunmadığı, belediyelerin proje geliştirmedikleri ya da il özel idarelerine istenen şekilde proje sunulmadığı…

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN – Teşekkürler Sayın Bal.

ŞENOL BAL (İzmir) – Soramadım Sayın Başkan.

BAŞKAN – Peki, buyurun, tamamlayın sorunuzu.

ŞENOL BAL (İzmir) – …ve benzeri olasılıklara bağlanıyor 1’inci madde. Olasılıklar üzerine oturtulan bir düzenlemenin sürdürülebilir olması mümkün müdür? Bugüne kadar sürecin sağlıklı işlemesini engelleyen en önemli etken projelerin belediye bütçesine getirdiği ek maliyet değil midir?

Teşekkür ediyorum.

BAŞKAN – Teşekkürler.

Sayın Sipahi, buyurun.

KAMİL ERDAL SİPAHİ (İzmir) – Teşekkür ederim Sayın Başkan.

Sayın Bakan, ben bugün basında yer alan bu müzelerimizdeki envanter çalışmaları esnasında -ben rakamı vermeyeceğim, bu basında yer alan bilgi ne derece doğrudur bilmediğim için- binlerce eserin kaybolduğu, binlercesinin yerine ise sahtelerinin konulduğuna ilişkin bir bilgi var. Bunların doğrusu nedir ve bu tip olayların tekerrürüne mâni olmak için ne gibi tedbir alınıyor?

Teşekkür ederim.

BAŞKAN – Teşekkürler.

Sayın Bulut…

AHMET DURAN BULUT (Balıkesir) – Sayın Bakanım, Balıkesir Kültür Merkezi’nin temeli 1991 yılında atıldı; ucube hâlinde duruyor, inşaat tamamlanmadı.

Yine, Balıkesir Bandırma Kültür Merkezi’nin temeli de 2000’li yıllarda atıldı; bina yarım vaziyette, etrafında herhangi bir koruma yok, koruma tedbirleri alınmamış vaziyette.

Bu iki kültür merkezinin yapımı konusunda bir çalışmanız, bir programınız, bir planınız var mı efendim?

Teşekkür ederim.

BAŞKAN – Teşekkürler.

Sayın Cengiz…

MUSTAFA KEMAL CENGİZ (Çanakkale) – Sayın Bakanım, Türkiye kazı olarak gerçekten zengin bir arkeolojik altyapıya sahiptir. Özellikle Türkiye'de Bakanlar Kurulunca veya Bakanlığınızca izin verilen yerli arkeolojik kazı sayısı ve yabancı kazı sayısı nedir?

Bir de Çanakkale’mizde zikredilen Truva Müzesi’yle ilgili çalışmalarımız ne aşamadadır? Bu konuyla ilgili -kulağımıza geliyor ama- sizden de net bir şeyler duymak istiyoruz.

Teşekkür ediyorum.

BAŞKAN – Teşekkürler.

Son soru. Sayın Çalış, buyurun.

HASAN ÇALIŞ (Karaman) – Sayın Başkanım, teşekkür ediyorum.

Sayın Bakanım, Karaman’ın Yeşildere Taşkale vadisinde bulunan kaya evleri, mağaraları, kalesi ve kaya ambarlarıyla gerçekten turizm yönünden çok farklı bir ortam ve farklı bir alan. Bu alanı turizme kazandırmayla ilgili bir projeniz, bir çalışmanız var mı?

Teşekkür ediyorum.

BAŞKAN – Teşekkürler Sayın Çalış.

Sayın Bakanım, cevap verebilirsiniz.

Buyurun.

KÜLTÜR VE TURİZM BAKANI ERTUĞRUL GÜNAY (İstanbul) – Değerli arkadaşlarım, bazı sorular bir önceki maddeye tekrar dönmeyi gerektiriyor, oradan başlamak istiyorum.

Şimdi, biz, kültür ve tabiat varlıklarını, özellikle tescilli tarihî eserleri ayağa kaldırmak için bir ek kaynak oluşturmaya çalışmışız. Her kuruşa ihtiyacımız var ve her kuruşu yerinde kullanmaya çalışıyoruz. Biraz önce size rakamları arz ettim. Bu emlak vergisinden toplanan paranın aşağı yukarı yarısı şu anda duruyor özel idare bütçelerinde. Belediyelerimiz proje getirememişler teknik imkânsızlıklarla, belki ilgisizliklerle bazı yörelerde, bazı yörelerde de arkadaşımızın söylediği gibi, bir katkı payı var belediyelerin; özel idareler bu fondan yüzde 80’e kadar destekleyebiliyor, ama yüzde 20, işin mahiyetine göre bazen yüzde 25, 30 belediyelerin katkı yapması gerekiyor,  bazı yerlerde de belediyeler bu katkılardan sakınıyor. 100 bin TL’lik bir şey yapacaksınız, 20, 25, 30 belediye ödemekten sarfınazar ediyor bazen ve o yüzden de biraz önce size arz ettiğim gibi, ciddi bir rakam şu anda proje bekliyor, uygulama bekliyor ve elimizde duruyor, bunu devreye sokalım istiyoruz. Bazı arkadaşlarımızın söylediği gibi, belediyelere hasredilmiş bir kaynağı bu sefer özel idarelere kullandırmaya kalkmıyoruz; hasredilen kaynak belediyelere değildir,  hasredilen kaynak tescilli tarihî eserleredir. Asıl kaynağı asıl hasredildiği yerde kullanmaya çalışıyoruz, yani belediyelere özel bir kaynak yaratılmış değil, tescilli tarihî varlıkların restorasyonu için bir kaynak ayrılmış, o kaynağı doğru düzgün kullanamadığımızı görerek, bir başka kullanma aracı, manivelası oluşturmaya çalışıyoruz ve diyoruz ki… Bir arkadaşımız dedi ki: “Niye seçilmişlerden atanmışlara veriyorsunuz?” Maddeyi doğru okursanız öyle olmadığını göreceksiniz. Yine seçilmiş bir başka mekanizmaya veriyoruz, özel idare, il genel meclisi, oraya veriyoruz ve valinin denetiminde “Vali aktarır.” diyoruz ve valinin her tasarrufu da idarenin her tasarrufu gibi denetim altında. Yani biz, kaynağı daha işler hâle, daha verimli hâle getirmeye çalışıyoruz. 1’inci maddedeki ana mantığımız bu.

Şimdi, yüzde 20, 25, 30, büyükşehirlerde yüzde 40’a varan belediyelerin bu katkı payları yönetmelikten kaynaklanıyor. Bu yaptığımız maddeler düzenlemelerinden sonra yönetmelikle ilgili bir düzenleme yapacağız. Belki bu katkı paylarını bazı yörelerde azaltmaya çalışacağız; bir.

İki: Başka bir şey daha yapacağız; arkadaşlar, birinci günden itibaren “Bu kaynaklar nerede toplanıyor?”, “Nasıl toplanıyor?”, “Nasıl kullanılıyor?”, “Siyasi amaçla kullanıyor mu?” imalarıyla dolu konuşmalar yaptılar. Bir kere, tescilli tarihî eserler için kullanılıyor, başka bir yerde kullanılması mümkün değil, çerçeve belli; bunun dışında kullanırsanız kullanan herkes, kullandıran herkes yasalar önünde suçlu duruma düşer; bir. Ama ben de istiyorum. Kamudan bir kaynak ayırıyoruz, emlak vergisinden bir kaynak ayırıyoruz ve “Bunu belediyeler, özel idareler, proje getirsinler ve kullansın.” diyoruz. Hangi belediye getirdi, hangi projeyi getirdi, hangi kaynağı aktardık biz oraya, bunu şeffaf hâle getireceğiz, yapacağımız yeni düzenlemede, yönetmelikte şeffaf hâle getireceğiz; özel idarelerin İnternet sayfalarında o ilde ne kadar emlak vergisinden pay ayrılmıştır ve o pay hangi belediyelerin hangi projelerine veya özel idarenin getirdiği projeye nasıl kullanılmaktadır bu şeffaf hâle gelecek. Ben saydamlığın bu gibi tartışmaları sona erdirecek olan birinci mekanizma olduğuna inanıyorum ve bunu yönetmelik hükmü hâline dönüştüreceğiz.

Böyle bir ihtiyaç var mı? Bazen belediyelerin elinde bulunup da proje getirilmeyen unsurlar olduğu gibi belediye sınırları dışında olup da proje getirilmeyen, getirilemeyen yerler de var.

BAŞKAN – Sayın Bakanım, süreniz doldu. Devam edecek misiniz?

KÜLTÜR VE TURİZM BAKANI ERTUĞRUL GÜNAY (İstanbul) – Evet, birkaç cümle daha…

Arkadaşlarımız mağaralardan söz ediyorlar. Kayseri’den hemen çıkınca bir Karatay Medresesi var, Ordu’dan hemen çıkınca bir Selçuklu mezarlığı ve camisi var ya da Karaman’dan çıkınca Mut’a doğru giderken bir Alahan Manastırı var. Bunlar belediyelerin zaten doğal olarak proje getire-meyeceği yerler. O zaman özel idare burada devreye girebilir. Yani tarihî varlığa biraz daha dikkatle sahip çıkmaya çalışıyoruz.

Bu Truva Müzesi’yle ilgili -sondan, başlarsam- ciddi bir çalışmamız var. Bir danışma kurulu oluşturduk, Ankara’ya bir büyük müze yapmak konusunda, gerçek bir Anadolu uygarlıkları müzesi yapmak, böyle bir bedestene sığışmış bir müze değil, büyük çaplı, cumhuriyetin başkentine yakışır, büyük çaplı bir Anadolu medeniyetleri müzesi yapmak konusunda bir yeni projemiz var, bir danışma kurulu oluşturduk. Bir de Truva’ya… Çünkü Truva’ya gelenler bir görsellik görmüyorlar. Truva’ya gelenler inanılmaz bir efsane duyuyorlar ama gördükleri onları çok aşırı etkilemiyor çünkü çok tarih öncesine kadar uzanan bir kalıntı görüntüsü var. Benzer bir şey Hattuşaş’ta da var. Buralarda müzeler bizim dünyaya kültürümüzü daha etkili biçimde sunmamızı kolaylaştıracak, sağlayacak; bunları öncelikle gündeme aldık.

Değerli arkadaşlarım, müzelerdeki kayıplarla ilgili ben burada önceki gün de bilgi verdim zaten, rakamları verdim. İki buçuk yıl önce başlamış bulunan bir denetim süreci var ve bu denetim süreci sayesinde -ne yazık ki geçmiş yıllarda periyodik denetimler yapılmamış- bu iki buçuk yıldan beri yapılagelen -benden önceki arkadaşım başlatmıştı- denetimler sayesinde müzelerimizdeki envantere sahip çıkmaya başladık. Ne var, ne yok, hangileri müzeye girmemesi gerekirken girmiş, hangileri yerine başkaları konularak kaybedilmiş? Bir kez daha söylüyorum, Uşak Müzesi dışında, böyle ciddi, büyük çapta, telafi edilmez bir eksiğimiz, bir kaybımız yok ama bu denetimler, periyodik denetimler ve bundan sonra getireceğimiz yeni envanter sistemi bu kayıpları önemli ölçüde sanıyorum ki engelleyebilecek.

Bazı arkadaşlarımızın, Kahramanmaraş’a, Aydın’a, illeri çapında -daha önce galiba Adana’ya oldu- sorduğu sorular var. Onlara, izin verirseniz, neler yapacağız  2009’da, yazılı olarak cevap vermek isterim ama ben mesela Afrodisias’ı çok önemsiyorum gerçekten. Afrodisias, Türkiye’de nasıl şimdiye kadar “Dünya Miras Alanları”na girmediği gibi Dünya Miras Alanları aday listesine bile girmemiş; bunu anlamak ve kabul etmek mümkün değil.

BAŞKAN – Sayın Bakan, süreyi çok aştık ama…

KÜLTÜR VE TURİZM BAKANI ERTUĞRUL GÜNAY (İstanbul) – Bitiriyorum…

Afrodisias gibi, Perge gibi, gerçekten bizim, dünyaya övünçle sunacağımız yerler var. 2009 yılında biz, Selimiye’de ve Alanya’da, tersanelerde yani Osmanlı ve Selçuklu mirasıyla ilgili iki alanda, dünya kalıcı listesine girmeleri konusunda çalışmalar sürdürüyoruz. Ama hemen arkasından mutlaka dünya mirası aday listesine girmesini sağlamaya çalıştığımız yerlerin başında Afrodisias geliyor.

Arz ederim, teşekkür ederim.

BAŞKAN – Teşekkür ederim Sayın Bakan.

Sayın milletvekilleri, madde üzerinde üç önerge vardır. Önergeleri önce geliş sırasına göre okutacağım, sonra aykırılık sırasına göre işleme alacağım.

İlk önergeyi okutuyorum:

Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına

Görüşülmekte olan 266 Sıra Sayılı, Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Kanununda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Tasarısının 2. maddesinin aşağıdaki şekilde değiştirilmesini arz ve teklif ederiz.

 

Nihat Ergün

Güldal Akşit

Fatma Şahin

 

Kocaeli

İstanbul

Gaziantep

 

Hayrettin Çakmak

Mevlüt Akgün

 

 

Bursa

Karaman

 

Madde 2- 2863 sayılı Kanunun 55 inci maddesinin ikinci ve dördüncü fıkrası aşağıdaki şekilde değiştirilmiştir.

“Koruma bölge kurullarının Bakanlıkça ve Yükseköğretim Kurulunca seçilen üyelerinin görev süresi üç yıldır”

“Koruma Yüksek Kurulu üyeleri ile koruma bölge kurullarının Bakanlıkça ve Yükseköğretim Kurulunca seçilen üyelerine, ayda altı toplantıyı geçmemek üzere her toplantı için Devlet memur aylık katsayısının (5000) gösterge rakamı ile çarpımı sonucunda bulunacak miktarda, koruma bölge kurullarının kurum temsilcisi üyelerine ise ayda altı toplantıyı geçmemek üzere her toplantı için Devlet memur aylık katsayısının (2000) gösterge rakamı ile çarpımı sonucunda bulunacak miktarda huzur hakkı ödenir.”

BAŞKAN – Sayın milletvekilleri, şimdi okutacağım iki önerge aynı mahiyette olduğundan birlikte işlem yapacağız ve istemleri hâlinde önerge sahiplerine ayrı ayrı söz hakkı vereceğim.

Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına

Görüşülmekte olan 266 sayılı yasa tasarısının 2 nci maddesinin metinden çıkarılmasını arz ve teklif ederiz.

 

Hasip Kaplan

Bengi Yıldız

Sırrı Sakık

 

Şırnak

Batman

Muş

 

Hamit Geylani

Selahattin Demirtaş

 

 

Hakkâri

Diyarbakır

 

Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına

Görüşülmekte olan 266 Sıra Sayılı Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Kanununda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Tasarısının 2. maddesinin Tasarı metninden çıkarılmasını arz ve teklif ederiz.

 

Hüseyin Ünsal

Ali Koçal

Abdullah Özer

 

Amasya

Zonguldak

Bursa

 

Hulusi Güvel

Rahmi Güner

Yaşar Tüzün

 

Adana

Ordu

Bilecik

BAŞKAN – Komisyon önergelere katılıyor mu?

MİLLÎ EĞİTİM, KÜLTÜR, GENÇLİK VE SPOR KOMİSYONU BAŞKANI MEHMET SAĞLAM (Kahramanmaraş) – Katılmıyoruz Sayın Başkan.

BAŞKAN – Hükûmet katılıyor mu?

KÜLTÜR VE TURİZM BAKANI ERTUĞRUL GÜNAY (İstanbul) – Hayır efendim.

BAŞKAN – Sayın Kaplan, buyurun.

Yaşar Bey, siz de mi konuşacaksınız?

YAŞAR TÜZÜN (Bilecik) - Evet.

BAŞKAN – Peki, tamam. Ayrı ayrı söz vereceğim.

K. KEMAL ANADOL (İzmir) – İki farklı önerge olduğu için ayrı ayrı konuşacaklar.

HASİP KAPLAN (Şırnak) – Sayın Başkan, aynı konuda önergeler, ondan öyle oldu herhâlde.

Şimdi, burada süre yönünden üç yıla niye indirilme gereği duyuluyor? Koruma Kuruluna alınan bir üye, üç yıl, daha yerini öğrenmeden, bulunduğu yerle ilgili bilgileri edinmeden değişebilecek. Bu da siyasi iktidarlar kim olursa olsun suistimale açık, güvencesiz bir ortam yaratıyor. Zaten daha önceleri bu Anıtlar Kurulu üyeleri süresiz seçiliyordu ama 12 Eylül darbesi sonrası çıkarılan bir yasayla bu süre beş yıla getirildi.

Şimdi, bu kurullardaki üyelerden 5 tanesinin Bakanlıkça seçilmesi sorunu var. Bakanlıkça seçildiği zaman uygulamada sorunlar yaşanıyor. Şimdi, zaten korumayla ilgili bir yasa tasarısı görüşüyoruz. Kültür Bakanlığının zaten genel bütçedeki payı binde 5 dolayında, yani yüzde 1 bile değil. Koruma uygulamalarına tahsis edilen miktarın Kültür Bakanlığı bütçesine oranı yüzde 3 dolayındadır. Yüzde 3 ile binde 5’i çarptığımız zaman da yüz binde 15, yani on binde 1,5 gibi bir orana erişiliyor. Gerçekten, bu kadar zengin tarihi olan ülkemizde 2.600 höyük, 6.365 termal merkez, İtalya’dan daha fazla Roma eseri, Yunanistan’dan daha fazla Grek ve İyon eseri, 115 tane antik tiyatro, arkeolojik olarak korkunç bir zenginlik… Tabii, hep atlanan bir yer, Mezopotamya tarihinin, kültürünün katkıları ile beraber Yukarı Mezopotamya’nın da ülkemiz kapsamında olduğu düşünülecek olursa bunların korunmasıyla ilgili koruma kurullarının çok şeffaf bir çalışma yapması, titiz bir çalışma yapması çok önemlidir. Bu konuda Bakanlığın İnternet sitesine konulursa bu çalışmalar… Bir de sivil toplumun özellikle uzmanlık alanlarının bu çalışmalara katılması gereklidir.

Ben Sayın Bakandan şunu öğrenmek istiyorum, kendisine başvurusu yapılan bir konu olduğu için: 1993’te kentsel sit alanı ilan edilen, yakın çevresiyle birlikte sit kapsamına alınan ve daha sonraki yıllarda da korunan bir binanın, 1 numaralı Kültür Tabiat Varlıkları Kurulu Kararı’nın, hiçbir gerekçe olmadan, bu sefer bir başka tabiat koruma kurulu kararıyla değiştirilmesi, sit alanlarının değiştirilmesi mümkün müdür? Bu konuda ciddi bir çalışma yapılması gerekiyor. Bu koruma kurulları gerekçesiz kararlar veriyorlar. Bu konuda teftiş incelemesi yapmayı düşünüyorlar mı? Tabii, bu da önemli.

Genel olarak da söylenen şudur bu konularda: Kültür ve tabiat varlıklarının korunmasıyla ilgili seçimler dört yılda bir yapılıyor, bunlar da beş yıllığına seçiliyor. Hiç olmazsa koruma kurullarının, siyasi iktidarın tayin ve görevden alma, baskı ortamı sağlanmasın diye bu önceki hüküm olsun diyoruz. Yok, üç sene diyorsanız niye üç senedir; onu da gerçekten bir gerekçelendirseniz biz de ikna olsak iyi olur. Üç seneliğine tarihî kurul koruma şeyi olmaz. Çünkü bu koruma kurullarının bir özelliği vardır, hem tabiat varlıklarını hem kültür varlıklarını koruyacak. Bu da çok geniş bir alan, kapsamlı bir alan. Bu yönüyle baktığımız zaman, önergemizin yerinde olduğunu düşünüyoruz.

Biz kez daha Bakanlık çalışanlarının da bu konudaki deneyimlerini dillendirmesi gerektiğini düşünüyoruz. Önergemizin destek bulmasını istiyoruz.

Teşekkür ederim.

BAŞKAN – Teşekkürler Sayın Kaplan.

Sayın Bakanım, açıklama mı yapacaksınız?

KÜLTÜR VE TURİZM BAKANI ERTUĞRUL GÜNAY (İstanbul) – Evet, bir açıklama yapmak istiyorum izin verirseniz Sayın Başkanım.

BAŞKAN – Buyurun.

KÜLTÜR VE TURİZM BAKANI ERTUĞRUL GÜNAY (İstanbul) – Şimdi, bugün, arkadaşlarımız, bu beş yılı üç yıla indirmenin arkasında bir siyasi amaç olup olmadığını sorguluyorlar. Hatırlatmak istiyorum ki değerli arkadaşlarım, bugün kurullarda görev yapan bütün arkadaşlarımız, Adalet ve Kalkınma Partisi iktidarları döneminde atanmış arkadaşlar. Yani, daha önceden kalmış arkadaşlar yok. Daha önceden kalmış arkadaşlar varsa onlar, görev süresi uzatılmış arkadaşlardır; çünkü beş yıl da olsa, üç yıl da olsa görev süresini uzatmakta bir engel yok ama bazı arkadaşlarımız yeteri kadar… Burada, ayrıca zaten bir ayrım yapmıyoruz, ister bakanlık atamış olsun ister üniversite atamış olsun, herkesin süresini üç yıla indiriyoruz. Burada bazı arkadaşlarımız beklenen mesaiyi vermiyor, bazı arkadaşlarımız çeşitli açılardan verimsizlik sergiliyor. O yüzden, beş yıl çok uzun bir zaman. Eğer arkadaşımız verimliyse üç yılı bir üç yıl, bir üç yıl daha uzatma imkânı var ama beş yılı ikinci kez uzattığınız zaman on yıl ediyor. O yüzden, bu, bütün kurullardan gelen ortak bir yaklaşım oldu bize ve o yüzden buraya indirdik. Hatırlatmak istiyorum ki bu arkadaşların hepsi daha önceki iktidarlar döneminde değil, Adalet ve Kalkınma Partisi iktidarları döneminde atanmış arkadaşlardır. Arkasında bir siyasi kasıt aramak fevkalade yanlıştır.

BAŞKAN – Teşekkürler Sayın Bakan.

KÜLTÜR VE TURİZM BAKANI ERTUĞRUL GÜNAY (İstanbul) – Ben teşekkür ederim efendim.

BAŞKAN – Diğer önerge hakkında konuşmak üzere Sayın Tüzün, buyurun efendim. (CHP sıralarından alkışlar)

YAŞAR TÜZÜN (Bilecik) – Sayın Başkanım, değerli milletvekili arkadaşlarım; vermiş olduğumuz önerge süreyle ilgiliydi. Gerçi gerekli açıklamayı Sayın Bakan ve benden önceki Hatip arkadaşımız yaptı.

Benim burada değinmek istediğim konu, önergeyle ilgili değinmek istediğimiz konu özellikle mahallî idareler yönünden. Bir bölgede, bir ilde, bir ilçede, beldede hatta seçtiğimiz belediye başkanı, seçilen belediye başkanı, belediye meclis üyesi, il genel meclis üyesi beş yıl süreyle seçiliyor. Bu mantıkla bakacak olursak, gerek bu Üst Kurula, yani Yüksek Kurula gerekse bölge kuruluna seçilecek üyelerin de en az mahallî idarelerde görev yapan arkadaşların süresi kadar olmasında fayda var kanaatindeyiz.

Kuşkusuz, daha önceki kanunda, yani 12 Eylülden sonra çıkan kanunda beş yıl süreyleydi. Bu sürenin kısaltılması ne anlama geliyor diye bakacak olursak, yani kültür ve tabiatı, tarihi, doğal ortamı bozmak isteyen bir siyasi zihniyete veyahut bir kişisel zihniyete veyahut bir yerel yönetim zihniyetine “Efendim, beş yıl beklemene gerek yok, artık bu kurulun görev süresi üç yıla düştü. Sen bu üç yıl biraz daha sabret, nasıl olsa üç yıl sonra bu kurul üyeleri değişecek, dolayısıyla sizin istediğiniz proje de bu kuruldan geçer.” mantığıyla, bu, beş yıldan üç yıla düşürülmüş bulunuyor.

Değerli arkadaşlarım, tabii, bilim adamları kolay yetişmiyor. Bu arkadaşlarımızın, özellikle mesleki bilgilerinin, tecrübelerinin burada aktarılması gerekiyor. Bunun çeşitli aşamaları var. Bu aşamaların takibi açısından da, gerçekten, üç yıl çok kısa bir süre. Bunun, mutlaka ama mutlaka beş yılda kalması gerekiyor.

Kuşkusuz, bu Koruma Kurulu kararları da kamuoyunda tartışılıyor, bazen tatminkâr olunmuyor, bazen tatminkâr oluyor ama genel olarak baktığımızda, özellikle yerel yönetimlerimizin bu dokuyu bozduklarını birçok ilde görüyoruz. Yine, Ankara’mızda, özellikle on beş yıldır Ankara’yı yöneten siyasi zihniyetin, Ankara’nın doğal, kültürel yapısını bozacak birçok projeleri hayata geçirdiğini hepiniz biliyorsunuz, bizler de yakından takip ediyoruz. Ama özellikle şu örneği vermeden geçemeyeceğim: Bildiğiniz gibi Ankara Garı’nın önünde yapılan kavşak, yani katlı kavşak projesine baştan Devlet Demiryolları Genel Müdürlüğü tarafından itiraz edildiğini, uygun görülmediğini hepimiz biliyoruz. Yine, Ankara Kültür ve Tabiat Varlıkları Koruma Bölge Kurulu ise maalesef bu projeye hiç düşünmeden onay vermiştir. Bir noktada Ankara’nın tarihî dokusu bozulmuştur. Cumhuriyetin ilk eserlerinden olan bu meydan maalesef bu çok katlı, iki katlı kavşakla yok edilmiştir ve Ankara’mız bir meydanından olmuştur, meydan ortadan kalkmış, çok çirkin bir tablo ortaya çıkmıştır. Bu katlı kavşak yerine Kültür Tabiat Varlıkları -özellikle Ankara- Kurulu çok daha hassas davransaydı, çok daha dikkatli olsaydı bunu katlı kavşakla değil de, bir alttan geçişle çözebilirdi diye düşünüyorum.

Değerli arkadaşlarım, yine, bu kanun hazırlanırken, ülkemizde bulunan Tarihî Kentler Birliği gibi, ÇEKÜL Vakfı gibi, kentlerin tarihini koruyan bu birliklerin de görüşünün alınmasında büyük fayda var idi. Ancak gerek Komisyon çalışmalarında gerekse Komisyon çalışması öncesi gerekse Bakanlığın ilgili bürokratlarının bu Tarihî Kentler Birliğinin ve bu ÇEKÜL Vakfının düşüncelerini, görüşlerini almadığını bir kez daha buradan ispatlamış bulunuyoruz.

Sonuç itibarıyla bizim bu önergemiz, bu kurullarda -gerek Üst Kurulda gerekse bölge kurullarında- görev yapacak arkadaşlarımızın üç yıl süreyle değil de beş yıl süreyle görevine devam etmesi yönünde. Ben önergemizin kabulü yönünde sizlerin de oy kullanmasını temenni ediyor, Genel Kurulu saygıyla selamlıyorum. (CHP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – Teşekkürler Sayın Tüzün.

III.- YOKLAMA

(CHP sıralarından bir grup milletvekili ayağa kalktı)

K. KEMAL ANADOL (İzmir) – Sayın Başkan, yoklama istiyoruz.

BAŞKAN – Yoklama talebinde bulunan arkadaşlarımızın isimlerini tespit edeceğim:

Sayın Akif Ekici? Burada.

Sayın Rahmi Güner? Burada.

Sayın Bülent Baratalı? Burada.

Sayın Ali Koçal? Burada.

Sayın Murat Sönmez? Burada.

Sayın Yaşar Ağyüz? Burada.

Sayın Metin Arifağaoğlu? Burada.

Sayın Ferit Mevlüt Aslanoğlu? Burada.

Sayın Vahap Seçer? Burada.

Sayın Hüseyin Ünsal? Burada.

Sayın Bilgin Paçarız? Burada.

Sayın Halil Ünlütepe? Burada.

Sayın Rasim Çakır? Burada.

Sayın Zekeriya Akıncı? Burada.

Sayın Ali Rıza Öztürk? Burada.

Sayın Kemal Anadol? Burada.

Sayın Osman Kaptan? Burada.

Sayın Şevket Köse? Burada.

Sayın Ali İhsan Köktürk? Burada.

Sayın Yaşar Tüzün? Burada.

Yoklama için üç dakika süre veriyorum ve yoklamayı başlatıyorum efendim. 

Pusula gönderen arkadaşlar lütfen salonu terk etmesinler. 

(Elektronik cihazla yoklama yapıldı)

K. KEMAL ANADOL (İzmir) – Süre bitti pusula alamazsınız Sayın Başkan.

BAŞKAN – Kontrol edeceğiz; burada 152 kişi var, kontrol edeceğiz, bir bakalım.

K. KEMAL ANADOL (İzmir) – Süre bitti efendim, kâğıt yok. Olmaz…

BAŞKAN – Şimdi, yoklama pusulası gönderen sayın milletvekillerinin burada olup olmadıklarını tespit edeceğim.

Sayın Mehmet Erdem? Buradalar.

Sayın Ziyaeddin Akbulut? Buradalar.

Sayın İlknur İnceöz? Buradalar.

Sayın İsmail Katmerci? Yok. (CHP sıralarından “Yok” sesleri)

Sayın Cemil Çiçek? Buradalar.

Sayın Bayram Özçelik? Yok.

K. KEMAL ANADOL (İzmir) – Hile!

BAŞKAN - Sayın Hüsnü Ordu? Yok.

Sayın Azize Sibel Gönül? Yok.

Sayın Eyüp Ayar? Buradalar.

Sayın Zeki Ergezen? Buradalar.

Sayın Zeyid Aslan? Buradalar.

Toplantı yeter sayımız yoktur, birleşime on dakika ara veriyorum.

Kapanma Saati: 18.07

 

ÜÇÜNCÜ OTURUM

Açılma Saati: 18.21

BAŞKAN: Başkan Vekili Eyyüp Cenap GÜLPINAR

KÂTİP ÜYELER: Yusuf COŞKUN (Bingöl), Yaşar TÜZÜN (Bilecik)

 

BAŞKAN – Sayın milletvekilleri, Türkiye Büyük Millet Meclisinin 51’inci Birleşiminin Üçüncü Oturumunu açıyorum.

III.- YOKLAMA

BAŞKAN - İstem üzerine yapılan yoklamada toplantı yeter sayısı bulunamamıştı.

Şimdi yoklama işlemini tekrarlayacağım.

Yoklama için üç dakika süre veriyorum ve yoklamayı başlatıyorum.

Sisteme girenler tekrar kâğıt göndermesinler efendim, pusula göndermesinler. 

(Elektronik cihazla yoklama yapıldı)

BAŞKAN – Sayın milletvekilleri, toplantı yeter sayımız vardır.

Şimdi, 266 sıra sayılı Kanun Tasarısı’nın görüşmelerine devam edeceğiz.

VII.- KANUN TASARI VE TEKLİFLERİ İLE KOMİSYONLARDAN

GELEN DİĞER İŞLER  (Devam)

A) Kanun Tasarı ve Teklifleri (Devam)

2.- Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Kanununda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Tasarısı ile Millî Eğitim, Kültür, Gençlik ve Spor Komisyonu Raporu (1/608) (S. Sayısı: 266) (Devam)

BAŞKAN - Komisyon ve Hükûmet buradalar.

Tasarının 2’nci maddesi üzerinde verilen ve aynı mahiyette olduğundan birlikte işleme alınan Komisyon ve Hükûmetin katılmadığı önergeleri oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler… Kabul etmeyenler… Önergeler kabul edilmemiştir.

Diğer önergeyi okutuyorum:

Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına

Görüşülmekte olan 266 Sıra Sayılı, Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Kanununda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Tasarısının 2. maddesinin aşağıdaki şekilde değiştirilmesini arz ve teklif ederiz.

                                                                                           Nihat Ergün (Kocaeli) ve arkadaşları

Madde 2- 2863 sayılı Kanunun 55 inci maddesinin ikinci ve dördüncü fıkrası aşağıdaki şekilde değiştirilmiştir.

“Koruma bölge kurullarının Bakanlıkça ve Yükseköğretim Kurulunca seçilen üyelerinin görev süresi üç yıldır”

“Koruma Yüksek Kurulu üyeleri ile koruma bölge kurullarının Bakanlıkça ve Yükseköğretim Kurulunca seçilen üyelerine, ayda altı toplantıyı geçmemek üzere her toplantı için Devlet memur aylık katsayısının (5000) gösterge rakamı ile çarpımı sonucunda bulunacak miktarda, koruma bölge kurullarının kurum temsilcisi üyelerine ise ayda altı toplantıyı geçmemek üzere her toplantı için Devlet memur aylık katsayısının (2000) gösterge rakamı ile çarpımı sonucunda bulunacak miktarda huzur hakkı ödenir.”

BAŞKAN – Komisyon katılıyor mu efendim?

MİLLÎ EĞİTİM, KÜLTÜR, GENÇLİK VE SPOR KOMİSYONU BAŞKANI MEHMET SAĞLAM (Kahramanmaraş)  – Takdire bırakıyoruz.

BAŞKAN – Hükûmet?

KÜLTÜR VE TURİZM BAKANI ERTUĞRUL GÜNAY (İstanbul) – Kabul ediyoruz efendim.

BAŞKAN – Gerekçeyi mi okutuyoruz Sayın Ergün?

NİHAT ERGÜN (Kocaeli) – Gerekçe…

BAŞKAN – Gerekçeyi okutuyorum:

Gerekçe:

Koruma bölge kurularında görülen kamu hizmetinin çok kıymetli değerlere ilişkin olması hasebiyle, günümüz koşullarında koruma bölge kurulu üyelerine ödenen huzur hakkının yetersiz kaldığı, kurul üyelerinin başka illere seyahat ettikleri ve orada ikamet ettikleri de göz önünde bulundurulduğunda zaruri ihtiyaçlarını karşılamakta zorlandıkları bir gerçektir. Üyelerin günün değişen mali koşullarında, görevlerini etki altında kalmadan, ekonomik kaygılar gütmeksizin ifa edebilmesi için, kendilerine ödenen huzur hakkı yeniden düzenlenmiştir. Bu düzenleme yapılırken hakkaniyet adına, üyelerin kurullarda geçici ve devamlı olarak çalışmakta olup olmadıklarına bakılmış ve temsilci üyelerin sadece kendi konularını ilgilendiren kurul gündemlerine katılması, buna karşın diğer kurul üyelerinin bütün konuları görüşmeleri nedeniyle huzur hakkı ödemelerinde ortaya çıkan eşitsizlik giderilmiştir. Böylece kurul üyelerinin bilimsel ve teknik anlamda etkin kararlar alarak kurul çalışmalarında verimliliğin artması hedeflenmiştir.

2863 sayılı Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Kanununun 55. maddesinin dördüncü fıkrasında, koruma bölge kurulu üyelerinin huzur hakkı yeniden düzenlenerek, huzur haklarının iyileştirilmesi sağlanmış, koruma bölge kurulu üyelerinin ihtiyaçlarını karşılamada zorlanmamaları ve görevlerini etki altında kalmadan daha sağlıklı bir şekilde yapabilmeleri amaçlanmıştır.

Temsilci üyelerin sadece kendi konularını ilgilendiren (bazen tek bir konuyu içeren) kurul gündemlerine katılmaları, buna karşın diğer kurul üyelerinin bütün konuları görüşmeleri ve atanma usulleri itibariyle temsilci üyelerden farklı esaslara tabi olmaları nedeniyle, huzur hakkı açısından kurul üyeleri arasında ayrıma gidilmiştir. Böylece yerine getirilen görevin önemi ve günün değişen koşulları karşısında, kurul üyeleri arasındaki çalışma mesaileri farkı ile ödenen huzur hakları arasındaki eşitsizlik giderilmeye çalışılmıştır.

BAŞKAN – Komisyonun takdire bıraktığı, Hükûmetin katıldığı önergeyi oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler… Kabul etmeyenler…Önerge kabul edilmiştir.

Kabul edilen önerge doğrultusunda 2’nci maddeyi oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler… Kabul etmeyenler… 2’nci madde kabul edilmiştir.

3’üncü maddeyi okutuyorum:

MADDE 3-2863 sayılı Kanunun 57 nci maddesinin birinci fıkrasından sonra gelmek üzere aşağıdaki fıkra eklenmiş ve mevcut dördüncü fıkra aşağıdaki şekilde değiştirilmiştir.

16/6/2005 tarihli ve 5366 sayılı Yıpranan Tarihi ve Kültürel Taşınmaz Varlıkların Yenilenerek Korunması ve Yaşatılarak Kullanılması Hakkında Kanun uyarınca ilan edilen yenileme bölgelerinde yenileme projelerini onaylamak üzere 5366 sayılı Kanun uyarınca oluşturulan Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Bölge Kurulları da bu maddede belirtilen işleri yapmakla görevli ve yetkilidir.”

"Koruma bölge kurullarının teknik ve idari hizmetleri, koruma bölge kurulu müdürlükleri tarafından yürütülür. Üçten fazla koruma bölge kurulu bulunan illerde, kurullar arasında teknik ve idari işlerde koordinasyonu sağlamak üzere koruma bölge kurulları koordinasyon müdürlüğü kurulur. Koruma bölge kurulu müdürlükleri, koruma bölge kurulları koordinasyon müdürlüğüne bağlı olarak çalışır."

BAŞKAN – Evet, madde üzerinde söz istemleri vardır. Gruplar adına. Cumhuriyet Halk Partisi Grubu adına Gaziantep Milletvekili Yaşar Ağyüz, Milliyetçi Hareket Partisi Grubu adına Balıkesir Milletvekili Ahmet Duran Bulut. Şahısları adına. İzmir Milletvekili Şenol Bal, Amasya Milletvekili Avni Erdemir.

İlk söz Cumhuriyet Halk Partisi Grubu adına Gaziantep Milletvekili Yaşar Ağyüz’e aittir.

Sayın Ağyüz, buyurun efendim. (CHP sıralarından alkışlar)

CHP GRUBU ADINA YAŞAR AĞYÜZ (Gaziantep) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; 2863 sayılı Yasa’nın bazı maddelerini değiştiren 266 sıra sayılı Yasa Tasarısı’nın 3’üncü maddesi üzerinde Cumhuriyet Halk  Partisi Grubu adına söz aldım. Hepinizi saygıyla selamlıyorum.

Değerli arkadaşlar, 2863 sayılı Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Kanunu 21/7/1983’te yürürlüğe girmiş ve bugüne kadar değişiklikler yapılarak gelmiştir. Bana göre kültür ve tabiat varlıklarını koruma amaçlı, içeriği dolu bir yasadır.

Kültür ve tabiat varlıklarına sahip çıkmak her vatandaşın olduğu kadar her siyasetçinin ve her bakanlık koltuğunda, belediye koltuğunda oturanların temel görevidir. Hepimizin temel amacı, sağlıklı, insanca yaşanabilir, düzenli kentlerde yaşama olanağını sağlamak. Bu olanağı sağlarken de elbette ki yasal düzenlemelere ihtiyaç vardır ama ülkemizde gördüğümüz kadarıyla yasal düzenlemelerde çok başlılık, çok çeşitlilik bir karmaşaya neden olmaktadır. 2863 sayılı Yasa’nın yanında bir de çıkarılan 5366 sayılı Yasa anlamsız, içeriği boş, kültür ve tabiat varlıklarını korumaktan uzak, rant alanı yaratmayı amaçlayan ve yaratılan rantların da bölüşümünü sağlayan bir yasadır. Şimdi, bu yasa içerisinde yapılan dört tane değişiklik de çok anlamsız, çok yersiz ve hiçbir şey ifade etmeyen bir yasadır. Yani Meclisi işgal etmekten öte bir anlamı olmayan bir yasadır. Ülkemizde ekonomik sıkıntılar artmışken, ekonomik sıkıntılardan dolayı ülke yangın yerine dönmüşken, bütüncül paketler açıklanmamışken ve Ankara gibi bir başkent kömürden vatandaşlarını zehirlerken, biz, bu içi boş yasa ile uğraşmak durumunda kalıyoruz değerli arkadaşlarım.

Elbette ki bu yasayla kültür varlıkları, tabiat varlıkları sit alanı olarak tanımlanmış; koruma kurulları kurulmuş, koruma kurullarının kararlarına uymak yasal yükümlülük hâline getirilmiş ama söyler misiniz ülkemizde koruma kurulu kararlarına uyan, onu şiar edinmiş AKP’li belediye başkanı var mı? Yok. Bakanlık var mı? Sayın Bakan kısa dönem oldu, kusura bakmasın. Four Season Oteli hâlen ortada iken, birinci derecede arkeolojik sit alanına bina yapılırken, Gaziantep’te Batalhöyük alanı belediyesince işgal edilirken, koruma kurulu kararları -üç tane alınmış- uygulanmaz iken, Sayın Bakan hangi gerekçeyle bu yasayı getirip de tabiat varlıklarını korumanın önünü açmayı hedefliyor, anlamış değilim değerli arkadaşlarım.

Tabii, bu yükümlülükleri yerine getirmek öncelikle takiple mümkündür. Maalesef belediyeleri hiçbir bakanlık bu dönemde takip altına almamaktadır. Özellikle büyükşehir belediye başkanları, imar rantlarının paylaşıldığı, “kentsel yenileşme”, “kentsel dönüşüm” adı altında rantların peşkeş çekildiği bir belediyecilik uygulamasıyla karşı karşıyadır. Bunlara seyirci kalmak, ortak olmak amacını taşır, başka bir amacı yoktur bunun. Biz kentlerimizin geleceğini düşünüyorsak, kentlerimizin sağlıklı planlanmasına müdahale etmek zorundayız değerli arkadaşlarım.

Şimdi, bu yasayla… Ucube, güya kültür tabiat varlıklarının yenileşmesini amaçlayan bir yasa, 5366 sayılı Yasa. Ama belediyelerin alanında her yapılaşmaya açılması gereken alanda, her önemini eskiden kaybetmiş ama günümüzde rant alanı olacak yerde yenileşme alanı ilan ediliyor ve Sayın Bakanın bugün yetkilendirmeye çalıştırdığı kurullarca da o yenileşme planları onaylanıyor. Böyle bir şey olamaz. Ve bu yenileşme alanlarının rölövelerini, restitüsyonlarını uygulamakla, tasdik etmekle yükümlü olan kurula, biz, şimdi daha geniş yetki veriyoruz, koruma amaçlı planlar içinde bulunan şeylerin dahi onaylanma yetkisini veriyoruz. Böyle bir çelişki olamaz. O nedenle, bu 3’üncü madde çok absürt ve çok anlamsız bir değişikliktir değerli arkadaşlarım.

Tabii, 5366 sayılı Yasa’nın yeniden gözden geçirilmesi lazım. 5366 sayılı Yasa’ya bu ülkede gerek yoktu. İmar Yasası’nın yeniden düzenlenmesi zorunlu idi ama İmar Yasası’nı yıllardır raflarda bekletiyorsunuz, bu tür palyatif çözümlerle çözüm önerileri bulmaya çalışıyorsunuz değerli arkadaşlarım. Bu çok çelişkidir. O nedenle, ben, oluşan yenileme kurullarının bu yetkiyle donatılmasının yanlış olduğunu söylüyorum. Koruma amaçlı planları da deldirme amaçlıdır bu yetkiyi vermek. Nasıl ki beş yıllık süreyi üç yıla indirdiniz, Sayın Bakan diyor ki: “Siyasi bir amaç aramayın.” Peki, Sayın Bakanım, Fırtına Vadisi’ne karşı çıkan, Haydarport’a sit alanı diye karşı çıkan Cengiz Eruzun, iki defa Danıştay kararı almasına rağmen -uygulamak zorunda kaldınız- şimdi üç yıla indirerek Cengiz Eruzun’u bu görevden almak istiyorsunuz. Açığı bu yani. Cengiz Eruzun, Haydarport’ta işinize gelmiyor, Galataport’ta işinize gelmiyor, Fırtına Vadisi’nde işinize gelmiyor. Ama diyorsunuz ki: “Siyasi bir neden yok.” Size somut örnek veriyorum Sayın Bakanım. O nedenle bunlar tamamen koruma kurullarını siyasi baskı altına alan davranışlardır değerli arkadaşlarım.

Sevgili arkadaşlar, bakın, arkeolojik sit alanları, korumaya alınmış sit alanları bir bir imara açılıyor, işgal ediliyor ve koruma kurulları buna seyirci kalıyor. Four Season’ı söyledim, Patalya’yı söyledim. Bakın Altunizade Kavşağı’nda, Boğaziçi Köprüsü’ne bağlayan yolun kuzeyinde kalan 95 dönümlük tek boş arazi var, Emlak Gayrimenkul Yatırım Ortaklığının. Sit alanı, birinci derecede sit alanı, kısmen üçüncü derecede sit alanı. Bu sit alanı, 6 numaralı Kültür ve Tabiat Varlıkları Kurulunun onayıyla maalesef imara açıldı. Yeşil alan daraltılarak imara açıldı ve değerli arkadaşlarım, bu arazinin önerisi TOKİ’den geldi. TOKİ Türkiye’de çok yanlış şeyler yapıyor ve ödeme güçlüğü içerisinde. Kendi zenginlerini yarattı, cilalı arsalarla kendi zenginlerini yarattı. Şimdi yaptıkları sosyal konutları yapan müteahhitlerin parasını ödeyemiyor, işçiler direnişte, mühendisler direnişte ama TOKİ’yi, siz, devlet içinde devlet yaptınız, görmezlikten geliyorsunuz. Bakın, TOKİ bu öneriyi getirdi. 14 Mart 2007’de İstanbul Büyükşehir Belediyesinde onaylandı, Kültür Kurulunda da 16 Nisanda onaylandı değerli arkadaşlarım ve bu arazi hasılat paylaşımıyla ihaleye çıkıldı değerli arkadaşlarım. Üç kez yenilendi ihale, verilmedi. Üçüncüsünde GAP İnşaata verildi. GAP İnşaat kim değerli arkadaşlarım? Son zamanlarda kendisini ATV-Sabah ihalesiyle duyuran meşhur ve Başbakanın damadının da birinci derecede yetkili olduğu kurum GAP İnşaat. Buna verildi hasılat paylaşımıyla değerli arkadaşlarım. Yani bunun arkasında biz siyasi yandaşlık, siyasi kayırma, rant bölüşümü aramayalım da ne arayalım? Siz bunları kolaylaştırmak için bu yasayı getiriyorsunuz.

Ayrıca, değerli arkadaşlarım, GAP İnşaat bununla da kalmadı. İstanbul Sulukule halkını yerinden perişan eden Tarlabaşı Kentsel Dönüşüm’ün aldığı yüzde 50 hasılat paylaşımıyla, yüzde 42 vatandaşa, yüzde 58 Çalık Holdinge değerli arkadaşlar. Böyle bir adaletsizlik olur mu? Siz orada yıllardır oturan insanları, Çankırı’da, Sulukule’de, Tarlabaşı’nda tutup kolundan atıyorsunuz, ranta ortak etmiyorsunuz, o rantı birilerine peşkeş çekiyorsunuz. Bu açıkçası peşkeş çekmektir ve bu peşkeş çekmenin de yasal altyapısını,  boşluklarını gidermeye çalışıyorsunuz.

Bu iki yüz yetmiş sekiz binanın yenileşmesini alan bu projede Çalık Grubu yüzde 58 oranla pay almaya hak kazanmış değerli arkadaşlarım, ihalede. Böyle bir adaletsizlik olamaz. Tarlabaşı gibi bir yerde siz mülkiyet sahibi olsanız yüzde 60’tan eksik vermezsiniz, ama arada belediye var, arada TOKİ var değerli arkadaşlarım. Bunun adı vurgundur. Tabii bunlar sizin umurunuzda değil.

Halk perişan, çiftçi elektrik parasını ödeyemiyor, emekli pazardan meyve-sebze topluyor, doğal gaz almış başını gitmiş, kömür zehirlenmesinden Ankara yanıyor, ama siz İstasyon Meydanı’nın, Gar’ın önünün kapatılmasına, işgal edilmesine göz yummayı bir görev sayıyorsunuz değerli arkadaşlarım.

Kentsel koruma, kentsel, kültürel tabiat varlıklarını koruma Ankara’daki cumhuriyet binası olan Gar’ın önüne sahip çıkmaktan geçer. (CHP sıralarından alkışlar) 2 defa da önerge verdik. Sayın Bakan diyor ki: “Silüeti etkilemeyecek.” Buyurun size… Meydanlar elden gitti, seyirci kaldınız; kavşaklı köprülerle Ankara elden gitti, seyirci kaldınız. İleride dizinizi döveceksiniz ama iş işten geçmiş olacak. Umarım 29 Martta, bunları gören vatandaş Ankara’da size bu konuyla ilgili cevabı sandıkta verecektir.

Değerli arkadaşlarım, kendi zenginini yaratmayı imar değişiklikleriyle, ihalelerle yaratan iktidar belli adamlara çok büyük kayırma çekiyor. Bakın demin söylediğim GAP İnşaat neler almış neler: ATV-Sabah, petrol boru hattı döşemesi, petrol arama ruhsatı, Bakü-Tiflis-Ceyhan Petrol Boru Hattı’nın 1,5 milyar dolarlık ihalesiz, ihalesiz arkadaşlar, ihalesiz, Bakanlar Kurulu kararıyla… Sayın Başbakan “Damadımın çalıştığı şirkete veriyorum, kimse karışamaz.” diyor.

Burası demokrasiyse böyle bir despotluk olur mu? Padişahlık döneminde mi yaşıyoruz biz? Sayın Başbakandan sorulsun.

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN – Sayın Ağyüz, son dakikanızı veriyorum.

YAŞAR AĞYÜZ (Devamla) – Teşekkür ederim Sayın Başkanım.

Haydarpaşa Limanı Projesi bedelsiz olarak bu şirkete veriliyor. Hangi birini sayalım? TOKİ’ye el attığımız zaman da, sayısız müteahhidiniz var, hepsi lime lime dökülüyor. Trilyoner, katrilyoner oldular ama gariban işçiler emeğinin hakkını alamıyor. Piyasa ödemeleri yapılmıyor Beylerbeyi birinci etap konutlarda, Beylerbeyi ikinci etap konutlarda. Yapan müteahhitlerinizin taşeronları -müteahhit kazanıyor, taşeronlar batıyor- okulu yapamıyor, sağlık ocağını yapamıyor değerli arkadaşlarım.

Onun için bu yasal düzenleme içi boş bir düzenlemedir, zamansız bir düzenlemedir, 29 Mart seçimlerine giderken özellikle de iç siyasete alet edilmesi amaçlanan bir yasadır. Herhâlde belediyeleriniz çok sıkışık, giderayak birtakım rantları yandaşlarına peşkeş çekmek için bu tür kurul düzenlemelerine ihtiyaç var. Onun için bu yasaya karşı çıkmak her milletvekilinin boynunun borcudur. Biz CHP Grubu olarak bu yasaya karşı çıkıyoruz.

Hepinize saygılar, sevgiler sunuyorum. (CHP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – Teşekkürler Sayın Ağyüz.

Milliyetçi Hareket Partisi Grubu adına Ahmet Duran Bulut, Balıkesir Milletvekili.

Sayın Bulut, buyurun efendim. (MHP sıralarından alkışlar)

MHP GRUBU ADINA AHMET DURAN BULUT (Balıkesir) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; 266 sıra sayılı Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Kanununda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Tasarı hakkında parti grubum adına görüşümü arz edeceğim. Bu vesileyle yüce heyetinizi ve aziz milletimizi saygıyla selamlıyorum.

İnsanoğlu yeryüzünde varlığını göstermeye başladıktan sonra hayatını kolaylaştırmak, inanç ve kültür hayatını yaşayabilmek adına birçok eser meydana getirmiştir, birçok yapı dikmiştir. Zaman içerisinde bu yapılar belirli kurullar, belirli heyetler tarafından adlandırılmış, isimlendirilmiş, kategorize edilmiştir. Bugün dünyanın yedi harikasından biri olarak ifade edilen Mısır piramitlerine bir eğitimci gözüyle baktığımda, bir Türk olarak baktığımda, bir Türk olarak baktığımda, bir Müslüman olarak baktığımda, bir firavuna mezar olsun diye, sırf firavunun isteği için, sırf firavunun arzusu için o gün o uzun mesafelerden onları taşıyan kölelerin o taşlar üzerine parmaklarından akan kanları, onların üzerinde şakırdayan kırbaçların seslerini duymayan kulakları unutup bunları “harika” diye insanlığa sunan zihniyetin, Türk dünyası ve Anadolu’daki kültür ve sanat eserlerimizin tanınması konusunda diğerleriyle aynı sıraya sokulması konusundaki değer yargılarını takdirlerinize sunarım.

Yeryüzünde milletler, devletler kendi kültür değerlerine sahip çıkmak adına, onları yaşayan birer kültür varlıkları konumunda yeniden düzenlemek adına dünyanın değişik merkezlerinde, Paris’te, Venedik’te, Varşova’da bu kültür değerlerini hayata kazandırmış ve dimdik ayakta tutarken, bizim,  yüksek binaların, beton binaların, gökdelenlerin arasında sığıntı gibi kalmış, kaybolmaya yüz tutmuş, yakılıp yıkılmasına seyirci kaldığımız tarihî eserlerimizin acizliğini, zavallılığını, terk edilmiş o binaların  bugün tinerci çocukların barınağı hâline geldiğini maalesef üzülerek görmekteyiz.

Ülkemizde kültür ve sanat değerlerine sahip çıkmak adına bir bilincin yaratılmadığı gerçeğini görmek, bunun için bir an önce harekete geçmek gerekir. Dünyanın değişik ülkelerinden gelip Anadolu gibi Türklerin milattan önce 1000 yılından beri bu topraklarda varlığının ispatlandığı, Eski Çağ değil, arkaik çağdan kalma bugün kültür varlıklarının, Anadolu’nun değişik yerlerinde dünyada eşine benzerine rastlanmayan bu değerlerin varlığını görmek bizim adımıza bir zenginlik ama bunları koruyamamanın üzüntüsü içerisinde olmak da ayrı bir konu.

Avrupa’da okullarda dördüncü sınıfta bisiklet ehliyeti verilir. Çocuklar trafiğe hazırlanır, çocuklara kendi başına karar verme, bir nesneyi idare etme, kullanma şuuru, bilgisi verilir, sorumluluğu verilir. Bizde böyle bir şey yoktur. Ehliyet alma yaşı gelir, araç kullanmak adına, o güne kadar trafikle ilgili hiçbir bilgisi olmayan çocuklarımız, katıldıkları kısa bir eğitimden sonra, trafik kurslarından sonra ehliyet alır ve trafiğe çıkarlar. Trafik kazalarındaki artışın, kültür ve sanat eserlerimizin başka ülkelere kaçırılmasındaki dikkatsizliğimizin bütün sebebi budur, kültürel değerlerimizi koruma, ona sahip çıkma konusundaki şuur eksikliği. Okullarımızda bununla ilgili bir ders yoktur, bununla ilgili bir ders verilmez.

Gidersiniz Çanakkale’nin Ezine ilçesinde, Neandria, Kestanbol adlarıyla adlandırılmış, milattan önce, büyük kayaların içerisinde, boyu 12 metre, eni 2 metre olan, oradan alınıp İngiltere’ye, Britanya’ya, saraylara sütun olsun diye götürülen ve o çağda hangi teknolojiyle, milimetrik, o kadar düzgün çıktığını, yaratıldığını, nasıl meydana getirildiğini bugün şaşkınlıkla izlediğimiz o eserleri, değirmen taşı yapmak adına birinin gelip balyozla, yamuk yılık kırarak o büyük eseri nasıl parçaladığını, bu noktada ortaya çıkan şuur eksikliğinin belgesi olarak takdirlerinize sunarım.

Sayın Bakanımın kültürel değerlerin korunması noktasında, müzeler konusundaki hassasiyetine saygı duyuyorum. Gerçekten, Amerika, iki yüzyıl önce Amerika’ya ilk gelmiş göçmenlerin o gün yaptıkları evleri tarihî eser diye koruma altına alıp, Amerika’ya gelenlere işte tarihî binamız diye bugün sergileme gibi bir gayret, çaba içerisindeyken, ülkemiz bir açık hava müzesi şeklindedir. Ancak halkımıza bu şuur verilemediği için binaların önünden arslan heykelleri, birçok tarihî yapı, mimari eser alınmakta, götürülmekte, kaçırılmakta. Bunların düzenli bir envanterinin varlığı konusunda dahi şüphe etmekteyim. Bu noktada, ülkemizin eksik olan bu kültürel değerlerini koruma, ona sahip çıkma, yaşama geçirme noktasında dikkatli olunması ve… Bakanlığımızın bu kültür ve tabiat varlıklarını koruma kurullarının varlığının devam ettiğini bilmekteyiz ama bu kurullar ne yapar? Bugüne kadar yaptıklarının bir gözden geçirilmesini… Ne derece korudular, ne derece bu eserleri hayata geçirebildiler, sahip çıkabildiler, bunları tekrar bir gözden geçirmelerini istiyoruz.

Yine, yasalarımızda var olan, 2863 sayılı Yasa’da… Bu kültürel değerlerimizin, eski konaklarımızın yapımı konusunda vatandaşımız bilinçsiz. O zengin varlıkların fakir sahipleri olarak kümeste yaşar gibi oralarda hayatını idame ettiren insanlarımızı, bu kurullar despot bir tavırla… Sadece kendilerine gelen talepleri yerine getirmenin dışında bu değerlere sahip çıkmak, gidip oraları tespit etmek, onlara proje hazırlayıp devlet desteğiyle -artık o, o şahsın değildir- milletimizin hatta insanlığın ortak kültür mirası olan bu yapıların yakılmasına, yıkılmasına, yok olmasına engel olmak adına bu kurulların çalışma yapması gerekmektedir.

Değerli milletvekilleri, bu kurulların çalışması çerçevesinde teklifimiz, tarihî dokuların korunması konusunda yaygın bir bilinç yaratılması. Mimari miras kavramı artık yalnızca tarihî bir anıtı içermemektedir, yakın dönem eserlerini de içermektedir. Bütünleşmiş bir koruma için idari önlemler yanında sosyal önlemler de şarttır. Koruma gayretleri çok amaçlı olmalı, binanın kültürel değerleri yanında kullanma değerleri göz önüne alınmalıdır.

“Sit alanı.” deniyor. Geniş bir alan, denizin kenarında, turizmin çok olduğu bir yer. ”Çivi çakamazsın.” deniyor. Altta görünen, ortada görünen bir tarihî eser yok. En azından oraları hayata geçirmek, oraları korumak adına bir sistem geliştirilmeli, ahşap bungalov ev yapımı konusunda bir izin verilmeli. O bölgeler boş bırakılıyor. Sonra, buradan, sit alanlarını birileri bir şekilde değiştiriyor. Sit alanı iken ucuz fiyata kapatılan, zavallı köylülerin elinden alınan bu arazilerin, daha sonra değişen yasalarla, değişen bölgelerle o günkü sahiplerinin zenginliğe kavuştuklarını maalesef görüyoruz. Bu haksızlıkların giderilmesi adına kültürel değerlerimizin mutlak surette bu kurullar tarafından sahiplenilmesi ve halkımızın da bilinçlendirilmesi gerekmektedir. Gençlerin korumaya ilgi duymaları için çeşitli aktiviteler düzenlenmelidir. Yerel yönetimler koruma konusunda kurullarla, ilgili yetkililerle, teknik elemanlarla iş birliği içinde olmalı, bu konuda bilinç yaratma çalışmaları yapılmalıdır. Geniş çaplı koruma planları hazırlanmalıdır. Koruma için yeni yöntemler geliştirilmelidir. Restorasyon için gelişen mesleki ihtisaslaşmaya önem verilmelidir. Koruma politikalarını gerçekleştirmesi için halkla diyalog kurmak kaçınılmazdır.

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN – Buyurun Sayın Bulut, devam ediniz efendim.

AHMET DURAN BULUT (Devamla) – Değerli milletvekilleri, ilgili kurumlar arasında koordinasyon eksikliğinden, eleman yetersizliğinden söz ediliyor. Bir kamu görevlisinin bilgilendirme, bilme sorumluluğu yasalarla belirtildiği hâlde, bu asli görevlerini yerine getirmeyen yetkililer, görevliler bölge müdürlükleri kurulduğu zaman mı görevlerini yerine getireceklerdir? Bugün, birçok müzemiz personel eksikliğinden kapalı tutuluyor. Birçok kurumda ara eleman yetiştirildiği hâlde, acaba bu konularla ilgili ara eleman yetiştiriliyor mu? Açık öğretimde ve üniversitelerimizde birçok meslek gruplarına yönelik eğitim verilmekte iken neden tarihî değerlerimizi koruma ve değerlendirme ile ilgili ara eleman yetiştirilmesi için bir çalışma yapılmamaktadır.

Bu düşüncelerle, tasarının kültür ve sanat hayatımıza hayırlı, uğurlu olması dileğiyle, olumlu oy vereceğimizi ifade ediyor, hepinizi saygıyla selamlıyorum. (MHP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – Teşekkürler Sayın Bulut.

Gruplar adına başka söz istemi yok.

Şahıslar adına ilk söz İzmir Milletvekili Şenol Bal’a aittir.

Sayın Bal, buyurun efendim. (MHP sıralarından alkışlar)

ŞENOL BAL (İzmir) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Kanununda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Tasarısı’nın 3’üncü maddesi üzerine şahsım adına söz almış bulunmaktayım. Yüce Meclisi saygıyla selamlarım.

Sayın milletvekilleri, 3’üncü madde ile 5366 sayılı Kanun ile oluşturulan kültür ve tabiat varlıklarını koruma bölge kurulları, 2863 sayılı Kanun’la oluşturulan koruma kurullarının işlerini yapar hâle gelmektedir. 5366 sayılı Kanun yenileme alanlarını ilgilendiren özel bir kanundur. Bu Kanun’a göre oluşturulan koruma kurulları sadece kurulduğu ildeki ilan edilen yenileme alanlarıyla ilgili projeleri değerlendirmektedir. Bu durum ülkemizde iki farklı uygulamaya yol açıyordu zaten. Örneğin, Erzurum, Trabzon, Samsun gibi illerde yenileme alanı ilan edildiğinde bu alanlarla ilgili projeleri mevcut koruma kurulları değerlendirirken Ankara veya İstanbul gibi illerimizde yenileme alanlarıyla ilgili kurullar görev yapmaktadır. Diğer koruma kurullarının yenileme alanlarıyla ilgili yetkisi bulunmamaktadır. 5366 sayılı özel bir kanunla oluşturulan koruma kurullarının 2863 sayılı Kanun’la belirtilen işleri yapması, yani mevcut koruma kurullarının görev alanlarına giren işlere bakması ortaya çıkıyor. Maddede yapılan düzenleme karmaşayı ortadan kaldırmayacağı gibi daha da karmaşık hâle getirecektir. Ülkemizde uygulama birliğinin sağlanması amacıyla, yenileme alanlarıyla ilgili koruma kurullarının müstakil bırakılarak diğer illerdeki yenileme alanlarıyla ilgili projelerin de bu kurullarca değerlendirilmesi daha uygun bir düzenleme olurdu diye düşünüyorum.

Yine, bu kanun tasarısının 1’inci maddesindeki sıkıntıları da buradan dile getirmek istiyorum. Biraz önce demiştik, yani “Belediyeler konusunda, olasılıklar üzerine oturtulan bir düzenlemenin sürdürülebilir olması mümkün müdür?” diye sormuştum Sayın Bakana. Bugüne kadar bu sürecin sağlıklı işlemesini engelleyen en önemli etken, projelerin belediye bütçesine getirdiği ek maliyettir. Taşınmaz Kültür Varlıklarının Korunmasına Ait Katkı Payına Dair Yönetmelik’in 7’nci maddesine göre, belediyelerin hazırladıkları projeler veya kamulaştırma bedellerinin en fazla yüzde 49’u özel hesaptan karşılanmakta, bu oranın yükseltilmesi valinin yetkisinde bulunmaktadır. Kendi önceliklerine kaynak bulamayan belediyelerin çok zaruri olmadıkça bu tür projelerle ilgilenmediği özel hesaplarındaki hareketlerden de bellidir. Tabii ki mücavir alan dışında kalan kültür varlıklarının korunması ve değerlendirilmesi için il özel idaresine paydan kullanma yetkisi verilmesi yerinde bir uygulama olur. Ancak, maddeyle gerçekleştirilen düzenleme ve genel gerekçe bir arada yorumlandığında, belediyeleri proje üretimine teşvik edecek bir düzenleme yapmak daha uygun olmaz mıydı? Bir belediye, özel hesaba 1 milyon TL aktarmış olsa, toplam bedeli bu tutarın yarısına kadar olan projelerinin bile tamamının karşılanmayıp belediye bütçesine ek külfet yüklemek insaflı bir yaklaşım değil. Belediyelerin özel hesaba yatırdığı belirli bir döneme ait tutarın yüzde 50’sini geçmeyen proje bedellerinin tamamının özel hesaptan karşılanması, bunun üstüne çıkan oranlar için yine valinin yetkili kılınması doğrultusunda olabilirdi.

Sayın Bakan, özel hesaptaki kaynağı kullanmayan veya kendilerinin aktardığı payları başka belediyelerin kullandığını gören belediyeler artık bu hesaba para aktarmamaktadır.

Sayın milletvekilleri, il özel idarelerinin payın kaynağını oluşturan emlak vergisi tahsilat miktarını bilmesi mümkün müdür? Bu payların belediyelerce tam ve zamanında yatırılmadığı bilinmektedir.

Bilinen bir gerçek de, mevzuattaki boşluğu çözmüş olan belediyeler…

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN – Buyurun Sayın Bal, devam ediniz efendim.

ŞENOL BAL (Devamla) – …payların cüzi bir miktarını ilgili hesaba yatırarak süreci idare etmekte, bir kısmı hiç yatırmamaktadır. Buradan sormak istiyorum: Belediyelerce tahsil edilen emlak vergisi miktarının beyan edilmesi yönünde bir düzenlemeniz olacak mı?

Hayırlı, uğurlu olması dileğiyle hepinizi saygıyla selamlıyorum. (MHP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – Teşekkürler Sayın Bal.

Şahsı adına ikinci söz Amasya Milletvekili Avni Erdemir’e aittir.

Sayın Erdemir, buyurun. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)

AVNİ ERDEMİR (Amasya) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Kanununda Değişiklik Yapılmasına Dair 266 sıra sayılı Kanun Tasarısı’nın 3’üncü maddesi üzerine şahsım adına söz almış bulunuyorum. Yüce heyetinizi saygıyla selamlıyorum.

Değerli milletvekilleri, kültür ve tabiat varlıklarımız geçmişi günümüze, günümüzü geleceğe bağlayan kültür köprülerimizdir. Bunların korunması, yaşatılması ve geleceğe taşınması, milletimiz ve insanlık adına en önemli sorumluluklarımızdandır. Sözlerimin başında, yedi bin beş yüz yıllık tarih ve kültür mirasına sahip olan müze şehir ilimiz Amasya’mızdaki kültür ve tabiat varlıklarının korunması için verdikleri destekler sebebiyle Sayın Bakanımıza ve tüm Bakanlık personeline teşekkürlerimi sunuyorum. Başbakanımızın talimatı doğrultusunda Kültür Bakanlığımızın ve Amasya Valiliğimizin katkılarıyla cumhuriyetimizin doğum belgesi olan Amasya Tamimi’nin imzalandığı Saraydüzü Kışla Binası aslına uygun olarak yeniden inşa edilmiş, kale restorasyon çalışmalarında önemli mesafe kaydedilmiştir. Turizmde marka kent olarak ilan edilen Amasya’mıza Kültür Bakanlığımızın ilgisinin artarak devam edeceğine ve Amasya’yı el birliğiyle kültür turizminin en önemli merkezlerinden biri hâline getireceğimize yürekten inanıyorum.

Değerli milletvekilleri, 5366 sayılı Yıpranan Tarihi ve Kültürel Taşınmaz Varlıkların Yenilenerek Korunması ve Yaşatılarak Kullanılması Hakkında Kanun’un 3’üncü maddesinde yenileme projelerini onaylamak üzere 2863 sayılı  Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Kanunu’nun 51’inci maddesine göre gerektiği kadar kültür ve tabiat varlıklarını koruma bölge kurulu oluşturulacağı belirtiliyor. Yenileme alanlarındaki işlemlerin bir kısmı 5366 sayılı Yasa gereği kurulan bu yenileme kurullarında, bir kısmı bölge kurullarında görüşülüyordu. Bu ise uygulamada tıkanmalar, tereddütler ve problemler oluşturuyordu. 3’üncü maddede yapılan değişiklikle 5366 sayılı Yasa gereği kurulan yenileme kurullarının görev alanlarıyla ilgili tereddütler ortadan kaldırılıyor. Bu kurullarda yenileme işlemlerinin hızlı ve sağlıklı bir şekilde sonuçlanması için yenileme kurullarına kültür ve tabiat varlıklarını koruma kurullarının yetkileri veriliyor.

Değerli arkadaşlarım, değiştirilen dördüncü fıkra ile de üçten fazla koruma bölge kurulu bulunan yerlerde kurullar arasında koordinasyonu sağlamak, idari ve teknik iş birliği ile gündemleri tespit etmek ve onaylamak üzere koruma bölge kurulları koordinasyon müdürlüğü oluşturulması öngörülüyor. Böylece kurullar arasında uyum sağlanması ve bürokratik işlemlerin süre ve kırtasiyecilik açısından kısaltılması hedefleniyor. Bu değişiklikle üçten fazla koruma bölge kurulu bulunan İstanbul’daki işlemlerin daha hızlı ve uyumlu neticelenmesi hedefleniyor.

İnanıyorum ki 3’üncü maddede yapılan bu değişikliklerle yenileme alanlarındaki sıkıntılar ve tereddütler ortadan kalkacak, üçten fazla bölge kurulu bulunan İstanbul’da işlemler uyumlu bir çalışmayla  daha  hızlı  neticelenecektir.

Bu vesileyle, tasarıyla getirilen değişikliklerin hayırlı olacağına inanıyor, hepinizi saygıyla selamlıyorum. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – Teşekkürler Sayın Erdemir.

Sayın milletvekilleri, madde üzerindeki konuşmalar tamamlanmıştır. Soru-cevap işlemine başlıyoruz.

İlk soru Sayın Cengiz’in.

Buyurun efendim.

MUSTAFA KEMAL CENGİZ (Çanakkale) – Sayın Bakanım, demin bazı sorulara da cevap alamadık. Türkiye’de şu anda yerli ve yabancılara verilmiş olan toplam arkeolojik kazı sayısı nedir dedik. Bu konuda değişik  rivayetler var. Bunlarla ilgili bir açıklama bekliyoruz. Yani, toplam kazı nedir? Yabancılara ne kadar verilmiştir? Yerlilere ne kadar verilmiştir? Özellikle son bilgiler nedir?

İkincisi de yine arkeoloji ve sanat tarihi bünyesinde çok konuşulan bir konu var: Bakanlığınıza bağlı DÖSİM’den arkeolog, sanat tarihçi ve diğer memurlar veya işçiler alındığı noktasındadır. Özellikle 2003 yılından bu yana DÖSİM’den alınan arkeolog, sanat tarihçisi ve diğer personel sayısı nedir? Bu konuda da değişik spekülasyonlar var. En azından sizden bunu almak istiyoruz.

Teşekkür ederim.

BAŞKAN – Teşekkürler Sayın Cengiz.

Sayın Şandır, buyurun efendim.

MEHMET ŞANDIR (Mersin) – Teşekkür ederim.

Sayın Bakan, kültür ve tabiat varlıkları bana göre geleceğin bize emanetidir, bizim değil. Hatta yalnız bizim değil, tüm insanlığın malı. Dolayısıyla üzerinde çok özenle durmamız gereken bir konu.

Şimdi, burada getirdiğiniz kanunla -belki de kanunun genelinde de esas husus bu- emlak vergisinin işte yüzde 10’u nispetinde bir kaynak oluşturularak kültür ve tabiat varlıklarının belediye hudutları içerisinde kalanlarının kamulaştırma, projelendirme, planlama ve uygulama konularında harcanmak üzere il özel idaresi bünyesinde bir kaynak oluşturuyorsunuz.

Şu soruyu sordunuz mu efendim… Yani kültür ve tabiat varlıklarının korunması bana göre çok ihtisas isteyen, çok özen isteyen, birikim isteyen, belki de uluslararası deneyim isteyen bir alan. Bu, kaldırım yapmak değil, efendim bu, işte bir eski binanın restorasyonu da değil. Bunun içine o kadar çok anlam girecek ki, kazısı girecek yani onun taşınması girecek, envanteri girecek... Çok kapsamlı, çok detaylı, teknik ve bana göre insanlık adına sorumluluk isteyen bir alan.

Şimdi, bu konuyu neden belediyelere, belediyelerin projelendirmesine bırakıyoruz? Bu yanlış olmuyor mu? Bu bir kültür ve tabiat varlığı zayiatına sebep olmayacak mı? Bu konu hem Bakanlık bünyesinde bürokratlarınız, danışmanlarınızla hem de konunun ilgilisi sivil toplum kuruluşları, üniversitelerle yeterince tartışıldı mı? Bence bu konu -merkezî bir, bakanlık bünyesinde veya Türkiye’de oluşturulacak bir özerk yapıda kaynakları oluşturalım, oraya aktaralım- takip edilmesi, yapılması ve bana göre dünyanın da gözü önünde yapılması gereken bir hadise.

Dolayısıyla, bu kanun veya bu kanunun bağlı olduğu esas kanunda-ki eğer bu anlayış varsa- belediye hudutları içerisindeki kültür ve tabiat varlıklarının korunmasının il özel idarelerine, belediyelere bırakılması mantığı yanlış olmuştur. Bu konudaki kanaatlerinizi veya bu konuyu yeniden değerlendirmeyi düşünür müsünüz?

Teşekkür ediyorum.

BAŞKAN – Teşekkürler.

Sayın Kaplan…

HASİP KAPLAN (Şırnak) – Teşekkür ederim Sayın Başkan.

Sayın Bakan, Cizre tarihî kalesiyle ilgili hem rölöve ve restorasyon çalışmalarının başlatıldığı yönünde bir açıklamanız olmuştu. Ne aşamadadır bu? Çünkü Cizre tarihte çok önemli bir merkez olarak geçiyor. En son Hamidiye Alayları Kışlası olarak da faaliyet gösteren yer şimdi askerî bir birlik içinde yer alıyor. Bu çalışmayı yaparken Bakanlığınız yerel yönetimle, belediyeyle ne kadar bir ilişki, diyalog kurdu? Çünkü bu yasaya göre de bu tür tarihî, kültürel varlıkların korunması durumunda belediyelerin müdahil olması gerekecek. Bu konuda bir çalışma yapmayı düşünüyor musunuz yerel yönetimle ilgili?

Bir soru daha sormak istiyorum, basına çok yansıdığı için bu konuda: 1991 yılında Uludere’de bir mağarada çok tarihî bir İncil bulunduğu, bunun da Ergenekon sanıklarıyla irtibatlandırıldığı ve bulunduğu söyleniyor. Böyle bir bilgi, duyum var mı? Varsa Kültür Bakanlığının bu konuda müdahil olma gibi bir durumu söz konusu mudur? Çünkü gerçekten çok yaygın olarak… Bunun üzerine iki üç tane de kitap yazıldı, onu da söylemek istiyorum. Bu tür tarihî eserler var mı?

Yeni bir planlama düşünülüyor mu gerçekten Türkiye çapında sit alanlarıyla ilgili ve tarihî eserlerle ilgili?

Sorularım bu kadar.

Teşekkür ederim.

BAŞKAN – Sayın Ünsal, buyurun efendim.

HÜSEYİN ÜNSAL (Amasya) – Teşekkür ederim.

Sayın Bakan, Amasya’yla ilgili bir sorum daha olacak. Konuşmacı arkadaşlar da teşekkürlerinde Amasya’yı bir Avrupa şehri olarak ilan ettiler ama -ben tabii bu kanun gelirken Devlet Planlama Teşkilatından bilgiler almaya çalıştım- 2003 yılı, 2004 yılı, 2005 yılı, 2006 ve 2007 ve 2008 yıllarında yatırımların, kamu yatırımlarının illere göre sektörel dağılımında Amasya’nın turizmden sıfır para aldığını burada görmekteyim. Devlet Planlama Teşkilatının bu şeyinde bir yanlışlık mı vardır yoksa yaptığınız yatırımlar var mıdır? Bu konuda bilgi verebilir misiniz?

İkincisi: Sunuş konuşmanızda da turizm master planlarından bahsediyorsunuz. Amasya’nın, tabii, marka bir şehir olabilmesi için Amasya’nın önce bir turizm master planının olması lazım, ayrıyeten belediyesinin de o turizm master planında görev tanımlarının da belirlenmesi lazım. Amasya Belediyesinde kurulu bulunan KUDEP’in, Turizm Bakanlığının bu 23 tane KUDEP’i içerisinde olup olmadığını öğrenmek istiyorum çünkü oradaki turizm yatırımcılarının çok zor durumda olduklarını,  basit bakım, onarımlarını dahi yapamadıklarını, bu konudaki şikâyetlerinin de çok üst düzeye çıktığını biliyorum. Bu konuda yardımlarınızı beklediğimi ifade ediyor, teşekkür ediyorum.

BAŞKAN – Teşekkürler.

Son soru, Sayın Çalış, buyurun efendim.

HASAN ÇALIŞ (Karaman) – Sayın Başkanım, teşekkür ediyorum.

Sayın Bakanım, biraz önce konuşmamda da değinmeye çalıştığım turizm bölgelerinden Kapadokya’ya veya bir başka turizm bölgemizden Pamukkale’ye doğru oluşturulacak bir kültür yolu projesine, bu yol üzerinde oluşturulacak kültür mahalleleri, kültür köyleri, turistik tesisler, doğal zenginliklerin ikram edildiği, servis yapıldığı bir projeye nasıl bakarsınız?

Teşekkür ediyorum.

BAŞKAN – Teşekkürler Sayın Çalış.

Sayın Bakanım, sorular çok uzun, süreniz çok azaldı.

KÜLTÜR VE TURİZM BAKANI ERTUĞRUL GÜNAY (İstanbul) – Kısa söyleyeceğim.

Bu kültür yolu projesini hararetle destekliyorum. Bizim de bütün Selçuklu kervansaraylarını bir güzergâh olarak tespit etmek, ayağa kaldırmak ve hem kültür hem turizmin hizmetine sunmak gibi bir yaklaşımımız, projemiz var; Vakıflarla da böyle bir çalışma yapıyoruz.

Amasya’yla ilgili turizmde bir pay görmemiş olabilirsiniz ama biz Kültür ve Turizm Bakanlığıyız, kültür alanında çok ciddi biçimde katkılar yaptık. En iftihar edeceğimiz de Saraydüzü Kışlası’nın yeniden tarihî kimliğiyle ayağa kaldırılmış olmasıdır.

Cizre Kalesi bu yıl bizim yatırım programımızda var. GAP bölgesinde, ciddi biçimde biz Doğu ve Güneydoğu’da kültür merkezleri ve tarihsel eserlerin canlandırılması konusunda bir projeyi uygulayacağız.

HASİP KAPLAN (Şırnak) – GAP Programında dediniz.

KÜLTÜR VE TURİZM BAKANI ERTUĞRUL GÜNAY (İstanbul) – GAP’tan aldığımız destekle.

Sayın Şandır çok önemli bir konuya değindi gerçekten. Bunların merkezî olması, bir bütünlük içinde olması, kültür varlıklarının korunması çok doğru tabii ama burada bir kaynak oluşturma ve merkezden yetişilemeyen alanlarda hızlı inisiyatif geliştirme gibi bir düşünce var. Daha çok da bu kaynaklar zaten sivil mimarlık örneklerinin ayağa kaldırılması için kullanılıyor. Yani Türkiye çapında düşünün ki Safranbolu, sivil mimarlık örneklerine sahip çıktığı için çok övünülecek bir yere geldi.

Şimdi arkadaşlarımızın altını çizdiği…

ŞENOL BAL (İzmir) – Beypazarı.

MEHMET ŞANDIR (Mersin) – Birkaç tane, istisna.

KÜLTÜR VE TURİZM BAKANI ERTUĞRUL GÜNAY (İstanbul) – Evet, şimdi ama Türkiye çapında buna benzer çok yöre var. Beypazarı’ndan söz ediyorsunuz. Ben size Kula’dan söz edebilirim, bugün sabah konuştuğum Zile’den söz edebilirim, Ünye’den söz edebilirim. Yani Türkiye çapında böyle çok merkez var. Sokak sağlıklaştırılması bazı yapıların ayağa kaldırılmasıyla birer… Ha, Safranbolu olabilir. Tabii hepsine Ankara’dan yetişmek de bir merkezî bürokrasi oluşturması, merkezî bürokrasinin hantallığına işin teslim edilmesi gibi sıkıntı yaratıyor. O yüzden kaynak yaratalım ve genel inisiyatiflere imkân verelim denilmiş. Burada bir denge gözetmemiz gerekiyor.

Yapılan her proje belediyelerin kendi inisiyatifine kalmıyor, belediyelerin kendi estetik takdirine kalmıyor. Yine bizim koruma kurullarımıza gidiyor. Bizim koruma kurullarımız o projelere olur verirse o projeler hayata geçiyor ve yine bizim rölöve müdürlüklerimiz tarafından denetleniyor. Yani bir merkezî otorite, bir merkezî denetim yine var ama yerel inisiyatif de bu işe katılsın, bu aşka katılsın diye düşünülmüş ve o yüzdendir ki Türkiye’de birkaç yıldır, son birkaç yıldır gerçekten valiler, belediye başkanları, il genel meclisleri, özel idareler tarihe sahip çıkmak konusunda yeni bir bilinci sahiplenmeye başladılar.

Demin atladım, şimdi de bir cümleyle bitiriyorum.

BAŞKAN – Buyurun efendim.

KÜLTÜR VE TURİZM BAKANI ERTUĞRUL GÜNAY (İstanbul) – Sayın Cengiz Türkiye’de 136 kazı yapılıyor, bunların 93’ü yerli, 43’ü yabancı. 2008’i söylüyorum. Biz geçmiş yıllarda DÖSİM’e eleman alabiliyormuşuz, böyle ihtiyacımız olan elemanları. Fakat artık 2007 yılının Mayıs ayından itibaren her türlü elemanımızı -arkadaşlarımızın bunu bilmesinde yarar görüyorum çünkü zaman zaman bu tip talepler geliyor- sınavla alıyoruz. Hiçbir biçimde açıktan… Çok ihtiyacımız olan sanat tarihçi, arkeolog, inşaat mühendisi, restoratör mimar dâhil olmak üzere açıktan herhangi bir tercihle, takdirle eleman almıyoruz. Bütün sanatçıdan sanat tarihçiye kadar bütün elemanlarımızı ve sıra görevlisinden en üst düzey uzmana kadar hepsini tam anlamıyla sınavla alıyoruz.

Arz ederim. Saygılar sunarım.

BAŞKAN – Teşekkür ederim.

Sayın milletvekilleri, madde üzerinde iki önerge vardır. Önergeleri önce geliş sıralarına göre okutacağım, sonra aykırılık sırasına göre işleme alacağım.

İlk önergeyi okutuyorum:

Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına

Görüşülmekte olan 266 sıra sayılı Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Kanununda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Tasarısının 3. maddesinin 2. paragrafının aşağıdaki şekilde değiştirilmesini arz ve teklif ederiz.

 

Hüseyin Ünsal

Ali Koçal

Abdullah Özer

 

Amasya

Zonguldak

Bursa

 

Rahmi Güner

Hulusi Güvel

 

 

Ordu

Adana

 

“5366 sayılı yıpranan Tarihî ve Kültürel Tanışmaz Varlıklarının Yenilenerek Korunmasını ve Yaşatılarak Kullanılması Hakkında Kanun uyarınca yenileme kurulları sadece 5366 sayılı yasada anılan yenileme projelerini onaylar ve görevleri tamamlandıktan sonra yenileme kuralları lağvedilir. Lağvedilmesi yönündeki düzenleme Kültür ve Turizm Bakanlığınca hazırlanır, koruma yüksek kurulunca karara bağlanır.

BAŞKAN – Şimdi maddeye en aykırı önergeyi okutup işleme alacağım:

Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına

Görüşülmekte olan 266 sıra sayılı “Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Kanunu’nda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Tasarısı”nın 3 üncü maddesinin tasarıdan çıkarılmasını arz ve teklif ederim. 14/01/2009

                                                                                                               Ufuk Uras

                                                                                                                 İstanbul

BAŞKAN – Komisyon katılıyor mu?

MİLLİ EĞİTİM, KÜLTÜR, GENÇLİK VE SPOR KOMİSYONU BAŞKANI MEHMET SAĞLAM (Kahramanmaraş) – Katılmıyoruz efendim.

BAŞKAN – Hükûmet katılıyor mu?

KÜLTÜR VE TURİZM BAKANI ERTUĞRUL GÜNAY (İstanbul) - Katılmıyoruz efendim.

BAŞKAN – Sayın Uras, buyurun.

MEHMET UFUK URAS (İstanbul) – Sayın Başkan, değerli vekiller; özel kanunla oluşturulan koruma kurullarının, mevcut koruma kurullarının görev alanına giren işlere de bakması doğru olmayacağı gibi, maddenin gerekçesinde ifade edildiği gibi uygulamada yaşanan tereddütleri de ortadan kaldırmayacağı açıktır. Kaldı ki yenileme alanları için oluşturulan koruma kurulları yenileme alanında yürütülen projeyle ilgili kurulmuş olan kurullardır. Tasarının 3’üncü maddesiyle yenileme alanlarında oluşturulan koruma kurullarına verilen yetki gereksiz olmakla beraber, 2863 sayılı Kanun’a göre oluşmuş planlama süreçlerini parçaladığından planlamadaki bütünsellik ilkesine de aykırıdır.

Ayrıca, 2005 yılında çıkan 5366 sayılı Kanun uyarınca yapılan Sulukule, Süleymaniye gibi uygulamalar UNESCO Dünya Miras Komitesinin 2008 yılı Temmuz ayı raporunda çağ dışı olarak nitelendirilmesi, uygulamadaki tereddütlerin de göstergesidir.

2863 sayılı Kanun’la kurulan kurulların yetkisinde koruma yapılıyor ve koruma planıyla korunuyor olması lazımdır ama belediyeler bunu yapmıyor. Bütün olarak baktığımızda olması gereken her yerde koruma planı yok iken, rantı yüksek yerde koruma planı yapılıyor. Örnek mi? Mesela Beyoğlu koruma planı yok ama Tarlabaşı’nın koruma planı var, Ulus’un koruma planı var. İşte, bunun için 5 Temmuz 2005 tarihinde 5366 sayılı Yasa çıkıyor. Bu Kanun’a dayanarak İstanbul’da Sulukule, Süleymaniye, Tarlabaşı, Ankara’da Ulus projeleri yapılıyor ama sorun çözülmüyor. Örneğin mimarlar odası Ulus Tarihî Kent Merkezi Koruma Amaçlı Nazım İmar Planı’nı onaylayan koruma kurulunun işleminin iptali için dava açıyor. Nedeni ise görev alanı 5366 sayılı Yasa’yla sınırlı olan Ankara Yenileme Alanı Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Bölge Kurulunun görevleri içinde olmayan alanları içeren bir planı onaylamasının mevzuata aykırı olması. Uzmanların bile kafası karışmış durumda. Planı kim yapar? Büyükşehir belediyesi mi, ilçe belediyesi mi, 2863 sayılı Kanun’a göre kurulmuş olan koruma kurulu mu yoksa 5366 sayılı Kanun’a göre oluşturulmuş yenileme kurulu mu? Kimin yetkisi nerede biter? Planlar arası hiyerarşi, planlar arası bütünlük var mı? Hepsi birbirine karışmış durumda. Tarihî Yarımada Koruma Planı’nda konut alanı olarak görünen yere yenileme kurulu otel yapmaya kalkışıyor. Sit alanlarımızın site alanlarına da dönüşmemesi gerekiyor.

UNESCO’nun 2003 yılı Türkiye'nin 9 yeriyle Dünya Kültür Mirası Listesi’nde yer aldığını biliyoruz ve UNESCO’nun 2003 yılındaki 27’nci dönem toplantısında Dünya Kültür Mirası Listesi’ndeki İstanbul’un tarihî alanlarının Tehlike Altındaki Miras Listesi’ne kaydırılması önerisi getirilmiştir. 2004 yılında Çin’deki 28’inci dönem toplantısında ise bu önerinin 2006 yılında yapılacak toplantıda bir kez daha değerlendirilmesi kararı çıkmıştır. 2006 yılında ise Litvanya’nın başkenti Vilnius’taki UNESCO’nun, İstanbul’un tarihî alanlarının Dünya Kültür Mirası Listesi’nden Tehlike Altındaki Miras Listesi’ne alınması zorlukla önlenmiştir. UNESCO’nun Temmuz 2008 raporunda ise AKP’li belediyelerin uyguladığı “Osmanlı Mahalleleri” uygulamasının çağ dışı olduğu belirtiliyor. Şimdilik, İstanbul’un Dünya Miras Listesi’nden Tehlike Altında Miras Listesi’ne düşürülmesi özellikle akademisyen arkadaşlarımızın çabasıyla engellenmiş durumdadır. Yaşadığımız bu sevimsiz durumun bugün karşımıza çıkan ve çıkacak olan değişmiş yasalarla aşılması zor gibi gözükmekte.

Biraz önce bir vekilimiz “Kültür varlıklarının korunması birikim ve derinlik istiyor.” demişti. Bir Osmanlı padişahı kendi kültürel mirasını merak ediyor, ulemanın bir tarih çalışması yapmasını istiyor. Ulema on yıl çalışıyor ama bu on yıl içinde padişah yaşlanıyor ve “Ben bunu okuyamam, bunu bir cilde indirir misin.” diyor, ulema bir beş yıl  daha çalışıyor fakat o beş yıl içerisinde padişah daha da yaşlanmış “Ben, bunu da okuyamam, bana bir cümlede özetle.” diyor. Ulemanın başı diyor ki: “Bütün bu on beş yıllık çalışma içinde gördüm ki insanlar yaşamışlar, doğmuşlar, çoluk çocuğa karışmışlar ve ölmüşler.” Padişah sinirleniyor “Ben bu kadar çalışmadan da bunu zaten bilirdim.” diye kovuyor. Şimdi, biz, ulemanın başı ile padişahın söylediklerinin aynı olduğunu ama aslında ağırlıklarının çok farklı farklı olduğunu biliyoruz. İşte bu yüzden, kültürel mirasımıza ve birikimimize değer vermemizin, sözümüzün ağırlığı, memleketimizin kültürel birikimine sahip çıkılması açısından çok büyük önemi vardır ve bir an önce bu karmaşanın ortadan kaldırılması gerekmektedir.

Teşekkür ederim.

BAŞKAN – Teşekkürler Sayın Uras.

Önergeyi oylarınıza…

K. KEMAL ANADOL (İzmir) – Karar yeter sayısının aranmasını istiyorum.

BAŞKAN – Arayacağım efendim.

Önergeyi oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler… Kabul etmeyenler… Karar yeter sayısı yok efendim.

Beş dakika ara veriyorum.                                                                             

Kapanma Saati: 19.22

 

DÖRDÜNCÜ OTURUM

Açılma Saati: 19.33

BAŞKAN: Başkan Vekili Eyyüp Cenap GÜLPINAR

KÂTİP ÜYELER: Yusuf COŞKUN (Bingöl), Yaşar TÜZÜN (Bilecik)

BAŞKAN – Sayın milletvekilleri, Türkiye Büyük Millet Meclisinin 51’inci Birleşiminin Dördüncü Oturumunu açıyorum.

Tasarının görüşmelerine devam edeceğiz.

Komisyon ve Hükûmet buradalar.

266 sıra sayılı Kanun Tasarısı’nın 3’üncü maddesi üzerinde verilen, İstanbul Milletvekili Sayın Ufuk Uras’ın, Komisyonun ve Hükûmetin katılmadığı önergesinin oylamasında karar yeter sayısı bulunamamıştı. Şimdi önergeyi tekrar oylarınıza sunacağım ve karar yeter sayısı arayacağım.

Önergeyi kabul edenler… Kabul etmeyenler… Karar yeter sayısı vardır, önerge kabul edilmemiştir.

3’üncü madde üzerindeki diğer önergeyi okutuyorum:

Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına

Görüşülmekte olan 266 sıra sayılı Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Kanunu’nda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Tasarısının 3. maddesinin 2. paragrafının aşağıdaki şekilde değiştirilmesini arz ve teklif ederiz.

                                                                                        Hüseyin Ünsal (Amasya) ve arkadaşları 

“5366 sayılı yıpranan Tarihî ve Kültürel Tanışmaz Varlıklarının Yenilenerek Korunmasını ve Yaşatılarak Kullanılması Hakkında Kanun uyarınca yenileme kurulları sadece 5366 yasada anılan yenileme projelerini onaylar ve görevleri tamamlandıktan sonra yenileme kurulları lağvedilir. Lağvedilmesi yönündeki düzenleme Kültür ve Turizm Bakanlığınca hazırlanır, koruma yüksek kurulunca karara bağlanır.”

BAŞKAN – Komisyon önergeye katılıyor mu?

MİLLİ EĞİTİM, KÜLTÜR, GENÇLİK VE SPOR KOMİSYONU BAŞKANI MEHMET SAĞLAM (Kahramanmaraş) – Katılmıyoruz efendim.

BAŞKAN – Hükûmet katılıyor mu?

KÜLTÜR VE TURİZM BAKANI ERTUĞRUL GÜNAY (İstanbul) – Katılmıyoruz efendim.

BAŞKAN – Sayın Ünsal, buyurun.

HÜSEYİN ÜNSAL (Amasya) – Sayın Başkan, saygıdeğer milletvekilleri; yenileme alanları için, koruma kurulları, bölge kurullarının sadece yenileme alanları içindeki rölöve, restorasyon projeleri ile onarılacak veya yeniden inşa edilecek yapıların imar mevzuatında öngörülen projelerini onaylama yetkisine sahiptir. Ama bu getirilen uygulamayla bu yenileme alanlarında bir farklı yetki veriliyor. Yenileme kurulu alanlarına koruma bölge kurullarının yetkisi veriliyor. Nedir bu yetkiler:

“a) Bakanlıkça tespit edilen veya ettirilen korunması gerekli kültür ve tabiat varlıklarının tescilini yapmak,

b) Korunması gerekli kültür varlıklarının gruplandırılmasını yapmak,

c) Sit alanlarının, tescilinden itibaren üç ay içinde geçiş dönemi yapı şartlarını belirlemek,

d) Koruma amaçlı imar planları ile bunların her türlü değişikliklerini inceleyip karar almak,

e) Korunması gerekli taşınmaz kültür ve tabiat varlıklarının koruma alanlarının tespitini yapmak,

f) Korunması gerekli taşınmaz kültür varlıklarından özelliklerini kaybetmiş olanlarının tescil kaydını bildirmek,

g) Korunması gerekli taşınmaz kültür ve tabiat varlıkları ve koruma alanları ile sit alanlarına ilişkin uygulamaya yönelik kararlar almak.”

Şimdi burada getirilen uygulamayla, yenileme kurulları ile koruma bölge kurullarının yetkisi aynı hâle geliyor. Sayın Bakanın verdiği belgeye göre, yirmi dokuz tane koruma kurulu, iki tane de yenileme kurulu var. Bu çok sakıncalı bir duruma geliyor yani yetki karmaşası ortaya çıkacak.

Bir de sırayla şu sakıncaları anlatalım: 1) Özel amaçla kurulan yenileme koruma bölge kurulları yetkisinin genişletilmesi, koruma ilke ve esaslarına aykırı uygulamalarla sonuçlanacaktır. Bu da 2863 ve 5366 sayılı Kanun’un özüne ve koruma ilke ve esaslarına aykırıdır, daha doğrusu Kanun’un amacı da ortadan kalkıyor gibi bir durum ortaya çıkmaktadır.

2) Yenileme koruma kurullarının kanunlarda yer alan “bütüncül koruma ve planlama” anlayışına aykırı uygulamaları yasallaşacaktır. Böylece, yenileme bölge kurullarının üst ölçekli planlardan bağımsız kararlar üreteceği, korunacak miras açısından da sağlıklı ve doğru işlem olmadığı açıktır. Bu anlayış bizi, planlamaya değil, piyasa gereği olan akçalı projelere doğru yönlendirecektir.

Bir önceki konuşmacı arkadaşımız da Tarlabaşı’yla ilgili çok ciddi örneği verdiler. Dolayısıyla Tarlabaşı’nda, tamamı kentsel sit alanı içinde kalan bu alandaki taşınmazların büyük bir bölümü sivil mimari örneğidir; içerisinde kiliseler vardır, bunlar da anıt eserdir. Alana ilişkin, yürürlükteki koruma amaçlı imar planı da yoktur. Neslişah ve Hatice Sultan mahalleleri yani halk arasında bilinen Sulukule de buna benzer örneklerdir. Şimdi, bu iki konuyla ilgili de Türk Mühendis ve Mimar Odaları Birliği tarafından davalar açılmış ve devam etmektedir.

3) Koruma bölge kurullarının görev alanları belirsizleşmiştir. Yani kent içinde farklı alanlar ve bu farklı alanlarda farklı karar mercilerinin varlığı plan bütünlüğünü zedeleyici kararlar alınmasına neden olacaktır.

Bir sakınca da yeni koruma bölge kurullarının oluşturulmasıyla kamu kaynaklarının israfı söz konusudur. Şimdi, zaten ücretlerin artırılmasıyla da yeni alanlar, yeni kişiler derken bir kamu kaynağı israfı olacaktır.

Diğer bir sakınca ise yenileme kanununun uygulandığı son üç yıl içinde tarihî kent merkezlerinde geri dönüşü olmayan olumsuzluklar ortaya çıkacaktır.

Burada önemli olan, plan bütünlüğünün bozulmasını engelleyici tavır içerisine girmeliyiz. Biz bu kanunda bu maddelerle ilgili görüşlerimizi ve bu değişiklik önergelerini verirken sunuş konuşmasında o güzel eserleri, Nemrut Dağı’ndaki eserleri göstermişsiniz. Bizim bunlarla ilgili bir siyasi anlayışımız, bir hedefimiz yok, mühim olan o mirasın korunmasıyla ilgilidir. Mirasın korunmasıyla ilgili de özellikle… Bu kanunun bu maddesinin de özellikle Ankara Büyükşehir Belediyesinin iddiası üzerine çıktığı çok doğru bir gerçektir. Ankara Büyükşehir Belediyesinin Ulus’la ilgili yapmış olduğu uygulamaya ait yenileme kurulu kararlarını maalesef 10. Daire iptal etmiştir. Şimdi, bu kanunla, Danıştayın ve idare mahkemelerinin almış olduğu kararlar havada kalacak ve böylece hukuksuz bir ortam doğacaktır. Bu yetki karmaşasının ortadan kalkması için yenileme kurulları görevlerini -şu anda neyse- tamamlamalı ve lağvedilmelidir. Bu tamamlama ilk önce Kültür Bakanlığının düzenlemesiyle ortaya çıkmalı ve Koruma Yüksek Kuruluyla da sonuçlandırılmalıdır.

Dolayısıyla önergemizin lehinde oy kullanmanızı talep ediyor, saygılar sunuyorum. (CHP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – Teşekkürler Sayın Ünsal.

Önergeyi oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler... Kabul etmeyenler... Önerge kabul edilmemiştir.

3’üncü maddeyi oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler... Kabul etmeyenler... 3’üncü madde kabul edilmiştir.

4’üncü maddeyi okutuyorum:

MADDE 4- 2863 sayılı Kanuna aşağıdaki geçici madde eklenmiştir.

"GEÇİCİ MADDE 8- 11/3/2005 tarihinden önce usulüne uygun olarak koleksiyoncular tarafından bağlı bulunduğu müzedeki envanter defterine kaydı yaptırılmış taşınmaz kültür varlıkları hakkında, son fıkrası hariç olmak üzere bu Kanunun 26 ncı maddesi hükümleri uygulanır."

BAŞKAN – Madde üzerinde, gruplar adına: Cumhuriyet Halk Partisi Grubu adına Zonguldak Milletvekili Ali Koçal, Milliyetçi Hareket Partisi Grubu adına İzmir Milletvekili Şenol Bal; şahısları adına, Manisa Milletvekili Ahmet Orhan ve ikinci şahıs Van Milletvekili Gülşen Orhan.

İlk söz sırası Zonguldak Milletvekili Ali Koçal’ın.

Sayın Koçal, buyurun efendim.

CHP GRUBU ADINA ALİ KOÇAL (Zonguldak) – Teşekkür ediyorum Sayın Başkan.

Değerli milletvekilleri, Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Kanununda Değişiklik Yapılmasına Dair 266 sıra sayılı Kanun Tasarısı’nın 4’üncü maddesiyle ilgili olarak Cumhuriyet Halk Partisi Grubu adına söz almış bulunuyorum. Yüce Meclisi saygıyla selamlıyorum.

Bu kanun tasarısının 4’üncü maddesiyle 2863 sayılı Kanun’a eklenen geçici madde tasarının en tehlikeli, en esnek ve en gereksiz maddesidir. Nedenlerini anlatmak için, bu maddenin kanun tasarısına konulmuş olmasının geriye dönük öyküsüne kısaca değinmek istiyorum.

Değerli milletvekilleri, Kültür ve Turizm Bakanlığı, 11/3/2005 tarihinde bir genelge yayımlayarak koleksiyoncuların koleksiyon envanter defterlerine sadece taşınır kültür varlıklarını kaydedebileceğini belirtmiş, bunun dışında kaydı yaptırılan taşınmazların tespiti ve iadesinin sağlanmasını istemiştir. Bunun üzerine Kültür Varlıkları Koleksiyoncular Derneği bu uygulamaya karşı dava açmış ve Danıştay 6. Dairesi taşınmaz kültür varlıklarına ait parçaların koleksiyon envanter defterine kaydedilemeyeceği yönünde karar vermiş ve Bakanlığın genelgesine uymuştur. Yani “Taşınmaz kültür varlıkları ve parçaları koleksiyoncuların elinde bulunamaz. Elinde böyle bir varlık olanlar varsa Bakanlığın ilgili birimlerine teslim etmek zorundadır.” sonucuna varılmıştır.

Şimdi getirilen maddeyle ortaya çıkan durum şudur değerli arkadaşlar: Kültür Bakanlığı bakan değiştikten sonra önceki talebinden vazgeçmiştir. Yani koleksiyoncular ellerindeki taşınmaz kültür varlıklarını ve parçalarını iade etmeyecekler ve 11/3/2005 tarihine kadar koleksiyon envanter defterine taşınmaz parçalarını kaydettirenler bu varlıkların sahibi olacaklar. Bu tarihe kadar ve bu tarihten sonra kaydını yaptıramayanlar ellerindeki taşınmazları iade edecekler, artık böyle bir taşınmazı koleksiyon envanter defterine kaydettirerek sahiplenemeyecekler.

Değerli milletvekilleri, ayrıntıya girecek olursak durum şöyledir: Kültür Bakanlığı 11/3/2005 tarihinde bir genelge yayımlamış ve hangi koleksiyoncunun elinde ne kadar taşınmaz ve taşınmaz parçası var ise tespit edilmesini ve tespit edilen varlıkların müzelere teslim edilmesini istemiştir. Danıştay bu genelgenin haklılığını mahkeme kararıyla ortaya koymuş, bu karar tüm koleksiyonculara duyurulmuş ve bir an önce ellerindeki taşınmazların teslimi istenmiştir. Teslim etmeyenler hakkında yasal işlem yapılması talimatı verilmiştir. Ayrıca Koruma Yüksek Kurulu da bir karar almış ve bu kapsamdaki eserlerin derhâl teslim edilmesi gerektiğini ortaya koymuştur. İşin ilginç yanı, Kültür ve Turizm Bakanlığı da bu uygulamaları destekler biçimde, 6/12/2007 tarihinde valiliklere bir genelge göndererek “Kimin elinde ne kadar taşınmaz vardır bunları tespit edin ve 14/2/2008 tarihine kadar bize bildirin.” şeklinde bir genelge yayımlamıştır. Muhtemelen, istenen bilgiler valilikler tarafından Bakanlığa bildirilmiştir.

Şimdi, Bakanlık kimin elinde ne var ne yok hepsini biliyor. Biliyor olmasına karşın ne iadesini istiyor ne de yasal işlem yapıyor. Peki ne yapıyor dersiniz? 11/3/2005 tarihinden öncekilere af getiriyor. Onlarla ilgili herhangi bir iş ve işlem yapılmayacak, ondan sonrakiler için ise  “Bulabildiğimizi buluruz, bulamadığımızı ne yaparsa yapsın.” anlayışı ortaya çıkmıştır. Yani Kültür Bakanlığı kendi uygulamalarıyla çelişkiler içindedir. Bu uygulamalar Bakanlığın altı ayda bir karar değiştirdiğini göstermektedir.

Değerli milletvekilleri, bilinmelidir ki hiç kimse bu ülkenin tarihî varlıklarını peşkeş çekme hakkına sahip değildir. Binlerce yıldan beri birçok medeniyete beşiklik etmiş ülkemizin tarihî ve kültürel varlıkları ülkemizin mirasıdır. Bu mirasın korunması ve sahip çıkılması hepimizin görevidir. O nedenle Bakanlığın 6/12/2007 tarihinden itibaren istediği ve 14/2/2008 tarihine kadar süre verildiği seksen bir il valiliğinden gelen yazılar, yapılan tespitler derhâl kamuoyuna açıklanmalıdır. Hangi koleksiyoncunun elinde ne vardır Bakanlık bunu bilmektedir, bizim de bilme hakkımız vardır. Kuşkusuz Bakanlığın elinde valiliklerden gelen resmî belgeler vardır ama vatandaşın haberi yoktur. Bu varlıklar hepimizin yani 71 milyonun, ulusumuzun ve geleceğimizin varlıklarıdır. Hükûmet biliyor ama biz hangi koleksiyoncunun elinde ne olduğunu bilmeden yasa çıkartıyoruz yani bilinmeyeni yasallaştırıyoruz. Bu yaklaşımla tarihî eser kaçakçılığı neredeyse resmî hâle getirilmektedir. Böyle bir şeyi kabul etmemiz asla mümkün değildir.

Değerli milletvekilleri, elbette Türkiye’mizin yüzünü ağartan, çok saygıdeğer, bilinen, tanınan koleksiyoncularımız vardır, kendileriyle övünüyoruz, destekliyoruz. Onlar sınırlarımızı aşmış, dünya çapında ülkemize olumlu katkılar sağlamışlardır, yasalar çerçevesinde kalarak önemli bir görevi yerine getirmişlerdir ancak Türkiye’nin kültür zenginliklerini, tabiat zenginliklerini, tarihî eserlerini kaçıranlar da vardır. Burada esas olan taşınmazların değil, taşınırların koleksiyonlara dâhil edilmesidir ama biz bu kanunun 4’üncü maddesiyle 11/3/2005’ten önce kayıt yapılan taşınmazları serbest bırakıyoruz ve o koleksiyon sahiplerine af getiriyoruz. Af getiriyoruz.

Bu bir af yasasıdır değerli arkadaşlar. O nedenle, bu maddenin kabulü için mutlaka nitelikli çoğunluk gereklidir. Dolayısıyla, buradan Hükûmeti uyarıyorum.

Değerli milletvekilleri, özellikle bu tasarının 4’üncü maddesiyle ilgili olarak şu sorulara yanıt bulmamız gerekmektedir: Sayın Bakan, Türkiye’de ne kadar koleksiyoncu vardır? Bunların elinde bulunan taşınmazlar ve taşınmazlara ait parçalarla ilgili bilgi ve belgeleri kamuoyuna açıklamayı düşünür müsünüz? Hangi amaçla 11/3/2005 tarihi esas alınmıştır? Bu tarih nereden çıkmıştır? Dayanağı nedir? Bakanlığın genelgesi, Danıştayın ve Koruma Yüksek Kurulunun kararı doğrultusunda tespit edilen ve teslim alınan taşınmazlar var mıdır? Teslim alanları ve kimden aldığınızı açıklar mısınız? Bakanlığınızın genelgeleri doğrultusunda ellerindeki taşınmazları teslim etmeyenlerle ilgili bir yasal işlem başlattınız mı? Yasal işlem yapılmış ise hangi aşamadadır? Sonuçları nelerdir? Herhangi bir yasal işlem başlatılmamış ise bunun hesabını kim yahut kimler verecek? Bürokratlar mı yoksa Bakanın kendisi mi bu hesabı verecek? Maddenin gerekçesinde “kültür varlıklarını iyi niyetle elinde bulunduran kimseler” ifadesi yer almaktadır; bu ifade ne anlama gelmektedir? Böyle bir yasa maddesi olabilir mi? “İyi niyetli” demekle Hükûmete yakın olanlardan mı bahsediyorsunuz veya “güzel insanlar, eli yüzü düzgün tarihî eser kaçakçısı” mı demek istiyorsunuz! Yine, maddenin gerekçesinde “bir şekilde taşınmaz kültür varlığından ne anlama geliyor? Bu kültür varlığı parça parça sökülüp başka yere taşınırsa “taşınır kültür varlığı” mı olacak? “Taşınır kültür varlığı” veya “taşınmaz kültür varlığı”nın Bakanlığınızca resmî bir tanımı var mıdır? Öyle anlaşılıyor ki önceki Bakan ile mevcut Bakan arasında uygulama farklılıkları söz konusudur. Dolayısıyla, bu konuda Hükûmetin bir politikası var mıdır? Hangi Bakanın yaptığı doğrudur? Bunu da bilmeye hakkımız vardır.

Değerli milletvekilleri, özetleyecek olursak bu tasarının 4’üncü maddesiyle, bazı koleksiyonculara bir af getirildiğini, bunun da tarih anlayışı çerçevesinde doğru olmadığını, bu düzenlemeyle, taşınmaz kültür varlıklarının parçalarının özel koleksiyoncuların envanter defterlerine kaydedilebileceğini, bir taşınmaz kültür varlığının özel koleksiyoncunun elinde olmasının tek anlamının tarihî eser kaçakçılığı olduğunu bilmemiz gerekir. Bu madde çok esnek ve gereksiz bir maddedir, birtakım kesimlerin zorlamasıyla gündeme getirildiği anlaşılmaktadır. Bu maddenin kabul edilmesiyle, bazı eserler doğal hâle dönüştürülecektir.

Ayrıca, bu madde, Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Yasası’nın 26’ncı maddesinin özüne de aykırıdır çünkü normal koşullarda bile envanter defterine kaydedilmiş olsa dahi müzeler tarafından el konulması gereken taşınmaz eserlere sahip olan birileri ciddi olarak kayırılacaktır, dolayısıyla bir af söz konusudur burada. O nedenle, bu değişiklik maddesi çözüm üretmeyen, çelişkileri ortadan kaldırmayan, aksine, illegal yollarla elde edilmiş eserleri legalleştiren bir değişikliktir.

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN – Sayın Koçal, buyurun.

ALİ KOÇAL (Devamla) – Bunun yerine, bu tür eserlerin müzelere devredilmesi biçiminde bir değişiklik sorunu çözebilir diye düşünüyoruz.

Değerli milletvekilleri, aslında kurulduğundan bu yana bu Hükûmetin vatandaşın lehine bir yasa önerisiyle ne yazık ki karşılaşmadık. Bazı yasalar, Cumhuriyet Halk Partisi ve muhalefetin zorlamasıyla ve girişimleriyle uygulanabilir konuma getirilebilmiştir. Çıkartılan yasaların birçoğu vatandaşın mağduriyetine sebep olmuştur. Sorunlara bu Hükûmet döneminde çare bulunamamıştır. Siyasi iktidar kendi yandaşlarını ödüllendirmiş, ehliyetsiz ve beceriksiz kişileri önemli mevkilere getirmiştir, örneğin TRT Genel Müdürlüğünde olduğu gibi. Ülkemizin hakkı ve hukuku yeterince savunulamamıştır. Bu Hükûmet kendi yandaşlarının yolsuzluklarını örtbas etmek için özel yasalar çıkartmış ve hâlâ bu ısrarını da sürdürmektedir.

Teşekkür ediyorum, saygılar sunuyorum. (CHP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – Teşekkürler Sayın Koçal. Sayın milletvekilleri, çalışma süremiz dolmak üzeredir.

Milliyetçi Hareket Partisi Milletvekili Şenol Bal’ın konuşmasının bitimine kadar sürenin uzatılmasını oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler… Kabul etmeyenler… Kabul edilmiştir.

Buyurunuz Sayın Bal. (MHP sıralarından alkışlar)

MHP GRUBU ADINA ŞENOL BAL (İzmir) – Sayın Başkan, sayın milletvekilleri; Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Kanununda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Tasarısı’nın 4’üncü maddesi üzerinde Milliyetçi Hareket Partisi Grubu adına söz almış bulunmaktayım. Yüce Meclisi saygıyla selamlıyorum.

Sayın milletvekilleri, ülkemizde somut kültür varlıklarıyla ilgili uygulamalar 2863 sayılı Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Kanunu ve bu Kanun’a dayanılarak hazırlanan alt mevzuatlarla yürütülmektedir. Bu Kanun’da kültür varlıkları, taşınmaz ve taşınır kültür varlıkları olarak ikiye ayrılmıştır. Bu kültür varlıklarının hangileri olduğu taşınmazlar için Kanun’un 6’ncı maddesinde, taşınırlar için ise 23’üncü maddede ayrıntılı olarak belirtilmiştir. Taşınmazlar; lahit, stel, sanduka, fresk, kabartma, mozaik, sütun, sütun başlığı, sütun kaidesi, arşitrav, taban süslemesi, kapı ve benzeridir. Bu kapsama dâhil olan kültür varlıkları aynı zamanda devlet malı niteliğindedir.

Bir kültür varlığının kanun kapsamında değerlendirilmesi için öncelikli olarak usulüne uygun olarak tescil edilmesi gerekir. Tescil işlemi taşınmaz kültür varlıkları için koruma kurulu kararı ile, taşınırlar için ise müzede kurulan en az 3 kişilik bir komisyon kararı ile mümkündür. Başka bir deyişle, koruma kurullarının veya müzelerin tescil yetkisi bu maddelerde sayılan kültür varlıklarıyla sınırlıdır. Buna göre müzeler taşınmaz kültür varlıklarını tescil edemez çünkü yetki koruma kurullarınındır, keza koruma kurullarının da taşınırları tescil yetkisi yoktur sayın milletvekilleri.

Bu kanun tasarısının geçici maddesinin gündeme gelmesinin nedeni de bugüne kadarki uygulamanın dışına çıkılmasından, yetki aşımından kaynaklanmaktadır. Koleksiyonculardaki mevzuata göre taşınmaz kültür varlıkları usulsüz bir şekilde müzeciler tarafından değerlendirilmiş ve taşınır kültür varlıkları gibi işlem yapılmıştır. Oysa 2863 sayılı Kanun’un 34’üncü maddesi ve koleksiyonerlikle ilgili düzenlemelerin yer aldığı Taşınır Kültür Varlığı Koleksiyonerliği ve Denetimi Hakkında Yönetmelik gereği, koleksiyonerler sadece taşınır kültür varlıklarından oluşan koleksiyonlar meydana getirebilirler ki bu yüzden bunlar müze denetimindedirler.

2863 sayılı Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Kanunu’nun yürürlüğe girdiği tarihten itibaren, zaman içinde bazı koleksiyoncular müzelerdeki koleksiyon envanter defterine Kanun’un 6’ncı maddesi kapsamında olan taşınmaz kültür ve tabiat varlıkları ve bunlara ait parçaları kaydettirmişlerdir. Bu Kanun’a göre, koleksiyoncular tarafından taşınmaz kültür varlıklarının bulundurulması yasaktır. Burada koleksiyoncular kanunsuz bir iş yapmışlardır. Ayrıca, bunların müze kurulları tarafından kaydı iki yönden mümkün değildir: Birincisi, koleksiyonerlerin bunları koleksiyonlarına almaları kanunsuzdur. İkincisi, taşınmaz kültür varlıklarının tescili koruma kurullarının dışında yapılamaz. Burada da müzeciler hatalıdır.

Sayın milletvekilleri, bu kayıtların yapılmış olması Kültür Bakanlığı tarafından fark edildikten sonra, Bakanlık, Kanun’un 6’ncı maddesi kapsamındaki taşınmaz kültür ve tabiat varlıkları ve bunlara ait parçaların koleksiyonculuğa konu olmasının ve envanter defterine kaydedilmesinin hukuken mümkün olmadığını ve koleksiyonculuk faaliyetlerinin bu doğrultuda değerlendirilmesi hususunu 11/3/2005 tarihli ve 29917 sayılı bir Genelgeyle valiliklere bildirmiştir. Söz konusu genelgenin iptali için Kültür Varlıkları Koleksiyoncuları Derneğince Bakanlığa dava açılmıştır. Dava Danıştay 6. Dairesinin 2006/5193 sayılı Kararıyla taşınmaz kültür varlıklarına ait parçaların koleksiyon envanter defterine kaydedilemeyeceği kesinleşmiştir. Yani genelgeyle aynı paralellikte bir karar çıkmıştır. Bu karar gereği Bakanlık, koleksiyoncularda bulunan taşınmaz varlıkların ve bunlara ait parçaların tespit edilerek müze müdürlüklerine teslim edilmesinin sağlanmasını, teslim etmeyenler hakkında, Kanun’un 73’üncü maddesi gereğince suç duyurusunda bulunulması konusunda valiliklere 42114 sayı ve 30/1/2007 tarihli genelge yayınlamıştır ama koleksiyoncuların ellerinde bulunan eserlerin müzelere alınması hâlinde, taşınır kültür ve tabiat varlıklarının müzelere alınmasında ödenen ikramiyenin ödenmesinin mümkün olamayacağı çünkü yargı kararı ile taşınmaz varlıklardan ayrılan parçaların taşınır niteliği kazanmasına imkân olmadığının hüküm altına alındığı ve taşınmaz kültür ve tabiat varlıklarından herhangi bir şekilde ayrılmış olan parçalardan koleksiyonlara dâhil edilenler varsa bu duruma Bakanlığa bağlı müzelerin sebebiyet verdiği ortadadır. Valiliklere gönderilen genelgede bu parçaların ne şekilde geri alınacağına dair usul ve esaslar belirlenemediğinden konu ortada kalmış, Bakanlık Hukuk Müşavirliği mütalaasında, konunun Kültür ve Tabiat Varlıkları Koruma Yüksek Kurulunun ilke kararı almasının uygun olacağı ifade edilmiştir. Koruma Yüksek Kurulu 1/11/2007 tarihinde aldığı ilke kararında özetle: Bu taşınmazların devlet müzelerine devrinin zorunlu olduğu, taşınmazların koruma bölge kurullarında değerlendirilerek bunların devrinin yapılması gereğini ifade etmiştir. Sonuç olarak Bakanlığın, çözüm için tasarıdaki mevcut bu geçici madde dışında başka bir alternatifi gözükmemektedir çünkü bu eserlerin geri alınabilmesi için mevcut mevzuat yetersizdir.

Sayın Bakan, bu geçici maddenin lafzını değiştirmeden, bu maddenin uygulanması da imkânsızdır.

Bu kanun tasarısının 4’üncü maddesi bu şekilde Meclisten geçtiği zaman uygulamada tartışmalar bitmeyecektir. Bu maddede 11/3/2005 tarihinde, önce koleksiyoncularda bulunan taşınmazların usulüne uygun envanter kaydının bulunması şart koşuluyor ancak hukuk dışı olduğu mahkeme kararı ile kesinleşen bir uygulamada “usulüne uygun” ifadesi ile nasıl düzenlenmektedir? “Usulüne uygun” sözüyle bu hukuki çelişki nasıl giderilecektir? Usulüne uygun lafzının yerine başka bir ifade gerekmektedir çünkü hem koleksiyon envanterinde hem de müze envanterlerinde usulüne uygun kayıt söz konusu değildir. Hukuku çiğneyerek iyi niyetli üçüncü kişileri koruyamazsınız. Ayrıca, iyi niyetin kriterini de ortaya koymak durumundasınız. Buna “2005 yılından önce koleksiyonerlerde bulunan taşınmazlar için af” derseniz belki daha doğru olacaktır. Türkiye’de koleksiyoner sayısı 1.500 civarında. Bunun 300-400’ü, ciddi kültür ve tabiat varlıklarına önem verip gerçekten koleksiyonerliğe yıllarını vermiş, emeğini vermiş olan kimseler. Koleksiyonerlerde bulunan taşınmaz kültür varlıklarının müzelere alınması mı daha yerinde olur ya da koleksiyonerlerde mi bırakılması diye sorulsa bugün müzelerin şartlarını göz önüne getirdiğimde, şahsım adına, koleksiyonerlerde bulunmasının daha uygun olacağını ifade etmek isterim.

Sayın milletvekilleri, ayrıca bir şey üzerinde daha durmak istiyorum. Bakanlığa bağlı müzelerde de bu problemler yaşanıyor, müzeciler bu konuda da mustarip. Stel, lahit, mil taşı veya taşınmazlardan kopmuş mimari parçalar gibi eserlerin koruma kurullarınca tescil edilmeden müzelerce envanterleştirilip teşhir edilmesinin de hukuki bir dayanağı yoktur. Normalde ilgili koruma kurulunun kararı olmadan herhangi bir taşınmazın müzeye nakli de söz konusu değildir. Eğer bu konuda da hukuki bir çözüm bulunamaz ise Kanun’a göre, müzelerdeki bu taşınmaz eserleri ve parçaları, koruma kurullarının tek tek tescil etmesi gerekir. Müzelerde bulunan bu taşınmaz eserlerin kaybolma, çalınma veya tahribi durumunda hangi hukuki zeminde süreç yürütülebilecektir? Bu yüzden bence, bu konunun üzerinde de durup hukuki çerçeveyi ve dayanağı yeniden düzenlemelisiniz.

Sayın milletvekilleri, müzecilik konusunda gerçekten büyük boşlukların olduğu apaçık. Müzelerdeki kültür varlıklarının korunup kollanmadığı hatta uygun olmayan şartlarda muhafaza edildiğini de biliyoruz. Bir de yine taşınmazlar için, 26’ncı maddenin son fıkrasına tabi tutulması ile bu taşınmazların değiştirilmesi ve satışı engellenmiş oluyor, deniyor. Ama bu konuda devletin rüçhan hakkı ortadan kalkmıyor mu; gerektiği zaman bir parçayı devletin burada alma imkânı, müzelerimizin alma imkânı ortadan kalkmıyor mu diye soruyorum.

Hepinizi saygıyla selamlarım. (MHP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – Teşekkürler Sayın Bal.

Sayın milletvekilleri, sözlü soru önergeleriyle kanun tasarı ve tekliflerini sırasıyla görüşmek için 3 Şubat 2009 Salı günü saat 15.00’te toplanmak üzere birleşimi kapatıyorum.

Kapanma Saati: 20.03

Türkiye Büyük Millet Meclisi Resmi internet Sitesi
© 2009 T.B.M.M.