DÖNEM: 23 CİLT: 38 YASAMA YILI: 3 TÜRKİYE BÜYÜK MİLLET MECLİSİ TUTANAK DERGİSİ 51’inci
Birleşim 29 Ocak 2009 Perşembe İ Ç İ N D E K İ L
E R I. -
GEÇEN TUTANAK ÖZETİ II. - GELEN KÂĞITLAR III.- YOKLAMALAR IV.-
GÜNDEM DIŞI KONUŞMALAR A)
MİLLETVEKİLLERİNİN GÜNDEM DIŞI KONUŞMALARI 1.- İzmir
Milletvekili Şenol Bal’ın, 29 Ocak Batı Trakya Türklerinin Millî Direniş
Günü’ne ilişkin gündem dışı konuşması ve Devlet Bakanı Mustafa Said Yazıcıoğlu’nun cevabı 2.- Edirne
Milletvekili Necdet Budak’ın, küresel mali kriz ve ülkemizde uygulanan gıda
politikalarına ilişkin gündem dışı konuşması 3.- İstanbul
Milletvekili Sacid Yıldız’ın, Adli Tıp Kurumunun
sorunlarına ilişkin gündem dışı konuşması ve Adalet Bakanı Mehmet Ali Şahin’in
cevabı V.-
AÇIKLAMALAR 1.- İzmir
Milletvekili K. Kemal Anadol’un, İzmir Milletvekili
Şenol Bal ve Devlet Bakanı Mustafa Said Yazıcıoğlu’nun konuşmalarına ilişkin açıklaması 2.- Muş
Milletvekili Sırrı Sakık’ın, Adli Tıp Kurumunun
sorunlarına ilişkin açıklaması ve Adalet Bakanı Mehmet Ali Şahin’in cevabı VI.-
BAŞKANLIĞIN GENEL KURULA SUNUŞLARI A) Çeşitli İşler 1.- Genel Kurulu
ziyaret eden Finlandiya Parlamentosu Dışişleri Komisyonu Başkanı Pertti Salolainen’e Başkanlıkça
“Hoş geldiniz” denilmesi B) Tezkereler 1.- Kore
Cumhuriyeti Ulusal Meclisi Başkanı Kim Hyong-O ve
beraberindeki heyetin, ülkemize resmî ziyarette bulunmasına ilişkin Başkanlık
tezkeresi (3/678) 2.- Mısır Halk
Meclisi Başkanı Ahmet Fathy Sorour
ve beraberindeki he-yetin, ülkemize resmî ziyarette bulunmasına ilişkin
Başkanlık tezkeresi (3/679) C) Meclis Araştırması Önergeleri 1.- Van
Milletvekili Fatma Kurtulan ve 20 milletvekilinin, 1978 yılında
Kahramanmaraş’ta yaşanan olayların ve sorumlularının araştırılması amacıyla
Meclis araştırması açılmasına ilişkin önergesi (10/315) 2.- Van
Milletvekili Fatma Kurtulan ve 20 milletvekilinin, güvenlik güçlerine yönelik
işkence ve kötü muamele iddialarının araştırılarak alınması gereken önlemlerin
belirlenmesi amacıyla Meclis araştırması açılmasına ilişkin önergesi (10/316) 3.- Tokat
Milletvekili Reşat Doğru ve 23 milletvekilinin, Tokat ilinde kırsal alanda
yaşayan halkın sorunlarının araştırılarak alınması gereken önlemlerin
belirlenmesi amacıyla Meclis araştırması açılmasına ilişkin önergesi (10/317) VII.-
KANUN TASARI VE TEKLİFLERİ İLE KOMİSYON-LARDAN GELEN DİĞER İŞLER A) Kanun Tasarı ve Teklifleri 1.- Türk Ticaret
Kanunu Tasarısı ve Adalet Komisyonu Raporu (1/324) (S. Sayısı: 96) 2.- Kültür ve
Tabiat Varlıklarını Koruma Kanununda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Tasarısı
ile Millî Eğitim, Kültür, Gençlik ve Spor Komisyonu Raporu (1/608) (S. Sayısı:
266) VIII.-
YAZILI SORULAR VE CEVAPLARI 1.- İstanbul
Milletvekili D. Ali Torlak’ın, İstanbul’da yedieminde bulunduğu hâlde batan
gemilere ilişkin sorusu ve Adalet Bakanı Mehmet Ali Şahin’in cevabı (7/6036) 2.- İstanbul
Milletvekili Mehmet Ufuk Uras’ın, kadın sığınma evlerinin desteklenmesine ilişkin
Başbakandan sorusu ve Devlet Bakanı Nimet Çubukçu’nun
cevabı (7/6196) 3.- Gaziantep
Milletvekili Hasan Özdemir’in, spor tesisleriyle ilgili bir pro-jeye ilişkin sorusu ve Devlet Bakanı Murat Başesgioğlu’nun cevabı (7/6276) I.- GEÇEN TUTANAK ÖZETİ TBMM Genel Kurulu
saat 14.00’te açılarak dört oturum yaptı. Gaziantep
Milletvekili Akif Ekici’nin, yasa dışı dinleme
olaylarına ilişkin gündem dışı konuşmasına Ulaştırma Bakanı Binali
Yıldırım, Adana
Milletvekili Yılmaz Tankut’un, TOKİ projeleriyle
ilgili sorunlara ilişkin gündeme dışı konuşmasına Devlet Bakanı ve Başbakan
Yardımcısı Cemil Çiçek, Cevap verdi. Kars Milletvekili
Mahmut Esat Güven, Kâzım Karabekir Paşa’nın vefatının 61’inci yıl dönümüne
ilişkin gündem dışı bir konuşma yaptı. Gümüşhane
Milletvekili Kemalettin Aydın, 25/1/2009
tarihinde Zigana Dağı’nda meydana gelen çığ felaketine, Kırıkkale
Milletvekili Osman Durmuş, Ulaştırma Bakanı Binali
Yıldırım’ın gündem dışı konuşmaya verdiği cevaba, Şırnak
Milletvekili Sevahir Bayındır, Cizre’de meydana gelen
trafik kazasına, İlişkin birer
açıklamada bulundular. Türkiye Büyük
Millet Meclisi Başkanı Köksal Toptan’ın, Fransa’da düzenlenecek olan Avrupa
Birliği Parlamento Başkanları Konferansı’na, beraberindeki Parlamento heyetiyle
katılmasına ilişkin Başkanlık tezkeresi kabul edildi. Gündemin “Sözlü
Sorular” kısmının; 1’inci sırasında bulunan (6/394), 2’nci ” ” (6/399), 7’nci ” ” (6/415), 10’uncu ” ” (6/418), 26’ncı ” ” (6/469), 32’nci ” ” (6/487), 38’inci ” ” (6/508), 41’inci ” ” (6/515), 42’nci ” ” (6/516), 43’üncü ” ” (6/517), Esas numaralı
sözlü sorulara, Devlet Bakanı ve Başbakan Yardımcısı Cemil Çiçek cevap verdi;
(6/394), (6/399), (6/415), (6/418), (6/508), (6/516), (6/517) esas numaralı
soruların sahipleri de cevaba karşı görüşlerini açıkladı. Gündemin “Kanun
Tasarı ve Teklifleri ile Komisyonlardan Gelen Diğer İşler” kısmının: 1’inci sırasında
bulunan ve İç Tüzük’ün 91’inci maddesi kapsamında değerlendirilerek temel kanun
olarak bölümler hâlinde görüşülmesi kabul edilen, Türk Ticaret Kanunu Tasarısı
ve Adalet Komisyonu Raporu’nun (1/324) (S. Sayısı: 96) görüşmeleri Komisyon yetkilileri
Genel Kurulda hazır bulunmadığından ertelendi. 2’nci sırasında
bulunan, Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Kanununda Değişiklik Yapılmasına
Dair Kanun Tasarısı ile Milli Eğitim, Kültür, Gençlik ve Spor Komisyonu
Raporu’nun (1/608) (S. Sayısı: 266) maddelerinin görüşmelerine geçilmesi
sırasında, istem üzerine, yapılan her iki yoklamada da toplantı yeter sayısı
bulunamadığından, 29 Ocak 2009
Perşembe günü, alınan karar gereğince saat 14.00’te toplanmak üzere, birleşime
17.04’te son verildi.
No.: 57 II.- GELEN KÂĞITLAR 29 Ocak 2009 Perşembe Meclis Araştırması Önergeleri 1.- Van Milletvekili Fatma
Kurtulan ve 20 Milletvekilinin, 1978 yılında Kahramanmaraş’ta yaşanan olayların
ve sorumlularının araştırılması amacıyla Anayasanın 98 inci, İçtüzüğün 104 ve
105 inci maddeleri uyarınca bir Meclis araştırması açılmasına ilişkin önergesi
(10/315) (Başkanlığa geliş tarihi: 26.01.2009) 2.- Van Milletvekili Fatma Kurtulan ve 20
Milletvekilinin, güvenlik güçlerine yönelik işkence ve kötü muamele
iddialarının araştırılarak alınması gereken önlemlerin belirlenmesi amacıyla
Anayasanın 98 inci, İçtüzüğün 104 ve 105 inci maddeleri uyarınca bir Meclis
araştırması açılmasına ilişkin önergesi (10/316) (Başkanlığa geliş tarihi:
26.01.2009) 3.- Tokat Milletvekili Reşat
Doğru ve 23 Milletvekilinin, Tokat İlinde kırsal alanda yaşayan halkın sorunlarının
araştırılarak alınması gereken önlemlerin belirlenmesi amacıyla Anayasanın 98
inci, İçtüzüğün 104 ve 105 inci maddeleri uyarınca bir Meclis araştırması
açılmasına ilişkin önergesi (10/317) (Başkanlığa geliş tarihi: 28.01.2009) 29 Ocak 2009 Perşembe BİRİNCİ OTURUM Açılma Saati: 14.00 BAŞKAN: Başkan Vekili Eyyüp
Cenap GÜLPINAR KÂTİP ÜYELER : Yaşar
TÜZÜN (Bilecik), Yusuf COŞKUN (Bingöl) BAŞKAN –
Türkiye Büyük Millet Meclisinin 51'inci Birleşimini açıyorum. Toplantı
yeter sayısı vardır, görüşmelere başlıyoruz. Gündeme
geçmeden önce üç sayın milletvekiline gündem dışı söz vereceğim. Gündem
dışı ilk söz 29 Ocak Batı Trakya Türklüğünün Millî Direniş Günü hakkında söz
isteyen İzmir Milletvekili Şenol Bal’a aittir. Buyurun
Sayın Bal. (MHP sıralarından alkışlar) IV.- GÜNDEM DIŞI KONUŞMALAR A) Milletvekillerinin
Gündem Dışı Konuşmaları 1.- İzmir Milletvekili Şenol Bal’ın, 29 Ocak
Batı Trakya Türklerinin Millî Direniş Günü’ne ilişkin gündem dışı konuşması ve
Devlet Bakanı Mustafa Said Yazıcıoğlu’nun
cevabı ŞENOL BAL
(İzmir) – Sayın Başkan, sayın milletvekilleri; yüce Meclisi saygıyla selamlıyorum.
29 Ocak
1988’de Batı Trakya Türklerinin baskıya, asimilasyona, göç ettirme
politikalarına, ayrımcılığa, demokratik vatandaşlık ve azınlık haklarının gasbına karşı dur dediği günün 21’inci yıl dönümünde gündem
dışı söz almış bulunuyorum. Değerli
milletvekilleri, bilirsiniz ki Lozan Barış Anlaşması’nın imzalandığı 1923 yılı,
Yunanistan’ın kuzeydoğusunda, Meriç’le Karasu nehirleri arasında yer alan Batı
Trakya bölgesinde Türklerin azınlık olarak tescilinin başlangıç tarihi.
Lozan’da, Patrikhane nedeniyle İstanbul Belediyesi sınırları içindeki Rumların
nüfus değişimi dışında tutulması istenmiş, Rum azınlığa karşılık olarak da Batı
Trakya sınırları içindeki Türklerin Yunanistan’da kalması kararlaştırılmıştır.
Batı Trakya’da yaşayan Türklerin özlük hakları da Türkiye ve Yunanistan
arasında imzalanan çeşitli antlaşma ve protokollerle garanti altına alınmıştır.
20’nci yüzyılın başlarında yaklaşık 500 bin Türk’ün yaşadığı Batı Trakya’da şu
anda 150 bin kardeşimiz yaşamaktadır. 1923
Lozan Anlaşması’yla azınlık olarak her hakka sahip olan Batı Trakya Türk
toplumu ne yazık ki zaman içinde bu haklarından mahrum bırakılmışlardır.
1960’lı yıllardan itibaren bu baskı giderek artmaya başlamış, vakıfların
yönetimi, arazilerin kamulaştırılması, eğitim, dinî liderlerin seçimi gibi
konular ihlal edilmiştir. 1920’lerden beri faaliyet gösteren
Batı Trakya Türk Öğretmenler Birliği, İskeçe Türk Birliği, Gümülcine
Türk Gençler Birliği dernekleri, adlarındaki “Türk” kelimesinden dolayı 1987
tarihinde kapatılmış, aynı tarihlerde hükûmet
sözcüsünün Batı Trakya’da Türk olmadığını söylemesi, Batı Trakya Türklerinin
tepkisine yol açmıştır ve 29 Ocak 1988 tarihinde, kadınıyla erkeğiyle,
köylüsüyle kentlisiyle tek bir yürek hâlinde on binler yürüyüşe geçmiştir. Millî
kimliklerinden, uluslararası ve ikili anlaşmalarla, Anayasa ve yasalarca
tanınan ve garanti altına alınan haklarından taviz vermeyeceklerini dünyaya
haykırmışlardır. Bu bir demokratik tepki yürüyüşüdür. Bu Millî
Direniş Günü’nün 2’nci yıl dönümü olan 29 Ocak 1990’dan üç gün önce, Batı
Trakya Türklüğünün lideri Doktor Sadık Ahmet ve İbrahim Şerif kendi toplumuna
“Türk” olarak hitap ettiklerinden tutuklanmışlardır. Bu olaydan üç gün sonra,
29 Ocakta, Batı Trakya Türkleri ırkçı çevrelerin planlı, programlı
saldırılarına maruz kalmış, soydaşlarımıza ait iş yerleri yağmalanmış, çok
sayıda kişi vahşice darp edilmiştir. Tam bir Vandalizm yaşanmıştır. O gün Hükûmetin, zararlarını tazmin edeceği sözü, yirmi yıl
geçmesine rağmen, hâlen gerçekleşmemiştir. Bu vesileyle, Batı Trakya Türklerinin
haklarını aramasında, kimliklerini korumasında önderlik eden ve 24 Temmuz 1995
yılında şüpheli bir trafik kazasında aramızdan ayrılan Batı Trakya Türklerinin
manevi lideri Doktor Sadık Ahmet’i rahmetle ve minnetle anıyorum, ruhu şad
olsun. Onun yolunda binlerce Sadık Ahmetler olduğunu da bilmekten huzur
duyuyorum. Kıymetli
milletvekilleri, yıllardır, Avrupa Birliği ülkesi olan Yunanistan’da Batı
Trakya Türk azınlığının sorunları çözülmedi, hak ihlalleri giderek artıyor.
İskeçe Türk Birliği ve Rodop Türk Kadınlar Derneğinin
İnsan Hakları Mahkemesine başvurmaları sonucunda karar lehlerine sonuçlanmasına
rağmen, hâlen yerel mahkemede dava görüşülmeyi bekliyor. Yine,
Batı Trakya’da hâlen “Türk” adı geçen dernekler resmen açılmıyor. Eğitim sorunu
giderek artıyor. Türkiye’den mezun olan Batı Trakyalı öğretmenler Türk azınlık
okullarına atanmıyor. Hâlen Selanik Pedagoji Akademisinden yetişen Türkçeleri
çok yetersiz olan öğretmenler öğretmenlik yapıyorlar. Anaokulları zorunlu hâle
getirildi ama çift dille eğitim yapacak şekilde açılmıyor, sadece Yunan diliyle
öğretim görüyor. Yine, ilköğretim okulları zorunlu olarak on yıla çıkarılmış
olmasına rağmen, azınlık okulları altı yıl olarak faaliyetlerini sürdürüyor. Şu
anda 4.500 tane öğrenci Yunan okullarının ilk ve ortaöğretiminde mecburiyetten
eğitim yapıyor. Bu okullara gitmek istemeyenler ise eğitimlerine devam
edemiyorlar. Yine, yüksekokullar, lise ve ortaokul çok yetersiz. (Mikrofon
otomatik cihaz tarafından kapatıldı) BAŞKAN –
Buyurun Sayın Bal, devam ediniz. ŞENOL BAL
(Devamla) – Sayın milletvekilleri, bunları sizin de dinlemenizi çok rica
ediyorum. Biliyorsunuz,
13 Şubat 2008’de Yunan Parlamentosundan geçip yürürlüğe giren Vakıflar Kanunu
Türk azınlıkları için çok büyük sıkıntılara yol açtı. Bizim Meclisimizden 20
Şubatta geçen Vakıflar Kanunu’nda ise azınlıklara fazlasıyla, mütekabiliyet
esasları göz önüne alınmadan haklar tanındı. Bunların da göz önüne alınmasının
çok önemli olduğunu ifade ediyorum. Bu süre,
soydaşlarımızın meselelerini ifade etmek için çok kısıtlı ama Batı Trakya’da
yaşayan kardeşlerimizin sorunlarına sahip çıkarak çözüm üretmenin vicdani ve
tarihî sorumluluğunu bir kere daha sizlere hatırlatıyor, 29 Ocak Millî Direniş
Günü’nün soydaşlarımızın sorunlarının çözümünde vesile olması dileğiyle
hepinizi saygıyla selamlıyorum. (MHP ve AK PARTİ sıralarından alkışlar) BAŞKAN –
Teşekkürler Sayın Bal. Gündem
dışı konuşmaya Devlet Bakanı Said Yazıcıoğlu
cevap verecektir. Buyurun
Sayın Yazıcıoğlu. (AK PARTİ sıralarından alkışlar) DEVLET
BAKANI MUSTAFA SAİD YAZICIOĞLU (Ankara) – Sayın Başkan, değerli
milletvekilleri; İzmir Milletvekili Sayın Şenol Bal’ın gündem dışı konuşmasına
bir iki hususta ilave
etmek için huzurunuzdayım. Hepinizi saygıyla selamlıyorum. Değerli
milletvekilleri, “Batı Trakya Türk azınlığı” kavramı, Türkiye ile Yunanistan
arasında imzalanan 30 Ocak 1923 tarihli Mübadele Anlaşması gereğince
İstanbul’daki Rumlarla birlikte mübadele dışı bırakılan Batı Trakya’da yaşayan
yaklaşık 150 bin Türk’ü kapsamaktadır. Yunanistan’a
emanet edilen Batı Trakya’da yaşayan Türklerin aleyhine olarak Yunanistan
Yüksek Mahkemesinin 29 Ocak 1988 yılında verdiği “Batı Trakya’da Türk yoktur.”
ifadesindeki haksız kararı, Türklere ait tüm derneklerin kapatılmasıyla
sonuçlanmıştır. Böylece, Batı Trakya’da yaşayan Türklerin kimliğinin Yunan
devleti tarafından inkâr edilmesine zemin hazırlanmış ve sonuçta Türkler yok
sayılmak istenmiştir. Adında
“Türk” kelimesi geçen derneklerin kapatılması kararı üzerine, Batı Trakya
Müslüman Türk azınlığı mensupları, 29 Ocak 1988 günü, Gümülcine
Türk Gençler Birliği önünde toplanarak söz konusu kararı protesto etmişlerdir.
Yunanistan Hükûmeti, tüm engelleme çabalarına karşın
Batı Trakya Türklerinin Gümülcine’deki Türk
soydaşlarıyla buluşmalarına engel olamamıştır. Adında “Türk” kelimesi geçen
derneklerin kapatılması kararıyla ilgili, Yunanistan Yüksek Mahkemesindeki
süreç tamamlandığında iç hukuk yolları tükenmiş ve gerekçeli resmî karar
açıklandıktan sonra da hak arama mücadelesi Avrupa İnsan Hakları Mahkemesinde
devam etmiştir. Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi, Batı Trakya Türkleri lehine
davayı sonuçlandırmış bulunmaktadır. Bugün itibarıyla, Batı Trakya’da, içinde
“Türk” kelimesi geçen herhangi bir dernek bulunmamaktadır. Esasen Avrupa İnsan
Hakları Mahkemesi, İskeçe Türk Birliği ve Rodop Türk
Kadınlar Birliğinin açılmasına karar vermesine rağmen, Yunan yerel
mahkemelerinde Türk derneklerinin açılması yönündeki davalar henüz olumlu bir
şekilde sonuçlanamamıştır. Bu
çerçeveden olmak üzere, Batı Trakya Türklerinin eğitim alanındaki sorunları
devam etmekle birlikte mevcut sorunların makul bir çerçeve içerisinde
çözümlenmesi için Yunanistan makamlarıyla bire bir görüşmelerimiz belli
aralıklarla da olsa sürdürülmektedir. Biz, Türkiye Cumhuriyeti Hükûmeti olarak Batı Trakya Türklerinin bütün sorunlarıyla
yakinen ilgilenmekteyiz. Bugün Türkiye’de bulunan Batı Trakyalı yüzlerce
öğrencinin Türkiye Cumhuriyeti Hükûmetinin
himayesinde öğrenimlerini sürdürdükleri bilinmektedir. Öte
yandan, Hükûmetimizin Batı Trakya’da samimi
gayretleriyle sürdürdüğü katkılar bugün her alanda soydaşlarımızın takdirini de
toplamaktadır. İçinde yaşadıkları ülkenin demokrasi tasavvurunu geliştirecek
bir vatandaşlık konseptinin, bölge halkı için öteden
beri koruduğumuz duyarlılıklarımız ekseninde huzur ve güvenliğin teminatı
olacağından şüphe yoktur. Zaten Batı Trakya Türklerinin temel gayesi de insanca
ve çağdaş bir demokrasi anlayışı içerisinde yaşamlarını sürdürmektir. Bizim
temennimiz, Türk ve Yunan halklarının kardeşliği çerçevesinde Batı Trakya Türk
azınlığının en temel insan haklarının korunması, yaşama şartlarının karşılıklı
diyalog ve müzakere bilinci içinde geliştirilmesidir. Konuyu
gündeme getirdiği için Sayın Şenol Bal’a teşekkür ediyor, hepinizi saygıyla
selamlıyorum. (AK PARTİ sıralarından alkışlar) BAŞKAN –
Teşekkürler Sayın Yazıcıoğlu. Sayın Anadol, buyurun efendim. V.- AÇIKLAMALAR 1.- İzmir Milletvekili K. Kemal Anadol’un, İzmir Milletvekili Şenol Bal ve Devlet Bakanı
Mustafa Said Yazıcıoğlu’nun
konuşmalarına ilişkin açıklaması K. KEMAL
ANADOL (İzmir) – Sayın Başkan, söz verdiğiniz için teşekkür ederim, yüce
Meclise saygılar sunarım. Şimdi,
gerek Sayın Bal’ın yaptığı gündem dışı konuşmayı gerek Sayın Bakanımızın
verdiği yanıtı dikkatle dinledim. Efendim, Vakıflar Kanunu çıkarken Cumhuriyet
Halk Partisi olarak iddiamız buydu: Batı Trakya’da sorun var; bırakın Batı
Trakya’yı, ayrıca, hiç akla gelmeyen Rodos’ta, İstanköy’de
yaşayan 7 bin Türk-Müslüman var. Bunların okulu bile yok, Batı Trakya’dan da
daha kötü durumda, Lozan Anlaşması’nın kapsamı dışında oldukları için. O zaman
İtalyan sınırları içindeydi. Avrupa Birliği normları içinde azınlıklarla ilgili
statü görüşülürken Türk ve Yunan parlamentoları peş peşe kabul ettiler Vakıflar
Yasası’nı. Bizim Dışişlerimiz girişim yapsaydı -ortak metinleri- Avrupa Birliği
esasları içinde her iki azınlığın demokratik hakları güvenceye alınsaydı… Olmadı.
Ne oldu? Biz tek yanlı Vakıflar Yasası’nı çıkardık, ama oradaki Batı Trakya
Türklerini, Rodos, İstanköy Türklerini yüzüstü
bıraktık. Teşekkür
ederim. (CHP sıralarından alkışlar) BAŞKAN –
Teşekkürler Sayın Anadol. Gündem
dışı ikinci söz, küresel mali kriz ve gıda politikalarımız hakkında söz isteyen
Edirne Milletvekili Necdet Budak’a aittir. Buyurun
Sayın Budak. (AK PARTİ sıralarından alkışlar) IV.- GÜNDEM DIŞI KONUŞMALAR (Devam) A) Milletvekillerinin
Gündem Dışı Konuşmaları (Devam) 2.- Edirne Milletvekili Necdet Budak’ın,
küresel mali kriz ve ülkemizde uygulanan gıda politikalarına ilişkin gündem
dışı konuşması NECDET
BUDAK (Edirne) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; küresel mali kriz ve
gıda politikaları hakkında gündem dışı söz almış bulunuyorum. Yüce heyetinizi
saygıyla selamlıyorum. İnsan
için gıda sadece fizyolojik bir ihtiyaç olmayıp aynı zamanda siyasal, sosyal ve
psikolojik değerleri de beraberinde taşımaktadır. Bunun yanı sıra gıdaya erişim
ve beslenme, temel, vazgeçilmez, evrensel ve anayasal bir haktır. Sosyal devlet
olmanın sorumluluğu ise vatandaşlarımızın açlık ve gıda krizi gibi felaketlerle
karşılaşmaması için dünyada gelişen olayları yakından takip etmek, ona göre
pozisyon almak ve projeksiyonlar geliştirmektir. Sayın
milletvekilleri, 2008 yılı dünyada gıda, enerji ve mali alanlarda yaşanan
krizler yılı olarak tarihe geçmiştir. Mali kriz hem iç hem de dış talepte
daralmaya yol açmıştır. Gerek Dünya Bankası gerekse OECD raporları 2009’da
dünya ekonomik büyümesinde gerileme olacağını, ancak 2010 yılından itibaren
yavaş da olsa bir toparlanma olacağını öngörmektedir. Mali
krizin birçok sektöre etkileri dünyada tartışılmaktadır. Bunlardan birisi de
tarım sektörüdür. Mali kriz özellikle üreticilerin alım gücünü zayıflatmaktadır.
Kuraklık ve biyodizel gibi faktörlerin de devreye
girmesiyle dar gelirli kesimin gıdaya ulaşmada problemler yaşaması
kaçınılmazdır. 1 milyar
insanın yetersiz beslendiği dünyada son mali krizle birlikte 119 milyon insanın
daha yoksulluk sınırının altına itildiği tahmin edilmektedir. Bütün bu
nedenlerle uluslararası kuruluşlar dünyada yaşanan mali kriz ve gıda
politikalarına ilişkin yorumlar yapmakta ve raporlar hazırlamaktadır. Örneğin,
Birleşmiş Milletler Genel Sekreteri açlık sorunu ve gıda üretimiyle mücadelede
yeni gıda politikalarına ihtiyaç olduğunu ve 2030’a kadar dünyada gıda
üretiminin yüzde 50 oranında artırılması gerektiğini öne sürmüştür. Yine gıda
krizinin dünyada ekonomik büyümeyi, sosyal gelişimi, hatta siyasi güvenliği
etkileyen çok boyutlu problemlere neden olabileceğini ifade etmiştir. Birleşmiş
Milletler Gıda ve Tarım Örgütü Başkanı ise küresel ısınma ve kuraklık nedeniyle
dünyanın gıda açısından geleceğinin endişe verici olduğunu, bu nedenle bir
taraftan daha fazla gıda üretimi hedeflenirken diğer taraftan dünya nüfusunun
frenlenmesi gerektiğini ifade etmiştir. Amerika Birleşik Devletleri istihbarat
analistlerinin hazırladığı Küresel Eğilimler 2025 Raporu ise, gelecek yirmi
yılda Amerika’nın ekonomik ve siyasal gücünün kısmen azalacağını, gıda ile su
kıtlaşırken silahlanmanın ve dünyada tehlikelerin artacağını; yine, 2008
Pentagon Raporu ise, biyoteknoloji, tohum patentleme ve suyun özelleştirilmesi ile dünyada gıda
egemenliğinin sağlanabileceğini ortaya koymuştur. Bir başka
rapor, Uluslararası Enerji Kurumu 2008 Dünya Enerji Görünümü Raporu: Rusya’nın
enerji kartına karşın Amerika ve Avrupa Birliğinin yeşil ve yenilenebilir
enerjiye yöneleceğini, tarım ürünlerinden biyodizel
üretiminin artırılacağını, bunun da gıda fiyatlarında dünyada artışa yol
açacağını ortaya koymuştur. Yine,
geçtiğimiz bir ay içerisinde, Avrupa’da yaşanan doğal gaz krizinin ardından
Macaristan, verimli topraklarını Arap ülkelerine kiraya vermek suretiyle
“Tahıla Karşı Doğal Gaz Projesi” adı altında bu ülkelerden doğal gaz almayı
planlamaktadır. Dünyada
olan bu gelişmeleri yakından takip eden Hükûmetimiz,
Devlet Planlama Teşkilatının 2008 yılında hazırladığı raporda, tarımda
özellikle birikmiş yapısal sorunları çözemeyen, dünyadaki politika
değişikliklerine zamanında tepki veremeyen, ülkemizde mali kaynak ihtiyacı da hesaba katıldığında tarım
sektöründe ve gıda sektöründe gelecekte ciddi sorunlar yaşanabileceğini,
gerekli tedbirlerin alınmaması durumunda Türk çiftçisinin rekabet gücünün
zayıflayacağını, kırsal kesimde artacak yoksulluğun şehirlere göçü tetikleyerek
işsizliğin tırmanmasına neden olacağını öngörmektedir. Bütün bu
nedenlerle bizim öncelikli olarak dünyada gelişen bu olaylar karşısında tarım
politikalarını, üniversiteler, tarımsal araştırma enstitüleri, çiftçi ve sivil
toplum kuruluşlarıyla yakın ilişki içerisinde geliştirmemiz gerekiyor. Kuruluş
amacı çiftçileri korumak ve kredi temin etmek olan Ziraat Bankası da tarım
politikalarına daha etkin katılmalı ve kafa yormalıdır. Yeni gıda
politikalarına yönelik olarak tarım, enerji, su ve çevreyle ilgili
bakanlıkların eş güdüm içerisinde çalışmaları önemlidir. Gübre,
mazot ve tohum gibi girdilerin maliyetlerini azaltmaya yönelik politikalar
geliştirmemiz gerekmektedir. Su ve
toprak kaynaklarımıza sahip çıkmalı, tarımsal arazilerin amaç dışı kullanımı
önlenmelidir. Yıllardır
ihmal edilen sulama ve arazi toplulaştırma çalışmalarına AK PARTİ İktidarları
döneminde gerçekten çok büyük bir hız verilmiştir. Bu çalışmaları daha da
hızlandırıyoruz. (Mikrofon
otomatik cihaz tarafından kapatıldı) BAŞKAN –
Buyurun Sayın Budak, devam edin. NECDET
BUDAK (Devamla) – Dünya ticaretinde gittikçe artan ve üretim süreçlerini bile
belirler hâle gelen perakende devlerine karşı üreticilerin güçlerini
birleştirmesini sağlayacak politikalar geliştirmeli ve kooperatifçiliği
güçlendirmeliyiz. Sonuçta, ekonomideki daralmaya karşın tarımda sağlanacak
büyümeyle küresel mali krizden çok daha az etkilenebiliriz. Bu duygu
ve düşüncelerle, eşitsizliğin, açlığın, savaşların ve krizlerin olmadığı, gıda
güvenliğinin sağlandığı, barış içerisinde sağlıklı ve mutlu insanların yaşadığı
bir dünya diliyor, hepinizi saygıyla selamlıyorum. (AK PARTİ sıralarından
alkışlar) BAŞKAN –
Teşekkürler Sayın Budak. Gündem
dışı üçüncü söz Adli Tıp Kurumunun sorunları hakkında söz isteyen İstanbul
Milletvekili Sacid Yıldız’a aittir. Buyurun
Sayın Yıldız. (CHP sıralarından alkışlar) 3.- İstanbul Milletvekili Sacid
Yıldız’ın, Adli Tıp Kurumunun sorunlarına ilişkin gündem dışı konuşması ve
Adalet Bakanı Mehmet Ali Şahin’in cevabı SACİD
YILDIZ (İstanbul) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; Adli Tıp Kurumunun
sorunları hakkında konuşmak üzere şahsım adına söz almış bulunuyorum. Yüce
heyetinizi saygıyla selamlıyorum. Adli Tıp
Kurumu, Türkiye'nin adli tıp alanındaki en büyük bilirkişilik kurumudur.
Verdiği raporlar, tarafsız olması gereken mahkemelerin vereceği kararları
doğrudan etkileyeceğinden siyasi otoriteden de uzak çalışması gereken bir
kurumdur. Fakat adli tıp kurumları, ülkemizde Adalet Bakanlığına bağlıdır ve
Kurumun başkan, başkan yardımcıları ve kurul üyeleri siyasi iktidarın kararına
göre üçlü kararnameyle atanmaktadırlar.
Aslına bakarsanız, bilirkişilik yapanlar da onları denetleyenler de aynı
siyasi otoritenin belirlediği kişilerdir. Bu da adli tıp kurumlarının bağımsız
olma temel prensibine tamamen aykırıdır. Oysaki demokratik ülke olmanın en
önemli niteliklerinden biri, yargı ve denetleme kurumlarının bağımsız
olmasıdır. Adli tıp
kurumlarında yaşanan sorunların tespiti için bir hekim ya da hukukçu olmaya
gerek yoktur. Sadece haberleri izlemek, bu anlamda bilgi sahibi olmak için
yeterlidir. Gündeme bomba gibi düşen, vicdanları rahatsız eden olayları
gördüğümüzde ya da doğru uygulamaların ardından sürgüne gönderilen,
görevlerinden el çektirilen çeşitli adli tıp kurumu uzmanlarını duyduğumuzda,
Adli Tıp Kurumunda düzgün gitmeyen bir şeylerin olduğunu rahatlıkla
söyleyebiliriz. “Üzmez
olayı” olarak bilinen, on dört yaşındaki bir kız çocuğuna cinsel istismarda
bulunan Vakit gazetesi yazarı Hüseyin Üzmez’i tahliye
ettiren Adli Tıp Kurumu raporu kamuoyunda ve toplumda büyük tartışmalara neden
olmuştur. Bu
çerçevede Türk Tabipler Birliği, Adli Tıp Uzmanları Derneği, Türk Pediatri
Kurumu, Adolesan Derneği, Çocuk ve Ergen Ruh Sağlığı
Derneği, Türkiye Psikiyatri Derneği birtakım incelemeler yaptıktan sonra,
tartışmalı raporun bilimsel bakımdan geçersiz ve hukuki olarak yok hükmünde
olduğu yönünde bir basın açıklaması düzenlemişlerdir. Bu tartışmalar sonrasında
Adalet Bakanlığı ve Adli Tıp Kurumu ülkemizde alışık olduğumuz tavrını
göstermiş, basın toplantısına katılan ve bilimsel eleştiri getiren kişi ve
kuruluşları hedef almıştır. Adli tıp uzmanları adına konuya ilişkin bilimsel
açıklamalar yapan Adli Tıp Uzmanları Derneği Başkanı Doçent Doktor Serhat Gürpınar’a
Adli Tıp Kurumu Yönetimi tarafından kınama cezası verilmiş, ardından Bakanlık
tarafından geçtiğimiz haftalarda başkanı olduğu 1. İhtisas Kurulu görevinden
alınmış, uzman statüsünde Kurum merkezinden uzaklaştırılarak Gaziosmanpaşa
Şubesine sürgün olarak gönderilmiştir. Aynı
süreçte, Adli Tıp Kurumunda çalışan Türk Tabipler Birliği Merkez Konseyi üyesi
ve Büyük Kongre delegesi 2 kişi, Türk Tabipler Birliği adına açıklamalara
katıldıkları için Kurum Başkanlığı tarafından idari cezalara tabi
tutulmuşlardır. Sonuçta, Vakit gazetesi yazarı Hüseyin Üzmez’i
tahliye ettiren raporu hazırlayanlar değil, konuya bilimsel eleştiri getirenler
soruşturmaya uğrayıp mağdur olmuşlardır. Değerli
milletvekilleri, Sayın Ahmet Hakan’ın sormuş olduğu şu soruyu ben de sormak
istiyorum: Elinizi vicdanınıza koyup söyleyiniz: Şu an Hüseyin Üzmez’e verilen raporu doğru bulan kişilerden hangileri,
kendi yakını bir kadını Hüseyin Üzmez ile aynı odada yalnız bırakır? Bu rapor
yayınlandığında Meclis Genel Kurulunda başta AKP’li milletvekilleri olmak üzere
feryatların kopması gerekirdi. Oysa, Cumhuriyet Halk Partisi haricinde kimseden ciddi bir tepki gelmedi. Üzmez’i üzmemek adına bu ülkede hukuk ve tıp ayaklar altına
alındı. Bu olayların yaratılmasında istem dışı da olsa payı olan Adli Tıp
Kurumu için her şey yolunda diyemeyiz. Benzeri
bir olay ise çok yakın zamanda patlak vermiş, Susurluk davasında cezaevine
yollanan İbrahim Şahin yine bir Adli Tıp raporuna dayanılarak serbest
bırakılmıştı “Hafıza kaybına uğradı.” denilerek. Tüm bu
yaşananlarla birlikte Adli Tıp Kurumu toplum vicdanında bilirkişiliğin
öncelikli koşulu olan güvenilirliğini ve tarafsızlığını yitirmiş, verdiği
raporlar tartışılır hâle gelmiştir. Bakınız, Türk Tabipler Birliğinin Sayın
Adalet Bakanına gönderdiği raporda neler deniyor: “Adli Tıp Kurumu tarafından
hazırlanan bilirkişi raporlarına bugün artık hiçbir vatandaşın itimadı
kalmamıştır. Bu durum sürdürülebilir değildir ve Türkiye’deki adli tıp
organizasyonu hızla gözden geçirilmeli ve bilimsel veriler doğrultusunda
yeniden yapılandırılmalıdır.” Bunu Türk Tabipler Birliği Sayın Adalet Bakanına
gönderdi, basından öğrendik. Adli Tıp
Kurumundaki sorunlar aşikârdır. Bütün toplumu, hukuk ve tıp adamlarını rahatsız
eden bu durumun düzeltilmesi için Cumhuriyet Halk Partisi olarak net
önerilerimiz de bulunmaktadır. Her şeyden önce siyasi otoritenin anlayışı ve
güdümü doğrultusunda yapılan uygulamaların sorunlara bir çözüm getirmeyeceği
aşikârdır. Bizim net
önerilerimiz şunlardır değerli milletvekilleri: Kurum,
yargıya en üst düzeyde hizmet sunan, evrensel normlara uygun, mali, idari ve
bilimsel özerkliği olan, çağdaş, bağımsız bir üst teknik bilirkişi kurumu
yapısına kavuşturulmalıdır. (Mikrofon
otomatik cihaz tarafından kapatıldı) BAŞKAN –
Buyurun Sayın Yıldız, devam edin. SACİD
YILDIZ (Devamla) – Teşekkür ederim Başkanım. Kurumun
işleyişindeki tüm aksaklıklar giderilerek, adaletin doğru olarak oluşumuna
katkısı eksiksiz olarak sağlanmalıdır. Adli Tıp
Kurumu yeniden yapılandırılırken derhâl Adalet Bakanlığına bağlı olmaktan
çıkarılmalı -işin ruhu burada- tayin ve terfiler, oluşturulacak bağımsız bir
kurul tarafından yapılmalıdır. Bu
geçiştirilecek bir konu olmadığından, Adli Tıp Kurumu iç yapısı
bir an önce gözden geçirilerek yeniden düzenlenmelidir. Toplum vicdanı ancak bu
şekilde rahat eder değerli milletvekilleri. Bu duygu
ve düşüncelerle yüce heyetinizi saygıyla selamlar, sevgilerimi sunarım. Teşekkür
ederim. (CHP ve DTP sıralarından alkışlar) BAŞKAN –
Teşekkürler Sayın Yıldız. Gündem
dışı konuşmaya Adalet Bakanı Mehmet Ali Şahin cevap vereceklerdir. Buyurun
Sayın Bakanım. (AK PARTİ sıralarından alkışlar) ADALET
BAKANI MEHMET ALİ ŞAHİN (Antalya) – Sayın Başkan, değerli milletvekili arkadaşlarım;
hepinizi saygıyla selamlıyorum. İstanbul
Milletvekili arkadaşımız Sayın Profesör Sacid Yıldız
Bey’in gündem dışı yapmış olduğu konuşmayla ilgili düşüncelerimi sizlerle
paylaşmak için huzurunuzdayım. Sayın
Yıldız Adli Tıp Kurumuyla ilgili kısa bilgiler vererek sözlerine başladı. İzin
verirseniz ben birkaç cümleyle Adli Tıp Kurumunun geçmişiyle ilgili sizleri
bilgilendirmek istiyorum. Adli Tıp
Kurumunun müessese olarak cumhuriyetten önce faaliyete başladığını ifade etmek
isterim. Yıl 1917, 225 sayılı Kanun’ Şu anda
hâlâ yürürlükte bulunan 2659 sayılı Adli Tıp Kurumu Kanunu çerçevesi içerisinde
hizmetlerini yürütmektedir. Biraz
önce Sayın Yıldız’ın da ifade ettiği gibi, cumhuriyetimizle yaşıt, hatta ondan
daha önceye uzanan kökleri olan bu Kurumumuzun başlıca görevlerini birkaç
cümleyle sizlerle paylaşmak isterim. Bir defa,
Adli Tıp Kurumu resmî bilirkişilik kurumudur aynı zamanda;.
mahkemelerin, hâkimliklerin, savcılıkların adli tıpa
göndermiş olduğu konularda bilimsel ve teknik görüşler bildirir. Aynı
zamanda adli tıp uzmanı yetiştiren bir eğitim kurumudur Adli Tıp Kurumu. Bu
bağlamda adli tıp konusunda tıp doktorlarına uzmanlık eğitimi vermektedir. Ayrıca,
Kurum dışı adli tıp uzmanlık öğrencileri de belli periyotlarla
Kurumda staj yapma imkânına da sahiptirler. Değerli
arkadaşlarım, Adli Tıp Kurumu özellikle bizim hükûmetlerimiz
döneminde son derece modern fiziki mekânlara kavuşmuştur. Sayın
Yıldız uzun yıllar Türk tıbbına hizmet etmiş, öğrenciler yetiştirmiş değerli
bir öğretim üyesidir. Şu anda da milletvekili olarak aynı Parlamentoda görev
yapıyoruz. Cerrahpaşa Tıp Fakültesinin hemen içerisindeki
uygun olmayan bir mekânda uzun yıllardır faaliyette bulunurken şu anda 44
dönümden ibaret olan -Yenibosna’da- son derece modern
bir binada hizmetini yürütmektedir ve buraya gidildiğinde ve gezildiğinde -ki,
ben iki kez Adli Tıp Kurumunu gezme imkânını buldum- son derece modern
cihazlarla ve modern laboratuvarlarla bu alanda
hizmet verilmekte olduğunu görüyorum. Kuşkusuz
İstanbul’da Adli Tıp Kurumunun bulunması adli tıp alanında ülkemizin beklediği
hizmetler için kâfi değildir. Ülkemizin muhtelif yerlerinde de adli tıp hizmeti
verecek grup başkanlıklarına, şube müdürlüklerine de ihtiyaç vardır. Son
yıllarda bu açıdan da önemli mesafeler alınmıştır. Sanıyorum şu ana kadar
altmış küsur yerleşim yerinde adli tıp şube müdürlükleri hizmet vermektedir.
Yirmi beş yerleşim yerinde de kurulmasına karar verilmiş ancak faaliyete
geçirilmesi için fiziki mekânların tamamlanması ve tabii buraya
görevlendireceğimiz uzmanların da bir an önce yetiştirilerek buralarda görev
yapacak hâle gelmesi gerekiyor. Bu konuda da Adli Tıp Kurumu Başkanlığının
çalışmaları devam etmektedir. Biraz
önce ifade ettiğim gibi, gerek teknolojik imkânların artması gerekse yeni
cihazların alınmış olması nedeniyle Adli Tıp Kurumunda ve Türkiye’ye gittikçe
yayılmakta olan şube müdürlüklerinde dosya bekleme süreleri de önemli ölçüde
azalmaktadır. Bakın, sadece İstanbul, yani merkez Adli Tıp Kurumu yılda yüz bin
dosyayla ilgili karar vermektedir ortalama. Türkiye geneline baktığımızda, Adli
Tıp Kurumunun ve şube müdürlüklerinin adli tıp hizmeti olarak dosya başına
verdikleri hizmet yekûnu rakamsal olarak beş yüz binin üzerindedir. Bu kadar
önemli bir görev ifa etmektedir. Ve burada görev yapan, Adli Tıp Kurumu ihtisas
kurullarında görev yapan, dairelerde görev yapan kişiler, üniversitelerimizin
değişik fakültelerinde, birimlerinde kendi alanında yetişmiş uzman insanlardır,
profesörlerdir, doçentlerdir, uzmanlardır; bunların önemli bir bölümü de ikinci
bir görev olarak Adli Tıp Kurumunda hizmet etmektedirler. Peki,
Adli Tıp Kurumunun verdiği tüm raporlar yüzde 100 doğru mudur? İçinde hatalı
olan yok mudur? Kuşkusuz ki vardır. Peki, bu
durumda ne yapılır? Diyelim ki bir savcılıktan, bir mahkemeden herhangi bir
konuyla ilgili bilimsel görüş istendi Adli Tıp Kurumunun herhangi bir
kurulundan. Tabii ki bu Kurulun kaç kişiden olduğunu ilgili arkadaşlarımız
bilirler, en az 4 kişiyle toplanabiliyor kurul. Kurul bir karar verdiğinde
ilgili savcılığa veya mahkemeye gönderilir. Tabii ki ilgili savcılık ve mahkeme
Adli Tıp Kurumunun bu raporlarıyla bağlı değildir. Diyelim ki burada hatalı bir
görüş, benimsemediği bir görüşle karşılaştı, geri iade etme imkânına sahiptir. Bu durumda
ne olacaktır? Adli Tıp Genel Kurulu toplanmak suretiyle bu tür raporlarla
ilgili itirazları, hatta oy çokluğuyla alınmış, ittifakla alınmamış birtakım
raporları dahi Adli Tıp Kurumu Genel Kurulu değerlendirmektedir. Bu Genel Kurul
da altı ihtisas kurulunun başkan ve üyelerinin tamamının bulunduğu bir kuruldur
ve dolayısıyla hatalı birtakım raporlarla ilgili yeniden inceleme imkânı da
ilgili yasanın içerisinde zaten mevcuttur, vardır. Sayın
Yıldız tabii, bir örnek de verdi, kamuoyunu son derece meşgul eden, bir kız
çocuğumuzun adının karıştığı bir davadan da bahsetti, tabii ki kamu vicdanını
son derece rahatsız eden bir durumdu bu. SACİD
YILDIZ (İstanbul) – İbrahim Şahin… ADALET
BAKANI MEHMET ALİ ŞAHİN (Devamla) – Hayır, o değil efendim, benim söylediğim
başka bir şey. Burada, Genel Kurulun mehabetine saygı gösterdiğim için daha
derinlemesine girmiyorum, arkadaşlarımız anlıyorlar. CANAN
ARITMAN (İzmir) – Hüseyin Üzmez… ADALET
BAKANI MEHMET ALİ ŞAHİN (Devamla) -
İlgili mahkeme tekrar adli tıbba göndererek bu raporun yeniden
görüşülmesini istedi. CANAN
ARITMAN (İzmir) – Ama tahliye edildi efendim. ADALET
BAKANI MEHMET ALİ ŞAHİN (Devamla) - Bu arada görev süresi dolmuştu, 6. İhtisas Kurulunun Başkanı değişti.
Bu Kurulda bir eksiklik vardı, çocuk psikiyatri uzmanı yoktu, daha önce varmış,
ihtisas için Karaelmas Üniversitesine gitmiş, orada doçent olmuş bir bayan
arkadaşımız tekrar Adli Tıp Kurumu 6. İhtisas Kuruluna atandı, atanması
gerçekleşti. Şimdi, 6. İhtisas Kurulu, yani, gerçekten ailenin bütünlüğüyle
ilgili birçok raporları veren kurul burasıdır. Bu Kurulun yapısı önemli ölçüde,
görev süreleri dolduğu için değişmiş. Sayın
Yıldız, demin söylediğiniz o rapor yeniden ilgili kurulca zaten
değerlendirilecektir. Tabii, 3. İhtisas Kurulunun geçmişte vermiş olduğu şu
anda hakkında bir soruşturma yürüyen kişiyle ilgili raporundan da bahsettiniz.
Tabii, geçmişte verilmiş bir rapordu. Bu Kurulun başkanı da 1997 yılından beri
bu Kurulda görev yapmaktadır, herhâlde on yılı aşkın süredir de burada
görevlidir. Siz
dediniz ki: “Burada bir siyasi yapılanmalar filan yapılıyor.” Biz göreve
geldiğimizde zaten bu arkadaşlarımız bu kurullarda görev yapıyordu ve bu işin
başkanlığını yürütüyorlardı. Dolayısıyla, biz, herhangi bir dalda kendisini
yetiştirmiş, profesör olmuş, doçent olmuş, uzman olmuş kişilerin bu bilgi birikimlerine saygı
gösteriyoruz. Ben bu alanda uzman değilim, bunları değerlendirecek bir
bilgi birikimine sahip değilim, ama ilgili yasa, eğer hatalı raporlar varsa
bunlarla ilgili nelerin yapılmasını gerektiğini de -biraz önce kısaca ifade
ettiğim gibi- zaten kendi içinde muhafaza etmektedir. Adli Tıp
Kurumunun, demin ifade ettim, bir cumhuriyet kurumu olduğunu bir kez daha altını çizerek
ifade etmek istiyorum. Bu tür kurumlarımızı, efendim, bir kişi hakkında
disiplin cezası verilmiş, falan yerden falan yere gönderilmiş gibi kişisel
birtakım nedenlerle yıpratmayalım. Eğer bir disiplin cezası verilmişse, hatalı
bir kararsa bu, bununla ilgili idari yargıya gidilebilir. İdari yargının
verdiği kararı da Adli Tıp Kurumu mutlaka uygulayacaktır. O nedenle birkaç
münferit konudan hareketle böylesine kıymetli bir cumhuriyet müessesesini
yıpratmayalım diye düşünüyorum. Önemli bir görev ifa ediyor. K. KEMAL
ANADOL (İzmir) – Tahkim etmek istiyoruz Sayın Bakan, tahkim etmek, yıpratma
değil! ADALET
BAKANI MEHMET ALİ ŞAHİN (Devamla) – Eksiklikleri olabilir. Bu eksiklikleri de
tamamlamak… Eğer yasayla ilgili sorunları varsa, bu yasayla ilgili sorunları da
burada görüşürüz, önerileriniz varsa bunları alırız, bu yasada değişiklik
gerekiyorsa bunları alırız. K. KEMAL
ANADOL (İzmir) – Özerk hâle gelsin Sayın Bakanım… ADALET
BAKANI MEHMET ALİ ŞAHİN (Devamla) – Önerilerinizi alalım, değerlendirelim.
Gayet tabii biz kurumlarımızın kendilerinden beklenen hizmetleri vermesini
isteriz. Hepimizin müşterek… K. KEMAL
ANADOL (İzmir) – Daha güçlensin, daha güçlensin! ADALET
BAKANI MEHMET ALİ ŞAHİN (Devamla) – Gayet tabii, daha da güçlensin, daha
tartışmasız kararlar versin. SACİD
YILDIZ (İstanbul) – Öneri sunduk. ADALET
BAKANI MEHMET ALİ ŞAHİN (Devamla) – Ama burada görev yapanların tamamının da
kendi dallarında yetişmiş uzmanlar olduğunu, önemli bir bölümünün de ikinci bir
görev olarak çok küçük ücretlerle burada hizmet verdiklerini ifade etmek
istiyorum. Sayın Yıldız bunları bilir, ne kadar ücret alır burada bir
profesörümüz; ikinci görev olarak buraya geldiğinde son derece sembolik bir
ücretle… REŞAT
DOĞRU (Tokat) – Maaşını artırın Sayın Bakanım! ADALET
BAKANI MEHMET ALİ ŞAHİN (Devamla) – …sadece bir hizmet amacıyla burada görev
yaptığını herhâlde takdir edeceklerdir. BAŞKAN –
Sayın Bakanım, bir dakika müsaade eder misiniz, heyet geldi de onu takdim
edeceğim müsaadenizle. VI.- BAŞKANLIĞIN GENEL KURULA SUNUŞLARI A) Çeşitli
İşler 1.- Genel Kurulu ziyaret eden Finlandiya
Parlamentosu Dışişleri Komisyonu Başkanı Pertti Salolainen’e Başkanlıkça “Hoş geldiniz” denilmesi BAŞKAN –
Sayın milletvekilleri, Finlandiya Parlamentosu Dışişleri Komisyonu Başkanı
Sayın Pertti Salolainen’in
Başkanlığındaki heyet şu anda Genel Kurulumuzu teşrif etmişlerdir. Kendilerine
Meclis adına “Hoş geldiniz.” diyorum. (Alkışlar) IV.- GÜNDEM DIŞI KONUŞMALAR (Devam) A) Milletvekillerinin Gündem Dışı Konuşmaları (Devam) 3.- İstanbul Milletvekili Sacid
Yıldız’ın, Adli Tıp Kurumunun sorunlarına ilişkin gündem dışı konuşması ve
Adalet Bakanı Mehmet Ali Şahin’in cevabı (Devam) BAŞKAN –
Buyurun, devam ediniz efendim. ADALET
BAKANI MEHMET ALİ ŞAHİN (Devamla) – Sayın Başkanım, izin verirseniz ben de
sözlerimi tamamlayayım. Ben de misafirimize “Hoş geldiniz.” diyorum. Sayın
Yıldız’a adli tıpla ilgili bu açıklamaları sizlerle paylaşma imkânı verdikleri
için teşekkür ediyorum. Tabii ki uyarılarından yararlanacağız. Türk Tabipler Birliğinin
bana gönderdiği dosya yeni geldi, henüz inceleme imkânı bulamadım. SACİD
YILDIZ (İstanbul) – Efendim, o paralelde yapılandırılsın. ADALET
BAKANI MEHMET ALİ ŞAHİN (Devamla) – Tabii ki o önerilerden de yararlanacağız.
Biz sadece kurumlarımızın milletimize gerçekten yasada öngörülen şekilde,
çağdaş seviyenin üstünde hizmet vermesini arzu ederiz. Hepimizin de temel
arzusunun bu olduğunu düşünüyorum. Hepinize
saygılar sunuyorum efendim. (AK PARTİ sıralarından alkışlar) BAŞKAN –
Teşekkürler Sayın Bakanım. Sayın Sakık, buyurun. V.- AÇIKLAMALAR (Devam) 2.- Muş Milletvekili Sırrı Sakık’ın,
Adli Tıp Kurumunun sorunlarına ilişkin açıklaması ve Adalet Bakanı Mehmet Ali
Şahin’in cevabı SIRRI
SAKIK (Muş) – Muş bölgesinde yaşanan bir olayı Sayın Bakanımla paylaşmak
istiyorum, eğer müsaadeniz olursa. Adli Tıp Kurumuyla ilgili Muş’ta yaşanan bir
sıkıntıyı Sayın Bakanıma iletmek istiyorum. Şimdi,
Muş Diyarbakır’a Teşekkür
ediyorum. BAŞKAN –
Buyurun Sayın Bakanım, cevap vereceksiniz herhâlde. ADALET
BAKANI MEHMET ALİ ŞAHİN (Antalya) – Teşekkür ederim Sayın Başkanım. Tabii,
bahsettiğiniz konuyla özel olarak ilgileneceğim, konuyu detaylı olarak
bilmiyorum. Döndükten sonra… Adli Tıp Kurumuyla temasa geçerek gerçekten
söylediğiniz noktada bir sıkıntı yaşanıyorsa, vatandaşlarımız mağdur
oluyorlarsa, bu mağduriyeti gidermek için yapılması gereken neyse bunun
gerçekleşmesi için gayret edeceğimi ifade etmek istiyorum. Teşekkür
ediyorum Sayın Sakık’a. BAŞKAN –
Teşekkürler Sayın Bakan. Gündeme
geçiyoruz. Başkanlığın
Genel Kurula sunuşları vardır. Türkiye
Büyük Millet Meclisi Başkanlığının iki tezkeresi vardır, ayrı ayrı okutup bilgilerinize sunacağım. VI.- BAŞKANLIĞIN GENEL KURULA SUNUŞLARI
(Devam) B) Tezkereler 1.- Kore Cumhuriyeti Ulusal Meclisi Başkanı
Kim Hyong-O ve beraberindeki heyetin, ülkemize resmî
ziyarette bulunmasına ilişkin Başkanlık tezkeresi (3/678) Türkiye
Büyük Millet Meclisi Genel Kuruluna Türkiye
Büyük Millet Meclisi Başkanlık Divanı’nın 22 Ocak 2009 tarih ve 40 sayılı
Kararı ile Kore Cumhuriyeti Ulusal Meclisi Başkanı Sayın Kim Hyong-O ve beraberindeki heyetin ülkemizi ziyaret etmesi
uygun bulunmuştur. Söz
konusu heyetin ülkemizi ziyareti, Türkiye Büyük Millet Meclisi’nin Dış
İlişkilerinin Düzenlenmesi Hakkında 3620 sayılı Kanun’un 7. Maddesi gereğince
Genel Kurul’un bilgilerine sunulur. Köksal
Toptan Türkiye
Büyük Millet Meclisi Başkanı BAŞKAN –
Bilgilerinize sunulmuştur. 2.- Mısır Halk Meclisi Başkanı Ahmet Fathy Sorour ve beraberindeki
heyetin, ülkemize resmî ziyarette bulunmasına ilişkin Başkanlık tezkeresi
(3/679) Türkiye
Büyük Millet Meclisi Genel Kuruluna Türkiye
Büyük Millet Meclisi Başkanlık Divanı’nın 22 Ocak 2009 tarih ve 40 sayılı
Kararı ile Mısır Halk Meclisi Başkanı Sayın Ahmet Fathy
Sorour ve beraberindeki heyetin ülkemizi ziyaret
etmesi uygun bulunmuştur. Söz
konusu heyetin ülkemizi ziyareti, Türkiye Büyük Millet Meclisi’nin Dış
İlişkilerinin Düzenlenmesi Hakkında 3620 sayılı Kanun’un 7. Maddesi gereğince
Genel Kurul’un bilgilerine sunulur. Köksal
Toptan Türkiye
Büyük Millet Meclisi Başkanı
BAŞKAN –
Bilgilerinize sunulmuştur. Meclis
araştırması açılmasına ilişkin üç önerge vardır. Önergeleri okutuyorum: C) Meclis
Araştırması Önergeleri 1.- Van Milletvekili Fatma Kurtulan ve 20
milletvekilinin, 1978 yılında Kahramanmaraş’ta yaşanan olayların ve
sorumlularının araştırılması amacıyla Meclis araştırması açılmasına ilişkin
önergesi (10/315) Türkiye
Büyük Millet Meclisi Başkanlığına 1978'de
Kahramanmaraş'ta yaşanan, planlı ve organize olduğu iddia edilen katliamın,
gizli kalan yönlerinin açığa çıkarılması, gerçek suçlulara ulaşılması için ve
toplumsal hayatı nasıl etkilediği hususunda araştırma yapmak üzere Anayasa’nın
98. TBMM İç Tüzüğü'nün 104. ve 105. maddeleri gereğince Meclis Araştırması
açılması İçin gereğini arz ederim. 1) Fatma
Kurtulan (Van) 2) Ahmet
Türk (Mardin) 3)
Selahattin Demirtaş (Diyarbakır) 4) Emine
Ayna (Mardin) 5) Ayla Akat Ata (Batman) 6)
Sebahat Tuncel (İstanbul) 7) M.
Nezir Karabaş (Bitlis) 8) Bengi
Yıldız (Batman) 9) Sırrı Sakık (Muş) 10) M.
Nuri Yaman (Muş) 11) Özdal Üçer (Van) 12) Aysel
Tuğluk (Diyarbakır) 13)
Pervin Buldan (Iğdır) 14) Gültan Kışanak (Diyarbakır) 15) Akın Birdal (Diyarbakır) 16)
İbrahim Binici (Şanlıurfa) 17) Hasip Kaplan (Şırnak) 18) Sevahir Bayındır (Şırnak) 19)
Şerafettin Halis (Tunceli) 20) Osman
Özçelik (Siirt) 21) Hamit
Geylani (Hakkâri) Gerekçe: 1978'in
Aralık ayında, resmi rakamlara göre 100'ün üzerinde vatandaşın hayatını
kaybettiği, resmi olmayan rakamlara göre ise, 500 vatandaşın hayatını
kaybettiği, 1.500'e yakın vatandaşın yaralandığı, Kahramanmaraş'ta yaşanan
katliam, yıllarca, 'devlet sırrı' olarak saklanmıştır. Saklanmasının nedeninin,
katliamda devlet görevlilerinin aldığı rol olduğuna ilişkin ciddi iddialar
ileri sürülmesine rağmen, iktidara gelen hükümetlerin hiç biri olayın üzerine
gitmemiştir. Sol görüşlü kişilerin ve Alevi-Kürt vatandaşlarımızın hedef
alındığı katliamlar, günlerce sürmüş, güvenlik güçlerinin müdahalede yetersiz
kalmış olduğu söylenmişse de, organize olan ve çok sayıda devlet görevlisinin
adının karıştığı iddia edildiği saldırıya, güvenlik güçlerinin bilinçli olarak müdahalede
bulunmadığı ileri sürülmüştür. Birçok mahallede, sokakta, evde kadın, çocuk,
genç, yaşlı demeden vatandaşlarımız katledilirken, ildeki askerî birliklerin
saldırganları engellemediği iddiaları sonradan ortaya çıkan raporlarda daha da
ciddiyet kazanmıştır. Dönemin Başbakanı Bülent Ecevit'in ölümünün ardından
açılan arşivlerinde ortaya çıkan belgeler de katliamın MİT görevlileri
tarafından planlandığı iddialarını güçlendirmesine ve olayın aydınlatılması
için bir çok ipucu vermesine rağmen, devlet olayı
aydınlatmak için hiçbir çaba harcamamış, sanıklar göstermelik olarak
yargılanmış ve sonradan hepsi beraat etmiştir. Olayların faili olarak 804 kişi
yargılanmış, birinci derecede rol oynayan 68 kişi hiç yakalanmamış, 29 kişi
hakkında verilen idam ve 7 kişi hakkında verilen müebbet hapis cezası Yargıtayca bozulmuştur. Ayrıca dönemin İçişleri Bakanı
İrfan Özaydınlı tarafından katliamın açığa
çıkartılması için özel bir ekip görevlendirildiği, hazırlanan ayrıntılı raporun
İçişleri Bakanlığı'na sunulduğu, ancak raporun içeriğinin gizli tutulduğu da
basına ve kamuoyuna yansıyan iddialar arasındadır. Katliamın, gizli
servislerdeki arşiv belgelerinin açıklanmaması, faillerinin beraat etmiş olması
ve olaya adı karıştığı iddia edilen kimi isimlerin hâlâ devletin çeşitli
kademelerinde görev yapıyor olması kaygı vericidir. Benzer örneklerini çokça
yaşadığımız, üzeri örtülmeye çalışılan ve sorumlularının yargılanmadığı
katliamlarla yüzleşmek, sorumluları, hukuk devletinin gereğini yerine getirecek
şekilde yargılamak büyük önem taşımaktadır. Türkiye, geçmişindeki bu karanlık
dönemi aydınlatmak zorundadır. 2.-
Van Milletvekili Fatma Kurtulan ve 20 milletvekilinin, güvenlik güçlerine
yönelik işkence ve kötü muamele iddialarının araştırılarak alınması gereken
önlemlerin belirlenmesi amacıyla Meclis araştırması açılmasına ilişkin önergesi
(10/316) Türkiye
Büyük Millet Meclisi Başkanlığına Güvenlik
güçlerinin son zamanlarda artarak uyguladığı işkencenin ve kötü muamelenin
önlenmesi için alınacak tedbirlerin tayin edilmesi ve söz konusu iddiaların
araştırılması için Anayasa'nın 98. TBMM İç Tüzüğü'nün 104. ve 105. maddeleri
gereğince Meclis Araştırması açılması için gereğini arz ederim. 1) Fatma Kurtulan (Van) 2) Ahmet
Türk (Mardin) 3)
Selahattin Demirtaş (Diyarbakır) 4) Emine
Ayna (Mardin) 5) Ayla Akat Ata (Batman) 6)
Sebahat Tuncel (İstanbul) 7) M.
Nezir Karabaş (Bitlis) 8) Bengi
Yıldız (Batman) 9) Sırrı Sakık (Muş) 10) M.
Nuri Yaman (Muş) 11) Özdal Üçer (Van) 12) Aysel
Tuğluk (Diyarbakır) 13)
Pervin Buldan (Iğdır) 14) Gültan Kışanak (Diyarbakır) 15) Akın Birdal (Diyarbakır) 16)
İbrahim Binici (Şanlıurfa) 17) Hasip Kaplan (Şırnak) 18) Sevahir Bayındır (Şırnak) 19)
Şerafettin Halis (Tunceli) 20) Osman
Özçelik (Siirt) 21) Hamit
Geylani (Hakkâri) Gerekçe: İfadenin
suç sayılması ülkemizde, insan haklarının korunmasının önündeki en büyük
engeldir. İfade özgürlüğündeki kısıtlamalar nedeniyle kimi zamanlarda kalabalık
gruplar kolluk kuvvetlerinin sert ve sınırsız yetki içeren müdahaleleri karşı
karşıya kalmaktadır. İnsan Hakları İzleme Örgütü Ocak 2008'de yayımladığı
yıllık raporunda, Türkiye'de insan hakları standartlarında bir gerileme
yaşandığını vurgulamıştır. Güvenlik güçleri tarafından sivillere yönelik
öldürücü nitelikte ateş açılmasının 2007 yılında da ciddi kaygı uyandırmaya
devam ettiğini belirtmiş, polisin veya jandarmanın "genellikle öldürme
olayının kişi dur ihtarına uymadığı için gerçekleştiğini iddia etse de, bazı
vakalarda yargısız infaz olarak nitelendirilebilecek durumlar yaşandığını"
vurgulamıştır. 2006 ve
2007 yıllarında 10 bin 886 polis ve jandarma, 4 bin 662 kişiye işkence yapmakla
suçlanmıştır. Bu yıllar arasında 21 kişi işkenceden hayatını kaybetmiştir.
Özgür-Der'in temmuz ayı hak ihlalleri raporunda, 2008
yılının ilk altı ayında 32 kişinin kolluk kuvvetleri tarafından 'Dur' ihtarına
uymadığı gerekçesiyle vurularak hayatını kaybettiği açıklanmıştır. Ramazan Dal,
İkbal Yaşar, Zeki Erinç, Mehmet Deniz 2008'in Mart ayında yapılan toplu gösteri
ve yürüyüşler sırasında güvenlik güçlerinin müdahalesi sonucunda hayatını
kaybetmiştir. 2008 Newroz ve 1 Mayıs İşçi Bayramında
yüzlerce kişi, kolluk kuvvetlerince darp edilmiş ve kimi vatandaşlarımız
vücutlarının çeşitli yerlerine aldıkları yaralar nedeniyle sakat kalmıştır.
İşkencenin ve kötü muamelenin neredeyse herkesin karşı karşıya kalabileceği bir
olgu haline gelmiş olduğu bu süreçte, acil önlemlerin alınması kaçınılmaz
olmalıdır. Bu nedenlerle bir Meclis araştırma komisyonu kurulması elzemdir. 3.- Tokat Milletvekili Reşat Doğru ve 23
milletvekilinin, Tokat ilinde kırsal alanda yaşayan halkın sorunlarının
araştırılarak alınması gereken önlemlerin belirlenmesi amacıyla Meclis
araştırması açılmasına ilişkin önergesi (10/317) Türkiye
Büyük Millet Meclisi Başkanlığına Tokat ili
kırsal alanda yaşayan halkımızın sorunlarının çözümü ile ilgili Anayasanın 98.
İç tüzüğün 104 ve 105. maddeleri uyarınca bir Meclis Araştırması için gereğini
arz ve talep ederiz. 1) Reşat
Doğru (Tokat) 2) Oktay
Vural (İzmir) 3) Mehmet
Şandır (Mersin) 4) Kadir
Ural (Mersin) 5) Hasan
Çalış (Karaman) 6) İsmet Büyükataman (Bursa) 7) D. Ali
Torlak (İstanbul) 8) Osman
Ertuğrul (Aksaray) 9) Recep
Taner (Aydın) 10)
Süleyman Latif Yunusoğlu (Trabzon) 11)
Mustafa Kemal Cengiz (Çanakkale) 12) Kamil
Erdal Sipahi (İzmir) 13) Beytullah Asil (Eskişehir) 14) Hakan
Coşkun (Osmaniye)
15) Şenol
Bal (İzmir) 16) H.
Hamit Homriş (Bursa) 17)
Muharrem Varlı (Adana)
18)
Hüseyin Yıldız (Antalya)
19) Behiç
Çelik (Mersin)
20) Erkan
Akçay (Manisa)
21)
Sabahattin Çakmakoğlu (Kayseri)
22)
Necati Özensoy (Bursa)
23) Ahmet
Duran Bulut (Balıkesir) 24)
Mustafa Kalaycı (Konya)
Gerekçe: Tokat
ilimiz, Karadeniz Bölgesi ile İç Anadolu bölgesi arasında yer almaktadır. 6000
yıllık mazisi boyunca, birçok medeniyete ev sahipliği yapmış olup, tarihi,
kültürel, turizm ve tarımsal potansiyeli yüksek olan bir ilimizdir. Karadeniz
Bölgesi ile İç Anadolu Bölgesi, İklimi arasında geçit bölgesi iklimine sahip
olup iklim, toprak ve ekolojik yapısı ile 230 metreden
Kelkit
vadisinde yer alan Niksar ve Erbaa ovaları, Yeşilırmak üzerinde yer alan Gözova, Kazova ovalarında bulunan
Merkez, Pazar, Turhal İlçeleri ve Çekerek ırmağından faydalanan Zile ilçesi
olmak üzere sulu tarım yönüyle önemli merkezlerdir. Söz
konusu ovalarda sulama kanalları ve bu ilçelerin dışında yer alan yerlerde ise
gölet yapımı gerçekleştirilerek tarımsal potansiyel artırılmıştır. Tarıma
dayalı sanayi olarak Turhal İlçesinde Şeker Fabrikası, Merkezde Sigara
Fabrikası ve Dimes Meyve suyu sanayi gibi önemli
sanayi kuruluşları yanında Mezbaha ve mandıralarda hayvansal ürünlerin
değerlendirilmesi amacıyla kurulmuştur. Tarım ve Köyişleri Bakanlığına bağlı Toprak ve Su Kaynakları
Araştırma Enstitüsü ve Gaziosmanpaşa Üniversitesi Ziraat Fakültesinin bulunması
Tokat ilinin, Tarımsal Potansiyeline ayrı bir değer katmaktadır. Tokat
ilinin bu tarımsal potansiyeline rağmen, halkımız kırsal alanda geçimini
sağlayamamakta ve bulundukları yerleri terk etmektedirler. Tokat
tarımında öne çıkan başlıca ürünlerin, Şeker Pancarı, Domates, Buğday ve Tütün
olduğu görülmektedir. Yoğun bir şekilde girdi kullanımı ile üretilen
Şekerpancarı ve Domates üreticileri son yıllarda ciddi sıkıntı çekmişlerdir. Girdi
fiyatlarında son 6 yılda % 200’lere varan artışlar varken, şeker pancarı
destekleme alım fiyatları, bırakınız artırılmayı bir önceki yıldan daha aşağı
düzeylerde gerçekleşmiştir. Domates
fiyatlarında yaşanan istikrasızlık ve özellikle hasat dönemlerinde ortaya çıkan
ihracattaki tıkanmalar üreticileri sürekli olarak olumsuz etkilemiş ve
üreticiler ürünlerini hasat yapmadan arazide bırakmışlardır. Tütün
üretimi açısından bakıldığında da durum aynıdır. Girdilerdeki asgari 2 kat
artışa rağmen, tütün alım fiyatları 2002 yılına göre ancak % 60-70 civarında
artış göstermiştir. 2000 Yılı
Genel Nüfus Sayımı sonuçlarına göre; İl geneli nüfusu 828.027 kişi olup, bunun
401.762'si şehirlerde ve 426.265'i köylerde yaşamaktadır. Köylerde yaşayan
nüfus % 51,4.tür. Adrese
Dayalı Nüfus Kayıt Sisteminde yer alan son kayıtlara göre, Tokat İli nüfusunun
617.158 kişi olduğu bu nüfusun, % 56,5'i şehirlerde, % TÜİK
verilerine göre, 1991 yılında 64.791 adet olan tarımsal işletme sayısı, 2008
yılı itibarı ile 61.419 adete düşmüştür. Bu
veriler göstermektedir ki, ekonomisi büyük ölçüde tarıma ve tarıma dayalı
sanayiye bağlı olan ilimizde, insanlarımız tarımı terk etmiş, kırsal alanda
yaşayan nüfus oranı 8 yılda % 7,5 azalmıştır. Bu nüfusun il içerisinde
kalmadığı ve İl dışına göç ettiği toplam nüfustaki 200.000 kişilik azalmadan
anlaşılmaktadır. Bu nedenlerle,
Kırsal alanda yaşayan insanımızın gelir kaynağının artırılarak, çiftçilerin
arazilerini ve işletmelerini terk ederek göç etmelerinin önlenmesinin Türkiye
Büyük Millet Meclisince araştırılarak gerekli önlemlerin alınması yerinde
olacaktır. BAŞKAN –
Bilgilerinize sunulmuştur. Önergeler
gündemdeki yerlerini alacak ve Meclis araştırması açılıp açılmaması konusundaki
görüşmeler sırası geldiğinde yapılacaktır. Sayın
milletvekilleri, gündemin “Kanun Tasarı ve Teklifleri ile Komisyonlardan Gelen
Diğer İşler” kısmına geçiyoruz. 1’inci
sırada yer alan Türk Ticaret Kanunu Tasarısı ve Adalet Komisyonu Raporu’nun
görüşmelerine kaldığımız yerden devam edeceğiz. VII.- KANUN TASARI VE TEKLİFLERİ İLE
KOMİSYONLARDAN GELEN DİĞER İŞLER A) Kanun
Tasarı ve Teklifleri 1.- Türk Ticaret Kanunu Tasarısı ve Adalet
Komisyonu Raporu (1/324) (S. Sayısı: 96) BAŞKAN –
Komisyon? Yok. Ertelenmiştir. 2’nci
sırada yer alan Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Kanununda Değişiklik
Yapılmasına Dair Kanun Tasarısı ile Millî Eğitim, Kültür, Gençlik ve Spor
Komisyonu Raporu’nun görüşmelerine kaldığımız yerden devam edeceğiz. 2.- Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma
Kanununda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Tasarısı ile Millî Eğitim, Kültür,
Gençlik ve Spor Komisyonu Raporu (1/608) (S. Sayısı: 266) (x) BAŞKAN –
Komisyon ve Hükûmet? Buradalar. Geçen
birleşimde tasarının tümü üzerindeki görüşmeler tamamlanmıştı. Şimdi,
maddelerine geçilmesini oylarınıza… K. KEMAL
ANADOL (İzmir) – Yoklama istiyoruz efendim. BAŞKAN –
Tespit yapalım: Sayın Anadol? Burada. Sayın
Arıtman? Burada. Sayın
Barış? Burada. Sayın
Yıldız? Burada. Sayın
Kaptan? Burada. Sayın
Köse? Burada. Sayın
Ergin? Burada. Sayın
Ünsal? Burada. Sayın
Paçarız? Burada. Sayın Coşkuner? Burada. Sayın
Özer? Burada. Sayın Aydoğan? Burada. Sayın
Arat? Burada. Sayın
Seçer? Burada. Sayın
Gök? Burada. Sayın Arifağaoğlu? Burada. Sayın
Yazar? FERİT
MEVLÜT ASLANOĞLU (Malatya) – Takabbül ediyorum. BAŞKAN –
Siz takabbül ediyorsunuz. Sayın
Seyhan? Burada. Sayın Günday? Burada. Sayın
Baratalı? Burada. III.- YOKLAMA BAŞKAN -
Yoklama için üç dakika süre veriyorum ve yoklamayı başlatıyorum. (Elektronik
cihazla yoklama yapıldı) BAŞKAN –
Sayın milletvekilleri, toplantı yeter sayımız vardır. VII.- KANUN TASARI VE TEKLİFLERİ İLE
KOMİSYONLARDAN GELEN DİĞER İŞLER (Devam) A) Kanun
Tasarı ve Teklifleri (Devam) 2.- Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma
Kanununda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Tasarısı ile Millî Eğitim, Kültür,
Gençlik ve Spor Komisyonu Raporu (1/608) (S. Sayısı: 266) (Devam) BAŞKAN -
Maddelere geçilmesini oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler… Kabul etmeyenler…
Kabul edilmiştir. 1’inci
maddeyi okutuyorum: KÜLTÜR VE TABİAT VARLIKLARINI KORUMA KANUNUNDA
DEĞİŞİKLİK YAPILMASINA DAİR KANUN TASARISI MADDE 1- 21/7/1983 tarihli ve 2863 sayılı Kültür ve Tabiat
Varlıklarını Koruma Kanununun 12 nci maddesinin
altıncı ve yedinci fıkraları aşağıdaki şekilde değiştirilmiştir. “Belediyelerin
ve il özel idarelerinin görev alanlarında kalan kültür varlıklarının korunması
ve değerlendirilmesi amacıyla kullanılmak üzere 29/7/1970
tarihli ve 1319 sayılı Emlak Vergisi Kanununun 8 inci ve 18 inci maddeleri
uyarınca mükellef hakkında tahakkuk eden emlak vergisinin % 10'u nispetinde
Taşınmaz Kültür Varlıklarının Korunmasına Katkı Payı tahakkuk ettirilir ve
ilgili belediyesince emlak vergisi ile birlikte tahsil edilir. Tahsil
edilen miktar, il özel idaresi tarafından açılacak özel hesapta toplanır. Bu
miktar; il özel idaresince ve belediyelerce kültür varlıklarının korunması ve
değerlendirilmesi amacıyla hazırlanan projeler kapsamında kamulaştırma,
projelendirme, plânlama ve uygulama konularında kullanılmak üzere il özel
idaresine ve il sınırları içindeki belediyelere vali tarafından aktarılır ve bu
pay valinin denetiminde kullanılır. İl özel idarelerince yapılan projeler için
kullanılan miktar özel hesabın
% 30’unu geçemez.” BAŞKAN –
Sayın milletvekilleri, madde üzerinde söz istemleri var. Cumhuriyet
Halk Partisi Grubu adına Hüseyin Ünsal, Amasya Milletvekili; Tokat
Milletvekili, Milliyetçi Hareket Partisinden Reşat Doğru; Şırnak Milletvekili,
Demokratik Toplum Partisi Grubundan Hasip Kaplan.
Şahısları adına söz istemi: Mersin Milletvekili Behiç Çelik, Antalya
Milletvekili Abdurrahman Arıcı. İlk söz
sırası Cumhuriyet Halk Partisi Grubu adına Sayın Ünsal’da. Buyurun
Sayın Ünsal. (CHP sıralarından alkışlar) CHP GRUBU
ADINA HÜSEYİN ÜNSAL (Amasya) – Sayın Başkan, saygıdeğer milletvekilleri; 2863
sayılı Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Kanununda Değişiklik Yapılmasına
Dair Kanun Tasarısı’nın 1’inci maddesi üzerinde söz almış bulunuyorum.
Sözlerime başlarken yüce heyetinizi saygıyla selamlıyorum. 2863
sayılı Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Kanununda Değişiklik Yapılmasına
İlişkin Kanun Tasarısı’nın 1’inci maddesi, 2863 sayılı Kanun’un 12’nci
maddesinde, belediyelere emlak vergilerinden taşınmaz kültür varlıklarının
korunmasına katkı payı olarak tahakkuk ettirilen ve il özel idarelerinde
toplanan katkı payından belirli miktarda il özel idarelerinin de yararlanması
yönünde düzenleme yapılmaktadır. Yani oluşan kaynaktan il özel idarelerinin de
kısmen kullanımının sağlanması istenmektedir. Bu
yöndeki düzenlemeyle, belediyelerce kullanılmadığı saptanan kaynağın kullanımı
ve bölüşümüne il özel idareleri de dâhil olmak üzere
yeni bir sorun alanı yaratılmaktadır. Biz, tabii, burada bir şeyi çok ciddi bir
şekilde merak ediyoruz. En son yapılan, 2007 yılındaki, bu il özel idarelerinde
toplanan paraların iller bazında miktarı nedir? Bilgi sahibi olamadık.
Komisyondaki arkadaşlarımıza sorduk, onlar da olamamışlar. Bu payların ne
kadarı kullanılmış ne kadarı kullanılmamış? Ama doğru olan bir gerçek var:
Gerçekten belediyelerce bunun yeteri kadar kullanılmadığını biz birkaç tane
vilayeti inceleyerek bulduk. Şimdi, bu sorun il özel idarelerine aktarılınca
çözülecek mi? Çözülmeyecek ve yeni bir sorun alanı çıkacak. Bir kere yapılan
uygulamayla yetki, uygulama ve denetim kurumu ortadan kalkacak ve tarihî
dokunun korunması, kültür mirasına sahip çıkma gibi konularda bırakın koruma ve
sahip çıkmayı, eserler ve miras elden çıkacaktır. Peki, bunu düzenlemenin
doğuracağı sakıncalar nelerdir, bir sıralayalım: Bizler
karşı oy yazımızda söyledik. Karşı oy yazısında şöyle söyledik: “Vali hem
denetleyen, hem yöneten, proje uygulayan makam konumuna getirilmektedir. Bu
nedenle bu özel hesapta toplanan paranın denetimi için farklı bir mekanizma
kurulması gereklidir.” Düzenlemede bu ayrıntıya hiçbir şekilde yer
verilmemiştir. “Hangi
belediye ne kadar ödedi veya ödemedi, hangi projeler hazırlandı ve projelere ne
kadar ödenek ayrıldı?” gibi sorulara cevap verecek şeffaf bir mekanizma bu
düzenlemeyle oluşturulmamıştır. Bu büyük bir eksikliktir. İkinci
önemli bir sakınca da taşınmaz kültür varlıklarının korunmasına katkı payının
belediyelerce kullanılmaması sorun iken söz konusu payın il özel idarelerinin
de kullanımına açılmasıyla sorun çözülmeyecek, tersine sorun alanları
oluşacaktır. Yasanın
değişiklik gerekçesinde “Büyük meblağlar toplanmasına rağmen, toplanan paralar
pek çok yerde gereği gibi harcanamamakta ve paralar banka hesabında atıl olarak
tutulmaktadır.” denilmektedir. Yaşanan
süreçte yeterli teknik kadrolara, uzman elemanlara sahip olmayan küçük
belediyelerin yararlanmaları mümkün olmamıştır. Aynı belediyeler gibi teknik
kadro, örgütlenme ve deneyime sahip olmayan il özel idareleri de aynı sıkıntıyı
yaşayacak, sorun çözülmeyecek, çatallanacaktır. Ben Sayın
Bakanın bütçe konuşmasındaki rakamlardan çıkarıyorum. Şu ana kadar zaten sadece
Koruma Uygulama Denetim Büroları kurulmuş, KUDEB’ler
kurulmuş. 81 ilin 9 tane il özel idaresinde böyle bir KUDEB kurulduğu, binlerce
belediyenin de sadece 23 tanesinde KUDEB kurulduğu rakamlarını elde ettik.
Dolayısıyla sorun çözülmemiştir. Bu yasa, KUDEB’lerin
kurulması, koruma kültürünün gelişmesine hiçbir olanak tanımayacak bir
değişikliği önermektedir. Üçüncüsü
de kültür varlıklarının korunmasına katkı payı mali destek ötesinde
belediyeleri koruma kültürü ve uygulamaları dâhil etme amacı güden sadece
belediyelere ayrılmış önemli bir kaynakken bu belediyelerin elinden alınmak
istenmektedir. Kültür
varlıklarının korunması için bu pay, kaynak sadece o varlığın ihyası değil,
aynı zamanda belediyelerde koruma kültürünü yerleştirmek amaçlı yerel bir
kaynaktır. Kaynağın kullanım alanını genişletme, fonun amacının dışına
çıkılmasına neden olunacaktır. Her ilde
belediye sınırları ve dışından toplanan emlak vergileri toplamının birbirlerine
oranı değişmektedir. Bu nedenle, tasarıda konulmak istenen yüzde 30 oran,
toplanan katkı payı havuzunda il özel idaresi ve belediyeler arasında
kullanımlarda haksızlıkları meydana getirecektir çünkü toplanan paraların,
meblağların büyük bir kısmı belediye hudutları içerisindeki emlak vergilerinden
olmaktadır. Beşincisi
de kaynak toplamanın iller bazında yapılmasından kaynaklanan eşitsizlik
kaynağın harcanmasında da söz konusu olacaktır. Özellikle güneydoğu ve doğu
illerinde emlak vergisine dayanak olan emlak değerleri düşüktür. Aynı zamanda
emlak vergisi ödeyen mükellef sayısı da düşüktür. Dolayısıyla teknik kapasitesi
yüksek olan belediyeler çok sayıda proje hazırlamaktadır. Oysaki doğu ve
güneydoğuda bu hazırlık olmadığı gibi, yapılan projeler de il özel idarelerine
kaynak aktarılarak neredeyse uygulanamaz hâle getirilecektir. Belediyeler
için ayrılan bu kaynak, kültür ve tabiat varlıklarının korunmasında önemli bir
kaynaktır. Eğer bu kanunda bir değişiklik yapılacaksa kalıcı bir model
oluşturmak için değişiklik yapılmalıdır. Tabii ki bunun için önerilerimiz var.
Bu önerilerimizi de sıralamak isteriz. Bir
tanesi: Taşınmaz kültür varlıklarının korunması için ayrılan katkı payının
kullanımında yaşanan sorunların saptanması, atıl durumda bulunan bu kaynakların
nasıl kullandırılacağı, proje üretimi ve uygulamaların nasıl çoğaltılacağına
ilişkin bir yapılandırmaya gidilmelidir. Bu yapılandırma nasıl olacaktır? Tabii
ki sivil toplum örgütleriyle yapılacak ilişkiler ve meslek örgütleriyle
yapılacak ilişkiler bunda önemlidir. Özellikle şehir plancıları odası, mimarlar
odası gibi kuruluşlarla yerel yönetimleri buluşturacak bir model bu kanunda
getirilmemiştir. ÇEKÜL Vakfı gibi, Tarihî Kentler Birliği gibi kuruluşlarla bir
model oluşturma yoluna gidilmemiştir. İkincisi:
İller bazında katkı payı modelinden doğan eşitsizliğin önlenmesine yönelik
düzenlemeler geliştirilmelidir. Üçüncüsü
ise çok önemlidir: Siyasi çıkar, kayırmacılık, rant
yaratma, yerinden etme, mutenalaştırma gibi gizli amaçları önlemenin yolu
üniversiteler, meslek odaları ve sivil toplum örgütleriyle
ilişkilendirildiğinde o kuruluşların katılımıyla projeler hazırlanmalıdır.
Kanun buna müsait değildir. Yapılan değişiklikler de bu konuya olanak
vermemektedir. Dördüncüsü:
Toplumun her kesiminin katılımıyla hazırlanmış koruma amaçlı projelere kaynak
aktarılmalı, tekil anlayışla hazırlanmış projeler ayrıştırılmalı ve ona göre
kaynak aktarılmalıdır. Beşincisi:
Belediyelere kültürel miras ve koruma kanununda uzman personel yapısı
oluşturulması ve bu uzman personellerin de istihdam edilmesi yoluna
gidilmesidir. Bu konuyla ilgili belediyelere yeterli destek programları ve
çözümler getirilmelidir. Sayın
Başkan, saygıdeğer milletvekilleri; belediyeciliğin ne olduğunu, zorlukları ve
sorunlarını bizzat yaşayan bir arkadaşınız olarak, belediyelerin proje
üretmekte zorlandıkları ve yeterli sunum yapamadıkları savı bir anlamda
doğrudur, katılıyorum ancak bunun çözümü, ödeneklerini ellerinden almak değil,
onları proje üretecek bilgi ve belgeye kavuşturmaktır. Dolayısıyla belediyelere
gerekli bilimsel ve yönetsel desteği sağlamadan onların proje üretmediklerini
ileri sürmek haksızlıktır. 60’ıncı Hükûmetin maalesef bu uygulamaları devam etmektedir.
Belediyelerin ellerinden olanaklar ve kaynakların alınma yoluna bu dönemde çok
hızla gidilmiştir. Yakın zamanda yaşadığımız belediyelerin kapatılmasıyla
ilgili yapılan kanun ve en son bu kültür ve tabiat varlıklarıyla ilgili
düzenlenen tasarı, bunun çok önemli bir örneğidir. 23’üncü
Dönemde yerel yönetimlerle ilgili çıkardığınız kanunlar bu özetlerle
bitmemektedir ama yerel yönetimleri bu anlamda desteklemek için bir değişiklik
önergesiyle tasarının bu maddesine katkı sunmak istiyoruz, tasarıyı bu anlamda
değerlendirmenizi istiyoruz. Değerli
arkadaşlarım, bir de Amasya’yla ilgili yapmış olduğumuz bir öneriyi Sayın
Bakanımıza iletmemize rağmen henüz bir gelişmenin olmadığını… Şu meşhur
elektrik aydınlatma direkleriyle ilgili Sayın Bakanım ve bu sadece Amasya’nın
sorunu değil. Bu ülkenin her vilayetine aynı model elektrik direkleri
dikiliyor. Bunun sebebini hâlâ merak ediyoruz. Ayrıca,
yine Amasya’mızın Hatuniye Mahallesi’nde Yalıboyu Evlerinin düzenlenmesiyle ilgili cevabınızı aldım.
Teşekkür ediyorum. Fakat burada rakamlar o kadar uçmuş ki yapılan yardımların
yüzde 14 seviyesinde kaldığı… Gönderdiğiniz şeyden onu çıkardım. Bu yapılan
yardımlar yeterli değil. Dolayısıyla yapılan bu yardımların biraz daha kısıtlı
konutlara yapılmasıyla o bölgenin tamamlanmasında büyük katkınız olacağını düşünüyorum.
Biraz
sonra değişiklik önergesiyle ilgili konuşmama devam edeceğim. Hepinize
saygılar sunuyorum. (CHP sıralarından alkışlar) BAŞKAN –
Teşekkürler Sayın Ünsal. Milliyetçi Hareket Partisi Grubu adına Tokat Milletvekili Reşat Doğru. Sayın
Doğru, buyurun efendim. (MHP
sıralarından alkışlar) MHP GRUBU
ADINA REŞAT DOĞRU (Tokat) – Sayın Başkan, sayın milletvekilleri; 266 sıra
sayılı Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Kanununda Değişiklik Yapılmasına
Dair Kanun Tasarısı’nın 1’inci maddesi üzerinde Milliyetçi Hareket Partisi
Grubu adına söz almış bulunuyorum. Yüce heyetinizi saygıyla selamlıyorum. Sözlerime
başlamadan önce, geçtiğimiz pazar günü Gümüşhane Zigana Geçidi’nde çığ
felaketinde hayatını kaybeden Trabzon Dağcılık Kulübü üyeleri Doktor Davut
Akdeniz ve arkadaşlarına Allah’tan rahmet diliyor, ailelerine, camialarına
başsağlığı diliyorum. Tarihsel
süreç içerisinde toplumların ürettiği ve kuşaktan kuşağa aktardığı, her türlü
maddi ve manevi özelliklerin bütünü olan kültür bir toplumun kimliğini oluşturur.
Bugün üzerinde görüşmeler yapacağımız kanun tasarısı kültürün maddi ögeleri olan binalar ve yapılar hakkındadır. Bir
toplumun dünyanın herhangi bir yöresinde yıllar öncesinde yaşadığının
anlaşılmasının en önemli göstergesi olan kültürel varlıkların korunması
gereklidir. Günümüzde bazı devletler geçmişten insanlığa miras kalan başka
milletlerin, özellikle de Türk kültür eserlerinin izlerini yok etme gayretleri
içerisinde görülmektedirler. Özellikle Bosna Savaşı sırasında camiler ve
köprülerin yıkılması ve Suudi Arabistan’da Ecyad
Kalesi’nin ve Hicaz Demir Yolu’nun yıkılması bunlara örnektir. Bazı ülkelerin
de yurdumuzdaki kendi toplumlarına ait eserlerin korunması yoluna gittikleri
görülmektedir. Başta Akdamar Kilisesi’nin onarımı olmak üzere birçok eserin
korunması için çalışmalar yapılmakta, Yunanistan Hükûmetinin
Rum eserlerini bedava onarmak için yerel yönetimler nezdinde devreye girdiği
İçişleri Bakanlığının genelgesinden anlaşılmaktadır. Türkiye
Cumhuriyeti, Türk kültür değerlerinin korunmasına büyük önem vermiş, yurt
dışında bu amaçla, Balkanlarda, Türk dünyasında ve Moğolistan’da önemli
çalışmalar yapmasının yanında yurt içinde de kültür varlıklarının korunması
için genel yönetime ve yerel yönetimlere kanunlarla önemli görevler vermiştir,
görüşmekte olduğumuz tasarıda olduğu gibi özel finansman kaynakları da
geliştirmiştir. Görüşmekte olduğumuz kanunun 1’inci maddesi
ülkemizin nasıl yönetildiği hakkında iki önemli sonuç çıkarmaktadır. Bunlardan
birincisi, ülkemizi yöneten AKP İktidarının planlı bir yönetim göstermediği,
günlük politikalarla önünü göremeyen bir yönetim anlayışı sergilediği
gerçeğidir. Çünkü yakın zamanda belediyelerin gelirlerini artırmak için bu
Mecliste yasal düzenlemeler yapılmış olup borçları affedilmiştir. Bugün de
belediye gelirlerinden oluşan kaynaktan yüzde 30 kesinti yaparak, il özel
idarelerine -aynı amaçla kullanmak üzere de olsa- kaynak aktarma yoluna
gidiliyor. Bir diğer
sonuç ise kanunun genel gerekçesindeki “Doğu ve Güneydoğu Anadolu
Bölgelerindeki iller ağırlıkta olmak üzere pek çok şehirde herhangi bir projeye
aktarım yapılmamakta… Bu durum; belediyelerin proje geliştiremedikleri…”
şeklindeki ifade ile kanun tasarısının altında imzası bulunan Kültür ve Turizm
Bakanı Ertuğrul Günay’ın Komisyondaki beyanı ile
ortaya çıkan bir gerçektir. Sayın
Bakan, Komisyonda kültür ve tabiat varlıklarının korunması için emlak
vergisinden yapılan yüzde 10’luk kesintilerle oluşan hesapta 2007 yılı sonu
itibarıyla 234 milyon YTL olduğunu, bunun ancak 90 milyon YTL’sinin
kullanıldığını belirtmiştir. Bu da çoğunluğu AKP yönetiminde olan belediyelerin
bu konudaki başarısızlığını göstermektedir. Elbette ki belediyeciliği imar rantlarından yararlanma ve millî birlik ve beraberliğe
saldırma şeklinde değerlendiren bazı belediyelerden bu konuda başarı
beklenemezdi. Gelin,
Milliyetçi Hareket Partili belediyelerin kültür varlıklarının korunması
konusundaki başarılı çalışmalarına bakalım. Size bu konuda ülkemizde MHP’li
belediyelerin gerçekleştirdiği çok örnekler gösterebiliriz ancak fazla uzağa
gitmeden, en yakınımızdaki Beypazarı’nın dürüst ve çalışkan Başkanı Mansur
Yavaş’ın kültür değerlerine yaptığı hizmetleri görmemiz yeterli olacaktır,
Beypazarı’nı dünyaya açmış ve tanıtmıştır. Ayrıca
bunların yanında kendi seçim bölgem olan Tokat’tan örnek vermek istiyorum. Tokat’taki
Erbaa Belediye Başkanı Ahmet Yenihan, Zile Belediye
Başkanı Murat Ayvalıoğlu, Reşadiye Belediye
Başkanımız Rafet Erdem’in yapmış olduğu çalışmalar ortadadır. Düzgün
çalışmışlar, dürüst çalışmışlar, kendi bölgelerine -kısıtlı imkânlar içerisinde
bile olsa- en iyi şekilde hizmet etmenin mutluluğunu yaşamışlardır. Şu an
itibarıyla o bölgeleri görmüş olduğumuz zaman belediyeciliğin nasıl yapıldığını
ve nasıl yapılması gerektiğini de göstermesi bakımından bunu örnek şeklinde
söylemek istiyorum. Sayın
Başkan, değerli milletvekilleri; kanaatimizce böyle bir düzenlemeye gerek
yoktur. Bugün il özel idarelerinin kültür konusunda çalışma yetkisi vardır ve
kaynakları da vardır. Belediye sınırları içerisinde yaşayan vatandaşlarımızdan
tahsil edilen kaynağın, tasarının genel gerekçesinde belirtildiği şekilde il
özel idarelerinin görev alanında, belediye dışındaki alanlarda kullanılmasını
doğru bulmuyorum. 2004
yılında belediyeler tarafından kullanılması uygun görülen bir kaynağın yüzde
30’unun, proje geliştirilmediği gerekçesiyle dört yıl sonra, yukarıda da
belirttiğim gibi, özel idarelere devrediliyor olması yanlıştır. Bu yapboz
anlayışından kurtulunması gerekir. Yapılması
gereken, paranın olduğu yere saldırmak değildir. Belediyelerin bu konuda proje
geliştirme gibi eksiklikleri varsa bunlara yardımcı olunmalı ve kurumsal
kapasiteleri geliştirilmelidir. Doğru olan budur. İl özel idareleri, kendi
bütçeleri çerçevesinde ve fazla verdiği iddia edilen genel bütçeden Kültür ve
Turizm Bakanlığı bütçesi aracılığıyla aktarılacak kaynaklar kullanılarak proje
geliştirmeli ve gerçekleştirmelidir. Sayın
Başkan, sayın milletvekilleri; Milliyetçi Hareket Partisi iktidarında, seçim beyanna-memizde de açıkladığımız
gibi Türk kültürünün yaşatılmasına, gelecek nesillere aktarılmasına, kültür ve
tabiat varlıklarının korunmasına, geliştirilmesine büyük önem verilecektir.
Yurt içinde ve yurt dışında bulunan Türk kültürüne ait mimari eserlerin
korunması yönünde gerekli çalışmalar yapılacak, Türk kültürü ve sanatının
yaşatılmasının temel kurum ve mekanizmaları oluşturularak “Millî Kültür
Enstitüsü” kurulacaktır. Sayın
milletvekilleri, arşivlerimizin tasnifi mutlaka yapılmalıdır. Türk dünyasının
tüm kütüphane, müze ve arşivlerindeki kültürel eserlerimiz tespit ve konularına
göre tasnife tabi tutularak hizmete sunulmalıdır. Ayrıca,
ülkemizdeki kültürel değerler de ortaya mutlaka çıkarılmalıdır. Örneğin İç
Anadolu Bölgesi’nde çok güzel eserler vardır ama yine seçim bölgemden örnekler
vermek istiyorum: Şu an itibarıyla Tokat Kalesi’nin restorasyonu,
Danişmentlilerin Başkenti Niksar ve Zile Kalesi’nin ve Talazan
Köprüsü’nün restorasyonu, Erbaa Horoz Tepesi’ndeki tarihî eserlerin
çıkarılması, Sulusaray ilçesindeki tarihî kent kalıntılarının özellikle… Çünkü
Sulusaray ilçesi, yıllardan beri işte Sebastopolis
diye bir kentin üzerinde bulunması hasebiyle, şu an itibarıyla büyük sıkıntı
içerisindedir. Oradaki vatandaşlar evlerine en küçük bir şey ilave etmeye çalışsalar… İşte, tarihî
eserlerle karşılaşmış olmalarından dolayı da tüm çalışmaların hepsi
durdurulmuştur. Şu an itibarıyla da Sulusaray’a bu yönlü bir desteğin zamanı
geçmektedir ve insanlar da bu konuda umutsuz duruma düşmektedir. Sayın Bakanlığımızdan
ve yetkililerden de bunu bekliyoruz. Yani, Sulusaray ilçesindeki vatandaşlara
yönelik olarak oraya işte kazı çalışmaları mı yapılacak veyahut da nasıl bir
çalışma yapılacak, onu süratli bir şekilde getirmeleri ve insanların
rahatlatılmış olması gerekiyor. Ayrıca,
bunun dışında Pazar ilçemizin Ballıca Mağarası gibi dünyanın birçok yerinde çok
önemli bir şekilde görüntü veren, dünyanın her tarafına ünü yayılmış olan bir
mağarası vardır. Ballıca Mağarası’nın da geniş bir şekilde, etrafıyla beraber açılması
ve bunun da kamuoyuna sunulması gerekiyor. Ballıca Mağarası tabii şu an
itibarıyla açıktır ama bunun da yeterli olmadığını tüm Tokatlılar olarak
düşünüyoruz. Buranın tanıtımının çok iyi yapılması, bura yapıldığı zaman aşağı
yukarı 5 kat olan bu güzelliklerin ortaya çıkarılmasını ortaya koyacaktır.
Bununla beraber de işte tanıtımla beraber Tokat’a yeni bir yatırımın getirilmiş
olacağı veyahut da Ballıca Mağarası vasıtasıyla o bölgenin çok iyi bir şekilde
tanıtılmış olacağını da düşünüyorum. Bunun yanında,
ayrıca Almus ilçemizde ortaya çıkarılan mağaranın da turizme kazandırılması
gerekir. Almus ilçesi de Tokat’ın fakir bölgelerinden bir tanesindedir. Ancak
orada da çok güzel bir şekilde, şu anda bulunmuş olan mağarasının da bir
noktada ortaya konması ve de kamuoyuna sunulması ve dünyaya kazandırılması
gerekiyor. Tabii, yapılması gereken çok şey vardır ama kültürün, milletler
hayatında çok önemli olduğunu bir kez daha buradan söylemek istiyorum. Kanunumuzun
ülkemize ve milletimize hayırlı olmasını temenni ediyor, yüce heyetinizi en
derin saygılarımla selamlıyorum. (MHP sıralarından alkışlar) BAŞKAN
- Teşekkürler Sayın Doğru. Demokratik
Toplum Partisi Grubu adına Şırnak Milletvekili Hasip
Kaplan. Sayın
Kaplan, buyurun efendim. (DTP sıralarından alkışlar) DTP GRUBU
ADINA HASİP KAPLAN (Şırnak) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; Demokratik
Toplum Partisi Grubu adına söz almış bulunmaktayım. Kültür ve
tabiat varlıklarının korunması söz konusu olunca, partimizin en hassas olduğu
bu konuda şüphesiz her iyi düzenlemeyi desteklemek gibi bir yaklaşımımız vardır
ancak bazı önergelerimiz de olacaktır. Yalnız, şunu samimiyetimle söylemek
istiyorum, çok zorumuza giden bir şeyi de açıklamak istiyorum ve Sayın Bakandan
bilgi istiyorum öncelikle: Bu maddenin gerekçesinde, doğu, güneydoğu
belediyelerinin proje yapamadığı ve söz konusu paraların büyük oranlarda
bankalarda yığıldığı ve değerlendirilemediği yazılıyor. Ben tek tek istiyorum. Doğu, güneydoğuda kaç belediyede ne kadar
para var? Lütfen açıklar mısınız. Kimse kimseyi
kandırmasın. Bakın, çok samimi söylüyorum. Diyarbakır’ın on iki tane projesini,
uluslararası destekli ve milyon eurolarla destekli
projesini Hükûmet durduruyor. Şimdi, böylesi bir
konuda bu gerekçenin girmiş olması dehşet vericidir. Bunun açıklamasını Hükûmet yapmak zorundadır. Ben geçiyorum tabii. Sadece,
kültür ve tabiat varlıklarının korunmasıyla ilgili getirilen yasa küçük bir
düzenleme. Bu düzenlemenin boyutuna, tabiatın ve kültür varlıklarının
korunmasının genel politikaları çerçevesinde bakmak lazım. Hükûmet
buna nasıl bakıyor? Yani bu, kişilerle müsemma bir olay değil. Yani Sayın Bakan
iyi niyetli olabilir, düşünsel olarak bu konularda da gerçekten çok iyi bir
bakış açısına sahip olabilir ama Hükûmetinin, mensubu
olduğu Hükûmetin politikaları nereye götürüyor, ona
bakmak lazım. Bunun için biraz doğadan başlayacağım. Önce
İkizdere’den, Rize’den, Başbakanın memleketinden başlayayım. Dizi dizi HES santrali kurulmak isteniyor, SANKO firmasına EPDK
iki yıl önce üretim lisansı veriyor. İkizdere nere? “Çevrecilerin
daniskasıyım.” diyenin memleketi Rize, Başbakanın memleketi. Endemik bitki ve
canlı çeşidi açısından dünyanın en önemli iki yüz vadisinden birisi
İkizdere’dir, diğeri de Uludere’dir. Ona geleceğim. Şimdi,
burada, ÇED raporuna karşı İkizdere Kültür Derneği açtığı davayı kazandı. Ben
İkizdere Derneğini burada kutluyorum ve asıl, çevrecilerin daniskasının böyle
çevresine ve tabiatına sahip olanlar olduğunu söylüyorum. Gerisi benim için
patiskadır. Uludere’ye
gelince: 7’si Şırnak, 4’ü Hakkâri, 11 tane aynı neviden HES barajı bizim
Uludere’deki vadide de yapılıyor. Aynı olay Alliona,
Kaz dağları, nükleer santrallerle Mersin, Karadeniz kıyıları, Trakya kıyıları,
Ege kıyıları, Kaz dağlarından tutun Hasankeyf’e… Şimdi siz Hasankeyf’e
geldiğinizde hangi tarihî kültür varlığı koruyacaksınız? Asuhan
Barajı’nda… Evet, II. Ramses’in Nefertari’sine
yaptığı tapınağı taşıdılar ama Amon-Ra Sunağı’na gelen güneş 21 Haziranda ışınlarını vuruyordu,
taşıdıktan sonra artık vurmuyor. Biliyor musunuz? Artık 20 Haziranda vuruyor.
Siz Hasankeyf’te o minareleri, kümbetleri nasıl taşıyacaksınız yukarıya?
Lütfen, bunun açıklamasını yapın. Evet, bu, bir yanı. Diğer bir
yan, Antalya Demre’de Noel Baba heykelini kaldırma çalışması. Ne alaka şimdi? Noel Baba dünyaca bilinen birisi. Onun yerine paçalı,
sıvalı, pantolonlu, çocuklu, balıklı bir Noel Amca heykeli yapılıyor. Biliyoruz
işte, dünya, kırmızı renkte, yakaları beyaz kürklü kıyafetli, uzun sakallı,
beyaz sakallı, geyiklerin kızağını çektiği bir Noel Baba’yı tanıyor. Ya ille
bir baba hasleti varsa bunun da kolayı var. Benim önerim size: Alın bu yeni
yaptığınız Noel amca heykelinin elindeki balığı, eline 99’luk tespih verin; o
sakal da çok entel olmuş, onu biraz da uzatın, zındık mı olur, başka türlü mü
olur; adını da koyarsınız, “Ak Baba” mı olur, ne olursa olur, ille bir ihtiyaç
varsa... Kültüre ve tarihe saygı nedeniyle bunu söylüyorum. Ben bunu tiye almak noktasında değil ama saygı gereği bunu
söylüyorum. Şimdi, bütün bunlar bir yana, İkizdere’yle ilgili gerçekten
muhteşem bir mücadele vermişler, kutluyorum. Alliona’daki
suç duyurusu yine Kültür ve Turizm Bakanlığına. Bakıyoruz,
bir de biliyorsunuz, 2010 Kültür Başkenti olacak İstanbul. Biraz da İstanbul’a
geleyim. 2010 Avrupa Kültür Başkenti olmak çok önemli bir şey çünkü tarih
boyunca farklı kültürleri bir arada yaşatan İstanbul’un kültürünü yaşatma
hedefi var. Bunun Danışma Koordinasyon Kurulunda Sayın Bakan var, Hayati Yazıcı
ve Kadir Topbaş var. Kadir Topbaş bir mimar, Büyükşehir
Belediye Başkanı. Danışma Kurulunda Beyoğlu Belediye Başkanı -Topbaş
eski Belediye Başkanı Beyoğlu’nun- Ahmet Misbah Demircan var. Şimdi ben
bunları niye anlattım size, geleceğim ona, çok basit bir örneklemeden yola
çıkacağım. Şimdi, bir yapı var İstanbul’da ve bu yapı TRT’de iki belgesel
konusu olmuş, İZ TV onu çekmiş. Onun ötesinde, en önemli sivil mimari anıt ilan
edilmiş, yapısal tarih örneği yapılmış, kamuoyunun ilgi gösterdiği yerde birçok
film çevrilmiş ve bu yapının önünde… Yapı da şu, ve bu
birinci derece tarihî yapının önünde şu da AKP’nin icraatı: Kazmalar ve
buldozerler! Şimdi, bu şekilde, bu kafayla 2010 Kültür Başkenti olur mu
İstanbul? Reha Çamuroğlu nerede burada? O binada uzun
yıllar yaşamış. Biraz sorulursa bu konuda bilgi verecektir ama enteresan olan,
benim söyleyeceğim başka bir şey, bu kültür politikaları karşısında Hükûmetin anlayışı. Bakın, 1 numaralı Anıtlar Kurulu 1993
senesinde diyor ki: “Bu birinci derece sit alanıdır.” ve uzun yıllar inşaat
izni alamıyor kimse burada. Geliyor 2 numaralı Anıtlar Kuruluna 2007’de, 1
no.lu Anıtlar Kurulunun kararını kaldırıyor, diyor ki: “İnşaat yapabilirsiniz.”
Beyoğlu Belediyesi ne yapıyor? Bu Anıtlar Kurulunun verdiği karar üzerine
“İnşaat yapın.” diyor. Şimdi, siz tarihi, kültürü bu şekilde koruyacağınızı
sanıyorsanız, anıt ve sit kavramları kentsel estetik kurallarıyla uyumsuz,
çirkin yapılaşmaların, tarihin önüne beton dikmenin neye mal olacağını görmek
gerekiyor özelikle bu tür seçim dönemlerinde bu kentsel sit alanlarında yapılan
çalışmalar nedeniyle. Şimdi,
buradan şuna biz şeye gelmek istiyoruz, doğanın korunmasıyla ilgili olarak 2010
Kültür Başkenti olan böyle bir yaklaşımda şunu sormak istiyoruz: Evet,
anıtlarımızı koruyalım, tarihimizi koruyalım, kültürlerimizi de koruyalım. Bu
yasayla nasıl koruyacağız söyler misiniz? Bunun arkasından kara yolları
özelleştirme yasası gelecek, ormanları tesis yapacağız. Bunun arkasından bu
yasayla boğaz köprülerinin ikisini satacağız Yap-İşlet-Devret
Yasası’na istinaden. Yap-işlet-devret, ismi üstünde, yap, ondan sonra işlet,
devrettir. Biz yapılanı sat, devret noktasında bir yasa getireceğiz. Şimdi, Hükûmetin temel politikası, EPDK ve enerji piyasalarıyla
ilgili çıkarılan son yasalar, arkasından gelecek olan 2/B Yasası, bütün bunlar
doğanın, tarihin, sit alanlarının hepsine kazma vurulması anlamına gelmiyor mu?
Şimdi Hükûmetin politikası bir taraftan
yap-işlet-devret, bir taraftan… (Mikrofon
otomatik cihaz tarafından kapatıldı) BAŞKAN –
Buyurun Sayın Kaplan. HASİP
KAPLAN (Devamla) - …2/B Yasası gelecek, Kıbrıs kadar bir yer Türkiye’de
satılacak. O bir taraftan, kara yollarının istimlakiyle
arazilere binalar, tesisler yapılacak. Bir taraftan böyle bir yasayı
çıkarıyoruz, özel idarede biriken üç beş kuruşu, o ilçede, o beldede veya ilde
hizmete sunacağız. Arkasından da kaşıkla alınanı kepçeyle dağıtmak değil artık,
bu dağıtımın bambaşka bir adı olsa gerek. Önümüzdeki dönem, küresel krizi aşmak
için özelleştirmenin doldurduğu boşluk bu tür satımlarla olacak. Bu tür
satımlar da tarihî ve kültürel varlıklarımıza dinamit koyacak. Önümüzdeki
günlerde göreceğimiz budur. Yani politikalarda yeknesaklık yoksa o zaman bu
tavırlar da doğru değil, samimi değil, inandırıcı değil ama bu yasada
önergelerimizle beraber biz de katkı sunmaya çalışacağız. Teşekkür
ediyorum. (DTP sıralarından alkışlar) BAŞKAN –
Teşekkürler Sayın Kaplan. Şahısları adına ilk söz, Mersin Milletvekili Behiç Çelik’e ait. Buyurun
Sayın Çelik. (MHP sıralarından alkışlar) BEHİÇ
ÇELİK (Mersin) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; 2863 sayılı Kültür ve
Tabiat Varlıklarını Koruma Kanunu’nda bazı değişiklikler öngören tasarının
1’inci maddesi üzerinde konuşma yapmak üzere şahsım adına söz almış
bulunmaktayım. Bu vesileyle yüce heyetinizi saygıyla selamlarım. Söz konusu Kanun’un 12’nci maddesinin altıncı ve yedinci fıkralarında
bir değişikliğe gidiliyor ve buna göre -Başkanlığın okuttuğu gibi- emlak
vergisinin yüzde 10’u oranında, taşınmaz kültür varlıklarının korunmasına katkı
payı tahakkuk ettirilerek işlemi yapan belediyece emlak vergisiyle birlikte,
taşınmaz kültür varlıklarının korunmasına katkı payı olarak tahsil edilerek
özel idarede açılan özel hesaba toplanıyor. Demek ki
bu katkı payı, özel idare ve belediyelerce kültür varlıklarının korunması ve
değerlendirilmesi amacıyla hazırlanan projeler kapsamında, kamulaştırma,
projelendirme, planlama ve uygulama konularında kullanılmak üzere vali
tarafından özel idare ve belediyelere aktarılıyor. Toplanan bu payın özel
idarelerce harcanacak olan miktar yekûnunun yüzde 30’unu geçmemesi şeklinde bir
düzenleme söz konusu. Şimdi,
arkadaşlar, 2863 sayılı Yasa’nın 12’nci maddesinin altıncı ve yedinci
fıkralarının bu şekilde düzenlendiğini burada görüyoruz. Ancak AKP İktidarı
aynı fıkraları 5226 sayılı Kanun’la zaten daha önce 2004 yılında düzenlemişti.
Şimdi tutup yeni bir düzenleme daha getiriliyor. Bu davranış, iktidarın
ayrıntılı düşünerek bir irade ortaya koyamadığının en önemli kanıtıdır. Burada,
katkı payının oran ve miktarları üzerinde değil, söz konusu payın nereye
harcandığı mevcut statü çerçevesinde tabii ki çok daha önem arz etmektedir. Taşınmaz
kültür ve tabiat varlıkları Türkiye’de sadece Rum’un, Yunan’ın, Bizans’ın,
Ermeni’nin vesaire varlıkları anlamına gelmez. Hatta arkeoloji deyince, genel
kanı, Bizans ve yok olmuş Anadolu kavimlerine istinat ettirilmeye çalışılıyor
ve arkeoloji bilimi Türkiye’de genel kabul edilmiş âdeta, sadece buna istinat
ettirilerek orada kalıyor. Bu anlayış yanlıştır. Anadolu’nun
dört bir yanı beylikler, Selçuklu, Osmanlı başta olmak üzere eşsiz eserlerle
dolu iken bunların yıkılmaya ve çürümeye terk edilmiş olması asla kabul
edilemez. Ama örneğin Doğu’da Van Gölü içerisinde Akdamar Kilisesi iktidar
tarafından onarıldı. Şimdi,
tabii ki Akdamar Kilisesi’ne kadar gelmişken Akdamar Kilisesi’nin hemen
kuzeyine dürbünle bakıldığında karşıda Ahlat diye bir
ilçe var ve bu Ahlat -müteaddit defalar gittim- taşıyla, toprağıyla, kıyısıyla
gölüyle, yaşayan insanıyla çok örnek bir kent. Burada Selçuklu
mezarlığı var. Alparslan’ın Malazgirt Zaferi’ni kazandığı savaş alanının
hemen (Mikrofon
otomatik cihaz tarafından kapatıldı) BAŞKAN –
Buyurun Sayın Çelik, devam edin. BEHİÇ
ÇELİK (Devamla) – Teşekkür ederim Sayın Başkan. Yıllarca
orada Ankara Dil ve Tarih-Coğrafya Fakültesinden rahmetli Selçuk Karamağaralı ve eşi Profesör Doktor Beyhan Karamağaralı’nın yapmış olduğu arkeolojik çalışmalara ne
yazık ki hiç destek verilmedi, hâlâ verilmiyor çünkü Anadolu’da nerede bir Türk
ve İslam mührü var ise bunlar göz ardı ediliyor ama bunun yerine, AKP İktidarı,
gidiyor, trilyonları döküyor, Ermenilerin Akdamar Kilisesi’ni yapıyor, ki burada bulunan papazlar, piskoposlar Van’daki
katliamları yönetmişlerdir. Bunu asla unutmamalıyız. Van şehrine gittiğiniz
zaman mevcut Van yine eski Van’ın olduğu yerde kurulmamış, orada 15 binin
üzerinde Müslüman katledilmiştir bu Akdamar’da zamanında oturanlar tarafından.
Onun için burada biz millî şuuru idrak edemezsek bu topraklarda asla
tutunamayız. Bu
itibarla, bu yasa çerçevesinde ben bunları hatırlatmak istedim. Yüce
heyetinizi tekraren saygıyla selamlarım. (MHP sıralarından alkışlar) BAŞKAN – Teşekkürler Sayın Çelik. Şahsı
adına ikinci söz, Antalya Milletvekili Abdurrahman Arıcı’ya ait. Buyurun
Sayın Arıcı. (AK PARTİ sıralarından alkışlar) ABDURRAHMAN
ARICI (Antalya) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; 266 sıra sayılı Kültür
ve Tabiat Varlıklarını Koruma Kanununda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun
Tasarısı’nın 1’inci maddesi üzerinde şahsım adına söz almış bulunuyorum. Yüce
Meclisi saygıyla selamlıyorum. 2863 sayılı Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Kanunu’nun “Taşınmaz
kültür varlıklarının onarımına yardım sağlanması ve katkı payı” başlıklı 12’nci
maddesine 2004 yılında yasalaşan 5226 sayılı Kanun’la eklenen fıkralarda,
belediyelerin görev alanlarında kalan kültür varlıklarının korunması ve
değerlendirilmesi amacıyla kullanılmak üzere 1319 sayılı Emlak Vergisi
Kanunu’nun 8 ve 18’inci maddeleri uyarınca mükellef hakkında tahakkuk eden
emlak vergisinin yüzde 10'u nispetinde "Taşınmaz Kültür Varlıklarının
Korunmasına Katkı Payı" tahakkuk ettirileceği ve ilgili belediyesince
emlak vergisi ile birlikte tahsil edileceği, tahsil edilen miktarın il özel
idaresi tarafından açılacak özel hesapta toplanacağı, bu miktarın belediyelerce
kültür varlıklarının korunması ve değerlendirilmesi amacıyla hazırlanan
projeler kapsamında kamulaştırma, projelendirme, planlama ve uygulama konularında
kullanılmak üzere il sınırları içindeki belediyelere vali tarafından aktarılıp
kullandırılacağı hükme bağlanmıştır. Görüşmekte
olduğumuz tasarının 1’inci maddesinde getirilen düzenlemeyle, il özel
idarelerinde, bu hesapta biriken parayla, kültür varlıklarının korunması ve
değerlendirilmesi amacıyla hazırlanan projeler kapsamında kamulaştırma,
projelendirme, planlama ve uygulama yapabilecekleri hükme bağlanmaktadır. Bu
tasarıyla, il özel idarelerince oluşturulan bu özel hesaptan yüzde 30
sınırlamasıyla, korunması gerekli taşınmaz kültür varlıklarının korunma ve
onarılmasında kullanılabilecektir. Sayın
Başkan, sayın milletvekilleri; korunması gerekli taşınmaz kültür varlıkları
bize çocuklarımızın emanetidir. Bizler bu emanetlere sahip çıkarak
çocuklarımıza ulaştırmak zorundayız. AK PARTİ İktidarı öncesinde ödenek
yetersizliği, ödeneklerin geç çıkması nedeniyle kültür miraslarımızın
korunması, restorasyonu konusunda sıkıntı yaşıyorduk.
Diğer alanlarda da olduğu gibi İktidarımızın konuya gösterdiği hassasiyet, Kültür
Varlıkları ve Müzeler Genel Müdürlüğümüzün son yıllarda yapmış olduğu çalışmalardanda anlaşılmaktadır. Ülkemizde
Türk bilim adamlarınca gerçekleştirilen kazılara 2002 yılında verilen destek 2
milyon TL’nin dahi altındayken, verilen nakdî destek beş yılda yüzde 800 artış
göstererek 2008 yılında 15 milyon TL’nin üzerine
yükselmiş, yüksek bütçeli yabancı kazılar yanında boynu bükük duran Türk
kazıları hak ettikleri bütçeye sahip olmuşlardır. Uzun
yıllardır kapalı durumda bulunan müzelerimizden 2005 yılında 17, 2006 yılında
10, 2007 yılında 7, 2008 yılında 7 olmak üzere toplam 41 müzenin ziyarete
açılması sağlanmıştır. Bunlara ilave olarak son bir yıl içerisinde teşhir,
tanzim çalışmaları yapılarak 7 yeni müzenin de ilk defa açılışı yapılmıştır. Son
yıllarda Bakanlığın girişim ve gayretleriyle yurt dışından iadesi sağlanan eser
sayısında ciddi artışlar olmuş, 2007 yılında 350 eserin, 2008 yılında da 1.182
eserin ülkemize iadesi sağlanmıştır. Kültür
Varlıkları ve Müzeler Genel Müdürlüğünce son yıllarda büyük bir seferberlikle
başlatılan başta Mevlânâ Türbesi Müzesi, Karatay
Medresesi ve İnce Minareli Medrese olmak üzere İshak Paşa Sarayı’ndan Topkapı
Sarayı’na, Atatürk evlerinin bakım ve onarımından Birinci ve İkinci Meclis
binalarına, Sarıkamış’tan Çanakkale Şehitliği ve anıtlarına, Tokat Kalesi’nden
Alanya Kalesi’ne kadar Anadolu’nun dört bir köşesindeki tarihî ve kültürel
varlıklarımızın restorasyonu bu dönemde ya tamamlanmış
ya devam etmekte ya da başlanılmak üzeredir. Geçtiğimiz yıllarda başlatılan bu
kapsamlı yenileme çalışmalarının 2009 yılında da devam ettirilmesi
planlanmaktadır. Tabiidir
ki bu artışlarda en önemli etken, 2004 yılında çıkardığımız 5226 sayılı Yasa’dır. Bu Yasa’yla kültür ve tabiat varlıklarımızın
korunması ve onarılması için özel bir hesap oluşturulmuştur. 2004 yılından
bugüne kadar Türkiye genelinde birçok belediyemiz de bu hesapta biriken parayla
birçok taşınmaz kültür varlığımızı restore etmiştir. Şimdi ise belediyeler
tarafından kullanılan bu özel hesaptan il özel idaresinin de kaynak kullanması
öngörülmektedir. Tasarının
genel gerekçesinde de ifade edildiği gibi, bu maddeyle il özel idarelerinin
görev alanlarında proje teklifinde bulunması ile toplanan emlak katkı payının
gereği gibi harcanması ve banka hesabında atıl olarak tutulan miktarların
projeye dönüştürülmesi sağlanacaktır. Tasarının
hayırlı olmasını diliyor, yüce Meclisi saygıyla selamlıyorum. (AK PARTİ
sıralarından alkışlar) BAŞKAN –
Teşekkürler Sayın Arıcı. Sayın
milletvekilleri, madde üzerinde konuşmalar tamamlanmıştır. Soru-cevap
işlemine başlayacağız. Yalnız süremiz on dakikadır, fazla soru soran
arkadaşımız var, ona göre soruları kısa sorarsak memnun olurum. Sayın
Özdemir, buyurun efendim. HASAN
ÖZDEMİR (Gaziantep) – Sayın Başkan, Sayın Bakana soruyorum: Seçim bölgem
Gaziantep ve yöresi birçok medeniyetlerin iz bıraktığı, beş bin yıllık bir
yerleşim ve kültür merkezidir. Gaziantep’te Gaziantep Kalesi, Zeugma ve Yesemek gibi yerlerde kültür turizmiyle ilgili iyileştirme
var ise de birçok yöresindeki eski yerleşim yerleri, mezarlar, kaleler ve
höyükler kültür turizmine açılmayı beklemektedir. Bunları, başta Oğuzeli Tilbaşar Kalesi ile bilhassa Barak Ovası’ndaki birçok
höyüğü kültür turizmine açmayı düşünüyor musunuz? Teşekkür
ediyorum. BAŞKAN –
Teşekkürler Sayın Özdemir. Sayın
Çelik, buyurun efendim. BEHİÇ
ÇELİK (Mersin) – Sayın Başkan, teşekkür ediyorum. Ben
özellikle bu madde bağlamında Sayın Bakanıma şu soruyu yöneltmek istiyorum:
Kamulaştırma, ihale çalışmalarından sonra bugüne kadar gördüğüm tarihî eser restorasyonlarında bazen uzmanlara verilmeyen bu işler, ehil
olmayan kimselere verilen işler ne yazık ki o tarihî eseri önemli ölçüde tahrip
etmektedir yani tamamen orijinal özelliğini yitirmekte, örneğin sıva yaparak
tamamen karakterini değiştirmekte ya da iç elektrik donanımlarını,
tesisatlarını, orijinal taşlarını, kayalarını kırarak, kopararak yapmaktalar.
Bu da orijinaliteyi tamamen yok etmektedir. Bu konuda, ehil ellere geçmesi
konusunda belediye ve özel idarelere bir genelgeniz olacak mı? Bunu takip
ediyor musunuz? Teşekkür
ederim. BAŞKAN –
Teşekkürler Sayın Çelik. Sayın
Taner… RECEP
TANER (Aydın) – Sayın Bakan, görüşmekte olduğumuz bu 1’inci maddede
belediyelerin bugüne kadar tahsil edip kullanmakta oldukları payların,
yeterince kullanılmadığından dolayı yüzde 30’unun il özel idareleri tarafından
kullanılması sağlanmaya çalışılmakta. Şimdi
soruyum: 1) Bugüne
kadar tahsil edilip de kullanılmayan katkı payı miktarı ne kadardır? 2) Bu
düzenleme ile il özel idarelerinin başı olan il valisi hem bu katkı payının
kullanıcısı hem de denetleyicisi konumuna geliyor. Nasıl bir uygulama yapılacak? Teşekkür
ederim. BAŞKAN –
Teşekkürler Sayın Taner. Sayın Paksoy… MEHMET
AKİF PAKSOY (Kahramanmaraş) – Teşekkür ederim. Sayın
Bakana iki sorum var: 1)
Kütüphanelerde çalışan personellerin özlük haklarında bir iyileştirme yapmayı
düşünüyor musunuz? 2) Kütüphane
müdürleri üniversitelerin kütüphanecilik bölümünden mezun olanlardan mı
atanmakta yoksa getirmek istediğiniz kişileri önce il kültür müdür yardımcısı
yapıp ondan sonra geçici görevle mi makamları dolduruyorsunuz? Bu şekilde kaç
kütüphanede meslek dışı atadığınız müdür vardır? Teşekkür
ederim. BAŞKAN –
Teşekkürler Sayın Paksoy. Sayın Tankut… YILMAZ TANKUT (Adana) – Teşekkür ediyorum
Sayın Başkan. Sayın
Bakana sormak istiyorum: Bu tasarı kanunlaştığı takdirde söz konusu varlıkların
korunmasıyla ilgili olarak Bakanlık kurullarından ne kadar ilave bir kaynak
beklenmektedir? Yine,
Adana’da bulunan kültür ve tabiat varlıklarının korunması ve onarılması için bu
yılki bütçeden ayrılan bir ödenek var mıdır, varsa miktarı nedir? Adana ve
civarı için şu anda bu kanun yürürlüğe girdikten sonra ne miktarda bir ödenek
tahsisi yapılabilecektir? Söz konusu bu ödeneklerin Adana’ya düşebilecek
miktarı ile Adana’daki hangi eser ve yapıların korunması ve onarılması
düşünülmektedir? İsimlerini söyleyebilirseniz memnun olurum. Teşekkür
ediyorum. BAŞKAN –
Teşekkür ederim. Sayın
Bal, buyurun efendim. ŞENOL BAL
(İzmir) – Teşekkür ediyorum Sayın Başkan. Sayın Bakan, Kültür ve Turizm Bakanlığı tarafından bütün evrakları
muhafaza edilen, çalışma disiplini belirlenen, her yıl kokartlarına vize
alabilmek için sabıkasızlık belgesi istenen ve zorunlu hizmet içi seminerlere
katılan kokartlı profesyonel turist rehberlerinin, bütün dosyaları Kültür ve
Turizm Bakanlığı bünyesinde ve çalışmaları da yine aynı Bakanlık tarafından
denetlendiğine göre, yaptıkları iş hangi meslek sınıfı içerisine konmaktadır? Bakanlık
hangi yasaya dayanarak bu kişileri “rehber” adı altında görevlendirmektedir? Kokartlı
profesyonel turist rehberleri neden bir meslek yasasına sahip değillerdir? Yine en
son madde: Turist rehberleri bütün dünyanın her yerinde ören yeri ve müzelere
girişte ücret ödemezken Türkiye’de neden ücret ödemektedir? Teşekkür
ediyorum. BAŞKAN –
Teşekkürler Sayın Bal. Sayın
Doğru, buyurun. REŞAT
DOĞRU (Tokat) – Teşekkür ederim Sayın Başkan. Bu kanun
gereği kültür ve tabiat varlıklarının korunması için ayrılan yüzde 10 payı il
özel idarelerine ve valinin kontrolüne veriyoruz. Bu ayrılan pay mevcut
belediye yönetimine neden kullandırılmıyor? Belediyelere kullandırılmış olsa ve
de takipçisi de vali olsa daha iyi olmaz mıydı? Yine
Sayın Bakana ikinci soru olarak sormak istiyorum: Tokat ili Zile ilçemiz tarihî
özellikleri olan bir ilçemizdir. Buranın en güzel yerlerinden olan Zile Kalesi
ve etrafındaki tarihî yapılar Bakanlığınızdan ilgi ve ihtimam bekliyor. Bu
konuda sizden bilgi istiyorum. Teşekkür
ederim. BAŞKAN –
Teşekkürler Sayın Doğru. Son soru,
Sayın Şandır, buyurun efendim. MEHMET
ŞANDIR (Mersin) – Çok teşekkür ederim. Sayın
Bakan, kültür ve tabiat varlıklarını korumak bir anlayış, bir politika, bir
temel yaklaşım meselesidir. Bu anlamda, bu bağlamda soruyorum: Mersin
sahillerinde, Mersin, Muğla, Aydın sahillerinde kurulan balık çiftlikleri
tabiat varlıklarına karşı bir tehdit değil midir? Ayrıca,
Mersin’in gerçekten cennet gibi bir koyu olan Büyükeceli
Koyu’nda nükleer santral yapılmaktadır. Bunu, yani nükleer enerji teknolojisine
sahip çıkmayı, sahip olmayı ben de kabul ediyorum, talep ediyorum ama böyle bir
santrali götürüp o koyda yapmak tabiat varlıklarına karşı bir tehdit değil
midir? Bu konuda hem düşüncelerinizi hem tedbirlerinizi öğrenmek istiyorum. Teşekkür
ederim. BAŞKAN –
Teşekkürler Sayın Şandır. Sayın
Bakanım, cevap verebilirsiniz. Buyurun. KÜLTÜR VE
TURİZM BAKANI ERTUĞRUL GÜNAY (İstanbul) – Teşekkür ederim Sayın Başkan. Son
sorudan başlayarak arkadaşlarıma cevap vermek istiyorum. Sayın Şandır’ın da işaret ettiği gibi balık çiftlikleri gerçekten
Türkiye'nin birer tabiat harikası olan koylarımızın çok içlerine kadar, yakın
zamana kadar, yerleşmiş durumdaydı. Bu, Mersin civarında, Muğla civarında,
birçok yörede turizmi de tehdit eder, tabiat varlıklarını da tehdit eder bir
durumdaydı. Şimdi biz bunlarla ilgili ciddi bir yeni çalışma yapıyoruz. Bu
konuda hâlen komisyonda bulunan bir yasa tasarısı da var. Ayrıca,
Mersin özelinde, söylemem gerekirse, 8 kadar balık çiftliği planlanmıştı. İlk
hamlede bunların 4’ü zaten kaldırıldı bizim itirazlarımızla. Sonra geri kalan
4’ünü bizzat yerinde gözledik. Bunların 3’üne tekrar itiraz ettik. Şu anda
Mersin’de planlanan 1 balık çiftliği kaldı. Öbür geri kalan tümü bizim
tarafımızdan itiraza konudur ve sanıyorum ki gerçekleşmeyecek. Nükleer
santral tabii çok daha eskiden gelen, planlanmış bir çalışma. Bir yandan
Türkiye'nin nükleer enerjiye ihtiyacı var, bir yandan da tabii herhangi bir
coğrafya buna çok şu anda talip olmuyor. Bunu da Türkiye'nin ihtiyaçları ile
Türkiye'nin gerçekleri arasında bir yeni politikayla çözmeye çalışacağız. Bizim
dönemimizde tabiatı tehdit eden, turizmi tehdit eden, tarihsel varlıkları
tehdit eden hiçbir başka girişime, taş ocağı, kum ocağı, maden ocağı gibi
girişime veya balık çiftliği gibi girişime hoşgörüyle, toleransla yaklaşmıyor,
önce itirazlarımızı belirtiyoruz ve mümkün olduğu kadar bu varlıkları korumaya
çalışıyoruz. Sayın
Doğru’nun ve birkaç arkadaşımızın sorusu bu kanunun mantığını anlamakla ilgili.
Değerli
arkadaşlarım, burada zaten şöyle bir uygulama yapılıyor: Geçen dönem
Parlamentonun yaptığı kültür varlıklarını koruma doğrultusundaki en önemli
reform niteliğindeki girişimlerden birisi bu. Katkı yapan bütün arkadaşlarıma,
parti ayrımı gözetmeksizin, şu anda bu sıfatı taşıyan arkadaşınız olarak
teşekkür etmek istiyorum. Kültür ve
Turizm Bakanlığı fevkalade önemli alanlarda yaygın bir çalışma göstermeye
gayret ediyor ama bütçemiz sınırlı, tarihsel varlığa sahip çıkmak için ek
kaynaklar bulunmaya çalışılmış ve emlak vergilerinden yüzde 10 kesinti yapılmış
ve bu yüzde 10 kesinti tescilli varlıkların kamulaştırılması, projelendirilmesi
ve uygulanması için korunmaya çalışılmış. Fakat elimde bir liste var, bu yıl
sonu itibarıyla, 2005’ten, yani yasanın çıktığından bugüne kadar 350 milyon TL’ye yakın para toplanmış,
bunun ancak yarısı kullanılabilmiş. Şu
anda, kullanılmayan 180 milyon TL varsa, bunun yüzde 30’unu da bu biçimde
devreye sokabileceksek, demek ki 60 milyon civarında, bizim için fevkalade
önemli olan tarihsel varlığa sahip çıkılması için bizim Bakanlığımızın
bütçesine oranladığımız zaman, fevkalade önemli olan yeni bir kaynağı seferber
edeceğiz. Peki,
bunu özel idare… Diyor ki arkadaşlarımız: “Belediyeler seçilmiş organlar, vali
atanmış.” Valiye değil, biz valinin aktaracağı bir mekanizma içinde özel
idarelere kullandırıyoruz. Belediyeler, bu restorasyon
projelerini yapıp uygulamaya başladıklarında hangi birimlerin kurallarına
bağlıysa özel idareler ve il genel meclisleri de aynı kurallara bağlı yani
koruma kurullarının ilkelerine bağlı, koruma kurullarının ilkeleri çerçevesinde
bu uygulamaları yapacaklar ve yine bizim rölöve ve
anıtlar müdürlüğümüz nasıl belediyelerin yaptığı çalışmaları denetliyorsa
bunları da denetleyecek. Peki,
paranın nasıl kullanıldığı… Zaten vilayetin tasarruflarını denetleyen bir
mekanizma var, Sayıştay var. Yani vilayetin tasarrufları bir yandan belli bir
muhasebe denetimi içinde bir yandan da idarenin her türlü eylem ve işlemi zaten yargı
denetimi altında yani layüsel bir kullanım
mekanizması çıkarmıyoruz. Bakanlığın, bu konuda belediyeler yaparken hangi söz
ve karar hakkı varsa, vilayet, özel idare, il genel meclisi yaparken aynı söz
ve karar hakkı var. Şimdi,
burada, arkadaşlarıma… Zaman
yetmiyor. BAŞKAN –
Sayın Bakanım, süreniz doldu, devam edecekseniz bir iki dakika daha vereyim. KÜLTÜR VE
TURİZM BAKANI ERTUĞRUL GÜNAY (İstanbul) -
Bir iki dakika izin verirseniz, bunu açıklamam gerekiyor. BAŞKAN –
Buyurun efendim. KÜLTÜR VE
TURİZM BAKANI ERTUĞRUL GÜNAY (İstanbul) -
Biz, burada atıl olan bir kaynağı harekete geçirmeye çalışıyoruz.
Türkiye'nin tarihsel varlığına sahip çıkması, Türkiye'nin tarihsel birikimine
sahip çıkması gerekiyor. Arkadaşlarımız, Ahdamar ve Ahlat örneklerini verdiler. Ahdamar’a
sahip çıkılmış, Ahlat’a da sahip çıkıyoruz. Ben size
rakamlarıyla veririm. Erciş’te Çelebibağ
Mezarlığı’na, Selçuklu Mezarlığı’na aynı ölçüde yardım ettik. Edirne’deki Ekmekçioğlu Kervansarayı’nı arkadaşlarımın görmesini
isterim. Yani biz dönem ayrımı gözetmeksizin bütün tarihsel birikimimize, bütün
kültürel birikimimize sahip çıkmak ve atıl bulunan kaynakları harekete geçirmek
için bir arayış içindeyiz ve bir gayret içindeyiz. Arkadaşlarımızın
başka soruları var. Gaziantep’i biz çok önemsiyoruz. Gaziantep’te şu anda
Büyükşehir Belediyesinin başlattığı bir kültür müzesi girişimi var. Daha dün
ilgili arkadaşlarımızla konuştum. Bu yıl ciddi biçimde biz oraya döner sermaye
imkânlarımız içinde kaynak aktaracağız. Ben Gaziantep’in, Urfa’nın, Mardin’in,
bütün bu coğrafyanın kültür turizmi açısından çok önemli bir destinasyon
olduğuna bütün kalbimle inanıyorum ve bununla ilgili altyapıyı -bir kez daha
söylüyorum- dönem ayrımı gözetmeksizin, Roma Dönemi, Bizans Dönemi, Osmanlı
Dönemi, Selçuklu Dönemi ayrımı gözetmeksizin bu topraklarda bulunan her türlü
zenginlik bizim kültürümüzdür ve bizim zenginliğimizdir anlayışı çerçevesi
içinde paylaşmaya çalışıyoruz. Sayın
Doğru, daha bugün Zile’yle ilgili bir görüşme yaptım. Zile’de kale, kalenin
çevresindeki Osmanlı kışlası bu yılın yatırım programı içindedir.
Arkadaşlarımızın emin olmasını isterim. Rehberlerle
ilgili yeni bir çalışma içindeyiz. Rehberlerle ilgili, ne yazık ki yasa,
rehberleri “esnaf” olarak tarif ediyor. Ben bunu doğru bulmuyorum yani
rehberlerin bu sınıflandırılması bana doğru gelmiyor. Biz 4848 yani kuruluş
kanunumuzdan yola çıkarak rehberlerle ilgili bir yetki sahibi, bir
belgelendirme imkânı yetkisi sahibiyiz ama yeni bir düzenlemeye ihtiyaç var ve
bu alanda çalışmalar yapıyoruz. Eksik
kalan hususları daha sonra arkadaşlarımızın soruları çerçevesinde
cevaplandırmaya çalışırım. Teşekkür
ederim Sayın Başkanım. Teşekkür
ederim arkadaşlar. BAŞKAN –
Teşekkürler Sayın Bakanım. Sayın
milletvekilleri, madde üzerinde üç önerge vardır. Önergeleri önce geliş sırasına
göre okutacağım, sonra aykırılık sırasına göre işleme alacağım. İlk
önergeyi okutuyorum: TBMM
Başkanlığı’na Görüşülmekte
olan 266 sayılı yasa tasarısının 1 inci maddesinin 3 üncü fıkrasında
“belediyelere” ibaresinden sonra gelen “vali tarafından aktarılır ve bu pay
valinin denetiminde kullanılır” ibaresinin “resen aktarılır ve bu pay il genel
meclisi ve belediye meclislerinin denetiminde kullanılır.” olarak
değiştirilmesini arz ve teklif ederiz.
Türkiye
Büyük Millet Meclisi Başkanlığına Görüşülmekte
olan 266 Sıra Sayılı Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Kanununda Değişiklik
Yapılmasına Dair Kanun Tasarısının 1. maddesinin 3. fıkrasının aşağıdaki
şekilde değiştirilmesini arz ve teklif ederiz.
“Tahsil
edilen miktar, il özel idaresi tarafından açılacak özel hesapta toplanır. Bu
miktar; il özel idaresince ve belediyelerce kültür varlıklarının korunması ve
değerlendirilmesi amacıyla hazırlanan projeler kapsamında kamulaştırma,
projelendirme, plânlama ve uygulama konularında kullanılmak üzere il özel
idaresine ve il sınırları içindeki belediyelere vali tarafından aktarılır ve bu
pay valinin denetiminde kullanılır. Tahsil edilen miktarın yıl içinde
kullanılmayan kısmının yüzde 30’u il özel idarelerince yapılan projeler için
kullanılır.” BAŞKAN –
Şimdi maddeye en aykırı önergeyi okutup, işleme alacağım. Türkiye
Büyük Millet Meclisi Başkanlığı’na Görüşülmekte
olan 266 sıra sayılı “Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Kanunu’nda
Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Tasarısı”nın 1 inci maddesinin tasarıdan
tümüyle çıkarılmasını arz ve teklif ederim. 14.01.2009 Ufuk
Uras İstanbul BAŞKAN –
Komisyon katılıyor mu efendim? MİLLÎ
EĞİTİM, KÜLTÜR, GENÇLİK VE SPOR KOMİSYONU BAŞKANI MEHMET SAĞLAM (Kahramanmaraş)
– Katılmıyoruz Sayın Başkan. BAŞKAN – Hükûmet katılıyor mu önergeye? KÜLTÜR VE
TURİZM BAKANI ERTUĞRUL GÜNAY (İstanbul) – Hayır efendim. BAŞKAN –
Sayın Uras, buyurun. MEHMET
UFUK URAS (İstanbul) – Sayın Başkan, değerli vekiller; önce, dün Mustafa Suphi
ve 15 arkadaşının Karadeniz’de öldürülmelerinin yıl dönümüydü. Yakın
tarihimizin ilk siyasi cinayetinde, cinayeti işleyenler de daha sonra
öldürüldü, onları öldürenler de daha sonra öldürüldü. Bu zincirleme cinayet
serilerinin aydınlatılmasını hâlâ beklemekteyiz. Bu vesileyle Mustafa Suphi ve
arkadaşlarını sevgi ve saygıyla anmak istiyorum. Şimdi,
medeniyetler mozaiği olan ülkemizde mevcut tarihî, kültürel ve doğal dokunun
korunması, merkezî yönetimin, yerel yönetimlerin, sivil toplum kuruluşları ve
vatandaşlarımızın her birinin ayrı ayrı sorumluluk
bilincini gerektirmektedir; bunu biliyoruz. Anatole France Kırmızı Zambak’ta diyor ki: “Kimlik öyle bir şeydir
ki cüzdanınızı, tarağınızı kaybetmeye benzemez. Onları kaybettiğinizde
bulabilirsiniz. Ama kimliğinizi kaybettiğinizde onu bulacak şey kaybedildiği
için hiçbir şansınız yoktur.” O yüzden her türlü kültürel varlığımızın, kimliğimizin
o renkliliği ve çoğulculuğu içerisinde savunulması önemli. O yüzden “Akdamar
mı, Selçuklu mirası mı?” diye, kültürel varlıklara “O mu, bu mu?” diye
bakılmaz, bize yakışan “hem o hem bu” diye bütün bu zenginliklerimizi
benimsemektir. Camilerimizdeki
değerli, tarihî, otantik halılara baktığınızda, nasıl bir envanteri tutuluyor
diye incelediğinizde, sayı üzerinden yapılan değerlendirmenin ilmik, tür, iplik
cinsi vesair gibi ayrıntılı kriterlerle yapılmadığını
gördüğünüzde, örneğin eski halıların yerini halıflekslerin
aldığını gördüğünüzde sadece sayı üzerinden envanter
tutmanın yeterli olmadığını görüyoruz, buna Diyanet İşleri Başkanlığının da
dikkatini çekmek istiyorum. Şimdi, bu
doğrultuda yerel yönetimlerin emlak vergilerinin yüzde 10’unun taşınmaz tarihî
yapıların ve alanların korunması için ayrılmakta ve valiliğin, il özel
idaresinde belediyenin kullanımı için toplanmakta olduğu söyleniyor ve
yapılacak değişiklik ile belediyelerin kullanımı için, bu tarihî, kültürel ve
doğal dokunun korunması için bulunan kaynakların bir kısmı merkezî yönetim
temsilcisi vali inisiyatifinde il özel idarelerine
kullandırılmaya çalışılıyor. Yasanın ele alındığı komisyon
raporunda da emlak vergisinden ayrılan yüzde 10 payın taşınmaz kültür ve tabiat
varlıklarının korunması için harcanmasının devrim niteliğinde bir adım olduğu,
bu hesapta 2007 yılı sonu itibarıyla 234 milyon YTL toplandığı ve ancak bunun
90 milyon YTL’sinin belediyeler tarafından kullanıldığı, geri kalan meblağın
bankalarda durduğu açıklandı. Yerel yönetimlerin kültür ve tabiat
varlıklarının korunması için gerekli olan personelin istihdamı, projelerin
oluşturulması ve uygulanması hâlinde ne bu kaynaklar hesapta kalacaktır ne de
kültür ve tabiat varlıklarının yok olması söz konusu olacaktır. Belediyelerin
bütçesi ve kadroları dikkate alındığında, bu düzenleme de yerine
getirilemiyorsa il özel idarelerinin üzerinden yerine getirilmesi mümkün müdür?
Yerel yönetimlerin güçlendirilmeye çalışıldığı bir dönemde yerel yönetimlerin
kullanması gereken bir kaynağın valilik inisiyatifine
bırakılması yerel yönetimlerin güçlendirilmesi düşüncesiyle bir tezat
oluşturmuyor mu? Söz
konusu düzenlemede diğer sorun tahsil edilen kaynağın denetimiyle ilgilidir. İl
özel idarelerince yapılan projeler için kullanılan miktarın yüzde 30’u
geçemeyeceği söyleniyor. 5302 sayılı İl Özel İdaresi Kanunu’nun 29’uncu
maddesinde il özel idaresinin başı ve tüzel kişiliğinin temsilcisi olarak
tanımlanan valinin denetiminde oluşturulan bir hesaptan valinin başı ve tüzel
kişiliğinin temsilcisi olduğu bir kuruma para kullanabilme yetkisi
verilebilmesi objektiflikten uzak ve suistimale açık
olmuyor mu? Kanunla, bu özel hesabın valinin denetiminde kullanılacağı da hükme
bağlanıyor. Valinin yönetiminde çalışan il özel idaresinin yapacağı
harcamaların kimin tarafından nasıl denetleneceği de bir sorun. Vali hem
denetleyen hem yöneten ve hem de proje uygulayan bir makam konumuna
getiriliyor. Ayrıca,
kamu yönetimi politikasında son yıllarda yapılan değişikliklerle il özel
idareleri ve dolayısıyla merkezî hükûmet ile yerel
yönetimler arasında yetki ve görev paylaşımının ters türs edildiğini biliyoruz.
Belediyelerin topladığı ve il özel idaresi hesabına yatırılarak valilik
tarafından belediyelerin kullanımına sunulan emlak vergisi kaleminden kesilen
yüzde 10 payın il özel idaresi ve belediyeler arasında pay edilmesi kurumlar
arasında siyasi rekabeti artıracaktır. Tam tersine, belediyeler merkezî yönetimin
vesayetinden kurtarılmalıdır. Özel hukuka tabi gerçek ve tüzel kişilerin
mülkiyetinde bulunan korunması gerekli kültür ve tabiat varlıklarının
korunması, bakım ve onarımlarının yapılmasının maliyeti çok yüksektir, rölövesini almak, projesini yaptırmak, gerekli izni,
ruhsatı almak ve aslına uygun tamir edecek usta bulmak zordur. Yoksul ve
emeğiyle geçinmeye çalışan alt gelir grubundaki vatandaşlarımızın bütün bunları
yaptırması da zaten mümkün gözükmemektedir. Kentsel
dönüşüm projeleri kapsamına alınarak, yıkılması yerine, bu vatandaşlarımızın
yerlerinden edilmeden, fonda biriktirilen kaynakların kullanılarak kazanımı
sağlanabilir. Bunun en güzel ve taze örneği Sulukule’dir.
Tarihî kentsel alan olan Sulukule’de daha dün
dozerlerin karşısına çocuklar dikildi. O mahalleyi koruyacak para fonda
yatarken, yıkanlara karşı birçok çocuk dozerlerin önüne dizildiler. Şimdi,
durup düşünmek lazımdır. Türkiye’deki çocuklar neden dozerlerin, tankların
karşısına diziliyor? Sebebiyse, tarihî kentsel mekânlarda yoksul ve emekçi
kesimlerin oturduğu dokulara gerekli yatırımların yapılmamasıdır. (Mikrofon
otomatik cihaz tarafından kapatıldı) BAŞKAN –
Buyurun Sayın Uras, devam edin. MEHMET
UFUK URAS (Devamla) – Teşekkür ederim. Can
Yücel, bir şiirinde; “Benzer kentler benzer insanları yaratıyor. Benzer
insanlar da benzer kentleri yaratıyor.” demişti. Maalesef, seksen bir ilimize
şöyle bir bakıldığında, hepsinin birbirine benzediğini, insanların da birbirine
benzediğini, hâlbuki bütün bu tek tipleşmeye karşı kültürel zenginliğimizin,
barış içinde bir arada yaşama irademizin en büyük teminatının bu olduğunu
görüyoruz. O yüzden, merkezde değil yerellerde… MUHARREM
SELAMOĞLU (Niğde) – O çocuklar orada yaşamaktan mutlu mu? MEHMET
UFUK URAS (Devamla) – Efendim? MUHARREM
SELAMOĞLU (Niğde) – O çocuklar orada yaşamaktan mutlu mu o şartlarda? MEHMET UFUK URAS (Devamla) – İşte, onları çocuklara sormak lazım,
doğrudan demokrasinin yararı galiba burada. Hepinize
teşekkür ediyorum. (DTP sıralarından alkışlar) BAŞKAN –
Teşekkürler Sayın Uras. Önergeyi
oylarınıza… III.- YOKLAMA (CHP
sıralarından bir grup milletvekili ayağı kalktı) K. KEMAL
ANADOL (İzmir) – Yoklama istiyoruz. BAŞKAN –
Sayın Anadol? Burada. Sayın
Ünsal? Burada. Sayın Koçal? Burada. Sayın
Yıldız? Burada. Sayın
Barış? Burada. Sayın
Ekici? Burada. Sayın Arifağaoğlu? Burada. Sayın
Ergin? Burada. Sayın
Bingöl? Burada. Sayın
Oyan? Burada. Sayın
Kesici? Burada. Sayın
Çakır? Burada. Sayın
Arıtman? Burada. Sayın Ağyüz? Burada. Sayın
Paçarız? Burada. Sayın
Kaptan? Burada. Sayın
Akıncı? Burada. Sayın Arslan? Burada. Sayın Özer?
Burada. Sayın Günday? Burada. Yoklama
için üç dakika süre veriyorum ve yoklamayı başlatıyorum. Pusula
gönderen arkadaşlar lütfen Genel Kurulu terk etmesinler. (Elektronik
cihazla yoklama yapıldı) BAŞKAN –
Toplantı yeter sayısı vardır. VII.- KANUN TASARI VE TEKLİFLERİ İLE
KOMİSYONLARDAN GELEN DİĞER İŞLER (Devam) A) Kanun Tasarı ve Teklifleri (Devam) 2.- Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma
Kanununda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Tasarısı ile Millî Eğitim, Kültür,
Gençlik ve Spor Komisyonu Raporu (1/608) (S. Sayısı: 266) (Devam) BAŞKAN –
Komisyonun ve Hükûmetin katılmadığı önergeyi
oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler… Kabul etmeyenler… Önerge kabul
edilmemiştir. Diğer
önergeyi okutuyorum: Türkiye
Büyük Millet Meclisi Başkanlığına Görüşülmekte
olan 266 Sıra Sayılı Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Kanununda Değişiklik
Yapılmasına Dair Kanun Tasarısının 1. maddesinin 3. fıkrasının aşağıdaki
şekilde değiştirilmesini arz ve teklif ederiz. Hüseyin
Ünsal (Amasya) ve arkadaşları “Tahsil edilen miktar, il özel idaresi
tarafından açılacak özel hesapta toplanır. Bu miktar; il özel idaresince ve
belediyelerce kültür varlıklarının korunması ve değerlendirilmesi amacıyla
hazırlanan projeler kapsamında kamulaştırma, projelendirme, plânlama ve
uygulama konularında kullanılmak üzere il özel idaresine ve il sınırları
içindeki belediyelere vali tarafından aktarılır ve bu pay valinin denetiminde
kullanılır. Tahsil edilen miktarın yıl içinde kullanılmayan kısmının yüzde 30’u
il özel idarelerince yapılan projeler için kullanılır.” BAŞKAN –
Komisyon katılıyor mu önergeye? MİLLÎ
EĞİTİM, KÜLTÜR, GENÇLİK VE SPOR KOMİSYONU BAŞKANI MEHMET SAĞLAM (Kahramanmaraş)
– Katılmıyoruz. BAŞKAN – Hükûmet katılıyor mu? KÜLTÜR VE
TURİZM BAKANI ERTUĞRUL GÜNAY (İstanbul) – Katılmıyoruz. BAŞKAN –
Sayın Ünsal, buyurun efendim. (CHP sıralarından alkışlar) HÜSEYİN
ÜNSAL (Amasya) – Sayın Başkan, saygıdeğer milletvekilleri; bu değişiklik
önergesiyle bizim esasında yapmak istediğimiz şey, kanun tasarısına bir katkı
sunmak. Ama her nedense katılınmadı. Onu izah etmeye
geldim. Sayın
Bakanın çalışmalarının çok doğru bir tespiti var. Bakanlığın yaptığı
tespitlerden en önemlisi, belediyelerin bu konuda yeterli proje üretmemesi
konusunda. Ama belediyeler yeterli proje üretmiyorlar diye onların
kaynaklarının ellerinden alınmasının -bu kanunla- manasını anlamış değiliz.
Bizim de değişiklik önergesindeki isteğimiz bu. Sayın
Bakan bize sunuş konuşmasında yaptığı çalışmada şunu söyledi: Bakın 81 ilden 9
tane il özel idaresi, 23 tane belediyede ancak KUDEP kurulmuş. Yani koruma
amaçlı yapılacak çalışmaları binlerce belediyeden 23 tanesi kurmuş, 9 tane de
il özel idaresinde koruma amaçlı KUDEP kurulmuş. Bu ne demek: Daha bu yerlerde
biz koruma amaçlı çalışmaları, kültürünü yerleştirmemişiz. Dolayısıyla
yapacağımız en önemli iş, belediyelere proje üretmekte destek olmak, onların
kaynağını almak değil. Proje
üretmekte destek olmanın çok temel yolu da belediyelere destek olabilecek en
önemli kuruluşlardan bir tanesi Şehir Plancıları Odası, bir diğeri Mimarlar
Odası. Diğeri, bakın Adalet ve Kalkınma Partili bir belediye başkanının
başkanlık yaptığı Tarihî Kentler Birliği gibi bir birlik var, ÇEKÜL diye bir
vakıf var. Sivil toplum örgütlerinden destek almak gerekiyor. Bu çalışmalarda
bu tür kuruluşların desteği sağlanacağı yerde belediyelerin elinden kaynak
alınmasını hiç anlamlı bulamıyoruz. O yüzden de bu değişiklik önergesini
verdik. İlk önce onlara bu desteği verelim, ondan sonra projeleri üretsinler,
artakalan bir kısım varsa onu da il özel idareleri mutlaka kullanmalıdır. İl
özel idarelerinin kullanması için de il özel idarelerinde yeterli elemanın, teknik
elemanın ihdas edilmesi gerekir. Burada anlaşılan, hiçbir belediyede ve dokuz
tane il özel idaresi dışında yeterli teknik eleman kadrosu kurulmamış. Ne arkeoloğu var ne şehir plancısı var ne yeterli mimarı var ne sanat
tarihçisi var… Hiçbir çalışma yapılmadan “Sizler proje üretemiyorsunuz.”
diyerek ellerinden yetki alınması anlamlı değil. Bir
diğeri de, burada eleştireceğimiz en önemli konulardan bir tanesi de şudur: Bu
yasa değişikliği gelirken Plan ve Bütçe Komisyonundan mutlaka geçmesi gerekir.
Bu yanlışlık yapılmıştır burada. Çünkü emlak vergisiyle ilgili bir tasarruf ve
akçalı bir iş görüşülüyor, Plan ve Bütçe Komisyonundan bu yasa geçmiyor. Bir sakıncalı yanı da bu. Diğer
sakıncalı yanı da… Kullanılan ve kullanılmayan miktarları öğrenelim istedik.
Bizim elimizde Bakanlığın hazırladığı bir liste yok hangi bakanlık hangi ilde
ne kadar para kullanmış, kullanmamış… Ben sadece 2005 yılıyla ilgili bir
araştırma yaptım, hatta Ordu iliyle ilgili yaptım. Toplam 442 bin TL para
toplanmış 2005 yılında, 176 bin lirası kullanılmış, 266 bin lirası
kullanılmamış, tam yanındaki komşu ilde ise hiç kullanılmamış. Demek ki bazı
iller bunu başarabilmişler, bazı iller ise başaramamışlar. Dolayısıyla,
Bakanlığın bu konuyla ilgili çalışmasını da mutlaka bilmemiz gerekir diye
düşünüyorum. Bu
konuyla ilgili benim de elimde yapılan çalışmalar var ama belediyelerin yaptığı
bu çalışmalar her nedense yeterli destek göremiyor. Örneğin, Yassıçal Belediyesi kapatılmak istenen bir belediye. Burada
bir höyük yakalanmış, bulunmuş ve ortaya çıkarılmıştır. “Büyük Evliya Tepesi
Kurtarma Kazısı” dediğimiz “Zeus Altarı” denilen ve nekropol alanı şu anda definecilerin elinde kalmıştır,
burada hiçbir çalışma yapılmamaktadır. Aslında, belediye burada bir proje
üretmek istiyor ama yeterli desteği göremiyor. Daha
sonrası da yine Taşova ilçesinin Boraboy Gölü’nde
aynı şekilde Gölbeyli Belediyesinin bir çalışması
var. Belediyemiz burada çalışma yapmak istemesine rağmen elinde yeterli teknik
eleman ve destek olmadığı için proje üretememekte. Burada Bakanlığa proje
desteği sağlaması gerekirken ellerinden kaynak alınmasının yerinde olmadığını
düşünüyoruz. O yüzden de bu değişiklik önergesini verdik. Değişiklik
önergesi lehinde oy kullanmanızı istiyor, saygılar sunuyorum. (CHP sıralarından
alkışlar) BAŞKAN –
Teşekkürler Sayın Ünsal. Önergeyi
oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler… Kabul etmeyenler… Önerge kabul
edilmemiştir. Diğer
önergeyi okutuyorum efendim: TBMM
Başkanlığı’na Görüşülmekte
olan 266 sayılı yasa tasarısının 1 inci maddesinin 3 üncü fıkrasında
“belediyelere” ibaresinden sonra gelen “vali tarafından aktarılır ve bu pay
valinin denetiminde kullanılır” ibaresinin “resen aktarılır ve bu pay il genel
meclisi ve belediye meclislerinin denetiminde kullanılır.” olarak
değiştirilmesini arz ve teklif ederiz. Hasip Kaplan
(Şırnak) ve arkadaşları BAŞKAN –
Sayın Komisyon önergeye katılıyor mu efendim? MİLLÎ EĞİTİM,
KÜLTÜR, GENÇLİK VE SPOR KOMİSYONU BAŞKANI MEHMET SAĞLAM (Kahramanmaraş) –
Katılmıyoruz efendim. BAŞKAN –
Sayın Bakan? KÜLTÜR VE
TURİZM BAKANI ERTUĞRUL GÜNAY (İstanbul) – Hayır efendim. BAŞKAN –
Sayın Kaplan, buyurun efendim. (DTP sıralarından alkışlar) HASİP
KAPLAN (Şırnak) – Şimdi gerçekten bir önerge verdik, dedik ki valiler yapmasın
bu işi. Niye? Valilerin yerine, il genel meclisleri var, seçimle geliyor,
belediye meclisleri var, seçimle geliyor. E, vali kim? Atanmış, tayin edilmiş
kişidir. Bu mantık, demokrasi açısından anlayış olarak her şeyi ortaya koyuyor.
Çoğulculuktan, katılımcılıktan, çok seslilikten, kurul kararlarından yana
mısınız değil misiniz? Aslında bu önerge bunu açığa çıkarıyor. Ben biliyorum
zaten, buraya -daha önce de söyledim- “Allah birdir.” diye önerge getirsem
geçmeyeceğini biliyorum. Onun için ısrarla söyledim. Burada görevimiz,
muhalefet olarak, rengi ortaya çıkarmak. Peki,
şimdi, vali bu konuda görev yapıyor. E, bir de valilerinize bakalım sizin şöyle
birkaç tanesine, nasıl? Nasıl görev yapıyor da bu konuda adil olacak? Kömür
dağıtan bir valiniz vardı, Elâzığ Valisi, ne yaptınız onu? Taltif mi ettiniz?
Muammer Muşmal gitti. Kim geldi yerine? İstanbul
Büyükşehir Belediye Genel Sekreter Yardımcısı Muammer Erol, kadrodan. Şırnak
Valiliğine kimi gönderdiniz? Sağlık Bakanlığı Personel Daire Genel Müdürü.
Gitmiş, orada seçimle uğraşıyor, yol molla uğraşmıyor. Bakın, üç
dört gün önce Cizre’de tank taburu rampasından inişte freni patlayan bir araç
sonucu 4 yurttaşımız öldü, 15 kişi yaralandı, 20 araç hurdaya döndü, 30 iş yeri
ile 1 trafo patladı. Şimdi ben burada ölenlere rahmet, yaralılara şifa
dilerken, ben bunu Ulaştırma Bakanına, Karayolları Genel Müdürüne yirmi defa
söyledim, ama bir çevre yolu yapılmadı. Şırnak Valisine de bir kadro atadınız.
Ne yapıyor? Geçen gün gittim. Dediler: “Hasip Bey,
Eruh yolundan gel.” Tamam dedim, tümenin oradan dönerim. “Yok, yol değişti.”
dedi. Ne oldu? Aşağıdan yapmışlar Şırnak-Eruh yolunu. Oradan da çıkarken adı
“AKP Rampası” olmuş. Şoförler çıkarken kömür kamyonları, kaynatıyor. Tam tepede
su kaynattığı için, çok yüksek, adını “AKP Rampası” koymuşlar. O yolun, o
yokuşun kimse ismini bilmiyor. Niye? Rant. Hastane
yapılmış. Bir buçuk metre hastane kaymış durumda, kayıyor, Kasrik
Boğazı’na doğru gidiyor hastane, arkadaşlar. Şimdi
bırakın onu, Hakkâri Valisi ne oldu? Ayhan Nasuhbeyoğlu
yerine emniyetten birini atadınız. Yerine Cavit Çevik atandı. Batman’a, has
kadronuzu, Diyarbakır’a aynı şekilde… Yine gencecik kaymakamları
gönderiyorsunuz, tornadan çıkmış gibi. Amerika korumaları var ya devlet
başkanlarını koruyan, böyle, jilet gözlükler, özel cep telefonları, özel kalem
ve özel düğmeleri olan, sanki aynı tip genç, sıfır, yeni kaymakamlar gidiyor.
Bitlis Valiliğine kimi atadınız? İçişleri Bakanlığı Hukuk
Müşavirini. Çanakkale Valiliğine kimi atadınız? Sağlık
Bakanlığı Müsteşarı. Sağlık Bakanlığı mümbit bir yer. Sağlıkla mı
uğraşıyorsunuz kardeşim, vali misiniz anlayalım. Yani hangisi hangi görevi
yapıyor, o da yok. Yine
bakıyorsunuz ki liyakat yok, hakikat hak getire. Ee,
şimdi, bu imkânları niye il meclisleri değerlendirmesin, belediye meclisleri…
Varsanız, demokrasi adına, gelin valileri halk seçsin. Değiştirelim yasayı,
halk seçsin, valileri halk seçsin, belediye meclisini de seçsin, il
meclislerini de seçsin, il özel idarelerini, o zaman gayet de güzel bu işi
yaparlar. Bu zihniyetle bu yasayı değiştireceksiniz yine vali çeşmenin başında
duracak, hizmet olacak! Kimi kandıracaksınız arkadaşlar? Bu valiler var ya
muhaliflerine su içirtmezler, su. Her gün askerle, polisle, emniyetle oturup
seçim çalışması yapıyorlar. Bakın, Şırnak’ta ben size hangi evde seçim
çalışmasını, yediklerini, hangi evde hindi yediklerini, hangi evde kuzu eti
yediklerini de tek tek sayarım, üstüne de hangi
tatlıyı yediklerini. Sabırlıyız
biz, bakın çok açık söylüyorum, ama hizmete gelince hizmet demokratik ilkelere
göre olur, prensiplere göre olur. İlkeli demokrasi olur, bunun için bu önergeyi
verdik. Kabul edenlerden Allah razı olsun, demokrasi anlayışlarını ortaya
koyarlar. Etmiyorsanız da Allah razı olsun sizden, inşallah bu yoldan
dönersiniz diye bekleriz biz de. Teşekkür
ederim. (DTP sıralarından alkışlar) BAŞKAN –
Teşekkürler Sayın Kaplan. Önergeyi
oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler… Kabul etmeyenler… Önerge kabul
edilmemiştir. 1’inci
maddeyi oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler… Kabul etmeyenler… Kabul
edilmiştir. Birleşime
on beş dakika ara veriyorum. Kapanma Saati: 16.27 İKİNCİ OTURUM Açılma Saati: 16.49 BAŞKAN: Başkan Vekili Eyyüp
Cenap GÜLPINAR KÂTİP ÜYELER : Yaşar
TÜZÜN (Bilecik), Yusuf COŞKUN (Bingöl) BAŞKAN –
Sayın milletvekilleri, Türkiye Büyük Millet Meclisinin 51’inci Birleşiminin
İkinci Oturumunu açıyorum. 266 sıra
sayılı Kanun Tasarısı’nın görüşmelerine devam edeceğiz. Komisyon
ve Hükûmet buradalar. Tasarının
2’nci maddesini okutuyorum: MADDE 2-
2863 sayılı Kanunun 55 inci maddesinin ikinci fıkrası aşağıdaki şekilde
değiştirilmiştir. "Koruma
bölge kurullarının Bakanlıkça ve Yükseköğretim Kurulunca seçilen üyelerinin
görev süresi üç yıldır." BAŞKAN –
Madde üzerinde söz talepleri var. Gruplar
adına: MHP Grubu adına Mersin Milletvekili Sayın Behiç Çelik, Cumhuriyet Halk Partisi Grubu
adına Malatya Milletvekili Sayın Ferit Mevlüt Aslanoğlu, Demokratik
Toplum Partisi Grubu adına Diyarbakır Milletvekili Sayın Akın Birdal. Şahısları
adına: Karaman Milletvekili Sayın Hasan Çalış ve diğer konuşmacı Karaman
Milletvekili Sayın Mevlüt Akgün. Şimdi,
ilk söz, Milliyetçi Hareket Partisi Grubu adına Mersin Milletvekili Behiç
Çelik’e aittir. Sayın
Çelik, buyurun efendim. (MHP sıralarından alkışlar) MHP GRUBU
ADINA BEHİÇ ÇELİK (Mersin) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; 1’inci
madde üzerinde şahsım adına konuşmuştum. Konuşmamı, o konuşma fikri üzerinde
devam ettirmek istiyorum. Şimdi grubum adına konuşuyorum. Hepinizi saygıyla
selamlıyorum. 2’nci
madde, biraz önce ifade edildiği gibi, bölge koruma kurullarının görev
süresinin beş yıldan üç yıla indirilmesini amir bir hüküm içeriyor. Tabii, bu
teknik bir düzenlemedir. Kültür ve Turizm Bakanlığımızın bu konudaki görüşleri
ve Hükûmetin hazırlamış olduğu tasarı da aynı görüşü
benimsediği için, böyle, 2’nci madde düzenlemesini oluşturmuş oluyoruz. Sayın
Başkan, değerli milletvekilleri; bir ülkenin siyasal sınırları o ülkenin
egemenliğini ve bağımsızlığını anlatır. Ancak bir ülkenin ekonomik sınırları,
kültürel sınırları, uygarlık sınırları çok farklıdır. Türkiye’yi örnek
aldığımızda, bizim hem bir Avrupa ülkesi hem bir Kafkasya ülkesi hem Balkan
ülkesi hem Orta Doğu ülkesi hem de bir Asya ülkesi olduğunu çok net bir şekilde
görebiliriz. Böylesine bütün stratejik coğrafya parçalarının önemli düğüm
noktasında olan Türkiye’nin gerek Avrupa kıtası, özellikle Doğu Avrupa’ya kadar
uzanan kara parçasında gerekse Karadeniz havzasında gerekse Hazar havzasında,
Kafkasya’da, Orta Asya’da ve Orta Doğu’da etkilerinin olmaması mümkün değildir.
Dolayısıyla böylesine geniş Avrasya kesitinde, Türkiye’nin, her yerde,
özellikle kültür varlıklarını miras olarak, o, şu anda mevcut siyasal
oluşumların, yani devletlerin devletlere bir miras olarak bıraktığını ifade
edebiliriz. Bugün,
Balkanlarda bulunan Türk ve İslam eserlerinin, Osmanlı eserlerinin, Yugoslavya
parçalanırken Sırplar, Hırvatlar tarafından nasıl hepsinin büyük ölçüde tahrip
edildiğini ve yıkıldığını hepimiz televizyonlarda ibretle izledik. Aynı şekilde
kendi tarz mimarisini yaratan ecdadımız, Orta Doğu ülkelerinde, bugün Mısır,
Suudi Arabistan, Yemen, özellikle Suriye ve Irak, bu coğrafyalarda da kendi
eserlerini bırakmıştır. Ama yine özellikle Orta Doğu coğrafyasında bedevi geleneği,
bedevi anlayışı, bedevi acımasızlığı, orada bizim estetiğimizi yok ederek,
orada da aynı Sırpların yaptığı gibi büyük bir tarih ve sanat kıyımına yol
açmışlardır. Bunu çoğaltabiliriz. Ben, özellikle Anadolu ve Türkiye coğrafyası
üzerinde durmak istiyorum. Burada,
ülkemizde ben Akdamar’ı, Ahlat’ı özellikle vurguladım
ama antik kentlere olan aşırı ilgi benim dikkatimi çekiyor. Antik kentlere hiç
dokunmayalım, hiçbir arkeolojik çalışma yapmayalım anlamında söylemiyorum.
Ancak bizim olan, bize has olan, bizim değerlerimiz olan kervansaraylarımızın,
kümbetlerimizin, camilerimizin, köprülerimizin ve bunların hülasa tümünün ve
Anadolu’da özellikle çok önem kazanmış Divriği gibi, Erzurum gibi, Erzincan
gibi, Malatya gibi, Elâzığ Harput gibi… ŞEVKET KÖSE (Adıyaman) – Adıyaman. BEHİÇ
ÇELİK (Devamla) – Adıyaman’ı da sayabiliriz. …Amasya,
Manisa -özellikle şehzadeler şehri- Aydın Birgi gibi, Konya gibi ve bütün
bunların yanında en önemli kentimiz, dünya çapında tanınmış tabii ki İstanbul;
buralardaki kültür ve sanat eserlerimizin en iyi şekilde korunması, öncelikle
bunların ele alınması, bunların daha güzel hâle getirilmesi, bizim mimarimizi
yansıtan mahallelerimizin, evlerimizin barklarımızın yeniden düzenlenmesi,
çevre düzeniyle birlikte restore edilmesi tabii ki bizim en öncelikli misyonumuz ve görevimiz olmalı. Ancak, bu
konuda ne yazık ki Hükûmetin eksik olduğunu
vurguluyorum. Daha çok Bizans’a, Rum’a, Ermeni’ye ait olan şeyler üzerinde,
basında da takip ettiğimiz kadarıyla, daha bir ağırlıklı, daha bir yoğunluklu
durulduğunu müşahede ediyoruz. Bunun elbette bir ağırlığının olması gerekir.
Ama çizmeyi aşan bir ağırlık, kendi kültürümüzü, uygarlığımızı bastıran bir
anlayış, bir politika asla kabul edilemez. Burada
özellikle Sivas Divriği’yi hatırlatmak istiyorum, Sayın Bakan burada. Divriği,
dünyada taş işçiliğinin enfes örneklerinin olduğu bir kentimiz, ama orada o
eserlerimiz ne yazık ki göz ardı edilmekte, bakımsızlıktan yok olmakta, taşlar
tahrip edilmekte. Âdeta oyma sanatının taşa uygulandığı en güzel örneklerin
sergilendiği Divriği’yi de bu vesileyle dikkatlerinize sunuyorum. Mersin
ili de keza aynı şekilde çok güzel eserlere sahip. Hatta bu yıl Sayın Kültür ve
Turizm Bakanı turizm sezonunu Mersin’de açtı. Tarsus çok önemli bir kenttir, Silifke
çok önemli bir kenttir, Anamur çok önemli bir kenttir, Mersin doğal
güzellikleriyle ve tarihî eserleriyle bir bütün olarak Antalya’yla yarışacak
düzeyde bir kenttir, ildir ancak bu ile nedense turizm alanında da arzulanan
destek verilemiyor. Eğer Antalya’ya verilen önemin yarısı Mersin’e verilse
Antalya kadar, hatta ondan daha fazla doğal güzelliklere, tabiat varlıklarına
ve tarihî eserlere, sit alanlarına sahip olan Mersin de kendini Türkiye çapında
kanıtlayacaktır ancak bu olmamıştır. Mersin’de
ne olmuştur? Mersin’in sahillerine balık çiftlikleri
getirilmiştir, Mersin’in sahilleri yağmalanmıştır, âdeta bir ucube hâlinde,
turizmi olmayan ancak merkezinde, özellikle Çukurova kısmında yoğun sanayinin
olduğu bir il hâlinde ve o fabrikaların da çoğunun kapandığı ve yine Mersin
Milletvekili olan Devlet Bakanı Sayın Tüzmen’in
açılışını yaptığı ve geçen hafta da bulunduğu Mısır’daki organize sanayi
bölgesine Mersin’deki fabrikalar bile taşınmıştır. Böylesine acıklı bir durum
söz konusu. Şimdi,
biliyorsunuz, İstanbul da tabii, kültür ve tabiat varlıkları açısından çok
önemli bir kentimiz ama buraya bile eğilinmemekte ya
da eksik eğilinmektedir. İstanbul’da bir zamanlar
“Taksim’e cami yapacağız.” diye bağıranlar yıllardır ağızlarını açma cesaretini
dahi gösterememektedir. Şimdi
Ankara’ya bakıyorsunuz. Ankara, yine Ulus, Samanpazarı
ve Kale’ye doğru yaşanabilir bir alanla ve özgün kültür ve uygarlığımızın
misalleriyle doluyken buraya hiç eğilinmemekte, ne
merkezî Hükûmet ne de yerel yönetimler buraya
dokunmamaktadır ve orası da kaderine terk edilmiştir. (Mikrofon
otomatik cihaz tarafından kapatıldı) BAŞKAN –
Buyurun Sayın Çelik, devam edin. BEHİÇ
ÇELİK (Devamla) – Sayın Başkan teşekkür ederim. Ancak
Ankara’nın yanı başında Beypazarı diye bir ilçemiz var. Safranbolu’yu
görmüştüm, Beypazarı’na da iki kez gittim. Harika bir kent olmuş, gitmenizi de
tavsiye ederim. Oranın Belediye Başkanı Sayın Mansur Yavaş bugün Ankara
Büyükşehir Belediye Başkan adayı; inşallah Ulus bölgesini de bir kültür merkezi
hâline getirerek geniş bir “zone” hâlinde, alan
hâlinde orayı da kalkındıracaktır ve kültür ve turizm açısından Milliyetçi
Hareket Partisinin damgasını Başkente vuracaktır diyor, hepinizi saygıyla
selamlıyorum. (MHP sıralarından alkışlar) BAŞKAN –
Teşekkür ederim. Cumhuriyet
Halk Partisi Grubu adına Malatya Milletvekili Ferit Mevlüt
Aslanoğlu. Sayın Aslanoğlu, buyurun. (CHP sıralarından alkışlar) CHP GRUBU
ADINA FERİT MEVLÜT ASLANOĞLU (Malatya) – Sayın Başkan, çok değerli milletvekili
arkadaşlarım; hepinize saygılar sunuyorum. Değerli
arkadaşlarım, bir yasa yapılırken Türkiye’deki her ilin kaynakları, her ilin o
ilde üretilen değerleri sanki eşitmiş gibi yapılıyor. Bu yasa, özellikle
büyükşehirler dışında Anadolu’daki hiçbir il için hiçbir şey ihtiva etmeyecek
bir yasa. Hangi ilde emlak vergisi toplanabiliyor, hangi ilde arkadaşlar? Zaten
büyükşehirlerin emlak vergisi çok yüksek, diğer kaynakları çok yüksek ama siz
getiriyorsunuz diğer illeri de, sanki Anadolu’da emlak vergisi kaynıyor gibi
İstanbul, Ankara, İzmir’le aynı kefeye koyuyorsunuz. Sayın Bakan, keşke bu yasada
şöyle deseydiniz: “Büyükşehirlerdeki tabiat varlıklarını korumak üzere bir
kanun getiriyoruz.” deseydiniz belki bu kelimeleri etmezdim. Anadolu’nun hiçbir
ilinde emlak vergisi toplayamayan özel idaresinin, belediyesinin hiçbir faydası
yoktur. Yani, lütfen, bu yasayı böyle “Anadolu illerine bir yasa getiriyorum.”
diye takdim etmeyelim. Bir kere,
burada önemli olan, kaynakların adil dağıtımıdır, Anayasa gereği. Büyükşehirler
konusunda, diğer il belediyeleri konusunda zaten adaletsizliğin en büyüğü var.
Adaletsizliğin en büyüğü var! Arkadaşlar ben bunu hep söyleyeceğim: 368 bin
nüfuslu bir ile “büyükşehir" diye yılda 168 milyon -eski deyimle trilyon-
para veriyorsanız, 600 bin nüfuslu bir ile bile 80 milyon veriyorsanız,
adaletsizliğin en büyüğü buradadır arkadaşlar! 600 bin kişi yaşıyor
Şanlıurfa’da, 450 bin kişi yaşıyor Malatya’da, ama siz 368 bin nüfuslu bir ile
160 trilyon para vereceksiniz, Malatya’ya 60 trilyon vereceksiniz! Bu
haksızlıktır, adaletsizliktir! Eşitlik varsa, bir ilde kişi başına düşen gelir
eşit olmalıdır. Siz Kocaeli’yi, Gebze’yi, her… Şimdi,
bu 368 bin nüfuslu ilimizi de Tabii,
büyükşehir olan bazı illerimizin milletvekilleri geçen gün burada “Biz 550 bin
kişiyiz” diyordu. Arkadaşlar, Değerli
milletvekilleri, özellikle bu sekiz ilin milletvekillerine bir daha
sesleniyorum, nüfusu mevcut büyükşehirlerden yüksek olan sekiz ilin
milletvekillerine, Van, Şanlıurfa, Malatya, Kahramanmaraş, Manisa, Denizli,
Balıkesir, Trabzon. Bir kere bu haksızlığı kaldırın, diğer il belediyelerimizin
de hakkını verin. Eğer Kocaeli’yi… Siz Gebze’yi, her
tarafı Kocaeli’ye katacaksınız. Kocaeli’de köy yok arkadaşlar
biliyor musunuz! Kocaeli’de köy kalmadı. Bravo
Nihat Bey’e. Köy kalmadı. Artık, Kocaeli’nin tüm köyleri büyükşehir
belediyesine oy veriyor. Bir tane köy kalmadı Kocaeli’de! Değerli
arkadaşlarım, eğer haksızlık… Adaletli olmak hepimizin görevidir yani bu
haksızlığı eğer içimize sindirebiliyorsak… Burası adil bir Meclis değil mi
arkadaşlar? Burada herkesin hakkını, hukukunu vermek bu Meclisin görevi değil
midir? Ama maalesef vurdumduymazdan geliyoruz. Neymiş efendim, kanun varmış!
Hayır arkadaş! Kanunu bu Meclis yaptı. Bu Meclis… Kimin hakkı varsa hakkını
vermek de görevidir bu Meclisin. O yasa geçerken burada, o zamanın Sayın
İçişleri Bakanına rica ettim: “Haksızlık yapıyorsunuz.”, “Efendim, vallahi biz
yapmadık.” Arkadaş, haksızlığı gidermek sizin görevinizdir. Olaya “Biz
yapmadık.” diye bakmak, seyirci kalmak bir yasama organının görevi değildir,
ama bu yasa da Sayın Bakan, küçük iller, özellikle büyükşehir olmayan iller
için yine hiçbir değer ifade etmeyen bir yasadır. Ben bir kez daha bu konuyu
dikkatlerinize sunuyorum. YAHYA
AKMAN (Şanlıurfa) – Doğru söylüyor. FERİT
MEVLÜT ASLANOĞLU (Devamla) - Değerli arkadaşlarım, her nerede olursa olsun bir
özel idare kanunu, bir belediyeyle ilgili “b” geçsin hep bu hakkımı
isteyeceğim, haksızlığa uğrayan illerin de hakkını isteyeceğim. Bıkmadan,
usanmadan bunu benden her sefer dinleyeceksiniz. Ya hakkımızı verirsiniz yahut
da hakkımızı yiyeni yüce Allah’a havale ederim. Hepinize
saygılar sunarım. (Alkışlar) BAŞKAN –
Teşekkürler Sayın Aslanoğlu. Demokratik
Toplum Partisi Grubu adına Diyarbakır Milletvekili Akın Birdal. Sayın Birdal, buyurun. (DTP sıralarından alkışlar) DTP GRUBU
ADINA AKIN BİRDAL (Diyarbakır) – Sayın Başkan, değerli arkadaşlar; Kültür ve
Tabiat Varlıklarını Koruma Kanununda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun
Tasarısı’nın 2’nci maddesi üzerine söz aldım. Hepinizi saygıyla selamlıyorum. Şimdi, bu
kültür ve tabiat varlıklarının korunmasının bir de insan hakları boyutu var.
İnsan hakları evrimi sürecinde “kolektif haklar” ya da “dayanışma hakları” diye
adlandırılan haklar dizininde kültürün, tarihin, tabiatın, yani insanlığın
ortak kazanımlarının artık korunması yolunda bir bilinç oluşturulmuştur ve bu
da uluslararası hukuka bağlanmıştır. Bu hakların korunmasında, kalan
mirasların, tarihî değerlerin ve çevrenin korunması yolunda hiç kimsenin
diline, dinine, cinsiyetine, ulusal ya da etnik statüsüne bakılmaksızın
insanlığın ortak kazanımı olarak değerlendirilir ve bunun koruması yapılır.
Nitekim bu uluslararası hukuku kabul etmiş olanlar da sonra iç hukukuyla bunu
içselleştirir ve koruma altına alır ama ne yazık ki bizde hâlâ işte şunlar,
camiler korunur ama bunlar korunmaz gibi bir yaklaşımın buraya taşınmış
olmasından da duyduğum üzüntüyü ifade etmek isterim. Çünkü tarih, doğa ve
tabiat miraslarının korunması evrensel bir nitelik kazanmıştır ve evrensel
gözetimi, dayanışmayı da gerektirir. Şimdi,
tabii, günümüze taşınan kültür gerçekten hangi kültür? Mezopotamya’nın
dayanışma, paylaşma, çoğulcu kültürü mü? Yoksa İttihat Terakki döneminde, ki aynı dönemlerde de Kıbrıs’ta yaşananlar, MAH,
Teşkilatı Mahsusa… Bakın, çok ilginçtir, örneğin Demokratik Toplum Partisi
olarak, biz Türkiye Büyük Millet Meclisinin yüce Genel Kuruluna getirdik.
Bölgede kimi kuyularda insan cesetlerinin olduğunu, asit kuyularının olduğunu
Sayın Başbakana ve ilgili bakanlara sorduk. Arkadaşlarımız gittiler, bölgede
gerçekten bu mağdur ailelerle basın toplantısı düzenlediler ama örneğin Mardin
Kızıltepe’nin ilgili bir köyünde sadece bir sayın cumhuriyet savcısı bunu
dikkate aldı. Açılan kuyuda iki ceset bulundu ve DNA testi için de İstanbul’a
adli tıbba gönderildi. Henüz daha bunun yanıtı alınmadı. Şimdi, bu da bir
kültür ve aynı kültür… Bakın, o dönemlerde sarnıçlara, örneğin İstanbul’da -çok
ilginçtir- sarnıçlara insanlar atılırdı. O dönemde, İttihat Terakki, Teşkilatı
Mahsusa döneminde ve bir ara Cağaloğlu’nda basımevi
yapılmak için bir kazı yapıldı. Değerli arkadaşlar, orada iki ceset çıktı ve
derhâl o kazıyı kapattılar. Geçtiğimiz günlerde eski bir MİT’çi şunu söylüyor:
“Bakın, bu kuyularda insanların kaybedildiğini falan kabul edin, ailelerinin de
işte acılarını -mutlaka bedeli olmaz ama- tazmin edin ama bu kuyulardan insan
çıkarmayın.” Hoş, zaten Şırnak Baro Başkanı, İnsan Hakları Kurulu Başkanı arkadaşımız, ki böyle bir olasılığı dikkate alarak “Varsa da
temizleneceğinden kaygı duyuyoruz.” diyorlar. Şimdi,
geçtiğimiz günlerde de enerji konusunda görüşülürken -Sayın Bakanın da bilgisi
dâhilinde- BOTAŞ tesislerinde kuyularda insan cesetlerinin olduğuna dair savlar
var. Arkadaşlar, hukuk devletinde böyle bir sav varsa -bunlar insanlığa karşı
suçlardır- derhâl üzerine gidilir ve bir heyet oluşturulur. Örneğin, İnsan
Hakları İnceleme Komisyonu -şimdi, bugün
gazetelerden okuyoruz- Diyarbakır cezaevlerini incelemeye gitmiş bir başvuru
olmadığı hâlde ama ben İnsan Hakları İnceleme Komisyonu üyesi olarak böyle bir
iddianın olduğunu ve bunun Komisyonumuzu ilgilendireceğini ve derhâl bir heyet
oluşturulup bölgeye gönderilmesi gerektiğine dair başvurumun yanıtını
alamıyorum. Böyle bir şey olur mu? Ve şimdi, umuyor ve diliyoruz ki… Bakın,
yine izninizle şunu da paylaşayım sizlerle: Bir sanat, kültür adamı, Atilla
Olgaç diye biri ırkçı, milliyetçi bir dalganın yükselişine kendini kaptırarak,
ödüllendirileceğini sanarak adam 1974 yılında, kolu bağlı on dokuz yaşında bir
Rum askerini öldürdüğünü övünerek söylüyor! Arkasından da 9 kişiyi daha
öldürdüğünü söylüyor ve sonra… Tabii, bu bir savaş suçudur, Cenevre Savaş
Hukuku’nun 13 ve 14’üncü maddeleri çok açıktır: Neler yapılabilir, neler
yapılamaz? Savaşta kimler bu alanın, çatışmanın, saldırının dışında bırakılır?
Siviller, çocuklar, kadınlar, yaralılara nasıl davranılır? İnsanlığa karşı
işkence suçunun bu koşullarda dahi yapılamayacağına dair düzenlemeleri varken
çıktı ve öldürdüğünü söylüyor ve bu bir savaş suçudur. Hoş, ne yazık ki işte,
Lahey’de, Uluslararası Ceza Mahkemesi, savaş suçlarını, insanlığa karşı suçları
ve soykırım suçlarını gerçekten araştırmak ve bu suçluları yargılamak üzere
oluşturulmuş mahkeme, statüsünü hâlâ Türkiye Cumhuriyeti kabul etmemiştir. Bu
bile ayrıca… Gerçekten neden kaygı duymaktayız? Sonradan tabii, tepkiler
üzerine bunun bir senaryo olduğunu söyledi. Bu da bir senaryo! Yani onun
senaryo olduğunu söylerken, yeni bir senaryo yazıyor. O nedenle, derhâl,
örneğin ilgili bakanlık, Millî Savunma Bakanlığı, o dönemde ona “Vur” diyen ve
kafasına kurşun sıktıran görevli kimse hem onun hem de kafasına kurşun sıkan
hakkında soruşturma yapılmalı ve uluslararası platformlarda Türkiye’yi savaş
suçlusu olarak göstermekten de kurtarmak gerekir. Değerli
arkadaşlar, tabiat tabii, gerçekten, örneğin Munzur… Munzur şimdi UNESCO
tarafından koruma altına alınmışken sekiz baraj yapılmak isteniyor. Nükleer
santraller… Örneğin Sinop’ta, gerçekten, ekoloji,
çevre bilincini almış gençler ve insanlığın artık, mirasının bundan sonra
kendilerinde devretme sorumluluğunun bilincinde olanlar kıyameti kopardılar
“Ya, bırakın bu Sinop’a nükleer santral kurmayın.” Mersin öyle. Ama, ne oldu, çocuklar gözaltına alındılar veya
tutuklandılar. Değerli
arkadaşlar, bu Kanun’un 55’inci maddesinin ikinci fıkrasında yapılmak istenilen
değişiklik… Koruma bölge kurullarının Kültür ve Turizm Bakanlığınca ve
Yükseköğretim Kurulunca seçilen üyelerinin görev süreleri yürürlükteki maddeye
göre beş yıldır, önerilen değişiklikle bu süre üç yıla indirilmek
istenmektedir. Gerekçe olarak da çalışmalarda verimliliği artırmak olarak
gösterilmektedir. Koruma kurullarında çalışma süreleri yaklaşık elli yılı aşkın
bir süredir gündemdedir ve devamlı değişiklikler yapılmaktadır. Örneğin 1951
yılında 5805 sayılı Yasa’yla kurulan Gayrimenkul Eski Eserler ve Anıtlar Yüksek
Kurulunun üyeleri ömür boyu hizmet vermekteydi. Bu statü, kurul üyelerine
sonsuz bir güvence vermekte ve bağımsız karar alabilme yetilerini
güçlendirmekteydi. 1983 yılında yürürlüğe giren 2863 sayılı Kültür ve Tabiat
Varlıklarını Koruma Yasası’nda ise bu süre beş yıl olarak belirlenmişti ve
yirmi beş yıldır da bu süre yürürlükteydi. Koruma
bölge kurullarının daha verimli çalışması için çalışma sürelerinin üç yıla
indirilmesi gerekçesini biz inandırıcı bulmamaktayız. Şöyle ki: Son yıllarda
koruma bölge kurullarına bakanlıkça yapılan üye atamalarının bir bölümü Hükûmetin ve onların güdümündeki yerel yönetimlerin kendi
görüşleri doğrultusunda karar çıkartabilmeleri için gerçekleştirilmiştir. 7
üyenin 5’inin bakanlıkça seçilmesi, konularına göre oy hakkıyla koruma kurulu
toplantılarına katılan üyelerin belediye ya da kamu kuruluşlarının temsilcileri
olmaları, yönetimin istediklerini daha kolay elde etmesini sağlayacak bir
yaklaşımın sonucudur. İkinci
olarak da sürenin kısaltılması siyasi iktidarın karar alma süreçlerinden
muhalif görüşlerin, oydaşmanın ortadan kaldırılmasını
amaçlamaktadır. Oysa koruma kurulu üyeliğinin ayrı bir deneyim süreciyle
bütünleştiğinde etkili olabileceği, üyelerin görev yaptıkları coğrafyaların
özelliklerini ancak belli bir zaman içinde özümseyecekleri düşünüldüğünde
sürenin kısaltılması yerine uzatılmasının daha doğru olacağı açıktır. Başka bir
gerekçe de: Oysa koruma kurulunda görev alan üyelerin faaliyet gösterdikleri
alanı, bürokrasiyi, devlet ve toplum ilişkilerini kavrayarak koruma politikalarını
nesnel koşullara göre biçimlendirmesi için üç yıllık süre yeterli değildir.
Bununla birlikte kamu yönetimi politikası açısından da idarenin sürekliliği
esastır. Elbette idare kişilerin üzerinden… (Mikrofon
otomatik cihaz tarafından kapatıldı) BAŞKAN –
Buyurun Sayın Birdal, devam edin. AKIN
BİRDAL (Devamla) – Teşekkürler Sayın Başkan. Zaten önerimle bitiriyorum. Özetle,
yasada yapılmak istenen bu değişikliğin kurul üyelerini daha sık ve kolaylıkla
değiştirmek için yapıldığı düşünülmektedir. Önerimiz
şu: Koruma bölge kurulu üyeliği beş yıl olarak kalmalı, buna karşın üye olma
koşulları bilimsel esaslara göre yeniden düzenlenmelidir. Koruma kurullarında
görev alacaklarla ilgili, kanunda değişiklik yapılarak konusunda uzman meslek
örgütlerinin -Mimarlar Odası ve benzeri kurumların- önereceği bir üyenin de
kurul üyesi olarak görev almasının sağlanması gerekmektedir. Bu şekilde
yönetimlerin daha demokratik ve şeffaf çalışmasına yönelik kamu yönetimi
anlayışının cisimlenmesinin de yolu açılacaktır. Bunun
dikkate alınmasını umuyorum. Hepinizi saygıyla selamlıyorum. (DTP sıralarından
alkışlar) BAŞKAN –
Teşekkürler Sayın Birdal. Şahsı
adına Karaman Milletvekili Hasan Çalış. Sayın
Çalış, buyurun. (MHP sıralarından alkışlar) HASAN
ÇALIŞ (Karaman) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; görüşmekte olduğumuz
kültür ve tabiat varlıklarının korunmasıyla ilgili kanun tasarısının üzerinde
söz almış bulunuyorum. Sözlerime başlarken saygı ve selamlarımı arz ediyorum. Değerli
arkadaşlar, mimari eserlerimizin, tarihî değeri olan eserlerimizin, el
sanatlarımızın, folklorumuzun, edebiyatımızın, kısacası kültürel
varlıklarımızın ve doğa harikası tabiat varlıklarımızın korunması, envanterinin çıkarılması, bunların yeni nesillere
aktarılması, insanlığın hizmetine sunulması, turizme servis edilmesi ve
insanlarımıza aş olması, iş olması gerçekten son derece önemli bir konudur.
Gerçekten, tasarının ortaya koyduğu hedeflere baktığımız zaman bu hedeflere
ulaşabilir mi? Bence şüpheli. Niye
şüpheli? Türkiye genelindeki belediyelerimizi, belediye başkanlarımızı,
belediye çalışanlarımızı, bilgi donanımı, teknik altyapısı yönünden şöyle göz
önüne getirdiğimiz zaman gerçekten güzel projeler yapabilecek, teknik altyapısı
uygun olan yerel yönetim birimlerimiz olduğu gibi, bunun varlığının hiç
farkında olamayacak, bunu kullanamayacak pek çok yerel yönetimimizin ortada
olduğu bir gerçek. Tabii burada benim endişem şu ki, bu yerinde ve uygun
kullanılamayan kaynaklar tekrar geriye dönüp genel idare tarafından direkt ve
endirekt vergi olarak insanlarımıza yansıtılır mı? Birinci endişemiz bu değerli
arkadaşlar. Bir diğer
endişemiz de, imkânlarımız sınırlı, yatırımlarımız da programlı olmak zorunda.
Biz Türkiye’de, her yerde sanayi, her yerde ticaret, her yerde tarım, her yerde
her şeyi yapmaya çalışıyoruz. Tabii, böyle olduğu için de yaptığımız işler
maalesef bize benziyor. Değerli
arkadaşlarım, bakınız bir Paris örneği verelim. Paris’e gideniniz var,
gitmeyeniniz var… “Paris” deyince kafamızda ne oluyor? Bir marka oluşuyor. Bir
“Venedik” deyince kafamızda bir marka oluşuyor. “Pekin” dediğimiz zaman
kafamızda bir marka oluşuyor ama buralarda bir şey var mı? Aslında gidip
gezdiğimiz zaman bakarız ki çok önemli bir şey de yok yani. Bu anlamda biz
Türkiye’de gerçek anlamda markalar yaratabilmiş miyiz? İstanbul, İstanbul’dan
sonra Kuşadası’ndan Alanya’ya kadar sahil şeridimizde belirli merkezler ve
Kapadokya bölgesi dediğimiz
Ihlara, Derinkuyu, Ürgüp, Göreme bölgesi. Bunun dışında ülkemizin
her tarafında gerçekten tarihî değeri olan, kültürel değeri olan çok önemli
varlıklarımız yok mu? Var. Ama bunları bir program çerçevesinde insanlarımızın
ve insanlığın hizmetine sunmak zorundayız. Değerli
arkadaşlar, bu anlamda Ankara bir marka mıdır? Değildir. Ankara ne şehridir?
Belli değildir. O zaman, Ankara’yı marka yapmak lazım değerli arkadaşlar.
Ankara’yı marka yapmak için aslında bugün Ankaralının önünde bir fırsat var.
Nedir bu fırsat? Beypazarı’nı marka yapmış ve “Ankara’yı da turizmde, kültürde
bir marka yapacağım.” diyen çok değerli bir Belediyeci Ankara’nın huzuruna
çıkmış durumda. Bunu Ankaralının takdirine arz ediyoruz, sahip çıkmasını da
temenni ediyoruz. Sayın Bakanım, bir diğer husus da gerçekten İstanbul gibi ve
Kuşadası’ndan Alanya’ya kadar olan alanda ve bu sahillerimizden Kapadokya
bölgesine kadar olan alanlarımızda bizim tarih boyunca kültürel varlıklarımızın
tamamını, el sanatlarımızı, güzel sanatlarımızı, mimarimizi, folklorumuzu
ortaya koyabileceğimiz kültür mahalleleri oluşturmamız lazım, kültür köyleri
oluşturmamız lazım, turizme bir çeşitlilik katmamız lazım, insanlara iş
alanları, aş alanları oluşturmamız lazım. (Mikrofon
otomatik cihaz tarafından kapatıldı) BAŞKAN –
Buyurun Sayın Çalış, devam edin. HASAN
ÇALIŞ (Devamla) – Bu anlamda düşünün ki Antalya sahillerinden Kapadokya’ya
kadar yedi saatte otobüsle gelen bir turist, bir şeyden faydalanabiliyor mu?
Biz Türkiye olarak bir şeyler sunabiliyor muyuz? Sunamıyoruz. Eğirdir’de, Beyşehir’de, Konya’da, Sultanhanı’nda,
Karaman’da, Ermenek’te varlıklarımızı böyle bir mantıkla, bu gidiş dönüş
güzergâhında ve İstanbul’un çevresinde veya daha başka uygun yerlerimizde
insanlarımıza gerçekten servis etme imkânı vardır. Buna kafa yormamız gerekiyor
Sayın Bakanım. Bu gerçekten çok önemlidir. Bu yedi-sekiz saatlik yolculuklardan
dolayı tur operatörleri bir yeri programına alırken bir başkasını almıyor. İşte
onun için Turizm Bakanlığımız, gerçekten bu tür yatırımları, bu tür
programları, bu tür kanunları getirirken programlı olmak zorunda. Değerli
arkadaşlar, ben, bu duygu ve düşüncelerle, bu tasarının hayırlı olmasını
diliyorum, Türkiye'nin, Türk insanının geleceğine katkı sağlamasını diliyorum,
saygılarımı arz ediyorum. (MHP sıralarından alkışlar) BAŞKAN –
Teşekkürler Sayın Çalış. Şahsı
adına ikinci söz, Karaman Milletvekili Mevlüt Akgün’e
ait. Buyurun
Sayın Akgün. MEVLÜT
AKGÜN (Karaman) – Sayın Başkan, değerli milletvekili arkadaşlarım; Kültür ve
Tabiat Varlıklarını Koruma Kanununda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun
Tasarısı’nın 2’nci maddesi üzerinde şahsım adına söz almış bulunmaktayım. Bu
vesileyle yüce heyetinizi saygıyla selamlıyorum. Değerli
arkadaşlarım, bu maddeyle getirilmek istenen husus, düzenlenen husus, koruma
bölge kurullarına Bakanlıkça veya Yükseköğretim Kurulunca atanan üyelerin
çalışma verimliliğini artırmak, daha iyi görev yapmalarını sağlamak için görev
sürelerinin beş yıldan üç yıla indirilmesine dairdir. Değerli
arkadaşlarım, Anadolu’nun neresine giderseniz gidin, değişik uygarlıklara,
değişik kültürlere ait birçok kültürel eser görürsünüz, vakıf eseri görürsünüz,
tarihî varlık görürsünüz. Gerçekten bu kültürümüzün, tarihimizin tapu kayıtları
olan bütün insanlığın ortak mirasının korunması, restorasyonu
konusunda görev yapmak, çalışmak millî bir görevdir. Bu anlamda özellikle son
dönemde, başta Kültür Bakanlığımız olmak üzere bütün imkânlarını seferber etmek
suretiyle, diğer taraftan Vakıflar Genel Müdürlüğümüz, özel idarelerimiz,
belediyelerimiz gibi birçok kurumumuz bu ortak mirasımızı yaşatmak, restore
etmek konusunda büyük çaba sarf etmektedirler. Ben, emeği geçenlere gerçekten
teşekkür etmek istiyorum. Seçim
bölgem olan Karaman, gerek tarih öncesi gerekse özellikle Selçuklu ve Karamanoğlu Beyliği dönemine ait birçok eseri, zenginliği
bünyesinde bulunduran bir kent. Hamamından medresesine, yüzlerce camisine kadar
birçok tarihî eser Karaman’ı süsleyen zenginlikler olarak görülüyor. Karaman
Valiliğinin verilerine göre 2002 yılına kadar benim ilimde sadece 4 tane tarihî
eser restore edilmişken, 4 tane tarihî ve kültürel esere sahip çıkılmışken,
2003 ile 2008 yılları arasında, yani AK PARTİ döneminde toplam 60 adet eser
onarılmış, restore edilmiş ve kültür hayatımıza kazandırılmıştır. Bunların
toplam yatırım tutarı 7-8 trilyondan aşağı değildir. Değerli
arkadaşlar, gerçekten bu konuda özverili çalışmalar gösteren herkese teşekkür
etmek istiyorum. Bu kültür hayatımıza kazandırılan eserler
arasında Seki Çeşme Hamamı’ndan Yeni Hamam’a kadar hamamlar, Tol Medrese gibi Karamanoğlu Beyliği döneminin en önemli eserlerinden
medreseler, yine bu anlamda İsmail Hacı Tekkesi gibi Yunus Emre’nin yakınlarına
ait çok önemli bir tarihî eser, yine daha önceki uygarlıklara ait Çeşmeli
Kilise gibi bir kilise, Tartan Evi gibi Anadolu’da mimarinin en güzel
eserlerinden, örneklerinden biri olan bir eser işte bu çabalar sonucu
kazandırılmış ve bugün binlerce insanımızın hizmetine, onların gezmesine,
bilgisine sunulmuştur. Değerli
arkadaşlarım, özellikle Kültür Bakanlığımıza bir konuda Karaman Milletvekili
olarak teşekkür etmek istiyorum. Karaman bizim deyimimizle Türkçenin başkenti.
Gerçekten Karamanoğlu Mehmet Bey’in Türk dilini
ferman olarak yeniden devlet dili ilan ettiği 1277’den beri Türk Dil Bayramı’nı
kutlayan bir kent. İşte bu kentte bir kültür sitesinin olmaması bile büyük bir
eksiklik olarak karşımızda durmaktaydı. Yapımına 1998 yılında başlanılan kültür
sitemiz, yaklaşık on yıl gibi bir süre neredeyse atıl kalmış, küçük ödeneklerle
bitirilememişti. İşte Kültür Bakanımızın, Müsteşarımızın ve diğer
çalışanlarının çabalarıyla kültür sitemiz bitirilmek suretiyle 2008 yılında
Karaman kültür hayatına kazandırılmış oldu. Ben emeği
geçenlere tekrar teşekkür etmek istiyorum. Bu kanun
tasarısının hayırlı olmasını diliyor, yüce heyetinizi saygıyla selamlıyorum.
(AK PARTİ sıralarından alkışlar) BAŞKAN –
Teşekkürler Sayın Akgün. Madde
üzerinde konuşmalar tamamlanmıştır. Soru-cevap
işlemine başlıyoruz. Sayın Öztürk, buyurun. HARUN
ÖZTÜRK (İzmir) – Teşekkür ediyorum Sayın Başkan. Sayın
Bakan, Komisyonda yaptığınız açıklamada koruma bölge kurulları üyelerinin görev
süresini beş yıldan üç yıla indirmekle üyelerin bilgi ve verimliliğinden daha
fazla yararlanmayı amaçladığınızı ifade etmişsiniz. Ancak kime sorarsanız bu
değişikliğin amacının söz konusu komisyonlarda görevli olup da AKP’nin siyasi
taleplerine “Hayır.” diyen gerekli bilgi ve deneyime sahip uzman üyelerden
kurtulmak ve siyasi kadrolaşmak olduğunu söyleyecektir.Ayrıca
bu değişiklik idarede istikrar prensibi ve kurulların özerkliği ile de
bağdaşmamaktadır. Bu tespitler karşısında hâlâ Komisyondaki beyanınızın
arkasında durmakta mısınız? Teşekkür
ediyorum. BAŞKAN –
Teşekkürler Sayın Öztürk. Sayın Paksoy… MEHMET
AKİF PAKSOY (Kahramanmaraş) – Teşekkür ederim. Sayın
Bakana iki sorum var: 1)
Kahramanmaraş’ta bulunan kültür ve tabiat varlıklarının korunması ve onarılması
faslından bugüne kadar yapılan tarihî eser ve harcanan para ne kadardır? 2)
Kahramanmaraş’a 2009 yılı için bütçeden ayrılan bir ödenek var mıdır, varsa
miktarı nedir? Teşekkür
ederim. BAŞKAN –
Teşekkürler Sayın Paksoy. Sayın
Taner… RECEP
TANER (Aydın) – Sayın Bakana üç sorum var: 1) Koruma
bölge kurulları 5366 sayılı Yasa gereğince süresi ve yetkileri belli olan bir
konumdayken bu kanunla tekrar görev süresinin ve yetkilerinin değiştirilmesi
hangi ihtiyaçtan dolayı gündeme gelmiştir? 2) Tarihî
ve kültürel zenginlikleriyle Ege’nin en önemli illerinden olan Aydın ilimize
Bakanlık bütçenizden ayrılan payın diğer illerle kıyasladığımızda yeterli
olduğunu düşünüyor musunuz? 3) Önceki
hükûmet döneminde başlatılan Didim’den
Karacasu-Afrodisias’a kadar gidecek olan turizm yoluyla ilgili Bakanlığınızın
görüşü nedir? O konuda bir yatırım bütçeniz var mıdır? Teşekkür
ederim. BAŞKAN –
Teşekkürler Sayın Taner. Sayın
Kaplan… HASİP
KAPLAN (Şırnak) – Teşekkür ediyorum Sayın Başkan. Sayın
Bakan, Dicle Nehri altında kalacak olan Kasrik Harebeleri, Kalesi, Mahmut Han Köprüsü, Asur kabartmaları, Fekayi Tayran’ın camisi, Asur
Kuleleri, Finik Kalesi, Alaattin
Kasrı ve kalesi. Bu saydıklarımın hepsi Dicle Nehri’nin altında, Dicle
Barajı’nın sularına gömülecek olan tarihî eserler. Bunların kurtarılmasıyla
ilgili Bakanlığınızın ne tür bir çalışması vardır? Yakın bir zamana planlaması
yapılmış mıdır? Teşekkür
ederim. BAŞKAN –
Teşekkürler Sayın Kaplan. Sayın
Bal, buyurun efendim. ŞENOL BAL
(İzmir) – Teşekkür ediyorum. Sayın
Bakan, 2006 yılında 298 kazıyla 7.528 eser çıkarılmış. Her kazı bir ay da
sürüyor. Yani, gayet de sıkıntılı bir iş. Yine 2006 yılında vatandaşların
bulduğu ve müzeye verdiği 35.460 eser var. Yani hiç durmadan vatandaşlarımız
kazı yapıyor zannediyorum. 1.020 kişi olmasına rağmen bu kazıları
gerçekleştiren ve müzelere teslim eden kişiler, kaç kişiye ödeme yapıldı bugüne
kadar? Kişi başına düşen tarihî eser ne kadar? Yoksa bunun altında tarihî eser
kaçakçılığı mı yatıyor? Nasıl bir tedbir geliştiriyorsunuz? İkinci
sorum: Bu kanunun 1’inci maddesinde de sıkıntılar var biliyorsunuz. 1’inci
maddenin gerekçesinde mevcut sürecin sağlıklı işlemediği belirtilmekte, bu
durum belediyelerin yeterli oranda başvuruda bulunmadığı, belediyelerin proje
geliştirmedikleri ya da il özel idarelerine istenen şekilde proje sunulmadığı… (Mikrofon
otomatik cihaz tarafından kapatıldı) BAŞKAN –
Teşekkürler Sayın Bal. ŞENOL BAL
(İzmir) – Soramadım Sayın Başkan. BAŞKAN –
Peki, buyurun, tamamlayın sorunuzu. ŞENOL BAL
(İzmir) – …ve benzeri olasılıklara bağlanıyor 1’inci madde. Olasılıklar üzerine
oturtulan bir düzenlemenin sürdürülebilir olması mümkün müdür? Bugüne kadar
sürecin sağlıklı işlemesini engelleyen en önemli etken projelerin belediye
bütçesine getirdiği ek maliyet değil midir? Teşekkür
ediyorum. BAŞKAN –
Teşekkürler. Sayın
Sipahi, buyurun. KAMİL
ERDAL SİPAHİ (İzmir) – Teşekkür ederim Sayın Başkan. Sayın
Bakan, ben bugün basında yer alan bu müzelerimizdeki envanter
çalışmaları esnasında -ben rakamı vermeyeceğim, bu basında yer alan bilgi ne
derece doğrudur bilmediğim için- binlerce eserin kaybolduğu, binlercesinin
yerine ise sahtelerinin konulduğuna ilişkin bir bilgi var. Bunların doğrusu
nedir ve bu tip olayların tekerrürüne mâni olmak için ne gibi tedbir alınıyor? Teşekkür
ederim. BAŞKAN –
Teşekkürler. Sayın
Bulut… AHMET
DURAN BULUT (Balıkesir) – Sayın Bakanım, Balıkesir Kültür Merkezi’nin temeli
1991 yılında atıldı; ucube hâlinde duruyor, inşaat tamamlanmadı. Yine,
Balıkesir Bandırma Kültür Merkezi’nin temeli de 2000’li yıllarda atıldı; bina
yarım vaziyette, etrafında herhangi bir koruma yok, koruma tedbirleri alınmamış
vaziyette. Bu iki
kültür merkezinin yapımı konusunda bir çalışmanız, bir programınız, bir
planınız var mı efendim? Teşekkür
ederim. BAŞKAN –
Teşekkürler. Sayın
Cengiz… MUSTAFA
KEMAL CENGİZ (Çanakkale) – Sayın Bakanım, Türkiye kazı olarak gerçekten zengin
bir arkeolojik altyapıya sahiptir. Özellikle Türkiye'de Bakanlar Kurulunca veya
Bakanlığınızca izin verilen yerli arkeolojik kazı sayısı ve yabancı kazı sayısı
nedir? Bir de
Çanakkale’mizde zikredilen Truva Müzesi’yle ilgili çalışmalarımız ne
aşamadadır? Bu konuyla ilgili -kulağımıza geliyor ama- sizden de net bir şeyler
duymak istiyoruz. Teşekkür
ediyorum. BAŞKAN –
Teşekkürler. Son soru.
Sayın Çalış, buyurun. HASAN
ÇALIŞ (Karaman) – Sayın Başkanım, teşekkür ediyorum. Sayın
Bakanım, Karaman’ın Yeşildere Taşkale
vadisinde bulunan kaya evleri, mağaraları, kalesi ve kaya ambarlarıyla
gerçekten turizm yönünden çok farklı bir ortam ve farklı bir alan. Bu alanı
turizme kazandırmayla ilgili bir projeniz, bir çalışmanız var mı? Teşekkür
ediyorum. BAŞKAN –
Teşekkürler Sayın Çalış. Sayın
Bakanım, cevap verebilirsiniz. Buyurun. KÜLTÜR VE
TURİZM BAKANI ERTUĞRUL GÜNAY (İstanbul) – Değerli arkadaşlarım, bazı sorular
bir önceki maddeye tekrar dönmeyi gerektiriyor, oradan başlamak istiyorum. Şimdi,
biz, kültür ve tabiat varlıklarını, özellikle tescilli tarihî eserleri ayağa
kaldırmak için bir ek kaynak oluşturmaya çalışmışız. Her kuruşa ihtiyacımız var
ve her kuruşu yerinde kullanmaya çalışıyoruz. Biraz önce size rakamları arz
ettim. Bu emlak vergisinden toplanan paranın aşağı yukarı yarısı şu anda
duruyor özel idare bütçelerinde. Belediyelerimiz proje getirememişler teknik
imkânsızlıklarla, belki ilgisizliklerle bazı yörelerde, bazı yörelerde de
arkadaşımızın söylediği gibi, bir katkı payı var belediyelerin; özel idareler
bu fondan yüzde 80’e kadar destekleyebiliyor, ama yüzde 20, işin mahiyetine
göre bazen yüzde 25, 30 belediyelerin katkı yapması gerekiyor, bazı yerlerde de belediyeler bu katkılardan
sakınıyor. 100 bin TL’lik bir şey yapacaksınız, 20, 25, 30 belediye ödemekten
sarfınazar ediyor bazen ve o yüzden de biraz önce size arz ettiğim gibi, ciddi
bir rakam şu anda proje bekliyor, uygulama bekliyor ve elimizde duruyor, bunu
devreye sokalım istiyoruz. Bazı arkadaşlarımızın söylediği gibi, belediyelere
hasredilmiş bir kaynağı bu sefer özel idarelere kullandırmaya kalkmıyoruz; hasredilen
kaynak belediyelere değildir, hasredilen
kaynak tescilli tarihî eserleredir. Asıl kaynağı asıl hasredildiği yerde
kullanmaya çalışıyoruz, yani belediyelere özel bir kaynak yaratılmış değil,
tescilli tarihî varlıkların restorasyonu için bir
kaynak ayrılmış, o kaynağı doğru düzgün kullanamadığımızı görerek, bir başka
kullanma aracı, manivelası oluşturmaya çalışıyoruz ve diyoruz ki… Bir
arkadaşımız dedi ki: “Niye seçilmişlerden atanmışlara veriyorsunuz?” Maddeyi
doğru okursanız öyle olmadığını göreceksiniz. Yine seçilmiş bir başka
mekanizmaya veriyoruz, özel idare, il genel meclisi, oraya veriyoruz ve valinin
denetiminde “Vali aktarır.” diyoruz ve valinin her tasarrufu da idarenin her
tasarrufu gibi denetim altında. Yani biz, kaynağı daha işler hâle, daha verimli
hâle getirmeye çalışıyoruz. 1’inci maddedeki ana mantığımız bu. Şimdi,
yüzde 20, 25, 30, büyükşehirlerde yüzde 40’a varan belediyelerin bu katkı
payları yönetmelikten kaynaklanıyor. Bu yaptığımız maddeler düzenlemelerinden
sonra yönetmelikle ilgili bir düzenleme yapacağız. Belki bu katkı paylarını
bazı yörelerde azaltmaya çalışacağız; bir. İki:
Başka bir şey daha yapacağız; arkadaşlar, birinci günden itibaren “Bu kaynaklar
nerede toplanıyor?”, “Nasıl toplanıyor?”, “Nasıl kullanılıyor?”, “Siyasi amaçla
kullanıyor mu?” imalarıyla dolu konuşmalar yaptılar. Bir kere, tescilli tarihî
eserler için kullanılıyor, başka bir yerde kullanılması mümkün değil, çerçeve
belli; bunun dışında kullanırsanız kullanan herkes, kullandıran herkes yasalar
önünde suçlu duruma düşer; bir. Ama ben de istiyorum. Kamudan bir kaynak
ayırıyoruz, emlak vergisinden bir kaynak ayırıyoruz ve “Bunu belediyeler, özel
idareler, proje getirsinler ve kullansın.” diyoruz. Hangi
belediye getirdi, hangi projeyi getirdi, hangi kaynağı aktardık biz oraya, bunu
şeffaf hâle getireceğiz, yapacağımız yeni düzenlemede, yönetmelikte şeffaf hâle
getireceğiz; özel idarelerin İnternet sayfalarında o ilde ne kadar emlak
vergisinden pay ayrılmıştır ve o pay hangi belediyelerin hangi projelerine veya
özel idarenin getirdiği projeye nasıl kullanılmaktadır bu şeffaf hâle gelecek. Ben
saydamlığın bu gibi tartışmaları sona erdirecek olan birinci mekanizma olduğuna
inanıyorum ve bunu yönetmelik hükmü hâline dönüştüreceğiz. Böyle bir
ihtiyaç var mı? Bazen belediyelerin elinde bulunup da proje getirilmeyen
unsurlar olduğu gibi belediye sınırları dışında olup da proje getirilmeyen,
getirilemeyen yerler de var. BAŞKAN –
Sayın Bakanım, süreniz doldu. Devam edecek misiniz? KÜLTÜR VE
TURİZM BAKANI ERTUĞRUL GÜNAY (İstanbul) – Evet, birkaç cümle daha… Arkadaşlarımız
mağaralardan söz ediyorlar. Kayseri’den hemen çıkınca bir Karatay Medresesi
var, Ordu’dan hemen çıkınca bir Selçuklu mezarlığı ve camisi var ya da
Karaman’dan çıkınca Mut’a doğru giderken bir Alahan Manastırı var. Bunlar
belediyelerin zaten doğal olarak proje getire-meyeceği
yerler. O zaman özel idare burada devreye girebilir. Yani tarihî varlığa biraz
daha dikkatle sahip çıkmaya çalışıyoruz. Bu Truva
Müzesi’yle ilgili -sondan, başlarsam- ciddi bir çalışmamız var. Bir danışma
kurulu oluşturduk, Ankara’ya bir büyük müze yapmak konusunda, gerçek bir
Anadolu uygarlıkları müzesi yapmak, böyle bir bedestene sığışmış bir müze
değil, büyük çaplı, cumhuriyetin başkentine yakışır, büyük çaplı bir Anadolu
medeniyetleri müzesi yapmak konusunda bir yeni projemiz var, bir danışma kurulu
oluşturduk. Bir de Truva’ya… Çünkü Truva’ya gelenler bir görsellik görmüyorlar.
Truva’ya gelenler inanılmaz bir efsane duyuyorlar ama gördükleri onları çok
aşırı etkilemiyor çünkü çok tarih öncesine kadar uzanan bir kalıntı görüntüsü
var. Benzer bir şey Hattuşaş’ta da var. Buralarda müzeler bizim dünyaya
kültürümüzü daha etkili biçimde sunmamızı kolaylaştıracak, sağlayacak; bunları
öncelikle gündeme aldık. Değerli
arkadaşlarım, müzelerdeki kayıplarla ilgili ben burada önceki gün de bilgi
verdim zaten, rakamları verdim. İki buçuk yıl önce başlamış bulunan bir denetim
süreci var ve bu denetim süreci sayesinde -ne yazık ki geçmiş yıllarda
periyodik denetimler yapılmamış- bu iki buçuk yıldan beri yapılagelen
-benden önceki arkadaşım başlatmıştı- denetimler sayesinde müzelerimizdeki envantere sahip çıkmaya başladık. Ne var, ne yok, hangileri
müzeye girmemesi gerekirken girmiş, hangileri yerine başkaları konularak
kaybedilmiş? Bir kez daha söylüyorum, Uşak Müzesi dışında, böyle ciddi, büyük
çapta, telafi edilmez bir eksiğimiz, bir kaybımız yok ama bu denetimler,
periyodik denetimler ve bundan sonra getireceğimiz yeni envanter
sistemi bu kayıpları önemli ölçüde sanıyorum ki engelleyebilecek. Bazı
arkadaşlarımızın, Kahramanmaraş’a, Aydın’a, illeri çapında -daha önce galiba
Adana’ya oldu- sorduğu sorular var. Onlara, izin verirseniz, neler yapacağız 2009’da,
yazılı olarak cevap vermek isterim ama ben mesela Afrodisias’ı çok önemsiyorum
gerçekten. Afrodisias, Türkiye’de nasıl şimdiye kadar “Dünya Miras Alanları”na
girmediği gibi Dünya Miras Alanları aday listesine bile girmemiş; bunu anlamak
ve kabul etmek mümkün değil. BAŞKAN –
Sayın Bakan, süreyi çok aştık ama… KÜLTÜR VE
TURİZM BAKANI ERTUĞRUL GÜNAY (İstanbul) – Bitiriyorum… Afrodisias
gibi, Perge gibi, gerçekten bizim, dünyaya övünçle sunacağımız yerler var. 2009
yılında biz, Selimiye’de ve Alanya’da, tersanelerde yani Osmanlı ve Selçuklu
mirasıyla ilgili iki alanda, dünya kalıcı listesine girmeleri konusunda
çalışmalar sürdürüyoruz. Ama hemen arkasından mutlaka dünya mirası aday
listesine girmesini sağlamaya çalıştığımız yerlerin başında Afrodisias geliyor. Arz
ederim, teşekkür ederim. BAŞKAN –
Teşekkür ederim Sayın Bakan. Sayın
milletvekilleri, madde üzerinde üç önerge vardır. Önergeleri önce geliş
sırasına göre okutacağım, sonra aykırılık sırasına göre işleme alacağım. İlk
önergeyi okutuyorum: Türkiye
Büyük Millet Meclisi Başkanlığına Görüşülmekte
olan 266 Sıra Sayılı, Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Kanununda Değişiklik
Yapılmasına Dair Kanun Tasarısının 2. maddesinin aşağıdaki şekilde
değiştirilmesini arz ve teklif ederiz.
Madde 2-
2863 sayılı Kanunun 55 inci maddesinin ikinci ve dördüncü fıkrası aşağıdaki
şekilde değiştirilmiştir. “Koruma
bölge kurullarının Bakanlıkça ve Yükseköğretim Kurulunca seçilen üyelerinin
görev süresi üç yıldır” “Koruma Yüksek Kurulu üyeleri ile koruma bölge kurullarının Bakanlıkça
ve Yükseköğretim Kurulunca seçilen üyelerine, ayda altı toplantıyı geçmemek
üzere her toplantı için Devlet memur aylık katsayısının (5000) gösterge rakamı
ile çarpımı sonucunda bulunacak miktarda, koruma bölge kurullarının kurum
temsilcisi üyelerine ise ayda altı toplantıyı geçmemek üzere her toplantı için
Devlet memur aylık katsayısının (2000) gösterge rakamı ile çarpımı sonucunda
bulunacak miktarda huzur hakkı ödenir.” BAŞKAN –
Sayın milletvekilleri, şimdi okutacağım iki önerge aynı mahiyette olduğundan
birlikte işlem yapacağız ve istemleri hâlinde önerge sahiplerine ayrı ayrı söz hakkı vereceğim. Türkiye
Büyük Millet Meclisi Başkanlığına Görüşülmekte
olan 266 sayılı yasa tasarısının 2 nci maddesinin
metinden çıkarılmasını arz ve teklif ederiz.
Türkiye
Büyük Millet Meclisi Başkanlığına Görüşülmekte
olan 266 Sıra Sayılı Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Kanununda Değişiklik
Yapılmasına Dair Kanun Tasarısının 2. maddesinin Tasarı metninden çıkarılmasını
arz ve teklif ederiz.
BAŞKAN –
Komisyon önergelere katılıyor mu? MİLLÎ
EĞİTİM, KÜLTÜR, GENÇLİK VE SPOR KOMİSYONU BAŞKANI MEHMET SAĞLAM (Kahramanmaraş)
– Katılmıyoruz Sayın Başkan. BAŞKAN – Hükûmet katılıyor mu? KÜLTÜR VE
TURİZM BAKANI ERTUĞRUL GÜNAY (İstanbul) – Hayır efendim. BAŞKAN –
Sayın Kaplan, buyurun. Yaşar
Bey, siz de mi konuşacaksınız? YAŞAR
TÜZÜN (Bilecik) - Evet. BAŞKAN – Peki, tamam. Ayrı ayrı
söz vereceğim. K. KEMAL
ANADOL (İzmir) – İki farklı önerge olduğu için ayrı ayrı
konuşacaklar. HASİP
KAPLAN (Şırnak) – Sayın Başkan, aynı konuda önergeler, ondan öyle oldu
herhâlde. Şimdi,
burada süre yönünden üç yıla niye indirilme gereği duyuluyor? Koruma Kuruluna
alınan bir üye, üç yıl, daha yerini öğrenmeden, bulunduğu yerle ilgili
bilgileri edinmeden değişebilecek. Bu da siyasi iktidarlar kim olursa olsun suistimale açık, güvencesiz bir ortam yaratıyor. Zaten daha
önceleri bu Anıtlar Kurulu üyeleri süresiz seçiliyordu ama 12 Eylül darbesi
sonrası çıkarılan bir yasayla bu süre beş yıla getirildi. Şimdi, bu
kurullardaki üyelerden 5 tanesinin Bakanlıkça seçilmesi sorunu var. Bakanlıkça
seçildiği zaman uygulamada sorunlar yaşanıyor. Şimdi, zaten korumayla ilgili
bir yasa tasarısı görüşüyoruz. Kültür Bakanlığının zaten genel bütçedeki payı
binde 5 dolayında, yani yüzde 1 bile değil. Koruma uygulamalarına tahsis edilen
miktarın Kültür Bakanlığı bütçesine oranı yüzde 3 dolayındadır. Yüzde 3 ile
binde 5’i çarptığımız zaman da yüz binde 15, yani on binde 1,5 gibi bir orana
erişiliyor. Gerçekten, bu kadar zengin tarihi olan ülkemizde 2.600 höyük, 6.365
termal merkez, İtalya’dan daha fazla Roma eseri, Yunanistan’dan daha fazla Grek
ve İyon eseri, 115 tane antik tiyatro, arkeolojik olarak korkunç bir zenginlik…
Tabii, hep atlanan bir yer, Mezopotamya tarihinin, kültürünün katkıları ile beraber
Yukarı Mezopotamya’nın da ülkemiz kapsamında olduğu düşünülecek olursa bunların
korunmasıyla ilgili koruma kurullarının çok şeffaf bir çalışma yapması, titiz
bir çalışma yapması çok önemlidir. Bu konuda Bakanlığın İnternet sitesine
konulursa bu çalışmalar… Bir de sivil toplumun özellikle uzmanlık alanlarının
bu çalışmalara katılması gereklidir. Ben Sayın Bakandan şunu öğrenmek istiyorum, kendisine başvurusu yapılan
bir konu olduğu için: 1993’te kentsel sit alanı ilan edilen, yakın çevresiyle
birlikte sit kapsamına alınan ve daha sonraki yıllarda da korunan bir binanın,
1 numaralı Kültür Tabiat Varlıkları Kurulu Kararı’nın, hiçbir gerekçe olmadan,
bu sefer bir başka tabiat koruma kurulu kararıyla değiştirilmesi, sit
alanlarının değiştirilmesi mümkün müdür? Bu konuda
ciddi bir çalışma yapılması gerekiyor. Bu koruma kurulları gerekçesiz kararlar
veriyorlar. Bu konuda teftiş incelemesi yapmayı düşünüyorlar mı? Tabii, bu da önemli. Genel
olarak da söylenen şudur bu konularda: Kültür ve tabiat varlıklarının
korunmasıyla ilgili seçimler dört yılda bir yapılıyor, bunlar da beş yıllığına
seçiliyor. Hiç olmazsa koruma kurullarının, siyasi iktidarın tayin ve görevden
alma, baskı ortamı sağlanmasın diye bu önceki hüküm olsun diyoruz. Yok, üç sene
diyorsanız niye üç senedir; onu da gerçekten bir gerekçelendirseniz biz de ikna
olsak iyi olur. Üç seneliğine tarihî kurul koruma şeyi olmaz. Çünkü bu koruma
kurullarının bir özelliği vardır, hem tabiat varlıklarını hem kültür
varlıklarını koruyacak. Bu da çok geniş bir alan, kapsamlı
bir alan. Bu yönüyle baktığımız zaman, önergemizin yerinde olduğunu
düşünüyoruz. Biz kez
daha Bakanlık çalışanlarının da bu konudaki deneyimlerini dillendirmesi
gerektiğini düşünüyoruz. Önergemizin destek bulmasını istiyoruz. Teşekkür
ederim. BAŞKAN –
Teşekkürler Sayın Kaplan. Sayın
Bakanım, açıklama mı yapacaksınız? KÜLTÜR VE
TURİZM BAKANI ERTUĞRUL GÜNAY (İstanbul) – Evet, bir açıklama yapmak istiyorum
izin verirseniz Sayın Başkanım. BAŞKAN –
Buyurun. KÜLTÜR VE
TURİZM BAKANI ERTUĞRUL GÜNAY (İstanbul) – Şimdi, bugün, arkadaşlarımız, bu beş
yılı üç yıla indirmenin arkasında bir siyasi amaç olup olmadığını
sorguluyorlar. Hatırlatmak istiyorum ki değerli arkadaşlarım, bugün kurullarda
görev yapan bütün arkadaşlarımız, Adalet ve Kalkınma Partisi iktidarları
döneminde atanmış arkadaşlar. Yani, daha önceden kalmış arkadaşlar yok. Daha
önceden kalmış arkadaşlar varsa onlar, görev süresi uzatılmış arkadaşlardır;
çünkü beş yıl da olsa, üç yıl da olsa görev süresini uzatmakta bir engel yok
ama bazı arkadaşlarımız yeteri kadar… Burada, ayrıca zaten bir ayrım
yapmıyoruz, ister bakanlık atamış olsun ister üniversite atamış olsun, herkesin
süresini üç yıla indiriyoruz. Burada bazı arkadaşlarımız beklenen mesaiyi
vermiyor, bazı arkadaşlarımız çeşitli açılardan verimsizlik sergiliyor. O
yüzden, beş yıl çok uzun bir zaman. Eğer arkadaşımız verimliyse üç yılı bir üç
yıl, bir üç yıl daha uzatma imkânı var ama beş yılı ikinci kez uzattığınız
zaman on yıl ediyor. O yüzden, bu, bütün kurullardan gelen ortak bir yaklaşım
oldu bize ve o yüzden buraya indirdik. Hatırlatmak istiyorum ki bu arkadaşların
hepsi daha önceki iktidarlar döneminde değil, Adalet ve Kalkınma Partisi
iktidarları döneminde atanmış arkadaşlardır. Arkasında bir siyasi kasıt aramak
fevkalade yanlıştır. BAŞKAN –
Teşekkürler Sayın Bakan. KÜLTÜR VE
TURİZM BAKANI ERTUĞRUL GÜNAY (İstanbul) – Ben teşekkür ederim efendim. BAŞKAN –
Diğer önerge hakkında konuşmak üzere Sayın Tüzün,
buyurun efendim. (CHP sıralarından alkışlar) YAŞAR
TÜZÜN (Bilecik) – Sayın Başkanım, değerli milletvekili arkadaşlarım; vermiş
olduğumuz önerge süreyle ilgiliydi. Gerçi gerekli açıklamayı Sayın Bakan ve
benden önceki Hatip arkadaşımız yaptı. Benim
burada değinmek istediğim konu, önergeyle ilgili değinmek istediğimiz konu
özellikle mahallî idareler yönünden. Bir bölgede, bir ilde, bir ilçede, beldede
hatta seçtiğimiz belediye başkanı, seçilen belediye başkanı, belediye meclis
üyesi, il genel meclis üyesi beş yıl süreyle seçiliyor. Bu mantıkla bakacak
olursak, gerek bu Üst Kurula, yani Yüksek Kurula gerekse bölge kuruluna
seçilecek üyelerin de en az mahallî idarelerde görev yapan arkadaşların süresi
kadar olmasında fayda var kanaatindeyiz. Kuşkusuz,
daha önceki kanunda, yani 12 Eylülden sonra çıkan kanunda beş yıl süreyleydi.
Bu sürenin kısaltılması ne anlama geliyor diye bakacak olursak, yani kültür ve
tabiatı, tarihi, doğal ortamı bozmak isteyen bir siyasi zihniyete veyahut bir
kişisel zihniyete veyahut bir yerel yönetim zihniyetine “Efendim, beş yıl
beklemene gerek yok, artık bu kurulun görev süresi üç yıla düştü. Sen bu üç yıl
biraz daha sabret, nasıl olsa üç yıl sonra bu kurul üyeleri değişecek,
dolayısıyla sizin istediğiniz proje de bu kuruldan geçer.” mantığıyla, bu, beş
yıldan üç yıla düşürülmüş bulunuyor. Değerli
arkadaşlarım, tabii, bilim adamları kolay yetişmiyor. Bu arkadaşlarımızın,
özellikle mesleki bilgilerinin, tecrübelerinin burada aktarılması gerekiyor.
Bunun çeşitli aşamaları var. Bu aşamaların takibi açısından da, gerçekten, üç
yıl çok kısa bir süre. Bunun, mutlaka ama mutlaka beş yılda kalması gerekiyor. Kuşkusuz,
bu Koruma Kurulu kararları da kamuoyunda tartışılıyor, bazen tatminkâr
olunmuyor, bazen tatminkâr oluyor ama genel olarak baktığımızda, özellikle
yerel yönetimlerimizin bu dokuyu bozduklarını birçok ilde görüyoruz. Yine,
Ankara’mızda, özellikle on beş yıldır Ankara’yı yöneten siyasi zihniyetin,
Ankara’nın doğal, kültürel yapısını bozacak birçok projeleri hayata geçirdiğini
hepiniz biliyorsunuz, bizler de yakından takip ediyoruz. Ama özellikle şu
örneği vermeden geçemeyeceğim: Bildiğiniz gibi Ankara Garı’nın önünde yapılan
kavşak, yani katlı kavşak projesine baştan Devlet Demiryolları Genel Müdürlüğü
tarafından itiraz edildiğini, uygun görülmediğini hepimiz biliyoruz. Yine,
Ankara Kültür ve Tabiat Varlıkları Koruma Bölge Kurulu ise maalesef bu projeye
hiç düşünmeden onay vermiştir. Bir noktada Ankara’nın tarihî dokusu
bozulmuştur. Cumhuriyetin ilk eserlerinden olan bu meydan maalesef bu çok
katlı, iki katlı kavşakla yok edilmiştir ve Ankara’mız bir meydanından olmuştur,
meydan ortadan kalkmış, çok çirkin bir tablo ortaya çıkmıştır. Bu katlı kavşak
yerine Kültür Tabiat Varlıkları -özellikle Ankara- Kurulu çok daha hassas
davransaydı, çok daha dikkatli olsaydı bunu katlı kavşakla değil de, bir alttan
geçişle çözebilirdi diye düşünüyorum. Değerli arkadaşlarım, yine, bu kanun hazırlanırken, ülkemizde bulunan
Tarihî Kentler Birliği gibi, ÇEKÜL Vakfı gibi, kentlerin tarihini koruyan bu
birliklerin de görüşünün alınmasında büyük fayda var idi. Ancak gerek Komisyon
çalışmalarında gerekse Komisyon çalışması öncesi gerekse Bakanlığın ilgili
bürokratlarının bu Tarihî Kentler Birliğinin ve bu ÇEKÜL Vakfının
düşüncelerini, görüşlerini almadığını bir kez daha buradan ispatlamış
bulunuyoruz. Sonuç
itibarıyla bizim bu önergemiz, bu kurullarda -gerek Üst Kurulda gerekse bölge
kurullarında- görev yapacak arkadaşlarımızın üç yıl süreyle değil de beş yıl
süreyle görevine devam etmesi yönünde. Ben önergemizin kabulü yönünde sizlerin
de oy kullanmasını temenni ediyor, Genel Kurulu saygıyla selamlıyorum. (CHP
sıralarından alkışlar) BAŞKAN –
Teşekkürler Sayın Tüzün. III.- YOKLAMA (CHP
sıralarından bir grup milletvekili ayağa kalktı) K. KEMAL
ANADOL (İzmir) – Sayın Başkan, yoklama istiyoruz. BAŞKAN –
Yoklama talebinde bulunan arkadaşlarımızın isimlerini tespit edeceğim: Sayın
Akif Ekici? Burada. Sayın
Rahmi Güner? Burada. Sayın Bülent
Baratalı? Burada. Sayın Ali
Koçal? Burada. Sayın
Murat Sönmez? Burada. Sayın
Yaşar Ağyüz? Burada. Sayın
Metin Arifağaoğlu? Burada. Sayın
Ferit Mevlüt Aslanoğlu?
Burada. Sayın Vahap Seçer? Burada. Sayın
Hüseyin Ünsal? Burada. Sayın
Bilgin Paçarız? Burada. Sayın
Halil Ünlütepe? Burada. Sayın
Rasim Çakır? Burada. Sayın
Zekeriya Akıncı? Burada. Sayın Ali
Rıza Öztürk? Burada. Sayın
Kemal Anadol? Burada. Sayın
Osman Kaptan? Burada. Sayın
Şevket Köse? Burada. Sayın Ali
İhsan Köktürk? Burada. Sayın
Yaşar Tüzün? Burada. Yoklama
için üç dakika süre veriyorum ve yoklamayı başlatıyorum efendim. Pusula
gönderen arkadaşlar lütfen salonu terk etmesinler. (Elektronik
cihazla yoklama yapıldı) K. KEMAL
ANADOL (İzmir) – Süre bitti pusula alamazsınız Sayın Başkan. BAŞKAN –
Kontrol edeceğiz; burada 152 kişi var, kontrol edeceğiz, bir bakalım. K. KEMAL
ANADOL (İzmir) – Süre bitti efendim, kâğıt yok. Olmaz… BAŞKAN –
Şimdi, yoklama pusulası gönderen sayın milletvekillerinin burada olup
olmadıklarını tespit edeceğim. Sayın
Mehmet Erdem? Buradalar. Sayın Ziyaeddin Akbulut? Buradalar. Sayın
İlknur İnceöz? Buradalar. Sayın
İsmail Katmerci? Yok. (CHP sıralarından “Yok” sesleri) Sayın
Cemil Çiçek? Buradalar. Sayın
Bayram Özçelik? Yok. K. KEMAL
ANADOL (İzmir) – Hile! BAŞKAN - Sayın
Hüsnü Ordu? Yok. Sayın
Azize Sibel Gönül? Yok. Sayın
Eyüp Ayar? Buradalar. Sayın
Zeki Ergezen? Buradalar. Sayın Zeyid Aslan? Buradalar. Toplantı
yeter sayımız yoktur, birleşime on dakika ara veriyorum. Kapanma Saati: 18.07 ÜÇÜNCÜ OTURUM Açılma Saati: 18.21 BAŞKAN: Başkan Vekili Eyyüp
Cenap GÜLPINAR KÂTİP ÜYELER: Yusuf COŞKUN (Bingöl), Yaşar
TÜZÜN (Bilecik) BAŞKAN –
Sayın milletvekilleri, Türkiye Büyük Millet Meclisinin 51’inci Birleşiminin
Üçüncü Oturumunu açıyorum. III.- YOKLAMA BAŞKAN -
İstem üzerine yapılan yoklamada toplantı yeter sayısı bulunamamıştı. Şimdi
yoklama işlemini tekrarlayacağım. Yoklama
için üç dakika süre veriyorum ve yoklamayı başlatıyorum. Sisteme
girenler tekrar kâğıt göndermesinler efendim, pusula göndermesinler. (Elektronik
cihazla yoklama yapıldı) BAŞKAN –
Sayın milletvekilleri, toplantı yeter sayımız vardır. Şimdi,
266 sıra sayılı Kanun Tasarısı’nın görüşmelerine devam edeceğiz. VII.- KANUN TASARI VE TEKLİFLERİ İLE
KOMİSYONLARDAN GELEN DİĞER İŞLER (Devam) A) Kanun
Tasarı ve Teklifleri (Devam) 2.- Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma
Kanununda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Tasarısı ile Millî Eğitim, Kültür,
Gençlik ve Spor Komisyonu Raporu (1/608) (S. Sayısı: 266) (Devam) BAŞKAN -
Komisyon ve Hükûmet buradalar. Tasarının
2’nci maddesi üzerinde verilen ve aynı mahiyette olduğundan birlikte işleme
alınan Komisyon ve Hükûmetin katılmadığı önergeleri
oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler… Kabul etmeyenler… Önergeler kabul edilmemiştir.
Diğer
önergeyi okutuyorum: Türkiye
Büyük Millet Meclisi Başkanlığına Görüşülmekte
olan 266 Sıra Sayılı, Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Kanununda Değişiklik
Yapılmasına Dair Kanun Tasarısının 2. maddesinin aşağıdaki şekilde
değiştirilmesini arz ve teklif ederiz. Nihat
Ergün (Kocaeli) ve arkadaşları Madde 2-
2863 sayılı Kanunun 55 inci maddesinin ikinci ve dördüncü fıkrası aşağıdaki
şekilde değiştirilmiştir. “Koruma
bölge kurullarının Bakanlıkça ve Yükseköğretim Kurulunca seçilen üyelerinin görev
süresi üç yıldır” “Koruma Yüksek Kurulu üyeleri ile koruma bölge kurullarının Bakanlıkça
ve Yükseköğretim Kurulunca seçilen üyelerine, ayda altı toplantıyı geçmemek
üzere her toplantı için Devlet memur aylık katsayısının (5000) gösterge rakamı
ile çarpımı sonucunda bulunacak miktarda, koruma bölge kurullarının kurum
temsilcisi üyelerine ise ayda altı toplantıyı geçmemek üzere her toplantı için
Devlet memur aylık katsayısının (2000) gösterge rakamı ile çarpımı sonucunda
bulunacak miktarda huzur hakkı ödenir.” BAŞKAN –
Komisyon katılıyor mu efendim? MİLLÎ
EĞİTİM, KÜLTÜR, GENÇLİK VE SPOR KOMİSYONU BAŞKANI MEHMET SAĞLAM
(Kahramanmaraş) – Takdire bırakıyoruz. BAŞKAN – Hükûmet? KÜLTÜR VE
TURİZM BAKANI ERTUĞRUL GÜNAY (İstanbul) – Kabul ediyoruz efendim. BAŞKAN –
Gerekçeyi mi okutuyoruz Sayın Ergün? NİHAT
ERGÜN (Kocaeli) – Gerekçe… BAŞKAN –
Gerekçeyi okutuyorum: Gerekçe: Koruma
bölge kurularında görülen kamu hizmetinin çok kıymetli değerlere ilişkin olması
hasebiyle, günümüz koşullarında koruma bölge kurulu üyelerine ödenen huzur
hakkının yetersiz kaldığı, kurul üyelerinin başka illere seyahat ettikleri ve
orada ikamet ettikleri de göz önünde bulundurulduğunda zaruri ihtiyaçlarını
karşılamakta zorlandıkları bir gerçektir. Üyelerin günün değişen mali
koşullarında, görevlerini etki altında kalmadan, ekonomik kaygılar gütmeksizin
ifa edebilmesi için, kendilerine ödenen huzur hakkı yeniden düzenlenmiştir. Bu
düzenleme yapılırken hakkaniyet adına, üyelerin kurullarda geçici ve devamlı
olarak çalışmakta olup olmadıklarına bakılmış ve temsilci üyelerin sadece kendi
konularını ilgilendiren kurul gündemlerine katılması, buna karşın diğer kurul
üyelerinin bütün konuları görüşmeleri nedeniyle huzur hakkı ödemelerinde ortaya
çıkan eşitsizlik giderilmiştir. Böylece kurul üyelerinin bilimsel ve teknik
anlamda etkin kararlar alarak kurul çalışmalarında verimliliğin artması
hedeflenmiştir. 2863
sayılı Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Kanununun 55. maddesinin dördüncü
fıkrasında, koruma bölge kurulu üyelerinin huzur hakkı yeniden düzenlenerek,
huzur haklarının iyileştirilmesi sağlanmış, koruma bölge kurulu üyelerinin
ihtiyaçlarını karşılamada zorlanmamaları ve görevlerini etki altında kalmadan
daha sağlıklı bir şekilde yapabilmeleri amaçlanmıştır. Temsilci
üyelerin sadece kendi konularını ilgilendiren (bazen tek bir konuyu içeren)
kurul gündemlerine katılmaları, buna karşın diğer kurul üyelerinin bütün
konuları görüşmeleri ve atanma usulleri itibariyle temsilci üyelerden farklı
esaslara tabi olmaları nedeniyle, huzur hakkı açısından kurul üyeleri arasında
ayrıma gidilmiştir. Böylece yerine getirilen görevin önemi ve günün değişen
koşulları karşısında, kurul üyeleri arasındaki çalışma mesaileri farkı ile
ödenen huzur hakları arasındaki eşitsizlik giderilmeye çalışılmıştır. BAŞKAN –
Komisyonun takdire bıraktığı, Hükûmetin katıldığı
önergeyi oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler… Kabul etmeyenler…Önerge
kabul edilmiştir. Kabul
edilen önerge doğrultusunda 2’nci maddeyi oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler…
Kabul etmeyenler… 2’nci madde kabul edilmiştir. 3’üncü
maddeyi okutuyorum: MADDE
3-2863 sayılı Kanunun 57 nci maddesinin birinci
fıkrasından sonra gelmek üzere aşağıdaki fıkra eklenmiş ve mevcut dördüncü
fıkra aşağıdaki şekilde değiştirilmiştir. “16/6/2005 tarihli ve 5366 sayılı Yıpranan Tarihi ve Kültürel
Taşınmaz Varlıkların Yenilenerek Korunması ve Yaşatılarak Kullanılması Hakkında
Kanun uyarınca ilan edilen yenileme bölgelerinde yenileme projelerini onaylamak
üzere 5366 sayılı Kanun uyarınca oluşturulan Kültür ve Tabiat Varlıklarını
Koruma Bölge Kurulları da bu maddede belirtilen işleri yapmakla görevli ve
yetkilidir.” "Koruma
bölge kurullarının teknik ve idari hizmetleri, koruma bölge kurulu müdürlükleri
tarafından yürütülür. Üçten fazla koruma bölge kurulu bulunan illerde, kurullar
arasında teknik ve idari işlerde koordinasyonu sağlamak üzere koruma bölge
kurulları koordinasyon müdürlüğü kurulur. Koruma bölge kurulu müdürlükleri,
koruma bölge kurulları koordinasyon müdürlüğüne bağlı olarak çalışır." BAŞKAN –
Evet, madde üzerinde söz istemleri vardır. Gruplar adına. Cumhuriyet Halk
Partisi Grubu adına Gaziantep Milletvekili Yaşar Ağyüz,
Milliyetçi Hareket Partisi Grubu adına Balıkesir Milletvekili Ahmet Duran
Bulut. Şahısları adına. İzmir Milletvekili Şenol Bal, Amasya Milletvekili Avni Erdemir. İlk söz
Cumhuriyet Halk Partisi Grubu adına Gaziantep Milletvekili Yaşar Ağyüz’e aittir. Sayın Ağyüz, buyurun efendim. (CHP sıralarından alkışlar) CHP GRUBU
ADINA YAŞAR AĞYÜZ (Gaziantep) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; 2863
sayılı Yasa’nın bazı maddelerini değiştiren 266 sıra sayılı Yasa Tasarısı’nın
3’üncü maddesi üzerinde Cumhuriyet Halk Partisi Grubu adına söz aldım.
Hepinizi saygıyla selamlıyorum. Değerli
arkadaşlar, 2863 sayılı Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Kanunu 21/7/1983’te yürürlüğe girmiş ve bugüne kadar değişiklikler
yapılarak gelmiştir. Bana göre kültür ve tabiat varlıklarını koruma amaçlı,
içeriği dolu bir yasadır. Kültür ve
tabiat varlıklarına sahip çıkmak her vatandaşın olduğu kadar her siyasetçinin
ve her bakanlık koltuğunda, belediye koltuğunda oturanların temel görevidir.
Hepimizin temel amacı, sağlıklı, insanca yaşanabilir, düzenli kentlerde yaşama
olanağını sağlamak. Bu olanağı sağlarken de elbette ki yasal düzenlemelere
ihtiyaç vardır ama ülkemizde gördüğümüz kadarıyla yasal düzenlemelerde çok
başlılık, çok çeşitlilik bir karmaşaya neden olmaktadır. 2863 sayılı Yasa’nın
yanında bir de çıkarılan 5366 sayılı Yasa anlamsız, içeriği boş, kültür ve
tabiat varlıklarını korumaktan uzak, rant alanı
yaratmayı amaçlayan ve yaratılan rantların da bölüşümünü
sağlayan bir yasadır. Şimdi, bu yasa içerisinde yapılan dört tane değişiklik de
çok anlamsız, çok yersiz ve hiçbir şey ifade etmeyen bir yasadır. Yani Meclisi
işgal etmekten öte bir anlamı olmayan bir yasadır. Ülkemizde ekonomik
sıkıntılar artmışken, ekonomik sıkıntılardan dolayı ülke yangın yerine
dönmüşken, bütüncül paketler açıklanmamışken ve Ankara gibi bir başkent
kömürden vatandaşlarını zehirlerken, biz, bu içi boş yasa ile uğraşmak
durumunda kalıyoruz değerli arkadaşlarım. Elbette
ki bu yasayla kültür varlıkları, tabiat varlıkları sit alanı olarak
tanımlanmış; koruma kurulları kurulmuş, koruma kurullarının kararlarına uymak
yasal yükümlülük hâline getirilmiş ama söyler misiniz ülkemizde koruma kurulu
kararlarına uyan, onu şiar edinmiş AKP’li belediye başkanı var mı? Yok.
Bakanlık var mı? Sayın Bakan kısa dönem oldu, kusura bakmasın. Four Season Oteli hâlen ortada
iken, birinci derecede arkeolojik sit alanına bina yapılırken, Gaziantep’te Batalhöyük alanı belediyesince işgal edilirken, koruma
kurulu kararları -üç tane alınmış- uygulanmaz iken, Sayın Bakan hangi
gerekçeyle bu yasayı getirip de tabiat varlıklarını korumanın önünü açmayı
hedefliyor, anlamış değilim değerli arkadaşlarım. Tabii, bu
yükümlülükleri yerine getirmek öncelikle takiple mümkündür. Maalesef
belediyeleri hiçbir bakanlık bu dönemde takip altına almamaktadır. Özellikle
büyükşehir belediye başkanları, imar rantlarının
paylaşıldığı, “kentsel yenileşme”, “kentsel dönüşüm” adı altında rantların
peşkeş çekildiği bir belediyecilik uygulamasıyla karşı karşıyadır. Bunlara
seyirci kalmak, ortak olmak amacını taşır, başka bir amacı yoktur bunun. Biz
kentlerimizin geleceğini düşünüyorsak, kentlerimizin sağlıklı planlanmasına
müdahale etmek zorundayız değerli arkadaşlarım. Şimdi, bu
yasayla… Ucube, güya kültür tabiat varlıklarının yenileşmesini amaçlayan bir
yasa, 5366 sayılı Yasa. Ama belediyelerin alanında her yapılaşmaya açılması
gereken alanda, her önemini eskiden kaybetmiş ama günümüzde rant
alanı olacak yerde yenileşme alanı ilan ediliyor ve Sayın Bakanın bugün
yetkilendirmeye çalıştırdığı kurullarca da o yenileşme planları onaylanıyor.
Böyle bir şey olamaz. Ve bu yenileşme alanlarının rölövelerini,
restitüsyonlarını uygulamakla, tasdik etmekle yükümlü
olan kurula, biz, şimdi daha geniş yetki veriyoruz, koruma amaçlı planlar
içinde bulunan şeylerin dahi onaylanma yetkisini veriyoruz. Böyle bir çelişki
olamaz. O nedenle, bu 3’üncü madde çok absürt ve çok
anlamsız bir değişikliktir değerli arkadaşlarım. Tabii,
5366 sayılı Yasa’nın yeniden gözden geçirilmesi lazım. 5366 sayılı Yasa’ya bu
ülkede gerek yoktu. İmar Yasası’nın yeniden düzenlenmesi zorunlu idi ama İmar
Yasası’nı yıllardır raflarda bekletiyorsunuz, bu tür palyatif
çözümlerle çözüm önerileri bulmaya çalışıyorsunuz değerli arkadaşlarım. Bu çok
çelişkidir. O nedenle, ben, oluşan yenileme kurullarının bu yetkiyle
donatılmasının yanlış olduğunu söylüyorum. Koruma amaçlı planları da deldirme
amaçlıdır bu yetkiyi vermek. Nasıl ki beş yıllık süreyi üç yıla indirdiniz,
Sayın Bakan diyor ki: “Siyasi bir amaç aramayın.” Peki, Sayın Bakanım, Fırtına
Vadisi’ne karşı çıkan, Haydarport’a sit alanı diye
karşı çıkan Cengiz Eruzun, iki defa Danıştay kararı
almasına rağmen -uygulamak zorunda kaldınız- şimdi üç yıla indirerek Cengiz Eruzun’u bu görevden almak istiyorsunuz. Açığı
bu yani. Cengiz Eruzun, Haydarport’ta
işinize gelmiyor, Galataport’ta işinize gelmiyor,
Fırtına Vadisi’nde işinize gelmiyor. Ama diyorsunuz ki: “Siyasi bir neden yok.”
Size somut örnek veriyorum Sayın Bakanım. O nedenle bunlar tamamen koruma
kurullarını siyasi baskı altına alan davranışlardır değerli arkadaşlarım. Sevgili
arkadaşlar, bakın, arkeolojik sit alanları, korumaya alınmış sit alanları bir bir imara açılıyor, işgal ediliyor ve koruma kurulları buna
seyirci kalıyor. Four Season’ı
söyledim, Patalya’yı söyledim. Bakın Altunizade
Kavşağı’nda, Boğaziçi Köprüsü’ne bağlayan yolun kuzeyinde kalan 95 dönümlük tek
boş arazi var, Emlak Gayrimenkul Yatırım Ortaklığının. Sit
alanı, birinci derecede sit alanı, kısmen üçüncü derecede sit alanı. Bu
sit alanı, 6 numaralı Kültür ve Tabiat Varlıkları Kurulunun onayıyla maalesef
imara açıldı. Yeşil alan daraltılarak imara açıldı ve değerli arkadaşlarım, bu
arazinin önerisi TOKİ’den geldi. TOKİ Türkiye’de çok
yanlış şeyler yapıyor ve ödeme güçlüğü içerisinde. Kendi zenginlerini yarattı,
cilalı arsalarla kendi zenginlerini yarattı. Şimdi yaptıkları sosyal konutları
yapan müteahhitlerin parasını ödeyemiyor, işçiler
direnişte, mühendisler direnişte ama TOKİ’yi, siz,
devlet içinde devlet yaptınız, görmezlikten geliyorsunuz. Bakın, TOKİ bu
öneriyi getirdi. 14 Mart 2007’de İstanbul Büyükşehir Belediyesinde onaylandı,
Kültür Kurulunda da 16 Nisanda onaylandı değerli arkadaşlarım ve bu arazi hasılat paylaşımıyla ihaleye çıkıldı değerli arkadaşlarım.
Üç kez yenilendi ihale, verilmedi. Üçüncüsünde GAP İnşaata verildi. GAP İnşaat
kim değerli arkadaşlarım? Son zamanlarda kendisini ATV-Sabah ihalesiyle duyuran
meşhur ve Başbakanın damadının da birinci derecede yetkili olduğu kurum GAP
İnşaat. Buna verildi hasılat paylaşımıyla değerli
arkadaşlarım. Yani bunun arkasında biz siyasi yandaşlık, siyasi kayırma, rant bölüşümü aramayalım da ne arayalım? Siz bunları
kolaylaştırmak için bu yasayı getiriyorsunuz. Ayrıca,
değerli arkadaşlarım, GAP İnşaat bununla da kalmadı. İstanbul Sulukule halkını yerinden perişan eden Tarlabaşı
Kentsel Dönüşüm’ün aldığı yüzde 50 hasılat
paylaşımıyla, yüzde 42 vatandaşa, yüzde 58 Çalık Holdinge değerli arkadaşlar.
Böyle bir adaletsizlik olur mu? Siz orada yıllardır oturan insanları,
Çankırı’da, Sulukule’de, Tarlabaşı’nda
tutup kolundan atıyorsunuz, ranta ortak etmiyorsunuz,
o rantı birilerine peşkeş çekiyorsunuz. Bu açıkçası peşkeş çekmektir ve bu
peşkeş çekmenin de yasal altyapısını,
boşluklarını gidermeye çalışıyorsunuz. Bu iki
yüz yetmiş sekiz binanın yenileşmesini alan bu projede Çalık Grubu yüzde 58
oranla pay almaya hak kazanmış değerli arkadaşlarım, ihalede. Böyle bir
adaletsizlik olamaz. Tarlabaşı gibi bir yerde siz
mülkiyet sahibi olsanız yüzde 60’tan eksik vermezsiniz, ama arada belediye var,
arada TOKİ var değerli arkadaşlarım. Bunun adı vurgundur. Tabii bunlar sizin
umurunuzda değil. Halk
perişan, çiftçi elektrik parasını ödeyemiyor, emekli pazardan meyve-sebze
topluyor, doğal gaz almış başını gitmiş, kömür zehirlenmesinden Ankara yanıyor,
ama siz İstasyon Meydanı’nın, Gar’ın önünün kapatılmasına, işgal edilmesine göz
yummayı bir görev sayıyorsunuz değerli arkadaşlarım. Kentsel
koruma, kentsel, kültürel tabiat varlıklarını koruma Ankara’daki cumhuriyet
binası olan Gar’ın önüne sahip çıkmaktan geçer. (CHP sıralarından alkışlar) 2
defa da önerge verdik. Sayın Bakan diyor ki: “Silüeti
etkilemeyecek.” Buyurun size… Meydanlar elden gitti, seyirci kaldınız; kavşaklı
köprülerle Ankara elden gitti, seyirci kaldınız. İleride dizinizi döveceksiniz
ama iş işten geçmiş olacak. Umarım 29 Martta, bunları gören vatandaş Ankara’da
size bu konuyla ilgili cevabı sandıkta verecektir. Değerli
arkadaşlarım, kendi zenginini yaratmayı imar değişiklikleriyle, ihalelerle
yaratan iktidar belli adamlara çok büyük kayırma çekiyor. Bakın demin
söylediğim GAP İnşaat neler almış neler: ATV-Sabah, petrol boru hattı döşemesi,
petrol arama ruhsatı, Bakü-Tiflis-Ceyhan Petrol Boru Hattı’nın 1,5 milyar
dolarlık ihalesiz, ihalesiz arkadaşlar, ihalesiz, Bakanlar Kurulu kararıyla…
Sayın Başbakan “Damadımın çalıştığı şirkete veriyorum, kimse karışamaz.” diyor.
Burası
demokrasiyse böyle bir despotluk olur mu? Padişahlık döneminde mi yaşıyoruz
biz? Sayın Başbakandan sorulsun. (Mikrofon
otomatik cihaz tarafından kapatıldı) BAŞKAN –
Sayın Ağyüz, son dakikanızı veriyorum. YAŞAR
AĞYÜZ (Devamla) – Teşekkür ederim Sayın Başkanım. Haydarpaşa
Limanı Projesi bedelsiz olarak bu şirkete veriliyor. Hangi birini sayalım? TOKİ’ye el attığımız zaman da, sayısız müteahhidiniz var,
hepsi lime lime dökülüyor. Trilyoner, katrilyoner oldular ama gariban işçiler emeğinin hakkını
alamıyor. Piyasa ödemeleri yapılmıyor Beylerbeyi birinci etap konutlarda,
Beylerbeyi ikinci etap konutlarda. Yapan müteahhitlerinizin taşeronları -müteahhit kazanıyor, taşeronlar batıyor- okulu yapamıyor,
sağlık ocağını yapamıyor değerli arkadaşlarım. Onun için
bu yasal düzenleme içi boş bir düzenlemedir, zamansız bir düzenlemedir, 29 Mart
seçimlerine giderken özellikle de iç siyasete alet edilmesi amaçlanan bir
yasadır. Herhâlde belediyeleriniz çok sıkışık, giderayak birtakım rantları yandaşlarına peşkeş çekmek için bu tür kurul
düzenlemelerine ihtiyaç var. Onun için bu yasaya karşı çıkmak her
milletvekilinin boynunun borcudur. Biz CHP Grubu olarak bu yasaya karşı
çıkıyoruz. Hepinize
saygılar, sevgiler sunuyorum. (CHP sıralarından alkışlar) BAŞKAN –
Teşekkürler Sayın Ağyüz. Milliyetçi Hareket Partisi Grubu adına Ahmet Duran Bulut, Balıkesir
Milletvekili. Sayın
Bulut, buyurun efendim. (MHP sıralarından alkışlar) MHP GRUBU
ADINA AHMET DURAN BULUT (Balıkesir) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri;
266 sıra sayılı Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Kanununda Değişiklik
Yapılmasına Dair Kanun Tasarı hakkında parti grubum adına görüşümü arz
edeceğim. Bu vesileyle yüce heyetinizi ve aziz milletimizi saygıyla
selamlıyorum. İnsanoğlu
yeryüzünde varlığını göstermeye başladıktan sonra hayatını kolaylaştırmak,
inanç ve kültür hayatını yaşayabilmek adına birçok eser meydana getirmiştir,
birçok yapı dikmiştir. Zaman içerisinde bu yapılar belirli kurullar, belirli
heyetler tarafından adlandırılmış, isimlendirilmiş, kategorize edilmiştir. Bugün dünyanın yedi harikasından biri olarak ifade edilen Mısır
piramitlerine bir eğitimci gözüyle baktığımda, bir Türk olarak baktığımda, bir
Türk olarak baktığımda, bir Müslüman olarak baktığımda, bir firavuna mezar
olsun diye, sırf firavunun isteği için, sırf firavunun arzusu için o gün o uzun
mesafelerden onları taşıyan kölelerin o taşlar üzerine parmaklarından akan
kanları, onların üzerinde şakırdayan kırbaçların seslerini duymayan kulakları
unutup bunları “harika” diye insanlığa sunan zihniyetin, Türk dünyası ve
Anadolu’daki kültür ve sanat eserlerimizin tanınması konusunda diğerleriyle
aynı sıraya sokulması konusundaki değer yargılarını takdirlerinize sunarım. Yeryüzünde
milletler, devletler kendi kültür değerlerine sahip çıkmak adına, onları
yaşayan birer kültür varlıkları konumunda yeniden düzenlemek adına dünyanın
değişik merkezlerinde, Paris’te, Venedik’te, Varşova’da bu kültür değerlerini
hayata kazandırmış ve dimdik ayakta tutarken, bizim, yüksek binaların, beton binaların,
gökdelenlerin arasında sığıntı gibi kalmış, kaybolmaya yüz tutmuş, yakılıp
yıkılmasına seyirci kaldığımız tarihî eserlerimizin acizliğini, zavallılığını,
terk edilmiş o binaların
bugün tinerci çocukların barınağı hâline geldiğini maalesef üzülerek
görmekteyiz. Ülkemizde
kültür ve sanat değerlerine sahip çıkmak adına bir bilincin yaratılmadığı
gerçeğini görmek, bunun için bir an önce harekete geçmek gerekir. Dünyanın değişik ülkelerinden gelip Anadolu gibi Türklerin milattan
önce 1000 yılından beri bu topraklarda varlığının ispatlandığı, Eski Çağ değil,
arkaik çağdan kalma bugün kültür varlıklarının, Anadolu’nun değişik yerlerinde
dünyada eşine benzerine rastlanmayan bu değerlerin varlığını görmek bizim
adımıza bir zenginlik ama bunları koruyamamanın üzüntüsü içerisinde olmak da
ayrı bir konu. Avrupa’da
okullarda dördüncü sınıfta bisiklet ehliyeti verilir. Çocuklar trafiğe
hazırlanır, çocuklara kendi başına karar verme, bir nesneyi idare etme,
kullanma şuuru, bilgisi verilir, sorumluluğu verilir. Bizde böyle bir şey
yoktur. Ehliyet alma yaşı gelir, araç kullanmak adına, o güne kadar trafikle
ilgili hiçbir bilgisi olmayan çocuklarımız, katıldıkları kısa bir eğitimden
sonra, trafik kurslarından sonra ehliyet alır ve trafiğe çıkarlar. Trafik
kazalarındaki artışın, kültür ve sanat eserlerimizin başka ülkelere
kaçırılmasındaki dikkatsizliğimizin bütün sebebi budur, kültürel değerlerimizi
koruma, ona sahip çıkma konusundaki şuur eksikliği. Okullarımızda bununla
ilgili bir ders yoktur, bununla ilgili bir ders verilmez. Gidersiniz Çanakkale’nin Ezine ilçesinde, Neandria,
Kestanbol adlarıyla adlandırılmış, milattan önce,
büyük kayaların içerisinde, boyu Sayın
Bakanımın kültürel değerlerin korunması noktasında, müzeler konusundaki
hassasiyetine saygı duyuyorum. Gerçekten, Amerika, iki yüzyıl önce Amerika’ya
ilk gelmiş göçmenlerin o gün yaptıkları evleri tarihî eser diye koruma altına
alıp, Amerika’ya gelenlere işte tarihî binamız diye bugün sergileme gibi bir
gayret, çaba içerisindeyken, ülkemiz bir açık hava müzesi şeklindedir. Ancak
halkımıza bu şuur verilemediği için binaların önünden arslan
heykelleri, birçok tarihî yapı, mimari eser alınmakta, götürülmekte,
kaçırılmakta. Bunların düzenli bir envanterinin
varlığı konusunda dahi şüphe etmekteyim. Bu noktada, ülkemizin eksik olan bu
kültürel değerlerini koruma, ona sahip çıkma, yaşama geçirme noktasında
dikkatli olunması ve… Bakanlığımızın bu kültür ve tabiat varlıklarını koruma
kurullarının varlığının devam ettiğini bilmekteyiz ama bu kurullar ne yapar?
Bugüne kadar yaptıklarının bir gözden geçirilmesini… Ne derece korudular, ne
derece bu eserleri hayata geçirebildiler, sahip çıkabildiler, bunları tekrar
bir gözden geçirmelerini istiyoruz. Yine,
yasalarımızda var olan, 2863 sayılı Yasa’da… Bu kültürel değerlerimizin, eski
konaklarımızın yapımı konusunda vatandaşımız bilinçsiz. O zengin varlıkların
fakir sahipleri olarak kümeste yaşar gibi oralarda hayatını idame ettiren
insanlarımızı, bu kurullar despot bir tavırla… Sadece kendilerine gelen
talepleri yerine getirmenin dışında bu değerlere sahip çıkmak, gidip oraları
tespit etmek, onlara proje hazırlayıp devlet desteğiyle -artık o, o şahsın
değildir- milletimizin hatta insanlığın ortak kültür mirası olan bu yapıların
yakılmasına, yıkılmasına, yok olmasına engel olmak adına bu kurulların çalışma
yapması gerekmektedir. Değerli
milletvekilleri, bu kurulların çalışması çerçevesinde teklifimiz, tarihî
dokuların korunması konusunda yaygın bir bilinç yaratılması. Mimari miras
kavramı artık yalnızca tarihî bir anıtı içermemektedir, yakın dönem eserlerini
de içermektedir. Bütünleşmiş bir koruma için idari önlemler yanında sosyal
önlemler de şarttır. Koruma gayretleri çok amaçlı olmalı, binanın kültürel değerleri
yanında kullanma değerleri göz önüne alınmalıdır. “Sit
alanı.” deniyor. Geniş bir alan, denizin kenarında, turizmin çok olduğu bir
yer. ”Çivi çakamazsın.” deniyor. Altta görünen, ortada görünen bir tarihî eser
yok. En azından oraları hayata geçirmek, oraları korumak adına bir sistem
geliştirilmeli, ahşap bungalov ev yapımı konusunda bir izin verilmeli. O
bölgeler boş bırakılıyor. Sonra, buradan, sit alanlarını birileri bir şekilde
değiştiriyor. Sit alanı iken ucuz fiyata kapatılan, zavallı köylülerin elinden
alınan bu arazilerin, daha sonra değişen yasalarla, değişen bölgelerle o günkü
sahiplerinin zenginliğe kavuştuklarını maalesef görüyoruz. Bu haksızlıkların
giderilmesi adına kültürel değerlerimizin mutlak surette bu kurullar tarafından
sahiplenilmesi ve halkımızın da bilinçlendirilmesi gerekmektedir. Gençlerin
korumaya ilgi duymaları için çeşitli aktiviteler düzenlenmelidir. Yerel
yönetimler koruma konusunda kurullarla, ilgili yetkililerle, teknik elemanlarla
iş birliği içinde olmalı, bu konuda bilinç yaratma çalışmaları yapılmalıdır.
Geniş çaplı koruma planları hazırlanmalıdır. Koruma için yeni yöntemler
geliştirilmelidir. Restorasyon için gelişen mesleki ihtisaslaşmaya önem
verilmelidir. Koruma politikalarını gerçekleştirmesi için halkla diyalog kurmak
kaçınılmazdır. (Mikrofon
otomatik cihaz tarafından kapatıldı) BAŞKAN –
Buyurun Sayın Bulut, devam ediniz efendim. AHMET
DURAN BULUT (Devamla) – Değerli milletvekilleri, ilgili kurumlar arasında
koordinasyon eksikliğinden, eleman yetersizliğinden söz ediliyor. Bir kamu
görevlisinin bilgilendirme, bilme sorumluluğu yasalarla belirtildiği hâlde, bu
asli görevlerini yerine getirmeyen yetkililer, görevliler bölge müdürlükleri
kurulduğu zaman mı görevlerini yerine getireceklerdir? Bugün, birçok müzemiz
personel eksikliğinden kapalı tutuluyor. Birçok kurumda ara eleman
yetiştirildiği hâlde, acaba bu konularla ilgili ara eleman yetiştiriliyor mu?
Açık öğretimde ve üniversitelerimizde birçok meslek gruplarına yönelik eğitim
verilmekte iken neden tarihî değerlerimizi koruma ve değerlendirme ile ilgili
ara eleman yetiştirilmesi için bir çalışma yapılmamaktadır. Bu
düşüncelerle, tasarının kültür ve sanat hayatımıza hayırlı, uğurlu olması
dileğiyle, olumlu oy vereceğimizi ifade ediyor, hepinizi saygıyla selamlıyorum.
(MHP sıralarından alkışlar) BAŞKAN –
Teşekkürler Sayın Bulut. Gruplar
adına başka söz istemi yok. Şahıslar
adına ilk söz İzmir Milletvekili Şenol Bal’a aittir. Sayın
Bal, buyurun efendim. (MHP sıralarından alkışlar) ŞENOL BAL
(İzmir) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; Kültür ve Tabiat Varlıklarını
Koruma Kanununda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Tasarısı’nın 3’üncü maddesi
üzerine şahsım adına söz almış bulunmaktayım. Yüce Meclisi saygıyla selamlarım. Sayın
milletvekilleri, 3’üncü madde ile 5366 sayılı Kanun ile oluşturulan kültür ve
tabiat varlıklarını koruma bölge kurulları, 2863 sayılı Kanun’la oluşturulan
koruma kurullarının işlerini yapar hâle gelmektedir. 5366 sayılı Kanun yenileme
alanlarını ilgilendiren özel bir kanundur. Bu Kanun’a göre oluşturulan koruma
kurulları sadece kurulduğu ildeki ilan edilen yenileme alanlarıyla ilgili
projeleri değerlendirmektedir. Bu durum ülkemizde iki farklı uygulamaya yol
açıyordu zaten. Örneğin, Erzurum, Trabzon, Samsun gibi illerde yenileme alanı ilan
edildiğinde bu alanlarla ilgili projeleri mevcut koruma kurulları
değerlendirirken Ankara veya İstanbul gibi illerimizde yenileme alanlarıyla
ilgili kurullar görev yapmaktadır. Diğer koruma kurullarının yenileme
alanlarıyla ilgili yetkisi bulunmamaktadır. 5366 sayılı özel bir kanunla
oluşturulan koruma kurullarının 2863 sayılı Kanun’la belirtilen işleri yapması,
yani mevcut koruma kurullarının görev alanlarına giren işlere bakması ortaya
çıkıyor. Maddede yapılan düzenleme karmaşayı ortadan kaldırmayacağı gibi daha
da karmaşık hâle getirecektir. Ülkemizde uygulama birliğinin sağlanması
amacıyla, yenileme alanlarıyla ilgili koruma kurullarının müstakil bırakılarak
diğer illerdeki yenileme alanlarıyla ilgili projelerin de bu kurullarca
değerlendirilmesi daha uygun bir düzenleme olurdu diye düşünüyorum. Yine, bu
kanun tasarısının 1’inci maddesindeki sıkıntıları da buradan dile getirmek
istiyorum. Biraz önce demiştik, yani “Belediyeler konusunda, olasılıklar
üzerine oturtulan bir düzenlemenin sürdürülebilir olması mümkün müdür?” diye
sormuştum Sayın Bakana. Bugüne kadar bu sürecin sağlıklı işlemesini engelleyen
en önemli etken, projelerin belediye bütçesine getirdiği ek maliyettir.
Taşınmaz Kültür Varlıklarının Korunmasına Ait Katkı Payına Dair Yönetmelik’in 7’nci maddesine göre, belediyelerin
hazırladıkları projeler veya kamulaştırma bedellerinin en fazla yüzde 49’u özel
hesaptan karşılanmakta, bu oranın yükseltilmesi valinin yetkisinde
bulunmaktadır. Kendi önceliklerine kaynak bulamayan belediyelerin çok zaruri
olmadıkça bu tür projelerle ilgilenmediği özel hesaplarındaki hareketlerden de
bellidir. Tabii ki mücavir alan dışında kalan kültür varlıklarının korunması ve
değerlendirilmesi için il özel idaresine paydan kullanma yetkisi verilmesi
yerinde bir uygulama olur. Ancak, maddeyle gerçekleştirilen düzenleme ve genel
gerekçe bir arada yorumlandığında, belediyeleri proje üretimine teşvik edecek
bir düzenleme yapmak daha uygun olmaz mıydı? Bir belediye, özel hesaba 1 milyon
TL aktarmış olsa, toplam bedeli bu tutarın yarısına kadar olan projelerinin
bile tamamının karşılanmayıp belediye bütçesine ek külfet yüklemek insaflı bir
yaklaşım değil. Belediyelerin özel hesaba yatırdığı belirli bir döneme ait
tutarın yüzde 50’sini geçmeyen proje bedellerinin tamamının özel hesaptan
karşılanması, bunun üstüne çıkan oranlar için yine valinin yetkili kılınması
doğrultusunda olabilirdi. Sayın
Bakan, özel hesaptaki kaynağı kullanmayan veya kendilerinin aktardığı payları
başka belediyelerin kullandığını gören belediyeler artık bu hesaba para
aktarmamaktadır. Sayın
milletvekilleri, il özel idarelerinin payın kaynağını oluşturan emlak vergisi tahsilat miktarını bilmesi mümkün müdür? Bu payların
belediyelerce tam ve zamanında yatırılmadığı bilinmektedir. Bilinen
bir gerçek de, mevzuattaki boşluğu çözmüş olan belediyeler… (Mikrofon
otomatik cihaz tarafından kapatıldı) BAŞKAN –
Buyurun Sayın Bal, devam ediniz efendim. ŞENOL BAL
(Devamla) – …payların cüzi bir miktarını ilgili hesaba yatırarak süreci idare
etmekte, bir kısmı hiç yatırmamaktadır. Buradan sormak istiyorum: Belediyelerce
tahsil edilen emlak vergisi miktarının beyan edilmesi yönünde bir düzenlemeniz
olacak mı? Hayırlı,
uğurlu olması dileğiyle hepinizi saygıyla selamlıyorum. (MHP sıralarından
alkışlar) BAŞKAN –
Teşekkürler Sayın Bal. Şahsı
adına ikinci söz Amasya Milletvekili Avni Erdemir’e
aittir. Sayın Erdemir, buyurun. (AK PARTİ sıralarından alkışlar) AVNİ
ERDEMİR (Amasya) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; Kültür ve Tabiat
Varlıklarını Koruma Kanununda Değişiklik Yapılmasına Dair 266 sıra sayılı Kanun
Tasarısı’nın 3’üncü maddesi üzerine şahsım adına söz almış bulunuyorum. Yüce
heyetinizi saygıyla selamlıyorum. Değerli
milletvekilleri, kültür ve tabiat varlıklarımız geçmişi günümüze, günümüzü
geleceğe bağlayan kültür köprülerimizdir. Bunların korunması, yaşatılması ve
geleceğe taşınması, milletimiz ve insanlık adına en önemli
sorumluluklarımızdandır. Sözlerimin başında, yedi bin beş yüz yıllık tarih ve
kültür mirasına sahip olan müze şehir ilimiz Amasya’mızdaki kültür ve tabiat
varlıklarının korunması için verdikleri destekler sebebiyle Sayın Bakanımıza ve
tüm Bakanlık personeline teşekkürlerimi sunuyorum. Başbakanımızın talimatı
doğrultusunda Kültür Bakanlığımızın ve Amasya Valiliğimizin katkılarıyla
cumhuriyetimizin doğum belgesi olan Amasya Tamimi’nin imzalandığı Saraydüzü
Kışla Binası aslına uygun olarak yeniden inşa edilmiş, kale restorasyon
çalışmalarında önemli mesafe kaydedilmiştir. Turizmde marka kent olarak ilan
edilen Amasya’mıza Kültür Bakanlığımızın ilgisinin artarak devam edeceğine ve
Amasya’yı el birliğiyle kültür turizminin en önemli merkezlerinden biri hâline
getireceğimize yürekten inanıyorum. Değerli
milletvekilleri, 5366 sayılı Yıpranan Tarihi ve Kültürel Taşınmaz Varlıkların
Yenilenerek Korunması ve Yaşatılarak Kullanılması Hakkında Kanun’un 3’üncü
maddesinde yenileme projelerini onaylamak üzere 2863 sayılı Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma
Kanunu’nun 51’inci maddesine göre gerektiği kadar kültür ve tabiat varlıklarını
koruma bölge kurulu oluşturulacağı belirtiliyor. Yenileme alanlarındaki
işlemlerin bir kısmı 5366 sayılı Yasa gereği kurulan bu yenileme kurullarında,
bir kısmı bölge kurullarında görüşülüyordu. Bu ise uygulamada tıkanmalar,
tereddütler ve problemler oluşturuyordu. 3’üncü maddede yapılan değişiklikle
5366 sayılı Yasa gereği kurulan yenileme kurullarının görev alanlarıyla ilgili
tereddütler ortadan kaldırılıyor. Bu kurullarda yenileme işlemlerinin hızlı ve
sağlıklı bir şekilde sonuçlanması için yenileme kurullarına kültür ve tabiat varlıklarını
koruma kurullarının yetkileri veriliyor. Değerli
arkadaşlarım, değiştirilen dördüncü fıkra ile de üçten fazla koruma bölge
kurulu bulunan yerlerde kurullar arasında koordinasyonu sağlamak, idari ve
teknik iş birliği ile gündemleri tespit etmek ve onaylamak üzere koruma bölge
kurulları koordinasyon müdürlüğü oluşturulması öngörülüyor. Böylece kurullar
arasında uyum sağlanması ve bürokratik işlemlerin süre ve kırtasiyecilik
açısından kısaltılması hedefleniyor. Bu değişiklikle üçten fazla koruma bölge
kurulu bulunan İstanbul’daki işlemlerin daha hızlı ve uyumlu neticelenmesi
hedefleniyor. İnanıyorum
ki 3’üncü maddede yapılan bu değişikliklerle yenileme alanlarındaki sıkıntılar
ve tereddütler ortadan kalkacak, üçten fazla bölge kurulu bulunan İstanbul’da
işlemler uyumlu bir çalışmayla daha
hızlı neticelenecektir. Bu
vesileyle, tasarıyla getirilen değişikliklerin hayırlı olacağına inanıyor,
hepinizi saygıyla selamlıyorum. (AK PARTİ sıralarından alkışlar) BAŞKAN –
Teşekkürler Sayın Erdemir. Sayın milletvekilleri,
madde üzerindeki konuşmalar tamamlanmıştır. Soru-cevap işlemine başlıyoruz. İlk soru
Sayın Cengiz’in. Buyurun
efendim. MUSTAFA
KEMAL CENGİZ (Çanakkale) – Sayın Bakanım, demin bazı sorulara da cevap
alamadık. Türkiye’de şu anda yerli ve yabancılara verilmiş olan toplam
arkeolojik kazı sayısı nedir dedik. Bu konuda değişik rivayetler var. Bunlarla ilgili bir
açıklama bekliyoruz. Yani, toplam kazı nedir? Yabancılara ne kadar verilmiştir?
Yerlilere ne kadar verilmiştir? Özellikle son bilgiler nedir? İkincisi
de yine arkeoloji ve sanat tarihi bünyesinde çok konuşulan bir konu var:
Bakanlığınıza bağlı DÖSİM’den arkeolog, sanat tarihçi
ve diğer memurlar veya işçiler alındığı noktasındadır. Özellikle 2003 yılından
bu yana DÖSİM’den alınan arkeolog, sanat tarihçisi ve
diğer personel sayısı nedir? Bu konuda da değişik spekülasyonlar
var. En azından sizden bunu almak istiyoruz. Teşekkür
ederim. BAŞKAN –
Teşekkürler Sayın Cengiz. Sayın
Şandır, buyurun efendim. MEHMET
ŞANDIR (Mersin) – Teşekkür ederim. Sayın
Bakan, kültür ve tabiat varlıkları bana göre geleceğin bize emanetidir, bizim
değil. Hatta yalnız bizim değil, tüm insanlığın malı. Dolayısıyla üzerinde çok
özenle durmamız gereken bir konu. Şimdi,
burada getirdiğiniz kanunla -belki de kanunun genelinde de esas husus bu- emlak
vergisinin işte yüzde 10’u nispetinde bir kaynak oluşturularak kültür ve tabiat
varlıklarının belediye hudutları içerisinde kalanlarının kamulaştırma,
projelendirme, planlama ve uygulama konularında harcanmak üzere il özel idaresi
bünyesinde bir kaynak oluşturuyorsunuz. Şu soruyu
sordunuz mu efendim… Yani kültür ve tabiat varlıklarının korunması bana göre
çok ihtisas isteyen, çok özen isteyen, birikim isteyen, belki de uluslararası
deneyim isteyen bir alan. Bu, kaldırım yapmak değil, efendim bu, işte bir eski
binanın restorasyonu da değil. Bunun içine o kadar çok
anlam girecek ki, kazısı girecek yani onun taşınması girecek, envanteri girecek... Çok kapsamlı, çok detaylı, teknik ve
bana göre insanlık adına sorumluluk isteyen bir alan. Şimdi, bu
konuyu neden belediyelere, belediyelerin projelendirmesine bırakıyoruz? Bu
yanlış olmuyor mu? Bu bir kültür ve tabiat varlığı zayiatına sebep olmayacak
mı? Bu konu hem Bakanlık bünyesinde bürokratlarınız, danışmanlarınızla hem de
konunun ilgilisi sivil toplum kuruluşları, üniversitelerle yeterince tartışıldı
mı? Bence bu konu -merkezî bir, bakanlık bünyesinde veya Türkiye’de
oluşturulacak bir özerk yapıda kaynakları oluşturalım, oraya aktaralım- takip
edilmesi, yapılması ve bana göre dünyanın da gözü önünde yapılması gereken bir
hadise. Dolayısıyla,
bu kanun veya bu kanunun bağlı olduğu esas kanunda-ki eğer bu anlayış varsa-
belediye hudutları içerisindeki kültür ve tabiat varlıklarının korunmasının il
özel idarelerine, belediyelere bırakılması mantığı yanlış olmuştur. Bu konudaki
kanaatlerinizi veya bu konuyu yeniden değerlendirmeyi düşünür müsünüz? Teşekkür
ediyorum. BAŞKAN –
Teşekkürler. Sayın
Kaplan… HASİP
KAPLAN (Şırnak) – Teşekkür ederim Sayın Başkan. Sayın
Bakan, Cizre tarihî kalesiyle ilgili hem rölöve ve restorasyon çalışmalarının başlatıldığı yönünde bir
açıklamanız olmuştu. Ne aşamadadır bu? Çünkü Cizre tarihte çok önemli bir
merkez olarak geçiyor. En son Hamidiye Alayları
Kışlası olarak da faaliyet gösteren yer şimdi askerî bir birlik içinde yer
alıyor. Bu çalışmayı yaparken Bakanlığınız yerel yönetimle, belediyeyle ne
kadar bir ilişki, diyalog kurdu? Çünkü bu yasaya göre de bu tür tarihî,
kültürel varlıkların korunması durumunda belediyelerin müdahil olması
gerekecek. Bu konuda bir çalışma yapmayı düşünüyor musunuz yerel yönetimle
ilgili? Bir soru
daha sormak istiyorum, basına çok yansıdığı için bu konuda: 1991 yılında
Uludere’de bir mağarada çok tarihî bir İncil bulunduğu, bunun da Ergenekon
sanıklarıyla irtibatlandırıldığı ve bulunduğu
söyleniyor. Böyle bir bilgi, duyum var mı? Varsa Kültür Bakanlığının bu konuda
müdahil olma gibi bir durumu söz konusu mudur? Çünkü gerçekten çok yaygın
olarak… Bunun üzerine iki üç tane de kitap yazıldı, onu da söylemek istiyorum.
Bu tür tarihî eserler var mı? Yeni bir
planlama düşünülüyor mu gerçekten Türkiye çapında sit alanlarıyla ilgili ve
tarihî eserlerle ilgili? Sorularım
bu kadar. Teşekkür
ederim. BAŞKAN –
Sayın Ünsal, buyurun efendim. HÜSEYİN
ÜNSAL (Amasya) – Teşekkür ederim. Sayın
Bakan, Amasya’yla ilgili bir sorum daha olacak. Konuşmacı arkadaşlar da
teşekkürlerinde Amasya’yı bir Avrupa şehri olarak ilan ettiler ama -ben tabii
bu kanun gelirken Devlet Planlama Teşkilatından bilgiler almaya çalıştım- 2003
yılı, 2004 yılı, 2005 yılı, 2006 ve 2007 ve 2008 yıllarında yatırımların, kamu
yatırımlarının illere göre sektörel dağılımında
Amasya’nın turizmden sıfır para aldığını burada görmekteyim. Devlet Planlama
Teşkilatının bu şeyinde bir yanlışlık mı vardır yoksa yaptığınız yatırımlar var
mıdır? Bu konuda bilgi verebilir misiniz? İkincisi:
Sunuş konuşmanızda da turizm master planlarından
bahsediyorsunuz. Amasya’nın, tabii, marka bir şehir olabilmesi için Amasya’nın
önce bir turizm master planının olması lazım, ayrıyeten belediyesinin de o turizm master
planında görev tanımlarının da belirlenmesi lazım. Amasya Belediyesinde
kurulu bulunan KUDEP’in, Turizm Bakanlığının
bu 23 tane KUDEP’i içerisinde olup olmadığını
öğrenmek istiyorum çünkü oradaki turizm yatırımcılarının çok zor durumda
olduklarını, basit bakım, onarımlarını
dahi yapamadıklarını, bu konudaki şikâyetlerinin de çok üst düzeye çıktığını
biliyorum. Bu konuda yardımlarınızı beklediğimi ifade ediyor, teşekkür
ediyorum. BAŞKAN –
Teşekkürler. Son soru,
Sayın Çalış, buyurun efendim. HASAN
ÇALIŞ (Karaman) – Sayın Başkanım, teşekkür ediyorum. Sayın
Bakanım, biraz önce konuşmamda da değinmeye çalıştığım turizm bölgelerinden Kapadokya’ya
veya bir başka turizm bölgemizden Pamukkale’ye doğru oluşturulacak bir kültür
yolu projesine, bu yol üzerinde oluşturulacak kültür mahalleleri, kültür
köyleri, turistik tesisler, doğal zenginliklerin ikram edildiği, servis
yapıldığı bir projeye nasıl bakarsınız? Teşekkür
ediyorum. BAŞKAN –
Teşekkürler Sayın Çalış. Sayın
Bakanım, sorular çok uzun, süreniz çok azaldı. KÜLTÜR VE
TURİZM BAKANI ERTUĞRUL GÜNAY (İstanbul) – Kısa söyleyeceğim. Bu kültür
yolu projesini hararetle destekliyorum. Bizim de bütün Selçuklu
kervansaraylarını bir güzergâh olarak tespit etmek, ayağa kaldırmak ve hem
kültür hem turizmin hizmetine sunmak gibi bir yaklaşımımız, projemiz var;
Vakıflarla da böyle bir çalışma yapıyoruz. Amasya’yla
ilgili turizmde bir pay görmemiş olabilirsiniz ama biz Kültür ve Turizm
Bakanlığıyız, kültür alanında çok ciddi biçimde katkılar yaptık. En iftihar
edeceğimiz de Saraydüzü Kışlası’nın yeniden tarihî kimliğiyle ayağa kaldırılmış
olmasıdır. Cizre
Kalesi bu yıl bizim yatırım programımızda var. GAP bölgesinde, ciddi biçimde
biz Doğu ve Güneydoğu’da kültür merkezleri ve tarihsel eserlerin
canlandırılması konusunda bir projeyi uygulayacağız. HASİP
KAPLAN (Şırnak) – GAP Programında dediniz. KÜLTÜR VE
TURİZM BAKANI ERTUĞRUL GÜNAY (İstanbul) – GAP’tan aldığımız destekle. Sayın
Şandır çok önemli bir konuya değindi gerçekten. Bunların merkezî olması, bir
bütünlük içinde olması, kültür varlıklarının korunması çok doğru tabii ama
burada bir kaynak oluşturma ve merkezden yetişilemeyen alanlarda hızlı inisiyatif geliştirme gibi bir düşünce var. Daha çok da bu
kaynaklar zaten sivil mimarlık örneklerinin ayağa kaldırılması için
kullanılıyor. Yani Türkiye çapında düşünün ki Safranbolu, sivil mimarlık
örneklerine sahip çıktığı için çok övünülecek bir yere geldi. Şimdi
arkadaşlarımızın altını çizdiği… ŞENOL BAL (İzmir) – Beypazarı. MEHMET
ŞANDIR (Mersin) – Birkaç tane, istisna. KÜLTÜR VE
TURİZM BAKANI ERTUĞRUL GÜNAY (İstanbul) – Evet, şimdi ama Türkiye çapında buna
benzer çok yöre var. Beypazarı’ndan söz ediyorsunuz. Ben size Kula’dan söz
edebilirim, bugün sabah konuştuğum Zile’den söz edebilirim, Ünye’den söz
edebilirim. Yani Türkiye çapında böyle çok merkez var. Sokak sağlıklaştırılması
bazı yapıların ayağa kaldırılmasıyla birer… Ha, Safranbolu olabilir. Tabii hepsine
Ankara’dan yetişmek de bir merkezî bürokrasi oluşturması, merkezî bürokrasinin
hantallığına işin teslim edilmesi gibi sıkıntı yaratıyor. O yüzden kaynak
yaratalım ve genel inisiyatiflere imkân verelim
denilmiş. Burada bir denge gözetmemiz gerekiyor. Yapılan
her proje belediyelerin kendi inisiyatifine kalmıyor,
belediyelerin kendi estetik takdirine kalmıyor. Yine bizim koruma kurullarımıza
gidiyor. Bizim koruma kurullarımız o projelere olur verirse o projeler hayata
geçiyor ve yine bizim rölöve müdürlüklerimiz
tarafından denetleniyor. Yani bir merkezî otorite, bir merkezî denetim yine var
ama yerel inisiyatif de bu işe katılsın, bu aşka
katılsın diye düşünülmüş ve o yüzdendir ki Türkiye’de birkaç yıldır, son birkaç
yıldır gerçekten valiler, belediye başkanları, il genel meclisleri, özel
idareler tarihe sahip çıkmak konusunda yeni bir bilinci sahiplenmeye
başladılar. Demin
atladım, şimdi de bir cümleyle bitiriyorum. BAŞKAN –
Buyurun efendim. KÜLTÜR VE
TURİZM BAKANI ERTUĞRUL GÜNAY (İstanbul) – Sayın Cengiz Türkiye’de 136 kazı
yapılıyor, bunların 93’ü yerli, 43’ü yabancı. 2008’i söylüyorum. Biz geçmiş
yıllarda DÖSİM’e eleman alabiliyormuşuz, böyle
ihtiyacımız olan elemanları. Fakat artık 2007 yılının Mayıs ayından itibaren
her türlü elemanımızı -arkadaşlarımızın bunu bilmesinde yarar görüyorum çünkü
zaman zaman bu tip talepler geliyor- sınavla
alıyoruz. Hiçbir biçimde açıktan… Çok ihtiyacımız olan sanat tarihçi, arkeolog,
inşaat mühendisi, restoratör mimar dâhil olmak üzere
açıktan herhangi bir tercihle, takdirle eleman almıyoruz. Bütün sanatçıdan
sanat tarihçiye kadar bütün elemanlarımızı ve sıra görevlisinden en üst düzey
uzmana kadar hepsini tam anlamıyla sınavla alıyoruz. Arz
ederim. Saygılar sunarım. BAŞKAN –
Teşekkür ederim. Sayın
milletvekilleri, madde üzerinde iki önerge vardır. Önergeleri önce geliş
sıralarına göre okutacağım, sonra aykırılık sırasına göre işleme alacağım. İlk
önergeyi okutuyorum: Türkiye
Büyük Millet Meclisi Başkanlığına Görüşülmekte
olan 266 sıra sayılı Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Kanununda Değişiklik
Yapılmasına Dair Kanun Tasarısının 3. maddesinin 2. paragrafının aşağıdaki
şekilde değiştirilmesini arz ve teklif ederiz.
“5366
sayılı yıpranan Tarihî ve Kültürel Tanışmaz Varlıklarının Yenilenerek
Korunmasını ve Yaşatılarak Kullanılması Hakkında Kanun uyarınca yenileme
kurulları sadece 5366 sayılı yasada anılan yenileme projelerini onaylar ve
görevleri tamamlandıktan sonra yenileme kuralları lağvedilir. Lağvedilmesi
yönündeki düzenleme Kültür ve Turizm Bakanlığınca hazırlanır, koruma yüksek
kurulunca karara bağlanır. BAŞKAN –
Şimdi maddeye en aykırı önergeyi okutup işleme alacağım: Türkiye
Büyük Millet Meclisi Başkanlığına Görüşülmekte
olan 266 sıra sayılı “Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Kanunu’nda
Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Tasarısı”nın 3 üncü maddesinin tasarıdan
çıkarılmasını arz ve teklif ederim. 14/01/2009 Ufuk
Uras İstanbul
BAŞKAN –
Komisyon katılıyor mu? MİLLİ
EĞİTİM, KÜLTÜR, GENÇLİK VE SPOR KOMİSYONU BAŞKANI MEHMET SAĞLAM (Kahramanmaraş)
– Katılmıyoruz efendim. BAŞKAN – Hükûmet katılıyor mu? KÜLTÜR VE
TURİZM BAKANI ERTUĞRUL GÜNAY (İstanbul) - Katılmıyoruz efendim. BAŞKAN –
Sayın Uras, buyurun. MEHMET
UFUK URAS (İstanbul) – Sayın Başkan, değerli vekiller; özel kanunla oluşturulan
koruma kurullarının, mevcut koruma kurullarının görev alanına giren işlere de
bakması doğru olmayacağı gibi, maddenin gerekçesinde ifade edildiği gibi
uygulamada yaşanan tereddütleri de ortadan kaldırmayacağı açıktır. Kaldı ki
yenileme alanları için oluşturulan koruma kurulları yenileme alanında yürütülen
projeyle ilgili kurulmuş olan kurullardır. Tasarının 3’üncü maddesiyle yenileme
alanlarında oluşturulan koruma kurullarına verilen yetki gereksiz olmakla
beraber, 2863 sayılı Kanun’a göre oluşmuş planlama süreçlerini parçaladığından
planlamadaki bütünsellik ilkesine de aykırıdır. Ayrıca,
2005 yılında çıkan 5366 sayılı Kanun uyarınca yapılan Sulukule,
Süleymaniye gibi uygulamalar UNESCO Dünya Miras Komitesinin 2008 yılı Temmuz
ayı raporunda çağ dışı olarak nitelendirilmesi, uygulamadaki tereddütlerin de
göstergesidir. 2863
sayılı Kanun’la kurulan kurulların yetkisinde koruma yapılıyor ve koruma
planıyla korunuyor olması lazımdır ama belediyeler bunu yapmıyor. Bütün olarak
baktığımızda olması gereken her yerde koruma planı yok iken, rantı
yüksek yerde koruma planı yapılıyor. Örnek mi? Mesela Beyoğlu koruma planı yok
ama Tarlabaşı’nın koruma planı var, Ulus’un koruma
planı var. İşte, bunun için 5 Temmuz 2005 tarihinde 5366 sayılı Yasa çıkıyor.
Bu Kanun’a dayanarak İstanbul’da Sulukule,
Süleymaniye, Tarlabaşı, Ankara’da Ulus projeleri yapılıyor
ama sorun çözülmüyor. Örneğin mimarlar odası Ulus Tarihî Kent Merkezi Koruma
Amaçlı Nazım İmar Planı’nı onaylayan koruma kurulunun işleminin iptali için
dava açıyor. Nedeni ise görev alanı 5366 sayılı Yasa’yla sınırlı olan Ankara
Yenileme Alanı Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Bölge Kurulunun görevleri
içinde olmayan alanları içeren bir planı onaylamasının mevzuata aykırı olması.
Uzmanların bile kafası karışmış durumda. Planı kim yapar? Büyükşehir belediyesi
mi, ilçe belediyesi mi, 2863 sayılı Kanun’a göre kurulmuş olan koruma kurulu mu
yoksa 5366 sayılı Kanun’a göre oluşturulmuş yenileme kurulu mu? Kimin yetkisi
nerede biter? Planlar arası hiyerarşi, planlar arası bütünlük var mı? Hepsi
birbirine karışmış durumda. Tarihî Yarımada Koruma Planı’nda konut alanı olarak
görünen yere yenileme kurulu otel yapmaya kalkışıyor. Sit alanlarımızın site
alanlarına da dönüşmemesi gerekiyor. UNESCO’nun
2003 yılı Türkiye'nin 9 yeriyle Dünya Kültür Mirası Listesi’nde yer aldığını
biliyoruz ve UNESCO’nun 2003 yılındaki 27’nci dönem toplantısında Dünya Kültür
Mirası Listesi’ndeki İstanbul’un tarihî alanlarının Tehlike Altındaki Miras
Listesi’ne kaydırılması önerisi getirilmiştir. 2004 yılında Çin’deki 28’inci
dönem toplantısında ise bu önerinin 2006 yılında yapılacak toplantıda bir kez
daha değerlendirilmesi kararı çıkmıştır. 2006 yılında ise Litvanya’nın
başkenti Vilnius’taki UNESCO’nun, İstanbul’un tarihî
alanlarının Dünya Kültür Mirası Listesi’nden Tehlike Altındaki Miras Listesi’ne
alınması zorlukla önlenmiştir. UNESCO’nun Temmuz 2008 raporunda ise AKP’li
belediyelerin uyguladığı “Osmanlı Mahalleleri” uygulamasının çağ dışı olduğu
belirtiliyor. Şimdilik, İstanbul’un Dünya Miras Listesi’nden Tehlike Altında
Miras Listesi’ne düşürülmesi özellikle akademisyen arkadaşlarımızın çabasıyla
engellenmiş durumdadır. Yaşadığımız bu sevimsiz durumun bugün karşımıza çıkan
ve çıkacak olan değişmiş yasalarla aşılması zor gibi gözükmekte. Biraz
önce bir vekilimiz “Kültür varlıklarının korunması birikim ve derinlik
istiyor.” demişti. Bir Osmanlı padişahı kendi kültürel mirasını merak ediyor,
ulemanın bir tarih çalışması yapmasını istiyor. Ulema on yıl çalışıyor ama bu
on yıl içinde padişah yaşlanıyor ve “Ben bunu okuyamam, bunu bir cilde indirir
misin.” diyor, ulema bir beş yıl daha çalışıyor fakat o beş yıl
içerisinde padişah daha da yaşlanmış “Ben, bunu da okuyamam, bana bir cümlede
özetle.” diyor. Ulemanın başı diyor ki: “Bütün bu on beş yıllık çalışma içinde
gördüm ki insanlar yaşamışlar, doğmuşlar, çoluk çocuğa karışmışlar ve
ölmüşler.” Padişah sinirleniyor “Ben bu kadar çalışmadan da bunu zaten
bilirdim.” diye kovuyor. Şimdi, biz, ulemanın başı ile padişahın
söylediklerinin aynı olduğunu ama aslında ağırlıklarının çok farklı farklı olduğunu biliyoruz. İşte bu yüzden, kültürel
mirasımıza ve birikimimize değer vermemizin, sözümüzün ağırlığı, memleketimizin
kültürel birikimine sahip çıkılması açısından çok büyük önemi vardır ve bir an
önce bu karmaşanın ortadan kaldırılması gerekmektedir. Teşekkür
ederim. BAŞKAN –
Teşekkürler Sayın Uras. Önergeyi
oylarınıza… K. KEMAL
ANADOL (İzmir) – Karar yeter sayısının aranmasını istiyorum. BAŞKAN –
Arayacağım efendim. Önergeyi
oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler… Kabul etmeyenler… Karar yeter sayısı yok
efendim. Beş
dakika ara veriyorum. Kapanma Saati: 19.22 DÖRDÜNCÜ OTURUM Açılma Saati: 19.33 BAŞKAN: Başkan Vekili Eyyüp
Cenap GÜLPINAR KÂTİP ÜYELER: Yusuf COŞKUN (Bingöl), Yaşar
TÜZÜN (Bilecik) BAŞKAN –
Sayın milletvekilleri, Türkiye Büyük Millet Meclisinin 51’inci Birleşiminin
Dördüncü Oturumunu açıyorum. Tasarının
görüşmelerine devam edeceğiz. Komisyon
ve Hükûmet buradalar. 266 sıra
sayılı Kanun Tasarısı’nın 3’üncü maddesi üzerinde verilen, İstanbul
Milletvekili Sayın Ufuk Uras’ın, Komisyonun ve Hükûmetin
katılmadığı önergesinin oylamasında karar yeter sayısı bulunamamıştı. Şimdi
önergeyi tekrar oylarınıza sunacağım ve karar yeter sayısı arayacağım. Önergeyi
kabul edenler… Kabul etmeyenler… Karar yeter sayısı vardır, önerge kabul
edilmemiştir. 3’üncü
madde üzerindeki diğer önergeyi okutuyorum: Türkiye
Büyük Millet Meclisi Başkanlığına Görüşülmekte
olan 266 sıra sayılı Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Kanunu’nda Değişiklik
Yapılmasına Dair Kanun Tasarısının 3. maddesinin 2. paragrafının aşağıdaki
şekilde değiştirilmesini arz ve teklif ederiz. Hüseyin
Ünsal (Amasya) ve arkadaşları “5366
sayılı yıpranan Tarihî ve Kültürel Tanışmaz Varlıklarının Yenilenerek
Korunmasını ve Yaşatılarak Kullanılması Hakkında Kanun uyarınca yenileme
kurulları sadece 5366 yasada anılan yenileme projelerini onaylar ve görevleri
tamamlandıktan sonra yenileme kurulları lağvedilir. Lağvedilmesi yönündeki
düzenleme Kültür ve Turizm Bakanlığınca hazırlanır, koruma yüksek kurulunca
karara bağlanır.” BAŞKAN –
Komisyon önergeye katılıyor mu? MİLLİ
EĞİTİM, KÜLTÜR, GENÇLİK VE SPOR KOMİSYONU BAŞKANI MEHMET SAĞLAM (Kahramanmaraş)
– Katılmıyoruz efendim. BAŞKAN – Hükûmet katılıyor mu? KÜLTÜR VE
TURİZM BAKANI ERTUĞRUL GÜNAY (İstanbul) – Katılmıyoruz efendim. BAŞKAN –
Sayın Ünsal, buyurun. HÜSEYİN
ÜNSAL (Amasya) – Sayın Başkan, saygıdeğer milletvekilleri; yenileme alanları
için, koruma kurulları, bölge kurullarının sadece yenileme alanları içindeki rölöve, restorasyon projeleri ile
onarılacak veya yeniden inşa edilecek yapıların imar mevzuatında öngörülen
projelerini onaylama yetkisine sahiptir. Ama bu getirilen uygulamayla bu
yenileme alanlarında bir farklı yetki veriliyor. Yenileme kurulu alanlarına
koruma bölge kurullarının yetkisi veriliyor. Nedir bu yetkiler: “a)
Bakanlıkça tespit edilen veya ettirilen korunması gerekli kültür ve tabiat
varlıklarının tescilini yapmak, b)
Korunması gerekli kültür varlıklarının gruplandırılmasını yapmak, c) Sit
alanlarının, tescilinden itibaren üç ay içinde geçiş dönemi yapı şartlarını
belirlemek, d) Koruma
amaçlı imar planları ile bunların her türlü değişikliklerini inceleyip karar
almak, e)
Korunması gerekli taşınmaz kültür ve tabiat varlıklarının koruma alanlarının
tespitini yapmak, f)
Korunması gerekli taşınmaz kültür varlıklarından özelliklerini kaybetmiş
olanlarının tescil kaydını bildirmek, g)
Korunması gerekli taşınmaz kültür ve tabiat varlıkları ve koruma alanları ile
sit alanlarına ilişkin uygulamaya yönelik kararlar almak.” Şimdi
burada getirilen uygulamayla, yenileme kurulları ile koruma bölge kurullarının
yetkisi aynı hâle geliyor. Sayın Bakanın verdiği belgeye göre, yirmi dokuz tane
koruma kurulu, iki tane de yenileme kurulu var. Bu çok sakıncalı bir duruma
geliyor yani yetki karmaşası ortaya çıkacak. Bir de
sırayla şu sakıncaları anlatalım: 1) Özel amaçla
kurulan yenileme koruma bölge kurulları yetkisinin genişletilmesi, koruma ilke
ve esaslarına aykırı uygulamalarla sonuçlanacaktır. Bu da 2863 ve 5366 sayılı
Kanun’un özüne ve koruma ilke ve esaslarına aykırıdır, daha doğrusu Kanun’un
amacı da ortadan kalkıyor gibi bir durum ortaya çıkmaktadır. 2)
Yenileme koruma kurullarının kanunlarda yer alan “bütüncül koruma ve planlama”
anlayışına aykırı uygulamaları yasallaşacaktır. Böylece, yenileme bölge
kurullarının üst ölçekli planlardan bağımsız kararlar üreteceği, korunacak
miras açısından da sağlıklı ve doğru işlem olmadığı açıktır. Bu anlayış bizi,
planlamaya değil, piyasa gereği olan akçalı projelere doğru yönlendirecektir. Bir
önceki konuşmacı arkadaşımız da Tarlabaşı’yla ilgili
çok ciddi örneği verdiler. Dolayısıyla Tarlabaşı’nda,
tamamı kentsel sit alanı içinde kalan bu alandaki taşınmazların büyük bir
bölümü sivil mimari örneğidir; içerisinde kiliseler vardır, bunlar da anıt
eserdir. Alana ilişkin, yürürlükteki koruma amaçlı imar planı da yoktur. Neslişah ve Hatice Sultan mahalleleri yani halk arasında
bilinen Sulukule de buna benzer örneklerdir. Şimdi,
bu iki konuyla ilgili de Türk Mühendis ve Mimar Odaları Birliği tarafından
davalar açılmış ve devam etmektedir. 3) Koruma
bölge kurullarının görev alanları belirsizleşmiştir. Yani kent içinde farklı
alanlar ve bu farklı alanlarda farklı karar mercilerinin varlığı plan
bütünlüğünü zedeleyici kararlar alınmasına neden olacaktır. Bir
sakınca da yeni koruma bölge kurullarının oluşturulmasıyla kamu kaynaklarının
israfı söz konusudur. Şimdi, zaten ücretlerin artırılmasıyla da yeni alanlar,
yeni kişiler derken bir kamu kaynağı israfı olacaktır. Diğer bir
sakınca ise yenileme kanununun uygulandığı son üç yıl içinde tarihî kent
merkezlerinde geri dönüşü olmayan olumsuzluklar ortaya çıkacaktır. Burada
önemli olan, plan bütünlüğünün bozulmasını engelleyici tavır içerisine
girmeliyiz. Biz bu kanunda bu maddelerle ilgili görüşlerimizi ve bu değişiklik
önergelerini verirken sunuş konuşmasında o güzel eserleri, Nemrut Dağı’ndaki
eserleri göstermişsiniz. Bizim bunlarla ilgili bir siyasi anlayışımız, bir
hedefimiz yok, mühim olan o mirasın korunmasıyla ilgilidir. Mirasın
korunmasıyla ilgili de özellikle… Bu kanunun bu maddesinin de özellikle Ankara
Büyükşehir Belediyesinin iddiası üzerine çıktığı çok doğru bir gerçektir.
Ankara Büyükşehir Belediyesinin Ulus’la ilgili yapmış olduğu uygulamaya ait
yenileme kurulu kararlarını maalesef 10. Daire iptal etmiştir. Şimdi, bu
kanunla, Danıştayın ve idare mahkemelerinin almış
olduğu kararlar havada kalacak ve böylece hukuksuz bir ortam doğacaktır. Bu
yetki karmaşasının ortadan kalkması için yenileme kurulları görevlerini -şu
anda neyse- tamamlamalı ve lağvedilmelidir. Bu tamamlama ilk önce Kültür
Bakanlığının düzenlemesiyle ortaya çıkmalı ve Koruma Yüksek Kuruluyla da
sonuçlandırılmalıdır. Dolayısıyla
önergemizin lehinde oy kullanmanızı talep ediyor, saygılar sunuyorum. (CHP
sıralarından alkışlar) BAŞKAN –
Teşekkürler Sayın Ünsal. Önergeyi
oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler... Kabul etmeyenler... Önerge kabul
edilmemiştir. 3’üncü
maddeyi oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler... Kabul etmeyenler... 3’üncü madde
kabul edilmiştir. 4’üncü
maddeyi okutuyorum: MADDE 4-
2863 sayılı Kanuna aşağıdaki geçici madde eklenmiştir. "GEÇİCİ
MADDE 8- 11/3/2005 tarihinden önce usulüne uygun olarak koleksiyoncular
tarafından bağlı bulunduğu müzedeki envanter defterine
kaydı yaptırılmış taşınmaz kültür varlıkları hakkında, son fıkrası hariç olmak
üzere bu Kanunun 26 ncı maddesi hükümleri
uygulanır." BAŞKAN –
Madde üzerinde, gruplar adına: Cumhuriyet Halk Partisi Grubu adına Zonguldak
Milletvekili Ali Koçal, Milliyetçi Hareket Partisi
Grubu adına İzmir Milletvekili Şenol Bal; şahısları adına, Manisa Milletvekili
Ahmet Orhan ve ikinci şahıs Van Milletvekili Gülşen Orhan. İlk söz
sırası Zonguldak Milletvekili Ali Koçal’ın. Sayın Koçal, buyurun efendim. CHP GRUBU
ADINA ALİ KOÇAL (Zonguldak) – Teşekkür ediyorum Sayın Başkan. Değerli
milletvekilleri, Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Kanununda Değişiklik
Yapılmasına Dair 266 sıra sayılı Kanun Tasarısı’nın 4’üncü maddesiyle ilgili
olarak Cumhuriyet Halk Partisi Grubu adına söz almış bulunuyorum. Yüce Meclisi
saygıyla selamlıyorum. Bu kanun
tasarısının 4’üncü maddesiyle 2863 sayılı Kanun’a eklenen geçici madde
tasarının en tehlikeli, en esnek ve en gereksiz maddesidir. Nedenlerini
anlatmak için, bu maddenin kanun tasarısına konulmuş olmasının geriye dönük
öyküsüne kısaca değinmek istiyorum. Değerli
milletvekilleri, Kültür ve Turizm Bakanlığı, 11/3/2005 tarihinde bir genelge
yayımlayarak koleksiyoncuların koleksiyon envanter
defterlerine sadece taşınır kültür varlıklarını kaydedebileceğini belirtmiş,
bunun dışında kaydı yaptırılan taşınmazların tespiti ve iadesinin sağlanmasını
istemiştir. Bunun üzerine Kültür Varlıkları Koleksiyoncular Derneği bu
uygulamaya karşı dava açmış ve Danıştay 6. Dairesi taşınmaz kültür varlıklarına
ait parçaların koleksiyon envanter defterine
kaydedilemeyeceği yönünde karar vermiş ve Bakanlığın genelgesine uymuştur. Yani
“Taşınmaz kültür varlıkları ve parçaları koleksiyoncuların elinde bulunamaz.
Elinde böyle bir varlık olanlar varsa Bakanlığın ilgili birimlerine teslim
etmek zorundadır.” sonucuna varılmıştır. Şimdi getirilen
maddeyle ortaya çıkan durum şudur değerli arkadaşlar: Kültür Bakanlığı bakan
değiştikten sonra önceki talebinden vazgeçmiştir. Yani koleksiyoncular
ellerindeki taşınmaz kültür varlıklarını ve parçalarını iade etmeyecekler ve
11/3/2005 tarihine kadar koleksiyon envanter defterine
taşınmaz parçalarını kaydettirenler bu varlıkların sahibi olacaklar. Bu tarihe
kadar ve bu tarihten sonra kaydını yaptıramayanlar ellerindeki taşınmazları
iade edecekler, artık böyle bir taşınmazı koleksiyon envanter
defterine kaydettirerek sahiplenemeyecekler. Değerli
milletvekilleri, ayrıntıya girecek olursak durum şöyledir: Kültür Bakanlığı 11/3/2005 tarihinde bir genelge yayımlamış ve hangi
koleksiyoncunun elinde ne kadar taşınmaz ve taşınmaz parçası var ise tespit
edilmesini ve tespit edilen varlıkların müzelere teslim edilmesini istemiştir.
Danıştay bu genelgenin haklılığını mahkeme kararıyla ortaya koymuş, bu karar
tüm koleksiyonculara duyurulmuş ve bir an önce ellerindeki taşınmazların
teslimi istenmiştir. Teslim etmeyenler hakkında yasal işlem yapılması talimatı
verilmiştir. Ayrıca Koruma Yüksek Kurulu da bir karar almış ve bu kapsamdaki
eserlerin derhâl teslim edilmesi gerektiğini ortaya koymuştur. İşin ilginç
yanı, Kültür ve Turizm Bakanlığı da bu uygulamaları destekler biçimde, 6/12/2007 tarihinde valiliklere bir genelge göndererek
“Kimin elinde ne kadar taşınmaz vardır bunları tespit edin ve 14/2/2008
tarihine kadar bize bildirin.” şeklinde bir genelge yayımlamıştır. Muhtemelen,
istenen bilgiler valilikler tarafından Bakanlığa bildirilmiştir. Şimdi, Bakanlık
kimin elinde ne var ne yok hepsini biliyor. Biliyor olmasına karşın ne iadesini
istiyor ne de yasal işlem yapıyor. Peki ne yapıyor
dersiniz? 11/3/2005 tarihinden öncekilere af
getiriyor. Onlarla ilgili herhangi bir iş ve işlem yapılmayacak, ondan sonrakiler
için ise “Bulabildiğimizi buluruz,
bulamadığımızı ne yaparsa yapsın.” anlayışı ortaya çıkmıştır. Yani Kültür
Bakanlığı kendi uygulamalarıyla çelişkiler içindedir. Bu uygulamalar Bakanlığın
altı ayda bir karar değiştirdiğini göstermektedir. Değerli
milletvekilleri, bilinmelidir ki hiç kimse bu ülkenin tarihî varlıklarını
peşkeş çekme hakkına sahip değildir. Binlerce yıldan beri birçok medeniyete
beşiklik etmiş ülkemizin tarihî ve kültürel varlıkları ülkemizin mirasıdır. Bu
mirasın korunması ve sahip çıkılması hepimizin görevidir. O nedenle Bakanlığın 6/12/2007 tarihinden itibaren istediği ve 14/2/2008 tarihine
kadar süre verildiği seksen bir il valiliğinden gelen yazılar, yapılan
tespitler derhâl kamuoyuna açıklanmalıdır. Hangi koleksiyoncunun elinde ne
vardır Bakanlık bunu bilmektedir, bizim de bilme hakkımız vardır. Kuşkusuz
Bakanlığın elinde valiliklerden gelen resmî belgeler vardır ama vatandaşın
haberi yoktur. Bu varlıklar hepimizin yani 71 milyonun, ulusumuzun ve
geleceğimizin varlıklarıdır. Hükûmet biliyor ama biz
hangi koleksiyoncunun elinde ne olduğunu bilmeden yasa çıkartıyoruz yani
bilinmeyeni yasallaştırıyoruz. Bu yaklaşımla tarihî eser kaçakçılığı neredeyse
resmî hâle getirilmektedir. Böyle bir şeyi kabul etmemiz asla mümkün değildir. Değerli
milletvekilleri, elbette Türkiye’mizin yüzünü ağartan, çok saygıdeğer, bilinen,
tanınan koleksiyoncularımız vardır, kendileriyle övünüyoruz, destekliyoruz.
Onlar sınırlarımızı aşmış, dünya çapında ülkemize olumlu katkılar
sağlamışlardır, yasalar çerçevesinde kalarak önemli bir görevi yerine
getirmişlerdir ancak Türkiye’nin kültür zenginliklerini, tabiat
zenginliklerini, tarihî eserlerini kaçıranlar da vardır. Burada esas olan
taşınmazların değil, taşınırların koleksiyonlara dâhil edilmesidir ama biz bu
kanunun 4’üncü maddesiyle 11/3/2005’ten önce kayıt
yapılan taşınmazları serbest bırakıyoruz ve o koleksiyon sahiplerine af
getiriyoruz. Af getiriyoruz. Bu bir af
yasasıdır değerli arkadaşlar. O nedenle, bu maddenin kabulü için mutlaka
nitelikli çoğunluk gereklidir. Dolayısıyla, buradan Hükûmeti
uyarıyorum. Değerli
milletvekilleri, özellikle bu tasarının 4’üncü maddesiyle ilgili olarak şu
sorulara yanıt bulmamız gerekmektedir: Sayın Bakan, Türkiye’de ne kadar
koleksiyoncu vardır? Bunların elinde bulunan taşınmazlar ve taşınmazlara ait
parçalarla ilgili bilgi ve belgeleri kamuoyuna açıklamayı düşünür müsünüz?
Hangi amaçla 11/3/2005 tarihi esas alınmıştır? Bu
tarih nereden çıkmıştır? Dayanağı nedir? Bakanlığın genelgesi, Danıştayın ve Koruma Yüksek Kurulunun kararı doğrultusunda
tespit edilen ve teslim alınan taşınmazlar var mıdır? Teslim alanları ve kimden
aldığınızı açıklar mısınız? Bakanlığınızın genelgeleri doğrultusunda
ellerindeki taşınmazları teslim etmeyenlerle ilgili bir yasal işlem başlattınız
mı? Yasal işlem yapılmış ise hangi aşamadadır? Sonuçları nelerdir? Herhangi bir
yasal işlem başlatılmamış ise bunun hesabını kim yahut kimler verecek?
Bürokratlar mı yoksa Bakanın kendisi mi bu hesabı verecek? Maddenin
gerekçesinde “kültür varlıklarını iyi niyetle elinde bulunduran kimseler”
ifadesi yer almaktadır; bu ifade ne anlama gelmektedir? Böyle bir yasa maddesi
olabilir mi? “İyi niyetli” demekle Hükûmete yakın
olanlardan mı bahsediyorsunuz veya “güzel insanlar, eli yüzü düzgün tarihî eser
kaçakçısı” mı demek istiyorsunuz! Yine, maddenin gerekçesinde “bir şekilde
taşınmaz kültür varlığından ne anlama geliyor? Bu kültür varlığı parça parça sökülüp başka yere taşınırsa “taşınır kültür varlığı”
mı olacak? “Taşınır kültür varlığı” veya “taşınmaz kültür varlığı”nın
Bakanlığınızca resmî bir tanımı var mıdır? Öyle anlaşılıyor ki önceki Bakan ile
mevcut Bakan arasında uygulama farklılıkları söz konusudur. Dolayısıyla, bu
konuda Hükûmetin bir politikası var mıdır? Hangi
Bakanın yaptığı doğrudur? Bunu da bilmeye hakkımız vardır. Değerli
milletvekilleri, özetleyecek olursak bu tasarının 4’üncü maddesiyle, bazı
koleksiyonculara bir af getirildiğini, bunun da tarih anlayışı çerçevesinde
doğru olmadığını, bu düzenlemeyle, taşınmaz kültür varlıklarının parçalarının
özel koleksiyoncuların envanter defterlerine
kaydedilebileceğini, bir taşınmaz kültür varlığının özel koleksiyoncunun elinde
olmasının tek anlamının tarihî eser kaçakçılığı olduğunu bilmemiz gerekir. Bu
madde çok esnek ve gereksiz bir maddedir, birtakım kesimlerin zorlamasıyla
gündeme getirildiği anlaşılmaktadır. Bu maddenin kabul edilmesiyle, bazı
eserler doğal hâle dönüştürülecektir. Ayrıca,
bu madde, Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Yasası’nın 26’ncı maddesinin
özüne de aykırıdır çünkü normal koşullarda bile envanter
defterine kaydedilmiş olsa dahi müzeler tarafından el konulması gereken
taşınmaz eserlere sahip olan birileri ciddi olarak kayırılacaktır, dolayısıyla
bir af söz konusudur burada. O nedenle, bu değişiklik maddesi çözüm üretmeyen,
çelişkileri ortadan kaldırmayan, aksine, illegal yollarla elde edilmiş eserleri
legalleştiren bir değişikliktir. (Mikrofon
otomatik cihaz tarafından kapatıldı) BAŞKAN –
Sayın Koçal, buyurun. ALİ KOÇAL
(Devamla) – Bunun yerine, bu tür eserlerin müzelere devredilmesi biçiminde bir
değişiklik sorunu çözebilir diye düşünüyoruz. Değerli
milletvekilleri, aslında kurulduğundan bu yana bu Hükûmetin
vatandaşın lehine bir yasa önerisiyle ne yazık ki karşılaşmadık. Bazı yasalar,
Cumhuriyet Halk Partisi ve muhalefetin zorlamasıyla ve girişimleriyle
uygulanabilir konuma getirilebilmiştir. Çıkartılan yasaların birçoğu vatandaşın
mağduriyetine sebep olmuştur. Sorunlara bu Hükûmet
döneminde çare bulunamamıştır. Siyasi iktidar kendi yandaşlarını ödüllendirmiş,
ehliyetsiz ve beceriksiz kişileri önemli mevkilere getirmiştir, örneğin TRT
Genel Müdürlüğünde olduğu gibi. Ülkemizin hakkı ve hukuku yeterince
savunulamamıştır. Bu Hükûmet kendi yandaşlarının
yolsuzluklarını örtbas etmek için özel yasalar çıkartmış ve hâlâ bu ısrarını da
sürdürmektedir. Teşekkür
ediyorum, saygılar sunuyorum. (CHP sıralarından alkışlar) BAŞKAN –
Teşekkürler Sayın Koçal. Sayın milletvekilleri,
çalışma süremiz dolmak üzeredir. Milliyetçi
Hareket Partisi Milletvekili Şenol Bal’ın konuşmasının bitimine kadar sürenin
uzatılmasını oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler… Kabul etmeyenler… Kabul
edilmiştir. Buyurunuz
Sayın Bal. (MHP sıralarından alkışlar) MHP GRUBU
ADINA ŞENOL BAL (İzmir) – Sayın Başkan, sayın milletvekilleri; Kültür ve Tabiat
Varlıklarını Koruma Kanununda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Tasarısı’nın
4’üncü maddesi üzerinde Milliyetçi Hareket Partisi Grubu adına söz almış
bulunmaktayım. Yüce Meclisi saygıyla selamlıyorum. Sayın
milletvekilleri, ülkemizde somut kültür varlıklarıyla ilgili uygulamalar 2863 sayılı
Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Kanunu ve bu Kanun’a dayanılarak
hazırlanan alt mevzuatlarla yürütülmektedir. Bu Kanun’da kültür varlıkları,
taşınmaz ve taşınır kültür varlıkları olarak ikiye ayrılmıştır. Bu kültür
varlıklarının hangileri olduğu taşınmazlar için Kanun’un 6’ncı maddesinde,
taşınırlar için ise 23’üncü maddede ayrıntılı olarak belirtilmiştir.
Taşınmazlar; lahit, stel, sanduka, fresk, kabartma,
mozaik, sütun, sütun başlığı, sütun kaidesi, arşitrav,
taban süslemesi, kapı ve benzeridir. Bu kapsama dâhil olan kültür varlıkları
aynı zamanda devlet malı niteliğindedir. Bir
kültür varlığının kanun kapsamında değerlendirilmesi için öncelikli olarak
usulüne uygun olarak tescil edilmesi gerekir. Tescil işlemi taşınmaz kültür
varlıkları için koruma kurulu kararı ile, taşınırlar
için ise müzede kurulan en az 3 kişilik bir komisyon kararı ile mümkündür.
Başka bir deyişle, koruma kurullarının veya müzelerin tescil yetkisi bu
maddelerde sayılan kültür varlıklarıyla sınırlıdır. Buna göre müzeler taşınmaz
kültür varlıklarını tescil edemez çünkü yetki koruma kurullarınındır, keza
koruma kurullarının da taşınırları tescil yetkisi yoktur sayın milletvekilleri.
Bu kanun
tasarısının geçici maddesinin gündeme gelmesinin nedeni de bugüne kadarki
uygulamanın dışına çıkılmasından, yetki aşımından kaynaklanmaktadır.
Koleksiyonculardaki mevzuata göre taşınmaz kültür varlıkları usulsüz bir
şekilde müzeciler tarafından değerlendirilmiş ve taşınır kültür varlıkları gibi
işlem yapılmıştır. Oysa 2863 sayılı Kanun’un 34’üncü maddesi ve koleksiyonerlikle ilgili düzenlemelerin yer aldığı Taşınır
Kültür Varlığı Koleksiyonerliği ve Denetimi Hakkında
Yönetmelik gereği, koleksiyonerler sadece taşınır
kültür varlıklarından oluşan koleksiyonlar meydana getirebilirler ki bu yüzden
bunlar müze denetimindedirler. 2863
sayılı Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Kanunu’nun yürürlüğe girdiği
tarihten itibaren, zaman içinde bazı koleksiyoncular müzelerdeki koleksiyon envanter defterine Kanun’un 6’ncı maddesi kapsamında olan
taşınmaz kültür ve tabiat varlıkları ve bunlara ait parçaları
kaydettirmişlerdir. Bu Kanun’a göre, koleksiyoncular tarafından taşınmaz kültür
varlıklarının bulundurulması yasaktır. Burada koleksiyoncular kanunsuz bir iş
yapmışlardır. Ayrıca, bunların müze kurulları tarafından kaydı iki yönden
mümkün değildir: Birincisi, koleksiyonerlerin bunları
koleksiyonlarına almaları kanunsuzdur. İkincisi, taşınmaz kültür varlıklarının
tescili koruma kurullarının dışında yapılamaz. Burada da müzeciler hatalıdır. Sayın
milletvekilleri, bu kayıtların yapılmış olması Kültür Bakanlığı tarafından fark
edildikten sonra, Bakanlık, Kanun’un 6’ncı maddesi kapsamındaki taşınmaz kültür
ve tabiat varlıkları ve bunlara ait parçaların koleksiyonculuğa konu olmasının
ve envanter defterine kaydedilmesinin hukuken mümkün
olmadığını ve koleksiyonculuk faaliyetlerinin bu doğrultuda değerlendirilmesi
hususunu 11/3/2005 tarihli ve 29917 sayılı bir Genelgeyle valiliklere
bildirmiştir. Söz konusu genelgenin iptali için Kültür Varlıkları Koleksiyoncuları
Derneğince Bakanlığa dava açılmıştır. Dava Danıştay 6. Dairesinin 2006/5193
sayılı Kararıyla taşınmaz kültür varlıklarına ait parçaların koleksiyon envanter defterine kaydedilemeyeceği kesinleşmiştir. Yani
genelgeyle aynı paralellikte bir karar çıkmıştır. Bu karar gereği Bakanlık,
koleksiyoncularda bulunan taşınmaz varlıkların ve bunlara ait parçaların tespit
edilerek müze müdürlüklerine teslim edilmesinin sağlanmasını, teslim etmeyenler
hakkında, Kanun’un 73’üncü maddesi gereğince suç duyurusunda bulunulması
konusunda valiliklere 42114 sayı ve 30/1/2007 tarihli
genelge yayınlamıştır ama koleksiyoncuların ellerinde bulunan eserlerin
müzelere alınması hâlinde, taşınır kültür ve tabiat varlıklarının müzelere
alınmasında ödenen ikramiyenin ödenmesinin mümkün olamayacağı çünkü yargı
kararı ile taşınmaz varlıklardan ayrılan parçaların taşınır niteliği
kazanmasına imkân olmadığının hüküm altına alındığı ve taşınmaz kültür ve
tabiat varlıklarından herhangi bir şekilde ayrılmış olan parçalardan
koleksiyonlara dâhil edilenler varsa bu duruma Bakanlığa bağlı müzelerin
sebebiyet verdiği ortadadır. Valiliklere gönderilen genelgede bu parçaların ne
şekilde geri alınacağına dair usul ve esaslar belirlenemediğinden konu ortada
kalmış, Bakanlık Hukuk Müşavirliği mütalaasında, konunun Kültür ve Tabiat
Varlıkları Koruma Yüksek Kurulunun ilke kararı almasının uygun olacağı ifade
edilmiştir. Koruma Yüksek Kurulu 1/11/2007 tarihinde
aldığı ilke kararında özetle: Bu taşınmazların devlet müzelerine devrinin
zorunlu olduğu, taşınmazların koruma bölge kurullarında değerlendirilerek
bunların devrinin yapılması gereğini ifade etmiştir. Sonuç olarak Bakanlığın,
çözüm için tasarıdaki mevcut bu geçici madde dışında başka bir alternatifi
gözükmemektedir çünkü bu eserlerin geri alınabilmesi için mevcut mevzuat
yetersizdir. Sayın
Bakan, bu geçici maddenin lafzını değiştirmeden, bu maddenin uygulanması da
imkânsızdır. Bu kanun
tasarısının 4’üncü maddesi bu şekilde Meclisten geçtiği zaman uygulamada
tartışmalar bitmeyecektir. Bu maddede 11/3/2005 tarihinde, önce
koleksiyoncularda bulunan taşınmazların usulüne uygun envanter
kaydının bulunması şart koşuluyor ancak hukuk dışı olduğu mahkeme kararı ile
kesinleşen bir uygulamada “usulüne uygun” ifadesi ile nasıl düzenlenmektedir?
“Usulüne uygun” sözüyle bu hukuki çelişki nasıl giderilecektir? Usulüne uygun
lafzının yerine başka bir ifade gerekmektedir çünkü hem koleksiyon envanterinde hem de müze envanterlerinde usulüne uygun kayıt
söz konusu değildir. Hukuku çiğneyerek iyi niyetli üçüncü kişileri koruyamazsınız.
Ayrıca, iyi niyetin kriterini de ortaya koymak
durumundasınız. Buna “2005 yılından önce koleksiyonerlerde
bulunan taşınmazlar için af” derseniz belki daha doğru olacaktır. Türkiye’de koleksiyoner sayısı 1.500 civarında. Bunun 300-400’ü, ciddi
kültür ve tabiat varlıklarına önem verip gerçekten koleksiyonerliğe
yıllarını vermiş, emeğini vermiş olan kimseler. Koleksiyonerlerde
bulunan taşınmaz kültür varlıklarının müzelere alınması mı daha yerinde olur ya
da koleksiyonerlerde mi bırakılması diye sorulsa
bugün müzelerin şartlarını göz önüne getirdiğimde, şahsım adına, koleksiyonerlerde bulunmasının daha uygun olacağını ifade
etmek isterim. Sayın
milletvekilleri, ayrıca bir şey üzerinde daha durmak istiyorum. Bakanlığa bağlı
müzelerde de bu problemler yaşanıyor, müzeciler bu konuda da mustarip. Stel, lahit, mil taşı veya taşınmazlardan kopmuş mimari
parçalar gibi eserlerin koruma kurullarınca tescil edilmeden müzelerce envanterleştirilip teşhir edilmesinin de hukuki bir dayanağı
yoktur. Normalde ilgili koruma kurulunun kararı olmadan herhangi bir taşınmazın
müzeye nakli de söz konusu değildir. Eğer bu konuda da hukuki bir çözüm
bulunamaz ise Kanun’a göre, müzelerdeki bu taşınmaz eserleri ve parçaları,
koruma kurullarının tek tek tescil etmesi gerekir.
Müzelerde bulunan bu taşınmaz eserlerin kaybolma, çalınma veya tahribi
durumunda hangi hukuki zeminde süreç yürütülebilecektir? Bu yüzden bence, bu
konunun üzerinde de durup hukuki çerçeveyi ve dayanağı yeniden
düzenlemelisiniz. Sayın
milletvekilleri, müzecilik konusunda gerçekten büyük boşlukların olduğu apaçık.
Müzelerdeki kültür varlıklarının korunup kollanmadığı hatta uygun olmayan
şartlarda muhafaza edildiğini de biliyoruz. Bir de yine taşınmazlar için,
26’ncı maddenin son fıkrasına tabi tutulması ile bu taşınmazların
değiştirilmesi ve satışı engellenmiş oluyor, deniyor. Ama bu konuda devletin
rüçhan hakkı ortadan kalkmıyor mu; gerektiği zaman bir parçayı devletin burada
alma imkânı, müzelerimizin alma imkânı ortadan kalkmıyor mu diye soruyorum. Hepinizi
saygıyla selamlarım. (MHP sıralarından alkışlar) BAŞKAN –
Teşekkürler Sayın Bal. Sayın
milletvekilleri, sözlü soru önergeleriyle kanun tasarı ve tekliflerini
sırasıyla görüşmek için 3 Şubat 2009 Salı günü saat 15.00’te toplanmak üzere
birleşimi kapatıyorum. Kapanma Saati: 20.03 |
|