DÖNEM: 23 CİLT: 29 YASAMA YILI: 3 TÜRKİYE BÜYÜK MİLLET MECLİSİ TUTANAK DERGİSİ 8’inci
Birleşim 21 Ekim 2008 Salı İ Ç İ N D E K İ L
E R I.
- GEÇEN TUTANAK ÖZETİ II.
- GELEN KÂĞITLAR III.
- GÜNDEM DIŞI KONUŞMALAR A)
MİLLETVEKİLLERİNİN GÜNDEM DIŞI KONUŞMALARI 1.- Denizli
Milletvekili Mehmet Salih Erdoğan’ın, 17 Ekim Dünya Yoksullukla Mücadele
Günü’ne ilişkin gündem dışı konuşması ve Tarım ve Köyişleri
Bakanı Mehmet Mehdi Eker’in cevabı 2.- Ordu
Milletvekili Rahmi Güner’in, Karadeniz Bölgesi fındık
üreticilerinin sorunlarına ilişkin gündem dışı konuşması ve Tarım ve Köyişleri Bakanı Mehmet Mehdi Eker’in
cevabı 3.- Edirne
Milletvekili Necdet Budak’ın, tarımdaki gübre destekleme politikalarına ilişkin
gündem dışı konuşması ve Tarım ve Köyişleri Bakanı Mehmet
Mehdi Eker’in cevabı IV.-
BAŞKANLIĞIN GENEL KURULA SUNUŞLARI A) Tezkereler 1.- Kazakistan
Cumhuriyeti Parlamentosu Senato Başkanı Kassym-Jomart Tokayev ve Kırgızistan
Cumhuriyeti Millet Meclisi Başkanı Aytıbay Tagaev’in davetlerine icabet edecek olan Türkiye Büyük
Millet Meclisi Başkanı Köksal Toptan’ın, beraberindeki Parlamento heyetini
oluşturmak üzere siyasi parti gruplarınca bildirilen isimlere ilişkin Başkanlık
tezkeresi (3/563) 2.- Bazı
milletvekillerine belirtilen sebep ve sürelerle izin verilmesine ilişkin
Başkanlık tezkeresi (3/564) B) Önergeler 1.- Bursa
Milletvekili Kemal Demirel’in; Ticari Taksilerde, Taksi Dolmuş ve Dolmuşlarda
Yenileme Yapılması ve/veya Araçların Bir Kereye Mahsus Olarak Değiştirilmesi
Sırasında Araç Sahiplerinden ÖTV ve KDV Alınmamasına Dair Kanun Teklifi’nin
(2/202) doğrudan gündeme alınmasına ilişkin önergesi (4/90) V.-
ÖNERİLER A) Danışma Kurulu Önerileri 1.- Gündemdeki
sıralama ile çalışma saatlerinin yeniden düzenlenmesine ilişkin Danışma Kurulu
önerisi VI.-
KANUN TASARI VE TEKLİFLERİ İLE KOMİSYONLARDAN GELEN DİĞER İŞLER A) Komisyonlardan Gelen Diğer İşler 1.- İstanbul
Milletvekili Çetin Soysal ve 20 Milletvekilinin, Kars Milletvekili Gürcan Dağdaş ve 23 Milletvekilinin, İstanbul Milletvekili Hasan
Kemal Yardımcı ve 26 Milletvekilinin ve İstanbul Milletvekili Sebahat Tuncel ve 19 Milletvekilinin, Gemi İnşa Sanayisindeki İş
Güvenliği ve Çalışma Şartları Sorunlarının Araştırılarak Alınması Gereken
Önlemlerin Belirlenmesi Amacıyla Meclis Araştırması Açılmasına İlişkin Önergeleri
ve Meclis Araştırması Komisyonu Raporu (10/121, 129, 132, 134) (S. Sayısı: 295) 2.- Bursa
Milletvekili İsmet Büyükataman ve 29 Milletvekilinin,
Aydın Milletvekili Ahmet Ertürk ve 20
Milletvekilinin, Bursa Milletvekili Ali Koyuncu ve 19 Milletvekilinin,
Balıkesir Milletvekili A. Edip Uğur ve 23 Milletvekilinin ve Muğla Milletvekili
Gürol Ergin ve 24 Milletvekilinin, Zeytin ve Zeytinyağı ile Diğer Bitkisel
Yağların Üretiminde ve Ticaretinde Yaşanan Sorunların Araştırılarak Alınması
Gereken Önlemlerin Belirlenmesi Amacıyla Meclis Araştırması Açılmasına İlişkin
Önergeleri ve Meclis Araştırması Komisyonu Raporu (10/27, 34, 37, 40, 102) (S.
Sayısı: 296) VII.-
YAZILI SORULAR VE CEVAPLARI 1.- İstanbul
Milletvekili Çetin Soysal’ın, Karabük Belediye Başkanının festivaldeki tutumuna
ilişkin sorusu ve İçişleri Bakanı Beşir Atalay’ın cevabı (7/4393) 2.- Isparta
Milletvekili Süleyman Nevzat Korkmaz’ın, Bakanlık
çalışanlarının özlük haklarına ilişkin sorusu ve İçişleri Bakanı Beşir
Atalay’ın cevabı (7/4396) 3.- İstanbul
Milletvekili Süleyman Yağız’ın, çalışanların ücretlerinin ve iş ortamlarının
iyileştirilmesine ilişkin sorusu ve İçişleri Bakanı Beşir Atalay’ın cevabı
(7/4601) 4.- Balıkesir
Milletvekili Ergün Aydoğan’ın, Kozak Yaylasında
siyanürle altın aranmasına ilişkin Başbakandan sorusu ve Çevre ve Orman Bakanı
Veysel Eroğlu’nun cevabı (7/4638) 5.- Kars
Milletvekili Gürcan Dağdaş’ın, Kars’ta kömür
dağıtımına ve doğalgaz kullanımına ilişkin sorusu ve Enerji ve Tabii Kaynaklar
Bakanı Mehmet Hilmi Güler’in cevabı (7/4720) I.- GEÇEN TUTANAK ÖZETİ TBMM Genel Kurulu
saat 11.02’de açılarak dört oturum yaptı. Mersin
Milletvekili Behiç Çelik, iç güvenlik konusuna, Denizli
Milletvekili Hasan Erçelebi, küresel ekonomik kriz ve
Türkiye’nin durumuna, İstanbul Milletvekili Mehmet
Ufuk Uras, Birleşmiş Milletler İşkence ve Diğer Zalimane, İnsanlık Dışı ya da
Onur Kırıcı Muamele ya da Cezaya Karşı Sözleşmeye ilişkin ek seçmeli protokolün
onay sürecine ve son günlerdeki işkence ve kötü muamele iddialarına, İlişkin gündem
dışı birer konuşma yaptılar. İnsan Haklarını
İnceleme Komisyonunda açık bulunan ve Adalet ve Kalkınma Partisi Grubuna düşen
1 üyeliğe grubunca, Avrupa Birliği
Uyum Komisyonunda açık bulunan: Adalet ve
Kalkınma Partisi Grubuna düşen 16, Cumhuriyet Halk Partisi Grubuna düşen 5,
Milliyetçi Hareket Partisi Grubuna düşen 3 ve Demokratik Toplum Partisi Grubuna
düşen 1 üyeliğe gruplarınca, Aday gösterilen
milletvekilleri; Bağımsız
milletvekillerine düşen 1 üyeliğe de, yapılan açık oylama sonucunda, Balıkesir
Milletvekili Hüseyin Pazarcı, Seçildiler. Başkanlıkça,
Avrupa Birliği Uyum Komisyonunun, başkan, başkanvekili, sözcü ve kâtip üye
seçimini yapmak üzere toplanacakları gün, saat ve yere ilişkin duyuruda
bulunuldu. Gündemin “Kanun
Tasarı ve Teklifleri ile Komisyonlardan Gelen Diğer İşler” kısmının: 1’inci sırasında bulunan, Organize Sanayi Bölgeleri Kanununda
Değişiklik Yapılması Hakkında Kanun Tasarısı, Bursa Milletvekili Mehmet Altan Karapaşaoğlu’nun; Organize Sanayi Bölgeleri Kanununda
Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Teklifi, Milliyetçi Hareket Partisi Grup
Başkanvekili ve İzmir Milletvekili Oktay Vural ile İzmir Milletvekili Şenol
Bal’ın; 4562 Sayılı Organize Sanayi Bölgeleri Kanununa Bir Geçici Madde
Eklenmesine Dair Kanun Teklifi, İzmir Milletvekili Ahmet Ersin ve 18
Milletvekilinin; 4562 Sayılı Organize Sanayi Bölgeleri Kanununa Bir Geçici
Madde Eklenmesi Hakkında Kanun Teklifi’nin (1/544, 2/75, 2/135, 2/150) (S.
Sayısı: 222) görüşmelerine devam olunarak 6’ncı madde kabul edildi, 7’nci
maddesi üzerinde bir süre görüşüldü. 21 Ekim 2008 Salı
günü saat 15.00’te toplanmak üzere, birleşime 20.00’de son verildi.
No.: 10 II.- GELEN KÂĞITLAR 17 Ekim 2008 Cuma Rapor 1.- Yükseköğretim Kanununda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun
Tasarısı ile Sivas Milletvekili Muhsin Yazıcıoğlu’nun;
Kahramanmaraş Milletvekili Durdu Özbolat ve 20
Milletvekilinin; Samsun Milletvekili Osman Çakır’ın; İstanbul Milletvekili Sebahat
Tuncel ve 7 Milletvekilinin; Benzer Mahiyetteki Kanun
Teklifleri ile Milli Eğitim, Kültür, Gençlik ve Spor Komisyonu Raporu (1/651,
2/20, 2/46, 2/61, 2/80) (S. Sayısı: 298) (Dağıtma tarihi: 17.10.2008) (GÜNDEME)
No.: 11 20 Ekim 2008 Pazartesi Tasarılar 1.- Yükseköğretim
Kurumları Teşkilatı Kanununda Değişiklik Yapılması Hakkında Kanun Tasarısı
(1/653) (Plan ve Bütçe ile Milli Eğitim, Kültür, Gençlik ve Spor
Komisyonlarına) (Başkanlığa geliş tarihi: 14.10.2008) 2.- Kuzey
Atlantik Antlaşmasına Hırvatistan Cumhuriyetinin Katılımına İlişkin Protokolün
Onaylanmasının Uygun Bulunduğuna Dair Kanun Tasarısı (1/654) (Milli Savunma ve
Dışişleri Komisyonlarına) (Başkanlığa geliş tarihi: 14.10.2008) 3.- Kuzey
Atlantik Antlaşmasına Arnavutluk Cumhuriyetinin Katılımına İlişkin Protokolün
Onaylanmasının Uygun Bulunduğuna Dair Kanun Tasarısı (1/655) (Milli Savunma ve
Dışişleri Komisyonlarına) (Başkanlığa geliş tarihi: 14.10.2008) Teklifler 1.- Tokat
Milletvekili Osman Demir’in; 2828 Sayılı Sosyal Hizmetler ve Çocuk Esirgeme
Kurumu Kanununda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Teklifi (2/319) (Plan ve
Bütçe ile Sağlık, Aile, Çalışma ve Sosyal İşler Komisyonlarına) (Başkanlığa
geliş tarihi: 13.10.2008) 2.- Hakkâri
Milletvekili Rüstem Zeydan’ın; Hakkâri İline Bağlı
“Derecik” Adlı İlçe Kurulması Hakkında Kanun Teklifi (2/320) (İçişleri ile Plan
ve Bütçe Komisyonlarına) (Başkanlığa geliş tarihi: 13.10.2008) No.: 12 21 Ekim 2008 Salı Tasarı 1.- 2009 Yılı
Merkezi Yönetim Bütçe Kanunu Tasarısı (1/656) (Plan ve Bütçe Komisyonuna)
(Başkanlığa geliş tarihi: 17.10.2008) 21 Ekim 2008 Salı BİRİNCİ OTURUM Açılma Saati: 15.00 BAŞKAN: Başkan Vekili Nevzat PAKDİL KÂTİP ÜYELER: Harun TÜFEKCİ (Konya), Murat ÖZKAN (Giresun) BAŞKAN –
Saygıdeğer milletvekili arkadaşlarım, Türkiye Büyük Millet Meclisinin 8’inci
Birleşimini açıyorum. Toplantı yeter
sayısı vardır, görüşmelere başlıyoruz. Üçüncü haftasına
girdiğimiz yasama yılımızın bizler için, milletimiz için hayırlar getirmesini
diliyorum. Bu vatan uğrunda şehadet şerbetini içen
şehitlerimize Allah’tan rahmet, kederli ailelerine ve milletimize başsağlığı
diliyorum. Gündeme geçmeden
önce üç sayın milletvekiline gündem dışı söz vereceğim. Konuşma süreleri beşer
dakikadır. Hükûmet konuşmalara cevap verebilir. Hükûmetin cevap süresi yirmi dakikadır. Gündem dışı ilk
söz yoksullukla mücadele günü münasebetiyle söz isteyen Denizli Milletvekili
Mehmet Salih Erdoğan’a aittir. Sayın Erdoğan,
buyurun efendim. (AK PARTİ sıralarından alkışlar) III.- GÜNDEM DIŞI KONUŞMALAR A) Milletvekillerinin Gündem Dışı
Konuşmaları 1.- Denizli Milletvekili Mehmet Salih Erdoğan’ın, 17 Ekim
Dünya Yoksullukla Mücadele Günü’ne ilişkin gündem dışı konuşması ve Tarım ve Köyişleri Bakanı Mehmet Mehdi Eker’in
cevabı MEHMET SALİH
ERDOĞAN (Denizli) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; Birleşmiş Milletler
tarafından her yıl 17 Ekim Dünya Yoksullukla Mücadele Günü olarak ilan
edilmiştir. Ben bugün bu konudaki düşüncelerimi sizlerle paylaşmak istiyorum.
Bu vesileyle hepinizi saygıyla selamlıyorum. Bugün pek çok
ülke farklı ölçeklerde yoksulluk sorunlarıyla iç içe yaşamaktadır ve
yoksulluğun yerel ve küresel boyutta hızla artışı günümüz dünyasının en büyük
problemlerinden birisidir. Ayrıca, küresel kuraklığın neden olduğu tarım
ürünleri üretimindeki azalma, enerji kaynaklarının yetersizliği nedeniyle bazı
tarım ürünlerinin enerji üretiminde kullanılması, dünyada artan gıda tüketimi
ihtiyacı, bunlara bağlı olarak gıda fiyatlarındaki artış dünyanın en önemli
sorunlarının başında gelmektedir. Değerli
milletvekilleri, gıda üretimi konusunda ülkemiz dünyanın en sayılı ülkeleri
arasında yer almaktadır. Bugün, kendimizi ve önemli miktarda dünyayı besleyecek
üretim imkânlarına sahip bulunuyoruz. İsrailli bir bilim adamı Güneydoğu
Anadolu topraklarıyla ilgili olarak “Bu topraklar o kadar verimli ki buradaki
toprağı alın ve dünyanın diğer yerlerindeki tarım alanlarına gübre diye
serpin.” demek suretiyle GAP’ın ve Güneydoğu Anadolu topraklarının önemine
vurgu yapmıştır. Ancak ülkemizde üretim planlamasının tam olmaması, sulanan
alanların genişletilememesi, nadas alanlarının değerlendirilememesi, ekim
nöbetine önem verilmemesi ve tarımda teknolojinin yeterli derecede
kullanılmaması gibi nedenlerle verimsiz üretim ve ayrıca israf nedeniyle
uğradığımız tarımsal kaybın 50 milyar dolar olduğunu bilirsek, tarımda neden
sorunlarla boğuştuğumuzun da cevabı kendiliğinden ortaya çıkmış olur. Teknolojiyi
tarımda kullanarak, israfı önleyerek, kaliteyi ve verimi artırmak suretiyle
küresel gıda krizini fırsata dönüştürebilir, tarım ihracatımızı 4-5 kat daha
artırabiliriz. Değerli
milletvekilleri, çağımızda yoksulluk ve yoksullukla mücadele, dünyanın karşı
karşıya olduğu en önemli insani ve sosyal bir olgudur. Bugün dünya nüfusundan
yaklaşık 1 milyar insan günde 1 dolardan az bir parayla hayatta kalmaya çalışmaktadır.
1,5 milyar insan ise 2 dolardan az bir parayla geçinmektedir. 100 milyon insan
her gece aç karınla uyumakta, tedavisi bilinen fakat sağlık hizmeti alamayan 40
milyon çocuk hastalıktan, 14 milyon insan da açlıktan ölmektedir. Bu rakamların
bize öğrettiği gerçek şudur: Dünya nüfusunun yarıdan fazlası bugün gıda, içme
suyu, sağlık, eğitim, barınma ve modern enerji kaynaklarından oldukça yetersiz
yararlanmaktadır. Sayın
milletvekilleri, yoksulluk toplum barışı için bir tehdittir. ILO 1994 Philadelphia Deklarasyonu herhangi bir yerdeki yoksulluğun
her yerde refah ve barış için bir tehlike oluşturduğu olgusuna dikkat
çekmektedir. Bu nedenle, yoksullukla mücadele tüm insanlığın ortak sorunudur ve
bu mücadeleden kaçmak insanlık için ortak bir suçtur. İnsanlık tarihi boyunca
yoksulluktan uzak, yoksulu hiç olmayan toplum bulmak mümkün değildir. Önemli
olan yoksulun kendi hâline, kendi başına bırakılmamasıdır. Devletin birinci
görevi, yoksulu, fakiri kendi çaresizliğiyle baş başa bırakmamaktır, sosyal devlet
olmanın bir gereği budur. Devlet, yoksulun yanında olmak, onun elinden tutmak
ve dertlerine çare aramak, bulmak zorundadır. Günümüzde yoksullukla mücadelede
gelişmiş ülkelerin iyi örnek sergilediğini söylemek maalesef mümkün değildir;
bir tarafta aşırı zenginler diğer tarafta kuru ekmeğe muhtaç insanlar, bırakın
kuru ekmeği açlıktan ölen insanlar, öbür taraftan da silahlanmaya harcanan
trilyonlar. Değerli
milletvekilleri, açlık, yoksulluk ve işsizlik dünyanın ve ülkemizin başına bela
olan terör olaylarının da tetikleyici unsurlarından biridir. Terör olan yere ne
yatırım gider ne de turist gider. Terör, fakirlikten ve yoksulluktan gıdasını
alır. Terörün en etkilediği kesim her şeyini kaybetmiş insanlardır. Terör
istikrardan rahatsız olur. Gelişme ve kalkınma terörün işine gelmez; istikrarı
bozmak, kalkınmayı baltalamak ister. (Mikrofon
otomatik cihaz tarafından kapatıldı) BAŞKAN – Sayın
Erdoğan, konuşmanızı tamamlayınız. Buyurun. MEHMET SALİH
ERDOĞAN (Devamla) - Değerli milletvekilleri, yoksullukla mücadele araçlarının
başında eğitim gelmektedir. Eğitimsizlik en büyük fakirliktir. Beşerî
sermayenin en değerli kaynak olduğu bilinciyle eğitimin yaygınlaştırılması en
önemli sorun hâlindedir. Yoksullukla
mücadelede vurgulanması gereken başka bir konu da sürdürülebilir bir
kalkınmanın gerekliliğidir. Bunun yanında, makroekonomik dengesizliklerin de
yoksullukla yakın ilgisi olduğu bilinmelidir. Ayrıca, yoksullukla mücadelede
başarılı olmak için çok daha yaygın ve küresel iş birliğinin geliştirilmesi
gerekmektedir. Değerli
milletvekilleri, bütün enerjimizi ve kaynaklarımızı kalkınmaya yönelterek,
hedefimizi çağdaşlaşma, kalkınma, demokrasi ve insan hakları standardını
yükseltme olarak koyarsak -ki, böyledir- böylece vatandaşlarımızın daha mutlu
olduğu, güçlü ve üretken bir Türkiye’yi beraberce çağdaş medeniyetler
seviyesine ulaştırmış oluruz. Tüm insanların
refah ve barış içinde yaşadığı bir dünya dileğiyle hepinizi saygıyla
selamlıyorum. (AK PARTİ sıralarından alkışlar) BAŞKAN – Teşekkür
ediyorum. Gündem dışı ikinci
söz, Karadeniz Bölgesi’nin ekonomik sorunlarıyla ilgili olarak söz isteyen Ordu
Milletvekili Rahmi Güner’e aittir. Sayın Güner, buyurun. (CHP sıralarından alkışlar) 2.- Ordu Milletvekili Rahmi Güner’in,
Karadeniz Bölgesi fındık üreticilerinin sorunlarına ilişkin gündem dışı
konuşması ve Tarım ve Köyişleri Bakanı Mehmet Mehdi Eker’in cevabı RAHMİ GÜNER
(Ordu) – Sayın Başkan, sayın milletvekilleri; Sakarya’dan, Düzce’den,
Zonguldak’tan, Bartın’dan, Sinop’tan, Ordu’dan, Giresun’dan, Trabzon’dan ve bu
illerimizin en önemli ekonomik sorunu olan fındık konusuna değinmek için ve
orada yaşayan halkın, fındık üreticilerinin sorunlarını dile getirmek için söz
almış bulunuyorum. Hepinizi saygıyla selamlıyorum. Değerli
arkadaşlarım, burada dört beş ay önce bir konuşma yaptım. Fındığın üzerinde
büyük oyun oynandığını ve fındığın bu Karadeniz halkı için en önemli geçim
kaynağı olduğunu ama hiçbir tedbir alınmadığını ve fındığın tamamen belli
kişilerin tekelinde kaldığını, belli kişilerin sömürü düzeninde sömürüldüğünü
bu kürsüden söylemiştim. O zaman Tarım Bakanı yerine Çevre ve Orman Bakanı
cevap olarak, fındığın 800 bin ton civarında olacağını söyledi. Ben itiraz
ettim, fındığın 600-650 bin ton civarında olacağını ve bu tespitin yanlış
olduğunu ve bu tespitin de bir oyun olduğunu açıkça söyledim. Ama Toprak
Mahsulleri Ofisi devletin kuruluşu olmasına rağmen fındık rekoltesini
800 bin ton civarında gösterirken, elde fazla fındığın olduğunu söylerken, 2008
yılının fındık fiyatlarını düşürmek için Toprak Mahsulleri Ofisi 1 milyon 100
bin TL’ye piyasaya fındık sattı, 30 bin ton fındık sürdü. Değerli
arkadaşlarım, sayın milletvekilleri; rekolte çoktu da
neden 30 bin ton fındık piyasaya sürülmek suretiyle, Avrupa’daki alıcı kesime,
tüccarlara, işletmelere geçmiş dönemin fındığı satıldı, bunu anlamış değilim. Değerli
arkadaşlarım, fındık 650 bin ton civarında oldu ve randımanı da çok düşük. Bu
randıman konusunu bilen milletvekilleri arkadaşlarım anlar fakat öyle bir fiyat
verildi ki hem geç verildi hem de üreticinin maliyet fiyatının çok altında bir
fiyat verildi ve bugün, saydığım bu illerde fındık üreticisi vatandaşlarımız
perişan durumda. Tüccarda fındık 2 milyon 300 bin, 2 milyon 400 bin TL’dir.
Bundan randıman payı düşüldüğü zaman, fındık fiyatı 1,5 milyon TL’ye inmektedir.
Bu uygulama, bu fındıktaki tekelleşme, bu fındıktaki, bu şekilde, üreticinin
alın terinin, emeğinin verilmemesi şeklinde verilen fiyat bizim üreticimizi
tamamen köleleştirmiş, esir durumuna getirmiş, hem Toprak Mahsulleri Ofisi
karşısında hem de tüccarın karşısında ağlar duruma düşürmüştür. Değerli
arkadaşlarım, üretici ağlamıyor, üretici çığlık atıyor ama sahip çıkacak kimse
yok. Bugün, iktidar partisinin bu uygulaması karşısında, Ordu’da ben gördüm,
ilçe kongreleri yapıyorlar ama ilçe kongrelerini polis kordonunda, jandarma
kordonunda yapıyorlar. İçeri herkesi almadıkları hâlde ilk
isyanı yapan kendi partilileri. Jandarma kordonunda, jandarma şeyinde
salondan dışarı atılıyorlar değerli arkadaşlarım. AHMET ERTÜRK
(Aydın) – Nereden çıkarıyorsunuz? RAHMİ GÜNER
(Devamla) – İşte, ben bunu yaşadım. Bunu gazeteler yazdı ve herkes söyledi.
İnanmıyorsanız -eğer doğru konuşacaksa- Ordu milletvekili arkadaşlarım bunu
açıkça söyler. Yerini söylüyorum: Kabadüz İlçe Kongresi, Gülyalı İlçe Kongresi.
Değerli arkadaşlarım,
“Ben fındığımı 1 milyon 800’e sattım.” diyen AKP yöneticisi, ilçe yöneticisi
kişiyi yaka paça dışarı attılar ve jandarma uzaklaştırdı. Değerli arkadaşlarım,
bu neyi gösteriyor? Şu anda iktidarda bulunan siyasi partinin… (Mikrofon
otomatik cihaz tarafından kapatıldı) BAŞKAN – Sayın Güner, konuşmanızı tamamlayınız. Buyurun. RAHMİ GÜNER
(Devamla) - …üreticinin yanında olmadığı, üreticinin alın terini, emeğini
vermediğini göstermektedir. İşte ben, bugün tüm Karadeniz’deki fındık üreticisi
vatandaşlarıma sesleniyorum: Öyle bir duruma geldik ki hakkını aramak için
sokağa çıkmaya korkuyor. Mitingler yapıldı Ergenekon’a dâhil edildi. Değerli
arkadaşlarım, herkes susturulmakta, herkes sesini çıkarmamakta ama önümüzde bir
seçim var. İnşallah halk bunun hesabını sorar, üretici de sorar. Cumhuriyet
Halk Partisi olarak biz de soracağız. Teşekkür eder,
saygılarımı sunarım. (CHP sıralarından alkışlar) BAŞKAN – Teşekkür
ediyorum Sayın Güner. Gündem dışı
üçüncü söz, tarımdaki gübre politikalarına ilişkin söz isteyen Edirne
Milletvekili Necdet Budak’a aittir. Sayın Budak,
buyurun efendim. (AK PARTİ sıralarından alkışlar) (AK PARTİ ve CHP
sıralarından gürültüler) BAŞKAN – Sayın
milletvekilleri, lütfen… Tartışmayalım
arkadaşlar. Sayın Budak,
buyurun efendim. 3.- Edirne Milletvekili Necdet Budak’ın, tarımdaki gübre
destekleme politikalarına ilişkin gündem dışı konuşması ve Tarım ve Köyişleri Bakanı Mehmet Mehdi Eker’in
cevabı NECDET BUDAK
(Edirne) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; tarımsal üretimde önemli girdilerden
biri olan gübre konusunda gündem dışı söz almış bulunmaktayım. Yüce heyetinizi
saygıyla selamlıyorum. Üreticilerimiz
gübre destekleme politikalarını yakından takip etmektedirler. Türkiye’nin diğer
bölgelerinde olduğu gibi Edirne’de, seçim bölgemde de çiftçilerimiz gübrenin
çok pahalandığını ve bu nedenle de gübre desteklemelerinin arttırılması yönünde
bir çalışmanın olup olmadığını merak etmektedirler. Bu sorunu yüce Meclisin
çatısı altında sizlerle paylaşmak istiyorum. Sayın
milletvekilleri, gübrenin bilinçli kullanımı son derece önemlidir. Düşük oranda
gübre kullanımı verimi ve kaliteyi olumsuz etkilemekte, fazla kullanımı ise
ekonomik kayba, maliyetin yükselmesine, toprak, su ve çevrenin kirlenmesine
neden olmaktadır. Son yıllardaki gübre fiyatlarındaki artışlar, özellikle küçük
üreticilerin taban gübre kullanmadan üretim yapmalarına neden olmaktadır. 2008
yılı ilk altı aylık dönemindeki gübre yılı bir yıl önceki aynı döneme göre
yüzde 14 oranında gübre kullanım oranı azalmıştır. Bu azalma oranı yaklaşık 2
milyon hektar alanın gübrelenmemesi demektir. Türkiye’de 1
dekara Dünyanın 14’üncü
büyük tarım alanlarına sahip ülkemiz toprakları sanıldığı kadar verimli
değildir. Trakya Bölgesi verimli arazilere sahip olmasına rağmen ayçiçeği,
buğday ve çeltik gibi ürünlerde yoğun gübre kullanımına ihtiyaç duyulmaktadır. Değerli
milletvekilleri, ülkemiz gübre üretimi yaklaşık 3 milyon ton, tüketimi ise 5
milyon tondur. Üretim açığını karşılamak için 2008 yılı ilk sekiz ayında gübre
ithalatına ödediğimiz para 1 milyar dolardır. Gübrenin ham maddesi olan amonyak
doğal gazdan elde edilmektedir. Bu nedenle de ülkemizdeki gübre sektörü dışa
bağımlıdır. Doğal gaz ve enerji fiyatlarındaki artışlar, dünya piyasa
fiyatları, döviz kurlarındaki değişimlerin yanı sıra dünyadaki arz-talep
dengeleri gübre fiyatlarının aşırı artmasına neden olmaktadır ancak zaman zaman spekülatif hareketlerin
olduğu da bilinmektedir. Artan gübre
fiyatları karşısında Hükûmetimiz çiftçilerin mağdur
olmaması amacıyla 2005 yılında 271, 2007 yılında 343 ve 2008 yılında 352 milyon
YTL olmak üzere toplam 966 milyon YTL gübre desteği ödemesi yapmıştır. Bu
çerçevede, üreticilerimiz, çiftçilerimiz, Tarım Kredi Kooperatiflerinin İran’da
satın almış olduğu gübre fabrikasının kendilerine neler getireceğini merak
etmektedirler. Hükûmetimizce gerçekleştirilen
ürüne destek programı gerçekten başarılıdır. Prim desteğine ilaveten, ayrıca
2008 yılında doğrudan gelir desteğinin kaldırılmasıyla ortaya çıkacak kaynak
tamamıyla gübre ve mazot desteğine aktarılabilir. Toprak tahlili
için dekar başına verilen 1 YTL’lik destek artırılmalı ve gübre desteği için
toprak tahlili şart koşulmalıdır. Gübre satışları reçeteye dayalı olarak
yapılmalı ve desteklemeler, reçeteyle gübre alan çiftçilere verilmelidir.
Ayrıca Ziraat Bankası tarafından üreticiye sekiz dokuz aylık sıfır faizli gübre
kullanım kredisi sistemi de uygulanabilir. Üretim
maliyetlerinin azaltılması ve ülkemizde gübre kullanımının artırılması için
yüzde 50 kapasiteyle üretim yapan ülkemiz gübre fabrikalarının tam kapasiteyle
çalışması için tedbirler alınmalı ve kendi ülkemizde gübre üretimi
desteklenmelidir. Gübre
piyasasındaki fiyat hareketleri Rekabet Kurumunca periyodik olarak desteklenmelidir.
Ciddi fiyat artışlarının olduğu dönemlerde gübredeki KDV oranları kısa süreli
de olsa tekrar gözden geçirilmelidir. Yeşil gübreleme
teşvik edilmelidir. Ülkemiz fosfat yatakları hızla kullanıma geçirilmelidir. Türkiye toprak
haritası kapsamlı bir şekilde yenilenmelidir. Kamuya ve özel
sektöre ait tüm toprak tahlil laboratuvarları bir
düzenlemeyle standart hâle getirilmelidir. (Mikrofon
otomatik cihaz tarafından kapatıldı) BAŞKAN – Sayın
Budak, konuşmanızı tamamlayınız. Buyurun. NECDET BUDAK (Devamla)
- Gübre maliyetini azaltıcı ekim nöbeti uygulamaları konusunda çiftçi
eğitilmelidir. Ayrıca, Sayın
Bakanımız buradayken, biz, özellikle Tarım Bakanımızdan ya da Hükûmetimizden, ilgili kurumlarımızdan kuraklık
desteklemelerinin ekim ayı içerisinde ödenmesini talep ediyoruz. Seçim bölgem
Edirne Lalapaşa ilçesi köylüleri adına ve otuz altı ildeki çiftçiler adına bunu
diliyorum. Yine
çiftçilerimiz, şu anda, özellikle gübreyle ilgili, 2008 yılı için özel bir
destekleme yapılıp yapılmayacağının çiftçilerimize duyurulmasını istiyorlar. Ben, bu duygu ve
düşüncelerle yüce heyetinizi saygıyla selamlıyorum. (AK PARTİ sıralarından
alkışlar) BAŞKAN – Teşekkür
ediyorum Sayın Budak. Gündem dışı
konuşmaya Tarım ve Köyişleri Bakanı Sayın Mehmet
Mehdi Eker cevap vereceklerdir. Sayın Bakanım,
buyurun. (AK PARTİ sıralarından alkışlar) TARIM VE
KÖYİŞLERİ BAKANI MEHMET MEHDİ EKER (Diyarbakır) – Sayın Başkanım, yüce Meclisin
değerli üyeleri; hepinizi saygıyla selamlıyorum. Gündem dışı konuşmalara cevap
vermek üzere huzurlarınızdayım. Sayın Başkan,
değerli milletvekilleri; kimyevi gübre, özellikle verimin sağlıklı bir şekilde
alınabilmesi, topraktaki bitki, besin maddeleri yönünden meydana gelen, oluşan
eksikliği gidermek bakımından modern tarımla birlikte uygulamaya giren en
önemli girdilerden bir tanesi. Tabiatıyla bu kimyevi gübre üretimi için
birtakım girdiler gerekiyor ve Türkiye, gerek azotlu gübrelerin gerek fosfatlı
gübrelerin üretimi için gerekli olan ham maddeler bakımından maalesef zengin
değildir. Bu nedenle de gerek azotlu gübrelerin ham maddesini
teşkil eden amonyak ve onunla ilişkili doğal gaz, buna bağlı petrol gerekse
kaya fosfatı vesaire yönünden yeteri kadar elimizde kaynak bulunmadığından
dolayı Türkiye tükettiği gübrenin büyük bir kısmını doğrudan ithal emekte,
diğer kısmını da içeride üretmekle birlikte onun da üretim için gerekli olan
ham maddelerinin yüzde 95-96’sını yine ithal etmektedir. Böyle bir
durumla karşı karşıyayız. Son yıllarda
gerek küresel ısınma gerekse petrol fiyatlarındaki artış gerekse enerji tarımı
kavramının dünyada insanlığın gündemine gelmiş olması ve buna paralel olarak
gübre talebinde meydana gelen olağanüstü artış, bu talep doğrultusunda, aynı
paralelde gübre üretiminin artmamış olması gübre fiyatlarında anormal bir artış
meydana getirdi. Dünyada, örneğin amonyağın -ki amonyak azot bazlı
gübrelerin ham maddesidir, bütün azotlu gübrelerin, “üre” diye tabir ettiğimiz
gübrelerin ham maddesi amonyaktır- 2002 yılında tonu, dünyada FOB fiyatı 99
dolar, 2008 Eylülünde tam 878 dolar. Bu kadar büyük bir artış var, 9 katlık bir
artış var son beş yıl içerisinde. Tabii, bununla
birlikte Türkiye’deki gübre fiyatlarının dünyadaki artışlarla mukayesesini
yaptığımızda, Türkiye’de gerçekte önemli
artışlar olmasına rağmen şu anda da dünyadaki artışların altında olduğunu
görüyoruz. Nasıl? Örneğin, dünyada yüzde 21’lik amonyum sülfatın artışı FOB
fiyatında 7 kattır, Türkiye’de 4 kat; yüzde 33’lük amonyum nitratın dünyada 7,5
kattır, Türkiye’de 4 kat; ürenin dünyada 8 kat, Türkiye’de 5 kat; DAP’ın dünyada 7 kat, Türkiye’de 5 kat. Her şeye rağmen,
dünyadaki gerçekleşen artışlar kadar Türkiye’de gübre artışı yaşanmamıştır.
Fakat bununla birlikte bu artış miktarının bile… AKİF AKKUŞ
(Mersin) – Çiftçilerin ürettikleri yerinde saydı Sayın Bakan! TARIM VE KÖYİŞLERİ
BAKANI MEHMET MEHDİ EKER (Devamla) – …önemli bir artış olduğunu biz biliyoruz
ve bunun için de kuşkusuz birtakım tedbirler alıyoruz. Örneğin, dünyadaki bu
gelişmelere paralel olarak, yaşanan bu fiyat artışlarına paralel olarak Hükûmetimiz de, beklenmedik bir gelişme olmasına rağmen,
2005 yılından bugüne 967 trilyon lira gübre desteği ödemiştir, özel bir
destektir bu. Gübre desteği olarak 967 trilyon lira gübre desteği ödedi, bu
önemli bir destektir. Tabiatıyla
Türkiye’de bizim Hükûmetimiz döneminde tarıma verilen
destek 1 milyar 800 milyon YTL’den 5,5 milyar YTL’ye çıkarıldı. Bu sene -biraz
sonra onu da ilan edeceğim, açıklayacağım- kuraklık desteğiyle birlikte bu
yaklaşık 6 milyar YTL’yi bulmaktadır. Yani biz bu sene Türk çiftçisinin cebine
6 milyar YTL nakit, cash para aktardık destek olarak.
Biz hükûmete geldiğimizde bunun miktarı sadece 1
milyar 800 milyon YTL’ydi. Tabii, bunu da yüce Meclisin ve Türk milletinin
dikkatine sunuyoruz. Dünyada, biraz
önce de söylediğim gibi, gübrede meydana gelen artışlarla birlikte biz
ödediğimiz 967 trilyon liralık desteği de çiftçilerimize mümkün mertebe ürün
desenine göre, ürettikleri ürüne göre farklılaştırarak ödedik. Örneğin, yağlı
tohum bitkilere ve endüstri bitkilerine ayrı bir destek; hububat, yem bitkileri,
baklagiller ve sebze meyve grubuna ayrı bir destek; süs bitkileri, özel çayır,
mera ve orman emvali olan bitkilere de ayrı bir destek ödemesi yaptık bu gübre
kapsamında. Bir başka husus, bizim Hükûmetimiz
döneminde özellikle kimyevi gübrelerin daha bilinçli kullanılması, toprağın
ihtiyacı olan gübreyi belirleyip bir toprak tahlili yaptırıp bunu mecburi hâle
getirip toprak tahliline göre, toprağın, o bitkinin ihtiyacına göre, toprak
hangi tür gübreyi ne kadar miktarda gerektiriyorsa, ihtiyaç hissettiriyorsa onu
belirleyip ona göre gübre verilmesini temin açısından da birtakım çalışmalar
yaptık. Tabii, bunun
öncelikle altyapısının oluşturulması gerekiyordu. Nedir bunun altyapısı? Bunun
altyapısı toprak tahlil laboratuvarlarıdır; gübre
analizi yapabilen, toprak analizi yapabilen ve gübre ihtiyacını belirleyen
toprak tahlil laboratuvarlarıdır. Bakın değerli
milletvekilleri, biz hükûmeti kurduğumuz tarihte,
2002 yılında Türkiye’de 76 tane, toprakla, gübreyle ilgili laboratuvar
vardı ve tamamı kamuya aitti. Bugün bizim 15 tanesi gezici laboratuvar
olmak üzere 182 tane, toprak analizi yapabilen laboratuvarımız
var, ki bu dönem içerisinde geliştirildi bunlar. Biz de, 2005
yılından bu yana, toprak tahlili yaptıran çiftçilere özel bir destek uygulaması
getirdik. Yani, çiftçimize, toprağını tahlil ettirmeleri için en azından laboratuvardaki maliyetin bir kısmını karşılamak maksadıyla
da ödeme yapıyoruz. Bundan sonraki süreç içerisinde yani önümüzdeki 2009 yılı
itibarıyla, biz, bazı destekleri, belirli bir limitin üzerinde arazisi olan
vatandaşlarımıza gübre için toprak tahlili yapma mecburiyeti getiriyoruz. Böyle
bir uygulama başlatıyoruz. Çünkü, burada yaygın bir
eğitim kampanyasıyla bir yandan eğitim çalışmaları yapacağız. Çünkü biliyoruz
ki, Türkiye’de birçok bölgede bizim yaptığımız araştırmalara göre aslında büyük
bir gübre israfı söz konusu. Örneğin, mısır üreticileri, mesela Güneydoğu
Anadolu Bölgesi’nde, hatta Çukurova’da toprağın ihtiyacı ne olursa olsun
standart bir uygulama yapıyorlar. Dekara Bu dönem
içerisinde, değerli milletvekilleri, Türkiye’de çiftçilerin ortağı bulunduğu
Tarım Kredi Kooperatifleri Birliğinin iştiraki olan Gübretaş
şirketi yurt dışında gübre konusunda yatırım yaptı ve İran’daki bir
özelleştirme uygulamasıyla birlikte Orta Doğu’nun en büyük gübre tesisini bir konsorsiyumla birlikte hissedar olarak yüzde 50 hissesini
aldı. Bu tesislerin yüzde 95,6’sı alındı. Tesisin yıllık kapasitesi 4,4 milyon ton, ki Türkiye’nin tüketiminin 5 milyon ton civarında
olduğu dikkate alındığında bu oldukça önemli bir yatırım, 650 milyon dolarlık
bir yatırım. Bu da, yine, Türk çiftçisinin, şirketinin, kooperatifinin aldığı,
gerçekleştirdiği bir yatırım. Burası, 508 bin ton kükürt, 704
bin ton üre, 1,3 milyon ton amonyak, yine 1,1 milyon ton sülfürik asit, 255 bin
ton fosforik asit ve 450 bin ton DAP -diamonyum
fosfat diye tabir ettiğimiz- gübre üretimi, gerek gübre gerek bunların ham
madde üretimi -yani üretiminde kullanılan ham madde üretimi- olan, kendi doğal
gaz kuyusu da olan bir tesis. Böylece, tarım kredi kooperatiflerinin bir
iştiraki olan Gübretaş, dünyada önemli bir gübre
üreticisi hâline gelmiş oluyor ve Türkiye’nin çiftçisinin, gübre kartellerinin
belirlediği spekülatif fiyatlardan etkilenmesini
minimum düzeye, minimal düzeye, asgari düzeye indirme çabası olarak inşallah bu
hayata geçiyor. Bundan sonra, Türk çiftçisi, bu tür spekülatif
fiyat hareketlerden biraz daha az etkilenir hâle gelecek. RAHMİ GÜNER
(Ordu) – Sayın Bakan, yüzde 150, 200 artış oluyor gübrede. TARIM VE
KÖYİŞLERİ BAKANI MEHMET MEHDİ EKER (Devamla) – Sayın Başkan, değerli
milletvekilleri; yine bir değerli milletvekilimizin fındıkla ilgili -biraz önce
televizyondan seyrettim- açıklaması oldu. Bizim Hükûmetimiz
döneminde, bu sene biz kademeli fiyat uygulaması başlattık 4 YTL/kilogram, 4,5
YTL/kilogram ve 5 YTL/kilogram olarak, alınacak olan fındık için Toprak
Mahsulleri Ofisinin müdahale fiyatını bu şekilde belirledik. Bugüne kadar da
Toprak Mahsulleri Ofisinden 450 bin tonluk randevu alındı. EŞREF KARAİBRAHİM
(Giresun) – 480 bin ton… TARIM VE
KÖYİŞLERİ BAKANI MEHMET MEHDİ EKER (Devamla) – 450 bin ton… Bu, tarihin en
büyük rekoru ve bunun -1 Eylül itibarıyla biz alımlara başladık- bugüne kadar
önemli bir kısmı gerçekleşti. EŞREF KARAİBRAHİM
(Giresun) – Sayın Bakanım, bunun rekor olması için… Piyasa 2,5 lira! TARIM VE
KÖYİŞLERİ BAKANI MEHMET MEHDİ EKER (Devamla) – Üreticimize de dün itibarıyla
110 trilyon lira -fındık üreticisine de- bu alımların bedeli olarak kendisine
ödendi. Bizim bir uygulamamız var: 10 dekara kadar üretim yapan çiftçilerimize,
fındık üreticisinin bedeli kendisine bir hafta içerisinde ödeniyor, daha fazla
olanlar için de yirmi beş gün içerisinde bir defada yine alınıyor. RAHMİ GÜNER
(Ordu) – Bir ay sonra. TARIM VE
KÖYİŞLERİ BAKANI MEHMET MEHDİ EKER (Devamla) – Şimdi, bunun dışında… EŞREF KARAİBRAHİM
(Giresun) – Efendim, mart ayına gün alınıyor, mart ayına. BAŞKAN – Bunun
dışında… EŞREF KARAİBRAHİM
(Giresun) – Sayın Bakan, mart ayına gün alınıyor. RAHMİ GÜNER
(Ordu) – TMO’ya fındık verme olasılığı yok. TARIM VE
KÖYİŞLERİ BAKANI MEHMET MEHDİ EKER (Devamla) –Bugün itibarıyla Toprak Mahsulleri
Ofisi 403 bin ton mısır aldı, ki bu da yine önemli bir
gelişme ve 10 bin ton civarında haşhaş, tabii hububat, vesaire, ayrıca bunların
da alımı gerçekleşti. Türk çiftçisinin sıkıntı yaşamaması için Hükûmet bugüne kadar her türlü tedbiri aldı, her türlü fedakârlığı
da yapıyor. EŞREF KARAİBRAHİM
(Giresun) – Sayın Bakanım, fındıkta verdiğiniz fiyatın gerçek fiyat olmadığını
bilmiyorsunuz! 4 milyon lira verilen fiyat şu anda 3,5 milyon liradan… AKİF AKKUŞ
(Mersin) – Aranızda çiftçi yok mu arkadaşlar! TARIM VE
KÖYİŞLERİ BAKANI MEHMET MEHDİ EKER (Devamla) – Değerli kardeşlerim, şimdi
bakın, biraz insafla konuşun, bir. İkincisi, gerçeklerin milletin gözünden
kaçırmaya çalışmayın. EŞREF KARAİBRAHİM
(Giresun) – Sayın Bakanım, kırk yıldır bu işi yapıyorum, herhâlde bu işi
bilirim. TARIM VE
KÖYİŞLERİ BAKANI MEHMET MEHDİ EKER (Devamla) –
AK PARTİ iktidara geldiğinde bu memlekette fındığın kilogram fiyatı 72
sentti. EŞREF KARAİBRAHİM
(Giresun) – Sayın Bakanım, bu sene fındık bahçede kaldı, sokağa döküldü. TARIM VE
KÖYİŞLERİ BAKANI MEHMET MEHDİ EKER (Devamla) – 72 sent fiyat var iken, ki 72 sentin karşılığı o gün 1 YTL idi. RAHMİ GÜNER
(Ordu) – 1 kilo fındıkla 2 kilo peynir alıyorduk, 1 kilo fındıkla 2 kilo zeytin
alıyorduk. BAŞKAN – Sayın Güner… TARIM VE KÖYİŞLERİ
BAKANI MEHMET MEHDİ EKER (Devamla) – 1 YTL… RAHMİ GÜNER
(Ordu) – Şimdi 10 kilo fındıkla 1 kilo zeytin alıyoruz. BAŞKAN - Sayın Güner, lütfen efendim, müdahale etmeyiniz. Sayın Güner… TARIM VE
KÖYİŞLERİ BAKANI MEHMET MEHDİ EKER (Devamla) – Böyle, gürültüyle bunlar bir şey
ifade etmiyor. KADİR URAL
(Mersin) – Manisa’daki çiftçi niye bağırdı o zaman? TARIM VE
KÖYİŞLERİ BAKANI MEHMET MEHDİ EKER (Devamla) – Geçiniz, geçiniz… EŞREF KARAİBRAHİM
(Giresun) – Sayın Bakanım, hırsızlık bile yapılmıyor, fındığı çalmıyorlar bile,
değersiz olduğu için. TARIM VE
KÖYİŞLERİ BAKANI MEHMET MEHDİ EKER (Devamla) – Geçiniz onları! RAHMİ GÜNER
(Ordu) – Dört sene önce 4 kilo fındıkla 2 kilo peynir alınıyordu. Lütfen… TARIM VE
KÖYİŞLERİ BAKANI MEHMET MEHDİ EKER (Devamla) – Şimdi, millet bunları dinliyor.
Bakın, 1 YTL’lik fiyatı biz 5 YTL’ye çıkardık. 1 YTL’lik fiyatı 5 YTL’ye
çıkardık, maliyetleri de hesapladık. En ağır yerlerde, en zor yerlerde bile
fındığın maliyeti 2,2 YTL. OKTAY VURAL
(İzmir) – Geçen sene ne kadardı Sayın Bakan? EŞREF KARAİBRAHİM
(Giresun) – Sayın Bakanım, o zaman sizin söylediğiniz fındıkla bizim
söylediğimiz fındık farklı! Biz başka bir şey anlatıyoruz! TARIM VE
KÖYİŞLERİ BAKANI MEHMET MEHDİ EKER (Devamla) – 2,2 YTL maliyeti olan bir ürüne
5 YTL fiyat veriyor Toprak Mahsulleri Ofisi. EŞREF KARAİBRAHİM
(Giresun) – Başka şey konuşuyoruz o zaman! TARIM VE
KÖYİŞLERİ BAKANI MEHMET MEHDİ EKER (Devamla) – Şu ana kadar da geçen sene de
önceki sene de yeteri kadar çiftçinin elindeki şeyler alındı. EŞREF KARAİBRAHİM
(Giresun) – Biz başka şey konuşuyoruz! TARIM VE
KÖYİŞLERİ BAKANI MEHMET MEHDİ EKER (Devamla) – Şimdi, değerli kardeşlerim, bu
sene ve geçtiğimiz sene, bildiğiniz gibi, Türkiye beklenmedik bir kuraklık
afeti yaşadı. Bu kuraklık afeti nedeniyle de zarar gören çiftçilerimize biz
yine Hükûmet olarak ödeme yaptık. RAHMİ GÜNER
(Ordu) – Sayın Bakan, dört sene önceki, don zararından olan parayı ödemediniz,
60 trilyon lira hâlâ duruyor efendim. TARIM VE KÖYİŞLERİ BAKANI MEHMET MEHDİ EKER (Devamla) – Değerli kardeşim,
biraz saygılı olur musunuz. Biraz saygılı olur musunuz. RAHMİ GÜNER
(Ordu) – Dört sene önceki parayı ödemediniz efendim. TARIM VE
KÖYİŞLERİ BAKANI MEHMET MEHDİ EKER (Devamla) – Bakın, konuşurken böyle, bu
şekilde uygun değil. Bu sene, bugün
itibarıyla 306 trilyon lira Türk çiftçisine ödendi, hesabına geçti. On beş gün
içerisinde 200 küsur trilyon daha ödeniyor. Türkiye genelinde yaklaşık 500 bin
çiftçimize toplam 520 trilyon lira para kuraklık için ödeniyor. İlk kısmı, 306
trilyon lira bugün itibarıyla hesaplara geçti. Diğerleri, malum bir ek
kararname yayımlanmıştı, onun ilan süresi, inceleme süresi vesaire sebebiyle
bugün ödenmedi, yoksa bugün o da ödenecekti. On-on beş gün içerisinde onun
işlemleri tamamlanıp o da ödenecek. Biz, Hükûmet olarak, bizden öncekilerin
hepsinden daha fazla Türk çiftçisinin yanında olduk, daha fazla destek verdik,
daha destekledik. Türk tarım sektörü de bizim dönemimizde daha önceki
dönemlerde olmadığı kadar büyüdü, verimlilik arttı, geliri de arttı, bundan
sonra da devam edecek. Hepinize saygılar sunuyorum. (AK PARTİ sıralarından alkışlar) AKİF AKKUŞ (Mersin) - Tarlalar boş kaldı tarlalar, ekilmiyor
tarlalar. BAŞKAN – Teşekkür ediyorum. Sayın milletvekilleri, gündeme geçiyoruz. Başkanlığın Genel Kurula sunuşları vardır. Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığının bir tezkeresi vardır,
okutup bilgilerinize sunacağım: IV.- BAŞKANLIĞIN GENEL KURULA
SUNUŞLARI A)
Tezkereler 1.- Kazakistan Cumhuriyeti
Parlamentosu Senato Başkanı Kassym-Jomart Tokayev ve Kırgızistan
Cumhuriyeti Millet Meclisi Başkanı Aytıbay Tagaev’in davetlerine icabet edecek olan Türkiye Büyük
Millet Meclisi Başkanı Köksal Toptan’ın, beraberindeki Parlamento heyetini
oluşturmak üzere siyasi parti gruplarınca bildirilen isimlere ilişkin Başkanlık
tezkeresi (3/563) Türkiye Büyük Millet Meclisi Genel Kuruluna Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanı Köksal Toptan’ın, Kazakistan
Cumhuriyeti Parlamentosu Senato Başkanı Kassym-Jomart Tokayev ve Kırgızistan
Cumhuriyeti Millet Meclisi Başkanı Aytıbay Tagaev’in davetine icabet etmek üzere, beraberinde
Parlamento heyetiyle, Kazakistan ve Kırgızistan’a resmi ziyarette bulunması
Genel Kurul’un 14 Ekim 2008 tarih ve 5 sayılı birleşiminde kabul edilmiştir. Türkiye Büyük Millet Meclisi’nin Dış İlişkilerinin Düzenlenmesi
Hakkında 3620 sayılı Kanun’un 2. Maddesi uyarınca heyeti oluşturmak üzere
siyasi parti gruplarının bildirmiş olduğu isimler Genel Kurul’un bilgilerine
sunulur.
BAŞKAN – Bilgilerinize sunulmuştur. Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığının bazı sayın
milletvekillerinin izinli sayılmalarına dair bir tezkeresi vardır, ayrı ayrı okutup oylarınıza sunacağım: 2.- Bazı milletvekillerine
belirtilen sebep ve sürelerle izin verilmesine ilişkin Başkanlık tezkeresi
(3/564) Türkiye Büyük Millet Meclisi Genel Kuruluna Aşağıda adları yazılı sayın milletvekillerinin hastalıkları
nedeniyle hizalarında gösterilen süre ile izinli sayılmaları Başkanlık
Divanının 31 Temmuz 2008 tarihli toplantısında uygun görülmüştür. Genel Kurulun onayına sunulur. Köksal
Toptan Türkiye
Büyük Millet Meclisi Başkanı Balıkesir Milletvekili Ahmet Duran Bulut, 13/05/2008
tarihinden itibaren 20 gün, BAŞKAN – Kabul edenler… Kabul etmeyenler… Kabul edilmiştir. Adana Milletvekili Hulusi Güvel, 20/05/2008 tarihinden itibaren 20 gün, BAŞKAN – Kabul edenler… Kabul etmeyenler… Kabul edilmiştir. Gaziantep Milletvekili Özlem Müftüoğlu, 26/05/2008 tarihinden itibaren 15 gün, BAŞKAN – Kabul edenler… Kabul etmeyenler… Kabul edilmiştir. Şanlıurfa Milletvekili Mustafa Kuş, 11/06/2008
tarihinden itibaren 20 gün, BAŞKAN – Kabul edenler… Kabul etmeyenler… Kabul edilmiştir. Balıkesir Milletvekili Ayşe Akbaş, 12/06/2008
tarihinden itibaren 15 gün, BAŞKAN – Kabul edenler… Kabul etmeyenler… Kabul edilmiştir. Danışma Kurulunun bir önerisi vardır, okutup oylarınıza sunacağım: V.- ÖNERİLER A)
Danışma Kurulu Önerileri 1.- Gündemdeki sıralama ile
çalışma saatlerinin yeniden düzenlenmesine ilişkin Danışma Kurulu önerisi Danışma Kurulu Önerisi No:40 Tarihi:
21/10/2008 298 sıra sayılı Kanun Tasarısının gündemin “Kanun Tasarı ve
Teklifleri ile Komisyonlardan Gelen Diğer İşler” kısmının 2 nci
sırasına, 88, 19, 21, 67, 22, 40, 23, 78, 80, 82, 242, 70, 62, 73, 135, 87,
136, 134, 227 ve 271 sıra sayılı uluslararası anlaşmalara ilişkin kanun
tasarılarının ise aynı kısmın 12 ila 31 inci sıralarına alınması ve diğer kanun
tasarı ve tekliflerinin sırasının buna göre teselsül ettirilmesi, Genel Kurulun 30/10/2008 Perşembe günü
13.00-24.00 saatleri arasında çalışmasının Genel Kurulun onayına sunulması
Danışma Kurulunca önerilmiştir.
BAŞKAN – Danışma Kurulu önerisiyle ilgili olarak bir yazılı
talepte bulunulmamıştır. KAMER GENÇ (Tunceli) – Efendim, ben söz istiyorum. BAŞKAN – Lehte, aleyhte Sayın Genç? KAMER GENÇ (Tunceli) – Aleyhte istiyorum. BAŞKAN – Buyurun. KAMER GENÇ (Tunceli) – Sayın Başkanım, Danışma Kurulu önerisinin
bir suretini alırsak iyi olur çünkü bize gelmiyor. BAŞKAN – Buyurun Sayın Genç. KAMER GENÇ (Tunceli) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; her
hafta, Meclisin çalışma saatleri, çalışma sistemi değiştiriliyor, denetim
denilen kavram ortadan kaldırılıyor. Tabii, böyle olunca milletvekili olarak
bizim görevimizi yapmamız da güçleşiyor. Hele bağımsız milletvekili olarak iş
yapmak, yasaya katkıda bulunmak tamamen imkânsızlaştırılıyor. Şimdi, Türkiye’nin çok ciddi sıkıntıları var. Bu sıkıntılara çare
bulma meselesi Meclisin görevi. Ancak Türkiye’de maalesef devletin çeşitli
kurumlarında görev alan insanlar dürüst ve tarafsız görev yapmıyorlar. Bugün gazetenin birinde okudum. Hâkimler Savcılar Kurulu üyeliğine
Danıştayda atanan kişi sonuncu sırada atanan kişidir.
Birinci sırada çok da büyük bir oy alan arkadaşımız sırf Alevi olduğu için
Çankaya Köşkü tarafından maalesef Hâkimler Savcılar Kurulu üyeliğine
atanmamıştır. İkinci sıradaki arkadaş da atanmamıştır. Şimdi, böyle işlemlerle bu memleketi nereye götüreceksiniz ya?
Nereye götüreceksiniz? Bu Alevi vatandaşların Türkiye
Cumhuriyeti devleti içinde vatandaş olarak yaptıkları, bu memlekete sahip çıkmak,
dürüstçe çalışmak. O arkadaşımızın, evvela, Cemil Çiçek tarafından
Danıştay üyeliğine seçilmemesi için çok büyük bir gayret sarf edildi. Ama şimdi
Danıştay gibi yüce bir kurumda, birinci sırada çok büyük bir oy farkıyla
seçilen, dürüstlüğüyle, çalışkanlığıyla, kişiliğiyle yargıya hizmet eden
kişiler… Eğer devletin belli bir kademesine geliyorlarsa, dürüst görev
yapmıyorlarsa bizden de bunlara karşı dürüst davranmayı kimsenin beklemeye
hakkı yoktur. Çıkıp bize açıklamak zorundadır. Eğer sizin yüzde 47 oyunuz geçerliyse, bu memlekette en yüksek
mahkemenin çok büyük bir çoğunlukla birinci sırada seçtiği kişiyi siz kale
almak zorundasınız. Yoksa o makamda oturtamazlar seni. Böyle bir şey olur mu?
Böyle bir taraflılık olur mu? Neymiş? Laik Türkiye Cumhuriyeti devletinin
ilkelerine sahip çıkıyor insanlar. Neymiş? Dürüst görev yapıyorlar. Neymiş?
Birtakım insanların, siyasilerin iradeleri… Onlara köle olmuyorlar,
dolayısıyla, olmayınca da “Bir yere siz seçilemezsiniz...” Böyle bir anlayış
Türkiye’yi felakete götürür. Bunu herkesin bilmesi lazım. Bu, bugünkü bu
konuşmamla da kalmaz, bunun hesabını soracağım ben! Öyle “Benim takdir hakkım
var…” Senin takdir hakkın varsa, sen o takdir hakkını eğer bu kadar keyfî
kullanırsan sen de karşılığını bulursun! Bunu da bilesin. Yani bu memlekette
Alevi olunca insanlar suç mu? Bu memlekette… MUSA SIVACIOĞLU (Kastamonu) – Bölücülük yapıyorsun! KAMER GENÇ (Devamla) – Vakit gazetesindeki birisi çıkıyor, bana
diyor ki: “Efendim, siz nasıl gelmişsiniz? Alevisiniz.” Bilmem, gazetenin köşe
yazarı “Türk Tarih Kurumu Başkanının dediği doğrudur.” diyor. Neymiş? Türk
Tarih Kurumu Başkanı diyor ki: “Efendim, Aleviler Ermeni’den dönme.” Bunu
söyleyen kim? Sizin gazeteniz. Ben de açıyorum kendisine “Bak, seninle doğru
dürüst konuşayım.” diyorum, adam yüzüme küfrediyor, telefonu kapatıyor. MUSA SIVACIOĞLU (Kastamonu) – Bölücülük yapıyorsun! KAMER GENÇ (Devamla) – Bana soru soruyor, bana soru soruyor… Ben şimdi burada birilerine bir hesap soruyorum: Danıştay Genel
Kurulunun çok büyük bir oyla Yüksek Hâkimler ve Savcılar Kurulu üyeliğine
seçtiği bir kişi neden seçilmiyor? Onu bir öğrenmek istiyorum ya, bir öğrenmek
istiyorum! Evvela bunu bir öğrenmek istiyorum! Çankaya Köşkü’ne çıkıp da Atatürk’ün izlerini oradan
sileceksin, ondan sonra her hafta gideceksin kütüphanelere kadar açacaksın, o
açtığın kütüphanenin salonlarında Türkiye Cumhuriyeti devletini parçalamaya
yönelen hain insanların olduğunu görmeyeceksin, ondan sonra bu memleketin
birliği bütünlüğü, ondan sonra bu memlekete hak ve adaleti hak ve hukukça
dağıtan insanlara karşı da “Sen Alevisin, ben seni seçmem…” Bu insanları bu kadar ayrımcılığa götürenler hesabını çok ağır
ödeyecekler! Şimdi soruyorum: Çankaya Köşkü’ne gelindi, Atatürk’ün izlerini
siliyorlar. Atatürk’ün köşkünde Atatürk’ün yaptığı izleri siliyorlar. KEMALETTİN GÖKTAŞ (Trabzon) – Başkanım, bunun konuyla ne ilgisi
var? KAMER GENÇ (Devamla) – Ya, şimdi, sayın milletvekilleri, Çankaya
Köşkü’nde oturan insan gazetecileri alıp da her gün bir memlekete, her hafta
bir memlekete gider mi? Bu devletin bu kadar mı parası bol? Bu memlekette
insanlar açlık ve sefaletten kırılıyor. Bu memlekette insanlar işsiz. Bu
memlekette insanların sefalet durumunu şey ediyorsunuz. Ben geçen gün
Fethiye’de bir köye gittim. Bir köylü dedi ki: “Ya sayın milletvekilim, bakın,
siz hiç tarımdan bahsetmiyorsunuz.” Dedim ki yahu benim memleketimde tarım yok
ki bahsedeyim. Şimdi, dedi ki: “Geçen sene narenciye burada 1 milyondu, şimdi
300 bine düştü. Şimdi Tayyip Erdoğan diyor ki dedi: ‘Türkiye’de traktör
satılıyor. Bu bir refahı gösteriyor.’ Biz traktörü nasıl satıyoruz biliyor
musunuz? Benim bir traktörüm var, satıyorum 14 milyara. Onun 3 milyarını
getiriyorum bankaya yeni bir traktör için teminat yatırıyorum, geriye kalan 9
milyarı da borçlarıma sayıyorum. Orada biz bir de faiz yiyoruz.” dedi.
“Dolayısıyla -biz köylüyüz- hepimizin 300 milyar, 400 milyar borcu var.” dedi.
“Pamuk, AKP iktidara geldiği zaman kilosu 1.100’dü, şimdi 800’e düştü.” dedi.
“Bunun toplanması için yalnız yarısı veriliyor.” dedi. 1 kilonun toplanması
için. Sulama hariç, girdi fiyatları hariç. Şimdi deniliyor ki: -biraz önce burada konuşuldu- “Efendim, biz
tarıma en büyük yardımı yapıyoruz.” Yahu bir gidin, sizi kan mı tutmuş, buyurun
gidelim bu köye, bir köye gidelim, bir köylünün yanına. Hele o köylü kimin
yüzüne tükürecek? Hele der mi ki, yahu peki bizim durumumuz bu. Sen geldiğin
zaman kardeşim benim bankaya borcum yoktu, şimdi borcum var. Tarişbank özelleştirildi. Tarişbank’ta
köylünün parasını batırdılar. Tarişbank’ta vatandaşın
parası vardı batırıldı. Yani Ege’deki çiftçi vatandaşlarımızın hepsi Tarişbank’ın ortağıydı, onu getirdiler özelleştirdiler
Denizbank’a verdiler, o insanların paraları gitti. Şimdi pamuğun fiyatı belli, narenciyenin fiyatı belli. “Narenciye para etmiyor arkadaş yahu.” diyor. Adam diyor ki: “Ben
geçen sene otuz dönüm karpuz ektim.” Egeli vatandaş diyor. “Tanesi 25 kilodan
aşağı değildi.” diyor. “Allah üzerine yemin ediyorum bir tanesini satmadım
yahu, satmadım yahu.” diyor. “Tarlada kaldı, domates tarlada kaldı.” diyor
yahu! Böyle bir Hükûmet olur mu arkadaşlar? Dünyada
her devlet kendi tarımına destek veriyor. Tarım, bir ülkenin can damarıdır. Siz
bunları yapmıyorsunuz, devletin parasını gidiyorsunuz bankalardan alıyorsunuz,
eniştelere, damatlara veriyorsunuz. Böyle bir şey olur mu? Şimdi, geçen gün sordum Adalet Bakanlığı makamında oturan adama:
“Sen Deniz Feneri’nin yazısını neyle gönderdin, kaplumbağayla mı gönderdin?”
dedim. Dedi ki: “Acele postayla gönderdik.” Ben iddia ediyorum, o yazıyı
Frankfurt yerine ya Moskova’ya göndermişlerdir ya New York’a göndermişlerdir
veyahut da o yazı yazıldıktan sonra postacı almıştır, yolda kaybetmiştir. Çünkü
diyecek ki: “Vallahi ne bileyim ben, Frankfurt yazacağına kâtip Moskova yazmış
veya Washington yazmış.” Ya, bu devlet bu kadar hunharca yönetilir mi değerli
arkadaşlarım? Şimdi, benim ilimde terörden zarar gören insanlara para verilmesi
lazım. Geçen seneden beri bir kuruş insanlara verilmiyor. Arkadaşlar, insanlar
evinden olmuş, barkından olmuş, tarlasından olmuş ve bu terör tespit davaları
gidiyor komisyonlarda belirleniyor. Maliye Bakanı çıkıyor diyor ki: Benim
bütçem fazla veriyor, sıkıntım yok.” Bir de bakıyorsunuz ki 9,4 katrilyon lira
bütçe açık vermiş. Ayrıca da yan gelirleri var, bütçe dışında KEY’lerden 2,8 katrilyonluk şeyi bütçeye intikal ettirmeden
başka hesaplardan ödüyorlar. Hesaplıyorsunuz, 16 katrilyon bütçe açığı var.
Bilmem, gidiyorsunuz Telekom’un hisselerini satıyorsunuz, Telekom’un
hisselerini, 5 katrilyonluk hisseyi getirip 2 katrilyona satıyorsunuz. O da ek
bir bütçe, onu da hesaba katmıyorsunuz. Yahu şimdi bu devleti bu kadar akılsızca, bu kadar kabiliyetsizce,
bu kadar gerçekleri inkâr ederek yönetmekle yani siz bir şey kazanamazsınız ki.
Köylünün durumu ortada, vatandaşın durumu ortada. Türkiye’de
ayrımcılık yapma konusunda sizden üstün kimse yok. Böyle bir anlayışla Türkiye
yönetilmez değerli milletvekilleri. Dün bana bir tane vatandaş geldi -soru önergesini hazırladım,
yarın vereceğim- dedi ki… (Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı) BAŞKAN – Sayın Genç, konuşmanızı tamamlayınız. Buyurun. KAMER GENÇ (Devamla) – “Gümüşhane il başkanları orada elektrik…
Gümüşhane’de yapılan birçok kurumun elektrik taşeronluğunu alıyor.” dedi. Bu
işi yapmadan, vasfına uygun olmadan ille gidiyormuş “Benim paramı ödeyin.”
diye. Bayındırlıktan namuslu bir mühendis gitmiş, demiş ki “Ben ödemem arkadaş
bunu.” demiş. Bunu çağırıp getirmiş, Bayındırlık Müdürlüğünde bütün Bayındırlık
elemanlarını dışarı çıkarmış Gümüşhane İl Başkanı, ondan sonra adama sinkaf, en ağır hakaretleri etmiş, adam da getirmiş
mahkemeye vermiş. Sonra demişler ki “Mühendis Bey, seni bir yere göndereceğiz,
karını da -ebe- bir yere göndereceğiz. Bu şikâyetinden vazgeçeceksin.”
demişler. Şikâyetinden vazgeçirmişler. Mahkeme dokuz ay hapis cezasını vermiş. Şimdi, Tayyip Erdoğan diyor ki “Yahu bize bunların dedikleri
komünist…” Yahu komünizmin ne olduğunu sen biliyor musun? Yani diyor ki: “İspat
edin.” Yahu bize denetim yetkisini verin, ispat edeyim. Yani
işte size olay. İşte, ben soruyorum: Tayyip Erdoğan’ın oğlunun aldığı
gemiyi hangi parayla aldığının bir defterlerini inceleyelim, ortaya çıkaralım. (Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı) KAMER GENÇ (Devamla) – Yani bir denetim yetkisini verin değerli
milletvekilleri. AKİF AKKUŞ (Mersin) – İkincisini mi almış? BAŞKAN – Teşekkür ediyorum Sayın Genç. KAMER GENÇ (Devamla) – Bir dakika daha… BAŞKAN – Yok, bir dakikanızı verdim efendim. Teşekkür ederim. Danışma Kurulu önerisinin lehinde Kayseri Milletvekili Sayın
Mustafa Elitaş. Sayın Elitaş, buyurun efendim. (AK PARTİ
sıralarından alkışlar) MUSTAFA ELİTAŞ (Kayseri) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri;
yüce Meclisi saygıyla selamlıyorum. Danışma Kurulu önerimizin esas itibarıyla konusu, geçen hafta
Türkiye Büyük Millet Meclisinin çalışma programını siyasi partilerin grup
başkan vekili arkadaşlarımızla beraber onaylamıştık. Yine aynı şekilde çalışma
programımız devam ediyor. Sadece, Danışma Kurulu önerisi getirmemizin en önemli
sebeplerinden biri -ki daha önceki Danışma Kurulunu da yaparken siyasi parti
gruplarına söylediğimiz- şu anda gençleri, üniversiteden herhangi bir sebeple
ilişiği kesilmiş gençleri çok yoğun bir şekilde ilgilendiren, yaklaşık yedi
sekiz aydır mesajla, maille bizleri, sizleri, değerli milletvekillerini bu konuda
yoğun bir baskı altında tutan, herhangi bir sebeple üniversiteden ilişiği
kesilmiş gençlerle ilgili kanuni düzenlemenin Millî Eğitim Komisyonundan,
değerli arkadaşlarımızın, siyasi parti gruplarının verdiği katkıyla geçmesi ve
yarınki gündemimizde de bu problemi çözmek için gündeme almak amacıyla
yaptığımız bir Danışma Kuruludur. Bu Danışma Kurulu
önerisi her hafta gelen şeklinde değil, Türkiye Büyük Millet Meclisinin İç
Tüzüğü’nün çeşitli imkânları çeşitli zamanlarda kullanma usulünün çerçevesinde
bu önerge verilmiştir. Bir de önümüzdeki hafta bildiğiniz gibi 29 Ekim. 29 Ekim Çarşamba
gününe denk geliyor, resmî tatil. Salı günü yarım gün, öğlene kadar çalışma
imkânı. Öğleden sonra çalışma imkânı olmadığından dolayı -önümüzde de
çıkaracağımız yasalar, hakikaten milletin ihtiyacını düşündüğümüz yasalar
mevcut- bu bir günlük süreyi kaybetmemek amacıyla siyasi partilerimizin grup
başkan vekillerine, pazartesi, salı gününü, kaybettiğimiz zamanı kazanmak
gayesiyle 30 Ekim Perşembe ve 31 Ekim Cuma günü çalışma önerisini teklif ettik.
Siyasi parti grup başkan vekillerimiz, sağ olsunlar, bu
teklifimizi önce olumlu karşıladılar ama ana muhalefet partisinin grup başkan
vekili arkadaşımız, cuma günkü yapacağımız toplantıda kendi parti meclisi
toplantıları olduğundan dolayı bu çalışma saatinin Perşembe günü 13.00-20.00…
31 Ekim Cuma günü yapmayı istemiştik, arzu etmiştik ama parti meclisi
toplantıları olduğundan dolayı, zamanı da, çalışma saatini de telafi edebilmek
amacıyla 30 Ekim Perşembe günü 13.00-24.00 saatleri arasında çalışalım, bu süre
içerisindeki on bir saatlik süreçte de uluslararası sözleşmeleri, üzerinde
ikinci yasama yılında mutabık kaldığımız uluslararası sözleşmeleri de hızlı bir
şekilde çıkaralım şeklinde mutabık kaldık. Bugünkü Danışma Kurulunun
esas itibarıyla amacı bu. İç Tüzük, siyasi parti gruplarına danışma kurullarını yapma
yetkisi vermiş. Milletvekillerinin de burada konuşma imkânları, yetkileri var.
Danışma Kurulunun lehinde ve aleyhinde konuşabilirler ama İç Tüzük yine
milletvekillerine konuyla alakalı konuşma konusunda da emredici hükümler
koymuş. Maalesef, her ne hikmetse bir buçuk senedir, Parlamentonun açıldığı
günden bu tarafa bir buçuk senedir burada çeşitli fırsatlarla İç Tüzük’ün
milletvekillerine iyi niyetle, iyi niyetli milletvekilleri için düşündüğü
düzenlemeyi, maalesef kötü niyetle, sadece hakaret etmek amacıyla, sadece yalan
söylemek amacıyla, sadece iftira etmek amacıyla burada kullanan milletvekilleri
var. KAMER GENÇ (Tunceli) – Kimdir onlar? MUSTAFA ELİTAŞ (Devamla) – Bu milletvekillerinin kim olduğunu
millet biliyor, vatandaş biliyor... KAMER GENÇ (Tunceli) – Söyle, söyle… MUSTAFA ELİTAŞ (Devamla) - …ve onlar da, vatandaş da ona gerektiği
zaman cevabını verecek. Hani söylerler, halk arasında çok önemli söz vardır; birisi bir konuyla
ilgili yalan, iftira, ağzından çamur, pislik dolu şekilde başkasını lanetlediği
zaman hep şunu söylerler, derler ki: Kişi şecaat arz ederken sirkatini
söylermiş. (AK PARTİ sıralarından alkışlar) Bugüne kadar bir buçuk yıldır hep kendi yapmak istediklerini,
yapmaya çalıştıklarını burada ifade eden kişi, sanki eline fırsat geçerse bu
milletin tüyü bitmedik yetiminin hakkını sonuna kadar sömüreceğini, emeceğini
ifade etmek şeklinde buraya, ortaya çıkıyor. Hiç kimsenin, şeytanın bile aklına gelmeyecek formüller bunda!
Nasıl üretiyorsun? Yani, aklından geçmezse her gün bu formülleri, her gün bu
şekildeki düşünceyi zihninde eğer pekiştirmezsen… Hiç kimsenin aklına dahi
gelmeyecek, şeytanın dahi düşünemeyeceği bir şeyi, sen, buradan hırsızlık,
yolsuzluk meselesi şeklinde ortaya çıkarıyorsun. İşte, söylediğim gibi, tüm niyet… Hani şecaatini arz ediyor ya!
Hep kendi kötü niyetini burada ortaya çıkarmak, sirkatini söylemek şeklinde
ortaya çıkıyor. Ha, mahkemeye verebilir. Mahkemeye verdiği zaman da mahkeme pat
diye suratına, adaletin sillesi geliyor suratına, diyor ki: “Sen böyle yaptığın
sürece seni de milletvekilleri bu şekilde eleştirebilirler senin buradaki ifade
ettiğin konularda.” “Bir daha benim karşıma bu konuyla ilgili gelme.” diye
söylerler. Bakınız, bizim bütün arzumuz, amacımız, 70 milyon insanın
kardeşliğini, kardeşlik hukukunu sağlayabilmek. Hiç kimse bizim için
Aleviliğinden dolayı, hiç kimse bizim için Sünniliğinden dolayı, hiç kimse
bizim için ecnebi olduğundan dolayı veya başka bir dine mensup olduğundan
dolayı ikinci sınıf vatandaş değildir. (AK PARTİ sıralarından alkışlar) KAMER GENÇ (Tunceli) – Allah yalancının belasını versin mi? MUSTAFA ELİTAŞ (Devamla) – Allah yalancının belasını versin, senin
de belanı versin. Hiç kimse burada etnik yapısından dolayı bizim için ikinci sınıf
vatandaş değildir. Çünkü Türkiye Cumhuriyeti'nin kurucu iradesi, 70 milyon
vatandaşı, bu ülke coğrafyasında yaşayan bütün vatandaşları kardeşlik hukuku
içerisinde, vatandaşlık hukuku içerisinde yaşamaya sevk etmek amacıyla bu
ülkeyi kurmuşlar, hiç kimsenin birbirinden üstünlüğünün olmadığını ifade
etmişler. Şimdi, Danıştay 3 kişi seçmiş, o 3 kişiden 1 tanesi Alevi
vatandaşımız olabilir, 2 tanesinin hangi mezhebe tabi olduğunu bilmiyorum.
Herhâlde az önce konuşan konuşmacının ifadesine göre onlar da Sünni. Yani şimdi
burada bunun böyle ifade edilmesinin… Onu seçseydi öbürlerinin kalkıp da niye
sen bunu seçmedin diye bu kürsüde söyleyip milleti germenin bir alemi var mı? KAMER GENÇ (Tunceli) – Birinci sıraya seçilmiş, farklı oyla! MUSTAFA ELİTAŞ (Devamla) - Şimdi bakınız, Danıştaya
3 kişiyi tespit etme yetkisini Anayasa kendisine vermiş. Cumhurbaşkanlığı
makamına da o gelen 3 kişiden herhangi birisini seçme yetkisini kullanma
Anayasa tarafından verilmiş. Eğer Danıştay kendi seçtiğini, birinci sıradakini
Anayasa’ya veya çeşitli kanunlara koyup “Cumhurbaşkanı makamı onaylar.” diye
ifade kullanmış olsaydı zaten Cumhurbaşkanı makamına bunu göndermeye veya seçme
hakkını vermeye hiç gerek yoktu. Cumhurbaşkanlığı makamı noter makamı olurdu. O
zaman bunu Cumhurbaşkanlığına onaylatmak yerine bir notere onaylattırarak işi
bitirebilirdik. Cumhurbaşkanı kendisine verilen Anayasada bulunan yetkiyi
sonuna kadar kullanacaktır, kullanmak da mecburiyetindedir. Bundan önceki
cumhurbaşkanlarının yaptığı gibi… Bundan önce gelen cumhurbaşkanları
kendilerine verilen yetkiyi araştıracak, inceleyecek, yapacak. Sayın Cumhurbaşkanı, Sayın Abdullah Gül hiç kimseyi kapıcıdan
sormuyor, hiç kimseyi mahalleden sormuyor, bekçiden sormuyor. Gelen bilgiler çerçevesinde,
kendisinin yaptığı araştırmalar çerçevesinde bu kişinin Danıştay üyeliğine
uygun olacağına kanaat getirmiş. Sayın Cumhurbaşkanına bu kanaati getirme
yetkisi de Anayasa’mız tarafından verilmiş. Sayın
Cumhurbaşkanı Cumhurbaşkanı olduğu günden bu tarafa,
Sayın Cumhurbaşkanı Başbakan olduğu gün, Sayın Cumhurbaşkanı Dışişleri Bakanı
olduğu günden bu tarafa dünyanın her tarafını fellik fellik
geziyor; Türk milletinin bekası için geziyor, Türkiye Cumhuriyeti’nin itibarı
için geziyor -hani Ulu Önder Atatürk’ün söylediği “Yurtta sulh, cihanda sulh.”
ilkesi var ya o ilkeyi- içine kapanmış bir ülke değil, dünyadaki bütün
ülkelerle iyi geçinerek Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyinde Türkiye'nin
üyeliğinin gerçekleşmesi için geziyor. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)
Sayın Başbakan geziyor, Dışişleri Bakanı geziyor ve hiç kimsenin hayal dâhi
edemeyeceği bir şeyi, Sayın Cumhurbaşkanı, Dışişleri Bakanı olduğu dönemde,
Temmuz 2003 tarihinde -elli yıldır kimse hayal edememiş, aklından geçirememiş-
Birleşmiş Milletler Daimî Temsilciliğine üyeliğini yapmış. O zaman bazıları
bizi eleştirmişti? “Siz kimden oy alacaksınız?” diye ifade etmişlerdi ama mekik
diplomasisinin, uluslararası diplomasinin ve insanlarla yapılan uluslararası
camiadaki ilişkiler neticesinde 192 ülkenin 151’inden oy alabilmek bugüne kadar
Türkiye Cumhuriyeti’nde hiçbir hükûmete nasip olmamış
ve bugün hepimizin bununla iftihar etmemiz lazım. Şimdi bakınız: “Bizim gazetemiz, sizin gazeteniz...” Ne demek
bizim gazetemiz, sizin gazeteniz? “Bizim adamımız, sizin adamınız…” Ne demek
bizim adamımız, sizin adamınız? “Bizim etnik kökenimiz, sizin etnik kökeniniz…” (Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı) BAŞKAN – Sayın Elitaş, konuşmanızı
tamamlayınız. Buyurun. MUSTAFA ELİTAŞ (Devamla) – Bir kere şunu ilke edinmemiz lazım:
Gazeteleri, okulları, mahalleleri, etnik yapıları, eğer farklılıkları “ayrılık”
diye ifade ettiğimiz takdirde bu ülkeye hizmet etmiyoruz. Biz farklılıklarımızı
zenginlik olarak, bu farklılıklardan bir sinerji
ortaya çıkarıp dünyada aktif bir politika yapmak için ortaya çıkarabilirsek bu
ülkenin insanlarına bugün ve yarın hizmet ediyoruz demektir. Adalet Bakanını
ifade ederken, biz, milletin verdiği oya karşılık, burada ağzından pislik saçan
insanlara dahi “Sayın” diye hitap ederken, bu milletin verdiği oylarla Adalet
Bakanı olan bir insana “adam” diye hitap etmeyi Türkiye Büyük Millet Meclisi
üyelerine yakıştıramadığımı ifade etmek istiyorum. Değerli arkadaşlar, seversiniz sevmezsiniz, bu Hükûmet
bu milletin sandıktaki iradesiyle seçilmiştir, çalışırsınız, yarın sizi seçer.
Millet ne diyor: “Çalış senin de olur, ne olur kıskanma.” İşte, onun için, buraya çıkan değerli arkadaşlarımıza, sayın
milletvekillerine… (Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı) BAŞKAN – Sayın Elitaş, teşekkür
ediyorum. MUSTAFA ELİTAŞ (Devamla) – …şunu ifade etmek istiyorum: Buranın
milletin kürsüsü olduğuna inanıp millete uygun bir şekilde görüşmeyi, konuşmayı
tavsiye ediyorum. Hepinize saygılar sunuyorum. (AK PARTİ sıralarından alkışlar) BAŞKAN – Saygıdeğer milletvekili arkadaşlarım… KAMER GENÇ (Tunceli) – Sayın Başkan, sataşmadan dolayı söz
istiyorum. BAŞKAN – Sayın Genç, bir dakika… KAMER GENÇ (Tunceli) – Efendim sataştı, çok ağır hakaretler oldu. MUSTAFA ELİTAŞ (Kayseri) – Ben ona sataşmadım Sayın Başkan, adını
ağzıma almadım. BAŞKAN – Siz yerinize oturur musunuz efendim lütfen. KAMER GENÇ (Tunceli) – Efendim, sataşmadan söz istiyorum. BAŞKAN – Yerinize bir oturun da efendim… KAMER GENÇ (Tunceli) – Efendim, tamam, yerime geçtim de sataşmadan
söz istiyorum. BAŞKAN – Efendim, yerinize oturun da ben bir kısım şeyler ifade
edeceğim. Buyurun. KAMER GENÇ (Tunceli) – Efendim, sataşmadan söz istiyorum. BAŞKAN – Saygıdeğer milletvekili arkadaşlarım… KAMER GENÇ (Tunceli) – Efendim, sataşmadan söz istiyorum. BAŞKAN – Sayın Genç, lütfen oturun bir yerinize, ben bir şeyler
söylüyorum yani, buyurun oturun… Konuşacağım, buyurun… KAMER GENÇ (Tunceli) – Adam hakaret ediyor bana, sen Meclis
Başkanısın… MUSTAFA ELİTAŞ (Kayseri) – Adını bile ağzıma almadım. BAŞKAN – Sayın Genç, lütfen oturun. Saygıdeğer arkadaşlarım, bakınız, burası milletin kürsüsü… KAMER GENÇ (Tunceli) – Kimin ağzından pislik dökülüyorsa söylesin! BAŞKAN – …ve buradaki konuşmalar yayınlanıyor ve bunu bütün
milletimiz dinliyor. Söylenen sözleri tutanaklardan alarak sizler hepiniz de
okuyabilirsiniz, görebilirsiniz. Şunu demek istiyorum: Siyasetin, millet iradesinin tecelli ettiği
Türkiye Büyük Millet Meclisinin saygınlığını korumak hepimizin görevidir.
İnsanları severiz yahut da sevmeyiz, beğeniriz yahut da beğenmeyiz, bunlar ayrı
konulardır ama hepimizin birbirimize saygı ifadesiyle hitap etmek, birbirimize
saygılı davranmak mecburiyetimiz vardır. Hele Türkiye Cumhuriyeti’ni her
makamda temsil eden insanlara karşı hitapların da çok saygın olması gerekir.
“Ben böyle düşünüyorum.” diyerek… Bakınız, burada kimsenin sözünü kesmedim ama
o ifadeler bize hiçbir şey kazandırmaz, sadece bizim saygınlığımızı giderir.
Onun için, bütün arkadaşlarımdan bunu istirham ediyorum. Sevmediğiniz insanlar
olabilir ama adil davranmak mecburiyetindeyiz, sevmediğimiz insanlar olabilir
ama saygılı davranmak mecburiyetindeyiz. Bunu söylemenin Türkçede çok kelimesi
vardır, Türkçe bu hususta yeterlidir, Türk dili yeterlidir, onların içerisinden
seçeriz, o kelimeleri kullanırız. Yoksa Türk dilindeki en nakıs olan, uygun
olmayan, hoş olmayan kelimeleri burada kullanmak bir kısım makamlar için, hiç
kimseye bir fayda getirmez. Tekrar istirham ediyorum. Bundan sonra bu tip konuşmalar yapıldığı
zaman, ben yönetirsem, düğmeye basıp o arkadaşlarımın konuşmasını keseceğim.
Onu da sizlerin heyetine arz ediyorum. (AK PARTİ sıralarından alkışlar) KAMER GENÇ (Tunceli) – Sataşmadan söz istiyorum Sayın Başkan.
Sataşılmadı mı bana? Sataşılmadı mı yani? MUSTAFA ELİTAŞ (Kayseri) – Sayın Başkan, adını bile ağzıma
almadım. BAŞKAN – Sayın milletvekilleri, öneriyi oylarınıza sunuyorum:
Kabul edenler… Kabul etmeyenler… Kabul edilmiştir. KAMER GENÇ (Tunceli) – Sayın Başkan, Meclis kürsüsünü hakkaniyet
ölçüleri içinde idare etmek zorundasınız. (AK PARTİ sıralarından gürültüler) BAŞKAN – Konuşanlar, hepimiz dâhil. KAMER GENÇ (Tunceli) - Bana burada sataşılıyor. Ben bağımsız
milletvekili olabilirim… BAŞKAN - Sayın milletvekilleri, İç Tüzük’ün 37’nci maddesine göre
verilmiş bir adet doğrudan gündeme alınma önergesi vardır. Okutup işleme
alacağım ve oylarınıza sunacağım. Önergeyi okutuyorum: IV.- BAŞKANLIĞIN GENEL KURULA
SUNUŞLARI (Devam) B)
Önergeler 1.- Bursa Milletvekili Kemal
Demirel’in; Ticari Taksilerde, Taksi Dolmuş ve Dolmuşlarda Yenileme Yapılması
ve/veya Araçların Bir Kereye Mahsus Olarak Değiştirilmesi Sırasında Araç
Sahiplerinden ÖTV ve KDV Alınmamasına Dair Kanun Teklifi’nin (2/202) doğrudan
gündeme alınmasına ilişkin önergesi (4/90) T.B.M.M Başkanlığına 2/202 esas numaralı Kanun Teklifimin İç Tüzüğün 37. maddesine göre
işleme alınmasını saygılarımla arz ederim. Kemal
Demirel Bursa BAŞKAN – Sayın Demirel, önergeniz üzerinde konuşacak mısınız? KEMAL DEMİREL (Bursa) – Evet efendim. BAŞKAN – Bursa Milletvekilimiz Sayın Demirel’i önergesiyle ilgili
olarak konuşmak üzere kürsüye davet ediyorum. Buyurun Sayın Demirel. (CHP sıralarından alkışlar) KEMAL DEMİREL (Bursa) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri;
hepinizi en içten sevgi ve saygıyla selamlıyorum. Ticari Taksilerde, Taksi Dolmuş ve Dolmuşlarda Yenileme Yapılması
ve/veya Araçların Bir Kereye Mahsus Olarak Değiştirilmesi Sırasında Araç
Sahiplerinden ÖTV ve KDV Alınmamasına Dair Kanun Teklifi’min
gündeme alınmasıyla ilgili söz almış bulunuyorum. Değerli milletvekilleri, bugün, Türkiye’de toplam 90 bine yakın
ticari taksi var. Bu taksilerde çalışan, sahiplerini de dikkate aldığımız
zaman, her birini en az üç dört diye nitelendirdiğimiz zaman, en az 300-400 bin
şoför esnafını ilgilendiren kanun teklifi bu. Bu kanun teklifini verirken gerçekten alın teriyle, emeğiyle,
gecesiyle gündüzüyle kamu hizmeti yapan taksicilerimizin, şoför kardeşlerimizin
karşı karşıya kalmış olduğu maruz tehlikelerden, ölümlü, yaralamalı
tehlikelerden kurtulmanın önüne geçebilmek amacıyla bu kanun teklifini vermiş
bulunuyorum. Çünkü, bu kanun teklifini verirken, son
on iki yılda, taksi şoförlüğü yaparken, kamu hizmeti sunarken, insanlarımıza
hizmet yaparken hayatını kaybeden taksi şoförlerinin 160 kişi olduğu bilgisi
elimizde. Yaralamayla ilgili olanlar ne yazık ki tarafımıza aktarılmadı. Şimdi, ben, bu kanun teklifini daha evvel, geçen dönem de gündeme
getirmiş ve alınması için teklifte bulunmuştum. Ne yazık ki geçen dönemde de,
22’nci Dönemde de bu kanun teklifi gündeme alınmadı. Bugün gündeme alınmasıyla
ilgili olarak sizlerin huzurundayız. Değerli arkadaşlarım, bu kanun teklifini vermemin amacı,
taksilerin yenilenmesi noktasında araçların bir kereye mahsus olmak üzere ÖTV,
KDV’den uzaklaştırılarak yani araçların yenilenmesinde ÖTV, KDV alınmayarak
araçların yenilenmesi ve bu gerçekleştirilirken de şoför koltuğunda oturan o
insanların can ve mal güvenliğinin sağlanması. Amacımız buydu. Bugün ekonominin
otomotivde getirmiş olduğu sıkıntılar ortada. Aslında, eğer bu kanun teklifi
kabul edilirse inanın on binlerce aracın yenilenmesi gündeme gelecek ve gündeme
geldiği zaman da otomotiv sektöründe de bir canlanma olacak. Şimdi, bu konuyla ilgili daha evvel yapmış olduğum çalışmalarda
aldığımız görüşler, işte, bu konuların yetkili makamlara hatta Başbakana kadar
iletildiği ve buna sıcak bakıldığı, bu konuda çalışmalar yapıldığı… Ama ne
yazık ki çalışmaların hangi aşamaya geldiği de şu anda net olarak ortada yok. Kısacası, benim vurgulamak istediğim, bugün ülkemizde sayısı belki
400 bini aşan şoför kardeşimizin gecenin saat ikisinde, üçünde, dördünde…
Bilmiyorum, aranızda acaba o saatlerde bir milletvekili olarak o taksi
şoförleriyle oturup sohbet eden kaç kişi var. Ben o sohbetleri yapıyorum.
Gecenin saat üçünde, dördünde o şoför kardeşlerimizin, evlerine, eşine, çoluğuna çocuğuna, anasına babasına bir parça ekmek
götürebilmek için, rızkını kazanabilmek için mücadele veren insanların her
türlü güvenlikten uzak, ekmek parasının da peşinde koştuklarını görüyorum. O
insanlara sahip çıkmanın yolu bu araçların yenilenmesinde bir kereye mahsus
ÖTV, KDV’nin alınmaması, güvenlikli sistemlerin alınması. Eğer bunu biz
gerçekleştirirsek inanın bu kardeşlerimize en büyük iyiliği ve hizmeti yapmış
oluruz. E, milletvekilinin görevi ne? Topluma hizmet etmek. Milletvekilinin
görevi ne? Sorunların üzerine gitmek. Milletvekilinin
görevi ne? O sorunları çözmek için mücadele etmek. Evet, bugün Türkiye'de 400 bine yakın şoför esnafı bunun cevabını
bekliyor. Bugün, Parlamentodan, bu araçların yenilenmesinde, daha iyi noktada
hizmet verebilmesi amacıyla ÖTV, KDV’nin alınmayarak bu araçların yenilenmesinin önünün
açılması... Bu noktada vurgulamak istediğim bir konu da şu: Tabii, bu
araçların yenilenmesinin gerçekleşmesi sırasında, o araçlarda hizmet veren
şoför kardeşlerimizin de sosyal güvenlik açısından da bir güvence altına
alınması. Bu da çok önemli. Eğer bu gerçekleşmezse
başına herhangi bir şey geldiği zaman sosyal güvencesi olmadığı için
sorunlarıyla baş başa kalacak, o sorunu çözmesi için de -ya ölüm ya yaralanma,
bir de sosyal güvencesi olmadığı için- çok daha büyük felaketleri yaşayacaktır.
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı) BAŞKAN – Buyurun Sayın Demirel, konuşmanızı tamamlayınız. KEMAL DEMİREL (Devamla) – Ben, bu çerçevede özellikle yüce
Meclisin, bugün bizleri seyreden, bizlerden umut bekleyen, çare bekleyen,
sorunların çözülmesi noktasında bizi izleyen şoför esnafı kardeşlerimizin,
taksici esnafı kardeşlerimizin, dolmuş şoförlüğü yapan kardeşlerimizin,
ailelerinin, çocuklarının, yakınlarının bizden bekledikleri çareyi ve umudu
göstermesini istiyorum. Ben, yüce Meclisin bu noktada gerekli duyarlılığı, hassasiyeti
göstereceğini umuyor ve kanun teklifimin kabulünü bekliyor, hepinize içten
sevgilerimi, saygılarımı sunuyorum. (CHP sıralarından alkışlar) BAŞKAN – Teşekkür ediyorum Sayın Demirel. Sayın Ahmet Ersin, İzmir Milletvekili. Sayın Ersin, buyurun efendim. AHMET ERSİN (İzmir) – Teşekkür ederim Sayın Başkan. Sayın Başkan, değerli arkadaşlarım; gecenin zifirî karanlığında
Allah’tan ve yıldızlardan başka kimsesi olmayan taksicilerin güvenlik sorununu
içeren kanun teklifi hakkında ben de söz aldım. Hepinizi saygılarımla
selamlıyorum. Değerli arkadaşlarım, doğumdan ölüme kadar insanların ihtiyacını
gideren, yardımına koşan bir meslek grubu taksicilik ama son birkaç yıldan beri
taksicilik mesleğini sürdürmek gerçekten son derecede zor oldu. Değerli
arkadaşlarım, taksiciler, gecenin karanlığında, hapçılar, tinerciler ve
gaspçılar için çok kolay lokma hâlindeler. Yani taksisine aldığı bir kişinin
bir süre sonra bıçağı gırtlağına dayayıp parasını ya da canını alıp
almayacağından emin değil. O nedenle, çok önemli can güvenliği sorunları var. Değerli arkadaşlarım, taksicilerin can güvenliğini sağlamak,
aslında bütün vatandaşların can güvenliğini sağlamak devletin elbette başta
gelen görevlerinden biridir. Ancak, ne yazık ki bu meslek grubunda çalışan
vatandaşlarımızın can güvenliğini sağlamakta devlet maalesef üzerine düşeni
yapamıyor yani taksicilerin can güvenliğini sağlayamıyor devletimiz. Bu nedenle
taksici esnafı, kendi güvenliğini, kendi sorununu kendisi çözmek için
güvenlikli araç alabilme olanağını kullanmak istiyor yani hapçıdan, gaspçıdan
kendisini bir ölçüde koruyacak olan güvenlikli araç alabilmek için devletten
yardım bekliyor. Nedir o yardım? Bir defaya mahsus olmak üzere, güvenlikli araç
alırken ÖTV ve KDV alınmasın istiyor. Değerli arkadaşlarım, ekmek teknesini satın alan taksiciyle, can
güvenliğini sağlamak için araç alan taksiciyle keyfi için, zevki için araç alan
kişiler bir olabilir mi, aynı kefeye konulabilir mi? O nedenle bu ÖTV ve
KDV’nin bir defaya mahsus alınmaması konusundaki taleplerinin, taksicilerin bu
taleplerinin son derece de yerinde olduğunu ve devletin sağlayamadığı güvenliği
hiç olmazsa kendi imkânlarıyla sağlamak için yaptıkları, giriştikleri bu çabanın mutlaka olumlu karşılık
görmesi lazım diye düşünüyorum. Ancak değerli arkadaşlarım, maalesef Maliye
Bakanımız bu konuda çok katı bir tavır içinde. Bakın, aynı konuda 26/03/2003 tarihinde bir soru önergesi verdim Sayın
Başbakana yönelik, sonuç yok. 24/05/2005 tarihinde bu
kez Maliye Bakanına aynı konuda bir önerge verdim. Yani taksicilerin bu can
güvenliğinin sağlanmasında önemli katkısı olacak olan bu güvenlikli araç satın
almalarında yardımcı olunması için, ÖTV ve KDV konusunda yardımcı olunması için
verdiğim bu soru önergelerinden bir sonuç alamadık maalesef. Her ikisinden de
gelen cevapta bu talepler reddedildi. Keza 31 Mayıs 2005 tarihinde yine bu
kürsüden, değerli arkadaşlarım, aynı sorunu gündeme getirdim ama maalesef yine
bir olumlu karşılık alamadık. Yani değerli arkadaşlarım, Maliye Bakanlığımız bu
güvenlikli araç alınması konusunda taksicilerin istediği kolaylığı sağlamamakta
ısrarlı, ÖTV, KDV alınmasında ısrarlı. Yani değerli arkadaşlarım, taksicileri
ya vergi ya hapçı tercihine zorluyorlar. Ya vergiyi vereceksin ya da hapçılarla
muhatap olacaksın. Yani değerli arkadaşlarım, genel olarak değerlendirirsek
taksici esnafı kırk katırla kırk satır arasında tercih yapmaya zorlanıyor. Değerli arkadaşlarım, bir defaya mahsus olmak üzere bu ekmek
teknelerinden, güvenlikli ekmek teknelerinden ÖTV ve KDV alınmasa maliye batar
mı? Ne kadar lüzumsuz yerlere ne tür harcamalar yapıldığını biliyoruz,
yolsuzluklar için ne kadar büyük kaynakların harcandığını biliyoruz. O hâlde
devletin yapmadığı bir görevi, yerine getiremediği bir görevi insanlar kendi
çabalarıyla gerçekleştirmek istiyorlarsa, insanlar kendi can güvenliklerini
sağlamak için bir çaba istiyorlarsa, bir yardım istiyorlarsa devletimizden,
elbette ki bu çabayı, bu yardımı karşılıksız bırakmaması lazım, bu yardım
taleplerini karşılıksız bırakmaması lazım. Ama maalesef bugüne kadar bütün
girişimlerden hiçbir sonuç alınamamıştır. (Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı) BAŞKAN – Sayın Ersin, konuşmanızı tamamlayınız. Buyurun. AHMET ERSİN (Devamla) – Tamamlıyorum. Buradan Maliye Bakanımıza seslenmek istiyorum değerli arkadaşlar:
Lütfen, taksici esnafımızın can güvenliği için önemli olan bu güvenlikli araç
alımında gerekli yardımları yapınız. İnsanları, hapçıların, gaspçıların hedefi
hâline getirmekten, hedefi olmaktan çıkarmalarını istiyoruz. Maliye
Bakanımızdan beklentimiz budur. Bu insanların can güvenliğini sağlayacak
olanakları sağlamasını istiyoruz. Değerli arkadaşlarım, hepinizi saygılarımla selamlıyorum ve bu
kanun teklifinin, lütfen, gündeme alınması için desteklerinizi bekliyorum. Teşekkür ederim. (CHP sıralarından alkışlar) BAŞKAN – Teşekkür ederim Sayın Ersin. KAMER GENÇ (Tunceli) – Karar yeter sayısı istiyorum. BAŞKAN – Tamam. Önergeyi oylarınıza sunacağım ve karar yeter sayısını arayacağım. Önergeyi oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler… Kabul etmeyenler…
Karar yeter sayısı yoktur. Birleşime on dakika ara veriyorum. Kapanma Saati: 16.27 İKİNCİ OTURUM Açılma Saati: 16.39 BAŞKAN: Başkan Vekili Nevzat
PAKDİL KÂTİP ÜYELER: Harun TÜFEKCİ
(Konya), Murat ÖZKAN (Giresun) BAŞKAN – Sayın milletvekilleri, Türkiye Büyük Millet Meclisinin
8’inci Birleşiminin İkinci Oturumunu açıyorum. Bursa Milletvekili Kemal Demirel’in, İç Tüzük’ün 37’nci maddesine
göre vermiş olduğu doğrudan gündeme alma önergesinin oylamasında karar
yetersayısı bulunamamıştı. Şimdi önergeyi tekrar oylarınıza sunacağım ve karar yetersayısını
arayacağım: Önergeyi kabul edenler… Kabul etmeyenler… Önerge kabul
edilmemiştir, karar yetersayısı vardır. Saygıdeğer milletvekilleri, gündemin “Özel Gündemde Yer Alacak
İşler” kısmına geçiyoruz. Bu kısmın 1’inci sırasında yer alan, İstanbul Milletvekili
Çetin Soysal ve 20 milletvekilinin, Kars Milletvekili Gürcan Dağdaş ve 23 milletvekilinin, İstanbul Milletvekili Hasan
Kemal Yardımcı ve 26 milletvekilinin ve İstanbul Milletvekili Sebahat Tuncel ve 19 milletvekilinin önergeleri üzerine, Gemi İnşa
Sanayisindeki İş Güvenliği ve Çalışma Şartları Sorunlarının Araştırılarak
Alınması Gereken Önlemlerin Belirlenmesi Amacıyla Anayasa’nın 98’inci, İç
Tüzük’ün 104 ve 105’inci maddeleri uyarınca kurulan (10/121, 129, 132, 134)
esas numaralı Meclis Araştırması Komisyonunun Raporu üzerindeki genel görüşmeye
başlıyoruz. VI.- KANUN TASARI VE TEKLİFLERİ
İLE KOMİSYONLARDAN GELEN DİĞER İŞLER A)
Komisyonlardan Gelen Diğer İşler 1.- İstanbul
Milletvekili Çetin Soysal ve 20 Milletvekilinin, Kars Milletvekili Gürcan Dağdaş ve 23 Milletvekilinin, İstanbul Milletvekili Hasan
Kemal Yardımcı ve 26 Milletvekilinin ve İstanbul Milletvekili Sebahat Tuncel ve 19 Milletvekilinin, Gemi İnşa Sanayisindeki İş
Güvenliği ve Çalışma Şartları Sorunlarının Araştırılarak Alınması Gereken
Önlemlerin Belirlenmesi Amacıyla Meclis Araştırması Açılmasına İlişkin
Önergeleri ve Meclis Araştırması Komisyonu Raporu (10/121, 129, 132, 134) (S.
Sayısı: 295) (x) BAŞKAN – Komisyon? Burada. Hükûmet? Burada. Sayın milletvekilleri, Komisyon Raporu 295 sıra sayısıyla
bastırılıp dağıtılmıştır. İç Tüzük’ümüze göre Meclis araştırması komisyonu raporu üzerindeki
genel görüşmede ilk söz hakkı önerge sahibine aittir. Daha sonra İç
Tüzük’ümüzün 72’nci maddesine göre siyasi parti grupları adına 1’er üyeye,
şahısları adına 2 üyeye söz verilecektir. Ayrıca istemleri hâlinde Komisyon ve Hükûmete de söz verilecek, bu suretle Meclis araştırması
komisyonu raporu üzerindeki genel görüşme tamamlanmış olacaktır. Konuşma süreleri Komisyon, Hükûmet ve
siyasî parti grupları için yirmişer dakika, önerge sahipleri ve şahıslar için
onar dakikadır. (x) 295 S. Sayılı Basmayazı tutanağa eklidir. Rapor üzerinde söz alan sayın milletvekillerinin isimlerini
okutuyorum: (10/121, 129, 132, 134) esas numaralı ve 295 sıra sayılı Meclis
Araştırması Komisyonu Raporu üzerinde söz alanlar Önerge Sahipleri : Onar dakika. 1- (10/121): Çetin Soysal, İstanbul. 2- (10/129): Mithat Melen, İstanbul. 3- (10/132): Hasan Kemal Yardımcı, İstanbul. 4- (10/134): Sebahat Tuncel, İstanbul. Gruplar : Yirmişer dakika. 1- CHP: Hüsnü Çöllü, Antalya. 2- MHP: Gürcan Dağdaş, Kars. Komisyon: Yirmi dakika. Hükûmet: Yirmi dakika. - Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanı Faruk Çelik. Şahıslar: Onar dakika. 1- Süleyman Lâtif Yunusoğlu, Trabzon. 2- D. Ali Torlak, İstanbul. 3- Mehmet Ufuk Uras, İstanbul. 4- Mustafa Cumur, Trabzon. BAŞKAN – İlk söz önerge sahipleri adına İstanbul Milletvekili
Çetin Soysal’a aittir. Sayın Soysal, buyurun efendim. Süreniz on dakika Sayın Soysal. ÇETİN SOYSAL (İstanbul) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri;
hepinizi saygıyla selamlıyorum. Gerçekten Tuzla’da yaşananlardan sonra kurulan Komisyon son derece
önem taşıyan bir çalışma yapmıştır. Tabii, biz daha önce bunu İnsan Hakları
Komisyonuna taşımıştık ocak ayında ve İnsan Hakları Komisyonu olarak da orada
yoğun bir çalışma yaptık. 1 Şubatta da Cumhuriyet Halk Partisi olarak Meclis
araştırması önergesi verdik, 30 Nisanda da komisyon kuruldu. Değerli arkadaşlarım, biz Meclis araştırması önergesi verdiğimizde
-son yedi ayı baz alarak- 17 ölüm vardı, 17 kişi, 17
çalışan ölmüştü. Ne yazık ki bizim vermiş olduğumuz önergeden sonra ve
geçtiğimiz yaz 2008 boyunca 18 kişi daha hayatını yitirmiştir. Tabii, geçmiş
yıllara baktığımızda 100’ün üzerinde ölüm vakasıyla karşı karşıya olduğumuzu ne
yazık ki görüyoruz. Yine bunun yanı sıra çok ciddi yaralanmalar ve sakat
kalmalar da son derece üst sayıda. Değerli arkadaşlarım, bütün bu ölümler olduktan sonra ancak
Başbakan gitmek durumunda kaldı. Biz “Orada devlet yok.” diyorduk, birtakım
eleştiriler alıyorduk. Evet, devlet yok, bunu Sayın Başbakanın kendisi itiraf
etti, ne yazık ki parmakla sayılacak kadar ruhsatları olduğunu Sayın Başbakanın
kendisi itiraf etti. Bu ne demektir? Ne yazık ki Tuzla tersanelerinde devlet
yok. Oralar ölüm tarlası demiştik, insanlar ölüyor demiştik. Niye
ölüyor önlenebilir ölümler olmasına rağmen? Örneğin, 19’uncu yüzyıl -koşulları
içerisinde- çalışma koşullarını ne yazık ki orada gördük ve düşününüz ki
günümüz teknolojisinde, yüksekten düşme, yüksekten düşen cismin altında kalma,
elektrik çarpması gibi ilkel ölümler ve bunların her biri önlenebilir ölümler. Tabii ki oradaki alan darlığını ve oradaki yoğunluğu göz ardı
edemeyiz. Biz, oradaki çalışmalar içerisinde, kaynakçının, elektrikçinin ve
boyacının bir arada çalıştığını gördük, yarım metre, Değerli arkadaşlarım, orada bir alan darlığı var, bir yoğunluk
var. O düzeyde gemilerin orada üretilip üretilmeme noktasında çok ciddi
sancıların ve sıkıntıların olduğunu yaşadık, gördük. Ama ne yazık ki en son
yaşanan ölümler bir filikanın içerisinde oluyor; denemek için, kum torbası
yerine çalışanlar giriyor ve orada çok ciddi bir kazayla da karşı karşıya
kaldığımızı ne yazık ki görüyoruz. Buna uzun süre sessiz kalındı ve Başbakan da
ancak bu ölümlerin yoğunlaşmasından sonra gitti ve büyük bir itirafta bulundu.
Peki, ya Bakan ne yaptı? Sayın Bakan, bu konuda, en sonunda “Bu tersaneler
kapatılsın.” demek noktasında kaldı, çözüm yerine mevcut tersanelerin
kapatılmasını dile getirdi. Değerli arkadaşlarım, biz sektörü çok önemsiyoruz, bunu her
defasında söyledik. Sektör son derece önemli. 3 milyar
dolarlık bir hacme ulaşmış sektör, otuz binin üzerinde çalışanı var ve bu
sektörün elbette ki yarattığı bir katma değer var. Ülkemiz adına bu son derece
önem taşıyor ama ne yazık ki bu önemin kavranamadığını, biz, burada, Sayın
Bakanın yaklaşımlarından ve tutumlarından gördük. Değerli arkadaşlarım, orada bir yoğunluktan bahsediyoruz. Bu arada
bu yoğunluk yetmiyormuş gibi, sosyal donatı alanları, dinlenme alanları yok
iken bir de deniz dolgusuyla Ulaştırma Bakanlığının, denizcilikten sorumlu
Devlet Bakanlığının ve Çevre Bakanlığının ne yazık ki sessiz kalması sonucu veya
onay vermesi sonucu -ki bunu İstanbul
metropoliten planlarda veya İstanbul Büyükşehir Belediyesi Planlama
Müdürlüğünün onayı da olmadan, farklı kurum ve kuruluşların görüşü olmadan,
Tuzla Belediyesinin bile bu konuda çok ciddi bir şeyi olmadan- orada deniz
dolgusu yapılarak tersane sayısı artırılmaya çalışılıyor. Hâlbuki orada bir
realite var, bir yoğunluk var, o yoğunluğun getirdiği olumsuzluklar var, o
yoğunluğun getirdiği ölümler var, o yoğunluğun getirdiği kazalar var,
yaralanmalar var ve ne yazık ki Çalışma Bakanının kendisinin de itirafı var, “Bu
kadar tersane bir yoğunluk getirdiği için bu ölümlerin bir nedeni de bu.”
derken ne yazık ki bir bakıyorsunuz orada dolgu alanlarıyla yeni tersaneler,
yeni rant kapıları açılma noktasında kalıyor. Değerli arkadaşlarım, bunlar önlenebilir ölümlerdi ve önlenebilir
ölümlerin gerçekten çözümü de mümkün. Yapmış olduğumuz çalışmalar da son derece
sektörün önünü açabileceğini umduğumuz çalışmalar. Bakınız, orada Türk Loyd’u ile anlaşma yapan üç firma var, dördüncüsü yok.
Böyle bir kontrol sistemi gelişmemiş. Oradaki çalışmaların eksik, yarım ve
geleneksel bir çalışma ortamı içerisinde olduğunu ne yazık ki görüyoruz. Değerli arkadaşlarım, gerçekten tersaneler önemli. Bir kez daha
yanlış yapılıyor, örneğin tersaneler bölgesi olarak Yalova ilan edildi. Yalova
bu anlamda tarım bölgesi ve oranın ekolojik dengesini
de bozacak bir şekilde tersanelerin yapılması yanlış. Karadeniz kıyılarının bu
iş için çok daha elverişli olması mümkün. Burayla ilgili çok ciddi teşvikler
verilmeli çünkü sektör önemli. Sektörü önemseyerek iş noktasında da yatkınlık
noktasında da Karadeniz bu anlamda son derece elverişliyken ne yazık ki
Yalova’da tersanelerin yapılmasını… İleride oralarda da çok ciddi sıkıntıların
olacağını, sosyal anlamda da çok ciddi sıkıntılar olacağını, Yalova’nın şu anki
konumunu da bozacağını ve tarım bölgesi olan, verimli, üretken bir tarım
bölgesi olan Yalova’ya da zarar vereceğini ne yazık ki görüyoruz. Tuzla tersanelerinde en büyük sorunlardan bir tanesi de
örgütsüzlük sorunuydu. Anayasa’nın 51’inci maddesi İnsan Hakları Evrensel
Bildirgesi’nin 11’inci maddesi, her çalışanın dilediği sendikaya girme hakkını
veriyor. Ne yazık ki bu örgütlenme hakkını da Tuzla tersanelerinde göremedik,
orada da bir sendikalaşma noktasında ancak yüzde 10 civarında hatta onun
altında bir örgütlenme olduğunu gördük. Ancak, yapılan çalışmalarla orada da
bir artış olduğunu memnuniyetle gördük. Ancak, oradaki örgütlenme, sendikal
haklar kesinlikle alınmamalıdır ve oradaki çalışanların da, ağır ve tehlikeli
iş kolunda çalışanların da son derece önemli olduğu için sendikal hakları
yerlerine getirilmelidir. Tuzla, ağır ve tehlikeli iş kolunun olduğu bölge. Örneğin GİSBİR
hastane yapıyor, hastanenin ruhsatını Sağlık Bakanlığından aylar sonra
alabiliyor. Yani o hastane niye yapılıyor? Oradaki kazalara dönük… Çünkü iş
yeri hekimliği yok, ortak kullanım alanı olarak kullanılan sağlık ocağı
yetersiz. Orada bir hastane yapılıyor, ne yazık ki hastanenin aylar sonra
değişik nedenlerle ruhsatı verilmiyor ve şimdi de orada bir doktor sorunu var,
ne yazık ki doktor tahsis edilmiyor çünkü Sağlık Bakanlığı o konuda çıkartmış
olduğu genelgeyle bu tür yerlerin çalışmasını engelliyor. Ama,
hâlbuki orası nedir: Tuzla Tersaneler Bölgesi ve ölümlerin çok yoğun yaşandığı
bölgeler. Değerli arkadaşlarım, biz araştırma önergesi raporunda
önerilerimizi sunduk ayrıntılarıyla. Tabii ki on dakikaya burada sığdırmak
mümkün olmasa gerek. Ama çok önem verdiğimiz nokta, Tuzla’yı daha fazla
yoğunlaştırmamak lazım, bu dolgu alanlarını mutlaka engellemek lazım. Oranın ekolojik yapısını -ki, Marmara’ya baktığımızda bir deprem
bölgesi- dikkate alarak bozdurmamamız gerekiyor. Bunun bir kere önüne geçilmesi
gerekiyor. İki: Orada yoğunluğun azaltılması gerekiyor. O yoğunluğun ve alan
darlığının getirdiği olumsuzluğu asla göz ardı edemeyiz. (Mikrofon otomatik cihaz
tarafından kapatıldı) BAŞKAN – Sayın Soysal, konuşmanızı tamamlayınız. Buyurun efendim. ÇETİN SOYSAL (Devamla) – Bağlıyorum. Orada, ne yazık ki yaşam koşulları son derece güç. Örneğin, barınma sorunları var. Gece yatan bir çalışan, bir işçi
sabah kalktığında zaten yorgun kalkıyor çünkü orada barınma hakkını çok ağır ve
zor şartlarda, sadece dört duvar arasında, onlarca kişinin bir arada yaşayarak,
üleşerek hayata geçirdiklerini ne yazık ki görüyoruz. O anlamda da bu tür sorunların,
özellikle barınma sorununun, sosyal donatı ve yaşam alanları sorununun
çözülmesi gerekiyor. Tabii, bütün tersaneleri aynı noktada görmek mümkün değil ama ne
yazık ki bazı tersanelerimizde gerçekten getirilen olumsuzlukları
görmemezlikten gelemeyiz. Bu rapor son derece önemli. Bu rapor, dilerim, önümüzdeki sürece çok önemli katkılar sunar ve
sanırım, Çalışma Bakanı da bu raporu okur ve gereğini de yapar çünkü iyi bir
çalışma yaptık, komisyondaki arkadaşlarımız iyi bir çalışma yaptılar. Ben, onları da bu çalışmalarından ötürü kutluyorum, hepinize
saygılarımı, sevgilerimi sunuyorum. (CHP ve MHP sıralarından alkışlar) BAŞKAN – Teşekkür ediyorum Sayın Soysal. İkinci konuşmacı İstanbul Milletvekili Sayın Mithat Melen. Buyurun Sayın Melen. (MHP sıralarından alkışlar) MİTHAT MELEN (İstanbul) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri;
gemi inşa sanayisindeki iş güvenliğiyle ilgili Komisyonun ben de üyesiyim. Fakat Komisyonu tabii buradan methetmek belki hoş görünmeyebilir
ama gerçekten ciddi bir çalışma yaptığımız ortada ama işin başka birçok boyutlu
bir yönü var, o da şu: Bunu, aranızda belki pilot olanlar çok iyi bilir;
pervaneli uçaktan jete geçtiğiniz zaman jet o kadar hızlıdır ki sizin ondan
önce hareket etmeniz lazım ki hâkim olabilesiniz. Şimdi, Türkiye’de, başta Türkiye Büyük Millet Meclisi, olayların
daima gerisinde kaldığı için olaylara yön veremez hâlde. Esas meselemizin aslı
bu, bunu tartışmamız lazım. Maalesef, ölümler olduktan sonra oturuyoruz, böyle
bir komisyon kuruyoruz ve komisyon çalışıyor, gerçekten doktora tezi gibi bir
rapor yazıyor ama bu rapor, sadece Türkiye Büyük Millet Meclisini
ilgilendirmiyor, aşağı yukarı Türkiye’de her kurumu ilgilendiriyor ve her
kurumun yapması gerekenleri ilgilendiriyor. Maalesef, Türkiye’nin bu hâle
gelmesinin sebebi, başta kurumların iyi çalışmaması ve Türkiye Büyük Millet
Meclisinin olayların gerisinde kalmasıyla ilgili. Yani bu ölümler
olmayabilirdi, olmayabilirdi ama bir sabahleyin de Türkiye’de konjonktürün değişip dünyadaki gemi talebinin gelebileceğini
bile biz fark etmedik yani bir sabah 3 milyar dolarlık bir sektör oluştu ve bir
çalışanın 7-8 kişiyi beslediği bir yapı ortaya çıkıverdi. Şimdi, bakın, o çok üzüldüğümüz ölümler olmayacak. Niye olmayacak
biliyor musunuz? O sektör durdu çünkü dünyadaki konjonktür
değişti, şimdi Türkiye’ye talep de gelmeyecek maalesef ve gayet basit, biz bu
ölümler olduktan sonra hemen tedbirler alıyoruz, “Kapatalım bu tersaneleri.”
diyoruz. Çok dikkat edin, Türkiye’de binlerce insan bu tersanelerden besleniyor
ve yaşıyor. Öyle olayların işte hep gerisinde kaldığımız için o jet misalini
verdim. Dünyayı takip edemediğimiz için, olayların gerisinde kaldığımız için bu
misalleri vermek zorunda kaldım. Şimdi, bu rapor da öyle. Bu
raporu -affınıza sığınarak ama- birçoğumuzun okumadığını ben biliyorum yani
tamamını hiç kimse okumadı bu raporun. Bu rapor gayet detaylı
bir rapor. Ama, bu raporda eğitimden tutun da güvenlikten çıkın, bütün
Türkiye’deki kurumların -belediye dâhil- gerçekten yapması gerekenler var.
Bunlar için yasa değiştirmek gerekiyor, bunlar için kararnameler çıkarmak
gerekiyor, yeni kurumlar kurmak gerekiyor. Yani bir işçinin, maalesef, kask
takmasını siz zorla, eğitimle sağlayamazsınız. Kask takması gerekiyor.
Nişantaşı’nın ortasında da aynı kaskı takmıyor ve emniyet kemeri yok o işçinin.
Şimdi, bu çok ciddi bir mesele, Türkiye'nin eğitim meselesine gidiyoruz
buradan. Peki, bunları nasıl yapacağız? E, biz öncü olacağız, çaremiz yok. Esas
öncü olması gereken bu kurumdur, Türkiye Büyük Millet Meclisidir ve ekonomik
planlamamızı çok doğru yapacağız, çok doğru yapmak zorundayız. Çünkü, işte,
şimdi bu rapor, gerçekten eğer konjonktür böyle devam
ederse hiçbir işe yaramayacak çünkü yepyeni bir konjonktür geldi. Aynen bir
sabahleyin Tuzla’ya karar verip Tuzla’da altı tersane kurulmasına karar veren
bir imar planı gibi. Sonra oraya kırk dört tane tersane kurulmuş. Şimdi ertesi
sabah Yalova’ya geçmişiz, orada da bir şeyler kurmuşuz. Altyapısı tam değil.
Şimdi Karadeniz öneriliyor, güzel. Orada hangi altyapı var? Hep el yordamı, plansızlık
ve sonra onları çok ağır ödediğimiz, ölümlerle ödediğimiz bir yapı. Lütfen,
gelin, bu yapıyı değiştirmekle uğraşalım önce. Şimdi başta İç Tüzük… İç
Tüzük’te ne diyor? İç Tüzükte “Bu raporlar verilir…” E, peki bunu kim takip
edecek? Bu raporlar verildi. Burada bir sürü yaptırım var. Komisyonun böyle bir
yetkisi yok ki İç Tüzük’ün yaptırımlarla ilgili bölümünde. Yani biz bu raporu
verdikten sonra takip etmeyeceğiz. Bakın, zaten bunları konuşacağız burada.
Unutulup gidecek. Hem o ölümler devam edecek hem o sektör belki çökecek. Hiç
onların farkında değiliz. Hele bu dünyada çok enteresan olaylar olurken,
gerçekten ortalık yıkılırken, dünya birbirine girerken Türkiye Büyük Millet
Meclisinde ekonomiyle ilgili bir tek laf konuşulmadı son on beş günden beri.
Sanki böyle bir olay hiç olmuyormuş gibi, Türkiye bu konuda ne yapacağını
bilmiyormuş gibi hiç konuşmuyoruz bunları. Yarın yine başlayacağız. Bütün
bunlar oldu, ölümler oldu ve tabii Türkiye bir işsizlik girdabına kapılacak
tekrar maalesef. Onun için, galiba, hep birlikte yeni bir strateji çizmemizle
ilgili mesele, yeni bir sanayi stratejisi, yeni bir yerleşim stratejisi. Çünkü
İstanbul artık kaldırmıyor bazı şeyleri. İstanbul dinamik yapısı itibarıyla da
artık böyle çarpık yapılaşmayla başta ağır sanayiyi kaldıramaz hâle geldi ve
İstanbul daha çok bir hizmet ve finans sektörü olma konumuna doğru şiddetle
ilerliyor. O zaman orada Tuzla gerçekten kötü ve göze batar hâle geliyor. Şimdi, en -benim- önem verdiğim meselelerin başında eğitim
geliyor, eğitim ve araştırma. Bizim konuştuğumuz mühendislerin… Bakın, burada
ben dâhil, hepimiz suçluyuz, hocalara sesleniyorum: Bir mühendisin bütan gazla
-ki, benim konum değil bu- doğal gaz arasındaki farkı ayırt edemediğini gördük
Tuzla’da. Şimdi ne yapacağız? Üniversitelerde yeni baştan eğitim yapmak lazım.
Oradaki -sağlık ocağı var- sağlık ocağındaki doktor ölümlere daha geç müdahale
etmiş, polis daha önce gelmiş. Sağlık sektörüyle ilgili ne yapacağız? Bence oturalım, hep birlikte, bu… 3 milyar diye rakam verdi Sayın
Soysal, ben bu 3 milyarın şu anda düştüğü fikrindeyim, bir sene sonra hiç
kalmayacağı fikrindeyim. Otuz bin istihdamın da yarıya indiği -bugünden
itibaren- fikrindeyim, seneye o da kalmayacak ama oturalım, hep birlikte, bir
kere bu raporda yazılanların takipçisi olmamız lazım. Sadece komisyon
üyelerinin değil, Türkiye Büyük Millet Meclisinin takipçisi olması lazım burada
yazılanlar konusunda çünkü burada altyapıyı değiştirme fikri var. Yani bu
altyapı sadece ve sadece Tuzla’yla ilgili değil, Türkiye’de işçinin eğitimiyle
ilgili altyapı, can güvenliğiyle ilgili altyapı, iş güvenliğiyle ilgili
altyapı, sağlıkla ilgili altyapı, çok önemlisi, kurumlarla ilgili altyapı.
Aramızda bu işlerle uğraşanlar var, onlar çok iyi biliyor. Biz bir şey gördük,
şaşırdık; Gemi İnşa Sanayi Genel Müdürlüğünün bu konuda çıkardığı daha
yönetmelik yok. Galiba kanunu yakında çıkaracağız hep birlikte. Yani öyle bir
şey ki, her tarafa dokunmak zorunda olduğunuz bir yer. Onun için burada sadece hükûmeti, sadece iktidar partisini veya muhalefeti değil,
gelin, hep birlikte neler yapabileceğimizi ve bu konunun peşinde
olabileceğimizi düşünelim. Bence, İç Tüzük’te de gerekirse değişiklik yapalım.
Bu araştırma önergeleri böyle, güzel kitaplar, raflarda duran kitaplar olarak
kalmasın. Bunları sonuna kadar takip edelim ve bunlara görev verelim. Bakın,
vermezsek ne olacak? Yarın başka bir konu çıkacak. Tuzla gidecek Karadeniz’de
başka bir konu çıkacak. Türkiye’nin başka bir yerinde herhangi bir sorunda
yeniden bu işleri hep birlikte yapacağız. İşte, aynı, ekonomi konusunda
uyarmaya çalıştığım gibi. Dünyada bu kadar değişim var, Avrupa Birliği 3,5
trilyon harcamış, Amerika 850 milyar dolar harcamış. Yapılar yeniden değişiyor,
kurumlar yeniden değişiyor, yeni kurumlar kuruluyor, yeni bir ekonomik yapılanma
var, finansal yapılanma var, biz hiçbir şey olmamış gibi davranıyoruz, sanki
olmuyor bunlar. Ben, inşallah bu raporun daha ciddiye alınacağını, başka gözle
bakılacağını, sadece Türkiye’de Büyük Millet Meclisi tarafından değil hükûmetin ve tüm kurumlar tarafından, buna sivil örgütler
dâhil, sendikalar dâhil… Çünkü kiminle konuştuysak konu hakkında bilgisi olan
çok az. Konu hakkında gerçekten derin bir araştırma yok ve hep el yordamıyla
yapılmış işler var. İşte esas mesele bu altyapıyı değiştirmekle ilgili ve bunu
hep birlikte yapmamız gerektiği kanısındayım. Yüce heyeti saygıyla selamlıyorum. (MHP ve CHP sıralarından
alkışlar) BAŞKAN - Teşekkür ediyorum Sayın Melen. Önerge sahipleri adına üçüncü konuşmacı İstanbul Milletvekili
Sayın Hasan Kemal Yardımcı. Sayın Yardımcı, buyurun efendim. (AK PARTİ sıralarından alkışlar) HASAN KEMAL YARDIMCI (İstanbul) – Değerli Başkan, değerli
milletvekilleri; Türkiye Büyük Millet Meclisinin Türk denizciliği ve gemi inşa
sanayisinin sıkıntılarıyla ilgili araştırma önergesi sahibi olarak söz almış
bulunuyorum. Hepinizi saygıyla selamlıyorum. Değerli milletvekilleri, bu raporun hazırlandığı dönem ile şu
andaki dönem arasında önemli farklılık olduğunu bir defa idrak etmemiz gerekir.
Bu komisyonun oluşturulmasına karar verdiğimiz gün küresel olarak hızla büyüyen
gemi inşa sanayimizin beceri sahibi iş gücüne ve iş güvenliğine ihtiyacı vardı.
Ciddi çalışmalar yapıldı. Bugün bu resim tersine dönmüştür. Dünkü acil önlemler
ve ihtiyaçlar bugünün orta vadeli tedbirleri hâlini almıştır. Sorun samimi
olarak bence çözülmüştür. İçtenlikle inanıyor ve inanmanızı istiyorum. Ama
bugün yeni acil önlemlerin alınması da gündeme gelmiştir. Komisyonumuzun hazırladığı bu başarılı raporu bu çerçevede
değerlendirmekte fayda vardır. Bu vesileyle, raporda emeği geçen tüm
milletvekili dostlara, raportörlere, bilgi ve destek
veren herkese teşekkürlerimi sunarım. Değerli milletvekilleri, denizcilik ve gemi inşa sanayisi iç
dinamiklerden çok dış dinamiklerden bire bir etkilenmektedir. Dünyadaki
istatistiklere göre denizcilikte 2010 yılında beklenen düzeltme ve düşme, son global krizin ardından 2008 yılı Eylül ayında aniden
gerçekleşti. Navlunlardaki olağanüstü düşme karşısında zaten siparişte zorlanan
tüm tersanelerimizde birçok gemi hazıra yapılmaktadır. Sakin olursak,
birikimimize, tecrübemize, deneyimimize, ekipmanımıza
güvenirsek bu olağanüstü günleri az hasarla atlatma imkânı yakalayabiliriz,
hatta kârlı çıkmak dahi mümkündür. Dış dinamik deyince, gelişmekte olan Brezilya’yı, Güney Kore’yi,
bize emsal ülkelerin neler yaptığını takip etmemiz gerekir. Denizde her zaman fırtına olabilir. Yapacağımız, gelecek fırtınaya
hazırlanmak, en az hasarla bu geminin yola devamını sağlamaktır. Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; yapılması gerekenleri dört
başlık altında sınıflandırabilirim: 1) Krizi fırsata çevirmek için proaktif
olmak gerekiyor. Bana göre, önceden pozisyon alarak, üretim kapasitesini
koruyarak, geçici olan bu dönemi atlatmamız gerekir. 2) Üretim kapasitesini korumanın yolu, öncelikle genel olarak reel
sektörün ve özel olarak da gemi inşa sanayisinin kredi kaynaklarının
kapanmamasını sağlamaktır. Bu amaçla, bu geçici dönemde kamu garantileri de
dâhil bir dizi tedbirin bence devreye sokulması gerekebilir. 3) Yeni döneme hazırlık bakımından, üretim kapasitesinin bir diğer
unsuru olan iş gücünün, beceri düzeyinin artırılması için başarılı bir biçimde
devreye sokulan eğitim programlarının sürekliliğinin sağlanması ve artırılması
şarttır. İş gücümüz dâhil her şeyimizle hazır olarak beklemeliyiz. Bunun için
gerekirse İşsizlik Sigortası Fonundan veya değişik yollardan kaynak da
aktarılması gerekebilir. 4) Bu dönemde Çalışma Bakanlığı ve Denizcilik Müsteşarlığı,
konuyla ilgili hukuki ve teknik her türlü çalışmayı gözden geçirmeli, gerekirse
öncelikli konuları gündeme taşımalıdır, iş birliğini geliştirmelidir. Değerli milletvekilleri, sonuç olarak belirttiğim hususlara bir
ticari seferberlik de diyebiliriz. Konuyla ilgili görüşmelerimi tüm açıklığıyla
sizlerle paylaştığımı zannediyorum. Süreklilik ve verimlilik açısından son
dönemde yakalanan performansın devam ettirilmesi şarttır. Yapılması gerekenleri
sektörümüz çok iyi biliyor, önerileri de hazırdır. Bugüne kadar sektörümüze sağladıkları ve bundan sonra
sağlayacakları desteklerinden ötürü başta Sayın Başbakanımız ve Hükûmetimize, sektörümüz adına teşekkür eder, bu vesileyle
herkesi saygıyla selamlarım. (AK PARTİ sıralarından alkışlar) BAŞKAN – Teşekkür ediyorum Sayın Yardımcı. Dördüncü konuşmacı İstanbul Milletvekili Sayın Sebahat Tuncel… Yok. Gruplar adına yirmişer dakikalık konuşmalar: Cumhuriyet Halk
Partisi Grubu adına Antalya Milletvekili Hüsnü Çöllü. Sayın Çöllü, buyurun efendim. (CHP sıralarından alkışlar) CHP GRUBU ADINA HÜSNÜ ÇÖLLÜ (Antalya) – Sayın Başkan, değerli
milletvekilleri; Gemi İnşa Sanayisindeki İş Güvenliği ve Çalışma Şartları
Sorunlarının Araştırılarak Alınması Gereken Önlemlerin Belirlenmesi Amacıyla
Kurulan Meclis Araştırması Komisyonu Raporu üzerinde CHP Grubu adına söz aldım.
Hepinizi saygıyla selamlıyorum. Bu vesileyle, Tuzla tersanelerinde yaşamını yitiren emekçileri bir
kez daha saygıyla anıyorum. Değerli milletvekilleri, denizci kökenli bir milletvekili olarak
komisyonda yer almadım ama çalışmaları da elimden geldiğince takip etmeye
çalıştım, raporu da büyük ölçüde incelemeye gayret ettim. Raporun ayrıntılarını
az sonra işlemeye çalışacağım. Deniz Ticaret Odasında görev yaptığım dönemde de
gemi inşa sanayisinin gelişmesiyle ilgili birçok yararlı çalışmalar yapıldığını
biliyorum. Gemi inşa sanayisi, gemi onarımı ve yan sanayisiyle ülkelere döviz
getirmesi, yan sanayiyi geliştirmesi, yabancı sermaye girişini, teknoloji
transferini ve istihdamı sağlaması, millî deniz ticaret filosunu desteklemesi
ve ülkenin savunma sanayisi ihtiyacının karşılanmasına katkı sağlaması yönünden
çok önemli bir sektördür. Raporda bütün ayrıntılara girilmiş, tersanelerin ülkemiz için
öneminin altı çizilmiş, nasıl bir gelişme gösterdiği ayrıntısıyla ortaya
konulmuş. Tuzla tersaneleri sergilediği üretim performansıyla aslında bir
övünç kaynağı olarak gündemimize gelebilirdi. Bu şekilde gündeme gelebilseydi
bundan hepimiz çok büyük mutluluk duyardık. Çünkü,
gerçekten, dünyadaki talep patlamasına bağlı olarak gemi inşa sanayisi de büyük
bir gelişme sağladı. Şu anda Türkiye sahip olduğu filonun 2-3 katı büyüklüğünde
bir siparişi gerçekleştirmeye çalışıyor. Bu da çok önemli bir başarıdır. Yüksek
güvenlik gerektiren özellikli gemiler, yatlar için Türk tersanelerinin tercih
edilmesi de bu başarının somut göstergesidir. Yani Tuzla marka olma yolunda
ilerliyordu ama takdire değer bu başarılar ortaya konulamadan, herkesin içini
acıtan ölüm olaylarıyla gündeme geldi tersanelerimiz. Tabii yaşananlar çok
üzücü. Raporda ayrıntılarıyla yer almış. 13’ü 2008’in ilk altı ayında olmak
üzere sekiz yılda toplam 61 emekçi yaşamını yitirmiş. Sendikaların verdiği
rakamlar ise daha yüksek. Ölüm karşısında diyecek bir söz yok. Bir hayat bile
her şeyin üstündedir. Yaşam hakkı en temel haktır. Değerli milletvekilleri, rakamlara baktığımızda bu tabloyu
kabullenmek ve buna razı olmak mümkün değildir. Hepimizin bildiği üzere bu
sorun uzun süre tartışıldı ve ortaya çıkan genel tablo şu: Talep patlaması
nedeniyle aşırı bir iş yükü var, yetişmiş personel sorunu var. Ceza
yaptırımları içeren sözleşmeler yapılmış ve belirlenen tarihe işin yetiştirilmesi
zorunluluğu konmuş. Taşeronlaşma var, kural dışılık var, kayıt dışılık var,
hukuk dışılık, emeğe saygısızlık var ve ihmal var. Bu tablo içinde de kazalar
ve ölümler yaşanıyor. Bu tespitler değişik tanımlamalarla da olsa ayrıntısı ile
bu raporda yer alıyor. Gemi inşa sanayisi, emek yoğun bir sektör. İnsanın olduğu her yerde de hata olabiliyor ve kazalar meydana
gelebiliyor. Ama burada insan hatasını en aza düşürecek önlemlerin, iş
güvenliği ile ilgili tüm emniyet tedbirlerinin hem kamu otoritesi tarafından
hem de gemi inşa sanayicileri tarafından alındığını, zamanında alındığını
söyleyebilmek gerekirdi aslında. Eğer bu noktada sıkıntılar varsa, eksikler
varsa bu yaşananları “kaza” diyerek geçiştiremeyiz. Bunu kimseyi suçlamak için
söylemiyorum. Eğer bu olan “kaza” diye geçiştirilirse, bu konu bir sorun olarak
ortaya konmazsa çözüm bulunması da mümkün değildir. Bu nedenle yaşanan sürece
hepimizin doğru bakması gerekmektedir. Değerli milletvekilleri, kazalar bir süre böyle geçiştirilmeye
çalışıldı. 2006 yılında kaza ve ölümlerin artmasıyla birlikte tepkiler artmaya
başladı ve sendikalar sesini yükseltti. 2007’de artış devam etti, tepkiler daha
da yoğunlaştı. Tepkiler üzerine 2008’in başında Türkiye Büyük Millet Meclisinin
gündemine konu taşındı. Tersanelerde hem kamu yönetimi konusunda hem de tersanelerimizin
alması gereken önlemler konusunda eksikliklerin olduğu görülüyordu ama nedense
bir türlü adım atılmadı. Bunu şunun için söylüyorum: Adım atma konusunda
nedense Hükûmet tarafından da bir tutukluk yaşandı.
Doğrusu ben bunu anlamakta zorluk çekiyorum. Şimdi sizlere bir hatırlatma yapmak isterim. Türkiye Büyük Millet
Meclisi araştırma komisyonunun kurulması -şöyle bir düşünelim- ne zaman
kararlaştırıldı? 26 Şubat tarihinde kararlaştırıldı. Ama nisan ayı sonuna
kadar, iktidar partisi, komisyonda görev alacak milletvekillerini bildirmediği
için komisyon oluşturulamadı ve çalışmalara başlayamadı. Muhalefetin tepkileri
üzerine “Yoğunluk var. Bakın biz de önerge verdik.” yanıtları verildi. Komisyon
ne zaman göreve başlayabildi? 30 Nisan 2008 tarihinde yani altmış beş gün sonra
başlayabildi. Bunu da anlamak mümkün değil! Denetimler zamanında ve sağlıklı yapılabilseydi, kayıt dışı
istihdam önlenebilseydi, Bakanlık gerekli tepkiyi zamanında ortaya
koyabilseydi, kazaların önünü tamamen kesmek mümkün değil belki ama, daha erken alınacak ve daha ciddi önlemlerle kazaların
daha az olması sağlanabilirdi ki bu da diğer bir boyutu. Bir diğer boyutunda da gemi inşa sanayicilerimiz var. Üzülerek
söylemek gerekir ki -tabii ki işini doğru düzgün, kurallara uygun yapan
işletmeleri ayrı tutarak söylüyorum- üzerlerine düşen sorumlulukları tam olarak
yerine getirmeyenler oldu. Bu sorumsuzlukla da tüm camiayı şüphe altında
bıraktılar. O zaman gemi inşa sanayicilerimizin de üzerlerine bir sorumluluk
düşüyor. Sadece “Ben kendi işime bakarım, herkes ne yaparsa yapsın.” denilirse
bu sorunlar yaşanmaya devam eder arkadaşlar. Sorumlu, kurallara uygun çalışma
kültürünün tüm gemi inşa sanayicilerimiz tarafından benimsenmesi gerekmektedir.
Burada herkese görev düşmektedir. Ama temel sorumluluk hükûmetindir,
iktidarındır. Çalışma yaşamıyla ilgili yasal mevzuatın uygulanıp
uygulanmadığının denetlenmesi, bu kurallara uyulmasının sağlanması hükûmet edenlerin temel görevi olması gerekirdi. Hükûmet uzun süre bu sesleri duymamaya, ölümleri görmemeye
çalıştı. Bunun nedeninin de açıklanması gerektiğini düşünüyorum. Değerli milletvekilleri, şimdi rapora biraz daha yakından bakalım:
Bu komisyonla ilgili olarak AKP’nin tutumunu aktarmıştım. Komisyonun altmış beş
gün niye çalışmalara başlayamadığını merak ettiğimi ifade etmiştim. Aslında, raporun ilk bölümünde yer alan araştırma önergeleri
okunduğunda konuya kimin, nasıl baktığı açıkça görülmektedir. Bu rapor tam 226
sayfadan oluşuyor. Bu raporda dünya ekonomisi var, Türkiye ekonomisi var, giyim
ve ayakkabı harcamalarındaki artış var, ancak komisyonun kuruluş gerekçesi olan
“yitirilen hayatlar” sanki aralara sıkışmış gibi gözüküyor. Ancak 133’üncü sayfaya gelince tersanelerdeki sorunlara
gelebiliyoruz. Bu bölümün başlığı: “Tuzla Gemi İnşa Sanayi Bölgesindeki
İşçilerin Barınma Durumu” ve toplam yedi satırda da bütün sorunlar anlatılmış.
Sonra 166 ve 167’nci sayfalara geliyorsunuz, başlık: “Tersanelerde Meydana
Gelen Ölümlü İş Kazaları” altı satır yazı ve üç tablo var. Bunu anlamakta da
güçlük çektiğimi belirtmek isterim. Başka bir noktaya daha dikkatinizi çekmek istiyorum:
Tersanelerdeki işçi sayısı 10.013’ü daimî, 25.108’i taşeron firmalarda olmak
üzere 35.042 kişi. İşçi sayısı tersanelere göre ayrı ayrı
beş sayfada sıralanmış. Sonra 215’inci sayfaya geliyorsunuz, aynen okuyorum:
“Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığı 2008 Ocak ayı istatistiklerine göre Dok
Gemi-İş Sendikasının 5.719 üyesi bulunmaktadır. Lim-ter
İş yetkililerince üye sayılarının 1.359 olarak ifade edilmektedir.” İfadede
yanlışlık var ama okumaya devam ediyorum: “Toplamda ise kayıtlı istihdamın
yaklaşık %40’ı bir işçi sendikasına üyedir.” Üç cümle… Her şeyi anlatan nokta
burası arkadaşlar, bu üç cümle! Neymiş? 35 bin kişi çalışıyor, toplam sendikalı
sayısı 7.078, yani her 5 çalışandan sadece 1’i sendikalıymış. Burada bir rakam
daha var, ama açık olarak yazılmamış ya da yazılamamış, nedendir gerekçesini
bilmiyorum. Bir kez daha okuyorum: “Toplamda ise kayıtlı istihdamın yaklaşık
%40’ı bir işçi sendikasına üyedir.” Toplam kayıtlı istihdamın yüzde 40’ı
sendikalıymış. Peki, sendikalı sayısı kaç? 7.078. O zaman bir hesap yapalım:
Kayıtlı istihdamın yüzde 40’ı 7.078 kişi ise yüzde 100’ü nedir? Çıkan sonuç,
17.695’tir. Neymiş? Demek ki toplam kayıtlı, yani sigortası yatırılan işçi
sayısı 17.695. Bunların da kaçının sigortası tam olarak yatıyor o da belli
değil. Peki, toplam kaç çalışan vardı? 35.042. Kayıtlı işçi sayısını hesaplamıştık,
17.695. Geriye 17.347 kalıyor. Bu 17.347 kişi için ne diyeceğiz? Kayıt dışı
demek yeterli olur mu? Bunu kabul etmek mümkün mü arkadaşlar? En ağır işi,
tehlikeli bir ortamda, hem de uygun koşulları olmayan bir ortamda yapacaksınız
hem de sigortanız olmayacak, sigortanız yatmadığı için de sağlık hizmeti
alamayacaksınız. Emekli olmak, zaten öyle bir kavram bu arkadaşlarımız için
hayal bile değil. Ve iş güvenliğiyle çalışma şartları sorunlarını araştırmak
için kurulan komisyon, giyim ve ayakkabı harcamalarında yüzde 7,7’lik artış
olduğunu raporuna yazıyor ama çalışanların kaç tanesinin sigortası var, kaç
tanesinin yok, bizim matematik bilgimize bırakıyor. Bunu anlamak mümkün değil. Rakamları tekrar etmek istiyorum: 35.042 çalışan var, 17.695’i
kayıtlı, 7.078’i sendikalı. Şimdi sizlere bir rakam daha vereyim: Tersanelerde
işçilik ücretleri -sayfa 107- ortalama işçi geliri yıllık 21 bin YTL, yani
aylık 750 YTL. Bu hesapta kayıtlı kayıtsız ayrımı var mı? Bunun açıklanmasında
da yarar olduğunu düşünüyorum. Değerli milletvekilleri, rapora bir daha bakalım: “Kaza olayından
sonra, kaza olayının şanssızlık sonucu meydana geldiği, olaydan kaçmanın mümkün
olmadığı, olayın kazalının dikkatsizliği sonucu meydana geldiği gibi
değerlendirmeler, kazaların önlenmesi yönünde yapılacak çalışmalarda ve benzer
kazaların önlenebilmesi için alınması gereken önlemlerin belirlenmesinde yanlış
yönlendirmelere neden olmaktadır. Özetle, tespiti doğru yapmazsanız çözümü de
bulamazsınız.” diyor, ben bu tespite katılıyorum. O zaman siz de bu rapora açık
açık yazacaksınız kaç kişinin kayıt dışı çalıştığını
diyorum. Devam ediyorum, deniyor ki “İş güvenliği şansa bırakılamayacak
kadar önemli bir konudur. Gerçekleşen bir kaza olayını şansızlık olarak
değerlendirmek doğru değildir. Diğer taraftan, yapılan araştırmalar iş
kazalarının yüzde 97’sinin önlenebilir nitelikte olduğunu, kaçınılmaz
(önlenemez) kazaların ise yüzde 3 oranında olduğunu göstermektedir.” Peki, niye
önlenemedi o zaman bu kazalar, neden bu önlemler alınmadı? Denetimler yapıldı,
şu kadar eksik tespit edildi, şu kadar ceza kesildi deniliyor. Cezalar
caydırıcı mı değildi, denetimler mi yeterli değildi, niye bu önlemlerin
alınması sağlanamadı, devletin otoritesi yeterli mi olmadı diye ben bunları
soruyorum. Değerli milletvekilleri, üzücü olayların yaşanmasıyla birlikte
sendikalar çalışma koşullarının yeterli olmadığını, kayıt dışılığı hep gündeme
getirdiler ama nedense sendikalara kulak verilmesi yerine sendikalar suçlandı.
Şimdi rapora bakıyorsunuz: “Yukarıda belirtilen nedenlerden anlaşıldığı gibi
sendikalılaşmak çok önemli bir husustur. Bu yüzden iş yerlerinde özellikle alt
işveren düzeyinde de sendikalaşma faaliyetleri gerçekleştirilmeli,
sendikalaşmaya engel çıkaranlara yönelik yaptırımlar getirilmelidir.” Emeğin hakkını alabilmesi, emeğin onurunun korunabilmesi yolu
sendikadan geçer. Eğer siz sendikalılığı çalışma hakkının önemli bir unsuru
görmek yerine sendikaları tu kaka ilan edersiniz bu sorunları çözemezsiniz,
sadece tersanelerde değil hiçbir yerde çözemeyiz. Burada sendikalılaşmayla
ilgili yer verilen önerileri de anlamakta güçlük çektiğimi belirtmek istiyorum.
İki öneri var burada: Bir, “Tersanelerde iş sağlığı ve iş
güvenliğinin sağlanması açısından önemli olan sendikal örgütlenmenin önündeki
engeller kaldırılarak sendikalaşma yaygın hâle getirilmelidir.” deniyor.
Diğeri, “Sendikalar Kanun Tasarısı bir an önce kanunlaştırılmalıdır.” Şimdi bu tasarının içinde de ne olduğunu bilmiyoruz ama ilk
önerinin içeriğini de doğrusu anlamadım. Deniyor ki: “Tersanelerde iş sağlığı
ve iş güvenliğinin sağlanması açısından da önemli olan sendikal örgütlenme...”
Sendikal örgütlenmeye böyle bakarsanız arkadaşlar, yine varacağınız yer
çözümsüzlük olur. Sendikal örgütlülük, emeğin hakkının bütün yönleriyle
korunmasıdır. Eğer sendikal örgütlenmeye olanak verilirse orada ne kayıt
dışılık kalır ne sigorta priminin az yatması söz konusu olur. Ayrıca,
çalışanlar el birliği ile iş güvenliği içinde gerekli önlemlerin alınmasını
temin ederler. Değerli milletvekilleri, rapora baktığınızda temel sorumlu olarak
alt işverenlik, yani taşeronluk uygulaması gösteriliyor: Kayıt dışılık onlarda,
sendikasızlık onlarda, eğitimsiz iş gücünü onlar getiriyor, gerekli önlemlerin
alınması için çaba göstermeyen onlar. İyi de taşeronlar niye var? Maliyetleri
düşürmek için, ucuz iş gücü için var. Bu noktada kamunun, kamu kurumlarının
taşerona bakışı farklı mı arkadaşlar? Devlet de maliyetleri azaltmak için, ucuz
iş gücü için taşeronlaşmayı özendirmiyor mu? Siz kamu hizmetlerini taşeronlara
verirken, ihale yaparken emekten yana bir madde koyuyor musunuz
sözleşmelerinize? Bunun denetimini yapıyor musunuz? Güvenlik hizmetlerinde,
temizlik hizmetlerinde emekçilerin haklarının korunması için bir denetim
yapıyor musunuz? Eğitimimiz ne hâle geldi, şöyle bir bakalım: Çeşit çeşit öğretmenimiz oldu. Kadrolusu var, sözleşmelisi var,
sözleşmelisinin 4/B’lisi var, 4/C’lisi
var, ücret karşılığı derse gireni, vekili, usta öğreticisi var. Bunlar saymakla
bitmiyor. Aynı işi yapıyorlar ama her birinin ekonomik ve sosyal hakları birbirinden
çok farklı. Bunu kabul etmek mümkün mü? Ee bunun ne
farkı var? Daimî işçi, daimî işçinin sendikalısı, sendikasızı; taşeron işçisi,
taşeron işçinin sigortalısı, sigortasızı… Bu şekilde liste uzayıp gidiyor.
Devlet maliyetler düşsün, iş gücü ucuzlasın diye taşeron uygulamasını
yaygınlaştırırken “Siz bunu niye yapıyorsunuz?” diye sormanın anlamı yoktur.
Yapılması gereken, kurallar çerçevesinde kayıtlı istihdamın bütün her yerde
geçerli kılınmasıdır. Değerli milletvekilleri, raporu, emekçilerin, çalışanların
çığlığının duyulması anlamında önemli görüyorum. Tespitler yapılmış, bu
tespitlere yanlış demek güç. Bundan sonra önemli olan, raporun gereğinin tüm
taraflar tarafınca yerine getirilmesidir. “Rapor hazırlandı, biz gereğini
yaptık.” deyip kenara çekilmek doğru bir tutum olmayacaktır. Türkiye Büyük
Millet Meclisine düşen, Hükûmete düşen, gemi inşa
sanayicilerimize düşen görevler vardır, herkes görevini bu anlamda yerine
getirmelidir. Meclis de bu raporda yazılan önlemlerin alınıp alınmadığı
konusunda ilgili bakanlıkları izlemeli, denetimini, takibini sürdürmelidir.
Dilerim gerekli önlemler alınır, çalışanlarımız emeklerinin karşılığını
aldıkları, iş güvenliğinin sağlandığı bir ortamda gemi inşa sektörümüzün
gelişimine katkılarını sürdürürler, gemi inşa sanayicilerimiz hem yaptıkları
yatırımların karşılığını alır hem de ülkemize katma değer yaratmaya devam
ederler, tersanelerimiz hak ettiği şekilde başarı hikâyeleriyle gündeme
gelirler. Değerli milletvekilleri, konuşmamın sonuna gelirken bir konunun
daha altını çizmek istiyorum. Önümüzde ciddi bir kriz var. Küresel kriz dalga dalga yayılıyor. Bizim Hükûmetimiz
“Hamdolsun bize bir şey olmadı.” diyor ama bu kriz böyle sözlerle
atlatılabilecek bir kriz değil. Gemi inşa sektörümüzün bu seviyeye gelmesinde
talep patlamasının etkili olduğunu hep söyledik. Bu krizin talebi düşüreceği de
açıkça ortada. Bu nedenle, bu krizden gemi inşa sektörümüzün en az etkilenmesi
için alınması gereken önlemlerin olduğunu da düşünüyorum. Komisyon raporu ile
ilgili çalışmalar yapılırken Hükûmetin, sektör
temsilcileriyle bir araya gelip krizin olası etkileri ve alınması gereken
önlemlerle ilgili toplantılar yapmasında hem çalışanlar adına hem sektör adına
fayda görüyorum. Değerli milletvekilleri, ben fırsat buldukça… (Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı) BAŞKAN – Sayın Çöllü, buyurun efendim, konuşmanızı tamamlayınız. HÜSNÜ ÇÖLLÜ (Devamla) - …denizlerimizi ve denizciliğimizi gündeme
getirmeye çalışıyorum çünkü denizlerimiz çok önemli ve Türkiye'nin cankurtaranı
olabilecek bir potansiyeli barındırıyor. Denizlerimiz hem besin kaynağıdır hem
geçim hem de yaşam kaynağıdır. Türkiye daha fazla denize yüzünü dönmelidir.
Doğru tespitlerle doğru çözümler üretelim, hep el birliğiyle denizlerimizin,
denizcilik sektörümüzün, gemi inşa sektörümüzün ülkemize daha fazla refah
getirmesini sağlayalım. Bu vesileyle, Araştırma Komisyonu Raporu’nun sorunların çözümüne,
denizciliğimizin gelişmesine, denizci ülke hedefine ulaşmasına katkı
sağlamasını diliyor, sizleri saygıyla selamlıyorum. (CHP ve MHP sıralarından
alkışlar) BAŞKAN – Teşekkür ediyorum Sayın Çöllü. Milliyetçi Hareket Partisi Grubu adına Kars Milletvekili Gürcan Dağdaş. Sayın Dağdaş, buyurun efendim. (MHP
sıralarından alkışlar) MHP GRUBU ADINA GÜRCAN DAĞDAŞ (Kars) – Sayın Başkan, değerli
milletvekilleri; gemi inşa sanayisindeki iş güvenliği ve çalışma şartları
sorunlarının araştırılarak alınması gereken önlemlerin belirlenmesi amacıyla
kurulan Meclis Araştırma Komisyonu Raporu ile denizciliğimizin hâl ve gidişatı
üzerine Milliyetçi Hareket Partisi Grubunun görüşlerini ifade etmek üzere söz
aldım. Yüce heyetinizi saygıyla selamlıyorum. Bu vesile ile, terör belasından
kurtulmamız için mücadele eden güvenlik güçlerimizin şanlı mücadelesini
alkışlayarak şehitlerimizin aziz hatıraları önünde saygıyla eğiliyorum. Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; dikkatinize sunulan Meclis
Araştırma Komisyonu Raporu, azami dikkat ve emeğin ürünü olarak huzurunuza
getirilmiştir. Genel hatları itibarıyla tespit ve önerileri içinde barındıran
bu raporun idare ve sektör tarafından ne anlam ifade edeceği, yaptırımının ne
olacağı sorusunun cevabı, uygulamaların önümüze koyacağı verilerle ortaya
çıkacaktır. Gerçi, komisyon üyelerinin Tuzla’da çalışmalarını sürdürdüğü
dönemde bile elim kazaların ve ihmallerin sürmesi bizi ümitsiz kılsa da bu
çalışmanın yararlı olduğuna inanıyoruz. Rapor içerik olarak kısmen de olsa kamunun denetleyici kimliğinin
aczini, otorite karmaşasını, sektörün vahşi kapitalizm histerisine tutulduğunu,
iş gücümüzün vasıfsız ve donanımsızlığını, tersane bölgesinin fiziki
problemlerini, iş güvenliğinin yokluğunu, işçi haklarının gaspını,
sendikasızlığı ve yapılması gerekenleri ihtiva etmektedir. Değerli milletvekilleri, komisyon raporuna ilişkin sözlerimi
burada noktalayacağım. Türk denizciliğine ve bu konuda söz sahibi otoriteye
dair parti grubumuzun tespit ve düşüncelerini dikkatinize getirmek istiyorum. Türkiye konumu itibarıyla Akdeniz-Karadeniz çanağında; doğu-batı,
kuzey-güney eksenlerinin kavşak noktasında bulunmasına rağmen bu avantajını
bugüne kadar yeterince kullanamamıştır. Güneydeki limanlarıyla Doğu Akdeniz, Orta Doğu ve Arap
ülkeleri; Karadeniz’deki limanları aracılığıyla Karadeniz, Hazar havzası ve
Orta Asya ülkeleri; Ege ve Marmara Denizi’ndeki limanlarıyla da Avrupa ve Asya
ülkeleri arasında çok önemli bir geçiş noktası olan ülkemiz son beş altı yılda
başta Avrupa Birliğinin projeleri olmak üzere uluslararası projelerde hiçbir
varlık gösterememiştir. Yıllardan beri proje olmaktan ileri gidemeyen batıda Çandarlı, kuzeyde Filyos, güneyde
ise Mersin Konteyner Limanı ikinci fazının inşasının
fizibiliteleri haricinde herhangi bir girişimde bulunulmamıştır. Liman özelleştirme modellerinin tartışmaya açık olması yanında
Mersin, Tekirdağ, Kuşadası ve Marmaris haricinde ciddi herhangi bir gelişme
yaşanmadığı gibi, İskenderun, İzmir, Derince, Bandırma ve Samsun Limanlarının
ne zaman devredileceği de hâlihazırda belli değildir. Ege Bölgemiz tarımsal ürünlerinin ihracat limanı olan İzmir
Limanı’nın yaşadığı sıkıntılar, gemilerin çok uzun süre beklemelerinden dolayı
Körfez’de oluşan yığılmalar nedeniyle bazı gemilerin uğrak limanlarından İzmir
Limanı’nı çıkardığı, bölgedeki en büyük rakibimiz olan Yunanistan’ın Pire
Limanı’na gemi yönlendirmesi yaptığı bilinmektedir. Bu durum ayrıca ihraç ürünlerini
zamanında ulaştıramayan ihracatçımızı da zor durumda bırakmaktadır. Başta İzmir
Limanı olmak üzere tüm TCDD limanlarında yaşanan bu durum, özelleştirmeden
dolayı yeni yatırımların yapılmaması, başta vinçler olmak üzere elleçleme ekipmanlarına yeterince
bakım, tutum, onarımın yapılmaması bu limanların potansiyellerinin altında
çalışmasına neden olmaktadır. Değerli milletvekilleri, Ulaştırma Bakanlığınca 2005 yılında
İstanbul Teknik Üniversitesine hazırlatılan Ulaştırma Ana Planı ve 2006 yılında
DPT tarafından hazırlanan Dokuzuncu Beş Yıllık Kalkınma Planı gibi planlarda
belirtilen kısa, orta ve uzun vadelerdeki denizcilik hedeflerimize ne kadar
ulaşılabildiğinin irdelenmesi gerekmektedir. Rakamsal bazı bilgiler vermek
gerekirse: Dış ticaret taşımalarında 1999 yılında yüzde 88,9 olan deniz yolu
taşımacılığı 2006-2007 yıllarında yüzde 87,4’e düşmüştür. Yapılan tüm
çalışmalara rağmen ülkemiz deniz taşımacılığında Türk bayraklı gemilerin almış
olduğu pay 1999 yılında yüzde 32,5 iken 2007 yılı sonunda yüzde 16,7’ye kadar
gerilemiştir. Kısaca, Türk donatanın sahip olduğu yabancı bayraklı gemiler
filomuza kazandırılamamış, mali açıdan çok önemli bir gelir kaybına sebep
olunmuştur. Bu konuda denizcilik sektöründe etkin olan büyük firmaların yabancı
bayrak modeli küçük gemi sahiplerine kötü örnek olmuştur. Bayraktan kaçan
gemilerin Türk filosuna kazandırılması için ciddi bir çalışma yapılmamıştır. Değerli milletvekilleri, Denizcilik Müsteşarlığının hâlâ bir
kuruluş kanunu yoktur. Konuyla ilgili olarak Ulaştırma Bakanı Sayın Binali Yıldırım’ın, beş yılı aşkın bir süre önce 10 Haziran 2003
tarihinde Meclisin 91’inci Birleşiminde yapmış olduğu konuşmasından Meclis
tutanaklarına geçmiş şu ifadelerini dikkatinize getirmek istiyorum: Sayın
Bakan, Denizcilik Müsteşarlığının Kuruluş ve Görevleri Hakkında 491 sayılı
Kanun Hükmünde Kararname ile ilgili olarak, “Teşkilat, 491 sayılı Kanun
Hükmündeki Kararname’yle 1993 yılında Başbakanlık Denizcilik Müsteşarlığı
olarak çalışmalarına başlamıştır; ancak, kanun hükmünde kararnameyle kurulan
Müsteşarlık, aradan yıllar geçmesine rağmen kanunla kuruluşu gerçekleşmemiştir.
Anayasa Mahkemesi tarafından 16/9/1993 tarihinde 491
sayılı Kanun Hükmünde Kararname’nin dayandığı 3911 sayılı Yetki Yasası iptal
edilmiş ve yeni mevzuat hazırlanması için bir yıl süre verilmiştir. Bu mevzuatla ilgili kuruluş yasa tasarısı
çalışmaları Müsteşarlığımızca tamamlanmış olup hazırlanan tasarı Bakanlar
Kuruluna sevk edilmiştir.” şeklinde ifade kullanmıştır. Sayın Bakanın bu sözlerinin üzerinden beş yıla aşkın bir süre geçmiş olmasına
rağmen hâlihazırda çıkarılmış bir yasa söz konusu değildir. Artan gemi sayısına
bağlı olarak nitelikli gemi adamı bir türlü yetiştirilememekte, taraflı
tutumlardan dolayı mezun olan öğrenciler neredeyse birbirine düşman noktasına
getirilmektedir. 1 Ağustos 2003 tarihinde yürürlüğe giren liman hizmet
tarifelerinin yaklaşık beş yıl boyunca aynı kalmasının ardından yeni hizmet
tarifelerinin 22 Mayıs 2008 tarihinde yürürlüğe gireceği ilan edilmiş, daha
sonra bu tarih 1 Eylül 2008’e ertelenmiş, ardından da Ağustos 2008 sonunda
süresiz iptal edilmiştir. Herhangi bir gerekçe gösterilmeden alınan iptal
kararı, Müsteşarlığın tek taraflı olarak kimlere hizmet verdiğinin en önemli
göstergesidir. Seyir güvenliği, seyir emniyeti gibi konulardan sürekli
bahsedip daha önceden Haydarpaşa Limanı’na yanaşıp kalkan Ro-Ro gemilerine kılavuz kaptan mecburiyeti varken, bunu bu
limana sefer yapan ve kısa bir süre önce Bandırma’da yaşanan deniz kazası
sonucunda batan Hayat-N Gemisi’nin sahibi olan İstanbul Lines
için ihtiyariye çevirmek idarenin içinde bulunduğu durumun bir göstergesidir. İlgili firmanın gemileri, istediği zaman kılavuz kaptan almakta,
istediği zaman kendiliğinden yanaşıp kalkmaktadır. Yeni açılan tersane
bölgelerindeki arazi tahsisleri ve takdir yetkisi üzerindeki şüphe ve
endişelerin yoğun seslendirildiği de bir başka vakadır. Değerli milletvekilleri, Tuzla’da yaşanan sıkıntıları ortadan
kaldırması ve Türk denizciliğinin kaptanı olması gereken Denizcilik
Müsteşarlığında yaşanan kadrolaşma ve personel hareketliliği, ifade etmeye
çalıştığım zayıflıklarımızın ve eksikliklerimizin önemli nedenlerindendir.
Müsteşarlıkta yapılan en son personel tasarrufundan başlamak üzere AKP
İktidarının altı yıllık bilançosunu dikkatinize getirmek istiyorum. Denizcilik Müsteşarlığında 10 Eylül 2008 tarihli bakan oluruyla
dört ayrı çalışma komisyonu kurulmuştur. Bu komisyonlarda çalışma yapmak üzere
12 müsteşarlık müşaviri ile çeşitli birimlerde aktif olarak görev yapan 49
personel olmak üzere toplam 56 kişi görevlendirilmiştir. Üç ay süreyle
görevlendirilen personel, Müsteşarlığın ek binasında en fazla 4-5 kişinin
çalışabileceği odalarda 10-15 kişi olarak tecrit edilmiştir. Bu kararın
amacının, çalışma ortamı oluşturmak ve çalışmalardan fayda sağlamak olmadığı,
aksine personeli mağdur etmek, ötekileştirmek ve olup biteni saklamaya yönelik
olduğu apaçık ortadadır. Komisyonlar çalışma konuları itibarıyla tam bir mizah hâlidir:
Ülkemizin limanlarının özelleştirme stratejisini belirlemek, döner sermaye işletme
gelirlerinin artırılması stratejisini belirlemek, yüz konuda Müsteşarlığın
görüşlerini içeren stratejiyi belirlemek, gemi adamlarının istihdamının ve
yetiştirilmelerinin artırılmasının stratejisini belirlemek. Bu komisyonlarda çalışanların 44’ü hâlihazırda aktif görevde olan
ve bir kısmı da mahkeme kararıyla asli görevine iade edilmiş personelden
oluşuyor. Bu komisyonların içinde Müsteşarlık yönetiminin altı yıldır sürekli
taşra görevlendirmeleriyle mağdur ettiği 12 müşavir bulunmakta. Bu kişiler önceki
dönemlerde müsteşar yardımcısı, genel müdür, genel müdür yardımcısı, bölge
müdürü, daire başkanı görevini ifa etmişlerdir. Ayrıca bu komisyonlarda altı
yıllık AKP İktidarında aktif olarak görev yapan, çalışmalarından fayda
sağlandığı için sicil notu yüksek olan ancak mağdur edilerek sözde
komisyonlarda görevlendirilen personeller de vardır. Komisyonları -sözde konularından görüleceği üzere- geleceğe dair
programı ve vizyonu olmayan bir yönetimin alelacele
oluşturduğu anlaşılmaktadır. İşin trajikomik ve ilginç bir başka yanı, oluşturulan
komisyonların çalışma konularından biri, ülkemizin limanlarının özelleştirilme
stratejisini belirlemek. Neredeyse özelleştirilecek limanı kalmayan ülkemizde
denizcilik otoritesi olduğunu iddia eden Müsteşarlığın limanların
özelleştirilmesine dair strateji oluşturma çalışmalarını 15 Eylül 2008 tarihi
itibarıyla başlatmış olması anlaşılacak gibi değildir. Özelleştirme İdaresinin limanları özelleştirme konusunda
Müsteşarlıktan neden görüş almaya tenezzül etmemesine şaşmamak lazım. Bir
dönem, Özelleştirme İdaresine “Limanların özelleştirilmesi konusunda neden
görüşümüzü almıyorsunuz?” yönünde trajikomik yazışmalarda bulunan Müsteşarlık,
bu konuda verecek görüşü olmadığını ancak fark etmiş ki, nihayetinde konuya
ilişkin bir komisyon oluşturarak, özelleşecek limanı kalmayan ülkemizin
limanlarını özelleştirmek amacıyla strateji belirlemeye çalışmaktadır. Bu usulsüz görevlendirmeler Müsteşarlıkta ilk değil. Müsteşarlığın
liman başkanlıklarıyla ilgili tasarrufları da anlaşılır gibi değil. Liman
başkanlığı kadroları, Müsteşarlık merkez kadrosunu cezalandırma, mağdur etme
amacıyla umarsızca kullanılıyor. Müşavirler, görevden alınan daire başkanları liman başkanlığına
getiriliyor. Amaç, personelin aile birliğini hiçe sayarak yıldırmak, mağdur
etmektir. Değerli milletvekilleri, AKP’nin altı yılı aşan iktidarı süresince
Denizcilik Müsteşarlığında çalışan personelin tasfiyesine yönelik
uygulamalarından birkaç örnek vermek istiyorum: Müsteşar Yardımcısı Sancay Varlı
görevden alınarak müşavir yapıldı. Müsteşar Yardımcısı Alpaslan Kaya görevinden alınarak müşavir
yapıldı. Müsteşar Yardımcısı Nuri Aydoğan
görevinden alınarak müşavir yapıldı. Müsteşar Yardımcısı Ahmet Ağar emekli olmak zorunda bırakıldı. Genel Müdür Eyüp Çelik görevden alınarak müşavir yapıldı. Genel Müdür Taner Çiftçi Trabzon Liman Başkanı yapıldı. Genel Müdür Ümit Can görevinden alınarak müşavir yapıldı. Genel Müdür Yardımcısı Ahmet Göllü görevinden alınarak müşavir
yapıldı. Personel Daire Başkanı Sadık Köse görevinden alınarak müşavir
yapıldı. İdari ve Mali İşler Daire Başkanı Necdet İlhan önce Mersin Bölge
Müdür Yardımcısı, daha sonra programcı yapıldı. Genel Müdür Sami Kabaş görevinden
alınarak müşavir yapıldı. Genel Müdür Yardımcısı Arif Aydın Tatvan’a Liman Başkanı yapıldı. Genel Müdür Yardımcısı Bekir Aslan Karataş Liman Başkanı yapıldı. Müsteşarlık Müşaviri Talip İmren başarılı çalışmalarından dolayı
Bilgi Edinme Birimi Sorumlusu yapıldı. Daha sonra Bilgi Edinme Biriminden
alınarak Müsteşarlık ek binasına gönderildi. Üç ay önce Kemer Liman Başkanı
olarak atandı. Diğer tüm atamalarda olduğu gibi mağdur edilen Talip İmren’in
Kemer Liman Başkanlığı ataması mahkeme kararıyla iptal edildi. Kararın
uygulanması bekleniyor. Genel Müdür Yardımcısı Bülent Ok görevden alınarak uzman yapıldı. Trabzon Bölge Müdürü Atilla Başçuhadar
önce şube müdürü, daha sonra Tatvan Liman Başkanı yapıldı. Hukuk Müşaviri Mehmet Satılmış Karataş Liman Başkanı yapıldı. Daire Başkanı Hasan Ali Arıkan önce şef,
daha sonra mühendis yapıldı. Daire Başkanı Ayten Ağaç görevden
alınarak uzman yapıldı. Daire Başkanı Saniye Onur görevden alınarak Göcek
Liman Başkanı yapıldı. Gemi İnşa Tersaneler Genel Müdür Yardımcısı olarak atanan Abdurrahman Kaya Deniz Ticaret Genel Müdürlüğünde
görevlendirildi. Gemi İnşa Tersaneler Genel Müdür Yardımcısı olarak atanan Turgay
Kaya Deniz Ulaştırması Genel Müdürlüğünde görevlendirildi. Daire Başkanı Tülay Şahin’in yerine yaklaşık beş buçuk yıllık
hizmeti bulunan GSK Uzmanı Kadir Erkan görevlendirildi. Müsteşarlık tam bir keşmekeş içindedir. Müşavirler, daire
başkanları, liman başkanları, şube müdürleri ve hatta memurlar bile görevden
alınmakta ya da mütemadiyen görev yerleri değiştirilmektedir. Çok önemli
görevlere, asil olanların yerine, hizmet süreleri tutmayan kişiler vekâletle ya
da koordinatör adı altında görevlendirilmektedir. Velhasıl, Müsteşarlığın hafızası tamamen silinmeye çalışılmakta,
Müsteşarlık görev yapamaz hâle getirilmektedir. Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; ifade etmeye çalıştığım
denizciliğimizin pürmelalinin hüznü içerisinde, Meclis
Araştırma Komisyonu Raporu’nun katkı sağlayacağına inancımızı koruyor ve
heyetinizi saygıyla selamlıyorum. (MHP sıralarından alkışlar) BAŞKAN – Teşekkür ederim. AK PARTİ Grubu adına Antalya Milletvekili Abdurrahman
Arıcı. Sayın Arıcı, buyurun efendim. (AK PARTİ sıralarından alkışlar) AK PARTİ GRUBU ADINA ABDURRAHMAN ARICI (Antalya) – Sayın Başkan,
değerli milletvekilleri; gemi inşa sanayisindeki iş sağlığı ve iş güvenliği
sorunlarını araştırmak üzere kurulan Araştırma Komisyonu Raporu hakkında AK
PARTİ Grubu adına söz almış bulunuyor, sizleri saygıyla selamlıyorum. Meclis Araştırma Komisyonu Raporu hakkında konuşmama başlamadan
önce emeği geçen tüm komisyon üyelerimize ve diğer görevlilere teşekkür
ediyorum. Başta Tuzla Tersaneler Bölgesi olmak üzere, gemi inşa
sanayimizdeki iş sağlığı ve güvenliği sorunlarını araştırmak üzere kurulan
Meclis Araştırma Komisyonu, 30/04/2008 tarihinde
çalışmalarına başlamış, üç aylık süresi içerisinde on dört toplantı yapmış,
konu hakkında bilgi edinmek üzere ilgili kamu kurumlarından yetkililer, işçi ve
işveren temsilcileri ile sivil toplum kuruluşlarından temsilciler ve
akademisyenler davet ederek görüşlerini almış, rapor yazım aşamasında
yararlanılmak üzere ilgili kamu kurumları, sivil toplum kuruluşları ile
üniversitelerin ilgili bölümlerinden bilgi ve belgeler temin etmiştir.
Komisyonumuz 31 Temmuz 2008 tarihinde çalışmalarını tamamlayarak, raporunu
Meclis Başkanımıza sunmuştur. Sayın milletvekilleri, gemi inşa sanayimizin dünya ile rekabetini
artırırken iş sağlığı ve güvenliğinin azami ölçüde sağlanması gerekmektedir.
Sağlıklı çalışma ortamı ve çevresi, iş barışının, hızlı ve sağlıklı kalkınmanın
da ön şartıdır. Avrupa Birliği ile bütünleşme sürecindeki ülkemiz açısından da
iş sağlığı ve güvenliği problemleri çözümler üretilmesi gereken bir alandır. Komisyonumuzca tersanelerde yapılan inceleme ve araştırmalar
sonucunda, ideal iş sağlığı ve güvenliği koşullarına uygun olmayıp kaza riskini
yükselten başlıca konuların, yapısal sorunlar, alan yetersizliği ve uygun
olmayan çalışma koşulları, alt işveren uygulamaları, yoğun çalışmadan
kaynaklanan yorgunluk, yetersiz alan nedeniyle hatalı makine ve ekipman yerleşimi, iş makinelerinde eksik veya kusurlu
koruyucular, yetersiz standardizasyon, kontrol, bakım ve mühendislik
hizmetleri, yetersiz ve uygun olmayan çalışma metot ve yöntemi, yetersiz
yönetim organizasyonu, yetersiz güvenlik yönetim planı, eğitim ve öğretim
yetersizliği, uygun olmayan nezaret, yönetim ve rehberlik, uygun olmayan
personel istihdamı olduğu tespit edilmiştir. Tuzla tersanelerinde son yıllarda ölümlü iş kazalarının artması
nedeniyle iş sağlığı ve güvenliği yönünde yapılan çalışmaların da hız kazandığı
bilinmektedir. Ancak bu çalışmaların sistematik ve bilimsel olarak
yapılamadığı, iş sağlığı ve güvenliğiyle ilgili çalışmaların sürekliliğinin
sağlanamadığı, çalışmaların sektör bazında kesintilerle devam ettiği
anlaşılmaktadır. Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; iş sağlığı ve güvenliği
önlemlerinin en temel amacı çalışanların korunmasıdır. Çalışanları iş yerinin
olumsuz etkilerinden korumak, rahat ve güvenli bir ortamda çalışmalarını
sağlamak, başka bir ifadeyle, çalışanları iş kazaları ve meslek hastalıklarına
karşı koruyarak ruh ve beden bütünlüklerinin sağlanması iş güvenliğinin en başta
gelen amacıdır. İş sağlığı ve güvenliği önlemleri çalışanları korumakla
birlikte üretim güvenliğini sağlamakta olup, dolayısıyla verimin artması
sonucunu doğuracağından ekonomik açıdan da önemlidir. Tuzla tersaneler bölgesinde iş sağlığı ve güvenliği tedbirlerinin
yetersiz kalmasında önemli bir etken alan darlığıdır. Toplam 1.283.608
metrekarelik bir alana sahip Tuzla tersaneler bölgesinde orta ve küçük tonajlı
gemi yapımı ve onarımı işleri yapma kapasitesine sahip çok sayıda tersane
sıkışık bir alanda ve birbirine çok yakın kurulmuştur. 2002 yılından sonra
yaşanan hızlı talep artışı karşısında bölgede yer alan tersanelerin, yeterli
fiziki alanları olmamasına rağmen bu talepleri karşılama yolunda
kapasitelerinin üzerinde sipariş almaları neticesinde bu dar alanlarda yaşanan
iş yoğunluğu, iş sağlığı ve güvenliğin sağlanmasını zorlaştırmakta olup riskli
ve tehlikeli çalışma ortamlarının oluşmasına neden olduğu görülmektedir.
Çalışma alanı ve geçiş yollarının yetersiz olması nedeniyle, malzeme düşmesi ve
çarpması, sıkışma şeklinde meydana gelen kazalarda çok sayıda ölümler meydana
gelmektedir. Dünyada Tuzla tersaneler bölgesindeki kırk dört tersanenin toplam
çalışma alanından daha büyük tersaneler olduğu da göz önünde bulundurulursa,
alan darlığı sorununun çözümüne yönelik olarak Tuzla’daki tersanelerin
birleşmesi teşvik edilmeli, mevcut tersanelerin başka bölgelere taşınması
özendirilmelidir. Ayrıca, bölge tersanelerinin alabilecekleri yeni gemi
siparişlerinin limiti belirlenmeli, tersaneler için ölçülebilir kriterlere dayalı kapasite belirleme çalışmaları
yapılmalıdır. Sayın milletvekilleri, gemi inşa sanayimizdeki diğer bir sorun ise
alt işveren uygulamalarıdır. Tersanelerde yapılan işlerin yüzde 80 oranında alt
işveren marifetiyle yürütüldüğü bilinmektedir. Çok sayıda alt işveren olması,
iş yerlerinde iş sağlığı ve güvenliği yönünden gerekli organizasyonun
yapılmasını ve gerekli önlemlerin alınmasını zorlaştırmaktadır, alınan
önlemlerin sürekliliğinin ve kalıcılığının sağlanmasını da imkânsız kılmaktadır.
Aynı alan içerisinde birbiriyle etkileşimi olan işlerin farklı
ellerden yürütülmesi esnasında bu etkileşimden kaynaklanacak tehlikeli durumlar
saptanamamakta, yetersiz organizasyon nedeniyle bir bütün olarak ele alınması
gereken güvenlik sorunları birlikte değerlendirilememektedir. Asıl işverenler tarafından yapılan işlerde organizasyonun daha iyi
yapılabildiği, iş sağlığı ve güvenliği önlemlerinin daha etkin olarak
alınabildiği ve sürekliliğinin sağlanabildiği, ancak çok sayıda alt
işverenlerin yer aldığı işletmelerde bu durumun sağlanamadığı görülmektedir.
Tersanelerde meydana gelen kazalarda hayatını kaybeden işçilerden çok büyük bir
kısmının alt işveren işçisi olması da bu durumu açıkça göstermektedir. Alt işveren uygulaması, uluslararası piyasa koşullarına uygun
olarak faaliyet göstermek zorunda olan tersane işletmelerinin maliyetlerini
azaltması, rekabet gücünü artırmasında önemli bir yer tutmakta, dünya gemi inşa
sanayisinde alt işverenler yoğun olarak kullanılmaktadır. Ancak
tersanelerin alınan gemi siparişlerini zamanında teslim edebilmesini temin
etmek amacıyla, üretimin hızlandırılması için, aynı tersane aynı işi yapan
birden çok taşeronla çalışmasına rağmen, ana işveren olarak tersane alanları
üzerinde aynı anda faaliyet gösteren çok sayıdaki alt yüklenici firma arasında
gerekli koordinasyonu sağlayacak bir yapılanma içinde olmadığı ve çalışma
sahasında iş planlanmasına yönelik ciddi eksikler bulunmasının yaşanan iş
kazalarında önemli bir etken olduğu saptanmıştır. Alt işveren uygulamasının olumsuz etkilerinin ortadan kalkması
için tersanelerde yapılan ana işler tek tek
belirlenmeli ve bu işler de her ne ad altında olursa olsun alt işverene
verilmemelidir. Tersanelerde görev alacak alt işverenler objektif kriterlere göre belirlenmelidir. Sektörde alt yüklenici firmaların çalışma standartlarının ve
alanlarının belirlenmesine ilişkin yapılacak yasal düzenlemelerle, standardı
yüksek, sertifikalı ve vasıflı taşeron çalıştırılması sağlanmalıdır. Alt işveren uygulamasındaki diğer bir sorun da kısa süreli çalışma
yapan taşeronların bildirimde veya gerçek ücret üzerinden bildirimde
bulunmamaları ile sigortalılık primlerinin gün sayısı olarak eksik olarak
yatırılması sebebiyle kayıt dışı işçi çalıştırılmasıdır. Bu şekilde, ana
işveren-alt işveren arasındaki bir ilişkinin, iş organizasyonu sağlanması,
sağlık ve güvenlik önlemlerinin alınması, sürekliliğin sağlanması, kayıt
dışılığın önlenmesi açısından zorluklar oluşturacağı, iş yerinde gözetim,
denetim ve iş disiplini sağlanmasını da güçleştireceği aşikârdır. Kayıt dışılıkla mücadele konusunda tersane idarelerinin iş
müfettişlerine yardımcı olması, alt işverenlerin sigortasız işçi çalıştırmaması
için önlem alınması gerekmektedir. Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; Tuzla’da yaşanan acı
olayların en önemli nedenleri ise yeterli güvenlik tedbirlerinin alınmamış
olması ve işçilerimizin mesleki eğitim eksikliğidir. 2002 yılına kadar tersanelerimizin çok düşük kapasiteyle çalışması
ve istihdam edilen sınırlı sayıdaki işçinin deneyimli olması nedeniyle bölgede
az sayıda iş kazası yaşanmış, işletme sahipleri dünyadaki modern tersanelerin
uyguladığı iş sağlığı ve güvenliği tedbirlerini bu süreçte yeteri kadar
almamıştır. 2002 yılı itibariyle dünya deniz ticareti hacmindeki artışlar,
uluslararası kaide ve kurallarda meydana gelen gelişmeler ışığında birçok
geminin hurdaya ayrılmasıyla doğan yeni gemi inşa talebi ve teknolojik
gelişmeler dünya gemi inşa sanayisinde büyük bir canlılığa yol açmıştır. 2002
yılında 37 adet olan tersane sayısı, 2008 Mart ayı itibariyle 84 adede
çıkmıştır. 1998-2002 yılları arasında tersanelerimiz 142 adet gemi teslim
etmişken, 2003-2007 arasında 409 adet gemi teslim ederek, sektörün teslim
ettiği gemiler adet bazında 2,5 kattan fazla gelişme göstermiştir. Hızla gelen yeni gemi siparişleriyle katlanarak artan istihdam
rakamları ne yazık ki, iş güvenliği ve eğitim konularında sektörü hazırlıksız
yakalamıştır. Tecrübeli işçilerin mevcut iş hacmi karşısında yetersiz kalması
üzerine yeni işe başlayan tersane işçilerinin büyük kısmının tam olarak işe
uygun olmadığı, bilgi, nitelik ve eğitim açısından, yani iş yeteneği açısından
yetersiz vasıfları olduğu bilinmektedir. Gemi yapımı ve onarımı işlerinde talep
artışı nedeniyle ortaya çıkan insan kaynağı açığı vasıfsız elemanlarla
doldurulmuştur. Tersanelerin elinde kalan vasıflı personelin kurduğu ya da
kurdurulan taşeron şirketler üzerinden insan kaynağı açığı her ne kadar
kapatılmışsa da verimli olmayan ve tehlikeli bir çalışma ortamı da
yaratılmıştır. Madencilikten sonra en tehlikeli iş kolu olan gemi inşa
sanayisinde deneyimsiz ve mesleki eğitimsiz işçilerin çalışması tersanelerdeki
eksik güvenlik tedbirleri ve uygulanan riskli yönetim yöntemleriyle birleşince
iş kazası riski çok yüksek düzeye ulaşmıştır. Tersanelerimizde yaşanan kazaların son bulması için, iş sağlığı ve
güvenliğiyle ilgili tedbirleri yerine getirmeyen tersanelerin faaliyetlerine
devam etmelerine izin verilmemeli ve önlemler alınıncaya kadar faaliyetlerinden
men edilmelidir. Tersanelerde gemi bloklarını teçhiz ettikten sonra kızak üzerinde
birleştirerek verimlilik ve inşa kabiliyetini artırıp iş güvenliği risklerini
azaltacak ileri dizayn teknolojisinin uygulanması
sağlanmalıdır. Gemi üretiminde özellikle kesme, kaynak ve boyama işlerinde
otomasyona geçilmelidir. Yönetim kadrosu dâhil olmak üzere tersanelerde çalışanların tümü
iş sağlığı ve güvenliği eğitimi almalıdırlar. Mesleki eğitim almayan işçilerin
tersanelerde çalıştırılmalarını önleyici tedbirler alınmalıdır. Klas kuruluşları
tarafından kaynakçılara getirilen sertifikalandırılma zorunluluğu gemi
inşasıyla ilgili diğer işler (boya, eğme, bükme vesaire) için de
getirilmelidir. Teknik meslek liselerinde gemi inşa bölümleri artırılmalı,
ülkemizdeki teknik liselerde, meslek yüksekokullarında ve mühendislik
fakültelerinde iş sağlığı ve güvenliği dersi müfredatta zorunlu tutulmalıdır. Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; gemi inşa
sanayisinde kullanılan yan sanayi mamullerinin çeşitliliği nedeniyle diğer
sanayi kollarını bir lokomotif gibi sürükleyerek onların gelişmesine katkıda
bulunan gemi inşa sanayi, hem geçmiş hem günümüz kalkınma hamlelerinde bu
sanayi dalına önem veren ülkelerde deniz sektörüne katkısının yanı sıra bu
ülkelerin kalkınmasına da büyük katkıda bulunmuştur. Alınacak önlemler neticesinde tersanelerimizde iş kazalarının
yaşanmayacağına inanıyor, ülkemiz için çok önemli olan gemi inşa sanayisinde
gözyaşlarının dinmesini diliyorum. Komisyon raporunun gemi inşa sanayimizdeki
iş sağlığı ve güvenliği sorunlarının çözümüne katkı sağlayacağını umarım. Hepinizi saygıyla selamlıyorum. (AK PARTİ sıralarından alkışlar) BAŞKAN – Teşekkür ediyorum Sayın Arıcı. Şahsı adına Trabzon Milletvekili Süleyman Latif Yunusoğlu. Buyurun Sayın Yunusoğlu. (MHP
sıralarından alkışlar) SÜLEYMAN LATİF YUNUSOĞLU (Trabzon) – Sayın Başkan, değerli
milletvekilleri; gemi inşa sanayisindeki iş güvenliği ve çalışma şartları
sorunlarının araştırılarak alınması gereken önlemlerin belirlenmesi amacıyla
kurulan Meclis Araştırması Komisyonu Raporu üzerinde söz almış bulunuyorum.
Yüce Meclisi saygıyla selamlarım. Gemi inşa sanayisi, makine imalat, elektrik elektronik, boya,
lastik plastik, demir çelik gibi onlarca sanayinin gelişmesine katkıda bulunan,
bu sanayi dallarını peşinden sürükleyen lokomotif sanayi dallarından biridir.
Türk gemi inşa sanayisi son yıllarda önemli gelişmeler kaydetmiştir.
Ülkemizdeki tersane sayısı 84’ü bulmuş, devam eden tersane projeleriyle bu
sayının 150’ye yaklaşması öngörülmektedir. Bununla birlikte bu sektörün Türk
ekonomisine katkısının yanında, gemi inşa sanayisinin -yan sanayi istihdamı
dâhil- istihdam kapasitesi 130 bine yaklaşmıştır. Türkiye ekonomisi ve istihdam
kapasitesi bakımından önemli olan bu sektörün hızla gelişmesi, beraberinde bazı
sorunları da getirmektedir. Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; Araştırma Komisyonu
Raporu’nda tersanelerin ruhsat durumlarına ilişkin istatistiki
bilgilerin bulunduğu bir tablo yer almaktadır. Bu tabloya göre tersaneler
“ruhsatlı veya ruhsatsız, deneme izinli, işletme belgesi olan ya da olmayan,
itfaiye raporu olumlu ya da olumsuz, imar durum belgesi, imar belgesi, yapı
ruhsatı, tesis izni, ÇED belgesi olmasına rağmen faaliyetten men edilen”
şeklinde sınıflandırılmaktadır. Bu tablo vahim bir tablodur. Tersanelerde
yaşanan sorunların temelinde bu denetimsizlik yatmakta ve maalesef ölümlerle
sonuçlanan kazalar meydana gelmektedir. Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; ölümün gerçekleştiği yer
sözün bittiği yerdir. Komisyon raporunda, raporun “Tuzla
Tersanelerinde Kaza Nedenlerinin Analizi” başlığı altında yer alan bölümde,
tersanelerde yapılan işlerin yüzde 80 oranında alt işveren marifetiyle
yürütüldüğü ancak asıl işveren tarafından yapılan işlerde organizasyonun daha
iyi yapılabildiği, iş sağlığı ve güvenliği önlemlerinin daha etkin
alınabildiği, sürekliliğinin sağlanabildiği, bunun yanında çok sayıda alt
işverenlerin yer aldığı işletmelerde ise bu durumun sağlanamadığı tespiti
yapılmaktadır. Yine raporun “öneriler” kısmında, yapısal sorunlara
ilişkin çözüm önerilerinin (b) bendinde “Tersanelerde ana işler, tek tek belirlenmeli ve bu işler her ne ad altında olursa olsun
alt işverene verilmemelidir.” ifadesi bulunmaktadır. Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; bu öneri İş Kanunu’nu
ilgilendiren, İş Kanunu ile düzenlenmesi gereken bir öneridir. İş Kanunu ve
Bazı Kanunlarda Değişiklik Yapılması Hakkında Kanun Tasarısı’nın görüşülmesi
esnasında Milliyetçi Hareket Partisi Grubu “İşveren asıl işi ile ilgili alt
işverenle sözleşme yapamaz.” ibaresinin eklenmesini bir önergeyle yüce Meclise
arz etmiştir. Ancak bu önerge, maalesef Adalet ve Kalkınma Partisinin oylarıyla
reddedilmişti. Hâl böyleyken rapora böyle bu yönde bir öneriyi yazmanın
gereğini anlamakta zorluk çekiyorum. Bu önerge üzerinde 14 Mayıs 2008 tarihinde bu kürsüde yaptığım
konuşmamda “İşveren asıl işi ile ilgili alt işverenle sözleşme yapamaz’
ibaresinin eklenmesini istiyoruz.” demiştim. “İşveren alt işverene mesela
güvenlik, mutfak hizmetleri, temizlik konularında asıl işi olmayan iş
verebilir. Fakat asıl işiyle ilgili taşeron firmalara verilen işlerden olumlu
sonuçların alınamadığından bahisle bu maddeye yukarıda zikrettiğim cümlenin de
ilave edilmesinin gerekli olduğu kanaatini taşıyoruz.” şeklinde konuşmuştum. Bu
uyarılarımıza rağmen bu önerge kabul edilmedi. Şimdi ise ölümlü kazaların
ardından rapora bu yönde ifadeler koyuyorsunuz. Muhalefetten gelen önerilere
kulak tıkıyor, sonra düzeltmeye çalışıyorsunuz. Sayın Başbakan, bir
açıklamasında “Tuzla üzerinde hatalarımız vardır, fakat bunu çeşitli eylemlerle
farklı yerlere kanalize etmek suretiyle bu sektörü
dinamitlemeye kimsenin hakkı yoktur.“ demişti. Biz Milliyetçi Hareket Partisi olarak çözümü, verdiğimiz önergeyle
bu rapordan aylar önce söylemiştik. Önergemizin bu Genel Kurulda kabul
edilmemesi, Sayın Başbakanın sadece Tuzla’daki hatası değil, AKP Grubunun da
hatasını net bir şekilde ortaya koyuyor. Ancak, hatadan dönme ferasetini
gösterenleri tebrik ediyor, yüce Meclise saygılarımı sunuyorum. (MHP
sıralarından alkışlar) BAŞKAN – Sayın Yunusoğlu, teşekkür
ediyorum. Komisyon adına Komisyon Başkanı Sayın Mehmet Domaç,
İstanbul Milletvekili. Buyurun efendim. (AK PARTİ sıralarından alkışlar) (10/121, 129, 132, 134) ESAS NUMARALI MECLİS ARAŞTIRMASI KOMİSYONU
BAŞKANI MEHMET DOMAÇ (İstanbul) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri;
sizleri saygıyla selamlıyorum. Gemi inşa sanayisindeki iş güvenliği ve çalışma şartları
sorunlarının araştırılarak alınması gerekli önlemlerin belirlenmesi amacıyla
kurulan Meclis Araştırması Komisyonu Raporu’nun görüşülmesine grupların, önerge
sahiplerinin, şahsı adına milletvekillerinin katkılarına, eleştirilerine çok
teşekkür ediyorum. Komisyonumuz, önemli bir çalışmayı hızla tamamlayıp gündeminize
getirmek huzurunu duymaktadır. 30 Nisan 2008’de araştırma komisyonu
çalışmalarına başlamış, 24 Temmuz 2008’de komisyon çalışmalarını tamamlayıp
raporunu Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına teslim etmiştir. Tüm komisyon üyelerimiz konunun önemini kavramış, çalışmalara
aktif katılmış, raporumuzun hazırlanmasına katkı sağlamışlardır. Kendilerine,
özellikle teşekkür ediyorum. Komisyonumuzun tüm çalışmaları basına açık olarak yapılmış,
kamuoyu komisyonumuzu yakından izlemiştir. Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; kamuoyu, daha çok Tuzla
tersanelerindeki işçi ölümleri ve iş kazaları nedeniyle konuya ilgi göstermiş;
ülke denizciliğinin ve gemi inşa sanayisinin durumu, iş sağlığı ve güvenliği
önlemlerinin alınmadığı için ortaya çıkan iş kazaları ve ölümler,
komisyonumuzun ana konuları olmuştur. Komisyonumuz, dünya ticaretinin ne
durumda olduğunu görmeliydi çalışmalarında “biz nerede duruyoruz” onu da tespit
etmeliydi. Araştırmaya başladık, karşımıza büyük bir okyanus çıktı ve biz, bu
okyanusta boğulmadan raporumuza bunları özet olarak yazdık; aksi hâlde,
sorunlara ortasından başlamış olurduk, bu özeti başlangıçta yapmak
durumundaydık. Sayın milletvekilleri, dünyadaki ürünlerin üçte 2’si deniz yoluyla
taşınıyor. Özellikle büyük hacimli sanayi hammaddelerinin bir defada bir yerden
bir yere taşınması için deniz yolu tercih ediliyor. Hava yoluna göre on dört,
kara yoluna göre yedi, demir yoluna göre üçbuçuk kat
daha ucuz olması da bu tercihi kuvvetlendiriyor. Kombine, kapıdan kapıya taşımacılığın gelişmesi deniz yolu
taşımacılığının önemini artırıyor ve Dünya Ticaret Örgütü verilerine göre,
deniz taşımacılığı 30,686 milyar ton/mil değerine ulaşmış durumda. Dünyada ve ülkemizde gemi inşaat talepleri, küresel, bölgesel
ekonomik koşullar, uluslararası ticaretteki gelişmeler, liman tıkanıklıkları,
ticaret rotaları, ekin hasadı, savaş durumu, siyasi gelişmeler, ambargo ve
grevler, tüketici, kuru yük malları ve ham petrol ve petrol ürünleri talepleri
gibi faktörler deniz ticaretini ve gemi inşa sanayisini etkileyen unsurlar. 2007 itibariyle dış ticarete konu ürünlerimizin yüzde 87,4’ünü
deniz yoluyla taşıdık. Bu taşımadan Türk bayraklı gemilerin aldığı pay ise
maalesef yüzde 17 düzeyinde. Deniz ticaret filosunda dünya 23’üncüsüyüz. Panama, Liberya,
Yunanistan ilk üçü alıyorlar. Deniz ticaret filomuz 1.473 gemiden oluşuyor,
407’si ithal, 1.066’sı Türkiye’de yapılmış, 7,2 milyon DWT’luk
1/1/2008 itibarıyla yaş ortalaması gemilerimizin 23 ve
filomuzun gençleştirilmeye ihtiyacı var. Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; gemi inşa sanayi denizcilik
faaliyetlerimizin önemli bir bölümünü oluşturuyor. Emek-sermaye yoğun bir
sanayi, istihdam sağlıyor, döviz ikamesi gerçekleştiriyor, yan sanayinin
gelişimine katkı sağlıyor, teknoloji transferlerini hızlandırıyor, yabancı
sermayeyi davet eden reel bir sektör. Dünya deniz ticaretindeki artışlar, uluslararası kurallardaki
değişimler nedeniyle ortaya çıkan yeni gemi inşa talepleri, Avrupa’ya göre
işçiliğin düşüklüğü, Uzak Doğu tersanelerinin doluluğu ülkemizdeki gemi
üretimine ilgiyi artırıyor. 2002’de 37 adet olan tersane sayısı Mart 2008’de
84’e çıkmış durumda, 2013’te 140 olması hedefleniyor. Tersanelerimiz sadece Tuzla’da değil, başta Yalova Altınova olmak
üzere, Çanakkale, Samsun, Ordu, Karadeniz Ereğlisi, Sakarya, Kocaeli,
Balıkesir, İzmir, Adana, Trabzon’da olmak üzere 56 adet yeni tersane kurma
girişimi bulunuyor. Mevcut tersanelerimizin 2002 yılında kapasitesi 550 bin DWT iken,
2007 yılında bu 1,980 milyon DWT’a çıkıyor. Diğer bir
anlatımla 2002’den 2007’ye kadar 4 kat büyüme gerçekleşiyor. 2013 yılında ise
bunun 8,6 milyon DWT’a ulaşması hedefleniyor. 2002 yılında toplam sipariş 83 adet iken, Ocak 2008’de 254’e ulaşmış
durumda. Son beş yılda dünya siparişinde önemli aşama sağlayan Türkiye 2008
yılı başından bu yana -toplam sipariş 12 adet gemiyle- büyük bir düşüş yaşıyor. Tuzla’da 1998-2002 yılları arasında tersanelerimizde 142 adet gemi
üretilmişken, 2003-2007 arasında 409 gemi üretilmiştir. 1998-2002 yılları arasında 56 adet gemi ihraç edilirken 1,2 milyar
dolar bir girdi sağlanmış, 2003-2007 arasında 176 adet gemi ihraç edilirken 5,3
milyar dolar girdi sağlanmış durumda. Gemi inşa sanayi yılda 10 milyon DWT bakım-onarım, 1,9 milyon DWT
inşa, 600 bin ton çelik işleme, 80 bin ton yeni inşa kapasitesine sahip. Tersanelerimiz yılda 2,5 milyar dolar katma değer yaratıyorlar.
Toplam gemi maliyetinin yaklaşık yüzde 39’u işçilik olarak ülke ekonomisine
sıcak para olarak giriyor. Yapılan hesaplar gemi inşasında yaratılan katma
değerin yüzde 24’ler boyutuna vardığını gösteriyor. Tersanelerimizde 2000 yılında 5 bin kişi istihdam edilirken, 2002
yılında 13.500, 2005 yılında 25 bin, 2006 yılında 28.580, 2007’de 33.480, Mayıs
2008’de ise 34.500 kişi istihdam edilmiş durumda. Yan sanayimizde ise 2002’de
30 bin, 2007’de ise 100 bin kişi çalışıyor. Gemi inşa sanayisinde Güney Kore ve Japonya’ya göre verimliliğimiz
oldukça düşük. Japonya’nın verimliliğini değer olarak 1 kabul edersek, Güney
Kore 0,8, Türkiye ise 0,3’ler civarında verimlilik açısından. Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; gemi üretiminde önemli bir
yan sanayi sektörü bulunuyor, büyük bir kısmı KOBİ’lerden oluşuyor, 100 bin
civarında istihdam sağlıyor. Bir bölümünde üretim önemli aşama kaydetmiş ancak
yan sanayi, organizasyon, finans ve sertifikalanma alanında önemli eksiklikler
içeriyor. Sayın milletvekilleri, kamuoyunda sorun olarak tanımlanan Tuzla
tersaneleri bölgesi, tersane sayımızın yüzde 52’sini, istihdamın yüzde 70’ini,
ihracatın da yüzde 80’ini karşılıyor. Tuzla Tersaneler Bölgesi 1.300 dönümlük
bir alandan oluşuyor ve bu alan üzerinde 47 tersanemiz var. Altyapıların dolgu
ve kamulaştırma işlemlerini Bayındırlık ve İskân Bakanlığı, tahsis işlemlerini
Ulaştırma Bakanlığı ve Devlet Planlama Müsteşarlığı, irtifak hakkı tesisi ise
Maliye Bakanlığı tarafından gerçekleştiriliyor. Tuzla tersanelerinin bir kısmı
ruhsatlı, büyük bir kısmı deneme izinli, büyük bir kısmı da henüz ruhsatsız,
başvurulu durumda. Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; Tuzla’da 1998-2002’de 142
adet gemi teslimi yapılmış, 2003-2007’de 368 adet gemi teslim edilmiş, bu, 2,5
kat bir artışı gösteriyor. Tonaj olarak da 2.1 milyon dead
weight tona ulaşmış durumdayız. 3 kat artış
var 2002’den 2007 sonu itibarıyla. Yani, Tuzla, aslında küçücük bir alan, alan
olarak yetersizliği aşikâr ve bu dar, yoğun iş alanında yeterince güvenlik
önlemlerinin alınma şartı oluşmamış durumda, zorlu ve tehlikeli bir iş ortamı
oluşmuş durumda. Güney Kore’de Hyundai tersanesinin 8 milyon metrekare olduğunu
düşünürsek, yalnız bir tersanenin 8 milyon metrekare olduğunu düşünürsek,
Tuzla’nın durumunu çok net olarak görebiliriz. Aynı sayıda işçi çalışmaktadır
Hyundai tersanesinde; Tuzla’da çalışan kadar, yani, 24 bin civarında işçi
çalışmaktadır. Altyapı ve alan yetersizliği çalışanlar için büyük bir risk
oluşturmaktadır. Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; artan talep,
deneyimli iş gücü yerine deneyimsiz iş gücünün istihdamı, alt yüklenicinin çok
fazla iş yapmak için çaba harcaması, alınan işlerin zamanında teslimi için
işlerin hızlandırılması, aynı tersanede aynı işi yapan çok sayıda alt işverenin
bulunması, koordinasyon yetersizliği ve tüm bu eksiklikler süreçte iş
kazalarının oluşmasına ve ölümlerin ortaya çıkmasına neden oluyor. Değerli milletvekilleri, burada yapılması gereken işlerin başında
alt işverenin çalışma koşullarının objektif kriterlere
bağlanması zorunluluğu vardır. 27 Eylül 2008 tarihinde 27010 sayılı Resmî
Gazete’de yayımlanan Alt İşverenlik Yönetmeliği bu istenilen koşulların yerine
getirilmesi için önemli bir adım atmıştır. Bu düzenlemeyi gerçekleştiren
Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığına teşekkür ediyorum. Yönetmelikle ilgili
çıkan sorunların ilgili kuruluşlarla karşılıklı görüşülerek çözülmesi gerektiğine
de inanıyorum. Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; Tuzla tersanelerinde ortaya
çıkan ölümlü kazalar, yüksekten düşme, elektrik çarpması, malzeme çarpması,
patlama, sıkışma ve diğerleri olmak üzere sınıflandırılıyor. Kaza nedenlerini
analizlersek, yetersiz çalışma alanı, açık alanda çalışma; kapalı, dar alanda
çalışma; yüksekte çalışma; yoğun ve uzun süreli çalışma; kimyasallarla çalışma;
yoğun elektrikli iş ekipmanı kullanma; çok sayıda alt
işveren, çalışanların sık değişmesi; ağır parçalarla çalışma; yoğun kaynak
işleri gibi sıralamak mümkün. Tersanelerde yapılan teknik işlerle ilgili iş
güvenliği riskleri ve alınması gereken teknik önlemleri raporumuzda sıraladık.
Burada uzun uzun anlatmayacağım çünkü bunun her biri
bir konuşma süresini alabilir. Değerli milletvekilleri, tersanelerde vazgeçilmez olan iş sağlığı
ve güvenliği. Tersanelerde iş sağlığı ve güvenliğiyle ilgili yönetmelik
düzenlenmesi kaçınılmaz. Söz konusu yönetmelik alt iş verenin
uyması gereken kuralları da içermek zorunda. İş sağlığı ve güvenliği eğitimi
almayan kişilerin tersaneye kesinlikle girmemesi gerekiyor. Değerli milletvekilleri, araştırma komisyonumuz çalışma sırasında
denizcilikle ilgili okulların bir tanesinde dahi iş sağlığı ve güvenliği
eğitimi verilmediğini saptadı. Denizcilikle ilgili okulların tek bir tanesinde
dahi iş sağlığı ve güvenliği eğitimi yok. TURGUT DİBEK (Kırklareli) – Niye yok? (10/121, 129, 132, 134) ESAS NUMARALI MECLİS ARAŞTIRMASI KOMİSYONU
BAŞKANI MEHMET DOMAÇ (Devamla) – Denizcilik ve Anadolu denizcilik meslek
liseleri, denizcilik meslek liseleri, denizcilik yüksekokulları, fakülteler,
bunların hiçbirinde iş sağlığı ve güvenliği eğitimi yapılmıyor. Neden yok diye
araştırdık, onlar da bilmiyorlar. Biz, tüm bu alanlara iş sağlığı ve güvenliği eğitimi konulması
konusunda yazı yazdık. Ayrıca, otuz yıllık fakültede 10 öğretim üyesi olduğunu saptadık.
Otuz yıllık fakültede sadece 10 öğretim üyesi var. Burası bir tıp fakültesi
olsaydı üç senede 30 tane öğretim üyesi ortaya çıkardı. Burası bir gemi inşa
fakültesi ve sadece 10 öğretim üyesi var. Tabii, bu, üretimsizliği gösteriyor. Yeni bir fakülte kurmaya
kalkarsak öğretim üyesi bulamayacağız anlamına geliyor. Çok eski olan fakültede ne var diye sorarsanız, çok eski olan
fakültede ise sadece 21 öğretim üyesi var, on yıllık fakültede ise 5 öğretim
üyesi var; fakülte yönetim kurulunu ancak oluşturabilirler. Eğitim kurumlarında öğretim üyesi eksikliği, öğretmen eksikliği
had safhaya varmış durumda. Raporumuzu hazırlarken öneriler önemli bir kısmını oluşturdu
raporumuzun. Ancak bu önerilerimizi burada tek tek
sıralamayacağım. Çünkü raporda uzun uzun
yazılı. Ama biz bu raporu yazarken somut bazı adımlar atıldı, onları
sizlerle paylaşmak istiyorum. İş Sağlığı ve Güvenliği Eğitim Protokolü Çalışma ve Sosyal Güvenlik
Bakanlığımızca Gemi İnşa Sanayicileri Birliği arasında imzalandı ve 17 bin kişi
bu eğitimden geçirildi, 17 Temmuz ile 1 Eylül arasında. Eğitimli çalışan ve aranan eleman yetiştirmek amacıyla Millî
Eğitim Bakanlığımızın kararlaştırdığı on adet Anadolu denizcilik meslek
lisesinin Tuzla Piri Reis, Bandırma, Tatvan, Biga, Tirebolu, Konak, Nevvar Salih İşgören Denizcilik
Anadolu Meslek Lisesi altı adedi 2008 ve 2009 eğitim yılında öğrenime açıldı ve
öğrenci aldılar. Tuzla’da İstanbul Büyükşehir Belediyesince açılan itfaiye
istasyonuna ek olarak ikinci bir istasyonun tersane alanına yakın bir yöreye
kurulması kararlaştırıldı ve plana alındı. Çok kısa bir sürede kurulması
gerçekleştirilecek. Çalışanların barınma sorunu karşımıza çıkmıştı. Tuzla
Belediyesi yer tahsisi konusunda önemli adım attı. Ayrıca Orhanlı Beldesinde,
özel teşebbüs, barınma olanağı için pansiyon yapmaya başladı. Tersane sahipleri, tersanelerde iş sağlığı ve güvenliği
önlemlerini artırmaya devam ediyorlar. Çalışma ve sosyal Güvenlik Bakanlığımızın
iş müfettişleri denetimleri sürekli hâle getirdi, artık, Tuzla’yı mesken
tuttular. Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; raporumuzun Meclis
Başkanımıza tesliminden sonra iki önemli yönetmelik değişikliği gerçekleşti.
Bunlardan birincisi 10/8/2008 tarihli 26963 sayılı
Resmî Gazete’de yayınlanan Ulaştırma Bakanlığından tersane, tekne, imal, çekek
yerlerinin işletme izni verilmesine ilişkin usul ve esasları düzenleyen
yönetmelik. Tersaneleri sınıflandırıyor. Başvuru koşullarını yeniden
düzenliyor, tesislerin iki yılda bir kontrol edilmesi için gerekliliğini ortaya
koyuyor, yüzde 2 mühendis çalıştırma zorunluluğu getiriliyor, bunların
yarısının da gemi inşa mühendisi olması gerekliliğini ortaya koyuyor. Ayrıca,
Çalışma Bakanlığımızca 27/9/2008 tarihinde yayınlanan
Alt İşveren Yönetmeliği de önemli bir aşamadır. Alt işveren ile işveren
arasında anlaşmaları düzenleme şeklini belirliyor; asıl iş ne olduğu, hangi
işlerin alt işverenle yapılabileceği, işveren-alt işveren ilişkisini düzenleyen
bir yönetmelik. Bu, tersanelerimizin en büyük sorunlarından
bir tanesi. (Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı) BAŞKAN – Sayın Domaç, konuşmanızı
tamamlayınız lütfen. (10/121, 129, 132, 134) ESAS NUMARALI MECLİS ARAŞTIRMASI KOMİSYONU
BAŞKANI MEHMET DOMAÇ (Devamla) – Bitiriyorum Sayın Başkanım. Tabii, burada da tersane sahiplerimizin zaman zaman
itirazları var. Bunu, Sayın Bakanımızla görüşerek çözeceklerine inanıyorum. Şüphesiz, hepimizin amacı sağlıklı gelişen bir sanayi
oluşturmak, işçi-işveren ilişkisini sağlamak. Bunun için vazgeçilmezlerden bir tanesi, sendikal örgütlenme.
Sendikal örgütlenmenin önünde herhangi bir engel yok. Sendikal örgütlenmeyi
sağlamak için mücadele etmek lazım ve bu mücadeleyi geliştirmek lazım. Bu, işçi
sağlığı ve iş güvenliği için de vazgeçilmez. Sayın milletvekilleri, Sayın Başkanım; 2008 yılı denizcilik
sektörü açısından çok olumlu bir yıl değil. 20 bin DWT sipariş var dünyada, 8
milyon DWT’a düştü. Giderek bir daralma meydana
geliyor. On ayda on iki yeni gemi siparişi ancak oluşabildi ve bir kısım
siparişlerin de iptalleri gündeme geldi. Onun için, Türkiye’de bankaların,
özellikle, kredileri durdurmadan, tersanelerle anlaşarak bu işi çözmeleri
gerekiyor ve işsizlik ortaya çıkmaması için, işletmelerin varlığını
sürdürebilmesi için, gemicilik, tersanecilik alanını desteklememiz gerekiyor. (Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı) (10/121, 129, 132, 134) ESAS NUMARALI MECLİS ARAŞTIRMASI KOMİSYONU
BAŞKANI MEHMET DOMAÇ (Devamla) –
Kazaların olmadığı, çalışma koşullarının geliştirildiği, işsizlik
riskinden uzak bir denizcilik sektörü diliyor, hepinize saygı ve sevgilerimi
sunuyorum. (AK Parti sıralarından alkışlar) BAŞKAN – Teşekkür ediyorum Sayın Domaç. Saygıdeğer milletvekili arkadaşlarım, birleşime on dakika ara
veriyorum. Kapanma Saati: 18.33 ÜÇÜNCÜ OTURUM Açılma Saati: 18.45 BAŞKAN: Başkan Vekili Nevzat
PAKDİL KÂTİP ÜYELER: Harun TÜFEKCİ
(Konya), Murat ÖZKAN (Giresun) BAŞKAN – Saygıdeğer milletvekilleri, Türkiye Büyük Millet
Meclisinin 8’inci Birleşiminin Üçüncü Oturumunu açıyorum. 295 sıra sayılı Meclis Araştırması Komisyonu Raporu üzerindeki
genel görüşmeye kaldığımız yerden devam edeceğiz. Komisyon? Yok. TURGUT DİBEK (Kırklareli) – Komisyon değil, Meclis yok. OKTAY VURAL (İzmir) – O zaman ara verin efendim. Grup başkan
vekilleri yok, iktidar yok… BAŞKAN – Birleşime beş dakika ara veriyorum. Kapanma Saati: 18.46 DÖRDÜNCÜ OTURUM Açılma Saati: 18.48 BAŞKAN: Başkan Vekili Nevzat
PAKDİL KÂTİP ÜYELER: Harun TÜFEKCİ
(Konya), Murat ÖZKAN (Giresun) BAŞKAN – Sayın milletvekilleri, Türkiye Büyük Millet Meclisinin
8’inci Birleşiminin Dördüncü Oturumunu açıyorum. 295 sıra sayılı Meclis Araştırması Komisyonu Raporu üzerindeki
genel görüşmeye kaldığımız yerden devam edeceğiz. Komisyon ve Hükûmet yerinde. Şimdi söz, Hükûmet adına, Çalışma ve Sosyal
Güvenlik Bakanı Sayın Faruk Çelik’te. Sayın Bakanım, buyurun efendim. (AK PARTİ sıralarından alkışlar) ÇALIŞMA VE SOSYAL GÜVENLİK BAKANI FARUK ÇELİK (Bursa) – Sayın
Başkan, değerli milletvekilleri; gemi inşa sanayisindeki iş sağlığı ve
güvenliğiyle ilgili Meclis Araştırma Komisyonu Raporu üzerine söz almış
bulunuyorum. Hepinizi en içten sevgi ve saygılarımla selamlıyorum. Araştırma Komisyonu Başkan ve Komisyon üyelerine, böyle bir
kapsamlı çalışmayı kısa sürede gerçekleştirdikleri için teşekkür ediyorum.
Ayrıca, çalışma hayatında kaza sonucu vefat eden tüm işçi kardeşlerimizi de
rahmetle anıyorum. Değerli milletvekilleri, iş sağlığı ve güvenliği ülkemizin olduğu
kadar dünyanın da gündeminde olan önemli bir konudur. Dünya Sağlık Örgütü ve ILO’nun yaptırmış olduğu araştırmalara göre dünyada iş
kazalarının yüzde 72’si 50’den az işçi çalıştıran iş yerlerinde meydana
gelmektedir. Her altı dakikada bir iş kazası meydana gelmektedir. ILO
kaynaklarına göre ise her yıl 1 milyon 200 bin kişi iş kazası ve meslek hastalığından
dolayı hayatını kaybetmektedir. Yılda 250 milyon insan iş kazaları, 160 milyon
insan da meslek hastalıkları sonucu ortaya çıkan zararlara maruz kalmaktadır. Endüstrileşmiş ülkelerde iş kazaları ve meslek hastalıklarının
gayrisafi millî hasılaya oranı yüzde 4’ler seviyesine
çıkmış bulunmaktadır. İş kazaları ve meslek hastalıkları sorunu ülkemizde de
çalışma hayatında rastladığımız temel sorunların başında gelmektedir. Yıllar itibarıyla bakıldığı zaman iş kazaları ve meslek
hastalıklarında sayısal bir artış olduğu görülmektedir. 2003 yılında 76.668 iş
kazası yaşanırken 2007 yılında 80.602 iş kazası meydana gelmiştir. Ancak, iş
kazalarında artış olmasına rağmen çalışan sayısıyla orantılandığı zaman iş
kazası sıklık hızı ve ağırlık hızında belirgin bir azalış olmuştur. Bir yıl
boyunca tam gün çalışan her 100 kişide kaç kaza olduğunu gösteren sıklık hızı
2003’te 1,23 iken 2007’de 0,81’e düşmüştür. Çalışılan her yüz saatte kaç saatin
kaybedildiğini gösteren ağırlık hızı ise 2003’te 0,68 iken 2007’de 0,51’e
düşmüştür. 2003 yılında iş kazası sonucu 810, meslek hastalığı sonucu 1 kişi;
2007 yılında ise iş kazası sonucu 1.043, meslek hastalığı sonucu ise 1 kişi
hayatını kaybetmiştir. Bunlar Bakanlığımıza intikal eden verilerdir. Hepimiz
yaşananların bu tablodan çok farklı olduğunu biliyoruz. Önümüzdeki günlerde huzurlarınıza getireceğimiz, Parlamentoya
taşıyacağımız İş Sağlığı ve Güvenliği Yasa Tasarısı’yla da sağlık kuruluşlarına
iş kazaları ve meslek hastalıklarını on gün içinde Bakanlığımıza bildirme zorunluluğunu
içeren bir düzenlemeyi Parlamentoya getiriyoruz. Bu düzenlemeyle çok daha
sağlıklı istatistikleri tutabilme imkânına kavuşmuş olacağız. Şu anda
elimizdeki veriler Sosyal Güvenlik Kurumundan alınan ve işçi ve işveren
şikâyetleri üzerine Bakanlığımıza intikal etmiş olan verilerdir. Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; ülkemizde iş kazaları
sorunu, son dönemlerde özelikle Tuzla tersaneler bölgesinde meydana gelen işçi
ölümleri neticesinde kamuoyunun gündeminde yoğun bir şekilde yer almıştır. 2003
yılından bu yana dünya gemi sanayisi yüzde 89 büyüme gösterirken ülkemizde bu
oran yüzde 360 olarak gerçeklemiştir. Tersanelerimiz gemi siparişinde yirmi
üçüncülükten dördüncülüğe kadar yükselmiş, 2002 yılında toplam 136.950 DWT’luk 38 gemi inşa edilirken 2007 yılında toplam 670 bin DWT’luk 98 gemi inşa edilmiştir. Bu başarı tersanecilik
sektörümüzün ülkemizin olduğu kadar dünyanın da parlayan yıldızı olduğunu
ortaya koymaktadır. 1982 yılından 2000 yılına kadar yaklaşık yüzde 15 kapasiteyle
çalışan tersanelerimizin, talep patlanmasının yaşandığı 2002 yılından itibaren
üretimleri kadar sayılarında da çok büyük artışlar gerçekleşmiştir. 2002
yılında 37 olan tersane sayımız 2008 yılında 84’e çıkmış, 2013 yılında da 140’a
çıkması hedeflenmektedir. Talep patlaması ve buna paralel olarak kapasite
kullanım oranının artmasıyla birlikte tersanecilik sektöründe istihdam
edilenlerin sayısı 13 binden 34.500’e ulaşmış, çalışan sayısının 2013 yılında
111 bine ulaşması beklenmektedir. Çalışan sayıları açısından yoğunluğun Tuzla
tersaneler bölgesinde olduğunu görüyoruz. 2002 öncesinde çalışan sayısı
yaklaşık 5 bin iken bu sayı 24 binlere ulaşmıştır. Buna mukabil, tersanecilik faaliyetlerinin yürütüldüğü alanın
dünya standartlarında olmayışı, çalışanlarımızın sağlıklı, güvenli bir çalışma
ortamına kavuşmalarını engellemektedir. Bölgede tersanecilik faaliyeti gösteren en küçük tersane Tuzla’da alanın dar olması konusu sorunlardan sadece bir
tanesidir. İş Kanunu’nun 2’nci maddesine aykırı olarak yürütülen alt işverenlik
uygulamaları, kayıt dışılık, fazla çalışma, kalifiye eleman ve mesleki eğitim
yetersizliği gibi sorunlara da bölgede sıkça rastlanmaktadır. Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; Bakanlık olarak bugüne
kadar Tuzla Tersaneler Bölgesi’yle ilgili olarak gerek teftiş gerek eğitim
gerekse mevzuat anlamında çok önemli faaliyetlerde bulunduk. Teftişler
kapsamında Türkiye genelinde sosyal ve teknik anlamda 548 müfettişle bu
görevleri sürdürmekteyiz. Bu önümüzdeki ay içerisinde de 80 müfettiş yine
Teftiş Kurulu kapsamına katılmış bulunacak. 38 teknik müfettiş ve 55 sosyal
müfettiş olmak üzere İstanbul bölgesinde 93 müfettişle bu hizmetleri görme
çabasındayız. Sosyal Güvenlik Kurumu açısından, yani kayıt dışı istihdamla
mücadele çerçevesinde, Teftiş Kurulu Başkanlığına mensup 548 müfettiş ve
İstanbul’da 92 müfettişimiz görev yapmaktadır. 2003-2008 yılları arasında 1.100 teftiş gerçekleştirilmiştir,
yapılan teftişler neticesinde 3 milyon 61 bin 650 YTL idari para cezası
uygulanmıştır. Ayrıca, 19 iş yerine kısmi durdurma, 14 iş yerine de kapatma
müeyyidesi uygulanmıştır. Uyguladığımız müeyyideler neticesinde gördük ki
işverenlerimiz eksikliklerini çok kısa süre içerisinde tamamlamış
bulunmaktadır. Bir aylık süre için kapattığımız ve kırk altı eksik tespit
ettiğimiz bir tersane, tüm eksikliklerini dört günlük kısa bir süre içerisinde
tamamlamış ve faaliyetlerine tekrar başlamıştır. Kısa sürede iş sağlığı ve
güvenliğine ilişkin eksikliklerini tamamlayan işverenlerimize gerçekten
teşekkür ediyorum. Özellikle de son bir-iki aydan beri olumsuzlukların yaşanmaması
konusunda gayretlerinden dolayı gerek işverenlerimize gerek çalışanlarımıza,
müfettişlerimize, Bakanlık çalışanlarına ve tüm emeği geçenlere teşekkür
ediyor; umuyor, diliyorum ki o olumsuzlukları Tuzla’da da diğer çalışma
hayatımızda da yaşamayız. Bakanlık olarak üzerinde hassasiyetle durduğumuz ikinci konu,
eğitim çalışmaları. Burada değerli arkadaşlarımız değerlendirmeler yapıyorlar.
Tabii, çalışma hayatı bir bütün, Hükûmet bir bütün.
Benim ısrarla burada ifade edeceğim konu şudur: Bakınız, birinci olarak
teftişlerden bahsettik. Ben Bakan olduğumun haftasında -tabii bakanlık gibi
önemli bir göreve gelen milletvekilinin yapması gereken öncelikle seçim
bölgesine gitmektir- seçim bölgesine değil Tuzla’ya gittim. Aslında Tuzla’da
ölüm filan da yoktu ama Tuzla’yla ilgili aldığımız bilgiler neticesinde, Bakan
olur olmaz Tuzla’ya gitmememizin daha doğru olacağı düşüncesiyle Tuzla’da olduk
ve Tuzla’da gördüklerimiz çerçevesinde de orasının rehabilite
edilmesi konusunda yoğun bir çalışma gerçekleştirdik. İlk haftadan itibaren
hiçbir hafta, hiçbir gün, hiçbir ay oradan müfettişlerimizi eksik etmedik.
Neydi müfettişlerimizin amacı: Çalışma hayatını ve Tuzla’daki gelişen, parlayan
bu sektörü, bu yıldızı köreltmek değil, oradaki iş sağlığı ve güvenliğiyle
ilgili alınması gereken önlemlerin, eksiklerin giderilmesine dönük
teftişlerimiz idi ve bu teftişler belli bir süre verimliliğini ortaya koymaya
başladı. Gerçekten belirlenen eksiklikler bir bir
giderilmeye başlandı ve şu anda bir sükûnet, bir huzur ortamının Tuzla’da
olduğunu rahatlıkla ifade edebilirim. Ayrıca, ilave olarak şu anda İş Sağlığı
ve Güvenliği Merkezinin de yalnız Tuzla bölgesinde olmak üzere bu hafta
tabelasını takacağız. Gerek teknik gerek sosyal gerekse uzman arkadaşlarımız
-orada- bizzat Tuzla’nın içerisinde, o yerleşke içerisinde hizmetlerini
sunacaklar. Anlık olarak gerek iş yerlerini ziyaret ederek, tersaneleri ziyaret
ederek gerekse kendilerine bilgi talebinde bulunan işverenlerimize,
işçilerimize, sorumlulara, taşeronlara, alt işverenlere, asıl işverenlere kimin
ne talebi varsa hizmet bizzat o merkezden sunulmaya başlanacak. Bu arada, yine Tuzla çerçevesinde yıllardır yaşanan olaylar
-aslında 1969, 1977, 1982 tarihleri son derece önemlidir- ki, az önce
Milliyetçi Hareket Partisi Grubu adına veya şahsı adına konuşan Değerli
Milletvekili Mithat Bey’in de ifade ettiği gibi, Türkiye’de bu ve benzeri
yapılanmalarda kamu, olayların hep arkasında kalmıştır. Aslında şehirlerimizin
şehirleşmesine baktığınız zaman önce çarpık yapılaşma, arkasından plan
gelmiştir. Şimdi Tuzla örneği de böyle. Önce tersaneler irili ufaklı kurulmuş,
arkasından buralara bir çekidüzen verme çabası içerisindeyiz. Bu, Türkiye’nin
yalnız Tuzla tersaneleri boyutuyla değil, tüm sektörlerinde yaşadığı bir
yanlıştır. Kamuyu ne yapıp yapıp mutlaka olayların
önüne koymamız gerekiyor ki şu anda Tuzla’da yapılan çalışmalar bu anlamda
önemli şekilde meyvelerini vermeye başlamıştır. Eğitim çalışmaları: 8 Şubat 2008 tarihinde işveren (GİSBİR) ve
yetkili-yetkisiz sendika temsilcilerini Bakanlık bünyesinde bir araya getirdik
ve güzel bir çalışma gerçekleşti, bazı kararlar aldık. O kararlardan bir tanesi
şuydu: Aslında Bakanlığımızın direkt görevi olmamasına rağmen, önce Tuzla
bölgesindeki teknik elemanların, işverenlerin, alt işverenlerin eğitimi
konusunu gündeme getirdik ve haziran ayına kadar, okullar tatil oluncaya kadar
600 kişinin eğitimini gerçekleştirdik. Okullar tatil olunca, buradaki
işçilerimizin çok yoğun ve seri bir şekilde iş sağlığı ve güvenliği eğitimini
almaları gerekir idi. Bu konuyla ilgili de, okullar tatil olunca, yaz
döneminde, Millî Eğitim Bakanlığı
tarafından tahsis edilen bir okulda 17.945 işçimizin iş sağlığı ve güvenliği
açısından eğitimini gerçekleştirmiş olduk. Dolayısıyla, eğitim çalışmalarımızı
da bu dönem içerisinde tamamlamış olduk. İnanıyorum ki bunun da buradaki huzur
ve huzurun kalıcı olması konusunda ciddi katkısı olmuştur. Ayrıca,
işverenlerimizin duyarlılığı daha da artmıştır. Sendikalarımızın Tuzla’daki
olaylar karşısında tutumları daha bir anlam kazanmıştır. Onlar da işçilerimiz
üzerinde daha etkin hâle gelmişlerdir. İşçi, işveren ve Bakanlık olarak birlikte yaptığımız tüm bu
çalışmalar, bugün, Tuzla’da alan daralması, alanın olumsuz şartlarına rağmen ve
diğer olumsuz unsurlara rağmen, o olumsuzlukları nispeten ortadan kaldırıcı bir
noktaya gelmiştir ama bunun, tekrar ediyorum, yeterli olmadığını, sorunun
yapısal durumdan kaynaklandığını da her zaman bilmemiz gerekiyor. Umuyor,
diliyorum ki yine tekliflerimizde olan, komisyon tekliflerinde olan, mutlaka
Tuzla’nın tahliyesi, mutlaka Tuzla’nın rahatlatılması konusunda sektör
temsilcileriyle görüşmelerimiz var. Tuzla’da tersanesi bulunan bazı işletme
sahipleri Yalova’da, başka yerlerde de alternatif çıkış yolları arayışı
içindeler; yer alanlar var, yeni yere taşınma çabası içerisinde olanlar var. Bu
sektörü korumak, bu sektörü geliştirmek, destek vermek hepimizin görevidir
fakat gerçekten insan onurunu kıracak şekilde olumsuzlukların yaşanmasına da
göz yummamız söz konusu değildir. Bu denge içerisinde bu sektörün gelişmesi, büyümesi
gerekmektedir. Yine, çok uzun şeyler söylenebilir ama kısaca şunu ifade etmek
istiyorum: 35 tersanede solunabilir toz, gaz, gürültü, titreşim ve ağır metal
ölçümleri olmak üzere 954 adet ölçüm yapılmıştır. 24 tersaneden alınan
numunelerin analizi yapılmış ve raporlanmıştır, diğer tersanelerden alınan
numunelerin ise laboratuvar analizleri hâlen devam
etmektedir. Bu anlamda da çalışmalarımız sürmekte. Önemli gördüğüm husus şu:
Bir sektörde, bir iş yerinde veya çalışma hayatının bir alanında bir huzursuzluk,
bir sıkıntı yaşanıyor. Türkiye’de bu arzulanır, denir ki “Bununla ilgili
mevzuat değişikliğini yapalım.” “Yapalım” denir, o sorunlar yaşanır ama uzunca
süre mevzuat değişikliği gerçekleştirilemez. Biz, Tuzla’da gördüğümüz veya ağır
ve tehlikeli iş kollarında gördüğümüz sıkıntıların çözümüyle ilgili anında
Parlamento olarak müdahalemizi yaptık ve düzenlemelerimizi hemen
gerçekleştirdik. İşte, mevzuat çalışmalarımız çerçevesinde alt işveren-üst
işveren ilişkisiyle, asıl işveren ve alt işveren ilişkisiyle ilgili bir
düzenleme getirdik, bir yönetmelik yayınlandı. Bu yönetmeliğin uygulamalarını
ciddi bir şekilde takip ediyoruz. Burada meydana gelebilecek olan muhtemel
sıkıntılarla ilgili de olayın, sıkıntının nereden kaynaklandığını dikkatle
takip edip onunla ilgili düzenlemeleri, düzeltmeleri de her an yapma imkânımız
var. Ayrıca, yine istihdam paketinde, dikkat ederseniz ağır ve
tehlikeli işlerde çalışacak olan işçilerimize, çalışanlarımıza mutlak surette
mesleki eğitim zorunluluğu getirdik, bu da 1/1/2009’da
yürürlüğe girecek. Yani artık, Tuzla’da çalıştıracağınız işçi mutlaka bir
mesleki formasyona sahip olmalı, hangi işi yapıyorsa,
rastgele çalıştıramayacaksınız. Bunları şunun için ifade ediyorum: Bir sorun yaşanıyor, bu sorunun
çözümü de anında Parlamentoda yerini buluyor ve sorun çözülüyor. Umuyor,
diliyorum ki yeni yılla birlikte Tuzla’da ve ağır ve tehlikeli işlerde artık
bir mesleki yeterlilik, mesleki formasyon ve bir
sertifika aranacağından bu iş kollarında daha bilinçli bir üretim gerçekleşecek
diye rahat bir şekilde ifade edebilirim. Son olarak, vaktimiz de dolduğu için, şunu ifade edeyim: Rapor
elimizde, çok güzel bir rapor, Sayın Başkan ve bütün çalışan arkadaşlara
teşekkür ediyorum. (Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı) BAŞKAN – Buyurun Sayın Bakanım. ÇALIŞMA VE SOSYAL GÜVENLİK BAKANI FARUK ÇELİK (Devamla) - Ama, doğrusunu ifade etmek gerekirse bu rapordaki öneriler,
tarafımızdan henüz komisyon kurulmadan önce tespit edilmiş önerilerdir, farkı
bu. Öneri sayısı 42, Bakanlığımızı ilgilendiren 19. 19’un 17’si gerçekleşmiştir
yani 19 önerinin 17’sini biz uygulamaya koymuş bulunuyoruz. 2 öneri komisyon
tarafından bize yapılmış. Mesela, bir tanesi şu: İş sağlığı güvenliği
elemanlarının ücretlerini işverenden Bakanlık alsın, bunların ücretlerini,
aylıklarını Bakanlık ödesin gibi öneri var. Tabii, bunun değerlendirilmesi,
tartışılması gerekiyor. Bunun dışındaki tüm önerilerin, Bakanlığımızı
ilgilendiren önerilerin yerine getirildiğini çok rahat bir şekilde burada ifade
ediyorum. Son olarak, umuyor, diliyor, temenni ediyorum ki bir daha tüm iş
yerlerimizde bu ve benzer olumsuz olaylar yaşanmaz ve bununla ilgili gerek
işverenlerimiz gerek Bakanlığımızın yetkilileri gerek bizler gerekse tüm
çalışanlar gerekli hassasiyeti gösterirler diyorum. Beni dinleme nezaketinde bulunduğunuz için hepinize çok teşekkür
ediyor, hepinizi saygıyla selamlıyorum. (AK PARTİ ve MHP sıralarından alkışlar) BAŞKAN – Teşekkür ediyorum Sayın Bakan. Son konuşmacı İstanbul Milletvekili Sayın Durmuş Ali Torlak. Sayın Torlak, buyurun efendim. (MHP sıralarından alkışlar) D. ALİ TORLAK (İstanbul) – Sayın Başkan, çok değerli
milletvekilleri; görüşülmekte olan Tuzla tersaneleriyle ilgili 295 sayılı rapor
hakkında şahsım adına söz almış bulunuyorum. Bu vesileyle yüce heyetinizi saygılarımla
selamlıyorum. Değerli milletvekilleri, komisyon raporundaki değerlendirmeler,
gemi inşa sektöründeki hâlihazır durumun tespitidir. Alınması gereken önlemler
olarak sıralananlar ise zaten mevzuatla belirlenmiş hususlardır. Bununla
beraber, yol göstermesi ve konunun tarafsız olarak yorumlanması açısından da
topluma yol gösterecek nitelikte olduğu değerlendirilmektedir. Raporda belirtildiği gibi dünya denizcilik sektörü ülkelerin
dünyaya açılımını sağlayan en önemli sektörlerden biridir. Dünya deniz ticaret
hacmindeki artışlar ve uluslararası kurallarda getirilen yenilikler nedeniyle
dünya gemi inşa sanayisinde büyük bir canlılık yaşanmaktadır. Dünya gemi inşa
piyasasındaki gelişmelere paralel olarak ülkemiz ve tersanelerimiz kaliteli
işçilik, Avrupa’ya yakınlık gibi nedenlerden dolayı cazibe merkezi olmuştur. Türk tersanelerindeki büyümenin tek sebebi, küresel gelişmeleri
yakından takip eden ve yatırımını ona göre düzenleyen girişimciler, yani
tersanecilerdir. On sene öncesine kadar sadece iç piyasaya gemi yapan bu sektör
son altı yedi senedir dünyaya entegre olmuş ve yabancı
armatörden sipariş almıştır. Bu Hükûmetin “Türk gemi inşa sektörünü
destekledim.” diyebileceği tek konu muhtelif bölgelerde yer tahsisi yapmasıdır.
Kısaca, gecekondu mantığıyla tersane yeri belirleme anlayışı devam etmektedir.
Daha önce de dile getirdiğim gibi, ülkemizde üç bölgede, büyük alanlarda,
arkasında yan sanayiyi, lojmanları ve sosyal tesisleri de içeren tersaneler
bölgeleri belirlenmelidir. Hedef bu olmalı ve büyük düşünülmelidir. Uygulanmakta olan politikalar nedeniyle, raporda da belirtildiği
gibi, yerli armatörümüz yurt dışı tersanelere yönelmiştir. Bu armatörlerimizin
yurt dışına verdikleri siparişler Nisan 2008 itibarıyla 300 adet gemi ve
toplamda 15 milyon 700 bin DWT’a ulaşmıştır. Bu rakam
Türk gemi inşa sanayisinden asgari 10 kat büyüktür. 14 Ocak 1982 tarihli, 2581 sayılı Deniz Ticaret Filosunun
Geliştirilmesi Hakkında Kanun ile yenilenen filomuz artık yaşlanmıştır. Sayın
Bakanın, tersaneleri kapatma söylemi yerine, yaşlanan filomuzun yenilenmesi
için Türk tersanelerini adres göstermesi gerekirdi. Tersanelerde alt işveren
olmadan kısa zamanda üretim yapılmasının ve dünyayla rekabet edilmesinin mümkün
olmadığını herkesin bilmesinde büyük yarar vardır. Alt işverenlik uygulamasına
olan gereklilik konusunda tüm kesimler hemfikirdir ancak Çalışma ve Sosyal
Güvenlik Bakanlığı, kendisini sorumluluktan kurtarmak adına, 27 Eylül 2008
tarihinde Alt İşverenlik Yönetmeliği hazırlamıştır. Bu yönetmelikle “Asıl iş
taşerona verilmeyecektir.” hükmü getirilmiştir. Yani tersanelerde asıl iş olan
sac işleme taşerona verilemeyecektir. Söz konusu yönetmelik hazırlanırken, asıl
işi çöp toplama ve temizlik olan belediyelerin çöp toplama ve temizlik
hizmetlerini alt işverenlere, yani taşeronlara devretmesi göz ardı edilmiş,
sanki tersaneler hedef alınmıştır. Hükûmet olarak,
belediyelerin, asıl işlerini taşeronlara devretmesini hoş görmek, tersanelerin
taşeron çalıştırmasını engellemek ve yasaklamak hangi akla, hangi hukuka uygun
bir davranıştır bunu anlamak mümkün değildir ve bu uygulamadan vazgeçilmelidir.
Değerli milletvekilleri, dünyadaki mali kriz, küresel gelişmeler
ve ardından da Sayın Bakan tarafından yapılan “tersaneler kapatılmalı” söylemi
sebebiyle sektör maalesef bitirilme noktasına gelmiştir. Sayın Bakanın bu
söyleminden sonra Türk tersanelerine gelen sipariş sayısı sadece on ikidir.
Başka bir deyişle bu durum, en geç bir sene içerisinde Türkiye’de batan
tersaneler olacağının işaretidir. Şimdi, Sayın Bakanımıza sormak lazım: Tuzla tersaneler bölgesi
kalktığında yeni kurulacak tersane alanlarında kaza olmayacağını taahhüt
edebilir mi? Tuzla’daki tersanelerin kapatılmasıyla işsiz kalacak işçiler için Hükûmetin ve Sayın Bakanın alternatif istihdam projesi var
mıdır? Yoksa, bu insanlarımız da işsizler ordusuna
dâhil mi edileceklerdir? Değerli milletvekilleri, elektriğe yüzde 60 zam, doğal gaza yüzde
50 zam yapılan bir ülkede istihdam sağlayarak sanayicilik yapanlara devletin
sahip çıkması, desteklemesi gerekmektedir. Bu sektör, arkasında devlet desteği
olmadan kendini tek başına dünyaya kabul ettiren, Avrupa Birliğine ülkesinden önce giren bir sektördür.
Türk gemi inşa sektörünün asıl yönlendireni veya asıl sorumlusu Ulaştırma
Bakanlığıdır. Sektörle dolaylı iyi ilişkisi olan tüm bakanlar olumlu veya
olumsuz yorum yaparken, Sayın Ulaştırma Bakanınca gerekli açıklamalar
yapılmamış, sektör sahipsiz bırakılmıştır. Sayın Bakanım, Sayın Başkan, değerli milletvekilleri;
Tuzla’da bu tip hadiselerin yaşanmasını gerçekten istemiyorsak ve bunlara
önemli bir çözüm bulmak gibi bir gayemiz varsa, bana göre burada yapılması
gereken tek şey vardır: Tuzla’da bulunan mevcut havuzların ve tamir-onarım
ihtiyaçlarının bir başka bölgede yeniden bir alan tahsis edilmek suretiyle
-tamir ve onarımı, havuzları dışarıya çıkardığınız takdirde bu olayların hiçbir
tanesi olmayacaktır- sadece ve sadece Tuzla tersaneler bölgesinde yeni gemi
inşa ettiğiniz takdirde bu problemler yaşanmayacaktır. Bunları da göz ardı etmemenin doğru olduğu kanaatindeyim. Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; şekli ve nedeni ne olursa
olsun iş kazalarındaki ölümleri kabullenmek mümkün değildir. Ancak
unutulmamalıdır ki her türlü tedbiri alsanız, her çalışanın başına bir iş
güvenlikçi koysanız da kaza olmayacak anlamına gelmez. Elbette dileğimiz sıfır
iş kazasıdır, çalışmalar bu doğrultuda yapılmalıdır. Bu rapordan kamunun ve özel sektörün önemli dersler çıkaracağı
kanaatindeyim. Bu raporun Türk gemi inşa sektörüne, ekonomimize ve büyük Türk
milletine hayırlı, uğurlu olmasını diliyor, yüce heyetinizi saygılarımla
selamlıyorum. (MHP sıralarından alkışlar) BAŞKAN – Teşekkür ediyorum Sayın Torlak. Sayın milletvekilleri, gemi inşa sanayisindeki iş güvenliği ve
çalışma şartları sorunlarının araştırılarak alınması gereken önlemlerin belirlenmesi
amacıyla kurulan Meclis Araştırması Komisyonu Raporu üzerindeki genel görüşme
tamamlanmıştır. Şimdi, 2’nci sırada yer alan, Bursa Milletvekili İsmet Büyükataman ve 29 milletvekilinin, Aydın Milletvekili Ahmet
Ertürk ve 20 milletvekilinin, Bursa Milletvekili Ali
Koyuncu ve 19 milletvekilinin, Balıkesir Milletvekili Ahmet Edip Uğur ve 23
milletvekilinin ve Muğla Milletvekili Gürol Ergin ve 24 milletvekilinin
önergeleri üzerine, zeytin ve zeytinyağı ile diğer bitkisel yağların üretiminde
ve ticaretinde yaşanan sorunların araştırılarak alınması gereken önlemlerin
belirlenmesi amacıyla Anayasa’nın 98’inci, İç Tüzük’ün 104 ve 105’inci
maddeleri uyarınca kurulan (10/27, 34, 37, 40, 102) esas numaralı Meclis
Araştırması Komisyonu Raporu üzerindeki genel görüşmeye başlıyoruz. 2.- Bursa
Milletvekili İsmet Büyükataman ve 29 Milletvekilinin,
Aydın Milletvekili Ahmet Ertürk ve 20
Milletvekilinin, Bursa Milletvekili Ali Koyuncu ve 19 Milletvekilinin,
Balıkesir Milletvekili A. Edip Uğur ve 23 Milletvekilinin ve Muğla Milletvekili
Gürol Ergin ve 24 Milletvekilinin, Zeytin ve Zeytinyağı ile Diğer Bitkisel
Yağların Üretiminde ve Ticaretinde Yaşanan Sorunların Araştırılarak Alınması
Gereken Önlemlerin Belirlenmesi Amacıyla Meclis Araştırması Açılmasına İlişkin
Önergeleri ve Meclis Araştırması Komisyonu Raporu (10/27, 34, 37, 40, 102) (S.
Sayısı: 296) (x) BAŞKAN – Komisyon ve Hükûmet? Yerinde. Komisyon raporu 296 sıra sayısıyla bastırılıp dağıtılmıştır. İç Tüzük'ümüze göre, Meclis araştırması komisyonunun raporu
üzerindeki genel görüşmede ilk söz hakkı önerge sahibine aittir. Daha sonra, İç
Tüzük'ümüzün 72'nci maddesine göre siyasi parti grupları adına birer üyeye,
şahısları adına iki üyeye söz verilecektir. Ayrıca, istemleri hâlinde Komisyon
ve Hükûmete de söz verilecek, bu suretle Meclis
araştırması komisyonu raporu üzerindeki genel görüşme tamamlanmış olacaktır. Konuşma süreleri, Komisyon, Hükûmet ve
siyasi parti grupları için yirmişer dakika, önerge sahipleri ve şahıslar için
onar dakikadır. Rapor üzerinde söz alan sayın milletvekillerin isimlerini
okuyorum: Bursa Milletvekili Kemal Demirel, Aydın Milletvekili Ahmet Ertürk, Bursa Milletvekili Ali Koyuncu, Balıkesir
Milletvekili İsmail Özgün, Aydın Milletvekili Ali Uzunırmak. Gruplar adına şu ana kadar intikal eden talepler: Cumhuriyet Halk
Partisi Grubu adına Balıkesir Milletvekili Ergün Aydoğan,
Milliyetçi Hareket Partisi Grubu adına Bursa Milletvekili İsmet Büyükataman. Komisyon ve Hükûmetten söz talebi henüz
intikal etmemiştir. Şahısları adına: Manisa Milletvekili Mustafa Enöz,
Hatay Milletvekili İzzettin Yılmaz. Bu milletvekillerimiz bulunamaz ise, Şanlıurfa Milletvekili
Ramazan Başak, Sakarya Milletvekili Ayhan Sefer Üstün konuşacaklardır. Evet, ilk söz önerge sahibi olarak Sayın Kemal Demirel’e aittir. Sayın Demirel, buyurun efendim. (CHP sıralarından alkışlar) KEMAL DEMİREL (Bursa) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri;
hepinizi en içten sevgi ve saygıyla selamlıyorum. (x) 296 S. Sayılı Basmayazı Tutanağa eklidir. Zeytin ve zeytinyağı ile diğer bitkisel yağların üretiminde ve
ticaretinde yaşanan sorunların araştırılarak alınması gereken önlemlerin
belirlenmesi amacıyla Anayasa’nın 98 ve İç Tüzük’ün 104 ve 105’inci maddeleri
uyarınca açılmış olan Meclis Araştırması Komisyonu çalışmalarını tamamlamış ve
raporunu Meclise sunmuştur. Ben de bu Komisyonun üyesi olarak ve önergeye imza
atan bir milletvekili olarak huzurlarınızdayım. Değerli arkadaşlar, bu Komisyonumuz üç dört aylık bir çalışma
sonucu hazırladığı Rapor’u Meclise sundu ve bu Rapor bugün de konuşulacak ve
kabul edilecek, onu biliyoruz. Ama önemli olan, bu Komisyonun öncelikli olarak
kurulma amacı zeytin ve zeytinyağıyla olması lazımdı fakat diğer yağlar da
girdi ve böyle bir tablo ortaya çıktı. Çünkü her iki yağ grubunun birbirinden farklı
olduğunu, farklı özellikler taşıdığını bilerek bu konuya girmek istiyorum. Zeytinyağı, özellikle ülkemiz açısından stratejik özelliği olan
bir ürün. Böyle bir ürünün hak ettiği yere gelmesi noktasında herkes üzerine
düşeni layıkıyla yapmalı diye düşünüyorum. Çünkü zeytin, aynı zamanda insan
vücudu için de ilaç özelliği taşıyan önemli bir hammadde. Bu noktada, zeytin ve
zeytinyağının ülkemizde hak ettiği yere gelmesi noktasında kurulan komisyonlar
ciddi çalışmalar yapıyorlar. Geçen dönem de komisyon bir rapor hazırlamış, ne
yazık ki seçimler geldiği için bu raporlar Mecliste görüşülememiş ve raflarda
kalmıştı ama bu dönem komisyon görevini yaptı, raporları hazırladı ve Meclise
getirdi. İnanıyorum ki Meclis de bu Komisyon Raporu’nun ortaya koymuş olduğu
gerçekleri, ortaya koymuş olduğu tabloyu hayata geçirmesi noktasında Hükûmetin ve Bakanlığın -bakanlıkların diyeceğim çünkü
sadece bir bakanlığı ilgilendirmiyor, Tarım Bakanlığını, Maliye Bakanlığını,
Sanayi Bakanlığını, Sağlık Bakanlığını ilgilendiren bir konuda- gerekli
hassasiyeti göstermesini istiyorum. Bu Meclis dönemi açıldığı zaman Sayın Başbakana soru önergesi
vermiştim. Bizzat da Başbakanın bu işin içerisinde olmasını ve gereken
hassasiyeti göstermesini beklemiştim. Çünkü zeytin ve zeytinyağı konusu da ve
diğer yağlar konusu da sadece bakanlıkları değil Hükûmeti
de direkt ilgilendiren önemli bir konu. Değerli arkadaşlar, bizim, ülke olarak ham yağ ithalatında
verdiğimiz, dışarıya ödediğimiz para 2007 yılında 1,7 milyar dolar. Yani
dışarıya verdiğimiz para 1,7 milyar dolar. Eğer biz çok ciddi, geçerli, tutarlı
tarım politikalarımızı oluşturabilmiş olsaydık, millî, ulusal politikalarımızı
hayata geçirebilmiş olsaydık biz yağ konusunda dışarıya 1,7 milyar dolar
ödemeyecektik. Kaldı ki bu seneki rakamlarla, doların da yükselişini göz önüne
alırsak, 2 milyar doları aşkın bir para dışarıya gidecek. Eğer bu para dışarıya
gitmemiş olsaydı, bugün ektiği ürünün karşılığını alamayan -evine, aşına, çoluğuna çocuğuna- hak ettiği parayı kazanmak için mücadele
veren çiftçilerimiz o 2 milyar doları kendi ceplerinde görmüş olacaklardı. Yani
çok ciddi, tutarlı, geçerli millî tarım politikası oluşturulamamasının faturası
2 milyar dolar dışarıya giden para olarak karşımızda. Onun için, bu komisyonlar ciddi araştırmalar yapıyorlar, ciddi
raporlar hazırlıyorlar; bürokrasi katkısını sağlıyor; işte güneydoğusu,
Marmara’sı, Ege’si dolaşılıyor, tarlalara gidiliyor; toplantılar yapılıyor ve
kitap hâlinde buraya getiriliyor ve burada kabul edildikten sonra eğer bu
raporlar hayata geçirilmezse, bu raporlardaki gerçeklerin hayata geçirilmesi
için mücadele verilmezse emekler ne olacak? O kadar insan konuştu, o kadar çiftçi konuştu, sanayici konuştu,
üretici konuştu. O insanlar, Meclisten, umutla yapılan çalışmanın neticesinin
alınmasını bekliyorlar. Parlamentonun görevi de bu değil mi? Yani Parlamentonun
görevi, kendisine aktarılan sorunların çözülmesi için mücadele etmek değil mi?
Eğer bunları yapmıyorsak, o zaman bizim milletvekili olarak görevimizi yapmamış
gibi bir tablo ortaya çıkıyor. Milletvekilinin görevi halkın vermiş olduğu oyun
gereğini yerine getirmektir. O da nedir? Ağlayan çiftçinin yüzünü güldürmektir,
umutla bekleyen köylüye sahip çıkmaktır. Onun da yolu çok basit: Ağlayanı
görmektir, ağlayanı dinlemektir, ağlayanın sesine kulak tıkamak değil, kulağını
ve gözünü, yüreğini açmak demektir. Komisyonlar bunun için kuruluyor, sorunlar
bunun için var ve bu sorunları çözmek için de Parlamentonun da görevi bu. Ben buradan konuşurken… Milletvekillerimizle beraber Komisyon olarak
dolaştık. Köylüler bu kürsüye gelip konuşamıyor, çiftçi bu kürsüye çıkıp
konuşamıyor; köylü Ahmet ağa, Mehmet ağa, Hatice anamız, Ahmet dedemiz burada
konuşamıyor. Kim konuşuyor? Onun vekili konuşuyor. O zaman, vekil, köylü gibi
konuşacak ve köylünün derdini buradan anlatacak. O zaman köylü “İşte benim
vekilim kürsüde, ben yokum ama benim vekilim
kürsüde.” diyecek. Onun için, bu kürsüden biz konuşurken, bu kürsüden onların
dertlerini dile getirirken siyasi parti ayrımı yapmaksızın, komisyonun tespit
etmiş olduğu konuların bu Parlamentoda konuşulup, sonuç alınmasını bekliyor.
Birçok rakamlar var, o rakamları konuşabiliriz, anlatabiliriz ama köylü şunu
söylüyor: “O rakamları bir kenara bırakın. Benim ürettiğim ürün, kara zeytinim,
benim karabasanım mı olacak, yoksa benim umudum mu olacak? Benim ektiğim ürün
para edecek mi, etmeyecek mi? Gübre fiyatları artıyor, ilaç fiyatları artıyor,
mazot artıyor, yevmiye artıyor, ama benim ektiğim, yetiştirdiğim zeytinin
fiyatı artmıyor, tam tersine, geriye gidiyor. Bu ne yaman çelişki?” Bu ne yaman
çelişki? Evet, böyle bir çelişkili tabloyla karşı karşıyayız ve o insanlar
bizden umut bekliyorlar. Bugün, yine, aldığımız bilgiler, Bursa bölgesinde, Marmara
Bölgesi'nde 100 bin ton civarında rekoltenin
olabileceği yönünde. Marmara Birlik’in alabileceği
kapasite belli, 35 bin ton civarında. Eğer, tüccar da gereken hassasiyeti
gösterip buralara girmezse ürün ne olacak? Çiftçinin topladığı ürün ne olacak?
O ürünü kim alacak? Burada Toprak Mahsulleri Ofisi fındıkta devreye girebiliyor
ama zeytinde girebilecek mi? Yani zeytini kaderiyle baş başa mı bırakacağız?
Marmara Birlik’in karşısında, tüccar karşısında
kaderiyle baş başa mı bırakacağız? Hayır. Devletin görevi çiftçiyi kaderiyle
baş başa bırakmak değil. Devletin görevi üretenin yanında yer almaktır, hükûmetin görevi üretenin yanında yer tutmaktır. Onun da
yolu çiftçinin sahipsiz olmadığını ortaya koyan politikalardan geçer. Çiftçilerimizin borçlarını anlatmaya gerek yok, söylüyorlar: “Biz
borcumuzu borçla kapatıyoruz. Bir bankadan alıyoruz, ödeyemiyoruz, diğer
bankadan alıyoruz, o aldığımızla diğer bankanın borcunu ödüyoruz.” O anlamda,
ziraat odalarının bana aktardığı bilgiler, bu konuda gerekli girişimlerde
bulunup, bir yıl, ana paraların değil de faizlerin
ödenmesinin yolunu açabilmek. Bu bir yıl ana paraların
ötelenmesini bekliyorlar. Yani ziraat odalarının görüşleri o, o çerçevede. Birkaç rakam verirsem… Bakın çok ilginç tablolar var. Yani geçen
sene Ekim 2007’de yüzde 33’lük amonyum nitratın fiyatı 386 lira iken bu sene
845 lira. Yani yüzde 119 zam var. Çok rakam var ama ben rakamlarla meşgul etmek
istemiyorum. Yani burada çiftçinin tarlasında kullandığı gübre yüzde 100’leri
aşacak ama ürettiği ürün yüzde 100’leri aşamayacak, tam tersine geriye gidecek!
Ondan sonra diyeceğiz ki çiftçimize: “Sen güler misin.” Nasıl
gülecek? Hani çiftçimiz Türk milletinin efendisiydi, Atatürk’ün dediği gibi.
Efendiye gereken önemi vermenin yolu ektiği ürüne sahip çıkmaktır. Bugün bizim çiftçimiz Avrupa’daki çiftçiyle karşılaştırıldığı zaman
en az desteği alan çiftçidir. Avrupalı, Amerikalı kendi çiftçisine sahip
çıkıyor. Biz bunu yapamıyorsak, ondan sonra… Biraz evvel Sayın Tarım Bakanı
konuşuyordu: “Bizdeki gübre artışları 4 misli oluyor ama Avrupa’da 7 misli, 10
misli artıyor.” (Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı) BAŞKAN – Sayın Demirel, konuşmanızı tamamlayınız. Buyurun efendim. KEMAL DEMİREL (Devamla) - Ama Sayın Bakana sormak lazım: Bizde 4
misli arttı, orada 7 misli, Avrupa’daki çiftçi ne kadar destek alıyor? Onları da söylemek lazım. Onlar gereken her türlü desteği
alıyorlar. O yüzden, Türkiye’nin ayağa kalkmasının yolu üretime sahip
çıkmaktır. Türkiye’yi güldürmenin yolu ağlayan köylüye sahip çıkmaktan geçer.
Eğer ağlayan köylüyü güldüremezseniz inanın Türkiye’yi güldüremezsiniz. Bu noktada ben hazırlanan bu Komisyon Raporu’nun hayata geçmesi
için bu Komisyon Raporu’nun da yaptırım gücünün olmasını istiyorum. Üstüne basa
basa söylemek istiyorum. Eğer Komisyonun almış olduğu
görüşlerin yaptırım gücü yoksa o zaman komisyonları kurmaya da gerek yok
arkadaşlar. Niye komisyonları kuruyoruz? O komisyonların almış olduğu kararlar
uygulansın diye. Bu noktada Türkiye’nin zeytin ve zeytinyağı konusunda ciddi,
tutarlı, ulusal bir politikası olmadan bu sorunların çözümlenemeyeceğini biliyorum.
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı) KEMAL DEMİREL (Devamla) – Teşekkür için… Bağlayacağım. O yüzden, bu raporun mutlaka hayata geçirilmesi ve umutla bekleyen
-şu anda bu ülkede ekonomik kriz var ama yıllardan beri köylümüzün ekonomik
krizi var- bu köylümüzün ekonomik krizinin ortadan kalkması noktasında
Komisyona ve Meclise düşen görevi layıkıyla yerine getirirsek inanıyorum ki o
insanlar da bize teşekkür edeceklerdir diyorum. Hepinize sevgi, saygı ve selamlarımı sunuyorum. (CHP sıralarından
alkışlar) BAŞKAN – Teşekkür ederim Sayın Demirel. Önerge sahipleri adına ikinci konuşmacı Aydın Milletvekili Ahmet Ertürk. Sayın Ertürk, buyurun. (AK PARTİ
sıralarından alkışlar) AHMET ERTÜRK (Aydın) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri;
zeytin ve zeytinyağı konusunda bazı milletvekili arkadaşlarımızla beraber biz
de önerge vermiştik. Bu güzel ürünün, gerçekten bu kutsal
meyvenin sorunlarının araştırılarak çözüm yollarının ortaya konulması yönünde
daha pek çok milletvekilimizin verdiği önergeler birleştirilerek Mecliste bir
araştırma komisyonumuz kuruldu ve bu Araştırma Komisyonumuzun kurulmasından
sonra gerçekten güzel çalışmalar yapıldı ve bu çalışmalarla, inşallah, ürettiği
bu güzel ürünle bu toplumu besleyen ve doyuran değerli zeytin üreticilerimiz
hak ettikleri beklentilerine kavuşacaklar ve bu ürünü daha fazla alanda
üretmeye devam edecekler. Değerli milletvekilleri, biliyorsunuz, zeytin, daha çok
Akdeniz Bölgesi’nin klasik ürünlerinden birisi ve ülkemizde de Akdeniz Bölgesi
şeridinde, işte Bursa, Çanakkale illerimizden, yukarıdan başlayıp Marmara’dan
Ege’ye doğru devam eden ve Akdeniz Bölgemizden de Güneydoğu Anadolu’muza doğru
olan arazi bölgesinde, iklim bölgesinde yetişen, çeşitli türleri olan, pek çok
yerde yağlık, pek çok yerde de sofralık olarak yetiştirilebilen güzel bir ürün.
Şimdi, bu ürünümüzün öncelikle pek çok sorunu var. En güzeli de bu
sorunları aşma konusunda öncelikle bir reklam veya bu ürünü tanıtma konusunda
pek çok eksikliğimizin olduğunu bu Komisyonda gördük. Belki zeytin üreten
bölgelerdeki insanlar günde 20 kilo yağ tüketirken Türkiye ortalamasına
baktığımızda ancak Değerli milletvekilleri, Sayın Başkanım; öncelikle Meclisimizden
çıkan Üretici Birlikleri Kanunu çerçevesinde Ulusal Zeytin ve Zeytinyağı
Konseyimiz kuruldu ve şu anda bu konseyimiz çalışmalarına devam ediyor ve
ilgili Bakanlıklara önerilerini ve projelerini sunuyor. Ama bunun yanında bu
Komisyon daha kapsamlı çalıştı; daha farklı alanlarda, fidanından üretiminin
son aşamasına kadar bütün konuları takip etti. Şimdi beklentiler var, mevcut talepler var, bir de olanlar var.
Şimdi, memleketimizde aşağı yukarı 140 milyona yaklaşan bir zeytin ağacı
varlığını görüyoruz. Bizim Hükûmetimiz iktidara
geldiğinde mevcut zeytin ağacımız yaklaşık 100 milyon adet civarındaydı, uzun
yıllardan beri 100 milyon adet, ama AK PARTİ’nin
iktidar olduğu bu beş yıllık zaman diliminde 40 milyon adet. Bu neden
kaynaklandı? Öncelikle Hükûmetimiz fidan desteğini
ortaya koydu. Fidan desteği marifetiyle bu zeytin yetişen bölgelerimizde 40
milyon adet zeytin fidanı dikildi ve bu fidanlar yavaş yavaş
artık önümüzdeki yıldan itibaren ürün vermeye, bu ağaçlarımız da mahsuldar
olmaya başlıyorlar. Bunun dışında, kırsal kalkınma desteklerimizle gene Tarım
Bakanlığımız bu ürünü desteklemeye devam ediyor. Tabii, beklentiler de var, ama şunlar yapılmıştı: Mesela, damlama
sulama projeleriyle, yüzde 50 hibeyle, sulanamayan zeytin bölgelerindeki zeytin
ağaçlarımızın sulandığını gördük. Böylece verim neredeyse iki katına
yükseliyor. Tabii, sulanmayan bir ağaçtan beklenen verim ile sulanan bir
ağaçtan… Hele damlama sulamayla, artık, ileri teknolojiyle ve bilimsel
yöntemlerle ve masrafların da, yapılan maliyetin yüzde 50’sini de hibe olarak
veren Hükûmetin katkılarıyla, ağaçlarımız daha
verimli ve her yıl da mahsul veren hâle gelebiliyor. Ayrıca, paketleme ve ambalajlama destekleri, gene kırsal
kalkınmada, zeytinyağını üreten veya sofralık zeytini mamul hâle getiren
insanlarımız, çiftçilerimiz, tüccarlarımız, tacirlerimiz, ihracatçılarımız, iş
adamlarımız yaptıkları tesislerin yüzde 50’sini gene hibe olarak alabiliyorlar.
Böylece, paketleme ve ambalajlama, markalı hâle getirilmiş ürünlerle,
ürünlerimizi hem iç piyasada hem de dünya pazarlarında daha iyi fiyatlarla
satma imkânı ve fırsatı buluyoruz. Ayrıca bunun yanında, eski teknolojiyle üretim yapan, mesela üç
fazlı üretimle imalatını yapan zeytinyağı fabrikaları teknoloji yenileme…
Mesela şu anda, sadece benim ilimde, Aydın’da otuz sekiz tane zeytinyağı
fabrikamız kırsal kalkınmaya müracaat etmiş durumda, teknoloji yenileme
konusunda, burada da yüzde 50 hibe destekler var. Gene ürünün ihracatında navlun ve depo destekleri, ayrıca
ambalajlı ürün destekleri, Tarım Bakanlığımız ve ihracatla ilgili Bakanlığımız,
Hazinemiz tarafından destekleniyor. Türk malı ambalajlı, “Türkiye’de
üretilmiştir” ve belli bir patent almış, lisans almış markamız yazıldığı
takdirde ürüne, zeytinyağında 1 tonda 500 dolar, zeytinde de 225 dolar
-sofralık zeytinde de- ihracat desteği verilmektedir. Bunun yanında,
zeytinyağına 200 bin liralık veya şimdiki YTL’mizle 20 yeni kuruşluk prim
desteği, 3 lira 35 kuruşluk da mazot ve gübre desteği ödenmektedir. Bu tespitlerimiz, yaptığımız çalışmalar sonunda, çiftçilerimiz
tarafından, artan gübre ve mazot fiyatlarına göre biraz daha artırılması, prim
desteğinin, örneğin 50 yeni kuruşa çıkarılması gibi ve kırsal kalkınma
desteklerinin de sürdürülmesi yönünde pek çok talep almış bulunmaktayız. Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; bir de en önemli tespit
ettiğimiz sorunlardan birisi de karasu meselesiydi. Zeytin sıkıldıktan sonra,
üç fazlı sistemlerde, fazın birisinden zeytinyağı çıkıyor, birinden karasu
çıkıyor, birinden de pirina, yani küspe dediğimiz pirina çıkıyor. Bu pirina tekrar
değerlendiriliyor, yakacak olarak da kullanılabiliyor, içinden pirina yağı
çıkarılıyor. Ama karasu şu anda bir sorun olarak önümüzde duruyor. Komisyonumuz
bu konuda pek çok uzmanı dinledi, pek çok bilimsel kurum ve kuruluşun teknik
adamlarını, üniversitelerin değerli elemanlarını dinledi. Bunlarla ilgili
gerekli çalışmalarımızı raporlarımıza yazdık ve şunu gördük ki İspanya’da
–dünyada en büyük zeytin üreten ülke İspanya- şu anda yüzde 95’e varan nispette
artık iki fazlı sistem kullanılıyor yani zeytin sıkıldıktan sonra bir taraftan
zeytinyağı çıkıyor bir taraftan da içinde karasu olan pirina çıkıyor. Şimdi
bizim bunu yapmamız lazım. Bilimsel araştırmalara göre pek çok yerde arıtma tesisleri var,
pek çok yerde de yavaş yavaş iki fazlı sisteme dönüş
var. İspanya yüzde 95 nispetinde iki fazlı sisteme dönmüş. Yunanistan ve İtalya
-bunlar bizden daha önde olan, daha çok zeytin ağacı olan ülkeler. Türkiye’miz
dördüncü sırada şu anda- da yavaş yavaş yüzde 50
nispetinde iki fazlı sisteme dönmüş durumda. Şimdi, bizler de bu Komisyon
Raporumuzda bu konuyu iyice irdeledik ve ülkemiz için gerçekten en doğru
yöntemin, Hükûmetimizin verdiği kırsal kalkınma
destekleri… Teknolojilerin, zeytinyağı fabrikalarındaki teknolojinin
yenilenerek iki fazlı sisteme dönülmesi yönünde öneri ve düşüncelerimizi ortaya
koyduk. Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; tabii burada ekstraksiyon işlemi yapılması lazım, bir de dekantör değişikliği ile bu sistem çok fazla ve büyük,
aşırı maliyetlere gereksinim kalmadan yapılabiliyor. Ancak pirinayı işleyecek
ve değerlendirecek olan tesislerin kurulması lazım. Bu tesisler de ülkemizde
çok fazla değil. Bir başka çalışma, ARGE çalışmalarının yeterli olmadığını gördük. Lisanslı depoculuk yönünde Hükûmetimizin
başlattığı çalışmaların daha da geliştirilmesi ve mutlaka zeytinyağının ürünün
hasat zamanında değil bütün yıla yayılabilecek bir şekilde çalışmaların
sürdürülmesi gerektiği konusunda bilhassa tarım birliklerine verilen
desteklemelerin artık daha fazla birliklerin gayretli çalışmalarıyla lisanslı
depoculuğun hayata geçirilerek ürün zamanında çiftçilerimizin ürünlerinin bir
anda pazarda bol, arz talep dengesine göre fazla arz edilen ürünlerin
fiyatlarının düşmesine mâni olunması gerekiyor. Sayın Başkan, değerli milletvekilleri, ayrıca bu Komisyonumuzda
bir de biz kanun teklifi hazırladık. Beraberce Komisyonu oluşturduğumuz diğer
partilerden olan, iktidar ve muhalefet partilerinden olan milletvekili
arkadaşlarımızla ve Komisyon Başkanımızla beraber -uzmanlarımızla gene- güzel
bir çalışma yaptık. Bu çalışmada bozuk baltalık orman alanlarında, piynar, kayıtlık, çalılık gibi alanlarda delicesi yetişen
ancak aşılandığı zaman mahsuldar hâle gelebilen, işte, zeytin gibi, çitlembik
gibi, keçiboynuzu gibi pek çok meyveli ağacın da bu alanlara dikilebilmesi
yönünde kanun teklifimiz Büyük Millet Meclisi Başkanlığımıza verildi ve
inşallah… (Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı) BAŞKAN – Buyurun Sayın Ertürk,
konuşmanızı tamamlayınız. AHMET ERTÜRK (Devamla) - …kısa zamanda Meclisimizin huzuruna gelerek
bu kanun teklifimizin yasalaşmasını… Ayrıca, gene bir ikinci maddede de “tağşiş” dediğimiz karıştırma
yöntemiyle yani hile hurda işinin de artık ortadan kaldırılması ve ağır
müeyyidelerle, cezalarla, bu işi yapan, zeytini, zeytinyağını başka yağlarla karıştıran
insanların da bu konuda cezalandırılması ve bu caydırıcı bir unsur olması
yönünde çalışmalarımızı bir kanun teklifiyle de ortaya koyduk. Ayrıca, havza destekleri yönünde de açığını gördüğümüz ve
gerçekten 1,7 milyar dolarlık bir ithalata sebep olan yağlı tohumlar açığında
da mutlaka havza desteklerinin geliştirilerek pamuk bölgelerinde pamuğun daha
fazla desteklenmesi, ayçiçeği bölgelerinde ayçiçeğinin daha fazla
desteklenmesi, mısır bölgelerinde de mısır ürününün daha fazla desteklenmesi
yönünde -çünkü Hükûmetimiz hem pamuğu hem ayçiçeğini
hem de mısırı primle destekliyor- bu primlerin havzalara göre
farklılaştırılması yönünde pek çok çalışmalar yaptık. (Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı) AHMET ERTÜRK (Devamla) - Bu çalışmaların hayırlı olmasını
diliyorum ve bu çalışmamızın sonucunda ortaya çıkan raporumuzun, ürettiği
ürünlerle bu toplumu besleyen ve doyuran değerli çiftçilerimize yararlı
çalışmalara vesile olması temennisiyle yüce heyetinizi saygıyla selamlıyorum.
(AK PARTİ sıralarından alkışlar) BAŞKAN – Teşekkür ederim Sayın Ertürk. Önerge sahipleri adına üçüncü konuşmacı Bursa Milletvekili
Ali Koyuncu. Sayın Koyuncu, buyurun efendim. (AK PARTİ sıralarından alkışlar) ALİ KOYUNCU (Bursa) – Sayın Başkan, çok değerli milletvekili
arkadaşlarım; zeytin, zeytinyağı ile diğer bitkisel yağların üretiminde ve
ticaretinde yaşanan sorunların araştırılması için kurulan Meclis Araştırması
Komisyonu ve hazırlamış olduğu 296 sıra sayılı Rapor’u üzerine söz almış
bulunmaktayım. Konuşmama geçmeden önce Genel Kurulu saygıyla selamlıyorum. Sayın Başkan, değerli milletvekili arkadaşlarım; tarım ve çiftçi
bizim önceliklerimizdendir. Onların meselesi bizim meselemizdir, onların
mutluluğu bizim mutluluğumuzdur. Bu çerçeve içerisinde çiftçi kardeşlerimizin
mutlu olması için işte bu sektörde kanunu olmayan bir kanunu, Tarım Kanunu’nu
da bu dönemde bu çiftçi kardeşlerimizin mutluluğu için çıkarmış bulunuyoruz. Ayrıca, yine, 2,7 milyar dolar civarında, yüzde 180’lerle,
yüzde 190’larla temerrüt faizleriyle karşı karşıya kalan çiftçilerimizin 1,7
katrilyon liranın silinmesi, geri kalan borçlarının da üç yıla taksitler
hâlinde bölünmesi, bunun akabinde de, tabii ki, toprak reformunun yapılması,
daha sonra da birim alandan hem zeytin üreticilerimizin daha fazla ürün elde
etmesi, ürün maliyetlerinin düşürülmesi, kârlılıkların artırılması noktasında
da beş yıl sıfır faizli kredilerin verilmesi de “Tarım ve çiftçi bizim
önceliklerimizdendir.” dediğimizin kanıtıdır. Sayın Başbakanımızın da dediği gibi, tarımı kalkındırmadan ülkeyi
kalkındıramayız. Bizler de bu hedef doğrultusunda çalışıyoruz, hangi bölgede
çiftçilerimizin hangi sorunu var hepsini biliyoruz. Bu sıkıntıları çözmek için
de çalışıyor, çözüm üretiyor, ortak akıl arıyoruz. İşte bu amaçlarla
komisyonlar kurulması için de önergelerimizi veriyoruz, çalışmalarımızı
yapıyoruz. Sorunların tespit edilmesi, sorunların çözülmesi noktasında da
gayretli bir çalışma içerisindeyiz. Sayın Başkan, değerli milletvekili arkadaşlarım; 1,7 milyar
dolarlık ithalatla, petrolden sonra en çok döviz harcadığımız yağlı tohum ve
bitkisel yağlardır. Bu nedenle, hem döviz kaybını azaltmak hem zeytin ve
zeytinyağındaki üretim ve kalite miktarını artırmak için Komisyonun hazırladığı
rapor çok büyük önem arz etmektedir. Zeytinciliğin ülkemizdeki mevcut durumu ile dünyadaki yerini
tespit ettiğimizde bu alanda dünyada söz sahibi ülkelerden biri olduğumuz
ortaya çıkmaktadır. Ülkemizde üretilen toplam zeytinin yaklaşık yüzde 30’u
sofralık zeytin olarak işlenmektedir. Ülkemizde 640 bin hektar alanda yaklaşık
150 milyon zeytin ağacı vardır. Tüm tarım alanı içerisinde de zeytin alanı
yüzde 2,3’lük bir alana sahiptir. Ülkemizde yaklaşık 400 bin üretici doğrudan,
1,2 milyon tarım işçisi ve 2 milyon kişi dolaylı olarak zeytin sektöründen
geçimini sağlamaktadır. 800 bin ton zeytini işleyen 1.100 zeytinyağı üretim
işletmesi de bulunmaktadır. Dünya sofralık zeytin üretimi 1,8 milyon ton, zeytinyağı üretimi
ise 2,6 milyon ton seviyesindedir. Ülkemizde zeytinyağı tüketimi kişi başına Ülkemiz, İspanya, İtalya ve Yunanistan gibi önde gelen zeytin ve
zeytinyağı üreten ülkelerden birisidir. 400 bin ton sofralık zeytin üretimiyle
dünya ikincisi, 800 bin ton yağlık zeytin üretimiyle dünya dördüncüsüdür. 145
bin ton zeytinyağı üretimiyle de dünya beşincisidir. Ülkemiz, toplam zeytinyağı
üretiminin yüzde 5’ini, ihracatın ise yaklaşık yüzde 10’unu karşılamaktadır.
Toplam zeytinyağı üretimimiz 145 bin ton seviyelerindedir. Zeytinyağı
ihracatımız yıllık ortalama 70 bin ton civarındadır. 2006-2007 sezonunda 92
milyon dolarlık zeytinyağı ihracatımız yapılmıştır. Değerli milletvekili arkadaşlarım, ülkemizde zeytin ve
zeytinyağına yapılan destekler nelerdir diye de bir bakmamız gerekiyor. Hükûmetlerimiz döneminde bu alanda neler yapılmıştır,
bunlara değinmekte de fayda vardır. 2005 yılından itibaren sertifikalı zeytin
fidanına destek verilmeye başlanmıştır. Dekara verilen destek miktarı 2005
yılında 30 YTL iken, 2006 yılında 250 YTL’ye çıkartılmıştır. 2001-2002
yıllarında 3,4 milyon sertifikalı fidan üretiminin 755 bin adedi zeytin iken,
2006-2007 yıllarında ise 46 milyon sertifikalı fidan üretiminin 26 milyonu
zeytin olmuştur. Değerli dostlar, sofralık zeytin için “Made
in Turkey”, “Türk Malı” yazan ürünlerde ise ayrıca
yine Hükûmetimiz döneminde 2 ila Yine aynı şekilde bizim hükûmetlerimiz
döneminde zeytinyağına da destek verildi. Yine “Türk Malı” yazan ambalajlarda,
2 ve 5 kilogramlık ambalajlarda ihraç edildiğinde ton başına 175 Amerikan
doları, 1-2 kilogramlık ambalajlarda ihraç edildiğinde ton başına 300 Amerikan
doları, 1 kilogramlık ambalajlarda ihraç edildiğinde ton başına 500 Amerikan
doları ihracat ödemesi yapılmaktadır. Ülkemiz zeytinciliğindeki sorunların acilen çözüme kavuşturulması
için sektörün güçlü örgütlenmeye ihtiyacı vardır. 2006 yılında Hükûmetimiz döneminde çıkarılan 5488 sayılı Tarım Kanunu
çerçevesinde ürün konseylerinin kurulmasına izin verilmiş, bu çerçevede
zeytinyağıyla ilgili olarak 2007 yılında da Zeytinyağı Konseyi kurulmuştur. Değerli milletvekilleri, Meclis Araştırması Komisyonu Raporu neler
öngörüyor? Her şeyden önce Komisyon olarak çok iyi bir rapor hazırladığımız
inancındayım. Bu çerçevede her şeyden önce zeytin stratejik ürün olarak kabul
edilmelidir. Gen çalışmaları süratli ve etkin bir şekilde geliştirilmelidir.
Zeytin üretiminin yaygın olduğu bölgelerde eğitim kuruluşlarının açılması
teşvik edilmelidir. Zeytin ve zeytinyağı sektöründe faaliyet gösteren
işletmelere ustalık eğitimi verilmelidir. Çiftçi kayıt sistemi devam etmelidir.
Alan bazında zeytin varlığı belirlenmelidir. Zeytin ve zeytinyağı sektöründeki
işletmelerin envanteri TÜİK’te
toplanmalıdır. Özellikle güneydoğu bölgesindeki yabani zeytinliklerin ıslah
edilmesi gerekmektedir. Avrupa Birliğinde olduğu gibi ülkemizde de coğrafi
işaretlerin denetlenmesi standartlara uygunluğu onaylanmış kuruluşlar
tarafından yapılmalıdır. Gıda kontrolü ve denetimi etkinliği de artırılmalıdır.
Tarım ve Köyişleri Bakanlığına bağlı laboratuvarlar arasında online
koordinasyon sağlanarak analiz ve metot farklılıkları da giderilmelidir. Taklit
ve tağşiş belirlemeye yönelik analiz laboratuvarlarının
yapılabilirliği de sağlanmalıdır. Zeytinyağına diğer yağların karıştırılarak satışının engellenmesi
için yapılan denetimler artırılmalı ve etkin olmaları sağlanmalıdır. Denetimler
açısından tarım il müdürlükleri arasında standartlar da belirlenmelidir. (Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı) KADİR URAL (Mersin) – Ali Bey, bir de 2000 yılındaki desteklere
gelirseniz, iyi olur. 2000 yılında 28 sent destek vermişiz. BAŞKAN - Sayın Koyuncu, konuşmanızı tamamlayınız. Buyurun efendim. ALİ KOYUNCU (Devamla) -
Komisyonumuz kooperatif ve üretici birlikleriyle ilgili çözüm önerileri
de sunmuşlardır. Desteklerin üretici örgütleri aracılığıyla verilmesi
sağlanarak hem kayıt dışılık önlenecek hem de birliklere üyelik teşvik
edilecektir. Üretici örgütlerine sağlanan muafiyet ve istisnaların
genişletilmesiyle üreticilerimizin örgütlenmesi teşvik edilecektir.
Üretici-üniversite ilişkileri geliştirilmelidir diyorum. Konuşmamı tamamlarken, Komisyon Raporu’nun başta zeytin,
zeytinyağı üreticilerine olmak üzere bu sektörde faaliyet gösteren herkese
hayırlı olmasını diliyor, bu Komisyon Raporu’nun hazırlanmasında ve Genel Kurul
gündemine alınmasında emeği geçen herkese teşekkürlerimi sunuyor, Genel Kurula
da saygılarımı sunuyorum. (AK PARTİ sıralarından alkışlar) BAŞKAN - Teşekkür ederim Sayın Koyuncu. Saygıdeğer milletvekili arkadaşlarım, çalışma süremizin dolmasına
çok az bir zaman kalmıştır. Dolayısıyla, bir diğer önerge sahibinin konuşmasına
imkân yoktur. Sözlü soru
önergeleri ile kanun tasarı ve tekliflerini sırasıyla görüşmek
için 22 Ekim 2008 Çarşamba günü, alınan karar gereğince, saat 11.00’de
toplanmak üzere birleşimi kapatıyorum. Hayırlı akşamlar diliyorum. Kapanma Saati: 19.57 |
|