DÖNEM: 23                            CİLT: 29                    YASAMA YILI: 3

 

 

 

 

 

TÜRKİYE BÜYÜK MİLLET MECLİSİ

TUTANAK DERGİSİ

 

8’inci Birleşim

21 Ekim 2008 Salı

İ Ç İ N D E K İ L E R

 

   I. - GEÇEN TUTANAK ÖZETİ

II. - GELEN KÂĞITLAR

III. - GÜNDEM DIŞI KONUŞMALAR

A) MİLLETVEKİLLERİNİN GÜNDEM DIŞI KONUŞMALARI

1.- Denizli Milletvekili Mehmet Salih Erdoğan’ın, 17 Ekim Dünya Yoksullukla Mücadele Günü’ne ilişkin gündem dışı konuşması ve Tarım ve Köyişleri Bakanı Mehmet Mehdi Eker’in cevabı

2.- Ordu Milletvekili Rahmi Güner’in, Karadeniz Bölgesi fındık üreticilerinin sorunlarına ilişkin gündem dışı konuşması ve Tarım ve Köyişleri Bakanı Mehmet Mehdi Eker’in cevabı

3.- Edirne Milletvekili Necdet Budak’ın, tarımdaki gübre destekleme politikalarına ilişkin gündem dışı konuşması ve Tarım ve Köyişleri Bakanı Mehmet Mehdi Eker’in cevabı

IV.- BAŞKANLIĞIN GENEL KURULA SUNUŞLARI

A) Tezkereler

1.- Kazakistan Cumhuriyeti Parlamentosu Senato Başkanı Kassym-Jomart Tokayev ve Kırgızistan Cumhuriyeti Millet Meclisi Başkanı Aytıbay Tagaev’in davetlerine icabet edecek olan Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanı Köksal Toptan’ın, beraberindeki Parlamento heyetini oluşturmak üzere siyasi parti gruplarınca bildirilen isimlere ilişkin Başkanlık tezkeresi (3/563)

2.- Bazı milletvekillerine belirtilen sebep ve sürelerle izin verilmesine ilişkin Başkanlık tezkeresi (3/564)

B) Önergeler

1.- Bursa Milletvekili Kemal Demirel’in; Ticari Taksilerde, Taksi Dolmuş ve Dolmuşlarda Yenileme Yapılması ve/veya Araçların Bir Kereye Mahsus Olarak Değiştirilmesi Sırasında Araç Sahiplerinden ÖTV ve KDV Alınmamasına Dair Kanun Teklifi’nin (2/202) doğrudan gündeme alınmasına ilişkin önergesi (4/90)

V.- ÖNERİLER

A) Danışma Kurulu Önerileri

1.- Gündemdeki sıralama ile çalışma saatlerinin yeniden düzenlenmesine ilişkin Danışma Kurulu önerisi

VI.- KANUN TASARI VE TEKLİFLERİ İLE KOMİSYONLARDAN GELEN DİĞER İŞLER

A) Komisyonlardan Gelen Diğer İşler

1.- İstanbul Milletvekili Çetin Soysal ve 20 Milletvekilinin, Kars Milletvekili Gürcan Dağdaş ve 23 Milletvekilinin, İstanbul Milletvekili Hasan Kemal Yardımcı ve 26 Milletvekilinin ve İstanbul Milletvekili Sebahat Tuncel ve 19 Milletvekilinin, Gemi İnşa Sanayisindeki İş Güvenliği ve Çalışma Şartları Sorunlarının Araştırılarak Alınması Gereken Önlemlerin Belirlenmesi Amacıyla Meclis Araştırması Açılmasına İlişkin Önergeleri ve Meclis Araştırması Komisyonu Raporu (10/121, 129, 132, 134) (S. Sayısı: 295)

2.- Bursa Milletvekili İsmet Büyükataman ve 29 Milletvekilinin, Aydın Milletvekili Ahmet Ertürk ve 20 Milletvekilinin, Bursa Milletvekili Ali Koyuncu ve 19 Milletvekilinin, Balıkesir Milletvekili A. Edip Uğur ve 23 Milletvekilinin ve Muğla Milletvekili Gürol Ergin ve 24 Milletvekilinin, Zeytin ve Zeytinyağı ile Diğer Bitkisel Yağların Üretiminde ve Ticaretinde Yaşanan Sorunların Araştırılarak Alınması Gereken Önlemlerin Belirlenmesi Amacıyla Meclis Araştırması Açılmasına İlişkin Önergeleri ve Meclis Araştırması Komisyonu Raporu (10/27, 34, 37, 40, 102) (S. Sayısı: 296)

VII.- YAZILI SORULAR VE CEVAPLARI

1.- İstanbul Milletvekili Çetin Soysal’ın, Karabük Belediye Başkanının festivaldeki tutumuna ilişkin sorusu ve İçişleri Bakanı Beşir Atalay’ın cevabı (7/4393)

2.- Isparta Milletvekili Süleyman Nevzat Korkmaz’ın, Bakanlık çalışanlarının özlük haklarına ilişkin sorusu ve İçişleri Bakanı Beşir Atalay’ın cevabı (7/4396)

3.- İstanbul Milletvekili Süleyman Yağız’ın, çalışanların ücretlerinin ve iş ortamlarının iyileştirilmesine ilişkin sorusu ve İçişleri Bakanı Beşir Atalay’ın cevabı (7/4601)

4.- Balıkesir Milletvekili Ergün Aydoğan’ın, Kozak Yaylasında siyanürle altın aranmasına ilişkin Başbakandan sorusu ve Çevre ve Orman Bakanı Veysel Eroğlu’nun cevabı (7/4638)

5.- Kars Milletvekili Gürcan Dağdaş’ın, Kars’ta kömür dağıtımına ve doğalgaz kullanımına ilişkin sorusu ve Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanı Mehmet Hilmi Güler’in cevabı (7/4720)

I.- GEÇEN TUTANAK ÖZETİ

 

TBMM Genel Kurulu saat 11.02’de açılarak dört oturum yaptı.

 

Mersin Milletvekili Behiç Çelik, iç güvenlik konusuna,

Denizli Milletvekili Hasan Erçelebi, küresel ekonomik kriz ve Türkiye’nin durumuna,

İstanbul Milletvekili  Mehmet Ufuk Uras, Birleşmiş Milletler İşkence ve Diğer Zalimane, İnsanlık Dışı ya da Onur Kırıcı Muamele ya da Cezaya Karşı Sözleşmeye ilişkin ek seçmeli protokolün onay sürecine ve son günlerdeki işkence ve kötü muamele iddialarına,

İlişkin gündem dışı birer konuşma yaptılar.

 

İnsan Haklarını İnceleme Komisyonunda açık bulunan ve Adalet ve Kalkınma Partisi Grubuna düşen 1 üyeliğe grubunca,

Avrupa Birliği Uyum Komisyonunda açık bulunan:

Adalet ve Kalkınma Partisi Grubuna düşen 16, Cumhuriyet Halk Partisi Grubuna düşen 5, Milliyetçi Hareket Partisi Grubuna düşen 3 ve Demokratik Toplum Partisi Grubuna düşen 1 üyeliğe gruplarınca,

Aday gösterilen milletvekilleri;

Bağımsız milletvekillerine düşen 1 üyeliğe de, yapılan açık oylama sonucunda, Balıkesir Milletvekili Hüseyin Pazarcı,

Seçildiler.

 

Başkanlıkça, Avrupa Birliği Uyum Komisyonunun, başkan, başkanvekili, sözcü ve kâtip üye seçimini yapmak üzere toplanacakları gün, saat ve yere ilişkin duyuruda bulunuldu.

 

Gündemin “Kanun Tasarı ve Teklifleri ile Komisyonlardan Gelen Diğer İşler” kısmının:

1’inci sırasında bulunan, Organize Sanayi Bölgeleri Kanununda Değişiklik Yapılması Hakkında Kanun Tasarısı, Bursa Milletvekili Mehmet Altan Karapaşaoğlu’nun; Organize Sanayi Bölgeleri Kanununda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Teklifi, Milliyetçi Hareket Partisi Grup Başkanvekili ve İzmir Milletvekili Oktay Vural ile İzmir Milletvekili Şenol Bal’ın; 4562 Sayılı Organize Sanayi Bölgeleri Kanununa Bir Geçici Madde Eklenmesine Dair Kanun Teklifi, İzmir Milletvekili Ahmet Ersin ve 18 Milletvekilinin; 4562 Sayılı Organize Sanayi Bölgeleri Kanununa Bir Geçici Madde Eklenmesi Hakkında Kanun Teklifi’nin (1/544, 2/75, 2/135, 2/150) (S. Sayısı: 222) görüşmelerine devam olunarak 6’ncı madde kabul edildi, 7’nci maddesi üzerinde bir süre görüşüldü.

 

21 Ekim 2008 Salı günü saat 15.00’te toplanmak üzere, birleşime 20.00’de son verildi.

 

 

 

Meral AKŞENER

 

 

 

Başkan Vekili

 

 

Canan CANDEMİR ÇELİK

 

Fatma SALMAN KOTAN

 

Bursa

 

Ağrı

 

Kâtip Üye

 

Kâtip Üye

                                                                                                                                                 No.:  10

II.- GELEN KÂĞITLAR

17 Ekim 2008 Cuma

Rapor

1.- Yükseköğretim Kanununda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Tasarısı ile Sivas Milletvekili Muhsin Yazıcıoğlu’nun; Kahramanmaraş Milletvekili Durdu Özbolat ve 20 Milletvekilinin; Samsun Milletvekili Osman Çakır’ın; İstanbul Milletvekili Sebahat Tuncel ve 7 Milletvekilinin; Benzer Mahiyetteki Kanun Teklifleri ile Milli Eğitim, Kültür, Gençlik ve Spor Komisyonu Raporu (1/651, 2/20, 2/46, 2/61, 2/80) (S. Sayısı: 298) (Dağıtma tarihi: 17.10.2008) (GÜNDEME)

                                                                                                                                                 No.:  11

20 Ekim 2008 Pazartesi

Tasarılar

1.- Yükseköğretim Kurumları Teşkilatı Kanununda Değişiklik Yapılması Hakkında Kanun Tasarısı (1/653) (Plan ve Bütçe ile Milli Eğitim, Kültür, Gençlik ve Spor Komisyonlarına) (Başkanlığa geliş tarihi: 14.10.2008)

2.- Kuzey Atlantik Antlaşmasına Hırvatistan Cumhuriyetinin Katılımına İlişkin Protokolün Onaylanmasının Uygun Bulunduğuna Dair Kanun Tasarısı (1/654) (Milli Savunma ve Dışişleri Komisyonlarına) (Başkanlığa geliş tarihi: 14.10.2008)

3.- Kuzey Atlantik Antlaşmasına Arnavutluk Cumhuriyetinin Katılımına İlişkin Protokolün Onaylanmasının Uygun Bulunduğuna Dair Kanun Tasarısı (1/655) (Milli Savunma ve Dışişleri Komisyonlarına) (Başkanlığa geliş tarihi: 14.10.2008)

Teklifler

1.- Tokat Milletvekili Osman Demir’in; 2828 Sayılı Sosyal Hizmetler ve Çocuk Esirgeme Kurumu Kanununda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Teklifi (2/319) (Plan ve Bütçe ile Sağlık, Aile, Çalışma ve Sosyal İşler Komisyonlarına) (Başkanlığa geliş tarihi: 13.10.2008)

2.- Hakkâri Milletvekili Rüstem Zeydan’ın; Hakkâri İline Bağlı “Derecik” Adlı İlçe Kurulması Hakkında Kanun Teklifi (2/320) (İçişleri ile Plan ve Bütçe Komisyonlarına) (Başkanlığa geliş tarihi: 13.10.2008)

                                                                                                                                                 No.:  12

21 Ekim 2008 Salı

Tasarı

1.- 2009 Yılı Merkezi Yönetim Bütçe Kanunu Tasarısı (1/656) (Plan ve Bütçe Komisyonuna) (Başkanlığa geliş tarihi: 17.10.2008)

21 Ekim 2008 Salı

BİRİNCİ OTURUM

Açılma Saati: 15.00

BAŞKAN: Başkan Vekili Nevzat PAKDİL

KÂTİP ÜYELER: Harun TÜFEKCİ (Konya), Murat ÖZKAN (Giresun)

BAŞKAN – Saygıdeğer milletvekili arkadaşlarım, Türkiye Büyük Millet Meclisinin 8’inci Birleşimini açıyorum.

Toplantı yeter sayısı vardır, görüşmelere başlıyoruz.

Üçüncü haftasına girdiğimiz yasama yılımızın bizler için, milletimiz için hayırlar getirmesini diliyorum. Bu vatan uğrunda şehadet şerbetini içen şehitlerimize Allah’tan rahmet, kederli ailelerine ve milletimize başsağlığı diliyorum.

Gündeme geçmeden önce üç sayın milletvekiline gündem dışı söz vereceğim. Konuşma süreleri beşer dakikadır. Hükûmet konuşmalara cevap verebilir. Hükûmetin cevap süresi yirmi dakikadır.

Gündem dışı ilk söz yoksullukla mücadele günü münasebetiyle söz isteyen Denizli Milletvekili Mehmet Salih Erdoğan’a aittir.

Sayın Erdoğan, buyurun efendim. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)

III.- GÜNDEM DIŞI KONUŞMALAR

A) Milletvekillerinin Gündem Dışı Konuşmaları

1.- Denizli Milletvekili Mehmet Salih Erdoğan’ın, 17 Ekim Dünya Yoksullukla Mücadele Günü’ne ilişkin gündem dışı konuşması ve Tarım ve Köyişleri Bakanı Mehmet Mehdi Eker’in cevabı

MEHMET SALİH ERDOĞAN (Denizli) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; Birleşmiş Milletler tarafından her yıl 17 Ekim Dünya Yoksullukla Mücadele Günü olarak ilan edilmiştir. Ben bugün bu konudaki düşüncelerimi sizlerle paylaşmak istiyorum. Bu vesileyle hepinizi saygıyla selamlıyorum.

Bugün pek çok ülke farklı ölçeklerde yoksulluk sorunlarıyla iç içe yaşamaktadır ve yoksulluğun yerel ve küresel boyutta hızla artışı günümüz dünyasının en büyük problemlerinden birisidir. Ayrıca, küresel kuraklığın neden olduğu tarım ürünleri üretimindeki azalma, enerji kaynaklarının yetersizliği nedeniyle bazı tarım ürünlerinin enerji üretiminde kullanılması, dünyada artan gıda tüketimi ihtiyacı, bunlara bağlı olarak gıda fiyatlarındaki artış dünyanın en önemli sorunlarının başında gelmektedir.

Değerli milletvekilleri, gıda üretimi konusunda ülkemiz dünyanın en sayılı ülkeleri arasında yer almaktadır. Bugün, kendimizi ve önemli miktarda dünyayı besleyecek üretim imkânlarına sahip bulunuyoruz. İsrailli bir bilim adamı Güneydoğu Anadolu topraklarıyla ilgili olarak “Bu topraklar o kadar verimli ki buradaki toprağı alın ve dünyanın diğer yerlerindeki tarım alanlarına gübre diye serpin.” demek suretiyle GAP’ın ve Güneydoğu Anadolu topraklarının önemine vurgu yapmıştır. Ancak ülkemizde üretim planlamasının tam olmaması, sulanan alanların genişletilememesi, nadas alanlarının değerlendirilememesi, ekim nöbetine önem verilmemesi ve tarımda teknolojinin yeterli derecede kullanılmaması gibi nedenlerle verimsiz üretim ve ayrıca israf nedeniyle uğradığımız tarımsal kaybın 50 milyar dolar olduğunu bilirsek, tarımda neden sorunlarla boğuştuğumuzun da cevabı kendiliğinden ortaya çıkmış olur.

Teknolojiyi tarımda kullanarak, israfı önleyerek, kaliteyi ve verimi artırmak suretiyle küresel gıda krizini fırsata dönüştürebilir, tarım ihracatımızı 4-5 kat daha artırabiliriz.

Değerli milletvekilleri, çağımızda yoksulluk ve yoksullukla mücadele, dünyanın karşı karşıya olduğu en önemli insani ve sosyal bir olgudur. Bugün dünya nüfusundan yaklaşık 1 milyar insan günde 1 dolardan az bir parayla hayatta kalmaya çalışmaktadır. 1,5 milyar insan ise 2 dolardan az bir parayla geçinmektedir. 100 milyon insan her gece aç karınla uyumakta, tedavisi bilinen fakat sağlık hizmeti alamayan 40 milyon çocuk hastalıktan, 14 milyon insan da açlıktan ölmektedir.

Bu rakamların bize öğrettiği gerçek şudur: Dünya nüfusunun yarıdan fazlası bugün gıda, içme suyu, sağlık, eğitim, barınma ve modern enerji kaynaklarından oldukça yetersiz yararlanmaktadır.

Sayın milletvekilleri, yoksulluk toplum barışı için bir tehdittir. ILO 1994 Philadelphia Deklarasyonu herhangi bir yerdeki yoksulluğun her yerde refah ve barış için bir tehlike oluşturduğu olgusuna dikkat çekmektedir. Bu nedenle, yoksullukla mücadele tüm insanlığın ortak sorunudur ve bu mücadeleden kaçmak insanlık için ortak bir suçtur. İnsanlık tarihi boyunca yoksulluktan uzak, yoksulu hiç olmayan toplum bulmak mümkün değildir. Önemli olan yoksulun kendi hâline, kendi başına bırakılmamasıdır. Devletin birinci görevi, yoksulu, fakiri kendi çaresizliğiyle baş başa bırakmamaktır, sosyal devlet olmanın bir gereği budur. Devlet, yoksulun yanında olmak, onun elinden tutmak ve dertlerine çare aramak, bulmak zorundadır. Günümüzde yoksullukla mücadelede gelişmiş ülkelerin iyi örnek sergilediğini söylemek maalesef mümkün değildir; bir tarafta aşırı zenginler diğer tarafta kuru ekmeğe muhtaç insanlar, bırakın kuru ekmeği açlıktan ölen insanlar, öbür taraftan da silahlanmaya harcanan trilyonlar.

Değerli milletvekilleri, açlık, yoksulluk ve işsizlik dünyanın ve ülkemizin başına bela olan terör olaylarının da tetikleyici unsurlarından biridir. Terör olan yere ne yatırım gider ne de turist gider. Terör, fakirlikten ve yoksulluktan gıdasını alır. Terörün en etkilediği kesim her şeyini kaybetmiş insanlardır. Terör istikrardan rahatsız olur. Gelişme ve kalkınma terörün işine gelmez; istikrarı bozmak, kalkınmayı baltalamak ister.

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN – Sayın Erdoğan, konuşmanızı tamamlayınız.

Buyurun.

MEHMET SALİH ERDOĞAN (Devamla) - Değerli milletvekilleri, yoksullukla mücadele araçlarının başında eğitim gelmektedir. Eğitimsizlik en büyük fakirliktir. Beşerî sermayenin en değerli kaynak olduğu bilinciyle eğitimin yaygınlaştırılması en önemli sorun hâlindedir.

Yoksullukla mücadelede vurgulanması gereken başka bir konu da sürdürülebilir bir kalkınmanın gerekliliğidir. Bunun yanında, makroekonomik dengesizliklerin de yoksullukla yakın ilgisi olduğu bilinmelidir. Ayrıca, yoksullukla mücadelede başarılı olmak için çok daha yaygın ve küresel iş birliğinin geliştirilmesi gerekmektedir.

Değerli milletvekilleri, bütün enerjimizi ve kaynaklarımızı kalkınmaya yönelterek, hedefimizi çağdaşlaşma, kalkınma, demokrasi ve insan hakları standardını yükseltme olarak koyarsak -ki, böyledir- böylece vatandaşlarımızın daha mutlu olduğu, güçlü ve üretken bir Türkiye’yi beraberce çağdaş medeniyetler seviyesine ulaştırmış oluruz.

Tüm insanların refah ve barış içinde yaşadığı bir dünya dileğiyle hepinizi saygıyla selamlıyorum. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – Teşekkür ediyorum.

Gündem dışı ikinci söz, Karadeniz Bölgesi’nin ekonomik sorunlarıyla ilgili olarak söz isteyen Ordu Milletvekili Rahmi Güner’e aittir.

Sayın Güner, buyurun. (CHP sıralarından alkışlar)

2.- Ordu Milletvekili Rahmi Güner’in, Karadeniz Bölgesi fındık üreticilerinin sorunlarına ilişkin gündem dışı konuşması ve Tarım ve Köyişleri Bakanı Mehmet Mehdi Eker’in cevabı

RAHMİ GÜNER (Ordu) – Sayın Başkan, sayın milletvekilleri; Sakarya’dan, Düzce’den, Zonguldak’tan, Bartın’dan, Sinop’tan, Ordu’dan, Giresun’dan, Trabzon’dan ve bu illerimizin en önemli ekonomik sorunu olan fındık konusuna değinmek için ve orada yaşayan halkın, fındık üreticilerinin sorunlarını dile getirmek için söz almış bulunuyorum. Hepinizi saygıyla selamlıyorum.

Değerli arkadaşlarım, burada dört beş ay önce bir konuşma yaptım. Fındığın üzerinde büyük oyun oynandığını ve fındığın bu Karadeniz halkı için en önemli geçim kaynağı olduğunu ama hiçbir tedbir alınmadığını ve fındığın tamamen belli kişilerin tekelinde kaldığını, belli kişilerin sömürü düzeninde sömürüldüğünü bu kürsüden söylemiştim. O zaman Tarım Bakanı yerine Çevre ve Orman Bakanı cevap olarak, fındığın 800 bin ton civarında olacağını söyledi. Ben itiraz ettim, fındığın 600-650 bin ton civarında olacağını ve bu tespitin yanlış olduğunu ve bu tespitin de bir oyun olduğunu açıkça söyledim. Ama Toprak Mahsulleri Ofisi devletin kuruluşu olmasına rağmen fındık rekoltesini 800 bin ton civarında gösterirken, elde fazla fındığın olduğunu söylerken, 2008 yılının fındık fiyatlarını düşürmek için Toprak Mahsulleri Ofisi 1 milyon 100 bin TL’ye piyasaya fındık sattı, 30 bin ton fındık sürdü.

Değerli arkadaşlarım, sayın milletvekilleri; rekolte çoktu da neden 30 bin ton fındık piyasaya sürülmek suretiyle, Avrupa’daki alıcı kesime, tüccarlara, işletmelere geçmiş dönemin fındığı satıldı, bunu anlamış değilim.

Değerli arkadaşlarım, fındık 650 bin ton civarında oldu ve randımanı da çok düşük. Bu randıman konusunu bilen milletvekilleri arkadaşlarım anlar fakat öyle bir fiyat verildi ki hem geç verildi hem de üreticinin maliyet fiyatının çok altında bir fiyat verildi ve bugün, saydığım bu illerde fındık üreticisi vatandaşlarımız perişan durumda. Tüccarda fındık 2 milyon 300 bin, 2 milyon 400 bin TL’dir. Bundan randıman payı düşüldüğü zaman, fındık fiyatı 1,5 milyon TL’ye inmektedir. Bu uygulama, bu fındıktaki tekelleşme, bu fındıktaki, bu şekilde, üreticinin alın terinin, emeğinin verilmemesi şeklinde verilen fiyat bizim üreticimizi tamamen köleleştirmiş, esir durumuna getirmiş, hem Toprak Mahsulleri Ofisi karşısında hem de tüccarın karşısında ağlar duruma düşürmüştür.

Değerli arkadaşlarım, üretici ağlamıyor, üretici çığlık atıyor ama sahip çıkacak kimse yok. Bugün, iktidar partisinin bu uygulaması karşısında, Ordu’da ben gördüm, ilçe kongreleri yapıyorlar ama ilçe kongrelerini polis kordonunda, jandarma kordonunda yapıyorlar. İçeri herkesi almadıkları hâlde ilk isyanı yapan kendi partilileri. Jandarma kordonunda, jandarma şeyinde salondan dışarı atılıyorlar değerli arkadaşlarım.

AHMET ERTÜRK (Aydın) – Nereden çıkarıyorsunuz?

RAHMİ GÜNER (Devamla) – İşte, ben bunu yaşadım. Bunu gazeteler yazdı ve herkes söyledi. İnanmıyorsanız -eğer doğru konuşacaksa- Ordu milletvekili arkadaşlarım bunu açıkça söyler. Yerini söylüyorum: Kabadüz İlçe Kongresi, Gülyalı İlçe Kongresi.

Değerli arkadaşlarım, “Ben fındığımı 1 milyon 800’e sattım.” diyen AKP yöneticisi, ilçe yöneticisi kişiyi yaka paça dışarı attılar ve jandarma uzaklaştırdı. Değerli arkadaşlarım, bu neyi gösteriyor? Şu anda iktidarda bulunan siyasi partinin…

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN – Sayın Güner, konuşmanızı tamamlayınız.

Buyurun.

RAHMİ GÜNER (Devamla) - …üreticinin yanında olmadığı, üreticinin alın terini, emeğini vermediğini göstermektedir. İşte ben, bugün tüm Karadeniz’deki fındık üreticisi vatandaşlarıma sesleniyorum: Öyle bir duruma geldik ki hakkını aramak için sokağa çıkmaya korkuyor. Mitingler yapıldı Ergenekon’a dâhil edildi.

Değerli arkadaşlarım, herkes susturulmakta, herkes sesini çıkarmamakta ama önümüzde bir seçim var. İnşallah halk bunun hesabını sorar, üretici de sorar. Cumhuriyet Halk Partisi olarak biz de soracağız.

Teşekkür eder, saygılarımı sunarım. (CHP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – Teşekkür ediyorum Sayın Güner.

Gündem dışı üçüncü söz, tarımdaki gübre politikalarına ilişkin söz isteyen Edirne Milletvekili Necdet Budak’a aittir.

Sayın Budak, buyurun efendim. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)

(AK PARTİ ve CHP sıralarından gürültüler)

BAŞKAN – Sayın milletvekilleri, lütfen…

Tartışmayalım arkadaşlar.

Sayın Budak, buyurun efendim.

3.- Edirne Milletvekili Necdet Budak’ın, tarımdaki gübre destekleme politikalarına ilişkin gündem dışı konuşması ve Tarım ve Köyişleri Bakanı Mehmet Mehdi Eker’in cevabı

NECDET BUDAK (Edirne) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; tarımsal üretimde önemli girdilerden biri olan gübre konusunda gündem dışı söz almış bulunmaktayım. Yüce heyetinizi saygıyla selamlıyorum.

Üreticilerimiz gübre destekleme politikalarını yakından takip etmektedirler. Türkiye’nin diğer bölgelerinde olduğu gibi Edirne’de, seçim bölgemde de çiftçilerimiz gübrenin çok pahalandığını ve bu nedenle de gübre desteklemelerinin arttırılması yönünde bir çalışmanın olup olmadığını merak etmektedirler. Bu sorunu yüce Meclisin çatısı altında sizlerle paylaşmak istiyorum.

Sayın milletvekilleri, gübrenin bilinçli kullanımı son derece önemlidir. Düşük oranda gübre kullanımı verimi ve kaliteyi olumsuz etkilemekte, fazla kullanımı ise ekonomik kayba, maliyetin yükselmesine, toprak, su ve çevrenin kirlenmesine neden olmaktadır. Son yıllardaki gübre fiyatlarındaki artışlar, özellikle küçük üreticilerin taban gübre kullanmadan üretim yapmalarına neden olmaktadır. 2008 yılı ilk altı aylık dönemindeki gübre yılı bir yıl önceki aynı döneme göre yüzde 14 oranında gübre kullanım oranı azalmıştır. Bu azalma oranı yaklaşık 2 milyon hektar alanın gübrelenmemesi demektir.

Türkiye’de 1 dekara 10 kilogram gübre atılmaktadır, kullanılan bu oran Hollanda’da 50 kilogramdır, yani Türkiye’de kullanılan gübre miktarı olması gerekenin çok altındadır. Gübre kullanılmadığında ise en az yüzde 50 oranında verim kaybı olmaktadır. Bu nedenle gübre kullanımının desteklenmesi çok önemlidir. Az gübre kullanımı üretim açığına yol açmaktadır. Üretim açığını kapatmak için yapılacak ithalat da bir anlamda dışarıdaki çiftçilerin desteklenmesi anlamına gelmektedir. Gübre desteklemesinin artırılmasıyla sağlanacak üretim artışı tarım ürünleri dış ticaret dengesine de olumlu katkı yapacaktır.

Dünyanın 14’üncü büyük tarım alanlarına sahip ülkemiz toprakları sanıldığı kadar verimli değildir. Trakya Bölgesi verimli arazilere sahip olmasına rağmen ayçiçeği, buğday ve çeltik gibi ürünlerde yoğun gübre kullanımına ihtiyaç duyulmaktadır.

Değerli milletvekilleri, ülkemiz gübre üretimi yaklaşık 3 milyon ton, tüketimi ise 5 milyon tondur. Üretim açığını karşılamak için 2008 yılı ilk sekiz ayında gübre ithalatına ödediğimiz para 1 milyar dolardır. Gübrenin ham maddesi olan amonyak doğal gazdan elde edilmektedir. Bu nedenle de ülkemizdeki gübre sektörü dışa bağımlıdır. Doğal gaz ve enerji fiyatlarındaki artışlar, dünya piyasa fiyatları, döviz kurlarındaki değişimlerin yanı sıra dünyadaki arz-talep dengeleri gübre fiyatlarının aşırı artmasına neden olmaktadır ancak zaman zaman spekülatif hareketlerin olduğu da bilinmektedir.

Artan gübre fiyatları karşısında Hükûmetimiz çiftçilerin mağdur olmaması amacıyla 2005 yılında 271, 2007 yılında 343 ve 2008 yılında 352 milyon YTL olmak üzere toplam 966 milyon YTL gübre desteği ödemesi yapmıştır. Bu çerçevede, üreticilerimiz, çiftçilerimiz, Tarım Kredi Kooperatiflerinin İran’da satın almış olduğu gübre fabrikasının kendilerine neler getireceğini merak etmektedirler.

Hükûmetimizce gerçekleştirilen ürüne destek programı gerçekten başarılıdır. Prim desteğine ilaveten, ayrıca 2008 yılında doğrudan gelir desteğinin kaldırılmasıyla ortaya çıkacak kaynak tamamıyla gübre ve mazot desteğine aktarılabilir.

Toprak tahlili için dekar başına verilen 1 YTL’lik destek artırılmalı ve gübre desteği için toprak tahlili şart koşulmalıdır. Gübre satışları reçeteye dayalı olarak yapılmalı ve desteklemeler, reçeteyle gübre alan çiftçilere verilmelidir. Ayrıca Ziraat Bankası tarafından üreticiye sekiz dokuz aylık sıfır faizli gübre kullanım kredisi sistemi de uygulanabilir.

Üretim maliyetlerinin azaltılması ve ülkemizde gübre kullanımının artırılması için yüzde 50 kapasiteyle üretim yapan ülkemiz gübre fabrikalarının tam kapasiteyle çalışması için tedbirler alınmalı ve kendi ülkemizde gübre üretimi desteklenmelidir.

Gübre piyasasındaki fiyat hareketleri Rekabet Kurumunca periyodik olarak desteklenmelidir. Ciddi fiyat artışlarının olduğu dönemlerde gübredeki KDV oranları kısa süreli de olsa tekrar gözden geçirilmelidir.

Yeşil gübreleme teşvik edilmelidir. Ülkemiz fosfat yatakları hızla kullanıma geçirilmelidir.

Türkiye toprak haritası kapsamlı bir şekilde yenilenmelidir.

Kamuya ve özel sektöre ait tüm toprak tahlil laboratuvarları bir düzenlemeyle standart hâle getirilmelidir.

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN – Sayın Budak, konuşmanızı tamamlayınız.

Buyurun.

NECDET BUDAK (Devamla) - Gübre maliyetini azaltıcı ekim nöbeti uygulamaları konusunda çiftçi eğitilmelidir.

Ayrıca, Sayın Bakanımız buradayken, biz, özellikle Tarım Bakanımızdan ya da Hükûmetimizden, ilgili kurumlarımızdan kuraklık desteklemelerinin ekim ayı içerisinde ödenmesini talep ediyoruz. Seçim bölgem Edirne Lalapaşa ilçesi köylüleri adına ve otuz altı ildeki çiftçiler adına bunu diliyorum.

Yine çiftçilerimiz, şu anda, özellikle gübreyle ilgili, 2008 yılı için özel bir destekleme yapılıp yapılmayacağının çiftçilerimize duyurulmasını istiyorlar.

Ben, bu duygu ve düşüncelerle yüce heyetinizi saygıyla selamlıyorum. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – Teşekkür ediyorum Sayın Budak.

Gündem dışı konuşmaya Tarım ve Köyişleri Bakanı Sayın Mehmet Mehdi Eker cevap vereceklerdir.

Sayın Bakanım, buyurun. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)

TARIM VE KÖYİŞLERİ BAKANI MEHMET MEHDİ EKER (Diyarbakır) – Sayın Başkanım, yüce Meclisin değerli üyeleri; hepinizi saygıyla selamlıyorum. Gündem dışı konuşmalara cevap vermek üzere huzurlarınızdayım.

Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; kimyevi gübre, özellikle verimin sağlıklı bir şekilde alınabilmesi, topraktaki bitki, besin maddeleri yönünden meydana gelen, oluşan eksikliği gidermek bakımından modern tarımla birlikte uygulamaya giren en önemli girdilerden bir tanesi. Tabiatıyla bu kimyevi gübre üretimi için birtakım girdiler gerekiyor ve Türkiye, gerek azotlu gübrelerin gerek fosfatlı gübrelerin üretimi için gerekli olan ham maddeler bakımından maalesef zengin değildir. Bu nedenle de gerek azotlu gübrelerin ham maddesini teşkil eden amonyak ve onunla ilişkili doğal gaz, buna bağlı petrol gerekse kaya fosfatı vesaire yönünden yeteri kadar elimizde kaynak bulunmadığından dolayı Türkiye tükettiği gübrenin büyük bir kısmını doğrudan ithal emekte, diğer kısmını da içeride üretmekle birlikte onun da üretim için gerekli olan ham maddelerinin yüzde 95-96’sını yine ithal etmektedir. Böyle bir durumla karşı karşıyayız.

Son yıllarda gerek küresel ısınma gerekse petrol fiyatlarındaki artış gerekse enerji tarımı kavramının dünyada insanlığın gündemine gelmiş olması ve buna paralel olarak gübre talebinde meydana gelen olağanüstü artış, bu talep doğrultusunda, aynı paralelde gübre üretiminin artmamış olması gübre fiyatlarında anormal bir artış meydana getirdi. Dünyada, örneğin amonyağın -ki amonyak azot bazlı gübrelerin ham maddesidir, bütün azotlu gübrelerin, “üre” diye tabir ettiğimiz gübrelerin ham maddesi amonyaktır- 2002 yılında tonu, dünyada FOB fiyatı 99 dolar, 2008 Eylülünde tam 878 dolar. Bu kadar büyük bir artış var, 9 katlık bir artış var son beş yıl içerisinde.

Tabii, bununla birlikte Türkiye’deki gübre fiyatlarının dünyadaki artışlarla mukayesesini yaptığımızda,  Türkiye’de gerçekte önemli artışlar olmasına rağmen şu anda da dünyadaki artışların altında olduğunu görüyoruz. Nasıl? Örneğin, dünyada yüzde 21’lik amonyum sülfatın artışı FOB fiyatında 7 kattır, Türkiye’de 4 kat; yüzde 33’lük amonyum nitratın dünyada 7,5 kattır, Türkiye’de 4 kat; ürenin dünyada 8 kat, Türkiye’de 5 kat; DAP’ın dünyada 7 kat, Türkiye’de 5 kat. Her şeye rağmen, dünyadaki gerçekleşen artışlar kadar Türkiye’de gübre artışı yaşanmamıştır. Fakat bununla birlikte bu artış miktarının bile…

AKİF AKKUŞ (Mersin) – Çiftçilerin ürettikleri yerinde saydı Sayın Bakan!

TARIM VE KÖYİŞLERİ BAKANI MEHMET MEHDİ EKER (Devamla) – …önemli bir artış olduğunu biz biliyoruz ve bunun için de kuşkusuz birtakım tedbirler alıyoruz. Örneğin, dünyadaki bu gelişmelere paralel olarak, yaşanan bu fiyat artışlarına paralel olarak Hükûmetimiz de, beklenmedik bir gelişme olmasına rağmen, 2005 yılından bugüne 967 trilyon lira gübre desteği ödemiştir, özel bir destektir bu. Gübre desteği olarak 967 trilyon lira gübre desteği ödedi, bu önemli bir destektir.

Tabiatıyla Türkiye’de bizim Hükûmetimiz döneminde tarıma verilen destek 1 milyar 800 milyon YTL’den 5,5 milyar YTL’ye çıkarıldı. Bu sene -biraz sonra onu da ilan edeceğim, açıklayacağım- kuraklık desteğiyle birlikte bu yaklaşık 6 milyar YTL’yi bulmaktadır. Yani biz bu sene Türk çiftçisinin cebine 6 milyar YTL nakit, cash para aktardık destek olarak. Biz hükûmete geldiğimizde bunun miktarı sadece 1 milyar 800 milyon YTL’ydi. Tabii, bunu da yüce Meclisin ve Türk milletinin dikkatine sunuyoruz.

Dünyada, biraz önce de söylediğim gibi, gübrede meydana gelen artışlarla birlikte biz ödediğimiz 967 trilyon liralık desteği de çiftçilerimize mümkün mertebe ürün desenine göre, ürettikleri ürüne göre farklılaştırarak ödedik. Örneğin, yağlı tohum bitkilere ve endüstri bitkilerine ayrı bir destek; hububat, yem bitkileri, baklagiller ve sebze meyve grubuna ayrı bir destek; süs bitkileri, özel çayır, mera ve orman emvali olan bitkilere de ayrı bir destek ödemesi yaptık bu gübre kapsamında.

Bir başka husus, bizim Hükûmetimiz döneminde özellikle kimyevi gübrelerin daha bilinçli kullanılması, toprağın ihtiyacı olan gübreyi belirleyip bir toprak tahlili yaptırıp bunu mecburi hâle getirip toprak tahliline göre, toprağın, o bitkinin ihtiyacına göre, toprak hangi tür gübreyi ne kadar miktarda gerektiriyorsa, ihtiyaç hissettiriyorsa onu belirleyip ona göre gübre verilmesini temin açısından da birtakım çalışmalar yaptık.

Tabii, bunun öncelikle altyapısının oluşturulması gerekiyordu. Nedir bunun altyapısı? Bunun altyapısı toprak tahlil laboratuvarlarıdır; gübre analizi yapabilen, toprak analizi yapabilen ve gübre ihtiyacını belirleyen toprak tahlil laboratuvarlarıdır.

Bakın değerli milletvekilleri, biz hükûmeti kurduğumuz tarihte, 2002 yılında Türkiye’de 76 tane, toprakla, gübreyle ilgili laboratuvar vardı ve tamamı kamuya aitti. Bugün bizim 15 tanesi gezici laboratuvar olmak üzere 182 tane, toprak analizi yapabilen laboratuvarımız var, ki bu dönem içerisinde geliştirildi bunlar.

Biz de, 2005 yılından bu yana, toprak tahlili yaptıran çiftçilere özel bir destek uygulaması getirdik. Yani, çiftçimize, toprağını tahlil ettirmeleri için en azından laboratuvardaki maliyetin bir kısmını karşılamak maksadıyla da ödeme yapıyoruz. Bundan sonraki süreç içerisinde yani önümüzdeki 2009 yılı itibarıyla, biz, bazı destekleri, belirli bir limitin üzerinde arazisi olan vatandaşlarımıza gübre için toprak tahlili yapma mecburiyeti getiriyoruz. Böyle bir uygulama başlatıyoruz. Çünkü, burada yaygın bir eğitim kampanyasıyla bir yandan eğitim çalışmaları yapacağız. Çünkü biliyoruz ki, Türkiye’de birçok bölgede bizim yaptığımız araştırmalara göre aslında büyük bir gübre israfı söz konusu. Örneğin, mısır üreticileri, mesela Güneydoğu Anadolu Bölgesi’nde, hatta Çukurova’da toprağın ihtiyacı ne olursa olsun standart bir uygulama yapıyorlar. Dekara 50 kilogram alt gübre, 50 kilogram da üst gübre uygulaması yapıyorlar, ki birçok bölgede bizim yaptırdığımız tespitlere, analizlere göre bunlara ihtiyaç yok, yani o oranda ihtiyaç yok. Mesela, fosforlu gübrelere ihtiyaç yok bazı yerlerde, toprak yeteri kadar fosfor ihtiva ediyor ve verdiğiniz ilave gübrenin verim artırıcı bir özelliği yok. Bunların hepsini biz tespit ettik ve bu bilgileri en etkin bir şekilde, onlara ulaşacak şekilde çiftçilerimizle de paylaşıyoruz. Bundan sonraki süreçte bunun biraz daha etkili olabilmesi açısından ve buna burada gerçekten bir bilinç oluşturmak amacıyla da bu alanla ilgili vereceğimiz destekleri, analiz yapma şartına bağlayacağız. Böyle bir uygulamamız var.

Bu dönem içerisinde, değerli milletvekilleri, Türkiye’de çiftçilerin ortağı bulunduğu Tarım Kredi Kooperatifleri Birliğinin iştiraki olan Gübretaş şirketi yurt dışında gübre konusunda yatırım yaptı ve İran’daki bir özelleştirme uygulamasıyla birlikte Orta Doğu’nun en büyük gübre tesisini bir konsorsiyumla birlikte hissedar olarak yüzde 50 hissesini aldı. Bu tesislerin yüzde 95,6’sı alındı. Tesisin yıllık kapasitesi 4,4 milyon ton, ki Türkiye’nin tüketiminin 5 milyon ton civarında olduğu dikkate alındığında bu oldukça önemli bir yatırım, 650 milyon dolarlık bir yatırım. Bu da, yine, Türk çiftçisinin, şirketinin, kooperatifinin aldığı, gerçekleştirdiği bir yatırım. Burası, 508 bin ton kükürt, 704 bin ton üre, 1,3 milyon ton amonyak, yine 1,1 milyon ton sülfürik asit, 255 bin ton fosforik asit ve 450 bin ton DAP -diamonyum fosfat diye tabir ettiğimiz- gübre üretimi, gerek gübre gerek bunların ham madde üretimi -yani üretiminde kullanılan ham madde üretimi- olan, kendi doğal gaz kuyusu da olan bir tesis. Böylece, tarım kredi kooperatiflerinin bir iştiraki olan Gübretaş, dünyada önemli bir gübre üreticisi hâline gelmiş oluyor ve Türkiye’nin çiftçisinin, gübre kartellerinin belirlediği spekülatif fiyatlardan etkilenmesini minimum düzeye, minimal düzeye, asgari düzeye indirme çabası olarak inşallah bu hayata geçiyor. Bundan sonra, Türk çiftçisi, bu tür spekülatif fiyat hareketlerden biraz daha az etkilenir hâle gelecek.

RAHMİ GÜNER (Ordu) – Sayın Bakan, yüzde 150, 200 artış oluyor gübrede.

TARIM VE KÖYİŞLERİ BAKANI MEHMET MEHDİ EKER (Devamla) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; yine bir değerli milletvekilimizin fındıkla ilgili -biraz önce televizyondan seyrettim- açıklaması oldu. Bizim Hükûmetimiz döneminde, bu sene biz kademeli fiyat uygulaması başlattık 4 YTL/kilogram, 4,5 YTL/kilogram ve 5 YTL/kilogram olarak, alınacak olan fındık için Toprak Mahsulleri Ofisinin müdahale fiyatını bu şekilde belirledik. Bugüne kadar da Toprak Mahsulleri Ofisinden 450 bin tonluk randevu alındı.

EŞREF KARAİBRAHİM (Giresun) – 480 bin ton…

TARIM VE KÖYİŞLERİ BAKANI MEHMET MEHDİ EKER (Devamla) – 450 bin ton… Bu, tarihin en büyük rekoru ve bunun -1 Eylül itibarıyla biz alımlara başladık- bugüne kadar önemli bir kısmı gerçekleşti.

EŞREF KARAİBRAHİM (Giresun) – Sayın Bakanım, bunun rekor olması için… Piyasa 2,5 lira!

TARIM VE KÖYİŞLERİ BAKANI MEHMET MEHDİ EKER (Devamla) – Üreticimize de dün itibarıyla 110 trilyon lira -fındık üreticisine de- bu alımların bedeli olarak kendisine ödendi. Bizim bir uygulamamız var: 10 dekara kadar üretim yapan çiftçilerimize, fındık üreticisinin bedeli kendisine bir hafta içerisinde ödeniyor, daha fazla olanlar için de yirmi beş gün içerisinde bir defada yine alınıyor.

RAHMİ GÜNER (Ordu) – Bir ay sonra.

TARIM VE KÖYİŞLERİ BAKANI MEHMET MEHDİ EKER (Devamla) – Şimdi, bunun dışında…

EŞREF KARAİBRAHİM (Giresun) – Efendim, mart ayına gün alınıyor, mart ayına.

BAŞKAN – Bunun dışında…

EŞREF KARAİBRAHİM (Giresun) – Sayın Bakan, mart ayına gün alınıyor.

RAHMİ GÜNER (Ordu) – TMO’ya fındık verme olasılığı yok.

TARIM VE KÖYİŞLERİ BAKANI MEHMET MEHDİ EKER (Devamla) –Bugün itibarıyla Toprak Mahsulleri Ofisi 403 bin ton mısır aldı, ki bu da yine önemli bir gelişme ve 10 bin ton civarında haşhaş, tabii hububat, vesaire, ayrıca bunların da alımı gerçekleşti. Türk çiftçisinin sıkıntı yaşamaması için Hükûmet bugüne kadar her türlü tedbiri aldı, her türlü fedakârlığı da yapıyor.

EŞREF KARAİBRAHİM (Giresun) – Sayın Bakanım, fındıkta verdiğiniz fiyatın gerçek fiyat olmadığını bilmiyorsunuz! 4 milyon lira verilen fiyat şu anda 3,5 milyon liradan…

AKİF AKKUŞ (Mersin) – Aranızda çiftçi yok mu arkadaşlar!

TARIM VE KÖYİŞLERİ BAKANI MEHMET MEHDİ EKER (Devamla) – Değerli kardeşlerim, şimdi bakın, biraz insafla konuşun, bir. İkincisi, gerçeklerin milletin gözünden kaçırmaya çalışmayın.

EŞREF KARAİBRAHİM (Giresun) – Sayın Bakanım, kırk yıldır bu işi yapıyorum, herhâlde bu işi bilirim.

TARIM VE KÖYİŞLERİ BAKANI MEHMET MEHDİ EKER (Devamla) –  AK PARTİ iktidara geldiğinde bu memlekette fındığın kilogram fiyatı 72 sentti.

EŞREF KARAİBRAHİM (Giresun) – Sayın Bakanım, bu sene fındık bahçede kaldı, sokağa döküldü.

TARIM VE KÖYİŞLERİ BAKANI MEHMET MEHDİ EKER (Devamla) – 72 sent fiyat var iken, ki 72 sentin karşılığı o gün 1 YTL idi.

RAHMİ GÜNER (Ordu) – 1 kilo fındıkla 2 kilo peynir alıyorduk, 1 kilo fındıkla 2 kilo zeytin alıyorduk.

BAŞKAN – Sayın Güner

TARIM VE KÖYİŞLERİ BAKANI MEHMET MEHDİ EKER (Devamla) – 1 YTL…

RAHMİ GÜNER (Ordu) – Şimdi 10 kilo fındıkla 1 kilo zeytin alıyoruz.

BAŞKAN - Sayın Güner, lütfen efendim, müdahale etmeyiniz.

Sayın Güner

TARIM VE KÖYİŞLERİ BAKANI MEHMET MEHDİ EKER (Devamla) – Böyle, gürültüyle bunlar bir şey ifade etmiyor.

KADİR URAL (Mersin) – Manisa’daki çiftçi niye bağırdı o zaman?

TARIM VE KÖYİŞLERİ BAKANI MEHMET MEHDİ EKER (Devamla) – Geçiniz, geçiniz…

EŞREF KARAİBRAHİM (Giresun) – Sayın Bakanım, hırsızlık bile yapılmıyor, fındığı çalmıyorlar bile, değersiz olduğu için.

TARIM VE KÖYİŞLERİ BAKANI MEHMET MEHDİ EKER (Devamla) – Geçiniz onları!

RAHMİ GÜNER (Ordu) – Dört sene önce 4 kilo fındıkla 2 kilo peynir alınıyordu. Lütfen…

TARIM VE KÖYİŞLERİ BAKANI MEHMET MEHDİ EKER (Devamla) – Şimdi, millet bunları dinliyor. Bakın, 1 YTL’lik fiyatı biz 5 YTL’ye çıkardık. 1 YTL’lik fiyatı 5 YTL’ye çıkardık, maliyetleri de hesapladık. En ağır yerlerde, en zor yerlerde bile fındığın maliyeti 2,2 YTL.

OKTAY VURAL (İzmir) – Geçen sene ne kadardı Sayın Bakan?

EŞREF KARAİBRAHİM (Giresun) – Sayın Bakanım, o zaman sizin söylediğiniz fındıkla bizim söylediğimiz fındık farklı! Biz başka bir şey anlatıyoruz!

TARIM VE KÖYİŞLERİ BAKANI MEHMET MEHDİ EKER (Devamla) – 2,2 YTL maliyeti olan bir ürüne 5 YTL fiyat veriyor Toprak Mahsulleri Ofisi.

EŞREF KARAİBRAHİM (Giresun) – Başka şey konuşuyoruz o zaman!

TARIM VE KÖYİŞLERİ BAKANI MEHMET MEHDİ EKER (Devamla) – Şu ana kadar da geçen sene de önceki sene de yeteri kadar çiftçinin elindeki şeyler alındı.

EŞREF KARAİBRAHİM (Giresun) – Biz başka şey konuşuyoruz!

TARIM VE KÖYİŞLERİ BAKANI MEHMET MEHDİ EKER (Devamla) – Şimdi, değerli kardeşlerim, bu sene ve geçtiğimiz sene, bildiğiniz gibi, Türkiye beklenmedik bir kuraklık afeti yaşadı. Bu kuraklık afeti nedeniyle de zarar gören çiftçilerimize biz yine Hükûmet olarak ödeme yaptık.

RAHMİ GÜNER (Ordu) – Sayın Bakan, dört sene önceki, don zararından olan parayı ödemediniz, 60 trilyon lira hâlâ duruyor efendim.

TARIM VE KÖYİŞLERİ BAKANI MEHMET MEHDİ EKER (Devamla) – Değerli kardeşim, biraz saygılı olur musunuz. Biraz saygılı olur musunuz.

RAHMİ GÜNER (Ordu) – Dört sene önceki parayı ödemediniz efendim.

TARIM VE KÖYİŞLERİ BAKANI MEHMET MEHDİ EKER (Devamla) – Bakın, konuşurken böyle, bu şekilde uygun değil.

Bu sene, bugün itibarıyla 306 trilyon lira Türk çiftçisine ödendi, hesabına geçti. On beş gün içerisinde 200 küsur trilyon daha ödeniyor. Türkiye genelinde yaklaşık 500 bin çiftçimize toplam 520 trilyon lira para kuraklık için ödeniyor. İlk kısmı, 306 trilyon lira bugün itibarıyla hesaplara geçti. Diğerleri, malum bir ek kararname yayımlanmıştı, onun ilan süresi, inceleme süresi vesaire sebebiyle bugün ödenmedi, yoksa bugün o da ödenecekti. On-on beş gün içerisinde onun işlemleri tamamlanıp o da ödenecek.

Biz, Hükûmet olarak, bizden öncekilerin hepsinden daha fazla Türk çiftçisinin yanında olduk, daha fazla destek verdik, daha destekledik. Türk tarım sektörü de bizim dönemimizde daha önceki dönemlerde olmadığı kadar büyüdü, verimlilik arttı, geliri de arttı, bundan sonra da devam edecek.

Hepinize saygılar sunuyorum. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)

AKİF AKKUŞ (Mersin) - Tarlalar boş kaldı tarlalar, ekilmiyor tarlalar.

BAŞKAN – Teşekkür ediyorum.

Sayın milletvekilleri, gündeme geçiyoruz.

Başkanlığın Genel Kurula sunuşları vardır.

Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığının bir tezkeresi vardır, okutup bilgilerinize sunacağım:

IV.- BAŞKANLIĞIN GENEL KURULA SUNUŞLARI

A) Tezkereler

1.- Kazakistan Cumhuriyeti Parlamentosu Senato Başkanı Kassym-Jomart Tokayev ve Kırgızistan Cumhuriyeti Millet Meclisi Başkanı Aytıbay Tagaev’in davetlerine icabet edecek olan Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanı Köksal Toptan’ın, beraberindeki Parlamento heyetini oluşturmak üzere siyasi parti gruplarınca bildirilen isimlere ilişkin Başkanlık tezkeresi (3/563)

Türkiye Büyük Millet Meclisi Genel Kuruluna

Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanı Köksal Toptan’ın, Kazakistan Cumhuriyeti Parlamentosu Senato Başkanı Kassym-Jomart Tokayev ve Kırgızistan Cumhuriyeti Millet Meclisi Başkanı Aytıbay Tagaev’in davetine icabet etmek üzere, beraberinde Parlamento heyetiyle, Kazakistan ve Kırgızistan’a resmi ziyarette bulunması Genel Kurul’un 14 Ekim 2008 tarih ve 5 sayılı birleşiminde kabul edilmiştir.

Türkiye Büyük Millet Meclisi’nin Dış İlişkilerinin Düzenlenmesi Hakkında 3620 sayılı Kanun’un 2. Maddesi uyarınca heyeti oluşturmak üzere siyasi parti gruplarının bildirmiş olduğu isimler Genel Kurul’un bilgilerine sunulur.

 

 

 

 

Köksal Toptan

 

 

 

Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanı

 

Süleyman Turan Çirkin

Hatay Milletvekili

 

 

Selçuk Ayhan

İzmir Milletvekili

 

 

İbrahim Hasgür

İzmir Milletvekili

 

 

Ömer Faruk Öz

Malatya Milletvekili

 

 

Mehmet Çiçek

Yozgat Milletvekili

 

BAŞKAN – Bilgilerinize sunulmuştur.

Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığının bazı sayın milletvekillerinin izinli sayılmalarına dair bir tezkeresi vardır, ayrı ayrı okutup oylarınıza sunacağım:

 

2.- Bazı milletvekillerine belirtilen sebep ve sürelerle izin verilmesine ilişkin Başkanlık tezkeresi (3/564)

Türkiye Büyük Millet Meclisi Genel Kuruluna

Aşağıda adları yazılı sayın milletvekillerinin hastalıkları nedeniyle hizalarında gösterilen süre ile izinli sayılmaları Başkanlık Divanının 31 Temmuz 2008 tarihli toplantısında uygun görülmüştür.

Genel Kurulun onayına sunulur.

                                                                                                            Köksal Toptan

                                                                                         Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanı

Balıkesir Milletvekili Ahmet Duran Bulut, 13/05/2008 tarihinden itibaren 20 gün,

BAŞKAN – Kabul edenler… Kabul etmeyenler… Kabul edilmiştir.

Adana Milletvekili Hulusi Güvel, 20/05/2008 tarihinden itibaren 20 gün,

BAŞKAN – Kabul edenler… Kabul etmeyenler… Kabul edilmiştir.

Gaziantep Milletvekili Özlem Müftüoğlu, 26/05/2008 tarihinden itibaren 15 gün,

BAŞKAN – Kabul edenler… Kabul etmeyenler… Kabul edilmiştir.

Şanlıurfa Milletvekili Mustafa Kuş, 11/06/2008 tarihinden itibaren 20 gün,

BAŞKAN – Kabul edenler… Kabul etmeyenler… Kabul edilmiştir.

Balıkesir Milletvekili Ayşe Akbaş, 12/06/2008 tarihinden itibaren 15 gün,

BAŞKAN – Kabul edenler… Kabul etmeyenler… Kabul edilmiştir.

Danışma Kurulunun bir önerisi vardır, okutup oylarınıza sunacağım:

V.- ÖNERİLER

A) Danışma Kurulu Önerileri

1.- Gündemdeki sıralama ile çalışma saatlerinin yeniden düzenlenmesine ilişkin Danışma Kurulu önerisi

Danışma Kurulu Önerisi

No:40                                                                                                   Tarihi: 21/10/2008

298 sıra sayılı Kanun Tasarısının gündemin “Kanun Tasarı ve Teklifleri ile Komisyonlardan Gelen Diğer İşler” kısmının 2 nci sırasına, 88, 19, 21, 67, 22, 40, 23, 78, 80, 82, 242, 70, 62, 73, 135, 87, 136, 134, 227 ve 271 sıra sayılı uluslararası anlaşmalara ilişkin kanun tasarılarının ise aynı kısmın 12 ila 31 inci sıralarına alınması ve diğer kanun tasarı ve tekliflerinin sırasının buna göre teselsül ettirilmesi,

Genel Kurulun 30/10/2008 Perşembe günü 13.00-24.00 saatleri arasında çalışmasının Genel Kurulun onayına sunulması Danışma Kurulunca önerilmiştir.

 

 

 

Eyyüp Cenap Gülpınar

 

 

 

Türkiye Büyük Millet Meclisi

 

 

 

Başkanı V.

 

Mustafa Elitaş

 

Hakkı Suha Okay

 

Adalet ve Kalkınma Partisi

 

Cumhuriyet Halk Partisi

 

Grubu Başkan Vekili

 

Grubu Başkan Vekili

 

 

 

 

 

Mehmet Şandır

 

Selahattin Demirtaş

 

Milliyetçi Hareket Partisi

 

Demokratik Toplum Partisi

 

Grubu Başkan Vekili

 

Grubu Başkan Vekili

BAŞKAN – Danışma Kurulu önerisiyle ilgili olarak bir yazılı talepte bulunulmamıştır.

KAMER GENÇ (Tunceli) – Efendim, ben söz istiyorum.

BAŞKAN – Lehte, aleyhte Sayın Genç?

KAMER GENÇ (Tunceli) – Aleyhte istiyorum.

BAŞKAN – Buyurun.

KAMER GENÇ (Tunceli) – Sayın Başkanım, Danışma Kurulu önerisinin bir suretini alırsak iyi olur çünkü bize gelmiyor.

BAŞKAN – Buyurun Sayın Genç.

KAMER GENÇ (Tunceli) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; her hafta, Meclisin çalışma saatleri, çalışma sistemi değiştiriliyor, denetim denilen kavram ortadan kaldırılıyor. Tabii, böyle olunca milletvekili olarak bizim görevimizi yapmamız da güçleşiyor. Hele bağımsız milletvekili olarak iş yapmak, yasaya katkıda bulunmak tamamen imkânsızlaştırılıyor.

Şimdi, Türkiye’nin çok ciddi sıkıntıları var. Bu sıkıntılara çare bulma meselesi Meclisin görevi. Ancak Türkiye’de maalesef devletin çeşitli kurumlarında görev alan insanlar dürüst ve tarafsız görev yapmıyorlar.

Bugün gazetenin birinde okudum. Hâkimler Savcılar Kurulu üyeliğine Danıştayda atanan kişi sonuncu sırada atanan kişidir. Birinci sırada çok da büyük bir oy alan arkadaşımız sırf Alevi olduğu için Çankaya Köşkü tarafından maalesef Hâkimler Savcılar Kurulu üyeliğine atanmamıştır. İkinci sıradaki arkadaş da atanmamıştır.

Şimdi, böyle işlemlerle bu memleketi nereye götüreceksiniz ya? Nereye götüreceksiniz? Bu Alevi vatandaşların Türkiye Cumhuriyeti devleti içinde vatandaş olarak yaptıkları, bu memlekete sahip çıkmak, dürüstçe çalışmak. O arkadaşımızın, evvela, Cemil Çiçek tarafından Danıştay üyeliğine seçilmemesi için çok büyük bir gayret sarf edildi. Ama şimdi Danıştay gibi yüce bir kurumda, birinci sırada çok büyük bir oy farkıyla seçilen, dürüstlüğüyle, çalışkanlığıyla, kişiliğiyle yargıya hizmet eden kişiler… Eğer devletin belli bir kademesine geliyorlarsa, dürüst görev yapmıyorlarsa bizden de bunlara karşı dürüst davranmayı kimsenin beklemeye hakkı yoktur. Çıkıp bize açıklamak zorundadır.

Eğer sizin yüzde 47 oyunuz geçerliyse, bu memlekette en yüksek mahkemenin çok büyük bir çoğunlukla birinci sırada seçtiği kişiyi siz kale almak zorundasınız. Yoksa o makamda oturtamazlar seni. Böyle bir şey olur mu? Böyle bir taraflılık olur mu? Neymiş? Laik Türkiye Cumhuriyeti devletinin ilkelerine sahip çıkıyor insanlar. Neymiş? Dürüst görev yapıyorlar. Neymiş? Birtakım insanların, siyasilerin iradeleri… Onlara köle olmuyorlar, dolayısıyla, olmayınca da “Bir yere siz seçilemezsiniz...” Böyle bir anlayış Türkiye’yi felakete götürür. Bunu herkesin  bilmesi lazım. Bu, bugünkü bu konuşmamla da kalmaz, bunun hesabını soracağım ben! Öyle “Benim takdir hakkım var…” Senin takdir hakkın varsa, sen o takdir hakkını eğer bu kadar keyfî kullanırsan sen de karşılığını bulursun! Bunu da bilesin. Yani bu memlekette Alevi olunca insanlar suç mu? Bu memlekette…

MUSA SIVACIOĞLU (Kastamonu) – Bölücülük yapıyorsun!

KAMER GENÇ (Devamla) – Vakit gazetesindeki birisi çıkıyor, bana diyor ki: “Efendim, siz nasıl gelmişsiniz? Alevisiniz.” Bilmem, gazetenin köşe yazarı “Türk Tarih Kurumu Başkanının dediği doğrudur.” diyor. Neymiş? Türk Tarih Kurumu Başkanı diyor ki: “Efendim, Aleviler Ermeni’den dönme.” Bunu söyleyen kim? Sizin gazeteniz. Ben de açıyorum kendisine “Bak, seninle doğru dürüst konuşayım.” diyorum, adam yüzüme küfrediyor, telefonu kapatıyor.

MUSA SIVACIOĞLU (Kastamonu) – Bölücülük yapıyorsun!

KAMER GENÇ (Devamla) – Bana soru soruyor, bana soru soruyor… 

Ben şimdi burada birilerine bir hesap soruyorum: Danıştay Genel Kurulunun çok büyük bir oyla Yüksek Hâkimler ve Savcılar Kurulu üyeliğine seçtiği bir kişi neden seçilmiyor? Onu bir öğrenmek istiyorum ya, bir öğrenmek istiyorum! Evvela bunu bir öğrenmek istiyorum!

Çankaya Köşkü’ne çıkıp da Atatürk’ün izlerini oradan sileceksin, ondan sonra her hafta gideceksin kütüphanelere kadar açacaksın, o açtığın kütüphanenin salonlarında Türkiye Cumhuriyeti devletini parçalamaya yönelen hain insanların olduğunu görmeyeceksin, ondan sonra bu memleketin birliği bütünlüğü, ondan sonra bu memlekete hak ve adaleti hak ve hukukça dağıtan insanlara karşı da “Sen Alevisin, ben seni seçmem…” Bu insanları bu kadar ayrımcılığa götürenler hesabını çok ağır ödeyecekler!

Şimdi soruyorum: Çankaya Köşkü’ne gelindi, Atatürk’ün izlerini siliyorlar. Atatürk’ün köşkünde Atatürk’ün yaptığı izleri siliyorlar.

KEMALETTİN GÖKTAŞ (Trabzon) – Başkanım, bunun konuyla ne ilgisi var?

KAMER GENÇ (Devamla) – Ya, şimdi, sayın milletvekilleri, Çankaya Köşkü’nde oturan insan gazetecileri alıp da her gün bir memlekete, her hafta bir memlekete gider mi? Bu devletin bu kadar mı parası bol? Bu memlekette insanlar açlık ve sefaletten kırılıyor. Bu memlekette insanlar işsiz. Bu memlekette insanların sefalet durumunu şey ediyorsunuz. Ben geçen gün Fethiye’de bir köye gittim. Bir köylü dedi ki: “Ya sayın milletvekilim, bakın, siz hiç tarımdan bahsetmiyorsunuz.” Dedim ki yahu benim memleketimde tarım yok ki bahsedeyim. Şimdi, dedi ki: “Geçen sene narenciye burada 1 milyondu, şimdi 300 bine düştü. Şimdi Tayyip Erdoğan diyor ki dedi: ‘Türkiye’de traktör satılıyor. Bu bir refahı gösteriyor.’ Biz traktörü nasıl satıyoruz biliyor musunuz? Benim bir traktörüm var, satıyorum 14 milyara. Onun 3 milyarını getiriyorum bankaya yeni bir traktör için teminat yatırıyorum, geriye kalan 9 milyarı da borçlarıma sayıyorum. Orada biz bir de faiz yiyoruz.” dedi. “Dolayısıyla -biz köylüyüz- hepimizin 300 milyar, 400 milyar borcu var.” dedi. “Pamuk, AKP iktidara geldiği zaman kilosu 1.100’dü, şimdi 800’e düştü.” dedi. “Bunun toplanması için yalnız yarısı veriliyor.” dedi. 1 kilonun toplanması için. Sulama hariç, girdi fiyatları hariç.

Şimdi deniliyor ki: -biraz önce burada konuşuldu- “Efendim, biz tarıma en büyük yardımı yapıyoruz.” Yahu bir gidin, sizi kan mı tutmuş, buyurun gidelim bu köye, bir köye gidelim, bir köylünün yanına. Hele o köylü kimin yüzüne tükürecek? Hele der mi ki, yahu peki bizim durumumuz bu. Sen geldiğin zaman kardeşim benim bankaya borcum yoktu, şimdi borcum var. Tarişbank özelleştirildi. Tarişbank’ta köylünün parasını batırdılar. Tarişbank’ta vatandaşın parası vardı batırıldı. Yani Ege’deki çiftçi vatandaşlarımızın hepsi Tarişbank’ın ortağıydı, onu getirdiler özelleştirdiler Denizbank’a verdiler, o insanların paraları gitti.

Şimdi pamuğun fiyatı belli, narenciyenin fiyatı belli. “Narenciye para etmiyor arkadaş yahu.” diyor. Adam diyor ki: “Ben geçen sene otuz dönüm karpuz ektim.” Egeli vatandaş diyor. “Tanesi 25 kilodan aşağı değildi.” diyor. “Allah üzerine yemin ediyorum bir tanesini satmadım yahu, satmadım yahu.” diyor. “Tarlada kaldı, domates tarlada kaldı.” diyor yahu! Böyle bir Hükûmet olur mu arkadaşlar? Dünyada her devlet kendi tarımına destek veriyor. Tarım, bir ülkenin can damarıdır. Siz bunları yapmıyorsunuz, devletin parasını gidiyorsunuz bankalardan alıyorsunuz, eniştelere, damatlara veriyorsunuz. Böyle bir şey olur mu?

Şimdi, geçen gün sordum Adalet Bakanlığı makamında oturan adama: “Sen Deniz Feneri’nin yazısını neyle gönderdin, kaplumbağayla mı gönderdin?” dedim. Dedi ki: “Acele postayla gönderdik.” Ben iddia ediyorum, o yazıyı Frankfurt yerine ya Moskova’ya göndermişlerdir ya New York’a göndermişlerdir veyahut da o yazı yazıldıktan sonra postacı almıştır, yolda kaybetmiştir. Çünkü diyecek ki: “Vallahi ne bileyim ben, Frankfurt yazacağına kâtip Moskova yazmış veya Washington yazmış.” Ya, bu devlet bu kadar hunharca yönetilir mi değerli arkadaşlarım?

Şimdi, benim ilimde terörden zarar gören insanlara para verilmesi lazım. Geçen seneden beri bir kuruş insanlara verilmiyor. Arkadaşlar, insanlar evinden olmuş, barkından olmuş, tarlasından olmuş ve bu terör tespit davaları gidiyor komisyonlarda belirleniyor. Maliye Bakanı çıkıyor diyor ki: Benim bütçem fazla veriyor, sıkıntım yok.” Bir de bakıyorsunuz ki 9,4 katrilyon lira bütçe açık vermiş. Ayrıca da yan gelirleri var, bütçe dışında KEY’lerden 2,8 katrilyonluk şeyi bütçeye intikal ettirmeden başka hesaplardan ödüyorlar. Hesaplıyorsunuz, 16 katrilyon bütçe açığı var. Bilmem, gidiyorsunuz Telekom’un hisselerini satıyorsunuz, Telekom’un hisselerini, 5 katrilyonluk hisseyi getirip 2 katrilyona satıyorsunuz. O da ek bir bütçe, onu da hesaba katmıyorsunuz.

Yahu şimdi bu devleti bu kadar akılsızca, bu kadar kabiliyetsizce, bu kadar gerçekleri inkâr ederek yönetmekle yani siz bir şey kazanamazsınız ki. Köylünün durumu ortada, vatandaşın durumu ortada. Türkiye’de ayrımcılık yapma konusunda sizden üstün kimse yok. Böyle bir anlayışla Türkiye yönetilmez değerli milletvekilleri.

Dün bana bir tane vatandaş geldi -soru önergesini hazırladım, yarın vereceğim- dedi ki…

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN – Sayın Genç, konuşmanızı tamamlayınız.

Buyurun.

KAMER GENÇ (Devamla) – “Gümüşhane il başkanları orada elektrik… Gümüşhane’de yapılan birçok kurumun elektrik taşeronluğunu alıyor.” dedi. Bu işi yapmadan, vasfına uygun olmadan ille gidiyormuş “Benim paramı ödeyin.” diye. Bayındırlıktan namuslu bir mühendis gitmiş, demiş ki “Ben ödemem arkadaş bunu.” demiş. Bunu çağırıp getirmiş, Bayındırlık Müdürlüğünde bütün Bayındırlık elemanlarını dışarı çıkarmış Gümüşhane İl Başkanı, ondan sonra adama sinkaf, en ağır hakaretleri etmiş, adam da getirmiş mahkemeye vermiş. Sonra demişler ki “Mühendis Bey, seni bir yere göndereceğiz, karını da -ebe- bir yere göndereceğiz. Bu şikâyetinden vazgeçeceksin.” demişler. Şikâyetinden vazgeçirmişler. Mahkeme dokuz ay hapis cezasını vermiş.

Şimdi, Tayyip Erdoğan diyor ki “Yahu bize bunların dedikleri komünist…” Yahu komünizmin ne olduğunu sen biliyor musun? Yani diyor ki: “İspat edin.” Yahu bize denetim yetkisini verin, ispat edeyim. Yani işte size olay. İşte, ben soruyorum: Tayyip Erdoğan’ın oğlunun aldığı gemiyi hangi parayla aldığının bir defterlerini inceleyelim, ortaya çıkaralım.

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

KAMER GENÇ (Devamla) – Yani bir denetim yetkisini verin değerli milletvekilleri.

AKİF AKKUŞ (Mersin) – İkincisini mi almış?

BAŞKAN – Teşekkür ediyorum Sayın Genç.

KAMER GENÇ (Devamla) – Bir dakika daha…

BAŞKAN – Yok, bir dakikanızı verdim efendim.

Teşekkür ederim.

Danışma Kurulu önerisinin lehinde Kayseri Milletvekili Sayın Mustafa Elitaş.

Sayın Elitaş, buyurun efendim. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)

MUSTAFA ELİTAŞ (Kayseri) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; yüce Meclisi saygıyla selamlıyorum.

Danışma Kurulu önerimizin esas itibarıyla konusu, geçen hafta Türkiye Büyük Millet Meclisinin çalışma programını siyasi partilerin grup başkan vekili arkadaşlarımızla beraber onaylamıştık. Yine aynı şekilde çalışma programımız devam ediyor.

Sadece, Danışma Kurulu önerisi getirmemizin en önemli sebeplerinden biri -ki daha önceki Danışma Kurulunu da yaparken siyasi parti gruplarına söylediğimiz- şu anda gençleri, üniversiteden herhangi bir sebeple ilişiği kesilmiş gençleri çok yoğun bir şekilde ilgilendiren, yaklaşık yedi sekiz aydır mesajla, maille bizleri, sizleri, değerli milletvekillerini bu konuda yoğun bir baskı altında tutan, herhangi bir sebeple üniversiteden ilişiği kesilmiş gençlerle ilgili kanuni düzenlemenin Millî Eğitim Komisyonundan, değerli arkadaşlarımızın, siyasi parti gruplarının verdiği katkıyla geçmesi ve yarınki gündemimizde de bu problemi çözmek için gündeme almak amacıyla yaptığımız bir Danışma Kuruludur. Bu Danışma Kurulu önerisi her hafta gelen şeklinde değil, Türkiye Büyük Millet Meclisinin İç Tüzüğü’nün çeşitli imkânları çeşitli zamanlarda kullanma usulünün çerçevesinde bu önerge verilmiştir.

Bir de önümüzdeki hafta bildiğiniz gibi 29 Ekim. 29 Ekim Çarşamba gününe denk geliyor, resmî tatil. Salı günü yarım gün, öğlene kadar çalışma imkânı. Öğleden sonra çalışma imkânı olmadığından dolayı -önümüzde de çıkaracağımız yasalar, hakikaten milletin ihtiyacını düşündüğümüz yasalar mevcut- bu bir günlük süreyi kaybetmemek amacıyla siyasi partilerimizin grup başkan vekillerine, pazartesi, salı gününü, kaybettiğimiz zamanı kazanmak gayesiyle 30 Ekim Perşembe ve 31 Ekim Cuma günü çalışma önerisini teklif ettik. Siyasi parti grup başkan vekillerimiz, sağ olsunlar, bu teklifimizi önce olumlu karşıladılar ama ana muhalefet partisinin grup başkan vekili arkadaşımız, cuma günkü yapacağımız toplantıda kendi parti meclisi toplantıları olduğundan dolayı bu çalışma saatinin Perşembe günü 13.00-20.00… 31 Ekim Cuma günü yapmayı istemiştik, arzu etmiştik ama parti meclisi toplantıları olduğundan dolayı, zamanı da, çalışma saatini de telafi edebilmek amacıyla 30 Ekim Perşembe günü 13.00-24.00 saatleri arasında çalışalım, bu süre içerisindeki on bir saatlik süreçte de uluslararası sözleşmeleri, üzerinde ikinci yasama yılında mutabık kaldığımız uluslararası sözleşmeleri de hızlı bir şekilde çıkaralım şeklinde mutabık kaldık. Bugünkü Danışma Kurulunun esas itibarıyla amacı bu.

İç Tüzük, siyasi parti gruplarına danışma kurullarını yapma yetkisi vermiş. Milletvekillerinin de burada konuşma imkânları, yetkileri var. Danışma Kurulunun lehinde ve aleyhinde konuşabilirler ama İç Tüzük yine milletvekillerine konuyla alakalı konuşma konusunda da emredici hükümler koymuş. Maalesef, her ne hikmetse bir buçuk senedir, Parlamentonun açıldığı günden bu tarafa bir buçuk senedir burada çeşitli fırsatlarla İç Tüzük’ün milletvekillerine iyi niyetle, iyi niyetli milletvekilleri için düşündüğü düzenlemeyi, maalesef kötü niyetle, sadece hakaret etmek amacıyla, sadece yalan söylemek amacıyla, sadece iftira etmek amacıyla burada kullanan milletvekilleri var.

KAMER GENÇ (Tunceli) – Kimdir onlar?

MUSTAFA ELİTAŞ (Devamla) – Bu milletvekillerinin kim olduğunu millet biliyor, vatandaş biliyor...

KAMER GENÇ (Tunceli) – Söyle, söyle…

MUSTAFA ELİTAŞ (Devamla) - …ve onlar da, vatandaş da ona gerektiği zaman cevabını verecek.

Hani söylerler, halk arasında çok önemli söz vardır; birisi bir konuyla ilgili yalan, iftira, ağzından çamur, pislik dolu şekilde başkasını lanetlediği zaman hep şunu söylerler, derler ki: Kişi şecaat arz ederken sirkatini söylermiş. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)

Bugüne kadar bir buçuk yıldır hep kendi yapmak istediklerini, yapmaya çalıştıklarını burada ifade eden kişi, sanki eline fırsat geçerse bu milletin tüyü bitmedik yetiminin hakkını sonuna kadar sömüreceğini, emeceğini ifade etmek şeklinde buraya, ortaya çıkıyor.

Hiç kimsenin, şeytanın bile aklına gelmeyecek formüller bunda! Nasıl üretiyorsun? Yani, aklından geçmezse her gün bu formülleri, her gün bu şekildeki düşünceyi zihninde eğer pekiştirmezsen… Hiç kimsenin aklına dahi gelmeyecek, şeytanın dahi düşünemeyeceği bir şeyi, sen, buradan hırsızlık, yolsuzluk meselesi şeklinde ortaya çıkarıyorsun.

İşte, söylediğim gibi, tüm niyet… Hani şecaatini arz ediyor ya! Hep kendi kötü niyetini burada ortaya çıkarmak, sirkatini söylemek şeklinde ortaya çıkıyor.

Ha, mahkemeye verebilir. Mahkemeye verdiği zaman da mahkeme pat diye suratına, adaletin sillesi geliyor suratına, diyor ki: “Sen böyle yaptığın sürece seni de milletvekilleri bu şekilde eleştirebilirler senin buradaki ifade ettiğin konularda.” “Bir daha benim karşıma bu konuyla ilgili gelme.” diye söylerler.

Bakınız, bizim bütün arzumuz, amacımız, 70 milyon insanın kardeşliğini, kardeşlik hukukunu sağlayabilmek. Hiç kimse bizim için Aleviliğinden dolayı, hiç kimse bizim için Sünniliğinden dolayı, hiç kimse bizim için ecnebi olduğundan dolayı veya başka bir dine mensup olduğundan dolayı ikinci sınıf vatandaş değildir. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)

KAMER GENÇ (Tunceli) – Allah yalancının belasını versin mi?

MUSTAFA ELİTAŞ (Devamla) – Allah yalancının belasını versin, senin de belanı versin.

Hiç kimse burada etnik yapısından dolayı bizim için ikinci sınıf vatandaş değildir. Çünkü Türkiye Cumhuriyeti'nin kurucu iradesi, 70 milyon vatandaşı, bu ülke coğrafyasında yaşayan bütün vatandaşları kardeşlik hukuku içerisinde, vatandaşlık hukuku içerisinde yaşamaya sevk etmek amacıyla bu ülkeyi kurmuşlar, hiç kimsenin birbirinden üstünlüğünün olmadığını ifade etmişler.

Şimdi, Danıştay 3 kişi seçmiş, o 3 kişiden 1 tanesi Alevi vatandaşımız olabilir, 2 tanesinin hangi mezhebe tabi olduğunu bilmiyorum. Herhâlde az önce konuşan konuşmacının ifadesine göre onlar da Sünni. Yani şimdi burada bunun böyle ifade edilmesinin… Onu seçseydi öbürlerinin kalkıp da niye sen bunu seçmedin diye bu kürsüde söyleyip milleti germenin bir alemi var mı?

KAMER GENÇ (Tunceli) – Birinci sıraya seçilmiş, farklı oyla!

MUSTAFA ELİTAŞ (Devamla) - Şimdi  bakınız, Danıştaya 3 kişiyi tespit etme yetkisini Anayasa kendisine vermiş. Cumhurbaşkanlığı makamına da o gelen 3 kişiden herhangi birisini seçme yetkisini kullanma Anayasa tarafından verilmiş. Eğer Danıştay kendi seçtiğini, birinci sıradakini Anayasa’ya veya çeşitli kanunlara koyup “Cumhurbaşkanı makamı onaylar.” diye ifade kullanmış olsaydı zaten Cumhurbaşkanı makamına bunu göndermeye veya seçme hakkını vermeye hiç gerek yoktu. Cumhurbaşkanlığı makamı noter makamı olurdu. O zaman bunu Cumhurbaşkanlığına onaylatmak yerine bir notere onaylattırarak işi bitirebilirdik. Cumhurbaşkanı kendisine verilen Anayasada bulunan yetkiyi sonuna kadar kullanacaktır, kullanmak da mecburiyetindedir. Bundan önceki cumhurbaşkanlarının yaptığı gibi… Bundan önce gelen cumhurbaşkanları kendilerine verilen yetkiyi araştıracak, inceleyecek, yapacak.

Sayın Cumhurbaşkanı, Sayın Abdullah Gül hiç kimseyi kapıcıdan sormuyor, hiç kimseyi mahalleden sormuyor, bekçiden sormuyor. Gelen bilgiler çerçevesinde, kendisinin yaptığı araştırmalar çerçevesinde bu kişinin Danıştay üyeliğine uygun olacağına kanaat getirmiş. Sayın Cumhurbaşkanına bu kanaati getirme yetkisi de Anayasa’mız tarafından verilmiş. Sayın Cumhurbaşkanı Cumhurbaşkanı olduğu günden bu tarafa, Sayın Cumhurbaşkanı Başbakan olduğu gün, Sayın Cumhurbaşkanı Dışişleri Bakanı olduğu günden bu tarafa dünyanın her tarafını fellik fellik geziyor; Türk milletinin bekası için geziyor, Türkiye Cumhuriyeti’nin itibarı için geziyor -hani Ulu Önder Atatürk’ün söylediği “Yurtta sulh, cihanda sulh.” ilkesi var ya o ilkeyi- içine kapanmış bir ülke değil, dünyadaki bütün ülkelerle iyi geçinerek Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyinde Türkiye'nin üyeliğinin gerçekleşmesi için geziyor. (AK PARTİ sıralarından alkışlar) Sayın Başbakan geziyor, Dışişleri Bakanı geziyor ve hiç kimsenin hayal dâhi edemeyeceği bir şeyi, Sayın Cumhurbaşkanı, Dışişleri Bakanı olduğu dönemde, Temmuz 2003 tarihinde -elli yıldır kimse hayal edememiş, aklından geçirememiş- Birleşmiş Milletler Daimî Temsilciliğine üyeliğini yapmış. O zaman bazıları bizi eleştirmişti? “Siz kimden oy alacaksınız?” diye ifade etmişlerdi ama mekik diplomasisinin, uluslararası diplomasinin ve insanlarla yapılan uluslararası camiadaki ilişkiler neticesinde 192 ülkenin 151’inden oy alabilmek bugüne kadar Türkiye Cumhuriyeti’nde hiçbir hükûmete nasip olmamış ve bugün hepimizin bununla iftihar etmemiz lazım.

Şimdi bakınız: “Bizim gazetemiz, sizin gazeteniz...” Ne demek bizim gazetemiz, sizin gazeteniz? “Bizim adamımız, sizin adamınız…” Ne demek bizim adamımız, sizin adamınız? “Bizim etnik kökenimiz, sizin etnik kökeniniz…”

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN – Sayın Elitaş, konuşmanızı tamamlayınız.

Buyurun.

MUSTAFA ELİTAŞ (Devamla) – Bir kere şunu ilke edinmemiz lazım: Gazeteleri, okulları, mahalleleri, etnik yapıları, eğer farklılıkları “ayrılık” diye ifade ettiğimiz takdirde bu ülkeye hizmet etmiyoruz. Biz farklılıklarımızı zenginlik olarak, bu farklılıklardan bir sinerji ortaya çıkarıp dünyada aktif bir politika yapmak için ortaya çıkarabilirsek bu ülkenin insanlarına bugün ve yarın hizmet ediyoruz demektir. Adalet Bakanını ifade ederken, biz, milletin verdiği oya karşılık, burada ağzından pislik saçan insanlara dahi “Sayın” diye hitap ederken, bu milletin verdiği oylarla Adalet Bakanı olan bir insana “adam” diye hitap etmeyi Türkiye Büyük Millet Meclisi üyelerine yakıştıramadığımı ifade etmek istiyorum.

Değerli arkadaşlar, seversiniz sevmezsiniz, bu Hükûmet bu milletin sandıktaki iradesiyle seçilmiştir, çalışırsınız, yarın sizi seçer. Millet ne diyor: “Çalış senin de olur, ne olur kıskanma.”

İşte, onun için, buraya çıkan değerli arkadaşlarımıza, sayın milletvekillerine…

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN – Sayın Elitaş, teşekkür ediyorum.

MUSTAFA ELİTAŞ (Devamla) – …şunu ifade etmek istiyorum: Buranın milletin kürsüsü olduğuna inanıp millete uygun bir şekilde görüşmeyi, konuşmayı tavsiye ediyorum.

Hepinize saygılar sunuyorum. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – Saygıdeğer milletvekili arkadaşlarım…

KAMER GENÇ (Tunceli) – Sayın Başkan, sataşmadan dolayı söz istiyorum.

BAŞKAN – Sayın Genç, bir dakika…

KAMER GENÇ (Tunceli) – Efendim sataştı, çok ağır hakaretler oldu.

MUSTAFA ELİTAŞ (Kayseri) – Ben ona sataşmadım Sayın Başkan, adını ağzıma almadım.

BAŞKAN – Siz yerinize oturur musunuz efendim lütfen.

KAMER GENÇ (Tunceli) – Efendim, sataşmadan söz istiyorum.

BAŞKAN – Yerinize bir oturun da efendim…

KAMER GENÇ (Tunceli) – Efendim, tamam, yerime geçtim de sataşmadan söz istiyorum.

BAŞKAN – Efendim, yerinize oturun da ben bir kısım şeyler ifade edeceğim. Buyurun.

KAMER GENÇ (Tunceli) – Efendim, sataşmadan söz istiyorum.

BAŞKAN – Saygıdeğer milletvekili arkadaşlarım…

KAMER GENÇ (Tunceli) – Efendim, sataşmadan söz istiyorum.

BAŞKAN – Sayın Genç, lütfen oturun bir yerinize, ben bir şeyler söylüyorum yani, buyurun oturun… Konuşacağım, buyurun…

KAMER GENÇ (Tunceli) – Adam hakaret ediyor bana, sen Meclis Başkanısın…

MUSTAFA ELİTAŞ (Kayseri) – Adını bile ağzıma almadım.

BAŞKAN – Sayın Genç, lütfen oturun.

Saygıdeğer arkadaşlarım, bakınız, burası milletin kürsüsü…

KAMER GENÇ (Tunceli) – Kimin ağzından pislik dökülüyorsa söylesin!

BAŞKAN – …ve buradaki konuşmalar yayınlanıyor ve bunu bütün milletimiz dinliyor. Söylenen sözleri tutanaklardan alarak sizler hepiniz de okuyabilirsiniz, görebilirsiniz.

Şunu demek istiyorum: Siyasetin, millet iradesinin tecelli ettiği Türkiye Büyük Millet Meclisinin saygınlığını korumak hepimizin görevidir. İnsanları severiz yahut da sevmeyiz, beğeniriz yahut da beğenmeyiz, bunlar ayrı konulardır ama hepimizin birbirimize saygı ifadesiyle hitap etmek, birbirimize saygılı davranmak mecburiyetimiz vardır. Hele Türkiye Cumhuriyeti’ni her makamda temsil eden insanlara karşı hitapların da çok saygın olması gerekir. “Ben böyle düşünüyorum.” diyerek… Bakınız, burada kimsenin sözünü kesmedim ama o ifadeler bize hiçbir şey kazandırmaz, sadece bizim saygınlığımızı giderir. Onun için, bütün arkadaşlarımdan bunu istirham ediyorum. Sevmediğiniz insanlar olabilir ama adil davranmak mecburiyetindeyiz, sevmediğimiz insanlar olabilir ama saygılı davranmak mecburiyetindeyiz. Bunu söylemenin Türkçede çok kelimesi vardır, Türkçe bu hususta yeterlidir, Türk dili yeterlidir, onların içerisinden seçeriz, o kelimeleri kullanırız. Yoksa Türk dilindeki en nakıs olan, uygun olmayan, hoş olmayan kelimeleri burada kullanmak bir kısım makamlar için, hiç kimseye bir fayda getirmez.

Tekrar istirham ediyorum. Bundan sonra bu tip konuşmalar yapıldığı zaman, ben yönetirsem, düğmeye basıp o arkadaşlarımın konuşmasını keseceğim. Onu da sizlerin heyetine arz ediyorum. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)

KAMER GENÇ (Tunceli) – Sataşmadan söz istiyorum Sayın Başkan. Sataşılmadı mı bana? Sataşılmadı mı yani?

MUSTAFA ELİTAŞ (Kayseri) – Sayın Başkan, adını bile ağzıma almadım.

BAŞKAN – Sayın milletvekilleri, öneriyi oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler… Kabul etmeyenler… Kabul edilmiştir.

KAMER GENÇ (Tunceli) – Sayın Başkan, Meclis kürsüsünü hakkaniyet ölçüleri içinde idare etmek zorundasınız. (AK PARTİ sıralarından gürültüler)

BAŞKAN – Konuşanlar, hepimiz dâhil.

KAMER GENÇ (Tunceli) - Bana burada sataşılıyor. Ben bağımsız milletvekili olabilirim…

BAŞKAN - Sayın milletvekilleri, İç Tüzük’ün 37’nci maddesine göre verilmiş bir adet doğrudan gündeme alınma önergesi vardır. Okutup işleme alacağım ve oylarınıza sunacağım.

Önergeyi okutuyorum:

IV.- BAŞKANLIĞIN GENEL KURULA SUNUŞLARI (Devam)

B) Önergeler

1.- Bursa Milletvekili Kemal Demirel’in; Ticari Taksilerde, Taksi Dolmuş ve Dolmuşlarda Yenileme Yapılması ve/veya Araçların Bir Kereye Mahsus Olarak Değiştirilmesi Sırasında Araç Sahiplerinden ÖTV ve KDV Alınmamasına Dair Kanun Teklifi’nin (2/202) doğrudan gündeme alınmasına ilişkin önergesi (4/90)

T.B.M.M Başkanlığına

2/202 esas numaralı Kanun Teklifimin İç Tüzüğün 37. maddesine göre işleme alınmasını saygılarımla arz ederim.

                                                                                                            Kemal Demirel

                                                                                                                   Bursa

BAŞKAN – Sayın Demirel, önergeniz üzerinde konuşacak mısınız?

KEMAL DEMİREL (Bursa) – Evet efendim.

BAŞKAN – Bursa Milletvekilimiz Sayın Demirel’i önergesiyle ilgili olarak konuşmak üzere kürsüye davet ediyorum.

Buyurun Sayın Demirel. (CHP sıralarından alkışlar)

KEMAL DEMİREL (Bursa) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; hepinizi en içten sevgi ve saygıyla selamlıyorum.

Ticari Taksilerde, Taksi Dolmuş ve Dolmuşlarda Yenileme Yapılması ve/veya Araçların Bir Kereye Mahsus Olarak Değiştirilmesi Sırasında Araç Sahiplerinden ÖTV ve KDV Alınmamasına Dair Kanun Teklifi’min gündeme alınmasıyla ilgili söz almış bulunuyorum.

Değerli milletvekilleri, bugün, Türkiye’de toplam 90 bine yakın ticari taksi var. Bu taksilerde çalışan, sahiplerini de dikkate aldığımız zaman, her birini en az üç dört diye nitelendirdiğimiz zaman, en az 300-400 bin şoför esnafını ilgilendiren kanun teklifi bu.

Bu kanun teklifini verirken gerçekten alın teriyle, emeğiyle, gecesiyle gündüzüyle kamu hizmeti yapan taksicilerimizin, şoför kardeşlerimizin karşı karşıya kalmış olduğu maruz tehlikelerden, ölümlü, yaralamalı tehlikelerden kurtulmanın önüne geçebilmek amacıyla bu kanun teklifini vermiş bulunuyorum. Çünkü, bu kanun teklifini verirken, son on iki yılda, taksi şoförlüğü yaparken, kamu hizmeti sunarken, insanlarımıza hizmet yaparken hayatını kaybeden taksi şoförlerinin 160 kişi olduğu bilgisi elimizde. Yaralamayla ilgili olanlar ne yazık ki tarafımıza aktarılmadı.

Şimdi, ben, bu kanun teklifini daha evvel, geçen dönem de gündeme getirmiş ve alınması için teklifte bulunmuştum. Ne yazık ki geçen dönemde de, 22’nci Dönemde de bu kanun teklifi gündeme alınmadı. Bugün gündeme alınmasıyla ilgili olarak sizlerin huzurundayız.

Değerli arkadaşlarım, bu kanun teklifini vermemin amacı, taksilerin yenilenmesi noktasında araçların bir kereye mahsus olmak üzere ÖTV, KDV’den uzaklaştırılarak yani araçların yenilenmesinde ÖTV, KDV alınmayarak araçların yenilenmesi ve bu gerçekleştirilirken de şoför koltuğunda oturan o insanların can ve mal güvenliğinin sağlanması. Amacımız buydu. Bugün ekonominin otomotivde getirmiş olduğu sıkıntılar ortada. Aslında, eğer bu kanun teklifi kabul edilirse inanın on binlerce aracın yenilenmesi gündeme gelecek ve gündeme geldiği zaman da otomotiv sektöründe de bir canlanma olacak.

Şimdi, bu konuyla ilgili daha evvel yapmış olduğum çalışmalarda aldığımız görüşler, işte, bu konuların yetkili makamlara hatta Başbakana kadar iletildiği ve buna sıcak bakıldığı, bu konuda çalışmalar yapıldığı… Ama ne yazık ki çalışmaların hangi aşamaya geldiği de şu anda net olarak ortada yok.

Kısacası, benim vurgulamak istediğim, bugün ülkemizde sayısı belki 400 bini aşan şoför kardeşimizin gecenin saat ikisinde, üçünde, dördünde… Bilmiyorum, aranızda acaba o saatlerde bir milletvekili olarak o taksi şoförleriyle oturup sohbet eden kaç kişi var. Ben o sohbetleri yapıyorum. Gecenin saat üçünde, dördünde o şoför kardeşlerimizin, evlerine, eşine, çoluğuna çocuğuna, anasına babasına bir parça ekmek götürebilmek için, rızkını kazanabilmek için mücadele veren insanların her türlü güvenlikten uzak, ekmek parasının da peşinde koştuklarını görüyorum. O insanlara sahip çıkmanın yolu bu araçların yenilenmesinde bir kereye mahsus ÖTV, KDV’nin alınmaması, güvenlikli sistemlerin alınması. Eğer bunu biz gerçekleştirirsek inanın bu kardeşlerimize en büyük iyiliği ve hizmeti yapmış oluruz. E, milletvekilinin görevi ne? Topluma hizmet etmek. Milletvekilinin görevi ne? Sorunların üzerine gitmek. Milletvekilinin görevi ne? O sorunları çözmek için mücadele etmek.

Evet, bugün Türkiye'de 400 bine yakın şoför esnafı bunun cevabını bekliyor. Bugün, Parlamentodan, bu araçların yenilenmesinde, daha iyi noktada hizmet verebilmesi amacıyla ÖTV, KDV’nin alınmayarak bu araçların yenilenmesinin  önünün açılması...

Bu noktada vurgulamak istediğim bir konu da şu: Tabii, bu araçların yenilenmesinin gerçekleşmesi sırasında, o araçlarda hizmet veren şoför kardeşlerimizin de sosyal güvenlik açısından da bir güvence altına alınması. Bu da çok önemli. Eğer bu gerçekleşmezse başına herhangi bir şey geldiği zaman sosyal güvencesi olmadığı için sorunlarıyla baş başa kalacak, o sorunu çözmesi için de -ya ölüm ya yaralanma, bir de sosyal güvencesi olmadığı için- çok daha büyük felaketleri yaşayacaktır.

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN – Buyurun Sayın Demirel, konuşmanızı tamamlayınız.

KEMAL DEMİREL (Devamla) – Ben, bu çerçevede özellikle yüce Meclisin, bugün bizleri seyreden, bizlerden umut bekleyen, çare bekleyen, sorunların çözülmesi noktasında bizi izleyen şoför esnafı kardeşlerimizin, taksici esnafı kardeşlerimizin, dolmuş şoförlüğü yapan kardeşlerimizin, ailelerinin, çocuklarının, yakınlarının bizden bekledikleri çareyi ve umudu göstermesini istiyorum.

Ben, yüce Meclisin bu noktada gerekli duyarlılığı, hassasiyeti göstereceğini umuyor ve kanun teklifimin kabulünü bekliyor, hepinize içten sevgilerimi, saygılarımı sunuyorum. (CHP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – Teşekkür ediyorum Sayın Demirel.

Sayın Ahmet Ersin, İzmir Milletvekili.

Sayın Ersin, buyurun efendim.

AHMET ERSİN (İzmir) – Teşekkür ederim Sayın Başkan.

Sayın Başkan, değerli arkadaşlarım; gecenin zifirî karanlığında Allah’tan ve yıldızlardan başka kimsesi olmayan taksicilerin güvenlik sorununu içeren kanun teklifi hakkında ben de söz aldım. Hepinizi saygılarımla selamlıyorum.

Değerli arkadaşlarım, doğumdan ölüme kadar insanların ihtiyacını gideren, yardımına koşan bir meslek grubu taksicilik ama son birkaç yıldan beri taksicilik mesleğini sürdürmek gerçekten son derecede zor oldu. Değerli arkadaşlarım, taksiciler, gecenin karanlığında, hapçılar, tinerciler ve gaspçılar için çok kolay lokma hâlindeler. Yani taksisine aldığı bir kişinin bir süre sonra bıçağı gırtlağına dayayıp parasını ya da canını alıp almayacağından emin değil. O nedenle, çok önemli can güvenliği sorunları var.

Değerli arkadaşlarım, taksicilerin can güvenliğini sağlamak, aslında bütün vatandaşların can güvenliğini sağlamak devletin elbette başta gelen görevlerinden biridir. Ancak, ne yazık ki bu meslek grubunda çalışan vatandaşlarımızın can güvenliğini sağlamakta devlet maalesef üzerine düşeni yapamıyor yani taksicilerin can güvenliğini sağlayamıyor devletimiz. Bu nedenle taksici esnafı, kendi güvenliğini, kendi sorununu kendisi çözmek için güvenlikli araç alabilme olanağını kullanmak istiyor yani hapçıdan, gaspçıdan kendisini bir ölçüde koruyacak olan güvenlikli araç alabilmek için devletten yardım bekliyor. Nedir o yardım? Bir defaya mahsus olmak üzere, güvenlikli araç alırken ÖTV ve KDV alınmasın istiyor.

Değerli arkadaşlarım, ekmek teknesini satın alan taksiciyle, can güvenliğini sağlamak için araç alan taksiciyle keyfi için, zevki için araç alan kişiler bir olabilir mi, aynı kefeye konulabilir mi? O nedenle bu ÖTV ve KDV’nin bir defaya mahsus alınmaması konusundaki taleplerinin, taksicilerin bu taleplerinin son derece de yerinde olduğunu ve devletin sağlayamadığı güvenliği hiç olmazsa kendi imkânlarıyla sağlamak için yaptıkları, giriştikleri  bu çabanın mutlaka olumlu karşılık görmesi lazım diye düşünüyorum. Ancak değerli arkadaşlarım, maalesef Maliye Bakanımız bu konuda çok katı bir tavır içinde. Bakın, aynı konuda 26/03/2003 tarihinde bir soru önergesi verdim Sayın Başbakana yönelik, sonuç yok. 24/05/2005 tarihinde bu kez Maliye Bakanına aynı konuda bir önerge verdim. Yani taksicilerin bu can güvenliğinin sağlanmasında önemli katkısı olacak olan bu güvenlikli araç satın almalarında yardımcı olunması için, ÖTV ve KDV konusunda yardımcı olunması için verdiğim bu soru önergelerinden bir sonuç alamadık maalesef. Her ikisinden de gelen cevapta bu talepler reddedildi. Keza 31 Mayıs 2005 tarihinde yine bu kürsüden, değerli arkadaşlarım, aynı sorunu gündeme getirdim ama maalesef yine bir olumlu karşılık alamadık. Yani değerli arkadaşlarım, Maliye Bakanlığımız bu güvenlikli araç alınması konusunda taksicilerin istediği kolaylığı sağlamamakta ısrarlı, ÖTV, KDV alınmasında ısrarlı. Yani değerli arkadaşlarım, taksicileri ya vergi ya hapçı tercihine zorluyorlar. Ya vergiyi vereceksin ya da hapçılarla muhatap olacaksın. Yani değerli arkadaşlarım, genel olarak değerlendirirsek taksici esnafı kırk katırla kırk satır arasında tercih yapmaya zorlanıyor.

Değerli arkadaşlarım, bir defaya mahsus olmak üzere bu ekmek teknelerinden, güvenlikli ekmek teknelerinden ÖTV ve KDV alınmasa maliye batar mı? Ne kadar lüzumsuz yerlere ne tür harcamalar yapıldığını biliyoruz, yolsuzluklar için ne kadar büyük kaynakların harcandığını biliyoruz. O hâlde devletin yapmadığı bir görevi, yerine getiremediği bir görevi insanlar kendi çabalarıyla gerçekleştirmek istiyorlarsa, insanlar kendi can güvenliklerini sağlamak için bir çaba istiyorlarsa, bir yardım istiyorlarsa devletimizden, elbette ki bu çabayı, bu yardımı karşılıksız bırakmaması lazım, bu yardım taleplerini karşılıksız bırakmaması lazım. Ama maalesef bugüne kadar bütün girişimlerden hiçbir sonuç alınamamıştır.

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN – Sayın Ersin, konuşmanızı tamamlayınız.

Buyurun.

AHMET ERSİN (Devamla) – Tamamlıyorum.

Buradan Maliye Bakanımıza seslenmek istiyorum değerli arkadaşlar: Lütfen, taksici esnafımızın can güvenliği için önemli olan bu güvenlikli araç alımında gerekli yardımları yapınız. İnsanları, hapçıların, gaspçıların hedefi hâline getirmekten, hedefi olmaktan çıkarmalarını istiyoruz. Maliye Bakanımızdan beklentimiz budur. Bu insanların can güvenliğini sağlayacak olanakları sağlamasını istiyoruz.

Değerli arkadaşlarım, hepinizi saygılarımla selamlıyorum ve bu kanun teklifinin, lütfen, gündeme alınması için desteklerinizi bekliyorum.

Teşekkür ederim. (CHP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – Teşekkür ederim Sayın Ersin.

KAMER GENÇ (Tunceli) – Karar yeter sayısı istiyorum.

BAŞKAN – Tamam.

Önergeyi oylarınıza sunacağım ve karar yeter sayısını arayacağım.

Önergeyi oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler… Kabul etmeyenler… Karar yeter sayısı yoktur.

Birleşime on dakika ara veriyorum.

Kapanma Saati: 16.27

 

İKİNCİ OTURUM

Açılma Saati: 16.39

BAŞKAN: Başkan Vekili Nevzat PAKDİL

KÂTİP ÜYELER: Harun TÜFEKCİ (Konya), Murat ÖZKAN (Giresun)

BAŞKAN – Sayın milletvekilleri, Türkiye Büyük Millet Meclisinin 8’inci Birleşiminin İkinci Oturumunu açıyorum.

Bursa Milletvekili Kemal Demirel’in, İç Tüzük’ün 37’nci maddesine göre vermiş olduğu doğrudan gündeme alma önergesinin oylamasında karar yetersayısı bulunamamıştı.

Şimdi önergeyi tekrar oylarınıza sunacağım ve karar yetersayısını arayacağım:

Önergeyi kabul edenler… Kabul etmeyenler… Önerge kabul edilmemiştir, karar yetersayısı vardır.

Saygıdeğer milletvekilleri, gündemin “Özel Gündemde Yer Alacak İşler” kısmına geçiyoruz.

Bu kısmın 1’inci sırasında yer alan, İstanbul Milletvekili Çetin Soysal ve 20 milletvekilinin, Kars Milletvekili Gürcan Dağdaş ve 23 milletvekilinin, İstanbul Milletvekili Hasan Kemal Yardımcı ve 26 milletvekilinin ve İstanbul Milletvekili Sebahat Tuncel ve 19 milletvekilinin önergeleri üzerine, Gemi İnşa Sanayisindeki İş Güvenliği ve Çalışma Şartları Sorunlarının Araştırılarak Alınması Gereken Önlemlerin Belirlenmesi Amacıyla Anayasa’nın 98’inci, İç Tüzük’ün 104 ve 105’inci maddeleri uyarınca kurulan (10/121, 129, 132, 134) esas numaralı Meclis Araştırması Komisyonunun Raporu üzerindeki genel görüşmeye başlıyoruz.

VI.- KANUN TASARI VE TEKLİFLERİ İLE KOMİSYONLARDAN

GELEN DİĞER İŞLER

A) Komisyonlardan Gelen Diğer İşler

1.- İstanbul Milletvekili Çetin Soysal ve 20 Milletvekilinin, Kars Milletvekili Gürcan Dağdaş ve 23 Milletvekilinin, İstanbul Milletvekili Hasan Kemal Yardımcı ve 26 Milletvekilinin ve İstanbul Milletvekili Sebahat Tuncel ve 19 Milletvekilinin, Gemi İnşa Sanayisindeki İş Güvenliği ve Çalışma Şartları Sorunlarının Araştırılarak Alınması Gereken Önlemlerin Belirlenmesi Amacıyla Meclis Araştırması Açılmasına İlişkin Önergeleri ve Meclis Araştırması Komisyonu Raporu (10/121, 129, 132, 134) (S. Sayısı: 295) (x)

BAŞKAN – Komisyon? Burada.

Hükûmet? Burada.

Sayın milletvekilleri, Komisyon Raporu 295 sıra sayısıyla bastırılıp dağıtılmıştır.

İç Tüzük’ümüze göre Meclis araştırması komisyonu raporu üzerindeki genel görüşmede ilk söz hakkı önerge sahibine aittir. Daha sonra İç Tüzük’ümüzün 72’nci maddesine göre siyasi parti grupları adına 1’er üyeye, şahısları adına 2 üyeye söz verilecektir. Ayrıca istemleri hâlinde Komisyon ve Hükûmete de söz verilecek, bu suretle Meclis araştırması komisyonu raporu üzerindeki genel görüşme tamamlanmış olacaktır.

Konuşma süreleri Komisyon, Hükûmet ve siyasî parti grupları için yirmişer dakika, önerge sahipleri ve şahıslar için onar dakikadır.

                      

(x) 295 S. Sayılı Basmayazı tutanağa eklidir.

Rapor üzerinde söz alan sayın milletvekillerinin isimlerini okutuyorum:

(10/121, 129, 132, 134) esas numaralı ve 295 sıra sayılı Meclis Araştırması Komisyonu Raporu üzerinde söz alanlar

Önerge Sahipleri : Onar dakika.

1- (10/121): Çetin Soysal, İstanbul.

2- (10/129): Mithat Melen, İstanbul.

3- (10/132): Hasan Kemal Yardımcı, İstanbul.

4- (10/134): Sebahat Tuncel, İstanbul.

Gruplar : Yirmişer dakika.

1- CHP: Hüsnü Çöllü, Antalya.

2- MHP: Gürcan Dağdaş, Kars.

Komisyon: Yirmi dakika.

Hükûmet: Yirmi dakika.

- Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanı Faruk Çelik.

Şahıslar: Onar dakika.

1- Süleyman Lâtif Yunusoğlu, Trabzon.

2- D. Ali Torlak, İstanbul.

3- Mehmet Ufuk Uras, İstanbul.

4- Mustafa Cumur, Trabzon.

BAŞKAN – İlk söz önerge sahipleri adına İstanbul Milletvekili Çetin Soysal’a aittir.

Sayın Soysal, buyurun efendim.

Süreniz on dakika Sayın Soysal.

ÇETİN SOYSAL (İstanbul) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; hepinizi saygıyla selamlıyorum.

Gerçekten Tuzla’da yaşananlardan sonra kurulan Komisyon son derece önem taşıyan bir çalışma yapmıştır. Tabii, biz daha önce bunu İnsan Hakları Komisyonuna taşımıştık ocak ayında ve İnsan Hakları Komisyonu olarak da orada yoğun bir çalışma yaptık. 1 Şubatta da Cumhuriyet Halk Partisi olarak Meclis araştırması önergesi verdik, 30 Nisanda da komisyon kuruldu.

Değerli arkadaşlarım, biz Meclis araştırması önergesi verdiğimizde -son yedi ayı baz alarak- 17 ölüm vardı, 17 kişi, 17 çalışan ölmüştü. Ne yazık ki bizim vermiş olduğumuz önergeden sonra ve geçtiğimiz yaz 2008 boyunca 18 kişi daha hayatını yitirmiştir. Tabii, geçmiş yıllara baktığımızda 100’ün üzerinde ölüm vakasıyla karşı karşıya olduğumuzu ne yazık ki görüyoruz. Yine bunun yanı sıra çok ciddi yaralanmalar ve sakat kalmalar da son derece üst sayıda.

Değerli arkadaşlarım, bütün bu ölümler olduktan sonra ancak Başbakan gitmek durumunda kaldı. Biz “Orada devlet yok.” diyorduk, birtakım eleştiriler alıyorduk. Evet, devlet yok, bunu Sayın Başbakanın kendisi itiraf etti, ne yazık ki parmakla sayılacak kadar ruhsatları olduğunu Sayın Başbakanın kendisi itiraf etti. Bu ne demektir? Ne yazık ki Tuzla tersanelerinde devlet yok.

Oralar ölüm tarlası demiştik, insanlar ölüyor demiştik. Niye ölüyor önlenebilir ölümler olmasına rağmen? Örneğin, 19’uncu yüzyıl -koşulları içerisinde- çalışma koşullarını ne yazık ki orada gördük ve düşününüz ki günümüz teknolojisinde, yüksekten düşme, yüksekten düşen cismin altında kalma, elektrik çarpması gibi ilkel ölümler ve bunların her biri önlenebilir ölümler.

Tabii ki oradaki alan darlığını ve oradaki yoğunluğu göz ardı edemeyiz. Biz, oradaki çalışmalar içerisinde, kaynakçının, elektrikçinin ve boyacının bir arada çalıştığını gördük, yarım metre, 1 metre mesafeler içerisinde. Bunlar oranın gerçekleri hâline dönüşmüş. Orada yaşanan olumsuzluklar, yaşamın bir parçası gibi görülüyor. Ne yazık ki orada bir taşeronluk müessesesi gelişmiş ve bu taşeronlar, neredeyse sanayiyle iç içe olmuş ancak buna dönük herhangi bir mesleki yapılanma söz konusu olmamış. Örneğin, o taşeronluk sistemi içerisinde, organize olması gereken sanayi bölgesi olabilirdi. Tuzla’nın ara sokakları üretim yerleri olarak gözümüze çarpmıştı.

Değerli arkadaşlarım, orada bir alan darlığı var, bir yoğunluk var. O düzeyde gemilerin orada üretilip üretilmeme noktasında çok ciddi sancıların ve sıkıntıların olduğunu yaşadık, gördük. Ama ne yazık ki en son yaşanan ölümler bir filikanın içerisinde oluyor; denemek için, kum torbası yerine çalışanlar giriyor ve orada çok ciddi bir kazayla da karşı karşıya kaldığımızı ne yazık ki görüyoruz. Buna uzun süre sessiz kalındı ve Başbakan da ancak bu ölümlerin yoğunlaşmasından sonra gitti ve büyük bir itirafta bulundu. Peki, ya Bakan ne yaptı? Sayın Bakan, bu konuda, en sonunda “Bu tersaneler kapatılsın.” demek noktasında kaldı, çözüm yerine mevcut tersanelerin kapatılmasını dile getirdi.

Değerli arkadaşlarım, biz sektörü çok önemsiyoruz, bunu her defasında söyledik. Sektör son derece önemli. 3 milyar dolarlık bir hacme ulaşmış sektör, otuz binin üzerinde çalışanı var ve bu sektörün elbette ki yarattığı bir katma değer var. Ülkemiz adına bu son derece önem taşıyor ama ne yazık ki bu önemin kavranamadığını, biz, burada, Sayın Bakanın yaklaşımlarından ve tutumlarından gördük.

Değerli arkadaşlarım, orada bir yoğunluktan bahsediyoruz. Bu arada bu yoğunluk yetmiyormuş gibi, sosyal donatı alanları, dinlenme alanları yok iken bir de deniz dolgusuyla Ulaştırma Bakanlığının, denizcilikten sorumlu Devlet Bakanlığının ve Çevre Bakanlığının  ne yazık ki sessiz kalması sonucu veya onay vermesi sonucu  -ki bunu İstanbul metropoliten planlarda veya İstanbul Büyükşehir Belediyesi Planlama Müdürlüğünün onayı da olmadan, farklı kurum ve kuruluşların görüşü olmadan, Tuzla Belediyesinin bile bu konuda çok ciddi bir şeyi olmadan- orada deniz dolgusu yapılarak tersane sayısı artırılmaya çalışılıyor. Hâlbuki orada bir realite var, bir yoğunluk var, o yoğunluğun getirdiği olumsuzluklar var, o yoğunluğun getirdiği ölümler var, o yoğunluğun getirdiği kazalar var, yaralanmalar var ve ne yazık ki Çalışma Bakanının kendisinin de itirafı var, “Bu kadar tersane bir yoğunluk getirdiği için bu ölümlerin bir nedeni de bu.” derken ne yazık ki bir bakıyorsunuz orada dolgu alanlarıyla yeni tersaneler, yeni rant kapıları açılma noktasında kalıyor.

Değerli arkadaşlarım, bunlar önlenebilir ölümlerdi ve önlenebilir ölümlerin gerçekten çözümü de mümkün. Yapmış olduğumuz çalışmalar da son derece sektörün önünü açabileceğini umduğumuz çalışmalar. Bakınız, orada Türk Loyd’u ile anlaşma yapan üç firma var, dördüncüsü yok. Böyle bir kontrol sistemi gelişmemiş. Oradaki çalışmaların eksik, yarım ve geleneksel bir çalışma ortamı içerisinde olduğunu ne yazık ki görüyoruz.

Değerli arkadaşlarım, gerçekten tersaneler önemli. Bir kez daha yanlış yapılıyor, örneğin tersaneler bölgesi olarak Yalova ilan edildi. Yalova bu anlamda tarım bölgesi ve oranın ekolojik dengesini de bozacak bir şekilde tersanelerin yapılması yanlış. Karadeniz kıyılarının bu iş için çok daha elverişli olması mümkün. Burayla ilgili çok ciddi teşvikler verilmeli çünkü sektör önemli. Sektörü önemseyerek iş noktasında da yatkınlık noktasında da Karadeniz bu anlamda son derece elverişliyken ne yazık ki Yalova’da tersanelerin yapılmasını… İleride oralarda da çok ciddi sıkıntıların olacağını, sosyal anlamda da çok ciddi sıkıntılar olacağını, Yalova’nın şu anki konumunu da bozacağını ve tarım bölgesi olan, verimli, üretken bir tarım bölgesi olan Yalova’ya da zarar vereceğini ne yazık ki görüyoruz.

Tuzla tersanelerinde en büyük sorunlardan bir tanesi de örgütsüzlük sorunuydu. Anayasa’nın 51’inci maddesi İnsan Hakları Evrensel Bildirgesi’nin 11’inci maddesi, her çalışanın dilediği sendikaya girme hakkını veriyor. Ne yazık ki bu örgütlenme hakkını da Tuzla tersanelerinde göremedik, orada da bir sendikalaşma noktasında ancak yüzde 10 civarında hatta onun altında bir örgütlenme olduğunu gördük. Ancak, yapılan çalışmalarla orada da bir artış olduğunu memnuniyetle gördük. Ancak, oradaki örgütlenme, sendikal haklar kesinlikle alınmamalıdır ve oradaki çalışanların da, ağır ve tehlikeli iş kolunda çalışanların da son derece önemli olduğu için sendikal hakları yerlerine getirilmelidir.

Tuzla, ağır ve tehlikeli iş kolunun olduğu bölge. Örneğin GİSBİR hastane yapıyor, hastanenin ruhsatını Sağlık Bakanlığından aylar sonra alabiliyor. Yani o hastane niye yapılıyor? Oradaki kazalara dönük… Çünkü iş yeri hekimliği yok, ortak kullanım alanı olarak kullanılan sağlık ocağı yetersiz. Orada bir hastane yapılıyor, ne yazık ki hastanenin aylar sonra değişik nedenlerle ruhsatı verilmiyor ve şimdi de orada bir doktor sorunu var, ne yazık ki doktor tahsis edilmiyor çünkü Sağlık Bakanlığı o konuda çıkartmış olduğu genelgeyle bu tür yerlerin çalışmasını engelliyor. Ama, hâlbuki orası nedir: Tuzla Tersaneler Bölgesi ve ölümlerin çok yoğun yaşandığı bölgeler.

Değerli arkadaşlarım, biz araştırma önergesi raporunda önerilerimizi sunduk ayrıntılarıyla. Tabii ki on dakikaya burada sığdırmak mümkün olmasa gerek. Ama çok önem verdiğimiz nokta, Tuzla’yı daha fazla yoğunlaştırmamak lazım, bu dolgu alanlarını mutlaka engellemek lazım. Oranın ekolojik yapısını -ki, Marmara’ya baktığımızda bir deprem bölgesi- dikkate alarak bozdurmamamız gerekiyor. Bunun bir kere önüne geçilmesi gerekiyor. İki: Orada yoğunluğun azaltılması gerekiyor. O yoğunluğun ve alan darlığının getirdiği olumsuzluğu asla göz ardı edemeyiz.

 (Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN – Sayın Soysal, konuşmanızı tamamlayınız.

Buyurun efendim.

ÇETİN SOYSAL (Devamla) – Bağlıyorum.

Orada, ne yazık ki yaşam koşulları son derece güç. Örneğin, barınma sorunları var. Gece yatan bir çalışan, bir işçi sabah kalktığında zaten yorgun kalkıyor çünkü orada barınma hakkını çok ağır ve zor şartlarda, sadece dört duvar arasında, onlarca kişinin bir arada yaşayarak, üleşerek hayata geçirdiklerini ne yazık ki görüyoruz. O anlamda da bu tür sorunların, özellikle barınma sorununun, sosyal donatı ve yaşam alanları sorununun çözülmesi gerekiyor.

Tabii, bütün tersaneleri aynı noktada görmek mümkün değil ama ne yazık ki bazı tersanelerimizde gerçekten getirilen olumsuzlukları görmemezlikten gelemeyiz.

Bu rapor son derece önemli. Bu rapor, dilerim, önümüzdeki sürece çok önemli katkılar sunar ve sanırım, Çalışma Bakanı da bu raporu okur ve gereğini de yapar çünkü iyi bir çalışma yaptık, komisyondaki arkadaşlarımız iyi bir çalışma yaptılar.

Ben, onları da bu çalışmalarından ötürü kutluyorum, hepinize saygılarımı, sevgilerimi sunuyorum. (CHP ve MHP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – Teşekkür ediyorum Sayın Soysal.

İkinci konuşmacı İstanbul Milletvekili Sayın Mithat Melen.

Buyurun Sayın Melen. (MHP sıralarından alkışlar)

MİTHAT MELEN (İstanbul) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; gemi inşa sanayisindeki iş güvenliğiyle ilgili Komisyonun ben de üyesiyim. Fakat Komisyonu tabii buradan methetmek belki hoş görünmeyebilir ama gerçekten ciddi bir çalışma yaptığımız ortada ama işin başka birçok boyutlu bir yönü var, o da şu: Bunu, aranızda belki pilot olanlar çok iyi bilir; pervaneli uçaktan jete geçtiğiniz zaman jet o kadar hızlıdır ki sizin ondan önce hareket etmeniz lazım ki hâkim olabilesiniz.

Şimdi, Türkiye’de, başta Türkiye Büyük Millet Meclisi, olayların daima gerisinde kaldığı için olaylara yön veremez hâlde. Esas meselemizin aslı bu, bunu tartışmamız lazım. Maalesef, ölümler olduktan sonra oturuyoruz, böyle bir komisyon kuruyoruz ve komisyon çalışıyor, gerçekten doktora tezi gibi bir rapor yazıyor ama bu rapor, sadece Türkiye Büyük Millet Meclisini ilgilendirmiyor, aşağı yukarı Türkiye’de her kurumu ilgilendiriyor ve her kurumun yapması gerekenleri ilgilendiriyor. Maalesef, Türkiye’nin bu hâle gelmesinin sebebi, başta kurumların iyi çalışmaması ve Türkiye Büyük Millet Meclisinin olayların gerisinde kalmasıyla ilgili. Yani bu ölümler olmayabilirdi, olmayabilirdi ama bir sabahleyin de Türkiye’de konjonktürün değişip dünyadaki gemi talebinin gelebileceğini bile biz fark etmedik yani bir sabah 3 milyar dolarlık bir sektör oluştu ve bir çalışanın 7-8 kişiyi beslediği bir yapı ortaya çıkıverdi.

Şimdi, bakın, o çok üzüldüğümüz ölümler olmayacak. Niye olmayacak biliyor musunuz? O sektör durdu çünkü dünyadaki konjonktür değişti, şimdi Türkiye’ye talep de gelmeyecek maalesef ve gayet basit, biz bu ölümler olduktan sonra hemen tedbirler alıyoruz, “Kapatalım bu tersaneleri.” diyoruz. Çok dikkat edin, Türkiye’de binlerce insan bu tersanelerden besleniyor ve yaşıyor. Öyle olayların işte hep gerisinde kaldığımız için o jet misalini verdim. Dünyayı takip edemediğimiz için, olayların gerisinde kaldığımız için bu misalleri vermek zorunda kaldım. Şimdi, bu rapor da öyle. Bu raporu -affınıza sığınarak ama- birçoğumuzun okumadığını ben biliyorum yani tamamını hiç kimse okumadı bu raporun. Bu rapor gayet detaylı bir rapor. Ama, bu raporda eğitimden tutun da güvenlikten çıkın, bütün Türkiye’deki kurumların -belediye dâhil- gerçekten yapması gerekenler var. Bunlar için yasa değiştirmek gerekiyor, bunlar için kararnameler çıkarmak gerekiyor, yeni kurumlar kurmak gerekiyor. Yani bir işçinin, maalesef, kask takmasını siz zorla, eğitimle sağlayamazsınız. Kask takması gerekiyor. Nişantaşı’nın ortasında da aynı kaskı takmıyor ve emniyet kemeri yok o işçinin. Şimdi, bu çok ciddi bir mesele, Türkiye'nin eğitim meselesine gidiyoruz buradan. Peki, bunları nasıl yapacağız? E, biz öncü olacağız, çaremiz yok. Esas öncü olması gereken bu kurumdur, Türkiye Büyük Millet Meclisidir ve ekonomik planlamamızı çok doğru yapacağız, çok doğru yapmak zorundayız. Çünkü, işte, şimdi bu rapor, gerçekten eğer konjonktür böyle devam ederse hiçbir işe yaramayacak çünkü yepyeni bir konjonktür geldi. Aynen bir sabahleyin Tuzla’ya karar verip Tuzla’da altı tersane kurulmasına karar veren bir imar planı gibi. Sonra oraya kırk dört tane tersane kurulmuş. Şimdi ertesi sabah Yalova’ya geçmişiz, orada da bir şeyler kurmuşuz. Altyapısı tam değil. Şimdi Karadeniz öneriliyor, güzel. Orada hangi altyapı var? Hep el yordamı, plansızlık ve sonra onları çok ağır ödediğimiz, ölümlerle ödediğimiz bir yapı. Lütfen, gelin, bu yapıyı değiştirmekle uğraşalım önce. Şimdi başta İç Tüzük… İç Tüzük’te ne diyor? İç Tüzükte “Bu raporlar verilir…” E, peki bunu kim takip edecek? Bu raporlar verildi. Burada bir sürü yaptırım var. Komisyonun böyle bir yetkisi yok ki İç Tüzük’ün yaptırımlarla ilgili bölümünde. Yani biz bu raporu verdikten sonra takip etmeyeceğiz. Bakın, zaten bunları konuşacağız burada. Unutulup gidecek. Hem o ölümler devam edecek hem o sektör belki çökecek. Hiç onların farkında değiliz. Hele bu dünyada çok enteresan olaylar olurken, gerçekten ortalık yıkılırken, dünya birbirine girerken Türkiye Büyük Millet Meclisinde ekonomiyle ilgili bir tek laf konuşulmadı son on beş günden beri. Sanki böyle bir olay hiç olmuyormuş gibi, Türkiye bu konuda ne yapacağını bilmiyormuş gibi hiç konuşmuyoruz bunları. Yarın yine başlayacağız. Bütün bunlar oldu, ölümler oldu ve tabii Türkiye bir işsizlik girdabına kapılacak tekrar maalesef. Onun için, galiba, hep birlikte yeni bir strateji çizmemizle ilgili mesele, yeni bir sanayi stratejisi, yeni bir yerleşim stratejisi. Çünkü İstanbul artık kaldırmıyor bazı şeyleri. İstanbul dinamik yapısı itibarıyla da artık böyle çarpık yapılaşmayla başta ağır sanayiyi kaldıramaz hâle geldi ve İstanbul daha çok bir hizmet ve finans sektörü olma konumuna doğru şiddetle ilerliyor. O zaman orada Tuzla gerçekten kötü ve göze batar hâle geliyor.

Şimdi, en -benim- önem verdiğim meselelerin başında eğitim geliyor, eğitim ve araştırma. Bizim konuştuğumuz mühendislerin… Bakın, burada ben dâhil, hepimiz suçluyuz, hocalara sesleniyorum: Bir mühendisin bütan gazla -ki, benim konum değil bu- doğal gaz arasındaki farkı ayırt edemediğini gördük Tuzla’da. Şimdi ne yapacağız? Üniversitelerde yeni baştan eğitim yapmak lazım. Oradaki -sağlık ocağı var- sağlık ocağındaki doktor ölümlere daha geç müdahale etmiş, polis daha önce gelmiş. Sağlık sektörüyle ilgili ne yapacağız?

Bence oturalım, hep birlikte, bu… 3 milyar diye rakam verdi Sayın Soysal, ben bu 3 milyarın şu anda düştüğü fikrindeyim, bir sene sonra hiç kalmayacağı fikrindeyim. Otuz bin istihdamın da yarıya indiği -bugünden itibaren- fikrindeyim, seneye o da kalmayacak ama oturalım, hep birlikte, bir kere bu raporda yazılanların takipçisi olmamız lazım. Sadece komisyon üyelerinin değil, Türkiye Büyük Millet Meclisinin takipçisi olması lazım burada yazılanlar konusunda çünkü burada altyapıyı değiştirme fikri var. Yani bu altyapı sadece ve sadece Tuzla’yla ilgili değil, Türkiye’de işçinin eğitimiyle ilgili altyapı, can güvenliğiyle ilgili altyapı, iş güvenliğiyle ilgili altyapı, sağlıkla ilgili altyapı, çok önemlisi, kurumlarla ilgili altyapı. Aramızda bu işlerle uğraşanlar var, onlar çok iyi biliyor. Biz bir şey gördük, şaşırdık; Gemi İnşa Sanayi Genel Müdürlüğünün bu konuda çıkardığı daha yönetmelik yok. Galiba kanunu yakında çıkaracağız hep birlikte. Yani öyle bir şey ki, her tarafa dokunmak zorunda olduğunuz bir yer. Onun için burada sadece hükûmeti, sadece iktidar partisini veya muhalefeti değil, gelin, hep birlikte neler yapabileceğimizi ve bu konunun peşinde olabileceğimizi düşünelim. Bence, İç Tüzük’te de gerekirse değişiklik yapalım. Bu araştırma önergeleri böyle, güzel kitaplar, raflarda duran kitaplar olarak kalmasın. Bunları sonuna kadar takip edelim ve bunlara görev verelim. Bakın, vermezsek ne olacak? Yarın başka bir konu çıkacak. Tuzla gidecek Karadeniz’de başka bir konu çıkacak. Türkiye’nin başka bir yerinde herhangi bir sorunda yeniden bu işleri hep birlikte yapacağız. İşte, aynı, ekonomi konusunda uyarmaya çalıştığım gibi. Dünyada bu kadar değişim var, Avrupa Birliği 3,5 trilyon harcamış, Amerika 850 milyar dolar harcamış. Yapılar yeniden değişiyor, kurumlar yeniden değişiyor, yeni kurumlar kuruluyor, yeni bir ekonomik yapılanma var, finansal yapılanma var, biz hiçbir şey olmamış gibi davranıyoruz, sanki olmuyor bunlar. Ben, inşallah bu raporun daha ciddiye alınacağını, başka gözle bakılacağını, sadece Türkiye’de Büyük Millet Meclisi tarafından değil hükûmetin ve tüm kurumlar tarafından, buna sivil örgütler dâhil, sendikalar dâhil… Çünkü kiminle konuştuysak konu hakkında bilgisi olan çok az. Konu hakkında gerçekten derin bir araştırma yok ve hep el yordamıyla yapılmış işler var. İşte esas mesele bu altyapıyı değiştirmekle ilgili ve bunu hep birlikte yapmamız gerektiği kanısındayım.

Yüce heyeti saygıyla selamlıyorum. (MHP ve CHP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN - Teşekkür ediyorum Sayın Melen.

Önerge sahipleri adına üçüncü konuşmacı İstanbul Milletvekili Sayın Hasan Kemal Yardımcı.

Sayın Yardımcı, buyurun efendim. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)

HASAN KEMAL YARDIMCI (İstanbul) – Değerli Başkan, değerli milletvekilleri; Türkiye Büyük Millet Meclisinin Türk denizciliği ve gemi inşa sanayisinin sıkıntılarıyla ilgili araştırma önergesi sahibi olarak söz almış bulunuyorum. Hepinizi saygıyla selamlıyorum.

Değerli milletvekilleri, bu raporun hazırlandığı dönem ile şu andaki dönem arasında önemli farklılık olduğunu bir defa idrak etmemiz gerekir. Bu komisyonun oluşturulmasına karar verdiğimiz gün küresel olarak hızla büyüyen gemi inşa sanayimizin beceri sahibi iş gücüne ve iş güvenliğine ihtiyacı vardı. Ciddi çalışmalar yapıldı. Bugün bu resim tersine dönmüştür. Dünkü acil önlemler ve ihtiyaçlar bugünün orta vadeli tedbirleri hâlini almıştır. Sorun samimi olarak bence çözülmüştür. İçtenlikle inanıyor ve inanmanızı istiyorum. Ama bugün yeni acil önlemlerin alınması da gündeme gelmiştir.

Komisyonumuzun hazırladığı bu başarılı raporu bu çerçevede değerlendirmekte fayda vardır. Bu vesileyle, raporda emeği geçen tüm milletvekili dostlara, raportörlere, bilgi ve destek veren herkese teşekkürlerimi sunarım.

Değerli milletvekilleri, denizcilik ve gemi inşa sanayisi iç dinamiklerden çok dış dinamiklerden bire bir etkilenmektedir. Dünyadaki istatistiklere göre denizcilikte 2010 yılında beklenen düzeltme ve düşme, son global krizin ardından 2008 yılı Eylül ayında aniden gerçekleşti. Navlunlardaki olağanüstü düşme karşısında zaten siparişte zorlanan tüm tersanelerimizde birçok gemi hazıra yapılmaktadır. Sakin olursak, birikimimize, tecrübemize, deneyimimize, ekipmanımıza güvenirsek bu olağanüstü günleri az hasarla atlatma imkânı yakalayabiliriz, hatta kârlı çıkmak dahi mümkündür.

Dış dinamik deyince, gelişmekte olan Brezilya’yı, Güney Kore’yi, bize emsal ülkelerin neler yaptığını takip etmemiz gerekir.

Denizde her zaman fırtına olabilir. Yapacağımız, gelecek fırtınaya hazırlanmak, en az hasarla bu geminin yola devamını sağlamaktır.

Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; yapılması gerekenleri dört başlık altında sınıflandırabilirim:

1) Krizi fırsata çevirmek için proaktif olmak gerekiyor. Bana göre, önceden pozisyon alarak, üretim kapasitesini koruyarak, geçici olan bu dönemi atlatmamız gerekir.

2) Üretim kapasitesini korumanın yolu, öncelikle genel olarak reel sektörün ve özel olarak da gemi inşa sanayisinin kredi kaynaklarının kapanmamasını sağlamaktır. Bu amaçla, bu geçici dönemde kamu garantileri de dâhil bir dizi tedbirin bence devreye sokulması gerekebilir.

3) Yeni döneme hazırlık bakımından, üretim kapasitesinin bir diğer unsuru olan iş gücünün, beceri düzeyinin artırılması için başarılı bir biçimde devreye sokulan eğitim programlarının sürekliliğinin sağlanması ve artırılması şarttır. İş gücümüz dâhil her şeyimizle hazır olarak beklemeliyiz. Bunun için gerekirse İşsizlik Sigortası Fonundan veya değişik yollardan kaynak da aktarılması gerekebilir.

4) Bu dönemde Çalışma Bakanlığı ve Denizcilik Müsteşarlığı, konuyla ilgili hukuki ve teknik her türlü çalışmayı gözden geçirmeli, gerekirse öncelikli konuları gündeme taşımalıdır, iş birliğini geliştirmelidir.

Değerli milletvekilleri, sonuç olarak belirttiğim hususlara bir ticari seferberlik de diyebiliriz. Konuyla ilgili görüşmelerimi tüm açıklığıyla sizlerle paylaştığımı zannediyorum. Süreklilik ve verimlilik açısından son dönemde yakalanan performansın devam ettirilmesi şarttır. Yapılması gerekenleri sektörümüz çok iyi biliyor, önerileri de hazırdır.

Bugüne kadar sektörümüze sağladıkları ve bundan sonra sağlayacakları desteklerinden ötürü başta Sayın Başbakanımız ve Hükûmetimize, sektörümüz adına teşekkür eder, bu vesileyle herkesi saygıyla selamlarım. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – Teşekkür ediyorum Sayın Yardımcı.

Dördüncü konuşmacı İstanbul Milletvekili Sayın Sebahat Tuncel… Yok.

Gruplar adına yirmişer dakikalık konuşmalar: Cumhuriyet Halk Partisi Grubu adına Antalya Milletvekili Hüsnü Çöllü.

Sayın Çöllü, buyurun efendim. (CHP sıralarından alkışlar)

CHP GRUBU ADINA HÜSNÜ ÇÖLLÜ (Antalya) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; Gemi İnşa Sanayisindeki İş Güvenliği ve Çalışma Şartları Sorunlarının Araştırılarak Alınması Gereken Önlemlerin Belirlenmesi Amacıyla Kurulan Meclis Araştırması Komisyonu Raporu üzerinde CHP Grubu adına söz aldım. Hepinizi saygıyla selamlıyorum.

Bu vesileyle, Tuzla tersanelerinde yaşamını yitiren emekçileri bir kez daha saygıyla anıyorum.

Değerli milletvekilleri, denizci kökenli bir milletvekili olarak komisyonda yer almadım ama çalışmaları da elimden geldiğince takip etmeye çalıştım, raporu da büyük ölçüde incelemeye gayret ettim. Raporun ayrıntılarını az sonra işlemeye çalışacağım. Deniz Ticaret Odasında görev yaptığım dönemde de gemi inşa sanayisinin gelişmesiyle ilgili birçok yararlı çalışmalar yapıldığını biliyorum.

Gemi inşa sanayisi, gemi onarımı ve yan sanayisiyle ülkelere döviz getirmesi, yan sanayiyi geliştirmesi, yabancı sermaye girişini, teknoloji transferini ve istihdamı sağlaması, millî deniz ticaret filosunu desteklemesi ve ülkenin savunma sanayisi ihtiyacının karşılanmasına katkı sağlaması yönünden çok önemli bir sektördür.

Raporda bütün ayrıntılara girilmiş, tersanelerin ülkemiz için öneminin altı çizilmiş, nasıl bir gelişme gösterdiği ayrıntısıyla ortaya konulmuş.

Tuzla tersaneleri sergilediği üretim performansıyla aslında bir övünç kaynağı olarak gündemimize gelebilirdi. Bu şekilde gündeme gelebilseydi bundan hepimiz çok büyük mutluluk duyardık. Çünkü, gerçekten, dünyadaki talep patlamasına bağlı olarak gemi inşa sanayisi de büyük bir gelişme sağladı. Şu anda Türkiye sahip olduğu filonun 2-3 katı büyüklüğünde bir siparişi gerçekleştirmeye çalışıyor. Bu da çok önemli bir başarıdır. Yüksek güvenlik gerektiren özellikli gemiler, yatlar için Türk tersanelerinin tercih edilmesi de bu başarının somut göstergesidir. Yani Tuzla marka olma yolunda ilerliyordu ama takdire değer bu başarılar ortaya konulamadan, herkesin içini acıtan ölüm olaylarıyla gündeme geldi tersanelerimiz. Tabii yaşananlar çok üzücü. Raporda ayrıntılarıyla yer almış. 13’ü 2008’in ilk altı ayında olmak üzere sekiz yılda toplam 61 emekçi yaşamını yitirmiş. Sendikaların verdiği rakamlar ise daha yüksek. Ölüm karşısında diyecek bir söz yok. Bir hayat bile her şeyin üstündedir. Yaşam hakkı en temel haktır.

Değerli milletvekilleri, rakamlara baktığımızda bu tabloyu kabullenmek ve buna razı olmak mümkün değildir. Hepimizin bildiği üzere bu sorun uzun süre tartışıldı ve ortaya çıkan genel tablo şu: Talep patlaması nedeniyle aşırı bir iş yükü var, yetişmiş personel sorunu var. Ceza yaptırımları içeren sözleşmeler yapılmış ve belirlenen tarihe işin yetiştirilmesi zorunluluğu konmuş. Taşeronlaşma var, kural dışılık var, kayıt dışılık var, hukuk dışılık, emeğe saygısızlık var ve ihmal var. Bu tablo içinde de kazalar ve ölümler yaşanıyor. Bu tespitler değişik tanımlamalarla da olsa ayrıntısı ile bu raporda yer alıyor.

Gemi inşa sanayisi, emek yoğun bir sektör. İnsanın olduğu her yerde de hata olabiliyor ve kazalar meydana gelebiliyor. Ama burada insan hatasını en aza düşürecek önlemlerin, iş güvenliği ile ilgili tüm emniyet tedbirlerinin hem kamu otoritesi tarafından hem de gemi inşa sanayicileri tarafından alındığını, zamanında alındığını söyleyebilmek gerekirdi aslında. Eğer bu noktada sıkıntılar varsa, eksikler varsa bu yaşananları “kaza” diyerek geçiştiremeyiz. Bunu kimseyi suçlamak için söylemiyorum. Eğer bu olan “kaza” diye geçiştirilirse, bu konu bir sorun olarak ortaya konmazsa çözüm bulunması da mümkün değildir. Bu nedenle yaşanan sürece hepimizin doğru bakması gerekmektedir.

Değerli milletvekilleri, kazalar bir süre böyle geçiştirilmeye çalışıldı. 2006 yılında kaza ve ölümlerin artmasıyla birlikte tepkiler artmaya başladı ve sendikalar sesini yükseltti. 2007’de artış devam etti, tepkiler daha da yoğunlaştı. Tepkiler üzerine 2008’in başında Türkiye Büyük Millet Meclisinin gündemine konu taşındı.

Tersanelerde hem kamu yönetimi konusunda hem de tersanelerimizin alması gereken önlemler konusunda eksikliklerin olduğu görülüyordu ama nedense bir türlü adım atılmadı. Bunu şunun için söylüyorum: Adım atma konusunda nedense Hükûmet tarafından da bir tutukluk yaşandı. Doğrusu ben bunu anlamakta zorluk çekiyorum.

Şimdi sizlere bir hatırlatma yapmak isterim. Türkiye Büyük Millet Meclisi araştırma komisyonunun kurulması -şöyle bir düşünelim- ne zaman kararlaştırıldı? 26 Şubat tarihinde kararlaştırıldı. Ama nisan ayı sonuna kadar, iktidar partisi, komisyonda görev alacak milletvekillerini bildirmediği için komisyon oluşturulamadı ve çalışmalara başlayamadı. Muhalefetin tepkileri üzerine “Yoğunluk var. Bakın biz de önerge verdik.” yanıtları verildi. Komisyon ne zaman göreve başlayabildi? 30 Nisan 2008 tarihinde yani altmış beş gün sonra başlayabildi. Bunu da anlamak mümkün değil!

Denetimler zamanında ve sağlıklı yapılabilseydi, kayıt dışı istihdam önlenebilseydi, Bakanlık gerekli tepkiyi zamanında ortaya koyabilseydi, kazaların önünü tamamen kesmek mümkün değil belki ama, daha erken alınacak ve daha ciddi önlemlerle kazaların daha az olması sağlanabilirdi ki bu da diğer bir boyutu.

Bir diğer boyutunda da gemi inşa sanayicilerimiz var. Üzülerek söylemek gerekir ki -tabii ki işini doğru düzgün, kurallara uygun yapan işletmeleri ayrı tutarak söylüyorum- üzerlerine düşen sorumlulukları tam olarak yerine getirmeyenler oldu. Bu sorumsuzlukla da tüm camiayı şüphe altında bıraktılar. O zaman gemi inşa sanayicilerimizin de üzerlerine bir sorumluluk düşüyor. Sadece “Ben kendi işime bakarım, herkes ne yaparsa yapsın.” denilirse bu sorunlar yaşanmaya devam eder arkadaşlar. Sorumlu, kurallara uygun çalışma kültürünün tüm gemi inşa sanayicilerimiz tarafından benimsenmesi gerekmektedir. Burada herkese görev düşmektedir. Ama temel sorumluluk hükûmetindir, iktidarındır. Çalışma yaşamıyla ilgili yasal mevzuatın uygulanıp uygulanmadığının denetlenmesi, bu kurallara uyulmasının sağlanması hükûmet edenlerin temel görevi olması gerekirdi. Hükûmet uzun süre bu sesleri duymamaya, ölümleri görmemeye çalıştı. Bunun nedeninin de açıklanması gerektiğini düşünüyorum.

Değerli milletvekilleri, şimdi rapora biraz daha yakından bakalım: Bu komisyonla ilgili olarak AKP’nin tutumunu aktarmıştım. Komisyonun altmış beş gün niye çalışmalara başlayamadığını merak ettiğimi ifade etmiştim.

Aslında, raporun ilk bölümünde yer alan araştırma önergeleri okunduğunda konuya kimin, nasıl baktığı açıkça görülmektedir. Bu rapor tam 226 sayfadan oluşuyor. Bu raporda dünya ekonomisi var, Türkiye ekonomisi var, giyim ve ayakkabı harcamalarındaki artış var, ancak komisyonun kuruluş gerekçesi olan “yitirilen hayatlar” sanki aralara sıkışmış gibi gözüküyor.

Ancak 133’üncü sayfaya gelince tersanelerdeki sorunlara gelebiliyoruz. Bu bölümün başlığı: “Tuzla Gemi İnşa Sanayi Bölgesindeki İşçilerin Barınma Durumu” ve toplam yedi satırda da bütün sorunlar anlatılmış. Sonra 166 ve 167’nci sayfalara geliyorsunuz, başlık: “Tersanelerde Meydana Gelen Ölümlü İş Kazaları” altı satır yazı ve üç tablo var. Bunu anlamakta da güçlük çektiğimi belirtmek isterim.

Başka bir noktaya daha dikkatinizi çekmek istiyorum: Tersanelerdeki işçi sayısı 10.013’ü daimî, 25.108’i taşeron firmalarda olmak üzere 35.042 kişi. İşçi sayısı tersanelere göre ayrı ayrı beş sayfada sıralanmış. Sonra 215’inci sayfaya geliyorsunuz, aynen okuyorum: “Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığı 2008 Ocak ayı istatistiklerine göre Dok Gemi-İş Sendikasının 5.719 üyesi bulunmaktadır. Lim-ter İş yetkililerince üye sayılarının 1.359 olarak ifade edilmektedir.” İfadede yanlışlık var ama okumaya devam ediyorum: “Toplamda ise kayıtlı istihdamın yaklaşık %40’ı bir işçi sendikasına üyedir.” Üç cümle… Her şeyi anlatan nokta burası arkadaşlar, bu üç cümle! Neymiş? 35 bin kişi çalışıyor, toplam sendikalı sayısı 7.078, yani her 5 çalışandan sadece 1’i sendikalıymış. Burada bir rakam daha var, ama açık olarak yazılmamış ya da yazılamamış, nedendir gerekçesini bilmiyorum. Bir kez daha okuyorum: “Toplamda ise kayıtlı istihdamın yaklaşık %40’ı bir işçi sendikasına üyedir.” Toplam kayıtlı istihdamın yüzde 40’ı sendikalıymış. Peki, sendikalı sayısı kaç? 7.078. O zaman bir hesap yapalım: Kayıtlı istihdamın yüzde 40’ı 7.078 kişi ise yüzde 100’ü nedir? Çıkan sonuç, 17.695’tir. Neymiş? Demek ki toplam kayıtlı, yani sigortası yatırılan işçi sayısı 17.695. Bunların da kaçının sigortası tam olarak yatıyor o da belli değil. Peki, toplam kaç çalışan vardı? 35.042. Kayıtlı işçi sayısını hesaplamıştık, 17.695. Geriye 17.347 kalıyor. Bu 17.347 kişi için ne diyeceğiz? Kayıt dışı demek yeterli olur mu? Bunu kabul etmek mümkün mü arkadaşlar? En ağır işi, tehlikeli bir ortamda, hem de uygun koşulları olmayan bir ortamda yapacaksınız hem de sigortanız olmayacak, sigortanız yatmadığı için de sağlık hizmeti alamayacaksınız. Emekli olmak, zaten öyle bir kavram bu arkadaşlarımız için hayal bile değil. Ve iş güvenliğiyle çalışma şartları sorunlarını araştırmak için kurulan komisyon, giyim ve ayakkabı harcamalarında yüzde 7,7’lik artış olduğunu raporuna yazıyor ama çalışanların kaç tanesinin sigortası var, kaç tanesinin yok, bizim matematik bilgimize bırakıyor. Bunu anlamak mümkün değil.

Rakamları tekrar etmek istiyorum: 35.042 çalışan var, 17.695’i kayıtlı, 7.078’i sendikalı. Şimdi sizlere bir rakam daha vereyim: Tersanelerde işçilik ücretleri -sayfa 107- ortalama işçi geliri yıllık 21 bin YTL, yani aylık 750 YTL. Bu hesapta kayıtlı kayıtsız ayrımı var mı? Bunun açıklanmasında da yarar olduğunu düşünüyorum.

Değerli milletvekilleri, rapora bir daha bakalım: “Kaza olayından sonra, kaza olayının şanssızlık sonucu meydana geldiği, olaydan kaçmanın mümkün olmadığı, olayın kazalının dikkatsizliği sonucu meydana geldiği gibi değerlendirmeler, kazaların önlenmesi yönünde yapılacak çalışmalarda ve benzer kazaların önlenebilmesi için alınması gereken önlemlerin belirlenmesinde yanlış yönlendirmelere neden olmaktadır. Özetle, tespiti doğru yapmazsanız çözümü de bulamazsınız.” diyor, ben bu tespite katılıyorum. O zaman siz de bu rapora açık açık yazacaksınız kaç kişinin kayıt dışı çalıştığını diyorum.

Devam ediyorum, deniyor ki “İş güvenliği şansa bırakılamayacak kadar önemli bir konudur. Gerçekleşen bir kaza olayını şansızlık olarak değerlendirmek doğru değildir. Diğer taraftan, yapılan araştırmalar iş kazalarının yüzde 97’sinin önlenebilir nitelikte olduğunu, kaçınılmaz (önlenemez) kazaların ise yüzde 3 oranında olduğunu göstermektedir.” Peki, niye önlenemedi o zaman bu kazalar, neden bu önlemler alınmadı? Denetimler yapıldı, şu kadar eksik tespit edildi, şu kadar ceza kesildi deniliyor. Cezalar caydırıcı mı değildi, denetimler mi yeterli değildi, niye bu önlemlerin alınması sağlanamadı, devletin otoritesi yeterli mi olmadı diye ben bunları soruyorum.

Değerli milletvekilleri, üzücü olayların yaşanmasıyla birlikte sendikalar çalışma koşullarının yeterli olmadığını, kayıt dışılığı hep gündeme getirdiler ama nedense sendikalara kulak verilmesi yerine sendikalar suçlandı. Şimdi rapora bakıyorsunuz: “Yukarıda belirtilen nedenlerden anlaşıldığı gibi sendikalılaşmak çok önemli bir husustur. Bu yüzden iş yerlerinde özellikle alt işveren düzeyinde de sendikalaşma faaliyetleri gerçekleştirilmeli, sendikalaşmaya engel çıkaranlara yönelik yaptırımlar getirilmelidir.”

Emeğin hakkını alabilmesi, emeğin onurunun korunabilmesi yolu sendikadan geçer. Eğer siz sendikalılığı çalışma hakkının önemli bir unsuru görmek yerine sendikaları tu kaka ilan edersiniz bu sorunları çözemezsiniz, sadece tersanelerde değil hiçbir yerde çözemeyiz. Burada sendikalılaşmayla ilgili yer verilen önerileri de anlamakta güçlük çektiğimi belirtmek istiyorum.

İki öneri var burada: Bir, “Tersanelerde iş sağlığı ve iş güvenliğinin sağlanması açısından önemli olan sendikal örgütlenmenin önündeki engeller kaldırılarak sendikalaşma yaygın hâle getirilmelidir.” deniyor. Diğeri, “Sendikalar Kanun Tasarısı bir an önce kanunlaştırılmalıdır.”

Şimdi bu tasarının içinde de ne olduğunu bilmiyoruz ama ilk önerinin içeriğini de doğrusu anlamadım. Deniyor ki: “Tersanelerde iş sağlığı ve iş güvenliğinin sağlanması açısından da önemli olan sendikal örgütlenme...” Sendikal örgütlenmeye böyle bakarsanız arkadaşlar, yine varacağınız yer çözümsüzlük olur. Sendikal örgütlülük, emeğin hakkının bütün yönleriyle korunmasıdır. Eğer sendikal örgütlenmeye olanak verilirse orada ne kayıt dışılık kalır ne sigorta priminin az yatması söz konusu olur. Ayrıca, çalışanlar el birliği ile iş güvenliği içinde gerekli önlemlerin alınmasını temin ederler.

Değerli milletvekilleri, rapora baktığınızda temel sorumlu olarak alt işverenlik, yani taşeronluk uygulaması gösteriliyor: Kayıt dışılık onlarda, sendikasızlık onlarda, eğitimsiz iş gücünü onlar getiriyor, gerekli önlemlerin alınması için çaba göstermeyen onlar. İyi de taşeronlar niye var? Maliyetleri düşürmek için, ucuz iş gücü için var. Bu noktada kamunun, kamu kurumlarının taşerona bakışı farklı mı arkadaşlar? Devlet de maliyetleri azaltmak için, ucuz iş gücü için taşeronlaşmayı özendirmiyor mu? Siz kamu hizmetlerini taşeronlara verirken, ihale yaparken emekten yana bir madde koyuyor musunuz sözleşmelerinize? Bunun denetimini yapıyor musunuz? Güvenlik hizmetlerinde, temizlik hizmetlerinde emekçilerin haklarının korunması için bir denetim yapıyor musunuz?

Eğitimimiz ne hâle geldi, şöyle bir bakalım: Çeşit çeşit öğretmenimiz oldu. Kadrolusu var, sözleşmelisi var, sözleşmelisinin 4/B’lisi var, 4/C’lisi var, ücret karşılığı derse gireni, vekili, usta öğreticisi var. Bunlar saymakla bitmiyor. Aynı işi yapıyorlar ama her birinin ekonomik ve sosyal hakları birbirinden çok farklı. Bunu kabul etmek mümkün mü? Ee bunun ne farkı var? Daimî işçi, daimî işçinin sendikalısı, sendikasızı; taşeron işçisi, taşeron işçinin sigortalısı, sigortasızı… Bu şekilde liste uzayıp gidiyor. Devlet maliyetler düşsün, iş gücü ucuzlasın diye taşeron uygulamasını yaygınlaştırırken “Siz bunu niye yapıyorsunuz?” diye sormanın anlamı yoktur. Yapılması gereken, kurallar çerçevesinde kayıtlı istihdamın bütün her yerde geçerli kılınmasıdır.

Değerli milletvekilleri, raporu, emekçilerin, çalışanların çığlığının duyulması anlamında önemli görüyorum. Tespitler yapılmış, bu tespitlere yanlış demek güç. Bundan sonra önemli olan, raporun gereğinin tüm taraflar tarafınca yerine getirilmesidir. “Rapor hazırlandı, biz gereğini yaptık.” deyip kenara çekilmek doğru bir tutum olmayacaktır. Türkiye Büyük Millet Meclisine düşen, Hükûmete düşen, gemi inşa sanayicilerimize düşen görevler vardır, herkes görevini bu anlamda yerine getirmelidir. Meclis de bu raporda yazılan önlemlerin alınıp alınmadığı konusunda ilgili bakanlıkları izlemeli, denetimini, takibini sürdürmelidir. Dilerim gerekli önlemler alınır, çalışanlarımız emeklerinin karşılığını aldıkları, iş güvenliğinin sağlandığı bir ortamda gemi inşa sektörümüzün gelişimine katkılarını sürdürürler, gemi inşa sanayicilerimiz hem yaptıkları yatırımların karşılığını alır hem de ülkemize katma değer yaratmaya devam ederler, tersanelerimiz hak ettiği şekilde başarı hikâyeleriyle gündeme gelirler.

Değerli milletvekilleri, konuşmamın sonuna gelirken bir konunun daha altını çizmek istiyorum. Önümüzde ciddi bir kriz var. Küresel kriz dalga dalga yayılıyor. Bizim Hükûmetimiz “Hamdolsun bize bir şey olmadı.” diyor ama bu kriz böyle sözlerle atlatılabilecek bir kriz değil. Gemi inşa sektörümüzün bu seviyeye gelmesinde talep patlamasının etkili olduğunu hep söyledik. Bu krizin talebi düşüreceği de açıkça ortada. Bu nedenle, bu krizden gemi inşa sektörümüzün en az etkilenmesi için alınması gereken önlemlerin olduğunu da düşünüyorum. Komisyon raporu ile ilgili çalışmalar yapılırken Hükûmetin, sektör temsilcileriyle bir araya gelip krizin olası etkileri ve alınması gereken önlemlerle ilgili toplantılar yapmasında hem çalışanlar adına hem sektör adına fayda görüyorum.

Değerli milletvekilleri, ben fırsat buldukça…

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN – Sayın Çöllü, buyurun efendim, konuşmanızı tamamlayınız.

HÜSNÜ ÇÖLLÜ (Devamla) - …denizlerimizi ve denizciliğimizi gündeme getirmeye çalışıyorum çünkü denizlerimiz çok önemli ve Türkiye'nin cankurtaranı olabilecek bir potansiyeli barındırıyor. Denizlerimiz hem besin kaynağıdır hem geçim hem de yaşam kaynağıdır. Türkiye daha fazla denize yüzünü dönmelidir. Doğru tespitlerle doğru çözümler üretelim, hep el birliğiyle denizlerimizin, denizcilik sektörümüzün, gemi inşa sektörümüzün ülkemize daha fazla refah getirmesini sağlayalım.

Bu vesileyle, Araştırma Komisyonu Raporu’nun sorunların çözümüne, denizciliğimizin gelişmesine, denizci ülke hedefine ulaşmasına katkı sağlamasını diliyor, sizleri saygıyla selamlıyorum. (CHP ve MHP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – Teşekkür ediyorum Sayın Çöllü.

Milliyetçi Hareket Partisi Grubu adına Kars Milletvekili Gürcan Dağdaş.

Sayın Dağdaş, buyurun efendim. (MHP sıralarından alkışlar)

MHP GRUBU ADINA GÜRCAN DAĞDAŞ (Kars) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; gemi inşa sanayisindeki iş güvenliği ve çalışma şartları sorunlarının araştırılarak alınması gereken önlemlerin belirlenmesi amacıyla kurulan Meclis Araştırma Komisyonu Raporu ile denizciliğimizin hâl ve gidişatı üzerine Milliyetçi Hareket Partisi Grubunun görüşlerini ifade etmek üzere söz aldım. Yüce heyetinizi saygıyla selamlıyorum.

Bu vesile ile, terör belasından kurtulmamız için mücadele eden güvenlik güçlerimizin şanlı mücadelesini alkışlayarak şehitlerimizin aziz hatıraları önünde saygıyla eğiliyorum.

Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; dikkatinize sunulan Meclis Araştırma Komisyonu Raporu, azami dikkat ve emeğin ürünü olarak huzurunuza getirilmiştir. Genel hatları itibarıyla tespit ve önerileri içinde barındıran bu raporun idare ve sektör tarafından ne anlam ifade edeceği, yaptırımının ne olacağı sorusunun cevabı, uygulamaların önümüze koyacağı verilerle ortaya çıkacaktır. Gerçi, komisyon üyelerinin Tuzla’da çalışmalarını sürdürdüğü dönemde bile elim kazaların ve ihmallerin sürmesi bizi ümitsiz kılsa da bu çalışmanın yararlı olduğuna inanıyoruz.

Rapor içerik olarak kısmen de olsa kamunun denetleyici kimliğinin aczini, otorite karmaşasını, sektörün vahşi kapitalizm histerisine tutulduğunu, iş gücümüzün vasıfsız ve donanımsızlığını, tersane bölgesinin fiziki problemlerini, iş güvenliğinin yokluğunu, işçi haklarının gaspını, sendikasızlığı ve yapılması gerekenleri ihtiva etmektedir.

Değerli milletvekilleri, komisyon raporuna ilişkin sözlerimi burada noktalayacağım. Türk denizciliğine ve bu konuda söz sahibi otoriteye dair parti grubumuzun tespit ve düşüncelerini dikkatinize getirmek istiyorum.

Türkiye konumu itibarıyla Akdeniz-Karadeniz çanağında; doğu-batı, kuzey-güney eksenlerinin kavşak noktasında bulunmasına rağmen bu avantajını bugüne kadar yeterince kullanamamıştır.

Güneydeki limanlarıyla Doğu Akdeniz, Orta Doğu ve Arap ülkeleri; Karadeniz’deki limanları aracılığıyla Karadeniz, Hazar havzası ve Orta Asya ülkeleri; Ege ve Marmara Denizi’ndeki limanlarıyla da Avrupa ve Asya ülkeleri arasında çok önemli bir geçiş noktası olan ülkemiz son beş altı yılda başta Avrupa Birliğinin projeleri olmak üzere uluslararası projelerde hiçbir varlık gösterememiştir.

Yıllardan beri proje olmaktan ileri gidemeyen batıda Çandarlı, kuzeyde Filyos, güneyde ise Mersin Konteyner Limanı ikinci fazının inşasının fizibiliteleri haricinde herhangi bir girişimde bulunulmamıştır.

Liman özelleştirme modellerinin tartışmaya açık olması yanında Mersin, Tekirdağ, Kuşadası ve Marmaris haricinde ciddi herhangi bir gelişme yaşanmadığı gibi, İskenderun, İzmir, Derince, Bandırma ve Samsun Limanlarının ne zaman devredileceği de hâlihazırda belli değildir.

Ege Bölgemiz tarımsal ürünlerinin ihracat limanı olan İzmir Limanı’nın yaşadığı sıkıntılar, gemilerin çok uzun süre beklemelerinden dolayı Körfez’de oluşan yığılmalar nedeniyle bazı gemilerin uğrak limanlarından İzmir Limanı’nı çıkardığı, bölgedeki en büyük rakibimiz olan Yunanistan’ın Pire Limanı’na gemi yönlendirmesi yaptığı bilinmektedir. Bu durum ayrıca ihraç ürünlerini zamanında ulaştıramayan ihracatçımızı da zor durumda bırakmaktadır. Başta İzmir Limanı olmak üzere tüm TCDD limanlarında yaşanan bu durum, özelleştirmeden dolayı yeni yatırımların yapılmaması, başta vinçler olmak üzere elleçleme ekipmanlarına yeterince bakım, tutum, onarımın yapılmaması bu limanların potansiyellerinin altında çalışmasına neden olmaktadır.

Değerli milletvekilleri, Ulaştırma Bakanlığınca 2005 yılında İstanbul Teknik Üniversitesine hazırlatılan Ulaştırma Ana Planı ve 2006 yılında DPT tarafından hazırlanan Dokuzuncu Beş Yıllık Kalkınma Planı gibi planlarda belirtilen kısa, orta ve uzun vadelerdeki denizcilik hedeflerimize ne kadar ulaşılabildiğinin irdelenmesi gerekmektedir. Rakamsal bazı bilgiler vermek gerekirse: Dış ticaret taşımalarında 1999 yılında yüzde 88,9 olan deniz yolu taşımacılığı 2006-2007 yıllarında yüzde 87,4’e düşmüştür. Yapılan tüm çalışmalara rağmen ülkemiz deniz taşımacılığında Türk bayraklı gemilerin almış olduğu pay 1999 yılında yüzde 32,5 iken 2007 yılı sonunda yüzde 16,7’ye kadar gerilemiştir. Kısaca, Türk donatanın sahip olduğu yabancı bayraklı gemiler filomuza kazandırılamamış, mali açıdan çok önemli bir gelir kaybına sebep olunmuştur. Bu konuda denizcilik sektöründe etkin olan büyük firmaların yabancı bayrak modeli küçük gemi sahiplerine kötü örnek olmuştur. Bayraktan kaçan gemilerin Türk filosuna kazandırılması için ciddi bir çalışma yapılmamıştır.

Değerli milletvekilleri, Denizcilik Müsteşarlığının hâlâ bir kuruluş kanunu yoktur. Konuyla ilgili olarak Ulaştırma Bakanı Sayın Binali Yıldırım’ın, beş yılı aşkın bir süre önce 10  Haziran 2003 tarihinde Meclisin 91’inci Birleşiminde yapmış olduğu konuşmasından Meclis tutanaklarına geçmiş şu ifadelerini dikkatinize getirmek istiyorum: Sayın Bakan, Denizcilik Müsteşarlığının Kuruluş ve Görevleri Hakkında 491 sayılı Kanun Hükmünde Kararname ile ilgili olarak, “Teşkilat, 491 sayılı Kanun Hükmündeki Kararname’yle 1993 yılında Başbakanlık Denizcilik Müsteşarlığı olarak çalışmalarına başlamıştır; ancak, kanun hükmünde kararnameyle kurulan Müsteşarlık, aradan yıllar geçmesine rağmen kanunla kuruluşu gerçekleşmemiştir. Anayasa Mahkemesi tarafından 16/9/1993 tarihinde 491 sayılı Kanun Hükmünde Kararname’nin dayandığı 3911 sayılı Yetki Yasası iptal edilmiş ve yeni mevzuat hazırlanması için bir yıl süre verilmiştir.  Bu mevzuatla ilgili kuruluş yasa tasarısı çalışmaları Müsteşarlığımızca tamamlanmış olup hazırlanan tasarı Bakanlar Kuruluna sevk edilmiştir.” şeklinde ifade kullanmıştır.

Sayın  Bakanın bu sözlerinin üzerinden beş yıla aşkın bir süre geçmiş olmasına rağmen hâlihazırda çıkarılmış bir yasa söz konusu değildir. Artan gemi sayısına bağlı olarak nitelikli gemi adamı bir türlü yetiştirilememekte, taraflı tutumlardan dolayı mezun olan öğrenciler neredeyse birbirine düşman noktasına getirilmektedir.

1 Ağustos 2003 tarihinde yürürlüğe giren liman hizmet tarifelerinin yaklaşık beş yıl boyunca aynı kalmasının ardından yeni hizmet tarifelerinin 22 Mayıs 2008 tarihinde yürürlüğe gireceği ilan edilmiş, daha sonra bu tarih 1 Eylül 2008’e ertelenmiş, ardından da Ağustos 2008 sonunda süresiz iptal edilmiştir. Herhangi bir gerekçe gösterilmeden alınan iptal kararı, Müsteşarlığın tek taraflı olarak kimlere hizmet verdiğinin en önemli göstergesidir.

Seyir güvenliği, seyir emniyeti gibi konulardan sürekli bahsedip daha önceden Haydarpaşa Limanı’na yanaşıp kalkan Ro-Ro gemilerine kılavuz kaptan mecburiyeti varken, bunu bu limana sefer yapan ve kısa bir süre önce Bandırma’da yaşanan deniz kazası sonucunda batan Hayat-N Gemisi’nin sahibi olan İstanbul Lines için ihtiyariye çevirmek idarenin içinde bulunduğu durumun bir göstergesidir. İlgili firmanın gemileri, istediği zaman kılavuz kaptan almakta, istediği zaman kendiliğinden yanaşıp kalkmaktadır. Yeni açılan tersane bölgelerindeki arazi tahsisleri ve takdir yetkisi üzerindeki şüphe ve endişelerin yoğun seslendirildiği de bir başka vakadır.

Değerli milletvekilleri, Tuzla’da yaşanan sıkıntıları ortadan kaldırması ve Türk denizciliğinin kaptanı olması gereken Denizcilik Müsteşarlığında yaşanan kadrolaşma ve personel hareketliliği, ifade etmeye çalıştığım zayıflıklarımızın ve eksikliklerimizin önemli nedenlerindendir. Müsteşarlıkta yapılan en son personel tasarrufundan başlamak üzere AKP İktidarının altı yıllık bilançosunu dikkatinize getirmek istiyorum.

Denizcilik Müsteşarlığında 10 Eylül 2008 tarihli bakan oluruyla dört ayrı çalışma komisyonu kurulmuştur. Bu komisyonlarda çalışma yapmak üzere 12 müsteşarlık müşaviri ile çeşitli birimlerde aktif olarak görev yapan 49 personel olmak üzere toplam 56 kişi görevlendirilmiştir. Üç ay süreyle görevlendirilen personel, Müsteşarlığın ek binasında en fazla 4-5 kişinin çalışabileceği odalarda 10-15 kişi olarak tecrit edilmiştir. Bu kararın amacının, çalışma ortamı oluşturmak ve çalışmalardan fayda sağlamak olmadığı, aksine personeli mağdur etmek, ötekileştirmek ve olup biteni saklamaya yönelik olduğu apaçık ortadadır.

Komisyonlar çalışma konuları itibarıyla tam bir mizah hâlidir: Ülkemizin limanlarının özelleştirme stratejisini belirlemek, döner sermaye işletme gelirlerinin artırılması stratejisini belirlemek, yüz konuda Müsteşarlığın görüşlerini içeren stratejiyi belirlemek, gemi adamlarının istihdamının ve yetiştirilmelerinin artırılmasının stratejisini belirlemek.

Bu komisyonlarda çalışanların 44’ü hâlihazırda aktif görevde olan ve bir kısmı da mahkeme kararıyla asli görevine iade edilmiş personelden oluşuyor. Bu komisyonların içinde Müsteşarlık yönetiminin altı yıldır sürekli taşra görevlendirmeleriyle mağdur ettiği 12 müşavir bulunmakta. Bu kişiler önceki dönemlerde müsteşar yardımcısı, genel müdür, genel müdür yardımcısı, bölge müdürü, daire başkanı görevini ifa etmişlerdir. Ayrıca bu komisyonlarda altı yıllık AKP İktidarında aktif olarak görev yapan, çalışmalarından fayda sağlandığı için sicil notu yüksek olan ancak mağdur edilerek sözde komisyonlarda görevlendirilen personeller de vardır.

Komisyonları -sözde konularından görüleceği üzere- geleceğe dair programı ve vizyonu olmayan bir yönetimin alelacele oluşturduğu anlaşılmaktadır.

İşin trajikomik ve ilginç bir başka yanı, oluşturulan komisyonların çalışma konularından biri, ülkemizin limanlarının özelleştirilme stratejisini belirlemek. Neredeyse özelleştirilecek limanı kalmayan ülkemizde denizcilik otoritesi olduğunu iddia eden Müsteşarlığın limanların özelleştirilmesine dair strateji oluşturma çalışmalarını 15 Eylül 2008 tarihi itibarıyla başlatmış olması anlaşılacak gibi değildir.

Özelleştirme İdaresinin limanları özelleştirme konusunda Müsteşarlıktan neden görüş almaya tenezzül etmemesine şaşmamak lazım. Bir dönem, Özelleştirme İdaresine “Limanların özelleştirilmesi konusunda neden görüşümüzü almıyorsunuz?” yönünde trajikomik yazışmalarda bulunan Müsteşarlık, bu konuda verecek görüşü olmadığını ancak fark etmiş ki, nihayetinde konuya ilişkin bir komisyon oluşturarak, özelleşecek limanı kalmayan ülkemizin limanlarını özelleştirmek amacıyla strateji belirlemeye çalışmaktadır.

Bu usulsüz görevlendirmeler Müsteşarlıkta ilk değil. Müsteşarlığın liman başkanlıklarıyla ilgili tasarrufları da anlaşılır gibi değil. Liman başkanlığı kadroları, Müsteşarlık merkez kadrosunu cezalandırma, mağdur etme amacıyla umarsızca kullanılıyor.

Müşavirler, görevden alınan daire başkanları liman başkanlığına getiriliyor. Amaç, personelin aile birliğini hiçe sayarak yıldırmak, mağdur etmektir.

Değerli milletvekilleri, AKP’nin altı yılı aşan iktidarı süresince Denizcilik Müsteşarlığında çalışan personelin tasfiyesine yönelik uygulamalarından birkaç örnek vermek istiyorum:

Müsteşar Yardımcısı Sancay Varlı görevden alınarak müşavir yapıldı.

Müsteşar Yardımcısı Alpaslan Kaya görevinden alınarak müşavir yapıldı.

Müsteşar Yardımcısı Nuri Aydoğan görevinden alınarak müşavir yapıldı.

Müsteşar Yardımcısı Ahmet Ağar emekli olmak zorunda bırakıldı.

Genel Müdür Eyüp Çelik görevden alınarak müşavir yapıldı.

Genel Müdür Taner Çiftçi Trabzon Liman Başkanı yapıldı.

Genel Müdür Ümit Can görevinden alınarak müşavir yapıldı.

Genel Müdür Yardımcısı Ahmet Göllü görevinden alınarak müşavir yapıldı.

Personel Daire Başkanı Sadık Köse görevinden alınarak müşavir yapıldı.

İdari ve Mali İşler Daire Başkanı Necdet İlhan önce Mersin Bölge Müdür Yardımcısı, daha sonra programcı yapıldı.

Genel Müdür Sami Kabaş görevinden alınarak müşavir yapıldı.

Genel Müdür Yardımcısı Arif Aydın Tatvan’a Liman Başkanı yapıldı.

Genel Müdür Yardımcısı Bekir Aslan Karataş Liman Başkanı yapıldı.

Müsteşarlık Müşaviri Talip İmren başarılı çalışmalarından dolayı Bilgi Edinme Birimi Sorumlusu yapıldı. Daha sonra Bilgi Edinme Biriminden alınarak Müsteşarlık ek binasına gönderildi. Üç ay önce Kemer Liman Başkanı olarak atandı. Diğer tüm atamalarda olduğu gibi mağdur edilen Talip İmren’in Kemer Liman Başkanlığı ataması mahkeme kararıyla iptal edildi. Kararın uygulanması bekleniyor.

Genel Müdür Yardımcısı Bülent Ok görevden alınarak uzman yapıldı.

Trabzon Bölge Müdürü Atilla Başçuhadar önce şube müdürü, daha sonra Tatvan Liman Başkanı yapıldı.

Hukuk Müşaviri Mehmet Satılmış Karataş Liman Başkanı yapıldı.

Daire Başkanı Hasan Ali Arıkan önce şef, daha sonra mühendis yapıldı.

Daire Başkanı Ayten Ağaç görevden alınarak uzman yapıldı.

Daire Başkanı Saniye Onur görevden alınarak Göcek Liman Başkanı yapıldı.

Gemi İnşa Tersaneler Genel Müdür Yardımcısı olarak atanan Abdurrahman Kaya Deniz Ticaret Genel Müdürlüğünde görevlendirildi.

Gemi İnşa Tersaneler Genel Müdür Yardımcısı olarak atanan Turgay Kaya Deniz Ulaştırması Genel Müdürlüğünde görevlendirildi.

Daire Başkanı Tülay Şahin’in yerine yaklaşık beş buçuk yıllık hizmeti bulunan GSK Uzmanı Kadir Erkan görevlendirildi.

Müsteşarlık tam bir keşmekeş içindedir. Müşavirler, daire başkanları, liman başkanları, şube müdürleri ve hatta memurlar bile görevden alınmakta ya da mütemadiyen görev yerleri değiştirilmektedir. Çok önemli görevlere, asil olanların yerine, hizmet süreleri tutmayan kişiler vekâletle ya da koordinatör adı altında görevlendirilmektedir.

Velhasıl, Müsteşarlığın hafızası tamamen silinmeye çalışılmakta, Müsteşarlık görev yapamaz hâle getirilmektedir.

Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; ifade etmeye çalıştığım denizciliğimizin pürmelalinin hüznü içerisinde, Meclis Araştırma Komisyonu Raporu’nun katkı sağlayacağına inancımızı koruyor ve heyetinizi saygıyla selamlıyorum. (MHP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – Teşekkür ederim.

AK PARTİ Grubu adına Antalya Milletvekili Abdurrahman Arıcı.

Sayın Arıcı, buyurun efendim. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)

AK PARTİ GRUBU ADINA ABDURRAHMAN ARICI (Antalya) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; gemi inşa sanayisindeki iş sağlığı ve iş güvenliği sorunlarını araştırmak üzere kurulan Araştırma Komisyonu Raporu hakkında AK PARTİ Grubu adına söz almış bulunuyor, sizleri saygıyla selamlıyorum.

Meclis Araştırma Komisyonu Raporu hakkında konuşmama başlamadan önce emeği geçen tüm komisyon üyelerimize ve diğer görevlilere teşekkür ediyorum.

Başta Tuzla Tersaneler Bölgesi olmak üzere, gemi inşa sanayimizdeki iş sağlığı ve güvenliği sorunlarını araştırmak üzere kurulan Meclis Araştırma Komisyonu, 30/04/2008 tarihinde çalışmalarına başlamış, üç aylık süresi içerisinde on dört toplantı yapmış, konu hakkında bilgi edinmek üzere ilgili kamu kurumlarından yetkililer, işçi ve işveren temsilcileri ile sivil toplum kuruluşlarından temsilciler ve akademisyenler davet ederek görüşlerini almış, rapor yazım aşamasında yararlanılmak üzere ilgili kamu kurumları, sivil toplum kuruluşları ile üniversitelerin ilgili bölümlerinden bilgi ve belgeler temin etmiştir. Komisyonumuz 31 Temmuz 2008 tarihinde çalışmalarını tamamlayarak, raporunu Meclis Başkanımıza sunmuştur.

Sayın milletvekilleri, gemi inşa sanayimizin dünya ile rekabetini artırırken iş sağlığı ve güvenliğinin azami ölçüde sağlanması gerekmektedir. Sağlıklı çalışma ortamı ve çevresi, iş barışının, hızlı ve sağlıklı kalkınmanın da ön şartıdır. Avrupa Birliği ile bütünleşme sürecindeki ülkemiz açısından da iş sağlığı ve güvenliği problemleri çözümler üretilmesi gereken bir alandır.

Komisyonumuzca tersanelerde yapılan inceleme ve araştırmalar sonucunda, ideal iş sağlığı ve güvenliği koşullarına uygun olmayıp kaza riskini yükselten başlıca konuların, yapısal sorunlar, alan yetersizliği ve uygun olmayan çalışma koşulları, alt işveren uygulamaları, yoğun çalışmadan kaynaklanan yorgunluk, yetersiz alan nedeniyle hatalı makine ve ekipman yerleşimi, iş makinelerinde eksik veya kusurlu koruyucular, yetersiz standardizasyon, kontrol, bakım ve mühendislik hizmetleri, yetersiz ve uygun olmayan çalışma metot ve yöntemi, yetersiz yönetim organizasyonu, yetersiz güvenlik yönetim planı, eğitim ve öğretim yetersizliği, uygun olmayan nezaret, yönetim ve rehberlik, uygun olmayan personel istihdamı olduğu tespit edilmiştir.

Tuzla tersanelerinde son yıllarda ölümlü iş kazalarının artması nedeniyle iş sağlığı ve güvenliği yönünde yapılan çalışmaların da hız kazandığı bilinmektedir. Ancak bu çalışmaların sistematik ve bilimsel olarak yapılamadığı, iş sağlığı ve güvenliğiyle ilgili çalışmaların sürekliliğinin sağlanamadığı, çalışmaların sektör bazında kesintilerle devam ettiği anlaşılmaktadır.

Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; iş sağlığı ve güvenliği önlemlerinin en temel amacı çalışanların korunmasıdır. Çalışanları iş yerinin olumsuz etkilerinden korumak, rahat ve güvenli bir ortamda çalışmalarını sağlamak, başka bir ifadeyle, çalışanları iş kazaları ve meslek hastalıklarına karşı koruyarak ruh ve beden bütünlüklerinin sağlanması iş güvenliğinin en başta gelen amacıdır. İş sağlığı ve güvenliği önlemleri çalışanları korumakla birlikte üretim güvenliğini sağlamakta olup, dolayısıyla verimin artması sonucunu doğuracağından ekonomik açıdan da önemlidir.

Tuzla tersaneler bölgesinde iş sağlığı ve güvenliği tedbirlerinin yetersiz kalmasında önemli bir etken alan darlığıdır. Toplam 1.283.608 metrekarelik bir alana sahip Tuzla tersaneler bölgesinde orta ve küçük tonajlı gemi yapımı ve onarımı işleri yapma kapasitesine sahip çok sayıda tersane sıkışık bir alanda ve birbirine çok yakın kurulmuştur. 2002 yılından sonra yaşanan hızlı talep artışı karşısında bölgede yer alan tersanelerin, yeterli fiziki alanları olmamasına rağmen bu talepleri karşılama yolunda kapasitelerinin üzerinde sipariş almaları neticesinde bu dar alanlarda yaşanan iş yoğunluğu, iş sağlığı ve güvenliğin sağlanmasını zorlaştırmakta olup riskli ve tehlikeli çalışma ortamlarının oluşmasına neden olduğu görülmektedir. Çalışma alanı ve geçiş yollarının yetersiz olması nedeniyle, malzeme düşmesi ve çarpması, sıkışma şeklinde meydana gelen kazalarda çok sayıda ölümler meydana gelmektedir. Dünyada Tuzla tersaneler bölgesindeki kırk dört tersanenin toplam çalışma alanından daha büyük tersaneler olduğu da göz önünde bulundurulursa, alan darlığı sorununun çözümüne yönelik olarak Tuzla’daki tersanelerin birleşmesi teşvik edilmeli, mevcut tersanelerin başka bölgelere taşınması özendirilmelidir. Ayrıca, bölge tersanelerinin alabilecekleri yeni gemi siparişlerinin limiti belirlenmeli, tersaneler için ölçülebilir kriterlere dayalı kapasite belirleme çalışmaları yapılmalıdır.

Sayın milletvekilleri, gemi inşa sanayimizdeki diğer bir sorun ise alt işveren uygulamalarıdır. Tersanelerde yapılan işlerin yüzde 80 oranında alt işveren marifetiyle yürütüldüğü bilinmektedir. Çok sayıda alt işveren olması, iş yerlerinde iş sağlığı ve güvenliği yönünden gerekli organizasyonun yapılmasını ve gerekli önlemlerin alınmasını zorlaştırmaktadır, alınan önlemlerin sürekliliğinin ve kalıcılığının sağlanmasını da imkânsız kılmaktadır.

Aynı alan içerisinde birbiriyle etkileşimi olan işlerin farklı ellerden yürütülmesi esnasında bu etkileşimden kaynaklanacak tehlikeli durumlar saptanamamakta, yetersiz organizasyon nedeniyle bir bütün olarak ele alınması gereken güvenlik sorunları birlikte değerlendirilememektedir.

Asıl işverenler tarafından yapılan işlerde organizasyonun daha iyi yapılabildiği, iş sağlığı ve güvenliği önlemlerinin daha etkin olarak alınabildiği ve sürekliliğinin sağlanabildiği, ancak çok sayıda alt işverenlerin yer aldığı işletmelerde bu durumun sağlanamadığı görülmektedir. Tersanelerde meydana gelen kazalarda hayatını kaybeden işçilerden çok büyük bir kısmının alt işveren işçisi olması da bu durumu açıkça göstermektedir.

Alt işveren uygulaması, uluslararası piyasa koşullarına uygun olarak faaliyet göstermek zorunda olan tersane işletmelerinin maliyetlerini azaltması, rekabet gücünü artırmasında önemli bir yer tutmakta, dünya gemi inşa sanayisinde alt işverenler yoğun olarak kullanılmaktadır. Ancak tersanelerin alınan gemi siparişlerini zamanında teslim edebilmesini temin etmek amacıyla, üretimin hızlandırılması için, aynı tersane aynı işi yapan birden çok taşeronla çalışmasına rağmen, ana işveren olarak tersane alanları üzerinde aynı anda faaliyet gösteren çok sayıdaki alt yüklenici firma arasında gerekli koordinasyonu sağlayacak bir yapılanma içinde olmadığı ve çalışma sahasında iş planlanmasına yönelik ciddi eksikler bulunmasının yaşanan iş kazalarında önemli bir etken olduğu saptanmıştır. 

Alt işveren uygulamasının olumsuz etkilerinin ortadan kalkması için tersanelerde yapılan ana işler tek tek belirlenmeli ve bu işler de her ne ad altında olursa olsun alt işverene verilmemelidir. Tersanelerde görev alacak alt işverenler objektif kriterlere göre belirlenmelidir.

Sektörde alt yüklenici firmaların çalışma standartlarının ve alanlarının belirlenmesine ilişkin yapılacak yasal düzenlemelerle, standardı yüksek, sertifikalı ve vasıflı taşeron çalıştırılması sağlanmalıdır.

Alt işveren uygulamasındaki diğer bir sorun da kısa süreli çalışma yapan taşeronların bildirimde veya gerçek ücret üzerinden bildirimde bulunmamaları ile sigortalılık primlerinin gün sayısı olarak eksik olarak yatırılması sebebiyle kayıt dışı işçi çalıştırılmasıdır. Bu şekilde, ana işveren-alt işveren arasındaki bir ilişkinin, iş organizasyonu sağlanması, sağlık ve güvenlik önlemlerinin alınması, sürekliliğin sağlanması, kayıt dışılığın önlenmesi açısından zorluklar oluşturacağı, iş yerinde gözetim, denetim ve iş disiplini sağlanmasını da güçleştireceği aşikârdır.

Kayıt dışılıkla mücadele konusunda tersane idarelerinin iş müfettişlerine yardımcı olması, alt işverenlerin sigortasız işçi çalıştırmaması için önlem alınması gerekmektedir.

Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; Tuzla’da yaşanan acı olayların en önemli nedenleri ise yeterli güvenlik tedbirlerinin alınmamış olması ve işçilerimizin mesleki eğitim eksikliğidir.

2002 yılına kadar tersanelerimizin çok düşük kapasiteyle çalışması ve istihdam edilen sınırlı sayıdaki işçinin deneyimli olması nedeniyle bölgede az sayıda iş kazası yaşanmış, işletme sahipleri dünyadaki modern tersanelerin uyguladığı iş sağlığı ve güvenliği tedbirlerini bu süreçte yeteri kadar almamıştır.

2002 yılı itibariyle dünya deniz ticareti hacmindeki artışlar, uluslararası kaide ve kurallarda meydana gelen gelişmeler ışığında birçok geminin hurdaya ayrılmasıyla doğan yeni gemi inşa talebi ve teknolojik gelişmeler dünya gemi inşa sanayisinde büyük bir canlılığa yol açmıştır. 2002 yılında 37 adet olan tersane sayısı, 2008 Mart ayı itibariyle 84 adede çıkmıştır. 1998-2002 yılları arasında tersanelerimiz 142 adet gemi teslim etmişken, 2003-2007 arasında 409 adet gemi teslim ederek, sektörün teslim ettiği gemiler adet bazında 2,5 kattan fazla gelişme göstermiştir.

Hızla gelen yeni gemi siparişleriyle katlanarak artan istihdam rakamları ne yazık ki, iş güvenliği ve eğitim konularında sektörü hazırlıksız yakalamıştır. Tecrübeli işçilerin mevcut iş hacmi karşısında yetersiz kalması üzerine yeni işe başlayan tersane işçilerinin büyük kısmının tam olarak işe uygun olmadığı, bilgi, nitelik ve eğitim açısından, yani iş yeteneği açısından yetersiz vasıfları olduğu bilinmektedir. Gemi yapımı ve onarımı işlerinde talep artışı nedeniyle ortaya çıkan insan kaynağı açığı vasıfsız elemanlarla doldurulmuştur. Tersanelerin elinde kalan vasıflı personelin kurduğu ya da kurdurulan taşeron şirketler üzerinden insan kaynağı açığı her ne kadar kapatılmışsa da verimli olmayan ve tehlikeli bir çalışma ortamı da yaratılmıştır.

Madencilikten sonra en tehlikeli iş kolu olan gemi inşa sanayisinde deneyimsiz ve mesleki eğitimsiz işçilerin çalışması tersanelerdeki eksik güvenlik tedbirleri ve uygulanan riskli yönetim yöntemleriyle birleşince iş kazası riski çok yüksek düzeye ulaşmıştır.

Tersanelerimizde yaşanan kazaların son bulması için, iş sağlığı ve güvenliğiyle ilgili tedbirleri yerine getirmeyen tersanelerin faaliyetlerine devam etmelerine izin verilmemeli ve önlemler alınıncaya kadar faaliyetlerinden men edilmelidir.

Tersanelerde gemi bloklarını teçhiz ettikten sonra kızak üzerinde birleştirerek verimlilik ve inşa kabiliyetini artırıp iş güvenliği risklerini azaltacak ileri dizayn teknolojisinin uygulanması sağlanmalıdır.

Gemi üretiminde özellikle kesme, kaynak ve boyama işlerinde otomasyona geçilmelidir.

Yönetim kadrosu dâhil olmak üzere tersanelerde çalışanların tümü iş sağlığı ve güvenliği eğitimi almalıdırlar. Mesleki eğitim almayan işçilerin tersanelerde çalıştırılmalarını önleyici tedbirler alınmalıdır.

Klas kuruluşları tarafından kaynakçılara getirilen sertifikalandırılma zorunluluğu gemi inşasıyla ilgili diğer işler (boya, eğme, bükme vesaire) için de getirilmelidir.

Teknik meslek liselerinde gemi inşa bölümleri artırılmalı, ülkemizdeki teknik liselerde, meslek yüksekokullarında ve mühendislik fakültelerinde iş sağlığı ve güvenliği dersi müfredatta zorunlu tutulmalıdır.

Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; gemi inşa sanayisinde kullanılan yan sanayi mamullerinin çeşitliliği nedeniyle diğer sanayi kollarını bir lokomotif gibi sürükleyerek onların gelişmesine katkıda bulunan gemi inşa sanayi, hem geçmiş hem günümüz kalkınma hamlelerinde bu sanayi dalına önem veren ülkelerde deniz sektörüne katkısının yanı sıra bu ülkelerin kalkınmasına da büyük katkıda bulunmuştur.

Alınacak önlemler neticesinde tersanelerimizde iş kazalarının yaşanmayacağına inanıyor, ülkemiz için çok önemli olan gemi inşa sanayisinde gözyaşlarının dinmesini diliyorum. Komisyon raporunun gemi inşa sanayimizdeki iş sağlığı ve güvenliği sorunlarının çözümüne katkı sağlayacağını umarım.

Hepinizi saygıyla selamlıyorum. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – Teşekkür ediyorum Sayın Arıcı.

Şahsı adına Trabzon Milletvekili Süleyman Latif Yunusoğlu.

Buyurun Sayın Yunusoğlu. (MHP sıralarından alkışlar)

SÜLEYMAN LATİF YUNUSOĞLU (Trabzon) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; gemi inşa sanayisindeki iş güvenliği ve çalışma şartları sorunlarının araştırılarak alınması gereken önlemlerin belirlenmesi amacıyla kurulan Meclis Araştırması Komisyonu Raporu üzerinde söz almış bulunuyorum. Yüce Meclisi saygıyla selamlarım.

Gemi inşa sanayisi, makine imalat, elektrik elektronik, boya, lastik plastik, demir çelik gibi onlarca sanayinin gelişmesine katkıda bulunan, bu sanayi dallarını peşinden sürükleyen lokomotif sanayi dallarından biridir. Türk gemi inşa sanayisi son yıllarda önemli gelişmeler kaydetmiştir. Ülkemizdeki tersane sayısı 84’ü bulmuş, devam eden tersane projeleriyle bu sayının 150’ye yaklaşması öngörülmektedir. Bununla birlikte bu sektörün Türk ekonomisine katkısının yanında, gemi inşa sanayisinin -yan sanayi istihdamı dâhil- istihdam kapasitesi 130 bine yaklaşmıştır. Türkiye ekonomisi ve istihdam kapasitesi bakımından önemli olan bu sektörün hızla gelişmesi, beraberinde bazı sorunları da getirmektedir.

Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; Araştırma Komisyonu Raporu’nda tersanelerin ruhsat durumlarına ilişkin istatistiki bilgilerin bulunduğu bir tablo yer almaktadır. Bu tabloya göre tersaneler “ruhsatlı veya ruhsatsız, deneme izinli, işletme belgesi olan ya da olmayan, itfaiye raporu olumlu ya da olumsuz, imar durum belgesi, imar belgesi, yapı ruhsatı, tesis izni, ÇED belgesi olmasına rağmen faaliyetten men edilen” şeklinde sınıflandırılmaktadır. Bu tablo vahim bir tablodur. Tersanelerde yaşanan sorunların temelinde bu denetimsizlik yatmakta ve maalesef ölümlerle sonuçlanan kazalar meydana gelmektedir.

Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; ölümün gerçekleştiği yer sözün bittiği yerdir. Komisyon raporunda, raporun “Tuzla Tersanelerinde Kaza Nedenlerinin Analizi” başlığı altında yer alan bölümde, tersanelerde yapılan işlerin yüzde 80 oranında alt işveren marifetiyle yürütüldüğü ancak asıl işveren tarafından yapılan işlerde organizasyonun daha iyi yapılabildiği, iş sağlığı ve güvenliği önlemlerinin daha etkin alınabildiği, sürekliliğinin sağlanabildiği, bunun yanında çok sayıda alt işverenlerin yer aldığı işletmelerde ise bu durumun sağlanamadığı tespiti yapılmaktadır. Yine raporun “öneriler” kısmında, yapısal sorunlara ilişkin çözüm önerilerinin (b) bendinde “Tersanelerde ana işler, tek tek belirlenmeli ve bu işler her ne ad altında olursa olsun alt işverene verilmemelidir.” ifadesi bulunmaktadır.

Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; bu öneri İş Kanunu’nu ilgilendiren, İş Kanunu ile düzenlenmesi gereken bir öneridir. İş Kanunu ve Bazı Kanunlarda Değişiklik Yapılması Hakkında Kanun Tasarısı’nın görüşülmesi esnasında Milliyetçi Hareket Partisi Grubu “İşveren asıl işi ile ilgili alt işverenle sözleşme yapamaz.” ibaresinin eklenmesini bir önergeyle yüce Meclise arz etmiştir. Ancak bu önerge, maalesef Adalet ve Kalkınma Partisinin oylarıyla reddedilmişti. Hâl böyleyken rapora böyle bu yönde bir öneriyi yazmanın gereğini anlamakta zorluk çekiyorum.

Bu önerge üzerinde 14 Mayıs 2008 tarihinde bu kürsüde yaptığım konuşmamda “İşveren asıl işi ile ilgili alt işverenle sözleşme yapamaz’ ibaresinin eklenmesini istiyoruz.” demiştim. “İşveren alt işverene mesela güvenlik, mutfak hizmetleri, temizlik konularında asıl işi olmayan iş verebilir. Fakat asıl işiyle ilgili taşeron firmalara verilen işlerden olumlu sonuçların alınamadığından bahisle bu maddeye yukarıda zikrettiğim cümlenin de ilave edilmesinin gerekli olduğu kanaatini taşıyoruz.” şeklinde konuşmuştum. Bu uyarılarımıza rağmen bu önerge kabul edilmedi. Şimdi ise ölümlü kazaların ardından rapora bu yönde ifadeler koyuyorsunuz. Muhalefetten gelen önerilere kulak tıkıyor, sonra düzeltmeye çalışıyorsunuz. Sayın Başbakan, bir açıklamasında “Tuzla üzerinde hatalarımız vardır, fakat bunu çeşitli eylemlerle farklı yerlere kanalize etmek suretiyle bu sektörü dinamitlemeye kimsenin hakkı yoktur.“ demişti.

Biz Milliyetçi Hareket Partisi olarak çözümü, verdiğimiz önergeyle bu rapordan aylar önce söylemiştik. Önergemizin bu Genel Kurulda kabul edilmemesi, Sayın Başbakanın sadece Tuzla’daki hatası değil, AKP Grubunun da hatasını net bir şekilde ortaya koyuyor. Ancak, hatadan dönme ferasetini gösterenleri tebrik ediyor, yüce Meclise saygılarımı sunuyorum. (MHP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – Sayın Yunusoğlu, teşekkür ediyorum.

Komisyon adına Komisyon Başkanı Sayın Mehmet Domaç, İstanbul Milletvekili.

Buyurun efendim. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)

(10/121, 129, 132, 134) ESAS NUMARALI MECLİS ARAŞTIRMASI KOMİSYONU BAŞKANI MEHMET DOMAÇ (İstanbul) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; sizleri saygıyla selamlıyorum.

Gemi inşa sanayisindeki iş güvenliği ve çalışma şartları sorunlarının araştırılarak alınması gerekli önlemlerin belirlenmesi amacıyla kurulan Meclis Araştırması Komisyonu Raporu’nun görüşülmesine grupların, önerge sahiplerinin, şahsı adına milletvekillerinin katkılarına, eleştirilerine çok teşekkür ediyorum.

Komisyonumuz, önemli bir çalışmayı hızla tamamlayıp gündeminize getirmek huzurunu duymaktadır. 30 Nisan 2008’de araştırma komisyonu çalışmalarına başlamış, 24 Temmuz 2008’de komisyon çalışmalarını tamamlayıp raporunu Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına teslim etmiştir.

Tüm komisyon üyelerimiz konunun önemini kavramış, çalışmalara aktif katılmış, raporumuzun hazırlanmasına katkı sağlamışlardır. Kendilerine, özellikle teşekkür ediyorum.

Komisyonumuzun tüm çalışmaları basına açık olarak yapılmış, kamuoyu komisyonumuzu yakından izlemiştir.

Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; kamuoyu, daha çok Tuzla tersanelerindeki işçi ölümleri ve iş kazaları nedeniyle konuya ilgi göstermiş; ülke denizciliğinin ve gemi inşa sanayisinin durumu, iş sağlığı ve güvenliği önlemlerinin alınmadığı için ortaya çıkan iş kazaları ve ölümler, komisyonumuzun ana konuları olmuştur. Komisyonumuz, dünya ticaretinin ne durumda olduğunu görmeliydi çalışmalarında “biz nerede duruyoruz” onu da tespit etmeliydi. Araştırmaya başladık, karşımıza büyük bir okyanus çıktı ve biz, bu okyanusta boğulmadan raporumuza bunları özet olarak yazdık; aksi hâlde, sorunlara ortasından başlamış olurduk, bu özeti başlangıçta yapmak durumundaydık.

Sayın milletvekilleri, dünyadaki ürünlerin üçte 2’si deniz yoluyla taşınıyor. Özellikle büyük hacimli sanayi hammaddelerinin bir defada bir yerden bir yere taşınması için deniz yolu tercih ediliyor. Hava yoluna göre on dört, kara yoluna göre yedi, demir yoluna göre üçbuçuk kat daha ucuz olması da bu tercihi kuvvetlendiriyor.

Kombine, kapıdan kapıya taşımacılığın gelişmesi deniz yolu taşımacılığının önemini artırıyor ve Dünya Ticaret Örgütü verilerine göre, deniz taşımacılığı 30,686 milyar ton/mil değerine ulaşmış durumda.

Dünyada ve ülkemizde gemi inşaat talepleri, küresel, bölgesel ekonomik koşullar, uluslararası ticaretteki gelişmeler, liman tıkanıklıkları, ticaret rotaları, ekin hasadı, savaş durumu, siyasi gelişmeler, ambargo ve grevler, tüketici, kuru yük malları ve ham petrol ve petrol ürünleri talepleri gibi faktörler deniz ticaretini ve gemi inşa sanayisini etkileyen unsurlar.

2007 itibariyle dış ticarete konu ürünlerimizin yüzde 87,4’ünü deniz yoluyla taşıdık. Bu taşımadan Türk bayraklı gemilerin aldığı pay ise maalesef yüzde 17 düzeyinde.

Deniz ticaret filosunda dünya 23’üncüsüyüz. Panama, Liberya, Yunanistan ilk üçü alıyorlar. Deniz ticaret filomuz 1.473 gemiden oluşuyor, 407’si ithal, 1.066’sı Türkiye’de yapılmış, 7,2 milyon DWT’luk 1/1/2008 itibarıyla yaş ortalaması gemilerimizin 23 ve filomuzun gençleştirilmeye ihtiyacı var.

Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; gemi inşa sanayi denizcilik faaliyetlerimizin önemli bir bölümünü oluşturuyor. Emek-sermaye yoğun bir sanayi, istihdam sağlıyor, döviz ikamesi gerçekleştiriyor, yan sanayinin gelişimine katkı sağlıyor, teknoloji transferlerini hızlandırıyor, yabancı sermayeyi davet eden reel bir sektör.

Dünya deniz ticaretindeki artışlar, uluslararası kurallardaki değişimler nedeniyle ortaya çıkan yeni gemi inşa talepleri, Avrupa’ya göre işçiliğin düşüklüğü, Uzak Doğu tersanelerinin doluluğu ülkemizdeki gemi üretimine ilgiyi artırıyor. 2002’de 37 adet olan tersane sayısı Mart 2008’de 84’e çıkmış durumda, 2013’te 140 olması hedefleniyor.

Tersanelerimiz sadece Tuzla’da değil, başta Yalova Altınova olmak üzere, Çanakkale, Samsun, Ordu, Karadeniz Ereğlisi, Sakarya, Kocaeli, Balıkesir, İzmir, Adana, Trabzon’da olmak üzere 56 adet yeni tersane kurma girişimi bulunuyor.

Mevcut tersanelerimizin 2002 yılında kapasitesi 550 bin DWT iken, 2007 yılında bu 1,980 milyon DWT’a çıkıyor. Diğer bir anlatımla 2002’den 2007’ye kadar 4 kat büyüme gerçekleşiyor. 2013 yılında ise bunun 8,6 milyon DWT’a ulaşması hedefleniyor.

2002 yılında toplam sipariş 83 adet iken, Ocak 2008’de 254’e ulaşmış durumda. Son beş yılda dünya siparişinde önemli aşama sağlayan Türkiye 2008 yılı başından bu yana -toplam sipariş 12 adet gemiyle- büyük bir düşüş yaşıyor.

Tuzla’da 1998-2002 yılları arasında tersanelerimizde 142 adet gemi üretilmişken, 2003-2007 arasında 409 gemi üretilmiştir.

1998-2002 yılları arasında 56 adet gemi ihraç edilirken 1,2 milyar dolar bir girdi sağlanmış, 2003-2007 arasında 176 adet gemi ihraç edilirken 5,3 milyar dolar girdi sağlanmış durumda.

Gemi inşa sanayi yılda 10 milyon DWT bakım-onarım, 1,9 milyon DWT inşa, 600 bin ton çelik işleme, 80 bin ton yeni inşa kapasitesine sahip.

Tersanelerimiz yılda 2,5 milyar dolar katma değer yaratıyorlar. Toplam gemi maliyetinin yaklaşık yüzde 39’u işçilik olarak ülke ekonomisine sıcak para olarak giriyor. Yapılan hesaplar gemi inşasında yaratılan katma değerin yüzde 24’ler boyutuna vardığını gösteriyor.

Tersanelerimizde 2000 yılında 5 bin kişi istihdam edilirken, 2002 yılında 13.500, 2005 yılında 25 bin, 2006 yılında 28.580, 2007’de 33.480, Mayıs 2008’de ise 34.500 kişi istihdam edilmiş durumda. Yan sanayimizde ise 2002’de 30 bin, 2007’de ise 100 bin kişi çalışıyor.

Gemi inşa sanayisinde Güney Kore ve Japonya’ya göre verimliliğimiz oldukça düşük. Japonya’nın verimliliğini değer olarak 1 kabul edersek, Güney Kore 0,8, Türkiye ise 0,3’ler civarında verimlilik açısından.

Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; gemi üretiminde önemli bir yan sanayi sektörü bulunuyor, büyük bir kısmı KOBİ’lerden oluşuyor, 100 bin civarında istihdam sağlıyor. Bir bölümünde üretim önemli aşama kaydetmiş ancak yan sanayi, organizasyon, finans ve sertifikalanma alanında önemli eksiklikler içeriyor.

Sayın milletvekilleri, kamuoyunda sorun olarak tanımlanan Tuzla tersaneleri bölgesi, tersane sayımızın yüzde 52’sini, istihdamın yüzde 70’ini, ihracatın da yüzde 80’ini karşılıyor. Tuzla Tersaneler Bölgesi 1.300 dönümlük bir alandan oluşuyor ve bu alan üzerinde 47 tersanemiz var. Altyapıların dolgu ve kamulaştırma işlemlerini Bayındırlık ve İskân Bakanlığı, tahsis işlemlerini Ulaştırma Bakanlığı ve Devlet Planlama Müsteşarlığı, irtifak hakkı tesisi ise Maliye Bakanlığı tarafından gerçekleştiriliyor. Tuzla tersanelerinin bir kısmı ruhsatlı, büyük bir kısmı deneme izinli, büyük bir kısmı da henüz ruhsatsız, başvurulu durumda.

Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; Tuzla’da 1998-2002’de 142 adet gemi teslimi yapılmış, 2003-2007’de 368 adet gemi teslim edilmiş, bu, 2,5 kat bir artışı gösteriyor. Tonaj olarak da 2.1 milyon dead weight  tona ulaşmış durumdayız. 3 kat artış var 2002’den 2007 sonu itibarıyla. Yani, Tuzla, aslında küçücük bir alan, alan olarak yetersizliği aşikâr ve bu dar, yoğun iş alanında yeterince güvenlik önlemlerinin alınma şartı oluşmamış durumda, zorlu ve tehlikeli bir iş ortamı oluşmuş durumda.

Güney Kore’de Hyundai tersanesinin 8 milyon metrekare olduğunu düşünürsek, yalnız bir tersanenin 8 milyon metrekare olduğunu düşünürsek, Tuzla’nın durumunu çok net olarak görebiliriz. Aynı sayıda işçi çalışmaktadır Hyundai tersanesinde; Tuzla’da çalışan kadar, yani, 24 bin civarında işçi çalışmaktadır. Altyapı ve alan yetersizliği çalışanlar için büyük bir risk oluşturmaktadır.

Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; artan talep, deneyimli iş gücü yerine deneyimsiz iş gücünün istihdamı, alt yüklenicinin çok fazla iş yapmak için çaba harcaması, alınan işlerin zamanında teslimi için işlerin hızlandırılması, aynı tersanede aynı işi yapan çok sayıda alt işverenin bulunması, koordinasyon yetersizliği ve tüm bu eksiklikler süreçte iş kazalarının oluşmasına ve ölümlerin ortaya çıkmasına neden oluyor.

Değerli milletvekilleri, burada yapılması gereken işlerin başında alt işverenin çalışma koşullarının objektif kriterlere bağlanması zorunluluğu vardır. 27 Eylül 2008 tarihinde 27010 sayılı Resmî Gazete’de yayımlanan Alt İşverenlik Yönetmeliği bu istenilen koşulların yerine getirilmesi için önemli bir adım atmıştır. Bu düzenlemeyi gerçekleştiren Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığına teşekkür ediyorum. Yönetmelikle ilgili çıkan sorunların ilgili kuruluşlarla karşılıklı görüşülerek çözülmesi gerektiğine de inanıyorum.

Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; Tuzla tersanelerinde ortaya çıkan ölümlü kazalar, yüksekten düşme, elektrik çarpması, malzeme çarpması, patlama, sıkışma ve diğerleri olmak üzere sınıflandırılıyor. Kaza nedenlerini analizlersek, yetersiz çalışma alanı, açık alanda çalışma; kapalı, dar alanda çalışma; yüksekte çalışma; yoğun ve uzun süreli çalışma; kimyasallarla çalışma; yoğun elektrikli iş ekipmanı kullanma; çok sayıda alt işveren, çalışanların sık değişmesi; ağır parçalarla çalışma; yoğun kaynak işleri gibi sıralamak mümkün. Tersanelerde yapılan teknik işlerle ilgili iş güvenliği riskleri ve alınması gereken teknik önlemleri raporumuzda sıraladık. Burada uzun uzun anlatmayacağım çünkü bunun her biri bir konuşma süresini alabilir.

Değerli milletvekilleri, tersanelerde vazgeçilmez olan iş sağlığı ve güvenliği. Tersanelerde iş sağlığı ve güvenliğiyle ilgili yönetmelik düzenlenmesi kaçınılmaz. Söz konusu yönetmelik alt iş verenin uyması gereken kuralları da içermek zorunda. İş sağlığı ve güvenliği eğitimi almayan kişilerin tersaneye kesinlikle girmemesi gerekiyor.

Değerli milletvekilleri, araştırma komisyonumuz çalışma sırasında denizcilikle ilgili okulların bir tanesinde dahi iş sağlığı ve güvenliği eğitimi verilmediğini saptadı. Denizcilikle ilgili okulların tek bir tanesinde dahi iş sağlığı ve güvenliği eğitimi yok.

TURGUT DİBEK (Kırklareli) – Niye yok?

(10/121, 129, 132, 134) ESAS NUMARALI MECLİS ARAŞTIRMASI KOMİSYONU BAŞKANI MEHMET DOMAÇ (Devamla) – Denizcilik ve Anadolu denizcilik meslek liseleri, denizcilik meslek liseleri, denizcilik yüksekokulları, fakülteler, bunların hiçbirinde iş sağlığı ve güvenliği eğitimi yapılmıyor. Neden yok diye araştırdık, onlar da bilmiyorlar.

Biz, tüm bu alanlara iş sağlığı ve güvenliği eğitimi konulması konusunda yazı yazdık.

Ayrıca, otuz yıllık fakültede 10 öğretim üyesi olduğunu saptadık. Otuz yıllık fakültede sadece 10 öğretim üyesi var. Burası bir tıp fakültesi olsaydı üç senede 30 tane öğretim üyesi ortaya çıkardı. Burası bir gemi inşa fakültesi ve sadece 10 öğretim üyesi var.

Tabii, bu, üretimsizliği gösteriyor. Yeni bir fakülte kurmaya kalkarsak öğretim üyesi bulamayacağız anlamına geliyor.

Çok eski olan fakültede ne var diye sorarsanız, çok eski olan fakültede ise sadece 21 öğretim üyesi var, on yıllık fakültede ise 5 öğretim üyesi var; fakülte yönetim kurulunu ancak oluşturabilirler.

Eğitim kurumlarında öğretim üyesi eksikliği, öğretmen eksikliği had safhaya varmış durumda.

Raporumuzu hazırlarken öneriler önemli bir kısmını oluşturdu raporumuzun. Ancak bu önerilerimizi burada tek tek sıralamayacağım. Çünkü raporda uzun uzun yazılı. Ama biz bu raporu yazarken somut bazı adımlar atıldı, onları sizlerle paylaşmak istiyorum.

İş Sağlığı ve Güvenliği Eğitim Protokolü Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığımızca Gemi İnşa Sanayicileri Birliği arasında imzalandı ve 17 bin kişi bu eğitimden geçirildi, 17 Temmuz ile 1 Eylül arasında.

Eğitimli çalışan ve aranan eleman yetiştirmek amacıyla Millî Eğitim Bakanlığımızın kararlaştırdığı on adet Anadolu denizcilik meslek lisesinin Tuzla Piri Reis, Bandırma, Tatvan, Biga, Tirebolu, Konak, Nevvar Salih İşgören Denizcilik Anadolu Meslek Lisesi altı adedi 2008 ve 2009 eğitim yılında öğrenime açıldı ve öğrenci aldılar.

Tuzla’da İstanbul Büyükşehir Belediyesince açılan itfaiye istasyonuna ek olarak ikinci bir istasyonun tersane alanına yakın bir yöreye kurulması kararlaştırıldı ve plana alındı. Çok kısa bir sürede kurulması gerçekleştirilecek. Çalışanların barınma sorunu karşımıza çıkmıştı. Tuzla Belediyesi yer tahsisi konusunda önemli adım attı. Ayrıca Orhanlı Beldesinde, özel teşebbüs, barınma olanağı için pansiyon yapmaya başladı.

Tersane sahipleri, tersanelerde iş sağlığı ve güvenliği önlemlerini artırmaya devam ediyorlar. Çalışma ve sosyal Güvenlik Bakanlığımızın iş müfettişleri denetimleri sürekli hâle getirdi, artık, Tuzla’yı mesken tuttular.

Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; raporumuzun Meclis Başkanımıza tesliminden sonra iki önemli yönetmelik değişikliği gerçekleşti. Bunlardan birincisi 10/8/2008 tarihli 26963 sayılı Resmî Gazete’de yayınlanan Ulaştırma Bakanlığından tersane, tekne, imal, çekek yerlerinin işletme izni verilmesine ilişkin usul ve esasları düzenleyen yönetmelik. Tersaneleri sınıflandırıyor. Başvuru koşullarını yeniden düzenliyor, tesislerin iki yılda bir kontrol edilmesi için gerekliliğini ortaya koyuyor, yüzde 2 mühendis çalıştırma zorunluluğu getiriliyor, bunların yarısının da gemi inşa mühendisi olması gerekliliğini ortaya koyuyor. Ayrıca, Çalışma Bakanlığımızca 27/9/2008 tarihinde yayınlanan Alt İşveren Yönetmeliği de önemli bir aşamadır. Alt işveren ile işveren arasında anlaşmaları düzenleme şeklini belirliyor; asıl iş ne olduğu, hangi işlerin alt işverenle yapılabileceği, işveren-alt işveren ilişkisini düzenleyen bir yönetmelik. Bu, tersanelerimizin en büyük sorunlarından bir tanesi.

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN – Sayın Domaç, konuşmanızı tamamlayınız lütfen.

(10/121, 129, 132, 134) ESAS NUMARALI MECLİS ARAŞTIRMASI KOMİSYONU BAŞKANI MEHMET DOMAÇ (Devamla) – Bitiriyorum Sayın Başkanım.

Tabii, burada da tersane sahiplerimizin zaman zaman itirazları var. Bunu, Sayın Bakanımızla görüşerek çözeceklerine inanıyorum.

Şüphesiz, hepimizin amacı sağlıklı gelişen bir sanayi oluşturmak, işçi-işveren ilişkisini sağlamak. Bunun için vazgeçilmezlerden bir tanesi, sendikal örgütlenme. Sendikal örgütlenmenin önünde herhangi bir engel yok. Sendikal örgütlenmeyi sağlamak için mücadele etmek lazım ve bu mücadeleyi geliştirmek lazım. Bu, işçi sağlığı ve iş güvenliği için de vazgeçilmez.

Sayın milletvekilleri, Sayın Başkanım; 2008 yılı denizcilik sektörü açısından çok olumlu bir yıl değil. 20 bin DWT sipariş var dünyada, 8 milyon DWT’a düştü. Giderek bir daralma meydana geliyor. On ayda on iki yeni gemi siparişi ancak oluşabildi ve bir kısım siparişlerin de iptalleri gündeme geldi. Onun için, Türkiye’de bankaların, özellikle, kredileri durdurmadan, tersanelerle anlaşarak bu işi çözmeleri gerekiyor ve işsizlik ortaya çıkmaması için, işletmelerin varlığını sürdürebilmesi için, gemicilik, tersanecilik alanını desteklememiz gerekiyor.

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

(10/121, 129, 132, 134) ESAS NUMARALI MECLİS ARAŞTIRMASI KOMİSYONU BAŞKANI MEHMET DOMAÇ (Devamla) –  Kazaların olmadığı, çalışma koşullarının geliştirildiği, işsizlik riskinden uzak bir denizcilik sektörü diliyor, hepinize saygı ve sevgilerimi sunuyorum. (AK Parti sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – Teşekkür ediyorum Sayın Domaç.

Saygıdeğer milletvekili arkadaşlarım, birleşime on dakika ara veriyorum.

Kapanma Saati: 18.33

ÜÇÜNCÜ OTURUM

Açılma Saati: 18.45

BAŞKAN: Başkan Vekili Nevzat PAKDİL

KÂTİP ÜYELER: Harun TÜFEKCİ (Konya), Murat ÖZKAN (Giresun)

 

BAŞKAN – Saygıdeğer milletvekilleri, Türkiye Büyük Millet Meclisinin 8’inci Birleşiminin Üçüncü Oturumunu açıyorum.

295 sıra sayılı Meclis Araştırması Komisyonu Raporu üzerindeki genel görüşmeye kaldığımız yerden devam edeceğiz.

Komisyon? Yok.

TURGUT DİBEK (Kırklareli) – Komisyon değil, Meclis yok.

OKTAY VURAL (İzmir) – O zaman ara verin efendim. Grup başkan vekilleri yok, iktidar yok…

BAŞKAN – Birleşime beş dakika ara veriyorum.

 

                                                     Kapanma Saati: 18.46

 

DÖRDÜNCÜ OTURUM

Açılma Saati: 18.48

BAŞKAN: Başkan Vekili Nevzat PAKDİL

KÂTİP ÜYELER: Harun TÜFEKCİ (Konya), Murat ÖZKAN (Giresun)

BAŞKAN – Sayın milletvekilleri, Türkiye Büyük Millet Meclisinin 8’inci Birleşiminin Dördüncü Oturumunu açıyorum.

295 sıra sayılı Meclis Araştırması Komisyonu Raporu üzerindeki genel görüşmeye kaldığımız yerden devam edeceğiz.

Komisyon ve Hükûmet yerinde.

Şimdi söz, Hükûmet adına, Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanı Sayın Faruk Çelik’te.

Sayın Bakanım, buyurun efendim. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)

ÇALIŞMA VE SOSYAL GÜVENLİK BAKANI FARUK ÇELİK (Bursa) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; gemi inşa sanayisindeki iş sağlığı ve güvenliğiyle ilgili Meclis Araştırma Komisyonu Raporu üzerine söz almış bulunuyorum. Hepinizi en içten sevgi ve saygılarımla selamlıyorum.

Araştırma Komisyonu Başkan ve Komisyon üyelerine, böyle bir kapsamlı çalışmayı kısa sürede gerçekleştirdikleri için teşekkür ediyorum. Ayrıca, çalışma hayatında kaza sonucu vefat eden tüm işçi kardeşlerimizi de rahmetle anıyorum.

Değerli milletvekilleri, iş sağlığı ve güvenliği ülkemizin olduğu kadar dünyanın da gündeminde olan önemli bir konudur. Dünya Sağlık Örgütü ve ILO’nun yaptırmış olduğu araştırmalara göre dünyada iş kazalarının yüzde 72’si 50’den az işçi çalıştıran iş yerlerinde meydana gelmektedir. Her altı dakikada bir iş kazası meydana gelmektedir. ILO kaynaklarına göre ise her yıl 1 milyon 200 bin kişi iş kazası ve meslek hastalığından dolayı hayatını kaybetmektedir. Yılda 250 milyon insan iş kazaları, 160 milyon insan da meslek hastalıkları sonucu ortaya çıkan zararlara maruz kalmaktadır.

Endüstrileşmiş ülkelerde iş kazaları ve meslek hastalıklarının gayrisafi millî hasılaya oranı yüzde 4’ler seviyesine çıkmış bulunmaktadır. İş kazaları ve meslek hastalıkları sorunu ülkemizde de çalışma hayatında rastladığımız temel sorunların başında gelmektedir.

Yıllar itibarıyla bakıldığı zaman iş kazaları ve meslek hastalıklarında sayısal bir artış olduğu görülmektedir. 2003 yılında 76.668 iş kazası yaşanırken 2007 yılında 80.602 iş kazası meydana gelmiştir. Ancak, iş kazalarında artış olmasına rağmen çalışan sayısıyla orantılandığı zaman iş kazası sıklık hızı ve ağırlık hızında belirgin bir azalış olmuştur. Bir yıl boyunca tam gün çalışan her 100 kişide kaç kaza olduğunu gösteren sıklık hızı 2003’te 1,23 iken 2007’de 0,81’e düşmüştür. Çalışılan her yüz saatte kaç saatin kaybedildiğini gösteren ağırlık hızı ise 2003’te 0,68 iken 2007’de 0,51’e düşmüştür. 2003 yılında iş kazası sonucu 810, meslek hastalığı sonucu 1 kişi; 2007 yılında ise iş kazası sonucu 1.043, meslek hastalığı sonucu ise 1 kişi hayatını kaybetmiştir. Bunlar Bakanlığımıza intikal eden verilerdir. Hepimiz yaşananların bu tablodan çok farklı olduğunu biliyoruz.

Önümüzdeki günlerde huzurlarınıza getireceğimiz, Parlamentoya taşıyacağımız İş Sağlığı ve Güvenliği Yasa Tasarısı’yla da sağlık kuruluşlarına iş kazaları ve meslek hastalıklarını on gün içinde Bakanlığımıza bildirme zorunluluğunu içeren bir düzenlemeyi Parlamentoya getiriyoruz. Bu düzenlemeyle çok daha sağlıklı istatistikleri tutabilme imkânına kavuşmuş olacağız. Şu anda elimizdeki veriler Sosyal Güvenlik Kurumundan alınan ve işçi ve işveren şikâyetleri üzerine Bakanlığımıza intikal etmiş olan verilerdir.

Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; ülkemizde iş kazaları sorunu, son dönemlerde özelikle Tuzla tersaneler bölgesinde meydana gelen işçi ölümleri neticesinde kamuoyunun gündeminde yoğun bir şekilde yer almıştır. 2003 yılından bu yana dünya gemi sanayisi yüzde 89 büyüme gösterirken ülkemizde bu oran yüzde 360 olarak gerçeklemiştir. Tersanelerimiz gemi siparişinde yirmi üçüncülükten dördüncülüğe kadar yükselmiş, 2002 yılında toplam 136.950 DWT’luk 38 gemi inşa edilirken 2007 yılında toplam 670 bin DWT’luk 98 gemi inşa edilmiştir. Bu başarı tersanecilik sektörümüzün ülkemizin olduğu kadar dünyanın da parlayan yıldızı olduğunu ortaya koymaktadır.

1982 yılından 2000 yılına kadar yaklaşık yüzde 15 kapasiteyle çalışan tersanelerimizin, talep patlanmasının yaşandığı 2002 yılından itibaren üretimleri kadar sayılarında da çok büyük artışlar gerçekleşmiştir. 2002 yılında 37 olan tersane sayımız 2008 yılında 84’e çıkmış, 2013 yılında da 140’a çıkması hedeflenmektedir. Talep patlaması ve buna paralel olarak kapasite kullanım oranının artmasıyla birlikte tersanecilik sektöründe istihdam edilenlerin sayısı 13 binden 34.500’e ulaşmış, çalışan sayısının 2013 yılında 111 bine ulaşması beklenmektedir. Çalışan sayıları açısından yoğunluğun Tuzla tersaneler bölgesinde olduğunu görüyoruz. 2002 öncesinde çalışan sayısı yaklaşık 5 bin iken bu sayı 24 binlere ulaşmıştır.

Buna mukabil, tersanecilik faaliyetlerinin yürütüldüğü alanın dünya standartlarında olmayışı, çalışanlarımızın sağlıklı, güvenli bir çalışma ortamına kavuşmalarını engellemektedir.

Bölgede tersanecilik faaliyeti gösteren en küçük tersane 2.126 metrekare yani 2 dönüm üzerinde kuruludur. En büyük tersane ise 196.376 metrekare üzerinde kurulmuş bulunmaktadır. Az önce Değerli Komisyon Başkanımız dünyadan örnekler verdi; o mukayeseleri yaptığımız zaman alan itibarıyla hangi noktada olduğumuzu görmek mümkün. Alan darlığı konusunda benim de şahsen daha önce de dile getirdiğim gibi Yalova, İzmit ve benzeri yakın bölgelerde yeni tersane bölgelerinin kurulması, raporda ifade edilen çözüm önerilerindendir.

Tuzla’da alanın dar olması konusu sorunlardan sadece bir tanesidir. İş Kanunu’nun 2’nci maddesine aykırı olarak yürütülen alt işverenlik uygulamaları, kayıt dışılık, fazla çalışma, kalifiye eleman ve mesleki eğitim yetersizliği gibi sorunlara da bölgede sıkça rastlanmaktadır.

Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; Bakanlık olarak bugüne kadar Tuzla Tersaneler Bölgesi’yle ilgili olarak gerek teftiş gerek eğitim gerekse mevzuat anlamında çok önemli faaliyetlerde bulunduk. Teftişler kapsamında Türkiye genelinde sosyal ve teknik anlamda 548 müfettişle bu görevleri sürdürmekteyiz. Bu önümüzdeki ay içerisinde de 80 müfettiş yine Teftiş Kurulu kapsamına katılmış bulunacak. 38 teknik müfettiş ve 55 sosyal müfettiş olmak üzere İstanbul bölgesinde 93 müfettişle bu hizmetleri görme çabasındayız. Sosyal Güvenlik Kurumu açısından, yani kayıt dışı istihdamla mücadele çerçevesinde, Teftiş Kurulu Başkanlığına mensup 548 müfettiş ve İstanbul’da 92 müfettişimiz görev yapmaktadır.

2003-2008 yılları arasında 1.100 teftiş gerçekleştirilmiştir, yapılan teftişler neticesinde 3 milyon 61 bin 650 YTL idari para cezası uygulanmıştır. Ayrıca, 19 iş yerine kısmi durdurma, 14 iş yerine de kapatma müeyyidesi uygulanmıştır. Uyguladığımız müeyyideler neticesinde gördük ki işverenlerimiz eksikliklerini çok kısa süre içerisinde tamamlamış bulunmaktadır. Bir aylık süre için kapattığımız ve kırk altı eksik tespit ettiğimiz bir tersane, tüm eksikliklerini dört günlük kısa bir süre içerisinde tamamlamış ve faaliyetlerine tekrar başlamıştır. Kısa sürede iş sağlığı ve güvenliğine ilişkin eksikliklerini tamamlayan işverenlerimize gerçekten teşekkür ediyorum.

Özellikle de son bir-iki aydan beri olumsuzlukların yaşanmaması konusunda gayretlerinden dolayı gerek işverenlerimize gerek çalışanlarımıza, müfettişlerimize, Bakanlık çalışanlarına ve tüm emeği geçenlere teşekkür ediyor; umuyor, diliyorum ki o olumsuzlukları Tuzla’da da diğer çalışma hayatımızda da yaşamayız.

Bakanlık olarak üzerinde hassasiyetle durduğumuz ikinci konu, eğitim çalışmaları. Burada değerli arkadaşlarımız değerlendirmeler yapıyorlar. Tabii, çalışma hayatı bir bütün, Hükûmet bir bütün. Benim ısrarla burada ifade edeceğim konu şudur: Bakınız, birinci olarak teftişlerden bahsettik. Ben Bakan olduğumun haftasında -tabii bakanlık gibi önemli bir göreve gelen milletvekilinin yapması gereken öncelikle seçim bölgesine gitmektir- seçim bölgesine değil Tuzla’ya gittim. Aslında Tuzla’da ölüm filan da yoktu ama Tuzla’yla ilgili aldığımız bilgiler neticesinde, Bakan olur olmaz Tuzla’ya gitmememizin daha doğru olacağı düşüncesiyle Tuzla’da olduk ve Tuzla’da gördüklerimiz çerçevesinde de orasının rehabilite edilmesi konusunda yoğun bir çalışma gerçekleştirdik. İlk haftadan itibaren hiçbir hafta, hiçbir gün, hiçbir ay oradan müfettişlerimizi eksik etmedik. Neydi müfettişlerimizin amacı: Çalışma hayatını ve Tuzla’daki gelişen, parlayan bu sektörü, bu yıldızı köreltmek değil, oradaki iş sağlığı ve güvenliğiyle ilgili alınması gereken önlemlerin, eksiklerin giderilmesine dönük teftişlerimiz idi ve bu teftişler belli bir süre verimliliğini ortaya koymaya başladı. Gerçekten belirlenen eksiklikler bir bir giderilmeye başlandı ve şu anda bir sükûnet, bir huzur ortamının Tuzla’da olduğunu rahatlıkla ifade edebilirim. Ayrıca, ilave olarak şu anda İş Sağlığı ve Güvenliği Merkezinin de yalnız Tuzla bölgesinde olmak üzere bu hafta tabelasını takacağız. Gerek teknik gerek sosyal gerekse uzman arkadaşlarımız -orada- bizzat Tuzla’nın içerisinde, o yerleşke içerisinde hizmetlerini sunacaklar. Anlık olarak gerek iş yerlerini ziyaret ederek, tersaneleri ziyaret ederek gerekse kendilerine bilgi talebinde bulunan işverenlerimize, işçilerimize, sorumlulara, taşeronlara, alt işverenlere, asıl işverenlere kimin ne talebi varsa hizmet bizzat o merkezden sunulmaya başlanacak.

Bu arada, yine Tuzla çerçevesinde yıllardır yaşanan olaylar -aslında 1969, 1977, 1982 tarihleri son derece önemlidir- ki, az önce Milliyetçi Hareket Partisi Grubu adına veya şahsı adına konuşan Değerli Milletvekili Mithat Bey’in de ifade ettiği gibi, Türkiye’de bu ve benzeri yapılanmalarda kamu, olayların hep arkasında kalmıştır. Aslında şehirlerimizin şehirleşmesine baktığınız zaman önce çarpık yapılaşma, arkasından plan gelmiştir. Şimdi Tuzla örneği de böyle. Önce tersaneler irili ufaklı kurulmuş, arkasından buralara bir çekidüzen verme çabası içerisindeyiz. Bu, Türkiye’nin yalnız Tuzla tersaneleri boyutuyla değil, tüm sektörlerinde yaşadığı bir yanlıştır. Kamuyu ne yapıp yapıp mutlaka olayların önüne koymamız gerekiyor ki şu anda Tuzla’da yapılan çalışmalar bu anlamda önemli şekilde meyvelerini vermeye başlamıştır.

Eğitim çalışmaları: 8 Şubat 2008 tarihinde işveren (GİSBİR) ve yetkili-yetkisiz sendika temsilcilerini Bakanlık bünyesinde bir araya getirdik ve güzel bir çalışma gerçekleşti, bazı kararlar aldık. O kararlardan bir tanesi şuydu: Aslında Bakanlığımızın direkt görevi olmamasına rağmen, önce Tuzla bölgesindeki teknik elemanların, işverenlerin, alt işverenlerin eğitimi konusunu gündeme getirdik ve haziran ayına kadar, okullar tatil oluncaya kadar 600 kişinin eğitimini gerçekleştirdik. Okullar tatil olunca, buradaki işçilerimizin çok yoğun ve seri bir şekilde iş sağlığı ve güvenliği eğitimini almaları gerekir idi. Bu konuyla ilgili de, okullar tatil olunca, yaz döneminde,  Millî Eğitim Bakanlığı tarafından tahsis edilen bir okulda 17.945 işçimizin iş sağlığı ve güvenliği açısından eğitimini gerçekleştirmiş olduk. Dolayısıyla, eğitim çalışmalarımızı da bu dönem içerisinde tamamlamış olduk. İnanıyorum ki bunun da buradaki huzur ve huzurun kalıcı olması konusunda ciddi katkısı olmuştur. Ayrıca, işverenlerimizin duyarlılığı daha da artmıştır. Sendikalarımızın Tuzla’daki olaylar karşısında tutumları daha bir anlam kazanmıştır. Onlar da işçilerimiz üzerinde daha etkin hâle gelmişlerdir.

İşçi, işveren ve Bakanlık olarak birlikte yaptığımız tüm bu çalışmalar, bugün, Tuzla’da alan daralması, alanın olumsuz şartlarına rağmen ve diğer olumsuz unsurlara rağmen, o olumsuzlukları nispeten ortadan kaldırıcı bir noktaya gelmiştir ama bunun, tekrar ediyorum, yeterli olmadığını, sorunun yapısal durumdan kaynaklandığını da her zaman bilmemiz gerekiyor. Umuyor, diliyorum ki yine tekliflerimizde olan, komisyon tekliflerinde olan, mutlaka Tuzla’nın tahliyesi, mutlaka Tuzla’nın rahatlatılması konusunda sektör temsilcileriyle görüşmelerimiz var. Tuzla’da tersanesi bulunan bazı işletme sahipleri Yalova’da, başka yerlerde de alternatif çıkış yolları arayışı içindeler; yer alanlar var, yeni yere taşınma çabası içerisinde olanlar var. Bu sektörü korumak, bu sektörü geliştirmek, destek vermek hepimizin görevidir fakat gerçekten insan onurunu kıracak şekilde olumsuzlukların yaşanmasına da göz yummamız söz konusu değildir. Bu denge içerisinde bu sektörün gelişmesi, büyümesi gerekmektedir.

Yine, çok uzun şeyler söylenebilir ama kısaca şunu ifade etmek istiyorum: 35 tersanede solunabilir toz, gaz, gürültü, titreşim ve ağır metal ölçümleri olmak üzere 954 adet ölçüm yapılmıştır. 24 tersaneden alınan numunelerin analizi yapılmış ve raporlanmıştır, diğer tersanelerden alınan numunelerin ise laboratuvar analizleri hâlen devam etmektedir. Bu anlamda da çalışmalarımız sürmekte. Önemli gördüğüm husus şu: Bir sektörde, bir iş yerinde veya çalışma hayatının bir alanında bir huzursuzluk, bir sıkıntı yaşanıyor. Türkiye’de bu arzulanır, denir ki “Bununla ilgili mevzuat değişikliğini yapalım.” “Yapalım” denir, o sorunlar yaşanır ama uzunca süre mevzuat değişikliği gerçekleştirilemez. Biz, Tuzla’da gördüğümüz veya ağır ve tehlikeli iş kollarında gördüğümüz sıkıntıların çözümüyle ilgili anında Parlamento olarak müdahalemizi yaptık ve düzenlemelerimizi hemen gerçekleştirdik. İşte, mevzuat çalışmalarımız çerçevesinde alt işveren-üst işveren ilişkisiyle, asıl işveren ve alt işveren ilişkisiyle ilgili bir düzenleme getirdik, bir yönetmelik yayınlandı. Bu yönetmeliğin uygulamalarını ciddi bir şekilde takip ediyoruz. Burada meydana gelebilecek olan muhtemel sıkıntılarla ilgili de olayın, sıkıntının nereden kaynaklandığını dikkatle takip edip onunla ilgili düzenlemeleri, düzeltmeleri de her an yapma imkânımız var.

Ayrıca, yine istihdam paketinde, dikkat ederseniz ağır ve tehlikeli işlerde çalışacak olan işçilerimize, çalışanlarımıza mutlak surette mesleki eğitim zorunluluğu getirdik, bu da 1/1/2009’da yürürlüğe girecek. Yani artık, Tuzla’da çalıştıracağınız işçi mutlaka bir mesleki formasyona sahip olmalı, hangi işi yapıyorsa, rastgele çalıştıramayacaksınız.

Bunları şunun için ifade ediyorum: Bir sorun yaşanıyor, bu sorunun çözümü de anında Parlamentoda yerini buluyor ve sorun çözülüyor. Umuyor, diliyorum ki yeni yılla birlikte Tuzla’da ve ağır ve tehlikeli işlerde artık bir mesleki yeterlilik, mesleki formasyon ve bir sertifika aranacağından bu iş kollarında daha bilinçli bir üretim gerçekleşecek diye rahat bir şekilde ifade edebilirim.

Son olarak, vaktimiz de dolduğu için, şunu ifade edeyim: Rapor elimizde, çok güzel bir rapor, Sayın Başkan ve bütün çalışan arkadaşlara teşekkür ediyorum.

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN – Buyurun Sayın Bakanım.

ÇALIŞMA VE SOSYAL GÜVENLİK BAKANI FARUK ÇELİK (Devamla) - Ama, doğrusunu ifade etmek gerekirse bu rapordaki öneriler, tarafımızdan henüz komisyon kurulmadan önce tespit edilmiş önerilerdir, farkı bu. Öneri sayısı 42, Bakanlığımızı ilgilendiren 19. 19’un 17’si gerçekleşmiştir yani 19 önerinin 17’sini biz uygulamaya koymuş bulunuyoruz. 2 öneri komisyon tarafından bize yapılmış. Mesela, bir tanesi şu: İş sağlığı güvenliği elemanlarının ücretlerini işverenden Bakanlık alsın, bunların ücretlerini, aylıklarını Bakanlık ödesin gibi öneri var. Tabii, bunun değerlendirilmesi, tartışılması gerekiyor. Bunun dışındaki tüm önerilerin, Bakanlığımızı ilgilendiren önerilerin yerine getirildiğini çok rahat bir şekilde burada ifade ediyorum.

Son olarak, umuyor, diliyor, temenni ediyorum ki bir daha tüm iş yerlerimizde bu ve benzer olumsuz olaylar yaşanmaz ve bununla ilgili gerek işverenlerimiz gerek Bakanlığımızın yetkilileri gerek bizler gerekse tüm çalışanlar gerekli hassasiyeti gösterirler diyorum.

Beni dinleme nezaketinde bulunduğunuz için hepinize çok teşekkür ediyor, hepinizi saygıyla selamlıyorum. (AK PARTİ ve MHP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – Teşekkür ediyorum Sayın Bakan.

Son konuşmacı İstanbul Milletvekili Sayın Durmuş Ali Torlak.

Sayın Torlak, buyurun efendim. (MHP sıralarından alkışlar)

D. ALİ TORLAK (İstanbul) – Sayın Başkan, çok değerli milletvekilleri; görüşülmekte olan Tuzla tersaneleriyle ilgili 295 sayılı rapor hakkında şahsım adına söz almış bulunuyorum. Bu vesileyle yüce heyetinizi saygılarımla selamlıyorum.

Değerli milletvekilleri, komisyon raporundaki değerlendirmeler, gemi inşa sektöründeki hâlihazır durumun tespitidir. Alınması gereken önlemler olarak sıralananlar ise zaten mevzuatla belirlenmiş hususlardır. Bununla beraber, yol göstermesi ve konunun tarafsız olarak yorumlanması açısından da topluma yol gösterecek nitelikte olduğu değerlendirilmektedir.

Raporda belirtildiği gibi dünya denizcilik sektörü ülkelerin dünyaya açılımını sağlayan en önemli sektörlerden biridir. Dünya deniz ticaret hacmindeki artışlar ve uluslararası kurallarda getirilen yenilikler nedeniyle dünya gemi inşa sanayisinde büyük bir canlılık yaşanmaktadır. Dünya gemi inşa piyasasındaki gelişmelere paralel olarak ülkemiz ve tersanelerimiz kaliteli işçilik, Avrupa’ya yakınlık gibi nedenlerden dolayı cazibe merkezi olmuştur.

Türk tersanelerindeki büyümenin tek sebebi, küresel gelişmeleri yakından takip eden ve yatırımını ona göre düzenleyen girişimciler, yani tersanecilerdir. On sene öncesine kadar sadece iç piyasaya gemi yapan bu sektör son altı yedi senedir dünyaya entegre olmuş ve yabancı armatörden sipariş almıştır.

Bu Hükûmetin “Türk gemi inşa sektörünü destekledim.” diyebileceği tek konu muhtelif bölgelerde yer tahsisi yapmasıdır. Kısaca, gecekondu mantığıyla tersane yeri belirleme anlayışı devam etmektedir. Daha önce de dile getirdiğim gibi, ülkemizde üç bölgede, büyük alanlarda, arkasında yan sanayiyi, lojmanları ve sosyal tesisleri de içeren tersaneler bölgeleri belirlenmelidir. Hedef bu olmalı ve büyük düşünülmelidir.

Uygulanmakta olan politikalar nedeniyle, raporda da belirtildiği gibi, yerli armatörümüz yurt dışı tersanelere yönelmiştir. Bu armatörlerimizin yurt dışına verdikleri siparişler Nisan 2008 itibarıyla 300 adet gemi ve toplamda 15 milyon 700 bin DWT’a ulaşmıştır. Bu rakam Türk gemi inşa sanayisinden asgari 10 kat büyüktür.

14 Ocak 1982 tarihli, 2581 sayılı Deniz Ticaret Filosunun Geliştirilmesi Hakkında Kanun ile yenilenen filomuz artık yaşlanmıştır. Sayın Bakanın, tersaneleri kapatma söylemi yerine, yaşlanan filomuzun yenilenmesi için Türk tersanelerini adres göstermesi gerekirdi. Tersanelerde alt işveren olmadan kısa zamanda üretim yapılmasının ve dünyayla rekabet edilmesinin mümkün olmadığını herkesin bilmesinde büyük yarar vardır. Alt işverenlik uygulamasına olan gereklilik konusunda tüm kesimler hemfikirdir ancak Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığı, kendisini sorumluluktan kurtarmak adına, 27 Eylül 2008 tarihinde Alt İşverenlik Yönetmeliği hazırlamıştır. Bu yönetmelikle “Asıl iş taşerona verilmeyecektir.” hükmü getirilmiştir. Yani tersanelerde asıl iş olan sac işleme taşerona verilemeyecektir. Söz konusu yönetmelik hazırlanırken, asıl işi çöp toplama ve temizlik olan belediyelerin çöp toplama ve temizlik hizmetlerini alt işverenlere, yani taşeronlara devretmesi göz ardı edilmiş, sanki tersaneler hedef alınmıştır. Hükûmet olarak, belediyelerin, asıl işlerini taşeronlara devretmesini hoş görmek, tersanelerin taşeron çalıştırmasını engellemek ve yasaklamak hangi akla, hangi hukuka uygun bir davranıştır bunu anlamak mümkün değildir ve bu uygulamadan vazgeçilmelidir.

Değerli milletvekilleri, dünyadaki mali kriz, küresel gelişmeler ve ardından da Sayın Bakan tarafından yapılan “tersaneler kapatılmalı” söylemi sebebiyle sektör maalesef bitirilme noktasına gelmiştir. Sayın Bakanın bu söyleminden sonra Türk tersanelerine gelen sipariş sayısı sadece on ikidir. Başka bir deyişle bu durum, en geç bir sene içerisinde Türkiye’de batan tersaneler olacağının işaretidir.

Şimdi, Sayın Bakanımıza sormak lazım: Tuzla tersaneler bölgesi kalktığında yeni kurulacak tersane alanlarında kaza olmayacağını taahhüt edebilir mi? Tuzla’daki tersanelerin kapatılmasıyla işsiz kalacak işçiler için Hükûmetin ve Sayın Bakanın alternatif istihdam projesi var mıdır? Yoksa, bu insanlarımız da işsizler ordusuna dâhil mi edileceklerdir?

Değerli milletvekilleri, elektriğe yüzde 60 zam, doğal gaza yüzde 50 zam yapılan bir ülkede istihdam sağlayarak sanayicilik yapanlara devletin sahip çıkması, desteklemesi gerekmektedir. Bu sektör, arkasında devlet desteği olmadan kendini tek başına dünyaya kabul ettiren, Avrupa Birliğine  ülkesinden önce giren bir sektördür. Türk gemi inşa sektörünün asıl yönlendireni veya asıl sorumlusu Ulaştırma Bakanlığıdır. Sektörle dolaylı iyi ilişkisi olan tüm bakanlar olumlu veya olumsuz yorum yaparken, Sayın Ulaştırma Bakanınca gerekli açıklamalar yapılmamış, sektör sahipsiz bırakılmıştır.

Sayın Bakanım, Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; Tuzla’da bu tip hadiselerin yaşanmasını gerçekten istemiyorsak ve bunlara önemli bir çözüm bulmak gibi bir gayemiz varsa, bana göre burada yapılması gereken tek şey vardır: Tuzla’da bulunan mevcut havuzların ve tamir-onarım ihtiyaçlarının bir başka bölgede yeniden bir alan tahsis edilmek suretiyle -tamir ve onarımı, havuzları dışarıya çıkardığınız takdirde bu olayların hiçbir tanesi olmayacaktır- sadece ve sadece Tuzla tersaneler bölgesinde yeni gemi inşa ettiğiniz takdirde bu problemler yaşanmayacaktır. Bunları da göz ardı etmemenin doğru olduğu kanaatindeyim.

Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; şekli ve nedeni ne olursa olsun iş kazalarındaki ölümleri kabullenmek mümkün değildir. Ancak unutulmamalıdır ki her türlü tedbiri alsanız, her çalışanın başına bir iş güvenlikçi koysanız da kaza olmayacak anlamına gelmez. Elbette dileğimiz sıfır iş kazasıdır, çalışmalar bu doğrultuda yapılmalıdır.

Bu rapordan kamunun ve özel sektörün önemli dersler çıkaracağı kanaatindeyim. Bu raporun Türk gemi inşa sektörüne, ekonomimize ve büyük Türk milletine hayırlı, uğurlu olmasını diliyor, yüce heyetinizi saygılarımla selamlıyorum. (MHP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – Teşekkür ediyorum Sayın Torlak.

Sayın milletvekilleri, gemi inşa sanayisindeki iş güvenliği ve çalışma şartları sorunlarının araştırılarak alınması gereken önlemlerin belirlenmesi amacıyla kurulan Meclis Araştırması Komisyonu Raporu üzerindeki genel görüşme tamamlanmıştır.

Şimdi, 2’nci sırada yer alan, Bursa Milletvekili İsmet Büyükataman ve 29 milletvekilinin, Aydın Milletvekili Ahmet Ertürk ve 20 milletvekilinin, Bursa Milletvekili Ali Koyuncu ve 19 milletvekilinin, Balıkesir Milletvekili Ahmet Edip Uğur ve 23 milletvekilinin ve Muğla Milletvekili Gürol Ergin ve 24 milletvekilinin önergeleri üzerine, zeytin ve zeytinyağı ile diğer bitkisel yağların üretiminde ve ticaretinde yaşanan sorunların araştırılarak alınması gereken önlemlerin belirlenmesi amacıyla Anayasa’nın 98’inci, İç Tüzük’ün 104 ve 105’inci maddeleri uyarınca kurulan (10/27, 34, 37, 40, 102) esas numaralı Meclis Araştırması Komisyonu Raporu üzerindeki genel görüşmeye başlıyoruz. 

2.- Bursa Milletvekili İsmet Büyükataman ve 29 Milletvekilinin, Aydın Milletvekili Ahmet Ertürk ve 20 Milletvekilinin, Bursa Milletvekili Ali Koyuncu ve 19 Milletvekilinin, Balıkesir Milletvekili A. Edip Uğur ve 23 Milletvekilinin ve Muğla Milletvekili Gürol Ergin ve 24 Milletvekilinin, Zeytin ve Zeytinyağı ile Diğer Bitkisel Yağların Üretiminde ve Ticaretinde Yaşanan Sorunların Araştırılarak Alınması Gereken Önlemlerin Belirlenmesi Amacıyla Meclis Araştırması Açılmasına İlişkin Önergeleri ve Meclis Araştırması Komisyonu Raporu (10/27, 34, 37, 40, 102) (S. Sayısı: 296) (x)

BAŞKAN – Komisyon ve Hükûmet? Yerinde.

Komisyon raporu 296 sıra sayısıyla bastırılıp dağıtılmıştır.

İç Tüzük'ümüze göre, Meclis araştırması komisyonunun raporu üzerindeki genel görüşmede ilk söz hakkı önerge sahibine aittir. Daha sonra, İç Tüzük'ümüzün 72'nci maddesine göre siyasi parti grupları adına birer üyeye, şahısları adına iki üyeye söz verilecektir. Ayrıca, istemleri hâlinde Komisyon ve Hükûmete de söz verilecek, bu suretle Meclis araştırması komisyonu raporu üzerindeki genel görüşme tamamlanmış olacaktır.

Konuşma süreleri, Komisyon, Hükûmet ve siyasi parti grupları için yirmişer dakika, önerge sahipleri ve şahıslar için onar dakikadır.

Rapor üzerinde söz alan sayın milletvekillerin isimlerini okuyorum: Bursa Milletvekili Kemal Demirel, Aydın Milletvekili Ahmet Ertürk, Bursa Milletvekili Ali Koyuncu, Balıkesir Milletvekili İsmail Özgün, Aydın Milletvekili Ali Uzunırmak.

Gruplar adına şu ana kadar intikal eden talepler: Cumhuriyet Halk Partisi Grubu adına Balıkesir Milletvekili Ergün Aydoğan, Milliyetçi Hareket Partisi Grubu adına Bursa Milletvekili İsmet Büyükataman.

Komisyon ve Hükûmetten söz talebi henüz intikal etmemiştir.

Şahısları adına: Manisa Milletvekili Mustafa Enöz, Hatay Milletvekili İzzettin Yılmaz.

Bu milletvekillerimiz bulunamaz ise, Şanlıurfa Milletvekili Ramazan Başak, Sakarya Milletvekili Ayhan Sefer Üstün konuşacaklardır.

Evet, ilk söz önerge sahibi olarak Sayın Kemal Demirel’e aittir.

Sayın Demirel, buyurun efendim. (CHP sıralarından alkışlar)

KEMAL DEMİREL (Bursa) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; hepinizi en içten sevgi ve saygıyla selamlıyorum.

                      

(x) 296 S. Sayılı Basmayazı Tutanağa eklidir.

Zeytin ve zeytinyağı ile diğer bitkisel yağların üretiminde ve ticaretinde yaşanan sorunların araştırılarak alınması gereken önlemlerin belirlenmesi amacıyla Anayasa’nın 98 ve İç Tüzük’ün 104 ve 105’inci maddeleri uyarınca açılmış olan Meclis Araştırması Komisyonu çalışmalarını tamamlamış ve raporunu Meclise sunmuştur. Ben de bu Komisyonun üyesi olarak ve önergeye imza atan bir milletvekili olarak huzurlarınızdayım.

Değerli arkadaşlar, bu Komisyonumuz üç dört aylık bir çalışma sonucu hazırladığı Rapor’u Meclise sundu ve bu Rapor bugün de konuşulacak ve kabul edilecek, onu biliyoruz. Ama önemli olan, bu Komisyonun öncelikli olarak kurulma amacı zeytin ve zeytinyağıyla olması lazımdı fakat diğer yağlar da girdi ve böyle bir tablo ortaya çıktı. Çünkü her iki yağ grubunun birbirinden farklı olduğunu, farklı özellikler taşıdığını bilerek bu konuya girmek istiyorum.

Zeytinyağı, özellikle ülkemiz açısından stratejik özelliği olan bir ürün. Böyle bir ürünün hak ettiği yere gelmesi noktasında herkes üzerine düşeni layıkıyla yapmalı diye düşünüyorum. Çünkü zeytin, aynı zamanda insan vücudu için de ilaç özelliği taşıyan önemli bir hammadde. Bu noktada, zeytin ve zeytinyağının ülkemizde hak ettiği yere gelmesi noktasında kurulan komisyonlar ciddi çalışmalar yapıyorlar. Geçen dönem de komisyon bir rapor hazırlamış, ne yazık ki seçimler geldiği için bu raporlar Mecliste görüşülememiş ve raflarda kalmıştı ama bu dönem komisyon görevini yaptı, raporları hazırladı ve Meclise getirdi. İnanıyorum ki Meclis de bu Komisyon Raporu’nun ortaya koymuş olduğu gerçekleri, ortaya koymuş olduğu tabloyu hayata geçirmesi noktasında Hükûmetin ve Bakanlığın -bakanlıkların diyeceğim çünkü sadece bir bakanlığı ilgilendirmiyor, Tarım Bakanlığını, Maliye Bakanlığını, Sanayi Bakanlığını, Sağlık Bakanlığını ilgilendiren bir konuda- gerekli hassasiyeti göstermesini istiyorum.

Bu Meclis dönemi açıldığı zaman Sayın Başbakana soru önergesi vermiştim. Bizzat da Başbakanın bu işin içerisinde olmasını ve gereken hassasiyeti göstermesini beklemiştim. Çünkü zeytin ve zeytinyağı konusu da ve diğer yağlar konusu da sadece bakanlıkları değil Hükûmeti de direkt ilgilendiren önemli bir konu.

Değerli arkadaşlar, bizim, ülke olarak ham yağ ithalatında verdiğimiz, dışarıya ödediğimiz para 2007 yılında 1,7 milyar dolar. Yani dışarıya verdiğimiz para 1,7 milyar dolar. Eğer biz çok ciddi, geçerli, tutarlı tarım politikalarımızı oluşturabilmiş olsaydık, millî, ulusal politikalarımızı hayata geçirebilmiş olsaydık biz yağ konusunda dışarıya 1,7 milyar dolar ödemeyecektik. Kaldı ki bu seneki rakamlarla, doların da yükselişini göz önüne alırsak, 2 milyar doları aşkın bir para dışarıya gidecek. Eğer bu para dışarıya gitmemiş olsaydı, bugün ektiği ürünün karşılığını alamayan -evine, aşına, çoluğuna çocuğuna- hak ettiği parayı kazanmak için mücadele veren çiftçilerimiz o 2 milyar doları kendi ceplerinde görmüş olacaklardı. Yani çok ciddi, tutarlı, geçerli millî tarım politikası oluşturulamamasının faturası 2 milyar dolar dışarıya giden para olarak karşımızda.

Onun için, bu komisyonlar ciddi araştırmalar yapıyorlar, ciddi raporlar hazırlıyorlar; bürokrasi katkısını sağlıyor; işte güneydoğusu, Marmara’sı, Ege’si dolaşılıyor, tarlalara gidiliyor; toplantılar yapılıyor ve kitap hâlinde buraya getiriliyor ve burada kabul edildikten sonra eğer bu raporlar hayata geçirilmezse, bu raporlardaki gerçeklerin hayata geçirilmesi için mücadele verilmezse emekler ne olacak?

O kadar insan konuştu, o kadar çiftçi konuştu, sanayici konuştu, üretici konuştu. O insanlar, Meclisten, umutla yapılan çalışmanın neticesinin alınmasını bekliyorlar. Parlamentonun görevi de bu değil mi? Yani Parlamentonun görevi, kendisine aktarılan sorunların çözülmesi için mücadele etmek değil mi? Eğer bunları yapmıyorsak, o zaman bizim milletvekili olarak görevimizi yapmamış gibi bir tablo ortaya çıkıyor. Milletvekilinin görevi halkın vermiş olduğu oyun gereğini yerine getirmektir. O da nedir? Ağlayan çiftçinin yüzünü güldürmektir, umutla bekleyen köylüye sahip çıkmaktır. Onun da yolu çok basit: Ağlayanı görmektir, ağlayanı dinlemektir, ağlayanın sesine kulak tıkamak değil, kulağını ve gözünü, yüreğini açmak demektir. Komisyonlar bunun için kuruluyor, sorunlar bunun için var ve bu sorunları çözmek için de Parlamentonun da görevi bu.

Ben buradan konuşurken… Milletvekillerimizle beraber Komisyon olarak dolaştık. Köylüler bu kürsüye gelip konuşamıyor, çiftçi bu kürsüye çıkıp konuşamıyor; köylü Ahmet ağa, Mehmet ağa, Hatice anamız, Ahmet dedemiz burada konuşamıyor. Kim konuşuyor? Onun vekili konuşuyor. O zaman, vekil, köylü gibi konuşacak ve köylünün derdini buradan anlatacak. O zaman köylü “İşte benim vekilim kürsüde, ben yokum ama benim vekilim kürsüde.” diyecek. Onun için, bu kürsüden biz konuşurken, bu kürsüden onların dertlerini dile getirirken siyasi parti ayrımı yapmaksızın, komisyonun tespit etmiş olduğu konuların bu Parlamentoda konuşulup, sonuç alınmasını bekliyor. Birçok rakamlar var, o rakamları konuşabiliriz, anlatabiliriz ama köylü şunu söylüyor: “O rakamları bir kenara bırakın. Benim ürettiğim ürün, kara zeytinim, benim karabasanım mı olacak, yoksa benim umudum mu olacak? Benim ektiğim ürün para edecek mi, etmeyecek mi? Gübre fiyatları artıyor, ilaç fiyatları artıyor, mazot artıyor, yevmiye artıyor, ama benim ektiğim, yetiştirdiğim zeytinin fiyatı artmıyor, tam tersine, geriye gidiyor. Bu ne yaman çelişki?” Bu ne yaman çelişki? Evet, böyle bir çelişkili tabloyla karşı karşıyayız ve o insanlar bizden umut bekliyorlar.

Bugün, yine, aldığımız bilgiler, Bursa bölgesinde, Marmara Bölgesi'nde 100 bin ton civarında rekoltenin olabileceği yönünde. Marmara Birlik’in alabileceği kapasite belli, 35 bin ton civarında. Eğer, tüccar da gereken hassasiyeti gösterip buralara girmezse ürün ne olacak? Çiftçinin topladığı ürün ne olacak? O ürünü kim alacak? Burada Toprak Mahsulleri Ofisi fındıkta devreye girebiliyor ama zeytinde girebilecek mi? Yani zeytini kaderiyle baş başa mı bırakacağız? Marmara Birlik’in karşısında, tüccar karşısında kaderiyle baş başa mı bırakacağız? Hayır. Devletin görevi çiftçiyi kaderiyle baş başa bırakmak değil. Devletin görevi üretenin yanında yer almaktır, hükûmetin görevi üretenin yanında yer tutmaktır. Onun da yolu çiftçinin sahipsiz olmadığını ortaya koyan politikalardan geçer.

Çiftçilerimizin borçlarını anlatmaya gerek yok, söylüyorlar: “Biz borcumuzu borçla kapatıyoruz. Bir bankadan alıyoruz, ödeyemiyoruz, diğer bankadan alıyoruz, o aldığımızla diğer bankanın borcunu ödüyoruz.” O anlamda, ziraat odalarının bana aktardığı bilgiler, bu konuda gerekli girişimlerde bulunup, bir yıl, ana paraların değil de faizlerin ödenmesinin yolunu açabilmek. Bu bir yıl ana paraların ötelenmesini bekliyorlar. Yani ziraat odalarının görüşleri o, o çerçevede.

Birkaç rakam verirsem… Bakın çok ilginç tablolar var. Yani geçen sene Ekim 2007’de yüzde 33’lük amonyum nitratın fiyatı 386 lira iken bu sene 845 lira. Yani yüzde 119 zam var. Çok rakam var ama ben rakamlarla meşgul etmek istemiyorum. Yani burada çiftçinin tarlasında kullandığı gübre yüzde 100’leri aşacak ama ürettiği ürün yüzde 100’leri aşamayacak, tam tersine geriye gidecek! Ondan sonra diyeceğiz ki çiftçimize: “Sen güler misin.” Nasıl gülecek? Hani çiftçimiz Türk milletinin efendisiydi, Atatürk’ün dediği gibi. Efendiye gereken önemi vermenin yolu ektiği ürüne sahip çıkmaktır.

Bugün bizim çiftçimiz Avrupa’daki çiftçiyle karşılaştırıldığı zaman en az desteği alan çiftçidir. Avrupalı, Amerikalı kendi çiftçisine sahip çıkıyor. Biz bunu yapamıyorsak, ondan sonra… Biraz evvel Sayın Tarım Bakanı konuşuyordu: “Bizdeki gübre artışları 4 misli oluyor ama Avrupa’da 7 misli, 10 misli artıyor.”

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN – Sayın Demirel, konuşmanızı tamamlayınız.

Buyurun efendim.

KEMAL DEMİREL (Devamla) - Ama Sayın Bakana sormak lazım: Bizde 4 misli arttı, orada 7 misli, Avrupa’daki çiftçi ne kadar destek alıyor? Onları da söylemek lazım. Onlar gereken her türlü desteği alıyorlar. O yüzden, Türkiye’nin ayağa kalkmasının yolu üretime sahip çıkmaktır. Türkiye’yi güldürmenin yolu ağlayan köylüye sahip çıkmaktan geçer. Eğer ağlayan köylüyü güldüremezseniz inanın Türkiye’yi güldüremezsiniz.

Bu noktada ben hazırlanan bu Komisyon Raporu’nun hayata geçmesi için bu Komisyon Raporu’nun da yaptırım gücünün olmasını istiyorum. Üstüne basa basa söylemek istiyorum. Eğer Komisyonun almış olduğu görüşlerin yaptırım gücü yoksa o zaman komisyonları kurmaya da gerek yok arkadaşlar. Niye komisyonları kuruyoruz? O komisyonların almış olduğu kararlar uygulansın diye. Bu noktada Türkiye’nin zeytin ve zeytinyağı konusunda ciddi, tutarlı, ulusal bir politikası olmadan bu sorunların çözümlenemeyeceğini biliyorum.

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

KEMAL DEMİREL (Devamla) – Teşekkür için… Bağlayacağım.

O yüzden, bu raporun mutlaka hayata geçirilmesi ve umutla bekleyen -şu anda bu ülkede ekonomik kriz var ama yıllardan beri köylümüzün ekonomik krizi var- bu köylümüzün ekonomik krizinin ortadan kalkması noktasında Komisyona ve Meclise düşen görevi layıkıyla yerine getirirsek inanıyorum ki o insanlar da bize teşekkür edeceklerdir diyorum.

Hepinize sevgi, saygı ve selamlarımı sunuyorum. (CHP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – Teşekkür ederim Sayın Demirel.

Önerge sahipleri adına ikinci konuşmacı Aydın Milletvekili Ahmet Ertürk.

Sayın Ertürk, buyurun. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)

AHMET ERTÜRK (Aydın) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; zeytin ve zeytinyağı konusunda bazı milletvekili arkadaşlarımızla beraber biz de önerge vermiştik. Bu güzel ürünün, gerçekten bu kutsal meyvenin sorunlarının araştırılarak çözüm yollarının ortaya konulması yönünde daha pek çok milletvekilimizin verdiği önergeler birleştirilerek Mecliste bir araştırma komisyonumuz kuruldu ve bu Araştırma Komisyonumuzun kurulmasından sonra gerçekten güzel çalışmalar yapıldı ve bu çalışmalarla, inşallah, ürettiği bu güzel ürünle bu toplumu besleyen ve doyuran değerli zeytin üreticilerimiz hak ettikleri beklentilerine kavuşacaklar ve bu ürünü daha fazla alanda üretmeye devam edecekler.

Değerli milletvekilleri, biliyorsunuz, zeytin, daha çok Akdeniz Bölgesi’nin klasik ürünlerinden birisi ve ülkemizde de Akdeniz Bölgesi şeridinde, işte Bursa, Çanakkale illerimizden, yukarıdan başlayıp Marmara’dan Ege’ye doğru devam eden ve Akdeniz Bölgemizden de Güneydoğu Anadolu’muza doğru olan arazi bölgesinde, iklim bölgesinde yetişen, çeşitli türleri olan, pek çok yerde yağlık, pek çok yerde de sofralık olarak yetiştirilebilen güzel bir ürün.

Şimdi, bu ürünümüzün öncelikle pek çok sorunu var. En güzeli de bu sorunları aşma konusunda öncelikle bir reklam veya bu ürünü tanıtma konusunda pek çok eksikliğimizin olduğunu bu Komisyonda gördük. Belki zeytin üreten bölgelerdeki insanlar günde 20 kilo yağ tüketirken Türkiye ortalamasına baktığımızda ancak 1 kilogram yağ tüketildiğini görüyoruz. Demek ki daha Anadolu’muzun pek çok yerinde zeytinyağı tüketiminde beklenen rakama ulaşılamamış. Pek çok yerlerde var yılı-yok yılını tespit ettik. Tabii, var yılı-yok yılı artık olmaması lazım. Bütün dünyada bir yıl yüzde 60, bir yıl yüzde 40 nispetinde, ama her sene var olan bir ürün.

Değerli milletvekilleri, Sayın Başkanım; öncelikle Meclisimizden çıkan Üretici Birlikleri Kanunu çerçevesinde Ulusal Zeytin ve Zeytinyağı Konseyimiz kuruldu ve şu anda bu konseyimiz çalışmalarına devam ediyor ve ilgili Bakanlıklara önerilerini ve projelerini sunuyor. Ama bunun yanında bu Komisyon daha kapsamlı çalıştı; daha farklı alanlarda, fidanından üretiminin son aşamasına kadar bütün konuları takip etti.

Şimdi beklentiler var, mevcut talepler var, bir de olanlar var. Şimdi, memleketimizde aşağı yukarı 140 milyona yaklaşan bir zeytin ağacı varlığını görüyoruz. Bizim Hükûmetimiz iktidara geldiğinde mevcut zeytin ağacımız yaklaşık 100 milyon adet civarındaydı, uzun yıllardan beri 100 milyon adet, ama AK PARTİ’nin iktidar olduğu bu beş yıllık zaman diliminde 40 milyon adet. Bu neden kaynaklandı? Öncelikle Hükûmetimiz fidan desteğini ortaya koydu. Fidan desteği marifetiyle bu zeytin yetişen bölgelerimizde 40 milyon adet zeytin fidanı dikildi ve bu fidanlar yavaş yavaş artık önümüzdeki yıldan itibaren ürün vermeye, bu ağaçlarımız da mahsuldar olmaya başlıyorlar. Bunun dışında, kırsal kalkınma desteklerimizle gene Tarım Bakanlığımız bu ürünü desteklemeye devam ediyor.

Tabii, beklentiler de var, ama şunlar yapılmıştı: Mesela, damlama sulama projeleriyle, yüzde 50 hibeyle, sulanamayan zeytin bölgelerindeki zeytin ağaçlarımızın sulandığını gördük. Böylece verim neredeyse iki katına yükseliyor. Tabii, sulanmayan bir ağaçtan beklenen verim ile sulanan bir ağaçtan… Hele damlama sulamayla, artık, ileri teknolojiyle ve bilimsel yöntemlerle ve masrafların da, yapılan maliyetin yüzde 50’sini de hibe olarak veren Hükûmetin katkılarıyla, ağaçlarımız daha verimli ve her yıl da mahsul veren hâle gelebiliyor.

Ayrıca, paketleme ve ambalajlama destekleri, gene kırsal kalkınmada, zeytinyağını üreten veya sofralık zeytini mamul hâle getiren insanlarımız, çiftçilerimiz, tüccarlarımız, tacirlerimiz, ihracatçılarımız, iş adamlarımız yaptıkları tesislerin yüzde 50’sini gene hibe olarak alabiliyorlar. Böylece, paketleme ve ambalajlama, markalı hâle getirilmiş ürünlerle, ürünlerimizi hem iç piyasada hem de dünya pazarlarında daha iyi fiyatlarla satma imkânı ve fırsatı buluyoruz.

Ayrıca bunun yanında, eski teknolojiyle üretim yapan, mesela üç fazlı üretimle imalatını yapan zeytinyağı fabrikaları teknoloji yenileme… Mesela şu anda, sadece benim ilimde, Aydın’da otuz sekiz tane zeytinyağı fabrikamız kırsal kalkınmaya müracaat etmiş durumda, teknoloji yenileme konusunda, burada da yüzde 50 hibe destekler var.

Gene ürünün ihracatında navlun ve depo destekleri, ayrıca ambalajlı ürün destekleri, Tarım Bakanlığımız ve ihracatla ilgili Bakanlığımız, Hazinemiz tarafından destekleniyor. Türk malı ambalajlı, “Türkiye’de üretilmiştir” ve belli bir patent almış, lisans almış markamız yazıldığı takdirde ürüne, zeytinyağında 1 tonda 500 dolar, zeytinde de 225 dolar -sofralık zeytinde de- ihracat desteği verilmektedir. Bunun yanında, zeytinyağına 200 bin liralık veya şimdiki YTL’mizle 20 yeni kuruşluk prim desteği, 3 lira 35 kuruşluk da mazot ve gübre desteği ödenmektedir.

Bu tespitlerimiz, yaptığımız çalışmalar sonunda, çiftçilerimiz tarafından, artan gübre ve mazot fiyatlarına göre biraz daha artırılması, prim desteğinin, örneğin 50 yeni kuruşa çıkarılması gibi ve kırsal kalkınma desteklerinin de sürdürülmesi yönünde pek çok talep almış bulunmaktayız.

Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; bir de en önemli tespit ettiğimiz sorunlardan birisi de karasu meselesiydi. Zeytin sıkıldıktan sonra, üç fazlı sistemlerde, fazın birisinden zeytinyağı çıkıyor, birinden karasu çıkıyor, birinden de pirina, yani küspe dediğimiz pirina çıkıyor. Bu pirina tekrar değerlendiriliyor, yakacak olarak da kullanılabiliyor, içinden pirina yağı çıkarılıyor. Ama karasu şu anda bir sorun olarak önümüzde duruyor. Komisyonumuz bu konuda pek çok uzmanı dinledi, pek çok bilimsel kurum ve kuruluşun teknik adamlarını, üniversitelerin değerli elemanlarını dinledi. Bunlarla ilgili gerekli çalışmalarımızı raporlarımıza yazdık ve şunu gördük ki İspanya’da –dünyada en büyük zeytin üreten ülke İspanya- şu anda yüzde 95’e varan nispette artık iki fazlı sistem kullanılıyor yani zeytin sıkıldıktan sonra bir taraftan zeytinyağı çıkıyor bir taraftan da içinde karasu olan pirina çıkıyor. Şimdi bizim bunu yapmamız lazım.

Bilimsel araştırmalara göre pek çok yerde arıtma tesisleri var, pek çok yerde de yavaş yavaş iki fazlı sisteme dönüş var. İspanya yüzde 95 nispetinde iki fazlı sisteme dönmüş. Yunanistan ve İtalya -bunlar bizden daha önde olan, daha çok zeytin ağacı olan ülkeler. Türkiye’miz dördüncü sırada şu anda- da yavaş yavaş yüzde 50 nispetinde iki fazlı sisteme dönmüş durumda. Şimdi, bizler de bu Komisyon Raporumuzda bu konuyu iyice irdeledik ve ülkemiz için gerçekten en doğru yöntemin, Hükûmetimizin verdiği kırsal kalkınma destekleri… Teknolojilerin, zeytinyağı fabrikalarındaki teknolojinin yenilenerek iki fazlı sisteme dönülmesi yönünde öneri ve düşüncelerimizi ortaya koyduk.

Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; tabii burada ekstraksiyon işlemi yapılması lazım, bir de dekantör değişikliği ile bu sistem çok fazla ve büyük, aşırı maliyetlere gereksinim kalmadan yapılabiliyor. Ancak pirinayı işleyecek ve değerlendirecek olan tesislerin kurulması lazım. Bu tesisler de ülkemizde çok fazla değil.

Bir başka çalışma, ARGE çalışmalarının yeterli olmadığını gördük. Lisanslı depoculuk yönünde Hükûmetimizin başlattığı çalışmaların daha da geliştirilmesi ve mutlaka zeytinyağının ürünün hasat zamanında değil bütün yıla yayılabilecek bir şekilde çalışmaların sürdürülmesi gerektiği konusunda bilhassa tarım birliklerine verilen desteklemelerin artık daha fazla birliklerin gayretli çalışmalarıyla lisanslı depoculuğun hayata geçirilerek ürün zamanında çiftçilerimizin ürünlerinin bir anda pazarda bol, arz talep dengesine göre fazla arz edilen ürünlerin fiyatlarının düşmesine mâni olunması gerekiyor.

Sayın Başkan, değerli milletvekilleri, ayrıca bu Komisyonumuzda bir de biz kanun teklifi hazırladık. Beraberce Komisyonu oluşturduğumuz diğer partilerden olan, iktidar ve muhalefet partilerinden olan milletvekili arkadaşlarımızla ve Komisyon Başkanımızla beraber -uzmanlarımızla gene- güzel bir çalışma yaptık. Bu çalışmada bozuk baltalık orman alanlarında, piynar, kayıtlık, çalılık gibi alanlarda delicesi yetişen ancak aşılandığı zaman mahsuldar hâle gelebilen, işte, zeytin gibi, çitlembik gibi, keçiboynuzu gibi pek çok meyveli ağacın da bu alanlara dikilebilmesi yönünde kanun teklifimiz Büyük Millet Meclisi Başkanlığımıza verildi ve inşallah…

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN – Buyurun Sayın Ertürk, konuşmanızı tamamlayınız.

AHMET ERTÜRK (Devamla) - …kısa zamanda Meclisimizin huzuruna gelerek bu kanun teklifimizin yasalaşmasını…

Ayrıca, gene bir ikinci maddede de “tağşiş” dediğimiz karıştırma yöntemiyle yani hile hurda işinin de artık ortadan kaldırılması ve ağır müeyyidelerle, cezalarla, bu işi yapan, zeytini, zeytinyağını başka yağlarla karıştıran insanların da bu konuda cezalandırılması ve bu caydırıcı bir unsur olması yönünde çalışmalarımızı bir kanun teklifiyle de ortaya koyduk.

Ayrıca, havza destekleri yönünde de açığını gördüğümüz ve gerçekten 1,7 milyar dolarlık bir ithalata sebep olan yağlı tohumlar açığında da mutlaka havza desteklerinin geliştirilerek pamuk bölgelerinde pamuğun daha fazla desteklenmesi, ayçiçeği bölgelerinde ayçiçeğinin daha fazla desteklenmesi, mısır bölgelerinde de mısır ürününün daha fazla desteklenmesi yönünde -çünkü Hükûmetimiz hem pamuğu hem ayçiçeğini hem de mısırı primle destekliyor- bu primlerin havzalara göre farklılaştırılması yönünde pek çok çalışmalar yaptık.

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

AHMET ERTÜRK (Devamla) - Bu çalışmaların hayırlı olmasını diliyorum ve bu çalışmamızın sonucunda ortaya çıkan raporumuzun, ürettiği ürünlerle bu toplumu besleyen ve doyuran değerli çiftçilerimize yararlı çalışmalara vesile olması temennisiyle yüce heyetinizi saygıyla selamlıyorum. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – Teşekkür ederim Sayın Ertürk.

Önerge sahipleri adına üçüncü konuşmacı Bursa Milletvekili Ali Koyuncu.

Sayın Koyuncu, buyurun efendim. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)

ALİ KOYUNCU (Bursa) – Sayın Başkan, çok değerli milletvekili arkadaşlarım; zeytin, zeytinyağı ile diğer bitkisel yağların üretiminde ve ticaretinde yaşanan sorunların araştırılması için kurulan Meclis Araştırması Komisyonu ve hazırlamış olduğu 296 sıra sayılı Rapor’u üzerine söz almış bulunmaktayım. Konuşmama geçmeden önce Genel Kurulu saygıyla selamlıyorum.

Sayın Başkan, değerli milletvekili arkadaşlarım; tarım ve çiftçi bizim önceliklerimizdendir. Onların meselesi bizim meselemizdir, onların mutluluğu bizim mutluluğumuzdur. Bu çerçeve içerisinde çiftçi kardeşlerimizin mutlu olması için işte bu sektörde kanunu olmayan bir kanunu, Tarım Kanunu’nu da bu dönemde bu çiftçi kardeşlerimizin mutluluğu için çıkarmış bulunuyoruz.

Ayrıca, yine, 2,7 milyar dolar civarında, yüzde 180’lerle, yüzde 190’larla temerrüt faizleriyle karşı karşıya kalan çiftçilerimizin 1,7 katrilyon liranın silinmesi, geri kalan borçlarının da üç yıla taksitler hâlinde bölünmesi, bunun akabinde de, tabii ki, toprak reformunun yapılması, daha sonra da birim alandan hem zeytin üreticilerimizin daha fazla ürün elde etmesi, ürün maliyetlerinin düşürülmesi, kârlılıkların artırılması noktasında da beş yıl sıfır faizli kredilerin verilmesi de “Tarım ve çiftçi bizim önceliklerimizdendir.” dediğimizin kanıtıdır.

Sayın Başbakanımızın da dediği gibi, tarımı kalkındırmadan ülkeyi kalkındıramayız. Bizler de bu hedef doğrultusunda çalışıyoruz, hangi bölgede çiftçilerimizin hangi sorunu var hepsini biliyoruz. Bu sıkıntıları çözmek için de çalışıyor, çözüm üretiyor, ortak akıl arıyoruz. İşte bu amaçlarla komisyonlar kurulması için de önergelerimizi veriyoruz, çalışmalarımızı yapıyoruz. Sorunların tespit edilmesi, sorunların çözülmesi noktasında da gayretli bir çalışma içerisindeyiz.

Sayın Başkan, değerli milletvekili arkadaşlarım; 1,7 milyar dolarlık ithalatla, petrolden sonra en çok döviz harcadığımız yağlı tohum ve bitkisel yağlardır. Bu nedenle, hem döviz kaybını azaltmak hem zeytin ve zeytinyağındaki üretim ve kalite miktarını artırmak için Komisyonun hazırladığı rapor çok büyük önem arz etmektedir.

Zeytinciliğin ülkemizdeki mevcut durumu ile dünyadaki yerini tespit ettiğimizde bu alanda dünyada söz sahibi ülkelerden biri olduğumuz ortaya çıkmaktadır. Ülkemizde üretilen toplam zeytinin yaklaşık yüzde 30’u sofralık zeytin olarak işlenmektedir. Ülkemizde 640 bin hektar alanda yaklaşık 150 milyon zeytin ağacı vardır. Tüm tarım alanı içerisinde de zeytin alanı yüzde 2,3’lük bir alana sahiptir. Ülkemizde yaklaşık 400 bin üretici doğrudan, 1,2 milyon tarım işçisi ve 2 milyon kişi dolaylı olarak zeytin sektöründen geçimini sağlamaktadır. 800 bin ton zeytini işleyen 1.100 zeytinyağı üretim işletmesi de bulunmaktadır.

Dünya sofralık zeytin üretimi 1,8 milyon ton, zeytinyağı üretimi ise 2,6 milyon ton seviyesindedir.

Ülkemizde zeytinyağı tüketimi kişi başına 1 kilogram iken Yunanistan’da 21 kilogram, İspanya ve İtalya’da da 10 ila 12 kilogramdır. Mutlaka ve mutlaka zeytinyağı tüketimini artırmamız gerekiyor değerli arkadaşlar.

Ülkemiz, İspanya, İtalya ve Yunanistan gibi önde gelen zeytin ve zeytinyağı üreten ülkelerden birisidir. 400 bin ton sofralık zeytin üretimiyle dünya ikincisi, 800 bin ton yağlık zeytin üretimiyle dünya dördüncüsüdür. 145 bin ton zeytinyağı üretimiyle de dünya beşincisidir. Ülkemiz, toplam zeytinyağı üretiminin yüzde 5’ini, ihracatın ise yaklaşık yüzde 10’unu karşılamaktadır. Toplam zeytinyağı üretimimiz 145 bin ton seviyelerindedir. Zeytinyağı ihracatımız yıllık ortalama 70 bin ton civarındadır. 2006-2007 sezonunda 92 milyon dolarlık zeytinyağı ihracatımız yapılmıştır.

Değerli milletvekili arkadaşlarım, ülkemizde zeytin ve zeytinyağına yapılan destekler nelerdir diye de bir bakmamız gerekiyor. Hükûmetlerimiz döneminde bu alanda neler yapılmıştır, bunlara değinmekte de fayda vardır. 2005 yılından itibaren sertifikalı zeytin fidanına destek verilmeye başlanmıştır. Dekara verilen destek miktarı 2005 yılında 30 YTL iken, 2006 yılında 250 YTL’ye çıkartılmıştır. 2001-2002 yıllarında 3,4 milyon sertifikalı fidan üretiminin 755 bin adedi zeytin iken, 2006-2007 yıllarında ise 46 milyon sertifikalı fidan üretiminin 26 milyonu zeytin olmuştur.

Değerli dostlar, sofralık zeytin için “Made in Turkey”, “Türk Malı” yazan ürünlerde ise ayrıca yine Hükûmetimiz döneminde 2 ila 5 kilogram ambalajlarda ihraç edildiğinde ton başına 125 Amerikan doları, 1-2 kilogramlık ambalajlarda ihraç edildiğinde ton başına 160 Amerikan doları, 1 kilogramlık ambalajlarda ihraç edildiğinde ton başına 225 Amerikan doları destek verilmektedir. Ayrıca 18 kilograma kadar kutulu ambalajlarda ihraç edildiğinde de ton başına 75 Amerikan doları ihracat iadesi ödemesi yapılmaktadır.

Yine aynı şekilde bizim hükûmetlerimiz döneminde zeytinyağına da destek verildi. Yine “Türk Malı” yazan ambalajlarda, 2 ve 5 kilogramlık ambalajlarda ihraç edildiğinde ton başına 175 Amerikan doları, 1-2 kilogramlık ambalajlarda ihraç edildiğinde ton başına 300 Amerikan doları, 1 kilogramlık ambalajlarda ihraç edildiğinde ton başına 500 Amerikan doları ihracat ödemesi yapılmaktadır.

Ülkemiz zeytinciliğindeki sorunların acilen çözüme kavuşturulması için sektörün güçlü örgütlenmeye ihtiyacı vardır. 2006 yılında Hükûmetimiz döneminde çıkarılan 5488 sayılı Tarım Kanunu çerçevesinde ürün konseylerinin kurulmasına izin verilmiş, bu çerçevede zeytinyağıyla ilgili olarak 2007 yılında da Zeytinyağı Konseyi kurulmuştur.

Değerli milletvekilleri, Meclis Araştırması Komisyonu Raporu neler öngörüyor? Her şeyden önce Komisyon olarak çok iyi bir rapor hazırladığımız inancındayım. Bu çerçevede her şeyden önce zeytin stratejik ürün olarak kabul edilmelidir. Gen çalışmaları süratli ve etkin bir şekilde geliştirilmelidir. Zeytin üretiminin yaygın olduğu bölgelerde eğitim kuruluşlarının açılması teşvik edilmelidir. Zeytin ve zeytinyağı sektöründe faaliyet gösteren işletmelere ustalık eğitimi verilmelidir. Çiftçi kayıt sistemi devam etmelidir. Alan bazında zeytin varlığı belirlenmelidir. Zeytin ve zeytinyağı sektöründeki işletmelerin envanteri TÜİK’te toplanmalıdır. Özellikle güneydoğu bölgesindeki yabani zeytinliklerin ıslah edilmesi gerekmektedir. Avrupa Birliğinde olduğu gibi ülkemizde de coğrafi işaretlerin denetlenmesi standartlara uygunluğu onaylanmış kuruluşlar tarafından yapılmalıdır. Gıda kontrolü ve denetimi etkinliği de artırılmalıdır. Tarım ve Köyişleri Bakanlığına bağlı laboratuvarlar arasında online koordinasyon sağlanarak analiz ve metot farklılıkları da giderilmelidir. Taklit ve tağşiş belirlemeye yönelik analiz laboratuvarlarının yapılabilirliği de sağlanmalıdır.

Zeytinyağına diğer yağların karıştırılarak satışının engellenmesi için yapılan denetimler artırılmalı ve etkin olmaları sağlanmalıdır. Denetimler açısından tarım il müdürlükleri arasında standartlar da belirlenmelidir.

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

KADİR URAL (Mersin) – Ali Bey, bir de 2000 yılındaki desteklere gelirseniz, iyi olur. 2000 yılında 28 sent destek vermişiz.

BAŞKAN - Sayın Koyuncu, konuşmanızı tamamlayınız.

Buyurun efendim.

ALİ KOYUNCU (Devamla) -  Komisyonumuz kooperatif ve üretici birlikleriyle ilgili çözüm önerileri de sunmuşlardır. Desteklerin üretici örgütleri aracılığıyla verilmesi sağlanarak hem kayıt dışılık önlenecek hem de birliklere üyelik teşvik edilecektir. Üretici örgütlerine sağlanan muafiyet ve istisnaların genişletilmesiyle üreticilerimizin örgütlenmesi teşvik edilecektir. Üretici-üniversite ilişkileri geliştirilmelidir diyorum.

Konuşmamı tamamlarken, Komisyon Raporu’nun başta zeytin, zeytinyağı üreticilerine olmak üzere bu sektörde faaliyet gösteren herkese hayırlı olmasını diliyor, bu Komisyon Raporu’nun hazırlanmasında ve Genel Kurul gündemine alınmasında emeği geçen herkese teşekkürlerimi sunuyor, Genel Kurula da saygılarımı sunuyorum. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)

BAŞKAN - Teşekkür ederim Sayın Koyuncu.

Saygıdeğer milletvekili arkadaşlarım, çalışma süremizin dolmasına çok az bir zaman kalmıştır. Dolayısıyla, bir diğer önerge sahibinin konuşmasına imkân yoktur.

Sözlü soru  önergeleri ile kanun tasarı ve tekliflerini sırasıyla görüşmek için 22 Ekim 2008 Çarşamba günü, alınan karar gereğince, saat 11.00’de toplanmak üzere birleşimi kapatıyorum.

Hayırlı akşamlar diliyorum.

 

Kapanma Saati: 19.57

Türkiye Büyük Millet Meclisi Resmi internet Sitesi
© 2009 T.B.M.M.