DÖNEM: 23 CİLT: 23 YASAMA YILI: 2 TÜRKİYE BÜYÜK MİLLET MECLİSİ TUTANAK DERGİSİ 119’uncu
Birleşim 18 Haziran 2008 Çarşamba İ Ç İ N D E K İ L
E R I. -
GEÇEN TUTANAK ÖZETİ II. - GELEN KÂĞITLAR III. - YOKLAMA IV. - GÜNDEM DIŞI KONUŞMALAR A)
MİLLETVEKİLLERİNİN GÜNDEM DIŞI KONUŞMALARI 1.- Tokat
Milletvekili Reşat Doğru’nun, Tokat ilinin sorunlarına ilişkin gündem dışı
konuşması ve Çevre ve Orman Bakanı Veysel Eroğlu’nun
cevabı 2.- Malatya
Milletvekili Ferit Mevlüt Aslanoğlu’nun,
yerel basının sorunlarına ilişkin gündem dışı konuşması 3.- İstanbul
Milletvekili Alaattin Büyükkaya’nın,
çevre bilincinin geliştirilmesinde bisiklet ve bisiklet yolları yapımına
ilişkin gündem dışı konuşması ve Çevre ve Orman Bakanı Veysel Eroğlu’nun cevabı V.-
BAŞKANLIĞIN GENEL KURULA SUNUŞLARI A) Tezkereler 1.- Türkiye Büyük
Millet Meclisi Başkanı Köksal Toptan’ın, Azerbaycan Millî Meclisi Başkanı Oktay
Asadov’un resmî davetine icabet edecek olan
Parlamento heyetini oluşturmak üzere siyasi parti gruplarınca bildirilen
isimlere ilişkin Başkanlık tezkeresi (3/472) 2.- (10/3, 8, 12,
28, 31, 33, 38, 42, 47, 56, 59, 62, 64, 65, 68, 71, 84, 87, 89, 98, 101, 119,
145, 146) esas numaralı Meclis Araştırma Komisyonu Geçici Başkanlığının,
Komisyonun başkan, başkan vekili, sözcü ve kâtip üye seçimine ilişkin tezkeresi
(3/471) B) Önergeler 1.- Bursa
Milletvekili İsmet Büyükataman’ın (6/668) esas
numaralı sözlü sorusunu geri aldığına ilişkin önergesi (4/63) C) Meclis Araştırması Önergeleri 1.- Kahramanmaraş
Milletvekili Durdu Özbolat ve 34 milletvekilinin,
Ankara’ya verilen Kızılırmak suyuyla ilgili iddiaların araştırılarak alınması
gereken önlemlerin belirlenmesi amacıyla Meclis araştırması açılmasına ilişkin
önergesi (10/218) 2.- Bursa Milletvekili
Abdullah Özer ve 33 milletvekilinin, Bursa Karacabey sahillerinden kaçak kum
çekilmesinin araştırılarak alınması gereken önlemlerin belirlenmesi amacıyla
Meclis araştırması açılmasına ilişkin önergesi (10/219) 3.- İstanbul
Milletvekili Çetin Soysal ve 34 milletvekilinin, İstanbul’daki su havzalarının
durumunun araştırılarak alınması gereken önlemlerin belirlenmesi amacıyla
Meclis araştırması açılmasına ilişkin önergesi (10/220) VI.-
KANUN TASARI VE TEKLİFLERİ İLE KOMİSYONLARDAN GELEN DİĞER İŞLER A) Kanun Tasarı ve Teklifleri 1.- Tapu
Kanununda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Tasarısı ve Adalet Komisyonu Raporu
(1/568) (S. Sayısı: 223) 2.- Yükseköğretim
Kanununda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Tasarısı ile Millî Eğitim, Kültür,
Gençlik ve Spor Komisyonu Raporu (1/591) (S. Sayısı: 238) 3.- Yükseköğretim
Kurumları Teşkilatı Kanununda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Tasarısı ve
Millî Eğitim, Kültür, Gençlik ve Spor Komisyonu Raporu (1/478) (S. Sayısı: 93) 4.- Adalet ve
Kalkınma Partisi Grup Başkanvekili Kocaeli Milletvekili Nihat Ergün ve 16
Milletvekilinin, İl Özel İdarelerine ve Belediyelere Genel Bütçe Vergi
Gelirlerinden Pay Verilmesi Hakkında Kanun Teklifi ile Plan ve Bütçe Komisyonu
Raporu (2/241) (S. Sayısı: 248) VII.-
YAZILI SORULAR VE CEVAPLARI 1.- İzmir
Milletvekili Harun Öztürk’ün, Pina
Yarımadası’ndaki yangına ve deniz dolgusuna ilişkin Başbakandan sorusu ve Çevre
ve Orman Bakanı Veysel Eroğlu’nun cevabı (7/3231) 2.- Ordu
Milletvekili Rıdvan Yalçın’ın, belediyelere yapılan yardımlara ilişkin sorusu
ve Çevre ve Orman Bakanı Veysel Eroğlu’nun cevabı
(7/3483) 3.- Kayseri
Milletvekili Mehmet Şevki Kulkuloğlu’nun, Kayseri’de
muhtemel su krizine karşı önlem alınmasına ve bir barajın faaliyete geçmesine
ilişkin sorusu ve Çevre ve Orman Bakanı Veysel Eroğlu’nun
cevabı (7/3484) 4.- Kayseri
Milletvekili Mehmet Şevki Kulkuloğlu’nun,
Kayseri’deki bazı sulama projelerine ilişkin sorusu ve Çevre ve Orman Bakanı
Veysel Eroğlu’nun cevabı (7/3485) 5.- Bursa
Milletvekili Kemal Demirel’in, Muş ilindeki yatırımlara, Siirt ilindeki
yatırımlara, Diyarbakır
ilindeki yatırımlara, İlişkin soruları
ve Sağlık Bakanı Recep Akdağ’ın cevabı (7/3512, 3513,
3514) 6.- İzmir
Milletvekili Ahmet Ersin’in, Başbakanlık Özel Kalem Müdürlüğünün harcamalarına
ve müşavirlere ilişkin Başbakandan sorusu ve Devlet Bakanı ve Başbakan
Yardımcısı Cemil Çiçek’in cevabı (7/3549) 7.- Tekirdağ
Milletvekili Kemalettin Nalcı’nın,
belediyelerin su kullanım hakkı ihalelerine ilişkin sorusu ve Çevre ve Orman
Bakanı Veysel Eroğlu’nun cevabı (7/3555) 8.- Adana
Milletvekili Nevingaye Erbatur’un,
küresel ısınmaya karşı alınacak önlemlere ilişkin sorusu ve Çevre ve Orman
Bakanı Veysel Eroğlu’nun cevabı (7/3556) 9.- Balıkesir
Milletvekili Hüseyin Pazarcı’nın, çimento
fabrikalarının çevreye etkisine ve Gönen’de yapılacak çimento fabrikasına
ilişkin sorusu ve Çevre ve Orman Bakanı Veysel Eroğlu’nun
cevabı (7/3592) 10.- Antalya
Milletvekili Hüsnü Çöllü’nün, tahsis edilen orman
alanları karşılığında yapılan ağaçlandırmalara ilişkin sorusu ve Çevre ve Orman
Bakanı Veysel Eroğlu’nun cevabı (7/3593) 11.- Antalya
Milletvekili Tayfur Süner’in, Antalya’ya yangın
söndürme uçağı gönderilmesine ilişkin sorusu ve Çevre ve Orman Bakanı Veysel Eroğlu’nun cevabı (7/3651) 12.- Mersin
Milletvekili Ali Rıza Öztürk’ün, Ankara-Gölbaşı’ndaki
bazı hazine arazilerinin satışına ilişkin sorusu ve Maliye Bakanı Kemal Unakıtan’ın cevabı (7/3669) 13.- Erzurum
Milletvekili Zeki Ertugay’ın, 2011 Dünya
Üniversitelerarası Kış Oyunları hazırlıklarına ilişkin sorusu ve Devlet Bakanı
Murat Başesgioğlu’nun cevabı (7/3699) 14.- Mersin
Milletvekili Ali Rıza Öztürk’ün, Kütahya-Simav’da
yapılacak TOKİ Projesine ilişkin Başbakandan sorusu ve Devlet Bakanı ve
Başbakan Yardımcısı Cemil Çiçek’in cevabı (7/3706) 15.- Manisa
Milletvekili Erkan Akçay’ın, özürlülerin istihdamına ve eğitim kurumlarına, Özürlülerle
ilgili bazı hususlara, İlişkin soruları
ve Devlet Bakanı Nimet Çubukçu’nun cevabı (7/3753,
3754) 16.- İstanbul
Milletvekili Süleyman Yağız’ın, bağış ve promosyon
kabulüne ilişkin sorusu ve Devlet Bakanı ve Başbakan Yardımcısı Cemil Çiçek’in
cevabı (7/3814) 17.- İstanbul
Milletvekili Süleyman Yağız’ın, bağış ve promosyon
kabulüne ilişkin sorusu ve Devlet Bakanı Nimet Çubukçu’nun
cevabı (7/3820) I.- GEÇEN TUTANAK ÖZETİ TBMM Genel Kurulu
saat 15.00’te açılarak dört oturum yaptı. Bilecik
Milletvekili Yaşar Tüzün’ün, konut edindirme yardımı
ödemelerine ilişkin gündem dışı konuşmasına Sanayi ve Ticaret Bakanı Mehmet
Zafer Çağlayan cevap verdi. Trabzon
Milletvekili Safiye Seymenoğlu, 17 Haziran Dünya
Çölleşmeyle Mücadele Günü’ne, Mersin
Milletvekili Mehmet Şandır, Van ilinin sorunlarına ve çölleşmeye karşı alınması
gereken önlemlere, İlişkin gündem
dışı birer konuşma yaptılar. Adana
Milletvekili Nevingaye Erbatur’un
(3/167) (S. Sayısı: 203), İstanbul
Milletvekili Kemal Kılıçdaroğlu’nun (3/168) (S.
Sayısı: 204), Şanlıurfa
Milletvekili İbrahim Binici’nin (3/188) (S. Sayısı:
205), Antalya
Milletvekili Deniz Baykal’ın (3/189) (S. Sayısı: 206), Hakkâri
Milletvekili Hamit Geylani’nin (3/209) (S. Sayısı:
207), Hatay
Milletvekili Gökhan Durgun’un (3/215) (S. Sayısı: 208), Tunceli
Milletvekili Şerafettin Halis’in (3/217) (S. Sayısı: 209), Mardin
Milletvekili Ahmet Türk’ün (3/219) (S. Sayısı: 210), Hakkâri
Milletvekili Hamit Geylani’nin (3/220) (S. Sayısı:
211), Hatay
Milletvekili Gökhan Durgun’un (3/221) (S. Sayısı: 212), Niğde
Milletvekili Mümin İnan’ın (3/234) (S. Sayısı: 213), Yasama
dokunulmazlıklarının kaldırılması hakkında Başbakanlık tezkereleri ve Anayasa
ve Adalet Komisyonları Üyelerinden Kurulu Karma Komisyon raporları; Tunus
Parlamentosu Başkanı Fouad Mebazaa
ve beraberindeki heyetin ülkemizi ziyaret etmesinin uygun bulunduğuna ilişkin
Başkanlık tezkeresi, Genel Kurulun
bilgisine sunuldu. Tokat
Milletvekili Reşat Doğru’nun (6/706) esas numaralı sözlü sorusunu geri aldığına
ilişkin önergesi okundu; önergenin geri verildiği bildirildi. Kastamonu
Milletvekili Mehmet Serdaroğlu ve 20 milletvekilinin,
gıda ürünleri üretiminde insan sağlığını etkileyen uygulamaların (10/215), Muğla
Milletvekili Fevzi Topuz ve 28 milletvekilinin, taş ocaklarının çevreye
etkilerinin (10/216), Ankara Milletvekili
Yılmaz Ateş ve 36 milletvekilinin, Ankara’ya verilen Kızılırmak suyu ile ilgili
iddiaların (10/217), Araştırılarak
alınması gereken önlemlerin belirlenmesi amacıyla Meclis araştırması açılmasına
ilişkin önergeleri Genel Kurulun bilgisine sunuldu; önergelerin gündemdeki
yerlerini alacağı ve ön görüşmelerinin sırası geldiğinde yapılacağı açıklandı. İnsan Haklarını
İnceleme Komisyonunun, Komisyonun Türkiye Büyük Millet Meclisinin tatilde
bulunduğu dönemde de çalışabilmesi talebinin uygun görüldüğüne, Türkiye Büyük
Millet Meclisi Başkanı Köksal Toptan’ın, Ukrayna Parlamento Başkanı Arseniy Yatsenyuk’un davetine
icabet etmek üzere, beraberinde bir parlamento heyetiyle Ukrayna’ya resmî
ziyarette bulunmasına, İlişkin Başkanlık
tezkereleri kabul edildi. Genel Kurulun 17/6/2008 Salı günkü birleşiminde (10/204) sıra sayılı
Meclis araştırması önergesinin görüşülmesine, görüşmelerin tamamlanmasına kadar
çalışma süresinin uzatılmasına ilişkin MHP Grubu önerisi, yapılan görüşmelerden
sonra kabul edilmedi. Genel Kurulun 17/6/2008 Salı günkü birleşiminde 1 saat sözlü sorulardan
sonra diğer denetim konularının görüşülmeyerek gündemin “Kanun Tasarı ve
Teklifleri ile Komisyonlardan Gelen Diğer İşler” kısmında yer alan işlerin
görüşülmesine; 18 Haziran 2008 Çarşamba günkü birleşiminde ise sözlü soruların
görüşülmemesine; gündemin “Kanun Tasarı ve Teklifleri ile Komisyonlardan Gelen
Diğer İşler” kısmında yer alan 248, 247, 241, 249, 231 ve 27 sıra sayılı kanun
teklifi ve geri gönderme tezkeresi ile tasarılarının bu kısmın 4, 5, 6, 7, 8 ve
9’uncu sıralarına alınmasına ve diğer işlerin sırasının buna göre teselsül
ettirilmesine; çalışma saatlerinin 17/6/2008 Salı günü 15.00–21.00, 18/6/2008
Çarşamba ve 19/6/2008 Perşembe günleri 13.00-20.00 saatleri arasında olmasına;
249 sıra sayılı Elektrik Piyasası Kanunu ve Bazı Kanunlarda Değişiklik
Yapılmasına Dair Kanun Tasarısı’nın, İç Tüzük’ün 91’inci maddesine göre temel
kanun olarak görüşülmesine ilişkin AK Parti Grubu önerisi, yapılan
görüşmelerden sonra kabul edildi. Tokat
Milletvekili Reşat Doğru’nun, Amasya İline Bağlı Ezinepazar
Adlı İlçe Kurulması Hakkında Kanun Teklifi’nin (2/169) İç Tüzük’ün 37’nci
maddesine göre doğrudan gündeme alınmasına ilişkin önergesi, yapılan
görüşmelerden sonra kabul edilmedi. Ülkemizde yaşanan çevre sorunlarının araştırılarak sürdürülebilir
çevre politikası için alınması gereken önlemlerin belirlenmesi amacıyla kurulan
(10/3, 8, 12, 28, 31, 33, 38, 42, 47, 56, 59, 62, 64, 65, 68, 71, 84, 87, 89,
98, 101, 119, 145, 146) esas numaralı Meclis Araştırma Komisyonu üyeliklerine,
siyasi parti gruplarınca gösterilen adaylar seçildi. Başkanlıkça,
komisyonun, başkan, başkan vekili, sözcü ve kâtip üye seçimini yapmak üzere
toplanacağı gün, saat ve yere ilişkin duyuruda bulunuldu. Gündemin “Sözlü
Sorular” kısmının: 1’inci sırasında bulunan
(6/239), 3’üncü “ “ (6/246), 4’üncü “ “ (6/247), 5’inci “ “ (6/255), 6’ncı “ “ (6/266), Esas numaralı
sözlü sorular, ilgili bakanlar Genel Kurulda hazır bulunmadıklarından,
ertelendi; 2 ve 95’inci
sıralarında bulunan Gaziantep Milletvekili Yaşar Ağyüz’ün
(6/244), (6/431), 13’üncü sırasında
bulunan Antalya Milletvekili Tayfur Süner’in (6/290), 169 ve 277’nci
sıralarında bulunan Kahramanmaraş Milletvekili Mehmet Akif Paksoy’un
(6/521), (6/644), 206’ncı sırasında
bulunan Niğde Milletvekili Mümin İnan’ın (6/564), Esas numaralı
sorularına Devlet Bakanı ve Başbakan Yardımcısı Hayati Yazıcı cevap verdi;
Gaziantep Milletvekili Yaşar Ağyüz de cevaplara karşı
görüşlerini açıkladı; 7’nci sırasında
bulunan Muğla Milletvekili Metin Ergun’un (6/270), 14’üncü sırasında
bulunan Antalya Milletvekili Tayfur Süner’in (6/291), 31, 32, 87, 117,
119 ve 315’inci sıralarında bulunan Karaman Milletvekili Hasan Çalış’ın (6/332), (6/336), (6/422), (6/456), (6/458),
(6/684), 45, 46 ve
151’inci sıralarında bulunan Gaziantep Milletvekili Hasan Özdemir’in (6/375),
(6/376), (6/500), 62’nci sırasında
bulunan Malatya Milletvekili Ferit Mevlüt Aslanoğlu’nun (6/395), 134’üncü
sırasında bulunan Kütahya Milletvekili Alim Işık’ın
(6/477), 296’ncı sırasında
bulunan Aksaray Milletvekili Osman Ertuğrul’un (6/665), 356’ncı sırasında
bulunan Balıkesir Milletvekili Ahmet Duran Bulut’un (6/727), 360 ve 374’üncü
sıralarında bulunan Tokat Milletvekili Reşat Doğru’nun (6/731), (6/745), 371’inci
sırasında bulunan Kastamonu Milletvekili Mehmet Serdaroğlu’nun
(6/742), Esas numaralı
sorularına Sanayi ve Ticaret Bakanı Mehmet Zafer Çağlayan cevap verdi; Tokat
Milletvekili Reşat Doğru, Malatya Milletvekili Ferit Mevlüt
Aslanoğlu, Aksaray Milletvekili Osman Ertuğrul ve
Kütahya Milletvekili Alim Işık da cevaplara karşı
görüşlerini açıkladılar. Gündemin “Kanun
Tasarı ve Teklifleri ile Komisyonlardan Gelen Diğer İşler” kısmının: 1’inci sırasında
bulunan Tapu Kanununda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Tasarısı’nın (1/568)
(S. Sayısı: 223) görüşmeleri, daha önce geri alınan maddeye ilişkin komisyon
raporu henüz gelmediğinden ertelendi. 2’nci sırasında
bulunan Yükseköğretim Kanununda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Tasarısı’nın
(1/591) (S. Sayısı: 238) görüşmelerine devam edilerek 1’inci maddesi kabul
edildi. 18 Haziran 2008
Çarşamba günü, alınan karar gereğince saat 13.00’te toplanmak üzere birleşime
20.58’de son verildi.
No.: 170 II.- GELEN KÂĞITLAR 18 Haziran 2008 Çarşamba Meclis Araştırması Önergeleri 1.- Kahramanmaraş
Milletvekili Durdu Özbolat ve 34 Milletvekilinin,
Ankara’ya verilen Kızılırmak suyuyla ilgili iddiaların araştırılarak alınması
gereken önlemlerin belirlenmesi amacıyla Anayasanın 98 inci, İçtüzüğün 104 ve
105 inci maddeleri uyarınca bir Meclis araştırması açılmasına ilişkin önergesi (10/218)
(Başkanlığa geliş tarihi:12.06.2008) 2.- Bursa
Milletvekili Abdullah Özer ve 33 Milletvekilinin, Bursa Karacabey sahillerinden
kaçak kum çekilmesinin araştırılarak alınması gereken önlemlerin belirlenmesi
amacıyla Anayasanın 98 inci, İçtüzüğün 104 ve 105 inci maddeleri uyarınca bir
Meclis araştırması açılmasına ilişkin önergesi (10/219) (Başkanlığa geliş
tarihi:12.06.2008) 3.- İstanbul
Milletvekili Çetin Soysal ve 34 Milletvekilinin, İstanbul’daki su havzalarının durumunun
araştırılarak alınması gereken önlemlerin belirlenmesi amacıyla Anayasanın 98
inci, İçtüzüğün 104 ve 105 inci maddeleri uyarınca bir Meclis araştırması
açılmasına ilişkin önergesi (10/220) (Başkanlığa geliş tarihi:12.06.2008) 18 Haziran 2008 Çarşamba BİRİNCİ OTURUM Açılma Saati: 13.02 BAŞKAN : Başkan Vekili Meral AKŞENER KÂTİP ÜYELER: Fatoş
GÜRKAN (Adana), Yusuf COŞKUN (Bingöl) BAŞKAN – Türkiye Büyük Millet Meclisinin 119’uncu Birleşimini
açıyorum. III.- Y O K L A M A BAŞKAN – Elektronik cihazla yoklama yapacağız. Yoklama için üç dakika süre vereceğim. Sayın milletvekillerinin oy düğmelerine basarak salonda
bulunduklarını bildirmelerini, bu süre içerisinde elektronik sisteme giremeyen
milletvekillerinin salonda hazır bulunan teknik personelden yardım
istemelerini, buna rağmen sisteme giremeyen üyelerin ise yoklama pusulalarını
görevli personel aracılığıyla üç dakikalık süre içerisinde Başkanlığa
ulaştırmalarını rica ediyorum. Yoklama işlemini başlatıyorum. (Elektronik cihazla yoklama yapıldı) BAŞKAN – Toplantı yeter sayısı vardır, görüşmelere başlıyoruz. Gündeme geçmeden önce üç sayın milletvekiline gündem dışı söz
vereceğim. Gündem dışı ilk söz, Tokat ilinin göç vermesi ve Tokat ilinin
sorunları hakkında söz isteyen Tokat Milletvekili Sayın Reşat Doğru’ya aittir. Buyurun Sayın Doğru. (MHP sıralarından alkışlar) Süreniz beş dakika. IV.- GÜNDEM DIŞI KONUŞMALAR A) Milletvekillerinin Gündem Dışı Konuşmaları 1.- Tokat Milletvekili Reşat
Doğru’nun, Tokat ilinin sorunlarına ilişkin gündem dışı konuşması ve Çevre ve
Orman Bakanı Veysel Eroğlu’nun cevabı REŞAT DOĞRU (Tokat) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; Tokat
ilinin sorunları hakkında gündem dışı söz almış bulunmaktayım. Yüce Meclisimizi
saygıyla selamlıyorum. Tokat, altı bin yıllık mazisi boyunca birçok medeniyete ev
sahipliği yapmış olup tarihî, kültürel, turizm ve tarımsal potansiyeli yüksek
olan bir ilimizdir. Tarımda son yıllarda büyük atılımlar yapmıştır. Tokat ili
son yıllarda önemli oranda da göç vermiş durumdadır. İnsanlar, başta işsizlik
olmak üzere, çeşitli sebeplerden buradan ayrılmaktadır. Bazı köyler neredeyse
tamamen boşalmış, kırk altı tane belediye olan kasaba, nüfuslarındaki düşüşten
dolayı Hükûmet tarafından kapatılmıştır.
Belediyelerin kapatılma kararı nüfus kaybeden ilimizi daha da zor duruma
getirecektir. Kapatma kararı iptal edilmelidir. İşsizliğin yüksek olduğu ilimizde, son günlerde tekstil
fabrikaları da kapanmaktadır. Tokat merkez başta olmak üzere, Erbaa, Turhal
gibi tekstil sektöründe çalışan insanlar işsiz kalmıştır. Son günlerde sigara fabrikasının özelleştirilerek satılmış
olmasının ilimiz ekonomisine önemli oranda olumsuz etkileri olacaktır. Yaklaşık
olarak yıllık 60-70 milyon YTL civarında bir miktar, Tokat ekonomi piyasasına
giremeyecektir. Bu konuda “Fabrika kapatılmayacak, 250 kişi ile üretime devam
edecek.” dense bile, bunun sadece tepkileri azaltma adına yapılmış bir hamle
olduğu herkes tarafından iyi bilinmektedir. Tokat Sigara Fabrikasının
özelleştirilmiş olması, ülke ekonomisiyle beraber ilimiz için de çok büyük
kayıptır. Önümüzdeki günlerde gelmesi beklenen Turhal Şeker Fabrikasının bari
özelleştirilmeden çıkarılması gerekmektedir. Tokat merkez başta olmak üzere, Turhal, Zile, Niksar, Erbaa
Organize Sanayi Bölgelerinin eksiklikleri tamamlanarak yatırımcılara
açılmalıdır. Organize sanayi bölgelerindeki boş parseller için yatırımcıların
teşvik edilmesi gerekmektedir. Daha önceleri kanunlaşmış olan teşvik yasaları,
yatırımları özendirecek şekilde sektörel temelde
değiştirilmelidir. Bu kanundan faydalanmış olarak kayda değer bir yatırım şu
ana kadar yapılmamıştır. İş adamları ve esnaflar çok zor durumdadır. Bu
insanlarımıza sahip çıkmak mecburiyetindeyiz. İlimiz, Niksar ilçesi başta olmak üzere tarihî güzellikleri olan
turizm bölgesidir. Tokat ilinin her tarafında turizm teşvik edilmeli, özellikle
yayla turizmine destek sağlanmalıdır. Sulusaray’daki Sebastapolis antik kenti
ile Ballıca Mağarası’nın daha iyi tanıtımı yapılarak turizm potansiyeli
artırılabilir. Ballıca Mağaraları eşi benzeri olmayan dünya harikası yerlerdir. Tokat, ayrıca, şifalı özellikleri çok yüksek olan bir kaplıca
kentidir. Özellikle Reşadiye ve Sulusaray Kaplıcaları eşi benzeri bulunmaz kaynaklardır.
Geçit bölgesi olması münasebetiyle ilimizde ulaşım altyapısında ciddi
sıkıntılar vardır. Tokat çevre yolunun bitirilmesi ertelenmektedir. Bu yol çok
geç kalmış bir yatırımdır. Çevre yolu şehir içi trafiğin rahatlaması için
acilen bitirilmelidir. Ankara’ya ulaşımda kolaylık sağlayacak olan Zile-Alaca
yolu Karadeniz Bölgesi’ni İç Anadolu’ya bağlayacak olan Ünye-Niksar-Akkuş
yolları kısa zamanda bitirilmelidir. Karadeniz’i İç Adanolu’ya
kısa yoldan bağlayacak olan Ordu ili ile bağlantılara destek verilmelidir.
Bunun yanında, Tokat-Turhal Demir Yolu Projesi de hayata geçirilmelidir. Tokat
ilinin her tarafındaki köy yollarında ciddi bozulmalar olup, asfalt yapılması
gereken yollar bulunmaktadır. Bu yönlü olarak da KÖYDES’e
destek olunarak il özel idaresi desteklenmelidir. Küresel iklim değişiklikleri nedeniyle yükselen sıcaklıklar
karşısında sulama yatırımlarının önemi artmış iken AKP İktidarıyla birlikte
sulama amaçlı olarak yapılan Alpu Barajı’nın yapımı durdurulmuş, diğer sulama
projeleri ise istenen hızda devam etmemektedir. Sulama amaçlı projeler
desteklenmelidir. Avlunlar ve Çevreli göletleri mutlaka yapılmalıdır. Ekonomisi ağırlıklı olarak tarıma dayalı olan ilimizde,
çiftçilerimizin elektrik borcu nedeniyle sulama kanallarından su akmamaktadır.
Erbaa ilçesinde sağ ve sol sahil sulama kanallarına su veren pompalar
çalışmamaktadır. Yapıldığından bu yana, kırk beş yıldır ilk defa, sol sahil
sulama kanallarından haziran ayında su akmamıştır. Entansif
tarımın yapıldığı Erbaa ilçesinde çiftçilerimizi zor günler beklemektedir.
“Kelkit akar, çaresiz çiftçi bakar, mahsul yanar.” duruma gelinmek üzeredir.
Çiftçilerimiz adına Başbakana sesleniyoruz, su olmasına rağmen elektrik
borcundan dolayı kapatılan kanalların borçlar ertelenerek açılması için talimat
verilmesini... Bu konu çok acilen çözülmelidir; çözülmezse, çok geç kalınmış
olunur. Erbaa ve Niksar Ovalarına su sağlayan Kelkit üzerinde yapılması
düşünülen Erbaa HES Projesi ile ilgili olarak halkımızın endişeleri
giderilmeli, doğal ortam korunmalı, su kaynağı kurutulmamalıdır.
Çiftçilerimizin geçmiş yıldan alacağı olan doğrudan gelir desteği ödemelerinin
zaman kaybedilmeden yapılması çiftçilerimize nefes aldıracaktır. (Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı) BAŞKAN – Bir dakika ekliyorum Sayın Doğru. Lütfen tamamlayın. REŞAT DOĞRU (Devamla) – Çiftçiler, ürünlerinin para etmemesi ve
geçmiş borçlarından dolayı Ziraat Bankası ve tarım krediye borçlarını
ödeyememektedir. Borçlardan dolayı evlere icra gelmekte, insanlar hapse
girmektedir. Borçların faizleri çiftçiye destek amaçlı silinmeli, anapara
yeniden taksitlendirilmelidir. İlimizdeki GOP Üniversitesinin önemli problemleri vardır. Kadro
problemleri yanında üniversite hastanesinin yapılmasında aksamalar mevcuttur.
Güzel sanatlar fakültesi, Millî Eğitim Bakanını TBMM kürsüsünden söz vermiş
olmasına rağmen, hâlen açılmamıştır. Kanun teklifimiz olan, Mühendislik ve
Mimarlık Fakültesinin de altyapısı mevcuttur. Bu okul, bölgemizin kalkınmasına
çok büyük katkı sağlayacaktır. Tokat’ta sağlıkla ilgili yatırımlar da desteklenmelidir. Yapımı
devam eden Tokat Devlet Hastanesi zamanında bitirilmeli, ayrıca Erbaa ve
Niksar’daki ek binalara destek olunmalı ve yapımı sağlanmalıdır. MR ve tomografi cihazları gibi tıbbi aletler hastanelerimize
kazandırılmalıdır. Birçok ilçe hastanemizde, başta uzman doktorlar olmak üzere
çok miktarda doktor ve diğer sağlık personeli eksikliği vardır; bunlar acilen
tamamlanmalıdır. Tokat ilinin sorunlarının araştırılması… (Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı) REŞAT DOĞRU (Devamla) – Teşekkür ediyorum. (MHP sıralarından
alkışlar) BAŞKAN – Teşekkür ederim Sayın Doğru. ÇEVRE VE ORMAN BAKANI VEYSEL EROĞLU (Afyonkarahisar)
– Daha sonra cevap vereceğim Sayın Başkan. BAŞKAN – Tamam. Gündem dışı ikinci söz, yerel basının sorunları hakkında söz
isteyen Malatya Milletvekili Sayın Ferit Mevlüt Aslanoğlu’na aittir. Buyurun Sayın Aslanoğlu. (CHP
sıralarından alkışlar) Süreniz beş dakikadır. 2.- Malatya Milletvekili Ferit Mevlüt Aslanoğlu’nun, yerel
basının sorunlarına ilişkin gündem dışı konuşması FERİT MEVLÜT ASLANOĞLU (Malatya) – Sayın Başkan, değerli
milletvekilleri; Türkiye’de yerelde yayın yapan yaklaşık 1.300 gazete vardır.
Bunların günlük tirajları 250 ile 15 bin arasındadır.
Bayındırlık, İmar, Ulaştırma ve Turizm Komisyonumuzun bir yasa tasarısında
aldığı bir kararla, Devlet İhale Kanunu’nda değişiklik yaparak, bu gazetelerin
kapatılması artık gün meselesidir. Değerli milletvekilleri, tasarının yasalaşmasıyla birlikte, kamu
yatırımındaki basın ilanlarının yerel gazetelerde ilan edilme zorunluluğu
ortadan kalkacak ve yerel gazetelerin en önemli kaynağı olan Basın İlan Kurumu
aracılığıyla yaptıkları, bu ilanlardan aldıkları gelirleri kaybedeceklerdir.
Yaklaşık 1.300 gazetenin kapanması an meselesidir. Mevcut yasada yapılmak istenen
değişiklikler, Anadolu’nun en ücra köşelerinde yayın yapan, halkın haber alma
özgürlüğünü yerine getiren yerel basının yok olmasına neden olacak, işsizlik
had safhaya ulaşacaktır ve yerel basın yok oldukça tekelleşme hızlanacak,
halkın haber alma özgürlüğü ortadan kalkacak ve ihalelerin şeffaflığı
tartışılır hâle gelecektir. Değerli milletvekilleri, yerel basın, Basın İlan Kurumundan aldığı
ilanlarla ayakta kalmaktadır. Bu geliri kaybetmesi hâlinde yerel basının
birçoğunun kapanmak zorunda kalacağını bir kez daha dikkatlerinize sunmak
istiyorum. Böylece çok seslilik ortadan kalkacak ve Türk demokrasisi zarar
görecektir. Yapılan düzenleme basın özgürlüğüne vurulan bir darbedir. Çünkü, yerel basının ürettiği gazete sayısı ve okunurluk
oranı yaygın basının üzerindedir. Bu uygulamayla yerel basının yok edilmesiyle
ve yerel basının kapatılmasıyla haber özgürlüğüne de bir darbe vurulmuş
olacaktır. Değerli milletvekilleri, hepimizin ilinde çok zor koşullarla yayın
yapan ve o ilin, o bölgenin haberlerinin şeffaf bir şekilde yayınlanmasını
hedef alan yerel basında ekonomik özgürlükler yok olduğu zaman, onurlu,
şerefli, haysiyetli yayın yapan bu kuruluşlar artık kendilerini kapatacak,
bunun yerine, sahte haberler üreten birtakım kişilerin menfaat karşılığı oluşturacağı,
asparagas haberlerle çalışan birtakım gazeteler ortaya
çıkacaktır. Yani, şeffaf gazetecilik, şeffaf yerel basın, onurlu, şerefli yerel
basın tamamen ortadan kalkacaktır. Değerli milletvekilleri, yaklaşık okur sayısı -demin de söyledim-
250 ile 15 bin arasındadır bir yerel gazetenin. Yerel gazetelerin gelir
kaynakları, gazete satışlarının yanında reklamlardır ama en büyük gelir kaynağı
Basın İlan Kurumundan aldıkları resmî ilanlardır. Basın İlan Kurumu gelirleri,
o ilde yayın yapan -altını çiziyorum, günlük yayın yapan- o ilde günlük yayın
yapan kaç gazete varsa, vilayette oluşturulan basın merkezi kanalıyla objektif
paylaştırılmaktadır. Kimsenin hakkını kimse yememektedir, herkes hakkına razı
olmaktadır. Yani, bugün yerel gazetelerin bir şekilde ayakta kalmalarının
yegâne nedeni budur arkadaşlar. Biliyorsunuz, geçen dönem de aynı bir şekilde yine yerel basın
susturulmak istendi. Fakat… NURETTİN CANİKLİ (Giresun) – Çözdük onu Sayın Aslanoğlu,
onda bir problem yok. FERİT MEVLÜT ASLANOĞLU (Devamla) – Pardon… Geldim, dur… Burada, hiç unutmam, bir gece yarısı saat üç veya dörttü. Tüm
arkadaşlar -o zaman iki grup vardı- komisyon üyeleriyle, iktidar partisinin ve
CHP’nin milletvekilleri o gün, gidip, yerel basının susturulamayacağını,
milletvekilleri iradesiyle hep beraber komisyona geldik, yeni bir önerge verdik
ve o gün bunu burada çözmüştük. NURETTİN CANİKLİ (Giresun) – Bu da çözüldü, problem yok şu anda. FERİT MEVLÜT ASLANOĞLU (Devamla) – Evet, burada çözdük. NURETTİN CANİKLİ (Giresun) – Bu da çözülür, sıkıntı yok. FERİT MEVLÜT ASLANOĞLU (Devamla) – Evet. Şimdi, Sayın Grup Başkan Vekili diyor ki… NURETTİN CANİKLİ (Giresun) – Sorun yok. FERİT MEVLÜT ASLANOĞLU (Devamla) – “Sorun yok” diyor, bunu bir
teminat olarak alıyorum. NURETTİN CANİKLİ (Giresun) – Kesinlikle. FERİT MEVLÜT ASLANOĞLU (Devamla) – Yani, yerel basın
susturulmayacak diyorsunuz… NURETTİN CANİKLİ (Giresun) – Gelirleri azalmayacak. FERİT MEVLÜT ASLANOĞLU (Devamla) – Gelirleri azalmayacak. O zaman
ben de, bu sözü veriyorsanız… NURETTİN CANİKLİ (Giresun) – Bunu ilan edebilirsiniz. FERİT MEVLÜT ASLANOĞLU (Devamla) – …tüm yerel basın adına,
kaybedilen bir şeyi tekrar yarattığınız için mi acaba teşekkür edeyim! NURETTİN CANİKLİ (Giresun) – Hayır, hayır, olmadı ama daha! FERİT MEVLÜT ASLANOĞLU (Devamla) – Kaybettiniz. Şu, yukarıdaki,
Bayındırlık Komisyonundaki tasarıyı bir okuyun. NURETTİN CANİKLİ (Giresun) – Hepsini okudum. FERİT MEVLÜT ASLANOĞLU (Devamla) – Ben, duyarlılığınıza ve o
Komisyonda gerek Milliyetçi Hareket Partili gerek CHP’li milletvekillerimin
itiraz ettiği… (Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı) FERİT MEVLÜT ASLANOĞLU (Devamla) – Toparlıyorum. BAŞKAN – Bir dakika ek süre veriyorum, tamamlayın lütfen. FERİT MEVLÜT ASLANOĞLU (Devamla) – …benim milletvekili
arkadaşlarımın bu konuya parmağını basarak muhalefet şerhi verdikleri bir şeyi
eğer geri alacaksanız, bu kanun da o zaman burada görüşülürken herhâlde emeği
geçen herkese teşekkür ediyorum ve bu konuda duyarlılık gösteren Milliyetçi
Hareket Partili ve CHP’li Komisyon üyelerine de teşekkür ediyorum, hepinize
saygılar sunuyorum. (CHP ve MHP
sıralarından alkışlar) BAŞKAN – Teşekkür ederim Sayın Aslanoğlu. Gündem dışı üçüncü söz, çevre bilincinin gelişmesinde bisiklet ve
bisiklet yolları yapımı konusunda söz isteyen İstanbul Milletvekili Sayın Alaattin Büyükkaya’ya aittir. Buyurun Sayın Büyükkaya. (AK Parti
sıralarından alkışlar) Süreniz beş dakika. 3.- İstanbul Milletvekili Alaattin Büyükkaya’nın, çevre
bilincinin geliştirilmesinde bisiklet ve bisiklet yolları yapımına ilişkin
gündem dışı konuşması ve Çevre ve Orman Bakanı Veysel Eroğlu’nun
cevabı ALAATTİN BÜYÜKKAYA (İstanbul) – Sayın Başkan, değerli
milletvekilleri; çevre bilincinin gelişmesinde bisiklet ve bisiklet yolları
yapımı konusunda gündem dışı söz almış bulunuyorum. Konuşmama başlamadan önce,
hepinizi saygıyla, hürmetle selamlarım. Sayın Başkan, değerli milletvekilleri, hepimiz bu dünyada
yaşıyoruz. Canımız gibi, başka bir dünyamız da maalesef yok. Canımızı korumak
ne kadar kutsalsa, yaşadığımız dünyayı korumak da o kadar kutsal ve
vazgeçilmez. O hâlde, çevremize ve dünyamıza sahip çıkmak zorundayız. Maalesef,
bugüne kadar dünyamızı ve çevremizi çok hor kullandık. Çevremizi kirlettik,
şimdi, kendi yaptıklarımızın cezasını çekiyoruz. Dünyamızda bu kirlilik sonucunda oluşan 2-3 derecelik ısınma,
kuraklığı, açlığı, yoksulluğu, bozulan hayat şartlarını ve sağlığımızı
kaybetmekle karşı karşıya bizleri bıraktı. Tehlike artık kapımızda. Dünya da telaş içinde. Bu yanlışın neresinden dönmeliyiz ve dönmek de zorundayız. Buna da
mecburuz, çünkü, başka bir dünyamız yok. Peki, bütün bu gelişmelere biz seyirci mi kalacağız? Yapacağımız
elbette ki çok şey var. Artık, hayatımızı, yaşam tarzımızı, sanayimizi,
üretimimizi, kısaca hayatın tüm safhalarını çevreye duyarlı, onu kirletmeden
kullanan bir anlayışla planlamak zorundayız. İşte, bu noktada, ben, sizlere,
günlük hayatımız açısından, hem kesemize hem sağlığımıza hem de çevremize
faydalı bir araçtan bahsetmek istiyorum, bisiklet. Bisiklet, acaba, sadece çocuklarımız için bir oyun aracı mı, yoksa, insanlığın vazgeçilmez ulaşım araçlarından biri mi?
Önce bu sorunun doğru bir cevaplandırılması gerekiyor gerçekten. Evet,
bisiklet, aslında, hem çevre, sağlık, tasarruf, spor, ulaşım ve trafik eğitimi,
eğlence ve turizm yolları açısından ele alınmaya muhtaç bir araç. Günümüzde
bisiklet o kadar önemli hâle geldi ki, özellikle büyük şehirlerde, metropollerde artık, bisiklet, inanılmaz bir şekilde teşvik
ediliyor, çünkü dayanılmaz trafik sıkışıklığı ve petrol fiyatları bütün
belediyeleri bu yönde tedbir almaya yöneltiyor. 1997 yılından bu yana 22 Eylül
tarihi Otomobilsiz Kent Günü olarak ilan edildi ve dünyada bu şekilde
kutlanılıyor ve halkın bu yöndeki desteği de yüzde 98. AB ülkelerinde
bisikletin topluma sağladığı on iki fayda dikkate alınarak 0,50 euroluk teşvik primi ödeniyor bisikletle işe gidip
gelenlere. AB ülkeleri, başta Belçika ve İngiltere olmak üzere, bisikletle
ilgili bütün araçlara herhangi bir vergi koymuyor. 2007 yılında ciddi metro ağına sahip olmakla birlikte, New York Evet, Amerika ve Avrupa Birliği ülkeleri ise 2029 yılına kadar
üstü kapalı bisiklet yolları ve havada tüp bisiklet yolları planlamaktadırlar.
Dünya Sağlık Örgütü ise “sağlıklı kent sertifikası” için bisiklet yollarını
şart koşmaktadır ve bütün bunlar olurken, ayrıca, Avrupa ülkeleri toplu ulaşım
araçlarına bisiklet konabilecek aparatlar monte etmektedir. Peki dünyada bunlar
olurken biz ne yapıyoruz? (Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı) BAŞKAN – Bir dakika ek süre veriyorum. Buyurun. ALATTİN BÜYÜKKAYA (Devamla) – Bitiriyorum Sayın Başkanım. Biz elimizi kolumuzu bağlı mı bırakmalıyız? Hayır. Önce, bisiklet
için bisiklet yollarını yapmalıyız. Buradan bütün belediyelerimize, yol
yapımından sorumlu olanlara ve şehir planlamacılarına seslenmek istiyorum: Eğer
kesemizi, bisikleti düşünüyorsanız, bisiklete inanıyorsanız bisiklet yolları
yapınız. Sadece, sağlı sollu bir metrelik yollar insanın hem kesesi için hem
sağlığı için hem de çevreye duyarlı bir insan nesli için yeterli olacaktır.
Onun için, bunu mutlaka yapmaya ve dünyada yapılanlara göz atmaya ihtiyacımız
var. Ayrıca, bir noktayı unutmadan söylemeliyim: Avrupa Birliği,
alternatif turizm açısından 65.375 kilometrelik bir turizm ağı oluşturmakta
bisiklet yoluyla. Bu ağa da mutlaka bağlanmalıyız turizmimizin gelişmesi için. Evet, hep birlikte, sevgiye dayalı, çevreye saygılı bisikletli bir
hayata ve sağlıklı bir geleceğe merhaba diyelim. Hepinize saygılar sunuyorum. (AK Parti sıralarından alkışlar) BAŞKAN – Teşekkür ederim Sayın Büyükkaya. Hükûmet adına Çevre ve
Orman Bakanı Sayın Veysel Eroğlu; buyurun. (AK Parti
sıralarından alkışlar) Süreniz yirmi dakika. ÇEVRE VE ORMAN BAKANI VEYSEL EROĞLU (Afyonkarahisar)
– Çok değerli Başkanım, değerli milletvekilleri; hepinizi en derin saygılarımla
selamlıyorum efendim. Özellikle, konuşma yapan çok değerli milletvekillerimiz Reşat
Doğru Beyefendi’ye, Mevlüt Aslanoğlu’na
ve Alaattin Büyükkaya’ya da
ayrıca konuşmalarından dolayı teşekkür ediyorum. Ben, hem Tokat ile alakalı kısa bir malumat arz edeceğim hem de
bisikletle alakalı çok güzel görüşlerinden dolayı Alaattin
Bey’in konuşmalarına bazı ilaveler yaparak onu cevaplandırmak istiyorum
müsaadenizle. Efendim, evvela, Tokat, hakikaten önemli bir şehrimiz. Esasen
Reşat Bey’in konuşmasını da ben dikkatle dinledim ancak, biz, Bakanlığımızla
ilgili burada önemli yatırımlar yaptık, yapıyoruz. Özellikle DSİ olarak,
biliyorsunuz, merkez Kızık Barajı ve sulamasını bitirmiştik Sayın Vekilim.
Ayrıca, Bedirkale Barajı ve sulaması bitti
zamanımızda. Ayrıca, Tokat Artova Dutluca sulamasını tamamladık. Bunun dışında,
Tokat Pazar Bağlarbaşı taşkın koruma tesisi
tamamlandı ancak şu anda Tokat’ta yapılacak daha çok şey var, onu biliyorum.
Bilhassa Tokatlıların talep ettiği Güzelce Barajı vardı. Bu “iz” olarak
bekliyordu, yani 1 lira bedelle. Ancak 2007 yılında, gelen talepler üzerine
-hakikaten vatandaşlarımızın da ihtiyacı var- Güzelce Barajı’nı iz ödenekten
kurtardık ve şu anda çalışmalar devam ediyor. Onu hızlandıracağız, bu müjdeyi
vermek istiyorum. Bunun dışında, bildiğiniz gibi, Süreyyeyabey
Barajı her ne kadar sadece Niksar’ı, Tokat’ı ilgilendirmiyorsa da, o bölgedeki
Yozgat dâhil pek çok şehrimizi ilgilendiriyor. O bakımdan Süreyyabey
Barajı’na da hız verdik. Tokat da bundan en büyük ölçüde nasibini alacaktır. Bunun dışında, bildiğiniz gibi Niksar’da Çanakçı Deresi’nin ıslahı
acildi, bunu tamamlıyoruz. Erbaa ilçe merkezindeki İmbat Deresi’ni de bu sene
bitirmek için talimat verdim. Ben, özellikle Tokat’a yapılan güzel çalışmalar
olarak bu bilgileri vermek için söz aldım. Bunun dışında da, Sayın Vekilim, diğer hususlarda, Bakanlığımla
ilgili gerek çevre koruma gerekse DSİ’nin ilave yatırımları
ve ağaçlandırma konusunda, erozyon kontrolü konusunda da, konuşmalarınızı
dikkate alarak, gereğini yapacağız. Hatta yakın bir zamanda da Tokat’a giderek
eksikleri yerinde göreceğiz. Onu özellikle belirteyim. Bunun dışında, Alaattin Büyükkaya Beyefendi’ye de teşekkür ediyorum. Hakikaten
bisiklet yollarının mutlaka teşvik edilmesi gerekir. Ben de görüşüne aynen
katılıyorum. Esasen, bütün dünyayı tehdit eden küresel ısınmaya karşı
alınabilecek en önemli tedbirlerden birisi de bisiklet kullanılmasının teşvik
edilmesidir. Dolayısıyla, bu konu son zamanlarda ülkemizde de gündemde yerini
almaya başlamıştır. Gelişmiş ülkeler, öncelikle sağlıklı bir ulaşım aracı için,
daha sonra da küresel ısınmaya karşı ve hava kalitesinin özellikle daha da
iyileştirilmesi ve kirlenmenin önlenmesine karşı olarak ve ekonomik katkısından
dolayı bisiklet kullanımını yaygınlaştırmaya başlamışlardır. Hatta
İngiltere’de, Londra’da, hatta Paris gibi büyükşehirlerde, bildiğiniz gibi,
teşvik edilmektedir. Bilhassa Hollanda, Paris’te ve Londra’da özel bisiklet
yolları vardır. Bilhassa egzoz ve gürültü kirliliğinin önlenmesinin yanında
sağlıklı bir ulaşım tarzını da beraberinde getiren bisiklet hem şehir içi araç
trafiğini azaltacak hem de otopark, yeni yollar gibi pahalı yatırımlar yerine
daha basit ve ucuz yatırımları beraberinde getirecektir. Gelişmiş ülkelerde sağlıklı ulaşım ve temiz çevre için kullanılan
bisiklet, geri kalmış ülkelerde ekonomik yetersizlikler için kullanılmaktadır
maalesef. Şehir içinde bisiklet yolları için ayrılmış uygun alanlar yapılıp
güvenliği sağlanırsa trafik kazalarının da önüne geçilmiş olacaktır. Trafikte bisiklet kullananlara saygı gösterilmesi, toplumun bu
konudaki duyarlılığının artırılması da sağlanmalıdır. Çünkü bisikletle gidiyor
diye bisiklet süren kişiye bazen saygı gösterilmiyor. Yani bisikletli ulaşım
tarzının teşvik edilmesi için sivil toplum kuruluşları, karar vericiler,
mahallî idareciler hep birlikte çalışmak durumundadırlar. Biz de Çevre ve Orman
Bakanlığı olarak bu konuda gereken her türlü teşviki vereceğiz. Değerli milletvekilleri, bilindiği üzere, sanayi hariç kent
merkezlerindeki hava kirlenmesinin ana unsuru yüzde 70 oran ile motorlu
taşıtlardır. Kentlerde hava kirlenmesinin önlenmesi, toplum sağlığının
artırılması için bisiklet önemli bir çıkış noktasıdır bana göre. Ekonomik
faydalar ise neredeyse milyar dolarlarla ifade edilmektedir. Bilhassa son
zamanlarda, biliyorsunuz, petrolün varili neredeyse 150 dolara kadar
yükselmektedir. Hâlbuki 2002 yılında 20 dolar seviyesindeydi. Dolayısıyla
mutlaka bisiklet kullanımının yaygınlaştırılması şarttır. Bir de şunu özetle vurgulamak istiyorum: İnsan için -şehirlere
baktığımız zaman- ulaşım ihtiyaçlarının yüzde 50’sinin kısa mesafelerde, yani 3
ile Avrupa Birliği tarafından, ulaşımda yüzde 25’lik payın bisiklete
yönlendirilmesi hedeflenmektedir. Şu anda Avrupa Birliği yüzde 25 –dörtte 1
yani- bisiklet kullanımı hedefliyor. Biz de bisiklete sahip çıkarak, hem
çevreyi hem de toplum sağlığını hem de ekonomimizi korumayı hedef ediyoruz. Bisiklet, aynı zamanda deprem sonrası da halkın ve
görevlilerin kullanabileceği yegâne araç. Ben bilhassa 1999 depremini yaşadım, orada bir grup başkanıydım;
su, elektrik, altyapı grup başkanıydım. O zamanki sıkıntı, yolların kapanması,
ulaşım imkânlarının zorluğunu yaşadık. Dolayısıyla, bisikletle bazı yerlere
ulaşmak kolay oldu. Onu da özellikle belirteyim. Dolayısıyla bisiklet
yollarının ayrılması şarttır. Bakanlığımızın faaliyetlerine gelince: 1997 yılından bu yana, her
yıl 22 Eylül tarihinde bütün dünyada ve ülkemizde kutlanan “Car Free Day” -yani “otomobilsiz
günler” diyelim- faaliyetine biz destek veriyoruz. Bütün illerimizde sivil
toplum kuruluşlarıyla birlikte yapılan çeşitli çalışmalarla, o gün, yani 22
Eylül günlerinde ve haftasında kutlamalar yapılmakta. Ayrıca, Birleşmiş
Milletler Çevre Programı kapsamında 1972 yılından beri bütün dünyada kullanılan
5 Haziran Dünya Çevre Günü’ndeki bu yılki mesaj “Alışkanlıklarınızdan vazgeçin.
Karbon azaltımına doğru.” şeklinde bir tema
işlenmiştir. Bu kapsamda, tabii, bilindiği üzere, 5 Haziran Dünya Çevre Günü ve
haftası kutlama şenliklerinde İstanbul’da, Değerli Milletvekilimizin de
katıldığı çok güzel bir faaliyet gerçekleştirilmiştir. Bilhassa, 3 bin kadar
bir bisikletçi grubu Taksim’den başlayarak, ta Harem’e kadar, Boğaz
Köprüsü’nden geçerek, böyle bir faaliyete katılmışlardır. Burada vatandaşların,
özellikle kısa mesafelerde, 3- Bu bakımdan, özellikle belediyelerimizden bu konuda gerçekten
çalışma yapmalarını ve önce bu bisiklet yolları ve sistemi kuran ilk üç
belediyeye de
Bakanlığımızın maddi destekte, katkıda bulunacağını ifade
ediyorum. Ben böylece, hepinize sağlıklı bir ulaşım, sağlıklı bir hayat
diliyorum. En derin saygılarımı sunuyorum efendim, sağ olun. (AK Parti
sıralarından alkışlar) BAŞKAN – Teşekkür ederim Sayın Bakan. Gündeme geçiyoruz. Başkanlığın Genel Kurula sunuşları vardır. Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığının bir tezkeresi vardır,
okutup bilgilerinize sunacağım. V.- BAŞKANLIĞIN GENEL KURULA
SUNUŞLARI A) Tezkereler 1.- Türkiye Büyük Millet Meclisi
Başkanı Köksal Toptan’ın, Azerbaycan Millî Meclisi Başkanı Oktay Asadov’un resmî davetine icabet edecek olan Parlamento
heyetini oluşturmak üzere siyasi parti gruplarınca bildirilen isimlere ilişkin
Başkanlık tezkeresi (3/472)
17 Haziran 2008 Türkiye Büyük Millet Meclisi Genel Kuruluna Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanı Köksal Toptan’ın, Azerbaycan
Milli Meclisi Başkanı Oktay Asadov’un davetine
icabetle, beraberinde bir Parlamento heyetiyle, Azerbaycan’a resmî ziyarette
bulunması, Türkiye Büyük Millet Meclisi’nin Dış İlişkilerinin Düzenlenmesi
Hakkında 3620 Sayılı Kanun’un 6. Maddesi uyarınca, Genel Kurul’un 27 Mayıs 2008
tarihindeki 105. Birleşiminde kabul edilmiştir. Anılan Kanun’un 2. Maddesi uyarınca, Heyetimizi oluşturmak üzere
Siyasi Parti Gruplarınca bildirilen isimler Genel Kurul’un bilgilerine sunulur. Köksal
Toptan Türkiye
Büyük Millet Meclisi Başkanı Adı Soyadı Seçim
İli Ensar Öğüt Ardahan Güldal Akşit İstanbul Atila Kaya İstanbul Kerim Özkul Konya Dilek Yüksel Tokat BAŞKAN – Bilgilerinize sunulmuştur. Sözlü soru önergesinin geri alınmasına dair bir önerge vardır,
okutuyorum: B) ÖNERGELER 1.- Bursa Milletvekili İsmet Büyükataman’ın (6/668) esas numaralı sözlü sorusunu geri
aldığına ilişkin önergesi (4/63) Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına Gündemin sözlü sorular kısmının 299 uncu sırasında yer alan
(6/668) esas numaralı sözlü soru önergemi geri alıyorum. Gereğini saygılarımla arz ederim. İsmet
Büyükataman Bursa BAŞKAN – Sözlü soru önergesi geri verilmiştir. Ülkemizde Yaşanan Çevre Sorunlarının Araştırılarak Sürdürülebilir
Çevre Politikası İçin Alınması Gereken Önlemlerin Belirlenmesi Amacıyla Kurulan
Meclis Araştırması Komisyonunun başkan, başkan vekili, sözcü ve kâtip seçimine
dair bir tezkeresi vardır, okutuyorum: A) Tezkereler (Devam) 2.- (10/3, 8, 12, 28, 31, 33, 38,
42, 47, 56, 59, 62, 64, 65, 68, 71, 84, 87, 89, 98, 101, 119, 145, 146) esas
numaralı Meclis Araştırma Komisyonu Geçici Başkanlığının, Komisyonun başkan,
başkan vekili, sözcü ve kâtip üye seçimine ilişkin tezkeresi (3/471) 17.06.2008 Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına Komisyonumuz, Başkan, Başkanvekili, Sözcü ve Katip üyelerini
seçmek üzere 17.06.2008 günü saat 18:30’da B Blok 2.
Kat 4. Banko’daki Araştırma Komisyonu Toplantı Salonunda 16 Üye ile toplanmış
ve aşağıda isimleri yazılı sayın üyeler belirtilen görevlere seçilmişlerdir. Recep
Yıldırım Sakarya Komisyon
Geçici Başkanı Adı
ve Soyadı Seçim
Bölgesi Aldığı Oy Başkan : Nuri Uslu Uşak 9 Başkanvekili : Recep Yıldırım Sakarya 8 Sözcü : Kayhan Türkmenoğlu Van 8 Katip : Birnur Şahinoğlu Samsun 7 BAŞKAN – Bilgilerinize sunulmuştur. Meclis araştırması açılmasına ilişkin üç önerge vardır, önergeleri
okutuyorum: C) Meclis Araştırması Önergeleri 1.- Kahramanmaraş Milletvekili
Durdu Özbolat ve 34 milletvekilinin, Ankara’ya
verilen Kızılırmak suyuyla ilgili iddiaların araştırılarak alınması gereken
önlemlerin belirlenmesi amacıyla Meclis araştırması açılmasına ilişkin önergesi
(10/218) Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına Ankara Büyükşehir Belediyesi tarafından Kesikköprü'den
getirilen Kızılırmak suyunun, içme suyu olarak kalitesi, içeriğindeki
maddelerin insan sağlığı açısından zararlı olduğu yönünden yoğun tartışmalara
yol açmaktadır. Anayasanın 98 inci, Türkiye Büyük Millet Meclisi İçtüzüğünün
104 üncü ve 105 inci maddeleri uyarınca Meclis araştırması açılmasını
saygılarımızla arz ve teklif ederiz. 1) Durdu Özbolat (Kahramanmaraş) 2) Selçuk Ayhan (İzmir) 3) Nesrin Baytok (Ankara) 4) Mehmet Ali Susam (İzmir)
5) Canan Arıtman (İzmir)
6) Bayram Ali Meral (İstanbul)
7) Tekin Bingöl (Ankara)
8) Ahmet Küçük (Çanakkale)
9) Orhan Ziya Diren (Tokat) 10) Oğuz Oyan (İzmir) 11) Zekeriya Akıncı (Ankara) 12) Tacidar Seyhan (Adana) 13) Sacid Yıldız (İstanbul) 14) Ali Oksal (Mersin) 15) Atila Emek (Antalya) 16) Turgut Dibek (Kırklareli) 17) Metin Arifağaoğlu (Artvin) 18) Ergün Aydoğan (Balıkesir) 19) Fatma Nur Serter (İstanbul) 20) Muhammet Rıza Yalçınkaya (Bartın) 21) Bülent Baratalı (İzmir) 22) Rasim Çakır (Edirne) 23) Ahmet Ersin (İzmir) 24) Mevlüt Coşkuner
(Isparta) 25) Necla Arat (İstanbul) 26) Akif Ekici (Gaziantep) 27) Ali Koçal (Zonguldak) 28) Abdullah Özer (Bursa) 29) Şevket Köse (Adıyaman) 30) Vahap Seçer (Mersin) 31) Abdulaziz Yazar (Hatay) 32) Atilla Kart (Konya) 33) Ali Rıza Ertemür (Denizli) 34) Gökhan Durgun (Hatay) 35) Gürol Ergin (Muğla) Gerekçe: Küresel ısınmanın çevre ve doğada ortaya çıkan zararlı
sonuçlarından birisi de içilebilir su kaynaklarının azalmasıdır. Yıllık yağış
miktarının azalmasıyla ortaya çıkan kuraklık tehlikesi şehirlerin içme suyu
tedariki sorununu da ortaya çıkarmıştır. Barajlarda biriken yağmur sularının
azalmasıyla birlikte bütün büyük şehirlerimizde olduğu gibi, Başkent
Ankara'mızın da içme suyu sorunu ciddi ve ivedi çözüm bekleyen bir hal
almıştır. Bu sorunun giderilmesi amacıyla Kızılırmak suyunun Ankara'ya
getirilmesi çalışmaları başlatılmış ve uzun çalışmalar sonunda şehir şebekesine
"gizlice" su verilmeye başlanmıştır. Kızılırmak suyunun Ankara'ya getirilme çalışmalarının
başlangıcından günümüze, Belediye Başkanı Sayın Melih Gökçek ve Ankara halkı
arasında yoğun tartışmalar yaşanmaktadır. Ankara halkı tartışmalarını sivil
toplum örgütleri aracılığıyla yürütmektedir. Belediye ve STÖ'ler
karşılıklı raporlar sunarak "suyun içilebilir mi, içilemez mi olduğu"
hakkındaki görüşlerini açıklamışlardır. Konu "insan sağlığı" olduğu için, içme suyunun kısa veya
uzun vadede ortaya çıkarabileceği sorunlar, görmezden gelinemez bir durum
olarak karşımıza çıkmaktadır. Önceki yıllarda DSİ tarafından "Bolu-Gerede'den getirilecek
suyun daha sağlıklı olacağına ilişkin" o zamanki genel müdür şimdiki Çevre
Bakanı Sayın Veysel Eroğlu'nun görüşü, Sayın Melih
Gökçek tarafından kabul görmemiş, maliyet hesapları düşünülerek, suyun DSİ
tarafından getirilmesi istenmiştir. Bu tartışmalardan sonra, geçen yıl
(2007'de) yaşanan kuraklık sonucu, Ankara günlerce susuz kalmış, basına
yansıyan rakamlara göre, 700 milyon dolar civarı bir maliyetle, Kızılırmak
suyunu getirme çalışmalarına "Ciddi bir araştırma yapılmadan"
başlanmıştır. Bolu-Gerede suyunun getirilmesinin maliyeti ve şimdi uygulanan
çözümün hangi ihale yöntemiyle yapıldığı muğlaktır.
Hangi şirketlere hangi usulle ihale edilmişse kamuoyuna açıklanmalıdır. Kızılırmak suyu, Ankara'ya Kesikköprü'den
getirilmektedir. Buraya kadar, Sivas, Kayseri, Kırşehir ve Nevşehir üzerinden
gelmekte ve bu şehirlerin bütün atıklarını da taşımaktadır. Ayrıca yolu
üzerindeki fabrika atıkları ve tarlalarda kullanılan zirai ilaçların
karışımıyla iyice kirlenmektedir. Kızılırmak nehri ve onu besleyen su
havzasında yüzeyleyen kaya birimlerinin içerdiği
mineraller, suyun kirlenmesinde etken bir rol oynamaktadır. Büyükşehir Belediye Başkanlığı ve meseleye siyasi bir gözlükle
bakan kurumlar dışındaki bütün araştırma raporları, bu suyun içilmesinin
tehlikeli sonuçlarına işaret etmektedir. Kızılırmak suyunun içeriğinde bulunan,
sülfür, sülfat, kadmiyum ve arsenik etkisinin mevcut arıtma sistemleriyle içme
suyu haline getirilmesinin mümkün olmadığı ifade edilmesine rağmen aynı su
"harmanlama" yöntemiyle şehir şebekesine verilmiştir. Ankara Ticaret Odası, Jeoloji Mühendisleri Odası, Tabip Odaları ve
Tıp Kurumu gibi, Tüketici Hakları Derneği gibi ciddi Sivil Toplum
örgütlerimizin yaptırmış olduğu tahlil ve raporlar dikkate alınmadan Kızılırmak
suyu Ankara halkına üstelik "gizlice" içirilmiştir. Ankara'nın günlük su ihtiyacı açıklanan rakamlara göre 800 bin
m3'tür. Kızılırmak'tan günde 750 bin m3 su getirilmesi planlanmaktadır.
Yaz aylarında barajlardaki su seviyesi iyice düştüğü takdirde "belediye
tarafından açıklanan rakamlara" göre şimdi 1/6 düzeyinde yapılan
harmanlama o zaman nasıl yapılacaktır. Kızılırmak suyunun debisi yaz aylarında
bu seviyede su çekilmesini karşılayabilecek midir? Kesikköprü'den
sonra devam eden Kızılırmak havzasında su sorunu ortaya çıkmayacak mıdır?
Susuzluğun yaratacağı çevre sorunlarına ilişkin herhangi bir önlem alınmış
mıdır? Başkent Ankara'da yaşayan dört milyon vatandaşımızı ilgilendiren
içme suyu sorunu, getirilen suyun kalitesi nedeniyle tartışmalara neden
olmaktadır. İnsan sağlığı hiçbir siyasete alet edilemeyecek kadar önemlidir. Bu
nedenle bu sorunun Yüce Meclisimiz tarafından oluşturulacak bir komisyon
tarafından incelenmesini Anayasanın 98, İçtüzüğün 104 ve 105. maddeleri
gereğince arz ve teklif ederiz. 2.- Bursa Milletvekili Abdullah
Özer ve 33 milletvekilinin, Bursa Karacabey sahillerinden kaçak kum
çekilmesinin araştırılarak alınması gereken önlemlerin belirlenmesi amacıyla
Meclis araştırması açılmasına ilişkin önergesi (10/219) Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına Bursa İli Karacabey ilçesi'ne bağlı
Boğaz sahillerinde İstanbul'dan kaçak olarak gelen kosterler vasıtası ile deniz
içinden her gece kum çekildiği tespit edilmiştir. Kaçak kum çeken kosterler,
İmralı adasının özel kullanımına kadar Gemlik Körfezi' nin
değişik yerlerinde de boy göstermekteydi. Armutlu, Fıstıklı ve Narlı
sahillerinde ikamet eden vatandaşlarımızdan da geçmiş dönemde bu doğrultuda
şikâyetler gelmiştir. Karacabey ilçesi sahillerinden kaçak kum kosterleri
tarafından düzenli çekilen kumlar bölgedeki doğal yapının bozulmasına neden
olmaktadır. Nilüfer deresinin denize döküldüğü yer olan bölge, çamurdan
bataklığa dönüşmüş durumdadır. Denizden kaçak yollar ile kum çekildiği için
mevcut alanda delta oluşmuş durumdadır. Bölgede denizin Saygılarımızla 1) Abdullah Özer (Bursa)
2) Mehmet Ali Özpolat (İstanbul) 3) Bayram Ali Meral (İstanbul)
4) Oğuz Oyan (İzmir)
5) Canan Arıtman (İzmir) 6) Ali Oksal (Mersin)
7) Tekin Bingöl (Ankara)
8) Ahmet Küçük (Çanakkale) 9) Tacidar Seyhan (Adana)
10) Selçuk Ayhan (İzmir)
11) Sacid Yıldız (İstanbul) 12) Orhan Ziya Diren (Tokat)
13) Ferit Mevlüt Aslanoğlu
(Malatya) 14) Atila Emek (Antalya) 15) Turgut Dibek (Kırklareli)
16) Nesrin Baytok (Ankara)
17) Metin Arifağaoğlu (Artvin) 18) Ergün Aydoğan (Balıkesir)
19) Ahmet Ersin (İzmir)
20) Mevlüt Coşkuner
(Isparta)
21) Mehmet Ali Susam (İzmir)
22) Fatma Nur Serter (İstanbul) 23) Muhammet Rıza Yalçınkaya (Bartın) 24) Bülent Baratalı (İzmir)
25) Rasim Çakır (Edirne)
26) Necla Arat (İstanbul)
27) Akif Ekici (Gaziantep)
28) Ali Koçal (Zonguldak)
29) Zekeriya Akıncı (Ankara)
30) Vahap Seçer (Mersin) 31) Abdulaziz Yazar (Hatay) 32) Atilla Kart (Konya)
33) Ali Rıza Ertemür (Denizli) 34) Gürol Ergin (Muğla)
3.- İstanbul Milletvekili Çetin
Soysal ve 34 milletvekilinin, İstanbul’daki su havzalarının durumunun
araştırılarak alınması gereken önlemlerin belirlenmesi amacıyla Meclis
araştırması açılmasına ilişkin önergesi (10/220) Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına İklim değişiklikleri ve küresel ısınma nedeniyle ortaya çıkan
kuraklık hayatı tehdit eder boyutlara gelmiştir. Kuraklık yaşam kalitesi ve
insan sağlığı açısından son derece önemli bir konudur. Çünkü su yaşamın
kaynağıdır. Suyun korunması ve sağlıklı kullanımı için gereken tedbirlerin
ivedilikle alınması gerekmektedir. Suyun toplandığı su havzaları bu noktada
daha da önem kazanmaktadır. İstanbul'daki su havzaları yapılaşma nedeniyle
tehdit altındadır. İstanbul Büyükşehir Belediyesi ve İSKİ su havzalarını koruma
konusunda yetersiz kalmaktadır. İstanbul'un içme suyu kaynaklarını kirlenmeye
karşı koruyacak önlemleri almakla sorumlu olan İSKİ tarafından hazırlanan ve
İstanbul Büyükşehir Belediye Meclisince kabul edilen İçme Suyu Havzaları Koruma
ve Kontrol Yönetmeliği su havzalarını koruma açısından eksik ve yanlış
düzenlemeler içermektedir. Söz konusu yönetmelikle yapılaşmanın önünün kesilmesi gerekirken
aksine yapılaşmanın önü açılmış, mutlak koruma alanlarına konut yapılmasına
izin verilmiştir. Sivil toplum kuruluşlarının, odaların yönetmelikle ilgili
olarak açtığı davalar sonucunda verilen yargı kararları önemsenmemiş, yeni
yönetmelikler hazırlanmıştır. İstanbul'un Avrupa Yakası'nda Sazlıdere ile
Alibeyköy su havzalarının, Anadolu'da ise Ömerli ile
Elmalı su havzalarının kaçak ve aşırı yapılaşma nedeniyle tehdit altında olduğu
görülmektedir. Şehir plancılığını ve bilimsel planlama ilkelerini hiçe sayarak ranta ve yandaşlara çıkar sağlayıcı yapılaşmalara ağırlık
veren bir zihniyetle yapılan planlara göz yumulması mümkün değildir.
İstanbul'un şu andaki durumu bu anlayışla yapılan çarpık yapılaşmanın
sonucudur. Basına yansıyan haberlere göre İSKİ, İstanbul'un içme suyu
kaynaklarını korumak için hazırlanan Havza Yönetmeliğini dikkate almadan imar
planı yapan 20 belediye hakkında bugüne kadar 68'i imar planı iptali, 141'i
ruhsat iptali olmak üzere toplam 209 dava açmıştır. İçme Suyu Havzaları Koruma ve Kontrol Yönetmeliği'nin 5.maddesinin
a bendinde: "İçme ve kullanma suyu kaynakları içinde ve havzasında suların
kirlenmesine sebep olacak faaliyetler yapılamaz. Su veriminin azalmasına,
rejimin bozulmasına neden olabilecek hiçbir faaliyette bulunamaz." Yine 5. maddenin b bendinde "imar planlarının hazırlanması ve
revize edilmesi için İSKİ'nin görüşünün alınması
şarttır." denilmektedir. Uygulamalar yönetmeliğin önemsenmediğini, İSKİ'nin
görüşlerinin yapılan plan tadillerinde etkili olmadığını göstermektedir. Birkaç
örnek vermek gerekirse: Çekmeköy 56 ada, 4 parsel
95 dönüm İSKİ'nin su toplama havzası İSKİ'nin olumsuz görüşüne rağmen konut alanı olmuştur. Elmalı Barajı Havza sınırları içinde yeşil alan azaldığı için Park Bahçeler
Müdürlüğü'nün olumsuz görüşü mevcut, Ulaşım Planlama Müdürlüğü'nün olumsuz
görüşü var ayrıca İSKİ Genel Müdürlüğü itirazında "yapılan plan
değişikliğinde kişilere özgü parsel ayrıcalığı tanınmıştır. Bu durum İmar
Kanunu’na aykırıdır" demektedir. Ömerli Su Toplama Havzası’nda, Samandıra
Belediye Binası ihalesini Büyükşehir Belediyesi açmıştır. İnşaat başlamış hatta
kabası bitmiştir. İSKİ yasal yollara başvurmuş ve binayı mühürletmiştir.
Belediyeye bağlı bir hizmet binası, belediyeye bağlı bir başka kurum olan İSKİ
tarafından mühürlenmiştir. Sayılan örnekler İstanbul'daki su havzalarının durumunu ortaya
koymaktadır. Her alanda olduğu gibi bu alanda da bilimsel çalışmalara önem
verilmesi, konusunda uzman kişi ve kuruluşlar!a
birlikte çalışmalar yapılması gerekmektedir. Su havzalarının korunması için yapılaşmanın önüne geçilmelidir. Su kaynakları etkin ve verimli bir şekilde kullanılmalıdır. Mevcut su kaynaklarının kirlenmesini engelleyecek yasa ve
yönetmeliklerin yapılması ve bunların doğru bir şekilde uygulanması
gerekmektedir. İstanbul'daki su havzalarının durumu ve su havzaları ile ilgili
olarak alınacak tedbirlerin tespiti amacıyla, Anayasa’nın 98. ve Türkiye Büyük
Millet Meclisi İçtüzüğü’nün 104. ve 105. maddeleri gereğince Meclis araştırması
açılmasını arz ve teklif ederiz. 03.06.2008 1) Çetin Soysal (İstanbul) 2) Mehmet Ali Özpolat (İstanbul) 3) Mehmet Ali Susam (İzmir) 4) Nesrin Baytok (Ankara) 5) Canan Arıtman (İzmir) 6) Ali Oksal (Mersin) 7) Tekin Bingöl (Ankara) 8) Ahmet Küçük (Çanakkale) 9) Necla Arat (İstanbul) 10) Selçuk Ayhan (İzmir) 11) Abdullah Özer (Bursa) 12) Tacidar Seyhan (Adana) 13) Sacid Yıldız (İstanbul) 14) Ferit Mevlüt Aslanoğlu (Malatya) 15) Orhan Ziya Diren (Tokat) 16) Atila Emek (Antalya) 17) Turgut Dibek (Kırklareli) 18) Metin Arifağaoğlu (Artvin) 19) Ergün Aydoğan (Balıkesir) 20) Ahmet Ersin (İzmir) 21) Fatma Nur Serter (İstanbul) 22) Muhammet Rıza Yalçınkaya (Bartın) 23) Bülent Baratalı (İzmir) 24) Mevlüt Coşkuner (Isparta) 25) Rasim Çakır (Edirne) 26) Akif Ekici (Gaziantep) 27) Ali Koçal (Zonguldak) 28) Bayram Ali Meral (İstanbul) 29) Zekeriya Akıncı (Ankara) 30) Vahap Seçer (Mersin) 31) Abdulaziz Yazar (Hatay) 32) Atilla Kart (Konya) 33) Ali Rıza Ertemür (Denizli) 34) Gökhan Durgun (Hatay) 35) Gürol Ergin (Muğla) BAŞKAN – Bilgilerinize sunulmuştur. Önergeler gündemdeki yerlerini alacak ve Meclis araştırması açılıp
açılmaması konusundaki görüşmeler sırası geldiğinde yapılacaktır. Alının karar gereğince, sözlü soru önergeleri ile diğer denetim
konularını görüşmüyor ve gündemin “Kanun Tasarı ve Teklifleri ile
Komisyonlardan Gelen Diğer İşler” kısmına geçiyoruz. VI.- KANUN TASARI VE TEKLİFLERİ
İLE KOMİSYONLARDAN GELEN DİĞER İŞLER A) Kanun Tasarı ve Teklifleri 1.- Tapu Kanununda Değişiklik
Yapılmasına Dair Kanun Tasarısı ve Adalet Komisyonu Raporu (1/568) (S. Sayısı:
223) BAŞKAN – 1’inci sırada yer alan, Tapu Kanununda Değişiklik
Yapılmasına Dair Kanun Tasarısı’nın komisyona geri verilen maddesiyle ilgili
komisyon raporu Başkanlığımıza henüz verilmediğinden tasarının görüşmeleri
ertelenmiştir. 2’nci sırada yer alan Yükseköğretim Kanununda Değişiklik
Yapılmasına Dair Kanun Tasarısı ile Millî Eğitim, Kültür, Gençlik ve Spor
Komisyonu Raporu’nun görüşmelerine kaldığımız yerden devam edeceğiz. 2.- Yükseköğretim Kanununda
Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Tasarısı ile Millî Eğitim, Kültür, Gençlik ve
Spor Komisyonu Raporu (1/591) (S. Sayısı: 238) (x) BAŞKAN – Komisyon? Burada. Hükûmet? Burada. 2’nci maddeyi okutuyorum: MADDE 2- 2547 sayılı Yükseköğretim Kanununun 13 üncü maddesinin
(a) fıkrasının birinci paragrafı aşağıdaki şekilde değiştirilmiştir. “Devlet üniversitelerinde rektör, profesör akademik unvanına sahip
kişiler arasından görevdeki rektörün çağrısı ile toplanacak üniversite öğretim
üyeleri tarafından seçilecek adaylar arasından Cumhurbaşkanınca atanır.
Rektörün görev süresi 4 yıldır. Süresi sona erenler aynı yöntemle yeniden
atanabilirler. Ancak iki dönemden fazla rektörlük yapılamaz. Rektör, üniversite
veya yüksek teknoloji enstitüsü tüzel kişiliğini temsil eder. Rektör adayı
seçimleri gizli oyla yapılır. Oy veren her öğretim üyesi oy pusulasına yalnız
bir isim yazabilir. Birinci toplantıda öğretim üyelerinin en az yarısının hazır
bulunması şarttır. Bu sağlanamadığı takdirde toplantı 48 saat ertelenir ve
nisap aranmaksızın seçime geçilir. Bu toplantıda en çok oy alan altı kişi aday
olarak seçilmiş sayılır. Yükseköğretim Genel Kurulunun bu adaylar arasından
seçeceği üç kişi Cumhurbaşkanlığına sunulur. Cumhurbaşkanı, bunlar arasından
birini seçer ve rektör olarak atar. Yeni kurulan üniversitelere rektör adayı
olarak başvuran profesörler arasından Yükseköğretim Genel Kurulunun seçeceği üç
aday Cumhurbaşkanlığına sunulur. Cumhurbaşkanı, bunlar arasından birini seçer
ve rektör olarak atar. Vakıflarca kurulan üniversitelerde rektör adaylarının
seçimi ve rektörün atanması ilgili mütevelli heyet tarafından yapılır.” BAŞKAN – Madde üzerinde gruplar adına ilk söz Milliyetçi Hareket
Partisi Grubu adına Ahmet Duran Bulut, Balıkesir Milletvekili. Buyurun Sayın Bulut. (MHP sıralarından alkışlar) MHP GRUBU ADINA AHMET DURAN BULUT (Balıkesir) – Sayın Başkan,
değerli milletvekilleri; 238 sıra sayılı Yükseköğretim Kanununda Değişiklik
Yapılmasına Dair Kanun Tasarısı’nın 2’nci maddesinde Milliyetçi Hareket Partisi
Grubu adına söz almış bulunuyorum. Bu vesileyle yüce milletimizi ve muhterem
heyetinizi saygıyla selamlıyorum. Geçtiğimiz hafta Türk dünyası 3 değerli şahsiyeti kaybetti:
Değerli bestekâr Avni Anıl, “Türkiyem” şiirinin
yazarı Dilaver Cebeci ve Kırgız kardeşlerimizin içinden çıkan büyük usta, büyük
edebiyatçı Cengiz Aytmatov. Türk kültürüne, sanatına
katkılarından dolayı bu değerli şahsiyetlere Allah’tan rahmet, Türk dünyasına
başsağlığı diliyorum. Bu vesileyle, yine geçtiğimiz hafta çok ihtiyacımız olan, birlik
ve beraberliğimizin pekişmesine vesile olan, bir zafere damga vurmuş olan Türk
Millî Futbol Takımı’nın başarısından dolayı değerli futbolcularımızı,
yöneticilerini tebrik ediyor, bundan sonraki maçlarında da başarılar diliyoruz. Getirilen 238 sıra sayılı Yükseköğretim Kanununda Değişiklik
Yapılmasına Dair Kanun Tasarısı’nın 2’nci maddesinde belirtilen üniversitelerin
rektör seçimindeki usul ve esaslar noktasında bir teklifimi arz etmek istiyorum.
Rektör, sadece atananların değil, hizmet verenlerin değil, aynı zamanda hizmet
alanların da rektörüdür. Öğretim görevlilerinin oylarıyla teklif edilen rektör
adaylarının, binlerce öğrencinin oylarıyla seçilen öğrenci konseyi
başkanlarının da burada tercihlerini belirtmesi gerektiğini ifade ediyorum.
Rektör adayı seçiminde yıllardır görmekteyiz ki neredeyse bir siyasi arenaya
döndürülerek, adayların etrafında gruplaşarak daha sonra siyasi otoritenin
tercihleriyle belirlenen, atanan rektörlerin daha sonra kendisine oy veren,
kendisine yandaş olan öğretim görevlilerini kayırma gibi davranışlarının
eğitimdeki saygınlığı zedelediğini, kendilerinin tarafsızlığını zedelediğini
maalesef görmekteyiz. Yine, yeni kurulan üniversitelerde müracaat eden profesörlerden üç
tanesinin YÖK tarafından tespit ve teklif edileceği 2’nci maddede
belirtilmektedir. Burada kıstasın, temsil ağırlığı olan, bilimsel yeterliliği
olan, o görevi en iyi şekilde yapacak ve tüm üniversiteyi kucaklayacak
hassasiyetle değerlendirilmesi gerekmektedir. Diğer yandan vakıf
üniversitelerinin rektörlerinin atanması mütevelli heyete bırakılmış, diğer
üniversitelerle entegre noktasında bir değerlendirmede
bulunulmamıştır. Değerli milletvekilleri, üniversitelerde kendilerine hizmet
verdiğimiz öğrencilerimizin çok büyük sorunları bulunmaktadır. Bu gençlerimizin
barınma, kredi, burs noktasındaki çok büyük sorunlarının giderilmesi için ciddi
bir çalışma yapılması gerekmektedir. 2008-2009 öğretim döneminde üniversite
kontenjanları 42 bin artırıldığı hâlde bu sene yine 1 milyonun üzerinde
gencimiz üniversiteye girememiş bulunmaktadır. Bir ülkenin beyin gücünü
oluşturacak nesillerin eşit ve adil şartlarda yetiştirilmesi ve bilimsel
rekabet ortamında en iyilerinin seçilmesi doğru ve makul olan bir yaklaşımdır, buna
itirazımız yok. Ancak yıllardan beri üç saatlik bir sınav sonucunda gençlerin
kaderlerinin o sınava bağlı kalması gençler adına, geleceğimiz adına büyük bir
talihsizliktir. Bunu Sayın Başbakan geçtiğimiz günlerde “garabet” olarak ifade
etmektedir. Altı yıldır ülkeyi yönettiğini unutan, daha şimdiden erken
muhalefete alışmaya çalışan Sayın Başbakana “günaydın” demekten başka bir şey
gelmiyor. Altı senedir bu konunun çözümü için bir tek adım atmayan Sayın
Bakanına bunu sormalı, bunun sebebini kendi uygulamalarında araştırmalıdırlar.
Dershane destekli eğitimden dershane temelli bir eğitime kayışın nedeni mevcut
eğitim sistemimizdir. Değerli milletvekilleri, Milliyetçi Hareket Partisi görüş ve
düşüncelerini, eleştirilerini ifade ederken bütün eleştirilere bir teklif
getirmiştir. Ancak, iktidar, her nedense, öyle bir yaklaşım sergilemektedir ki,
“Kendileri öneri getirmiyorlar, eleştiriyorlar.” demektedirler. Hayır, her
eleştirimizin arkasından biz çözüm reçetesini de getirdiğimiz hâlde iktidar
bunu değerlendirmemekte ısrar etmektedir. Milliyetçi Hareket Partisi,
yükseköğrenim öğrenci kazandırma ve yetiştirme konusunu, yalnızca bir sınav ve
dershane sorunu olarak değil, başlı başına bir ülkenin kalkınma dinamiği ve
insan kazanma sistemi olarak yorumlamaktadır. Dershanelerin özel okullara dönüşmesinin
teşvik edilmesini, üniversitelere giriş sınavının kaldırılmasını ve
ortaöğretimin sınavsız üniversite sistemine geçişi sağlayan bir yapıya
kavuşturulmasını öngören kapsamlı reform yapılmalıdır. Bunun için, değerli milletvekilleri, sınav sistemleri örgün eğitim
programlarına paralel hâle getirilmelidir. Dershanelerin ilk ve ortaöğretim
kurumlarının işlevlerini üstlenmesi önlenmelidir. Vatandaşların bu yöndeki
mağduriyetleri giderilmelidir. Çocuğunu özel dershaneye göndermeyen, çocuğuna
üniversiteyi kazandıramıyor. Bu, fırsat eşitliği denilen ilkeyi çiğniyor.
Dershanelerin özel okullara dönüşmesini teşvik etmelidir. Ortaöğretim program türünü esas alan, yatay ve dikey geçişlere
imkân veren, çağdaş bir rehberlik yönlendirme hizmetiyle sınavsız üniversite
sistemine etkin geçiş sağlayan yapı mutlaka kurulmalıdır. Bunun için yüce
Parlamento gerekirse partilerden oluşan bir komisyon kurarak, sınavsız
üniversiteye öğrencilerin girmesindeki usul ve esaslar belirlenebilir. Artık
öğrencilerin sırtından birkaç post çıkarmaya çalışan bu çıkar çevrelerinin
gençlerin üzerindeki elleri çekilmiş ve bundaki fırsat eşitliği yüce
Parlamentonun adaletiyle sağlanmış olur. Üniversiteye giriş sınavları kaldırılmalı, bunun yerine ilköğretim
ve ortaöğretimdeki etkili bir yönlendirmeyle uygulanacak müfredat ile
ortaöğretim başarısını ve ortaöğretim sonunda yapılacak olgunlaşma sınavını
esas alan, fırsat eşitliğini gözeten üniversiteye geçiş sistemi uygulamaya
konmalıdır. Huzurunuzda, sınava giren bütün gençlerimize başarılar diliyor,
sonuçları kendileri ve aileleri başta olmak üzere aziz milletimizin geleceğinde
hayırlı çalışmalar yapmalarına vesile olur diyorum. (Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı) BAŞKAN – Bir dakika ek süre veriyorum, tamamlayın lütfen. AHMET DURAN BULUT (Devamla) – Aziz milletvekilleri, Millî Eğitim
Bakanlığı, yükseköğretim kurumları, ortaöğretim kurumları maddi sıkıntılar
içerisindedirler. Genelgeler der ki okul müdürlerine: “Öğrenci velilerinden
para almayın.” Ancak okul ihtiyaçlarını Bakanlığın verdiği ödeneklerle
karşılayamazlar. Okul müdürleri bu konuda çok zor durumdadırlar. Bu vesileyle, Balıkesir Burhaniye ilçesinde öğrencilere bu noktada
yaklaşımda bulunan bir ilköğretim müdürü basın tarafından hırpalanmaya
çalışılmaktadır. Bunun sebebi sistemdir, bunun sebebi okullarımıza bu
yardımları adaletli bir şekilde yansıtmayan yönetimdir. Tasarının hayırlı olmasını diliyor, hepinizi saygıyla
selamlıyorum. (MHP sıralarından alkışlar) BAŞKAN – Teşekkür ederim Sayın Bulut. Cumhuriyet Halk Partisi Grubu adına Mersin Milletvekili Sayın Ali
Rıza Öztürk. Buyurun Sayın Öztürk. CHP GRUBU ADINA ALİ RIZA ÖZTÜRK (Mersin) – Sayın Başkan, sayın
milletvekilleri; Cumhuriyet Halk Partisi Grubu ve şahsım adına hepinizi
saygıyla selamlıyorum. Konuşmama başlamadan önce böylesine yasaların çıktığı bir ortamda
Meclis Genel Kurulunun bu kadar boş olmasından da son derece üzüntü duyduğumu
ifade etmek istiyorum. SIRRI SAKIK (Muş) – Sayın Başkan, bu tasarıyı muhalefet mi
getiriyor? İktidar yok. ALİ RIZA ÖZTÜRK (Devamla) – Değerli arkadaşlarım, sevgili
milletvekilleri; getirilen tasarının 2’nci maddesiyle, yeni kurulan
üniversitelere rektör atanmasına ilişkin hususlar düzenlenmiştir. Önceki
Yasa’da bulunan boşluk nedeniyle böyle bir düzenleme getirilmiştir. Bu düzenlemeye göre, yeni kurulan üniversitelerde rektör olmak
isteyen kişiler YÖK Genel Kuruluna başvuracak, YÖK bunların arasından 3 kişiyi
seçecek ve Cumhurbaşkanı bunlardan birisini rektör olarak atayacaktır. Bu
düzenleme mevcut siyasi iktidara YÖK Başkanı eliyle kendi yandaşlarını rektör
olarak atama olanağı vermekte ise de umut ediyorum ve diliyorum ki, siyasi
iktidar sağduyulu davranarak bu yola gitmeyecek, üniversiteleri ve ülkemizi
düşünerek objektif kriterlerle davranarak hak edenleri
rektör olarak atayacaktır diye düşünüyorum. Cumhuriyet Halk Partisi olarak biz bu yasaya genel olarak destek
veriyoruz. En önemli destek verme nedenimiz de üniversitelerdeki kadro
sıkıntılarının giderilmesidir. Değerli milletvekilleri, üniversiteler bilgi ve teknolojinin
üretildiği kaynaklardır. Üniversiteler toplumun her yönden kalkınması için
insan unsuruna yapılan yatırımların yoğunlaştığı ve kaymaklaştığı alanlardır.
Üniversitelerin toplumun güç kaynağı olan aydınların yetiştirilmesindeki önemi
ve konumu tartışılamaz. Üniversitelerimizin pek çok sorunu vardır. Bugüne kadar bu ülkeye
gelen siyasi iktidarların tümü -hiçbir ayrım gözetmeksizin söylüyorum-
üniversitelerin temel sorunlarıyla ilgilenmek yerine, üniversiteyi yönetenlerin
iktidarını pekiştirmeye yönelik düzenlemelere daha çok başvurmuşlardır. Üniversitelerin bugün sorunlarını kronik hâle getiren ve
üniversitelerin toplumun öncüsü rolü olmasını engelleyen en önemli olarak
gördüğüm dört sorunu sizlerle paylaşmak istiyorum: Üniversite özerkliğinin
aşırı kısıtlanmış olması, üniversite özerkliğine yaraşır bir idari denetim
sisteminin olmayışı, üniversitelerin öğretim üyesi açığı, üniversitelerin
halkla ilişkilerindeki kopukluk. Üniversitelerin özerkliği demek, üniversitelerin bilimsel
çalışmalarını ve üniversite yükseköğretimini kendi organları eliyle serbestçe
düzenleme ve yürütme yetkisine sahip olmaları demektir. Tarihte baskıcı
rejimlerin hâkim olduğu dönemlerde “Ülke kiminse üniversite de onlarındır.”
anlayışı egemen olmuşsa da, bu anlayışa rağmen üniversite özerkliklerinin
gelişimi engellenememiştir. Üniversiteler yüklendikleri teknik, sanatsal, bilimsel ve kültürel
kamu hizmetlerini en iyi bir şekilde yapabilmeleri için yapılarıyla,
işleyişleriyle, organlarıyla, programlarıyla, çalışmalarıyla, tümüyle özerk bir
yapıya sahip olmaları gerekir. Üniversitelerin özerkliği, tabir yerindeyse üç ayaklı bir masaya benzer. Bu ayaklardan birisi olmazsa
masa nasıl yıkılırsa, üniversite özerkliği de tam üç ayak
üzerine oturmuştur. Üniversite özerkliği denildiği zaman, üniversite öğretim
üyelerinin ve üniversitelerin kurumsal olarak bilimsel ve akademik
özgürlükleri, idari özgürlükleri ve mali özerkliktir. Bilimsel özerkliğin temelini bilimsel araştırma ve yayma özgürlüğü
oluşturur. Kişilerin sırf birey olarak sahip oldukları bilimsel araştırma ve
yayma özgürlüğü Anayasa’mızın 27’nci maddesinde hüküm altına alınmış iken
üniversitelerin akademik tüzel kişiliğe sahip olarak bilimsel özerklikleri
Anayasa’mızın 130’uncu maddesiyle hüküm altına alınmıştır. Kişilerin sadece
birey olarak sanat ve bilimsel araştırmaları yapma ve yayma özgürlükleri var.
Öte yandan üniversitelerin de sanat özgürlüğüne, bilimsel araştırma yapma ve
araştırmaların sonuçlarını yayma özgürlüğüne zaten sahip olmaları
tartışmasızdır. Anayasa Mahkememizin içtihatlarına göre bilimsel özerklik
üniversitenin kuruluşundan işleyişine kadar uzanan, bilimin gerektirdiği
özgürlük ortamının tüm çalışmalarımızda, üniversite çalışmalarında bir yaşam
tarzı olarak, bir yaşam biçimi olarak sağlanması demektir. Üniversitelerin bilimsel özerkliği öğretim üyelerinin serbestçe
bilimsel araştırma yapmaları, öğretim üyelerinin ve organlarının fakülte
dışındaki kimseler tarafından değil tamamen kendi organları eliyle
belirlenmeleri, programları, alacak öğrenci sayıları, ders saatleri, kaliteler,
açılacak fakültelerin tamamen kendi organları eliyle belirlenmeleri ve
denetimin de öz denetim ve otokontrol sistemiyle yapılması ilkesine dayanır. Devlet idaresindeki kademelenme şeklindeki idare şekli düşünce
üretimine, özgür düşünce ve özgür çalışmaya engeldir. 2547 sayılı YÖK
Kanunu’nun öngördüğü kurumlaşma biçimi merkezî bir anlayışa dayanmaktadır ve
şimdiki YÖK Yasası sadece yöneticilere her şeyi yapma hakkını vermekte, öğretim
üyelerinin, özellikle de sosyal bilimler alanında çalışan öğretim üyelerinin
akademik özgürlüklerini son derece kısıtlamaktadır. İdari özgürlük ise üniversitelerin kendi üyelerinin demokratik
usulle oluşturdukları organlar eliyle yönetilmesi ve denetlenmesidir,
üniversite organlarının, öğretim üyeleri ve yardımcılarının üniversite
dışındaki makamlar tarafından hiçbir şekilde görevlerinden alınamaması
demektir. İdari özerklik üniversite binalarına, üniversite kampüslerine
tanınmış bir özerklik değildir. İdari özerklik üniversite organlarına ve
öğretim üyelerine tanınmış bir haktır. 12 Eylül öncesi üniversitelerin idari özerkliği üniversite
binaları ve kampüsleri içinde bir dokunulmazlık ve
serbestlik olarak algılandığından, buna tepki olarak üniversitelerin idari
özerkliği kaldırılmış, üniversiteler üzerinde devletin yetki ve denetimini
artıracak biçimde düzenlemeler yapılmıştır. Yürütme organı üniversitelere el atıp
bunları yönlendirir ve yönetir olmuştur. 1982 Anayasası ve YÖK Kanunu üniversitelerin idari özerkliğini
kaldırmıştır. Üniversitelerin bugün idari özerklikleri yoktur. İdari
özerkliklerinin olmamasının en büyük sakıncası karar ve yürütme organlarının
kendilerini atayanlara bağımlı olarak çalışmak zorunda bırakılmalarıdır. Kurum
içi idari denetimin özellikle organik denetimin olmamasıdır. Bilimsel araştırma
ve uygulama ihtiyaçlara göre değil, merkezî idarenin uyguladığı politika
yönünden kararlar alınıp uygulanmasıdır. Üniversitelerin en önemli eksikliklerinden birisi de mali özerklik
açısından yaşanan sıkıntılardır. Mali özerklik, üniversitelerin kendi
kaynaklarından serbestçe yararlanarak, kendi harcamalarını yönetme yetkisine
sahip olmaları demektir. Mali özerklik, kendi bütçesini hazırlama, kendi mali
kaynaklarını oluşturma ve kendi mali kaynaklarını kullanma demektir. Bu
açılardan baktığımızda üniversitelerin bütçeleri özerk değildir, katma
bütçedir. Üniversitelere kendi kaynaklarını kendisinin oluşturma imkânı tam
anlamıyla verilmemiştir. Mali özerkliğin unsurlarından veya yansımalarından
birisi de ilgili kurumun kendi mali kaynaklarını serbestçe kullanabilmesidir. Üniversitelerin bütçelerinin özerk olmaması ve kaynaklarının büyük
bir kısmını oluşturamaması, kaynak kullanımını da doğal olarak olumsuz
etkilemektedir. Üniversite özerkliğine yaraşır bir idari denetim sisteminin
olmayışı da bugün çözülmesi gereken en önemli sorunlardan birisidir.
Üniversitelerin kamusal ve yargısal denetiminin yanında dış idari denetim
ile iç idari denetim, yani organik denetimin de bulunması gerekmektedir.
Üniversitelerin organik denetiminin fakültelerin fakülte yönetim kurulu,
üniversite bazında senato, enstitü bazında ise enstitü kurulu tarafından
yapılması gerekir. Bugün organik denetimin yapılmamış olması toplumun her
kesiminde özlenen demokratik yönetimin üniversitelerde sağlanmamış olmasını
getirmektedir. Diğer bir sorun ise üniversitelerde öğretim üyesi açığı sorunudur.
Bugün üniversitelerimizin en temel sorunlarından bir tanesi öğretim üyesi
açığıdır. Üniversitelerimizde Anadolu’nun ücra köşelerinde çalışan öğretim
üyelerimiz çağdaş bilime, bilim çağına insan yetiştirmeyi bütün zorluklara
rağmen yapmaya çalışmaktadırlar. 12 Eylül döneminde akademilerin ve eğitim enstitülerinin kimisi
fakülte yapılmış, kimisi ise yüksekokul ve üniversite durumuna getirilmiştir.
Böylece üniversite, fakülte sayısı görünürde yükselmiştir. Bugün 94 tane
devlet, 33 tane vakıf olmak üzere toplam 127 tane üniversite vardır. “Her ile
bir üniversite” anlayışıyla hareket edilerek üniversite sayısı 127’ye
çıkarılmıştır. Buna karşı değiliz, ancak üniversitelerin fiziki koşulları ve öğretim
üyeleri sorunları çözülememiştir. Üniversitelerin büyük bir bölümünde bir
fakülteye bir profesör bile düşmemektedir, hatta yeni kurulan
üniversitelerimizin çoğunda profesör yoktur. Hâlbuki,
gelişmekte olan üniversitelerimizin çoğunda gençlerimiz okumaktadır. Bu
gelişmekte olan üniversiteler araç ve gereçlerden yoksundur, araç ve gereç
yoksunluğu nedeniyle bilimsel çalışmalara, bilimsel araştırmalara yeteri kadar
destek verilememektedir, bu da bilgi çağında… (Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı) BAŞKAN – Bir dakika ek süre veriyorum, tamamlayın lütfen. ALİ RIZA ÖZTÜRK (Devamla) – Bu durum, bilgi çağını yakalamada
gelişmiş üniversite öğrencisi ile gelişmekte olan üniversite öğrencisi arasında
fırsat eşitsizliği yaratmaktadır. Hâlbuki, 2547 sayılı
Kanun’un 5’inci maddesinin (e) bendi yükseköğrenimde fırsat eşitliğini
sağlayacak önlemlerin alınmasını emretmektedir. Gelişmiş üniversite, öğretim
elemanlarını bilimsel araştırma konularında sunduğu imkânlarla cezbediyor. Oysa gelişmekte olan üniversiteler bu
imkânlardan yoksundur. Kadroyla ilgili görüşlerimi ve üniversitelerin bu konuda
çektikleri sıkıntıları daha geniş anlatmak üzere 4’üncü maddede tekrar bu
görüşlerimi sunacağım. Şimdilik yüce Meclisinizi saygıyla selamlıyorum. (CHP
sıralarından alkışlar) BAŞKAN – Teşekkür ederim Sayın Öztürk. Madde üzerinde şahıslar adına ilk söz Amasya Milletvekili Sayın
Avni Erdemir’e ait. Buyurun Sayın Erdemir. (AK Parti
sıralarından alkışlar) AVNİ ERDEMİR (Amasya) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri;
Yükseköğretim Kanunu’nda değişiklik öngören 238 sıra sayılı Kanun Tasarısı’nın
2’nci maddesiyle ilgili söz almış bulunuyorum. Hepinizi saygıyla selamlıyorum. Değerli arkadaşlarım, üniversitenin görevi bilgi üretmek, bilgiyi
öğretmek ve üretilen bilgiyi kamuoyuyla paylaşarak bilginin ülke kalkınması ve
gelişmesi için kullanılmasını sağlamaktır. Bu yönüyle üniversiteler, ülkenin
bilime, teknolojiye, özgürlüğe, hür düşünceye ve gelişmeye açılan kapılarıdır.
İşte bunu bilen İktidarımız, bütçeden en büyük payı eğitime ayırmış,
üniversitede öğrenim gören öğrenci sayısını artırmak ve üniversitedeki,
üniversite kapısındaki yığılmayı engellemek için politikalar geliştirmiştir. Bu
amaçla, önce 15 ilimizde daha sonra 17 ilimizde toplam 32 devlet üniversitesi
kurulmuştur. Bu yıl da üniversitesi olmayan 9 ilimizde üniversite kurarak
toplam 41 ilimizi üniversiteyle buluşturmuş olduk. Bu, şunu gösteriyor: 81
ilimizin 41’i AK Parti İktidarında üniversiteye kavuşmuştur. Bu dönemde, 8 adet
de özel üniversite kurulmuş olup, AK Parti İktidarında, 2008 yılı itibarıyla,
toplam 49 üniversite açılmış olacaktır. Değerli milletvekilleri, İktidarımız döneminde, üniversite
öğrencilerimizin bursları artırılmış, öğrenci yurtlarında önemli iyileştirmeler
yapılmıştır. Bütün bu yapılanlar yeterli mi? Elbette, yetmez. İlköğretim ve
ortaöğretimde “Haydi kızlar okula.” diyerek 250 bin kız evladımızı eğitimle
tanıştıran, 110 bin dersliği eğitime kazandıran, 554 bin bilgisayarı
öğrencilerimizin hizmetine sunan, “Her şey özürlüler için.” diyerek özürlülere
sahip çıkan İktidarımız, inşallah, üniversite kapılarındaki yığılmayı
kaldırarak, ülkemizde yükseköğretim görmek isteyen bütün yavrularımıza
üniversite kapılarını da açmış olacaktır. Açılan 41 üniversite bunun içindir,
üniversitelerimizin öğretim elemanı ihtiyacını karşılamak üzere yurt dışına
gönderilen öğrencilerimiz bunun içindir, kontenjanların artırılması bunun
içindir. Değerli milletvekilleri, görüştüğümüz 2’nci maddeyle
üniversitelere rektör seçimi konusuna açıklık getirilmiş ve yeni kurulan
üniversitelere rektör seçimi konusundaki hukuki boşluk ortadan kaldırılmıştır.
Anayasa Mahkemesinin YÖK’ün devre dışı bırakılmamasına yönelik görüşü dikkate
alınarak hazırlanmıştır. Yeni düzenlemeye göre, yeni kurulan üniversitelere
rektör olmak isteyen profesörlerimiz Yükseköğretim Kuruluna başvuruyorlar.
Yükseköğretim Kurulu bu başvuruları değerlendirerek belirlediği 3 ismi Sayın Cumhurbaşkanımıza
sunuyor. Cumhurbaşkanımız bu 3 isimden birini seçiyor ve rektör olarak atıyor. Değerli milletvekilleri, önümüzdeki dönem inşallah
üniversitelerimizin bilimsel başarılarının konuşulduğu bir dönem olur. Yine
inşallah, üniversitelerimizin bütün sorunları teker teker
çözüme kavuşur. Üniversite öğretim elemanlarının özlük haklarında
iyileştirmeler yapılır, temsil tazminatlarındaki adaletsizlik ortadan
kaldırılır ve özellikle, herkesin üzerinde mutabık kaldığı, yardımcı
doçentlerin birinci dereceye inmesi konusu 2914 sayılı Yükseköğretim Personel
Kanunu’nda yapılacak değişiklikle çözüme kavuşur. Yeni üniversitelerimizin ve yasamızın, üniversite camiamıza,
öğrencilerimize ve milletimize hayırlı olması dileklerimle hepinizi saygıyla
selamlıyorum. (AK Parti sıralarından alkışlar) BAŞKAN – Teşekkür ederim Sayın Erdemir. Şahısları adına ikinci söz Mersin Milletvekili Sayın Ömer İnan’da. Buyurun Sayın İnan. (AK Parti sıralarından alkışlar) Süreniz beş dakika. ÖMER İNAN (Mersin) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; 238
sıra sayılı Kanun Tasarısı’yla ilgili, şahsım adına görüşleri açıklamak üzere
huzurunuzdayım. Hepinizi saygıyla selamlıyorum. 2’nci maddeyle 2547 sayılı Kanun’un 13/a fıkrasında bir değişiklik
yapılıyor. Çünkü mevcut Kanun’da, yeni kurulan üniversitelerin rektörlerinin
tayiniyle ilgili tam bir açıklık yoktu, bu boşluk giderilmiş oluyor. Mevcut Kanun’da rektör seçimi, eski üniversiteler için şöyle:
Hatırlatmak için tekrar edeyim. Öğretim üyeleri 6 kişiyi rektör adayı olarak
belirleyip YÖK’e gönderir. YÖK bunlardan 3’ünü seçer, Cumhurbaşkanına gönderir.
Cumhurbaşkanı da bu 3’ten 1’ini rektör olarak atar, usul budur eski
üniversitelerde. Buna da biz “seçim” diyoruz. Aslında bunun seçimle filan
alakası yok. Şöyle düşünün: Bir üniversitede 6 adaydan biri 400 oy almış olsun,
diğeri 200, üçüncüsü 100, sonraki 50, bir sonraki 5, bir tanesi de sadece
kendine oy vermiş olsun, 1 oy alsın. YÖK pekâlâ kendine oy veren bir kişiyi
listenin başına getirip Cumhurbaşkanına gönderebilir, Cumhurbaşkanı da bunu
rektör olarak atar. Buna “seçim” demek mümkün müdür arkadaşlar? Bu, sakat bir
iştir. Bunun behemehâl düzeltilmesi lazım. Buraya çıkan herkes, iktidarıyla
muhalefetiyle bu YÖK’ün uygun bir yapılanmada olmadığını söylüyor. O zaman bize
ne oluyor? Bu Meclis ne işe yarar? Niye değiştirmiyoruz oturup hep birlikte?
Makulün peşinde değil miyiz arkadaşlar? Birçok saçmalıklar var. Rektördeki yetki bir bakanda dahi yok.
Bunları düşünmemiz lazım gelmez mi? Devletin verdiği parayla üniversiteyi idare
edecek ve layüsel bir şekilde hareket edecek,
bunların tekrar gözden geçirilmesi gerekiyor. Oturup düşünmemiz lazım, gerçek
bir reform yapmamız lazım. Her birimiz çıkıp YÖK’ten şikâyet ediyoruz. O zaman
oturup düzeltelim. İdari özerklik, mali özerklik, akademik özerklik; söylenip
duruyor bunlar, e, gelin yapalım. Bir defa tabiri düzeltelim. Akademik özerklik
olmaz, akademik özerklik kurumsaldır, aslı bilimsel özgürlüktür. Bilimsel
özgürlük, idari özerklik, mali özerklik, evet, gelin, bunları görüşelim. İdari
özerklikle mali özerklik zaten birbiriyle bağlantılıdır, biri olmadan öbürü
olmaz, bir işe yaramaz. Bunu hangi üniversitelere nasıl vereceğiz hep birlikte
karar verelim arkadaşlar. Birbirimizi suçlamayalım. YÖK’ü planlama yapan bir
kuruluş, koordinasyon yapan bir kuruluş hâline getirelim, başka bir şeye
karışmasın. Yani, bir plan, program dâhilinde hareket ediliyor mu? Şikâyet
ediyoruz, diyoruz ki: “Dershaneler şöyle, böyle… Dershaneye mahkûm oldu
çocuklar.” Ee, düzeltelim. Müfredat başka, sorular
başka. Yani çocuk, lisede okurken hocasının öğrettiği soruların dışında
bambaşka sorularla üniversite imtihanında karşılaşıyor. Dershanecilik ayrı bir
sektör olmuş. Bu normal midir arkadaşlar? Bunları düzeltmemiz lazım. Bu da bize
düşüyor. Oturup hep birlikte, birbirimizi suçlamak yerine, karar vereceğiz.
Öğrencileri mağdur etmenin hiçbir manası yok. Bir de bu özerklikleri düşünürken şunu da düşünmemizde fayda var
diyorum: Özel üniversiteleri de düşünelim. Biliyorsunuz vakıf üniversiteleri,
bu özel üniversiteyi kurmanın hileişeriyesidir.
Aslında, kendi aramızda konuşurken “özel üniversite” diyoruz değil mi bunlara?
Bilkent’e “özel üniversite” diyoruz kendi aramızda konuşurken, aslında vakıf
üniversitesi. Ee, niye bu böyle? Özel üniversite
kurulamaz Anayasa’ya göre, mümkün değil. Oturup onu da değiştirmemiz lazım o
zaman. (Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı) BAŞKAN – Bir dakika ek süre veriyorum, lütfen tamamlayın. ÖMER İNAN (Devamla) – Akademik özgürlük, mali özerklik, idari
özerklik diyorsak bunun Anayasa’da kaynağını bulması lazım. Anayasa’ya göre
mümkün değil, orada sadece bilimsel özgürlük var. Ona da “özgürlük” demiyor da
“özerklik” diyor. Akademik özerklik dışında mali özerklik, idari özerklik
Anayasa’ya göre mümkün değil. O zaman, başta Anayasa olmak üzere bunu komple
değiştirmekte fayda mülahaza ediyorum. Birbirimizi suçlamadan oturup konuşalım.
Biz, oturup konuşabilecek insanlarız. Sizlerin de bizlerin de bir araya gelip bunu komple çözmemizde
fayda var diyorum, hepinizi saygıyla selamlıyorum. (AK Parti sıralarından
alkışlar) BAŞKAN – Teşekkür ederim Sayın İnan. Şimdi, madde üzerinde soru-cevap işlemine geçiyorum. Sayın Öztürk… ALİ RIZA ÖZTÜRK (Mersin) – Sayın Başkanım, aracılığınızla Sayın
Bakanıma sormak istiyorum. Birincisi: Bugüne kadar atanmayan dekan sayısı kaç tanedir, neden
atanmamıştır? İkincisi:ÖSYM’de biriken
paraların miktarı nedir? Bu paralar, bilindiği gibi, ÖSYM’nin yaptığı sınavlara
girenlerin ödediği paralardır. Bunların başka bir alanda kullanılmasında hukuki
aykırılıklar olduğunu düşünüyor musunuz? Üçüncü sorum: Üniversite çevrelerinde, “YÖK’ün Başkan Vekilliğine
doçent statüsünde bir kişi getirilmiştir.” diye bir iddia var. Bu kişinin
İçişleri Bakanı Sayın Beşir Atalay’ın telkinleriyle getirildiği şeklinde
iddialar var. Bu iddialar doğru mudur? Teşekkür ediyorum. BAŞKAN – Sayın Yıldız… SACİD YILDIZ (İstanbul) – Teşekkür ederim Sayın Başkan. Sayın Bakana şunu sormak istiyorum: Sağlık Bakanlığına bağlı
eğitim ve araştırma hastanelerinde şef ve şef yardımcısı olarak atanacak
hekimlerin jürilerinde görev yapacak üniversite profesörlerinin seçiminin ve
görevlendirilmenin doğrudan Sağlık Bakanlığınca yapılmasına ilişkin Sayın YÖK
Başkanı Profesör Doktor Yusuf Ziya Özcan imzalı, nisan ayında üniversitelere
gönderilmiş bir yazı var. Bu, üniversitelerin özerkliğine aykırı değil mi? Daha
önce hükûmet veya bakanlıklar tarafından üniversite
öğretim üyeleri doğrudan bu şekilde görevlendirilmiş midir yoksa ihtiyaç
duyulan elemanı isteğe göre üniversiteler mi görevlendirmiştir? Bu şekilde
doğrudan görevlendirmelerle yandaş jüri üyeleri mi oluşturulmak istenmiştir? BAŞKAN – Sayın Aslanoğlu… FERİT MEVLÜT ASLANOĞLU (Malatya) – Sayın Bakan, üniversitelerde
1990 yılından bu yana bazı ebe, hemşire, sağlık memuru, röntgen teknisyeni gibi
ofis memurları “temizlik şirketi” adı altında ihale edilerek kadrolu kişilerle
aynı iş yaptırılmaktadır. Sene 90, on sekiz yıl geçmiş. Bu insanlar ne olacak?
Bu insanlara, asgari ücretin altında, on sekiz yıldır, aynı işi yapan diğer kadrolu
insanlarla aynı görevi yaptırıyorsunuz. Bunları kadroya alacak mısınız?
Bunların geçen on sekiz yılı ne olacak? Artık yaş hadleri doldu, otuz yaşını
geçtiler. Artık bunları hiç kimse almıyor. Ama görevlerini en iyi şekilde
yapıyorlar. Bu insanlar ne olacak? BAŞKAN – Sayın Tankut, buyurun. YILMAZ TANKUT (Adana) – Sayın Başkanım, teşekkür ediyorum. Sayın Bakanım, Sayın Başbakan tarafından geçtiğimiz günlerde
üniversite sınavları ve bu sınavlara hazırlık amacıyla faaliyet gösteren
dershaneler eleştirilmiş ve “garabet örneği” şeklinde tanımlamalar yapılmış
idi. Millî Eğitim Bakanı olarak Sayın Başbakanın bu tanımlamalarına
katılıyor musunuz? Şayet katılıyorsanız, öğrenci seçme sınav sistemi ve
dershanelerle ilgili bu “garabet” tanımlamasını ortadan kaldırmak için altı
yıldan beri Bakanlık olarak hangi çalışmaları yaptınız? Önümüzdeki dönem ve
yıllarda öğrenci seçme sınav sistemini kaldırmayı düşünüyor musunuz?
Düşünüyorsanız, hazırlık dershaneleri ve diğer konularda hangi planlamaları
yapmaktasınız? Teşekkür ediyorum. BAŞKAN – Teşekkür ederim. Sayın Bakan, buyurun. MİLLÎ EĞİTİM BAKANI HÜSEYİN ÇELİK (Van) – Sayın Başkan, değerli
milletvekilleri; öncelikle Sayın Öztürk’ün sorusuna
cevap veriyorum. Şu anda Yükseköğretim Kurulu tarafından ataması yapılmamış olan 24
dekan var. Bu teklif edildiği hâlde atanamayan dekanlar, şu anda seçim süreci
yaşayan üniversitelerdeki ve asaleten rektörü olmayan üniversitelerdeki
dekanlardır. Niçin? Diyelim ki siz Siirt’te henüz rektör ataması yapmamışsınız,
Batman’a rektör ataması yapmamışsınız, bu kanun çıktıktan sonra oraya bir atama
yapılacak. Oraya atanan rektör kendi çalışacağı kişiyi kendisi belirleme
hakkına sahip olmalıdır, teklif etme hakkına sahip olmalıdır. Etik olan da
budur. Ayrıca, şu anda, diyelim ki bugün veya yarın, mesela Gazi
Üniversitesinde rektör seçimi yapılıyor. Yeni seçilen rektörün dekanı teklif
etmesi aslında daha uygundur, daha akademiktir, daha etiktir. Bundan dolayı
Yükseköğretim Kurulunun beklettiği 24 dekan teklifi vardır. Bunların ataması
yapılmamıştır, sebep budur. Bir taraftan da dediğim gibi, asaleten rektörü
olmayan üniversiteler. Rektörü atanınca teklifler yapılacak ve gerekli atamalar
da yapılacaktır. Sayın Yıldız’ın Sağlık Bakanlığının şef ve şef yardımcılarının
sınavını yapmak üzere üniversitelerden öğretim üyesi doğrudan
görevlendirmesiyle ilgili sorusuna da şunu söyleyeyim: Değerli arkadaşlar,
devlet bir bütündür. Biz, Millî Eğitim Bakanlığı olarak zaman zaman Ankara Üniversitesine, Gazi Üniversitesine, Marmara
Üniversitesine, İstanbul Üniversitesine herhangi bir konuda bilgisinden,
birikiminden yararlanmak üzere görevlendirme talebinde bulunuyoruz. Daha önce
YÖK’e yazıyoruz, böyle böyle bir talebimiz var diye.
Üniversitelere de böyle bir yasak getirilmiş falan değil. Onlar
görevlendirildiği zaman, Sağlık Bakanlığı onları jüri üyesi olarak tayin
ediyor. Onlar bu ülkenin üniversiteleridir. SACİD YILDIZ (İstanbul) – Efendim, doğrudan Sağlık Bakanı isimleri
kendisi görevlendiriyor. Böyle bir usul yok. MİLLÎ EĞİTİM BAKANI HÜSEYİN ÇELİK (Van) – Efendim, siz… Ankara
Üniversitesine, ben sınav yapacağım, sen üç tane adam bana gönder şeklinde bir
şey söylemez. SACİD YILDIZ (İstanbul) – Hayır. MİLLÎ EĞİTİM BAKANI HÜSEYİN ÇELİK (Van) – Bakın, şunu söyleyeyim:
Mesela profesör atayacaksınız. Siz rektörsünüz. Siz, profesör atamasında jüri
üyesi olacak, eserlere rapor yazacak profesörleri kendiniz belirliyorsunuz. Sağlık Bakanı, profesör unvanlı bir bakan. Profesör unvanlı
bir bakan olmasa bile bir bakanın isim belirlemesi ve isim istemesinde ne
mahzur olabilir? SACİD YILDIZ (İstanbul) – Öyle bir usul… MİLLÎ EĞİTİM BAKANI HÜSEYİN ÇELİK (Van) – Yani, en azından ben
böyle düşünüyorum. Siz soru sordunuz, cevabınızı veriyorum. SACİD YILDIZ (İstanbul) – Efendim, üniversitelerin kendileri
belirlemesi lazım bunu eşitlik açısından. MİLLÎ EĞİTİM BAKANI HÜSEYİN ÇELİK (Van) – Değerli arkadaşlar,
Sayın Aslanoğlu’nun sorusuna gelince: Bildiğiniz gibi, üniversitelerimizde, özellikle tıp fakültelerinde
çalıştırılan, diyelim ki hemşire, diyetisyen, sağlık memuru olup da kadrolu
çalışmayanlar vardır. Bildiğiniz gibi, biz, 230 bin kişiyi kadrolu yaptığımız
zaman, aynı zamanda bir karar aldık, üniversitelerde bu tür çalışan personelin
çoğunu 4/B kapsamına aldık. 4/B kapsamına alınınca, bildiğiniz
gibi, bu firmaların sağlık elemanı olma görüntüsünden ve statüsünden onlar
kurtulmuş oldular büyük çapta ama üniversitelerde hâlâ böyle birileri varsa
-Sağlık Bakanlığı ve üniversiteler, biliyorsunuz, bu elemanları Devlet Personel
Başkanlığı aracılığıyla alıyorlar- Türkiye’de çok sayıda hemşireye ihtiyaç var
ve çok sayıda da kadro tahsis edildi, KPSS’ye
müracaat ederler, yeterli puanı alırlarsa oralara kadrolu olarak da
atanabilirler ama hepsinin sınavsız bir şekilde oraya aktarılması söz konusu değildir. Sayın Tankut’un sorusuna cevap
veriyorum: Değerli arkadaşlar, bakın, üniversite sistemi, dershanelerin
varlığı, Sayın Başbakanımızın İzmir’de yaptığı “garabet” benzetmesi kesinlikle
doğrudur. Altı yıldır biz iktidardayız, bunu niçin düzeltmedik? Bildiğiniz
gibi, üniversiteye girişi düzenleme yetkisi, 2547 sayılı Kanun’un 45’inci
maddesiyle YÖK’e verilmiştir. Geçmişte biz bununla ilgili kanuni düzenleme
getirdik, buradan geçti, Cumhuriyet Halk Partisi Anayasa Mahkemesine götürdü,
Sayın Cumhurbaşkanı Anayasa Mahkemesine götürdü ve geri döndü. ALİ RIZA ÖZTÜRK (Mersin) – Demek ki Anayasa’ya aykırıymış Sayın
Bakan. MİLLÎ EĞİTİM BAKANI HÜSEYİN ÇELİK (Van) – Siz, o zaman, bakın…
“Anayasa’ya aykırıymış.” diyorsunuz, bir taraftan da bunun düzeltilmesini istiyorsunuz.
ALİ RIZA ÖZTÜRK (Mersin) – Ama uygun yapmak lazım. MİLLÎ EĞİTİM BAKANI HÜSEYİN ÇELİK (Van) – Neyse. Onu
tartışmıyorum. Sonuçta bunun değişmesi gerekiyor. Şu anda Yükseköğretim Kurulu
ile Millî Eğitim Bakanlığı görüşüyoruz. Bu sistemi, ilkokuldan başlamak üzere
senkronize bir şekilde çocuklarımızı bu sınav baskısından kurtaracak, aynı
zamanda üniversiteye girişi gelişmiş batı ülkelerindeki standartlara
yaklaştıracak en azından bir sistem üzerinde çalışıyoruz. Dershanelere gelince de -ben hep söyledim- dershaneler, değerli
arkadaşlar, bir sebep değil, bir sonuçtur. Bu sonucu ortaya çıkan sebepler var
olduğu sürece de bu dershaneler olacaktır. Bu sebepleri ortadan kaldıracak
adımları eğer atarsak –ki atmak niyetindeyiz, bununla ilgili çalışıyoruz- bu
mesele rayına oturacaktır. Arz ederim Sayın Başkan. ALİ RIZA ÖZTÜRK (Mersin) – Sayın Bakanım, iki tane daha sorum
vardı. Birincisi, ÖSYM’nin paralarını… BAŞKAN – Teşekkür ederim Sayın Bakan. MİLLÎ EĞİTİM BAKANI HÜSEYİN ÇELİK (Van) – Daha sonraki şeyde
sorunuza cevap vereceğim. BAŞKAN - Madde üzerinde iki önerge vardır. Önergeleri önce geliş
sırasına göre okutacağım, sonra aykırılık sırasına göre işleme alacağım. İlk önergeyi okutuyorum: TBMM Başkanlığına 238 sıra sayılı kanun tasarısının 2. maddesinin birinci
cümlesinden sonra “Rektör adayı seçimlerinde öğretim üyeleri ile birlikte
üniversite öğrenci konseyi başkanı da oy kullanır” cümlesinin eklenmesini arz
ederim. 17.06.2008
BAŞKAN – Şimdi, maddeye en aykırı önergeyi okutup, işleme
alacağım. TBMM Başkanlığına Görüşülmekte olan 238 sıra Sayılı Yüksek Öğretim Kanunun’da Değişiklik yapılmasına dair kanunun 2 maddesinin
2 fıkrasının sonuna “Üniversitelerde Rektör adayı olmak üzere başvuran
profesörlerde aranacak nitelikler Yüksek Öğretim Genel Kurulunca tespit ve ilan
edilir.” ibaresinin eklenmesini arz ederiz.
BAŞKAN – Komisyon önergeye katılıyor mu? MİLLÎ EĞİTİM, KÜLTÜR, GENÇLİK VE SPOR KOMİSYONU BAŞKANI MEHMET
SAĞLAM (Kahramanmaraş) – Katılamıyoruz Sayın Başkan. BAŞKAN – Hükûmet önergeye katılıyor mu? MİLLÎ EĞİTİM BAKANI HÜSEYİN ÇELİK (Van) – Sayın Başkanım, katılamıyoruz.
Ben, niçin katılmadığımızı bir iki cümleyle ifade edeyim. Sadece muhalefetten
gelen bir önerge olduğu için reddetmek gibi bir tavır içerisinde değiliz. Bildiğiniz gibi üniversitelerde rektörlük seçimlerinde, rektör
seçiminde öğretim üyelerinin dışında diğer öğretim görevlileri, araştırma
görevlileri, okutmanlar, çeviriciler, diğer uzmanlar da oy kullanmıyorlar.
Bütün bu kitlenin oy kullanmadığı bir durumda öğrenci temsilcilerinin oy
kullanmasını eğer buraya getirirsek… OKTAY VURAL (İzmir) – Efendim, bu önerge o değil ama Sayın
Bakanım. Şimdi görüş-tüğümüz önerge… NURETTİN CANİKLİ (Giresun) – İkinci önerge, sonraki önerge. OKTAY VURAL (İzmir) - …ikinci önerge. MİLLÎ EĞİTİM BAKANI HÜSEYİN ÇELİK (Van) – Hangisinden bahsediyoruz
Sayın Başkan? OKTAY VURAL (İzmir) – Kriterlerle ilgili. Rektörlüğe atanacaklara… OSMAN DURMUŞ (Kırıkkale) – Rektör adaylarının nitelikleriyle
ilgili. Yani “Bir yıllık profesör rektör olmasın” anlamına gelen nitelikleri
ifade eden… MİLLÎ EĞİTİM BAKANI HÜSEYİN ÇELİK (Van) – Anladım. Hayır, buna da
katılmıyoruz. Çünkü zaten kanunda diyor ki: “Profesör unvanlı.” Profesör
unvanlı olduktan sonra… Şimdi, YÖK, Yükseköğretim Kurulu şöyle bir şey yapsa:
Efendim, beş yıllık profesör olsun… BAŞKAN – Evet, katılmıyorsunuz Sayın Bakan. MİLLÎ EĞİTİM BAKANI HÜSEYİN ÇELİK (Van) – Katılmıyoruz. Doğru
değil. BAŞKAN – Gerekçeyi mi okutalım, konuşacak mısınız? OKTAY VURAL (İzmir) – Sayın Çakır konuşacak. BAŞKAN – Samsun Milletvekili Sayın Osman Çakır. Buyurun Sayın Çakır. OSMAN ÇAKIR (Samsun) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri;
çağdaş üniversite, günün ihtiyaçlarına en uygun biçimde ve en yüksek seviyede
cevap verebilen bir üniversitedir; amacı, yasası, yapısı, yönetimi, işleyişi,
üretimi, denetimi ve müntesipleri içinde yaşadığımız zamana uygun olan
üniversitedir; dünyadaki çok başarılı benzer kurumlarla yarış yapabilen, bu
yarışı başarıyla sürdürebilen üniversitedir. Çağdaş üniversite, bu hâliyle
statik değil, dinamik bir yapıya sahiptir. Bilim, teknik ilerledikçe, sosyal,
fiziki çevre değiştikçe üniversitenin yapısı da değişmektedir. Önemli olan
değişimi ve eğilimleri yakından izleyebilmek, çağdaş üniversitenin, eleştirel
düşüncenin geliştiği, serbestçe tartışıldığı, sorgulandığı bir kültür ortamını
gerçekleştirmektir. Toplumun yüksek değerlerinin yüceltilmesinde, haksızlık ve
yolsuzlukların azaltılmasında, temiz, sağlıklı ve huzurlu bir toplumun
oluşturulmasında üniversiteye çok önemli görevler düşmektedir. Üniversite öğrencilerine ve öğretim elemanlarına, yarışma
kültürünün yanında iş birliği ruhu da kazandırmalıdır. Üniversitenin, millî
kültürün araştırılması, geliştirilmesi, yaygınlaştırılması gibi bir görevi de
vardır. Değerli milletvekilleri, birinci sınıf bir üniversite
gerçekleştirmek ve uluslararası üne sahip mükemmeliyet merkezlerini kurmak
zorundayız. Bu sayede çok sayıda yabancı öğrenci ve bilim insanını cezbedebiliriz. Çağdaş bir yasa yanında iyi bir sevk ve idare sistemi ve iyi
yöneticiler olması gerekir. Rektör ve diğer yöneticileri sadece birinci sınıf
üniversite hedefine kilitlenmiş insanlar arasından seçmeliyiz, çünkü çağdaş
üniversite bunu gerektirmektedir. Sosyal, siyasal, ekonomik ve kültürel kalkınmayı
gerçekleştirebilmek, iç ve dış sorunları çözebilmek, millî güvenliği sağlamak
hatta ve hatta aziz cumhuriyeti ve bağımsızlığımızı koruyabilmek ve nihayet
geçmişte olduğu gibi gelecekte de büyük, güçlü, huzurlu, huzur dağıtan, dosta
güven, düşmana korku veren bir millet ve bir devlet olabilmek için birinci
sınıf çağdaş üniversitelere ihtiyacımız vardır. Bu nedenle bu üniversiteleri idare edecek olan rektörlerin
tarafsız, doğru, dürüst, adil, çalışkan, becerikli ve yetenekli yöneticiler
arasından seçilmesi şarttır. Üniversite akademik yöneticileri, bilhassa rektörlükleri belli
ölçülerde değerlendiren mekanizmalar yoktur. Başarılı bir rektör adil
olmalıdır, uzak görüşlü olmalıdır, güçlü olmalıdır, dikkatli olmalıdır;
gerektiğinde risk almaktan korkmamalıdır, dengeli ve hakça paylaşıma riayet
edebilmelidir; yaratıcılığı, zıt fikirler üretmeyi, muhalif görüşleri de dile
getirmeyi desteklemeli, övmeli hatta cesaretlendirmelidir. Başarılı
rektör, kendisinin güçlü, diğerlerinin zayıf ve cılız kalmasında değil, aksine,
tüm üniversite çalışanlarının her bakımdan güçlü olmasına gayret eden bir
rektör olmalıdır; akılla, plan ve projeyle hareketlerini sınırlandırmalı, his
ve heyecanlarının esiri olmamalı, üniversitenin belli bir kesiminin değil bütün
milletin malı olduğunu, toplumla bütünleşmesi ve toplumun sağlıklı her kesimini
orada temsil etmesi gerektiğini bilen biri olmalıdır. Örnek, başarılı
bir rektör, çevrenin, bölgenin, insanlığın sorunlarını duymazlıktan gelmemeli,
Türk milletinin millî önceliklerini daima hesaba katmalıdır; uzak görüşlü, çoğu
zaman genel eğilimlere uymayan eleştirileri yapanları da korumalıdır; kendi
düşünceleriyle çatışsa bile yaratıcı düşüncelerin sahiplerini cesaretlendiren
biri olmalıdır. Değerli milletvekilleri, şimdi, bu çerçevede, her aklına esenin
rektör adayı olabildiği ve alabildiğine gerçekleştirilmesi güç ve asla mümkün
olmayan vaatlerle üniversite öğretim üyelerinin belli kesimlerine popülist yaklaşımlarla yaklaşarak, vaatlerde bulunarak oy
topladığı bir süreçte ve sadece bu rektör adaylarının içerisinden Yükseköğretim
Kurulunun seçme yapma ve Cumhurbaşkanın da atama yapma zorunluluğu bulunduğu
bir sistemde biz bu kriterleri nasıl gerçekleştireceğiz? Değerli milletvekilleri, bugün görüştüğümüz bu yasa maddesine göre
de yeni kurulan üniversitelere başvuran, rektör olmak için başvuracak olan 3
aday arasından Yükseköğretim Kurulunun… (Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı) BAŞKAN – Sayın Çakır, bir dakika ek süre veriyorum, tamamlayın
lütfen. OSMAN ÇAKIR (Devamla) – Tamamlıyorum. …Cumhurbaşkanına göndereceği 3 aday hangi kriterlere
göre seçilecektir? Bu kriterlerin önceden
belirlenmesinde, ilan edilmesinde hem Yükseköğretim Kurulunun yaptığı seçmenin
değerlendirilmesi ve objektifliği açısından hem de Sayın Cumhurbaşkanının
yapacağı atama açısından da fevkalade tartışılmaz, denetlenebilir bir yapı
ortaya çıkacaktır. Bu nedenle, rektör adaylarının hangi niteliklere sahip olması
gerektiği konusundaki bir çalışmanın Yükseköğretim Kurulunca yapıldıktan sonra
bütün rektör olmak isteyen adaylara duyurularak bu seçimlerin ve atama kriterlerinin bunlara göre yapılmasında büyük bir fayda
mülahaza ediyoruz. Çok teşekkür ediyorum, saygılar sunuyorum. (MHP sıralarından
alkışlar) BAŞKAN – Teşekkür ederim Sayın Çakır. Önergeyi oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler… Kabul etmeyenler…
Önerge kabul edilmemiştir. Diğer önergeyi okutuyorum: TBMM Başkanlığına 238 sıra sayılı kanun tasarısının 2. maddesinin birinci
cümlesinden sonra “Rektör adayı seçimlerinde öğretim üyeleri ile birlikte
üniversite öğrenci konseyi başkanı da oy kullanır” cümlesinin eklenmesini arz
ederim. 17.06.2008 Oktay
Vural (İzmir) ve arkadaşları BAŞKAN – Komisyon önergeye katılıyor mu? MİLLÎ EĞİTİM, KÜLTÜR, GENÇLİK VE SPOR KOMİSYONU BAŞKANI MEHMET
SAĞLAM (Kahramanmaraş) – Katılamıyoruz efendim. BAŞKAN – Hükûmet katılıyor mu? MİLLÎ EĞİTİM BAKANI HÜSEYİN ÇELİK (Van) – Katılmıyoruz Sayın
Başkan. OKTAY VURAL (İzmir) – Sayın Alim Işık… BAŞKAN – Kütahya Milletvekili Sayın Alim
Işık, buyurun. (MHP sıralarından alkışlar) ALİM IŞIK (Kütahya) –
Sayın Başkan, çok değerli milletvekilleri; görüşmekte olduğumuz 238 sıra sayılı
Yasa Tasarısı’nın 2’nci maddesinde biraz önce okunan değişiklik talebi hakkında
söz almış bulunmaktayım. Öncelikle hepinizi saygılarımla selamlıyorum. Önergemiz, üniversitelerimizde rektör adaylarının belirlenmesinde
oy kullanma hakkına sahip olan öğretim üyelerine ek olarak, üniversitemizin
önemli bir bölümünün temsilcisi olarak gördüğümüz ve son yıllarda üniversite
yönetimine çok önemli katkılar sağlayan öğrenci temsilcileri arasından seçilmiş
öğrenci konseyi başkanlarının da bu aday adayı belirleme seçimlerinde oy
kullanmasıyla ilgilidir. İçinizde üniversiteden gelmiş çok değerli öğretim üyeleri
bulunmakta. Ben de onlardan birisiyim hasbelkader. Sizler de çok iyi
biliyorsunuz ki üniversite yönetiminin önemli bir uğraş alanı öğrenci
problemlerinin çözümü ve onların eğitim öğretim kalitelerinin artırılması
konularıdır. Dolayısıyla, bu konuların zamanında çözüme kavuşturulabilmesi ve
üniversitedeki eğitim öğretim kalitesinin daha da artırılması karşılıklı
ilişkilerle mümkün olabilmekte. İşte, üniversite öğrencilerimizin binlerce
öğrenci arasından kendi bölüm temsilcileri, fakülte temsilcileri ve fakülte
temsilcilerinin de kendi aralarından demokratik usullerle belirlemiş oldukları
ve her üniversitede 1 kişi olan üniversite konsey başkanının da bu seçimlerde
oy kullanmasının belki nicelik olarak çok bir anlamı olmayacak. Yüzlerce
öğretim üyesinin oyu arasında bir oyun değeri çok önemli olmayabilir ancak
manevi değeri oldukça önemlidir. Yani öğrencilerimiz üniversite yönetimlerinde
kendilerinin de temsil edilmesinin manevi hazzını tadacaklar ve o
üniversitedeki barış ortamına katkıları daha da büyük olacaktır. Elbette ki üniversitelerimizde sadece öğrencilerimiz ve oy
kullanma yetkisine sahip olan öğretim üyelerimiz yok. Bunların dışında,
profesör, doçent ve yardımcı doçent unvanlı öğretim üyelerinin dışında diğer
öğretim elemanları ve önemli bir kesimi oluşturan idari personel de var. Keşke,
imkân olsa da yapılabilecek çok küçük bir değişiklikle bunların temsilcilerinin
de o aday belirlemelerinde oy kullanmalarını sağlayabilsek! Eğer Meclisimiz önümüzdeki günlerde ele alacağı bu köklü
değişiklikle bu eksikliği de giderirse ben inanıyorum ki üniversitelerimizde
daha rahat bir çalışma ortamına katkı yapmış oluruz. Yani,
öğretim elemanlarının sadece öğretim üyeleri değil diğer kalanlarının da, yani
araştırma görevlileri, okutman, uzman, çevirici gibi bölümlerin de birer
temsilcisinin, akademik personel dışında çalışan idari ve teknik personelin
temsilci ya da temsilcilerinin de -üniversite genel sekreterleri ve benzeri
olabilir- mutlaka, bu rektör adayını belirlemede bir şekilde, sembolik de olsa
oy kullanmalarının sağlanması üniversitelerdeki demokratik havayı daha da
iyileştirecek ve gelecekte problemlerin çözümü konusunda daha olumlu katkı
sağlayacaktır. İşte, devlet üniversitelerimizde hizmet alan konumda olan
öğrencilerimizin bir temsilcisinin bu seçimlerde oy kullanmasını bu açıdan
önemsiyoruz. Bu önergemiz de umarım sizlerin de oylarıyla kabul edilecek ve hiç
olmazsa öğrenciler açısından bir adım bu vesileyle atılmış olacaktır. Bu duygu ve düşüncelerle önergemize destek olmanızı temenni
ediyor, diğer çalışanlarımızın da ilk değişiklikte bu haklarının verilmesi
umuduyla hepinize saygılarımı sunuyorum. (MHP sıralarından alkışlar) BAŞKAN – Teşekkür ederim Sayın Işık. Önergeyi oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler… Kabul etmeyenler…
Kabul edilmemiştir. Maddeyi oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler… Kabul etmeyenler…
Kabul edilmiştir. On dakika birleşime ara veriyorum. Kapanma Saati: 14.53 İKİNCİ OTURUM Açılma Saati: 15.10 BAŞKAN : Başkan Vekili Meral AKŞENER KÂTİP ÜYELER: Yusuf Coşkun (Bingöl), Fatoş
GÜRKAN (Adana) BAŞKAN – Sayın milletvekilleri, Türkiye Büyük Millet Meclisinin
119’uncu Birleşiminin İkinci Oturumunu açıyorum. 238 sıra sayılı Tasarı’nın görüşmelerine devam edeceğiz. Komisyon burada. Hükûmet burada. 3’üncü maddeyi okutuyorum: MADDE 3- 2547 sayılı Kanunun 23 üncü maddesinin (c) fıkrası
aşağıdaki şekilde yeniden düzenlenmiştir. “c) Üniversiteler, yardımcı doçentlik kadrosuna atama için bu
maddede aranan asgari koşulların yanında, Yükseköğretim Kurulunun onayını almak
suretiyle, münhasıran bilimsel kaliteyi artırmak amacına yönelik olarak, bilim
disiplinleri arasındaki farklılıkları da göz önünde bulundurarak, objektif ve
denetlenebilir nitelikte ek koşullar belirleyebilirler.” BAŞKAN – 3’üncü madde üzerinde gruplar adına ilk söz, Cumhuriyet
Halk Partisi Grubu adına İstanbul Milletvekili Sayın Necla Arat’ta. Buyurun Sayın Arat. (CHP sıralarından alkışlar) CHP GRUBU ADINA NECLA ARAT (İstanbul) – Sayın Başkan, değerli
milletvekilleri; 238 sayılı Kanun Tasarısı üzerinde konuşmak üzere CHP Grubu
adına söz almış bulunuyor, sizleri saygıyla selamlıyorum. Sayın milletvekilleri, Yükseköğretim Kanununda değişiklik
yapılmasına ilişkin 238 sayılı Kanun Tasarısı, yeni kurulan devlet
üniversitelerinde, 2547 sayılı Yükseköğretim Kanunu’nun rektör atanmasına
ilişkin mevzuatında değişiklik yaparak, Cumhurbaşkanının üniversite
rektörlerini seçmedeki görev ve yetkilerini daha belirgin kılmaktadır. Bu
tasarı, rektör adayı olarak başvuran profesörler arasından YÖK Genel Kurulunun
üç aday seçip Cumhurbaşkanına sunacağını, Cumhurbaşkanının da bu üç adaydan
birini rektör atayacağını öngörmektedir. Tasarıda ayrıca, profesörlüğe atanmayla ilgili esaslar da yeniden
düzenlenmiştir. Yapılan düzenlemede, doçentlikle ilgili değişikliklere de yer
verilmiştir. Doçentlik kadrolarındaki tam zamanlı ve yarı zamanlı statü ayrımı
kaldırılmış, sınav jürisinin oluşma ve görevleriyle ilgili esaslar yeniden
düzenlenmiştir. Tasarı, yardımcı doçentlik kadrosuna atanabilmek için 2547
sayılı YÖK Kanunu’nun 23’üncü maddesindeki asgari şartlara bilimsel kaliteyi arttırmak amacıyla
objektif ve denetlenebilir ek koşullar getirmektedir. Tasarının getirdiği bir başka yenilik, öğretim üyelerinin
emeklilik yaşının yeni kurulan devlet üniversitelerinde görev almak koşulu ile
31 Aralık 2013 tarihine kadar yetmiş iki yaşın doldurulduğu tarih olarak
belirlenmesidir. Bu tasarıda ayrıca vakıflarca kurulması öngörülen meslek
yüksekokullarının yeni bir anlayış çerçevesinde biçimlendirilip mesleklerle
ilgili kurumların oluşmasının, ayrıca iş dünyası ve endüstriyel kuruluşlarla
meslek yüksekokulları arasında bağ kurulmasının ve ekonominin ihtiyaç duyduğu
alanlarda sanayiye, tarım ve ticaret piyasasına yüksek nitelikli iş gücü
yetiştirilmesinin yararlı olacağını düşünüyoruz. Sayın milletvekilleri, ülkemizde üniversite sayısının
arttırılmasının olumlu bir gelişme olarak sayılabilmesi için rasyonel bir planlamanın
yapılmasını, altyapının öncelikle sağlanmasının yanı sıra eğitimin niteliğinin
yükseltilmesinin zorunlu ön koşul olarak görülmesini öneriyoruz. Bu bağlamda
nüfusa odaklı üniversitelerin kurulmamasını, bu konuda Hükûmetimizin
gerekli duyarlılığı göstermesini bekliyoruz. Yeni kurulan üniversiteler
bölgelerinin gereksinmelerine uygun bir vizyona sahip
olmalıdırlar, mutlaka yeterli kadroları ve bütçeleri bulunmalıdır, çünkü
öğretim üyesiz, kütüphanesiz, binasız, yurt imkânları, sportif ve kültürel tesisleri
sağlanmayan kurumlara üniversite denilemez. Tasarıya bir önergeyle eklenen, Öğrenci Seçme ve
Yerleştirme Merkezi gelirlerinden kullanılmadığı için finansman fazlası olarak
duran gelirin YÖK tarafından yükseköğretim kurumlarının bilimsel araştırma ve
projelerine, yurt içinde ve dışında öğretim elemanı yetiştirme ve değişim
programlarının desteklenmesine yönlendirilmesinin de yine rasyonel ve
denetlenebilir bir planlama çerçevesinde yapılmasının uygun olacağını, bu
miktarın bir bölümünün yurtlar yapımına yönlendirilmesinin rasyonel
sayılabileceğini ifade ediyoruz. Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; Cumhuriyet Halk Partisi Grubu
olarak biz bu tasarının öğretim üyeliğine yükseltme ve akademik atamalara
ilişkin olarak getirdiği yenilikleri desteklemekteyiz. Yani ana muhalefet
partisi olarak Cumhuriyet Halk Partisi bazı milletvekilleri-mizin suçlayıcı bir tutumla eleştirdikleri gibi tüm
yasaları Anayasa Mahkemesine götürmüyor, yalnızca yanlış ve hukuka aykırı
olarak düzenlenenleri, Anayasa’mıza aykırı olanları yüce yargının denetimine
sunuyor çünkü bu, onun hem yasal hakkı hem de görevi. Sayın milletvekilleri, 20’nci yüzyılın en önemli hukukçu ve
siyaset bilimcilerinden biri “Tüm siyaset ve yasamaya ilişkin kurallar adalet
ilkelerinden kaynaklanan sınırlamalar içinde yer almalıdır.” diyordu. Yani
adalet ilkelerinden kaynaklanan anayasal bir sınırlama yasama hakkının gasbı ya da devredilmesi anlamına gelmiyor çünkü bir
toplumsal sözleşme olan Anayasa millî iradenin ta kendisi. Yasama, yürütme ve
yargı bu iradenin eş değerdeki temsilcileri. Anayasa mahkemeleri ise yüce yargı
kurumları olarak en yüksek denetleme organları arasında yer alıyorlar. Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; hepinizin bildiği gibi
üniversiteler bir ülkenin temel gereksinmesi olan çağdaş eğitimli, aydınlık
beyinleri yetiştirmelidirler. Bilim ve teknoloji ancak bu sayede
gerçekleştirilebilir, üretilebilir. Geleceğin yöneticileri, geleceğin bilim
insanları, iş adamları, sanatçıları, üniversitelerde gördükleri öğrenimle son
biçimlenmelerini tamamlarlar ama bu biçimlenmenin alt basamaklarında da sağlam
bir zeminin bulunması gerekir yani tohumu attığımız toprağın zengin ve
bereketli, sağlam bir toprak olması gerekir. Eğer ilk ve ortaöğretim
aşamalarında sorunlar ve yetersizlikler varsa, bu durum üniversitelerin gerçek
işlevini ve hedeflerini çok kötü etkiler. Bu nedenle, üniversitelerimize
yaptığımız ve yapacağımız yatırımların boşa gitmemesi için eğitim sistemimizi
bir bütün olarak ele alıp, örneğin Millî Eğitim Bakanlığındaki olumsuzlukları
ve bunların sisteme yansımasını engellememiz gerekir. Sayın milletvekilleri, şimdi öyle bir ilk ve ortaöğretim formasyonu düşünün ki, kimi kız öğrencilere –hepiniz
geçtiğimiz haftalarda tanık oldunuz- İstiklal Savaşı’mızın
halk tarafından İslami değerleri savunmak için yapıldığını ve bu savaşın bir
Müslüman kadının örtüsüne saldıran Fransız askerleri yüzünden çıktığını
söyletiyor. İşin daha da vahimi, eğer Türkiye Cumhuriyeti İngiliz mandası
olsaydı Müslüman kadınların daha geniş hakları olacağına inandırılmış bu genç
kızımız. Bu olay, küçük yaşlardan itibaren alınan çarpık bir eğitimin ne denli
sapkın bir bilinç oluşturduğuna çarpıcı bir örnektir ve ne yazık ki tek örnek
de değildir. Her zaman öne sürüldüğü gibi, bu bireyseldir, bu bir küçük
ayrıntıdır denemez. Sayın milletvekilleri, bu örnek, çağdaş eğitim sistemini din
hocalarına, ağırlıklı dinsel eğitime ve yasa dışı Kur’an
kurslarına bıraktığımız zaman ne trajik sonuçlarla karşılaşacağımızın
göstergesidir. Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; 9 Aralık 2007
tarihinde bütçe kanun tasarısı tartışılırken grubumuz adına yaptığım konuşmanın
sonunda özellikle AKP milletvekillerine hitaben, “Türban bunalımının
çözümlenmesi ilk ve ortaöğretime ve kamu kesimine de sıçramaması isteniyorsa, Kur’an kurslarında, tarikat yurtlarında, imam hatip
okullarında küçük yaşlarda başlatılan ve özellikle kız öğrenciler ve kadınlar
arasında yaygınlaştırılan baskıcı bilinç kirletilmesine son verecek önlemler
ivedi olarak alınmalıdır. Lütfen, AKP’li
milletvekilleri, pandoranın kutusunun açılmasına izin
vermeyin. İçinden çıkacak olanlar İktidarınıza da mal olabilir.” demiştim. Ne
yazık ki pandoranın kutusunu açtınız, sonuçlarını hep
birlikte izleyeceğiz. 238 sayılı Yasa Tasarımızın olumlu gelişmeler sağlamasını diliyor,
yüce Meclise saygılar sunuyorum. (CHP sıralarından alkışlar) BAŞKAN – Teşekkür ederim Sayın Arat. HÜSNÜ TUNA (Konya) – O söylediğin bayan, polis coplarıyla çocuğunu
düşürdü. Evet, polis coplarıyla çocuğunu düşüren bir bayandan birilerini
sevmesini bekleyemezsiniz. Önce o çocuk düşüren… K. KEMAL ANADOL (İzmir) – Söz al da konuş! BAŞKAN – Sayın Milletvekili… Sayın Milletvekili, lütfen… HÜSNÜ TUNA (Konya) – Sözlerinize dikkat etmeniz lazım. İmam hatip
okullarında binlerce öğrenci… BAŞKAN – Sayın Milletvekili… RAMAZAN KERİM ÖZKAN (Burdur) – Ya, söz aldınız da konuşmadınız mı? AKİF EKİCİ (Gaziantep) – Öyle konuşmayla anlaşılmıyor ne
söylediğin, çık da anlatsana ne anlatacaksan! HÜSNÜ TUNA (Konya) – Anlatırım orada. AKİF EKİCİ (Gaziantep) – Çık, hadi anlat. HÜSNÜ TUNA (Konya) – Anlatırım söz verirse. BAŞKAN – Sayın Milletvekili, böyle bir usulümüz yok. NECLA ARAT (İstanbul) – Böyle bir usul yok. BAŞKAN – Gruplar adına ikinci söz, Milliyetçi Hareket Partisi
Grubu adına Kütahya Milletvekili Sayın Alim Işık. Buyurun Sayın Işık. (MHP sıralarından alkışlar) MHP GRUBU ADINA ALİM IŞIK (Kütahya) –
Sayın Başkan, çok değerli milletvekilleri; öncelikle hepinize saygılarımı
sunuyorum. Görüşülmekte olana 238 sıra sayılı Yükseköğretim Kanununda
Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Tasarısı’nın 3’üncü maddesi üzerine
Milliyetçi Hareket Partisi Grubu adına söz almış bulunmaktayım. Grubum ve
şahsım adına hepinize saygılar sunuyorum. Değerli milletvekilleri, tasarının bu maddesi, 2547 sayılı
Yükseköğretim Kanunu’nun “Yardımcı doçentliğe atama” başlıklı 23’üncü
maddesinin (c) fıkrasının yeniden düzenlenmesini amaçlayan bir maddedir. Bu düzenleme, son yıllarda üniversitelerimizin yardımcı doçent
kadrolarına yeni atanacak ya da bu kadrolarda görev yapmakta iken sözleşmeleri
dolması nedeniyle sözleşmeleri uzatılacak olan öğretim elemanlarının aynı
kadroya yeniden atanması sırasında bazı ölçütleri uygulayabilmenin önünü açan
bir değişikliktir. Aslında üniversitelerimiz son yıllarda bu bilimsel ölçütleri uygulayagelmişlerdi. Fakat,
hepinizin bildiği gibi, Danıştayın bu ölçütleri iptal
etmesi nedeniyle ortaya çıkan bir boşluğun yasal zemini bu vesileyle giderilmiş
olacak. Bu açıdan maddenin yararlı bir madde olduğuna -şahsi kanaatim- grubum
adına ben de inanıyorum. Böylece, yardımcı doçent kadrolarına başvuran ve asgari yasal
şartları sağlamış olan birden fazla aday arasından seçim bilimsel ölçütlere
dayandırılarak daha kolay yapılabilecek ve aynı kadroda çalışanların görev
sürelerinin uzatılmasında subjektif ölçütler yerine
objektif ölçütlere dayandırılarak seçim yapılabilecektir. Bu sayede
üniversitelerimizin ulusal ve uluslararası bilimsel çalışmalarının kalitesi de
yükseltilmiş olacaktır. Düzenlemeyle, daha önce üniversitelerimizce hazırlanıp
uygulandığı hâlde, biraz önce de belirttiğim gibi, Danıştay tarafından iptal
edilme sonucu oluşan boşluk da giderilmiş olacaktır. Değerli milletvekilleri, bugün 94’ü devlet, 32’si de vakıf
üniversitesi olmak üzere toplam 126 adet üniversitemizde görev yapan öğretim
elemanları arasında çok önemli bir sayıya ve yere sahip olan yardımcı doçent
unvanlı öğretim üyeleri hâlen profesör, doçent ve yardımcı doçent unvanına
sahip yaklaşık 36 bin dolayındaki öğretim üyesinin hemen hemen
yarısını oluşturmakta, 17 bin civarında bir sayıları var. Sayın YÖK Başkanımız son sayıları belki bir vesileyle hepimize
açıklayabilir. İşte, yaklaşık yarıya yakın orandaki öğretim üyelerinin zaman zaman hepsinin muhatap olduğu bir problemin çözümünü
amaçlayan bu madde, yerinde bir değişiklik maddesidir. 2547 sayılı YÖK Kanunu’nun 23’üncü maddesine göre hâlen bir
üniversite biriminde açık bulunan yardımcı doçentlik kadrosuna atamada şu
şartlar aranmaktadır: Bunlardan birincisi, doktora veya tıpta uzmanlık unvanını
veya Üniversitelerarası Kurulun önerisi üzerine Yükseköğretim Kurulunca tespit
edilecek belli sanat dallarının birinde yeterlilik kazanmış olmak, yani lisans
eğitiminin üzerine yüksek lisans ve doktora düzeyindeki eğitimini başarmış
olmak. Birinci şart bu. İkincisi de: Fakülte, enstitü veya yüksekokul yönetim
kurullarınca, biri o dilin öğretim üyesi olmak üzere seçilecek üç kişilik bir
jüri tarafından, sınava girenin kendi bilim alanında Türkçeden yabancı dile,
yabancı dilden Türkçeye yüz elli-iki yüz kelime arasındaki bir metni, çeviriyi
kapsayan yabancı dil sınavını başarmak. Yardımcı doçentliğe atanmanın asgari
şartları bunlar. İşte, bu şartları haiz birden fazla aday arasından seçimi
kolaylaştırmak veya bu şartları bir defa sağlamış, ama ondan sonra yeni
araştırmalar ve buna katkılar yapmış olanların bu kadroda devamını sağlamak
için yasal eksiklik, (c) fıkrasındaki bu değişiklik önerisiyle tasarı eğer
yasalaşırsa giderilmiş olacaktır. Bu iki şarta ek olarak bu tasarıyla Kanun’a eklenecek (c)
fıkrasına göre üniversitelerimiz senatolarınca belirlenip, Yükseköğretim
Kurulunun da onayı alındıktan sonra yürürlüğe girecek bilimsel ölçütlere dayalı
seçme kriterleri bu vesileyle uygulama şansını bulmuş
olacaktır. Ancak, belirlenecek olan bu bilimsel ölçütlerin
üniversitelerimizin bulunduğu yöre koşulları ve sahip oldukları gerek bilimsel
gerekse fiziksel imkânlar da göz önünde bulundurularak belirlen-melidir. Aksi takdirde şartları daha iyi olan gelişmiş bir
üniversitenin kriterleri, yeni kurulmuş ya da fiziksel
imkânları o denli gelişmemiş olan üniversitelerimizde aynen uygulanmaya
kalkılacak olursa, bugün yaşanan sorunlara ilave yeni sorunlar da gündeme
gelmiş olacaktır. Üniversitelerimizin bunu dikkatle değerlendireceğine inancım
tamdır. Değerli milletvekilleri, üniversitelerimizin ve buralarda görev
yapan tüm çalışanlarımızın önemli sorunlarının olduğu hepimizin malumudur. Örneğin, çalışanların maaşlarının ve üniversitelerdeki ek ders
ücretlerinin düşüklüğü, öğretim elemanı veya öğretim üyesi başına düşen öğrenci
sayısının olması gerekenin çok üzerinde olması, yani öğretim üyesi sayısının
oldukça yetersiz olması, öğretim üyesi eksikliğinin giderilmesinde ana
basamaklardan birisi olan araştırma görevlisi kadrolarının oldukça yetersiz
oluşu, ders programlarının, sanayi başta olmak üzere, özel sektör isteklerine
ve gelişen dünya şartlarına göre hızla yenilenememesi gibi genel sorunlar,
bunların bazılarıdır. Söz aldığım madde yardımcı doçentlerle ilgili bir madde
olması nedeniyle, yardımcı doçentlerin bugün karşı karşıya kaldığı bazı
sorunları bu vesileyle biraz daha detayda sizlerin bilgilerine sunmak ve aklıma
gelen çözüm önerilerini de beraberinde tartışmak istiyorum: Bunlardan
birincisi, yasada on iki yılla sınırlandırılmış olan çalışma süresi mutlaka en
kısa sürede kaldırılmalıdır. Her ne kadar hukuki açıdan bu aşılmış gibi olsa
da, on ikinci yılını doldurmak üzere olan birçok yardımcı doçentin psikolojik
olarak bu havaya girmesi ve bundan olumsuz etkilenmesi ciddi anlamda enerji
kaybına yol açmakta ve her bu duruma düşen yardımcı doçentin kişisel
başvurusuyla hukuken bunun aşılabilmiş olması da birçok kayba yol açmaktadır. İkincisi; yardımcı doçentler de doçent ve profesörler gibi daimî
kadrolarda görev yapma imkânına kavuşturulmalıdır. Şu anda mevcut sistemde
yardımcı doçentlerimiz iki ya da üçer yıllık süreyle sözleşmeli olarak görev
yapmakta ve her sözleşme döneminin sonunda yeniden sanki bu kadroya
başvuruyormuşçasına dosya hazırlayarak sözleşmesi yenilenmektedir. Yine, bu
sıkıntının da mutlaka yardımcı doçentlerimizin üzerinden alınması gerekiyor. Şunu sizler de en az benim kadar biliyorsunuz: Hiçbir yardımcı
doçent o kadroda emekli oluncaya kadar yardımcı doçent olmayı ve kalmayı
istemiyor. Doğal olarak bunların da doçent ve profesör unvanlarına kavuşmayı en
az bizler kadar istediklerinden hepimiz eminiz. O açıdan, mutlaka bunların bu
ara dönemlerdeki sözleşme problemi giderilmelidir. Yine, bu kadroda görev yapan ve emeklilik hakkını kazanmış olan
öğretim üyelerinin 4200 katsayıyla 1’inci derecenin son kademesine kadar
inmeleri ve buradan emekli olmaları sağlanmalıdır. Şu anda, bildiğiniz gibi,
yardımcı doçent unvanlı öğretim üyelerimiz 3’üncü derecenin altına inememekte
ve isteyerek ya da istemeyerek, emekliliği gelmiş olan insanlarımız buradan
emekli olabilmekte. Hâlbuki bunların yetiştirdiği lisans mezunları 1’inci
dereceye kadar inebilirken ya da öğretim görevlilerimiz 1’inci dereceden emekli
olma imkânına sahipken, yardımcı doçentler bundan yararlanamamakta. Benden
önceki değerli hatiplerden birisi de bu konuyu dile getirdi. Umarım bundan
sonraki ilk personel yasasıyla ilgili değişiklikle bu teknik problem çözülür. Doçentliğe başvuru koşullarını yerine getirenlerin, eserlerin
incelenmesi aşamasında başarılı olmaları hâlinde sözlü sınava gerek kalmaksızın
bunlara doçent unvanının verilmesinin önü açılmalıdır. Birçok yardımcı doçent
sözlü sınavlarda subjektif olarak
değerlendirilebilecek birçok konuyla muhatap olmakta. Bence bunların, artık bu
yaşa gelmiş olanların bu sıkıntıdan kurtarılmasının zamanı gelmiştir diye
düşünüyorum. Bir diğer konu: En büyük sıkıntı olan yabancı dil sınavından en az
65 puan alma zorunluluğu, doktora yeterlik sınavında son düzenlemeyle getirilen
50 puan alma sınırına çekilerek yeniden enerjilerinin yabancı dille
harcanmasının önüne geçilmelidir. Bunun dışında, 50’nin üzerinde yüksek yabancı dil notu almış
olanların doçentlik sınavlarında ayrıca ödüllendirilerek ilave puan alması
sağlanıp… (Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı) BAŞKAN – Bir dakika ek süre veriyorum. Lütfen tamamlayın. ALİM IŞIK (Devamla) –
50’nin üzerinde yabancı dil puanı almış olanlara doçentlik sınavlarında ayrıca
ödüllendirilerek ilave puan alma imkânı tanınmalı, böylece aradaki adaletsizlik
de aşılmalıdır. Yardımcı doçentlerin de içinde bulunduğu öğretim üyelerimizin şu
anda en büyük sıkıntısı olan özlük hakları ve maaş konusunun acilen çözülmesini
tekrar hatırlatıyor, bu yasa değişikliğinin ülkemize ve üniversitemiz camiasına
hayırlı olması temennisiyle hepinize tekrar saygılarımı sunuyorum. (MHP
sıralarından alkışlar) BAŞKAN – Teşekkür ederim Sayın Işık. Şahıslar adına ilk söz, Kocaeli Milletvekili Sayın Fikri Işık’ta. Buyurun Sayın Işık. (AK Parti sıralarından alkışlar) FİKRİ IŞIK (Kocaeli) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; 238
sıra sayılı Yükseköğretim Kanununda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun
Tasarısı’nın 3’üncü maddesi üzerinde şahsım adına söz almış bulunuyorum. Bu
vesileyle yüce Meclisi saygıyla selamlıyorum. Değerli arkadaşlar, dünyanın geldiği bu noktada Türkiye’nin
önünde yapması gereken bir tercih var, iki ana yol var, bunlardan birini tercih
edecek; ya Batı’nın ürettiği, yüksek teknolojiye dayanan, katma değeri yüksek
ürünler üretecek ve en azından asgari ücretten başlayan halkın refah ve gelir
seviyesini yükseltecek bir yolu takip edecek ya da bugünkü, geleneksel,
Asya’nın ürettiği, katma değeri yüksek olmayan, el emeğine dayalı ürünlerin
üretimine devam edecek. AK Parti
İktidarıyla beraber bu temel tercih yapılmıştır. Türkiye, Avrupa’yla rekabet
edecek, gelişmiş dünyayla rekabet edecek, katma değeri yüksek ürünler üretecek,
bununla ilgili her türlü altyapıyı oluşturacak bir politikayı benimsemiştir,
uygulamaya koymuştur. Bugün görüştüğümüz kanun, bu temel stratejinin bir
parçasıdır. Değerli arkadaşlar, bu hedefe ulaşmak için üniversitelerimiz
olmazsa olmazdır. Zira, araştırma-geliştirme
faaliyetleri, bizim kanunlarımıza göre, TÜBİTAK’la beraber üniversitelere
verilmiştir. Üniversitelerin, bulundukları bölgenin lokal
sorunlarıyla birlikte, ülkenin içerisinde bulunduğu bilimsel ve teknolojik
sorunların çözümüne yönelik adım atmaları durumunda, üniversitelerin ülke
ekonomisine sağlayacağı kaynak tahminlerin çok üzerinde olacaktır. Bu noktada,
üniversitelerimizin temel fonksiyonlarından biri, ihtiyaç duyulan nitelikli
insan gücünü yetiştirmektir ve bunun bütün yurt sathına yayılmasıdır. Son
üniversitelerin kurulmasıyla birlikte artık üniversitesi olmayan ilimiz
kalmamıştır. Dolayısıyla, üniversite eğitimine ulaşmak düne göre daha kolaydır,
daha mümkün hâle gelmiştir. Değerli arkadaşlar, bir sanayi kentinin milletvekili olarak, sık sık yaşadığımız, sanayinin zaman zaman
sıkıntıya düştüğü konularda, bu sorunların çözümü için üniversitenin sanayinin
imdadına yetişmesi noktasında gerçekten birtakım sıkıntıları yaşamış bir ilin
milletvekiliyim. Eğer üniversite-sanayi iş birliği yeteri derecede sağlanırsa
bundan Türkiye’nin çok ciddi kazançlı çıkacağı muhakkaktır. Bu noktada bu kanun
üç tane temel düzenleme getiriyor. Bir tanesi, hem ARGE faaliyetlerini
düzenlemeye yönelik ÖSYM bütçesinde oluşan fazla kaynaktan bir kısmını bu
bütçeye aktarma imkânı getiriyor ki bu şu anda yüzde 25 olarak geldi, inşallah
önümüzdeki süreçte artabilir. Bu, aynı zamanda, yeni üniversitelerin de
özellikle ihtiyaç duyacağı insan kaynağının yetiştirilmesinde, bilim insanının
yetiştirilmesinde, üniversitelerimize eğitim elemanının yetiştirilmesi
noktasında ilave bir kaynak getiriyor. İkinci getirdiği önemli yenilik, yeni
kurulan üniversitelere atanacak kurucu rektörlerin seçilme ve atanma sürecini
yeniden düzenliyor, Anayasa Mahkemesinin iptal kararına uyularak yeni bir
düzenleme getiriliyor. Burada da, bugüne kadar diğer üniversitelerde getirilen kriterler aynen korunuyor ama burada bir ilave madde daha,
özellikle 3’üncü maddede yardımcı doçent kadrosu için üniversitelerin
ihtiyaçlarına, gelişmişlik düzeylerine ve bilimler arasındaki, disiplinler
arasındaki ihtiyaca göre ilave koşullar getirme imkânı sağlıyor. Değerli arkadaşlar, bu ilave koşulların getirilmesi birtakım kriterlere bağlanmış. Öncelikle, bilimsel araştırmaya
yönelik olacak. İki, kriterlerin mutlaka objektif
olması sağlanacak. Üç, bu kriterlerin keyfîliğe meydan
vermemek açısından da Yükseköğretim Kurulunun onayına sunulması noktasını bu
3’üncü madde düzenlemiş oluyor. Burada daha çok, üniversitelerin özerkliğine
yönelik atılmış bir ilave adım olarak da bu 3’üncü maddeyi değerlendirebiliriz
diyorum. Ben, diğer bütün parti gruplarımızın da katıldığını gördüğüm bu
kanunun ülkemize ve milletimize hayırlı olmasını diliyor, hepinize saygılar sunuyorum.
(AK Parti sıralarından alkışlar) BAŞKAN – Teşekkür ederim Sayın Işık. Şahıslar adına ikinci söz, Antalya Milletvekili Sayın Abdurrahman Arıcı’ya aittir. Buyurun Sayın Arıcı. (AK Parti sıralarından alkışlar) ABDURRAHMAN ARICI (Antalya) – Sayın Başkan, değerli
milletvekilleri; Yükseköğretim Kanununda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun
Tasarısı’nın 3’üncü maddesi üzerinde şahsım adına söz almış bulunuyorum. Öncelikle Millî Takımımızın başarısını kutluyor, cuma günkü
müsabakada Meclis Futbol Takımı olarak başarılar diliyoruz. Üniversiteler yenilikçi ve eleştirel bir bakış açısı ile bilgi
üreten, bu bilgiyi yayan ve kaliteli insan gücü yetiştiren kurumlardır.
Üniversiteler toplumun ihtiyaçlarına cevap vermek için çalışır, değerlerimizi
koruyup yaşatır, ürettiği bilimsel bilgi, teknoloji ve nitelikli insan gücüyle
toplumun geleceğini doğrudan etkiler. Ülkemizdeki üniversite sistemi, bilgi ekonomisinin gerektirdiği
kaliteli insan gücünün yetiştirilmesi, sosyal yapının güçlendirilmesi,
eleştirel düşünce ve evrensel demokratik değerlerin yaygınlaştırılması gibi
alanlarda toplumsal beklentileri karşılayabilmek için bir dizi yeniliğe ihtiyaç
duymaktadır. Hükûmetimizin çabaları, siz
değerli milletvekillerimizin katkılarıyla Türkiye’de üniversitesi olmayan il kalmamıştır.
Üniversitelerimizin sayılarının artması sonucu öğretim üyesi açığının arttığı
da bir gerçektir. Bu açığın kapanması amacıyla Hükûmetimiz,
Yükseköğretim Kurulu ve üniversitelerimizin çalışmaları bu konuda devam
etmektedir. Üniversitelerimizin uluslararası standartlara kavuşması ve öğretim
üyesi açığının kapatılması için uygulamakta olduğumuz yurt içi ve yurt dışında
öğretim üyesi ve bilim insanı yetiştirme ve değişim programlarının hacmi ve
çeşitliliği artırılarak devam etmektedir. 2547 sayılı Yükseköğretim Kanunu’nun
“Yardımcı Doçentliğe atama” başlıklı 23’üncü maddesinin (a) fıkrası “Bir
üniversite biriminde açık bulunan yardımcı doçentlik, isteklilerin başvurması
için rektörlükçe ilan edilir. Fakültelerde ve fakültelere bağlı kuruluşlarda
dekan, rektörlüğe bağlı enstitü ve yüksekokullarda müdürler; biri o birimin
yöneticisi, biri de o üniversite dışından olmak üzere üç profesör veya doçent
tespit ederek bunlardan adayların her biri hakkında yazılı mütalaa isterler.
Dekan veya ilgili müdür kendi yönetim kurullarının görüşünü de aldıktan sonra
önerilerini rektöre sunar. Atama, rektör tarafından yapılır.” şeklindedir. Yardımcı doçentlik atanmasında ise doktora veya tıpta
uzmanlık unvanını veya Üniversitelerarası Kurulun önerisi üzerine Yükseköğretim
Kurulunca tespit edilecek belli sanat dallarının birinde yeterlik kazanmış
olmak ve fakülte, enstitü veya yüksekokul yönetim kurullarınca, biri o dilin
öğretim üyesi olmak üzere seçilecek üç kişilik bir jüri tarafından, sınava
girenin kendi bilim alanında Türkçeden yabancı dile, yabancı dilden Türkçeye
yüz elli-iki yüz kelimelik bir çeviriyi kapsayan yabancı dil sınavını başarmak
şartları aranmaktadır. Bu madde ile de
üniversitelerin yardımcı doçent kadrolarına atama için mevcut Kanun’da aranan
asgari şartların yanında Yükseköğretim Kurulunun onayını almak suretiyle
münhasıran bilimsel kaliteyi artırmak amacına yönelik olarak bilim disiplinleri
arasındaki farkları da göz önünde bulundurarak objektif ve denetlenebilir ek
koşullar belirleyeceği hükme bağlanmaktadır. Sayın Başkan, sayın milletvekilleri; bildiğiniz gibi
üniversitelerimiz idari, mali ve akademik çalışmalarında özerk olan
kurumlarımızdır. Yardımcı doçent kadrolarına atamada üniversitelerin bilim
disiplinleri arasındaki farklılıkları da dikkate alarak objektif ve
denetlenebilir yeni koşullar belirleyebilmesine imkân tanıyan bu madde,
üniversite özerkliği için atılan yeni ve önemli bir adımdır. Üniversitelerimiz bilim üreten kurumlar olarak ülkemizin
kalkınmasında, gelişmesinde önemli rol oynayacak kurumlarımızdır. Üniversitesi
olmayan il kalmaması Hükûmetimizin bir başarısıdır.
Bu başarıların özellikle yeni kurulan üniversitelerimizin fiziki mekânlarının
yapılmasında ve akademik kadro sıkıntısının çözülmesinde de devam edeceğine
inanıyorum. Katkılarınızdan dolayı tüm milletvekili arkadaşlarıma teşekkür
eder, yüce Meclisi saygıyla selamlarım. (AK Parti sıralarından alkışlar) BAŞKAN – Teşekkür ederim Sayın Arıcı. Soru-cevap işlemine geçiyorum. Sayın Atılgan… KÜRŞAT ATILGAN (Adana) – Sayın Başkan, teşekkür ederim. Aracılığınızla Sayın Bakana bazı bilgiler vereceğim, bazı rakamlar
vereceğim. Bunun bizdeki karşılığı nedir, onu soruyorum. Avrupa’da yükseköğretim gideri öğrenci başına 10.191 dolar,
Amerika’da 22.476 dolar. Avrupa’nın yükseköğretime ayırdığı bütçe gayrisafi millî hasılasının
1,3’ü, Amerika’da 2,9’u. Avrupa’da çalışan nüfusun yüzde 24’ü yükseköğretimli,
Amerika’da yüzde 39’u yükseköğretimli. Dünyanın ilk 20 üniversitesi içinde
Avrupa’da sadece Oxford ve Cambridge var, bizde ise 500’de bile yok. (Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı) BAŞKAN – Sayın Altay… ENGİN ALTAY (Sinop) – Teşekkür ederim Sayın Başkan. Aracılığınızla
Sayın Bakana iki soru sormak istiyorum. Birincisi: Bakanlığınızca hazırlandığını bildiğim Sinop
Üniversitesi Turizm İşletmeciliği ve Otelcilik Yüksek Okulunun kararnamesini
Bakanlar Kuruluna göndermeyi düşünüyor musunuz ya da gönderdiniz mi? Sinop
burada sizden bir müjde bekliyor. İkincisi de: Görüştüğümüz kanunun dün görüşülen 1’inci maddesinde,
ÖSYM merkezinin önceki yıllardan devreden finansman fazlasının yüzde 25’i
Yükseköğretim Kuruluna aktarılacak. Ancak, biz bunu Komisyonda görüşürken,
yanlış hatırlamıyorsam, bu paranın yeni üniversiteler için harcanacağı
konuşulmuş idi. Yalnız, kanunda bu şekilde yazılmamış. Bu konuda bir redaksiyon
yapmayı düşünür müsünüz? Bu paranın yeni üniversitelere harcanması konusunda
bir tasarrufunuz olur mu? Teşekkür ediyorum. BAŞKAN – Sayın Öztürk… ALİ RIZA ÖZTÜRK (Mersin) – Sayın Başkanım, aracılığınızla Sayın
Bakana sormak istiyorum: Mersin Üniversitesi Tıp Fakültesi Araştırma ve
Uygulama Hastanesinin 2000 yılında ihalesi yapılmış, temeli atılmıştır. Şu anda
hastanenin ve tıp fakültesinin inşaatının tamamlanması için 60 trilyona ihtiyaç
vardır. Ödenek yıllık 15 trilyondur. Bu şekilde dört yıl daha bu işin süreceği
düşünülmektedir. Bunun hızlandırılması ve ödenek artırımı konusunda acaba
Bakanlığın yapacağı herhangi
bir olay var mıdır? Birinci sorum bu. İkinci sorumu da deminden sormuştum, o sorulara yanıt alamamıştım.
Birincisi ÖSYM’de biriken paralar, ikincisi ise YÖK başkan vekilliğine atanan
doçentle ilgili soru sormuştum, onlara yanıt alamamıştım. BAŞKAN – Sayın Paksoy… MEHMET AKİF PAKSOY (Kahramanmaraş) – Teşekkür ederim Sayın
Başkanım. Sayın Bakanım, üniversitelerimizde görev yapan daire başkanı ve
genel sekreter yardımcıları, diğer bakanlıklardaki muadillerinden daha düşük
ücret almaktadır. Söz konusu ücret adaletsizliğini ortadan kaldırmak için gerekli
çalışmayı ne zaman sonuçlandıracaksınız? İki: Bazı üniversitelerimizin tıp fakülteleri başta olmak üzere
birçok fakültelerindeki akademik ve idari kadro eksikliği ne zaman
giderilecektir? Teşekkür ederim. BAŞKAN – Sayın Atılgan… KÜRŞAT ATILGAN (Adana) – Sağ olun Sayın Başkan. Soruma devam ediyorum Sayın Bakanım: Şimdi, Oxford’un bütçesi 1,25
milyar sterlin yani 2,5 milyar dolar civarında. Bu bütçenin önümüzdeki on yıl
içinde 2,45 milyar sterline çıkması planlanıyor. Bizim durumumuz nedir? Mesela
en büyük üniversitemiz olan Orta Doğunun bütçesi nedir? Bu kanun, dünyadaki
yükseköğretimi bu perspektifte düşündüğümüz zaman, dünyayla rekabeti sağlamada
ne kadar yardımcı olacaktır? Teşekkür ediyorum. BAŞKAN – Sayın Bakan… MİLLÎ EĞİTİM BAKANI HÜSEYİN ÇELİK (Van) – Sayın Başkan, değerli
milletvekilleri; öncelikle Sayın Atılgan’ın sorusuna cevap veriyorum: Sayın
Atılgan Amerika’dan, Avrupa’dan bazı örnekler verdi. Üniversitelerin bütçeleri
ve üniversite öğrencilerinin kişi başına yapmış oldukları harcamalardan söz
etti ve Türkiye’yle bunun bir mukayesesini ve bizdeki rakamları istedi. Değerli arkadaşlar, eğer Avrupa ülkeleriyle bu mukayeseyi
yaparsanız, doğru bir mukayese yapmış olmayız. Şüphesiz ki bizim ulaşmak
istediğimiz hedefler ve rakamlar bunlardır. Kişi başına millî geliri 45 bin
dolar olan bir ülkede üniversitelerde öğrenci başına yapılan harcamayla,
şüphesiz ki, bizimkinin bir olmayacağı açıktır. Ancak bir mukayese olması için
ben de Sayın Atılgan’a bir rakam vermek istiyorum: 2002 yılında Türkiye’de bir
üniversite öğrencisi başına yapılan harcama 1.463 dolardı, şimdi bu 3.800
dolara çıkmıştır. Bu iyi bir gelişmedir. Türkiye'nin imkânları arttıkça,
bütçesinin ebadı büyüdükçe şüphesiz ki bunun üniversite öğretim üyelerine de,
öğrencilerine de yansıması söz konusudur. İyiye doğru bir gidiş vardır, daha da
iyi olacaktır diye ben temenni ediyorum ve bu yöndeki gayret de devam ediyor. KÜRŞAT ATILGAN (Adana) – Gayrisafi millî hasılaya
oranı nedir Sayın Bakan? MİLLÎ EĞİTİM BAKANI HÜSEYİN ÇELİK (Van) – Sayın Altay’ın Sinop’la
ilgili, Turizm ve Otelcilik Okuluyla ilgili sorusu var. Doğrusu şu anda bu
hangi aşamadadır, bunu ezbere bilmiyorum. Ama bize gelen bu tür ihtiyaçları biz
derhâl ilgili bakanlıklara, kuruluşlara sorarak, onlardan görüş alıp Bakanlar
Kuruluna iletiyoruz. Bununla da ilgileneceğim. Öte yandan, ÖSYM’nin hesabında biriken 300 trilyonluk paranın
yüzde 25’inin sadece yeni üniversitelere aktarılması söz konusu değil.
Özellikle bilim adamı yetiştirme öncelikli mesele olacak. Bilim adamı
yetiştirilirken de şüphesiz ki yeni kurulan üniversitelerin ihtiyaçları
önceliklidir. Yani orada görüşülen buydu Sayın Altay. Sayın Öztürk’ün Mersin Uygulama ve
Araştırma Hastanesiyle ilgili sorusuna şunu söylüyorum: 60 trilyon… Yılda 15
trilyon ödeneği var, bu dört yılda biter. Şüphesiz ki, eğer yatırım ödenekleri
artarsa, ek bir kaynak bulunursa bunun dört yılda değil iki yılda bitmesi bizim
de temennimizdir. Böyle bir kaynak olursa bunu vermek için biz de can atarız.
Ama bugünkü şartlarda tahsis edilmiş olan budur. Öte yandan ÖSYM’nin bu biriken parası şu anda 300 trilyon Türk
lirasıdır. ALİ RIZA ÖZTÜRK (Mersin) – Sayın Bakanım, Komisyon raporlarında
YTL olarak geçmiş, onun için sordum. MİLLÎ EĞİTİM BAKANI HÜSEYİN ÇELİK (Van) – 300 trilyon TL değil YTL
diye geçmiş... O zaman 300 milyon diyeceksiniz siz buna. Yani, bugünkü YTL
olarak hesapladığınız zaman belki yanlışlık yapılmıştır. Ayrıca, doçent olan bir arkadaşın YÖK başkan vekili olarak
atanmasını soruyor Sayın Öztürk. Değerli arkadaşlar,
yasal olarak YÖK başkan vekilliğine getirilecek kişinin bırakın profesör
olması, akademisyen bile olması gerekmez. Şimdi, Sayın Doğramacı’dan itibaren hatırlamaya
çalışın. Birçok, akademik unvanı olmayan, Maliye Bakanlığından daha önce gitme,
yani uzman olan, çeşitli kuruluşlarda uzman olarak çalışmış olan insanlar da
YÖK başkan vekilliği yaptı. YÖK başkan vekilliği yapabilmek için ille de
profesör olma gibi bir şart yoktur, YÖK üyesi olmak yeterlidir. Bu açıdan bunu…
Efendim, orada bir doçent var, biz de profesörüz, biz rektörüz, o bizim
amirimiz konumundadır… Bu, amir-memur ilişkisi değil. YÖK Başkanı profesör
unvanlı birisidir ama YÖK Başkanının altında bu işlemleri yapacak olan YÖK
başkan vekillerinin profesör olma mecburiyeti yoktur değerli arkadaşlar. Sayın Paksoy, daire başkanlarının -genel
sekreterde sanırım problem yok da- genel sekreter yardımcılarının, özellikle
diğer kurumlarla mukayese edildiği zaman ücretlerinin düşük olduğunu söyledi. Değerli arkadaşlar, Sayın Başbakanımız, özellikle personelden
sorumlu olan Bakanımıza ve Maliye Bakanına Bakanlar Kurulunda talimat verdi,
Bakanlar Kurulunun aldığı karar budur. Aynı işi yapanların, aynı unvanı taşıyan
insanların aynı ücretleri alması, yoklukta eşitlik değil varlıkta eşitlik
konumuna gelmesi için bir çalışma yapılıyor. Bu çarpıklık maalesef sadece orada
değil. Devlet Su İşlerinde çalışan mühendisle, diyelim ki Merkez Bankasında
çalışan mühendis arasında astronomik rakamlar var veya devletin iki bakanlığı
arasında ciddi çelişkiler var. Bunların hepsinin düzeltilmesi yönünde bir
çalışma yapılıyor. Bir bütün olarak, ümit ediyorum ki bunlar düzelir. Sayın Başkanım, arz ederim. BAŞKAN – Teşekkür ederim. 3’üncü maddeyi oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler… Kabul
etmeyenler… Kabul edilmiştir. 4’üncü maddeyi okutuyorum: MADDE 4- 2547 sayılı Kanunun 24 üncü maddesi aşağıdaki şekilde
değiştirilmiştir. “MADDE 24– a) Doçentlik sınavı,
Üniversitelerarası Kurulca yılda iki kere yapılır. Aşağıdaki şartları haiz adaylar, Üniversitelerarası Kurulun tespit
edeceği tarihe kadar, Üniversitelerarası Kurula gerekli belge ve yayınlar ile
birlikte başlıca bilim dalı ile uzmanlık ve araştırma konularını da bildirerek
başvururlar. b) Doçentlik sınavına başvurabilmek için, aşağıdaki şartlar
aranır: (1) Bir lisans diploması aldıktan sonra, doktora veya tıpta
uzmanlık unvanını veya Üniversitelerarası Kurulun önerisi üzerine Yükseköğretim
Kurulunca tespit edilen belli sanat dallarının birinde yeterlik kazanmış olmak. (2) Üniversitelerarası Kurulun her bir bilim disiplininin
özelliklerini dikkate alarak belirteceği görüş çerçevesinde Yükseköğretim
Kurulu tarafından çıkarılacak yönetmelikte belirtilen şartları taşıyan özgün
bilimsel yayın ve çalışmalar yapmak. (3) Yükseköğretim Kurulunun belirlediği kıstaslar çerçevesinde
yapılan merkezi yabancı dil sınavında başarılı olmak. Bu sınavın, adayın bilim
dalı ile ilgili olması şartı aranmaz. Bilim alanı bir yabancı dille ilgili
olanlar bu sınavı başka bir yabancı dilde vermek zorundadırlar. c) Üniversitelerarası Kurul, adayın başvurduğu bilim veya sanat
dalından beş kişilik bir jüri ve bu jüri için iki yedek üye tespit eder. İlgili
bilim veya sanat dalında yeterli öğretim üyesinin bulunmaması halinde, jüri üç
üye ile teşkil edilebilir. Doçentlik sınav jürisinde yer alan asıl ve yedek üyeler, adayın
akademik çalışmalarının her birini değerlendirerek hazırladıkları ayrıntılı ve
gerekçeli kişisel raporlarını Üniversitelerarası Kurula gönderirler. Asıl
üyelerin hukuken geçerli bir mazerete dayalı olarak raporunu verememesi
halinde, yedek üyelerin raporları, sırasına göre değerlendirmeye esas alınır.
Değerlendirmeye esas alınan bu raporların birer örneği, eser incelemesi
sonucuna ilişkin bildirim yazısı ile birlikte adaya gönderilir. Eser incelemesinde başarılı bulunan aday, doçentlik sınav jürisi
tarafından, sözlü sınava tabi tutulur. Jüri üyeleri, yapılan sözlü sınavın
denetlenebilirliğini sağlamak için gerekli tedbirleri alır. Sözlü sınavda başarılı olması halinde, adaya ilgili bilim dalında
doçentlik unvanı verilir. Doçentlik sınavına ilişkin esas ve usuller, Üniversitelerarası
Kurulun görüşü alınmak suretiyle Yükseköğretim Kurulu tarafından çıkarılacak
yönetmelikle belirlenir.” BAŞKAN – Madde üzerinde gruplar adına ilk söz, Milliyetçi Hareket
Partisi Grubu adına Kırıkkale Milletvekili Sayın Osman Durmuş’ta. Buyurun Sayın Durmuş. (MHP sıralarından alkışlar) MHP GRUBU ADINA OSMAN DURMUŞ (Kırıkkale) – Sayın Başkan, değerli
milletvekilleri; 238 sıra sayılı Yükseköğretim Kanununda Değişiklik Yapılmasına
Dair Kanun Tasarısı hakkında Milliyetçi Hareket Partisi Grubu adına söz almış
bulunuyorum. Yüce heyetinizi saygıyla selamlarım. Değerli milletvekilleri, üniversiteler, Türk milletinin ihtiyacı
olan bilgi ve teknolojiyi sanayicilerimizle iş birliği hâlinde üretip,
kalkınmamızda temel dinamizmi sağlayacak kuruluşlardır. Bu kuruluşlar, sadece
yüksek bilgi ve teknolojiyle donanmış meslek mensubu eleman yetiştirmek
göreviyle de sorumlu değildir. Aynı zamanda yüksek teknolojiyi, bilgiyi üretmekle de sorumludurlar.
Siyasetçiler, üniversiteyi şehrimize gelen bir yatırım, inşaat
istihdamı sağlayan bir tesis veya şehrimize yerleşen öğrenci nüfusunun getirisi
olarak düşünmektedirler. Üniversite, öğretim elemanları, bina ve bir tabelayla
ifade edilemez. Sosyal gelişme ve şehirleşme gelişimine etkileri yadsınamaz. Değerli milletvekilleri, bir öğretim üyesi doktoradan sonra, on
beş yıllık bir deneyimden sonra gerçek öğretim üyesi hüviyetini
kazanabilmektedir. Bu
da mesleğine özen gösteren ve saygısı olan kişiler için
geçerlidir. Bugün Ankara’da, İzmir’de, İstanbul’da rektörlük seçimleri var. Bu
seçimlerde rektörler, ikinci dönem seçilebilmek için, belli bir kontenjan
düşünmeden, ayrımı yapmadan önümüzdeki seçimde kendisine oy verecek sayıda
öğretim elemanı almaya çalışmaktadırlar. Bu da klasik üniversitelerimizin kadrolaşmasına
ve hantallaşmasına sebep olmaktadır. Özellikle rektör ikinci dönem seçilmedi,
her dört yılda bir yenilendiyse öğretim üyesi sayısı o oranda artmaktadır. O
bakımdan, her üniversiteye alınanın öğretim üyesi sıfatını taşıması için asgari
on beş yıllık bir süreye ihtiyaç vardır. Değerli milletvekilleri, Kırıkkale Üniversitesinin on iki yıldır,
on iki binası inşaat hâlindedir. Bu binaların tamamlanması için gereken ödenek
16 milyon YTL gibi cüzi bir paradır. Her yerde temel atıp sonra da o temelleri
unutmak galiba bir kısım siyasetçilerin gelenek hâline getirdiği uygulamadır.
Bu ülke kamyonlarla taşınan temel betonlarını görmüştür. Kırıkkale
Üniversitemizin on iki yıldır yapımı sürmektedir. Üstüne on iki yıldır kar
yağmış, yağmur yağmış, inşaatın tamamlanması hâlinde, zaten demirleri korozyona
uğramış veya betonla ayrışmış, yıkılmaya hazır bina hâline gelecektir. Değerli milletvekilleri, bir üniversiteye rektör atarken “senin
benim yandaşım” ayrımına girmeden, bu üniversite için birikimi var mı,
üniversitenin yatırımlarını hızlandırabilecek mi, üniversitenin bürokrasiyle
ilişkisini düzenleyebilir mi, o üniversiteye eleman yetiştirebilecek mi; bütün
bunları değerlendirmek gerekir. Kırıkkale Üniversitesi bir bakıma şanssız bir üniversitedir.
Üniversite rektörü olarak atanan Sayın Bakan Atalay dinlemeye takılmıştır ve
cemaat kadrolaşması yaptığı devletin bütün mekanizmaları tarafından tespit
edilmiştir. Rektör görevden alınmış, kadroları tasfiye edilmiş, ancak
üniversite bina ve teknolojileri emsalleriyle mukayese edildiğinde hâlâ
gecekondu üniversitesi hüviyetindedir. Sayın Bakan Çelik ve Sayın Ekren’le
Kırıkkale Üniversitesinin yarım kalan binalarının bitirilmesi için görüşme
yaptık. Hızlandırmada Kırıkkale Üniversitesine gereken paranın verilebileceği
söylenmiştir. Bunun akıbeti sorulduğunda da Sayın Çelik “Biz böyle bir söz
vermedik.” diyebilmiştir. Sayın milletvekilleri, sigara yasasını bu Mecliste birlikte
geçirdik. Vatandaşların talepleri eskiden siyasetçiler tarafından sigara
paketine yazılırdı, hiç değilse sigara bitene kadar o talep orada kalırdı.
Şimdi taleplerimizin bir sigara paketi üzerindeki not kadar değeri yok, yok
sayılmaktadır. Değerli milletvekilleri, iki ayrı konuya daha değinmek istiyorum.
2547 sayılı Yükseköğretim Kanunu’nun 7/l maddesi, 13/b maddesi ve 40/b
maddesinde antidemokratik ifadeler yer almaktadır. Bunlar, geçmişte, öğretim
üyelerinin sürgün ve kıyımında kullanılmıştır. Hukuk devleti cezaya, ezaya ve
şiddete dönüşmemelidir. Bir öğretim üyesi, rektörün döner sermayeden pay
almamasını söyleyince, profesör olan, başhekim olan bu öğretim üyesi ”Görevinde
yetersizliği görülenler altı ay bir başka üniversitede denenir ya da görevine
son verilir.” 7/I maddesine takılmış ve maalesef, Erciyes Üniversitesinden bir
profesörümüz, başhekimlik mevkisine gelmiş, ana bilim dalı başkanı olmuş, o
güne kadar yetersizliği görülmeyen profesörümüz Pamukkale Üniversitesine daha
önceki dönemlerde altı ay sürülmüştür. Dün, üniversitede konuşanlar sürgün ediliyordu, bugün Ulaştırma
Bakanı tüm vatandaşa konuşmamayı tavsiye ediyor! Farklı ekol ve gruplarda
maalesef bu sürgün devam etmektedir. Biri konuştuğu için sürgün edilirken
diğeri “Dinlenmek istemiyorsan konuşma kardeşim.” diyor! Anayasa, İnsan Hakları
Beyannamesi yok sayılıyor. Bu durum suçtur, Hükûmet
düşürebilecek bir suçtur değerli milletvekilleri. Diğer konuya gelince: Üniversitelerde öğretim elemanlarının
emekliliğe yansıyan ücret ve emekli maaşları maalesef insanca yaşama düzeyinin
çok altındadır. Bu ülkede altmış beş yaşına kadar bilim adına hizmet eden bu
insanlarımızın maalesef, pazarların dağılma saatinde alışverişe gitmeleri ve
yoksulluk sınırında yaşamaları hepimiz için utanılacak bir durumdur. Buradan
Maliye Bakanına ve Sosyal Güvenlik Kurumuna istirham ediyorum: Ek ders
ücretleri ve döner sermaye gelirleri emekliliğe esas ücret gibi
değerlendirilmelidir ve sosyal güvenlik primi bu gelirlerden kesilmelidir.
Yaşlılıkta öğretim üyesini muhtaç duruma düşürmemek için bu bir zarurettir. Değerli milletvekilleri, ehliyet ve liyakate önem veren, ilmî
düşünceyi her şeyin üstünde tutan bir üniversite istiyoruz. Bu taleplerimizi
fikri hür, vicdanı hür, irfanı hür bir üniversite gençliği ancak
karşılayabilir. Ülkemizin birlik ve beraberliği ve dirliği için, ülke
meseleleriyle ilgilenen, iyi eğitilmiş, iyi meslek sahibi gençlere ihtiyaç
vardır. Önce kendilerini ve ailelerini kurtarmaları dileğimizdir. Bilgiden önce
malumat sahibi olan nesillerle bu ülkenin kalkınması mümkün değildir. Değerli milletvekilleri, umuyor ve bekliyorum ki Atatürk ve Türk
milletini seven, bu millete mensup olmaktan gurur duyan bir nesil yetiştiririz
ve eğitim kurumlarımızı, dünyada bilgi üreten, diğer medeni ülkelerle
yarışabilen bir hâle getirebiliriz. Burada bir diğer konuya değinmek istiyorum. Harran Üniversitemizde
benim öğrencim olan ve tıpta uzmanlık eğitimi alan bir kişi, daha birinci
senesinde yardımcı doçent olarak atanıyor ve orada bir doçent yok, bir profesör
yok. Bu üniversitemiz orada tıpta uzmanlık eğitimi veriyor. Bakınız, Sağlık Bakanlığı eğitim hastanelerinde, uzmanlıkta beş
yıllık kıdemini doldurmamış kişi şef muavini olamaz, on yılını doldurmayan kişi
şef olamaz. Şefi olmayan, yani on yıllık deneyimi olmayan bir şef yoksa, orada uzmanlık eğitimi verilemez. İş üniversiteye gelince yeni mezun bir uzman hekime siz uzmanlık
eğitimi verdiriyorsunuz ama Sağlık Bakanlığı hastanelerinde on yılını
doldurmamış, şeflik imtihanında başarıya ulaşmamış kişiye eğitim
verdirmiyorsunuz. Burada bir standardı yakalayamayız. Üniversitelerimizin
eğitim düzeyleri arasında maalesef bir uçurum gelişiyor. Eğitimde bir standardı yakalayabilmek için özellikle -YÖK
Başkanımız burada- biz şunu istedik: Tıpta uzmanlık eğitimi alan kişiler en az
altı aylık süreyle üniversite hastanelerinde, üniversitede göreve başlayan
uzmanlık eğitimi öğrencileri de en az altı ay Sağlık Bakanlığı hastanelerinde
bir staj dönemi geçirmelidirler ve bunların mezuniyet sınavlarında, uzmanlık
sınavlarında… (Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı) BAŞKAN – Bir dakika ek süre veriyorum. Tamamlayın lütfen. Buyurun. OSMAN DURMUŞ (Devamla) – Teşekkür ediyorum Başkanım. …en az 2 öğretim üyesi üniversitede doçentlik sınavında jüri olma
niteliği olan profesörlerden oluşmalıdır. Bugün, ana muhalefet partisinden bir
arkadaşım “Sağlık Bakanlığı jürilere üniversitedeki profesörü nasıl seçiyor?”
diye sordu. Biz, yükseköğretim kurumundan, doçentlik sınavına giren profesörler
arasından jüri seçiyorduk, en az 2 tanesini; doçent seçmiyorduk. Hâlbuki, geçmiş dönemde tıpta uzman olmayan doçent,
profesörler ya da doçent standardında olan kişiler bu jürilere sokulmuştur. Bu,
yanlıştır. Eğitimde bir standart birliği oluşturmak zorundayız. Yoksa, biz, bu gelişmeye ayak uyduramayız, medeni gelişmenin
çok gerisinde kalırız. Bu, sadece tıpta değil; mühendisliklerimizde staj yoktur, stajlar
kâğıt üzerindedir. Bu arkadaşlarımız, bir yağlı tulum giyerek tezgâhların
altına eğilmiyorlar, sanayide çalışmıyorlar. Bu, bir yetersizliktir. Ben, burada, sözlerime son veriyor, yüce heyetinizi saygıyla
selamlıyorum. (MHP sıralarından alkışlar) BAŞKAN – Teşekkür ederim Sayın Durmuş. Grupları adına ikinci söz, Cumhuriyet Halk Partisi Grubu adına
Mersin Milletvekili Sayın Ali Rıza Öztürk’te. Buyurun Sayın Öztürk. (CHP sıralarından
alkışlar) CHP GRUBU ADINA ALİ RIZA ÖZTÜRK (Mersin) – Sayın Başkan, değerli
milletvekilleri; Cumhuriyet Halk Partisi Grubu adına ve şahsım adına hepinizi
saygıyla selamlıyorum. Demin, üniversitelerimizle ilgili konuları görüşürken kadro
açığında, öğretim üyesi kadro açığında kalmıştık. Şimdi görüşmekte olduğumuz madde, doçentlerin atanmasına ilişkin
bir madde. Demin de söyledim, bizim, Cumhuriyet Halk Partisi olarak, bu yasa
tasarısına karşı olmadığımızı ben ve benden önceki konuşmacı
arkadaşlarımız söyledi. Bu düzenleme de doğru bir düzenleme, yerinde bir
düzenleme. Bunu da biz destekliyoruz. Ancak, tabii ki, demin de söyledim, bu düzenlemeleri yaparken,
üniversitelerin esas sorunlarını çözmek gerekiyor. En önemli sorunlarından bir
tanesi kadro açığıdır. Son dört yılda üniversiteler ve fakülteler çoğalmasına
rağmen, aynı artış hızında kadro artışı olmamıştır. Örneğin,
devlet üniversiteleri son dört yılda 53’ten 94’e çıkmış, üniversite sayısı
yüzde 49 artmış, öğretim elemanı sayısı yüzde 12 artmış, araştırma görevlisi
sayısı yine az artmış; üniversitelerin fiziki koşulları ve barınma sorunları çözülmemiş;
öğretim elemanlarının kadrolarına verilen atama izinleri her yıl kısılmış,
atama sayıları azaltılmış; yeni açılan 32 üniversitede 128 prof. olmak üzere
toplam 4.042 atama yapılmış, oysa ihtiyaç 19.125. Beş yıldan beri kadrolar kısıtlanmış, öğretim üyesi yetiştirme
politikalarına büyük oranda zarar verilmiştir. Araştırma görevlileri, bilindiği
gibi, yarının öğretim üyesidirler, öğretim üyesi adayıdırlar. Öğretim
üyeliğinin fidanlığıdırlar araştırma görevlileri. Oysa,
araştırma görevlilerine hiçbir önem verilmemiş, son dört yılda devlet
üniversitesi 53’ten 94’e çıkarken, açıktan atama yapılacak araştırma görevlisi
kadro sayısı 4.250’den 1.410’a düşürülmüştür. Öğretim üyeliği cazipleştirilmesi
gerekirken, akademik kadroların radikal artışı yapılması gerekirken, bunlar hiç
yapılmamıştır. Tıp fakültelerinin durumu içler acısıdır. Beş yıldır
sürdürülen ücret politikaları nedeniyle profesörler veya doçent düzeyinde 200’ü
aşkın akademik personel üniversiteleri terk etmiş, devlet hastanelerine veya
özel hastanelere geçmiş. Yine, üniversitelerde çalışan hemşireler performans kriterlerinden yararlanamadığı için buralardan ayrılarak
Sağlık Bakanlığı hastanelerine veya özel hastanelere gitmek zorunda
kalmışlardır. Bu kadro eksikliği, öğretim üyesi eksikliği ve fiziki mekânların
eksikliği diğer üniversiteleri olduğu gibi benim seçim bölgemi de etkilemiştir.
Mersin’in Silifke ilçesinde bir fakülte kurulmuş, Uygulamalı Teknoloji ve
İşletmecilik Fakültesi. Oradaki binalar o insanların özverileriyle kurulmuştur.
Kadınlarımız bileziklerini satmışlar, köylümüz kapısındaki danayı, ineği
satmış, herkes özveride bulunarak bir yardım kampanyasıyla bu binanın inşaatı
yapılmış ve Mersin Üniversitesine teslim edilmiştir. İki tane bölüm açılmış;
İşletme Bilgi Yönetimi Bölümü ile Bilgisayar Teknolojisi ve Bilişim Sistemleri
Bölümü. Fakat işletme bilgi işlemine geçen yıl 41 tane öğrenci alınmış,
bilgisayar teknolojisi ve bilişim sistemlerine ise iki yıldır öğrenci
alınamamaktadır. Nedeni, öğretim üyesinin bulunmamasıdır değerli arkadaşlarım. Yine, Mersin Üniversitesine bağlı Mut Meslek Yüksekokulunda
öğretim üyesi olmaması nedeniyle açılan bölümler yeniden kapatılmak zorunda
kalmıştır. Erdemli de yine Silifke’ye benzer; açılan fakültede ikinci sınıfa
kadar öğrenci alınmış ama ikinci sınıfta artık öğrenci alımı durdurulmuştur.
Bu, aynı zamanda öğrencilerin psikolojisini de etkilemektedir değerli
arkadaşlarım, çünkü öğrenciler, demek ki, kendilerinin kötü üniversitede
yetiştiğini düşünmektedirler. Bu sorunları çözmek gerekiyor. Üniversite sorununu bir bütün
olarak alıp özellikle akademik özgürlüklerini de düşünerek altyapılarını ve
öğretim üyeleri sorununu da çözerek düşünmek gerekiyor. Yoksa,
biz milletvekilleri ve siyasetçiler olarak kendi seçmenlerimize şirin gözükmek
adına her tarafta bir üniversite kurmak veya fakülte açmanın sorunu çözmediği
çok açıktır. Değerli arkadaşlarım, Mersin Üniversitesi bizim bölgemizde 1992
yılında kurulmuş bir üniversitedir ve Mersin Üniversitesi çok kısa zamanda
kendisini Türkiye’deki çok önemli üniversitelerin arasına katmış bir
üniversitedir. Orada çalışan öğretim üyesi, profesöründen asistanından herkese
çok teşekkür ediyorum. Bugün gelinen noktada Mersin Üniversitesi Türkiye'nin en
iddialı üniversitelerinden birisi hâline gelmiştir ama Mersin Üniversitesi
yokluk ve yoksulluklar içerisinde, kıtlık içerisinde fedakârca çalışmaktadır. Mersin Üniversitesinin Tıp Fakültesi bugün, Türkiye'de ilk yüzde
2,5 dilimi içerisinde öğrenci alan bir fakülte hâline gelmiştir ancak buna
rağmen Mersin Üniversitesinin demin sorumda da sorduğum gibi çok ciddi bir
sorunu vardır. Bu sorun, 2000 yılında Mersin Üniversitesi Uygulama Hastanesinin
ve Tıp Fakültesinin temeli atılmış, ihalesi yapılmış, sekiz sene geçmiş; sekiz
sene içerisinde bu fakültenin inşaatı henüz bitirilememiş, yetkililerin ifade
ettiğine göre 60 trilyona daha ihtiyaç var. Devletin ayırdığı ödenek her yıl 15
trilyon. Yıl sonunda ise ödenekler zaten kesiliyor. Bu
15 trilyonun düzenli aktarıldığını varsaysak bile bu, dört yıl daha sürecek
demektir. Mersin’in merkez nüfusu 1 milyondur. Civarlarıyla birlikte
düşünüldüğünde çok büyük bir nüfusa hizmet ettiği çok açıktır. Mersin
Üniversitesi hastaneleri artık bugün, herkesin kahrını ve yükünü çekmek
durumunda kalmıştır. Burada, inşaatların bitirilmesi konusunda başlangıçta dış
kredi destekleri imkânı aranmış ancak devlet dış kredi desteklerine kefil
olmadığı için bu sağlanamamıştır. Eğer Hükûmetimiz,
Sayın Bakan bu konuya ciddi olarak eğilip dört yılda bitmesi gereken inşaata
yeterli ödeneği ayırıp -bir an önce ödenekler ayrılarak- inşaat bitirildiği
takdirde, içerisindeki araç-gereç ve tesisat konusunda dış kredi desteğinin
sağlanabileceği ifade edilmektedir. Eğer bu olduğu takdirde, hem ülkemiz
kazanacaktır hem de Mersin yöresi kazanacaktır. Bildiğimiz üzere, bugün, son zamanlarda yapılan politikalardan
birisi de fiziki mekân ve öğretim üyesi açığına rağmen üniversite
kontenjanlarının sürekli, giderek artırılmasıdır. Bu üniversite kontenjanları
artırılmalıdır ama bunun da altyapısı olarak, hem öğretim üyesi sorunu hem de
fiziki mekân çözümlenmelidir. Yine üniversitelerimizin ve Mersin
Üniversitesinin araç ve gereç sorunları vardır. Mersin Üniversitesinin diğer
üniversitelerde olduğu gibi, yine, öğretim üyesi açığı sorunu vardır. Bu araştırma görevlilerinin ve özellikle tıptaki bu asistan
doktorların durumları, aldıkları ücretler gerçekten içler acısıdır, gerçekten
çok komiktir. Bu, herkesin vicdanını sızlatmaktadır. Bugün tıp fakültesinde
olan asistanlar 1 milyon 250 bin civarında, diğer fakültelerdeki asistanlarsa 1
milyon civarında ücret almaktadırlar. Bunlara, Hükûmetin,
öncelikle çözüm bulması gerekiyor. İnsanları aydınlatan, bilgi çağına
yetiştiren üniversite öğretim üyelerinin öncelikle ücretlerinin artırılarak
bunların yoksulluk sınırı altında yaşamalarından kurtarılması gerekmektedir. Değerli milletvekilleri, gerçekten bu YÖK Yasası’nın
üniversitelerin özgürleşmesinin önünde bir engel olduğunu ben demin konuşmamda
da ifade ettim. AKP milletvekili arkadaşım, burada konuşan bir hocamız, değerli
bir hocamız “Bunu getirin, hep beraber düzenleyelim.” dedi. İktidar partisi her
konuda düzenlemeyi getiriyor, bu konudaki düzenlemeyi de getirmesi gerekiyor.
Üniversitelerin özgürleşmesini biz savunuyoruz. Üniversitelerin akademik ve bilimsel
özerkliğini tam anlamıyla savunuyoruz, bunun gerçekleştirilmesini savunuyoruz.
Laiklik olmadan bilim olmaz, akademik özgürlük olmadan da bilim olmaz.
Dolayısıyla YÖK’le ilgili bütün düzenlemelerin bu iki kıstas, iki ölçü göz
önüne alınarak yeniden düzenlenmesi gerektiğini düşünüyorum ben. Üniversitelerimizin yine halkla bağlantılarının güçlendirilmesi
gerekiyor. Üniversitelerimizin, tüketen insanlar yerine, üreten, yaratıcı olan
ve çevrelerindeki potansiyeli, atıl potansiyeli ayağa kaldıracak kişiler
yetiştirmesini ben umut ediyorum. İstihdam artırıcı şeyleri devletten bekleyen
kişiler yerine gerçekten yaratıcı, bilgiyle donatılmış kişilerin yetiştirilmesi
gerekiyor. Bakın, Mustafa Kemal Atatürk ne diyor: ”Efendiler! Asırlardan beri
milletimizi idare eden hükûmetlerin tamamı eğitim
isteğini ortaya koymuşlardır. Ancak bu arzularına erişmek için Doğu ve Batı’yı
taklitten kurtulamadıklarından, sonuç, milletin cehaletten kurtulamamasına
sebep olmuştur. Bu acı gerçek karşısında, bizim takibe mecbur olduğumuz eğitim
siyasetimizin esas çerçevesi şu olmalıdır: Demiştim ki: Bu memleketin asıl
sahibi ve toplumsal varlığımızın asıl nedeni köylüdür. İşte bu köylüdür ki
bugüne kadar bilgi ışığından yoksun bırakılmıştır. Bu nedenle bizim takip
edeceğimiz eğitim siyasetinin temeli, evvela mevcut cehaleti yok etmektir.
Yetişecek çocuklarımıza ve gençlerimize görecekleri tahsilin sınırı ne olursa
olsun en evvel ve her şeyden evvel Türkiye'nin bağımsızlığı ile kendi benliğine
ve millî geleneklerine düşman olan bütün unsurlarla mücadele etmek lüzumu
öğretilmelidir.” Atatürk, üniversite sorununu, eğitim sorununu ülkenin genel
bir sorunu olarak görmekte ve çözümünü de ulusal kültür ve eğitim sorununun bir
parçası olarak ele almaktadır. (Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı) BAŞKAN – Sayın Öztürk, bir dakika
ekledim, tamamlayın lütfen. ALİ RIZA ÖZTÜRK (Devam) – Ben, bu vesileyle, Anadolu’nun en ücra
köşelerinde insanlarımızı bilgi çağına yetiştirmeye çalışan, kıtlık ve
yoksulluk içerisinde her türlü özveriyi yapan asistanından profesörüne kadar
tüm öğretim üyelerine, tüm öğretmenlerimize saygı ve selamlarımı sunuyorum. Bu
vesileyle de yüce Meclisinizi saygıyla selamlıyorum. (CHP sıralarından
alkışlar) BAŞKAN – Teşekkür ederim Sayın Öztürk. Madde üzerinde şahısları adına ilk söz, Bingöl Milletvekili Sayın
Cevdet Yılmaz’da. Buyurun Sayın Yılmaz. (AK Parti sıralarından alkışlar) CEVDET YILMAZ (Bingöl) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri;
öncelikle hepinizi saygıyla selamlıyorum. Ben, 4’üncü madde üzerinde kişisel olarak aldığım söz hakkını,
yeni üniversitelerle ilgili birkaç noktayı vurgulayarak değerlendirmek
istiyorum. Bu konuya tabii çeşitli perspektiflerden yaklaşmak
mümkün. Ben, biraz daha bölgesel gelişme perspektifinden birkaç noktanın
altını çizmek istiyorum. Yeni üniversitelerimiz, gerçekten uzun vadede ülkemizin
kalkınmasına, sosyoekonomik kalkınmasına önemli katkılarda bulunacak kurumlar. Bu açıdan hepimizin el birliğiyle desteklemesi gereken bir süreç. Bu
vesileyle de yeni üniversitelerimizin, hem ülkemize hem de yörelerine hayırlı,
uğurlu olmasını diliyorum. Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; başlangıç noktanız ne kadar
mütevazı olursa olsun hedeflerinizin büyük olması gerekir ve uzun vadeli olması
gerekir. Bu kapsamda, yeni üniversitelerimiz için belli bir merkezî
koordinasyon içinde mutlaka bir stratejik planlama yapılması gerektiğini
vurgulamak istiyorum. Mevcut üniversitelerimizde bu uygulamalar başladı, fakat
yeni üniversitelerde bunun altyapısı elbette farklı bir süreç içinde
kurgulanmak durumundadır. Bu stratejik planlamalarda da mutlaka bölgesel
gelişme perspektifinin dikkate alınması gerekir. Bizim yeni kurulan
üniversitelerin önemli bir kısmı, aslında nispeten geri kalmış yörelerimizde.
Bu, o yörelerimiz için de bir fırsat, bu kurumlarımız bir fırsat oluşturuyor.
Her zaman bizim şikâyet ettiğimiz bir husus vardır: Geri kalmış yörelerde
nitelikli insan gücü bulmada sıkıntılar olduğundan şikâyet ederiz. İşte bu
üniversitelerimiz, kendi içlerine kapalı yapılar olmazsa, içinde bulundukları
yörenin sosyal yaşamına, iktisadi yaşamına ciddi bir şekilde bağlantılar
kurarak gelişirlerse mutlaka çok önemli katkıları olur diye düşünüyorum. Bu
açıdan, bir taraftan bölgesel gelişme stratejilerimizi oluştururken bir
taraftan da üniversitelerimiz için mutlaka bir stratejik planlama yapmalıyız ve
bu gelişmeyi bu planlama içinde sağlamalıyız diye düşünüyorum. Burada da insan unsuru gerçekten son derece önemli. Mutlaka,
bu üniversitelerimizde sahiplenme oluşturacak, tam zamanlı olarak mesai
harcayacak rektörlerimizin bir an önce atanması gerekiyor ve bununla paralel
bir şekilde fiziki imkânların yanı sıra, mutlaka öğretim elemanlarının
sayısında bir artışa gitmek gerekiyor ki bu yönde Hükûmetimizin
gösterdiği çabalar gerçekten takdire değer ve bunun sonuçlarını uzun vadede
göreceğiz. Ancak kısa vadeli olarak da mutlaka teknolojinin imkânlarını da
devreye sokarak, uzaktan eğitim imkânlarını da devreye sokarak bu
üniversitelerimizin bir an önce kurumsallaşması yönünde hep birlikte çaba sarf
etmemiz gerekir. Burada yeni oluşacak bu yapılar içinde yerel potansiyeli harekete
geçirmek çok önemli, projecilik çok önemli. Akademisyenlerimizin, artık, sadece
dünyadaki gelişmeleri izlemeleri yetmez, kendi yörelerinde mutlaka sivil toplum
kuruluşlarıyla, iş dünyasıyla, kamu kurumlarıyla el birliği içinde yerel
potansiyeli tespit etmeleri ve projelendirmeleri son derece önemli. Bu noktada
da, mutlaka, gelecek yıllarda hep birlikte gayret sarf etmeliyiz. Son bir hususun da altını çizerek konuşmamı tamamlamak istiyorum:
Mevcut üniversitelerimiz var, yıllardır kaynakları kullanan, belli bir noktaya
gelmiş üniversitelerimiz. Benim fikrim, bu üniversitelerimize karşı, yeni
üniversitelerimize bir pozitif ayrımcılık da uygulanması gerekir önümüzdeki
yıllarda kaynak tahsisinde. Bir yandan da eski üniversitelerimizin daha çok
kendi kaynağını üretir, kendi ayakları üzerinde durur hâle gelmesinde büyük
fayda görüyorum. Bu süreçleri eş zamanlı götürebilirsek ve eski
üniversitelerimizle yeni üniversiteler arasında köprüler kurabilirsek, bunları
eşleştirebilirsek, bir dayanışma ruhu oluşturabilirsek çok daha sağlıklı,
etkin, ülkenin kalkınmasına, yörelerimizin kalkınmasına hizmet eder bir
üniversite sistemi oluştururuz diye düşünüyorum. Bu vesileyle tekrar yeni üniversitelerimizin hayırlı, uğurlu
olmasını diliyor, başarılar diliyorum yeni üniversitelerimize. Hepinizi
saygıyla selamlıyorum. (AK Parti sıralarından alkışlar) BAŞKAN – Teşekkür ederim Sayın Yılmaz. Şahısları adına ikinci söz Osmaniye Milletvekili Sayın Mete Doğruer’de. Buyurun Sayın Doğruer. (AK Parti
sıralarından alkışlar) İBRAHİM METE DOĞRUER (Osmaniye) – Teşekkür ederim Sayın Başkan. Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; Yükseköğretim Kanununda
Değişiklik Yapılmasına Dair 238 sıra sayılı Kanun Tasarısı’nın 4’üncü maddesi
üzerinde şahsım adına söz almış bulunuyorum. Hepinizi saygıyla selamlıyorum. Tasarıdaki 4’üncü maddeyle 2547 sayılı Kanun’un doçentlik sınavı
ve jürisiyle ilgili olan 24’üncü maddesinde değişiklik ve düzenleme
yapılmıştır. Burada doçentlik sınavında müracaat eden adaylarda aranan şartlar
daha yeknesak hâle getirilmeye çalışılmış, doçentlik sınav jürisinin
oluşturulması ve doçentlik sınav jürisinin görevleriyle ilgili esaslar yeniden
düzenlenmiştir. Şimdi, bu 24’üncü maddede yapılan değişiklikler ana hatlarıyla şu
şekilde özetlenebilir: Önce, doçentlik sınavı -ki en önemli değişikliklerden
bir tanesi bu- Üniversitelerarası Kurulca yılda iki defa yapılacaktır. Maddenin
eski şeklinde, malumunuz olduğu üzere, bu bir defa yapılıyordu. Şimdi bunun iki
defa yapılmasıyla doçent adaylarının gereksiz yere zaman kaybetmeleri önlenmiş
olacak. İkincisi, bilimsel yayın ve çalışmalar Yükseköğretim Kurulu
tarafından çıkarılacak yönetmelikle belirlenecek şartları haiz olacak. Böylece
de bu bilimsel çalışmalara bir yeknesaklık getirilmiş olacaktır. Bir başka düzenleme sınav jürisiyle ilgilidir. Üniversitelerarası
Kurul adayın başvurduğu bilim veya sanat dalından 5 asil veya 2 yedek üye
tespit edecek. Burada ilgili bilim veya sanat dalında yeterli öğretim üyesi
bulunmadığı takdirde bu jüri 3 üyeyle teşkil edilebilecektir. Bu jürideki asil
ve yedek üyeler, hazırladıkları gerekçeli kişisel raporlarını
Üniversitelerarası Kurula gönderecekler. Şimdi, buradaki bir farklılık da,
yedek üyelerin de kişisel raporlarını Üniversitelerarası Kurula göndermelerinin
belirtilmesi. Daha önceki uygulamada genellikle birinci yedek üye kişisel
raporunu Üniversitelerarası Kurula gönderiyordu, ikinci yedek üye genellikle
göndermediği için, ikinci asıl üyenin herhangi bir sebeple raporunu
göndermemesi durumunda bir aksaklık ortaya çıkabiliyordu, bu düzenlemeyle bu
aksaklığın da önüne geçilmiş oluyor. Burada önemli olan bir husus da, bu değerlendirmeye esas alınan
raporların birer nüshaları, eser inceleme sonucuna ilişkin bildirim yazısıyla
birlikte adaya gönderilecek. Evvelden de bu adaya gönderilme durumu, sadece
adayın talebi üzerine gerçekleşiyordu. Malumunuz olduğu üzere, daha önceki
dönemlerde herhangi bir şekilde aday talep etse dahi bu raporun gönderilme
durumu olmuyordu. Yani, bu rapor gönderilmiyordu ama bir önceki durumda, aday
talep ettiği takdirde rapor ilgili adaya gönderiliyordu. Buradaki yeni
düzenlemede, raporun gönderilmesi otomatik bir şekle getiriliyor. Konuşmamın başında da bahsettiğim gibi, tasarıdaki en önemli iki
değişiklik; birincisi, doçentlik sınavının yılda iki defa yapılması,
dolayısıyla gereksiz beklemelerin önüne geçilmesi; ikincisi de, şeffaflık
adına, bu jüri üyelerinin hazırlamış oldukları raporun adaylara otomatik olarak
bildirilmesidir. Bu düzenlemelerle, bu doçentlik sınavında, daha objektif, daha
kolay ve daha şeffaf bir yaklaşım tarzı sergilenerek, bu çalışmaların, yani
doçentlik sınavının daha objektif bir şekilde yapılması amaçlanmıştır. Tasarının hayırlı olması dileğiyle hepinize saygılar sunuyorum.
(AK Parti sıralarından alkışlar) BAŞKAN – Teşekkür ederim Sayın Doğruer. Madde üzerinde soru-cevap işlemine geçiyorum. Sayın Atılgan… KÜRŞAT ATILGAN (Adana) – Teşekkür ederim Sayın Başkan. Sayın Bakandan cevabını alamadığım, bence çok önemli gördüğüm bir
hususu tekrar ediyorum: Üniversitelere ayrılan bütçenin gayrisafi millî hasılaya oranı nedir? İkinci bir sorum da: Kişisel araştırma projelerine bu bütçe içinde
ne kadar yer ayrılmaktadır? BAŞKAN – Sayın Öztürk… ALİ RIZA ÖZTÜRK (Mersin) – Sayın Başkanım, aracılığınızla Sayın
Bakanıma sormak istiyorum: Mersin
Üniversitesi Silifke Uygulamalı Teknoloji ve İşletmecilik Yüksekokulunun
Bilgisayar Teknolojisi ve Bilişim Sistemleri Bölümüne laboratuvarları
olmadığı için ve öğretim görevlileri bulunmadığı için iki yıldır öğrenci
alınamamaktadır. Bu konuda yapılacak çalışmalar nedir? Ne yapmayı düşünüyorlar?
Önümüzdeki dönemde bu fakülte öğretime açılacak mıdır? BAŞKAN – Sayın Serter… FATMA NUR SERTER (İstanbul) – Teşekkür ederim. Sayın Bakan, hepimizin bildiği gibi 2002 yılından beri dünyanın
ilk 500 üniversitesi içerisine önce 2, günümüzde de 5 Türk üniversitesi girmiş
bulunmaktadır. Bu gerçeğin çok açık bir şekilde bütün istatistiklerde yer
almasına karşın bugüne kadar ne Millî Eğitim Bakanı olarak sizin ne de Sayın
Başbakanın bu konuda sorulan sorulara açık bir cevap vermemesinin sebebi nedir? Teşekkür ediyorum. BAŞKAN – Sayın Genç… KAMER GENÇ (Tunceli) – Teşekkür ederim Sayın Başkanım. Efendim, YÖK Başkanlığına atanan kişinin şimdiye kadar hangi
bilimsel incelemeleri ve eserleri vardır? Hangi makaleleri vardır ve hangi
yabancı dili biliyor? Bu konuda bilgi edinmek istiyorum. İkincisi, Muğla Üniversitesi Disiplin Kurulunca 40 tane
öğrencinin fakülte önünde yaptıkları YÖK protestosuyla ilgili şöyle bir karar
veriliyor: “Basın açıklamasında, Yükseköğretim Kurulu ve üniversitemize yazılı
ve sözlü olarak haksız saldırıda bulunulduğu ve bu bildiriyi okuyan öğrencinin
yanında, burada bulunanların da bu okunan bildiriyi zımnen kabul ettiklerinden
dolayı bir yarıyıl için uzaklaştırma cezası veriliyor. Olay 12/11/2007 tarihinde oluyor,
disiplin cezası 20/5/2008 tarihinde veriliyor. Bu tarih üniversite
öğrencilerinin imtihana girme tarihidir. Yani böyle saçma bir
şey olur mu. Yani bir öğrenci çıkıyor bir bildiri okuyor -YÖK’ü protesto
bildirisi- orada bulunanlar da destek oluyor… (Mikrofon otomatik cihaz
tarafından kapatıldı) BAŞKAN – Sayın Bulut… AHMET DURAN BULUT (Balıkesir) – Sayın Bakan, Balıkesir ili
küçükbaş ve büyükbaş hayvan yetiştiriciliğinde batının en önemli illerindendir.
İlin veterinerlik fakültesine ihtiyacı olduğu hâlde Balıkesir Üniversitesine
veterinerlik fakültesi açılmasına ne engel oluyor, niçin izin verilmiyor? İkinci sorum: Balıkesir Üniversitesi Tıp Fakültesi Ana Bilim
Dalına bu sene öğrenci kabul edilecek midir? Teşekkür ederim. BAŞKAN – Sayın Tankut… YILMAZ TANKUT (Adana) – Sayın Başkanım, teşekkür ediyorum. Sayın Bakana sormak istiyorum: 1998 senesinden bu yana çeşitli
üniversitelerde, günümüz itibarıyla ise 5 üniversitede eğitim vermekte olan
moleküler biyoloji ve genetik bölümü şu ana kadar yüzlerce mezun vermiştir ve
her sene de ortalama 200 kadar mezun vermektedir ancak bu meslek, maalesef,
yasal olarak tanımlanmamıştır. Bu yüzden de bu bölümlerden üniversite lisans
diplomasıyla mezun olan öğrencilerimiz çeşitli hak kayıplarına uğramaktadır. Bu
kayıplar arasında, devlette görevli olarak çalışamama ve KPSS sınav sonucuna
göre ilgili alanlara yerleşememe gösterilebilir. Bunun neticesi olarak da
geleceğin mesleklerinden birisi olarak görülen ve stratejik önemi bulunan
moleküler biyologluk Türkiye’de önemli bir kayba uğramakta ve beyin göçü ve
farklı alanlara, farklı mesleklere kayma olmaktadır. Millî Eğitim Bakanı olarak
bu durumdan haberdar mısınız? Haberiniz var ise bu durumu düzeltmek ve bu
sorunların önüne geçmek için ve moleküler biyologluk mesleğinin yasal olarak
devlet kurumlarında tanınması için gereken yasal düzenlemelerle ilgili bir
çalışmanız var mıdır? Teşekkür ediyorum. BAŞKAN – Sayın Bakan… MİLLÎ EĞİTİM BAKANI HÜSEYİN ÇELİK (Van) – Teşekkür ederim Sayın
Başkan. Sayın Atılgan, üniversitelerimize ayrılan bütçenin gayrisafi millî
hasıla içerisindeki oranını soruyor. Değerli milletvekilleri -1996 yılından başlıyorum- 1996 yılında
üniversitelere bütçeden ayrılan pay gayrisafi millî hasılanın
yüzde 0,62’sidir; sonra, bu, 1997’de 0,67’ye çıkmış, bugün yüzde 1,02’dir,
gayrisafi millî hasılanın yüzde 1,02’si oranına çıkmıştır. KÜRŞAT ATILGAN (Adana) – 2002 ile kıyaslıyorsunuz da 2002’de ne? MİLLÎ EĞİTİM BAKANI HÜSEYİN ÇELİK (Van) – 2002’de de yüzde 0,90. Bir de, zaman zaman bazı milletvekili
arkadaşlarımız Millî Eğitim Bakanlığı bütçesi içerisinde üniversitelerin
bütçesinden söz ediyorlar. Değerli arkadaşlarım, bu hesabı yaptığımız zaman, genellikle
-biliyorsunuz biz bu kırk bir üniversiteyi yeni kurduk- Millî Eğitim
Bakanlığında okul öncesi eğitimde okullaşma oranı yüzde 150 artmıştır. Okul
öncesi eğitimle birlikte ilköğretim, ortaöğretim yüzde 85-86’lık bir okullaşma
oranına ulaşmıştır. Binlerce yeni okul açılmıştır. Ayrıca, teknolojik altyapı,
fiziki altyapıyla ilgili ciddi kaynak artırımları yapılmıştır. Aslında, burada
küçülen bakanlıkların bütçesi değil Millî Eğitim Bakanlığındaki potansiyelin
büyümesinden kaynaklanan bir durumdur. Yoksa, bir
ülkenin hükûmeti, ilköğretime, ortaöğretime, meslek
okullarına farklı bir muamele, üniversitelerine farklı muamele etmez. Kaldı ki
dediğim gibi, 2002’yle de mukayese ettiğiniz zaman 1996’yla da mukayese
ettiğiniz zaman, millî gelire oranla da hesap yaptığınız zaman üniversitelere
ayrılan payda artış vardır, kişi başına yapılan harcamada ciddi artış vardır. KÜRŞAT ATILGAN (Adana) – İzafi azalış vardır Hocam. Şimdi
gayrisafi millî hasıla yüzde 100 civarında arttı,
üniversitenin bütçesinde yüzde 10 artış yapıyor. MİLLÎ EĞİTİM BAKANI HÜSEYİN ÇELİK (Van) – O hesabı yapın Sayın
Hocam. Sayın Öztürk, Silifke’deki yüksekokula
öğrenci alınamadığını, öğretim elemanı olmadığını söyledi. Değerli arkadaşlarım, burada, dediğim gibi, bu kanun çıktıktan
sonra bu Yükseköğretim Kurulu tarafından -malumunuz birçok şeyde atama
yapılamıyor- bu saklı olan kadroların kullanımına da müsaade edilecek.
Dolayısıyla, ümit ediyorum ki kurulmuş olan yüksekokullara da öğretim
elemanları verilecek ve böylelikle onlar öğretim üyelerini de alacaklar. Hastaneyle ilgili olarak siz daha önce bir soru sormuştunuz.
Bildiğiniz gibi Mersin Hastanesiyle ilgili olarak, son olarak 2886’ya göre ben
bizatihi yüzde 60’lık bir artış oranı verdim. Dört yılda biteceğini ifade
ettiniz. Aslında dört yılda bitmesi de yine bizim arzuladığımız bir bitiş
tarihi değil ama arkadaşlar, geldiğimiz noktaya şükretmemiz lazım. Bu
büyüklükteki hastaneler yirmi yılda bitmiyordu, on beş yılda bitmiyordu. Bunu
göz ardı etmememiz gerekiyor. Sayın Serter’in 5 Türk üniversitesinin
dünyanın en başarılı 500 üniversitesi arasına girmesi ile ilgili bir sorusu
var. Buna rağmen, Sayın Başbakanın ve benim bugüne kadar sorulan sorulara
doyurucu bir cevap vermediğimizi ifade etti. Bugüne kadar “Sayın Bakan, böyle
bir şey var mıdır yok mudur? Siz bunu nasıl değerlendiriyorsunuz?” diye sayın
milletvekillerinden veya dışarıdaki insanlardan kimse bana böyle bir soru
sormamıştır. FATMA NUR SERTER (İstanbul) – Sayın Bakan, tersini söylüyor
Başbakan. MİLLÎ EĞİTİM BAKANI HÜSEYİN ÇELİK (Van) – Efendim, bizim
üniversitelerimizin dünyadaki ilk 500 arasına girmesi, 5 üniversitemizin
girmesi bizi sadece sevindirir, memnun eder. Biz de buna katkısı olan herkesi
tebrik ederiz. Bunun dışında bir tavır söz konusu olamaz. Doğruya “doğru”
eğriye “eğri” diyeceğiz. Öte yandan, Sayın Genç’in Sayın YÖK Başkanının bilimsel
çalışmalarıyla ilgili olarak bir sorusu vardı. Sayın Genç, Sayın YÖK Başkanının
-kendisi şimdi yanımda- çok sayıda bilimsel makalesi var, bunların hepsini
burada okuyacak değilim. KAMER GENÇ (Tunceli) – Ben öğrenmek istiyorum, bana gönderir
misiniz? MİLLÎ EĞİTİM BAKANI HÜSEYİN ÇELİK (Van) – Size, zatıalinize
CV’sini gönderecek, siz bunu lütfen alın, bakın,
değerlendirin. KAMER GENÇ (Tunceli) – Tamam, ben değerlendiririm, o ayrı bir şey
de, varsa onları da öğrenelim. MİLLÎ EĞİTİM BAKANI HÜSEYİN ÇELİK (Van) – Muğla Üniversitesinde
bir olay meydana geldiğini söylüyor Sayın Genç. Bu olayda -zaten notlar alındı-
eğer varsa bir anormal durum arkadaşlarımız ilgilenecekler. Olayın meydana
geldiği tarihle soruşturmanın bittiği tarihin bir olamayacağını da göz ardı
etmememiz gerekiyor. Sayın Bulut’un Balıkesir Üniversitesi Veterinerlik Fakültesi ile
ilgili sorusu var. Bununla ilgili, biliyorsunuz, daha önce Sayın İsmail Özgün
ve diğer milletvekili arkadaşlarım bana geldiler. Bununla ilgili prosedür başlatıldı. Maliye Bakanlığına, Devlet Personel
Başkanlığına ve Devlet Planlama Teşkilatına görüş soruldu. Bu görüşler
geldikten sonra Bakanlar Kurulu kararı çıkarılacak ve Balıkesir Üniversitesi
Veterinerlik Fakültesi kurulacaktır, bir engel söz konusu değildir. Tıp fakültesine öğrenci alınıp alınmayacağı, Balıkesir
Üniversitesinin altyapıyı ve şartları hazırlayıp hazırlamamasına bağlıdır. Eğer
altyapı hazırlandığına dair bir kanaat oluşursa ek kontenjandan da olsa
kontenjan verilir. Bu tamamen üniversitenin gayretlerine
bağlı. Moleküler biyoloji ve genetikle ilgili olarak, Sayın Tankut, bugüne kadar dediğiniz problemin bana iletilmesi
söz konusu değil, böyle bir problemle karşılaşmadım. Bu, Üniversitelerarası
Kurulu ilgilendirir. Özellikle yükseköğretimde meslek standartları ve
denkliklerin kabulü, dünya çapında bunların nereye oturduğuyla ilgili karar
Üniversitelerarası Kurula aittir. Eğer böyle bir problem varsa -bunu
arkadaşlarımız da not aldılar- sayın YÖK
temsilcilerimiz tarafından Üniversitelerarası Kurula bildirilecek. Sayın Başkan, arz ederim. BAŞKAN – Teşekkür ederim. Madde üzerinde bir önerge vardır, önergeyi okutuyorum: TBMM Başkanlığı’na Görüşülmekte olan 238 Sıra Sayılı Yüksek Öğretim Kanununda
Değişiklik yapılmasına dair Kanun Tasarısı’nın 4. maddesinin (b) fıkrasının (3)
numaralı bendinin; “(3) Yükseköğretim Kurulunun belirlediği kıstaslar çerçevesinde
yapılan merkezi yabancı dil sınavında başarılı olmak. Bu sınavın adayın bilim
dalı ile ilgili olması şarttır. Bilim alanı bir yabancı dil ile ilgili olanlar
bu sınavı başka bir yabancı dilde vermek zorundadır.” şeklinde değiştirilmesini
arz ederiz.
BAŞKAN – Komisyon önergeye katılıyor mu? MİLLÎ EĞİTİM, KÜLTÜR, GENÇLİK VE SPOR KOMİSYONU BAŞKANI MEHMET
SAĞLAM (Kahramanmaraş) – Katılamıyoruz Sayın Başkan. BAŞKAN – Hükûmet katılıyor mu? MİLLÎ EĞİTİM BAKANI HÜSEYİN ÇELİK (Van) – Katılmıyoruz Sayın
Başkan. OKTAY VURAL (İzmir) – Sayın Çakır konuşacak. BAŞKAN – Samsun Milletvekili Sayın Osman Çakır, buyurun. (MHP
sıralarından alkışlar) OSMAN ÇAKIR (Samsun) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri;
Yükseköğretim Kanununda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Tasarısı’nın 4’üncü
maddesiyle ilgili söz almış bulunuyorum. Bu tasarının 4’üncü maddesinin (b) fıkrasının 3’üncü bendinde
doçentlik sınavına başvurmak için gerekli şartlar belirlenmiş. Bu şartlardan
bir tanesi: “Yükseköğretim Kurulunun belirlediği kıstaslar çerçevesinde yapılan
merkezi yabancı dil sınavında başarılı olmak. Bu sınavın, adayın bilim dalı ile
ilgili olması şartı aranmaz. Bilim alanı bir yabancı dille ilgili olanlar bu
sınavı başka bir yabancı dilde vermek zorundadırlar.” Değerli milletvekilleri, şimdi belirli bir bilim dalında
doktorasını yapmış, yardımcı doçent olmuş ve senelerce bu dalda bilimsel eser
üretmiş olan öğretim üyesi arkadaşlarımızın binlercesi Öğrenci Seçme ve
Yerleştirme Merkezinin açmış olduğu üniversite doçentlik sınavında, yabancı dil
sınavında yıllardan beri başarılı olamadan beklemektedirler. Bilhassa Anadolu
üniversitelerinde çok sayıda yardımcı doçent bu sınavdan dolayı, gerekli bütün
bilimsel çalışmaları yerine getirmelerine rağmen doçentlik sınavına müracaat
etme imkânı dahi bulamamaktadırlar. Düşünebiliyor musunuz, bir ülkenin kendi
dilinde değil de yabancı bir dilde, bütün üniversite öğretim üyelerinin
akademik kariyerlerinde yükselebilmesi için bir başka ülkenin yabancı dilini
gramerlerine varıncaya kadar çok detaylı bir şekilde bilmesi gerekiyor. Yapılan
sınavlarda yurt dışında doktora yapmış, uzun süre bulunmuş ve o ülkede hayatını
idame ettirmiş olan kişiler dahi bu sınavda başarısız olabilmektedir. Yani
doçentlik sınavına başvurabilmek için gerekli olan, öngörülen notu karşılayamamaktadır.
Şimdi buradaki önerimiz, kişinin bilim alanı dışında bir yabancı
dil sınavına tabi tutulması yerine bilim alanında bir sınava tabi tutulmasıdır.
Çünkü, kişi kimyacıysa, matematikçiyse, fizikçiyse,
eğer kimya alanında, matematik alanında, fizik alanında veya tıp alanında
yabancı dile hâkimse, eserlerini yazabiliyorsa, bu alanda yazılmış makaleleri,
eserleri, kitapları okuyabiliyorsa neden doçentlik sınavına başvuramasın, neden
doçent olamasın? Türkçesini biliyorsa, bir başka yabancı dilin detaylarına
kadar, gramerine kadar bilme zorunluluğu neden aransın? Bunun çok farklı
olduğunu, alandan alana dil bilgisindeki farklılıkların çok önemli olduğunu
burada belirtmek istiyorum. Burada verdiğimiz önerge, sadece, yardımcı doçent olup doçent olacak
olanların doçentlik sınavına başvurmaları için gerekli yabancı dil şartı neyse,
bu şartının kendi bilim alanlarında aranmasıdır. Bu önergemize destek olacağınızı düşünüyor, hepinize saygılar
sunuyorum. (MHP sıralarından alkışlar) BAŞKAN – Teşekkür ederim Sayın Çakır. Önergeyi oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler… Kabul etmeyenler…
Kabul edilmemiştir. KAMER GENÇ (Tunceli) – Maddede karar yeter sayısı istiyorum. BAŞKAN – Tamam, arayacağım. 4’üncü maddeyi oylarınıza sunuyorum, karar yeter sayısı arayacağım:
Kabul edenler… Kabul etmeyenler… Karar yeter sayısı yoktur. Beş dakika ara veriyorum. Kapanma Saati: 16.44 ÜÇÜNCÜ OTURUM Açılma Saati: 16.49 BAŞKAN : Başkan Vekili Meral AKŞENER KÂTİP ÜYELER: Yusuf COŞKUN
(Bingöl), Canan CANDEMİR ÇELİK (Bursa) BAŞKAN – Sayın milletvekilleri, Türkiye Büyük Millet Meclisinin
119’uncu Birleşiminin Üçüncü Oturumunu açıyorum. 238 sıra sayılı Tasarı’nın görüşmelerine devam edeceğiz. Komisyon? Burada. Hükûmet? Burada. 4’üncü maddenin oylanmasında karar yeter sayısı bulunamamıştı.
Şimdi maddeyi tekrar oylarınıza sunacağım ve karar yeter sayısı arayacağım. Kabul edenler… Kabul etmeyenler… Karar yeter sayısı yoktur. Birleşime on beş dakika ara veriyorum. Kapanma Saati: 16.50 DÖRDÜNCÜ OTURUM Açılma Saati: 17.08 BAŞKAN : Başkan Vekili Meral AKŞENER KÂTİP ÜYELER: Fatoş
GÜRKAN (Adana), Yusuf COŞKUN (Bingöl) BAŞKAN – Sayın milletvekilleri, Türkiye Büyük Millet Meclisinin
119’uncu Birleşiminin Dördüncü Oturumunu açıyorum. 238 sıra sayılı Tasarı’nın görüşmelerine devam edeceğiz. Komisyon? Burada. Hükûmet? Burada. 4’üncü maddenin oylanmasında karar yeter sayısı bulunamamıştı. Şimdi maddeyi tekrar oylarınıza sunacağım ve karar yeter sayısı
arayacağım. Kabul edenler… Kabul etmeyenler… Kabul edilmiştir, karar yeter
sayısı vardır. 5’inci maddeyi okutuyorum: MADDE 5- 2547 sayılı Kanunun 25 inci maddesinin (a) fıkrası
aşağıdaki şekilde değiştirilmiş ve maddeye aşağıdaki fıkra eklenmiştir. “a) Bir üniversite
biriminde açık bulunan doçentlik kadrosu, rektörlükçe, isteklilerin başvurması
için ilan edilir. Müracaat eden adayların durumlarını incelemek üzere rektör
tarafından varsa biri ilgili birim yöneticisi, en az biri de o üniversite
dışından olmak üzere üç profesör tespit edilir. Bu profesörler, adaylar
hakkında ayrı ayrı mütalaalarını rektöre bildirirler.
Rektör, bu mütalaalara dayanarak, üniversite yönetim kurulunun görüşünü de
aldıktan sonra atamayı yapar.” “c) Üniversiteler,
doçentlik kadrosuna atama için, Yükseköğretim Kurulunun onayını almak
suretiyle, münhasıran bilimsel kaliteyi artırmak amacına yönelik olarak, bilim
disiplinleri arasındaki farklılıkları da göz önünde bulundurarak, objektif ve
denetlenebilir nitelikte ek koşullar belirleyebilirler.” BAŞKAN – Madde üzerinde gruplar adına ilk söz, Cumhuriyet Halk
Partisi Grubu adına İzmir Milletvekili Sayın Selçuk Ayhan’da. Buyurun Sayın Ayhan. (CHP sıralarından alkışlar) CHP GRUBU ADINA SELÇUK AYHAN (İzmir) – Sayın Başkan, değerli
arkadaşlarım; Yükseköğretim Kanununda Değişiklik Yapılmasına Dair Tasarı’nın
5’inci maddesi üzerinde Cumhuriyet Halk Partisinin görüşlerini aktarmak üzere
söz almış bulunuyorum. Bu vesileyle sizleri ve ekran başında bizi izleyen
yurttaşlarımızı saygıyla selamlıyorum, oturuma yeni katılan arkadaşlarıma da
“hoş geldiniz” diyorum. Değerli arkadaşlar, hepinizin bildiği gibi yüce Peygamberimiz Hazreti
Muhammed “İlim Çin’de bile olsa arayın.” demiştir. Ülkemizin kuruluş ve
kurtuluş önderi yüce Atatürk de ulusumuza miras olarak bilim ve aklı
bıraktığını ifade etmiştir. Dünyanın gelişmiş ülkelerine baktığımızda, bilimsel
gelişmeleri yaratan ve kullanan ülkelerin önde olduğunu görmekteyiz. Koca
Osmanlı İmparatorluğu’nun yıkılışında bile bilim ve teknolojideki gelişmeleri
yakından takip edememenin önemli bir etken olduğunu hepimiz biliyoruz. Hâl
böyleyken bizler, çocukluğumuzu, bilim ve teknolojinin nimetlerini “cavur icadı” diye kullanmayı günah sayan cahil ve yobaz
zihniyetlerin içinden büyüyerek buralara geldik. Hâlâ bazı ortamlarda, kasketle
camiye girmenin “cavur icadı” olduğu gerekçesiyle
günah olduğunu söyleyen propagandaların varlığını da üzüntüyle izliyoruz.
Hindistan gibi bir ülke bilgisayar yazılımcılığıyla tüm ticari açığını kapatıp
kâra geçerken Türkiye’de bunların tartışılması çok vahimdir. Sayın Başkan, değerli arkadaşlarım; üniversitelerimizin temel
görevleri, alanında yetişmiş insan yetiştirmenin yanında araştırma, geliştirme
faaliyetleriyle bilimsel gelişmede ülkemizi bir adım öne geçirmek ve ülkemizin
kalkınmasına, dolaylı olarak tüm insanlığın gelişmesine, doğanın, çevrenin, ekolojik sistemin korunmasına katkı yapmak, hatta önderlik yapmaktır
ve Türkiye’de demokrasinin, kurulan, kimince oldukça yaşlı kimince zamanını
tamamlamış ama oldukça genç olan cumhuriyetin demokratik kurumlarının
korunmasını, savunmasını yapmak ve onu geliştirmektir. Ancak bizler, alaturka siyaset mantığı içinde, bu doğrultuda
çalışma yapmak yerine, sendikaları, meslek örgütlerini, değişik devlet
kurumlarını ele geçirme mantığıyla üniversiteleri de rektörleriyle,
dekanlarıyla nasıl elimize geçiririz çabası içine giriyoruz. Öncelikle, üniversitelerimizin bilimsel araştırma için gerekli
ekonomik ve teknolojik donanımı kazanması için neler yapmalıyız sorununu masaya
yatırmamız ve sorgulamamız gerekir. Bu konuda üniversitelerimizin önünü açacak
kaynak yaratımı konusunda gerekli desteği oluşturmalı, bunun için gerekli
düzenlemeleri yapmalıyız. Akademisyenlerin aldıkları maaş, üç yıllık bir profesör için 3 bin
YTL dolayında, bu rakam bir araştırma görevlisi için de 1.250 YTL civarında.
Akademisyenlik özendirici bir alan olmaktan çıkmıştır bugün Türkiye’de.
Özellikle araştırma görevlilerinin, doktora öğrencilerinin durumu oldukça
vahimdir. Başka alanlarda istihdam olanağı bulan gençler araştırma görevlisi
olmaktan kaçmaktadırlar. Akademik çalışma ve araştırmada araştırma görevlilerinin önemini
üniversitelerden gelen milletvekili arkadaşlarım çok iyi bilmektedirler. Bu
gençlerin çalışmaları, kısıtlı TÜBİTAK desteği ve yetersiz döner sermaye
desteğinin ötesinde kendi maaşlarını harcayarak yapılabilmektedir, dolayısıyla
yetersiz kalmaktadır. Yardımcı doçent, doçent ve profesörler de benzer
sorunlarla karşı karşıyadır. İvedilikle üniversitelerimizin ekonomik güçlenmesi
sağlanmalı, öğretim üyelerinin yaşam standardı yükseltilmelidir. Mevcut durumda öğrencilerimiz bilimsel çalışmanın uygulamayla
desteklenemediği ortamlarda eğitim görmekte, ne uygulamacı olarak ne de
araştırmacı ya da yönetici olarak iş yaşamına girememektedirler. Elbette ki
istihdam yaratıcı bir ekonomik politikamız olmadığı için üniversite mezunu
gençlerimizin çoğu işsiz kalmaktadır. Ancak iş olanağı bulanların bile
karşısına çıkan kaç yıllık deneyim aranması da gerekli eğitimi alamayan
gencimizin karşısına önemli bir sorun olarak çıkmaktadır. Bugün yirmi
dört-yirmi beş yaşlarına gelmiş ve hâlâ babasının, annesinin eline bakan
gençlerin psikolojisini, onların ülke ekonomisine, üretime katılarak
sağlayamadıkları destekten dolayı kaybettiğimiz değerleri göz önüne alırsak,
çok vahim bir durumla karşı karşıya olduğumuzu söylemekte yarar var. Şimdi, biz tasarının 5’inci maddesi ile profesörlüğe atanacak
doçentlerin koşullarını düzenliyoruz. Ama,
biliyorsunuz ki doçent olmak için de bir dizi koşul var. Bunlardan en önemlisi SSCI’lı yayın ya da hakemli dergilerde yayınlanmış
çalışmalar. Ancak, bazı bilim dallarında Türkiye’nin geri kalmışlığı nedeniyle
yapılması gereken çalışmalar hakemli dergileri hiç ilgilendirmiyor, çünkü onlar
o süreçleri çoktan aşmış. O zaman yardımcı doçentlerimizin salt bu nedenle
Türkiye’de etnik, dinsel ya da bölgesel ayrımcılığı bir şekilde gündeme getiren
çalışmalar yapmak zorunda kalması ya da bu alanlara itilmesi gibi bir sonuçla
karşı karşıya kalıyoruz. Bu ne kadar doğrudur? Bu çalışmalar hepimizin bildiği gibi Avrupa’da büyük ilgi çekiyor.
Hatta bu tip çalışmalar için özel fonlar bile veriliyor. Bu konuda bilim
dallarının özelliğine göre yeni bir düzenleme yapmak zorunluluğu vardır. Yoksa
bazı branşlarda bir süre sonra profesör yapacak doçent
bulamayacağımızı şimdiden söylemeliyiz. Üniversitelerde özgürlükçü, katılımcı, paylaşımcı bir yönetim
anlayışını egemen kılmak zorundayız. Üniversitelerimizin bilimsel çalışmaları
üzerindeki değişik vesayetler kaldırılmalı, devlet sadece denetim görevini
yerine getirmelidir. Bugün bazı üniversitelerimizde rektörlük seçimleri var. Uygulamaya
bakıyoruz, öğretim üyelerinin oylarını alan rektör adaylarının ilk denetimi YÖK
tarafından yapılıyor. YÖK bunları eliyor, Sayın Cumhurbaşkanına gönderiyor.
Sayın Cumhurbaşkanı da YÖK’ün önerdiği kişilerin içinden bir tanesini rektör
olarak atıyor. Kendi üniversitelerinin öğretim üyelerinin kendi oylarıyla
yaptığı tercihlere güvenmeyen, saygı göstermeyen, kuşku duyan bir anlayışın
demokratik olduğundan bahsedebilir miyiz? Bir başka yanlış da şudur arkadaşlar: Rektörlük seçimleri
yapılıyor, araştırma görevlileri oy kullanamıyor. Bu araştırma görevlilerinin
içinde yardımcı doçent olma hakkını kazandığı hâlde kadro yetersizliği
nedeniyle, kadro olmadığı için yardımcı doçent sıfatını kazanamamış da birçok
araştırma görevlisi var. Aynı statüdeki iki kişiden yardımcı doçent olabilen oy
kullanıyor, olamayan oy kullanamıyor. Bu, üniversite ortamında aynı koşullarda
birlikte çalışan insanların içinde bir ayrımcılık değil midir? Bunun demokratik
olmakla, demokrasiyle uzaktan yakından bir ilgisi var mıdır? Değerli arkadaşlarım, üniversite öğrencileriyle, çalışanlarıyla,
araştırma görevlileriyle, yardımcı doçentten profesöre kadar tüm
akademisyenleriyle bir bütündür. Demokratik bir seçimle belli oranda, orada
okuyan öğrencilerin de, orada çalışan personelin de bir şekilde oy kullanma ve
tercih yapma hakkı olmalıdır. Demokratik üniversiteden bahsederken bunları göz
önüne almak durumundayız. Sayın Başkan, değerli arkadaşlarım; bugün bu kanun tasarısı
Meclisten geçecek, ancak yukarıda belirttiğim aksaklıkları da göz önüne alarak
demokratik, katılımcı, dayanışmacı, özgür bilimsel çalışmanın önünü açan yeni
bir düzenlemeye gereksinim olduğunu hepimizin bilmesi gerekir. Demokrasi sadece
kılık kıyafet, şekil açısından demokrasi aramak anlamına gelmemelidir. (Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı) BAŞKAN – Bir dakika ek süre veriyorum. Tamamlayınız lütfen. SELÇUK AYHAN (Devamla) – Tüm bu duygularla, biraz önce aktardığım
eksik ve aksaklıkları da dikkate alacağınızı umarak, beni dinlediğiniz için
teşekkür ediyor, hepinize saygılar sunuyorum. (CHP sıralarından alkışlar) BAŞKAN – Teşekkür ederim Sayın Ayhan. Gruplar adına ikinci söz, Milliyetçi Hareket Partisi Grubu adına
Sakarya Milletvekili Sayın Münir Kutluata’da. Buyurun Sayın Kutluata. (MHP
sıralarından alkışlar) MHP GRUBU ADINA MÜNİR KUTLUATA (Sakarya) – Sayın Başkan, sayın
milletvekilleri; Yükseköğretim Kanununda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun
Tasarısı’nın 5’inci maddesi vesilesiyle Milliyetçi Hareket Partisi Grubu adına
söz almış bulunuyorum. Hepinizi saygılarımla selamlıyorum. 5’inci madde, doçentliğe atamayla ilgili ek şartlar arama imkânı
veriyor üniversite yönetimine. Bu anlamda (c) fıkrasıyla getirilen ekte bazı
ilave özellikler aranmasını, objektif, ölçülebilir kriterler
olması şartıyla imkân dâhiline sokuyor. Değerli milletvekilleri, Türkiye’de üniversite meselesi,
üniversite sorunu, önemi ve çapı itibarıyla millî eğitim sorununun da temelini
teşkil etmektedir. Aksine, eğitimin, özelliği itibarıyla en temel, en önemli
konu sayılması gerekirken, bizde üniversitedeki problemlerin uzun yıllara
yayılmış olması kendisinden önceki eğitim kurumlarını ve dönemlerini de âdeta
mefluç etmiş, felç etmiş durumdadır. O yüzden, konunun neresi ne kadar
düzeltilebilirse bunu kâr sayıyoruz. Ancak bu düzenlemeler bir genel yaklaşım,
bir çerçeve anlayışı içerisinde olacak olsa mutlaka daha verimli olacağına
şüphe yoktur. Şimdi, üniversite problemi dediğimiz zaman, yükseköğretimdeki
yetersizlik dediğimiz zaman, üniversiteden eğer öğretim üyesinin kalitesini ve
çalışma şartlarını anlıyorsak meseleye iyi yaklaşıyoruz demektir. Kısacası,
üniversite demek, öğretim üyesi demektir; öğretim üyesi demek, iyi seçilmiş,
iyi yetişmesine imkân verilmiş insanlar ve gençler demektir. Bu açıdan
baktığımız zaman, Türkiye’deki sistem, iyi öğretim üyesi adaylarını
üniversiteye kazandırmamıza yetmiyor. İyi adaylar üniversiteyi, bilimsel
çalışmayı arzu etseler bile, geçim şartları itibarıyla burayı tercih eder
durumda değildirler. Eğer bir şekilde tercih ederlerse -bir sevdadan ötürü, bir
ilgiden ötürü- yetişme şartlarını altüst eden birtakım gelişmelerle karşı
karşıya kalmış bulunmaktadırlar. Bu yetişme şartlarını altüst eden durumun
başında, hazırlık yapılmadan açılan üniversitelerin öğretim elemanı ihtiyacı
gelmektedir. Hazırlıksız açılan üniversitelere veya vakıf üniversitelerine
kaptırılan öğretim üyelerinin yerine yenilerini koyabilmek için, turfanda bir
yetiştirme dönemi ortaya çıkıyor. Bu yetmemiş gibi, bunun arkasından bir
yardımcı doçentlik dönemi var. Yardımcı doçentlik dönemi, doktorasını yapmış
gençlerin, derhâl, doçent gibi, öğretim üyeliğinin ilk kademesine atanmasıyla
ders verecek adam eksiğinin giderilmesine matuf bir uygulamadır. Eğer öğretim
üyesinin azlığından ötürü bu yola gidiyorsanız, bu yol, bu gençlerin yetişmesinin
de önünü kesiyor. Dolayısıyla, acele doktoraları yaptırılmış, acele öğretim
kadrosuna atanmış ders veren insanlar ortaya çıkıyor. Dolayısıyla, dikkat ederseniz, şimdi, bu konular tartışılırken
“öğretim üyesi”nden ziyade “öğretim elemanı” tabiri
daha fazla kullanılmaktadır. “Öğretim elemanı” hem öğretim üyelerini hem de
öğretim görevlilerini kapsayan genel bir çerçeve ifadesidir, ancak gelişme
sayısal yönde olduğu için, öğretim üyesi yetiştirmek yerine öğretim elemanı
yetiştirmeye ağırlık verdiği için bu yola doğru gidiyor Türkiye. Dolayısıyla
üniversitedeki yetersizliğimizin, Türkiye'nin yetersizliğinin hem sayısal
yetersizlik hem kalite yetersizliği olduğunu dikkate alırsak, kaliteyle ilgili
düzenlemeleri göz ardı ettiğimiz takdirde, sadece sayısal yetersizlik üzerinde
durduğumuz takdirde kaliteyi daha da kötüye götürdüğümüzün farkında olmamız
gerekiyor. Bu yüzden, şimdi birkaç cümle ile yeni açılan üniversiteler konusuna
bu vesile ile temas etmek istiyorum. Bu İktidarın döneminde 41 tane yeni üniversite açılmıştır. Bu,
sayısal olarak güzel bir gelişme sayılabilir ancak 41 üniversiteyi açmayı
planlamış olan bir iktidarın, en azından ilave olarak 41 bin öğretim üyesi
adayını bir yerlerde yetiştirmeye başlamış olduğunu görmeli idik ki, bu sayısal
ve kaliteye yönelik yetersizliğin iyi idrak edilmiş olduğunu anlayalım. Bu
yasalar tartışılırken, daha önce benzer konularda diğer zeminlerdeki bütün
tartışmalarımızda, ilgililerle ve Sayın Bakanla olan görüşmelerimizde birtakım
rakamlar devamlı verildi. Şu anda üniversitelerde -yanlış hatırlamı-yorsam-
32 bin doktora yapan elemanımızdan bahsedildi. Ama mevcut üniversitelerin
ihtiyacı için bu insanlar o üniversitelerin kadrolarında kendilerini
yetiştirmeye çalışıyorlar. O hâlde, yeni kurulan üniversiteler için hazırlıklar
önceden yapılsaydı keyfiyeti kemiyete, kemiyeti keyfiyete terk etme
mecburiyetinde kalmamış olurduk. Şimdi, bu konuda bir başka sıkıntılı nokta, hem
üniversitelerde öğretim üyesi yetersizliği hem de, daha önce çeşitli
vesilelerle ifade ettiğim gibi, sadece yükseköğretim kurumu sıfatını almaya
layık, bu arada yüksekokul statüsünü geçememiş birtakım kurumların vakıf
üniversitesi adı altında üniversite sıfatıyla çalışıyor olmaları, hiç öğretim
üyesi yetiştirmeden kamu üniversitelerinden öğretim üyesi transfer ederek
eğitim faaliyetlerini sürdürüyor ve üniversite sıfatını kullanıyor olmalarıdır.
Bu konuda, devamlı, bir düzenleme
ihtiyacını dile getiriyoruz. Burada da bir gelişmeyi görebilmiş değiliz. Ancak
konunun gerçekten köklü çözümünü arzu ediyorsak mutlaka öğretim üyesi
meselesine nasıl yaklaştığımızı kamuya ilan etmeli ve bununla ilgili tedbirleri
almalıyız. Bugün, bu konuyla ilgili söylenecek çok söz olmasına rağmen, farklı
bir hususu bu yüce heyetin dikkatine sunuyorum. Bu düzenleme vesilesiyle, eğer
rektör seçimleri konusunda, rektörlerin hizmet dönemini bir dönemle
sınırlandırabilseydik -bir dönemi, dört yılı az görüyorsak bunu beş yıl kabul
etmek suretiyle- bir dönem için rektör seçimlerini yapabilseydik,
üniversitelerin ciddiyetini korumak bakımından, üniversiteye basit, kişisel
siyaseti sokmamak ve önünü kesmek bakımından ciddi bir adım atmış olabilirdik.
Şimdi, iki dönem peş peşe seçilme hakkını verdiğimiz zaman, dikkat ederseniz,
Türkiye’nin her yerinde rektörler ikinci dönem de seçilebilmektedirler. O
zaman, bu ne isabetli rektör seçimidir ki daima ikinci seçimi de
kazanmaktadırlar? Bu gösteriyor ki bazı rektörler, seçildiği andan itibaren
gayretlerini ikinci dönem seçilme hesabına yöneltmektedirler. Bu da
üniversitelerin gelişmesinin önündeki en büyük engellerden bir tanesidir çünkü
bir öğretim üyesinin idarecilik yapması istisnai bir hâl olmalıdır. İstisnai
hâl olduğuna göre bu sadece üniversiteye bir katkı olsun diye yapılır, bir
hizmet olsun diye yapılır. Bunu profesyonel bir meslek hâline dönüştürmeye
yatkın olan öğretim üyeleri dışarıda da pekâlâ profesyonel uygulama alanları
bulabilirler. O hâlde üniversitede kaliteyi koruyabilmek ve devam ettirebilmek
bakımından buna özel önem vermek gerekiyor. Bu yüzden, birincisi, bir döneme
indirme ve belki yılını uzatma meselesi, ikincisi de YÖK’e teklif edilen aday
sayısında -6 aday- bir azaltmaya gitme mecburiyeti çok önemli hususlardır.
Çünkü 6 adayı teklif etmeniz hâlinde, birçok aday kendisine belirli güçler ve
ilişkiler vehmederek, nasıl olsa sıraya gireceğini düşünerek bu basit politik
ortamların gelişmesine katkı sağladıklarını görüyoruz. (Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı) BAŞKAN – Bir dakika ek süre veriyorum, lütfen tamamlayın. MÜNİR KUTLUATA (Devamla) – Teşekkür ediyorum Sayın Başkanım. O bakımdan hem bu teklif edilen rektör adayı sayısının
azaltılmasını hem de rektörlük döneminin bir dönemle sınırlandırılıp belki
hizmet süresinin beş yıla çıkarılmasını ciddi şekilde gözden geçirmeliyiz diye
düşünüyorum. Hangisini yaparsak yapalım, burada getirilen kanunda sıralanan
maddeleri de buradan geçirelim ama yükseköğretim sistemimiz öyle büyük
sıkıntılar içindedir ki bütün yaptıklarımız bir kenarından bazı düzenleme
gayretlerinden öteye gidemiyor. Onun için Türkiye’de üniversitelerimizin, kendisinden
önceki yetersizliğin Türkiye’de üniversiteye talebi bir rekabet ortamı
içerisinde fazlasıyla artırdığı, bir başka yetersizlik unsuru olarak etki
yaptığını da dikkate almak suretiyle çok daha ciddi hazırlıkları yapmak
mecburiyetindeyiz. Bu anlamda Milliyetçi Hareket Partisi seçim beyannamesinde
hem eğitim sorununa hem yükseköğretim sorununa… (Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı) BAŞKAN – Teşekkür ederim Sayın Kutluata. MÜNİR KUTLUATA (Devamla) – Bunlarla ilgili de fırsatını bulduğu,
imkânını bulduğu dönemde uygulayacağını ilan etmiştir. Hepinize saygılar sunuyorum. (MHP sıralarından alkışlar) BAŞKAN – Madde üzerinde şahıslar adına söz talepleri vardır. Bayburt Milletvekili Sayın Fetani
Battal. Buyurun Sayın Battal. (AK Parti sıralarından alkışlar) FETANİ BATTAL (Bayburt) – Sayın Başkan, sayın milletvekilleri;
Yükseköğretim Yasası’nda bazı maddelerin değişikliğiyle ilgili tasarının 5’inci
maddesi üzerine söz almış bulunuyorum. Hepinizi saygıyla selamlıyorum. Üniversitelerimiz, dünün ve yarının orta yerinde, aydınlığın
meşalesini sürekli yakmak zorunda olan, toplumumuzun kendilerine bu misyonu yüklediği ve toplumumuzun kendilerinden bu görevi
beklediği çok önemli kuruluşlarımızdır. Üniversitelerimiz, umutlarımızın
büyüdüğü, yarınlarımızın şekillendiği bizim irfan mekteplerimizdir. Dolayısıyla
bir şehre üniversitenin açılmasını çok çok önemli
buluyorum ben ama ondan daha önemli olarak gördüğüm şudur: Bir şehrin
üniversite şehri olmayı başarması çok çok daha
önemlidir diye düşünüyorum. Bir şehrin üniversite şehri olabilmesi için
üniversitenin halkıyla, halkın umutlarıyla, halkın beklentileriyle, yerel
yönetimle iç içe olmayı başarması, onlarla omuz omuza gelmeyi hissetmesi ve bu
yürüyüşü toplumsal bir değişime dönüştürme amacına yönelik ciddi bir emek sarf
etmeyi göze almasının önemli olduğunu düşünüyorum. Çünkü üniversite şehri
olmayı başarmış kentlerimiz çağı okuyan, yarınlara kendisini hazırlayan ve
bugünü en iyi şekilde yaşamayı başarabilen şehirlerimiz olur. Çünkü ben
biliyorum ki her şehrin bir dili vardır ve o şehirde o dili anlayanlarla
yarınlar kurulur. Bu açıdan baktığımızda üniversitelerimizin üretken olmayı
hedeflemesi ve üretkenliği ortaya çıkarmak için çağımızın dilini çok içten ve
çok derinlemesine kavramış olması gerekmektedir. Çünkü üniversitelerimizin
dünya üniversiteler liginde hak ettikleri bir ortama kavuşması demek, ülkemizin
de o noktaya taşınması anlamına gelmektedir. Onun için, üretkenliği hedefleyen
bir üniversitenin olmazsa olmaz şartı özgürlüğü hedeflemesidir. Eğer üniversite
özgür değilse, üniversitede öğretim görevlileri, üniversitenin hocaları,
üniversitenin öğrencileri özgürlüğü hissetmiyorlarsa düşünemezler. Özgür
değilseniz düşünemezsiniz, düşünemezseniz üretemezsiniz; bilim üretemezsiniz,
teknik üretemezsiniz, sanat üretemezsiniz, düşünce üretemezsiniz, üretemeyince
geri kalırsınız. Üniversitelerimizin özellikle günümüzde yeniden ve yeniden bu
konuya kendilerini teksif etmelerini, toplumsal talebin bu anlamda özgürlük
merkezli olduğunu yeniden ve yeniden hepimizin idrak etmesi ve bu yürüyüşü, bu
yapılanmayı bu çerçevede yeniden ve yeniden düşünmek mecburiyetinde olduğumuzu
burada ifade etmek istiyorum. Kısaca diyorum ki: Değerli arkadaşlar, sayın milletvekillerimiz;
üniversitelerimiz özgür olmalıdır. Ve bir daha diyorum: Değerli arkadaşlar,
üniversitelerimiz özgür olmalıdır! Hepinize saygılar sunuyorum. (AK Parti sıralarından alkışlar) BAŞKAN – Teşekkür ederim Sayın Battal. Şahısları adına ikinci söz Malatya Milletvekili Sayın Öznur Çalık’a aittir. Buyurun Sayın Çalık. (AK Parti sıralarından alkışlar) ÖZNUR ÇALIK (Malatya) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri;
görüşülmekte olan 238 sıra sayılı Yükseköğretim Kanununda Değişiklik
Yapılmasına Dair Kanun Tasarısı’nın 5’inci maddesi üzerinde şahsım adına söz
almış bulunuyorum. Konuşmama başlamadan önce yüce heyetinizi saygıyla
selamlıyorum. Değerli milletvekilleri, üniversiteler, çağın gereksinimlerine
uygun olarak genç neslimizin ağırlıkta olduğu toplumumuzun yükseköğrenim
ihtiyaçlarını karşılayan ve ülkemizin sosyoekonomik kalkınmasında verdikleri
eğitimle son derece önemli yere sahip kurumlardır. Hızla küreselleşen,
rekabetin arttığı, özellikle teknoloji ve bilim alanındaki yarışın giderek
hararetlendiği dünyamızda toplumumuzu bu yarışın içerisinde tutabilmek ancak
üniversitelerimizde yetişen insan gücüyle mümkündür. Ülkemizde ortaöğretimdeki
okullaşma oranında yaşanan artış yükseköğrenime yönelik talebi de
artırmaktadır. Hükûmetimiz bu ihtiyacın
karşılanmasına yönelik yeni üniversiteler kurarak gençlerimizin geleceği adına
eğitim alanındaki icraatlarını sürdürmektedir. Ancak yeni kurulan
üniversitelerimizin kadrolarında yeterli öğretim üyesinin bulunmamasından
kaynaklı çeşitli sorunlar yaşanmaktadır. Ayrıca yeni üniversitelerimizin rektör
seçimlerine ilişkin hükümlerin uygulanmasında çeşitli sorunlar mevcuttur. Bu
seçimlerle ilgili olarak mevcut düzenlemelerde herhangi bir hükmün bulunmaması
ve daha önce çeşitli yasalarla yapılan değişikliklerin de Anayasa Mahkemesi
tarafından iptal edilmesi sebebiyle mevcut durumda üniversitelerde yaşanan
sorunlara çözüm getirilememiştir. Bu noktadan hareketle, yüce Mecliste şu anda görüştüğümüz kanunda
yeni kurulan devlet üniversitelerinde rektörlerin nasıl atanacağına dair
düzenlemeler yer almakta ve bu tasarıyla soruna kalıcı bir çözüm
getirilmektedir. Ayrıca yükseköğretimle ilgili birçok soruna ilişkin yeni
düzenlemeler yapılmaktadır. Hazırlanan kanun teklifinin 5’inci maddesinde 2547 sayılı Kanun’un
25’inci maddesinin (a) fıkrası “Bir üniversite biriminde açık bulunan doçentlik
kadrosu, rektörlükçe, isteklilerin başvurması için ilan edilir. Müracaat eden
adayların durumlarını incelemek üzere rektör tarafından varsa biri ilgili birim
yöneticisi, en az biri de o üniversite dışından olmak üzere üç profesör tespit
edilir. Bu profesörler, adaylar hakkında ayrı ayrı
mütalaalarını rektöre bildirirler. Rektör, bu mütalaalara dayanarak, üniversite
yönetim kurulunun görüşünü de aldıktan sonra atamayı yapar.” şeklinde
değiştirilmiştir. Ayrıca, maddeye üniversitelerin doçentlik kadrosuna atamayla
ilgili olarak da “Yükseköğretim Kurulunun onayını almak suretiyle, münhasıran
bilimsel kaliteyi artırmak amacına yönelik olarak, bilim disiplinleri
arasındaki farklılıkları da göz önünde bulundurarak, objektif ve denetlenebilir
nitelikte ek koşullar belirleyebilirler.” fıkrası eklenmiştir. AK Parti Hükûmeti olarak, ülkemizde
üniversitesiz il bırakmayarak son derece önemli bir başarıya imza attık. Bundan
sonraki süreçte üniversitelerimizin insan kaynağı bakımından ihtiyaçlarını
karşılamak, fiziki koşullarını iyileştirmek ve geliştirmek adına
çalışmalarımızı sürdürdük, bundan sonra da sürdürmeye devam edeceğiz. Nitelikli eğitim, nitelikli akademisyenlerle mümkündür. Doçentlik
atamalarında üniversiteleri asgari koşulların yanı sıra, bilim disiplinleri
arasındaki farklılıkları gözeterek yeni açılacak üniversitelerde farklı
koşulların konması özerkliğin bir gereğidir. Hükûmetimiz
ve YÖK Başkanlığı, özellikle bu yeni kurulan üniversitelerde öğretim üyesi
açığının giderilmesi için yurt içinde öğretim üyesi yetiştirme programlarına ve
yurt dışındaki yüksek lisans ve doktora programlarına bu tasarıyla önemli
destek vermeyi hedeflemektedir. Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; daha çağdaş, daha modern
eğitim imkânlarını toplumumuza kazandırabilmek için faaliyet gösteren
üniversitelerimizin sorunlarına yönelik çalışmalarımızı aralıksız sürdürüyoruz.
“En değerli yatırım, insana yapılan yatırımdır.” düsturuyla çağdaş ülkeler
seviyesine ulaşabilmek, eğitimli, bilim alanında ilerleme sağlayabilmek ve
teknolojiyi kullanabilen bir toplum yaratabilmek adına üniversitelerimizin
gelişmesine katkı sağlayacak eğitim politikalarımızı uygulamaya devam edeceğiz.
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı) BAŞKAN – Bir dakika ek süre veriyorum, tamamlayın lütfen. ÖZNUR ÇALIK (Devamla) –Bu duygu ve düşüncelerle kanunun
milletimize, eğitim ve öğretim camiamıza hayırlı uğurlu olmasını diliyor, yüce
heyetinizi saygıyla selamlıyorum. (AK Parti sıralarından alkışlar) BAŞKAN – Teşekkür ederim Sayın Çalık. Soru-cevap işlemine geçiyorum. Sayın Demir… Sayın Demir yok mu? Sayın Öztürk… ALİ RIZA ÖZTÜRK (Mersin) – Sayın Başkanım, aracılığınızla Sayın
Bakanıma sormak istiyorum: Mersin Üniversitesi Anamur Meslek Yüksekokulu
1996’da faaliyete geçmiş. 7 bölüm var, 3’ü turizmle ilgili. Şimdi, bu
yüksekokulun binaları için arsa tahsisi yapılmış, temel atılacak hâle
getirilmiş. Ancak para olmadığından dolayı bir türlü temel atılamıyor. Bunun
kendi binasında eğitim ve öğretime geçmesi için bu temel atma olayıyla ilgili
parasal olay ne zaman çözülür? Yine burada da dışarıdan öğretim elemanları ile iş götürülmeye
çalışılıyor. Örneğin oradaki ziraat mühendisleri eğitim veriyor. Bu öğretim
üyesi eksikliği nasıl giderilecektir? Teşekkür ediyorum. BAŞKAN – Sayın Genç… KAMER GENÇ (Tunceli) – Teşekkür ederim Sayın Başkan. Deminki soruma cevap alamadım. Şimdi, efendim, 12/11/2007 tarihinde
Muğla Üniversitesinde bir öğrenci YÖK’ü protesto bildirisini okuyor ve Muğla
Üniversitesi Disiplin Kurulu bu protestoyu okuyan üniversite öğrencisi gencin
yanında 40’a yakın öğrenci olduğunu, bu 40’ının da bunu zımnen kabul ettiği
konusunda disipline veriyor ve kendisine bir yarıyıl üniversiteden çıkarma
cezasını veriyor. Suç, daha doğrusu eylem 11’inci ayda şey ediliyor, karar 20/5/2008 tarihinde alınıyor. Tabii burada bir yarıyıl öyle
bir yere getiriliyor ki tam imtihanlar arifesine gelince çocuklar bir yıl
kaybediyorlar. Ayrıca da yani böyle bir disiplin cezası eğer bu öğrenciler… Bir defa gerekçe çok hatalı. Öğrencinin orada bulunması
demek zımnen o olayı tasvip ettiği anlamında değildir, bir. İkincisi: Bunlara
daha önce, hiç olmazsa imtihanlardan önce bu disiplin cezası tebliğ edilseydi,
ilgililer idari yargıya başvursalardı, dolayısıyla eğer haklı olanlar varsa
imtihana gireceklerdi. O hak da alınıyor. Yani üniversitelerimizde öğrencilerin
ezilmesi için çok sıkı ve çok haksız birtakım uygulamalar yapılıyor. Bunun
önüne nasıl geçilebilir? İkincisi, bu -demin 4’üncü maddede- 5 kişilik jüriyle ilgili. Jüri
üyelerinin nitelikleri nedir, burada belirtilmemiş. Onun ne olması gerektiğinin
izahını istiyorum. Teşekkür ederim. BAŞKAN – Teşekkür ederim. Sayın Bakan… MİLLÎ EĞİTİM BAKANI HÜSEYİN ÇELİK (Van) – Sayın Başkan, değerli
milletvekilleri; Sayın Öztürk’ün Anamur Meslek
Yüksekokulunun arsasının temin edildiği fakat binanın yapılması için ödenek
olmadığıyla ilgili bir sorusu var. Değerli arkadaşlar, maalesef Türkiye’de bir gerçeği kabullenmek
zorundayız. Meslek yüksekokulları çok hesapsız kitapsız ve hazırlıksız
açılmıştır. Türkiye’de şu anda altı yüzün üzerinde meslek yüksekokulu vardır.
Birçok milletvekili arkadaşım hemen hemen her gün,
her hafta gelir, “Şu ilkokulu bize verin, biz meslek yüksekokulu açacağız; şu
liseyi bize verin, meslek yüksekokulu açağız...” Özel
idarelerden temin edilmiş, belediyelerden temin edilmiş garaj gibi yerlerde
meslek yüksekokullarının açıldığına şahit oluyoruz. Bu, tabii çok kötü bir
gelenek olarak Türkiye’de başladı. Neredeyse her ilçeye bir meslek yüksekokulu
gibi bir furya başladı. Binası yokken.. Fiziki
altyapısı yok, öğretim elemanı yok ve sonradan da, yani özellikle bulundukları
konum itibarıyla çok sonradan da olması pek ihtimal dâhilinde görülmeyen, çok
zor olan böyle bir teşebbüste bulunuldu. Şimdi, bunların hepsinin bir anda
binalarının istediğimiz tarzda yapılması çok ciddi bir finansman gerektirir.
Üniversitelere her yıl bütçe kapsamında belli bir para ayrılıyor. Üniversiteler
kendi önceliklerini belirliyorlar, Devlet Planlama Teşkilatıyla, Maliyeyle
görüşüyorlar. Onlara verilen bütçe çerçevesinde bu yatırımlar yapılıyor. Eğer Mersin Üniversitesinin önceliği Anamur Meslek Yüksekokuluysa,
binalarının yapılması ise, bu yönde bir adım atarlarsa ilgili insanlar kendilerine
bu konuda yardımcı olur. Sayın Genç’in özellikle bu Muğla Üniversitesinde disiplin cezasına
çarptırılan ve mağdur olan öğrencilerle ilgili sorusuyla ilgili de değerli
arkadaşlar şunu söylerim: Bu, YÖK’ün, Millî Eğitim Bakanlığının bir tasarrufu
değil, tamamen Muğla Üniversitesinin bir tasarrufudur. Şimdi zaten, dediğim
gibi, YÖK Başkanımız, YÖK Başkan Vekilimiz burada, notlarını alıyorlar. Bu
Muğla Üniversitesine de sorulabilir. Ancak her üniversitenin kendi içerisinde
bir disiplin kurulu var, işleyişi var. Eğer bu gençler mağdur olduklarını
düşünüyorlarsa Türkiye bir hukuk devletidir, idari yargıya müracaat
edebilirler. Ha, süre geçti... Eğer bu süre geçti, sınavlarından bunlar
kaldılar, sınavlara giremediler, o hak verilir kendilerine. Dolayısıyla bu
bireysel bir olaydır. Şu anda bunu incelemeden bununla ilgili haklı-haksız
tespitinde bulunmamız söz konusu değildir. Arz ederim Sayın Başkanım. BAŞKAN – Teşekkür ederim. Maddeyi oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler… Kabul etmeyenler...
Kabul edilmiştir. 6’ncı maddeyi okutuyorum: MADDE 6- 2547 sayılı Kanunun 26 ncı
maddesi aşağıdaki şekilde değiştirilmiştir. “MADDE 26- a) Profesörlüğe yükseltilerek
atamada; (1) Doçentlik unvanını aldıktan sonra en az beş yıl süreyle, açık
bulunan profesörlük kadrosu ile ilgili bilim alanında çalışmış olmak, (2) Doçentlik unvanını aldıktan sonra, ilgili bilim alanında özgün
yayınlar veya çalışmalar yapmış olmak, gerekir. Yukarıdaki (2) numaralı bentteki yayınlardan biri, başvuru
dosyasında başlıca araştırma eseri olarak belirtilir. Üniversiteler, profesörlüğe yükseltilerek atama için aranan bu
asgari koşulların yanında, Yükseköğretim Kurulunun onayını almak suretiyle,
münhasıran bilimsel kaliteyi artırmak amacına yönelik olarak, bilim
disiplinleri arasındaki farklılıkları da göz önünde bulundurarak, objektif ve
denetlenebilir nitelikte ek koşullar belirleyebilirler. b) Profesörlüğe yükseltilerek atama yapılabilmesi için; (1) Üniversitelerde veya yüksek teknoloji enstitülerinde atama
yapılacak olan profesörlük kadroları, rektörlük tarafından ilan edilir. (2) Profesörlük kadrosuna başvuran adayların durumlarını ve
bilimsel niteliklerini tespit etmek için üniversite veya yüksek teknoloji
enstitüsü yönetim kurulunca en az üçü başka üniversitelerden veya yüksek
teknoloji enstitülerinden olmak üzere ilan edilen kadronun bilim alanıyla
ilgili beş profesör seçilir. Bu profesörler her aday için ayrı ayrı olmak üzere birer rapor yazarlar ve kadroya atanacak
birden fazla aday varsa tercihlerini bildirirler. Üniversite veya yüksek
teknoloji enstitüsü yönetim kurulunun bu raporları göz önünde tutarak alacağı
karar üzerine, rektör atamayı yapar. c) Profesörlüğe yükseltilerek atanan kişi, bir başka yükseköğretim
kurumunda veya bir başka bilim dalında boş bulunan profesörlük kadrosuna, ancak
(a) ve (b) fıkralarında belirtilen esas ve usullere uygun olarak atanabilir.” BAŞKAN – Madde üzerinde gruplar adına, Milliyetçi Hareket Partisi Grubu adına
Edirne Milletvekili Sayın Cemaleddin Uslu. Buyurun Sayın Uslu. (MHP sıralarından alkışlar) MHP GRUBU ADINA CEMALEDDİN USLU (Edirne) – Sayın Başkan, değerli
milletvekilleri; 238 sıra sayılı Yükseköğretim Kanununda Değişiklik Yapılmasına
Dair Kanun Tasarısı’nın 6’ncı maddesiyle ilgili olarak Milliyetçi Hareket Partisi ve
şahsım adına söz almış bulunuyorum. Yüce Meclisi saygılarımla selamlıyorum. Değerli milletvekilleri, bilindiği üzere gelişmişliğin bir ölçüsü
de ülkelerde yükseköğretim ile ilgili sorunların çözülmüş olmasıdır. Kuşkusuz
sorunlar günün şartlarına göre değişim gösterecek ve çözümü de gündeme
taşıyacaktır. Üniversitelerimiz, bilimsel çalışma ve araştırmaların yapıldığı,
bilgi ve teknolojinin üretildiği, diğer taraftan ülkeler arası rekabette
üstünlük sağlayan ve çağdaş gelişmeye katkıda bulunan eğitim ve öğretim
kurumlarıdır. Bu kurumlar dinamik bir yapıda olmalı, gelişim ve değişime açık
olmalıdır. Dolayısıyla gerek akademik gerek idari ve gerekse özlük hakları
bakımından teknolojik ve bilimsel gelişmelere de imkân vermelidir. Değerli milletvekilleri, bu tasarının genel gerekçelerine
baktığımızda, yeni kurulan devlet üniversitelerinde rektör atanmasına ilişkin
usulün kalıcı bir şekilde düzenlenmesinin sağlandığı 2547 sayılı Kanun’un
öğretim üyeliğine yükseltme ve atamalara ilişkin hükümler içeren maddelerinde
değişikliğin yapıldığı ifade edilmektedir. Bu tasarı ile daha çok yeni açılmış üniversitelerin kadro temini
başta olmak üzere, öğretim üyeliğine yükseltme ve akademik atamalara ilişkin
yenilikler getirilmiştir. Ancak ülkemizde üniversite sayısının artırılmasının
eğitimli insan gücünün artırılması bakımından önemli olmasının yanında eğitim
kalitesinin de ihmal edilmemesinin gerektiği gözden uzak tutulmamalıdır. Tasarının 6’ncı maddesiyle profesörlüğe yükseltilmek suretiyle
atanmaya ilişkin esas ve usuller yeniden düzenlenmiştir. Buna göre, adayların
doçent unvanını aldıktan sonra en az beş yıl süreyle ilgili bilim alanında
çalışmış olmak ve ilgili bilim alanında özgün yayınlar ve çalışmalar yapmış
olmaları gerekmektedir. Diğer taraftan, üniversitelerin bu asgari koşullarının yanında
Yükseköğretim Kurulunun onayını almak suretiyle, münhasıran bilimsel kaliteyi
artırmak amacıyla objektif ve denetlenebilir nitelikte ek koşullar belirleyebilmeleri
de hükme bağlanmaktadır. Değerli milletvekilleri, ek koşulların belirlenmesinde
Yükseköğretim Kurumu belirleyici ve bütünleyici olmak durumundadır. Aksi hâlde
üniversiteler arasında atama farklılıklarının doğmasına ve bazı olumsuzlukların
meydana gelmesine de sebep olabilecektir. Bu yüzden kriterlerin
ortak ve uygulanabilir olmasında fayda görülmektedir. Yine bu maddeyle ilgili olarak, bir üniversitede yıllarca
profesörlük kadrosunda bulunmuş birisinin başka bir üniversiteye geçmek
istemesi durumunda (a) ve (b) bentlerinde belirtilen şartların tekrar istenmesi
yazışmalarda mükerrerliğe yol açacaktır. Bunun yerine bir profesörün başka bir
yere atanmak istemesi hâlinde kadrosuyla ilgili bilim alanında çalışmış olmak
ve üniversite yönetim kurulunun alacağı kararla rektör tarafından atanması daha
uygun olacaktır. Değerli milletvekilleri, üniversitelerimizde eğitim ve öğretim
kalitesinin artırılmasının, öğretim üye ve yardımcılarının sorunlarının
çözümüyle de ilgili olduğunu söylemek doğru bir ifade olacaktır. Üniversitelerimizde öğretim üye ve yardımcılarının önemli
sorunlarından birisi de özlük hakları ve ders ücretlerinin artırılmasıdır.
Bununla ilgili olarak ders ücretlerinin 4 katına çıkarılması, profesör ve
doçent maaşlarında 57’nci Hükûmet döneminde yapılmış
olan iyileştirmenin yardımcı doçent, öğretim görevlisi ve araştırma
görevlilerine de uygulanması, üniversitelerimizin eğitim ve öğretim hizmeti
veren çalışanlarını rahatlatacaktır. Değerli milletvekilleri, üniversitelerimizde rektör atanmasıyla
ilgili bir görüşümü de ifade etmek istiyorum. Esasen bir önceki madde üzerinde
söz alan Milliyetçi Hareket Partisinin Sayın Sözcüsü de aynı konuda
düşüncelerini ifade etmişti. Bilindiği üzere, rektör atamalarında, 3 kişi
sıralamasından herhangi birisi olarak dört yıllık süre için Cumhurbaşkanınca
seçilerek atama yapılabiliyor ve bir kişi 2 defa art arda seçilebiliyor. Bu
uygulamada, bir rektör ikinci defa seçilebilmek için kadrolarda ciddi
tasarruflarda bulunabiliyor. Bunun neticesinde de üniversitelerimizde
yıpranmalar ve kişiler arasında kırgınlıklar yaşanmaktadır. Hâlbuki,
bir defada beş yıllık, altı yıllık süre için seçim yapılabilse bu
olumsuzlukların önüne geçilmiş olacaktır. Değerli milletvekilleri, bilindiği üzere, yükseköğretim görecek
adayları belirleyecek olan öğrenci seçme sınavı pazar günü yapılmıştır. Bu
sınava 1,5 milyonu aşkın gencimiz katılmıştır. Önümüzdeki öğretim yılında
üniversite kontenjanları 42 bin düzeyinde artırılmış olmasına rağmen bu yıl da
1 milyon civarındaki gencimiz üniversiteye girme imkânından mahrum kalacaktır.
Bu durum, Türkiye'nin kanayan bir yarasıdır. Türkiye, mutlaka bu soruna el
atmak ve bir çözüm bulmak mecburiyetindedir. Milliyetçi Hareket Partisinin Sayın Genel Başkanının ifade ettiği
gibi, Milliyetçi Hareket Partisi, yükseköğrenime öğrenci kazandırma ve
yetiştirme konusunu yalnızca bir sınav ve dershane sorunu olarak değil, başlı
başına bir ülkenin kalkınma dinamiği ve insan kazanma sistemi olarak
yorumlamaktadır. Dershanelerin özel okullara dönüşmesinin teşvik edilmesini,
üniversitelere giriş sınavının kaldırılması ve ortaöğretimin sınavsız
üniversite sistemine geçişi sağlayan bir yapıya kavuşturulmasını öngören
kapsamlı bir reform projemizin varlığını bu yasa tasarısı vesilesiyle
bilgilerinize sunuyor, yüce Meclisi bir kez daha saygıyla selamlıyorum. (MHP
sıralarından alkışlar) BAŞKAN – Teşekkür ederim Sayın Uslu. Madde üzerinde şahıslar adına ilk söz Ankara Milletvekili Sayın
Aşkın Asan’a ait. Buyurun Sayın Asan. (AK Parti sıralarından alkışlar) AŞKIN ASAN (Ankara) – Sayın Başkan, saygıdeğer milletvekilleri;
Yükseköğretim Kanununda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Tasarısı’nın 6’ncı
maddesi ile ilgili görüşlerimi bildirmek amacıyla söz almış bulunuyorum ve
hepinizi saygıyla selamlıyorum. Saygıdeğer milletvekilleri, bir yükseköğretim kurumunun başarılı
sayılabilmesi için hiç kuşkusuz öğretim kadrosunun iyi yetişmiş olması
gerekmektedir. Kadrolarını sürekli yenileyebilme ve bu kadroların güdülenmişlik
düzeylerini yüksek tutma başarının sırlarından biridir. Dünyaca ünlü
üniversitelere baktığımızda bu üniversitelerin başarılı kadrolara sahip
olduklarını görmekteyiz. Akademik kadro, bilgileri sadece teorik olarak
biriktiren ve aktaran kişilerden ziyade bu bilgileri uygulayabilen ve
uygulatabilen, ayrıca toplumun sosyoekonomik yapısına yarar sağlayan yeni bilgi
ve teknolojiler üreten bir anlayış ve çaba içinde olan kişilerden oluşmalıdır. Öğretim üyeliğine nitelikli, yetişmiş insanların liyakat ölçütünü
esas alarak atanmaları önemlidir. Atamalarda liyakat tek ölçüt olmalıdır. Ne
yazık ki bazı üniversitelerimizde liyakat esaslı süreçlerden çok, bölümlerin
profesörlerine sadakat daha önemli sayılmıştır. Bu bizi hiçbir yere götürmez.
Batı’da sanayi devrimi yaşanırken biz nasıl uzaktan seyirci kalmışsak bilgi
çağında, bilginin sermaye olduğu bu çağda tek bir adım dahi atamayız, dünya
sahnesinden siliniriz, varlık gösteremeyiz. Atamalar ve yükseltmelerde
kayırmacılıktan ve haksızlıklardan kaçınabilmenin bir yolu atama ve yükseltme
süreçlerini saydamlaştırmak, dolayısıyla hesap sorulabilir hâle getirmektir. Tartıştığımız bu madde profesörlüğe yükseltilmeyi düzenlemektedir
ve bu maddeye göre profesörlüğe yükseltilmede, doçentlik unvanını aldıktan
sonra en az beş yıl süreyle, açık bulunan profesörlük kadrosu ile ilgili bilim
alanında çalışmış olmak, doçentlik unvanını aldıktan sonra ilgili bilim
alanında özgün yayınlar veya çalışmalar yapmış olmak şartı aranacaktır. Yani
doçent olduktan sonra sadece beş yıl beklemek yeterli olmayacak ve nitelikli
yayınlar yapmaya devam edecektir. Yapılacak olan yükseltmelerde, nitelikli yayın sayısı önemlidir.
Üniversitelerde öğretim üyelerinin yapmış oldukları yayınların miktarı hem
eğitimin niteliğinin hem de araştırma potansiyelinin bir göstergesidir.
Üniversitelerin araştırma performanslarının belirlenmesinde, bilimsel
araştırmaların çoğu öğretim üyelerince gerçekleştirildiği düşünülerek öğretim
üyesi başına düşen yayın miktarı esas alınmaktadır. Biz, üniversitelerimizin
dünya arenasında şampiyon olmasını istiyoruz. Ben burada size güzel bir haber vermek istiyorum: Mesela Scopus veri tabanından alınan bilgiler doğrultusunda, dünya
ülkeleri arasında uluslararası indeksler içinde yayın sayısı bakımından
bakıldığında 2006 yılı itibarıyla Türkiye'nin 21’inci sırada olduğunu
görmekteyiz. YÖK çoğunlukla Web of Knowledge veri
tabanını kullanmakta oysa Scopus daha fazla veri
tabanını ve daha fazla dergiyi taramaktadır. Yine, bu madde doğrultusunda, profesörlük kadrosuna başvuran
adayların durumlarını incelemek üzere kurulacak 5 jüri üyesinden en az 3’ünün
başka üniversitelerden seçilmesi öngörülüyor. Ben bu düzenlemenin güvenirliği
artırmada olumlu etki yapacağına inanmaktayım. Doçentlik ve profesörlük
jürilerinde görev yapma ve bu jürilerde görev yapmak için seçilmiş olma onur
vericidir ve bu fikrin yaygınlaşması gerekmektedir. Bu bağlamda, o yıl bu görev
için seçilenlerin adlarının ilan edilmesi, jüri raporlarının bir kitapçık
hâlinde yayınlanması ve hatta jüri üyelerine bu hizmetleri için ödeme yapılması
gibi yollar düşünülebilir. Sözlerime son verirken tüm profesörlerimizi ve profesör
adaylarımızı ve profesör hayali kuran herkesi saygıyla selamlarım ve
çalışmalarında başarılar dilerim. (AK Parti sıralarından alkışlar) BAŞKAN – Teşekkür ederim Sayın Asan. Şahısları adına ikinci söz, İzmir Milletvekili Sayın İbrahim Hasgür’de Buyurun Sayın Hasgür. (AK Parti
sıralarından alkışlar) İBRAHİM HASGÜR (İzmir) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri;
238 sıra sayılı Yükseköğretim Kanununda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun
Tasarısı’nın 6’ncı maddesi üzerine şahsım adına söz almış bulunuyorum. Bu
vesileyle yüce heyetinizi saygıyla selamlıyorum. Söz konusu 6’ncı maddeyle getirilen önemli değişiklik,
“Üniversiteler, profesörlüğe yükseltilerek atama için aranan bu asgari
koşulların yanında, Yükseköğretim Kurulunun onayını almak suretiyle, münhasıran
bilimsel kaliteyi artırmak amacına yönelik olarak, bilim disiplinleri
arasındaki farklılıkları da göz önünde bulundurarak, objektif ve denetlenebilir
nitelikte ek koşullar belirleyebilirler.” ibaresi olmuştur. Bu ibareyle
üniversitelerimizde bilimsel kalitenin artırılması için daha nitelikli öğretim
görevlisi ve özellikle de profesörler yetişmesine katkıda bulunulması
amaçlanmıştır. Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; öğretim üyesi, hepimizin
kabul edeceği gibi, aydınlanmış, geniş bilgili, görgülü, ufku geniş, toplumun
gelişme dinamiklerini çalıştıran, topluma öncülük eden ve o toplumun beyin
takımını oluşturan kişidir. Öğretim üyesi kendi konusunda yetkin olduğu gibi
toplumsal ve sosyal konularda da geniş bir birikime sahip kişi olmalıdır.
Üniversitenin sağladığı bilimsel tartışma ortamı sayesinde Batı’nın gelişmiş
üniversitelerindeki akademisyenler, bağımsız düşünebilen ve görüşlerini her
platformda açıklayabilen bilim adamları olduklarından bahsi geçen ülkeler bugün
hak ettikleri yerlere gelmişlerdir. Bu üniversitelerin temel özelliği, özerk ve
özgürlükler ortamında nitelikli ve düşünce üreten çok sayıda bilim adamına ve
insana kapılarını açık tutmuş olmalarıdır. Aklına ve diline geldiği gibi
konuşan, değerlendirmeleri sığ, laubali davranışlar sergileyen, düşüncelerini
başkalarına zorla benimsetmeye kalkan kişiler bilim adamı, hatta bilim
kurumlarında yönetici olabiliyorlar mı? Cevap “evet” ise bu gibi kişilerin
bilim adamlığını sorgulamak gerekir diye düşünüyorum. Bana göre bir akademisyenin veya öğretim üyesinin üniversite
mensubu olarak üç temel görevi bulunmaktadır: Bunlardan biricisi eğitim
öğretim, ikincisi bilimsel araştırma, üçüncüsü bulunduğu coğrafyadaki toplumun
bilinçlenmesini sağlamaktır. Bu üç temel görevi yapabilmek için, bilim adamı,
evvela kendi çalışma konusunu tam ve etraflı olarak bilmek zorundadır. Ondan
sonra da toplumsal sorunlarla ilgilenmesi gerekir. Bu anlamda yetişmiş, aydın,
kimlikli bir bilim adamı veya öğretim üyesi, içinde yaşadığı toplumun veya daha
geniş anlamda dünyanın sorunlarını izlemek, tahlil etmek ve bilimsel bakış açısı
içerisinde kendi görüşlerini oluşturmak, bunları önce üniversite içinde
öğrencileri, asistanları, meslektaşlarıyla paylaşmak, sonra da kamuya sunmak
durumundadır. Bilim adamı veya öğretim üyesi, bu bağlamda, hiçbir grubun veya
kurumun çıkarını düşünmeden, bilgi birikiminin kendisine sağladığı objektif
düşüncelerini özgür iradesiyle ortaya koymak durumundadır. Bugün gelişmiş
toplumlar, bu tür düşünen aydınlarına sahip olduklarından bugünkü düzeylerine
gelmişlerdir. Ülkemiz üniversitelerini Batılı ölçekte dikkate aldığımızda ne
gerçek anlamda bilimsel araştırma yapabildiklerini ne de ciddi eğitim ve
öğretim verebildiklerini görmekteyiz. Harvard Üniversitesinin
1933-1953 yılları arasında rektörlüğünü yapmış olan Profesör James Connant üniversitesini nasıl değiştirdiğini anlatırken
“Akademik kadro oluşumunda son derece objektif ve işe uygun kişi alınmaktadır.”
derken, Harvard Üniversitesinin öğretim üyeleri seçiminde ABD’deki en iyi
öğretim elemanlarını aldıklarını, üniversiteye alınan öğretim üyelerinin sekiz
yıl denemeden sonra ya kalıcı statüye geçirildiğini veya üniversiteden
dışlanmaya başlandığını ifade etmektedir. Ülkemiz yükseköğretiminin en ciddi sorunlarından biri de bilim ve
bilim insanı yetiştirme politikasının olmamasıdır. Üniversitelerimizin,
maalesef, bir bilim ve teknoloji geliştirme felsefesi yoktur. Ülkemiz
üniversitelerinde muhakkak bir bilim politikası olmalıdır. Bu üniversite
politikası veya bilim politikası, aynı zamanda hükûmetler
üstü olmalıdır. Hükûmetlerin değişmesinden bilim
politikası etkilenmemelidir. Bilim politikaları, ayrıca yapılan bilimsel
çalışmaların teorinin ötesine geçerek teknolojide kullanılmasını ve
akademisyenlerimizin teorik bilgilerini ARGE çalışmalarıyla pratikte de
uygulama becerisini göstermelerini sağlamalıdır. Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; birer özgürlük alanı olarak
üniversitelerde, başta akademik özgürlük olmak üzere her alanda bilim insanları
ve öğrenciler beyin fırtınası yaratabilmelidir. Üniversiteler bugün kim ne
derse desin düşük verimlilik düzeyinde çalışmaktadır. Yaklaşık olarak ülkemizin
üniversitelerinde toplam 70 bin akademisyen görev yapıyor ve bunlardan
uluslararası dergilerde makale yayımlayan öğretim üyesi sayısı her yıl 3-4 bin
arasında değişmektedir. “Diğerleri…” sorusunun cevabı açıktır. Öğretim üyesi
başına düşen makale sayısı yüzde 10’lar düzeyinde bulunmaktadır. Acaba yüzde
90’ının bilimsel makale üretememesinin gerekçesi nedir, bunu sorgulamalıyız. (Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı) BAŞKAN – Bir dakika ek süre veriyorum, tamamlayın lütfen. İBRAHİM HASGÜR (Devamla) – Son yıllarda üniversitelerin bilimsel
yayın sayısının arttığı bir gerçektir. Fakat bu artış tamamen ülkenin bilim
politikası ve altyapı iyileştirilmesinin bir sonucu olarak değil daha çok
akademik aşamadaki zorunluluk, TÜBİTAK teşviki ve yurt dışında doktora öğrenimi
görüp yurda dönen genç araştırıcıların geçmişten getirdikleri birikimin
sonucudur. Türkiye'nin bilimsel aktivitesini yükselten bu artış, maalesef,
istekli ve süreklilik olan bir durum arz etmemektedir. Dolayısıyla,
üniversitelerimiz bir an önce bu düşünce tembelliğinden kurtulmalıdır. Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; bu maddeyle, Yükseköğretim
Kurulu ve üniversite-lerimizin objektif ve
denetlenebilir ek kriterler getirerek yükseköğretimde
kaliteyi artırıcı çalışmalar yapılmasının önü açılmaktadır. Umarım bu
değişiklik, geçmişte çok uç örneklerini -âdeta çalışmanın adının dahi verilerek
ilanların çıkartıldığı gibi- gördüğümüz yanlışlıkların tekrarlanmasına yol
açmaz diyor ve hepinizi saygıyla selamlarım. (AK Parti sıralarından alkışlar) BAŞKAN – Teşekkür ederim. KAMER GENÇ (Tunceli) – Karar yeter sayısı istiyorum. BAŞKAN – Soru-cevaba geçiyoruz daha. Soru-cevap işlemine geçiyorum. Sayın Öztürk… ALİ RIZA ÖZTÜRK (Mersin) – Sayın Başkan, aracılığınızla Sayın
Bakana sormak istiyorum: YÖK Başkanı Sayın Profesör Doktor Yusuf Ziya Özcan BDDK’da danışmanlık yaptı mı? Yaptıysa BDDK’da
danışman olarak başladığı ve ayrıldığı tarihler nedir? Sayın Özcan’ın BDDK’daki danışman olarak görev yapması hangi ihtiyaçtan
kaynaklanmıştır? Sayın Özcan’ın danışmanlık yaptığı süre içinde bankacılıkla ilgili
olarak hangi bilgi birikiminden yararlanılmıştır? Kendisinin danışmanlık yaptığı süre içinde BDDK’ya
sunduğu herhangi bir rapor var mıdır? Son olarak, danışmanlık yaptığı süre içinde kendisine aylık brüt
kaç lira ödenmiştir? Teşekkür ediyorum. BAŞKAN – Sayın Köse... ŞEVKET KÖSE (Adıyaman) – Teşekkür ederim Sayın Başkan. YÖK Başkanı, üniversitelerde türbanın serbest bırakılmasına
ilişkin değişikliklerin yapıldığı süreçte göreve gelmiş ve göreve gelir gelmez
üniversiteleri özgürleştireceğini ve demokratik yapıya kavuşturacağını
söylemişti. YÖK Başkanı, bu özgürlük anlayışını sürdürmekte midir? Öğretim
üyelerinin akademik özgürlükleri önündeki engelleri kaldırmak için ne gibi
çalışmalar yapmıştır ya da yapmayı düşünmektedir? Teşekkür ederim. BAŞKAN – Sayın Bakan... MİLLÎ EĞİTİM BAKANI HÜSEYİN ÇELİK (Van) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri;
Sayın YÖK Başkanının BDDK üyeliği yapıp yapmadığı, hangi tarihlerde yaptığı, ne
kadar ücret aldığı, hangi bilgi birikimine dayalı olarak bunu yaptığıyla ilgili
bir sorunuz var. Bununla ilgili olarak zaten bir yazılı soru önergesi vardır ve
bu cevaplandırılmaktadır. Bu, Türkiye Büyük Millet Meclisine geldiği zaman zatıalinizce de paylaşılacaktır. Sayın Köse’nin sorusu: “Sayın Başkan üniversiteleri özgürlükçü
ortamlar hâline getirme yönünde çabasının olacağını söylemiştir. O devam
etmekte midir?” Siz soruyu sorar sormaz Sayın YÖK Başkanına sordum: “Etmekte
midir?” diye, “Evet, etmektedir.” dedi. Saygılar sunuyorum Sayın Başkan. KAMER GENÇ (Tunceli) – Sayın Başkan, karar yeter sayısının
aranılmasını istiyorum. BAŞKAN – Arayacağım. SELAHATTİN DEMİRTAŞ (Diyarbakır) – Sayın Başkan, sisteme girmiştim,
soru soracaktım. BAŞKAN – Buyurun. SELAHATTİN DEMİRTAŞ (Diyarbakır) – Teşekkürler Sayın Başkanım. Aracılığınızla Sayın Bakana sormak istiyorum: Erzurum ili Atatürk
Üniversitesi Narman Meslek Yüksekokulu İnşaat Bölümü birinci sınıf öğrencisi
Merve Şengül, dolabında sol görüşlü yayınlar bulunduğu iddiasıyla, öğretim
görevlisi Ayşe Çay Atalay tarafından bizzat Emniyet Müdürlüğüne teslim ediliyor
ve şahsen kendisi Emniyet Müdürlüğünde bu öğrencinin üst… (Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı) BAŞKAN – Sayın Demirtaş, zaman
var, sorunuzu tekrarlar mısınız. SELAHATTİN DEMİRTAŞ (Diyarbakır) – Bizzat bu öğretim görevlisi
tarafından Emniyet Müdürlüğünün bir odasında öğrencisinin üst araması kendi
elleriyle yapılıyor. Daha sonra bu öğrenci polisler tarafından Erzurum şehir
merkezine kadar bırakılıyor, bir daha Narman ilçesine dönmemesinin kendisi
açısından daha iyi olacağı belirtiliyor. Bu durumdan, uygulamadan haberiniz var
mı? Buna karşı ne tür önlemler veya neler yapmayı düşünüyorsunuz? Sayın Bakanım, Yükseköğretim Kurumları Öğrenci Disiplin
Yönetmeliği öğrencilerin üniversite kampüsü
içerisinde neredeyse kendi dünya görüşleriyle ilgili hiçbir faaliyet yapamaz
hâlde bir düzenlemedir. Örneğin, YÖK protestosu da bunlardan biridir. Bir tek
üniversiteye mahsus değil, bu sadece Muğla Üniversitesine mahsus değil.
Örneğin, siyasi faaliyetlerde bulunmak, bildiri dağıtmak, afiş ve pankart
asmak, Yükseköğretim Kurumu idarecilerinin şahıslarına karşı sözlü veya yazılı
olarak herhangi bir saldırıda bulunmak, hakaret etmek gibi suçlar çok ağır
idari yaptırımlarla düzenlenmiştir. Dolayısıyla, Türk Ceza Kanunu’nda da
aslında bazıları suç olmayan bu fiillerin ağır idari yaptırımlara tabi
tutulması karşısında bu yönetmelikte değişiklik yapmayı düşünüyor musunuz? YÖK gibi
12 Eylül darbesinin ürünü olan bir kurulu protesto etmek öğrenciler açısından
demokratik bir hak değil midir? BAŞKAN – Teşekkür ederim. Sayın Bakan, buyurun. MİLLÎ EĞİTİM BAKANI HÜSEYİN ÇELİK (Van) – Sayın Başkan, Sayın Demirtaş’ın üç sorusu vardır. Atatürk Üniversitesinde Narman Meslek Yüksekokulunda okuyan bir
kız öğrencinin bizatihi sol yayınlar bulundurduğu gerekçesiyle hocası
tarafından emniyete ihbar edildiği, üstünün arandığı, kesinlikle bir hocayla
öğrenci arasında geçmemesi gereken şekilde aralarında diyaloglar geçtiği ifade
edilmektedir. Tabii biz, meselenin aslı, esası bu mudur, yoksa Sayın Demirtaş’a da böyle mi anlatılmış bunu bilmiyoruz. Ama
Sayın Demirtaş bu meseleyi lütfedip bize yazılı
olarak iletsin. Sayın İçişleri Bakanlığımıza gönderirim, YÖK de ayrıca hocayla
ilgili gerekli tahkikatı yapar. İşin şekli buysa, kabul edilebilir, tasvip
edilebilir bir durum değildir, bunu öncelikle ifade edeyim. Öğrencilerin kampüste kendi dünya
görüşleri istikametinde faaliyet yapamadığı şeklinde Sayın Demirtaş’ın
bir itirazı var. Değerli arkadaşlar, kampüsler,
üniversiteler, malumunuz, ilim irfan yuvalarıdır. Şüphesiz ki, 12 Eylül ürünü
olan YÖK’ü protesto etme hakkı da öğrencilerin vardır. İstemedikleri,
beğenmedikleri her şeyi protesto etme hakkı vardır insanların, demokratik
kurallar ve hukuk içerisinde kalmak kaydıyla. Tabii, bunun bir prensibi, usulü
vardır, gösterilen yerler ve mekânlar vardır, bu mekânlara, bu gösterilen
yerlere riayet etmek kaydıyla bunlar yapılabilir. Aksi takdirde, 1980 öncesi
durumlara Türkiye’yi dönüştürmek söz konusudur. Yani, ben, doğrusunu
isterseniz, teker teker olayları zikrederek bunlara
örnekler vermek istemiyorum ama bu konularda hukuk içinde kalınması kaydıyla,
demokratik kurallar ve çerçeve içerisinde kalınması kaydıyla gerekli
serbestliğin olması gerekiyor. Ancak, üniversite kampüs
alanlarını, çatışan grupların özellikle çatışma alanları hâline getirmememiz
gerekiyor, getirilmemesi gerektiğini düşünüyorum. Sayın Başkanım, arz ederim. BAŞKAN – Teşekkür ederim Sayın Bakan. 6’ncı maddeyi oylarınıza sunuyorum, karar yeter sayısı arayacağım:
Kabul edenler… Kabul etmeyenler… Kabul edilmiştir. Karar yeter sayısı var,
saydım. 7’nci maddeyi okutuyorum: MADDE 7- 2547 sayılı Kanunun Ek 2 nci
maddesi aşağıdaki şekilde değiştirilmiştir. “EK MADDE 2- Vakıflar; kazanç amacına yönelik olmamak
şartıyla ve mali ve idari hususlar dışında, akademik çalışmalar, öğretim
elemanlarının sağlanması ve güvenlik yönlerinden bu Kanunda gösterilen esas ve
usullere uymak kaydıyla, Yükseköğretim kurumları veya bunlara bağlı birimlerden
birini veya birden fazlasını ya da bir üniversite veya ileri teknoloji enstitüsüne
bağlı olmaksızın, ekonominin ihtiyaç duyduğu alanlarda yüksek nitelikli işgücü
yetiştirmek amacıyla, bu Kanun hükümleri çerçevesinde kalmak şartıyla meslek
yüksekokulu kurabilir. Bu meslek
yüksekokulu, kamu tüzel kişiliğini haiz olup, Yükseköğretim Kurulunun görüşü
alınarak Bakanlar Kurulu kararı ile kurulur. Kurulacak meslek yüksekokullarına,
meslek ve teknik eğitim bölgesinde gereksinim duyulması esastır.” BAŞKAN – 7’nci madde üzerinde gruplar adına ilk söz Milliyetçi
Hareket Partisi Grubu adına Samsun Milletvekili Sayın Osman Çakır’da. Buyurun Sayın Çakır. MEHMET ŞANDIR (Mersin) – Sayın Başkan, Sayın Çakır
konuşmayacaklar. BAŞKAN – Peki. Şahıslar adına Muğla Milletvekili Sayın Yüksel Özden… Yok. Artvin Milletvekili Sayın Ertekin Çolak…
Peki, konuşmuyor. NURETTİN CANİKLİ (Giresun) – Hayır efendim, konuşuyorlar. İkisi de
burada efendim. BAŞKAN – Konuşacakmış, buyurun. İkisi de burada, peki. KAMER GENÇ (Tunceli) – Sayın Başkan, önce “Konuşmayacağım.” dedi. BAŞKAN – İkisi de burada, konuşacaklar. Ben öyle anladım Sayın
Genç. Evet, buyurun Sayın Özden. KAMER GENÇ (Tunceli) – Sayın Başkan, bundan sonra her madde
üzerinde şahısları adına konuşan kişileri anons edip sorun kendilerine. BAŞKAN – Olur Sayın Genç. Bundan sonra öyle yaparım Sayın Genç. KAMER GENÇ (Tunceli) – Hile yapıyorlar efendim. BAŞKAN – İç Tüzük’e göre bundan sonra hile yapanların hepsine
böyle davranacağım. Tamam… Hileişeriye yok artık. Buyurun. YÜKSEL ÖZDEN (Muğla) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri;
Yükseköğretim Kanununda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Tasarısı hakkında
şahsım adına söz almış bulunuyorum. Hepinizi saygıyla selamlarım. Kanun hakkında yeterince konuştuk. Üzerinde söz aldığım 7’nci
maddeyle biz, vakıfların bir üniversite kurmaksızın veya ileri teknoloji
enstitüsü kurmaksızın meslek yüksekokulu açabilmelerinin önünü açıyoruz. Bunu
iki gerekçeyle yapıyoruz. İş dünyası üzerinde yapılan çalışmalarda buradaki
insan gücü ihtiyacının -yüzde 75 oranında- daha çok ön lisans sahipleri
arasında olduğunu görüyoruz. Bu kanun tasarısıyla bunun yolunu açmış ve
kolaylaştırmış oluyoruz. Kanunun ülkemize hayırlar getirmesini temenni ediyor, hepinize
saygılar sunuyorum. (AK Parti sıralarından alkışlar) BAŞKAN – Teşekkür ederim. Artvin Milletvekili Sayın Ertekin Çolak. Buyurun Sayın Çolak. (AK Parti sıralarından alkışlar) ERTEKİN ÇOLAK (Artvin) – Sayın Başkan, sayın milletvekilleri;
hepinizi saygıyla selamlıyorum. Benim ilimde de geçtiğimiz yıl Artvin Çoruh Üniversitesi kuruldu.
Bütün Türkiye’deki Artvin’den yetişmiş iş adamlarımızı, holdinglerimizi, Artvin
Çoruh Üniversitesinin altyapısının yapılmasında, binalarının yapılmasında
katkıya davet ediyorum. Kanunun milletimize hayırlı olmasını temenni ediyor, saygılar
sunuyorum. (AK Parti sıralarından alkışlar) BAŞKAN – Teşekkür ederim. Soru-cevap faslına geçiyoruz. Buyurun Sayın Genç. KAMER GENÇ (Tunceli) – Teşekkür ederim Sayın Başkan. Herkes görüyor tabii, beni burada konuşturmamak için AKP’lilerin
nasıl bir taktik güttüklerini. Önemli değil, ben yine konuşma fırsatını bulurum
merak etmeyin. Sayın Başkan, aslında, vakıfların meslek yüksekokulu açması bence
çok enteresan bir buluş. Çünkü, Türkiye’nin idari
yapısı ve özellikle sosyolojik yapısı itibarıyla çok tarikatlar almış yürümüş.
Şimdi, bu tarikatların büyük bir kısmı da vakıflar içinde teşkilatlanmışlardır.
Bunlara meslek yüksekokulu açma imkânı vermek, bence Türkiye’de çok ciddi
sıkıntılar yaratabilir düşüncesindeyim. Yani, buraya, birtakım kazanç amacına
yönelik olmamak şartıyla mali ve idari hususlar dışında çok anlamsız bir
kısıtlamalar getirmiş, bunları kimler belirleyecek? Sonra, Bakanlar Kurulu, kendi fikirleri doğrultusunda, kendi
ideolojisi doğrultusunda kurulan vakıflara bu yönde meslek yüksekokulu açması
konusunda çok rahatlıkla imkân tanıyacaktır. Ben de Hükûmetten
bunun açıklamasını özellikle bekliyorum, vakıfların meslek yüksekokulu açma
zaruretini neden hissettiler? BAŞKAN – Teşekkür ederim. Sayın Bakan… MİLLÎ EĞİTİM BAKANI HÜSEYİN ÇELİK (Van) – Sayın Başkan, değerli
milletvekilleri; vakıfların, bir üniversiteye bağlı olmaksızın, sadece bir
vakfın meslek yüksekokulu kurması, bizim şu anda getirdiğimiz bir kanun değil.
Bu, on beş yıldan beri yürürlükte olan zaten bir kanun maddesidir Sayın Genç.
Siz her şeyi bildiğinizi sanıyorsunuz ama bunu bilmiyorsunuz. Fakat niçin biz bunu getiriyoruz? Getirme sebebimiz şudur değerli
milletvekilleri: Zaten bu Kanun, bu madde var; 2547 sayılı Yükseköğretim
Kanunu’nda vakıfların meslek yüksekokulu açmasına izin veren bir madde var.
Fakat bunun kimin izniyle kurulacağıyla ilgili olarak bir ihtilaf ortaya çıktı.
Danıştay “YÖK’ün kararıyla, Yükseköğretim Kurulu kararıyla meslek yüksekokulu
vakıflara bağlı olarak kurulamaz. Tıpkı fakülteler ve dört yıllık yüksekokullar
gibi Bakanlar Kurulu kararıyla çıkması gerekiyor.” dediği için, biz de bu
boşlukta kalmasın diye, bugün şu anda hâlihazırda öğrencisi olan iki meslek
yüksekokulunun öğrencileri de mağdur olmasın diye, Danıştayın
aldığı bu karar gereği olarak bu maddeyi buraya koyuyoruz. Sayın Genç, tabii,
her şeyin içerisinde özellikle bir art niyet aradığı için burada da art niyet
arıyor. Burada, kesinlikle -dediğim gibi on beş yıldan beri yürürlükte olan bir
şey vardır- efendim bize yakın olan vakıflara meslek yüksekokulu kurdurmak için
böyle bir şey getirilmemiştir. Sayın Başkan, arz ederim. BAŞKAN – Teşekkür ederim. Komisyon, buyurun. MİLLÎ EĞİTİM, KÜLTÜR, GENÇLİK VE SPOR KOMİSYONU BAŞKANI MEHMET
SAĞLAM (Kahramanmaraş) – Efendim, şimdi, Türkiye’de üniversiteler var, yüksek
teknoloji enstitüleri var, “ileri teknoloji enstitüsüne” diye yazılmış burada,
onun, sekizinci satırdaki “ileri” sözcüğünün “yüksek” olarak değiştirilmesi
gerekiyor. BAŞKAN – Değişiklik not edildi. Bu değişiklikle birlikte maddeyi oylarınıza sunuyorum: Kabul
edenler… Kabul etmeyenler… Kabul edilmiştir. 8’inci maddeyi okutuyorum: MADDE 8- 2547 sayılı Kanuna aşağıdaki geçici madde eklenmiştir. “GEÇİCİ MADDE 55- 2547 sayılı Kanunun 24 üncü maddesinin
değişiklikten önceki hükümleri, bu maddede değişiklik yapan Kanunun yürürlüğe
girdiği tarihten önce yapılmış olan doçentlik başvuruları ile ilgili olarak
uygulanmaya devam olunur. 30 uncu maddede öğretim üyeleri için öngörülen emeklilik yaşı, 1/3/2006 tarihli ve 5467 sayılı, 17/5/2007 tarihli ve 5662
sayılı kanunlar ile bilahare çıkarılacak olan kanunlarla kurulan Devlet üniversitelerinde
görev almaları şartıyla yetmişiki yaşın doldurulduğu
tarihtir. Bu uygulama, 31 Aralık 2015 tarihine kadar devam eder.” BAŞKAN – 8’inci madde üzerinde gruplar adına söz talebi yoktur. Şahısları adına Bartın Milletvekili Yılmaz Tunç, Karaman
Milletvekili Mevlüt Akgün. İlk söz Bartın Milletvekili Sayın Yılmaz Tunç’a aittir. Buyurun Sayın Tunç. (AK Parti sıralarından alkışlar) YILMAZ TUNÇ (Bartın) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri;
Yükseköğretim Kanununda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Tasarısı’nın 8’inci
maddesi hakkında şahsım adına söz almış bulunuyorum. Bu vesileyle yüce
heyetinizi saygılarımla selamlıyorum. Görüşmekte olduğumuz tasarı, yeni kurulan üniversitelerin kurucu
rektörlerinin atanmasıyla ilgili yasal boşluğun giderilmesi açısından önemli
bir tasarıdır. Tasarının görüşmekte olduğumuz 8’inci maddesiyle Yükseköğretim
Kanunu’na geçici 55’inci madde eklenmektedir. Bu maddede, bu Kanun yürürlüğe
girmeden önce yapılmış doçentlik başvurularıyla ilgili olarak eski hükümlerin
geçerli olacağı belirtilmekte ve 30’uncu maddede, öğretim üyeleri için
öngörülen emeklilik yaşı, yeni kurulan devlet üniversitelerinde görev almaları
şartıyla yetmiş iki yaşın doldurulduğu tarihe kadar uzatılmaktadır. Değerli milletvekilleri, yeni kurulan devlet üniversitelerine
rektör atamasıyla ilgili olarak Türkiye Büyük Millet Meclisinde geçtiğimiz
yasama döneminde çıkarılan ancak Anayasa Mahkemesi tarafından iptal edilen ve
bu nedenle uygulanamayan düzenlemelerle ilgili olarak Kanun’un görüşmeleri
sırasında eleştiriler yapılmıştı. 92 yılından AK Parti
İktidarına kadar, yeni kurulan 24 tane üniversitenin rektörü, Millî Eğitim
Bakanının ve Başbakanın teklifi ve Cumhurbaşkanının atamasıyla yapıldı, sıra AK
Parti dönemine geldiğinde tavırlar değişti, Millî Eğitim Bakanı ve Başbakanın
teklifinin doğru olmayacağı ileri sürüldü ve konu Anayasa Mahkemesine götürüldü
ve sonuçta da Anayasa Mahkemesi, geçmişteki 24 tane rektörün bu şekilde atanmış
olmasını da göz ardı ederek, Anayasa Mahkemesi Raportörünün Kanun’un Anayasa’ya
aykırı olmadığı görüşüne rağmen iptal kararı verdi. Bu tasarıyla Anayasa Mahkemesinin çoğunluk görüşü doğrultusunda
ortaya çıkan hukuki boşluk giderilmektedir. Tasarının bir an önce yasalaşması,
yeni kurulan üniversitelerimizde bürokratik işlemlerin aksamasını ortadan
kaldıracaktır. Bu sürecin uzaması, bağlantısı değiştirilerek yeni kurulan
üniversitelere bağlanan fakülte ve yüksekokulların ayrıldıkları üniversitelerle
resmî işlemleri yapamadıklarından aksamalara neden olmaktadır. Bu nedenle, bu
tasarının bir an önce yasalaşmasında zaruret bulunmaktadır. Yeni kurulan üniversitelerden birinin yer aldığı bir ilin
milletvekili olarak şunu belirtmek istiyorum: Diğer illerimizde olduğu gibi,
Bartın’da da Bartın Üniversitesinin kurulması, halkımız tarafından çok büyük
bir sevinç ve memnuniyetle karşılanmıştır. Ben, bir kez daha, üniversitenin kurulması nedeniyle başta
Başbakanımıza, Millî Eğitim Bakanımıza, emeği geçenlere ve kanunlaşmasında
gösterdiğiniz gayret nedeniyle de siz değerli milletvekillerimize Bartınlılar
adına şükranlarımı sunuyorum, yüce Meclisi saygılarımla selamlıyorum. (AK Parti
sıralarından alkışlar) BAŞKAN – Teşekkür ederim Sayın Tunç. Karaman Milletvekili Sayın Mevlüt Akgün. Buyurun Sayın Akgün. (AK Parti sıralarından alkışlar) MEVLÜT AKGÜN (Karaman) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; Yükseköğretim
Kanununda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Tasarısı üzerinde söz almış
bulunmaktayım. Yüce heyetinizi saygıyla selamlıyorum. Değerli arkadaşlarım, bu kanun tasarısının bir ihtiyaçtan
kaynaklandığını hepimiz biliyoruz. “Her ile bir üniversite” sloganıyla yola
çıkan Hükûmetimiz, gerçekten seksen bir ilde yeni
üniversiteler kurmak suretiyle önemli bir uygulama başlatmıştır. Bu illerden
biri de Karaman’dır. Gerçekten, yeni kurulan üniversitemizde rektörlük seçimi,
yaklaşık bir yıldır, yeterli öğretim elemanı olmaması sebebiyle yapılamamıştı.
Dolayısıyla, üniversitenin yapılanması gecikiyor, idari işlemlerin yapılması
zaman alıyor. Bu anlamda hem bu ihtiyacı karşılamak hem yeni üniversitelere
öğretim elemanı temin etmek amacıyla eklenen bu maddede yaş sınırı yetmiş ikiye
çıkarılmak suretiyle üniversitelere bir kolaylık getirilmek istenmiştir. Dolayısıyla, ihtiyaçtan kaynaklanan bu kanun tasarısının hayırlı
olmasını diliyor, yüce heyetinizi saygıyla selamlıyorum. (AK Parti sıralarından
alkışlar) BAŞKAN – Teşekkür ederim Sayın Akgün. Madde üzerinde iki önerge vardır. Önergeleri önce geliş sırasına
göre okutacağım, sonra aykırılık sırasına göre işleme alacağım. İlk önergeyi okutuyorum: TBMM Başkanlığı’na Görüşülmekte olan 238 sıra Sayılı Yüksek Öğretim Kanununda
Değişiklik yapılmasına Dair kanun Tasarısı’nın Geçici 55 Maddesine son fıkra
olarak, “Doçentlik sınavına başvurabilmek için bu kanun yürürlüğe girdiği
tarihten önce Merkezî Yabancı dil sınavından en az 50 puan almış olanlar
başarılı sayılırlar” fıkrasının eklenmesi için gereğini arz ederiz.
BAŞKAN – Şimdi, maddeye en aykırı önergeyi okutup, işleme
alacağım: Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına Görüşülmekte olan 1/591 esas numaralı ve 238 sıra sayılı
"Yüksek Öğretim Kanunu'nda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun
Tasarısı"nın çerçeve 8 inci maddesi ile 2547 sayılı Kanuna eklenen geçici
55 inci maddenin ikinci fıkrasının aşağıdaki şekilde değiştirilmesini ve bu
maddeye üçüncü fıkra olarak
yeni bir fıkra eklenmesini arz ve teklif ederiz.
"30 uncu maddede öğretim üyeleri için öngörülen emeklilik
yaşı, 01/03/2006 tarihli ve 5467 sayılı, 17/05/2007
tarihli ve 5662 sayılı, 22/05/2008 tarihli ve 5765 sayılı Kanunlarla kurulan
Devlet üniversitelerinde görev almaları şartıyla yetmişiki
yaşın doldurulduğu tarihtir. Bu uygulama, 31 Aralık 2015 tarihine kadar devam
eder." "Bu Kanunun 10 uncu maddesine eklenen hükümler çerçevesinde
kullanılmak üzere, Öğrenci Seçme ve Yerleştirme Merkezi'nin 2007 yılından
devreden finansman fazlasının yüzde 25'i bu maddede değişiklik yapan Kanunun
yürürlüğe girdiği tarihten itibaren bir ay içinde Yükseköğretim Kurulu hesabına
aktarılır." BAŞKAN – Komisyon katılıyor mu? MİLLÎ EĞİTİM, KÜLTÜR, GENÇLİK VE SPOR KOMİSYONU BAŞKANI MEHMET
SAĞLAM (Kahramanmaraş) – Katılıyoruz Sayın Başkan. BAŞKAN – Hükûmet katılıyor mu? MİLLÎ EĞİTİM BAKANI HÜSEYİN ÇELİK (Van) – Katılıyoruz Sayın
Başkanım. BAŞKAN – Gerekçeyi mi okutayım, konuşacak mısınız? NURETTİN CANİKLİ (Giresun) – Gerekçe okunsun. BAŞKAN – Gerekçeyi okutuyorum: Gerekçe: Yeni dokuz devlet üniversitesinin daha kuruluşuna ilişkin
22/05/2008 tarihli ve 5765 sayılı kanun, 1/591 esas numaralı kanun tasarısının
Türkiye Büyük Millet Meclisi Millî Eğitim, Kültür, Gençlik ve Spor
Komisyonu'nda görüşüldüğü 02/06/2008 tarihinden sonra Cumhurbaşkanı tarafından
onaylanarak Resmi Gazetede yayımlanmış ve yürürlüğe girmiş olduğu için, iş bu
değişiklik önergesinin verilmesi gereği hasıl
olmuştur. Keza, iş bu değişiklik önergesi ile,
yükseköğretim kurumlarının bilimsel araştırma projeleri ile yurt içi ve yurt
dışı öğretim elemanı ve öğrenci değişim programlarının desteklenmesi, yurt içi
ve yurt dışında öğretim üyesi ve araştırmacı yetiştirilmesi ile Yükseköğretim
Kurulu'nun fiziki ve personel alt yapısının güçlendirilmesinde kullanılması amacıyla
Öğrenci Seçme ve Yerleştirme Merkezi'nin 2007 yılından devreden finansman
fazlasını 2547 sayılı kanuna eklenen hükümler çerçevesinde 2008 yılında
kullanılması imkanı getirilmektedir. BAŞKAN – Önergeyi oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler… Kabul
etmeyenler… Önerge kabul edilmiştir. Diğer önergeyi okutuyorum: TBMM Başkanlığı’na Görüşülmekte olan 238 sıra Sayılı Yüksek Öğretim Kanununda
Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Tasarısı’nın Geçici 55 Maddesine son fıkra
olarak “Doçentlik sınavına başvurabilmek için bu kanun yürürlüğe girdiği
tarihten önce Merkezî Yabancı dil sınavından en az 50 puan almış olanlar
başarılı sayılırlar” fıkrasının eklenmesi için gereğini arz ederiz. Oktay
Vural (İzmir) ve arkadaşları BAŞKAN – Komisyon katılıyor mu? MİLLÎ EĞİTİM, KÜLTÜR, GENÇLİK VE SPOR KOMİSYONU BAŞKANI MEHMET
SAĞLAM (Kahramanmaraş) – Katılamıyoruz Sayın Başkan. BAŞKAN – Hükûmet katılıyor mu? MİLLÎ EĞİTİM BAKANI HÜSEYİN ÇELİK (Van) – Katılmıyoruz Sayın
Başkan. OSMAN ÇAKIR (Samsun) – Söz istiyorum Sayın Başkan. BAŞKAN – Buyurun Sayın Çakır. (MHP sıralarından alkışlar) OSMAN ÇAKIR (Samsun) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri;
kanun tasarısının geçici 55’inci maddesine son fıkra olarak eklemek istediğimiz
bu husus, üniversitelerde binlerce yardımcı doçentin, doçentlik sınavına
girebilmek için mevcut yabancı dil sınavından alması gereken not ortalamasını
tutturamayanların, bir defaya mahsus olmak üzere, 50 puan veya daha yukarısını
aldıkları takdirde doçentlik sınavına başvurup, bilimsel şartları ve gerekli kriterleri yerine getirdikleri takdirde doçent unvanı
alabilmelerini sağlayabilmek amacını taşımaktadır. Ülkemizde çok sayıda üniversite kurulmuştur ve şiddetle öğretim
elemanına ihtiyaç vardır. Maalesef, öğretim elemanı yetiştirme programlarımız
kurduğumuz üniversitelerde okuyacak öğrencilerin ihtiyaçlarını karşılayacak
düzeyde değildir. Okullaşma oranının yükseköğretimde yeterli düzeye
ulaştırılabilmesi için en az 2,5 milyon daha öğrenciyi üniversitelerimize almak
gerekiyor. Şu anda mevcut, 2 milyon 400 bin öğrenci okuyor. Eğer
üniversitelerimize 2,5 milyon daha öğrenci alabilirsek Avrupa Birliğinin
yükseköğretimdeki okullaşma oranını yakalama imkânımız olacak. Dolayısıyla,
binlerce yardımcı doçenti İngilizce sınavından veya Fransızca sınavından, bir
Batı dili sınavından 70 alamadı diye bekletirsek, bu üniversitelerimizdeki
gençlerimiz de üniversite okuma imkânı elde etmek için çok daha uzun süre
bekleyeceklerdir. Değerli milletvekilleri, bunun yanında ikinci bir konuyu daha dile
getirmek istiyorum. Üniversitelerde okuyan, 50/d maddesine göre görev yapan
araştırma görevlilerinin doktoraları bittiği anda işlerine son verilmektedir.
Hâlbuki üniversitelerde 33’üncü maddeye göre görev yapan ve aynı işi
gerçekleştiren araştırma görevlilerinin doktoraları bittikten sonra görevlerine
son verilmemekte ve yine memuriyetlerine devam etmektedirler. Hâlbuki, 50’nci maddeye göre görev yapan araştırma
görevlileri bu imkânı elde edememektedir ve hayatının ortasında üniversiteden
kapı dışarı olmak zorunda kalmaktadır. Bunun düzenlenmesi ve 50/d maddesine
göre görev yapan araştırma görevlilerinin kadrolarının 33’üncü maddeye göre
değiştirilmesi fevkalade yararlı olacaktır, üniversitelerin bunlara ihtiyacı
vardır. Bir üçüncü husus, 57’nci Hükûmet
zamanında profesör ve doçentlerin maaşları düzeltilmişti. Ancak uzman,
araştırma görevlisi ve yardımcı doçent maaşlarında fevkalade önemli sıkıntılar
vardır. Evlerini geçindiremez durumdadır ve aldıkları maaşlar yoksulluk
sınırının altındadır. Bunların maaşlarının da ivedilikle 2914 sayılı
Yükseköğretim Personel Yasası’nın değiştirilerek düzeltilmesi fevkalade
önemlidir. Yabancı dil ile ilgili önerdiğimiz başarı puanının azaltılması,
yabancı dili hafife aldığımız için değildir. Mutlaka yabancı dil
öğrenilmelidir. Hatta, bunun için, öğretilmesi için
her tedbir alınmalı, bir değil en az iki yabancı dil öğretilmelidir. Bunlardan
bir tanesi Batı dillerinden olmalıdır, bir tanesi de Doğu dillerinden
olmalıdır. Ama akademik terfilerde bilimsel kriterleri
yerine getirmiş, gerekli araştırmaları, çalışmaları ve başarı kriterlerini
yakalamış genç araştırıcılarımızın lisan puanından, ÜDS sınavından 70 alamadı
diye doçentlik sınavına başvurmasının yasaklanması fevkalade yanlıştır. Bu
geçici maddede bu düzenlemenin yapılması durumunda çok önemli bir ferahlık
sağlanacaktır. Anadolu üniversitelerindeki öğretim üyelerimizin, Anadolu
çocuklarının önü açılacaktır, geleceği açılacaktır. Hepinize saygılar sunuyorum, teşekkür ediyorum, yasanın hayırlı
olmasını diliyorum. (MHP sıralarından alkışlar) BAŞKAN – Teşekkür ederim Sayın Çakır. Önergeyi oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler… Kabul etmeyenler…
Kabul edilmemiştir. Kabul edilen önerge doğrultusunda 8’inci maddeyi oylarınıza
sunuyorum: Kabul edenler… Kabul etmeyenler… Kabul edilmiştir. 9’uncu maddeyi okutuyorum: MADDE 9- Bu Kanun yayımı tarihinde yürürlüğe girer. BAŞKAN – Madde üzerinde gruplar adına söz talebi yok. Şahıslar adına, Bitlis Milletvekili Sayın Cemal Taşar, Gümüşhane
Milletvekili Sayın Yahya Doğan... İlk söz Bitlis Milletvekili Sayın Cemal Taşar’da. Buyurun Sayın Taşar. (AK Parti sıralarından alkışlar) CEMAL TAŞAR (Bitlis) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri;
Yükseköğretim Kanunu’nda değişiklik yapılmasına dair 9’uncu maddesi üzerinde
şahsım adına söz almış bulunuyorum. Bu vesileyle millet iradesinin temsil
edildiği yüce Meclisi saygıyla selamlıyorum. İki gündür bu kanunu tartışıyoruz. Gerek İktidarımızın gerek
muhalefet milletvekillerimizin çok değerli katkıları oldu. Bu kanunun
hazırlanmasında emeği geçen herkese teşekkür ediyorum. Bu kanunun öncelikle
üniversitelerimize ve milletimize hayırlı olmasını diliyorum, yüce Meclisi
saygıyla selamlıyorum. (AK Parti sıralarından alkışlar) BAŞKAN – Teşekkür ederim Sayın Taşar. Gümüşhane Milletvekili Sayın Yahya Doğan. Buyurun Sayın Doğan. (AK Parti sıralarından alkışlar) YAHYA DOĞAN (Gümüşhane) – Sayın Başkan, saygıdeğer üyeler; 238
sıra sayılı Yükseköğretim Kanununda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Tasarısı
hakkında şahsım adına söz almış bulunuyorum. Görüşmeler, gereğince yapıldı. Aslında bir, beş on dakika konuşma
yapacaktım ama anladığım kadarıyla bir mutabakata varılmış. Kabul edilen bu
kanun hepimize hayırlı uğurlu olsun. Bir hususu belirtmek istiyorum: Üniversiteler ülkemizin göz
bebeği, ciddi kuruluşlardır. Bu Parlamentoda 100’e yakın öğretim üyesi
bulunmaktadır. Bu bir tarihî fırsattır. Üniversite sorunlarının masaya
yatırılması, çözülmesi konusunda, parti ayrımı yapmaksızın bütün öğretim üyesi
kökenli milletvekillerinin bir platform oluşturmasını ve sorunları parti farkı gözetmeden, bilimsel bir
şekilde çözüm arayışına girmesi davetimi yeniliyorum. Ülkemizde üniversitesiz il bırakmayan Hükûmetimize
ve bunu oy birliğiyle kabul eden yüce Parlamentoya saygılarımı sunuyorum. (AK
Parti sıralarından alkışlar) BAŞKAN – Teşekkür ederim Sayın Doğan. Maddeyi oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler… Kabul etmeyenler…
Kabul edilmiştir. 10’uncu maddeyi okutuyorum: MADDE 10- Bu Kanun hükümlerini Bakanlar Kurulu yürütür. BAŞKAN – Madde üzerinde gruplar adına söz talebi yok. Şahıslar adına, Hakkâri Milletvekili Sayın Rüstem Zeydan, Van Milletvekili Sayın Gülşen Orhan… İlk söz Hakkâri Milletvekili Sayın Rüstem Zeydan’da.
Buyurun Sayın Zeydan. (AK Parti
sıralarından alkışlar) RÜSTEM ZEYDAN (Hakkâri) – Sayın Başkan, saygıdeğer
milletvekilleri; müstesna heyetinizi sevgiyle, saygıyla selamlıyorum. Yarının umudu olan gençlerimize yarına umut olarak gösterilecek
olan üniversitelerin kurulumunda emeği geçen bu yüce Meclise ve onun bağrından
çıkan 60’ıncı Cumhuriyet Hükûmetine ve onun Sayın
Başbakanına ve Saygıdeğer Bakanına şükranlarımı arz ediyorum. Hakkâri gibi bir ilde, iki ülkenin yakın coğrafyasına komşu olan
bir ilde bir üniversitenin kurulmuş olmasını da şükranla ve minnetle
karşılıyorum. Ortaöğretimde mutsuzca bekleyen binlerce öğrenciye umut, bölge
insanına sevinç, kalkınmaya katkı, yaşam standartlarına erişim, yatırıma katma
değer, sosyokültürel yapıya destek ve ilin genellerine moral ve motivasyon olan bu üniversitelere katkı vermiş olan herkese
gerçekten, bir milletvekili olarak şükranlarımı sunuyorum. Ortaöğretimde mutsuzca bekleyen onlarca öğrenci umutlarını yarına
taşırken bir üniversite hayaliyle yaşadılar. Kendileriyle birlikte kendilerinin
ebeveynleri ve yakınları üniversite hayalini ve üniversite hayalinin de
ötesinde üniversitenin o bölgeye ne denli katkı vereceğini hep hayal edip
durdular. Dolayısıyladır ki bu Hükûmet döneminde yüce
Meclisin de katkısıyla seksen bir ilde üniversite gerçekleştirildi. Yeni doğan
bir bebeğin büyütülüp serpilmesi ve genç bir fidan hâline getirilmesi için
verilen her emek gibi üniversiteye de onca emek verileceği kesindir. Yarının
umudu olan gençlerin umudunu ünlü şair Necip Fazıl Kısakürek’in şiiriyle
sizlere duygularımın bir ifadesi olarak arz etmek istiyorum: “Sevinin, Mehmed’im, başlar yüksekte! Ölsek de
sevinin, eve dönsek de! Sanma ki bu tekerlek kalır tümsekte! Yarın elbet bizim, elbet bizimdir! Gün doğmuş, gün batmış, ebed bizimdir!” Hepinizi sevgiyle, saygıyla selamlıyorum efendim. (AK Parti
sıralarından alkışlar) BAŞKAN – Teşekkür ederim Sayın Zeydan. Van Milletvekili Sayın Gülşen Orhan. Buyurun Sayın Orhan. (AK Parti sıralarından alkışlar) GÜLŞEN ORHAN (Van) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; 238
sıra sayılı Kanun Tasarısı’nın 10’uncu maddesi üzerinde şahsım adına söz almış
bulunuyorum. Yüce heyeti saygıyla selamlıyorum. Bu kanun tasarısının hazırlanmasında emeği geçenleri kutluyor,
yüce heyeti saygıyla selamlıyorum. (AK Parti sıralarından alkışlar) BAŞKAN – Teşekkür ederim Sayın Orhan. Maddeyi oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler… Kabul etmeyenler…
Kabul edilmiştir. KAMER GENÇ (Tunceli) – Sayın Başkan, aleyhte oyumun rengini
belirtmek üzere söz istiyorum. BAŞKAN – Tamam Sayın Genç, heyecanlanmayın. KAMER GENÇ (Tunceli) – Efendim, ben heyecanlanmıyorum. BAŞKAN – Oyunun rengini lehte olarak açıklamak üzere Van
Milletvekili Sayın Gülşen Orhan, buyurun. (AK Parti sıralarından alkışlar) GÜLŞEN ORHAN (Van) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; 238
sıra sayılı Kanun Tasarısı’nın lehinde oyumu belirtmek üzere söz aldım. Yüce
heyeti saygıyla selamlıyorum. Bu tasarının hazırlanmasında emeği geçen tüm arkadaşları
kutluyorum ve tasarının vatanımıza, milletimize hayırlı olmasını diliyorum ve
oyumun renginin de “evet” olduğunu belirtiyor, yüce heyeti saygıyla
selamlıyorum. (AK Parti sıralarından alkışlar) BAŞKAN – Teşekkür ederim. Oyunun rengini aleyhte belirtmek üzere Tunceli Milletvekili Sayın
Kamer Genç, buyurun. KAMER GENÇ (Tunceli) – Sayın Başkan, teşekkür ederim. Sayın Başkan, sayın milletvekilleri; 238 sıra sayılı Yükseköğretim
Kanununda Değişiklik Yapılmasına İlişkin Yasa Tasarısı burada görüşülürken
sabahtan beri burada oturuyoruz. Bizi konuşturmamak için AKP Grubu her türlü
tedbire başvurdu. NURETTİN CANİKLİ (Giresun) – Sayın Genç, konuşma önerdik.
Yapmayın, doğruyu söyleyin orada. KAMER GENÇ (Devamla) – Ama şunu bilesiniz ki, siz ne kadar beni
engelleseniz de, ben bir yolunu bulur konuşurum burada, onu bilesiniz. Tamam
mı? Onu bilesiniz. NURETTİN CANİKLİ (Giresun) – Size söyledik gelin konuşun diye ama
konuşmadınız. KAMER GENÇ (Devamla) – Ben çünkü yirmi sekiz senedir bu kürsüde
şey ediyorum. MEHMET EMİN TUTAN (Bursa) – Hiç gülmemiştik, sayende gülelim. KAMER GENÇ (Devamla) – Şimdi, değerli milletvekilleri… Sayın Başkan, arkadaşların eğer canları sıkılıyorsa dışarı
gitsinler. MEHMET EMİN TUTAN (Bursa) – Yok, hoşumuza gidiyor! KAMER GENÇ (Devamla) – Şimdi, ben burada bir bağımsız
milletvekiliyim. Çeşitli parti grupları olabilir. Beni bir parti grubu gibi
kabul etmek zorundasınız. Kamer Genç fonksiyonunu ihmal ederek siz siyaseti
istediğiniz gibi yapamazsınız, onu bilesiniz. MEHMET EMİN TUTAN (Bursa) – Sen neymişsin be abi! KAMER GENÇ (Devamla) – Şimdi, değerli milletvekilleri,
üniversiteler hakikaten bir memleketin can damarıdır, hayat damarıdır. Böyle
bir kurumun en iyi şekilde kurulması, faaliyete geçmesi, üniversitede yetişen
gençlerimizin çağdaş, aydınlık fikirlerle, bilgilerle donatılması, hepimizin
istediğidir. Bu üniversitelerin başında, biliyorsunuz, bir YÖK kurumu var. Şimdi, Abdullah Gül Cumhurbaşkanı seçildikten sonra, durup
dururken bir YÖK Başkanını atadı. Bu YÖK Başkanının bilimsel kariyerinin ne
olduğunu kimse bilmiyor. Hatta içinde görev yaptığı üniversitede tanıyan kimse
yok. MEHMET EMİN TUTAN (Bursa) – Konuyla ne ilgisi var! BAŞKAN – Sayın Genç, söz aldığınız konuda lütfen… KAMER GENÇ (Devamla) – Efendim, YÖK’le ilgili konuşuyorum. Yani diyorum ki: YÖK kurumunun sağlıklı işleyebilmesi için,
üniversitelerin sağlıklı görev yapabilmesi için, evvela onu yöneten kişilerin
sağlıklı olarak oluşturulması lazım. Şimdi, Abdullah Gül’le ilgili, Cumhurbaşkanı adayıyken, bir
araştırma şirketini kurmuş, Abdullah Gül’ü destekleyenler cemiyetinden, lehine
araştırmalar yapmış. Ondan sonra, çalıştığı üniversitede kendisini tanıyan
öğretim görevlileri bile yok. Birdenbire böyle bir kişi geldi, YÖK Başkanlığına
oturdu. Şimdi, böyle bir kişinin YÖK Başkanlığına oturması… BAŞKAN – Sayın Genç, söz aldığınız konuda lütfen… KAMER GENÇ (Devamla)- Efendim, bir dakika. Ayrıca, bir beyanat verdi, dedi ki: “Ey üniversiteler, siz Anayasa
Mahkemesi kararlarını tanımayın…” MEHMET EMİN TUTAN (Bursa) – Sana mı soracaktı? BAŞKAN – Sayın Genç… KAMER GENÇ (Devamla) – “…İnsan Hakları Mahkemesini tanımayın,
Danıştay kararlarını tanımayın, siz üniversitelerde türbanı serbest edin.” Şimdi, değerli milletvekilleri, Türkiye Cumhuriyet devleti bir
hukuk devletidir. ALİ KOYUNCU (Bursa) – İlle oraya getirdin! İlle oraya getirdin! KAMER GENÇ (Devamla) – Hukuk devletinde herkes hukuka saygılı
olmak zorundadır. ASIM AYKAN (Trabzon) – Hangi hukuka? KAMER GENÇ (Devamla) – Mahkeme kararlarına saygılı olmak
zorundadır. Siz mahkeme kararlarına saygılı olmazsanız, hukuka saygılı
olmazsanız sizin bulunduğunuz makama kim saygılı olabilir? MEHMET EMİN TUTAN (Bursa) – Sen kime saygı gösteriyorsun? Ne
Cumhurbaşkanına saygın var ne Başbakana saygın var! KAMER GENÇ (Devamla) – Onun için, yani özellikle bu YÖK
atamasında, maalesef, Türkiye’nin üniversitelerine yakışan şan ve şöhrette,
tarafsızlıkta bir yönetim oluşturulmamıştır. Bu nitelikte oluşturulmayan bir
YÖK idaresinin, Türkiye üniversitelerinde çok sağlıklı bir görev yapacağına,
çok sağlıklı bir eğitim politikası izleyeceğine, çok sağlıklı bir imtihan
heyetlerini oluşturacağına inanmıyorum. İşte, Mısır’daki El Ezher
üniversiteleriyle iş birliği inşallah yapmazlar; ondan sonra, Orta Doğu’daki,
böyle, Arap ülkelerindeki, çağımızın gerisinde, bilim çağının dışında kalmış,
ilim bakımından gerilerde kalmış üniversitelerle iş birliği yapmazlar. MEHMET EMİN TUTAN (Bursa) – Küba’yla yapsınlar, Küba’yla! KAMER GENÇ (Devamla) - Bizim istediğimiz, gençlerimizin… Gerçekten gençlerimiz çok dinamik, dünya
üniversitelerinde her yönden, bilim yönünden, ilim yönünden lider olabilecek
bilgide, kabiliyette, kişilikte gençlerimiz var, öğretim görevlilerimiz var.
Üniversitelerimizde özellikle araştırma görevlilerine yeteri kadar ödenek
ayrılmalı, en iyi üniversitelerde bu araştırma görevlileri yetiştirilmelidir.
Ama bunun en önemli yolu, sayın milletvekilleri, işte, üniversitenin
yönetiminin oluşturulduğu yerden geçer. ALİ KOYUNCU (Bursa) – Onu sen ikna odalarına sor! KAMER GENÇ (Devamla) – Bu yönlerde eğer insanlar doğru dürüst
yönetilmezse, sağlıklı bir yönetim oluşturulmazsa, o bakımından oraya net…
Yani, burada yapılan konuşmalar, hepsi lafügüzaftır. Yani, en iyi, mükemmel
kanunları yaparsınız ama o kanunları uygulayacak insanlar eğer o felsefenin, o
inancın adamları değilse, maalesef, onlar işte o kanunları, o yasaları, o
uygulamaları yanlış yaparlar. Biraz önce Sayın Bakan diyor ki: “Efendim, biz
vakıf üniversitelerini kurmak için, Danıştay bizim YÖK’ün yetkisini iptal etti;
biz, işte bunun için getirdik bu kanunu.” Yani, her getirilen işlemde, her getirilen tasarrufta ille mahkeme
kararlarının önünü kesmek… Arkadaşlar, bakın, mahkemeler bu memleketin en… AVNİ ERDEMİR (Amasya) – Mahkeme kararlarının önü kesilmiyor,
anlamadın ki! KAMER GENÇ (Devamla) – Bunlar, hayatta yetişmiş, en azından otuz
kırk yıl Danıştay, Yargıtay gibi, oralardan gelmiş insanlar. Oralarda
tarafsızlığın ne olduğunu, hukukun ne olduğunu bilen insanlardır. (Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı) BAŞKAN – Sayın Genç, tamamlayın lütfen; oyunuzun rengini söylemek
üzere söz aldınız. KAMER GENÇ (Devamla) – Tamamlayacağım efendim. Şimdi, bu insanlar ülke için çok büyük emek sarf etmişler, tarafsızlığın
ne olduğunu biliyorlar, hukukun ne olduğunu biliyorlar, vicdanın ne olduğunu
biliyorlar, ahlakın ne olduğunu biliyorlar. MEHMET EMİN TUTAN (Bursa) – Bir de sen bilsen onları! NURETTİN CANİKLİ (Giresun) – Biraz da sen öğrensen! KAMER GENÇ (Devamla) – Dolayısıyla, vicdanlarının sesini
dinleyerek, hukukun ilkelerini dinleyerek verdikleri kararlar bu ülkenin
yararına olan kararlardır. Türkiye’nin kendisine özgü bir yapısı vardır,
sosyolojik yapısı vardır. Vakıfların, cemaatlerin, tarikatların Türkiye’de
rollerini herkes bilmektedir. Bunların Türkiye’de çok sağlıklı bir gelecek vaat
etmediğini, Türkiye’yi hangi yönlere getirmek istediğini herkes bilmektedir. Ben üniversitelere karşı değilim. Ama,
bugünkü bu Hükûmet zamanında, Abdullah Gül tarafından
atanan YÖK Başkanının oluşturduğu YÖK yönetimine karşı olduğum için bu kanuna
karşıyım. Saygılar sunuyorum efendim. (AK Parti sıralarından gürültüler) BAŞKAN – Teşekkür ederim Sayın Genç. Tasarının tümünü oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler… Kabul
etmeyenler… Tasarı kabul edilmiş ve kanunlaşmıştır, hayırlı olsun. Birleşime beş dakika ara veriyorum. Kapanma Saati: 18.54 BEŞİNCİ OTURUM Açılma Saati: 19.01 BAŞKAN : Başkan Vekili Meral AKŞENER KÂTİP ÜYELER: Fatoş
GÜRKAN (Adana), Yaşar TÜZÜN (Bilecik) BAŞKAN – Sayın milletvekilleri, Türkiye Büyük Millet Meclisinin
119’uncu Birleşiminin Beşinci Oturumunu açıyorum. Gündemin 3’üncü sırasında yer alan, Yükseköğretim Kurumları
Teşkilatı Kanununda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Tasarısı ve Milli Eğitim,
Kültür, Gençlik ve Spor Komisyonu Raporu’nun görüşmelerine başlayacağız. 3.- Yükseköğretim Kurumları
Teşkilatı Kanununda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Tasarısı ve Millî Eğitim,
Kültür, Gençlik ve Spor Komisyonu Raporu (1/478) (S. Sayısı: 93) BAŞKAN – Komisyon? Yok. Ertelenmiştir. Adalet ve Kalkınma Partisi Grup Başkan Vekili Nihat Ergün ve 16
milletvekilinin; İl Özel İdarelerine ve Belediyelere Genel Bütçe Vergi
Gelirlerinden Pay Verilmesi Hakkında Kanun Teklifi ile Plan ve Bütçe Komisyonu
Raporu’nun görüşmelerine başlayacağız. 4.- Adalet ve Kalkınma Partisi
Grup Başkanvekili Kocaeli Milletvekili Nihat Ergün ve 16 Milletvekilinin, İl
Özel İdarelerine ve Belediyelere Genel Bütçe Vergi Gelirlerinden Pay Verilmesi
Hakkında Kanun Teklifi ile Plan ve Bütçe Komisyonu Raporu (2/241) (S. Sayısı:
248) BAŞKAN – Komisyon? Yok. Ertelenmiştir. Sayın milletvekilleri, sıradaki işlerle ilgili komisyonlar hazır
olmadığı anlaşıldığından, kanun tasarı ve tekliflerini sırasıyla görüşmek için,
19 Haziran 2008 Perşembe günü, alınan karar gereğince saat 13.00’te toplanmak
üzere birleşimi kapatıyorum. Kapanma Saati: 19.02 |
|