DÖNEM: 23                            CİLT: 23                    YASAMA YILI: 2

 

 

 

 

 

TÜRKİYE BÜYÜK MİLLET MECLİSİ

TUTANAK DERGİSİ

 

 

119’uncu Birleşim

18 Haziran 2008 Çarşamba

 

 

 

İ Ç İ N D E K İ L E R

 

   I. - GEÇEN TUTANAK ÖZETİ

  II. - GELEN KÂĞITLAR

 III. - YOKLAMA

 IV. - GÜNDEM DIŞI KONUŞMALAR

A) MİLLETVEKİLLERİNİN GÜNDEM DIŞI KONUŞMALARI

1.- Tokat Milletvekili Reşat Doğru’nun, Tokat ilinin sorunlarına ilişkin gündem dışı konuşması ve Çevre ve Orman Bakanı Veysel Eroğlu’nun cevabı

2.- Malatya Milletvekili Ferit Mevlüt Aslanoğlu’nun, yerel basının sorunlarına ilişkin gündem dışı konuşması

3.- İstanbul Milletvekili Alaattin Büyükkaya’nın, çevre bilincinin geliştirilmesinde bisiklet ve bisiklet yolları yapımına ilişkin gündem dışı konuşması ve Çevre ve Orman Bakanı Veysel Eroğlu’nun cevabı

 

V.- BAŞKANLIĞIN GENEL KURULA SUNUŞLARI

A) Tezkereler

1.- Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanı Köksal Toptan’ın, Azerbaycan Millî Meclisi Başkanı Oktay Asadov’un resmî davetine icabet edecek olan Parlamento heyetini oluşturmak üzere siyasi parti gruplarınca bildirilen isimlere ilişkin Başkanlık tezkeresi (3/472)

2.- (10/3, 8, 12, 28, 31, 33, 38, 42, 47, 56, 59, 62, 64, 65, 68, 71, 84, 87, 89, 98, 101, 119, 145, 146) esas numaralı Meclis Araştırma Komisyonu Geçici Başkanlığının, Komisyonun başkan, başkan vekili, sözcü ve kâtip üye seçimine ilişkin tezkeresi (3/471)

B) Önergeler

1.- Bursa Milletvekili İsmet Büyükataman’ın (6/668) esas numaralı sözlü sorusunu geri aldığına ilişkin önergesi (4/63)

C) Meclis Araştırması Önergeleri

1.- Kahramanmaraş Milletvekili Durdu Özbolat ve 34 milletvekilinin, Ankara’ya verilen Kızılırmak suyuyla ilgili iddiaların araştırılarak alınması gereken önlemlerin belirlenmesi amacıyla Meclis araştırması açılmasına ilişkin önergesi (10/218)

2.- Bursa Milletvekili Abdullah Özer ve 33 milletvekilinin, Bursa Karacabey sahillerinden kaçak kum çekilmesinin araştırılarak alınması gereken önlemlerin belirlenmesi amacıyla Meclis araştırması açılmasına ilişkin önergesi (10/219)

3.- İstanbul Milletvekili Çetin Soysal ve 34 milletvekilinin, İstanbul’daki su havzalarının durumunun araştırılarak alınması gereken önlemlerin belirlenmesi amacıyla Meclis araştırması açılmasına ilişkin önergesi (10/220)

 

VI.- KANUN TASARI VE TEKLİFLERİ İLE KOMİSYONLARDAN GELEN DİĞER İŞLER

A) Kanun Tasarı ve Teklifleri

1.- Tapu Kanununda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Tasarısı ve Adalet Komisyonu Raporu (1/568) (S. Sayısı: 223)

2.- Yükseköğretim Kanununda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Tasarısı ile Millî Eğitim, Kültür, Gençlik ve Spor Komisyonu Raporu (1/591) (S. Sayısı: 238)

3.- Yükseköğretim Kurumları Teşkilatı Kanununda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Tasarısı ve Millî Eğitim, Kültür, Gençlik ve Spor Komisyonu Raporu (1/478) (S. Sayısı: 93)

4.- Adalet ve Kalkınma Partisi Grup Başkanvekili Kocaeli Milletvekili Nihat Ergün ve 16 Milletvekilinin, İl Özel İdarelerine ve Belediyelere Genel Bütçe Vergi Gelirlerinden Pay Verilmesi Hakkında Kanun Teklifi ile Plan ve Bütçe Komisyonu Raporu (2/241) (S. Sayısı: 248)

 

VII.- YAZILI SORULAR VE CEVAPLARI

1.- İzmir Milletvekili Harun Öztürk’ün, Pina Yarımadası’ndaki yangına ve deniz dolgusuna ilişkin Başbakandan sorusu ve Çevre ve Orman Bakanı Veysel Eroğlu’nun cevabı (7/3231)

2.- Ordu Milletvekili Rıdvan Yalçın’ın, belediyelere yapılan yardımlara ilişkin sorusu ve Çevre ve Orman Bakanı Veysel Eroğlu’nun cevabı (7/3483)

3.- Kayseri Milletvekili Mehmet Şevki Kulkuloğlu’nun, Kayseri’de muhtemel su krizine karşı önlem alınmasına ve bir barajın faaliyete geçmesine ilişkin sorusu ve Çevre ve Orman Bakanı Veysel Eroğlu’nun cevabı (7/3484)

4.- Kayseri Milletvekili Mehmet Şevki Kulkuloğlu’nun, Kayseri’deki bazı sulama projelerine ilişkin sorusu ve Çevre ve Orman Bakanı Veysel Eroğlu’nun cevabı (7/3485)

5.- Bursa Milletvekili Kemal Demirel’in, Muş ilindeki yatırımlara,

Siirt ilindeki yatırımlara,

Diyarbakır ilindeki yatırımlara,

İlişkin soruları ve Sağlık Bakanı Recep Akdağ’ın cevabı (7/3512, 3513, 3514)

6.- İzmir Milletvekili Ahmet Ersin’in, Başbakanlık Özel Kalem Müdürlüğünün harcamalarına ve müşavirlere ilişkin Başbakandan sorusu ve Devlet Bakanı ve Başbakan Yardımcısı Cemil Çiçek’in cevabı (7/3549)

7.- Tekirdağ Milletvekili Kemalettin Nalcı’nın, belediyelerin su kullanım hakkı ihalelerine ilişkin sorusu ve Çevre ve Orman Bakanı Veysel Eroğlu’nun cevabı (7/3555)

8.- Adana Milletvekili Nevingaye Erbatur’un, küresel ısınmaya karşı alınacak önlemlere ilişkin sorusu ve Çevre ve Orman Bakanı Veysel Eroğlu’nun cevabı (7/3556)

9.- Balıkesir Milletvekili Hüseyin Pazarcı’nın, çimento fabrikalarının çevreye etkisine ve Gönen’de yapılacak çimento fabrikasına ilişkin sorusu ve Çevre ve Orman Bakanı Veysel Eroğlu’nun cevabı (7/3592)

10.- Antalya Milletvekili Hüsnü Çöllü’nün, tahsis edilen orman alanları karşılığında yapılan ağaçlandırmalara ilişkin sorusu ve Çevre ve Orman Bakanı Veysel Eroğlu’nun cevabı (7/3593)

11.- Antalya Milletvekili Tayfur Süner’in, Antalya’ya yangın söndürme uçağı gönderilmesine ilişkin sorusu ve Çevre ve Orman Bakanı Veysel Eroğlu’nun cevabı (7/3651)

12.- Mersin Milletvekili Ali Rıza Öztürk’ün, Ankara-Gölbaşı’ndaki bazı hazine arazilerinin satışına ilişkin sorusu ve Maliye Bakanı Kemal Unakıtan’ın cevabı (7/3669)

13.- Erzurum Milletvekili Zeki Ertugay’ın, 2011 Dünya Üniversitelerarası Kış Oyunları hazırlıklarına ilişkin sorusu ve Devlet Bakanı Murat Başesgioğlu’nun cevabı (7/3699)

14.- Mersin Milletvekili Ali Rıza Öztürk’ün, Kütahya-Simav’da yapılacak TOKİ Projesine ilişkin Başbakandan sorusu ve Devlet Bakanı ve Başbakan Yardımcısı Cemil Çiçek’in cevabı (7/3706)

15.- Manisa Milletvekili Erkan Akçay’ın, özürlülerin istihdamına ve eğitim kurumlarına,

Özürlülerle ilgili bazı hususlara,

İlişkin soruları ve Devlet Bakanı Nimet Çubukçu’nun cevabı (7/3753, 3754)

16.- İstanbul Milletvekili Süleyman Yağız’ın, bağış ve promosyon kabulüne ilişkin sorusu ve Devlet Bakanı ve Başbakan Yardımcısı Cemil Çiçek’in cevabı (7/3814)

17.- İstanbul Milletvekili Süleyman Yağız’ın, bağış ve promosyon kabulüne ilişkin sorusu ve Devlet Bakanı Nimet Çubukçu’nun cevabı (7/3820)

I.- GEÇEN TUTANAK ÖZETİ

TBMM Genel Kurulu saat 15.00’te açılarak dört oturum yaptı.

 

Bilecik Milletvekili Yaşar Tüzün’ün, konut edindirme yardımı ödemelerine ilişkin gündem dışı konuşmasına Sanayi ve Ticaret Bakanı Mehmet Zafer Çağlayan cevap verdi.

 

Trabzon Milletvekili Safiye Seymenoğlu, 17 Haziran Dünya Çölleşmeyle Mücadele Günü’ne,

Mersin Milletvekili Mehmet Şandır, Van ilinin sorunlarına ve çölleşmeye karşı alınması gereken önlemlere,

İlişkin gündem dışı birer konuşma yaptılar.

 

Adana Milletvekili Nevingaye Erbatur’un (3/167) (S. Sayısı: 203),

İstanbul Milletvekili Kemal Kılıçdaroğlu’nun (3/168) (S. Sayısı: 204),

Şanlıurfa Milletvekili İbrahim Binici’nin (3/188) (S. Sayısı: 205),

Antalya Milletvekili Deniz Baykal’ın (3/189) (S. Sayısı: 206),

Hakkâri Milletvekili Hamit Geylani’nin (3/209) (S. Sayısı: 207),

Hatay Milletvekili Gökhan Durgun’un (3/215) (S. Sayısı: 208),

Tunceli Milletvekili Şerafettin Halis’in (3/217) (S. Sayısı: 209),

Mardin Milletvekili Ahmet Türk’ün (3/219) (S. Sayısı: 210),

Hakkâri Milletvekili Hamit Geylani’nin (3/220) (S. Sayısı: 211),

Hatay Milletvekili Gökhan Durgun’un (3/221) (S. Sayısı: 212),

Niğde Milletvekili Mümin İnan’ın (3/234) (S. Sayısı: 213),

Yasama dokunulmazlıklarının kaldırılması hakkında Başbakanlık tezkereleri ve Anayasa ve Adalet Komisyonları Üyelerinden Kurulu Karma Komisyon raporları;

Tunus Parlamentosu Başkanı Fouad Mebazaa ve beraberindeki heyetin ülkemizi ziyaret etmesinin uygun bulunduğuna ilişkin Başkanlık tezkeresi,

Genel Kurulun bilgisine sunuldu.

 

Tokat Milletvekili Reşat Doğru’nun (6/706) esas numaralı sözlü sorusunu geri aldığına ilişkin önergesi okundu; önergenin geri verildiği bildirildi.

 

Kastamonu Milletvekili Mehmet Serdaroğlu ve 20 milletvekilinin, gıda ürünleri üretiminde insan sağlığını etkileyen uygulamaların (10/215),

Muğla Milletvekili Fevzi Topuz ve 28 milletvekilinin, taş ocaklarının çevreye etkilerinin (10/216),

Ankara Milletvekili Yılmaz Ateş ve 36 milletvekilinin, Ankara’ya verilen Kızılırmak suyu ile ilgili iddiaların (10/217),

Araştırılarak alınması gereken önlemlerin belirlenmesi amacıyla Meclis araştırması açılmasına ilişkin önergeleri Genel Kurulun bilgisine sunuldu; önergelerin gündemdeki yerlerini alacağı ve ön görüşmelerinin sırası geldiğinde yapılacağı açıklandı.

İnsan Haklarını İnceleme Komisyonunun, Komisyonun Türkiye Büyük Millet Meclisinin tatilde bulunduğu dönemde de çalışabilmesi talebinin uygun görüldüğüne,

Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanı Köksal Toptan’ın, Ukrayna Parlamento Başkanı Arseniy Yatsenyuk’un davetine icabet etmek üzere, beraberinde bir parlamento heyetiyle Ukrayna’ya resmî ziyarette bulunmasına,

İlişkin Başkanlık tezkereleri kabul edildi.

 

Genel Kurulun 17/6/2008 Salı günkü birleşiminde (10/204) sıra sayılı Meclis araştırması önergesinin görüşülmesine, görüşmelerin tamamlanmasına kadar çalışma süresinin uzatılmasına ilişkin MHP Grubu önerisi, yapılan görüşmelerden sonra kabul edilmedi.

 

Genel Kurulun 17/6/2008 Salı günkü birleşiminde 1 saat sözlü sorulardan sonra diğer denetim konularının görüşülmeyerek gündemin “Kanun Tasarı ve Teklifleri ile Komisyonlardan Gelen Diğer İşler” kısmında yer alan işlerin görüşülmesine; 18 Haziran 2008 Çarşamba günkü birleşiminde ise sözlü soruların görüşülmemesine; gündemin “Kanun Tasarı ve Teklifleri ile Komisyonlardan Gelen Diğer İşler” kısmında yer alan 248, 247, 241, 249, 231 ve 27 sıra sayılı kanun teklifi ve geri gönderme tezkeresi ile tasarılarının bu kısmın 4, 5, 6, 7, 8 ve 9’uncu sıralarına alınmasına ve diğer işlerin sırasının buna göre teselsül ettirilmesine; çalışma saatlerinin 17/6/2008 Salı günü 15.00–21.00, 18/6/2008 Çarşamba ve 19/6/2008 Perşembe günleri 13.00-20.00 saatleri arasında olmasına; 249 sıra sayılı Elektrik Piyasası Kanunu ve Bazı Kanunlarda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Tasarısı’nın, İç Tüzük’ün 91’inci maddesine göre temel kanun olarak görüşülmesine ilişkin AK Parti Grubu önerisi, yapılan görüşmelerden sonra kabul edildi.

 

Tokat Milletvekili Reşat Doğru’nun, Amasya İline Bağlı Ezinepazar Adlı İlçe Kurulması Hakkında Kanun Teklifi’nin (2/169) İç Tüzük’ün 37’nci maddesine göre doğrudan gündeme alınmasına ilişkin önergesi, yapılan görüşmelerden sonra kabul edilmedi.

 

Ülkemizde yaşanan çevre sorunlarının araştırılarak sürdürülebilir çevre politikası için alınması gereken önlemlerin belirlenmesi amacıyla kurulan (10/3, 8, 12, 28, 31, 33, 38, 42, 47, 56, 59, 62, 64, 65, 68, 71, 84, 87, 89, 98, 101, 119, 145, 146) esas numaralı Meclis Araştırma Komisyonu üyeliklerine, siyasi parti gruplarınca gösterilen adaylar seçildi.

 

Başkanlıkça, komisyonun, başkan, başkan vekili, sözcü ve kâtip üye seçimini yapmak üzere toplanacağı gün, saat ve yere ilişkin duyuruda bulunuldu.

 

Gündemin “Sözlü Sorular” kısmının:

1’inci sırasında bulunan  (6/239),

3’üncü                     (6/246),

4’üncü                     (6/247),

5’inci                       (6/255),

6’ncı                        (6/266),

Esas numaralı sözlü sorular, ilgili bakanlar Genel Kurulda hazır bulunmadıklarından, ertelendi;

2 ve 95’inci sıralarında bulunan Gaziantep Milletvekili Yaşar Ağyüz’ün (6/244), (6/431),

13’üncü sırasında bulunan Antalya Milletvekili Tayfur Süner’in (6/290),

169 ve 277’nci sıralarında bulunan Kahramanmaraş Milletvekili Mehmet Akif Paksoy’un (6/521), (6/644),

206’ncı sırasında bulunan Niğde Milletvekili Mümin İnan’ın (6/564),

Esas numaralı sorularına Devlet Bakanı ve Başbakan Yardımcısı Hayati Yazıcı cevap verdi; Gaziantep Milletvekili Yaşar Ağyüz de cevaplara karşı görüşlerini açıkladı;

 

7’nci sırasında bulunan Muğla Milletvekili Metin Ergun’un (6/270),

14’üncü sırasında bulunan Antalya Milletvekili Tayfur Süner’in (6/291),

31, 32, 87, 117, 119 ve 315’inci sıralarında bulunan Karaman Milletvekili Hasan Çalış’ın (6/332), (6/336), (6/422), (6/456), (6/458), (6/684),

45, 46 ve 151’inci sıralarında bulunan Gaziantep Milletvekili Hasan Özdemir’in (6/375), (6/376), (6/500),

62’nci sırasında bulunan Malatya Milletvekili Ferit Mevlüt Aslanoğlu’nun (6/395),

134’üncü sırasında bulunan Kütahya Milletvekili Alim Işık’ın (6/477),

296’ncı sırasında bulunan Aksaray Milletvekili Osman Ertuğrul’un (6/665),

356’ncı sırasında bulunan Balıkesir Milletvekili Ahmet Duran Bulut’un (6/727),

360 ve 374’üncü sıralarında bulunan Tokat Milletvekili Reşat Doğru’nun (6/731), (6/745),

371’inci sırasında bulunan Kastamonu Milletvekili Mehmet Serdaroğlu’nun (6/742),

Esas numaralı sorularına Sanayi ve Ticaret Bakanı Mehmet Zafer Çağlayan cevap verdi; Tokat Milletvekili Reşat Doğru, Malatya Milletvekili Ferit Mevlüt Aslanoğlu, Aksaray Milletvekili Osman Ertuğrul ve Kütahya Milletvekili Alim Işık da cevaplara karşı görüşlerini açıkladılar.

 

Gündemin “Kanun Tasarı ve Teklifleri ile Komisyonlardan Gelen Diğer İşler” kısmının:

1’inci sırasında bulunan Tapu Kanununda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Tasarısı’nın (1/568) (S. Sayısı: 223) görüşmeleri, daha önce geri alınan maddeye ilişkin komisyon raporu henüz gelmediğinden ertelendi.

 

2’nci sırasında bulunan Yükseköğretim Kanununda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Tasarısı’nın (1/591) (S. Sayısı: 238) görüşmelerine devam edilerek 1’inci maddesi kabul edildi.

 

18 Haziran 2008 Çarşamba günü, alınan karar gereğince saat 13.00’te toplanmak üzere birleşime 20.58’de son verildi.

 

 

 

Meral AKŞENER

 

 

 

Başkan Vekili

 

 

 

 

 

 

Fatoş GÜRKAN

 

Yusuf COŞKUN

 

Adana

 

Bingöl

 

Kâtip Üye

 

Kâtip Üye

 

 

 

 

 

 

Canan CANDEMİR ÇELİK

 

 

 

Bursa

 

 

 

Kâtip Üye

 

No.: 170

II.- GELEN KÂĞITLAR

18 Haziran 2008 Çarşamba

 

Meclis Araştırması Önergeleri

1.- Kahramanmaraş Milletvekili Durdu Özbolat ve 34 Milletvekilinin, Ankara’ya verilen Kızılırmak suyuyla ilgili iddiaların araştırılarak alınması gereken önlemlerin belirlenmesi amacıyla Anayasanın 98 inci, İçtüzüğün 104 ve 105 inci maddeleri uyarınca bir Meclis araştırması açılmasına ilişkin önergesi (10/218) (Başkanlığa geliş tarihi:12.06.2008)

2.- Bursa Milletvekili Abdullah Özer ve 33 Milletvekilinin, Bursa Karacabey sahillerinden kaçak kum çekilmesinin araştırılarak alınması gereken önlemlerin belirlenmesi amacıyla Anayasanın 98 inci, İçtüzüğün 104 ve 105 inci maddeleri uyarınca bir Meclis araştırması açılmasına ilişkin önergesi (10/219) (Başkanlığa geliş tarihi:12.06.2008)

3.- İstanbul Milletvekili Çetin Soysal ve 34 Milletvekilinin, İstanbul’daki su havzalarının durumunun araştırılarak alınması gereken önlemlerin belirlenmesi amacıyla Anayasanın 98 inci, İçtüzüğün 104 ve 105 inci maddeleri uyarınca bir Meclis araştırması açılmasına ilişkin önergesi (10/220) (Başkanlığa geliş tarihi:12.06.2008)

 

18 Haziran 2008 Çarşamba

BİRİNCİ OTURUM

Açılma Saati: 13.02

BAŞKAN : Başkan Vekili Meral AKŞENER

KÂTİP ÜYELER: Fatoş GÜRKAN (Adana), Yusuf COŞKUN (Bingöl)

BAŞKAN – Türkiye Büyük Millet Meclisinin 119’uncu Birleşimini açıyorum.

III.- Y O K L A M A

BAŞKAN – Elektronik cihazla yoklama yapacağız.

Yoklama için üç dakika süre vereceğim.

Sayın milletvekillerinin oy düğmelerine basarak salonda bulunduklarını bildirmelerini, bu süre içerisinde elektronik sisteme giremeyen milletvekillerinin salonda hazır bulunan teknik personelden yardım istemelerini, buna rağmen sisteme giremeyen üyelerin ise yoklama pusulalarını görevli personel aracılığıyla üç dakikalık süre içerisinde Başkanlığa ulaştırmalarını rica ediyorum.

Yoklama işlemini başlatıyorum.

(Elektronik cihazla yoklama yapıldı)

BAŞKAN – Toplantı yeter sayısı vardır, görüşmelere başlıyoruz.

Gündeme geçmeden önce üç sayın milletvekiline gündem dışı söz vereceğim.

Gündem dışı ilk söz, Tokat ilinin göç vermesi ve Tokat ilinin sorunları hakkında söz isteyen Tokat Milletvekili Sayın Reşat Doğru’ya aittir.

Buyurun Sayın Doğru. (MHP sıralarından alkışlar)

Süreniz beş dakika.

IV.- GÜNDEM DIŞI KONUŞMALAR

A) Milletvekillerinin Gündem Dışı Konuşmaları

1.- Tokat Milletvekili Reşat Doğru’nun, Tokat ilinin sorunlarına ilişkin gündem dışı konuşması ve Çevre ve Orman Bakanı Veysel Eroğlu’nun cevabı

REŞAT DOĞRU (Tokat) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; Tokat ilinin sorunları hakkında gündem dışı söz almış bulunmaktayım. Yüce Meclisimizi saygıyla selamlıyorum.

Tokat, altı bin yıllık mazisi boyunca birçok medeniyete ev sahipliği yapmış olup tarihî, kültürel, turizm ve tarımsal potansiyeli yüksek olan bir ilimizdir. Tarımda son yıllarda büyük atılımlar yapmıştır. Tokat ili son yıllarda önemli oranda da göç vermiş durumdadır. İnsanlar, başta işsizlik olmak üzere, çeşitli sebeplerden buradan ayrılmaktadır. Bazı köyler neredeyse tamamen boşalmış, kırk altı tane belediye olan kasaba, nüfuslarındaki düşüşten dolayı Hükûmet tarafından kapatılmıştır. Belediyelerin kapatılma kararı nüfus kaybeden ilimizi daha da zor duruma getirecektir. Kapatma kararı iptal edilmelidir.

İşsizliğin yüksek olduğu ilimizde, son günlerde tekstil fabrikaları da kapanmaktadır. Tokat merkez başta olmak üzere, Erbaa, Turhal gibi tekstil sektöründe çalışan insanlar işsiz kalmıştır.

Son günlerde sigara fabrikasının özelleştirilerek satılmış olmasının ilimiz ekonomisine önemli oranda olumsuz etkileri olacaktır. Yaklaşık olarak yıllık 60-70 milyon YTL civarında bir miktar, Tokat ekonomi piyasasına giremeyecektir. Bu konuda “Fabrika kapatılmayacak, 250 kişi ile üretime devam edecek.” dense bile, bunun sadece tepkileri azaltma adına yapılmış bir hamle olduğu herkes tarafından iyi bilinmektedir. Tokat Sigara Fabrikasının özelleştirilmiş olması, ülke ekonomisiyle beraber ilimiz için de çok büyük kayıptır. Önümüzdeki günlerde gelmesi beklenen Turhal Şeker Fabrikasının bari özelleştirilmeden çıkarılması gerekmektedir.

Tokat merkez başta olmak üzere, Turhal, Zile, Niksar, Erbaa Organize Sanayi Bölgelerinin eksiklikleri tamamlanarak yatırımcılara açılmalıdır. Organize sanayi bölgelerindeki boş parseller için yatırımcıların teşvik edilmesi gerekmektedir. Daha önceleri kanunlaşmış olan teşvik yasaları, yatırımları özendirecek şekilde sektörel temelde değiştirilmelidir. Bu kanundan faydalanmış olarak kayda değer bir yatırım şu ana kadar yapılmamıştır. İş adamları ve esnaflar çok zor durumdadır. Bu insanlarımıza sahip çıkmak mecburiyetindeyiz.

İlimiz, Niksar ilçesi başta olmak üzere tarihî güzellikleri olan turizm bölgesidir. Tokat ilinin her tarafında turizm teşvik edilmeli, özellikle yayla turizmine destek sağlanmalıdır. Sulusaray’daki Sebastapolis antik kenti ile Ballıca Mağarası’nın daha iyi tanıtımı yapılarak turizm potansiyeli artırılabilir. Ballıca Mağaraları eşi benzeri olmayan dünya harikası yerlerdir.

Tokat, ayrıca, şifalı özellikleri çok yüksek olan bir kaplıca kentidir. Özellikle Reşadiye ve Sulusaray Kaplıcaları eşi benzeri bulunmaz kaynaklardır. Geçit bölgesi olması münasebetiyle ilimizde ulaşım altyapısında ciddi sıkıntılar vardır. Tokat çevre yolunun bitirilmesi ertelenmektedir. Bu yol çok geç kalmış bir yatırımdır. Çevre yolu şehir içi trafiğin rahatlaması için acilen bitirilmelidir. Ankara’ya ulaşımda kolaylık sağlayacak olan Zile-Alaca yolu Karadeniz Bölgesi’ni İç Anadolu’ya bağlayacak olan Ünye-Niksar-Akkuş yolları kısa zamanda bitirilmelidir. Karadeniz’i İç Adanolu’ya kısa yoldan bağlayacak olan Ordu ili ile bağlantılara destek verilmelidir. Bunun yanında, Tokat-Turhal Demir Yolu Projesi de hayata geçirilmelidir. Tokat ilinin her tarafındaki köy yollarında ciddi bozulmalar olup, asfalt yapılması gereken yollar bulunmaktadır. Bu yönlü olarak da KÖYDES’e destek olunarak il özel idaresi desteklenmelidir.

Küresel iklim değişiklikleri nedeniyle yükselen sıcaklıklar karşısında sulama yatırımlarının önemi artmış iken AKP İktidarıyla birlikte sulama amaçlı olarak yapılan Alpu Barajı’nın yapımı durdurulmuş, diğer sulama projeleri ise istenen hızda devam etmemektedir. Sulama amaçlı projeler desteklenmelidir. Avlunlar ve Çevreli göletleri mutlaka yapılmalıdır.

Ekonomisi ağırlıklı olarak tarıma dayalı olan ilimizde, çiftçilerimizin elektrik borcu nedeniyle sulama kanallarından su akmamaktadır. Erbaa ilçesinde sağ ve sol sahil sulama kanallarına su veren pompalar çalışmamaktadır. Yapıldığından bu yana, kırk beş yıldır ilk defa, sol sahil sulama kanallarından haziran ayında su akmamıştır. Entansif tarımın yapıldığı Erbaa ilçesinde çiftçilerimizi zor günler beklemektedir. “Kelkit akar, çaresiz çiftçi bakar, mahsul yanar.” duruma gelinmek üzeredir. Çiftçilerimiz adına Başbakana sesleniyoruz, su olmasına rağmen elektrik borcundan dolayı kapatılan kanalların borçlar ertelenerek açılması için talimat verilmesini... Bu konu çok acilen çözülmelidir; çözülmezse, çok geç kalınmış olunur. Erbaa ve Niksar Ovalarına su sağlayan Kelkit üzerinde yapılması düşünülen Erbaa HES Projesi ile ilgili olarak halkımızın endişeleri giderilmeli, doğal ortam korunmalı, su kaynağı kurutulmamalıdır. Çiftçilerimizin geçmiş yıldan alacağı olan doğrudan gelir desteği ödemelerinin zaman kaybedilmeden yapılması çiftçilerimize nefes aldıracaktır.

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN – Bir dakika ekliyorum Sayın Doğru. Lütfen tamamlayın.

REŞAT DOĞRU (Devamla) – Çiftçiler, ürünlerinin para etmemesi ve geçmiş borçlarından dolayı Ziraat Bankası ve tarım krediye borçlarını ödeyememektedir. Borçlardan dolayı evlere icra gelmekte, insanlar hapse girmektedir. Borçların faizleri çiftçiye destek amaçlı silinmeli, anapara yeniden taksitlendirilmelidir.

İlimizdeki GOP Üniversitesinin önemli problemleri vardır. Kadro problemleri yanında üniversite hastanesinin yapılmasında aksamalar mevcuttur. Güzel sanatlar fakültesi, Millî Eğitim Bakanını TBMM kürsüsünden söz vermiş olmasına rağmen, hâlen açılmamıştır. Kanun teklifimiz olan, Mühendislik ve Mimarlık Fakültesinin de altyapısı mevcuttur. Bu okul, bölgemizin kalkınmasına çok büyük katkı sağlayacaktır.

Tokat’ta sağlıkla ilgili yatırımlar da desteklenmelidir. Yapımı devam eden Tokat Devlet Hastanesi zamanında bitirilmeli, ayrıca Erbaa ve Niksar’daki ek binalara destek olunmalı ve yapımı sağlanmalıdır. MR ve tomografi cihazları gibi tıbbi aletler hastanelerimize kazandırılmalıdır. Birçok ilçe hastanemizde, başta uzman doktorlar olmak üzere çok miktarda doktor ve diğer sağlık personeli eksikliği vardır; bunlar acilen tamamlanmalıdır.

Tokat ilinin sorunlarının araştırılması…

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

REŞAT DOĞRU (Devamla) – Teşekkür ediyorum. (MHP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – Teşekkür ederim Sayın Doğru.

ÇEVRE VE ORMAN BAKANI VEYSEL EROĞLU (Afyonkarahisar) – Daha sonra cevap vereceğim Sayın Başkan.

BAŞKAN – Tamam.

Gündem dışı ikinci söz, yerel basının sorunları hakkında söz isteyen Malatya Milletvekili Sayın Ferit Mevlüt Aslanoğlu’na aittir.

Buyurun Sayın Aslanoğlu. (CHP sıralarından alkışlar)

Süreniz beş dakikadır.

2.- Malatya Milletvekili Ferit Mevlüt Aslanoğlu’nun, yerel basının sorunlarına ilişkin gündem dışı konuşması

FERİT MEVLÜT ASLANOĞLU (Malatya) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; Türkiye’de yerelde yayın yapan yaklaşık 1.300 gazete vardır. Bunların günlük tirajları 250 ile 15 bin arasındadır. Bayındırlık, İmar, Ulaştırma ve Turizm Komisyonumuzun bir yasa tasarısında aldığı bir kararla, Devlet İhale Kanunu’nda değişiklik yaparak, bu gazetelerin kapatılması artık gün meselesidir.

Değerli milletvekilleri, tasarının yasalaşmasıyla birlikte, kamu yatırımındaki basın ilanlarının yerel gazetelerde ilan edilme zorunluluğu ortadan kalkacak ve yerel gazetelerin en önemli kaynağı olan Basın İlan Kurumu aracılığıyla yaptıkları, bu ilanlardan aldıkları gelirleri kaybedeceklerdir. Yaklaşık 1.300 gazetenin kapanması an meselesidir. Mevcut yasada yapılmak istenen değişiklikler, Anadolu’nun en ücra köşelerinde yayın yapan, halkın haber alma özgürlüğünü yerine getiren yerel basının yok olmasına neden olacak, işsizlik had safhaya ulaşacaktır ve yerel basın yok oldukça tekelleşme hızlanacak, halkın haber alma özgürlüğü ortadan kalkacak ve ihalelerin şeffaflığı tartışılır hâle gelecektir.

Değerli milletvekilleri, yerel basın, Basın İlan Kurumundan aldığı ilanlarla ayakta kalmaktadır. Bu geliri kaybetmesi hâlinde yerel basının birçoğunun kapanmak zorunda kalacağını bir kez daha dikkatlerinize sunmak istiyorum. Böylece çok seslilik ortadan kalkacak ve Türk demokrasisi zarar görecektir. Yapılan düzenleme basın özgürlüğüne vurulan bir darbedir. Çünkü, yerel basının ürettiği gazete sayısı ve okunurluk oranı yaygın basının üzerindedir. Bu uygulamayla yerel basının yok edilmesiyle ve yerel basının kapatılmasıyla haber özgürlüğüne de bir darbe vurulmuş olacaktır.

Değerli milletvekilleri, hepimizin ilinde çok zor koşullarla yayın yapan ve o ilin, o bölgenin haberlerinin şeffaf bir şekilde yayınlanmasını hedef alan yerel basında ekonomik özgürlükler yok olduğu zaman, onurlu, şerefli, haysiyetli yayın yapan bu kuruluşlar artık kendilerini kapatacak, bunun yerine, sahte haberler üreten birtakım kişilerin menfaat karşılığı oluşturacağı, asparagas haberlerle çalışan birtakım gazeteler ortaya çıkacaktır. Yani, şeffaf gazetecilik, şeffaf yerel basın, onurlu, şerefli yerel basın tamamen ortadan kalkacaktır.

Değerli milletvekilleri, yaklaşık okur sayısı -demin de söyledim- 250 ile 15 bin arasındadır bir yerel gazetenin. Yerel gazetelerin gelir kaynakları, gazete satışlarının yanında reklamlardır ama en büyük gelir kaynağı Basın İlan Kurumundan aldıkları resmî ilanlardır. Basın İlan Kurumu gelirleri, o ilde yayın yapan -altını çiziyorum, günlük yayın yapan- o ilde günlük yayın yapan kaç gazete varsa, vilayette oluşturulan basın merkezi kanalıyla objektif paylaştırılmaktadır. Kimsenin hakkını kimse yememektedir, herkes hakkına razı olmaktadır. Yani, bugün yerel gazetelerin bir şekilde ayakta kalmalarının yegâne nedeni budur arkadaşlar.

Biliyorsunuz, geçen dönem de aynı bir şekilde yine yerel basın susturulmak istendi. Fakat…

NURETTİN CANİKLİ (Giresun) – Çözdük onu Sayın Aslanoğlu, onda bir problem yok.

FERİT MEVLÜT ASLANOĞLU (Devamla) – Pardon… Geldim, dur…

Burada, hiç unutmam, bir gece yarısı saat üç veya dörttü. Tüm arkadaşlar -o zaman iki grup vardı- komisyon üyeleriyle, iktidar partisinin ve CHP’nin milletvekilleri o gün, gidip, yerel basının susturulamayacağını, milletvekilleri iradesiyle hep beraber komisyona geldik, yeni bir önerge verdik ve o gün bunu burada çözmüştük.

NURETTİN CANİKLİ (Giresun) – Bu da çözüldü, problem yok şu anda.

FERİT MEVLÜT ASLANOĞLU (Devamla) – Evet, burada çözdük.

NURETTİN CANİKLİ (Giresun) – Bu da çözülür, sıkıntı yok.

FERİT MEVLÜT ASLANOĞLU (Devamla) – Evet.

Şimdi, Sayın Grup Başkan Vekili diyor ki…

NURETTİN CANİKLİ (Giresun) – Sorun yok.

FERİT MEVLÜT ASLANOĞLU (Devamla) – “Sorun yok” diyor, bunu bir teminat olarak alıyorum.

NURETTİN CANİKLİ (Giresun) – Kesinlikle.

FERİT MEVLÜT ASLANOĞLU (Devamla) – Yani, yerel basın susturulmayacak diyorsunuz…

NURETTİN CANİKLİ (Giresun) – Gelirleri azalmayacak.

FERİT MEVLÜT ASLANOĞLU (Devamla) – Gelirleri azalmayacak. O zaman ben de, bu sözü veriyorsanız…

NURETTİN CANİKLİ (Giresun) – Bunu ilan edebilirsiniz.

FERİT MEVLÜT ASLANOĞLU (Devamla) – …tüm yerel basın adına, kaybedilen bir şeyi tekrar yarattığınız için mi acaba teşekkür edeyim!

NURETTİN CANİKLİ (Giresun) – Hayır, hayır, olmadı ama daha!

FERİT MEVLÜT ASLANOĞLU (Devamla) – Kaybettiniz. Şu, yukarıdaki, Bayındırlık Komisyonundaki tasarıyı bir okuyun.

NURETTİN CANİKLİ (Giresun) – Hepsini okudum.

FERİT MEVLÜT ASLANOĞLU (Devamla) – Ben, duyarlılığınıza ve o Komisyonda gerek Milliyetçi Hareket Partili gerek CHP’li milletvekillerimin itiraz ettiği…

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

FERİT MEVLÜT ASLANOĞLU (Devamla) – Toparlıyorum.

BAŞKAN – Bir dakika ek süre veriyorum, tamamlayın lütfen.

FERİT MEVLÜT ASLANOĞLU (Devamla) – …benim milletvekili arkadaşlarımın bu konuya parmağını basarak muhalefet şerhi verdikleri bir şeyi eğer geri alacaksanız, bu kanun da o zaman burada görüşülürken herhâlde emeği geçen herkese teşekkür ediyorum ve bu konuda duyarlılık gösteren Milliyetçi Hareket Partili ve CHP’li Komisyon üyelerine de teşekkür ediyorum, hepinize saygılar sunuyorum. (CHP ve MHP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – Teşekkür ederim Sayın Aslanoğlu.

Gündem dışı üçüncü söz, çevre bilincinin gelişmesinde bisiklet ve bisiklet yolları yapımı konusunda söz isteyen İstanbul Milletvekili Sayın Alaattin Büyükkaya’ya aittir.

Buyurun Sayın Büyükkaya. (AK Parti sıralarından alkışlar)

Süreniz beş dakika.

3.- İstanbul Milletvekili Alaattin Büyükkaya’nın, çevre bilincinin geliştirilmesinde bisiklet ve bisiklet yolları yapımına ilişkin gündem dışı konuşması ve Çevre ve Orman Bakanı Veysel Eroğlu’nun cevabı

ALAATTİN BÜYÜKKAYA (İstanbul) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; çevre bilincinin gelişmesinde bisiklet ve bisiklet yolları yapımı konusunda gündem dışı söz almış bulunuyorum. Konuşmama başlamadan önce, hepinizi saygıyla, hürmetle selamlarım.

Sayın Başkan, değerli milletvekilleri, hepimiz bu dünyada yaşıyoruz. Canımız gibi, başka bir dünyamız da maalesef yok. Canımızı korumak ne kadar kutsalsa, yaşadığımız dünyayı korumak da o kadar kutsal ve vazgeçilmez.

O hâlde, çevremize ve dünyamıza sahip çıkmak zorundayız. Maalesef, bugüne kadar dünyamızı ve çevremizi çok hor kullandık. Çevremizi kirlettik, şimdi, kendi yaptıklarımızın cezasını çekiyoruz.

Dünyamızda bu kirlilik sonucunda oluşan 2-3 derecelik ısınma, kuraklığı, açlığı, yoksulluğu, bozulan hayat şartlarını ve sağlığımızı kaybetmekle karşı karşıya bizleri bıraktı.

Tehlike artık kapımızda. Dünya da telaş içinde. Bu yanlışın neresinden dönmeliyiz ve dönmek de zorundayız. Buna da mecburuz, çünkü, başka bir dünyamız yok.

Peki, bütün bu gelişmelere biz seyirci mi kalacağız? Yapacağımız elbette ki çok şey var. Artık, hayatımızı, yaşam tarzımızı, sanayimizi, üretimimizi, kısaca hayatın tüm safhalarını çevreye duyarlı, onu kirletmeden kullanan bir anlayışla planlamak zorundayız. İşte, bu noktada, ben, sizlere, günlük hayatımız açısından, hem kesemize hem sağlığımıza hem de çevremize faydalı bir araçtan bahsetmek istiyorum, bisiklet.

Bisiklet, acaba, sadece çocuklarımız için bir oyun aracı mı, yoksa, insanlığın vazgeçilmez ulaşım araçlarından biri mi? Önce bu sorunun doğru bir cevaplandırılması gerekiyor gerçekten. Evet, bisiklet, aslında, hem çevre, sağlık, tasarruf, spor, ulaşım ve trafik eğitimi, eğlence ve turizm yolları açısından ele alınmaya muhtaç bir araç. Günümüzde bisiklet o kadar önemli hâle geldi ki, özellikle büyük şehirlerde, metropollerde artık, bisiklet, inanılmaz bir şekilde teşvik ediliyor, çünkü dayanılmaz trafik sıkışıklığı ve petrol fiyatları bütün belediyeleri bu yönde tedbir almaya yöneltiyor. 1997 yılından bu yana 22 Eylül tarihi Otomobilsiz Kent Günü olarak ilan edildi ve dünyada bu şekilde kutlanılıyor ve halkın bu yöndeki desteği de yüzde 98. AB ülkelerinde bisikletin topluma sağladığı on iki fayda dikkate alınarak 0,50 euroluk teşvik primi ödeniyor bisikletle işe gidip gelenlere. AB ülkeleri, başta Belçika ve İngiltere olmak üzere, bisikletle ilgili bütün araçlara herhangi bir vergi koymuyor. 2007 yılında ciddi metro ağına sahip olmakla birlikte, New York 450 kilometre bisiklet yolu yaptı. AB ülkelerinden İsveç’te bugün Ericsson personelinin yüzde 70’i bisikletle gidip geliyor işe ve ayrıca Avrupa’da birçok pilot bölgede “Haydi okula bisikletle” kampanyaları düzenlenerek obezitenin önüne geçilmeye çalışılıyor. Kanada Hükûmeti, gene, bisikleti ayrı bir şekilde teşvik ediyor ve mesela Paris’te iki yıldan beri 20.600 bisiklet belirli noktalarda stoklanarak ücretsiz olarak halkın kullanımına sunulmuş durumda.

Evet, Amerika ve Avrupa Birliği ülkeleri ise 2029 yılına kadar üstü kapalı bisiklet yolları ve havada tüp bisiklet yolları planlamaktadırlar. Dünya Sağlık Örgütü ise “sağlıklı kent sertifikası” için bisiklet yollarını şart koşmaktadır ve bütün bunlar olurken, ayrıca, Avrupa ülkeleri toplu ulaşım araçlarına bisiklet konabilecek aparatlar monte etmektedir.

Peki dünyada bunlar olurken biz ne yapıyoruz?

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN – Bir dakika ek süre veriyorum.

Buyurun.

ALATTİN BÜYÜKKAYA (Devamla) – Bitiriyorum Sayın Başkanım.

Biz elimizi kolumuzu bağlı mı bırakmalıyız? Hayır. Önce, bisiklet için bisiklet yollarını yapmalıyız. Buradan bütün belediyelerimize, yol yapımından sorumlu olanlara ve şehir planlamacılarına seslenmek istiyorum: Eğer kesemizi, bisikleti düşünüyorsanız, bisiklete inanıyorsanız bisiklet yolları yapınız. Sadece, sağlı sollu bir metrelik yollar insanın hem kesesi için hem sağlığı için hem de çevreye duyarlı bir insan nesli için yeterli olacaktır. Onun için, bunu mutlaka yapmaya ve dünyada yapılanlara göz atmaya ihtiyacımız var.

Ayrıca, bir noktayı unutmadan söylemeliyim: Avrupa Birliği, alternatif turizm açısından 65.375 kilometrelik bir turizm ağı oluşturmakta bisiklet yoluyla. Bu ağa da mutlaka bağlanmalıyız turizmimizin gelişmesi için.

Evet, hep birlikte, sevgiye dayalı, çevreye saygılı bisikletli bir hayata ve sağlıklı bir geleceğe merhaba diyelim.

Hepinize saygılar sunuyorum. (AK Parti sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – Teşekkür ederim Sayın Büyükkaya.

Hükûmet adına Çevre ve Orman Bakanı Sayın Veysel Eroğlu; buyurun. (AK Parti sıralarından alkışlar)

Süreniz yirmi dakika.

ÇEVRE VE ORMAN BAKANI VEYSEL EROĞLU (Afyonkarahisar) – Çok değerli Başkanım, değerli milletvekilleri; hepinizi en derin saygılarımla selamlıyorum efendim.

Özellikle, konuşma yapan çok değerli milletvekillerimiz Reşat Doğru Beyefendi’ye, Mevlüt Aslanoğlu’na ve Alaattin Büyükkaya’ya da ayrıca konuşmalarından dolayı teşekkür ediyorum.

Ben, hem Tokat ile alakalı kısa bir malumat arz edeceğim hem de bisikletle alakalı çok güzel görüşlerinden dolayı Alaattin Bey’in konuşmalarına bazı ilaveler yaparak onu cevaplandırmak istiyorum müsaadenizle.

Efendim, evvela, Tokat, hakikaten önemli bir şehrimiz. Esasen Reşat Bey’in konuşmasını da ben dikkatle dinledim ancak, biz, Bakanlığımızla ilgili burada önemli yatırımlar yaptık, yapıyoruz. Özellikle DSİ olarak, biliyorsunuz, merkez Kızık Barajı ve sulamasını bitirmiştik Sayın Vekilim. Ayrıca, Bedirkale Barajı ve sulaması bitti zamanımızda. Ayrıca, Tokat Artova Dutluca sulamasını tamamladık. Bunun dışında, Tokat Pazar Bağlarbaşı taşkın koruma tesisi tamamlandı ancak şu anda Tokat’ta yapılacak daha çok şey var, onu biliyorum. Bilhassa Tokatlıların talep ettiği Güzelce Barajı vardı. Bu “iz” olarak bekliyordu, yani 1 lira bedelle. Ancak 2007 yılında, gelen talepler üzerine -hakikaten vatandaşlarımızın da ihtiyacı var- Güzelce Barajı’nı iz ödenekten kurtardık ve şu anda çalışmalar devam ediyor. Onu hızlandıracağız, bu müjdeyi vermek istiyorum.

Bunun dışında, bildiğiniz gibi, Süreyyeyabey Barajı her ne kadar sadece Niksar’ı, Tokat’ı ilgilendirmiyorsa da, o bölgedeki Yozgat dâhil pek çok şehrimizi ilgilendiriyor. O bakımdan Süreyyabey Barajı’na da hız verdik. Tokat da bundan en büyük ölçüde nasibini alacaktır.

Bunun dışında, bildiğiniz gibi Niksar’da Çanakçı Deresi’nin ıslahı acildi, bunu tamamlıyoruz. Erbaa ilçe merkezindeki İmbat Deresi’ni de bu sene bitirmek için talimat verdim. Ben, özellikle Tokat’a yapılan güzel çalışmalar olarak bu bilgileri vermek için söz aldım.

Bunun dışında da, Sayın Vekilim, diğer hususlarda, Bakanlığımla ilgili gerek çevre koruma gerekse DSİ’nin ilave yatırımları ve ağaçlandırma konusunda, erozyon kontrolü konusunda da, konuşmalarınızı dikkate alarak, gereğini yapacağız. Hatta yakın bir zamanda da Tokat’a giderek eksikleri yerinde göreceğiz. Onu özellikle belirteyim.

Bunun dışında, Alaattin Büyükkaya Beyefendi’ye de teşekkür ediyorum. Hakikaten bisiklet yollarının mutlaka teşvik edilmesi gerekir. Ben de görüşüne aynen katılıyorum. Esasen, bütün dünyayı tehdit eden küresel ısınmaya karşı alınabilecek en önemli tedbirlerden birisi de bisiklet kullanılmasının teşvik edilmesidir. Dolayısıyla, bu konu son zamanlarda ülkemizde de gündemde yerini almaya başlamıştır. Gelişmiş ülkeler, öncelikle sağlıklı bir ulaşım aracı için, daha sonra da küresel ısınmaya karşı ve hava kalitesinin özellikle daha da iyileştirilmesi ve kirlenmenin önlenmesine karşı olarak ve ekonomik katkısından dolayı bisiklet kullanımını yaygınlaştırmaya başlamışlardır. Hatta İngiltere’de, Londra’da, hatta Paris gibi büyükşehirlerde, bildiğiniz gibi, teşvik edilmektedir. Bilhassa Hollanda, Paris’te ve Londra’da özel bisiklet yolları vardır. Bilhassa egzoz ve gürültü kirliliğinin önlenmesinin yanında sağlıklı bir ulaşım tarzını da beraberinde getiren bisiklet hem şehir içi araç trafiğini azaltacak hem de otopark, yeni yollar gibi pahalı yatırımlar yerine daha basit ve ucuz yatırımları beraberinde getirecektir.

Gelişmiş ülkelerde sağlıklı ulaşım ve temiz çevre için kullanılan bisiklet, geri kalmış ülkelerde ekonomik yetersizlikler için kullanılmaktadır maalesef. Şehir içinde bisiklet yolları için ayrılmış uygun alanlar yapılıp güvenliği sağlanırsa trafik kazalarının da önüne geçilmiş olacaktır.

Trafikte bisiklet kullananlara saygı gösterilmesi, toplumun bu konudaki duyarlılığının artırılması da sağlanmalıdır. Çünkü bisikletle gidiyor diye bisiklet süren kişiye bazen saygı gösterilmiyor. Yani bisikletli ulaşım tarzının teşvik edilmesi için sivil toplum kuruluşları, karar vericiler, mahallî idareciler hep birlikte çalışmak durumundadırlar. Biz de Çevre ve Orman Bakanlığı olarak bu konuda gereken her türlü teşviki vereceğiz.

Değerli milletvekilleri, bilindiği üzere, sanayi hariç kent merkezlerindeki hava kirlenmesinin ana unsuru yüzde 70 oran ile motorlu taşıtlardır. Kentlerde hava kirlenmesinin önlenmesi, toplum sağlığının artırılması için bisiklet önemli bir çıkış noktasıdır bana göre. Ekonomik faydalar ise neredeyse milyar dolarlarla ifade edilmektedir. Bilhassa son zamanlarda, biliyorsunuz, petrolün varili neredeyse 150 dolara kadar yükselmektedir. Hâlbuki 2002 yılında 20 dolar seviyesindeydi. Dolayısıyla mutlaka bisiklet kullanımının yaygınlaştırılması şarttır.

Bir de şunu özetle vurgulamak istiyorum: İnsan için -şehirlere baktığımız zaman- ulaşım ihtiyaçlarının yüzde 50’sinin kısa mesafelerde, yani 3 ile 5 kilometre arasında gerçekleşmektedir. Dolayısıyla kısa mesafelerde, yani 3-5 kilometre mesafedeki insanın şehirdeki ihtiyacının yüzde 50’si karşılanmaktadır. Bisiklet kullanımı gerçekten uygun bir araç olarak göze çarpmaktadır.

Avrupa Birliği tarafından, ulaşımda yüzde 25’lik payın bisiklete yönlendirilmesi hedeflenmektedir. Şu anda Avrupa Birliği yüzde 25 –dörtte 1 yani- bisiklet kullanımı hedefliyor. Biz de bisiklete sahip çıkarak, hem çevreyi hem de toplum sağlığını hem de ekonomimizi korumayı hedef ediyoruz.

Bisiklet, aynı zamanda deprem sonrası da halkın ve görevlilerin kullanabileceği yegâne araç. Ben bilhassa 1999 depremini yaşadım, orada bir grup başkanıydım; su, elektrik, altyapı grup başkanıydım. O zamanki sıkıntı, yolların kapanması, ulaşım imkânlarının zorluğunu yaşadık. Dolayısıyla, bisikletle bazı yerlere ulaşmak kolay oldu. Onu da özellikle belirteyim. Dolayısıyla bisiklet yollarının ayrılması şarttır.

Bakanlığımızın faaliyetlerine gelince: 1997 yılından bu yana, her yıl 22 Eylül tarihinde bütün dünyada ve ülkemizde kutlanan “Car Free Day” -yani “otomobilsiz günler” diyelim- faaliyetine biz destek veriyoruz. Bütün illerimizde sivil toplum kuruluşlarıyla birlikte yapılan çeşitli çalışmalarla, o gün, yani 22 Eylül günlerinde ve haftasında kutlamalar yapılmakta. Ayrıca, Birleşmiş Milletler Çevre Programı kapsamında 1972 yılından beri bütün dünyada kullanılan 5 Haziran Dünya Çevre Günü’ndeki bu yılki mesaj “Alışkanlıklarınızdan vazgeçin. Karbon azaltımına doğru.” şeklinde bir tema işlenmiştir. Bu kapsamda, tabii, bilindiği üzere, 5 Haziran Dünya Çevre Günü ve haftası kutlama şenliklerinde İstanbul’da, Değerli Milletvekilimizin de katıldığı çok güzel bir faaliyet gerçekleştirilmiştir. Bilhassa, 3 bin kadar bir bisikletçi grubu Taksim’den başlayarak, ta Harem’e kadar, Boğaz Köprüsü’nden geçerek, böyle bir faaliyete katılmışlardır. Burada vatandaşların, özellikle kısa mesafelerde, 3-5 kilometre mesafelerde motorlu araçlar yerine bisikleti kullanması vurgulanmış, ayrıca, belediyelerimizin bilhassa bisiklet yolları -fazla değil, 1 metrelik yol- ayırması ve bunun yaygınlaştırılmasının teşvik edilmesi kararlaştırılmıştır. Hatta ben orada ilan ettim, Türkiye’de bisiklet yolları ve bisikletle ilgili sistemi kuran ilk üç belediyeye Çevre ve  Orman Bakanlığı olarak maddi destek vereceğimizi de ifade ettim sayın milletvekillerimiz. Hakikaten bu önemlidir. Ben, Paris ve Londra’yı incelediğim zaman gerçekten takdir ettim, şöyle ki: Belli bisikletler var, bisikletin muhafaza edildiği alanlar var. Bu alanlarda vatandaş kredi kartı gibi kartla bisiklet alıyor, istediği yere kadar gidiyor, böylece orada bisikleti bırakıyor. Bunu aylık kullanırsa çok cüzi bir miktarda… Hatta belli, bir iki saat içinde kullanırsa para dahi ödemiyor. Yani böyle muhteşem bir sistem kurmuşlar. Böylece metrodan veyahut da toplu taşım aracından inen vatandaş evine kadar giderken, rahatlıkla bisiklet yollarından çok kısa bir sürede gidebiliyor hem de o gün bir antrenman yani idman yaptığı için de sağlık açısından da gerçekten faydalı oluyor.

Bu bakımdan, özellikle belediyelerimizden bu konuda gerçekten çalışma yapmalarını ve önce bu bisiklet yolları ve sistemi kuran ilk üç belediyeye de  Bakanlığımızın maddi destekte, katkıda bulunacağını ifade ediyorum.

Ben böylece, hepinize sağlıklı bir ulaşım, sağlıklı bir hayat diliyorum. En derin saygılarımı sunuyorum efendim, sağ olun. (AK Parti sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – Teşekkür ederim Sayın Bakan.

Gündeme geçiyoruz.

Başkanlığın Genel Kurula sunuşları vardır.

Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığının bir tezkeresi vardır, okutup bilgilerinize sunacağım.

V.- BAŞKANLIĞIN GENEL KURULA SUNUŞLARI

A) Tezkereler

1.- Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanı Köksal Toptan’ın, Azerbaycan Millî Meclisi Başkanı Oktay Asadov’un resmî davetine icabet edecek olan Parlamento heyetini oluşturmak üzere siyasi parti gruplarınca bildirilen isimlere ilişkin Başkanlık tezkeresi (3/472)

                                                                                                                17 Haziran 2008

Türkiye Büyük Millet Meclisi Genel Kuruluna

Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanı Köksal Toptan’ın, Azerbaycan Milli Meclisi Başkanı Oktay Asadov’un davetine icabetle, beraberinde bir Parlamento heyetiyle, Azerbaycan’a resmî ziyarette bulunması, Türkiye Büyük Millet Meclisi’nin Dış İlişkilerinin Düzenlenmesi Hakkında 3620 Sayılı Kanun’un 6. Maddesi uyarınca, Genel Kurul’un 27 Mayıs 2008 tarihindeki 105. Birleşiminde kabul edilmiştir.

Anılan Kanun’un 2. Maddesi uyarınca, Heyetimizi oluşturmak üzere Siyasi Parti Gruplarınca bildirilen isimler Genel Kurul’un bilgilerine sunulur.

                                                                                                            Köksal Toptan

                                                                                                Türkiye Büyük Millet Meclisi

                                                                                                                 Başkanı

Adı Soyadı                                               Seçim İli

Ensar Öğüt                                               Ardahan

Güldal Akşit                                            İstanbul

Atila Kaya                                                İstanbul

Kerim Özkul                                            Konya

Dilek Yüksel                                            Tokat

BAŞKAN – Bilgilerinize sunulmuştur.

Sözlü soru önergesinin geri alınmasına dair bir önerge vardır, okutuyorum:

B) ÖNERGELER

1.- Bursa Milletvekili İsmet Büyükataman’ın (6/668) esas numaralı sözlü sorusunu geri aldığına ilişkin önergesi (4/63)

Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına

Gündemin sözlü sorular kısmının 299 uncu sırasında yer alan (6/668) esas numaralı sözlü soru önergemi geri alıyorum.

Gereğini saygılarımla arz ederim.

                                                                                                        İsmet Büyükataman

                                                                                                                   Bursa

BAŞKAN – Sözlü soru önergesi geri verilmiştir.

Ülkemizde Yaşanan Çevre Sorunlarının Araştırılarak Sürdürülebilir Çevre Politikası İçin Alınması Gereken Önlemlerin Belirlenmesi Amacıyla Kurulan Meclis Araştırması Komisyonunun başkan, başkan vekili, sözcü ve kâtip seçimine dair bir tezkeresi vardır, okutuyorum:

A) Tezkereler (Devam)

2.- (10/3, 8, 12, 28, 31, 33, 38, 42, 47, 56, 59, 62, 64, 65, 68, 71, 84, 87, 89, 98, 101, 119, 145, 146) esas numaralı Meclis Araştırma Komisyonu Geçici Başkanlığının, Komisyonun başkan, başkan vekili, sözcü ve kâtip üye seçimine ilişkin tezkeresi (3/471)

                                                                                                               17.06.2008

Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına

Komisyonumuz, Başkan, Başkanvekili, Sözcü ve Katip üyelerini seçmek üzere 17.06.2008 günü saat 18:30’da B Blok 2. Kat 4. Banko’daki Araştırma Komisyonu Toplantı Salonunda 16 Üye ile toplanmış ve aşağıda isimleri yazılı sayın üyeler belirtilen görevlere seçilmişlerdir.

                                                                                                            Recep Yıldırım

                                                                                                                 Sakarya

                                                                                                   Komisyon Geçici Başkanı

                                      Adı ve Soyadı                        Seçim Bölgesi             Aldığı Oy

Başkan                  :       Nuri Uslu                                   Uşak                              9

Başkanvekili         :       Recep Yıldırım                           Sakarya                         8

Sözcü                    :       Kayhan Türkmenoğlu                 Van                               8

Katip                     :       Birnur Şahinoğlu                        Samsun                         7

BAŞKAN – Bilgilerinize sunulmuştur.

Meclis araştırması açılmasına ilişkin üç önerge vardır, önergeleri okutuyorum:

C) Meclis Araştırması Önergeleri

1.- Kahramanmaraş Milletvekili Durdu Özbolat ve 34 milletvekilinin, Ankara’ya verilen Kızılırmak suyuyla ilgili iddiaların araştırılarak alınması gereken önlemlerin belirlenmesi amacıyla Meclis araştırması açılmasına ilişkin önergesi (10/218)

 

Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına

Ankara Büyükşehir Belediyesi tarafından Kesikköprü'den getirilen Kızılırmak suyunun, içme suyu olarak kalitesi, içeriğindeki maddelerin insan sağlığı açısından zararlı olduğu yönünden yoğun tartışmalara yol açmaktadır. Anayasanın 98 inci, Türkiye Büyük Millet Meclisi İçtüzüğünün 104 üncü ve 105 inci maddeleri uyarınca Meclis araştırması açılmasını saygılarımızla arz ve teklif ederiz.

1) Durdu Özbolat                                            (Kahramanmaraş)

2) Selçuk Ayhan                                             (İzmir)

3) Nesrin Baytok                                             (Ankara)

4) Mehmet Ali Susam                                     (İzmir)

5) Canan Arıtman                                            (İzmir)

6) Bayram Ali Meral                                       (İstanbul)

7) Tekin Bingöl                                               (Ankara)

8) Ahmet Küçük                                             (Çanakkale)

9) Orhan Ziya Diren                                        (Tokat)

10) Oğuz Oyan                                               (İzmir)

11) Zekeriya Akıncı                                        (Ankara)

12) Tacidar Seyhan                                         (Adana)

13) Sacid Yıldız                                              (İstanbul)

14) Ali Oksal                                                  (Mersin)

15) Atila Emek                                                (Antalya)

16) Turgut Dibek                                            (Kırklareli)

17) Metin Arifağaoğlu                                    (Artvin)

18) Ergün Aydoğan                                        (Balıkesir)

19) Fatma Nur Serter                                      (İstanbul)

20) Muhammet Rıza Yalçınkaya                     (Bartın)

21) Bülent Baratalı                                          (İzmir)

22) Rasim Çakır                                              (Edirne)

23) Ahmet Ersin                                              (İzmir)

24) Mevlüt Coşkuner                                      (Isparta)

25) Necla Arat                                                 (İstanbul)

26) Akif Ekici                                                 (Gaziantep)

27) Ali Koçal                                                 (Zonguldak)

28) Abdullah Özer                                          (Bursa)

29) Şevket Köse                                              (Adıyaman)

30) Vahap Seçer                                              (Mersin)

31) Abdulaziz Yazar                                       (Hatay)

32) Atilla Kart                                                 (Konya)

33) Ali Rıza Ertemür                                       (Denizli)

34) Gökhan Durgun                                        (Hatay)

35) Gürol Ergin                                               (Muğla)

Gerekçe: Küresel ısınmanın çevre ve doğada ortaya çıkan zararlı sonuçlarından birisi de içilebilir su kaynaklarının azalmasıdır. Yıllık yağış miktarının azalmasıyla ortaya çıkan kuraklık tehlikesi şehirlerin içme suyu tedariki sorununu da ortaya çıkarmıştır. Barajlarda biriken yağmur sularının azalmasıyla birlikte bütün büyük şehirlerimizde olduğu gibi, Başkent Ankara'mızın da içme suyu sorunu ciddi ve ivedi çözüm bekleyen bir hal almıştır. Bu sorunun giderilmesi amacıyla Kızılırmak suyunun Ankara'ya getirilmesi çalışmaları başlatılmış ve uzun çalışmalar sonunda şehir şebekesine "gizlice" su verilmeye başlanmıştır.

Kızılırmak suyunun Ankara'ya getirilme çalışmalarının başlangıcından günümüze, Belediye Başkanı Sayın Melih Gökçek ve Ankara halkı arasında yoğun tartışmalar yaşanmaktadır. Ankara halkı tartışmalarını sivil toplum örgütleri aracılığıyla yürütmektedir. Belediye ve STÖ'ler karşılıklı raporlar sunarak "suyun içilebilir mi, içilemez mi olduğu" hakkındaki görüşlerini açıklamışlardır.

Konu "insan sağlığı" olduğu için, içme suyunun kısa veya uzun vadede ortaya çıkarabileceği sorunlar, görmezden gelinemez bir durum olarak karşımıza çıkmaktadır.

Önceki yıllarda DSİ tarafından "Bolu-Gerede'den getirilecek suyun daha sağlıklı olacağına ilişkin" o zamanki genel müdür şimdiki Çevre Bakanı Sayın Veysel Eroğlu'nun görüşü, Sayın Melih Gökçek tarafından kabul görmemiş, maliyet hesapları düşünülerek, suyun DSİ tarafından getirilmesi istenmiştir. Bu tartışmalardan sonra, geçen yıl (2007'de) yaşanan kuraklık sonucu, Ankara günlerce susuz kalmış, basına yansıyan rakamlara göre, 700 milyon dolar civarı bir maliyetle, Kızılırmak suyunu getirme çalışmalarına "Ciddi bir araştırma yapılmadan" başlanmıştır.

Bolu-Gerede suyunun getirilmesinin maliyeti ve şimdi uygulanan çözümün hangi ihale yöntemiyle yapıldığı muğlaktır. Hangi şirketlere hangi usulle ihale edilmişse kamuoyuna açıklanmalıdır.

Kızılırmak suyu, Ankara'ya Kesikköprü'den getirilmektedir. Buraya kadar, Sivas, Kayseri, Kırşehir ve Nevşehir üzerinden gelmekte ve bu şehirlerin bütün atıklarını da taşımaktadır. Ayrıca yolu üzerindeki fabrika atıkları ve tarlalarda kullanılan zirai ilaçların karışımıyla iyice kirlenmektedir. Kızılırmak nehri ve onu besleyen su havzasında yüzeyleyen kaya birimlerinin içerdiği mineraller, suyun kirlenmesinde etken bir rol oynamaktadır.

Büyükşehir Belediye Başkanlığı ve meseleye siyasi bir gözlükle bakan kurumlar dışındaki bütün araştırma raporları, bu suyun içilmesinin tehlikeli sonuçlarına işaret etmektedir. Kızılırmak suyunun içeriğinde bulunan, sülfür, sülfat, kadmiyum ve arsenik etkisinin mevcut arıtma sistemleriyle içme suyu haline getirilmesinin mümkün olmadığı ifade edilmesine rağmen aynı su "harmanlama" yöntemiyle şehir şebekesine verilmiştir.

Ankara Ticaret Odası, Jeoloji Mühendisleri Odası, Tabip Odaları ve Tıp Kurumu gibi, Tüketici Hakları Derneği gibi ciddi Sivil Toplum örgütlerimizin yaptırmış olduğu tahlil ve raporlar dikkate alınmadan Kızılırmak suyu Ankara halkına üstelik "gizlice" içirilmiştir.

Ankara'nın günlük su ihtiyacı açıklanan rakamlara göre 800 bin m3'tür.

Kızılırmak'tan günde 750 bin m3 su getirilmesi planlanmaktadır. Yaz aylarında barajlardaki su seviyesi iyice düştüğü takdirde "belediye tarafından açıklanan rakamlara" göre şimdi 1/6 düzeyinde yapılan harmanlama o zaman nasıl yapılacaktır. Kızılırmak suyunun debisi yaz aylarında bu seviyede su çekilmesini karşılayabilecek midir? Kesikköprü'den sonra devam eden Kızılırmak havzasında su sorunu ortaya çıkmayacak mıdır? Susuzluğun yaratacağı çevre sorunlarına ilişkin herhangi bir önlem alınmış mıdır?

Başkent Ankara'da yaşayan dört milyon vatandaşımızı ilgilendiren içme suyu sorunu, getirilen suyun kalitesi nedeniyle tartışmalara neden olmaktadır. İnsan sağlığı hiçbir siyasete alet edilemeyecek kadar önemlidir. Bu nedenle bu sorunun Yüce Meclisimiz tarafından oluşturulacak bir komisyon tarafından incelenmesini Anayasanın 98, İçtüzüğün 104 ve 105. maddeleri gereğince arz ve teklif ederiz.

2.- Bursa Milletvekili Abdullah Özer ve 33 milletvekilinin, Bursa Karacabey sahillerinden kaçak kum çekilmesinin araştırılarak alınması gereken önlemlerin belirlenmesi amacıyla Meclis araştırması açılmasına ilişkin önergesi (10/219)

Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına

Bursa İli Karacabey ilçesi'ne bağlı Boğaz sahillerinde İstanbul'dan kaçak olarak gelen kosterler vasıtası ile deniz içinden her gece kum çekildiği tespit edilmiştir. Kaçak kum çeken kosterler, İmralı adasının özel kullanımına kadar Gemlik Körfezi' nin değişik yerlerinde de boy göstermekteydi. Armutlu, Fıstıklı ve Narlı sahillerinde ikamet eden vatandaşlarımızdan da geçmiş dönemde bu doğrultuda şikâyetler gelmiştir. Karacabey ilçesi sahillerinden kaçak kum kosterleri tarafından düzenli çekilen kumlar bölgedeki doğal yapının bozulmasına neden olmaktadır. Nilüfer deresinin denize döküldüğü yer olan bölge, çamurdan bataklığa dönüşmüş durumdadır. Denizden kaçak yollar ile kum çekildiği için mevcut alanda delta oluşmuş durumdadır. Bölgede denizin 400 metre içeri girdiği tespit edilmiştir. Geçmiş yıllarda bölgede yapılan deniz fenerinin şu sıralarda sular altında kalışı doğal dengenin tahribatı anlamında önemli bir göstergedir. Karacabey boğazında çok önemli iki doğal dalyan bulunmaktadır. Yılan balıklarının Güney Amerika ile karşılıklı gidiş gelişlerinde, üreyebilmeleri için mevcut bölge, son alan olması dolayısı ile önemli bir merkez konumundadır. denizle dalyan arasında kaçak kum çekme işlemi öncesinde 150-200 metrelik bir kara girişi varken, bugün aradaki mesafe 1 metreye kadar düşmüş bulunmaktadır. Karacabey Boğazında kaçak kum çekme işleminin devam etmesi durumunda mevcut dalyanlar denizle kavuşacaklar ve tüm özellikleri ortadan kalkacaktır. Böyle bir durumun cereyan etmesi dünyanın en önemli balıklarından biri olan yılan balığının üreme sahasını ortadan kaldıracağı gibi diğer balık türlerinin de yumurta bırakabileceği dalyan bulunmayacaktır. Bu duruma en açık örneği bölgede geçimini balıkçılık yaparak sağlayan vatandaşlar vermektedir. Daha önce bu bölgeden kalkan balığı çeken balıkçıların ağlarına 1.5 aydır hiç balık vurmadığı bilgisi tehlikenin boyutlarını gözler önüne sermektedir. Öte yandan Karacabey Boğazından kaçak yollarla her gece düzenli olarak çıkartılan kumların inşaatlarda kullanılması olası bir deprem durumunda çok büyük tehlikelere yol açacaktır. Deniz kumlarının çok iyi yıkanması koşulu ile inşaatlarda kullanımının serbest olduğu malumdur. Ancak kaçak yollardan denizden kum çeken ve bölgedeki doğal dengenin bozulmasına aldırış etmeyen art niyetli kişilerin maliyet unsurunu göz önünde bulundurarak deniz kumunu yıkama işleminde de aynı art niyeti göstermesi kuvvet ile muhtemeldir. Karacabey Boğazında İstanbul'dan her gece düzenli olarak gelip kaçak kum çekme işlemi gerçekleştiren kosterler ve bağlı bulunduğu firmalar ile ilgili olarak kanuni işlem başlatılması, ilgililere cezai yaptırım uygulanması ve bölgeden kaçak kum alımının önlenmesi için Anayasanın 98 inci İçtüzüğün 104 ve 105 inci maddeleri gereğince Türkiye Büyük Millet Meclisince Meclis Araştırması istiyoruz. 04/06/2008

Saygılarımızla

1) Abdullah Özer                                           (Bursa)

2) Mehmet Ali Özpolat                                  (İstanbul)

3) Bayram Ali Meral                                     (İstanbul)

4) Oğuz Oyan                                               (İzmir)

5) Canan Arıtman                                          (İzmir)

6) Ali Oksal                                                   (Mersin)

7) Tekin Bingöl                                             (Ankara)

8) Ahmet Küçük                                            (Çanakkale)

9) Tacidar Seyhan                                          (Adana)

10) Selçuk Ayhan                                          (İzmir)

11) Sacid Yıldız                                             (İstanbul)

12) Orhan Ziya Diren                                    (Tokat)

13) Ferit Mevlüt Aslanoğlu                           (Malatya)

14) Atila Emek                                              (Antalya)

15) Turgut Dibek                                           (Kırklareli)

16) Nesrin Baytok                                         (Ankara)

17) Metin Arifağaoğlu                                   (Artvin)

18) Ergün Aydoğan                                       (Balıkesir)

19) Ahmet Ersin                                            (İzmir)

20) Mevlüt Coşkuner                                    (Isparta)

21) Mehmet Ali Susam                                 (İzmir)

22) Fatma Nur Serter                                     (İstanbul)

23) Muhammet Rıza Yalçınkaya                   (Bartın)

24) Bülent Baratalı                                         (İzmir)

25) Rasim Çakır                                            (Edirne)

26) Necla Arat                                               (İstanbul)

27) Akif Ekici                                                (Gaziantep)

28) Ali Koçal                                                (Zonguldak)

29) Zekeriya Akıncı                                       (Ankara)

30) Vahap Seçer                                            (Mersin)

31) Abdulaziz Yazar                                      (Hatay)

32) Atilla Kart                                               (Konya)

33) Ali Rıza Ertemür                                     (Denizli)

34) Gürol Ergin                                             (Muğla)

3.- İstanbul Milletvekili Çetin Soysal ve 34 milletvekilinin, İstanbul’daki su havzalarının durumunun araştırılarak alınması gereken önlemlerin belirlenmesi amacıyla Meclis araştırması açılmasına ilişkin önergesi (10/220)

Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına

İklim değişiklikleri ve küresel ısınma nedeniyle ortaya çıkan kuraklık hayatı tehdit eder boyutlara gelmiştir. Kuraklık yaşam kalitesi ve insan sağlığı açısından son derece önemli bir konudur. Çünkü su yaşamın kaynağıdır. Suyun korunması ve sağlıklı kullanımı için gereken tedbirlerin ivedilikle alınması gerekmektedir. Suyun toplandığı su havzaları bu noktada daha da önem kazanmaktadır. İstanbul'daki su havzaları yapılaşma nedeniyle tehdit altındadır. İstanbul Büyükşehir Belediyesi ve İSKİ su havzalarını koruma konusunda yetersiz kalmaktadır. İstanbul'un içme suyu kaynaklarını kirlenmeye karşı koruyacak önlemleri almakla sorumlu olan İSKİ tarafından hazırlanan ve İstanbul Büyükşehir Belediye Meclisince kabul edilen İçme Suyu Havzaları Koruma ve Kontrol Yönetmeliği su havzalarını koruma açısından eksik ve yanlış düzenlemeler içermektedir.

Söz konusu yönetmelikle yapılaşmanın önünün kesilmesi gerekirken aksine yapılaşmanın önü açılmış, mutlak koruma alanlarına konut yapılmasına izin verilmiştir. Sivil toplum kuruluşlarının, odaların yönetmelikle ilgili olarak açtığı davalar sonucunda verilen yargı kararları önemsenmemiş, yeni yönetmelikler hazırlanmıştır.

İstanbul'un Avrupa Yakası'nda Sazlıdere ile Alibeyköy su havzalarının, Anadolu'da ise Ömerli ile Elmalı su havzalarının kaçak ve aşırı yapılaşma nedeniyle tehdit altında olduğu görülmektedir. Şehir plancılığını ve bilimsel planlama ilkelerini hiçe sayarak ranta ve yandaşlara çıkar sağlayıcı yapılaşmalara ağırlık veren bir zihniyetle yapılan planlara göz yumulması mümkün değildir. İstanbul'un şu andaki durumu bu anlayışla yapılan çarpık yapılaşmanın sonucudur.

Basına yansıyan haberlere göre İSKİ, İstanbul'un içme suyu kaynaklarını korumak için hazırlanan Havza Yönetmeliğini dikkate almadan imar planı yapan 20 belediye hakkında bugüne kadar 68'i imar planı iptali, 141'i ruhsat iptali olmak üzere toplam 209 dava açmıştır.

İçme Suyu Havzaları Koruma ve Kontrol Yönetmeliği'nin 5.maddesinin a bendinde: "İçme ve kullanma suyu kaynakları içinde ve havzasında suların kirlenmesine sebep olacak faaliyetler yapılamaz. Su veriminin azalmasına, rejimin bozulmasına neden olabilecek hiçbir faaliyette bulunamaz."

Yine 5. maddenin b bendinde "imar planlarının hazırlanması ve revize edilmesi için İSKİ'nin görüşünün alınması şarttır." denilmektedir.

Uygulamalar yönetmeliğin önemsenmediğini, İSKİ'nin görüşlerinin yapılan plan tadillerinde etkili olmadığını göstermektedir. Birkaç örnek vermek gerekirse:

Çekmeköy 56 ada, 4 parsel 95 dönüm İSKİ'nin su toplama havzası İSKİ'nin olumsuz görüşüne rağmen konut alanı olmuştur.

Elmalı Barajı

Havza sınırları içinde yeşil alan azaldığı için Park Bahçeler Müdürlüğü'nün olumsuz görüşü mevcut, Ulaşım Planlama Müdürlüğü'nün olumsuz görüşü var ayrıca İSKİ Genel Müdürlüğü itirazında "yapılan plan değişikliğinde kişilere özgü parsel ayrıcalığı tanınmıştır. Bu durum İmar Kanunu’na aykırıdır" demektedir.

Ömerli Su Toplama Havzası’nda, Samandıra Belediye Binası ihalesini Büyükşehir Belediyesi açmıştır. İnşaat başlamış hatta kabası bitmiştir. İSKİ yasal yollara başvurmuş ve binayı mühürletmiştir. Belediyeye bağlı bir hizmet binası, belediyeye bağlı bir başka kurum olan İSKİ tarafından mühürlenmiştir.

Sayılan örnekler İstanbul'daki su havzalarının durumunu ortaya koymaktadır.

Her alanda olduğu gibi bu alanda da bilimsel çalışmalara önem verilmesi, konusunda uzman kişi ve kuruluşlar!a birlikte çalışmalar yapılması gerekmektedir.

Su havzalarının korunması için yapılaşmanın önüne geçilmelidir.

Su kaynakları etkin ve verimli bir şekilde kullanılmalıdır.

Mevcut su kaynaklarının kirlenmesini engelleyecek yasa ve yönetmeliklerin yapılması ve bunların doğru bir şekilde uygulanması gerekmektedir.

İstanbul'daki su havzalarının durumu ve su havzaları ile ilgili olarak alınacak tedbirlerin tespiti amacıyla, Anayasa’nın 98. ve Türkiye Büyük Millet Meclisi İçtüzüğü’nün 104. ve 105. maddeleri gereğince Meclis araştırması açılmasını arz ve teklif ederiz. 03.06.2008

1) Çetin Soysal                                                (İstanbul)

2) Mehmet Ali Özpolat                                   (İstanbul)

3) Mehmet Ali Susam                                     (İzmir)

4) Nesrin Baytok                                             (Ankara)

5) Canan Arıtman                                            (İzmir)

6) Ali Oksal                                                    (Mersin)

7) Tekin Bingöl                                               (Ankara)

8) Ahmet Küçük                                             (Çanakkale)

9) Necla Arat                                                   (İstanbul)

10) Selçuk Ayhan                                           (İzmir)

11) Abdullah Özer                                          (Bursa)

12) Tacidar Seyhan                                         (Adana)

13) Sacid Yıldız                                              (İstanbul)

14) Ferit Mevlüt Aslanoğlu                             (Malatya)

15) Orhan Ziya Diren                                      (Tokat)

16) Atila Emek                                                (Antalya)

17) Turgut Dibek                                            (Kırklareli)

18) Metin Arifağaoğlu                                    (Artvin)

19) Ergün Aydoğan                                        (Balıkesir)

20) Ahmet Ersin                                              (İzmir)

21) Fatma Nur Serter                                      (İstanbul)

22) Muhammet Rıza Yalçınkaya                     (Bartın)

23) Bülent Baratalı                                          (İzmir)

24) Mevlüt Coşkuner                                      (Isparta)

25) Rasim Çakır                                              (Edirne)

26) Akif Ekici                                                 (Gaziantep)

27) Ali Koçal                                                  (Zonguldak)

28) Bayram Ali Meral                                     (İstanbul)

29) Zekeriya Akıncı                                        (Ankara)

30) Vahap Seçer                                              (Mersin)

31) Abdulaziz Yazar                                       (Hatay)

32) Atilla Kart                                                 (Konya)

33) Ali Rıza Ertemür                                       (Denizli)

34) Gökhan Durgun                                        (Hatay)

35) Gürol Ergin                                               (Muğla)

BAŞKAN – Bilgilerinize sunulmuştur.

Önergeler gündemdeki yerlerini alacak ve Meclis araştırması açılıp açılmaması konusundaki görüşmeler sırası geldiğinde yapılacaktır.

Alının karar gereğince, sözlü soru önergeleri ile diğer denetim konularını görüşmüyor ve gündemin “Kanun Tasarı ve Teklifleri ile Komisyonlardan Gelen Diğer İşler” kısmına geçiyoruz.

VI.- KANUN TASARI VE TEKLİFLERİ İLE KOMİSYONLARDAN

GELEN DİĞER İŞLER

A) Kanun Tasarı ve Teklifleri

1.- Tapu Kanununda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Tasarısı ve Adalet Komisyonu Raporu (1/568) (S. Sayısı: 223)

BAŞKAN – 1’inci sırada yer alan, Tapu Kanununda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Tasarısı’nın komisyona geri verilen maddesiyle ilgili komisyon raporu Başkanlığımıza henüz verilmediğinden tasarının görüşmeleri ertelenmiştir.

2’nci sırada yer alan Yükseköğretim Kanununda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Tasarısı ile Millî Eğitim, Kültür, Gençlik ve Spor Komisyonu Raporu’nun görüşmelerine kaldığımız yerden devam edeceğiz.

2.- Yükseköğretim Kanununda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Tasarısı ile Millî Eğitim, Kültür, Gençlik ve Spor Komisyonu Raporu (1/591) (S. Sayısı: 238) (x)

BAŞKAN – Komisyon? Burada.

Hükûmet? Burada.

2’nci maddeyi okutuyorum:

MADDE 2- 2547 sayılı Yükseköğretim Kanununun 13 üncü maddesinin (a) fıkrasının birinci paragrafı aşağıdaki şekilde değiştirilmiştir.

“Devlet üniversitelerinde rektör, profesör akademik unvanına sahip kişiler arasından görevdeki rektörün çağrısı ile toplanacak üniversite öğretim üyeleri tarafından seçilecek adaylar arasından Cumhurbaşkanınca atanır. Rektörün görev süresi 4 yıldır. Süresi sona erenler aynı yöntemle yeniden atanabilirler. Ancak iki dönemden fazla rektörlük yapılamaz. Rektör, üniversite veya yüksek teknoloji enstitüsü tüzel kişiliğini temsil eder. Rektör adayı seçimleri gizli oyla yapılır. Oy veren her öğretim üyesi oy pusulasına yalnız bir isim yazabilir. Birinci toplantıda öğretim üyelerinin en az yarısının hazır bulunması şarttır. Bu sağlanamadığı takdirde toplantı 48 saat ertelenir ve nisap aranmaksızın seçime geçilir. Bu toplantıda en çok oy alan altı kişi aday olarak seçilmiş sayılır. Yükseköğretim Genel Kurulunun bu adaylar arasından seçeceği üç kişi Cumhurbaşkanlığına sunulur. Cumhurbaşkanı, bunlar arasından birini seçer ve rektör olarak atar. Yeni kurulan üniversitelere rektör adayı olarak başvuran profesörler arasından Yükseköğretim Genel Kurulunun seçeceği üç aday Cumhurbaşkanlığına sunulur. Cumhurbaşkanı, bunlar arasından birini seçer ve rektör olarak atar. Vakıflarca kurulan üniversitelerde rektör adaylarının seçimi ve rektörün atanması ilgili mütevelli heyet tarafından yapılır.”

BAŞKAN – Madde üzerinde gruplar adına ilk söz Milliyetçi Hareket Partisi Grubu adına Ahmet Duran Bulut, Balıkesir Milletvekili.

Buyurun Sayın Bulut. (MHP sıralarından alkışlar)

MHP GRUBU ADINA AHMET DURAN BULUT (Balıkesir) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; 238 sıra sayılı Yükseköğretim Kanununda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Tasarısı’nın 2’nci maddesinde Milliyetçi Hareket Partisi Grubu adına söz almış bulunuyorum. Bu vesileyle yüce milletimizi ve muhterem heyetinizi saygıyla selamlıyorum.

Geçtiğimiz hafta Türk dünyası 3 değerli şahsiyeti kaybetti: Değerli bestekâr Avni Anıl, “Türkiyem” şiirinin yazarı Dilaver Cebeci ve Kırgız kardeşlerimizin içinden çıkan büyük usta, büyük edebiyatçı Cengiz Aytmatov. Türk kültürüne, sanatına katkılarından dolayı bu değerli şahsiyetlere Allah’tan rahmet, Türk dünyasına başsağlığı diliyorum.

Bu vesileyle, yine geçtiğimiz hafta çok ihtiyacımız olan, birlik ve beraberliğimizin pekişmesine vesile olan, bir zafere damga vurmuş olan Türk Millî Futbol Takımı’nın başarısından dolayı değerli futbolcularımızı, yöneticilerini tebrik ediyor, bundan sonraki maçlarında da başarılar diliyoruz.

Getirilen 238 sıra sayılı Yükseköğretim Kanununda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Tasarısı’nın 2’nci maddesinde belirtilen üniversitelerin rektör seçimindeki usul ve esaslar noktasında bir teklifimi arz etmek istiyorum. Rektör, sadece atananların değil, hizmet verenlerin değil, aynı zamanda hizmet alanların da rektörüdür. Öğretim görevlilerinin oylarıyla teklif edilen rektör adaylarının, binlerce öğrencinin oylarıyla seçilen öğrenci konseyi başkanlarının da burada tercihlerini belirtmesi gerektiğini ifade ediyorum. Rektör adayı seçiminde yıllardır görmekteyiz ki neredeyse bir siyasi arenaya döndürülerek, adayların etrafında gruplaşarak daha sonra siyasi otoritenin tercihleriyle belirlenen, atanan rektörlerin daha sonra kendisine oy veren, kendisine yandaş olan öğretim görevlilerini kayırma gibi davranışlarının eğitimdeki saygınlığı zedelediğini, kendilerinin tarafsızlığını zedelediğini maalesef görmekteyiz.

Yine, yeni kurulan üniversitelerde müracaat eden profesörlerden üç tanesinin YÖK tarafından tespit ve teklif edileceği 2’nci maddede belirtilmektedir. Burada kıstasın, temsil ağırlığı olan, bilimsel yeterliliği olan, o görevi en iyi şekilde yapacak ve tüm üniversiteyi kucaklayacak hassasiyetle değerlendirilmesi gerekmektedir. Diğer yandan vakıf üniversitelerinin rektörlerinin atanması mütevelli heyete bırakılmış, diğer üniversitelerle entegre noktasında bir değerlendirmede bulunulmamıştır.

Değerli milletvekilleri, üniversitelerde kendilerine hizmet verdiğimiz öğrencilerimizin çok büyük sorunları bulunmaktadır. Bu gençlerimizin barınma, kredi, burs noktasındaki çok büyük sorunlarının giderilmesi için ciddi bir çalışma yapılması gerekmektedir. 2008-2009 öğretim döneminde üniversite kontenjanları 42 bin artırıldığı hâlde bu sene yine 1 milyonun üzerinde gencimiz üniversiteye girememiş bulunmaktadır. Bir ülkenin beyin gücünü oluşturacak nesillerin eşit ve adil şartlarda yetiştirilmesi ve bilimsel rekabet ortamında en iyilerinin seçilmesi doğru ve makul olan bir yaklaşımdır, buna itirazımız yok. Ancak yıllardan beri üç saatlik bir sınav sonucunda gençlerin kaderlerinin o sınava bağlı kalması gençler adına, geleceğimiz adına büyük bir talihsizliktir. Bunu Sayın Başbakan geçtiğimiz günlerde “garabet” olarak ifade etmektedir. Altı yıldır ülkeyi yönettiğini unutan, daha şimdiden erken muhalefete alışmaya çalışan Sayın Başbakana “günaydın” demekten başka bir şey gelmiyor. Altı senedir bu konunun çözümü için bir tek adım atmayan Sayın Bakanına bunu sormalı, bunun sebebini kendi uygulamalarında araştırmalıdırlar. Dershane destekli eğitimden dershane temelli bir eğitime kayışın nedeni mevcut eğitim sistemimizdir.

Değerli milletvekilleri, Milliyetçi Hareket Partisi görüş ve düşüncelerini, eleştirilerini ifade ederken bütün eleştirilere bir teklif getirmiştir. Ancak, iktidar, her nedense, öyle bir yaklaşım sergilemektedir ki, “Kendileri öneri getirmiyorlar, eleştiriyorlar.” demektedirler. Hayır, her eleştirimizin arkasından biz çözüm reçetesini de getirdiğimiz hâlde iktidar bunu değerlendirmemekte ısrar etmektedir. Milliyetçi Hareket Partisi, yükseköğrenim öğrenci kazandırma ve yetiştirme konusunu, yalnızca bir sınav ve dershane sorunu olarak değil, başlı başına bir ülkenin kalkınma dinamiği ve insan kazanma sistemi olarak yorumlamaktadır. Dershanelerin özel okullara dönüşmesinin teşvik edilmesini, üniversitelere giriş sınavının kaldırılmasını ve ortaöğretimin sınavsız üniversite sistemine geçişi sağlayan bir yapıya kavuşturulmasını öngören kapsamlı reform yapılmalıdır.

Bunun için, değerli milletvekilleri, sınav sistemleri örgün eğitim programlarına paralel hâle getirilmelidir. Dershanelerin ilk ve ortaöğretim kurumlarının işlevlerini üstlenmesi önlenmelidir. Vatandaşların bu yöndeki mağduriyetleri giderilmelidir. Çocuğunu özel dershaneye göndermeyen, çocuğuna üniversiteyi kazandıramıyor. Bu, fırsat eşitliği denilen ilkeyi çiğniyor. Dershanelerin özel okullara dönüşmesini teşvik etmelidir.

Ortaöğretim program türünü esas alan, yatay ve dikey geçişlere imkân veren, çağdaş bir rehberlik yönlendirme hizmetiyle sınavsız üniversite sistemine etkin geçiş sağlayan yapı mutlaka kurulmalıdır. Bunun için yüce Parlamento gerekirse partilerden oluşan bir komisyon kurarak, sınavsız üniversiteye öğrencilerin girmesindeki usul ve esaslar belirlenebilir. Artık öğrencilerin sırtından birkaç post çıkarmaya çalışan bu çıkar çevrelerinin gençlerin üzerindeki elleri çekilmiş ve bundaki fırsat eşitliği yüce Parlamentonun adaletiyle sağlanmış olur.

Üniversiteye giriş sınavları kaldırılmalı, bunun yerine ilköğretim ve ortaöğretimdeki etkili bir yönlendirmeyle uygulanacak müfredat ile ortaöğretim başarısını ve ortaöğretim sonunda yapılacak olgunlaşma sınavını esas alan, fırsat eşitliğini gözeten üniversiteye geçiş sistemi uygulamaya konmalıdır.

Huzurunuzda, sınava giren bütün gençlerimize başarılar diliyor, sonuçları kendileri ve aileleri başta olmak üzere aziz milletimizin geleceğinde hayırlı çalışmalar yapmalarına vesile olur diyorum.

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN – Bir dakika ek süre veriyorum, tamamlayın lütfen.

AHMET DURAN BULUT (Devamla) – Aziz milletvekilleri, Millî Eğitim Bakanlığı, yükseköğretim kurumları, ortaöğretim kurumları maddi sıkıntılar içerisindedirler. Genelgeler der ki okul müdürlerine: “Öğrenci velilerinden para almayın.” Ancak okul ihtiyaçlarını Bakanlığın verdiği ödeneklerle karşılayamazlar. Okul müdürleri bu konuda çok zor durumdadırlar.

Bu vesileyle, Balıkesir Burhaniye ilçesinde öğrencilere bu noktada yaklaşımda bulunan bir ilköğretim müdürü basın tarafından hırpalanmaya çalışılmaktadır. Bunun sebebi sistemdir, bunun sebebi okullarımıza bu yardımları adaletli bir şekilde yansıtmayan yönetimdir.

Tasarının hayırlı olmasını diliyor, hepinizi saygıyla selamlıyorum. (MHP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – Teşekkür ederim Sayın Bulut.

Cumhuriyet Halk Partisi Grubu adına Mersin Milletvekili Sayın Ali Rıza Öztürk.

Buyurun Sayın Öztürk.

CHP GRUBU ADINA ALİ RIZA ÖZTÜRK (Mersin) – Sayın Başkan, sayın milletvekilleri; Cumhuriyet Halk Partisi Grubu ve şahsım adına hepinizi saygıyla selamlıyorum.

Konuşmama başlamadan önce böylesine yasaların çıktığı bir ortamda Meclis Genel Kurulunun bu kadar boş olmasından da son derece üzüntü duyduğumu ifade etmek istiyorum.

SIRRI SAKIK (Muş) – Sayın Başkan, bu tasarıyı muhalefet mi getiriyor? İktidar yok.

ALİ RIZA ÖZTÜRK (Devamla) – Değerli arkadaşlarım, sevgili milletvekilleri; getirilen tasarının 2’nci maddesiyle, yeni kurulan üniversitelere rektör atanmasına ilişkin hususlar düzenlenmiştir. Önceki Yasa’da bulunan boşluk nedeniyle böyle bir düzenleme getirilmiştir.

Bu düzenlemeye göre, yeni kurulan üniversitelerde rektör olmak isteyen kişiler YÖK Genel Kuruluna başvuracak, YÖK bunların arasından 3 kişiyi seçecek ve Cumhurbaşkanı bunlardan birisini rektör olarak atayacaktır. Bu düzenleme mevcut siyasi iktidara YÖK Başkanı eliyle kendi yandaşlarını rektör olarak atama olanağı vermekte ise de umut ediyorum ve diliyorum ki, siyasi iktidar sağduyulu davranarak bu yola gitmeyecek, üniversiteleri ve ülkemizi düşünerek objektif kriterlerle davranarak hak edenleri rektör olarak atayacaktır diye düşünüyorum.

Cumhuriyet Halk Partisi olarak biz bu yasaya genel olarak destek veriyoruz. En önemli destek verme nedenimiz de üniversitelerdeki kadro sıkıntılarının giderilmesidir.

Değerli milletvekilleri, üniversiteler bilgi ve teknolojinin üretildiği kaynaklardır. Üniversiteler toplumun her yönden kalkınması için insan unsuruna yapılan yatırımların yoğunlaştığı ve kaymaklaştığı alanlardır. Üniversitelerin toplumun güç kaynağı olan aydınların yetiştirilmesindeki önemi ve konumu tartışılamaz.

Üniversitelerimizin pek çok sorunu vardır. Bugüne kadar bu ülkeye gelen siyasi iktidarların tümü -hiçbir ayrım gözetmeksizin söylüyorum- üniversitelerin temel sorunlarıyla ilgilenmek yerine, üniversiteyi yönetenlerin iktidarını pekiştirmeye yönelik düzenlemelere daha çok başvurmuşlardır.

Üniversitelerin bugün sorunlarını kronik hâle getiren ve üniversitelerin toplumun öncüsü rolü olmasını engelleyen en önemli olarak gördüğüm dört sorunu sizlerle paylaşmak istiyorum: Üniversite özerkliğinin aşırı kısıtlanmış olması, üniversite özerkliğine yaraşır bir idari denetim sisteminin olmayışı, üniversitelerin öğretim üyesi açığı, üniversitelerin halkla ilişkilerindeki kopukluk.

Üniversitelerin özerkliği demek, üniversitelerin bilimsel çalışmalarını ve üniversite yükseköğretimini kendi organları eliyle serbestçe düzenleme ve yürütme yetkisine sahip olmaları demektir. Tarihte baskıcı rejimlerin hâkim olduğu dönemlerde “Ülke kiminse üniversite de onlarındır.” anlayışı egemen olmuşsa da, bu anlayışa rağmen üniversite özerkliklerinin gelişimi engellenememiştir.

Üniversiteler yüklendikleri teknik, sanatsal, bilimsel ve kültürel kamu hizmetlerini en iyi bir şekilde yapabilmeleri için yapılarıyla, işleyişleriyle, organlarıyla, programlarıyla, çalışmalarıyla, tümüyle özerk bir yapıya sahip olmaları gerekir. Üniversitelerin özerkliği, tabir yerindeyse üç ayaklı bir masaya benzer. Bu ayaklardan birisi olmazsa masa nasıl yıkılırsa, üniversite özerkliği de tam üç ayak üzerine oturmuştur.

Üniversite özerkliği denildiği zaman, üniversite öğretim üyelerinin ve üniversitelerin kurumsal olarak bilimsel ve akademik özgürlükleri, idari özgürlükleri ve mali özerkliktir.

Bilimsel özerkliğin temelini bilimsel araştırma ve yayma özgürlüğü oluşturur. Kişilerin sırf birey olarak sahip oldukları bilimsel araştırma ve yayma özgürlüğü Anayasa’mızın 27’nci maddesinde hüküm altına alınmış iken üniversitelerin akademik tüzel kişiliğe sahip olarak bilimsel özerklikleri Anayasa’mızın 130’uncu maddesiyle hüküm altına alınmıştır. Kişilerin sadece birey olarak sanat ve bilimsel araştırmaları yapma ve yayma özgürlükleri var. Öte yandan üniversitelerin de sanat özgürlüğüne, bilimsel araştırma yapma ve araştırmaların sonuçlarını yayma özgürlüğüne zaten sahip olmaları tartışmasızdır.

Anayasa Mahkememizin içtihatlarına göre bilimsel özerklik üniversitenin kuruluşundan işleyişine kadar uzanan, bilimin gerektirdiği özgürlük ortamının tüm çalışmalarımızda, üniversite çalışmalarında bir yaşam tarzı olarak, bir yaşam biçimi olarak sağlanması demektir.

Üniversitelerin bilimsel özerkliği öğretim üyelerinin serbestçe bilimsel araştırma yapmaları, öğretim üyelerinin ve organlarının fakülte dışındaki kimseler tarafından değil tamamen kendi organları eliyle belirlenmeleri, programları, alacak öğrenci sayıları, ders saatleri, kaliteler, açılacak fakültelerin tamamen kendi organları eliyle belirlenmeleri ve denetimin de öz denetim ve otokontrol sistemiyle yapılması ilkesine dayanır.

Devlet idaresindeki kademelenme şeklindeki idare şekli düşünce üretimine, özgür düşünce ve özgür çalışmaya engeldir. 2547 sayılı YÖK Kanunu’nun öngördüğü kurumlaşma biçimi merkezî bir anlayışa dayanmaktadır ve şimdiki YÖK Yasası sadece yöneticilere her şeyi yapma hakkını vermekte, öğretim üyelerinin, özellikle de sosyal bilimler alanında çalışan öğretim üyelerinin akademik özgürlüklerini son derece kısıtlamaktadır.

İdari özgürlük ise üniversitelerin kendi üyelerinin demokratik usulle oluşturdukları organlar eliyle yönetilmesi ve denetlenmesidir, üniversite organlarının, öğretim üyeleri ve yardımcılarının üniversite dışındaki makamlar tarafından hiçbir şekilde görevlerinden alınamaması demektir. İdari özerklik üniversite binalarına, üniversite kampüslerine tanınmış bir özerklik değildir. İdari özerklik üniversite organlarına ve öğretim üyelerine tanınmış bir haktır.

12 Eylül öncesi üniversitelerin idari özerkliği üniversite binaları ve kampüsleri içinde bir dokunulmazlık ve serbestlik olarak algılandığından, buna tepki olarak üniversitelerin idari özerkliği kaldırılmış, üniversiteler üzerinde devletin yetki ve denetimini artıracak biçimde düzenlemeler yapılmıştır. Yürütme organı üniversitelere el atıp bunları yönlendirir ve yönetir olmuştur.

1982 Anayasası ve YÖK Kanunu üniversitelerin idari özerkliğini kaldırmıştır. Üniversitelerin bugün idari özerklikleri yoktur. İdari özerkliklerinin olmamasının en büyük sakıncası karar ve yürütme organlarının kendilerini atayanlara bağımlı olarak çalışmak zorunda bırakılmalarıdır. Kurum içi idari denetimin özellikle organik denetimin olmamasıdır. Bilimsel araştırma ve uygulama ihtiyaçlara göre değil, merkezî idarenin uyguladığı politika yönünden kararlar alınıp uygulanmasıdır.

Üniversitelerin en önemli eksikliklerinden birisi de mali özerklik açısından yaşanan sıkıntılardır. Mali özerklik, üniversitelerin kendi kaynaklarından serbestçe yararlanarak, kendi harcamalarını yönetme yetkisine sahip olmaları demektir. Mali özerklik, kendi bütçesini hazırlama, kendi mali kaynaklarını oluşturma ve kendi mali kaynaklarını kullanma demektir. Bu açılardan baktığımızda üniversitelerin bütçeleri özerk değildir, katma bütçedir. Üniversitelere kendi kaynaklarını kendisinin oluşturma imkânı tam anlamıyla verilmemiştir. Mali özerkliğin unsurlarından veya yansımalarından birisi de ilgili kurumun kendi mali kaynaklarını serbestçe kullanabilmesidir.

Üniversitelerin bütçelerinin özerk olmaması ve kaynaklarının büyük bir kısmını oluşturamaması, kaynak kullanımını da doğal olarak olumsuz etkilemektedir.

Üniversite özerkliğine yaraşır bir idari denetim sisteminin olmayışı da bugün çözülmesi gereken en önemli sorunlardan birisidir. Üniversitelerin kamusal ve yargısal  denetiminin yanında dış idari denetim ile iç idari denetim, yani organik denetimin de bulunması gerekmektedir. Üniversitelerin organik denetiminin fakültelerin fakülte yönetim kurulu, üniversite bazında senato, enstitü bazında ise enstitü kurulu tarafından yapılması gerekir. Bugün organik denetimin yapılmamış olması toplumun her kesiminde özlenen demokratik yönetimin üniversitelerde sağlanmamış olmasını getirmektedir.

Diğer bir sorun ise üniversitelerde öğretim üyesi açığı sorunudur. Bugün üniversitelerimizin en temel sorunlarından bir tanesi öğretim üyesi açığıdır. Üniversitelerimizde Anadolu’nun ücra köşelerinde çalışan öğretim üyelerimiz çağdaş bilime, bilim çağına insan yetiştirmeyi bütün zorluklara rağmen yapmaya çalışmaktadırlar.

12 Eylül döneminde akademilerin ve eğitim enstitülerinin kimisi fakülte yapılmış, kimisi ise yüksekokul ve üniversite durumuna getirilmiştir. Böylece üniversite, fakülte sayısı görünürde yükselmiştir. Bugün 94 tane devlet, 33 tane vakıf olmak üzere toplam 127 tane üniversite vardır. “Her ile bir üniversite” anlayışıyla hareket edilerek üniversite sayısı 127’ye çıkarılmıştır. Buna karşı değiliz, ancak üniversitelerin fiziki koşulları ve öğretim üyeleri sorunları çözülememiştir. Üniversitelerin büyük bir bölümünde bir fakülteye bir profesör bile düşmemektedir, hatta yeni kurulan üniversitelerimizin çoğunda profesör yoktur. Hâlbuki, gelişmekte olan üniversitelerimizin çoğunda gençlerimiz okumaktadır. Bu gelişmekte olan üniversiteler araç ve gereçlerden yoksundur, araç ve gereç yoksunluğu nedeniyle bilimsel çalışmalara, bilimsel araştırmalara yeteri kadar destek verilememektedir, bu da bilgi çağında…

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN – Bir dakika ek süre veriyorum, tamamlayın lütfen.

ALİ RIZA ÖZTÜRK (Devamla) – Bu durum, bilgi çağını yakalamada gelişmiş üniversite öğrencisi ile gelişmekte olan üniversite öğrencisi arasında fırsat eşitsizliği yaratmaktadır. Hâlbuki, 2547 sayılı Kanun’un 5’inci maddesinin (e) bendi yükseköğrenimde fırsat eşitliğini sağlayacak önlemlerin alınmasını emretmektedir. Gelişmiş üniversite, öğretim elemanlarını bilimsel araştırma konularında sunduğu imkânlarla cezbediyor. Oysa gelişmekte olan üniversiteler bu imkânlardan yoksundur.

Kadroyla ilgili görüşlerimi ve üniversitelerin bu konuda çektikleri sıkıntıları daha geniş anlatmak üzere 4’üncü maddede tekrar bu görüşlerimi sunacağım. Şimdilik yüce Meclisinizi saygıyla selamlıyorum. (CHP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – Teşekkür ederim Sayın Öztürk.

Madde üzerinde şahıslar adına ilk söz Amasya Milletvekili Sayın Avni Erdemir’e ait.

Buyurun Sayın Erdemir. (AK Parti sıralarından alkışlar)

AVNİ ERDEMİR (Amasya) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; Yükseköğretim Kanunu’nda değişiklik öngören 238 sıra sayılı Kanun Tasarısı’nın 2’nci maddesiyle ilgili söz almış bulunuyorum. Hepinizi saygıyla selamlıyorum.

Değerli arkadaşlarım, üniversitenin görevi bilgi üretmek, bilgiyi öğretmek ve üretilen bilgiyi kamuoyuyla paylaşarak bilginin ülke kalkınması ve gelişmesi için kullanılmasını sağlamaktır. Bu yönüyle üniversiteler, ülkenin bilime, teknolojiye, özgürlüğe, hür düşünceye ve gelişmeye açılan kapılarıdır. İşte bunu bilen İktidarımız, bütçeden en büyük payı eğitime ayırmış, üniversitede öğrenim gören öğrenci sayısını artırmak ve üniversitedeki, üniversite kapısındaki yığılmayı engellemek için politikalar geliştirmiştir. Bu amaçla, önce 15 ilimizde daha sonra 17 ilimizde toplam 32 devlet üniversitesi kurulmuştur. Bu yıl da üniversitesi olmayan 9 ilimizde üniversite kurarak toplam 41 ilimizi üniversiteyle buluşturmuş olduk. Bu, şunu gösteriyor: 81 ilimizin 41’i AK Parti İktidarında üniversiteye kavuşmuştur. Bu dönemde, 8 adet de özel üniversite kurulmuş olup, AK Parti İktidarında, 2008 yılı itibarıyla, toplam 49 üniversite açılmış olacaktır.

Değerli milletvekilleri, İktidarımız döneminde, üniversite öğrencilerimizin bursları artırılmış, öğrenci yurtlarında önemli iyileştirmeler yapılmıştır. Bütün bu yapılanlar yeterli mi? Elbette, yetmez. İlköğretim ve ortaöğretimde “Haydi kızlar okula.” diyerek 250 bin kız evladımızı eğitimle tanıştıran, 110 bin dersliği eğitime kazandıran, 554 bin bilgisayarı öğrencilerimizin hizmetine sunan, “Her şey özürlüler için.” diyerek özürlülere sahip çıkan İktidarımız, inşallah, üniversite kapılarındaki yığılmayı kaldırarak, ülkemizde yükseköğretim görmek isteyen bütün yavrularımıza üniversite kapılarını da açmış olacaktır. Açılan 41 üniversite bunun içindir, üniversitelerimizin öğretim elemanı ihtiyacını karşılamak üzere yurt dışına gönderilen öğrencilerimiz bunun içindir, kontenjanların artırılması bunun içindir.

Değerli milletvekilleri, görüştüğümüz 2’nci maddeyle üniversitelere rektör seçimi konusuna açıklık getirilmiş ve yeni kurulan üniversitelere rektör seçimi konusundaki hukuki boşluk ortadan kaldırılmıştır. Anayasa Mahkemesinin YÖK’ün devre dışı bırakılmamasına yönelik görüşü dikkate alınarak hazırlanmıştır. Yeni düzenlemeye göre, yeni kurulan üniversitelere rektör olmak isteyen profesörlerimiz Yükseköğretim Kuruluna başvuruyorlar. Yükseköğretim Kurulu bu başvuruları değerlendirerek belirlediği 3 ismi Sayın Cumhurbaşkanımıza sunuyor. Cumhurbaşkanımız bu 3 isimden birini seçiyor ve rektör olarak atıyor.

Değerli milletvekilleri, önümüzdeki dönem inşallah üniversitelerimizin bilimsel başarılarının konuşulduğu bir dönem olur. Yine inşallah, üniversitelerimizin bütün sorunları teker teker çözüme kavuşur. Üniversite öğretim elemanlarının özlük haklarında iyileştirmeler yapılır, temsil tazminatlarındaki adaletsizlik ortadan kaldırılır ve özellikle, herkesin üzerinde mutabık kaldığı, yardımcı doçentlerin birinci dereceye inmesi konusu 2914 sayılı Yükseköğretim Personel Kanunu’nda yapılacak değişiklikle çözüme kavuşur.

Yeni üniversitelerimizin ve yasamızın, üniversite camiamıza, öğrencilerimize ve milletimize hayırlı olması dileklerimle hepinizi saygıyla selamlıyorum. (AK Parti sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – Teşekkür ederim Sayın Erdemir.

Şahısları adına ikinci söz Mersin Milletvekili Sayın Ömer İnan’da.

Buyurun Sayın İnan. (AK Parti sıralarından alkışlar)

Süreniz beş dakika.

ÖMER İNAN (Mersin) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; 238 sıra sayılı Kanun Tasarısı’yla ilgili, şahsım adına görüşleri açıklamak üzere huzurunuzdayım. Hepinizi saygıyla selamlıyorum.

2’nci maddeyle 2547 sayılı Kanun’un 13/a fıkrasında bir değişiklik yapılıyor. Çünkü mevcut Kanun’da, yeni kurulan üniversitelerin rektörlerinin tayiniyle ilgili tam bir açıklık yoktu, bu boşluk giderilmiş oluyor.

Mevcut Kanun’da rektör seçimi, eski üniversiteler için şöyle: Hatırlatmak için tekrar edeyim. Öğretim üyeleri 6 kişiyi rektör adayı olarak belirleyip YÖK’e gönderir. YÖK bunlardan 3’ünü seçer, Cumhurbaşkanına gönderir. Cumhurbaşkanı da bu 3’ten 1’ini rektör olarak atar, usul budur eski üniversitelerde. Buna da biz “seçim” diyoruz. Aslında bunun seçimle filan alakası yok. Şöyle düşünün: Bir üniversitede 6 adaydan biri 400 oy almış olsun, diğeri 200, üçüncüsü 100, sonraki 50, bir sonraki 5, bir tanesi de sadece kendine oy vermiş olsun, 1 oy alsın. YÖK pekâlâ kendine oy veren bir kişiyi listenin başına getirip Cumhurbaşkanına gönderebilir, Cumhurbaşkanı da bunu rektör olarak atar. Buna “seçim” demek mümkün müdür arkadaşlar? Bu, sakat bir iştir. Bunun behemehâl düzeltilmesi lazım. Buraya çıkan herkes, iktidarıyla muhalefetiyle bu YÖK’ün uygun bir yapılanmada olmadığını söylüyor. O zaman bize ne oluyor? Bu Meclis ne işe yarar? Niye değiştirmiyoruz oturup hep birlikte? Makulün peşinde değil miyiz arkadaşlar?

Birçok saçmalıklar var. Rektördeki yetki bir bakanda dahi yok. Bunları düşünmemiz lazım gelmez mi? Devletin verdiği parayla üniversiteyi idare edecek ve layüsel bir şekilde hareket edecek, bunların tekrar gözden geçirilmesi gerekiyor. Oturup düşünmemiz lazım, gerçek bir reform yapmamız lazım. Her birimiz çıkıp YÖK’ten şikâyet ediyoruz. O zaman oturup düzeltelim. İdari özerklik, mali özerklik, akademik özerklik; söylenip duruyor bunlar, e, gelin yapalım. Bir defa tabiri düzeltelim. Akademik özerklik olmaz, akademik özerklik kurumsaldır, aslı bilimsel özgürlüktür. Bilimsel özgürlük, idari özerklik, mali özerklik, evet, gelin, bunları görüşelim. İdari özerklikle mali özerklik zaten birbiriyle bağlantılıdır, biri olmadan öbürü olmaz, bir işe yaramaz. Bunu hangi üniversitelere nasıl vereceğiz hep birlikte karar verelim arkadaşlar. Birbirimizi suçlamayalım. YÖK’ü planlama yapan bir kuruluş, koordinasyon yapan bir kuruluş hâline getirelim, başka bir şeye karışmasın. Yani, bir plan, program dâhilinde hareket ediliyor mu? Şikâyet ediyoruz, diyoruz ki: “Dershaneler şöyle, böyle… Dershaneye mahkûm oldu çocuklar.” Ee, düzeltelim. Müfredat başka, sorular başka. Yani çocuk, lisede okurken hocasının öğrettiği soruların dışında bambaşka sorularla üniversite imtihanında karşılaşıyor. Dershanecilik ayrı bir sektör olmuş. Bu normal midir arkadaşlar? Bunları düzeltmemiz lazım. Bu da bize düşüyor. Oturup hep birlikte, birbirimizi suçlamak yerine, karar vereceğiz. Öğrencileri mağdur etmenin hiçbir manası yok.

Bir de bu özerklikleri düşünürken şunu da düşünmemizde fayda var diyorum: Özel üniversiteleri de düşünelim. Biliyorsunuz vakıf üniversiteleri, bu özel üniversiteyi kurmanın hileişeriyesidir. Aslında, kendi aramızda konuşurken “özel üniversite” diyoruz değil mi bunlara? Bilkent’e “özel üniversite” diyoruz kendi aramızda konuşurken, aslında vakıf üniversitesi. Ee, niye bu böyle? Özel üniversite kurulamaz Anayasa’ya göre, mümkün değil. Oturup onu da değiştirmemiz lazım o zaman.

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN – Bir dakika ek süre veriyorum, lütfen tamamlayın.

ÖMER İNAN (Devamla) – Akademik özgürlük, mali özerklik, idari özerklik diyorsak bunun Anayasa’da kaynağını bulması lazım. Anayasa’ya göre mümkün değil, orada sadece bilimsel özgürlük var. Ona da “özgürlük” demiyor da “özerklik” diyor. Akademik özerklik dışında mali özerklik, idari özerklik Anayasa’ya göre mümkün değil. O zaman, başta Anayasa olmak üzere bunu komple değiştirmekte fayda mülahaza ediyorum. Birbirimizi suçlamadan oturup konuşalım. Biz, oturup konuşabilecek insanlarız.

Sizlerin de bizlerin de bir araya gelip bunu komple çözmemizde fayda var diyorum, hepinizi saygıyla selamlıyorum. (AK Parti sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – Teşekkür ederim Sayın İnan.

Şimdi, madde üzerinde soru-cevap işlemine geçiyorum.

Sayın Öztürk

ALİ RIZA ÖZTÜRK (Mersin) – Sayın Başkanım, aracılığınızla Sayın Bakanıma sormak istiyorum.

Birincisi: Bugüne kadar atanmayan dekan sayısı kaç tanedir, neden atanmamıştır?

İkincisi:ÖSYM’de biriken paraların miktarı nedir? Bu paralar, bilindiği gibi, ÖSYM’nin yaptığı sınavlara girenlerin ödediği paralardır. Bunların başka bir alanda kullanılmasında hukuki aykırılıklar olduğunu düşünüyor musunuz?

Üçüncü sorum: Üniversite çevrelerinde, “YÖK’ün Başkan Vekilliğine doçent statüsünde bir kişi getirilmiştir.” diye bir iddia var. Bu kişinin İçişleri Bakanı Sayın Beşir Atalay’ın telkinleriyle getirildiği şeklinde iddialar var. Bu iddialar doğru mudur?

Teşekkür ediyorum.

BAŞKAN – Sayın Yıldız…

SACİD YILDIZ (İstanbul) – Teşekkür ederim Sayın Başkan.

Sayın Bakana şunu sormak istiyorum: Sağlık Bakanlığına bağlı eğitim ve araştırma hastanelerinde şef ve şef yardımcısı olarak atanacak hekimlerin jürilerinde görev yapacak üniversite profesörlerinin seçiminin ve görevlendirilmenin doğrudan Sağlık Bakanlığınca yapılmasına ilişkin Sayın YÖK Başkanı Profesör Doktor Yusuf Ziya Özcan imzalı, nisan ayında üniversitelere gönderilmiş bir yazı var. Bu, üniversitelerin özerkliğine aykırı değil mi? Daha önce hükûmet veya bakanlıklar tarafından üniversite öğretim üyeleri doğrudan bu şekilde görevlendirilmiş midir yoksa ihtiyaç duyulan elemanı isteğe göre üniversiteler mi görevlendirmiştir? Bu şekilde doğrudan görevlendirmelerle yandaş jüri üyeleri mi oluşturulmak istenmiştir?

BAŞKAN – Sayın Aslanoğlu

FERİT MEVLÜT ASLANOĞLU (Malatya) – Sayın Bakan, üniversitelerde 1990 yılından bu yana bazı ebe, hemşire, sağlık memuru, röntgen teknisyeni gibi ofis memurları “temizlik şirketi” adı altında ihale edilerek kadrolu kişilerle aynı iş yaptırılmaktadır. Sene 90, on sekiz yıl geçmiş. Bu insanlar ne olacak? Bu insanlara, asgari ücretin altında, on sekiz yıldır, aynı işi yapan diğer kadrolu insanlarla aynı görevi yaptırıyorsunuz. Bunları kadroya alacak mısınız? Bunların geçen on sekiz yılı ne olacak? Artık yaş hadleri doldu, otuz yaşını geçtiler. Artık bunları hiç kimse almıyor. Ama görevlerini en iyi şekilde yapıyorlar. Bu insanlar ne olacak?

BAŞKAN – Sayın Tankut, buyurun.

YILMAZ TANKUT (Adana) – Sayın Başkanım, teşekkür ediyorum.

Sayın Bakanım, Sayın Başbakan tarafından geçtiğimiz günlerde üniversite sınavları ve bu sınavlara hazırlık amacıyla faaliyet gösteren dershaneler eleştirilmiş ve “garabet örneği” şeklinde tanımlamalar yapılmış idi.

Millî Eğitim Bakanı olarak Sayın Başbakanın bu tanımlamalarına katılıyor musunuz? Şayet katılıyorsanız, öğrenci seçme sınav sistemi ve dershanelerle ilgili bu “garabet” tanımlamasını ortadan kaldırmak için altı yıldan beri Bakanlık olarak hangi çalışmaları yaptınız? Önümüzdeki dönem ve yıllarda öğrenci seçme sınav sistemini kaldırmayı düşünüyor musunuz? Düşünüyorsanız, hazırlık dershaneleri ve diğer konularda hangi planlamaları yapmaktasınız?

Teşekkür ediyorum.

BAŞKAN – Teşekkür ederim.

Sayın Bakan, buyurun.

MİLLÎ EĞİTİM BAKANI HÜSEYİN ÇELİK (Van) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; öncelikle Sayın Öztürk’ün sorusuna cevap veriyorum.

Şu anda Yükseköğretim Kurulu tarafından ataması yapılmamış olan 24 dekan var. Bu teklif edildiği hâlde atanamayan dekanlar, şu anda seçim süreci yaşayan üniversitelerdeki ve asaleten rektörü olmayan üniversitelerdeki dekanlardır. Niçin? Diyelim ki siz Siirt’te henüz rektör ataması yapmamışsınız, Batman’a rektör ataması yapmamışsınız, bu kanun çıktıktan sonra oraya bir atama yapılacak. Oraya atanan rektör kendi çalışacağı kişiyi kendisi belirleme hakkına sahip olmalıdır, teklif etme hakkına sahip olmalıdır. Etik olan da budur.

Ayrıca, şu anda, diyelim ki bugün veya yarın, mesela Gazi Üniversitesinde rektör seçimi yapılıyor. Yeni seçilen rektörün dekanı teklif etmesi aslında daha uygundur, daha akademiktir, daha etiktir. Bundan dolayı Yükseköğretim Kurulunun beklettiği 24 dekan teklifi vardır. Bunların ataması yapılmamıştır, sebep budur. Bir taraftan da dediğim gibi, asaleten rektörü olmayan üniversiteler. Rektörü atanınca teklifler yapılacak ve gerekli atamalar da yapılacaktır.

Sayın Yıldız’ın Sağlık Bakanlığının şef ve şef yardımcılarının sınavını yapmak üzere üniversitelerden öğretim üyesi doğrudan görevlendirmesiyle ilgili sorusuna da şunu söyleyeyim: Değerli arkadaşlar, devlet bir bütündür. Biz, Millî Eğitim Bakanlığı olarak zaman zaman Ankara Üniversitesine, Gazi Üniversitesine, Marmara Üniversitesine, İstanbul Üniversitesine herhangi bir konuda bilgisinden, birikiminden yararlanmak üzere görevlendirme talebinde bulunuyoruz. Daha önce YÖK’e yazıyoruz, böyle böyle bir talebimiz var diye. Üniversitelere de böyle bir yasak getirilmiş falan değil. Onlar görevlendirildiği zaman, Sağlık Bakanlığı onları jüri üyesi olarak tayin ediyor. Onlar bu ülkenin üniversiteleridir.

SACİD YILDIZ (İstanbul) – Efendim, doğrudan Sağlık Bakanı isimleri kendisi görevlendiriyor. Böyle bir usul yok.

MİLLÎ EĞİTİM BAKANI HÜSEYİN ÇELİK (Van) – Efendim, siz… Ankara Üniversitesine, ben sınav yapacağım, sen üç tane adam bana gönder şeklinde bir şey söylemez.

SACİD YILDIZ (İstanbul) – Hayır.

MİLLÎ EĞİTİM BAKANI HÜSEYİN ÇELİK (Van) – Bakın, şunu söyleyeyim: Mesela profesör atayacaksınız. Siz rektörsünüz. Siz, profesör atamasında jüri üyesi olacak, eserlere rapor yazacak profesörleri kendiniz belirliyorsunuz. Sağlık Bakanı, profesör unvanlı bir bakan. Profesör unvanlı bir bakan olmasa bile bir bakanın isim belirlemesi ve isim istemesinde ne mahzur olabilir?

SACİD YILDIZ (İstanbul) – Öyle bir usul…

MİLLÎ EĞİTİM BAKANI HÜSEYİN ÇELİK (Van) – Yani, en azından ben böyle düşünüyorum. Siz soru sordunuz, cevabınızı veriyorum.

SACİD YILDIZ (İstanbul) – Efendim, üniversitelerin kendileri belirlemesi lazım bunu eşitlik açısından.

MİLLÎ EĞİTİM BAKANI HÜSEYİN ÇELİK (Van) – Değerli arkadaşlar, Sayın Aslanoğlu’nun sorusuna gelince:

Bildiğiniz gibi, üniversitelerimizde, özellikle tıp fakültelerinde çalıştırılan, diyelim ki hemşire, diyetisyen, sağlık memuru olup da kadrolu çalışmayanlar vardır. Bildiğiniz gibi, biz, 230 bin kişiyi kadrolu yaptığımız zaman, aynı zamanda bir karar aldık, üniversitelerde bu tür çalışan personelin çoğunu 4/B kapsamına aldık. 4/B kapsamına alınınca, bildiğiniz gibi, bu firmaların sağlık elemanı olma görüntüsünden ve statüsünden onlar kurtulmuş oldular büyük çapta ama üniversitelerde hâlâ böyle birileri varsa -Sağlık Bakanlığı ve üniversiteler, biliyorsunuz, bu elemanları Devlet Personel Başkanlığı aracılığıyla alıyorlar- Türkiye’de çok sayıda hemşireye ihtiyaç var ve çok sayıda da kadro tahsis edildi, KPSS’ye müracaat ederler, yeterli puanı alırlarsa oralara kadrolu olarak da atanabilirler ama hepsinin sınavsız bir şekilde oraya aktarılması söz konusu değildir.

Sayın Tankut’un sorusuna cevap veriyorum:

Değerli arkadaşlar, bakın, üniversite sistemi, dershanelerin varlığı, Sayın Başbakanımızın İzmir’de yaptığı “garabet” benzetmesi kesinlikle doğrudur. Altı yıldır biz iktidardayız, bunu niçin düzeltmedik? Bildiğiniz gibi, üniversiteye girişi düzenleme yetkisi, 2547 sayılı Kanun’un 45’inci maddesiyle YÖK’e verilmiştir. Geçmişte biz bununla ilgili kanuni düzenleme getirdik, buradan geçti, Cumhuriyet Halk Partisi Anayasa Mahkemesine götürdü, Sayın Cumhurbaşkanı Anayasa Mahkemesine götürdü ve geri döndü.

ALİ RIZA ÖZTÜRK (Mersin) – Demek ki Anayasa’ya aykırıymış Sayın Bakan.

MİLLÎ EĞİTİM BAKANI HÜSEYİN ÇELİK (Van) – Siz, o zaman, bakın… “Anayasa’ya aykırıymış.” diyorsunuz, bir taraftan da bunun düzeltilmesini istiyorsunuz.

ALİ RIZA ÖZTÜRK (Mersin) – Ama uygun yapmak lazım.

MİLLÎ EĞİTİM BAKANI HÜSEYİN ÇELİK (Van) – Neyse. Onu tartışmıyorum. Sonuçta bunun değişmesi gerekiyor. Şu anda Yükseköğretim Kurulu ile Millî Eğitim Bakanlığı görüşüyoruz. Bu sistemi, ilkokuldan başlamak üzere senkronize bir şekilde çocuklarımızı bu sınav baskısından kurtaracak, aynı zamanda üniversiteye girişi gelişmiş batı ülkelerindeki standartlara yaklaştıracak en azından bir sistem üzerinde çalışıyoruz.

Dershanelere gelince de -ben hep söyledim- dershaneler, değerli arkadaşlar, bir sebep değil, bir sonuçtur. Bu sonucu ortaya çıkan sebepler var olduğu sürece de bu dershaneler olacaktır. Bu sebepleri ortadan kaldıracak adımları eğer atarsak –ki atmak niyetindeyiz, bununla ilgili çalışıyoruz- bu mesele rayına oturacaktır.

Arz ederim Sayın Başkan.

ALİ RIZA ÖZTÜRK (Mersin) – Sayın Bakanım, iki tane daha sorum vardı. Birincisi, ÖSYM’nin paralarını…

BAŞKAN – Teşekkür ederim Sayın Bakan.

MİLLÎ EĞİTİM BAKANI HÜSEYİN ÇELİK (Van) – Daha sonraki şeyde sorunuza cevap vereceğim.

BAŞKAN - Madde üzerinde iki önerge vardır. Önergeleri önce geliş sırasına göre okutacağım, sonra aykırılık sırasına göre işleme alacağım.

İlk önergeyi okutuyorum:

TBMM Başkanlığına

238 sıra sayılı kanun tasarısının 2. maddesinin birinci cümlesinden sonra “Rektör adayı seçimlerinde öğretim üyeleri ile birlikte üniversite öğrenci konseyi başkanı da oy kullanır” cümlesinin eklenmesini arz ederim. 17.06.2008

 

Oktay Vural

Ahmet Duran Bulut

Osman Durmuş

 

İzmir

Balıkesir

Kırıkkale

 

Prof. Dr. Alim Işık

Necati Özensoy

Süleyman L. Yunusoğlu

 

Kütahya

Bursa

Trabzon

BAŞKAN – Şimdi, maddeye en aykırı önergeyi okutup, işleme alacağım.

TBMM Başkanlığına

Görüşülmekte olan 238 sıra Sayılı Yüksek Öğretim Kanunun’da Değişiklik yapılmasına dair kanunun 2 maddesinin 2 fıkrasının sonuna “Üniversitelerde Rektör adayı olmak üzere başvuran profesörlerde aranacak nitelikler Yüksek Öğretim Genel Kurulunca tespit ve ilan edilir.” ibaresinin eklenmesini arz ederiz.

 

Oktay Vural

Prof. Dr. Osman Çakır

Mehmet Şandır

 

İzmir

Samsun

Mersin

 

Prof. Dr. Alim Işık

Prof. Dr. Abdülkadir Akcan

Yılmaz Tankut

 

Kütahya

Afyonkarahisar

Adana

BAŞKAN – Komisyon önergeye katılıyor mu?

MİLLÎ EĞİTİM, KÜLTÜR, GENÇLİK VE SPOR KOMİSYONU BAŞKANI MEHMET SAĞLAM (Kahramanmaraş) – Katılamıyoruz Sayın Başkan.

BAŞKAN – Hükûmet önergeye katılıyor mu?

MİLLÎ EĞİTİM BAKANI HÜSEYİN ÇELİK (Van) – Sayın Başkanım, katılamıyoruz. Ben, niçin katılmadığımızı bir iki cümleyle ifade edeyim. Sadece muhalefetten gelen bir önerge olduğu için reddetmek gibi bir tavır içerisinde değiliz.

Bildiğiniz gibi üniversitelerde rektörlük seçimlerinde, rektör seçiminde öğretim üyelerinin dışında diğer öğretim görevlileri, araştırma görevlileri, okutmanlar, çeviriciler, diğer uzmanlar da oy kullanmıyorlar. Bütün bu kitlenin oy kullanmadığı bir durumda öğrenci temsilcilerinin oy kullanmasını eğer buraya getirirsek…

OKTAY VURAL (İzmir) – Efendim, bu önerge o değil ama Sayın Bakanım. Şimdi görüş-tüğümüz önerge…

NURETTİN CANİKLİ (Giresun) – İkinci önerge, sonraki önerge.

OKTAY VURAL (İzmir) - …ikinci önerge.

MİLLÎ EĞİTİM BAKANI HÜSEYİN ÇELİK (Van) – Hangisinden bahsediyoruz Sayın Başkan?

OKTAY VURAL (İzmir) – Kriterlerle ilgili. Rektörlüğe atanacaklara…

OSMAN DURMUŞ (Kırıkkale) – Rektör adaylarının nitelikleriyle ilgili. Yani “Bir yıllık profesör rektör olmasın” anlamına gelen nitelikleri ifade eden…

MİLLÎ EĞİTİM BAKANI HÜSEYİN ÇELİK (Van) – Anladım. Hayır, buna da katılmıyoruz. Çünkü zaten kanunda diyor ki: “Profesör unvanlı.” Profesör unvanlı olduktan sonra… Şimdi, YÖK, Yükseköğretim Kurulu şöyle bir şey yapsa: Efendim, beş yıllık profesör olsun…

BAŞKAN – Evet, katılmıyorsunuz Sayın Bakan.

MİLLÎ EĞİTİM BAKANI HÜSEYİN ÇELİK (Van) – Katılmıyoruz. Doğru değil.

BAŞKAN – Gerekçeyi mi okutalım, konuşacak mısınız?

OKTAY VURAL (İzmir) – Sayın Çakır konuşacak.

BAŞKAN – Samsun Milletvekili Sayın Osman Çakır.

Buyurun Sayın Çakır.

OSMAN ÇAKIR (Samsun) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; çağdaş üniversite, günün ihtiyaçlarına en uygun biçimde ve en yüksek seviyede cevap verebilen bir üniversitedir; amacı, yasası, yapısı, yönetimi, işleyişi, üretimi, denetimi ve müntesipleri içinde yaşadığımız zamana uygun olan üniversitedir; dünyadaki çok başarılı benzer kurumlarla yarış yapabilen, bu yarışı başarıyla sürdürebilen üniversitedir. Çağdaş üniversite, bu hâliyle statik değil, dinamik bir yapıya sahiptir. Bilim, teknik ilerledikçe, sosyal, fiziki çevre değiştikçe üniversitenin yapısı da değişmektedir. Önemli olan değişimi ve eğilimleri yakından izleyebilmek, çağdaş üniversitenin, eleştirel düşüncenin geliştiği, serbestçe tartışıldığı, sorgulandığı bir kültür ortamını gerçekleştirmektir. Toplumun yüksek değerlerinin yüceltilmesinde, haksızlık ve yolsuzlukların azaltılmasında, temiz, sağlıklı ve huzurlu bir toplumun oluşturulmasında üniversiteye çok önemli görevler düşmektedir.

Üniversite öğrencilerine ve öğretim elemanlarına, yarışma kültürünün yanında iş birliği ruhu da kazandırmalıdır. Üniversitenin, millî kültürün araştırılması, geliştirilmesi, yaygınlaştırılması gibi bir görevi de vardır.

Değerli milletvekilleri, birinci sınıf bir üniversite gerçekleştirmek ve uluslararası üne sahip mükemmeliyet merkezlerini kurmak zorundayız. Bu sayede çok sayıda yabancı öğrenci ve bilim insanını cezbedebiliriz.

Çağdaş bir yasa yanında iyi bir sevk ve idare sistemi ve iyi yöneticiler olması gerekir. Rektör ve diğer yöneticileri sadece birinci sınıf üniversite hedefine kilitlenmiş insanlar arasından seçmeliyiz, çünkü çağdaş üniversite bunu gerektirmektedir.

Sosyal, siyasal, ekonomik ve kültürel kalkınmayı gerçekleştirebilmek, iç ve dış sorunları çözebilmek, millî güvenliği sağlamak hatta ve hatta aziz cumhuriyeti ve bağımsızlığımızı koruyabilmek ve nihayet geçmişte olduğu gibi gelecekte de büyük, güçlü, huzurlu, huzur dağıtan, dosta güven, düşmana korku veren bir millet ve bir devlet olabilmek için birinci sınıf çağdaş üniversitelere ihtiyacımız vardır. Bu nedenle bu üniversiteleri idare edecek olan rektörlerin tarafsız, doğru, dürüst, adil, çalışkan, becerikli ve yetenekli yöneticiler arasından seçilmesi şarttır.

Üniversite akademik yöneticileri, bilhassa rektörlükleri belli ölçülerde değerlendiren mekanizmalar yoktur. Başarılı bir rektör adil olmalıdır, uzak görüşlü olmalıdır, güçlü olmalıdır, dikkatli olmalıdır; gerektiğinde risk almaktan korkmamalıdır, dengeli ve hakça paylaşıma riayet edebilmelidir; yaratıcılığı, zıt fikirler üretmeyi, muhalif görüşleri de dile getirmeyi desteklemeli, övmeli hatta cesaretlendirmelidir. Başarılı rektör, kendisinin güçlü, diğerlerinin zayıf ve cılız kalmasında değil, aksine, tüm üniversite çalışanlarının her bakımdan güçlü olmasına gayret eden bir rektör olmalıdır; akılla, plan ve projeyle hareketlerini sınırlandırmalı, his ve heyecanlarının esiri olmamalı, üniversitenin belli bir kesiminin değil bütün milletin malı olduğunu, toplumla bütünleşmesi ve toplumun sağlıklı her kesimini orada temsil etmesi gerektiğini bilen biri olmalıdır. Örnek, başarılı bir rektör, çevrenin, bölgenin, insanlığın sorunlarını duymazlıktan gelmemeli, Türk milletinin millî önceliklerini daima hesaba katmalıdır; uzak görüşlü, çoğu zaman genel eğilimlere uymayan eleştirileri yapanları da korumalıdır; kendi düşünceleriyle çatışsa bile yaratıcı düşüncelerin sahiplerini cesaretlendiren biri olmalıdır.

Değerli milletvekilleri, şimdi, bu çerçevede, her aklına esenin rektör adayı olabildiği ve alabildiğine gerçekleştirilmesi güç ve asla mümkün olmayan vaatlerle üniversite öğretim üyelerinin belli kesimlerine popülist yaklaşımlarla yaklaşarak, vaatlerde bulunarak oy topladığı bir süreçte ve sadece bu rektör adaylarının içerisinden Yükseköğretim Kurulunun seçme yapma ve Cumhurbaşkanın da atama yapma zorunluluğu bulunduğu bir sistemde biz bu kriterleri nasıl gerçekleştireceğiz?

Değerli milletvekilleri, bugün görüştüğümüz bu yasa maddesine göre de yeni kurulan üniversitelere başvuran, rektör olmak için başvuracak olan 3 aday arasından Yükseköğretim Kurulunun…

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN – Sayın Çakır, bir dakika ek süre veriyorum, tamamlayın lütfen.

OSMAN ÇAKIR (Devamla) – Tamamlıyorum.

…Cumhurbaşkanına göndereceği 3 aday hangi kriterlere göre seçilecektir? Bu kriterlerin önceden belirlenmesinde, ilan edilmesinde hem Yükseköğretim Kurulunun yaptığı seçmenin değerlendirilmesi ve objektifliği açısından hem de Sayın Cumhurbaşkanının yapacağı atama açısından da fevkalade tartışılmaz, denetlenebilir bir yapı ortaya çıkacaktır.

Bu nedenle, rektör adaylarının hangi niteliklere sahip olması gerektiği konusundaki bir çalışmanın Yükseköğretim Kurulunca yapıldıktan sonra bütün rektör olmak isteyen adaylara duyurularak bu seçimlerin ve atama kriterlerinin bunlara göre yapılmasında büyük bir fayda mülahaza ediyoruz.

Çok teşekkür ediyorum, saygılar sunuyorum. (MHP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – Teşekkür ederim Sayın Çakır.

Önergeyi oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler… Kabul etmeyenler… Önerge kabul edilmemiştir.

Diğer önergeyi okutuyorum:

TBMM Başkanlığına

238 sıra sayılı kanun tasarısının 2. maddesinin birinci cümlesinden sonra “Rektör adayı seçimlerinde öğretim üyeleri ile birlikte üniversite öğrenci konseyi başkanı da oy kullanır” cümlesinin eklenmesini arz ederim. 17.06.2008

                                                                                             Oktay Vural (İzmir) ve arkadaşları

BAŞKAN – Komisyon önergeye katılıyor mu?

MİLLÎ EĞİTİM, KÜLTÜR, GENÇLİK VE SPOR KOMİSYONU BAŞKANI MEHMET SAĞLAM (Kahramanmaraş) – Katılamıyoruz efendim.

BAŞKAN – Hükûmet katılıyor mu?

MİLLÎ EĞİTİM BAKANI HÜSEYİN ÇELİK (Van) – Katılmıyoruz Sayın Başkan.

OKTAY VURAL (İzmir) – Sayın Alim Işık…

BAŞKAN – Kütahya Milletvekili Sayın Alim Işık, buyurun. (MHP sıralarından alkışlar)

ALİM IŞIK (Kütahya) – Sayın Başkan, çok değerli milletvekilleri; görüşmekte olduğumuz 238 sıra sayılı Yasa Tasarısı’nın 2’nci maddesinde biraz önce okunan değişiklik talebi hakkında söz almış bulunmaktayım. Öncelikle hepinizi saygılarımla selamlıyorum.

Önergemiz, üniversitelerimizde rektör adaylarının belirlenmesinde oy kullanma hakkına sahip olan öğretim üyelerine ek olarak, üniversitemizin önemli bir bölümünün temsilcisi olarak gördüğümüz ve son yıllarda üniversite yönetimine çok önemli katkılar sağlayan öğrenci temsilcileri arasından seçilmiş öğrenci konseyi başkanlarının da bu aday adayı belirleme seçimlerinde oy kullanmasıyla ilgilidir.

İçinizde üniversiteden gelmiş çok değerli öğretim üyeleri bulunmakta. Ben de onlardan birisiyim hasbelkader. Sizler de çok iyi biliyorsunuz ki üniversite yönetiminin önemli bir uğraş alanı öğrenci problemlerinin çözümü ve onların eğitim öğretim kalitelerinin artırılması konularıdır. Dolayısıyla, bu konuların zamanında çözüme kavuşturulabilmesi ve üniversitedeki eğitim öğretim kalitesinin daha da artırılması karşılıklı ilişkilerle mümkün olabilmekte. İşte, üniversite öğrencilerimizin binlerce öğrenci arasından kendi bölüm temsilcileri, fakülte temsilcileri ve fakülte temsilcilerinin de kendi aralarından demokratik usullerle belirlemiş oldukları ve her üniversitede 1 kişi olan üniversite konsey başkanının da bu seçimlerde oy kullanmasının belki nicelik olarak  çok bir anlamı olmayacak. Yüzlerce öğretim üyesinin oyu arasında bir oyun değeri çok önemli olmayabilir ancak manevi değeri oldukça önemlidir. Yani öğrencilerimiz üniversite yönetimlerinde kendilerinin de temsil edilmesinin manevi hazzını tadacaklar ve o üniversitedeki barış ortamına katkıları daha da büyük olacaktır.

Elbette ki üniversitelerimizde sadece öğrencilerimiz ve oy kullanma yetkisine sahip olan öğretim üyelerimiz yok. Bunların dışında, profesör, doçent ve yardımcı doçent unvanlı öğretim üyelerinin dışında diğer öğretim elemanları ve önemli bir kesimi oluşturan idari personel de var. Keşke, imkân olsa da yapılabilecek çok küçük bir değişiklikle bunların temsilcilerinin de o aday belirlemelerinde oy kullanmalarını sağlayabilsek!

Eğer Meclisimiz önümüzdeki günlerde ele alacağı bu köklü değişiklikle bu eksikliği de giderirse ben inanıyorum ki üniversitelerimizde daha rahat bir çalışma ortamına katkı yapmış oluruz. Yani, öğretim elemanlarının sadece öğretim üyeleri değil diğer kalanlarının da, yani araştırma görevlileri, okutman, uzman, çevirici gibi bölümlerin de birer temsilcisinin, akademik personel dışında çalışan idari ve teknik personelin temsilci ya da temsilcilerinin de -üniversite genel sekreterleri ve benzeri olabilir- mutlaka, bu rektör adayını belirlemede bir şekilde, sembolik de olsa oy kullanmalarının sağlanması üniversitelerdeki demokratik havayı daha da iyileştirecek ve gelecekte problemlerin çözümü konusunda daha olumlu katkı sağlayacaktır.

İşte, devlet üniversitelerimizde hizmet alan konumda olan öğrencilerimizin bir temsilcisinin bu seçimlerde oy kullanmasını bu açıdan önemsiyoruz. Bu önergemiz de umarım sizlerin de oylarıyla kabul edilecek ve hiç olmazsa öğrenciler açısından bir adım bu vesileyle atılmış olacaktır.

Bu duygu ve düşüncelerle önergemize destek olmanızı temenni ediyor, diğer çalışanlarımızın da ilk değişiklikte bu haklarının verilmesi umuduyla hepinize saygılarımı sunuyorum. (MHP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – Teşekkür ederim Sayın Işık.

Önergeyi oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler… Kabul etmeyenler… Kabul edilmemiştir.

Maddeyi oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler… Kabul etmeyenler… Kabul edilmiştir.

On dakika birleşime ara veriyorum.

Kapanma Saati: 14.53

 

İKİNCİ OTURUM

Açılma Saati: 15.10

BAŞKAN : Başkan Vekili Meral AKŞENER

KÂTİP ÜYELER: Yusuf Coşkun (Bingöl), Fatoş GÜRKAN (Adana)

BAŞKAN – Sayın milletvekilleri, Türkiye Büyük Millet Meclisinin 119’uncu Birleşiminin İkinci Oturumunu açıyorum.

238 sıra sayılı Tasarı’nın görüşmelerine devam edeceğiz.

Komisyon burada.

Hükûmet burada.

3’üncü maddeyi okutuyorum:

MADDE 3- 2547 sayılı Kanunun 23 üncü maddesinin (c) fıkrası aşağıdaki şekilde yeniden düzenlenmiştir.

“c) Üniversiteler, yardımcı doçentlik kadrosuna atama için bu maddede aranan asgari koşulların yanında, Yükseköğretim Kurulunun onayını almak suretiyle, münhasıran bilimsel kaliteyi artırmak amacına yönelik olarak, bilim disiplinleri arasındaki farklılıkları da göz önünde bulundurarak, objektif ve denetlenebilir nitelikte ek koşullar belirleyebilirler.”

BAŞKAN – 3’üncü madde üzerinde gruplar adına ilk söz, Cumhuriyet Halk Partisi Grubu adına İstanbul Milletvekili Sayın Necla Arat’ta.

Buyurun Sayın Arat. (CHP sıralarından alkışlar)

CHP GRUBU ADINA NECLA ARAT (İstanbul) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; 238 sayılı Kanun Tasarısı üzerinde konuşmak üzere CHP Grubu adına söz almış bulunuyor, sizleri saygıyla selamlıyorum.

Sayın milletvekilleri, Yükseköğretim Kanununda değişiklik yapılmasına ilişkin 238 sayılı Kanun Tasarısı, yeni kurulan devlet üniversitelerinde, 2547 sayılı Yükseköğretim Kanunu’nun rektör atanmasına ilişkin mevzuatında değişiklik yaparak, Cumhurbaşkanının üniversite rektörlerini seçmedeki görev ve yetkilerini daha belirgin kılmaktadır. Bu tasarı, rektör adayı olarak başvuran profesörler arasından YÖK Genel Kurulunun üç aday seçip Cumhurbaşkanına sunacağını, Cumhurbaşkanının da bu üç adaydan birini rektör atayacağını öngörmektedir.

Tasarıda ayrıca, profesörlüğe atanmayla ilgili esaslar da yeniden düzenlenmiştir. Yapılan düzenlemede, doçentlikle ilgili değişikliklere de yer verilmiştir. Doçentlik kadrolarındaki tam zamanlı ve yarı zamanlı statü ayrımı kaldırılmış, sınav jürisinin oluşma ve görevleriyle ilgili esaslar yeniden düzenlenmiştir. Tasarı, yardımcı doçentlik kadrosuna atanabilmek için 2547 sayılı YÖK Kanunu’nun 23’üncü maddesindeki asgari şartlara  bilimsel kaliteyi arttırmak amacıyla objektif ve denetlenebilir ek koşullar getirmektedir.

Tasarının getirdiği bir başka yenilik, öğretim üyelerinin emeklilik yaşının yeni kurulan devlet üniversitelerinde görev almak koşulu ile 31 Aralık 2013 tarihine kadar yetmiş iki yaşın doldurulduğu tarih olarak belirlenmesidir.

Bu tasarıda ayrıca vakıflarca kurulması öngörülen meslek yüksekokullarının yeni bir anlayış çerçevesinde biçimlendirilip mesleklerle ilgili kurumların oluşmasının, ayrıca iş dünyası ve endüstriyel kuruluşlarla meslek yüksekokulları arasında bağ kurulmasının ve ekonominin ihtiyaç duyduğu alanlarda sanayiye, tarım ve ticaret piyasasına yüksek nitelikli iş gücü yetiştirilmesinin yararlı olacağını düşünüyoruz.

Sayın milletvekilleri, ülkemizde üniversite sayısının arttırılmasının olumlu bir gelişme olarak sayılabilmesi için rasyonel bir planlamanın yapılmasını, altyapının öncelikle sağlanmasının yanı sıra eğitimin niteliğinin yükseltilmesinin zorunlu ön koşul olarak görülmesini öneriyoruz. Bu bağlamda nüfusa odaklı üniversitelerin kurulmamasını, bu konuda Hükûmetimizin gerekli duyarlılığı göstermesini bekliyoruz. Yeni kurulan üniversiteler bölgelerinin gereksinmelerine uygun bir vizyona sahip olmalıdırlar, mutlaka yeterli kadroları ve bütçeleri bulunmalıdır, çünkü öğretim üyesiz, kütüphanesiz, binasız, yurt imkânları, sportif ve kültürel tesisleri sağlanmayan kurumlara üniversite denilemez.

Tasarıya bir önergeyle eklenen, Öğrenci Seçme ve Yerleştirme Merkezi gelirlerinden kullanılmadığı için finansman fazlası olarak duran gelirin YÖK tarafından yükseköğretim kurumlarının bilimsel araştırma ve projelerine, yurt içinde ve dışında öğretim elemanı yetiştirme ve değişim programlarının desteklenmesine yönlendirilmesinin de yine rasyonel ve denetlenebilir bir planlama çerçevesinde yapılmasının uygun olacağını, bu miktarın bir bölümünün yurtlar yapımına yönlendirilmesinin rasyonel sayılabileceğini ifade ediyoruz.

Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; Cumhuriyet Halk  Partisi Grubu olarak biz bu tasarının öğretim üyeliğine yükseltme ve akademik atamalara ilişkin olarak getirdiği yenilikleri desteklemekteyiz. Yani ana muhalefet partisi olarak Cumhuriyet Halk  Partisi bazı milletvekilleri-mizin suçlayıcı bir tutumla eleştirdikleri gibi tüm yasaları Anayasa Mahkemesine götürmüyor, yalnızca yanlış ve hukuka aykırı olarak düzenlenenleri, Anayasa’mıza aykırı olanları yüce yargının denetimine sunuyor çünkü bu, onun hem yasal hakkı hem de görevi.

Sayın milletvekilleri, 20’nci yüzyılın en önemli hukukçu ve siyaset bilimcilerinden biri “Tüm siyaset ve yasamaya ilişkin kurallar adalet ilkelerinden kaynaklanan sınırlamalar içinde yer almalıdır.” diyordu. Yani adalet ilkelerinden kaynaklanan anayasal bir sınırlama yasama hakkının gasbı ya da devredilmesi anlamına gelmiyor çünkü bir toplumsal sözleşme olan Anayasa millî iradenin ta kendisi. Yasama, yürütme ve yargı bu iradenin eş değerdeki temsilcileri. Anayasa mahkemeleri ise yüce yargı kurumları olarak en yüksek denetleme organları arasında yer alıyorlar.

Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; hepinizin bildiği gibi üniversiteler bir ülkenin temel gereksinmesi olan çağdaş eğitimli, aydınlık beyinleri yetiştirmelidirler. Bilim ve teknoloji ancak bu sayede gerçekleştirilebilir, üretilebilir. Geleceğin yöneticileri, geleceğin bilim insanları, iş adamları, sanatçıları, üniversitelerde gördükleri öğrenimle son biçimlenmelerini tamamlarlar ama bu biçimlenmenin alt basamaklarında da sağlam bir zeminin bulunması gerekir yani tohumu attığımız toprağın zengin ve bereketli, sağlam bir toprak olması gerekir. Eğer ilk ve ortaöğretim aşamalarında sorunlar ve yetersizlikler varsa, bu durum üniversitelerin gerçek işlevini ve hedeflerini çok kötü etkiler. Bu nedenle, üniversitelerimize yaptığımız ve yapacağımız yatırımların boşa gitmemesi için eğitim sistemimizi bir bütün olarak ele alıp, örneğin Millî Eğitim Bakanlığındaki olumsuzlukları ve bunların sisteme yansımasını engellememiz gerekir.

Sayın milletvekilleri, şimdi öyle bir ilk ve ortaöğretim formasyonu düşünün ki, kimi kız öğrencilere –hepiniz geçtiğimiz haftalarda tanık oldunuz- İstiklal Savaşı’mızın halk tarafından İslami değerleri savunmak için yapıldığını ve bu savaşın bir Müslüman kadının örtüsüne saldıran Fransız askerleri yüzünden çıktığını söyletiyor. İşin daha da vahimi, eğer Türkiye Cumhuriyeti İngiliz mandası olsaydı Müslüman kadınların daha geniş hakları olacağına inandırılmış bu genç kızımız. Bu olay, küçük yaşlardan itibaren alınan çarpık bir eğitimin ne denli sapkın bir bilinç oluşturduğuna çarpıcı bir örnektir ve ne yazık ki tek örnek de değildir. Her zaman öne sürüldüğü gibi, bu bireyseldir, bu bir küçük ayrıntıdır denemez.

Sayın milletvekilleri, bu örnek, çağdaş eğitim sistemini din hocalarına, ağırlıklı dinsel eğitime ve yasa dışı Kur’an kurslarına bıraktığımız zaman ne trajik sonuçlarla karşılaşacağımızın göstergesidir.

Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; 9 Aralık 2007 tarihinde bütçe kanun tasarısı tartışılırken grubumuz adına yaptığım konuşmanın sonunda özellikle AKP milletvekillerine hitaben, “Türban bunalımının çözümlenmesi ilk ve ortaöğretime ve kamu kesimine de sıçramaması isteniyorsa, Kur’an kurslarında, tarikat yurtlarında, imam hatip okullarında küçük yaşlarda başlatılan ve özellikle kız öğrenciler ve kadınlar arasında yaygınlaştırılan baskıcı bilinç kirletilmesine son verecek önlemler ivedi olarak alınmalıdır. Lütfen, AKP’li milletvekilleri, pandoranın kutusunun açılmasına izin vermeyin. İçinden çıkacak olanlar İktidarınıza da mal olabilir.” demiştim. Ne yazık ki pandoranın kutusunu açtınız, sonuçlarını hep birlikte izleyeceğiz.

238 sayılı Yasa Tasarımızın olumlu gelişmeler sağlamasını diliyor, yüce Meclise saygılar sunuyorum. (CHP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – Teşekkür ederim Sayın Arat.

HÜSNÜ TUNA (Konya) – O söylediğin bayan, polis coplarıyla çocuğunu düşürdü. Evet, polis coplarıyla çocuğunu düşüren bir bayandan birilerini sevmesini bekleyemezsiniz. Önce o çocuk düşüren…

K. KEMAL ANADOL (İzmir) – Söz al da konuş!

BAŞKAN – Sayın Milletvekili… Sayın Milletvekili, lütfen…

HÜSNÜ TUNA (Konya) – Sözlerinize dikkat etmeniz lazım. İmam hatip okullarında binlerce öğrenci…

BAŞKAN – Sayın Milletvekili…

RAMAZAN KERİM ÖZKAN (Burdur) – Ya, söz aldınız da konuşmadınız mı?

AKİF EKİCİ (Gaziantep) – Öyle konuşmayla anlaşılmıyor ne söylediğin, çık da anlatsana ne anlatacaksan!

HÜSNÜ TUNA (Konya) – Anlatırım orada.

AKİF EKİCİ (Gaziantep) – Çık, hadi anlat.

HÜSNÜ TUNA (Konya) – Anlatırım söz verirse.

BAŞKAN – Sayın Milletvekili, böyle bir usulümüz yok.

NECLA ARAT (İstanbul) – Böyle bir usul yok.

BAŞKAN – Gruplar adına ikinci söz, Milliyetçi Hareket Partisi Grubu adına Kütahya Milletvekili Sayın Alim Işık.

Buyurun Sayın Işık. (MHP sıralarından alkışlar)

MHP GRUBU ADINA ALİM IŞIK (Kütahya) – Sayın Başkan, çok değerli milletvekilleri; öncelikle hepinize saygılarımı sunuyorum. Görüşülmekte olana 238 sıra sayılı Yükseköğretim Kanununda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Tasarısı’nın 3’üncü maddesi üzerine Milliyetçi Hareket Partisi Grubu adına söz almış bulunmaktayım. Grubum ve şahsım adına hepinize saygılar sunuyorum.

Değerli milletvekilleri, tasarının bu maddesi, 2547 sayılı Yükseköğretim Kanunu’nun “Yardımcı doçentliğe atama” başlıklı 23’üncü maddesinin (c) fıkrasının yeniden düzenlenmesini amaçlayan bir maddedir.

Bu düzenleme, son yıllarda üniversitelerimizin yardımcı doçent kadrolarına yeni atanacak ya da bu kadrolarda görev yapmakta iken sözleşmeleri dolması nedeniyle sözleşmeleri uzatılacak olan öğretim elemanlarının aynı kadroya yeniden atanması sırasında bazı ölçütleri uygulayabilmenin önünü açan bir değişikliktir.

Aslında üniversitelerimiz son yıllarda bu bilimsel ölçütleri uygulayagelmişlerdi. Fakat, hepinizin bildiği gibi, Danıştayın bu ölçütleri iptal etmesi nedeniyle ortaya çıkan bir boşluğun yasal zemini bu vesileyle giderilmiş olacak. Bu açıdan maddenin yararlı bir madde olduğuna -şahsi kanaatim- grubum adına ben de inanıyorum.

Böylece, yardımcı doçent kadrolarına başvuran ve asgari yasal şartları sağlamış olan birden fazla aday arasından seçim bilimsel ölçütlere dayandırılarak daha kolay yapılabilecek ve aynı kadroda çalışanların görev sürelerinin uzatılmasında subjektif ölçütler yerine objektif ölçütlere dayandırılarak seçim yapılabilecektir. Bu sayede üniversitelerimizin ulusal ve uluslararası bilimsel çalışmalarının kalitesi de yükseltilmiş olacaktır. Düzenlemeyle, daha önce üniversitelerimizce hazırlanıp uygulandığı hâlde, biraz önce de belirttiğim gibi, Danıştay tarafından iptal edilme sonucu oluşan boşluk da giderilmiş olacaktır.

Değerli milletvekilleri, bugün 94’ü devlet, 32’si de vakıf üniversitesi olmak üzere toplam 126 adet üniversitemizde görev yapan öğretim elemanları arasında çok önemli bir sayıya ve yere sahip olan yardımcı doçent unvanlı öğretim üyeleri hâlen profesör, doçent ve yardımcı doçent unvanına sahip yaklaşık 36 bin dolayındaki öğretim üyesinin hemen hemen yarısını oluşturmakta, 17 bin civarında bir sayıları var. Sayın YÖK Başkanımız son sayıları belki bir vesileyle hepimize açıklayabilir.

İşte, yaklaşık yarıya yakın orandaki öğretim üyelerinin zaman zaman hepsinin muhatap olduğu bir problemin çözümünü amaçlayan bu madde, yerinde bir değişiklik maddesidir.

2547 sayılı YÖK Kanunu’nun 23’üncü maddesine göre hâlen bir üniversite biriminde açık bulunan yardımcı doçentlik kadrosuna atamada şu şartlar aranmaktadır: Bunlardan birincisi, doktora veya tıpta uzmanlık unvanını veya Üniversitelerarası Kurulun önerisi üzerine Yükseköğretim Kurulunca tespit edilecek belli sanat dallarının birinde yeterlilik kazanmış olmak, yani lisans eğitiminin üzerine yüksek lisans ve doktora düzeyindeki eğitimini başarmış olmak. Birinci şart bu.

İkincisi de: Fakülte, enstitü veya yüksekokul yönetim kurullarınca, biri o dilin öğretim üyesi olmak üzere seçilecek üç kişilik bir jüri tarafından, sınava girenin kendi bilim alanında Türkçeden yabancı dile, yabancı dilden Türkçeye yüz elli-iki yüz kelime arasındaki bir metni, çeviriyi kapsayan yabancı dil sınavını başarmak. Yardımcı doçentliğe atanmanın asgari şartları bunlar.

İşte, bu şartları haiz birden fazla aday arasından seçimi kolaylaştırmak veya bu şartları bir defa sağlamış, ama ondan sonra yeni araştırmalar ve buna katkılar yapmış olanların bu kadroda devamını sağlamak için yasal eksiklik, (c) fıkrasındaki bu değişiklik önerisiyle tasarı eğer yasalaşırsa giderilmiş olacaktır.

Bu iki şarta ek olarak bu tasarıyla Kanun’a eklenecek (c) fıkrasına göre üniversitelerimiz senatolarınca belirlenip, Yükseköğretim Kurulunun da onayı alındıktan sonra yürürlüğe girecek bilimsel ölçütlere dayalı seçme kriterleri bu vesileyle uygulama şansını bulmuş olacaktır.

Ancak, belirlenecek olan bu bilimsel ölçütlerin üniversitelerimizin bulunduğu yöre koşulları ve sahip oldukları gerek bilimsel gerekse fiziksel imkânlar da göz önünde bulundurularak belirlen-melidir. Aksi takdirde şartları daha iyi olan gelişmiş bir üniversitenin kriterleri, yeni kurulmuş ya da fiziksel imkânları o denli gelişmemiş olan üniversitelerimizde aynen uygulanmaya kalkılacak olursa, bugün yaşanan sorunlara ilave yeni sorunlar da gündeme gelmiş olacaktır. Üniversitelerimizin bunu dikkatle değerlendireceğine inancım tamdır.

Değerli milletvekilleri, üniversitelerimizin ve buralarda görev yapan tüm çalışanlarımızın önemli sorunlarının olduğu hepimizin malumudur. Örneğin, çalışanların maaşlarının ve üniversitelerdeki ek ders ücretlerinin düşüklüğü, öğretim elemanı veya öğretim üyesi başına düşen öğrenci sayısının olması gerekenin çok üzerinde olması, yani öğretim üyesi sayısının oldukça yetersiz olması, öğretim üyesi eksikliğinin giderilmesinde ana basamaklardan birisi olan araştırma görevlisi kadrolarının oldukça yetersiz oluşu, ders programlarının, sanayi başta olmak üzere, özel sektör isteklerine ve gelişen dünya şartlarına göre hızla yenilenememesi gibi genel sorunlar, bunların bazılarıdır.

Söz aldığım madde yardımcı doçentlerle ilgili bir madde olması nedeniyle, yardımcı doçentlerin bugün karşı karşıya kaldığı bazı sorunları bu vesileyle biraz daha detayda sizlerin bilgilerine sunmak ve aklıma gelen çözüm önerilerini de beraberinde tartışmak istiyorum: Bunlardan birincisi, yasada on iki yılla sınırlandırılmış olan çalışma süresi mutlaka en kısa sürede kaldırılmalıdır. Her ne kadar hukuki açıdan bu aşılmış gibi olsa da, on ikinci yılını doldurmak üzere olan birçok yardımcı doçentin psikolojik olarak bu havaya girmesi ve bundan olumsuz etkilenmesi ciddi anlamda enerji kaybına yol açmakta ve her bu duruma düşen yardımcı doçentin kişisel başvurusuyla hukuken bunun aşılabilmiş olması da birçok kayba yol açmaktadır.

İkincisi; yardımcı doçentler de doçent ve profesörler gibi daimî kadrolarda görev yapma imkânına kavuşturulmalıdır. Şu anda mevcut sistemde yardımcı doçentlerimiz iki ya da üçer yıllık süreyle sözleşmeli olarak görev yapmakta ve her sözleşme döneminin sonunda yeniden sanki bu kadroya başvuruyormuşçasına dosya hazırlayarak sözleşmesi yenilenmektedir. Yine, bu sıkıntının da mutlaka yardımcı doçentlerimizin üzerinden alınması gerekiyor.

Şunu sizler de en az benim kadar biliyorsunuz: Hiçbir yardımcı doçent o kadroda emekli oluncaya kadar yardımcı doçent olmayı ve kalmayı istemiyor. Doğal olarak bunların da doçent ve profesör unvanlarına kavuşmayı en az bizler kadar istediklerinden hepimiz eminiz. O açıdan, mutlaka bunların bu ara dönemlerdeki sözleşme problemi giderilmelidir.

Yine, bu kadroda görev yapan ve emeklilik hakkını kazanmış olan öğretim üyelerinin 4200 katsayıyla 1’inci derecenin son kademesine kadar inmeleri ve buradan emekli olmaları sağlanmalıdır. Şu anda, bildiğiniz gibi, yardımcı doçent unvanlı öğretim üyelerimiz 3’üncü derecenin altına inememekte ve isteyerek ya da istemeyerek, emekliliği gelmiş olan insanlarımız buradan emekli olabilmekte. Hâlbuki bunların yetiştirdiği lisans mezunları 1’inci dereceye kadar inebilirken ya da öğretim görevlilerimiz 1’inci dereceden emekli olma imkânına sahipken, yardımcı doçentler bundan yararlanamamakta. Benden önceki değerli hatiplerden birisi de bu konuyu dile getirdi. Umarım bundan sonraki ilk personel yasasıyla ilgili değişiklikle bu teknik problem çözülür.

Doçentliğe başvuru koşullarını yerine getirenlerin, eserlerin incelenmesi aşamasında başarılı olmaları hâlinde sözlü sınava gerek kalmaksızın bunlara doçent unvanının verilmesinin önü açılmalıdır. Birçok yardımcı doçent sözlü sınavlarda subjektif olarak değerlendirilebilecek birçok konuyla muhatap olmakta. Bence bunların, artık bu yaşa gelmiş olanların bu sıkıntıdan kurtarılmasının zamanı gelmiştir diye düşünüyorum.

Bir diğer konu: En büyük sıkıntı olan yabancı dil sınavından en az 65 puan alma zorunluluğu, doktora yeterlik sınavında son düzenlemeyle getirilen 50 puan alma sınırına çekilerek yeniden enerjilerinin yabancı dille harcanmasının önüne geçilmelidir.

Bunun dışında, 50’nin üzerinde yüksek yabancı dil notu almış olanların doçentlik sınavlarında ayrıca ödüllendirilerek ilave puan alması sağlanıp…

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN – Bir dakika ek süre veriyorum. Lütfen tamamlayın.

ALİM IŞIK (Devamla) – 50’nin üzerinde yabancı dil puanı almış olanlara doçentlik sınavlarında ayrıca ödüllendirilerek ilave puan alma imkânı tanınmalı, böylece aradaki adaletsizlik de aşılmalıdır.

Yardımcı doçentlerin de içinde bulunduğu öğretim üyelerimizin şu anda en büyük sıkıntısı olan özlük hakları ve maaş konusunun acilen çözülmesini tekrar hatırlatıyor, bu yasa değişikliğinin ülkemize ve üniversitemiz camiasına hayırlı olması temennisiyle hepinize tekrar saygılarımı sunuyorum. (MHP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – Teşekkür ederim Sayın Işık.

Şahıslar adına ilk söz, Kocaeli Milletvekili Sayın Fikri Işık’ta.

Buyurun Sayın Işık. (AK Parti sıralarından alkışlar)

FİKRİ IŞIK (Kocaeli) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; 238 sıra sayılı Yükseköğretim Kanununda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Tasarısı’nın 3’üncü maddesi üzerinde şahsım adına söz almış bulunuyorum. Bu vesileyle yüce Meclisi saygıyla selamlıyorum.

Değerli arkadaşlar, dünyanın geldiği bu noktada Türkiye’nin önünde yapması gereken bir tercih var, iki ana yol var, bunlardan birini tercih edecek; ya Batı’nın ürettiği, yüksek teknolojiye dayanan, katma değeri yüksek ürünler üretecek ve en azından asgari ücretten başlayan halkın refah ve gelir seviyesini yükseltecek bir yolu takip edecek ya da bugünkü, geleneksel, Asya’nın ürettiği, katma değeri yüksek olmayan, el emeğine dayalı ürünlerin üretimine devam edecek. AK Parti İktidarıyla beraber bu temel tercih yapılmıştır. Türkiye, Avrupa’yla rekabet edecek, gelişmiş dünyayla rekabet edecek, katma değeri yüksek ürünler üretecek, bununla ilgili her türlü altyapıyı oluşturacak bir politikayı benimsemiştir, uygulamaya koymuştur. Bugün görüştüğümüz kanun, bu temel stratejinin bir parçasıdır.

Değerli arkadaşlar, bu hedefe ulaşmak için üniversitelerimiz olmazsa olmazdır. Zira, araştırma-geliştirme faaliyetleri, bizim kanunlarımıza göre, TÜBİTAK’la beraber üniversitelere verilmiştir. Üniversitelerin, bulundukları bölgenin lokal sorunlarıyla birlikte, ülkenin içerisinde bulunduğu bilimsel ve teknolojik sorunların çözümüne yönelik adım atmaları durumunda, üniversitelerin ülke ekonomisine sağlayacağı kaynak tahminlerin çok üzerinde olacaktır. Bu noktada, üniversitelerimizin temel fonksiyonlarından biri, ihtiyaç duyulan nitelikli insan gücünü yetiştirmektir ve bunun bütün yurt sathına yayılmasıdır. Son üniversitelerin kurulmasıyla birlikte artık üniversitesi olmayan ilimiz kalmamıştır. Dolayısıyla, üniversite eğitimine ulaşmak düne göre daha kolaydır, daha mümkün hâle gelmiştir.

Değerli arkadaşlar, bir sanayi kentinin milletvekili olarak, sık sık yaşadığımız, sanayinin zaman zaman sıkıntıya düştüğü konularda, bu sorunların çözümü için üniversitenin sanayinin imdadına yetişmesi noktasında gerçekten birtakım sıkıntıları yaşamış bir ilin milletvekiliyim. Eğer üniversite-sanayi iş birliği yeteri derecede sağlanırsa bundan Türkiye’nin çok ciddi kazançlı çıkacağı muhakkaktır. Bu noktada bu kanun üç tane temel düzenleme getiriyor. Bir tanesi, hem ARGE faaliyetlerini düzenlemeye yönelik ÖSYM bütçesinde oluşan fazla kaynaktan bir kısmını bu bütçeye aktarma imkânı getiriyor ki bu şu anda yüzde 25 olarak geldi, inşallah önümüzdeki süreçte artabilir. Bu, aynı zamanda, yeni üniversitelerin de özellikle ihtiyaç duyacağı insan kaynağının yetiştirilmesinde, bilim insanının yetiştirilmesinde, üniversitelerimize eğitim elemanının yetiştirilmesi noktasında ilave bir kaynak getiriyor. İkinci getirdiği önemli yenilik, yeni kurulan üniversitelere atanacak kurucu rektörlerin seçilme ve atanma sürecini yeniden düzenliyor, Anayasa Mahkemesinin iptal kararına uyularak yeni bir düzenleme getiriliyor. Burada da, bugüne kadar diğer üniversitelerde getirilen kriterler aynen korunuyor ama burada bir ilave madde daha, özellikle 3’üncü maddede yardımcı doçent kadrosu için üniversitelerin ihtiyaçlarına, gelişmişlik düzeylerine ve bilimler arasındaki, disiplinler arasındaki ihtiyaca göre ilave koşullar getirme imkânı sağlıyor.

Değerli arkadaşlar, bu ilave koşulların getirilmesi birtakım kriterlere bağlanmış. Öncelikle, bilimsel araştırmaya yönelik olacak. İki, kriterlerin mutlaka objektif olması sağlanacak. Üç, bu kriterlerin keyfîliğe meydan vermemek açısından da Yükseköğretim Kurulunun onayına sunulması noktasını bu 3’üncü madde düzenlemiş oluyor. Burada daha çok, üniversitelerin özerkliğine yönelik atılmış bir ilave adım olarak da bu 3’üncü maddeyi değerlendirebiliriz diyorum.

Ben, diğer bütün parti gruplarımızın da katıldığını gördüğüm bu kanunun ülkemize ve milletimize hayırlı olmasını diliyor, hepinize saygılar sunuyorum. (AK Parti sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – Teşekkür ederim Sayın Işık.

Şahıslar adına ikinci söz, Antalya Milletvekili Sayın Abdurrahman Arıcı’ya aittir.

Buyurun Sayın Arıcı. (AK Parti sıralarından alkışlar)

ABDURRAHMAN ARICI (Antalya) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; Yükseköğretim Kanununda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Tasarısı’nın 3’üncü maddesi üzerinde şahsım adına söz almış bulunuyorum.

Öncelikle Millî Takımımızın başarısını kutluyor, cuma günkü müsabakada Meclis Futbol Takımı olarak başarılar diliyoruz.

Üniversiteler yenilikçi ve eleştirel bir bakış açısı ile bilgi üreten, bu bilgiyi yayan ve kaliteli insan gücü yetiştiren kurumlardır. Üniversiteler toplumun ihtiyaçlarına cevap vermek için çalışır, değerlerimizi koruyup yaşatır, ürettiği bilimsel bilgi, teknoloji ve nitelikli insan gücüyle toplumun geleceğini doğrudan etkiler.

Ülkemizdeki üniversite sistemi, bilgi ekonomisinin gerektirdiği kaliteli insan gücünün yetiştirilmesi, sosyal yapının güçlendirilmesi, eleştirel düşünce ve evrensel demokratik değerlerin yaygınlaştırılması gibi alanlarda toplumsal beklentileri karşılayabilmek için bir dizi yeniliğe ihtiyaç duymaktadır.

Hükûmetimizin çabaları, siz değerli milletvekillerimizin katkılarıyla Türkiye’de üniversitesi olmayan il kalmamıştır. Üniversitelerimizin sayılarının artması sonucu öğretim üyesi açığının arttığı da bir gerçektir. Bu açığın kapanması amacıyla Hükûmetimiz, Yükseköğretim Kurulu ve üniversitelerimizin çalışmaları bu konuda devam etmektedir. Üniversitelerimizin uluslararası standartlara kavuşması ve öğretim üyesi açığının kapatılması için uygulamakta olduğumuz yurt içi ve yurt dışında öğretim üyesi ve bilim insanı yetiştirme ve değişim programlarının hacmi ve çeşitliliği artırılarak devam etmektedir. 2547 sayılı Yükseköğretim Kanunu’nun “Yardımcı Doçentliğe atama” başlıklı 23’üncü maddesinin (a) fıkrası “Bir üniversite biriminde açık bulunan yardımcı doçentlik, isteklilerin başvurması için rektörlükçe ilan edilir. Fakültelerde ve fakültelere bağlı kuruluşlarda dekan, rektörlüğe bağlı enstitü ve yüksekokullarda müdürler; biri o birimin yöneticisi, biri de o üniversite dışından olmak üzere üç profesör veya doçent tespit ederek bunlardan adayların her biri hakkında yazılı mütalaa isterler. Dekan veya ilgili müdür kendi yönetim kurullarının görüşünü de aldıktan sonra önerilerini rektöre sunar. Atama, rektör tarafından yapılır.” şeklindedir.

Yardımcı doçentlik atanmasında ise doktora veya tıpta uzmanlık unvanını veya Üniversitelerarası Kurulun önerisi üzerine Yükseköğretim Kurulunca tespit edilecek belli sanat dallarının birinde yeterlik kazanmış olmak ve fakülte, enstitü veya yüksekokul yönetim kurullarınca, biri o dilin öğretim üyesi olmak üzere seçilecek üç kişilik bir jüri tarafından, sınava girenin kendi bilim alanında Türkçeden yabancı dile, yabancı dilden Türkçeye yüz elli-iki yüz kelimelik bir çeviriyi kapsayan yabancı dil sınavını başarmak şartları aranmaktadır. Bu madde ile de üniversitelerin yardımcı doçent kadrolarına atama için mevcut Kanun’da aranan asgari şartların yanında Yükseköğretim Kurulunun onayını almak suretiyle münhasıran bilimsel kaliteyi artırmak amacına yönelik olarak bilim disiplinleri arasındaki farkları da göz önünde bulundurarak objektif ve denetlenebilir ek koşullar belirleyeceği hükme bağlanmaktadır.

Sayın Başkan, sayın milletvekilleri; bildiğiniz gibi üniversitelerimiz idari, mali ve akademik çalışmalarında özerk olan kurumlarımızdır. Yardımcı doçent kadrolarına atamada üniversitelerin bilim disiplinleri arasındaki farklılıkları da dikkate alarak objektif ve denetlenebilir yeni koşullar belirleyebilmesine imkân tanıyan bu madde, üniversite özerkliği için atılan yeni ve önemli bir adımdır.

Üniversitelerimiz bilim üreten kurumlar olarak ülkemizin kalkınmasında, gelişmesinde önemli rol oynayacak kurumlarımızdır. Üniversitesi olmayan il kalmaması Hükûmetimizin bir başarısıdır. Bu başarıların özellikle yeni kurulan üniversitelerimizin fiziki mekânlarının yapılmasında ve akademik kadro sıkıntısının çözülmesinde de devam edeceğine inanıyorum.

Katkılarınızdan dolayı tüm milletvekili arkadaşlarıma teşekkür eder, yüce Meclisi saygıyla selamlarım. (AK Parti sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – Teşekkür ederim Sayın Arıcı.

Soru-cevap işlemine geçiyorum.

Sayın Atılgan…

KÜRŞAT ATILGAN (Adana) – Sayın Başkan, teşekkür ederim.

Aracılığınızla Sayın Bakana bazı bilgiler vereceğim, bazı rakamlar vereceğim. Bunun bizdeki karşılığı nedir, onu soruyorum.

Avrupa’da yükseköğretim gideri öğrenci başına 10.191 dolar, Amerika’da 22.476 dolar. Avrupa’nın yükseköğretime ayırdığı bütçe gayrisafi millî  hasılasının 1,3’ü, Amerika’da 2,9’u. Avrupa’da çalışan nüfusun yüzde 24’ü yükseköğretimli, Amerika’da yüzde 39’u yükseköğretimli. Dünyanın ilk                  20 üniversitesi içinde Avrupa’da sadece Oxford ve Cambridge var, bizde ise 500’de bile yok.

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN – Sayın Altay…

ENGİN ALTAY (Sinop) – Teşekkür ederim Sayın Başkan. Aracılığınızla Sayın Bakana iki soru sormak istiyorum.

Birincisi: Bakanlığınızca hazırlandığını bildiğim Sinop Üniversitesi Turizm İşletmeciliği ve Otelcilik Yüksek Okulunun kararnamesini Bakanlar Kuruluna göndermeyi düşünüyor musunuz ya da gönderdiniz mi? Sinop burada sizden bir müjde bekliyor.

İkincisi de: Görüştüğümüz kanunun dün görüşülen 1’inci maddesinde, ÖSYM merkezinin önceki yıllardan devreden finansman fazlasının yüzde 25’i Yükseköğretim Kuruluna aktarılacak. Ancak, biz bunu Komisyonda görüşürken, yanlış hatırlamıyorsam, bu paranın yeni üniversiteler için harcanacağı konuşulmuş idi. Yalnız, kanunda bu şekilde yazılmamış. Bu konuda bir redaksiyon yapmayı düşünür müsünüz? Bu paranın yeni üniversitelere harcanması konusunda bir tasarrufunuz olur mu?

Teşekkür ediyorum.

BAŞKAN – Sayın Öztürk

ALİ RIZA ÖZTÜRK (Mersin) – Sayın Başkanım, aracılığınızla Sayın Bakana sormak istiyorum: Mersin Üniversitesi Tıp Fakültesi Araştırma ve Uygulama Hastanesinin 2000 yılında ihalesi yapılmış, temeli atılmıştır. Şu anda hastanenin ve tıp fakültesinin inşaatının tamamlanması için 60 trilyona ihtiyaç vardır. Ödenek yıllık 15 trilyondur. Bu şekilde dört yıl daha bu işin süreceği düşünülmektedir. Bunun hızlandırılması ve ödenek artırımı konusunda acaba Bakanlığın yapacağı  herhangi bir olay var mıdır? Birinci sorum bu.

İkinci sorumu da deminden sormuştum, o sorulara yanıt alamamıştım. Birincisi ÖSYM’de biriken paralar, ikincisi ise YÖK başkan vekilliğine atanan doçentle ilgili soru sormuştum, onlara yanıt alamamıştım.

BAŞKAN – Sayın Paksoy

MEHMET AKİF PAKSOY (Kahramanmaraş) – Teşekkür ederim Sayın Başkanım.

Sayın Bakanım, üniversitelerimizde görev yapan daire başkanı ve genel sekreter yardımcıları, diğer bakanlıklardaki muadillerinden daha düşük ücret almaktadır. Söz konusu ücret adaletsizliğini ortadan kaldırmak için gerekli çalışmayı ne zaman sonuçlandıracaksınız?

İki: Bazı üniversitelerimizin tıp fakülteleri başta olmak üzere birçok fakültelerindeki akademik ve idari kadro eksikliği ne zaman giderilecektir?

Teşekkür ederim.

BAŞKAN – Sayın Atılgan…

KÜRŞAT ATILGAN (Adana) – Sağ olun Sayın Başkan.

Soruma devam ediyorum Sayın Bakanım: Şimdi, Oxford’un bütçesi 1,25 milyar sterlin yani 2,5 milyar dolar civarında. Bu bütçenin önümüzdeki on yıl içinde 2,45 milyar sterline çıkması planlanıyor. Bizim durumumuz nedir? Mesela en büyük üniversitemiz olan Orta Doğunun bütçesi nedir? Bu kanun, dünyadaki yükseköğretimi bu perspektifte düşündüğümüz zaman, dünyayla rekabeti sağlamada ne kadar yardımcı olacaktır?

Teşekkür ediyorum.

BAŞKAN – Sayın Bakan…

MİLLÎ EĞİTİM BAKANI HÜSEYİN ÇELİK (Van) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; öncelikle Sayın Atılgan’ın sorusuna cevap veriyorum: Sayın Atılgan Amerika’dan, Avrupa’dan bazı örnekler verdi. Üniversitelerin bütçeleri ve üniversite öğrencilerinin kişi başına yapmış oldukları harcamalardan söz etti ve Türkiye’yle bunun bir mukayesesini ve bizdeki rakamları istedi.

Değerli arkadaşlar, eğer Avrupa ülkeleriyle bu mukayeseyi yaparsanız, doğru bir mukayese yapmış olmayız. Şüphesiz ki bizim ulaşmak istediğimiz hedefler ve rakamlar bunlardır. Kişi başına millî geliri 45 bin dolar olan bir ülkede üniversitelerde öğrenci başına yapılan harcamayla, şüphesiz ki, bizimkinin bir olmayacağı açıktır. Ancak bir mukayese olması için ben de Sayın Atılgan’a bir rakam vermek istiyorum: 2002 yılında Türkiye’de bir üniversite öğrencisi başına yapılan harcama 1.463 dolardı, şimdi bu 3.800 dolara çıkmıştır. Bu iyi bir gelişmedir. Türkiye'nin imkânları arttıkça, bütçesinin ebadı büyüdükçe şüphesiz ki bunun üniversite öğretim üyelerine de, öğrencilerine de yansıması söz konusudur. İyiye doğru bir gidiş vardır, daha da iyi olacaktır diye ben temenni ediyorum ve bu yöndeki gayret de devam ediyor.

KÜRŞAT ATILGAN (Adana) – Gayrisafi millî hasılaya oranı nedir Sayın Bakan?

MİLLÎ EĞİTİM BAKANI HÜSEYİN ÇELİK (Van) – Sayın Altay’ın Sinop’la ilgili, Turizm ve Otelcilik Okuluyla ilgili sorusu var. Doğrusu şu anda bu hangi aşamadadır, bunu ezbere bilmiyorum. Ama bize gelen bu tür ihtiyaçları biz derhâl ilgili bakanlıklara, kuruluşlara sorarak, onlardan görüş alıp Bakanlar Kuruluna iletiyoruz. Bununla da ilgileneceğim.

Öte yandan, ÖSYM’nin hesabında biriken 300 trilyonluk paranın yüzde 25’inin sadece yeni üniversitelere aktarılması söz konusu değil. Özellikle bilim adamı yetiştirme öncelikli mesele olacak. Bilim adamı yetiştirilirken de şüphesiz ki yeni kurulan üniversitelerin ihtiyaçları önceliklidir. Yani orada görüşülen buydu Sayın Altay.

Sayın Öztürk’ün Mersin Uygulama ve Araştırma Hastanesiyle ilgili sorusuna şunu söylüyorum: 60 trilyon… Yılda 15 trilyon ödeneği var, bu dört yılda biter. Şüphesiz ki, eğer yatırım ödenekleri artarsa, ek bir kaynak bulunursa bunun dört yılda değil iki yılda bitmesi bizim de temennimizdir. Böyle bir kaynak olursa bunu vermek için biz de can atarız. Ama bugünkü şartlarda tahsis edilmiş olan budur.

Öte yandan ÖSYM’nin bu biriken parası şu anda 300 trilyon Türk lirasıdır.

ALİ RIZA ÖZTÜRK (Mersin) – Sayın Bakanım, Komisyon raporlarında YTL olarak geçmiş, onun için sordum.

MİLLÎ EĞİTİM BAKANI HÜSEYİN ÇELİK (Van) – 300 trilyon TL değil YTL diye geçmiş... O zaman 300 milyon diyeceksiniz siz buna. Yani, bugünkü YTL olarak hesapladığınız zaman belki yanlışlık yapılmıştır.

Ayrıca, doçent olan bir arkadaşın YÖK başkan vekili olarak atanmasını soruyor Sayın Öztürk. Değerli arkadaşlar, yasal olarak YÖK başkan vekilliğine getirilecek kişinin bırakın profesör olması, akademisyen bile olması gerekmez.

Şimdi, Sayın Doğramacı’dan itibaren hatırlamaya çalışın. Birçok, akademik unvanı olmayan, Maliye Bakanlığından daha önce gitme, yani uzman olan, çeşitli kuruluşlarda uzman olarak çalışmış olan insanlar da YÖK başkan vekilliği yaptı. YÖK başkan vekilliği yapabilmek için ille de profesör olma gibi bir şart yoktur, YÖK üyesi olmak yeterlidir. Bu açıdan bunu… Efendim, orada bir doçent var, biz de profesörüz, biz rektörüz, o bizim amirimiz konumundadır… Bu, amir-memur ilişkisi değil. YÖK Başkanı profesör unvanlı birisidir ama YÖK Başkanının altında bu işlemleri yapacak olan YÖK başkan vekillerinin profesör olma mecburiyeti yoktur değerli arkadaşlar.

Sayın Paksoy, daire başkanlarının -genel sekreterde sanırım problem yok da- genel sekreter yardımcılarının, özellikle diğer kurumlarla mukayese edildiği zaman ücretlerinin düşük olduğunu söyledi.

Değerli arkadaşlar, Sayın Başbakanımız, özellikle personelden sorumlu olan Bakanımıza ve Maliye Bakanına Bakanlar Kurulunda talimat verdi, Bakanlar Kurulunun aldığı karar budur. Aynı işi yapanların, aynı unvanı taşıyan insanların aynı ücretleri alması, yoklukta eşitlik değil varlıkta eşitlik konumuna gelmesi için bir çalışma yapılıyor. Bu çarpıklık maalesef sadece orada değil. Devlet Su İşlerinde çalışan mühendisle, diyelim ki Merkez Bankasında çalışan mühendis arasında astronomik rakamlar var veya devletin iki bakanlığı arasında ciddi çelişkiler var. Bunların hepsinin düzeltilmesi yönünde bir çalışma yapılıyor. Bir bütün olarak, ümit ediyorum ki bunlar düzelir.

Sayın Başkanım, arz ederim.

BAŞKAN – Teşekkür ederim.

3’üncü maddeyi oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler… Kabul etmeyenler… Kabul edilmiştir.

4’üncü maddeyi okutuyorum:

MADDE 4- 2547 sayılı Kanunun 24 üncü maddesi aşağıdaki şekilde değiştirilmiştir.

“MADDE 24– a) Doçentlik sınavı, Üniversitelerarası Kurulca yılda iki kere yapılır.

Aşağıdaki şartları haiz adaylar, Üniversitelerarası Kurulun tespit edeceği tarihe kadar, Üniversitelerarası Kurula gerekli belge ve yayınlar ile birlikte başlıca bilim dalı ile uzmanlık ve araştırma konularını da bildirerek başvururlar.

b) Doçentlik sınavına başvurabilmek için, aşağıdaki şartlar aranır:

(1) Bir lisans diploması aldıktan sonra, doktora veya tıpta uzmanlık unvanını veya Üniversitelerarası Kurulun önerisi üzerine Yükseköğretim Kurulunca tespit edilen belli sanat dallarının birinde yeterlik kazanmış olmak.

(2) Üniversitelerarası Kurulun her bir bilim disiplininin özelliklerini dikkate alarak belirteceği görüş çerçevesinde Yükseköğretim Kurulu tarafından çıkarılacak yönetmelikte belirtilen şartları taşıyan özgün bilimsel yayın ve çalışmalar yapmak.

(3) Yükseköğretim Kurulunun belirlediği kıstaslar çerçevesinde yapılan merkezi yabancı dil sınavında başarılı olmak. Bu sınavın, adayın bilim dalı ile ilgili olması şartı aranmaz. Bilim alanı bir yabancı dille ilgili olanlar bu sınavı başka bir yabancı dilde vermek zorundadırlar.

c) Üniversitelerarası Kurul, adayın başvurduğu bilim veya sanat dalından beş kişilik bir jüri ve bu jüri için iki yedek üye tespit eder. İlgili bilim veya sanat dalında yeterli öğretim üyesinin bulunmaması halinde, jüri üç üye ile teşkil edilebilir.

Doçentlik sınav jürisinde yer alan asıl ve yedek üyeler, adayın akademik çalışmalarının her birini değerlendirerek hazırladıkları ayrıntılı ve gerekçeli kişisel raporlarını Üniversitelerarası Kurula gönderirler. Asıl üyelerin hukuken geçerli bir mazerete dayalı olarak raporunu verememesi halinde, yedek üyelerin raporları, sırasına göre değerlendirmeye esas alınır. Değerlendirmeye esas alınan bu raporların birer örneği, eser incelemesi sonucuna ilişkin bildirim yazısı ile birlikte adaya gönderilir.

Eser incelemesinde başarılı bulunan aday, doçentlik sınav jürisi tarafından, sözlü sınava tabi tutulur. Jüri üyeleri, yapılan sözlü sınavın denetlenebilirliğini sağlamak için gerekli tedbirleri alır.

Sözlü sınavda başarılı olması halinde, adaya ilgili bilim dalında doçentlik unvanı verilir.

Doçentlik sınavına ilişkin esas ve usuller, Üniversitelerarası Kurulun görüşü alınmak suretiyle Yükseköğretim Kurulu tarafından çıkarılacak yönetmelikle belirlenir.”

BAŞKAN – Madde üzerinde gruplar adına ilk söz, Milliyetçi Hareket Partisi Grubu adına Kırıkkale Milletvekili Sayın Osman Durmuş’ta.

Buyurun Sayın Durmuş. (MHP sıralarından alkışlar)

MHP GRUBU ADINA OSMAN DURMUŞ (Kırıkkale) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; 238 sıra sayılı Yükseköğretim Kanununda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Tasarısı hakkında Milliyetçi Hareket Partisi Grubu adına söz almış bulunuyorum. Yüce heyetinizi saygıyla selamlarım.

Değerli milletvekilleri, üniversiteler, Türk milletinin ihtiyacı olan bilgi ve teknolojiyi sanayicilerimizle iş birliği hâlinde üretip, kalkınmamızda temel dinamizmi sağlayacak kuruluşlardır. Bu kuruluşlar, sadece yüksek bilgi ve teknolojiyle donanmış meslek mensubu eleman yetiştirmek göreviyle de sorumlu değildir. Aynı zamanda yüksek  teknolojiyi, bilgiyi üretmekle de sorumludurlar.

Siyasetçiler, üniversiteyi şehrimize gelen bir yatırım, inşaat istihdamı sağlayan bir tesis veya şehrimize yerleşen öğrenci nüfusunun getirisi olarak düşünmektedirler. Üniversite, öğretim elemanları, bina ve bir tabelayla ifade edilemez. Sosyal gelişme ve şehirleşme gelişimine etkileri yadsınamaz.

Değerli milletvekilleri, bir öğretim üyesi doktoradan sonra, on beş yıllık bir deneyimden sonra gerçek öğretim üyesi hüviyetini kazanabilmektedir. Bu  da mesleğine özen gösteren ve saygısı olan kişiler için geçerlidir.

Bugün Ankara’da, İzmir’de, İstanbul’da rektörlük seçimleri var. Bu seçimlerde rektörler, ikinci dönem seçilebilmek için, belli bir kontenjan düşünmeden, ayrımı yapmadan önümüzdeki seçimde kendisine oy verecek sayıda öğretim elemanı almaya çalışmaktadırlar. Bu da klasik üniversitelerimizin kadrolaşmasına ve hantallaşmasına sebep olmaktadır. Özellikle rektör ikinci dönem seçilmedi, her dört yılda bir yenilendiyse öğretim üyesi sayısı o oranda artmaktadır. O bakımdan, her üniversiteye alınanın öğretim üyesi sıfatını taşıması için asgari on beş yıllık bir süreye ihtiyaç vardır.

Değerli milletvekilleri, Kırıkkale Üniversitesinin on iki yıldır, on iki binası inşaat hâlindedir. Bu binaların tamamlanması için gereken ödenek 16 milyon YTL gibi cüzi bir paradır. Her yerde temel atıp sonra da o temelleri unutmak galiba bir kısım siyasetçilerin gelenek hâline getirdiği uygulamadır. Bu ülke kamyonlarla taşınan temel betonlarını görmüştür. Kırıkkale Üniversitemizin on iki yıldır yapımı sürmektedir. Üstüne on iki yıldır kar yağmış, yağmur yağmış, inşaatın tamamlanması hâlinde, zaten demirleri korozyona uğramış veya betonla ayrışmış, yıkılmaya hazır bina hâline gelecektir.

Değerli milletvekilleri, bir üniversiteye rektör atarken “senin benim yandaşım” ayrımına girmeden, bu üniversite için birikimi var mı, üniversitenin yatırımlarını hızlandırabilecek mi, üniversitenin bürokrasiyle ilişkisini düzenleyebilir mi, o üniversiteye eleman yetiştirebilecek mi; bütün bunları değerlendirmek gerekir.

Kırıkkale Üniversitesi bir bakıma şanssız bir üniversitedir. Üniversite rektörü olarak atanan Sayın Bakan Atalay dinlemeye takılmıştır ve cemaat kadrolaşması yaptığı devletin bütün mekanizmaları tarafından tespit edilmiştir. Rektör görevden alınmış, kadroları tasfiye edilmiş, ancak üniversite bina ve teknolojileri emsalleriyle mukayese edildiğinde hâlâ gecekondu üniversitesi hüviyetindedir.

Sayın Bakan Çelik ve Sayın Ekren’le Kırıkkale Üniversitesinin yarım kalan binalarının bitirilmesi için görüşme yaptık. Hızlandırmada Kırıkkale Üniversitesine gereken paranın verilebileceği söylenmiştir. Bunun akıbeti sorulduğunda da Sayın Çelik “Biz böyle bir söz vermedik.” diyebilmiştir.

Sayın milletvekilleri, sigara yasasını bu Mecliste birlikte geçirdik. Vatandaşların talepleri eskiden siyasetçiler tarafından sigara paketine yazılırdı, hiç değilse sigara bitene kadar o talep orada kalırdı. Şimdi taleplerimizin bir sigara paketi üzerindeki not kadar değeri yok, yok sayılmaktadır.

Değerli milletvekilleri, iki ayrı konuya daha değinmek istiyorum. 2547 sayılı Yükseköğretim Kanunu’nun 7/l maddesi, 13/b maddesi ve 40/b maddesinde antidemokratik ifadeler yer almaktadır. Bunlar, geçmişte, öğretim üyelerinin sürgün ve kıyımında kullanılmıştır. Hukuk devleti cezaya, ezaya ve şiddete dönüşmemelidir. Bir öğretim üyesi, rektörün döner sermayeden pay almamasını söyleyince, profesör olan, başhekim olan bu öğretim üyesi ”Görevinde yetersizliği görülenler altı ay bir başka üniversitede denenir ya da görevine son verilir.” 7/I maddesine takılmış ve maalesef, Erciyes Üniversitesinden bir profesörümüz, başhekimlik mevkisine gelmiş, ana bilim dalı başkanı olmuş, o güne kadar yetersizliği görülmeyen profesörümüz Pamukkale Üniversitesine daha önceki dönemlerde altı ay sürülmüştür.

Dün, üniversitede konuşanlar sürgün ediliyordu, bugün Ulaştırma Bakanı tüm vatandaşa konuşmamayı tavsiye ediyor! Farklı ekol ve gruplarda maalesef bu sürgün devam etmektedir. Biri konuştuğu için sürgün edilirken diğeri “Dinlenmek istemiyorsan konuşma kardeşim.” diyor! Anayasa, İnsan Hakları Beyannamesi yok sayılıyor. Bu durum suçtur, Hükûmet düşürebilecek bir suçtur değerli milletvekilleri.

Diğer konuya gelince: Üniversitelerde öğretim elemanlarının emekliliğe yansıyan ücret ve emekli maaşları maalesef insanca yaşama düzeyinin çok altındadır. Bu ülkede altmış beş yaşına kadar bilim adına hizmet eden bu insanlarımızın maalesef, pazarların dağılma saatinde alışverişe gitmeleri ve yoksulluk sınırında yaşamaları hepimiz için utanılacak bir durumdur. Buradan Maliye Bakanına ve Sosyal Güvenlik Kurumuna istirham ediyorum: Ek ders ücretleri ve döner sermaye gelirleri emekliliğe esas ücret gibi değerlendirilmelidir ve sosyal güvenlik primi bu gelirlerden kesilmelidir. Yaşlılıkta öğretim üyesini muhtaç duruma düşürmemek için bu bir zarurettir.

Değerli milletvekilleri, ehliyet ve liyakate önem veren, ilmî düşünceyi her şeyin üstünde tutan bir üniversite istiyoruz. Bu taleplerimizi fikri hür, vicdanı hür, irfanı hür bir üniversite gençliği ancak karşılayabilir.

Ülkemizin birlik ve beraberliği ve dirliği için, ülke meseleleriyle ilgilenen, iyi eğitilmiş, iyi meslek sahibi gençlere ihtiyaç vardır. Önce kendilerini ve ailelerini kurtarmaları dileğimizdir. Bilgiden önce malumat sahibi olan nesillerle bu ülkenin kalkınması mümkün değildir.

Değerli milletvekilleri, umuyor ve bekliyorum ki Atatürk ve Türk milletini seven, bu millete mensup olmaktan gurur duyan bir nesil yetiştiririz ve eğitim kurumlarımızı, dünyada bilgi üreten, diğer medeni ülkelerle yarışabilen bir hâle getirebiliriz.

Burada bir diğer konuya değinmek istiyorum. Harran Üniversitemizde benim öğrencim olan ve tıpta uzmanlık eğitimi alan bir kişi, daha birinci senesinde yardımcı doçent olarak atanıyor ve orada bir doçent yok, bir profesör yok. Bu üniversitemiz orada tıpta uzmanlık eğitimi veriyor.

Bakınız, Sağlık Bakanlığı eğitim hastanelerinde, uzmanlıkta beş yıllık kıdemini doldurmamış kişi şef muavini olamaz, on yılını doldurmayan kişi şef olamaz. Şefi olmayan, yani on yıllık deneyimi olmayan bir şef yoksa, orada uzmanlık eğitimi verilemez.

İş üniversiteye gelince yeni mezun bir uzman hekime siz uzmanlık eğitimi verdiriyorsunuz ama Sağlık Bakanlığı hastanelerinde on yılını doldurmamış, şeflik imtihanında başarıya ulaşmamış kişiye eğitim verdirmiyorsunuz. Burada bir standardı yakalayamayız. Üniversitelerimizin eğitim düzeyleri arasında maalesef bir uçurum gelişiyor.

Eğitimde bir standardı yakalayabilmek için özellikle -YÖK Başkanımız burada- biz şunu istedik: Tıpta uzmanlık eğitimi alan kişiler en az altı aylık süreyle üniversite hastanelerinde, üniversitede göreve başlayan uzmanlık eğitimi öğrencileri de en az altı ay Sağlık Bakanlığı hastanelerinde bir staj dönemi geçirmelidirler ve bunların mezuniyet sınavlarında, uzmanlık sınavlarında…

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN – Bir dakika ek süre veriyorum. Tamamlayın lütfen.

Buyurun.

OSMAN DURMUŞ (Devamla) – Teşekkür ediyorum Başkanım.

…en az 2 öğretim üyesi üniversitede doçentlik sınavında jüri olma niteliği olan profesörlerden oluşmalıdır. Bugün, ana muhalefet partisinden bir arkadaşım “Sağlık Bakanlığı jürilere üniversitedeki profesörü nasıl seçiyor?” diye sordu. Biz, yükseköğretim kurumundan, doçentlik sınavına giren profesörler arasından jüri seçiyorduk, en az 2 tanesini; doçent seçmiyorduk. Hâlbuki, geçmiş dönemde tıpta uzman olmayan doçent, profesörler ya da doçent standardında olan kişiler bu jürilere sokulmuştur. Bu, yanlıştır. Eğitimde bir standart birliği oluşturmak zorundayız. Yoksa, biz, bu gelişmeye ayak uyduramayız, medeni gelişmenin çok gerisinde kalırız.

Bu, sadece tıpta değil; mühendisliklerimizde staj yoktur, stajlar kâğıt üzerindedir. Bu arkadaşlarımız, bir yağlı tulum giyerek tezgâhların altına eğilmiyorlar, sanayide çalışmıyorlar. Bu, bir yetersizliktir.

Ben, burada, sözlerime son veriyor, yüce heyetinizi saygıyla selamlıyorum. (MHP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – Teşekkür ederim Sayın Durmuş.

Grupları adına ikinci söz, Cumhuriyet Halk Partisi Grubu adına Mersin Milletvekili Sayın Ali Rıza Öztürk’te.

Buyurun Sayın Öztürk. (CHP sıralarından alkışlar)

CHP GRUBU ADINA ALİ RIZA ÖZTÜRK (Mersin) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; Cumhuriyet Halk Partisi Grubu adına ve şahsım adına hepinizi saygıyla selamlıyorum.

Demin, üniversitelerimizle ilgili konuları görüşürken kadro açığında, öğretim üyesi kadro açığında kalmıştık.

Şimdi görüşmekte olduğumuz madde, doçentlerin atanmasına ilişkin bir madde. Demin de söyledim, bizim, Cumhuriyet Halk Partisi olarak, bu yasa tasarısına karşı olmadığımızı ben  ve benden önceki konuşmacı arkadaşlarımız söyledi. Bu düzenleme de doğru bir düzenleme, yerinde bir düzenleme. Bunu da biz destekliyoruz.

Ancak, tabii ki, demin de söyledim, bu düzenlemeleri yaparken, üniversitelerin esas sorunlarını çözmek gerekiyor. En önemli sorunlarından bir tanesi kadro açığıdır. Son dört yılda üniversiteler ve fakülteler çoğalmasına rağmen, aynı artış hızında kadro artışı olmamıştır. Örneğin, devlet üniversiteleri son dört yılda 53’ten 94’e çıkmış, üniversite sayısı yüzde 49 artmış, öğretim elemanı sayısı yüzde 12 artmış, araştırma görevlisi sayısı yine az artmış; üniversitelerin fiziki koşulları ve barınma sorunları çözülmemiş; öğretim elemanlarının kadrolarına verilen atama izinleri her yıl kısılmış, atama sayıları azaltılmış; yeni açılan 32 üniversitede 128 prof. olmak üzere toplam 4.042 atama yapılmış, oysa ihtiyaç 19.125.

Beş yıldan beri kadrolar kısıtlanmış, öğretim üyesi yetiştirme politikalarına büyük oranda zarar verilmiştir. Araştırma görevlileri, bilindiği gibi, yarının öğretim üyesidirler, öğretim üyesi adayıdırlar. Öğretim üyeliğinin fidanlığıdırlar araştırma görevlileri. Oysa, araştırma görevlilerine hiçbir önem verilmemiş, son dört yılda devlet üniversitesi 53’ten 94’e çıkarken, açıktan atama yapılacak araştırma görevlisi kadro sayısı 4.250’den 1.410’a düşürülmüştür. Öğretim üyeliği cazipleştirilmesi gerekirken, akademik kadroların radikal artışı yapılması gerekirken, bunlar hiç yapılmamıştır.

Tıp fakültelerinin  durumu içler acısıdır. Beş yıldır sürdürülen ücret politikaları nedeniyle profesörler veya doçent düzeyinde 200’ü aşkın akademik personel üniversiteleri terk etmiş, devlet hastanelerine veya özel hastanelere geçmiş.

Yine, üniversitelerde çalışan hemşireler performans kriterlerinden yararlanamadığı için buralardan ayrılarak Sağlık Bakanlığı hastanelerine veya özel hastanelere gitmek zorunda kalmışlardır.

Bu kadro eksikliği, öğretim üyesi eksikliği ve fiziki mekânların eksikliği diğer üniversiteleri olduğu gibi benim seçim bölgemi de etkilemiştir. Mersin’in Silifke ilçesinde bir fakülte kurulmuş, Uygulamalı Teknoloji ve İşletmecilik Fakültesi. Oradaki binalar o insanların özverileriyle kurulmuştur. Kadınlarımız bileziklerini satmışlar, köylümüz kapısındaki danayı, ineği satmış, herkes özveride bulunarak bir yardım kampanyasıyla bu binanın inşaatı yapılmış ve Mersin Üniversitesine teslim edilmiştir. İki tane bölüm açılmış; İşletme Bilgi Yönetimi Bölümü ile Bilgisayar Teknolojisi ve Bilişim Sistemleri Bölümü. Fakat işletme bilgi işlemine geçen yıl 41 tane öğrenci alınmış, bilgisayar teknolojisi ve bilişim sistemlerine ise iki yıldır öğrenci alınamamaktadır. Nedeni, öğretim üyesinin bulunmamasıdır değerli arkadaşlarım.

Yine, Mersin Üniversitesine bağlı Mut Meslek Yüksekokulunda öğretim üyesi olmaması nedeniyle açılan bölümler yeniden kapatılmak zorunda kalmıştır. Erdemli de yine Silifke’ye benzer; açılan fakültede ikinci sınıfa kadar öğrenci alınmış ama ikinci sınıfta artık öğrenci alımı durdurulmuştur. Bu, aynı zamanda öğrencilerin psikolojisini de etkilemektedir değerli arkadaşlarım, çünkü öğrenciler, demek ki, kendilerinin kötü üniversitede yetiştiğini düşünmektedirler.

Bu sorunları çözmek gerekiyor. Üniversite sorununu bir bütün olarak alıp özellikle akademik özgürlüklerini de düşünerek altyapılarını ve öğretim üyeleri sorununu da çözerek düşünmek gerekiyor. Yoksa, biz milletvekilleri ve siyasetçiler olarak kendi seçmenlerimize şirin gözükmek adına her tarafta bir üniversite kurmak veya fakülte açmanın sorunu çözmediği çok açıktır.

Değerli arkadaşlarım, Mersin Üniversitesi bizim bölgemizde 1992 yılında kurulmuş bir üniversitedir ve Mersin Üniversitesi çok kısa zamanda kendisini Türkiye’deki çok önemli üniversitelerin arasına katmış bir üniversitedir. Orada çalışan öğretim üyesi, profesöründen asistanından herkese çok teşekkür ediyorum. Bugün gelinen noktada Mersin Üniversitesi Türkiye'nin en iddialı üniversitelerinden birisi hâline gelmiştir ama Mersin Üniversitesi yokluk ve yoksulluklar içerisinde, kıtlık içerisinde fedakârca çalışmaktadır.

Mersin Üniversitesinin Tıp Fakültesi bugün, Türkiye'de ilk yüzde 2,5 dilimi içerisinde öğrenci alan bir fakülte hâline gelmiştir ancak buna rağmen Mersin Üniversitesinin demin sorumda da sorduğum gibi çok ciddi bir sorunu vardır. Bu sorun, 2000 yılında Mersin Üniversitesi Uygulama Hastanesinin ve Tıp Fakültesinin temeli atılmış, ihalesi yapılmış, sekiz sene geçmiş; sekiz sene içerisinde bu fakültenin inşaatı henüz bitirilememiş, yetkililerin ifade ettiğine göre 60 trilyona daha ihtiyaç var. Devletin ayırdığı ödenek her yıl 15 trilyon. Yıl sonunda ise ödenekler zaten kesiliyor. Bu 15 trilyonun düzenli aktarıldığını varsaysak bile bu, dört yıl daha sürecek demektir.

Mersin’in merkez nüfusu 1 milyondur. Civarlarıyla birlikte düşünüldüğünde çok büyük bir nüfusa hizmet ettiği çok açıktır. Mersin Üniversitesi hastaneleri artık bugün, herkesin kahrını ve yükünü çekmek durumunda kalmıştır. Burada, inşaatların bitirilmesi konusunda başlangıçta dış kredi destekleri imkânı aranmış ancak devlet dış kredi desteklerine kefil olmadığı için bu sağlanamamıştır. Eğer Hükûmetimiz, Sayın Bakan bu konuya ciddi olarak eğilip dört yılda bitmesi gereken inşaata yeterli ödeneği ayırıp -bir an önce ödenekler ayrılarak- inşaat bitirildiği takdirde, içerisindeki araç-gereç ve tesisat konusunda dış kredi desteğinin sağlanabileceği ifade edilmektedir. Eğer bu olduğu takdirde, hem ülkemiz kazanacaktır hem de Mersin yöresi kazanacaktır.

Bildiğimiz üzere, bugün, son zamanlarda yapılan politikalardan birisi de fiziki mekân ve öğretim üyesi açığına rağmen üniversite kontenjanlarının sürekli, giderek artırılmasıdır. Bu üniversite kontenjanları artırılmalıdır ama bunun da altyapısı olarak, hem öğretim üyesi sorunu hem de fiziki mekân çözümlenmelidir. Yine üniversitelerimizin ve Mersin Üniversitesinin araç ve gereç sorunları vardır. Mersin Üniversitesinin diğer üniversitelerde olduğu gibi, yine, öğretim üyesi açığı sorunu vardır.

Bu araştırma görevlilerinin ve özellikle tıptaki bu asistan doktorların durumları, aldıkları ücretler gerçekten içler acısıdır, gerçekten çok komiktir. Bu, herkesin vicdanını sızlatmaktadır. Bugün tıp fakültesinde olan asistanlar 1 milyon 250 bin civarında, diğer fakültelerdeki asistanlarsa 1 milyon civarında ücret almaktadırlar. Bunlara, Hükûmetin, öncelikle çözüm bulması gerekiyor. İnsanları aydınlatan, bilgi çağına yetiştiren üniversite öğretim üyelerinin öncelikle ücretlerinin artırılarak bunların yoksulluk sınırı altında yaşamalarından kurtarılması gerekmektedir.

Değerli milletvekilleri, gerçekten bu YÖK Yasası’nın üniversitelerin özgürleşmesinin önünde bir engel olduğunu ben demin konuşmamda da ifade ettim. AKP milletvekili arkadaşım, burada konuşan bir hocamız, değerli bir hocamız “Bunu getirin, hep beraber düzenleyelim.” dedi. İktidar partisi her konuda düzenlemeyi getiriyor, bu konudaki düzenlemeyi de getirmesi gerekiyor. Üniversitelerin özgürleşmesini biz savunuyoruz. Üniversitelerin akademik ve bilimsel özerkliğini tam anlamıyla savunuyoruz, bunun gerçekleştirilmesini savunuyoruz. Laiklik olmadan bilim olmaz, akademik özgürlük olmadan da bilim olmaz. Dolayısıyla YÖK’le ilgili bütün düzenlemelerin bu iki kıstas, iki ölçü göz önüne alınarak yeniden düzenlenmesi gerektiğini düşünüyorum ben.

Üniversitelerimizin yine halkla bağlantılarının güçlendirilmesi gerekiyor. Üniversitelerimizin, tüketen insanlar yerine, üreten, yaratıcı olan ve çevrelerindeki potansiyeli, atıl potansiyeli ayağa kaldıracak kişiler yetiştirmesini ben umut ediyorum. İstihdam artırıcı şeyleri devletten bekleyen kişiler yerine gerçekten yaratıcı, bilgiyle donatılmış kişilerin yetiştirilmesi gerekiyor.

Bakın, Mustafa Kemal Atatürk ne diyor: ”Efendiler! Asırlardan beri milletimizi idare eden hükûmetlerin tamamı eğitim isteğini ortaya koymuşlardır. Ancak bu arzularına erişmek için Doğu ve Batı’yı taklitten kurtulamadıklarından, sonuç, milletin cehaletten kurtulamamasına sebep olmuştur. Bu acı gerçek karşısında, bizim takibe mecbur olduğumuz eğitim siyasetimizin esas çerçevesi şu olmalıdır: Demiştim ki: Bu memleketin asıl sahibi ve toplumsal varlığımızın asıl nedeni köylüdür. İşte bu köylüdür ki bugüne kadar bilgi ışığından yoksun bırakılmıştır. Bu nedenle bizim takip edeceğimiz eğitim siyasetinin temeli, evvela mevcut cehaleti yok etmektir. Yetişecek çocuklarımıza ve gençlerimize görecekleri tahsilin sınırı ne olursa olsun en evvel ve her şeyden evvel Türkiye'nin bağımsızlığı ile kendi benliğine ve millî geleneklerine düşman olan bütün unsurlarla mücadele etmek lüzumu öğretilmelidir.” Atatürk, üniversite sorununu, eğitim sorununu ülkenin genel bir sorunu olarak görmekte ve çözümünü de ulusal kültür ve eğitim sorununun bir parçası olarak ele almaktadır.

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN – Sayın Öztürk, bir dakika ekledim, tamamlayın lütfen.

ALİ RIZA ÖZTÜRK (Devam) – Ben, bu vesileyle, Anadolu’nun en ücra köşelerinde insanlarımızı bilgi çağına yetiştirmeye çalışan, kıtlık ve yoksulluk içerisinde her türlü özveriyi yapan asistanından profesörüne kadar tüm öğretim üyelerine, tüm öğretmenlerimize saygı ve selamlarımı sunuyorum. Bu vesileyle de yüce Meclisinizi saygıyla selamlıyorum. (CHP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – Teşekkür ederim Sayın Öztürk.

Madde üzerinde şahısları adına ilk söz, Bingöl Milletvekili Sayın Cevdet Yılmaz’da.

Buyurun Sayın Yılmaz. (AK Parti sıralarından alkışlar)

CEVDET YILMAZ (Bingöl) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; öncelikle hepinizi saygıyla selamlıyorum.

Ben, 4’üncü madde üzerinde kişisel olarak aldığım söz hakkını, yeni üniversitelerle ilgili birkaç noktayı vurgulayarak değerlendirmek istiyorum. Bu konuya tabii çeşitli perspektiflerden yaklaşmak mümkün. Ben, biraz daha bölgesel gelişme perspektifinden birkaç noktanın altını çizmek istiyorum.

Yeni üniversitelerimiz, gerçekten uzun vadede ülkemizin kalkınmasına, sosyoekonomik kalkınmasına önemli katkılarda bulunacak kurumlar. Bu açıdan hepimizin el birliğiyle desteklemesi gereken bir süreç. Bu vesileyle de yeni üniversitelerimizin, hem ülkemize hem de yörelerine hayırlı, uğurlu olmasını diliyorum.

Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; başlangıç noktanız ne kadar mütevazı olursa olsun hedeflerinizin büyük olması gerekir ve uzun vadeli olması gerekir. Bu kapsamda, yeni üniversitelerimiz için belli bir merkezî koordinasyon içinde mutlaka bir stratejik planlama yapılması gerektiğini vurgulamak istiyorum. Mevcut üniversitelerimizde bu uygulamalar başladı, fakat yeni üniversitelerde bunun altyapısı elbette farklı bir süreç içinde kurgulanmak durumundadır. Bu stratejik planlamalarda da mutlaka bölgesel gelişme perspektifinin dikkate alınması gerekir. Bizim yeni kurulan üniversitelerin önemli bir kısmı, aslında nispeten geri kalmış yörelerimizde. Bu, o yörelerimiz için de bir fırsat, bu kurumlarımız bir fırsat oluşturuyor. Her zaman bizim şikâyet ettiğimiz bir husus vardır: Geri kalmış yörelerde nitelikli insan gücü bulmada sıkıntılar olduğundan şikâyet ederiz. İşte bu üniversitelerimiz, kendi içlerine kapalı yapılar olmazsa, içinde bulundukları yörenin sosyal yaşamına, iktisadi yaşamına ciddi bir şekilde bağlantılar kurarak gelişirlerse mutlaka çok önemli katkıları olur diye düşünüyorum. Bu açıdan, bir taraftan bölgesel gelişme stratejilerimizi oluştururken bir taraftan da üniversitelerimiz için mutlaka bir stratejik planlama yapmalıyız ve bu gelişmeyi bu planlama içinde sağlamalıyız diye düşünüyorum. Burada da insan unsuru gerçekten son derece önemli. Mutlaka, bu üniversitelerimizde sahiplenme oluşturacak, tam zamanlı olarak mesai harcayacak rektörlerimizin bir an önce atanması gerekiyor ve bununla paralel bir şekilde fiziki imkânların yanı sıra, mutlaka öğretim elemanlarının sayısında bir artışa gitmek gerekiyor ki bu yönde Hükûmetimizin gösterdiği çabalar gerçekten takdire değer ve bunun sonuçlarını uzun vadede göreceğiz. Ancak kısa vadeli olarak da mutlaka teknolojinin imkânlarını da devreye sokarak, uzaktan eğitim imkânlarını da devreye sokarak bu üniversitelerimizin bir an önce kurumsallaşması yönünde hep birlikte çaba sarf etmemiz gerekir.

Burada yeni oluşacak bu yapılar içinde yerel potansiyeli harekete geçirmek çok önemli, projecilik çok önemli. Akademisyenlerimizin, artık, sadece dünyadaki gelişmeleri izlemeleri yetmez, kendi yörelerinde mutlaka sivil toplum kuruluşlarıyla, iş dünyasıyla, kamu kurumlarıyla el birliği içinde yerel potansiyeli tespit etmeleri ve projelendirmeleri son derece önemli. Bu noktada da, mutlaka, gelecek yıllarda hep birlikte gayret sarf etmeliyiz.

Son bir hususun da altını çizerek konuşmamı tamamlamak istiyorum: Mevcut üniversitelerimiz var, yıllardır kaynakları kullanan, belli bir noktaya gelmiş üniversitelerimiz. Benim fikrim, bu üniversitelerimize karşı, yeni üniversitelerimize bir pozitif ayrımcılık da uygulanması gerekir önümüzdeki yıllarda kaynak tahsisinde. Bir yandan da eski üniversitelerimizin daha çok kendi kaynağını üretir, kendi ayakları üzerinde durur hâle gelmesinde büyük fayda görüyorum. Bu süreçleri eş zamanlı götürebilirsek ve eski üniversitelerimizle yeni üniversiteler arasında köprüler kurabilirsek, bunları eşleştirebilirsek, bir dayanışma ruhu oluşturabilirsek çok daha sağlıklı, etkin, ülkenin kalkınmasına, yörelerimizin kalkınmasına hizmet eder bir üniversite sistemi oluştururuz diye düşünüyorum.

Bu vesileyle tekrar yeni üniversitelerimizin hayırlı, uğurlu olmasını diliyor, başarılar diliyorum yeni üniversitelerimize. Hepinizi saygıyla selamlıyorum. (AK Parti sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – Teşekkür ederim Sayın Yılmaz.

Şahısları adına ikinci söz Osmaniye Milletvekili Sayın Mete Doğruer’de.

Buyurun Sayın Doğruer. (AK Parti sıralarından alkışlar)

İBRAHİM METE DOĞRUER (Osmaniye) – Teşekkür ederim Sayın Başkan.

Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; Yükseköğretim Kanununda Değişiklik Yapılmasına Dair 238 sıra sayılı Kanun Tasarısı’nın 4’üncü maddesi üzerinde şahsım adına söz almış bulunuyorum. Hepinizi saygıyla selamlıyorum.

Tasarıdaki 4’üncü maddeyle 2547 sayılı Kanun’un doçentlik sınavı ve jürisiyle ilgili olan 24’üncü maddesinde değişiklik ve düzenleme yapılmıştır. Burada doçentlik sınavında müracaat eden adaylarda aranan şartlar daha yeknesak hâle getirilmeye çalışılmış, doçentlik sınav jürisinin oluşturulması ve doçentlik sınav jürisinin görevleriyle ilgili esaslar yeniden düzenlenmiştir.

Şimdi, bu 24’üncü maddede yapılan değişiklikler ana hatlarıyla şu şekilde özetlenebilir: Önce, doçentlik sınavı -ki en önemli değişikliklerden bir tanesi bu- Üniversitelerarası Kurulca yılda iki defa yapılacaktır. Maddenin eski şeklinde, malumunuz olduğu üzere, bu bir defa yapılıyordu. Şimdi bunun iki defa yapılmasıyla doçent adaylarının gereksiz yere zaman kaybetmeleri önlenmiş olacak.

İkincisi, bilimsel yayın ve çalışmalar Yükseköğretim Kurulu tarafından çıkarılacak yönetmelikle belirlenecek şartları haiz olacak. Böylece de bu bilimsel çalışmalara bir yeknesaklık getirilmiş olacaktır.

Bir başka düzenleme sınav jürisiyle ilgilidir. Üniversitelerarası Kurul adayın başvurduğu bilim veya sanat dalından 5 asil veya 2 yedek üye tespit edecek. Burada ilgili bilim veya sanat dalında yeterli öğretim üyesi bulunmadığı takdirde bu jüri 3 üyeyle teşkil edilebilecektir. Bu jürideki asil ve yedek üyeler, hazırladıkları gerekçeli kişisel raporlarını Üniversitelerarası Kurula gönderecekler. Şimdi, buradaki bir farklılık da, yedek üyelerin de kişisel raporlarını Üniversitelerarası Kurula göndermelerinin belirtilmesi. Daha önceki uygulamada genellikle birinci yedek üye kişisel raporunu Üniversitelerarası Kurula gönderiyordu, ikinci yedek üye genellikle göndermediği için, ikinci asıl üyenin herhangi bir sebeple raporunu göndermemesi durumunda bir aksaklık ortaya çıkabiliyordu, bu düzenlemeyle bu aksaklığın da önüne geçilmiş oluyor.

Burada önemli olan bir husus da, bu değerlendirmeye esas alınan raporların birer nüshaları, eser inceleme sonucuna ilişkin bildirim yazısıyla birlikte adaya gönderilecek. Evvelden de bu adaya gönderilme durumu, sadece adayın talebi üzerine gerçekleşiyordu. Malumunuz olduğu üzere, daha önceki dönemlerde herhangi bir şekilde aday talep etse dahi bu raporun gönderilme durumu olmuyordu. Yani, bu rapor gönderilmiyordu ama bir önceki durumda, aday talep ettiği takdirde rapor ilgili adaya gönderiliyordu. Buradaki yeni düzenlemede, raporun gönderilmesi otomatik bir şekle getiriliyor.

Konuşmamın başında da bahsettiğim gibi, tasarıdaki en önemli iki değişiklik; birincisi, doçentlik sınavının yılda iki defa yapılması, dolayısıyla gereksiz beklemelerin önüne geçilmesi; ikincisi de, şeffaflık adına, bu jüri üyelerinin hazırlamış oldukları raporun adaylara otomatik olarak bildirilmesidir.

Bu düzenlemelerle, bu doçentlik sınavında, daha objektif, daha kolay ve daha şeffaf bir yaklaşım tarzı sergilenerek, bu çalışmaların, yani doçentlik sınavının daha objektif bir şekilde yapılması amaçlanmıştır.

Tasarının hayırlı olması dileğiyle hepinize saygılar sunuyorum. (AK Parti sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – Teşekkür ederim Sayın Doğruer.

Madde üzerinde soru-cevap işlemine geçiyorum.

Sayın Atılgan…

KÜRŞAT ATILGAN (Adana) – Teşekkür ederim Sayın Başkan.

Sayın Bakandan cevabını alamadığım, bence çok önemli gördüğüm bir hususu tekrar ediyorum: Üniversitelere ayrılan bütçenin gayrisafi millî hasılaya oranı nedir?

İkinci bir sorum da: Kişisel araştırma projelerine bu bütçe içinde ne kadar yer ayrılmaktadır?

BAŞKAN – Sayın Öztürk

ALİ RIZA ÖZTÜRK (Mersin) – Sayın Başkanım, aracılığınızla Sayın Bakanıma sormak istiyorum:  Mersin Üniversitesi Silifke Uygulamalı Teknoloji ve İşletmecilik Yüksekokulunun Bilgisayar Teknolojisi ve Bilişim Sistemleri Bölümüne laboratuvarları olmadığı için ve öğretim görevlileri bulunmadığı için iki yıldır öğrenci alınamamaktadır. Bu konuda yapılacak çalışmalar nedir? Ne yapmayı düşünüyorlar? Önümüzdeki dönemde bu fakülte öğretime açılacak mıdır?

BAŞKAN – Sayın Serter

FATMA NUR SERTER (İstanbul) – Teşekkür ederim.

Sayın Bakan, hepimizin bildiği gibi 2002 yılından beri dünyanın ilk 500 üniversitesi içerisine önce 2, günümüzde de 5 Türk üniversitesi girmiş bulunmaktadır. Bu gerçeğin çok açık bir şekilde bütün istatistiklerde yer almasına karşın bugüne kadar ne Millî Eğitim Bakanı olarak sizin ne de Sayın Başbakanın bu konuda sorulan sorulara açık bir cevap vermemesinin sebebi nedir?

Teşekkür ediyorum.

BAŞKAN – Sayın Genç…

KAMER GENÇ (Tunceli) – Teşekkür ederim Sayın Başkanım.

Efendim, YÖK Başkanlığına atanan kişinin şimdiye kadar hangi bilimsel incelemeleri ve eserleri vardır? Hangi makaleleri vardır ve hangi yabancı dili biliyor? Bu konuda bilgi edinmek istiyorum.

İkincisi, Muğla Üniversitesi Disiplin Kurulunca 40 tane öğrencinin fakülte önünde yaptıkları YÖK protestosuyla ilgili şöyle bir karar veriliyor: “Basın açıklamasında, Yükseköğretim Kurulu ve üniversitemize yazılı ve sözlü olarak haksız saldırıda bulunulduğu ve bu bildiriyi okuyan öğrencinin yanında, burada bulunanların da bu okunan bildiriyi zımnen kabul ettiklerinden dolayı bir yarıyıl için uzaklaştırma cezası veriliyor. Olay 12/11/2007 tarihinde oluyor, disiplin cezası 20/5/2008 tarihinde veriliyor. Bu tarih üniversite öğrencilerinin imtihana girme tarihidir. Yani böyle saçma bir şey olur mu. Yani bir öğrenci çıkıyor bir bildiri okuyor -YÖK’ü protesto bildirisi- orada bulunanlar da destek oluyor…

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN – Sayın Bulut…

AHMET DURAN BULUT (Balıkesir) – Sayın Bakan, Balıkesir ili küçükbaş ve büyükbaş hayvan yetiştiriciliğinde batının en önemli illerindendir. İlin veterinerlik fakültesine ihtiyacı olduğu hâlde Balıkesir Üniversitesine veterinerlik fakültesi açılmasına ne engel oluyor, niçin izin verilmiyor?

İkinci sorum: Balıkesir Üniversitesi Tıp Fakültesi Ana Bilim Dalına bu sene öğrenci kabul edilecek midir?

Teşekkür ederim.

BAŞKAN – Sayın Tankut

YILMAZ TANKUT (Adana) – Sayın Başkanım, teşekkür ediyorum.

Sayın Bakana sormak istiyorum: 1998 senesinden bu yana çeşitli üniversitelerde, günümüz itibarıyla ise 5 üniversitede eğitim vermekte olan moleküler biyoloji ve genetik bölümü şu ana kadar yüzlerce mezun vermiştir ve her sene de ortalama 200 kadar mezun vermektedir ancak bu meslek, maalesef, yasal olarak tanımlanmamıştır. Bu yüzden de bu bölümlerden üniversite lisans diplomasıyla mezun olan öğrencilerimiz çeşitli hak kayıplarına uğramaktadır. Bu kayıplar arasında, devlette görevli olarak çalışamama ve KPSS sınav sonucuna göre ilgili alanlara yerleşememe gösterilebilir. Bunun neticesi olarak da geleceğin mesleklerinden birisi olarak görülen ve stratejik önemi bulunan moleküler biyologluk Türkiye’de önemli bir kayba uğramakta ve beyin göçü ve farklı alanlara, farklı mesleklere kayma olmaktadır. Millî Eğitim Bakanı olarak bu durumdan haberdar mısınız? Haberiniz var ise bu durumu düzeltmek ve bu sorunların önüne geçmek için ve moleküler biyologluk mesleğinin yasal olarak devlet kurumlarında tanınması için gereken yasal düzenlemelerle ilgili bir çalışmanız var mıdır?

Teşekkür ediyorum.

BAŞKAN – Sayın Bakan…

MİLLÎ EĞİTİM BAKANI HÜSEYİN ÇELİK (Van) – Teşekkür ederim Sayın Başkan.

Sayın Atılgan, üniversitelerimize ayrılan bütçenin gayrisafi millî hasıla içerisindeki oranını soruyor.

Değerli milletvekilleri -1996 yılından başlıyorum- 1996 yılında üniversitelere bütçeden ayrılan pay gayrisafi millî hasılanın yüzde 0,62’sidir; sonra, bu, 1997’de 0,67’ye çıkmış, bugün yüzde 1,02’dir, gayrisafi millî hasılanın yüzde 1,02’si oranına çıkmıştır.

KÜRŞAT ATILGAN (Adana) – 2002 ile kıyaslıyorsunuz da 2002’de ne?

MİLLÎ EĞİTİM BAKANI HÜSEYİN ÇELİK (Van) – 2002’de de yüzde 0,90.

Bir de, zaman zaman bazı milletvekili arkadaşlarımız Millî Eğitim Bakanlığı bütçesi içerisinde üniversitelerin bütçesinden söz ediyorlar.

Değerli arkadaşlarım, bu hesabı yaptığımız zaman, genellikle -biliyorsunuz biz bu kırk bir üniversiteyi yeni kurduk- Millî Eğitim Bakanlığında okul öncesi eğitimde okullaşma oranı yüzde 150 artmıştır. Okul öncesi eğitimle birlikte ilköğretim, ortaöğretim yüzde 85-86’lık bir okullaşma oranına ulaşmıştır. Binlerce yeni okul açılmıştır. Ayrıca, teknolojik altyapı, fiziki altyapıyla ilgili ciddi kaynak artırımları yapılmıştır. Aslında, burada küçülen bakanlıkların bütçesi değil Millî Eğitim Bakanlığındaki potansiyelin büyümesinden kaynaklanan bir durumdur. Yoksa, bir ülkenin hükûmeti, ilköğretime, ortaöğretime, meslek okullarına farklı bir muamele, üniversitelerine farklı muamele etmez. Kaldı ki dediğim gibi, 2002’yle de mukayese ettiğiniz zaman 1996’yla da mukayese ettiğiniz zaman, millî gelire oranla da hesap yaptığınız zaman üniversitelere ayrılan payda artış vardır, kişi başına yapılan harcamada ciddi artış vardır.

KÜRŞAT ATILGAN (Adana) – İzafi azalış vardır Hocam. Şimdi gayrisafi millî hasıla yüzde 100 civarında arttı, üniversitenin bütçesinde yüzde 10 artış yapıyor.

MİLLÎ EĞİTİM BAKANI HÜSEYİN ÇELİK (Van) – O hesabı yapın Sayın Hocam.

Sayın Öztürk, Silifke’deki yüksekokula öğrenci alınamadığını, öğretim elemanı olmadığını söyledi.

Değerli arkadaşlarım, burada, dediğim gibi, bu kanun çıktıktan sonra bu Yükseköğretim Kurulu tarafından -malumunuz birçok şeyde atama yapılamıyor- bu saklı olan kadroların kullanımına da müsaade edilecek. Dolayısıyla, ümit ediyorum ki kurulmuş olan yüksekokullara da öğretim elemanları verilecek ve böylelikle onlar öğretim üyelerini de alacaklar.

Hastaneyle ilgili olarak siz daha önce bir soru sormuştunuz. Bildiğiniz gibi Mersin Hastanesiyle ilgili olarak, son olarak 2886’ya göre ben bizatihi yüzde 60’lık bir artış oranı verdim. Dört yılda biteceğini ifade ettiniz. Aslında dört yılda bitmesi de yine bizim arzuladığımız bir bitiş tarihi değil ama arkadaşlar, geldiğimiz noktaya şükretmemiz lazım. Bu büyüklükteki hastaneler yirmi yılda bitmiyordu, on beş yılda bitmiyordu. Bunu göz ardı etmememiz gerekiyor.

Sayın Serter’in 5 Türk üniversitesinin dünyanın en başarılı 500 üniversitesi arasına girmesi ile ilgili bir sorusu var. Buna rağmen, Sayın Başbakanın ve benim bugüne kadar sorulan sorulara doyurucu bir cevap vermediğimizi ifade etti. Bugüne kadar “Sayın Bakan, böyle bir şey var mıdır yok mudur? Siz bunu nasıl değerlendiriyorsunuz?” diye sayın milletvekillerinden veya dışarıdaki insanlardan kimse bana böyle bir soru sormamıştır.

FATMA NUR SERTER (İstanbul) – Sayın Bakan, tersini söylüyor Başbakan.

MİLLÎ EĞİTİM BAKANI HÜSEYİN ÇELİK (Van) – Efendim, bizim üniversitelerimizin dünyadaki ilk 500 arasına girmesi, 5 üniversitemizin girmesi bizi sadece sevindirir, memnun eder. Biz de buna katkısı olan herkesi tebrik ederiz. Bunun dışında bir tavır söz konusu olamaz. Doğruya “doğru” eğriye “eğri” diyeceğiz.

Öte yandan, Sayın Genç’in Sayın YÖK Başkanının bilimsel çalışmalarıyla ilgili olarak bir sorusu vardı. Sayın Genç, Sayın YÖK Başkanının -kendisi şimdi yanımda- çok sayıda bilimsel makalesi var, bunların hepsini burada okuyacak değilim.

KAMER GENÇ (Tunceli) – Ben öğrenmek istiyorum, bana gönderir misiniz?

MİLLÎ EĞİTİM BAKANI HÜSEYİN ÇELİK (Van) – Size, zatıalinize CV’sini gönderecek, siz bunu lütfen alın, bakın, değerlendirin.

KAMER GENÇ (Tunceli) – Tamam, ben değerlendiririm, o ayrı bir şey de,  varsa onları da öğrenelim.

MİLLÎ EĞİTİM BAKANI HÜSEYİN ÇELİK (Van) – Muğla Üniversitesinde bir olay meydana geldiğini söylüyor Sayın Genç. Bu olayda -zaten notlar alındı- eğer varsa bir anormal durum arkadaşlarımız ilgilenecekler. Olayın meydana geldiği tarihle soruşturmanın bittiği tarihin bir olamayacağını da göz ardı etmememiz gerekiyor.

Sayın Bulut’un Balıkesir Üniversitesi Veterinerlik Fakültesi ile ilgili sorusu var. Bununla ilgili, biliyorsunuz, daha önce Sayın İsmail Özgün ve diğer milletvekili arkadaşlarım bana geldiler. Bununla ilgili prosedür başlatıldı. Maliye Bakanlığına, Devlet Personel Başkanlığına ve Devlet Planlama Teşkilatına görüş soruldu. Bu görüşler geldikten sonra Bakanlar Kurulu kararı çıkarılacak ve Balıkesir Üniversitesi Veterinerlik Fakültesi kurulacaktır, bir engel söz konusu değildir.

Tıp fakültesine öğrenci alınıp alınmayacağı, Balıkesir Üniversitesinin altyapıyı ve şartları hazırlayıp hazırlamamasına bağlıdır. Eğer altyapı hazırlandığına dair bir kanaat oluşursa ek kontenjandan da olsa kontenjan verilir. Bu tamamen üniversitenin gayretlerine bağlı. 

Moleküler biyoloji ve genetikle ilgili olarak, Sayın Tankut, bugüne kadar dediğiniz problemin bana iletilmesi söz konusu değil, böyle bir problemle karşılaşmadım. Bu, Üniversitelerarası Kurulu ilgilendirir. Özellikle yükseköğretimde meslek standartları ve denkliklerin kabulü, dünya çapında bunların nereye oturduğuyla ilgili karar Üniversitelerarası Kurula aittir. Eğer böyle bir problem varsa -bunu arkadaşlarımız da not aldılar- sayın YÖK temsilcilerimiz tarafından Üniversitelerarası Kurula bildirilecek.

Sayın Başkan, arz ederim.

BAŞKAN – Teşekkür ederim.

Madde üzerinde bir önerge vardır, önergeyi okutuyorum:

TBMM Başkanlığı’na

Görüşülmekte olan 238 Sıra Sayılı Yüksek Öğretim Kanununda Değişiklik yapılmasına dair Kanun Tasarısı’nın 4. maddesinin (b) fıkrasının (3) numaralı bendinin;

“(3) Yükseköğretim Kurulunun belirlediği kıstaslar çerçevesinde yapılan merkezi yabancı dil sınavında başarılı olmak. Bu sınavın adayın bilim dalı ile ilgili olması şarttır. Bilim alanı bir yabancı dil ile ilgili olanlar bu sınavı başka bir yabancı dilde vermek zorundadır.” şeklinde değiştirilmesini arz ederiz.

 

Dr. Oktay Vural

Prof. Dr. Osman Çakır

Prof. Dr. Alim Işık

 

İzmir

Samsun

Kütahya

 

Prof. Dr. Osman Durmuş

Ahmet Duran Bulut

Recep Taner

 

Kırıkkale

Balıkesir

Aydın

 

 

Yılmaz Tankut

 

 

 

Adana

 

BAŞKAN – Komisyon önergeye katılıyor mu?

MİLLÎ EĞİTİM, KÜLTÜR, GENÇLİK VE SPOR KOMİSYONU BAŞKANI MEHMET SAĞLAM (Kahramanmaraş) – Katılamıyoruz Sayın Başkan.

BAŞKAN – Hükûmet katılıyor mu?

MİLLÎ EĞİTİM BAKANI HÜSEYİN ÇELİK (Van) – Katılmıyoruz Sayın Başkan.

OKTAY VURAL (İzmir) – Sayın Çakır konuşacak.

BAŞKAN – Samsun Milletvekili Sayın Osman Çakır, buyurun. (MHP sıralarından alkışlar)

OSMAN ÇAKIR (Samsun) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; Yükseköğretim Kanununda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Tasarısı’nın 4’üncü maddesiyle ilgili söz almış bulunuyorum.

Bu tasarının 4’üncü maddesinin (b) fıkrasının 3’üncü bendinde doçentlik sınavına başvurmak için gerekli şartlar belirlenmiş. Bu şartlardan bir tanesi: “Yükseköğretim Kurulunun belirlediği kıstaslar çerçevesinde yapılan merkezi yabancı dil sınavında başarılı olmak. Bu sınavın, adayın bilim dalı ile ilgili olması şartı aranmaz. Bilim alanı bir yabancı dille ilgili olanlar bu sınavı başka bir yabancı dilde vermek zorundadırlar.”

Değerli milletvekilleri, şimdi belirli bir bilim dalında doktorasını yapmış, yardımcı doçent olmuş ve senelerce bu dalda bilimsel eser üretmiş olan öğretim üyesi arkadaşlarımızın binlercesi Öğrenci Seçme ve Yerleştirme Merkezinin açmış olduğu üniversite doçentlik sınavında, yabancı dil sınavında yıllardan beri başarılı olamadan beklemektedirler. Bilhassa Anadolu üniversitelerinde çok sayıda yardımcı doçent bu sınavdan dolayı, gerekli bütün bilimsel çalışmaları yerine getirmelerine rağmen doçentlik sınavına müracaat etme imkânı dahi bulamamaktadırlar. Düşünebiliyor musunuz, bir ülkenin kendi dilinde değil de yabancı bir dilde, bütün üniversite öğretim üyelerinin akademik kariyerlerinde yükselebilmesi için bir başka ülkenin yabancı dilini gramerlerine varıncaya kadar çok detaylı bir şekilde bilmesi gerekiyor. Yapılan sınavlarda yurt dışında doktora yapmış, uzun süre bulunmuş ve o ülkede hayatını idame ettirmiş olan kişiler dahi bu sınavda başarısız olabilmektedir. Yani doçentlik sınavına başvurabilmek için gerekli olan, öngörülen notu karşılayamamaktadır.

Şimdi buradaki önerimiz, kişinin bilim alanı dışında bir yabancı dil sınavına tabi tutulması yerine bilim alanında bir sınava tabi tutulmasıdır. Çünkü, kişi kimyacıysa, matematikçiyse, fizikçiyse, eğer kimya alanında, matematik alanında, fizik alanında veya tıp alanında yabancı dile hâkimse, eserlerini yazabiliyorsa, bu alanda yazılmış makaleleri, eserleri, kitapları okuyabiliyorsa neden doçentlik sınavına başvuramasın, neden doçent olamasın? Türkçesini biliyorsa, bir başka yabancı dilin detaylarına kadar, gramerine kadar bilme zorunluluğu neden aransın? Bunun çok farklı olduğunu, alandan alana dil bilgisindeki farklılıkların çok önemli olduğunu burada belirtmek istiyorum.

Burada verdiğimiz önerge, sadece, yardımcı doçent olup doçent olacak olanların doçentlik sınavına başvurmaları için gerekli yabancı dil şartı neyse, bu şartının kendi bilim alanlarında aranmasıdır.

Bu önergemize destek olacağınızı düşünüyor, hepinize saygılar sunuyorum. (MHP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – Teşekkür ederim Sayın Çakır.

Önergeyi oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler… Kabul etmeyenler… Kabul edilmemiştir.

KAMER GENÇ (Tunceli) – Maddede karar yeter sayısı istiyorum.

BAŞKAN – Tamam, arayacağım.

4’üncü maddeyi oylarınıza sunuyorum, karar yeter sayısı arayacağım: Kabul edenler… Kabul etmeyenler… Karar yeter sayısı yoktur.

Beş dakika ara veriyorum.

Kapanma Saati: 16.44

 

 

ÜÇÜNCÜ OTURUM

Açılma Saati: 16.49

BAŞKAN : Başkan Vekili Meral AKŞENER

KÂTİP ÜYELER: Yusuf COŞKUN (Bingöl), Canan CANDEMİR ÇELİK (Bursa)

 

 

BAŞKAN – Sayın milletvekilleri, Türkiye Büyük Millet Meclisinin 119’uncu Birleşiminin Üçüncü Oturumunu açıyorum.

238 sıra sayılı Tasarı’nın görüşmelerine devam edeceğiz.

Komisyon? Burada.

Hükûmet? Burada.

4’üncü maddenin oylanmasında karar yeter sayısı bulunamamıştı. Şimdi maddeyi tekrar oylarınıza sunacağım ve karar yeter sayısı arayacağım.

Kabul edenler… Kabul etmeyenler… Karar yeter sayısı yoktur.

Birleşime on beş dakika ara veriyorum.

Kapanma Saati: 16.50

 

DÖRDÜNCÜ OTURUM

Açılma Saati: 17.08

BAŞKAN : Başkan Vekili Meral AKŞENER

KÂTİP ÜYELER: Fatoş GÜRKAN (Adana), Yusuf COŞKUN (Bingöl)

BAŞKAN – Sayın milletvekilleri, Türkiye Büyük Millet Meclisinin 119’uncu Birleşiminin Dördüncü Oturumunu açıyorum.

238 sıra sayılı Tasarı’nın görüşmelerine devam edeceğiz.

Komisyon? Burada.

Hükûmet? Burada.

4’üncü maddenin oylanmasında karar yeter sayısı bulunamamıştı.

Şimdi maddeyi tekrar oylarınıza sunacağım ve karar yeter sayısı arayacağım.

Kabul edenler… Kabul etmeyenler… Kabul edilmiştir, karar yeter sayısı vardır.

5’inci maddeyi okutuyorum:

MADDE 5- 2547 sayılı Kanunun 25 inci maddesinin (a) fıkrası aşağıdaki şekilde değiştirilmiş ve maddeye aşağıdaki fıkra eklenmiştir.

 “a) Bir üniversite biriminde açık bulunan doçentlik kadrosu, rektörlükçe, isteklilerin başvurması için ilan edilir. Müracaat eden adayların durumlarını incelemek üzere rektör tarafından varsa biri ilgili birim yöneticisi, en az biri de o üniversite dışından olmak üzere üç profesör tespit edilir. Bu profesörler, adaylar hakkında ayrı ayrı mütalaalarını rektöre bildirirler. Rektör, bu mütalaalara dayanarak, üniversite yönetim kurulunun görüşünü de aldıktan sonra atamayı yapar.”

 “c) Üniversiteler, doçentlik kadrosuna atama için, Yükseköğretim Kurulunun onayını almak suretiyle, münhasıran bilimsel kaliteyi artırmak amacına yönelik olarak, bilim disiplinleri arasındaki farklılıkları da göz önünde bulundurarak, objektif ve denetlenebilir nitelikte ek koşullar belirleyebilirler.”

BAŞKAN – Madde üzerinde gruplar adına ilk söz, Cumhuriyet Halk Partisi Grubu adına İzmir Milletvekili Sayın Selçuk Ayhan’da.

Buyurun Sayın Ayhan. (CHP sıralarından alkışlar)

CHP GRUBU ADINA SELÇUK AYHAN (İzmir) – Sayın Başkan, değerli arkadaşlarım; Yükseköğretim Kanununda Değişiklik Yapılmasına Dair Tasarı’nın 5’inci maddesi üzerinde Cumhuriyet Halk Partisinin görüşlerini aktarmak üzere söz almış bulunuyorum. Bu vesileyle sizleri ve ekran başında bizi izleyen yurttaşlarımızı saygıyla selamlıyorum, oturuma yeni katılan arkadaşlarıma da “hoş geldiniz” diyorum.

Değerli arkadaşlar, hepinizin bildiği gibi yüce Peygamberimiz Hazreti Muhammed “İlim Çin’de bile olsa arayın.” demiştir. Ülkemizin kuruluş ve kurtuluş önderi yüce Atatürk de ulusumuza miras olarak bilim ve aklı bıraktığını ifade etmiştir. Dünyanın gelişmiş ülkelerine baktığımızda, bilimsel gelişmeleri yaratan ve kullanan ülkelerin önde olduğunu görmekteyiz. Koca Osmanlı İmparatorluğu’nun yıkılışında bile bilim ve teknolojideki gelişmeleri yakından takip edememenin önemli bir etken olduğunu hepimiz biliyoruz. Hâl böyleyken bizler, çocukluğumuzu, bilim ve teknolojinin nimetlerini “cavur icadı” diye kullanmayı günah sayan cahil ve yobaz zihniyetlerin içinden büyüyerek buralara geldik. Hâlâ bazı ortamlarda, kasketle camiye girmenin “cavur icadı” olduğu gerekçesiyle günah olduğunu söyleyen propagandaların varlığını da üzüntüyle izliyoruz. Hindistan gibi bir ülke bilgisayar yazılımcılığıyla tüm ticari açığını kapatıp kâra geçerken Türkiye’de bunların tartışılması çok vahimdir.

Sayın Başkan, değerli arkadaşlarım; üniversitelerimizin temel görevleri, alanında yetişmiş insan yetiştirmenin yanında araştırma, geliştirme faaliyetleriyle bilimsel gelişmede ülkemizi bir adım öne geçirmek ve ülkemizin kalkınmasına, dolaylı olarak tüm insanlığın gelişmesine, doğanın, çevrenin, ekolojik sistemin korunmasına katkı yapmak, hatta önderlik yapmaktır ve Türkiye’de demokrasinin, kurulan, kimince oldukça yaşlı kimince zamanını tamamlamış ama oldukça genç olan cumhuriyetin demokratik kurumlarının korunmasını, savunmasını yapmak ve onu geliştirmektir.

Ancak bizler, alaturka siyaset mantığı içinde, bu doğrultuda çalışma yapmak yerine, sendikaları, meslek örgütlerini, değişik devlet kurumlarını ele geçirme mantığıyla üniversiteleri de rektörleriyle, dekanlarıyla nasıl elimize geçiririz çabası içine giriyoruz.

Öncelikle, üniversitelerimizin bilimsel araştırma için gerekli ekonomik ve teknolojik donanımı kazanması için neler yapmalıyız sorununu masaya yatırmamız ve sorgulamamız gerekir. Bu konuda üniversitelerimizin önünü açacak kaynak yaratımı konusunda gerekli desteği oluşturmalı, bunun için gerekli düzenlemeleri yapmalıyız.

Akademisyenlerin aldıkları maaş, üç yıllık bir profesör için 3 bin YTL dolayında, bu rakam bir araştırma görevlisi için de 1.250 YTL civarında. Akademisyenlik özendirici bir alan olmaktan çıkmıştır bugün Türkiye’de. Özellikle araştırma görevlilerinin, doktora öğrencilerinin durumu oldukça vahimdir. Başka alanlarda istihdam olanağı bulan gençler araştırma görevlisi olmaktan kaçmaktadırlar.

Akademik çalışma ve araştırmada araştırma görevlilerinin önemini üniversitelerden gelen milletvekili arkadaşlarım çok iyi bilmektedirler. Bu gençlerin çalışmaları, kısıtlı TÜBİTAK desteği ve yetersiz döner sermaye desteğinin ötesinde kendi maaşlarını harcayarak yapılabilmektedir, dolayısıyla yetersiz kalmaktadır. Yardımcı doçent, doçent ve profesörler de benzer sorunlarla karşı karşıyadır. İvedilikle üniversitelerimizin ekonomik güçlenmesi sağlanmalı, öğretim üyelerinin yaşam standardı yükseltilmelidir.

Mevcut durumda öğrencilerimiz bilimsel çalışmanın uygulamayla desteklenemediği ortamlarda eğitim görmekte, ne uygulamacı olarak ne de araştırmacı ya da yönetici olarak iş yaşamına girememektedirler. Elbette ki istihdam yaratıcı bir ekonomik politikamız olmadığı için üniversite mezunu gençlerimizin çoğu işsiz kalmaktadır. Ancak iş olanağı bulanların bile karşısına çıkan kaç yıllık deneyim aranması da gerekli eğitimi alamayan gencimizin karşısına önemli bir sorun olarak çıkmaktadır. Bugün yirmi dört-yirmi beş yaşlarına gelmiş ve hâlâ babasının, annesinin eline bakan gençlerin psikolojisini, onların ülke ekonomisine, üretime katılarak sağlayamadıkları destekten dolayı kaybettiğimiz değerleri göz önüne alırsak, çok vahim bir durumla karşı karşıya olduğumuzu söylemekte yarar var.

Şimdi, biz tasarının 5’inci maddesi ile profesörlüğe atanacak doçentlerin koşullarını düzenliyoruz. Ama, biliyorsunuz ki doçent olmak için de bir dizi koşul var. Bunlardan en önemlisi SSCI’lı yayın ya da hakemli dergilerde yayınlanmış çalışmalar. Ancak, bazı bilim dallarında Türkiye’nin geri kalmışlığı nedeniyle yapılması gereken çalışmalar hakemli dergileri hiç ilgilendirmiyor, çünkü onlar o süreçleri çoktan aşmış. O zaman yardımcı doçentlerimizin salt bu nedenle Türkiye’de etnik, dinsel ya da bölgesel ayrımcılığı bir şekilde gündeme getiren çalışmalar yapmak zorunda kalması ya da bu alanlara itilmesi gibi bir sonuçla karşı karşıya kalıyoruz. Bu ne kadar doğrudur?

Bu çalışmalar hepimizin bildiği gibi Avrupa’da büyük ilgi çekiyor. Hatta bu tip çalışmalar için özel fonlar bile veriliyor. Bu konuda bilim dallarının özelliğine göre yeni bir düzenleme yapmak zorunluluğu vardır. Yoksa bazı branşlarda bir süre sonra profesör yapacak doçent bulamayacağımızı şimdiden söylemeliyiz.

Üniversitelerde özgürlükçü, katılımcı, paylaşımcı bir yönetim anlayışını egemen kılmak zorundayız. Üniversitelerimizin bilimsel çalışmaları üzerindeki değişik vesayetler kaldırılmalı, devlet sadece denetim görevini yerine getirmelidir.

Bugün bazı üniversitelerimizde rektörlük seçimleri var. Uygulamaya bakıyoruz, öğretim üyelerinin oylarını alan rektör adaylarının ilk denetimi YÖK tarafından yapılıyor. YÖK bunları eliyor, Sayın Cumhurbaşkanına gönderiyor. Sayın Cumhurbaşkanı da YÖK’ün önerdiği kişilerin içinden bir tanesini rektör olarak atıyor. Kendi üniversitelerinin öğretim üyelerinin kendi oylarıyla yaptığı tercihlere güvenmeyen, saygı göstermeyen, kuşku duyan bir anlayışın demokratik olduğundan bahsedebilir miyiz?

Bir başka yanlış da şudur arkadaşlar: Rektörlük seçimleri yapılıyor, araştırma görevlileri oy kullanamıyor. Bu araştırma görevlilerinin içinde yardımcı doçent olma hakkını kazandığı hâlde kadro yetersizliği nedeniyle, kadro olmadığı için yardımcı doçent sıfatını kazanamamış da birçok araştırma görevlisi var. Aynı statüdeki iki kişiden yardımcı doçent olabilen oy kullanıyor, olamayan oy kullanamıyor. Bu, üniversite ortamında aynı koşullarda birlikte çalışan insanların içinde bir ayrımcılık değil midir? Bunun demokratik olmakla, demokrasiyle uzaktan yakından bir ilgisi var mıdır?

Değerli arkadaşlarım, üniversite öğrencileriyle, çalışanlarıyla, araştırma görevlileriyle, yardımcı doçentten profesöre kadar tüm akademisyenleriyle bir bütündür. Demokratik bir seçimle belli oranda, orada okuyan öğrencilerin de, orada çalışan personelin de bir şekilde oy kullanma ve tercih yapma hakkı olmalıdır. Demokratik üniversiteden bahsederken bunları göz önüne almak durumundayız.

Sayın Başkan, değerli arkadaşlarım; bugün bu kanun tasarısı Meclisten geçecek, ancak yukarıda belirttiğim aksaklıkları da göz önüne alarak demokratik, katılımcı, dayanışmacı, özgür bilimsel çalışmanın önünü açan yeni bir düzenlemeye gereksinim olduğunu hepimizin bilmesi gerekir. Demokrasi sadece kılık kıyafet, şekil açısından demokrasi aramak anlamına gelmemelidir.

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN – Bir dakika ek süre veriyorum. Tamamlayınız lütfen.

SELÇUK AYHAN (Devamla) – Tüm bu duygularla, biraz önce aktardığım eksik ve aksaklıkları da dikkate alacağınızı umarak, beni dinlediğiniz için teşekkür ediyor, hepinize saygılar sunuyorum. (CHP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – Teşekkür ederim Sayın Ayhan.

Gruplar adına ikinci söz, Milliyetçi Hareket Partisi Grubu adına Sakarya Milletvekili Sayın Münir Kutluata’da.

Buyurun Sayın Kutluata. (MHP sıralarından alkışlar)

MHP GRUBU ADINA MÜNİR KUTLUATA (Sakarya) – Sayın Başkan, sayın milletvekilleri; Yükseköğretim Kanununda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Tasarısı’nın 5’inci maddesi vesilesiyle Milliyetçi Hareket Partisi Grubu adına söz almış bulunuyorum. Hepinizi saygılarımla selamlıyorum.

5’inci madde, doçentliğe atamayla ilgili ek şartlar arama imkânı veriyor üniversite yönetimine. Bu anlamda (c) fıkrasıyla getirilen ekte bazı ilave özellikler aranmasını, objektif, ölçülebilir kriterler olması şartıyla imkân dâhiline sokuyor.

Değerli milletvekilleri, Türkiye’de üniversite meselesi, üniversite sorunu, önemi ve çapı itibarıyla millî eğitim sorununun da temelini teşkil etmektedir. Aksine, eğitimin, özelliği itibarıyla en temel, en önemli konu sayılması gerekirken, bizde üniversitedeki problemlerin uzun yıllara yayılmış olması kendisinden önceki eğitim kurumlarını ve dönemlerini de âdeta mefluç etmiş, felç etmiş durumdadır. O yüzden, konunun neresi ne kadar düzeltilebilirse bunu kâr sayıyoruz. Ancak bu düzenlemeler bir genel yaklaşım, bir çerçeve anlayışı içerisinde olacak olsa mutlaka daha verimli olacağına şüphe yoktur.

Şimdi, üniversite problemi dediğimiz zaman, yükseköğretimdeki yetersizlik dediğimiz zaman, üniversiteden eğer öğretim üyesinin kalitesini ve çalışma şartlarını anlıyorsak meseleye iyi yaklaşıyoruz demektir. Kısacası, üniversite demek, öğretim üyesi demektir; öğretim üyesi demek, iyi seçilmiş, iyi yetişmesine imkân verilmiş insanlar ve gençler demektir. Bu açıdan baktığımız zaman, Türkiye’deki sistem, iyi öğretim üyesi adaylarını üniversiteye kazandırmamıza yetmiyor. İyi adaylar üniversiteyi, bilimsel çalışmayı arzu etseler bile, geçim şartları itibarıyla burayı tercih eder durumda değildirler. Eğer bir şekilde tercih ederlerse -bir sevdadan ötürü, bir ilgiden ötürü- yetişme şartlarını altüst eden birtakım gelişmelerle karşı karşıya kalmış bulunmaktadırlar. Bu yetişme şartlarını altüst eden durumun başında, hazırlık yapılmadan açılan üniversitelerin öğretim elemanı ihtiyacı gelmektedir. Hazırlıksız açılan üniversitelere veya vakıf üniversitelerine kaptırılan öğretim üyelerinin yerine yenilerini koyabilmek için, turfanda bir yetiştirme dönemi ortaya çıkıyor. Bu yetmemiş gibi, bunun arkasından bir yardımcı doçentlik dönemi var. Yardımcı doçentlik dönemi, doktorasını yapmış gençlerin, derhâl, doçent gibi, öğretim üyeliğinin ilk kademesine atanmasıyla ders verecek adam eksiğinin giderilmesine matuf bir uygulamadır. Eğer öğretim üyesinin azlığından ötürü bu yola gidiyorsanız, bu yol, bu gençlerin yetişmesinin de önünü kesiyor. Dolayısıyla, acele doktoraları yaptırılmış, acele öğretim kadrosuna atanmış ders veren insanlar ortaya çıkıyor.

Dolayısıyla, dikkat ederseniz, şimdi, bu konular tartışılırken “öğretim üyesi”nden ziyade “öğretim elemanı” tabiri daha fazla kullanılmaktadır. “Öğretim elemanı” hem öğretim üyelerini hem de öğretim görevlilerini kapsayan genel bir çerçeve ifadesidir, ancak gelişme sayısal yönde olduğu için, öğretim üyesi yetiştirmek yerine öğretim elemanı yetiştirmeye ağırlık verdiği için bu yola doğru gidiyor Türkiye. Dolayısıyla üniversitedeki yetersizliğimizin, Türkiye'nin yetersizliğinin hem sayısal yetersizlik hem kalite yetersizliği olduğunu dikkate alırsak, kaliteyle ilgili düzenlemeleri göz ardı ettiğimiz takdirde, sadece sayısal yetersizlik üzerinde durduğumuz takdirde kaliteyi daha da kötüye götürdüğümüzün farkında olmamız gerekiyor. Bu yüzden, şimdi birkaç cümle ile yeni açılan üniversiteler konusuna bu vesile ile temas etmek istiyorum.

Bu İktidarın döneminde 41 tane yeni üniversite açılmıştır. Bu, sayısal olarak güzel bir gelişme sayılabilir ancak 41 üniversiteyi açmayı planlamış olan bir iktidarın, en azından ilave olarak 41 bin öğretim üyesi adayını bir yerlerde yetiştirmeye başlamış olduğunu görmeli idik ki, bu sayısal ve kaliteye yönelik yetersizliğin iyi idrak edilmiş olduğunu anlayalım. Bu yasalar tartışılırken, daha önce benzer konularda diğer zeminlerdeki bütün tartışmalarımızda, ilgililerle ve Sayın Bakanla olan görüşmelerimizde birtakım rakamlar devamlı verildi. Şu anda üniversitelerde -yanlış hatırlamı-yorsam- 32 bin doktora yapan elemanımızdan bahsedildi. Ama mevcut üniversitelerin ihtiyacı için bu insanlar o üniversitelerin kadrolarında kendilerini yetiştirmeye çalışıyorlar. O hâlde, yeni kurulan üniversiteler için hazırlıklar önceden yapılsaydı keyfiyeti kemiyete, kemiyeti keyfiyete terk etme mecburiyetinde kalmamış olurduk.

Şimdi, bu konuda bir başka sıkıntılı nokta, hem üniversitelerde öğretim üyesi yetersizliği hem de, daha önce çeşitli vesilelerle ifade ettiğim gibi, sadece yükseköğretim kurumu sıfatını almaya layık, bu arada yüksekokul statüsünü geçememiş birtakım kurumların vakıf üniversitesi adı altında üniversite sıfatıyla çalışıyor olmaları, hiç öğretim üyesi yetiştirmeden kamu üniversitelerinden öğretim üyesi transfer ederek eğitim faaliyetlerini sürdürüyor ve üniversite sıfatını kullanıyor olmalarıdır. Bu konuda, devamlı, bir düzenleme ihtiyacını dile getiriyoruz. Burada da bir gelişmeyi görebilmiş değiliz. Ancak konunun gerçekten köklü çözümünü arzu ediyorsak mutlaka öğretim üyesi meselesine nasıl yaklaştığımızı kamuya ilan etmeli ve bununla ilgili tedbirleri almalıyız. Bugün, bu konuyla ilgili söylenecek çok söz olmasına rağmen, farklı bir hususu bu yüce heyetin dikkatine sunuyorum. Bu düzenleme vesilesiyle, eğer rektör seçimleri konusunda, rektörlerin hizmet dönemini bir dönemle sınırlandırabilseydik -bir dönemi, dört yılı az görüyorsak bunu beş yıl kabul etmek suretiyle- bir dönem için rektör seçimlerini yapabilseydik, üniversitelerin ciddiyetini korumak bakımından, üniversiteye basit, kişisel siyaseti sokmamak ve önünü kesmek bakımından ciddi bir adım atmış olabilirdik. Şimdi, iki dönem peş peşe seçilme hakkını verdiğimiz zaman, dikkat ederseniz, Türkiye’nin her yerinde rektörler ikinci dönem de seçilebilmektedirler. O zaman, bu ne isabetli rektör seçimidir ki daima ikinci seçimi de kazanmaktadırlar? Bu gösteriyor ki bazı rektörler, seçildiği andan itibaren gayretlerini ikinci dönem seçilme hesabına yöneltmektedirler. Bu da üniversitelerin gelişmesinin önündeki en büyük engellerden bir tanesidir çünkü bir öğretim üyesinin idarecilik yapması istisnai bir hâl olmalıdır. İstisnai hâl olduğuna göre bu sadece üniversiteye bir katkı olsun diye yapılır, bir hizmet olsun diye yapılır. Bunu profesyonel bir meslek hâline dönüştürmeye yatkın olan öğretim üyeleri dışarıda da pekâlâ profesyonel uygulama alanları bulabilirler. O hâlde üniversitede kaliteyi koruyabilmek ve devam ettirebilmek bakımından buna özel önem vermek gerekiyor. Bu yüzden, birincisi, bir döneme indirme ve belki yılını uzatma meselesi, ikincisi de YÖK’e teklif edilen aday sayısında -6 aday- bir azaltmaya gitme mecburiyeti çok önemli hususlardır. Çünkü 6 adayı teklif etmeniz hâlinde, birçok aday kendisine belirli güçler ve ilişkiler vehmederek, nasıl olsa sıraya gireceğini düşünerek bu basit politik ortamların gelişmesine katkı sağladıklarını görüyoruz.

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN – Bir dakika ek süre veriyorum, lütfen tamamlayın.

MÜNİR KUTLUATA (Devamla) – Teşekkür ediyorum Sayın Başkanım.

O bakımdan hem bu teklif edilen rektör adayı sayısının azaltılmasını hem de rektörlük döneminin bir dönemle sınırlandırılıp belki hizmet süresinin beş yıla çıkarılmasını ciddi şekilde gözden geçirmeliyiz diye düşünüyorum. Hangisini yaparsak yapalım, burada getirilen kanunda sıralanan maddeleri de buradan geçirelim ama yükseköğretim sistemimiz öyle büyük sıkıntılar içindedir ki bütün yaptıklarımız bir kenarından bazı düzenleme gayretlerinden öteye gidemiyor. Onun için Türkiye’de üniversitelerimizin, kendisinden önceki yetersizliğin Türkiye’de üniversiteye talebi bir rekabet ortamı içerisinde fazlasıyla artırdığı, bir başka yetersizlik unsuru olarak etki yaptığını da dikkate almak suretiyle çok daha ciddi hazırlıkları yapmak mecburiyetindeyiz. Bu anlamda Milliyetçi Hareket Partisi seçim beyannamesinde hem eğitim sorununa hem yükseköğretim sorununa…

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN – Teşekkür ederim Sayın Kutluata.

MÜNİR KUTLUATA (Devamla) – Bunlarla ilgili de fırsatını bulduğu, imkânını bulduğu dönemde uygulayacağını ilan etmiştir.

Hepinize saygılar sunuyorum. (MHP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – Madde üzerinde şahıslar adına söz talepleri vardır.

Bayburt Milletvekili Sayın Fetani Battal.

Buyurun Sayın Battal. (AK Parti sıralarından alkışlar)

FETANİ BATTAL (Bayburt) – Sayın Başkan, sayın milletvekilleri; Yükseköğretim Yasası’nda bazı maddelerin değişikliğiyle ilgili tasarının 5’inci maddesi üzerine söz almış bulunuyorum. Hepinizi saygıyla selamlıyorum.

Üniversitelerimiz, dünün ve yarının orta yerinde, aydınlığın meşalesini sürekli yakmak zorunda olan, toplumumuzun kendilerine bu misyonu yüklediği ve toplumumuzun kendilerinden bu görevi beklediği çok önemli kuruluşlarımızdır. Üniversitelerimiz, umutlarımızın büyüdüğü, yarınlarımızın şekillendiği bizim irfan mekteplerimizdir. Dolayısıyla bir şehre üniversitenin açılmasını çok çok önemli buluyorum ben ama ondan daha önemli olarak gördüğüm şudur: Bir şehrin üniversite şehri olmayı başarması çok çok daha önemlidir diye düşünüyorum. Bir şehrin üniversite şehri olabilmesi için üniversitenin halkıyla, halkın umutlarıyla, halkın beklentileriyle, yerel yönetimle iç içe olmayı başarması, onlarla omuz omuza gelmeyi hissetmesi ve bu yürüyüşü toplumsal bir değişime dönüştürme amacına yönelik ciddi bir emek sarf etmeyi göze almasının önemli olduğunu düşünüyorum. Çünkü üniversite şehri olmayı başarmış kentlerimiz çağı okuyan, yarınlara kendisini hazırlayan ve bugünü en iyi şekilde yaşamayı başarabilen şehirlerimiz olur. Çünkü ben biliyorum ki her şehrin bir dili vardır ve o şehirde o dili anlayanlarla yarınlar kurulur. Bu açıdan baktığımızda üniversitelerimizin üretken olmayı hedeflemesi ve üretkenliği ortaya çıkarmak için çağımızın dilini çok içten ve çok derinlemesine kavramış olması gerekmektedir. Çünkü üniversitelerimizin dünya üniversiteler liginde hak ettikleri bir ortama kavuşması demek, ülkemizin de o noktaya taşınması anlamına gelmektedir. Onun için, üretkenliği hedefleyen bir üniversitenin olmazsa olmaz şartı özgürlüğü hedeflemesidir. Eğer üniversite özgür değilse, üniversitede öğretim görevlileri, üniversitenin hocaları, üniversitenin öğrencileri özgürlüğü hissetmiyorlarsa düşünemezler. Özgür değilseniz düşünemezsiniz, düşünemezseniz üretemezsiniz; bilim üretemezsiniz, teknik üretemezsiniz, sanat üretemezsiniz, düşünce üretemezsiniz, üretemeyince geri kalırsınız. Üniversitelerimizin özellikle günümüzde yeniden ve yeniden bu konuya kendilerini teksif etmelerini, toplumsal talebin bu anlamda özgürlük merkezli olduğunu yeniden ve yeniden hepimizin idrak etmesi ve bu yürüyüşü, bu yapılanmayı bu çerçevede yeniden ve yeniden düşünmek mecburiyetinde olduğumuzu burada ifade etmek istiyorum.

Kısaca diyorum ki: Değerli arkadaşlar, sayın milletvekillerimiz; üniversitelerimiz özgür olmalıdır. Ve bir daha diyorum: Değerli arkadaşlar, üniversitelerimiz özgür olmalıdır!

Hepinize saygılar sunuyorum. (AK Parti sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – Teşekkür ederim Sayın Battal.

Şahısları adına ikinci söz Malatya Milletvekili Sayın Öznur Çalık’a aittir.

Buyurun Sayın Çalık. (AK Parti sıralarından alkışlar)

ÖZNUR ÇALIK (Malatya) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; görüşülmekte olan 238 sıra sayılı Yükseköğretim Kanununda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Tasarısı’nın 5’inci maddesi üzerinde şahsım adına söz almış bulunuyorum. Konuşmama başlamadan önce yüce heyetinizi saygıyla selamlıyorum.

Değerli milletvekilleri, üniversiteler, çağın gereksinimlerine uygun olarak genç neslimizin ağırlıkta olduğu toplumumuzun yükseköğrenim ihtiyaçlarını karşılayan ve ülkemizin sosyoekonomik kalkınmasında verdikleri eğitimle son derece önemli yere sahip kurumlardır. Hızla küreselleşen, rekabetin arttığı, özellikle teknoloji ve bilim alanındaki yarışın giderek hararetlendiği dünyamızda toplumumuzu bu yarışın içerisinde tutabilmek ancak üniversitelerimizde yetişen insan gücüyle mümkündür. Ülkemizde ortaöğretimdeki okullaşma oranında yaşanan artış yükseköğrenime yönelik talebi de artırmaktadır.

Hükûmetimiz bu ihtiyacın karşılanmasına yönelik yeni üniversiteler kurarak gençlerimizin geleceği adına eğitim alanındaki icraatlarını sürdürmektedir. Ancak yeni kurulan üniversitelerimizin kadrolarında yeterli öğretim üyesinin bulunmamasından kaynaklı çeşitli sorunlar yaşanmaktadır. Ayrıca yeni üniversitelerimizin rektör seçimlerine ilişkin hükümlerin uygulanmasında çeşitli sorunlar mevcuttur. Bu seçimlerle ilgili olarak mevcut düzenlemelerde herhangi bir hükmün bulunmaması ve daha önce çeşitli yasalarla yapılan değişikliklerin de Anayasa Mahkemesi tarafından iptal edilmesi sebebiyle mevcut durumda üniversitelerde yaşanan sorunlara çözüm getirilememiştir.

Bu noktadan hareketle, yüce Mecliste şu anda görüştüğümüz kanunda yeni kurulan devlet üniversitelerinde rektörlerin nasıl atanacağına dair düzenlemeler yer almakta ve bu tasarıyla soruna kalıcı bir çözüm getirilmektedir. Ayrıca yükseköğretimle ilgili birçok soruna ilişkin yeni düzenlemeler yapılmaktadır.

Hazırlanan kanun teklifinin 5’inci maddesinde 2547 sayılı Kanun’un 25’inci maddesinin (a) fıkrası “Bir üniversite biriminde açık bulunan doçentlik kadrosu, rektörlükçe, isteklilerin başvurması için ilan edilir. Müracaat eden adayların durumlarını incelemek üzere rektör tarafından varsa biri ilgili birim yöneticisi, en az biri de o üniversite dışından olmak üzere üç profesör tespit edilir. Bu profesörler, adaylar hakkında ayrı ayrı mütalaalarını rektöre bildirirler. Rektör, bu mütalaalara dayanarak, üniversite yönetim kurulunun görüşünü de aldıktan sonra atamayı yapar.” şeklinde değiştirilmiştir.

Ayrıca, maddeye üniversitelerin doçentlik kadrosuna atamayla ilgili olarak da “Yükseköğretim Kurulunun onayını almak suretiyle, münhasıran bilimsel kaliteyi artırmak amacına yönelik olarak, bilim disiplinleri arasındaki farklılıkları da göz önünde bulundurarak, objektif ve denetlenebilir nitelikte ek koşullar belirleyebilirler.” fıkrası eklenmiştir.

AK Parti Hükûmeti olarak, ülkemizde üniversitesiz il bırakmayarak son derece önemli bir başarıya imza attık. Bundan sonraki süreçte üniversitelerimizin insan kaynağı bakımından ihtiyaçlarını karşılamak, fiziki koşullarını iyileştirmek ve geliştirmek adına çalışmalarımızı sürdürdük, bundan sonra da sürdürmeye devam edeceğiz.

Nitelikli eğitim, nitelikli akademisyenlerle mümkündür. Doçentlik atamalarında üniversiteleri asgari koşulların yanı sıra, bilim disiplinleri arasındaki farklılıkları gözeterek yeni açılacak üniversitelerde farklı koşulların konması özerkliğin bir gereğidir. Hükûmetimiz ve YÖK Başkanlığı, özellikle bu yeni kurulan üniversitelerde öğretim üyesi açığının giderilmesi için yurt içinde öğretim üyesi yetiştirme programlarına ve yurt dışındaki yüksek lisans ve doktora programlarına bu tasarıyla önemli destek vermeyi hedeflemektedir.

Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; daha çağdaş, daha modern eğitim imkânlarını toplumumuza kazandırabilmek için faaliyet gösteren üniversitelerimizin sorunlarına yönelik çalışmalarımızı aralıksız sürdürüyoruz. “En değerli yatırım, insana yapılan yatırımdır.” düsturuyla çağdaş ülkeler seviyesine ulaşabilmek, eğitimli, bilim alanında ilerleme sağlayabilmek ve teknolojiyi kullanabilen bir toplum yaratabilmek adına üniversitelerimizin gelişmesine katkı sağlayacak eğitim politikalarımızı uygulamaya devam edeceğiz.

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN – Bir dakika ek süre veriyorum, tamamlayın lütfen.

ÖZNUR ÇALIK (Devamla) –Bu duygu ve düşüncelerle kanunun milletimize, eğitim ve öğretim camiamıza hayırlı uğurlu olmasını diliyor, yüce heyetinizi saygıyla selamlıyorum. (AK Parti sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – Teşekkür ederim Sayın Çalık.

Soru-cevap işlemine geçiyorum.

Sayın Demir… Sayın Demir yok mu?

Sayın Öztürk

ALİ RIZA ÖZTÜRK (Mersin) – Sayın Başkanım, aracılığınızla Sayın Bakanıma sormak istiyorum: Mersin Üniversitesi Anamur Meslek Yüksekokulu 1996’da faaliyete geçmiş. 7 bölüm var, 3’ü turizmle ilgili. Şimdi, bu yüksekokulun binaları için arsa tahsisi yapılmış, temel atılacak hâle getirilmiş. Ancak para olmadığından dolayı bir türlü temel atılamıyor. Bunun kendi binasında eğitim ve öğretime geçmesi için bu temel atma olayıyla ilgili parasal olay ne zaman çözülür?

Yine burada da dışarıdan öğretim elemanları ile iş götürülmeye çalışılıyor. Örneğin oradaki ziraat mühendisleri eğitim veriyor. Bu öğretim üyesi eksikliği nasıl giderilecektir?

Teşekkür ediyorum.

BAŞKAN – Sayın Genç…

KAMER GENÇ (Tunceli) – Teşekkür ederim Sayın Başkan.

Deminki soruma cevap alamadım.

Şimdi, efendim, 12/11/2007 tarihinde Muğla Üniversitesinde bir öğrenci YÖK’ü protesto bildirisini okuyor ve Muğla Üniversitesi Disiplin Kurulu bu protestoyu okuyan üniversite öğrencisi gencin yanında 40’a yakın öğrenci olduğunu, bu 40’ının da bunu zımnen kabul ettiği konusunda disipline veriyor ve kendisine bir yarıyıl üniversiteden çıkarma cezasını veriyor. Suç, daha doğrusu eylem 11’inci ayda şey ediliyor, karar 20/5/2008 tarihinde alınıyor. Tabii burada bir yarıyıl öyle bir yere getiriliyor ki tam imtihanlar arifesine gelince çocuklar bir yıl kaybediyorlar. Ayrıca da yani böyle bir disiplin cezası eğer bu öğrenciler… Bir defa gerekçe çok hatalı. Öğrencinin orada bulunması demek zımnen o olayı tasvip ettiği anlamında değildir, bir. İkincisi: Bunlara daha önce, hiç olmazsa imtihanlardan önce bu disiplin cezası tebliğ edilseydi, ilgililer idari yargıya başvursalardı, dolayısıyla eğer haklı olanlar varsa imtihana gireceklerdi. O hak da alınıyor. Yani üniversitelerimizde öğrencilerin ezilmesi için çok sıkı ve çok haksız birtakım uygulamalar yapılıyor. Bunun önüne nasıl geçilebilir?

İkincisi, bu -demin 4’üncü maddede- 5 kişilik jüriyle ilgili. Jüri üyelerinin nitelikleri nedir, burada belirtilmemiş. Onun ne olması gerektiğinin izahını istiyorum.

Teşekkür ederim.

BAŞKAN – Teşekkür ederim.

Sayın Bakan…

MİLLÎ EĞİTİM BAKANI HÜSEYİN ÇELİK (Van) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; Sayın Öztürk’ün Anamur Meslek Yüksekokulunun arsasının temin edildiği fakat binanın yapılması için ödenek olmadığıyla ilgili bir sorusu var.

Değerli arkadaşlar, maalesef Türkiye’de bir gerçeği kabullenmek zorundayız. Meslek yüksekokulları çok hesapsız kitapsız ve hazırlıksız açılmıştır. Türkiye’de şu anda altı yüzün üzerinde meslek yüksekokulu vardır. Birçok milletvekili arkadaşım hemen hemen her gün, her hafta gelir, “Şu ilkokulu bize verin, biz meslek yüksekokulu açacağız; şu liseyi bize verin, meslek yüksekokulu açağız...” Özel idarelerden temin edilmiş, belediyelerden temin edilmiş garaj gibi yerlerde meslek yüksekokullarının açıldığına şahit oluyoruz. Bu, tabii çok kötü bir gelenek olarak Türkiye’de başladı. Neredeyse her ilçeye bir meslek yüksekokulu gibi bir furya başladı. Binası yokken.. Fiziki altyapısı yok, öğretim elemanı yok ve sonradan da, yani özellikle bulundukları konum itibarıyla çok sonradan da olması pek ihtimal dâhilinde görülmeyen, çok zor olan böyle bir teşebbüste bulunuldu. Şimdi, bunların hepsinin bir anda binalarının istediğimiz tarzda yapılması çok ciddi bir finansman gerektirir. Üniversitelere her yıl bütçe kapsamında belli bir para ayrılıyor. Üniversiteler kendi önceliklerini belirliyorlar, Devlet Planlama Teşkilatıyla, Maliyeyle görüşüyorlar. Onlara verilen bütçe çerçevesinde bu yatırımlar yapılıyor.

Eğer Mersin Üniversitesinin önceliği Anamur Meslek Yüksekokuluysa, binalarının yapılması ise, bu yönde bir adım atarlarsa ilgili insanlar kendilerine bu konuda yardımcı olur.

Sayın Genç’in özellikle bu Muğla Üniversitesinde disiplin cezasına çarptırılan ve mağdur olan öğrencilerle ilgili sorusuyla ilgili de değerli arkadaşlar şunu söylerim: Bu, YÖK’ün, Millî Eğitim Bakanlığının bir tasarrufu değil, tamamen Muğla Üniversitesinin bir tasarrufudur. Şimdi zaten, dediğim gibi, YÖK Başkanımız, YÖK Başkan Vekilimiz burada, notlarını alıyorlar. Bu Muğla Üniversitesine de sorulabilir. Ancak her üniversitenin kendi içerisinde bir disiplin kurulu var, işleyişi var. Eğer bu gençler mağdur olduklarını düşünüyorlarsa Türkiye bir hukuk devletidir, idari yargıya müracaat edebilirler. Ha, süre geçti... Eğer bu süre geçti, sınavlarından bunlar kaldılar, sınavlara giremediler, o hak verilir kendilerine. Dolayısıyla bu bireysel bir olaydır. Şu anda bunu incelemeden bununla ilgili haklı-haksız tespitinde bulunmamız söz konusu değildir.

Arz ederim Sayın Başkanım.

BAŞKAN – Teşekkür ederim.

Maddeyi oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler… Kabul etmeyenler... Kabul edilmiştir.

6’ncı maddeyi okutuyorum:

MADDE 6- 2547 sayılı Kanunun 26 ncı maddesi aşağıdaki şekilde değiştirilmiştir.

“MADDE 26- a) Profesörlüğe yükseltilerek atamada;

(1) Doçentlik unvanını aldıktan sonra en az beş yıl süreyle, açık bulunan profesörlük kadrosu ile ilgili bilim alanında çalışmış olmak,

(2) Doçentlik unvanını aldıktan sonra, ilgili bilim alanında özgün yayınlar veya çalışmalar yapmış olmak,

gerekir.

Yukarıdaki (2) numaralı bentteki yayınlardan biri, başvuru dosyasında başlıca araştırma eseri olarak belirtilir.

Üniversiteler, profesörlüğe yükseltilerek atama için aranan bu asgari koşulların yanında, Yükseköğretim Kurulunun onayını almak suretiyle, münhasıran bilimsel kaliteyi artırmak amacına yönelik olarak, bilim disiplinleri arasındaki farklılıkları da göz önünde bulundurarak, objektif ve denetlenebilir nitelikte ek koşullar belirleyebilirler.

b) Profesörlüğe yükseltilerek atama yapılabilmesi için;

(1) Üniversitelerde veya yüksek teknoloji enstitülerinde atama yapılacak olan profesörlük kadroları, rektörlük tarafından ilan edilir.

(2) Profesörlük kadrosuna başvuran adayların durumlarını ve bilimsel niteliklerini tespit etmek için üniversite veya yüksek teknoloji enstitüsü yönetim kurulunca en az üçü başka üniversitelerden veya yüksek teknoloji enstitülerinden olmak üzere ilan edilen kadronun bilim alanıyla ilgili beş profesör seçilir. Bu profesörler her aday için ayrı ayrı olmak üzere birer rapor yazarlar ve kadroya atanacak birden fazla aday varsa tercihlerini bildirirler. Üniversite veya yüksek teknoloji enstitüsü yönetim kurulunun bu raporları göz önünde tutarak alacağı karar üzerine, rektör atamayı yapar.

c) Profesörlüğe yükseltilerek atanan kişi, bir başka yükseköğretim kurumunda veya bir başka bilim dalında boş bulunan profesörlük kadrosuna, ancak (a) ve (b) fıkralarında belirtilen esas ve usullere uygun olarak atanabilir.”

BAŞKAN – Madde üzerinde gruplar adına, Milliyetçi Hareket Partisi  Grubu adına Edirne Milletvekili Sayın Cemaleddin Uslu.

Buyurun Sayın Uslu. (MHP sıralarından alkışlar)

MHP GRUBU ADINA CEMALEDDİN USLU (Edirne) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; 238 sıra sayılı Yükseköğretim Kanununda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Tasarısı’nın 6’ncı maddesiyle ilgili  olarak Milliyetçi Hareket Partisi ve şahsım adına söz almış bulunuyorum. Yüce Meclisi saygılarımla selamlıyorum.

Değerli milletvekilleri, bilindiği üzere gelişmişliğin bir ölçüsü de ülkelerde yükseköğretim ile ilgili sorunların çözülmüş olmasıdır. Kuşkusuz sorunlar günün şartlarına göre değişim gösterecek ve çözümü de gündeme taşıyacaktır.

Üniversitelerimiz, bilimsel çalışma ve araştırmaların yapıldığı, bilgi ve teknolojinin üretildiği, diğer taraftan ülkeler arası rekabette üstünlük sağlayan ve çağdaş gelişmeye katkıda bulunan eğitim ve öğretim kurumlarıdır. Bu kurumlar dinamik bir yapıda olmalı, gelişim ve değişime açık olmalıdır. Dolayısıyla gerek akademik gerek idari ve gerekse özlük hakları bakımından teknolojik ve bilimsel gelişmelere de imkân vermelidir.

Değerli milletvekilleri, bu tasarının genel gerekçelerine baktığımızda, yeni kurulan devlet üniversitelerinde rektör atanmasına ilişkin usulün kalıcı bir şekilde düzenlenmesinin sağlandığı 2547 sayılı Kanun’un öğretim üyeliğine yükseltme ve atamalara ilişkin hükümler içeren maddelerinde değişikliğin yapıldığı ifade edilmektedir.

Bu tasarı ile daha çok yeni açılmış üniversitelerin kadro temini başta olmak üzere, öğretim üyeliğine yükseltme ve akademik atamalara ilişkin yenilikler getirilmiştir. Ancak ülkemizde üniversite sayısının artırılmasının eğitimli insan gücünün artırılması bakımından önemli olmasının yanında eğitim kalitesinin de ihmal edilmemesinin gerektiği gözden uzak tutulmamalıdır.

Tasarının 6’ncı maddesiyle profesörlüğe yükseltilmek suretiyle atanmaya ilişkin esas ve usuller yeniden düzenlenmiştir. Buna göre, adayların doçent unvanını aldıktan sonra en az beş yıl süreyle ilgili bilim alanında çalışmış olmak ve ilgili bilim alanında özgün yayınlar ve çalışmalar yapmış olmaları gerekmektedir.

Diğer taraftan, üniversitelerin bu asgari koşullarının yanında Yükseköğretim Kurulunun onayını almak suretiyle, münhasıran bilimsel kaliteyi artırmak amacıyla objektif ve denetlenebilir nitelikte ek koşullar belirleyebilmeleri de hükme bağlanmaktadır.

Değerli milletvekilleri, ek koşulların belirlenmesinde Yükseköğretim Kurumu belirleyici ve bütünleyici olmak durumundadır. Aksi hâlde üniversiteler arasında atama farklılıklarının doğmasına ve bazı olumsuzlukların meydana gelmesine de sebep olabilecektir. Bu yüzden kriterlerin ortak ve uygulanabilir olmasında fayda görülmektedir.

Yine bu maddeyle ilgili olarak, bir üniversitede yıllarca profesörlük kadrosunda bulunmuş birisinin başka bir üniversiteye geçmek istemesi durumunda (a) ve (b) bentlerinde belirtilen şartların tekrar istenmesi yazışmalarda mükerrerliğe yol açacaktır. Bunun yerine bir profesörün başka bir yere atanmak istemesi hâlinde kadrosuyla ilgili bilim alanında çalışmış olmak ve üniversite yönetim kurulunun alacağı kararla rektör tarafından atanması daha uygun olacaktır.

Değerli milletvekilleri, üniversitelerimizde eğitim ve öğretim kalitesinin artırılmasının, öğretim üye ve yardımcılarının sorunlarının çözümüyle de ilgili olduğunu söylemek doğru bir ifade olacaktır.

Üniversitelerimizde öğretim üye ve yardımcılarının önemli sorunlarından birisi de özlük hakları ve ders ücretlerinin artırılmasıdır. Bununla ilgili olarak ders ücretlerinin 4 katına çıkarılması, profesör ve doçent maaşlarında 57’nci Hükûmet döneminde yapılmış olan iyileştirmenin yardımcı doçent, öğretim görevlisi ve araştırma görevlilerine de uygulanması, üniversitelerimizin eğitim ve öğretim hizmeti veren çalışanlarını rahatlatacaktır.

Değerli milletvekilleri, üniversitelerimizde rektör atanmasıyla ilgili bir görüşümü de ifade etmek istiyorum. Esasen bir önceki madde üzerinde söz alan Milliyetçi Hareket Partisinin Sayın Sözcüsü de aynı konuda düşüncelerini ifade etmişti. Bilindiği üzere, rektör atamalarında, 3 kişi sıralamasından herhangi birisi olarak dört yıllık süre için Cumhurbaşkanınca seçilerek atama yapılabiliyor ve bir kişi 2 defa art arda seçilebiliyor. Bu uygulamada, bir rektör ikinci defa seçilebilmek için kadrolarda ciddi tasarruflarda bulunabiliyor. Bunun neticesinde de üniversitelerimizde yıpranmalar ve kişiler arasında kırgınlıklar yaşanmaktadır. Hâlbuki, bir defada beş yıllık, altı yıllık süre için seçim yapılabilse bu olumsuzlukların önüne geçilmiş olacaktır.

Değerli milletvekilleri, bilindiği üzere, yükseköğretim görecek adayları belirleyecek olan öğrenci seçme sınavı pazar günü yapılmıştır. Bu sınava 1,5 milyonu aşkın gencimiz katılmıştır. Önümüzdeki öğretim yılında üniversite kontenjanları 42 bin düzeyinde artırılmış olmasına rağmen bu yıl da 1 milyon civarındaki gencimiz üniversiteye girme imkânından mahrum kalacaktır. Bu durum, Türkiye'nin kanayan bir yarasıdır. Türkiye, mutlaka bu soruna el atmak ve bir çözüm bulmak mecburiyetindedir.

Milliyetçi Hareket Partisinin Sayın Genel Başkanının ifade ettiği gibi, Milliyetçi Hareket Partisi, yükseköğrenime öğrenci kazandırma ve yetiştirme konusunu yalnızca bir sınav ve dershane sorunu olarak değil, başlı başına bir ülkenin kalkınma dinamiği ve insan kazanma sistemi olarak yorumlamaktadır.

Dershanelerin özel okullara dönüşmesinin teşvik edilmesini, üniversitelere giriş sınavının kaldırılması ve ortaöğretimin sınavsız üniversite sistemine geçişi sağlayan bir yapıya kavuşturulmasını öngören kapsamlı bir reform projemizin varlığını bu yasa tasarısı vesilesiyle bilgilerinize sunuyor, yüce Meclisi bir kez daha saygıyla selamlıyorum. (MHP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – Teşekkür ederim Sayın Uslu.

Madde üzerinde şahıslar adına ilk söz Ankara Milletvekili Sayın Aşkın Asan’a ait.

Buyurun Sayın Asan. (AK Parti sıralarından alkışlar)

AŞKIN ASAN (Ankara) – Sayın Başkan, saygıdeğer milletvekilleri; Yükseköğretim Kanununda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Tasarısı’nın 6’ncı maddesi ile ilgili görüşlerimi bildirmek amacıyla söz almış bulunuyorum ve hepinizi saygıyla selamlıyorum.

Saygıdeğer milletvekilleri, bir yükseköğretim kurumunun başarılı sayılabilmesi için hiç kuşkusuz öğretim kadrosunun iyi yetişmiş olması gerekmektedir. Kadrolarını sürekli yenileyebilme ve bu kadroların güdülenmişlik düzeylerini yüksek tutma başarının sırlarından biridir. Dünyaca ünlü üniversitelere baktığımızda bu üniversitelerin başarılı kadrolara sahip olduklarını görmekteyiz. Akademik kadro, bilgileri sadece teorik olarak biriktiren ve aktaran kişilerden ziyade bu bilgileri uygulayabilen ve uygulatabilen, ayrıca toplumun sosyoekonomik yapısına yarar sağlayan yeni bilgi ve teknolojiler üreten bir anlayış ve çaba içinde olan kişilerden oluşmalıdır.

Öğretim üyeliğine nitelikli, yetişmiş insanların liyakat ölçütünü esas alarak atanmaları önemlidir. Atamalarda liyakat tek ölçüt olmalıdır. Ne yazık ki bazı üniversitelerimizde liyakat esaslı süreçlerden çok, bölümlerin profesörlerine sadakat daha önemli sayılmıştır. Bu bizi hiçbir yere götürmez. Batı’da sanayi devrimi yaşanırken biz nasıl uzaktan seyirci kalmışsak bilgi çağında, bilginin sermaye olduğu bu çağda tek bir adım dahi atamayız, dünya sahnesinden siliniriz, varlık gösteremeyiz. Atamalar ve yükseltmelerde kayırmacılıktan ve haksızlıklardan kaçınabilmenin bir yolu atama ve yükseltme süreçlerini saydamlaştırmak, dolayısıyla hesap sorulabilir hâle getirmektir.

Tartıştığımız bu madde profesörlüğe yükseltilmeyi düzenlemektedir ve bu maddeye göre profesörlüğe yükseltilmede, doçentlik unvanını aldıktan sonra en az beş yıl süreyle, açık bulunan profesörlük kadrosu ile ilgili bilim alanında çalışmış olmak, doçentlik unvanını aldıktan sonra ilgili bilim alanında özgün yayınlar veya çalışmalar yapmış olmak şartı aranacaktır. Yani doçent olduktan sonra sadece beş yıl beklemek yeterli olmayacak ve nitelikli yayınlar yapmaya devam edecektir.

Yapılacak olan yükseltmelerde, nitelikli yayın sayısı önemlidir. Üniversitelerde öğretim üyelerinin yapmış oldukları yayınların miktarı hem eğitimin niteliğinin hem de araştırma potansiyelinin bir göstergesidir. Üniversitelerin araştırma performanslarının belirlenmesinde, bilimsel araştırmaların çoğu öğretim üyelerince gerçekleştirildiği düşünülerek öğretim üyesi başına düşen yayın miktarı esas alınmaktadır. Biz, üniversitelerimizin dünya arenasında şampiyon olmasını istiyoruz.

Ben burada size güzel bir haber vermek istiyorum: Mesela Scopus veri tabanından alınan bilgiler doğrultusunda, dünya ülkeleri arasında uluslararası indeksler içinde yayın sayısı bakımından bakıldığında 2006 yılı itibarıyla Türkiye'nin 21’inci sırada olduğunu görmekteyiz. YÖK çoğunlukla Web of Knowledge veri tabanını kullanmakta oysa Scopus daha fazla veri tabanını ve daha fazla dergiyi taramaktadır.

Yine, bu madde doğrultusunda, profesörlük kadrosuna başvuran adayların durumlarını incelemek üzere kurulacak 5 jüri üyesinden en az 3’ünün başka üniversitelerden seçilmesi öngörülüyor. Ben bu düzenlemenin güvenirliği artırmada olumlu etki yapacağına inanmaktayım. Doçentlik ve profesörlük jürilerinde görev yapma ve bu jürilerde görev yapmak için seçilmiş olma onur vericidir ve bu fikrin yaygınlaşması gerekmektedir. Bu bağlamda, o yıl bu görev için seçilenlerin adlarının ilan edilmesi, jüri raporlarının bir kitapçık hâlinde yayınlanması ve hatta jüri üyelerine bu hizmetleri için ödeme yapılması gibi yollar düşünülebilir.

Sözlerime son verirken tüm profesörlerimizi ve profesör adaylarımızı ve profesör hayali kuran herkesi saygıyla selamlarım ve çalışmalarında başarılar dilerim. (AK Parti sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – Teşekkür ederim Sayın Asan.

Şahısları adına ikinci söz, İzmir Milletvekili Sayın İbrahim Hasgür’de

Buyurun Sayın Hasgür. (AK Parti sıralarından alkışlar)

İBRAHİM HASGÜR (İzmir) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; 238 sıra sayılı Yükseköğretim Kanununda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Tasarısı’nın 6’ncı maddesi üzerine şahsım adına söz almış bulunuyorum. Bu vesileyle yüce heyetinizi saygıyla selamlıyorum.

Söz konusu 6’ncı maddeyle getirilen önemli değişiklik, “Üniversiteler, profesörlüğe yükseltilerek atama için aranan bu asgari koşulların yanında, Yükseköğretim Kurulunun onayını almak suretiyle, münhasıran bilimsel kaliteyi artırmak amacına yönelik olarak, bilim disiplinleri arasındaki farklılıkları da göz önünde bulundurarak, objektif ve denetlenebilir nitelikte ek koşullar belirleyebilirler.” ibaresi olmuştur. Bu ibareyle üniversitelerimizde bilimsel kalitenin artırılması için daha nitelikli öğretim görevlisi ve özellikle de profesörler yetişmesine katkıda bulunulması amaçlanmıştır.

Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; öğretim üyesi, hepimizin kabul edeceği gibi, aydınlanmış, geniş bilgili, görgülü, ufku geniş, toplumun gelişme dinamiklerini çalıştıran, topluma öncülük eden ve o toplumun beyin takımını oluşturan kişidir. Öğretim üyesi kendi konusunda yetkin olduğu gibi toplumsal ve sosyal konularda da geniş bir birikime sahip kişi olmalıdır. Üniversitenin sağladığı bilimsel tartışma ortamı sayesinde Batı’nın gelişmiş üniversitelerindeki akademisyenler, bağımsız düşünebilen ve görüşlerini her platformda açıklayabilen bilim adamları olduklarından bahsi geçen ülkeler bugün hak ettikleri yerlere gelmişlerdir. Bu üniversitelerin temel özelliği, özerk ve özgürlükler ortamında nitelikli ve düşünce üreten çok sayıda bilim adamına ve insana kapılarını açık tutmuş olmalarıdır. Aklına ve diline geldiği gibi konuşan, değerlendirmeleri sığ, laubali davranışlar sergileyen, düşüncelerini başkalarına zorla benimsetmeye kalkan kişiler bilim adamı, hatta bilim kurumlarında yönetici olabiliyorlar mı? Cevap “evet” ise bu gibi kişilerin bilim adamlığını sorgulamak gerekir diye düşünüyorum.

Bana göre bir akademisyenin veya öğretim üyesinin üniversite mensubu olarak üç temel görevi bulunmaktadır: Bunlardan biricisi eğitim öğretim, ikincisi bilimsel araştırma, üçüncüsü bulunduğu coğrafyadaki toplumun bilinçlenmesini sağlamaktır. Bu üç temel görevi yapabilmek için, bilim adamı, evvela kendi çalışma konusunu tam ve etraflı olarak bilmek zorundadır. Ondan sonra da toplumsal sorunlarla ilgilenmesi gerekir. Bu anlamda yetişmiş, aydın, kimlikli bir bilim adamı veya öğretim üyesi, içinde yaşadığı toplumun veya daha geniş anlamda dünyanın sorunlarını izlemek, tahlil etmek ve bilimsel bakış açısı içerisinde kendi görüşlerini oluşturmak, bunları önce üniversite içinde öğrencileri, asistanları, meslektaşlarıyla paylaşmak, sonra da kamuya sunmak durumundadır. Bilim adamı veya öğretim üyesi, bu bağlamda, hiçbir grubun veya kurumun çıkarını düşünmeden, bilgi birikiminin kendisine sağladığı objektif düşüncelerini özgür iradesiyle ortaya koymak durumundadır. Bugün gelişmiş toplumlar, bu tür düşünen aydınlarına sahip olduklarından bugünkü düzeylerine gelmişlerdir.

Ülkemiz üniversitelerini Batılı ölçekte dikkate aldığımızda ne gerçek anlamda bilimsel araştırma yapabildiklerini ne de ciddi eğitim ve öğretim verebildiklerini görmekteyiz. Harvard Üniversitesinin 1933-1953 yılları arasında rektörlüğünü yapmış olan Profesör James Connant üniversitesini nasıl değiştirdiğini anlatırken “Akademik kadro oluşumunda son derece objektif ve işe uygun kişi alınmaktadır.” derken, Harvard Üniversitesinin öğretim üyeleri seçiminde ABD’deki en iyi öğretim elemanlarını aldıklarını, üniversiteye alınan öğretim üyelerinin sekiz yıl denemeden sonra ya kalıcı statüye geçirildiğini veya üniversiteden dışlanmaya başlandığını ifade etmektedir.

Ülkemiz yükseköğretiminin en ciddi sorunlarından biri de bilim ve bilim insanı yetiştirme politikasının olmamasıdır. Üniversitelerimizin, maalesef, bir bilim ve teknoloji geliştirme felsefesi yoktur. Ülkemiz üniversitelerinde muhakkak bir bilim politikası olmalıdır. Bu üniversite politikası veya bilim politikası, aynı zamanda hükûmetler üstü olmalıdır. Hükûmetlerin değişmesinden bilim politikası etkilenmemelidir. Bilim politikaları, ayrıca yapılan bilimsel çalışmaların teorinin ötesine geçerek teknolojide kullanılmasını ve akademisyenlerimizin teorik bilgilerini ARGE çalışmalarıyla pratikte de uygulama becerisini göstermelerini sağlamalıdır.

Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; birer özgürlük alanı olarak üniversitelerde, başta akademik özgürlük olmak üzere her alanda bilim insanları ve öğrenciler beyin fırtınası yaratabilmelidir. Üniversiteler bugün kim ne derse desin düşük verimlilik düzeyinde çalışmaktadır. Yaklaşık olarak ülkemizin üniversitelerinde toplam 70 bin akademisyen görev yapıyor ve bunlardan uluslararası dergilerde makale yayımlayan öğretim üyesi sayısı her yıl 3-4 bin arasında değişmektedir. “Diğerleri…” sorusunun cevabı açıktır. Öğretim üyesi başına düşen makale sayısı yüzde 10’lar düzeyinde bulunmaktadır. Acaba yüzde 90’ının bilimsel makale üretememesinin gerekçesi nedir, bunu sorgulamalıyız.

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN – Bir dakika ek süre veriyorum, tamamlayın lütfen.

İBRAHİM HASGÜR (Devamla) – Son yıllarda üniversitelerin bilimsel yayın sayısının arttığı bir gerçektir. Fakat bu artış tamamen ülkenin bilim politikası ve altyapı iyileştirilmesinin bir sonucu olarak değil daha çok akademik aşamadaki zorunluluk, TÜBİTAK teşviki ve yurt dışında doktora öğrenimi görüp yurda dönen genç araştırıcıların geçmişten getirdikleri birikimin sonucudur. Türkiye'nin bilimsel aktivitesini yükselten bu artış, maalesef, istekli ve süreklilik olan bir durum arz etmemektedir. Dolayısıyla, üniversitelerimiz bir an önce bu düşünce tembelliğinden kurtulmalıdır.

Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; bu maddeyle, Yükseköğretim Kurulu ve üniversite-lerimizin objektif ve denetlenebilir ek kriterler getirerek yükseköğretimde kaliteyi artırıcı çalışmalar yapılmasının önü açılmaktadır. Umarım bu değişiklik, geçmişte çok uç örneklerini -âdeta çalışmanın adının dahi verilerek ilanların çıkartıldığı gibi- gördüğümüz yanlışlıkların tekrarlanmasına yol açmaz diyor ve hepinizi saygıyla selamlarım. (AK Parti sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – Teşekkür ederim.

KAMER GENÇ (Tunceli) – Karar yeter sayısı istiyorum.

BAŞKAN – Soru-cevaba geçiyoruz daha.

Soru-cevap işlemine geçiyorum.

Sayın Öztürk

ALİ RIZA ÖZTÜRK (Mersin) – Sayın Başkan, aracılığınızla Sayın Bakana sormak istiyorum: YÖK Başkanı Sayın Profesör Doktor Yusuf Ziya Özcan BDDK’da danışmanlık yaptı mı? Yaptıysa BDDK’da danışman olarak başladığı ve ayrıldığı tarihler nedir? Sayın Özcan’ın BDDK’daki danışman olarak görev yapması hangi ihtiyaçtan kaynaklanmıştır?

Sayın Özcan’ın danışmanlık yaptığı süre içinde bankacılıkla ilgili olarak hangi bilgi birikiminden yararlanılmıştır?

Kendisinin danışmanlık yaptığı süre içinde BDDK’ya sunduğu herhangi bir rapor var mıdır?

Son olarak, danışmanlık yaptığı süre içinde kendisine aylık brüt kaç lira ödenmiştir?

Teşekkür ediyorum.

BAŞKAN – Sayın Köse...

ŞEVKET KÖSE (Adıyaman) – Teşekkür ederim Sayın Başkan.

YÖK Başkanı, üniversitelerde türbanın serbest bırakılmasına ilişkin değişikliklerin yapıldığı süreçte göreve gelmiş ve göreve gelir gelmez üniversiteleri özgürleştireceğini ve demokratik yapıya kavuşturacağını söylemişti. YÖK Başkanı, bu özgürlük anlayışını sürdürmekte midir? Öğretim üyelerinin akademik özgürlükleri önündeki engelleri kaldırmak için ne gibi çalışmalar yapmıştır ya da yapmayı düşünmektedir?

Teşekkür ederim.

BAŞKAN – Sayın Bakan...

MİLLÎ EĞİTİM BAKANI HÜSEYİN ÇELİK (Van) – Sayın Başkan, değerli  milletvekilleri; Sayın YÖK Başkanının BDDK üyeliği yapıp yapmadığı, hangi tarihlerde yaptığı, ne kadar ücret aldığı, hangi bilgi birikimine dayalı olarak bunu yaptığıyla ilgili bir sorunuz var. Bununla ilgili olarak zaten bir yazılı soru önergesi vardır ve bu cevaplandırılmaktadır. Bu, Türkiye Büyük Millet Meclisine geldiği zaman zatıalinizce de paylaşılacaktır.

Sayın Köse’nin sorusu: “Sayın Başkan üniversiteleri özgürlükçü ortamlar hâline getirme yönünde çabasının olacağını söylemiştir. O devam etmekte midir?” Siz soruyu sorar sormaz Sayın YÖK Başkanına sordum: “Etmekte midir?” diye, “Evet, etmektedir.” dedi.

Saygılar sunuyorum Sayın Başkan.

KAMER GENÇ (Tunceli) – Sayın Başkan, karar yeter sayısının aranılmasını istiyorum.

BAŞKAN – Arayacağım.

SELAHATTİN DEMİRTAŞ (Diyarbakır) – Sayın Başkan, sisteme girmiştim, soru soracaktım.

BAŞKAN – Buyurun.

SELAHATTİN DEMİRTAŞ (Diyarbakır) – Teşekkürler Sayın Başkanım.

Aracılığınızla Sayın Bakana sormak istiyorum: Erzurum ili Atatürk Üniversitesi Narman Meslek Yüksekokulu İnşaat Bölümü birinci sınıf öğrencisi Merve Şengül, dolabında sol görüşlü yayınlar bulunduğu iddiasıyla, öğretim görevlisi Ayşe Çay Atalay tarafından bizzat Emniyet Müdürlüğüne teslim ediliyor ve şahsen kendisi Emniyet Müdürlüğünde bu öğrencinin üst…

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN – Sayın Demirtaş, zaman var, sorunuzu tekrarlar mısınız.

SELAHATTİN DEMİRTAŞ (Diyarbakır) – Bizzat bu öğretim görevlisi tarafından Emniyet Müdürlüğünün bir odasında öğrencisinin üst araması kendi elleriyle yapılıyor. Daha sonra bu öğrenci polisler tarafından Erzurum şehir merkezine kadar bırakılıyor, bir daha Narman ilçesine dönmemesinin kendisi açısından daha iyi olacağı belirtiliyor. Bu durumdan, uygulamadan haberiniz var mı? Buna karşı ne tür önlemler veya neler yapmayı düşünüyorsunuz?

Sayın Bakanım, Yükseköğretim Kurumları Öğrenci Disiplin Yönetmeliği öğrencilerin üniversite kampüsü içerisinde neredeyse kendi dünya görüşleriyle ilgili hiçbir faaliyet yapamaz hâlde bir düzenlemedir. Örneğin, YÖK protestosu da bunlardan biridir. Bir tek üniversiteye mahsus değil, bu sadece Muğla Üniversitesine mahsus değil. Örneğin, siyasi faaliyetlerde bulunmak, bildiri dağıtmak, afiş ve pankart asmak, Yükseköğretim Kurumu idarecilerinin şahıslarına karşı sözlü veya yazılı olarak herhangi bir saldırıda bulunmak, hakaret etmek gibi suçlar çok ağır idari yaptırımlarla düzenlenmiştir. Dolayısıyla, Türk Ceza Kanunu’nda da aslında bazıları suç olmayan bu fiillerin ağır idari yaptırımlara tabi tutulması karşısında bu yönetmelikte değişiklik yapmayı düşünüyor musunuz? YÖK gibi 12 Eylül darbesinin ürünü olan bir kurulu protesto etmek öğrenciler açısından demokratik bir hak değil midir?

BAŞKAN – Teşekkür ederim.

Sayın Bakan, buyurun.

MİLLÎ EĞİTİM BAKANI HÜSEYİN ÇELİK (Van) – Sayın Başkan, Sayın Demirtaş’ın üç sorusu vardır.

Atatürk Üniversitesinde Narman Meslek Yüksekokulunda okuyan bir kız öğrencinin bizatihi sol yayınlar bulundurduğu gerekçesiyle hocası tarafından emniyete ihbar edildiği, üstünün arandığı, kesinlikle bir hocayla öğrenci arasında geçmemesi gereken şekilde aralarında diyaloglar geçtiği ifade edilmektedir. Tabii biz, meselenin aslı, esası bu mudur, yoksa Sayın Demirtaş’a da böyle mi anlatılmış bunu bilmiyoruz. Ama Sayın Demirtaş bu meseleyi lütfedip bize yazılı olarak iletsin. Sayın İçişleri Bakanlığımıza gönderirim, YÖK de ayrıca hocayla ilgili gerekli tahkikatı yapar. İşin şekli buysa, kabul edilebilir, tasvip edilebilir bir durum değildir, bunu öncelikle ifade edeyim.

Öğrencilerin kampüste kendi dünya görüşleri istikametinde faaliyet yapamadığı şeklinde Sayın Demirtaş’ın bir itirazı var.

Değerli arkadaşlar, kampüsler, üniversiteler, malumunuz, ilim irfan yuvalarıdır. Şüphesiz ki, 12 Eylül ürünü olan YÖK’ü protesto etme hakkı da öğrencilerin vardır. İstemedikleri, beğenmedikleri her şeyi protesto etme hakkı vardır insanların, demokratik kurallar ve hukuk içerisinde kalmak kaydıyla. Tabii, bunun bir prensibi, usulü vardır, gösterilen yerler ve mekânlar vardır, bu mekânlara, bu gösterilen yerlere riayet etmek kaydıyla bunlar yapılabilir. Aksi takdirde, 1980 öncesi durumlara Türkiye’yi dönüştürmek söz konusudur. Yani, ben, doğrusunu isterseniz, teker teker olayları zikrederek bunlara örnekler vermek istemiyorum ama bu konularda hukuk içinde kalınması kaydıyla, demokratik kurallar ve çerçeve içerisinde kalınması kaydıyla gerekli serbestliğin olması gerekiyor. Ancak, üniversite kampüs alanlarını, çatışan grupların özellikle çatışma alanları hâline getirmememiz gerekiyor, getirilmemesi gerektiğini düşünüyorum.

Sayın Başkanım, arz ederim.

BAŞKAN – Teşekkür ederim Sayın Bakan.

6’ncı maddeyi oylarınıza sunuyorum, karar yeter sayısı arayacağım: Kabul edenler… Kabul etmeyenler… Kabul edilmiştir. Karar yeter sayısı var, saydım.

7’nci maddeyi okutuyorum:

MADDE 7- 2547 sayılı Kanunun Ek 2 nci maddesi aşağıdaki şekilde değiştirilmiştir.

“EK MADDE 2- Vakıflar; kazanç amacına yönelik olmamak şartıyla ve mali ve idari hususlar dışında, akademik çalışmalar, öğretim elemanlarının sağlanması ve güvenlik yönlerinden bu Kanunda gösterilen esas ve usullere uymak kaydıyla, Yükseköğretim kurumları veya bunlara bağlı birimlerden birini veya birden fazlasını ya da bir üniversite veya ileri teknoloji enstitüsüne bağlı olmaksızın, ekonominin ihtiyaç duyduğu alanlarda yüksek nitelikli işgücü yetiştirmek amacıyla, bu Kanun hükümleri çerçevesinde kalmak şartıyla meslek yüksekokulu kurabilir. Bu meslek yüksekokulu, kamu tüzel kişiliğini haiz olup, Yükseköğretim Kurulunun görüşü alınarak Bakanlar Kurulu kararı ile kurulur. Kurulacak meslek yüksekokullarına, meslek ve teknik eğitim bölgesinde gereksinim duyulması esastır.”

BAŞKAN – 7’nci madde üzerinde gruplar adına ilk söz Milliyetçi Hareket Partisi Grubu adına Samsun Milletvekili Sayın Osman Çakır’da.

Buyurun Sayın Çakır.

MEHMET ŞANDIR (Mersin) – Sayın Başkan, Sayın Çakır konuşmayacaklar.

BAŞKAN – Peki.

Şahıslar adına Muğla Milletvekili Sayın Yüksel Özden… Yok.

Artvin Milletvekili Sayın Ertekin Çolak… Peki, konuşmuyor.

NURETTİN CANİKLİ (Giresun) – Hayır efendim, konuşuyorlar. İkisi de burada efendim.

BAŞKAN – Konuşacakmış, buyurun. İkisi de burada, peki.

KAMER GENÇ (Tunceli) – Sayın Başkan, önce “Konuşmayacağım.” dedi.

BAŞKAN – İkisi de burada, konuşacaklar. Ben öyle anladım Sayın Genç.

Evet, buyurun Sayın Özden.

KAMER GENÇ (Tunceli) – Sayın Başkan, bundan sonra her madde üzerinde şahısları adına konuşan kişileri anons edip sorun kendilerine.

BAŞKAN – Olur Sayın Genç. Bundan sonra öyle yaparım Sayın Genç.

KAMER GENÇ (Tunceli) – Hile yapıyorlar efendim.

BAŞKAN – İç Tüzük’e göre bundan sonra hile yapanların hepsine böyle davranacağım. Tamam… Hileişeriye yok artık.

Buyurun.

YÜKSEL ÖZDEN (Muğla) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; Yükseköğretim Kanununda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Tasarısı hakkında şahsım adına söz almış bulunuyorum. Hepinizi saygıyla selamlarım.

Kanun hakkında yeterince konuştuk. Üzerinde söz aldığım 7’nci maddeyle biz, vakıfların bir üniversite kurmaksızın veya ileri teknoloji enstitüsü kurmaksızın meslek yüksekokulu açabilmelerinin önünü açıyoruz. Bunu iki gerekçeyle yapıyoruz. İş dünyası üzerinde yapılan çalışmalarda buradaki insan gücü ihtiyacının -yüzde 75 oranında- daha çok ön lisans sahipleri arasında olduğunu görüyoruz. Bu kanun tasarısıyla bunun yolunu açmış ve kolaylaştırmış oluyoruz.

Kanunun ülkemize hayırlar getirmesini temenni ediyor, hepinize saygılar sunuyorum. (AK Parti sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – Teşekkür ederim.

Artvin Milletvekili Sayın Ertekin Çolak.

Buyurun Sayın Çolak. (AK Parti sıralarından alkışlar)

ERTEKİN ÇOLAK (Artvin) – Sayın Başkan, sayın milletvekilleri; hepinizi saygıyla selamlıyorum.

Benim ilimde de geçtiğimiz yıl Artvin Çoruh Üniversitesi kuruldu. Bütün Türkiye’deki Artvin’den yetişmiş iş adamlarımızı, holdinglerimizi, Artvin Çoruh Üniversitesinin altyapısının yapılmasında, binalarının yapılmasında katkıya davet ediyorum.

Kanunun milletimize hayırlı olmasını temenni ediyor, saygılar sunuyorum. (AK Parti sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – Teşekkür ederim.

Soru-cevap faslına geçiyoruz.

Buyurun Sayın Genç.

KAMER GENÇ (Tunceli) – Teşekkür ederim Sayın Başkan.

Herkes görüyor tabii, beni burada konuşturmamak için AKP’lilerin nasıl bir taktik güttüklerini. Önemli değil, ben yine konuşma fırsatını bulurum merak etmeyin.

Sayın Başkan, aslında, vakıfların meslek yüksekokulu açması bence çok enteresan bir buluş. Çünkü, Türkiye’nin idari yapısı ve özellikle sosyolojik yapısı itibarıyla çok tarikatlar almış yürümüş. Şimdi, bu tarikatların büyük bir kısmı da vakıflar içinde teşkilatlanmışlardır. Bunlara meslek yüksekokulu açma imkânı vermek, bence Türkiye’de çok ciddi sıkıntılar yaratabilir düşüncesindeyim. Yani, buraya, birtakım kazanç amacına yönelik olmamak şartıyla mali ve idari hususlar dışında çok anlamsız bir kısıtlamalar getirmiş, bunları kimler belirleyecek?

Sonra, Bakanlar Kurulu, kendi fikirleri doğrultusunda, kendi ideolojisi doğrultusunda kurulan vakıflara bu yönde meslek yüksekokulu açması konusunda çok rahatlıkla imkân tanıyacaktır. Ben de Hükûmetten bunun açıklamasını özellikle bekliyorum, vakıfların meslek yüksekokulu açma zaruretini neden hissettiler?

BAŞKAN – Teşekkür ederim.

Sayın Bakan…

MİLLÎ EĞİTİM BAKANI HÜSEYİN ÇELİK (Van) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; vakıfların, bir üniversiteye bağlı olmaksızın, sadece bir vakfın meslek yüksekokulu kurması, bizim şu anda getirdiğimiz bir kanun değil. Bu, on beş yıldan beri yürürlükte olan zaten bir kanun maddesidir Sayın Genç. Siz her şeyi bildiğinizi sanıyorsunuz ama bunu bilmiyorsunuz.

Fakat niçin biz bunu getiriyoruz? Getirme sebebimiz şudur değerli milletvekilleri: Zaten bu Kanun, bu madde var; 2547 sayılı Yükseköğretim Kanunu’nda vakıfların meslek yüksekokulu açmasına izin veren bir madde var. Fakat bunun kimin izniyle kurulacağıyla ilgili olarak bir ihtilaf ortaya çıktı. Danıştay “YÖK’ün kararıyla, Yükseköğretim Kurulu kararıyla meslek yüksekokulu vakıflara bağlı olarak kurulamaz. Tıpkı fakülteler ve dört yıllık yüksekokullar gibi Bakanlar Kurulu kararıyla çıkması gerekiyor.” dediği için, biz de bu boşlukta kalmasın diye, bugün şu anda hâlihazırda öğrencisi olan iki meslek yüksekokulunun öğrencileri de mağdur olmasın diye, Danıştayın aldığı bu karar gereği olarak bu maddeyi buraya koyuyoruz. Sayın Genç, tabii, her şeyin içerisinde özellikle bir art niyet aradığı için burada da art niyet arıyor. Burada, kesinlikle -dediğim gibi on beş yıldan beri yürürlükte olan bir şey vardır- efendim bize yakın olan vakıflara meslek yüksekokulu kurdurmak için böyle bir şey getirilmemiştir.

Sayın Başkan, arz ederim.

BAŞKAN – Teşekkür ederim.

Komisyon, buyurun.

MİLLÎ EĞİTİM, KÜLTÜR, GENÇLİK VE SPOR KOMİSYONU BAŞKANI MEHMET SAĞLAM (Kahramanmaraş) – Efendim, şimdi, Türkiye’de üniversiteler var, yüksek teknoloji enstitüleri var, “ileri teknoloji enstitüsüne” diye yazılmış burada, onun, sekizinci satırdaki “ileri” sözcüğünün “yüksek” olarak değiştirilmesi gerekiyor.

BAŞKAN – Değişiklik not edildi.

Bu değişiklikle birlikte maddeyi oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler… Kabul etmeyenler… Kabul edilmiştir.

8’inci maddeyi okutuyorum:

MADDE 8- 2547 sayılı Kanuna aşağıdaki geçici madde eklenmiştir.

“GEÇİCİ MADDE 55- 2547 sayılı Kanunun 24 üncü maddesinin değişiklikten önceki hükümleri, bu maddede değişiklik yapan Kanunun yürürlüğe girdiği tarihten önce yapılmış olan doçentlik başvuruları ile ilgili olarak uygulanmaya devam olunur.

30 uncu maddede öğretim üyeleri için öngörülen emeklilik yaşı, 1/3/2006 tarihli ve 5467 sayılı, 17/5/2007 tarihli ve 5662 sayılı kanunlar ile bilahare çıkarılacak olan kanunlarla kurulan Devlet üniversitelerinde görev almaları şartıyla yetmişiki yaşın doldurulduğu tarihtir. Bu uygulama, 31 Aralık 2015 tarihine kadar devam eder.”

BAŞKAN – 8’inci madde üzerinde gruplar adına söz talebi yoktur.

Şahısları adına Bartın Milletvekili Yılmaz Tunç, Karaman Milletvekili Mevlüt Akgün.

İlk söz Bartın Milletvekili Sayın Yılmaz Tunç’a aittir.

Buyurun Sayın Tunç. (AK Parti sıralarından alkışlar)

YILMAZ TUNÇ (Bartın) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; Yükseköğretim Kanununda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Tasarısı’nın 8’inci maddesi hakkında şahsım adına söz almış bulunuyorum. Bu vesileyle yüce heyetinizi saygılarımla selamlıyorum.

Görüşmekte olduğumuz tasarı, yeni kurulan üniversitelerin kurucu rektörlerinin atanmasıyla ilgili yasal boşluğun giderilmesi açısından önemli bir tasarıdır.

Tasarının görüşmekte olduğumuz 8’inci maddesiyle Yükseköğretim Kanunu’na geçici 55’inci madde eklenmektedir. Bu maddede, bu Kanun yürürlüğe girmeden önce yapılmış doçentlik başvurularıyla ilgili olarak eski hükümlerin geçerli olacağı belirtilmekte ve 30’uncu maddede, öğretim üyeleri için öngörülen emeklilik yaşı, yeni kurulan devlet üniversitelerinde görev almaları şartıyla yetmiş iki yaşın doldurulduğu tarihe kadar uzatılmaktadır.

Değerli milletvekilleri, yeni kurulan devlet üniversitelerine rektör atamasıyla ilgili olarak Türkiye Büyük Millet Meclisinde geçtiğimiz yasama döneminde çıkarılan ancak Anayasa Mahkemesi tarafından iptal edilen ve bu nedenle uygulanamayan düzenlemelerle ilgili olarak Kanun’un görüşmeleri sırasında eleştiriler yapılmıştı. 92 yılından AK Parti İktidarına kadar, yeni kurulan 24 tane üniversitenin rektörü, Millî Eğitim Bakanının ve Başbakanın teklifi ve Cumhurbaşkanının atamasıyla yapıldı, sıra AK Parti dönemine geldiğinde tavırlar değişti, Millî Eğitim Bakanı ve Başbakanın teklifinin doğru olmayacağı ileri sürüldü ve konu Anayasa Mahkemesine götürüldü ve sonuçta da Anayasa Mahkemesi, geçmişteki 24 tane rektörün bu şekilde atanmış olmasını da göz ardı ederek, Anayasa Mahkemesi Raportörünün Kanun’un Anayasa’ya aykırı olmadığı görüşüne rağmen iptal kararı verdi.

Bu tasarıyla Anayasa Mahkemesinin çoğunluk görüşü doğrultusunda ortaya çıkan hukuki boşluk giderilmektedir. Tasarının bir an önce yasalaşması, yeni kurulan üniversitelerimizde bürokratik işlemlerin aksamasını ortadan kaldıracaktır. Bu sürecin uzaması, bağlantısı değiştirilerek yeni kurulan üniversitelere bağlanan fakülte ve yüksekokulların ayrıldıkları üniversitelerle resmî işlemleri yapamadıklarından aksamalara neden olmaktadır. Bu nedenle, bu tasarının bir an önce yasalaşmasında zaruret bulunmaktadır.

Yeni kurulan üniversitelerden birinin yer aldığı bir ilin milletvekili olarak şunu belirtmek istiyorum: Diğer illerimizde olduğu gibi, Bartın’da da Bartın Üniversitesinin kurulması, halkımız tarafından çok büyük bir sevinç ve memnuniyetle karşılanmıştır.

Ben, bir kez daha, üniversitenin kurulması nedeniyle başta Başbakanımıza, Millî Eğitim Bakanımıza, emeği geçenlere ve kanunlaşmasında gösterdiğiniz gayret nedeniyle de siz değerli milletvekillerimize Bartınlılar adına şükranlarımı sunuyorum, yüce Meclisi saygılarımla selamlıyorum. (AK Parti sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – Teşekkür ederim Sayın Tunç.

Karaman Milletvekili Sayın Mevlüt Akgün.

Buyurun Sayın Akgün. (AK Parti sıralarından alkışlar)

MEVLÜT AKGÜN (Karaman) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; Yükseköğretim Kanununda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Tasarısı üzerinde söz almış bulunmaktayım. Yüce heyetinizi saygıyla selamlıyorum.

Değerli arkadaşlarım, bu kanun tasarısının bir ihtiyaçtan kaynaklandığını hepimiz biliyoruz. “Her ile bir üniversite” sloganıyla yola çıkan Hükûmetimiz, gerçekten seksen bir ilde yeni üniversiteler kurmak suretiyle önemli bir uygulama başlatmıştır. Bu illerden biri de Karaman’dır. Gerçekten, yeni kurulan üniversitemizde rektörlük seçimi, yaklaşık bir yıldır, yeterli öğretim elemanı olmaması sebebiyle yapılamamıştı. Dolayısıyla, üniversitenin yapılanması gecikiyor, idari işlemlerin yapılması zaman alıyor.

Bu anlamda hem bu ihtiyacı karşılamak hem yeni üniversitelere öğretim elemanı temin etmek amacıyla eklenen bu maddede yaş sınırı yetmiş ikiye çıkarılmak suretiyle üniversitelere bir kolaylık getirilmek istenmiştir.

Dolayısıyla, ihtiyaçtan kaynaklanan bu kanun tasarısının hayırlı olmasını diliyor, yüce heyetinizi saygıyla selamlıyorum. (AK Parti sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – Teşekkür ederim Sayın Akgün.

Madde üzerinde iki önerge vardır. Önergeleri önce geliş sırasına göre okutacağım, sonra aykırılık sırasına göre işleme alacağım.

İlk önergeyi okutuyorum:

TBMM  Başkanlığı’na

Görüşülmekte olan 238 sıra Sayılı Yüksek Öğretim Kanununda Değişiklik yapılmasına Dair kanun Tasarısı’nın Geçici 55 Maddesine son fıkra olarak, “Doçentlik sınavına başvurabilmek için bu kanun yürürlüğe girdiği tarihten önce Merkezî Yabancı dil sınavından en az 50 puan almış olanlar başarılı sayılırlar” fıkrasının eklenmesi için gereğini arz ederiz.

 

Dr. Oktay Vural

Prof. Dr. Osman Çakır

Recep Taner

 

İzmir

Samsun

Aydın

 

Prof. Dr. Alim Işık

Hüseyin Yıldız

Yılmaz Tankut

 

Kütahya

Antalya

Adana

BAŞKAN – Şimdi, maddeye en aykırı önergeyi okutup, işleme alacağım:

Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına

Görüşülmekte olan 1/591 esas numaralı ve 238 sıra sayılı "Yüksek Öğretim Kanunu'nda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Tasarısı"nın çerçeve 8 inci maddesi ile 2547 sayılı Kanuna eklenen geçici 55 inci maddenin ikinci fıkrasının aşağıdaki şekilde değiştirilmesini ve bu maddeye üçüncü fıkra olarak  yeni bir fıkra eklenmesini arz ve teklif ederiz.

 

Nurettin Canikli

Oktay Vural

Hakkı Suha Okay

 

Giresun

İzmir

Ankara

 

Ferit Mevlüt Aslanoğlu

Fatih Arıkan

 

 

Malatya

Kahramanmaraş

 

"30 uncu maddede öğretim üyeleri için öngörülen emeklilik yaşı, 01/03/2006 tarihli ve 5467 sayılı, 17/05/2007 tarihli ve 5662 sayılı, 22/05/2008 tarihli ve 5765 sayılı Kanunlarla kurulan Devlet üniversitelerinde görev almaları şartıyla yetmişiki yaşın doldurulduğu tarihtir. Bu uygulama, 31 Aralık 2015 tarihine kadar devam eder."                                                

"Bu Kanunun 10 uncu maddesine eklenen hükümler çerçevesinde kullanılmak üzere, Öğrenci Seçme ve Yerleştirme Merkezi'nin 2007 yılından devreden finansman fazlasının yüzde 25'i bu maddede değişiklik yapan Kanunun yürürlüğe girdiği tarihten itibaren bir ay içinde Yükseköğretim Kurulu hesabına aktarılır."

BAŞKAN – Komisyon katılıyor mu?

MİLLÎ EĞİTİM, KÜLTÜR, GENÇLİK VE SPOR KOMİSYONU BAŞKANI MEHMET SAĞLAM (Kahramanmaraş) – Katılıyoruz Sayın Başkan.

BAŞKAN – Hükûmet katılıyor mu?

MİLLÎ EĞİTİM BAKANI HÜSEYİN ÇELİK (Van) – Katılıyoruz Sayın Başkanım.

BAŞKAN – Gerekçeyi mi okutayım, konuşacak mısınız?

NURETTİN CANİKLİ (Giresun) – Gerekçe okunsun.

BAŞKAN – Gerekçeyi okutuyorum:

Gerekçe:

Yeni dokuz devlet üniversitesinin daha kuruluşuna ilişkin 22/05/2008 tarihli ve 5765 sayılı kanun, 1/591 esas numaralı kanun tasarısının Türkiye Büyük Millet Meclisi Millî Eğitim, Kültür, Gençlik ve Spor Komisyonu'nda görüşüldüğü 02/06/2008 tarihinden sonra Cumhurbaşkanı tarafından onaylanarak Resmi Gazetede yayımlanmış ve yürürlüğe girmiş olduğu için, iş bu değişiklik önergesinin verilmesi gereği hasıl olmuştur.

Keza, iş bu değişiklik önergesi ile, yükseköğretim kurumlarının bilimsel araştırma projeleri ile yurt içi ve yurt dışı öğretim elemanı ve öğrenci değişim programlarının desteklenmesi, yurt içi ve yurt dışında öğretim üyesi ve araştırmacı yetiştirilmesi ile Yükseköğretim Kurulu'nun fiziki ve personel alt yapısının güçlendirilmesinde kullanılması amacıyla Öğrenci Seçme ve Yerleştirme Merkezi'nin 2007 yılından devreden finansman fazlasını 2547 sayılı kanuna eklenen hükümler çerçevesinde 2008 yılında kullanılması imkanı getirilmektedir.

BAŞKAN – Önergeyi oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler… Kabul etmeyenler… Önerge kabul edilmiştir.

Diğer önergeyi okutuyorum:

TBMM  Başkanlığı’na

Görüşülmekte olan 238 sıra Sayılı Yüksek Öğretim Kanununda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Tasarısı’nın Geçici 55 Maddesine son fıkra olarak “Doçentlik sınavına başvurabilmek için bu kanun yürürlüğe girdiği tarihten önce Merkezî Yabancı dil sınavından en az 50 puan almış olanlar başarılı sayılırlar” fıkrasının eklenmesi için gereğini arz ederiz.

                                                                                             Oktay Vural (İzmir) ve arkadaşları

BAŞKAN – Komisyon katılıyor mu?

MİLLÎ EĞİTİM, KÜLTÜR, GENÇLİK VE SPOR KOMİSYONU BAŞKANI MEHMET SAĞLAM (Kahramanmaraş) – Katılamıyoruz Sayın Başkan.

BAŞKAN – Hükûmet katılıyor mu?

MİLLÎ EĞİTİM BAKANI HÜSEYİN ÇELİK (Van) – Katılmıyoruz Sayın Başkan.

OSMAN ÇAKIR (Samsun) – Söz istiyorum Sayın Başkan.

BAŞKAN – Buyurun Sayın Çakır. (MHP sıralarından alkışlar)

OSMAN ÇAKIR (Samsun) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; kanun tasarısının geçici 55’inci maddesine son fıkra olarak eklemek istediğimiz bu husus, üniversitelerde binlerce yardımcı doçentin, doçentlik sınavına girebilmek için mevcut yabancı dil sınavından alması gereken not ortalamasını tutturamayanların, bir defaya mahsus olmak üzere, 50 puan veya daha yukarısını aldıkları takdirde doçentlik sınavına başvurup, bilimsel şartları ve gerekli kriterleri yerine getirdikleri takdirde doçent unvanı alabilmelerini sağlayabilmek amacını taşımaktadır.

Ülkemizde çok sayıda üniversite kurulmuştur ve şiddetle öğretim elemanına ihtiyaç vardır. Maalesef, öğretim elemanı yetiştirme programlarımız kurduğumuz üniversitelerde okuyacak öğrencilerin ihtiyaçlarını karşılayacak düzeyde değildir. Okullaşma oranının yükseköğretimde yeterli düzeye ulaştırılabilmesi için en az 2,5 milyon daha öğrenciyi üniversitelerimize almak gerekiyor. Şu anda mevcut, 2 milyon 400 bin öğrenci okuyor. Eğer üniversitelerimize 2,5 milyon daha öğrenci alabilirsek Avrupa Birliğinin yükseköğretimdeki okullaşma oranını yakalama imkânımız olacak. Dolayısıyla, binlerce yardımcı doçenti İngilizce sınavından veya Fransızca sınavından, bir Batı dili sınavından 70 alamadı diye bekletirsek, bu üniversitelerimizdeki gençlerimiz de üniversite okuma imkânı elde etmek için çok daha uzun süre bekleyeceklerdir.

Değerli milletvekilleri, bunun yanında ikinci bir konuyu daha dile getirmek istiyorum. Üniversitelerde okuyan, 50/d maddesine göre görev yapan araştırma görevlilerinin doktoraları bittiği anda işlerine son verilmektedir. Hâlbuki üniversitelerde 33’üncü maddeye göre görev yapan ve aynı işi gerçekleştiren araştırma görevlilerinin doktoraları bittikten sonra görevlerine son verilmemekte ve yine memuriyetlerine devam etmektedirler. Hâlbuki, 50’nci maddeye göre görev yapan araştırma görevlileri bu imkânı elde edememektedir ve hayatının ortasında üniversiteden kapı dışarı olmak zorunda kalmaktadır. Bunun düzenlenmesi ve 50/d maddesine göre görev yapan araştırma görevlilerinin kadrolarının 33’üncü maddeye göre değiştirilmesi fevkalade yararlı olacaktır, üniversitelerin bunlara ihtiyacı vardır.

Bir üçüncü husus, 57’nci Hükûmet zamanında profesör ve doçentlerin maaşları düzeltilmişti. Ancak uzman, araştırma görevlisi ve yardımcı doçent maaşlarında fevkalade önemli sıkıntılar vardır. Evlerini geçindiremez durumdadır ve aldıkları maaşlar yoksulluk sınırının altındadır. Bunların maaşlarının da ivedilikle 2914 sayılı Yükseköğretim Personel Yasası’nın değiştirilerek düzeltilmesi fevkalade önemlidir.

Yabancı dil ile ilgili önerdiğimiz başarı puanının azaltılması, yabancı dili hafife aldığımız için değildir. Mutlaka yabancı dil öğrenilmelidir. Hatta, bunun için, öğretilmesi için her tedbir alınmalı, bir değil en az iki yabancı dil öğretilmelidir. Bunlardan bir tanesi Batı dillerinden olmalıdır, bir tanesi de Doğu dillerinden olmalıdır. Ama akademik terfilerde bilimsel kriterleri yerine getirmiş, gerekli araştırmaları, çalışmaları ve başarı kriterlerini yakalamış genç araştırıcılarımızın lisan puanından, ÜDS sınavından 70 alamadı diye doçentlik sınavına başvurmasının yasaklanması fevkalade yanlıştır. Bu geçici maddede bu düzenlemenin yapılması durumunda çok önemli bir ferahlık sağlanacaktır. Anadolu üniversitelerindeki öğretim üyelerimizin, Anadolu çocuklarının önü açılacaktır, geleceği açılacaktır.

Hepinize saygılar sunuyorum, teşekkür ediyorum, yasanın hayırlı olmasını diliyorum. (MHP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – Teşekkür ederim Sayın Çakır.

Önergeyi oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler… Kabul etmeyenler… Kabul edilmemiştir.

Kabul edilen önerge doğrultusunda 8’inci maddeyi oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler… Kabul etmeyenler… Kabul edilmiştir.

9’uncu maddeyi okutuyorum:

MADDE 9- Bu Kanun yayımı tarihinde yürürlüğe girer.

BAŞKAN – Madde üzerinde gruplar adına söz talebi yok.

Şahıslar adına, Bitlis Milletvekili Sayın Cemal Taşar, Gümüşhane Milletvekili Sayın Yahya Doğan...

İlk söz Bitlis Milletvekili Sayın Cemal Taşar’da.

Buyurun Sayın Taşar. (AK Parti sıralarından alkışlar)

CEMAL TAŞAR (Bitlis) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; Yükseköğretim Kanunu’nda değişiklik yapılmasına dair 9’uncu maddesi üzerinde şahsım adına söz almış bulunuyorum. Bu vesileyle millet iradesinin temsil edildiği yüce Meclisi saygıyla selamlıyorum.

İki gündür bu kanunu tartışıyoruz. Gerek İktidarımızın gerek muhalefet milletvekillerimizin çok değerli katkıları oldu. Bu kanunun hazırlanmasında emeği geçen herkese teşekkür ediyorum. Bu kanunun öncelikle üniversitelerimize ve milletimize hayırlı olmasını diliyorum, yüce Meclisi saygıyla selamlıyorum. (AK Parti sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – Teşekkür ederim Sayın Taşar.

Gümüşhane Milletvekili Sayın Yahya Doğan.

Buyurun Sayın Doğan. (AK Parti sıralarından alkışlar)

YAHYA DOĞAN (Gümüşhane) – Sayın Başkan, saygıdeğer üyeler; 238 sıra sayılı Yükseköğretim Kanununda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Tasarısı hakkında şahsım adına söz almış bulunuyorum.

Görüşmeler, gereğince yapıldı. Aslında bir, beş on dakika konuşma yapacaktım ama anladığım kadarıyla bir mutabakata varılmış. Kabul edilen bu kanun hepimize hayırlı uğurlu olsun.

Bir hususu belirtmek istiyorum: Üniversiteler ülkemizin göz bebeği, ciddi kuruluşlardır. Bu Parlamentoda 100’e yakın öğretim üyesi bulunmaktadır. Bu bir tarihî fırsattır. Üniversite sorunlarının masaya yatırılması, çözülmesi konusunda, parti ayrımı yapmaksızın bütün öğretim üyesi kökenli milletvekillerinin bir platform oluşturmasını ve sorunları  parti farkı gözetmeden, bilimsel bir şekilde çözüm arayışına girmesi davetimi yeniliyorum.

Ülkemizde üniversitesiz il bırakmayan Hükûmetimize ve bunu oy birliğiyle kabul eden yüce Parlamentoya saygılarımı sunuyorum. (AK Parti sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – Teşekkür ederim Sayın Doğan.

Maddeyi oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler… Kabul etmeyenler… Kabul edilmiştir.

10’uncu maddeyi okutuyorum:

MADDE 10- Bu Kanun hükümlerini Bakanlar Kurulu yürütür.

BAŞKAN – Madde üzerinde gruplar adına söz talebi yok.

Şahıslar adına, Hakkâri Milletvekili Sayın Rüstem Zeydan, Van Milletvekili Sayın Gülşen Orhan…

İlk söz Hakkâri Milletvekili Sayın Rüstem Zeydan’da.

Buyurun Sayın Zeydan. (AK Parti sıralarından alkışlar)

RÜSTEM ZEYDAN (Hakkâri) – Sayın Başkan, saygıdeğer milletvekilleri; müstesna heyetinizi sevgiyle, saygıyla selamlıyorum.

Yarının umudu olan gençlerimize yarına umut olarak gösterilecek olan üniversitelerin kurulumunda emeği geçen bu yüce Meclise ve onun bağrından çıkan 60’ıncı Cumhuriyet Hükûmetine ve onun Sayın Başbakanına ve Saygıdeğer Bakanına şükranlarımı arz ediyorum.

Hakkâri gibi bir ilde, iki ülkenin yakın coğrafyasına komşu olan bir ilde bir üniversitenin kurulmuş olmasını da şükranla ve minnetle karşılıyorum. Ortaöğretimde mutsuzca bekleyen binlerce öğrenciye umut, bölge insanına sevinç, kalkınmaya katkı, yaşam standartlarına erişim, yatırıma katma değer, sosyokültürel yapıya destek ve ilin genellerine moral ve motivasyon olan bu üniversitelere katkı vermiş olan herkese gerçekten, bir milletvekili olarak şükranlarımı sunuyorum.

Ortaöğretimde mutsuzca bekleyen onlarca öğrenci umutlarını yarına taşırken bir üniversite hayaliyle yaşadılar. Kendileriyle birlikte kendilerinin ebeveynleri ve yakınları üniversite hayalini ve üniversite hayalinin de ötesinde üniversitenin o bölgeye ne denli katkı vereceğini hep hayal edip durdular. Dolayısıyladır ki bu Hükûmet döneminde yüce Meclisin de katkısıyla seksen bir ilde üniversite gerçekleştirildi. Yeni doğan bir bebeğin büyütülüp serpilmesi ve genç bir fidan hâline getirilmesi için verilen her emek gibi üniversiteye de onca emek verileceği kesindir. Yarının umudu olan gençlerin umudunu ünlü şair Necip Fazıl Kısakürek’in şiiriyle sizlere duygularımın bir ifadesi olarak arz etmek istiyorum:

“Sevinin, Mehmed’im, başlar yüksekte!

Ölsek de  sevinin, eve dönsek de!

Sanma ki bu tekerlek kalır tümsekte!

Yarın elbet bizim, elbet bizimdir!

Gün doğmuş, gün batmış, ebed bizimdir!”

Hepinizi sevgiyle, saygıyla selamlıyorum efendim. (AK Parti sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – Teşekkür ederim Sayın Zeydan.

Van Milletvekili Sayın Gülşen Orhan.

Buyurun Sayın Orhan. (AK Parti sıralarından alkışlar)

GÜLŞEN ORHAN (Van) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; 238 sıra sayılı Kanun Tasarısı’nın 10’uncu maddesi üzerinde şahsım adına söz almış bulunuyorum. Yüce heyeti saygıyla selamlıyorum.

Bu kanun tasarısının hazırlanmasında emeği geçenleri kutluyor, yüce heyeti saygıyla selamlıyorum. (AK Parti sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – Teşekkür ederim Sayın Orhan.

Maddeyi oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler… Kabul etmeyenler… Kabul edilmiştir.

KAMER GENÇ (Tunceli) – Sayın Başkan, aleyhte oyumun rengini belirtmek üzere söz istiyorum.

BAŞKAN – Tamam Sayın Genç, heyecanlanmayın.

KAMER GENÇ (Tunceli) – Efendim, ben heyecanlanmıyorum.

BAŞKAN – Oyunun rengini lehte olarak açıklamak üzere Van Milletvekili Sayın Gülşen Orhan, buyurun. (AK Parti sıralarından alkışlar)

GÜLŞEN ORHAN (Van) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; 238 sıra sayılı Kanun Tasarısı’nın lehinde oyumu belirtmek üzere söz aldım. Yüce heyeti saygıyla selamlıyorum.

Bu tasarının hazırlanmasında emeği geçen tüm arkadaşları kutluyorum ve tasarının vatanımıza, milletimize hayırlı olmasını diliyorum ve oyumun renginin de “evet” olduğunu belirtiyor, yüce heyeti saygıyla selamlıyorum. (AK Parti sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – Teşekkür ederim.

Oyunun rengini aleyhte belirtmek üzere Tunceli Milletvekili Sayın Kamer Genç, buyurun.

KAMER GENÇ (Tunceli) – Sayın Başkan, teşekkür ederim.

Sayın Başkan, sayın milletvekilleri; 238 sıra sayılı Yükseköğretim Kanununda Değişiklik Yapılmasına İlişkin Yasa Tasarısı burada görüşülürken sabahtan beri burada oturuyoruz. Bizi konuşturmamak için AKP Grubu her türlü tedbire başvurdu.

NURETTİN CANİKLİ (Giresun) – Sayın Genç, konuşma önerdik. Yapmayın, doğruyu söyleyin orada.

KAMER GENÇ (Devamla) – Ama şunu bilesiniz ki, siz ne kadar beni engelleseniz de, ben bir yolunu bulur konuşurum burada, onu bilesiniz. Tamam mı? Onu bilesiniz.

NURETTİN CANİKLİ (Giresun) – Size söyledik gelin konuşun diye ama konuşmadınız.

KAMER GENÇ (Devamla) – Ben çünkü yirmi sekiz senedir bu kürsüde şey ediyorum.

MEHMET EMİN TUTAN (Bursa) – Hiç gülmemiştik, sayende gülelim.

KAMER GENÇ (Devamla) – Şimdi, değerli milletvekilleri…

Sayın Başkan, arkadaşların eğer canları sıkılıyorsa dışarı gitsinler.

MEHMET EMİN TUTAN (Bursa) – Yok, hoşumuza gidiyor!

KAMER GENÇ (Devamla) – Şimdi, ben burada bir bağımsız milletvekiliyim. Çeşitli parti grupları olabilir. Beni bir parti grubu gibi kabul etmek zorundasınız. Kamer Genç fonksiyonunu ihmal ederek siz siyaseti istediğiniz gibi yapamazsınız, onu bilesiniz.

MEHMET EMİN TUTAN (Bursa) – Sen neymişsin be abi!

KAMER GENÇ (Devamla) – Şimdi, değerli milletvekilleri, üniversiteler hakikaten bir memleketin can damarıdır, hayat damarıdır. Böyle bir kurumun en iyi şekilde kurulması, faaliyete geçmesi, üniversitede yetişen gençlerimizin çağdaş, aydınlık fikirlerle, bilgilerle donatılması, hepimizin istediğidir. Bu üniversitelerin başında, biliyorsunuz, bir YÖK kurumu var.

Şimdi, Abdullah Gül Cumhurbaşkanı seçildikten sonra, durup dururken bir YÖK Başkanını atadı. Bu YÖK Başkanının bilimsel kariyerinin ne olduğunu kimse bilmiyor. Hatta içinde görev yaptığı üniversitede tanıyan kimse yok.

MEHMET EMİN TUTAN (Bursa) – Konuyla ne ilgisi var!

BAŞKAN – Sayın Genç, söz aldığınız konuda lütfen…

KAMER GENÇ (Devamla) – Efendim, YÖK’le ilgili konuşuyorum.

Yani diyorum ki: YÖK kurumunun sağlıklı işleyebilmesi için, üniversitelerin sağlıklı görev yapabilmesi için, evvela onu yöneten kişilerin sağlıklı olarak oluşturulması lazım.

Şimdi, Abdullah Gül’le ilgili, Cumhurbaşkanı adayıyken, bir araştırma şirketini kurmuş, Abdullah Gül’ü destekleyenler cemiyetinden, lehine araştırmalar yapmış. Ondan sonra, çalıştığı üniversitede kendisini tanıyan öğretim görevlileri bile yok. Birdenbire böyle bir kişi geldi, YÖK Başkanlığına oturdu. Şimdi, böyle bir kişinin YÖK Başkanlığına oturması…

BAŞKAN – Sayın Genç, söz aldığınız konuda lütfen…

KAMER GENÇ (Devamla)- Efendim, bir dakika.

Ayrıca, bir beyanat verdi, dedi ki: “Ey üniversiteler, siz Anayasa Mahkemesi kararlarını tanımayın…”

MEHMET EMİN TUTAN (Bursa) – Sana mı soracaktı?

BAŞKAN – Sayın Genç…

KAMER GENÇ (Devamla) – “…İnsan Hakları Mahkemesini tanımayın, Danıştay kararlarını tanımayın, siz üniversitelerde türbanı serbest edin.”

Şimdi, değerli milletvekilleri, Türkiye Cumhuriyet devleti bir hukuk devletidir.

ALİ KOYUNCU (Bursa) – İlle oraya getirdin! İlle oraya getirdin!

KAMER GENÇ (Devamla) – Hukuk devletinde herkes hukuka saygılı olmak zorundadır.

ASIM AYKAN (Trabzon) – Hangi hukuka?

KAMER GENÇ (Devamla) – Mahkeme kararlarına saygılı olmak zorundadır. Siz mahkeme kararlarına saygılı olmazsanız, hukuka saygılı olmazsanız sizin bulunduğunuz makama kim saygılı olabilir?

MEHMET EMİN TUTAN (Bursa) – Sen kime saygı gösteriyorsun? Ne Cumhurbaşkanına saygın var ne Başbakana saygın var!

KAMER GENÇ (Devamla) – Onun için, yani özellikle bu YÖK atamasında, maalesef, Türkiye’nin üniversitelerine yakışan şan ve şöhrette, tarafsızlıkta bir yönetim oluşturulmamıştır. Bu nitelikte oluşturulmayan bir YÖK idaresinin, Türkiye üniversitelerinde çok sağlıklı bir görev yapacağına, çok sağlıklı bir eğitim politikası izleyeceğine, çok sağlıklı bir imtihan heyetlerini oluşturacağına inanmıyorum. İşte, Mısır’daki El Ezher üniversiteleriyle iş birliği inşallah yapmazlar; ondan sonra, Orta Doğu’daki, böyle, Arap ülkelerindeki, çağımızın gerisinde, bilim çağının dışında kalmış, ilim bakımından gerilerde kalmış üniversitelerle iş birliği yapmazlar.

MEHMET EMİN TUTAN (Bursa) – Küba’yla yapsınlar, Küba’yla!

KAMER GENÇ (Devamla) - Bizim istediğimiz, gençlerimizin…  Gerçekten gençlerimiz çok dinamik, dünya üniversitelerinde her yönden, bilim yönünden, ilim yönünden lider olabilecek bilgide, kabiliyette, kişilikte gençlerimiz var, öğretim görevlilerimiz var. Üniversitelerimizde özellikle araştırma görevlilerine yeteri kadar ödenek ayrılmalı, en iyi üniversitelerde bu araştırma görevlileri yetiştirilmelidir. Ama bunun en önemli yolu, sayın milletvekilleri, işte, üniversitenin yönetiminin oluşturulduğu yerden geçer.

ALİ KOYUNCU (Bursa) – Onu sen ikna odalarına sor!

KAMER GENÇ (Devamla) – Bu yönlerde eğer insanlar doğru dürüst yönetilmezse, sağlıklı bir yönetim oluşturulmazsa, o bakımından oraya net… Yani, burada yapılan konuşmalar, hepsi lafügüzaftır. Yani, en iyi, mükemmel kanunları yaparsınız ama o kanunları uygulayacak insanlar eğer o felsefenin, o inancın adamları değilse, maalesef, onlar işte o kanunları, o yasaları, o uygulamaları yanlış yaparlar. Biraz önce Sayın Bakan diyor ki: “Efendim, biz vakıf üniversitelerini kurmak için, Danıştay bizim YÖK’ün yetkisini iptal etti; biz, işte bunun için getirdik bu kanunu.”

Yani, her getirilen işlemde, her getirilen tasarrufta ille mahkeme kararlarının önünü kesmek…

Arkadaşlar, bakın, mahkemeler bu memleketin en…

AVNİ ERDEMİR (Amasya) – Mahkeme kararlarının önü kesilmiyor, anlamadın ki!

KAMER GENÇ (Devamla) – Bunlar, hayatta yetişmiş, en azından otuz kırk yıl Danıştay, Yargıtay gibi, oralardan gelmiş insanlar. Oralarda tarafsızlığın ne olduğunu, hukukun ne olduğunu bilen insanlardır.

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN – Sayın Genç, tamamlayın lütfen; oyunuzun rengini söylemek üzere söz aldınız.

KAMER GENÇ (Devamla) – Tamamlayacağım efendim.

Şimdi, bu insanlar ülke için çok büyük emek sarf etmişler, tarafsızlığın ne olduğunu biliyorlar, hukukun ne olduğunu biliyorlar, vicdanın ne olduğunu biliyorlar, ahlakın ne olduğunu biliyorlar.

MEHMET EMİN TUTAN (Bursa) – Bir de sen bilsen onları!

NURETTİN CANİKLİ (Giresun) – Biraz da sen öğrensen!

KAMER GENÇ (Devamla) – Dolayısıyla, vicdanlarının sesini dinleyerek, hukukun ilkelerini dinleyerek verdikleri kararlar bu ülkenin yararına olan kararlardır. Türkiye’nin kendisine özgü bir yapısı vardır, sosyolojik yapısı vardır. Vakıfların, cemaatlerin, tarikatların Türkiye’de rollerini herkes bilmektedir. Bunların Türkiye’de çok sağlıklı bir gelecek vaat etmediğini, Türkiye’yi hangi yönlere getirmek istediğini herkes bilmektedir.

Ben üniversitelere karşı değilim. Ama, bugünkü bu Hükûmet zamanında, Abdullah Gül tarafından atanan YÖK Başkanının oluşturduğu YÖK yönetimine karşı olduğum için bu kanuna karşıyım.

Saygılar sunuyorum efendim. (AK Parti sıralarından gürültüler)

BAŞKAN – Teşekkür ederim Sayın Genç.

Tasarının tümünü oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler… Kabul etmeyenler… Tasarı kabul edilmiş ve kanunlaşmıştır, hayırlı olsun.

Birleşime beş dakika ara veriyorum.

Kapanma Saati: 18.54

 

BEŞİNCİ OTURUM

Açılma Saati: 19.01

BAŞKAN : Başkan Vekili Meral AKŞENER

KÂTİP ÜYELER: Fatoş GÜRKAN (Adana), Yaşar TÜZÜN (Bilecik) 

BAŞKAN – Sayın milletvekilleri, Türkiye Büyük Millet Meclisinin 119’uncu Birleşiminin Beşinci Oturumunu açıyorum.

Gündemin 3’üncü sırasında yer alan, Yükseköğretim Kurumları Teşkilatı Kanununda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Tasarısı ve Milli Eğitim, Kültür, Gençlik ve Spor Komisyonu Raporu’nun görüşmelerine başlayacağız.

3.- Yükseköğretim Kurumları Teşkilatı Kanununda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Tasarısı ve Millî Eğitim, Kültür, Gençlik ve Spor Komisyonu Raporu (1/478) (S. Sayısı: 93)

BAŞKAN – Komisyon? Yok.

Ertelenmiştir.

Adalet ve Kalkınma Partisi Grup Başkan Vekili Nihat Ergün ve 16 milletvekilinin; İl Özel İdarelerine ve Belediyelere Genel Bütçe Vergi Gelirlerinden Pay Verilmesi Hakkında Kanun Teklifi ile Plan ve Bütçe Komisyonu Raporu’nun görüşmelerine başlayacağız.

4.- Adalet ve Kalkınma Partisi Grup Başkanvekili Kocaeli Milletvekili Nihat Ergün ve 16 Milletvekilinin, İl Özel İdarelerine ve Belediyelere Genel Bütçe Vergi Gelirlerinden Pay Verilmesi Hakkında Kanun Teklifi ile Plan ve Bütçe Komisyonu Raporu (2/241) (S. Sayısı: 248)

BAŞKAN – Komisyon? Yok.

Ertelenmiştir.

Sayın milletvekilleri, sıradaki işlerle ilgili komisyonlar hazır olmadığı anlaşıldığından, kanun tasarı ve tekliflerini sırasıyla görüşmek için, 19 Haziran 2008 Perşembe günü, alınan karar gereğince saat 13.00’te toplanmak üzere birleşimi kapatıyorum.

Kapanma Saati: 19.02

Türkiye Büyük Millet Meclisi Resmi internet Sitesi
© 2009 T.B.M.M.