DÖNEM: 23                            CİLT: 21                    YASAMA YILI: 2

 

 

 

 

 

TÜRKİYE BÜYÜK MİLLET MECLİSİ

TUTANAK DERGİSİ

 

108’inci Birleşim

22 Mayıs 2008 Perşembe

 

 

İ Ç İ N D E K İ L E R

  I. - GEÇEN TUTANAK ÖZETİ

 II. - GELEN KÂĞITLAR

III. - YOKLAMA

IV. - GÜNDEM DIŞI KONUŞMALAR

A) MİLLETVEKİLLERİNİN GÜNDEM DIŞI KONUŞMALARI

1.- İstanbul Milletvekili Mehmet Sevigen’in, Tuzla tersanelerinde son günlerde artan işçi ölümlerine ilişkin gündem dışı konuşması ve Çevre ve Orman Bakanı Veysel Eroğlu’nun cevabı

2.- Samsun Milletvekili Ahmet Yeni’nin, 19 Mayıs Atatürk’ü Anma ve Gençlik ve Spor Bayramı ve 19 Mayıs şehri Samsun’daki gelişmelere ilişkin gündem dışı konuşması

3.- Bursa Milletvekili Necati Özensoy’un, 18 Mayıs Kırım Türkleri sürgününün 64’üncü yıl dönümüne ilişkin gündem dışı konuşması

 

V.- BAŞKANLIĞIN GENEL KURULA SUNUŞLARI

A) Meclis Araştırması Önergeleri

1.- Adana Milletvekili Yılmaz Tankut ve 19 milletvekilinin, Tarım Sigortaları Kanunu’nun uygulanmasındaki sorunların araştırılarak alınması gereken önlemlerin belirlenmesi amacıyla Meclis araştırması açılmasına ilişkin önergesi (10/188)

2.- Muğla Milletvekili Fevzi Topuz ve 29 milletvekilinin, kıyıların korunması ve kullanılmasında yaşanan sorunların araştırılarak sürdürülebilir kıyı yönetimi için alınması gereken önlemlerin belirlenmesi amacıyla Meclis araştırması açılmasına ilişkin önergesi (10/189)

3.- Adana Milletvekili Hulusi Güvel ve 34 milletvekilinin, mevsimlik tarım işçiliği nedeniyle eğitim alamayan çocukların sorunlarının araştırılarak alınması gereken önlemlerin belirlenmesi amacıyla Meclis araştırması açılmasına ilişkin önergesi (10/190)

B) Tezkereler

1.- Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanı Köksal Toptan’ın, Yunanistan Meclis Başkanı-Karadeniz Ekonomik İşbirliği Parlamenter Asamblesi (KEİPA) Dönem Başkanı Dimitrios G. Sioufas’ın davetine icabet etmek üzere, 8-10 Haziran 2008 tarihlerinde, KEİPA Genel Kurulu çerçevesinde Atina’da düzenlenecek “KEİPA Üye Ülkeleri Parlamento Başkanları Zirvesi”ne katılmak üzere Yunanistan’a gitmesine ilişkin Başkanlık tezkeresi (3/438)

 

VI.- KANUN TASARI VE TEKLİFLERİ İLE KOMİSYONLARDAN GELEN DİĞER İŞLER

A) Kanun Tasarı ve Teklifleri

1.- Türkiye Radyo ve Televizyon Kanununda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Tasarısı ile Plan ve Bütçe Komisyonu Raporu (1/541) (S. Sayısı: 219)

2.- Müşterek Taarruz Uçağının Üretimi, Desteklenmesi ve Sürekli İyileştirilmesine İlişkin Mutabakat Muhtırası ve Buna Dair Mali Yönetim Esasları Dokümanının Onaylanmasının Uygun Bulunduğu Hakkında Kanun Tasarısı ile Dışişleri Komisyonu Raporu (1/533) (S. Sayısı: 133)

3.- Yükseköğretim Kurumları Teşkilatı Kanununda ve Yükseköğretim Kurumları Öğretim Elemanlarının Kadroları Hakkında Kanun Hükmünde Kararname ile Genel Kadro ve Usulü Hakkında Kanun Hükmünde Kararnameye Ekli Cetvellerde Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Tasarısı; Yükseköğretim Kurumları Teşkilatı Kanununda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Tasarısı; Yükseköğretim Kanunu ile Yükseköğretim Kurumları Teşkilatı Kanununda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Tasarısı ile Tunceli Milletvekili Kamer Genç’in; Yalova Milletvekili Muharrem İnce’nin; Ardahan Milletvekili Ensar Ögüt ve 29 milletvekilinin; Bayburt Milletvekilleri Fetani Battal ve Ülkü Güney’in; Bartın Milletvekili Yılmaz Tunç’un; Ardahan Milletvekili Saffet Kaya’nın; Bartın Milletvekili Muhammet Rıza Yalçınkaya’nın; Ardahan Milletvekili Ensar Öğüt’ün; İstanbul Milletvekili Şinasi Öktem’in; Adıyaman Milletvekili Şevket Köse’nin; Gümüşhane Milletvekilleri Yahya Doğan ve Kemalettin Aydın’ın; Şırnak Milletvekili Abdullah Veli Seyda’nın; Yalova Milletvekili İlhan Evcin’in; Hakkari Milletvekilleri Rüstem Zeydan ve Abdulmuttalip Özbek’in; Iğdır Milletvekili Ali Güner’in; İstanbul Milletvekili Kemal Kılıçdaroğlu’nun; Benzer Mahiyetteki Kanun Teklifleri ile Plan ve Bütçe Komisyonu Raporu (1/560, 1/540, 1/577, 2/7, 2/11, 2/24, 2/160, 2/179, 2/180, 2/205, 2/207, 2/208, 2/209, 2/214, 2/216, 2/218, 2/219, 2/220, 2/221, 2/222, 2/230) (S. Sayısı: 226)

4.- Amme Alacaklarının Tahsil Usulü Hakkında Kanunda ve Bazı Kanunlarda Değişiklik Yapılması Hakkında Kanun Tasarısı ve Plan ve Bütçe Komisyonu Raporu ile Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığı ve Plan ve Bütçe Komisyonu Başkanlığı Tezkereleri (1/514) (S. Sayısı: 220)

 

VII.- OYLAMALAR

1.- Müşterek Taarruz Uçağının Üretimi, Desteklenmesi ve Sürekli İyileştirilmesine İlişkin Mutabakat Muhtırası ve Buna Dair Mali Yönetim Esasları Dokümanının Onaylanmasının Uygun Bulunduğu Hakkında Kanun Tasarısı’nın oylaması

 

VIII.- YAZILI SORULAR VE CEVAPLARI

1.- Hatay Milletvekili Süleyman Turan Çirkin’in, TCK’nın 301’inci maddesine göre yapılan yargılamalara ilişkin sorusu ve Adalet Bakanı Mehmet Ali Şahin’in cevabı (7/2447)

2.- Hatay Milletvekili Süleyman Turan Çirkin’in, motorlu araç sayısına ve akaryakıt satışlarına ilişkin Başbakandan sorusu ve Devlet Bakanı Kürşad Tüzmen’in cevabı (7/2818) Ek cevap

3.- İzmir Milletvekili Bülent Baratalı’nın, personel sayılarına ilişkin sorusu ve İçişleri Bakanı Beşir Atalay’ın cevabı (7/2924)

4.- İzmir Milletvekili Bülent Baratalı’nın, personel sayılarına ilişkin sorusu ve Devlet Bakanı Kürşad Tüzmen’in cevabı (7/2973)

5.- İstanbul Milletvekili Ayşe Jale Ağırbaş’ın, sınır ticaretinin geliştirilmesine ilişkin sorusu ve Devlet Bakanı Kürşad Tüzmen’in cevabı (7/3084)

6.- Muğla Milletvekili Fevzi Topuz’un, Maliye Bakanının oğlu ile ilgili bazı iddialara ilişkin Başbakandan sorusu ve Devlet Bakanı ve Başbakan Yardımcısı Cemil Çiçek’in cevabı (7/3094)

7.- İstanbul Milletvekili Süleyman Yağız’ın, açtığı ve hakkında açılan tazminat ve ceza davalarına ilişkin Başbakandan sorusu ve Adalet Bakanı Mehmet Ali Şahin’in cevabı (7/3095)

8.- Mersin Milletvekili Ali Rıza Öztürk’ün, Maliye Bakanının oğlu hakkında basında çıkan bir iddiaya ilişkin Başbakandan sorusu ve Devlet Bakanı ve Başbakan Yardımcısı Cemil Çiçek’in cevabı (7/3098)

9.- Gaziantep Milletvekili Akif Ekici’nin, Marmaris’te açılacak manganez madeninin etkilerine ilişkin sorusu ve Çevre ve Orman Bakanı Veysel Eroğlu’nun cevabı (7/3107)

10.- Samsun Milletvekili Osman Çakır’ın, SPK Başkanının makam aracı kullanımına,

SPK Başkanı hakkındaki bazı iddialara,

SPK Hukuk İşleri Daire Başkanlığına yapılan atamaya,

İlişkin soruları ve Devlet Bakanı ve Başbakan Yardımcısı Nazım Ekren’in cevabı (7/3108, 3109, 3110)

11.- Çanakkale Milletvekili Ahmet Küçük’ün, Biga Ovası’ndaki sulama inşaatlarına ilişkin sorusu ve Çevre ve Orman Bakanı Veysel Eroğlu’nun cevabı (7/3167)

12.- Antalya Milletvekili Hüsnü Çöllü’nün, Antalya’da inşaatı biten bir yüzme havuzunun yıkılmasına ilişkin sorusu ve Devlet Bakanı Murat Başesgioğlu’nun cevabı (7/3171)

13.- Bursa Milletvekili İsmet Büyükataman’ın, bir dere yatağından kum çıkarılmasının etkilerine ilişkin sorusu ve Çevre ve Orman Bakanı Veysel Eroğlu’nun cevabı (7/3221)

14.- Balıkesir Milletvekili Ergün Aydoğan’ın, Başbakanlığa ait uçak ve helikopterlerin kullanımına ilişkin Başbakandan sorusu ve Devlet Bakanı ve Başbakan Yardımcısı Cemil Çiçek’in cevabı (7/3294)

 

I.- GEÇEN TUTANAK ÖZETİ

TBMM Genel Kurulu saat 13.00’te açılarak on oturum yaptı.

Bursa Milletvekili Ali Koyuncu, Dünya Süt Günü’ne,

Tekirdağ Milletvekili Kemalettin Nalcı, Trakya köylüsünün durumuna,

Denizli Milletvekili Ali Rıza Ertemür, tütün üreticilerinin sorunlarına,

İlişkin gündem dışı birer konuşma yaptılar.

Erzurum Milletvekili Zeki Ertugay, gündem dışı konuşmaların yapıldığı oturumlarda ilgili bakanların bilgilendirmek üzere Genel Kurulda bulunması gerektiğine ilişkin bir konuşma yaptı.

Hatay Milletvekili Sadullah Ergin, Tarım ve Köyişleri Bakanının Antalya’da uluslararası bir toplantıda olması nedeniyle bugünkü konuşmalara cevap veremediğini, konuşmaları, bakanlığıyla ilgili yarınki gündem dışı konuşmalarla birlikte cevaplayacağını açıkladı.

Trabzon Milletvekili Asım Aykan’ın (3/121) (S. Sayısı: 158),

Mersin Milletvekili Ali Er’in (3/122) (S. Sayısı: 159),

İstanbul Milletvekili İdris Naim Şahin’in (3/123) (S. Sayısı: 160),

İstanbul Milletvekili Mehmet Sekmen’in (3/124) (S. Sayısı: 161),

Şanlıurfa Milletvekili Müfit Yetkin’in (3/125) (S. Sayısı: 162),

Erzincan Milletvekili Erol Tınastepe’nin (3/126) (S. Sayısı: 163),

İstanbul Milletvekili Recep Tayyip Erdoğan’ın (3/127) (S. Sayısı: 164),

Eskişehir Milletvekili Kemal Unakıtan’ın (3/128) (S. Sayısı: 165),

Konya Milletvekili Atilla Kart’ın (3/129) (S. Sayısı: 166),

Burdur Milletvekili Bayram Özçelik’in (3/130) (S. Sayısı: 167),

Yasama dokunulmazlıklarının kaldırılması hakkında Başbakanlık tezkereleri ve Anayasa ve Adalet Komisyonları Üyelerinden Kurulu Karma Komisyon raporları;

Fransız Senatosu Avrupa Birliği Komisyonundan bir heyet ile

Cezayir Ulusal Halk Meclisi Başkanı Abdelaziz Ziari ve beraberindeki heyetin

Ülkemizi ziyaret etmesinin uygun bulunduğuna ilişkin Başkanlık tezkereleri,

Genel Kurulun bilgisine sunuldu.

Avrupa Yatırım Bankasının Türkiye’de Temsilcilik Açmasına Dair Türkiye Cumhuriyeti Hükûmeti ile Avrupa Yatırım Bankası Arasındaki Anlaşmanın Onaylanmasının Uygun Bulunduğuna Dair Kanun Tasarısı’nın geri gönderilmesine ilişkin Başbakanlık tezkeresi okundu; Dışişleri Komisyonunda bulunan tasarının Hükûmete geri verildiği açıklandı.

Kütahya Milletvekili Alim Işık’ın (6/626) esas numaralı sözlü sorusunu geri aldığına ilişkin önergesi okundu; sözlü sorunun geri verildiği bildirildi.

Gündemin “Kanun Tasarı ve Teklifleri ile Komisyonlardan Gelen Diğer İşler” kısmının:

1’inci sırasında bulunan, Türkiye Radyo ve Televizyon Kanununda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Tasarısı (1/541) (S. Sayısı: 219),

2’nci sırasında bulunan, Müşterek Taarruz Uçağının Üretimi, Desteklenmesi ve Sürekli İyileştirilmesine İlişkin Mutabakat Muhtırası ve Buna Dair Mali Yönetim Esasları Dokümanının Onaylanmasının Uygun Bulunduğu Hakkında Kanun Tasarısı (1/533) (S. Sayısı: 133),

3’üncü sırasına alınan, Yükseköğretim Kurumları Teşkilatı Kanununda ve Yükseköğretim Kurumları Öğretim Elemanlarının Kadroları Hakkında Kanun Hükmünde Kararname ile Genel Kadro ve Usulü Hakkında Kanun Hükmünde Kararnameye Ekli Cetvellerde Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Tasarısı; Yükseköğretim Kurumları Teşkilatı Kanununda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Tasarısı; Yükseköğretim Kanunu ile Yükseköğretim Kurumları Teşkilatı Kanununda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Tasarısı ile Tunceli Milletvekili Kamer Genç’in, Yalova Milletvekili Muharrem İnce’nin, Ardahan Milletvekili Ensar Ögüt ve 29 Milletvekilinin, Bayburt Milletvekilleri Fetani Battal ve Ülkü Güney’in, Bartın Milletvekili Yılmaz Tunç’un, Ardahan Milletvekili Saffet Kaya’nın, Bartın Milletvekili Muhammet Rıza Yalçınkaya’nın, Ardahan Milletvekili Ensar Öğüt’ün, İstanbul Milletvekili Şinasi Öktem’in, Adıyaman Milletvekili Şevket Köse’nin, Gümüşhane Milletvekilleri Yahya Doğan ve Kemalettin Aydın’ın, Şırnak Milletvekili Abdullah Veli Seyda’nın, Yalova Milletvekili İlhan Evcin’in, Hakkâri Milletvekilleri Rüstem Zeydan ve Abdulmuttalip Özbek’in, Iğdır Milletvekili Ali Güner’in, İstanbul Milletvekili Kemal Kılıçdaroğlu’nun, Benzer Mahiyetteki Kanun Teklifleri (1/560, 1/540, 1/577, 2/7, 2/11, 2/24, 2/160, 2/179, 2/180, 2/205, 2/207, 2/208, 2/209, 2/214, 2/216, 2/218, 2/219, 2/220, 2/221, 2/222, 2/230) (S. Sayısı: 226) görüşmelerine başlanarak çerçeve 1’inci maddeye bağlı ek 104’üncü maddesine kadar kabul edildi. Birleşime verilen aradan sonra,

İlgili komisyon yetkilileri Genel Kurulda hazır bulunmadıklarından ertelendi.

Eskişehir Milletvekili H. Tayfun İçli, bir önceki oturumda başlanmış bir kanun tasarısının görüşmelerine, birleşime verilen aradan sonra devam edilmek üzere tekrar başlanırken Hükûmetin yerinde olmaması hâlinde, tasarının görüşmelerinin bir sonraki birleşime ertelenmesi gerektiği iddiasıyla bir konuşma yaptı.

Ardahan Milletvekili Ensar Öğüt, Ardahan Milletvekili Saffet Kaya’nın konuşmasında şahsına sataştığı iddiasıyla bir konuşma yaptı.

22 Mayıs 2008 Perşembe günü, alınan karar gereğince saat 13.00’te toplanmak üzere birleşime 01.22’de son verildi.

 

 

Meral AKŞENER

 

 

 

Başkan Vekili

 

 

Fatoş GÜRKAN

 

Canan CANDEMİR ÇELİK

 

Adana

 

Bursa

 

Kâtip Üye

 

Kâtip Üye

 

Yusuf COŞKUN

 

Harun TÜFEKCİ

 

Bingöl

 

Konya

 

Kâtip Üye

 

Kâtip Üye

No.: 151

II.- GELEN KÂĞITLAR

22 Mayıs 2008 Perşembe

Tasarılar

1.- Ceza İnfaz Kurumları Dış Güvenlik Hizmetleri Kanunu Tasarısı (1/585) (İçişleri; Plan ve Bütçe; Avrupa Birliği Uyum ile Adalet Komisyonlarına) (Başkanlığa geliş tarihi: 6.5.2008)

2.- Millî Eğitim Temel Kanununda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Tasarısı (1/586) (Millî Eğitim, Kültür, Gençlik ve Spor ile Plan ve Bütçe Komisyonlarına) (Başkanlığa geliş tarihi: 8.5.2008)

3.- Türkiye Cumhuriyeti ile Sovyet Sosyalist Cumhuriyetler Birliği Arasında Akdedilen 27 Nisan 1988 Tarihli Konsolosluk Sözleşmesinin Bazı Maddelerinin Tadiline İlişkin Türkiye Cumhuriyeti ile Rusya Federasyonu Arasında Protokolün Onaylanmasının Uygun Bulunduğuna Dair Kanun Tasarısı (1/587) (Dışişleri Komisyonuna) (Başkanlığa geliş tarihi: 8.5.2008)

4.- Türkiye Cumhuriyeti Hükümeti ile Sudan Cumhuriyeti Hükümeti Arasında Gümrük Konularında İşbirliği ve Karşılıklı Yardım Anlaşmasının Onaylanmasının Uygun Bulunduğuna Dair Kanun Tasarısı (1/588) (Plan ve Bütçe ile Dışişleri Komisyonlarına) (Başkanlığa geliş tarihi: 8.5.2008)

5.- Kamu Mali Yönetimi ve Kontrol Kanunu ile Bazı Kanun ve Kanun Hükmünde Kararnamelerde Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Tasarısı (1/589) (Bayındırlık, İmar, Ulaştırma ve Turizm; Millî Eğitim, Kültür Gençlik ve Spor; Adalet ile Plan ve Bütçe Komisyonlarına) (Başkanlığa geliş tarihi: 8.5.2008)

6.- Gelir İdaresi Başkanlığının Teşkilat ve Görevleri Hakkında Kanun ile Maliye Bakanlığının Teşkilat ve Görevleri Hakkında Kanun Hükmünde Kararnamede ve Bazı Kanunlarda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Tasarısı (1/590) (Plan ve Bütçe Komisyonuna) (Başkanlığa geliş tarihi: 8.5.2008)

Teklifler

1.- İstanbul Milletvekili Sebahat Tuncel’in; 4857 Sayılı İş Kanununda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Teklifi (2/242) (Sağlık, Aile, Çalışma ve Sosyal İşler Komisyonuna) (Başkanlığa geliş tarihi: 7.5.2008)

2.- Tunceli Milletvekili Şerafettin Halis’in; 02.05.1972 Tarihli ve 1586 Sayılı “Deniz Gezmiş, Yusuf Aslan ve Hüseyin İnan’ın Ölüm Cezalarının Yerine Getirilmesine Dair Kanun”un Yürürlükten Kaldırılmasına İlişkin Kanun Teklifi (2/243) (Adalet Komisyonuna) (Başkanlığa geliş tarihi: 7.5.2008)

3.- İzmir Milletvekili Ahmet Ersin ve 7 Milletvekilinin; Büyükşehir Belediyesi Kanununa Bir Ek Madde Eklenmesi Hakkında Kanun Teklifi (2/244) (İçişleri; Sağlık, Aile, Çalışma ve Sosyal İşler ile Plan ve Bütçe Komisyonlarına) (Başkanlığa geliş tarihi: 8.5.2008)

4.- Edirne Milletvekili Rasim Çakır ve 19 Milletvekilinin; Ergene ve Meriç Havzası Su ve Kanalizasyon İdaresi Genel Müdürlüğünün Kuruluş ve Görevleri Hakkında Kanun Teklifi (2/245) (Çevre; İçişleri ile Plan ve Bütçe Komisyonlarına) (Başkanlığa geliş tarihi: 8.5.2008)

5.- Balıkesir Milletvekili Ali Osman Sali ile Bursa Milletvekili Mehmet Altan Karapaşaoğlu’nun; Sosyal Güvenlik Kurumu Kanunu ile Bazı Kanunlarda Değişiklik Yapılması Hakkında Kanun Teklifi (2/246) (Sağlık, Aile, Çalışma ve Sosyal İşler; Avrupa Birliği Uyum ile Plan ve Bütçe Komisyonlarına) (Başkanlığa geliş tarihi: 9.5.2008)

6.- İzmir Milletvekili Nükhet Hotar Göksel’in; Serbest Bölgeler Kanununda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Teklifi (2/247) (Plan ve Bütçe Komisyonuna) (Başkanlığa geliş tarihi: 9.5.2008)

7.- Sivas Milletvekili Muhsin Yazıcıoğlu’nun; Elektrik Dağıtımının İl Bazında Halka Arz Edilerek Özelleştirilmesi Hakkında Kanun Teklifi (2/248) (Sanayi, Ticaret, Enerji, Tabiî Kaynaklar, Bilgi ve Teknoloji ile Plan ve Bütçe Komisyonlarına) (Başkanlığa geliş tarihi: 9.5.2008)

8.- Sivas Milletvekili Muhsin Yazıcıoğlu’nun; Elektrik Üretim Santrallerinin Özelleştirilmesi Hakkında Kanun Teklifi (2/249) (Sanayi, Ticaret, Enerji, Tabiî Kaynaklar, Bilgi ve Teknoloji ile Plan ve Bütçe Komisyonlarına) (Başkanlığa geliş tarihi: 9.5.2008)

Tezkere

1.- Van Milletvekili Fatma Kurtulan’ın Yasama Dokunulmazlığının Kaldırılması Hakkında Başbakanlık Tezkeresi (3/434) (Anayasa ve Adalet Komisyonları Üyelerinden Kurulu Karma Komisyonuna) (Başkanlığa geliş tarihi: 14.5.2008)

Raporlar

1.- Bursa Milletvekili Mehmet Emin Tutan ve Giresun Milletvekili Ali Temür’ün Yasama Dokunulmazlıklarının Kaldırılması Hakkında Başbakanlık Tezkeresi ve Anayasa ve Adalet Komisyonları Üyelerinden Kurulu Karma Komisyon Raporları (3/131) (S. Sayısı: 168) (Dağıtma tarihi: 22.5.2008) (GÜNDEME)

2.- İstanbul Milletvekilleri Recep Tayyip Erdoğan, İdris Naim Şahin, Sivas Milletvekili Mehmet Mustafa Açıkalın ve Kırşehir Milletvekili Mikail Arslan’ın Yasama Dokunulmazlıklarının Kaldırılması Hakkında Başbakanlık Tezkeresi ve Anayasa ve Adalet Komisyonları Üyelerinden Kurulu Karma Komisyon Raporları (3/132) (S. Sayısı: 169) (Dağıtma tarihi: 22.5.2008) (GÜNDEME)

3.- Konya Milletvekili Özkan Öksüz’ün Yasama Dokunulmazlığının Kaldırılması Hakkında Başbakanlık Tezkeresi ve Anayasa ve Adalet Komisyonları Üyelerinden Kurulu Karma Komisyon Raporu (3/133) (S. Sayısı: 170) (Dağıtma tarihi: 22.5.2008) (GÜNDEME)

4.- Kütahya Milletvekili Hüsnü Ordu’nun Yasama Dokunulmazlığının Kaldırılması Hakkında Başbakanlık Tezkeresi ve Anayasa ve Adalet Komisyonları Üyelerinden Kurulu Karma Komisyon Raporu (3/134) (S. Sayısı: 171) (Dağıtma tarihi: 22.5.2008) (GÜNDEME)

5.- Şanlıurfa Milletvekili Abdurrahman Müfit Yetkin’in Yasama Dokunulmazlığının Kaldırılması Hakkında Başbakanlık Tezkeresi ve Anayasa ve Adalet Komisyonları Üyelerinden Kurulu Karma Komisyon Raporu (3/135) (S. Sayısı: 172) (Dağıtma tarihi: 22.5.2008) (GÜNDEME)

6.- Türkiye Cumhuriyeti Hükümeti ile Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti Hükümeti Arasında Sağlık Alanında İşbirliğine İlişkin Anlaşmanın Onaylanmasının Uygun Bulunduğuna Dair Kanun Tasarısı ve Dışişleri Komisyonu Raporu (1/573) (S. Sayısı: 232) (Dağıtma tarihi: 22.5.2008) (GÜNDEME)

7.- Türkiye Atom Enerjisi Kurumu ile Ukrayna Devlet Nükleer Düzenleme Komitesi Arasında Nükleer Düzenleme Konularında Teknik İşbirliği ve Bilgi Değişimi Mutabakat Zaptının Onaylanmasının Uygun Bulunduğuna Dair Kanun Tasarısı ve Dışişleri Komisyonu Raporu (1/356) (S. Sayısı: 233) (Dağıtma tarihi: 22.5.2008) (GÜNDEME)

Meclis Araştırması Önergeleri

1.- Adana Milletvekili Yılmaz Tankut ve 19 Milletvekilinin, Tarım Sigortaları Kanununun uygulanmasındaki sorunların araştırılarak alınması gereken önlemlerin belirlenmesi amacıyla Anayasanın 98 inci, İçtüzüğün 104 ve 105 inci maddeleri uyarınca bir Meclis araştırması açılmasına ilişkin önergesi (10/188) (Başkanlığa geliş tarihi: 16/05/2008)

2.- Muğla Milletvekili Fevzi Topuz ve 29 Milletvekilinin, Kıyıların korunması ve kullanılmasında yaşanan sorunların araştırılarak sürdürülebilir kıyı yönetimi için alınması gereken önlemlerin belirlenmesi amacıyla Anayasanın 98 inci, İçtüzüğün 104 ve 105 inci maddeleri uyarınca bir Meclis araştırması açılmasına ilişkin önergesi (10/189) (Başkanlığa geliş tarihi: 16/05/2008)

3.- Adana Milletvekili Hulusi Güvel ve 34 Milletvekilinin, mevsimlik tarım işçiliği nedeniyle eğitim alamayan çocukların sorunlarının araştırılarak alınması gereken önlemlerin belirlenmesi amacıyla Anayasanın 98 inci, İçtüzüğün 104 ve 105 inci maddeleri uyarınca bir Meclis araştırması açılmasına ilişkin önergesi (10/190) (Başkanlığa geliş tarihi: 16/05/2008)

22 Mayıs 2008 Perşembe

BİRİNCİ OTURUM

Açılma Saati: 13.04

BAŞKAN : Başkan Vekili Meral AKŞENER

KÂTİP ÜYELER: Harun TÜFEKCİ (Konya), Fatma SALMAN KOTAN (Ağrı)

BAŞKAN – Sayın milletvekilleri, Türkiye Büyük Millet Meclisinin 108’inci Birleşimini açıyorum.

III.- Y O K L A M A

BAŞKAN – Elektronik cihazla yoklama yapacağız.

Yoklama için üç dakika süre vereceğim.

Sayın milletvekillerinin oy düğmelerine basarak salonda bulunduklarını bildirmelerini, bu süre içerisinde elektronik sisteme giremeyen milletvekillerinin salonda hazır bulunan teknik personelden yardım istemelerini, buna rağmen sisteme giremeyen üyelerin ise yoklama pusulalarını görevli personel aracılığıyla üç dakikalık süre içerisinde Başkanlığa ulaştırmalarını rica ediyorum.

Yoklama işlemini başlatıyorum.

(Elektronik cihazla yoklama yapıldı)

BAŞKAN – Toplantı yeter sayısı vardır, görüşmelere başlıyoruz.

Gündem dışı ilk söz, İstanbul Tuzla Tersanelerinde son günlerde artan işçi ölümleriyle ilgili söz isteyen İstanbul Milletvekili Sayın Mehmet Sevigen’e aittir.

Buyurun Sayın Sevigen. (CHP sıralarından alkışlar)

IV.- GÜNDEM DIŞI KONUŞMALAR

A) Milletvekillerinin Gündem Dışı Konuşmaları

1.- İstanbul Milletvekili Mehmet Sevigen’in, Tuzla tersanelerinde son günlerde artan işçi ölümlerine ilişkin gündem dışı konuşması ve Çevre ve Orman Bakanı Veysel Eroğlu’nun cevabı

MEHMET SEVİGEN (İstanbul) – Sayın Başkan, değerli milletvekili arkadaşlarım; bugün gündem dışı konuşma veren Sayın Başkana çok teşekkür ederek sözlerime başlamak istiyorum.

Türkiye’de son günlerde çok garip şeyler oluyor. Biliyorsunuz, içinde duruyorsunuz, yaşıyorsunuz, izliyorsunuz. Bu 1 Mayısta…

AHMET ERSİN (İzmir) – Sayın Başkan, salonda çok gürültü var.

MEHMET SEVİGEN (Devamla) – Susarlar herhâlde canım!

BAŞKAN – Sayın Sevigen, bir saniye.

Sayın milletvekilleri, Hatibi dinlememiz hepimiz için iyi olacak. Dinlemek istemeyenler dışarıda sohbetlerine devam edebilir.

Buyurun Sayın Sevigen.

MEHMET SEVİGEN (Devamla) – Sağ olun Başkanım, çok teşekkür ediyorum, eksik olmayın.

Biliyorsunuz, sevgili arkadaşlarım, Türkiye’de gerçekten işçi konusunda, Adalet ve Kalkınma Partisinin, Hükûmetinin, milletvekillerinin, Parlamentonun tutumu belli. 1 Mayıs olaylarında çok ciddi şiddet kullanıldı. Polisi suçladılar ama bu polisi suçlamak iş değildi. Amaç, siyasi iktidarın polise verdiği talimattan kaynaklanıyordu. Siyasi iktidar polise talimat verdiği zaman polis onu uyguluyordu. Arkadaşlarımız burada feryat ederek anlattılar o konuyu. Ama hepsi bu Parlamentonun, bu çatının altında kaldı, bir yaptırım gücü olmadı. Ama Avrupa Parlamenterler Bildirgesi’nde gerçekten Türkiye’de 1 Mayıs olaylarında insan haklarına karşı gelindiği ve polisin aşırı güç kullandığı ortaya çıktı.

Aslında o kızın suratına vurulan tekme, sevgili arkadaşlarım, samimi olarak söylüyorum, o polisin ayakları filan değildi; gazetecinin kolunu kıran o cop o polisin copu değildi. O İçişleri Bakanı burada olsaydı İçişleri Bakanınındı, o tekme de Sayın Başbakanındı. Eğer İçişleri Bakanı ve Sayın Başbakan talimat vermese o polis o kadar zorluğu sağlar mıydı? Yürümekten başka bir düşüncesi olmayan, sadece hakkını arayan, “1 Mayıs bayram olsun, 1 Mayısta haklarımızı savunalım.” diyen işçilere karşı yapılan zulüm…

VEYSİ KAYNAK (Kahramanmaraş) – Gensoruda konuşuldu bunlar.

MEHMET SEVİGEN (Devamla) - Konuşuldu, ama işte bu da işçi olduğu için…

Onun arkasından -sevgili arkadaşlarım, burada günlerdir konuşuyoruz- Meclis araştırması verdi Cumhuriyet Halk Partili arkadaşlarım, gündem dışı konuştular, ben konuştum, soruşturma önergeleri verdik. Bunlar muhalefet partilerinden geldi. Bir tek Allah’ın kulu Adalet ve Kalkınma Partisinin milletvekili, tek bir milletvekili… Milletvekili o kadar çok önemli ki. Bu dönem milletvekillerinin üzerinde cumhuriyet tarihinde hiçbir zaman olmayan bir baskı var. Nedendir bilemiyorum, tam bir esaret altına alınmış iktidar partisi milletvekilleri. (AK Parti sıralarından gürültüler)

VEYSİ KAYNAK (Kahramanmaraş) – Bizde yok, sizde varsa bilmiyoruz.

BAŞKAN – Sayın milletvekilleri, lütfen…

MEHMET SEVİGEN (Devamla) – Sizde var. Esaret altına alınmış. Ya, bir başkaldırı… Bu kadar insan ölüyor, bu kadar insan burada katlediliyor, Tuzla’da bu kadar katliam oluyor, niye bir Allah’ın kulu çıkıp da “Arkadaşlar, yanlış yapıyorsunuz.” diye kendi Hükûmetine söylemez? Milletvekilliği böyle midir? Yalnız muhalefet partileri mi Türkiye’de olan olayları denetlemekle sorumludur sevgili arkadaşlarım?

Ya, bunun adı milletvekili, milletin vekili! Devletin her şeyi var sevgili arkadaşlarım. Devletin her şeyi var ama milletin başka bir şeyi yok. Sen işine bakarsın tabii, senin işin başka türlü olabilir! Ama bizim işimiz bunları gündeme getirmek. Herkesin kendine göre bir işi var, doğru söylüyorsunuz!

Sevgili arkadaşlarım, Tuzla ölüm tarlaları olmaya devam ediyor; insanlar ölüyor, katlediliyor, işçiler ölüyor, önlem alınmadan… Cumhuriyet Halk Partisi olarak yine soru önergeleri, Meclis araştırmaları, gündem dışı konuşmalarla ne kadar gündeme getirsek de hiçbir şey yok ortada.

İnsan Haklarını İnceleme Komisyonu diye bir komisyonumuz var. Sevgili arkadaşlarım, Sayın Zafer Üskül Başkanım burada mı? Burada olsa… Ne işe yarar bu İnsan Hakları komisyonu? Alt komisyon kurmuşsunuz, arkadaşlarım burada. Gerçekten bu İnsan Hakları Komisyonu ne işe yarıyor sevgili arkadaşlarım? Şimdiye kadar Parlamentoda konuşmaktan başka yaptığı bir şey var mı? (CHP sıralarından alkışlar) Bir uygulaması var mı? Alt komisyon kuruyorlar, Tuzla’ya gitmişler. Bakın, Sağlık, Aile, Çalışma ve Sosyal İşler Komisyonu kurmuşlar. Cevdet Başkanım burada mı? Çok severim kendisini. Allah aşkına, turistik seyahat yapmaktan başka ne işe yarıyor onlar?

Sevgili arkadaşlarım, bilin diye söylüyorum, siz de feryat edin diye söylüyorum, siz de başkaldırın diye söylüyorum. Bir gün de başkaldırın, insanlar ölmesin ya ne olur! Bir gün de meydan okuyun! (CHP sıralarından alkışlar) Her gün suspus oturacak mısınız sevgili arkadaşlarım? Bizim sayısal gücümüz yetmiyor, yetseydi başka şeyler yapacağız. Bu, parmak gücü, kaldırın milletvekili olarak, bir gün meydan okuyun şu Bakana, gidin Başbakana, deyin ki sayın kardeşim: “Bu Çalışma Bakanı bütün konuşmalarda burada yok.” Nerededir bu Çalışma Bakanı sevgili arkadaşlarım, ne iş yapar?

ALİ KOYUNCU (Bursa) – Kanun çıkarıyor.

MEHMET SEVİGEN (Devamla) – Ne iş yapar? Burada yapacak, onun işi burası sevgili arkadaşlarım. Onun işi burası, insanların ölümü… Ne diyor? “Devlet bitti.” Çalışma Bakanının sözleri var burada sevgili arkadaşlarım, diyor ki: “Devlet bitti, ben bu işi beceremiyorum artık.” Beceremiyorsan oturma orada kardeşim, istifa et! İstifa edecek! İstifa mekanizması diye bir şey var sevgili arkadaşlarım. (CHP sıralarından alkışlar) İşini yapamayan, işçisine sahip çıkmayan, insanına sahip çıkmayan bakana, siyaset adamına o koltukta oturmak haramdır hangi güçle gelirse gelsin. (CHP sıralarından alkışlar) Samimi olarak söylüyorum. Oturamazsınız. (AK Parti sıralarından gürültüler)

İstediğiniz kadar bağırın, istediğiniz kadar oturun…

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN – Sayın Sevigen, bir dakika ek süre veriyorum.

MEHMET SEVİGEN (Devamla) – … ama yukarıda Allah var. Kamu vicdanında, insan vicdanında, eğer insanlarınıza sahip çıkmıyorsanız, insanlarınızı koruyamıyorsanız, insanlarınızı koruyamadığınızı ilan ediyorsanız, bunu feryat ederek bağırıyorsanız basına, medyaya “Ben bu işi beceremiyorum, bu iş Bakanlar Kurulunun, dört beş tane bakan bir araya gelip bunu çözeriz.” diyorsanız, bu kadar acz içinde bırakıyorsanız devleti, istifa edin! İstifa edin kardeşim! Zorla tutmuyor ki kimse sizi!

Sevgili arkadaşlarım, bakın, İzzet Güder diye bir arkadaş ölmüş orada biliyorsunuz. İzzet Güder genç bir çocuk, yetim kaldı çocukları. Aradım bugün sabahleyin dedim ki: “Sizi Hükûmet tarafından birisi aradı mı Allah aşkına, bir baş sağlığı diledi mi?” O bölgenin milletvekili var -Kahramanmaraş- Belediye Başkanı var, Adalet ve Kalkınma Partisi bakanları var. Kimse dilememiş sevgili arkadaşlarım. Yine Süleyman Çalışkan diye Murat Çalışkan’ın babasını aradım. Köyde duruyor. Dedim ki Süleyman Çalışkan’a…

MEHMET TUNÇAK (Bursa) – Yanlış bilgi var, yanlış.

MEHMET SEVİGEN (Devamla) – Yalan söyleyen namerttir! Yanlış söyleyen namerttir! Yanlış bilgi değil, bugün kendim konuştum sevgili arkadaşlarım.

Bunlar çocuk oyuncağı değil, bakın, insan hayatı. Bana söz atacağınıza gidip kendi bakanlarınızın kulaklarını çekin, siz milletvekilisiniz. Milletvekili…

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN – Teşekkür ederim Sayın Sevigen.

MEHMET SEVİGEN (Devamla) - Devletin her şeyi var, valisi var, kaymakamı var, polisi var ama vatandaşın sadece vekili var, vekili! O vekil de hayırsız vekil çıkarsa ne yapsınlar sevgili arkadaşlarım? Onun için vekilden başka…

Sayın Başkanım…

BAŞKAN – Bir dakika verdim ben size, o heyecan içinde fark etmediniz.

GÜROL ERGİN (Muğla) – Ama Başkanım, beş dakika konuşamadı ki…

BAŞKAN – Teşekkür ederim, sağ olun.

OSMAN KAPTAN (Antalya) – Laf attılar Sayın Başkan…

GÜROL ERGİN (Muğla) – Bir dakika susturdunuz, olmadı.

BAŞKAN – Yapmayın…

Teşekkür ederim Sayın Sevigen, sağ olun.

MEHMET SEVİGEN (Devamla) – Ben teşekkür edebilir miyim?

BAŞKAN – Usulümüz yok.

Teşekkür ederim, sağ olun.

MEHMET SEVİGEN (Devamla) – Çok teşekkür ederim, eksik olmayın. (CHP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – Hükûmet adına Çevre ve Orman Bakanı Sayın Veysel Eroğlu.

Buyurun Sayın Eroğlu. (AK Parti sıralarından alkışlar)

ÇEVRE VE ORMAN BAKANI VEYSEL EROĞLU (Afyonkarahisar) – Sayın Başkan, çok değerli milletvekilleri; hepinizi en derin saygılarımla selamlıyorum efendim.

Ben özellikle tersanelerin durumu nedir, şu ana kadar ne gibi tedbirler alındı, onlarla ilgili kısa bir bilgi sizlere arz edeceğim. Evvela, iş kazalarında vefat eden işçilerimize Allah’tan rahmet diliyorum. Yakınlarına da, kederli ailelerine de başsağlığı diliyorum. Bir daha böyle üzücü hadiselerin olmamasını da gönülden temenni ediyoruz. Hep birlikte bu meselelere el atıp, çözmemiz lazım.

Bildiğiniz gibi, tersanecilik son yıllarda ülkemizde büyük bir gelişme gösterdi, bunu kabul etmek lazım. Türkiye’de ilk defa bu faaliyetler 1940’lı yıllarda -biliyorsunuz özel sektör çalışmaları- Haliç’te başladı, Haliç Tersanesinde. 1960’lı yılların ortalarında ise Haliç ve İstanbul Boğazı’ndaki tersaneler ticari maksatlı inşa ve onarım işlerini epeyce ilerlettiler. 1969 tarihinde Tuzla yakınlarındaki Aydınlı Limanı, Bakanlar Kurulu kararı ile özel sektör için gemi inşa sanayi bölgesine dönüştürüldü. Bakın, yıl 1969… Karar da bölgenin altyapı çalışmalarını devletin üstlenmesi ve buradaki müteşebbislere devri öngörülüyordu; Bakanlar Kurulu kararına bakarsanız bunu göreceksiniz. Tahsis işlemlerine 1977 yılında başlanmıştır bu tersanelerin. Özel sektör işletmeleri de Haliç’ten bölgeye taşınmaya başlandı ve 1987 yılında kamu sektörü tersanelerine de aynı bölgede yer verilmesi kararlaştırıldı. Gerekçe şuydu biliyorsunuz: Gerekçe, Haliç’in yeniden düzenlenmesi çalışmaları idi. Biliyorsunuz, hakikaten –ben de İSKİ Genel Müdürlüğü yaptığım için biliyorum- kirlenme yüzünden Haliç berbat duruma gelmişti. Dolayısıyla, Hükûmet Haliç’i kurtarmak için, o zaman, önce özel sektöre, daha sonra kamuya ait tersanelerin bu bölgeden daha uygun bir alana, Tuzla’ya taşınmalarını kararlaştırdı. Bana göre de, bu, o zaman için çok isabetli oldu.

1997 yılında, Bakanlar Kurulu kararı ile bölgenin Denizcilik Müsteşarlığına devri kararlaştırıldı ve aynı yıl gerçekleştirildi bu devir işlemleri.

Bölgede bir hastane bulunuyor; Gemi İnşa Sanayici Birliğine ait -Tuzla Tersanesine ait- Tuzla Hastanesi.

Şimdi, şu ana kadar bölgede hâlen 43 firma faaliyet göstermekte ama dikkat edin burası çok önemli: 2002 yılı öncesinde bu firma sayısı 36 idi, şu anda 43’e çıktı. Şubat 2008 itibarıyla 563 alt işveren bulunuyordu, bugün 480 civarında bulunuyor ve her gün de rakam artan bir hızla değişmekte.

2002 öncesinde işverenlik, alt işverenlik neredeyse hiç yoktu. Tuzla’da bugün 20 bin civarında kayıtlı işçi istihdam edilmektedir. Yani neredeyse bir şehir. Bu rakam 2002 öncesinde ancak 4 bin ile 5 bin civarındaydı. Yani 2002’den 2008’e kadar oradaki işçi sayısı 4 binden 20 bine çıkmıştır. Yani 5 kat artmıştır.

Bugün her firma en az 10 mühendis istihdam ediyor. 2002’den önce bu rakam bölge genelinde toplam 10 kişiydi. Yani 2002 yılı öncesinde bölgede sadece 10 tane gemi inşa mühendisi varken bugün her firma neredeyse 10 tane gemi inşa mühendisi istihdam etmektedir. Tersanecilik faaliyeti gösterilen en düşük alan 2.126 metrekare, en büyük alan ise 196.376 metrekaredir.

Ülkemiz tersaneleri 2002 yılında dünya sıralamasında 23’üncü sırada idi, 2007 yılında ise bakın, 23’üncü sıradan 5’inci sıraya yükseldik.

D. ALİ TORLAK (İstanbul) – Tonajda mı sırada mı Sayın Bakanım?

ÇEVRE VE ORMAN BAKANI VEYSEL EROĞLU (Devamla) – Sıralama, hem tonaj itibarıyla hem de…

D. ALİ TORLAK (İstanbul) – Yok yok tonaj değil Sayın Bakanım, doğru bilgi değil.

ÇEVRE VE ORMAN BAKANI VEYSEL EROĞLU (Devamla) – Bakın, sadece 2007 yılında 220 gemi siparişi alındı, 2004 yılında 585 milyon dolar, 2005 yılında 1 milyar 250 milyon dolar, 2006 yılında 1 milyar 435 milyon dolar…

KEMAL KILIÇDAROĞLU (İstanbul) – Sayın Bakanım, ölümlere gelin ölümlere, onlara bir şey yok. Bir tereddüt yok orada.

ÇEVRE VE ORMAN BAKANI VEYSEL EROĞLU (Devamla) – …2007 yılında da 1 milyar 817 milyon dolar ihracat yapıldı. Diğer sektörlere nazaran yan sanayiyle birlikte 1’e 6 oranda emek yoğun istihdam sağlanmaktadır. Tersanelerin çoğu 2012 yılına kadar siparişlerini kapatmış durumdadır. Bunlara ait sorunların, bazı problemlerin olduğu zaten iş kazalarında da bellidir. Mühim olan zaten, biz bu sorunları tespit ederek bunlara karşı nasıl tedbir alınıyor, alınmaya devam ediliyor, bunu gündeme getirmemiz lazım.

Peki, bu sorunların temelinde neler var? Bakın, yoğun çalışma saatleri, birinci faktör bu. İkinci faktör: İş güvenliği ve iş sağlığı tedbirlerinin yeterli olmayışı. Üçüncü faktör: Riskli işlerin taşeronlara yaptırılması. Dördüncü faktör: Çalışma alanlarının yetersizliği. Yani fiziki bir darlık da var orada. Bir diğer husus da maalesef, kayıt dışılık. Taşeron örgütlenmesindeki problemler, mevzuattaki eksiklikler, çalışan işçilerin mesleki eğitimlerinin yetersizliği bu kazaların sebepleri arasında sayılabilir.

Peki, Hükûmetimiz ne yaptı? Bakın, Hükûmetimizce 01/09/2006 ile 31/01/2007 tarihleri arasında, iş sağlığı ve iş güvenliği yönünden 56 iş yeri teftiş programına alınmış olup bunlardan 51 tersanede teftiş yapıldı, 5 iş yerinde de faaliyet olmadığı için oraya teftiş yapılmasına gerek olmadı. Buralarda toplam 16.173 işçiye ulaşıldı. 99’uncu maddede 1.061 noksanlık ve mevzuata aykırılık tespit edildi teftişler neticesinde.

Peki, daha sonra 13/9/2007 ile 24/9/2007 tarihleri arasında, gene iş sağlığı ve iş güvenliği açısından yeni teftişler yapıldı. Bu teftişler kapsamında 43 iş yeri teftiş kapsamına alındı. 5.320 asıl işveren işçisi ile 8.811 alt işveren işçisi yani toplam 14.131 işçiye ulaşıldı. 2 iş yerinde, iş sağlığı ve iş güvenliği mevzuatına aykırı hususa rastlanmadı, sadece 2 tanesinde; 41 iş yerinde toplam 588 noksanlık ve mevzuata aykırılık tespit edildi ve bunun neticesinde, yaklaşık olarak 196.054 YTL idari para cezası uygulandı.

Peki, bu tür çalışmalara, yani 9/11/2007 ile 14/11/2007 tarihleri arasında, biliyorsunuz ön çalışma, işin yürütülmesi yönünden bir teftiş yapıldı, buna 10 tane müfettiş katıldı, 44 asıl işverenlik incelendi. 44 asıl işverenlikte toplam 3.886 işçinin ve bunlara bağlı 567 bağlı işverenlikte ise 18.042 işçinin çalıştığı tespit edildi.

Daha sonra bu çalışmalar devam etti, 15/11/2007 ile 15 Şubat 2008 tarihleri arasında tekrar, işin yürütümü yönünden birinci dönem teftişler yapıldı. Burada da 10 müfettiş katıldı ve çok sayıda iş yeri kontrol edildi. Bu teftişlerde bakın, 74 iş yeriyle ilgili olarak toplam 1.964.977 YTL idari para cezası uygulandı. Yani, gerçekten Hükûmetimiz, bu konuda gerekli cezaları… Ayrıca, cezalar, İş Kanunu’nun 3’üncü maddesine, 28, 32, 37, 41, 44, 46, 47, 53, 56, 60, 63, 69, 76’ncı maddelerine tamamen uygun olarak verildi. Ayrıca 163 iş yerinin müfettişler tarafından takibe alınması istendi. 25 iş yeriyle ilgili olarak özellikle bildirimlerde bulunduğu ilgili kurumlara, 14 iş yeriyle ilgili olarak vergi dairelerine bildirim yapıldı. 28 iş yerinde eksik prim gün sayıları tamamlatıldı. 70 özürlü işçi, 30 eski hükümlü işçi olmak üzere toplam 100 işçinin de işe başlatılması sağlandı. Bir de 3 yabancı uyruklu işçi çalıştırdıkları için 3 iş yerine 12.980 YTL idari para cezası, 3 yabancı işçiye de gene idari para cezası uygulandı. Ayrıca 20 Şubat 2008 tarihinde yeniden denetimler yapılmıştır. Bu denetimlerde 47 tersanede denetim yapılmış, bunlardan 19’u hakkında kısmi durdurma kararı verilmiştir. 10 iş yerine noksanlıkların giderilmesi için süre tanınmış, 4 iş yerine de süre verilmeksizin tebligat yapılmış, 4 iş yerinde de noksanlık tespit edilememiştir.

Şimdi, ölüm nedenlerine gelince, kısaca bunları ben özetleyeyim. Maalesef ölüm olması bizim hakikaten yüreğimizi dağlıyor. Bir kere bunların sebeplerini, noksanlıkları saymak istiyorum: Risk değerlendirmesi yapılmaması, iş yerlerinde eğitim planı, programı yapılmaması ve yıllık eğitim programının uygulanmaması, meslek hastalığına yol açabilecek olan iş yerinde çalışan işçilerin sağlık kontrolünün yapılmaması, iş yerlerinde yangın ekibi kurulmaması ve yangın tahliye tatbikatının yapılmaması, kaldırma araçlarının periyodik kontrollerinin yaptırılmaması, elektrik tesisatının ve topraklama tesisatının kontrolünün yaptırılmaması, seyyar elektrik kablolarının dış etkenlere karşı korunmaması, elektrik panolarının zeminlerindeki yalıtkan malzemeyle kaplama işleminin gerçekleşmemesi, kompresörlerin periyodik kontrollerinin yapılmaması, ayrıca kişisel koruyucu donanımların kullanılmaması -yani baret gibi birtakım koruyucu malzeme işçiler tarafından kullanılmıyor veya kullandırtılmıyor- patlayıcı ortam oluşturulabilecek alanların sınıflandırılmaması, patlayıcı ortamlarla ilgili risk değerlendirmesinin yapılmaması, patlamadan koruma dokümanı hazırlanmaması, gaz tüplerinin taşınması ve depolanmasında güvenlik tedbirlerinin alınmaması. Yani, sebepler müfettişler tarafından teker teker tespit edilmiştir.

Buna göre, Tersanelerde İş Sağlığı ve İş Güvenliğinin Geliştirilmesi İşbirliği Protokolü hazırlanmış, protokol İş Sağlığı ve İş Güvenliği Genel Müdürlüğü, ÇASGEM, GİSBİR, Dok Gemi-İş Sendikası arasında 25 Şubat 2008 tarihinde imzalanmıştır. İki yıl yürürlükte kalacak olan protokol kapsamında -bakın bu protokol çok önemli- iş yerlerinde önleme politikalarının geliştirilmesi, işçi sağlığı ve iş güvenliği kontrolünün sıklaştırılması, kültürünün oluşturulması, iş yerlerinde kalıcı ve sistematik iyileşme sağlanması, ilgili taraflara rehberlik edilmesi, iş sağlığı ve güvenliği yönünden yeni yaklaşımların etkin kılınması maksadıyla iş yerlerinde yapılacak ölçüm ve analizler ile diğer araştırmaların gerçekleştirilmesi, ayrıca CE belgeli kişisel koruyucu donanımların kullanımının izlenmesi ve yaygınlaştırılması, işçi sağlığıyla ilgili eğitimleri konularında çalışmalar yapılması hedeflenmiş, bu çerçevede 95 alt işveren, 69 işveren, 102 iş güvenliği uzmanı, 368 mühendise eğitim verilmiştir. Haziran sonuna kadar ise işçi sağlığı ve güvenliği konularında 600 mühendis eğitilmiş olacaktır. 15 tersanede, solunabilir toz, gaz, gürültü, titreşim ve ağır metal ölçümleri olmak üzere yine Çevre ve Orman Bakanlığı tarafından 418 ölçüm yapılmıştır, kişisel koruyucuların standartlara uygunluğu konusunda da nisan sonu itibarıyla 15 tersanede incelemede bulunulmuştur.

Şimdi, tabii ki son istihdam paketiyle birtakım yenilikler de getirilmiştir biliyorsunuz. Bunlardan en önemlilerini müsaadenizle sıralamak istiyorum.

Asıl işveren ve alt işveren arasında yazılı sözleşme yapma yükümlülüğü getirildi biliyorsunuz. Bu gerçekten çok önemlidir. Yani hem inşaat işlerinde hem de tersane işlerinde bunun çok önemli olduğunu ifade etmek istiyorum ve bu konuda yüce Meclise teşekkür ediyorum. Önemli bir adım atılmıştır.

Ayrıca, ağır ve tehlikeli işlerde çalışacaklar için mesleki eğitim alınması zorunluluğu getirilmiştir, biliyorsunuz. Ayrıca, uygulanacak para cezalarıyla ilgili yeni birtakım yaptırımlar ve düzenlemeler getirildi. Bir de işçi sağlığı, iş güvenliği alanında eğitim verecek ve ölçüm yapacak kurum ve kuruluşların belirlenmesi ve yetkilendirilmesi konusunda birtakım düzenlemeler gerçekleştirildi.

Şimdi, bir de hatırlarsanız bu konuda son zamanlarda bakanlıklarımız ve mülki idare tarafından ciddi denetimler yapılmakta ve 21 Mayısta yedi gerekçeyle Selah Tersanesi hakkında kapatma kararı verildi. 6 Mart 2008 tarihinde teftiş neticesinde tespit edilen noksanlıklar giderilmiş, 15 Mayıs 2008 tarihinde iş sağlığı ve iş güvenliği açısından yapılan denetimler neticesinde yedi tane noksanlık belirlenmiş. Bunların tabii detayına girmek istemiyorum. Özellikle şunu vurgulamak istiyorum: Tabii ki bütün hepimiz herhangi bir müessif kazanın olmasını istemeyiz ve bu kazalar da bizi fevkalade üzmektedir. Dolayısıyla Hükûmetimiz de, Tuzla tersanelerine gerçekten denetimleri sıklaştırmak suretiyle ciddi kontrollar yapmaktadır. Dileğimiz, bundan sonra bu kazaların olmamasıdır. Hükûmet olarak bütün bakanlıklar, ilgili birimler hatta sendikalarla ve işveren temsilcileriyle bir araya gelerek bu konuda, müessif kazaların önlenmesi için gerekli çalışmalar yapılmaktadır. İnşallah bu çalışmaları da hep birlikte, titizlikle takip edeceğiz.

Bundan sonra herhangi bir kaza olmamasını dileyerek, hepinizi saygıyla selamlıyorum efendim. Teşekkür ediyorum. (AK Parti sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – Teşekkür ederim Sayın Eroğlu.

Gündem dışı ikinci söz, 19 Mayıs Atatürk’ü Anma…

MEHMET SEVİGEN (İstanbul) – Sayın Başkanım, bir soru sorabilir miyim Sayın Bakana? Özür dilerim… Giremedim sisteme, arızalı.

BAŞKAN – Sisteme gireceksiniz...

MEHMET SEVİGEN (İstanbul) – Sayın Bakana bir soru…

BAŞKAN - …pek kısa söz talebiniz olacak...

KEMAL KILIÇDAROĞLU (İstanbul) – Sisteme giremedi efendim.

BAŞKAN – İşte, girin ama, girin…

MEHMET SEVİGEN (İstanbul) – Giremedik efendim.

BAŞKAN- Bu arada girin, ondan sonra söz vereceğim.

MEHMET SEVİGEN (İstanbul) – Giremediğimiz için…

BAŞKAN – Yardım alın.

Gündem dışı ikinci söz, 19 Mayıs Atatürk’ü Anma ve Gençlik ve Spor Bayramı münasebetiyle söz isteyen Samsun Milletvekili Sayın Ahmet Yeni’ye aittir.

Buyurun Sayın Yeni. (AK Parti sıralarından alkışlar)

2.- Samsun Milletvekili Ahmet Yeni’nin, 19 Mayıs Atatürk’ü Anma ve Gençlik ve Spor Bayramı ve 19 Mayıs şehri Samsun’daki gelişmelere ilişkin gündem dışı konuşması

AHMET YENİ (Samsun) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; birkaç gün önce kutladığımız 19 Mayıs Atatürk’ü Anma ve Gençlik ve Spor Bayramı ve 19 Mayıs şehri Samsun’umuzdaki gelişmeler üzerine gündem dışı söz almış bulunmaktayım. Sözlerime başlamadan önce, şahsım ve 19 Mayıs ismiyle bütünleşen Samsun şehri adına hepinizi en kalbî duygularımla selamlıyorum.

Öncelikle sizlere 19 Mayıs Atatürk’ü Anma ve Gençlik ve Spor Bayramı’nın millî bayram olarak kabulü ve resmiyeti hakkında kısaca bilgi vererek sözlerime devam etmek istiyorum: Mustafa Kemal Atatürk’ün ulusal bağımsızlık meşalesini yakmak amacıyla Samsun’a çıkışı ilk defa 1924 yılında kutlanmıştır. Mustafa Kemal Atatürk’ün daha sonraki söylemlerinde cumhuriyetin Türk gençliğine emanet ve armağan edildiği konusu dikkate alınarak, 1938 yılından itibaren millî gün kapsamında Gençlik ve Spor Bayramı olarak tüm yurt sathında kutlanmaya başlanmıştır.

Malumunuz olduğu üzere, bu kutlu günün 89’uncu yıl dönümünü geçtiğimiz pazartesi günü yine büyük bir coşkuyla, gönüllerimizde hissettiğimiz en derin sevinç ve heyecanla kutladık. Bu kutlama ve yapılan gösterilerin yanı sıra, aynı gün Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti Parlamentosunun değerli milletvekilleri ile Türkiye Cumhuriyeti Parlamentosu milletvekillerimizden müteşekkil futbol takımları, Samsun 19 Mayıs Stadyumu’nda güzel bir karşılaşma yaparak günün anlam ve önemine yakışan örnek bir müsabaka sergilemişlerdir. Bu vesileyle yine değerli milletvekillerimize, yavru vatandan gelen konuk milletvekillerimize tekrar huzurlarınızda teşekkür ediyor, selam ve saygılarımı sunuyorum.

Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; 19 Mayıs günü, ulusal kurtuluş mücadelemizin Başkomutanı Gazi Mustafa Kemal Atatürk’ün milletimizi esaretten kurtarmak gayesiyle, paramparça edilmiş ulusal direniş ruhunu yeniden teşkilatlandırıp hürriyetine kavuşturmak gayesiyle Samsun’a çıkışının yıl dönümü olan önemli bir tarihtir. 19 Mayıs, Millî Mücadele’nin başlangıç tarihi olmasının yanı sıra Ulu Önder’in kendi ifadeleriyle doğum tarihi olması hasebiyle de Samsun ve Samsunlular için ayrı bir anlam taşımaktadır. Bu tarihî geçmişinin yanı sıra millî ve manevi değerleriyle birlikte yaşatılan 19 Mayıs şehri Samsun’umuz bugün son derece modern, her yönüyle gelişmiş bir şehir hâline gelmiştir.

Samsun her geçen gün artan sanayi ve ticaret hacmiyle yeni yatırımcıların ve birçok girişimcilerin gözdesi durumuna gelmiştir.

2007 yılında yapılan nüfus sayımına göre nüfusumuz eskiye nazaran daha da artarak 1 milyon 228 bin 959 kişiye ulaşmıştır. Şunu ifade etmeliyim ki: Nüfusumuzun çoğunluğunu oluşturan gençlerimize yaptığımız yatırımların en büyüğü eğitim, gençlik ve spor üzerine yaptığımız yatırımlarımızdır. Beş altı yıla yakın zaman içinde sadece Samsun’a bin yedi yüz altmış iki derslik kazandırılmıştır.

Sağlık hizmetlerinde yaptığımız yeni reformların getirdiği rahatlama neticesinde sağlık kenti olan Samsun’da başta üniversitemiz olmak üzere diğer kamu ve özel hastanelerimiz herkese kapısını açmıştır. İlimizde kamunun bölgesel hastanelerinin yanı sıra birçok yeni özel hastaneler de açılarak sağlık sektöründeki ihtiyaca karşı hizmetler verilmektedir. Bunlardan bir kısmının inşaat ve yapım çalışmaları devam etmektedir. Sadece Toplu Konut İdaresince biri dört yüz yataklı eğitim ve araştırma hastanesi, bir diğeri iki yüz yataklı olmak üzere iki hastanemizin yapım çalışmaları da devam etmektedir.

Liman kenti Samsun’umuzda tersanecilik ve gemi inşa sanayisi, Merkez ve Terme ilçelerimizde olmak üzere iki inşaat hâlinde devam eden yeni yatırımlarımızdır. Bu büyük tersaneler gelecekte Samsun’umuzun en önemli ekonomik ve ticari değerleri olacaktır. Merkez’de mendirek inşaatının temelleri atılmıştır. Bu tersanelerimizde kısmen üretim çalışmalarına başlanmış ve belirli ölçülerde de istihdam sağlanmıştır. Yeni tersaneler için yer arayışlarımız devam etmektedir.

Samsun’umuzun iki büyük ovası Bafra ve Çarşamba Ovalarının sulama projeleri de devam etmektedir. Ancak GAP’a ayrılan imkânlar gibi, bu ovalarımıza da yeni kaynaklar aktarılmalıdır.

Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; şehrimizde yeni beş yıldızlı otelin temellerini geçtiğimiz günlerde Samsunlu hemşehrilerimiz ile birlikte attık.

Yine, fuarcılık kenti Samsun’umuzda uluslararası ihtisaslaşmış fuar alanı ve kongre merkezi ihtiyacına daha kapsamlı olarak cevap verecek proje çalışmaları devam etmektedir. Yer tahsisi yapılmıştır ve ayrıca iki çimento fabrikasına yer tahsisi için bir taraftan çalışmalarımız devam etmektedir.

Kentsel dönüşüm kapsamında toplu konut inşaatları yerel yönetimlerimizle birlikte yapımı devam eden ve Samsun’da herkesin gözü önünde olan bu hizmeti de ifade etmek istiyorum.

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN – Bir dakika ek süre veriyorum Sayın Yeni, tamamlayın lütfen.

AHMET YENİ (Devamla) – Teşekkür ederim Başkan.

Bugüne kadar Samsun’da 5.692 konut, 4 ilköğretim okulu, 5 lise, 2 hastane, 5 ticaret merkezi, 3 cami ve 1 otel inşaatı yapılmıştır.

Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; dönemimizde şehir merkezi denizle buluşturulmuş, limanın özelleştirilmesindeki rakam yine Samsun’un önemini bir daha ortaya koymuştur.

Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; Samsun, artık her yönüyle daha da gelişen, daha da büyüyen bir liman kenti olmuştur, ticaretin, turizmin, sağlığın, tarımın Karadeniz’deki göz bebeği durumundadır.

Geleceğimiz olan gençlerimize bu şehri en güzel bir şekilde bırakmak, onların daha modern, daha çağdaş, daha gelişmiş bir ortamda hayatlarını sürdürebilmeleri, bu ülkede özgürce demokrasi içinde hep birlikte yaşayacakları yarınların temini için çalışmalarımızı yapmaktayız.

Bu duygu ve düşüncelerle tekrar yüce milletimizin ve 19 Mayıs kenti Samsunlu hemşehrilerimin Atatürk’ü Anma ve Gençlik ve Spor Bayramı’nı tebrik ediyor, selam ve saygılarımı sunuyorum. (AK Parti sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – Teşekkür ederim Sayın Yeni.

Sayın Sevigen, buyurun.

Bir dakikalık süreniz var.

1.- İstanbul Milletvekili Mehmet Sevigen’in, Tuzla tersanelerinde son günlerde artan işçi ölümlerine ilişkin gündem dışı konuşması ve Çevre ve Orman Bakanı Veysel Eroğlu’nun cevabı (Devam)

MEHMET SEVİGEN (İstanbul) – Teşekkür ederim Sayın Başkanım.

Sayın Bakanım biraz önce konuşmasında Tuzla tersanelerinin, işte, Haliç’ten gelirken gerçekten küçük tonajlı gemiler için yapılmıştı orası fakat oralar ikiye bölünerek büyük rant elde ettiler. Bunu denetleme imkânı Hükûmetteydi, Hükûmet bunu denetleyemedi.

Şimdi Sayın Bakanın talimatıyla Tuzla’da tamamen ev atıklarıyla deniz dolduruluyor ve bu denize yeni tersaneler yapılıyor. Sayın Bakan bu izni verdi mi, vermedi mi; onu merak ediyorum. Yani, Çevre Bakanının kontrolünde Tuzla tersanelerinin hemen bitişiğinde deniz 300… Yani, on beş-yirmi tane tersane daha sığacak şekilde Çalışma Bakanlığının gözleri önünde dolduruluyor ve yeni tersaneler, yeni ölüm tarlaları yapılıyor. Sayın Bakanın bu konuda bilgisi var mı, bu izni kendisi mi verdi; onu merak ediyorum.

BAŞKAN – Teşekkür ederim.

Gündem dışı üçüncü söz 18 Mayıs Kırım Türkleri sürgününün 64’üncü yıl dönümü münasebetiyle söz isteyen Bursa Milletvekili Sayın Necati Özensoy’a aittir.

Buyurun Sayın Özensoy. (MHP sıralarından alkışlar)

3.- Bursa Milletvekili Necati Özensoy’un, 18 Mayıs Kırım Türkleri sürgününün 64’üncü yıl dönümüne ilişkin gündem dışı konuşması

NECATİ ÖZENSOY (Bursa) – Sayın Başkanım, değerli milletvekilleri; hepinizi saygıyla selamlıyorum.

18 Mayıs 1944 Kırım Türklerinin, insanlığın ve Türk dünyasının kara günüdür.

Anadolu’dan sadece 300 kilometre kuzeyde bulunan Kırım Yarımadası tarihî kadim bir Türk yurdudur. Türk ve Müslüman olan Kırım Türk Tatarlarının ana vatanıdır.

Kırım Türkleri dünyadaki Türk halkları içinde, kültür, dil ve tarih itibarıyla Türkiye Türklerine en yakın olan halktır.

Türk halkları Kırım’a Anadolu’dan yüzyıllar önce, daha dördüncü yüzyıldan itibaren yerleşmeye başlamışlardır.

Hazar İmparatorluğu zamanında dünyanın en güçlü devleti olan Altınordu İmparatorluğu ve nihayet Kırım Hanlığı Kırım’da hâkimiyet sürmüş Türk devletleridir.

Kırım Hanlığı 1783’te Rusya İmparatorluğu tarafından yıkıldı ve Kırım Türk Tatarlarının vatanı Kırım Rus işgaline uğradı. Kırım’ı Kırım Türklerinden temizlemeye yönelik sistematik baskı ve zulümlerin neticesinde 19’uncu yüzyıl boyunca milyonlarca Kırım Türk’ü kitleler hâlinde kardeş ve soydaş Türkiye’ye, Kırım Türk Tatarlarının tabiriyle “ak topraklar”a göçe mecbur kaldı. Her şeye rağmen 20’nci yüzyıl başlarında bütün Türk dünyasını etkileyen millî uyanışı başlatan ve Aralık 1917’de Türk ve İslam dünyaları tarihinde ilk cumhuriyeti, hem de gerçek demokratik bir parlamentoyu kuran Kırım Türkleri bunun bedelini işgali altına girdikleri Sovyet hâkimiyeti altında tarifsiz zulüm ve kıyımlara maruz kalarak ödediler. Bundan altmış dört yıl önce 18 Mayıs 1944’te dünya tarihi eşine az rastlanır soykırımlarından birini yaşadı. Kırım Tatarlarının evine zorla giren Sovyet askerleri onlara on dakika içinde evlerini terk etmelerini emrettiler. Kadın-erkek, genç-yaşlı demeden bütün Kırım Türkleri hayvan vagonlarına tıkılarak kapılarını da üzerlerinden kilitlediler. Genç erkekleri cephede savaşırken çoğu yaşlı, kadın, erkek ve çocuklardan oluşan Kırım Türkleri ne olduğunu bile anlayamadan ölüme gönderildiler. Kırım’da tek bir Kırım Türk Tatarı dahi bırakılmadı. Arbat isimli köyde unutulan ve sürgün vagonlarına bindirilmeyen Kırım Türkleri bir gemiye bindirilerek Karadeniz açıklarında batırıldı ve onlar da bu şekilde imha edildi. Sürgün, bir halkın bir yerden başka yere manasına gelmiyordu. Aksine, Kırım Türk Tatarlarının toptan yok edilmesi amaçlanmıştı. Onun için de bu sürgün fiili, her birinde oturacak yer dahi kalmayacak şekilde 300’ü aşkın insanın doldurulduğu her bir vagonu içinde, asgari yirmi-yirmi beş gün hemen hiç kapıları açılmaksızın, hiç yemek, su verilmeksizin, cesetler dahi boşaltılmaksızın gerçekleştirilmişti. Analar ölü çocukları kucaklarında günlerce yolculuk yaptılar. Bu talihsiz Türk halkı Orta Asya’daki sürgün yerine vardığında nüfusunun yaklaşık yarısını feci şekilde kaybetmiş durumdaydı. Sağ kalanlar da uzun yıllar bomboş Orta Asya çöllerinde, Sibirya’da pek çoğunun galip çıkamadığı bir hayatta kalma mücadelesine girdiler. Kamp yaşamı sürdüren Kırım Türk Tatarlarının bulundukları yerden 3-5 kilometre dışına çıkmaları bile müsaadeye tabiydi.

18 Mayıs 1944 sürgünü, ortaya çıkan belgelerin ortaya koyduğu şekilde doğrudan Türkiye’yle alakalıydı. O dönemde Türkiye’yle bir savaşı kaçınılmaz gören Stalin, Türkiye’ye bağlılığı bilinen etnik unsurları Türkiye sınırları civarından boşaltmayı ve düpedüz yok etmeyi amaçlamıştı. Yani bu insanlar yalnızca Türk soyundan olmaları ve Türkiye’ye duydukları büyük bağlılık itibarıyla yok edilmek istenmişlerdi. Çeçenler, Karaçaylar gibi kardeş halklarımız da bu soykırıma dâhil edildiler. Sürgünlerin değil Kırım’a dönmeleri onlara vatanlarını hatırlatacak her türlü işaret dahi kesinlikle yasaktı. Kırım Türkleri tarihte hiç var olmamışlarcasına kitaplardan onlara dair her şey çıkartıldı. Kırım’da Türkler ait hemen hemen her eser ve bin beş yüz civarında cami yol edildi. Kırım Türk Tatarlarının evleri, tarlaları, Sibirya’dan getirilen Ruslara dağıtıldı. Kırım’a dönme teşebbüsünde bulunan sayısız Kırım Türk’ü Sovyet döneminde çok ağır hapis cezalarına ve işkencelere maruz kaldılar.

Kırım Türkleri tamamen tek başlarına büyük bedeller ödeyerek Sovyet devletine karşı sürdürdükleri inanılmaz bir mücadeleyle elli yıl sonra da olsa kısmen Kırım’a dönmeyi başardılar.

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN – Sayın Özensoy, bir dakikalık ek süre veriyorum, tamamlayın lütfen.

NECATİ ÖZENSOY (Devamla) – Hâlen Kırım’a dönebilmiş bulunan yaklaşık 300 bin Kırım Türk’ü, Türk Tatar’ı yok edilmek istenen varlıklarını ve kültürlerini vatanlarında tekrar kurabilmek için Mustafa Cemiloğlu liderliğinde olağanüstü bir mücadele vermektedirler.

Bu büyük sürgün ve soykırımın üzerinden altmış dört yıl geçmiş olmasına rağmen yaralar sarılamamış; vatanına dönen Kırım Türkleri başta oturacak ev, yaşamını idame ettirecek iş bulamamaktadırlar. Vatanında yaşamını devam ettiren Kırım Türk Tatarları ana dilleriyle eğitim alamamakta, dinî ve kültürel bir asimilasyon politikasıyla mücadele etmektedirler. Türk dünyasını aydınlatan “dilde, fikirde, işte birlik” düsturunun sahibi İsmail Gaspıralı’nın yurdu Kırım, var olma mücadelesine devam etmekte ve hepimizin desteklerini beklemektedir.

Hepinize saygılar sunuyorum. (Alkışlar)

BAŞKAN – Teşekkür ederim Sayın Özensoy.

Gündeme geçiyoruz.

Meclis araştırması açılmasına ilişkin üç önerge vardır, önergeleri okutuyorum:

V.- BAŞKANLIĞIN GENEL KURULA SUNUŞLARI

A) Meclis Araştırması Önergeleri

1.- Adana Milletvekili Yılmaz Tankut ve 19 milletvekilinin, Tarım Sigortaları Kanunu’nun uygulanmasındaki sorunların araştırılarak alınması gereken önlemlerin belirlenmesi amacıyla Meclis araştırması açılmasına ilişkin önergesi (10/188)

Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına

Son yıllarda izlenen siyaset, tarımda ciddi kaygılara neden olmaktadır. Beraberinde yine ciddi sorunlar getiren uygulamalardan biri de Tarım Sigortaları Kanunu olmuştur. Bu kanunla birlikte, üretim potansiyelinden ötürü "Tarımın Başkenti" olarak haklı bir ünvanı elinde bulunduran Çukurova' da geçtiğimiz aylarda yaşanan don afetinden zarar gören binlerce üretici, ürünlerini sigorta ettirmediği/ettiremediğinden dolayı mağdur olmuşlardır. Bu gerçek ülkemiz genelinde de farklı değildir.

Bu nedenle, Tarım Sigortaları Kanunu'nun üreticilerimizi nasıl etkilediği, üreticilerin neden sigorta ettirmediği yada sigorta ettiremediğinin yerinde incelenmesi, ülkemiz genelinde gelecekte daha büyük mağduriyet ve sorunların önlenmesi için alınacak tedbirlerin belirlenmesi amacıyla Anayasanın 98. Türkiye Büyük Millet Meclisi İçtüzüğün 104. ve 105. maddeleri gereğince Meclis Araştırması açılmasını arz ederiz.

1) Yılmaz Tankut                             (Adana)

2) Muharrem Varlı                           (Adana)

3) Recai Yıldırım                              (Adana)

4) Kürşat Atılgan                             (Adana)

5) Beytullah Asil                              (Eskişehir)

6) Münir Kutluata                            (Sakarya)

7) Ahmet Kenan Tanrıkulu              (İzmir)

8) D. Ali Torlak                               (İstanbul)

9) Alim Işık                                      (Kütahya)

10) Ertuğrul Kumcuoğlu                  (Aydın)

11) Akif Akkuş                                (Mersin)

12) Bekir Aksoy                              (Ankara)

13) Hasan Çalış                                (Karaman)

14) Ahmet Orhan                             (Manisa)

15) Süleyman Nevzat Korkmaz       (Isparta)

16) Mithat Melen                             (İstanbul)

17) Kadir Ural                                  (Mersin)

18) Mustafa Enöz                             (Manisa)

19) Osman Durmuş                         (Kırıkkale)

20) Gürcan Dağdaş                          (Kars)

Gerekçe:

14/06/2005 tarih ve 5363 sayılı Tarım Sigortaları Kanunu'nun çıkarılmasını takiben çiftçilerimizin yetiştirmiş oldukları bitkisel ve hayvansal ürünlerini çeşitli riskler ve afetlere karşı korumak amacıyla kısa adı (TARSİM) olan Tarım Sigortaları Havuzu oluşturulmuştur. 2008 yılında da ürünlerini sigortalatmak isteyen çiftçilere yönelik olarak 30/12/2007 tarih ve 2007/13010 Sayılı Bakanlar Kurulu Kararı ile "Sigorta Priminin yüzde 50'si oranında Prim Desteği," Tarım Sigortaları Havuzuna bütçenin ilgili tertibinden aktarılarak karşılanması kabul edilmiştir. Buna göre Devlet Destekli Tarım Sigortası yaptırmayan üreticilerin, doğal afetlerden uğradıkları zararların karşılanması mümkün olmamaktadır.

Bu arada, TARSİM'in teminat kapsamının da, aslında afet olarak kabul edilmesi gereken pek çok şartı içermediği, bu yüzden de yine çiftçilerin mağdur olduğu, basında çıkan haberlerle yaşanan vakıa olarak bilinmektedir. Bu durum, TARSİM'in internet sitesinde "Yaş meyveler için don riski ve yaş meyve, sebze ve çiçekler için doludan kaynaklanan kalite kaybı ancak ana teminat paketine ilave olarak sigorta ettiren tarafından istenirse sigorta edilir. Sadece don riskine karşı sigorta yapılamaz" şeklinde açıkça bildirilmektedir. Yani çiftçilerin en büyük korkulu rüyası don olayı, afet olarak kabul edilmemektedir.

Yukarıda belirtilen kanun ve beraberindeki uygulamaların ülkemiz tarımına olumlu bir katkı yapmadığı anlaşılmıştır. Ülkemiz gerçeklerinden uzak politikalarla şekillendirildiği bilinen bu yasa sonrasında üreticilerimizin sigorta sistemine girmediği görülmüştür. Geçtiğimiz Ocak ayı ortalarında Adana'nın Kozan ilçesi başta olmak üzere diğer ilçelerde yaşanan don afeti üreticilerimizi perişan etmiştir. Kozan İlçe Tarım Müdürlüğü'nün açıklamasına göre, 9.272 üreticiden sadece 20'si özel sigorta yaptırmıştır. Bu durum ülke genelinde de farklı değildir. Nitekim; TARSİM Genel Müdürü Bülent Bora'nın geçtiğimiz Mart ayında yaptığı açıklama da yaşanan vahameti doğrulamaktadır. Bülent Bora, ağırlığı meyvecilik olmak üzere kesilen poliçe sayısının bu yıl 13.000 adede yükseldiğini belirtiyor ve bunu sevinçle karşıladıklarını bildiriyor. İşte Hükümetin, 'çare' olarak çıkardığı Tarım Sigortaları Kanunu’nun sonucunu açıklayan bu değerler, kanunun üreticiler tarafından benimsenmediğinin delilidir.

Özellikle içinde bulunduğumuz süreçte dünyadaki gıda ihtiyacının önemi, dolayısıyla tarımın vazgeçilemez bir sektör olduğu daha iyi anlaşılmıştır. İnsanlığın yaşayabilmesi, nesIinin devam edebilmesi için gerekli olan gıda ihtiyacının karşılanmasında tarımdan başka bir alternatif henüz yoktur. Böylesine önemi bilinen tarımda ülkemiz ise dünyada çok önemli bir konuma sahiptir. Bir çok ülkenin toprağından daha geniş verimli alanları ile çok ciddi üretim potansiyeli bulunan ülkemizde tarımsal sanayi ile birlikte bu alanda nüfusumuzun büyük bir kısmı istihdam edilmektedir. Ayrıca gayri safi milli hasılada da önemli bir yer işgal eden tarımın ihracatımıza katkısı da küçümsenecek boyutta değildir.

Dolayısıyla hükümetlerin tarıma yönelik siyasetleri, uygulamaları her bakımdan önem arz etmektedir. Hükümetlerin alacağı kararlar, çıkardığı/çıkaracağı yasalar; tarımdan daha çok verim alınması, kendi kendimize yeten ülke olunması, bu alanda çalışanların kişi başına düşen gelirinin artırılması, köyden kente göçün azaltılması, ihracatın hız kazanması gibi unsurları doğrudan etkilemektedir.

Sonuç olarak, ülkemizin en önemli sektörünün geleceğe daha iyi hazırlanması, küresel rekabet şartlarının artırılması bağlamında, Tarım Sigortaları Kanunu ve buna bağlı çıkartılan TARSİM uygulamasının tarafların dinlenmesi, sisteme neden girilmediğinin yerinde (Kozan ve diğer Adana ilçeleri) görülüp incelenmesi, var olan sorunların tespiti, alınacak önlemlerin belirlenmesi amacıyla Meclis Araştırma Komisyonu kurulmasını talep ediyoruz.

2.- Muğla Milletvekili Fevzi Topuz ve 29 milletvekilinin, kıyıların korunması ve kullanılmasında yaşanan sorunların araştırılarak sürdürülebilir kıyı yönetimi için alınması gereken önlemlerin belirlenmesi amacıyla Meclis araştırması açılmasına ilişkin önergesi (10/189)

Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına

Son yıllarda, kıyı alanlarımızın, kıyı özellikleri gözetilmeden, farklı kullanımlara konu edildiği, kıyıdaki doğal yapıyı bozan plansız, izinsiz dolgu yapımının ciddi tahribatlara neden olduğu ve yasal düzenlemelerle getirilen sınırlamaların aşıldığı, kıyılarımızın ekolojik bir yıkımla karşı karşıya bulunduğu bilinmektedir.

Taşıdığı değerler nedeniyle, bilimsel, kültürel ve ekonomik olarak büyük değer taşıyan kıyılarımızın korunması ve gelecek kuşaklarında yararlanmasına sunulması için Anayasanın 98., içtüzüğün 104 ve 105'inci maddeleri gereğince Meclis Araştırılması açılmasını arz ve teklif ederiz.

1) Fevzi Topuz                           (Muğla)

2) Ferit Mevlüt Aslanoğlu         (Malatya)

3) Selçuk Ayhan                        (İzmir)

4) İsa Gök                                  (Mersin)

5) Ahmet Ersin                          (İzmir)

6) Mehmet Ali Özpolat              (İstanbul)

7) Mevlüt Coşkuner                   (Isparta)

8) Enis Tütüncü                         (Tekirdağ)

9) Osman Kaptan                       (Antalya)

10) Tekin Bingöl                        (Ankara)

11) Nesrin Baytok                     (Ankara)

12) Gürol Ergin                         (Muğla)

13) Abdülaziz Yazar                  (Hatay)

14) Sacid Yıldız                         (İstanbul)

15) Bülent Baratalı                     (İzmir)

16) Tacidar Seyhan                    (Adana)

17) Ramazan Kerim Özkan        (Burdur)

18) Ali Koçal                             (Zonguldak)

19) Vahap Seçer                        (Mersin)

20) Hüsnü Çöllü                        (Antalya)

21) Mehmet Ali Susam              (İzmir)

22) Ensar Öğüt                          (Ardahan)

23) Ergün Aydoğan                   (Balıkesir)

24) M. Akif Hamzaçebi             (Trabzon)

25) Ali Rıza Ertemür                  (Denizli)

26) Fatma Nur Serter                 (İstanbul)

27) Algan Hacaloğlu                  (İstanbul)

28) Ali İhsan Köktürk               (Zonguldak)

29) Atilla Kart                            (Konya)

30) Nevingaye Erbatur               (Adana)

Gerekçe:

Kıyılarımız, biyolojik, arkeolojik, jeolojik, jeomorfoIojik ve turizm özellikleri nedeniyle taşıdıkları değerler açısından bilimsel, kültürel ve ekonomik anlamda çok önemli alanlardır.

3621 sayılı Kıyı Yasasının 7. maddesine göre, "doldurma ve kurutma yoluyla arazi kazanma", kamu yararının gerektirdiği hallerde, uygulama imar planı kararı ile deniz, göl ve akarsularda ekolojik özellikler dikkate alınarak doldurma ve kurutma suretiyle mümkün olabilmektedir.

Ancak, büyük bir ekonomik girdi yaratan kıyı alanlarımızın kıyı özellikleri gözetilmeden bilinçsizce kullanılması kıyılarda ciddi bir şekilde tahribata neden olmaktadır. Sayıştay Başkanlığının "Kıyıların Kullanımının Planlanması ve Denetimi" başlıklı 03.10.2006 tarihli raporu da bu tespitleri doğrulamıştır.

Sayıştay Başkanlığının söz konusu raporunda;

Kıyı alanlarının planlanmasında koruma-kullanma dengesinin sağlanamadığı, kullanma amacının öne çıktığı (42. paragraf),

Kıyılarımızda en fazla karşılaşılan ihlal şekilleri iskele, güneşlenme terasları veya diğer amaçlarla kıyıda doğal yapıyı bozan plansız, izinsiz dolgu yapımı ile yasal düzenlemelerle getirilen sınırlamaların aşıldığı (78 paragraf),

Kıyıların kullanımı konusunda oluşturulan esas ve usullerin kamu kurumları için de bağlayıcı olmasına karşın yerinde yapılan denetimlerde kıyıların usulsüz kullanımının özel kişi ve işletmelerle sınırlı olmadığı, kamu kurumlarının da kıyı mevzuatına aykırı, kıyının doğal yapısını bozan eylemlerde bulunduklarının görüldüğü ve yerinde yapılan denetimlerde, kamu kurumlarının Kıyı Kanunu'na aykırı yapılar inşa ettikleri, izinsiz ve plansız dolgu yaptıkları, kıyıya ve kıyıdan geçişi engelledikleri, kıyıların doğal yapısını bozucu ve kirletici eylemlerde bulundukları tespit edilmiştir. (91 paragraf) denilmiştir.

Kıyıların korunması, kıyılardaki yanlış kullanımların önlenmesi, yasal düzenlemelerden kaynaklandığı düşünülen kimi olumsuzlukların sorgulanması bağlamında aşağıdaki soruların yanıtlanması gerekmektedir. Şöyle ki;

1- Plansız, izinsiz ve gerekli araştırmaları tamamlanmadan yapılan dolgu alanlarının yapıldığı bölgeler ve dolgu ile elde edilen alanların hektar olarak büyüklükleri,

2- "Kamu yararı" gerekçesiyle doldurulan kıyı hangi ölçütlerin esas alındığı,

3- İlgili Bakanlıkların uygun görüşü ile doldurulan kıyı alanları,

4- Kıyılara zarar verici ve kıyıların doğal yapısını bozucu eylemlerin Bayındırlık ve İskan Bakanlığınca nasıl izlenmekte olduğu ve bu eylemlere karşı yürütülen önlemlerin yeterliliği,

5- İzinsiz ve plansız dolgu yaptığı yasal ve idari kararla ortaya çıkan kişi, kurum yada firmalara verilen cezaların uygulanıp uygulanmadığı, cezai işlemlerin, kıyıların eski haline getirilip getirilmediği,

6- Doldurma ve kurutma işleminin gerçekleştirilmesi aşamalarında, ekolojik dengenin korunması, denizlerle çevresindeki canlı hayatın olumsuz etkilenmemesi için esas alınan ölçütler,

7- Kamu kurumlarınca plansız ve izinsiz gerçekleştirdikleri dolgu alanlarının yeri ve hektar olarak büyüklükleri ve kıyıda dolgu yapan söz konusu kamu kurum ve kuruluşlar,

8- Maliye Bakanlığının Milli Emlak Genel Tebliği ile irtifak hakkı tesisi ve kullanma izni verdiği "Kıyı Kenar Çizgisinin Deniz Yönünde (Kıyıda) Bulunan Devletin Hüküm ve Tasarrufu Altındaki Yerler ile Deniz, Göl ve Akarsularda Doldurma veya Kurutma Yoluyla Elde Edilen/Edilecek Alanlar"ın bulunduğu yerlerin tahsis ve kira amacına uygun kullanılıp kullanılmadığı gibi soruların ve alınacak önlemlerin, yukarıda belirtilen gerekçelerle Yüce Meclisimizde ele alınması ve incelenmesi önem arz etmektedir.

3.- Adana Milletvekili Hulusi Güvel ve 34 milletvekilinin, mevsimlik tarım işçiliği nedeniyle eğitim alamayan çocukların sorunlarının araştırılarak alınması gereken önlemlerin belirlenmesi amacıyla Meclis araştırması açılmasına ilişkin önergesi (10/190)

Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına

Ülkemizde mevsimlik tarım işçilerinin çalışma ve yaşama koşullarının ağırlığı bilinmektedir. Ancak mevsimlik tarım işçilerimiz arasında en çok zararı ilköğretim çağındaki çocuklar görmektedir. Tarım sektöründe, mevsimlik tarım işçisi olarak çalışan yurttaşlarımızın çocukları, özellikle eğitime başlama ve eğitimlerini sürdürme anlamında ciddi sorunlarla karşılaşmaktadırlar.

Eğitim öğretim yılı sona ermeden başlayan ve okullar açıldıktan sonra bir ay daha süren mevsimlik tarım işçiliği sezonu nedeniyle bu öğrenciler uyum, kavrama ve konsantrasyon sorunları yaşamaktadırlar.

Özellikle ekonomik yönden geri, geleneksel değerlerin hâkim olduğu kırsal bölgelerde sosyal, ekonomik ve eğitsel sorunlar nedeniyle mevsimlik tarım işçisi olarak çalışan yurttaşlarımızın çocukları eğitim hakkından tam olarak yararlanamamaktadırlar.

Bu nedenle mevsimlik tarım işçiliği sebebiyle eğitimlerine ara vermek zorunda kalan ilköğretim öğrencileri ile ilgili sorunların ve alınması gereken önlemlerin belirlenmesi amacıyla Anayasanın 98’inci, İç Tüzüğün 104 ve 105’inci maddeleri gereğince Meclis Araştırması açılmasını arz ederiz. 09.05.2008

1) Hulusi Güvel                         (Adana)

2) Tekin Bingöl                          (Ankara)

3) Birgen Keleş                          (İstanbul)

4) İsa Gök                                  (Mersin)

5) Ahmet Küçük                        (Çanakkale)

6) Enis Tütüncü                          (Tekirdağ)

7) Fevzi Topuz                           (Muğla)

8) Ahmet Ersin                           (İzmir)

9) Mehmet Ali Özpolat              (İstanbul)

10) Tacidar Seyhan                    (Adana)

11) Osman Coşkunoğlu             (Uşak)

12) Rasim Çakır                         (Edirne)

13) Sacid Yıldız                         (İstanbul)

14) Algan Hacaloğlu                  (İstanbul)

15) Ferit Mevlüt Aslanoğlu        (Malatya)

16) Selçuk Ayhan                      (İzmir)

17) Mevlüt Coşkuner                 (Isparta)

18) Osman Kaptan                     (Antalya)

19) Nesrin Baytok                      (Ankara)

20) Gürol Ergin                          (Muğla)

21) Abdülaziz Yazar                  (Hatay)

22) Bülent Baratalı                     (İzmir)

23) Vahap Seçer                         (Mersin)

24) Hüsnü Çöllü                        (Antalya)

25) Mehmet Ali Susam              (İzmir)

26) Ensar Öğüt                           (Ardahan)

27) Ergün Aydoğan                   (Balıkesir)

28) M. Akif Hamzaçebi             (Trabzon)

29) Ramazan Kerim Özkan        (Burdur)

30) Ali Rıza Ertemür                  (Denizli)

31) Fatma Nur Serter                 (İstanbul)

32) Ali İhsan Köktürk                (Zonguldak)

33) Atilla Kart                            (Konya)

34) Ali Koçal                             (Zonguldak)

35) Nevingaye Erbatur               (Adana)

Gerekçe:

Anayasamızın 42'nci maddesinde "Kimse, eğitim ve öğrenim hakkından yoksun bırakılamaz" ve "İlköğretim, kız ve erkek bütün vatandaşlar için zorunludur" denilerek Devlete eğitim ve öğretim alanında görev ve sorumluluk yüklenmiş, 1739 sayılı Milli Eğitim Temel Kanunu'nun 7'nci maddesinde "ilköğretim görmek her Türk vatandaşının hakkıdır" ve 222 sayılı ilköğretim ve Eğitim Kanunu’nun 4'üncü maddesinde "Türk vatandaşı kız ve erkek çocuklar ilköğrenimlerini resmi veya özel Türk ilköğretim okullarında yapmakla mükelleftir" denilerek eğitimin bir hak ve ödev olduğu vurgulanmıştır.

Adrese dayalı nüfus kayıt sistemi nüfus sayımı 2007 verilerine göre ilköğretim çağında bulunan çocuklarımızın sayısı 12 milyon 850 bindir. Milli Eğitim Bakanlığı 2007-2008 istatistiklerine göre bu çocuklarımızdan 10 milyon 870 bini ilköğretim kurumlarında eğitim görebilmektedir. ilköğretim çağındaki 2 milyona yakın sayıdaki çocuğumuz çeşitli nedenlerle eğitim hakkından yararlanamamaktadır.

Mevsimlik tarım işçiliği, ilköğretim çağındaki çocukların eğitime devamını etkileyen en önemli faktörlerden birisini oluşturmaktadır.

Tüm dünyada olduğu gibi ülkemizde de tarım sektörü, çocuk işçiliğinin en fazla olduğu sektör konumundadır. Mevsimlik tarım işçiliği, özellikle yoksulluğun fazla olduğu Güneydoğu Anadolu bölgemizde yoğunlaşmakta ve en çok ilköğretim çağındaki kız çocukları etkilemektedir.

Ülkemizde meslek grupları arasında eğitim görmemiş işçilerin en yoğun görüldüğü grubu mevsimlik tarım işçileri oluşturmaktadır. Bu işçilerin yüzde 65'i eğitimsizdir. Eğitimin bu meslek grubunda çalışan yurttaşlarımızın çocuklarına yeterince ulaştırılamaması nedeniyle, bu durum kuşaklar boyu devam etmektedir.

Her yıl eğitim öğretim yılı sona ermeden başlayan ve okullar açıldıktan sonra bir ay daha süren mevsimlik tarım işçiliği sezonu öğrenciler açısından uyum, kavrama ve konsantrasyon, öğretmenler açısından müfredatın hayata geçirilmesi ve müfredatı yetiştirme bakımından sorunlara neden olmaktadır.

Altında Türkiye Cumhuriyeti Devletinin imzası bulunan BM Çocuk Hakları Sözleşmesi'nin 32. maddesi "çocuğun ekonomik sömürüye karşı korunmasını, riskli ya da eğitimini engelleyecek, sağlığına veya bedensel, akılsal, ruhsal, ahlaksal, toplumsal gelişimine zarar verecek işlerde çalıştırılmayacağına" vurgu yapmaktadır. Yine Uluslararası Çalışma örgütüyle imzaladığımız "En Kötü Biçimlerdeki Çocuk işçiliği Sözleşmesi" hükümleri, hükümetleri "çocuk işçiliğini önlemek ve bunun için gerekli önlemleri almak; çocukların en kötü biçimlerdeki çocuk işçiliğinden uzaklaştırılmaları için ücretsiz temel eğitim ve mümkün ve uygun olduğu takdirde mesleki eğitim sağlamakla" yükümlü kılmaktadır.

Mevsimlik tarım işçiliği sezonunda tarım işçisi aileler, çocuklarını da beraber çalışma bölgelerine götürdüklerinden, çocuklarının eğitim görme şansları azalmaktadır. Bu konuda Milli Eğitim Bakanlığınca yapılan çalışmalarda sorunun boyutları karşısında tatmin edici sonuçlara ulaşıldığını söylemek güçtür.

Sorunu yalnızca eğitim boyutuyla ele almak yeterli olmamaktadır. Eğitimin yanı sıra olumsuz sosyal ve kültürel algılar, bölgesel eşitsizlikler, gelir dağılımındaki bozukluk, gelir düzeyinin düşüklüğü gibi nedenler de sorunun kapsamını genişletmektedir. Çocuklarımızın yoksulluk ve olumsuz geleneksel yaklaşımlar nedeni ile eğitim hakkından yoksun kalmaları, yoksulluğu kuşaktan kuşağa aktarmakta ve çözümsüz kılmaktadır.

Bu nedenlerle soruna ekonomik, sosyal ve eğitsel açıdan yaklaşacak ve bütüncül çözümler üretecek destek politikalarının saptanmasına gereksinim duyulmaktadır. Sorunun çözümünde, Yüce Meclisimiz başta olmak üzere, Milli Eğitim Bakanlığı, sivil toplum örgütleri, uluslararası kuruluşlar, üniversiteler ve ilgili kurumların işbirliği yapması gerekmektedir.

Yukarıda anılan nedenlerle mevsimlik tarım işçiliği sebebiyle eğitimlerine ara vermek zorunda kalan ilköğretim öğrencileri ile ilgili sorunların ve alınacak önlemlerin Yüce Meclisimizce saptanması amacıyla bir Meclis Araştırması açılmasının yerinde olacağı düşüncesindeyiz.

BAŞKAN – Bilgilerinize sunulmuştur.

Önergeler gündemdeki yerlerini alacak ve Meclis araştırması açılıp açılmaması konusundaki görüşmeler, sırası geldiğinde yapılacaktır.

Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığının bir tezkeresi vardır, okutup oylarınıza sunacağım:

B) Tezkereler

1.- Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanı Köksal Toptan’ın, Yunanistan Meclis Başkanı-Karadeniz Ekonomik İşbirliği Parlamenter Asamblesi (KEİPA) Dönem Başkanı Dimitrios G. Sioufas’ın davetine icabet etmek üzere, 8-10 Haziran 2008 tarihlerinde, KEİPA Genel Kurulu çerçevesinde Atina’da düzenlenecek “KEİPA Üye Ülkeleri Parlamento Başkanları Zirvesi”ne katılmak üzere Yunanistan’a gitmesine ilişkin Başkanlık tezkeresi (3/438)

Türkiye Büyük Millet Meclisi Genel Kuruluna

Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanı Köksal Toptan’ın, Yunanistan Meclis Başkanı-Karadeniz Ekonomik İşbirliği Parlamenter Asamblesi (KEİPA) Dönem Başkanı Dimitrios G. Sioufas’ın davetine icabet etmek üzere, 8-10 Haziran 2008 tarihlerinde, KEİPA Genel Kurulu çerçevesinde Atina’da düzenlenecek “KEİPA Üye Ülkeleri Parlamento Başkanları Zirvesi”ne katılmak üzere Yunanistan’a gitmesi hususu Türkiye Büyük Millet Meclisi’nin Dış İlişkilerinin Düzenlenmesi Hakkında 3620 sayılı Kanun’un 9. Maddesi uyarınca Genel Kurul’un tasviplerine sunulur.

                                                                                                           Köksal Toptan

                                                                                               Türkiye Büyük Millet Meclisi

                                                                                                                Başkanı

ENGİN ALTAY (Sinop) – Sayın Başkan, karar yeter sayısının aranmasını istiyorum.

BAŞKAN – Arayacağım.

Kabul edenler… Kabul etmeyenler… Karar yeter sayısı yoktur.

Birleşime beş dakika ara veriyorum.

Kapanma Saati: 14.04

İKİNCİ OTURUM

Açılma Saati: 14.13

BAŞKAN : Başkan Vekili Meral AKŞENER

KÂTİP ÜYELER: Harun TÜFEKCİ (Konya), Fatma SALMAN KOTAN (Ağrı)

BAŞKAN – Sayın milletvekilleri, Türkiye Büyük Millet Meclisinin 108’inci Birleşiminin İkinci Oturumunu açıyorum.

Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığının tezkeresinin oylamasında karar yeter sayısı bulunamamıştı.

Şimdi tezkereyi tekrar oylarınıza sunacağım ve karar yeter sayısı arayacağım.

Kabul edenler… Kabul etmeyenler… Kabul edilmiştir, karar yeter sayısı vardır.

Gündemin "Kanun Tasarı ve Teklifleri ile Komisyonlardan Gelen Diğer İşler" kısmına geçiyoruz.

1'inci sırada yer alan, Türkiye Radyo ve Televizyon Kanununda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Tasarısı ile Plan ve Bütçe Komisyonu Raporu’nun görüşmelerine kaldığımız yerden devam edeceğiz.

VI.- KANUN TASARI VE TEKLİFLERİ İLE KOMİSYONLARDAN

GELEN DİĞER İŞLER

A) Kanun Tasarı ve Teklifleri

1.- Türkiye Radyo ve Televizyon Kanununda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Tasarısı ile Plan ve Bütçe Komisyonu Raporu (1/541) (S. Sayısı: 219)

BAŞKAN - Komisyon? Yok.

Ertelenmiştir.

2'nci sırada yer alan, Müşterek Taarruz Uçağının Üretimi, Desteklenmesi ve Sürekli İyileştirilmesine İlişkin Mutabakat Muhtırası ve Buna Dair Mali Yönetim Esasları Dokümanının Onaylanmasının Uygun Bulunduğu Hakkında Kanun Tasarısı ile Dışişleri Komisyonu Raporu'nun görüşmelerine kaldığımız yerden devam edeceğiz.

2.- Müşterek Taarruz Uçağının Üretimi, Desteklenmesi ve Sürekli İyileştirilmesine İlişkin Mutabakat Muhtırası ve Buna Dair Mali Yönetim Esasları Dokümanının Onaylanmasının Uygun Bulunduğu Hakkında Kanun Tasarısı ile Dışişleri Komisyonu Raporu (1/533) (S. Sayısı: 133) (x)

BAŞKAN - Komisyon? Burada.

Hükûmet? Burada.

Daha önce tasarının tümü üzerinde Milliyetçi Hareket Partisi Grubu adına konuşma yapılmıştı.

Şimdi söz Cumhuriyet Halk Partisi Grubu adına İstanbul Milletvekili Sayın Şükrü Elekdağ’a aittir.

Buyurun Sayın Elekdağ. (CHP sıralarından alkışlar)

                       

(x) 133 S. Sayılı Basmayazı 15/5/2008 tarihli 105’inci Birleşim Tutanağı’na eklidir.

CHP GRUBU ADINA ŞÜKRÜ MUSTAFA ELEKDAĞ (İstanbul) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; Müşterek Taarruz Uçağının Üretimi, Desteklenmesi ve Sürekli İyileştirilmesine İlişkin Mutabakat Muhtırası ve Buna Dair Mali Yönetim Esasları Dokümanının Onaylanmasının Uygun Bulunduğu Hakkında Kanun Tasarısı hakkında Cumhuriyet Halk Partisinin görüşlerini açıklamak amacıyla söz almış bulunuyorum. Hepinizi saygıyla selamlıyorum.

Değerli arkadaşlarım, onayınıza sunulan bu yasayla Türk Hava Kuvvetlerinin envanterinde bulunan ve 2010 yılından itibaren teknolojik ömürlerini dolduracak olan F-4 ve F-16 Blok-30 uçaklarının yerlerine ikame edilecek olan Joint Strike Fighter veya F-35 diye anılan, adlandırılan uçaklarının tedariki öngörülüyor.

Yüksek teknolojik özelliklere sahip olan bu uçak, Amerika’nın liderliğinde kurulan Müşterek Taarruz Uçağı Programı ortaklığı çerçevesinde imal edilecektir. Bu ortaklığa hâlen, Amerika’ya ilaveten İngiltere, Avustralya, Kanada, Danimarka, İtalya, Hollanda, Norveç ve Türkiye katılmış bulunmaktadırlar.

250 milyar dolarlık bütçesi ile dünyanın en büyük savunma sanayi projesi olan bu proje bağlamında 2.443’ü Amerika tarafından alınacak olan 3.173 adet F-35 uçağı üretilecektir. F-35’lerden Türkiye’nin 100 adet satın alması ve bu amaçla 10 milyar 700 milyon dolar ödemesi planlanmaktadır. Türkiye, bu projenin ilk aşaması olan sistem geliştirme evresine 2002 yılında katılmış ve 40 milyar dolara ulaşan sistem geliştirme masrafları için 175 milyon dolar ödemiştir. İkinci aşama olan üretim, destek ve sürekli iyileştirme evresine katılmak amacıyla gerekli mutabakat belgesi 25 Ocak 2007 tarihinde imzalanmıştır.

Sizlere sunulan bu kanun tasarısının kabul edilmesiyle, değerli arkadaşlarım, Türkiye, hukuken ortaklığın üretim aşamasına da dâhil olacaktır.

Uçakların yapımcısı olan Lockheed Martin şirketi seri imalata 2010 yılında geçecektir. Türkiye tarafından siparişin 2010 yılında yapılması planlanmış olup ilk teslimatın Türkiye’ye 2014 yılında gerçekleştirilmesi bekleniyor.

Değerli arkadaşlarım, uzman havacılık kuruluşları, “beşinci nesil uçak” olarak niteledikleri F-35 ile savaş uçağı teknolojisinin zirve noktasına ulaştığı görüşünde birleşiyorlar. Tek motorlu olan F-35, hem avcı hem de bombardıman uçağı görevlerini yapabiliyor. Ayrıca, görünmezlik teknolojisine sahip olması bu uçağa büyük bir üstünlük sağlıyor. Zira, hedefini çok uzak mesafeden görebilen F-35, görünmezlik teknolojisine sahip olması nedeniyle hasım uçak tarafından geç fark ediliyor. Bu durumda da “First see first kill.” yani “İlk gören ilk vurur.” prensibi F-35 lehine işliyor.

Değerli arkadaşlarım, F-35 dışında Türkiye’ye başka uçak projesi teklifleri de yapılmıştır. Örneğin, Avrupa Birliği üye ülkelerinin projesi olarak adlandırılan Eurofighter bunlardan biridir. İtalya, İngiltere, Almanya ve İspanya’nın ortak projesi olan Eurofighter’in beşinci ortağı olması yolunda Türkiye nezdinde yoğun girişimler yapılmıştır ancak Türk makamları, gerekli incelemeleri yaptıktan sonra müşterek savaş uçağı yani F-35 Projesi’ne yönelik seçimlerini değiştirmemişlerdir.

Savunma Sanayi Müsteşarlığından edindiğim bilgilere göre, bu kararın alınmasına Eurofighter’in operasyonel bakımdan yeterli görülmemesi, görünmezlik teknolojisine sahip olmaması, daha pahalı olması ve yerli sanayiye yeterli kazanım sağlayamaması gibi nedenler yol açmıştır.

Bu, bizi yerli sanayiye katkı konusuna getiriyor değerli arkadaşlarım. F-35 Projesi, başta TAI olmak üzere TEI, Kalekalıp, MİKES ve Alfa Havacılık gibi Türk şirketlerine 5,5 milyar dolarlık bir iş sağlıyor.

Belirttiğim bütün bu hususlar F-35 Projesi’nin olumlu bir şekilde değerlendirilmesini gerektiren nedenlerdir.

Değerli arkadaşlarım, Türk Silahlı Kuvvetlerinin güçlü ve çağdaş olması ve teknolojinin sağladığı en etkili silahlarla donatılması, ülkemizin bulunduğu jeopolitik bölgenin ve karşılaştığı tehditlerin bir icabıdır.

Biz, Cumhuriyet Halk Partisi olarak Türkiye'nin bu konumunu tam bir gerçekçilikle değerlendiriyor ve ordumuzun değindiğim imkân ve kabiliyetlerini idame edebilmesi için gerekli kaynakların sağlanması zorunluluğunu müdrik bulunuyoruz.

Envanterinde bulunan silah sistemleri ve personelin yüksek disiplin, eğitim ve yeteneğiyle, Türk Hava Kuvvetleri bölgesinde modern ve üstün bir caydırıcı güç niteliğine sahiptir. Hava Kuvvetlerimizin bu üstün caydırıcı niteliğinin sürdürülebilmesi için çağın en yüksek teknolojisiyle üretilmiş uçaklarla donatılmasının, ulusal çıkarlarımız ve bölge barış ve istikrarı açısından zorunlu olduğu kanısındayız.

Değerli arkadaşlarım, konuşmamın, bu açıklamalarım, bu görüşler ışığında değerlendirilmesini bilhassa rica ediyorum sizlerden.

Yukarıda verdiğim bilgiler ışığında değerlendirmemiz, tabiatıyla, F-35’lerin Türk Hava Kuvvetlerine kazandırılmasının, Türkiye'nin caydırıcı gücüne ciddi bir katkı yapacağı yolundadır.

Ancak değerli arkadaşlarım, Türkiye, bu uçakları etkin bir şekilde kullanımda çok ciddi bir sorunla karşı karşıya bulunuyor. Sorun, Amerika’nın uçaklara ilişkin yazılım kodlarını Türkiye’ye vermemesinden kaynaklanıyor. Sorunu açık olarak ortaya koyabilmek açısından yazılım kodlarının ne olduğu hususunda çok kısa bilgi arz edeyim sizlere.

Değerli arkadaşlarım, savaş uçaklarını düşmanın radarlarına ve silahlarına karşı koruyan sistem, bu uçakların sahip oldukları elektronik karşı önlem sistemleri veya elektronik harp sistemleridir. Yazılım kodları da bu sistemlerin en önemli bir parçasını, tabiri caizse, beynini ve reflekslerini oluşturuyor. Uygun yazılım kodlarıyla donatılmadan, bir savaş uçağının düşman füzelerini zamanında teşhis etmesi ve buna karşı anında önlem alması mümkün değildir.

Bu konuda size somut bir örnek vereceğim. Bu, İngiltere’nin Falkland Savaşı’nda karşılaştığı durumdur. Falkland Savaşı’nın başında Arjantin tarafı füzeleriyle İngiliz uçaklarını peş peşe düşürüyordu. Savaş boyunca İngilizler otuz dört uçak kaybettiler. İngilizlerin uçak zayiatının nedeni şuydu: İngiliz avcı uçaklarının radar ikaz almaçları sadece Sovyet bloku ülkelerinin füzelerini düşman olarak algılıyordu. İngiliz uçaklarının yazılım kodları da buna göre ayarlanmıştı. Arjantinlilerin elinde ise Batı’da imal edilmiş füzeler vardı. İngiliz uçaklarının elektronik harp sistemleri, yazılım kodları nedeniyle, Arjantin füzelerini dost olarak teşhis ediyor ve bundan dolayı tedbir alamıyor ve vurulup düşüyorlardı peş peşe.

Sayın milletvekilleri, şu hususu zihninize silinmeyecek şekilde nakşediniz: Falkland Savaşı başında İngiliz uçaklarının uçan birer tabuttan başka bir şey olmaması, bu uçakların misyonlarına uygun yazılım kodlarıyla donatılmamış olmalarından ileri gelmiştir. Misyonlarına uygun yazılım kodlarıyla donatılmamış olan en modern, en yüksek performanslı uçaklar dahi ses süratinin üstünde uçan birer soba borusundan başka bir şey değildir.

İşte değerli arkadaşlarım, sözünü ettiğim bu yazılım kodları nedeniyle Türkiye, NATO müttefiki Amerika’yla dört kez çok ciddi sorunlar yaşamıştır. Dört kez Amerika Türkiye’ye yazılım kodlarını vermemiştir. Bu sorunlardan birincisi 1986’da F-16 uçaklarının tedarik programı sırasında ortaya çıkmıştır. Amerika standart yazılımın değiştirilmesine karşı çıkmış ve Türkiye'nin bu uçakların dost-düşman tanıma sisteminde değişiklik yapmasını engellemiştir. Oysa Türkiye'nin ulusal çıkarları bu değişimi mutlak suretle gerektiriyordu. Zira, Ege’de siyasi gerilimin şiddetli olduğu dönemlerde Türk uçakları sürekli olarak Yunan uçaklarını dost uçak olarak algılıyor ve bu durum da ciddi risklere yol açıyordu.

Değerli arkadaşlarım, ben görevlerim nedeniyle bu sorunu yakından izlemek imkânına sahip oldum. Türk tarafı hep Amerika’nın bu politikasının bir süre sonra değişeceği hayaliyle yaşadı. Fakat, 1986’dan bu yana yirmi iki yıl geçmiş olmasına rağmen Amerika politikası değişmedi ve Türkiye de bu sorunu halledemedi.

Şimdi teknolojik ömürleri –bakın altını çiziyorum- teknolojik ömürleri kısalmaya başlayan üçüncü nesil F-16’lara Mikes firması tarafından BAE Systems North America lisansı ile Türkiye’nin operasyonel ihtiyaçlarına göre üretilen ve “millî sistem” denilen Spews II Plus elektronik harp sistemini monte etmek umutları doğmuştur. Ama dikkat ediniz, bu umut hangi uçaklar için doğuyor? Üçüncü nesil kategorisindeki F-16’lar için.

Şimdi ikinci olarak saldırı helikopterleri ihalesinde de aynı sorunla karşılaştık. Amerika şirketi Bell Textron, helikopterlerin görev bilgisayarının yazılımının ortaklaşa yapılmasına yanaşmadı. Bunun üzerine Türkiye Bell helikopterlerinin alınmasından vazgeçti.

Bu alandaki üçüncü sorun, Türkiye’nin Barış Kartalı Projesi olarak tanımlanan proje uyarınca Amerikan Boeing şirketinden aldığı dört havadan erken uyarı ve kontrol uçağı dolayısıyla çıkmıştır. Bu uçaklara “AWACS” deniliyor bildiğiniz gibi. Bu uçakların görevi yirmi dört saat havada uçarak 320 kilometre çevredeki uçak ve gemileri izlemek, bunların dost mu düşman mı olduklarını saptamak, bunları yerdeki harekât merkezlerine ve aynı zamanda görev yapacak olan uçaklara bildirmektir. Çok pahalı olmaları nedeniyle her devlet bu uçakları satın alamıyor, değerli arkadaşlarım. Onun için dünyada sadece 66 tane AWACS vardır. Türkiye de bu özel uçaklar için Boeing’e sipariş vermiş ve dört uçak için 1,5 milyar dolar ödemeyi kabul etmiştir. 1,5 milyar dolar… Ulusal çıkarlarımız gerektiriyorsa ve etkin bir şekilde kullanacaksak helal olsun. Ancak, Pentagon, AWACS’ın tehdidi belirleyecek olan radar cihazının görevini tam anlamıyla yapmasına imkân verecek bilgisayar işlem sistemini ve yazılım kodlarını Türkiye’ye verdirtmiyor. Uçaklar da gerekli yazılımla donatılmayınca görevlerini eksiksiz yapacak duruma getirilememişlerdir. Bu ve diğer bazı nedenlerle, Türkiye, satın almış olduğu bu uçakları bugüne kadar operasyonel hâle getirememiştir değerli arkadaşlarım.

Son olarak, kısa süre önce Amerika’dan aldığımız 30 adet F-16 Block 50 uçağının tedarikinde de ciddi sorunlarla karşılaştık. Lockheed Martin Firması bu uçakları Türkiye’ye standart elektronik harp sistemiyle teslim etti, kaynak kodlarını vermedi. Bu kodlar değiştirilemedi ama bu uçaklar satın alınmış oldu.

Değerli arkadaşlarım, bu ifadelerimin gerçekleri bire bir yansıttığı hususunda iddialıyım. Söylediklerimde herhangi bir teknik hata veya eksiklik varsa, Sayın Savunma Bakanımızdan gerekli düzeltmeyi derhal, burada, bu kürsüden yapmalarını istirham ediyorum.

Konuşmamın bu noktaya kadar olan kısmında, Türkiye’nin Amerika’dan tedarik ettiği uçakların yazılım kodlarını sağlamak hususunda karşılaştığı sorunları izah ettim ve bu sorunların maalesef aşılamadığını da vurguladım. Şimdi, aynı sorunlarla, değerli arkadaşlarım, Ortak Taarruz Uçağı Projesi bağlamında, yani F-35 uçaklarının tedariki nedeniyle karşılaşmış bulunuyoruz. Lockheed Martin firması uçağın beyni olan yazılım kodlarını vermiyor. Tabii, bu konuda esas yetkili Pentagon, Lockheed Martin firması da talimatını Pentagondan alıyor.

Bu konu, değerli arkadaşlarım, bundan bir ay önce Dışişleri Komisyonunda gündeme geldi. Orada, değerli arkadaşım Onur Öymen Bakanımıza şu suali sordu, dedi ki: “Acaba yazılım kodlarını elde edebildiniz mi?” Sayın Bakanın cevabı “Hayır, elimizden geleni yapıyoruz, almaya çalışacağız.” şeklinde oldu. Sayın Bakan iki sene önce de yine, bir gazeteye vermiş olduğu beyanatında aynı şeyleri söylemişti.

Şimdi, değerli arkadaşlarım, şu hususu tekrar belirtiyorum: Görev misyonuna -bakınız, görev misyonuna- uygun yazılım kodları olmayan bir savaş uçağı, uçan bir soba borusundan farksızdır. Aynen Falkland’a düşen İngiliz uçakları gibi. Şimdi, tabiatıyla, bu durumda nasıl oluyor da Savunma Bakanlığımız gerekli yazılım kodlarıyla donatılacağı garantisini sağlamadan, yaklaşık 11 milyar doları gözden çıkararak F-35 Projesi’ne katılıyor? Bu soruyu sormak hakkımız değerli arkadaşlarım.

Şimdi, bakınız… Denilebilir ki: “Bunlar hava kuvvetlerinin envanterine muhakkak kazandırılması gereken yüksek kabiliyetli uçaklar.” Denilebilir ki: “Ortak üretim projesine baştan iştirak edilmediği takdirde bu uçakları satın alma fırsatı kaçırılacaktı.” Denilebilir ki: “Yazılım kodları sorununu ileride hallederiz diye düşündük ve hesaplı bir riski göze aldık.” Ancak değerli arkadaşlarım, bu konuda bu tür bir akıl yürütme imkânı yok. Çünkü izah ettiğim gibi F-16, Bell-Tekstron, AWACS ve nihayet F-16 Blok 50 deneyimlerinin düş kırıcı sonuçları hâlâ zihnimizde tazeliklerini muhafaza ediyor. Evet, bunlar olmasa belki bu projeye hesaplı bir riski göze alarak girdik diyebilirdik fakat saydığım bu dört olayda da Amerika’nın Türkiye’ye yaptığı muamele ortadayken hâlâ bu olaylardan hiçbir ders almamakta ısrar etmemiz ve aynı hatayı beşinci defa tekrarlamamız basiretli ve akılcı bir yaklaşım mı, bunu sizlerin takdirine arz ediyorum.

Şimdi, eminim Savunma Bakanımız bu kürsüye gelerek Amerika’nın diğer ortaklara da aynı şekilde muamele ettiğini söyleyecektir. Değerli arkadaşlarım, bu geçerli bir mazeret değildir. Çünkü bu işlerin nasıl yürütüldüğünü ben uzun tecrübem nedeniyle çok iyi biliyorum. Böyle durumlarda her bir ortakla ayrı, gizli mutabakatlar yapılır ve bu gelişmeden Türkiye’nin ruhu bile haberdar olmaz ve hiçbir namuslu insan da gelip bu kürsüden bunun böyle olmadığını söyleyemez değerli arkadaşlarım.

Şimdi, F-35 Projesi’ne tekrar dönüyorum. Görüleceği üzere değerli arkadaşlarım, bu konuda Türkiye için, en isabetli yolu seçmek için bir hayli geç kalmış durumdayız. Sayın Savunma Bakanı işlerin bu raddeye gelmesine imkân vermeyecekti. İki yıl önce sorun ortaya çıktığı zaman -çünkü o zaman ortaya çıktı sorun- ağırlığını koyacak ve yazılım-donanımı hakkında garanti almadan ileriye bir adım daha atmayacaktı.

Şu anda Türkiye projeye fazla angaje olmuş ve hareket serbestîsini kaybetmiş durumda gözüküyor. Ancak Türkiye kendi stratejik misyonlarına uygun hâle getirmek için yazılım kodlarını alamayacaksa ve bunun bir sonucu olarak elektronik harp sistemi ve uçak teknolojisinin kendisine sağladığı diğer donanımdan yeterli düzeyde yararlanamayacaksa, o zaman, her şeye rağmen durumu yeniden değerlendirmekte yarar vardır.

Bu durumda, bu yasa tasarısı hakkında Cumhuriyet Halk Partisi olarak biz durumumuzu açıklamadan önce Sayın Bakanımızın, Sayın Savunma Bakanımızın kürsüye gelerek şu iki soruyu çok açık bir şekilde yanıtlamasını rica ediyoruz:

1) Türkiye F-35 uçaklarının etkin bir şekilde kullanımı için, kendi operasyonel ihtiyaçlarına uydurmak amacıyla yazılım kodlarını elde edebilecek midir? Sayın Bakan, bu hususu, Hükûmet ve kendi adına garanti ediyor mu?

2) Türkiye operasyonel ihtiyaçlarını karşılayacak yazılım kodlarını elde edemeyecekse o zaman F-35 uçaklarının millî stratejik misyonların gerçekleştirilmesinde etkinliği ne olacaktır?

Evet, biz, Sayın Bakandan bu iki soruya net ve kesin yanıtlar bekliyoruz. Vereceği yanıtlara göre de oyumuzu belirleyeceğiz.

Teşekkür ediyorum. (CHP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – Teşekkür ederim Sayın Elekdağ.

Gruplar adına üçüncü söz Adalet ve Kalkınma Partisi Grubu adına Çankırı Milletvekili Sayın Nurettin Akman’da.

Buyurun Sayın Akman. (AK Parti sıralarından alkışlar)

AK PARTİ GRUBU ADINA NURETTİN AKMAN (Çankırı) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; 133 sıra sayılı Müşterek Taarruz Uçağının Üretimi, Desteklenmesi ve Sürekli İyileştirilmesine İlişkin Mutabakat Muhtırası ve Buna Dair Yönetim Esasları Dokümanının Onaylanmasının Uygun Bulunduğu Hakkında Kanun Tasarısı’yla ilgili olarak Adalet ve Kalkınma Parti Grubumuz adına görüşlerimi açıklamak üzere söz almış bulunuyorum. Yüce heyetinizi saygıyla selamlıyorum.

Dün gece saat ikilere kadar bu yüce Meclis, ülkemize dokuz il, iki vakıf üniversitesi kazandırma noktasında mesai yaptı ve inşallah, temenni ediyorum bu yasa, bu yasadan sonra kanunlaşacak. Bu anlamda çok güzel icraatlar yapılıyor.

Türk Silahlı Kuvvetlerimizi bölgesinde ve dünyada güçlü kılacak, âdeta dosta güven, düşmana korku salacak bir proje Müşterek Taarruz Uçağı, diğer adıyla F-35 Projesi. Gerek mali boyutu gerekse teknolojisi bakımından Türkiye’nin gelmiş geçmiş en büyük ve en önemli askerî projesi. Bu projeyle Türkiye’nin F-16 uçaklarından sonraki ana muharebe uçağı ihtiyacının karşılanması öngörülmektedir. Bilindiği gibi F-16 uçakları, 1984-1998 yılları arasında Türk Silahlı Kuvvetleri envanterine girmiş, her ne kadar ciddi bir modernizasyon programına tabi tutulacak olsalar da bu uçakların kullanım ömürleri dolmakta ve teknolojileri eskimektedir. Bir diğer adıyla yeni nesil savaş uçağı projesinin Türkiye’ye maliyeti yaklaşık olarak 10,7 yani 11 milyar dolar civarında olacaktır. Bu uçaklar dünyanın en ileri teknolojisine sahip uçaklar olarak tasarlanmaktadır. Radarlara karşı görünmezlik özelliğine sahip olup bu özellik en önemli vasfını teşkil etmektedir. İngiltere, İtalya, Avrupa’nın ortak savaş uçağı olarak nitelendirebileceğimiz Eurofighter Programı’na dahil iki büyük ülke olmalarına rağmen, Eurofighter’a ilaveten, Amerika Birleşik Devletlerinin öncülüğünde başlatılan bu programa, yani Müşterek Taarruz Uçağı Programı’na birinci seviyede katılım sağlamışlardır. Çünkü F-35 uçakları geleceğin savaş uçaklarıdır. Bu uçaklar ile ülkemiz Silahlı Kuvvetlerinin, hareket etkinliğini ve caydırıcılığını önemli ölüde artıracağı da muhakkaktır.

Bu uçakların özelliklerini şöyle sıralayabiliriz: İnsan tarafından kullanılan en son savaş uçağı olarak tanımlanmaktadır. Sahip olduğu uzun erimli radarı, hassas algılayıcıları, etkin elektronik harp sistemi, radarlara düşük görünürlük özelliğiyle üstün bir havadan-havaya, havadan-yere hareket kabiliyeti sağlayan gelişmiş teknolojik bir platformdur. Uçak, hareket hâlindeyken taktik bilgileri elde edebiliyor, çözümleyebiliyor ve amaca yönelik olarak kullanabiliyor. Önümüzdeki kırk yıl boyunca göklere hâkim olması düşünülen F-35 savaş uçakları, radarlara yakalanmayan gövdeleri, manevra yetenekleri ve hedefi affetmeyen donanımlarıyla tam bir teknoloji harikası olarak vasıflandırılmaktadır.

Bu uçakların üç modeli olacaktır: Klasik kalkış ve iniş modeli, uçak gemisi modeli, kısa kalkış ve dikine iniş modelidir.

Müşterek taarruz uçağı projesine Türkiye’yle birlikte toplam dokuz ülke katılmıştır. Bu ülkeler, Amerika Birleşik Devletleri, Kanada, Avustralya, İngiltere, İtalya, Hollanda, Norveç ve Danimarka’dır. Singapur, İsrail ve İspanya projeye ilgi duyan diğer ülkelerdir.

Bütçesi yaklaşık 250-300 milyar dolar olarak tasarlanmaktadır. Projede üç farklı konfigürasyonda yaklaşık 3 bin adet uçak üretilmesi öngörülmektedir. Türkiye’nin 100 adet uçakla katılacağı programda 16 adet de ilave opsiyon söz konusudur. Bir uçağın maliyeti tahminen 70-75 milyon dolardır.

Proje üç ana fazdan oluşmaktadır: Sistem geliştirme ve gösterim fazı, düşük yoğunluklu üretim fazı, seri üretim fazıdır.

Ülkemiz projeye 1999 yılında imzaladığı 6 milyon dolarlık bir mutabakat muhtırasıyla dâhil olmuş, daha sonra 175 milyon dolarla projenin birinci fazına yani tasarım aşamasına 2002 yılında üçüncü seviyeden resmen katılmıştır. Bugün burada onaylayacağımız mutabakat muhtırası, mali sözleşme ve ekleri ise Türkiye’nin projenin yaklaşık 800 milyon dolarlık kısmına yani ikinci fazına katılımına ilişkindir.

Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; ülkemizin alacağı uçakların siparişleri 2010 yılından sonra verilecek ve uçaklar 2014 yılından itibaren Hava Kuvvetleri Komutanlığımızın envanterine girmeye başlayacaktır. Projede ilk teslimat 2009 yılı sonlarında Amerika Birleşik Devletleri Hava Kuvvetlerine yapılacak olup 2020’li yıllara kadar dokuz ülke için toplam üç binden fazla uçak üretilmesi planlanmaktadır. Ortaklık dışındaki müşteri ülkelere satışlarla birlikte bu rakamın beş bine ulaşabileceği tahmin edilmektedir.

Uçaklarla alakalı, bilhassa yazılım kaynak kodlarına vâkıf olunup olunmayacağı konusunda ve bazı hususlarda tereddüt bulunmaktadır. Ben bu konuları şöyle izah etmek istiyorum:

Evet, yazılım kaynak kodlarına vâkıf olunup olunmayacağı: Bu uçak görev teçhizatı, silah, mühimmat gibi yeni bir sistem veya millî bir yeteneğin kazandırılabilmesi için uçağın beyni durumundaki merkezî görev bilgisayarında çalışan, yazılıma ve bu yazılama ait kaynak kodlarına gereksinim duyulmaktadır. Adı geçen merkezî görev bilgisayar yazılımı ve kaynak kodları şu an –Türkiye de dâhil- hiçbir ülkeye açılmamaktadır. Ancak Amerika Birleşik Devletleriyle bu konuda yapılan görüşmelerde ve resmî belgelerde, Türkiye’nin, uçağın yazılım kaynak kodlarına sahip olmak istediği açık olarak belirtilmiştir. Bu ihtiyacımızın karşılanması için pazarlıklar hâlen devam etmektedir. Özellikle kesin uçak siparişlerini vereceğimiz 2010 yılına kadar bu talep gündemde tutulacaktır.

Amerika Birleşik Devletleri’yle yapılan görüşmeler sonucunda yazılım kaynak kodlarına sahip oluncaya kadar harekat etkinliğinin olumsuz etkilenmesini olabildiğince önlemek üzere millî yeteneklerin uçağın Lockheed Martin firmasınca entegrasyonunu garanti altına almıştır.

Silah sistemlerinin tedariki ne şekilde olacaktır? Müşterek taarruz uçağı hâlen mevcut ve gelecekte geliştirilecek silah ve mühimmatı kullanabilecek şekilde tasarlanmaktadır. Proje kapsamında yeni bir silah veya mühimmat geliştirilmesi söz konusu değildir. Hâlen Hava Kuvvetleri Komutanlığı tarafından diğer platformlarda kullanılan ve gelecekte kullanılabilecek silah ve mühimmatların F-35 uçakları tarafından da atılabilmesi mümkün olacaktır.

Şu an için Hava Kuvvetlerimiz tarafından F-35 uçağında kullanımı planlanan silah ve mühimmatla ilgili Amerika Birleşik Devletleri tarafından getirilen herhangi bir kısıtlama bulunmamaktadır.

Diğer taraftan, yerli sanayi kuruluşları tarafından özgün olarak geliştirilmekte olan bazı silah ve mühimmatların da F-35 uçakları tarafından kullanılabilmesi için gerekli tasarım değişikliği ve entegrasyon faaliyetleri Savunma Sanayi Müsteşarlığımız koordinasyonunca başlatılmıştır. Bu amaçla Amerika Birleşik Devletleri Hükûmeti ve Lockheed Martin firması nezdinde girişimlerde bulunulmaktadır.

F-35 uçaklarının lojistiğinin pahalı olduğu ifade edilmiştir. Müşterek Taarruz Uçağı Projesi’nde, tüm dünya üzerinde uçacak olan F-35 uçaklarının lojistik desteği Lockheed Martin firması tarafından kullanılmakta olan küresel destek sistemi çerçevesinde tek kanaldan yürütülecektir. Bu sistem F-35 sahibi ülkelerdeki lojistik yeteneklerin en maliyet etkin olanlarından bir ikmal zinciri vasıtasıyla faydalanılmasını öngörmektedir. Amaç, kaynakların en verimli şekilde kullanılması sayesinde idame, işletme maliyetlerini düşürmektir.

Küresel destek sisteminin Amerikan firması tarafından kontrol ediliyor olmasının getirdiği riskler Savunma Sanayii Müsteşarlığımız ve Hava Kuvvetleri Komutanlığı tarafından incelenmiş ve gerekli önlemlerin alınmasına yönelik çalışmalar başlatılmıştır. Alınacak önlemlerden birisi, Hava Kuvvetlerimizin olası bir operasyon veya kriz durumunda uçakların işletme ve idamesini belli bir süre boyunca, küresel destek sistemine bağlı olmadan, kendi kendine yapabilmesine olanak sağlayacak miktarda savaş yeteneklerinin alınması ve üslerde hazır bulundurulması olacaktır.

Buna ilave olarak, Savunma Sanayii Müsteşarlığı tarafından Türkiye’deki sivil ve askerî kuruluşların F-35 lojistik destek faaliyetlerine dâhil olmasına yönelik bir strateji oluşturulmaktadır. Bunlardan birincisi, Türkiye’deki savunma sanayisi ve askerî tesislerin sahibi olduğu yeteneklerin en az yatırımla küresel destek sistemine dâhil olmasının ve sadece kendi uçaklarımıza değil, diğer F-35 kullanıcısı ülkelere de maliyet etkin çözümler üretebilecek şekilde bakım, onarım hizmeti vermesinin sağlanmasıdır. Bu sayede, bu alanlarda Amerika Birleşik Devletleri ve diğer ülkelere karşılıklı bağımlılık yaratılacak ve risk azaltılacaktır.

Stratejinin ikinci hedefi ise: Stratejik veya teknolojik açıdan kritik görülen bazı yeteneklerin, ilave yatırımlar yapılmak pahasına, Türkiye’ye kazandırılmasıdır.

Yerli sanayiyle alakalı birazdan arz edeceğim.

İkili iş birliği noktasında, Türkiye gerek hâlihazır sahip olduğu askerî yetenek ve sanayi altyapısı gerekse tedarik etmeyi planladığı F-35 sayısı bakımından müşterek taarruz uçağı projesi için bölgede önemli bir oyuncu konumundadır. Bu potansiyeliyle, bir taraftan karşılıklı askerî ve ekonomik kazanımlara dönüştürmek, diğer taraftan da projede Amerika Birleşik Devletleri’yle ilişkileri dengeleyerek bir pazarlık gücü elde edebilmek amacıyla Avrupa’daki diğer F-35 kullanıcısı ülkelerle ikili ve çok taraflı iş birliğine yönelik çalışmalara önem verilmektedir. Bu doğrultuda, İtalya, Hollanda ve Norveç’in de içinde yer aldığı Avrupa Bölgesel İşbirliği girişimi başlatılmıştır. Bu girişim, adı geçen ülkelerin sanayilerinin bölgede konuşlanacak uçakların lojistik olarak desteklenmesinde iş birliği yapılmasını öngörmektedir.

Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; Savunma Sanayii İcra Komitesince, Türk firmalarının projeden daha fazla iş alabilmelerine imkân sağlamak amacıyla toplam 325 milyon dolarlık, uzun vadeli, faizsiz bir kredi mekanizması oluşturulmuştur ve bugüne kadar bu kredinin yaklaşık 70 milyon doları firmalarımız tarafından kullanılmıştır. Türk firmalarının gelecek on beş-yirmi yıllık bir zaman dilimi içinde, günü fiyatlarıyla bu projeden yaklaşık olarak 5,5 milyar dolar civarında iş payı alması öngörülmektedir. Bu, ilk bakışta iyi bir rakam olarak görülse de bunun içindeki yüzde 50’yi aşan malzeme bedeli ağırlıklı yük dışı kısmı çıkardığımızda net rakam 2,5 milyar dolara düşmektedir. Bu işi yapmak için de TAI bünyesinde yaklaşık olarak 150 milyon dolarlık bir ilave yatırıma ihtiyaç duyulmaktadır. Diğer taraftan, Savunma Sanayii İcra Komitesinin toplam 325 milyon dolarlık çok uzun vadeli, faizsiz kredi desteği konusunda, Millî Savunma Bakanımızın Amerika Birleşik Devletleri eski Millî Savunma Bakanı Mr. Rumsfeld’le görüşerek bu projeden iş payı alınması yönündeki gayretlerini takdirle karşıladığımı belirtmek istiyorum.

Devletimizin maddi ve manevi büyük desteğini alan, medarıiftiharımız TAI ve ASELSAN gibi büyük firmalarımızın bu projeden iş payı alınması noktasında yeterli gayreti göstermelerini bekliyoruz. Ancak kırk-elli yıl gibi bir zaman dilimi içerisinde ortaya çıkan böylesi bir fırsatı büyük şirketlerimizin mutlaka, çok iyi bir şekilde değerlendirmeleri gerekir.

Sayın Başkan, değerli milletvekillerim; bu vesileyle Türk savunma sanayisi ile ilgili olarak düşüncelerimi ve temennilerimi de ifade etmek istiyorum. 2003 yılından bugüne, son beş yılda aldığımız tedbirlerle ve akıllıca kurulan proje modelleriyle artık kendi tasarımlarını yapan bir savunma sanayimiz bulunmaktadır. Cumhuriyet tarihimizde ilk defa tankımızı, savaş gemimizi, insansız uçağımızı, elektronik harp sistemlerimizi kendi firmalarımız tasarlıyor, üretimlerini kendi firmalarımız gerçekleştiriyor ve gerçekleştirecek. Savunma sanayimizin cirosu ilk defa 2 milyar doları, ihracatı ise yine ilk defa 400 milyon doları geçmiş bulunmaktadır. Bu noktaya gelinmesinde emeği geçen Türk Silahlı Kuvvetleri ve Millî Savunma Bakanlığı personelimizi tebrik ediyorum. Bu vesileyle, özel sektör firmalarının savunma sanayisinde daha fazla iş almalarına yönelik yeni tedbirler alınmasını temenni ediyorum.

Makina ve Kimya Endüstrisi Kurumunun ve fabrikalarının hukuki statüsünün yeniden düzenlenmesine yönelik çalışmaların en kısa zamanda tamamlanmasını diliyorum.

Seçim bölgem olan Çankırı’da 1977 yılında başlayıp 1986 yılında bitirilen, çok büyük emek ve mali kaynak kullanımıyla üretime açılan Makina ve Kimya Endüstrisi Çankırı Silah Fabrikası (ÇAN-SAN) altı yedi yıl öncesi âdeta kapanma noktasına gelmişti. Bütün gayretlerle yerli üretim gerçekleştirmek suretiyle -yine Değerli Bakanımıza şükranlarımı sunuyorum- geçtiğimiz günlerde de 50 teknik personelle takviye edilmek suretiyle bugün 400 işçinin çalıştığı bir fabrika hâline gelmiş, yüzde 50 kapasiteyle ayakta durmaya çalışmaktadır. Diliyor ve arzu ediyoruz ki yapılacak mevzuat değişikliği sonucu Çankırı’daki Silah Fabrikasının ve Makina ve Kimya Endüstrisinin diğer fabrikalarının da bu tür iş alımlarından istifade ettirilmesi suretiyle ve bu fabrikaların kapasitesinin yüzde 100’e çıkarılması suretiyle, örneğin Çankırı’mız da bu anlamda istifade edecek, iş hayatı çok önemli ölçüde etkilenmiş olacaktır.

Hiç şüphesiz, güçlü bir savunma sanayisinin altyapısı önemli bir millî güç unsurudur. Güçlü bir savunma sanayisi modern askeri teçhizat demektir. Modern askeri teçhizat da güçlü ordu demektir. Türkiye’de ileri teknolojiyi haiz bir savunma sanayisi altyapısıyla birlikte, modern askeri teçhizatla donatılmış güçlü bir ordu oluşturulması yönündeki emek ve gayretleriyle, başarılı çalışmalarından dolayı başta Sayın Başbakanımız, Millî Savunma Bakanımız, Hükûmetimiz, Genelkurmayımız, Genelkurmay Başkanımız ve Hava Kuvvetleri Komutanımız olmak üzere emeği geçen herkesi tebrik ediyor, şükranlarımı sunuyorum.

Katkılarınızdan dolayı da sizlere teşekkür ediyor, bu projenin ülkemize, milletimize, silahlı kuvvetlerimize ve hava kuvvetlerimize hayırlı olmasını temenni ediyor, hepinizi saygıyla selamlıyorum. (AK Parti sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – Teşekkür ederim Sayın Akman.

Gruplar adına üçüncü söz Demokratik Toplum Partisi Grubu adına İstanbul Milletvekili Sayın Sebahat Tuncel’e aittir.

Buyurun Sayın Tuncel. (DTP sıralarından alkışlar)

DTP GRUBU ADINA SEBAHAT TUNCEL (İstanbul) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; 133 sıra sayılı Müşterek Taarruz Uçağının Üretimi, Desteklenmesi ve Sürekli İyileştirilmesine İlişkin Mutabakat Muhtırası ve Buna Dair Mali Yönetim Esasları Dokümanının Onaylanmasının Uygun Bulunduğu Hakkında Kanun Tasarısı üzerine görüş belirtmek üzere, Demokratik Toplum Partisi Grubu adına söz almış bulunuyorum. Hepinizi saygıyla selamlıyorum.

Neoliberal politikaların dünya çapında uygulanması, emekçi sınıfların ve genel olarak hem gelişmekte olan hem de gelişmiş ülkelerdeki halkların durumunu kötüleştirmektedir. Kapitalist yeniden yapılanmanın ve neoliberal politikaların desteklenmesinin açığa çıkardığı durum, esnek istihdamın yaygınlaştırılıp toplu sözleşmelerin feshi, özelleştirmeler, yoksulluk, işsizlik, açlık ve sefaletin artmasının nedeni olmaktadır. Kapitalizm, günümüzde toplumsal sorunların çözümünü geliştirmekten çok uzaktır. Aksine, çatışma ve çelişkilerin derinleşmesinin temel nedeni olarak karşımızda durmaktadır. Bu nedenle, çağımızda toplumsal problemler ve gerginlikler artmakta, hoşnutsuzluklar büyümektedir. Sorunların kaynağında, çağımızın gereği olan ekonomik, sosyal ve siyasal hakları birlikte içeren bir demokrasi algısı ve evrensel insan haklarının, yerleşik hâle getirmek yerine, devletler arası ilişkilerin giderek militarize olan yapısına tabi kılınması yatmaktadır.

Küresel ölçekte yaşanan ve dünya halklarını tehdit eden açlık, yoksulluk ve işsizlik gibi sorunların kaynağında, temel olarak ciddi biçimde yükselen askerî harcamalar yatmaktadır. Askerî bütçelerde kısıtlamalara gidilerek kaynakların sosyal güvenlik, eğitim ve insanca yaşam standartlarının sağlanmasına ayrılmaması da bu sorunları derinleştirmektedir. 21’inci yüzyılda dünya halkları, askerî tehditler ve savaşlardan uzak, Birleşmiş Milletler sözleşmesinin öngördüğü ilkelere dayanan bir barış ve adalet düzeni içinde yaşamak yerine emperyal politikaların giderek saldırganlaşmasıyla karşı karşıyadır. “Uluslararası müdahale” adı altında dünyanın birçok yerinde uluslararası hukuk ve Birleşmiş Milletler sözleşmesi ihlal edilmektedir. Yine “güvenlik stratejileri” adı altında son dönemde Avrupa ve Kuzey Amerika halklarının demokratik hak ve özgürlükleri kısıtlanmakta, baskı devleti uygulamaları demokratik hak ve özgürlüklere yönelmektedir. Halklar çeşitli müdahalelerle militaristleştirilmekte, birbirine âdeta düşman hâle getirilmektedir. Burada ilginç olan nokta, tüm bu uygulamaların istikrar ve “dünya barışının korunması” söylemi altında gerçekleştirilmesidir.

Değerli arkadaşlar, burada dünya halklarına ne barış ne de özgürlük çıkar. Silahların barış ve kardeşliği getirdiği, dünyanın neresinde görülmüştür? Caydırıcılık doktrini ve silahlı güç tehdidinin ise karşılıklı güvensizliğe dayalı bir detant yarattığı bilinse de bu dönem sürdürülebilir olmamıştır. Oysaki çatışmanın, savaşın olduğu yerde kara paranın, silah ticaretinin de olduğunu, bütün çatışmalarda kazançlı çıkanların uluslar üstü şirketler ve onların güvencesi ülkeler olduğunu biliyoruz. Kaybedenler ise Somali’de açlık ve salgın hastalık yüzünden ölen yüz binler, Yugoslavya’da bombalanan hastaneler ve göç konvoylarında can veren insanlar, tank ateşi altında yaşamını yitiren henüz on beşinde Filistinli gençler yani yoksul ve ezilen halklar olmuştur. Her ölen insandan, her atılan kurşundan ve gaz bombasından dünya halkları değil, dev silah şirketleri ve onların aracıları kârlı çıkmıştır.

Gündemimizde bulunan kanun tasarısının gerekçesinde, Türkiye’nin 2010’lu yıllardan itibaren teknolojik ve ekonomik ömürleri dolacak olan envanterdeki F-4 ve F-16 Block 30 uçaklarının yerini almak üzere vurucu gücü ve kuvvet korunumu yüksek yeni nesil bir savaş uçağının tedarik edilmesine ihtiyaç duyulduğu belirtilmektedir.

Bilindiği üzere, JSF olarak da anılan müşterek taarruz uçağının üretimi 250 milyarlık bütçesiyle dünyanın en büyük savunma sanayisi projesi olarak önümüzde durmakta ve ülkemizde projenin tasarım ve gelişim maliyeti kapsamında şimdiye kadar 175 milyon dolarlık harcama yapılmış bulunmaktadır. Söz konusu proje çerçevesinde her birinin maliyeti tahminen 70-75 milyon dolar olmak üzere yüz adet savaş uçağı alınacağı ifade edilmektedir.

Bir önceki hükûmet döneminde projeye katılımın yararları anlatırken şöyle belirtilmiştir: Önümüzdeki elli yıl boyunca güvenlik ve savunma politikalarına yön vermeye ve buna bağlı olarak dünyadaki askerî stratejileri şekillendirmeye aday gelişmiş ülkelerden oluşan bir ortaklığın tam üyesi olmak, alınacak kararlarda Türkiye’ye de söz hakkı sağlayacaktır.

Bahsi geçen ortaklık uygulamalarının Irak, Afganistan, Filistin gibi coğrafyalarda görüldüğü düşünüldüğünde, bu anlaşmaya imza konulmasının ülkemizi nereye doğru götüreceği daha açık görülmektedir. Bu konuda dikkat çekici bir nokta ise ABD’nin satacağı uçaklarda yazılım değiştirme hakkı vermemesi ve uçakların tüm fonksiyonlarının çok gelişkin ve sadece Amerika Birleşik Devletleri tarafından programlanan bir yazılım tarafından denetlenecek olmasıdır. Bu uçakların sadece NATO amaçları için kullanılabilmesini dayatacaktır. Bu amaçların değişik ülkelerin halkları arasında kardeşlik ve barış duygularını tesis etme ve sürdürmeye yönelik bir işlev görmediğini ise tarih bize kanıtlamıştır.

Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; Dünya Politika Kurumu Silah Ticareti Kaynak Merkezinde üst düzey araştırma görevlisi olan Frida Berrigan, makalesinde silah şirketlerini uyuşturucu satıcılarına benzetmekte ve aynı uyuşturucu satıcıları gibi silah şirketlerinin de önce ihtiyacı yarattığını ve daha sonra da kendi yarattığı ihtiyacı karşıladığını belirtmektedir.

Bu proje de ABD silah sanayisinin pazarlama başarısı olarak okunmak durumundadır. Aslında hiç de ihtiyaç duyulmayan bu silahların satın alınması, emperyal Amerikan projesine katılmanın yollarından biri anlamına gelmektedir.

Amerikan Kongresi tarafından 2006 yılı içinde yapılan bir araştırmaya göre Amerika Birleşik Devletleri gelişmekte olan ülkeleri silaha boğan bir numaralı ülke konumundadır. Raporda Amerika’nın en belirgin politikalarından birinin, birinci sıradaki bu yerini korumak olduğu da belirtilmiştir. Rapora göre ABD 2006 yılında gelişmekte olan ülkelere -dünya silah ticaretinin yüzde 35,5’ine denk düşen- toplam 10,3 milyar dolarlık silah satışı yapmış bulunuyor.

Dikkat çekici bir diğer nokta da ABD’nin bu satışları Orta Doğu ve Afrika’da, demokrasi ve insan hakları konusundaki gelişmelerin büyük tartışma konusu olduğu ülkelere demokrasiyi yayma amacı altında yapıyor olmasıdır ve ne yazık ki bu silahlanma yarışında ülkemiz dünya genelinde ilk onda yer almaktadır.

Uçakların yapımını üstlenen silah şirketi ise yolsuzluk ve rüşvet skandalları ayyuka çıkmış bir şirket durumundadır. Bu durumun kamuoyunca bilinmesinde yarar olduğunu düşünmekteyiz. Türkiye'nin almayı taahhüt ettiği F-35 savaş uçakları da Amerikan Lockheed Martin firması tarafından üretilecektir. Bu şirketin daha önce çok sayıda yönetici ve bürokrata rüşvet verdiği ortaya çıkmış, NATO üyesi bütün ülkeler hatta Japonya bile bu rüşvet iddialarının içinde yer almıştır. Türkiye’de üst düzey bir askerî yetkilinin Lockheed Martin’den 23 milyon dolar rüşvet aldığı ortaya çıkmış, konuyla ilgili olarak Time dergisi “En Zengin General” manşetini atmıştır.

Değerli milletvekilleri, bilindiği üzere gelişmiş demokrasilerde silah alımları konusunda yasama organı bir denetim mekanizması olarak işlev görür. Silah alımları gündeme geldiğinde parlamentonun ilgili komisyonlarında hem maliyet hem de hangi tehdit algılanmasına dayanarak bu silahların alınacağı göz önünde tutularak uzun uzadıya tartışmalar yapılır. Yani parlamentonun iradesi ve kamuoyu baskısı alınacak karar üstünde başat etkide bulunur.

Projeye katkıda bulunan ülkelerde -örnek olması açısından- Hollanda ve İngiltere Parlamentolarında alımların gerekli olup olmadığı, gerekliyse neden gerekli olduğu ve projenin maliyeti konularında yoğun tartışmalar yaşanmıştır. Ancak bu konu bizim ülkemizde yeterince tartışılmamış ve kamuoyu da bilgilendirilmemiştir. Projenin maliyeti şimdiden 275 milyar doların üstüne yükselmiş durumda, ki bu miktar projenin ilk geliştirilmeye başladığı 2001 yılındaki rakamdan 75 milyar dolar daha yüksektir. Uçağın kullanıma girme tarihi de öngörülenin ilerisine atılmış durumda.

Bu gelişmeler nedeniyle birçok ülke parlamentosu projeden çekilmeyi tartışmıştır. Oysa ülkemizin de dâhil olduğu F-35 alımları projesi ilgili komisyonlarda prosedür gereği onay aldıktan sonra Meclisimizin, yine otomatikman onaylanması için, Genel Kuruluna sunulmuştur. Bu gelişmelerde Türkiye’de demokrasinin geri dönülmez biçimde yerleşiklik kazanmamış olmasının payı büyüktür.

Seçilmiş temsilcilerin yer aldığı yasama organının iradesinin belirleyici olduğu, kamuoyu baskısına tabi ve gönüllülük ilkelerine dayalı sosyal ve politik sorunların diyalog ve müzakere yoluyla çözümünü esas alan gelişkin bir demokrasi anlayışıyla gerek incelmiş gerekse kaba biçimleriyle militarist eğilimlerin tamamen çeliştiği bir gerçektir.

Ne yazık ki ülkemizde sosyal ve politik sorunların askeri güç kullanımıyla çözülebileceğine dair bakış açısı, siyasal kültürümüzden toplumsal yaşama kadar birçok alana sirayet etmiş, diyalog ve tartışma ortamını yok etmiş, toplumun vicdanını ve kardeşlik duygularını yaralamış, sosyal politikaların geliştirilmesi için harcanabilecek milyarlarca YTL’yi savaş uçaklarının yaptığı sortiler ve attıkları bombalar için harcamıştır ve harcamaya devam etmektedir.

Ülkemizin militarizasyonu kadar önemli bir sorunu da ülkemizdeki yabancı üslerin varlığıdır. Türkiye de dâhil olmak üzere Orta Doğu’daki yabancı üsterin varlığı bölgede yaşayan tüm halklar için bir tehdit kaynağıdır. Avrupa’da ABD ve NATO üsleri de Orta Doğu halkları için savaş anlamına gelmektedir. Bu üslerden bugün savaş ve yıkım çıkmaktadır. Bu üsler, bulundukları ülkelerde çevre felaketlerine, toplumların haklarının kısıtlanmasına neden olmakta ve bölgenin ekonomik olarak gelişmesini engellemektedir.

Türkiye kamuoyuna da yansımış olduğu üzere, ABD’de yayımlanan The Atomic Scientists dergisi 2005 yılında ABD’nin soğuk savaş sonrasında hâlâ Avrupa topraklarında bulundurduğu atom bombalarının dökümünü yayınlamıştır. Bu araştırmaya göre Almanya, Belçika, İtalya, Hollanda ve İngiltere’de 390 ve İncirlik Hava Üssü’nde 90 adet B-61 tipi atom bombası bulunmaktadır. Dergide ayrıca, İncirlik’teki bombaların 40’ının kullanımının ABD tarafından Türkiye’ye bırakıldığı yazılmıştır.

Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; Türkiye’de ve dünyada barış için mücadele edenler 1960’lardan beri bu bombaların varlığını duyurmaya ve imhalarını sağlamaya çalışmaktadırlar. Şimdi, artık, bombaların varlığı açık bilgi hâline gelmiştir. Haberde belirtildiği üzere, bu bombalardan 50 tanesi de ABD’nin kullanımı altındadır ve bunların kullanılması Türkiye'nin kararına bağlı değildir. 22’nci Dönem Millî Savunma Bakanına verilen soru önergesinin birinde ABD’nin İncirlik Üssü’nde nükleer silah bulundurduğu yönündeki iddiaların yanıtlanması istemi gizlilik gerekçesiyle geri çevrilmiştir. Bu atom bombalarının ülkemizdeki varlığı gerek Türkiye gerekse Orta Doğu halkları üzerinde büyük bir tehdit yaratmaktadır. Bu bombaların derhâl sökülmesi ve imha edilmesi gerekirken ülkemiz yeni savaş aletlerinin, insan öldürme makinelerinin alınması için yeni anlaşmalara imza atmaktadır. Bu anlaşmanın altına imzasını koymuş bulunan ülkemiz, aynı zamanda Birleşmiş Milletler İnsani Gelişim Endeksi’nde Lübnan, Kolombiya, Garanda’dan sonra doksan dördüncü sırada, üyesi olmak üzere müzakere sürdürdüğü Avrupa Birliğine üye ülkelerin de gerisinde yer almaktadır.

Biz burada büyük bir bütçeyle taarruz uçağı alımını tartışırken tersanelerde, maden ocaklarında, kamyon kasalarında emekçi yurttaşlar canlarından olmaya devam etmekte, insanlar düzenli iş bulamadığı için günlerce evine ekmek götürememektedir. Bu ülkenin yurttaşları parası kadar sağlık hizmeti, parası kadar eğitim almakta, bebek ölümleri binde 26 civarında seyretmektedir; ki bu oran yurttaşlarına eşit, parasız ve kaliteli sağlık hizmeti sağlayan ada ülkesi Küba’da binde 5,3 civarındadır. Türkiye’de ise sosyal güvenlik kavramı bütçede kara delik anlayışı çerçevesinde değerlendirilmektedir. Zengin yer altı ve yer üstü kaynaklarına rağmen, insanlarına nitelikli iş ve aş bulma olanağından mahrum bırakılmış, tarımda ve sanayide tamamen dışarıya bağımlı hâle getirilmiş ülkemiz için yurttaşlarının eğitimi, sağlığı ve gelişimi için harcayacağı her bir kuruş çok değerlidir. Oysa hangi tehdit algısına göre alındığı bilinmeyen ve bölgesel ve küresel barış politikalarına hizmet etmesi mümkün olmayan bu savaş uçaklarının alımı ülkemiz için büyük mali yük anlamına gelmektedir.

Değerli milletvekilleri, Türkiye'nin Sağlık Bakanlığı bütçesinin 10 milyar 828 milyon 70 bin YTL, Millî Eğitim Bakanlığı bütçesinin 22 milyar 915 milyon 565 bin YTL olduğu düşünülürse uçakların alımının yaratacağı ekonomik yük daha iyi anlaşılır. Türk Hava Kuvvetleri hâlihazırda zaten 216 adet savaş uçağına sahiptir. Türk Silahlı Kuvvetlerinin ihtiyaçları çerçevesinde ise son yirmi yılda maliyeti 15 milyar doların üstünde modernizasyon ve tedarik faaliyetleri yürütülmüştür. Yeni nesil F-35 savaş uçaklarından da 100 adet alınması planlanıyor. Bu da gelecek on beş yılda 10,7 milyar dolarlık bir satış anlaşması anlamına gelmektedir.

Silah alımları konusunda gündeme fazla getirilmeyen ancak çok büyük önem taşıyan bir diğer konu da yaratılan çevre kirliliğidir. Uçakların kalkış inişleri sırasında ve uçuş süreleri boyunca çok büyük miktarda ürettiği karbondioksit ve yaydığı elektromanyetik dalgaların insan sağlığı ve çevre üstündeki ciddi tehlikeler arz ettiği araştırmalarda belirtilmiştir.

Sonuç olarak şunu belirtmek isterim: Savaş, her toplum için kaçınılması gereken büyük bir kötülüktür. İktisadi ve doğal kaynaklarımızı toplumsal gelişim ve sağlıklı nesiller yetiştirmek için kullanmak yerine askerî harcamaların hizmetine sunmanın bedeli insanlarımızın sağlığı ve geleceğini tehlikeye atmak olacaktır ve bu bedel, hiçbir siyasi iktidar için altından kalkılabilir değildir.

Sonuç olarak hepinizi saygıyla selamlıyorum. (DTP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – Teşekkür ederim Sayın Tuncel.

Hükûmet adına, Savunma Bakanı Sayın Vecdi Gönül.

Buyurun Sayın Gönül. (AK Parti sıralarından alkışlar)

MİLLÎ SAVUNMA BAKANI MEHMET VECDİ GÖNÜL (İzmir) - Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; Hava Kuvvetlerimizin, önümüzdeki elli yıl boyunca muharip gücünün bel kemiğini oluşturacak olan Müşterek Taarruz Uçağı Projesi’nde üretim ve lojistik destek evresine ilişkin uluslararası mutabakat muhtırasının yüce Meclisimiz tarafından onaylanması vesilesiyle sizlere şahsım ve Bakanlığım adına saygılarımı sunarak konuşmama başlamak istiyorum.

Biraz evvel bu konuda görüşlerini bildiren arkadaşlarımız çok değerli ifadelerde bulundular, onlara da teşekkür ediyorum. Esasen, Türkiye Büyük Millet Meclisi bütün getirdiğimiz konularda, savunma sanayisi olsun, savunmamızın geneli olsun hep destek vermiştir. Bundan dolayı da şükranlarımı sunuyorum.

Üstün teknolojik yetenekleri ile ülkemiz savunmasına uzun yıllar hizmet edecek olan Joint Strike Fighter uçaklarının üretimine ilişkin oluşturulan dokuz ülkeli uluslararası konsorsiyuma iştirakimiz, ülkemizi bugün itibarıyla tüm dünyada geliştirilmekte olan en modern savaş uçağının asli ortak ülkelerinden birisi konumuna getirmektedir.

Bu anlaşmanın özellikle 2003 yılından sonraki müzakere safhasında ilk defa Türk savunma sanayisinin projeye katılımı son derece öncelikli bir hedef olarak ele alınmış ve proje ömrü süresince yine ilk defa toplam 5,5 milyar dolar tutarında sanayimizin iş payı alması temin edilmiştir.

Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; Türkiye, bulunduğu coğrafya itibarıyla her türlü tehdide karşı modern ve güçlü bir silahlı kuvvetlere sahip olma ve bu kuvveti kendi kaynaklarıyla idame ettirme mecburiyetindedir. Türk Silahlı Kuvvetlerinin modernizasyon ihtiyaçlarına baktığımızda yıllık ortalama 3-4 milyar dolarlık bir kaynağı savunma sanayi ürünlerimize harcamamız gerektiği, bölgesinde ve dünyada Türkiye’nin bu alanda önemli bir ölçüde yatırım yapmaya devam edecek birkaç ülke arasında olduğunu görmekteyiz. Türk Silahlı Kuvvetlerinin modernizasyon ihtiyaçlarını öncelikli olarak Türk Savunma Sanayii tarafından tasarlanan ve geliştirilen ürünlerle sağlamayı hedeflediğimiz hepinizin malumudur. Memnuniyetle ifade etmeliyim ki bu hedef son yıllarda güçlü bir şekilde fiiliyata geçirilmiş olup başkanlığını Sayın Başbakanımızın yaptığı Savunma Sanayii İcra Komitesinin aldığı kararlar neticesinde 2004 yılından bu yana ilk defa toplam bedeli 3 milyar doları aşan Yurt İçi Geliştirme Projesi Türk savunma sanayi şirketleriyle başlatılmıştır.

Yerli imkân ile tasarım ve geliştirme faaliyetlerinin maliyete etkin olmadığı durumlarda projelerimizi uluslararası iş birliğiyle gerçekleştirme yoluna gitmekteyiz. Nitekim, özellikle Hava Kuvvetlerimizin ihtiyacı olan ulaştırma ve savaş uçakları tedarikinde de bu yöntem uygulanmaktadır. Türk Savunma Sanayii A-400M ve F-35 projelerindeki performansı ile uluslararası projelerde önemli roller alabileceğini göstermiştir. Hazır alım çözümlerini ise son alternatif olarak ve mutlaka yerli katkı ve offset şartlarıyla başvurulmaktadır. Alınan offset taahhütleri son dönemde çıkarttığımız bir düzenlemeyle tamamen Savunma Sanayiine odaklanarak uzun vadeli, nitelikli bir iş hacmi sağlanması hedeflenmiştir.

Sayın Başkan, saygıdeğer milletvekilleri; bu kapsamda 2004 yılından itibaren savunma sanayimiz için geliştirilen ve uygulanan politikalar sayesinde ülkemiz sanayisi, KOBİ’leri, araştırma kurumları, üniversiteleri ve bütün yeteneklerinin değerlendirildiği Türk Silahlı Kuvvetleri ile her aşamasında yakın iş birliği içerisinde yürütülen bu projeler sayesindedir ki önümüzdeki yıllarda başarıyla tamamlanacak projeler gerçekleştirilmektedir. Bundan sadece beş yıl önce 800 milyon dolar seviyesinde olan savunma sanayisi sektörümüzün cirosu, 2007 yılı itibarıyla tarihinde ilk kez olarak 2 milyar doları aşmış, ihracatı ise 420 milyon dolar seviyesine yükselmiştir.

Sektör performansının en önemli göstergesi olarak kabul edilen Türk Silahlı Kuvvetlerinin ihtiyaçlarının yurt içinde karşılanma oranı 2003 yılında yüzde 25 seviyesinde iken 2007 yılı itibarıyla yüzde 41,6 olarak gerçekleşmiş olup ulaşılan bu seviye 2011 yılında yüzde 50 olarak belirlediğimiz hedefe ulaşılacağı yönündeki inancımızı teyit etmektedir.

Sektör portföyündeki özgün ürünlerin artışıyla birlikte ihracat alanında da şirketlerimizce çok ciddi başarılara imza atılmaya başlanmış olup ilk defa Türk savunma sanayisi uluslararası seviyede tanınır bir sektör konumuna gelmiş bulunmaktadır.

Bu önemli projelerden bazılarından örnek verecek olursak: ATAK Helikopteri Projesi’nin ihale ve değerlendirme faaliyetleri tamamlanarak Eylül 2007 tarihinde sözleşmeler imzalanmıştır ve bu helikopterdeki muhatabımız firma bir Türk firması olan TUSAŞ’tır.

Türkiye’nin ilk millî tankının geliştirilmesi amacıyla başlatılan Millî Tank Projesi ana yüklenici olarak seçilmiş olan OTOKAR etrafında ASELSAN ve MKE-ROKETSAN tarafından üretilecektir.

Corvet sınıfında bir savaş gemisinin Türkiye sanayisinde şirketlerimizin geniş katılımıyla ilk defa millî bir gemi başlanmıştır ve eylül ayında İstanbul’da denize indirilecektir. Geminin komuta kontrol sistemi ASELSAN ve HAVELSAN tarafından gerçekleştirilmektedir.

Yirmi dört saat havada kalabilen büyük tip insansız hava aracının TAI’de tasarımı başlamış olup ilk uçuşunun 2009 yılında gerçekleşmesi beklenmektedir.

Orta, uzun vadeli menzil modern tanksavar füzelerin geliştirilmesi için ROKETSAN tarafından başlatılan proje başarıyla devam etmektedir.

Geniş nehir açıklarını geçebilmek maksadıyla başlatılan Seyyar Yüzücü Hücum Köprüsü Projesi Türkiye’de ilk defa yerli olarak yapılacaktır.

Jet uçağına yakın, akrobasi özelliği olan geliştirilmiş çift pilotlu eğitim uçağı projeleri TAI’de tamamlanmış, uçağın hâlen rüzgâr tüneli testleri devam etmektedir. Türk havacılığının önderlerinden merhum Vecihi Hürkuş anısına “Hürkuş” adı verilen bu uçağın da ilk uçuşunu 2010 yılında gerçekleştirmesi ve 2012 yılında nihai teslimata hazır gelmesi planlanmıştır. Bu uçak, 1940’lı yıllarda kesintiye uğrayan ülkemiz havacılık sanayisinin tekrar kendi ürünleriyle yeniden doğuşu olacaktır.

Diğer taraftan, ilk defa hava platformlarımız için millî görev bilgisayarı ve yazılımının geliştirilmesini öngören ARGE 2004 Projesi kapsamında, ASELSAN, TAI, TÜBİTAK-MAM tarafından bir kobra taarruz helikopterinde aviyonik ve silah sistemleri entegrasyonu başarıyla tamamlanmış ve atış testleri 2007 yılında gerçekleştirilmiştir.

Gene ilk defa, uzun menzilli Fırtına ve Panter Obüsü askerî fabrikalarımız, MKEK iş birliğiyle seri üretimine alınarak, Kara Kuvvetleri Komutanlığı envanterine sokulmuştur.

Gene ilk defa, GENESİS Projesi kapsamında savaş gemilerimiz için ilk millî komuta kontrol sisteminin HAVELSAN tarafından iki gemimize entegrasyonu tamamlanmıştır.

Türk sanayi ürünü ilk insansız hava aracı, 2007 yılı Aralık ayında Hava Kuvvetleri Komutanlığına teslim edilmiş olup hâlen kullanılmaktadır.

Eskişehir’de yerleşik TEI firmamız tarafından tasarlanan turbojet motorunun insansız bir uçak ile uçuş testleri gerçekleştirilmiş, böylece Türkiye’de ilk defa bir jet motoru üretilmiş olmaktadır.

ASELSAN tarafından geliştirilen atış kontrol sistemleriyle modernize edilen 95 Leopar Tankı Kara Kuvvetleri Komutanlığına teslim edilmiştir.

Özel sektör tersanelerinde tasarlanan ve inşa edilen ilk muharip askerî gemiler olan yeni tip 16 karakol botu ve 4 adet arama kurtarma gemisinin kaynakları Sayın Başbakanımız tarafından 3 Mayıs tarihinde yapılmıştır

Ayrıca, 217 F-16 uçağımızın TAI’de modernizasyon çalışmaları başlanmış olup devam etmektedir.

İlk millî gözlem uydumuzun tasarımına TAI ve TÜBİTAK iş birliğiyle başlanmış bulunmaktadır.

Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; Kara Kuvvetlerimizin genel olarak araçları, elektronik bilişim sektöründeki projelerin büyük çoğunluğu artık yurt içinde yapılmaktadır. Bunun en güzel örneği, Türkiye’de ilk defa yapılan uzun menzilli Kasırga Roketleri, ilk defa projelendirilen piyade tüfekleri, makineli tüfekler ve bombaatarlardır.

Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; sözlerime Müşterek Taarruz Uçağı Projesi’yle ilgili hususlara değinerek devam etmek istiyorum. Sayın konuşmacılar benden evvel bu uçağın tipleri, kabiliyetleri konusunda gerekli bilgileri verdiler, ben o ayrıntıya girmek istemiyorum.

Hava Kuvvetleri Komutanlığımızın hâlen ana vurucu gücünü oluşturan ve en son gerçekleştirilen sınır ötesi harekâtında da terör hedeflerini isabetle vurarak birliklerimizin başarısına önemli katkı sağlayan F-4 ve F-16 uçaklarının bir kısmı 2010’lu yıllardan itibaren teknolojik ve ekonomik ömürlerini doldurmaya başlayacaklardır.

Silahlı kuvvetlerimizin hava etkinliğinde bir zafiyete yol açmamak ve bölgemizdeki kuvvetler dengesini korumak üzere yeni nesil gelişmiş bir savaş uçağının seçimine yönelik çalışmalar 1990’lı yılların sonunda başlamıştır. Bu doğrultuda alınan stratejik bir kararla, Amerika Birleşik Devletleri ve İngiltere’nin öncülüğünde yürütülen ve sonrasında İtalya, Hollanda, Danimarka, Norveç, Kanada ve Avustralya’nın yer aldığı Müşterek Taarruz Uçağı Programı’nın Kavram Gösterim Evresi’ne 1999 yılında katılım sağlanmıştır. Ardından başlayan ve uçağın temel tasarım mühendislik işlerini içeren Sistem Geliştirme Evresi’nde, 11 Temmuz 2002 yılında imzalanan ve 28 Ekim 2005 tarih ve 5425 sayılı Kanun’la Türkiye Büyük Millet Meclisi tarafından resmen onaylanan Uluslararası Mutabakat Muhtırası’yla dâhil olunarak yürütülen proje faaliyetlerinde diğer katılımcı ülkelerle birlikte yer alınmıştır. Bu evrede, ülkemiz, toplam 44 milyar ABD doları tutarındaki tasarım ve geliştirme maliyetinin 175 milyon dolar tutarındaki kısmını katılım olarak yüklenmiştir. Projedeki bir sonraki aşamaysa, şu anda gündemi oluşturan Üretim ve Lojistik Destek Evresi’dir.

25 Ocak 2007 tarihinde imzalanmış olan Mutabakat Muhtırası ve Mali Yönetim Esasları Dokümanı, ülkeler arasında son üç yıldır devam eden kapsamlı görüşmeler sonucu ortaya çıkmıştır. Amerika Birleşik Devletleri’nin en büyük ortak olarak yer aldığı bu görüşmelerde diğer ülkelerle birlikte Türkiye’nin ihtiyaçlarını da mümkün olduğunca tatmin edici şekilde karşılayacak bir anlaşmaya imza atılmış olduğunu ifade etmek isterim.

Projenin üretim evresinde yer alacak bu dokuz ülke arasına girmenin, gerek harekât etkinliği gerekse savunma sanayisi iş birliği alanında Türkiye’ye çok önemli avantaj ve ayrıcalıklar getireceği değerlendirilmektedir. F-35 uçağının sahip olacağı üstün teknoloji ve gelişmeler ve gelişmiş yetenekler sayesinde Türk Silahlı Kuvvetlerinin hareket etkinliği ve caydırıcılığı önemli ölçüde artacak ve bugün olduğu gibi, 2010’lu yıllardan sonra da bölge barışı için bir istikrar unsuru olmaya, Türkiye, devam edecektir.

Diğer taraftan, proje kapsamında yerli sanayimizin en yüksek oranda iş alabilmesi, alınan bu işlerle birlikte teknoloji ve yetenek kazanımı ve ödenecek paranın olabildiğince büyük kısmının ülkemize geri dönüşünün sağlanmasına yönelik faaliyetler de projeye ilk katılım sağladığımız tarihten bu yana artarak devam etmektedir.

JSF Projesi’nde baştan itibaren ülkemiz için ortaya konan sanayi katılımı hedefi proje maliyetinin en az yüzde 50’si oranında, şeklinde belirlenmiştir. Türk savunma sanayi için önümüzdeki yirmi beş yıllık dönemde öngörülen sanayi katılımının yaklaşık 5,5 milyar ABD dolarına ulaştığını konuşmamın başında ifade etmiştim. Bu rakamın büyük bir kısmını, toplam 3 milyar dolara yakın parasal hacmiyle uçakların orta gövdesinin üretimini ikinci kaynak olarak gerçekleştirecek olan (TUSAŞ) Türk Havacılık ve Uzay Sanayii Firmasının iş payı oluşturmaktadır. TUSAŞ dâhil yedi firmamızın projeden iş payı alması kesinleşmiş olup yeni iş birliği fırsatları için de çalışmalar yoğun olarak sürdürülmektedir. Özellikle elektronik ve yazılım gibi alanlarda sanayi katılımımızı artırmak öncelikli hedeflerimiz arasında bulunmaktadır.

Son olarak, projeyle ilgili daha önceki görüşmelerde özellikle uçakların bağımsız hareket yapabilmesine yönelik olarak gündeme getirilen bazı endişelere kısaca cevap vermeye çalışacağım.

Gündeme gelen konuların başında uçağın bilgisayar yazılımına erişim gelmektedir. Bilindiği gibi, uçağın gövde teçhizatı silah, mühimmat gibi yeni bir sistem veya millî bir yeteneğin kazandırılabilmesi için uçağın beyni durumundaki merkezî görev bilgisayarında çalışan yazılıma ve bu yazılıma ait kaynak kodlarına ihtiyaç duyulmaktadır. Adı geçen merkezî görev bilgisayar yazılımı ve kaynak kodları şu anda ABD’nin gizlilik politikaları gereği Türkiye de dâhil hiçbir ülkeye açılmamaktadır. Ancak, ABD ile bu konuda yapılan görüşmelerde ve resmî belgelerde Türkiye’nin uçağın yazılım kaynak kodlarına sahip olmak istediği açık olarak belirtilmiştir. Bu ihtiyacımızın karşılanması için görüşmeler hâlen devam etmektedir. Özellikle kesin uçak siparişi vereceğimiz 2010 yılına kadar bu talep gündemde tutulacaktır.

Silahlar konusunda durum da şöyledir: Müşterek taarruz uçağı, hâlen mevcut ve gelecekte geliştirilecek silah ve mühimmattı kullanabilecek şekilde tasarlanmaktadır. Şu an için Hava Kuvvetlerimiz tarafından F-35 uçağında kullanımı planlanan silah ve mühimmatla ilgili ABD tarafından getirilen herhangi bir kısıtlama bulunmamaktadır.

Diğer taraftan, yerli sanayi kuruluşları tarafından özgün olarak geliştirilmekte olan bazı silah ve mühimmatların F-35 uçakları tarafından kullanılabilmesi için gerekli tasarım değişikliği ve entegrasyon faaliyetlerine Savunma Sanayii Müsteşarlığı koordinasyonunda başlanmıştır. Bu amaçla ABD Hükûmeti ve Lockheed Martin firması nezdinde görüşmelerimiz devam etmektedir. Müşterek Taarruz Uçağı Projesi’yle tüm dünya üzerinde uçacak F-35 uçaklarının lojistik desteği, Lockheed Martin firması tarafından kurgulanmakta olan küresel destek sistemi çerçevesinde tek kanaldan yürütülecektir. Bu sistem, F-35 sahibi ülkelerdeki lojistik yeteneklerden bir ikmal zinciri yapısıyla faydalanılmasını öngörmektedir. Amaç, kaynakların en verimli şekilde kullanılması sayesinde idame, işletme maliyetini düşürmektir. Küresel destek sistemine Türkiye’deki sivil ve askerî kuruluşlar bünyesindeki yeteneklerin de dâhil edilmesi, hem dışa bağımlılığın azaltılmasını hem de Türk sanayisinde geri dönüşün artırılmasıyla mümkün olacaktır.

Sayın Başkan, müsaadenizle, konuşmalar sırasında ileri sürülen bazı fikirlere temas etmek istiyorum. Geçen toplantıda MHP Milletvekili Sayın Kürşat Atılgan tarafından “Bu proje SHP ve OYTEP’te yer almıyor mu?” diye bir soru soruldu. SHP ve OYTEP’te de yer alıyor. 10 milyar 413 milyon dolar hazineden onaylı, 600 milyon dolar da Savunma Sanayii Fonu’ndan olmak üzere parası da planlanmış bulunmaktadır. Bu para, esas itibarıyla, on yıl içerisinde ödenecektir, yani hemen, sipariş yapıldığında ödenecek değildir.

Sayın Elekdağ’ın bazı soruları var. Önce, Eurofighter’la ilgili verdiği bilgiler doğru. Bir şey daha ilave etmek istiyorum buna: Eurofighter almamamızın sebeplerinden biri de European Defense Agency’e bizi üye yapmamalarıdır. Bunu, çok açıkça söyledik kendilerine. Burası, bildiğiniz gibi, bizim A-400M büyük uçakları vaktiyle beraber ürettiğimiz müşterek bir çalışmanın yeni hüviyetidir. Burada yeni projeler geliştirilmektedir Avrupa Birliği tarafından. Buraya üye olmadığımız sürece, ne Eurofighter ne Eurocopter almayacağımızı açıkça kendilerine söyledik, ki bize muhalefet eden bir Avrupa üyesi ülkesinin durumunu da kendileri tezekkür etsinler.

Yazılımla ilgili AWACS’ta herhangi bir operasyonel kısıtlama yoktur. Projede bir gecikme olmuştur ama bundan bağımsız bir gecikmedir.

Yine F-16 projelerinde yazılım konularında eskiden access’i sağlanmıştı, şimdikisinde de gene access derecesi müzakere edilmektedir.

Netice itibarıyla, bu uçakların kullanım yeri, hareket mahalli, silah kullanımı konusunda, yazılımda herhangi bir sınırlama olmamaktadır ancak şunu ifade etmeliyim: Hep “yazılım” diyoruz ama biz, görev bilgisayarını ancak geçen sene yapabildik, geçen sene test edebildik ve Sayın Elekdağ’ın da ifade ettiği gibi bunu elde edebildiğimiz için, “ATAK helikopterlerinde yerli görev bilgisayarı kullanacağız.” dediğimiz için, Bell ve Boeing şirketleri ATAK helikopteri ihalelerine giremediler, o da kendi kararlarından değil Kongre kararlarından dolayı.

Bu sebeple, millî görev bilgisayarı ile ancak ulaşılmış bir teknolojik seviyede yazılım meselesini zaman içerisinde çözmenin daha uygun olacağını düşünüyoruz, çünkü aynı tecrübeyi biz, F-16’larda da yaşamıştık. F-16’ların da başlangıcında yazılımla ilgili -access- erişim verilmemişti. Ama bugün elimizdeki F-16’lara erişimimiz tamdır. İleride bunun da hallolacağını düşünüyoruz. Bunun mücadelesi elbette verilecektir. Yoksa, burada, Sayın Elekdağ’dan, Sayın Akman’dan ve Sayın Atılgan’dan farklı düşünmüyoruz. Bu erişimin mutlaka en iyi şekilde…

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN – Sayın Bakan, bir dakika ek süre veriyorum, tamamlayın lütfen.

MİLLÎ SAVUNMA BAKANI MEHMET VECDİ GÖNÜL (Devamla) – Peki, teşekkür ederim Sayın Başkan.

Şunu komisyonlarda da arz etmiştim, şimdi de vurgulamak istiyorum: Bu, en ileri teknolojinin uygulanacağı bir uçaktır. Bu teknolojinin içinde olmak bile büyük mazhariyettir. Bu teknolojinin içinde olabildiğimiz kadar olmamız gerekir. Bildiğiniz gibi, askerî teknolojiler en ileri teknolojilerdir, burada yerleştikten sonra sivile intikal eder.

Buna erişememiş ülkeler, ki dokuz ülkeden biri olmak… Doğrusu bunun kararı bizden önce verilmiş. Zaten bu kanun da yeni çıkmıyor. Biraz evvel arz ettiğim gibi, 2005 yılında sizler uygun görmüşsünüz ve bize “devam” demişsiniz.

Ben bu mücadelede hep beraber, muhalefetiyle iktidarıyla, millî menfaatlerimizin gereğinin yapılacağına inanıyor, vereceğiniz destekten dolayı şimdiden teşekkür ediyor, saygılar sunuyorum. (AK Parti sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – Teşekkür ederim Sayın Bakan.

Şahıslar adına ilk söz Van Milletvekili Sayın Gülşen Orhan’a aittir. Sayın Orhan… Yok.

İkinci söz talebi, Bursa Milletvekili Sayın Mehmet Emin Tutan… Yok.

Kanun tasarısı üzerinde soru-cevap faslına geçiyoruz.

Sayın İnan…

MÜMİN İNAN (Niğde) – Sayın Başkanım, sizlerin aracılığıyla Sayın Bakanıma sormak istiyorum.

Kanunun, öncelikle milletimize hayırlı ve uğurlu olmasını temenni ederken, Niğde Bor’da, Türk Silahlı Kuvvetleri için yıllardan beri değişik silah ve malzemeler üreten Bor Silah Fabrikasının kapatılacağına dair yaygın bir söylenti var. Bu konuda gerçekten böyle bir çalışma var mı? Eğer varsa sebeplerini, yoksa da Sayın Bakanımdan böyle bir cevabı bekliyorum.

Teşekkür ediyorum efendim.

BAŞKAN – Sayın Tankut

YILMAZ TANKUT (Adana) – Sayın Başkanım, teşekkür ediyorum.

Sayın Bakanım az önce yazılım konusundaki bir suale cevap verirken, “Erişim, yani access’lerine bir sınırlama yok…” Yani, bunu demek isterken, yazılım kaynak kodları açık bir şekilde mi sizlere verilmektedir?

Diğer bir sualim de, bu yazılımları geliştirirken, kodlama yaparken hangi işletim sistemini kullanmaktasınız? Yani, güncel olan Windows veya değişik versiyonlarını mı kullanıyorsunuz? Yoksa, Alman Savunma Bakanlığının izin vermediği gibi, kendimize has bir işletim sistemi, değişik bir platform kullanıyor musunuz güvenlik açısından? Bunları öğrenmek istiyorum.

Teşekkür ediyorum.

BAŞKAN – Sayın Sipahi…

KAMİL ERDAL SİPAHİ (İzmir) – Sayın Bakanım, ben iki konuda soru yönelteceğim size.

Bir tanesi, daha önce bir yazılı soru önergesi iletmiştim, yazılı cevabı gelmişti ancak aradan aylar geçti ve pek tatmin edici de değildi. Bu M-60 A1 tank modernizasyonunun son durumu nedir? Çoktan envantere girmiş olması gerekirdi M-60 A1 Modernizasyon Projesi’nin efendim.

İkinci konu da: Bu insansız hava araçlarında, malum, birkaç sistem İsrail’den kiralanmıştı, yeni bir kiralama cihetine gidildiği basında yer aldı. Ancak kiralama ücretinin çok yüksek olduğu ve neredeyse satın alınma fiyatına denk geldiği, buna karşılık 2009’a kadar bunu Türkiye’ye veremeyecek olan İsrail firmasının yarı fiyata Hindistan’a sattığına dair gene bir basın bilgisi var.

Bu iki konuda bilgi istirham edeceğim.

Teşekkür ederim.

BAŞKAN – Sayın Elekdağ

ŞÜKRÜ MUSTAFA ELEKDAĞ (İstanbul) – Efendim, teşekkür ediyorum.

Efendim, ben Sayın Bakana çok teşekkür ediyorum yapmış olduğu ayrıntılı konuşma dolayısıyla. Birçok hususa da açıklık getirdi. Fakat Sayın Bakan, maalesef, sorularımıza tam açık cevaplar vermedi. Çünkü biz kendilerinden şu hususları açıklamasını istirham ettik: Türkiye, F-35 uçaklarını kendi operasyonel ihtiyaçlarına uydurabilmek için, F-35’lerin yazılım kodlarını elde edebilecek mi? Elde edebilecek mi? Bu son derece önemli bir konu, bu millî bir konu efendim.

İkincisi de eğer Türkiye bu kodları elde edemeyecekse o zaman Türkiye millî stratejik misyonlarını gerçekleştirmesinde F-35’lerin etkinliği ne olacaktır? Yani, bu, acaba İngiliz uçaklarının Falkland’da yapmış oldukları görev durumunda bir görev mi olacaktır? Devamlı olarak tehlikelerle karşı karşıya kalan ve misyonunu gerçekleştirmeyen.

Sorun şudur değerli arkadaşlarım: Her uçağın üzerinde bir standart yazılım vardır, bir standart kaynak kodu vardır. Mesele, bunun dışında görev misyonuna uygun yazılım koduna sahip olmaktır. Siz eğer görev misyonuna uygun yazılım koduna sahip olamazsanız, o uçak -biraz önce izah ettiğim gibi- tamamen iki ses hızının üstünde uçan yüksek performanslı bir soba borusu olacaktır, mesele bu, mesele bu. Biz bu konuları daha önce yaşadık. Bu konuları burada… Tabiatıyla hepimiz burada, Türk Silahlı Kuvvetlerinin, Türk Hava Kuvvetlerinin özellikle, en modern imkânlarla mücehhez olmasını istiyoruz. Çünkü, modern stratejide, modern dünyada, bilhassa hava kuvvetlerinin son derece büyük kıvraklığa, elastikiyete sahip olması dolayısıyla millî görevlerin, millî stratejilerin uygulanmasında çok büyük bir fonksiyonu olduğunu biliyoruz. Bunu istiyoruz, bunu arzu ediyoruz. Ama 11 milyarı buraya biz bağlıyoruz. Evet, görüyorum, aynı zamanda Türkiye’deki birçok millî kuruluşumuz da bundan sipariş alacak. Bundan mutluyuz. Fakat onun dışında bu uçaklar acaba millî stratejik görevleri yapmak için gerekli imkâna sahip olabilecekler mi? Bu imkâna sahip olmaları için kaynak kodlarını elde etmemiz lazım. Bu kodları Amerika vermiyor. Bunu 1 kere değil, 4 kere gördük, 1 kere görsek anlarım. F-16’larda gördük, savaş helikopterlerinde gördük, onun arkasından diğer, aynı zamanda şu veya bu şekilde Boeing’lerin, AWACS’ların elde edilmesinde de benzer sorunlarla karşılaştık ve en son, unutmayalım en son F-16 Blok-50’lerin alınmasında gördük. F-16 Blok-50’lerin alınmasında kaynak kodlarına sahip olmak için Millî Savunma Bakanlığı ve aynı zamanda özellikle -bunu çok yakından biliyorum, söyleyebilirim- Savunma Sanayii Müsteşarlığımız çok büyük bir direnç gösterdi. Fakat, maalesef en sonunda alınmak durumunda kaldı. Şimdi bütün bunları biliyoruz. Bütün bunları bildiğimize göre ve bütün bunlar bizim zihnimizde taze olduğuna göre, bunu kabul etmeden önce, Sayın Bakanımızın bu arz etmiş olduğum, sormuş olduğum iki soruyu muhakkak yanıtlaması lazım. Bunu yanıtlamadan biz vicdan huzuruyla buna “evet” diyemeyiz.

Teşekkür ediyorum Sayın Bakanım, sizden ilave izahat bekliyoruz.

BAŞKAN – Sayın Bakanım…

MİLLÎ SAVUNMA BAKANI MEHMET VECDİ GÖNÜL (İzmir) – Sayın Başkan, teşekkür ediyorum.

Önce Niğde Bor’daki fabrikanın kapatılması keyfiyeti... Doğrusu silahlı kuvvetler daha önce kendi ihtiyacını kendi fabrikalarından karşılıyordu. Şimdi, özel sektörün teknolojik gelişmesi ve kalite itibarıyla silahlı kuvvetlerin ihtiyacını karşılayacak seviyeye yükselmesi sebebiyle, artık, pek çok malzeme özel sektöre ihale yoluyla yaptırılmakta, daha etkin ve verimli bir yol seçilmektedir. Bu sebeple fabrikalar arasında verimlilik, etkinlik ve ekonomi konusunda araştırmalar yapılmış ve bu arada Niğde Bor fabrikası da üç sene evvel bahsedildiği şekilde bir akıbete götürülmesi düşünülmüştür. Ancak bunun sosyal bir hadise hâline gelmemesi için zamana yayılması ve o şekilde çözülmesi kararlaştırılmıştır.

Kaynak kodları… Sayın Tankut ile Sayın Elekdağ beraber şey yapıyorlar. Önce, müsaade ederseniz, Sayın Sipahi’nin sorusuna cevap vereyim. M-60 modernizasyonları devam etmektedir. Bildiğiniz gibi ilk prototip İsrail’de yapıldı. İsrail’de yapılan bu prototipin denemeleri önce İsrail’de yapıldı. Sonra Türkiye’nin en sert şartlarında denendikten sonra üretime geçildi. Üretim Kayseri’de, ayrıca Makine Kimyada, ayrıca Sakarya’da ayrı ayrı bölümler hâlinde yapılmaktadır. Son baktığımda yirmi sekiz tank teslim edilmişti. Tankların modernizasyonu ve teslimi devam etmektedir silahlı kuvvetlere.

Sayın Tankut’un ve Sayın Elekdağ’ın kod konusundaki sorusuna müşterek cevap vereyim. Her şeyden evvel, buradaki kullanılan kodlar, buradaki bilgisayar sistemleri piyasadaki bilgisayar sistemleri değildir. Özel bir program ve özel bir bilgisayar sistemi uygulanmaktadır. Ayrıca, burada muhatabımız her ne kadar Lockheed Martin firması olsa da, asıl yetki Kongrededir. Firmaları bağlayan kuralları Kongre koymaktadır. Nitekim, F-16’larla ilgili belli bir yere getirdiğimiz mücadelede de Sayın Rumsfeld’in yardımını almakla ulaşabildiğimiz bir mücadele olmuştur. Yoksa, firmanın bizim taleplerimizi yerine getirmesi mümkün değildi.

Şimdi, Sayın Elekdağ’ın iki sorusuna net cevap vereyim: Şu anda müzakereler devam ediyor, 2010’a kadar da devam edecektir. Burada bir mücadele vardır. Ne kadar teknoloji transfer edebilirsek, o kadar teknolojiyi transfer etmenin yolunda olacağız. Bunu hem özel sektörümüze mal etmek için hem kendi vakıf fabrikalarımıza mal etmek için hem de askerî kazanımlarımız için... Ancak şurası muhakkak ki, görev misyonu dediğiniz zaman, NATO ülkeleriyle bir çatışma hâlini hep öne getiriyorsunuz. Bunun dışında savunma endişelerimiz yok mu bizim? Bu savunma endişelerimizin tamamını karşılayacak bir görev misyonu bu uçakların bilgisayarlarına yüklenmiştir. Yani özel olarak düzenlenmiş bir bilgisayarda Türkiye’nin ihtiyaçlarını karşılayacak her türlü misyon, her türlü görev, bu uçaklara verilebilecek seviyededir. Sizin bahsettiğiniz, NATO uçaklarını elbette dost uçağı olarak algılayacaktır. Bu bilgisayar böyle programlanmaktadır. Bundan da tabii bir şey yoktur çünkü nasıl benim uçağım Amerikan uçağını dost kabul ediyorsa, Amerikan uçağı da benim uçağımı dost kabul edecektir. Binaenaleyh, millî görev misyonlarımız itibarıyla herhangi bir endişeye mahal yoktur.

Arz ederim.

FERİT MEVLÜT ASLANOĞLU (Malatya) – O zaman anlaşmayı sonra yapalım Sayın Bakanım, şimdi niye anlaşma yapıyoruz?

BAŞKAN – Buyurun Sayın Elekdağ.

ŞÜKRÜ MUSTAFA ELEKDAĞ (İstanbul) – Efendim, Sayın Bakana tekrar teşekkür ediyorum.

Sayın Bakan, tabiatıyla dünya değişiyor ve bugün, Türk Hava Kuvvetlerinin ve Türk Silahlı Kuvvetlerinin misyonu sadece NATO misyonlarından ibaret değildir. NATO misyonları Türk Silahlı Kuvvetlerinin misyonlarının bir parçasıdır. Biz, şimdi, bugünkü dünyada, Orta Doğu’ya bakışımızda, bu dünya çevresine bakışımızda Türkiye’nin görüşleri Amerikan stratejisiyle tam anlamıyla üst üste örtüşmemektedir. Bunlar çok değişik hususlardır. Bunları yakın zamanda da gördük. Yani o bakımdan Türkiye’nin çok değişik misyonları vardır. Ona göre Türkiye’nin uçaklarındaki görev meselesi de, görev tanımı meselesi de ona göre ayarlanmak durumundadır. Eğer, biz sadece Türk Silahlı Kuvvetlerinin görevlerini NATO çerçevesinde bırakırsak millî stratejimizi uygulayamayız Sayın Bakanım. Uygulayamayız, yerine getiremeyiz. Türkiye bugün yepyeni tehditlerle karşı karşıyadır. Binaenaleyh Türkiye’nin bu yeni tehditlere karşı stratejileri ve görev misyonları ortaya çıkarılmıştır, bunlar yapılmıştır, bunlar vardır, Genelkurmay Başkanlığınca ve Millî Savunma Bakanlığınca yapılmıştır. Fakat bu sistemler, bize verilen standart sistemler bu görevlerin yapılmasına imkân vermiyor Sayın Bakanım, mesele budur.

Ben, şimdi, birtakım ülkelerin adlarını açıkça burada zikretmeyeceğim ve söylemeyeceğim tabiatıyla. Bunun o kadar isabetli olmadığı kanısındayım. Fakat zatıaliniz, yanınızdaki arkadaşlarınız ve bütün askerlerimiz ne demek istediğimi çok iyi biliyorlar. Bize verilen standart misyonlarına ve uçaklarımız sadece bu standart misyonlara göre hazırlanmış olan kaynak kodlarla görevlerini yapamazlar Sayın Bakanım, mesele budur.

Teşekkür ediyorum.

BAŞKAN – Sayın Tankut

YILMAZ TANKUT (Adana) – Sayın Başkanım, teşekkür ediyorum.

Sayın Elekdağ’ın da ifade ettiği gibi, bu kaynak kodları, Sayın Bakanım, bize diğer ülkeler tarafından hazır olarak sunulup, o kaynak kodlarına sadece, birtakım, kendimize has değişikliklerin yapılması amacıyla mı verilmektedir yoksa bu kaynak kodlarından elde ettiğimiz ara yüzler, programlar tamamen kendimize ait, kendimizin mühendisleri tarafından mı geliştirilmektedir bunu öğrenmek istiyorum.

Bir de bu kaynak kodlarından elde edilen ara yüzlerin hangi işletim sisteminde çalıştığını soruyorum yani bize sağlanan yabancı işletim sistemleri üzerinde mi çalışıyor yoksa uluslararası, herkesin, açık kaynak kodunu geliştirdiği bir işletim sistemi üzerinde mi yoksa kapalı işletim sistemleri üzerinde mi çalışmaktadır veya TÜBİTAK’la bu konuda herhangi bir iş birliğine girilmiş midir? Sadece savunma uçakları için de sormuyorum.

Yine, Bakanlığınız bünyesinde diğer yazılımların çalıştığı işletim sistemlerini de merak ediyoruz. Bugün TÜBİTAK “Pardus” isimli bir işletim sistemi geliştirdiğini ifade ediyor. Acaba Bakanlık olarak bundan istifade etmeyi de düşünüyor musunuz?

Teşekkür ediyorum.

BAŞKAN – Sayın Bakan…

MİLLÎ SAVUNMA BAKANI MEHMET VECDİ GÖNÜL (İzmir) – Sayın Başkan, teşekkür ederim.

Herhâlde Sayın Elekdağ’la bir anlaşmazlığımız oldu. Belki ifademde yanlış anlaşma çıktı. Bu uçaklar yalnız NATO misyonlarında kullanılacak falan demedim. Böyle bir şey yok. Elbette millî misyonlarda kullanılacak. Elbette bunun kararını Türkiye Büyük Millet Meclisi verecek, Hükûmet uygulayacak.

Şimdi, kesin olan şudur: Harekât sahamızda tahdit yoktur. Kullanılacak silahlarda bir tahdit yoktur. Ha, ama, siz diyorsanız ki, bilgisayarı değiştirelim de Amerikan uçaklarını da düşman olarak tanısın. Bu imkân şu anda elimizde yoktur. Bunu söylemek istiyorum.

Şimdi, bu uçakların alımıyla ilgili karar 1990’larda verilmiş. Ayrıca, Türkiye Büyük Millet Meclisi 28 Ekim 2005 tarihinde de 5425 sayılı Karar’la bir başka evreye getirmiş. Şimdi yeniden bir başka evrenin kararı veriliyor. Sipariş 2010’da yapılacak. O zaman kim bilir hangi hükûmet olacak, hangi bakan olacak ve o zaman da o karar o şekilde verilecek. Binaenaleyh, bir arkadaşımız, sayın arkadaşımız dedi ki: “O hâlde 2010’a kadar kanunu çıkartmayalım.” O zaman bu evreyi kaybederiz ve bu projenin dışında kalırız. Bu projenin dışında kalmamız sorumluluğunu ben taşıyamam ama sizler nasıl takdir ederseniz.

İşletimle ilgili, ben, size daha teknik bilgileri yazılı olarak vereyim çünkü burada, gerçekten, source code’lar, yazılım yüzeyleri… Şimdi, mesela bizim Bakanlıkta da Pardus uygulanıyor ama ben size yanlış bir şey ifade etmiş olmayayım, yazılı olarak size daha teferruatlı bilgiyi verelim. Bunu… Zaten source code’la işletim sistemi arasında çok bir şey yok. O ayrı bir şey, bu ayrı bir şey.

Teşekkür ediyorum Sayın Başkan.

BAŞKAN – Teşekkür ederim.

Tasarının tümü üzerindeki görüşmeler tamamlanmıştır.

Maddelerine geçilmesini oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler… Kabul etmeyenler… Kabul edilmiştir.

1’inci maddeyi okutuyorum:

MÜŞTEREK TAARRUZ UÇAĞININ ÜRETİMİ, DESTEKLENMESİ VE SÜREKLİ İYİLEŞTİRİLMESİNE İLİŞKİN MUTABAKAT MUHTIRASI VE BUNA DAİR MALİ YÖNETİM ESASLARI DOKÜMANININ ONAYLANMASININ UYGUN BULUNDUĞU HAKKINDA

KANUN TASARISI

MADDE 1- (1) Türkiye, Amerika Birleşik Devletleri, İngiltere, İtalya, Hollanda, Kanada, Avustralya, Norveç ve Danimarka’nın katılımıyla sürdürülmekte olan Müşterek Taarruz Uçağı Programı çerçevesinde Türkiye Cumhuriyeti adına 25 Ocak 2007 tarihinde imzalanan Müşterek Taarruz Uçağı’nın Üretimi, Desteklenmesi ve Sürekli İyileştirilmesine İlişkin Mutabakat Muhtırası ve buna dair Mali Yönetim Esasları Dokümanı’nın onaylanması uygun bulunmuştur.

BAŞKAN – Madde üzerinde gruplar adına söz talepleri vardır.

İlk söz Cumhuriyet Halk Partisi Grubu adına Bursa Milletvekili Sayın Onur Öymen’e aittir.

Buyurun Sayın Öymen. (CHP sıralarından alkışlar)

CHP GRUBU ADINA ONUR ÖYMEN (Bursa) – Sayın Başkan, çok değerli arkadaşlar; gündemimizde olan F-35 uçaklarının alımı projesiyle ilgili olarak şimdiye kadar yapılan görüşmeleri, Sayın Bakanın verdiği bilgileri dikkatle dinledik. İtiraf etmem gerekir ki aklımızdaki bütün soruların cevabını alabilmiş değiliz. Ülkemize yaklaşık 11 milyar dolara mal olacak olan, ondan da önemlisi ülkemizin güvenliğini çok yakından ilgilendiren bir konuda yüce Meclisin karar verirken aklında cevaplanmamış hiçbir sorunun kalmaması gerekiyor.

Şimdi, 1’inci maddeden bahsediyoruz. 1’inci madde ne diyor? “Türkiye, Amerika Birleşik Devletleri, İngiltere, İtalya, Hollanda, Kanada, Avustralya, Norveç ve Danimarka’nın katılımıyla yürütülen bir proje.” Hangi ülkeler yok bu projede? Almanya yok. Acaba niçin yok? Fransa yok. Niçin Fransa yok bu projede? Yunanistan yok. Niçin Yunanistan yok? İspanya yok. Niçin İspanya yok? Bu soruların cevabını biz öğrenmek istiyoruz.

“Efendim, dünyanın en iyi uçağı budur.” denildiği zaman, acaba bu saydığım ülkeler dünyanın en iyi uçağını alma yoluna niçin gitmiyorlar? Bu soruyu bizim kendi kendimize iyi sormamız lazım. Bizim batımızda üç tane komşumuz var; Yunanistan, Bulgaristan, Romanya. Bu üç komşumuzdan hiçbiri bu uçağı alma noktasında değil bizdeki bilgiye göre. Yunanistan’ın, tam tersine, Avrupa Birliği çerçevesinde geliştirilen Eurofighter uçağından altmış tane almaya niyetli olduğunu biliyoruz. Aynı şekilde Bulgaristan’ın ve Romanya’nın da o uçaklardan almaya niyetli olduğunu biliyoruz.

NATO’dan bahsedildi. Gayet tabii ki NATO Türkiye için çok önemlidir. Ama, NATO müttefiklerimizden bizim komşumuz olanlar arasında Türkiye’den başka bu uçağa sahip olacak kimse olmayacak. Acaba neden?

Şimdi yazılım konusundan bahsedildi. Komisyonda da görüşmüştük, biraz önce Sayın Elekdağ da açıkladı bu konudaki duyarlılığımızı. Değerli arkadaşlar, bu o kadar önemli bir konudur ki, İngiltere sırf yazılım konusunda istediğini alamadığı için 2006 yılının Aralık ayında bu projeden çekilmeye karar vermiştir. İngiltere Savunma Bakanı Drayson bu konudaki İngiltere’nin hassasiyetini kamuoyuna açıklamıştır o tarihte. Sonra ne oldu? Sonra şu oldu: Bizzat Başkan Bush ile o zamanki İngiltere Başbakanı Tony Blair buluştular, konuştular ve anlaşmaya vardılar. İngiltere’nin devam etmesi bu şekilde oldu. Ama bununla yetinmiyor İngiltere. İngiltere bütün kaderini bu projeye bağlamıyor, aynı zamanda Eurofighter’a da giriyor, Eurofighter uçaklarını da alıyor. Orada, bizim anlayışımıza göre, İngiltere istediği bütün yazılımları elde edebilecektir Avrupa projesinde. İtalya? İtalya da öyle. İtalya da hem Amerika’dan bu uçakları alacak, aynı zamanda da Eurofighter sistemine girecek.

Şimdi, biz niye Eurofighter sistemine girmiyoruz? Veya en azından bu uçakları alacaksak, niye bir de ayrıca bütün yazılım olanaklarına sahip olacak Eurofighter uçaklarından da ihtiyacımızın bir bölümünü karşılamıyoruz? Sayın Bakanın buna verdiği bir tek izahat var: Bizi Avrupa Silahlanma Ajansına sokmuyorlar da onun için. Doğru cevap şuydu: “Biz Avrupa Silahlanma Ajansına üyeydik. Bizi oradan çıkarttılar, onun için.” demek istiyor. Niçin çıkarttılar? Soru budur. Ne zaman çıkarttılar? Üzülerek söylüyorum bu Hükûmet zamanında. Çünkü daha önce Avrupa Silahlanma Ajansı Batı Avrupa Birliğine bağlıydı ve Batı Avrupa Birliğine bağlı olduğu dönemde Türkiye bu ajansın içindeydi, bütün faaliyetlerine katılıyordu. Ama, bu ajans, Avrupa Birliğine devredildiği anda, biz bu sıkıntıyla karşılaşmamak için tam üç yıl mücadele ettik. Üç yıl mücadele ettik ve 1999 Washington Zirvesi’nde hüküm koydurduk “Türkiye’nin bu konudaki hakları Batı Avrupa Birliğinde elde ettiği hakların üzerine bina edilecektir.” diye yani daha aşağı olmayacak, daha yukarı olacak. Ne yazık ki bu üç yıllık mücadeleden sonra vardığımız uzlaşmanın sonuçlarından biri de Türkiye’nin Avrupa Silahlanma Ajansından çıkartılması oldu. Bunu biz de büyük bir üzüntüyle karşılıyoruz.

Değerli arkadaşlar, bu çok önemlidir. Türkiye dünyanın en büyük askerî güçlerinden biridir, NATO’nun ikinci en büyük askerî gücüdür. Bir askerî güce sahip olmak, sadece silah sistemlerine sahip olmak demek değildir. O silahları kullanma hakkına da sahip olacaksınız. Geçmişte bizim çok acı tecrübelerimiz var. Bunu biliyorsunuz, bir kere daha hatırlatmak istemiyorum, sadece kısaca değineyim.

Biz Kıbrıs Harekatını yaptığımız için Amerikan Kongresi bize askerî ambargo uyguladı. Aldığımız, parasını ödediğimiz silahların yedek parçasını vermediler. Bizim uçabilen uçaklarımız fırlatma iskemlesi olmadan uçtu. Uçaklarımız düştü, pilotlarımız kurtulamadı, şehit verdik biz bu yüzden. Niçin? Çünkü, Türkiye’ye baskı olsun diye askerî ambargo uyguluyor, bize elimizdeki silahları kullandırmıyor.

Almanya’dan bazı askerî teçhizat aldık, zırhlı personel taşıyıcıları filan. Türkiye Güneydoğu’da bunları PKK’ya karşı, teröre karşı kullanıyor diye, bir NATO müttefikimiz olan Almanya Türkiye’ye ambargo uyguladı. İnanılır şey değil. Üç kere uyguladı 1990’lı yılların başında. Niçin? Diyorlar ki: “Biz size bir silah verirsek, onu sadece bizim istediğimiz amaçla kullanabilirsiniz, başka hiçbir amaçla kullanamazsınız. Yaptığınız icraat, askerî harekât bizim menfaatimize uymuyorsa, bizim direktifimize uymuyorsa, o zaman bu silah sistemlerini uygulamanıza izin vermeyiz.” Bu işin doğrusu budur, açıkça ifade etmemiz gereken husus budur. “Efendim, NATO ülkelerine karşı gayet tabii ki böyle tedbir alamayız.” buyuruyor Sayın Bakan. Kendisine şunu hatırlatmak isterim: Geçmiş dönemde, yakın geçmişimizde Türkiye sadece bir ülkeyle gerçek bir askerî çatışma riskiyle karşı karşıya gelmiştir. Maalesef o ülke bir NATO ülkesidir. Türkiye sadece bir ülkeyle hava kuvvetlerinde çok ciddi gerginlikler yaşamıştır, “dog fight” denilen durumları yaşamıştır, o ülke bir NATO ülkesidir. O bakımdan, böyle, NATO ülkeleriyle ilgili ileride de hiçbir sorunumuz olmaz diye içimiz rahat edemez.

Değerli arkadaşlarım, bu konuları zannediyorum ki daha fazla konuşmamız gerekecek. “Efendim, biz bir kere burada karar verdik veya vaktiyle karar vermiştik, artık hiçbir hareket imkânımız yoktur.” demek yanlış. Bakıyoruz, gerek F-35 Projesi’nde olsun gerek Eurofighter Projesi’nde olsun, bu projelere katılan ülkeler zaman içinde tutumlarını değiştirebiliyorlar; projeden çıkıyor, almayı taahhüt ettiği uçak sayısını azaltıyor veya katılım biçimini değiştiriyor vesaire vesaire. Şimdi, bizim o bakımdan hareket marjımızı açık tutmamız lazım.

Bu proje bu Hükûmetin ömrünü aşacak bir projedir. O bakımdan, gelecek hükûmetleri, gelecek dönemleri, gelecek kuşakları bağlayıcı kararlar alırken çok dikkatli olmak zorundayız. Bu yazılım o kadar önemlidir ki değerli arkadaşlarım, bir F-35 uçağında tam 15 milyon kodlu bağlantı vardır. Bu kadar hassastır. Şimdi, siz elinizdeki uçakları millî çıkarlarınızın, millî hedeflerinizin gerektirdiği doğrultuda kullanamayacaksanız, sınırlamalar gelecekse, bu sizin caydırıcılığınızı etkiler. Yani başkaları size, ne yapacak, siz ne kadar yapacaksınız, nerede yapacaksınız söyleyecekler, siz de ona göre hareket edeceksiniz, bunun için de 11 milyar dolar harcayacaksınız. İşte burada dikkatli olmak lazım, iyi düşünmek lazım. Bizim Hükûmete tavsiyemiz şudur: Lütfen, bu konuyu en üst düzeyde, bizzat Başbakan düzeyinde Amerika Başkanıyla görüşünüz -aynen İngiltere’nin yaptığı gibi- ve çözüme bağlayınız. Ben size şunu soruyorum: Öyle bir izlenim aldım ki Sayın Bakanın konuşmasından burada, sanki, efendim, Amerika bütün ülkelere bu konuda eşit davranıyor. Öyle mi? Bir kere daha soruyorum: Öyle mi? Yani, şu anda, yazılım konusunda Amerika bütün ülkelere eşit davranıyor mu, davranmıyor mu? Ve size açıkça söylüyorum, Sayın Bakan çıksın burada desin ki “Amerika İngiltere’ye verdiği yazılım haklarını aynen Türkiye’ye vermeyi kabul etmiştir.” Cumhuriyet Halk Partisi Grubu olumlu oy verecektir. Bunu söyleyebiliyor musunuz? (CHP sıralarından alkışlar) Eğer bunu söyleyemiyorsak, o zaman ihtiyatlı olmakta hakkımız var. Lütfen, en azından, hiçbir şey yapamıyorsak, İngiltere’nin aldığı hakları kullanalım, biz de o haklara sahip olalım.

Değerli arkadaşlar, konuştuğumuz konu çok ciddi bir konudur, yani böyle geçiştirilecek teknik bir konudan ibaret değildir, çok ciddi bir konudur. Onun için, benim Hükûmetten özel olarak ricam, bu konuyu mümkün olduğu kadar en üst düzeye çıkartmasıdır ve bizzat Amerika Başkanıyla…

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN – Bir dakika ek süre veriyorum Sayın Öymen.

Buyurun.

ONUR ÖYMEN (Devamla) – Bitiriyorum Sayın Başkan.

bizzat Amerika Başkanıyla konuştuktan sonra bu Meclise gelerek “Arkadaşlar, biz de İngiltere’nin sağladığını aynen sağladık.” diyebilmesidir.

Bunu yaparsanız, gönül huzuruyla, bizim tam desteğimizi alacaksınız; ha bunu yapamazsanız, Türkiye ikinci sınıf bir devlet muamelesi görürse, o zaman kusura bakmayın, tarihî sorumluluğunuzla sizi karşı karşıya bırakacağız. İnşallah gelecek kuşaklar bu zabıtları okudukları zaman, keşke daha dikkatli olsaydı o zaman Türk Parlamentosu demezler.

Çok teşekkür ediyorum. (CHP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – Teşekkür ederim Sayın Öymen.

Milliyetçi Hareket Partisi Grubu adına Bursa Milletvekili Sayın Hamit Homriş.

Buyurun Sayın Homriş. (MHP sıralarından alkışlar)

MHP GRUBU ADINA H. HAMİT HOMRİŞ (Bursa) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; Müşterek Taarruz Uçağının Üretimi, Desteklenmesi ve Sürekli İyileştirilmesine İlişkin Mutabakat Muhtırası ve Buna Dair Mali Yönetim Esasları Dokümanının Onaylanmasının Uygun Bulunduğu Hakkında Kanun Tasarısı’nın 1’inci maddesi üzerinde Milliyetçi Hareket Partisi Grubu adına söz almış bulunmaktayım. Yüce heyetinizi saygıyla selamlıyorum.

Birkaç gün önce milletçe kutladığımız, millî bağımsızlık mücadelemizin kilometre taşlarından olan 19 Mayıs Gençlik ve Spor Bayramı’nı bir kere daha kutluyorum. Bu vesile ile de seksen dokuz sene sonra gelinen nokta ile ilgili bazı görüşlerimi birkaç cümleyle yüce heyetinize arz etmek istiyorum.

Değerli milletvekilleri, Türkiye'nin millî ve manevi değerleri etrafında süregelen tartışma ve polemiklerin son günlerde yeni boyutlar ve yoğunluk kazanmasını aziz milletimiz ibretle izlemektedir. Bu tartışmalara Avrupa Birliğinin de fiilen müdahil olması ve Brüksel müfettişlerinin Türkiye Cumhuriyeti’nin temelleri hakkında ulu orta beyanlarda bulunmaları, gerilim yüklü ortamı daha da ağırlaştırmıştır.

Türkiye'nin millî kimliğinin kapsayıcı olmadığı gerekçesiyle yeniden tanımlanmasını isteyen, millî devlet niteliğini ve üniter siyasi yapısını çağın gerçeklerine uygun olmadığı bahanesiyle sorgulayan Avrupa Birliği, Cumhuriyetin değerlerini ve Türk demokrasisini tartışmaya açmıştır.

Türk toplumunu liberal demokrat güçler, Müslüman demokratlar, aşırı laikler, otoriter milliyetçiler gibi karşıt gruplara bölen AB’nin müstemleke valileri gibi davranan görevlilerine, bu kürsüden, mensubu olmaktan büyük şeref duyduğum “Gazi” unvanlı Türkiye Büyük Millet Meclisinden, İstiklal Madalyalı Türkiye Büyük Millet Meclisinden sesleniyorum. Bu asil milletin sabrını daha fazla zorlamamalarını ve çizmeyi aşmamalarını kendilerine tavsiye ediyorum.

Değerli milletvekilleri, günümüzün harekât ortamında hava ve uzay gücüne duyulan ihtiyaç ve bu gücün önemi göz ardı edilemeyecek boyuttadır. Bu ortamda, hava ve uzay gücü harekâtın asli unsuru ve belirleyicisi hâlini almıştır. Hava ve uzay gücünün harekât ortamında icra ettiği önemli fonksiyonlar ve sahip olduğu yetenekler geleceğin harekât ortamında da bu gücün vazgeçilmez olduğunu ortaya koymaktadır.

Geleceğin harekât ortamı asimetrik bir ortam olacaktır. Sadece konvansiyonel yeteneklerle donatılmış hava kuvvetleri ise bu ortamda yetersiz kalacaktır. Bu nedenle, hava kuvvetleri asimetrik savaşta etki sağlayacak hava ve uzay gücü teknoloji ve yeteneklerine sahip olmalı ya da sahip olduğu konvansiyonel imkânları asimetrik sonuçlar elde edecek şekilde yeni yöntemler geliştirilmelidir. Bu amaçla barış, kriz, savaş ve savaş sonrası istikrar yelpazesinin tamamında ortaya çıkabilecek tüm sorunlara çözüm üretebilecek teknoloji ve yeteneklere yatırım yapılmalıdır.

Hava kuvvetleri ulusal çıkarların gerektiği her yerde bu çıkarları koruyabilecek ve havadan çözümler üretebilecek nitelik ve yapıda olmalıdır.

Günümüzün ve geleceğin harekât ortamında silahlı kuvvetlerin barış zamanında savaş dışı askerî harekât faaliyetlerinde kullanımı giderek artacaktır. Her ne kadar bu faaliyetlerin çokluğu uzay ve hava gücünün asıl fonksiyonlarını yerine getirmesine engel olsa da hava kuvvetleri bu faaliyetlerde etkinlikle rol alarak sivil ihtiyaçlara çözümler üretebilmeli, asli vizyonu olan savaşma gücünü yitirmeyecek şekilde bu görevlere azami seviyede katılım sağlanmalıdır. Hava ve uzay gücünün yetenekleri çok geniş olup iç güvenlik, sınır güvenliği, kaçakçılığın ve insan ticaretinin önlenmesi, haberleşme, haritacılık, hava durumu gibi günlük hayatın birçok alanında kullanılabilir. Mevcut konvansiyonel yetenekler kolaylıkla modifiye edilerek çift yönlü olarak bu amaçlarla hizmet edecek şekle dönüştürülebilir. Topyekûn savaşların giderek azaldığı günümüzde, barış zamanında hava kuvvetlerinin gerekliliğini kanıtlamasının yegâne vasıtası bu tür faaliyetlerdir. Aksi takdirde, ne zaman olacağı belli olmayan ya da hiç olmayacağı düşünülen konvansiyonel bir savaşa karşı son derece pahalı olan hava ve uzay gücünü idame ettirmenin varlığı sorgulanabilir hâle gelecektir.

Değerli milletvekilleri, Türk Hava Kuvvetleri, 1980’li yıllarda envanterine aldığı F-16 uçaklarıyla modern bir hava kuvveti özelliği kazanmıştır. Hava kuvvetlerimiz, bugün sahip olduğu silah sistemleri ve eğitilmiş personeliyle son derece modern ve operasyonel bir hava kuvvetidir. Dünyada üç beş hava kuvveti içine giren, Türk milletinin en temel kuvvetlerinden birisidir. Şu anda hava kuvvetlerinin bel kemiğini oluşturan F-16’lar ve onların teknolojisi 2010’lardan sonra yavaş yavaş eskimiş bir teknoloji olacaktır. Eğer hava kuvvetlerini yeni nesil hava araç ve silahlarıyla modernize etmezsek caydırıcı olma özelliğini ve modern hava kuvvetleri olma özelliğini kaybedecektir.

İşte bugün görüştüğümüz bu konunun söz konusu ettiği müşterek taarruz uçağı, yeni nesil bir uçak ve bu alanda kullanılan en son ve en modern av bombardıman uçağıdır.

Projede, Amerika için 2.443, İngiltere için 138, İtalya için 131, Hollanda için 85, Türkiye için 100, Kanada için 80, Avustralya için 100, Norveç için 48, Danimarka için 40 olmak üzere toplam 3.173 uçak üretilmesi öngörülmüştür.

Türk firmaları içinde projeden en fazla iş payı alan firmalardan bazıları, TAI firması, Kale Kalıp, AYESAŞ ve Alp Havacılıktır. Ancak, bir noktaya dikkatinizi çekmek istiyorum: Bugüne kadar alınan iş payının detaylarına bakıldığında ve diğer katılımcı ülkelerin aldıkları iş payları ile mukayese edildiğinde, en fazla uçak alan 4’üncü ülke olmasına rağmen projeden Türkiye’nin aldığı iş payı çok düşüktür. Türkiye’nin bu kaybının mutlaka giderilmesinin sağlanması gerekmektedir.

Ayrıca, demin bu konuda Sayın Bakan da bilgi sundu, değerli milletvekilleri de bu konuda sorular sordular. Biz de bu alınacak uçakların yazılım programları ve IFF dediğimiz dost düşman tanıma sistemleri konusundaki endişelerin giderilmesinden yanayız. Dünyanın önde gelen hava kuvvetleriyle eş zamanda envantere girecek bu uçaklar Türk Hava Kuvvetlerinin operasyonel kalmasını ve modern bir hava kuvveti olarak devam etmesini sağlayacaktır. Bu konunun milletimize ve kahraman Türk Hava Kuvvetlerine hayırlı olması dileğimle yüce heyetinize saygılar sunuyorum efendim. (MHP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – Teşekkür ederim Sayın Homriş.

Gruplar adına üçüncü söz, Demokratik Toplum Partisi Grubu adına Iğdır Milletvekili Sayın Pervin Buldan’a aittir.

Buyurun Sayın Buldan. (DTP sıralarından alkışlar)

DTP GRUBU ADINA PERVİN BULDAN (Iğdır) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; 133 sıra sayılı Müşterek Taarruz Uçağının Üretimi, Desteklenmesi ve Sürekli İyileştirilmesine İlişkin Mutabakat Muhtırası ve Buna Dair Mali Yönetim Esasları Dokümanının Onaylanmasının Uygun Bulunduğu Hakkında Kanun Tasarısı’nın 1’inci maddesi hakkında konuşmak üzere grubum Demokratik Toplum Partisi adına söz almış bulunmaktayım. Konuşmama başlarken hepinizi saygıyla selamlarım.

Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; müşterek avcı bombardıman uçağı olarak da bilinen, en zengin ülkelerden sayılan dokuz ülkenin katıldığı ve öncülüğünü Amerika Birleşik Devletlerinin yürüttüğü ve Türkiye’nin de katıldığı mutabakatın onaylanmasına dair kanun tasarısını görüşmekteyiz. Müşterek Taarruz Uçağı Projesi 250 milyar dolarla dünya savunma tarihinin en büyük sözleşmesi olarak biliniyor.

Değerli milletvekilleri, bahse konu olan F-35 uçaklarının ülkemiz tarafından siparişinin 2010 yılında yapılacağı ve ilk teslimatın 2013 yılında yapılması öngörülmektedir. Projenin ülkemize toplam maliyetinin ise 10,7 milyar dolar olacağı Dışişleri Komisyonu tarafından beyan edilmiştir. Ülkemiz için çok ciddi bir rakamı ifade eden projenin onaylanmasının gerekçesi, F-16’ların yerine yeni nesil savaş uçağı olarak bilinen F-35’lerin devreye sokulması olarak gösterilmektedir.

Sormak lazım ve oturup düşünmek lazım: Özellikle son otuz yıldır ülkemizde yaşanan binlerce gencimizin kanıyla ve ülke ekonomisinin önemli oranda bir bütçesiyle bedellenen çatışmaların çözümü için acilen projeler üretmek gerekirken savaş araçlarının projelerine bu kadar büyük bir bütçeyi ayırmak ne anlam ifade ediyor ve ülkemize, insanlarımıza bu proje ne kazandıracak? Soğumasına hiç ara verilmeksizin yaşadığımız acılar bu kadar derinleşirken ve hemen her hafta, her gün ülkemizin medeniyetler beşiği olan topraklarına gencecik bedenler düşerken biz hâlâ savaş araçlarının projelerine neden katılma gereği duyuyoruz?

“F-16’lar miadını doldurdu, sıra F-35’lerde.” diyor Sayın Millî Savunma Bakanı. Zamanında F-16’ları da büyük bütçelerle aldınız ve F-16’ların her harekâtına, her bombasına sayısız ekonomik kaynak ayırdınız. Şimdi şunu sormak istiyorum: Peki, neyi başardınız? F-16’larla ülkemize huzur mu getirdiniz? Binlerce gencimizin ölmesini mi engellediniz? Ekonomik ve toplumsal yaşamda istikrarı mı sağladınız? Umutlu bir gelecek mi inşa ettiniz? Ne yaptınız, neyi sağladınız F-16’larla? F-16’lar, acılardan başka, bol keseden harcanan paraların tüketilmesinden başka, yıllardır çözülemeyen ve coğrafyamızı ağıtlar diyarına çeviren -adına düşük yoğunluklu savaş- savaşın da daha da derinleşmesinden başka ne işe yaradı?

Şimdi, kalkmışsınız, dâhil olmak istediğiniz bu savaş araçları projesiyle yeni nesil savaş uçakları olan F-35’leri devreye sokmaya çalışıyorsunuz. Peki, bununla neyi vaat ediyorsunuz? Bu projeden Türk şirketlerinin 5,5 milyar dolarlık iş alacağını iddia ediyorsunuz. Evet, bazı kesimler bu projelerden kârlı çıkabilir. Zaten Türkiye savunma sanayisi ihalelerini dış politika enstrümanı olarak kullanan bir ülke olarak bilinmektedir artık. Ancak proje bazı şirketlerin iş almasına olanak sağlarken kamuya patlayan maliyetini hangi kaynaklardan karşılamayı düşünüyorsunuz? 10,7 milyar dolar gibi büyük bir maliyetten söz ediyorsunuz. Bunun yanı sıra üretim, alım ve kullanım aşamasında artı maliyetlerin de olacağı tahmin edilmesi zor olmayan bir gerçekliktir.

Değerli milletvekilleri, Müşterek Taarruz Uçağı Projesi’ne katılan ülkelerin kişi başına düşen millî gelirlerine baktığımızda Norveç’in dünya sıralamasında 2’nci sırada ve Amerika Birleşik Devletleri’nin de 5’inci sırada yer aldığını görmekteyiz. Yine Danimarka’da bu oran 25.500 dolar, İngiltere’de 22.800 dolar, İtalya’da 22.100 dolar, Hollanda’da 24.400 dolardır. Türkiye’ye baktığımız zaman ise 2008 yılı için kişi başına düşen millî gelir 6.113 dolar olarak tahmin edilmektedir ve ülkemizde yaşanan büyük işsizlik sorunuyla beraber millî gelirin milyonlarca yurttaşımızın başına hiç düşmediği de çok açık bir gerçekliktir.

Ekonomik bunalımların, işsizlik, yoksulluk sorunlarının başat olduğu, tarım kaynaklarının hızla tükenmeye başladığı, insan hakları ihlallerinin bolca yaşandığı, köylünün kuraklık sorunu altında ezildiği ve yıllardır özlemi duyulan barış ortamının hâlâ sağlanamadığı ülkemizde savaş uçakları projesinin ne kadar gerekli olduğu aklıselim insanların rahatlıkla karar verebilecekleri bir durumdur.

Biz Demokratik Toplum Partisi Grubu olarak bugün yine ısrarla, savaşa ve savaş araçlarına yatırım yapılmasının ülkemize kaybettirmekten başka hiçbir getirisinin olmayacağını belirterek bütün yatırımlarımızın barış projelerine yapılarak ülkemizin kazanacağına ve aydınlık bir geleceğe kavuşacağına inandığımızı ifade etmek istiyoruz.

Grubum adına hepinizi tekrardan saygıyla selamlıyorum. (DTP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – Teşekkür ederim Sayın Buldan.

Sayın Bakan, konuşma yapacak mısınız?

 MİLLÎ SAVUNMA BAKANI MEHMET VECDİ GÖNÜL (İzmir) – Yerimden cevap verebilir miyim?

BAŞKAN – Şimdi soru-cevap kısmı var, o zaman verirsiniz. Konuşma yapacak mısınız?

MİLLÎ SAVUNMA BAKANI MEHMET VECDİ GÖNÜL (İzmir) – Hayır.

BAŞKAN – Şimdi madde üzerinde soru-cevap faslına geçiyoruz.

Sayın Işık…

ALİM IŞIK (Kütahya) – Teşekkür ediyorum Sayın Başkanım.

Sayın Bakanım, birbiriyle bağlantılı bir iki sorum var.

Bilindiği gibi ülkemiz bor rezervi açısından dünyanın en zengin ülkesidir. Bakanlığınızca bor araştırma enstitüsü veya üniversitelerimizde bor rezervlerinden ya da türev ürünlerinden savunma sanayisinde nasıl yararlanılabileceği konusunda herhangi bir güdümlü araştırma projesi yürütülmekte midir? Eğer böyle bir proje varsa ne aşamada olduğunu -sakıncası yoksa- açıklayabilir misiniz?

Stratejik önemi nedeniyle Kütahya’da bulunan Eti Bor AŞ Borik Asit Üretim Tesisleri’nin özelleştirileceği yönündeki haberler doğru mudur? Doğruysa bu konuda Bakanlığınızın görüşü alınmış mıdır? Alınmışsa görüşünüz nedir?

Teşekkür ederim.

BAŞKAN – Sayın İnan…

MÜMİN İNAN (Niğde) – Sayın Başkanım, aracılığınızla sormak istiyorum Sayın Bakanıma.

Sayın Bakanım, Niğde Bor Silah Fabrikası’nın kapatılmasıyla ilgili cevabı Niğde ve Bor’daki hemşehrilerimiz duymuşlar ve son derece üzgün ve tedirginler. Fabrikanın kapatılma kararını bir daha gözden geçirmenizi diliyorlar. Eğer kesin olarak kapatılacaksa da binlerce metrekare kapalı ve açık alanı olan, makine ve ekipmanlarıyla bu fabrika ne olacaktır? Satılacak mıdır ya da Savunma Bakanlığı tarafından herhangi bir yatırım amaçlı kullanılacak mıdır? Sorumun birisi bu.

İkincisi de bu büyük projede milletvekillerimizin ve diğer konuşmacıların bahsettiği gibi ülkemizin bu projenin ana ortaklarından olmadığı ve alım önceliği olan üçüncü halkada yer aldığı doğru mudur?

Teşekkür ediyorum efendim.

BAŞKAN – Sayın Vural…

OKTAY VURAL (İzmir) - Sayın Başkanım, çok teşekkür ediyorum.

Şimdi, bu otonom, lojistik, küresel destekle ilgili hedeflerden biri de burada belirtilmiş ve özellikle bu otonom, lojistik, küresel desteğe ulaşılması hedefleniyor. Böylelikle bir küresel destekle ilgili lojistik merkez oluşturulacak. Bu durumda bizim kendi ikmal merkezlerimiz dışında küresel bir destek… Acaba bu küresel destek Türkiye'nin ihtiyaçlarını karşılamazsa, karşılayamazsa bunun bir yaptırımı var mıdır? Bunu önceden temin etmek, garanti altına almak mümkün olabilecek mi? Bir bakıma dışa bağımlılık bu sefer de işletme açısından da dışa bağımlılığı oluşturmamakta mıdır? Bu konuda özellikle sizden bilgi istirham ediyorum. Bu küresel desteğin sağlanacağı, lojistik küresel desteğin sağlanacağı yer neresi olacak, ABD mi olacak? Bu konuda bilgi istirham ediyorum.

BAŞKAN – Sayın Bakan...

MİLLÎ SAVUNMA BAKANI MEHMET VECDİ GÖNÜL (İzmir) – Sayın Başkanım, önce, müsaade ederseniz konuşmalarda bir husus geçti Yunanistan, İspanya ve Fransa’yla ilgili. Yunanistan ve İspanya Joiınt Strike Fighter Projesi’yle yakından ilgilenmektedirler, şu anda brifingler almaktadırlar. Yunanistan ise Eurofighter kararı alma kararı almıştı ama sonradan vazgeçti. Fransa ise yalnızca Mirage uçaklarını kullanmaktadır. Yani Eurofighter’la veya Joint Strike Fighter’la herhangi bir şeyi yoktur.

Şimdi diğer sorulara geçeyim. Bor rezervleri ve savunma sanayisiyle ilgili özel projelerimiz var. Özellikle zırh konusunda -çok etkin bir koruma yapıyor- bir özel proje çalışmaları yapılıyor ve savunma sanayisi fonlarından da desteklenmektedir. Daha fazla bilgi arzu edilirse özel olarak size takdim edebilirim.

Borik asit tesislerinin özelleştirilmesi konusunda şu anda bir bilgim yok. Onu size yazılı olarak bildireyim.

Sayın İnan’ın Niğde’deki fabrikayla ilgili ben tam tersini söyledim zannediyorum. Üç sene evvelki kapatılma kararı bugünlere kadar ertelendi, yani bugünlere kadar geldi ve sosyal bir olay olmayacak şekilde mesele çözülecektir dedim. Nihai karar alındıktan sonra, sizlerin de görüşü alınmak suretiyle, Niğde milletvekillerimizin görüşleri alınmak suretiyle en uygun şekilde kapalı alanın ve arsanın değerlendirilmesinde el birliği yapacağımızdan şüpheniz olmaması gerekir.

MÜMİN İNAN (Niğde) – Teşekkür ederim.

MİLLÎ SAVUNMA BAKANI MEHMET VECDİ GÖNÜL (İzmir) – Diğer husus: Hiç tereddüt yok, Türkiye ana ortaklardan biridir, Joint Strike Fighter’ın ana ortaklarından biridir. Herhangi bir teknoloji gizlenmesi yoktur, bütün konularda beraberdir. Zaten en büyük avantaj da budur. Yani bu kanun bugün buradan geçmezse yarın ana ortak olmaktan çıkılır ve hazır alım noktasına gelinir. Burada, tabii, verilen mücadeleler safha safha anlatılmıyor ama bilinmesi gerekir ki bir sanayi olayında hiç kimse kimseye bir ikramda bulunmuyor, adım adım mücadele etmek gerekiyor. Bu mücadeleye devam edilecektir.

Ben yazılımla ilgili buradaki konuşmalarınızı bizim mücadelemize verilmiş bir destek olarak görüyorum.

K. KEMAL ANADOL (İzmir) – Doğrudur.

MİLLÎ SAVUNMA BAKANI MEHMET VECDİ GÖNÜL (İzmir) – Yarın da bunu biz beynelmilel ortamlarda hassasiyet olarak ortaya koyacağız, gerek iktidar olarak gerek muhalefet olarak Parlamentomuzun bir zorunluluğu, vazgeçilmez isteği ve iradesi olarak ortaya koyacağız. Biz bundan ancak güç alırız, tenkitlerinizden ancak güç alırız çünkü beynelmilel ortamda buna ihtiyacımız var.

Küresel destek konusunda: Mevcut askerî fabrika ve bakım merkezleri küresel desteğin bir parçası olacaktır. Dışa bağlılıkta bugünkü şartlar aynı şekilde devam edecektir ve bütün kullanıcılara bu merkezden Türkiye’deki bütün uçaklara hizmet verdiği gibi, ihtisası itibarıyla da diğer kullanıcılara da hizmet verecektir. Zaten ana ortaklardan biri olmanın en büyük avantajı budur.

Belki konuşmamda gözden kaçtı. Orta parçayı Türkiye üretecektir. Bu, Türkiye için de, dışarısı için de... Diğer parçalar bakımından da üretilecek parçalar, Türkiye’de üretilecek parçalar, diyelim ki egzoz parçası Türkiye’de üretilecektir. Çok ileri teknoloji ister ve ihaleyle alınmıştır, bir şirketimiz ihaleyle almıştır. Bu bütün uçaklarda kullanılacaktır, yalnız Türkiye’de yapılacaklarda değil bütün uçaklarda kullanılacaktır. Bilgi olarak arz ediyorum.

Müsaade ederseniz Sayın Başkanım, demin bir hususa cevap vermemişim. Bir Sayın Milletvekilimiz UAV’lerle ilgili bir soru sordu, cevabını ihmal ettim. Müsaade ederseniz.

BAŞKAN – Buyurun.

MİLLÎ SAVUNMA BAKANI MEHMET VECDİ GÖNÜL (İzmir) – Bir UAV kiralanması gene devam ediyor ama üç UAV’yi de satın aldık ve üç UAV’yi fevkalade uygun fiyatlarla ve uygun şekilde satın aldık. İsrail kaynaklıdır ve millî hizmetlerimize girmiş bulunmaktadır. Arz ederim.

Teşekkür ederim.

BAŞKAN – Teşekkür ederim.

Maddeyi oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler… Kabul etmeyenler… Kabul edilmiştir.

Diğer maddeyi okutuyorum:

MADDE 2- Bu Kanun 25 Ocak 2007 tarihinden geçerli olmak üzere yayımı tarihinde yürürlüğe girer.

BAŞKAN – Madde üzerinde söz talebi yok.

Maddeyi oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler… Kabul etmeyenler… Kabul edilmiştir.

3’üncü maddeyi okutuyorum:

MADDE 3- Bu Kanun hükümlerini Bakanlar Kurulu yürütür.

BAŞKAN – Madde üzerinde söz yok.

Maddeyi oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler… Kabul etmeyenler… Kabul edilmiştir.

Tasarının tümü açık oylamaya tabidir.

Açık oylamanın elektronik oylama cihazıyla yapılmasını oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler... Kabul etmeyenler... Kabul edilmiştir.

Oylama için beş dakika süre vereceğim. Bu süre içinde sisteme giremeyen üyelerin teknik personelden yardım istemelerini, bu yardıma rağmen de sisteme giremeyen üyelerin oy pusulalarını oylama için öngörülen beş dakikalık süre içerisinde Başkanlığa ulaştırmalarını rica ediyorum.

Ayrıca, vekâleten oy kullanacak sayın bakanlar var ise hangi bakana vekâleten oy kullandığını, oyun rengini ve kendisinin ad ve soyadı ile imzasını da taşıyan oy pusulasını yine oylama için öngörülen beş dakikalık süre içerisinde Başkanlığa ulaştırmalarını rica ediyorum.

Oylama işlemini başlatıyorum.

(Elektronik cihazla oylama yapıldı)

BAŞKAN - Müşterek Taarruz Uçağının Üretimi, Desteklenmesi ve Sürekli İyileştirilmesine İlişkin Mutabakat Muhtırası ve Buna Dair Mali Yönetim Esasları Dokümanının Onaylanmasının Uygun Bulunduğu Hakkında Kanun Tasarısı’nın tümünün açık oylama sonucunu açıklıyorum:

Kullanılan oy sayısı

:

240

Kabul

:

207

Ret

:

11

Çekimser

:

22 (x)

Tasarı kabul edilmiş ve kanunlaşmıştır, hayırlı olsun.

Birleşime on dakika ara veriyorum.

Kapanma Saati: 16.31

                           

(x) Açık oylama kesin sonuçlarını gösteren tablo tutanağa eklidir.

ÜÇÜNCÜ OTURUM

Açılma Saati: 16.48

BAŞKAN : Başkan Vekili Meral AKŞENER

KÂTİP ÜYELER: Harun TÜFEKCİ (Konya), Fatma SALMAN KOTAN (Ağrı)

BAŞKAN – Sayın milletvekilleri, Türkiye Büyük Millet Meclisinin 108’inci Birleşiminin Üçüncü Oturumunu açıyorum.

3’üncü sırada yer alan, Yükseköğretim Kurumları Teşkilatı Kanununda ve Yükseköğretim Kurumları Öğretim Elemanlarının Kadroları Hakkında Kanun Hükmünde Kararname ile Genel Kadro ve Usulü Hakkında Kanun Hükmünde Kararnameye Ekli Cetvellerde Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Tasarısı; Yükseköğretim Kurumları Teşkilatı Kanununda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Tasarısı; Yükseköğretim Kanunu ile Yükseköğretim Kurumları Teşkilatı Kanununda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Tasarısı ile Tunceli Milletvekili Sayın Kamer Genç’in; Yalova Milletvekili Sayın Muharrem İnce’nin; Ardahan Milletvekili Sayın Ensar Ögüt ve 29 Milletvekilinin; Bayburt Milletvekilleri Sayın Fetani Battal ve Sayın Ülkü Güney’in; Bartın Milletvekili Sayın Yılmaz Tunç’un; Ardahan Milletvekili Sayın Saffet Kaya’nın; Bartın Milletvekili Sayın Muhammet Rıza Yalçınkaya’nın; Ardahan Milletvekili Sayın Ensar Öğüt’ün; İstanbul Milletvekili Sayın Şinasi Öktem’in; Adıyaman Milletvekili Sayın Şevket Köse’nin; Gümüşhane Milletvekilleri Sayın Yahya Doğan ve Sayın Kemalettin Aydın’ın; Şırnak Milletvekili Sayın Abdullah Veli Seyda’nın; Yalova Milletvekili Sayın İlhan Evcin’in; Hakkâri Milletvekilleri Sayın Rüstem Zeydan ve Sayın Abdulmuttalip Özbek’in; Iğdır Milletvekili Sayın Ali Güner’in; İstanbul Milletvekili Sayın Kemal Kılıçdaroğlu’nun; Benzer Mahiyetteki Kanun Teklifleri ile Plan ve Bütçe Komisyonu Raporu’nun görüşmelerine kaldığımız yerden devam edeceğiz.

3.- Yükseköğretim Kurumları Teşkilatı Kanununda ve Yükseköğretim Kurumları Öğretim Elemanlarının Kadroları Hakkında Kanun Hükmünde Kararname ile Genel Kadro ve Usulü Hakkında Kanun Hükmünde Kararnameye Ekli Cetvellerde Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Tasarısı; Yükseköğretim Kurumları Teşkilatı Kanununda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Tasarısı; Yükseköğretim Kanunu ile Yükseköğretim Kurumları Teşkilatı Kanununda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Tasarısı ile Tunceli Milletvekili Kamer Genç’in; Yalova Milletvekili Muharrem İnce’nin; Ardahan Milletvekili Ensar Ögüt ve 29 milletvekilinin; Bayburt Milletvekilleri Fetani Battal ve Ülkü Güney’in; Bartın Milletvekili Yılmaz Tunç’un; Ardahan Milletvekili Saffet Kaya’nın; Bartın Milletvekili Muhammet Rıza Yalçınkaya’nın; Ardahan Milletvekili Ensar Öğüt’ün; İstanbul Milletvekili Şinasi Öktem’in; Adıyaman Milletvekili Şevket Köse’nin; Gümüşhane Milletvekilleri Yahya Doğan ve Kemalettin Aydın’ın; Şırnak Milletvekili Abdullah Veli Seyda’nın; Yalova Milletvekili İlhan Evcin’in; Hakkari Milletvekilleri Rüstem Zeydan ve Abdulmuttalip Özbek’in; Iğdır Milletvekili Ali Güner’in; İstanbul Milletvekili Kemal Kılıçdaroğlu’nun; Benzer Mahiyetteki Kanun Teklifleri ile Plan ve Bütçe Komisyonu Raporu (1/560, 1/540, 1/577, 2/7, 2/11, 2/24, 2/160, 2/179, 2/180, 2/205, 2/207, 2/208, 2/209, 2/214, 2/216, 2/218, 2/219, 2/220, 2/221, 2/222, 2/230) (S. Sayısı: 226) (x)

                           

(x) 226 S. Sayılı Basmayazı 21/5/2008 tarihli 107’nci Birleşim Tutanağı’na eklidir.

BAŞKAN – Komisyon? Burada.

Hükûmet? Burada.

1’inci maddeye bağlı ek madde 104’ü okutuyorum:

İstanbul Kemerburgaz Üniversitesi

EK MADDE 104 - İstanbul’da Mehmet Altınbaş Eğitim ve Kültür Vakfı tarafından 2547 sayılı Yükseköğretim Kanununun vakıf yükseköğretim kurumlarına ilişkin hükümlerine tabi olmak üzere, kamu tüzel kişiliğine sahip İstanbul Kemerburgaz Üniversitesi adıyla bir vakıf üniversitesi kurulmuştur.

Bu Üniversite, Rektörlüğe bağlı olarak;

a) Fen-Edebiyat Fakültesinden,

b) Mühendislik ve Mimarlık Fakültesinden,

c) İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesinden,

ç) Güzel Sanatlar ve Tasarım Fakültesinden,

d) Tıp Fakültesinden,

e) Eczacılık Fakültesinden,

f) Hukuk Fakültesinden,

g) Uygulamalı Bilimler Fakültesinden,

ğ) Yabancı Diller Yüksekokulundan,

h) Meslek Yüksekokulundan (iki yıllık),

ı) Fen Bilimleri Enstitüsünden,

i) Sosyal Bilimler Enstitüsünden,

j) Sağlık Bilimleri Enstitüsünden,

oluşur.

BAŞKAN – Madde üzerinde gruplar adına ilk söz, Cumhuriyet Halk Partisi Grubu adına Antalya Milletvekili Sayın Tayfur Süner’e aittir.

Buyurun Sayın Süner.

CHP GRUBU ADINA TAYFUR SÜNER (Antalya) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; görüşülmekte olan ek 104’üncü madde üzerinde Cumhuriyet Halk Partisi Grubu adına söz aldım. Hepinizi saygıyla selamlıyorum.

Ruslara karşı gerek Çerkezlerle gerekse tek başlarına verdikleri mücadele sonunda 1862-64 yılları arasında en kalabalık göç ile Türkiye'nin de dâhil olduğu birçok ülkeye yayılan Abazaların atalarının verdikleri mücadeleleri andıkları bu haftada, tüm dünyadaki Abazalara ve gerekse Çerkezlere bundan sonraki yaşamlarında mutluluklar diliyorum. Bu haftadaki etkinliklerini en ulvi dileklerimle kutluyorum.

Üniversiteler bir toplumun çağdaşlaşması ve aydınlanması sürecinde en önemli öğretim kurumlarıdır. Bu kurumlara önem veren tüm toplumlar pek çok alanda büyük başarılar elde etmiş ve sorunlarının çözümünde daha akılcı davranmışlardır. Çünkü üniversiteler bilgi üreten ve toplumun hizmetine sunan kurumlardır. Bu bağlamda, yeni üniversitelerin kurulması büyük önem taşımaktadır. Öte yandan, yeni bir üniversite açmak için evrensel ölçütlerle belirlenen altyapı hazırlıklarını tamamlamak, ekonomik kaynak, akademik ve idari personel planlamasını gerçekleştirmek gerekmektedir. Bunlar yapılmadan üniversite açılması, liseler düzeyinde öğrenim veren, niteliksiz, diplomalı işsizler mezun eden üniversite sayısını artırmak dışında hiçbir işe yaramayacaktır. AKP Hükûmeti, bu yükümlülüğü şimdiye kadar yerine getirmek bir yana eğitim ve yükseköğretimde var olan sorunları daha da içinden çıkılmaz bir hâle getirmiştir; mevcut üniversitelerin ekonomik, akademik ve idari sorunlarının çözümü için hiçbir adım atmamışlardır.

Değerli milletvekilleri, AKP Hükûmeti aracılığıyla uygulanan Dünya Bankası ve IMF patentli reformlar hiç kuşkusuz 1980’lerden bu yana her hükûmet programında yer almış ve parça parça yaşama geçirilmiştir.

Süregelen uygulamaların bu sonucu olarak üniversitelerimizin piyasalaşma süreci de artık tamamlanmak üzeredir. Nitekim, yeni YÖK Başkanının yükseköğretimin paralı olması önerisi Dünya Bankasının paralı yükseköğretim projesine uygun bir öneridir.

Üniversiteler, gelinen noktada artık bilgi kurumu değil iş kurumu olarak işlev görmekte, piyasaların ve bu piyasalara egemen olan sermaye bloklarının emrine göre yeniden biçimlendirilmektedir. Kuşkusuz hiçbir toplumsal dönüşüm idealize edilmiş örnekleriyle sürmemektedir. Bu dönüşüm, üniversite sistemimizin içinde, tarihin hiçbir aşamasında olmadığı kadar farklılıkların oluşmasına ve parçalanmasına yol açmaktadır. Tıpkı toplumun diğer alanlarda olduğu gibi üniversite sistemimiz parçalanmış, aynı yapının altında varlıklarını sürdüren farklı kurumlara dönüşmüştür.

Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; Türkiye’de üniversite mezunları arasındaki işsizlik oranı gittikçe yükselmektedir. Umut kapısı olarak görülen üniversiteler, artık, gençlerin hayatlarını karartan yerlere dönüşmektedir.

Bilimsellikten gittikçe uzaklaşan, akademik ve ekonomik yetersizlikler içerisinde eğitim veren birçok üniversitemiz bulunmaktadır. Yeni üniversite açmak yerine, öncelikle, yeterli kaynağın kamu bütçesinden ayrılarak mevcut üniversitelerin sorunlarının çözülmesi gerekmektedir. Önemli olan, yeni üniversiteler kurmak değil, mevcut üniversitelerin akademik ve bilimsel ölçütleriyle var olabilmesidir.

Devamlı yeni üniversite açmak ancak bu arada öğretim görevlileri kadrolarını artırmamak, öğretim üyesi başına düşen öğrenci sayısını fazlalaştırmaya çanak tutmak demektir. Ülkemizde bir öğretim görevlisine 30-35 öğrenci düşerken, gelişmiş ülkelerde bu sayı 10-15 öğrenci arasında değişmektedir. Bununla birlikte, yine öğretim görevlileri haftada 25-30 saat ders vermek durumunda kalmaktadırlar ki bu, Avrupa ortalamasının tam 5 kat üzerindedir.

Yükseköğretim kurumlarımızda araştırma görevlisi ve personel ile eğitim verecekleri binaların yetersizliği had safhadadır. Bunun bir an önce düzeltilmesi gereği ortadayken, AKP Hükûmeti, plansız şekilde yeni üniversite açarak bu yanlışı daha da körüklemektedir. Üniversitelerdeki akademik ve idari personel açıkları bir an önce tespit edilerek nitelikli eğitim hizmeti verebilmek için gerekli akademik ve idari personel ihtiyacı mutlaka karşılanmalıdır.

İşin bir diğer boyutu da öğrenci yurtlarında yaşanan sorunlardır. Üniversitelerimiz bünyesindeki öğrenci yurtları kesinlikle talebi karşılayamamaktadır. Öğrencilerimiz bu yüzden tarikat yurtlarının kucağına düşmektedir.

Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; iktidarınızda bütün eğitim sistemini laçkalaştırdınız. Yine, kafanızın arkasındaki düşüncelerinize göre bir ülke ve buna bağlı olarak da bir eğitim sistemi getirilmek için çaba gösterdiniz. Yükseköğretimdeki sorunların çözümü için daha düzenli ve verimli bir yükseköğretim tarzı benimsenmelidir. Bunun için de acil bir şekilde vakıf üniversitelerine yönlendirilen araştırma fonlarının yeniden kamu üniversitelerine yönlendirilmesi mutlaka sağlanmalıdır. Bunun yanında bilimsel araştırmalar için ayrılan fonlar mutlaka arttırılmalı, üniversitelerimizin her türlü teknik ve araç ve gereç ihtiyacı giderilmelidir. Ülkemizde bulunan yüz on altı üniversiteye tahsis edilen para Harward Üniversitesine ayrılan para kadar değildir. Bu bütçelerle üniversitelerimizin dünyada ilk beş yüzün arasına girmesi mümkün değildir.

Sayın Bakan, ben size dünkü görüşmeler sırasında özellikle seçim bölgem olan Antalya Akdeniz Üniversitesiyle ilgili üç soru sordum. Bu sorulara verdiğiniz yanıtlarda bana İstanbul Üniversitesini örnek gösterdiniz. Allah aşkına, Sayın Bakan, altı yıldır oturmuş olduğunuz makam bu sorunları çözmek için değil midir?

Biz Cumhuriyet Halk Partisi Grubu olarak bu tasarıya karşı değiliz. Ülkemizde yeni eğitim kurumlarının açılması hepimizi sevindirecektir. Ancak, mevcut üniversitelerimizin personel ve yatırım sorunlarına çözüm bulamamışken yeni açılacak üniversitelerin tabela üniversitesi olmaması için ne şekilde bir hassasiyet göstereceğinizi merakla bekliyoruz.

Altı yıldır yapmış olduğunuz icraatlar ortadadır. Gerek hayırseverlerin gerekse sivil toplum örgütlerinin ve özel televizyonların girişimleri sonucunda yaptırılan okulları bile kendiniz yapmış gibi övünmektesiniz. Umarım bu üniversiteler de özverisi yüksek olan halkımıza güvenerek açılmayacaktır. Bu üniversitelere başlayan gençler hayal kırıklığına inşallah uğramazlar. Sadece dört duvardan ibaret olan, hiçbir altyapısı olmayan eğitim kurumlarından işe yaramayan diplomalar alarak hayata atılmazlar.

Yeterli ödenek bulabilirdiniz. ARGE teşvikini dört beş tane firmaya vereceğinize üniversitelere verirdiniz. Üniversiteler ARGE teşvikiyle, aldığı fonlarla üniversitelerdeki bina açıklarını rahatlıkla yaparlardı. İhracat ve ithalatın belgelerini üniversiteler verirdi. Ortaöğretim tabelalarını AB renklerine dönüştürdünüz. Onun parasını üniversiteye ayırabilirdiniz.

Lale bahçelerinize altı senedir sarf ettiğiniz çiçek paralarını üniversiteye yatırabilirdiniz.

İstanbul Kemerburgaz Üniversitesi adıyla yeni bir vakıf üniversitesinin kurulmasının vatanımıza, milletimize hayırlı olmasını dilerim.

Hepinize saygılar sunuyorum. (CHP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – Teşekkür ederim Sayın Süner.

Milliyetçi Hareket Partisi Grubu adına Sakarya Milletvekili Sayın Münir Kutluata.

Buyurun Sayın Kutluata. (MHP sıralarından alkışlar)

MHP GRUBU ADINA MÜNİR KUTLUATA (Sakarya) – Sayın Başkan, sayın milletvekilleri; 226 sıra sayılı Yasa Tasarısı’nın ek 104’üncü maddesi vesilesiyle Milliyetçi Hareket Partisi Grubu adına söz almış bulunuyorum. Grubum ve şahsım adına yüce Meclisi saygılarımla selamlıyorum.

Kurulan dokuz devlet üniversitesinin ve iki vakıf üniversitesinin, ülkemize ve kuruldukları şehirlere hayırlar getirmesini diliyorum. Bu tasarının kanunlaşmasıyla, bu on bir üniversitenin açılmasıyla Türkiye’deki üniversite sayısı 127’ye çıkmış oluyor; bunun 33’ü vakıf, 94’ü devlet üniversitesi olmak üzere.

Bu son dokuz devlet üniversitesiyle, iller bazında üniversitelerin coğrafi dağılımı diyebileceğimiz bir dağılım tamamlanmış oluyor. Mademki bu yola gidildi, bunun tamamlanmasında büyük fayda vardır. Böylece, bu yasayla coğrafi dağılım tamamlanmış oluyor ama bizim eğitim sistemimizin çok köklü problemleri olduğunu ve üniversitelerdeki yetersizliklerin bu eğitimdeki problemleri çok daha derinleştirdiğini bildiğimizi dikkate alırsak, bu coğrafi tamamlanmadan sonra Hükûmetin, süratle üniversite eğitimini sorunlarından kurtarmayı, üniversite eğitiminin problemlerini çözmeyi ve bunun için ortaya ciddi bir plan koymasını bekliyoruz, bunu arzu ediyoruz. Yani, üniversitelerimizdeki sayısal ve kalite yetersizliği herkesin malumudur. Burada sayısal yetersizliğin giderilmesine yönelik bazı adımların atılıyor olması, kaliteyi dikkate almadığımız zaman kalitede zaten şikâyetçi olduğumuz mevcut durumu çok daha gerilere götürme ihtimali vardır. O bakımdan, coğrafi tamamlanmayı, yayılmanın tamamlanmasını kutluyoruz ancak, derhâl, üniversitelerin aslına, asli sorunlarına dönmeyi, üniversite anlayışının ciddi şekilde yerleşmesine destek vermeyi bekliyoruz Hükûmetten.

Burada sık sık duyduğumuz bir hususa işaret etmek istiyorum: Sayın Bakan sık kullanıyor, yine, ilgililerin sık sık “Çocuk doğmadan büyümez.” diye hazırlıksız üniversite açmanın bir açıklaması var. Çocuk doğmadan büyümez, bu doğru, bunu söylemeye bile gerek yok. Ama bilinmesi gereken, çocuğun sağlıklı bir ortama doğmasıdır. Sağlıklı ortama doğması meselesi, üniversite için gerekli ortamın hazırlanmasıdır. Bunun da başında öğretim üyesinin yetiştirilmesidir.

Şimdi, bu işten duyduğumuz memnuniyeti ifade ediyoruz ama daha şık olanını söylüyorum: Hükûmetten beklerdik ki “Biz iktidara gelirken şu sayıda üniversite açmayı planladık. İşte, bugün önünüze getirdiğimiz bu tasarı bu planın bir devamıdır. Açtığımız bu dokuz şehirde çalışmak üzere şu sayıda öğretim üyesi adayını genç öğretim üyesi hâline getirdik ve bunları bu bölgelerde ikamete ve çalışmaya da tabii yollarla, teşvikle ikna ettik.” denilseydi alkışlanacak bir adım atılmış olacaktı. Ama, olmaması gereken bir sahada, aslında, bir özrümüz iken “Göç yolda düzülür.” lafını üniversitelerde de kullanmak çok hoş bir şey değildir ama hiç yapmamaktan iyidir.

Şimdi, değerli milletvekilleri, üniversitelerimizin gerçekten kendi sorunları bir yana, bu sorunları devam ettiği sürece çok büyük sorunları olan topyekûn eğitim sistemimizi geriye götürdüğünü hepimiz biliyoruz. Üniversitelerdeki yetersizlik ortaöğretim sistemimizi, daha da gerilere giderek ilköğretim sistemimizi âdeta patolojik hâle getirmiş, patolojik problemlerle karşı karşıya bırakmıştır. Dünyanın hiçbir yerinde bir ortaöğretim kurumunun, bir lisenin, bir gencin ayağına istikbali bakımından bağ olduğunu görebileceğiniz bir yer var mıdır? Nedir bu? Lise öğrencilerinin okullarından kaçmak için çareler bularak kurslara gittiği sistemi kime, nasıl izah edeceğiz?

Yine, yetkililerin izahından ve istatistiklerden biliyoruz ki, üniversiteye müracaat eden 1 milyon 700 bin civarındaki gencimizin ancak onda 1’i, kendi içine sinen değil, dört yıllık olduğu için makbul sayılabilen üniversitelere girebilmektedir, yükseköğretim kurumlarına girebilmektedir. Geriye kalan yüzde 90’la ilgili hesabımız nedir? Geriye kalan yüzde 90, ülkeyi yönetenler ve ülkeyle ilgili endişe taşıyanlar için çok büyük bir problemdir. Ama bir ayrı kesim için bu bir pazardır. Nitekim, bu pazar, dershane sistemi içerisinde fevkalade güzel istismar edilmekte, değerlendirilmekte, üniversiteyi kazanamadığını, yarıştan koptuğunu itiraf edemeyen genç ve ebeveynleri dershaneye ümitsiz şekilde para harcamakta ve birkaç yılın sonunda da hedefe ulaşamayınca gence hayata atılmaya dair hiçbir özellik kazandırmamış olmaktadır. Peki, bu sistem niye beslenir, niye desteklenir, burasını çok bilemiyoruz. Dolayısıyla, işin özüne gelinirse, yükseköğretim sistemimizi ve eğitim sistemimizi bu çatı altında çok ciddi şekilde ele almak mecburiyetindeyiz.

Şimdi, 104’üncü maddenin düzenlediği konu şudur: İstanbul’da Kemerburgaz Üniversitesi adı altında bir vakıf üniversitesi kurulmasıdır. Bu vakıf üniversitemizin ve onun arkasından 105’inci maddede ele alınacak olan vakıf üniversitemizin Türkiye’ye hayırlı olmasını diliyorum ve bu vakıf üniversitelerimizin, vakıf üniversiteleriyle ilgili olarak şu anda dile getireceğim tenkitlerin dışında kendilerini tutmaya gayret edeceklerini ümit ediyorum.

Efendim, vakıf üniversiteleri diye üniversite sistemimizdeki yetersizliğin gerekçe yapılarak attığımız adımın nasıl işlediğine bir bakalım: Üniversitelerimizde, gerçekten, vakıf üniversitelerimizde, üniversiteyi üniversite yapanın, üniversite eğitimine katkı yapmanın öğretim üyesi olduğunu ifade edersek, vakıf üniversitelerimizin kamunun, kamu üniversitelerinin öğretim üyeleriyle faaliyetlerini sürdürdüklerini biliyoruz. Bu, fevkalade mahzurlu, fevkalade yanlış bir yoldur. Eğer, sadece öğrencileri alıp bir yerlerden derse girecek öğretim elemanları temin edip diploma vermek idiyse bu metot, bu metodu devlet birtakım binalar kiralayarak niye yapamıyordu? Niçin ayda 15-20 milyar lira para ödeterek, yani özel kesimin, vatandaşın eğitime katkı olarak harcamaya razı olduğu paraları böyle çarçur ettirmenin anlamı neydi? O hâlde, vakıf üniversitelerimizi hangisi üniversite, hangisi yüksekokul fonksiyonu görüyor diye bir tasnife tutmak mecburiyeti vardır. Bunu da Hükûmetin derhâl yapması gerekiyor.

Şimdi, size bu anlamda bir iki sarsıcı rakam vermek istiyorum: Efendim, 33’e çıktı vakıf üniversitelerimiz. Rakamlarını ele geçirdiğim, öğretim üyesi rakamlarına şu bir gün içinde ulaşabildiğim 28 vakıf üniversitesinden 100’den fazla öğretim üyesi olan sadece 9 tane var. 10 tanesinin öğretim üyesi 50’den az. 50’den az öğretim üyesi olan 10 vakıf üniversitesinin toplam öğretim üyesi sayısı 264, öğrenci sayısı 22.900. Yani 264 öğretim üyesi. Ciddi bir üniversitede orta hâlli bir fakülte kadar öğretim üyesi var ve orta hâlli bir üniversite kadar da öğrenciyi eğitiyor ama gidin bakın ki velilerin, “Oğlum yarıştan, kızım yarıştan koptu.” dedirtmemek pahasına katlandıkları bir sistem devam ediyor. Dershane sisteminin üzerine, lütfen, bunu ele almak mecburiyetindeyiz. Bu da Hükûmetin sorumluluğundadır.

Şimdi, süremin sonuna geldiğim için, üniversitemizin hizmet edeceği alanlar konusunda, bilim üretmek konusunda, topluma önderlik konusunda, sanayiye önderlik konusunda yapamadıklarının yanı sıra kendisinden geride kalan, kendisini besleyen eğitim sistemine karşı, nasıl, yetersizliklerinden ötürü sorunların...

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN – Bir dakika ek süre veriyorum Sayın Kutluata.

Buyurun.

MÜNİR KUTLUATA (Devamla) – …sardığını kısaca ifade etmek zorunda kaldım, uzun bir konudur.

Son olarak, kendi seçim bölgemle ilgili bir hususa temas etmek istiyorum. Bu yasa tasarısının içerisinde Sakarya Üniversitesinin bir kısım, bir miktar kadro meselesinin hâlli de vardır. O bakımdan, müteşekkirim ilim adına.

Diğer taraftan, Hükûmetin dikkatine sunmak istediğim bir konu var. Sakarya’da Karasu ilçesinde Tarım İşletmeleri Genel Müdürlüğüne ait 3.700 dönümlük bir arazi bugüne kadar hiçbir şekilde verimli olarak kullanılamadı, özel sektöre kiralandı, mahkeme iptal etti, üst mahkemede görüşmeleri sürüyor. Buraya Sakarya Üniversitesi taliptir. Sakarya Üniversitesi, şu andaki hâliyle de gelişmiş sayılabilecek bir üniversitedir ve bulunduğu coğrafi konum itibarıyla da gelişmeye fevkalade açık bir üniversitedir. O bakımdan, bu arazinin eğitime ayrılması konusunda Hükûmetin özel itinasını rica ediyorum.

Bu ricamı da ekledikten sonra bu yasanın, bu üniversitelere, şehirlerimize, bölgelerimize hayırlı olmasını tekrar diliyorum ve hepinize saygılar sunuyorum. (MHP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – Teşekkür ederim Sayın Kutluata.

Hükûmet adına Millî Eğitim Bakanı Sayın Hüseyin Çelik söz istemişlerdir.

Buyurun. (AK Parti sıralarından alkışlar)

MİLLÎ EĞİTİM BAKANI HÜSEYİN ÇELİK (Van) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; dün akşam yapılan müzakereler esnasında da dile getirildiği için -bugün de özellikle Sayın Süner’in dile getirdiği bir mesele var- bu konuda yüce Meclisin özellikle bilgilendirilmesi açısından huzurunuzdayım. Burada birçok milletvekili arkadaşım “Özellikle yurt ihtiyacı fazla.” dediler ve “Kredi Yurtlar Kurumu yükseköğretimin yurt ihtiyacını karşılayamamaktadır, yurtlarda çok ciddi sıkıntılar vardır.” dediler. Ben, bununla ilgili olarak sizlere bazı rakamlar vermek istiyorum.

Değerli arkadaşlarım, Türkiye’de, örgün öğretime devam eden üniversite öğrencisi sayısı 1,5 milyondur. Bildiğiniz gibi, açık öğretim fakültelerine, açık öğretim programlarına devam eden insanlar bir yaygın açık öğretim faaliyeti yapıyorlar. 1,5 milyon öğrencimiz örgün öğretim kurumlarına devam ediyorlar ve bu 1,5 milyon öğrencimizin de yaklaşık yarısı kendi anne babalarının oturduğu, kendilerinin oturduğu illerdeki üniversitelere gidiyorlar. Yani potansiyel olarak yurda ihtiyaç hisseden öğrenci sayımız 750 bin civarındadır. Peki, bu 750 binin hepsi yurtta mı kalmak istemektedir? Hayır, bütün bu öğrenciler yurtta kalmak istememektedirler. Şu anda bizim 230 bin kişilik yurt kapasitemiz vardır. Eğitim-öğretim yılının başında özellikle birinci sınıfa gelen öğrenciler ciddi anlamda yurt tercihinde bulunmaktadırlar. Eğitim-öğretim yılının başında yurtlar yüzde 100, yüzde 110’luk gibi kapasitelerle çalışırken, dönem ortasına doğru, dönem sonuna doğru üniversite yurtlarındaki doluluk oranı yüzde 70 ile 80 arasında değişmektedir. Dolayısıyla, iddia edildiği gibi “Türkiye’de yükseköğretim öğrencilerinin çok sayıda yurda ihtiyacı vardır, ama yurt yoktur.” şeklindeki iddia doğru bir iddia değildir.

Değerli arkadaşlarım, bizim iktidarımız döneminde biz 53 devasa yurt bitirdik, 53 adet yurt bitirdik ve faaliyete soktuk. Peki, bu 53 yurtla ne kadar yatak kapasitesi kazandırıldı? Ranza sistemini kaldırdığımız için, karyola sisteminde 27 bin kapasite artırıldı. Eğer ranza sistemine devam etmiş olsaydık bu, 54 bin kapasite olacaktı. Ama biz şu anda yeni yaptığımız yurtlarda asgari üç yıldızlı otel kalitesini getiriyoruz ve bir odada en fazla 4 kişi kalabilir, birçoğu da banyosu, tuvaleti, vesair odanın içerisinde olan süit oda görünümündedir. Yeni yurtlarımızın hemen hemen hepsi böyledir.

Şu anda 16 yurdumuzun inşaatı devam ediyor. Bunun asgarisi 500 kişilik yurtlardır. 27 yurdumuzun da ihale aşamasındadır işlemleri. Yani, bu 2008 yılı içerisinde böylelikle toplam 39 adet yurdumuz da inşa hâlinde olmuş olacak. Bu yurtlar da bittiği zaman, yine ranza sisteminde değil karyola sisteminde, 25 bin kişilik yine ek bir kontenjan, kapasite oluşmuş olacak.

Şimdi, hâl böyleyken “Efendim, yurt yapılmıyor, öğrenciler yurt bulamadıkları için tarikat yurtlarına yöneliyorlar.” şeklindeki iddia, kesinlikle afaki bir iddiadır, doğru değildir. Öğrenciler eğitim-öğretim yılının başında yurda gelip kayıt yaptırmaktadır. Ama yurt hayatı daha disiplinli bir hayattır. Daha sonra öğrenciler evlere çıkmayı tercih etmektedir. Eve çıkmayı tercih eden öğrenciyi de “İlle de yurtta kalacaksınız.” gibi bir dayatmayla karşı karşıya bırakamazsınız.

Altını çizmek istiyorum arkadaşlar, şu anda Türkiye’deki yurt ihtiyacımız iddia edildiği gibi değildir.

Ancak, gelelim bu yeni üniversitelerin kurulduğu illere; Dün akşam dokuz ildeki yurt durumunu söyledim. Şırnak’ın dışında, bütün bu illerimizde şu anda birer yurt vardır. Öğrenci sayısının artmasıyla birlikte biz de yurt kapasitesini artıracağız. Mevzi olarak, mahallî olarak bazı illerde yurda ihtiyacımız olabilir ama yekûnda düşündüğünüz zaman böyle büyük bir problemle karşı karşıya değiliz.

Bir şey daha söyleyeyim Kredi ve Yurtlar Kurumuyla ilgili olarak. Kredi ve Yurtlar Kurumu 1962’de kuruldu. 1962 ile 2002 yılı arasında toplam kırk yılda Kredi ve Yurtlar Kurumunun geri dönüşümü, yani kredi verdiği insanlardan geri aldığı kredi miktarı 27 trilyon Türk lirasıdır. Kırk yılda 27 trilyon Türk lirasıdır ve ben günümüze uyarlanmış rakamlardan söz ediyorum. Peki, 2003 ile 2008 arasında geri dönüşüm ne kadar? 1 katrilyon Türk lirasıdır arkadaşlar. Mesele işi ciddiye almaktır, mesele işi takip etmektir, mesele ciddiyetle ve disiplin içerisinde bu önemli kamu kurumunu işletmektir. Sizinle paylaşmak istediğim birinci konu bu.

İkincisi, değerli arkadaşlarım, 2003 yılının başında Türkiye’de üniversitelerimizde toplam 74 bin öğretim elemanı vardı. Peki, 2008 yılının başında ne kadar öğretim elemanı var? 96 bin öğretim elemanı var. Dün Sayın Serter söylerken “98 bin” dedi. 96 bin veya 98 bin. Bu arada, 22 bin kişilik bir artış meydana gelmiş. “Efendim, üniversite sayısında yüzde 49’luk bir artış meydana gelmiş.” Doğru. Bu yeni kurduğumuz üniversiteler -biraz önce hepiniz söylediniz- daha yeni üniversitelerdir. Yine dün bir örnek verdim, sadece Çapa ve Cerrahpaşa Tıp Fakültelerinde sadece profesör sayısı 820 kişidir arkadaşlar. Şimdi, siz, İstanbul Üniversitesi ile şu anda Erzincan’da kurduğumuz üniversiteyi veya Aksaray’da kurduğumuz üniversiteyi eğer öğretim elemanı sayısı itibarıyla, bütçesi itibarıyla mukayese ederseniz yanlış bir mukayese yapmış olursunuz.

Dün akşam Sayın Kılıçdaroğlu dedi ki: “Sayın Bakan diyor ki: ‘Fidan dikmezseniz büyümez.’ Ama fidana can suyu lazım.” Dediniz değil mi?

KEMAL KILIÇDAROĞLU (İstanbul) – Evet.

MİLLÎ EĞİTİM BAKANI HÜSEYİN ÇELİK (Devamla) – Doğru. Ben de dedim ki: “Bakın, kurduğumuz otuz iki üniversiteye tahsis ettiğimiz bütçe 523 trilyon Türk lirasıdır 2008 yılında.” 523 trilyon Türk lirası herhâlde can suyu olmaya yeter Sayın Kılıçdaroğlu. Daha fazla olmalı mı? Elbette daha fazla olmalı, elbette kamuya daha fazla bütçe ayrılmalı, kamu üniversitelerine daha fazla bütçe ayrılmalı. Hepimizin gayreti şüphesiz ki bu yönde olacaktır.

Yine Sayın Süner dedi ki: “Artık üniversiteler gençlerin hayatını karartan yerler hâline gelmeye başladı.” Niye karartan yerler hâline gelmeye başladı? Ben Sayın Süner’in ne demek istediğini anlıyorum. Efendim, üniversite öğrencileri üniversiteye kayıt oluyorlar, okuyorlar, mezun oluyorlar, fakat iş bulamayınca hayatları kararıyor. Eğer böyle bakarsanız, değerli milletvekilleri, dünyanın hiçbir yerinde bir üniversiteden mezun olan kişiye ertesi gün “Gel seni kamuda istihdam edelim.” demezler. Böyle bir şey yok yeryüzünde. Siyasal bilgiler fakültesinden mezun olan binlerce genç olabilir. Birisi müfettişlik yardımcılığı sınavına girer, orayı kazanır. Birisi maliyenin açtığı sınavı kazanır, oraya girer. Birisi kaymakam olur. Birisi özel sektörde çalışır. Netice itibarıyla biz gençlerimizi sadece iç piyasamıza ve Türkiye’nin şu andaki mevcut istihdamına göre de değil, biz aslında gençlerimizi öyle yetiştirmeliyiz ki, bugün küresel bir rekabet var, uluslararası şirketler var.

Bakın, bununla ilgili bir örnek söyleyeyim ben size: Bankalar Birliğinin bir toplantısına katıldım Sayın Başbakanla birlikte. Orada, gelen yabancı bankacılar dediler ki: “Biz Türkiye’deki bankacılık uzmanlarına, finans uzmanlarına hayran kaldık. Gerçekten bu konudaki kaliteniz bize parmak ısırttı.” dediler ve büyük çapta memnuniyetlerini dile getirdiler. Burada tanıdıkları birçok, diyelim ki Fortis’ten tutun HSBC’ye kadar –banka ismi eğer ille de vermem gerekirse- bunlar Türkiye’de şube açan bankalardır ama burada istihdam ettikleri, bizim Türkiye’deki üniversitelerden mezun olan, özellikle finansman konusunda ihtisası olan insanlarla ilgili olarak büyük çapta memnuniyetlerini dile getiriyorlar. Dolayısıyla, sadece iç piyasaya yönelik olarak “Biz, efendim, şunları mezun ettik, işte iş bulamadılar…” Elbette, üniversite mezunu olup da işsiz olan gençlerin büyük bir sıkıntıyla karşı karşıya olduklarını biliyoruz. Onların doğuracağı bir bunalımın olduğunu da biliyoruz, ama bir taraftan hepimiz şunu söylemiyor muyuz değerli arkadaşlarım: Üniversite kapısına yığılan 1 milyon 700 bin öğrenci var, 1,5 milyon ila 2 milyon öğrenci arasında insan üniversite kapısında yığılıyor, bunlara üniversite imkânı bulmamız lazım.

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN – Sayın Bakan, bir dakika ekliyorum, tamamlayın lütfen.

MİLLÎ EĞİTİM BAKANI HÜSEYİN ÇELİK (Devamla) – Şimdi, hem üniversite imkânı bulacaksınız ama üniversiteyi bitiren herkese de -ille de kamuda çalışma gibi bir mecburiyet yoktur- böyle bir imkânı da temin edemezsiniz.

Değerli arkadaşlarım, bakın, dünden beri, araştırma fonlarının azaldığı söyleniyor. Türkiye’nin ARGE bütçesi 2000 yılında, değerli arkadaşlarım, 100 milyon dolardı; 2007 yılı sonu itibarıyla -Türkiye’nin kamu ARGE bütçesinden söz ediyorum- 1,3 milyar dolardır. Sadece bizim, Altıncı Çerçeve Program kapsamında 240 milyon avro, biz sadece Altıncı Çerçeve Program’a Türkiye ortak olsun diye katkı payı vermişiz. Yedinci Çerçeve Program’da bu 450 milyon avrodur. Üniversitelerin araştırma fonlarına, bakın, 2002 yılında 74 trilyon aktarılmışken, 2008 yılında bu 358 trilyon Türk Lirasıdır. “Hiçbir şey verilmedi, artmadı” şeklindeki iddialar kesinlikle doğru iddialar değildir değerli arkadaşlarım.

Hepinizi saygıyla selamlıyorum. (AK Parti sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – Teşekkür ederim Sayın Bakan.

Şahıslar adına ilk söz, Eskişehir Milletvekili Sayın Beytullah Asil’e aittir.

Sayın Asil…

İkinci söz, Gümüşhane Milletvekili Sayın Yahya Doğan’a aittir.

Sayın Doğan, buyurun. (AK Parti sıralarından alkışlar)

YAHYA DOĞAN (Gümüşhane) – Sayın Başkan, mensubu olmaktan onur duyduğum yüce Parlamentonun değerli üyeleri; 226 sıra sayılı Yükseköğretim Kurumları Teşkilatı Kanunu’yla ilgili ek madde 104 üzerinde söz almış bulunuyorum. Konuşmama başlamadan önce, hepinizi saygıyla selamlıyorum.

Kanaatimce, dün ve bugün, yüce Parlamento Türkiye’mizdeki bütün illeri üniversiteye kavuşturarak tarihî bir görev ifa etmiştir.

Burada dikkatimi çeken önemli bir gözlemimi de müsaadenizle zikredeceğim: “Ben bu Parlamento ile gurur duyuyorum.” dedim zira İstiklal Savaşı’nı yapan ve millî çıkarlar söz konusu olduğu zaman tek vücut olan Parlamentomuz, iktidarıyla muhalefetiyle birlikte hareket etmişlerdir.

İllerimiz içerisinde üniversitesi olmayan, Gümüşhane, Bayburt, Iğdır, Ardahan, Tunceli, Hakkâri, Bartın, Yalova ve Şırnak’ımızda da üniversitelerin kurulması kararı çıkmıştı. Hayırlı uğurlu olsun, tebrik ediyorum. Başta yüce Parlamentomuz olmak üzere emeği geçen, katkısı olan herkese, Hükûmetimize, illerin mevcut ve eski milletvekillerine ve konuya sahip çıkıp bizleri teşvik eden, memlekete gittiğimiz zaman “Hoca, üniversitemiz ne oldu, ne yapıyorsunuz?” diye sürekli bizi sıkıştıran hemşehrilerimize de teşekkür ediyoruz; asıl katkı onlarındır.

Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; üniversitelerimizin kuruluş kanunlarının çıkması bizlere yeni birtakım görev ve sorumluluklar yüklemektedir. Bildiğiniz gibi kanunun çıkmış olması her şeyin bitmiş olması demek değildir, bir anlamda işe daha yeni başlıyoruz. Bu üniversitelerin bütçelerinin takibi, mali durumları, eğitim elemanlarının kadroları ve fiziki altyapı yatırımlarının çok yakinen takip edilmesi gerekmektedir. Hasbelkader içerisinden geldiğim ve Cumhurbaşkanlığında görevdeyken de meşgul olduğum için üniversitelerimizin sorunlarını biliyorum. Elbette ki yeni kurulan üniversitelerimizin de bir hayli sorunları olacaktır. Hiç mühim değil, Türk milleti bunları da aşacaktır. Nitekim bugün konuşmam gerektiğini öğrenince, şöyle bir gözden geçirdim, nereden nereye… Kayseri’de bir tıp fakültesi açılması söz konusu oldu. Yanlış hatırlamıyorsam Gevher Nesibe Tıp Fakültesi. Hacettepe bünyesinde kuruldu, daha sonra, bugün hâlini görüyorsunuz. Birçok üniversiteye analık yapacak duruma gelmiştir.

Değerli milletvekilleri, süre az, anlatacaklar çok. Ben kâğıda bağlı kalmadan çok kısa olarak sizlere şunu söyleyeyim: Üniversitelerimizin ciddi sorunları vardır ancak bu Parlamentoda sanıyorum 100’e yakın öğretim üyesi bulunmaktadır. Resmî-gayriresmî, iktidar-muhalefet ayrım yapmadan öğretim üyesi arkadaşlarım bir araya gelerek üniversitelerimizin sorunlarını bir platformda tartışmamız, tutarlı çözüm önerileri üretmek suretiyle Hükûmete, Parlamentoya getirmek durumundayız.

Bu arada, yeni kurulan üniversitelerle bölgeler arası dengesizliğin de büyük ölçüde ortadan kalkacağını, bu üniversitelerin halkla bütünleşerek açıldıkları her yörede ekonomik, sosyal ve kültürel anlamda pozitif değişimlere yol açacağını biliyorum.

Yine, şunu biliyorum ki, Anadolu halkı bu üniversitelerine sahip çıkacak, onlarla bütünleşecektir.

Yeri gelmişken bir hususa daha değinmek istiyorum. Devletler bütün bunların…

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN – Sayın Doğan, bir dakika ekliyorum; lütfen tamamlayın.

YAHYA DOĞAN (Devamla) – Sayın Başkanım, toparlıyorum.

Devletin imkânları sınırlıdır. Biz hepsini devletten beklersek gecikmeler olabilir. Bu sebeple, zaten halkımız büyük ölçüde destek veriyor. Öyle göz yaşartıcı olaylarla karşılaştık ki, adam ilkokulu zor bitirmiş köyünde, ancak, çalışmış, üç beş kuruş kazanmış, ben okuyamadım, memleketimin çocukları okusun deyip 24 derslikli bir binayı yapıp üniversite kurulması amacıyla vilayete bağışlıyor. Daha niceleri. Bunları saymak mümkündür.

Sizden istirhamım, özellikle yeni kurulan üniversitelerin milletvekilleri, illerin milletvekilleri, yörenizden çıkmış, başarılı olmuş iş adamlarını bu konularda ziyaret edin; kendiniz için, kendimiz için bir şey istemeyiz ama üniversitelerimiz için, bir an önce faaliyete geçmelerini sağlamaya katkıda bulunmalarını isteyiniz. Bunda hiçbir sakınca görmüyorum.

Biraz önce söylediğim gibi, anlatacak çok şey var, vakit bitti. Hepinizi saygıyla selamlıyorum. (Alkışlar)

BAŞKAN – Teşekkür ederim Sayın Doğan.

Şimdi, soru-cevap faslına geçiyoruz.

Sayın Ertugay

ZEKİ ERTUGAY (Erzurum) – Teşekkür ederim Sayın Başkan.

Sayın Bakanım, üniversitelerin yurt sathına yayılmasını doğru bir karar olarak bulmakla birlikte, bu üniversitelerimiz için başta fiziki altyapı, kaynak aktarımı yanında en önemli mesele yeteri kadar nitelikte ve yeterli miktar ve sayıda öğretim elemanı teminidir. Malumunuz, fen bilimleri enstitülerinde, yüksek sosyal bilimleri enstitüsünde ve sağlık bilimleri enstitüsünde doktora ve yüksek lisan yapan, binlerle ifade edilen çok sayıda öğretim elemanı vardır ve bunların ilişkileri, görevleri bittiği anda, doktora ve yüksek lisansları bittiği anda üniversiteyle kesilmektedir. Bunlarla ilgili, yeni üniversitelerde istihdamları ve kadroya alınması konusunda, yeni ve rasyonel bütün bu kitleyi ekonomik olarak değerlendirecek, bu yeni kurulan üniversiteleri de hizmete sunacak bir planlamayı düşünüyor musunuz? Teşekkür ederim.

BAŞKAN – Sayın Tankut

YILMAZ TANKUT (Adana) – Sayın Başkanım, teşekkür ediyorum.

Sayın Bakanım, YÖK Başkanı tarafından, bu yıl üniversitelere alınacak öğrenci kontenjanlarının yüzde 25 civarında artırılacağı ifade edilmektedir. Bu doğru mudur? Doğru ise YÖK’e bağlı bütün fakülte ve yüksekokulların mevcut kontenjanları mı yüzde 25 artırılacaktır yoksa açık öğretim fakülteleri gibi bazı öğrenim kurumlarının mı kontenjanı artırılacaktır? Kontenjanlar yükseltilmeden bu yıl ÖSS sonucunda yükseköğretim kurumlarına yerleştirilecek öğrenci sayısı net olarak nedir? Kontenjan artırımı sonucunda bu sayı net olarak ne olacaktır? Üniversitelerimizin mevcut altyapısı ve eğitim öğretim kadrosu bu artışı karşılayabilecek düzeyde midir?

Teşekkür ediyorum.

BAŞKAN – Sayın Işık…

ALİM IŞIK (Kütahya) – Teşekkür ediyorum Sayın Başkanım.

Sayın Bakanım, üniversitelerimizde atama ve yükselme şartlarını sağladıkları ve sınavlarını başardıkları hâlde kadroların serbest bırakılmaması nedeniyle birçok öğretim elemanının atamaları gerçekleştirilememektedir. Örneğin, doçentlik sınavını geçtiği hâlde doçent kadrosu bekleyen, doktorasını bitirdiği hâlde yardımcı doçent kadrosuna atanamayan, muvafakat işlemleri tamamlandığı hâlde yeni yerine atanamayan çok sayıda öğretim elemanının mağduriyetine ne zaman son verilebilecektir?

Bu konuda Yükseköğretim Kurulunun üzerinde çalışma yaptığı belirtilen personel planlaması çalışması ne zaman sonuçlanacaktır? Bu konuda kadro mağdurlarına bir takvim verebilir misiniz?

Teşekkür ederim.

BAŞKAN – Sayın Akcan…

ABDÜLKADİR AKCAN (Afyonkarahisar) – Sayın Başkanım aracılığınızla Sayın Bakanıma sormak istiyorum:

Sayın Bakanım, biraz önce kanun tasarısını görüşmek üzere Meclis Genel Kurul Salonu’na girerken Afyon’dan bir şikâyet geldi. Konu, ilk ve ortaöğretimle ilgili. Cevap vermeyebilirsiniz ama verirseniz mutlu olurum.

Öğretmen eşleri serbest meslek sahibi olanlar, devlete borçlu olup olmamasına bağlı olarak “borcun yoktur” kâğıdı getirmek suretiyle senin eş durumunu varsayarız tarzında bir uygulamanın genelgeyle gerçekleştiğini ifade eden bir itiraz hâlinde cevapla karşılaşmaktalar. Yani, mimar serbest meslek sahibi, mühendis serbest meslek sahibi, ekonomik şartları kötü, devlete BAĞ-KUR borcu var. Bunun eş durumundan tayininin yapılması için “borçsuzluk kâğıdı” isteniyor tarzında bir şikâyet geldi. Tuhafıma gittiği için ben Sayın Bakanıma Genel Kurulda ileteyim dedim.

Teşekkür ediyorum.

BAŞKAN – Sayın Akkuş...

AKİF AKKUŞ (Mersin) – Sayın Başkan, Sayın Bakanım; Kredi Yurtlar Kurumu yurtlarında kalan öğrencilerin yanında bir de özel yurtlarda kalan öğrenciler bulunmaktadır. Özel yurtlarda kalan öğrenci sayısı ne kadardır? Özel yurtlar ve Kredi Yurtlar Kurumu yurtlarının tercihinde ne gibi etkenler rol oynamaktadır?

Teşekkür ederim.

BAŞKAN – Sayın Genç.

KAMER GENÇ (Tunceli) – Teşekkür ederim Sayın Başkanım.

Biraz önce Sayın Bakan yurtlarla ilgili bir bilgi verdi. Şimdi, ben defalarca bu kürsüde dile getirdim. Tunceli’de şu anda hâlihazır öğrencilerin kalacağı bir yurt yok. 500 kişilik bir yurt var, bu, Millî Savunma Bakanlığı tarafından kullanılmaktadır. Bir tek, Tunceli’de yüksekokulun bir binası var.

Şimdi ben öğrenmek istiyorum: Önümüzdeki öğretim yılında Tunceli Üniversitesini kazanacak öğrenciler nerede kalacak? Bunu açık ve net bize söylemesini istiyorum.

Ayrıca, TOKİ, Tunceli’de bir yurt binası yapmak istiyor mu?

Teşekkür ederim.

BAŞKAN – Sayın Süner...

TAYFUR SÜNER (Antalya) – Sayın Başkan, Sayın Bakanıma sormak istiyorum: Kaç özel öğrenci yurdundan hangi gerekçelerle şikayet geldi? Ne gibi işlemler yaptınız?

Teşekkür ediyorum.

BAŞKAN – Sayın Bakan…

MİLLÎ EĞİTİM BAKANI HÜSEYİN ÇELİK (Van) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; Sayın Ertugay’ın sorusuna cevap veriyorum: “Sosyal bilimler veya fen bilimleri enstitülerinde doktoralarını bitirdikten sonra birçok öğretim elemanının, araştırma görevlisinin üniversiteyle ilişkileri kesiliyor. Bunlar bu yeni üniversitelere geçebilir mi, bunlara öncelik tanınabilir mi?” şeklinde Sayın Ertuğay’ın bir sorusu var. Zaten, dün müzakereleri başlattığımız andan itibaren bütün milletvekili arkadaşlarımızın söylediği bir şey var: “Bu üniversiteler açıldı ama öğretim elemanı nereden bulunacak?” Şimdi, bu kadar çok üniversitenin olduğu bir ülkede ve o üniversiteler de, malumunuz, ilan veriyorlar, öğretim elemanı aramak üzere ilan veriyorlar. Ben, bütün bu insanların bu manada çok ciddi şanslarının olduğunu düşünüyorum ve üniversitelerin ilanlarına müracaat ettikleri zaman yerleştirilebileceklerini düşünüyorum, yani bu konuda bir engel olmadığını düşünüyorum.

Sayın Tankut, kontenjanların artırılmasıyla ilgili “Bu kontenjan artırımı yüzde 25. YÖK’ün açıkladığı kontenjan artırımı acaba açık öğretimle ilgili midir yoksa mevcut üniversitelerin ve fakültelerin, yükseköğretim kurumlarının kontenjanları mı artırılacak?” diyor.

Değerli arkadaşlar, zaten “açık öğretimin kontenjanı” diye bir şey olmaz. Açık öğretimde bir kontenjan sınırı zaten çoğu zaman konmuyor. Yani, diyelim ki 300 bin diye bir rakam belirlenir. Eğer müracaat eden öğrenci varsa bu 400 bine de çıkar, 500 bine de çıkar. O yönde bir engel yok. Bu yüzde 25’lik kontenjan artırımı örgün yükseköğretim kurumlarının kontenjanlarının artırımıyla ilgilidir. Ama diyelim ki yeni bir vakıf üniversitesi veya devlet üniversitesi kuruldu. Onun da durumu müsaitse, öğretim üyesi varsa, fiziki altyapısını, teknolojik altyapısını hazırlamışsa o da ayrıca öğrenci alabilir. O yüzde 25’lik kontenjan artırımına dâhil değildir. Mevcut üniversitelerin kontenjan artırımından söz edilmektedir; bu, doğrudur.

Sayın Işık’ın kadro mağduru olan öğretim üyeleriyle ilgili bir sorusu var: “Efendim, kadrolar, atamalar durdurulduğu için atamaları yapılamayan, doçentlik sınavlarından geçmiş olan, doçentlik hakkı elde eden ama atanamayan insanlar var.” En barizi budur. Bunların bir kısmı rektörlerin tercihine bağlı olarak maalesef kadro alamıyorlar. Bunlardan bir kısmı da, son olarak Danıştayın özellikle bu atamalara esas teşkil eden yönetmeliği, Üniversitelerarası Kurul tarafından hazırlanan yönetmeliği iptal etmesi sonucu atanamıyorlar. O boşluğu doldurmak üzere şimdi biz -işte bugün Millî Eğitim Komisyonuna Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığından havale edildi- bir yasa tasarısı getiriyoruz. Üniversitelerde profesörlerin, doçentlerin, yardımcı doçentlerin atanma esaslarını düzenleyen bir kanun tasarısıdır. O tasarı Türkiye Büyük Millet Meclisinden geçtikten sonra bu anlamda, ümit ediyorum ki, bir problem olmayacak. Ancak, bu herkese anında kadro ilan edilecek anlamına gelmez. Üniversite yönetiminin buradaki inisiyatifi de söz konusudur.

Sayın Akcan’ın sorduğu soruya şöyle cevap vereyim: Değerli arkadaşlar, burada garipsenecek bir şey yok. Diyelim ki öğretmenimizin tayini Artvin’e çıkmış. Fakat Afyon’da eşinin özel sektörde iş yaptığını söylüyor. Ne yapıyor: Mimarlık bürosu işletiyor. Fakat mimarlık bürosu işleten, serbest çalıştığını söyleyen BAĞ-KUR’lu, SSK’lı insanlar eğer primini yatırmıyorsa o ticari faaliyeti orada yaptığını nereden anlayacaksınız?

YILMAZ TANKUT (Adana) – Efendim, borçlanarak yapabilir. Olur mu öyle şey?

MİLLÎ EĞİTİM BAKANI HÜSEYİN ÇELİK (Van) – Olur böyle şey.

Netice itibarıyla, bütün bunlar, bakın, değerli arkadaşlar, birçok insan eş durumundan tayin yaptırabilmek için kâğıt üzerinde bu tür muameleleri yapıyor. İş gerçek midir, doğru mudur? Bunun tespiti için sorulur bu.

Öte yandan, özel yurtlarda hangi etkenlerden dolayı insanlar kalır? O yurtlarda kalan insanlara sormak lazım Sayın Akkuş.

Tunceli yurduyla ilgili olarak dün bir açıklama yaptım Sayın Genç. Millî Savunma Bakanlığına diyeceğiz ki: “Bizim yurdumuzu boşaltın.” Eğer kısa vadede boşaltamayacaklarsa biz…

OKTAY VURAL (İzmir) – Bakan burada, söyleyin efendim.

MİLLÎ EĞİTİM BAKANI HÜSEYİN ÇELİK (Van) – Canım, netice itibarıyla, Millî Savunma Bakanı, ayaküstü, oradaki şartları incelemeden cevap mı verecek?

OKTAY VURAL (İzmir) – “Söyleyeceğiz” dediniz de.

MİLLÎ EĞİTİM BAKANI HÜSEYİN ÇELİK (Van) – Eğer yapmazlarsa Sayın Genç, biz şüphesiz ki Tuncelili öğrencileri sokakta bırakmayız, bunun tedbirini alırız.

KAMER GENÇ (Tunceli) – Söz yani!

MİLLÎ EĞİTİM BAKANI HÜSEYİN ÇELİK (Van) – Ne demek şimdi? Yani…

KAMER GENÇ (Tunceli) – Hayır, söz yani! Tunceli’de öğrenciler sokakta kalmayacak.

MİLLÎ EĞİTİM BAKANI HÜSEYİN ÇELİK (Van) – Elbette kalmayacak.

Bakın, değerli arkadaşlar, birçok vilayette, Kredi Yurtlar Kurumunun kendi yurdu yoksa ilçede veya il merkezinde, biz kiralama yoluyla da olsa o ihtiyacı gideriyoruz.

Sayın Süner’in “Kaç özel öğrenci yurduyla ilgili, ne kadar şikâyet gelmiştir?” şeklinde bir sorusu var. Bu bir istatistiki bilgidir, yani bu “Dünyanın ortası neresidir?” gibi bir soru, bunun cevabını bulur size söyleriz.

Teşekkür ederim arkadaşlar.

BAŞKAN – Teşekkür ederim Sayın Bakan.

Maddeyi oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler… Kabul etmeyenler… Kabul edilmiştir.

Ek madde 105’i okutuyorum:

İstanbul Şehir Üniversitesi

EK MADDE 105- İstanbul’da Bilim ve Sanat Vakfı tarafından 2547 sayılı Yükseköğretim Kanununun vakıf yükseköğretim kurumlarına ilişkin hükümlerine tabi olmak üzere, kamu tüzel kişiliğine sahip İstanbul Şehir Üniversitesi adıyla bir vakıf üniversitesi kurulmuştur.

Bu Üniversite, Rektörlüğe bağlı olarak;

a) Fen-Edebiyat Fakültesinden,

b) İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesinden,

c) Mühendislik Fakültesinden,

ç) İletişim Fakültesinden,

d) Yabancı Diller Yüksekokulundan,

e) Sosyal Bilimler Enstitüsünden,

f) Fen Bilimleri Enstitüsünden,

oluşur.”

BAŞKAN – Madde üzerinde gruplar adına söz talebi vardır.

İlk söz, Milliyetçi Hareket Partisi Grubu adına Karaman Milletvekili Sayın Hasan Çalış’a aittir.

Buyurun Sayın Çalış. (MHP sıralarından alkışlar)

MHP GRUBU ADINA HASAN ÇALIŞ (Karaman) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; görüşmekte olduğumuz 226 sayılı Tasarı’nın 1’inci maddesinin ek 105’inci maddesi üzerinde Milliyetçi Hareket Partisi Grubu adına söz aldım. Yüce heyetinizi saygılarımla selamlıyorum.

Değerli arkadaşlar, ek 105’inci madde, İstanbul Bilim Sanat Vakfının, İstanbul’da İstanbul Şehir Üniversitesi adıyla bir üniversite kurmasıyla ilgilidir. Vakıfların, iş adamlarının, yükseköğretime ve eğitime hizmet vermesi çok önemlidir. Bu vesileyle, Bilim Sanat Vakfının kurucu ve yöneticilerini ve destek verenleri kutluyorum, çünkü ülkemizin geleceğine, kalkınmasına, genç beyinlerin ülkemize ve insanlığa kazandırılmasına yatırım yapıyorlar.

Ülkemiz genç nüfusu itibarıyla dünyanın pek çok ülkesinin normal nüfusundan fazla bir potansiyele sahiptir. Bu gençlerimizin iyi eğitilmesi, ekonomiye, bilime, sanayiye katkı sağlayacak genç beyinler hâline getirilmesi çok önemlidir. Bu potansiyeli doğru kullanabilirsek, hem ülkemizin kalkınmasına, mutluluğuna olumlu katkı sağlarız hem de insanlığa hizmet etmiş oluruz, ayrıca milletler ailesinin kalkınma yarışında ülkemizin öne çıkmasına katkı sağlamış oluruz. Aksi durumda ise, kalkınmamızın, ekonomimizin, sosyal, ekonomik ve kültürel pek çok problemimizin kaynağı olacaktır bu potansiyel. Maalesef, bugün, ülkemizin işsizliği, genç işsizliği ve üniversite mezunu genç işsizliği her geçen gün önemli bir problemi hâline gelmektedir. Yüksek eğitim ve öğretimin daha iyi iş, daha iyi bir gelecek hâline gelmesini, gençlerimizin daha iyi bir hayat standardı yakalama umudunu gerçekleştirmek öncelikle milleti temsilen seçilerek buraya gelmiş olan bizlerin görevidir.

Değerli arkadaşlar, bugün, dokuz ilimizde ve iki vakıf adına kurulmuş olan üniversitelerle beraber on bir üniversite kuruluyor. Bunları Milliyetçi Hareket Partisi olarak önemsiyoruz, destekliyoruz. Bu vesileyle Türkiye’de üniversiteye sahip olmayan il kalmamış olacaktır ancak ben şahsen, memnuniyet ve endişeyi beraberce yaşıyorum. Memnunum, çünkü bu üniversitelerin kurulmasını bekleyen insanlarımız, hemşehrilerimiz, o bölgenin milletvekilleri memnunlardır. Bu memnuniyeti görüyoruz, onların memnuniyetini bizler de paylaşıyoruz.

Tabii ki kurulan bu üniversiteler bölgenin, ülkenin kalkınmasına, ekonomik ve sosyal problemlerin çözülmesine, genç beyinlerin önce ailesine, sonra topluma ve insanlığa faydalı insanlar olarak katılmalarına önemli katkılar sağlayacaktır.

1960 yılından beri, eski bir üniversitenin oluşturduğu altyapı üzerine yeni üniversiteler kurulmuştur. Tabii ki eksikleriyle kurulmuştur ve gelişmiştir ama yeni kurulan bu üniversitelerle ilgili endişelerimiz var. Bazı üniversitelerimiz gerçekten altyapısı itibarıyla gelişmeye, gerçekten çoluk çocuğumuzu rahatlıkla teşvik edebileceğimiz bir üniversite olmaya adaydır ama bazılarında ise kâğıt üzerinde bir fakülte veya yüksekokul, kâğıt üzerinde bir üniversite kurulması durumuyla karşı karşıyayız.

Değerli arkadaşlar, bu kâğıt üzerinde kurmuş olduğumuz üniversitelerin yarın hayata geçmesi dönemindeki problemler, bugün üniversitenin kurulması nedeniyle bizlere alkış tutan hemşehrilerimizin öncelikle hayal kırıklığına, zaman içerisinde de öfkesine sebep olabilir. İşte bunu önlemek öncelikle burada bulunan bizlerin görevidir değerli arkadaşlar.

MİLLÎ EĞİTİM BAKANI HÜSEYİN ÇELİK (Van) – Karaman’da öyle bir şey oluyor mu Hasan?

HASAN ÇALIŞ (Devamla) - Bütçemizin durumuna bakıyorum, bütçemizin yatırıma ayrılan payına bakıyorum ondan dolayı endişeleniyorum değerli arkadaşlar. Yani bütçenin içerisinde faize ayırdığımız, sosyal güvenlik açıklarına ayırdığımız paya ve yatırımlara ayırdığımız paya bakıyorum ondan endişeleniyorum.

Üniversite mezunu işsizlere, yetersiz altyapı ve yetersiz imkânlarla donanımsız yetiştiği için, kendini, verilecek yeni görevlere, yeni işlere hazır olmamak durumuyla karşı karşıya gören yeni mezunları eklemenin endişesini taşıyorum değerli arkadaşlar.

Üniversite kurarken asgari ilmî kriterlerin etkili olması gerekirken sübjektif kriterlerle ölü doğan, hasta doğan üniversitelerimiz olur mu diye endişeleniyorum. Bunları da kayıtlara geçsin diye özelikle söylüyorum değerli arkadaşlarım.

Maalesef, ülkemizin bir Devlet Planlama Teşkilatı Müsteşarlığı var. Bu Müsteşarlığımızın on yıl, yirmi yıl, otuz yıl, elli yıl ülkemizin geleceğiyle ilgili yaptığı planlar ve programlara göre yapılması gereken işleri maalesef “Ben yaptım oldu” metoduyla yapar hâle geldik. Bundan dolayı endişeleniyorum.

Tabii ki her ilimizde bir üniversite kurulması… Artık, bugün itibarıyla kuruyoruz, bu tartışılmayacaktır ama yarın bunların problemlerini tartışmaya devam edeceğiz değerli arkadaşlar. Bugün itibarıyla mevcut üniversitelerimizin hâlledilemediği için kronikleşen çözülememiş problemlerine bakıyorum, bundan dolayı endişeleniyorum. Bugün üniversitelerimizi teknik altyapı, fiziki altyapı, öğretim üyesi sayı ve kalitesi, bilimsel kalite ve verimlilik, sosyal ve kültürel altyapı, yetiştirilen öğrenci ve öğretim üyesinin donanımı, uluslararası standartlara uygun kalitede eğitim, öğretim, bilimsel araştırma ve yayınlar yönünden kıyasladığımız zaman çok önemli farklılıklar görmekteyiz. Bugün öyle üniversitelerimizde öyle fakülteler var ki gerçekten bir fakültenin bir bölümündeki öğretim üyesi, Anadolu’daki bir üniversitenin tamamında olan öğretim üyesinden daha fazladır. Bugün öyle üniversitelerimiz var, dünya çapında yayınlar yapabiliyor, ilmî araştırmalar yapabiliyor ama öyle üniversitelerimiz var ki şurada pek çoğumuz, çocuğumuzu gözü kapalı gönderemiyoruz değerli arkadaşlar.

İşte, bizlerin, hepimizin görevi, öncelikle bu üniversiteleri, hem kendi çocuklarımızın hem de bizlere güvenerek oy vermiş insanların, destek vermiş insanların, ümit etmiş insanların çoluk çocuğunu gözü kapalı gönderebileceği “Ben buralara çocuğumu emanet edebilirim, buralara emanet ettiğim çocuğum gelecekte hem kendisine hem de topluma faydalı insanlar olur.” ümidiyle rahatlıkla gidebileceği üniversite standardını yakalamamız lazım. Ancak, yetmiş yıla baktığımız zaman, bu konuda ne yazık ki iyi bir notumuz yok, bundan dolayı endişeliyim değerli arkadaşlar.

Bugün, iktidarı ile muhalefeti ile bu konuyu, gerçekten millî bir mesele olarak ele alıp çözmemiz gereken önemli bir konu olarak görüyorum. Mesela yeni kurulan, bir yıl içerisinde kurulan üniversitelerimizden birisi de Karamanoğlu Mehmetbey Üniversitesidir. Gerçekten bu üniversitemiz bir yıl öncesinde kurulmuştur, ancak bu bir yıl öncesine gelene kadar aşağı yukarı yirmi beş yıllık bir mazisi vardır. Bugün, Sayın Bakanımın dün burada konuşmasında da örnek verdiği hâle gelmesi için emek veren, çalışan isimli isimsiz kahramanlar vardır. Gerçekten bu müessesenin bugünlere gelmesinde, kurulmasında…

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN – Sayın Çalış, bir dakika ekliyorum, lütfen konuşmanızı tamamlayınız.

HASAN ÇALIŞ (Devamla) - … emeği geçen herkesi şahsım ve hemşehrilerim adına kutluyorum, şükranlarımı, minnetlerimi arz ediyorum.

Aradan bir yıl geçmiştir. Bir yıl içerisinde Karaman Valimiz, milletvekillerimiz, vakıf yöneticilerimiz el birliğiyle bir şeyler yapmaya çalışıyoruz. Ancak, almamız gereken yola ve aldığımız yola bakıyoruz, arkadaşlar, ben şahsen “Niye bu kadar yavaş gidiyoruz?” diyorum. Sayın Bakanımın son gelişinde Hükûmetimiz adına verdiği sözün ayak seslerini duyuyoruz, inşallah onun hayata geçtiğini de görürüz. Kendilerine de teşekkür ediyorum hemşehrilerim adına.

MİLLÎ EĞİTİM BAKANI HÜSEYİN ÇELİK (Van) – İhalesi yapıldı, yapılıyor.

HASAN ÇALIŞ (Devamla) – İnşallah Sayın Bakanım, neticeyi görelim, tekrar teşekkür edeceğiz.

Efendim, ben bu vesileyle, yeni kurulan üniversitelerimizin hayırlı olmasını diliyorum. Milliyetçi Hareket Partisi Grubu olarak bu üniversitelerimize olumlu oy vereceğimizi, destekleyeceğimizi beyan ediyorum, saygılarımı arz ediyorum.

BAŞKAN – Teşekkür ederim Sayın Çalış.

Cumhuriyet Halk Partisi Grubu adına İstanbul Milletvekili Sayın Nur Serter.

Buyurun Sayın Serter. (CHP sıralarından alkışlar)

CHP GRUBU ADINA FATMA NUR SERTER (İstanbul) – Teşekkür ederim Sayın Başkan.

İstanbul Şehir Üniversitesi adıyla bir vakıf üniversitesi kurulmasına ilişkin ek 105’inci maddeyle ilgili olarak Cumhuriyet Halk Partisi Grubu adına söz almış bulunuyorum ve yüce Meclisi saygıyla selamlıyorum.

Değerli milletvekilleri, dün de burada ülkemizde yeni üniversitelere ne kadar büyük ihtiyaç olduğu üzerinde uzun uzun konuştuk. Gerçekten vakıf üniversiteleri de ülkemizin bir gerçeğidir ve vakıf üniversitelerine de ihtiyaç bulunmaktadır. Ancak, bilindiği gibi Türkiye’de kâr elde etme amacıyla, ticari amaçla üniversite kurulması yasalarımıza göre yasaktır. Bu nedenle, kurulacak olan vakıf üniversitelerinin ticari amaçla değil ama gerçekten vakıf üniversitesi olarak faaliyet göstermelerinin üzerinde büyük bir özenle durulması gerektiği düşüncesini taşıyoruz. Geçmişteki uygulamalar, ne yazık ki, birçok vakıf üniversitesine devletten yapılan arazi ve bina tahsisleri, devlet üniversitelerinden buraya giden öğretim kadroları, yine devletten yıl içerisinde aktarılan devlet yardımları -bütün üniversitelere olmamakla birlikte- ve bir de öğrencilerden alınan katkı payları ya da ücretler hep birlikte değerlendirildiğinde, bunların tam olarak bir vakıf üniversitesi statüsü içerisinde faaliyet göstermediğini ortaya koymaktadır.

Değerli milletvekilleri, zaten, tabloya bir bakalım, bu vakıf üniversiteleri nerelerde kurulmuş? İstanbul’da, Ankara’da, İzmir’de, zannediyorum bir tane de Çukurova’da. Diğer taraflarda vakıf üniversiteleri yok. Niye yok? Çünkü gelir düzeyi yüksek olan kentlerimizde bir miktar kâr elde etme amacıyla çalışan üniversitelerdir büyük bir çoğunluğu.

Şimdi, benim Sayın Bakandan buradaki ricam, vakıf üniversitelerinin gerçek vakıf üniversitesi olarak faaliyet göstermesi konusuna titizlik göstermesidir. O zaman, sadece iki tane değil, onlarca vakıf üniversitesinin kurulmasına daha gönülden bir destek verileceğine inanıyorum.

Dün burada kurulan devlet üniversiteleriyle ilgili konuşma yaptığım sırada devlet üniversitelerinin çoğunun ilk kuruluş aşamasında birer tabela üniversitesi olarak kurulduklarından ve aradan on yıllar geçtikten sonra gerçekten bilimsel alanda ve eğitim öğretim alanında nitelikli faaliyet gösterebilir durumda olduklarından söz etmiştim. Ancak, Sayın Bakan daha sonra yapmış olduğu konuşmada zaman zaman bana da atıf yaparak bunların gerçekleri yansıtmadığını ifade ettiler, bazı konularda en azından gerçekleri yansıtmadığını.

Şimdi ben Sayın Bakana sormak istiyorum: Sayın Bakan bu kurulan yeni üniversiteler, bu dokuz üniversite, ondan önceki on yedi, ondan önceki on beş sıfırdan mı kuruldular? Ben ne dedim? Dedim ki, bunlar var olan devlet üniversitelerinin bazı fakülte ve yüksekokullarının bir iki ilaveyle yeni üniversite tabelası üzerine asılarak kurulmuş üniversitelerdir dedim. Yok mudur böyle bir şey? Böyle kurulmadılar mı? Bir üniversiteden dört tane yeni üniversite çıkmadı mı? Yalan mı bu? Yanlış mı? Sizin kendi kaynaklarınız bunun bu şekilde olduğunu doğruluyor.

Yine ben ne dedim? Dedim ki, şu yasadaki 2’nci maddeyi söyledim. Bu yeni kurulan üniversitelere, içinden çıktığı üniversiteden bir öğretim üyesi ve idari personel, hatta geçici personel kadrosu aktarılıyor. Aktarılmıyorsa Sayın Bakan, bu 2’nci maddeyi niye oylatıyorsunuz burada? Burada yazılı işte aktarıldığı. Bunu söyledim. Ben şunu söylemedim: Bundan ibarettir aktarılan kadrolar demedim. Ama bu gerçeğin altını çizdim. Bu kadrolar aktarılıyor. Bunlar uzaydan gelmiyor Sayın Bakan. Bir üniversiteden alıyorsunuz… Zaten kadro sıkıntısı çeken bir üniversitenin bir miktar kadrosunu alıyorsunuz yeni üniversiteye aktarıyorsunuz; bunu söyledim. Eğer yalansa, bu 2’nci maddeyi lütfen iptal ettirin, boşu boşuna burada oylamayalım. Bunun dışında, tabii ki yeni tahsis yapacaksınız, tabii ki yeni kadro verilecek. Üç tane kadroyla bir üniversitenin yaşaması mümkün müdür? Ama 2006’dan beri kurulan üniversitelerin rakamlarını ben size burada okudum. Bundaki gecikmelerin, eğitime, öğretime maliyetinin altını çizmeye çalıştım. Dolayısıyla, şapla şekeri birbirine karıştıran ben değilim Sayın Bakan. Aman siz karıştırmayın. Sizin karıştırmanızın Türkiye’ye maliyeti çok yüksektir eğitim açısından. Siz, lütfen şapla şekeri karıştırmayın. Cerrahpaşa’nın rakamlarını, Çapa’nın rakamlarını da vermeyin. Çünkü buradaki konuşmacıların hiçbir tanesi yeni kurulan üniversitelerde, bir üniversitede, bir tıp fakültesinde 800 tane profesörün olmasını veya öğretim üyesinin olmasını zaten beklemiyor. Ben hiç beklemiyorum. Ben, Türkiye’deki eğitim gerçeğini inanın en az sizin kadar biliyorum çünkü. Kurulan üniversitelerin tabela üniversitesi ve gecekondu üniversitesi olmaması için bu üniversitelere yapılacak kaynak tahsisinin ne derece önemli olduğunun altı burada çizilmiştir; bütün konuşan milletvekilleri bunu özenle çizmiştir ve bu son derece önemlidir.

Yeni kurulan bunca üniversite varken, Sayın Bakan, bunca üniversite varken ve bu üniversitelerin öğretim üyesi ihtiyacı en yüksek düzeyde iken, özellikle araştırma görevlisi ihtiyacı bu kadar yüksek düzeyde iken işte görüyoruz kaç tane kadro tahsis edildiğini. Siz, öğretim elemanı kadrolarını toplayıp da bana toplam rakamı lütfen vermeyin. Öğretim elemanı değil, esas olan öğretim üyesidir. Bunu siz bir akademisyen olarak en az benim kadar biliyorsunuzdur. Esas öğretim üyesidir. 3 tane profesör, 3 tane doçent veriyorsunuz, 1 tane yardımcı doçent veriyorsunuz. Ne veriyorsunuz yani? Sanki binlerce kadro tahsis etmişsiniz gibi… Öğretim elemanı veriyorsunuz, işte, eğitim uzmanı veriyorsunuz, sonra bunların hepsini sanki profesyonel kadrolar tahsis etmişsiniz gibi söylüyorsunuz.

Biz burada sizden bir dilekte bulunduk, dedik ki, ne kadar çok genç akademisyenin yetişmesine olanak sağlarsak hızlı bir şekilde, bu üniversitelerimiz o kadar kolay, nitelikli eğitim veren konuma gelirler. Bu dileğe karşı bunlar yokmuş gibi bir cevap üretmeyi, açık söyleyeyim, bu ülkenin Millî Eğitim Bakanına yakıştıramadım.

Sayın Bakan, iş bu durumdayken bir YÖK Başkanı atadınız ve bu YÖK Başkanı, üniversitelerde mevcut akademik atama ve yükseltilme yönetmeliklerini bahane ederek üniversitelere yapılacak bütün akademik atama ve yükseltmeleri durdurma kararı aldı. Ha, şimdi, yani YÖK’ün kendi akademik atama kriterleri var zaten. Siz üniversitelerdeki farklı kriterlerle ilgili yönetmelikleri iptal ettiğiniz için zaten YÖK’ün var olan kriterlerine göre atamaları neden durduruyorsun diye YÖK Başkanına bir zahmet edip sorsanız çok iyi olur. Aslında biz bunların neden durdurulduğunu biliyoruz. Ama biz söylediğimiz zaman siyaset yapıyor oluyoruz. Bunlar durduruldu çünkü temmuz ayında yirmi iki üniversiteye yeni rektörler belirlenecek. Siz o zaman kadroları serbest bırakacaksınız ki, yeni atanan rektörler, sizin iradenize biat edecek nitelikteki rektörler o kadroları istedikleri gibi doldursun diye. Olay son derece açık.

Biz burada başka gerçekleri de biliyoruz. Örneğin biz burada İnönü Üniversitesine niye kadro verilmediğini biliyoruz, Turgut Özal Tıp Merkezine yıllardır niye kadro verilmediğini biliyoruz. Ben dün burada rakamları verdim.

Bakın, görün, temmuz ayından sonra siz bu kadroları vereceksiniz. Hep birlikte burada bu kadroları nasıl verdiğinizi göreceğiz. Siz kendi siyasi ideolojinize aykırı olduğunu düşündüğünüz, siz Atatürkçü diye nitelendirdiğiniz rektörleri cezalandırıyorsunuz. Ben bu cezaları çok yakından biliyorum. Üstüne denetçi gönderirsiniz, sürekli denetçi gönderirsiniz, Maliye müfettişlerini eksik etmezsiniz, kadro vermezsiniz, para vermezsiniz, bütçelerini kısarsınız. Biz bunları gayet iyi biliyoruz ve göreceğiz, burada hep birlikte göreceğiz, temmuz ayından sonra bu kadroları yağmur gibi nasıl yağdıracağınızı göreceğiz. Eğer temmuz ayına, yeni rektör atamalarına kadar bu kadroları serbest bırakmazsanız, o zaman da bu konuda size hesap sorma hakkını kendimizde göreceğiz.

Ben Sayın Millî Eğitim Bakanından millî eğitimin, bütün Türkiye'nin, bütün üniversitelerin bakanı olarak yeni kurmuş olduğu üniversitelerle ilgili burada hızlı, kaliteli eğitime geçiş sürecini olanaklı kılacak uygulamalara destek vermesini bekliyorum. Yoksa burada çıkıp bizim iyi niyetle söylediklerimize karşı siyasi bir üslup içerisinde “Muhalefet söylüyorsa aman muhalefetin söylediğine mutlaka karşı çıkayım.” anlayışı içinde şaplı şekerli demeçler vermesini gerçekten garip karşılıyoruz.

Hepinizi saygıyla selamlarım. (CHP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – Teşekkür ederim Sayın Serter.

Hükûmet adına Millî Eğitim Bakanı Sayın Hüseyin Çelik.

Buyurun. (AK Parti sıralarından alkışlar)

MİLLÎ EĞİTİM BAKANI HÜSEYİN ÇELİK (Van) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; dünden beri yaptığımız müzakereler esnasında gerek iktidar kanadından gerekse muhalefet partilerine mensup arkadaşlarımızdan burada birçok değerli milletvekilimiz bu tasarıya katkı sundular, eleştirilerde bulundular, temennilerde, tavsiyelerde, tekliflerde bulundular.

Sayın Serter, bunlardan hiçbirisi bizi rahatsız etmedi. Zatıalinizin de söylediği hiçbir şekilde bizi rahatsız etmedi. Ama muhalefetin burada Hükûmeti eleştirme hakkı ne kadar tabii ise sizin yaptığınız eleştirilere bizim de karşılık vermemiz, bizim buna cevap vermemiz, toplumu aydınlatmamız da o kadar bizim hakkımızdır. Müsaade edin, bunu da yapalım.

ALİ KOÇAL (Zonguldak) – Yapmayın demedik, gerçekçi olsun.

MİLLÎ EĞİTİM BAKANI HÜSEYİN ÇELİK (Devamla) – Şimdi, bakın biraz önce Sayın Serter “Şu anda mevcut olan üniversitelerden bunlar ayrılıyor, yeni üniversiteler oluyor. O üniversitelerden de buraya kadro aktarıyorsunuz.” diyor, “Bu da 2’nci maddede yazılıdır.” diyor.

Sayın Serter’in dediği şu değerli arkadaşlar -biraz sonra 2’nci madde okunacak- diyelim ki Ardahan’da kurduğumuz üniversite bünyesinde bulunan İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi, şu anda Kars Kafkas Üniversitesinin bünyesinde bulunuyor. Orada hizmetlisinden profesörüne kadar eğer şu anda mevcut kadroda birileri varsa üniversite kurulduğu zaman Ardahan Üniversitesinin personeli olacak. Bütün taşınır taşınmaz malları, menkulleri, gayrimenkulleri, fiziki binaları, vesair Ardahan Üniversitesine bağlı olacak, söylenen şey budur. Ama Sayın Serter biz bununla yetinmiyoruz ki. Dünden beri şunu söylüyorum…

FATMA NUR SERTER (İstanbul) – Bunu söylüyoruz...

MİLLÎ EĞİTİM BAKANI HÜSEYİN ÇELİK (Devamla) – Bakın ama ben başka bir şey söylüyorum. Sizin oluşturduğunuz…

KEMAL KILIÇDAROĞLU (İstanbul) – Sayın Serter de onu söyledi.

FATMA NUR SERTER (İstanbul) – Aynı şeyi söylüyoruz.

MİLLÎ EĞİTİM BAKANI HÜSEYİN ÇELİK (Devamla) – Müsaade edin.

FATMA NUR SERTER (İstanbul) – Aynı şeyi söylüyoruz.

MİLLÎ EĞİTİM BAKANI HÜSEYİN ÇELİK (Devamla) – Sizin ne söylediğinizi, ben ne söylediğimi biliyorum.

Sanki mevcut olan fakülteler, bunlar sadece bir araya getiriliyor, üzerine bir tabela asılıyor; bunlara ilave kadro verilmiyor, bunlara ilave bütçe verilmiyor, bunlara başka hiçbir imkân tanınmıyormuş gibi eğer böyle bir atmosfer oluşturursanız bu gerçeği yansıtmaz.

Arkadaşlar, bakın, şu anda kurduğumuz kırk devlet üniversitesi için, dün burada açıkladım, 76 bin yeni kadro ihdas ediyoruz, akademik ve idari kadro ihdas ediyoruz. Şu anda mevcutların dışında bu.

Eğer bugün, Tunceli Üniversitesini kuruyorsak, Tunceli İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi, ki şu anda gayri faal. Bu dokuz, bakın bu dokuz ildeki mevcut fakültelerin büyük bir çoğunluğu, sadece sanırım Bayburt’taki eğitim fakültesini istisna ederseniz, bunların yüzde 90’ı gayri faaldir, ismen vardır fakat öğrencisi yoktur, eğitim öğretim yapılmamaktadır.

Diyelim ki Iğdır’da Ziraat Fakültesi bizim dönemde açıldı ancak şu anda faal bir fakülte değildir, faal hâle gelecektir. Ama varsayın ki faaldir, varsayın ki öğretim üyesi vardır. Onların dışında 76 bin yeni kadro ihdas ediyoruz değerli arkadaşlar. Bir kere bunu tespit edelim.

FATMA NUR SERTER (İstanbul) – Serbest bırakmıyorsunuz.

MİLLÎ EĞİTİM BAKANI HÜSEYİN ÇELİK (Devamla) - Şimdi gelelim serbest bırakmaya.

Biraz önce Sayın Işık bana bir soru sordu, MHP’den Kütahya Milletvekilimiz dedi ki: “Bunlar niye atanmıyor?” Değerli arkadaşlar, Üniversitelerarası Kurulun atamadaki kriterlerle ilgili yönetmeliği Danıştay tarafından iptal edilmiştir. Danıştay diyor ki: “Burada sübjektiflikler vardır, her üniversite kendi bildiği gibi atama yapmaktadır. Bunların asgari kriterlerinin olması gerekiyor.” Bununla ilgili de bir yasal düzenleme yapılması gerektiği ifade ediliyor. Biz de bu yasal düzenlemeyi yapıp getiriyoruz.

FATMA NUR SERTER (İstanbul) – Yürürlükte mevcut yönetmelik Sayın Bakan.

MİLLÎ EĞİTİM BAKANI HÜSEYİN ÇELİK (Devamla) – Şimdi, gelelim işin bir diğer tarafına. Değerli arkadaşlar, bakın son olarak kurduğumuz 17 üniversitede toplam 27 ünite var yani fakülte ve enstitü olarak 27 tane fakülte ve enstitü vardır. Peki, biz bu 27 fakülte ve enstitüyü sadece bir araya getirerek bir üniversite hâline mi getirdik? Hayır. 65 tane daha fakülte ve enstitü kurarak bu 17 üniversiteyi şekillendirdik.

Şu eleştiriye katılırım veyahut da şu temenniye katılırım: Şimdi, bunlar bugün kuruldular. Kanun kurmak sadece üniversiteye başlangıç yapmaktır. Bunlar bir anda, bir günde, üç günde, beş günde ideal üniversite, bizim arzuladığımız üniversite elbette olmazlar. Ama değerli arkadaşlarım, şöyle bakın olaya: Yalova Üniversitesini bugün kurarsanız diyelim ki on sene sonra, on beş sene sonra arzuladığınız bir Yalova Üniversitesiyle karşılaşırsınız ama on beş yıl sonra Yalova Üniversitesini kurarsanız bu otuz yıl sonra olacak demektir. Bugüne kadar belki birçok kimsenin gözden kaçırdığı budur.

FATMA NUR SERTER (İstanbul) – Biz de bunu söylüyoruz zaten, aynı şeyler.

MİLLÎ EĞİTİM BAKANI HÜSEYİN ÇELİK (Devamla) – Netice itibarıyla söylediğimiz şeyler farklı şeyler değil. Ancak burada yapılan bir şey vardı değerli arkadaşlar. Bazı milletvekili arkadaşlarım dediler ki: “Keşke Hükûmetimiz çıkıp burada şunu söyleseydi: Biz iktidara gelmeden önce şu kadar üniversite kurmayı planladık, bakın şunu…”

Arkadaşlar, bakın bu yaptıklarımızın hiçbirisi plansız değildir. Sayın Demirtaş -DTP’den- dedi ki: “Sayın Bakan dedi ki geçen dönem: ‘Eğer sadece seçmene selam olsaydı, sadece tabela üniversitesi kuruyor olsaydık biz dokuz ile de üniversite kurardık.’ Bugün dokuz ile üniversite kurduklarına göre tabela üniversitesi mi kurulmuş oluyor?”

Bakın, biz önce on beş üniversiteyi kurduk, arkasından on yediyi getirdik, daha sonra dokuzu getirdik. Hepsini bir günde getirebilir miydik? Getirirdik. Bütçe imkânları çerçevesinde ve bunlara eğer kaynak tahsis edemeyeceksek, bunların fiziki altyapılarını yapamayacaksak, bunlara personel veremeyeceksek bu üniversiteleri kurmanın elbette bir anlamı yok. Ama bakın biz bu sürece ne zaman başladık? 2004’te hazırlıklarına başladık, 2005’te bir bölümünü kurduk, 2006’nın sonunda bir bölümünü kurduk, şimdi de dokuz üniversite kuruyoruz.

Gelelim vakıf üniversitelerine: Bakın, sadece -Sayın Serter haklıdır- İstanbul’da, Ankara’da, İzmir’de vakıf üniversiteleri toplanmışlardır. Sadece Tarsus’ta bir vakıf üniversitesi vardır. Fakat şu anda bu da değişmektedir değerli arkadaşlar. Bursa’dan birden fazla müracaat vardır, Gaziantep’ten birden fazla müracaat vardır, Malatya’dan çok kısa bir süre sonra belki bütün hazırlıkları bitirilmiş olarak önünüze bir vakıf üniversitesi gelecektir, Adana’dan böyle bir talep vardır, Konya’dan, Kayseri’den… Bakın, Kayserililer şu anda üniversitenin, bu kurulacak vakıf üniversitesinin altyapısını bile büyük çapta halletmişlerdir.

Sadece Ankara ve İstanbul’a vakıf üniversitelerinin hapsolması, sadece Ankara ve İzmir’e mahsus bir şeymiş gibi vakıf üniversitelerinin kurulmasını ben de tasvip etmiyorum. Büyükşehir belediyesinin bulunduğu metropol şehirlerimiz başta olmak üzere vakıf üniversitelerinin bütün Türkiye’ye yayılması bizim de arzumuzdur, bizim de çabamız ve teşvikimiz bu yöndedir. Dolayısıyla, değerli arkadaşlar, burada eleştiride bulunurken kesinlikle bunları göz önünde bulunduralım.

Bir de Sayın Serter’e şunu söylemek istiyorum: Değerli milletvekili arkadaşım, bakın, burada dünden beri müzakere yapılıyor. Hepimiz birbirimizi çok anlayışla karşılıyoruz ama sizin kadar böyle tansiyonu yükselten hiçbir arkadaşımız olmadı.

FATMA NUR SERTER (İstanbul) – Bir de siz varsınız.

MİLLÎ EĞİTİM BAKANI HÜSEYİN ÇELİK (Devamla) – Şimdi, ama ben, dikkat ederseniz siz bu gerginliği yarattıktan sonra ben size cevap vermek üzere sadece çıkıyorum. Bunu unutmayın.

Teşekkür ederim arkadaşlar. (AK Parti sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – Teşekkür ederim Sayın Bakan.

Şahıslar adına ilk söz Malatya Milletvekili Sayın Öznur Çalık’a aittir.

Buyurun Sayın Çalık. (AK Parti sıralarından alkışlar)

ÖZNUR ÇALIK (Malatya) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; görüşülmekte olan 226 sıra sayılı Kanun Tasarısı’nın 1’inci maddesi üzerine şahsım adına söz almış bulunuyorum. Konuşmama başlamadan önce heyetinizi saygıyla selamlıyorum.

Değerli milletvekilleri, üniversiteler çağın gereksinimlerine uygun olarak genç neslimizin ağırlıkta olduğu toplumumuzun yükseköğrenim ihtiyaçlarını karşılayan ve ülkemizin sosyoekonomik kalkınmasında verdikleri eğitimle son derece önemli yere sahip kurumlardır. Hızla küreselleşen, rekabetin arttığı, özellikle teknoloji ve bilim alanındaki yarışın giderek hararetlendiği dünyamızda toplumumuzu bu yarışın içerisinde tutabilmek ancak yetişmiş insan gücüyle mümkündür.

Ülkemizde ortaöğretimdeki okullaşma oranında yaşanan artış yükseköğrenime yönelik talebi de artırmaktadır. Bu konuda üniversitelerimizde ikinci öğretime geçmek suretiyle ve açık öğretim yöntemiyle geçici önlemler alınmışsa da yeterli olunmamıştır. Üniversitelerimize yerleşebilmek için her yıl 1,5 milyonun üzerinde evladımız sınavlara girmektedir, başvuruda bulunmaktadır ancak mevcut kontenjanın talebi karşılayamaması ve artışın devam etmesi sebebiyle yeni üniversitelerin kurulması zorunlu hâle gelmiştir. Bu düşünce doğrultusunda, Hükûmet olarak üniversite sayısını hızla artırmak adına çalışmalarımızı aralıksız sürdürüyoruz. 2006 yılında on beş, 2007 yılında on yedi üniversite kurduk. Bu tasarıyla da dokuz yeni üniversitemizi yeniden Türkiye’mize kazandıracağız. Fakat, biraz evvel konuşan Sayın Serter bilmeli ki, bu yeni kurulan kırk bir üniversitemiz de dâhil olmak üzere, artık hiçbir üniversitemizde ikna odaları olmayacaktır arkadaşlar. (AK Parti sıralarından alkışlar)

Seksen bir ilin sekseninden milletvekili çıkarabilmiş bir siyasi parti olarak, milletvekili çıkaramadığımız tek il olan Tunceli dâhil olmak üzere “Üniversitesiz şehir kalmayana kadar yola devam.” dedik ve bugün de sizlerin desteğiyle bu hedefimize ulaşmış oluyoruz.

AKİF AKKUŞ (Mersin) – Şehir var, şehir var. Tarsus şehirdir.

ÖZNUR ÇALIK (Devamla) - Değerli milletvekilleri, bu yeni kurulan dokuz üniversitemizin yanında, kayısının başkenti Malatya’mızda faaliyet gösteren İnönü Üniversitesi 28 Ocak 1975 tarihinde Türkiye Büyük Millet Meclisinde kabul edilen kanunla kurulmuştur ve otuz üç yıllık bir üniversitedir ve bugüne kadar çözülemeyen, yaşanılan kadro sıkıntısı vardır. 11 araştırma merkezi, 10 meslek yüksekokulu, 2 yüksekokul, 8 fakülte ve 3 enstitüyle öğrenimine devam etmektedir. Orta Doğu’nun en büyük hastanesi olan Turgut Özal Tıp Merkezi ve üniversitemizin diğer bazı birimleri çok ciddi kadro sorunları yaşamıştır. İnşallah, otuz üç yıldan beri yaşanan bu kadro sorunları… Dün Sayın Bakanımızın vermiş olduğu cevapla bütün Meclisimizin ve Malatya kamuoyumuzun da öğrendiği gibi, 2008 yılında, inşallah, Malatya’mızın, üniversitemizin kadro sorunu da çözülmüş olacak diğer üniversitelerimizle birlikte.

Sayın Bakanımıza ve Hükûmetimize, bu vesileyle de şimdiden teşekkürleri iletiyorum.

Yine Malatya’mızda, Sayın Bakanımızın ifade ettiği gibi, vakıf üniversitemiz de inşallah, önümüzdeki yıllarda faaliyete geçecektir.

Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; daha çağdaş ve modern eğitim imkânlarını toplumumuza kazandırabilmek için cumhuriyet tarihinde Millî Eğitim bütçesini en yüksek seviyesine ulaştırdık. Son dört yıl üst üste genel bütçeden en büyük payı eğitime ayıran Hükûmetimizin, önümüzdeki dönemde de eğitime yönelik hassasiyetini sürdüreceğine ve ilkleri başarmaya devam edeceğine inancım sonsuzdur.

Bu duygu ve düşüncelerle, kanunun milletimize, eğitim ve öğretim camiamıza hayırlı, uğurlu olmasını diliyorum ve yüce Meclisimizden bundan sonra da kurulacak olan bütün üniversitelerimizde çağdaş, laik, sosyal ve demokratik, sosyal hukuk devletine yakışır üniversiteyi temsil eden hocalarımızla Türkiye’de temsil edilmeyi gönülden arzu ederek saygılarımı sunarım. (AK Parti sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – Teşekkür ederim Sayın Çalık.

Şahısları adına diğer söz Karaman Milletvekili Sayın Hasan Çalış’a aittir.

Buyurun Sayın Çalış. (MHP sıralarından alkışlar)

HASAN ÇALIŞ (Karaman) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; hepinizi saygılarımla selamlıyorum.

Değerli arkadaşlarım, burada, özellikle vakıf üniversitelerimize bağlı tıp fakültelerimizde ve üniversitelerimizin tıp fakültesi kurma anlayışıyla ilgili bir aksaklığı özellikle dile getirmek, bir de sınavlarla ilgili benim görebildiğim aksaklığı dillendirmek için söz aldım tekrar.

Şimdi, bir üniversite kuruluyor. Üniversite kurulunca çevrede yoğun bir baskı başlıyor, “İllâ ki bir tıp fakültesi kuralım…” Tıp fakültesi yöneticileri de “Tıp fakültesini kurarız, bir döner sermaye oluşur; bunun üzerinden üniversiteyi de fakülteye taşıtırız.” diye bir anlayış içerisinde olabiliyor. Aslında, bir bakıma tıp fakültelerinin yaygınlaşması önemli ama bu anlayış kendi kendine yetemeyen, gelişimini tamamlamayan, hızlı gelişemeyen, problemleriyle boğuşan tıp fakültelerini yaygınlaştırıyor. Bu konuya dikkat çekmek istedim; bir.

Bir diğer konu: Gerçekten vakıflarımız üniversite kurarak ülkemize güzel hizmetler veriyorlar. Ama şimdi, düşünün ki bir vakıf bir şehirde bir tıp fakültesi açıyor. Tıp fakültesi Türkiye genelinde hastaneler zinciri kuruyor. Bu vakfımızın özel hastane anlayışı içerisinde hastaneler zinciri kurmasının bence hiçbir mahzuru yok ama tıp fakültesi eğitimi vermediği, sadece özel hastanecilik yaptığı bir ortamda “tıp fakültesi” ismi kullanılarak insanlarımızın güzel duygularının, umutlarının, beklentilerinin istismar edilmesine bir tedbir almamız gerekiyor, bir kural koymamız gerekiyor; bir.

Bir diğer husus değerli arkadaşlar, tıp fakültelerimizin bazılarında, inanın, bir bölümde, Anadolu’daki pek çok üniversitemizin genelinde, tamamında bulunan öğretim üyesinden fazla öğretim üyesi var. Bir tarafta öğretim üyelerimiz kendini geliştirecek, öğrencilerine, asistanlarına, hastalarına yetecek zamanı ayıramamakta -koşmaktan nefesi kesilirken- bir tarafta da öğretim üyesi yığılmasından dolayı, gerçekten bu öğretim üyesi yığılması bir verimsizliğe, hizmet sunmada bir aksaklığa sebep olabilmektedir.

Değerli arkadaşlar, bence bu konular öncelikle, tabii ki Sayın Bakanımı, eğitimden sorumlu bakan olarak onu ilgilendiriyor ama şurada bulunan bizlerin hepsini ilgilendiriyor. Bu konuda bu dönem bir şeyler yapabilirsek yapalım çünkü yarına kaldıkça bu problem büyüyerek devam edecektir. Tabii ki öğretim üyesi dağılımı kangren olmuştur. Buna bir çözüm getirmek lazım. Türkiye’deki bütün öğretim üyesi sayısının toplamından fazla öğretim üyesi iki üç vilayetimizde toplanıyorsa bunu çözmemiz gerekiyor değerli arkadaşlar, buna mutlaka el atmak gerekiyor. Bu, hem insanlık adına borcumuz hem ülkemize borcumuz hem de buralara çocuklarını gönderip eğitim veren maaş ödediğimiz insanlara maaş öderken emeklerinin karşılığını ne derece bu millete veriyorlar, ne derece alabiliyoruz bunu tespit etmek lazım.

Bir diğer husus: Vakıf hastanelerimizde, Sağlık Bakanlığı ihtisas hastanelerinde ve üniversite hastanelerinde çalışan sağlık görevlilerinin -asistan, doktor, doçent, öğretim üyesi vesair- hayat standartları ve bunlara sağlanan sosyal ve ekonomik şartlar birbirinden çok farklı. Bunları ortak bir noktaya taşıma mecburiyetimiz var. Aynı sınavla giren bir doktor asistan, ihtisas hastanesinde başlarsa aldığı ücret farklı, vakıf hastanesinde başlarsa farklı, fakültede başlarsa farklı.

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN – Bir dakika ek süre veriyorum Sayın Çalış, lütfen tamamlayınız.

HASAN ÇALIŞ (Devamla) – Onun da ötesinde, 657 sayılı Yasa’ya tabi olarak başlamışsa yani memur statüsünde başlamışsa, başladığı günün öbür günü kendisi veya çocukları hastalanırsa sağlık hizmeti alabilmektedir ama aynı arkadaşımız tercihini başka türlü yaptı, bir vakıf hastanesinde başladıysa göreve -sigortalı başlıyor- normal süresini dolduramadan, insanlara hizmet verdiği hastanede kendisi hizmet alamıyor. Bu bir tezattır; bu, gözden kaçmış önemli bir açıktır. Bunu kapatmak gerekiyor değerli arkadaşlarım.

Tabii ki bir diğer konu da çok tartıştığımız sınavlar gibi, bu üniversitelerimizdeki sınav sistemi. Üniversitelerimizdeki bütün sınavları artık birilerinin keyfine bağlı olmaktan çıkarıp belli uluslararası standartlara bağlamak gerekiyor. Bu da önemli bir konudur.

Bunları tespit etmek için söz aldım. Tekrar saygılarımı arz ediyorum, kurulan üniversitelerimizin hayırlı olmasını diliyorum. (MHP ve AK Parti sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – Teşekkür ederim Sayın Çalış.

Soru-cevap faslına geçiyoruz.

Sayın Kaptan…

OSMAN KAPTAN (Antalya) – Teşekkür ederim Sayın Başkan.

Sayın Bakan, özel öğrenci yurtlarından tarikat yurdu olduğu gerekçesiyle kaç yurt hakkında şikâyet gelmiştir? Bu gerekçeyle kapattığınız öğrenci yurdu oldu mu?

İkinci soru: Aynı konuda kaç yurt müdürü hakkında soruşturma açılmıştır? Görevden aldığınız yurt müdürü oldu mu?

Üçüncü ve son soru: Sayın Bakan, yurt müdürlerini görevden almada değil de göreve atamada tarikatların etkili olduğu yönünde kamuoyunda bir algılama vardır, bu doğru mudur?

Teşekkür ederim.

BAŞKAN – Sayın Akcan…

ABDÜLKADİR AKCAN (Afyonkarahisar) – Sayın Başkanım, aracılığınızla Sayın Bakana sormak istiyorum: Sayın Bakanım, bildiğiniz gibi araştırma görevlileri üniversitelerimizin en önemli, personelle ilgili altyapı unsurlarındandır. Ancak tıp fakültelerinde araştırma görevlisi istihdamından çok TUS’la gelen elemanlar bu görevi ifa etmektedirler. Tıp fakülteleri istihdam edilmek üzere TUS’tan eleman isterken bunlara istedikleri kontenjanın yüzde 50’den fazlası kısılarak verilmektedir. Özellikle yeni gelişmekte olan, yeni kurulmuş tıp fakültesi bulunan üniversitelerimizde eleman ihtiyacının karşılanması bakımından bu durumun YÖK’ün dikkatine çekilmesi hususunda bir düşünceniz olabilir mi?

Teşekkür ederim.

BAŞKAN - Sayın Uslu…

CEMALEDDİN USLU (Edirne) – Teşekkür ederim Sayın Başkanım.

İzninizle seçim bölgemle alakalı kısa bir soru sormak istiyorum. Eğer cevap alabilirsem bu vesile bölge halkının da merakı giderilecektir.

Sayın Bakanım, Trakya Üniversitesine bağlı olarak Edirne ili Keşan ilçesinde Yusuf Çapraz uygulamalı bilimler yüksekokulu ile sağlık yüksekokulu kurulma çalışmaları son aşamaya getirilmiş ve Maliye Bakanlığının onayının beklendiği ifade edilmektedir. Adı geçen okulların önümüzdeki yıl eğitim öğretime açılması mümkün olabilecek midir?

Teşekkür ediyorum.

BAŞKAN - Sayın Akkuş…

AKİF AKKUŞ (Mersin) – Sayın Başkan, Sayın Bakan; üniversiteden ilişiği kesilen ve af bekleyen öğrencilerle ilgili bir araştırma yaptırdığınızı ve buna göre affın gündeme gelip gelmeyeceğini belirtiyorsunuz. Üniversitede öğretim görmekte olan öğrencilerin yurt tercihi hakkında bir araştırmanızın bulunmaması oldukça düşündürücüdür. Bir önceki soruda da öğrencilerin yurt tercihi yanında ne kadar öğrencinin özel yurtlarda kaldığı hakkında bilgi almak istemiştim.

Teşekkür ederim.

BAŞKAN – Sayın Aydoğan...

ERGÜN AYDOĞAN (Balıkesir) – Teşekkür ederim Sayın Başkan.

Balıkesir ilinde geçtiğimiz dönem kurulma kararı alınan tıp fakültesinin, kurulma kararının ötesinde, ödenek, altyapı ve kadro eksikliklerinin bir an önce giderilerek en kısa zamanda faaliyete geçmesi Balıkesir halkı tarafından beklenmektedir.

Yine, veterinerlik fakültesinin açılması yönünde alınan karara rağmen DPT ve Maliye tarafından onay beklemektedir. Hayvancılıkta ciddi öneme sahip olan Balıkesir ili merakla veterinerlik fakültesinin açılmasını beklemektedir.

Teşekkür ediyorum.

BAŞKAN – Sayın Nalcı...

KEMALETTİN NALCI (Tekirdağ) – Teşekkürler Sayın Başkanım.

Sayın Bakanım, Tekirdağ Namık Kemal Üniversitesi, bilindiği gibi Trakya Üniversitesinden ayrıldıktan sonra mevcut binalara kurulmuştur. Bilindiği gibi, bu bölge de deprem bölgesidir. Bu bütçe görüşmelerinde, üniversite, depreme karşı güçlendirme için 2,5 milyon YTL, araştırma ve geliştirme faaliyetleri için de 1,5 milyon YTL talepte bulundu. Fakat bu talepleri, Milliyetçi Hareket Partisi ve CHP milletvekilleri tarafından uygun görülmesine rağmen, ne yazık ki AKP milletvekillerinin ret oylarıyla kabul edilmedi. Şimdi, ben burada sormak istiyorum Sayın Bakanım: Sadece deprem İstanbul’da vuku bulmayacak ki istenmeyen bir olay. Acaba bu vuku bulduğu zaman, herhangi bir olayda orada çıkacak zarardan kim sorumlu olacak ve bunu vermeyi düşünüyor musunuz?

Teşekkür ediyorum.

BAŞKAN – Sayın Bakan...

MİLLÎ EĞİTİM BAKANI HÜSEYİN ÇELİK (Van) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; Sayın Kaptan’ın sorusuna cevap veriyorum.

Değerli arkadaşlar, Türkiye’de kamu yurtları, devlet yurtları ve özel yurtlar vardır. Bizim yurtlarımızın içerisinde “tarikat yurdu” diye bir kategori yok, dolayısıyla bunun üzerine bina edilmiş sorulara da bu anlamda cevap vermemin çok anlamlı olmadığını düşünüyorum.

Sayın Akcan’ın, TUS’la ilgili olarak YÖK’ün dikkatini çekip çekemeyeceğim yönündeki sorusunu makul buluyorum ve TUS’la ilgili kontenjanların artırılması, özellikle yeni kurulan üniversitelerdeki tıp fakültesine kapasiteleri oranında TUS için kontenjan verilmesi gündeme getirilecektir.

Doğrusu, Sayın Uslu’nun sorusunu atladım.

Sayın Akkuş, bunu arkadaşlarım kaydettiler, yazılı olarak cevap vereceğiz.

Sayın Akkuş’un “Özel yurtları tercih eden öğrencilerin özellikle tercih etmesinin gerçek sebebiyle ilgili bir araştırma var mıdır?” Elbette vardır. Özel öğretim yurtlarını tercih eden öğrencilerin… Ama “Hangi gerekçelerle tercih ediyorlar?” diye bir soru sordunuz. Herkesin gerekçesi farklıdır. Bunu değişik kategorilerde ele alabilirsiniz.

Sayın Aydoğan’ın, Balıkesir’deki özellikle tıp fakültesiyle ilgili bir sorusu var. Değerli arkadaşlar, Balıkesir’e tıp fakültesi bizim dönemimizde kurulmuştur, kadroları verilmiştir ve Balıkesir Üniversitesi tıp fakültesi kuruluş çalışmalarını sürdürmektedir. Yine, veteriner fakültesi bizim dönemde kuruluş çalışmaları devam eden bir fakültedir. Prosedür tamamlandığı zaman da bu kurulacaktır.

Tekirdağ Üniversitesiyle ilgili olarak, efendim, deprem güçlendirmesi için daha fazla bütçe talebinde bulunduğunu ifade etmektedir Değerli Milletvekilimiz. Arkadaşlar, bu, hep usuldür, muhalefet… Tabii, netice itibarıyla muhalefet, bu manada, bütçe oluşturma ve bütçeyi uygulama konusunda sorumluluk makamında olmadığı için her zaman daha fazla, daha fazlasını ister. Ama, eğer Türkiye'nin imkânlarıyla sizin ihtiyaçlarınızı örtüştürmek gibi bir zaruret varsa bunun hesabını, şüphesiz ki o bütçeyi getiren hükûmet yapmak zorundadır. Sadece Tekirdağ Üniversitesinin değil bizim ilköğretim okullarımızın, ortaöğretim kurumlarımızın, Türkiye'deki birçok kamu kurumunun ve vatandaşın evini de depreme karşı güçlendirme konusunda sıkıntıları vardır. Bu sıkıntıları, ümit ediyorum ki süreç içerisinde hep birlikte gidereceğiz.

Teşekkür ederim.

BAŞKAN – Teşekkür ederim Sayın Bakan.

Maddeyi oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler… Kabul etmeyenler… Kabul edilmiştir.

Sayın milletvekilleri, yeni madde ihdasına dair bir önerge vardır.

Malumları olduğu üzere, görüşülmekte olan tasarı veya teklife konu kanunun komisyon metninde bulunmayan ancak tasarı veya teklif ile çok yakın ilgisi bulunan bir maddesinin değiştirilmesini isteyen ve komisyonun salt çoğunlukla katıldığı önergeler üzerinde yeni bir madde olarak görüşme açılacağı İç Tüzük’ün 87’nci maddesinin dördüncü fıkrası hükmüdür. Bu nedenle, önergeyi okutup Komisyona soracağım. Komisyon önergeye salt çoğunlukla katılırsa önerge üzerinde yeni bir madde olarak görüşme açacağım. Komisyonun salt çoğunlukla katılmaması hâlinde ise önergeyi işlemden kaldıracağım.

Şimdi önergeyi okutuyorum:

Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına

226 sıra sayılı Kanun Tasarısına aşağıdaki ek maddenin eklenmesini arz ederiz.

 

Kadir Ural

Mehmet Şandır

Akif Akkuş

 

Mersin

Mersin

Mersin

 

Behiç Çelik

 

Mustafa Enöz

 

Mersin

 

Manisa

Ek madde 106. Tarsus’ta Tarsus Üniversitesi adıyla bir üniversite kurulmuştur.

Bu üniversite;

a) Rektörlüğe bağlı olarak yeni kurulan Fen-Edebiyat Fakültesi ve Mühendislik Mimarlık Fakültesi ile, Mersin Üniversitesi Rektörlüğüne bağlı iken adı ve bağlantısı değiştirilerek oluşturulan ve Rektörlüğe bağlanan Tarsus Teknoloji Bilimleri Fakültesinden,

b) Rektörlüğe bağlı olarak yeni kurulan Tarsus Meslek Yüksek Okulundan,

c) Rektörlüğe bağlı olarak kurulan Sosyal Bilimler Enstitüsü ile Fen Bilimleri Enstitüsünden oluşur.

BAŞKAN – Komisyon salt çoğunlukla katılıyor mu?

PLAN VE BÜTÇE KOMİSYONU SÖZCÜSÜ HASAN FEHMİ KİNAY (Kütahya) – Sayın Başkan, salt çoğunluğumuz yoktur, bu nedenle katılamıyoruz.

BAŞKAN – Komisyon önergeye salt çoğunlukla katılmamış olduğundan önergeyi işlemden kaldırıyorum.

Sayın milletvekilleri, şimdi ek maddelerin bağlı olduğu çerçeve madde 1’i oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler… Kabul etmeyenler… Kabul edilmiştir.

Şimdi, birleşime on dakika ara veriyorum.

Kapanma Saati: 18.35

 

DÖRDÜNCÜ OTURUM

Açılma Saati: 18.48

BAŞKAN : Başkan Vekili Meral AKŞENER

KÂTİP ÜYELER: Harun TÜFEKCİ (Konya), Fatma SALMAN KOTAN (Ağrı)

BAŞKAN – Sayın milletvekilleri, Türkiye Büyük Millet Meclisinin 108’inci Birleşiminin Dördüncü Oturumunu açıyorum.

226 sıra sayılı Kanun Tasarısı’nın görüşmelerine kaldığımız yerden devam edeceğiz.

Komisyon ve Hükûmet burada.

2’nci maddeye bağlı geçici madde 36’yı okutuyorum:

MADDE 2- 2809 sayılı Kanuna aşağıdaki geçici maddeler eklenmiştir.

“GEÇİCİ MADDE 36- Bu Kanunla kurulan Ardahan Üniversitesi, Bartın Üniversitesi, Bayburt Üniversitesi, Gümüşhane Üniversitesi, Hakkari Üniversitesi, Iğdır Üniversitesi, Şırnak Üniversitesi, Tunceli Üniversitesi ve Yalova Üniversitesine bağlanan yükseköğretim kurumlarının teşkilatı, mevcut kadroları ve pozisyonları ile birlikte personeli, bu kuruluşlarla ilgili yılı bütçe ödenekleri, bütçedeki ödeneklerin tahakkuka bağlanma yetkisi, bina ve tesisleri, her türlü araç ve gereci, malzeme, döşeme, demirbaş ve taşıtları ile birlikte her türlü taşınır ve taşınmaz malları başka bir işleme gerek kalmadan bağlandıkları üniversitelere devredilmiş sayılır.

Bu Kanunla yeni kurulan ve bağlantısı değiştirilen yükseköğretim kurumlarında uygulamayla ilgili olarak ortaya çıkacak sorunlar Yükseköğretim Kurulu kararıyla çözümlenir.

BAŞKAN – Madde üzerinde gruplar adına söz talepleri vardır.

İlk söz, Milliyetçi Hareket Partisi Grubu adına Afyonkarahisar Milletvekili Sayın Abdülkadir Akcan’da.

Buyurun Sayın Akcan. (MHP sıralarından alkışlar)

MHP GRUBU ADINA ABDÜLKADİR AKCAN (Afyonkarahisar) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; görüşülmekte olan 226 sıra sayılı dokuz ilde yeni üniversite ile İstanbul’da iki vakıf üniversitesi kurulması ve üniversiteye yeni kadro tahsisiyle ilgili kanun tasarısının 2’nci maddesinde yer alan geçici madde 36 üzerinde Milliyetçi Hareket Partisi Grubu adına söz almış bulunuyorum. Yüce heyetinizi saygıyla selamlıyorum.

Şüphesiz en doğru yatırım en isabetli yatırım ve en kârlı yatırım insana yapılan yatırımdır. Bu yatırımın en önemli altyapısı ise eğitimin verildiği fiziki altyapı ile eğitimi veren öğretim elemanlarıdır.

Tasarının, üzerinde konuştuğumuz geçici 36’ncı maddesi biraz önce Divan Kâtibimiz tarafından okundu. Burada, hâlihazırda başka üniversitelere bağlı olarak faaliyet gösteren fakülte ve yüksekokulların taşınır ve taşınmaz malları, bütçeleri, personeli ve var olan bütün kadrolarıyla, taşıtları, yeni kurulacak üniversitelere -tasarımız kanunlaşırsa- aktarılacaktır, özü budur.

Değerli milletvekilleri, biz, Milliyetçi Hareket Partisi olarak, Türkiye’de yükseköğretimin ülke genelinde yaygınlaştırılması, mesleki eğitimin en üst seviyede verildiği, yükseköğrenimde eğitimin etkinliğinin artırılarak daha iyi yetişmiş meslek mensupları ile ülke kalkınmasına ivme kazandırılmasından yanayız. Söz konusu etkinliğinin sağlanabilmesi, açılan her yükseköğretim kurumunda fiziki altyapı ile yeterli sayı ve eğitilmişlik düzeyinde öğretim elemanı sağlanmasıyla mümkündür.

Bu tasarıdan önce, tasarıyla üniversite kurulan illerde, başka illerde kurulu olan üniversitelere bağlı olarak kurulmuş fakülte ve çoğu yüksekokul adı altında faaliyet gösteren bir yükseköğretim kurumu mevcut idi. İşte, tasarının bu maddesiyle bu kurumların yeni kurulan üniversitelere devri söz konusudur. Bu devirle sağlanacak altyapıyla, kurulması amaçlanan üniversiteye, kurulma ve gelişme startı verilecektir.

Peki, bu altyapı yeterli midir? Bugün kuruluşu üzerinden on beş yıldan fazla zaman geçmiş olmasına rağmen, aşama kaydedilmiş ama altyapı sorunu tamamen çözülememiş ve halledilememiş pek çok üniversite vardır. Altyapı sorununun çözümü demek, cafcaflı rektörlük binası yapmak demek değildir. Altyapı sorununu çözmek demek, o eğitim kurumundan amaçlanan eğitimin her öğrenci tarafından aynı düzeyde algılanmasını sağlayacak, araştırma faaliyetlerinin de sürdürülebileceği bir altyapı demektir.

Değerli milletvekilleri, özellikle son cümleden olmak üzere, Türkiye’deki mevcut durumu değerlendirirsek nelerle karşılaşıyoruz bir görelim: Her şeyden önce, devri yapılan altyapı, çoğu, meslek yüksekokullarına ait altyapıdır. Bu altyapı unsurları oluşum aşamasında, genelde, bölgede sürdürülen herhangi bir yaygın üretim faaliyetine paralel bir meslek yüksekokulu programı, onun yanında bir veya iki kolay sürdürülebilir bir mesleğe ait eğitim programı ve böylece, çoğu, iki veya üç programlı yüksekokul.

Bu yüksekokulların pek çoğunda özellikle bir sınıf, bir tahta bir veya birkaç öğretim görevlisiyle sürdürülmeye çalışılan işletme, iktisat, muhasebe programları karşımıza çıkmaktadır. Sonuçta, iki yıllık yüksekokul programlarından mezun olmuş yüz binlerce meslek yüksekokulu mezunu, bu mezunların öğrenciliği sırasında o meslek yüksekokullarının bulunduğu il ve ilçe halkı memnun. Çünkü halk, evini kiraya veriyor, esnaf alışverişten memnun, hatta öyle ki üniversitelerin kapandığı mayıs sonu ile açıldığı eylül ortaları arasındaki dönemde o yerleşim birimlerinin sakinlerinin hepsi evlerinden cenaze çıkmış gibi üzgün. Niçin? Geçim kaynakları birdenbire yok olmuş; öğrenciler ise, bir an önce anne babalarının yanına gitseler de şu külfeti ailelerinin sırtından atsalar düşüncesi ve aceleciliği içerisindeler.

Sonuçta, mezun olup gidenlerin durumu nedir, bir de onlara bakmak lazım. Ülkemizde askerlik, askere alınanların eğitimine dayalı olarak planlandığı hâlde, meslek yüksekokulu mezunları lise mezunu muamelesi görür. Oysa bunlara “Siz bir meslek mensubusunuz…” Ellerinde mezun olduğu üniversitenin rektörünün imzaladığı, meslek erbabı olduğunu gösteren diplomalar bulunmaktadır. Onların usta-çırak ilişkisi içerisinde eğitim alan kişilerin emrinde çalışmalarına rıza gösteririz, bu sırada ne yetki ne sorumluluk ne unvan vermeyiz ve birileri çıkar, Türkiye Büyük Millet Meclisinde, bunların hak ve menfaatlerini düzenleyen kanun teklifi verir. Ama iktidar tarafından verilmediği için, iktidara bağlı milletvekillerinin komisyon başkanları bunları bir türlü komisyonlarda ele alıp, bunların sorunlarına çözüm getirmek istemezler. İşte, mezunların genel durumu da bu.

Değerli milletvekilleri, mesleki eğitimin verildiği yükseköğretim kurumları bakımından genel durum itibarıyla Türkiye’de iş ve eğitim durumuna bakıldığında bir taraftan iş dünyasında nitelikli eleman ihtiyacı, öte yandan iş bekleyen ancak beceri eğitiminden yoksun büyük bir genç nüfus bulunmaktadır. Sanayi Bakanımız Sayın Zafer Çağlayan, daha geçen hafta, Türkiye’nin işsizlik sorununun analizini yaptığımızda sanayinin ihtiyacını karşılayacak nitelikte eğitim almış iş gücü darlığının sorunun temelini teşkil ettiğini ifade etmektedir.

Yükseköğretim kurumlarının kuruluşla başlayıp, daha sonra da devam eden fiziki altyapı sorunları temeldeki en önemli sorundur. Kuruluş yerlerinin ve şartlarının olumsuzluğundan başlamak üzere, teknolojik araç, gereç ve donanım eksikliği, laboratuvar eksikliği, eğitim kalitesini en fazla olumsuz etkileyen faktörlerdir. Her ne kadar Sayın Bakan iktidarları döneminde çok sayıda yüksekokul açıldığını söylemekte ve bu sözle söyledikleri gerçek ise de bir başka gerçek de hâlen kurulu olan yüzden fazla meslek yüksekokulunun yanlış yer seçimi ve altyapı eksikliklerinden dolayı hedeflenen faaliyete bir türlü geçememiş olmasıdır.

Değerli milletvekilleri, üniversiteler ve genelde yükseköğretim kurumlarının en önemli altyapısı, eğitimin olmazsa olmazı olan öğretim elemanlarıdır. Öğretim elemanlarını öğretmenlerden ayıran en önemli özellik, kendilerinin de eğitimle kazandıkları akademik formasyonlardır. Bu özellikleri nedeniyle yükseköğretim kurumlarındaki öğretim elemanları, eğitimin önemli bir parçası olan öğretmenlerden ayrılırlar. Akademik formasyon kişiye bilimsel araştırma yapma kabiliyeti kazandıran bir özelliktir. Bu özellik sayesinde, üniversite öğretim elemanları, bir yandan ülkenin sorunlarına çözüm getirmeyi amaçlayan bilimsel araştırmalar gerçekleştiren, ülke kalkınması için gereken bilgi ve teknoloji üretmeye çalışan ve bu arada üniversite okuma hakkı kazanmış öğrencilere eğitim vermeye çalışan insanlardır. İyi bir akademik formasyon almış öğretim elemanı, biraz önce belirttiğim görevlerin yanı sıra, üniversite-sanayi iş birliğinin önünü açacak cesarete sahip insan da demektir.

Bütün bu anlattıklarımı değerlendirirsek, bugün formasyon almış akademik personel, maaşları, özlük hakları yetersizliğinden dolayı her haftanın pazartesi günü dersle başlamakta, kırk saat boyunca ders almakta ve gelir açığını ek ders ücretiyle kapatmanın yolunu aramaktadır. Çoğu zaman bu da yetmemekte, geceleri veya hafta sonları sürdürülen ikinci öğretimle maaş açığını, geçim sıkıntısını ortadan kaldırmak için ciddi bir çaba sarf etmektedirler.

Değerli milletvekilleri, bu çaba içerisinde bir öğretim üyesinin akademik faaliyette bulunma şansı nedir? Bütün bu sıkıntılara rağmen araştırma yapmak için değil, akademik formasyonun gereğini yerine getirmek için değil, sadece kendisine unvan kazandıracak bilimsel araştırma makalelerine sahip olabilmek için üniversite öğretim üyeleri araştırma yapma ihtiyacını görmekte ve kendi ihtiyaçlarına yönelik bu çalışmaları sürdürme eğilimindedirler.

Değerli milletvekilleri, bilimsel araştırmalar, ülkenin sorunlarına çözüm getirmeyi amaçlayan araştırma faaliyetleri olarak değerlendirilse mantıklıdır, uygundur, anlaşılabilir veya değerlendirilebilir faaliyetler olarak karşımıza çıkar. Hâliyle maaş yetersiz olunca ek ders ücretinin peşine düşmüş öğretim üyesi, araştırma yapmayan bir öğretim üyesi. Bu durumda sizin sağlamaya çalıştığınız üniversite, olsa olsa, akademik faaliyeti de dört dörtlük sürdüremediği için “yükseköğretim kurumu” yerine “yüksek lise” kavramıyla, adıyla adlandırılacak bir eğitim kurumu hâline dönüşür. Dileğimiz odur ki kurulmakta olan veya bu tasarıyla kurulacak tüm Türkiye’deki üniversitelerin bir yüksek lise formundan çıkartılarak yükseköğretim kurumu hâline getirilmesidir. Biz, Milliyetçi Hareket Partisi olarak yüksek liseler yerine yükseköğretim kurumlarının oluşturulmasında her türlü katkıyı, en doğru yönlendirmeyi…

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN – Sayın Akcan, bir dakika ek süre veriyorum, tamamlayın lütfen.

ABDÜLKADİR AKCAN (Devamla) – En doğru yönlendirmeyi yapacağımızı ifade ediyor, kanun tasarısının, Türk yükseköğretimine ve Türk eğitimine hayırlara vesile olmasını diliyor, yüce heyetinizi saygıyla selamlıyorum. (MHP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – Teşekkür ederim Sayın Akcan.

Sayın Bakan, konuşacak mısınız?

MİLLÎ EĞİTİM BAKANI HÜSEYİN ÇELİK (Van) – Hayır.

BAŞKAN – Şahısları adına Manisa Milletvekili Sayın Ahmet Orhan… Yok.

Kırklareli Milletvekili Sayın Gökhan Sarıçam… Yok.

Maddeyi oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler… Kabul etmeyenler… Kabul edilmiştir.

Geçici madde 37’yi okutuyorum:

GEÇİCİ MADDE 37- Bu Kanunun yürürlüğe girdiği tarihte mevcut üniversitelerde kayıtlı bulunan öğrencilere verilecek mezuniyet belgeleri ile diplomalar, istekleri hâlinde fakülte veya yüksekokulların bağlandığı yeni üniversitelerin adına bakılmaksızın kayıt tarihlerinde bağlı bulundukları üniversitelerin adıyla eski üniversitelerince verilir. Bu konuda çıkacak ihtilafları sonuçlandırmaya Yükseköğretim Kurulu yetkilidir.”

BAŞKAN – Madde üzerinde Milliyetçi Hareket Partisi Grubu adına Manisa Milletvekili Sayın Mustafa Enöz. (MHP sıralarından alkışlar)

MHP GRUBU ADINA MUSTAFA ENÖZ (Manisa) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; 226 sıra sayısıyla görüşmekte olduğumuz dokuz ilimize daha üniversite kurulmasıyla ilgili kanunun 2’nci maddesi ile 2809 sayılı Kanun’a eklenen geçici 37’nci maddesiyle ilgili söz almış bulunmaktayım. Bu vesileyle yüce heyetinizi saygıyla selamlıyorum.

Sayın milletvekilleri, üniversiteler evrensel ölçekte insanlığa hizmet vermekte olup, en üst düzeyde eğitim ve araştırma kurumlarıdırlar. Üniversiteler her türlü sorunların en üst düzeyde incelendiği, özgür ve demokratik ortamlarda bilginin üretildiği, yayıldığı, gerçeğe ulaşmanın değişik yöntemlerle araştırıldığı, elde edilen bulguların öğretim ve yayın yoluyla insanlara aktarıldığı merkezlerdir. Bu bağlamda, üniversiteler insanın ve ülkenin geleceğine paralel olarak sürekli bir arayış içerisinde olmak, akademik ve kurumsal işleyiş anlamında zorunlu olan yenilenmeyi gerçekleştirmek durumundadırlar.

Üniversitelerin, bilimsel ve teknik geliştirme merkezleri olmanın ötesinde, çevrelerini bilinçlendirme ve bu yönüyle, bulunduğu bölgenin bilinç ve kültür düzeyini yükseltme sorumlulukları bulunmaktadır. Üniversitelerin öncü gücü olan bilim, insanların görevi gereği gözlemleyen, düşünen, araştıran, sorgulayan ve kuram geliştirerek bilinmeyeni bilinir hâle getirip, bütün bunlardan faydalanarak yaşamı kolaylaştırmak için gerekli yöntem ve teknikleri geliştirmektedir.

Üniversitelerin tarihsel misyonuna bakıldığında, bulunduğu çağın önünü açması, sorunları doğru tespit etmesi ve yaşamı kolaylaştırması için uygun modeller oluşturmasıyla anılırlar. Bu yönüyle üniversiteler, en üst düzeyde teknik imkânlarla donatılmış ve örgütlenmiş, geleceğe yönelik planı ve projesi olan, vizyonu açık, maddi ve manevi sorunu olmayan kurumlar olmak zorundadırlar.

Sayın milletvekilleri, Batılı ülkelerde sanayi devrimine paralel olarak çok sayıda yükseköğretim kurumunun tesis edilmesi sonucunda gelişen, ekonomik kalkınma ve yükselen refah seviyesinin temeli olan bilim üretiminin hızlanmasına karşın, ülkemiz bu değişime ayak uyduramamış ve kalkınmış ülkelerdeki bilim seviyesinin maalesef gerisine düşmüştür. Cumhuriyetin ilanıyla birlikte, üniversitelerin Batılı ülkelerin ilerlemesinde oynadığı rolün ve bu konuda dünyadaki gelişmelerin yakından izlenmesi sonucunda, ülkemizde de üniversiteler çağdaşlaşma ve kalkınmanın motor gücü olarak görülmüştür. Anadolu’ya yayılmaya başlayan üniversitelerin toplum üzerinde çok önemli ve olumlu etkiler bıraktığı açık olarak gözlemlenmiştir.

İçinde yaşadığımız yüzyılda, tüm dünyada daha verimli işleyen bir bilim ve teknoloji sistemi, bilim ve teknolojiyi üreten ve yöneten bir üniversite inşası için olağanüstü bir araştırma ve çaba yaşanmaktadır. Ülkeler çağın gerektirdiği en üstün nitelikli insan gücü yetiştirme, bilim ve teknoloji üretme yarışı içerisindedirler. Ülkemiz ve üniversitelerimiz bu çabadan uzak kalamaz. Günümüzün önde gelen ülkeleri, bilgiye sahip olan ve kullanan bilgi toplumu aşamasından sonra, bilgi ve teknolojiyi üreten ve yöneten, bilgi tabanlı toplum aşamasından söz etmektedirler. Günümüzde teknoloji, küreselleşme ve rekabet dinamiklerinin etkisiyle, üniversiteler büyük bir dönüşüm yaşamaktadırlar.

Sayın milletvekilleri, bizim ülkemizde yükseköğretim çağındaki insanımızın okullaşma oranı, açık öğretim dâhil yüzde 25-30 aralığındadır. Bu oranın açık öğretim dışında yüzde 20’lerde olduğu söylenebilir. Gelişmiş ülkelerde ise bu oran yüzde 40-50 civarındadır. Ülkemizde üniversite çağındaki insanımızın ancak beşte 1’ine üniversite imkânı sağlayabilmekteyiz.

Bugün, ülkemizdeki üniversitelere baktığımızda, kendisine yakışır şekilde etkin, sorun çözen bir kurum olma yerine, kendi kendisiyle uğraşan, maddi gücü olmayan, dünya görüşü daraltılmış bir konumdadırlar. Dünyada gelişmiş ülkelerde üniversiteler nüfusa göre orantılı olarak geliştirilmiştir. Bu ülkelerde 500 bin kişiye bir üniversite düşmektedir. Gelişmiş ülkelere yetişebilmemiz için bizim de hedefimiz bu olmalıdır.

Tabii ki, üniversitelerin kurulması belli bir altyapıyı da gerektirmektedir. Bu altyapının oluşturulması için bütün ilgili kurumlarımız üzerine düşen görevleri yerine getirmelidirler.

Ülkemizdeki üniversitelerin gelişmiş ülkelerdeki üniversitelere göre başarı durumlarını göz önüne aldığımızda, yeni kurulan üniversitelerimizin altyapılarının daha çok desteklenmesi gerekmektedir. Aksi takdirde, yeni kurulan üniversitelerimizin başarılı bir üniversite olması çok daha uzun zaman alacaktır diye düşünmekteyim. Bugün, üniversiteler çağın koşullarına göre hareket eden dinamik unsurlar olmak yerine, mevcut statükoya bağlı, yavaş hareket eden, hantal kurumlar hâline gelmişlerdir.

Sayın milletvekilleri, üniversitelerimizde farklı düşüncelerin tartışılmasına imkân tanınmamakta, gerek yöneticiler ve gerekse yetkili makamlar tarafından farklı düşünmeye tahammül gösterilmemektedir. Üniversitelerin en önemli özelliği yeni ve özgün düşünceye değer vermesidir. Üniversitelerin vazgeçilmez gıda kaynaklarından biri olan “beyin fırtınası” anlayışının yaygınlaştırılması ile üniversiteler gerçek bilim üretebilir ve öğretebilir merkezler hâline gelebilirler.

Üniversitelerin esas itici gücü olan nitelikli öğretim üyelerinin yetiştirilmesi ve geleceğin kadrolarının inşası, üniversiteleri en çok meşgul eden sorunların başında gelmektedir. Hâlen birçok üniversitede öğretim elemanlarının atama ilkeleri oluşturulmamıştır. Öğretim üyeleri, ekonomik yönden yoksulluk sınırına getirilmiş, zamanın büyük çoğunluğunu laboratuvar ve kütüphanede geçirmek yerine, geçinmek için kısmen ek iş yapmaya zorlanmışlardır. Siyasi tercihlerden dolayı yetenekli ve çok yönlü birçok kişiler bugün üniversitelerin dışına itilmiştir. Toplumun en örgütlü ve ilkeli kurumları olması beklenen üniversitelerin her konuda bir çıtasının olması ve ilkeli davranması, kurumların toplum nezdindeki saygınlığının korunması ile çok büyük önem taşımaktadır. Gelişmiş üniversitelerin çıtalarını yüksek tutarak kaliteyi de yükseltmeleri bir zorunluluktur.

Sayın milletvekilleri, vakıf üniversiteleri, devletin kamu hizmeti yükünü azaltmak amacıyla sistemimize dahil edilmişlerdir. Bu üniversiteler, devlet üniversiteleri tarafından karşılanması giderek zorlaşan yükseköğretim yükünü kısmen de olsa devletin üstünden alarak paylaşmaktadır. Vakıf üniversitelerimiz, yükseköğretim öğrencilerinin yaklaşık yüzde 6’sını taşımaktadır. Açık öğretimle birlikte düşünüldüğünde bu oran yüzde 4’lere düşmektedir. Bu bağlamda vakıf üniversitelerinin de çoğaltılması gerektiği kanaatini taşımaktayım. Vakıf tüzel kişiliği özel kesime ait, gönüllü ve yeterli kaynakların bu alana transferini sağlama amacı üzerine bina edilmişlerdir. Bu transferin sağlanmasında kamusal mali katkılar ve kolaylıklar yoluyla özendirici düzenlemeler de yapılmaktadır.

Ancak, bu düzenlemeler yapılırken toplumsal kaynakların toplumun varlıklı kesimlerine aktarılması yoluyla sosyal dengeleri bozucu, toplumsal vicdanı yaralayıcı yeterli bir mal varlığı koymayarak üniversite kurmaya kalkışacakların da önüne geçilmelidir. Vakıf üniversitelerinin gerekli şartları yerine getirmesi ve kontrolün elden bırakılmaması şartıyla desteklenmesi gerektiği inancını taşımaktayız.

Sayın milletvekilleri, görüşmekte olduğumuz kanunun 2’nci maddesiyle 2809 sayılı Yükseköğretim Kurumları Teşkilatı Kanunu’na eklenen geçici 37’nci maddesi olumlu bir maddedir. Bu maddeyle, mevcut üniversitelerde kayıtlı bulunan öğrencilere verilecek mezuniyet belgeleri ile diplomalar, öğrencilerin istekleri hâlinde, fakülte veya yüksekokullarının bağlandığı yeni üniversitelerin adına bakılmaksızın kayıt tarihlerinde bağlı bulundukları üniversitelerin adıyla eski üniversitelerince verilebilecektir.

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN – Sayın Enöz, bir dakikalık ek süre veriyorum, lütfen tamamlayın.

MUSTAFA ENÖZ (Devamla) – Teşekkür ederim.

Bu şekilde, öğrencilerimiz istekleri hâlinde ilk girdikleri üniversite adıyla diplomalarını alabileceklerdir. Bu bizce de doğru bir uygulamadır.

Bu düşüncelerle, yeni kurulacak olan devlet ve vakıf üniversitelerinin ülkemize ve milletimize hayırlı olmasını diliyor, yüce heyetinizi Milliyetçi Hareket Partisi adına saygıyla selamlıyorum. (MHP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – Teşekkür ederim Sayın Enöz.

Şahısları adına ilk söz Adıyaman Milletvekili Sayın Ahmet Aydın’a ait… Yok.

Aydın Milletvekili Sayın Ali Uzunırmak… Yok.

Soru-cevap faslına geçiyoruz.

Sayın Aydoğan

ERGÜN AYDOĞAN (Balıkesir) – Sayın Başkan,

Sayın Bakan, biraz önce bir faksla bir liste aldım. Burada, bir ilçemizde 14 eğitimci arkadaşımıza ilçe millî eğitim müdürlüğü tarafından teşekkür belgesi verildiği; bu teşekkür belgesi alan 14 eğitimci arkadaşımığitimci arkadaşımızın hepsinin bir sendikaya üye olduğu… Bu bağlamda soru sormak istiyorum: Teşekkür alanların tamamının aynı sendikaya üye olması tesadüf müdür? Atama yönetmeliğine göre, teşekkür alanlar 3 puan kazanmaktadır. Hizmet süresiyle çarpıldığında 3 puan almak için otuz yıl çalışmak gerekmektedir. Dağıtılan belgelerden teşekkür alan öğretmenin görev yaptığı müdürün bile haberi yoktur. Bütün bunlar kadrolaşmanın altyapı çalışmaları mıdır? Bu ilçede teşekkür almayı hak eden başka sendika üyesi öğretmenler yok mudur? Bu tamamen tesadüf müdür?

Teşekkür ediyorum.

BAŞKAN – Sayın Bakan…

MİLLÎ EĞİTİM BAKANI HÜSEYİN ÇELİK (Van) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; Sayın Aydoğan’ın sözünü ettiği konuya muttali değilim, meseleyi bilmiyorum. Dolayısıyla, bunun üzerine de bir yorum yapmam doğru olmaz. Artı, bunun şu anda görüşülmekte olan yasa tasarısıyla da hiç ilgisi yok. Dolayısıyla, eğer görüşülmekte olan kanun tasarısı üzerine arkadaşlarımız soru sorarlarsa bu çok daha makul olur.

Teşekkür ederim.

ERGÜN AYDOĞAN (Balıkesir) – Sayın Bakan, liste burada, listeyi verebilirim.

MİLLÎ EĞİTİM BAKANI HÜSEYİN ÇELİK (Van) – Tamam.

BAŞKAN – Teşekkür ederim.

Maddeyi oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler… Kabul etmeyenler… Kabul edilmiştir.

Sayın milletvekilleri, şimdi çerçeve 2’nci maddeyi, kabul edilen geçici 36 ve geçici 37’nci maddelerle birlikte oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler… Kabul etmeyenler… Kabul edilmiştir. Çerçeve 2’nci madde, bağlı geçici maddeleriyle birlikte kabul edilmiştir.

Şimdi 3’üncü maddeyi okutuyorum:

MADDE 3- 10/12/2003 tarihli ve 5018 sayılı Kamu Malî Yönetimi ve Kontrol Kanununa ekli (II) sayılı cetvelin “A) Yükseköğretim Kurulu, Üniversiteler ve Yüksek Teknoloji Enstitüleri” bölümüne aşağıdaki üniversiteler eklenmiştir.

“88) Ardahan Üniversitesi

89) Bartın Üniversitesi

90) Bayburt Üniversitesi

91) Gümüşhane Üniversitesi

92) Hakkari Üniversitesi

93) Iğdır Üniversitesi

94) Şırnak Üniversitesi

95) Tunceli Üniversitesi

96) Yalova Üniversitesi”

BAŞKAN – Madde üzerinde gruplar adına söz talebi vardır.

İlk söz, Milliyetçi Hareket Partisi Grubu adına…

OKTAY VURAL (İzmir) – Yok efendim.

BAŞKAN – Yok mu, peki.

Maddeyi oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler… Kabul etmeyenler… Kabul edilmiştir.

4’üncü maddeye bağlı ek 10’uncu maddeyi okutuyorum:

MADDE 4- 2/9/1983 tarihli ve 78 sayılı Yükseköğretim Kurumları Öğretim Elemanlarının Kadroları Hakkında Kanun Hükmünde Kararnameye aşağıdaki ek maddeler eklenmiştir.

“EK MADDE 10- Yeni kurulan üniversitelerde kullanılmak üzere ekli (I) sayılı listede yer alan öğretim elemanlarına ait kadrolar ihdas edilerek bu Kanun Hükmünde Kararnameye bağlı cetvellere, ilgili üniversite bölümleri olarak eklenmiştir.

BAŞKAN – Madde üzerinde Milliyetçi Hareket Partisi Grubu adına Manisa Milletvekili Sayın Ahmet Orhan.

Buyurun Sayın Orhan. (MHP sıralarından alkışlar)

MHP GRUBU ADINA AHMET ORHAN (Manisa) – Sayın Başkan, sayın milletvekilleri; 226 sıra sayılı Yükseköğretim Kurumları Teşkilatı Kanununda ve Yükseköğretim Kurumları Öğretim Elemanlarının Kadroları Hakkında Kanun Hükmünde Kararname ile Genel Kadro ve Usulü Hakkında Kanun Hükmünde Kararnameye Ekli Cetvellerde Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Tasarısı’nın 4’üncü maddesine eklenen 10’uncu madde üzerinde grubum adına söz almış bulunuyorum. Bu vesileyle yüce heyetinizi saygıyla selamlarım.

Sayın milletvekilleri, dünden bu yana uzun bir mesai içerisinde, özellikle devlet üniversitelerinin kurulacak olduğu Ardahan, Bartın, Bayburt, Gümüşhane, Hakkâri, Iğdır, Şırnak, Tunceli ve Yalova illerimizde heyecanla beklenen dokuz üniversitenin kuruluşuna dair kanun tasarısını görüşmekteyiz. Şüphesiz, değerli vatandaşlarımız, bu üniversitelerin şehirlerinde temin edeceği ekonomik ve sosyal hareketliliğin sevinci içerisindedir. Onlar için, sayıları binlerle ifade edilecek genç nüfusun şehirlerine temin edeceği katkı çok önemlidir. Bu, anlaşılabilir bir gerçek olup yerindedir. Tüm bunlar bilinirken iktidar partisi temsilcileri tarafından, muhalif görüşlerin yüce Meclisin kürsüsünden seslendirilmesinden rahatsızlık zaman zaman ifade edilmektedir. Takdir edersiniz ki muhalefetin öncelikli görevi, iyi yapıldığına inandıklarını desteklerken eksiklikleri veya yanlışlıkları ikaz etmektir. Başka bir deyişle, bardağın boş tarafını göstermektir. Bu görevi yaparken iktidarın uygun göreceği üslup ve şekilde değil, milletten aldığı yetkiden güç alarak inandığı üslupta yapmak tabii hakkıdır.

Doğrudur, bir şeyi asgari, belirleyeceğiniz, imkânlarla kurup, tesis etmeden geliştiremezsiniz. Tartışmamız esasen bu noktadadır. Asgari bir üniversitede olması gereken akademik ve fiziksel imkânlar olmadan mezun edeceğiniz, diploma vereceğiniz insanların diplomalarının tanınmasını sağlayamıyorsunuz. Onun için -Sayın Bakanın ifadesiyle- özel sektörün ihtiyacını karşılamak, talebini yerine getirmek üzere uzun bir eğitim sürecinden geçirdiğiniz insanlarımızın diploması kabul görmüyorsa ortada ciddi bir sorununuz var demektir. Maalesef, bu durum ülkemizde yaşanmaktadır. Her gün gazetelerde yer alan ilanlarda üniversite ismi zikredilmek suretiyle klasifikasyon ve sınırlamalar ortaya konmaktadır. Üniversitelerimizin yurt içinde birbirine göre durumları büyük farklar göstermenin yanı sıra, yayınlanan uluslararası üniversite gelişmişlik tablolarında aldığı yerler de ortadadır. Bu durum, üniversitelerimizin sayısından çok özelliklerini ciddi şekilde gözden geçirmemiz gerektiği gerçeğini ortaya koymaktadır.

Sayın milletvekilleri, 1981 üniversite reformundan önceki yıllarda Türk yükseköğretim sistemi beş tür kurumdan oluşmaktaydı: Üniversiteler, Millî Eğitim Bakanlığına bağlı akademiler, bir kısmı diğer bakanlıklara, çoğu Millî Eğitim Bakanlığına bağlı meslek yüksekokulları ile konservatuvarlar, Millî Eğitim Bakanlığına bağlı üç yıllık eğitim enstitüleri, mektupla öğretim yapan YAYKUR. Yükseköğretim, 1981’de çıkarılan 2547 sayılı Yükseköğretim Kanunu ile akademik, kurumsal ve idari yönden yeniden yapılanma sürecine girmişti. Bu kanunla ülkemizdeki tüm yükseköğretim kurumları Yükseköğretim Kurulu, yani YÖK çatısı altında toplanmıştı.

Sayın milletvekilleri, yeni üniversite açarken, üniversite açılacak kentin gelişmişlik düzeyi olarak bir üniversiteyi besleyecek altyapıya sahip olup olmadığı, oluşturulacak yeni yapıya üniversite denip denmeyeceği irdelenmemektedir. Ülkemizde yeni bir üniversite açarken çoğunlukla yapılan şudur: Başka üniversitelere ait birimlerin bir bölümü yeni bir ad altında birleştirilmektedir. Genelde, yeni olan, baştan yapılmış olan ne yeni bir kampüs ne derslik ne laboratuvar ne spor ve toplantı salonları ne kütüphane ne de benzeri eğitim-öğretim mekânları ne yurt ve lojman gibi olanaklar ne ek kaynak ve en önemlisi idari ve akademik personel ne de üniversiteye dönüştürülebilecek yeterli bilimsel birikim ve deneyimli kadroları vardır. Şu anda binası, arazisi dahi olmayan üniversiteler mevcuttur. Yeni açılan üniversiteler kâğıt üzerindeki varlıklarını gerçekte maalesef gösterememektedir. Yasayla verilen ad dışında yeni olan pek bir şey yoktur.

Değerli milletvekilleri, hızlı nüfus artışı ve eğitime artan istek doğrultusunda liseden mezun olan öğrenci sayısı giderek artmaktadır. Son yıllarda lise mezunu sayısı neredeyse yüzde 100 artış göstermiştir. Dünyada artık kişi başına düşen dolardan çok, kişi başına düşen ortalama eğitim süresine bakmakta ve zenginliklerini hesaplamaktadırlar. Gerçi bu birimlerin ne kadar içini doldurabildiğimiz de doğrusu tartışma konusudur. Bu meyanda olaya baktığımızda, on yılda liseden mezun olanların sayısı yüzde 100’e yakın artarken üniversite kontenjanlarındaki artış yüzde 20’yi bile bulmamaktadır. Son on yılda üniversite sayısı 3 katına çıktı. Yeni üniversiteler açılırken, peki, o hâlde kontenjanlar neden artmıyor? Asıl tartışılması ve üzerinde durulması gereken başka bir husus da budur.

Bir başka göstergeyse, üniversite sayısı hızla artarken öğrenci başına düşen ödeneğin hızla erimesidir. Çünkü her yeni üniversite açıldığında bu ödenekler daha çok dilimlere bölünmektedir. Her ile en az bir üniversite kurulması hepimizin isteğidir. Lakin bu üniversitelerin öğretim görevlileri ve çalışanları bakımından yeterliliğinin verdiği eğitim bakımından düzeyli üniversiteler olması gerekir.

Yeni üniversiteler konusunda devlet kadar yerel yönetimler ve kent sakinlerinin de aynı gayret içerisinde olması ve bu gayretin sosyolojik altyapısının oluşturulması gerekmektedir. Bizden sonra gelen kuşaklar, çocuklarımız, yani gençler bizden hesapçı olacaklardır: “Elimize tutuşturduğunuz diplomalar hiçbir işe yaramıyor, neden bize bunu yaptınız?” diyerek sizlere sorular sorarlar.

Meclisten yasa çıkarmakla üniversite kurulmuyor, kurulsa da devamı getirilememektedir. Bu konuda çok örnek vardır. Şimdi bu listeye dokuz üniversite daha eklenecek, ekleyelim. Temenni odur ki, onlarca değil yüzlerce üniversitemiz olsun. İş veremedikten sonra üniversite açmak insanların maalesef ihtiyaçlarını görmekten uzak kalıyor. Her şehirde beş üniversite olsa ne olur?

Geçtiğimiz günlerde yeni yayınlanan bir rapora göre on beş-yirmi dört yaş arasında 11 milyon 271 bin genç nüfusumuz bulunmakta olup, bunun 3 milyon 425 bini çalışmakta, 3 milyon 425 bini öğrenciyken, 4 milyon 422 bin gencimiz ise ne okuyor ne de çalışıyor. Kısacası boş geziyor. Erkeklerde boş gezen oranı yüzde 23, kızlarda ise bu oran “Haydi Kızlar Okula” kampanyalarına rağmen yüzde 55’e yükseliyor. Maalesef atıl gençlerin yüzde 72’si kızlardan oluşuyor.

Yukarıda verdiğim rakamlar her yönüyle dikkat çekici olmakla beraber, kızlarımızın durumu itibarıyla hepimizi kaygılandırması gereken özellikler taşımaktadır.

Bir hususu da dikkatlerinize sunmak isterim: Devletimiz gençlerine en üst düzeyde eğitim verme mücadelesi verirken, olayın başka bir yönüne hassasiyet göstermek durumundayız. O da, hepiniz kabul ederseniz ki, eski-yeni üniversitelerin hepsinden mezun olan gençlerimize eğitimlerine uygun iş yaratma sorumluluğumuzdur. Maalesef, bugün itibarıyla gençlerimiz geleceğe dair ümit ve inançlarını kaybetmiş durumdadır. Hükûmet bu üniversitelerin kuruluşlarını ilan etse de yeni üniversitelerin ne yeterli akademik kadrosu var ne de fiziki şartları iyileştirecek ödenekleri.

Yeni kurulan üniversitelere ayrılan bütçe de ayrı bir tartışma konusudur. Yeni üniversite kurarken, geri kalmış üniversitelere veya fakültelere kaynak ayırmayı ihmal etmemek gerekmektedir.

Yurt dışındaki yükseköğretim sistemlerine baktığımızda üniversiteler belirli şehirlerde toplanmıştır. Ülke içindeki dağılımı dengelidir. Sürekli yeni üniversite de kurulmaz. Devletin ayırdığı ödenekle var olan üniversiteler geliştirilir. Böylelikle eğitim kalitesi de artış göstermektedir. Üniversiteler asıl işleri olan eğitim ve araştırmayla ilgilenir.

Bu fakülteler isimce üniversite olsalar da altyapıları, öğretim üyeleri yetersiz durumdadır. Temennim bir an önce tüm üniversitelerimizin uluslararası normları yakalamasıdır. Devletin üniversitelere ne kadar ödenek ayırdığı, ne kadar öğretim üyesi kadrosu verdiği ortadadır. Bu açıdan ödenek yetersizliği ve öğretim üyesi kadrosunun az verilişi bu üniversitelerin gelişim sürecini maalesef uzatacaktır. Yetersizlik, üniversite sayısından daha çok üniversitelerin altyapılarındandır. Umarım yeni kurulan üniversiteler işsiz üniversiteliler topluluğu oluşturmaktan ileriye gider.

Ülkemizde yıllardır bu gerçeği düşünmeden kısa vadeli çözümlerle eğitim sistemini düzeltmeye, daha doğrusu yeni bir yapılanmaya gitmeden, yeni modeller geliştirmeden onarmaya çalışmaktayız. Sonuçları ve altyapıları düşünülmeden kurulacak üniversitelerin de geleceğe…

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN – Sayın Orhan, bir dakika ek süre veriyorum, lütfen tamamlayınız.

AHMET ORHAN (Devamla) – …sorunsuz ışık tutabilmesi için daha fazla çaba göstermek durumundayız.

Yeni üniversiteler ve ihdas edilecek kadrolar ile ilgili görüşlerimi ifade ederken başka bir hususu da dikkatlerinize sunmak isterim. Çeşitli sebeplerle üniversitelerden ilişiği kesilmiş gençlere yeni bir hak vermek suretiyle eğitimini tamamlama imkânı yaratmak yüce Meclise çok yakışan bir karar olacaktır.

Bu vesile ile hepinize saygılar sunuyor, yeni kurulan üniversitelerin yurdumuza hayırlı olmasını temenni ediyorum. (MHP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – Teşekkür ederim Sayın Orhan.

Ek 10’uncu maddeyi ekli listeyle birlikte oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler… Kabul etmeyenler… Kabul edilmiştir.

Ek 11’inci maddeyi okutuyorum:

EK MADDE 11- Adıyaman Üniversitesi, Dumlupınar Üniversitesi, Hacettepe Üniversitesi, Muğla Üniversitesi ve Sakarya Üniversitesinde yeni kurulan birimlerde kullanılmak üzere, ekli (III) sayılı listede yer alan öğretim elemanlarına ait kadrolar ihdas edilerek bu Kanun Hükmünde Kararnameye bağlı cetvellere, ilgili üniversite bölümleri olarak eklenmiştir."

BAŞKAN – Madde üzerinde gruplar adına ilk söz Milliyetçi Hareket Partisi Grubu adına Kütahya Milletvekili Sayın Alim Işık’ta.

Buyurun Sayın Alim Işık. (MHP sıralarından alkışlar)

MHP GRUBU ADINA ALİM IŞIK (Kütahya) – Sayın Başkan, çok değerli milletvekilleri; görüşülmekte olan 226 sıra sayılı Kanun Tasarısı’nın 4’üncü maddesinin ek 11’inci maddesi üzerinde Milliyetçi Hareket Partisi Grubu adına söz almış bulunmaktayım. Sözlerimin başında, bugün Güneydoğu’da kaybettiğimiz 2 şehidimize Allah’tan rahmet diliyor, hepinize saygılarımı sunuyorum.

Söz konusu ek madde Adıyaman, Dumlupınar, Hacettepe, Muğla ve Sakarya üniversitelerinde yeni kurulan birimlerde kullanılmak üzere ekli (III) sayılı listede yer alan öğretim elemanlarına ait kadroların ihdas edilmesini kapsamaktadır. Bu kapsamda, sayıları ve kadro dereceleri unvanlara göre değişmekle birlikte, profesör, doçent, yardımcı doçent, öğretim görevlisi, okutman, araştırma görevlisi, uzman ve çevirici, eğitim-öğretim planlamacısı kadrolarından oluşan, 222 adedi (I) sayılı, 140 adedi de (II) sayılı cetvelde yer almak üzere her üniversiteye toplam 362’şer adet akademik kadro ihdası yapılmaktadır. Aynı üniversitelere tasarının 5’inci maddesi kapsamında 498’er adet de değişik unvanlarda olmak üzere yardımcı hizmetler personeli kadrosu ihdası yapılmaktadır. Böylece adı geçen üniversitelerimize toplam 860’şar adet kadro verilmektedir. Üniversitelerimize bu kadroların hayırlı olmasını diliyorum. Bu kadroların çıkarılması ve yeni birimlerin kurulması için çaba gösteren herkesi de huzurunuzda kutluyorum, kendilerine teşekkür ediyorum.

1997-2007 yılları arasında on yıl süreyle, zevkle ve heyecanla hem öğretim üyesi hem de rektörlük hariç her kademesinde idareci olarak görev yaptığım Kütahya ili Dumlupınar Üniversitesinin de bu üniversiteler arasında yer almasından Kütahya ilinin bir milletvekili olarak ayrıca memnuniyetimi belirtmek istiyorum.

Sayın Bakanımıza Dumlupınar Üniversitesi Tıp Fakültesi kurulması ve kadro planlaması konusunda 17/10/2007 tarihinde yönelttiğim sözlü soru önergemi cevapladığı 15/1/2008 tarihli 49’uncu Birleşimde kadrolar konusunda verdiği “YÖK ile Bakanlığımız arasında bir yazışma yapılmıştır. Bu tespitler yapıldıktan sonra kadroyla ilgili gerekli işlemler de yapılacaktır.” sözünün bugün yerine getiriliyor olmasından dolayı ayrıca teşekkür etmek istiyorum.

Dumlupınar Üniversitesine ihdas edilen bu kadroların öncelikle, yaklaşık on yıllık bir mücadelenin sonunda nihayet 5 Aralık 2007 tarih ve 26721 sayılı Resmî Gazete’de yayımlanarak yürürlüğe giren Bakanlar Kurulu kararı ile kurulmuş olan Dumlupınar Üniversitesi Rektörlüğüne bağlı Tıp Fakültesi bünyesinde kullanılması planlanmıştır.

Değerli milletvekilleri, ilimizde 1992 yılında kurulmuş olan ve adını şanlı tarihimizden alan Dumlupınar Üniversitesi bünyesinde yaklaşık 30 bine yakın öğrencimiz eğitim-öğretim hizmeti almaktadır. Gerek kendi öğrencilerine, gerekse 230 bini il merkezinde olmak üzere 600 bine yakın nüfusa sağlık hizmeti vermesi planlanan tıp fakültesi ve hastanesinin bu kadrolarla can bulacağı ve kısa sürede hizmete geçeceği en büyük temennimizdir. Çünkü, Kütahya’da poliklinik hasta müracaatı son beş yılda yaklaşık yüzde 25 oranında artarken hastanelerin yatak sayıları hemen hemen sabit kalmış, pratisyen hekim, uzman hekim, tıbbi ekipman ve yardımcı sağlık personeli sayısının yetersizliği ön plana çıkmıştır. Bu yetersizlikler halkın sağlık hizmetinden gereken ölçüde yararlanamamasına ve tıbbi olanakları daha iyi olan, Eskişehir ili başta olmak üzere, diğer çevre illere hasta sevkinin artmasına neden olmaktadır. İl dışı hasta sevkleri de doğal olarak gerek iş gücü gerekse zaman ve maddi kayıpları da artırmaktadır.

Bu sıkıntıların azaltılması ve başta kendi personeli ve öğrencisi olmak üzere, halkımıza daha kaliteli sağlık hizmeti sunulması amacıyla 2005 yılında üniversite bünyesinde kurulan Sağlık Hizmetleri Eğitim Araştırma ve Uygulama Merkezi Hastanesi, geçen birkaç yıllık sürede hızla gelişerek bugün merkez kampüsü içinde, yaklaşık 7.200 metrekare kapalı alanda, 15 uzmanlık dalında 40’ı akademik, 70’i de idari ve yardımcı sağlık personeli olmak üzere 110 kişilik bir çalışma ekibiyle hizmet veren bir hastane hâline gelmiştir. Yüz otuz yataklı hastanede, son bir yılda yaklaşık 66 bin hasta ayaktan ve yatarak tedavi edilmiştir. İşte bu hastane, Dumlupınar Üniversitesi Tıp Fakültesi Hastanesinin de nüvesini oluşturacaktır.

Dumlupınar Üniversitesi Tıp Fakültesi, altı yüz yataklı bir hastane planlamaktadır. Diğer yandan Üniversite, kendi kampüsünde jeotermal enerji sondajı yaparak yeterli debi ve sıcaklıkta sıcak suyunu çıkarmış ve bu sıcak suyun kullanılacağı dört yüz yataklı fizik tedavi ve rehabilitasyon hastanesi ile sosyal tesisleri inşaatını başlatarak önemli bir yol kat etmiştir. Böyle bir imkâna sahip tek devlet üniversitesi olan Dumlupınar Üniversitesinin diğer üniversitelerimize de örnek olmasını diliyor, bu konuda özel çaba gösteren Sayın Rektör Profesör Doktor Güner Önce başta olmak üzere, üniversitemizin tüm çalışanlarına şükranlarımı sunuyorum.

Özellikle ilimiz ve ülkemiz sağlık turizmine de önemli katkılar sağlanacağı beklenen bu yatırımla birlikte tıp fakültesi yatırımının kısa sürede tamamlanabilmesi için, devletimizin ve hükûmetlerimizin termal su potansiyeline sahip yörelerimize yatırım önceliği tanıması, ülke kaynaklarının değerlendirilmesi açısından önem arz etmektedir. Gelişme potansiyeli oldukça yüksek olan Dumlupınar Üniversitesi için verilen ve öncelikle tıp fakültesinde kullanılacak bu 862 adet kadro kısa ve orta vadeli kadro sorununun çözümünde önemli rol oynayacaktır. Bu vesileyle, son dönemde üniversite yönetimi tarafından hazırlık çalışmalarına başlanmış olan diş hekimliği fakültesinin de kısa sürede kurulması konusunda, hemşehrilerim adına, Sayın Bakanımızın ayrıca desteğini talep ediyorum.

Değerli milletvekilleri, illerin gelişmişlik düzeylerinin belirlendiği ve Türkiye’deki seksen bir ilin sosyal ve ekonomik göstergeler açısından analiz edildiği 2005 yılına ait bir makalede, sosyal değişkenler olarak sağlık göstergeleri, eğitim göstergeleri, ilk ve ortaöğretim okullaşma oranı ele alınmıştır. Bu araştırma sonuçlarına göre, Kütahya ilinin, 10 bin kişiye düşen hekim, diş hekimi, eczacı, hemşire ve hastane yatak sayısından oluşan sağlık göstergeleri sıralamasında seksen bir il içinde maalesef 59’uncu sırada, eğitim göstergeleri sıralamasında 6’ncı sırada, ilk ve ortaöğretim okullaşma oranı sıralamasında ise 62’nci sırada yer aldığı tespit edilmiştir. Aynı araştırmada ilimiz, ekonomik gelişmişlik göstergeleri açısından ise mali göstergelerde 49’uncu, imalat göstergelerinde de 35’inci sırada yer almıştır. Diğer yandan, Devlet Planlama Teşkilatının 16 Nisan 2008 tarihinde güncellenmiş verilerine göre demografi, istihdam, eğitim, sağlık ve altyapı değişkenlerinden oluşan sosyal göstergeler açısından yaptığı sınıflandırmada da Kütahya ili 5 grup içinden 3’üncü derece gelişmiş iller grubunda yer almıştır. Bu çalışmaya göre ilimiz merkez ilçesi, sosyoekonomik gelişmişlik endeksi açısından on üç ilçemiz arasında en gelişmiş ilçe konumunda olup ancak 57’nci sırada yer alabilmiştir. Bu bilimsel çalışma sonuçlarından da görüleceği gibi, Kütahya ili sosyoekonomik göstergeler açısından devletimizin ve hükûmetlerimizin öncelikle desteklemesi gereken iller arasında yer almaktadır.

Değerli milletvekilleri, üniversitelerimizin kendilerinden beklenen görevleri yerine getirebilmeleri için elbette ki bugün karşı karşıya bulunduğu çok önemli sorunlarından bazılarının acilen çözümlenmesi gerekiyor. Bunlardan birkaçını sizlerin huzurunda Sayın Bakanımıza iletmek istiyorum.

Üniversitelerde çalışan akademik ve idari personelin özlük hakları en kısa sürede mutlaka düzeltilmelidir. Şartlarını sağladığı hâlde uzun süredir kadro ve atama bekleyen çok sayıda öğretim elemanının mağduriyeti mutlaka giderilmelidir. Performansa dayalı özlük hakkı iyileştirilmesi mutlaka sağlanmalıdır. Yardımcı doçent kadrolarında sözleşmeli olarak görev yapan öğretim üyelerinin 1’inci dereceye kadar inebilmelerinin önü açılmalı ve mümkünse daimi statüde çalışabilir hâle dönüştürülmeleri sağlanmalıdır. Son beş yıldır neredeyse yok denecek kadar az sayıda verilen araştırma görevlisi kadroları mutlaka artırılmalıdır. Beyin göçünün önüne de mutlaka geçilmelidir.

Sözlerimin sonunda ülkemizin birçok üniversitesinde görev yapan başta tıp fakültesi öğretim üyeleri hemşehrilerim olmak üzere, birçok hemşehrimi Dumlupınar Üniversitesine davet ediyor, hepinize saygılar sunuyorum.

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN – Sayın Işık, bir dakikalık ek süre veriyorum.

Buyurun.

ALİM IŞIK (Devamla) – Bu vesileyle, bu kanunla kurulacak olan dokuz devlet, iki de vakıf üniversitesinin başta kurulmuş olan illerimize ve ülkemize hayırlara vesile olmasını diliyor, yüce Meclisi tekrar saygılarımla selamlıyorum. (MHP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – Teşekkür ederim Sayın Işık.

Cumhuriyet Halk Partisi Grubu adına Malatya Milletvekili Sayın Ferit Mevlüt Aslanoğlu.

Buyurun. (CHP sıralarından alkışlar)

CHP GRUBU ADINA FERİT MEVLÜT ASLANOĞLU (Malatya) – Sayın Başkan, yüce Meclisin çok değerli üyeleri; hepinize saygılar sunuyorum.

Değerli milletvekilleri, bu çocuklar bizim çocuklarımız. Biz bu üniversiteleri çocuklarımızın en iyi eğitimi alması amacıyla kuruyoruz. Hepimizin çocuğu, hepimizin gözünün nuru ve hepimiz de onlar için çalışıyoruz -ailemiz için, çocuklarımız için, ülkemiz için- ve bu üniversitelerde yetişecek çocuklarımızın en iyi eğitimi alması hepimizin yüreğindeki bir özlemdir.

Tabii, dokuz ilimize üniversite kuruyoruz. Bir kere dokuz ilimizin üniversitesinin ve iki vakıf üniversitemizin Türk eğitimine, çocuklarımıza başarılar getirmesini diliyorum ve tüm illerimize de bu dokuz ilimize de yine başarı dileklerimi iletiliyorum.

Değerli milletvekilleri, ancak, eğitim yasak savma değildir. Eğitim, çocuklarımıza en iyi eğitimi vermekle koşullanmak gerekir. Tabii, çocuk doğmadan ölmez, doğrudur ama doğduğu zaman en iyi şekilde bakmalısın. Şimdi, soruyorum tekrar size: Hep söyleyeceğim. Biz, çağdaş, bilimsel, literatürü takip edecek, dünyayla entegre olacak çocukları yetiştirmezsek, bu çocuklarımız üniversiteyi bitirmiş, ne işe yarar?

Değerli milletvekilleri, geçen de söyledim, yine söylüyorum. Eğer, biz, çocuklarımıza, ilkokuldan liseye kadar bir lisanı, liseden sonra üniversitede mecburi hazırlıkla ikinci lisanı öğretmezsek, biz çağdaş dünyayı, bilimsel dünyayı yakalayamayız. Ben bunu her zaman söyleyeceğim arkadaşlar. Artık, literatürü takip ederek, bilimsel dünyaya gitmenin bir tek yolu, burada gelip “Biz çağdaşız, biz çağdaş olacağız, bilimselliği yakalayacağız.” demekle olmaz. Bu çocuklara bilimsellik literatürünü takip edecek lisan eğitimini vermezseniz, bu çocuklarımızın hepsi yarın dünyayla entegre olamaz ve çok az bir zümre… Bugün, Türkiye’de, baktığınız zaman… Yabancı dille eğitim yapan demiyorum, eğitim yabancı dille olmasın; biz, kendi kültürümüzü, kendi dilimizi en iyi konuşan üniversiteler yaratmalıyız. Ama, biz, ilkokuldan liseye kadar, üniversitede ise bu çocuklarımıza birer yabancı dil öğretmek… Zor değil arkadaşlar. Benim çocuklarım aptal değil. Dünyanın her tarafındaki çocuklar bunu öğreniyorsa, ben de bunu öğretmenin bir yolunu bulmalıyım. Ama bugün için demiyorum, dün de böyle, evvelsi gün de böyle. Millî Eğitim Bakanlığı, bu konuda… Bugün yapmayalım, planlayalım, on sene sonra yapalım. Ama bu çocuklarımızı dünyayla entegre etmenin bir tek yolu vardır. Lisan bilmeyen bir toplum, artık, bundan sonra bu dünyada bir yere gidemez arkadaşlar. Eğer, dünyanın ticari pastasından pay almak istiyorsak, dünyadaki oluşan ticari dengelerden ülkemize bir katkı sağlamak istiyorsak bunu yapmak zorundayız, bu hepimizin görevi ve yine söylüyorum: Gidin Amerika’daki hastanelere, hasta bakıcısına bakın, doktoruna bakın, hemşiresine bakın, hepsi Hindistanlı.

Değerli milletvekilleri, bu konunun öneminin bir kez daha altını çiziyorum, bir kez daha yine burada söylüyorum. Yani “Millî Eğitim Bakanlığı suçludur.” demiyorum. Çocuklarımın adına yalvarıyorum. Dün de suçlu vardı, bugün de var. Yarın geç olmasın. Gelin, bir yerinden başlamak üzere, bu yüce Meclis -geçen dönem de aynısını söyledim- buna bir yerinden karar versin arkadaşlar, on sene sonra başlayalım.

Değerli milletvekilleri, bu konuyu bir kez daha, çocuklarımızın adına, gelecek adına dikkatlerinize sunuyorum.

 Tabii, bir başka konu -Sayın Millî Eğitim Bakanım yok galiba, keşke olsaydı- yurtlar konusudur. Değerli milletvekilleri, tabii, bu çocuklar hepimizin çocukları. Ben tabii, hayretler içinde kaldım: “Elli yedi yurt yapıldı.” dedi Sayın Bakanım. Böyle, yüreğim… Demek ki Sayın Bakanım, sizin öz evlat illeriniz, üvey evlat illeriniz var.

RAMAZAN KERİM ÖZKAN (Burdur) – Doğru, aynen katılıyorum.

FERİT MEVLÜT ASLANOĞLU (Devamla) – Şimdi, biz Malatya İnönü Üniversitesinde arsayı vermemize rağmen Kredi Yurtlar Kurumuna yedi sene önce, elhak, niye yapmıyorsun? Niye hakkımızı yiyorsun?

MEVLÜT COŞKUNER (Isparta) – Yapılan başka şeyler var, tarikat yurtları…

FERİT MEVLÜT ASLANOĞLU (Devamla) – Hangi ilin hakkı yeniyorsa o il size hakkını helal etmez arkadaşlar!

MEVLÜT COŞKUNER (Isparta) - Tarikat yurtlarından bahset, boş ver hak hukuku.

FERİT MEVLÜT ASLANOĞLU (Devamla) – Sivas’ta… Bakın işte oradan “Sivas” diyor arkadaşlar.

Arkadaşlar, Kredi Yurtlar Kurumu yurtları, toplumumuzun çağdaş, bilimsel ve Türkiye’deki Türk insanını her zaman çağdaş tutan bir… Ama tarikat yurtlarına bu insanları terk etmeyelim. Ama diyorum ki: Acaba bu mu?

Yine söylüyorum: Yine bazı arkadaşlarım burada teşekkür etti. Arkadaşlar, hak yiyenin bir gün hakkını yerler. Ben burada yedi yıldır, Malatya İnönü Üniversitesinin kadrosunu yedi yıldır… Burada tutanaklar var. Ben devletime inanmak istiyorum, ben Bakanıma inanmak istiyorum, ben iktidar partisinin grup başkan vekiline inanmak istiyorum, “Onlar doğru söyler.” diye düşünmek istiyorum. Ama…

KEMALETTİN AYDIN (Gümüşhane) – Öyle, öyle.

FERİT MEVLÜT ASLANOĞLU (Devamla) – Hayır, tutanaklar öyle demiyor, tutanaklar öyle demiyor arkadaşlar.

MEHMET EMİN EKMEN (Batman) – Müsterih ol, müsterih ol!

FERİT MEVLÜT ASLANOĞLU (Devamla) – Geçen dönem burada olan arkadaşlarım var.

Şimdi bakıyorum, beş tane üniversitemize kadro geliyor burada. Helal olsun, gelsin, kıskanmıyorum. Geçen dönemde Selçuk Üniversitesine ve Eskişehir Osmangazi Üniversitesine son gün kadro getirildi. Arkadaşlar…

AYHAN SEFER ÜSTÜN (Sakarya) – Helali hoş olsun!

FERİT MEVLÜT ASLANOĞLU (Devamla) – “Helal olsun.” diyorum.

KEMALETTİN AYDIN (Gümüşhane) – Siyasi değil, siyasi değil onlar.

FERİT MEVLÜT ASLANOĞLU (Devamla) – Nasıl siyasi değil? Bal gibi siyasi, bal gibi siyasi! Siyasetin hasını yapıyorsunuz. Hayır arkadaş, siyasetin hasını yapıyorsunuz.

Evet, yine söylüyorum, benim İnönü Üniversitem kadro kanununu hak ettiği hâlde, bu üniversitelerin bir gün kadro ihtiyacını ben duymadım burada. Yedi yıldır bağırıyorum, vicdanınız yok mu sizin? Bu Üniversitede, arkadaşlar, senede yüz otuz tane karaciğer nakli yapılıyor. Gurur duymalısınız, “Ben bu Üniversiteye nasıl yardımcı olabilirim?” demelisiniz. (CHP sıralarından alkışlar) Ama sizde bu gurur yok, gurur duymuyorsunuz. Kendi kendine o Üniversite yapmaya çalışıyor. İki yüz elli yatak bitmiş. Ama bu Üniversite Türkiye’de bir numara oluyor karaciğer nakli konusunda. Azıcık vicdanınız varsa, azıcık bu ülkeyi seviyorsanız… Dünyanın her tarafından gelen insanlar orada ameliyat oluyor. Hakkımızı yemeyin arkadaşlar.

BURHAN KAYATÜRK (Ankara) – Tüm üniversitelerde ameliyat oluyor.

FERİT MEVLÜT ASLANOĞLU (Devamla) – Hayır arkadaşlar. Tüm üniversiteler… Burada Türkiye’de spesifik.

BURHAN KAYATÜRK (Ankara) – Niye sadece Malatya Üniversitesi?

FERİT MEVLÜT ASLANOĞLU (Devamla) – Kardeşim, sana da versin, sana da versin. Niye hakkını istemiyorsun sen? Niye istemiyorsun hakkını?

BURHAN KAYATÜRK (Ankara) – Niye sadece Malatya Üniversitesi? Bütün üniversitelerde ameliyat yapılıyor.

FERİT MEVLÜT ASLANOĞLU (Devamla) – Oradan laf atma. Ben hakkımı istiyorum, ben hakkımı istiyorum, hakkımı istiyorum. Sen de gel buraya, sen de gel, sen de hakkını savun kardeşim!

BURHAN KAYATÜRK (Ankara) – Ayrımcılık yapmayın!

FERİT MEVLÜT ASLANOĞLU (Devamla) – Değerli milletvekilleri…

KEMAL KILIÇDAROĞLU (İstanbul) – Sayın Bakan geldi.

BURHAN KAYATÜRK (Ankara) – Bölücülük yapmayın!

FERİT MEVLÜT ASLANOĞLU (Devamla) – Kardeşim, benim bağrım yanmış altı yıldır. Ben eğer kendi ilimin bir üniversitesini savunuyorsam, bu benim duyarlılığım, bu benim milletvekili duyarlılığımdır. Sen bunu yapmıyorsan, sen duyarsız bir insansın, tamam mı! (CHP sıralarından “Bravo” sesleri, alkışlar)

MUHARREM SELAMOĞLU (Niğde) – Sensin duyarsız insan!

FERİT MEVLÜT ASLANOĞLU (Devamla) – Evet… İçimden gelerek, öfkemle, altı yıldır burada ben yalvarıyorum, âdeta yalvarıyorum. Orada otur oturduğun yerde!

MUHARREM SELAMOĞLU (Niğde) - Orada bağırarak duyarlılık yapılmaz tamam mı!

FERİT MEVLÜT ASLANOĞLU (Devamla) - Otur oturduğun yerde! Benim ilimin hakkını…

BAŞKAN – Sayın Aslanoğlu

FERİT MEVLÜT ASLANOĞLU (Devamla) – Otur oturduğun yerde, ağzını açma!

BAŞKAN – Sayın Aslanoğlu, Genel Kurula hitap edin lütfen. Sayın Aslanoğlu

FERİT MEVLÜT ASLANOĞLU (Devamla) – Ayıptır ya!

BAŞKAN – Sayın Aslanoğlu, Genel Kurula hitap edin.

FERİT MEVLÜT ASLANOĞLU (Devamla) – İlimin hakkını, üniversitemin hakkını savunmak benim en temel görevim. Bu benim namus anlayışım, sorumluluk anlayışım.

Hepinize saygılar sunuyorum, teşekkür ediyorum. (CHP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – Teşekkür ederim Sayın Aslanoğlu. (CHP sıralarından “Sayın Bakan geldi.” sesleri)

FERİT MEVLÜT ASLANOĞLU (Malatya) – Evet, böyle…

MİLLÎ EĞİTİM BAKANI HÜSEYİN ÇELİK (Van) – Tamam.

FERİT MEVLÜT ASLANOĞLU (Devamla) - İşte böyle, insanı güldürürsün Sayın Bakan, şov yapıyor dedirtirsin işte. Yazıklar olsun!

MEHMET EMİN EKMEN (Batman) – Başkanım, doktor çağıralım.

BAŞKAN – Soru-cevap faslına geçiyoruz.

Sayın Durmuş, soru sormak için sisteme girmişsiniz.

OSMAN DURMUŞ (Kırıkkale) – Evet efendim.

BAŞKAN - Buyurun.

OSMAN DURMUŞ (Kırıkkale) – Sayın Başkan, aracılığınızla Sayın Bakana sormak istiyorum efendim.

Sayın Bakan, Kırıkkale Üniversitesiyle ilgili daha evvel Devlet Bakanıyla birlikte söz verdiniz 16 trilyon lira için, inşaat ikmali için, birincisi bu.

İkincisi de diş fakültemiz için henüz binamız yok. Sağlık Meslek Lisesine ait binanın yarısını bu amaçla kullanabilirsiniz. Diş hekimliği fakültesi ve veteriner fakültesi için bir hazırlığınız var mı, yok mu? Bunu öğrenmek istiyorum efendim.

BAŞKAN – Sayın Bakan...

MİLLÎ EĞİTİM BAKANI HÜSEYİN ÇELİK (Van) – Sayın Başkanım, değerli milletvekili arkadaşlarım; Sayın Durmuş’un “söz verdiniz” sözüne ben katılmıyorum. Ben hiçbir dönem böyle bir söz verdiğimi hatırlamıyorum. Sayın Durmuş, evet, Kırıkkale Üniversitesinin mevcut kampüsünün tamamlanması için 16 trilyon bir paraya ihtiyacı olduğunu söyledi. Bütçe çalışmalarının devam ettiği bir sıradaydı. Takdir edersiniz ki bütçenin nasıl hazırlandığı, kimlerin bu konuda müdahil olduğu, taraf olduğu ortadadır. Yani, ben “Bütçe imkânları çerçevesinde şüphesiz ki bütün üniversitelere yardımcı olunması lazım, yardımcı olunabilir.” dedim.

Şimdi bakın, değerli arkadaşlar, 60 trilyon bütçesi var Kırıkkale Üniversitesinin. Kırıkkale Üniversitesi, kendi emsali üniversiteler arasında, onunla birlikte kurulan üniversiteler arasında, Ankara’ya da yakın olması hasebiyle ciddi anlamda gelişme sağlamış olan, gelişmesi hızlı olan üniversitelerimizden birisidir. Bu ihtiyaç sadece Kırıkkale Üniversitesine mahsus değildir Değerli Arkadaşım, Milletvekilim. Dolayısıyla, dediğim gibi, bu 16 trilyon Türkiye’nin karşılayamayacağı bir kaynak değil. Bu sene olmaz, seneye olur ama er geç bu olacaktır. Onun için çok fazla keder etmenize gerek yok.

Teşekkür ederim.

OSMAN DURMUŞ (Kırıkkale) – Sayın Bakan, Hükûmet söz verdi, o konuya…

BAŞKAN – Sayın Paksoy...

MEHMET AKİF PAKSOY (Kahramanmaraş) – Teşekkür ederim Sayın Başkan.

Sayın Bakanım, Kahramanmaraş Sütçü İmam Üniversitesinde tıp fakültesi 1996 yılında kuruldu. 1998 yılından beri kadro bekliyor. Bu kadro hususunda dünkü görüşmemizde “tamam” demiştiniz ama şimdi vazgeçildiğini öğrenmiş bulunmaktayım. Bu konuda, kadrosunu ne zaman vermeyi düşünürsünüz?

Teşekkür ederim.

BAŞKAN – Sayın Bakan…

MİLLÎ EĞİTİM BAKANI HÜSEYİN ÇELİK (Van) – Sayın Başkanım, Sayın Paksoy’a şunu söylemek isterim: Dün “tamam” dedim, şimdi yine “tamam” diyorum. Sayın Mevlüt Aslanoğlu’na da “tamam” dedim, yine “tamam” diyorum. Bunların hepsi yerine getirilecek…

FERİT MEVLÜT ASLANOĞLU (Malatya) – Daha inanmıyorum Sayın Bakan.

MİLLÎ EĞİTİM BAKANI HÜSEYİN ÇELİK (Van) – Bir dakika arkadaşlar, bir dakika müsaade edin.

FERİT MEVLÜT ASLANOĞLU (Malatya) – İnanmıyorum.

MİLLÎ EĞİTİM BAKANI HÜSEYİN ÇELİK (Van) – Bir şeye inanmazsanız o gerçekleşmez Sayın Aslanoğlu.

FERİT MEVLÜT ASLANOĞLU (Malatya) – İnanmıyorum, hayır.

MİLLÎ EĞİTİM BAKANI HÜSEYİN ÇELİK (Van) – İnanmamaya devam ederseniz gerçekleşmez.

FERİT MEVLÜT ASLANOĞLU (Malatya) – Yedi yıl, yedi yıl!

MİLLÎ EĞİTİM BAKANI HÜSEYİN ÇELİK (Van) – Şimdi, değerli arkadaşlar, bakın “1996’da kurulan bir tıp fakültesinin hâlâ kadroları verilmedi.” diyorsunuz. Benim size söylediğim şey şudur. Dün yine sorulara verdiğim cevaplar esnasında da bunu söyledim, AK Partili Kahramanmaraşlı milletvekili arkadaşlarım da bunu dile getirdiler. Dedim ki: Bakın, birçok üniversiteyle ilgili ortak bir çalışma yapıyoruz, bunu getireceğiz dedik, biz Hükûmet olarak bu konuda söz veriyoruz, getireceğiz dedik. Onun için kederlenmeyin, bunu yerine getireceğiz.

BAŞKAN – Teşekkür ederim.

Madde üzerinde bir önerge vardır, önergeyi okutuyorum:

T.B.M.M. Başkanlığına

Görüşülmekte olan 226 Sıra Sayılı yasa tasarısının 4. maddesinin ek: 11. maddesine İnönü Üniversitesi’nin eklenmesini arz ederiz.

Saygılarımızla.

 

F. Nur Serter

Ferit Mevlüt Aslanoğlu

Şevket Köse

 

İstanbul

Malatya

Adıyaman

 

Kemal Demirel

Tayfur Süner

Hüsnü Çöllü

 

Bursa

Antalya

Antalya

BAŞKAN – Komisyon önergeye katılıyor mu?

PLAN VE BÜTÇE KOMİSYONU SÖZCÜSÜ HASAN FEHMİ KİNAY (Kütahya) – Katılamıyoruz Sayın Başkanım.

BAŞKAN – Hükûmet katılıyor mu?

MİLLÎ EĞİTİM BAKANI HÜSEYİN ÇELİK (Van) – Katılmıyoruz Sayın Başkan.

BAŞKAN – Önergenin gerekçesini mi okutayım?

FERİT MEVLÜT ASLANOĞLU (Malatya) – Gerekçeyi okutun.

BAŞKAN – Buyurun.

Gerekçe:

Yıllardır çözülmeyen Malatya İnönü Üniversitesi kadro sorununa çözüm bulmak.

BAŞKAN – Önergeyi oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler… Kabul etmeyenler… Önerge kabul edilmemiştir.

Ek 11’inci maddeyi ekli listeyle birlikte oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler… Kabul etmeyenler… Madde kabul edilmiştir.

Çerçeve 4’üncü maddeyi kabul edilen ek maddeler ile birlikte oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler… Kabul etmeyenler… Kabul edilmiştir.

Çerçeve 5’inci maddeye bağlı ek 9’uncu maddeyi okutuyorum:

MADDE 5- 13/12/1983 tarihli ve 190 sayılı Genel Kadro ve Usulü Hakkında Kanun Hükmünde Kararnameye aşağıdaki ek maddeler eklenmiştir.

“EK MADDE 9- Yeni kurulan üniversitelerde kullanılmak üzere ekli (II) sayılı listede yer alan kadrolar ihdas edilerek bu Kanun Hükmünde Kararnameye bağlı cetvellere, ilgili üniversite bölümleri olarak eklenmiştir.

BAŞKAN – Söz talebi? Yok.

Önerge yok.

Ek madde 9’u ekleriyle birlikte oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler… Kabul etmeyenler… Kabul edilmiştir.

Ek madde 10’u okutuyorum:

EK MADDE 10- Adıyaman Üniversitesi, Dumlupınar Üniversitesi, Hacettepe Üniversitesi, Muğla Üniversitesi ve Sakarya Üniversitesinde yeni kurulan birimlerde kullanılmak üzere ekli (IV) sayılı listede yer alan kadrolar ihdas edilerek bu Kanun Hükmünde Kararnameye bağlı cetvellere, ilgili üniversite bölümleri olarak eklenmiştir."

BAŞKAN – Gruplar adına söz? Yok.

Şahsı adına Adıyaman Milletvekili Sayın Ahmet Aydın, buyurun. (AK Parti sıralarından alkışlar)

AHMET AYDIN (Adıyaman) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; 226 sıra sayılı Kanun Tasarısı’nın çerçeve 5’inci maddesine bağlı ek 10’uncu madde üzerinde şahsım adına söz almış bulunuyorum. Yüce heyetinizi saygıyla selamlıyorum.

Söz konusu madde Adıyaman, Dumlupınar, Hacettepe, Muğla ve Sakarya Üniversitelerinin kadro ihdaslarıyla ilgilidir.

Değerli arkadaşlar, tabii, dünden beri hakikaten çok hayırlı işler yapıyoruz. “Her ile üniversite” sloganıyla yola çıktık ve inşallah bu kanunun bitiminden itibaren Türkiye’nin, her ilinde bir üniversitesi olacak. Dolayısıyla, özellikle ülkemizde son yıllarda ortaöğretimdeki okul sayısının yükselmesi genç nüfusun büyük bir oranda yükseköğrenime olan talebinin artışını da beraberinde getirmiş. Ortaöğretimde verilen bu yoğun mezun sayısı ve üniversitelere olan talep neticesinde yeni üniversitelerin kurulması kaçınılmaz bir hâl almıştır. Aksi takdirde, Anayasa’da da açık bir şekilde belirtildiği üzere, ülke genelinde üniversitelerin dengeli bir şekilde dağılımı sağlanamazsa üniversite kapılarındaki yığılmanın büyüyerek devam etmesinin önüne de geçilemez.

Üniversiteler, yapmış oldukları faaliyetler ve sağladıkları katkılarla eğitim-öğretim, araştırma-geliştirme ve toplum hizmetleriyle ülkemiz sosyoekonomisine, kültürel, teknolojik gelişimine büyük katkılarda bulunmakta ve küreselleşen dünyada özellikle her geçen gün artarak devam eden uluslararası alanda artan rekabet ortamında rekabet gücü yüksek bilgi toplumunun yetişmesine imkân sağlamaktadır.

Sayın Başkan, değerli üyeler; bizim üniversitemiz de, temsil ettiğimiz bölgede, özellikle Adıyaman’da henüz 17 Mart 2006 tarihinden bu yana kurulmuş ve “Adıyaman Üniversitesi” adıyla hizmet vermektedir. Kurulduğunda 3 fakültesi, 1 yüksekokulu, 4 meslek yüksekokuluyla başlayan eğitim-öğretim hayatına bugün çok daha güçlü bir şekilde devam etmektedir. Burada ifade etmeye çalışacağım bir husus var ki o da şudur: Doğru, belki eksiklikler olabilir, belki arzu edilen tüm fakülteler, yüksekokullar olmamış olabilir, halen kadro sıkıntısı olabilir ama bakın Adıyaman Üniversitesi bir yıl içerisinde, bir buçuk yıl içerisinde ne kadar başarı göstermiş, bir örnek vermek istiyorum. İktidarımızla birlikte kurulan Adıyaman Üniversitesi yine tabela üniversitesi olmaktan iktidarımızla birlikte kurtulmuştur. Zira bugün itibarıyla hâlihazırda 5 fakültemiz var. İlaveten tıp fakültesi ile iktisadi ve idari bilimler fakültesi kuruldu. Yüksekokul sayımız 7’ye çıkarıldı. 2 enstitü, 1 konservatuarıyla ve 4.423 öğrenci kapasitesiyle çalışmakta ki inşallah önümüzdeki yıl açılacak bölümlerle birlikte öğrenci sayısı 5.500’e çıkacaktır.

Yine, fakültelerdeki bölüm sayısı 18’den 35’e, meslek yüksekokullarındaki program sayısı ise 26’dan 58’e çıkan üniversitemiz, 167 akademik ve 223 idari personeli ile de işleyişini yürütmektedir. İşte bu kanunla, şu anda görüşmekte olduğumuz kanunla da Adıyaman Üniversitesine 362 öğretim elemanı ile 498 idari personel olmak üzere yeni kadrolar ihdas edilmiştir. Buradan, tüm Adıyamanlı hemşehrilerim adına bir kez daha Sayın Başbakanımız ve özellikle de Sayın Millî Eğitim Bakanımız başta olmak üzere, Hükûmetimize teşekkürü bir borç bilirim.

Değerli arkadaşlar, yine Bakanlar Kurulunca 9/7/2007 tarihinde Adıyaman Üniversitesi Rektörlüğüne bağlı olarak kurulan Tıp Fakültesi ve diğer akademik birimlerimiz için büyük güç sağlayacak olan, yeni akademik ve idari kadroların tahsisi ile çok daha sağlam ve ayakları üzerinde duran, önemli katkılar sağlayacak olan bir Adıyaman Üniversitesinin oluşacağı da kaçınılmazdır. Muhakkak ki idari, teknik personel, öğretim görevlisi ile fiziki mekânlar açısından daha yapılacak çok işimiz var ancak bu kısa sürede dahi çok önemli gelişmeler sağlandı. Yeni kurulan fakülteler ve yüksekokullarla birlikte Adıyaman Üniversitesi büyümeye devam edecektir ki inşallah Hükûmetimizin yardımıyla Adıyaman Üniversitesi eksikliklerini gidererek hak ettiği konuma çok daha kısa sürede gelecektir.

Değerli milletvekilleri, kamu maliyesine fazla yük getirmeksizin üniversite bulunmayan dokuz ilimizde de yeni üniversite kurulması, ülkemizin bilimsel, akademik, kültürel, ekonomik hayatına büyük faydalar sağlayacaktır. Yine, kurulu olan üniversitelerimizde de oluşturulacak olan yeni akademik ve idari kadrolarla, daha da güçlü hâle gelmesi sağlanarak daha etkili, verimli ve çağdaş bir yapıya dönüştürülecektir.

Bu duygu ve düşüncelerle, yeni kurulacak olan dokuz üniversite ile yeni kadroların ülkemize, bölgelerine hayırlı olmasını diliyor, Başbakanımız başta olmak üzere Millî Eğitim Bakanımıza, Komisyonumuza…

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN – Bir dakika ek süre veriyorum, tamamlayın lütfen.

AHMET AYDIN (Devamla) - …Türkiye Büyük Millet Meclisinin siz değerli üyelerine teşekkür ediyor, çağdaş dünyada çok daha güçlü ve çok daha aydın bir Türkiye inancıyla hepinizi saygıyla selamlıyorum. (AK Parti sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – Teşekkür ederim Sayın Aydın.

Ek 10’uncu maddeyi ekli listeyle birlikte oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler… Kabul etmeyenler… Kabul edilmiştir.

Çerçeve 5’inci maddeyi kabul edilen ek maddeler ile birlikte oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler… Kabul etmeyenler… Kabul edilmiştir.

Geçici madde 1’i okutuyorum:

GEÇİCİ MADDE 1- Aşağıdaki kadrolar ihdas edilerek 190 sayılı Kanun Hükmünde Kararnameye eklenmiştir.

İHDAS EDİLEN KADROLAR

(V) SAYILI CETVEL

 

Sınıfı

Unvanı

Derecesi

Adedi

 

 

GİH

Memur

9

2.000

 

Bu cetvelde yer alan kadrolar, iki yıl içerisinde 190 sayılı Kanun Hükmünde Kararnamenin 9 uncu maddesinin son fıkrası dikkate alınmaksızın Maliye Bakanlığı ve Devlet Personel Başkanlığının görüşleri üzerine Bakanlar Kurulu kararı ile gerektiğinde sınıf, unvan ve derece değişikliği yapılmak suretiyle, yeni kurulan üniversitelerin ihtiyaçlarını karşılamak üzere tahsis edilebilir. Bu şekilde tahsis edilecek kadroların kullanımında uyulacak usul ve esaslar Bakanlar Kurulu kararı ile tespit edilir. Bu süre içerisinde tahsis edilmeyen kadrolar başka bir işleme gerek kalmaksızın iptal edilmiş sayılır.

BAŞKAN – Madde üzerinde söz talebi yok, soru var.

Sayın Akçay…

ERKAN AKÇAY (Manisa) – Teşekkür ediyorum Sayın Başkan.

Sayın Bakan, yeni kurulan üniversitelerin ülkemize ve bilim hayatımıza hayırlı ve uğurlu olmasını diliyorum. Bu vesileyle, kamuoyunda merak edilen bir hususu da soru olarak zatıalinize tevdi etmek istiyorum: Yeni kurulan üniversitelerin bütçemize getirdiği ilave mali yük ne kadardır? Bu ilave mali yükü Hükûmetiniz hangi kaynakla karşılamayı düşünüyor?

Teşekkür ediyorum.

BAŞKAN – Sayın Bakan…

MİLLÎ EĞİTİM BAKANI HÜSEYİN ÇELİK (Van) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; bildiğiniz gibi 2008 yılı bütçesi zaten, malum, çıkmıştır, bağlanmıştır ancak bu tür zamanlarda, yani bütçe bağlandıktan sonra bu tür müesseseler kurulduğu zaman Maliye Bakanlığının yedek ödeneğinden bu müesseselerin acil ihtiyaçları karşılanmaktadır. Bu dokuz üniversiteye de buradan zaruri harcamaları için aktarımlar yapılacaktır.

Arz ederim Sayın Başkanım.

BAŞKAN – Teşekkür ederim.

Maddeyi oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler… Kabul etmeyenler… Kabul edilmiştir.

Madde 6’yı okutuyorum:

MADDE 6- Bu Kanun yayımı tarihinde yürürlüğe girer.

BAŞKAN - Maddeyi oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler… Kabul etmeyenler… Kabul edilmiştir.

Madde 7’yi okutuyorum:

MADDE 7- Bu Kanun hükümlerini Bakanlar Kurulu yürütür.

BAŞKAN – Maddeyi oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler... Kabul etmeyenler... Kabul edilmiştir.

MİLLÎ EĞİTİM BAKANI HÜSEYİN ÇELİK (Van) – Sayın Başkanım, bir teşekkür konuşması yapmak istiyorum, üç dakika.

BAŞKAN – Daha bitmedi.

MİLLÎ EĞİTİM BAKANI HÜSEYİN ÇELİK (Van) – Öyle mi? Peki.

BAŞKAN – Tasarının tümünü oylamaya geçmeden evvel, oyunun rengini belli etmek üzere, lehinde, Bayburt Milletvekili Sayın Ülkü Gökalp Güney, buyurun. (AK Parti sıralarından alkışlar)

ÜLKÜ GÖKALP GÜNEY (Bayburt) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; hepinizi saygıyla selamlıyorum.

İki günden beri yüce Parlamento dokuz il ve iki vakıf üniversitesinin kurulması için yoğun bir çalışma yaptı. Bu çalışmada dokuz ilimize, ki bunların çoğu küçük ve gelişmekte olan illerdir, üniversiteleri çıkarıldı. Bu illerimiz dünden beri bayram yapıyor. Bu illerimizin insanları son derece mutlu ve bugüne kadar yapılamayan üniversitelerine kavuşmanın mutluluğunu, gururunu yaşıyor. Ben, buradan, bu üniversiteler için kanun tasarısını hazırlayan Hükûmetimize, Sayın Başbakanımıza, ta işin bidayetinden itibaren, yani YÖK, Plan-Bütçe Komisyonu ve Genel Kurulda getirilen kanuna sahip çıkan değerli Millî Eğitim Bakanımıza şahsım ve bu iller adına -kendi ilim Bayburt da dâhil olmak üzere- teşekkürü bir borç biliyorum. İşte, bizim anlayışımız, bizim, mensubu bulunduğum partimizin anlayışı verilen sözün en kısa zamanda yerine getirilmesidir. Dün de burada söylemiştim, takriben sekiz ay evvel bu söz bize Bayburt’ta Sayın Başbakanımız tarafından verilmiş, bugün de realize edilmiştir. Bundan dolayı büyük bir mutluluk duyuyorum, gurur duyuyorum.

Arkadaşlar, şimdi özellikle bu dokuz ilin milletvekili arkadaşlarıma sesleniyorum: Asıl bundan sonra bize de iş düşüyor. Sadece devletin olanaklarıyla bu iş çok uzun bir süre alır ve alacaktır. Kıt imkânlarımızı artık bu dokuz üniversiteye de böldüğümüz zaman bunların gelişmesi istenilen süratte olmayabilir. Bu bakımdan bizim… Artık üniversite kurulmuştur, vatandaşlarımız büyük bir şevk ve sevinç içindedirler. Buna yardım etmek için telefonlar geliyor, talepler geliyor. Bunları çok iyi organize ederek, bu üniversitelerin eksik altyapılarını mutlaka ama mutlaka bizim gerçekleştirip mevcut, yani normal bütçemize katkıda bulunmamız lazım ki bu üniversiteler süratle gelişsin. Çünkü, üniversitenin altyapısı her zaman ve en çok paraya ihtiyacı olan bir birimdir. Bu bakımdan bu illerin de bu yardımları temin etmede bir seferberlik hâline girmeleri lazım. Kendi ilim için, Bayburt için konuşuyorum, biz bunu başlatmış durumdayız.

Hepiniz yorgunsunuz, uzun süre çalıştık. Zaten fazla zamanınızı da almayacağım. Tabii ben oyumun rengini ifade etmek için, açıklamak için buraya geldim. Malumu ilan etmenin bir anlamı var mı değerli arkadaşlarım? Tabii ki oyum müspettir.

Tekrar bu kanunun illerimize, ülkemize hayırlı uğurlu olmasını diliyorum. Emeği geçen tüm yetkililere ve bu kanun için burada toplanan, gelen tüm milletvekili arkadaşlarıma içten sevgilerimi, saygılarımı sunuyorum.

Teşekkür ederim. (AK Parti sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – Teşekkür ederim Sayın Güney.

Tasarının tümünü oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler… Kabul etmeyenler… Kabul edilmiştir.

Tasarı kabul edilmiş ve kanunlaşmıştır.

Ben de dokuz ilimizde yaşayan tüm insanlara, evlatlarımıza, çocuklarımıza, öğretim üyelerimize ve Türkiye’mize hayırlı olmasını diliyorum bu kanunun ve kurulan üniversitelerin. (Alkışlar)

Sayın Bakanın bir teşekkür konuşması var.

Buyurun.

MİLLÎ EĞİTİM BAKANI HÜSEYİN ÇELİK (Van) – Sayın Başkan, değerli milletvekili arkadaşlarım; ben öncelikle Türkiye Büyük Millet Meclisinde grubu bulunan iktidarıyla-muhalefetiyle tüm siyasi partilerimize çok çok teşekkür ediyorum.

Dokuz ilimizde üniversite yoktu. Dokuz ilimizde, bu kanun tasarısının sizler tarafından kabul edilmesiyle birlikte üniversite kurulmuş oldu. Sayın Cumhurbaşkanımız tarafından bu kanun tasdik edilip Resmî Gazete’de yayınlandıktan sonra da bu prosedür tamamlanmış olacaktır.

Cumhuriyetin başında bir tek üniversitemiz vardı, malumunuz, İstanbul Darülfünunu. Bugün itibarıyla 94’ü devlet üniversitesi, 33’ü vakıf üniversitesi olmak üzere ülkemizde 127 üniversitemiz mevcuttur. Hepsinin büyüklüğü, şüphesiz ki hepsinin imkânları, hepsinin araştırma ve eğitim kabiliyeti aynı olmamakla birlikte ama şu anda 127 üniversitemiz vardır ve yeni kurulan üniversitelerimizin de bir taraftan devletimizin desteğiyle, kamu bütçesinden aktarılan kaynaklarla, özel sektörümüzün, illerimizin, sivil toplum örgütlerimizin, halkımızın destekleriyle, en kısa zamanda, özlediğimiz, arzuladığımız üniversite seviyesine ve kıvamına geleceğine kesinlikle inanıyorum. Bundan sonra da şüphesiz ki Türkiye’de üniversiteler kurulmaya devam edecektir. Vakıf üniversitelerimizin de ülke sathına dengeli bir şekilde yayılmasını sağlamak da şüphesiz ki bizim görevimizdir. Üniversitelerin ülke sathına dengeli şekilde yayılması, malumunuz, aslında bir Anayasa emridir, Anayasa’nın amir hükmüdür ve sevindirici olan -biraz önceki konuşmamda da söylemiştim- artık, Konya’da, Adana’da, Mersin’de, Malatya’da, Gaziantep’te, daha birçok ilimizde, Bursa’da vakıf üniversiteleri kurulması için gerçekten ciddi ve önemli kaynaklar tahsis ederek üniversite kurma teşebbüsünde bulunan insanlar vardır ve bu üniversitelerin de kurulmasıyla birlikte hem üniversite kapılarında yığılan, üniversite okumak isteyen gençlerimize daha fazla imkân sağlanmış olacak hem de bu üniversiteler bulundukları illeri, bulundukları yöreleri olumlu anlamda etkileyeceklerdir, sosyokültürel ve sosyoekonomik açıdan etkileyeceklerdir.

Değerli arkadaşlarım, tekrar ifade etmek istiyorum: Her konuda olduğu gibi bu konuda da bizlere, Türkiye’de -kırk bir ilde üniversitemiz yoktu- kırk bir ilde üniversite kurulmasında bize önderlik eden Saygıdeğer Başbakanımıza, ana muhalefet partisine, şüphesiz ki iktidar partisi -Hükûmet iktidar partisi içerisinden çıktığı için tasarılar Hükûmet tarafından getirilir- arkadaşlarımın komisyonlarda ve her aşamada çok ciddi katkıları vardır ama olumlu katkılarıyla ve destekleriyle bu üniversitelerimizin kurulmasında emeği olan Cumhuriyet Halk Partisine, Milliyetçi Hareket Partisine, Demokratik Toplum Partisine de, tüm milletvekili arkadaşlarıma huzurunuzda teşekkür ediyorum.

Dün müzakerelere başladığımız andan itibaren kararlı tutumu ve dirayetli yönetimiyle gerçekten çok ahenkli bir müzakere ortamı sağlayan Değerli Meclis Başkan Vekilimize de bu vesileyle huzurunuzda çok teşekkür ediyorum.

Burada grubu olmayan diğer siyasi partilere mensup olan değerli milletvekili arkadaşlarımdan da katkısı olanlara ayrıca teşekkür ediyorum. Hem dokuz devlet üniversitesinin hem Şehir Üniversitesi ile Kemerburgaz Üniversitesinin, iki vakıf üniversitesinin ülkemize ve milletimize hayırlı olmasını diliyor, hepinize saygılar sunuyorum. (AK Parti sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – Teşekkür ederim Sayın Bakan.

Birleşime beş dakika ara veriyorum.

Kapanma Saati: 20.13

 

BEŞİNCİ OTURUM

Açılma Saati: 20.18

BAŞKAN : Başkan Vekili Meral AKŞENER

KÂTİP ÜYELER: Harun TÜFEKCİ (Konya), Fatma SALMAN KOTAN (Ağrı)

BAŞKAN – Sayın milletvekilleri, Türkiye Büyük Millet Meclisinin 108’inci Birleşiminin Beşinci Oturumunu açıyorum.

Gündemin 4’üncü sırasında yer alan, Amme Alacaklarının Tahsil Usulü Hakkında Kanunda ve Bazı Kanunlarda Değişiklik Yapılması Hakkında Kanun Tasarısı ve Plan ve Bütçe Komisyonu Raporu ile Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığı ve Plan ve Bütçe Komisyonu Başkanlığı Tezkereleri…

4.- Amme Alacaklarının Tahsil Usulü Hakkında Kanunda ve Bazı Kanunlarda Değişiklik Yapılması Hakkında Kanun Tasarısı ve Plan ve Bütçe Komisyonu Raporu ile Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığı ve Plan ve Bütçe Komisyonu Başkanlığı Tezkereleri (1/514) (S. Sayısı: 220)

BAŞKAN – Komisyon? Yok.

Ertelenmiştir.

Sözlü soru önergeleri ile diğer denetim konularını sırasıyla görüşmek için, 27 Mayıs 2008 Salı günü saat 15.00’te toplanmak üzere birleşimi kapatıyorum.

Kapanma Saati: 20.19

Türkiye Büyük Millet Meclisi Resmi internet Sitesi
© 2009 T.B.M.M.