DÖNEM: 23 CİLT: 21 YASAMA YILI: 2 TÜRKİYE BÜYÜK MİLLET MECLİSİ TUTANAK DERGİSİ 108’inci
Birleşim 22 Mayıs 2008 Perşembe İ Ç İ N D E K İ L
E R I. - GEÇEN TUTANAK ÖZETİ II. - GELEN KÂĞITLAR III.
- YOKLAMA IV.
- GÜNDEM DIŞI KONUŞMALAR A)
MİLLETVEKİLLERİNİN GÜNDEM DIŞI KONUŞMALARI 1.- İstanbul
Milletvekili Mehmet Sevigen’in, Tuzla tersanelerinde
son günlerde artan işçi ölümlerine ilişkin gündem dışı konuşması ve Çevre ve
Orman Bakanı Veysel Eroğlu’nun cevabı 2.- Samsun
Milletvekili Ahmet Yeni’nin, 19 Mayıs Atatürk’ü Anma ve Gençlik ve Spor Bayramı
ve 19 Mayıs şehri Samsun’daki gelişmelere ilişkin gündem dışı konuşması 3.- Bursa
Milletvekili Necati Özensoy’un, 18 Mayıs Kırım
Türkleri sürgününün 64’üncü yıl dönümüne ilişkin gündem dışı konuşması V.-
BAŞKANLIĞIN GENEL KURULA SUNUŞLARI A) Meclis Araştırması Önergeleri 1.- Adana
Milletvekili Yılmaz Tankut ve 19 milletvekilinin,
Tarım Sigortaları Kanunu’nun uygulanmasındaki sorunların araştırılarak alınması
gereken önlemlerin belirlenmesi amacıyla Meclis araştırması açılmasına ilişkin
önergesi (10/188) 2.- Muğla
Milletvekili Fevzi Topuz ve 29 milletvekilinin, kıyıların korunması ve
kullanılmasında yaşanan sorunların araştırılarak sürdürülebilir kıyı yönetimi
için alınması gereken önlemlerin belirlenmesi amacıyla Meclis araştırması
açılmasına ilişkin önergesi (10/189) 3.- Adana
Milletvekili Hulusi Güvel ve 34 milletvekilinin,
mevsimlik tarım işçiliği nedeniyle eğitim alamayan çocukların sorunlarının
araştırılarak alınması gereken önlemlerin belirlenmesi amacıyla Meclis
araştırması açılmasına ilişkin önergesi (10/190) B) Tezkereler 1.- Türkiye Büyük
Millet Meclisi Başkanı Köksal Toptan’ın, Yunanistan Meclis Başkanı-Karadeniz
Ekonomik İşbirliği Parlamenter Asamblesi (KEİPA) Dönem Başkanı Dimitrios G. Sioufas’ın davetine
icabet etmek üzere, 8-10 Haziran 2008 tarihlerinde, KEİPA Genel Kurulu
çerçevesinde Atina’da düzenlenecek “KEİPA Üye Ülkeleri Parlamento Başkanları
Zirvesi”ne katılmak üzere Yunanistan’a gitmesine ilişkin Başkanlık tezkeresi
(3/438) VI.-
KANUN TASARI VE TEKLİFLERİ İLE KOMİSYONLARDAN GELEN DİĞER İŞLER A) Kanun Tasarı ve Teklifleri 1.- Türkiye Radyo
ve Televizyon Kanununda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Tasarısı ile Plan ve
Bütçe Komisyonu Raporu (1/541) (S. Sayısı: 219) 2.- Müşterek
Taarruz Uçağının Üretimi, Desteklenmesi ve Sürekli İyileştirilmesine İlişkin
Mutabakat Muhtırası ve Buna Dair Mali Yönetim Esasları Dokümanının
Onaylanmasının Uygun Bulunduğu Hakkında Kanun Tasarısı ile Dışişleri Komisyonu
Raporu (1/533) (S. Sayısı: 133) 3.- Yükseköğretim
Kurumları Teşkilatı Kanununda ve Yükseköğretim Kurumları Öğretim Elemanlarının
Kadroları Hakkında Kanun Hükmünde Kararname ile Genel Kadro ve Usulü Hakkında
Kanun Hükmünde Kararnameye Ekli Cetvellerde Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun
Tasarısı; Yükseköğretim Kurumları Teşkilatı Kanununda Değişiklik Yapılmasına
Dair Kanun Tasarısı; Yükseköğretim Kanunu ile Yükseköğretim Kurumları Teşkilatı
Kanununda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Tasarısı ile Tunceli Milletvekili
Kamer Genç’in; Yalova Milletvekili Muharrem İnce’nin; Ardahan Milletvekili Ensar Ögüt ve 29 milletvekilinin;
Bayburt Milletvekilleri Fetani Battal ve Ülkü
Güney’in; Bartın Milletvekili Yılmaz Tunç’un; Ardahan Milletvekili Saffet
Kaya’nın; Bartın Milletvekili Muhammet Rıza Yalçınkaya’nın;
Ardahan Milletvekili Ensar Öğüt’ün; İstanbul
Milletvekili Şinasi Öktem’in; Adıyaman Milletvekili
Şevket Köse’nin; Gümüşhane Milletvekilleri Yahya Doğan ve Kemalettin
Aydın’ın; Şırnak Milletvekili Abdullah Veli Seyda’nın; Yalova Milletvekili
İlhan Evcin’in; Hakkari
Milletvekilleri Rüstem Zeydan ve Abdulmuttalip
Özbek’in; Iğdır Milletvekili Ali Güner’in; İstanbul
Milletvekili Kemal Kılıçdaroğlu’nun; Benzer
Mahiyetteki Kanun Teklifleri ile Plan ve Bütçe Komisyonu Raporu (1/560, 1/540,
1/577, 2/7, 2/11, 2/24, 2/160, 2/179, 2/180, 2/205, 2/207, 2/208, 2/209, 2/214,
2/216, 2/218, 2/219, 2/220, 2/221, 2/222, 2/230) (S. Sayısı: 226) 4.- Amme
Alacaklarının Tahsil Usulü Hakkında Kanunda ve Bazı Kanunlarda Değişiklik
Yapılması Hakkında Kanun Tasarısı ve Plan ve Bütçe Komisyonu Raporu ile Türkiye
Büyük Millet Meclisi Başkanlığı ve Plan ve Bütçe Komisyonu Başkanlığı
Tezkereleri (1/514) (S. Sayısı: 220) VII.-
OYLAMALAR 1.- Müşterek
Taarruz Uçağının Üretimi, Desteklenmesi ve Sürekli İyileştirilmesine İlişkin
Mutabakat Muhtırası ve Buna Dair Mali Yönetim Esasları Dokümanının
Onaylanmasının Uygun Bulunduğu Hakkında Kanun Tasarısı’nın oylaması VIII.-
YAZILI SORULAR VE CEVAPLARI 1.- Hatay
Milletvekili Süleyman Turan Çirkin’in, TCK’nın
301’inci maddesine göre yapılan yargılamalara ilişkin sorusu ve Adalet Bakanı
Mehmet Ali Şahin’in cevabı (7/2447) 2.- Hatay
Milletvekili Süleyman Turan Çirkin’in, motorlu araç sayısına ve akaryakıt
satışlarına ilişkin Başbakandan sorusu ve Devlet Bakanı Kürşad Tüzmen’in cevabı (7/2818) Ek cevap 3.- İzmir
Milletvekili Bülent Baratalı’nın, personel sayılarına
ilişkin sorusu ve İçişleri Bakanı Beşir Atalay’ın cevabı (7/2924) 4.- İzmir
Milletvekili Bülent Baratalı’nın, personel sayılarına
ilişkin sorusu ve Devlet Bakanı Kürşad Tüzmen’in
cevabı (7/2973) 5.- İstanbul
Milletvekili Ayşe Jale Ağırbaş’ın, sınır ticaretinin
geliştirilmesine ilişkin sorusu ve Devlet Bakanı Kürşad Tüzmen’in
cevabı (7/3084) 6.- Muğla
Milletvekili Fevzi Topuz’un, Maliye Bakanının oğlu ile ilgili bazı iddialara
ilişkin Başbakandan sorusu ve Devlet Bakanı ve Başbakan Yardımcısı Cemil
Çiçek’in cevabı (7/3094) 7.- İstanbul
Milletvekili Süleyman Yağız’ın, açtığı ve hakkında açılan tazminat ve ceza
davalarına ilişkin Başbakandan sorusu ve Adalet Bakanı Mehmet Ali Şahin’in
cevabı (7/3095) 8.- Mersin
Milletvekili Ali Rıza Öztürk’ün, Maliye Bakanının
oğlu hakkında basında çıkan bir iddiaya ilişkin Başbakandan sorusu ve Devlet
Bakanı ve Başbakan Yardımcısı Cemil Çiçek’in cevabı (7/3098) 9.- Gaziantep
Milletvekili Akif Ekici’nin, Marmaris’te açılacak
manganez madeninin etkilerine ilişkin sorusu ve Çevre ve Orman Bakanı Veysel Eroğlu’nun cevabı (7/3107) 10.- Samsun
Milletvekili Osman Çakır’ın, SPK Başkanının makam aracı kullanımına, SPK Başkanı
hakkındaki bazı iddialara, SPK Hukuk İşleri
Daire Başkanlığına yapılan atamaya, İlişkin soruları
ve Devlet Bakanı ve Başbakan Yardımcısı Nazım Ekren’in
cevabı (7/3108, 3109, 3110) 11.- Çanakkale
Milletvekili Ahmet Küçük’ün, Biga Ovası’ndaki sulama
inşaatlarına ilişkin sorusu ve Çevre ve Orman Bakanı Veysel Eroğlu’nun
cevabı (7/3167) 12.- Antalya
Milletvekili Hüsnü Çöllü’nün, Antalya’da inşaatı
biten bir yüzme havuzunun yıkılmasına ilişkin sorusu ve Devlet Bakanı Murat Başesgioğlu’nun cevabı (7/3171) 13.- Bursa
Milletvekili İsmet Büyükataman’ın, bir dere yatağından
kum çıkarılmasının etkilerine ilişkin sorusu ve Çevre ve Orman Bakanı Veysel Eroğlu’nun cevabı (7/3221) 14.- Balıkesir
Milletvekili Ergün Aydoğan’ın, Başbakanlığa ait uçak
ve helikopterlerin kullanımına ilişkin Başbakandan sorusu ve Devlet Bakanı ve Başbakan
Yardımcısı Cemil Çiçek’in cevabı (7/3294) I.- GEÇEN TUTANAK ÖZETİ TBMM Genel Kurulu
saat 13.00’te açılarak on oturum yaptı. Bursa
Milletvekili Ali Koyuncu, Dünya Süt Günü’ne, Tekirdağ
Milletvekili Kemalettin Nalcı, Trakya köylüsünün
durumuna, Denizli
Milletvekili Ali Rıza Ertemür, tütün üreticilerinin
sorunlarına, İlişkin gündem
dışı birer konuşma yaptılar. Erzurum
Milletvekili Zeki Ertugay, gündem dışı konuşmaların
yapıldığı oturumlarda ilgili bakanların bilgilendirmek üzere Genel Kurulda
bulunması gerektiğine ilişkin bir konuşma yaptı. Hatay
Milletvekili Sadullah Ergin, Tarım ve Köyişleri Bakanının Antalya’da uluslararası bir toplantıda
olması nedeniyle bugünkü konuşmalara cevap veremediğini, konuşmaları,
bakanlığıyla ilgili yarınki gündem dışı konuşmalarla birlikte cevaplayacağını
açıkladı. Trabzon
Milletvekili Asım Aykan’ın (3/121) (S. Sayısı: 158), Mersin
Milletvekili Ali Er’in (3/122) (S. Sayısı: 159), İstanbul
Milletvekili İdris Naim Şahin’in (3/123) (S. Sayısı: 160), İstanbul
Milletvekili Mehmet Sekmen’in (3/124) (S. Sayısı: 161), Şanlıurfa
Milletvekili Müfit Yetkin’in (3/125) (S. Sayısı: 162), Erzincan
Milletvekili Erol Tınastepe’nin (3/126) (S. Sayısı:
163), İstanbul
Milletvekili Recep Tayyip Erdoğan’ın (3/127) (S. Sayısı: 164), Eskişehir Milletvekili
Kemal Unakıtan’ın (3/128) (S. Sayısı: 165), Konya
Milletvekili Atilla Kart’ın (3/129) (S. Sayısı: 166), Burdur
Milletvekili Bayram Özçelik’in (3/130) (S. Sayısı:
167), Yasama
dokunulmazlıklarının kaldırılması hakkında Başbakanlık tezkereleri ve Anayasa
ve Adalet Komisyonları Üyelerinden Kurulu Karma Komisyon raporları; Fransız Senatosu
Avrupa Birliği Komisyonundan bir heyet ile Cezayir Ulusal
Halk Meclisi Başkanı Abdelaziz Ziari
ve beraberindeki heyetin Ülkemizi ziyaret
etmesinin uygun bulunduğuna ilişkin Başkanlık tezkereleri, Genel Kurulun
bilgisine sunuldu. Avrupa Yatırım
Bankasının Türkiye’de Temsilcilik Açmasına Dair Türkiye Cumhuriyeti Hükûmeti ile Avrupa Yatırım Bankası Arasındaki Anlaşmanın
Onaylanmasının Uygun Bulunduğuna Dair Kanun Tasarısı’nın geri gönderilmesine
ilişkin Başbakanlık tezkeresi okundu; Dışişleri Komisyonunda bulunan tasarının Hükûmete geri verildiği açıklandı. Kütahya
Milletvekili Alim Işık’ın (6/626) esas numaralı sözlü
sorusunu geri aldığına ilişkin önergesi okundu; sözlü sorunun geri verildiği
bildirildi. Gündemin “Kanun
Tasarı ve Teklifleri ile Komisyonlardan Gelen Diğer İşler” kısmının: 1’inci sırasında
bulunan, Türkiye Radyo ve Televizyon Kanununda Değişiklik Yapılmasına Dair
Kanun Tasarısı (1/541) (S. Sayısı: 219), 2’nci sırasında
bulunan, Müşterek Taarruz Uçağının Üretimi, Desteklenmesi ve Sürekli
İyileştirilmesine İlişkin Mutabakat Muhtırası ve Buna Dair Mali Yönetim
Esasları Dokümanının Onaylanmasının Uygun Bulunduğu Hakkında Kanun Tasarısı
(1/533) (S. Sayısı: 133), 3’üncü sırasına alınan, Yükseköğretim Kurumları Teşkilatı
Kanununda ve Yükseköğretim Kurumları Öğretim Elemanlarının Kadroları Hakkında
Kanun Hükmünde Kararname ile Genel Kadro ve Usulü Hakkında Kanun Hükmünde
Kararnameye Ekli Cetvellerde Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Tasarısı;
Yükseköğretim Kurumları Teşkilatı Kanununda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun
Tasarısı; Yükseköğretim Kanunu ile Yükseköğretim Kurumları Teşkilatı Kanununda
Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Tasarısı ile Tunceli Milletvekili Kamer
Genç’in, Yalova Milletvekili Muharrem İnce’nin, Ardahan Milletvekili Ensar Ögüt ve 29 Milletvekilinin,
Bayburt Milletvekilleri Fetani Battal ve Ülkü
Güney’in, Bartın Milletvekili Yılmaz Tunç’un, Ardahan Milletvekili Saffet
Kaya’nın, Bartın Milletvekili Muhammet Rıza Yalçınkaya’nın,
Ardahan Milletvekili Ensar Öğüt’ün, İstanbul
Milletvekili Şinasi Öktem’in, Adıyaman Milletvekili
Şevket Köse’nin, Gümüşhane Milletvekilleri Yahya Doğan ve Kemalettin
Aydın’ın, Şırnak Milletvekili Abdullah Veli Seyda’nın, Yalova Milletvekili
İlhan Evcin’in, Hakkâri Milletvekilleri Rüstem Zeydan ve Abdulmuttalip Özbek’in,
Iğdır Milletvekili Ali Güner’in, İstanbul
Milletvekili Kemal Kılıçdaroğlu’nun, Benzer
Mahiyetteki Kanun Teklifleri (1/560, 1/540, 1/577, 2/7, 2/11, 2/24, 2/160,
2/179, 2/180, 2/205, 2/207, 2/208, 2/209, 2/214, 2/216, 2/218, 2/219, 2/220,
2/221, 2/222, 2/230) (S. Sayısı: 226) görüşmelerine başlanarak çerçeve 1’inci
maddeye bağlı ek 104’üncü maddesine kadar kabul edildi. Birleşime verilen aradan sonra, İlgili komisyon
yetkilileri Genel Kurulda hazır bulunmadıklarından ertelendi. Eskişehir
Milletvekili H. Tayfun İçli, bir önceki oturumda başlanmış bir kanun
tasarısının görüşmelerine, birleşime verilen aradan sonra devam edilmek üzere
tekrar başlanırken Hükûmetin yerinde olmaması
hâlinde, tasarının görüşmelerinin bir sonraki birleşime ertelenmesi gerektiği
iddiasıyla bir konuşma yaptı. Ardahan
Milletvekili Ensar Öğüt, Ardahan Milletvekili Saffet
Kaya’nın konuşmasında şahsına sataştığı iddiasıyla bir konuşma yaptı. 22 Mayıs 2008
Perşembe günü, alınan karar gereğince saat 13.00’te toplanmak üzere birleşime
01.22’de son verildi.
No.: 151 II.- GELEN KÂĞITLAR 22 Mayıs 2008 Perşembe Tasarılar 1.- Ceza İnfaz
Kurumları Dış Güvenlik Hizmetleri Kanunu Tasarısı (1/585) (İçişleri;
Plan ve Bütçe; Avrupa Birliği Uyum ile Adalet Komisyonlarına)
(Başkanlığa geliş tarihi: 6.5.2008) 2.- Millî Eğitim
Temel Kanununda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Tasarısı (1/586) (Millî
Eğitim, Kültür, Gençlik ve Spor ile Plan ve Bütçe Komisyonlarına) (Başkanlığa
geliş tarihi: 8.5.2008) 3.- Türkiye
Cumhuriyeti ile Sovyet Sosyalist Cumhuriyetler Birliği Arasında Akdedilen 27
Nisan 1988 Tarihli Konsolosluk Sözleşmesinin Bazı Maddelerinin Tadiline İlişkin
Türkiye Cumhuriyeti ile Rusya Federasyonu Arasında Protokolün Onaylanmasının
Uygun Bulunduğuna Dair Kanun Tasarısı (1/587) (Dışişleri Komisyonuna)
(Başkanlığa geliş tarihi: 8.5.2008) 4.- Türkiye
Cumhuriyeti Hükümeti ile Sudan Cumhuriyeti Hükümeti Arasında Gümrük Konularında
İşbirliği ve Karşılıklı Yardım Anlaşmasının Onaylanmasının Uygun Bulunduğuna
Dair Kanun Tasarısı (1/588) (Plan ve Bütçe ile Dışişleri Komisyonlarına)
(Başkanlığa geliş tarihi: 8.5.2008) 5.- Kamu Mali
Yönetimi ve Kontrol Kanunu ile Bazı Kanun ve Kanun Hükmünde Kararnamelerde
Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Tasarısı (1/589) (Bayındırlık, İmar,
Ulaştırma ve Turizm; Millî Eğitim, Kültür Gençlik ve Spor; Adalet ile Plan ve
Bütçe Komisyonlarına) (Başkanlığa geliş tarihi: 8.5.2008) 6.- Gelir İdaresi
Başkanlığının Teşkilat ve Görevleri Hakkında Kanun ile Maliye Bakanlığının
Teşkilat ve Görevleri Hakkında Kanun Hükmünde Kararnamede ve Bazı Kanunlarda
Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Tasarısı (1/590) (Plan ve Bütçe Komisyonuna)
(Başkanlığa geliş tarihi: 8.5.2008) Teklifler 1.- İstanbul
Milletvekili Sebahat Tuncel’in; 4857 Sayılı İş
Kanununda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Teklifi (2/242) (Sağlık, Aile,
Çalışma ve Sosyal İşler Komisyonuna) (Başkanlığa geliş tarihi: 7.5.2008) 2.- Tunceli
Milletvekili Şerafettin Halis’in; 02.05.1972 Tarihli ve 1586 Sayılı “Deniz
Gezmiş, Yusuf Aslan ve Hüseyin İnan’ın Ölüm Cezalarının Yerine Getirilmesine
Dair Kanun”un Yürürlükten Kaldırılmasına İlişkin Kanun Teklifi (2/243) (Adalet
Komisyonuna) (Başkanlığa geliş tarihi: 7.5.2008) 3.- İzmir
Milletvekili Ahmet Ersin ve 7 Milletvekilinin; Büyükşehir Belediyesi Kanununa
Bir Ek Madde Eklenmesi Hakkında Kanun Teklifi (2/244) (İçişleri; Sağlık, Aile,
Çalışma ve Sosyal İşler ile Plan ve Bütçe Komisyonlarına) (Başkanlığa geliş
tarihi: 8.5.2008) 4.- Edirne
Milletvekili Rasim Çakır ve 19 Milletvekilinin; Ergene ve Meriç Havzası Su ve
Kanalizasyon İdaresi Genel Müdürlüğünün Kuruluş ve Görevleri Hakkında Kanun
Teklifi (2/245) (Çevre; İçişleri ile Plan ve Bütçe Komisyonlarına) (Başkanlığa
geliş tarihi: 8.5.2008) 5.- Balıkesir
Milletvekili Ali Osman Sali ile Bursa Milletvekili
Mehmet Altan Karapaşaoğlu’nun; Sosyal Güvenlik Kurumu
Kanunu ile Bazı Kanunlarda Değişiklik Yapılması Hakkında Kanun Teklifi (2/246)
(Sağlık, Aile, Çalışma ve Sosyal İşler; Avrupa Birliği Uyum ile Plan ve Bütçe
Komisyonlarına) (Başkanlığa geliş tarihi: 9.5.2008) 6.- İzmir
Milletvekili Nükhet Hotar Göksel’in; Serbest Bölgeler
Kanununda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Teklifi (2/247) (Plan ve Bütçe
Komisyonuna) (Başkanlığa geliş tarihi: 9.5.2008) 7.- Sivas
Milletvekili Muhsin Yazıcıoğlu’nun; Elektrik
Dağıtımının İl Bazında Halka Arz Edilerek Özelleştirilmesi Hakkında Kanun
Teklifi (2/248) (Sanayi, Ticaret, Enerji, Tabiî
Kaynaklar, Bilgi ve Teknoloji ile Plan ve Bütçe Komisyonlarına) (Başkanlığa
geliş tarihi: 9.5.2008) 8.- Sivas
Milletvekili Muhsin Yazıcıoğlu’nun; Elektrik Üretim
Santrallerinin Özelleştirilmesi Hakkında Kanun Teklifi (2/249) (Sanayi,
Ticaret, Enerji, Tabiî Kaynaklar, Bilgi ve Teknoloji
ile Plan ve Bütçe Komisyonlarına) (Başkanlığa geliş tarihi: 9.5.2008) Tezkere 1.- Van
Milletvekili Fatma Kurtulan’ın Yasama Dokunulmazlığının
Kaldırılması Hakkında Başbakanlık Tezkeresi (3/434) (Anayasa ve Adalet
Komisyonları Üyelerinden Kurulu Karma Komisyonuna) (Başkanlığa geliş tarihi:
14.5.2008) Raporlar 1.- Bursa
Milletvekili Mehmet Emin Tutan ve Giresun Milletvekili Ali Temür’ün
Yasama Dokunulmazlıklarının Kaldırılması Hakkında Başbakanlık Tezkeresi ve
Anayasa ve Adalet Komisyonları Üyelerinden Kurulu Karma Komisyon Raporları
(3/131) (S. Sayısı: 168) (Dağıtma tarihi: 22.5.2008) (GÜNDEME) 2.- İstanbul
Milletvekilleri Recep Tayyip Erdoğan, İdris Naim Şahin, Sivas Milletvekili
Mehmet Mustafa Açıkalın ve Kırşehir Milletvekili
Mikail Arslan’ın Yasama Dokunulmazlıklarının
Kaldırılması Hakkında Başbakanlık Tezkeresi ve Anayasa ve Adalet Komisyonları
Üyelerinden Kurulu Karma Komisyon Raporları (3/132) (S. Sayısı: 169) (Dağıtma
tarihi: 22.5.2008) (GÜNDEME) 3.- Konya
Milletvekili Özkan Öksüz’ün Yasama Dokunulmazlığının
Kaldırılması Hakkında Başbakanlık Tezkeresi ve Anayasa ve Adalet Komisyonları
Üyelerinden Kurulu Karma Komisyon Raporu (3/133) (S. Sayısı: 170) (Dağıtma
tarihi: 22.5.2008) (GÜNDEME) 4.- Kütahya
Milletvekili Hüsnü Ordu’nun Yasama Dokunulmazlığının Kaldırılması Hakkında
Başbakanlık Tezkeresi ve Anayasa ve Adalet Komisyonları Üyelerinden Kurulu
Karma Komisyon Raporu (3/134) (S. Sayısı: 171) (Dağıtma tarihi: 22.5.2008)
(GÜNDEME) 5.- Şanlıurfa
Milletvekili Abdurrahman Müfit Yetkin’in Yasama
Dokunulmazlığının Kaldırılması Hakkında Başbakanlık Tezkeresi ve Anayasa ve
Adalet Komisyonları Üyelerinden Kurulu Karma Komisyon Raporu (3/135) (S. Sayısı:
172) (Dağıtma tarihi: 22.5.2008) (GÜNDEME) 6.- Türkiye
Cumhuriyeti Hükümeti ile Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti Hükümeti Arasında Sağlık
Alanında İşbirliğine İlişkin Anlaşmanın Onaylanmasının Uygun Bulunduğuna Dair
Kanun Tasarısı ve Dışişleri Komisyonu Raporu (1/573) (S. Sayısı: 232) (Dağıtma
tarihi: 22.5.2008) (GÜNDEME) 7.- Türkiye Atom
Enerjisi Kurumu ile Ukrayna Devlet Nükleer Düzenleme Komitesi Arasında Nükleer
Düzenleme Konularında Teknik İşbirliği ve Bilgi Değişimi Mutabakat Zaptının
Onaylanmasının Uygun Bulunduğuna Dair Kanun Tasarısı ve Dışişleri Komisyonu
Raporu (1/356) (S. Sayısı: 233) (Dağıtma tarihi: 22.5.2008) (GÜNDEME) Meclis Araştırması Önergeleri 1.- Adana
Milletvekili Yılmaz Tankut ve 19 Milletvekilinin,
Tarım Sigortaları Kanununun uygulanmasındaki sorunların araştırılarak alınması
gereken önlemlerin belirlenmesi amacıyla Anayasanın 98 inci, İçtüzüğün 104 ve
105 inci maddeleri uyarınca bir Meclis araştırması açılmasına ilişkin önergesi
(10/188) (Başkanlığa geliş tarihi: 16/05/2008) 2.- Muğla
Milletvekili Fevzi Topuz ve 29 Milletvekilinin, Kıyıların korunması ve
kullanılmasında yaşanan sorunların araştırılarak sürdürülebilir kıyı yönetimi
için alınması gereken önlemlerin belirlenmesi amacıyla Anayasanın 98 inci,
İçtüzüğün 104 ve 105 inci maddeleri uyarınca bir Meclis araştırması açılmasına
ilişkin önergesi (10/189) (Başkanlığa geliş tarihi: 16/05/2008) 3.- Adana
Milletvekili Hulusi Güvel ve 34 Milletvekilinin,
mevsimlik tarım işçiliği nedeniyle eğitim alamayan çocukların sorunlarının
araştırılarak alınması gereken önlemlerin belirlenmesi amacıyla Anayasanın 98
inci, İçtüzüğün 104 ve 105 inci maddeleri uyarınca bir Meclis araştırması
açılmasına ilişkin önergesi (10/190) (Başkanlığa geliş tarihi: 16/05/2008) 22 Mayıs 2008 Perşembe BİRİNCİ OTURUM Açılma Saati: 13.04 BAŞKAN : Başkan Vekili Meral AKŞENER KÂTİP ÜYELER: Harun TÜFEKCİ (Konya), Fatma SALMAN KOTAN
(Ağrı) BAŞKAN – Sayın
milletvekilleri, Türkiye Büyük Millet Meclisinin 108’inci Birleşimini açıyorum.
III.- Y O K L A M A BAŞKAN – Elektronik
cihazla yoklama yapacağız. Yoklama için üç
dakika süre vereceğim. Sayın
milletvekillerinin oy düğmelerine basarak salonda bulunduklarını
bildirmelerini, bu süre içerisinde elektronik sisteme giremeyen
milletvekillerinin salonda hazır bulunan teknik personelden yardım
istemelerini, buna rağmen sisteme giremeyen üyelerin ise yoklama pusulalarını
görevli personel aracılığıyla üç dakikalık süre içerisinde Başkanlığa
ulaştırmalarını rica ediyorum. Yoklama işlemini
başlatıyorum. (Elektronik
cihazla yoklama yapıldı) BAŞKAN – Toplantı
yeter sayısı vardır, görüşmelere başlıyoruz. Gündem dışı ilk
söz, İstanbul Tuzla Tersanelerinde son günlerde artan işçi ölümleriyle ilgili
söz isteyen İstanbul Milletvekili Sayın Mehmet Sevigen’e
aittir. Buyurun Sayın Sevigen. (CHP sıralarından alkışlar) IV.- GÜNDEM DIŞI KONUŞMALAR A) Milletvekillerinin Gündem Dışı
Konuşmaları 1.- İstanbul Milletvekili Mehmet Sevigen’in,
Tuzla tersanelerinde son günlerde artan işçi ölümlerine ilişkin gündem dışı
konuşması ve Çevre ve Orman Bakanı Veysel Eroğlu’nun
cevabı MEHMET SEVİGEN
(İstanbul) – Sayın Başkan, değerli milletvekili arkadaşlarım; bugün gündem dışı
konuşma veren Sayın Başkana çok teşekkür ederek sözlerime başlamak istiyorum. Türkiye’de son
günlerde çok garip şeyler oluyor. Biliyorsunuz, içinde duruyorsunuz,
yaşıyorsunuz, izliyorsunuz. Bu 1 Mayısta… AHMET ERSİN
(İzmir) – Sayın Başkan, salonda çok gürültü var. MEHMET SEVİGEN
(Devamla) – Susarlar herhâlde canım! BAŞKAN – Sayın Sevigen, bir saniye. Sayın
milletvekilleri, Hatibi dinlememiz hepimiz için iyi olacak. Dinlemek
istemeyenler dışarıda sohbetlerine devam edebilir. Buyurun Sayın Sevigen. MEHMET SEVİGEN
(Devamla) – Sağ olun Başkanım, çok teşekkür ediyorum, eksik olmayın. Biliyorsunuz,
sevgili arkadaşlarım, Türkiye’de gerçekten işçi konusunda, Adalet ve Kalkınma
Partisinin, Hükûmetinin, milletvekillerinin,
Parlamentonun tutumu belli. 1 Mayıs olaylarında çok ciddi şiddet kullanıldı.
Polisi suçladılar ama bu polisi suçlamak iş değildi. Amaç, siyasi iktidarın
polise verdiği talimattan kaynaklanıyordu. Siyasi iktidar polise talimat
verdiği zaman polis onu uyguluyordu. Arkadaşlarımız burada feryat ederek
anlattılar o konuyu. Ama hepsi bu Parlamentonun, bu çatının altında kaldı, bir
yaptırım gücü olmadı. Ama Avrupa Parlamenterler Bildirgesi’nde gerçekten
Türkiye’de 1 Mayıs olaylarında insan haklarına karşı gelindiği ve polisin aşırı
güç kullandığı ortaya çıktı. Aslında o kızın
suratına vurulan tekme, sevgili arkadaşlarım, samimi olarak söylüyorum, o
polisin ayakları filan değildi; gazetecinin kolunu kıran o cop o polisin copu
değildi. O İçişleri Bakanı burada olsaydı İçişleri Bakanınındı, o tekme de
Sayın Başbakanındı. Eğer İçişleri Bakanı ve Sayın Başbakan talimat vermese o
polis o kadar zorluğu sağlar mıydı? Yürümekten başka bir düşüncesi olmayan,
sadece hakkını arayan, “1 Mayıs bayram olsun, 1 Mayısta haklarımızı savunalım.”
diyen işçilere karşı yapılan zulüm… VEYSİ KAYNAK
(Kahramanmaraş) – Gensoruda konuşuldu bunlar. MEHMET SEVİGEN
(Devamla) - Konuşuldu, ama işte bu da işçi olduğu için… Onun arkasından
-sevgili arkadaşlarım, burada günlerdir konuşuyoruz- Meclis araştırması verdi
Cumhuriyet Halk Partili arkadaşlarım, gündem dışı konuştular, ben konuştum,
soruşturma önergeleri verdik. Bunlar muhalefet partilerinden geldi. Bir tek
Allah’ın kulu Adalet ve Kalkınma Partisinin milletvekili, tek bir milletvekili…
Milletvekili o kadar çok önemli ki. Bu dönem milletvekillerinin üzerinde
cumhuriyet tarihinde hiçbir zaman olmayan bir baskı var. Nedendir bilemiyorum,
tam bir esaret altına alınmış iktidar partisi milletvekilleri. (AK Parti
sıralarından gürültüler) VEYSİ KAYNAK
(Kahramanmaraş) – Bizde yok, sizde varsa bilmiyoruz. BAŞKAN – Sayın
milletvekilleri, lütfen… MEHMET SEVİGEN
(Devamla) – Sizde var. Esaret altına alınmış. Ya, bir başkaldırı… Bu kadar
insan ölüyor, bu kadar insan burada katlediliyor, Tuzla’da bu kadar katliam
oluyor, niye bir Allah’ın kulu çıkıp da “Arkadaşlar, yanlış yapıyorsunuz.” diye
kendi Hükûmetine söylemez? Milletvekilliği böyle
midir? Yalnız muhalefet partileri mi Türkiye’de olan olayları denetlemekle
sorumludur sevgili arkadaşlarım? Ya, bunun adı
milletvekili, milletin vekili! Devletin her şeyi var sevgili arkadaşlarım.
Devletin her şeyi var ama milletin başka bir şeyi yok. Sen işine bakarsın
tabii, senin işin başka türlü olabilir! Ama bizim işimiz bunları gündeme
getirmek. Herkesin kendine göre bir işi var, doğru söylüyorsunuz! Sevgili
arkadaşlarım, Tuzla ölüm tarlaları olmaya devam ediyor; insanlar ölüyor,
katlediliyor, işçiler ölüyor, önlem alınmadan… Cumhuriyet Halk Partisi olarak
yine soru önergeleri, Meclis araştırmaları, gündem dışı konuşmalarla ne kadar
gündeme getirsek de hiçbir şey yok ortada. İnsan Haklarını
İnceleme Komisyonu diye bir komisyonumuz var. Sevgili arkadaşlarım, Sayın Zafer
Üskül Başkanım burada mı? Burada olsa… Ne işe yarar
bu İnsan Hakları komisyonu? Alt komisyon kurmuşsunuz, arkadaşlarım burada.
Gerçekten bu İnsan Hakları Komisyonu ne işe yarıyor sevgili arkadaşlarım?
Şimdiye kadar Parlamentoda konuşmaktan başka yaptığı bir şey var mı? (CHP sıralarından
alkışlar) Bir uygulaması var mı? Alt komisyon kuruyorlar, Tuzla’ya gitmişler.
Bakın, Sağlık, Aile, Çalışma ve Sosyal İşler Komisyonu kurmuşlar. Cevdet
Başkanım burada mı? Çok severim kendisini. Allah aşkına, turistik seyahat
yapmaktan başka ne işe yarıyor onlar? Sevgili
arkadaşlarım, bilin diye söylüyorum, siz de feryat edin diye söylüyorum, siz de
başkaldırın diye söylüyorum. Bir gün de başkaldırın, insanlar ölmesin ya ne
olur! Bir gün de meydan okuyun! (CHP sıralarından alkışlar) Her gün suspus oturacak
mısınız sevgili arkadaşlarım? Bizim sayısal gücümüz yetmiyor, yetseydi başka
şeyler yapacağız. Bu, parmak gücü, kaldırın milletvekili olarak, bir gün meydan
okuyun şu Bakana, gidin Başbakana, deyin ki sayın kardeşim: “Bu Çalışma Bakanı
bütün konuşmalarda burada yok.” Nerededir bu Çalışma Bakanı sevgili
arkadaşlarım, ne iş yapar? ALİ KOYUNCU
(Bursa) – Kanun çıkarıyor. MEHMET SEVİGEN
(Devamla) – Ne iş yapar? Burada yapacak, onun işi burası sevgili arkadaşlarım.
Onun işi burası, insanların ölümü… Ne diyor? “Devlet bitti.” Çalışma Bakanının
sözleri var burada sevgili arkadaşlarım, diyor ki: “Devlet bitti, ben bu işi
beceremiyorum artık.” Beceremiyorsan oturma orada kardeşim, istifa et! İstifa
edecek! İstifa mekanizması diye bir şey var sevgili arkadaşlarım. (CHP
sıralarından alkışlar) İşini yapamayan, işçisine sahip çıkmayan, insanına sahip
çıkmayan bakana, siyaset adamına o koltukta oturmak haramdır hangi güçle
gelirse gelsin. (CHP sıralarından alkışlar) Samimi olarak söylüyorum.
Oturamazsınız. (AK Parti sıralarından gürültüler) İstediğiniz kadar
bağırın, istediğiniz kadar oturun… (Mikrofon
otomatik cihaz tarafından kapatıldı) BAŞKAN – Sayın Sevigen, bir dakika ek süre veriyorum. MEHMET SEVİGEN
(Devamla) – … ama yukarıda Allah var. Kamu vicdanında,
insan vicdanında, eğer insanlarınıza sahip çıkmıyorsanız, insanlarınızı
koruyamıyorsanız, insanlarınızı koruyamadığınızı ilan ediyorsanız, bunu feryat
ederek bağırıyorsanız basına, medyaya “Ben bu işi beceremiyorum, bu iş Bakanlar
Kurulunun, dört beş tane bakan bir araya gelip bunu çözeriz.” diyorsanız, bu
kadar acz içinde bırakıyorsanız devleti, istifa edin!
İstifa edin kardeşim! Zorla tutmuyor ki kimse sizi! Sevgili
arkadaşlarım, bakın, İzzet Güder diye bir arkadaş ölmüş orada biliyorsunuz.
İzzet Güder genç bir çocuk, yetim kaldı çocukları. Aradım bugün sabahleyin
dedim ki: “Sizi Hükûmet tarafından birisi aradı mı
Allah aşkına, bir baş sağlığı diledi mi?” O bölgenin milletvekili var
-Kahramanmaraş- Belediye Başkanı var, Adalet ve Kalkınma Partisi bakanları var.
Kimse dilememiş sevgili arkadaşlarım. Yine Süleyman Çalışkan diye Murat
Çalışkan’ın babasını aradım. Köyde duruyor. Dedim ki Süleyman Çalışkan’a… MEHMET TUNÇAK
(Bursa) – Yanlış bilgi var, yanlış. MEHMET SEVİGEN
(Devamla) – Yalan söyleyen namerttir! Yanlış söyleyen namerttir! Yanlış bilgi
değil, bugün kendim konuştum sevgili arkadaşlarım. Bunlar çocuk
oyuncağı değil, bakın, insan hayatı. Bana söz atacağınıza gidip kendi
bakanlarınızın kulaklarını çekin, siz milletvekilisiniz. Milletvekili… (Mikrofon otomatik
cihaz tarafından kapatıldı) BAŞKAN – Teşekkür
ederim Sayın Sevigen. MEHMET SEVİGEN
(Devamla) - Devletin her şeyi var, valisi var, kaymakamı var, polisi var ama
vatandaşın sadece vekili var, vekili! O vekil de hayırsız vekil çıkarsa ne
yapsınlar sevgili arkadaşlarım? Onun için vekilden başka… Sayın Başkanım… BAŞKAN – Bir
dakika verdim ben size, o heyecan içinde fark etmediniz. GÜROL ERGİN
(Muğla) – Ama Başkanım, beş dakika konuşamadı ki… BAŞKAN – Teşekkür
ederim, sağ olun. OSMAN KAPTAN
(Antalya) – Laf attılar Sayın Başkan… GÜROL ERGİN
(Muğla) – Bir dakika susturdunuz, olmadı. BAŞKAN –
Yapmayın… Teşekkür ederim
Sayın Sevigen, sağ olun. MEHMET SEVİGEN
(Devamla) – Ben teşekkür edebilir miyim? BAŞKAN – Usulümüz
yok. Teşekkür ederim,
sağ olun. MEHMET SEVİGEN
(Devamla) – Çok teşekkür ederim, eksik olmayın. (CHP sıralarından alkışlar) BAŞKAN – Hükûmet adına Çevre ve Orman Bakanı Sayın Veysel Eroğlu. Buyurun Sayın Eroğlu. (AK Parti sıralarından alkışlar) ÇEVRE VE ORMAN
BAKANI VEYSEL EROĞLU (Afyonkarahisar) – Sayın Başkan,
çok değerli milletvekilleri; hepinizi en derin saygılarımla selamlıyorum
efendim. Ben özellikle
tersanelerin durumu nedir, şu ana kadar ne gibi tedbirler alındı, onlarla
ilgili kısa bir bilgi sizlere arz edeceğim. Evvela, iş kazalarında vefat eden
işçilerimize Allah’tan rahmet diliyorum. Yakınlarına da, kederli ailelerine de
başsağlığı diliyorum. Bir daha böyle üzücü hadiselerin olmamasını da gönülden
temenni ediyoruz. Hep birlikte bu meselelere el atıp, çözmemiz lazım. Bildiğiniz gibi,
tersanecilik son yıllarda ülkemizde büyük bir gelişme gösterdi, bunu kabul
etmek lazım. Türkiye’de ilk defa bu faaliyetler 1940’lı yıllarda -biliyorsunuz
özel sektör çalışmaları- Haliç’te başladı, Haliç Tersanesinde. 1960’lı yılların
ortalarında ise Haliç ve İstanbul Boğazı’ndaki tersaneler ticari maksatlı inşa
ve onarım işlerini epeyce ilerlettiler. 1969 tarihinde Tuzla yakınlarındaki
Aydınlı Limanı, Bakanlar Kurulu kararı ile özel sektör için gemi inşa sanayi
bölgesine dönüştürüldü. Bakın, yıl 1969… Karar da bölgenin altyapı
çalışmalarını devletin üstlenmesi ve buradaki müteşebbislere devri
öngörülüyordu; Bakanlar Kurulu kararına bakarsanız bunu göreceksiniz. Tahsis
işlemlerine 1977 yılında başlanmıştır bu tersanelerin. Özel sektör işletmeleri
de Haliç’ten bölgeye taşınmaya başlandı ve 1987 yılında kamu sektörü
tersanelerine de aynı bölgede yer verilmesi kararlaştırıldı. Gerekçe şuydu
biliyorsunuz: Gerekçe, Haliç’in yeniden düzenlenmesi çalışmaları idi.
Biliyorsunuz, hakikaten –ben de İSKİ Genel Müdürlüğü yaptığım için biliyorum-
kirlenme yüzünden Haliç berbat duruma gelmişti. Dolayısıyla, Hükûmet Haliç’i kurtarmak için, o zaman, önce özel sektöre,
daha sonra kamuya ait tersanelerin bu bölgeden daha uygun bir alana, Tuzla’ya
taşınmalarını kararlaştırdı. Bana göre de, bu, o zaman için çok isabetli oldu. 1997 yılında,
Bakanlar Kurulu kararı ile bölgenin Denizcilik Müsteşarlığına devri
kararlaştırıldı ve aynı yıl gerçekleştirildi bu devir işlemleri. Bölgede bir
hastane bulunuyor; Gemi İnşa Sanayici Birliğine ait -Tuzla Tersanesine ait-
Tuzla Hastanesi. Şimdi, şu ana
kadar bölgede hâlen 43 firma faaliyet göstermekte ama dikkat edin burası çok
önemli: 2002 yılı öncesinde bu firma sayısı 36 idi, şu anda 43’e çıktı. Şubat
2008 itibarıyla 563 alt işveren bulunuyordu, bugün 480 civarında bulunuyor ve
her gün de rakam artan bir hızla değişmekte. 2002 öncesinde
işverenlik, alt işverenlik neredeyse hiç yoktu. Tuzla’da bugün 20 bin civarında
kayıtlı işçi istihdam edilmektedir. Yani neredeyse bir şehir.
Bu rakam 2002 öncesinde ancak 4 bin ile 5 bin civarındaydı. Yani
2002’den 2008’e kadar oradaki işçi sayısı 4 binden 20 bine çıkmıştır. Yani 5
kat artmıştır. Bugün her firma
en az 10 mühendis istihdam ediyor. 2002’den önce bu rakam bölge genelinde
toplam 10 kişiydi. Yani 2002 yılı öncesinde bölgede sadece 10 tane gemi inşa
mühendisi varken bugün her firma neredeyse 10 tane gemi inşa mühendisi istihdam
etmektedir. Tersanecilik faaliyeti gösterilen en düşük alan Ülkemiz tersaneleri
2002 yılında dünya sıralamasında 23’üncü sırada idi, 2007 yılında ise bakın,
23’üncü sıradan 5’inci sıraya yükseldik. D. ALİ TORLAK
(İstanbul) – Tonajda mı sırada mı Sayın Bakanım? ÇEVRE VE ORMAN
BAKANI VEYSEL EROĞLU (Devamla) – Sıralama, hem tonaj itibarıyla hem de… D. ALİ TORLAK
(İstanbul) – Yok yok tonaj değil Sayın Bakanım, doğru
bilgi değil. ÇEVRE VE ORMAN
BAKANI VEYSEL EROĞLU (Devamla) – Bakın, sadece 2007 yılında 220 gemi siparişi
alındı, 2004 yılında 585 milyon dolar, 2005 yılında 1 milyar 250 milyon dolar,
2006 yılında 1 milyar 435 milyon dolar… KEMAL
KILIÇDAROĞLU (İstanbul) – Sayın Bakanım, ölümlere gelin ölümlere, onlara bir
şey yok. Bir tereddüt yok orada. ÇEVRE VE ORMAN
BAKANI VEYSEL EROĞLU (Devamla) – …2007 yılında da 1 milyar 817 milyon dolar
ihracat yapıldı. Diğer sektörlere nazaran yan sanayiyle birlikte 1’e 6 oranda
emek yoğun istihdam sağlanmaktadır. Tersanelerin çoğu 2012 yılına kadar
siparişlerini kapatmış durumdadır. Bunlara ait sorunların, bazı problemlerin
olduğu zaten iş kazalarında da bellidir. Mühim olan zaten, biz bu sorunları
tespit ederek bunlara karşı nasıl tedbir alınıyor, alınmaya devam ediliyor,
bunu gündeme getirmemiz lazım. Peki, bu
sorunların temelinde neler var? Bakın, yoğun çalışma saatleri, birinci faktör
bu. İkinci faktör: İş güvenliği ve iş sağlığı tedbirlerinin
yeterli olmayışı. Üçüncü faktör: Riskli işlerin taşeronlara yaptırılması. Dördüncü
faktör: Çalışma alanlarının yetersizliği. Yani fiziki bir darlık da var orada.
Bir diğer husus da maalesef, kayıt dışılık. Taşeron örgütlenmesindeki
problemler, mevzuattaki eksiklikler, çalışan işçilerin mesleki eğitimlerinin
yetersizliği bu kazaların sebepleri arasında sayılabilir. Peki, Hükûmetimiz ne yaptı? Bakın, Hükûmetimizce
01/09/2006 ile 31/01/2007 tarihleri arasında, iş
sağlığı ve iş güvenliği yönünden 56 iş yeri teftiş programına alınmış olup
bunlardan 51 tersanede teftiş yapıldı, 5 iş yerinde de faaliyet olmadığı için
oraya teftiş yapılmasına gerek olmadı. Buralarda toplam 16.173 işçiye ulaşıldı.
99’uncu maddede 1.061 noksanlık ve mevzuata aykırılık tespit edildi teftişler
neticesinde. Peki, daha sonra 13/9/2007 ile 24/9/2007 tarihleri arasında, gene iş sağlığı
ve iş güvenliği açısından yeni teftişler yapıldı. Bu teftişler kapsamında 43 iş
yeri teftiş kapsamına alındı. 5.320 asıl işveren işçisi ile 8.811 alt işveren
işçisi yani toplam 14.131 işçiye ulaşıldı. 2 iş yerinde, iş sağlığı ve iş
güvenliği mevzuatına aykırı hususa rastlanmadı, sadece 2 tanesinde; 41 iş
yerinde toplam 588 noksanlık ve mevzuata aykırılık tespit edildi ve bunun
neticesinde, yaklaşık olarak 196.054 YTL idari para cezası uygulandı. Peki, bu tür
çalışmalara, yani 9/11/2007 ile 14/11/2007 tarihleri
arasında, biliyorsunuz ön çalışma, işin yürütülmesi yönünden bir teftiş
yapıldı, buna 10 tane müfettiş katıldı, 44 asıl işverenlik incelendi. 44 asıl
işverenlikte toplam 3.886 işçinin ve bunlara bağlı 567 bağlı işverenlikte ise
18.042 işçinin çalıştığı tespit edildi. Daha sonra bu
çalışmalar devam etti, 15/11/2007 ile 15 Şubat 2008
tarihleri arasında tekrar, işin yürütümü yönünden birinci dönem teftişler
yapıldı. Burada da 10 müfettiş katıldı ve çok sayıda iş yeri kontrol edildi. Bu
teftişlerde bakın, 74 iş yeriyle ilgili olarak toplam 1.964.977 YTL idari para
cezası uygulandı. Yani, gerçekten Hükûmetimiz, bu
konuda gerekli cezaları… Ayrıca, cezalar, İş Kanunu’nun 3’üncü maddesine, 28,
32, 37, 41, 44, 46, 47, 53, 56, 60, 63, 69, 76’ncı maddelerine tamamen uygun
olarak verildi. Ayrıca 163 iş yerinin müfettişler tarafından takibe alınması
istendi. 25 iş yeriyle ilgili olarak özellikle bildirimlerde bulunduğu ilgili
kurumlara, 14 iş yeriyle ilgili olarak vergi dairelerine bildirim yapıldı. 28
iş yerinde eksik prim gün sayıları tamamlatıldı. 70 özürlü işçi, 30 eski
hükümlü işçi olmak üzere toplam 100 işçinin de işe başlatılması sağlandı. Bir
de 3 yabancı uyruklu işçi çalıştırdıkları için 3 iş yerine 12.980 YTL idari
para cezası, 3 yabancı işçiye de gene idari para cezası uygulandı. Ayrıca 20
Şubat 2008 tarihinde yeniden denetimler yapılmıştır. Bu denetimlerde 47
tersanede denetim yapılmış, bunlardan 19’u hakkında kısmi durdurma kararı
verilmiştir. 10 iş yerine noksanlıkların giderilmesi için süre tanınmış, 4 iş
yerine de süre verilmeksizin tebligat yapılmış, 4 iş yerinde de noksanlık
tespit edilememiştir. Şimdi, ölüm
nedenlerine gelince, kısaca bunları ben özetleyeyim. Maalesef ölüm olması bizim
hakikaten yüreğimizi dağlıyor. Bir kere bunların sebeplerini,
noksanlıkları saymak istiyorum: Risk değerlendirmesi yapılmaması, iş yerlerinde
eğitim planı, programı yapılmaması ve yıllık eğitim programının uygulanmaması,
meslek hastalığına yol açabilecek olan iş yerinde çalışan işçilerin sağlık
kontrolünün yapılmaması, iş yerlerinde yangın ekibi kurulmaması ve yangın
tahliye tatbikatının yapılmaması, kaldırma araçlarının periyodik kontrollerinin
yaptırılmaması, elektrik tesisatının ve topraklama tesisatının kontrolünün
yaptırılmaması, seyyar elektrik kablolarının dış etkenlere karşı korunmaması,
elektrik panolarının zeminlerindeki yalıtkan malzemeyle kaplama işleminin gerçekleşmemesi,
kompresörlerin periyodik kontrollerinin yapılmaması, ayrıca kişisel koruyucu
donanımların kullanılmaması -yani baret gibi birtakım koruyucu malzeme işçiler
tarafından kullanılmıyor veya kullandırtılmıyor-
patlayıcı ortam oluşturulabilecek alanların sınıflandırılmaması, patlayıcı
ortamlarla ilgili risk değerlendirmesinin yapılmaması, patlamadan koruma
dokümanı hazırlanmaması, gaz tüplerinin taşınması ve depolanmasında güvenlik
tedbirlerinin alınmaması. Yani, sebepler müfettişler tarafından teker teker tespit edilmiştir. Buna göre,
Tersanelerde İş Sağlığı ve İş Güvenliğinin Geliştirilmesi İşbirliği Protokolü
hazırlanmış, protokol İş Sağlığı ve İş Güvenliği Genel Müdürlüğü, ÇASGEM,
GİSBİR, Dok Gemi-İş Sendikası arasında 25 Şubat 2008 tarihinde imzalanmıştır. İki yıl yürürlükte kalacak olan protokol kapsamında -bakın bu
protokol çok önemli- iş yerlerinde önleme politikalarının geliştirilmesi, işçi
sağlığı ve iş güvenliği kontrolünün sıklaştırılması, kültürünün oluşturulması,
iş yerlerinde kalıcı ve sistematik iyileşme sağlanması, ilgili taraflara
rehberlik edilmesi, iş sağlığı ve güvenliği yönünden yeni yaklaşımların etkin
kılınması maksadıyla iş yerlerinde yapılacak ölçüm ve analizler ile diğer
araştırmaların gerçekleştirilmesi, ayrıca CE belgeli kişisel koruyucu
donanımların kullanımının izlenmesi ve yaygınlaştırılması, işçi sağlığıyla
ilgili eğitimleri konularında çalışmalar yapılması hedeflenmiş, bu çerçevede 95
alt işveren, 69 işveren, 102 iş güvenliği uzmanı, 368 mühendise eğitim
verilmiştir. Haziran sonuna kadar ise işçi sağlığı ve güvenliği
konularında 600 mühendis eğitilmiş olacaktır. 15 tersanede, solunabilir toz,
gaz, gürültü, titreşim ve ağır metal ölçümleri olmak üzere yine Çevre ve Orman
Bakanlığı tarafından 418 ölçüm yapılmıştır, kişisel koruyucuların standartlara
uygunluğu konusunda da nisan sonu itibarıyla 15 tersanede incelemede
bulunulmuştur. Şimdi, tabii ki
son istihdam paketiyle birtakım yenilikler de getirilmiştir biliyorsunuz.
Bunlardan en önemlilerini müsaadenizle sıralamak istiyorum. Asıl işveren ve
alt işveren arasında yazılı sözleşme yapma yükümlülüğü getirildi biliyorsunuz.
Bu gerçekten çok önemlidir. Yani hem inşaat işlerinde hem de tersane işlerinde
bunun çok önemli olduğunu ifade etmek istiyorum ve bu konuda yüce Meclise teşekkür
ediyorum. Önemli bir adım atılmıştır. Ayrıca, ağır ve
tehlikeli işlerde çalışacaklar için mesleki eğitim alınması zorunluluğu
getirilmiştir, biliyorsunuz. Ayrıca, uygulanacak para cezalarıyla ilgili yeni
birtakım yaptırımlar ve düzenlemeler getirildi. Bir de işçi sağlığı, iş
güvenliği alanında eğitim verecek ve ölçüm yapacak kurum ve kuruluşların
belirlenmesi ve yetkilendirilmesi konusunda birtakım düzenlemeler
gerçekleştirildi. Şimdi, bir de
hatırlarsanız bu konuda son zamanlarda bakanlıklarımız ve mülki idare
tarafından ciddi denetimler yapılmakta ve 21 Mayısta yedi gerekçeyle Selah Tersanesi hakkında kapatma kararı verildi. 6 Mart
2008 tarihinde teftiş neticesinde tespit edilen noksanlıklar giderilmiş, 15
Mayıs 2008 tarihinde iş sağlığı ve iş güvenliği açısından yapılan denetimler
neticesinde yedi tane noksanlık belirlenmiş. Bunların tabii detayına girmek
istemiyorum. Özellikle şunu vurgulamak istiyorum: Tabii ki bütün hepimiz
herhangi bir müessif kazanın olmasını istemeyiz ve bu kazalar da bizi fevkalade
üzmektedir. Dolayısıyla Hükûmetimiz de, Tuzla
tersanelerine gerçekten denetimleri sıklaştırmak suretiyle ciddi kontrollar yapmaktadır. Dileğimiz, bundan sonra bu
kazaların olmamasıdır. Hükûmet olarak bütün
bakanlıklar, ilgili birimler hatta sendikalarla ve işveren temsilcileriyle bir
araya gelerek bu konuda, müessif kazaların önlenmesi için gerekli çalışmalar
yapılmaktadır. İnşallah bu çalışmaları da hep birlikte, titizlikle takip
edeceğiz. Bundan sonra
herhangi bir kaza olmamasını dileyerek, hepinizi saygıyla selamlıyorum efendim.
Teşekkür ediyorum. (AK Parti sıralarından alkışlar) BAŞKAN – Teşekkür
ederim Sayın Eroğlu. Gündem dışı
ikinci söz, 19 Mayıs Atatürk’ü Anma… MEHMET SEVİGEN
(İstanbul) – Sayın Başkanım, bir soru sorabilir miyim Sayın Bakana? Özür
dilerim… Giremedim sisteme, arızalı. BAŞKAN – Sisteme
gireceksiniz... MEHMET SEVİGEN
(İstanbul) – Sayın Bakana bir soru… BAŞKAN - …pek
kısa söz talebiniz olacak... KEMAL
KILIÇDAROĞLU (İstanbul) – Sisteme giremedi efendim. BAŞKAN – İşte,
girin ama, girin… MEHMET SEVİGEN
(İstanbul) – Giremedik efendim. BAŞKAN- Bu arada
girin, ondan sonra söz vereceğim. MEHMET SEVİGEN
(İstanbul) – Giremediğimiz için… BAŞKAN – Yardım
alın. Gündem dışı
ikinci söz, 19 Mayıs Atatürk’ü Anma ve Gençlik ve Spor Bayramı münasebetiyle
söz isteyen Samsun Milletvekili Sayın Ahmet Yeni’ye aittir. Buyurun Sayın
Yeni. (AK Parti sıralarından alkışlar) 2.- Samsun Milletvekili Ahmet Yeni’nin, 19 Mayıs Atatürk’ü
Anma ve Gençlik ve Spor Bayramı ve 19 Mayıs şehri Samsun’daki gelişmelere
ilişkin gündem dışı konuşması AHMET YENİ
(Samsun) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; birkaç gün önce kutladığımız
19 Mayıs Atatürk’ü Anma ve Gençlik ve Spor Bayramı ve 19 Mayıs şehri
Samsun’umuzdaki gelişmeler üzerine gündem dışı söz almış bulunmaktayım.
Sözlerime başlamadan önce, şahsım ve 19 Mayıs ismiyle bütünleşen Samsun şehri
adına hepinizi en kalbî duygularımla selamlıyorum. Öncelikle sizlere
19 Mayıs Atatürk’ü Anma ve Gençlik ve Spor Bayramı’nın millî bayram olarak
kabulü ve resmiyeti hakkında kısaca bilgi vererek sözlerime devam etmek
istiyorum: Mustafa Kemal Atatürk’ün ulusal bağımsızlık meşalesini yakmak
amacıyla Samsun’a çıkışı ilk defa 1924 yılında kutlanmıştır. Mustafa Kemal
Atatürk’ün daha sonraki söylemlerinde cumhuriyetin Türk gençliğine emanet ve
armağan edildiği konusu dikkate alınarak, 1938 yılından itibaren millî gün
kapsamında Gençlik ve Spor Bayramı olarak tüm yurt sathında kutlanmaya
başlanmıştır. Malumunuz olduğu
üzere, bu kutlu günün 89’uncu yıl dönümünü geçtiğimiz pazartesi günü yine büyük
bir coşkuyla, gönüllerimizde hissettiğimiz en derin sevinç ve heyecanla
kutladık. Bu kutlama ve yapılan gösterilerin yanı sıra, aynı gün Kuzey Kıbrıs
Türk Cumhuriyeti Parlamentosunun değerli milletvekilleri ile Türkiye
Cumhuriyeti Parlamentosu milletvekillerimizden müteşekkil futbol takımları,
Samsun 19 Mayıs Stadyumu’nda güzel bir karşılaşma yaparak günün anlam ve
önemine yakışan örnek bir müsabaka sergilemişlerdir. Bu vesileyle yine değerli
milletvekillerimize, yavru vatandan gelen konuk milletvekillerimize tekrar
huzurlarınızda teşekkür ediyor, selam ve saygılarımı sunuyorum. Sayın Başkan,
değerli milletvekilleri; 19 Mayıs günü, ulusal kurtuluş mücadelemizin
Başkomutanı Gazi Mustafa Kemal Atatürk’ün milletimizi esaretten kurtarmak gayesiyle,
paramparça edilmiş ulusal direniş ruhunu yeniden teşkilatlandırıp hürriyetine
kavuşturmak gayesiyle Samsun’a çıkışının yıl dönümü olan önemli bir tarihtir.
19 Mayıs, Millî Mücadele’nin başlangıç tarihi olmasının yanı sıra Ulu Önder’in
kendi ifadeleriyle doğum tarihi olması hasebiyle de Samsun ve Samsunlular için
ayrı bir anlam taşımaktadır. Bu tarihî geçmişinin yanı sıra millî ve manevi
değerleriyle birlikte yaşatılan 19 Mayıs şehri Samsun’umuz bugün son derece
modern, her yönüyle gelişmiş bir şehir hâline gelmiştir. Samsun her geçen
gün artan sanayi ve ticaret hacmiyle yeni yatırımcıların ve birçok
girişimcilerin gözdesi durumuna gelmiştir. 2007 yılında
yapılan nüfus sayımına göre nüfusumuz eskiye nazaran daha da artarak 1 milyon
228 bin 959 kişiye ulaşmıştır. Şunu ifade etmeliyim ki: Nüfusumuzun çoğunluğunu
oluşturan gençlerimize yaptığımız yatırımların en büyüğü eğitim, gençlik ve
spor üzerine yaptığımız yatırımlarımızdır. Beş altı yıla yakın zaman içinde
sadece Samsun’a bin yedi yüz altmış iki derslik kazandırılmıştır. Sağlık
hizmetlerinde yaptığımız yeni reformların getirdiği rahatlama neticesinde
sağlık kenti olan Samsun’da başta üniversitemiz olmak üzere diğer kamu ve özel
hastanelerimiz herkese kapısını açmıştır. İlimizde kamunun bölgesel hastanelerinin
yanı sıra birçok yeni özel hastaneler de açılarak sağlık sektöründeki ihtiyaca
karşı hizmetler verilmektedir. Bunlardan bir kısmının inşaat ve yapım
çalışmaları devam etmektedir. Sadece Toplu Konut İdaresince biri dört yüz
yataklı eğitim ve araştırma hastanesi, bir diğeri iki yüz yataklı olmak üzere
iki hastanemizin yapım çalışmaları da devam etmektedir. Liman kenti
Samsun’umuzda tersanecilik ve gemi inşa sanayisi, Merkez ve Terme ilçelerimizde
olmak üzere iki inşaat hâlinde devam eden yeni yatırımlarımızdır. Bu büyük
tersaneler gelecekte Samsun’umuzun en önemli ekonomik ve ticari değerleri
olacaktır. Merkez’de mendirek inşaatının temelleri atılmıştır. Bu
tersanelerimizde kısmen üretim çalışmalarına başlanmış ve belirli ölçülerde de
istihdam sağlanmıştır. Yeni tersaneler için yer arayışlarımız devam etmektedir. Samsun’umuzun iki
büyük ovası Bafra ve Çarşamba Ovalarının sulama projeleri de devam etmektedir.
Ancak GAP’a ayrılan imkânlar gibi, bu ovalarımıza da yeni kaynaklar
aktarılmalıdır. Sayın Başkan,
değerli milletvekilleri; şehrimizde yeni beş yıldızlı otelin temellerini
geçtiğimiz günlerde Samsunlu hemşehrilerimiz ile
birlikte attık. Yine, fuarcılık
kenti Samsun’umuzda uluslararası ihtisaslaşmış fuar alanı ve kongre merkezi
ihtiyacına daha kapsamlı olarak cevap verecek proje çalışmaları devam
etmektedir. Yer tahsisi yapılmıştır ve ayrıca iki çimento fabrikasına yer
tahsisi için bir taraftan çalışmalarımız devam etmektedir. Kentsel dönüşüm
kapsamında toplu konut inşaatları yerel yönetimlerimizle birlikte yapımı devam
eden ve Samsun’da herkesin gözü önünde olan bu hizmeti de ifade etmek
istiyorum. (Mikrofon
otomatik cihaz tarafından kapatıldı) BAŞKAN – Bir
dakika ek süre veriyorum Sayın Yeni, tamamlayın lütfen. AHMET YENİ
(Devamla) – Teşekkür ederim Başkan. Bugüne kadar
Samsun’da 5.692 konut, 4 ilköğretim okulu, 5 lise, 2 hastane, 5 ticaret
merkezi, 3 cami ve 1 otel inşaatı yapılmıştır. Sayın Başkan,
değerli milletvekilleri; dönemimizde şehir merkezi denizle buluşturulmuş,
limanın özelleştirilmesindeki rakam yine Samsun’un önemini bir daha ortaya
koymuştur. Sayın Başkan,
değerli milletvekilleri; Samsun, artık her yönüyle daha da gelişen, daha da
büyüyen bir liman kenti olmuştur, ticaretin, turizmin, sağlığın, tarımın
Karadeniz’deki göz bebeği durumundadır. Geleceğimiz olan
gençlerimize bu şehri en güzel bir şekilde bırakmak, onların daha modern, daha
çağdaş, daha gelişmiş bir ortamda hayatlarını sürdürebilmeleri, bu ülkede
özgürce demokrasi içinde hep birlikte yaşayacakları yarınların temini için
çalışmalarımızı yapmaktayız. Bu duygu ve
düşüncelerle tekrar yüce milletimizin ve 19 Mayıs kenti Samsunlu hemşehrilerimin Atatürk’ü Anma ve Gençlik ve Spor
Bayramı’nı tebrik ediyor, selam ve saygılarımı sunuyorum. (AK Parti
sıralarından alkışlar) BAŞKAN – Teşekkür
ederim Sayın Yeni. Sayın Sevigen, buyurun. Bir dakikalık
süreniz var. 1.- İstanbul Milletvekili Mehmet Sevigen’in,
Tuzla tersanelerinde son günlerde artan işçi ölümlerine ilişkin gündem dışı
konuşması ve Çevre ve Orman Bakanı Veysel Eroğlu’nun
cevabı (Devam) MEHMET SEVİGEN
(İstanbul) – Teşekkür ederim Sayın Başkanım. Sayın Bakanım
biraz önce konuşmasında Tuzla tersanelerinin, işte, Haliç’ten gelirken
gerçekten küçük tonajlı gemiler için yapılmıştı orası fakat oralar ikiye
bölünerek büyük rant elde ettiler. Bunu denetleme
imkânı Hükûmetteydi, Hükûmet
bunu denetleyemedi. Şimdi Sayın
Bakanın talimatıyla Tuzla’da tamamen ev atıklarıyla deniz dolduruluyor ve bu
denize yeni tersaneler yapılıyor. Sayın Bakan bu izni verdi mi, vermedi mi; onu
merak ediyorum. Yani, Çevre Bakanının kontrolünde Tuzla tersanelerinin hemen
bitişiğinde deniz 300… Yani, on beş-yirmi tane tersane daha sığacak şekilde
Çalışma Bakanlığının gözleri önünde dolduruluyor ve yeni tersaneler, yeni ölüm
tarlaları yapılıyor. Sayın Bakanın bu konuda bilgisi var mı, bu izni kendisi mi
verdi; onu merak ediyorum. BAŞKAN – Teşekkür
ederim. Gündem dışı
üçüncü söz 18 Mayıs Kırım Türkleri sürgününün 64’üncü yıl dönümü münasebetiyle
söz isteyen Bursa Milletvekili Sayın Necati Özensoy’a
aittir. Buyurun Sayın Özensoy. (MHP sıralarından alkışlar) 3.- Bursa Milletvekili Necati Özensoy’un,
18 Mayıs Kırım Türkleri sürgününün 64’üncü yıl dönümüne ilişkin gündem dışı
konuşması NECATİ ÖZENSOY
(Bursa) – Sayın Başkanım, değerli milletvekilleri; hepinizi saygıyla
selamlıyorum. 18 Mayıs 1944
Kırım Türklerinin, insanlığın ve Türk dünyasının kara günüdür. Anadolu’dan
sadece Kırım Türkleri
dünyadaki Türk halkları içinde, kültür, dil ve tarih itibarıyla Türkiye
Türklerine en yakın olan halktır. Türk halkları
Kırım’a Anadolu’dan yüzyıllar önce, daha dördüncü yüzyıldan itibaren yerleşmeye
başlamışlardır. Hazar
İmparatorluğu zamanında dünyanın en güçlü devleti olan Altınordu
İmparatorluğu ve nihayet Kırım Hanlığı Kırım’da hâkimiyet sürmüş Türk
devletleridir. Kırım Hanlığı
1783’te Rusya İmparatorluğu tarafından yıkıldı ve Kırım Türk Tatarlarının
vatanı Kırım Rus işgaline uğradı. Kırım’ı Kırım Türklerinden temizlemeye
yönelik sistematik baskı ve zulümlerin neticesinde 19’uncu yüzyıl boyunca
milyonlarca Kırım Türk’ü kitleler hâlinde kardeş ve soydaş Türkiye’ye, Kırım
Türk Tatarlarının tabiriyle “ak topraklar”a göçe
mecbur kaldı. Her şeye rağmen 20’nci yüzyıl başlarında bütün Türk dünyasını
etkileyen millî uyanışı başlatan ve Aralık 1917’de Türk ve İslam dünyaları
tarihinde ilk cumhuriyeti, hem de gerçek demokratik bir parlamentoyu kuran
Kırım Türkleri bunun bedelini işgali altına girdikleri Sovyet hâkimiyeti
altında tarifsiz zulüm ve kıyımlara maruz kalarak ödediler. Bundan altmış dört
yıl önce 18 Mayıs 1944’te dünya tarihi eşine az rastlanır soykırımlarından
birini yaşadı. Kırım Tatarlarının evine zorla giren Sovyet askerleri onlara on
dakika içinde evlerini terk etmelerini emrettiler. Kadın-erkek, genç-yaşlı
demeden bütün Kırım Türkleri hayvan vagonlarına tıkılarak kapılarını da
üzerlerinden kilitlediler. Genç erkekleri cephede savaşırken çoğu yaşlı, kadın,
erkek ve çocuklardan oluşan Kırım Türkleri ne olduğunu bile anlayamadan ölüme
gönderildiler. Kırım’da tek bir Kırım Türk Tatarı dahi bırakılmadı. Arbat isimli köyde unutulan ve sürgün vagonlarına
bindirilmeyen Kırım Türkleri bir gemiye bindirilerek Karadeniz açıklarında
batırıldı ve onlar da bu şekilde imha edildi. Sürgün, bir halkın bir yerden
başka yere manasına gelmiyordu. Aksine, Kırım Türk Tatarlarının toptan yok
edilmesi amaçlanmıştı. Onun için de bu sürgün fiili, her birinde oturacak yer
dahi kalmayacak şekilde 300’ü aşkın insanın doldurulduğu her bir vagonu içinde,
asgari yirmi-yirmi beş gün hemen hiç kapıları açılmaksızın, hiç yemek, su
verilmeksizin, cesetler dahi boşaltılmaksızın gerçekleştirilmişti. Analar ölü
çocukları kucaklarında günlerce yolculuk yaptılar. Bu talihsiz Türk halkı Orta
Asya’daki sürgün yerine vardığında nüfusunun yaklaşık yarısını feci şekilde
kaybetmiş durumdaydı. Sağ kalanlar da uzun yıllar bomboş Orta Asya çöllerinde,
Sibirya’da pek çoğunun galip çıkamadığı bir hayatta kalma mücadelesine girdiler.
Kamp yaşamı sürdüren Kırım Türk Tatarlarının bulundukları yerden 3- 18 Mayıs 1944
sürgünü, ortaya çıkan belgelerin ortaya koyduğu şekilde doğrudan Türkiye’yle
alakalıydı. O dönemde Türkiye’yle bir savaşı kaçınılmaz gören Stalin,
Türkiye’ye bağlılığı bilinen etnik unsurları Türkiye sınırları civarından
boşaltmayı ve düpedüz yok etmeyi amaçlamıştı. Yani bu insanlar yalnızca Türk
soyundan olmaları ve Türkiye’ye duydukları büyük bağlılık itibarıyla yok edilmek
istenmişlerdi. Çeçenler, Karaçaylar gibi kardeş halklarımız da bu soykırıma
dâhil edildiler. Sürgünlerin değil Kırım’a dönmeleri onlara vatanlarını
hatırlatacak her türlü işaret dahi kesinlikle yasaktı. Kırım Türkleri tarihte
hiç var olmamışlarcasına kitaplardan onlara dair her şey çıkartıldı. Kırım’da
Türkler ait hemen hemen her eser ve bin beş yüz
civarında cami yol edildi. Kırım Türk Tatarlarının evleri, tarlaları,
Sibirya’dan getirilen Ruslara dağıtıldı. Kırım’a dönme teşebbüsünde bulunan
sayısız Kırım Türk’ü Sovyet döneminde çok ağır hapis cezalarına ve işkencelere
maruz kaldılar. Kırım Türkleri
tamamen tek başlarına büyük bedeller ödeyerek Sovyet devletine karşı
sürdürdükleri inanılmaz bir mücadeleyle elli yıl sonra da olsa kısmen Kırım’a
dönmeyi başardılar. (Mikrofon
otomatik cihaz tarafından kapatıldı) BAŞKAN – Sayın Özensoy, bir dakikalık ek süre veriyorum, tamamlayın
lütfen. NECATİ ÖZENSOY
(Devamla) – Hâlen Kırım’a dönebilmiş bulunan yaklaşık 300 bin Kırım Türk’ü,
Türk Tatar’ı yok edilmek istenen varlıklarını ve kültürlerini vatanlarında
tekrar kurabilmek için Mustafa Cemiloğlu liderliğinde
olağanüstü bir mücadele vermektedirler. Bu büyük sürgün
ve soykırımın üzerinden altmış dört yıl geçmiş olmasına rağmen yaralar
sarılamamış; vatanına dönen Kırım Türkleri başta oturacak ev, yaşamını idame
ettirecek iş bulamamaktadırlar. Vatanında yaşamını devam ettiren Kırım Türk
Tatarları ana dilleriyle eğitim alamamakta, dinî ve kültürel bir asimilasyon
politikasıyla mücadele etmektedirler. Türk dünyasını aydınlatan “dilde,
fikirde, işte birlik” düsturunun sahibi İsmail Gaspıralı’nın
yurdu Kırım, var olma mücadelesine devam etmekte ve hepimizin desteklerini
beklemektedir. Hepinize saygılar
sunuyorum. (Alkışlar) BAŞKAN – Teşekkür
ederim Sayın Özensoy. Gündeme
geçiyoruz. Meclis
araştırması açılmasına ilişkin üç önerge vardır, önergeleri okutuyorum: V.- BAŞKANLIĞIN GENEL KURULA SUNUŞLARI A) Meclis Araştırması Önergeleri 1.- Adana Milletvekili Yılmaz Tankut
ve 19 milletvekilinin, Tarım Sigortaları Kanunu’nun uygulanmasındaki sorunların
araştırılarak alınması gereken önlemlerin belirlenmesi amacıyla Meclis
araştırması açılmasına ilişkin önergesi (10/188) Türkiye Büyük
Millet Meclisi Başkanlığına Son yıllarda
izlenen siyaset, tarımda ciddi kaygılara neden olmaktadır. Beraberinde yine
ciddi sorunlar getiren uygulamalardan biri de Tarım Sigortaları Kanunu
olmuştur. Bu kanunla birlikte, üretim potansiyelinden ötürü "Tarımın
Başkenti" olarak haklı bir ünvanı elinde
bulunduran Çukurova' da geçtiğimiz aylarda yaşanan don afetinden zarar gören
binlerce üretici, ürünlerini sigorta ettirmediği/ettiremediğinden dolayı mağdur
olmuşlardır. Bu gerçek ülkemiz genelinde de farklı değildir. Bu nedenle, Tarım
Sigortaları Kanunu'nun üreticilerimizi nasıl etkilediği, üreticilerin neden
sigorta ettirmediği yada sigorta ettiremediğinin
yerinde incelenmesi, ülkemiz genelinde gelecekte daha büyük mağduriyet ve
sorunların önlenmesi için alınacak tedbirlerin belirlenmesi amacıyla Anayasanın
98. Türkiye Büyük Millet Meclisi İçtüzüğün 104. ve 105. maddeleri gereğince
Meclis Araştırması açılmasını arz ederiz. 1) Yılmaz Tankut (Adana) 2) Muharrem Varlı (Adana) 3) Recai Yıldırım (Adana) 4) Kürşat Atılgan (Adana) 5) Beytullah Asil (Eskişehir) 6) Münir Kutluata (Sakarya) 7) Ahmet Kenan Tanrıkulu (İzmir) 8) D. Ali Torlak (İstanbul) 9) Alim Işık (Kütahya) 10) Ertuğrul Kumcuoğlu (Aydın) 11) Akif Akkuş (Mersin)
12) Bekir Aksoy (Ankara) 13) Hasan Çalış (Karaman) 14) Ahmet Orhan (Manisa) 15) Süleyman Nevzat Korkmaz (Isparta) 16) Mithat Melen (İstanbul) 17) Kadir Ural (Mersin)
18) Mustafa Enöz (Manisa) 19) Osman Durmuş (Kırıkkale) 20) Gürcan Dağdaş (Kars) Gerekçe: 14/06/2005 tarih ve 5363
sayılı Tarım Sigortaları Kanunu'nun çıkarılmasını takiben çiftçilerimizin
yetiştirmiş oldukları bitkisel ve hayvansal ürünlerini çeşitli riskler ve
afetlere karşı korumak amacıyla kısa adı (TARSİM) olan Tarım Sigortaları Havuzu
oluşturulmuştur. 2008 yılında da ürünlerini sigortalatmak isteyen çiftçilere
yönelik olarak 30/12/2007 tarih ve 2007/13010 Sayılı
Bakanlar Kurulu Kararı ile "Sigorta Priminin yüzde 50'si oranında Prim
Desteği," Tarım Sigortaları Havuzuna bütçenin ilgili tertibinden
aktarılarak karşılanması kabul edilmiştir. Buna göre Devlet Destekli Tarım
Sigortası yaptırmayan üreticilerin, doğal afetlerden uğradıkları zararların
karşılanması mümkün olmamaktadır. Bu arada, TARSİM'in teminat kapsamının da, aslında afet olarak kabul
edilmesi gereken pek çok şartı içermediği, bu yüzden de yine çiftçilerin mağdur
olduğu, basında çıkan haberlerle yaşanan vakıa olarak bilinmektedir. Bu durum, TARSİM'in internet sitesinde "Yaş meyveler için don
riski ve yaş meyve, sebze ve çiçekler için doludan kaynaklanan kalite kaybı
ancak ana teminat paketine ilave olarak sigorta ettiren tarafından istenirse
sigorta edilir. Sadece don riskine karşı sigorta yapılamaz" şeklinde
açıkça bildirilmektedir. Yani çiftçilerin en büyük korkulu rüyası don olayı,
afet olarak kabul edilmemektedir. Yukarıda
belirtilen kanun ve beraberindeki uygulamaların ülkemiz tarımına olumlu bir
katkı yapmadığı anlaşılmıştır. Ülkemiz gerçeklerinden uzak politikalarla
şekillendirildiği bilinen bu yasa sonrasında üreticilerimizin sigorta sistemine
girmediği görülmüştür. Geçtiğimiz Ocak ayı ortalarında Adana'nın Kozan ilçesi
başta olmak üzere diğer ilçelerde yaşanan don afeti üreticilerimizi perişan
etmiştir. Kozan İlçe Tarım Müdürlüğü'nün açıklamasına göre, 9.272 üreticiden
sadece 20'si özel sigorta yaptırmıştır. Bu durum ülke genelinde de farklı
değildir. Nitekim; TARSİM Genel Müdürü Bülent Bora'nın
geçtiğimiz Mart ayında yaptığı açıklama da yaşanan vahameti doğrulamaktadır.
Bülent Bora, ağırlığı meyvecilik olmak üzere kesilen poliçe sayısının bu yıl
13.000 adede yükseldiğini belirtiyor ve bunu sevinçle karşıladıklarını
bildiriyor. İşte Hükümetin, 'çare' olarak çıkardığı Tarım Sigortaları
Kanunu’nun sonucunu açıklayan bu değerler, kanunun üreticiler tarafından
benimsenmediğinin delilidir. Özellikle içinde
bulunduğumuz süreçte dünyadaki gıda ihtiyacının önemi, dolayısıyla tarımın
vazgeçilemez bir sektör olduğu daha iyi anlaşılmıştır. İnsanlığın
yaşayabilmesi, nesIinin devam edebilmesi için gerekli
olan gıda ihtiyacının karşılanmasında tarımdan başka bir alternatif henüz
yoktur. Böylesine önemi bilinen tarımda ülkemiz ise dünyada çok önemli bir
konuma sahiptir. Bir çok ülkenin toprağından daha
geniş verimli alanları ile çok ciddi üretim potansiyeli bulunan ülkemizde
tarımsal sanayi ile birlikte bu alanda nüfusumuzun büyük bir kısmı istihdam
edilmektedir. Ayrıca gayri safi milli hasılada da
önemli bir yer işgal eden tarımın ihracatımıza katkısı da küçümsenecek boyutta
değildir. Dolayısıyla
hükümetlerin tarıma yönelik siyasetleri, uygulamaları her bakımdan önem arz
etmektedir. Hükümetlerin alacağı kararlar, çıkardığı/çıkaracağı yasalar;
tarımdan daha çok verim alınması, kendi kendimize yeten ülke olunması, bu
alanda çalışanların kişi başına düşen gelirinin artırılması, köyden kente göçün
azaltılması, ihracatın hız kazanması gibi unsurları doğrudan etkilemektedir. Sonuç olarak, ülkemizin en önemli sektörünün geleceğe daha iyi
hazırlanması, küresel rekabet şartlarının artırılması bağlamında, Tarım
Sigortaları Kanunu ve buna bağlı çıkartılan TARSİM uygulamasının tarafların
dinlenmesi, sisteme neden girilmediğinin yerinde (Kozan ve diğer Adana
ilçeleri) görülüp incelenmesi, var olan sorunların tespiti, alınacak önlemlerin
belirlenmesi amacıyla Meclis Araştırma Komisyonu kurulmasını talep ediyoruz. 2.- Muğla Milletvekili Fevzi Topuz ve 29 milletvekilinin,
kıyıların korunması ve kullanılmasında yaşanan sorunların araştırılarak
sürdürülebilir kıyı yönetimi için alınması gereken önlemlerin belirlenmesi
amacıyla Meclis araştırması açılmasına ilişkin önergesi (10/189) Türkiye Büyük
Millet Meclisi Başkanlığına Son yıllarda,
kıyı alanlarımızın, kıyı özellikleri gözetilmeden, farklı kullanımlara konu
edildiği, kıyıdaki doğal yapıyı bozan plansız, izinsiz dolgu yapımının ciddi
tahribatlara neden olduğu ve yasal düzenlemelerle getirilen sınırlamaların
aşıldığı, kıyılarımızın ekolojik bir yıkımla karşı
karşıya bulunduğu bilinmektedir. Taşıdığı değerler
nedeniyle, bilimsel, kültürel ve ekonomik olarak büyük değer taşıyan
kıyılarımızın korunması ve gelecek kuşaklarında yararlanmasına sunulması için
Anayasanın 98., içtüzüğün 104 ve 105'inci maddeleri
gereğince Meclis Araştırılması açılmasını arz ve teklif ederiz. 1) Fevzi Topuz (Muğla)
2) Ferit Mevlüt Aslanoğlu
(Malatya) 3) Selçuk Ayhan (İzmir)
4) İsa Gök (Mersin)
5) Ahmet Ersin (İzmir) 6) Mehmet Ali Özpolat (İstanbul) 7) Mevlüt Coşkuner
(Isparta) 8) Enis Tütüncü (Tekirdağ)
9) Osman Kaptan (Antalya)
10) Tekin Bingöl (Ankara)
11) Nesrin Baytok (Ankara) 12) Gürol Ergin (Muğla)
13) Abdülaziz Yazar (Hatay)
14) Sacid Yıldız (İstanbul) 15) Bülent Baratalı (İzmir)
16) Tacidar Seyhan (Adana) 17) Ramazan Kerim Özkan (Burdur)
18) Ali Koçal (Zonguldak) 19) Vahap Seçer (Mersin) 20) Hüsnü Çöllü (Antalya)
21) Mehmet Ali Susam (İzmir)
22) Ensar Öğüt (Ardahan) 23) Ergün Aydoğan (Balıkesir) 24) M. Akif Hamzaçebi (Trabzon) 25) Ali Rıza Ertemür (Denizli) 26) Fatma Nur Serter (İstanbul) 27) Algan Hacaloğlu (İstanbul) 28) Ali İhsan Köktürk (Zonguldak)
29) Atilla Kart (Konya)
30) Nevingaye Erbatur (Adana) Gerekçe: Kıyılarımız,
biyolojik, arkeolojik, jeolojik, jeomorfoIojik ve
turizm özellikleri nedeniyle taşıdıkları değerler açısından bilimsel, kültürel
ve ekonomik anlamda çok önemli alanlardır. 3621 sayılı Kıyı
Yasasının 7. maddesine göre, "doldurma ve kurutma yoluyla arazi
kazanma", kamu yararının gerektirdiği hallerde, uygulama imar planı kararı
ile deniz, göl ve akarsularda ekolojik özellikler
dikkate alınarak doldurma ve kurutma suretiyle mümkün olabilmektedir. Ancak, büyük bir
ekonomik girdi yaratan kıyı alanlarımızın kıyı özellikleri gözetilmeden
bilinçsizce kullanılması kıyılarda ciddi bir şekilde tahribata neden olmaktadır.
Sayıştay Başkanlığının "Kıyıların Kullanımının Planlanması ve
Denetimi" başlıklı 03.10.2006 tarihli raporu da bu tespitleri
doğrulamıştır. Sayıştay
Başkanlığının söz konusu raporunda; Kıyı alanlarının
planlanmasında koruma-kullanma dengesinin sağlanamadığı, kullanma amacının öne
çıktığı (42. paragraf), Kıyılarımızda en
fazla karşılaşılan ihlal şekilleri iskele, güneşlenme terasları veya diğer
amaçlarla kıyıda doğal yapıyı bozan plansız, izinsiz dolgu yapımı ile yasal
düzenlemelerle getirilen sınırlamaların aşıldığı (78 paragraf), Kıyıların kullanımı konusunda oluşturulan esas ve usullerin kamu
kurumları için de bağlayıcı olmasına karşın yerinde yapılan denetimlerde
kıyıların usulsüz kullanımının özel kişi ve işletmelerle sınırlı olmadığı, kamu
kurumlarının da kıyı mevzuatına aykırı, kıyının doğal yapısını bozan eylemlerde
bulunduklarının görüldüğü ve yerinde yapılan denetimlerde, kamu kurumlarının
Kıyı Kanunu'na aykırı yapılar inşa ettikleri, izinsiz ve plansız dolgu
yaptıkları, kıyıya ve kıyıdan geçişi engelledikleri, kıyıların doğal yapısını
bozucu ve kirletici eylemlerde bulundukları tespit edilmiştir. (91 paragraf) denilmiştir. Kıyıların
korunması, kıyılardaki yanlış kullanımların önlenmesi, yasal düzenlemelerden
kaynaklandığı düşünülen kimi olumsuzlukların sorgulanması bağlamında aşağıdaki
soruların yanıtlanması gerekmektedir. Şöyle ki; 1- Plansız,
izinsiz ve gerekli araştırmaları tamamlanmadan yapılan dolgu alanlarının
yapıldığı bölgeler ve dolgu ile elde edilen alanların hektar olarak büyüklükleri,
2- "Kamu
yararı" gerekçesiyle doldurulan kıyı hangi ölçütlerin esas alındığı, 3- İlgili
Bakanlıkların uygun görüşü ile doldurulan kıyı alanları, 4- Kıyılara zarar
verici ve kıyıların doğal yapısını bozucu eylemlerin Bayındırlık ve İskan Bakanlığınca nasıl izlenmekte olduğu ve bu eylemlere
karşı yürütülen önlemlerin yeterliliği, 5- İzinsiz ve
plansız dolgu yaptığı yasal ve idari kararla ortaya çıkan kişi, kurum yada firmalara verilen cezaların uygulanıp uygulanmadığı,
cezai işlemlerin, kıyıların eski haline getirilip getirilmediği, 6- Doldurma ve
kurutma işleminin gerçekleştirilmesi aşamalarında, ekolojik
dengenin korunması, denizlerle çevresindeki canlı hayatın olumsuz
etkilenmemesi için esas alınan ölçütler, 7- Kamu
kurumlarınca plansız ve izinsiz gerçekleştirdikleri dolgu alanlarının yeri ve
hektar olarak büyüklükleri ve kıyıda dolgu yapan söz konusu kamu kurum ve
kuruluşlar, 8- Maliye Bakanlığının Milli Emlak Genel Tebliği ile irtifak hakkı
tesisi ve kullanma izni verdiği "Kıyı Kenar Çizgisinin Deniz Yönünde
(Kıyıda) Bulunan Devletin Hüküm ve Tasarrufu Altındaki Yerler ile Deniz, Göl ve
Akarsularda Doldurma veya Kurutma Yoluyla Elde Edilen/Edilecek Alanlar"ın bulunduğu yerlerin tahsis ve kira amacına
uygun kullanılıp kullanılmadığı gibi soruların ve alınacak önlemlerin, yukarıda
belirtilen gerekçelerle Yüce Meclisimizde ele alınması ve incelenmesi önem arz
etmektedir. 3.- Adana Milletvekili Hulusi Güvel
ve 34 milletvekilinin, mevsimlik tarım işçiliği nedeniyle eğitim alamayan
çocukların sorunlarının araştırılarak alınması gereken önlemlerin belirlenmesi
amacıyla Meclis araştırması açılmasına ilişkin önergesi (10/190) Türkiye Büyük
Millet Meclisi Başkanlığına Ülkemizde
mevsimlik tarım işçilerinin çalışma ve yaşama koşullarının ağırlığı bilinmektedir.
Ancak mevsimlik tarım işçilerimiz arasında en çok zararı ilköğretim çağındaki
çocuklar görmektedir. Tarım sektöründe, mevsimlik tarım işçisi olarak çalışan
yurttaşlarımızın çocukları, özellikle eğitime başlama ve eğitimlerini sürdürme
anlamında ciddi sorunlarla karşılaşmaktadırlar. Eğitim öğretim
yılı sona ermeden başlayan ve okullar açıldıktan sonra bir ay daha süren
mevsimlik tarım işçiliği sezonu nedeniyle bu öğrenciler uyum, kavrama ve konsantrasyon sorunları yaşamaktadırlar. Özellikle
ekonomik yönden geri, geleneksel değerlerin hâkim olduğu kırsal bölgelerde
sosyal, ekonomik ve eğitsel sorunlar nedeniyle mevsimlik tarım işçisi olarak
çalışan yurttaşlarımızın çocukları eğitim hakkından tam olarak
yararlanamamaktadırlar. Bu nedenle
mevsimlik tarım işçiliği sebebiyle eğitimlerine ara vermek zorunda kalan
ilköğretim öğrencileri ile ilgili sorunların ve alınması gereken önlemlerin
belirlenmesi amacıyla Anayasanın 98’inci, İç Tüzüğün 104 ve 105’inci maddeleri
gereğince Meclis Araştırması açılmasını arz ederiz. 09.05.2008 1) Hulusi Güvel (Adana) 2) Tekin Bingöl (Ankara) 3) Birgen Keleş (İstanbul) 4) İsa Gök (Mersin) 5) Ahmet Küçük (Çanakkale) 6) Enis Tütüncü (Tekirdağ) 7) Fevzi Topuz (Muğla) 8) Ahmet Ersin (İzmir) 9) Mehmet Ali Özpolat (İstanbul) 10) Tacidar Seyhan (Adana) 11) Osman Coşkunoğlu (Uşak) 12) Rasim Çakır (Edirne) 13) Sacid Yıldız (İstanbul) 14) Algan Hacaloğlu (İstanbul) 15) Ferit Mevlüt Aslanoğlu (Malatya) 16) Selçuk Ayhan (İzmir) 17) Mevlüt Coşkuner (Isparta) 18) Osman Kaptan (Antalya) 19) Nesrin Baytok (Ankara) 20) Gürol Ergin (Muğla) 21) Abdülaziz Yazar (Hatay) 22) Bülent Baratalı (İzmir) 23) Vahap Seçer (Mersin) 24) Hüsnü Çöllü (Antalya) 25) Mehmet Ali Susam (İzmir) 26) Ensar Öğüt (Ardahan) 27) Ergün Aydoğan (Balıkesir) 28) M. Akif Hamzaçebi (Trabzon) 29) Ramazan Kerim Özkan (Burdur) 30) Ali Rıza Ertemür (Denizli) 31) Fatma Nur Serter (İstanbul) 32) Ali İhsan Köktürk (Zonguldak) 33) Atilla Kart (Konya) 34) Ali Koçal (Zonguldak) 35) Nevingaye Erbatur (Adana) Gerekçe: Anayasamızın 42'nci maddesinde "Kimse, eğitim ve öğrenim
hakkından yoksun bırakılamaz" ve "İlköğretim, kız ve erkek bütün
vatandaşlar için zorunludur" denilerek Devlete eğitim ve öğretim alanında
görev ve sorumluluk yüklenmiş, 1739 sayılı Milli Eğitim Temel Kanunu'nun 7'nci
maddesinde "ilköğretim görmek her Türk vatandaşının hakkıdır" ve 222
sayılı ilköğretim ve Eğitim Kanunu’nun 4'üncü maddesinde "Türk vatandaşı
kız ve erkek çocuklar ilköğrenimlerini resmi veya özel Türk ilköğretim
okullarında yapmakla mükelleftir" denilerek eğitimin bir hak ve ödev
olduğu vurgulanmıştır. Adrese dayalı
nüfus kayıt sistemi nüfus sayımı 2007 verilerine göre ilköğretim çağında
bulunan çocuklarımızın sayısı 12 milyon 850 bindir. Milli Eğitim Bakanlığı
2007-2008 istatistiklerine göre bu çocuklarımızdan 10 milyon 870 bini
ilköğretim kurumlarında eğitim görebilmektedir. ilköğretim
çağındaki 2 milyona yakın sayıdaki çocuğumuz çeşitli nedenlerle eğitim
hakkından yararlanamamaktadır. Mevsimlik tarım
işçiliği, ilköğretim çağındaki çocukların eğitime devamını etkileyen en önemli
faktörlerden birisini oluşturmaktadır. Tüm dünyada
olduğu gibi ülkemizde de tarım sektörü, çocuk işçiliğinin en fazla olduğu
sektör konumundadır. Mevsimlik tarım işçiliği, özellikle yoksulluğun fazla
olduğu Güneydoğu Anadolu bölgemizde yoğunlaşmakta ve en çok ilköğretim
çağındaki kız çocukları etkilemektedir. Ülkemizde meslek
grupları arasında eğitim görmemiş işçilerin en yoğun görüldüğü grubu mevsimlik
tarım işçileri oluşturmaktadır. Bu işçilerin yüzde 65'i eğitimsizdir. Eğitimin
bu meslek grubunda çalışan yurttaşlarımızın çocuklarına yeterince
ulaştırılamaması nedeniyle, bu durum kuşaklar boyu devam etmektedir. Her yıl eğitim
öğretim yılı sona ermeden başlayan ve okullar açıldıktan sonra bir ay daha
süren mevsimlik tarım işçiliği sezonu öğrenciler açısından uyum, kavrama ve konsantrasyon, öğretmenler açısından müfredatın hayata
geçirilmesi ve müfredatı yetiştirme bakımından sorunlara neden olmaktadır. Altında Türkiye
Cumhuriyeti Devletinin imzası bulunan BM Çocuk Hakları Sözleşmesi'nin 32.
maddesi "çocuğun ekonomik sömürüye karşı korunmasını, riskli ya da
eğitimini engelleyecek, sağlığına veya bedensel, akılsal, ruhsal, ahlaksal,
toplumsal gelişimine zarar verecek işlerde çalıştırılmayacağına" vurgu
yapmaktadır. Yine Uluslararası Çalışma örgütüyle imzaladığımız "En Kötü
Biçimlerdeki Çocuk işçiliği Sözleşmesi" hükümleri, hükümetleri "çocuk
işçiliğini önlemek ve bunun için gerekli önlemleri almak; çocukların en kötü
biçimlerdeki çocuk işçiliğinden uzaklaştırılmaları için ücretsiz temel eğitim
ve mümkün ve uygun olduğu takdirde mesleki eğitim sağlamakla" yükümlü
kılmaktadır. Mevsimlik tarım
işçiliği sezonunda tarım işçisi aileler, çocuklarını da beraber çalışma
bölgelerine götürdüklerinden, çocuklarının eğitim görme şansları azalmaktadır.
Bu konuda Milli Eğitim Bakanlığınca yapılan çalışmalarda sorunun boyutları
karşısında tatmin edici sonuçlara ulaşıldığını söylemek güçtür. Sorunu yalnızca
eğitim boyutuyla ele almak yeterli olmamaktadır. Eğitimin yanı sıra olumsuz
sosyal ve kültürel algılar, bölgesel eşitsizlikler, gelir dağılımındaki
bozukluk, gelir düzeyinin düşüklüğü gibi nedenler de sorunun kapsamını
genişletmektedir. Çocuklarımızın yoksulluk ve olumsuz geleneksel yaklaşımlar
nedeni ile eğitim hakkından yoksun kalmaları, yoksulluğu kuşaktan kuşağa
aktarmakta ve çözümsüz kılmaktadır. Bu nedenlerle
soruna ekonomik, sosyal ve eğitsel açıdan yaklaşacak ve bütüncül çözümler
üretecek destek politikalarının saptanmasına gereksinim duyulmaktadır. Sorunun
çözümünde, Yüce Meclisimiz başta olmak üzere, Milli Eğitim Bakanlığı, sivil
toplum örgütleri, uluslararası kuruluşlar, üniversiteler ve ilgili kurumların
işbirliği yapması gerekmektedir. Yukarıda anılan
nedenlerle mevsimlik tarım işçiliği sebebiyle eğitimlerine ara vermek zorunda
kalan ilköğretim öğrencileri ile ilgili sorunların ve alınacak önlemlerin Yüce
Meclisimizce saptanması amacıyla bir Meclis Araştırması açılmasının yerinde
olacağı düşüncesindeyiz. BAŞKAN –
Bilgilerinize sunulmuştur. Önergeler
gündemdeki yerlerini alacak ve Meclis araştırması açılıp açılmaması konusundaki
görüşmeler, sırası geldiğinde yapılacaktır. Türkiye Büyük
Millet Meclisi Başkanlığının bir tezkeresi vardır, okutup oylarınıza sunacağım: B) Tezkereler 1.- Türkiye Büyük Millet Meclisi
Başkanı Köksal Toptan’ın, Yunanistan Meclis Başkanı-Karadeniz Ekonomik
İşbirliği Parlamenter Asamblesi (KEİPA) Dönem Başkanı Dimitrios
G. Sioufas’ın davetine icabet etmek üzere, 8-10
Haziran 2008 tarihlerinde, KEİPA Genel Kurulu çerçevesinde Atina’da
düzenlenecek “KEİPA Üye Ülkeleri Parlamento Başkanları Zirvesi”ne katılmak
üzere Yunanistan’a gitmesine ilişkin Başkanlık tezkeresi (3/438) Türkiye Büyük
Millet Meclisi Genel Kuruluna Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanı Köksal Toptan’ın, Yunanistan
Meclis Başkanı-Karadeniz Ekonomik İşbirliği Parlamenter Asamblesi (KEİPA) Dönem
Başkanı Dimitrios G. Sioufas’ın
davetine icabet etmek üzere, 8-10 Haziran 2008 tarihlerinde, KEİPA Genel Kurulu
çerçevesinde Atina’da düzenlenecek “KEİPA Üye Ülkeleri Parlamento Başkanları
Zirvesi”ne katılmak üzere Yunanistan’a gitmesi hususu Türkiye Büyük Millet
Meclisi’nin Dış İlişkilerinin Düzenlenmesi Hakkında 3620 sayılı Kanun’un 9.
Maddesi uyarınca Genel Kurul’un tasviplerine sunulur. Köksal
Toptan Türkiye
Büyük Millet Meclisi Başkanı ENGİN ALTAY
(Sinop) – Sayın Başkan, karar yeter sayısının aranmasını istiyorum. BAŞKAN –
Arayacağım. Kabul edenler…
Kabul etmeyenler… Karar yeter sayısı yoktur. Birleşime beş
dakika ara veriyorum. Kapanma Saati: 14.04 İKİNCİ OTURUM Açılma Saati: 14.13 BAŞKAN : Başkan Vekili Meral AKŞENER KÂTİP ÜYELER: Harun TÜFEKCİ (Konya), Fatma SALMAN KOTAN
(Ağrı) BAŞKAN – Sayın
milletvekilleri, Türkiye Büyük Millet Meclisinin 108’inci Birleşiminin İkinci
Oturumunu açıyorum. Türkiye Büyük
Millet Meclisi Başkanlığının tezkeresinin oylamasında karar yeter sayısı
bulunamamıştı. Şimdi tezkereyi
tekrar oylarınıza sunacağım ve karar yeter sayısı arayacağım. Kabul edenler…
Kabul etmeyenler… Kabul edilmiştir, karar yeter sayısı vardır. Gündemin
"Kanun Tasarı ve Teklifleri ile Komisyonlardan Gelen Diğer İşler"
kısmına geçiyoruz. 1'inci sırada yer
alan, Türkiye Radyo ve Televizyon Kanununda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun
Tasarısı ile Plan ve Bütçe Komisyonu Raporu’nun görüşmelerine kaldığımız yerden
devam edeceğiz. VI.- KANUN TASARI VE TEKLİFLERİ İLE KOMİSYONLARDAN GELEN DİĞER İŞLER A) Kanun Tasarı ve Teklifleri 1.- Türkiye Radyo ve Televizyon Kanununda Değişiklik
Yapılmasına Dair Kanun Tasarısı ile Plan ve Bütçe Komisyonu Raporu (1/541) (S.
Sayısı: 219) BAŞKAN -
Komisyon? Yok. Ertelenmiştir. 2'nci sırada yer
alan, Müşterek Taarruz Uçağının Üretimi, Desteklenmesi ve Sürekli
İyileştirilmesine İlişkin Mutabakat Muhtırası ve Buna Dair Mali Yönetim
Esasları Dokümanının Onaylanmasının Uygun Bulunduğu Hakkında Kanun Tasarısı ile
Dışişleri Komisyonu Raporu'nun görüşmelerine kaldığımız yerden devam edeceğiz. 2.- Müşterek Taarruz Uçağının Üretimi, Desteklenmesi ve
Sürekli İyileştirilmesine İlişkin Mutabakat Muhtırası ve Buna Dair Mali Yönetim
Esasları Dokümanının Onaylanmasının Uygun Bulunduğu Hakkında Kanun Tasarısı ile
Dışişleri Komisyonu Raporu (1/533) (S. Sayısı: 133) (x) BAŞKAN -
Komisyon? Burada. Hükûmet? Burada. Daha önce
tasarının tümü üzerinde Milliyetçi Hareket Partisi Grubu adına konuşma
yapılmıştı. Şimdi söz
Cumhuriyet Halk Partisi Grubu adına İstanbul Milletvekili Sayın Şükrü Elekdağ’a aittir. Buyurun Sayın Elekdağ. (CHP sıralarından alkışlar) (x)
133 S. Sayılı Basmayazı 15/5/2008
tarihli 105’inci Birleşim Tutanağı’na eklidir. CHP GRUBU ADINA
ŞÜKRÜ MUSTAFA ELEKDAĞ (İstanbul) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri;
Müşterek Taarruz Uçağının Üretimi, Desteklenmesi ve Sürekli İyileştirilmesine
İlişkin Mutabakat Muhtırası ve Buna Dair Mali Yönetim Esasları Dokümanının
Onaylanmasının Uygun Bulunduğu Hakkında Kanun Tasarısı hakkında Cumhuriyet Halk
Partisinin görüşlerini açıklamak amacıyla söz almış bulunuyorum. Hepinizi
saygıyla selamlıyorum. Değerli
arkadaşlarım, onayınıza sunulan bu yasayla Türk Hava Kuvvetlerinin envanterinde bulunan ve 2010 yılından itibaren teknolojik
ömürlerini dolduracak olan F-4 ve F-16 Blok-30 uçaklarının yerlerine ikame
edilecek olan Joint Strike Fighter veya F-35 diye anılan, adlandırılan uçaklarının
tedariki öngörülüyor. Yüksek teknolojik
özelliklere sahip olan bu uçak, Amerika’nın liderliğinde kurulan Müşterek
Taarruz Uçağı Programı ortaklığı çerçevesinde imal edilecektir. Bu ortaklığa
hâlen, Amerika’ya ilaveten İngiltere, Avustralya, Kanada, Danimarka, İtalya,
Hollanda, Norveç ve Türkiye katılmış bulunmaktadırlar. 250 milyar
dolarlık bütçesi ile dünyanın en büyük savunma sanayi projesi olan bu proje
bağlamında 2.443’ü Amerika tarafından alınacak olan 3.173 adet F-35 uçağı
üretilecektir. F-35’lerden Türkiye’nin 100 adet satın alması ve bu amaçla 10
milyar 700 milyon dolar ödemesi planlanmaktadır. Türkiye, bu projenin ilk
aşaması olan sistem geliştirme evresine 2002 yılında katılmış ve 40 milyar
dolara ulaşan sistem geliştirme masrafları için 175 milyon dolar ödemiştir.
İkinci aşama olan üretim, destek ve sürekli iyileştirme evresine katılmak amacıyla
gerekli mutabakat belgesi 25 Ocak 2007 tarihinde imzalanmıştır. Sizlere sunulan
bu kanun tasarısının kabul edilmesiyle, değerli arkadaşlarım, Türkiye, hukuken
ortaklığın üretim aşamasına da dâhil olacaktır. Uçakların
yapımcısı olan Lockheed Martin şirketi seri imalata
2010 yılında geçecektir. Türkiye tarafından siparişin 2010 yılında yapılması
planlanmış olup ilk teslimatın Türkiye’ye 2014 yılında gerçekleştirilmesi
bekleniyor. Değerli
arkadaşlarım, uzman havacılık kuruluşları, “beşinci nesil uçak” olarak
niteledikleri F-35 ile savaş uçağı teknolojisinin zirve noktasına ulaştığı
görüşünde birleşiyorlar. Tek motorlu olan F-35, hem avcı hem de bombardıman
uçağı görevlerini yapabiliyor. Ayrıca, görünmezlik teknolojisine sahip olması
bu uçağa büyük bir üstünlük sağlıyor. Zira, hedefini
çok uzak mesafeden görebilen F-35, görünmezlik teknolojisine sahip olması
nedeniyle hasım uçak tarafından geç fark ediliyor. Bu durumda da “First see first
kill.” yani “İlk gören ilk vurur.” prensibi F-35
lehine işliyor. Değerli
arkadaşlarım, F-35 dışında Türkiye’ye başka uçak projesi teklifleri de
yapılmıştır. Örneğin, Avrupa Birliği üye ülkelerinin projesi olarak
adlandırılan Eurofighter bunlardan biridir. İtalya,
İngiltere, Almanya ve İspanya’nın ortak projesi olan Eurofighter’in
beşinci ortağı olması yolunda Türkiye nezdinde yoğun girişimler yapılmıştır
ancak Türk makamları, gerekli incelemeleri yaptıktan sonra müşterek savaş uçağı
yani F-35 Projesi’ne yönelik seçimlerini değiştirmemişlerdir. Savunma Sanayi
Müsteşarlığından edindiğim bilgilere göre, bu kararın alınmasına Eurofighter’in operasyonel
bakımdan yeterli görülmemesi, görünmezlik teknolojisine sahip olmaması, daha
pahalı olması ve yerli sanayiye yeterli kazanım sağlayamaması gibi nedenler yol
açmıştır. Bu, bizi yerli
sanayiye katkı konusuna getiriyor değerli arkadaşlarım. F-35 Projesi, başta TAI
olmak üzere TEI, Kalekalıp, MİKES ve Alfa Havacılık
gibi Türk şirketlerine 5,5 milyar dolarlık bir iş sağlıyor. Belirttiğim bütün
bu hususlar F-35 Projesi’nin olumlu bir şekilde değerlendirilmesini gerektiren
nedenlerdir. Değerli
arkadaşlarım, Türk Silahlı Kuvvetlerinin güçlü ve çağdaş olması ve teknolojinin
sağladığı en etkili silahlarla donatılması, ülkemizin bulunduğu jeopolitik
bölgenin ve karşılaştığı tehditlerin bir icabıdır. Biz, Cumhuriyet
Halk Partisi olarak Türkiye'nin bu konumunu tam bir gerçekçilikle
değerlendiriyor ve ordumuzun değindiğim imkân ve kabiliyetlerini idame
edebilmesi için gerekli kaynakların sağlanması zorunluluğunu müdrik
bulunuyoruz. Envanterinde bulunan
silah sistemleri ve personelin yüksek disiplin, eğitim ve yeteneğiyle, Türk
Hava Kuvvetleri bölgesinde modern ve üstün bir caydırıcı güç niteliğine
sahiptir. Hava Kuvvetlerimizin bu üstün caydırıcı niteliğinin sürdürülebilmesi
için çağın en yüksek teknolojisiyle üretilmiş uçaklarla donatılmasının, ulusal
çıkarlarımız ve bölge barış ve istikrarı açısından zorunlu olduğu kanısındayız.
Değerli
arkadaşlarım, konuşmamın, bu açıklamalarım, bu görüşler ışığında
değerlendirilmesini bilhassa rica ediyorum sizlerden. Yukarıda verdiğim
bilgiler ışığında değerlendirmemiz, tabiatıyla, F-35’lerin Türk Hava
Kuvvetlerine kazandırılmasının, Türkiye'nin caydırıcı gücüne ciddi bir katkı
yapacağı yolundadır. Ancak değerli
arkadaşlarım, Türkiye, bu uçakları etkin bir şekilde kullanımda çok ciddi bir
sorunla karşı karşıya bulunuyor. Sorun, Amerika’nın uçaklara ilişkin yazılım
kodlarını Türkiye’ye vermemesinden kaynaklanıyor. Sorunu açık olarak ortaya
koyabilmek açısından yazılım kodlarının ne olduğu hususunda çok kısa bilgi arz
edeyim sizlere. Değerli
arkadaşlarım, savaş uçaklarını düşmanın radarlarına ve silahlarına karşı
koruyan sistem, bu uçakların sahip oldukları elektronik karşı önlem sistemleri
veya elektronik harp sistemleridir. Yazılım kodları da bu sistemlerin en önemli
bir parçasını, tabiri caizse, beynini ve reflekslerini oluşturuyor. Uygun
yazılım kodlarıyla donatılmadan, bir savaş uçağının düşman füzelerini zamanında
teşhis etmesi ve buna karşı anında önlem alması mümkün değildir. Bu konuda size
somut bir örnek vereceğim. Bu, İngiltere’nin Falkland
Savaşı’nda karşılaştığı durumdur. Falkland Savaşı’nın
başında Arjantin tarafı füzeleriyle İngiliz uçaklarını peş peşe düşürüyordu.
Savaş boyunca İngilizler otuz dört uçak kaybettiler. İngilizlerin uçak
zayiatının nedeni şuydu: İngiliz avcı uçaklarının radar ikaz almaçları sadece
Sovyet bloku ülkelerinin füzelerini düşman olarak
algılıyordu. İngiliz uçaklarının yazılım kodları da buna göre ayarlanmıştı.
Arjantinlilerin elinde ise Batı’da imal edilmiş füzeler vardı. İngiliz
uçaklarının elektronik harp sistemleri, yazılım kodları nedeniyle, Arjantin
füzelerini dost olarak teşhis ediyor ve bundan dolayı tedbir alamıyor ve
vurulup düşüyorlardı peş peşe. Sayın
milletvekilleri, şu hususu zihninize silinmeyecek şekilde nakşediniz: Falkland Savaşı başında İngiliz uçaklarının uçan birer
tabuttan başka bir şey olmaması, bu uçakların misyonlarına
uygun yazılım kodlarıyla donatılmamış olmalarından ileri gelmiştir.
Misyonlarına uygun yazılım kodlarıyla donatılmamış olan en modern, en yüksek
performanslı uçaklar dahi ses süratinin üstünde uçan birer soba borusundan
başka bir şey değildir. İşte değerli
arkadaşlarım, sözünü ettiğim bu yazılım kodları nedeniyle Türkiye, NATO
müttefiki Amerika’yla dört kez çok ciddi sorunlar yaşamıştır. Dört kez Amerika
Türkiye’ye yazılım kodlarını vermemiştir. Bu sorunlardan birincisi 1986’da F-16
uçaklarının tedarik programı sırasında ortaya çıkmıştır. Amerika standart
yazılımın değiştirilmesine karşı çıkmış ve Türkiye'nin bu uçakların dost-düşman
tanıma sisteminde değişiklik yapmasını engellemiştir. Oysa Türkiye'nin ulusal
çıkarları bu değişimi mutlak suretle gerektiriyordu. Zira,
Ege’de siyasi gerilimin şiddetli olduğu dönemlerde Türk uçakları sürekli olarak
Yunan uçaklarını dost uçak olarak algılıyor ve bu durum da ciddi risklere yol
açıyordu. Değerli
arkadaşlarım, ben görevlerim nedeniyle bu sorunu yakından izlemek imkânına
sahip oldum. Türk tarafı hep Amerika’nın bu politikasının bir süre sonra
değişeceği hayaliyle yaşadı. Fakat, 1986’dan bu yana yirmi
iki yıl geçmiş olmasına rağmen Amerika politikası değişmedi ve Türkiye de bu
sorunu halledemedi. Şimdi teknolojik
ömürleri –bakın altını çiziyorum- teknolojik ömürleri kısalmaya başlayan üçüncü
nesil F-16’lara Mikes firması tarafından BAE Systems North America lisansı ile
Türkiye’nin operasyonel ihtiyaçlarına göre üretilen
ve “millî sistem” denilen Spews II Plus elektronik harp sistemini monte etmek umutları
doğmuştur. Ama dikkat ediniz, bu umut hangi uçaklar için doğuyor? Üçüncü nesil
kategorisindeki F-16’lar için. Şimdi ikinci
olarak saldırı helikopterleri ihalesinde de aynı sorunla karşılaştık. Amerika
şirketi Bell Textron,
helikopterlerin görev bilgisayarının yazılımının ortaklaşa yapılmasına
yanaşmadı. Bunun üzerine Türkiye Bell
helikopterlerinin alınmasından vazgeçti. Bu alandaki
üçüncü sorun, Türkiye’nin Barış Kartalı Projesi olarak tanımlanan proje
uyarınca Amerikan Boeing şirketinden aldığı dört
havadan erken uyarı ve kontrol uçağı dolayısıyla çıkmıştır. Bu uçaklara “AWACS”
deniliyor bildiğiniz gibi. Bu uçakların görevi yirmi dört saat havada uçarak Son olarak, kısa
süre önce Amerika’dan aldığımız 30 adet F-16 Block 50
uçağının tedarikinde de ciddi sorunlarla karşılaştık. Lockheed
Martin Firması bu uçakları Türkiye’ye standart elektronik harp sistemiyle
teslim etti, kaynak kodlarını vermedi. Bu kodlar değiştirilemedi ama bu uçaklar
satın alınmış oldu. Değerli
arkadaşlarım, bu ifadelerimin gerçekleri bire bir yansıttığı hususunda
iddialıyım. Söylediklerimde herhangi bir teknik hata veya eksiklik varsa, Sayın
Savunma Bakanımızdan gerekli düzeltmeyi derhal, burada, bu kürsüden yapmalarını
istirham ediyorum. Konuşmamın bu
noktaya kadar olan kısmında, Türkiye’nin Amerika’dan tedarik ettiği uçakların
yazılım kodlarını sağlamak hususunda karşılaştığı sorunları izah ettim ve bu
sorunların maalesef aşılamadığını da vurguladım. Şimdi, aynı sorunlarla,
değerli arkadaşlarım, Ortak Taarruz Uçağı Projesi bağlamında, yani F-35
uçaklarının tedariki nedeniyle karşılaşmış bulunuyoruz. Lockheed
Martin firması uçağın beyni olan yazılım kodlarını vermiyor. Tabii, bu konuda
esas yetkili Pentagon, Lockheed Martin firması da
talimatını Pentagondan alıyor. Bu konu, değerli
arkadaşlarım, bundan bir ay önce Dışişleri Komisyonunda gündeme geldi. Orada,
değerli arkadaşım Onur Öymen Bakanımıza şu suali
sordu, dedi ki: “Acaba yazılım kodlarını elde edebildiniz mi?” Sayın Bakanın
cevabı “Hayır, elimizden geleni yapıyoruz, almaya çalışacağız.” şeklinde oldu.
Sayın Bakan iki sene önce de yine, bir gazeteye vermiş olduğu beyanatında aynı
şeyleri söylemişti. Şimdi, değerli
arkadaşlarım, şu hususu tekrar belirtiyorum: Görev misyonuna
-bakınız, görev misyonuna- uygun yazılım kodları olmayan bir savaş uçağı, uçan
bir soba borusundan farksızdır. Aynen Falkland’a
düşen İngiliz uçakları gibi. Şimdi, tabiatıyla, bu durumda nasıl oluyor da Savunma
Bakanlığımız gerekli yazılım kodlarıyla donatılacağı garantisini sağlamadan,
yaklaşık 11 milyar doları gözden çıkararak F-35 Projesi’ne katılıyor? Bu soruyu
sormak hakkımız değerli arkadaşlarım. Şimdi, bakınız…
Denilebilir ki: “Bunlar hava kuvvetlerinin envanterine
muhakkak kazandırılması gereken yüksek kabiliyetli uçaklar.” Denilebilir ki:
“Ortak üretim projesine baştan iştirak edilmediği takdirde bu uçakları satın
alma fırsatı kaçırılacaktı.” Denilebilir ki: “Yazılım kodları sorununu ileride
hallederiz diye düşündük ve hesaplı bir riski göze aldık.” Ancak değerli
arkadaşlarım, bu konuda bu tür bir akıl yürütme imkânı yok. Çünkü izah ettiğim
gibi F-16, Bell-Tekstron,
AWACS ve nihayet F-16 Blok 50 deneyimlerinin düş kırıcı sonuçları hâlâ
zihnimizde tazeliklerini muhafaza ediyor. Evet, bunlar olmasa belki bu projeye
hesaplı bir riski göze alarak girdik diyebilirdik fakat saydığım bu dört olayda
da Amerika’nın Türkiye’ye yaptığı muamele ortadayken hâlâ bu olaylardan hiçbir
ders almamakta ısrar etmemiz ve aynı hatayı beşinci defa tekrarlamamız
basiretli ve akılcı bir yaklaşım mı, bunu sizlerin takdirine arz ediyorum. Şimdi, eminim
Savunma Bakanımız bu kürsüye gelerek Amerika’nın diğer ortaklara da aynı
şekilde muamele ettiğini söyleyecektir. Değerli arkadaşlarım, bu geçerli bir
mazeret değildir. Çünkü bu işlerin nasıl yürütüldüğünü ben uzun tecrübem
nedeniyle çok iyi biliyorum. Böyle durumlarda her bir ortakla ayrı, gizli
mutabakatlar yapılır ve bu gelişmeden Türkiye’nin ruhu bile haberdar olmaz ve
hiçbir namuslu insan da gelip bu kürsüden bunun böyle olmadığını söyleyemez
değerli arkadaşlarım. Şimdi, F-35
Projesi’ne tekrar dönüyorum. Görüleceği üzere değerli arkadaşlarım, bu konuda
Türkiye için, en isabetli yolu seçmek için bir hayli geç kalmış durumdayız.
Sayın Savunma Bakanı işlerin bu raddeye gelmesine imkân vermeyecekti. İki yıl
önce sorun ortaya çıktığı zaman -çünkü o zaman ortaya çıktı sorun- ağırlığını
koyacak ve yazılım-donanımı hakkında garanti almadan ileriye bir adım daha
atmayacaktı. Şu anda Türkiye
projeye fazla angaje olmuş ve hareket serbestîsini
kaybetmiş durumda gözüküyor. Ancak Türkiye kendi stratejik misyonlarına
uygun hâle getirmek için yazılım kodlarını alamayacaksa ve bunun bir sonucu
olarak elektronik harp sistemi ve uçak teknolojisinin kendisine sağladığı diğer
donanımdan yeterli düzeyde yararlanamayacaksa, o zaman, her şeye rağmen durumu
yeniden değerlendirmekte yarar vardır. Bu durumda, bu
yasa tasarısı hakkında Cumhuriyet Halk Partisi olarak biz durumumuzu
açıklamadan önce Sayın Bakanımızın, Sayın Savunma Bakanımızın kürsüye gelerek
şu iki soruyu çok açık bir şekilde yanıtlamasını rica ediyoruz: 1) Türkiye F-35
uçaklarının etkin bir şekilde kullanımı için, kendi operasyonel
ihtiyaçlarına uydurmak amacıyla yazılım kodlarını elde edebilecek midir? Sayın
Bakan, bu hususu, Hükûmet ve kendi adına garanti
ediyor mu? 2) Türkiye operasyonel ihtiyaçlarını karşılayacak yazılım kodlarını
elde edemeyecekse o zaman F-35 uçaklarının millî stratejik misyonların
gerçekleştirilmesinde etkinliği ne olacaktır? Evet, biz, Sayın
Bakandan bu iki soruya net ve kesin yanıtlar bekliyoruz. Vereceği yanıtlara
göre de oyumuzu belirleyeceğiz. Teşekkür
ediyorum. (CHP sıralarından alkışlar) BAŞKAN – Teşekkür
ederim Sayın Elekdağ. Gruplar adına
üçüncü söz Adalet ve Kalkınma Partisi Grubu adına Çankırı Milletvekili Sayın
Nurettin Akman’da. Buyurun Sayın
Akman. (AK Parti sıralarından alkışlar) AK PARTİ GRUBU ADINA NURETTİN AKMAN (Çankırı) – Sayın Başkan,
değerli milletvekilleri; 133 sıra sayılı Müşterek Taarruz Uçağının Üretimi,
Desteklenmesi ve Sürekli İyileştirilmesine İlişkin Mutabakat Muhtırası ve Buna
Dair Yönetim Esasları Dokümanının Onaylanmasının Uygun Bulunduğu Hakkında Kanun
Tasarısı’yla ilgili olarak Adalet ve Kalkınma Parti Grubumuz adına görüşlerimi
açıklamak üzere söz almış bulunuyorum. Yüce heyetinizi saygıyla selamlıyorum. Dün gece saat
ikilere kadar bu yüce Meclis, ülkemize dokuz il, iki vakıf üniversitesi
kazandırma noktasında mesai yaptı ve inşallah, temenni ediyorum bu yasa, bu
yasadan sonra kanunlaşacak. Bu anlamda çok güzel icraatlar yapılıyor. Türk Silahlı
Kuvvetlerimizi bölgesinde ve dünyada güçlü kılacak, âdeta dosta güven, düşmana
korku salacak bir proje Müşterek Taarruz Uçağı, diğer adıyla F-35 Projesi.
Gerek mali boyutu gerekse teknolojisi bakımından Türkiye’nin gelmiş geçmiş en
büyük ve en önemli askerî projesi. Bu projeyle Türkiye’nin F-16 uçaklarından
sonraki ana muharebe uçağı ihtiyacının karşılanması öngörülmektedir. Bilindiği
gibi F-16 uçakları, 1984-1998 yılları arasında Türk Silahlı Kuvvetleri envanterine girmiş, her ne kadar ciddi bir modernizasyon
programına tabi tutulacak olsalar da bu uçakların kullanım ömürleri dolmakta ve
teknolojileri eskimektedir. Bir diğer adıyla yeni nesil savaş uçağı projesinin
Türkiye’ye maliyeti yaklaşık olarak 10,7 yani 11 milyar dolar civarında
olacaktır. Bu uçaklar dünyanın en ileri teknolojisine sahip uçaklar olarak
tasarlanmaktadır. Radarlara karşı görünmezlik özelliğine sahip olup bu özellik
en önemli vasfını teşkil etmektedir. İngiltere, İtalya, Avrupa’nın ortak savaş
uçağı olarak nitelendirebileceğimiz Eurofighter
Programı’na dahil iki büyük ülke olmalarına rağmen, Eurofighter’a ilaveten, Amerika Birleşik Devletlerinin
öncülüğünde başlatılan bu programa, yani Müşterek Taarruz Uçağı Programı’na
birinci seviyede katılım sağlamışlardır. Çünkü F-35 uçakları geleceğin savaş
uçaklarıdır. Bu uçaklar ile ülkemiz Silahlı Kuvvetlerinin, hareket etkinliğini
ve caydırıcılığını önemli ölüde artıracağı da muhakkaktır. Bu uçakların
özelliklerini şöyle sıralayabiliriz: İnsan tarafından kullanılan en son savaş
uçağı olarak tanımlanmaktadır. Sahip olduğu uzun erimli radarı, hassas
algılayıcıları, etkin elektronik harp sistemi, radarlara düşük görünürlük
özelliğiyle üstün bir havadan-havaya, havadan-yere hareket kabiliyeti sağlayan
gelişmiş teknolojik bir platformdur. Uçak, hareket hâlindeyken taktik bilgileri
elde edebiliyor, çözümleyebiliyor ve amaca yönelik olarak kullanabiliyor.
Önümüzdeki kırk yıl boyunca göklere hâkim olması düşünülen F-35 savaş uçakları,
radarlara yakalanmayan gövdeleri, manevra yetenekleri ve hedefi affetmeyen
donanımlarıyla tam bir teknoloji harikası olarak vasıflandırılmaktadır. Bu uçakların üç
modeli olacaktır: Klasik kalkış ve iniş modeli, uçak gemisi modeli, kısa kalkış
ve dikine iniş modelidir. Müşterek taarruz
uçağı projesine Türkiye’yle birlikte toplam dokuz ülke katılmıştır. Bu ülkeler,
Amerika Birleşik Devletleri, Kanada, Avustralya, İngiltere, İtalya, Hollanda,
Norveç ve Danimarka’dır. Singapur, İsrail ve İspanya projeye ilgi duyan diğer
ülkelerdir. Bütçesi yaklaşık
250-300 milyar dolar olarak tasarlanmaktadır. Projede üç farklı konfigürasyonda yaklaşık 3 bin adet uçak üretilmesi
öngörülmektedir. Türkiye’nin 100 adet uçakla katılacağı programda 16 adet de
ilave opsiyon söz konusudur. Bir uçağın maliyeti
tahminen 70-75 milyon dolardır. Proje üç ana
fazdan oluşmaktadır: Sistem geliştirme ve gösterim fazı, düşük yoğunluklu
üretim fazı, seri üretim fazıdır. Ülkemiz projeye
1999 yılında imzaladığı 6 milyon dolarlık bir mutabakat muhtırasıyla dâhil
olmuş, daha sonra 175 milyon dolarla projenin birinci fazına yani tasarım
aşamasına 2002 yılında üçüncü seviyeden resmen katılmıştır. Bugün burada
onaylayacağımız mutabakat muhtırası, mali sözleşme ve ekleri ise Türkiye’nin
projenin yaklaşık 800 milyon dolarlık kısmına yani ikinci fazına katılımına
ilişkindir. Sayın Başkan,
değerli milletvekilleri; ülkemizin alacağı uçakların siparişleri 2010 yılından
sonra verilecek ve uçaklar 2014 yılından itibaren Hava Kuvvetleri
Komutanlığımızın envanterine girmeye başlayacaktır.
Projede ilk teslimat 2009 yılı sonlarında Amerika Birleşik Devletleri Hava
Kuvvetlerine yapılacak olup 2020’li yıllara kadar dokuz ülke için toplam üç
binden fazla uçak üretilmesi planlanmaktadır. Ortaklık dışındaki müşteri
ülkelere satışlarla birlikte bu rakamın beş bine ulaşabileceği tahmin
edilmektedir. Uçaklarla
alakalı, bilhassa yazılım kaynak kodlarına vâkıf olunup olunmayacağı konusunda
ve bazı hususlarda tereddüt bulunmaktadır. Ben bu konuları şöyle izah etmek
istiyorum: Evet, yazılım
kaynak kodlarına vâkıf olunup olunmayacağı: Bu uçak görev teçhizatı, silah,
mühimmat gibi yeni bir sistem veya millî bir yeteneğin kazandırılabilmesi için
uçağın beyni durumundaki merkezî görev bilgisayarında çalışan, yazılıma ve bu
yazılama ait kaynak kodlarına gereksinim duyulmaktadır. Adı geçen merkezî görev
bilgisayar yazılımı ve kaynak kodları şu an –Türkiye de dâhil- hiçbir ülkeye
açılmamaktadır. Ancak Amerika Birleşik Devletleriyle bu konuda yapılan
görüşmelerde ve resmî belgelerde, Türkiye’nin, uçağın yazılım kaynak kodlarına
sahip olmak istediği açık olarak belirtilmiştir. Bu ihtiyacımızın karşılanması
için pazarlıklar hâlen devam etmektedir. Özellikle kesin uçak siparişlerini
vereceğimiz 2010 yılına kadar bu talep gündemde tutulacaktır. Amerika Birleşik
Devletleri’yle yapılan görüşmeler sonucunda yazılım kaynak kodlarına sahip
oluncaya kadar harekat etkinliğinin olumsuz
etkilenmesini olabildiğince önlemek üzere millî yeteneklerin uçağın Lockheed Martin firmasınca entegrasyonunu garanti altına
almıştır. Silah
sistemlerinin tedariki ne şekilde olacaktır? Müşterek taarruz uçağı hâlen
mevcut ve gelecekte geliştirilecek silah ve mühimmatı kullanabilecek şekilde
tasarlanmaktadır. Proje kapsamında yeni bir silah veya mühimmat geliştirilmesi
söz konusu değildir. Hâlen Hava Kuvvetleri Komutanlığı tarafından diğer
platformlarda kullanılan ve gelecekte kullanılabilecek silah ve mühimmatların
F-35 uçakları tarafından da atılabilmesi mümkün olacaktır. Şu an için Hava
Kuvvetlerimiz tarafından F-35 uçağında kullanımı planlanan silah ve mühimmatla
ilgili Amerika Birleşik Devletleri tarafından getirilen herhangi bir kısıtlama
bulunmamaktadır. Diğer taraftan,
yerli sanayi kuruluşları tarafından özgün olarak geliştirilmekte olan bazı
silah ve mühimmatların da F-35 uçakları tarafından kullanılabilmesi için
gerekli tasarım değişikliği ve entegrasyon
faaliyetleri Savunma Sanayi Müsteşarlığımız koordinasyonunca başlatılmıştır. Bu
amaçla Amerika Birleşik Devletleri Hükûmeti ve Lockheed Martin firması nezdinde girişimlerde
bulunulmaktadır. F-35 uçaklarının
lojistiğinin pahalı olduğu ifade edilmiştir. Müşterek Taarruz Uçağı
Projesi’nde, tüm dünya üzerinde uçacak olan F-35 uçaklarının lojistik desteği Lockheed Martin firması tarafından kullanılmakta olan
küresel destek sistemi çerçevesinde tek kanaldan yürütülecektir. Bu sistem F-35
sahibi ülkelerdeki lojistik yeteneklerin en maliyet etkin olanlarından bir
ikmal zinciri vasıtasıyla faydalanılmasını öngörmektedir. Amaç, kaynakların en
verimli şekilde kullanılması sayesinde idame, işletme maliyetlerini
düşürmektir. Küresel destek
sisteminin Amerikan firması tarafından kontrol ediliyor olmasının getirdiği
riskler Savunma Sanayii Müsteşarlığımız ve Hava
Kuvvetleri Komutanlığı tarafından incelenmiş ve gerekli önlemlerin alınmasına
yönelik çalışmalar başlatılmıştır. Alınacak önlemlerden birisi, Hava
Kuvvetlerimizin olası bir operasyon veya kriz durumunda uçakların işletme ve
idamesini belli bir süre boyunca, küresel destek sistemine bağlı olmadan, kendi
kendine yapabilmesine olanak sağlayacak miktarda savaş yeteneklerinin alınması
ve üslerde hazır bulundurulması olacaktır. Buna ilave
olarak, Savunma Sanayii Müsteşarlığı tarafından
Türkiye’deki sivil ve askerî kuruluşların F-35 lojistik destek faaliyetlerine
dâhil olmasına yönelik bir strateji oluşturulmaktadır. Bunlardan birincisi,
Türkiye’deki savunma sanayisi ve askerî tesislerin sahibi olduğu yeteneklerin
en az yatırımla küresel destek sistemine dâhil olmasının ve sadece kendi
uçaklarımıza değil, diğer F-35 kullanıcısı ülkelere de maliyet etkin çözümler
üretebilecek şekilde bakım, onarım hizmeti vermesinin sağlanmasıdır. Bu sayede,
bu alanlarda Amerika Birleşik Devletleri ve diğer ülkelere karşılıklı
bağımlılık yaratılacak ve risk azaltılacaktır. Stratejinin
ikinci hedefi ise: Stratejik veya teknolojik açıdan kritik görülen bazı
yeteneklerin, ilave yatırımlar yapılmak pahasına, Türkiye’ye kazandırılmasıdır.
Yerli sanayiyle
alakalı birazdan arz edeceğim. İkili iş birliği
noktasında, Türkiye gerek hâlihazır sahip olduğu askerî yetenek ve sanayi
altyapısı gerekse tedarik etmeyi planladığı F-35 sayısı bakımından müşterek
taarruz uçağı projesi için bölgede önemli bir oyuncu konumundadır. Bu
potansiyeliyle, bir taraftan karşılıklı askerî ve ekonomik kazanımlara
dönüştürmek, diğer taraftan da projede Amerika Birleşik Devletleri’yle
ilişkileri dengeleyerek bir pazarlık gücü elde edebilmek amacıyla Avrupa’daki
diğer F-35 kullanıcısı ülkelerle ikili ve çok taraflı iş birliğine yönelik
çalışmalara önem verilmektedir. Bu doğrultuda, İtalya, Hollanda ve Norveç’in de
içinde yer aldığı Avrupa Bölgesel İşbirliği girişimi başlatılmıştır. Bu
girişim, adı geçen ülkelerin sanayilerinin bölgede konuşlanacak uçakların
lojistik olarak desteklenmesinde iş birliği yapılmasını öngörmektedir. Sayın Başkan,
değerli milletvekilleri; Savunma Sanayii İcra
Komitesince, Türk firmalarının projeden daha fazla iş alabilmelerine imkân
sağlamak amacıyla toplam 325 milyon dolarlık, uzun vadeli, faizsiz bir kredi
mekanizması oluşturulmuştur ve bugüne kadar bu kredinin yaklaşık 70 milyon
doları firmalarımız tarafından kullanılmıştır. Türk firmalarının gelecek on
beş-yirmi yıllık bir zaman dilimi içinde, günü fiyatlarıyla bu projeden
yaklaşık olarak 5,5 milyar dolar civarında iş payı alması öngörülmektedir. Bu,
ilk bakışta iyi bir rakam olarak görülse de bunun içindeki yüzde 50’yi aşan
malzeme bedeli ağırlıklı yük dışı kısmı çıkardığımızda net rakam 2,5 milyar
dolara düşmektedir. Bu işi yapmak için de TAI bünyesinde yaklaşık olarak 150
milyon dolarlık bir ilave yatırıma ihtiyaç duyulmaktadır. Diğer taraftan,
Savunma Sanayii İcra Komitesinin toplam 325 milyon
dolarlık çok uzun vadeli, faizsiz kredi desteği konusunda, Millî Savunma
Bakanımızın Amerika Birleşik Devletleri eski Millî Savunma Bakanı Mr. Rumsfeld’le görüşerek bu projeden
iş payı alınması yönündeki gayretlerini takdirle karşıladığımı belirtmek
istiyorum. Devletimizin
maddi ve manevi büyük desteğini alan, medarıiftiharımız TAI ve ASELSAN gibi
büyük firmalarımızın bu projeden iş payı alınması noktasında yeterli gayreti
göstermelerini bekliyoruz. Ancak kırk-elli yıl gibi bir zaman dilimi içerisinde
ortaya çıkan böylesi bir fırsatı büyük şirketlerimizin mutlaka, çok iyi bir
şekilde değerlendirmeleri gerekir. Sayın Başkan,
değerli milletvekillerim; bu vesileyle Türk savunma sanayisi ile ilgili olarak
düşüncelerimi ve temennilerimi de ifade etmek istiyorum. 2003 yılından bugüne,
son beş yılda aldığımız tedbirlerle ve akıllıca kurulan proje modelleriyle
artık kendi tasarımlarını yapan bir savunma sanayimiz bulunmaktadır. Cumhuriyet
tarihimizde ilk defa tankımızı, savaş gemimizi, insansız uçağımızı, elektronik
harp sistemlerimizi kendi firmalarımız tasarlıyor, üretimlerini kendi
firmalarımız gerçekleştiriyor ve gerçekleştirecek. Savunma sanayimizin cirosu
ilk defa 2 milyar doları, ihracatı ise yine ilk defa 400 milyon doları geçmiş
bulunmaktadır. Bu noktaya gelinmesinde emeği geçen Türk Silahlı Kuvvetleri ve
Millî Savunma Bakanlığı personelimizi tebrik ediyorum. Bu vesileyle, özel
sektör firmalarının savunma sanayisinde daha fazla iş almalarına yönelik yeni
tedbirler alınmasını temenni ediyorum. Makina ve Kimya
Endüstrisi Kurumunun ve fabrikalarının hukuki statüsünün yeniden düzenlenmesine
yönelik çalışmaların en kısa zamanda tamamlanmasını diliyorum. Seçim bölgem olan
Çankırı’da 1977 yılında başlayıp 1986 yılında bitirilen, çok büyük emek ve mali
kaynak kullanımıyla üretime açılan Makina ve Kimya
Endüstrisi Çankırı Silah Fabrikası (ÇAN-SAN) altı yedi yıl öncesi âdeta kapanma
noktasına gelmişti. Bütün gayretlerle yerli üretim gerçekleştirmek suretiyle
-yine Değerli Bakanımıza şükranlarımı sunuyorum- geçtiğimiz günlerde de 50
teknik personelle takviye edilmek suretiyle bugün 400 işçinin çalıştığı bir
fabrika hâline gelmiş, yüzde 50 kapasiteyle ayakta durmaya çalışmaktadır. Diliyor
ve arzu ediyoruz ki yapılacak mevzuat değişikliği sonucu Çankırı’daki Silah
Fabrikasının ve Makina ve Kimya Endüstrisinin diğer
fabrikalarının da bu tür iş alımlarından istifade ettirilmesi suretiyle ve bu
fabrikaların kapasitesinin yüzde 100’e çıkarılması suretiyle, örneğin
Çankırı’mız da bu anlamda istifade edecek, iş hayatı çok önemli ölçüde
etkilenmiş olacaktır. Hiç şüphesiz,
güçlü bir savunma sanayisinin altyapısı önemli bir millî güç unsurudur. Güçlü
bir savunma sanayisi modern askeri teçhizat demektir. Modern askeri teçhizat da
güçlü ordu demektir. Türkiye’de ileri teknolojiyi haiz bir savunma sanayisi
altyapısıyla birlikte, modern askeri teçhizatla donatılmış güçlü bir ordu
oluşturulması yönündeki emek ve gayretleriyle, başarılı çalışmalarından dolayı
başta Sayın Başbakanımız, Millî Savunma Bakanımız, Hükûmetimiz,
Genelkurmayımız, Genelkurmay Başkanımız ve Hava Kuvvetleri Komutanımız olmak
üzere emeği geçen herkesi tebrik ediyor, şükranlarımı sunuyorum. Katkılarınızdan
dolayı da sizlere teşekkür ediyor, bu projenin ülkemize, milletimize, silahlı
kuvvetlerimize ve hava kuvvetlerimize hayırlı olmasını temenni ediyor, hepinizi
saygıyla selamlıyorum. (AK Parti sıralarından alkışlar) BAŞKAN – Teşekkür
ederim Sayın Akman. Gruplar adına
üçüncü söz Demokratik Toplum Partisi Grubu adına İstanbul Milletvekili Sayın
Sebahat Tuncel’e aittir. Buyurun Sayın Tuncel. (DTP sıralarından alkışlar) DTP GRUBU ADINA
SEBAHAT TUNCEL (İstanbul) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; 133 sıra
sayılı Müşterek Taarruz Uçağının Üretimi, Desteklenmesi ve Sürekli
İyileştirilmesine İlişkin Mutabakat Muhtırası ve Buna Dair Mali Yönetim
Esasları Dokümanının Onaylanmasının Uygun Bulunduğu Hakkında Kanun Tasarısı
üzerine görüş belirtmek üzere, Demokratik Toplum Partisi Grubu adına söz almış
bulunuyorum. Hepinizi saygıyla selamlıyorum. Neoliberal politikaların
dünya çapında uygulanması, emekçi sınıfların ve genel olarak hem gelişmekte
olan hem de gelişmiş ülkelerdeki halkların durumunu kötüleştirmektedir.
Kapitalist yeniden yapılanmanın ve neoliberal
politikaların desteklenmesinin açığa çıkardığı durum, esnek istihdamın
yaygınlaştırılıp toplu sözleşmelerin feshi, özelleştirmeler, yoksulluk,
işsizlik, açlık ve sefaletin artmasının nedeni olmaktadır. Kapitalizm,
günümüzde toplumsal sorunların çözümünü geliştirmekten çok uzaktır. Aksine,
çatışma ve çelişkilerin derinleşmesinin temel nedeni olarak karşımızda
durmaktadır. Bu nedenle, çağımızda toplumsal problemler ve gerginlikler
artmakta, hoşnutsuzluklar büyümektedir. Sorunların kaynağında, çağımızın gereği
olan ekonomik, sosyal ve siyasal hakları birlikte içeren bir demokrasi algısı
ve evrensel insan haklarının, yerleşik hâle getirmek yerine, devletler
arası ilişkilerin giderek militarize olan
yapısına tabi kılınması yatmaktadır. Küresel ölçekte
yaşanan ve dünya halklarını tehdit eden açlık, yoksulluk ve işsizlik gibi
sorunların kaynağında, temel olarak ciddi biçimde yükselen askerî harcamalar
yatmaktadır. Askerî bütçelerde kısıtlamalara gidilerek kaynakların sosyal
güvenlik, eğitim ve insanca yaşam standartlarının sağlanmasına ayrılmaması da
bu sorunları derinleştirmektedir. 21’inci yüzyılda dünya halkları, askerî
tehditler ve savaşlardan uzak, Birleşmiş Milletler sözleşmesinin öngördüğü
ilkelere dayanan bir barış ve adalet düzeni içinde yaşamak yerine emperyal politikaların giderek saldırganlaşmasıyla karşı
karşıyadır. “Uluslararası müdahale” adı altında dünyanın birçok yerinde
uluslararası hukuk ve Birleşmiş Milletler sözleşmesi ihlal edilmektedir. Yine
“güvenlik stratejileri” adı altında son dönemde Avrupa ve Kuzey Amerika
halklarının demokratik hak ve özgürlükleri kısıtlanmakta, baskı devleti
uygulamaları demokratik hak ve özgürlüklere yönelmektedir. Halklar çeşitli
müdahalelerle militaristleştirilmekte, birbirine âdeta düşman hâle getirilmektedir.
Burada ilginç olan nokta, tüm bu uygulamaların istikrar ve “dünya barışının
korunması” söylemi altında gerçekleştirilmesidir. Değerli
arkadaşlar, burada dünya halklarına ne barış ne de özgürlük çıkar. Silahların
barış ve kardeşliği getirdiği, dünyanın neresinde görülmüştür? Caydırıcılık
doktrini ve silahlı güç tehdidinin ise karşılıklı güvensizliğe dayalı bir
detant yarattığı bilinse de bu dönem sürdürülebilir olmamıştır. Oysaki
çatışmanın, savaşın olduğu yerde kara paranın, silah ticaretinin de olduğunu,
bütün çatışmalarda kazançlı çıkanların uluslar üstü şirketler ve onların
güvencesi ülkeler olduğunu biliyoruz. Kaybedenler ise Somali’de açlık ve salgın
hastalık yüzünden ölen yüz binler, Yugoslavya’da bombalanan hastaneler ve göç
konvoylarında can veren insanlar, tank ateşi altında yaşamını yitiren henüz on
beşinde Filistinli gençler yani yoksul ve ezilen halklar olmuştur. Her ölen
insandan, her atılan kurşundan ve gaz bombasından dünya halkları değil, dev
silah şirketleri ve onların aracıları kârlı çıkmıştır. Gündemimizde
bulunan kanun tasarısının gerekçesinde, Türkiye’nin 2010’lu yıllardan itibaren
teknolojik ve ekonomik ömürleri dolacak olan envanterdeki
F-4 ve F-16 Block 30 uçaklarının yerini almak üzere
vurucu gücü ve kuvvet korunumu yüksek yeni nesil bir savaş uçağının tedarik
edilmesine ihtiyaç duyulduğu belirtilmektedir. Bilindiği üzere,
JSF olarak da anılan müşterek taarruz uçağının üretimi 250 milyarlık bütçesiyle
dünyanın en büyük savunma sanayisi projesi olarak önümüzde durmakta ve ülkemizde
projenin tasarım ve gelişim maliyeti kapsamında şimdiye kadar 175 milyon
dolarlık harcama yapılmış bulunmaktadır. Söz konusu proje çerçevesinde her
birinin maliyeti tahminen 70-75 milyon dolar olmak üzere yüz adet savaş uçağı
alınacağı ifade edilmektedir. Bir önceki hükûmet döneminde projeye katılımın yararları anlatırken
şöyle belirtilmiştir: Önümüzdeki elli yıl boyunca güvenlik ve savunma
politikalarına yön vermeye ve buna bağlı olarak dünyadaki askerî stratejileri
şekillendirmeye aday gelişmiş ülkelerden oluşan bir ortaklığın tam üyesi olmak,
alınacak kararlarda Türkiye’ye de söz hakkı sağlayacaktır. Bahsi geçen
ortaklık uygulamalarının Irak, Afganistan, Filistin gibi coğrafyalarda
görüldüğü düşünüldüğünde, bu anlaşmaya imza konulmasının ülkemizi nereye doğru
götüreceği daha açık görülmektedir. Bu konuda dikkat çekici bir nokta ise
ABD’nin satacağı uçaklarda yazılım değiştirme hakkı vermemesi ve uçakların tüm
fonksiyonlarının çok gelişkin ve sadece Amerika Birleşik Devletleri tarafından
programlanan bir yazılım tarafından denetlenecek olmasıdır. Bu uçakların sadece
NATO amaçları için kullanılabilmesini dayatacaktır. Bu amaçların değişik
ülkelerin halkları arasında kardeşlik ve barış duygularını tesis etme ve
sürdürmeye yönelik bir işlev görmediğini ise tarih bize kanıtlamıştır. Sayın Başkan,
değerli milletvekilleri; Dünya Politika Kurumu Silah Ticareti Kaynak Merkezinde
üst düzey araştırma görevlisi olan Frida Berrigan, makalesinde silah şirketlerini uyuşturucu
satıcılarına benzetmekte ve aynı uyuşturucu satıcıları gibi silah şirketlerinin
de önce ihtiyacı yarattığını ve daha sonra da kendi yarattığı ihtiyacı
karşıladığını belirtmektedir. Bu proje de ABD
silah sanayisinin pazarlama başarısı olarak okunmak durumundadır. Aslında hiç
de ihtiyaç duyulmayan bu silahların satın alınması, emperyal
Amerikan projesine katılmanın yollarından biri anlamına gelmektedir. Amerikan Kongresi
tarafından 2006 yılı içinde yapılan bir araştırmaya göre Amerika Birleşik
Devletleri gelişmekte olan ülkeleri silaha boğan bir numaralı ülke
konumundadır. Raporda Amerika’nın en belirgin politikalarından birinin, birinci
sıradaki bu yerini korumak olduğu da belirtilmiştir. Rapora göre ABD 2006
yılında gelişmekte olan ülkelere -dünya silah ticaretinin yüzde 35,5’ine denk
düşen- toplam 10,3 milyar dolarlık silah satışı yapmış bulunuyor. Dikkat çekici bir
diğer nokta da ABD’nin bu satışları Orta Doğu ve Afrika’da, demokrasi ve insan
hakları konusundaki gelişmelerin büyük tartışma konusu olduğu ülkelere
demokrasiyi yayma amacı altında yapıyor olmasıdır ve ne yazık ki bu silahlanma
yarışında ülkemiz dünya genelinde ilk onda yer almaktadır. Uçakların
yapımını üstlenen silah şirketi ise yolsuzluk ve rüşvet skandalları ayyuka
çıkmış bir şirket durumundadır. Bu durumun kamuoyunca bilinmesinde yarar
olduğunu düşünmekteyiz. Türkiye'nin almayı taahhüt ettiği F-35 savaş uçakları
da Amerikan Lockheed Martin firması tarafından
üretilecektir. Bu şirketin daha önce çok sayıda yönetici ve bürokrata rüşvet
verdiği ortaya çıkmış, NATO üyesi bütün ülkeler hatta Japonya bile bu rüşvet
iddialarının içinde yer almıştır. Türkiye’de üst düzey bir askerî yetkilinin Lockheed Martin’den 23 milyon dolar rüşvet aldığı ortaya
çıkmış, konuyla ilgili olarak Time dergisi “En Zengin General” manşetini
atmıştır. Değerli
milletvekilleri, bilindiği üzere gelişmiş demokrasilerde silah alımları
konusunda yasama organı bir denetim mekanizması olarak işlev görür. Silah
alımları gündeme geldiğinde parlamentonun ilgili komisyonlarında hem maliyet
hem de hangi tehdit algılanmasına dayanarak bu silahların alınacağı göz önünde
tutularak uzun uzadıya tartışmalar yapılır. Yani parlamentonun iradesi ve
kamuoyu baskısı alınacak karar üstünde başat etkide bulunur. Projeye katkıda
bulunan ülkelerde -örnek olması açısından- Hollanda ve İngiltere
Parlamentolarında alımların gerekli olup olmadığı, gerekliyse neden gerekli
olduğu ve projenin maliyeti konularında yoğun tartışmalar yaşanmıştır. Ancak bu
konu bizim ülkemizde yeterince tartışılmamış ve kamuoyu da
bilgilendirilmemiştir. Projenin maliyeti şimdiden 275 milyar doların üstüne
yükselmiş durumda, ki bu miktar projenin ilk
geliştirilmeye başladığı 2001 yılındaki rakamdan 75 milyar dolar daha
yüksektir. Uçağın kullanıma girme tarihi de öngörülenin ilerisine atılmış
durumda. Bu gelişmeler
nedeniyle birçok ülke parlamentosu projeden çekilmeyi tartışmıştır. Oysa
ülkemizin de dâhil olduğu F-35 alımları projesi ilgili komisyonlarda prosedür gereği onay aldıktan sonra Meclisimizin, yine
otomatikman onaylanması için, Genel Kuruluna sunulmuştur. Bu gelişmelerde
Türkiye’de demokrasinin geri dönülmez biçimde yerleşiklik kazanmamış olmasının
payı büyüktür. Seçilmiş
temsilcilerin yer aldığı yasama organının iradesinin belirleyici olduğu,
kamuoyu baskısına tabi ve gönüllülük ilkelerine dayalı sosyal ve politik
sorunların diyalog ve müzakere yoluyla çözümünü esas alan gelişkin bir
demokrasi anlayışıyla gerek incelmiş gerekse kaba biçimleriyle militarist
eğilimlerin tamamen çeliştiği bir gerçektir. Ne yazık ki
ülkemizde sosyal ve politik sorunların askeri güç kullanımıyla çözülebileceğine
dair bakış açısı, siyasal kültürümüzden toplumsal yaşama kadar birçok alana
sirayet etmiş, diyalog ve tartışma ortamını yok etmiş, toplumun vicdanını ve
kardeşlik duygularını yaralamış, sosyal politikaların geliştirilmesi için
harcanabilecek milyarlarca YTL’yi savaş uçaklarının yaptığı sortiler
ve attıkları bombalar için harcamıştır ve harcamaya devam etmektedir. Ülkemizin militarizasyonu kadar önemli bir sorunu da ülkemizdeki
yabancı üslerin varlığıdır. Türkiye de dâhil olmak üzere Orta Doğu’daki yabancı
üsterin varlığı bölgede yaşayan tüm halklar için bir
tehdit kaynağıdır. Avrupa’da ABD ve NATO üsleri de Orta Doğu halkları için
savaş anlamına gelmektedir. Bu üslerden bugün savaş ve yıkım çıkmaktadır. Bu
üsler, bulundukları ülkelerde çevre felaketlerine, toplumların haklarının
kısıtlanmasına neden olmakta ve bölgenin ekonomik olarak gelişmesini
engellemektedir. Türkiye kamuoyuna
da yansımış olduğu üzere, ABD’de yayımlanan The Atomic Scientists dergisi 2005
yılında ABD’nin soğuk savaş sonrasında hâlâ Avrupa topraklarında bulundurduğu
atom bombalarının dökümünü yayınlamıştır. Bu araştırmaya göre Almanya, Belçika,
İtalya, Hollanda ve İngiltere’de 390 ve İncirlik Hava Üssü’nde 90 adet B-61
tipi atom bombası bulunmaktadır. Dergide ayrıca, İncirlik’teki bombaların
40’ının kullanımının ABD tarafından Türkiye’ye bırakıldığı yazılmıştır. Sayın Başkan,
değerli milletvekilleri; Türkiye’de ve dünyada barış için mücadele edenler
1960’lardan beri bu bombaların varlığını duyurmaya ve imhalarını sağlamaya
çalışmaktadırlar. Şimdi, artık, bombaların varlığı açık bilgi hâline gelmiştir.
Haberde belirtildiği üzere, bu bombalardan 50 tanesi de ABD’nin kullanımı
altındadır ve bunların kullanılması Türkiye'nin kararına bağlı değildir. 22’nci
Dönem Millî Savunma Bakanına verilen soru önergesinin birinde ABD’nin İncirlik
Üssü’nde nükleer silah bulundurduğu yönündeki iddiaların yanıtlanması istemi
gizlilik gerekçesiyle geri çevrilmiştir. Bu atom bombalarının ülkemizdeki
varlığı gerek Türkiye gerekse Orta Doğu halkları üzerinde büyük bir tehdit
yaratmaktadır. Bu bombaların derhâl sökülmesi ve imha edilmesi gerekirken
ülkemiz yeni savaş aletlerinin, insan öldürme makinelerinin alınması için yeni
anlaşmalara imza atmaktadır. Bu anlaşmanın altına imzasını koymuş bulunan
ülkemiz, aynı zamanda Birleşmiş Milletler İnsani Gelişim Endeksi’nde Lübnan,
Kolombiya, Garanda’dan sonra doksan dördüncü sırada,
üyesi olmak üzere müzakere sürdürdüğü Avrupa Birliğine üye ülkelerin de
gerisinde yer almaktadır. Biz burada büyük
bir bütçeyle taarruz uçağı alımını tartışırken tersanelerde, maden ocaklarında,
kamyon kasalarında emekçi yurttaşlar canlarından olmaya devam etmekte, insanlar
düzenli iş bulamadığı için günlerce evine ekmek götürememektedir. Bu ülkenin yurttaşları
parası kadar sağlık hizmeti, parası kadar eğitim almakta, bebek ölümleri binde
26 civarında seyretmektedir; ki bu oran yurttaşlarına
eşit, parasız ve kaliteli sağlık hizmeti sağlayan ada ülkesi Küba’da binde 5,3
civarındadır. Türkiye’de ise sosyal güvenlik kavramı bütçede kara delik
anlayışı çerçevesinde değerlendirilmektedir. Zengin yer altı ve yer üstü
kaynaklarına rağmen, insanlarına nitelikli iş ve aş bulma olanağından mahrum
bırakılmış, tarımda ve sanayide tamamen dışarıya bağımlı hâle getirilmiş
ülkemiz için yurttaşlarının eğitimi, sağlığı ve gelişimi için harcayacağı her
bir kuruş çok değerlidir. Oysa hangi tehdit algısına göre alındığı bilinmeyen
ve bölgesel ve küresel barış politikalarına hizmet etmesi mümkün olmayan bu
savaş uçaklarının alımı ülkemiz için büyük mali yük anlamına gelmektedir. Değerli
milletvekilleri, Türkiye'nin Sağlık Bakanlığı bütçesinin 10 milyar 828 milyon
70 bin YTL, Millî Eğitim Bakanlığı bütçesinin 22 milyar 915 milyon 565 bin YTL
olduğu düşünülürse uçakların alımının yaratacağı ekonomik yük daha iyi
anlaşılır. Türk Hava Kuvvetleri hâlihazırda zaten 216 adet savaş uçağına
sahiptir. Türk Silahlı Kuvvetlerinin ihtiyaçları çerçevesinde ise son yirmi
yılda maliyeti 15 milyar doların üstünde modernizasyon ve tedarik faaliyetleri
yürütülmüştür. Yeni nesil F-35 savaş uçaklarından da 100 adet alınması
planlanıyor. Bu da gelecek on beş yılda 10,7 milyar dolarlık bir satış
anlaşması anlamına gelmektedir. Silah alımları
konusunda gündeme fazla getirilmeyen ancak çok büyük önem taşıyan bir diğer
konu da yaratılan çevre kirliliğidir. Uçakların kalkış inişleri sırasında ve
uçuş süreleri boyunca çok büyük miktarda ürettiği karbondioksit ve yaydığı
elektromanyetik dalgaların insan sağlığı ve çevre üstündeki ciddi tehlikeler
arz ettiği araştırmalarda belirtilmiştir. Sonuç olarak şunu
belirtmek isterim: Savaş, her toplum için kaçınılması gereken büyük bir
kötülüktür. İktisadi ve doğal kaynaklarımızı toplumsal gelişim ve sağlıklı
nesiller yetiştirmek için kullanmak yerine askerî harcamaların hizmetine
sunmanın bedeli insanlarımızın sağlığı ve geleceğini tehlikeye atmak olacaktır
ve bu bedel, hiçbir siyasi iktidar için altından kalkılabilir değildir. Sonuç olarak
hepinizi saygıyla selamlıyorum. (DTP sıralarından alkışlar) BAŞKAN – Teşekkür
ederim Sayın Tuncel. Hükûmet adına, Savunma
Bakanı Sayın Vecdi Gönül. Buyurun Sayın
Gönül. (AK Parti sıralarından alkışlar) MİLLÎ SAVUNMA BAKANI MEHMET VECDİ GÖNÜL (İzmir) - Sayın Başkan,
değerli milletvekilleri; Hava Kuvvetlerimizin, önümüzdeki elli yıl boyunca
muharip gücünün bel kemiğini oluşturacak olan Müşterek Taarruz Uçağı
Projesi’nde üretim ve lojistik destek evresine ilişkin uluslararası mutabakat
muhtırasının yüce Meclisimiz tarafından onaylanması vesilesiyle sizlere şahsım
ve Bakanlığım adına saygılarımı sunarak konuşmama başlamak istiyorum. Biraz evvel bu
konuda görüşlerini bildiren arkadaşlarımız çok değerli ifadelerde bulundular,
onlara da teşekkür ediyorum. Esasen, Türkiye Büyük Millet Meclisi bütün
getirdiğimiz konularda, savunma sanayisi olsun, savunmamızın geneli olsun hep
destek vermiştir. Bundan dolayı da şükranlarımı sunuyorum. Üstün teknolojik
yetenekleri ile ülkemiz savunmasına uzun yıllar hizmet edecek olan Joint Strike Fighter
uçaklarının üretimine ilişkin oluşturulan dokuz ülkeli uluslararası konsorsiyuma iştirakimiz, ülkemizi bugün itibarıyla tüm
dünyada geliştirilmekte olan en modern savaş uçağının asli ortak ülkelerinden
birisi konumuna getirmektedir. Bu anlaşmanın
özellikle 2003 yılından sonraki müzakere safhasında ilk defa Türk savunma
sanayisinin projeye katılımı son derece öncelikli bir hedef olarak ele alınmış
ve proje ömrü süresince yine ilk defa toplam 5,5 milyar dolar tutarında
sanayimizin iş payı alması temin edilmiştir. Sayın Başkan,
değerli milletvekilleri; Türkiye, bulunduğu coğrafya itibarıyla her türlü
tehdide karşı modern ve güçlü bir silahlı kuvvetlere sahip olma ve bu kuvveti
kendi kaynaklarıyla idame ettirme mecburiyetindedir. Türk Silahlı Kuvvetlerinin
modernizasyon ihtiyaçlarına baktığımızda yıllık ortalama 3-4 milyar dolarlık
bir kaynağı savunma sanayi ürünlerimize harcamamız gerektiği, bölgesinde ve
dünyada Türkiye’nin bu alanda önemli bir ölçüde yatırım yapmaya devam edecek
birkaç ülke arasında olduğunu görmekteyiz. Türk Silahlı Kuvvetlerinin
modernizasyon ihtiyaçlarını öncelikli olarak Türk Savunma Sanayii
tarafından tasarlanan ve geliştirilen ürünlerle sağlamayı hedeflediğimiz
hepinizin malumudur. Memnuniyetle ifade etmeliyim ki bu hedef son yıllarda
güçlü bir şekilde fiiliyata geçirilmiş olup başkanlığını Sayın Başbakanımızın
yaptığı Savunma Sanayii İcra Komitesinin aldığı
kararlar neticesinde 2004 yılından bu yana ilk defa toplam bedeli 3 milyar
doları aşan Yurt İçi Geliştirme Projesi Türk savunma sanayi şirketleriyle
başlatılmıştır. Yerli imkân ile
tasarım ve geliştirme faaliyetlerinin maliyete etkin olmadığı durumlarda
projelerimizi uluslararası iş birliğiyle gerçekleştirme yoluna gitmekteyiz. Nitekim, özellikle Hava Kuvvetlerimizin ihtiyacı olan
ulaştırma ve savaş uçakları tedarikinde de bu yöntem uygulanmaktadır. Türk
Savunma Sanayii A-400M ve F-35 projelerindeki
performansı ile uluslararası projelerde önemli roller alabileceğini
göstermiştir. Hazır alım çözümlerini ise son alternatif olarak ve mutlaka yerli
katkı ve offset şartlarıyla başvurulmaktadır. Alınan offset taahhütleri son dönemde çıkarttığımız bir
düzenlemeyle tamamen Savunma Sanayiine odaklanarak
uzun vadeli, nitelikli bir iş hacmi sağlanması hedeflenmiştir. Sayın Başkan,
saygıdeğer milletvekilleri; bu kapsamda 2004 yılından itibaren savunma
sanayimiz için geliştirilen ve uygulanan politikalar sayesinde ülkemiz
sanayisi, KOBİ’leri, araştırma kurumları, üniversiteleri ve bütün
yeteneklerinin değerlendirildiği Türk Silahlı Kuvvetleri ile her aşamasında
yakın iş birliği içerisinde yürütülen bu projeler sayesindedir ki önümüzdeki
yıllarda başarıyla tamamlanacak projeler gerçekleştirilmektedir. Bundan sadece
beş yıl önce 800 milyon dolar seviyesinde olan savunma sanayisi sektörümüzün
cirosu, 2007 yılı itibarıyla tarihinde ilk kez olarak 2 milyar doları aşmış,
ihracatı ise 420 milyon dolar seviyesine yükselmiştir. Sektör
performansının en önemli göstergesi olarak kabul edilen Türk Silahlı
Kuvvetlerinin ihtiyaçlarının yurt içinde karşılanma oranı 2003 yılında yüzde 25
seviyesinde iken 2007 yılı itibarıyla yüzde 41,6 olarak gerçekleşmiş olup
ulaşılan bu seviye 2011 yılında yüzde 50 olarak belirlediğimiz hedefe
ulaşılacağı yönündeki inancımızı teyit etmektedir. Sektör portföyündeki özgün ürünlerin artışıyla birlikte ihracat
alanında da şirketlerimizce çok ciddi başarılara imza atılmaya başlanmış olup
ilk defa Türk savunma sanayisi uluslararası seviyede tanınır bir sektör
konumuna gelmiş bulunmaktadır. Bu önemli
projelerden bazılarından örnek verecek olursak: ATAK Helikopteri Projesi’nin
ihale ve değerlendirme faaliyetleri tamamlanarak Eylül 2007 tarihinde
sözleşmeler imzalanmıştır ve bu helikopterdeki muhatabımız firma bir Türk
firması olan TUSAŞ’tır. Türkiye’nin ilk
millî tankının geliştirilmesi amacıyla başlatılan Millî Tank Projesi ana
yüklenici olarak seçilmiş olan OTOKAR etrafında ASELSAN ve MKE-ROKETSAN
tarafından üretilecektir. Corvet sınıfında bir
savaş gemisinin Türkiye sanayisinde şirketlerimizin geniş katılımıyla ilk defa
millî bir gemi başlanmıştır ve eylül ayında İstanbul’da denize indirilecektir.
Geminin komuta kontrol sistemi ASELSAN ve HAVELSAN tarafından
gerçekleştirilmektedir. Yirmi dört saat
havada kalabilen büyük tip insansız hava aracının TAI’de
tasarımı başlamış olup ilk uçuşunun 2009 yılında gerçekleşmesi beklenmektedir. Orta, uzun vadeli
menzil modern tanksavar füzelerin geliştirilmesi için ROKETSAN tarafından
başlatılan proje başarıyla devam etmektedir. Geniş nehir
açıklarını geçebilmek maksadıyla başlatılan Seyyar Yüzücü Hücum Köprüsü Projesi
Türkiye’de ilk defa yerli olarak yapılacaktır. Jet uçağına
yakın, akrobasi özelliği olan geliştirilmiş çift pilotlu eğitim uçağı projeleri
TAI’de tamamlanmış, uçağın hâlen rüzgâr tüneli
testleri devam etmektedir. Türk havacılığının önderlerinden merhum Vecihi Hürkuş anısına “Hürkuş” adı
verilen bu uçağın da ilk uçuşunu 2010 yılında gerçekleştirmesi ve 2012 yılında
nihai teslimata hazır gelmesi planlanmıştır. Bu uçak, 1940’lı yıllarda
kesintiye uğrayan ülkemiz havacılık sanayisinin tekrar kendi ürünleriyle
yeniden doğuşu olacaktır. Diğer taraftan,
ilk defa hava platformlarımız için millî görev bilgisayarı ve yazılımının
geliştirilmesini öngören ARGE 2004 Projesi kapsamında, ASELSAN, TAI,
TÜBİTAK-MAM tarafından bir kobra taarruz helikopterinde aviyonik
ve silah sistemleri entegrasyonu başarıyla tamamlanmış
ve atış testleri 2007 yılında gerçekleştirilmiştir. Gene ilk defa,
uzun menzilli Fırtına ve Panter Obüsü askerî fabrikalarımız, MKEK iş birliğiyle
seri üretimine alınarak, Kara Kuvvetleri Komutanlığı envanterine
sokulmuştur. Gene ilk defa,
GENESİS Projesi kapsamında savaş gemilerimiz için ilk millî komuta kontrol
sisteminin HAVELSAN tarafından iki gemimize entegrasyonu
tamamlanmıştır. Türk sanayi ürünü
ilk insansız hava aracı, 2007 yılı Aralık ayında Hava Kuvvetleri Komutanlığına
teslim edilmiş olup hâlen kullanılmaktadır. Eskişehir’de
yerleşik TEI firmamız tarafından tasarlanan turbojet
motorunun insansız bir uçak ile uçuş testleri gerçekleştirilmiş, böylece
Türkiye’de ilk defa bir jet motoru üretilmiş olmaktadır. ASELSAN
tarafından geliştirilen atış kontrol sistemleriyle modernize edilen 95 Leopar
Tankı Kara Kuvvetleri Komutanlığına teslim edilmiştir. Özel sektör
tersanelerinde tasarlanan ve inşa edilen ilk muharip askerî gemiler olan yeni
tip 16 karakol botu ve 4 adet arama kurtarma gemisinin kaynakları Sayın
Başbakanımız tarafından 3 Mayıs tarihinde yapılmıştır Ayrıca, 217 F-16
uçağımızın TAI’de modernizasyon çalışmaları başlanmış
olup devam etmektedir. İlk millî gözlem
uydumuzun tasarımına TAI ve TÜBİTAK iş birliğiyle başlanmış bulunmaktadır. Sayın Başkan,
değerli milletvekilleri; Kara Kuvvetlerimizin genel olarak araçları, elektronik
bilişim sektöründeki projelerin büyük çoğunluğu artık yurt içinde
yapılmaktadır. Bunun en güzel örneği, Türkiye’de ilk defa yapılan uzun menzilli
Kasırga Roketleri, ilk defa projelendirilen piyade tüfekleri, makineli tüfekler
ve bombaatarlardır. Sayın Başkan,
değerli milletvekilleri; sözlerime Müşterek Taarruz Uçağı Projesi’yle ilgili
hususlara değinerek devam etmek istiyorum. Sayın konuşmacılar benden evvel bu
uçağın tipleri, kabiliyetleri konusunda gerekli bilgileri verdiler, ben o
ayrıntıya girmek istemiyorum. Hava Kuvvetleri
Komutanlığımızın hâlen ana vurucu gücünü oluşturan ve en son gerçekleştirilen
sınır ötesi harekâtında da terör hedeflerini isabetle vurarak birliklerimizin
başarısına önemli katkı sağlayan F-4 ve F-16 uçaklarının bir kısmı 2010’lu
yıllardan itibaren teknolojik ve ekonomik ömürlerini doldurmaya
başlayacaklardır. Silahlı
kuvvetlerimizin hava etkinliğinde bir zafiyete yol açmamak ve bölgemizdeki
kuvvetler dengesini korumak üzere yeni nesil gelişmiş bir savaş uçağının
seçimine yönelik çalışmalar 1990’lı yılların sonunda başlamıştır. Bu doğrultuda
alınan stratejik bir kararla, Amerika Birleşik Devletleri ve İngiltere’nin
öncülüğünde yürütülen ve sonrasında İtalya, Hollanda, Danimarka, Norveç, Kanada
ve Avustralya’nın yer aldığı Müşterek Taarruz Uçağı Programı’nın Kavram
Gösterim Evresi’ne 1999 yılında katılım sağlanmıştır. Ardından başlayan ve
uçağın temel tasarım mühendislik işlerini içeren Sistem Geliştirme Evresi’nde,
11 Temmuz 2002 yılında imzalanan ve 28 Ekim 2005 tarih ve 5425 sayılı Kanun’ 25 Ocak 2007
tarihinde imzalanmış olan Mutabakat Muhtırası ve Mali Yönetim Esasları
Dokümanı, ülkeler arasında son üç yıldır devam eden kapsamlı görüşmeler sonucu
ortaya çıkmıştır. Amerika Birleşik Devletleri’nin en büyük ortak olarak yer
aldığı bu görüşmelerde diğer ülkelerle birlikte Türkiye’nin ihtiyaçlarını da
mümkün olduğunca tatmin edici şekilde karşılayacak bir anlaşmaya imza atılmış
olduğunu ifade etmek isterim. Projenin üretim
evresinde yer alacak bu dokuz ülke arasına girmenin, gerek harekât etkinliği
gerekse savunma sanayisi iş birliği alanında Türkiye’ye çok önemli avantaj ve
ayrıcalıklar getireceği değerlendirilmektedir. F-35 uçağının sahip olacağı
üstün teknoloji ve gelişmeler ve gelişmiş yetenekler sayesinde Türk Silahlı
Kuvvetlerinin hareket etkinliği ve caydırıcılığı önemli ölçüde artacak ve bugün
olduğu gibi, 2010’lu yıllardan sonra da bölge barışı için bir istikrar unsuru
olmaya, Türkiye, devam edecektir. Diğer taraftan,
proje kapsamında yerli sanayimizin en yüksek oranda iş alabilmesi, alınan bu
işlerle birlikte teknoloji ve yetenek kazanımı ve ödenecek paranın
olabildiğince büyük kısmının ülkemize geri dönüşünün sağlanmasına yönelik
faaliyetler de projeye ilk katılım sağladığımız tarihten bu yana artarak devam
etmektedir. JSF Projesi’nde
baştan itibaren ülkemiz için ortaya konan sanayi katılımı hedefi proje
maliyetinin en az yüzde 50’si oranında, şeklinde belirlenmiştir. Türk savunma
sanayi için önümüzdeki yirmi beş yıllık dönemde öngörülen sanayi katılımının
yaklaşık 5,5 milyar ABD dolarına ulaştığını konuşmamın başında ifade etmiştim.
Bu rakamın büyük bir kısmını, toplam 3 milyar dolara yakın parasal hacmiyle
uçakların orta gövdesinin üretimini ikinci kaynak olarak gerçekleştirecek olan
(TUSAŞ) Türk Havacılık ve Uzay Sanayii Firmasının iş
payı oluşturmaktadır. TUSAŞ dâhil yedi firmamızın projeden iş payı alması
kesinleşmiş olup yeni iş birliği fırsatları için de çalışmalar yoğun olarak
sürdürülmektedir. Özellikle elektronik ve yazılım gibi alanlarda sanayi
katılımımızı artırmak öncelikli hedeflerimiz arasında bulunmaktadır. Son olarak,
projeyle ilgili daha önceki görüşmelerde özellikle uçakların bağımsız hareket
yapabilmesine yönelik olarak gündeme getirilen bazı endişelere kısaca cevap vermeye
çalışacağım. Gündeme gelen
konuların başında uçağın bilgisayar yazılımına erişim gelmektedir. Bilindiği
gibi, uçağın gövde teçhizatı silah, mühimmat gibi yeni bir sistem veya millî
bir yeteneğin kazandırılabilmesi için uçağın beyni durumundaki merkezî görev
bilgisayarında çalışan yazılıma ve bu yazılıma ait kaynak kodlarına ihtiyaç
duyulmaktadır. Adı geçen merkezî görev bilgisayar yazılımı ve kaynak kodları şu
anda ABD’nin gizlilik politikaları gereği Türkiye de dâhil hiçbir ülkeye
açılmamaktadır. Ancak, ABD ile bu konuda yapılan görüşmelerde ve resmî
belgelerde Türkiye’nin uçağın yazılım kaynak kodlarına sahip olmak istediği
açık olarak belirtilmiştir. Bu ihtiyacımızın karşılanması için görüşmeler hâlen
devam etmektedir. Özellikle kesin uçak siparişi vereceğimiz 2010 yılına kadar
bu talep gündemde tutulacaktır. Silahlar
konusunda durum da şöyledir: Müşterek taarruz uçağı, hâlen mevcut ve gelecekte
geliştirilecek silah ve mühimmattı kullanabilecek şekilde tasarlanmaktadır. Şu
an için Hava Kuvvetlerimiz tarafından F-35 uçağında kullanımı planlanan silah
ve mühimmatla ilgili ABD tarafından getirilen herhangi bir kısıtlama
bulunmamaktadır. Diğer taraftan,
yerli sanayi kuruluşları tarafından özgün olarak geliştirilmekte olan bazı
silah ve mühimmatların F-35 uçakları tarafından kullanılabilmesi için gerekli
tasarım değişikliği ve entegrasyon faaliyetlerine
Savunma Sanayii Müsteşarlığı koordinasyonunda
başlanmıştır. Bu amaçla ABD Hükûmeti ve Lockheed Martin firması nezdinde görüşmelerimiz devam
etmektedir. Müşterek Taarruz Uçağı Projesi’yle tüm dünya üzerinde uçacak F-35
uçaklarının lojistik desteği, Lockheed Martin firması
tarafından kurgulanmakta olan küresel destek sistemi çerçevesinde tek kanaldan
yürütülecektir. Bu sistem, F-35 sahibi ülkelerdeki lojistik yeteneklerden bir
ikmal zinciri yapısıyla faydalanılmasını öngörmektedir. Amaç, kaynakların en
verimli şekilde kullanılması sayesinde idame, işletme maliyetini düşürmektir.
Küresel destek sistemine Türkiye’deki sivil ve askerî kuruluşlar bünyesindeki
yeteneklerin de dâhil edilmesi, hem dışa bağımlılığın azaltılmasını hem de Türk
sanayisinde geri dönüşün artırılmasıyla mümkün olacaktır. Sayın Başkan,
müsaadenizle, konuşmalar sırasında ileri sürülen bazı fikirlere temas etmek
istiyorum. Geçen toplantıda MHP Milletvekili Sayın Kürşat Atılgan tarafından
“Bu proje SHP ve OYTEP’te yer almıyor mu?” diye bir
soru soruldu. SHP ve OYTEP’te de yer alıyor. 10
milyar 413 milyon dolar hazineden onaylı, 600 milyon dolar da Savunma Sanayii Fonu’ndan olmak üzere parası da planlanmış
bulunmaktadır. Bu para, esas itibarıyla, on yıl içerisinde ödenecektir, yani
hemen, sipariş yapıldığında ödenecek değildir. Sayın Elekdağ’ın bazı soruları var. Önce, Eurofighter’la
ilgili verdiği bilgiler doğru. Bir şey daha ilave etmek istiyorum buna: Eurofighter almamamızın sebeplerinden biri de European Defense Agency’e bizi üye yapmamalarıdır. Bunu, çok açıkça söyledik
kendilerine. Burası, bildiğiniz gibi, bizim A-400M büyük uçakları vaktiyle
beraber ürettiğimiz müşterek bir çalışmanın yeni hüviyetidir. Burada yeni
projeler geliştirilmektedir Avrupa Birliği tarafından. Buraya üye olmadığımız
sürece, ne Eurofighter ne Eurocopter
almayacağımızı açıkça kendilerine söyledik, ki bize
muhalefet eden bir Avrupa üyesi ülkesinin durumunu da kendileri tezekkür
etsinler. Yazılımla ilgili AWACS’ta herhangi bir operasyonel
kısıtlama yoktur. Projede bir gecikme olmuştur ama bundan bağımsız bir
gecikmedir. Yine F-16
projelerinde yazılım konularında eskiden access’i
sağlanmıştı, şimdikisinde de gene access derecesi
müzakere edilmektedir. Netice itibarıyla, bu uçakların kullanım yeri, hareket mahalli,
silah kullanımı konusunda, yazılımda herhangi bir sınırlama olmamaktadır ancak
şunu ifade etmeliyim: Hep “yazılım” diyoruz ama biz, görev bilgisayarını ancak
geçen sene yapabildik, geçen sene test edebildik ve Sayın Elekdağ’ın
da ifade ettiği gibi bunu elde edebildiğimiz için, “ATAK helikopterlerinde
yerli görev bilgisayarı kullanacağız.” dediğimiz için, Bell
ve Boeing şirketleri ATAK helikopteri ihalelerine
giremediler, o da kendi kararlarından değil Kongre kararlarından dolayı. Bu sebeple, millî
görev bilgisayarı ile ancak ulaşılmış bir teknolojik seviyede yazılım
meselesini zaman içerisinde çözmenin daha uygun olacağını düşünüyoruz, çünkü
aynı tecrübeyi biz, F-16’larda da yaşamıştık. F-16’ların da başlangıcında
yazılımla ilgili -access- erişim verilmemişti. Ama
bugün elimizdeki F-16’lara erişimimiz tamdır. İleride bunun da hallolacağını
düşünüyoruz. Bunun mücadelesi elbette verilecektir. Yoksa,
burada, Sayın Elekdağ’dan, Sayın Akman’dan
ve Sayın Atılgan’dan farklı düşünmüyoruz. Bu erişimin mutlaka en iyi şekilde… (Mikrofon
otomatik cihaz tarafından kapatıldı) BAŞKAN – Sayın
Bakan, bir dakika ek süre veriyorum, tamamlayın lütfen. MİLLÎ SAVUNMA
BAKANI MEHMET VECDİ GÖNÜL (Devamla) – Peki, teşekkür ederim Sayın Başkan. Şunu
komisyonlarda da arz etmiştim, şimdi de vurgulamak istiyorum: Bu, en ileri
teknolojinin uygulanacağı bir uçaktır. Bu teknolojinin içinde olmak bile büyük
mazhariyettir. Bu teknolojinin içinde olabildiğimiz kadar olmamız gerekir.
Bildiğiniz gibi, askerî teknolojiler en ileri teknolojilerdir, burada
yerleştikten sonra sivile intikal eder. Buna erişememiş ülkeler, ki dokuz ülkeden biri olmak… Doğrusu bunun kararı
bizden önce verilmiş. Zaten bu kanun da yeni çıkmıyor. Biraz evvel arz ettiğim
gibi, 2005 yılında sizler uygun görmüşsünüz ve bize “devam” demişsiniz. Ben bu mücadelede
hep beraber, muhalefetiyle iktidarıyla, millî menfaatlerimizin gereğinin
yapılacağına inanıyor, vereceğiniz destekten dolayı şimdiden teşekkür ediyor,
saygılar sunuyorum. (AK Parti sıralarından alkışlar) BAŞKAN – Teşekkür
ederim Sayın Bakan. Şahıslar adına
ilk söz Van Milletvekili Sayın Gülşen Orhan’a aittir. Sayın Orhan… Yok. İkinci söz
talebi, Bursa Milletvekili Sayın Mehmet Emin Tutan… Yok. Kanun tasarısı
üzerinde soru-cevap faslına geçiyoruz. Sayın İnan… MÜMİN İNAN
(Niğde) – Sayın Başkanım, sizlerin aracılığıyla Sayın Bakanıma sormak
istiyorum. Kanunun,
öncelikle milletimize hayırlı ve uğurlu olmasını temenni ederken, Niğde Bor’da,
Türk Silahlı Kuvvetleri için yıllardan beri değişik silah ve malzemeler üreten
Bor Silah Fabrikasının kapatılacağına dair yaygın bir söylenti var. Bu konuda
gerçekten böyle bir çalışma var mı? Eğer varsa sebeplerini, yoksa da Sayın
Bakanımdan böyle bir cevabı bekliyorum. Teşekkür ediyorum
efendim. BAŞKAN – Sayın Tankut… YILMAZ TANKUT
(Adana) – Sayın Başkanım, teşekkür ediyorum. Sayın Bakanım az
önce yazılım konusundaki bir suale cevap verirken, “Erişim, yani access’lerine bir sınırlama yok…” Yani, bunu demek
isterken, yazılım kaynak kodları açık bir şekilde mi sizlere verilmektedir? Diğer bir sualim
de, bu yazılımları geliştirirken, kodlama yaparken hangi işletim sistemini
kullanmaktasınız? Yani, güncel olan Windows veya değişik versiyonlarını
mı kullanıyorsunuz? Yoksa, Alman Savunma Bakanlığının
izin vermediği gibi, kendimize has bir işletim sistemi, değişik bir platform
kullanıyor musunuz güvenlik açısından? Bunları öğrenmek istiyorum. Teşekkür
ediyorum. BAŞKAN – Sayın
Sipahi… KAMİL ERDAL SİPAHİ
(İzmir) – Sayın Bakanım, ben iki konuda soru yönelteceğim size. Bir tanesi, daha
önce bir yazılı soru önergesi iletmiştim, yazılı cevabı gelmişti ancak aradan
aylar geçti ve pek tatmin edici de değildi. Bu M-60 A1 tank modernizasyonunun
son durumu nedir? Çoktan envantere girmiş olması
gerekirdi M-60 A1 Modernizasyon Projesi’nin efendim. İkinci konu da:
Bu insansız hava araçlarında, malum, birkaç sistem İsrail’den kiralanmıştı,
yeni bir kiralama cihetine gidildiği basında yer aldı. Ancak kiralama ücretinin
çok yüksek olduğu ve neredeyse satın alınma fiyatına denk geldiği, buna
karşılık 2009’a kadar bunu Türkiye’ye veremeyecek olan İsrail firmasının yarı
fiyata Hindistan’a sattığına dair gene bir basın bilgisi var. Bu iki konuda
bilgi istirham edeceğim. Teşekkür ederim. BAŞKAN – Sayın Elekdağ… ŞÜKRÜ MUSTAFA
ELEKDAĞ (İstanbul) – Efendim, teşekkür ediyorum. Efendim, ben
Sayın Bakana çok teşekkür ediyorum yapmış olduğu ayrıntılı konuşma dolayısıyla.
Birçok hususa da açıklık getirdi. Fakat Sayın Bakan, maalesef, sorularımıza tam
açık cevaplar vermedi. Çünkü biz kendilerinden şu hususları açıklamasını
istirham ettik: Türkiye, F-35 uçaklarını kendi operasyonel
ihtiyaçlarına uydurabilmek için, F-35’lerin yazılım kodlarını elde edebilecek
mi? Elde edebilecek mi? Bu son derece önemli bir konu, bu millî bir konu
efendim. İkincisi de eğer
Türkiye bu kodları elde edemeyecekse o zaman Türkiye millî stratejik misyonlarını gerçekleştirmesinde F-35’lerin etkinliği ne
olacaktır? Yani, bu, acaba İngiliz uçaklarının Falkland’da
yapmış oldukları görev durumunda bir görev mi olacaktır? Devamlı olarak
tehlikelerle karşı karşıya kalan ve misyonunu
gerçekleştirmeyen. Sorun şudur
değerli arkadaşlarım: Her uçağın üzerinde bir standart yazılım vardır, bir
standart kaynak kodu vardır. Mesele, bunun dışında görev misyonuna
uygun yazılım koduna sahip olmaktır. Siz eğer görev misyonuna
uygun yazılım koduna sahip olamazsanız, o uçak -biraz önce izah ettiğim gibi-
tamamen iki ses hızının üstünde uçan yüksek performanslı bir soba borusu olacaktır,
mesele bu, mesele bu. Biz bu konuları daha önce yaşadık. Bu konuları burada…
Tabiatıyla hepimiz burada, Türk Silahlı Kuvvetlerinin, Türk Hava Kuvvetlerinin
özellikle, en modern imkânlarla mücehhez olmasını istiyoruz. Çünkü,
modern stratejide, modern dünyada, bilhassa hava kuvvetlerinin son derece büyük
kıvraklığa, elastikiyete sahip olması dolayısıyla millî görevlerin, millî
stratejilerin uygulanmasında çok büyük bir fonksiyonu olduğunu biliyoruz. Bunu
istiyoruz, bunu arzu ediyoruz. Ama 11 milyarı buraya biz bağlıyoruz. Evet,
görüyorum, aynı zamanda Türkiye’deki birçok millî kuruluşumuz da bundan sipariş
alacak. Bundan mutluyuz. Fakat onun dışında bu uçaklar acaba millî stratejik
görevleri yapmak için gerekli imkâna sahip olabilecekler mi? Bu imkâna sahip
olmaları için kaynak kodlarını elde etmemiz lazım. Bu kodları Amerika vermiyor.
Bunu 1 kere değil, 4 kere gördük, 1 kere görsek anlarım. F-16’larda gördük,
savaş helikopterlerinde gördük, onun arkasından diğer, aynı zamanda şu veya bu
şekilde Boeing’lerin, AWACS’ların
elde edilmesinde de benzer sorunlarla karşılaştık ve en son, unutmayalım en son
F-16 Blok-50’lerin alınmasında gördük. F-16 Blok-50’lerin alınmasında kaynak
kodlarına sahip olmak için Millî Savunma Bakanlığı ve aynı zamanda özellikle -bunu
çok yakından biliyorum, söyleyebilirim- Savunma Sanayii
Müsteşarlığımız çok büyük bir direnç gösterdi. Fakat,
maalesef en sonunda alınmak durumunda kaldı. Şimdi bütün bunları biliyoruz.
Bütün bunları bildiğimize göre ve bütün bunlar bizim zihnimizde taze olduğuna
göre, bunu kabul etmeden önce, Sayın Bakanımızın bu arz etmiş olduğum, sormuş
olduğum iki soruyu muhakkak yanıtlaması lazım. Bunu yanıtlamadan biz vicdan
huzuruyla buna “evet” diyemeyiz. Teşekkür ediyorum
Sayın Bakanım, sizden ilave izahat bekliyoruz. BAŞKAN – Sayın
Bakanım… MİLLÎ SAVUNMA
BAKANI MEHMET VECDİ GÖNÜL (İzmir) – Sayın Başkan, teşekkür ediyorum. Önce Niğde
Bor’daki fabrikanın kapatılması keyfiyeti... Doğrusu silahlı kuvvetler daha
önce kendi ihtiyacını kendi fabrikalarından karşılıyordu. Şimdi, özel sektörün
teknolojik gelişmesi ve kalite itibarıyla silahlı kuvvetlerin ihtiyacını
karşılayacak seviyeye yükselmesi sebebiyle, artık, pek çok malzeme özel sektöre
ihale yoluyla yaptırılmakta, daha etkin ve verimli bir yol seçilmektedir. Bu
sebeple fabrikalar arasında verimlilik, etkinlik ve ekonomi konusunda
araştırmalar yapılmış ve bu arada Niğde Bor fabrikası da üç sene evvel
bahsedildiği şekilde bir akıbete götürülmesi düşünülmüştür. Ancak bunun sosyal
bir hadise hâline gelmemesi için zamana yayılması ve o şekilde çözülmesi
kararlaştırılmıştır. Kaynak kodları…
Sayın Tankut ile Sayın Elekdağ
beraber şey yapıyorlar. Önce, müsaade ederseniz, Sayın Sipahi’nin sorusuna
cevap vereyim. M-60 modernizasyonları devam etmektedir. Bildiğiniz gibi ilk prototip İsrail’de yapıldı. İsrail’de yapılan bu prototipin denemeleri önce İsrail’de yapıldı. Sonra
Türkiye’nin en sert şartlarında denendikten sonra üretime geçildi. Üretim
Kayseri’de, ayrıca Makine Kimyada, ayrıca Sakarya’da ayrı ayrı
bölümler hâlinde yapılmaktadır. Son baktığımda yirmi sekiz tank teslim
edilmişti. Tankların modernizasyonu ve teslimi devam etmektedir silahlı
kuvvetlere. Sayın Tankut’un ve Sayın Elekdağ’ın kod
konusundaki sorusuna müşterek cevap vereyim. Her şeyden evvel, buradaki kullanılan
kodlar, buradaki bilgisayar sistemleri piyasadaki bilgisayar sistemleri
değildir. Özel bir program ve özel bir bilgisayar sistemi uygulanmaktadır.
Ayrıca, burada muhatabımız her ne kadar Lockheed
Martin firması olsa da, asıl yetki Kongrededir. Firmaları bağlayan kuralları
Kongre koymaktadır. Nitekim, F-16’larla ilgili belli
bir yere getirdiğimiz mücadelede de Sayın Rumsfeld’in
yardımını almakla ulaşabildiğimiz bir mücadele olmuştur. Yoksa,
firmanın bizim taleplerimizi yerine getirmesi mümkün değildi. Şimdi, Sayın Elekdağ’ın iki sorusuna net cevap vereyim: Şu anda
müzakereler devam ediyor, 2010’a kadar da devam edecektir. Burada bir mücadele
vardır. Ne kadar teknoloji transfer edebilirsek, o kadar teknolojiyi transfer
etmenin yolunda olacağız. Bunu hem özel sektörümüze mal etmek için hem kendi
vakıf fabrikalarımıza mal etmek için hem de askerî kazanımlarımız için... Ancak
şurası muhakkak ki, görev misyonu dediğiniz zaman,
NATO ülkeleriyle bir çatışma hâlini hep öne getiriyorsunuz. Bunun dışında
savunma endişelerimiz yok mu bizim? Bu savunma endişelerimizin tamamını
karşılayacak bir görev misyonu bu uçakların
bilgisayarlarına yüklenmiştir. Yani özel olarak düzenlenmiş bir bilgisayarda
Türkiye’nin ihtiyaçlarını karşılayacak her türlü misyon,
her türlü görev, bu uçaklara verilebilecek seviyededir. Sizin bahsettiğiniz,
NATO uçaklarını elbette dost uçağı olarak algılayacaktır. Bu bilgisayar böyle
programlanmaktadır. Bundan da tabii bir şey yoktur çünkü nasıl benim uçağım
Amerikan uçağını dost kabul ediyorsa, Amerikan uçağı da benim uçağımı dost
kabul edecektir. Binaenaleyh, millî görev misyonlarımız
itibarıyla herhangi bir endişeye mahal yoktur. Arz ederim. FERİT MEVLÜT
ASLANOĞLU (Malatya) – O zaman anlaşmayı sonra yapalım Sayın Bakanım, şimdi niye
anlaşma yapıyoruz? BAŞKAN – Buyurun
Sayın Elekdağ. ŞÜKRÜ MUSTAFA
ELEKDAĞ (İstanbul) – Efendim, Sayın Bakana tekrar teşekkür ediyorum. Sayın Bakan,
tabiatıyla dünya değişiyor ve bugün, Türk Hava Kuvvetlerinin ve Türk Silahlı
Kuvvetlerinin misyonu sadece NATO misyonlarından
ibaret değildir. NATO misyonları Türk Silahlı
Kuvvetlerinin misyonlarının bir parçasıdır. Biz, şimdi, bugünkü dünyada, Orta
Doğu’ya bakışımızda, bu dünya çevresine bakışımızda Türkiye’nin görüşleri
Amerikan stratejisiyle tam anlamıyla üst üste örtüşmemektedir. Bunlar çok
değişik hususlardır. Bunları yakın zamanda da gördük. Yani o bakımdan
Türkiye’nin çok değişik misyonları vardır. Ona göre
Türkiye’nin uçaklarındaki görev meselesi de, görev tanımı meselesi de ona göre
ayarlanmak durumundadır. Eğer, biz sadece Türk Silahlı Kuvvetlerinin
görevlerini NATO çerçevesinde bırakırsak millî stratejimizi uygulayamayız Sayın
Bakanım. Uygulayamayız, yerine getiremeyiz. Türkiye bugün yepyeni tehditlerle
karşı karşıyadır. Binaenaleyh Türkiye’nin bu yeni tehditlere karşı stratejileri
ve görev misyonları ortaya çıkarılmıştır, bunlar
yapılmıştır, bunlar vardır, Genelkurmay Başkanlığınca ve Millî Savunma
Bakanlığınca yapılmıştır. Fakat bu sistemler, bize verilen standart sistemler
bu görevlerin yapılmasına imkân vermiyor Sayın Bakanım, mesele budur. Ben, şimdi,
birtakım ülkelerin adlarını açıkça burada zikretmeyeceğim ve söylemeyeceğim
tabiatıyla. Bunun o kadar isabetli olmadığı kanısındayım. Fakat zatıaliniz, yanınızdaki arkadaşlarınız ve bütün askerlerimiz
ne demek istediğimi çok iyi biliyorlar. Bize verilen standart misyonlarına ve uçaklarımız sadece bu standart misyonlara
göre hazırlanmış olan kaynak kodlarla görevlerini yapamazlar Sayın Bakanım,
mesele budur. Teşekkür
ediyorum. BAŞKAN – Sayın Tankut… YILMAZ TANKUT (Adana)
– Sayın Başkanım, teşekkür ediyorum. Sayın Elekdağ’ın da ifade ettiği gibi,
bu kaynak kodları, Sayın Bakanım, bize diğer ülkeler tarafından hazır olarak
sunulup, o kaynak kodlarına sadece, birtakım, kendimize has değişikliklerin
yapılması amacıyla mı verilmektedir yoksa bu kaynak kodlarından elde ettiğimiz
ara yüzler, programlar tamamen kendimize ait, kendimizin mühendisleri
tarafından mı geliştirilmektedir bunu öğrenmek istiyorum. Bir de bu kaynak kodlarından elde edilen ara yüzlerin hangi
işletim sisteminde çalıştığını soruyorum yani bize sağlanan yabancı işletim
sistemleri üzerinde mi çalışıyor yoksa uluslararası, herkesin, açık kaynak
kodunu geliştirdiği bir işletim sistemi üzerinde mi yoksa kapalı işletim
sistemleri üzerinde mi çalışmaktadır veya TÜBİTAK’la bu konuda herhangi bir iş
birliğine girilmiş midir? Sadece savunma
uçakları için de sormuyorum. Yine,
Bakanlığınız bünyesinde diğer yazılımların çalıştığı işletim sistemlerini de
merak ediyoruz. Bugün TÜBİTAK “Pardus” isimli bir
işletim sistemi geliştirdiğini ifade ediyor. Acaba Bakanlık olarak bundan
istifade etmeyi de düşünüyor musunuz? Teşekkür
ediyorum. BAŞKAN – Sayın
Bakan… MİLLÎ SAVUNMA
BAKANI MEHMET VECDİ GÖNÜL (İzmir) – Sayın Başkan, teşekkür ederim. Herhâlde Sayın Elekdağ’la bir anlaşmazlığımız oldu. Belki ifademde yanlış
anlaşma çıktı. Bu uçaklar yalnız NATO misyonlarında
kullanılacak falan demedim. Böyle bir şey yok. Elbette millî misyonlarda
kullanılacak. Elbette bunun kararını Türkiye Büyük Millet Meclisi verecek, Hükûmet uygulayacak. Şimdi, kesin olan
şudur: Harekât sahamızda tahdit yoktur. Kullanılacak
silahlarda bir tahdit yoktur. Ha, ama,
siz diyorsanız ki, bilgisayarı değiştirelim de Amerikan uçaklarını da düşman
olarak tanısın. Bu imkân şu anda elimizde yoktur. Bunu söylemek istiyorum. Şimdi, bu
uçakların alımıyla ilgili karar 1990’larda verilmiş. Ayrıca, Türkiye Büyük
Millet Meclisi 28 Ekim 2005 tarihinde de 5425 sayılı Karar’la bir başka evreye
getirmiş. Şimdi yeniden bir başka evrenin kararı veriliyor. Sipariş 2010’da
yapılacak. O zaman kim bilir hangi hükûmet olacak,
hangi bakan olacak ve o zaman da o karar o şekilde verilecek. Binaenaleyh, bir
arkadaşımız, sayın arkadaşımız dedi ki: “O hâlde 2010’a kadar kanunu
çıkartmayalım.” O zaman bu evreyi kaybederiz ve bu projenin dışında kalırız. Bu
projenin dışında kalmamız sorumluluğunu ben taşıyamam ama sizler nasıl takdir
ederseniz. İşletimle ilgili,
ben, size daha teknik bilgileri yazılı olarak vereyim çünkü burada, gerçekten, source code’lar, yazılım
yüzeyleri… Şimdi, mesela bizim Bakanlıkta da Pardus
uygulanıyor ama ben size yanlış bir şey ifade etmiş olmayayım, yazılı olarak
size daha teferruatlı bilgiyi verelim. Bunu… Zaten source
code’la işletim sistemi arasında çok bir şey yok. O
ayrı bir şey, bu ayrı bir şey. Teşekkür ediyorum
Sayın Başkan. BAŞKAN – Teşekkür
ederim. Tasarının tümü
üzerindeki görüşmeler tamamlanmıştır. Maddelerine
geçilmesini oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler… Kabul etmeyenler… Kabul
edilmiştir. 1’inci maddeyi
okutuyorum: MÜŞTEREK
TAARRUZ UÇAĞININ ÜRETİMİ, DESTEKLENMESİ VE SÜREKLİ İYİLEŞTİRİLMESİNE İLİŞKİN
MUTABAKAT MUHTIRASI VE BUNA DAİR MALİ YÖNETİM ESASLARI DOKÜMANININ
ONAYLANMASININ UYGUN BULUNDUĞU HAKKINDA KANUN TASARISI MADDE 1- (1) Türkiye, Amerika Birleşik Devletleri, İngiltere,
İtalya, Hollanda, Kanada, Avustralya, Norveç ve Danimarka’nın katılımıyla
sürdürülmekte olan Müşterek Taarruz Uçağı Programı çerçevesinde Türkiye
Cumhuriyeti adına 25 Ocak 2007 tarihinde imzalanan Müşterek Taarruz Uçağı’nın
Üretimi, Desteklenmesi ve Sürekli İyileştirilmesine İlişkin Mutabakat Muhtırası
ve buna dair Mali Yönetim Esasları Dokümanı’nın onaylanması uygun bulunmuştur. BAŞKAN – Madde
üzerinde gruplar adına söz talepleri vardır. İlk söz
Cumhuriyet Halk Partisi Grubu adına Bursa Milletvekili Sayın Onur Öymen’e aittir. Buyurun Sayın Öymen. (CHP sıralarından alkışlar) CHP GRUBU ADINA
ONUR ÖYMEN (Bursa) – Sayın Başkan, çok değerli arkadaşlar; gündemimizde olan
F-35 uçaklarının alımı projesiyle ilgili olarak şimdiye kadar yapılan
görüşmeleri, Sayın Bakanın verdiği bilgileri dikkatle dinledik. İtiraf etmem
gerekir ki aklımızdaki bütün soruların cevabını alabilmiş değiliz. Ülkemize
yaklaşık 11 milyar dolara mal olacak olan, ondan da önemlisi ülkemizin
güvenliğini çok yakından ilgilendiren bir konuda yüce Meclisin karar verirken
aklında cevaplanmamış hiçbir sorunun kalmaması gerekiyor. Şimdi, 1’inci
maddeden bahsediyoruz. 1’inci madde ne diyor? “Türkiye,
Amerika Birleşik Devletleri, İngiltere, İtalya, Hollanda, Kanada, Avustralya,
Norveç ve Danimarka’nın katılımıyla yürütülen bir proje.” Hangi ülkeler
yok bu projede? Almanya yok. Acaba niçin yok? Fransa yok. Niçin Fransa yok bu
projede? Yunanistan yok. Niçin Yunanistan yok? İspanya yok. Niçin İspanya yok?
Bu soruların cevabını biz öğrenmek istiyoruz. “Efendim,
dünyanın en iyi uçağı budur.” denildiği zaman, acaba bu saydığım ülkeler
dünyanın en iyi uçağını alma yoluna niçin gitmiyorlar? Bu soruyu bizim kendi
kendimize iyi sormamız lazım. Bizim batımızda üç tane komşumuz var; Yunanistan,
Bulgaristan, Romanya. Bu üç komşumuzdan hiçbiri bu uçağı alma noktasında değil
bizdeki bilgiye göre. Yunanistan’ın, tam tersine, Avrupa Birliği çerçevesinde
geliştirilen Eurofighter uçağından altmış tane almaya
niyetli olduğunu biliyoruz. Aynı şekilde Bulgaristan’ın ve Romanya’nın da o
uçaklardan almaya niyetli olduğunu biliyoruz. NATO’dan
bahsedildi. Gayet tabii ki NATO Türkiye için çok önemlidir. Ama,
NATO müttefiklerimizden bizim komşumuz olanlar arasında Türkiye’den başka bu
uçağa sahip olacak kimse olmayacak. Acaba neden? Şimdi yazılım
konusundan bahsedildi. Komisyonda da görüşmüştük, biraz önce Sayın Elekdağ da açıkladı bu konudaki duyarlılığımızı. Değerli
arkadaşlar, bu o kadar önemli bir konudur ki, İngiltere sırf yazılım konusunda
istediğini alamadığı için 2006 yılının Aralık ayında bu projeden çekilmeye
karar vermiştir. İngiltere Savunma Bakanı Drayson bu
konudaki İngiltere’nin hassasiyetini kamuoyuna açıklamıştır o tarihte. Sonra ne
oldu? Sonra şu oldu: Bizzat Başkan Bush ile o zamanki İngiltere Başbakanı Tony Blair buluştular, konuştular
ve anlaşmaya vardılar. İngiltere’nin devam etmesi bu şekilde oldu. Ama bununla
yetinmiyor İngiltere. İngiltere bütün kaderini bu projeye bağlamıyor, aynı
zamanda Eurofighter’a da giriyor, Eurofighter
uçaklarını da alıyor. Orada, bizim anlayışımıza göre, İngiltere istediği bütün
yazılımları elde edebilecektir Avrupa projesinde. İtalya? İtalya
da öyle. İtalya da hem Amerika’dan bu uçakları alacak, aynı zamanda da Eurofighter sistemine girecek. Şimdi, biz niye Eurofighter sistemine girmiyoruz? Veya en azından bu
uçakları alacaksak, niye bir de ayrıca bütün yazılım olanaklarına sahip olacak Eurofighter uçaklarından da ihtiyacımızın bir bölümünü
karşılamıyoruz? Sayın Bakanın buna verdiği bir tek izahat var: Bizi Avrupa
Silahlanma Ajansına sokmuyorlar da onun için. Doğru cevap şuydu: “Biz Avrupa
Silahlanma Ajansına üyeydik. Bizi oradan çıkarttılar, onun için.” demek
istiyor. Niçin çıkarttılar? Soru budur. Ne zaman çıkarttılar? Üzülerek
söylüyorum bu Hükûmet zamanında. Çünkü daha önce
Avrupa Silahlanma Ajansı Batı Avrupa Birliğine bağlıydı ve Batı Avrupa
Birliğine bağlı olduğu dönemde Türkiye bu ajansın içindeydi, bütün
faaliyetlerine katılıyordu. Ama, bu ajans, Avrupa
Birliğine devredildiği anda, biz bu sıkıntıyla karşılaşmamak için tam üç yıl
mücadele ettik. Üç yıl mücadele ettik ve 1999 Washington Zirvesi’nde hüküm
koydurduk “Türkiye’nin bu konudaki hakları Batı Avrupa Birliğinde elde ettiği
hakların üzerine bina edilecektir.” diye yani daha aşağı olmayacak, daha yukarı
olacak. Ne yazık ki bu üç yıllık mücadeleden sonra vardığımız uzlaşmanın
sonuçlarından biri de Türkiye’nin Avrupa Silahlanma Ajansından çıkartılması
oldu. Bunu biz de büyük bir üzüntüyle karşılıyoruz. Değerli
arkadaşlar, bu çok önemlidir. Türkiye dünyanın en büyük askerî güçlerinden
biridir, NATO’nun ikinci en büyük askerî gücüdür. Bir askerî güce sahip olmak,
sadece silah sistemlerine sahip olmak demek değildir. O silahları kullanma
hakkına da sahip olacaksınız. Geçmişte bizim çok acı tecrübelerimiz var. Bunu
biliyorsunuz, bir kere daha hatırlatmak istemiyorum, sadece kısaca değineyim. Biz Kıbrıs Harekatını yaptığımız için Amerikan Kongresi bize askerî
ambargo uyguladı. Aldığımız, parasını ödediğimiz silahların yedek parçasını
vermediler. Bizim uçabilen uçaklarımız fırlatma iskemlesi olmadan uçtu.
Uçaklarımız düştü, pilotlarımız kurtulamadı, şehit verdik biz bu yüzden. Niçin?
Çünkü, Türkiye’ye baskı olsun diye askerî ambargo
uyguluyor, bize elimizdeki silahları kullandırmıyor. Almanya’dan bazı
askerî teçhizat aldık, zırhlı personel taşıyıcıları filan. Türkiye Güneydoğu’da
bunları PKK’ya karşı, teröre karşı kullanıyor diye, bir NATO müttefikimiz olan
Almanya Türkiye’ye ambargo uyguladı. İnanılır şey değil. Üç kere uyguladı
1990’lı yılların başında. Niçin? Diyorlar ki: “Biz size bir silah verirsek, onu
sadece bizim istediğimiz amaçla kullanabilirsiniz, başka hiçbir amaçla
kullanamazsınız. Yaptığınız icraat, askerî harekât bizim menfaatimize
uymuyorsa, bizim direktifimize uymuyorsa, o zaman bu silah sistemlerini
uygulamanıza izin vermeyiz.” Bu işin doğrusu budur, açıkça ifade etmemiz
gereken husus budur. “Efendim, NATO ülkelerine karşı gayet tabii ki böyle
tedbir alamayız.” buyuruyor Sayın Bakan. Kendisine şunu hatırlatmak isterim:
Geçmiş dönemde, yakın geçmişimizde Türkiye sadece bir ülkeyle gerçek bir askerî
çatışma riskiyle karşı karşıya gelmiştir. Maalesef o ülke bir NATO ülkesidir.
Türkiye sadece bir ülkeyle hava kuvvetlerinde çok ciddi gerginlikler
yaşamıştır, “dog fight”
denilen durumları yaşamıştır, o ülke bir NATO ülkesidir. O bakımdan, böyle, NATO
ülkeleriyle ilgili ileride de hiçbir sorunumuz olmaz diye içimiz rahat edemez. Değerli
arkadaşlarım, bu konuları zannediyorum ki daha fazla konuşmamız gerekecek.
“Efendim, biz bir kere burada karar verdik veya vaktiyle karar vermiştik, artık
hiçbir hareket imkânımız yoktur.” demek yanlış. Bakıyoruz, gerek F-35
Projesi’nde olsun gerek Eurofighter Projesi’nde
olsun, bu projelere katılan ülkeler zaman içinde tutumlarını
değiştirebiliyorlar; projeden çıkıyor, almayı taahhüt ettiği uçak sayısını
azaltıyor veya katılım biçimini değiştiriyor vesaire vesaire.
Şimdi, bizim o bakımdan hareket marjımızı açık
tutmamız lazım. Bu proje bu Hükûmetin ömrünü aşacak bir projedir. O bakımdan, gelecek hükûmetleri, gelecek dönemleri, gelecek kuşakları bağlayıcı
kararlar alırken çok dikkatli olmak zorundayız. Bu yazılım o kadar önemlidir ki
değerli arkadaşlarım, bir F-35 uçağında tam 15 milyon kodlu bağlantı vardır. Bu
kadar hassastır. Şimdi, siz elinizdeki uçakları millî çıkarlarınızın, millî
hedeflerinizin gerektirdiği doğrultuda kullanamayacaksanız, sınırlamalar
gelecekse, bu sizin caydırıcılığınızı etkiler. Yani başkaları size, ne yapacak,
siz ne kadar yapacaksınız, nerede yapacaksınız söyleyecekler, siz de ona göre
hareket edeceksiniz, bunun için de 11 milyar dolar harcayacaksınız. İşte burada dikkatli olmak lazım, iyi düşünmek lazım. Bizim Hükûmete tavsiyemiz şudur: Lütfen, bu konuyu en üst
düzeyde, bizzat Başbakan düzeyinde Amerika Başkanıyla görüşünüz -aynen
İngiltere’nin yaptığı gibi- ve çözüme bağlayınız. Ben size şunu soruyorum: Öyle
bir izlenim aldım ki Sayın Bakanın konuşmasından burada, sanki,
efendim, Amerika bütün ülkelere bu konuda eşit davranıyor. Öyle mi? Bir kere
daha soruyorum: Öyle mi? Yani, şu anda, yazılım konusunda Amerika bütün
ülkelere eşit davranıyor mu, davranmıyor mu? Ve size açıkça söylüyorum, Sayın
Bakan çıksın burada desin ki “Amerika İngiltere’ye verdiği yazılım haklarını
aynen Türkiye’ye vermeyi kabul etmiştir.” Cumhuriyet Halk Partisi Grubu olumlu
oy verecektir. Bunu söyleyebiliyor musunuz? (CHP sıralarından alkışlar) Eğer
bunu söyleyemiyorsak, o zaman ihtiyatlı olmakta hakkımız var. Lütfen, en
azından, hiçbir şey yapamıyorsak, İngiltere’nin aldığı hakları kullanalım, biz
de o haklara sahip olalım. Değerli
arkadaşlar, konuştuğumuz konu çok ciddi bir konudur, yani böyle geçiştirilecek
teknik bir konudan ibaret değildir, çok ciddi bir konudur. Onun için, benim Hükûmetten özel olarak ricam, bu konuyu mümkün olduğu kadar
en üst düzeye çıkartmasıdır ve bizzat Amerika Başkanıyla… (Mikrofon
otomatik cihaz tarafından kapatıldı) BAŞKAN – Bir
dakika ek süre veriyorum Sayın Öymen. Buyurun. ONUR ÖYMEN
(Devamla) – Bitiriyorum Sayın Başkan. … bizzat Amerika Başkanıyla konuştuktan sonra bu Meclise
gelerek “Arkadaşlar, biz de İngiltere’nin sağladığını aynen sağladık.”
diyebilmesidir. Bunu yaparsanız,
gönül huzuruyla, bizim tam desteğimizi alacaksınız; ha bunu yapamazsanız,
Türkiye ikinci sınıf bir devlet muamelesi görürse, o zaman kusura bakmayın,
tarihî sorumluluğunuzla sizi karşı karşıya bırakacağız. İnşallah gelecek
kuşaklar bu zabıtları okudukları zaman, keşke daha dikkatli olsaydı o zaman
Türk Parlamentosu demezler. Çok teşekkür
ediyorum. (CHP sıralarından alkışlar) BAŞKAN – Teşekkür
ederim Sayın Öymen. Milliyetçi
Hareket Partisi Grubu adına Bursa Milletvekili Sayın Hamit Homriş. Buyurun Sayın Homriş. (MHP sıralarından alkışlar) MHP GRUBU ADINA
H. HAMİT HOMRİŞ (Bursa) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; Müşterek
Taarruz Uçağının Üretimi, Desteklenmesi ve Sürekli İyileştirilmesine İlişkin
Mutabakat Muhtırası ve Buna Dair Mali Yönetim Esasları Dokümanının
Onaylanmasının Uygun Bulunduğu Hakkında Kanun Tasarısı’nın 1’inci maddesi
üzerinde Milliyetçi Hareket Partisi Grubu adına söz almış bulunmaktayım. Yüce
heyetinizi saygıyla selamlıyorum. Birkaç gün önce
milletçe kutladığımız, millî bağımsızlık mücadelemizin kilometre taşlarından
olan 19 Mayıs Gençlik ve Spor Bayramı’nı bir kere daha kutluyorum. Bu vesile
ile de seksen dokuz sene sonra gelinen nokta ile ilgili bazı görüşlerimi birkaç
cümleyle yüce heyetinize arz etmek istiyorum. Değerli
milletvekilleri, Türkiye'nin millî ve manevi değerleri etrafında süregelen
tartışma ve polemiklerin son günlerde yeni boyutlar ve
yoğunluk kazanmasını aziz milletimiz ibretle izlemektedir. Bu tartışmalara
Avrupa Birliğinin de fiilen müdahil olması ve Brüksel müfettişlerinin Türkiye
Cumhuriyeti’nin temelleri hakkında ulu orta beyanlarda bulunmaları, gerilim
yüklü ortamı daha da ağırlaştırmıştır. Türkiye'nin millî
kimliğinin kapsayıcı olmadığı gerekçesiyle yeniden tanımlanmasını isteyen,
millî devlet niteliğini ve üniter siyasi yapısını
çağın gerçeklerine uygun olmadığı bahanesiyle sorgulayan Avrupa Birliği,
Cumhuriyetin değerlerini ve Türk demokrasisini tartışmaya açmıştır. Türk toplumunu
liberal demokrat güçler, Müslüman demokratlar, aşırı laikler, otoriter
milliyetçiler gibi karşıt gruplara bölen AB’nin müstemleke valileri gibi
davranan görevlilerine, bu kürsüden, mensubu olmaktan büyük şeref duyduğum
“Gazi” unvanlı Türkiye Büyük Millet Meclisinden, İstiklal Madalyalı Türkiye
Büyük Millet Meclisinden sesleniyorum. Bu asil milletin sabrını daha fazla
zorlamamalarını ve çizmeyi aşmamalarını kendilerine tavsiye ediyorum. Değerli
milletvekilleri, günümüzün harekât ortamında hava ve uzay gücüne duyulan
ihtiyaç ve bu gücün önemi göz ardı edilemeyecek boyuttadır. Bu ortamda, hava ve
uzay gücü harekâtın asli unsuru ve belirleyicisi hâlini almıştır. Hava ve uzay
gücünün harekât ortamında icra ettiği önemli fonksiyonlar ve sahip olduğu
yetenekler geleceğin harekât ortamında da bu gücün vazgeçilmez olduğunu ortaya
koymaktadır. Geleceğin harekât
ortamı asimetrik bir ortam olacaktır. Sadece konvansiyonel yeteneklerle
donatılmış hava kuvvetleri ise bu ortamda yetersiz kalacaktır. Bu nedenle, hava
kuvvetleri asimetrik savaşta etki sağlayacak hava ve uzay gücü teknoloji ve
yeteneklerine sahip olmalı ya da sahip olduğu konvansiyonel imkânları asimetrik
sonuçlar elde edecek şekilde yeni yöntemler geliştirilmelidir. Bu amaçla barış,
kriz, savaş ve savaş sonrası istikrar yelpazesinin tamamında ortaya çıkabilecek
tüm sorunlara çözüm üretebilecek teknoloji ve yeteneklere yatırım yapılmalıdır.
Hava kuvvetleri
ulusal çıkarların gerektiği her yerde bu çıkarları koruyabilecek ve havadan
çözümler üretebilecek nitelik ve yapıda olmalıdır. Günümüzün ve geleceğin
harekât ortamında silahlı kuvvetlerin barış zamanında savaş dışı askerî harekât
faaliyetlerinde kullanımı giderek artacaktır. Her ne kadar bu faaliyetlerin
çokluğu uzay ve hava gücünün asıl fonksiyonlarını yerine getirmesine engel olsa
da hava kuvvetleri bu faaliyetlerde etkinlikle rol alarak sivil ihtiyaçlara
çözümler üretebilmeli, asli vizyonu olan savaşma
gücünü yitirmeyecek şekilde bu görevlere azami seviyede katılım sağlanmalıdır.
Hava ve uzay gücünün yetenekleri çok geniş olup iç güvenlik, sınır güvenliği,
kaçakçılığın ve insan ticaretinin önlenmesi, haberleşme, haritacılık, hava
durumu gibi günlük hayatın birçok alanında kullanılabilir. Mevcut konvansiyonel
yetenekler kolaylıkla modifiye edilerek çift yönlü
olarak bu amaçlarla hizmet edecek şekle dönüştürülebilir. Topyekûn savaşların
giderek azaldığı günümüzde, barış zamanında hava kuvvetlerinin gerekliliğini
kanıtlamasının yegâne vasıtası bu tür faaliyetlerdir. Aksi takdirde, ne zaman
olacağı belli olmayan ya da hiç olmayacağı düşünülen konvansiyonel bir savaşa
karşı son derece pahalı olan hava ve uzay gücünü idame ettirmenin varlığı
sorgulanabilir hâle gelecektir. Değerli
milletvekilleri, Türk Hava Kuvvetleri, 1980’li yıllarda envanterine
aldığı F-16 uçaklarıyla modern bir hava kuvveti özelliği kazanmıştır. Hava
kuvvetlerimiz, bugün sahip olduğu silah sistemleri ve eğitilmiş personeliyle
son derece modern ve operasyonel bir hava kuvvetidir.
Dünyada üç beş hava kuvveti içine giren, Türk milletinin en temel
kuvvetlerinden birisidir. Şu anda hava kuvvetlerinin bel kemiğini oluşturan
F-16’lar ve onların teknolojisi 2010’lardan sonra yavaş yavaş
eskimiş bir teknoloji olacaktır. Eğer hava kuvvetlerini yeni nesil hava araç ve
silahlarıyla modernize etmezsek caydırıcı olma özelliğini ve modern hava kuvvetleri
olma özelliğini kaybedecektir. İşte bugün
görüştüğümüz bu konunun söz konusu ettiği müşterek taarruz uçağı, yeni nesil
bir uçak ve bu alanda kullanılan en son ve en modern av bombardıman uçağıdır. Projede, Amerika
için 2.443, İngiltere için 138, İtalya için 131, Hollanda için 85, Türkiye için
100, Kanada için 80, Avustralya için 100, Norveç için 48, Danimarka için 40
olmak üzere toplam 3.173 uçak üretilmesi öngörülmüştür. Türk firmaları
içinde projeden en fazla iş payı alan firmalardan bazıları, TAI firması, Kale
Kalıp, AYESAŞ ve Alp Havacılıktır. Ancak, bir noktaya dikkatinizi çekmek
istiyorum: Bugüne kadar alınan iş payının detaylarına bakıldığında ve diğer
katılımcı ülkelerin aldıkları iş payları ile mukayese edildiğinde, en fazla
uçak alan 4’üncü ülke olmasına rağmen projeden Türkiye’nin aldığı iş payı çok
düşüktür. Türkiye’nin bu kaybının mutlaka giderilmesinin sağlanması
gerekmektedir. Ayrıca, demin bu
konuda Sayın Bakan da bilgi sundu, değerli milletvekilleri de bu konuda sorular
sordular. Biz de bu alınacak uçakların yazılım programları ve IFF dediğimiz
dost düşman tanıma sistemleri konusundaki endişelerin giderilmesinden yanayız.
Dünyanın önde gelen hava kuvvetleriyle eş zamanda envantere
girecek bu uçaklar Türk Hava Kuvvetlerinin operasyonel
kalmasını ve modern bir hava kuvveti olarak devam etmesini sağlayacaktır. Bu
konunun milletimize ve kahraman Türk Hava Kuvvetlerine hayırlı olması dileğimle
yüce heyetinize saygılar sunuyorum efendim. (MHP sıralarından alkışlar) BAŞKAN – Teşekkür
ederim Sayın Homriş. Gruplar adına
üçüncü söz, Demokratik Toplum Partisi Grubu adına Iğdır Milletvekili Sayın
Pervin Buldan’a aittir. Buyurun Sayın
Buldan. (DTP sıralarından alkışlar) DTP GRUBU ADINA PERVİN BULDAN (Iğdır) – Sayın Başkan, değerli
milletvekilleri; 133 sıra sayılı Müşterek Taarruz Uçağının Üretimi,
Desteklenmesi ve Sürekli İyileştirilmesine İlişkin Mutabakat Muhtırası ve Buna
Dair Mali Yönetim Esasları Dokümanının Onaylanmasının Uygun Bulunduğu Hakkında
Kanun Tasarısı’nın 1’inci maddesi hakkında konuşmak üzere grubum Demokratik
Toplum Partisi adına söz almış bulunmaktayım. Konuşmama başlarken hepinizi saygıyla selamlarım. Sayın Başkan,
değerli milletvekilleri; müşterek avcı bombardıman uçağı olarak da bilinen, en
zengin ülkelerden sayılan dokuz ülkenin katıldığı ve öncülüğünü Amerika
Birleşik Devletlerinin yürüttüğü ve Türkiye’nin de katıldığı mutabakatın
onaylanmasına dair kanun tasarısını görüşmekteyiz. Müşterek Taarruz Uçağı
Projesi 250 milyar dolarla dünya savunma tarihinin en büyük sözleşmesi olarak
biliniyor. Değerli
milletvekilleri, bahse konu olan F-35 uçaklarının ülkemiz tarafından
siparişinin 2010 yılında yapılacağı ve ilk teslimatın 2013 yılında yapılması
öngörülmektedir. Projenin ülkemize toplam maliyetinin ise 10,7 milyar dolar
olacağı Dışişleri Komisyonu tarafından beyan edilmiştir. Ülkemiz için çok ciddi
bir rakamı ifade eden projenin onaylanmasının gerekçesi, F-16’ların yerine yeni
nesil savaş uçağı olarak bilinen F-35’lerin devreye sokulması olarak
gösterilmektedir. Sormak lazım ve oturup düşünmek lazım: Özellikle son otuz yıldır
ülkemizde yaşanan binlerce gencimizin kanıyla ve ülke ekonomisinin önemli
oranda bir bütçesiyle bedellenen çatışmaların çözümü
için acilen projeler üretmek gerekirken savaş araçlarının projelerine bu kadar
büyük bir bütçeyi ayırmak ne anlam ifade ediyor ve ülkemize, insanlarımıza bu
proje ne kazandıracak? Soğumasına hiç
ara verilmeksizin yaşadığımız acılar bu kadar derinleşirken ve hemen her hafta,
her gün ülkemizin medeniyetler beşiği olan topraklarına gencecik bedenler
düşerken biz hâlâ savaş araçlarının projelerine neden katılma gereği duyuyoruz?
“F-16’lar miadını
doldurdu, sıra F-35’lerde.” diyor Sayın Millî Savunma Bakanı. Zamanında
F-16’ları da büyük bütçelerle aldınız ve F-16’ların her harekâtına, her bombasına
sayısız ekonomik kaynak ayırdınız. Şimdi şunu sormak istiyorum: Peki, neyi
başardınız? F-16’larla ülkemize huzur mu getirdiniz? Binlerce gencimizin
ölmesini mi engellediniz? Ekonomik ve toplumsal yaşamda istikrarı mı
sağladınız? Umutlu bir gelecek mi inşa ettiniz? Ne yaptınız, neyi sağladınız
F-16’larla? F-16’lar, acılardan başka, bol keseden harcanan paraların
tüketilmesinden başka, yıllardır çözülemeyen ve coğrafyamızı ağıtlar diyarına
çeviren -adına düşük yoğunluklu savaş- savaşın da daha da derinleşmesinden başka
ne işe yaradı? Şimdi,
kalkmışsınız, dâhil olmak istediğiniz bu savaş araçları projesiyle yeni nesil
savaş uçakları olan F-35’leri devreye sokmaya çalışıyorsunuz. Peki, bununla
neyi vaat ediyorsunuz? Bu projeden Türk şirketlerinin 5,5 milyar dolarlık iş
alacağını iddia ediyorsunuz. Evet, bazı kesimler bu projelerden kârlı
çıkabilir. Zaten Türkiye savunma sanayisi ihalelerini dış politika enstrümanı olarak kullanan bir ülke olarak bilinmektedir
artık. Ancak proje bazı şirketlerin iş almasına olanak sağlarken kamuya
patlayan maliyetini hangi kaynaklardan karşılamayı düşünüyorsunuz? 10,7 milyar
dolar gibi büyük bir maliyetten söz ediyorsunuz. Bunun yanı sıra üretim, alım
ve kullanım aşamasında artı maliyetlerin de olacağı tahmin edilmesi zor olmayan
bir gerçekliktir. Değerli
milletvekilleri, Müşterek Taarruz Uçağı Projesi’ne katılan ülkelerin kişi
başına düşen millî gelirlerine baktığımızda Norveç’in dünya sıralamasında 2’nci
sırada ve Amerika Birleşik Devletleri’nin de 5’inci sırada yer aldığını
görmekteyiz. Yine Danimarka’da bu oran 25.500 dolar, İngiltere’de 22.800 dolar,
İtalya’da 22.100 dolar, Hollanda’da 24.400 dolardır. Türkiye’ye baktığımız
zaman ise 2008 yılı için kişi başına düşen millî gelir 6.113 dolar olarak
tahmin edilmektedir ve ülkemizde yaşanan büyük işsizlik sorunuyla beraber millî
gelirin milyonlarca yurttaşımızın başına hiç düşmediği de çok açık bir
gerçekliktir. Ekonomik
bunalımların, işsizlik, yoksulluk sorunlarının başat olduğu, tarım
kaynaklarının hızla tükenmeye başladığı, insan hakları ihlallerinin bolca
yaşandığı, köylünün kuraklık sorunu altında ezildiği ve yıllardır özlemi
duyulan barış ortamının hâlâ sağlanamadığı ülkemizde savaş uçakları projesinin
ne kadar gerekli olduğu aklıselim insanların rahatlıkla karar verebilecekleri
bir durumdur. Biz Demokratik
Toplum Partisi Grubu olarak bugün yine ısrarla, savaşa ve savaş araçlarına
yatırım yapılmasının ülkemize kaybettirmekten başka hiçbir getirisinin
olmayacağını belirterek bütün yatırımlarımızın barış projelerine yapılarak
ülkemizin kazanacağına ve aydınlık bir geleceğe kavuşacağına inandığımızı ifade
etmek istiyoruz. Grubum adına
hepinizi tekrardan saygıyla selamlıyorum. (DTP sıralarından alkışlar) BAŞKAN – Teşekkür
ederim Sayın Buldan. Sayın Bakan,
konuşma yapacak mısınız? MİLLÎ SAVUNMA BAKANI MEHMET VECDİ GÖNÜL
(İzmir) – Yerimden cevap verebilir miyim? BAŞKAN – Şimdi
soru-cevap kısmı var, o zaman verirsiniz. Konuşma yapacak mısınız? MİLLÎ SAVUNMA
BAKANI MEHMET VECDİ GÖNÜL (İzmir) – Hayır. BAŞKAN – Şimdi
madde üzerinde soru-cevap faslına geçiyoruz. Sayın Işık… ALİM IŞIK (Kütahya) –
Teşekkür ediyorum Sayın Başkanım. Sayın Bakanım,
birbiriyle bağlantılı bir iki sorum var. Bilindiği gibi
ülkemiz bor rezervi açısından dünyanın en zengin ülkesidir. Bakanlığınızca bor
araştırma enstitüsü veya üniversitelerimizde bor rezervlerinden ya da türev
ürünlerinden savunma sanayisinde nasıl yararlanılabileceği konusunda herhangi
bir güdümlü araştırma projesi yürütülmekte midir? Eğer böyle bir proje varsa ne
aşamada olduğunu -sakıncası yoksa- açıklayabilir misiniz? Stratejik önemi
nedeniyle Kütahya’da bulunan Eti Bor AŞ Borik Asit Üretim Tesisleri’nin
özelleştirileceği yönündeki haberler doğru mudur? Doğruysa bu konuda
Bakanlığınızın görüşü alınmış mıdır? Alınmışsa görüşünüz nedir? Teşekkür ederim. BAŞKAN – Sayın
İnan… MÜMİN İNAN
(Niğde) – Sayın Başkanım, aracılığınızla sormak istiyorum Sayın Bakanıma. Sayın Bakanım,
Niğde Bor Silah Fabrikası’nın kapatılmasıyla ilgili cevabı Niğde ve Bor’daki hemşehrilerimiz duymuşlar ve son derece üzgün ve
tedirginler. Fabrikanın kapatılma kararını bir daha gözden geçirmenizi
diliyorlar. Eğer kesin olarak kapatılacaksa da binlerce metrekare kapalı ve
açık alanı olan, makine ve ekipmanlarıyla bu fabrika
ne olacaktır? Satılacak mıdır ya da Savunma Bakanlığı tarafından herhangi bir
yatırım amaçlı kullanılacak mıdır? Sorumun birisi bu. İkincisi de bu
büyük projede milletvekillerimizin ve diğer konuşmacıların bahsettiği gibi
ülkemizin bu projenin ana ortaklarından olmadığı ve alım önceliği olan üçüncü
halkada yer aldığı doğru mudur? Teşekkür ediyorum
efendim. BAŞKAN – Sayın
Vural… OKTAY VURAL
(İzmir) - Sayın Başkanım, çok teşekkür ediyorum. Şimdi, bu otonom,
lojistik, küresel destekle ilgili hedeflerden biri de burada belirtilmiş ve
özellikle bu otonom, lojistik, küresel desteğe ulaşılması hedefleniyor.
Böylelikle bir küresel destekle ilgili lojistik merkez oluşturulacak. Bu
durumda bizim kendi ikmal merkezlerimiz dışında küresel bir destek… Acaba bu
küresel destek Türkiye'nin ihtiyaçlarını karşılamazsa, karşılayamazsa bunun bir
yaptırımı var mıdır? Bunu önceden temin etmek, garanti altına almak mümkün
olabilecek mi? Bir bakıma dışa bağımlılık bu sefer de işletme açısından da dışa
bağımlılığı oluşturmamakta mıdır? Bu konuda özellikle sizden bilgi istirham
ediyorum. Bu küresel desteğin sağlanacağı, lojistik küresel desteğin
sağlanacağı yer neresi olacak, ABD mi olacak? Bu konuda bilgi istirham
ediyorum. BAŞKAN – Sayın
Bakan... MİLLÎ SAVUNMA
BAKANI MEHMET VECDİ GÖNÜL (İzmir) – Sayın Başkanım, önce, müsaade ederseniz
konuşmalarda bir husus geçti Yunanistan, İspanya ve Fransa’yla ilgili.
Yunanistan ve İspanya Joiınt Strike
Fighter Projesi’yle yakından ilgilenmektedirler, şu
anda brifingler almaktadırlar. Yunanistan ise Eurofighter kararı alma kararı almıştı ama sonradan
vazgeçti. Fransa ise yalnızca Mirage uçaklarını
kullanmaktadır. Yani Eurofighter’la veya Joint Strike Fighter’la
herhangi bir şeyi yoktur. Şimdi diğer
sorulara geçeyim. Bor rezervleri ve savunma sanayisiyle ilgili özel
projelerimiz var. Özellikle zırh konusunda -çok etkin bir koruma yapıyor- bir
özel proje çalışmaları yapılıyor ve savunma sanayisi fonlarından da
desteklenmektedir. Daha fazla bilgi arzu edilirse özel olarak size takdim
edebilirim. Borik asit
tesislerinin özelleştirilmesi konusunda şu anda bir bilgim yok. Onu size yazılı
olarak bildireyim. Sayın İnan’ın
Niğde’deki fabrikayla ilgili ben tam tersini söyledim zannediyorum. Üç sene
evvelki kapatılma kararı bugünlere kadar ertelendi, yani bugünlere kadar geldi
ve sosyal bir olay olmayacak şekilde mesele çözülecektir dedim. Nihai karar
alındıktan sonra, sizlerin de görüşü alınmak suretiyle, Niğde
milletvekillerimizin görüşleri alınmak suretiyle en uygun şekilde kapalı alanın
ve arsanın değerlendirilmesinde el birliği yapacağımızdan şüpheniz olmaması
gerekir. MÜMİN İNAN
(Niğde) – Teşekkür ederim. MİLLÎ SAVUNMA
BAKANI MEHMET VECDİ GÖNÜL (İzmir) – Diğer husus: Hiç tereddüt yok, Türkiye ana
ortaklardan biridir, Joint Strike
Fighter’ın ana ortaklarından biridir. Herhangi bir
teknoloji gizlenmesi yoktur, bütün konularda beraberdir. Zaten en büyük avantaj
da budur. Yani bu kanun bugün buradan geçmezse yarın ana ortak olmaktan çıkılır
ve hazır alım noktasına gelinir. Burada, tabii, verilen mücadeleler safha safha anlatılmıyor ama bilinmesi gerekir ki bir sanayi
olayında hiç kimse kimseye bir ikramda bulunmuyor, adım adım
mücadele etmek gerekiyor. Bu mücadeleye devam edilecektir. Ben yazılımla
ilgili buradaki konuşmalarınızı bizim mücadelemize verilmiş bir destek olarak
görüyorum. K. KEMAL ANADOL
(İzmir) – Doğrudur. MİLLÎ SAVUNMA
BAKANI MEHMET VECDİ GÖNÜL (İzmir) – Yarın da bunu biz beynelmilel ortamlarda
hassasiyet olarak ortaya koyacağız, gerek iktidar olarak gerek muhalefet olarak
Parlamentomuzun bir zorunluluğu, vazgeçilmez isteği ve iradesi olarak ortaya
koyacağız. Biz bundan ancak güç alırız, tenkitlerinizden ancak güç alırız çünkü
beynelmilel ortamda buna ihtiyacımız var. Küresel destek
konusunda: Mevcut askerî fabrika ve bakım merkezleri küresel desteğin bir
parçası olacaktır. Dışa bağlılıkta bugünkü şartlar aynı şekilde devam edecektir
ve bütün kullanıcılara bu merkezden Türkiye’deki bütün uçaklara hizmet verdiği
gibi, ihtisası itibarıyla da diğer kullanıcılara da hizmet verecektir. Zaten
ana ortaklardan biri olmanın en büyük avantajı budur. Belki konuşmamda
gözden kaçtı. Orta parçayı Türkiye üretecektir. Bu, Türkiye için de, dışarısı
için de... Diğer parçalar bakımından da üretilecek parçalar, Türkiye’de
üretilecek parçalar, diyelim ki egzoz parçası Türkiye’de üretilecektir. Çok
ileri teknoloji ister ve ihaleyle alınmıştır, bir şirketimiz ihaleyle almıştır.
Bu bütün uçaklarda kullanılacaktır, yalnız Türkiye’de yapılacaklarda değil
bütün uçaklarda kullanılacaktır. Bilgi olarak arz ediyorum. Müsaade ederseniz
Sayın Başkanım, demin bir hususa cevap vermemişim. Bir Sayın Milletvekilimiz UAV’lerle ilgili bir soru sordu, cevabını ihmal ettim.
Müsaade ederseniz. BAŞKAN – Buyurun. MİLLÎ SAVUNMA
BAKANI MEHMET VECDİ GÖNÜL (İzmir) – Bir UAV kiralanması gene devam ediyor ama
üç UAV’yi de satın aldık ve üç UAV’yi
fevkalade uygun fiyatlarla ve uygun şekilde satın aldık. İsrail kaynaklıdır ve
millî hizmetlerimize girmiş bulunmaktadır. Arz ederim. Teşekkür ederim. BAŞKAN – Teşekkür
ederim. Maddeyi
oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler… Kabul etmeyenler… Kabul edilmiştir. Diğer maddeyi
okutuyorum: MADDE 2- Bu Kanun
25 Ocak 2007 tarihinden geçerli olmak üzere yayımı tarihinde yürürlüğe girer. BAŞKAN – Madde
üzerinde söz talebi yok. Maddeyi
oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler… Kabul etmeyenler… Kabul edilmiştir. 3’üncü maddeyi
okutuyorum: MADDE 3- Bu Kanun
hükümlerini Bakanlar Kurulu yürütür. BAŞKAN – Madde
üzerinde söz yok. Maddeyi
oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler… Kabul etmeyenler… Kabul edilmiştir. Tasarının tümü
açık oylamaya tabidir. Açık oylamanın
elektronik oylama cihazıyla yapılmasını oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler...
Kabul etmeyenler... Kabul edilmiştir. Oylama için beş
dakika süre vereceğim. Bu süre içinde sisteme giremeyen üyelerin teknik
personelden yardım istemelerini, bu yardıma rağmen de sisteme giremeyen üyelerin
oy pusulalarını oylama için öngörülen beş dakikalık süre içerisinde Başkanlığa
ulaştırmalarını rica ediyorum. Ayrıca, vekâleten
oy kullanacak sayın bakanlar var ise hangi bakana vekâleten oy kullandığını,
oyun rengini ve kendisinin ad ve soyadı ile imzasını da taşıyan oy pusulasını
yine oylama için öngörülen beş dakikalık süre içerisinde Başkanlığa
ulaştırmalarını rica ediyorum. Oylama işlemini
başlatıyorum. (Elektronik
cihazla oylama yapıldı) BAŞKAN - Müşterek
Taarruz Uçağının Üretimi, Desteklenmesi ve Sürekli İyileştirilmesine İlişkin
Mutabakat Muhtırası ve Buna Dair Mali Yönetim Esasları Dokümanının
Onaylanmasının Uygun Bulunduğu Hakkında Kanun Tasarısı’nın tümünün açık oylama
sonucunu açıklıyorum:
Tasarı kabul
edilmiş ve kanunlaşmıştır, hayırlı olsun. Birleşime on
dakika ara veriyorum. Kapanma Saati: 16.31 (x)
Açık oylama kesin sonuçlarını gösteren tablo tutanağa eklidir. ÜÇÜNCÜ OTURUM Açılma Saati: 16.48 BAŞKAN : Başkan Vekili Meral AKŞENER KÂTİP ÜYELER: Harun TÜFEKCİ (Konya), Fatma SALMAN KOTAN
(Ağrı) BAŞKAN – Sayın
milletvekilleri, Türkiye Büyük Millet Meclisinin 108’inci Birleşiminin Üçüncü
Oturumunu açıyorum. 3’üncü sırada yer alan, Yükseköğretim Kurumları Teşkilatı
Kanununda ve Yükseköğretim Kurumları Öğretim Elemanlarının Kadroları Hakkında
Kanun Hükmünde Kararname ile Genel Kadro ve Usulü Hakkında Kanun Hükmünde
Kararnameye Ekli Cetvellerde Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Tasarısı;
Yükseköğretim Kurumları Teşkilatı Kanununda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun
Tasarısı; Yükseköğretim Kanunu ile Yükseköğretim Kurumları Teşkilatı Kanununda
Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Tasarısı ile Tunceli Milletvekili Sayın Kamer
Genç’in; Yalova Milletvekili Sayın Muharrem İnce’nin; Ardahan Milletvekili
Sayın Ensar Ögüt ve 29
Milletvekilinin; Bayburt Milletvekilleri Sayın Fetani
Battal ve Sayın Ülkü Güney’in; Bartın Milletvekili Sayın Yılmaz Tunç’un;
Ardahan Milletvekili Sayın Saffet Kaya’nın; Bartın Milletvekili Sayın Muhammet
Rıza Yalçınkaya’nın; Ardahan Milletvekili Sayın Ensar Öğüt’ün; İstanbul Milletvekili Sayın Şinasi Öktem’in; Adıyaman Milletvekili Sayın Şevket Köse’nin;
Gümüşhane Milletvekilleri Sayın Yahya Doğan ve Sayın Kemalettin
Aydın’ın; Şırnak Milletvekili Sayın Abdullah Veli Seyda’nın; Yalova
Milletvekili Sayın İlhan Evcin’in; Hakkâri
Milletvekilleri Sayın Rüstem Zeydan ve Sayın Abdulmuttalip Özbek’in; Iğdır Milletvekili Sayın Ali Güner’in; İstanbul Milletvekili Sayın Kemal Kılıçdaroğlu’nun; Benzer Mahiyetteki Kanun Teklifleri ile
Plan ve Bütçe Komisyonu Raporu’nun görüşmelerine kaldığımız yerden devam
edeceğiz. 3.- Yükseköğretim Kurumları Teşkilatı Kanununda ve
Yükseköğretim Kurumları Öğretim Elemanlarının Kadroları Hakkında Kanun Hükmünde
Kararname ile Genel Kadro ve Usulü Hakkında Kanun Hükmünde Kararnameye Ekli
Cetvellerde Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Tasarısı; Yükseköğretim Kurumları
Teşkilatı Kanununda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Tasarısı; Yükseköğretim
Kanunu ile Yükseköğretim Kurumları Teşkilatı Kanununda Değişiklik Yapılmasına
Dair Kanun Tasarısı ile Tunceli Milletvekili Kamer Genç’in; Yalova Milletvekili
Muharrem İnce’nin; Ardahan Milletvekili Ensar Ögüt ve 29 milletvekilinin; Bayburt Milletvekilleri Fetani Battal ve Ülkü Güney’in; Bartın Milletvekili Yılmaz
Tunç’un; Ardahan Milletvekili Saffet Kaya’nın; Bartın Milletvekili Muhammet
Rıza Yalçınkaya’nın; Ardahan Milletvekili Ensar Öğüt’ün; İstanbul Milletvekili Şinasi Öktem’in; Adıyaman Milletvekili Şevket Köse’nin; Gümüşhane
Milletvekilleri Yahya Doğan ve Kemalettin Aydın’ın;
Şırnak Milletvekili Abdullah Veli Seyda’nın; Yalova Milletvekili İlhan Evcin’in; Hakkari Milletvekilleri
Rüstem Zeydan ve Abdulmuttalip
Özbek’in; Iğdır Milletvekili Ali Güner’in; İstanbul
Milletvekili Kemal Kılıçdaroğlu’nun; Benzer
Mahiyetteki Kanun Teklifleri ile Plan ve Bütçe Komisyonu Raporu (1/560, 1/540,
1/577, 2/7, 2/11, 2/24, 2/160, 2/179, 2/180, 2/205, 2/207, 2/208, 2/209, 2/214,
2/216, 2/218, 2/219, 2/220, 2/221, 2/222, 2/230) (S. Sayısı: 226) (x) (x)
226 S. Sayılı Basmayazı 21/5/2008
tarihli 107’nci Birleşim Tutanağı’na eklidir. BAŞKAN –
Komisyon? Burada. Hükûmet? Burada. 1’inci maddeye
bağlı ek madde 104’ü okutuyorum: İstanbul
Kemerburgaz Üniversitesi EK MADDE 104 -
İstanbul’da Mehmet Altınbaş Eğitim ve Kültür Vakfı tarafından 2547 sayılı
Yükseköğretim Kanununun vakıf yükseköğretim kurumlarına ilişkin hükümlerine
tabi olmak üzere, kamu tüzel kişiliğine sahip İstanbul Kemerburgaz Üniversitesi
adıyla bir vakıf üniversitesi kurulmuştur. Bu Üniversite,
Rektörlüğe bağlı olarak; a) Fen-Edebiyat
Fakültesinden, b) Mühendislik ve
Mimarlık Fakültesinden, c) İktisadi ve
İdari Bilimler Fakültesinden, ç) Güzel Sanatlar
ve Tasarım Fakültesinden, d) Tıp
Fakültesinden, e) Eczacılık
Fakültesinden, f) Hukuk
Fakültesinden, g) Uygulamalı
Bilimler Fakültesinden, ğ) Yabancı Diller
Yüksekokulundan, h) Meslek
Yüksekokulundan (iki yıllık), ı) Fen Bilimleri
Enstitüsünden, i) Sosyal
Bilimler Enstitüsünden, j) Sağlık
Bilimleri Enstitüsünden, oluşur. BAŞKAN – Madde
üzerinde gruplar adına ilk söz, Cumhuriyet Halk Partisi Grubu adına Antalya
Milletvekili Sayın Tayfur Süner’e aittir. Buyurun Sayın Süner. CHP GRUBU ADINA
TAYFUR SÜNER (Antalya) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; görüşülmekte
olan ek 104’üncü madde üzerinde Cumhuriyet Halk Partisi Grubu adına söz aldım.
Hepinizi saygıyla selamlıyorum. Ruslara karşı
gerek Çerkezlerle gerekse tek başlarına verdikleri mücadele sonunda 1862-64
yılları arasında en kalabalık göç ile Türkiye'nin de dâhil olduğu birçok ülkeye
yayılan Abazaların atalarının verdikleri mücadeleleri andıkları bu haftada, tüm
dünyadaki Abazalara ve gerekse Çerkezlere bundan sonraki yaşamlarında
mutluluklar diliyorum. Bu haftadaki etkinliklerini en ulvi dileklerimle
kutluyorum. Üniversiteler bir
toplumun çağdaşlaşması ve aydınlanması sürecinde en önemli öğretim
kurumlarıdır. Bu kurumlara önem veren tüm toplumlar pek çok alanda büyük
başarılar elde etmiş ve sorunlarının çözümünde daha akılcı davranmışlardır.
Çünkü üniversiteler bilgi üreten ve toplumun hizmetine sunan kurumlardır. Bu
bağlamda, yeni üniversitelerin kurulması büyük önem taşımaktadır. Öte yandan,
yeni bir üniversite açmak için evrensel ölçütlerle belirlenen altyapı
hazırlıklarını tamamlamak, ekonomik kaynak, akademik ve idari personel
planlamasını gerçekleştirmek gerekmektedir. Bunlar yapılmadan üniversite
açılması, liseler düzeyinde öğrenim veren, niteliksiz, diplomalı işsizler mezun
eden üniversite sayısını artırmak dışında hiçbir işe yaramayacaktır. AKP Hükûmeti, bu yükümlülüğü şimdiye kadar yerine getirmek bir
yana eğitim ve yükseköğretimde var olan sorunları daha da içinden çıkılmaz bir
hâle getirmiştir; mevcut üniversitelerin ekonomik, akademik ve idari
sorunlarının çözümü için hiçbir adım atmamışlardır. Değerli
milletvekilleri, AKP Hükûmeti aracılığıyla uygulanan
Dünya Bankası ve IMF patentli reformlar hiç kuşkusuz 1980’lerden bu yana her hükûmet programında yer almış ve parça parça
yaşama geçirilmiştir. Süregelen
uygulamaların bu sonucu olarak üniversitelerimizin piyasalaşma süreci de artık
tamamlanmak üzeredir. Nitekim, yeni YÖK Başkanının
yükseköğretimin paralı olması önerisi Dünya Bankasının paralı yükseköğretim
projesine uygun bir öneridir. Üniversiteler,
gelinen noktada artık bilgi kurumu değil iş kurumu olarak işlev görmekte,
piyasaların ve bu piyasalara egemen olan sermaye bloklarının emrine göre
yeniden biçimlendirilmektedir. Kuşkusuz hiçbir toplumsal dönüşüm idealize
edilmiş örnekleriyle sürmemektedir. Bu dönüşüm, üniversite sistemimizin içinde,
tarihin hiçbir aşamasında olmadığı kadar farklılıkların oluşmasına ve
parçalanmasına yol açmaktadır. Tıpkı toplumun diğer alanlarda olduğu gibi
üniversite sistemimiz parçalanmış, aynı yapının altında varlıklarını sürdüren
farklı kurumlara dönüşmüştür. Sayın Başkan,
değerli milletvekilleri; Türkiye’de üniversite mezunları arasındaki işsizlik
oranı gittikçe yükselmektedir. Umut kapısı olarak görülen üniversiteler, artık,
gençlerin hayatlarını karartan yerlere dönüşmektedir. Bilimsellikten
gittikçe uzaklaşan, akademik ve ekonomik yetersizlikler içerisinde eğitim veren
birçok üniversitemiz bulunmaktadır. Yeni üniversite açmak yerine, öncelikle,
yeterli kaynağın kamu bütçesinden ayrılarak mevcut üniversitelerin sorunlarının
çözülmesi gerekmektedir. Önemli olan, yeni üniversiteler kurmak değil, mevcut
üniversitelerin akademik ve bilimsel ölçütleriyle var olabilmesidir. Devamlı yeni
üniversite açmak ancak bu arada öğretim görevlileri kadrolarını artırmamak,
öğretim üyesi başına düşen öğrenci sayısını fazlalaştırmaya çanak tutmak demektir.
Ülkemizde bir öğretim görevlisine 30-35 öğrenci düşerken, gelişmiş ülkelerde bu
sayı 10-15 öğrenci arasında değişmektedir. Bununla birlikte, yine öğretim
görevlileri haftada 25-30 saat ders vermek durumunda kalmaktadırlar ki bu,
Avrupa ortalamasının tam 5 kat üzerindedir. Yükseköğretim
kurumlarımızda araştırma görevlisi ve personel ile eğitim verecekleri binaların
yetersizliği had safhadadır. Bunun bir an önce düzeltilmesi gereği ortadayken,
AKP Hükûmeti, plansız şekilde yeni üniversite açarak
bu yanlışı daha da körüklemektedir. Üniversitelerdeki akademik ve idari
personel açıkları bir an önce tespit edilerek nitelikli eğitim hizmeti
verebilmek için gerekli akademik ve idari personel ihtiyacı mutlaka
karşılanmalıdır. İşin bir diğer
boyutu da öğrenci yurtlarında yaşanan sorunlardır. Üniversitelerimiz
bünyesindeki öğrenci yurtları kesinlikle talebi karşılayamamaktadır.
Öğrencilerimiz bu yüzden tarikat yurtlarının kucağına düşmektedir. Sayın Başkan,
değerli milletvekilleri; iktidarınızda bütün eğitim sistemini laçkalaştırdınız.
Yine, kafanızın arkasındaki düşüncelerinize göre bir ülke ve buna bağlı olarak
da bir eğitim sistemi getirilmek için çaba gösterdiniz. Yükseköğretimdeki
sorunların çözümü için daha düzenli ve verimli bir yükseköğretim tarzı benimsenmelidir.
Bunun için de acil bir şekilde vakıf üniversitelerine yönlendirilen araştırma
fonlarının yeniden kamu üniversitelerine yönlendirilmesi mutlaka sağlanmalıdır.
Bunun yanında bilimsel araştırmalar için ayrılan fonlar mutlaka arttırılmalı,
üniversitelerimizin her türlü teknik ve araç ve gereç ihtiyacı giderilmelidir.
Ülkemizde bulunan yüz on altı üniversiteye tahsis edilen para Harward Üniversitesine ayrılan para kadar değildir. Bu
bütçelerle üniversitelerimizin dünyada ilk beş yüzün arasına girmesi mümkün
değildir. Sayın Bakan, ben
size dünkü görüşmeler sırasında özellikle seçim bölgem olan Antalya Akdeniz
Üniversitesiyle ilgili üç soru sordum. Bu sorulara verdiğiniz yanıtlarda bana
İstanbul Üniversitesini örnek gösterdiniz. Allah aşkına, Sayın Bakan, altı
yıldır oturmuş olduğunuz makam bu sorunları çözmek için değil midir? Biz Cumhuriyet
Halk Partisi Grubu olarak bu tasarıya karşı değiliz. Ülkemizde yeni eğitim
kurumlarının açılması hepimizi sevindirecektir. Ancak, mevcut
üniversitelerimizin personel ve yatırım sorunlarına çözüm bulamamışken yeni
açılacak üniversitelerin tabela üniversitesi olmaması için ne şekilde bir
hassasiyet göstereceğinizi merakla bekliyoruz. Altı yıldır
yapmış olduğunuz icraatlar ortadadır. Gerek hayırseverlerin gerekse sivil
toplum örgütlerinin ve özel televizyonların girişimleri sonucunda yaptırılan
okulları bile kendiniz yapmış gibi övünmektesiniz. Umarım bu üniversiteler de
özverisi yüksek olan halkımıza güvenerek açılmayacaktır. Bu üniversitelere
başlayan gençler hayal kırıklığına inşallah uğramazlar. Sadece dört duvardan
ibaret olan, hiçbir altyapısı olmayan eğitim kurumlarından işe yaramayan
diplomalar alarak hayata atılmazlar. Yeterli ödenek
bulabilirdiniz. ARGE teşvikini dört beş tane firmaya vereceğinize üniversitelere
verirdiniz. Üniversiteler ARGE teşvikiyle, aldığı fonlarla üniversitelerdeki
bina açıklarını rahatlıkla yaparlardı. İhracat ve ithalatın belgelerini
üniversiteler verirdi. Ortaöğretim tabelalarını AB renklerine dönüştürdünüz.
Onun parasını üniversiteye ayırabilirdiniz. Lale
bahçelerinize altı senedir sarf ettiğiniz çiçek paralarını üniversiteye
yatırabilirdiniz. İstanbul
Kemerburgaz Üniversitesi adıyla yeni bir vakıf üniversitesinin kurulmasının
vatanımıza, milletimize hayırlı olmasını dilerim. Hepinize saygılar
sunuyorum. (CHP sıralarından alkışlar) BAŞKAN – Teşekkür
ederim Sayın Süner. Milliyetçi
Hareket Partisi Grubu adına Sakarya Milletvekili Sayın Münir Kutluata. Buyurun Sayın Kutluata. (MHP sıralarından alkışlar) MHP GRUBU ADINA
MÜNİR KUTLUATA (Sakarya) – Sayın Başkan, sayın milletvekilleri; 226 sıra sayılı
Yasa Tasarısı’nın ek 104’üncü maddesi vesilesiyle Milliyetçi Hareket Partisi
Grubu adına söz almış bulunuyorum. Grubum ve şahsım adına yüce Meclisi
saygılarımla selamlıyorum. Kurulan dokuz devlet
üniversitesinin ve iki vakıf üniversitesinin, ülkemize ve kuruldukları
şehirlere hayırlar getirmesini diliyorum. Bu tasarının kanunlaşmasıyla, bu on
bir üniversitenin açılmasıyla Türkiye’deki üniversite sayısı 127’ye çıkmış
oluyor; bunun 33’ü vakıf, 94’ü devlet üniversitesi olmak üzere. Bu son dokuz
devlet üniversitesiyle, iller bazında üniversitelerin coğrafi dağılımı
diyebileceğimiz bir dağılım tamamlanmış oluyor. Mademki bu yola gidildi, bunun
tamamlanmasında büyük fayda vardır. Böylece, bu yasayla coğrafi
dağılım tamamlanmış oluyor ama bizim eğitim sistemimizin çok köklü problemleri
olduğunu ve üniversitelerdeki yetersizliklerin bu eğitimdeki problemleri çok
daha derinleştirdiğini bildiğimizi dikkate alırsak, bu coğrafi tamamlanmadan
sonra Hükûmetin, süratle üniversite eğitimini
sorunlarından kurtarmayı, üniversite eğitiminin problemlerini çözmeyi ve bunun
için ortaya ciddi bir plan koymasını bekliyoruz, bunu arzu ediyoruz. Yani,
üniversitelerimizdeki sayısal ve kalite yetersizliği herkesin malumudur. Burada
sayısal yetersizliğin giderilmesine yönelik bazı adımların atılıyor olması,
kaliteyi dikkate almadığımız zaman kalitede zaten şikâyetçi olduğumuz mevcut
durumu çok daha gerilere götürme ihtimali vardır. O bakımdan, coğrafi
tamamlanmayı, yayılmanın tamamlanmasını kutluyoruz ancak, derhâl,
üniversitelerin aslına, asli sorunlarına dönmeyi, üniversite anlayışının ciddi
şekilde yerleşmesine destek vermeyi bekliyoruz Hükûmetten. Burada sık sık duyduğumuz bir hususa işaret etmek istiyorum: Sayın
Bakan sık kullanıyor, yine, ilgililerin sık sık
“Çocuk doğmadan büyümez.” diye hazırlıksız üniversite açmanın bir açıklaması
var. Çocuk doğmadan büyümez, bu doğru, bunu söylemeye bile gerek yok. Ama
bilinmesi gereken, çocuğun sağlıklı bir ortama doğmasıdır. Sağlıklı ortama
doğması meselesi, üniversite için gerekli ortamın hazırlanmasıdır. Bunun da
başında öğretim üyesinin yetiştirilmesidir. Şimdi, bu işten
duyduğumuz memnuniyeti ifade ediyoruz ama daha şık olanını söylüyorum: Hükûmetten beklerdik ki “Biz iktidara gelirken şu sayıda
üniversite açmayı planladık. İşte, bugün önünüze getirdiğimiz bu tasarı bu
planın bir devamıdır. Açtığımız bu dokuz şehirde çalışmak üzere şu sayıda
öğretim üyesi adayını genç öğretim üyesi hâline getirdik ve bunları bu
bölgelerde ikamete ve çalışmaya da tabii yollarla, teşvikle ikna ettik.”
denilseydi alkışlanacak bir adım atılmış olacaktı. Ama,
olmaması gereken bir sahada, aslında, bir özrümüz iken “Göç yolda düzülür.”
lafını üniversitelerde de kullanmak çok hoş bir şey değildir ama hiç yapmamaktan
iyidir. Şimdi, değerli
milletvekilleri, üniversitelerimizin gerçekten kendi sorunları bir yana, bu
sorunları devam ettiği sürece çok büyük sorunları olan topyekûn eğitim
sistemimizi geriye götürdüğünü hepimiz biliyoruz. Üniversitelerdeki yetersizlik
ortaöğretim sistemimizi, daha da gerilere giderek ilköğretim sistemimizi âdeta
patolojik hâle getirmiş, patolojik problemlerle karşı karşıya bırakmıştır.
Dünyanın hiçbir yerinde bir ortaöğretim kurumunun, bir lisenin, bir gencin
ayağına istikbali bakımından bağ olduğunu görebileceğiniz bir yer var mıdır?
Nedir bu? Lise öğrencilerinin okullarından kaçmak için çareler bularak kurslara
gittiği sistemi kime, nasıl izah edeceğiz? Yine,
yetkililerin izahından ve istatistiklerden biliyoruz ki, üniversiteye müracaat
eden 1 milyon 700 bin civarındaki gencimizin ancak onda 1’i, kendi içine sinen
değil, dört yıllık olduğu için makbul sayılabilen üniversitelere
girebilmektedir, yükseköğretim kurumlarına girebilmektedir. Geriye kalan yüzde
90’la ilgili hesabımız nedir? Geriye kalan yüzde 90, ülkeyi yönetenler ve
ülkeyle ilgili endişe taşıyanlar için çok büyük bir problemdir. Ama bir ayrı
kesim için bu bir pazardır. Nitekim, bu pazar,
dershane sistemi içerisinde fevkalade güzel istismar edilmekte,
değerlendirilmekte, üniversiteyi kazanamadığını, yarıştan koptuğunu itiraf
edemeyen genç ve ebeveynleri dershaneye ümitsiz şekilde para harcamakta ve
birkaç yılın sonunda da hedefe ulaşamayınca gence hayata atılmaya dair hiçbir
özellik kazandırmamış olmaktadır. Peki, bu sistem niye beslenir, niye
desteklenir, burasını çok bilemiyoruz. Dolayısıyla, işin özüne gelinirse,
yükseköğretim sistemimizi ve eğitim sistemimizi bu çatı altında çok ciddi
şekilde ele almak mecburiyetindeyiz. Şimdi, 104’üncü
maddenin düzenlediği konu şudur: İstanbul’da Kemerburgaz Üniversitesi adı
altında bir vakıf üniversitesi kurulmasıdır. Bu vakıf üniversitemizin ve onun
arkasından 105’inci maddede ele alınacak olan vakıf üniversitemizin Türkiye’ye
hayırlı olmasını diliyorum ve bu vakıf üniversitelerimizin, vakıf
üniversiteleriyle ilgili olarak şu anda dile getireceğim tenkitlerin dışında
kendilerini tutmaya gayret edeceklerini ümit ediyorum. Efendim, vakıf
üniversiteleri diye üniversite sistemimizdeki yetersizliğin gerekçe yapılarak
attığımız adımın nasıl işlediğine bir bakalım: Üniversitelerimizde, gerçekten,
vakıf üniversitelerimizde, üniversiteyi üniversite yapanın, üniversite
eğitimine katkı yapmanın öğretim üyesi olduğunu ifade edersek, vakıf
üniversitelerimizin kamunun, kamu üniversitelerinin öğretim üyeleriyle
faaliyetlerini sürdürdüklerini biliyoruz. Bu, fevkalade mahzurlu, fevkalade
yanlış bir yoldur. Eğer, sadece öğrencileri alıp bir yerlerden derse girecek
öğretim elemanları temin edip diploma vermek idiyse bu metot, bu metodu devlet
birtakım binalar kiralayarak niye yapamıyordu? Niçin ayda 15-20 milyar lira
para ödeterek, yani özel kesimin, vatandaşın eğitime katkı olarak harcamaya
razı olduğu paraları böyle çarçur ettirmenin anlamı neydi? O hâlde, vakıf
üniversitelerimizi hangisi üniversite, hangisi yüksekokul fonksiyonu görüyor
diye bir tasnife tutmak mecburiyeti vardır. Bunu da Hükûmetin
derhâl yapması gerekiyor. Şimdi, size bu
anlamda bir iki sarsıcı rakam vermek istiyorum: Efendim, 33’e çıktı vakıf
üniversitelerimiz. Rakamlarını ele geçirdiğim, öğretim üyesi rakamlarına şu bir
gün içinde ulaşabildiğim 28 vakıf üniversitesinden 100’den fazla öğretim üyesi
olan sadece 9 tane var. 10 tanesinin öğretim üyesi 50’den az. 50’den az öğretim
üyesi olan 10 vakıf üniversitesinin toplam öğretim üyesi sayısı 264, öğrenci
sayısı 22.900. Yani 264 öğretim üyesi. Ciddi bir üniversitede orta hâlli bir
fakülte kadar öğretim üyesi var ve orta hâlli bir üniversite kadar da öğrenciyi
eğitiyor ama gidin bakın ki velilerin, “Oğlum yarıştan, kızım yarıştan koptu.”
dedirtmemek pahasına katlandıkları bir sistem devam ediyor. Dershane sisteminin
üzerine, lütfen, bunu ele almak mecburiyetindeyiz. Bu da Hükûmetin
sorumluluğundadır. Şimdi, süremin
sonuna geldiğim için, üniversitemizin hizmet edeceği alanlar konusunda, bilim
üretmek konusunda, topluma önderlik konusunda, sanayiye önderlik konusunda
yapamadıklarının yanı sıra kendisinden geride kalan, kendisini besleyen eğitim
sistemine karşı, nasıl, yetersizliklerinden ötürü sorunların... (Mikrofon
otomatik cihaz tarafından kapatıldı) BAŞKAN – Bir
dakika ek süre veriyorum Sayın Kutluata. Buyurun. MÜNİR KUTLUATA
(Devamla) – …sardığını kısaca ifade etmek zorunda kaldım, uzun bir konudur. Son olarak, kendi
seçim bölgemle ilgili bir hususa temas etmek istiyorum. Bu yasa tasarısının
içerisinde Sakarya Üniversitesinin bir kısım, bir miktar kadro meselesinin
hâlli de vardır. O bakımdan, müteşekkirim ilim adına. Diğer taraftan, Hükûmetin dikkatine sunmak istediğim bir konu var.
Sakarya’da Karasu ilçesinde Tarım İşletmeleri Genel Müdürlüğüne ait 3.700
dönümlük bir arazi bugüne kadar hiçbir şekilde verimli olarak kullanılamadı,
özel sektöre kiralandı, mahkeme iptal etti, üst mahkemede görüşmeleri sürüyor.
Buraya Sakarya Üniversitesi taliptir. Sakarya Üniversitesi, şu andaki hâliyle de
gelişmiş sayılabilecek bir üniversitedir ve bulunduğu coğrafi konum itibarıyla
da gelişmeye fevkalade açık bir üniversitedir. O bakımdan, bu arazinin eğitime
ayrılması konusunda Hükûmetin özel itinasını rica
ediyorum. Bu ricamı da
ekledikten sonra bu yasanın, bu üniversitelere, şehirlerimize, bölgelerimize
hayırlı olmasını tekrar diliyorum ve hepinize saygılar sunuyorum. (MHP
sıralarından alkışlar) BAŞKAN – Teşekkür
ederim Sayın Kutluata. Hükûmet adına Millî
Eğitim Bakanı Sayın Hüseyin Çelik söz istemişlerdir. Buyurun. (AK
Parti sıralarından alkışlar) MİLLÎ EĞİTİM
BAKANI HÜSEYİN ÇELİK (Van) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; dün akşam
yapılan müzakereler esnasında da dile getirildiği için -bugün de özellikle
Sayın Süner’in dile getirdiği bir mesele var- bu
konuda yüce Meclisin özellikle bilgilendirilmesi açısından huzurunuzdayım.
Burada birçok milletvekili arkadaşım “Özellikle yurt ihtiyacı fazla.” dediler
ve “Kredi Yurtlar Kurumu yükseköğretimin yurt ihtiyacını karşılayamamaktadır,
yurtlarda çok ciddi sıkıntılar vardır.” dediler. Ben, bununla ilgili olarak
sizlere bazı rakamlar vermek istiyorum. Değerli
arkadaşlarım, Türkiye’de, örgün öğretime devam eden üniversite öğrencisi sayısı
1,5 milyondur. Bildiğiniz gibi, açık öğretim fakültelerine, açık öğretim
programlarına devam eden insanlar bir yaygın açık öğretim faaliyeti yapıyorlar.
1,5 milyon öğrencimiz örgün öğretim kurumlarına devam ediyorlar ve bu 1,5
milyon öğrencimizin de yaklaşık yarısı kendi anne babalarının oturduğu,
kendilerinin oturduğu illerdeki üniversitelere gidiyorlar. Yani potansiyel
olarak yurda ihtiyaç hisseden öğrenci sayımız 750 bin civarındadır. Peki, bu
750 binin hepsi yurtta mı kalmak istemektedir? Hayır, bütün bu öğrenciler
yurtta kalmak istememektedirler. Şu anda bizim 230 bin kişilik yurt kapasitemiz
vardır. Eğitim-öğretim yılının başında özellikle birinci sınıfa gelen
öğrenciler ciddi anlamda yurt tercihinde bulunmaktadırlar. Eğitim-öğretim
yılının başında yurtlar yüzde 100, yüzde 110’luk gibi kapasitelerle çalışırken,
dönem ortasına doğru, dönem sonuna doğru üniversite yurtlarındaki doluluk oranı
yüzde 70 ile 80 arasında değişmektedir. Dolayısıyla, iddia edildiği gibi
“Türkiye’de yükseköğretim öğrencilerinin çok sayıda yurda ihtiyacı vardır, ama
yurt yoktur.” şeklindeki iddia doğru bir iddia değildir. Değerli
arkadaşlarım, bizim iktidarımız döneminde biz 53 devasa yurt bitirdik, 53 adet
yurt bitirdik ve faaliyete soktuk. Peki, bu 53 yurtla ne kadar yatak kapasitesi
kazandırıldı? Ranza sistemini kaldırdığımız için, karyola sisteminde 27 bin
kapasite artırıldı. Eğer ranza sistemine devam etmiş olsaydık bu, 54 bin
kapasite olacaktı. Ama biz şu anda yeni yaptığımız yurtlarda asgari üç yıldızlı
otel kalitesini getiriyoruz ve bir odada en fazla 4 kişi kalabilir, birçoğu da
banyosu, tuvaleti, vesair odanın içerisinde olan süit
oda görünümündedir. Yeni yurtlarımızın hemen hemen
hepsi böyledir. Şu anda 16
yurdumuzun inşaatı devam ediyor. Bunun asgarisi 500 kişilik yurtlardır. 27
yurdumuzun da ihale aşamasındadır işlemleri. Yani, bu 2008 yılı içerisinde
böylelikle toplam 39 adet yurdumuz da inşa hâlinde olmuş olacak. Bu yurtlar da
bittiği zaman, yine ranza sisteminde değil karyola sisteminde, 25 bin kişilik
yine ek bir kontenjan, kapasite oluşmuş olacak. Şimdi, hâl
böyleyken “Efendim, yurt yapılmıyor, öğrenciler yurt bulamadıkları için tarikat
yurtlarına yöneliyorlar.” şeklindeki iddia, kesinlikle afaki
bir iddiadır, doğru değildir. Öğrenciler eğitim-öğretim yılının başında yurda
gelip kayıt yaptırmaktadır. Ama yurt hayatı daha disiplinli bir hayattır. Daha
sonra öğrenciler evlere çıkmayı tercih etmektedir. Eve çıkmayı tercih eden
öğrenciyi de “İlle de yurtta kalacaksınız.” gibi bir dayatmayla karşı karşıya
bırakamazsınız. Altını çizmek
istiyorum arkadaşlar, şu anda Türkiye’deki yurt ihtiyacımız iddia edildiği gibi
değildir. Ancak, gelelim bu
yeni üniversitelerin kurulduğu illere; Dün akşam dokuz ildeki yurt durumunu
söyledim. Şırnak’ın dışında, bütün bu illerimizde şu anda birer yurt vardır.
Öğrenci sayısının artmasıyla birlikte biz de yurt kapasitesini artıracağız.
Mevzi olarak, mahallî olarak bazı illerde yurda ihtiyacımız olabilir ama
yekûnda düşündüğünüz zaman böyle büyük bir problemle karşı karşıya değiliz. Bir şey daha
söyleyeyim Kredi ve Yurtlar Kurumuyla ilgili olarak. Kredi ve Yurtlar Kurumu
1962’de kuruldu. 1962 ile 2002 yılı arasında toplam kırk yılda Kredi ve Yurtlar
Kurumunun geri dönüşümü, yani kredi verdiği insanlardan geri aldığı kredi
miktarı 27 trilyon Türk lirasıdır. Kırk yılda 27 trilyon Türk lirasıdır ve ben
günümüze uyarlanmış rakamlardan söz ediyorum. Peki, 2003 ile 2008 arasında geri
dönüşüm ne kadar? 1 katrilyon Türk lirasıdır arkadaşlar. Mesele işi ciddiye
almaktır, mesele işi takip etmektir, mesele ciddiyetle ve disiplin içerisinde
bu önemli kamu kurumunu işletmektir. Sizinle paylaşmak istediğim birinci konu
bu. İkincisi, değerli
arkadaşlarım, 2003 yılının başında Türkiye’de üniversitelerimizde toplam 74 bin
öğretim elemanı vardı. Peki, 2008 yılının başında ne kadar öğretim elemanı var?
96 bin öğretim elemanı var. Dün Sayın Serter
söylerken “98 bin” dedi. 96 bin veya 98 bin. Bu arada, 22 bin kişilik bir artış
meydana gelmiş. “Efendim, üniversite sayısında yüzde 49’luk bir artış meydana
gelmiş.” Doğru. Bu yeni kurduğumuz üniversiteler -biraz önce hepiniz
söylediniz- daha yeni üniversitelerdir. Yine dün bir örnek verdim, sadece Çapa
ve Cerrahpaşa Tıp Fakültelerinde sadece profesör sayısı 820 kişidir arkadaşlar.
Şimdi, siz, İstanbul Üniversitesi ile şu anda Erzincan’da kurduğumuz
üniversiteyi veya Aksaray’da kurduğumuz üniversiteyi eğer öğretim elemanı
sayısı itibarıyla, bütçesi itibarıyla mukayese ederseniz yanlış bir mukayese
yapmış olursunuz. Dün akşam Sayın Kılıçdaroğlu dedi ki: “Sayın Bakan diyor ki: ‘Fidan
dikmezseniz büyümez.’ Ama fidana can suyu lazım.” Dediniz
değil mi? KEMAL
KILIÇDAROĞLU (İstanbul) – Evet. MİLLÎ EĞİTİM
BAKANI HÜSEYİN ÇELİK (Devamla) – Doğru. Ben de dedim ki: “Bakın, kurduğumuz
otuz iki üniversiteye tahsis ettiğimiz bütçe 523 trilyon Türk lirasıdır 2008
yılında.” 523 trilyon Türk lirası herhâlde can suyu olmaya yeter Sayın Kılıçdaroğlu. Daha fazla olmalı mı? Elbette daha fazla
olmalı, elbette kamuya daha fazla bütçe ayrılmalı, kamu üniversitelerine daha
fazla bütçe ayrılmalı. Hepimizin gayreti şüphesiz ki bu yönde olacaktır. Yine Sayın Süner dedi ki: “Artık üniversiteler gençlerin hayatını
karartan yerler hâline gelmeye başladı.” Niye karartan yerler hâline gelmeye
başladı? Ben Sayın Süner’in ne demek istediğini
anlıyorum. Efendim, üniversite öğrencileri üniversiteye kayıt oluyorlar,
okuyorlar, mezun oluyorlar, fakat iş bulamayınca hayatları kararıyor. Eğer
böyle bakarsanız, değerli milletvekilleri, dünyanın hiçbir yerinde bir
üniversiteden mezun olan kişiye ertesi gün “Gel seni kamuda istihdam edelim.”
demezler. Böyle bir şey yok yeryüzünde. Siyasal bilgiler fakültesinden mezun
olan binlerce genç olabilir. Birisi müfettişlik yardımcılığı sınavına girer,
orayı kazanır. Birisi maliyenin açtığı sınavı kazanır, oraya girer. Birisi
kaymakam olur. Birisi özel sektörde çalışır. Netice itibarıyla biz gençlerimizi
sadece iç piyasamıza ve Türkiye’nin şu andaki mevcut istihdamına göre de değil,
biz aslında gençlerimizi öyle yetiştirmeliyiz ki, bugün küresel bir rekabet
var, uluslararası şirketler var. Bakın, bununla
ilgili bir örnek söyleyeyim ben size: Bankalar Birliğinin bir toplantısına
katıldım Sayın Başbakanla birlikte. Orada, gelen yabancı bankacılar dediler ki:
“Biz Türkiye’deki bankacılık uzmanlarına, finans uzmanlarına hayran kaldık.
Gerçekten bu konudaki kaliteniz bize parmak ısırttı.” dediler ve büyük çapta
memnuniyetlerini dile getirdiler. Burada tanıdıkları birçok, diyelim ki Fortis’ten tutun HSBC’ye kadar
–banka ismi eğer ille de vermem gerekirse- bunlar Türkiye’de şube açan
bankalardır ama burada istihdam ettikleri, bizim Türkiye’deki üniversitelerden
mezun olan, özellikle finansman konusunda ihtisası olan insanlarla ilgili
olarak büyük çapta memnuniyetlerini dile getiriyorlar. Dolayısıyla, sadece iç
piyasaya yönelik olarak “Biz, efendim, şunları mezun ettik, işte iş
bulamadılar…” Elbette, üniversite mezunu olup da işsiz olan gençlerin büyük bir
sıkıntıyla karşı karşıya olduklarını biliyoruz. Onların doğuracağı bir
bunalımın olduğunu da biliyoruz, ama bir taraftan hepimiz şunu söylemiyor muyuz
değerli arkadaşlarım: Üniversite kapısına yığılan 1 milyon 700 bin öğrenci var,
1,5 milyon ila 2 milyon öğrenci arasında insan üniversite kapısında yığılıyor,
bunlara üniversite imkânı bulmamız lazım. (Mikrofon
otomatik cihaz tarafından kapatıldı) BAŞKAN – Sayın
Bakan, bir dakika ekliyorum, tamamlayın lütfen. MİLLÎ EĞİTİM
BAKANI HÜSEYİN ÇELİK (Devamla) – Şimdi, hem üniversite imkânı bulacaksınız ama
üniversiteyi bitiren herkese de -ille de kamuda çalışma gibi bir mecburiyet
yoktur- böyle bir imkânı da temin edemezsiniz. Değerli
arkadaşlarım, bakın, dünden beri, araştırma fonlarının azaldığı söyleniyor.
Türkiye’nin ARGE bütçesi 2000 yılında, değerli arkadaşlarım, 100 milyon
dolardı; 2007 yılı sonu itibarıyla -Türkiye’nin kamu ARGE bütçesinden söz
ediyorum- 1,3 milyar dolardır. Sadece bizim, Altıncı Çerçeve Program kapsamında
240 milyon avro, biz sadece Altıncı Çerçeve Program’a Türkiye ortak olsun diye
katkı payı vermişiz. Yedinci Çerçeve Program’da bu 450 milyon avrodur.
Üniversitelerin araştırma fonlarına, bakın, 2002 yılında 74 trilyon
aktarılmışken, 2008 yılında bu 358 trilyon Türk Lirasıdır. “Hiçbir şey
verilmedi, artmadı” şeklindeki iddialar kesinlikle doğru iddialar değildir
değerli arkadaşlarım. Hepinizi saygıyla
selamlıyorum. (AK Parti sıralarından alkışlar) BAŞKAN – Teşekkür
ederim Sayın Bakan. Şahıslar adına
ilk söz, Eskişehir Milletvekili Sayın Beytullah
Asil’e aittir. Sayın Asil… İkinci söz,
Gümüşhane Milletvekili Sayın Yahya Doğan’a aittir. Sayın Doğan,
buyurun. (AK Parti sıralarından alkışlar) YAHYA DOĞAN
(Gümüşhane) – Sayın Başkan, mensubu olmaktan onur duyduğum yüce Parlamentonun
değerli üyeleri; 226 sıra sayılı Yükseköğretim Kurumları Teşkilatı Kanunu’yla
ilgili ek madde 104 üzerinde söz almış bulunuyorum. Konuşmama başlamadan önce,
hepinizi saygıyla selamlıyorum. Kanaatimce, dün
ve bugün, yüce Parlamento Türkiye’mizdeki bütün illeri üniversiteye
kavuşturarak tarihî bir görev ifa etmiştir. Burada dikkatimi
çeken önemli bir gözlemimi de müsaadenizle zikredeceğim: “Ben bu Parlamento ile
gurur duyuyorum.” dedim zira İstiklal Savaşı’nı yapan ve millî çıkarlar söz
konusu olduğu zaman tek vücut olan Parlamentomuz, iktidarıyla muhalefetiyle
birlikte hareket etmişlerdir. İllerimiz
içerisinde üniversitesi olmayan, Gümüşhane, Bayburt, Iğdır, Ardahan, Tunceli,
Hakkâri, Bartın, Yalova ve Şırnak’ımızda da üniversitelerin kurulması kararı
çıkmıştı. Hayırlı uğurlu olsun, tebrik ediyorum. Başta yüce Parlamentomuz olmak
üzere emeği geçen, katkısı olan herkese, Hükûmetimize,
illerin mevcut ve eski milletvekillerine ve konuya sahip çıkıp bizleri teşvik
eden, memlekete gittiğimiz zaman “Hoca, üniversitemiz ne oldu, ne
yapıyorsunuz?” diye sürekli bizi sıkıştıran hemşehrilerimize
de teşekkür ediyoruz; asıl katkı onlarındır. Sayın Başkan,
değerli milletvekilleri; üniversitelerimizin kuruluş kanunlarının çıkması
bizlere yeni birtakım görev ve sorumluluklar yüklemektedir. Bildiğiniz gibi
kanunun çıkmış olması her şeyin bitmiş olması demek değildir, bir anlamda işe
daha yeni başlıyoruz. Bu üniversitelerin bütçelerinin takibi, mali durumları,
eğitim elemanlarının kadroları ve fiziki altyapı yatırımlarının çok yakinen
takip edilmesi gerekmektedir. Hasbelkader içerisinden geldiğim ve
Cumhurbaşkanlığında görevdeyken de meşgul olduğum için üniversitelerimizin
sorunlarını biliyorum. Elbette ki yeni kurulan üniversitelerimizin de bir hayli
sorunları olacaktır. Hiç mühim değil, Türk milleti bunları da aşacaktır.
Nitekim bugün konuşmam gerektiğini öğrenince, şöyle bir gözden geçirdim,
nereden nereye… Kayseri’de bir tıp fakültesi açılması söz konusu oldu. Yanlış hatırlamıyorsam Gevher Nesibe Tıp Fakültesi. Hacettepe
bünyesinde kuruldu, daha sonra, bugün hâlini görüyorsunuz. Birçok üniversiteye
analık yapacak duruma gelmiştir. Değerli
milletvekilleri, süre az, anlatacaklar çok. Ben kâğıda bağlı kalmadan çok kısa
olarak sizlere şunu söyleyeyim: Üniversitelerimizin ciddi sorunları vardır
ancak bu Parlamentoda sanıyorum 100’e yakın öğretim üyesi bulunmaktadır. Resmî-gayriresmî, iktidar-muhalefet ayrım yapmadan öğretim üyesi
arkadaşlarım bir araya gelerek üniversitelerimizin sorunlarını bir platformda
tartışmamız, tutarlı çözüm önerileri üretmek suretiyle Hükûmete,
Parlamentoya getirmek durumundayız. Bu arada, yeni
kurulan üniversitelerle bölgeler arası dengesizliğin de büyük ölçüde ortadan
kalkacağını, bu üniversitelerin halkla bütünleşerek açıldıkları her yörede
ekonomik, sosyal ve kültürel anlamda pozitif değişimlere yol açacağını
biliyorum. Yine, şunu
biliyorum ki, Anadolu halkı bu üniversitelerine sahip çıkacak, onlarla
bütünleşecektir. Yeri gelmişken
bir hususa daha değinmek istiyorum. Devletler bütün bunların… (Mikrofon
otomatik cihaz tarafından kapatıldı) BAŞKAN – Sayın
Doğan, bir dakika ekliyorum; lütfen tamamlayın. YAHYA DOĞAN
(Devamla) – Sayın Başkanım, toparlıyorum. Devletin
imkânları sınırlıdır. Biz hepsini devletten beklersek gecikmeler olabilir. Bu
sebeple, zaten halkımız büyük ölçüde destek veriyor. Öyle göz yaşartıcı
olaylarla karşılaştık ki, adam ilkokulu zor bitirmiş köyünde, ancak, çalışmış,
üç beş kuruş kazanmış, ben okuyamadım, memleketimin çocukları okusun deyip 24
derslikli bir binayı yapıp üniversite kurulması amacıyla vilayete bağışlıyor.
Daha niceleri. Bunları saymak mümkündür. Sizden
istirhamım, özellikle yeni kurulan üniversitelerin milletvekilleri, illerin
milletvekilleri, yörenizden çıkmış, başarılı olmuş iş adamlarını bu konularda
ziyaret edin; kendiniz için, kendimiz için bir şey istemeyiz ama
üniversitelerimiz için, bir an önce faaliyete geçmelerini sağlamaya katkıda
bulunmalarını isteyiniz. Bunda hiçbir sakınca görmüyorum. Biraz önce
söylediğim gibi, anlatacak çok şey var, vakit bitti. Hepinizi saygıyla
selamlıyorum. (Alkışlar) BAŞKAN – Teşekkür
ederim Sayın Doğan. Şimdi, soru-cevap
faslına geçiyoruz. Sayın Ertugay… ZEKİ ERTUGAY
(Erzurum) – Teşekkür ederim Sayın Başkan. Sayın Bakanım,
üniversitelerin yurt sathına yayılmasını doğru bir karar olarak bulmakla
birlikte, bu üniversitelerimiz için başta fiziki altyapı, kaynak aktarımı
yanında en önemli mesele yeteri kadar nitelikte ve yeterli miktar ve sayıda
öğretim elemanı teminidir. Malumunuz, fen bilimleri enstitülerinde, yüksek
sosyal bilimleri enstitüsünde ve sağlık bilimleri enstitüsünde doktora ve
yüksek lisan yapan, binlerle ifade edilen çok sayıda öğretim elemanı vardır ve
bunların ilişkileri, görevleri bittiği anda, doktora ve yüksek lisansları
bittiği anda üniversiteyle kesilmektedir. Bunlarla ilgili, yeni üniversitelerde
istihdamları ve kadroya alınması konusunda, yeni ve rasyonel bütün bu kitleyi
ekonomik olarak değerlendirecek, bu yeni kurulan üniversiteleri de hizmete
sunacak bir planlamayı düşünüyor musunuz? Teşekkür ederim. BAŞKAN – Sayın Tankut… YILMAZ TANKUT
(Adana) – Sayın Başkanım, teşekkür ediyorum. Sayın Bakanım,
YÖK Başkanı tarafından, bu yıl üniversitelere alınacak öğrenci kontenjanlarının
yüzde 25 civarında artırılacağı ifade edilmektedir. Bu doğru mudur? Doğru ise
YÖK’e bağlı bütün fakülte ve yüksekokulların mevcut kontenjanları mı yüzde 25
artırılacaktır yoksa açık öğretim fakülteleri gibi bazı öğrenim kurumlarının mı
kontenjanı artırılacaktır? Kontenjanlar yükseltilmeden bu yıl ÖSS sonucunda yükseköğretim
kurumlarına yerleştirilecek öğrenci sayısı net olarak nedir? Kontenjan artırımı
sonucunda bu sayı net olarak ne olacaktır? Üniversitelerimizin mevcut altyapısı
ve eğitim öğretim kadrosu bu artışı karşılayabilecek düzeyde midir? Teşekkür ediyorum. BAŞKAN – Sayın
Işık… ALİM IŞIK (Kütahya) –
Teşekkür ediyorum Sayın Başkanım. Sayın Bakanım,
üniversitelerimizde atama ve yükselme şartlarını sağladıkları ve sınavlarını
başardıkları hâlde kadroların serbest bırakılmaması nedeniyle birçok öğretim
elemanının atamaları gerçekleştirilememektedir. Örneğin, doçentlik sınavını
geçtiği hâlde doçent kadrosu bekleyen, doktorasını bitirdiği hâlde yardımcı
doçent kadrosuna atanamayan, muvafakat işlemleri tamamlandığı hâlde yeni yerine
atanamayan çok sayıda öğretim elemanının mağduriyetine ne zaman son
verilebilecektir? Bu konuda
Yükseköğretim Kurulunun üzerinde çalışma yaptığı belirtilen personel planlaması
çalışması ne zaman sonuçlanacaktır? Bu konuda kadro mağdurlarına bir takvim
verebilir misiniz? Teşekkür ederim. BAŞKAN – Sayın
Akcan… ABDÜLKADİR AKCAN
(Afyonkarahisar) – Sayın Başkanım aracılığınızla
Sayın Bakanıma sormak istiyorum: Sayın Bakanım,
biraz önce kanun tasarısını görüşmek üzere Meclis Genel Kurul Salonu’na
girerken Afyon’dan bir şikâyet geldi. Konu, ilk ve
ortaöğretimle ilgili. Cevap vermeyebilirsiniz ama verirseniz mutlu
olurum. Öğretmen eşleri
serbest meslek sahibi olanlar, devlete borçlu olup olmamasına bağlı olarak
“borcun yoktur” kâğıdı getirmek suretiyle senin eş durumunu varsayarız tarzında
bir uygulamanın genelgeyle gerçekleştiğini ifade eden bir itiraz hâlinde
cevapla karşılaşmaktalar. Yani, mimar serbest meslek sahibi, mühendis serbest
meslek sahibi, ekonomik şartları kötü, devlete BAĞ-KUR borcu var. Bunun eş
durumundan tayininin yapılması için “borçsuzluk kâğıdı” isteniyor tarzında bir
şikâyet geldi. Tuhafıma gittiği için ben Sayın Bakanıma Genel Kurulda ileteyim
dedim. Teşekkür
ediyorum. BAŞKAN – Sayın
Akkuş... AKİF AKKUŞ
(Mersin) – Sayın Başkan, Sayın Bakanım; Kredi Yurtlar Kurumu yurtlarında kalan
öğrencilerin yanında bir de özel yurtlarda kalan öğrenciler bulunmaktadır. Özel
yurtlarda kalan öğrenci sayısı ne kadardır? Özel yurtlar ve Kredi Yurtlar
Kurumu yurtlarının tercihinde ne gibi etkenler rol oynamaktadır? Teşekkür ederim. BAŞKAN – Sayın
Genç. KAMER GENÇ
(Tunceli) – Teşekkür ederim Sayın Başkanım. Biraz önce Sayın
Bakan yurtlarla ilgili bir bilgi verdi. Şimdi, ben defalarca bu kürsüde dile
getirdim. Tunceli’de şu anda hâlihazır öğrencilerin kalacağı bir yurt yok. 500
kişilik bir yurt var, bu, Millî Savunma Bakanlığı tarafından kullanılmaktadır.
Bir tek, Tunceli’de yüksekokulun bir binası var. Şimdi ben
öğrenmek istiyorum: Önümüzdeki öğretim yılında Tunceli Üniversitesini kazanacak
öğrenciler nerede kalacak? Bunu açık ve net bize söylemesini istiyorum. Ayrıca, TOKİ,
Tunceli’de bir yurt binası yapmak istiyor mu? Teşekkür ederim. BAŞKAN – Sayın Süner... TAYFUR SÜNER
(Antalya) – Sayın Başkan, Sayın Bakanıma sormak istiyorum: Kaç özel öğrenci
yurdundan hangi gerekçelerle şikayet geldi? Ne gibi
işlemler yaptınız? Teşekkür
ediyorum. BAŞKAN – Sayın
Bakan… MİLLÎ EĞİTİM
BAKANI HÜSEYİN ÇELİK (Van) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; Sayın Ertugay’ın sorusuna cevap veriyorum: “Sosyal bilimler veya
fen bilimleri enstitülerinde doktoralarını bitirdikten sonra birçok öğretim
elemanının, araştırma görevlisinin üniversiteyle ilişkileri kesiliyor. Bunlar
bu yeni üniversitelere geçebilir mi, bunlara öncelik tanınabilir mi?” şeklinde
Sayın Ertuğay’ın bir sorusu var. Zaten, dün
müzakereleri başlattığımız andan itibaren bütün milletvekili arkadaşlarımızın
söylediği bir şey var: “Bu üniversiteler açıldı ama öğretim elemanı nereden
bulunacak?” Şimdi, bu kadar çok üniversitenin olduğu bir ülkede ve o
üniversiteler de, malumunuz, ilan veriyorlar, öğretim elemanı aramak üzere ilan
veriyorlar. Ben, bütün bu insanların bu manada çok ciddi şanslarının olduğunu
düşünüyorum ve üniversitelerin ilanlarına müracaat ettikleri zaman
yerleştirilebileceklerini düşünüyorum, yani bu konuda bir engel olmadığını
düşünüyorum. Sayın Tankut, kontenjanların artırılmasıyla ilgili “Bu kontenjan
artırımı yüzde 25. YÖK’ün açıkladığı kontenjan artırımı acaba açık öğretimle
ilgili midir yoksa mevcut üniversitelerin ve fakültelerin, yükseköğretim
kurumlarının kontenjanları mı artırılacak?” diyor. Değerli
arkadaşlar, zaten “açık öğretimin kontenjanı” diye bir şey olmaz. Açık
öğretimde bir kontenjan sınırı zaten çoğu zaman konmuyor. Yani, diyelim ki 300
bin diye bir rakam belirlenir. Eğer müracaat eden öğrenci varsa bu 400 bine de
çıkar, 500 bine de çıkar. O yönde bir engel yok. Bu yüzde 25’lik kontenjan
artırımı örgün yükseköğretim kurumlarının kontenjanlarının artırımıyla
ilgilidir. Ama diyelim ki yeni bir vakıf üniversitesi veya devlet üniversitesi
kuruldu. Onun da durumu müsaitse, öğretim üyesi varsa, fiziki altyapısını,
teknolojik altyapısını hazırlamışsa o da ayrıca öğrenci alabilir. O yüzde
25’lik kontenjan artırımına dâhil değildir. Mevcut üniversitelerin kontenjan
artırımından söz edilmektedir; bu, doğrudur. Sayın Işık’ın
kadro mağduru olan öğretim üyeleriyle ilgili bir sorusu var: “Efendim,
kadrolar, atamalar durdurulduğu için atamaları yapılamayan, doçentlik
sınavlarından geçmiş olan, doçentlik hakkı elde eden ama atanamayan insanlar
var.” En barizi budur. Bunların bir kısmı rektörlerin tercihine bağlı olarak
maalesef kadro alamıyorlar. Bunlardan bir kısmı da, son olarak Danıştayın özellikle bu atamalara esas teşkil eden
yönetmeliği, Üniversitelerarası Kurul tarafından hazırlanan yönetmeliği iptal
etmesi sonucu atanamıyorlar. O boşluğu doldurmak üzere şimdi biz -işte bugün
Millî Eğitim Komisyonuna Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığından havale
edildi- bir yasa tasarısı getiriyoruz. Üniversitelerde profesörlerin,
doçentlerin, yardımcı doçentlerin atanma esaslarını düzenleyen bir kanun
tasarısıdır. O tasarı Türkiye Büyük Millet Meclisinden geçtikten sonra bu
anlamda, ümit ediyorum ki, bir problem olmayacak. Ancak, bu herkese anında
kadro ilan edilecek anlamına gelmez. Üniversite yönetiminin buradaki inisiyatifi de söz konusudur. Sayın Akcan’ın
sorduğu soruya şöyle cevap vereyim: Değerli arkadaşlar, burada garipsenecek bir
şey yok. Diyelim ki öğretmenimizin tayini Artvin’e çıkmış. Fakat Afyon’da
eşinin özel sektörde iş yaptığını söylüyor. Ne yapıyor: Mimarlık bürosu
işletiyor. Fakat mimarlık bürosu işleten, serbest çalıştığını söyleyen BAĞ-KUR’lu, SSK’lı insanlar eğer primini yatırmıyorsa o ticari
faaliyeti orada yaptığını nereden anlayacaksınız? YILMAZ TANKUT
(Adana) – Efendim, borçlanarak yapabilir. Olur mu öyle
şey? MİLLÎ EĞİTİM BAKANI
HÜSEYİN ÇELİK (Van) – Olur böyle şey. Netice
itibarıyla, bütün bunlar, bakın, değerli arkadaşlar, birçok insan eş durumundan
tayin yaptırabilmek için kâğıt üzerinde bu tür muameleleri yapıyor. İş gerçek
midir, doğru mudur? Bunun tespiti için sorulur bu. Öte yandan, özel
yurtlarda hangi etkenlerden dolayı insanlar kalır? O yurtlarda kalan insanlara
sormak lazım Sayın Akkuş. Tunceli yurduyla
ilgili olarak dün bir açıklama yaptım Sayın Genç. Millî Savunma Bakanlığına
diyeceğiz ki: “Bizim yurdumuzu boşaltın.” Eğer kısa vadede boşaltamayacaklarsa
biz… OKTAY VURAL
(İzmir) – Bakan burada, söyleyin efendim. MİLLÎ EĞİTİM
BAKANI HÜSEYİN ÇELİK (Van) – Canım, netice itibarıyla, Millî Savunma Bakanı,
ayaküstü, oradaki şartları incelemeden cevap mı verecek? OKTAY VURAL
(İzmir) – “Söyleyeceğiz” dediniz de. MİLLÎ EĞİTİM
BAKANI HÜSEYİN ÇELİK (Van) – Eğer yapmazlarsa Sayın Genç, biz şüphesiz ki
Tuncelili öğrencileri sokakta bırakmayız, bunun tedbirini alırız. KAMER GENÇ
(Tunceli) – Söz yani! MİLLÎ EĞİTİM
BAKANI HÜSEYİN ÇELİK (Van) – Ne demek şimdi? Yani… KAMER GENÇ
(Tunceli) – Hayır, söz yani! Tunceli’de öğrenciler sokakta kalmayacak. MİLLÎ EĞİTİM
BAKANI HÜSEYİN ÇELİK (Van) – Elbette kalmayacak. Bakın, değerli
arkadaşlar, birçok vilayette, Kredi Yurtlar Kurumunun kendi yurdu yoksa ilçede
veya il merkezinde, biz kiralama yoluyla da olsa o ihtiyacı gideriyoruz. Sayın Süner’in “Kaç özel öğrenci yurduyla ilgili, ne kadar
şikâyet gelmiştir?” şeklinde bir sorusu var. Bu bir istatistiki
bilgidir, yani bu “Dünyanın ortası neresidir?” gibi bir soru, bunun cevabını
bulur size söyleriz. Teşekkür ederim
arkadaşlar. BAŞKAN – Teşekkür
ederim Sayın Bakan. Maddeyi
oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler… Kabul etmeyenler… Kabul edilmiştir. Ek madde 105’i
okutuyorum: İstanbul Şehir
Üniversitesi EK MADDE 105-
İstanbul’da Bilim ve Sanat Vakfı tarafından 2547 sayılı Yükseköğretim Kanununun
vakıf yükseköğretim kurumlarına ilişkin hükümlerine tabi olmak üzere, kamu
tüzel kişiliğine sahip İstanbul Şehir Üniversitesi adıyla bir vakıf
üniversitesi kurulmuştur. Bu Üniversite,
Rektörlüğe bağlı olarak; a) Fen-Edebiyat
Fakültesinden, b) İktisadi ve
İdari Bilimler Fakültesinden, c) Mühendislik
Fakültesinden, ç) İletişim
Fakültesinden, d) Yabancı Diller
Yüksekokulundan, e) Sosyal
Bilimler Enstitüsünden, f) Fen Bilimleri
Enstitüsünden, oluşur.” BAŞKAN – Madde
üzerinde gruplar adına söz talebi vardır. İlk söz,
Milliyetçi Hareket Partisi Grubu adına Karaman Milletvekili Sayın Hasan Çalış’a aittir. Buyurun Sayın
Çalış. (MHP sıralarından alkışlar) MHP GRUBU ADINA
HASAN ÇALIŞ (Karaman) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; görüşmekte
olduğumuz 226 sayılı Tasarı’nın 1’inci maddesinin ek 105’inci maddesi üzerinde
Milliyetçi Hareket Partisi Grubu adına söz aldım. Yüce heyetinizi saygılarımla
selamlıyorum. Değerli
arkadaşlar, ek 105’inci madde, İstanbul Bilim Sanat Vakfının, İstanbul’da
İstanbul Şehir Üniversitesi adıyla bir üniversite kurmasıyla ilgilidir.
Vakıfların, iş adamlarının, yükseköğretime ve eğitime hizmet vermesi çok
önemlidir. Bu vesileyle, Bilim Sanat Vakfının kurucu ve yöneticilerini ve
destek verenleri kutluyorum, çünkü ülkemizin geleceğine, kalkınmasına, genç
beyinlerin ülkemize ve insanlığa kazandırılmasına yatırım yapıyorlar. Ülkemiz genç
nüfusu itibarıyla dünyanın pek çok ülkesinin normal nüfusundan fazla bir
potansiyele sahiptir. Bu gençlerimizin iyi eğitilmesi, ekonomiye, bilime,
sanayiye katkı sağlayacak genç beyinler hâline getirilmesi çok önemlidir. Bu
potansiyeli doğru kullanabilirsek, hem ülkemizin kalkınmasına, mutluluğuna
olumlu katkı sağlarız hem de insanlığa hizmet etmiş oluruz, ayrıca milletler
ailesinin kalkınma yarışında ülkemizin öne çıkmasına katkı sağlamış oluruz.
Aksi durumda ise, kalkınmamızın, ekonomimizin, sosyal, ekonomik ve kültürel pek
çok problemimizin kaynağı olacaktır bu potansiyel. Maalesef, bugün, ülkemizin
işsizliği, genç işsizliği ve üniversite mezunu genç işsizliği her geçen gün
önemli bir problemi hâline gelmektedir. Yüksek eğitim ve öğretimin daha iyi iş,
daha iyi bir gelecek hâline gelmesini, gençlerimizin daha iyi bir hayat
standardı yakalama umudunu gerçekleştirmek öncelikle milleti temsilen seçilerek
buraya gelmiş olan bizlerin görevidir. Değerli
arkadaşlar, bugün, dokuz ilimizde ve iki vakıf adına kurulmuş olan
üniversitelerle beraber on bir üniversite kuruluyor. Bunları Milliyetçi Hareket
Partisi olarak önemsiyoruz, destekliyoruz. Bu vesileyle Türkiye’de üniversiteye
sahip olmayan il kalmamış olacaktır ancak ben şahsen, memnuniyet ve endişeyi
beraberce yaşıyorum. Memnunum, çünkü bu üniversitelerin kurulmasını bekleyen
insanlarımız, hemşehrilerimiz, o bölgenin
milletvekilleri memnunlardır. Bu memnuniyeti görüyoruz, onların memnuniyetini
bizler de paylaşıyoruz. Tabii ki kurulan
bu üniversiteler bölgenin, ülkenin kalkınmasına, ekonomik ve sosyal
problemlerin çözülmesine, genç beyinlerin önce ailesine, sonra topluma ve
insanlığa faydalı insanlar olarak katılmalarına önemli katkılar sağlayacaktır. 1960 yılından
beri, eski bir üniversitenin oluşturduğu altyapı üzerine yeni üniversiteler
kurulmuştur. Tabii ki eksikleriyle kurulmuştur ve gelişmiştir ama yeni kurulan
bu üniversitelerle ilgili endişelerimiz var. Bazı üniversitelerimiz gerçekten
altyapısı itibarıyla gelişmeye, gerçekten çoluk çocuğumuzu rahatlıkla teşvik
edebileceğimiz bir üniversite olmaya adaydır ama bazılarında ise kâğıt üzerinde
bir fakülte veya yüksekokul, kâğıt üzerinde bir üniversite kurulması durumuyla
karşı karşıyayız. Değerli
arkadaşlar, bu kâğıt üzerinde kurmuş olduğumuz üniversitelerin yarın hayata
geçmesi dönemindeki problemler, bugün üniversitenin kurulması nedeniyle bizlere
alkış tutan hemşehrilerimizin öncelikle hayal
kırıklığına, zaman içerisinde de öfkesine sebep olabilir. İşte bunu önlemek
öncelikle burada bulunan bizlerin görevidir değerli arkadaşlar. MİLLÎ EĞİTİM
BAKANI HÜSEYİN ÇELİK (Van) – Karaman’da öyle bir şey oluyor mu Hasan? HASAN ÇALIŞ
(Devamla) - Bütçemizin durumuna bakıyorum, bütçemizin yatırıma ayrılan payına
bakıyorum ondan dolayı endişeleniyorum değerli arkadaşlar. Yani bütçenin
içerisinde faize ayırdığımız, sosyal güvenlik açıklarına ayırdığımız paya ve
yatırımlara ayırdığımız paya bakıyorum ondan endişeleniyorum. Üniversite mezunu
işsizlere, yetersiz altyapı ve yetersiz imkânlarla donanımsız yetiştiği için,
kendini, verilecek yeni görevlere, yeni işlere hazır olmamak durumuyla karşı
karşıya gören yeni mezunları eklemenin endişesini taşıyorum değerli arkadaşlar. Üniversite
kurarken asgari ilmî kriterlerin etkili olması
gerekirken sübjektif kriterlerle ölü doğan, hasta doğan üniversitelerimiz olur
mu diye endişeleniyorum. Bunları da kayıtlara geçsin diye özelikle söylüyorum
değerli arkadaşlarım. Maalesef,
ülkemizin bir Devlet Planlama Teşkilatı Müsteşarlığı var. Bu Müsteşarlığımızın
on yıl, yirmi yıl, otuz yıl, elli yıl ülkemizin geleceğiyle ilgili yaptığı
planlar ve programlara göre yapılması gereken işleri maalesef “Ben yaptım oldu”
metoduyla yapar hâle geldik. Bundan dolayı endişeleniyorum. Tabii ki her
ilimizde bir üniversite kurulması… Artık, bugün itibarıyla kuruyoruz, bu
tartışılmayacaktır ama yarın bunların problemlerini tartışmaya devam edeceğiz
değerli arkadaşlar. Bugün itibarıyla mevcut üniversitelerimizin hâlledilemediği için kronikleşen çözülememiş problemlerine
bakıyorum, bundan dolayı endişeleniyorum. Bugün üniversitelerimizi teknik
altyapı, fiziki altyapı, öğretim üyesi sayı ve kalitesi, bilimsel kalite ve
verimlilik, sosyal ve kültürel altyapı, yetiştirilen öğrenci ve öğretim
üyesinin donanımı, uluslararası standartlara uygun kalitede eğitim, öğretim,
bilimsel araştırma ve yayınlar yönünden kıyasladığımız zaman çok önemli
farklılıklar görmekteyiz. Bugün öyle üniversitelerimizde öyle fakülteler var ki
gerçekten bir fakültenin bir bölümündeki öğretim üyesi, Anadolu’daki bir
üniversitenin tamamında olan öğretim üyesinden daha fazladır. Bugün öyle
üniversitelerimiz var, dünya çapında yayınlar yapabiliyor, ilmî araştırmalar
yapabiliyor ama öyle üniversitelerimiz var ki şurada pek çoğumuz, çocuğumuzu
gözü kapalı gönderemiyoruz değerli arkadaşlar. İşte, bizlerin, hepimizin görevi, öncelikle bu üniversiteleri, hem
kendi çocuklarımızın hem de bizlere güvenerek oy vermiş insanların, destek
vermiş insanların, ümit etmiş insanların çoluk çocuğunu gözü kapalı
gönderebileceği “Ben buralara çocuğumu emanet edebilirim, buralara emanet
ettiğim çocuğum gelecekte hem kendisine hem de topluma faydalı insanlar olur.”
ümidiyle rahatlıkla gidebileceği üniversite standardını yakalamamız lazım. Ancak, yetmiş yıla baktığımız zaman, bu konuda ne yazık ki iyi bir
notumuz yok, bundan dolayı endişeliyim değerli arkadaşlar. Bugün, iktidarı
ile muhalefeti ile bu konuyu, gerçekten millî bir mesele olarak ele alıp
çözmemiz gereken önemli bir konu olarak görüyorum. Mesela yeni kurulan, bir yıl
içerisinde kurulan üniversitelerimizden birisi de Karamanoğlu
Mehmetbey Üniversitesidir. Gerçekten bu üniversitemiz
bir yıl öncesinde kurulmuştur, ancak bu bir yıl öncesine gelene kadar aşağı
yukarı yirmi beş yıllık bir mazisi vardır. Bugün, Sayın Bakanımın dün burada
konuşmasında da örnek verdiği hâle gelmesi için emek veren, çalışan isimli
isimsiz kahramanlar vardır. Gerçekten bu müessesenin bugünlere gelmesinde,
kurulmasında… (Mikrofon
otomatik cihaz tarafından kapatıldı) BAŞKAN – Sayın
Çalış, bir dakika ekliyorum, lütfen konuşmanızı tamamlayınız. HASAN ÇALIŞ
(Devamla) - … emeği geçen herkesi şahsım ve hemşehrilerim adına kutluyorum, şükranlarımı, minnetlerimi
arz ediyorum. Aradan bir yıl
geçmiştir. Bir yıl içerisinde Karaman Valimiz, milletvekillerimiz, vakıf
yöneticilerimiz el birliğiyle bir şeyler yapmaya çalışıyoruz. Ancak, almamız
gereken yola ve aldığımız yola bakıyoruz, arkadaşlar, ben şahsen “Niye bu kadar
yavaş gidiyoruz?” diyorum. Sayın Bakanımın son gelişinde Hükûmetimiz
adına verdiği sözün ayak seslerini duyuyoruz, inşallah onun hayata geçtiğini de
görürüz. Kendilerine de teşekkür ediyorum hemşehrilerim
adına. MİLLÎ EĞİTİM
BAKANI HÜSEYİN ÇELİK (Van) – İhalesi yapıldı, yapılıyor. HASAN ÇALIŞ
(Devamla) – İnşallah Sayın Bakanım, neticeyi görelim, tekrar teşekkür edeceğiz. Efendim, ben bu
vesileyle, yeni kurulan üniversitelerimizin hayırlı olmasını diliyorum.
Milliyetçi Hareket Partisi Grubu olarak bu üniversitelerimize olumlu oy
vereceğimizi, destekleyeceğimizi beyan ediyorum, saygılarımı arz ediyorum. BAŞKAN – Teşekkür
ederim Sayın Çalış. Cumhuriyet Halk
Partisi Grubu adına İstanbul Milletvekili Sayın Nur Serter. Buyurun Sayın Serter. (CHP sıralarından alkışlar) CHP GRUBU ADINA
FATMA NUR SERTER (İstanbul) – Teşekkür ederim Sayın Başkan. İstanbul Şehir
Üniversitesi adıyla bir vakıf üniversitesi kurulmasına ilişkin ek 105’inci
maddeyle ilgili olarak Cumhuriyet Halk Partisi Grubu adına söz almış
bulunuyorum ve yüce Meclisi saygıyla selamlıyorum. Değerli
milletvekilleri, dün de burada ülkemizde yeni üniversitelere ne kadar büyük
ihtiyaç olduğu üzerinde uzun uzun konuştuk. Gerçekten
vakıf üniversiteleri de ülkemizin bir gerçeğidir ve vakıf üniversitelerine de
ihtiyaç bulunmaktadır. Ancak, bilindiği gibi Türkiye’de kâr elde etme amacıyla,
ticari amaçla üniversite kurulması yasalarımıza göre yasaktır. Bu nedenle,
kurulacak olan vakıf üniversitelerinin ticari amaçla değil ama gerçekten vakıf
üniversitesi olarak faaliyet göstermelerinin üzerinde büyük bir özenle
durulması gerektiği düşüncesini taşıyoruz. Geçmişteki
uygulamalar, ne yazık ki, birçok vakıf üniversitesine devletten yapılan arazi
ve bina tahsisleri, devlet üniversitelerinden buraya giden öğretim kadroları,
yine devletten yıl içerisinde aktarılan devlet yardımları -bütün üniversitelere
olmamakla birlikte- ve bir de öğrencilerden alınan katkı payları ya da ücretler
hep birlikte değerlendirildiğinde, bunların tam olarak bir vakıf üniversitesi
statüsü içerisinde faaliyet göstermediğini ortaya koymaktadır. Değerli
milletvekilleri, zaten, tabloya bir bakalım, bu vakıf üniversiteleri nerelerde
kurulmuş? İstanbul’da, Ankara’da, İzmir’de, zannediyorum bir tane de Çukurova’da.
Diğer taraflarda vakıf üniversiteleri yok. Niye yok? Çünkü gelir düzeyi yüksek
olan kentlerimizde bir miktar kâr elde etme amacıyla çalışan üniversitelerdir
büyük bir çoğunluğu. Şimdi, benim
Sayın Bakandan buradaki ricam, vakıf üniversitelerinin gerçek vakıf
üniversitesi olarak faaliyet göstermesi konusuna titizlik göstermesidir. O
zaman, sadece iki tane değil, onlarca vakıf üniversitesinin kurulmasına daha
gönülden bir destek verileceğine inanıyorum. Dün burada
kurulan devlet üniversiteleriyle ilgili konuşma yaptığım sırada devlet
üniversitelerinin çoğunun ilk kuruluş aşamasında birer tabela üniversitesi
olarak kurulduklarından ve aradan on yıllar geçtikten sonra gerçekten bilimsel
alanda ve eğitim öğretim alanında nitelikli faaliyet gösterebilir durumda
olduklarından söz etmiştim. Ancak, Sayın Bakan daha sonra yapmış olduğu
konuşmada zaman zaman bana da atıf yaparak bunların
gerçekleri yansıtmadığını ifade ettiler, bazı konularda en azından gerçekleri
yansıtmadığını. Şimdi ben Sayın
Bakana sormak istiyorum: Sayın Bakan bu kurulan yeni üniversiteler, bu dokuz
üniversite, ondan önceki on yedi, ondan önceki on beş sıfırdan mı kuruldular?
Ben ne dedim? Dedim ki, bunlar var olan devlet üniversitelerinin bazı fakülte
ve yüksekokullarının bir iki ilaveyle yeni üniversite tabelası üzerine asılarak
kurulmuş üniversitelerdir dedim. Yok mudur böyle bir
şey? Böyle kurulmadılar mı? Bir üniversiteden dört tane yeni üniversite çıkmadı
mı? Yalan mı bu? Yanlış mı? Sizin kendi kaynaklarınız bunun bu şekilde olduğunu
doğruluyor. Yine ben ne
dedim? Dedim ki, şu yasadaki 2’nci maddeyi söyledim. Bu yeni kurulan
üniversitelere, içinden çıktığı üniversiteden bir öğretim üyesi ve idari
personel, hatta geçici personel kadrosu aktarılıyor. Aktarılmıyorsa Sayın
Bakan, bu 2’nci maddeyi niye oylatıyorsunuz burada? Burada
yazılı işte aktarıldığı. Bunu söyledim. Ben şunu söylemedim: Bundan
ibarettir aktarılan kadrolar demedim. Ama bu gerçeğin altını çizdim. Bu
kadrolar aktarılıyor. Bunlar uzaydan gelmiyor Sayın Bakan. Bir üniversiteden
alıyorsunuz… Zaten kadro sıkıntısı çeken bir üniversitenin bir miktar kadrosunu
alıyorsunuz yeni üniversiteye aktarıyorsunuz; bunu söyledim. Eğer yalansa, bu
2’nci maddeyi lütfen iptal ettirin, boşu boşuna burada oylamayalım. Bunun
dışında, tabii ki yeni tahsis yapacaksınız, tabii ki yeni kadro verilecek. Üç
tane kadroyla bir üniversitenin yaşaması mümkün müdür? Ama 2006’dan beri
kurulan üniversitelerin rakamlarını ben size burada okudum. Bundaki
gecikmelerin, eğitime, öğretime maliyetinin altını çizmeye çalıştım.
Dolayısıyla, şapla şekeri birbirine karıştıran ben değilim Sayın Bakan. Aman
siz karıştırmayın. Sizin karıştırmanızın Türkiye’ye maliyeti çok yüksektir
eğitim açısından. Siz, lütfen şapla şekeri karıştırmayın. Cerrahpaşa’nın
rakamlarını, Çapa’nın rakamlarını da vermeyin. Çünkü buradaki konuşmacıların
hiçbir tanesi yeni kurulan üniversitelerde, bir üniversitede, bir tıp
fakültesinde 800 tane profesörün olmasını veya öğretim üyesinin olmasını zaten
beklemiyor. Ben hiç beklemiyorum. Ben, Türkiye’deki eğitim gerçeğini inanın en
az sizin kadar biliyorum çünkü. Kurulan üniversitelerin tabela üniversitesi ve
gecekondu üniversitesi olmaması için bu üniversitelere yapılacak kaynak
tahsisinin ne derece önemli olduğunun altı burada çizilmiştir; bütün konuşan
milletvekilleri bunu özenle çizmiştir ve bu son derece önemlidir. Yeni kurulan
bunca üniversite varken, Sayın Bakan, bunca üniversite varken ve bu
üniversitelerin öğretim üyesi ihtiyacı en yüksek düzeyde iken, özellikle
araştırma görevlisi ihtiyacı bu kadar yüksek düzeyde iken işte görüyoruz kaç
tane kadro tahsis edildiğini. Siz, öğretim elemanı kadrolarını toplayıp da bana
toplam rakamı lütfen vermeyin. Öğretim elemanı değil, esas olan öğretim
üyesidir. Bunu siz bir akademisyen olarak en az benim kadar biliyorsunuzdur.
Esas öğretim üyesidir. 3 tane profesör, 3 tane doçent veriyorsunuz, 1 tane
yardımcı doçent veriyorsunuz. Ne veriyorsunuz yani? Sanki binlerce kadro tahsis
etmişsiniz gibi… Öğretim elemanı veriyorsunuz, işte, eğitim uzmanı veriyorsunuz,
sonra bunların hepsini sanki profesyonel kadrolar tahsis etmişsiniz gibi
söylüyorsunuz. Biz burada sizden
bir dilekte bulunduk, dedik ki, ne kadar çok genç akademisyenin yetişmesine
olanak sağlarsak hızlı bir şekilde, bu üniversitelerimiz o kadar kolay,
nitelikli eğitim veren konuma gelirler. Bu dileğe karşı bunlar yokmuş gibi bir
cevap üretmeyi, açık söyleyeyim, bu ülkenin Millî Eğitim Bakanına
yakıştıramadım. Sayın Bakan, iş
bu durumdayken bir YÖK Başkanı atadınız ve bu YÖK Başkanı, üniversitelerde mevcut
akademik atama ve yükseltilme yönetmeliklerini bahane ederek üniversitelere
yapılacak bütün akademik atama ve yükseltmeleri durdurma kararı aldı. Ha,
şimdi, yani YÖK’ün kendi akademik atama kriterleri var
zaten. Siz üniversitelerdeki farklı kriterlerle ilgili
yönetmelikleri iptal ettiğiniz için zaten YÖK’ün var olan kriterlerine göre
atamaları neden durduruyorsun diye YÖK Başkanına bir zahmet edip sorsanız çok
iyi olur. Aslında biz bunların neden durdurulduğunu biliyoruz. Ama biz
söylediğimiz zaman siyaset yapıyor oluyoruz. Bunlar durduruldu çünkü temmuz
ayında yirmi iki üniversiteye yeni rektörler belirlenecek. Siz o zaman
kadroları serbest bırakacaksınız ki, yeni atanan rektörler, sizin iradenize
biat edecek nitelikteki rektörler o kadroları istedikleri gibi doldursun diye. Olay son derece açık. Biz burada başka
gerçekleri de biliyoruz. Örneğin biz burada İnönü Üniversitesine niye kadro
verilmediğini biliyoruz, Turgut Özal Tıp Merkezine yıllardır niye kadro
verilmediğini biliyoruz. Ben dün burada rakamları verdim. Bakın, görün,
temmuz ayından sonra siz bu kadroları vereceksiniz. Hep birlikte burada bu
kadroları nasıl verdiğinizi göreceğiz. Siz kendi siyasi ideolojinize aykırı
olduğunu düşündüğünüz, siz Atatürkçü diye nitelendirdiğiniz rektörleri cezalandırıyorsunuz.
Ben bu cezaları çok yakından biliyorum. Üstüne denetçi gönderirsiniz, sürekli
denetçi gönderirsiniz, Maliye müfettişlerini eksik etmezsiniz, kadro
vermezsiniz, para vermezsiniz, bütçelerini kısarsınız. Biz bunları gayet iyi
biliyoruz ve göreceğiz, burada hep birlikte göreceğiz, temmuz ayından sonra bu
kadroları yağmur gibi nasıl yağdıracağınızı göreceğiz. Eğer temmuz ayına, yeni
rektör atamalarına kadar bu kadroları serbest bırakmazsanız, o zaman da bu
konuda size hesap sorma hakkını kendimizde göreceğiz. Ben Sayın Millî
Eğitim Bakanından millî eğitimin, bütün Türkiye'nin, bütün üniversitelerin
bakanı olarak yeni kurmuş olduğu üniversitelerle ilgili burada hızlı, kaliteli
eğitime geçiş sürecini olanaklı kılacak uygulamalara destek vermesini
bekliyorum. Yoksa burada çıkıp bizim iyi niyetle söylediklerimize karşı siyasi
bir üslup içerisinde “Muhalefet söylüyorsa aman muhalefetin söylediğine mutlaka
karşı çıkayım.” anlayışı içinde şaplı şekerli demeçler vermesini gerçekten
garip karşılıyoruz. Hepinizi saygıyla
selamlarım. (CHP sıralarından alkışlar) BAŞKAN – Teşekkür
ederim Sayın Serter. Hükûmet adına Millî
Eğitim Bakanı Sayın Hüseyin Çelik. Buyurun. (AK
Parti sıralarından alkışlar) MİLLÎ EĞİTİM
BAKANI HÜSEYİN ÇELİK (Van) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; dünden beri
yaptığımız müzakereler esnasında gerek iktidar kanadından gerekse muhalefet
partilerine mensup arkadaşlarımızdan burada birçok değerli milletvekilimiz bu
tasarıya katkı sundular, eleştirilerde bulundular, temennilerde, tavsiyelerde,
tekliflerde bulundular. Sayın Serter, bunlardan hiçbirisi bizi rahatsız etmedi. Zatıalinizin de söylediği hiçbir şekilde bizi rahatsız
etmedi. Ama muhalefetin burada Hükûmeti eleştirme
hakkı ne kadar tabii ise sizin yaptığınız eleştirilere bizim de karşılık
vermemiz, bizim buna cevap vermemiz, toplumu aydınlatmamız da o kadar bizim
hakkımızdır. Müsaade edin, bunu da yapalım. ALİ KOÇAL
(Zonguldak) – Yapmayın demedik, gerçekçi olsun. MİLLÎ EĞİTİM
BAKANI HÜSEYİN ÇELİK (Devamla) – Şimdi, bakın biraz önce Sayın Serter “Şu anda mevcut olan üniversitelerden bunlar
ayrılıyor, yeni üniversiteler oluyor. O üniversitelerden de buraya kadro
aktarıyorsunuz.” diyor, “Bu da 2’nci maddede yazılıdır.” diyor. Sayın Serter’in dediği şu değerli arkadaşlar -biraz sonra 2’nci
madde okunacak- diyelim ki Ardahan’da kurduğumuz üniversite bünyesinde bulunan
İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi, şu anda Kars Kafkas Üniversitesinin
bünyesinde bulunuyor. Orada hizmetlisinden profesörüne kadar eğer şu anda
mevcut kadroda birileri varsa üniversite kurulduğu zaman Ardahan
Üniversitesinin personeli olacak. Bütün taşınır taşınmaz malları, menkulleri,
gayrimenkulleri, fiziki binaları, vesair Ardahan
Üniversitesine bağlı olacak, söylenen şey budur. Ama Sayın Serter
biz bununla yetinmiyoruz ki. Dünden beri şunu söylüyorum… FATMA NUR SERTER
(İstanbul) – Bunu söylüyoruz... MİLLÎ EĞİTİM
BAKANI HÜSEYİN ÇELİK (Devamla) – Bakın ama ben başka bir şey söylüyorum. Sizin
oluşturduğunuz… KEMAL
KILIÇDAROĞLU (İstanbul) – Sayın Serter de onu
söyledi. FATMA NUR SERTER
(İstanbul) – Aynı şeyi söylüyoruz. MİLLÎ EĞİTİM
BAKANI HÜSEYİN ÇELİK (Devamla) – Müsaade edin. FATMA NUR SERTER
(İstanbul) – Aynı şeyi söylüyoruz. MİLLÎ EĞİTİM
BAKANI HÜSEYİN ÇELİK (Devamla) – Sizin ne söylediğinizi, ben ne söylediğimi biliyorum. Sanki mevcut olan
fakülteler, bunlar sadece bir araya getiriliyor, üzerine bir tabela asılıyor;
bunlara ilave kadro verilmiyor, bunlara ilave bütçe verilmiyor, bunlara başka
hiçbir imkân tanınmıyormuş gibi eğer böyle bir atmosfer oluşturursanız bu
gerçeği yansıtmaz. Arkadaşlar,
bakın, şu anda kurduğumuz kırk devlet üniversitesi için, dün burada açıkladım,
76 bin yeni kadro ihdas ediyoruz, akademik ve idari kadro ihdas ediyoruz. Şu anda mevcutların dışında bu. Eğer bugün,
Tunceli Üniversitesini kuruyorsak, Tunceli İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi, ki şu anda gayri faal. Bu dokuz, bakın bu dokuz
ildeki mevcut fakültelerin büyük bir çoğunluğu, sadece sanırım Bayburt’taki
eğitim fakültesini istisna ederseniz, bunların yüzde 90’ı gayri faaldir, ismen
vardır fakat öğrencisi yoktur, eğitim öğretim yapılmamaktadır. Diyelim ki
Iğdır’da Ziraat Fakültesi bizim dönemde açıldı ancak şu anda faal bir fakülte
değildir, faal hâle gelecektir. Ama varsayın ki faaldir, varsayın ki öğretim
üyesi vardır. Onların dışında 76 bin yeni kadro ihdas ediyoruz değerli
arkadaşlar. Bir kere bunu tespit edelim. FATMA NUR SERTER
(İstanbul) – Serbest bırakmıyorsunuz. MİLLÎ EĞİTİM
BAKANI HÜSEYİN ÇELİK (Devamla) - Şimdi gelelim serbest bırakmaya. Biraz önce Sayın
Işık bana bir soru sordu, MHP’den Kütahya Milletvekilimiz dedi ki: “Bunlar niye
atanmıyor?” Değerli arkadaşlar, Üniversitelerarası Kurulun atamadaki kriterlerle ilgili yönetmeliği Danıştay tarafından iptal
edilmiştir. Danıştay diyor ki: “Burada sübjektiflikler vardır, her üniversite
kendi bildiği gibi atama yapmaktadır. Bunların asgari kriterlerinin
olması gerekiyor.” Bununla ilgili de bir yasal düzenleme yapılması gerektiği
ifade ediliyor. Biz de bu yasal düzenlemeyi yapıp getiriyoruz. FATMA NUR SERTER
(İstanbul) – Yürürlükte mevcut yönetmelik Sayın Bakan. MİLLÎ EĞİTİM
BAKANI HÜSEYİN ÇELİK (Devamla) – Şimdi, gelelim işin bir diğer tarafına.
Değerli arkadaşlar, bakın son olarak kurduğumuz 17 üniversitede toplam 27 ünite
var yani fakülte ve enstitü olarak 27 tane fakülte ve enstitü vardır. Peki, biz
bu 27 fakülte ve enstitüyü sadece bir araya getirerek bir üniversite hâline mi
getirdik? Hayır. 65 tane daha fakülte ve enstitü kurarak bu 17 üniversiteyi
şekillendirdik. Şu eleştiriye
katılırım veyahut da şu temenniye katılırım: Şimdi, bunlar bugün kuruldular.
Kanun kurmak sadece üniversiteye başlangıç yapmaktır. Bunlar bir anda, bir
günde, üç günde, beş günde ideal üniversite, bizim arzuladığımız üniversite
elbette olmazlar. Ama değerli arkadaşlarım, şöyle bakın olaya: Yalova Üniversitesini
bugün kurarsanız diyelim ki on sene sonra, on beş sene sonra arzuladığınız bir
Yalova Üniversitesiyle karşılaşırsınız ama on beş yıl sonra Yalova
Üniversitesini kurarsanız bu otuz yıl sonra olacak demektir. Bugüne kadar belki
birçok kimsenin gözden kaçırdığı budur. FATMA NUR SERTER
(İstanbul) – Biz de bunu söylüyoruz zaten, aynı şeyler. MİLLÎ EĞİTİM
BAKANI HÜSEYİN ÇELİK (Devamla) – Netice itibarıyla söylediğimiz şeyler farklı
şeyler değil. Ancak burada yapılan bir şey vardı değerli arkadaşlar. Bazı
milletvekili arkadaşlarım dediler ki: “Keşke Hükûmetimiz
çıkıp burada şunu söyleseydi: Biz iktidara gelmeden önce şu kadar üniversite
kurmayı planladık, bakın şunu…” Arkadaşlar, bakın
bu yaptıklarımızın hiçbirisi plansız değildir. Sayın Demirtaş
-DTP’den- dedi ki: “Sayın Bakan dedi ki geçen dönem:
‘Eğer sadece seçmene selam olsaydı, sadece tabela üniversitesi kuruyor olsaydık
biz dokuz ile de üniversite kurardık.’ Bugün dokuz ile üniversite kurduklarına
göre tabela üniversitesi mi kurulmuş oluyor?” Bakın, biz önce
on beş üniversiteyi kurduk, arkasından on yediyi getirdik, daha sonra dokuzu
getirdik. Hepsini bir günde getirebilir miydik? Getirirdik. Bütçe imkânları
çerçevesinde ve bunlara eğer kaynak tahsis edemeyeceksek, bunların fiziki
altyapılarını yapamayacaksak, bunlara personel veremeyeceksek bu üniversiteleri
kurmanın elbette bir anlamı yok. Ama bakın biz bu sürece ne zaman başladık?
2004’te hazırlıklarına başladık, 2005’te bir bölümünü kurduk, 2006’nın sonunda
bir bölümünü kurduk, şimdi de dokuz üniversite kuruyoruz. Gelelim vakıf
üniversitelerine: Bakın, sadece -Sayın Serter
haklıdır- İstanbul’da, Ankara’da, İzmir’de vakıf üniversiteleri
toplanmışlardır. Sadece Tarsus’ta bir vakıf üniversitesi vardır. Fakat şu anda
bu da değişmektedir değerli arkadaşlar. Bursa’dan birden fazla müracaat vardır,
Gaziantep’ten birden fazla müracaat vardır, Malatya’dan çok kısa bir süre sonra
belki bütün hazırlıkları bitirilmiş olarak önünüze bir vakıf üniversitesi
gelecektir, Adana’dan böyle bir talep vardır, Konya’dan, Kayseri’den… Bakın,
Kayserililer şu anda üniversitenin, bu kurulacak vakıf üniversitesinin
altyapısını bile büyük çapta halletmişlerdir. Sadece Ankara ve
İstanbul’a vakıf üniversitelerinin hapsolması, sadece Ankara ve İzmir’e mahsus
bir şeymiş gibi vakıf üniversitelerinin kurulmasını ben de tasvip etmiyorum.
Büyükşehir belediyesinin bulunduğu metropol
şehirlerimiz başta olmak üzere vakıf üniversitelerinin bütün Türkiye’ye
yayılması bizim de arzumuzdur, bizim de çabamız ve teşvikimiz bu yöndedir. Dolayısıyla,
değerli arkadaşlar, burada eleştiride bulunurken kesinlikle bunları göz önünde
bulunduralım. Bir de Sayın Serter’e şunu söylemek istiyorum: Değerli milletvekili
arkadaşım, bakın, burada dünden beri müzakere yapılıyor. Hepimiz birbirimizi
çok anlayışla karşılıyoruz ama sizin kadar böyle tansiyonu yükselten hiçbir
arkadaşımız olmadı. FATMA NUR SERTER
(İstanbul) – Bir de siz varsınız. MİLLÎ EĞİTİM
BAKANI HÜSEYİN ÇELİK (Devamla) – Şimdi, ama ben, dikkat ederseniz siz bu
gerginliği yarattıktan sonra ben size cevap vermek üzere sadece çıkıyorum. Bunu
unutmayın. Teşekkür ederim
arkadaşlar. (AK Parti sıralarından alkışlar) BAŞKAN – Teşekkür
ederim Sayın Bakan. Şahıslar adına
ilk söz Malatya Milletvekili Sayın Öznur Çalık’a
aittir. Buyurun Sayın
Çalık. (AK Parti sıralarından alkışlar) ÖZNUR ÇALIK
(Malatya) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; görüşülmekte olan 226 sıra
sayılı Kanun Tasarısı’nın 1’inci maddesi üzerine şahsım adına söz almış
bulunuyorum. Konuşmama başlamadan önce heyetinizi saygıyla selamlıyorum. Değerli
milletvekilleri, üniversiteler çağın gereksinimlerine uygun olarak genç
neslimizin ağırlıkta olduğu toplumumuzun yükseköğrenim ihtiyaçlarını karşılayan
ve ülkemizin sosyoekonomik kalkınmasında verdikleri eğitimle son derece önemli
yere sahip kurumlardır. Hızla küreselleşen, rekabetin arttığı, özellikle
teknoloji ve bilim alanındaki yarışın giderek hararetlendiği dünyamızda
toplumumuzu bu yarışın içerisinde tutabilmek ancak yetişmiş insan gücüyle
mümkündür. Ülkemizde
ortaöğretimdeki okullaşma oranında yaşanan artış yükseköğrenime yönelik talebi
de artırmaktadır. Bu konuda üniversitelerimizde ikinci öğretime geçmek
suretiyle ve açık öğretim yöntemiyle geçici önlemler alınmışsa da yeterli
olunmamıştır. Üniversitelerimize yerleşebilmek için her yıl 1,5 milyonun
üzerinde evladımız sınavlara girmektedir, başvuruda bulunmaktadır ancak mevcut
kontenjanın talebi karşılayamaması ve artışın devam etmesi sebebiyle yeni
üniversitelerin kurulması zorunlu hâle gelmiştir. Bu düşünce doğrultusunda, Hükûmet olarak üniversite sayısını hızla artırmak adına
çalışmalarımızı aralıksız sürdürüyoruz. 2006 yılında on beş, 2007 yılında on
yedi üniversite kurduk. Bu tasarıyla da dokuz yeni üniversitemizi yeniden
Türkiye’mize kazandıracağız. Fakat, biraz evvel
konuşan Sayın Serter bilmeli ki, bu yeni kurulan kırk
bir üniversitemiz de dâhil olmak üzere, artık hiçbir üniversitemizde ikna
odaları olmayacaktır arkadaşlar. (AK Parti sıralarından alkışlar) Seksen bir ilin
sekseninden milletvekili çıkarabilmiş bir siyasi parti olarak, milletvekili
çıkaramadığımız tek il olan Tunceli dâhil olmak üzere “Üniversitesiz şehir
kalmayana kadar yola devam.” dedik ve bugün de sizlerin desteğiyle bu
hedefimize ulaşmış oluyoruz. AKİF AKKUŞ
(Mersin) – Şehir var, şehir var. Tarsus şehirdir. ÖZNUR ÇALIK
(Devamla) - Değerli milletvekilleri, bu yeni kurulan dokuz üniversitemizin
yanında, kayısının başkenti Malatya’mızda faaliyet gösteren İnönü Üniversitesi
28 Ocak 1975 tarihinde Türkiye Büyük Millet Meclisinde kabul edilen kanunla
kurulmuştur ve otuz üç yıllık bir üniversitedir ve bugüne kadar çözülemeyen,
yaşanılan kadro sıkıntısı vardır. 11 araştırma merkezi, 10 meslek yüksekokulu,
2 yüksekokul, 8 fakülte ve 3 enstitüyle öğrenimine devam etmektedir. Orta
Doğu’nun en büyük hastanesi olan Turgut Özal Tıp Merkezi ve üniversitemizin
diğer bazı birimleri çok ciddi kadro sorunları yaşamıştır. İnşallah, otuz üç
yıldan beri yaşanan bu kadro sorunları… Dün Sayın Bakanımızın vermiş olduğu
cevapla bütün Meclisimizin ve Malatya kamuoyumuzun da öğrendiği gibi, 2008
yılında, inşallah, Malatya’mızın, üniversitemizin kadro sorunu da çözülmüş
olacak diğer üniversitelerimizle birlikte. Sayın Bakanımıza
ve Hükûmetimize, bu vesileyle de şimdiden
teşekkürleri iletiyorum. Yine
Malatya’mızda, Sayın Bakanımızın ifade ettiği gibi, vakıf üniversitemiz de
inşallah, önümüzdeki yıllarda faaliyete geçecektir. Sayın Başkan,
değerli milletvekilleri; daha çağdaş ve modern eğitim imkânlarını toplumumuza
kazandırabilmek için cumhuriyet tarihinde Millî Eğitim bütçesini en yüksek
seviyesine ulaştırdık. Son dört yıl üst üste genel bütçeden en büyük payı
eğitime ayıran Hükûmetimizin, önümüzdeki dönemde de
eğitime yönelik hassasiyetini sürdüreceğine ve ilkleri başarmaya devam
edeceğine inancım sonsuzdur. Bu duygu ve
düşüncelerle, kanunun milletimize, eğitim ve öğretim camiamıza hayırlı, uğurlu
olmasını diliyorum ve yüce Meclisimizden bundan sonra da kurulacak olan bütün
üniversitelerimizde çağdaş, laik, sosyal ve demokratik, sosyal hukuk devletine
yakışır üniversiteyi temsil eden hocalarımızla Türkiye’de temsil edilmeyi
gönülden arzu ederek saygılarımı sunarım. (AK Parti sıralarından alkışlar) BAŞKAN – Teşekkür
ederim Sayın Çalık. Şahısları adına
diğer söz Karaman Milletvekili Sayın Hasan Çalış’a
aittir. Buyurun Sayın
Çalış. (MHP sıralarından alkışlar) HASAN ÇALIŞ
(Karaman) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; hepinizi saygılarımla
selamlıyorum. Değerli
arkadaşlarım, burada, özellikle vakıf üniversitelerimize bağlı tıp
fakültelerimizde ve üniversitelerimizin tıp fakültesi kurma anlayışıyla ilgili
bir aksaklığı özellikle dile getirmek, bir de sınavlarla ilgili benim
görebildiğim aksaklığı dillendirmek için söz aldım tekrar. Şimdi, bir
üniversite kuruluyor. Üniversite kurulunca çevrede yoğun bir baskı başlıyor,
“İllâ ki bir tıp fakültesi kuralım…” Tıp fakültesi yöneticileri de “Tıp
fakültesini kurarız, bir döner sermaye oluşur; bunun üzerinden üniversiteyi de
fakülteye taşıtırız.” diye bir anlayış içerisinde olabiliyor. Aslında, bir
bakıma tıp fakültelerinin yaygınlaşması önemli ama bu anlayış kendi kendine
yetemeyen, gelişimini tamamlamayan, hızlı gelişemeyen, problemleriyle boğuşan
tıp fakültelerini yaygınlaştırıyor. Bu konuya dikkat çekmek istedim; bir. Bir diğer konu:
Gerçekten vakıflarımız üniversite kurarak ülkemize güzel hizmetler veriyorlar.
Ama şimdi, düşünün ki bir vakıf bir şehirde bir tıp fakültesi açıyor. Tıp
fakültesi Türkiye genelinde hastaneler zinciri kuruyor. Bu vakfımızın özel
hastane anlayışı içerisinde hastaneler zinciri kurmasının bence hiçbir mahzuru
yok ama tıp fakültesi eğitimi vermediği, sadece özel hastanecilik yaptığı bir
ortamda “tıp fakültesi” ismi kullanılarak insanlarımızın güzel duygularının,
umutlarının, beklentilerinin istismar edilmesine bir tedbir almamız gerekiyor,
bir kural koymamız gerekiyor; bir. Bir diğer husus
değerli arkadaşlar, tıp fakültelerimizin bazılarında, inanın, bir bölümde,
Anadolu’daki pek çok üniversitemizin genelinde, tamamında bulunan öğretim
üyesinden fazla öğretim üyesi var. Bir tarafta öğretim üyelerimiz kendini
geliştirecek, öğrencilerine, asistanlarına, hastalarına yetecek zamanı
ayıramamakta -koşmaktan nefesi kesilirken- bir tarafta da öğretim üyesi
yığılmasından dolayı, gerçekten bu öğretim üyesi yığılması bir verimsizliğe,
hizmet sunmada bir aksaklığa sebep olabilmektedir. Değerli
arkadaşlar, bence bu konular öncelikle, tabii ki Sayın Bakanımı, eğitimden
sorumlu bakan olarak onu ilgilendiriyor ama şurada bulunan bizlerin hepsini
ilgilendiriyor. Bu konuda bu dönem bir şeyler yapabilirsek yapalım çünkü yarına
kaldıkça bu problem büyüyerek devam edecektir. Tabii ki öğretim üyesi dağılımı
kangren olmuştur. Buna bir çözüm getirmek lazım. Türkiye’deki bütün öğretim
üyesi sayısının toplamından fazla öğretim üyesi iki üç vilayetimizde
toplanıyorsa bunu çözmemiz gerekiyor değerli arkadaşlar, buna mutlaka el atmak
gerekiyor. Bu, hem insanlık adına borcumuz hem ülkemize borcumuz hem de
buralara çocuklarını gönderip eğitim veren maaş ödediğimiz insanlara maaş
öderken emeklerinin karşılığını ne derece bu millete veriyorlar, ne derece alabiliyoruz
bunu tespit etmek lazım. Bir diğer husus:
Vakıf hastanelerimizde, Sağlık Bakanlığı ihtisas hastanelerinde ve üniversite
hastanelerinde çalışan sağlık görevlilerinin -asistan, doktor, doçent, öğretim
üyesi vesair- hayat standartları ve bunlara sağlanan
sosyal ve ekonomik şartlar birbirinden çok farklı. Bunları ortak bir noktaya
taşıma mecburiyetimiz var. Aynı sınavla giren bir doktor
asistan, ihtisas hastanesinde başlarsa aldığı ücret farklı, vakıf hastanesinde
başlarsa farklı, fakültede başlarsa farklı. (Mikrofon
otomatik cihaz tarafından kapatıldı) BAŞKAN – Bir
dakika ek süre veriyorum Sayın Çalış, lütfen tamamlayınız. HASAN ÇALIŞ (Devamla) – Onun da ötesinde, 657 sayılı Yasa’ya tabi
olarak başlamışsa yani memur statüsünde başlamışsa, başladığı günün öbür günü
kendisi veya çocukları hastalanırsa sağlık hizmeti alabilmektedir ama aynı
arkadaşımız tercihini başka türlü yaptı, bir vakıf hastanesinde başladıysa
göreve -sigortalı başlıyor- normal süresini dolduramadan, insanlara hizmet
verdiği hastanede kendisi hizmet alamıyor. Bu bir tezattır; bu, gözden kaçmış önemli bir açıktır. Bunu
kapatmak gerekiyor değerli arkadaşlarım. Tabii ki bir
diğer konu da çok tartıştığımız sınavlar gibi, bu üniversitelerimizdeki sınav
sistemi. Üniversitelerimizdeki bütün sınavları artık birilerinin keyfine bağlı
olmaktan çıkarıp belli uluslararası standartlara bağlamak gerekiyor. Bu da
önemli bir konudur. Bunları tespit
etmek için söz aldım. Tekrar saygılarımı arz ediyorum, kurulan
üniversitelerimizin hayırlı olmasını diliyorum. (MHP ve AK Parti sıralarından
alkışlar) BAŞKAN – Teşekkür
ederim Sayın Çalış. Soru-cevap
faslına geçiyoruz. Sayın Kaptan… OSMAN KAPTAN
(Antalya) – Teşekkür ederim Sayın Başkan. Sayın Bakan, özel
öğrenci yurtlarından tarikat yurdu olduğu gerekçesiyle kaç yurt hakkında
şikâyet gelmiştir? Bu gerekçeyle kapattığınız öğrenci yurdu oldu mu? İkinci soru: Aynı
konuda kaç yurt müdürü hakkında soruşturma açılmıştır? Görevden aldığınız yurt
müdürü oldu mu? Üçüncü ve son
soru: Sayın Bakan, yurt müdürlerini görevden almada değil de göreve atamada
tarikatların etkili olduğu yönünde kamuoyunda bir algılama vardır, bu doğru
mudur? Teşekkür ederim. BAŞKAN – Sayın
Akcan… ABDÜLKADİR AKCAN
(Afyonkarahisar) – Sayın Başkanım, aracılığınızla
Sayın Bakana sormak istiyorum: Sayın Bakanım, bildiğiniz gibi araştırma
görevlileri üniversitelerimizin en önemli, personelle ilgili altyapı
unsurlarındandır. Ancak tıp fakültelerinde araştırma görevlisi istihdamından
çok TUS’la gelen elemanlar bu görevi ifa etmektedirler. Tıp fakülteleri
istihdam edilmek üzere TUS’tan eleman isterken bunlara istedikleri kontenjanın
yüzde 50’den fazlası kısılarak verilmektedir. Özellikle yeni gelişmekte olan,
yeni kurulmuş tıp fakültesi bulunan üniversitelerimizde eleman ihtiyacının
karşılanması bakımından bu durumun YÖK’ün dikkatine çekilmesi hususunda bir
düşünceniz olabilir mi? Teşekkür ederim. BAŞKAN - Sayın
Uslu… CEMALEDDİN USLU
(Edirne) – Teşekkür ederim Sayın Başkanım. İzninizle seçim
bölgemle alakalı kısa bir soru sormak istiyorum. Eğer cevap alabilirsem bu
vesile bölge halkının da merakı giderilecektir. Sayın Bakanım,
Trakya Üniversitesine bağlı olarak Edirne ili Keşan ilçesinde Yusuf Çapraz
uygulamalı bilimler yüksekokulu ile sağlık yüksekokulu kurulma çalışmaları son
aşamaya getirilmiş ve Maliye Bakanlığının onayının beklendiği ifade
edilmektedir. Adı geçen okulların önümüzdeki yıl eğitim öğretime açılması
mümkün olabilecek midir? Teşekkür
ediyorum. BAŞKAN - Sayın
Akkuş… AKİF AKKUŞ
(Mersin) – Sayın Başkan, Sayın Bakan; üniversiteden ilişiği kesilen ve af
bekleyen öğrencilerle ilgili bir araştırma yaptırdığınızı ve buna göre affın
gündeme gelip gelmeyeceğini belirtiyorsunuz. Üniversitede öğretim görmekte olan
öğrencilerin yurt tercihi hakkında bir araştırmanızın bulunmaması oldukça
düşündürücüdür. Bir önceki soruda da öğrencilerin yurt tercihi yanında ne kadar
öğrencinin özel yurtlarda kaldığı hakkında bilgi almak istemiştim. Teşekkür ederim. BAŞKAN – Sayın Aydoğan... ERGÜN AYDOĞAN
(Balıkesir) – Teşekkür ederim Sayın Başkan. Balıkesir ilinde
geçtiğimiz dönem kurulma kararı alınan tıp fakültesinin, kurulma kararının
ötesinde, ödenek, altyapı ve kadro eksikliklerinin bir an önce giderilerek en
kısa zamanda faaliyete geçmesi Balıkesir halkı tarafından beklenmektedir. Yine,
veterinerlik fakültesinin açılması yönünde alınan karara rağmen DPT ve Maliye
tarafından onay beklemektedir. Hayvancılıkta ciddi öneme sahip olan Balıkesir
ili merakla veterinerlik fakültesinin açılmasını beklemektedir. Teşekkür
ediyorum. BAŞKAN – Sayın
Nalcı... KEMALETTİN NALCI (Tekirdağ)
– Teşekkürler Sayın Başkanım. Sayın Bakanım,
Tekirdağ Namık Kemal Üniversitesi, bilindiği gibi Trakya Üniversitesinden
ayrıldıktan sonra mevcut binalara kurulmuştur. Bilindiği gibi, bu bölge de
deprem bölgesidir. Bu bütçe görüşmelerinde, üniversite, depreme karşı
güçlendirme için 2,5 milyon YTL, araştırma ve geliştirme faaliyetleri için de
1,5 milyon YTL talepte bulundu. Fakat bu talepleri, Milliyetçi Hareket Partisi
ve CHP milletvekilleri tarafından uygun görülmesine rağmen, ne yazık ki AKP milletvekillerinin
ret oylarıyla kabul edilmedi. Şimdi, ben burada sormak istiyorum Sayın Bakanım:
Sadece deprem İstanbul’da vuku bulmayacak ki istenmeyen bir olay. Acaba bu vuku
bulduğu zaman, herhangi bir olayda orada çıkacak zarardan kim sorumlu olacak ve
bunu vermeyi düşünüyor musunuz? Teşekkür
ediyorum. BAŞKAN – Sayın
Bakan... MİLLÎ EĞİTİM
BAKANI HÜSEYİN ÇELİK (Van) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; Sayın
Kaptan’ın sorusuna cevap veriyorum. Değerli
arkadaşlar, Türkiye’de kamu yurtları, devlet yurtları ve özel yurtlar vardır.
Bizim yurtlarımızın içerisinde “tarikat yurdu” diye bir kategori yok,
dolayısıyla bunun üzerine bina edilmiş sorulara da bu anlamda cevap vermemin
çok anlamlı olmadığını düşünüyorum. Sayın Akcan’ın,
TUS’la ilgili olarak YÖK’ün dikkatini çekip çekemeyeceğim yönündeki sorusunu
makul buluyorum ve TUS’la ilgili kontenjanların artırılması, özellikle yeni
kurulan üniversitelerdeki tıp fakültesine kapasiteleri oranında TUS için
kontenjan verilmesi gündeme getirilecektir. Doğrusu, Sayın Uslu’nun sorusunu atladım. Sayın Akkuş, bunu
arkadaşlarım kaydettiler, yazılı olarak cevap vereceğiz. Sayın Akkuş’un
“Özel yurtları tercih eden öğrencilerin özellikle tercih etmesinin gerçek
sebebiyle ilgili bir araştırma var mıdır?” Elbette vardır. Özel öğretim
yurtlarını tercih eden öğrencilerin… Ama “Hangi gerekçelerle tercih ediyorlar?”
diye bir soru sordunuz. Herkesin gerekçesi farklıdır. Bunu değişik
kategorilerde ele alabilirsiniz. Sayın Aydoğan’ın, Balıkesir’deki özellikle tıp fakültesiyle ilgili
bir sorusu var. Değerli arkadaşlar, Balıkesir’e tıp fakültesi bizim dönemimizde
kurulmuştur, kadroları verilmiştir ve Balıkesir Üniversitesi tıp fakültesi
kuruluş çalışmalarını sürdürmektedir. Yine, veteriner fakültesi bizim dönemde
kuruluş çalışmaları devam eden bir fakültedir. Prosedür tamamlandığı zaman da
bu kurulacaktır. Tekirdağ
Üniversitesiyle ilgili olarak, efendim, deprem güçlendirmesi için daha fazla
bütçe talebinde bulunduğunu ifade etmektedir Değerli Milletvekilimiz.
Arkadaşlar, bu, hep usuldür, muhalefet… Tabii, netice itibarıyla muhalefet, bu
manada, bütçe oluşturma ve bütçeyi uygulama konusunda sorumluluk makamında
olmadığı için her zaman daha fazla, daha fazlasını ister. Ama,
eğer Türkiye'nin imkânlarıyla sizin ihtiyaçlarınızı örtüştürmek gibi bir
zaruret varsa bunun hesabını, şüphesiz ki o bütçeyi getiren hükûmet
yapmak zorundadır. Sadece Tekirdağ Üniversitesinin değil bizim ilköğretim
okullarımızın, ortaöğretim kurumlarımızın, Türkiye'deki birçok kamu kurumunun
ve vatandaşın evini de depreme karşı güçlendirme konusunda sıkıntıları vardır.
Bu sıkıntıları, ümit ediyorum ki süreç içerisinde hep birlikte gidereceğiz. Teşekkür ederim. BAŞKAN – Teşekkür
ederim Sayın Bakan. Maddeyi
oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler… Kabul etmeyenler… Kabul edilmiştir. Sayın
milletvekilleri, yeni madde ihdasına dair bir önerge vardır. Malumları olduğu
üzere, görüşülmekte olan tasarı veya teklife konu kanunun komisyon metninde
bulunmayan ancak tasarı veya teklif ile çok yakın ilgisi bulunan bir maddesinin
değiştirilmesini isteyen ve komisyonun salt çoğunlukla katıldığı önergeler
üzerinde yeni bir madde olarak görüşme açılacağı İç Tüzük’ün 87’nci maddesinin
dördüncü fıkrası hükmüdür. Bu nedenle, önergeyi okutup Komisyona soracağım.
Komisyon önergeye salt çoğunlukla katılırsa önerge üzerinde yeni bir madde
olarak görüşme açacağım. Komisyonun salt çoğunlukla katılmaması hâlinde ise
önergeyi işlemden kaldıracağım. Şimdi önergeyi
okutuyorum: Türkiye Büyük
Millet Meclisi Başkanlığına 226 sıra sayılı
Kanun Tasarısına aşağıdaki ek maddenin eklenmesini arz ederiz.
Ek madde 106.
Tarsus’ta Tarsus Üniversitesi adıyla bir üniversite kurulmuştur. Bu üniversite; a) Rektörlüğe
bağlı olarak yeni kurulan Fen-Edebiyat Fakültesi ve Mühendislik Mimarlık
Fakültesi ile, Mersin Üniversitesi Rektörlüğüne bağlı
iken adı ve bağlantısı değiştirilerek oluşturulan ve Rektörlüğe bağlanan Tarsus
Teknoloji Bilimleri Fakültesinden, b) Rektörlüğe
bağlı olarak yeni kurulan Tarsus Meslek Yüksek Okulundan, c) Rektörlüğe
bağlı olarak kurulan Sosyal Bilimler Enstitüsü ile Fen Bilimleri Enstitüsünden
oluşur. BAŞKAN – Komisyon
salt çoğunlukla katılıyor mu? PLAN VE BÜTÇE
KOMİSYONU SÖZCÜSÜ HASAN FEHMİ KİNAY (Kütahya) – Sayın Başkan, salt çoğunluğumuz
yoktur, bu nedenle katılamıyoruz. BAŞKAN – Komisyon
önergeye salt çoğunlukla katılmamış olduğundan önergeyi işlemden kaldırıyorum. Sayın
milletvekilleri, şimdi ek maddelerin bağlı olduğu çerçeve madde 1’i oylarınıza
sunuyorum: Kabul edenler… Kabul etmeyenler… Kabul edilmiştir. Şimdi, birleşime
on dakika ara veriyorum. Kapanma Saati: 18.35 DÖRDÜNCÜ OTURUM Açılma Saati: 18.48 BAŞKAN : Başkan Vekili Meral AKŞENER KÂTİP ÜYELER: Harun TÜFEKCİ (Konya), Fatma SALMAN KOTAN
(Ağrı) BAŞKAN – Sayın
milletvekilleri, Türkiye Büyük Millet Meclisinin 108’inci Birleşiminin Dördüncü
Oturumunu açıyorum. 226 sıra sayılı
Kanun Tasarısı’nın görüşmelerine kaldığımız yerden devam edeceğiz. Komisyon ve Hükûmet burada. 2’nci maddeye
bağlı geçici madde 36’yı okutuyorum: MADDE 2- 2809
sayılı Kanuna aşağıdaki geçici maddeler eklenmiştir. “GEÇİCİ MADDE 36-
Bu Kanunla kurulan Ardahan Üniversitesi, Bartın Üniversitesi, Bayburt
Üniversitesi, Gümüşhane Üniversitesi, Hakkari Üniversitesi,
Iğdır Üniversitesi, Şırnak Üniversitesi, Tunceli Üniversitesi ve Yalova
Üniversitesine bağlanan yükseköğretim kurumlarının teşkilatı, mevcut kadroları
ve pozisyonları ile birlikte personeli, bu kuruluşlarla ilgili yılı bütçe
ödenekleri, bütçedeki ödeneklerin tahakkuka bağlanma yetkisi, bina ve
tesisleri, her türlü araç ve gereci, malzeme, döşeme, demirbaş ve taşıtları ile
birlikte her türlü taşınır ve taşınmaz malları başka bir işleme gerek kalmadan
bağlandıkları üniversitelere devredilmiş sayılır. Bu Kanunla yeni
kurulan ve bağlantısı değiştirilen yükseköğretim kurumlarında uygulamayla
ilgili olarak ortaya çıkacak sorunlar Yükseköğretim Kurulu kararıyla
çözümlenir. BAŞKAN – Madde
üzerinde gruplar adına söz talepleri vardır. İlk söz,
Milliyetçi Hareket Partisi Grubu adına Afyonkarahisar
Milletvekili Sayın Abdülkadir Akcan’da. Buyurun Sayın
Akcan. (MHP sıralarından alkışlar) MHP GRUBU ADINA
ABDÜLKADİR AKCAN (Afyonkarahisar) – Sayın Başkan,
değerli milletvekilleri; görüşülmekte olan 226 sıra sayılı dokuz ilde yeni
üniversite ile İstanbul’da iki vakıf üniversitesi kurulması ve üniversiteye
yeni kadro tahsisiyle ilgili kanun tasarısının 2’nci maddesinde yer alan geçici
madde 36 üzerinde Milliyetçi Hareket Partisi Grubu adına söz almış bulunuyorum.
Yüce heyetinizi saygıyla selamlıyorum. Şüphesiz en doğru
yatırım en isabetli yatırım ve en kârlı yatırım insana yapılan yatırımdır. Bu
yatırımın en önemli altyapısı ise eğitimin verildiği fiziki altyapı ile eğitimi
veren öğretim elemanlarıdır. Tasarının,
üzerinde konuştuğumuz geçici 36’ncı maddesi biraz önce Divan Kâtibimiz
tarafından okundu. Burada, hâlihazırda başka üniversitelere bağlı olarak
faaliyet gösteren fakülte ve yüksekokulların taşınır ve taşınmaz malları,
bütçeleri, personeli ve var olan bütün kadrolarıyla, taşıtları, yeni kurulacak
üniversitelere -tasarımız kanunlaşırsa- aktarılacaktır, özü budur. Değerli
milletvekilleri, biz, Milliyetçi Hareket Partisi olarak, Türkiye’de
yükseköğretimin ülke genelinde yaygınlaştırılması, mesleki eğitimin en üst
seviyede verildiği, yükseköğrenimde eğitimin etkinliğinin artırılarak daha iyi
yetişmiş meslek mensupları ile ülke kalkınmasına ivme kazandırılmasından
yanayız. Söz konusu etkinliğinin sağlanabilmesi, açılan her yükseköğretim
kurumunda fiziki altyapı ile yeterli sayı ve eğitilmişlik düzeyinde öğretim
elemanı sağlanmasıyla mümkündür. Bu tasarıdan
önce, tasarıyla üniversite kurulan illerde, başka illerde kurulu olan
üniversitelere bağlı olarak kurulmuş fakülte ve çoğu yüksekokul adı altında
faaliyet gösteren bir yükseköğretim kurumu mevcut idi. İşte, tasarının bu
maddesiyle bu kurumların yeni kurulan üniversitelere devri söz konusudur. Bu
devirle sağlanacak altyapıyla, kurulması amaçlanan üniversiteye, kurulma ve
gelişme startı verilecektir. Peki, bu altyapı
yeterli midir? Bugün kuruluşu üzerinden on beş yıldan fazla zaman geçmiş
olmasına rağmen, aşama kaydedilmiş ama altyapı sorunu tamamen çözülememiş ve
halledilememiş pek çok üniversite vardır. Altyapı sorununun çözümü demek,
cafcaflı rektörlük binası yapmak demek değildir. Altyapı sorununu çözmek demek,
o eğitim kurumundan amaçlanan eğitimin her öğrenci tarafından aynı düzeyde
algılanmasını sağlayacak, araştırma faaliyetlerinin de sürdürülebileceği bir
altyapı demektir. Değerli
milletvekilleri, özellikle son cümleden olmak üzere, Türkiye’deki mevcut durumu
değerlendirirsek nelerle karşılaşıyoruz bir görelim: Her şeyden önce, devri
yapılan altyapı, çoğu, meslek yüksekokullarına ait altyapıdır. Bu altyapı
unsurları oluşum aşamasında, genelde, bölgede sürdürülen herhangi bir yaygın
üretim faaliyetine paralel bir meslek yüksekokulu programı, onun yanında bir
veya iki kolay sürdürülebilir bir mesleğe ait eğitim programı ve böylece, çoğu,
iki veya üç programlı yüksekokul. Bu
yüksekokulların pek çoğunda özellikle bir sınıf, bir tahta bir veya birkaç
öğretim görevlisiyle sürdürülmeye çalışılan işletme, iktisat, muhasebe
programları karşımıza çıkmaktadır. Sonuçta, iki yıllık yüksekokul
programlarından mezun olmuş yüz binlerce meslek yüksekokulu mezunu, bu
mezunların öğrenciliği sırasında o meslek yüksekokullarının bulunduğu il ve
ilçe halkı memnun. Çünkü halk, evini kiraya veriyor, esnaf alışverişten memnun,
hatta öyle ki üniversitelerin kapandığı mayıs sonu ile açıldığı eylül ortaları
arasındaki dönemde o yerleşim birimlerinin sakinlerinin hepsi evlerinden cenaze
çıkmış gibi üzgün. Niçin? Geçim kaynakları birdenbire yok olmuş; öğrenciler
ise, bir an önce anne babalarının yanına gitseler de şu külfeti ailelerinin
sırtından atsalar düşüncesi ve aceleciliği içerisindeler. Sonuçta, mezun
olup gidenlerin durumu nedir, bir de onlara bakmak lazım. Ülkemizde askerlik,
askere alınanların eğitimine dayalı olarak planlandığı hâlde, meslek
yüksekokulu mezunları lise mezunu muamelesi görür. Oysa bunlara “Siz bir meslek
mensubusunuz…” Ellerinde mezun olduğu üniversitenin rektörünün imzaladığı,
meslek erbabı olduğunu gösteren diplomalar bulunmaktadır. Onların usta-çırak
ilişkisi içerisinde eğitim alan kişilerin emrinde çalışmalarına rıza
gösteririz, bu sırada ne yetki ne sorumluluk ne unvan vermeyiz ve birileri
çıkar, Türkiye Büyük Millet Meclisinde, bunların hak ve menfaatlerini
düzenleyen kanun teklifi verir. Ama iktidar tarafından verilmediği için,
iktidara bağlı milletvekillerinin komisyon başkanları bunları bir türlü
komisyonlarda ele alıp, bunların sorunlarına çözüm getirmek istemezler. İşte,
mezunların genel durumu da bu. Değerli
milletvekilleri, mesleki eğitimin verildiği yükseköğretim kurumları bakımından
genel durum itibarıyla Türkiye’de iş ve eğitim durumuna bakıldığında bir taraftan
iş dünyasında nitelikli eleman ihtiyacı, öte yandan iş bekleyen ancak beceri
eğitiminden yoksun büyük bir genç nüfus bulunmaktadır. Sanayi Bakanımız Sayın
Zafer Çağlayan, daha geçen hafta, Türkiye’nin işsizlik sorununun analizini
yaptığımızda sanayinin ihtiyacını karşılayacak nitelikte eğitim almış iş gücü
darlığının sorunun temelini teşkil ettiğini ifade etmektedir. Yükseköğretim
kurumlarının kuruluşla başlayıp, daha sonra da devam eden fiziki altyapı
sorunları temeldeki en önemli sorundur. Kuruluş yerlerinin ve şartlarının
olumsuzluğundan başlamak üzere, teknolojik araç, gereç ve donanım eksikliği, laboratuvar eksikliği, eğitim kalitesini en fazla olumsuz
etkileyen faktörlerdir. Her ne kadar Sayın Bakan iktidarları döneminde çok
sayıda yüksekokul açıldığını söylemekte ve bu sözle söyledikleri gerçek ise de
bir başka gerçek de hâlen kurulu olan yüzden fazla meslek yüksekokulunun yanlış
yer seçimi ve altyapı eksikliklerinden dolayı hedeflenen faaliyete bir türlü
geçememiş olmasıdır. Değerli
milletvekilleri, üniversiteler ve genelde yükseköğretim kurumlarının en önemli
altyapısı, eğitimin olmazsa olmazı olan öğretim elemanlarıdır. Öğretim
elemanlarını öğretmenlerden ayıran en önemli özellik, kendilerinin de eğitimle
kazandıkları akademik formasyonlardır. Bu özellikleri
nedeniyle yükseköğretim kurumlarındaki öğretim elemanları, eğitimin önemli bir
parçası olan öğretmenlerden ayrılırlar. Akademik formasyon
kişiye bilimsel araştırma yapma kabiliyeti kazandıran bir özelliktir. Bu
özellik sayesinde, üniversite öğretim elemanları, bir yandan ülkenin
sorunlarına çözüm getirmeyi amaçlayan bilimsel araştırmalar gerçekleştiren,
ülke kalkınması için gereken bilgi ve teknoloji üretmeye çalışan ve bu arada
üniversite okuma hakkı kazanmış öğrencilere eğitim vermeye çalışan insanlardır.
İyi bir akademik formasyon almış öğretim elemanı,
biraz önce belirttiğim görevlerin yanı sıra, üniversite-sanayi iş birliğinin
önünü açacak cesarete sahip insan da demektir. Bütün bu
anlattıklarımı değerlendirirsek, bugün formasyon almış
akademik personel, maaşları, özlük hakları yetersizliğinden dolayı her haftanın
pazartesi günü dersle başlamakta, kırk saat boyunca ders almakta ve gelir
açığını ek ders ücretiyle kapatmanın yolunu aramaktadır. Çoğu zaman bu da
yetmemekte, geceleri veya hafta sonları sürdürülen ikinci öğretimle maaş
açığını, geçim sıkıntısını ortadan kaldırmak için ciddi bir çaba sarf
etmektedirler. Değerli
milletvekilleri, bu çaba içerisinde bir öğretim üyesinin akademik faaliyette
bulunma şansı nedir? Bütün bu sıkıntılara rağmen araştırma yapmak için değil,
akademik formasyonun gereğini yerine getirmek için
değil, sadece kendisine unvan kazandıracak bilimsel araştırma makalelerine
sahip olabilmek için üniversite öğretim üyeleri araştırma yapma ihtiyacını
görmekte ve kendi ihtiyaçlarına yönelik bu çalışmaları sürdürme
eğilimindedirler. Değerli
milletvekilleri, bilimsel araştırmalar, ülkenin sorunlarına çözüm getirmeyi
amaçlayan araştırma faaliyetleri olarak değerlendirilse mantıklıdır, uygundur,
anlaşılabilir veya değerlendirilebilir faaliyetler olarak karşımıza çıkar.
Hâliyle maaş yetersiz olunca ek ders ücretinin peşine düşmüş öğretim üyesi,
araştırma yapmayan bir öğretim üyesi. Bu durumda sizin sağlamaya çalıştığınız
üniversite, olsa olsa, akademik faaliyeti de dört
dörtlük sürdüremediği için “yükseköğretim kurumu” yerine “yüksek lise”
kavramıyla, adıyla adlandırılacak bir eğitim kurumu hâline dönüşür. Dileğimiz
odur ki kurulmakta olan veya bu tasarıyla kurulacak tüm Türkiye’deki
üniversitelerin bir yüksek lise formundan çıkartılarak yükseköğretim kurumu
hâline getirilmesidir. Biz, Milliyetçi Hareket Partisi olarak yüksek liseler
yerine yükseköğretim kurumlarının oluşturulmasında her türlü katkıyı, en doğru
yönlendirmeyi… (Mikrofon
otomatik cihaz tarafından kapatıldı) BAŞKAN – Sayın
Akcan, bir dakika ek süre veriyorum, tamamlayın lütfen. ABDÜLKADİR AKCAN
(Devamla) – En doğru yönlendirmeyi yapacağımızı ifade ediyor, kanun
tasarısının, Türk yükseköğretimine ve Türk eğitimine hayırlara vesile olmasını
diliyor, yüce heyetinizi saygıyla selamlıyorum. (MHP sıralarından alkışlar) BAŞKAN – Teşekkür
ederim Sayın Akcan. Sayın Bakan,
konuşacak mısınız? MİLLÎ EĞİTİM
BAKANI HÜSEYİN ÇELİK (Van) – Hayır. BAŞKAN –
Şahısları adına Manisa Milletvekili Sayın Ahmet Orhan… Yok. Kırklareli Milletvekili
Sayın Gökhan Sarıçam… Yok. Maddeyi
oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler… Kabul etmeyenler… Kabul edilmiştir. Geçici madde
37’yi okutuyorum: GEÇİCİ MADDE 37-
Bu Kanunun yürürlüğe girdiği tarihte mevcut üniversitelerde kayıtlı bulunan
öğrencilere verilecek mezuniyet belgeleri ile diplomalar, istekleri hâlinde
fakülte veya yüksekokulların bağlandığı yeni üniversitelerin adına
bakılmaksızın kayıt tarihlerinde bağlı bulundukları üniversitelerin adıyla eski
üniversitelerince verilir. Bu konuda çıkacak ihtilafları sonuçlandırmaya
Yükseköğretim Kurulu yetkilidir.” BAŞKAN – Madde
üzerinde Milliyetçi Hareket Partisi Grubu adına Manisa Milletvekili Sayın
Mustafa Enöz. (MHP sıralarından alkışlar) MHP GRUBU ADINA
MUSTAFA ENÖZ (Manisa) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; 226 sıra
sayısıyla görüşmekte olduğumuz dokuz ilimize daha üniversite kurulmasıyla
ilgili kanunun 2’nci maddesi ile 2809 sayılı Kanun’a eklenen geçici 37’nci
maddesiyle ilgili söz almış bulunmaktayım. Bu vesileyle yüce heyetinizi
saygıyla selamlıyorum. Sayın
milletvekilleri, üniversiteler evrensel ölçekte insanlığa hizmet vermekte olup,
en üst düzeyde eğitim ve araştırma kurumlarıdırlar. Üniversiteler her türlü
sorunların en üst düzeyde incelendiği, özgür ve demokratik ortamlarda bilginin
üretildiği, yayıldığı, gerçeğe ulaşmanın değişik yöntemlerle araştırıldığı,
elde edilen bulguların öğretim ve yayın yoluyla insanlara aktarıldığı
merkezlerdir. Bu bağlamda, üniversiteler insanın ve ülkenin geleceğine paralel
olarak sürekli bir arayış içerisinde olmak, akademik ve kurumsal işleyiş
anlamında zorunlu olan yenilenmeyi gerçekleştirmek durumundadırlar. Üniversitelerin,
bilimsel ve teknik geliştirme merkezleri olmanın ötesinde, çevrelerini
bilinçlendirme ve bu yönüyle, bulunduğu bölgenin bilinç ve kültür düzeyini
yükseltme sorumlulukları bulunmaktadır. Üniversitelerin öncü gücü olan bilim,
insanların görevi gereği gözlemleyen, düşünen, araştıran, sorgulayan ve kuram
geliştirerek bilinmeyeni bilinir hâle getirip, bütün bunlardan faydalanarak
yaşamı kolaylaştırmak için gerekli yöntem ve teknikleri geliştirmektedir. Üniversitelerin
tarihsel misyonuna bakıldığında, bulunduğu çağın önünü
açması, sorunları doğru tespit etmesi ve yaşamı kolaylaştırması için uygun
modeller oluşturmasıyla anılırlar. Bu yönüyle üniversiteler, en üst düzeyde
teknik imkânlarla donatılmış ve örgütlenmiş, geleceğe yönelik planı ve projesi
olan, vizyonu açık, maddi ve manevi sorunu olmayan
kurumlar olmak zorundadırlar. Sayın
milletvekilleri, Batılı ülkelerde sanayi devrimine paralel olarak çok sayıda
yükseköğretim kurumunun tesis edilmesi sonucunda gelişen, ekonomik kalkınma ve
yükselen refah seviyesinin temeli olan bilim üretiminin hızlanmasına karşın,
ülkemiz bu değişime ayak uyduramamış ve kalkınmış ülkelerdeki bilim seviyesinin
maalesef gerisine düşmüştür. Cumhuriyetin ilanıyla birlikte, üniversitelerin
Batılı ülkelerin ilerlemesinde oynadığı rolün ve bu konuda dünyadaki
gelişmelerin yakından izlenmesi sonucunda, ülkemizde de üniversiteler
çağdaşlaşma ve kalkınmanın motor gücü olarak görülmüştür. Anadolu’ya yayılmaya
başlayan üniversitelerin toplum üzerinde çok önemli ve olumlu etkiler bıraktığı
açık olarak gözlemlenmiştir. İçinde
yaşadığımız yüzyılda, tüm dünyada daha verimli işleyen bir bilim ve teknoloji
sistemi, bilim ve teknolojiyi üreten ve yöneten bir üniversite inşası için
olağanüstü bir araştırma ve çaba yaşanmaktadır. Ülkeler çağın gerektirdiği en
üstün nitelikli insan gücü yetiştirme, bilim ve teknoloji üretme yarışı
içerisindedirler. Ülkemiz ve üniversitelerimiz bu çabadan uzak kalamaz.
Günümüzün önde gelen ülkeleri, bilgiye sahip olan ve kullanan bilgi toplumu
aşamasından sonra, bilgi ve teknolojiyi üreten ve yöneten, bilgi tabanlı toplum
aşamasından söz etmektedirler. Günümüzde teknoloji, küreselleşme ve rekabet dinamiklerinin
etkisiyle, üniversiteler büyük bir dönüşüm yaşamaktadırlar. Sayın
milletvekilleri, bizim ülkemizde yükseköğretim çağındaki insanımızın okullaşma
oranı, açık öğretim dâhil yüzde 25-30 aralığındadır.
Bu oranın açık öğretim dışında yüzde 20’lerde olduğu söylenebilir. Gelişmiş
ülkelerde ise bu oran yüzde 40-50 civarındadır. Ülkemizde üniversite çağındaki
insanımızın ancak beşte 1’ine üniversite imkânı sağlayabilmekteyiz. Bugün,
ülkemizdeki üniversitelere baktığımızda, kendisine yakışır şekilde etkin, sorun
çözen bir kurum olma yerine, kendi kendisiyle uğraşan, maddi gücü olmayan,
dünya görüşü daraltılmış bir konumdadırlar. Dünyada gelişmiş ülkelerde
üniversiteler nüfusa göre orantılı olarak geliştirilmiştir. Bu ülkelerde 500
bin kişiye bir üniversite düşmektedir. Gelişmiş ülkelere yetişebilmemiz için
bizim de hedefimiz bu olmalıdır. Tabii ki,
üniversitelerin kurulması belli bir altyapıyı da gerektirmektedir. Bu
altyapının oluşturulması için bütün ilgili kurumlarımız üzerine düşen görevleri
yerine getirmelidirler. Ülkemizdeki
üniversitelerin gelişmiş ülkelerdeki üniversitelere göre başarı durumlarını göz
önüne aldığımızda, yeni kurulan üniversitelerimizin altyapılarının daha çok
desteklenmesi gerekmektedir. Aksi takdirde, yeni kurulan üniversitelerimizin
başarılı bir üniversite olması çok daha uzun zaman alacaktır diye
düşünmekteyim. Bugün, üniversiteler çağın koşullarına göre hareket eden dinamik
unsurlar olmak yerine, mevcut statükoya bağlı, yavaş
hareket eden, hantal kurumlar hâline gelmişlerdir. Sayın
milletvekilleri, üniversitelerimizde farklı düşüncelerin tartışılmasına imkân
tanınmamakta, gerek yöneticiler ve gerekse yetkili makamlar tarafından farklı
düşünmeye tahammül gösterilmemektedir. Üniversitelerin en önemli özelliği yeni
ve özgün düşünceye değer vermesidir. Üniversitelerin vazgeçilmez gıda
kaynaklarından biri olan “beyin fırtınası” anlayışının yaygınlaştırılması ile
üniversiteler gerçek bilim üretebilir ve öğretebilir merkezler hâline
gelebilirler. Üniversitelerin
esas itici gücü olan nitelikli öğretim üyelerinin yetiştirilmesi ve geleceğin
kadrolarının inşası, üniversiteleri en çok meşgul eden sorunların başında
gelmektedir. Hâlen birçok üniversitede öğretim elemanlarının atama ilkeleri
oluşturulmamıştır. Öğretim üyeleri, ekonomik yönden yoksulluk sınırına
getirilmiş, zamanın büyük çoğunluğunu laboratuvar ve
kütüphanede geçirmek yerine, geçinmek için kısmen ek iş yapmaya
zorlanmışlardır. Siyasi tercihlerden dolayı yetenekli ve çok yönlü birçok
kişiler bugün üniversitelerin dışına itilmiştir. Toplumun en örgütlü ve ilkeli
kurumları olması beklenen üniversitelerin her konuda bir çıtasının olması ve
ilkeli davranması, kurumların toplum nezdindeki
saygınlığının korunması ile çok büyük önem taşımaktadır. Gelişmiş
üniversitelerin çıtalarını yüksek tutarak kaliteyi de yükseltmeleri bir
zorunluluktur. Sayın
milletvekilleri, vakıf üniversiteleri, devletin kamu hizmeti yükünü azaltmak
amacıyla sistemimize dahil edilmişlerdir. Bu
üniversiteler, devlet üniversiteleri tarafından karşılanması giderek zorlaşan
yükseköğretim yükünü kısmen de olsa devletin üstünden alarak paylaşmaktadır.
Vakıf üniversitelerimiz, yükseköğretim öğrencilerinin yaklaşık yüzde 6’sını
taşımaktadır. Açık öğretimle birlikte düşünüldüğünde bu oran yüzde 4’lere
düşmektedir. Bu bağlamda vakıf üniversitelerinin de çoğaltılması gerektiği
kanaatini taşımaktayım. Vakıf tüzel kişiliği özel kesime ait, gönüllü ve
yeterli kaynakların bu alana transferini sağlama amacı üzerine bina
edilmişlerdir. Bu transferin sağlanmasında kamusal mali katkılar ve kolaylıklar
yoluyla özendirici düzenlemeler de yapılmaktadır. Ancak, bu
düzenlemeler yapılırken toplumsal kaynakların toplumun varlıklı kesimlerine
aktarılması yoluyla sosyal dengeleri bozucu, toplumsal vicdanı yaralayıcı
yeterli bir mal varlığı koymayarak üniversite kurmaya kalkışacakların da önüne
geçilmelidir. Vakıf üniversitelerinin gerekli şartları yerine getirmesi ve
kontrolün elden bırakılmaması şartıyla desteklenmesi gerektiği inancını
taşımaktayız. Sayın
milletvekilleri, görüşmekte olduğumuz kanunun 2’nci maddesiyle 2809 sayılı
Yükseköğretim Kurumları Teşkilatı Kanunu’na eklenen geçici 37’nci maddesi
olumlu bir maddedir. Bu maddeyle, mevcut üniversitelerde kayıtlı bulunan
öğrencilere verilecek mezuniyet belgeleri ile diplomalar, öğrencilerin istekleri
hâlinde, fakülte veya yüksekokullarının bağlandığı yeni üniversitelerin adına
bakılmaksızın kayıt tarihlerinde bağlı bulundukları üniversitelerin adıyla eski
üniversitelerince verilebilecektir. (Mikrofon
otomatik cihaz tarafından kapatıldı) BAŞKAN – Sayın Enöz, bir dakikalık ek süre veriyorum, lütfen tamamlayın. MUSTAFA ENÖZ
(Devamla) – Teşekkür ederim. Bu şekilde,
öğrencilerimiz istekleri hâlinde ilk girdikleri üniversite adıyla diplomalarını
alabileceklerdir. Bu bizce de doğru bir uygulamadır. Bu düşüncelerle,
yeni kurulacak olan devlet ve vakıf üniversitelerinin ülkemize ve milletimize
hayırlı olmasını diliyor, yüce heyetinizi Milliyetçi Hareket Partisi adına
saygıyla selamlıyorum. (MHP sıralarından alkışlar) BAŞKAN – Teşekkür
ederim Sayın Enöz. Şahısları adına
ilk söz Adıyaman Milletvekili Sayın Ahmet Aydın’a ait… Yok. Aydın
Milletvekili Sayın Ali Uzunırmak… Yok. Soru-cevap
faslına geçiyoruz. Sayın Aydoğan… ERGÜN AYDOĞAN
(Balıkesir) – Sayın Başkan, Sayın Bakan,
biraz önce bir faksla bir liste aldım. Burada, bir ilçemizde 14 eğitimci
arkadaşımıza ilçe millî eğitim müdürlüğü tarafından teşekkür belgesi verildiği;
bu teşekkür belgesi alan 14 eğitimci arkadaşımığitimci
arkadaşımızın hepsinin bir sendikaya üye olduğu… Bu bağlamda soru sormak istiyorum:
Teşekkür alanların tamamının aynı sendikaya üye olması tesadüf müdür? Atama
yönetmeliğine göre, teşekkür alanlar 3 puan kazanmaktadır. Hizmet süresiyle
çarpıldığında 3 puan almak için otuz yıl çalışmak gerekmektedir. Dağıtılan
belgelerden teşekkür alan öğretmenin görev yaptığı müdürün bile haberi yoktur.
Bütün bunlar kadrolaşmanın altyapı çalışmaları mıdır? Bu ilçede teşekkür almayı
hak eden başka sendika üyesi öğretmenler yok mudur? Bu tamamen tesadüf müdür? Teşekkür
ediyorum. BAŞKAN – Sayın
Bakan… MİLLÎ EĞİTİM
BAKANI HÜSEYİN ÇELİK (Van) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; Sayın Aydoğan’ın sözünü ettiği konuya muttali değilim, meseleyi
bilmiyorum. Dolayısıyla, bunun üzerine de bir yorum yapmam doğru olmaz. Artı,
bunun şu anda görüşülmekte olan yasa tasarısıyla da hiç ilgisi yok.
Dolayısıyla, eğer görüşülmekte olan kanun tasarısı üzerine arkadaşlarımız soru
sorarlarsa bu çok daha makul olur. Teşekkür ederim. ERGÜN AYDOĞAN
(Balıkesir) – Sayın Bakan, liste burada, listeyi verebilirim. MİLLÎ EĞİTİM BAKANI
HÜSEYİN ÇELİK (Van) – Tamam. BAŞKAN – Teşekkür
ederim. Maddeyi
oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler… Kabul etmeyenler… Kabul edilmiştir. Sayın
milletvekilleri, şimdi çerçeve 2’nci maddeyi, kabul edilen geçici 36 ve geçici
37’nci maddelerle birlikte oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler… Kabul
etmeyenler… Kabul edilmiştir. Çerçeve 2’nci madde, bağlı geçici maddeleriyle
birlikte kabul edilmiştir. Şimdi 3’üncü
maddeyi okutuyorum: MADDE 3- 10/12/2003 tarihli ve 5018 sayılı Kamu Malî Yönetimi ve
Kontrol Kanununa ekli (II) sayılı cetvelin “A) Yükseköğretim Kurulu,
Üniversiteler ve Yüksek Teknoloji Enstitüleri” bölümüne aşağıdaki üniversiteler
eklenmiştir. “88) Ardahan
Üniversitesi 89) Bartın
Üniversitesi 90) Bayburt
Üniversitesi 91) Gümüşhane
Üniversitesi 92) Hakkari Üniversitesi 93) Iğdır
Üniversitesi 94) Şırnak
Üniversitesi 95) Tunceli
Üniversitesi 96) Yalova
Üniversitesi” BAŞKAN – Madde
üzerinde gruplar adına söz talebi vardır. İlk söz,
Milliyetçi Hareket Partisi Grubu adına… OKTAY VURAL
(İzmir) – Yok efendim. BAŞKAN – Yok mu, peki. Maddeyi
oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler… Kabul etmeyenler… Kabul edilmiştir. 4’üncü maddeye
bağlı ek 10’uncu maddeyi okutuyorum: MADDE 4- 2/9/1983 tarihli ve 78 sayılı Yükseköğretim Kurumları
Öğretim Elemanlarının Kadroları Hakkında Kanun Hükmünde Kararnameye aşağıdaki
ek maddeler eklenmiştir. “EK MADDE 10-
Yeni kurulan üniversitelerde kullanılmak üzere ekli (I) sayılı listede yer alan
öğretim elemanlarına ait kadrolar ihdas edilerek bu Kanun Hükmünde Kararnameye
bağlı cetvellere, ilgili üniversite bölümleri olarak eklenmiştir. BAŞKAN – Madde
üzerinde Milliyetçi Hareket Partisi Grubu adına Manisa Milletvekili Sayın Ahmet
Orhan. Buyurun Sayın
Orhan. (MHP sıralarından alkışlar) MHP GRUBU ADINA AHMET ORHAN (Manisa) – Sayın Başkan, sayın
milletvekilleri; 226 sıra sayılı Yükseköğretim Kurumları Teşkilatı Kanununda ve
Yükseköğretim Kurumları Öğretim Elemanlarının Kadroları Hakkında Kanun Hükmünde
Kararname ile Genel Kadro ve Usulü Hakkında Kanun Hükmünde Kararnameye Ekli
Cetvellerde Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Tasarısı’nın 4’üncü maddesine
eklenen 10’uncu madde üzerinde grubum adına söz almış bulunuyorum. Bu vesileyle yüce heyetinizi saygıyla selamlarım. Sayın
milletvekilleri, dünden bu yana uzun bir mesai içerisinde, özellikle devlet
üniversitelerinin kurulacak olduğu Ardahan, Bartın, Bayburt, Gümüşhane,
Hakkâri, Iğdır, Şırnak, Tunceli ve Yalova illerimizde heyecanla beklenen dokuz
üniversitenin kuruluşuna dair kanun tasarısını görüşmekteyiz. Şüphesiz, değerli
vatandaşlarımız, bu üniversitelerin şehirlerinde temin edeceği ekonomik ve
sosyal hareketliliğin sevinci içerisindedir. Onlar için, sayıları binlerle
ifade edilecek genç nüfusun şehirlerine temin edeceği katkı çok önemlidir. Bu,
anlaşılabilir bir gerçek olup yerindedir. Tüm bunlar bilinirken iktidar partisi
temsilcileri tarafından, muhalif görüşlerin yüce Meclisin kürsüsünden
seslendirilmesinden rahatsızlık zaman zaman ifade
edilmektedir. Takdir edersiniz ki muhalefetin öncelikli görevi, iyi yapıldığına
inandıklarını desteklerken eksiklikleri veya yanlışlıkları ikaz etmektir. Başka
bir deyişle, bardağın boş tarafını göstermektir. Bu görevi yaparken iktidarın
uygun göreceği üslup ve şekilde değil, milletten aldığı yetkiden güç alarak
inandığı üslupta yapmak tabii hakkıdır. Doğrudur, bir
şeyi asgari, belirleyeceğiniz, imkânlarla kurup, tesis etmeden
geliştiremezsiniz. Tartışmamız esasen bu noktadadır. Asgari bir üniversitede
olması gereken akademik ve fiziksel imkânlar olmadan mezun edeceğiniz, diploma
vereceğiniz insanların diplomalarının tanınmasını sağlayamıyorsunuz. Onun için
-Sayın Bakanın ifadesiyle- özel sektörün ihtiyacını karşılamak, talebini yerine
getirmek üzere uzun bir eğitim sürecinden geçirdiğiniz insanlarımızın diploması
kabul görmüyorsa ortada ciddi bir sorununuz var demektir. Maalesef, bu durum
ülkemizde yaşanmaktadır. Her gün gazetelerde yer alan ilanlarda üniversite ismi
zikredilmek suretiyle klasifikasyon ve sınırlamalar
ortaya konmaktadır. Üniversitelerimizin yurt içinde birbirine göre durumları
büyük farklar göstermenin yanı sıra, yayınlanan uluslararası üniversite
gelişmişlik tablolarında aldığı yerler de ortadadır. Bu durum,
üniversitelerimizin sayısından çok özelliklerini ciddi şekilde gözden
geçirmemiz gerektiği gerçeğini ortaya koymaktadır. Sayın milletvekilleri,
1981 üniversite reformundan önceki yıllarda Türk yükseköğretim sistemi beş tür
kurumdan oluşmaktaydı: Üniversiteler, Millî Eğitim Bakanlığına bağlı
akademiler, bir kısmı diğer bakanlıklara, çoğu Millî Eğitim Bakanlığına bağlı
meslek yüksekokulları ile konservatuvarlar, Millî
Eğitim Bakanlığına bağlı üç yıllık eğitim enstitüleri, mektupla öğretim yapan
YAYKUR. Yükseköğretim, 1981’de çıkarılan 2547 sayılı Yükseköğretim Kanunu ile
akademik, kurumsal ve idari yönden yeniden yapılanma sürecine girmişti. Bu
kanunla ülkemizdeki tüm yükseköğretim kurumları Yükseköğretim Kurulu, yani YÖK
çatısı altında toplanmıştı. Sayın
milletvekilleri, yeni üniversite açarken, üniversite açılacak kentin
gelişmişlik düzeyi olarak bir üniversiteyi besleyecek altyapıya sahip olup
olmadığı, oluşturulacak yeni yapıya üniversite denip denmeyeceği
irdelenmemektedir. Ülkemizde yeni bir üniversite açarken çoğunlukla yapılan
şudur: Başka üniversitelere ait birimlerin bir bölümü yeni bir ad altında
birleştirilmektedir. Genelde, yeni olan, baştan yapılmış olan
ne yeni bir kampüs ne derslik ne laboratuvar
ne spor ve toplantı salonları ne kütüphane ne de benzeri eğitim-öğretim
mekânları ne yurt ve lojman gibi olanaklar ne ek kaynak ve en önemlisi idari ve
akademik personel ne de üniversiteye dönüştürülebilecek yeterli bilimsel
birikim ve deneyimli kadroları vardır. Şu anda binası, arazisi dahi
olmayan üniversiteler mevcuttur. Yeni açılan üniversiteler kâğıt üzerindeki
varlıklarını gerçekte maalesef gösterememektedir. Yasayla verilen ad dışında
yeni olan pek bir şey yoktur. Değerli
milletvekilleri, hızlı nüfus artışı ve eğitime artan istek doğrultusunda
liseden mezun olan öğrenci sayısı giderek artmaktadır. Son yıllarda lise mezunu
sayısı neredeyse yüzde 100 artış göstermiştir. Dünyada artık kişi başına düşen
dolardan çok, kişi başına düşen ortalama eğitim süresine bakmakta ve
zenginliklerini hesaplamaktadırlar. Gerçi bu birimlerin ne kadar içini
doldurabildiğimiz de doğrusu tartışma konusudur. Bu meyanda olaya baktığımızda,
on yılda liseden mezun olanların sayısı yüzde 100’e yakın artarken üniversite
kontenjanlarındaki artış yüzde 20’yi bile bulmamaktadır. Son on yılda
üniversite sayısı 3 katına çıktı. Yeni üniversiteler açılırken, peki, o hâlde
kontenjanlar neden artmıyor? Asıl tartışılması ve üzerinde durulması gereken
başka bir husus da budur. Bir başka
göstergeyse, üniversite sayısı hızla artarken öğrenci başına düşen ödeneğin
hızla erimesidir. Çünkü her yeni üniversite açıldığında bu ödenekler daha çok
dilimlere bölünmektedir. Her ile en az bir üniversite kurulması hepimizin
isteğidir. Lakin bu üniversitelerin öğretim görevlileri ve çalışanları
bakımından yeterliliğinin verdiği eğitim bakımından düzeyli üniversiteler
olması gerekir. Yeni
üniversiteler konusunda devlet kadar yerel yönetimler ve kent sakinlerinin de
aynı gayret içerisinde olması ve bu gayretin sosyolojik altyapısının
oluşturulması gerekmektedir. Bizden sonra gelen kuşaklar, çocuklarımız, yani
gençler bizden hesapçı olacaklardır: “Elimize tutuşturduğunuz diplomalar hiçbir
işe yaramıyor, neden bize bunu yaptınız?” diyerek sizlere sorular sorarlar. Meclisten yasa
çıkarmakla üniversite kurulmuyor, kurulsa da devamı getirilememektedir. Bu
konuda çok örnek vardır. Şimdi bu listeye dokuz üniversite daha eklenecek,
ekleyelim. Temenni odur ki, onlarca değil yüzlerce üniversitemiz olsun. İş
veremedikten sonra üniversite açmak insanların maalesef ihtiyaçlarını görmekten
uzak kalıyor. Her şehirde beş üniversite olsa ne olur? Geçtiğimiz
günlerde yeni yayınlanan bir rapora göre on beş-yirmi dört yaş arasında 11
milyon 271 bin genç nüfusumuz bulunmakta olup, bunun 3 milyon 425 bini
çalışmakta, 3 milyon 425 bini öğrenciyken, 4 milyon 422 bin gencimiz ise ne
okuyor ne de çalışıyor. Kısacası boş geziyor. Erkeklerde boş gezen oranı yüzde
23, kızlarda ise bu oran “Haydi Kızlar Okula” kampanyalarına rağmen yüzde 55’e
yükseliyor. Maalesef atıl gençlerin yüzde 72’si kızlardan oluşuyor. Yukarıda verdiğim
rakamlar her yönüyle dikkat çekici olmakla beraber, kızlarımızın durumu
itibarıyla hepimizi kaygılandırması gereken özellikler taşımaktadır. Bir hususu da
dikkatlerinize sunmak isterim: Devletimiz gençlerine en üst düzeyde eğitim
verme mücadelesi verirken, olayın başka bir yönüne hassasiyet göstermek
durumundayız. O da, hepiniz kabul ederseniz ki, eski-yeni üniversitelerin
hepsinden mezun olan gençlerimize eğitimlerine uygun iş yaratma
sorumluluğumuzdur. Maalesef, bugün itibarıyla gençlerimiz geleceğe dair ümit ve
inançlarını kaybetmiş durumdadır. Hükûmet bu
üniversitelerin kuruluşlarını ilan etse de yeni üniversitelerin ne yeterli
akademik kadrosu var ne de fiziki şartları iyileştirecek ödenekleri. Yeni kurulan
üniversitelere ayrılan bütçe de ayrı bir tartışma konusudur. Yeni üniversite
kurarken, geri kalmış üniversitelere veya fakültelere kaynak ayırmayı ihmal
etmemek gerekmektedir. Yurt dışındaki
yükseköğretim sistemlerine baktığımızda üniversiteler belirli şehirlerde
toplanmıştır. Ülke içindeki dağılımı dengelidir. Sürekli yeni üniversite de
kurulmaz. Devletin ayırdığı ödenekle var olan üniversiteler geliştirilir.
Böylelikle eğitim kalitesi de artış göstermektedir. Üniversiteler asıl işleri
olan eğitim ve araştırmayla ilgilenir. Bu fakülteler
isimce üniversite olsalar da altyapıları, öğretim üyeleri yetersiz durumdadır.
Temennim bir an önce tüm üniversitelerimizin uluslararası normları
yakalamasıdır. Devletin üniversitelere ne kadar ödenek ayırdığı, ne kadar
öğretim üyesi kadrosu verdiği ortadadır. Bu açıdan ödenek yetersizliği ve
öğretim üyesi kadrosunun az verilişi bu üniversitelerin gelişim sürecini
maalesef uzatacaktır. Yetersizlik, üniversite sayısından daha çok
üniversitelerin altyapılarındandır. Umarım yeni kurulan üniversiteler işsiz
üniversiteliler topluluğu oluşturmaktan ileriye gider. Ülkemizde
yıllardır bu gerçeği düşünmeden kısa vadeli çözümlerle eğitim sistemini
düzeltmeye, daha doğrusu yeni bir yapılanmaya gitmeden, yeni modeller
geliştirmeden onarmaya çalışmaktayız. Sonuçları ve altyapıları düşünülmeden
kurulacak üniversitelerin de geleceğe… (Mikrofon
otomatik cihaz tarafından kapatıldı) BAŞKAN – Sayın
Orhan, bir dakika ek süre veriyorum, lütfen tamamlayınız. AHMET ORHAN
(Devamla) – …sorunsuz ışık tutabilmesi için daha fazla çaba göstermek
durumundayız. Yeni
üniversiteler ve ihdas edilecek kadrolar ile ilgili görüşlerimi ifade ederken
başka bir hususu da dikkatlerinize sunmak isterim. Çeşitli sebeplerle
üniversitelerden ilişiği kesilmiş gençlere yeni bir hak vermek suretiyle
eğitimini tamamlama imkânı yaratmak yüce Meclise çok yakışan bir karar
olacaktır. Bu vesile ile
hepinize saygılar sunuyor, yeni kurulan üniversitelerin yurdumuza hayırlı
olmasını temenni ediyorum. (MHP sıralarından alkışlar) BAŞKAN – Teşekkür
ederim Sayın Orhan. Ek 10’uncu
maddeyi ekli listeyle birlikte oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler… Kabul
etmeyenler… Kabul edilmiştir. Ek 11’inci
maddeyi okutuyorum: EK MADDE 11-
Adıyaman Üniversitesi, Dumlupınar Üniversitesi, Hacettepe Üniversitesi, Muğla
Üniversitesi ve Sakarya Üniversitesinde yeni kurulan birimlerde kullanılmak
üzere, ekli (III) sayılı listede yer alan öğretim elemanlarına ait kadrolar
ihdas edilerek bu Kanun Hükmünde Kararnameye bağlı cetvellere, ilgili
üniversite bölümleri olarak eklenmiştir." BAŞKAN – Madde
üzerinde gruplar adına ilk söz Milliyetçi Hareket Partisi Grubu adına Kütahya
Milletvekili Sayın Alim Işık’ta. Buyurun Sayın Alim Işık. (MHP sıralarından alkışlar) MHP GRUBU ADINA ALİM IŞIK (Kütahya) – Sayın Başkan, çok değerli
milletvekilleri; görüşülmekte olan 226 sıra sayılı Kanun Tasarısı’nın 4’üncü
maddesinin ek 11’inci maddesi üzerinde Milliyetçi Hareket Partisi Grubu adına
söz almış bulunmaktayım. Sözlerimin başında, bugün Güneydoğu’da kaybettiğimiz 2
şehidimize Allah’tan rahmet diliyor, hepinize saygılarımı sunuyorum. Söz konusu ek
madde Adıyaman, Dumlupınar, Hacettepe, Muğla ve Sakarya üniversitelerinde yeni
kurulan birimlerde kullanılmak üzere ekli (III) sayılı listede yer alan öğretim
elemanlarına ait kadroların ihdas edilmesini kapsamaktadır. Bu kapsamda,
sayıları ve kadro dereceleri unvanlara göre değişmekle birlikte, profesör, doçent,
yardımcı doçent, öğretim görevlisi, okutman, araştırma görevlisi, uzman ve
çevirici, eğitim-öğretim planlamacısı kadrolarından oluşan, 222 adedi (I)
sayılı, 140 adedi de (II) sayılı cetvelde yer almak üzere her üniversiteye
toplam 362’şer adet akademik kadro ihdası yapılmaktadır. Aynı üniversitelere
tasarının 5’inci maddesi kapsamında 498’er adet de değişik unvanlarda olmak
üzere yardımcı hizmetler personeli kadrosu ihdası yapılmaktadır. Böylece adı
geçen üniversitelerimize toplam 860’şar adet kadro verilmektedir.
Üniversitelerimize bu kadroların hayırlı olmasını diliyorum. Bu kadroların
çıkarılması ve yeni birimlerin kurulması için çaba gösteren herkesi de
huzurunuzda kutluyorum, kendilerine teşekkür ediyorum. 1997-2007 yılları
arasında on yıl süreyle, zevkle ve heyecanla hem öğretim üyesi hem de rektörlük
hariç her kademesinde idareci olarak görev yaptığım Kütahya ili Dumlupınar
Üniversitesinin de bu üniversiteler arasında yer almasından Kütahya ilinin bir
milletvekili olarak ayrıca memnuniyetimi belirtmek istiyorum. Sayın Bakanımıza
Dumlupınar Üniversitesi Tıp Fakültesi kurulması ve kadro planlaması konusunda 17/10/2007 tarihinde yönelttiğim sözlü soru önergemi
cevapladığı 15/1/2008 tarihli 49’uncu Birleşimde kadrolar konusunda verdiği
“YÖK ile Bakanlığımız arasında bir yazışma yapılmıştır. Bu tespitler
yapıldıktan sonra kadroyla ilgili gerekli işlemler de yapılacaktır.” sözünün
bugün yerine getiriliyor olmasından dolayı ayrıca teşekkür etmek istiyorum. Dumlupınar
Üniversitesine ihdas edilen bu kadroların öncelikle, yaklaşık on yıllık bir
mücadelenin sonunda nihayet 5 Aralık 2007 tarih ve 26721 sayılı Resmî Gazete’de
yayımlanarak yürürlüğe giren Bakanlar Kurulu kararı ile kurulmuş olan
Dumlupınar Üniversitesi Rektörlüğüne bağlı Tıp Fakültesi bünyesinde kullanılması
planlanmıştır. Değerli
milletvekilleri, ilimizde 1992 yılında kurulmuş olan ve adını şanlı
tarihimizden alan Dumlupınar Üniversitesi bünyesinde yaklaşık 30 bine yakın
öğrencimiz eğitim-öğretim hizmeti almaktadır. Gerek kendi öğrencilerine, gerekse
230 bini il merkezinde olmak üzere 600 bine yakın nüfusa sağlık hizmeti vermesi
planlanan tıp fakültesi ve hastanesinin bu kadrolarla can bulacağı ve kısa
sürede hizmete geçeceği en büyük temennimizdir. Çünkü, Kütahya’da poliklinik
hasta müracaatı son beş yılda yaklaşık yüzde 25 oranında artarken hastanelerin
yatak sayıları hemen hemen sabit kalmış, pratisyen
hekim, uzman hekim, tıbbi ekipman ve yardımcı sağlık
personeli sayısının yetersizliği ön plana çıkmıştır. Bu yetersizlikler halkın
sağlık hizmetinden gereken ölçüde yararlanamamasına ve tıbbi olanakları daha
iyi olan, Eskişehir ili başta olmak üzere, diğer çevre illere hasta sevkinin
artmasına neden olmaktadır. İl dışı hasta sevkleri de doğal olarak gerek iş
gücü gerekse zaman ve maddi kayıpları da artırmaktadır. Bu sıkıntıların azaltılması ve başta kendi personeli ve öğrencisi
olmak üzere, halkımıza daha kaliteli sağlık hizmeti sunulması amacıyla 2005
yılında üniversite bünyesinde kurulan Sağlık Hizmetleri Eğitim Araştırma ve
Uygulama Merkezi Hastanesi, geçen birkaç yıllık sürede hızla gelişerek bugün
merkez kampüsü içinde, yaklaşık Dumlupınar
Üniversitesi Tıp Fakültesi, altı yüz yataklı bir hastane planlamaktadır. Diğer
yandan Üniversite, kendi kampüsünde jeotermal enerji
sondajı yaparak yeterli debi ve sıcaklıkta sıcak suyunu çıkarmış ve bu sıcak
suyun kullanılacağı dört yüz yataklı fizik tedavi ve rehabilitasyon
hastanesi ile sosyal tesisleri inşaatını başlatarak önemli bir yol kat
etmiştir. Böyle bir imkâna sahip tek devlet üniversitesi olan Dumlupınar
Üniversitesinin diğer üniversitelerimize de örnek olmasını diliyor, bu konuda
özel çaba gösteren Sayın Rektör Profesör Doktor Güner
Önce başta olmak üzere, üniversitemizin tüm çalışanlarına şükranlarımı
sunuyorum. Özellikle ilimiz
ve ülkemiz sağlık turizmine de önemli katkılar sağlanacağı beklenen bu
yatırımla birlikte tıp fakültesi yatırımının kısa sürede tamamlanabilmesi için,
devletimizin ve hükûmetlerimizin termal su
potansiyeline sahip yörelerimize yatırım önceliği tanıması, ülke kaynaklarının
değerlendirilmesi açısından önem arz etmektedir. Gelişme potansiyeli oldukça
yüksek olan Dumlupınar Üniversitesi için verilen ve öncelikle tıp fakültesinde
kullanılacak bu 862 adet kadro kısa ve orta vadeli kadro sorununun çözümünde
önemli rol oynayacaktır. Bu vesileyle, son dönemde üniversite yönetimi
tarafından hazırlık çalışmalarına başlanmış olan diş hekimliği fakültesinin de
kısa sürede kurulması konusunda, hemşehrilerim adına,
Sayın Bakanımızın ayrıca desteğini talep ediyorum. Değerli
milletvekilleri, illerin gelişmişlik düzeylerinin belirlendiği ve Türkiye’deki
seksen bir ilin sosyal ve ekonomik göstergeler açısından analiz edildiği 2005
yılına ait bir makalede, sosyal değişkenler olarak sağlık göstergeleri, eğitim
göstergeleri, ilk ve ortaöğretim okullaşma oranı ele alınmıştır. Bu araştırma
sonuçlarına göre, Kütahya ilinin, 10 bin kişiye düşen hekim, diş hekimi, eczacı,
hemşire ve hastane yatak sayısından oluşan sağlık göstergeleri sıralamasında
seksen bir il içinde maalesef 59’uncu sırada, eğitim göstergeleri sıralamasında
6’ncı sırada, ilk ve ortaöğretim okullaşma oranı sıralamasında ise 62’nci
sırada yer aldığı tespit edilmiştir. Aynı araştırmada ilimiz, ekonomik
gelişmişlik göstergeleri açısından ise mali göstergelerde 49’uncu, imalat
göstergelerinde de 35’inci sırada yer almıştır. Diğer yandan, Devlet Planlama
Teşkilatının 16 Nisan 2008 tarihinde güncellenmiş verilerine göre demografi,
istihdam, eğitim, sağlık ve altyapı değişkenlerinden oluşan sosyal göstergeler
açısından yaptığı sınıflandırmada da Kütahya ili 5 grup içinden 3’üncü derece
gelişmiş iller grubunda yer almıştır. Bu çalışmaya göre ilimiz merkez ilçesi,
sosyoekonomik gelişmişlik endeksi açısından on üç ilçemiz arasında en gelişmiş
ilçe konumunda olup ancak 57’nci sırada yer alabilmiştir. Bu bilimsel çalışma
sonuçlarından da görüleceği gibi, Kütahya ili sosyoekonomik göstergeler
açısından devletimizin ve hükûmetlerimizin öncelikle
desteklemesi gereken iller arasında yer almaktadır. Değerli
milletvekilleri, üniversitelerimizin kendilerinden beklenen görevleri yerine
getirebilmeleri için elbette ki bugün karşı karşıya bulunduğu çok önemli
sorunlarından bazılarının acilen çözümlenmesi gerekiyor. Bunlardan birkaçını
sizlerin huzurunda Sayın Bakanımıza iletmek istiyorum. Üniversitelerde
çalışan akademik ve idari personelin özlük hakları en kısa sürede mutlaka
düzeltilmelidir. Şartlarını sağladığı hâlde uzun süredir kadro ve atama
bekleyen çok sayıda öğretim elemanının mağduriyeti mutlaka giderilmelidir.
Performansa dayalı özlük hakkı iyileştirilmesi mutlaka sağlanmalıdır. Yardımcı
doçent kadrolarında sözleşmeli olarak görev yapan öğretim üyelerinin 1’inci dereceye
kadar inebilmelerinin önü açılmalı ve mümkünse daimi statüde çalışabilir hâle
dönüştürülmeleri sağlanmalıdır. Son beş yıldır neredeyse yok denecek kadar az
sayıda verilen araştırma görevlisi kadroları mutlaka artırılmalıdır. Beyin
göçünün önüne de mutlaka geçilmelidir. Sözlerimin
sonunda ülkemizin birçok üniversitesinde görev yapan başta tıp fakültesi
öğretim üyeleri hemşehrilerim olmak üzere, birçok hemşehrimi Dumlupınar Üniversitesine davet ediyor, hepinize
saygılar sunuyorum. (Mikrofon otomatik
cihaz tarafından kapatıldı) BAŞKAN – Sayın
Işık, bir dakikalık ek süre veriyorum. Buyurun. ALİM IŞIK (Devamla) –
Bu vesileyle, bu kanunla kurulacak olan dokuz devlet, iki de vakıf
üniversitesinin başta kurulmuş olan illerimize ve ülkemize hayırlara vesile
olmasını diliyor, yüce Meclisi tekrar saygılarımla selamlıyorum. (MHP
sıralarından alkışlar) BAŞKAN – Teşekkür
ederim Sayın Işık. Cumhuriyet Halk
Partisi Grubu adına Malatya Milletvekili Sayın Ferit Mevlüt
Aslanoğlu. Buyurun. (CHP
sıralarından alkışlar) CHP GRUBU ADINA
FERİT MEVLÜT ASLANOĞLU (Malatya) – Sayın Başkan, yüce Meclisin çok değerli
üyeleri; hepinize saygılar sunuyorum. Değerli
milletvekilleri, bu çocuklar bizim çocuklarımız. Biz bu üniversiteleri
çocuklarımızın en iyi eğitimi alması amacıyla kuruyoruz. Hepimizin çocuğu,
hepimizin gözünün nuru ve hepimiz de onlar için çalışıyoruz -ailemiz için,
çocuklarımız için, ülkemiz için- ve bu üniversitelerde yetişecek çocuklarımızın
en iyi eğitimi alması hepimizin yüreğindeki bir özlemdir. Tabii, dokuz ilimize
üniversite kuruyoruz. Bir kere dokuz ilimizin üniversitesinin ve iki vakıf
üniversitemizin Türk eğitimine, çocuklarımıza başarılar getirmesini diliyorum
ve tüm illerimize de bu dokuz ilimize de yine başarı dileklerimi iletiliyorum. Değerli milletvekilleri,
ancak, eğitim yasak savma değildir. Eğitim, çocuklarımıza en iyi eğitimi
vermekle koşullanmak gerekir. Tabii, çocuk doğmadan ölmez, doğrudur ama doğduğu
zaman en iyi şekilde bakmalısın. Şimdi, soruyorum tekrar size: Hep
söyleyeceğim. Biz, çağdaş, bilimsel, literatürü takip edecek, dünyayla entegre olacak çocukları yetiştirmezsek, bu çocuklarımız
üniversiteyi bitirmiş, ne işe yarar? Değerli
milletvekilleri, geçen de söyledim, yine söylüyorum. Eğer, biz, çocuklarımıza,
ilkokuldan liseye kadar bir lisanı, liseden sonra üniversitede mecburi
hazırlıkla ikinci lisanı öğretmezsek, biz çağdaş dünyayı, bilimsel dünyayı
yakalayamayız. Ben bunu her zaman söyleyeceğim arkadaşlar. Artık, literatürü takip ederek, bilimsel dünyaya gitmenin bir tek
yolu, burada gelip “Biz çağdaşız, biz çağdaş olacağız, bilimselliği
yakalayacağız.” demekle olmaz. Bu çocuklara bilimsellik literatürünü takip
edecek lisan eğitimini vermezseniz, bu çocuklarımızın hepsi yarın dünyayla entegre olamaz ve çok az bir zümre… Bugün, Türkiye’de, baktığınız
zaman… Yabancı dille eğitim yapan demiyorum, eğitim yabancı dille olmasın; biz,
kendi kültürümüzü, kendi dilimizi en iyi konuşan üniversiteler yaratmalıyız. Ama, biz, ilkokuldan liseye kadar, üniversitede ise bu
çocuklarımıza birer yabancı dil öğretmek… Zor değil arkadaşlar. Benim
çocuklarım aptal değil. Dünyanın her tarafındaki çocuklar bunu öğreniyorsa, ben
de bunu öğretmenin bir yolunu bulmalıyım. Ama bugün için demiyorum, dün de
böyle, evvelsi gün de böyle. Millî Eğitim Bakanlığı, bu konuda… Bugün
yapmayalım, planlayalım, on sene sonra yapalım. Ama bu çocuklarımızı dünyayla entegre etmenin bir tek yolu vardır. Lisan bilmeyen bir
toplum, artık, bundan sonra bu dünyada bir yere gidemez arkadaşlar. Eğer,
dünyanın ticari pastasından pay almak istiyorsak, dünyadaki oluşan ticari
dengelerden ülkemize bir katkı sağlamak istiyorsak bunu yapmak zorundayız, bu
hepimizin görevi ve yine söylüyorum: Gidin Amerika’daki hastanelere, hasta
bakıcısına bakın, doktoruna bakın, hemşiresine bakın, hepsi Hindistanlı. Değerli
milletvekilleri, bu konunun öneminin bir kez daha altını çiziyorum, bir kez
daha yine burada söylüyorum. Yani “Millî Eğitim Bakanlığı suçludur.” demiyorum.
Çocuklarımın adına yalvarıyorum. Dün de suçlu vardı, bugün de var. Yarın geç
olmasın. Gelin, bir yerinden başlamak üzere, bu yüce Meclis -geçen dönem de
aynısını söyledim- buna bir yerinden karar versin arkadaşlar, on sene sonra
başlayalım. Değerli
milletvekilleri, bu konuyu bir kez daha, çocuklarımızın adına, gelecek adına
dikkatlerinize sunuyorum. Tabii, bir başka konu -Sayın Millî Eğitim
Bakanım yok galiba, keşke olsaydı- yurtlar konusudur. Değerli milletvekilleri,
tabii, bu çocuklar hepimizin çocukları. Ben tabii, hayretler içinde kaldım:
“Elli yedi yurt yapıldı.” dedi Sayın Bakanım. Böyle, yüreğim… Demek ki Sayın
Bakanım, sizin öz evlat illeriniz, üvey evlat illeriniz var. RAMAZAN KERİM
ÖZKAN (Burdur) – Doğru, aynen katılıyorum. FERİT MEVLÜT
ASLANOĞLU (Devamla) – Şimdi, biz Malatya İnönü Üniversitesinde arsayı vermemize
rağmen Kredi Yurtlar Kurumuna yedi sene önce, elhak,
niye yapmıyorsun? Niye hakkımızı yiyorsun? MEVLÜT COŞKUNER
(Isparta) – Yapılan başka şeyler var, tarikat yurtları… FERİT MEVLÜT
ASLANOĞLU (Devamla) – Hangi ilin hakkı yeniyorsa o il size hakkını helal etmez
arkadaşlar! MEVLÜT COŞKUNER
(Isparta) - Tarikat yurtlarından bahset, boş ver hak hukuku. FERİT MEVLÜT
ASLANOĞLU (Devamla) – Sivas’ta… Bakın işte oradan “Sivas” diyor arkadaşlar. Arkadaşlar, Kredi
Yurtlar Kurumu yurtları, toplumumuzun çağdaş, bilimsel ve Türkiye’deki Türk
insanını her zaman çağdaş tutan bir… Ama tarikat yurtlarına bu insanları terk
etmeyelim. Ama diyorum ki: Acaba bu mu? Yine söylüyorum:
Yine bazı arkadaşlarım burada teşekkür etti. Arkadaşlar, hak yiyenin bir gün
hakkını yerler. Ben burada yedi yıldır, Malatya İnönü Üniversitesinin kadrosunu
yedi yıldır… Burada tutanaklar var. Ben devletime inanmak istiyorum, ben
Bakanıma inanmak istiyorum, ben iktidar partisinin grup başkan vekiline inanmak
istiyorum, “Onlar doğru söyler.” diye düşünmek istiyorum. Ama… KEMALETTİN AYDIN
(Gümüşhane) – Öyle, öyle. FERİT MEVLÜT
ASLANOĞLU (Devamla) – Hayır, tutanaklar öyle demiyor, tutanaklar öyle demiyor
arkadaşlar. MEHMET EMİN EKMEN
(Batman) – Müsterih ol, müsterih ol! FERİT MEVLÜT
ASLANOĞLU (Devamla) – Geçen dönem burada olan arkadaşlarım var. Şimdi bakıyorum,
beş tane üniversitemize kadro geliyor burada. Helal olsun, gelsin,
kıskanmıyorum. Geçen dönemde Selçuk Üniversitesine ve Eskişehir Osmangazi
Üniversitesine son gün kadro getirildi. Arkadaşlar… AYHAN SEFER ÜSTÜN
(Sakarya) – Helali hoş olsun! FERİT MEVLÜT
ASLANOĞLU (Devamla) – “Helal olsun.” diyorum. KEMALETTİN AYDIN
(Gümüşhane) – Siyasi değil, siyasi değil onlar. FERİT MEVLÜT
ASLANOĞLU (Devamla) – Nasıl siyasi değil? Bal gibi siyasi, bal gibi siyasi!
Siyasetin hasını yapıyorsunuz. Hayır arkadaş,
siyasetin hasını yapıyorsunuz. Evet, yine
söylüyorum, benim İnönü Üniversitem kadro kanununu hak ettiği hâlde, bu
üniversitelerin bir gün kadro ihtiyacını ben duymadım burada. Yedi yıldır
bağırıyorum, vicdanınız yok mu sizin? Bu Üniversitede, arkadaşlar, senede yüz
otuz tane karaciğer nakli yapılıyor. Gurur duymalısınız, “Ben bu Üniversiteye
nasıl yardımcı olabilirim?” demelisiniz. (CHP sıralarından alkışlar) Ama sizde
bu gurur yok, gurur duymuyorsunuz. Kendi kendine o Üniversite yapmaya
çalışıyor. İki yüz elli yatak bitmiş. Ama bu Üniversite Türkiye’de bir numara
oluyor karaciğer nakli konusunda. Azıcık vicdanınız varsa, azıcık bu ülkeyi
seviyorsanız… Dünyanın her tarafından gelen insanlar orada ameliyat oluyor.
Hakkımızı yemeyin arkadaşlar. BURHAN KAYATÜRK
(Ankara) – Tüm üniversitelerde ameliyat oluyor. FERİT MEVLÜT
ASLANOĞLU (Devamla) – Hayır arkadaşlar. Tüm üniversiteler… Burada Türkiye’de spesifik. BURHAN KAYATÜRK
(Ankara) – Niye sadece Malatya Üniversitesi? FERİT MEVLÜT
ASLANOĞLU (Devamla) – Kardeşim, sana da versin, sana da versin. Niye hakkını
istemiyorsun sen? Niye istemiyorsun hakkını? BURHAN KAYATÜRK
(Ankara) – Niye sadece Malatya Üniversitesi? Bütün üniversitelerde ameliyat
yapılıyor. FERİT MEVLÜT
ASLANOĞLU (Devamla) – Oradan laf atma. Ben hakkımı istiyorum, ben hakkımı
istiyorum, hakkımı istiyorum. Sen de gel buraya, sen de gel, sen de hakkını
savun kardeşim! BURHAN KAYATÜRK
(Ankara) – Ayrımcılık yapmayın! FERİT MEVLÜT
ASLANOĞLU (Devamla) – Değerli milletvekilleri… KEMAL
KILIÇDAROĞLU (İstanbul) – Sayın Bakan geldi. BURHAN KAYATÜRK
(Ankara) – Bölücülük yapmayın! FERİT MEVLÜT
ASLANOĞLU (Devamla) – Kardeşim, benim bağrım yanmış altı yıldır. Ben eğer kendi
ilimin bir üniversitesini savunuyorsam, bu benim duyarlılığım, bu benim
milletvekili duyarlılığımdır. Sen bunu yapmıyorsan, sen
duyarsız bir insansın, tamam mı! (CHP sıralarından “Bravo” sesleri,
alkışlar) MUHARREM
SELAMOĞLU (Niğde) – Sensin duyarsız insan! FERİT MEVLÜT
ASLANOĞLU (Devamla) – Evet… İçimden gelerek, öfkemle, altı yıldır burada ben
yalvarıyorum, âdeta yalvarıyorum. Orada otur oturduğun yerde! MUHARREM SELAMOĞLU (Niğde) - Orada bağırarak duyarlılık yapılmaz
tamam mı! FERİT MEVLÜT
ASLANOĞLU (Devamla) - Otur oturduğun yerde! Benim ilimin hakkını… BAŞKAN – Sayın Aslanoğlu… FERİT MEVLÜT
ASLANOĞLU (Devamla) – Otur oturduğun yerde, ağzını açma! BAŞKAN – Sayın Aslanoğlu, Genel Kurula hitap edin lütfen. Sayın Aslanoğlu… FERİT MEVLÜT
ASLANOĞLU (Devamla) – Ayıptır ya! BAŞKAN – Sayın Aslanoğlu, Genel Kurula hitap edin. FERİT MEVLÜT
ASLANOĞLU (Devamla) – İlimin hakkını, üniversitemin hakkını savunmak benim en
temel görevim. Bu benim namus anlayışım, sorumluluk anlayışım. Hepinize saygılar
sunuyorum, teşekkür ediyorum. (CHP sıralarından alkışlar) BAŞKAN – Teşekkür
ederim Sayın Aslanoğlu. (CHP sıralarından “Sayın
Bakan geldi.” sesleri) FERİT MEVLÜT
ASLANOĞLU (Malatya) – Evet, böyle… MİLLÎ EĞİTİM
BAKANI HÜSEYİN ÇELİK (Van) – Tamam. FERİT MEVLÜT
ASLANOĞLU (Devamla) - İşte böyle, insanı güldürürsün Sayın Bakan, şov yapıyor dedirtirsin
işte. Yazıklar olsun! MEHMET EMİN EKMEN
(Batman) – Başkanım, doktor çağıralım. BAŞKAN –
Soru-cevap faslına geçiyoruz. Sayın Durmuş,
soru sormak için sisteme girmişsiniz. OSMAN DURMUŞ
(Kırıkkale) – Evet efendim. BAŞKAN - Buyurun. OSMAN DURMUŞ (Kırıkkale)
– Sayın Başkan, aracılığınızla Sayın Bakana sormak istiyorum efendim. Sayın Bakan,
Kırıkkale Üniversitesiyle ilgili daha evvel Devlet Bakanıyla birlikte söz
verdiniz 16 trilyon lira için, inşaat ikmali için, birincisi bu. İkincisi de diş
fakültemiz için henüz binamız yok. Sağlık Meslek Lisesine ait binanın yarısını
bu amaçla kullanabilirsiniz. Diş hekimliği fakültesi ve veteriner fakültesi
için bir hazırlığınız var mı, yok mu? Bunu öğrenmek istiyorum efendim. BAŞKAN – Sayın
Bakan... MİLLÎ EĞİTİM BAKANI
HÜSEYİN ÇELİK (Van) – Sayın Başkanım, değerli milletvekili arkadaşlarım; Sayın Durmuş’un “söz verdiniz” sözüne ben katılmıyorum. Ben
hiçbir dönem böyle bir söz verdiğimi hatırlamıyorum. Sayın Durmuş, evet,
Kırıkkale Üniversitesinin mevcut kampüsünün tamamlanması
için 16 trilyon bir paraya ihtiyacı olduğunu söyledi. Bütçe çalışmalarının
devam ettiği bir sıradaydı. Takdir edersiniz ki bütçenin nasıl hazırlandığı,
kimlerin bu konuda müdahil olduğu, taraf olduğu ortadadır. Yani, ben “Bütçe
imkânları çerçevesinde şüphesiz ki bütün üniversitelere yardımcı olunması
lazım, yardımcı olunabilir.” dedim. Şimdi bakın,
değerli arkadaşlar, 60 trilyon bütçesi var Kırıkkale Üniversitesinin. Kırıkkale
Üniversitesi, kendi emsali üniversiteler arasında, onunla birlikte kurulan
üniversiteler arasında, Ankara’ya da yakın olması hasebiyle ciddi anlamda
gelişme sağlamış olan, gelişmesi hızlı olan üniversitelerimizden birisidir. Bu
ihtiyaç sadece Kırıkkale Üniversitesine mahsus değildir Değerli Arkadaşım,
Milletvekilim. Dolayısıyla, dediğim gibi, bu 16 trilyon Türkiye’nin
karşılayamayacağı bir kaynak değil. Bu sene olmaz, seneye olur ama er geç bu
olacaktır. Onun için çok fazla keder etmenize gerek yok. Teşekkür ederim. OSMAN DURMUŞ
(Kırıkkale) – Sayın Bakan, Hükûmet söz verdi, o
konuya… BAŞKAN – Sayın Paksoy... MEHMET AKİF
PAKSOY (Kahramanmaraş) – Teşekkür ederim Sayın Başkan. Sayın Bakanım,
Kahramanmaraş Sütçü İmam Üniversitesinde tıp fakültesi 1996 yılında kuruldu.
1998 yılından beri kadro bekliyor. Bu kadro hususunda dünkü görüşmemizde
“tamam” demiştiniz ama şimdi vazgeçildiğini öğrenmiş bulunmaktayım. Bu konuda,
kadrosunu ne zaman vermeyi düşünürsünüz? Teşekkür ederim. BAŞKAN – Sayın
Bakan… MİLLÎ EĞİTİM
BAKANI HÜSEYİN ÇELİK (Van) – Sayın Başkanım, Sayın Paksoy’a
şunu söylemek isterim: Dün “tamam” dedim, şimdi yine “tamam” diyorum. Sayın Mevlüt Aslanoğlu’na da “tamam”
dedim, yine “tamam” diyorum. Bunların hepsi yerine getirilecek… FERİT MEVLÜT
ASLANOĞLU (Malatya) – Daha inanmıyorum Sayın Bakan. MİLLÎ EĞİTİM
BAKANI HÜSEYİN ÇELİK (Van) – Bir dakika arkadaşlar, bir dakika müsaade edin. FERİT MEVLÜT
ASLANOĞLU (Malatya) – İnanmıyorum. MİLLÎ EĞİTİM
BAKANI HÜSEYİN ÇELİK (Van) – Bir şeye inanmazsanız o gerçekleşmez Sayın Aslanoğlu. FERİT MEVLÜT
ASLANOĞLU (Malatya) – İnanmıyorum, hayır. MİLLÎ EĞİTİM
BAKANI HÜSEYİN ÇELİK (Van) – İnanmamaya devam ederseniz gerçekleşmez. FERİT MEVLÜT
ASLANOĞLU (Malatya) – Yedi yıl, yedi yıl! MİLLÎ EĞİTİM
BAKANI HÜSEYİN ÇELİK (Van) – Şimdi, değerli arkadaşlar, bakın “1996’da kurulan
bir tıp fakültesinin hâlâ kadroları verilmedi.” diyorsunuz. Benim size
söylediğim şey şudur. Dün yine sorulara verdiğim cevaplar esnasında da bunu
söyledim, AK Partili Kahramanmaraşlı milletvekili arkadaşlarım da bunu dile
getirdiler. Dedim ki: Bakın, birçok üniversiteyle ilgili ortak bir çalışma
yapıyoruz, bunu getireceğiz dedik, biz Hükûmet olarak
bu konuda söz veriyoruz, getireceğiz dedik. Onun için kederlenmeyin, bunu
yerine getireceğiz. BAŞKAN – Teşekkür
ederim. Madde üzerinde
bir önerge vardır, önergeyi okutuyorum: T.B.M.M.
Başkanlığına Görüşülmekte olan
226 Sıra Sayılı yasa tasarısının 4. maddesinin ek: 11. maddesine İnönü
Üniversitesi’nin eklenmesini arz ederiz. Saygılarımızla.
BAŞKAN – Komisyon
önergeye katılıyor mu? PLAN VE BÜTÇE
KOMİSYONU SÖZCÜSÜ HASAN FEHMİ KİNAY (Kütahya) – Katılamıyoruz Sayın Başkanım. BAŞKAN – Hükûmet katılıyor mu? MİLLÎ EĞİTİM
BAKANI HÜSEYİN ÇELİK (Van) – Katılmıyoruz Sayın Başkan. BAŞKAN –
Önergenin gerekçesini mi okutayım? FERİT MEVLÜT
ASLANOĞLU (Malatya) – Gerekçeyi okutun. BAŞKAN – Buyurun. Gerekçe: Yıllardır
çözülmeyen Malatya İnönü Üniversitesi kadro sorununa çözüm bulmak. BAŞKAN – Önergeyi
oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler… Kabul etmeyenler… Önerge kabul
edilmemiştir. Ek 11’inci
maddeyi ekli listeyle birlikte oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler… Kabul
etmeyenler… Madde kabul edilmiştir. Çerçeve 4’üncü
maddeyi kabul edilen ek maddeler ile birlikte oylarınıza sunuyorum: Kabul
edenler… Kabul etmeyenler… Kabul edilmiştir. Çerçeve 5’inci
maddeye bağlı ek 9’uncu maddeyi okutuyorum: MADDE 5- 13/12/1983 tarihli ve 190 sayılı Genel Kadro ve Usulü
Hakkında Kanun Hükmünde Kararnameye aşağıdaki ek maddeler eklenmiştir. “EK MADDE 9- Yeni
kurulan üniversitelerde kullanılmak üzere ekli (II) sayılı listede yer alan
kadrolar ihdas edilerek bu Kanun Hükmünde Kararnameye bağlı cetvellere, ilgili
üniversite bölümleri olarak eklenmiştir. BAŞKAN – Söz
talebi? Yok. Önerge yok. Ek madde 9’u
ekleriyle birlikte oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler… Kabul etmeyenler… Kabul
edilmiştir. Ek madde 10’u
okutuyorum: EK MADDE 10-
Adıyaman Üniversitesi, Dumlupınar Üniversitesi, Hacettepe Üniversitesi, Muğla
Üniversitesi ve Sakarya Üniversitesinde yeni kurulan birimlerde kullanılmak
üzere ekli (IV) sayılı listede yer alan kadrolar ihdas edilerek bu Kanun
Hükmünde Kararnameye bağlı cetvellere, ilgili üniversite bölümleri olarak
eklenmiştir." BAŞKAN – Gruplar
adına söz? Yok. Şahsı adına
Adıyaman Milletvekili Sayın Ahmet Aydın, buyurun. (AK Parti sıralarından
alkışlar) AHMET AYDIN
(Adıyaman) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; 226 sıra sayılı Kanun
Tasarısı’nın çerçeve 5’inci maddesine bağlı ek 10’uncu madde üzerinde şahsım adına
söz almış bulunuyorum. Yüce heyetinizi saygıyla selamlıyorum. Söz konusu madde
Adıyaman, Dumlupınar, Hacettepe, Muğla ve Sakarya Üniversitelerinin kadro
ihdaslarıyla ilgilidir. Değerli
arkadaşlar, tabii, dünden beri hakikaten çok hayırlı işler yapıyoruz. “Her ile
üniversite” sloganıyla yola çıktık ve inşallah bu kanunun bitiminden itibaren
Türkiye’nin, her ilinde bir üniversitesi olacak. Dolayısıyla, özellikle
ülkemizde son yıllarda ortaöğretimdeki okul sayısının yükselmesi genç nüfusun
büyük bir oranda yükseköğrenime olan talebinin artışını da beraberinde
getirmiş. Ortaöğretimde verilen bu yoğun mezun sayısı ve üniversitelere olan
talep neticesinde yeni üniversitelerin kurulması kaçınılmaz bir hâl almıştır.
Aksi takdirde, Anayasa’da da açık bir şekilde belirtildiği üzere, ülke
genelinde üniversitelerin dengeli bir şekilde dağılımı sağlanamazsa üniversite
kapılarındaki yığılmanın büyüyerek devam etmesinin önüne de geçilemez. Üniversiteler,
yapmış oldukları faaliyetler ve sağladıkları katkılarla eğitim-öğretim,
araştırma-geliştirme ve toplum hizmetleriyle ülkemiz sosyoekonomisine,
kültürel, teknolojik gelişimine büyük katkılarda bulunmakta ve küreselleşen
dünyada özellikle her geçen gün artarak devam eden uluslararası alanda artan
rekabet ortamında rekabet gücü yüksek bilgi toplumunun yetişmesine imkân
sağlamaktadır. Sayın Başkan,
değerli üyeler; bizim üniversitemiz de, temsil ettiğimiz bölgede, özellikle
Adıyaman’da henüz 17 Mart 2006 tarihinden bu yana kurulmuş ve “Adıyaman
Üniversitesi” adıyla hizmet vermektedir. Kurulduğunda 3 fakültesi, 1
yüksekokulu, 4 meslek yüksekokuluyla başlayan eğitim-öğretim hayatına bugün çok
daha güçlü bir şekilde devam etmektedir. Burada ifade etmeye çalışacağım bir
husus var ki o da şudur: Doğru, belki eksiklikler olabilir, belki arzu edilen
tüm fakülteler, yüksekokullar olmamış olabilir, halen kadro sıkıntısı olabilir
ama bakın Adıyaman Üniversitesi bir yıl içerisinde, bir buçuk yıl içerisinde ne
kadar başarı göstermiş, bir örnek vermek istiyorum. İktidarımızla birlikte kurulan
Adıyaman Üniversitesi yine tabela üniversitesi olmaktan iktidarımızla birlikte
kurtulmuştur. Zira bugün itibarıyla hâlihazırda 5 fakültemiz var. İlaveten tıp
fakültesi ile iktisadi ve idari bilimler fakültesi kuruldu. Yüksekokul sayımız
7’ye çıkarıldı. 2 enstitü, 1 konservatuarıyla ve 4.423 öğrenci kapasitesiyle
çalışmakta ki inşallah önümüzdeki yıl açılacak bölümlerle birlikte öğrenci
sayısı 5.500’e çıkacaktır. Yine,
fakültelerdeki bölüm sayısı 18’den 35’e, meslek yüksekokullarındaki program
sayısı ise 26’dan 58’e çıkan üniversitemiz, 167 akademik ve 223 idari personeli
ile de işleyişini yürütmektedir. İşte bu kanunla, şu anda görüşmekte olduğumuz
kanunla da Adıyaman Üniversitesine 362 öğretim elemanı ile 498 idari personel
olmak üzere yeni kadrolar ihdas edilmiştir. Buradan, tüm Adıyamanlı hemşehrilerim adına bir kez daha Sayın Başbakanımız ve
özellikle de Sayın Millî Eğitim Bakanımız başta olmak üzere, Hükûmetimize teşekkürü bir borç bilirim. Değerli
arkadaşlar, yine Bakanlar Kurulunca 9/7/2007 tarihinde
Adıyaman Üniversitesi Rektörlüğüne bağlı olarak kurulan Tıp Fakültesi ve diğer
akademik birimlerimiz için büyük güç sağlayacak olan, yeni akademik ve idari
kadroların tahsisi ile çok daha sağlam ve ayakları üzerinde duran, önemli
katkılar sağlayacak olan bir Adıyaman Üniversitesinin oluşacağı da
kaçınılmazdır. Muhakkak ki idari, teknik personel, öğretim görevlisi ile fiziki
mekânlar açısından daha yapılacak çok işimiz var ancak bu kısa sürede dahi çok
önemli gelişmeler sağlandı. Yeni kurulan fakülteler ve yüksekokullarla birlikte
Adıyaman Üniversitesi büyümeye devam edecektir ki inşallah Hükûmetimizin
yardımıyla Adıyaman Üniversitesi eksikliklerini gidererek hak ettiği konuma çok
daha kısa sürede gelecektir. Değerli
milletvekilleri, kamu maliyesine fazla yük getirmeksizin üniversite bulunmayan
dokuz ilimizde de yeni üniversite kurulması, ülkemizin bilimsel, akademik,
kültürel, ekonomik hayatına büyük faydalar sağlayacaktır. Yine, kurulu olan
üniversitelerimizde de oluşturulacak olan yeni akademik ve idari kadrolarla,
daha da güçlü hâle gelmesi sağlanarak daha etkili, verimli ve çağdaş bir yapıya
dönüştürülecektir. Bu duygu ve
düşüncelerle, yeni kurulacak olan dokuz üniversite ile yeni kadroların
ülkemize, bölgelerine hayırlı olmasını diliyor, Başbakanımız başta olmak üzere
Millî Eğitim Bakanımıza, Komisyonumuza… (Mikrofon
otomatik cihaz tarafından kapatıldı) BAŞKAN – Bir
dakika ek süre veriyorum, tamamlayın lütfen. AHMET AYDIN
(Devamla) - …Türkiye Büyük Millet Meclisinin siz değerli üyelerine teşekkür ediyor,
çağdaş dünyada çok daha güçlü ve çok daha aydın bir Türkiye inancıyla hepinizi
saygıyla selamlıyorum. (AK Parti sıralarından alkışlar) BAŞKAN – Teşekkür
ederim Sayın Aydın. Ek 10’uncu
maddeyi ekli listeyle birlikte oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler… Kabul
etmeyenler… Kabul edilmiştir. Çerçeve 5’inci
maddeyi kabul edilen ek maddeler ile birlikte oylarınıza sunuyorum: Kabul
edenler… Kabul etmeyenler… Kabul edilmiştir. Geçici madde 1’i
okutuyorum: GEÇİCİ MADDE 1-
Aşağıdaki kadrolar ihdas edilerek 190 sayılı Kanun Hükmünde Kararnameye
eklenmiştir. İHDAS EDİLEN
KADROLAR (V) SAYILI CETVEL
Bu cetvelde yer
alan kadrolar, iki yıl içerisinde 190 sayılı Kanun Hükmünde Kararnamenin 9 uncu
maddesinin son fıkrası dikkate alınmaksızın Maliye Bakanlığı ve Devlet Personel
Başkanlığının görüşleri üzerine Bakanlar Kurulu kararı ile gerektiğinde sınıf,
unvan ve derece değişikliği yapılmak suretiyle, yeni kurulan üniversitelerin
ihtiyaçlarını karşılamak üzere tahsis edilebilir. Bu şekilde tahsis edilecek
kadroların kullanımında uyulacak usul ve esaslar Bakanlar Kurulu kararı ile
tespit edilir. Bu süre içerisinde tahsis edilmeyen kadrolar başka bir işleme
gerek kalmaksızın iptal edilmiş sayılır. BAŞKAN – Madde
üzerinde söz talebi yok, soru var. Sayın Akçay… ERKAN AKÇAY
(Manisa) – Teşekkür ediyorum Sayın Başkan. Sayın Bakan, yeni
kurulan üniversitelerin ülkemize ve bilim hayatımıza hayırlı ve uğurlu olmasını
diliyorum. Bu vesileyle, kamuoyunda merak edilen bir hususu da soru olarak zatıalinize tevdi etmek istiyorum: Yeni kurulan
üniversitelerin bütçemize getirdiği ilave mali yük ne kadardır? Bu ilave mali
yükü Hükûmetiniz hangi kaynakla karşılamayı
düşünüyor? Teşekkür
ediyorum. BAŞKAN – Sayın
Bakan… MİLLÎ EĞİTİM
BAKANI HÜSEYİN ÇELİK (Van) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; bildiğiniz
gibi 2008 yılı bütçesi zaten, malum, çıkmıştır, bağlanmıştır ancak bu tür
zamanlarda, yani bütçe bağlandıktan sonra bu tür müesseseler kurulduğu zaman
Maliye Bakanlığının yedek ödeneğinden bu müesseselerin acil ihtiyaçları
karşılanmaktadır. Bu dokuz üniversiteye de buradan zaruri harcamaları için
aktarımlar yapılacaktır. Arz ederim Sayın
Başkanım. BAŞKAN – Teşekkür
ederim. Maddeyi
oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler… Kabul etmeyenler… Kabul edilmiştir. Madde 6’yı
okutuyorum: MADDE 6- Bu Kanun
yayımı tarihinde yürürlüğe girer. BAŞKAN - Maddeyi
oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler… Kabul etmeyenler… Kabul edilmiştir. Madde 7’yi
okutuyorum: MADDE 7- Bu Kanun
hükümlerini Bakanlar Kurulu yürütür. BAŞKAN – Maddeyi
oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler... Kabul etmeyenler... Kabul edilmiştir. MİLLÎ EĞİTİM
BAKANI HÜSEYİN ÇELİK (Van) – Sayın Başkanım, bir teşekkür konuşması yapmak
istiyorum, üç dakika. BAŞKAN – Daha
bitmedi. MİLLÎ EĞİTİM
BAKANI HÜSEYİN ÇELİK (Van) – Öyle mi? Peki. BAŞKAN –
Tasarının tümünü oylamaya geçmeden evvel, oyunun rengini belli etmek üzere,
lehinde, Bayburt Milletvekili Sayın Ülkü Gökalp Güney, buyurun. (AK Parti
sıralarından alkışlar) ÜLKÜ GÖKALP GÜNEY
(Bayburt) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; hepinizi saygıyla
selamlıyorum. İki günden beri
yüce Parlamento dokuz il ve iki vakıf üniversitesinin kurulması için yoğun bir
çalışma yaptı. Bu çalışmada dokuz ilimize, ki bunların
çoğu küçük ve gelişmekte olan illerdir, üniversiteleri çıkarıldı. Bu illerimiz
dünden beri bayram yapıyor. Bu illerimizin insanları son derece mutlu ve bugüne
kadar yapılamayan üniversitelerine kavuşmanın mutluluğunu, gururunu yaşıyor.
Ben, buradan, bu üniversiteler için kanun tasarısını hazırlayan Hükûmetimize, Sayın Başbakanımıza, ta işin bidayetinden
itibaren, yani YÖK, Plan-Bütçe Komisyonu ve Genel Kurulda getirilen kanuna
sahip çıkan değerli Millî Eğitim Bakanımıza şahsım ve bu iller adına -kendi
ilim Bayburt da dâhil olmak üzere- teşekkürü bir borç biliyorum. İşte, bizim
anlayışımız, bizim, mensubu bulunduğum partimizin anlayışı verilen sözün en
kısa zamanda yerine getirilmesidir. Dün de burada söylemiştim, takriben sekiz
ay evvel bu söz bize Bayburt’ta Sayın Başbakanımız tarafından verilmiş, bugün
de realize edilmiştir. Bundan dolayı büyük bir
mutluluk duyuyorum, gurur duyuyorum. Arkadaşlar, şimdi
özellikle bu dokuz ilin milletvekili arkadaşlarıma sesleniyorum: Asıl bundan
sonra bize de iş düşüyor. Sadece devletin olanaklarıyla bu iş çok uzun bir süre
alır ve alacaktır. Kıt imkânlarımızı artık bu dokuz üniversiteye de böldüğümüz
zaman bunların gelişmesi istenilen süratte olmayabilir. Bu bakımdan bizim…
Artık üniversite kurulmuştur, vatandaşlarımız büyük bir şevk ve sevinç
içindedirler. Buna yardım etmek için telefonlar geliyor, talepler geliyor.
Bunları çok iyi organize ederek, bu üniversitelerin eksik altyapılarını mutlaka
ama mutlaka bizim gerçekleştirip mevcut, yani normal bütçemize katkıda
bulunmamız lazım ki bu üniversiteler süratle gelişsin. Çünkü,
üniversitenin altyapısı her zaman ve en çok paraya ihtiyacı olan bir birimdir.
Bu bakımdan bu illerin de bu yardımları temin etmede bir seferberlik hâline
girmeleri lazım. Kendi ilim için, Bayburt için konuşuyorum, biz bunu başlatmış
durumdayız. Hepiniz
yorgunsunuz, uzun süre çalıştık. Zaten fazla zamanınızı da almayacağım. Tabii
ben oyumun rengini ifade etmek için, açıklamak için buraya geldim. Malumu ilan
etmenin bir anlamı var mı değerli arkadaşlarım? Tabii ki oyum müspettir. Tekrar bu kanunun
illerimize, ülkemize hayırlı uğurlu olmasını diliyorum. Emeği geçen tüm
yetkililere ve bu kanun için burada toplanan, gelen tüm milletvekili
arkadaşlarıma içten sevgilerimi, saygılarımı sunuyorum. Teşekkür ederim.
(AK Parti sıralarından alkışlar) BAŞKAN – Teşekkür
ederim Sayın Güney. Tasarının tümünü
oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler… Kabul etmeyenler… Kabul edilmiştir. Tasarı kabul
edilmiş ve kanunlaşmıştır. Ben de dokuz
ilimizde yaşayan tüm insanlara, evlatlarımıza, çocuklarımıza, öğretim
üyelerimize ve Türkiye’mize hayırlı olmasını diliyorum bu kanunun ve kurulan
üniversitelerin. (Alkışlar) Sayın Bakanın bir
teşekkür konuşması var. Buyurun. MİLLÎ EĞİTİM
BAKANI HÜSEYİN ÇELİK (Van) – Sayın Başkan, değerli milletvekili arkadaşlarım;
ben öncelikle Türkiye Büyük Millet Meclisinde grubu bulunan
iktidarıyla-muhalefetiyle tüm siyasi partilerimize çok çok
teşekkür ediyorum. Dokuz ilimizde
üniversite yoktu. Dokuz ilimizde, bu kanun tasarısının sizler tarafından kabul
edilmesiyle birlikte üniversite kurulmuş oldu. Sayın Cumhurbaşkanımız
tarafından bu kanun tasdik edilip Resmî Gazete’de yayınlandıktan sonra da bu prosedür tamamlanmış olacaktır. Cumhuriyetin
başında bir tek üniversitemiz vardı, malumunuz, İstanbul Darülfünunu. Bugün
itibarıyla 94’ü devlet üniversitesi, 33’ü vakıf üniversitesi olmak üzere
ülkemizde 127 üniversitemiz mevcuttur. Hepsinin büyüklüğü,
şüphesiz ki hepsinin imkânları, hepsinin araştırma ve eğitim kabiliyeti aynı
olmamakla birlikte ama şu anda 127 üniversitemiz vardır ve yeni kurulan üniversitelerimizin
de bir taraftan devletimizin desteğiyle, kamu bütçesinden aktarılan
kaynaklarla, özel sektörümüzün, illerimizin, sivil toplum örgütlerimizin,
halkımızın destekleriyle, en kısa zamanda, özlediğimiz, arzuladığımız
üniversite seviyesine ve kıvamına geleceğine kesinlikle inanıyorum. Bundan
sonra da şüphesiz ki Türkiye’de üniversiteler kurulmaya devam edecektir. Vakıf
üniversitelerimizin de ülke sathına dengeli bir şekilde yayılmasını sağlamak da
şüphesiz ki bizim görevimizdir. Üniversitelerin ülke sathına
dengeli şekilde yayılması, malumunuz, aslında bir Anayasa emridir, Anayasa’nın
amir hükmüdür ve sevindirici olan -biraz önceki konuşmamda da söylemiştim-
artık, Konya’da, Adana’da, Mersin’de, Malatya’da, Gaziantep’te, daha birçok
ilimizde, Bursa’da vakıf üniversiteleri kurulması için gerçekten ciddi ve
önemli kaynaklar tahsis ederek üniversite kurma teşebbüsünde bulunan insanlar
vardır ve bu üniversitelerin de kurulmasıyla birlikte hem üniversite
kapılarında yığılan, üniversite okumak isteyen gençlerimize daha fazla imkân
sağlanmış olacak hem de bu üniversiteler bulundukları illeri, bulundukları
yöreleri olumlu anlamda etkileyeceklerdir, sosyokültürel ve sosyoekonomik
açıdan etkileyeceklerdir. Değerli arkadaşlarım, tekrar ifade etmek istiyorum: Her konuda
olduğu gibi bu konuda da bizlere, Türkiye’de -kırk bir ilde üniversitemiz
yoktu- kırk bir ilde üniversite kurulmasında bize önderlik eden Saygıdeğer
Başbakanımıza, ana muhalefet partisine, şüphesiz ki iktidar partisi -Hükûmet iktidar partisi içerisinden çıktığı için tasarılar Hükûmet tarafından getirilir- arkadaşlarımın komisyonlarda
ve her aşamada çok ciddi katkıları vardır ama olumlu katkılarıyla ve
destekleriyle bu üniversitelerimizin kurulmasında emeği olan Cumhuriyet Halk
Partisine, Milliyetçi Hareket Partisine, Demokratik Toplum Partisine de, tüm
milletvekili arkadaşlarıma huzurunuzda teşekkür ediyorum. Dün müzakerelere
başladığımız andan itibaren kararlı tutumu ve dirayetli yönetimiyle gerçekten
çok ahenkli bir müzakere ortamı sağlayan Değerli Meclis Başkan Vekilimize de bu
vesileyle huzurunuzda çok teşekkür ediyorum. Burada grubu
olmayan diğer siyasi partilere mensup olan değerli milletvekili arkadaşlarımdan
da katkısı olanlara ayrıca teşekkür ediyorum. Hem dokuz devlet üniversitesinin
hem Şehir Üniversitesi ile Kemerburgaz Üniversitesinin, iki vakıf
üniversitesinin ülkemize ve milletimize hayırlı olmasını diliyor, hepinize
saygılar sunuyorum. (AK Parti sıralarından alkışlar) BAŞKAN – Teşekkür
ederim Sayın Bakan. Birleşime beş
dakika ara veriyorum. Kapanma Saati: 20.13 BEŞİNCİ OTURUM Açılma Saati: 20.18 BAŞKAN : Başkan Vekili Meral AKŞENER KÂTİP ÜYELER: Harun TÜFEKCİ (Konya), Fatma SALMAN KOTAN
(Ağrı) BAŞKAN – Sayın
milletvekilleri, Türkiye Büyük Millet Meclisinin 108’inci Birleşiminin Beşinci
Oturumunu açıyorum. Gündemin 4’üncü
sırasında yer alan, Amme Alacaklarının Tahsil Usulü Hakkında Kanunda ve Bazı
Kanunlarda Değişiklik Yapılması Hakkında Kanun Tasarısı ve Plan ve Bütçe
Komisyonu Raporu ile Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığı ve Plan ve Bütçe
Komisyonu Başkanlığı Tezkereleri… 4.- Amme Alacaklarının Tahsil Usulü Hakkında Kanunda ve
Bazı Kanunlarda Değişiklik Yapılması Hakkında Kanun Tasarısı ve Plan ve Bütçe
Komisyonu Raporu ile Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığı ve Plan ve Bütçe
Komisyonu Başkanlığı Tezkereleri (1/514) (S. Sayısı: 220) BAŞKAN –
Komisyon? Yok. Ertelenmiştir. Sözlü soru
önergeleri ile diğer denetim konularını sırasıyla görüşmek için, 27 Mayıs 2008
Salı günü saat 15.00’te toplanmak üzere birleşimi kapatıyorum. Kapanma Saati: 20.19 |
|