DÖNEM: 23 YASAMA
YILI: 2 TÜRKİYE BÜYÜK MİLLET MECLİSİ TUTANAK DERGİSİ CİLT : 15 67’nci Birleşim 20 Şubat 2008 Çarşamba İ Ç İ N D E K İ L E R I.- GEÇEN TUTANAK ÖZETİ II.- GELEN KÂĞITLAR III.-
YOKLAMALAR IV.-
GÜNDEM DIŞI KONUŞMALAR A)
MİLLETVEKİLLERİNİN GÜNDEM DIŞI KONUŞMALARI 1.- Samsun
Milletvekili Cemal Yılmaz Demir’in, Filistin’de yaşanan insan hakları
ihlallerine ilişkin gündem dışı konuşması 2.- Kastamonu
Milletvekili Mehmet Serdaroğlu’nun, LPG
istasyonlarının çalışma ruhsatlarına ilişkin gündem dışı konuşması 3.- Kocaeli
Milletvekili Hikmet Erenkaya’nın, Kocaeli
Körfezi’ndeki kirlilik sorunlarına ilişkin gündem dışı konuşması V.-
BAŞKANLIĞIN GENEL KURULA SUNUŞLARI A)
MECLİS ARAŞTIRMASI ÖNERGELERİ 1.- Tokat
Milletvekili Reşat Doğru ve 23 milletvekilinin, tütün sektöründeki sorunların araştırlarak alınması gereken önlemlerin belirlenmesi
amacıyla Meclis araştırması açılmasına ilişkin önergesi (10/128) 2.- Kars
Milletvekili Gürcan Dağdaş ve 22 milletvekilinin,
tersanelerdeki iş kazalarının araştırılarak iş güvenliğinin sağlanması ve
çalışma koşullarının iyileştirilmesi için alınması gereken önlemlerin
belirlenmesi amacıyla Meclis araştırması açılmasına ilişkin önergesi (10/129) 3.- Şırnak
Milletvekili Hasip Kaplan ve 19 milletvekilinin,
Türkiye’den Suriye’ye göç etmiş ve vatansız durumuna düşmüş insanların
sorunlarının araştırılarak alınması gereken önlemlerin belirlenmesi amacıyla
Meclis araştırması açılmasına ilişkin önergesi (10/130) VI.-
ÖNERİLER A)
SİYASİ PARTİ GRUBU ÖNERİLERİ 1.- (10/127) esas
numaralı Meclis araştırması önergesinin ön görüşmelerinin, Genel Kurulun 20/2/2008 Çarşamba günkü birleşiminde yapılmasına ilişkin
CHP Grubu önerisi VII.-
KANUN TASARI VE TEKLİFLERİ İLE KOMİSYONLARDAN GELEN DİĞER İŞLER A)
KANUN TASARI VE TEKLİFLERİ 1.- 9.11.2006
Tarihli ve 5555 Sayılı Vakıflar Kanunu ve Cumhurbaşkanınca Bir Daha Görüşülmek
Üzere Geri Gönderme Tezkeresi ve Adalet Komisyonu Raporu (1/24) (S. Sayısı: 98) 2.- Araştırma ve
Geliştirme Faaliyetlerinin Desteklenmesi Hakkında Kanun Tasarısı ile Sanayi,
Ticaret, Enerji, Tabii Kaynaklar, Bilgi ve Teknoloji Komisyonu Raporu (1/483)
(S. Sayısı: 95) VIII.-
SATAŞMALARA İLİŞKİN KONUŞMALAR 1.- Devlet Bakanı
ve Başbakan Yardımcısı Hayati Yazıcı’nın, Tunceli
Milletvekili Kamer Genç’in konuşmasında Hükûmete
sataşması nedeniyle konuşması IX.-
OYLAMALAR 1.-
Cumhurbaşkanınca bir daha görüşülmek üzere geri gönderilen 9.11.2006 Tarihli ve
5555 Sayılı Vakıflar Kanunu’nun 41’inci maddesinin oylaması 2.-
Cumhurbaşkanınca bir daha görüşülmek üzere geri gönderilen 9.11.2006 Tarihli ve
5555 Sayılı Vakıflar Kanunu’nun 68’inci maddesinin oylaması 3.-
Cumhurbaşkanınca bir daha görüşülmek üzere geri gönderilen 9.11.2006 Tarihli ve
5555 Sayılı Vakıflar Kanunu’nun oylaması X.-
SORULAR VE CEVAPLAR A)
YAZILI SORULAR VE CEVAPLARI 1.- Denizli
Milletvekili Hasan Erçelebi’nin, sınır kapıları,
havaalanları ve limanlarda bulaşıcı hastalıklara karşı önlem alınmasına ilişkin
sorusu ve Sağlık Bakanı Recep Akdağ’ın cevabı
(7/1518) 2.- Konya
Milletvekili Mustafa Kalaycı’nın, Sosyal Güvenlik
Kurumu Başkanlığı hizmet binasına ilişkin sorusu ve Çalışma ve Sosyal Güvenlik
Bakanı Faruk Çelik’in cevabı (7/1651) 3.- Edirne
Milletvekili Cemaleddin Uslu’nun,
Bulgaristan göçmenlerinin emeklilik haklarına ilişkin sorusu ve Çalışma ve
Sosyal Güvenlik Bakanı
Faruk Çelik’in cevabı (7/1652) 4.- İstanbul
Milletvekili Sacid Yıldız’ın, işitme cihazları
verilmesinin durdurulmasına ilişkin sorusu ve Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanı Faruk Çelik’in
cevabı (7/1653) 5.- İstanbul
Milletvekili Sacid Yıldız’ın, tersanelerdeki çalışma
koşullarına ilişkin sorusu ve Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanı Faruk Çelik’in cevabı (7/1654) 6.- Adana
Milletvekili Hulusi Güvel’in, Hazine Taşınmazlarının
İdaresi Hakkında Yönetmeliğin uygulanmasına ilişkin sorusu ve Maliye Bakanı
Kemal Unakıtan’ın cevabı (7/1678) I.-
GEÇEN TUTANAK ÖZETİ TBMM Genel Kurulu
saat 15.00’te açılarak altı oturum yaptı. Sivas
Milletvekili Muhsin Yazıcıoğlu’nun, Kosova’nın
bağımsızlık ilanına ilişkin gündem dışı konuşmasına, Devlet Bakanı Mustafa Said Yazıcıoğlu cevap verdi. Muğla
Milletvekili Gürol Ergin, Güney Ege Linyitleri İşletmesi ve geleceğine, Manisa
Milletvekili Mustafa Enöz, 5393 sayılı Belediyeler
Kanunu’na göre kapanma ile karşı karşıya bulunan belediyelere, İlişkin gündem
dışı birer konuşma yaptılar. İzmir
Milletvekili Ahmet Ersin, Afganistan’da idama mahkûm edilen üniversite
öğrencisine, Tokat
Milletvekili Reşat Doğru, Kosova’nın bağımsızlık ilanına, Aydın
Milletvekili Ali Uzunırmak, 5393 sayılı Belediyeler
Kanunu’na göre kapanma ile karşı karşıya bulunan belediyelere, İlişkin birer
konuşma yaptılar. Kütahya
Milletvekili Alim Işık’ın (6/371) esas numaralı sözlü
sorusunu geri aldığına ilişkin önergesi okundu; sorunun geri verildiği
bildirildi. Adana
Milletvekili Hulusi Güvel ve 28 milletvekilinin,
ÇUKOBİRLİK’in sorunlarının araştırılarak güçlendirilmesi için (10/125), Cumhuriyet Halk
Partisi Grubu adına Grup Başkanvekilleri Ankara Milletvekili Hakkı Suha Okay, İstanbul Milletvekili
Kemal Kılıçdaroğlu ve İzmir Milletvekili K. Kemal Anadol’un, nüfus kayıt sistemleri ile seçmen kütükleri
verileri arasındaki farklılıkların araştırılarak (10/126), Antalya
Milletvekili Osman Kaptan ve 29 milletvekilinin, kredi kartı ve bireysel kredi
borçlularının sorunlarının araştırılarak (10/127), Alınması gereken
önlemlerin belirlenmesi amacıyla Meclis araştırması açılmasına ilişkin
önergeleri Genel Kurulun bilgisine sunuldu; önergelerin gündemdeki yerlerini
alacağı ve ön görüşmelerinin sırası geldiğinde yapılacağı açıklandı. Gündemin “Kanun
Tasarı ve Teklifleri ile Komisyonlardan Gelen Diğer İşler” kısmının 60’ıncı
sırasında yer alan 109 sıra sayılı Kanun Tasarısı’nın bu kısmın 3’üncü, 110
sıra sayılı Kanun Tasarısı’nın kırk sekiz saat geçmeden 8’inci ve 43’üncü
sırasında yer alan 84 sıra sayılı Kanun Tasarısı’nın 9’uncu sırasına alınmasına
ve diğer kanun tasarı ve tekliflerinin sırasının buna göre teselsül
ettirilmesine; Genel Kurulun 19/2/2008 Salı günkü
birleşiminde sözlü sorular ve diğer denetim konularının görüşülmeyerek kanun
tasarı ve tekliflerinin görüşülmesine, 20/2/2008 ve 27/2/2008 Çarşamba günkü
birleşimlerinde sözlü soruların görüşülmemesine, 26/2/2008 Salı günkü
birleşiminde bir saat sözlü sorulardan sonra diğer denetim konularının
görüşülmeyerek kanun tasarı ve tekliflerinin görüşülmesine; çalışma sürelerinin,
19/2/2008 Salı günkü birleşiminde 109 sıra sayılı Bazı Kamu Alacaklarının
Uzlaşma Usulü ile Tahsili Hakkında Kanun Tasarısı’nın görüşmelerinin bitimine
kadar, 20, 21, 27 ve 28 Şubat 2008 günkü birleşimlerinde 14.00-20.00 saatleri
arasında olmasına, 26/2/2008 Salı günkü birleşiminde ise çalışmalarını saat
23.00’e kadar sürdürmesine ilişkin AK Parti Grubu önerisi, yapılan
görüşmelerden sonra kabul edildi. Genel Kurulu
ziyaret eden Senegal Cumhurbaşkanı Abdoulaye Wade’ye Başkanlıkça “Hoş geldiniz” denildi. Tokat
Milletvekili Reşat Doğru’nun, Karşılıksız Çek ve Protestolu Senetler ile Kredi
ve Kredi Kartları Borçlarına İlişkin Türkiye Cumhuriyeti Merkez Bankası
Kayıtlarının Dikkate Alınmaması Hakkında Kanun Teklifi’nin (2/59), Denizli
Milletvekili Hasan Erçelebi’nin, Yükseköğretim
Kanununda Değişiklik Yapılması Hakkında Kanun Teklifi’nin (2/73), İç Tüzük’ün
37’nci maddesine göre doğrudan gündeme alınmasına ilişkin önergeleri, yapılan
görüşmelerden sonra kabul edilmedi. Gündemin “Kanun
Tasarı ve Teklifleri ile Komisyonlardan Gelen Diğer İşler” kısmının: 1’inci sırasında
bulunan ve Cumhurbaşkanınca bir daha görüşülmek üzere geri gönderilen 9.11.2006
Tarihli ve 5555 Sayılı Vakıflar Kanunu’nun (1/24) (S. Sayısı: 98) geri
gönderilen maddelerinin, 2’nci sırasında
bulunan, Araştırma ve Geliştirme Faaliyetlerinin Desteklenmesi Hakkında Kanun
Tasarısı’nın (1/483) (S. Sayısı: 95), Görüşmeleri,
komisyon yetkilileri Genel Kurulda hazır bulunmadıklarından, ertelendi. 3’üncü sırasına
alınan, Bazı Kamu Alacaklarının Uzlaşma Usulü ile Tahsili Hakkında Kanun
Tasarısı’nın (1/515) (S. Sayısı: 109) görüşmelerini müteakiben yapılan açık
oylamadan sonra kabul edildiği ve kanunlaştığı açıklandı. Karaman
Milletvekili Hasan Çalış, 14/2/2008 tarihli 65’inci
Birleşim tutanağında yer alan konuşmasında geçen bir ifadeyi düzeltmek için
konuşma yaptı. 20 Şubat 2008
Çarşamba günü, alınan karar gereğince saat 14.00’te toplanmak üzere birleşime
02.57’de son verildi.
No.: 94 II.- GELEN
KÂĞITLAR 20 Şubat 2008
Çarşamba Teklifler 1.- Mersin
Milletvekili Ali Rıza Öztürk ve 12 Milletvekilinin;
Sanatçıların Sosyal Güvenliklerinin Sağlanması Hakkında Kanun Teklifi (2/149)
(Sağlık, Aile, Çalışma ve Sosyal İşler ile Plan ve Bütçe Komisyonlarına)
(Başkanlığa geliş tarihi: 31.1.2008) 2.- İzmir
Milletvekili Ahmet Ersin ve 18 Milletvekilinin; 4562 Sayılı Organize Sanayi
Bölgeleri Kanununa Bir Geçici Madde Eklenmesi Hakkında Kanun Teklifi (2/150)
(Plan ve Bütçe ile Sanayi, Ticaret, Enerji, Tabiî
Kaynaklar, Bilgi ve Teknoloji Komisyonlarına) (Başkanlığa geliş tarihi:
8.2.2008) 3.- Milliyetçi
Hareket Partisi Grup Başkanvekilleri Mersin Milletvekili Mehmet Şandır ve İzmir
Milletvekili Oktay Vural’ın; 3152 Sayılı İçişleri Bakanlığı Teşkilat ve
Görevleri Hakkında Kanuna Bir Ek Madde Eklenmesine Dair Kanun Teklifi (2/151)
(İçişleri Komisyonuna) (Başkanlığa geliş tarihi: 11.2.2008) 4.- Adalet ve
Kalkınma Partisi Grup Başkanvekili Yozgat Milletvekili Bekir Bozdağ’ın; Çeşitli Kanunlarda Değişiklik Yapılmasına Dair
Kanun Teklifi (2/152) (Adalet Komisyonuna) (Başkanlığa geliş tarihi: 20.2.2008) Meclis Araştırması Önergeleri 1.- Tokat
Milletvekili Reşat Doğru ve 23 Milletvekilinin, tütün sektöründeki sorunların
araştırılarak alınması gereken önlemlerin belirlenmesi amacıyla Anayasanın 98
inci, İçtüzüğün 104 ve 105 inci maddeleri uyarınca bir Meclis araştırması
açılmasına ilişkin önergesi (10/128) (Başkanlığa geliş tarihi: 15/02/2008) 2.- Kars
Milletvekili Gürcan Dağdaş ve 22 Milletvekilinin,
tersanelerdeki iş kazalarının araştırılarak iş güvenliğinin sağlanması ve
çalışma koşullarının iyileştirilmesi için alınması gereken önlemlerin
belirlenmesi amacıyla Anayasanın 98 inci, İçtüzüğün 104 ve 105 inci maddeleri
uyarınca bir Meclis araştırması açılmasına ilişkin önergesi (10/129)
(Başkanlığa geliş tarihi: 15/02/2008) 3.- Şırnak
Milletvekili Hasip Kaplan ve 19 Milletvekilinin,
Türkiye’den Suriye’ye göç etmiş ve vatansız durumuna düşmüş insanların
sorunlarının araştırılarak alınması gereken önlemlerin belirlenmesi amacıyla
Anayasanın 98 inci, İçtüzüğün 104 ve 105 inci maddeleri uyarınca bir Meclis
araştırması açılmasına ilişkin önergesi (10/130) (Başkanlığa geliş tarihi: 15/02/2008) 20
Şubat 2008 Çarşamba BİRİNCİ
OTURUM Açılma
Saati: 14.05 BAŞKAN:
Başkan Vekili Meral AKŞENER KÂTİP
ÜYELER: Fatma SALMAN KOTAN (Ağrı), Yusuf COŞKUN (Bingöl) BAŞKAN – Türkiye
Büyük Millet Meclisinin 67’nci Birleşimini açıyorum. III.-
YOKLAMA BAŞKAN –
Elektronik cihazla yoklama yapacağız. Yoklama için üç
dakika süre vereceğim. Sayın
milletvekillerinin oy düğmelerine basarak salonda bulunduklarını
bildirmelerini, bu süre içerisinde elektronik sisteme giremeyen
milletvekillerinin salonda hazır bulunan teknik personelden yardım
istemelerini, buna rağmen sisteme giremeyen üyelerin ise yoklama pusulalarını
görevli personel aracılığıyla, üç dakikalık süre içerisinde Başkanlığa
ulaştırmalarını rica ediyorum. Yoklama işlemini
başlatıyorum. (Elektronik
cihazla yoklama yapıldı) BAŞKAN – Toplantı
yeter sayısı vardır, görüşmelere başlıyoruz. Gündeme geçmeden
önce üç sayın milletvekiline gündem dışı söz vereceğim. Gündem dışı ilk
söz, Filistin’de yaşanan dram ile ilgili söz isteyen Samsun Milletvekili Cemal
Yılmaz Demir’e aittir. Buyurun Sayın
Demir. (AK Parti sıralarından alkışlar) Süreniz beş
dakika. IV.-
GÜNDEM DIŞI KONUŞMALAR A)
MİLLETVEKİLLERİNİN GÜNDEM DIŞI KONUŞMALARI 1.-
Samsun Milletvekili Cemal Yılmaz Demir’in, Filistin’de yaşanan insan hakları
ihlallerine ilişkin gündem dışı konuşması CEMAL YILMAZ
DEMİR (Samsun) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; Filistin’de yaşanan
insan hakları ihlallerine dikkat çekmek amacıyla söz almış bulunuyorum.
Hepinizi saygıyla selamlıyorum. Aslında tarihinde
ilk demokratik seçimlerin yapıldığı 2006 yılına büyük umutlarla giren Filistin
için, bu seçimin sonuçları, maalesef, istikrar yerine kronikleşen bir krizin ve
bugün yaşanan üzücü olayların habercisi olmuştur. Zaten dünyanın en kalabalık
yerleşimine sahip küçük bir coğrafyasına sıkışıp kalmış 1,5 milyon insanın 900
binini mültecilerin oluşturduğu Filistinliler için baskı, siyasi ve sosyal
çalkantılar, olumsuz yaşam koşulları Osmanlıdan bu yana değişmez kader
olmuştur. Son zamanlardaki
dış müdahaleye bağlı insan hakları ihlalleriyle Filistin halkı dünyadan
koparılmakta, yaşadıkları topraklar açık cezaevine dönüştürülmektedir. Dozajı
her gün daha da yükseltilen kuşatmayla bölgede tam bir insanlık dramı
yaşatılmaktadır. Her gün onlarca Filistinlinin üzerine bombalar yağmaktadır.
Çocuk, kadın, yaşlı demeden Filistinliler kendi topraklarında, evinde,
arabasında ansızın Apache helikopterlerinden atılan
bombalarla şehit edilmektedir. Okullar, su depoları, hastaneler kullanılamaz
hâle getirilmekte, insanlar elektrik ve suları kesilerek, dış dünyadan tecrit
edilerek, bir yandan aralarındaki görüş farklılıkları dolayısıyla birbirlerine
karşı kışkırtılarak, kardeş kavgasına yol açılmak suretiyle bir toplum dünya
sahnesinden silinmeye çalışılmaktadır. Değerli milletvekilleri,
emperyalizme karşı tarihin en büyük duruşunu göstermiş neslin torunları olarak
bizler, Filistin’de yaşananları düşünmeden, sorumluluk hissetmeden yastığa
başımızı elbette koyamayız. Bugün hâlâ Filistin Parlamentosu için seçilmiş
bulunan 50’ye yakın milletvekili İsrail hapishanelerinde tutulurken, bizler
rahat koltuklarımızda çalışırken Filistin’i ve orada yaşananları unutup
görmezden gelirsek bunun hesabını ecdadımıza da, gelecek nesillere de veremeyiz
diye düşünüyorum. Bugün, maalesef, Gazze başta olmak
üzere Filistin’in tamamı ekonomik ve askerî kuşatmaya alınırken, özgür
toplumlar da sıkı bir medya kuşatmasına alınmışlardır. Değerli
milletvekilleri, Filistinliler için verilen kutsal mücadeleyle Filistinliler
ölüme koşarken, açlığa, sefalete mahkûm olurken yüzleri gülmektedir, başları
hep diktir. Onları üzen tek şey, yaptıkları mücadelenin buralarda farkına
varılamamasıdır. Şu iyi bilinmelidir ki: Onları mücadelelerinden dolayı mahkûm
etmek, Kurtuluş Savaşı’ndan dolayı Türk milletini mahkûm etmekle eş değerdir.
Filistin halkı, işgalin sona erdirilmesini, evlerinde, okullarında,
hastanelerinde, parklarında, sokaklarında rahatça, korkmadan, kaçmadan, özgürce
yaşamayı arzu etmektedir. Bu, her insanın en temel hakkıdır fakat Filistinli
çocuk bu haktan mahrum bırakılmaktadır. Bunun tek sorumlusu işgal güçleridir.
İsrail Başbakanı, Gazze’de insanlık dramı yaşanmasına
müsaade etmeyeceklerini, ama onların da hayatlarını kolaylaştırmayacaklarını
söylüyor. Bu, nasıl bir mantıktır anlamak mümkün değil. Zaten yaşanan ortam
başlı başına bir insanlık dramıdır. İnsanlar hastanelerde tedavi
edilememektedir, ilaç bulunamamaktadır. Elektrikleri kesilmekte, elektrik
üreten santrallerde kullanılan yakıt verilmediği için hastaneler
ısıtılamamakta, ameliyatlar yapılamamaktadır. Sayın
Başbakanımızın da sürekli vurguladığı gibi, Filistin ve Türk halkı ayrı düşünülemez iki kardeş
halktır. Bu coğrafyaya karşı tarihî sorumluluğumuz olduğu muhakkaktır. Bu
vesileyle, Başbakanımızın talimatıyla devletimizin bölgeye yapacağı gıda, ilaç
ve akaryakıt organizasyonunu takdirle karşılıyor, şükranlarımı sunuyorum. Yine,
bölgeye her türlü insani yardımın ulaştırılmasında büyük görevler üstlenen İHH
İnsani Yardım Vakfı ve diğer sivil toplum kuruluşlarına teşekkürü bir borç
biliyorum. İnanıyorum ki
yüzyıllarca bölgede barış içinde yaşama kültürünün temsilciliğini yapmış olan
Türkiye, tarihî ve kültürel
birikimlerinin kendisine vermiş olduğu ağabeylik rolünü oynamak üzere
çabalarını daha da yoğunlaştıracaktır. Yine, İslam Konferansı Örgütünün acil
bir uluslararası barış
konferansı tertip etmesinin sorunun çözümüne katkı sağlayacağı inancındayım. Değerli
milletvekilleri, buradan, bu kürsüden, milletin kürsüsünden vicdanlara sesleniyorum. (Mikrofon
otomatik cihaz tarafından kapatıldı) CEMAL YILMAZ
DEMİR (Devamla) – Bugün burada vicdanlara seslenirken insanlığın, Gazze halkına reva görülen vahşetten dolayı büyük bir
imtihanda olduğunu belirtmek istiyorum. Hiç kimse, hiç birimiz böyle bir
vahşetten dolayı kendimizi sorumsuz hissetmemeliyiz. İHH İnsani Yardım Vakfının
yardım kampanyasında belirttiği gibi şifahen değil acilen yardıma ihtiyaç vardır. Duymakla, bilmekle
yetindiğimiz ambargo, Filistinli çocukları, kadınları, yaşlıları ölüme
gönderiyor. Acilen yardım ilaçtır, yemektir, ışıktır, hayattır. Yaşadığım acı,
üzüntü ve bir o kadar da insanlığın sağduyusuna olan umudumla, milletimizi ve
sizleri saygıyla selamlıyorum. (AK Parti sıralarından alkışlar) BAŞKAN – Teşekkür
ederim Sayın Demir. Gündem dışı
ikinci söz, LPG istasyonlarının çalışma ruhsatları hakkında söz isteyen
Kastamonu Milletvekili Sayın Mehmet Serdaroğlu’na
aittir. Buyurun Sayın Serdaroğlu. (MHP sıralarından alkışlar) Süreniz beş
dakika. 2.-
Kastamonu Milletvekili Mehmet Serdaroğlu’nun, LPG
istasyonlarının çalışma ruhsatlarına ilişkin gündem dışı konuşması MEHMET SERDAROĞLU
(Kastamonu) – Sayın Başkan, sayın milletvekilleri; geçici lisans verilerek iş
yeri açmalarına izin verilen LPG istasyonları, yaklaşık iki üç yıldır,
belediyelerin imar planındaki çalışmaları sonuçlanmadığı için ciddi bir
mağduriyetle karşı karşıyadır. LPG istasyon sahip ve çalışanlarının bu
mağduriyetini dile getirmek üzere söz aldım. Heyetinizi en iyi dileklerimle
selamlıyorum. Değerli
milletvekilleri, geçici lisans verilerek iş yerlerini açmalarına müsaade edilen
LPG istasyon sahipleri, LPG piyasasında yer almak için ciddi harcamalar
yapmışlardır ve bu istasyonlar kaçak yapılmamıştır, belediyelerimizin ve ilgili
kurumların gözetim ve denetimleriyle yapılmışlardır. Hâl böyle iken,
yapıldıkları yerler imar planlarına işleninceye kadar kendilerine geçici
lisansla çalışma hakkı verilmiştir. 2006 yılında çıkarılan bir kanun ile de
geçici faaliyet lisanslarının yürürlük süresi 31/12/2007
tarihine kadar uzatılmıştır. Ancak bu süre bir buçuk ay önce dolmuş olmasına rağmen,
belediyeler imar çalışmalarını sonuçlandırmadığı gibi, yeni bir yasal düzenleme
de yapılmamıştır. Geçici lisansla
çalışan LPG istasyonlarının sorununu çözmek, belediyelere biraz daha zaman
kazandırmak ve bu işletme sahiplerinin mağduriyetlerini gidermek için bir yıl
daha süre uzatımını öngören kanun teklifi süratle komisyondan geçip Genel
Kurula gelmiş olmasına rağmen bugüne kadar burada görüşülememiştir. LPG
istasyon sahipleri ise kanun teklifinin komisyondan geçmesi ile
ümitlenmişlerdir, ancak Genel Kurulda görüşülmemesi ise onları hayal
kırıklığına uğratmıştır. İktidar
partisinin hemen hemen her hafta Genel Kurul gündemi
ve çalışma saatleri hakkında getirdiği değişiklik önergeleri içerisinde ne
yazık ki bu kanun teklifi göz ardı edilmiştir. İktidar, komisyonda kendi
iradesiyle geçirdiği ve Genel Kurula indirdiği bu teklife öncelik vermekten
vazgeçmemelidir ve getirdiği bu teklifin arkasında mutlaka durmalıdır. Çünkü
tüm yasal yükümlülüklerini yerine getiren söz konusu işletmelerin
belediyelerden kaynaklanan gecikme nedeniyle faaliyetlerinin menedilmesi, tesis
sahiplerini mağdur duruma düşürmenin de ötesinde bir hak ihlaline sebep
olmuştur. Değerli
milletvekilleri, binlerce insanın işsiz kalmasına neden olacak bu haksız
uygulamayı çözmek için gereken yasal düzenleme bir an önce gündeme alınarak
yasallaştırılmalıdır. Böylece bugüne kadar her türlü yükümlülüklerini yerine
getirmiş işletme sahiplerine yapılan haksızlığın önlenmesinin yanında imardan
kaynaklanan sorun ve engellerin giderilmesi için de belediyelere zaman verilmiş
olacaktır. Diğer taraftan,
yasal düzenlemenin bir an önce hayata geçirilmesiyle nitelikli yatırımların
heba olması da önlenecektir. Ayrıca, sıvılaştırılmış petrol gazının güvenli ve
ekonomik olarak, rekabet ortamı içerisinde, kullanıcılara eşitlikçi ve
istikrarlı biçimde sunumuna katkı sağlanmış olacaktır. Değerli
milletvekilleri, imar izni süresini bir yıl daha uzatacak olan kanun teklifinin
komisyonda kabulü ve Meclis gündemine gelmesiyle bu sektördeki kişi ve
kuruluşlara aslında söz ve umut verilmiştir. Bu söz, iktidar muhalefet ayrımına
bakılmaksızın tüm milletvekillerimizce bu Kurulda yerine getirilmelidir. Konunun bir yıl
sonra tekrar yasal bir düzenlemeye gerek kalmadan sağlıklı bir şekilde
neticelendirilmesi için de belediyelerin imar çalışmalarıyla ilgili
eksikliklerini gidermeleri yönünde her türlü yasal ve idari boşluklar ortadan
kaldırılmalıdır. Diğer yandan belediyeler de bu konuyla ilgili olarak mutlaka
uyarılmalıdır. Geçici lisans
verilerek iş yeri açmalarına müsaade edilen LPG istasyonu sahipleri, hem maddi
hem de manevi külfet altına sokularak cidden mağdur duruma düşmüşlerdir.
İşletme sahipleriyle beraber LPG istasyonlarında çalışanlar da mağdur ve zor
durumdadırlar. Bu sebeple,
iktidarın LPG istasyonu işletmecilerinin uğradığı bu haksızlığı ve mağduriyeti
en kısa sürede gidermek için gereken adımı atacağını ummaktayız. (Mikrofon
otomatik cihaz tarafından kapatıldı) BAŞKAN – Buyurun
Sayın Serdaroğlu. MEHMET SERDAROĞLU
(Devamla) – Halkın içinden gelen, iş piyasası içinden gelen Değerli Sanayi
Bakanımızın ve iktidar partisinin bu konuya hassasiyetle yaklaşacaklarından bu
LPG istasyonu sahiplerinin de umutları vardır ve size güvenmektedirler, Türkiye
Büyük Millet Meclisi içinde bulunan bütün milletvekillerine, bütün siyasi parti
gruplarına güvenmektedirler. Bu duygu ve
düşüncelerle bu LPG istasyonu sahiplerinin ve orada çalışanların mağduriyetinin
giderileceğine inanarak sizleri en iyi, en güzel duygularla bir kere daha
selamlıyorum. (MHP sıralarından alkışlar) BAŞKAN – Teşekkür
ederim Sayın Serdaroğlu. Gündem dışı
üçüncü söz, Kocaeli Körfezi’ndeki kirlilik sorunlarıyla ilgili söz isteyen
Kocaeli Milletvekili Sayın Hikmet Erenkaya’ya aittir. Buyurun Sayın Erenkaya. (CHP sıralarından alkışlar) Süreniz beş
dakika. 3.-
Kocaeli Milletvekili Hikmet Erenkaya’nın, Kocaeli
Körfezi’ndeki kirlilik sorunlarına ilişkin gündem dışı konuşması HİKMET ERENKAYA
(Kocaeli) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; Kocaeli’yle
ilgili problemleri tabii beş dakikaya sığdırmak mümkün değil, ancak Körfez’in
kirliliğiyle, iskele ve limanlarla ilgili söz almış bulunuyorum. Bu vesileyle
şahsım ve Cumhuriyet Halk Partisi adına sizleri en içten saygılarımla,
sevgilerimle selamlıyorum. Değerli
milletvekili arkadaşlarım, sizlerle özellikle Kocaeli’yle
ilgili bir görüşümü kısaca paylaşmak istiyorum. 1989-2004 yılları arasında
yerel yönetimin en üst düzeyinde görev yapan bir arkadaşınız olarak Kocaeli’nin
problemlerini en iyi bilen insanlardan bir tanesi olduğumu da sizlerle
paylaşmak istiyorum. Değerli milletvekilleri,
1989 yılına kadar Kocaeli ili, sanayi kenti olarak terk edilmiş, gerçekten
İstanbul’un da etkisinde kalarak, özellikle çarpık yapılaşmalar, çevre
kirliliği ve deniz kirliliğiyle ilgili gelişmelerini 1989 yılına kadar devam
ettirmiştir. 1989-2004 yılları arasında yerel yönetimin ve o günkü hükûmetler aracılığıyla yapmış olunan çalışmalarla birlikte
özellikle Kocaeli, Türkiye'nin en önde gündemine gelen şehirlerinden bir tanesi
olmuştur. Ama şu anda maalesef, üzülerek söylüyorum, o 1995’li, 1996’lı,
1997’li, 2000’li yılları arasında Kocaeli, Türkiye'nin on yıl önünde olan il
olarak anılırken bugün, maalesef diğer az gelişmiş illerimizde olan
problemlerle karşı karşıya olduğunu da hep birlikte görüyoruz. Özellikle
Körfez’le ilgili sizlerle görüşlerimi paylaşmak istedim ve bu konuda da ilgili
makamları da bu kürsüden uyarma ihtiyacını duydum. Değerli
arkadaşlar, Körfez –belki bilmeyen milletvekillerimiz vardır- gerçekten
Kocaeli’nin en önemli bir havzası, yani denizi ama maalesef son günlerde, özellikle
Körfez’in kirliliğiyle ilgili çok büyük boyutlara ulaştığını hep birlikte
görüyoruz. Ancak Kocaeli’de yaşayan vatandaşlarımızın
ve yerel gazetelerin, yerel medyanın yapmış olduğu bütün çağrılara rağmen,
maalesef huzurlarınızda üzülerek söylüyorum, Körfez’in kirliliğiyle ilgili pek
fazla bir çalışmanın yapılmadığını da hep birlikte görüyoruz. Özellikle Çevre
Komisyonu üyesi olarak burada Sayın Bakanımızı uyarmak da istedim ve kendisini
de en kısa zamanda Çevre Komisyonu üyeleriyle birlikte Kocaeli’ye
davet ediyorum ve denizin, şu andaki Körfez’in, ne durumda olduğunu yerinde
görmesini de özellikle kendisinden rica ediyorum. Değerli
milletvekilleri, Körfez’imiz, gerçekten son yıllarda, özellikle 2002’den sonra
maalesef iskele ve limanlarla işgal altında kalmıştır. Şu anda 38 adet iskele
ve liman bulunmaktadır. Bunun 35 tanesi özel şirketler tarafından yapılmıştır,
3 tanesi de kamuya aittir. Ama maalesef iskeleler şu anda Körfez’in tüm
birimlerini işgal etmiştir. Yani size şurada
şunu da ifade etmek istiyorum: Şu anda Körfez’in kullanılma metrekaresine
bakıldığında, özellikle halkımızın yararlanabileceği yerler onda 1 bile
değildir. Şu anda Körfez’e kıyısı olan belediyelerimiz
-maalesef onu da üzülerek huzurlarınızda yine ifade etmek istiyorum- oralarda
halkımızın kullanımına sunabilmek için park yapma gayreti içerisinde olan bu
belediyelerimiz, fabrikaların arasında, iki fabrikanın, üç fabrikanın arasında
-orada nasıl tesadüfen kalmış- hazineye ait olan veya deniz dolgusundan elde
edilen yerlere park yapmaya çalışıyorlar ve o parklarda da o yörede yaşayan
insanlarımızı denizle buluşturmaya çalışıyorlar. Çok acı bir gerçek.
Buna da mutlaka müdahale edilmesi lazım ve ilgili bakanlıklar, ilgili
kuruluşlarca bundan sonra özellikle Körfez’in kıyısına iskele ve liman
inşaatına izin verilmemesi gerektiğine inanıyorum. Değerli
milletvekili arkadaşlarım, özellikle, şu anda, son yıllarda -yine ifade edeyim-
o kadar kötü bir şekilde Körfez’in kullanılması ortaya çıkmıştır ki bir örnekle
sizlerle paylaşmak istiyorum. Altınova tesisleri… Duymuşsunuzdur belki,
Altınova’da tersaneler yapıldı. Altınova halkı ve o yöredeki
belediyeler büyük bir mücadele vermesine rağmen, ne üzücüdür ki Çevre
Bakanlığından, o dönemdeki Çevre Bakanlığından ÇED raporu alınarak Altınova
tersaneleri kurulmuştur ve bu kuruluş aşamasında da diğer yerlerde olduğu gibi,
diğer denize sıfır olan bu sanayilerde olduğu gibi orada da insanlarımıza işte
“Bu tersaneler kurulduğunda şu kadar insan çalışacak, şu kadar işsizlik
problemi ortadan kaldırılacak.” diye ifade ediliyor. (Mikrofon
otomatik cihaz tarafından kapatıldı) MUZAFFER BAŞTOPÇU
(Kocaeli) – Körfez’de denize giriliyor Başkan ya! Sen öyle diyorsun ama… HİKMET ERENKAYA
(Devamla) – Hep birlikte gideriz. Şu anda gidelim görelim, girilip girilmediğini
hep birlikte görürüz. MUZAFFER BAŞTOPÇU
(Kocaeli) – Belediyeler… HİKMET ERENKAYA
(Devamla) – Hayır, hayır, önemli değil. Ben şu anda orayı en iyi bilen
insanlardan bir tanesiyim. Sayın
Milletvekilim, Muzaffer Bey, herhâlde siz son dönemlerde Kocaeli’ye
gelmiyorsunuz. Şu anda insanlar Körfez’in kirliliğiyle ilgili... Şu anda,
müthiş derecede… MUZAFFER BAŞTOPÇU
(Kocaeli) – Denetim uçağı bile aldık Sayın Başkan. Bunu sen biliyorsun! Havadan
bile denetliyoruz. Sen bunu biliyorsun! BAŞKAN – Sayın Baştopçu… HİKMET ERENKAYA
(Devamla) – O ayrı bir şey. Ama şu anda kirlilik önlenemedi. Ben onu ifade
etmek istiyorum ve yetkilileri göreve çağırıyorum, yani burada 70 milyonun
huzurunda bunu ifade etmeye çalışıyorum. Artı, yine,
sizlerin, madem -söylemeyecektim bunları- sizlerle birlikte paralel olan
insanların, bu sanayi kuruluşları, Altınova tersanelerinde kaç tane AKP’linin
ortak olduğunu da o zaman lütfen gidin, inceleyin, görün. Yani, kim verdi
bunlara ÇED raporlarını? Bu tersaneler şu anda denizi dolduruyorlar. Yani bunu
görelim. MUZAFFER BAŞTOPÇU
(Kocaeli) – Siz iddia ediyorsunuz, siz söyleyeceksiniz Başkan. HİKMET ERENKAYA
(Devamla) – Artı, değerli milletvekilleri, yine sahilimizde Bingo adı altında
bir fabrikamız var. Gelelim, şu anda
deniz kirliliğinin… (Mikrofon
otomatik cihaz tarafından kapatıldı) HİKMET ERENKAYA
(Devamla) – Bu duyguları paylaştım. Hepinize teşekkür ediyorum. Ayrıca, o
sahiller halkın yeridir, halk kullanacaktır, başkalarının kullanma şansları
yoktur, bunu yapanlar ve yapmaya çalışanlar da cezalarını göreceklerdir. (MHP
sıralarından alkışlar) BAŞKAN – Teşekkür
ederim Sayın Erenkaya. Gündeme
geçiyoruz. Meclis
araştırması açılmasına ilişkin üç önerge vardır. Önergeleri
okutuyorum: V.-
BAŞKANLIĞIN GENEL KURULA SUNUŞLARI A)
MECLİS ARAŞTIRMASI ÖNERGELERİ 1.-
Tokat Milletvekili Reşat Doğru ve 23 milletvekilinin, tütün sektöründeki
sorunların araştırılarak alınması gereken önlemlerin belirlenmesi amacıyla
Meclis araştırması açılmasına ilişkin önergesi (10/128) Türkiye Büyük Millet Meclisi
Başkanlığına Ülkemizde,
tarımsal üretimimiz ve aynı zamanda tarımsal ürün ihracatımızda önemli bir paya
sahip olan tütünün, üretiminde yaşanan olumsuzluklar ile tütün üreticilerinin
içinde bulunduğu olumsuz durumun incelenmesi ve alınması gereken tedbirlerin
belirlenmesi amacıyla Anayasa’nın 98’inci, İç Tüzük’ün 104 ve 105’inci
maddeleri uyarınca bir Meclis araştırması açılması için gereğini arz ve talep
ederiz. 1) Reşat Doğru (Tokat) 2) Mehmet Şandır (Mersin) 3) Oktay Vural (İzmir) 4) Kadir Ural (Mersin) 5) Hasan Çalış (Karaman) 6) Mustafa Enöz (Manisa) 7) Beytullah Asil (Eskişehir) 8) Süleyman Latif
Yunusoğlu (Trabzon) 9) Yılmaz Tankut (Adana) 10) Recep Taner (Aydın) 11) Alim Işık (Kütahya) 12) Kürşat
Atılgan (Adana) 13) Kamil Erdal
Sipahi (İzmir) 14) Behiç Çelik (Mersin) 15) Rıdvan Yalçın (Ordu) 16) Münir Kutluata (Sakarya) 17) Ali Uzunırmak (Aydın) 18) Abdülkadir Akcan (Afyonkarahisar) 19) Mustafa Kemal
Cengiz (Çanakkale) 20) Hakan Coşkun (Osmaniye) 21) Cumali Durmuş (Kocaeli) 22) Ahmet Bukan (Çankırı) 23) Şenol Bal (İzmir) 24) Süleyman
Turan Çirkin (Hatay) Tütün Üreticilerinin Durumu Ülkemizde tütün,
sosyal, ekonomik ve politik olarak en fazla tartışılan ürünlerin başında
gelmektedir. Türkiye Cumhuriyetinin kurulması ile birlikte Reji idaresi
satın alınarak Devlet tekeli oluşturulmuş ve tütün politikaları belirlenmiştir.
Türkiye'nin ekolojik koşullarına uygun nitelikte bir ürün olan tütün,
400 yıldır Anadolu topraklarında yetiştirilmektedir. Türk tütünü genelde kıraç,
fakir topraklarda yetiştirilmekte, bu topraklardan yüksek gelir getiren ürün
çeşitlerinin başında gelmektedir. Ülkemizde aile
tarımı şeklinde yetiştirilmekte olan tütün, ihracat, istihdam ve devlet
gelirleri açısından da önemli bir üründür. Şark tipi tütün olarak bilinen Türk
tütünleri nefaseti ve kokusu ile dünya piyasalarında marka olmuş ve sigara
harmanlarının aranan çeşitlerindendir. Tütünün,
Türkiye'nin tarımsal ürünler dış ticaretinde önemli bir yeri bulunmaktadır. Her
yıl önemli miktarlarda tütün ihraç edilmekte ve Türkiye'nin genel ihracat
gelirlerine önemli katkılar sağlanmaktadır. Türkiye’de son
yıllarda izlenen tütün politikalarındaki yanlışlıklar tütün üretimini önemli
ölçüde geriletmiştir. 2007 yılı itibarıyla, 2002 yılındaki 381.000 olan
üreticisi sayısı 222.000’e, 151.853 ton üretim 62.771 tona düşmüştür. Bölgeler
itibarıyla incelendiğinde, Ege bölgesinde, 2003 yılında 193.000 olan tütün
üretici sayısı bugün 70.000, 104.000 ton olan üretimi ise 53.000 ton, Karadeniz
bölgesinde, 2003 yılında 74.000 olan üretici sayısı bugün 32.000, 24.000 ton
olan üretim 15.000 ton olarak gerçekleşmiştir. Ülkemizde tütün
üretimi ile bağlantılı olan girdi fiyatlarında yıldan yıla önemli oranda
artışlar varken, son yıllarda özellikle düşük döviz kuruna bağlı olarak tütün
satış fiyatları neredeyse sabit kalmıştır. Bu durum üreticilerin tütün
tarımından çekilmesine neden olmaktadır. Üreticilerimizin
aile işletmeciliğine dayanan tütün üretiminden çekilmesi ile birlikte işsizlik
artmakta ve büyük kentlerimize göç olmaktadır. Çünkü aynı topraklarda tütünden
elde edilen gelire yakın başka ürünlerden gelir elde edilememektedir. Bugün büyük
kentlerimizde baş gösteren asayişsizliğin temelinde yatan olgulardan bir
tanesinin de göç olaylarının olduğu dikkate alındığında tütün üretiminin
ülkemiz için önemi daha da artmaktadır. Tütün tarımının
bir diğer önemli yanı da zayıf, eğimli ve kıraç arazilerde yetiştirildiğinden,
boş kalan arazilerin erozyon tehdidine açık kalmasıdır. Bu nedenlerle;
Cumhuriyetin kurulmasıyla birlikte ilk ele alınan konulardan olan tütün
üretiminin ve tütün çiftçilerinin içerisinde bulunduğu durumunun, üretim
aşamasından satış ve sanayide işlenmesine kadar geçen sürelerdeki problemlerin
Türkiye Büyük Millet Meclisi tarafından araştırılarak alınması gereken
tedbirlerin tespit edilmesi yerinde olacaktır. 2.-
Kars Milletvekili Gürcan Dağdaş ve 22
milletvekilinin, tersanelerdeki iş kazalarının araştırılarak iş güvenliğinin
sağlanması ve çalışma koşullarının iyileştirilmesi için alınması gereken
önlemlerin belirlenmesi amacıyla Meclis araştırması açılmasına ilişkin önergesi
(10/129) Türkiye Büyük Millet Meclisi
Başkanlığına Gerekçesini ekte
arz ettiğimiz, tersane sektöründe büyüme ve başarı, ülke ekonomisinin gerekleri
ile çalışanların hakları dikkate alınarak; tersanelerde yaşanan işçi
ölümlerinin ve iş kazalarının nedenlerini; işçilerin çalışma koşullarının
yasalara uygun olup olmadığı, yasal haklarının verilip verilmediği; iş
güvenliği tedbirlerinin eksiksiz alınıp alınmadığının; taşeron firmalara iş
devirlerinin iş gereklerine uygun olup olmadığı hususlarının araştırılması,
alınacak önlemlerin ve çözüm önerilerinin, mevzuatta yapılacak değişikliklerin
tespiti amacıyla Anayasanın 98 ve İçtüzüğün 104 ve 105’inci maddeleri gereğince
Meclis Araştırması açılmasını arz ve talep ederiz. 13/02/2008 1) Gürcan Dağdaş (Kars) 2) Oktay Vural (İzmir) 3) Emin Haluk
Ayhan (Denizli) 4) Ahmet Duran
Bulut (Balıkesir) 5) Kamil Erdal
Sipahi (İzmir) 6) Şenol Bal (İzmir) 7) Beytullah Asil (Eskişehir) 8) Bekir Aksoy (Ankara) 9) Ahmet Bukan (Çankırı) 10) Ahmet Kenan Tanrıkulu (İzmir) 11) Osman
Ertuğrul (Aksaray) 12) Mustafa Enöz (Manisa) 13) Mithat Melen (İstanbul) 14) Muharrem
Varlı (Adana) 15) Rıdvan Yalçın (Ordu) 16) Mustafa Cihan
Paçacı (Ankara) 17) Recai
Yıldırım (Adana) 18) Hamza Hamit Homriş (Bursa) 19) Ali Uzunırmak (Aydın) 20) Cemaleddin Uslu (Edirne) 21) Yıldırım
Tuğrul Türkeş (Ankara) 22) Ertuğrul Kumcuoğlu (Aydın) 23) Abdülkadir Akcan (Afyonkarahisar) Gerekçe: Endüstrinin emek
yoğun dalı olan ve diğer sanayi kollarını bir lokomotif gibi sürükleyerek
gelişmelerine önemli katkıda bulunan gemi inşa sanayi, hem ekonomiye katkısı
hem de istihdam potansiyeli oluşturması nedeniyle ülkemiz açısından önemi
yadsınamaz. Tersanelerimizde
yaşanan ölümle sonuçlanan kazalar, medyada çıkan olumsuz çalışma koşulları ve
kamuoyuna yansıyan tartışmalar, Türkiye Büyük Millet Meclisinin tersaneler
konusuna el atma zorunluluğunu doğurmuştur. Ülkemizin gemi
imalatında, dünyada tonaj açısından 6’ncı sırada, gemi adedi olarak da 4’üncü
sırada olduğu resmi makamlarca açıklanmaktadır. Bu rakamlar, sektörün önemini
bir kez daha göstermeye yetmektedir. Tersanelerde
yürütülen işler ağır ve tehlikelidir. “Tehlikeli İşkolları Yönetmeliği”
kapsamında özel değerlendirmeye ihtiyaç duymaktadır. İşçiler ekmek parası için
olumsuz koşullarda barınmak, insanca olmayan şartlarda yaşamak ve çalışmak
zorunda kalmaktadır. Tersanelerde
yaşanan kazalarda son 7 ayda 14, 20 yılda ise 76 işçinin ölmesi bu iş
yerlerindeki çalışma şartlarının iş güvenliği önlemlerinin yeterliliğini
tartışılır hâle getirmektedir. Ölümlere “işin doğası gereği” şeklinde
yaklaşılması kabul edilemez. Sadece 2006 yılında tersanelerde 18.500 iş
kazasının yaşandığı da istatistiklere geçmiştir. Ölümle sonuçlanan
kazalar incelendiğinde, büyük çoğunluğunun elektrik çarpması ve düşme sonucu
gerçekleştiği görülmektedir. Bazı ölümlerin de patlama neticesinde olduğu
bilinmektedir. Ölüm nedenleri, olağanüstü durumlar olmayıp önlenebilir
nedenlerdir. Bakanlık
yetkililerince, ölümle sonuçlanan olayların incelendiği yönünde açıklamalar yapılmakla
birlikte kamuoyunu ve sektörün taraflarını rahatlatacak önlemlerin alınmadığı
görülmektedir. Tersanelerde
taşeron firmalara asıl işler değil uzmanlık gerektiren geçici işler
verilmelidir. Bu firmaların da belli bir deneyime ve uzmanlığa sahip olması
gerekir. Sektörde
tarafların yaşananlarla ilgili karşılıklı olarak birbirlerini itham etmeleri ve
Bakanlıkların olayı izlemek, demeç vermek, basit teftişler yapmak suretiyle
takibi sorunların çözümünün ertelenmesinin ötesinde çalışma barışını tehlikeye
atmaktadır. Gerekli önlemlerin alınması ve sorunlara çözüm getirilmesi, başarı
kazanan tersanelerimizin başarısını daha da artıracaktır. Bu nedenlerle,
gemi inşa sanayisinin büyümesi ve başarısı, inşa, bakım-onarım ve tadilat
faaliyetlerinin kurumsal bir yapıda, ulusal ve uluslararası mevzuata uygun
olarak yürütülmesi, ülke ekonomisinin gerekleri ile çalışanların hakları
dikkate alınarak; tersanelerde yaşanan işçi ölümlerinin ve iş kazalarının
nedenlerini; işçilerin çalışma koşullarının yasalara uygun olup olmadığı, yasal
haklarının verilip verilmediği; iş güvenliği tedbirlerinin eksiksiz alınıp
alınmadığının; taşeron firmalara iş devirlerinin iş gereklerine uygun olup
olmadığı hususlarının araştırılması, alınacak önlemlerin ve çözüm önerilerinin,
mevzuatta yapılacak değişikliklerin tespiti amacıyla Anayasanın 98’inci,
İçtüzüğün 104 ve 105’inci maddeleri gereğince Meclis Araştırması açılmasını arz
ve talep ederiz. 3.-
Şırnak Milletvekili Hasip Kaplan ve 19
milletvekilinin, Türkiye’den Suriye’ye göç etmiş ve vatansız durumuna düşmüş
insanların sorunlarının araştırılarak alınması gereken önlemlerin belirlenmesi
amacıyla Meclis araştırması açılmasına ilişkin önergesi (10/130) Türkiye Büyük Millet Meclisi
Başkanlığına Türkiye'den
farklı tarihlerde ve çeşitli sebeplerden dolayı Suriye’ye göç etmiş ve şu anda
orada yaşayan vatansızların sorunlarının araştırılarak çözümü için alınması
gereken önlemlerin belirlenmesi amacıyla Anayasanın 98 inci TBMM İçtüzüğünün
104 ve 105 inci maddeleri uyarınca Meclis araştırması açılmasını arz ve teklif
ederiz. Saygılarımızla. 1) Hasip Kaplan (Şırnak)
2) Mehmet Nezir
Karabaş (Bitlis)
3) Osman Özçelik (Siirt) 4) Sevahir Bayındır (Şırnak)
5) Sebahat Tuncel (İstanbul) 6) Bengi
Yıldız (Batman) 7) Sırrı Sakık (Muş)
8) Ayla Akat Ata (Batman)
9) Hamit Geylani (Hakkâri)
10) Pervin Buldan (Iğdır) 11) Ahmet Türk (Mardin) 12) Fatma
Kurtulan (Van) 13) Aysel Tuğluk (Diyarbakır) 14) Selahattin Demirtaş (Diyarbakır) 15) Şerafettin
Halis (Tunceli) 16) Gültan Kışanak (Diyarbakır)
17) İbrahim
Binici (Şanlıurfa)
18) M. Nuri Yaman
(Muş) 19) Emine Ayna (Mardin) 20) Özdal Üçer (Van) Gerekçe: Birinci Dünya
savaşı sonunda Osmanlı Devletinin parçalanmasıyla çok sayıda devlet
kurulmuştur. Bu devletlerin bazıları ancak II. Dünya Savaşından sonra
bağımsızlıklarını kazanmışlardır. Suriye'de bu ülkelerden biridir. Suriye I.
Dünya savaşından sonra uzun yıllar Fransa'nın himayesinde kalmış ve ancak 17
Nisan 1946 tarihinde bağımsızlığını ilan etmiştir. Türkiye ile
Suriye arasında sınırın çizilmesiyle birlikte; yerleşim yerleri ikiye
bölünmüştür. Bu coğrafi sınırın çizilmesi aileleri ikiye bölmüş fakat akrabalık
ilişkilerini sona erdirememiştir. Bu akrabalar uzun yıllar birbirlerini
görememektedirler. Bu acıklı durum; romanlara, filmlere konu olmuş ve ayrıca,
her yıl dinî bayramlarımız olan ramazan ve kurban bayramlarında konu basın
aracılığıyla Türkiye gündemine gelmekte ve sınır kapılarında dramatik
sahnelerin yaşanmasına neden olmaktadır. 2006 yılı
verilerine göre ülke nüfusu yaklaşık on sekiz milyon olan Suriye'de Kürtlerin
nüfusu yaklaşık iki milyon beş yüz bin civarındadır. Suriye'deki Kürtler,
genellikle Cizre ve Halep arasındaki sınır boyunda yaşamaktadır. Suriye'de
sosyal statü bakımından iki türlü Kürt bulunmaktadır. Sınırın
çizilmesiyle birlikte Suriye tarafında kalan ve Suriye vatandaşı olarak kabul
edilen Kürtler ve buna karşılık çeşitli sebeplerden dolayı bölgede (ekonomik,
kültürel, töre, sürgün gibi vb) 1925'te yaşanan olaylar (Şeyh Sait ayaklanması)
ile özellikle 1936 - 1937'de Dersim olayları sürecinde sığınmacı olarak
Türkiye'den (Mardin ve çevre illerinden) göç eden ve hiçbir vatandaşlık hakkı
bulunmayan mülteci Kürtler. Bu insanlar hem Türkiye vatandaşlığını
kaybetmişler hem de Suriye'de bunların vatandaşlığını iptal etmiştir. Yani bu
insanlar Suriye vatandaşı değiller, mülteci durumundadırlar ve yabancı diye
adlandırılıyorlar. Suriye vatandaşı olamadıklarından kimlikleri yok, mal mülk
alamıyorlar, devlet dairesinde çalışamıyorlar, memur olamıyorlar, herhangi bir
resmi görevde bulunamıyorlar. Kısaca belirtmek gerekirse bu insanların, seçme,
seçilme. mülkiyet ve seyahat hakkı ile herhangi bir
sosyal hakları bulunmamaktadır. Suriye'de yaşayan
bu ikinci sınıf Kürtler Cizre'den başlayarak Halep'e kadar uzanan bir kuşakta
yer alıyorlar. Bu sınır kuşağında yaşayan Kürtlerin yaklaşık 300 ile 500 bini
1962'ten (1962 tarihinde vatandaşlıkları geri alınanlar 50 bin civarındadır.)
beri vatandaşlık hakkından yoksun "ecnebi" yani vatansız
durumundadır. Bu insanlar, 1962 yılına kadar Suriye vatandaşı olarak kabul
edilmelerine rağmen, Suriye'nin 14 ilinden birini oluşturan ve
"Kamışlı" kazasının da bağlı olduğu "Hasake"de
yapılan nüfus sayımında Türkiye'den gelenlerin -Türkiye vatandaşları oldukları
gerekçesiyle- vatandaşlıkları geri alınmıştır. Aynı tarihte çeşitli nedenlerle
Türkiye'den göç edenlerden "Hasake İli"nin
dışındaki diğer illerde (Şam gibi) ikamet edenlerin vatandaşlığı devam
etmiştir. Böylece aynı aileden iki kardeşten birinin vatandaşlığı geri alınmış,
diğerinin Suriye vatandaşlıkları devam etmiştir. Suriye'de kimliksizleştirilen
bu insanlar "ecnebi" olarak adlandırılmaktadır. Bu kimliksizleştirme
politikası 13 Mart 1973 Anayasası ile de giderilmemiş ve günümüze kadar
gelmiştir. Kendi
topraklarında yabancı sayılmakta olan bu insanlar, tüm kamu haklarından men
oldukları gibi, evlilikleri dahi illegal sayıldığı için doğan çocuklarda
"ecnebi" olarak kabul edilmektedirler. Ecnebi olarak kabul edilen bu
aileler kimi zaman çocukları kamu hizmetlerinden yararlansın diye vatandaş olan
Kürtler veya dost olarak kabul ettikleri Araplar üzerine yazdırarak muvazaalı
yollara başvurmaktadırlar. Daha sonraki yıllarda bu konuda da hukuki ihtilaflar
yaşanmaktadır. Bu insanlar söz
konusu iki ülke vatandaşlığından olmuşlardır. Bu durum vatandaşlık hukukumuza
da aykırıdır. 11/02/1964 tarihli ve 405 sayılı Türk
Vatandaşlığı Kanununun 34 üncü maddesi, "Vatandaşlığı kaybettirme ve
çıkarma kararları şahsidir. İlgilinin eş ve çocuklarına tesir etmez."
şeklinde hüküm olmasına karşın çeşitli sebeplerden dolayı Suriye’ye göç etmek
zorunda kalan bu insanların vatandaşlıkları kaybettirilmekle yetinilmemiş,
bütün aile fertlerinin vatandaşlıkları kaybettirilmesi kendi hukukumuza da
aykırılık teşkil etmektedir. Sonuç olarak;
aslında Türkiye cumhuriyeti vatandaşı olan ve fakat çeşitli nedenlerden dolayı
vatandaşlıkları kaybettirilen ve Suriye vatandaşlığına da alınmayan bu
insanların durumların incelenmesi gerekmektedir. En uzun kara sınırına sahip
komşumuz olan Suriye'de yaşanan bu insanlık ayıbına yabancı kalamayacağımızı
düşünerek TBMM tarafından bir Meclis Araştırma Komisyonunun kurularak sorunun
bütün yönleriyle araştırılması gerektiği inancındayız. BAŞKAN –
Bilgilerinize sunulmuştur. Önergeler
gündemdeki yerlerini alacak ve Meclis araştırması açılıp açılmaması konusundaki
görüşmeler, sırası geldiğinde yapılacaktır. Cumhuriyet Halk
Partisi Grubunun İç Tüzük’ün 19’uncu maddesine göre verilmiş bir önerisi
vardır, okutup oylarınıza sunacağım: VI.-
ÖNERİLER A) SİYASİ PARTİ GRUBU ÖNERİLERİ 1.-
(10/127) esas numaralı Meclis araştırması önergesinin ön görüşmelerinin, Genel
Kurulun 20/2/2008 Çarşamba günkü birleşiminde
yapılmasına ilişkin CHP Grubu önerisi 20.02.2008 Türkiye Büyük Millet Meclisi
Başkanlığına Danışma
Kurulu’nun, 20.02.2008 Çarşamba günü (Bugün) yaptığı toplantısında, siyasi
parti grupları arasında oy birliği sağlanamadığından, Grubumuzun aşağıdaki
önerisinin, İçtüzüğün 19 uncu maddesi gereğince Genel Kurul’un onayına
sunulmasını saygılarımla arz ederim. Kemal
Kılıçdaroğlu İstanbul Grup
Başkanvekili Öneri: Genel Kurulun;
19.02.2008 Salı günkü birleşiminde okunan, (10/127) Esas Numaralı Meclis
Araştırması Önergesinin görüşmelerinin Genel Kurul’un; 20.02.2008 Çarşamba
günlü (Bugün) birleşiminde yapılması önerilmiştir. BAŞKAN –
Cumhuriyet Halk Partisi Grubu önerisinin lehinde konuşmak üzere, Malatya
Milletvekili Sayın Ferit Mevlüt Aslanoğlu. KEMAL
KILIÇDAROĞLU (İstanbul) – Önce Osman Bey konuşacaklar. BAŞKAN- Peki,
Osman Kaptan, Antalya Milletvekili. Buyurun Sayın
Kaptan. OSMAN KAPTAN
(Antalya) – Sayın Başkan, sayın milletvekilleri; banka kredi kartları konusunda
Meclis araştırma komisyonu kurulması önerisi lehine Cumhuriyet Halk Partisi
Grubu adına söz almış bulunuyorum. Hepinizi saygıyla selamlarım. Değerli
milletvekilleri, Merkez Bankası kayıtlarına göre 2007 yılı sonu itibarıyla
ülkemizde 37 milyon 335 bin kredi kartı kullanılmaktadır. Bu kart
sahiplerinden, 2 Şubat 2008 tarihi itibarıyla, toplam 687.016 kişinin borcunu
ödeyememe sorunu vardır. Bunların 101.956’sı ferdî kredi, 585.060’ı da kredi kartı
borcunu ödeyememiş kişilerdir. Kredi kartı
borçlarına taksitle ödeme kolaylığı getiren 5464 sayılı Yasa 26 Şubat 2005’te
çıkarılmıştır. O günden beri sorunlu tüketici kredileri yüzde 993, sorunlu
kredi kartı ödemeleri ise yüzde 152 oranında artış göstermiştir. Sayın
milletvekilleri, ülkemizde yıllık enflasyon yüzde 8,4, kredi kartlarının yıllık
bileşik faizleri ise yüzde 90 düzeyindedir. Bankaların kredi kartlarına
uyguladıkları faizi ne enflasyonla ne mevduat faiziyle ne Merkez Bankası
borçlanma faiziyle ne de diğer ülkelerdeki kredi faizi oranlarıyla izah etmek
olanaksızdır. Türkiye'de bankaların kredi kartlarına uyguladığı yıllık faiz
enflasyonun 10 katının üzerindedir, mevduat faizinin 4-5 kat üzerindedir,
Merkez Bankası borçlanma faizinin ise 5 kat üzerindedir. Kredi kartı
borcuna uygulanan bileşik faiz oranı bazı ülkelerde ise şöyledir: Amerika’da
yüzde 19-yüzde 16 arasında, İngiltere’de yüzde 15-16 arasında, Belçika’da yüzde
16, Almanya’da yüzde 12-17, İtalya’da yüzde 12-13, komşumuz Yunanistan’da yüzde
9 ila yüzde 10 arasındadır. Türkiye’de ise bu oran yüzde 90’dır. Akdi faizin
yıllık bileşiği yüzde 90,1, gecikme faizinin yıllık bileşiği ise yüzde 105,8’i
bulmaktadır. Diğer ülkelerin bazılarında enflasyon oranının 3-4 katı,
bazılarında ise 4-5 katını geçmeyen kredi kartı faizi, Türkiye’de ise yıllık
enflasyonun 10 katını geçmektedir. Sayın
milletvekilleri, bu, insafsızlıktır; bu, düşük gelirli insanlarımızı
sömürmektir. Zaten zar zor, borçla geçinmekte olan insanlarımızın alım gücü
giderek azalırken daha fazla tüketmeye, daha fazla borçlanmaya, daha fazla
kredi kartıyla alışveriş yapmaya mecbur bırakılmaktadırlar. Bu durumda,
bankalar da bunu özendirmektedir. Son dört yılda,
2003-2007 yılları arasında ailelerin bankalara, katılım bankalarına ve tüketici
finansman şirketlerine olan toplam borçları 7 kat artmıştır. Buna karşın
gelirlerindeki artış ise sadece 2 kat olmuştur. BDDK’nın Eylül 2007 finansal
piyasalar raporuna göre, 2002 yılında ailelerin bankalara olan borçları toplam
gelirlerinin yüzde 4,3’ü kadar bir büyüklük oluştururken bu oran 2003 yılında
yüzde 6,8’e, 2004 yılında yüzde 11,8’e, 2005 yılında yüzde 19’a, 2006 yılında
yüzde 23,7’ye ve 2007 yılında da yüzde 26’ya tırmanmıştır. Bu borçların
da yüzde 42’sini kredi kartları ve tüketici kredileri oluşturmaktadır. Sayın
milletvekilleri, bazı bankalar leblebi gibi kredi kartı dağıtıyorlar.
İnsanların gelirlerine bakmıyorlar, kredi kartı sayısına bakmıyorlar, kart
veriyorlar. “Kart parası alınmaz.” diye mahkeme kararları olmasına rağmen de kart
parası alıyorlar. Bazı bankalar kredi kartı satmak için personeline hedef
gösteriyor, “Haftada 20 kart satmazsan işine son veririm.” diyor. Otobüs
duraklarında kart dağıttırıyor. Artık köylerde ve kırsal kesimlerde bile çoğu
insanımızın 4-5 tane kredi kartı var. Örneğin, 22 tane kredi kartı olan bir
esnafın içine düştüğü çıkmazı gazetelerden okumuştuk. Neredeyse, Avustralya’da
yaşanan bir olayda olduğu gibi, insanların kedilerine bile ek kart verilecek
duruma düşüyorlar. Kısacası, bazı bankalardan kart almak
kolay, ödemek zor. Ödeme gücü
olmayan insanlarımız “asgari ödeme” adı altında borcunun bir kısmını ödemeye
teşvik ediliyor. Bu durum bankalar için iyi, tüketiciler için kötü. Çünkü
bankaların alacağı artıyor, tüketicinin de borcu artıyor, artık ipin ucu da
kaçıyor. İnsanlarımız borçlandıkça borçlanıyor, varsa malını mülkünü, eşinin
bileziğini satarak, yoksa yakınlarından borç alarak ödemeye çalışıyorlar.
Bankaların birinden çekip diğerine yatırıyorlar. Bankaların elinden kurtulmak
için tefecinin eline düşüyorlar. Çaresiz duruma düşerek ne yapacağını bilemez
hâle gelenler, yasal ve etik olmayan yollardan sorunu çözmeye çalışanlar,
soygun, gasp, cinayet gibi yollara başvuranlar oluyor. Gereğinde televizyon
programlarına çıkıp “Böbreğimi satıyorum” diyenler oluyor. İflaslar,
intiharlar, boşanmalar çoğalıyor. Psikolojisi tamamen bozularak cinnet
getirenler, annesini, babasını, eşini, çocuklarını öldürüp intihar edenler
oluyor. İki yıl önce Türkiye Büyük Millet Meclisi çatısı altında bile bir polis
memurumuz kredi kartı yüzünden intihar etmişti. İntihar edenler geriye
bıraktıkları notlarda “Ölümümden kimse sorumlu değildir.” diyorlar. Çünkü, geride kalan yakınlarını zan altında bırakmak
istemiyorlar. Ancak, sayın
milletvekili arkadaşlarım, bu intiharlardan kimse sorumlu değil mi? Bizler
sorumlu değil miyiz? Hükûmet sorumlu değil mi?
Bankalar sorumlu değil mi? BDDK sorumlu değil mi? Bu kişiler, sadece tüketim
kültürünün mağdurları mı? Bu konuda, Ankara Ticaret Odası Başkanı Sayın Sinan Aygün’ün takdire değer mücadelesinin dışında kimsenin sesi
çıkmayacak mı? Biz, bankalar kâr etmesin, bankalar kazanmasın demiyoruz, ancak,
bankalar kazansın da, insanlarımız da iflas etmesin, insanlarımız da intihar
etmesin, insanlarımız da boşanmasın, cinnet getirmesin diyoruz. Bunun için de,
bankaların uygulamaları yasal olsun, ussal olsun, insaflı olsun, Türkiye ve
dünya gerçeklerine uysun diyoruz. Bu konuda, Meclis de, Hükûmet
de, BDDK da, Merkez Bankası da gereğini yapsın diyoruz. Bakınız, bu
konuda, önceki yıllarda intihar eden emekli bir albay cumhuriyet başsavcılığına
yazdığı dilekçede, bankaların acımasız temerrüt faizlerinden yakınarak “Albay
rütbeme rağmen, kızıma ve oğluma istediğim eğitim imkânını ve onlara iyi bir
gelecek sağlayamadığım için devleti yönetenleri suçluyorum.” diyor ve şöyle
devam ediyor: “Dilerim, sayın siyasiler benim durumumu dikkate alırlar ve
ekonomik sıkıntıdan dolayı kimsenin bir daha hayatına son vermesine mahal
bırakmazlar.” demiştir. Sayın
milletvekilleri, bu örnekler de gösteriyor ki, kredi kartları sorunu ciddi bir
sorundur. Bu sorunun çözümü için, ben ve Cumhuriyet Halk Partili arkadaşlarım
geçen hafta bir Meclis araştırma önergesi verdik. Bu önergenin Genel
Kurulumuzda kabul edilerek, bir araştırma komisyonunun kurulmasıyla, kredi
kartları konusundaki sorunların araştırılarak, gerekli yasal ve yönetsel
önlemlerin alınması gerektiğini sizlerin takdirine sunar, yüce Meclisi saygıyla
selamlarım. (CHP sıralarından alkışlar) BAŞKAN – Teşekkür
ederim Sayın Kaptan. Grup önerisinin
aleyhinde söz isteyen, Yozgat Milletvekili Sayın Bekir Bozdağ. Buyurun Sayın Bozdağ. (AK Parti sıralarından alkışlar) BEKİR BOZDAĞ
(Yozgat) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; CHP grup önerisinin aleyhinde
söz aldım. Bu vesileyle yüce heyetinizi saygıyla selamlıyorum. Dün Meclisimiz
burada gündemin nasıl olacağına dair müzakere yaptı ve haftalık gündemini
sizlerin oylarıyla belirledi. Bugün de Cumhuriyet Halk Partisi Grubu Danışma
Kurulu talep ederek, kredi kartlarıyla ilgili konunun gündeme alınmasını talep
etti ve bu noktada bir mutabakat olmaması üzerine huzurlarınıza bu konu grup
önerisi olarak getirildi. Değerli
arkadaşlar, kredi kartları konusu önemli bir konu ve bu sorun ciddi bir sorun.
AK Parti, milletin oylarıyla Meclise gelip iktidarı oluşturduğu günden beri bu
konuya duyarsız kalmamış, bu konuyla ilgili çalışmalara ciddi ehemmiyet vermiş,
önemli katkılar sunmuş ve bu konu bugüne kadar ilk defa yasal bir mevzuata
kavuşturulmuş. 23/2/2006 tarihinde banka kartları ve kredi kartlarıyla ilgili bir kanun
çıkardık Meclisimizde. Burada uzunca müzakereler yapıldı, bu müzakereler
sonucunda da Meclisimiz bunu yasalaştırdı. Amaç ne? Amaç, banka kartları ve
kredi kartlarının çıkarılmasına, kullanılmasına, takas ve mahsup işlemlerine
ilişkin usul ve esasları düzenlemek suretiyle kartlı ödemeler sisteminin etkin
çalışmasını sağlamaktır. Bu amaçla bu konu nasıl etkin çalıştırılabilir, hem
kullanıcılar için hem bankalar için nasıl daha uygun esaslara kavuşturulabilir
konusu burada uzun uzun tartışıldı. Hem bankalara hem
de katılım bankalarına hem de bu kartı kullananlara birtakım yükümlülükler
getirildi, birtakım görevler verildi. Örneğin, madde 8, kart çıkarma ve buna
ilişkin yükümlülükleri düzenliyor ve orada, birinci fıkrasında şu ifade var:
“Kart çıkaran kuruluşlar, talepte bulunmayan veya sözleşme imzalamayan kişiler
adına hiçbir şekil ve surette kart veremezler. Bu kuruluşlarca genel müdürlük
veya şube haricinde kredi kartı talebi toplanabilecek yerler Kurumun uygun
görüşü alınarak Türkiye Bankalar Birliği ve Türkiye Katılım Bankaları Birliği
tarafından müştereken belirlenir.” Bu düzenleme yapılana kadar -sokakta
gördüğünüz- Kızılay’da, Ulus’ta, başkaca yerlerde, banka temsilcilerinin kart
verileceğine dair oraya sehpalar koyup, üzerinde kart dağıttığını bütün Türkiye
görüyordu. Değişik alışveriş merkezlerinde de belli uygulamalar vardı. Âdeta
ekmek gibi, her yerde kart satılan bir uygulama vardı. Bu da teşvik ediyordu
bireyleri. Buna bir düzen getirildi. Artık herkes veya her banka veya her
katılım bankası, istediği yerde kredi kartı veremeyecek, talepte bulunmayana
“Gel, kredi kartı al.” diyemeyecek. Bunun şartları, esasları belirlenmiş,
nerelerde verileceğine ilişkin konu, bir düzenlemeye kavuşturulmuş. Bu sorun,
2006’da yapılan bu düzenlemeyle tedavülden kalktı; yeni bir sorun veya devam
eden sorunmuş gibi gösterilmesi de doğru değil. Öte yandan, bu
kredi kartı limitleriyle ilgili de bir başka düzenleme yapıldı. Madde 9, kredi
kartı limitini düzenliyor, ikinci fıkrasını okuyorum: “Kart çıkaran kuruluş
tarafından bir gerçek kişinin sahip olduğu tüm kredi kartları için tanınacak
toplam kredi kartları limiti, ilk yıl için, ilgilinin aylık ortalama net
gelirinin iki katını, ikinci yıl için ise, dört katını aşamaz.” Yani bütün
kullanacağı kredi kartlarıyla ilgili limitleri de yasa belirlemiş, kaç
bankadan, kaç yerden kullanırsa kullansın. Yani bankalar, bu konuda keyfekeder kredi limitleri tayin edemezler ve bunları
uygulayamazlar. Bunların usul ve esaslarını da ne yapmış, düzenlemiş. O konuda
da önemli bir değişimi getirip koymuş, burada da bir sıkıntı yok. Sıkıntı
olacak konuyu, yaşanan tecrübelerden sonra Meclisimiz çözümlemiştir. Bir başka konu,
faizlerle ilgili konu. Faizler de
keyfîlikten kurtarılmış. Orada da bir başka düzenleme yapılıyor. O da şu: Madde
26, faizle ilgili konuyu düzenliyor. İlgili fıkrasını okuyorum: “Kalan hesap
bakiyesine –hepsini okuyamıyorum- asgari tutar ve üzerinde ödeme yapılması
durumunda akdi faiz, asgari tutarın altında ödeme yapılması durumunda ise
gecikme faizi uygulanır. Temerrüt hali de dahil olmak
üzere, kart uygulamasından doğan borçlarda bileşik faiz uygulanmaz. Türkiye
Cumhuriyet Merkez Bankası azami akdi ve gecikme faiz oranlarını tespit etmeye
yetkilidir ve belirlediği bu oranları üç ayda bir açıklar.” Bu konuda da
keyfîliği kaldırıyor. Öte yandan, Merkez Bankasının bu faizlerle ilgili
kontrolünü, takibini de üç ayla bir sınırlandırıyor, bu noktada da bir
düzenleme yapılmış ve sıkıntı olabilecek konuların veya bankaların keyfî
uygulamalarının önüne geçecek düzenlemeler yapılmış. Ayrıca, Bankacılık
Düzenleme ve Denetleme Kurulu da bu dönemde çok ciddi düzenlemelerle, ciddi
denetimlerini yapmakta, bütün dünyada bugünlerde finans alanında bir sıkıntı
varken, Türkiye’de yapılan bu denetimlerin ciddiliği ve düzenlemelerin
etkinliği sayesinde bu noktada sıkıntı yok. Ama bir şey daha
yaptık biz 2006’da. Neredeyse iki yıl falan oluyor. Kredi kartı kullanarak
mağdur duruma düşmüş, sıkıntıya düşmüş, bu noktada çaresizliğe düşmüş
insanlarımıza da gözümüzü ve kulağımızı tıkamadık. Bu Kanun’un geçici madde
4’üyle yapılan bir düzenlemeyle, kredi kartı borçları nedeniyle ödeme güçlüğü
içerisinde olan vatandaşlarımıza bir yapılandırma getirdik. Ne yaptık? Bakın
okuyorum: “Bu Kanun’un yürürlüğe girdiği tarih itibarıyla kendisine dönem sonu
borcunun ödenmesi için ihtar çekilmiş veya haklarında icra takibi başlatılmış
ya da 31/1/2006 tarihine kadar temerrüde düşmüş olan
kredi kartı borçluları altmış gün içerisinde ilgili kredi kartı veren kuruluşa
veya avukatına yazılı olarak güncel tebligat adresi de belirtmek suretiyle
müracaat ederek, borçlarını taksitle ödemek istediklerini beyan etmeleri
hâlinde, düzenlenecek ödeme planını imzalamaları ve ilk taksiti de peşin
ödemeleri şartıyla, kendisine bildirilen son dönem borcu tamamen tahsil
edilinceye kadar yıllık yüzde 18 faiz oranı üzerinden hesaplanacak borç
tutarını 18 eşit taksitte ödeme hakkına sahip olurlar.” diyor ve faizi yıllık
yüzde 18’le sınırlamış ve 18 eşit taksite bunu bölmüş ve anlaşma yaptığı zaman
da bunların ödemeleri konusunda bir kolaylık getirilmiştir. Dolayısıyla, bu
konuda yasal mevzuat açısından bir sıkıntı yok, denetim mekanizmalarının
varlığı ve işletilmesi açısından da bir sıkıntı yok, hem Merkez Bankasının faiz
denetimi hem BDDK’nın bu konudaki denetimleri hem de
yasal mevzuatımız bu konuyla ilgili ve yeterli düzeydedir. Ancak başkaca
sıkıntılar varsa elbette bunlar tartışılır, görüşülür. Bu nedenle, bu
konu Meclisimizde görüşüldüğü için, sorunlara kalıcı ve sürekli nitelikte
çözümler bulunup yasalaştırıldığı için ve bu yasalaştırmanın üzerinden de daha
iki yıllık bir zaman da geçmedi; yeni sorunlar varsa bunlarla ilgili de bizim
duyarlılığımız devam eder, bunların üzerine de gitmeye devam ederiz. Bu
nedenle, şu anda talep edilen grup önerisinin biz aleyhindeyiz. Hepinizi saygıyla
selamlıyorum. (AK Parti sıralarından alkışlar) BAŞKAN – Teşekkür
ederim Sayın Bozdağ. Grup önerisinin
lehinde Malatya Milletvekili Sayın Ferit Mevlüt Aslanoğlu. Buyurun Sayın Aslanoğlu. (CHP sıralarından alkışlar) Süreniz on
dakika. FERİT MEVLÜT
ASLANOĞLU (Malatya) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; hepinize saygılar
sunuyorum. Değerli
arkadaşlarım, kredi kartı bir ödeme aracıdır, ödeme aracıdır, bir kredi
değildir, bir ödeme aracıdır. Bu bankalar -hangi iş yeri o karta aracılık
etmişse- iş yerlerinden komisyon alarak… Hangi iş yeri kartla alışveriş
yapmışsa iş yerlerinden komisyon alır. Esas amacı budur. İnsanlar, gününde ve
ayın belli günlerinde -ödeme takvimi vardır- kredi kartı borçlarını ödediği
zaman bir sorun olmaz, bu işler gider. Esas sorun kredili kredi kartında. Bu
yaratıldı Türkiye’de. Baktığınız zaman, bir tüketici kredileri var, bir de
kredili kredi kartları var. Arkadaşlar,
şimdi, Türkiye’de tüketici kredi faizleri şu anda, şu günde -Neye göre
belirlenir? Enflasyona göre belirlenir- maksimum yüzde 1’le 1,5 arasında. Ancak
kredili kredi kartı faizleri bazı bankalarda yüzde 5 arkadaşlar. Şimdi mesele
burada arkadaşlar. Sayın Bozdağ, geçen dönem, biz burada günlerce -Meclis ilk
açıldığı zaman- “Kredili kredi kartlarında sorun var.” diye diye,
size, hepinize, tüm milletvekillerine yalvardık “Bu toplumun bu sorununu
çözelim.” dedik. Şimdi aynı şekilde haykırıyoruz. Ve sonunda, Meclisimiz, o
gün, hep beraber oturduk, bir çözüm bulalım dedik dönemin sonuna doğru. Ama
burada bulduğumuz çözümde, faiz konusunu, en önemli konuyu Merkez Bankasına
bıraktık, “Merkez Bankası adildir, iyi bir hâkimdir, enflasyonu, her şeyi takip
eden kurumdur ve enflasyona göre faizleri belirleyeceği için, biz, en iyi
hâkimi, en adil hâkimi Merkez Bankasının kendisi, onlar belirlesin.” dedik. Ama, geçtiğimiz iki yıllık sürece, Sayın Bozdağ,
o günkü faizlerle -dikkat ettiğiniz zaman- bugünkü faizlerin yüzde 40, yüzde 50
olduğu dönemlerde bankalar aylık yüzde 6 faiz alıyorlardı kredili kredi
kartından. Ama şu anda hâlâ 5,25. Enflasyon nerede, faizler nerede, “Merkez
Bankasının her üç ayda bir belirleyeceği faiz” dediğimiz faiz nerede
arkadaşlar? Bu insanlar,
tüketimi… Geleceğini satın aldırdık insanlara. “Asgari ödeme tutarı” denilen
miktarı ödeyemediği zaman insanlar bir faiz sarmalına giriyorlar, aylık yüzde
5’le, bu ödenemez bir hâle geliyor arkadaşlar. Mesele burada arkadaşlar.
Mesele, toplumun en büyük sorunu... Toplumda çok büyük sorun var. Ben, tesadüfen,
cuma günü Malatya’da bir banka müdürünü ziyaret ettim. Önünde on sayfalık bir
liste vardı arkadaşlar. “Nedir bu?” dedim. “Tüketici kredilerini ve kredi
kartları faizini ödeyemeyenler...” Aylık taksitleri 100-150 lira arkadaşlar. Arkadaşlar, bunu
kabul edin, lütfen kabul edin. Toplumun büyük bir sorunudur. Toplumda geleceği
satın aldırdık insanlara. Lütfen kabul edin. İnsanlar çaresiz ve perişan
durumda. Türkiye'nin yüzde 90’ı bu şekilde. Yüzde
10’luk kısma bakmayın, yüzde 90’a bakalım. Burada sorun
vardı arkadaşlar. Geçen dönem nasıl çözdüyse bu Meclis… Merkez Bankasının
hakemliği, bir şekilde toplumun hakemliğine dönüşmedi arkadaşlar. Bunu açık
söyleyelim ve burada çok tartıştık dikkat ederseniz, “Bunu Merkez Bankasının
hakemliğine bırakalım mı, enflasyona mı endeksleyelim, başka bir şeye mi
endeksleyelim…” Ama en sonunda, bu Meclis, hep beraber karar verdik. O önergede
benim de imzam var. Nedir? Toplumun sorununu çözelim diye. Ama maalesef, Merkez
Bankası, sadece, iki yıllık süreçte bir kez 0,25, bir kez de 0,25 şeklinde,
yüzde 5,5’ten 5’e indirdi. Bunun altında faiz uygulayan bankalarımız var ama
“temerrüt faizi” dediğimiz olgu… Türkiye’de enflasyonun yüzde 8, tüketici kredi
faizlerinin aylık maksimum 1,5 olduğu… “Aylık maksimum Tabii, bankaların
bir operasyon gideri var. Ama, Türkiye’de, bir şekilde
bu operasyon giderini azaltarak bir şekilde bunun aşağı çekilmesi lazım. Daha
düşük faiz tatbik eden bankalar neden ediyor arkadaşlar? Demek ki, herkesin
operasyon gideri farklı değil. Onun için, mutlaka bu komisyonun kurulması lazım
arkadaşlar. Gelin, çözümü beraber bulalım nasıl geçen sefer bulduysak. Şimdi, Türkiye
bir tüketim toplumu oldu arkadaşlar, bunu kabul edelim. Herkese geleceği satın
aldırdık; memura, emekliye… Bunlar geleceği satın aldılar. İşin içinden
çıkamıyorlar, çaresiz kalıyorlar. Bu komisyonu kuralım. Biz, ne bankaların ne
bir başka kişinin zarar etmesini istemiyoruz, ama hakkaniyet neyse bunun
uygulanmasını istiyoruz. Tabii, bankalarımız, Türkiye’de, mutlak “olmazsa
olmaz”ımızdır. Ama, aylık yüzde 5 gibi bir faiz…
Enflasyonun yüzde 8, Hazine bonosu faizlerinin veya tüketici kredi faizlerinin
yüzde 20 olduğu bir Türkiye’de aylık yüzde 5’lik bir faiz, hakikaten arkadaşlar
çok yüksek. Gelin -bu kesime çözüm bulmak zorundayız- ortak noktası neyse… Biz
kimsenin mağdur olmasını istemiyoruz. Ama, mağdur olan
halkı da mağdur etmeyelim. Değerli
arkadaşlarım, bu komisyonu kurmak zorundayız. Gelin, Sayın Bozdağ,
geçmiş dönemde olduğu gibi… Bu Meclis o dönemde bir ortak karar verdi, Merkez
Bankasını hakem yaptı. Ama, Merkez Bankası hakemliğini
iyi yapamadı. Gelin, başka bir nokta bulmak açısından bu önergeye evet diyelim.
Tüm partilerimizden değerli arkadaşlarımız gelsin, hep beraber çözümü birlikte
bulalım. Ben hepinize
saygılar sunuyorum. Teşekkür ederim. (CHP sıralarından alkışlar) BAŞKAN – Teşekkür
ederim Sayın Aslanoğlu. Cumhuriyet Halk
Partisi Grubunun önerisini oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler… Kabul
etmeyenler… Öneri kabul edilmemiştir. Alınan karar
gereğince sözlü soru önergelerini görüşmüyor, gündemin “Kanun Tasarı ve
Teklifleri ile Komisyonlardan Gelen Diğer İşler” kısmına geçiyoruz. BAŞKAN – 1’inci
sırada yer alan, 09/11/2006 Tarihli ve 5555 Sayılı
Vakıflar Kanunu ve Anayasanın 89’uncu ve 104’üncü Maddeleri Gereğince
Cumhurbaşkanınca Bir Daha Görüşülmek Üzere Geri Gönderme Tezkeresi ve Adalet
Komisyonu Raporu’nun görüşmelerine kaldığımız yerden devam edeceğiz. VII.-
KANUN TASARI VE TEKLİFLERİ İLE KOMİSYONLARDAN GELEN
DİĞER İŞLER A) KANUN
TASARI VE TEKLİFLERİ 1.-
9.11.2006 Tarihli ve 5555 Sayılı Vakıflar Kanunu ve Cumhurbaşkanınca Bir Daha
Görüşülmek Üzere Geri Gönderme Tezkeresi ve Adalet Komisyonu Raporu (1/24) (S.
Sayısı: 98) (x) BAŞKAN –
Komisyon? Burada. Hükûmet? Burada. Geçen birleşimde
41’inci madde üzerindeki konuşmalar ve soru-cevap işlemi tamamlanmıştı. Şimdi, madde
üzerinde önerge işlemleri yapılacaktır. Madde üzerinde
beş önerge vardır. Önergeleri geliş sırasına göre okutup, aykırılığına göre
işleme alacağım. İlk önergeyi
okutuyorum: Türkiye Büyük Millet Meclisi
Başkanlığına Genel Kurul’da
görüşülmekte olan ve gündemin 98’inci sırasında yer alan 5555 sayılı Vakıflar
Kanunu’nun 41’inci maddesinin birinci fıkrasının sonuna: “Başbakan
tarafından atanacak üyeler için TBMM’de grubu bulunan siyasi partiler
tarafından, her parti için bir üye esasına göre belirlenecek kişilere öncelik
verilir.” Cümlesinin
eklenmesini arz ve teklif ederiz.
Türkiye Büyük Millet Meclisi
Başkanlığına Genel Kurulda
görüşülmekte olan ve gündemin 98’inci sırasında yer alan 5555 sayılı Vakıflar
Kanunu’nun 41’inci maddesinde “atanacak beş” ibaresinin “atanacak üç” biçiminde
değiştirilmesini arz ve teklif ederiz.
Türkiye Büyük Millet Meclisi
Başkanlığına Anayasanın
89’uncu ve 104’üncü maddeleri gereğince Cumhurbaşkanınca bir daha görüşülmek
üzere geri gönderilen kanun, Vakıflar Kanunu No: 5555 İkinci Bölüm, Madde 41’in
ilk paragrafındaki “Vakıf konusunda bilgi ve deneyim sahibi yüksek öğrenim
mezunları arasından Başbakanın teklifi üzerine ortak kararname ile atanacak
beş, yine Vakıflarca seçilecek üç, mülhak ve cemaat vakıflarınca seçilecek
birer üye olmak üzere toplam on beş üyeden oluşur” ibaresinin yerine; “Yeni
Vakıflarca seçilecek altı üye olmak üzere toplam on bir üyeden oluşur”
ibaresinin getirilmesini, sonraki “Ayrıca yeni Vakıflar üç, mülhak ve cemaat
vakıfları ise birer yedek üye seçer” ibaresinin yerine, “Ayrıca yeni vakıflar
altı yedek üye seçer” ibaresinin getirilmesini, sonraki “Seçimler, yeni
vakıflarda yönetim organının, mülhak vakıflarda vakıf yöneticilerinin, cemaat
vakıflarında yönetim kurullarının seçeceği birer temsilcinin iştiraki ile genel
müdürlüğün daveti üzerine ayrı ayrı yapılır” ibaresi
yerine, “Seçimler yeni vakıflarda yönetim organının seçeceği üç temsilcinin
iştiraki ile genel müdürlüğün daveti üzerine yapılır” ibaresinin getirilmesini
arz ve teklif ederiz.
(x) 98 S. Sayılı Basmayazı 30/01/2008 tarihli 56’ncı Birleşim Tutanağı’na eklidir.
Kanunun ilk görüşmeleri 1/11/2006 - 9/11/2006 tarihleri arasındaki 13 ila Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına Görüşülmekte olan 98 Sıra Sayılı 9.11.2006 Tarihli ve 5555
Sayılı Vakıflar Kanunu ve Anayasanın 89 uncu ve 104 üncü Maddeleri Gereğince
Cumhurbaşkanınca Bir Daha Görüşülmek Üzere Geri Gönderme Tezkeresi ile Adalet
Komisyonu Raporunun “Vakıflar Meclisi” başlıklı 41 inci maddesinin, Anayasaya
aykırılığı nedeniyle Tasarı metninden çıkarılmasını arz ve teklif ederiz.
TBMM Başkanlığına Görüşülmekte olan 98 sıra sayılı kanunun 41. maddesi Anayasaya
aykırıdır. Kanun metninden çıkarılmasını arz ve teklif ederiz. 31.01.2008
BAŞKAN – Son iki önerge mahiyet olarak birbirinin aynı olduğu için
birlikte işleme alacağım, ayrı ayrı söz vereceğim. Komisyon katılıyor mu? ADALET KOMİSYONU BAŞKANI AHMET İYİMAYA (Ankara) – Katılmıyoruz Sayın
Başkanım. BAŞKAN – Hükûmet katılıyor mu? DEVLET BAKANI VE BAŞBAKAN YARDIMCISI HAYATİ YAZICI (İstanbul) –
Katılmıyoruz Sayın Başkanım. BAŞKAN – Buyurun Sayın Genç. KAMER GENÇ (Tunceli) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri;
41’inci maddeyle ilgili olarak verilen bir önerge üzerinde söz almış
bulunuyorum. Hepinizi saygıyla selamlıyorum. Değerli milletvekilleri, maalesef, Türkiye’nin geleceğini
karartacak, Türkiye’yi bölmeye ve parçalamaya yönelik davranışlar içinde olan
emperyalist güçlerin emperyalizm düşüncelerine hizmet edecek çok güzel kanun
tasarılarını getiriyoruz. Bakın, 1821 yılında II. Mahmut tarafından idam edilen
İstanbul Başpiskoposu Gregoryas “yarım kalan ayin”
diyor. Diyor ki: “Bu Türkleri İstanbul’dan kovacağız ve o Patrikhanenin Kin
Kapısı açılmayacak ve o kapı ancak Türkler İstanbul’dan kovulduktan sonra
açılacak.” Şimdi, değerli milletvekilleri, bakın, Batı Trakya ile ilgili
olarak Yunanistan’ın hazırladığı Batı Trakya Müslüman azınlığı vakıflar ve
bunların mal varlıklarına ilişkin kanun tasarısı var elimde veya teklifi,
bilmiyorum ben Yunan şeyinde. Bunun 1’inci maddesi şöyle diyor: “Batı Trakya
Müslüman azınlığı vakıflarının ve bunların mal varlıklarının yönetimi ve
idaresi hususları, a) 25 Ağustos 1923 tarihli kanunun 3’üncü maddesiyle onaylanmış
olan Lozan Barış Anlaşmasıyla, b) İşbu kanun tarafından düzenlenir.” Peki, biz bu ecnebilerin Türkiye’de kuracakları vakıfları, niye,
kendi, Lozan Anlaşmasını buraya koymuyoruz ki, kardeşim, sen eğer buraya bir
vakıf kuruyorsan, bu vakfı Lozan Anlaşması hükümleri çerçevesinde kullanırız
demiyoruz? Yine, bu Vakıflar Yasası’nın, Patrikhanenin danışmanı olan Hüseyin
Hatemi tarafından hazırlandığına dair Dışişleri
Bakanlığına gönderilen kanun teklifi… Şimdi, Türkiye’de kanun hazırlayan, AKP zamanında, kimse kalmamış,
Patrikhanenin müşavirleri bunlara kanun hazırlıyorlar. Peki, bu kanunu
hazırlayanlar Türkiye’nin geleceğine yönelik, lehine mi kanun hazırlıyorlar? Bakın sayın milletvekilleri, biz, Türkiye Cumhuriyeti hudutları
içinde yaşayan Rum dostlarımızı da, Ermeni dostlarımızı da, Musevi dostlarımızı
da, hepsi, onlar da…Yurttaşız, onlara da bir… SIRRI SAKIK (Muş) – Onlar dostlarımız değil, vatandaşlarımız. KAMER GENÇ (Devamla) – Seni hiç ilgilendirmez. SIRRI SAKIK (Muş) – Benim vatandaşlarım. Ne demek seni
ilgilendirmez? KAMER GENÇ (Devamla) – Benim vatandaşlarım, dostlarım canım. Dost,
vatandaştan daha yakın değil mi? Ne yani, kendi… İkide bir oradan bana şey
ediyorsunuz. Biz bu insanlara saygı duyuyoruz, dostluklarımız var. Mesela, ben
geçen gün, işte, gittim İstanbul’daki bir hastane vakfına, Tunceli’de tıpta
okuyan 6 tane öğrenciyi verdim, kendilerine burs veriyorlar. Kendilerine
teşekkür ettim. Yani mesele, Türkiye Cumhuriyeti hudutları içinde yaşayan bu
kişilerin Türkiye’ye bakış açıları değil, bunların arkasındaki emperyalist
güçler. Bunlar Türkiye’yi öteden beri, bu güzel coğrafyayı parçalayıp bölmeye
çalışıyorlar. Bugün Anadolu’nun birçok yerlerinde, işte benim Tunceli’nin
birçok yerlerinde kiliseler var. Şimdi, siz, getirdiğiniz bu Kanun’la,
adamların yanına gelecekler, her tarafta, işte şu kiliseyi canlandırma vakfı,
bu kiliseyi canlandırma vakfı… Dolayısıyla Türkiye’yi paramparça edecekler. Bakın, kanun bir defa çıktıktan sonra, o kanunu geri alamazsınız. Önemli olan kanunu çıkartmamak. Kanunu çıkarttıktan sonra,
işte, arkanızda Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi var, bilmem, Avrupa Birliği var…
İşte, Avrupa Birliği temsilcisi gelmiş, İstanbul’un, diyor ki, işte, şu Sulukule’yi şöyle düzenleyeceksiniz, yok şurayı şöyle
düzenleyeceksiniz… Tabii, burada söylediğimiz şeyleri ne Hükûmet
doğru dürüst cevaplandırıyor ne de Komisyon cevaplandırıyor. Tabii, Hükûmetin buradaki sözcüsü diyor ki: “Efendim” diyor, “sen
yabancı unsursun.” Niye? Türkiye Cumhuriyeti devletinin menfaatlerini burada
savunmak yabancı unsur olan kişilere mahsus kaldı artık. Yerli unsurlara karşı
şey olmadı. Onun için, bu Kanun’u bana göre geri çekin, bu Kanun’la ilgili
sağlıklı bir araştırma yapın ve ondan sonra bu Kanun’u çıkaralım. Ha, Avrupa
Birliği bu Kanun çıkarsa bizi Avrupa Birliğine mi alır? O zaman yürürlük
maddesi olan 81’inci maddesine bir hüküm koyalım: “Bu Kanun Türkiye Cumhuriyeti
devleti Avrupa Birliğine aldığı tarihten sonra yürürlüğe girer.” diyelim
mademki ön şart bu ise. Onun için, yani böyle, kanunlar enine boyuna
tartışılmadan, ondan sonra, incelenmeden buraya gelirse bunlar hakikaten çok
sıkıntı yaratabilir. Şimdi, vakıflar konusunda da, işte, bugün, CHP Grubundaki bir
arkadaşımız da dedi, yani, işte, basın toplantısında da söyledi, işte,
Romanya’da, Bulgaristan’da, Sovyetler Birliği’nde yaşayan insanlar şimdi
Türkiye’deki bu ecnebilere, şeye, burayı terk etmiş… (Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı) KAMER GENÇ (Devamla) - …bu, Türkiye’yi terk etmiş gitmiş yabancı
uyruklu kişilerin mallarını bedava alıyorlar, işte, vakıflara… Bir de, bunlar
geçmişte de, bakın, bu malların, mülklerin sahibi olmadıkları hâlde hileli
olarak gitmişler mal edinmişler arkadaşlar. Bu Fener Rum Erkek Lisesi Vakfı
var, bu Osmanlı döneminde kurulduğunu iddia ediyor ama 1936 yılında verdiği
beyanname var: “Ben o zamanda kurulmadım.” diyor “Vakfiyem yok, mal elde etme
hakkım yok.” diyor. Yargıtay Genel Kurul kararı var. Yani, şimdi, bu Kanun
ancak Yargıtay Genel Kurul kararını kaldırmakla hukuk devleti ilkesini de
kaldırıyor ortadan. Onun için, burada, söz konusu olan maddede, bakın…
İstanbul’daki Patrikhanenin bizdeki statüsü bir kaymakamlığa bağlı bir müftü
ile eş değerdi. Siz şimdi getiriyorsunuz, Başbakana eş değer bir kuruma
getiriyorsunuz. Ya, böyle bir Türkiye, böyle vahşiyane bir yönetimle
yönetilebilir mi beyler? Bu vahşiyane bir… Bir memleket için işlenebilecek en
vahşiyane bir cinayet. Böyle bir şey olur mu ya? Şimdi, siz Türkiye’nin seksen
beş yıllık geleceğini bir anda sileceksiniz… (Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı) KAMER GENÇ (Devamla) - …neyin vehmi kardeşim? Vehim içinde, yani
bunlar aslında… BAŞKAN – Teşekkür ederim Sayın Genç. KAMER GENÇ (Devamla) – Evet, teşekkür ederim. BAŞKAN – Buyurun Sayın Gök, diğer önerge için. İSA GÖK (Mersin) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; yüce
Meclisi saygıyla selamlıyorum. 41’inci madde hakkındaki Anayasa’ya aykırılık
iddiamızı önergeyle huzurlarınıza getirdik. Şimdi, öncelikle şunu belirtelim arkadaşlar: Sürekli olarak Yargıtaya laf atılıyor, Yargıtay Hukuk Genel Kurulu
eleştiriliyor. Yargıtay 1971 esas tarihli ve 74 karar tarihli 8 Mayıs kararında
ne diyor, ne demişti? Cemaat vakıflarının 2172 sayılı Yasa’ya göre verdikleri
beyannameler vakıfname olarak kabul edilmiş, ancak vakıfnamede mal edinmeye
ilişkin bir düzenlemenin bulunmaması durumunda bu vakıfların mal
edinemeyeceklerine, bağış ve vasiyet kabul edemeyeceklerine hükmetmişti.
Yargıtay Genel Kurul kararı bu. Bu karara saygı duymak lazım. Bu kararı
eleştirebilirsiniz, ama tüm olumsuzlukların kaynağı diye Yargıtayı
göstermeyin. Bu, yanlış. İkincisi, bu Kanun’un getiriliş argümanı
olarak Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi kararına dayanıyorsunuz. Önce, hatalara
değinelim. Bu kararı 2. Daire verdi. Hangi karar? Fener Rum
Erkek Lisesi Türkiye davası. Hükûmet 2.
Dairenin 7 yargıçla verdiği bu kararı temyiz etti mi? 21 yargıçtan oluşan Büyük
Daireye götürdü mü? Götürülmedi. Niye götürülmedi? Siz sorgulayın. İkinci bir husus: Bakın, aynen mahkeme kararından okuyorum size
arkadaşlar. Bir defa sizlerden istirhamım, şu kararı alın, bir okuyun. Çünkü, Hükûmet, bu Kanun’un
dayandığı argümanlardan bir tanesinin İnsan Hakları Mahkemesinin bu kararı
olduğuna dayanıyor. Tutanaklara bakın, her iki laftan bir tanesi bu karar. Ne
diyor bu kararda? Hükûmetin yine bir eksiği var
burada -bakın, aynen- Hükûmet gerekli itirazı
yapmıyor, kabul edilebilirlik itiraz hakkını kullanmıyor ve mahkeme kararında
diyor ki: “O halde Hükûmet, itirazlarını kabul
edilebilirlik aşamasında bildirebilirdi, ama bildirmemiştir. Hükûmetin bu konudaki ihmalini haklı gösterecek bir neden
olmamasını ve söz konusu mevzuat değişikliğinin, kabul edilebilirlik kararının
verildiği 2004 tarihinden önce yapıldığını göz önüne alarak, mahkeme Hükûmetin bu konuda itiraz hakkının olmadığını kabul
etmektedir.” Bunu normal bir avukat yapsa… İşte, Şahin Bey de orada. Baro
Başkanlığından gelmeyim. Aynen disiplin kuruluna… Değil mi Veysi
Bey? Disipline gider… Disipline gider… Artı tazminat, tazminat… ŞAHİN MENGÜ (Manisa) – Mahkemeye gider, mahkemeye… İSA GÖK (Devamla) – Bundan dolayı her iki ihmal, ciddi ihmal…
Bakanlar Kurulunun bu konuda Türkiye’nin ödemek zorunda kaldığı 900 bin avro
için rücuen bu hazineye bu parayı geri iade etmesi
gerekmiyor mu acaba? Bunu bir değerlendirin. Hem temyiz hakkını kullanmayın hem
kabul edilebilirlik itirazını yerine getirmeyin, yapmayın itirazınızı, yani
savunmasız bırakın, sonra da 900 bin avro para ödedik, bu Kanun’u geçirmek
zorunda kaldık deyin. Bunu diyemezsiniz. Kendi ihmaliniz var. Ya ödeyin parayı…
Bundan sonrakini ödemek zorundasınız. Diğer bir husus: Sürekli bu karara dayanıyorsunuz arkadaşlar.
Allah için şu kararı bir okuyun. Bu kararla bu Kanun’un hiçbir alakası yok.
Fener Rum Erkek Lisesi kararı arkadaşlar, bakın neye dayanıyor bu karar, aynen:
Bu karar, protokolün 1’inci maddesi mal ve mülk edinme hakkını güvence altına
almamıştır, almaz. Aynen diyor ki: “Sözleşmeci devletlerin, tüzel kişilerin ve
bu arada vakıfların taşınmaz mal edinmelerine ilişkin, hükûmetlerin
ve devletlerin düzenleme hakkı vardır, sınırlama hakkı vardır. Vakıflara mal
edinme yasağı koyabilirsiniz.” Aynen, 52’nci paragraf. Mahkeme bu yetkiyi veriyor devlete ama bizim hatamız nerede? Bizim
hatamız şu: 1952 yılında, İstanbul Valiliği, Fener Rum Erkek Lisesine taşınmaz
mal edinebilirsin diye bir belge veriyor. O belgeyle biz tapu veriyoruz, bir
hata yapıyoruz. 58’de valilik bir belge daha veriyor, o belgeye göre biz bir
tapu daha veriyoruz, ondan sonra, 92 yılında bu tapuları iptal ediyoruz yargı
kararıyla. İnsan Hakları Mahkemesi yasallık ilkesi vardır diyor, yasallık.
Bizim bu davada, arkadaşlar, ayrımcılıktan dolayı yapılan şikâyette Türkiye
ihlal almadı, bir sorun yok. Sorun şu: Yasallık ilkesi… Yasallık ilkesinde ne
diyor mahkeme? “10 Ekim 52 tarihli edinimin ve 58 tane edinimden sonra
başvuranın tüzel kişi olarak taşınmaz mal edinmeye ehliyetli olduğunu siz kabul
ettiniz.” diyor ve aynen şunu diyor: “Sonuç olarak bu taşınmaz malların
iktisabından on altı ve yirmi iki yıl sonra kabul edilen bir içtihatla…” diye
gidiyor. Mahkemenin dayandığı şey şu arkadaşlar, aynen size okuyorum onu: “Siz
-yasallık ilkesini tanımlıyor mahkeme- iç hukuk kurallarının ulaşılabilir, açık
ve tahmin edilebilir olmasını ifade etmek durumundaydınız.” diyor. “İfade
edeceksiniz” diyor. Açık, ulaşılabilir ve tahmin edilebilir. Burada “Fener Rum
Erkek Lisesi 1952 ve 1958 yıllarında tapuyu aldı… (Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı) İSA GÖK (Devamla) – Sayın Başkan… …tapuyu cebine koydu.” diyor. “Siz, daha sonra, otuz kırk yıl
sonra tapuyu iptal ediyorsunuz.” diyor. “Hayır.” diyor. “Bu lise güvenerek
sizden tapu aldı. Tapuyu iptalden sonra bunu yapamazsın.” diyor. İnsan Hakları
Mahkemesinin dediği, yalnızca, arkadaşlar, tapuyu alıp daha sonra tapusunu
iptal ettiğiniz durumlar. Bu duruma bir şey diyemezsiniz. CHP, mahkeme
kararlarına, gerek ulusal gerek uluslar üstü mahkeme kararlarına saygılıdır.
Siz ne yapıyorsunuz? Siyasal sorumluluğu sizde. Siz,
4771 ve 4778 sayılı Yasalarla zaten kapıyı açtınız ve bu yasayla mahkeme
kararının bize yapmasını emrettiği şeyin dışında hiçbir sınırlama koymadan
-4771’de Bakanlar Kurulu sınırı vardı, onu da kaldırdınız 4778’de- şimdi
5555’le hiçbir sınırlama koymadan hepsini veriyorsunuz. İnsan Hakları Mahkemesinin
böyle bir kararı yok. Buna dayanamazsınız. Bu kararı lütfen bir şerh edin.
Vaktiniz varsa gelin, size ben kararı saatlerce anlatayım. Bu karar, bu
Kanun’un argümanı olamaz. Bu karar bu Kanun’un
dayanağı değil. Bu Kanun tamamıyla siyasal bir tercihtir, sorumluluğu siz
AKP’ye aittir. Teşekkür ediyorum. (CHP sıralarından alkışlar) BAŞKAN – Mersin Milletvekili Sayın İsa Gök, teşekkür ederim. DEVLET BAKANI VE BAŞBAKAN YARDIMCISI HAYATİ YAZICI (İstanbul) –
Sayın Başkan, Sayın Hatip konuşmasında Hükûmetin vahşiyane
tutumundan söz etti. Müsaade ederseniz yerimden kısa bir
açıklama yapabilir miyim. BAŞKAN – Buyurun, yerinizden pek kısa bir açıklama. DEVLET BAKANI VE BAŞBAKAN YARDIMCISI HAYATİ YAZICI (İstanbul) –
Evet, yerimden efendim. Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; demin önergesi üzerinde… KAMER GENÇ (Tunceli) – Sayın Başkan, böyle bir açıklamaya hakkı
yok efendim. İç Tüzük’te yok efendim. BAŞKAN – 69’uncu maddeye göre kısa bir söz hakkı tanıdım. BEKİR BOZDAĞ (Yozgat) – Sataşma da oldu efendim. KAMER GENÇ (Tunceli) – İç Tüzük’te yok… Önergeye katılmadı, yok konuşma hakkı. DEVLET BAKANI VE BAŞBAKAN YARDIMCISI HAYATİ YAZICI (İstanbul) –
Önergesi vesilesiyle burada konuşma yapan… BAŞKAN – Sayın Bakan, bir dakika… KAMER GENÇ (Tunceli) – Hayır, konuşamaz efendim. Konuşamaz Bakan
şimdi. İç Tüzük’e uyun efendim. Konuşamaz bir kere… OKTAY VURAL (İzmir) – Neye göre, hangi maddeye göre? Bakan
istediği zaman konuşabilir mi ya? Öyle bir şey var mı? KAMER GENÇ (Tunceli) – Konuşamaz… Burada yok ki konuşma hakkı. (AK
Parti sıralarından gürültüler) MEHMET DANİŞ (Çanakkale) – Nasıl yok! KAMER GENÇ (Tunceli) – Yok konuşma hakkı. MEHMET DANİŞ (Çanakkale) – Otur yerine! OKTAY VURAL (İzmir) – Yok tabii, yok! Yok
tabii ya! Neye göre konuşacak? Sataşma sebebiyle konuşacaksa konuşsun. BEKİR BOZDAĞ (Yozgat) – Sataşmadan… OKTAY VURAL (İzmir) – Hangi konuda sataşma var? DEVLET BAKANI VE BAŞBAKAN YARDIMCISI HAYATİ YAZICI (İstanbul) –
Sayın Başkan… BAŞKAN – Üç dakika söz hakkınız var. Lütfen başka bir sataşmaya
mahal vermeden… (AK Parti sıralarından alkışlar) VIII.- SATAŞMALARA İLİŞKİN
KONUŞMALAR 1.- Devlet Bakanı ve Başbakan
Yardımcısı Hayati Yazıcı’nın, Tunceli Milletvekili
Kamer Genç’in konuşmasında Hükûmete sataşması
nedeniyle konuşması DEVLET BAKANI VE BAŞBAKAN YARDIMCISI HAYATİ YAZICI (İstanbul) –
Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; hepinizi saygıyla selamlıyorum. Burada, bu kürsüde önergesi üzerine söz alan bir parlamenter,
sayın parlamenter, Cumhuriyet Hükûmetinin
uygulamalarını vahşice olarak nitelemiştir. Kem söz sahibine aittir. Cumhuriyet Hükûmetinin her konuda, her
eylem ve işleminde gözettiği ölçüt hukuktur, hukukun üstünlüğüdür, adalettir,
birey haklarıdır. Bunu herkesin bilmesi gerekir. (AK Parti sıralarından
alkışlar) Ve bu Yasa’nın çıkarılmasında da bu ölçütler gözetilmiştir. Bunu
anlamayanlara defalarca anlatıyoruz. Ve yine bu Yasa’nın o sözü kullanma
vesilesi olarak dile getirdikleri Fener Rum Patrikhanesiyle, Ruhban Okuluyla
hiçbir alakası yoktur. Orada da tamamen Vakıflar Genel Müdürlüğünün teşkilat
yapısının yapılandırılması ve vakıfların tabi olacakları ilke ve esaslar bu
Yasa’da yer almaktadır. Herkesin bunu bilmesi gerekir. Bu vesileyle sizleri saygıyla selamlıyorum. (AK Parti sıralarından
alkışlar) BAŞKAN – Teşekkür ederim Sayın Bakan. İSA GÖK (Mersin) – Sayın Bakan… Sayın Bakanım… Sayın Başkanım bir
saniye… Efendim, bizzat Sayın Bakanın açıklamasında -tutanaklardan- bu
Kanun’un gelme sebebinin Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi kararı sonrası 900 bin
avro ve daha sonraki ödemeler olacağı yatmaktadır. Sayın Başkan, izin verir
misiniz açıklayayım bu konuyu? OKTAY VURAL (İzmir) – Doğru bilgi versin Sayın Bakan Meclisimize,
yanlış bilgi vermek olmaz. İSA GÖK (Mersin) – Açıklama hakkımı kullanmak istiyorum Sayın
Başkan. Efendim, Sayın Bakan…
(Gürültüler) BAŞKAN – Bir dakika efendim, herkes bağırırsa bir şey anlamayız
buradan efendim. İSA GÖK (Mersin) – Efendim, 69’a göre açıklama hakkımı kullanmak
istiyorum Sayın Başkan. BAŞKAN – Ne hakkınızı kullanmak istiyorsunuz? İSA GÖK (Mersin) – Efendim, “Kem söz sahibine aittir.” diyor Bakan
bana hitaben. BAŞKAN – Ben sizi dikkatle dinledim. Sizin “Hükûmet
vahşiyane bir tutum izliyor.” diye bir sözünüz olmadı. İSA GÖK (Mersin) – Nasıl vahşiyane? Olmadı, evet. BAŞKAN - Dolayısıyla sizinle ilgili değildi. İSA GÖK (Mersin) – E “Kem söz” dedi Sayın Bakan. KAMER GENÇ (Tunceli) – O halde bana sataştılar, söz istiyorum
efendim. (Gürültüler) BAŞKAN – Sayın Gök, sizinle alakası yok, ben sizi dikkatle
izledim. İSA GÖK (Mersin) – O zaman bir saniye Sayın Başkan. Efendim
müsaade eder misiniz? BAŞKAN – Dinliyorum. İSA GÖK (Mersin) - Efendim, Sayın Bakan, gerek Kanun’u
sunuş konuşmalarında gerek bu kürsüdeki her açıklamasında, bu Kanun’un gelme
gerekçesinin birisinin ve hatta en önemlisinin -ki, bu konuda Vakıflar Genel
Müdürlüğünün bir açıklaması var- Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi Fener Rum Erkek
Lisesi davasından dolayı 900 bin avro ve diğer paranın ödenmesidir.” diyor. BAŞKAN – Tamam, anladım. Siz söylüyorsunuz… İSA GÖK (Mersin) - Ben de bu kararın buna yol vermediğini
anlatıyorum. BAŞKAN – Tamam, biraz evvel de söylediniz. Anladım, biraz evvel de
söylediniz Sayın Gök. Burada bir sataşma yok.
İSA GÖK (Mersin) - Sayın Bakanın açıklamaları tamamıyla gerçek
dışıdır. Kendi beyanlarıyla çelişkilidir. Saygılar sunuyorum. BAŞKAN – Anladım, tamam, sağ olun. KAMER GENÇ (Tunceli) – Sayın Başkan, müsaade ederseniz… Şimdi,
bakanların, hükûmetin ve komisyonun söz alacağı yerler var. Biz bir önerge
verdik. O önergeye Komisyon ve Hükûmet katılmadığını
söyledi. Biz düşüncelerimizi söyledik. Ondan sonra Hükûmetin
bu safhada konuşma hakkı yok, İç Tüzük’te böyle bir şey yok. İkincisi: Bakan çıktı bana dedi ki: “Kem söz sahibine aittir.” Ben
kem sözü bu Hükûmetin nasıl hak ettiğini açıklamak
istiyorum efendim. (Gülüşmeler) BAŞKAN – Sağ olun, meramınızı anlattınız. VII.- KANUN TASARI VE TEKLİFLERİ
İLE KOMİSYONLARDAN GELEN DİĞER İŞLER (Devam) A) KANUN TASARI VE TEKLİFLERİ
(Devam) 1.- 9.11.2006 Tarihli ve 5555
Sayılı Vakıflar Kanunu ve Cumhurbaşkanınca Bir Daha Görüşülmek Üzere Geri
Gönderme Tezkeresi ve Adalet Komisyonu Raporu (1/24) (S. Sayısı: 98) (Devam) BAŞKAN - Önergeyi oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler… Kabul
etmeyenler… Önerge kabul edilmemiştir. Diğer önergeyi okutuyorum: Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına Anayasanın 89’uncu ve 104’üncü maddeleri gereğince
Cumhurbaşkanınca bir daha görüşülmek üzere geri gönderilen kanun, Vakıflar Kanunu No:5555 İkinci
Bölüm, madde 41’in ilk paragrafındaki “Vakıf konusunda bilgi ve deneyim sahibi
yüksek öğrenim mezunları arasından Başbakanın teklifi üzerine ortak kararname
ile atanacak beş, yine Vakıflarca seçilecek üç, mülhak ve cemaat vakıflarınca
seçilecek birer üye olmak üzere toplam on beş üyeden oluşur” ibaresinin yerine;
“Yeni Vakıflarca seçilecek altı üye olmak üzere toplam on bir üyeden oluşur” ibaresinin
getirilmesine, sonraki “Ayrıca yeni Vakıflar üç, mülhak ve cemaat vakıfları ise
birer yedek üye seçer” ibaresinin yerine, “Ayrıca yeni Vakıflar altı yedek üye
seçer” ibaresinin getirilmesini, sonraki “Seçimler, yeni vakıflarda yönetim
organının, mülhak vakıflarda vakıf yöneticilerinin, cemaat vakıflarında yönetim
kurullarının seçeceği birer temsilcinin iştiraki ile genel müdürlüğün daveti
üzerine ayrı ayrı yapılır” ibaresi yerine, “Seçimler
yeni vakıflarda yönetim organının seçeceği üç temsilcinin iştiraki ile genel
müdürlüğün daveti üzerine yapılır” ibaresinin getirilmesini arz ve teklif
ederiz. Esfender
Korkmaz (İstanbul) ve arkadaşları BAŞKAN – Komisyon önergeye katılıyor mu? ADALET KOMİSYONU BAŞKANI AHMET İYİMAYA (Ankara) - Katılmıyoruz
Sayın Başkanım. BAŞKAN – Hükûmet katılıyor mu? DEVLET BAKANI VE BAŞBAKAN YARDIMCISI HAYATİ YAZICI (İstanbul) -
Katılmıyoruz Sayın Başkanım. BAŞKAN – Kim konuşacak? TURGUT DİBEK (Kırklareli) – Ben konuşacağım. BAŞKAN - Kırklareli Milletvekili Sayın Turgut Dibek. Buyurun Sayın Dibek. Beş dakika süreniz var. TURGUT DİBEK (Kırklareli) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri;
41’inci maddeyle ilgili olarak vermiş olduğumuz diğer önerge üzerinde söz
aldım. Öncelikle hepinizi saygıyla selamlıyorum. Değerli arkadaşlar, tabii, Vakıflar Kanunu’yla ilgili yaklaşık üç
haftadır –sanıyorum- bir çalışma yaşıyoruz, önceki Cumhurbaşkanımızın
iadesinden sonra. Çok önemli bir kanun olduğunu tüm konuşmacılar, özellikle
muhalefet milletvekilleri olarak bizler ve diğer sözcü arkadaşlarımız ısrarla
belirtiyoruz. Ama tabii bu karşılığı biz, maalesef, iktidar partisi
milletvekillerinden, iktidar grubundan göremiyoruz. Geçen dönem, yani 22’nci
Dönemde bu yasa, temel yasa olarak görüşülmüş. Yani geçici maddeleri hariç 82
maddelik bir yasanın temel yasa olarak görüşülmesi ne kadar doğru, tabii
tartışılır. Yani sanıyorum önümüze Ticaret Kanunu gelecek, 1.500 küsur maddelik
bir kanun. Yine geçmişte, çok yakın zamanda ceza yasalarına, temel yasalara
uyum amaçlı bir 600 küsurluk kanun görüşmüştük. Olabilir, yani onlarla ilgili
olabilir, ama orada da madde madde bu kanun
görüşülmedi değerli arkadaşlar. Dolayısıyla, Meclis geçen dönem… Görüşülmemiş
daha doğrusu. Tabii o dönemde ben yoktum, ama takip ettiğim kadarıyla, dört
bölüm hâlinde görüşülmüş ve bu kanunun ne denli önemli olduğu ne kadar önemli
olduğu, belki o zaman geçerken de anlaşılmamış. Şöyle bir psikoloji var. Milletvekili arkadaşlarımız, iktidar
partisi milletvekili arkadaşlarımız için bunu dile getirmek istiyorum. Oylama
sırasında dışarıdan içeri geliyorlar kendilerinin birçoğu. Tabii burada bu
kanunu takip eden ve konuyu bilen arkadaşlarımız var iktidar partisinden.
Aslında benim belki onlara bu konuda söylemek istediklerim daha önemli. Teknik
bir kanun, yani anlaşılması biraz zor, her arkadaşımız bu konuda duyarlı
olamayabilir. Yani, okuduğu zaman, mesleği gereği, kariyeri gereği belki bu
kanun kendisine biraz mesafeli gelebilir. Ama, iktidar
partisinde, AKP içerisinde de kanunu bilen çok sayıda arkadaşımız var. Yani bu
arkadaşlarımızın bu kanunla ilgili gerek muhalefetin gerekse Sayın
Cumhurbaşkanımızın -önceki Cumhurbaşkanımızın- gerekçelerini ben biraz daha
ciddiye almalarını kendilerinden beklerdim. Diğer arkadaşlarımız, hadi
yukarıdan geldi, hükûmetten geldi, oradan geldiğine
göre bir bildikleri vardır, bizim de burada yardımcı olmamız gerekir, oy
vermemiz gerekir düşüncesinde olabilirler. Yani dışarıda oturan, çay-kahve
içen, ama işte buradan bir işaretle içeri giren arkadaşlarımız için
konuşuyorum. Ama, burada Kanun’u takip eden
arkadaşlarımız için bu geçerli değil arkadaşlar. 2003’te bir 1 Mart tezkeresi gelmişti hükûmetten,
hatırlıyorsunuz. Süreç gösterecek eğer bu Kanun böyle geçerse. Bu Kanun’un 1
Mart tezkeresi kadar önemli olduğunu göreceğiz. O zaman iktidar partisi
milletvekilleri, 1 Mart tezkeresi Hükûmetten
gelmesine rağmen, Sayın Başbakanın istemesine rağmen, burada Cumhuriyet Halk
Partisi Grubuyla beraber çok sayıda milletvekili arkadaşımız, o tezkerenin
Türkiye’nin geleceğine çok kötü günler getireceğini, çok kötü sonuçlar
doğuracağını görmüşlerdi ve “Hayır” demişlerdi. O zaman “hayır” denebiliyorsa
ben bu Kanun için de mutlaka o arkadaşlarımızın, o duyarlı arkadaşlarımızın
“hayır” diyebileceğini düşünüyorum. Zaten bu seslenişim de onlara, yani konuyu
takip eden, olayı bilen arkadaşlarımıza, çünkü görmeleri gerekir diye
düşünüyorum. Yani olayı bu kadar görmemeleri mümkün değil o arkadaşlarımızın. Değerli arkadaşlar, biraz sonra, 68’inci maddeyle ilgili grup
adına konuşacağım. Belki biraz daha anlaşılması için -sürem şu anda yeterli
değil- önerge üzerinde de birkaç söz söylemek istiyorum. Orada, bu Kanun niye
önemli, bu Kanun niye bizim karşımıza getirildi, geçmişten bugüne kısaca, biraz
daha anlaşılabilir bir şekilde, teknik olmayacak şekilde düşüncelerimizi anlatacağım. Önergemizde şunu istiyoruz: Tabii 41’inci madde Vakıflar
Meclisinin oluşumunu öngörüyor. 41’inci maddede, Vakıflar Meclisinin Genel
Müdürlüğün en üst karar organı olacağı belirtiliyor. Orada 15 kişilik bir kurul
oluşuyor. Bunun 5 tanesi üst yönetim, merkezî yönetim. Genel Müdür ve Genel
Müdür yardımcıları 3 tane, 1 de hukuk müşaviri var, onlar var. 5 tanesini
Başbakan öneriyor ve üçlü kararnameyle geliyor 10 tanesi. Yani, 10 tanesi
tamamen siyasi iktidara bağlı kişi. Yani, vakıflarla ilgili bir konuda, 15
kişilik bir kurul oluşmuş, ama bu kurulun 10 tanesi tamamen -fonksiyonu ne
kadar olacak, tartışılır- siyasi iktidarın iki sözü arasında bir kurul. Bunun
mutlaka değişmesi gerekir diye düşünüyoruz. Önergemizi de o mahiyette
düzenledik zaten. Yani burada o 5 kişi, Genel Müdür, Genel Müdür yardımcıları
ve Hukuk Müşaviri kalsın, ama vakıfları ilgilendiren bir konuda, 6 kişi, yani
11’in 6’sı, çoğunluğu da vakıflardan seçilerek gelsin, bunların da tamamı yeni
vakıflardan olsun önerimiz var. (Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı) BAŞKAN – Tamamlayın Sayın Dibek. TURGUT DİBEK (Devamla) – Bitiriyorum. Zira, Sayın
Cumhurbaşkanının, bu konuda, bu maddeyi geri çevirirken belirtmiş olduğu bir
gerekçe var. Cemaat vakıfları, yani azınlık vakıflarından temsilci gelecek
buraya. Değerli arkadaşlar, yani Anayasa’mızın 90’ıncı maddesiyle, anayasa
hükmü niteliğinde olan Lozan’da, zaten cemaat, azınlık vakıflarının statüsü
daha farklı olarak düzenlenmiş. Yani onu da aşarak bir hüküm getirilmiş buraya
Anayasa’ya aykırı olarak, onun da dışarı çıkarılması gerekiyor. 6 kişi
vakıfların seçeceği yönetici olmalı, 5 kişi de vakıflar üst kurulundan, yani
Genel Müdürlüğün üst kurulundan olmalı ve ancak bu şekilde amacına ulaşır diye
düşünüyoruz. Çünkü… Yani baktığımız zaman diğer türlü fonksiyonsuz, sözde,
lafta… Zaten 35’inci maddeye göre Vakıflar Genel Müdürü Başbakana bağlı,
48’inci maddeye göre ona sorumlu. Dolayısıyla onların hiçbir fonksiyonu
olmayacağını görüyoruz. Bu şekilde önergenin sizler tarafından kabul edilmesini
talep ediyorum. (CHP sıralarından alkışlar) BAŞKAN – Teşekkür ederim Sayın Dibek. Önergeyi oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler… Kabul etmeyenler…
Önerge kabul edilmemiştir. Diğer önergeyi okutuyorum: Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına Genel Kurulda görüşülmekte olan ve gündemin 98’inci sırasında yer
alan 5555 sayılı Vakıflar Kanununun 41’inci maddesinde “atanacak beş”
ibaresinin “atanacak üç” biçiminde değiştirilmesini arz ve teklif ederiz. .
Nevzat Korkmaz (Isparta) ve arkadaşları BAŞKAN – Komisyon, katılıyor musunuz? ADALET KOMİSYONU BAŞKANI AHMET İYİMAYA (Ankara) – Katılmıyoruz
Sayın Başkanım. BAŞKAN – Hükûmet? DEVLET BAKANI VE BAŞBAKAN YARDIMCISI HAYATİ YAZICI (İstanbul) –
Katılmıyoruz Sayın Başkanım. BAŞKAN – Sayın Korkmaz, siz mi konuşacaksınız? S. NEVZAT KORKMAZ (Isparta) – Evet. BAŞKAN – Isparta milletvekili Sayın Nevzat Korkmaz. Buyurun Sayın Korkmaz. (MHP sıralarından alkışlar) Süreniz beş dakika. S. NEVZAT KORKMAZ (Isparta) – Teşekkür ederim Sayın Başkanım. Değerli milletvekilleri, sözlerime başlamadan önce hepinizi
saygıyla selamlıyorum. Birçok konuşmacı belirtti. Bu tasarı ülkemizin varoluş
nedeni, bağımsızlığımızın yazılı senedi olan Lozan Antlaşması’nı gerçekten
tartışılır hâle getirmekte ve yüce milletimizin istikbaliyle ilgili sonuçlar
öngörmektedir. Bu yüzden hukuki değerlendirmelerden ziyade siyasi
değerlendirmelerin olması tabiidir. Devlet olma ve devlet kalma açısından
siyasi onurlu bir duruşu ön plana çıkarmamızı gerektirmektedir. Yine alelacele
hazırlanmış bir kanun tasarısı önümüzdedir. 41’inci madde Vakıflar Meclisinin
oluşumuyla ilgilidir. Bu madde 15 kişilik Vakıflar Meclisine yeni vakıflarca
seçilecek 3, mülhak ve azınlık vakıflarınca seçilecek 1’er üyenin seçilmesini
öngörmektedir. Bu düzenleme Cumhurbaşkanlığının geri gönderme gerekçesinde de
belirtildiği üzere Lozan Antlaşması’nın ruhuna aykırıdır ve denilmektedir ki
“Bu, vakıfları Lozan Antlaşması’ndaki konumlarının çok ötesine çıkarmanın aracı
durumuna getirecektir.” Bu gerekçe komisyon görüşmelerinde maalesef hiç dikkate
alınmamış, bir virgülüne bile dokunulmadan, tüm itirazlarımıza rağmen AKP
çoğunluğunca Genel Kurula indirilmiştir. Yunanistan, en son 7 Şubatta kabul ettiği vakıflar kanunu ile Batı
Trakya’daki Türklerin millî kimliklerini tanımaz, onların kendi vakıf
yönetimlerini belirlemesine karşı çıkarken sizler ne yapıyorsunuz?
Mütekabiliyet ilkesini ayaklar altına alıyorsunuz. Deniliyor ki: “Burada
mütekabiliyet olmaz. Bunlar bizim vatandaşlarımız.” Değerli milletvekilleri,
biz mi koyduk bu tasarının içine “mütekabiliyet” kelimesini! Bu kelimenin
tasarının içinde yer aldığından haberiniz mi yok! Yoksa,
bu tasarı Avrupa Birliğinden size hazır mı geldi! Sayın Bakan “mütekabiliyet” kelimesini kabul etmiyor, “Ancak
paralellik olabilir.” diyor. Sayın Bakan, sizce, Yunanistan’ın vatandaşlarına
uygulamaları ile sizin uygulamalarınız arasında paralellik var mı? Bir tek
paralellik görüyorum: Yunan iddiaları ile sizin bu tasarıyı savunurken ortaya
koyduğunuz görüşler arasında, evet, bir paralellik var. (MHP sıralarından
alkışlar) Şu yapılanları Yunanistan’a bir teklif edin bakalım, nasıl cevap
alırsınız. Peki, bile bile, neden bunu bu gazi
Meclisin önüne getiriyorsunuz? Batı’ya bu kadar teslimiyetçi davranır iseniz,
sizi temin ederim ki bundan sonra sizden istenecek, asılsız Ermeni soykırım
iddialarının tanınması, Kıbrıs’ta geri adım atılması olacak. Bu talepler
geldiğinde de başınızı sağ tarafa yatırıp köyün mahcup delikanlısı gibi
rolünüzü mü oynayacaksınız? Sizden isteneni, inançlarınızı ve vicdanınızı bir
tarafa bırakıp sorgusuz sualsiz yerine mi getireceksiniz? “Öncü olacağız”
diyorsunuz, neyin öncülüğü Allah aşkına! Bin yıllık Türk yurdunun kapılarını
sömürgeci Batı emperyalizmine açma iş birlikçiliğinin öncülüğü mü? MEHMET NİL HIDIR (Muğla) – Sol ağzı bunlar, Türk ağzı değil! S. NEVZAT KORKMAZ (Devamla) – Değerli AKP milletvekilleri, bu
tasarıdaki duruşunuz ile hakikaten sizi sevenleri ve size güvenenleri mahcup
etmektesiniz. MEHMET NİL HIDIR (Muğla) – Sen öyle zannet. S. NEVZAT KORKMAZ (Devamla) – Seçmenlerinize bir sorun bakalım,
size kilise vakıflarını ihya edesiniz diye mi oy verdiler! Milliyetçi Hareket
Partisi olarak, bilgilerimizi, yüreğimizdeki duyguları sizlerle paylaştık,
birazcık düşünmeye sevk edip acaba yüreğinizdeki millî hisleri, bedeninizdeki
millî refleksleri harekete geçirebilir miyiz diye. İçinizde, buraya gelinceye
kadar tüm hayatını Türk milletine ve değerlerine vakfetmiş arkadaşlarımız var.
Özellikle onlara sesleniyorum: Fetih gecelerinde göz yaşları
içerisinde şiirler okuyup, Ayasofya’ya ve Fatih’e methiyeler düzüp, şimdi de
Avrupa Birliğinin ve Yunan iddialarının şampiyonluğunu yapan insanlarla,
değerli dostlar, sizler beraber ıslanıp beraber yürümediniz bu yollarda. (MHP
sıralarından alkışlar) Bunları niçin söylüyorum? Amerika Birleşik Devletleri’ndeki
Rum-Yunan lobisi Ayasofya’nın kilise yapılması için 1 milyon imza toplama
kararı aldı. Dilekçe Avrupa Birliğine gönderilecek, adres Avrupa Birliği. Bu
arada da Avrupa Birliğinde Birleşmiş Milletlerin dinî eserlerin korunması ve saygı
gösterilmesi kararına istinaden Ayasofya’nın kaynağına dönüştürülmesi
hazırlıklarını duymuşsunuzdur. Bakın, bu Kanun Ayasofya’nın geleceğiyle de
ilgili, bu Kanun çıkar da Lozan Antlaşması’nın sulandırılması gerçekleşirse ve
yine mütekabiliyet ilkesi âdeta lime lime edilip sonu
gelmeyecek tavizlerin önü açılırsa bunun da gerçekleştirilmesine hizmet etmiş
olacaksınız. Değerli dostlar, büyük Fatih’in sizlere, gelecek nesillere
bırakmış olduğu sözlerini sizlerle paylaşmak üzere okumak istiyorum… (Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı) S. NEVZAT KORKMAZ (Devamla) - Yüce Fatih diyor ki: “Bu vakfiyeyi
kim değiştirirse, bunları yapanlara yol gösterirlerse ve hatta yardım
ederlerse -devam ediyor- ifade
ediyorum ki huzurunuzda, en büyük haram işlemiş ve günahları kazanmış olurlar.
Allah’ın, Peygamber’in, meleklerin, yöneticilerin ve tüm Müslümanların ebediyen
laneti onun ve onların üzerine olsun, azapları hafiflemesin onların, haşir
gününde yüzlerine bakılmasın. Kim bunları işittikten sonra hâlâ bu değiştirme
işine devam ederse günahı onu değiştirene ait olacaktır. Allah’ın azabı
onlaradır.” Evlerinize gittiğinizde istikbalimizin teminatı çocuklarınızın
gözlerinin içine bakıp bunu nasıl izah edeceğinizi düşünün. Adım adım bugün Batı’nın ihtiraslarının gerçekleşmesi tehdidi
karşısında duyarsız kalıyorsunuz. Büyük hakan Fatih ile ruzi
mahşerde nasıl yüzleşeceksiniz? Bunu düşünün. Nereden nereye geldiniz değerli arkadaşlar! Biz mi? Ayasofya,
azınlıklar gibi hususları Türk milletiyle hesaplaşma gibi görenlere karşı son
nefesimize kadar mücadeleye devam edeceğiz. Hepinizi saygılarımla selamlıyorum. (MHP sıralarından alkışlar) BAŞKAN – Teşekkür ederim Sayın Korkmaz. Önergeyi oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler… Kabul etmeyenler…
Önerge kabul edilmemiştir. Son önergeyi okutuyorum: Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına Genel Kurul’da görüşülmekte olan ve gündemin 98’inci sırasında yer
alan 5555 sayılı Vakıflar Kanunu’nun 41’inci maddesinin birinci fıkrasının
sonuna: “Başbakan tarafından atanacak üyeler için TBMM’de grubu bulunan
siyasi partiler tarafından, her parti için bir üye esasına göre belirlenecek
kişilere öncelik verilir.” Cümlesinin eklenmesini arz ve teklif ederiz. Ertuğrul
Kumcuoğlu (Aydın) ve arkadaşları BAŞKAN – Komisyon katılıyor mu? ADALET KOMİSYONU BAŞKANI AHMET İYİMAYA (Ankara) – Katılmıyoruz
Sayın Başkanım. BAŞKAN – Hükûmet? DEVLET BAKANI VE BAŞBAKAN YARDIMCISI HAYATİ YAZICI (İstanbul) –
Katılmıyoruz Sayın Başkanım. MEHMET ŞANDIR (Mersin) – Sayın Behiç Çelik konuşacak. BAŞKAN – Önerge hakkında, Mersin Milletvekili Sayın Behiç Çelik. Buyurun Sayın Çelik. (MHP sıralarından alkışlar) Beş dakika süreniz var. BEHİÇ ÇELİK (Mersin) – Sayın Başkan, sayın milletvekilleri;
görüşülmekte olan, Cumhurbaşkanlığınca geri gönderilen 98 sıra sayılı Vakıflar
Yasası’nın 41’inci maddesine bir ibare eklenmesiyle ilgili önergemiz üzerine
söz almış bulunmaktayım. Burada, bu maddeyle ilgili, Başbakanca, Başbakanın teklifi üzerine
ortak kararname ile atanacak olan 5 üyenin kimlerden oluşacağına ilişkin bir önergemiz
söz konusu oldu. Burada, Türkiye Büyük Millet Meclisinde grubu bulunan siyasi
partilerden birer üyenin bu 5 kişinin içerisinde olmasını önermiş bulunuyoruz. Sayın milletvekilleri, vakıfla bir milletin, devletin kaderi
arasında doğrudan ilişki vardır. Özellikle, Türk toplumunda söylenen vakıf
medeniyeti olarak ifade ettiğimiz uygarlığımızın, tabii ki, doğal olarak,
ilişkisinin olmaması mümkün değildir. Ancak burada görüşmekte olduğumuz bu
Vakıflar Yasası, aslında gazetelerde de ifade edildiği gibi bir ihanet yasası
olarak karşımıza çıkıyor. Şimdi, burada, Hükûmetle Adalet ve
Kalkınma Partisinin saygıdeğer milletvekilleri arasında büyük bir çelişki
olduğunu görüyorum. Zira bu Vakıflar Yasası, Avrupa Birliğinde kotarılan, sonra
İstanbul’a gönderilen, Soros tarafından finanse
edilen iş birlikçi bir vakıf tarafından redakte
edilen ve sonra redakte edilmiş şekliyle Ankara’da
Dışişleri Bakanlığına getirilen, patrikhanenin bir avukatı tarafından da gözden
geçirilip son düzeltmeleri yapıldıktan sonra Hükûmete
tevdi edilen bir Vakıflar Yasası’dır bu. O yüzden buna hepinizin dikkatini
çekmek istiyorum. Burada, saygıdeğer milletvekilleri, Türkiye’nin geleceğine matuf
ciddi bir tehdit unsuru var. Batılılar her zaman çıkarının peşindedir. İngiliz
Parlamentosunda yazmıyor mu “İngilizlerin, Büyük Britanya’nın ebedi dostu yok,
ebedi çıkarları vardır.” diye? Niçin bizim olmasın? Niçin olmasın? Şimdi burada
eğer biz bunu çıkarmak için gayret gösterirsek, yarın bu vatanın toprağı, bu
vatanın insanları, bu vatanın çocukları bir bir elden
çıkmaya başladığı zaman bunun vebalini hep birlikte bu yüce Meclis, gazi Meclis
taşımayacak mı? Onun için burada özellikle dikkatinizi çekmek istiyorum. Yunan İzmir’e çıktığı zaman çok iş birlikçi türemişti, çünkü artık
devlet yoktu. Manisa Valisi Hüsnü Efendi en büyük iş birlikçiydi ve tek kurşun
atmadan Manisa’yı teslim etmiştir ve Kurtuluş Savaşı’ndan sonra Hüsnü Efendi
Sisam Adası’na kaçıyor ve orada evleniyor. Bu, ileri gelen
bir tarikatın aynı zamanda şeyhi konumunda olan bir kişi olmasına rağmen.
Aslında ne şeyh ne Müslüman ne bir şey. Bu sadece Ortodoks Hristiyan ve Rum, Girit’ten gelme. Ne yapıyor? Sisam
Adası’na gidiyor, orada Rum bir bayanla evleniyor, soyu orada devam ediyor,
geri kalan çocukları da Manisa’da kalıyor arkadaşlar. İşte, bunların, hep bu
Vakıflar Yasası çerçevesinde türedi hain grupların gelecekte başımıza musallat
olacağını bilmenizi özellikle istirham ediyorum. 41’inci maddede bizim yapmamız gereken şey: Sadece 41 değil, bu
Yasa’nın tümüyle ilgili hepimiz birleşerek, burada büyük bir güç gösterisi
yaparak bu Yasa’yı kabul etmememiz iktiza ediyor. Eğer ısrarla ve inatla Adalet
ve Kalkınma Partisinin milletvekilleri grup disiplinine uyup burada Hükûmetin bastırmasına boyun eğer, böyle bir karar verirse
bunun vebali sadece sizin grubun üzerine olur. Onun için, gelin, böyle bir
vebalin altına girmeyin derim. (Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı) BAŞKAN – Buyurun. BEHİÇ ÇELİK (Devamla) - Bakın, biz Balkan Harbi’ni yaptık, 2
milyon insanımızı kaybettik. Arkasından Birinci Dünya Savaşı’na girdik, yüz
binlerce insan salgın hastalıklardan ve savaşlardan hayatını kaybetti. Bunların
hesabını soran yok, bunlar ortada kalmış. Bir tehcir meselesi yüzünden bu
memleket ne büyük badirelere giriyor, girmeye de devam ediyor, ama kendi
ülkemizin çıkarlarını, üstün çıkarlarını savunamaz konuma getiriyorlar, bizi
birbirimize düşürüyorlar. Onun için, burada bulunan bütün milletvekilleri
olarak, gelin, Anadolu bizim ebedi yurdumuz olarak kalsın, bu Vakıflar
Yasası’na “hayır” diyelim, bu Meclis bunu çıkarmasın diyorum. Teşekkür ederim. (MHP sıralarından alkışlar) BAŞKAN – Teşekkür ederim Sayın Çelik. Önergeyi oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler… (MHP sıralarından bir grup
milletvekili ayağa kalktı) MEHMET ŞANDIR (Mersin) – Yoklama istiyoruz efendim. BAŞKAN – Kabul etmeyenler… Önerge kabul edilmemiştir. III.- YOKLAMA MEHMET ŞANDIR (Mersin) – Yoklama istiyoruz efendim. BAŞKAN – Şimdi bir açık oylama talebi var… OKTAY VURAL (İzmir) – Maddenin oylamasıyla ilgili. BAŞKAN – Evet, maddenin oylamasıyla ilgili. Şimdi yoklama istiyorsunuz… Peki. İşaretle oylamadan önce bir yoklama talebi vardır. Şimdi bu talebi
yerine getireceğim. Önce, yoklama isteminde bulunabilecek yeter sayıda sayın
üyenin ismen tespitini yaptıktan sonra elektronik cihazla yoklama yapacağım: Sayın Vural, Sayın Şandır, Sayın Durmuş, Sayın Bal, Sayın Çelik,
Sayın Korkmaz, Sayın Doğru, Sayın Tankut, Sayın
Sipahi, Sayın Akkuş, Sayın Büyükataman, Sayın Asil,
Sayın Enöz, Sayın Paksoy,
Sayın Işık, Sayın Özdemir, Sayın Durmuş, Sayın Yalçın, Sayın Homriş, Sayın Günal, Sayın
Coşkun, Sayın Çalış. Yoklama isteminde bulunan sayın üyelerin yoklama için elektronik
cihaza girmemelerini rica ediyorum. Yoklama için üç dakika süre veriyorum. Yoklama işlemini başlatıyorum. (Elektronik cihazla yoklama yapıldı) BAŞKAN – Toplantı yeter sayısı vardır. VII.- KANUN TASARI VE TEKLİFLERİ
İLE KOMİSYONLARDAN GELEN DİĞER İŞLER (Devam) A) KANUN TASARI VE TEKLİFLERİ
(Devam) 1.- 9.11.2006 Tarihli ve 5555
Sayılı Vakıflar Kanunu ve Cumhurbaşkanınca Bir Daha Görüşülmek Üzere Geri
Gönderme Tezkeresi ve Adalet Komisyonu Raporu (1/24) (S.
Sayısı: 98 (Devam) BAŞKAN – Sayın milletvekilleri, Kanun'un 41’inci maddesinin
oylamasının açık oylama şeklinde yapılmasına dair bir önerge vardır. Önergedeki
imza sahiplerini arayacağım: Oktay Vural, İzmir? Burada. Mehmet Şandır, Mersin? Burada. Reşat Doğru, Tokat? Burada. Erdal Sipahi, İzmir? Burada. Nevzat Korkmaz, Isparta? Burada. Behiç Çelik, Mersin? Burada. Cumali Durmuş, Kocaeli?
Burada. Ahmet Duran Bulut, Balıkesir? Yok. Yılmaz Tankut, Adana? Burada. Akif Paksoy, Kahramanmaraş? Burada. Alim Işık, Kütahya?
Burada. Hasan Özdemir, Gaziantep? Burada. Osman Durmuş, Kırıkkale? Burada. İsmet Büyükataman, Bursa? Burada. Ahmet Orhan, Manisa? Burada. Mustafa Enöz, Manisa? Burada. Hamit Homriş, Bursa? Burada. Mehmet Günal, Antalya? Burada. Hakan Coşkun, Osmaniye? Burada. Akif Akkuş, Mersin? Burada. Beytullah Asil, Eskişehir?
Burada. Sayın Akcan? Burada. Duran Bulut yoktu, onun yerine Sayın Akcan kalktı. Açık oylamanın şekli hakkında Genel Kurulun kararını alacağım. Açık oylamanın elektronik oylama cihazıyla yapılmasını oylarınıza
sunuyorum: Kabul edenler... Kabul etmeyenler... Kabul edilmiştir. Alınan karar gereğince, açık oylama elektronik cihazla
yapılacaktır. Oylama için üç dakika süre vereceğim. Bu süre içerisinde sisteme
giremeyen üyelerin teknik personelden yardım istemelerini, bu yardıma rağmen de
sisteme giremeyen üyelerin, oy pusulalarını, oylama için öngörülen üç dakikalık
süre içerisinde Başkanlığa ulaştırmalarını rica ediyorum. Ayrıca, vekâleten oy kullanacak sayın bakanlar var ise, hangi
bakana vekâleten oy kullandığını, oyunun rengini ve kendisinin ad ve soyadı ile
imzasını taşıyan oy pusulasını, yine, oylama için öngörülen üç dakikalık süre
içerisinde Başkanlığa ulaştırmalarını rica ediyorum. Oylama işlemini başlatıyorum. (Elektronik cihazla oylama yapıldı) BAŞKAN – 41’inci maddenin açık oylama sonucu: Kullanılan oy sayısı: 280 Kabul: 218 Ret: 60 Çekimser: 2(x) 41’inci madde kabul edilmiştir. On beş dakika ara veriyorum. Kapanma Saati: 16.12 (x) Açık oylama kesin sonuçlarını gösteren tablo
tutanağa eklidir. İKİNCİ OTURUM Açılma Saati: 16.34 BAŞKAN: Başkan Vekili Meral
AKŞENER KÂTİP ÜYELER: Fatma SALMAN KOTAN (Ağrı),
Harun TÜFEKCİ (Konya) BAŞKAN – Sayın milletvekilleri, Türkiye Büyük Millet Meclisinin
67’nci Birleşiminin İkinci Oturumunu açıyorum. 98 sıra sayılı Kanun’un görüşmelerine kaldığımız yerden devam
edeceğiz. Komisyon ve Hükûmet burada. 68’inci maddeyi okutuyorum: Atamalar MADDE 68- Genel Müdür, Genel Müdür Yardımcısı, I. Hukuk Müşaviri ile Bölge
Müdürü ortak kararnameyle, Rehberlik ve Teftiş Başkanı ile Daire Başkanı, Genel
Müdürün teklifi Başbakanın veya görevlendirdiği Devlet Bakanının onayıyla,
diğer personel ise Genel Müdür tarafından atanır. BAŞKAN – Madde üzerinde gruplar adına söz talepleri vardır. İlk söz Cumhuriyet Halk Partisi Grubu adına Kırklareli
Milletvekili Sayın Turgut Dibek’e aittir. Buyurun Sayın Dibek. (CHP sıralarından alkışlar) CHP GRUBU ADINA TURGUT DİBEK (Kırklareli) – Sayın Başkanım,
değerli milletvekili arkadaşlar; Vakıflar Kanunu’nun 68’inci maddesiyle ilgili
olarak Cumhuriyet Halk Partisi Grubu adına söz aldım. Öncelikle, herkesi
saygıyla selamlıyorum. Tabii, aralardan sonra konuşmak böyle boş sıralara biraz
iyi olmuyor da yani, bizi çeken kameraman ve yönetici arkadaşların şu boş
koltukları da böyle ara ara çekmesinde fayda var diye
düşünüyorum ya da buradan bir teklif getireyim, böyle önemli bir kanunu
görüşürken ara ara kulise de böyle bir “zum”
yapsınlar, oradaki tabloyu da çekerlerse konu daha iyi anlaşılır diye
düşünüyorum. Değerli arkadaşlar, az önce 41’inci maddeyle ilgili olarak önerge
üzerinde konuşurken, 68’inci maddede de söz alacağımı ve konuyu biraz daha anlaşılabilir
bir hâlde gerek milletvekili arkadaşlarımızın gerekse bizi ekranları başından
izleyen vatandaşlarımızın anlayabileceği bir hâlde aktarmaya çalışacağımı
belirtmiştim. Zaten son maddeye geldik, 68’inci maddedeyiz. Cumhurbaşkanının
bir daha görüşülmek üzere iade ettiği 9 maddenin sonuncusu. Diğer maddeler,
burada söylenen tüm uyarılara ve haklı sözlere rağmen, iktidar partisi
tarafından kabul edildi. Sayın Cumhurbaşkanının da gerekçelerinin hiçbiri
dikkate alınmadı Komisyonda veya burada. Görülüyor ki, bu madde de geçecek, ama
biraz bu konuyu daha farklı, çok tekniğe girmeden irdelemek istiyorum -Vakıflar
Kanunu- maddeyle ilgili düşüncelerimi de ayrıca sonunda belirteceğim. Değerli arkadaşlar, “Bu Kanun niye önümüze geldi, niye
Türkiye'nin önüne geldi, niye Meclisin önüne geldi?” diye öncelikle şöyle bir
sorduğumuzda, yani bir düşünce fırtınası beynimizde estirdiğimizde şunu
diyebiliriz: Yani, bizim vakıflar mevzuatımız yeterli bir mevzuat değildir,
vakıflarla ilgili düzenlemelerimiz eksiktir, dolayısıyla buna ihtiyaç var ve
böyle bir kanunu da o nedenle getirdik diyebiliriz. Sayın Komisyon Başkanı, Sayın İyimaya,
burada yaptığı konuşmalarda gerçi buna da değinmişti, çok fazla mevzuat
olduğunu ve bunların da bu kanun metninde toparlandığını belirtmişti. Doğru bir
şey mi? Yani, öncelikle onu bir isterseniz kısaca irdeleyelim. Tabii, bizim Medeni Kanun’umuz, biliyorsunuz, vakıflarla ilgili,
101 ve 117’nci maddeler arası vakıfları düzenliyor. Bence bir eksiği de yok,
onu da söyleyeyim, burada söz alan milletvekili arkadaşlarımız da bunu
aşamalarda belirttiler. Aynı şekilde, yine 2762 sayılı Yasa’da da, 1936’da
yürürlüğe giren yasada da konu çok net bir şekilde düzenlenmiş. Tabii, arada
değişiklikler de yapılmış. Şunu diyemeyiz ya da şunu dememiz mümkün değil: Yani, bizim
vakıflar mevzuatımız eksiktir. Burada, gerek Lozan’da hüküm altına alınmış olan
azınlıklarımızın haklarını da ihlal eden hükümler vardır, vatandaşlarımızın
vakıf kurmasını engelleyen hükümler vardır ve vakıf mevzuatımızda yetersizlikler
vardır gibi bir düşünce doğru değil. Dört dörtlük, gerçekten bugüne kadar
ihtiyaçları da karşılamış olan bir mevzuatımız var, yani bunu çok net bir
şekilde söyleyebilirim. Yani, mevzuatlar, işte değişikliklerle birden fazla yasa hâlinde,
işte karışıklık var falan denebilir, o gerekçe gösteriliyor, ama bu arada şu da
oluyor, birini düzelteyim derken diğer taraftan eksiklikler, yanlışlıklar
yapılıyor ve konu çok daha tehlikeli bir boyuta getirilmiş kanunda. Peki, niye bu kanun geldi? Şimdi, buradaki tartışmalar içerisinde
çok sık söylenen bir şey var, o da Avrupa Birliği, Avrupa Birliğinin Vakıflar
Kanunu’nu bizden istediği, talep ettiği. Zaten 22’nci Dönemde de o şekilde
gelmişti. Şimdi, Avrupa Birliği niye bunu bizden istiyor diye
düşündüğümüzde, böyle bir soru sorarak ve cevaplarını da kısaca vermeye
çalışarak gittiğimizde, yani Avrupa Birliğinin ve Avrupa ülkelerinin vakıflar
konusunda bizden çok gelişmiş olduğunu, mevzuatlarının çok daha uygar olduğunu
ve dolayısıyla, Avrupa Birliğine de girmeye çalışıyoruz; onlarla, işte
görüşmelerimiz var, ilerleme raporları var, sözlerimiz var, o mevzuatın Türk
hukukuna da uyarlanması gerekiyor; böyle gelişmiş bir vakıflar mevzuatları var,
bizler de adapte olmamız gerekir mi diyeceğiz? Öyle mi arkadaşlar? Yani,
burada söylendi, ben, tekrar kısaca belirteyim: Avrupa Birliğinde böyle bir
mevzuat yok Yunanistan dışında. Yani, baktığımız zaman, Avrupa Birliği
müktesebatında vakıflar diye bir şey pek yok, Kopenhag Kriterleri’nde de yok.
Yani, Avrupa Birliğinin içinde olan çok gelişmiş bir mevzuatı da buraya alarak
bir uyum içerisinde bu konuyu değerlendirmemiz mümkün değil. Şimdi, o zaman bu
Kanun niye geldi? Mevzuatımız yeterliyse, Avrupa Birliğinin de Avrupa’nın da
ülkelerin de Türkiye’ye bu konuda bizim vakıflar mevzuatımız çok gelişmiş,
bizimle uyumlu olacaksınız gibi bir düşüncesi de olması mümkün değilse -çünkü, onlarda böyle bir şey yok- o zaman, niye geldi
arkadaşlar? Kısaca, bunu da vatandaşlarımızın anlaması açısından belirtmek
istiyorum. Çünkü çok tartışılıyor. Bu konu, sadece bugünün konusu değil. Yani, yılları da bırakın,
yüz yılları almış olan bir konu. Bizim ne zaman Avrupa’yla aramızda bir ilişki
olmuşsa, daha Osmanlı döneminden, 1856’dan Islahat Fermanı’ndan -burada da daha
önce belirtilmişti- gelen bir olay bu, ne zaman ilişkimiz olmuşsa, bizim
karşımıza hep bu vakıflar ve azınlıklar sorunu çıkarılmış. 1856’da bundan yüz
elli yıl evvel, hatta yüz elli iki yıl evvel, o zaman Islahat Fermanı’nı
istemişler bizden, o Kırım Savaşı sonrası, Paris Konferansı öncesi,
İngiltere, Fransa ve Avusturya. Islahat Fermanı’na bakarsanız, orada da bugün bu Vakıflar
Kanunu’nda konuştuğumuz, tartıştığımız “Ya, bu yanlış, bunu getirmeyin.”
dediğimiz konular var, azınlıklar var ve vakıflar var. Şimdi, aradan yıllar geçmiş, işte Birinci Dünya Savaşı sonrasında
da Türkiye, biliyorsunuz, işgale uğramış ve İstanbul Hükûmeti
tarafından imzalanan, ama, sonra ulusal Kurtuluş Savaşı’mızla
yırtıp attığımız bir Sevr Anlaşması var. O Sevr Anlaşması’na da baktığımızda,
onun ilgili bölümlerine, 140’ıncı maddesine baktığımızda, orada da yine bugün
konuştuğumuz konular var. Yani, orada da bu insanlar, bizim karşımıza, yine
vakıfları, azınlıkları getirmiş, bu hakları getirmiş, bu taleplerde
bulunmuşlar. Şimdi, tabii Lozan’da da bu konu karşımıza çıkmış ve Lozan’da bunu
zaten bugünkü mevzuatla birlikte, az önce belirttiğim gibi, Anayasa hükmü
hâline gelmiş olan ve bizim de Türkiye Cumhuriyeti’nin kuruluş belgesi olarak
da nitelediğimiz bir anlamda Lozan’da bu konu düzenlenmiş. Yani hem Medeni Kanun’umuzda
var haklarımız hem 2762 sayılı Yasa’da hem de Lozan’daki maddelerde
azınlıkların, cemaat vakıflarının hakları düzenlenmiş. Hatta şöyle bir tablo
var: Yani bizim Medeni Kanun’umuzda sınırlamamız var 101’nci maddeyle; yani, şu
şu şu konularda vakıf
kurulamaz diye. Yani “Bir dinî, etnik kökeni desteklemek amaçlı vakıf
kurulamaz.” diye. Ama Lozan’da dört konuda biz, azınlıklarımıza bu hakları
tanımışız. Yani, onlar, bizim çoğunluk olarak belirttiğimiz vatandaşlarımızdan
daha farklı haklara da sahipler. Dolayısıyla, ortada bir sıkıntı yok. Yani,
bugün vakıf kurmaya kalksalar Türkiye’deki tüm Türk vatandaşları, bunlar
çoğunluk, azınlık olarak nitelense dahi, yani azınlık olarak belirteceğimiz
Türk vatandaşı olarak Ermeni, Rum ve Yahudi vatandaşlarımız aramızda hiçbir
fark yok. Aynı kanun hükümlerine göre bu haklardan faydalanacaklar. Bilakis,
Lozan’dan gelen istisnai hakları var kendilerinin. Şimdi, değerli arkadaşlar, tablo bu. Yani, bizim karşımıza
vakıflar Avrupa tarafından yaklaşık yüz eli yıldan bu yana sürekli getiriliyor.
Yani işin özetinde, Sayın Komisyon Başkanı burada konuşurken dört tane gerekçe
saydı “Bu Kanun’u biz şu şu nedenlerle getiriyoruz.”
dedi. O gerekçelerin doğru olmadığını sizlere burada hemen belirtmek isterim.
Yani işin arkasında ne olduğunu zaman bize gösterecek. Zaman içerisinde
göreceğiz ama, şimdiden bu uyarıları ne olursunuz
dikkate alın diye arkadaşlarımız neredeyse her türlü çabayı sarf ettiler. Ama
maalesef, bu çabalar sonuçsuz kaldı. Şimdi, değerli arkadaşlarım, maddeyle ilgili olarak da şunları
belirtmek istiyorum: Tabii, 68’inci maddede, Sayın Cumhurbaşkanımızın da geriye
çevirme gerekçelerinde belirttiği gibi, Vakıflar Genel Müdürlüğünün merkez
teşkilatı. Yani, buradaki genel müdür, genel müdür yardımcıları, hukuk müşaviri
ve bir de Rehberlik ve Teftiş Daire Başkanlığı kurulmuş. Bunların nasıl
atanacağı belirtiliyor. Burada diğerleriyle ilgili bir sorun yok ama, bu Rehberlik ve Teftiş Başkanı ve daire başkanının
Başbakanın ya da onun görevlendireceği bakan tarafından onaylanacağı
belirtiliyor. Şimdi, yasanın diğer, ilgili kısmına baktığımızda, bu ihdas
edilen Rehberlik ve Teftiş Daire Başkanının da bir üst düzey yönetici olduğu
zaten belli. Onun da mutlaka üçlü kararnameyle,
yani Cumhurbaşkanının da imzasını taşıyan üçlü kararnameyle atanması gerekirken
Başbakanın veya uygun göreceği Devlet Bakanının onayıyla böyle bir atamanın
yapılmasının Anayasa’ya aykırı olacağını Sayın Cumhurbaşkanı belirtmiş. Bu
husus Komisyonda da hiç dikkate alınmamış. Sanıyorum, birazdan arkadaşlarımızın
verdiği önergeyle de bu husus tekrar belirtilecek. Bu konunun
mutlaka Anayasa’ya uygun hâle getirilmesi lazım. Yani eğer bu şekilde
çıkarsa, geçerse bu madde… (Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı) TURGUT DİBEK (Devamla) - …daha sonra Anayasa Mahkemesi tarafından
bu maddenin de iptali söz konusu olabilecek. Bu uyarıyı da yapmak istiyorum. Kalan süre içerisinde şunu belirtmek isterim: Tabii teknik
ayrıntıya girmek istemedim ama, bu Vakıflar Kanunu’nda
sadece azınlıklarla ilgili değil arkadaşlar, yabancılara getirilen haklarda da
çok büyük usulsüzlükler var. Yani azınlıklarımızın Lozan’daki hakları dışında
Lozan’ı delen, genişleten ve birtakım hakları bir tarafa ama yabancılara da
birçok konuda çok tehlikeli haklar getiriliyor. Yani burada onların Türk
mevzuatına göre tüm yabancıların kuracağı vakıfların Türk olması, Türk
vakıflarına -yeni veya eski fark etmez- üye olabilmeleri, yönetimde yer
alabilmeleri, aynı şekilde azınlıkların artık yeterli sayıda azınlık kalmadığı
için, yani o cemaatten insan kalmadığı için, yönetimlerindeki boşalmaları
yabancıların doldurmasına verilen haklar… Yani bunların her birini ileride
karşımıza çıkacak olan tehlikeler olarak görüyorum. Ben -sürem de doluyor- hepinizi saygıyla selamlıyorum değerli
arkadaşlarım. (CHP sıralarından alkışlar) BAŞKAN – Teşekkür ederim Sayın Dibek. Gruplar adına ikinci söz, Milliyetçi Hareket Partisi Grubu adına
Mersin Milletvekili Sayın Behiç Çelik. Buyurun Sayın Çelik. (MHP sıralarından alkışlar) MHP GRUBU ADINA BEHİÇ ÇELİK (Mersin) – Sayın Başkan, sayın
milletvekilleri; Cumhurbaşkanlığınca bazı maddeleri veto edilen 98 sıra sayılı
5555 Sayılı Kanun’un 68’inci maddesi hakkında söz almış bulunmaktayım. Yüce
Meclisi saygıyla selamlıyorum. Değerli arkadaşlarım, söz konusu Kanun’un 68’inci maddesinde, bazı
hatiplerin de ifade ettiği gibi “Genel Müdür, Genel Müdür Yardımcısı, I. Hukuk
Müşaviri ile Bölge Müdürü ortak kararnameyle, Rehberlik ve Teftiş Başkanı ile
Daire Başkanı, Genel Müdürün teklifi Başbakanın veya görevlendirdiği Devlet Bakanının
onayla…” ifadesi yer almaktadır. Rehberlik ve teftiş kurulu, 3046 sayılı
Bakanlıkların Teşkilatlanması Hakkında Kanun’da da ifade edildiği üzere, genel
müdür yardımcısı düzeyindedir, tüzel kişiliği haiz genel müdürlüklerde.
Dolayısıyla, rehberlik ve teftiş başkanının atama esas ve usullerinin genel
müdür yardımcılarının atama esas ve usullerine uygun yapılması gerekiyor.
Burada, Cumhurbaşkanlığının eleştirisinin doğru olduğunu biz de ifade etmek
istiyoruz. Bu yönde bir değişikliğin bu aşamada yapılmasında büyük yarar
görmekteyiz. Değerli arkadaşlarım, bu Kanun… Son maddesini görüşüyoruz, bazı
hususları tekrar etmekte yarar var. Bu Kanun, yabancıların ve azınlıkların
vakıf kurmalarına imkân ve fırsat veriyor. Bunların mal ve mülk edinmelerine
yol açıyor, mülhak ve mazbut vakıfların “cemaat vakfı” adıyla azınlıklara
iadesine yol açıyor. Ecnebi vakıfların Türkiye’de şube açabilmesine imkân
tanıyor. İçerideki azınlık vakıflarının dışarıda şube açabilmelerine imkân
tanıyor. Bu vakıflara dayalı şirketler kurabilmeye imkân tanıyor. İzin
alınmadan taşınmaz mal edinmeye imkân tanıyor. Türkiye Cumhuriyeti aleyhine
tazminat haklarının doğmasına yol açıyor. Yurt içi ve yurt dışı ayni ve nakdî
yardım alabilmelerine imkân ve fırsat veriyor. Bu sebeple, bu Kanun bir yıkım
kanunudur, bir sömürge kanunudur, kendi ecdadına küfür kanunu olarak
algılanabilir. Bunu yürürlüğe sokanlar dünyada ve ahrette vebal altında
kalacaklardır. Değerli milletvekilleri, Osmanlının gerileme döneminde emperyalist
Batı bilhassa üç konu üzerinde yıkıcı politika yürütmüştür, bunu siyasi tarih
kitaplarında da görmekteyiz. Kutsal yerler meselesi vardır. Sürekli olarak,
Rusya dâhil, bütün emperyalist Batı, Osmanlının gerileme döneminde hep kutsal
yerler meselesini gündeme getirmiş, Kudüs ve civarı üzerinde hak iddiasında
bulunmuşlar, o kanaldan Osmanlıya sürekli nota vermek suretiyle devleti
hareketsiz ve bitap düşürmüşlerdir. İkinci konu da azınlıklar meselesi: Ermeni, Rum, Bulgar,
Romen, Sırp vesaire Osmanlı tebaası olan bu etnik unsurlar ve bunlara güya
haklar sağlama adı altında, bunların haklarını savunacak vakıflaşmaya Osmanlıya
izin verdirtmek suretiyle okullar, özel, gizli askerî eğitimler yapılması, yeni
yeni vakıfların ortaya çıkması ve sonunda, hepiniz
biliyorsunuz, önce Ermeni isyanlarıyla başlayan ve Osmanlının inkırazı, yani
çöküşü, maalesef, kötü eceli ortaya çıkmış oldu. Üçüncü husus Boğazlar meselesi. Geçen görüşmemizde de yine Sayın
Bakanımıza ben bunu sormuştum. Boğazlar meselesi, Avrupa Birliği müktesebatının
içinde Türkiye Cumhuriyeti devletine bir dayatma olarak yine gündeme
getirilmektedir. Biz Boğazlarımızı yüz elli yıl sonra ancak kontrol altına
alabildik 1937’de. Şimdi, bu Vakıflar Kanunu yasalaştıktan sonra bu Boğazlar meselesi
gelecek, sınır aşan sular meselesi gelecek, ne yazık ki, bu Vakıflar Yasası da
bir şer yasası olarak Türkiye'nin önünü tıkayacaktır. Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; ortada 20’nci asır
ihanetler manzumesi dururken, Vakıflar Tasarısı’nı getirerek 21’inci asır
tekerrürünü bu aziz millete yaşatmayalım. Gelin, tam tersini yapalım, bu
tasarıyı Genel Kurulun çöp sepetine atalım ve bir karar alalım, Patrikhaneyi
Lozan Anlaşması’ndaki konumuna irca edelim. Atatürk’ün arzusu da daha farklıydı
Atina’ya göndermek gibi, ama şu anda malum Anlaşma’daki konumuna getirelim
burayı, çünkü Patrikhane artık çizmeyi aşmaktadır. Değerli arkadaşlar, bu Yasa -yine 41’inci madde üzerinde önerge
nedeniyle konuşmamda da ifade ettiğim üzere- TESEV vakfına gönderilen bir
metindir ve oradan düzeltilerek Hükûmete tevdi
edilmiştir. Bunu, Sayın Bakan, tabii ki, ileride açıklayabilir. Onun için, bu
bir tuzak yasasıdır, çok tehlikeli bir yasadır. Mülhak vakıfların “cemaat vakıfları” adıyla tekrar diriltilmesi
asla kabul edilemez; bu, yapılmaktadır. İstanbul’daki Fener Patrikhanesinin
tüzel kişiliği yoktur, ancak vakıfları vardır. Bu Kanun çıktığı takdirde, bu
vakıflar, yeni mal edinme özgürlükleri sayesinde Suriçi’nin
tümünde hak iddia edecekler ve korkarım ki, İstanbul Suriçi’ni
tümüyle kaybedebiliriz. Lozan Anlaşması’na göre Türkiye Cumhuriyeti uyruklu olmayanların
12 kişilik Saint Sinod Meclisinde görev almaları
mümkün olmamasına rağmen, maalesef, vatandaşımız olmamakla birlikte 6 tanesi
hâlâ Saint Sinod Meclisinde bulunmaktadır. Şimdi,
bunlar hakkında yapılan şikâyetler sonucu, bu 6 kişi için Dışişleri Bakanlığı
soruşturma yürütmekte, sorulduğu zaman “Soruşturma devam etmekte.” denmekte,
kaç yıl geçti, soruşturmanın sonucu hâlâ alınmamaktadır. Buradan Hükûmete tavsiyemiz, derhâl ve ivedilikle bu 6 şahsı sınır
dışı etmesidir. Misyonerlik faaliyetleri 59’uncu Hükûmet
tarafından 2003 yılında serbest bırakıldı. Bunu tasvip etmemiz de mümkün
değildir. Cami ile kilise arasında çok büyük fark var. Cami sadece
ibadethanedir, ama kilise hiyerarşidir, örgüttür, devlettir. Dolayısıyla, açılan
her kilise yabancı emperyalist güçlerin en önemli kalesi konumundadır. Kilise,
sadece ibadethane değildir. Brüksel’den karar çıkartıyorlar, diyorlar ki: Otuz yıl sonra
Türkiye'nin yüzde 10’u Hristiyan olmalıdır. Ama, Hükûmetimizin, Türkiye
Cumhuriyeti hükûmetlerinin, bundan sonra gelecek
olanların da bu konuda, halkın inanç değerlerini koruma konusunda ciddi ve
tutarlı, istikrarlı karar alması ve cesurane kararlarının arkasında durması
gerekir. Evet, Türkiye'de en az yirmi tane kilise onarıldı, Van Akdamar
Kilisesi onarıldı. Burası, maalesef, Türk ve Müslümanların kanını içenlerin kıblegâhı olarak anılmaktadır tarihte. Bu Yasa yürürlüğe girdiği zaman Osmanlının son dönemindeki gibi
sıkıntıları hep birlikte yaşayacağız. Umarım yaşamayız, tedbirimizi alırız. Bu
Yasa çıksa dahi bu vatanın yiğit savunucuları, bu ülkenin yiğit savunucuları,
bizler, Türkiye Büyük Millet Meclisi başta olmak üzere, bu Yasa’yı mutlaka
değiştirecekler. 60’ıncı Hükûmet de doğruyu görecek,
gazi Meclis de doğruyu anlayacak bütün üyeleriyle birlikte ve bu Yasa
uygulanamaz duruma girecektir. (Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı) BAŞKAN – Buyurun Sayın Çetin, tamamlayın lütfen. BEHİÇ ÇELİK (Devamla) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri;
gelin, bu Yasa’yı geri çekelim, son kez söylüyoruz, son maddedeyiz, tarihe
karşı, bu büyük milletin kararlığını bir kez daha gösterelim. Eğer “Bu Kanun’u
çıkarırsak, bizi iktidarda tutarlar.” diyorsanız, iktidarda zelil ve sefilane durmak yerine, bir gün mertçe durmak daha evladır.
Gelin, direnin ve devletimize, milletimize sahip çıkalım. Teşekkür ederim. (MHP sıralarından alkışlar) BAŞKAN – Teşekkür ederim Sayın Çelik. Gruplar adına üçüncü söz, Demokratik Toplum Partisi Grubu adına
Diyarbakır Milletvekili Sayın Akın Birdal’da. Buyurun Sayın Birdal. (DTP sıralarından
alkışlar) Süreniz on dakika. DTP GRUBU ADINA AKIN BİRDAL (Diyarbakır) – Teşekkürler Sayın
Başkan. Değerli milletvekilleri, 98 sıra sayılı Yasa’nın 68’inci maddesi
üzerinde Demokratik Toplum Partisi Grubu adına söz almış bulunuyorum. Hepinizi
saygıyla selamlarım. Aslında, bu Yasa’ya bizim itirazımız yok. Bizim itirazımız, bu
Yasa’nın geç ve eksik getirilmiş olmasındadır. Bu Yasa’yı demokrasi açısından,
insan hakları açısından, hukuk açısından, uluslararası ilişkiler açısından ele
almak gerekir, en önemlisi de vicdan olarak ele almak gerekir. Demokrasi
açısından ele aldığımız zaman demokrasi, en yalın tanımıyla, çoğunluğa karşı
azınlığın hak ve özgürlüklerinin savunulmasıdır. Bunun için de çok ayrıntılı
demokrasi kültürünün falan olmasına gerek de kalmaz ve yoktur, demokrat olmak
yeterlidir. İkincisi, insan hakları açısından ele almak gerekir. İnsan
haklarının, bilindiği gibi, ne dili ne dini ne cinsiyeti ne ırkı ne ulusal,
siyasal, etnik statüsü ve kimliği dikkate alınmaksızın insan olmaktan
kaynaklanan, herkesin hak ve özgürlüklerden eşit ve özgür yararlanmasını
güvenceye alan hukuk anlayışının bir gereğidir. Üçüncüsü: Empati yapmak gerekir insan haklarındaki doğru o çıkışı
bulabilmek için. Geçtiğimiz günlerde yine söylemiştim, kendinizi gayrimüslim yerine
koyarsınız ve gerçekten neye maruz kaldığınızı bir sorgularsınız, ondan sonra
da bu Yasa’nın buraya neden getirilip getirilmediği konusuna doğru yanıt
verirsiniz ve çekilmesini değil, bu eksikliklerin giderilmesini talep edersiniz
yüce Meclisten. Değerli milletvekilleri, geçtiğimiz günlerde biz İnsan
Hakları İnceleme Komisyonu olarak -geçen hafta- Almanya’daydık ve Federal
Almanya’nın güneyinden kuzeyine kadar gezdik ve Göç Yasası’nın yurttaşlarımıza
insan hakları açısından getirdiği sonuçları yerinde izlemek, ilgilileri
uyarmak, bu yasanın gözden geçirilmesini ve düzeltilmesini istemek ve
cezaevlerindeki yine yurttaşlarımızın insan haklarına dayalı düzenlemelerden
yararlanıp yararlanamadıklarını incelemek için gittik ve kimse bize Almanya’da
demedi ki bu bizim iç işimizdir, siz niye Türkiye’den geldiniz de bunlara şimdi
karışıyorsunuz demediler. İnsan haklarının
artık evrensel olduğunu, başta Birleşmiş Milletler olmak üzere, Avrupa Konseyi
ve AGİT çerçevesinde bir hukuka bağlı olduğumuzu neden unutuyoruz? Bizim için
yol gösterici budur. Eğer bir yerde de tıkanırsak, gerçekten insan olmaktan ve
bir vicdanımızın olduğunu anımsayarak ne yapmamız gerektiğinin sonucuna
ulaşabiliriz. Sayın Başbakan, haklı olarak geçtiğimiz günlerde Avrupa’da –ki,
burada da gerekli yansımasını bulmuş ama Federal Almanya siyasetçilerinden ve
başka Avrupalılardan da çok yankılar buldu- gerçekten Federal Almanya’daki
Türkiyeli yurttaşlarımızın eğitim-öğretim olanaklarından yararlanması gerektiğini
ve yüksekokulların açılması gerektiğini söylediği zaman büyük bir tepki
gösterildi Sayın Başbakana. Çünkü, yani asimilasyon
gerçekten insanlığa karşı bir suçtur. Nerede olursa olsun, ister Federal
Almanya’da, ister Avustralya’da, ister Afrika’da, ister coğrafyamızda, ister
ülkemizde, herkesin dilinin, dininin, inancının, kimliğinin kabul edilmesi ve
insanların, nasıl yaşamak istiyorsa öyle yaşamasını kabul etmek ve bunun bir
hukuka bağlanmasını da sağlamak yine yüzyılımızın gereğidir. Ama bunları söylerken,
tabii, bizde de, sizde de var şeklinde bize karşı bir argüman
kullandılar. İşte, bizde de var olan, gerçekten, hem bu tartışılan konu
açısından hem insan hakları açısından hem çoğulculuk açısından eksikleri
düzeltmeye çalışalım ki başkalarının da insan hakları konusunda ihlallerine
müdahale gücümüzü artırabilmiş olalım. Değerli arkadaşlar, aslında, bizim, azınlıklar konusunda
tarihimizin biraz sorgulanması gerekiyor. Bakın şimdi, varlık vergisini şöyle
bir anımsayalım, hepinizin bildiği gibi, ne trajediler yaşanmıştır, gidenler
dönememiş, dönenler bıraktıklarını bulamamışlardır. 1955 6-7 Eylül
trajedilerini yine bir anımsayalım. O nedenle, bu yasa, aslında, Türkiye Büyük
Millet Meclisinin yüce iradesiyle tarihiyle yüzleşmesine ve azınlıklardan da
yapılanlardan ötürü özür dilemesine fırsat yaratıp bunun düzeltilmesine de
olanak sağlamaktadır. İşte bunu değerlendirelim. Yoksa birbirimize karşı argümanlarla itiraz ederek işin özünü de yitirmeyelim. Biliyorsunuz, şimdi, artık, Ege’den geliyorlar Muğla’ya, Ege’nin
köylerine, babasının, annesinin diktiği nar çiçeklerini
alıp yüreklerinde, yine kendi ülkelerine dönüyorlar. Bu hasretleri artık
yaşatmayalım ve bu acıları da yaşatmayalım. Bizim dört itirazımız var bu konuda: Birincisi: Gerçekten, 60’lardan bu yana el konulan mallar üzerinde
bir değişiklik yapılmıyor. 2003 yılı Avrupa Birliği uyum yasasına kadar,
devletçe el konulanların hiçbiri bunların geri verilmesi ya da üzerindeki
hukuksuzluğun giderilmesini sağlamıyor. İkincisi: Devletçe el konulan malların el değiştirmesi,
örneğin üçüncü şahıslara satılması. Bakın, Hrant Dink’i daha… Umuyorum
önümüzdeki hafta ya da günlerde bu 301’inci maddeyi de Türkiye Büyük Millet
Meclisine Sayın Bakanlar Kurulu, Hükûmet getirir de,
bu ayıptan da hepimiz birlikte kurtuluruz. Şimdi, Hrant
Dink’in eşinin ve çocukların, Ermeni yetim
çocuklarının yetimhanede yaptığı… Tuzla’daki yetimhane el değiştirdi
biliyorsunuz. Devletçe el konuldu ve satıldı. Şu anda Tuzla’daki yetimhane,
yetimler vakfı dördüncü el değiştirdi ve geçtiğimiz günlerde Ermeni cemaatinden
bu vakfı almak isteyenlere “hayır” dediler ve satmak istemediler. En azından kendi emeklerinin, kendi kültürlerinin, çabalarının
inşasını korumak açısından. Belki de Hrant’ın
ve de birlikte çalıştıkları arkadaşların anısını orada yaşatmak açısından. Ama
ne yazık ki verilmedi çünkü değerinin daha da artırılacağı düşünülüyor. Şimdi, üçüncü: Mazbutaya alınan
vakıflar, yani Vakıflar Genel Müdürlüğünün yönetimine el koyduğu vakıflar.
Bakın, bunun da iki açıdan önemli bir yanı var: Birincisi, bu vakıfların
tescili için tapuya başvurmak gerekiyor ama tapu müdürü mahkeme kararı olmadığı
gerekçesiyle bunların tescilini yapmıyor. Ardından birtakım hukuk kanallarıyla
Danıştay, Danıştay muhatap kabul etmiyor Yargıtaya,
Yargıtay bilmem… Ve sonunda iç hukuk yolları tüketilemediği için Avrupa İnsan
Hakları Mahkemesine bireysel başvuru hakkının kullanılma kanalları da
kapatılmış oluyor. Burada da bir hukuksuzlukla karşı karşıya kalıyoruz. Başka
bir şey de: Hem yönetim kurulu seçimleri engelleniyor hem de yönetim kurulu yok
gerekçesiyle yönetime el konuluyor. Şimdi, 7 Şubatta Yunanistan’da Vakıflar Yasası değişti hepinizin
bildiği gibi ve Yunanistan’da Vakıflar Yasası’nda şu değişiklik çok önemli,
diyor ki: Batı Trakya’daki yurttaşlarımızın, soydaşlarımızın kamu hizmetlerinde
çalışabileceğini ve binde 5 kontenjan ayırdığını açıklıyor. Ayrıca, yine Yunanistan, yıllar önce, üniversitelerde yüzde 5
kontenjan tanıyor yurttaşlarımıza, soydaşlarımıza ve sınav koşulu da aramıyor.
Şimdi, o zaman, kötüleri örnek gösterirken, neden iyileri kendimize örnek
almıyoruz? Orada soydaşlarımıza uygulanan birtakım muameleler gerekçe
gösteriliyor. Peki, siz de buradaki hukuk dışılığınızı meşru göstermek
isteyebilirsiniz. O zaman, Ermeni ya da Musevi yurttaşlarımıza karşı
tutumumuzun gerekçesi nedir ya da başka farklı kimlik ve kültürlerden,
Ermeniler, Museviler, Kürtler… (Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı) BAŞKAN – Bir dakika ek süre veriyorum, lütfen tamamlayın. AKIN BİRDAL (Devamla) – Teşekkürler Sayın Başkan. Resmî açıklamalara göre, o Lozan’ın sadece kabul ettiği üç
gayrimüslim azınlık… Oysa yine resmî açıklamalara ve olgulara göre, yirmi dokuz
farklı kimlik ve kültür var. Bence, bu Yasa’yla, Lozan’a bir adım daha
yaklaşıyoruz aslında, Lozan’dan uzaklaşmıyoruz. Bundan hiç kimse kaygı
duymasın. O nedenle, bizim itirazımız bu maddeleredir. Umuyor ve diliyorum ki yüce Meclis, bu yasama döneminde, diğer
itiraz maddelerini de dikkate alarak, gerçekten bir arada, kardeşçe, barış
içinde farklılıkların yaşamasını mümkün kılarız ve böyle bir kültürü de
çocuklarımıza armağan ederiz. Yüce Meclisinizi saygıyla selamlıyorum. (DTP sıralarından
alkışlar) BAŞKAN – Teşekkür ederim Sayın Birdal. Şahıslar adına söz talepleri vardır. İlk söz, Bartın Milletvekili
Sayın Yılmaz Tunç’a aittir. Buyurun Sayın Tunç. (AK Parti sıralarından alkışlar) Süreniz beş dakika. YILMAZ TUNÇ (Bartın) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri;
Vakıflar Kanunu’nun Cumhurbaşkanınca bir daha görüşülmek üzere gönderilen
68’inci maddesi hakkında şahsım adına söz almış bulunuyorum. Bu vesileyle yüce
heyetinizi saygılarımla selamlıyorum. Öncelikle, 68’inci maddenin geri gönderme gerekçesine
katılmadığımı belirtmek istiyorum. Sayın Cumhurbaşkanının, Teftiş Kurulu
Başkanının üst düzey yönetici olduğu, bu nedenle, atamasının Başbakan
tarafından yapılmasının parlamenter sistemin gerekleriyle bağdaşmayacağı
yönündeki gerekçesine katılmak mümkün değildir. Hâlen yürürlükteki mevzuata göre, Teftiş Kurulu Başkanı, Genel
Müdürün onayıyla atanabilmektedir. Bu tasarı, Teftiş Kurulu Başkanlığının
önemine binaen, atama yetkisini Genel Müdürden alıp daha üst makam olan
Başbakanın onayına tabi hâle getirmiştir. Bu nedenle, 68’inci maddenin geri
gönderilmesinin yerinde olmadığı kanaatindeyim. Değerli milletvekilleri, vakıfların yeni bir kanunla düzenlenmesi
ülkemiz için önemli reformlardan birisidir. Ancak bu önemli reform muhalefete
mensup bazı partilerimizce çarpıtılmakta, kamuoyuna yanlış bilgiler
aktarılmaktadır. Öne sürülen iddialar ve endişeler tamamen yersizdir. Bu
tasarıyla, yeni cemaat vakıflarının kurulacağı, cemaat vakıflarının çoğalacağı
bunun da ülkemiz için bir tehdit oluşturacağı yönünde konuşmalar yapılmaktadır.
Bunun gerçeklerle hiçbir ilgisi bulunmamaktadır. Tasarıda bu yönde bir hüküm de
yoktur. Tasarının 5’inci maddesinde, yeni vakıfların Türk Medeni Kanunu
hükümlerine göre kurulacağı belirtilmiştir. Türk Medeni Kanunu’muzun
101’inci maddesinde cemaat vakfı kurulamayacağı açıkça belirtilmiştir. Medeni
Kanun’umuzda bu genel hüküm varken ve tasarıda da yeni cemaat vakfı
kurulacağına dair hiçbir hüküm bulunmazken, konuyu bu şekilde kamuoyuna
yansıtarak halkımızın kafası karıştırılmak istenmektedir. Yine, muhalefetin ileri sürdüğü, yeni vakıfların uluslararası
faaliyette bulunabileceği ve yurt dışında şube ve temsilcilik açabileceği ve
bundan da cemaat vakıflarının da faydalanacağı yönündeki iddiadır. Bunun da
hiçbir tutar tarafı yoktur. Cemaat vakıflarının bu düzenlemeden
yararlanabilmesi mümkün değildir. Çünkü tasarının 25’inci maddesinde, vakıf
senetlerinde yer almak kaydıyla uluslararası faaliyette bulunabileceği
belirtilmiştir. Cemaat vakıflarında vakıf senedi yoktur. Bunların beyannameleri
vardır. Yüz altmış bir adet cemaat vakfının hiçbirinin beyannamesinde
uluslararası faaliyette bulunacağı yönünde bir kayıt yoktur. Bu nedenle, cemaat
vakıflarının uluslararası faaliyette bulunabileceğini iddia etmek gerçeklerle
bağdaşmamaktadır. Yine tasarıyla, cemaat vakıflarına mal edinme imkânı getirildiği
yönünde eleştiriler yapılmıştır. Cemaat vakıflarının vakfiyeleri olup
olmadığına bakılmaksızın mal edinmelerine, AK Parti İktidarından önce, 2002
yılında çıkarılan 4771 sayılı Kanun’la imkân sağlanmıştır. Bu tasarı bu anlamda
yeni bir düzenleme getirmemektedir. Tasarı kanunlaşırsa kurucularının çoğunluğu
yabancı olan vakıfların taşınmaz alacağı ve ülkemizin yabancılara peşkeş
çekileceği ve Türkiye’nin bir felakete sürükleneceği buradan ifade edilmiştir.
Yabancı gerçek veya tüzel kişiler yürürlükteki mevzuatımıza göre zaten
gayrimenkul edinebilmektedirler. Cumhuriyet tarihi boyunca CHP’li, MHP’li hükûmetler döneminde milyonlarca metrekare taşınmaz
yabancılara satılmıştır. Yabancı kişilerin gayrimenkul edinebildiği bir hukuk
düzeninde yabancıların kurucu olduğu vakıfların gayrimenkul edinmesine karşı
çıkmanın hiçbir hukuki mantığı yoktur. Tasarının 12’nci maddesinde kurucuların çoğunluğu yabancı uyruklu
olan vakıfların taşınmaz mal edinmeleri hakkında yabancıların gayrimenkul
edinmelerindeki şartları düzenleyen Tapu Kanunu’muzun
35’inci maddesindeki kısıtlamalar zaten uygulanacaktır. Karşılıklılık ilkesine
göre kendi ülkesinde Türk vatandaşlarına gayrimenkul edinme hakkını tanıyan bir
ülkenin vatandaşına, ülkemizde üyesi olduğu Türk hukukuna göre kurulmuş bir
vakfın taşınmaz edinememesini savunmak ne insafla ne hakkaniyetle ne de hukukla
bağdaşır. Yabancı ülkelerde yaşayan 4 milyon vatandaşımız var. O zaman bunların
da yabancı ülkelerde vakıf kurmasına, taşınmaz edinmesine karşı mı
çıkıyorsunuz? (Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı) YAŞAR AĞYÜZ (Gaziantep) – Hukukla ne alakası var bunun? YILMAZ TUNÇ (Devamla) – Değerli milletvekilleri, vakıflarımız için
son derece önemli olan bu tasarının, hukuki mesnedi olmayan, tasarıyla
getirilmediği hâlde getiriliyormuş izlenimi vererek milletimizi yanıltmanın hiç
kimseye faydası olmayacaktır. YAŞAR AĞYÜZ (Gaziantep) – Bununla ne alakası var bunun? YILMAZ TUNÇ (Devamla) – Bu duygu ve düşüncelerle, geri gönderme
gerekçelerine katılmadığımızı belirtmek istiyor, tasarının, milletimize,
vakıflarımıza hayırlı olmasını diliyor, yüce Meclisi saygılarımla selamlıyorum.
(AK Parti sıralarından alkışlar) BAŞKAN – Teşekkür ederim Sayın Tunç. Hükûmet adına söz
talebi, Devlet Bakanı ve Başbakan Yardımcısı Sayın Hayati Yazıcı tarafından
yerine getirilecektir. Buyurun Sayın Yazıcı. (AK Parti sıralarından alkışlar) On dakika süreniz var. DEVLET BAKANI VE BAŞBAKAN YARDIMCISI HAYATİ YAZICI (İstanbul) –
Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; hepinizi saygıyla selamlıyorum. Önemli bir Kanun’un son maddesinin müzakeresini yapıyoruz. Kanun
üzerinde, madde üzerinde konuşan, hatta bundan önceki maddeler üzerinde konuşan
arkadaşlarımızca -zabıtları incelediğimizde- benzer iddialar tekrarlanıyor.
Maalesef, Kanun’un lafzına ilişkin, somut olarak, şu şu
düzenlemelerin Lozan Anlaşması’na, şunların da Anayasa’ya aykırı olduğuna
ilişkin hiçbir beyan ve değerlendirme olmadığını üzülerek saptamış
bulunmaktayız. Nitekim, az önce konuşan
arkadaşlarımızdan bir tanesi çok açık bir biçimde şu iddiada bulundu, dedi ki:
“Bu tasarı yasalaşırsa mazbut vakıfların azınlıklara iadesine yol açılacak.” Değerli arkadaşlar, bakın, tasarının 7’nci maddesi çok açık. Bu
değerlendirmeye cevap olarak “Genel Müdürlükçe yönetilecek ve temsil edilecek
vakıflar” başlığını taşıyan tasarının 7’nci maddesini okuyorum: “On yıl süreyle
yönetici atanamayan veya yönetim organı oluşturulamayan mülhak vakıflar,
mahkeme kararıyla Genel Müdürlükçe yönetilir ve temsil edilir. Bu Kanun’un
yürürlüğe girmesinden önce mazbut vakıflar arasına alınan vakıflarla, bu
Kanun’a göre mazbut vakıflar arasına alınan vakıflara bir daha yönetici seçimi
ve ataması yapılamaz.” Arkadaşlar, yani Kanun’un bütününü irdelediğimizde, belki,
tasarladığımız, soruya dönüştürdüğümüz çok nesnel olmayan yaklaşımlara cevabı
bu Kanun metninde bulmanız mümkün. Bunu özellikle ifade etmek istiyorum. Nitekim, çelişki şurada:
Daha sonraki konuşmacı da mazbut vakıfların cemaat vakıflarına verilmeyişini,
bu Kanun’da öngörülmeyişini, buna ilişkin bir düzenleme olmayışını da önemli
bir eksiklik olarak vurgulamaktadır. Nitekim, cemaat vakfı
temsilcileri, gerek bana geldiklerinde gerek Genel Müdürlüğümüze geldiklerinde,
bu Kanun’la ilgili olarak mazbut vakıf sorununun çözülmediğini ve üçüncü
şahıslara intikali geçmiş, sağlanmış taşınmazlara ilişkin bir çözüm
getirilmediğini tasarının en büyük eksikliği olarak dile getirmektedirler.
Değerlendirmelerin çok nesnel olmadığının, öznel yaklaşımlarla ve hukuksal
zeminden yoksun olarak yapıldığının -yani önemli bazı değerlendirmelerin-
vurgusunu ifade etmek için bu örneği vermek durumunda kaldım. Değerli arkadaşlar, yine bu tasarıyla ilgili olarak, parti
sözcüsü olarak burada değerlendirme yapan bir sayın milletvekili şunları ifade
etmiştir: Cumhurbaşkanlığı Devlet Denetleme Kurulu tarafından Vakıflar Genel
Müdürlüğünün 2003, 2004, 2005 yılları eylem ve işlemlerinin denetlenmesi
sonucunda, Erzurum, İzmir, Kayseri vesaire yerlerde büyük ölçüde usulsüzlükler
olduğu, bunlara da Bakanlığımca cevap verilmesi yönünde talepleri ve
değerlendirmeleri olmuştur. Zapta geçmesi
bakımından, bunları da sürem içerisinde ifade etmek istiyorum. Değerli arkadaşlar, doğrudur, Cumhurbaşkanlığınca, Denetleme
Kurulu marifetiyle, Vakıflar Genel Müdürlüğünün 2003, 2004, 2005 yılları eylem
ve işlemleri denetlenmiştir. Bu denetleme sonucu, Erzurum, İzmir, Kayseri ve
İstanbul Bölge Müdürlüklerinin yapmış olduğu bazı onarımlar ve ihalelerle
ilgili olarak eksiklikleri olduğu belirtilmiştir ve bu rapor üzerine 17/5/2007 tarihinde genel müdürlüğe intikalinden sonra
derhâl 21 Mayıs 2007 tarihinde 4 müfettiş görevlendirilerek Teftiş Kurulu
Başkanlığı tarafından inceleme başlatılmıştır. Erzurum Bölge Müdürlüğü
çalışanlarıyla ilgili ön inceleme ve disiplin soruşturması tamamlanmış,
disiplin cezaları verilmiş ve takibat devam etmektedir. Antalya Bölge
Müdürlüğüyle ilgili ise suç unsuruna rastlanmamıştır. Coğrafi bilgi sistemi, “VAYS” dediğimiz proje ve diğer işlerle
ilgili yapılan inceleme devam etmektedir. Ayrıca, Cumhurbaşkanlığı Devlet
Denetleme Kurulu Raporu’nda İstanbul ve Kayseri Bölge Müdürlükleriyle ilgili
tespitler Başbakanlık Başmüfettişliği Başkanlığınca incelenmiş olup herhangi
bir suç unsuruna rastlanmamıştır. Türkiye Büyük Millet Meclisi, Vakıflar Kanunu’nun görüşmeleri
esnasında, yine sayın milletvekili tarafından dile getirilen konularla ilgili
olarak, İzmir Bölge Müdürlüğü ihale işlemlerinin, 15/11/2007
tarihinde verilen raporla muhalefet şerhi bulunan müfettişin de içinde
bulunduğu bir teftiş heyeti tarafından yeniden incelenmesi için konu Teftiş
Kurulu Başkanlığına intikal ettirilmiş ve çalışmalar devam etmektedir. Ayrıca, Vakıflar İzmir Bölge Müdürlüğünün 2003-2007 yılları
arasında yapılan yapım, onarım, proje ve müşavirlik işlerinin incelenmesi ve
suç tespiti hâlinde soruşturma yapılması için Teftiş Kurulu Başkanlığınca
çalışmalar başlatılmıştır. Vakıflar Genel Müdürlüğünün tüm ihale işleri, 5018 sayılı Kamu
Mali Yönetimi ve Kontrol Kanunu gereğince bölge müdürlükleri tarafından kamu
ihale mevzuatına uygun olarak, en az 5 kişiden oluşan komisyon marifetiyle,
şeffaf bir şekilde yapılmaktadır. Yapılan ihaleler, hem Kamu İhale Bülteni’nde
hem de Vakıflar Genel Müdürlüğü web sitesinde yayınlanarak ilan edilmektedir.
Çalışmalar bu denli şeffaf bir biçimde yürütülmektedir. Bunları da, zapta
geçmesi bakımından özellikle vurgulamak istedim. Diğer bir arkadaşımız konuşmasında, Fener Rum Erkek Lisesine
ilişkin Avrupa İnsan Hakları Mahkemesinde açılmış davanın aleyhimize
sonuçlanması üzerine, Büyük Daireye niye itiraz edilmediği şeklinde bir
eleştiri dile getirdiler. Değerli arkadaşlar, bilmektesiniz ki bu tür davaları Dışişleri Bakanlığımız
takip etmektedir. Elbette, Hükûmet bir bütündür. Bana
verilen bilgiyi sizlerle paylaşmak istiyorum: Doğrudur, Büyük Daireye başvurulmamıştır, çünkü davanın iki konusu
vardır: Birincisi, taşınmazların iptali, rücuen
iptali, tazminat ödenmesi; ikincisi de milletimizin, devletimizin ayrımcılık
yaptığının hükme bağlanmasını içermektedir ve Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi
verdiği kararda ayrımcılık talebini kabul etmemiştir. Temyiz edilmesi hâlinde,
Büyük Daireye başvurulması hâlinde, Büyük Daire incelemesinde, hiçbir karar
verilmemiş gibi, bütün iddiaları yeniden değerlendirmeye almakta ve olayı o
şekilde sonuçlandırmaktadır. Hâliyle, devletimizin ayrımcılıkla muhatap
olmaması düşünüldüğünden bu başvuru da yapılmamış, yani bir değerlendirme
yapılarak bu sonuca varılmıştır. Diğer bir arkadaşım, bu Kanun’un çıkartılmasına mesnet Avrupa
İnsan Hakları Mahkemesi kararının olduğunu ısrarla vurguluyor. Oysa ben
konuşmamın hiçbir yerinde böyle bir beyanda bulunmadım ama şunu ifade ettim:
Millet sanıyor ki bu Kanun çıktıktan sonra taşınmaz ihtilafları başlayacak.
Taşınmaz ihtilafları var, şu anda Türkiye yaşıyor, konu Avrupa İnsan Hakları
Mahkemesine gidiyor. Biz bu Kanun’u çıkartmakla, geçici 7’nci maddeyle bu tür
ihtilafları tasfiye etmeyi amaçlıyoruz. Bunu ifade etmeye çalıştım. Nitekim, şu pozitif olgu
benim bu beyanımı da doğrulamaktadır: Bakın, bu tasarının Meclise sevk tarihi
13 Haziran 2005’tir. Avrupa İnsan Hakları Mahkemesinin kararının tarihi 9 Ocak
2007’dir. Bu iki tarihi kıyasladığınız zaman, söylediğimin ne derece tutarlı,
mantıklı olduğunu açık bir biçimde göreceksiniz. Değerli arkadaşlar, gene müzakeresi yapılan maddeyle ilgili olarak
Sayın Cumhurbaşkanının geri gönderme gerekçesine katılınmamıştır.
Çünkü şu andaki mevzuata göre, şu andaki uygulamaya göre Vakıflar Genel
Müdürlüğünün Teftiş Kurulu Başkanını doğrudan doğruya tek imzayla Sayın Genel
Müdür atamaktadır. Şu anda öyle, mevzuat öyle. Yani
2762 sayılı Kanun, 227 sayılı Kanun Hükmünde Kararname çerçevesinde işlem bu
şekilde yürümektedir ve bu tasarıyla atama biraz daha yükseltilmiş, Bakan onayı
aranır hâle getirilmiştir. Dolayısıyla, bu düzenlemede 2451 sayılı Bakanlıklar
ve Bağlı Kuruluşların Atama ve Usullerine İlişkin Kanun’a aykırılık yok.
Dolayısıyla, Anayasa’ya da aykırılığı söz konusu değildir. Değerli arkadaşlar, az önce şahsı adına söz alan arkadaşım çok net
bir biçimde ifade etti. Bir kere, bu Kanun’un çıkarılmasıyla cemaat vakıflarına
kesinlikle Lozan Anlaşması’nda öngörülenin ötesinde, üstünde hiçbir hak ve
yetki getirilmemektedir. Bunu çok net bir biçimde ifade ediyor ve altını
çiziyorum. Cemaat vakıflarının sayıları bellidir. Bakınız, çok büyük bir ajitasyon yapılmakta, tutarsız bildiriler dağıtılmakta ve
temenni ederim ki siyasi partilerimiz, siyasi sorumluluk taşıyan kişiler inşallah
bu bildirinin dışındadırlar. Bunu özellikle temenni ediyorum. Canıgönülden arzum bu. Deniliyor ki burada: “Türkiye’de
Osmanlı zamanında kurulmuş 46.510 cemaat vakfının toprak ve mülkü vardır.
Yasayla bu vakıflara mallarını geri istemenin yanı sıra ekonomik ve sosyal güç
elde edecekleri biçimde yeni haklar ve ayrıcalıklar tanınmaktadır.” Külliyen
yalan! 161 cemaat vakfı vardır. Bu, 162 olmayacaktır. Bugün de olmayacak, bu
Yasa çıktıktan sonra da olmayacak. Hepinize saygılarımı sunuyorum. (AK Parti sıralarından alkışlar) BAŞKAN – Teşekkür ederim Sayın Bakan. Şahıslar adına son söz, Adıyaman Milletvekili Sayın Ahmet
Aydın’da. Buyurun Sayın Aydın. (AK Parti sıralarından alkışlar) Süreniz beş dakika. AHMET AYDIN (Adıyaman) – Sayın Başkan, değerli üyeler; 98 sıra
sayılı Kanun Tasarısı’nın 68’inci maddesi üzerine şahsım adına söz almış
bulunuyorum. Yüce heyetinizi saygıyla selamlıyorum. Tabii, çok uzun zamandan beri tartıştığımız, istişare ettiğimiz
bir kanun tasarısı. Hatta, bizden önceki hükûmet dönemlerinde dahi tartışılmış ve en son 2002’de, en
çok tartışılan konuyu da o dönemde getirmek kaydıyla, cemaat vakıflarının
taşınmaz mal iktisapları o dönemde, 2002 tarihinde, zamanın iktidarı döneminde
getirilmiş ve bugün de hâlen tartışıyoruz. Ancak şunun bir kere daha altını
çizmek isterim ki: Muhalefet partilerinin sözcüleri her defasında aynı
isnatlarda, haksız ve yersiz bir şekilde girmiş bulundular ve bizler de tabii
ki bıkmadan, usanmadan bu isnatlara cevap vermek durumunda kaldık. Sadece
halkımızı doğru bilgilendirme adına bunu yapıyoruz yoksa tekrar etmek kastımız
olmaz kesinlikle. Değerli arkadaşlar, öncelikle yasanın 68’inci maddesinde “Genel
Müdür, Genel Müdür Yardımcısı, I. Hukuk Müşaviri ile Bölge Müdürü ortak
kararnameyle, Rehberlik ve Teftiş Başkanı ile Daire Başkanı Genel Müdürün
teklifi, Başbakanın veya görevlendireceği Devlet Bakanının onayıyla, diğer
personel ise Genel Müdür tarafından atanır.” ibaresi yer almaktadır. Türkiye Büyük Millet Meclisi çatısı altında çıkarılan her
yasada olduğu gibi, yine üzerinde titizlikle çalışılarak, gerek Genel Kurul
çalışmaları sırasında gerekse de Adalet Komisyonu çalışmaları sırasında son
şeklini alan yasa tasarısında, özellikle ülke genelinde hizmet amacıyla
çalışmalar yapmak isteyen ve çağdaş bir anlayış gereği, merkezlerinin bulunduğu
yerler dışında da şube ve temsilcilik açmak isteyen ve bu merkezlere bağlı
çalışacak birimler kurmak isteyen vakıfların önünün açılması istenmiştir. Tabii, az önce ifade edildiği gibi, cemaat vakıfları istisnadır,
bu amacın dışındadır. Konuya tüm çağdaş dünya ülkelerinde yer alan bu anlayış
çerçevesinde bakılmış ve çalışmalar bu düşünceler çerçevesinde yapılmıştır.
Ayrıca, yasa tasarısının, Türk Medeni Kanunu’nun ilgili hükümleriyle de
baktığımız zaman, vakıf kurmalarının, şube ve temsilcilik açarak örgütlenmesi
gene Medeni Kanun’un bir gereği olarak da karşımıza çıkmaktadır. Yine, vakfedenin öngördüğü amaçlar çerçevesinde faaliyetlerini
sürdürebilmeleri için ekonomik olarak sahip oldukları değerlerini günün
şartlarına göre tasarruf edip değerlendirmeleri gereği de kaçınılmazdır. Konuya Vakıflar Genel Müdürlüğü ve devlet idari birimleri
tarafından baktığımız zaman da 68’inci maddede yapılan değişiklikle, Vakıflar
Genel Müdürlüğü Teftiş Kurulu Başkanı hâlen Genel Müdürlük makamı onayıyla
atandığından, yapılandırılan Rehberlik ve Denetim Başkanlığının görevleri
rehberlik fonksiyonu, denetime ve rehberliğe verilen önem nedeniyle Kanun’da
Rehberlik ve Denetim Başkanının, Başbakan veya yetkili bakan tarafından
atanacağına ilişkin düzenleme yapılması yeterli görülmüştür. Zira,
Başbakanlığa bağlı yine Sosyal Hizmetler ve Çocuk Esirgeme Kurumu Genel
Müdürlüğü, Meteoroloji Genel Müdürlüğü, Gençlik ve Spor Genel Müdürlüğünde de
teftiş kurulu başkanları ortak kararnameyle atanmamaktadır. Bu yüzden
Cumhurbaşkanının geri gönderme tezkeresine de katılmadığımı ifade etmek
istiyorum. Ayrıca, 2451 sayılı Bakanlıklar ve Bağlı Kuruluşlarda Atama
Usulüne İlişkin Kanun’da Vakıflar Genel Müdürlüğü personelinden kimlerin
kararname ile atanacağı hükme bağlanmıştır. Teftiş Kurulu Başkanı bu unvanlar
arasında sayılmamıştır. Değerli milletvekilleri, sonuç itibarıyla görüşülmekte olan
yasa tasarısı gerek amaç gerekse hukuki çerçevede Anayasa’mıza, anayasal
değerde olan ve mütekabiliyet ilkesini esas alan Türkiye Cumhuriyeti’nin
uluslararası alandaki hukuki ve siyasi kurucu belgesi olan Lozan Anlaşması’nın
ilgili hükümlerine ve Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nin vakıflara atfen yer
alan ilgili maddelerine ve aynı zamanda uluslararası teamüllere tamamen
uygunluk teşkil etmektedir. Kaldı ki, konunun
adalet, hukuk ve eşit vatandaşlık temelinde ele alınması gerekmektedir. Zira, azınlıkların da Türkiye Cumhuriyeti vatandaşı
oldukları unutulmamalıdır. Ayrıca değerli arkadaşlar, her konuşmacı Lozan’a atfetti ve
Lozan’ın ben sadece 42’nci maddesinin üçüncü fıkrasını tekrar burada ifade
etmek durumundayım. Lozan Anlaşması’nın 42’nci maddesinin üçüncü fıkrası: “Türk
Hükûmeti, söz konusu azınlıklara ait kiliselere,
havralara, mezarlıklara ve öteki din kurumlarına tam bir koruma sağlamayı
yükümlenir. Bu azınlıkların Türkiye’deki vakıflarına, din ve hayır işleri
kurumlarına ve her türlü kolaylıklar ve izinleri sağlanacak ve Türk Hükûmeti yeniden din ve hayır kurumları kurulması için bu
nitelikteki öteki kurumlara sağlanmış gerekli kolaylıklardan hiçbirini
esirgemeyecektir.” Dolayısıyla Lozan’ın aşılması diye… (Mikrofon otomatik cihaz
tarafından kapatıldı) FERİT MEVLÜT ASLANOĞLU (Malatya) – Ne alakası var? BAŞKAN – Lütfen tamamlayın Sayın Aydın. AHMET AYDIN (Devamla) – Evet, alakası var çünkü her konuşmacı,
“Lozan’ı aşıyorsunuz, Lozan’dan daha çok kapitülasyonlar tanıyorsunuz.”
diyorsunuz. Lozan’ın gerçek manada hükmü burada, içeriği
burada. Aynı içeriği kanun tasarımıza uygulamış durumdayız. Değerli arkadaşlar, yine aynı şekilde taşınmaz mal iktisabıyla
ilgili arkadaşlar ifade etti, ilk 2002 yılında bizden önceki hükûmetler döneminde çıkartılan bir kanun var ve bu kanun
döneminde başlanmıştır. Yalnız, ilgili Kanun’un geçici 7’nci maddesi ve aynı
zamanda Tapu Kanunu’nun 35’inci maddesi hükümleri de mevcutken zaten cemaat
vakıflarının taşınmaz mal iktisaplarının ne kadar olacağı, olup olmayacağı çok
açıktır, detayına girmeyeceğim. Aynı zamanda, uluslararası faaliyet
sürdürmeleri, şube ve temsilcilik açmaları cemaat vakıfları açısından mümkün
değildir. Zira, vakıf senetleri olmadığı için, böyle bir beyan da yer
almadığından kesinlikle cemaat vakıflarının uluslararası faaliyet gütmeleri, şube ve temsilcilik
açmaları mümkün değildir. Bu nedenlerle değerli
arkadaşlar, Türkiye Cumhuriyeti’nin şanına, şerefine yakışır, büyüklüğüne
yakışır, erdemine yakışır bir kanun olması dileğiyle hepinizi saygıyla
selamlıyorum. (AK Parti sıralarından alkışlar) BAŞKAN – Teşekkür ederim Sayın Aydın. Madde üzerinde on dakika süreyle soru-cevap faslına geçiyoruz. Sayın Orhan… Sayın Mengü, buyurun. ŞAHİN MENGÜ (Manisa) – Sayın Bakan, Türkiye ile Yunanistan aynı
tarihlerde vakıflar kanunu çıkardılar. Yunanistan’da çıkan vakıflar kanunu,
bazılarının söylediği gibi oradaki Türk soydaşlarımızın haklarını çok savunur
nitelikte değil. Bilakis, Türk soydaşlarımızın vakıflarına ve mallarına nasıl
el konulduğunu -biz söylersek inanmıyorsunuz ama- Zaman gazetesinde bile yazdı.
Acaba Lozan Anlaşması’nın 45’inci maddesindeki mütekabiliyet esasının
çiğnendiği bu durumda, Hükûmet, Yunanistan Hükûmeti nezdinde herhangi bir girişimde bulunmayı
düşünmekte midir? Teşekkür ederim. BAŞKAN – Sayın Tankut… YILMAZ TANKUT (Adana) – Teşekkür ediyorum Sayın Başkanım. Sayın Bakanımıza sormak istiyorum: Vakıflar Genel Müdürlüğüyle
Fener Rum Patrikhanesi arasında Büyükada’daki Rum Yetimhanesi için sekiz yıl
süren hukuk mücadelesi Patrikhanenin aleyhine sonuçlanmıştır. Bunun üzerine
Patrikhane, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesine dava açmıştır. Bu dava şu anda
hangi aşamadadır? Hükûmet olarak takip ediyor
musunuz? Ayrıca, bu yasa tasarısıyla, Fener Rum Patrikhanesi gibi Hristiyan azınlıkların sahibi olduklarını iddia etkileri
taşınmazlara, mahkemelere ve hatta Avrupa İnsan Hakları Mahkemesine dahi
gitmeden zahmetsizce sahip olmasını mı amaçlamaktasınız? Teşekkür ediyorum. BAŞKAN – Sayın Sipahi… KAMİL ERDEM SİPAHİ (İzmir) – Sayın Başkan, biraz önce bu Fener Rum
Erkek Lisesi Vakfıyla ilgili konu gündeme getirildi. 97 yılında yapılan
başvuruda azınlıkların mülk edinmeleriyle ilgili yasal düzenlemelerin Lozan
Anlaşması’yla kısıtlandığı iddia edilmiştir ve Strasbourg’da,
bir noktada, bu Vakfın itirazıyla ve müracaatıyla âdeta Lozan yargılanmıştır.
Sanıyorum bu konuda bilginiz yok. İkinci bir konu, Hükûmetinizin
ajandasıyla ilgili. Acaba bu ihanet yasasının ardından, ajandanızda, 301’nci
maddeyle ilgili ihanet tasarısı mı gelecek, merak ediyorum? Teşekkür ederim. BAŞKAN – Sayın Özdemir… HASAN ÖZDEMİR (Gaziantep) – Sayın Başkanım, Sayın Bakana
soruyorum: Yeni Yasa, eskiden kurulan cemaat vakıflarının ekonomik ve siyasal
güç elde edecek şekilde değiştirilmesini sağlamaktadır. Anayasa ve Medeni
Kanun, cemaat vakıflarını desteklemek amacıyla vakıf kurulamayacağını
belirtmiştir. Ancak yeni Yasa, cemaat vakıflarını mülhak vakıf statüsünden
uzaklaştırmış ve yeni vakıf statüsüne yaklaştırmıştır. Oysa cemaat mensupları
Türk vatandaşıdır ve yeni vakıf kurabilirler. Yeni vakıf yerine, cemaat
vakıflarının geliştirilmesi ayrımcılığı teşvik etmektedir. Cemaat vakıfları, şu
anda, Vakıflar Genel Müdürlüğümüzün izniyle dinî, hayri,
sosyal, eğitsel, sıhhi ve kültürel alandaki ihtiyaçlarını karşılamak üzere
taşınmaz edinebilir ve taşınmaz üzerinde tasarrufta bulunabilirler. Ancak, yeni
Yasa, cemaat vakıflarının dinî, sosyal, eğitsel… BAŞKAN – Teşekkür ederim. Sayın Akkuş… AKİF AKKUŞ (Mersin) – Sayın Başkan, Sayın Bakan; azınlık statüsü
ile bazı özel haklar edinmiş bir kısım vatandaşlarımızın yeni vakıf kurmasında
herhangi bir sıkıntı bulunmazken neden eski vakıfları ihya edilmek isteniyor?
Belirtildiği gibi bu bir ihtiyaca binaen mi Yasa’ya kondu, yoksa Türkiye
dışından bunun böyle olmasını isteyenler mi var? İki, bu Yasa ile yabancıların vakıf kurabilme hakkı kazanması,
“azınlık” olarak da isimlendirilen vatandaşlarımızdan bir kısmının nüfusunun 2
binin altına düşmüş olmasının bir etkisi bulunmakta mıdır? Teşekkür ederim. BAŞKAN – Sayın Paksoy… MEHMET AKİF PAKSOY (Kahramanmaraş) – Teşekkür ederim Sayın
Başkanım. Sayın Bakan, vakıflar meclisine bir cemaat mensubunun seçilmesi,
mütekâmil vakıf hukukunun mevcut olduğunu iddia ettiğiniz Yunanistan ve
gelişmiş ülkelerin hiçbirinde böyle bir düzenleme var mıdır? Teşekkür ederim. BAŞKAN – Sayın Bal… ŞENOL BAL (İzmir) – Teşekkür ediyorum Sayın Başkan. Sayın Bakan, Lozan’da verilen “azınlık vakfı olma” hakkı Türk
hukuk sisteminin istisnalarından biridir. Pozitif de bir ayrımcılıktır. Hukuk
sistemindeki her istisna gibi azınlık vakfı olma hakkı da, istisnayı doğuran
şartların sınırları içinde kalmak koşuluyla vardır. Azınlık vakıflarının mal
edinme hakları da cemaatlerin Lozan’da belirlenen ihtiyaçlarını karşılamak
şartıyla sınırlandırılmıştır. Bu Kanun’la mal edinme rejimindeki sınırlamalar
kaldırılmaktadır. Üyesi giderek azalan azınlık vakıflarının, Lozan’daki
sınırlamaya rağmen, Anayasa’mıza rağmen, Medeni Kanun’umuza rağmen, yargı ve
içtihatlara rağmen bu kadar çok taşınmaz elde etmesinin sağlanması, kilise
vakıflarının örgütlenerek güç kazanması kime yarayacaktır? İkinci sorum da: Dünyada hangi ülkede yöneticiler bu kadar gaflet
ve dalalet içindedirler? Teşekkür ediyorum. Bu Yasa’dan dönülmesini de arzu ediyorum. BAŞKAN – Sayın Bakan… DEVLET BAKANI VE BAŞBAKAN YARDIMCISI HAYATİ YAZICI (İstanbul) –
Teşekkür ediyorum Sayın Başkanım. Bir arkadaşım “Yunanistan’da çıkan vakıflar yasasını
değerlendirdiniz mi? Ne kadar haklar veriyor?” diyor. Değerli arkadaşlar, müteaddit sorular vesilesiyle ifade ettik ki,
Yunanistan’da 7 şubat tarihinde çıkartılan, meclislerinde kabul edilen yasa
sadece Müslüman azınlıkla ilgili -kanunun başlığı öyle, onun için o başlıkta
kullanılan sözcüğü kullanıyorum- spesifik bir yasa.
Bizim yasamız Vakıflar Yasası, hem Vakıflar Genel Müdürlüğünün teşkilat
yapısını ve hem bütün vakıf çeşitlerinin hak ve yetkilerini düzenleyen bir
yasa. İlk bölümde her çeşit vakfın hak ve yetkilerini, kuruluşlarını,
yönetimlerini, denetleme şekillerini düzenleyen bir kanun. Bu nedenle
aralarında elbette ki fark var. “Vatandaşlarımızın haklarını sınırlıyor mu Yunanistan’da?” Elbette sınırlıyor. Elbette bizden geriye bir
kanun. Bununla ilgili de siyasi düzeyde hükûmetler
arasında, yetkili görevliler arasında gerekli temaslar, müzakereler
sürdürülüyor. Türkiye bunların da takipçisi. Yine, devamla “45’inci maddede sözcü geçen mütekabiliyet
gözetilmedi mi?” deniliyor. Değerli arkadaşlar, Lozan Anlaşması’nda kesinlikle mütekabiliyet
öngören bir düzenleme ve sözcük yoktur. Bunun da altını çizerek söylüyorum.
45’inci maddede sözü edilen düzenleme, devletler hukukunda ifadesini bulan,
paralel uygulamayı öngören bir düzenlemedir. “Türkiye’deki cemaat vakıflarına
ilişkin şu, şu, şu, şunlar öngörülmüştür, benzer durumlar Yunanistan’daki
cemaatler için de, azınlıklar için de Yunanistan tarafından yerine
getirilecektir, getirilir.” şeklinde bir paralel düzenleme öngörülmüş. Bu
bakımdan mütekabiliyet durumu burada söz konusu değil. Kaldı ki mütekabiliyet, yabancı ülke vatandaşları arasında olur.
Bizim hukukumuzda “cemaat vakfı” olarak nitelenen vatandaşlar Türkiye
Cumhuriyeti vatandaşıdır. Bu açıdan da söz konusu olmaz. Diğer bir gerekçe: Hak ve özgürlükler konusunda da mütekabiliyet
kuralı uluslararası hukukta söz konusu değildir. Hak ve özgürlüğün söz konusu
olduğu alanda mütekabiliyet aranmaz. Yani, bir ülkede idam cezası varsa siz de
idam edin… Böyle bir şey olmaz. (MHP sıralarından “Ne alakası var!” sesleri)
Anlayan için alakası büyük. Efendim, “Vakıflar Genel Müdürlüğü ile Fener Rum Patrikhanesi
arasındaki dava hangi aşamadadır?” Rum Patrikhanesinin Avrupa İnsan Hakları
Mahkemesine açtığı davanın en son duruşması 27/11/2007’de
yapılmıştır, takip ediliyor, henüz bir karar çıkmış değildir. Diğer bir arkadaşım, sorusunda hem soru yöneltiyor ve hem de şunu
söylüyor: “Bu ihanet yasasını çıkartacak mısınız?” Ardından “Şunu, şunu yapacak
mısınız?” Değerli arkadaşlar, bakın burası milletin Meclisidir. Burada
bulunan, şu müzakereye katılan her arkadaşım milletin temsilcisidir, ismi
“milletin vekili”dir. Yani, sözcüklerimizi
kullanırken, birbirimize hitap ederken amacımızı ifade etmek üzere
bulabileceğimiz çok daha güzel sözcükler vardır. Eleştiriyi bunun dışındaki çok
güzel sözcüklerle yapmanız mümkün. Yani, bunu yapmaktan yoksun muyuz ki, bir
yasayı eleştirirken “ihanet yasası” olarak niteliyoruz? Doğrusu, bunu anlamakta
zorluk çekiyorum ve bu arkadaşıma da üzüntülerimi beyan ediyorum bir cumhuriyet
hükûmetinin Bakanı olarak. Sayın Özdemir diyor ki: “Cemaat vakıflarının ekonomik açıdan güç
elde etmelerini öngörüyorsunuz.” Vallahi bu Kanun, hakları veriyor. Bakın,
adalet mülkün temelidir. Adaleti görmezseniz, birey haklarını, tüzel kişi
haklarını gözetmezseniz, hele hele düşünce, ifade
özgürlüğünü, mülkiyet haklarını ıskalarsanız, mülkün
temelini yıkarsınız. Hakkı varsa hakkını vereceksiniz. O hakkın içerisinde mülk
edinmesi varsa onu elde edecek. Efendim, “Bunların dinî amaçla faaliyet göstermeleri Anayasa’ya
aykırıdır, nasıl müsaade ediyorsunuz?” sorusu da devam ediyor. Değerli
arkadaşlar, ikide bir hatırlatmak istemiyorum ama şunu ifade edeyim: 3 Ağustos
2002 tarihinde çıkarılmış bulunan 4771 sayılı Yasa’da aynen şöyle deniyor:
“Vakıflar dinî, hayri, sosyal, eğitsel, sıhhi ve
ekonomik… İSA GÖK (Mersin) – Kültürel… DEVLET BAKANI VE BAŞBAKAN YARDIMCISI HAYATİ YAZICI (İstanbul) –
…ve kültürel ihtiyaçlarını… İSA GÖK (Mersin) – “Ekonomik” yok, “kültürel…” DEVLET BAKANI VE BAŞBAKAN YARDIMCISI HAYATİ YAZICI (İstanbul) –
“Ekonomik” yok, “kültürel”, düzeltiyorum: “…kültürel ihtiyaçlarını karşılamak
üzere taşınmaz alabilirler.” denmiş. Bakın, “dinî”, o yasa metninde 3 Ağustos
2002 tarihinde yer almıştır. Kaldı ki, bu Lozan, uluslararası bir sözleşme,
Anayasa’nın 90’ıncı maddesi gereğince de uluslararası sözleşmenin, yasal
normlar içerisinde hangi statüde olduğunu bir parlamenter olarak herhâlde
biliyor durumdasınız. BAŞKAN – Sayın Bakan, zamanınız doldu. DEVLET BAKANI VE BAŞBAKAN YARDIMCISI HAYATİ YAZICI (İstanbul) –
Peki, teşekkür ediyorum, diğer sorulara yazılı cevap vereceğim.Teşekkür
ediyorum. BAŞKAN – Teşekkür ederim. Madde üzerinde dört önerge vardır; önergeleri önce geliş sırasına
okutacağım, sonra aykırılık sırasına işleme alacağım. İlk önergeyi okutuyorum: Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına Görüşülmekte olan 98 sıra sayılı yasa tasarısında geçen “Rehberlik
ve Teftiş Başkanı” ibaresinin madde metninden Anayasaya aykırılığı nedeniyle
çıkarılmasını saygılarımla arz ederim. Kamer
Genç Tunceli Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına Görüşülmekte olan 98 sıra sayılı “9.11.2006 tarihli 5555 sayılı
Vakıflar Kanunu ve Anayasa’nın 89 uncu ve 104 üncü maddeleri gereğince
Cumhurbaşkanınca bir daha görüşülmek üzere geri gönderme tezkeresi ve Adalet
Komisyonu Raporu”nun konusu olan metnin 68 inci maddesinin aşağıdaki şekilde
değiştirilmesini arz ve teklif ederim.
“Atamalar Madde 68 – Genel Müdür, Genel Müdür Yardımcıları, 1. Hukuk
Müşaviri, Rehberlik ve Teftiş
Başkanı ile Bölge Müdürü ortak kararnameyle, Daire Başkanı, Genel
Müdürün teklifi Başbakan’ın veya görevlendirdiği Devlet Bakanı’nın onayıyla,
diğer personel ise Genel Müdür tarafından atanır.” TBMM Başkanlığına Görüşülmekte olan 98 sıra sayılı 5555 sayılı Yasanın 68.
maddesinin aşağıdaki şekilde değiştirilmesini arz ve teklif ederiz.
“Genel Müdür, Genel Müdür
Yardımcısı, 1. Hukuk Müşaviri, Bölge Müdürü, Rehberlik ve Teftiş Başkanı ile
Daire Başkanı ortak kararnameyle, diğer personel ise Genel Müdür tarafından
atanır.” BAŞKAN – Şimdi okutacağım önergeyi, okutup işleme alacağım: Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına Görüşülmekte olan 98 Sıra Sayılı 9.11.2006 Tarihli ve 5555
Sayılı Vakıflar Kanunu ve Anayasanın 89 uncu ve 104 üncü Maddeleri Gereğince
Cumhurbaşkanınca Bir Daha Görüşülmek Üzere Geri Gönderme Tezkeresi ile Adalet
Komisyonu Raporunun “Atamalar” başlıklı 68 inci maddesinin, Anayasaya
aykırılığı nedeniyle Tasarı metninden çıkarılmasını arz ve teklif ederiz.
BAŞKAN – Komisyon önergeye katılıyor mu? ADALET KOMİSYONU BAŞKANI AHMET İYİMAYA (Ankara) - Katılmıyoruz
Sayın Başkanım. BAŞKAN – Hükûmet? DEVLET BAKANI VE BAŞBAKAN YARDIMCISI HAYATİ YAZICI (İstanbul) –
Katılmıyoruz Sayın Başkanım. BAŞKAN – Buyurun Sayın Halil Ünlütepe. Süreniz beş dakikadır. HALİL ÜNLÜTEPE (Afyonkarahisar) –
Teşekkür ediyorum Sayın Başkan. Değerli arkadaşlar, Vakıflar Yasa Tasarısı’nın son maddesine
gelmiş bulunuyoruz. Uzun bir dönemdir Meclisin gündemini oluşturuyor. Burada Anayasa’ya aykırılıkla ilgili bir iki cümle söylemek
istiyorum. Şimdi burada yargı süzgecinden kaçınma ve laiklik ilkesine aykırılık
vardır. Niçin derseniz, mazbut, mülhak, cemaat ve esnaf vakıflarının
vakfiyelerinde belirtilen koşulların Meclis kararıyla değiştirilmesine olanak
verilmektedir. Hâlbuki, 4721 sayılı Türk Medeni
Yasası’nda ise vakfiyelerde değişiklikte ön koşul yalnızca mahkeme kararlarıyla
değiştirilebilmektedir. Yeni vakıfların vakfiye senetlerinde değişiklik
yapılabilmesi için mahkeme kararı aranmakta iken, mazbut, mülhak, cemaat ve
esnaf vakıflarının yargı süzgecinden kaçırılmasının haklı bir gerekçesi olamaz.
Şimdi, aralarında cemaat temsilcisinin de bulunduğu ve siyasal etki altındaki
üyelerden oluşan bir kurula kamusal bir yetki kullandırılmasının laiklik
ilkesinin yok sayılmasından başka bir anlamı olabilir mi? Dolayısıyla yargı
süzgecinden kaçınma ve laiklik ilkesine aykırılık vardır. Biraz önce Sayın Bakanımız söyledi, burada Lozan’a aykırılık var
mı, yok mu? Sayın Bakan, değerli üyeler; cemaat vakıflarına Lozan’a aykırı
haklar tanınmasına yol açabilecek olanaklar tanınmaktadır. Bakın, bununla
ilgili, Lozan Antlaşması’nın 40’ıncı maddesinde “azınlıkların hâlihazırda
Türkiye’de bulunan vakıflarına, dinî ve hayır kurumlarına her türlü kolaylık
sağlanacak ve izin verilecektir” sözleriyle anlatılan ve bu vakıfların sadece
var olan durumlarının korunmasını öngören düzenlemesine aykırılık vardır. Yani,
ne kadar çabalarsanız çabalayın Lozan’a aykırılık sırıtmaktadır Yasa’da. Cemaat tipi yapılanmanın geliştirilmesi, bir Avrupa Birliği
dayatmasıdır. İktidarınız döneminde Avrupa Birliği dayatmalarına alıştık artık,
ama bunun bir Avrupa Birliği dayatması olduğunu da söyleyemiyorsunuz. Yalnız,
geçen salı günkü grup toplantısında Sayın Başbakan, Avrupa Birliği mevzuatına
uyum doğrultusunda Vakıflar Kanunu’nun bir an önce çıkartılmasını
söyleyebilmiştir. Sevgili arkadaşlar, şimdi, cemaat tipi yapılanmanın geliştirilmesi
yönünde, cemaat vakıflarının bağış toplama, şirket kurma, yeni taşınmazlar
edinme, uluslararası ilişkilerde bulunma olanağının tanınması Avrupa Birliği
beklentilerini karşılamaya yönelik bir anlayışın ürünüdür. Cemaat vakıflarının
güçlendirilmesi çabaları yalnızca Lozan’a aykırı değil, aynı anda Türkiye
Cumhuriyeti yasalarına da aykırıdır. Türk vatandaşlarının, belirli bir ırk ya
da cemaat mensuplarını desteklemek amacıyla vakıf kurabilmeleri 4721 sayılı
Türk Medeni Yasası’nın 101’inci maddesiyle yasaklanmıştır. Cemaat vakıflarıyla
ilgili düzenlemeler yapılırken, Lozan ile tanınan yetki sınırları içinde
kalınmalı ve sınırlarının zorlanmamasına özen gösterilmelidir. Keza, bir konuda daha bir şeye dikkatinizi çekmek istiyorum.
Hepinizin de bildiği gibi, Türk Medeni Yasası’na göre en son mirasçı devlettir.
Türk Medeni Yasası’na göre mirasçı bırakmadan ölen gayrimüslim yurttaşlara ait
olup da devlete intikal eden ve hazine adına tescil edilen tüm taşınmazların
cemaat vakıfları adına intikali olanaklı bir hâle gelebilmektedir. Çünkü, cemaat vakıflarının kurucusu olmadığı gibi,
vakfiyeleri de yoktur. Dolayısıyla, Türk Medeni Yasası’yla ters düşen
uygulamalar ve düzenlemeler görülmektedir. Siyasal iktidarın, Anayasa’nın kendisine tanıdığı yasa yapma
yetkisini kullanırken devletin ülkesi ve ulusuyla bölünmez bütünlüğünü, demokratik,
laik, sosyal hukuk devletini, yani Anayasa’nın başlangıçta belirtilen temel
ilkelerini dikkate alması gerekir. Şu asla unutulmamalıdır: Siyasal iktidarın
meşruiyetini koruması, cumhuriyetin ve Anayasa’nın temel niteliklerine uygun
davranmasına bağlıdır. (Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı) BAŞKAN – Bir dakika ekliyorum, lütfen tamamlayınız. HALİL ÜNLÜTEPE (Devamla) – Tamamlıyorum Sayın Başkanım. Değerli arkadaşlar, üzerinde değişiklik önergesi verdiğimiz bu
yasa tasarısı, bildiğiniz gibi, bundan önceki Sayın Cumhurbaşkanımız tarafından
Anayasa’ya aykırılık ve yasalara aykırılık savıyla Genel Kurula iade olunmuştu.
Aynı gerekçeler haklılığını korumaktadır. Bu yasal düzenlemenin bu şekilde
yapılması Anayasa’ya aykırıdır, Anayasa’mızca korunmaz. Türkiye’nin üniter yapısını, birlik ve bütünlüğünü bozan bir yasal
düzenleme üzerinde ısrarla duruşunuzu anlamakta da zorlandığımızı belirtmek
istiyorum. Sevgili arkadaşlar, bu konuda iddialı olabilirsiniz,
Parlamentodaki sayınız fazladır, Yasa’yı çıkartabilirsiniz fakat bu Yasa’yı
çıkarttığınızda vicdanlarınızla rahat bir şekilde hareket edebileceğinize
inanmıyorum. Bunun uygulamalarının Türkiye için ciddi sıkıntılar doğuracağını
tekrar bilgilerinize sunuyorum. Hepinizi sevgi ve saygıyla selamlıyorum. Teşekkür ediyorum Sayın Başkanım. (CHP sıralarından alkışlar) BAŞKAN – Teşekkür ederim Sayın Ünlütepe. Önergeyi oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler… Kabul etmeyenler…
Önerge kabul edilmemiştir. Diğer önergeyi okutuyorum: TBMM Başkanlığına Görüşülmekte olan 98 sıra sayılı 5555 sayılı Yasanın 68.
maddesinin aşağıdaki şekilde değiştirilmesini arz ve teklif ederiz. “Genel Müdür, Genel Müdür Yardımcısı, 1. Hukuk Müşaviri, Bölge
Müdürü, Rehberlik ve Teftiş Başkanı ile Daire Başkanı ortak kararnameyle, diğer
personel ise Genel Müdür tarafından atanır.” Osman Kaptan (Antalya) ve arkadaşları. BAŞKAN – Komisyon önergeye katılıyor mu? ADALET KOMİSYONU BAŞKANI AHMET İYİMAYA (Ankara) – Katılmıyoruz
Sayın Başkanım. BAŞKAN – Hükûmet katılıyor mu? DEVLET BAKANI VE BAŞBAKAN YARDIMCISI HAYATİ YAZICI (İstanbul) –
Katılmıyoruz Sayın Başkanım. HAKKI SUHA OKAY (Ankara) – İsa Gök konuşacak. BAŞKAN – Mersin Milletvekili Sayın İsa Gök. Buyurun Sayın Gök. (CHP sıralarından alkışlar) İSA GÖK (Mersin) – Teşekkür ediyorum Sayın Başkan. Değerli milletvekilleri, saygıyla selamlıyorum yüce Meclisi. Hemen konuya gireyim. Sayın Bakan dediler ki: “Biz asla bu İnsan
Hakları Mahkemesi kararını, bu Kanun’un getiriliş gerekçesi olarak ağzımıza
almıyoruz.” Hemen, efendim 14 Şubat tarihli tutanak incelenirse o tutanakta
beyanlar var Sayın Bakanım, 14 Şubat tarihli tutanak beyanlarınız. Ayrıca,
geçen dönem geldiğinde -konuşması yine Hükûmet adına-
Sayın Bakan “Mevzuatı toplayalım diye.” demiş, çok komik. Neden? Bu Kanun da
çıksa her hâlükârda tüzük, yönetmelik çıkaracaksınız. “AB’ye uyum sağlamalıyız”
gerekçesini göstermiş. Bu, yine çok komik. Neden? AB
içerisinde Yunanistan haricinde bir ülkede böyle bir mevzuat yok. Olmayan
kanunun Türkiye’de uyumu mu olur? Bu gerekçe de gene anlamsız. “Restorasyon yapamıyoruz, restorasyon
yapmayı sağlayacağız.” diyor. Açın, Kanun’u okuyun, hiçbir vakıf binası
üzerinde restorasyon yapmayı engelleyen bir hüküm
yoktur. Bu Kanun’un gerekçesi bu da olamaz. Haa, işte, 1974
Yargıtay Hukuk Genel Kurulu kararı ve Avrupa İnsan Hakları Mahkemesinin aleyhe
kararından dem vuruluyor, doğrudur. İşte, gerekçesi buraya geliyor. İki net sorum var: Birincisi –Sayın Bakan cevapladı gerçi bunu- bu
mahkeme kararını, 2. Daire kararını temyiz ettiniz mi? Bakan cevapladı: “Temyiz
etmedik.” dedi, gerekçesini de söyledi. Dedi ki Sayın Bakan: İki ihlalden
dolayı başvurulmuştu Avrupa Konseyine.” Başvuru tarihi 1996 arkadaşlar, 1996.
Birinci ihlal gerekçesi, mülkiyet hakkının ihlali, 1 no.lu protokol, madde 1;
ikincisi, ayrımcılık ilkesinin ihlali, ana protokol, madde 14. Mahkeme
ayrımcılığı reddetti, böyle bir şey yok dedi. Mülkiyet ihlalinden ihlal verdi
mahkeme. Sayın Bakan dedi ki: “Ayrımcılık konusunda kazandığımız için temyizini
yapmadık ve üstelik de bu benim sorumluluğuma girmez, Sayın Dışişleri
Bakanlığını ilgilendirir.” Hükûmet bütün, devlet
bütün. Eğer ki ayrımcılık yapıldığı korkusu var idiyse de veya bu
ayrımcılık yapıldığı korkusu var da “Yaa, bir de
temyiz etmeyelim bunu, başımız ağrır.” diye mi etmediniz, böyle bir korkunuz mu
var? Artı, temyizin bir özelliği vardır: Siz, ayrımcılıktan ihlal yememeyi
temyiz etmiyorsunuz, ihlal yemediniz, onun temyizi yapılmaz. Neyin temyizini? O
saklı, mülkiyet ihlalinin temyizine gidersiniz, mülkiyet ihlalinin. Buna
gitmediniz; bu bir. İkincisi, az önce arz etmeye çalıştım size arkadaşlar, bakın -bu
arada- mahkeme kararından okuyorum: “Mahkeme, İçtüzüğünün 55’inci maddesini
yani davalı yani Türkiye, tarafın kabul edilemezlik itirazında bulunmak
istemesi hâlinde bunu başvurunun kabul edilebilirliğine ilişkin yazılı veya
sözlü mütalaasında belirtmesi gerektiğini, aksi hâlde hakkın düşeceği hususunu
hatırlatır. O hâlde –diyor mahkeme- hükûmet,
itirazlarını kabul edilebilirlik aşamasında bildirebilirdi ama bildirmemiştir.”
Mahkeme kararında diyor bunu. Hükûmetin bu konudaki
ihmalini haklı gösterecek bir neden olmamasını ve söz konusu mevzuat
değişikliğinin, kabul edilebilirlik kararının verildiği 2004 tarihinden önce
yapıldığını göz önüne alarak, Mahkeme hükümetin bu konuda itiraz hakkının olmadığını
kabul etmektedir.” İkinci sorumu soruyorum: Hükûmet kabul
edilebilirlik itiraz süresi dâhilinde bu hakkını kullanmış mıdır kullanmamış
mıdır? Cevap kararda: Kullanmamıştır. Türk Ceza Kanunu -eskiler var burada,
çoğunluk- 765 sayılı Kanun, ihmal, 230; suistimal,
240. Bu, Ceza Kanunu anlamında ihmal mi suistimal mi?
İhmal ağırlık teşkil eder. Sayın Komisyon Başkanı tazminat hukukunda uzman bir üstattır.
Bunun tazminatı olur mu, rücuen tazminatı? Tam yargı
davası mı, yoksa -hazinenin zarara uğratılmasından dolayı 900 bin avro
ödenmiştir- Hükûmetten tazminat mı? Hazineye ödenmesi
lazım, çünkü burada kusur var, kusur var. Ne temyiz ediyorsunuz ne de itiraz
süresinde itirazınızı yapıyorsunuz. Aynı, bir Leyla davası vardı, o davadaki
tavır gibi. Bu olmaz, bu hatadır. İster Dışişleri Bakanı bu hatayı yapsın ister
Başbakan yapsın, hükûmet bütündür, bu hata
yapılmıştır. Bu hatanın giderilmesi lazım. Gelelim Mahkeme kararının yorumuna arkadaşlar. Bakın, bu kararı
hep hatalı olarak, bilerek yanlış yorumluyorsunuz. Ne diyor Mahkeme? İhlali
neden dolayı vermiş? Lozan falan değil buradaki sorun. Yasallık ilkesinden
vermiş. “İç hukuk kurallarının ulaşılabilir, açık ve tahmin edilebilir olmasını
ifade etmektedir.” diyor. Yani, senin getirdiğin düzenlemenin açık, ulaşılabilir
ve tahmin edilebilir olması lazım diyor. Ne diyor Mahkeme? “Kuşku yok ki, 1.
Protokolün 1. maddesi mal ve mülk edinme hakkını güvence altına almamıştır.”
Almamıştır. Mal mülk edinme güvence altına alınmaz. Protokolde böyle bir şey
yok. (Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı) ADALET KOMİSYONU BAŞKANI AHMET İYİMAYA (Ankara) – Edinilmiş
malları güvence altına alıyor. BAŞKAN – Bir dakika vereceğim, lütfen tamamlayınız. İSA GÖK (Devamla) – Sağ olun. “Sözleşmeci devletlerin, tüzel kişilerin ve bu arada vakıfların
taşınmaz mal edinmelerine ilişkin rejimi düzenleme konusunda geniş bir takdir
payına sahip oldukları konusunda kuşku yoktur. Böylece devletler -yani biz
devletiz- vakıfların açıkladıkları amaçları gerçekleştirilebilmelerini, kamu
düzenini ve üyelerinin çıkarlarını korumayı gözetmek bakımından, kamu yararına
uygun olarak gerekli önlemleri alabilirler.” diyorum. Bu bakımdan Mahkeme, 52
ve 58’deki tapuların verilmesine dayanarak ihlal veriyor. “Sonuç olarak, bu taşınmaz malların iktisabından on altı ve yirmi
iki yıl sonra kabul edilen bir içtihatla söz konusu taşınmazlara ilişkin bu
tescillerin iptal edilmesi, başvuranın gözüyle bakıldığında öngörülebilir
değildir.” Bu taşınmazların tapuya tescilinden sonra, otuz sekiz ve kırk dört
yıl sonra yapılmasını, geri alınmasını Mahkeme eleştiriyor, ihlal sayıyor. Bu
görüşler ışığında Mahkeme, uyuşmazlık konusu müdahalenin yasallık ilkesiyle
bağdaşmadığı ve başvuranın mal ve mülküne saygı gösterilmesini ihlal ettiği
için ihlal veriyor. Bu Kanun bu Mahkeme kararının çok ötesinde hataları
içeriyor. Hata burada zaten. (Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı) BAŞKAN – Teşekkür ederim Sayın Gök. Önergeyi oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler… Kabul etmeyenler…
Önerge kabul edilmemiştir. Diğer önergeyi okutuyorum: Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına Görüşülmekte olan 98 sıra sayılı “9.11.2006 tarihli 5555 sayılı
Vakıflar Kanunu ve Anayasa’nın 89 uncu ve 104 üncü maddeleri gereğince
Cumhurbaşkanınca bir daha görüşülmek üzere geri gönderme tezkeresi ve Adalet
Komisyonu Raporu”nun konusu olan metnin 68 inci maddesinin aşağıdaki şekilde
değiştirilmesini arz ve teklif ederim. “Atamalar Madde 68 – Genel Müdür, Genel Müdür Yardımcıları, 1. Hukuk
Müşaviri, Rehberlik ve Teftiş
Başkanı ile Bölge Müdürü ortak kararnameyle, Daire Başkanı, Genel
Müdürün teklifi Başbakan’ın veya görevlendirdiği Devlet Bakanı’nın onayıyla,
diğer personel ise Genel Müdür tarafından atanır.” Mehmet
Şandır (Mersin) ve arkadaşları BAŞKAN – Komisyon önergeye katılıyor mu? ADALET KOMİSYONU BAŞKANI AHMET İYİMAYA (Ankara) – Katılmıyoruz
Sayın Başkanım. BAŞKAN – Hükûmet katılıyor mu? DEVLET BAKANI VE BAŞBAKAN YARDIMCISI HAYATİ YAZICI (İstanbul) –
Katılmıyoruz Sayın Başkanım. BAŞKAN – Sayın Şandır, siz mi konuşacaksınız? MEHMET ŞANDIR (Mersin) – Ben konuşacağım Sayın Başkan. BAŞKAN – Mersin Milletvekili Mehmet Şandır, buyurun. (MHP
sıralarından alkışlar) Süreniz beş dakika. MEHMET ŞANDIR (Mersin) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri;
yüce heyetinizi öncelikle saygıyla selamlıyorum. Değerli milletvekilleri, Vakıflar Yasası’nın görüşmelerinin sonuna
gelmiş bulunmaktayız. Artık sözün sonuna geldik. Cumhurbaşkanı tarafından veto
edilen bu Yasa’nın dokuz maddesi üzerinde yirmi günden bu yana görüşmeler
yapmaktayız. Milliyetçi Hareket Partisi olarak, her zeminde ve her anlamda
Vakıflar Kanunu üzerinde gerekli her türlü uyarıyı yaptık. Düşünmenizi istedik,
geçmişi hatırlamanızı diledik. Ancak ne yazık ki AKP Hükûmeti
ısrar ve inat etmektedir. Neden ve ne için? Sizlere soruyorum, bu Yasa ile halkımızın,
ülkemizin hangi sorununu çözüyorsunuz veya halkımız ve ülkemiz için neyi yapmak
istediniz de bu Yasa’nın olmayışı sizi engelledi? Bu Yasa’yı ülkemiz ve halkımız için çıkarıyoruz demeyiniz. Herkes
biliyor ki, Vakıflar Yasası’nı Avrupa Birliği dayatmaktadır, Amerika Birleşik
Devletleri dayatmaktadır. Sayın Başbakanın ABD Başkanı Bush’la yaptığı
görüşmede görüşme konularından birinin Vakıflar Yasası olduğunu tüm gazeteler
yazmıştı. Ayrıca, bu Yasa’yı kim hazırladı? Bu sorunun cevabını da net veremiyorsunuz. Bize göre, Milliyetçi Hareket Partisine göre, Vakıflar Yasası
masum bir yasa değildir. Bu Yasa, Türk milletinin egemenlik haklarına ve
Türkiye Cumhuriyeti devletinin bağımsızlığına açık bir saldırıdır. Lozan Barış
Anlaşması’na, Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’ne, mevcut Anayasa’mıza ve Medeni
Kanun’umuza aykırıdır. Bu Yasa bir siyasi yasadır, sonuçları da siyasi
olacaktır. Meseleyi, hukuk düzleminde, detayında değil siyaseten sorgulamak
gerekmektedir. Değerli milletvekilleri, Vakıflar Yasası, Osmanlı İmparatorluğunun
parçalanması ve yıkılmasını hazırlayan sürecin bir benzerini başlatan bir
ihanet yasasıdır. Bu süreç, 3 Ağustos 2002 tarihinde 4771 sayılı Vakıflar
Yasası’yla başlamıştır. Türk milleti, bu süreci daha önce yaşamış, bu filmi
görmüştür. Lütfen hatırlayınız, Avrupa ülkelerinin destek ve
tahrikleriyle isyan eden Mısır Valisi Mehmet Ali Paşa’nın karşısında acze düşen
devlet, Osmanlı Devleti, topraklarını ve ülke birliğini koruyabilmek maksadıyla
önce Avrupa ülkelerine kapitülasyonlarla ekonomik ayrıcalıklar tanımış, sonra
da medenileşmek, Avrupalılaşmak, özgürlükleri genişletmek aldatmasıyla, tıpkı
bugün bu Vakıflar Yasası ve uyum yasalarıyla yapıldığı gibi, Tanzimat ve
Islahat Fermanları ve 1867 Toprak Kanunu gibi düzenlemeler yapmıştır. Yapılmak
istenildiği iddia edilen husus, Avrupalıların talepleriyle, devletin
gayrimüslim tebaasına eşitlik, özgürlük ve ayrıcalık vermek. Aslında, planlanan, yüzlerce yıl birlikte yaşadığımız, diline,
dinine ve kimliğine saygı duyduğumuz bizim vatandaşlarımızın üzerinden
Osmanlıyı parçalamak ve paylaşmak. Osmanlı Devleti o gün bunları yaparken,
Tuna, Aras, Nil bizim nehirlerimizdir; Belgrad,
Bükreş, Bağdat, Kahire bizim şehirlerimizdir. 30 Mart 1856 yılında, tüm Avrupa
ülkeleri, hükûmetler nezdinde, Osmanlının toprak
bütünlüğünü müteselsilen kefil ve teminat altına
almışlardı. O gün Avrupalı olmuştuk. Hâlâ Avrupa Birliğine girmeye
çalışıyorsunuz, unutmayınız! Değerli milletvekilleri, Balkan Savaşları’nı, Çanakkale’yi, Millî
Mücadele’yi ve Sevr’i unutmayınız. Geçmişi unutanın geleceği olmaz.
Avrupalılar, geçmişi asla unutmadılar. Avrupa Birliği üyelik sürecini, gümrük
birliğini, uyum yasalarını ve işte bugün çıkartmak için uğraş verdiğiniz, inat
gösterdiğiniz bu Vakıflar Yasası’nı dünü hatırlayarak yeniden değerlendirmek
gerekir. Vakıflar Yasası’yla, tüm vakıflar, aslında, hiçbir sınırlamaya ve
denetime tabi tutulmadan şube açabilecekler, taşınır taşınmaz mal
edinebilecekler, her türlü ticari faaliyette bulunabilecekler, yardım
alabilecekler, yardım edebilecekler, varlıklarını bir başkasına
devredebilecekler, takas yapabilecekler, kendi aralarında örgütlenebilecek, üst
kurul kurabilecekler, yurt dışında şube açabilecekler, yurt dışındaki
organizasyonlara üye olabilecekler. (Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı) BAŞKAN – Bir dakika veriyorum Sayın Şandır, lütfen tamamlayın. MEHMET ŞANDIR (Devamla) – Bu kadar geniş özgürlükleri siz Lozan’ı
ihlal etmeden nasıl sağlayacaksınız? Lozan ki sizin varlığınızın uluslararası
hukuk senedidir. Hiçbir şekilde, hiçbir anlamda “Bu Yasa’yla Lozan’ı ihlal
etmedik.” diyemezsiniz. 1936 beyannamesiyle varlıkları dondurulan Vakıflar
Yasası’nı bugün cumhuriyetin diğer vakıflarıyla eşit hâle getirmek, aynı
statüye getirmek Lozan’ı delmek demek değil midir? Değerli milletvekilleri, sözün sonu şudur: Bu Yasa, Türkiye'nin ve
Türk milletinin geleceğini kaosa itecektir. Bu
Yasa’nın çıkarılmaması gerekirdi. Ama Milliyetçi Hareket Partisi olarak
milletimizin teveccühüyle iktidar olduğumuzda, buradan açıkça ifade ediyorum,
bu Yasa’yı olması gereken şekle döndüreceğiz, bu Yasa’yı iptal edeceğiz. Bunu
herkes böyle bilmelidir. (MHP sıralarından alkışlar) (Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı) MEHMET ŞANDIR (Devamla) – Değerli milletvekilleri, çok teşekkür
ediyorum, saygılar sunuyorum. (MHP sıralarından alkışlar) BAŞKAN – Teşekkür ederim Sayın Şandır. Önergeyi oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler… Kabul etmeyenler…
Önerge kabul edilmemiştir. Diğer önergeyi okutuyorum: Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına Görüşülmekte olan 98 sıra sayılı yasa tasarısında geçen “Rehberlik
ve Teftiş Başkanı” ibaresinin madde metninden Anayasaya aykırılığı nedeniyle
çıkarılmasını saygılarımla arz ederim. Kamer
Genç Tunceli BAŞKAN – Komisyon önergeye katılıyor mu? ADALET KOMİSYONU BAŞKANI AHMET İYİMAYA (Ankara) – Katılmıyoruz
Sayın Başkanım. BAŞKAN – Hükûmet katılıyor mu? DEVLET BAKANI VE BAŞBAKAN YARDIMCISI HAYATİ YAZICI (İstanbul) –
Katılmıyoruz Sayın Başkanım. BAŞKAN – Sayın Genç, buyurun. KAMER GENÇ (Tunceli) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri;
aslında en aykırı önerge benim önergemdi, başta benim önergemin işleme
konulması lazımdı, neyse. Sayın milletvekilleri, önergemde burada geçen “Rehberlik ve Teftiş
Kurulu Başkanlığı”nın madde metninden çıkarılmasını istiyorum. Bunu neden istediğimi
ayrıca ben biraz sonra Genel Kurula arz edeceğim. Şimdi, bakan olmak için genel başkanın avukatı olma dışında
özelliği olmayan kişileri belirli makamlara getirirseniz… HALİL AYDOĞAN (Afyonkarahisar) – Doğru
konuş! KAMER GENÇ (Devamla) - Ondan sonra, burada doğru dürüst bilgi
sahibi olmazlarsa, İç Tüzük’ü bilmezlerse, nerede ne zaman söz alacaklarını
bilmezlerse biz de bu Meclisin çatısı altında yıllarca görev yapan bir insan
olarak bu Mecliste İç Tüzük’ün ve Anayasa’nın kurallarını uygulama konusunda
ısrarımızı ve gayretimizi göstereceğiz. Herkesin bunu bilmesi
ve bunu öğrenmesi lazım. Biz burada hukuktan yanayız. Biz keyfîliğin
peşinde değiliz. Zaten, keyfîliği sağlayan sizsiniz. Şimdi, değerli milletvekilleri, bakın, biraz önce bir soru üzerine
burada cevap verildi. Devlet Denetleme Kurulu, yani Cumhurbaşkanlığı makamına
bağlı olan Devlet Denetleme Kurulu bazı vakıflarda inceleme yapmış, burada suistimaller tespit etmiş. Arkasından, Hükûmetin buradaki
sözcüsünün söylediği, temsilcisinin söylediğine göre “Efendim, biz bunların
incelemesini yaptık, bir suistimal çıkmadı.” E, tabii
çıkmaz. Sen Hükûmetin emrindeki memuru gönderip de
orada teftiş yaptırırsan, o teftişi yapan adamın bir bağımsızlığı olmazsa nasıl
senin hakkında suistimal iddialarını ortaya çıkarır? Bakın, Türkiye’de devlet mekanizmasını, ekonomisini iflas ettirmek
için getirdiğiniz en büyük kanun, 5018 sayılı Kamu Mali Yönetimi Kanunu’dur. Bakın sayın milletvekilleri, insanlar iki şeyden korkar: Bir Allah
korkusundan korkar, bir kanun korkusundan korkar. Yani, hırsızlık yapmamak için
insanlar iki şeyden korkar. Herkesin de mayasında biraz hırsızlık var. Bunu
kimse de şey etmez. (AK Parti sıralarından gürültüler) FATİH ARIKAN (Kahramanmaraş) – Bizim mayamızda yok! Bizde yok! KAMER GENÇ (Devamla) – Neyse… Var, var… Neyse, ben onu size
anlatırım. Şimdi, Allah korkusu da kimin içinde var, kimin içinde olduğunu
bilemeyiz. Yani, işi Allah’a havale ederseniz, bakıyor ki, böyle çok dindar
olan birtakım insanların o kadar büyük suistimalleri
var, yani göze batan o kadar büyük mal mülk edinmeleri var ki, bakıyor ki Allah
onlara bir şey yapmıyor “Yahu, nasılsa Allah bir şey yapmıyor. Hiç olmazsa ben
de fırsat bulmuşken cebimi doldurayım.” diyor. Şimdi, bunu önleyecek en önemli unsur kanundur arkadaşlar, kanun
korkusudur. Yani, özellikle politikacılar için en önemlisi kanundur. Yani,
politikacıların hakikaten halk arasında alnı açık gezebilmeleri için, doğru
dürüst gezebilmeleri için arkasında bir pisliklerinin olmaması lazım yaptıkları
işlerden dolayı. Bunu da sağlayacak, değerli milletvekilleri, denetimdir.
Şimdi, denetimi siz genel müdürün veya iktidar partisinin başındaki adamın
altına bırakırsanız, o denetim denetim değildir. Bakın, Maliye Bakanlığında bir maliye müfettişi El Kadı’yla ilgili
bir denetim yaptı, adamın başına gelmeyen kalmadı, teftiş kurulundan atıldı. El
Kadı’nın, işte, biliyorsunuz, birileri çıktı “Ben onun malının ve servetinin
teminatıyım.” dedi. Şimdi, bakın, bu devletin sağlıklı yaşayabilmesi için
sağlıklı bir denetim sistemi olması lazım. İç denetimi, bir denetmen kanalıyla… Denetmeni kim atıyor? Genel
müdür veya bakanın emrinde. Arkadaşlar, yani, şimdi, hangi denetim elemanı
gidecek de kendi amiri hakkında denetim yapacak? Dış denetimi Sayıştaya getirdiniz.
Sayıştay da iki sene geçtikten sonra bir denetim yapmıyor. Böyle bir şey olur
mu ya! Tamamen, devletin talan edilmesi, soyulması için ortaya atılan çok ama
çok iğrenç yasalar bunlar. Ben böyle görüyorum. Bunlar Türkiye Cumhuriyeti'nin
geleceğini çok karanlıklara götüren şeylerdir. O bakımdan, şimdi bak… Biraz önce… Zamanımız da pek yok. Şimdi,
biraz önce denildi ki Fener Rum Erkek Lisesi Vakfının İnsan Haklarında
savunması doğru dürüst yapılmış. Yapılmamış. Arkadaşlar, bakın, bu Fener Rum
Erkek Lisesi Vakfının 1936 tarihinde verdiği bir vakfiyesi var, beyannamesi var. Diyor ki: Ben Osmanlı
Devleti zamanında kurulmadım. “Benim” diyor… Vakıf olmadıklarını,
vakfiyelerinin olmadığını… Dolayısıyla 1974 tarihli Yargıtay Genel Kurul kararına
göre taşınmaz alamayacaklar. Bunları Avrupa İnsan Hakları Mahkemesine gidip
savunmayacaksınız. Ondan sonra, davayı kaybedince gelip de, efendim,
diyeceksiniz ki: Biz savunduk. Yahu, şimdi, arkadaşlar, burada Hükûmeti, bakın, ciddi denetlemek lazım. Hani nerede Hükûmet yahu! Allah’ını
severseniz bir tane
bakan gösterin burada. ABDÜLHADİ KAHYA (Hatay) – Çalışıyor,
çalışıyor! HALİL AYDOĞAN (Afyonkarahisar) –
Çalışıyor! KAMER GENÇ (Devamla) – Bakın, bugüne kadar Türkiye Cumhuriyeti
devleti kurulduğu zaman… ABDÜLHADİ KAHYA (Hatay) – Senin gibi şov
yapmıyor. KAMER GENÇ (Devamla) – …hiçbir zaman hükûmet
bu kadar boş kalmamıştır. Bu, Hükûmetin bu Meclise
gösterdiği en büyük saygısızlıktır. ABDÜLHADİ KAHYA (Hatay) – Çalışıyor! ÖMER FARUK ÖZ (Malatya) – Çalışıyor, Hükûmet
burada, çalışıyor. KAMER GENÇ (Devamla) – Efendim, gidiyor, keyiflerine bakıyor.
Nerede çalışıyor yahu, ne çalışıyor? (Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı) BAŞKAN – Sayın Genç, bir dakika ekliyorum, lütfen tamamlayın. HASAN FEHMİ KİNAY (Kütahya) – Bitti süren, boş konuştun. KAMER GENÇ (Devamla) – Ekonomiyi iflas ettirmişsiniz, her şeyi,
Türkiye’de… İşte, Tayyip Erdoğan çıkıyor kürsülerde öyle bir cennetten, öyle
bir rüyalardan bahsediyor ki… Millet diyor ki: “Yahu biz Türkiye’de mi
yaşıyoruz, nerede yaşıyoruz?” Şimdi, ayrıca da şu hususu da araştırın bakalım: Şimdi, Vakıflar
Genel Müdürlüğü… Vakıfların üst kademesinde çalışan kişilerin ortak oldukları
vakıflar var mıdır yok mudur? Bu Kanun çıktığı zaman öyle şeyler getirdiniz ki…
Takas sistemini getirdiniz. Takas sisteminde ne yapacaklar? Gidecekler en güzel
vakıf mallarını kendileriyle takas ettirecekler, ondan sonra bu yolla devlet
talan edilecek. Türkiye’de devletten sonra en fazla mülk sahibi olan
vakıflardır. Vakıf mallarını da böyle peşkeş çektireceksiniz. Bunun günahını size sorarlar ama… Aslında diliyorum ki bu dünyada
sorulsun. Öteki dünyada sorulup sorulmayacağı pek belli değil. İnşallah bu
dünyada size sorarlar. Hepinize saygılar sunuyorum efendim, sağ olun. (CHP sıralarından
alkışlar) BAŞKAN – Teşekkür ederim Sayın Genç. Önergeyi oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler… Kabul etmeyenler…
Önerge kabul edilmemiştir. Sayın milletvekilleri, Kanun’un 68’inci maddesinin oylamasının
açık oylama şeklinde yapılmasına dair bir önerge vardır. Şimdi imza sahiplerini arayacağım, ondan sonra da açık oylama
şekli hakkında Genel Kurulun kararını alacağım. Sayın Oktay Vural? Yok. ABDÜLKADİR AKCAN (Afyonkarahisar) – Takabbül ediyorum. BAŞKAN – Sayın Akcan takabbül ediyor. Sayın Ali Torlak? Burada. Sayın Mustafa Enöz? Burada. Sayın Osman Ertuğrul? Burada. Sayın Reşat Doğru? Yok. ATİLA KAYA (İstanbul) – Takabbül
ediyorum. BAŞKAN – Sayın Kaya takabbül ediyor. Sayın Akif Akkuş? Burada. Sayın Mümin İnan? Burada. Sayın İsmet Büyükataman? Burada. Sayın Akif Paksoy? Burada. Sayın Kadir Ural? Yok. MUHARREM VARLI (Adana) – Takabbül
ediyorum. . BAŞKAN – Sayın Varlı takabbül ediyor. Sayın Recep Taner? Yok. ERKAN AKÇAY (Manisa) – Takabbül
ediyorum. . BAŞKAN – Sayın Akçay takabbül ediyor. Sayın Rıdvan Yalçın? Burada. Sayın Hasan Özdemir? Burada. Sayın Cemaleddin Uslu? Burada. Sayın Mehmet Şandır? Burada. Sayın Hamit Homriş? Burada. Sayın Yılmaz Tankut? Burada. Sayın Ahmet Bukan? Burada. Sayın Atila Kaya buradaydı. FARUK BAL (Konya) – Takabbül ediyorum. BAŞKAN – Sayın Bal… Sayın Emin Haluk Ayhan? Burada. Açık oylamanın şekli hakkında Genel Kurulun kararını alacağım. Açık oylamanın elektronik oylama cihazıyla yapılmasını oylarınıza
sunuyorum: Kabul edenler… Kabul etmeyenler… Kabul edilmiştir. Alınan karar gereğince açık oylama elektronik cihazla
yapılacaktır. Oylama için üç dakika süre vereceğim. Bu süre içinde sisteme
giremeyen üyelerin teknik personelden yardım istemelerini, bu yardıma rağmen de
sisteme giremeyen üyelerin, oy pusulalarını oylama için öngörülen üç dakikalık
süre içinde Başkanlığa ulaştırmalarını rica ediyorum. Ayrıca, vekâleten oy kullanacak sayın bakanlar var ise, hangi
bakana vekâleten oy kullandığını, oyunun rengini ve kendisinin ad ve soyadı ile
imzasını da taşıyan oy pusulasını yine oylama için öngörülen üç dakikalık süre
içerisinde Başkanlığa ulaştırmalarını rica ediyorum. Oylama işlemini başlatıyorum. (Elektronik cihazla oylama yapıldı) BAŞKAN – 68’inci maddenin açık oylama sonucu: Kullanılan oy sayısı: 313 Kabul: 236 Ret: 77 (x) Madde kabul edilmiştir. Kanun’un tümünün oylamasından önce oyunun rengini belirtmek üzere,
aleyhte söz talebi vardır. Kahramanmaraş Milletvekili Sayın Mehmet Akif Paksoy. Sayın Paksoy?..
(AK Parti sıralarından “Yok” sesleri) Sayın Paksoy yok. Kanun’un tümü açık oylamaya tabidir. Açık oylamanın elektronik oylama cihazıyla yapılmasını oylarınıza
sunuyorum: Kabul edenler… Kabul etmeyenler… Kabul edilmiştir. Oylama için üç dakika süre vereceğim. Bu süre içinde sisteme
giremeyen üyelerin teknik personelden yardım istemelerini, bu yardıma rağmen de
sisteme giremeyen üyelerin, oy pusulalarını oylama için öngörülen üç dakikalık
süre içerisinde Başkanlığa ulaştırmalarını rica ediyorum. Ayrıca, vekâleten oy kullanacak sayın bakanlar var ise, hangi
bakana vekâleten oy kullandığını, oyunun rengini ve kendisinin ad ve soyadı ile
imzasını da taşıyan oy pusulasını yine oylama için öngörülen üç dakikalık süre
içerisinde Başkanlığa ulaştırmalarını rica ediyorum. Üç dakikalık süre sonrasında oy pusulası gönderen arkadaşların
pusulalarını kabul etmiyoruz. Onun için, görevlileri zorlamayın lütfen. Oylama işlemini başlatıyorum. (Elektronik cihazla oylama yapıldı) BAŞKAN – 9/11/2006 Tarihli ve 5555 Sayılı
Vakıflar Kanunu ve Anayasa’nın 89’uncu ve 104’üncü Maddeleri Gereğince Cumhurbaşkanınca
Bir Daha Görüşülmek Üzere Geri Gönderme Tezkeresi açık oylama sonucu: Kullanılan oy sayısı: 314 Kabul: 242 Ret: 72(x) (x) Açık oylama kesin sonuçlarını gösteren tablo
tutanağa eklidir. Tasarı kanunlaşmıştır, hayırlı olsun. Devlet Bakanı ve Başbakan Yardımcısı Sayın Hayati Yazıcı bir
teşekkür konuşması yapacak. Üç dakika süre veriyorum. Sayın Bakan, buyurunuz. (AK Parti sıralarından alkışlar) DEVLET BAKANI VE BAŞBAKAN YARDIMCISI HAYATİ YAZICI (İstanbul) –
Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; yüce Meclisi saygıyla selamlıyorum. 13 Haziran 2005 tarihinde yüce Meclise sevk edilen ve 5555
numarayı alan Vakıflar Kanunu’nun kanunlaşmasında Komisyon Başkanı olarak,
Komisyon üyeleri olarak, parti grupları olarak, milletvekilleri olarak,
eleştirerek ya da öneride bulunmak suretiyle verdiğiniz katkıdan dolayı her
birinize ayrı ayrı teşekkür ediyorum ve bu çerçevede,
Vakıflar Genel Müdürlüğünde çalışan, Genel Müdüründen en alt kademesindeki
çalışma arkadaşlarıma, yoğun katkı ve destekleri, emekleri dolayısıyla, yüce
Meclis huzurunda onlara da teşekkür ediyorum. Bu Kanun’la vakıf müessesesi yeni bir evreye girmiş bulunuyor.
Mazbut, mülhak ve cemaat vakıflarının, Lozan Anlaşması kuralları gözetilerek,
pozitif hukuk kuralları gözetilerek birey hakları ve mülkiyet hakkı ölçeğinde
gerekli düzenlemeler yer almış bulunmaktadır ve ayrıca, Medeni Kanun
hükümlerine göre kurulması öngörülen yeni vakıfların kurulmaları,
denetlenmeleri, yönetimlerine ilişkin düzenlemeler bu Kanun’da yer almıştır.
Vakıflar Genel Müdürlüğünün yeniden yapılandırılmasıyla daha fonksiyonel hâle
getirilmesi amaçlanmıştır. Detaya girmeyeyim, ama şunu özellikle sizlerle paylaşmak
istiyorum: Belki, bu Mecliste, müzakereler esnasında pek üzerinde durulmadı ama
dün akşam bir televizyon konuşmasında ifade ettim, o cümleyle bitirmek
istiyorum: Değerli arkadaşlar, bu Kanun’un 57’nci maddesinde ilk defa
Türkiye’de Vakıflar Genel Müdürlüğü bünyesinde Dış İlişkiler Daire Başkanlığı
kurulmuştur ve bundan böyle Kosova’da, Sırbistan’da, Bosna-Hersek’te,
Yunanistan’da, Romanya’da, Bulgaristan’da, Kırım’da, Mısır’da, Suriye’de,
Cezayir’de, her nerede ecdadımızın eseri varsa, vakıf eseri varsa onların bakım
ve onarımları inşallah bu Dış İlişkiler Daire Başkanlığı eliyle Türkiye
tarafından yapılacaktır. Dolayısıyla bu
yüce Meclis bugün burada tarihe not düşmüştür. Bu sebeple de yüce Meclisin
önünde saygıyla eğiliyorum. (AK Parti sıralarından alkışlar) Hiç kimsenin kaygısı olmasın. Duyarlı, her konuda hak ve hukuku
gözeten bir cumhuriyet hükûmeti vardır. Bu cumhuriyet
hükûmetinin tek çabası, tek emeği, hedefi, bu ülke
insanına, bu güzel coğrafyada yaşayan insanlarımıza hiçbir ayrım yapmadan,
doğu-batı, kuzey-güney demeden hizmet etmektir. Biz bunu hedefledik, bunu
paylaşıyoruz. Bunu Meclisle de paylaşmaktan büyük mutluluk duyuyorum. Kanun’un hayırlı, uğurlu olmasını diliyor, hepinizi saygıyla
selamlıyorum. (AK Parti sıralarından alkışlar) BAŞKAN – Teşekkür ederim Sayın Bakan. Şimdi on beş dakika ara veriyorum. Kapanma Saati: 18.37 ÜÇÜNCÜ OTURUM Açılma Saati: 18.57 BAŞKAN: Başkan Vekili Meral
AKŞENER KÂTİP ÜYELER: Fatoş
GÜRKAN (Adana), Yusuf COŞKUN (Bingöl) BAŞKAN – Sayın milletvekilleri, Türkiye Büyük Millet Meclisinin
67’nci Birleşiminin Üçüncü Oturumunu açıyorum. Kanun tasarı ve tekliflerini görüşmeye devam edeceğiz. 2’nci sırada yer alan Araştırma ve Geliştirme Faaliyetlerinin
Desteklenmesi Hakkında Kanun Tasarısı ile Sanayi, Ticaret, Enerji, Tabii
Kaynaklar, Bilgi ve Teknoloji Komisyonu Raporu’nun görüşmelerine kaldığımız
yerden devam ediyoruz. 2.- Araştırma ve Geliştirme Faaliyetlerinin
Desteklenmesi Hakkında Kanun Tasarısı ile Sanayi, Ticaret, Enerji, Tabii
Kaynaklar, Bilgi ve Teknoloji Komisyonu Raporu (1/483) (S. Sayısı: 95) (x) BAŞKAN – Komisyon? Burada. Hükûmet? Burada. Geçen birleşimde, 3’üncü madde üzerinde Sanayi, Ticaret, Enerji,
Tabii Kaynaklar, Bilgi ve Teknoloji Komisyonu Başkanı Kütahya Milletvekili
Sayın Soner Aksoy konuşmuştu. Şimdi söz sırası, Cumhuriyet Halk Partisi Grubu adına Mersin
Milletvekili Sayın Vahap Seçer’e
aittir. Buyurun Sayın Seçer. (CHP sıralarından alkışlar) CHP GRUBU ADINA VAHAP SEÇER (Mersin) – Sayın Başkan, değerli
milletvekilleri; 95 sıra sayılı Kanun Tasarısı’nın 3’üncü maddesi hakkında
grubum Cumhuriyet Halk Partisi adına söz almış bulunmaktayım. Yüce heyetinizi
saygıyla selamlıyorum. Değerli milletvekilleri, öncelikle Cumhuriyet Halk Partisinin 2007
seçim bildirgesinde yer alan ve son derece önem verdiğimiz ar-ge konusunun gündeme alınmış olmasından dolayı partim adına
duyduğum memnuniyeti dile getirmek isterim. Cumhuriyet Halk Partisi Grubu olarak bu yasa taslağını
destekliyoruz, ancak yetersiz bulduğumuzu belirtmek istiyorum. Oysaki arzu
ettiğimiz, daha kapsamlı, sürdürülebilir, somut hedefleri olan, maliyeti belli
bir yasa taslağının hazırlanması idi. Yasa tasarısında belirtilen hususların öncelikle ekonomik yönden
değerlendirilmesi gerektiğini düşünmekteyiz. Meclis Genel Kuruluna gelen bu
yasa tasarısı ile ülkemizde araştırma-geliştirme faaliyetlerinin harcamalarının
artış göstereceğinden kaygımız yok. Ancak ülkemizin teknolojik kapasitesinin ve
rekabet gücünün artmasına çok önemli katkılar sağlayacağına endişeyle
bakmaktayız. Ülkemizde teknolojik kapasitenin ve rekabet gücünün gelişmesinin
önünde ciddi engellerin olduğu hepimizce aşikârdır. Bu engelleri, sadece bu
tasarı ile getireceğimiz birtakım desteklerle çözemeyeceğimiz kanaatindeyiz.
Teknolojik kapasitenin ve rekabet gücümüzün artırılmasının önündeki engeller
nelerdir, bunların doğru tespit edilmesi gerektiğini düşünmekteyim. Ayrıca, ar-ge desteği vereceğimiz sektörlerin sorunları had
safhadadır, bunu hepimiz bilmekteyiz. (x) 95 S. Sayılı Basmayazı 7/2/2008 tarihli 60’ıncı Birleşim Tutanağı’na eklidir. Türkiye’de faaliyet gösteren firmalarımızın, işletmelerimizin
değişik sorunları vardır. En başta yapısal sorunları gelmektedir. Türkiye’de,
bilindiği gibi, işletmelerin yüzde 99’a yakın bir kısmı küçük ve orta boy
işletmelerdir. Dolayısıyla, bunların birçoğu maalesef kayıt dışı faaliyet
göstermektedir. Bunlar da kayıt dışılıkta -bu oran, bu işletmeler içerisinde
yüzde 50 civarındadır- beraberinde birtakım sorunları da getirmektedir.
Finansman sorunu ve bunun temini sorunu, firmaların büyük çoğunluğunun küçük
işletme olmasından kaynaklanan bir altyapı noksanlığı sorununu da beraber
getirdiği gibi bu firmaların bilgiye ulaşmada da sıkıntılar çektiğini hepimiz
biliyoruz. Doğal olarak bu yapısal sorunlar firmalarımızın dünyadaki
gelişmeleri yakından takip etme, bu gelişmeler karşısında uygun stratejiler
geliştirmesini ve bu kapasitelerini korumalarından maalesef yoksun
kalmaktadırlar. Ayrıca, son beş yıldır, mevcut iktidarın, Adalet ve Kalkınma
Partisi İktidarının uyguladığı ekonomik politikalar da özellikle sanayi
kesiminde, buna bağlı olarak küçük ve orta boy işletmelerde değişik sorunları
da beraberinde getirmiştir. Yüksek faiz, düşük kur politikası dolayısıyla
ithalatın patlaması, özellikle ara mallarda, büyük sanayinin bu ara malı yurt
dışından temin etme isteği firmalarımızı, maalesef, çok güç duruma düşürmüştür.
Ayrıca, işletmelerimiz, üretici işletmelerimiz, sanayicilerimiz ciddi anlamda
borçlanmışlardır. Özel sektörün bugün için iç ve dış borcu 147 milyar dolar
seviyelerine gelmiştir. Değerli arkadaşlarım, yerli firmalarımızın uluslararası alanda
rekabet gücü azalmıştır. Firmalarımız finansman yokluğundan, finansman
teminindeki sıkıntılardan dolayı, maalesef, yabancı sermayeye satılmak zorunda
kalmıştır. Birçok sanayici, tabii, görece olarak daha az riskli sektörlere yönelmek
zorunda kalmıştır. Sanayinin bu geri gidişi, onları sanayi dışında, üretim
dışında daha rahat para kazanabilecekleri, daha az risk alabilecekleri birtakım
sektörlere, hizmet sektörü gibi, enerji sektörü gibi, gayrimenkul sektörü gibi
sektörlere yönelmelerine neden olmuştur. Bu da ülkemizde sanayi sektörünün
büyüme potansiyelini, maalesef, olumsuz yönde etkilemiştir. Kanun tasarısının 2’nci maddesinde, firmaların ar-ge faaliyetinde en az 50 tam zaman eş değer personeli
istihdam etme şartının 10 tam zaman eş değer personele indirilmesi teklifimiz
kabul görmedi. Bizim buradaki amacımız, bu tasarının mümkün olduğunca,
Türkiye’de işletmelerin yüzde 99’unu teşkil eden küçük ve orta boy işletmeleri
de içine almasıydı ancak bu önergemiz, maalesef, Genel Kurul tarafından kabul
görmedi. Değerli milletvekilleri, hepimizin de bildiği gibi, KOBİ’ler Türk
ekonomisinin temel taşıdır, lokomotifidir. Son yıllarda uygulanan ekonomik
politikalar, Türkiye’de KOBİ’leri önemli ölçüde sıkıntılarla karşı karşıya
getirmiştir. Yüksek faiz, aşırı değerli Türk lirası politikası, sanayide “ara
mal” olarak ifade edilen KOBİ’lerin ürettiği ürünlerin yurt dışından teminini
zorunlu kılmıştır. Bu gelişmeler, KOBİ’ler üzerinde tarif edilemez tahribatlar
meydana getirmiş, birçok küçük ve orta boy işletme ya üretimlerini azaltmak ya
da durdurmak zorunda kalmışlardır. Oysaki Türk ekonomisi içerisinde KOBİ’lerin
durumunu ve fonksiyonlarını incelediğimizde, içerisinde bulundukları yanlış
ekonomik politikalardan kaynaklanan bu durumu hiç de hak etmediklerini
göreceğiz. Değerli milletvekilleri, ülkemizde işletmelerin yüzde 99’unu
KOBİ’ler oluşturuyor. Bu da yaklaşık olarak 1 milyon civarında işletme
demektir. Toplam istihdamın yüzde 75’ini KOBİ’ler sağlıyor. Yatırımlardaki
payları yüzde 38, toplam ihracattaki payları yüzde 10, üretilen toplam katma
değer içindeki oranları ise yüzde 20 civarındadır. Ayrıca, KOBİ’ler dinamik ve
gelişmeye açık işletmelerdir. Ülkemizin ekonomik kalkınmasına sunduğu
katkılarıyla, istikrarlı büyümenin sağlanmasındaki katkılarıyla, istihdam
üzerinde olumlu etkileriyle Türkiye’nin Avrupa Birliği sürecinde çok önemli bir
role sahip işletmelerimizdir. Ancak, KOBİ’ler, Türk ekonomisi içerisinde bu kadar önemli bir
role sahipken henüz ülkemizin kapsamlı, sürdürülebilir bir ulusal KOBİ
politikasına sahip olmaması gerçekten çok şaşırtıcıdır. Küreselleşmeye ayak
uydurmamızın zorunlu olduğu artık bir gerçektir. Bu, bir gereklilik değil,
zorunluluktur. Dolayısıyla dünya pazarlarında rekabetçi bir yapıya ve güce
sahip olabilmek için güçlü işletmeler oluşturmak zorundayız. Mutlaka,
KOBİ’lerin bugün içerisinde bulunduğu temel sorunları kısa zamanda bertaraf
edecek ulusal KOBİ politikalarımızı oluşturmak zorundayız. Bütün bunları değerlendirdiğimizde, mümkün olduğunca çok sayıda
küçük ve orta boy işletmeleri ar-ge destek ve teşvik
kapsamı içerisine almamız gerektiğini Cumhuriyet Halk Partisi Grubu olarak
düşünmekteyiz. (Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı) VAHAP SEÇER (Devamla) – Değerli milletvekilleri, ülkemizde Adalet
ve Kalkınma Partisi İktidarının uyguladığı ekonomik politikalar firmalarımızın
üretim ve teknolojik gelişme faaliyetlerini yok saymaktayken, ayrıca birtakım
yapısal sorunlar ortadan kaldırılmadan uygulamaya konulacak olan ar-ge destek politikasının yetersiz, hatta etkisiz kalacağını
düşünmekteyiz. Değerli milletvekilleri, ulusal sanayimize sahip çıkmalıyız. Eğer
işsizliği azaltmak istiyorsak, refah düzeyi yüksek bir toplum yaratmak
istiyorsak, sağlam bir ekonomik yapıya sahip olmak istiyorsak, ülkemizin
gelişmiş ülkeler arasındaki yerini almasını istiyorsak teknolojik seviyesi ve
uluslararası rekabet gücü yüksek, sosyal yönü güçlü bir ulusal sanayi yaratmak
zorundayız. Değerli milletvekilleri, bu duygu ve düşüncelerle hepinizi
saygıyla selamlıyorum. (CHP sıralarından alkışlar) BAŞKAN – Teşekkür ederim Sayın Seçer. Milliyetçi Hareket Partisi Grubu adına Adana Milletvekili Sayın
Yılmaz Tankut. Buyurun Sayın Tankut. (MHP sıralarından
alkışlar) Süreniz on dakika. MHP GRUBU ADINA YILMAZ TANKUT (Adana) – Sayın Başkan, değerli
milletvekilleri; Araştırma ve Geliştirme Faaliyetlerinin Desteklenmesi Hakkında
Kanun Tasarısı’nın 3’üncü maddesiyle ilgili olarak Milliyetçi Hareket Partisi
Grubu adına söz almış bulunmaktayım. Bu vesileyle hepinizi saygıyla
selamlıyorum. Bugün görüşmekte olduğumuz ve geç kalan bu tasarıyı biz esasen
olumlu fakat dar kapsamlı bulmaktayız. Tasarının, ilgi alanı itibarıyla Sanayi
ve Ticaret Bakanlığı tarafından hazırlanıp sunulmasının daha doğru olacağı
düşüncesindeyiz. Maliye Bakanlığı ülkemiz ar-ge
faaliyetlerinin gerçek sorunlarını çözmek yerine, dar kapsamda daha çok vergi
kanunlarına uygunluk açısından düzeltmelerle yetinmiş. Bu yüzden bu kanunun
uygulanmasında ileride problemler çıkabileceğini tahmin etmek hiç de zor
olmayacaktır. Sayın milletvekilleri, kalkınma ve gelişme daha iyi kalitede ve
daha çok miktarda mal ve hizmet üretimine dayanmaktadır. Üretimi daha nitelikli
kılmak ise teknolojiyle mümkündür. Teknolojinin etkin üretimi ve kullanımı da
bilgi veya enformasyonla sağlanmaktadır. Bu bağlamda teknolojik gelişme,
kalkınmanın en önemli göstergelerinden bir tanesidir. Teknolojik gelişmeler ülkelerin ekonomik ve sanayi yapısını
etkilediği gibi siyasi ve sosyal yapısını da değişikliklere uğratmaktadır.
Bütün ülkeler bilim ve teknoloji politikalarını sistemsel bir bütünlük içinde
ele almakta, küreselleşen teknolojiye sahip olmak için ar-ge
faaliyetlerine önem vermektedirler. Değerli milletvekilleri, günümüzde ülkelerin gelişmişlik düzeyi
ar-ge harcamalarına ayrılan kaynaklarla ölçülebilir
hâle gelmektedir. Türkiye araştırma-geliştirme harcamaları ve
araştırma-geliştirme faaliyetleri konusunda gerek Avrupa Birliği ülkelerinden
gerekse aday ülkelerden ne yazık ki geridedir. Ülkemizde üretilen katma değerin
yükseltilmesi için de araştırma-geliştirme faaliyetleri mutlaka
desteklenmelidir. İşte bu durum 2000 yılında 57’nci Cumhuriyet Hükûmeti tarafından tespit edilerek, Sanayi ve Ticaret
Bakanlığınca Teknoloji Geliştirme Bölgeleri Kanunu hazırlanmış, 26 Haziran 2001
tarihinde de kabul edilerek yürürlüğe girmiştir. Gelişmiş ülke örneklerinde olduğu gibi sanayicimiz ile
araştırmacılarımızı birlikte çalıştırmayı özendiren bu kanun ile ülkemizde
bugün 28 adet teknoloji geliştirme bölgesi kurulabilmiştir, ama bugün bunların
sadece on beş tanesi faaliyettedir. Ancak, giderek artan destekleme çabalarına
rağmen Türkiye’de ar-ge harcamalarının hem gayrisafi
yurt içi hasıla hem de toplam ürün maliyeti içindeki
payı, olması gereken düzeylere, maalesef, gelememiştir. Özgün, teknolojik
açıdan gelişmiş, rekabet gücü fazla ve yüksek katma değere sahip ürünler, ar-ge faaliyetleri yoluyla dış pazarlardaki payımızı
artırabilir. Sayın milletvekilleri, bilim ve teknoloji politikalarının
gelişmesi sonucunda ülkelerde bilgi toplumuna yönelme olgusu yerleşmiş, son on
yıllık dönemde en çok konuşulan konuların başında bilgi toplumu yer almıştır.
Teknolojinin küreselleşmesiyle birlikte rekabet gücünü belirleyen en önemli ve
en etkili araç, artık hiç şüphesiz bilgi olmuştur. Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; tasarı 2001 yılında
çıkarılan 4691 sayılı Teknoloji Geliştirme Bölgeleri Kanunu’nun felsefesi olan
ar-ge faaliyetlerinin ancak üniversite-sanayi iş
birliğiyle gelişebileceğinin aksine yol açabilecektir. Şöyle ki, bu tasarı
böyle bir birliktelik ihtiyacı duymadan, firmalara kendi ar-ge
birimlerini istedikleri yerde kurma imkânı getirmek suretiyle üniversite-sanayi
iş birliğinden doğacak sinerji ve enerjiyi göz ardı
etmektedir. Tasarıya göre, mevcut işletmeler içerisinde kurulu ya da kurulacak
ar-ge merkezlerinde ar-ge
personelinin tespitinde de sorunlar doğabilecektir. Tasarının en önemli sakıncası da, teknoloji geliştirme
bölgelerinde belirli sınırlar dâhilinde ve yönetici şirketin gözetim ve
denetiminde yapılan ar-ge faaliyetlerinin çok dağınık
bir alanda ve şirketlerin kendi bünyesinde yapılıyor olmasıdır. Bu yönüyle
denetimden kaçmak isteyen ar-ge faaliyetleri,
teknoloji geliştirme bölgelerini tercih etmezler ve şu anda üniversite-sanayi
iş birliğinin en iyi çalıştığı alanlar, cazibesini kaybetmiş olur. Esas olarak, ar-ge personelinin en yoğun
bulunduğu yerler de hiç şüphesiz üniversitelerimizdir. Ülkemizin ar-ge konusunda gelişimini öngören bu tip yasalarda dikkat
etmemiz gereken husus, teknoloji geliştirme merkezlerini sekteye uğratmadan,
onları baltalamadan destek vermek suretiyle teknoloji alanında çağ atlatmak ve
büyütmek olmalıdır diye düşünüyoruz. Bu tasarının 3’üncü maddesinin birinci fıkrasında yar alan ar-ge indiriminden 500’den fazla ar-ge
personeli çalıştıran ar-ge merkezlerine niçin
ayrıcalık tanındığını da anlayabilmiş değiliz. Bu durum ülkemiz sanayisinin
dışlanmasına yol açabilecektir, KOBİ’ler de kapsam dışı kalacaktır. Üçüncü fıkrasında, sigorta priminin yarısının beş yıl süreyle kamu
tarafından karşılanacağı hükmü getirilmektedir. Ar-ge
faaliyetleri çoğunlukla geri dönüşü çok uzun yıllar alan faaliyetlerdir. Kimi
zaman da hiç geri dönüşü olmayan projelere de yatırım yapılmaktadır. Kamu
olarak ar-ge personelinin sigorta primlerini teşvik
edecek isek, bunu niçin beş yılla sınırlıyoruz? Rekabet öncesi iş birliği projelerinde de aynı durum söz konusudur
değerli arkadaşlar. Hangi projeler nasıl hazırlanıp bu kapsamda
değerlendirilecektir? Hiçbir ipucunu maddede maalesef göremiyoruz. Üniversite
ve bilim kurulları olmadan projeler teorik temelli ve ülke faydasına nasıl
ölçüm yapılabilecektir ve ülke faydasına nasıl hizmet edecektir? Değerli milletvekilleri, bu tasarıdan beklenen, cari açıktaki
yapısal problemlere çözüm üretmede ar-ge’yi ve inovasyonu yurt sathına yaymak, sanayi ile ar-ge’yi her ortamda buluşturmak ve teknolojik bilgiyi
ticarileştirmek olmalıydı. Kanunun uygulanması ve denetimi için ileride çıkabilecek
yönetmelikte belki bu hususlara da dikkat edilir ama unutmayalım ki, yönetmelik
sadece iki bakanlığımızın kararıyla değiştirilebilir. Bu kanundan faydalanacak
olan firmaların, teknoloji geliştirme bölgeleri ile KOSGEB’in TEKMER’lerinde fiziken yer alması
mümkün olmayan ar-ge ve yenilik faaliyetleriyle de
uğraşması sağlanmalıdır. Öte yandan, tasarıda “Teknogirişim
sermayesi desteği, yüksek lisans ve doktora derecelerini en çok beş yıl içinde
almış olanlara verilecektir.” denilmektedir. Hâlbuki,
yüksek lisans ve doktorasını bitirdikten sonra özel veya kamu kuruluşlarında
başkası adına çalışıp da iyi bir ar-ge fikrini
kendisi geliştirmek isteyen araştırmacılar da hiç şüphesiz olacaktır ve
olabilir. Kendi sermayesi olmayan bu gibi araştırmacılara, beş yıldan eski
mezun oldukları gerekçesiyle teknogirişim sermaye
desteği verilmeyecektir. Bu konu da kanunun zayıf taraflarından birisi olarak
göze çarpmaktadır. Ülkemizde hızlı bir gelişim gösteren yazılım sektörü, bu tasarıda
ayrı bir başlık altında ele alınıp hem mevcut sorunlar giderilmeli hem de yeni
teşvik sistemi getirilmeliydi. Bugün milyar dolarlık yazılım sektöründe,
ülkemiz yazılım firmaları kendi çabalarıyla ayakta durmakta ve bu manada da çok
sıkıntılarla, yoğun mücadeleler vermek suretiyle hizmet etmektedirler. Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; bilim ve teknolojiyi esas
alan, ar-ge ve inovasyona
ağırlık veren istihdam odaklı sanayileşme politikaları uygulandığında sanayimiz
fasonlaşmadan kurtulacak ve araştırma ve geliştirmeler hiç şüphesiz
kurumsallaştırılacaktır. Milliyetçi Hareket Partisi olarak, bugün görüştüğümüz tasarının
uygulanmasında sorunlar çıkmayacağını ümit etmek istiyoruz. Buradan gerekli
ikaz ve çözüm önerilerimizi de yapıyoruz. Her alanda ar-ge faaliyetleri için
yapılabilecek en fazla teşviki ve desteği ülke olarak yapmalıyız. Yeni
nesillerimizin düşünce ve projelerine önem vermek suretiyle, çağın gerektirdiği
gelişmeyi yakalayabilmek için millî bir strateji belirlemeliyiz diyor, bu
düşüncelerle sözlerimi tamamlıyor, yüce heyetinizi saygıyla selamlıyorum. (MHP
sıralarından alkışlar) BAŞKAN – Teşekkür ederim Sayın Tankut. Şahıslar adına söz talepleri vardır. İlk söz, Malatya Milletvekili Sayın Mücahit Fındıklı’ya aittir. Buyurun Sayın Fındıklı… Yok. Sakarya Milletvekili Sayın Hasan Ali Çelik. (AK Parti sıralarından
alkışlar) HASAN ALİ ÇELİK (Sakarya) – Sayın Başkan, sayın milletvekilleri;
Araştırma ve Geliştirme Faaliyetlerinin Desteklenmesi Hakkında Kanun
Tasarısı’nın 3’üncü maddesi üzerine söz almış bulunmaktayım. Hepinizi saygıyla
selamlıyorum. Araştırma ve geliştirme, bütün dünyanın olduğu gibi ülkemiz için
de çok önemli bir konu ve faaliyettir. Eğer insanoğlu araştırma ve geliştirme
faaliyetlerini yapmasaydı bugünkü şartlarımız ve imkânlarımız olamayacaktı.
Yarını da daha iyi hâle getirmek bugün yapacağımız ar-ge
faaliyetlerine bağlıdır. Bütün bu faaliyetler de ar-ge’ye
yapılacak destek, teşvik ve katkılarla mümkün olacaktır. Parasal anlamda
bütçeden ayrılacak payların artmasıyla mümkündür. Bunu da bugünkü kanunla Hükûmetimizin yapıyor olması, destekliyor olmasından dolayı
müteşekkir olduğumuzu ifade etmek istiyorum. Gelişmiş, ilerlemiş bir ülke
olmanın gereği de budur. Kanun, ar-ge faaliyetlerine daha fazla
güç veren çeşitli destek ve teşvik unsurlarını da kapsamaktadır. Teknoloji merkezi işletmelerinde, ar-ge
merkezlerinde, kamu kurum ve kuruluşları ile kanunla kurulan vakıflar
tarafından veya uluslararası fonlarca desteklenen ar-ge
ve yenilik projelerinde teknogirişim sermaye
desteklerinden yararlananlarca gerçekleştirilen ar-ge
ve yenilik harcamalarının tamamı ile 500 ve üzerinde tam zaman eş değer ar-ge personeli istihdam eden ar-ge
merkezlerinde çeşitli ar-ge indirimleri
uygulanacaktır, uygulanmaktadır. Kamu personeli hariç olmak üzere, ar-ge ve destek personelinin bu çalışmaları karşılığında elde
ettikleri ücretlerin, doktoralı olanlar için yüzde 90’ı ve diğerleri için de
yüzde 80’i gelir vergisinden müstesnadır bu kanun çerçevesinde. Yine kamu
personeli hariç olmak üzere, ilgili personelin bu çalışmaları karşılığında elde
ettikleri ücretlerinden hesaplanan sigorta primi, işveren hissesinin yarısı,
her çalışan için beş yıl süreyle Maliye Bakanlığı bütçesine konulacak ödenekten
karşılanacaktır. Bu kanun kapsamındaki ar-ge ve
yenilik faaliyetleri ile ilgili olarak düzenlenen kâğıtlar damga vergisinden
muaf olacaktır. Teknogirişim sermayesi desteği olarak da 2’nci madde ki, ben burada
2’nci maddenin (e) bendini yine ifade etmek istiyorum: Teknogirişim
sermayesi: Örgün öğrenim veren üniversitelerin herhangi bir lisans programından
bir yıl içinde mezun olabilecek durumdaki öğrenci –yani son sınıf öğrencileri-
yüksek lisans veya doktora öğrencisi veya yüksek lisans veya doktora derecelerinden
birini ön başvuru tarihinden en son beş yıl önce almış kişilerin teknoloji ve
yenilik odaklı iş fikirlerini, desteği veren merkezî yönetim kapsamındaki kamu
idareleri tarafından desteklenmesi uygun bulunan -TÜBİTAK, Planlama, DPT gibi-
iş planı çerçevesinde, katma değer ve nitelikli istihdam yaratma potansiyeli
yüksek teşebbüslere dönüştürebilmelerini teşvik etmek için yapılan sermaye
desteğini ki, 100 bin YTL hibeyi ihtiva etmektedir; bu verilecektir ve bu da,
her takvim yılı için belirli bir ölçekte artırılmak suretiyle, yıllık toplam 10
milyon YTL’yi geçmeyecek şekilde destekleme amaçlı, yine bu teknogirişim
sermayesi olarak ilgililere sunulacaktır. Ar-ge destek ve teşviklerinin takibi de,
ayrıca kanunda ifade edildiği şekilde yapılacaktır. Elbette, bütün bu teşvik ve destekler yeterli değildir. Ancak, var
olanı iyileştirmek, geliştirmek iyi bir adımdır. Bir endüstriyel işletmenin
ürününü geliştirmesi, daha nitelikli hâle getirmesi ve hatta daha ekonomik bir
şekilde üretmesi önemlidir. Ülkemizin kalkınmasının, gelişmesinin, bilim ve
teknolojiyle, ar-ge’yle olacağını biliyoruz. Ne
olursa olsun, ülkemizin daha ileri seviyelere gelmesi şarttır. Bu kanun, buna
biraz daha imkân sağlayacak ve destekleyecektir. Kanunun kabulünün ülkemizdeki bilim camiasına, sanayicilerimize,
araştırmacılarımıza, yenilikçi fikirlere ve projelere sahip herkese, bütün
milletimize hayırlar getireceği inancımı belirtir, sizleri saygıyla selamlarım.
(AK Parti sıralarından alkışlar) BAŞKAN – Teşekkür ederim Sayın Çelik. Şimdi, söz, İzmir Milletvekili Sayın Mehmet Ali Susam’da. Buyurun Sayın Susam. (CHP sıralarından alkışlar) MEHMET ALİ SUSAM (İzmir) – Sayın Başkan, sayın milletvekilleri;
3’üncü madde ile ilgili olarak kişisel görüşlerimi belirtmek üzere söz almış
bulunmaktayım. Hepinizi saygıyla selamlıyorum. Konuşan arkadaşlarımızın da belirttiği gibi, ar-ge gibi bir konuda destek vermek, ar-ge’yi
ülkemizin içinde bulunduğu ekonomik koşullarda destekleyerek ülkemizi daha iyi
bir noktaya çıkarmak hepimizin ortak hedefi. Biliyorsunuz, komisyon
görüşmelerinde de söyledik, ar-ge ülkemizin bugün
ayırdığı pay açısından çok düşük olduğu bir seviyede. Binde 7’lerden dünya
ortalamasına çıkarmak için çok daha fazla kaynak aktarmaya ihtiyacımız var.
Ancak bu yasa tasarısında karşı çıktığımız temel konu şudur: Bu yasa tasarısı,
çok sınırlı sayıdaki firmayı destekleyen ve ulusal bir ar-ge
politikası oluşturmaktan daha çok, belirli desteklerle ülkenin içinde bulunduğu
ekonomik politikalara çözüm aramaya çalışan bir amaç hedeflemektedir. Bu ar-ge yasasında, özellikle 500 ar-ge
elemanı çalıştırılması ve bu anlamıyla yabancı şirketlerin ülkeye teşvik
edilmesi, 50’den fazla ar-ge elemanı çalıştırma alt
koşulu, tümüyle ülkemizdeki yatırımcıların, KOBİ’lerin, küçük-orta boy
işletmelerin ve ülkedeki yatırımcı firmaların dışarıda kalmasına neden
olmaktadır. Değerli arkadaşlar, çok somut bazı örnekler vereceğim. Bazı
verdiğimiz önerilerin niye dikkate alınmamasını bu anlamıyla daha iyi anlarız.
Dedik ki, Türkiye’deki işletmelerin yüzde 98’i KOBİ. Bunların toplam
çalıştırdığı işçi sayısı 50. Bunların bu konuda teşvik edilebilmesi için,
örneğin, bu yasada bir
değişiklik yapalım, 50 tane ar-ge elemanı çalıştıran
firmanın ara tedarikçisi olan firmaların çalıştırdıkları ar-ge
elemanlarını bu 50’nin içerisinde sayalım. Diyelim ki bir otomobil firmasına
yedek parça yapıyor, bu insanın çalıştırabileceği ar-ge
elemanı sayısı 2-3 tane. Bu 50 eleman içerisinde, o otomobil firmasının ar-ge’si içerisinde sayılsın tedarikçisi. Ancak, bu konuda
destek bulamadık. Değerli arkadaşlar, ülkedeki küçük, orta boy işletmelerin bugün
ar-ge desteklerinden alabildikleri kaynaklar çok
sınırlıdır. TÜBİTAK’tan da alınan destekler, önce parayı harca daha sonra sana
destek vereyim, anlayışı içerisindedir. Bugün işletmelerimizin içinde bulunduğu
ekonomik koşulları dikkate aldığınızda, hepsinin, önce günlük değirmenini
çevirme derdinde olmasından dolayı ar-ge’yi daha
ikinci plana ittikleri bir gerçektir. Aslında, ar-ge’ye
ayrılması gereken kaynak, her şeyin önünde olması gereken kaynaktır çünkü
çağımızda ürün geliştirmeye ve yeniliğe kaynak ayıramıyorsanız rekabetçi
ortamda geriye kalıyorsunuz demektir ama firmalarımızın bunu yapma güçleri
yoktur ve çalıştırabilecekleri ar-ge elemanı sayısı
sınırlıdır. Onun için, çok net bir öneri verdik, dedik ki bu ara tedarikçilerin
bu anlamıyla desteği ihtiyacı vardır. Bir ikinci örnek vereyim size: Bakın, günümüzde, büyük otomobil
firmaları –otomobil firmalarından örnek veriyorum çünkü otomobil firmalarına
destek vermeyi amaçlayan bir ar-ge teşvikidir bu-
hepsi, sattıkları otomobille birlikte şehirlerde büyük servisler açmışlardır.
Bu alanda çalışan küçük işletmeler, bu servisler karşısında iş göremez duruma
gelmişlerdir. Biz bir örnek yaptık, Bornova Üçüncü Oto Tamircileri Sanayi
Sitesi’nde, oto tamircilerinin, elektronik çalışan bu araçların, büyük
makineler vasıtasıyla bu elektronik ve bilgisayarlı otomobillerin arızalarını
tespit edebilecekleri bir ar-ge merkezi oluşturduk.
Bu ar-ge merkezinin çalıştırdığı 5 ile 10 arasında
eleman var. Bu ar-ge merkezi neyi sağladı biliyor
musunuz? (Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı) BAŞKAN – Bir dakika ek süre veriyorum, lütfen tamamlayınız. MEHMET ALİ SUSAM (Devamla) – Büyük servislere giden bütün
arabaların daha ucuz fiyata bu merkeze gelip, tamiratı gerekli olan
arızalarının tespit edilip, küçük tamircilerin onu tamir edebilme imkânını
sağladı. Ancak, bunların yaşaması, şu an o ar-ge
birimine meslek odalarının verdiği destekle ancak gidebiliyor. Bu ar-ge’yi uluslararası anlamda belirli projelerden kaynak
aktararak destekleme durumundayız. Değerli arkadaşlar, neden böyle birçok sanayi sitesini destekleme
fırsatını kaçırıyoruz -dökümcüler var, oto tamircileri var, mobilyacılar var-
bunların küçük ar-ge birimlerini desteklemeyi bu
proje içerisinde elimize almıyoruz? Ama, maalesef, bu
projede en önemli eksik olan yanlardan bir tanesi budur. Bu projeyle,
küçük-orta boy işletmelerin, tasarımdan ürün geliştirmeye kadar birçok konuda
kaynak aktarıp çalıştırabileceği ar-ge elemanını
çalıştırma imkânını elinden alıyoruz. Onun için -bu konuda diğer söz aldığımda
da belirteceğim- KOBİ’ler ve küçük-orta boy işletmeler bu projede gündem dışı
kalmıştır. Hepinizi saygıyla selamlıyorum. (CHP sıralarından alkışlar) BAŞKAN – Teşekkür ederim Sayın Susam. Madde üzerinde soru-cevap işlemine geçiyoruz. Sayın Tankut… YILMAZ TANKUT (Adana) – Sayın Başkanım, teşekkür ediyorum. Sayın Bakana sormak istiyorum: Araştırma-geliştirme faaliyetleri
çerçevesinde, özellikle yazılım alanında, kendi imkân ve yeteneklerimizle
geliştirdiğimiz herhangi bir yazılım -uygulama ve ticari yazılımlar hariç-
platformuna sahip miyiz? TÜBİTAK tarafından geliştirilen ve millî işletim
sistemi olarak ilan edilen bu Pardus işletim
sistemini, başta Bakanlığınız olmak üzere, diğer kamu kurumlarında da kullanıyor
musunuz? Kullanmıyorsanız, ne zaman kullanmayı planlıyorsunuz? Teşekkür ediyorum. BAŞKAN – Sayın Coşkunoğlu. OSMAN COŞKUNOĞLU (Uşak) – Teşekkür ederim Sayın Başkan. Birinci sorum: Birinci fıkra rekabet öncesi iş birliğini neden
kapsamıyor? Bunu sormak istiyorum. İkinci sorum: İkinci fıkrada gelir vergisi stopajı teşvikinde
doktoralı ar-ge personelinin neden sadece yüzde 90’ı
gelir vergisinden müstesna, neden yüzde 100 değil? Bu yönde öneriler
yapılmıştı. Üçüncü sorum: Üçüncü fıkrada 4691 sayılı Teknoloji Geliştirme
Bölgeleri Kanunu’nun geçici 2’nci maddesinden söz ediliyor. Geçici 2’nci
maddesini göremedim ben o Yasa’da. Bir yanlışlık mı var? Beşinci fıkrada sözü edilen kamu idareleri hangileridir? Bunlar
neden tasarıda belirtilip ismen tanımlanmıyor? Yine beşinci fıkrada “Kim başvurursa başvursun 100 bin YTL’ye
kadar teknogirişim sermayesi hibe olarak verilir.”
deniyor. “Verebilir” denmiyor, “verilir” deniyor. Yani, otomatik olarak verilir
gibi. Bu doğru mu? İdarenin takdir hakkı yok mu? Son sorum… (Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı) BAŞKAN – Buyurun Sayın Erçelebi. HASAN ERÇELEBİ (Denizli) – Teşekkür ederim Sayın Başkanım. Aracılığınızla Sayın Bakana sormak istiyorum: Bu yasayla tekstil
alanındaki ar-ge’lere ne ayırıyorsunuz? Sanayi ve üniversite
iş birliği nasıl sağlanacak? İkinci sorum: Türkiye tekstilden vaz mı
geçiyor? Üçüncü sorum: Denizli ne zaman teşvik kapsamına alınacak? Teşekkür ederim. BAŞKAN – Sayın Paksoy. MEHMET AKİF PAKSOY (Kahramanmaraş) – Teşekkür ederim Sayın Başkan. Sayın Bakanım, bu tasarı yasalaştığında teknogirişim
sermayesi desteği için başvuru yapması beklenen genç girişimci sayısı yıllık ne
düzeyde olacaktır? İkinci sorum: Birkaç gencin birlikte çalıştığı bir işletmede
başvurularının kabul edilmesi hâlinde birden fazla kişiye, yani tamamına ayrı ayrı teknogirişim sermayesi
desteği verilebilecek midir? Teşekkür ederim. BAŞKAN – Sayın Cengiz. MUSTAFA KEMAL CENGİZ (Çanakkale) –
Sayın Başkanım, teşekkür ediyorum. Bu kanun araştırma ve geliştirme faaliyetlerinin desteklenmesi
hakkında bir kanun olarak karşımıza çıkmaktadır. Gelişmiş ülkelere göre ülkemizde, ar-ge kuruluşlarının devlet bünyesinde ve özel sektörde tam
anlamıyla gelişmediği, yeterli düzeyde oluşmadığı ve bu konuda geç kaldığımız
uluslararası mukayeselerden de anlaşılmaktadır. Çağımız, bilgi ve teknoloji çağı. Geleceğimiz ise teknolojik
ürünlerin ve teknolojik gelişmelerin hâkim olacağı bir çağdır. Ülkemizin
geleceği ve güvenliği açısından: 1) Uzay bilimleri
teknolojisi, 2) İletişim bilimi ve
bilişim teknolojisi, 3) Hava ulaşımı ve uçak
teknolojisi, 4) Silahlı kuvvetlerin
ihtiyacı olan ve savunma ve savunma sanayi teknolojisinde devletimizin
uluslararası düzeyde kabul gören bu dallardaki gelişmeleri takip edecek, test
edecek veya onay verecek ar-ge’lerimizi devletimiz
kurmuş mudur veya bu yönde devletimizin kurma veya geliştirme çabası,
çalışmaları, düşünceleri var mıdır? Sayın Bakanımızdan bu soruların cevabını talep ediyoruz. Teşekkür ederim. BAŞKAN – Sayın Coşkunoğlu. OSMAN COŞKUNOĞLU (Uşak) – Teşekkür ederim. Son sorum, Sayın Başkan, aracılığınızla. Beşinci fıkrada, toplam teknogirişim
ödemeleri için 10 milyon YTL’lik bir üst sınır verilmiş. Bu üst sınır, 2023’e
kadar geçerli olacak bir yasada her yıl belli miktar artırılması gerekir diye
düşünüyorum. Neden böyle düşünülmedi? Bunu sormak istiyorum. Teşekkür ederim. BAŞKAN – Sayın Bakan. MALİYE BAKANI KEMAL UNAKITAN (Eskişehir) – Sayın Başkan, çok
teşekkür ediyorum. Sayın Tankut “Millî yazılım platformuna
sahip miyiz? Kamuda da kullanılıyor mu?” diye soruyor bu sistemlerin. Millî
işletim sisteminin geliştirilmesi 58’inci Hükûmet döneminde TÜBİTAK’a
verildi. TÜBİTAK başarılı bir şekilde sistemi geliştirdi, geliştirmeye de devam
ediyor. Kamu kurumlarımızda kullanılmaya da başlanmış bulunuyor. Maliye
Bakanlığı olarak biz de birimlerimizde kullanmak için çalışmaları başlattık. Sayın Coşkunoğlu’nun birden fazla sorusu
vardı. Müsaade ederse, onlara yazılı olarak cevap vereceğim. OSMAN COŞKUNOĞLU (Uşak) – Olmayan bir madde… Geçici madde yok… MALİYE BAKANI KEMAL UNAKITAN (Eskişehir) – Var var…
İlgili kanunda madde var, oraya atıfta bulunuluyor Sayın Coşkunoğlu, o bakımdan var. Yine “Tekstil ar-ge’lerine ne
ayrılıyor?” diye soruluyor. Burada dikkat ederseniz, ar-ge’lere
şunu ayırdık, bunu ayırdık değil, falan falan ar-ge’ler yapılırsa, kanunda söylenilen ar-ge’ler
yapılırsa, yine kanunda belirtilen teşvikler getirilmiş oluyor. Denizli ne zaman teşviklerden faydalanacak? Bu kanun
kastediliyorsa, bu kanunla bütün Türkiye faydalanıyor, sadece Denizli falan
değil, bütün Türkiye faydalanıyor ama kırk dokuz ile getirilen teşvikten
bahsediliyorsa, gelişmişlik seviyesi sıfırın altında olan yerlere onu
verdiğimiz için, Denizli de böyle bir durumda değil. Denizli,
gelişmişlik seviyesi oldukça ileri olan şehirlerimizden birisi. O
bakımdan, kırk dokuz ildeki teşvikle Denizli’nin bir ilişkisi yok. Sayın Paksoy, teknogirişim
sermayeleriyle ilgili olarak, kanunda belirtildiği gibi, o durumlara sahip olan
kimselere bu verilecek. Tabii, ne kadar verileceği ne şartlarla verileceği de
kanunda belirtilmekle birlikte, bu konuda ikincil mevzuatlarda daha detay
düzenlemeler yapılacak. Yine Sayın Cengiz “Uzay bilimi, ulaşım, hava ulaşımı, savunma
sanayi ar-ge’lerini devletimiz kurmuş mudur?” diyor.
Bu konudaki ilgili kuruluşlarda zaten ar-ge
çalışmaları sürekli olarak yapılıyor ancak, biz, bunların daha da
geliştirilmesini istiyoruz. Bilhassa TÜBİTAK kanalıyla bu konularda olan ar-ge’lere de ayrıca teşvik vermek suretiyle bunların da
geliştirilmesine çalışıyoruz. Çok teşekkür ederim Sayın Başkanım. BAŞKAN – Madde üzerinde yedi önerge vardır. Önergeleri önce geliş
sırasına göre okutacağım, sonra aykırılık sırasına göre işleme alacağım. Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına Görüşülmekte olan “Araştırma ve Geliştirme Faaliyetlerinin
Desteklenmesi Hakkında Kanun” Tasarısının 3 üncü maddesinin madde başlığının
“İndirim, istisna, destek ve teşvik unsurları” şeklinde değiştirilmesini; aynı
maddenin birinci fıkrasında yer alan “Ar-Ge ve
yenilik projelerinde” ibaresinden sonra gelmek üzere “, rekabet öncesi
işbirliği projelerinde” ibaresinin eklenmesini; aynı fıkrada yer alan “Ayrıca
bu harcamalar, 4/1/1961 tarihli ve 213 sayılı Vergi Usul Kanununa göre
aktifleştirilmek suretiyle amortisman yoluyla itfa
edilir.” cümlesinin “Ayrıca bu harcamalar, 4/1/1961 tarihli ve 213 sayılı Vergi
Usul Kanununa göre aktifleştirilmek suretiyle amortisman yoluyla itfa edilir,
bir iktisadi kıymet oluşmaması hâlinde ise doğrudan gider yazılır.” şeklinde
değiştirilmesini; dördüncü fıkrasında yer alan “Bu Kanun kapsamındaki Ar-Ge ve yenilik faaliyetleri” ibaresinin “Bu Kanun
kapsamındaki her türlü Ar-Ge ve yenilik faaliyetleri”
şeklinde değiştirilmesini arz ve teklif ederiz.
Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına Görüşülmekte olan 95 sıra sayılı Tasarının 3. maddesinin 5.
fıkrasında geçen “her takvim yılı için 10.000.000.– Yeni Türk lirası”
ifadesinin, “her takvim yılı için 50.000.000.- Yeni Türk lirası” olarak
değiştirilmesini arz ve teklif ederiz.
TBMM Başkanlığına Görüşülmekte olan 95 sıra sayılı “Araştırma ve Geliştirme
Faaliyetlerinin Desteklenmesi Hakkında Kanun Tasarısı”nın 3. maddesinin (5). fıkrasındaki “Bu fıkra uyarınca yılı bütçesinde Ar-Ge projelerinin desteklenmesi amacıyla ödeneği bulunan
merkezî yönetim kapsamındaki kamu idarelerinin tümü tarafından yapılan
ödemelerin toplamı, her takvim yılı için 10.000.000 Yeni Türk Lirasını
geçemez.” ibaresinin madde metninden çıkarılmasını ve son cümledeki “Bu
tutarlar” ibaresinin “Bu tutar” olarak değiştirilmesini arz ve teklif ederim. Harun
Öztürk İzmir TBMM Başkanlığına Görüşülmekte olan 95 sıra sayılı yasa tasarısının 3. maddesinin
(5)’inci fıkrasının madde metninden çıkarılmasını saygılarımızla arz ederiz.
TBMM Başkanlığına Görüşülmekte olan 95 sıra sayılı yasanın 3. maddesinin 3.
fıkrasının sonundaki “sigorta primi işveren hissesinin yarısı” ifadesinin
aşağıdaki şekilde değiştirilmesini arz ederiz. Saygılarımızla.
Madde:3-3 “Sigorta primi işveren hissesinin tamamı” TBMM Başkanlığına Görüşülmekte olan 95 sıra sayılı tasarının 3 üncü maddesinin (1)
numaralı fıkrasına birinci cümleden sonra gelmek üzere aşağıdaki cümlenin
eklenmesini arz ve teklif ederiz.
“Ar-Ge merkezlerinin KOBİ’lerle iş
birliği yaparak, projelerine ortak etmeleri hâlinde 500 Ar-Ge
personelinin hesaplanmasında iş birliği yapılan KOBİ’lerin Ar-Ge personeli de hesaba katılır.” BAŞKAN – Şimdi, maddeye en aykırı önergeyi okutup, işleme
alacağım. TBMM Başkanlığına Görüşülmekte olan 95 sıra sayılı yasa tasarısının 3 üncü
maddesinin 1 inci fıkrasında “ile” kelimesinden sonra gelmek üzere “beş yüz”
kelimesinin “üç yüz” olarak değiştirilmesini arz ve teklif ederiz.
BAŞKAN – Komisyon katılıyor mu? SANAYİ, TİCARET, ENERJİ, TABİİ KAYNAKLAR, BİLGİ VE TEKNOLOJİ
KOMİSYONU BAŞKANI SONER AKSOY (Kütahya) – Katılmıyoruz efendim. BAŞKAN – Hükûmet katılıyor mu? MALİYE BAKANI KEMAL UNAKITAN (Eskişehir) - Katılmıyoruz efendim. BAŞKAN – Önerge sahiplerinden konuşacak… Gerekçeyi okuyunuz lütfen. Gerekçe: Türkiye’de ar-ge merkezlerinin 500
personel bulundurma zorunluluğu, yabancı şirketlere ve iş yapacak birkaç
firmaya olanak sağlayacağından fırsat eşitliği dikkate alınarak sayının 300
olarak değiştirilmesi gerekmektedir. BAŞKAN – Önergeyi oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler… Kabul
etmeyenler… Önerge kabul edilmemiştir. Diğer önergeyi okutuyorum: Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına Görüşülmekte olan 95 sıra sayılı tasarının 3 üncü maddesinin (1)
numaralı fıkrasına birinci cümleden sonra gelmek üzere aşağıdaki cümlenin
eklenmesini arz ve teklif ederiz. Nesrin Baytok
(Ankara) milletvekili ve arkadaşları Ar-Ge merkezlerinin KOBİ’lerle işbirliği
yaparak projelerine ortak etmeleri hâlinde 500 Ar-Ge
personelinin de hesaplanmasında işbirliği yapılan KOBİ’lerin Ar-Ge personeli de hesaba katılır. BAŞKAN – Komisyon katılıyor mu? SANAYİ, TİCARET, ENERJİ, TABİİ KAYNAKLAR, BİLGİ VE TEKNOLOJİ
KOMİSYONU BAŞKANI SONER AKSOY (Kütahya) – Katılmıyoruz efendim. BAŞKAN – Hükûmet katılıyor mu? MALİYE BAKANI KEMAL UNAKITAN (Eskişehir) – Katılmıyoruz Sayın
Başkan. BAŞKAN – İzmir Milletvekili Mehmet Ali Susam, buyurun. MEHMET ALİ SUSAM (İzmir) – Sayın Başkan, sayın milletvekilleri;
verdiğimiz önergenin gerekçesini biraz önce tam anlatmakta herhâlde zorlandık,
daha önceden söylemiştim. Söylediğimiz konu şudur: Bu ar-ge
teşviklerinde ülkemizin küçük ve orta boy işletmelerinin ve ülke sanayinin
gelişmesinden ar-ge’yi teşvik edebilecek sonuçlar
çıkarmalıyız. Şimdi, tabii ki anlıyorum, ar-ge büyük
bir çalışma isteyen, büyük bir kaynak isteyen, büyük bir kadro isteyen iş.
Ancak ar-ge çalışması sadece büyük kadrolarla mı
oluyor? Yani, şu kalemin daha gelişmiş modelini elde edebilmek için ille 50 ar-ge elemanı olması mı gerekiyor? Veya çok büyük bir proje
tümüyle bir fabrikada mı yapılıyor? O fabrika o geliştirmeyi yaparken ara
tedarikçiler ve ülke içerisinden mal tedarikiyle gerçekleştirmiyor mu? Yani,
bugün ülkemizde ihracat yapan büyük otomobil firmaları, elektronikçiler,
tekstilciler ve benzeri şirketlerin bu ihracatlarında iş birliği yaptığı
tedarikçiler yok mu? Bu tedarikçilere kendilerini
geliştirmede imkân sağlamak için o projeye dâhil olan bu tedarikçilere, yanında
çalıştırdıkları ar-ge elemanlarının bu projenin
içerisinde sayılarak teşvik verilmesi uygun bir çalışma değil mi? Yani, çok
önemli bir projede çalıştırdığınız tedarikçinin bu anlamıyla 1-2 elemanının da
500 ar-ge elemanı içerisinde sayılarak bu sayım
içerisinde destek alması ülkede küçük ve orta boy işletmeleri geliştirmeye
katkı koymayacak mı? Neden bundan kaçınıyoruz? Neden bu teşviki bizim
kendi insanımızın da desteklenmesi açısından kullanmayı öngörmüyoruz? Değerli arkadaşlar, bugün gerçekten bu iş ciddi bir sıkıntı
içerisine girmiştir. Ülkemizin sanayisinde üretim yapan insanlar günlük
dertlerinden arınıp ülkede ihracatı geliştirebilecek ciddi bir çalışma
içerisine girememektedir. Bu çalışmalarda temel hedefimiz neydi? Ülkenin
ihracatı ile ithalatı arasındaki cari açık dengesini azaltabilmek, ülke
ekonomisini daha az ara malı ithal eden konumdan çıkarabilmek. Bizim verdiğimiz
öneri ne? Ara malı ithalatı noktasında ülkede bulunan üreticilerin ara malı
ithalatını ortadan kaldırabilecek, kendi üretimlerini yapabilecek bir projeye
girebilmesi için teşvik almalarını, çalıştıracakları ar-ge
elemanının bu proje içerisinde desteklenmesini sağlamak. O zaman, biz neyi
amaçlıyoruz? İthalatı daha azaltmak, ihracatı teşvik etmek. Bu anlamıyla, bu 50 taneyle sınırladığımız, 500 taneyle
sınırladığımız ar-ge elemanlarında tedarikçileri de
aramıza alarak, bunların imkânlarını bu şekilde destekleyerek, onların, ara
malı ithalatını ortadan kaldırıp, yerli sanayinin bu projelere üretim yapmasının
önünün açılmasıdır, ama anlayamadığım bir nedenle bu imkâna kavuşturulması, hem
Komisyon tarafından hem Hükûmet tarafından
reddedilmektedir. Değerli parlamenterler, sizler de küçük ve orta boy işletmelerin
içerisinden gelen insanlarsınız. Bu insanların ar-ge’ye
ayırabilecekleri kaynakların böyle projelerle, o projelere ortak olarak
desteklenerek bir noktaya taşınmasını sizlerin de istediğinizi düşünüyorum. Bu
önerimiz çok makul, mantıklı ve geliştirilmesi gereken bir projedir. Bu duygularla bu önergeyi verdik. Durumu bilgilerinize bir kez
daha sunuyorum. Desteklerinizi bekliyorum. (CHP sıralarından alkışlar) BAŞKAN – Teşekkür ederim Sayın Susam. Önergeyi oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler… Kabul etmeyenler…
Önerge kabul edilmemiştir. Diğer önergeyi okutuyorum: Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına Görüşülmekte olan 95 sıra sayılı yasanın 3. maddenin 3. fıkrasının
sonundaki “sigorta primi işveren hissesinin yarısı” ifadesinin aşağıdaki
şekilde değiştirilmesini arz ederiz. Saygılarımızla. Ferit
Mevlüt Aslanoğlu (Malatya)
ve arkadaşları Madde 3-3- “Sigorta primi işveren hissesinin tamamı” BAŞKAN – Komisyon önergeye katılıyor mu? SANAYİ, TİCARET, ENERJİ, TABİİ KAYNAKLAR, BİLGİ VE TEKNOLOJİ
KOMİSYONU BAŞKANI SONER AKSOY (Kütahya) – Katılmıyoruz efendim. BAŞKAN – Hükûmet katılıyor mu? MALİYE BAKANI KEMAL UNAKITAN (Eskişehir) – Katılmıyoruz Sayın
Başkan. BAŞKAN – Malatya Milletvekili Sayın Aslanoğlu.
Buyurun. Süreniz beş dakika. FERİT MEVLÜT ASLANOĞLU (Malatya) – Sayın Başkan, değerli
milletvekilleri; teşvik diyorlar… Hatırlarsınız, 5084, 5350, daha ülkeyi
kurtaracaktı ya, illerimiz fabrikalar dolacaktı, kalkınmada öncelikli
yörelerimiz hep fabrika olacaktı. Burada konuştuk ya bunları. Teşvik konuştuk. Şimdi, birisi söz verdiği zaman sözünü yerine getirmeli. Bir kere,
Maliye Bakanlığı bu kanunun sahibi olmamalı. Maliye Bakanlığı, hem gaz hem
fren… Bu ülke üreticisine gaz vermek lazım. Üreticilere
heyecan vermek için olmalı. Maliye Bakanlığı hep fren yapıyor. Arkadaş, sen
fren yapıyorsun. Bu insanlara gaz veren başka… Sanayi Bakanı burada oturmalıdır
arkadaşlar, Sanayi Bakanı. Bunun sahibi Sanayi Bakanlığıdır. Yani, üreticinin,
ülkedeki müteşebbisin hakkını, hukukunu koruyacak bakanlık Sanayi Bakanlığıdır.
Ne ilgisi var bu kanunun Maliye Bakanlığıyla ? HALİL AYDOĞAN (Afyonkarahisar) – Para
onda. FERİT MEVLÜT ASLANOĞLU (Devamla) – Arkadaş, parayı vereceksin.
Parayı vereceksin, ama, insanlara heyecan vereceksin.
Bir kere, bu yasanın sahibi Maliye Bakanlığı değildir. İki, 5084 ve 5350’den hatırlayın, söz verdiniz insanlara. Nerede
elektrik paraları? Nerede arkadaşlar? Nerede elektrik teşvik paraları? Bir
yıldır… Marta kadar yatırıldı, marta kadar. Kasıma kadar verilmemişti, marta
kadar. Şubat… Geçtiğimiz marttan bahsediyorum arkadaşlar. Bu marttan bahsetmiyorum.
HALİL AYDOĞAN (Afyonkarahisar) – Bu mart
değil mi? FERİT MEVLÜT ASLANOĞLU (Devamla) – Geçtiğimiz… Daha bu mart
gelmedi. Mart kapıdan baktırır, kazma kürek yaktırır Sayın
Milletvekilim, biliyor musun. Kazmayı, küreği yaktırıyor. Söz veriyorlar,
kazma kürek yaktırıyorlar! (CHP sıralarından alkışlar) Arkadaşlar, bu yasanın sahibi Maliye Bakanlığı olmamalı.
Müteşebbisi koruyan, ona heyecan veren başka bir bakanlık, Sanayi Bakanlığı
olmalı. Ben, bir kez daha, 5084 ve 5350 sayılı Yasa, bu ülkede illeri
birbirine bırakan, bu ülkede örneğin tekstil sanayini yok eden, Denizli,
Gaziantep, bu illerdeki sanayiyi yok eden, bu illerdeki insanların fabrikasını
kapattıran bir yasadır ve öbür iller, amaçlanan, gelişmemiş illere de bir tane
baca tüten fabrika gitmemiştir. Afyon’u katmayın, Uşak’ı katmayın, Malatya’yı
katmayın, Osmaniye’yi katmayın, Düzce’yi katmayın. Altısının dışında, kırk
sekiz taneden, bana, altısının dışında bir şey bulabilir misiniz arkadaşlar?
Vicdanınız yok mu? Söylesenize arkadaşlar ya!.. Niye
beni konuşturuyorsunuz ya? Hepinize saygılar sunuyorum. (CHP ve MHP sıralarından alkışlar) BAŞKAN – Teşekkür ederim Sayın Aslanoğlu. Önergeyi oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler… Kabul etmeyenler…
Önerge kabul edilmemiştir. Sayın milletvekilleri, çalışma süresinin dolmasına çok az bir süre
kalmıştır. Çalışma süresinin madde üzerindeki görüşmeler tamamlanıncaya kadar
uzatılmasını oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler… Kabul etmeyenler… Kabul
edilmiştir. Diğer önergeyi okutuyorum: TBMM Başkanlığına Görüşülmekte olan 95 sıra sayılı yasa tasarısının 3. maddesinin
(5) inci fıkrasının madde metninden çıkarılmasını saygılarımızla arz ederiz. Kamer Genç (Tunceli) ve
arkadaşları BAŞKAN – Komisyon katılıyor mu önergeye? SANAYİ, TİCARET, ENERJİ, TABİİ KAYNAKLAR, BİLGİ VE TEKNOLOJİ
KOMİSYONU BAŞKANI SONER AKSOY (Kütahya) – Katılmıyoruz efendim. BAŞKAN – Hükûmet katılıyor mu? MALİYE BAKANI KEMAL UNAKITAN (Eskişehir) – Katılmıyoruz Sayın
Başkan. BAŞKAN – Önerge sahiplerinden konuşacak var mı? HAKKI SUHA OKAY (Ankara) – Yok. BAŞKAN – Gerekçeyi okutuyorum: Gerekçe: Ar-ge yatırımları için yapılan
yatırımlar vergi matrahından düşülmekte, işçiler vergiden ve sigortadan muaf,
ayrıca kamu kurumundan da bağışta bulunulması uygun değildir. BAŞKAN – Önergeyi oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler… Kabul
etmeyenler… Önerge kabul edilmemiştir. Diğer önergeyi okutuyorum: TBMM Başkanlığına Görüşülmekte olan 95 sıra sayılı “Araştırma ve Geliştirme
Faaliyetlerinin Desteklenmesi Hakkında Kanun Tasarısı”nın 3. maddesinin (5). fıkrasındaki “Bu fıkra uyarınca yılı bütçesinde Ar-Ge projelerinin desteklenmesi amacıyla ödeneği bulunan
merkezi yönetim kapsamındaki kamu idarelerinin tümü tarafından yapılan
ödemelerin toplamı, her takvim yılı için 10.000.000 Yeni Türk Lirasını
geçemez.” ibaresinin madde metninden çıkartılmasını ve son cümledeki “Bu
tutarlar” ibaresinin “Bu tutar” olarak değiştirilmesini arz ve teklif ederim. Harun
Öztürk İzmir BAŞKAN – Komisyon önergeye katılıyor mu? SANAYİ, TİCARET, ENERJİ, TABİİ KAYNAKLAR, BİLGİ VE TEKNOLOJİ
KOMİSYONU BAŞKANI SONER AKSOY (Kütahya) – Katılmıyoruz efendim. BAŞKAN – Hükûmet katılıyor mu? MALİYE BAKANI KEMAL UNAKITAN (Eskişehir) – Katılmıyoruz Sayın
Başkan. BAŞKAN – Buyurun Sayın Öztürk. İzmir Milletvekili Sayın Harun Öztürk. Süreniz beş dakika. Buyurun. HARUN ÖZTÜRK (İzmir) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri;
şahsım ve Demokratik Sol Parti adına yüce heyetinizi saygıyla selamlıyorum. Araştırma ve Geliştirme Faaliyetlerinin Desteklenmesi Hakkındaki
Kanun Tasarısı’nı Demokratik Sol Parti olarak desteklediğimizi bir kez daha
ifade ettikten sonra bu önergeyi niçin verdik onu açıklamaya çalışacağım. Şimdi, bu yasayı Ar-Ge faaliyetlerini
desteklemek amacıyla getirdiğimiz kesin. Önergenin ilişkili olduğu 5’inci fıkranın
birinci cümlesi de yasanın amacına uygun bir teşvik öngörüyor, yani teknogirişim sermayesi desteği verilmesini öngörüyor.
Metinden çıkarılmasını önerdiğimiz cümle ise biraz önce okundu. Bu birinci
cümlede öngörülen destekle ilgili olarak, bir yıl içerisinde yapacağımız
destekle ilgili bir üst sınır getiriyor. Bu üst sınırın getirilmiş olması şu
ihtiyaçtan doğabilir: Bütçe imkânları gerekçe olarak gösterilebilir ve bu
desteğin suistimal edilmemesi için de getirilmiş
olabilir. Ancak ikinci hususun olması mümkün değil, fıkranın atıfta bulunduğu
ilgili maddede desteğin nerelere verileceği belirtiliyor. Şimdi, bu hüküm kalırsa bütçe imkânınız el verse dahi -lütfen
dikkatinizi buraya çekmek istiyorum- bütçe imkânlarınız elverse bile, isteseniz
dahi, bu yasa hükmü bu hâliyle kaldığı sürece ek bir teşvik yapma şansınız yok.
Bu nedenle, bu önerdiğimiz değişikliğin çıkması hâlinde, Maliye Bakanlığı, bu
çıkmamış gibi, bütçe imkânlarını göz önünde bulundurarak, isterse aynı 10
milyon YTL’lik tutarı geçmemek üzere ilgili kurumların bütçelerine gerekli
ödeneği koyabilir, yani önergeyle çıkardığımız cümle, Maliye Bakanının cümlenin
yer alması hâlindeki amacını gerçekleştirmesine engel değil. Ancak bir şeyi
sağlıyor: İmkânı olduğunda ve ihtiyaç hasıl olduğunda
daha fazla kişiye bu fıkradan destek verme şansı oluyor. Şu anda dikkatlerinize
sunmak istediğim, bu tavana göre 100 kişiye, fıkrada öngörülen söz konusu
desteği verebilecek durumdayız. Eğer maddede bir tavan
öngörülmesini yasama organı düşünüyor ise bunu ancak şu şekilde yapması hâlinde
bir anlam ifade eder: Eğer biz yasayla, söz konusu teşviklerle ilgili olarak
belli bir rakamın altında teşvik verilmemesini öngörüyor isek yasada böyle bir
tavan getirmemiz bir anlam ifade eder, yani “10 milyon YTL’den az olmamak üzere
bütçeye ödenek konur.” dersek bunun bir anlamı olur diyorum. Değişiklik önergemizin gerekçesini açıklayabildiğimi ümit ediyor,
desteklerinizi bekliyor, yüce heyetinizi tekrar saygıyla selamlıyorum. (DSP
sıralarından alkışlar) BAŞKAN – Teşekkür ederim Sayın Öztürk. Önergeyi oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler… Kabul etmeyenler…
Önerge kabul edilmemiştir. Diğer önergeyi okutuyorum: Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına Görüşülmekte olan 95 sıra sayılı Tasarının 3. maddesinin 5.
fıkrasında geçen “her takvim yılı için 10.000.000.– Yeni Türk lirası”
ifadesinin, “her takvim yılı için 50.000.000.- Yeni Türk lirası” olarak
değiştirilmesini arz ve teklif ederiz. Oktay Vural (İzmir) ve arkadaşları BAŞKAN – Komisyon önergeye katılıyor mu? SANAYİ, TİCARET, ENERJİ, TABİİ KAYNAKLAR, BİLGİ VE TEKNOLOJİ
KOMİSYONU BAŞKANI SONER AKSOY (Kütahya) – Katılmıyoruz efendim. BAŞKAN – Hükûmet katılıyor mu? MALİYE BAKANI KEMAL UNAKITAN (Eskişehir) – Katılmıyoruz Sayın
Başkan. BAŞKAN – Kütahya Milletvekili Sayın Alim
Işık, buyurun. (MHP sıralarından alkışlar) Süreniz beş dakika. ALİM IŞIK (Kütahya) –
Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; hepinizi saygılarımla selamlarım. Araştırma ve geliştirme faaliyetlerinin desteklenmesi amacıyla
bugün tartıştığımız bu yasa tasarısının 3’üncü maddesinin 5’inci fıkrasında
geçen ve biraz önce konuşan Değerli Hatibin de dile getirdiği üst tavan olarak
belirlenmiş 10 milyon yeni Türk lirası yıllık toplam ödeme miktarının
değiştirilmesi amacıyla vermiş olduğumuz önerge hakkında konuşmak üzere
huzurunuza geldim. Şimdi, buradaki 10 milyon, yıllık tutar, her biri 100 bin yeni
Türk lirası olmak üzere verilen teknogirişim
sermayesine bölündüğünde toplam, yılda destek verebileceğiniz genç girişimci
sayısı 100’dür maksimum. Bugün, yüz yirmiye yaklaşmış üniversitede toplam elli
dolayındaki mühendislik fakültesinden bir yılda mezun olan genç araştırıcı
sayısını hesapladığınızda yaklaşık 20 bindir. Bir de kanunun gereği beş yıl
öncesine kadar mezun olmuş olanlar bu haktan yararlanmayı düşünürse, teorik
olarak, en az 100 bin tane genç araştırıcıdan toplam 100 kişiye vereceğiniz
paradır bu. Yani binde 1 şansı var bir araştırıcının. Dolayısıyla bunu 10
milyon yerine 50 milyona çıkarmamız hâlinde yıllık destekleyebileceğimiz genç
girişimci sayısının teorik olarak 500 olmasını amaçlıyoruz. Bu, hiç olmazsa,
bir umuttur. Ama siz yaklaşık 100 bin kişide 100 kişiye vereceğiniz bir
destekle yarışmaya açarsanız bu konuyu, birçok gencimiz daha baştan “Nasıl olsa
benim sırtımı dayayacağım birisi yok, bu para bana düşmez.” mantığıyla buna
başvurmayacaktır. Buradaki üst limitin 50 milyon YTL olarak değiştirilmesi,
sizin vermeyi düşündüğünüz 10 milyon YTL’yi etkilemez. Yine şartlar konur,
bütçenin de imkânları doğrultusunda bu miktar 10 milyonla sınırlandırılabilir. Bu,
parayı veren makamın onayına kalmış, takdirine kalmış bir miktardır. Ama
hakikaten 10 milyonla sınırlamamız önemli bir eksiklik, bunu 50’ye çıkarmakla
birçok gencimize hiç olmazsa bir umut kapısını da açmış oluruz. Ben, önergemizin destekleneceğini ümit ediyorum. Her ne kadar
Komisyonda ifade etmeye çalıştık, bunu değiştirmeye çalıştık, kabul görmedi ama
yüce Meclisin Genel Kurulu bunu biraz daha farklı değerlendirecek ve sanki bir
hakkı açmakla, bu parayı vereceğiz anlamında yorumlamayacaktır. Üst sınırı
50’ye çıkarmakla, biz, düşündüğümüz 10 milyon lira sınırını aşmayabiliriz de
şartlara göre. Bu önergeyi takdirlerinize arz ediyorum ve desteklenmesi ümidiyle,
şahsım ve Grubum adına hepinize saygılarımı sunuyorum. Teşekkür ederim. (MHP sıralarından alkışlar) BAŞKAN – Teşekkür ederim Sayın Işık. Önergeyi oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler… Kabul etmeyenler…
Önerge kabul edilmemiştir. Diğer önergeyi okutuyorum: Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına Görüşülmekte olan “Araştırma ve Geliştirme Faaliyetlerinin
Desteklenmesi Hakkında Kanun” Tasarısının 3 üncü maddesinin madde başlığının
“İndirim, istisna, destek ve teşvik unsurları” şeklinde değiştirilmesini; aynı
maddenin birinci fıkrasında yer alan “Ar-Ge ve
yenilik projelerinde” ibaresinden sonra gelmek üzere, “rekabet öncesi işbirliği
projelerinde” ibaresinin eklenmesini; aynı fıkrada yer alan “Ayrıca bu
harcamalar, 4/1/1961 tarihli ve 213 sayılı Vergi Usul Kanununa göre
aktifleştirilmek suretiyle amortisman yoluyla itfa
edilir.” cümlesinin “Ayrıca bu harcamalar, 4/1/1961 tarihli ve 213 sayılı Vergi
Usul Kanununa göre aktifleştirilmek suretiyle amortisman yoluyla itfa edilir,
bir iktisadi kıymet oluşmaması hâlinde ise doğrudan gider yazılır.” şeklinde
değiştirilmesini; dördüncü fıkrasında yer alan “Bu Kanun kapsamındaki Ar-Ge ve yenilik faaliyetleri” ibaresinin “Bu Kanun
kapsamındaki her türlü Ar-Ge ve yenilik faaliyetleri”
şeklinde değiştirilmesini arz ve teklif ederiz. Bekir Bozdağ
(Yozgat) ve arkadaşları BAŞKAN – Komisyon önergeye katılıyor mu? SANAYİ, TİCARET, ENERJİ, TABİİ KAYNAKLAR, BİLGİ VE TEKNOLOJİ
KOMİSYONU BAŞKANI SONER AKSOY (Kütahya) – Takdire bırakıyoruz efendim. BAŞKAN – Hükûmet katılyor
mu? MALİYE BAKANI KEMAL UNAKITAN (Eskişehir) – Katılıyoruz Sayın
Başkan. BAŞKAN – Sayın Ergün, gerekçeyi mi okutayım, konuşacak mısınız? NİHAT ERGÜN (Kocaeli) – Gerekçeyi okutun. BAŞKAN – Gerekçeyi okutuyorum: Gerekçe: Önergeyle, madde başlığı, kapsamıyla paralel olarak
genişletilmekte, Ar-Ge indiriminden yararlanacak
projeler arasında rekabet öncesi işbirliği projeleri de dahil
edilmekte, damga vergisi istisnasının her türlü Ar-Ge
faaliyetini kapsayacağına açıklık getirilmektedir. Ayrıca, gelir ve kurumlar vergisi mükellefleri, hesap dönemi
içerisinde gayrimaddi haklara yönelik yaptıkları
araştırma ve geliştirme harcamalarının tamamını aktifleştirmek zorunda olup,
proje sonucu ortaya bir gayrimaddi hak çıkması
halinde, aktifleştirilmesi gereken bu tutar, Vergi Usul Kanununa göre amortisman yoluyla itfa edilmektedir. Önergeyle, Ar-Ge niteliğindeki
projelerden, daha sonraki yıllarda vazgeçilmesi veya projenin tamamlanmasına
imkân kalmaması durumunda, Ar-Ge faaliyeti kapsamında
yapılan ve önceki yıllarda aktifleştirilmiş olan tutarlar ile gayrimaddi haklara yönelik olmayan ve Vergi Usul Kanunu
hükümleri çerçevesinde aktifleştirilmesi gerekmeyen harcamaların doğrudan gider
yazılmasına genel vergi mevzuatı çerçevesinde imkân sağlanması amaçlanmaktadır.
BAŞKAN – Komisyonun takdire bıraktığı, Hükûmetin
katıldığı önergeyi oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler… Kabul etmeyenler…
Önerge kabul edilmiştir. SANAYİ, TİCARET, ENERJİ, TABİİ KAYNAKLAR, BİLGİ VE TEKNOLOJİ
KOMİSYONU BAŞKANI SONER AKSOY (Kütahya) – Bir redaksiyon talebimiz var efendim.
BAŞKAN – Buyurun. SANAYİ, TİCARET, ENERJİ, TABİİ KAYNAKLAR, BİLGİ VE TEKNOLOJİ
KOMİSYONU BAŞKANI SONER AKSOY (Kütahya) – Efendim, 3’üncü maddenin (1)’inci
fıkrasında, son ikinci satırda “213 sayılı Vergi Usul Kanununa” ibaresinde
“Vergi Usul”ü siliyoruz, sadece “Kanuna” kelimesini yazıyoruz. (2)’nci fıkranın altıncı satırında da
“TÜBİTAK tarafından yürütülen Ar-Ge ve yenilik
projelerinde” diyoruz, “inde” kelimesini ilave ediyoruz. Bir diğeri efendim: (5)’inci fıkrada yine “Vergi Usul Kanununa”
diye bir ibare var, onun yerine yine “Kanuna” kelimesini ilave etmiş oluyoruz. Bu kadar efendim. BAŞKAN – Düzeltme notu alınmıştır. Kabul edilen önerge ve düzeltme çerçevesi içinde 3’üncü maddeyi
oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler… Kabul etmeyenler… Madde kabul edilmiştir. Kanun tasarı ve tekliflerini sırasıyla görüşmek için, 21 Şubat 2008
Perşembe günü, alınan karar gereğince, saat 14.00’te toplanmak üzere birleşimi
kapatıyorum. Kapanma Saati: 20.11 |
|