DÖNEM: 23 CİLT: 8 YASAMA YILI: 2 TÜRKİYE BÜYÜK MİLLET MECLİSİ TUTANAK DERGİSİ 32’nci
Birleşim 7 Aralık 2007 Cuma İ Ç İ N D E K İ L
E R I.- GEÇEN TUTANAK ÖZETİ II.- GELEN KÂĞITLAR III.-
YOKLAMALAR IV.-
BAŞKANLIĞIN GENEL KURULA SUNUŞLARI A)
TEZKERELER 1.- Arnavutluk
Meclis Başkanı Jozefina Topallı Çoba
ve beraberindeki heyetin ülkemizi ziyaret etmesinin uygun bulunduğuna ilişkin
Başkanlık tezkeresi (3/241) 2.- Slovenya Meclisi Dış İlişkiler Komisyonunun vaki davetine
istinaden, 11-14 Aralık 2007 tarihleri arasında bu ülkeye resmî ziyarette
bulunacak olan TBMM Dışişleri Komisyonu üyelerinden oluşan heyeti belirlemek
üzere, siyasi parti gruplarınca bildirilen isimlere ilişkin Başkanlık tezkeresi
(3/242) V.-
KANUN TASARI VE TEKLİFLERİ İLE KOMİSYONLARDAN GELEN DİĞER İŞLER A)
KANUN TASARI VE TEKLİFLERİ 1.- 2008 Yılı
Merkezi Yönetim Bütçe Kanunu Tasarısı ve Plan ve Bütçe Komisyonu Raporu (1/426)
(S.Sayısı:57) 2.- 2006 Yılı
Merkezi Yönetim Kesin Hesap Kanunu Tasarısı ile Merkezi Yönetim Bütçesi
Kapsamındaki İdare ve Kurumların 2006 Bütçe Yılı Kesin Hesap Tasarısına Ait
Genel Uygunluk Bildirimi ve Eki Raporlarının
Sunulduğuna Dair Sayıştay Başkanlığı Tezkeresi ile Plan ve Bütçe Komisyonu Raporu ( 1/267, 3/191) (S.Sayısı: 58) A)
GENÇLİK VE SPOR GENEL MÜDÜRLÜĞÜ 1.- Gençlik ve
Spor Genel Müdürlüğü 2008 Yılı Merkezi
Yönetim Bütçesi 2.- Gençlik ve
Spor Genel Müdürlüğü 2006 Yılı Merkezi Yönetim Kesin Hesabı B)
DEVLET PERSONEL BAŞKANLIĞI 1.- Devlet
Personel Başkanlığı 2008 Yılı Merkezi
Yönetim Bütçesi 2.- Devlet
Personel Başkanlığı 2006 Yılı Merkezi
Yönetim Kesin Hesabı C)
BAŞBAKANLIK YÜKSEK DENETLEME KURULU 1.- Başbakanlık
Yüksek Denetleme Kurulu 2008 Yılı
Merkezi Yönetim Bütçesi 2.- Başbakanlık
Yüksek Denetleme Kurulu 2006 Yılı
Merkezi Yönetim Kesin Hesabı D)
TÜTÜN, TÜTÜN MAMÛLLERİ VE ALKOLLÜ İÇKİLER PİYASASI DÜZENLEME KURUMU 1.- Tütün, Tütün
Mamûlleri ve Alkollü İçkiler Piyasası Düzenleme Kurumu 2008 Yılı Merkezi Yönetim Bütçesi 2.- Tütün, Tütün
Mamûlleri ve Alkollü İçkiler Piyasası Düzenleme Kurumu 2006 Yılı Merkezi Yönetim Kesin Hesabı E)
TÜRKİYE VE ORTA-DOĞU AMME İDARESİ ENSTİTÜSÜ 1.- Türkiye ve
Orta Doğu Amme İdaresi Enstitüsü 2008 Yılı Merkezi Yönetim Bütçesi 2.- Türkiye ve
Orta-Doğu Amme İdaresi Enstitüsü 2006
Yılı Merkezi Yönetim Kesin Hesabı F)
HAZİNE MÜSTEŞARLIĞI 1.- Hazine Müsteşarlığı 2008 Yılı Merkezi Yönetim Bütçesi 2.- Hazine
Müsteşarlığı 2006 Yılı Merkezi Yönetim
Kesin Hesabı G)
BASIN–YAYIN VE ENFORMASYON GENEL MÜDÜRLÜĞÜ 1.- Basın-Yayın ve Enformasyon Genel
Müdürlüğü 2008 Yılı Merkezi Yönetim
Bütçesi 2.- Basın-Yayın ve Enformasyon Genel
Müdürlüğü 2006 Yılı Merkezi Yönetim
Kesin Hesabı H)
TÜRKİYE BİLİMSEL VE TEKNOLOJİK ARAŞTIRMA KURUMU BAŞKANLIĞI 1.- Türkiye
Bilimsel ve Teknolojik Araştırma Kurumu Başkanlığı 2008 Yılı Merkezi Yönetim Bütçesi 2.- Türkiye
Bilimsel ve Teknolojik Araştırma Kurumu Başkanlığı 2006 Yılı Merkezi Yönetim Kesin Hesabı I)
TÜRKİYE BİLİMLER AKADEMİSİ BAŞKANLIĞI 1.- Türkiye
Bilimler Akademisi Başkanlığı 2008 Yılı
Merkezi Yönetim Bütçesi 2.- Türkiye
Bilimler Akademisi Başkanlığı 2006 Yılı
Merkezi Yönetim Kesin Hesabı İ)
ATATÜRK KÜLTÜR, DİL VE TARİH YÜKSEK KURUMU BAŞKANLIĞI 1.- Atatürk
Kültür, Dil ve Tarih Yüksek Kurumu Başkanlığı
2008 Yılı Merkezi Yönetim Bütçesi 2.- Atatürk
Kültür, Dil ve Tarih Yüksek Kurumu Başkanlığı
2006 Yılı Merkezi Yönetim Kesin Hesabı VI.-
SATAŞMALARA İLİŞKİN KONUŞMALAR VE AÇIKLAMALAR 1.- Tunceli
Milletvekili Kamer Genç’in, Devlet Bakanı ve Başbakan Yardımcısı Cemil Çiçek’in
konuşmasında şahsına sataşması nedeniyle konuşması 2.- Uşak
Milletvekili Osman Coşkunoğlu’nun, Devlet Bakanı Mehmet
Aydın’ın konuşmasında şahsına sataşması nedeniyle konuşması VII.-
SORULAR VE CEVAPLAR A)
YAZILI SORULAR VE CEVAPLARI 1.- Mersin
Milletvekili Behiç Çelik’in, 22’nci Dönemde yapılan
personel atamalarına ilişkin sorusu ve Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkan
Vekili Nevzat Pakdil’in cevabı (7/80) 2.- Hatay
Milletvekili Gökhan Durgun’un, 22 nci Dönemde yapılan
personel atamalarına ve açılan davalara ilişkin sorusu ve Türkiye Büyük Millet
Meclisi Başkan Vekili Nevzat Pakdil’in cevabı (7/85) 3.- İzmir
Milletvekili Bülent Baratalı’nın, İzmir’deki bazı
hastanelerin çeşitli ihalelerine ilişkin sorusu ve Sağlık Bakanı Recep Akdağ’ın cevabı (7/604) 4.- Balıkesir
Milletvekili Hüseyin Pazarcı’nın, Manyas Barajı’nın
sulamada kullanılmasına ve Kuş Cenneti’nin korunmasına ilişkin sorusu ve Çevre ve Orman Bakanı Veysel Eroğlu’nun cevabı (7/659) 5.- Mersin
Milletvekili Mehmet Şandır’ın, Mersin Vergi
Dairesinin bazı kooperatiflere yaptığı uygulamalara ilişkin sorusu ve Maliye
Bakanı Kemal Unakıtan’ın cevabı (7/733) 6.- İstanbul
Milletvekili Atila Kaya’nın, Türkiye İstatistik
Kurumunda çalışan yöneticilere ve bazı iddialara ilişkin sorusu ve Devlet Bakanı ve Başbakan Yardımcısı Nazım
Ekren’in cevabı (7/806) 7.- Antalya
Milletvekili Tayfur Süner’in, Gökçeler Barajı
yapımının 2008 yılı programına alınıp alınmayacağına ilişkin sorusu ve Çevre ve Orman Bakanı Veysel Eroğlu’nun cevabı (7/863) 8.- Antalya
Milletvekili Tayfur Süner’in, Antalya-Alara Çayı’ndan kullanılan içme suyuna ve Alaca Çayı’nın
çevresindeki arıtma tesislerine ilişkin sorusu ve Çevre ve Orman Bakanı Veysel Eroğlu’nun cevabı (7/864) 9.- İzmir
Milletvekili Ahmet Ersin’in, bazı yakınlarının
yaptığı işlere ilişkin Başbakandan sorusu ve Devlet Bakanı ve Başbakan
Yardımcısı Cemil Çiçek’in cevabı (7/924) I.- GEÇEN TUTANAK ÖZETİ TBMM Genel Kurulu
saat 11.04’te açılarak üç oturum yaptı. 1-2 Ekim tarihlerinde
Lahey’e resmî ziyarette bulunan Bayındırlık
ve İskân Bakanı Faruk Nafız Özak’a, 11-14 Kasım 2007
tarihlerinde İngiltere’ye resmî ziyarette bulunan Sağlık Bakanı
Recep Akdağ’a, Refakat eden heyetlere
katılmaları uygun görülen milletvekillerine; Devlet Bakanı
Nimet Çubukçu’nun 1-5 Kasım 2007 tarihlerinde
Suriye’ye yaptığı resmî ziyarete iştirak etmesi uygun görülen
milletvekiline, İlişkin Başbakanlık
tezkereleri kabul edildi. 2008 Yılı Merkezi
Yönetim Bütçe Kanunu Tasarısı ve Plan ve Bütçe Komisyonu Raporunun
(1/426) (S. Sayısı: 57) 2006 Yılı Merkezi
Yönetim Kesin Hesap Kanunu Tasarısı ile Merkezi Yönetim Bütçesi
Kapsamındaki İdare ve Kurumların 2006 Bütçe Yılı Kesin Hesap Tasarısına
Ait Genel Uygunluk Bildirimi ve Eki Raporlarının Sunulduğuna Dair
Sayıştay Başkanlığı Tezkeresi ile Plan ve Bütçe Komisyonu Raporunun
(1/267, 3/191) (S. Sayısı: 58) Görüşmelerine
devam edilerek; Kültür ve Turizm
Bakanlığı, Devlet Opera ve
Balesi Genel Müdürlüğü, Devlet Tiyatroları
Genel Müdürlüğü, Gümrük Müsteşarlığı, Vakıflar Genel
Müdürlüğü, Sosyal Yardımlaşma
ve Dayanışma Genel Müdürlüğü, Devlet Planlama
Teşkilatı Müsteşarlığı, Türkiye İstatistik
Kurumu Başkanlığı, Sermaye Piyasası
Kurulu, Bankacılık Düzenleme
ve Denetleme Kurumu, GAP Bölge Kalkınma
İdaresi Başkanlığı, Dış Ticaret Müsteşarlığı, İhracatı Geliştirme
Etüd Merkezi, 2008 Yılı Merkezi
Yönetim Bütçeleri ve 2006 Yılı Merkezi Yönetim Kesin Hesapları kabul
edildi. Afyonkarahisar Milletvekili
Halil Aydoğan, İstanbul Milletvekili Bihlun Tamaylıgil’in konuşmasında
şahsına sataştığı iddiasıyla bir açıklamada bulundu. Alınan karar gereğince,
7 Aralık 2007 Cuma günü saat 11.00’de toplanmak üzere, birleşime
20.40’ta son verildi.
No.: 47 II.- GELEN KÂĞITLAR 7 Aralık 2007 Cuma Teklif 1.- Kastamonu
Milletvekili Hakkı Köylü’nün; Ceza Muhakemesi
Kanununun Yürürlük ve Uygulama Şekli Hakkında Kanuna Bir Geçici
Madde Eklenmesine Dair Kanun Teklifi (2/91) (Adalet Komisyonuna)
(Başkanlığa geliş tarihi: 3.12.2007) Raporlar 1.- Türkiye Cumhuriyeti
ile Arnavutluk Cumhuriyeti Arasında Serbest Ticaret Anlaşmasının
Onaylanmasının Uygun Bulunduğuna Dair Kanun Tasarısı ve Dışişleri
Komisyonu Raporu (1/384) (S. Sayısı: 71) (Dağıtma tarihi: 7.12.2007)
(GÜNDEME) 2.- Irak’a Komşu Devletler Hükümetleri
ile Irak Cumhuriyeti Hükümeti Arasında Terörizm, Sınırlardan Yasadışı
Sızmalar ve Örgütlü Suçlarla Mücadele Konularında Güvenlik İşbirliğine
İlişkin Protokolün Onaylanmasının Uygun Bulunduğuna Dair Kanun
Tasarısı ve Dışişleri Komisyonu Raporu (1/347) (S. Sayısı: 73) (Dağıtma
tarihi: 7.12.2007) (GÜNDEME) 3.- Beşinci Dünya
Su Forumu Organizasyonu İçin Çerçeve Anlaşma ile Beşinci Dünya Su
Forumu Anlaşma Mektubunun Onaylanmasının Uygun Bulunduğuna Dair
Kanun Tasarısı ve Dışişleri Komisyonu Raporu (1/396) (S. Sayısı:
74) (Dağıtma tarihi: 7.12.2007) (GÜNDEME) 4.- Türkiye Cumhuriyeti
Hükümeti ile Japonya Hükümeti Arasında Kaman Kalehöyük
Arkeoloji Müzesinin Hibe Yoluyla Yapımına İlişkin Notaların
Onaylanmasının Uygun Bulunduğuna Dair Kanun Tasarısı ve Dışişleri
Komisyonu Raporu (1/466) (S. Sayısı: 75) (Dağıtma tarihi: 7.12.2007)
(GÜNDEME) 7 Aralık 2007 Cuma BİRİNCİ OTURUM Açılma Saati: 11.04 BAŞKAN : Başkan Vekili Şükran Güldal
MUMCU KÂTİP ÜYELER: Harun TÜFEKCİ (Konya), Canan CANDEMİR ÇELİK
(Bursa) BAŞKAN – Sayın
milletvekilleri, Türkiye Büyük Millet Meclisinin 32’nci Birleşimini açıyorum. Toplantı yeter
sayımız… (AK Parti sıralarından “Var, var” sesleri) ERTUĞRUL
KUMCUOĞLU (Aydın) – Hanımefendi, şunlara bir ders verin! BAŞKAN – Toplantı
yeter sayımız… III. - YOKLAMA BAŞKAN –
Elektronik cihazla yoklama yapacağım. Yoklama için beş
dakika süre vereceğim. Sayın milletvekillerinin oy düğmelerine basarak salonda
bulunduklarını bildirmelerini, bu süre içerisinde elektronik sisteme giremeyen
milletvekillerinin salonda hazır bulunan teknik personelden yardım
istemelerini; buna rağmen sisteme giremeyen üyelerin ise, yoklama pusulalarını,
görevli personel aracılığıyla, bu süre içerisinde Başkanlığa ulaştırmalarını
rica ediyorum. Yoklama işlemini
başlatıyorum. (Elektronik
cihazla yoklama yapıldı) BAŞKAN – Sayın
milletvekilleri, toplantı yeter sayısı yoktur. Toplantıya on beş
dakika ara veriyorum. Kapanma Saati: 11.10 İKİNCİ OTURUM Açılma Saati: 11.27 BAŞKAN : Başkan Vekili Şükran Güldal
MUMCU KÂTİP ÜYELER: Harun TÜFEKCİ (Konya), Canan CANDEMİR ÇELİK
(Bursa) BAŞKAN – Sayın
milletvekilleri, Türkiye Büyük Millet Meclisinin 32’nci Birleşiminin İkinci
Oturumunu açıyorum. III. - YOKLAMA BAŞKAN – Biraz
önce yapılan yoklamada toplantı yeter sayısı bulunamamıştı. Şimdi tekrar
yoklama yapacağım. Yoklama için beş
dakika süre veriyorum. Yoklama işlemini
başlatıyorum. (Elektronik
cihazla yoklama yapıldı) BAŞKAN – Sayın
milletvekilleri, toplantı yeter sayısı vardır, görüşmelere başlıyoruz. 2008 yılı Bütçe
Kanunu Tasarısı ile 2006 Yılı Merkezi Yönetim Kesinhesap
Kanunu Tasarısı üzerindeki görüşmelere devam edeceğiz. Ancak,
görüşmelere başlamadan önce Başkanlığın Genel Kurula iki sunuşu vardır, okutuyorum: IV.- BAŞKANLIĞIN GENEL KURULA SUNUŞLARI A) TEZKERELER 1.- Arnavutluk Meclis Başkanı Jozefina
Topallı Çoba ve beraberindeki heyetin ülkemizi
ziyaret etmesinin uygun bulunduğuna ilişkin Başkanlık tezkeresi (3/241) Türkiye Büyük
Millet Meclisi Genel Kuruluna Türkiye Büyük
Millet Meclisi Başkanlık Divanı’nın 26 Kasım 2007 tarih ve 12 sayılı Kararı ile
Arnavutluk Meclis Başkanı Sayın Jozefina TOPALLI ÇOBA
ve beraberindeki heyetin ülkemizi ziyaret etmesi uygun bulunmuştur. Sözkonusu heyetin ülkemizi
ziyareti, Türkiye Büyük Millet Meclisi’nin Dış İlişkilerinin Düzenlenmesi
Hakkında 3620 sayılı Kanun’un 7. Maddesi gereğince Genel Kurul’un bilgilerine
sunulur. Köksal
Toptan Türkiye
Büyük Millet Meclisi Başkanı 2.- Slovenya Meclisi Dış
İlişkiler Komisyonunun vaki davetine istinaden, 11-14 Aralık 2007 tarihleri
arasında bu ülkeye resmî ziyarette bulunacak olan TBMM Dışişleri Komisyonu
üyelerinden oluşan heyeti belirlemek üzere, siyasi parti gruplarınca bildirilen
isimlere ilişkin Başkanlık tezkeresi (3/242) Türkiye Büyük
Millet Meclisi Genel Kuruluna Slovenya Meclisi Dış
İlişkiler Komisyonunun vaki davetine istinaden, Türkiye Büyük Millet Meclisi
Dışişleri Komisyonu üyelerinden oluşan bir Parlamento Heyetinin, 11-14 Aralık
2007 tarihleri arasında Slovenya’ya resmi bir
ziyarette bulunması Genel Kurul’un 27 Kasım 2007 tarih ve 25 sayılı
birleşiminde kabul edilmiştir. Türkiye Büyük
Millet Meclisi’nin Dış İlişkilerinin Düzenlenmesi hakkında 3620 Sayılı Kanunun
ikinci maddesi uyarınca heyeti oluşturmak üzere siyasi parti gruplarının
bildirmiş olduğu isimler Genel Kurul’un bilgisine sunulur.
BAŞKAN – İki
tezkere bilgilerinize sunulmuştur. Program uyarınca
bugün iki tur görüşme yapacağız. Bugünkü beşinci
turda, Gençlik ve Spor Genel Müdürlüğü, Devlet Personel Başkanlığı, Başbakanlık
Yüksek Denetleme Kurulu, Tütün, Tütün Mamulleri ve Alkollü İçkiler Piyasası
Düzenleme Kurumu, Türkiye ve Ortadoğu Amme İdaresi Enstitüsü bütçeleri yer
almaktadır. V.- KANUN TASARI VE TEKLİFLERİ İLE KOMİSYONLARDAN GELEN DİĞER İŞLER A) KANUN TASARI VE TEKLİFLERİ 1.- 2008 Yılı Merkezi Yönetim Bütçe Kanunu Tasarısı ve Plan
ve Bütçe Komisyonu Raporu (1/426) (S.Sayısı:57) (x) 2.- 2006 Yılı Merkezi Yönetim Kesin Hesap Kanunu Tasarısı
ile Merkezi Yönetim Bütçesi Kapsamındaki İdare ve Kurumların 2006 Bütçe Yılı
Kesin Hesap Tasarısına Ait Genel Uygunluk Bildirimi ve Eki Raporlarının Sunulduğuna Dair Sayıştay Başkanlığı
Tezkeresi ile Plan ve Bütçe
Komisyonu Raporu ( 1/267, 3/191)
(S.Sayısı: 58) (x) A) GENÇLİK VE SPOR GENEL MÜDÜRLÜĞÜ 1.- Gençlik ve Spor
Genel Müdürlüğü 2008 Yılı Merkezi
Yönetim Bütçesi 2.- Gençlik ve Spor
Genel Müdürlüğü 2006 Yılı Merkezi Yönetim Kesin Hesabı B) DEVLET PERSONEL BAŞKANLIĞI 1.- Devlet Personel
Başkanlığı 2008 Yılı Merkezi Yönetim
Bütçesi 2.- Devlet Personel
Başkanlığı 2006 Yılı Merkezi Yönetim
Kesin Hesabı C) BAŞBAKANLIK YÜKSEK DENETLEME KURULU 1.- Başbakanlık
Yüksek Denetleme Kurulu 2008 Yılı
Merkezi Yönetim Bütçesi 2.- Başbakanlık
Yüksek Denetleme Kurulu 2006 Yılı
Merkezi Yönetim Kesin Hesabı D) TÜTÜN, TÜTÜN MAMÛLLERİ VE ALKOLLÜ İÇKİLER PİYASASI
DÜZENLEME KURUMU 1.- Tütün, Tütün
Mamûlleri ve Alkollü İçkiler Piyasası Düzenleme Kurumu 2008 Yılı Merkezi Yönetim Bütçesi 2.- Tütün, Tütün
Mamûlleri ve Alkollü İçkiler Piyasası Düzenleme Kurumu 2006 Yılı Merkezi Yönetim Kesin Hesabı (x)
57, 58 S. Sayılı Basmayazılar ve Ödenek Cetvelleri
4/12/2007 tarihli 29’uncu Birleşim Tutanağına eklidir. E) TÜRKİYE VE ORTA-DOĞU AMME İDARESİ ENSTİTÜSÜ 1.- Türkiye ve
Orta-Doğu Amme İdaresi Enstitüsü 2008 Yılı Merkezi Yönetim Bütçesi 2.- Türkiye ve
Orta-Doğu Amme İdaresi Enstitüsü 2006
Yılı Merkezi Yönetim Kesin Hesabı BAŞKAN –
Komisyon? Yerinde. Hükûmet? Yerinde. Sayın
milletvekilleri, 27/11/2007 tarihli 25’inci Birleşimde, bütçe görüşmelerinde
soruların gerekçesiz olarak yerinden sorulması ve her tur için soru-cevap
işleminin on beş dakikayla sınırlandırılması kararlaştırılmıştır. Buna göre,
turda yer alan bütçelerle ilgili olarak soru sormak isteyen milletvekillerinin,
görüşmelerin bitimine kadar şifrelerini yazıp parmak izlerini tanıttıktan sonra
ekrandaki söz isteme butonuna basmaları
gerekmektedir. Mikrofonlarındaki kırmızı ışıkları yanıp sönmeye başlayan milletvekillerinin
söz talepleri kabul edilmiş ve sıraya girmiş olacaktır. Tur üzerindeki
görüşmeler bittikten sonra, soru sahipleri ekrandaki sıraya göre sorularını
yerlerinden soracaklardır. Soru sorma işlemi yedi buçuk dakika içinde
tamamlanacaktır. Cevap işlemi için ise yedi buçuk dakika süre verilecektir.
Cevap işlemi yedi buçuk dakikadan önce bitirildiği takdirde geri kalan süre
için sıradaki soru sahiplerine söz verilecektir. Bilgilerinize
sunulur. Şimdi, soru için
söz isteyen ilk 10 kişinin ismini okuyorum: Sayın Kaplan, Sayın Birgün, Sayın Tütüncü, Sayın Doğru, Sayın Aydoğan, Sayın Seçer, Sayın Güvel,
Sayın Ağyüz ve Sayın Çalış. Beşinci turda
grupları ve şahısları adına söz alan sayın üyelerin isimlerini okuyorum: Demokratik Toplum
Partisi Grubu adına: Fatma Kurtulan, Van Milletvekili; Sırrı Sakık, Muş Milletvekili. Cumhuriyet Halk
Partisi Grubu adına: Mehmet Sevigen, İstanbul
Milletvekili; Osman Kaptan, Antalya Milletvekili; Hüseyin Ünsal,
Amasya Milletvekili. Milliyetçi
Hareket Partisi Grubu adına: Atila Kaya, İstanbul
Milletvekili; Mehmet Akif Paksoy, Kahramanmaraş
Milletvekili; Hüseyin Yıldız, Antalya Milletvekili; Mustafa Enöz,
Manisa Milletvekili. Adalet ve
Kalkınma Partisi Grubu adına: Hamza Yerlikaya, Sivas Milletvekili; Ömer Faruk Öz, Malatya
Milletvekili; Yahya Doğan, Gümüşhane Milletvekili; Ahmet İnal, Batman
Milletvekili; Ahmet Öksüzkaya, Kayseri Milletvekili. Şahısları adına,
lehinde, Abdurrahman Dodurgalı,
Sinop Milletvekili; aleyhinde, Ali Uzunırmak, Aydın
Milletvekili. Şimdi, Demokratik
Toplum Partisi Grubu adına Fatma Kurtulan, Van Milletvekili. Süreniz on yedi
buçuk dakikadır. Buyurunuz
efendim. (DTP sıralarından alkışlar) DTP GRUBU ADINA
FATMA KURTULAN (Van) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; Devlet Personel
Başkanlığı ve Başbakanlık Yüksek Denetleme Kurulunun bütçelerine ilişkin partim
adına söz almış bulunmaktayım. Hepinizi saygıyla selamlıyorum. Sözlerime,
Başbakanlık Yüksek Denetleme Kurulunun durumuna ilişkin gözlemlerimizle
başlamak istiyorum. Geçtiğimiz günlerde, Devlet
Bakanı Sayın Cemil Çiçek’in, Başbakanlık Yüksek Denetleme Kuruluna ilişkin,
basına da yansıyan bir görüşü gündeme geldi. Sayın Çiçek, bu Kurulun,
Başbakanlık bünyesinde çalışılarak TBMM’ye ya da Sayıştaya devrinin söz konusu olduğunu ve bunun hâlen
tartışıldığını dile getirmişti. Ayrıca, Sayın Çiçek, bu konuda iki farklı
görüşün ikisinin de birden uygulanabileceğini de belirtmişti. Bu konuda yakın
zamana kadar farklı açıklamalar da yapıldı. Biz, bu konudaki görüşümüzü burada
dile getireceğiz, fakat bundan önce bir konuya açıklık getirmek istiyoruz. Bu Kurul, bugüne
kadar Başbakanlık bünyesinde çalışmalarını sürdürüyordu. Şimdi ise merhum
Bülent Ecevit döneminde de konuşulan bir uygulama gündemde. Bu da Kurulun hükûmetten bağımsızlaştırılması çalışmalarıdır. Buna
yönelten sebepler ve sorumluluğun daha üst mercilere yüklenmesinin istenmesi
çabaları bizce merak konusudur. Şüphesiz, üst denetleme kurullarının siyasal
iktidardan bağımsızlaşması ve iktisadi konularda sosyal ve şeffaf devlet
ilkelerinin yaşama geçirilmesi, bizim de kamu idaresine ilişkin yaklaşımımızın
ana esasını oluşturmaktadır. Ancak, Hükûmetin,
böylesi önemli bir konuda, şeffaflığın yanı sıra katılımcılığı da gözeterek bu
Kurulun devri konusunu, kamuoyunun geniş kesimlerinin fikirlerini de alarak
gerçekleştirmesini dileriz. Bizim prensip olarak beklentimiz, Kurulun denetleme
işlevinin daha katılımcı hâle getirilmesi ve KİT’ler gibi tüm toplumu
ilgilendiren ve AKP Hükûmeti dönemine dek ulusal ekonominin
yeniden üretici olmuş kurumlarının daha sağlıklı bir biçimde denetlenmesidir. DTP olarak biz,
Yüksek Denetleme Kurulunun faaliyetlerinin Türkiye Büyük Millet Meclisi çatısı
altında yürütülmesini, saydamlık ilkesi gereği savunmaktayız. Yüce Meclisin
ülkenin en önemli denetleme mekanizmalarından birinin yürütücülüğünü
üstlenmesinin her bakımdan demokratik, kamu yönetimi ilkelerine katkı
sağlayacağını, dahası, Kurulun kamu iktisadi teşekküllerine ilişkin yürüttüğü
denetleme işlemlerinde Hükûmet etkisinde kalarak
güdümlü sonuçlara varma riskini de azaltacağını öngörüyoruz. Değerli vekiller,
bu bağlamda, Yüksek Denetleme Kurulunun yetki alanına giren KİT’lerin finansal ve idari bakımdan denetlenmesi konusuna, daha da
önemlisi, zarar ettiği öne sürülen KİT’lerin özelleştirilmesi meselesine
değinmek istiyorum. AKP Hükûmeti, işbaşına
geldiğinden bu yana, sürdürücüsü olduğu IMF programının gereklerini sıkı sıkıya
yerine getirmeyi, bizlere ekonomik başarının gerekleri olarak sundu. 1986’dan
2002 yılına kadar gerçekleştirilen özelleştirme tutarının 2 katı, sadece AKP Hükûmeti döneminde gerçekleştirildi. Hükûmet,
özelleştirmelerle ilgili olarak, zarar eden bu iştiraklerin kamu finansmanı
üzerinde yük oluşturmasına son verme gerekçesini ileri sürüyor. O hâlde, TÜPRAŞ
gibi, zarar etmek bir yana, Türkiye ekonomisinin dinamosu hâline gelmiş
şirketlerin satışını Hükûmet nasıl açıklamaktadır? Hükûmet, TÜPRAŞ gibi bir kuruluşu eninde sonunda IMF’ye haciz olarak vermiştir. Nitekim, açıkça belirtiliyor
ki özelleştirmeler sonucunda elde edilen gelirler borçların finansmanı için
kullanılmaktadır. Borç sarmalından kurtuluşun yolu, kârlı şirketleri haraç
mezat satmak, zararda olanları ölüme terk etmek olamaz. Kamu yatırımları
ve KİT’ler, üretmiş oldukları değerlerle bir yandan ulusal ekonominin
sürdürülebilirliğini sağlarken, diğer yandan da aileleriyle birlikte çalışanlar
için öngörülebilir bir gelecek zemini sağlarlar. Bu açıdan, KİT’ler, doğruluğu
kendinden menkul neoliberal dogmalar uğruna ve masa
başında IMF bürokratları tarafından hazırlanan ekonomik reçetelere kurban
edilemezler. Yüksek Denetleme
Kurulunun bugüne kadarki performansı bu gerçeği gizleyememektedir. Elde avuçta
ne varsa satarak borçların kapatılması perspektifinin yanlışlığı, geçmişte
Özelleştirme İdaresi Başkanlığının gerçekleştirilen özelleştirmeler sonucu
oluşan alacaklarına bakılarak da anlaşılabilir. Sonuçta, Özelleştirme İdaresi
Başkanlığı da Yüksek Denetleme Kurulunun yetki alanı içindedir. Dolayısıyla,
kendi döneminde özelleştirmelere hız veren Hükûmetin,
daha işin en başındayken bu Kurulu kendi bünyesinden çıkararak
bağımsızlaştırması ya da Meclise devretmesi
gerekirdi. Bugün
özelleştirmelerin hızının görece azaldığı bir döneme giriyoruz. Çünkü, zaten
satılabilecek çok büyük bir meblağ yok önümüzde. Hükûmet,
Yüksek Denetleme Kurulunu Başbakanlıktan ayırmayı
işte tam da böyle bir dönemde hatırladı. Biz bu durumu manidar buluyoruz. Öte yandan,
Yüksek Denetleme Kurulu ile ilgili birtakım şaibeler Türkiye Büyük Millet
Meclisi KİT Komisyonuna da yansımıştı. Personelin denetleme faaliyetleri
sırasında gerçekleştirdiği gerekenden uzun süreyi kapsayan denetleme süreçleri,
Toplu Konut İdaresi Başkanlığından ucuz konut talep etme gibi kimi
usulsüzlükler Yüksek Denetleme Kurulunun itibarında zedelenmeye yol açmıştır.
Dolayısıyla, denetleme sorununun en açık çözümü, konuyu katılımcılık ve
saydamlık ilkeleri çerçevesinde ele alarak bu Kurulun yetkilerini Meclis çatısı
altında yeniden düzenlemek olmalıdır. Değerli
milletvekilleri, toplumun çok büyük bir bölümünü ilgilendiren bir konu da kamu
personel rejimidir. Kamuda çalışan milyonlarca memurun özlük hakları ve iş
güvenceleri temel olarak Devlet Personel Başkanlığının çalışma alanına
dahildir. Bu yüzden, kamu çalışanlarının yaşam koşulları, özlük haklarının
içeriği, kısacası kamu personel rejimi Devlet Personel Başkanlığının durumunu
yansıtmaktadır. Türkiye’de kamu
personel rejiminin düzenlenmesiyle görevli bir kurum olan Devlet Personel
Başkanlığı bugüne kadar hükûmetlerin elinde bir
oyuncak olagelmiştir. Her yeni hükûmetin Başkanlığı
kendi çıkarları paralelinde yönetmesi, kadrolaşma faaliyetleri için bir araç
olarak kullanması Türkiye’de kamu idaresinin geleneklerinden biri hâline
gelmiştir. 2002 yılında
işbaşına gelirken AKP Hükûmeti, kamu personel
rejimini yolsuzluklardan, usulsüzlüklerden ve başıbozukluklardan arındırma
vaatlerini sıralamıştı. Hükûmet, kamuda çalışan
milyonlara, 2001 krizinden sonra çöken ekonomilerinin, bozulan düzenlerinin
düzeltileceğini söylemişti. Fakat, ne yazık ki kamu personelinin bu
beklentileri, IMF programının sadık uygulayıcısı AKP Hükûmetleri
tarafından yerine getirilemedi. Kamuda çalışan memurların reel
ücretlerinde hiçbir iyileşme gerçekleşmezken, yıllara dayanan sendikal
mücadelelerin birikimi olan iş güvencesi hakları da teker teker
ellerinden alındı. Kamu personel
rejimi, iş güvencesini ve sağlıklı yaşam şartlarını sağlayacak bir ücret
dengesini gözetmeyen kamuyu, gözünü kâr hırsı bürümüş Amerikan şirketleri
hâline getirdi. Çalışanlarını özgün hakları olan saygın birer birey olarak
gören bir anlayış yerine, performans kriterleri adı altında getirdiği
düzenlemeler ile bireyleri sosyal hayatın dışına itmiş, bir iş makinesine
dönüştürmüştür. AKP’nin uygulamaya
soktuğu kamuda sözleşmeli kölelik düzeni, bugün kamu personelini geleceğe
güvenle bakamayan, ay sonunda aldığı üç kuruşluk maaş ile geçinemeyen bireyler
hâline getirdi. Bilhassa eğitim sistemindeki sözleşmeli öğretmen uygulaması,
üniversite mezunu binlerce gencin ailelerinden bağımsızlaşarak özgürce yaşam
kurma hayallerini altüst etti. Hükûmet, gelecek
kuşakları yetiştirecek kamu personeline kendi hayatını özgürce kurabileceği bir
maaşı vermeyerek asla eğitim sistemini yapısal olarak zedelediğinin bilincinde
değil. Faiz dışı fazla hedefini tutturabilmek amacıyla kamunun yatırım
kaynaklarını kısan ve eğitim harcamalarını daraltan Hükûmet,
kamu eğitim personelinin özlük haklarını ve genel olarak personel rejimini adil
ve eşitlikçi bir biçimde yeniden düzenlemelidir. Öte yandan, Hükûmetin eğitimde sürdürdüğü personel rejimi politikasının
kusurları sadece bununla sınırlı değildir. İşbaşına geldiği günden bu yana en
başarılı gerçekleştirdiği uygulamalardan biri olan kadrolaşma çalışmaları, Hükûmetin eğitim sisteminde de uzmanlaştığı konulardan
biridir. İçinde bulunduğumuz yılda Hükûmet,
Cumhurbaşkanı seçimi hengâmesi sırasında kendi yandaşı olan on binlerce
yöneticiyi okullara atamıştır. Bunu biz değil, bu kadrolaşma operasyonlarının
en yakın tanığı olarak eğitimci örgütleri ve Eğitim-Sen dile getirmektedir. Hükûmetin kadrolaşma
operasyonları ile, zaten 12 Eylülden sonra zar zor gerçekleşebilen bilimsel
eğitim daha büyük bir yara almıştır. Okullar, çağdaş bilimin gereklerine uygun,
akılcı ve bilimsel düşünceyi kavramış bireyler yetiştiren ocaklar olmaktan
çıkma riskiyle karşı karşıyadırlar. Eğitim alanında partizanlık, bir ülkenin
geleceğiyle oynamaktır. Çünkü, gelecek kuşakların ailelerinden sonra ilk eğitim
ocağı okullardır ve ebeveynlerinden sonra onlara en yakın kişi öğretmenleridir.
AKP’nin uygulamaya
soktuğu personel politikaları ile ülkenin çeşitli illerinden işbaşına gelen ilk
ve ortaöğretim müdürlerinin performansları her gün gazetelere yansımaktadır.
Daha geçtiğimiz ay, elinde makasla okul kapısında
bekleyen, kız öğrencileri rencide edici uyarılarda bulunan müdürler basına
yansımıştı. Bunlar gibi basına yansımayan birçok örnek, işte Hükûmetin kadrolaşma performansını yansıtmaktadır. Değerli
milletvekilleri, KESK tarafından yapılan bir araştırmaya göre, bankalarda
biriken tasarrufların büyük bir bölümü ülke nüfusunun çok küçük bir kesimine
aittir. Emeklilerin ise borç ödemekten tasarruf yapamadığı ortaya çıkıyor.
Diğer bir araştırmaya göre ise Avrupa ülkeleri arasında Türkiye, kamu
çalışanlarına gayrisafi millî hasılada en az payı ayıran ülke konumundadır. Araştırmaya göre, Avrupa Birliği
ülkelerinde kamu çalışanlarına ayrılan ödeneklerin gayrisafi
millî hasıla içindeki payı 2006’da yüzde 10,67 iken, Türkiye’de bu oran yüzde
6,55 olarak gerçekleşti. Binlerce doktor, öğretmen ve meslek sahibi insan,
kamuda ihtiyaç olmasına rağmen istihdam edilemiyor. Öğretmensiz okullar,
doktorsuz köyler varken ve kamu ihtiyacının olduğu alanlar sayısızken
buralardaki açık, Hükûmetin tasarruf edilebilirleri
gerekçesiyle istihdam edilemiyor. Sözleşmeli olarak
çalıştırılan, güvencesiz, bir süreliğine, ağır şartlarda, asgari ücretin de
altında çalıştırılan binlerce insanımızın akıbeti ise derin kaygılar
vermektedir. Değerli
milletvekilleri, AKP Hükûmeti döneminde tedrici
olarak uygulamaya sokulan kamu personel reformu ve ortaya konulan yeni rejim
toplumsal bir yıkıma ve geri gidişe tekabül etmektedir. Ülkenin
geleceğini etkilemesi söz konusu olan böylesi bir reform sürecinden bir an önce
vazgeçilmeli, insanlarımıza elle tutulur bir gelecek ve insani yaşam
standartlarında yaşatacak kadar ücret tahsis eden eşitlikçi, demokratik ve
şeffaf bir personel rejimine geçilmelidir diyor,
hepinizi tekrar saygıyla selamlıyorum. (DTP sıralarından alkışlar) BAŞKAN – Teşekkür
ederiz Sayın Kurtulan. Şimdi söz sırası
Sayın Sırrı Sakık’ta, Muş Milletvekili. Buyurunuz Sayın Sakık. (DTP sıralarından alkışlar) Süreniz on yedi
buçuk dakikadır. DTP GRUBU ADINA
SIRRI SAKIK (Muş) – Sayın Divan, değerli milletvekilleri; hepinizi saygıyla,
sevgiyle selamlıyorum. Dün akşam bir
trafik kazasında hayatını kaybeden 19’uncu Dönem Muş Milletvekili Muzaffer
Demir’i saygıyla, sevgiyle anarken, Allah rahmet eylesin ve ailesine de
başsağlığı diliyorum. 2008 mali yılı
Tütün, Tütün Mamulleri ve Alkollü İçkiler Piyasası Düzenleme Kurumu bütçesi
hakkında Demokratik Toplum Partisi Grubunun görüşlerini sizlerle paylaşmak
üzere buradayım. Bu vesileyle hepinizi tekrar saygıyla, sevgiyle selamlıyorum. Sözlerime
başlamadan önce, daha birkaç gün önce bu Kuruldan geçen Futbol Federasyonuyla
ilgili, bu yasayı hazırlayan ve bu yasaya oy veren herkese teşekkür ediyorum.
Türkiye’nin bir yarasıydı. Diliyorum, umuyorum bundan sonra böyle bir sorun
yaşanmaz, Türkiye’de keyfîlik olmaz. Şimdi, bu noktada
Sayın Bakanıma bir şey sormak istiyorum: Siz, görüşmeler öncesi bütün grupları
ziyaret ettiniz ama DTP’yi dışlayan bir tavır
içerisinde oldunuz. Bunun çok etik olmadığını
düşünüyorum, hele hele size hiç yakışmadığını
düşünüyorum, halkın iradesine hepimizin saygı göstermesi gerektiğini ve çok
deneyimli bir politikacısınız, bu vesileyle küçük de olsa DTP’den
bir özür borcunuz var. Eğer Sayın Cemil Çiçek yapmış olsaydı, bunu söylemezdik,
çünkü her gün hakaret etme hakkını kendinde bulan ve bizleri aşağılayan bir
tavır içerisinde. Biz, kendisinin bizimle ilgili o tavır, davranışlarla
kendisine hitap etmeyeceğiz, ama kendisinin de bundan sonra bu gruba, bu halkın
oyuna saygı duymasını diliyorum ve umuyorum. Değerli
arkadaşlar, şimdi, geçen gün bu yasa değiştirilirken kafalarda bir sürü soru
işaretleri vardı. Öyle bir keyfiyet var ki kim, nedir, ne kadar para alıyor, ne
oluyor, ne bitiyor Hükûmetin haberi yok, kurumlarımızın
haberi yok. Mesela Fatih Terim ne kadar para alır, kimse bunu bilmez. Birkaç
yeri aradım, yetkili birimleri aradım. MEHMET SEVİGEN
(İstanbul) – 130 milyarmış. SIRRI SAKIK
(Devamla) - Kimi “130” dedi, “132” dediler, “120 milyar” dediler, ama en son
130’da anlaştık. ŞAHİN MENGÜ
(Manisa) – Aylık mı, haftalık mı? SIRRI SAKIK
(Devamla) - Şimdi, helal olsun, alsın, ama çok büyük paralar. ŞAHİN MENGÜ
(Manisa) – Büyük adamdır, dikkat edin. SIRRI SAKIK
(Devamla) - Büyük adamdır tabii, büyük adamdır, ama bu ülkenin Cumhurbaşkanı da
büyüktür. Fatih Terim’in aldığı bir aylık maaşı Sayın Cumhurbaşkanı bir yılda
alamıyor. Genelkurmay Başkanı da büyük adamdır, Genelkurmay Başkanı da bir
yılda alamıyor. Başbakan küçük bir adam mıdır? Fatih Terim’in aldığı maaşın bir
yıl… Yani, Başbakanın aldığı maaş Fatih Terim’in aldığı bir yıllık ve siz
milletvekili arkadaşlarımın aldığı maaş… Düşünün, yani, bizler küçük müyüz,
halkımız küçük mü? MUSTAFA ÖZYÜREK
(İstanbul) – Herhâlde… O imparator. SIRRI SAKIK
(Devamla) - Şimdi, bunlar sadece ödenen maaş. Ama, son maçta alınan 800 milyar
liralık o prim paraları, onlar… Bunların hepsi muamma. Nereden geliyor, nasıl
oluyor, nasıl bitiyor? Türkiye’de asgari ücretle geçinen 310 tane
vatandaşımızın aldığı aylık maaşla Sayın Terim’in aldığı aylık maaş bir. Adalet
bu işte, büyük adam bu! Asgari ücretle geçinen insanlar küçük adamlar mıdır,
emek sarf edenler?.. (DTP sıralarından alkışlar) Emek cephesinden geçmişten,
emek cephesinden geldiğinizi iddia eden sosyal demokratlar… MEHMET SEVİGEN
(İstanbul) – Oradan geldiğimiz doğrudur yani. Yine de oradan geliyoruz, iddia
etmek değil yani, gerçek. SIRRI SAKIK
(Devamla) – O zaman emeğe saygılı olacağız. O zaman, emeğiyle geçinenlere karşı
da saygısızlık etmeyeceğiz. GÜROL ERGİN
(Muğla) – CHP ne yaptı da CHP’yi suçluyorsun? Ne yaptı CHP? Burada CHP’nin
haksızlığı nerede? Nereden bu bağlantıyı kuruyorsun? Allah Allah! MUSTAFA ÖZYÜREK
(İstanbul) – Sayın Sakık, arkadaşlar sizi
destekleyecek, espri yaptılar. SIRRI SAKIK
(Devamla)- Sevgili… SELAHATTİN
DEMİRTAŞ (Diyarbakır) – Yanlış anlaşıldı arkadaşlar. SIRRI SAKIK
(Devamla) – Yanlış anlaşılmış. Ben, eğer destek amaçlı bir şey varsa özür
diliyorum. GÜROL ERGİN
(Muğla) – Yanlış anlaşılmıyor, yanlış konuşuyorsun! CHP’yle bunun ne ilgisi
var? Biz mi maaş veriyoruz? SIRRI SAKIK
(Devamla) – Arkadaşımız “büyük adam” dediği için söyledim. Eğer destek
amaçlıysa özür diliyorum, ama destek amaçlı değilse, haklı olduğumu da takdir
edersiniz. GÜROL ERGİN
(Muğla) – Her konuyu istismar ediyorsun o kürsüde be! SIRRI SAKIK (Devamla)
– Niye bağırıyorsun? GÜROL ERGİN
(Muğla) – Niye bağırmayayım? İstismar ediyorsun! SIRRI SAKIK
(Devamla) – Niye bağırıyorsun? Sana kim bu hakkı veriyor? Niye bağırıyorsun?
Niye bağırıyorsun? Yani, size kim bu hakkı veriyor? Bize bağırma hakkını kim size
veriyor? GÜROL ERGİN
(Muğla) – Yanlış konuşuyorsun! SELAHATTİN
DEMİRTAŞ (Diyarbakır) – Sayın Başkan, müdahale edin lütfen. SIRRI SAKIK
(Devamla) – Yanlış konuşmuyorum. Doğruları konuştuğum için damarlarınıza
basıyorum, bam telinize basıyorum ben. (DTP sıralarından
alkışlar) BAŞKAN – Sayın Sakık, lütfen… MUSTAFA ÖZYÜREK
(İstanbul) – Fatih Terim’in maaşını destekleyen bir tek sosyal demokrat yoktur.
Boşuna konuşma Sayın Sakık. SIRRI SAKIK
(Devamla) – Ben boşuna konuşmuyorum. GÜROL ERGİN
(Muğla) – Ya, Fatih Terim’in maaşını CHP mi veriyor
kardeşim! SIRRI SAKIK
(Devamla) – Kardeşim, arkadaşına sor o zaman. ŞAHİN MENGÜ
(Manisa) – Sen ironiyi bile anlayamıyorsun, ben ne yapayım yani! SIRRI SAKIK
(Devamla) – Değerli milletvekilleri, şimdi, tütünle ilgili, sizlerle bir dramı
paylaşmak istiyorum. Tütün, yaklaşık dört yüz yıldır bu ülkede, bu topraklarda
üretilen bir ürün, geleneksel bir ürünümüzdür. Tütün, ülkemiz
topraklarıyla tanıştıktan sonra topraklarımızdan hoşlanan, bu topraklara kök
salan bir ürünümüzdür. Öyle ki, uluslararası şirketler bile ürettikleri
sigaralarda Türkiye tütününü yüzde 7, yüzde 15 dolayında, katkı payı sunsun
diye Türkiye tütününden faydalanmaktadırlar. Sizlere tütün
üretimi hakkında birtakım bilgiler vermek istiyorum. Tütün üretmek için on dört
ay gereklidir. Tütün üreticisi, sadece yılda on iki aydan faydalanmaz. Tütün
üreticisi, her gelen yıldan iki ay borç alarak tütün işlemini sürdürür, yani,
tütün üreticisi, hem aylara borçludur hem devlete borçludur ve yeryüzünün belki
en mağdur üreticileridir. O vesileyle, tütün üreticilerinin sorunlarını
savunurken, konuşurken, bu yapıyı çok iyi bildiğim için, bu işin nasıl emek
sarf edilerek hayata geçtiğini, nasıl tütün
üreticilerinin yediden yetmişe tütünle ilgili ne kadar emek sarf ettiklerini biliyorum
ve tanığıyım, gördüm, içinde yaşadım. Şimdi, son
dönemlerde, bu tütünümüz… Yani yedi yaşından yetmiş yaşına kadar tütün
üreticileri, herkes tütüne emek sarf etmektedir. Son dönemlerde tütünümüzle
ilgili kotalar uygulanmakta. Bu kota, Güneydoğu Anadolu’da ve Doğu Anadolu
Bölgesi’nde 200 kilogram olarak uygulanmaktadır. Geçmişte ise tütün
üreticileri- aile, kişi- 2 bin ton veyahut 1.500 kilogram tütünü devlete teslim
ederken, ne yazık ki bugün geldiğimiz noktada, tütün üreticileri sadece 200
kilo tütün teslim etmek zorundadırlar. Kotayla tütün
üreticileri perişan. Tütün üreticileri yoksullaştı ve son yıllarda, artık bu
200 kilogramlık tütün üretimi bile bu üreticilere çok görülmektedir. Ve tütün
üreticilerinin… Doğu Anadolu Bölgesi’nde bu politikalar uygulanırken, Ege’de ve
Karadeniz’de 1.200 kilogram tütün kotası uygulanmaktadır. Oysaki, Türkiye’nin
en yoksul bölgesi olan ve en yoksul illeri olan Muş, Kars, Bitlis, Ağrı,
Adıyaman, Batman, buralarda 200 kilogram tütün kotası verilirken, diğer alanlarda
1.200 kilogram. Şimdi, bu nasıl bir adalet? Hani, bölgenin kalkınması için
pozitif bir ayrımcılık gereklidir dediğimiz zaman, bunun sadece lafta kaldığını
görüyoruz. Üreticiler arasındaki bu dengesizliğin bir an önce giderilmesi
gerekirken, ne yazık ki, son dönemlerde tütünle ilgili bütün işletmeler bölgede
tek tek kapatılmaktadır. Sadece bölgede
geçim kaynağı tütün ve pancar olan halkımızın, özellikle Muş bölgesinde, tütün,
hayvan ve pancar… Şimdi, pancarda da kota uygulanıyor, tütünde de kota uygulanıyor.
Muş bölgesinde,
tamamen, Muş Yaprak Tütün ortadan kaldırıldı. Bir grup işçi sağa sola
gönderildi. 400’e yakın personel çalışıyordu, bunların büyük bir çoğunluğu
bayan arkadaşlarımızdan oluşmaktaydı, bunların büyük bir kısmı, şu anda, her
gün Muş’tan Bitlis’e gitmek zorundadırlar. Özellikle bayanlar günde 200
kilometre yol gitmek zorundadır. Bu nasıl bir sosyal devlet? Bu nasıl bir
adalet? Yani, bu insanlar, her sabah, Muş’tan kalkıp Bitlis’e gidecek ve tekrar
akşam dönüp gelecek, evde çoluk çocuğuyla yaşamını sürdürecek, sabahleyin
tekrar hayata “merhaba” diyecek.. Uzun süredir bunu, bölge milletvekilleri, AKP
İktidarı bildiği hâlde bu insanların sorunuyla ilgili küçük bir iyileştirme
olmadı. Şimdi, değerli
arkadaşlar, bölgenin ne kadar sıkıntı içerisinde olduğunu hepimiz çok iyi
biliyoruz. Bir “Köye Dönüş Projesi” dediler, Köye Dönüş Projesi’ni uzun süredir
hayata geçiremediler. Köye Dönüş Projesi’nde hâlen bölgenin büyük bir çoğunluğu
kendi hak, hukuk, yani devletin kendisine tanıdığı olanaklardan faydalanamamaktadırlar. Dün akşam
Diyarbakır’da bir avukat arkadaşımla görüşürken… Bu hak sahiplerinden biri
Diyarbakır’a davet ediliyor. Lice ilçesinde küçük bir iş yeri varmış, 93’te
yakılmış. Komisyonlar oluşmuş illerde vali muavininin başkanlığında ve gelip
pazarlık ediliyor: “Sizin 93’te şu yeriniz yakıldı, buraya 25 milyar lira
veririz.” Pazarlığa başlıyorlar, sanki canlı hayvan pazarlığı. 2 lira aşağı, 3
lira yukarı. Devletimiz bu konuma düşmemelidir. Vatandaş aynen
şöyle diyor: “Sayın Valim, siz beni buraya çağırdığınızda ben zannettim ki,
geçmişte uyguladığınız politikalardan vazgeçmişsiz, hatalarınızı görmüşsünüz.
Benim yaralarımı bu 20 milyar sarmaz. Benim iş yerimi yakmasaydınız,
çocuklarımı okutacaktım, bu ülke için yararlı olacaktılar, ama benim iş yerimi
yaktınız. Gittim, varoşlardayım, Mersin’in varoşlarındayım. Çocuklarımı
okutamadım ve ciddi bir dram içerisindeyim. Geldim buraya, devletim belki bir
barış elini uzatır. Benim gözüm parada pulda değil, barış için buraya geldim,
ama siz benimle 1 milyar, 2 milyarın hesabını yapıyorsunuz.” Şimdi, böyle bir
adalet, böyle bir hukuk olabilir mi? Kimi illerde 20 milyar, kimi illerde de
10-12 milyar lira para ödeniyor bu insanlara. Bu insanların 1993’te, 92’de,
95’e kadar evleri yandı, iş yerleri yandı ve perişan oldular, göçe zorlandılar.
Bunların hepsi, kendi coğrafyasını terk etmek zorunda kaldı. İstanbul’da,
Ankara’da, büyük kentlerin varoşlarında yaşıyorlar, acı çekiyorlar. Bunların
yaralarını sarmamız gerekirken, sadece siyaseten bir
malzeme olsun diye, buralara çıkıp, “Bunları hayata geçiriyoruz…” Ama, hayata
geçen hiçbir şey yok. Onun için, bölgeyle ilgili önemli projeleri hayata
geçirin. Bakın, Muş
bölgesinde üreticilerin ürettiği 150 ton tütün, şu anda, Kızılağaç’tan, Nevalümülk’ten, Kâbus’tan tutun, Şeğala’dan
Hasköy’e kadar, Eğirmeç’e, Kasor’dan Petar’a kadar ve Kolosi’ye kadar, bunların evinde tütünleri bekliyor. Peki,
devlet ne için var? Bu insanların elindeki tütün nedir biliyor musunuz -biraz
önce söylediğim- Fatih Terim’in aldığı üç aylık maaştır ve bu insanlar, orada,
en az 20-30 bin insandır. Devlet bu kadar zayıf olabilir mi? Bu kadar haksızlık
edebilir mi? Ama, uluslararası sermayeden o tütün tüccarları taa bölgeye kadar geliyorlar, keyfiyet içerisinde bir
uygulama içerisinde olabiliyorlar. Onların mağduriyetinin bir an önce
giderilmesi gerekir. Değerli
milletvekilleri, Muş’un şeker fabrikası –başta da belirttim- bir an önce
özelleştirilmek isteniyor. Orada zaten bir tek geçim kaynağı olan bu. Bunu
özelleştirdiğiniz zaman o insanlar nasıl barınacak, o insanlar nasıl yaşamını
sürdürecek? Hiçbir şey yok, yani, doğanın en acımasız koşulları orada. Bundan
sonra altı ay, yedi ay kış koşulları ve devletin hiçbir olanakları da yoksa bu
insanları nasıl kazanacağız? Ve hep şikâyet ediyoruz, diyoruz ki: İşte,
işsizlik olduğu için, insanlar iş güç sahibi olmadığı için farklı alanlara
doğru kayıyorlar, dağlara doğru gidiyorlar, şiddete doğru gidiyorlar. O zaman,
bunun yollarını kesmemiz lazım, sadece şikâyet etmek değil, projeler üretmemiz
lazım. Gelin, bu noktada, bizimle de oturun, tartışalım, konuşalım, neyi hayata
geçirebiliriz, ne yapabiliriz… Ama bu yok, sadece birbirimizle… Önyargılarımız
var, birbirimizi vurabilmek için, tuzak kurabilmek için tuzak kurmaya
çalışıyoruz. Eğer bu ülkeyi seviyorsak, eğer bu ülkede birlikte yaşayacaksak,
herkes kendi kimliğini aşarak, parti ve gruplarının çıkarlarını bir tarafa
bırakarak, bu ülkenin, bu halkın birliğini, bütünlüğünü, bu ülkenin geleceğini
birlikte inşa etmeliyiz. Ne yazık ki, seksen dört yıllık cumhuriyet döneminden
bugüne kadar bizi yönetenler bizi ne özgürleştirdiler ne de zenginleştirdiler.
O vesileyle, hem özgürlük hem zenginlik istiyor halkımız, ikisini bir arada
hayata geçirebilirsek çözemeyeceğimiz hiçbir
sorunumuz da yok. Biz DTP olarak bu noktada atılacak her adımda
-demokratikleşmeyle ve özgürleşmeyle ilgili- hiçbir kompleksimiz olmadan yan
yana gelmeye hazırız. Biz bunun için buradayız, halkımızın sorunlarını bu
noktada biliyoruz ve onun için de diyoruz ki: Bizim daha çok bir arada olmamız
gerekir, daha çok birlikte yürümemiz gerekir. Kimi günahlar vardır ki üstü
kapanır, kimi günahlar vardır kabir defterine yazılır. Gelin, halkımıza karşı
öyle bir sorumluluk içerisinde… (Mikrofon
otomatik cihaz tarafından kapatıldı) BAŞKAN – Sayın Sakık, grubunuza ayrılmış süre için iki dakika daha ek
süreniz var, onu kullanabilirsiniz. SIRRI SAKIK
(Devamla) – Bitiriyorum, çok teşekkür ediyorum. Evet, kimi
günahlar var üstü örtülür, kimi günahlar vardır ki kabir defterine yazılır.
Gelin, bu halka karşı kabir defterine yazılacak günahlardan arınalım, böyle
günahlar işlemeyelim, hep birlikte barışı, demokrasiyi, kardeşliği inşa edelim. Hepinize saygılar
ve sevgiler sunuyorum. (DTP sıralarından alkışlar) BAŞKAN – Teşekkür
ederiz Sayın Sakık. Şimdi, Cumhuriyet
Halk Partisi Grubu adına, İstanbul Milletvekili Sayın Mehmet Sevigen konuşacaktır. Sayın Sevigen, konuşma süreniz on üç dakikadır, buyurunuz. (CHP
sıralarından alkışlar) CHP GRUBU ADINA
MEHMET SEVİGEN (İstanbul) – Sayın Başkan, değerli arkadaşlarım; önce hepinizi
sevgi ve saygıyla selamlıyorum. Biz bize
konuşacağız herhâlde, çünkü ana muhalefet… CEMAL KAYA (Ağrı)
– Kısa kesin de cumaya gidelim. Sevap işlersiniz. Siz de gideceksiniz, ben
biliyorum, hep beraber gidelim. MEHMET SEVİGEN
(Devamla) – Tamam, müsaade ederseniz Cemal Bey… Şimdi, bugün cuma
namazı, arkadaşlar gitmiş olabilir ama, bana göre buradaki millete hizmet etmek
de cumaya gitmek kadar büyük sevap. Bunu Allah biliyor. Kimin gönlünde kim ne
kadar Müslüman, kim daha çok ibadet yapıyor, onu Allah biliyor ve ben
inanıyorum ki, millî bayramları olmayanların dinî bayramları olmaz. O millî
bayramlar da, Kuvayımilliye’den gelen, Cumhuriyet
Halk Partililerin içinde bulunduğu, Türkiye'de emek vermiş, Çanakkale’de şehit
olmuş insanlar tarafından sağlanmıştır ve onları burada saygıyla anıyorum, ki
onlar sayesinde cumalara gidiyoruz, ezanlar okunuyor, bayraklarımız
dalgalanıyor. Sevgili
arkadaşlarım, Sevgili Milletvekilim Sırrı arkadaşımız Cumhuriyet Halk Partisini
işte konuşurken… Biz gerçekten emekten yana bir partiyiz. Emek ağırlıklı bir
partiyiz. Alın terinden yana bir partiyiz. Böyle geldik, böyle de devam ediyor,
böyle de devam edecek. Bu, Cumhuriyet Halk Partisi. Yıllardır sizin de bir
dönem beraber çalıştığınız, kökü Kuvayımilliye’den
gelen bir parti. O bakımdan, Cumhuriyet Halk Partisi dün böyleydi bugün
böyleydi, bir konuda farklı düşünüyor bir konuda farklı düşünüyor diye bir
düşüncesi yok. Dün ne söylediysek bugün de onu söylüyoruz. Namuslu alın teri,
emekten yana, hakça üreterek hakça paylaşacağız ve böyle bir partiyiz. Biz,
böyle bir gelenekten gelen bir partiyiz. Böyle de devam edeceğiz. Futbol
Federasyonuyla ilgili söylenecek çok şey var ama Adalet ve Kalkınma Partisinden
arkadaşlarım burada olsa da dinleseler isterdim ama biz varız, Genel Müdürlük
var, onlar dinler diye düşünüyorum. Spor deyince
yalnız profesyonel akla gelmemeli. Sporun esas ana temeli amatörlerdir Sayın
Bakanım. Biz bu amatörlere çok ciddi, uzun dönemden beri… Siz tabii yeni Bakan
oldunuz, ama biz daha önceki bakanlarla beraber çalıştık. Mehmet Ali Şahin Bey
bizim bölgeden milletvekiliydi, daha önceden spora bakıyordu, şimdi başka bir
kuruma bakıyor, başka bir ilin milletvekili oldu, başka bir bakanlığı
yönetiyor, ama o spordan geldiği dönemlerde yaptığı iyi şeyler, güzel şeyler ve
yanlışlıklar da var. Bu amatörlerle
ilgili çok ciddi bir hazırlık yapamadık, onların bu saha sorunlarını, arsa
sorunlarını çözemedik. Hatırlıyorum, Tayyip Erdoğan’ın, Sayın Başbakanımızın Belediye Başkanlığı
dönemi, İstanbul’da en çok gecekondu yapılan dönemdi. O dönemlerde aslında
arsalarımız çok genişti, çok büyük arsalarımız vardı. Çocuklar yetişiyordu,
sahalar yapılıyordu, sporlar yapılıyordu. Daha önceki tartışmalarda, işte, en
çok gecekondu yapılan dönem, Sayın Tayyip Erdoğan’ın
Büyükşehir Belediye Başkanı olduğu dönemdir İstanbul’da. Bütün arsalar, yeşil
alanlar… Futbol sahası adına açıyoruz sahalarımızı, ama bakıyoruz ki, oralarda
gecekondular yapılıyor, başka binalar yapılıyor ve bu dönem de devam ediyor o
dönemden beri. Çünkü, aynı zihniyet devam etti yıllardır. İstanbul’da
amatörlerimizi koruyacak, kollayacak -büyükşehirlerde
de böyledir, Ankara’da da umuyorum böyledir- amatörlere sahip çıkacak, onları
yetiştirecek, yani, alttan, o fakir fukara, yoksul kimselerin
oynayabilecekleri, apartmanların arasından çıkıp da sahalarda oynayıp yeni
futbolcuların, Emrelerin, Süreyyaların yarıştığı… Hatırlarsanız, eskiden biz
yarışmalar yaparak seçerdik köylerden, onu da kaldırdılar. Süreyyalar böyle
boşuna çıkmadı veyahut da işte Yerlikaya buradadır,
sayın güreşçi arkadaşım. O da mı gitti? Peki. Milletvekili oldu şimdi
biliyorsunuz o. O dönemde hep böyle yarışmalar yapılırdı mahallelerde, öyle
gelirdi sporcular. Türkiye’de başarılı olduksak böyle başarılı olduk. Ama,
maalesef, geçen dönemde bu amatörler unutuldu. Onlardan alınan vergiler,
sahalarda hakemler, maç yaptığı yerlerden, soyunma odalarının susuzluğu… O
kadar çok şey var ki, saymakla bitiremiyorum.
Genelde, biz,
Sayın Bakanım, bu sporu da, futbolu da başkalarına emanet ettik. Futbolda,
Millî Takımda -biraz önce arkadaşlarım bahsetti- ulusal takımımızda tarikatlara
göre takım kurmaya başladık. Bir futbolcu çıkıyor “Ben Allah’ın…” İşte, “Beni buradan kimse kesemez…” Bir
futbolcu beni arıyor, diyor ki: “Ben Millî Takım antrenörünü aradım, dedim ki,
beni bir futbolcunun odasına koymayın kampta, çünkü sabaha kadar benim beynimi
yıkıyor.” Biz, Millî Takımdaki çok iyi topçularımızı… Niye biz çok başarılı olamadık
da son dönemlere bıraktık şansımızı? Çünkü, gerçekten çok başarılı gençleri,
yetiştirdiğimiz gençleri seçme şansımız olmadı. Biz, ancak, tarikat üyelerinin
baskısıyla, cemiyetlerin baskısıyla “Şu futbolcuları alacaksın, şu futbolcu
çağırılıyor, şu futbolcuları da kampa çağıracaksın.” katkısıyla Millî Takımımız
kendi grubumuzdan en son maçta mı çıkacaktık biz? Kayserili için söylenen “Önce
eşeğini kaybettiriyor, sonra bulduruyor” diye bir hikâye var ya, böyle bir dönemden geçtik. Ankara’da bir Ankaraspor var
biliyorsunuz. Melih Gökçek’in oğlunun oyuncağı. 250 milyon dolar verdi
Melih Gökçek, oğluna bir oyuncak aldı. Bu oyuncakla, Çankaya Belediye
başkanlığına aday olacak oğlunu işte bu oyuncak sayesinde çıkarmaya çalışıyor
futbolu bahane ederek. Ankaraspor’un başına getirdi.
Ankara’da hizmet eden kulüplerimiz var. Uzun süredir Cemal Aydın diye bir kulüp
başkanımız var ve yine, yıllardır Türk sporuna hizmet eden İlhan Cavcav diye bir kulüp başkanımız var. Bunların yönetim
kurulu üyeleri var, işte, Ankaragücü var. Bunlar
yıllardır mücadele ediyor. Ankaraspor’da Melih Gökçek
bütün müteahhitlerden para alıyor, bütün dökülen dozerlerden para alıyor,
belediyeye mal satanlardan para alıyor, bağış alıyor. Burada o büyük
şirketlerin isimleri var. Unakıtan, talimat vererek
holdinglere, kayıt dışı olarak -ciddi- istediği kadar parayı götürüyor,
kulüplere veriyor. Bunların verilmesi bir şey değil de, bu insanlara, bu
kulüplere nasıl eşit olarak yardım edeceğiz? İstanbul
Belediyesi encümen kararı çıkartıyor; 4,5 trilyon İstanbul Belediyesi İstanbulspor’a para çıkartıyor, encümen kararıyla
belediyeden para çıkartıyor. Böyle bir uygulamaya nasıl kayıtsız kalacaksınız?
O yoksul kulüpler, o fakir fukara kulüpler nasıl futbolcu bulacak da, para
bulacak da, yetişecek de Türkiye’de birinci ligde maç yapacaklar? Bütün bunlar
böyle bir… Müdahale etmek zorundayız. Bu sizin göreviniz olmayabilir, Futbol
Federasyonunun görevi olabilir, görevlerinin içinde olabilir ama, sizin
görevleriniz dâhilinde bunlara müdahale etmek zorundasınız. Ama, maalesef,
bizim Bakanlığımız, eğer belediye bendense, AKP’li
ise bu belediye devam etsin, bu kulüpler istediği kadar mücadele etsin,
yoksullukla mücadele etsinler ve ondan bundan, üyeden, delegeden para
toplasınlar, hayatlarını yaşamaya çalışsınlar ama, belediye başkanı istediği
kadar, hele, Büyükşehir Ankara’da bütün müteahhitlerden haraç keserek, bütün
herkesten kayıtsız para alarak oğluna 250 milyon dolarlık oyuncağı alsın,
siyasete kullansın diye düşünüyorum. Bunun yanında,
Sayın Başkanım, yine ayrı bir konu: Bizim Beden Terbiyesinin elinde… Ben Sayın
Genel Müdürle de bunu biraz önce konuştum, buraya çıkmadan önce; Kayseri
Belediyesinin Genel Sekreterine de sordum. Beden Terbiyemizin 77 bin metrekare
bir arazisi var bizim Kayseri’de. Bu 77 bin metrekare araziyi biz metresi 100
milyon lira değeriyle Kayseri Büyükşehire vermişiz.
Buna karşılık Kayseri Büyükşehir Belediye Başkanlığı bize -yani “biz” deyince,
ben, Gençlik ve Spor Genel Müdürlüğü ve spordan sorumlu Devlet Bakanlığı diye
alıyorum- onun karşılığında işte 100 milyon dolarlık bir tesis yapmış. Bakın,
bu tesisin normal değeri 2 milyar lira, o arsanın. Yani, gidin sorun,
Kayseri’de bu arsanın değeri kaç para kardeşim? Emlakçıya
sormuşlar: “Bu arsayı kaça satarsınız sizin olsa?” “2 milyara satarız.” Ama… MUSTAFA ELİTAŞ
(Kayseri) – Bir dakika… Kayserili burada, Kayseriliye sor istersen onu! MEHMET SEVİGEN
(Devamla) – Yani, ben Salih Kapusuz’u aradım… Tabii,
size de sorarım, siz cevabını verirsiniz çıkar, arkadaşlar gelirler cevabını
verirler. Ben, Belediyenin
Genel Sekreterine sordum, bana doğru anlattı, eksik yanlış, ama ben oradan
aldığım bilgilerle paylaşıyorum. Sayın Genel Müdüre de sordum, Genel Müdür de
“Bunu biz çeşitli illerde yapıyoruz, bu çok önemli bir konudur, işte yapmaya da
devam edeceğiz, tesislere ihtiyacımız var.” diye cevap verdi. Kendileri de
cevap verirler. Sonra, biz, bu 2 milyar değerindeki arsayı gitmişiz bir
Hollandalı ve Türk ortaklı şirkete 105
milyara satmışız. Şimdi, arada büyük fark var. Yani, bu Türk ortakları kimler bunların?
Bu Hollandalı şirket kim? Nasıl bu kadar büyük parayı biz… MUSTAFA ELİTAŞ
(Kayseri) – 2 milyar YTL mi Sayın Sevigen? MEHMET SEVİGEN
(Devamla) – Evet, 100 milyon lira metresi, 2 milyar lira arsa… MUSTAFA ELİTAŞ
(Kayseri) – 2 milyar YTL. MEHMET SEVİGEN
(Devamla) – 2 milyar YTL, evet. MUSTAFA ELİTAŞ
(Kayseri) – 2 katrilyon lira. MEHMET SEVİGEN
(Devamla) – Evet, o civarda bir para. MUSTAFA ELİTAŞ
(Kayseri) – 2 milyar YTL mi diyorsunuz? MEHMET SEVİGEN
(Devamla) – 2 milyar, bak, 100 milyondan satmışız, 2 milyondan metresi. MUSTAFA ÖZYÜREK (İstanbul)
– Trilyon yani. ENİS TÜTÜNCÜ
(Tekirdağ) – 2 trilyon yani. MEHMET SEVİGEN
(Devamla) – 2 trilyon civarında, evet. BAŞKAN – Sayın
milletvekilleri, lütfen karşılıklı konuşmayınız. MEHMET SEVİGEN
(Devamla) – Yani, bu aradaki para, sevgili arkadaşlarım, Beden Terbiyesine
kalması gerekirken oradaki şirkete gitmiş. Şirket kullanacak bu arsayı,
belediye kullanmıyor. Belediye, yaptığı tesisi hazinenin arsasına başka bir
yerde yapıyor ve bunu başka birilerine satıyorlar. Ben sordum, yine cevap
verirler diye düşünüyorum. Sonra, kadrolaşma
döneminde, sevgili arkadaşlarım, daha önce İstanbul’da Yüzme İhtisas diye bir
kulübümüz vardı bizim, burada binlerce sporcu yetiştirirler, yüzlerce ulusal
şampiyonları, Avrupa şampiyonluğu yapmış bir… Tam böyle Boğaz’da, çok güzel bir
yalı… İstanbul Yüzme İhtisas… Geçen dönem biz, Sayın Valiyle konuştuk, dediler
ki, “Yüzme İhtisasın… Beden Terbiyesi ‘Yüzme İhtisasın bir yeri var.’ dedi, bu
yeri alıyoruz ellerinden, ama biz onlara çok daha güzel bir yer yapacağız.”
dediler. Fakat, bilin diye söylüyorum, İstanbul’da Beşiktaş’ta tek bir yerimiz
yoktur Sayın Beden Terbiyesi... Ve bu Yüzme İhtisas’ta, yüzlerce çocuk, Avrupa
şampiyonu olmuş yüzücülerimiz, yüzlerce genç, hepsi ortada kalmıştır,
sahipsizdir, kimse yoktur. Orasını şimdi bir pastaneye vermişler, pastanenin
yanında, o yalının yanında eski bir Gaziosmanpaşa İlkokulumuz vardı
biliyorsunuz, Sabancı da 10 milyar vermişti tamir edilmek için, yandı. İkisini
birleştireceklerdi, bir şeyhe vereceklerdi büyük otel olsun diye, fakat ondan
da vazgeçtiler. Çünkü, İstanbul’daki kurul el koydu “öngörünüm var” diye,
“buraya inşaat yapamazsın” diye. Onlar vazgeçince, şimdi orasını, aradan köprü
yaparak otopark olarak kullanıyorlar. Yani, yüzlerce, binlerce… İstanbul Yüzme
İhtisas Kulübü, sporcu yetiştiren arkadaşlarımız hepsi sokaklarda kaldı ve
Sayın Vali söz verdi, sözünde durmadı, Beden Terbiyesi… Sahipsiz kaldı, orası
yağmalandı gitti, şimdi bir pastanenin otoparkı, bir pastane olarak
çalıştırılıyor. Yani, böyle, görmediğiniz, duymadığınız o kadar çok şeyler var
ki. Sevgili
arkadaşlarım, geçen sene biz halterde çok ciddi ceza aldık. Halterden,
biliyorsunuz, ihraç ettiler Türkiye’yi. İhraç ettikten sonra dünyaya rezil
olduk, 200 bin dolarlık bir ceza geldi. Bunu Federasyon Başkanı ödemesi
gerekirken, bunu Genel Müdürlük ödedi. Genel Müdürlük ödedi ve Genel Müdürlüğün
de bunu TOKİ’den ödettiği söyleniyor. Bu konularda
Sayın Bakanın da, Bakanlığın da bir şey yapması gerekir, buna bir cevap vermesi
gerekir diye düşünüyorum. Gerçekten bu doğruysa, gerçekten çok vahim bir olay.
Yani… Sonra, bu
kadrolaşma konusunda… 100 tane… 20 tane kadro varmış bizim, sevgili
arkadaşlarım, Spor Toto teşkilatının 20-25 fazlalığı var bu Hükûmet
geldikten sonra. 100 tane sözleşmeli kadro alınıyor buraya. Bu sözleşmeli
kadrolar, yani buraya da, eski Genel Müdür görevden alınınca, Timurtaş Hoca’nın oğlu teşkilat başkanı olarak atanıyor
oradan, Bekir Yunus Uçar diye bir arkadaşımız ve onun arkasından 100 tane işçi
alınıyor. Bunlara da sıfatlar veriliyor, “sözleşmeli alınanlara sıfatlar
verilmez” diye kanun maddesi olmasına rağmen. Bütün
müdürlerimiz değişiyor hemen hemen geçen dönem Hükûmet geldiği zaman, ne kadar spor müdürü varsa
değişiyor. Mehmet Ali
Şahin’in yeğeni… Eski Başbakanlık Müsteşarı Ömer Dinçer’in
kardeşi Karaman’a, Abdurrahman Dinçer.
Mehmet Ali Şahin’in kardeşi Karabük’e. (Mikrofon
otomatik cihaz tarafından kapatıldı) BAŞKAN – Sayın Sevigen, lütfen sözlerinizi tamamlayınız. MEHMET SEVİGEN
(Devamla) – Hemen bitiriyorum. Bu Teftiş Kurulu…
Sevgili arkadaşlarım, Teftiş Kurulu Başkan Vekili arkadaşımız -yani
kadrolaşmada da böyle, çok vakit yok diye hemen sıralıyorum- dört yıldır burada
vekâleten oturuyor. Değil mi? Öyle, zannediyorum. Asaletini yapamıyoruz Teftiş
Kurulu Başkanımızın ve Teftiş Kurulu Başkanı… (AK Parti sıralarından “Genel
Kurula, Genel Kurula” sesleri) Genel Kurulda
kimse yok. Ha, geldiniz mi? Hoş geldiniz. OSMAN GAZİ
YAĞMURDERELİ (İstanbul) – Buradayız, buradayız. MEHMET SEVİGEN
(Devamla) – Osman Bey, hoş geldiniz. Sevindim, çok sevindim. …vekâleten
oturuyor. Çünkü Teftiş Kurulu Başkanı bu yapılan yolsuzlukların,
hırsızlıkların, uğursuzlukların üzerine gider. Fakat maalesef Teftiş Kurulu
Başkanımız bu konuda… Hem Spor Toto teşkilatının yönetim kurulu üyesi hem
Futbol Federasyonunun gözlemcisi. Yani yönetim kurulunda denetleyeceği Bekir
Yunus Uçar arkadaşımızın yaptığı işlerle ilgili aynı kurulda çalışan bir
arkadaşımız. Sevgili
arkadaşlarım, geçen dönem Sayın Bakanın söylediği konu, spordan sorumlu Bakan
“700 binden sporcu sayısını…” (Mikrofon
otomatik cihaz tarafından kapatıldı) BAŞKAN – Teşekkür
ediyoruz Sayın Sevigen. Ek sürenizi de
vermiştim, bir dakikanızı. Lütfen… MEHMET SEVİGEN
(Devamla) – 7 bine çıkan sporcu sayısı… MUSTAFA ELİTAŞ
(Kayseri) – Sayın Sevigen, süreniz bitti. MEHMET SEVİGEN
(Devamla) – Müsaade ederseniz, müsaade ederseniz arkadaşlar, bitireyim. Bak ben
çok sakin konuşuyorum, hiç kimseye müdahale etmiyorum. MUSTAFA ELİTAŞ
(Kayseri) – Bitirdiniz ama! MEHMET SEVİGEN
(Devamla) – Ama etmiyorum. Az kaldı. Diğer arkadaşımın şeyi var, ondan alırız,
ona geçerseniz. O sizi ilgilendirmez ki! MUSTAFA ELİTAŞ
(Kayseri) – Ondan alırsanız, olur. MEHMET SEVİGEN
(Devamla) – Sizi ilgilendirmez bu! İşinize bakın siz! Ben size laf atmıyorum.
Konuşuyorum bakın. Anlatmaya çalışıyorum. Hiç buradaki yapılan çok büyük
ihalelerden bahsetmiyorum, usulsüzlüklerden. Diyorum ki, bunları yapın. Güzel güzel öneride bulunuyorum. Laf atmayacaksınız, ben de
bitireceğim. Süreyya Ayhan
diye bir kızımız var bu sporculardan çıkan. Bütün Genel Müdürlük bunu tu kaka
etti. Bir Türk kadını eğer diyorsa ki “Ben namusum ve şerefim üzerine…” Bir
Türk kadını, kim olursa olsun, laik, demokratik cumhuriyete inanmış, bu ülke
için hayatını koymuş, dünya ikincisi olmuş ve elimizde zor yetişen bir kızımız
“Ben namusum ve şerefim üzerine doping yapmadım.” diyorsa, buna sahip
çıkacaksınız. Namus ve şeref bizim için çok önemli, hele Türk milleti için çok
önemli. Sahip çıkacaksınız. Niye ortada bırakıyorsunuz? Yani varsa suçu,
cezalandırırsınız. Ama siz bir sahiplenin, bir göreyim böyle, babayiğit gibi
çıkın ortaya. Bu kız dünya ikincisi olmuş, Türk bayrağını almış
dalgalandırmıştır. Bu kızımıza sahip çıkalım. Var mı, yok mu diye niye
düşünceniz yok? Bir Türk kadını böyle diyorsa, ben düşünürüm yüzde 100 suçlu
olsa bile. Suçu var mıdır yok mudur, bilemem. Kendisi “Yok.” diyor,
“Zehirlendim.” diyor, “Beni kirlettiler.” diyor. Yarışmayla ilgili çeşitli
iddialar sunuyor basın toplantısıyla. Vaktim yok diye söylüyorum. Ama bir kadın
diyorsa, bir yarışmacı diyorsa, bir sporcu diyorsa, Sayın Bakan bunun arkasında
duracaksınız. Diğer Bakanın durmamasını anlıyorum ama siz arkasında
duracaksınız ve sahip çıkacaksınız kıza. En azından, geriye dönük yaptıklarının
hatırı için sahip çıkacaksınız. Bu kadar vefasız mıyız biz? Biz bu kadar
kadınlarımızı, yarışmacılarımızı… Biraz önce bahsederken arkadaşlarım… Özürlü
sporcu arkadaşlarımız dünya şampiyonu olmuş -ben yürekten kutluyorum- gidip
ödül verdiniz. Halil Mutlu dopingden yakalandı Sayın Genel Müdür, eski dönemde,
çiçek alarak Halil Mutlu’ya gittiniz, kucakladınız onu. Niye bu kıza sahip
çıkmıyorsunuz? Nedir bu kızdan istediğiniz? Bunu açıklayın. Bunu açıklasınlar
eski bürokratlar. Bu kıza sahip çıkmak zorundasınız. Suçu varsa gerçekten,
cezalandırın. Ama suçu yoksa da… Gerçekten söylüyorum: Eğer bir Türk kadını
“Namusum ve şerefim üzerine ben doping almadım.” diyorsa, bu çok saygıdeğerdir
ve dikkate almamız gerekiyor. (Mikrofon
otomatik cihaz tarafından kapatıldı) BAŞKAN – Teşekkür
ediyoruz Sayın Sevigen. MEHMET SEVİGEN
(Devamla) – Ben arkadaşımdan müsaadesini aldım, şimdi hemen bitiyorum. Sevgili
arkadaşlar, maalesef, yolsuzluk, kadrolaşma, almış başını gidiyor, biraz önce
de saydım. Bu Hükûmet döneminde… Bütçeleri karşılıklı
konuşuyoruz, ama bilin diye söylüyorum: Bu Hükûmet
hep kendi çocuklarına ve kendi yandaşlarına yardım etmiştir. Başbakan
Erdoğan’ın oğlu, Maliye Bakanının oğlu, Ulaştırma Bakanının oğlu, efendime
söyleyeyim, damatlar, yeğenler cirit atıyor. Türkiye’de nereye elinizi atsanız,
iş kollarında hep bunlar var, başkaları yok. Yeni zenginler üretiyor. Yeni
zenginler, kendi zenginlerini üretirdi, şimdi bu Hükûmet
kendi çocuklarını üretiyorlar. Yani, biraz önce saydığım bakanların çocukları
Uludağ’a, Kartalkaya’ya, bizim çocuklarımız Cudi’ye, Gabar’a. (AK Parti
sıralarından gürültüler) ASIM AYKAN
(Trabzon) – Bölücülük yapma! MEHMET SEVİGEN
(Devamla) – Maalesef böyle bu iş. Böyle bu iş. Bu iş böyle. Bu iş böyle. Neyse…
(AK Parti sıralarından gürültüler) Bunlardan giden
var mı? ASIM AYKAN
(Trabzon) – Herkesin çocukları gitti! MEHMET SEVİGEN
(Devamla) – Hangi çocuklar zengin oldu? Hangi çocuk gidip de devletten para
alarak, gemi alıyor, ihale alıyor? Kimin çocuğu? Bankaya gidemiyorsunuz torpil
olmadan, elinizde yazı olmadan gidemiyorsunuz. Gazetelerde manşet oluyorsunuz.
İnsanları ki… Hangi çocuklar… Benim mahallemde -ben yıllardır milletvekilliği
yapıyorum- kendi özüyle giden, araya torpil koymadan Ziraat Bankasından 5
milyon lira alan, bir kredi alan bir delikanlı yok. ALİ TEMÜR
(Giresun) – Yüzlerce, yüzlerce! MEHMET SEVİGEN
(Devamla) – Ama şuraya bakın... Kim aldı? Göstersenize birer tane. Kim aldı
bunları görün. (AK Parti sıralarından gürültüler) ALİ TEMÜR
(Giresun) – Siz de alın. MEHMET SEVİGEN
(Devamla) – İşçilerimiz hapishaneye giriyorlar, hapishaneye. Hatırlamıyor
musunuz? Çiftçilerimiz hapishaneye giriyor borçlarından dolayı. (AK Parti
sıralarından gürültüler) Biz oralardan
geliyoruz beyler. Ne oldum delisi olmayın. Sizler bilmezsiniz, ben çok iyi
bilirim, ben çok iyi bilirim. (AK Parti sıralarından gürültüler) Ben Gazi
Mahallesi’nden, Gültepe’den, Nurtepe’den,
Çeliktepe’den geliyorum. Ben oralarda yaşadım. Yoksulluğu
bilirim, siz de bilirsiniz. Ben istiyorum ki oralara sahip çıkın. Benim
istediğim, kadrolaşmayı size beş tane yapıyorsanız, bir tane de oraya yapın, o
insanları da koruyun. Maksat bu. Kadrolaşmayı “hep kendime, hep bana, hep bana”
olur mu bu iş ya? Günah. Allah var yukarıda. Bugün
cuma. Gittiniz ya, ibadet ettiniz. Cumaya gittiniz ya siz. ALİ TEMÜR
(Giresun) – Cumaya gittin mi? (AK Parti sıralarından gülüşmeler) MEHMET SEVİGEN
(Devamla) – Dalga geçiyorsunuz. Bakın, siz gittiniz ya, Allah görüyor yukarıda. Herkesin kendine cuma namazı.
Biz burada ibadet ediyoruz, ibadet. Bu da büyük bir ibadettir. ALİ TEMÜR
(Giresun) – Allah kabul etsin! MEHMET SEVİGEN
(Devamla) – Sizin tercihiniz orası. Bizim buradaki arkadaşlarımız işini
bitirir, gider orada kılarlar, merak etmeyin. (CHP sıralarından “Bravo”
sesleri) Hiç keyfinizi
bozmayın. Bu Müslümanlığı kullanabildiğiniz kadar kullandınız, bundan sonra
kullanamayacaksınız, size de kalmayacak -öyle görüyorum- kullanamayacaksınız.
Artık herkes uyandı. Yoksulun üzerine paraydı, puldu, şekerdi, çuvaldı,
devletin bütün imkânlarını salarak o insanları kıskaca aldınız. ALİ TEMÜR
(Giresun) – Kömür veriyoruz, kömür! MEHMET SEVİGEN
(Devamla) – Kıskaca aldınız. Vermediniz mi, yalan mı? Ali, vermedik mi
Allah aşkına? Rica ediyorum. “Başbakanlık bedava satılmaz” diye yoksul
kesimlere tavana kadar kömürleri yığmadık mı? Göstermedik mi gecekondu
mahallelerinde, insanların yıllardır görmediği kömürleri gecekondu
mahallelerinde görmedik mi? O insanların gözünü boyamadınız mı? Allah aşkına ya, rica ediyorum sizden! (CHP sıralarından alkışlar)
Yaşamadınız mı? Yaşamadınız mı? (CHP sıralarından alkışlar) ORHAN KARASAYAR
(Hatay) – Sokakta donsalar mıydı? MEHMET SEVİGEN
(Devamla) – İnsanlar askere gidiyor. Askere gittiği yerdeki kaymakam talimat
veriyor, diyor ki: “Bu kadının oğlu askere gitti, kadın perişan.” ALİ TEMÜR
(Giresun) – Alkışlanacak bir olay. MEHMET SEVİGEN
(Devamla) – Kadının evine AKP’liler gidiyor, “Senin
oğlun askerden gelinceye kadar biz bakacağız.” diyen yüzlerce yazı çıkardım ben
size, yüzlerce söyledim. Kullanmadınız mı devletin imkânlarını? (AK Parti sıralarından gürültüler) Kullanmadınız mı?
Hep bunları kullandınız, bunu da ortaya bıraktınız, ama bunlar az kaldı, merak
etmeyin. Allah da biliyor, kul da biliyor. Demiş ki: “Kibirlenme padişahım
senden büyük Allah var.” Gün gelir, devran gelir beyler, buralar size de
kalmaz. Yapanın yanına kâr kalmaz bu, hiç merak etmeyin. (AK Parti sıralarından
gürültüler) Bakın,
yaşayacağız göreceğiz, dünyadaki en kötü şey kul hakkı yemek, kibir. Bak,
kibir. Allah diyor ki: Kibirle gelmeyin. Siz kibirle gidiyorsunuz. Bu
kibirliliği bırakın, bu büyüklüğü bırakın. Ne kadar alçalırsanız, o kadar
büyürsünüz. Herkes biliyor sizi. (AK Parti sıralarından gürültüler) Sporda yapılan
yolsuzluklar, şeyler, efendime söyleyeyim, yalnız sporla ilgili, kadrolaşmayla
ilgili değil, esas yolsuzluk devletin diğer kurumlarında, kademelerinde. Biz
bunu biliyoruz, bunu yaşıyoruz ve inanıyorum ki… (AK Parti sıralarından
gürültüler) Allah aşkına, şu Tayyip Erdoğan nasıl zengin oldu? Ben çok iyi tanırım, biz
beraber il başkanlığı yaptık. O Refah Partisinin İl Başkanıydı, ben DSP İl
Başkanıydım. Kendisi şeyde çalışırdı Tayyip Erdoğan,
muhasebecilik yapardı, belli bir dönem. Şimdi nasıl zengin oldu? 1 milyar
doları var dedi bir iş adamı çıktı. Tek bir cevap verebildi mi Belediye
Başkanlığı döneminde? Bir tek çivi mi çaktı? Nasıl oldu? (AK Parti sıralarından
gürültüler) ALİ TEMÜR
(Giresun) – İnsaf, insaf! MEHMET SEVİGEN
(Devamla) - Ama bir söyle bana, Allah aşkına, Ali, bir anlat, de ki arkadaş şu
işi yaptı, şuraya girdi, girdi, girdi… Nasıl zengin oldu? Yani, ben… (AK Parti
sıralarından “Dedikodu, dedikodu” sesleri) Dedikoduyla
alakası yok. MUSTAFA ELİTAŞ
(Kayseri) – Sayın Başkan, konuşmacı ne zamana kadar konuşacak! BAŞKAN – Sayın Sevigen… Sayın Sevigen… MEHMET SEVİGEN
(Devamla) – Bütçe bu, bütçe…(AK Parti sıralarından gürültüler) MUSTAFA ELİTAŞ
(Kayseri) – Sayın Başkan, konuşmacı ne zamana kadar konuşacak! BAŞKAN – Sayın Sevigen… MEHMET SEVİGEN
(Devamla) – Ya, arkadaş… BAŞKAN – Sayın Sevigen, gruba ayrılmış süreniz azalmakta, diğer
konuşmacıların… (AK Parti sıralarından gürültüler) Lütfen sessiz
olur musunuz. (AK Parti sıralarından gürültüler) Diğer
konuşmacıların hakkı… Lütfen… (Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
MEHMET SEVİGEN
(Devamla) - Ben hepinize, kul hakkı yememek dileğiyle, saygılar sunuyorum. (CHP
sıralarından alkışlar, AK Parti sıralarından gürültüler) BAŞKAN - Sayın Sevigen… (İstanbul
Milletvekili Mehmet Sevigen, Başkanlık Divanının
önüne gitti) Lütfen sözünüzü
tamamlayınız Sayın Sevigen. MUSTAFA ELİTAŞ
(Kayseri)- Sayın Başkanım, ne yapıyorsunuz? Konuşmacıyı çağırıp ne
söylüyorsunuz Sayın Başkanım? Böyle bir uygulama var mı? Oradan söylersiniz.
Gizli bir şey mi söylüyorsunuz? MEVLÜT AKGÜN
(Karaman) – Adam olmazsın! MEHMET SEVİGEN
(Devamla) – Terbiyesiz! Hiç yakışmıyor! Ne konuşuyorsun! Yakışıyor mu sana! Hiç
yakışmıyor! Çıkarsın burada konuşursun kardeşim! O zaman dinle burayı! Çıkarsın
burada konuşursun! Hiç yakışmıyor! BAŞKAN – Sayın Sevigen, lütfen sözünüzü bağlayınız. MUSTAFA ELİTAŞ
(Kayseri) – Genel Kurulda gizli söylem olmaz. Söylersiniz konuşmacıya ne
söyleyecekseniz, biz de duyarız. Niye çağırıyorsunuz, söylüyorsunuz! MEHMET SEVİGEN
(Devamla) – Sayın Başkanım…(AK Parti sıralarından gürültüler) MEHMET ERDOĞAN
(Gaziantep) – “Terbiyesiz” diyor bize ya! MEHMET SEVİGEN (Devamla)
– Kim terbiyesiz dedi! MEHMET ERDOĞAN
(Gaziantep) –Siz dediniz… MEHMET SEVİGEN
(Devamla) – Özür dilerim senden, ama arkadaşım diyor ki… Bakın ne diyor: “Adam
olmazsın!” diyor bana. Söylediği lafa bakın! MUSTAFA ELİTAŞ
(Kayseri) – Konuşmacıyı oraya niye
çağırıyorsunuz, söylüyorsunuz Sayın Başkan! BAŞKAN – Hayır,
ben ona söylemedim, kendisi geldi. MUSTAFA ELİTAŞ
(Kayseri) – Hayır, siz çağırdınız. BAŞKAN – Hayır,
çağırmadım. “Sayın Sevigen, sözünüzü bağlayınız.”
dedim. MUSTAFA ELİTAŞ
(Kayseri) – Hayır, siz çağırdınız. HAKKI SUHA OKAY
(Ankara) – Sayın Elitaş, bu kadar heyecan yapmayın.
Lütfen, istirahat buyurunuz. MEHMET SEVİGEN
(Devamla) – Ya, niye heyecanlanıyorsunuz arkadaşlar?
(AK Parti sıralarından gürültüler) MUSTAFA ELİTAŞ
(Kayseri) – Sayın Başkan, kimin süresini konuşuyor konuşmacı. BAŞKAN – Sayın Sevigen, lütfen!.. MEHMET SEVİGEN
(Devamla) – Peki. Sayın Başkanım… MEHMET ERDOĞAN
(Gaziantep) – “Terbiyesiz” dedi… BAŞKAN – Lütfen… MEHMET SEVİGEN
(Devamla) – “Terbiyesiz” demedim. MEHMET ERDOĞAN (Gaziantep)
– Dediniz efendim. MEHMET SEVİGEN
(Devamla) - “Terbiyesiz.” demedim. Arkadaşımız dedi ki: “Adam olamazsın” dedi,
ben de sen yapma dedim. Sadece “Yapma” dedim. Ben de geri alıyorum, tamam. ( Mikrofon
otomatik cihaz tarafından kapatıldı ) BAŞKAN – Sayın Sevigen, lütfen… Teşekkür ediyoruz, sağ olun. MEHMET SEVİGEN
(Devamla) – Sevgili arkadaşlar, hepinizi, sevgi, saygıyla selamlıyorum. (CHP
sıralarından alkışlar) BAŞKAN – Çok
teşekkür ediyoruz Sayın Sevigen. MUSTAFA ELİTAŞ
(Kayseri) – Sayın Başkan… BAŞKAN –
Cumhuriyet Halk Partisi Grubu adına… MUSTAFA ELİTAŞ
(Kayseri) – Sayın Başkan, biraz önce, konuşmacı, Grup Başkanımız ve Genel
Başkanımız hakkında çok çirkin ifadeler kullandılar. İzin verirseniz, Grup
Başkanımız, Genel Başkanımız hakkında yapılan iftiralara cevap vermek
istiyorum. BAŞKAN – Lütfen,
tutanakları istetip bakacağım. Lütfen!.. MUSTAFA ELİTAŞ
(Kayseri) – Sayın Başkan, lütfen!.. BAŞKAN – Şimdi,
Cumhuriyet Halk Partisi Grubu adına… MUSTAFA ELİTAŞ
(Kayseri) – Sayın Başkan, tutumunuz hakkında söz almak istiyorum! BAŞKAN - …
Antalya Milletvekili Sayın Osman Kaptan; buyurunuz. (AK Parti sıralarından sıra
kapaklarına vurmalar) MUSTAFA ELİTAŞ
(Kayseri) – Sayın Başkan, tutumunuz hakkında söz almak istiyorum! BAŞKAN – Sayın
milletvekilleri, lütfen!.. (AK Parti sıralarından sıra kapaklarına vurmalar,
CHP sıralarından alkışlar) MUSTAFA ELİTAŞ
(Kayseri) – Sayın Başkan, lütfen!.. Tutumunuz hakkında söz almak istiyorum! BAŞKAN –
Tutanakları… (AK Parti sıralarından sıra kapaklarına vurmalar) (Kayseri Milletvekili
Mustafa Elitaş, Başkanlık Divanının önüne gitti) MUSTAFA ELİTAŞ
(Kayseri) – Sayın Başkan, tutanak değil, uygulamanız hakkında söz almak
istiyorum. Yaptığınız uygulama yanlış, Meclis adabına yanlış, Meclis
uygulamalarına yanlış! O yüzden, lütfen!.. BAŞKAN – Grubu
adına diğer arkadaşların…(AK Parti sıralarından sıra kapaklarına vurmalar) MUSTAFA ELİTAŞ
(Kayseri) – Tutumunuz hakkında söz almak istiyorum! Tutumunuz yanlış! 63’e göre
söz almak istiyorum. BAŞKAN – Grubu
adına diğer arkadaşlarının verdiği söz hakkını kullandı. Lütfen!.. (AK Parti
sıralarından sıra kapaklarına vurmalar) MUSTAFA ELİTAŞ
(Kayseri) – Sayın Başkan, tutumunuz hakkında söz almak istiyorum diyorum! Siz
buraya konuşmacıyı çağırıyorsunuz. BAŞKAN –
Konuşmacıyı çağırmadım. Ben “Sayın Sevigen, sözünüzü
bağlayınız.” dedim. Lütfen!.. MUSTAFA ELİTAŞ
(Kayseri) – Sayın Başkan, lütfen adil olun. BAŞKAN – Adil
oluyorum. MUSTAFA ELİTAŞ
(Kayseri) – Tarafsız olmak zorundasınız. BAŞKAN – Adil ve
tarafsızım. Lütfen!.. CEVDET ERDÖL
(Trabzon) – Değilsiniz. BAŞKAN – Şimdi,
Sayın… MUSTAFA ELİTAŞ
(Kayseri) – Sayın Başkan, tutumunuz hakkında söz istiyorum. BAŞKAN –
Tutumumda bir şey görmüyorum. Ben Sevigen’i
çağırmadım, “Lütfen, Sevigen, sözünüzü bağlayınız.”
dedim. MUSTAFA ELİTAŞ
(Kayseri) – Konuşmacıyı çağırdınız ve talep etmeden ek süreler verdiniz. BAŞKAN – Hayır. MUSTAFA ELİTAŞ
(Kayseri) – Ek süreler verdiniz. BAŞKAN - Kendisi
sözünü grubu adına tamamlamak istedi. MUSTAFA ELİTAŞ
(Kayseri) – Meclisi bu şekilde mi yönetiyorsunuz? BAŞKAN – Öyle
yönetmiyorum. Lütfen yerinize... MUSTAFA ELİTAŞ
(Kayseri) – Temsil eder gibi yönetiyorsunuz. ENİS TÜTÜNCÜ
(Tekirdağ) – Sayın Elitaş, yeter artık yeter! Otur
yerine, yeter artık! Böyle bir usul yok, yeter! Olmaz böyle şey! BAŞKAN – Sayın
Osman Kaptan, lütfen… Sayın Osman Kaptan… MUSTAFA ELİTAŞ
(Kayseri) – Bu tutumunuzu kınıyorum! BAŞKAN – Sayın
Osman Kaptan, sözünüz… MEHMET ALTAN
KARAPAŞAOĞLU (Bursa) – Sayın Başkan, o Sevigen’i
dışarı atın! O Sevigen’i
dışarı atın. CHP GRUBU ADINA
OSMAN KAPTAN (Antalya) – Sayın Başkan, sayın milletvekilleri… BAŞKAN – Sayın
Kaptan, söz süreniz yedi buçuk dakikadır. Lütfen sözünüze başlayınız. MEHMET ALTAN
KARAPAŞAOĞLU (Bursa) – O Sevigen’i dışarı atın onu! OSMAN GAZİ
YAĞMURDERELİ (İstanbul) – Tutanakları istiyoruz. OSMAN KAPTAN
(Devamla) – Sayın Başkan, böyle bir uygulama yok. BAŞKAN – Sayın
Kaptan, grubunuz adına öyle bir söz istendi. Lütfen buyurunuz. OSMAN KAPTAN
(Devamla) – Ben de benden sonraki gelenin hakkını isterim. BAŞKAN – Tamam,
buyurunuz. OSMAN KAPTAN
(Devamla) – Sayın Başkan, ben de benden sonraki gelen arkadaşın hakkından dört
dakika istiyorum, o zaman on bir dakika benim konuşmam olur. MEHMET ALTAN
KARAPAŞAOĞLU (Bursa) – Bu iş böyle olmaz! MUSTAFA ELİTAŞ
(Kayseri) – Sayın Başkan, tutumunuz hakkında söz istiyorum. BAŞKAN –
Başlayınız lütfen. (AK Parti sıralarından sıra kapaklarına vurmalar) OSMAN KAPTAN
(Devamla) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri… MUSTAFA ELİTAŞ
(Kayseri) – Sayın Başkan… MEHMET ALTAN
KARAPAŞAOĞLU (Bursa) – Yanlış yapıyorsunuz Başkan, yanlış! MUSTAFA ELİTAŞ
(Kayseri) – Adil olun Sayın Başkan! CEMAL KAYA (Ağrı)
– Adil olun! OSMAN KAPTAN
(Devamla) - Devlet Personel Başkanlığı ve Başbakanlık Yüksek Denetleme
Kurulunun 2008 bütçeleri hakkında, Cumhuriyet Halk Partisi Grubu adına söz
almış bulunuyorum. Hepinizi saygıyla selamlarım. (AK Parti sıralarından sıra
kapaklarına vurmalar) BAŞKAN – Sayın
milletvekilleri… CEMAL KAYA (Ağrı)
– Ayıp, ayıp! BAŞKAN –
Birleşime beş dakika ara veriyorum. Kapanma Saati : 12.39 ÜÇÜNCÜ OTURUM Açılma Saati: 12.53 BAŞKAN : Başkan Vekili Şükran Güldal
MUMCU KÂTİP ÜYELER: Harun TÜFEKCİ (Konya), Canan CANDEMİR ÇELİK
(Bursa) BAŞKAN – Sayın
milletvekilleri, Türkiye Büyük Millet Meclisinin 32’nci Birleşiminin Üçüncü
Oturumunu açıyorum. Bütçe kanunu tasarıları
üzerindeki görüşmelere kaldığımız yerden devam edeceğiz. Komisyon ve Hükûmet yerinde. Şimdi, beşinci
turda yer alan bütçeler üzerinde, söz sırası Cumhuriyet Halk Partisi Grubu
adına Antalya Milletvekili Sayın Osman Kaptan’ın. Sayın Kaptan,
süreniz dokuz dakikadır. Buyurunuz lütfen.
(CHP sıralarından alkışlar) SUAT KILIÇ
(Samsun) – Yedi buçuktu, nasıl dokuz oldu? ÜNAL KACIR
(İstanbul) – Dakikaları bir açıklar mısınız Sayın Başkan? CHP GRUBU ADINA
OSMAN KAPTAN (Antalya) – Teşekkür ederim Sayın Başkan. Benim aslında, on
bir artı iki idi, yani on üçtü; dokuza indiyse, yine, dokuz dakikada konuşmamı
bitirmeye çalışacağım; teşekkür ederim. Sayın Başkan,
sayın milletvekilleri; Devlet Personel Başkanlığı ve Başbakanlık Yüksek
Denetleme Kurulunun 2008 bütçeleri hakkında Cumhuriyet Halk Partisi Grubu adına
söz almış bulunuyorum. Hepinizi saygıyla selamlarım. Sayın
milletvekilleri, konuşmama Başbakanlık Yüksek Denetleme Kurulundan başlamak
istiyorum. Bilindiği gibi,
Yüksek Denetleme Kurulu (YDK) 1938’den beri KİT’leri denetlemektedir. YDK’nın denetim raporları Türkiye Büyük Millet Meclisi KİT
Komisyonunun yapacağı denetimlere esas teşkil etmektedir, bu nedenle YDK’nın yapacağı denetimler önemlidir. Ancak, AKP Hükûmeti KİT’lerin bir kısmını satmış, bir kısmını
kapatmış, bir kısmını peşkeş çekmiş, kalanların bazılarının denetimini de Sayıştaya verince YDK neredeyse görevsiz kalmıştır.
Sayıştay Yasası’nın yeniden düzenlenmesi durumunda, bu konu mutlaka çözüme
kavuşturulmalıdır. Sayın
milletvekilleri, şimdi de Devlet Personel Başkanlığıyla konuşmamı sürdürmek
istiyorum. Ülkemizde kamu
hizmetleri düzenli ve hızlı bir biçimde yürütülmemektedir. Devlet personel
rejiminin temel ilke ve politikaları tam olarak saptanarak uygulamaya
konmamıştır. Kamu çalışanlarının mali ve hukuki statüleri de tam olarak
belirlenmemiştir. Türkiye’de kamu
çalışanları denince, yoksulluk ve açlık sınırı altında ücret alan, fitre ve
zekât verilebileceği müftülerce ifade edilen, borçla yaşayan, kredi kartları
borcu 2002 ile 2007 arasında 13 kat artan, zorunlu ihtiyaçlarını bile zar zor
karşılayan, yüzde 80’i gazete alamayan, yüzde 89’u sinema ve tiyatroya
gidemeyen, yüzde 79’u tatil yapamayan ve yüzde 91’i de geleceğine umutla
bakamayan Türkiye’de kamu çalışanları... Kışta kıyamette
sağa sola sürülürken, sağcı-solcu, inanan-inanmayan diye bölünürken “Benim
memurum işini bilir.” denen, iktidar yanlılarının yöneticilik görevine
getirildiği, “Emret bakanım.” diyenlerin ödüllendirildiği, cumhuriyet
mitinglerine katılanların ise cezalandırıldığı, yükselmede eğitim, bilgi,
beceri, yetenek ve liyakat yerine eş, dost, siyasi kayırmanın olduğu, bazı
diplomatların bile torpil istediği, AKP’li bir
milletvekilinin “Bu iş oldu bil.” dediği… Yine, Türkiye’de
kamu çalışanları denince, on beş yıllık öğretmenin bin YTL maaş aldığı,
öğretmenlerin yüzde 30’unun ek işte çalıştığı, özelleştirme mağdurlarının on ay
çalışıp iki ay boşta kaldığı, yıllık bazda maaşları açlık sınırı ve asgari
ücretin altında olduğu, aynı işi yapanların farklı maaşlar aldığı, odacısı
genel müdüründen, şoförü müsteşarından daha fazla vergi verdiği, sayıca çok
denilen, ancak AB ülkelerinin oranından daha az olan, yirmi yedi AB ülkesi
arasında gayrisafi millî hasıladan en az pay ayrılan,
IMF’nin eline bakan siyasal iktidarın insafına
bırakılan, grevli, toplu sözleşmeli sendikal hakkı olmayan, tüm bunlara rağmen,
devletin hizmetlerini büyük bir özveriyle yapmaya çalışan kamu emekçileri akla
gelmektedir; toplamı da, TÜİK’e göre, 3 milyon 7 bin
66’dır. BAŞKAN – Sayın
Kaptan, bir saniyenizi rica edeceğim. Sayın
milletvekilleri, alınan karar gereğince saat 13.00’te ara vermemiz gerekiyor.
Ancak, Cumhuriyet Halk Partisi Grubu adına yapılan konuşmaların tamamlanmasına
kadar sürenin uzatılmasını oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler… Kabul
etmeyenler… Kabul edilmiştir. Buyurunuz Sayın
Kaptan. OSMAN KAPTAN
(Devamla) – Sayın milletvekilleri, Danıştayın 12.
Dairesi kararında da belirtildiği gibi, Anayasa’mıza göre devletin asli ve
sürekli görevlerinin memurlar ve diğer kamu görevlileri eliyle yürütülmesi
gerekirken, siz memurluk statüsünü sözleşmeli statüsüne dönüştürürseniz, eğer
siz “’Leb’ demeden leblebiyi anlayan bürokrat isterim.” derseniz, eğer siz
“Vücut dilinden anlayan bürokrat isterim.” derseniz, eğer siz “Danıştayda birçok engelle karşılaşıyoruz, ya bunu aşacağız ya da bunu
anlayanla yürüyeceğiz.” derseniz, eğer siz yargıyı siyasallaştırırsanız, “Hâkim
ve savcıyı mülakatla alırım.” derseniz, eğer siz bu ülkede bürokratik oligarşi
var diye şikâyet ederseniz, eğer siz, Meclis tutanağına geçtiği
gibi, 5 kez adli ve idari yargı sınavını kazanan bir kişiyi her seferinde
mülakatta başarısız kılarsanız, eğer siz “Özelleştirmeden kasıt şu kadar paraya
sattım, bu kadar paraya sattım meselesi değil, özelleştirmeden maksat, devleti
ekonomik faaliyetlerden kurtarmaktır.” diyen bir Maliye Bakanını
özelleştirmenin başına getirirseniz, kısacası siz, bürokrasiyi özelleştirerek,
siyasallaştırarak AKP’lileştirirseniz, memur devletin
memuru değil AKP’nin memuru olur ki, kamu görevlisi
devletin değil AKP’nin görevlisi olur ki, bu da,
Türkiye Cumhuriyeti’nin geleceğini tehdit eder, tehlikeye sokar. “Hükûmet benim, devlet de benim, benim dediğim olur.” diyen
zihniyet Orta Çağ’da kalmıştır. Sayın Başkan,
değerli milletvekilleri; devlet personel rejimi hakkında AKP bakınız ne
demişti, ne yaptı: 3 Ocak 2003’te, 58’inci Hükûmet,
Acil Eylem Planı’nda “Altı ay ile on iki ay içinde devlet personel rejimi
reformu gerçekleşecek.” demişti, aradan on iki ay değil altmış ay geçmesine rağmen bu konuda yapılan hiçbir şey yoktur. Yine Acil Eylem
Planı’nda “Personel rejimi içinden çıkılmaz hâle gelmiştir. 1980’den bu yana
tüm hükûmetler bu konudaki vaatlerini yerine
getirmemişlerdir.” diyen AKP, kendisi de sözünü tutmamış “içinden çıkılmaz”
diye tanımladığı durumu daha da içinden çıkılmaz hâle sokmuştur. Örneğin,
devletin asli ve sürekli görevleri arasında olan ve bir kariyer mesleği olan
öğretmenliği, aday öğretmen, öğretmen, uzman öğretmen, başöğretmen, vekil
öğretmen, sözleşmeli öğretmen, müdür yetkili sözleşmeli öğretmen, usta
öğretici, ders karşılığı ücretli öğretmen diye, dokuz parçaya bölmüştür. Yine AKP, Acil
Eylem Planı’nda “Göreve alma ve yükselmede objektif kriterler getirilecek.”
diyordunuz, ne yaptınız biliyor musunuz? 70 puan alanı kamuya almadınız, sıfır
puan alanı kamu görevlisi yaptınız. “Maaş ve ücretlerdeki dengesizlikler
giderilecektir.” demiştiniz, gidermediğiniz gibi daha artırdınız, memuru,
işçiyi, emekliyi, dul ve yetimleri açlık ve sefalete terk ettiniz. Sayın
milletvekilleri, ülkemizde son bir yılda açlık sınırında yüzde 13, yoksulluk
sınırında yüzde 8 artış olmasına karşın, kamu çalışanının ücretine yüzde 2,
ocak ayında; yüzde 2, temmuz ayında artış yaparak, aslında, kamu görevlisi ve
emeklisiyle alay ediyorsunuz. Daha yeni, Ankara’da ekmek fiyatına yüzde 20,
İstanbul’da su fiyatına ortalama yüzde 37 zam yapılmıştır. Asgari ücretli
ayda 419 YTL’yle, SSK emeklimiz ayda 548 YTL’yle, Bağ-Kur esnaf emeklimiz 428 YTL’yle,
Bağ-Kur işçi emeklimiz 286 YTL’yle, muhtarlarımız 288
YTL’yle, memur emeklimiz 716 YTL’yle,
memurlarımız 843 YTL’yle nasıl geçineceklerdir? Başbakanın bile
“geçinemiyorum” dediği ülkemizde kamu çalışanlarına yüzde 2+2 artış yapmak kamu
emekçilerini açlığa ve sefalete terk etmekten başka bir şey değildir. Sayın Başkan,
sayın milletvekilleri; kamu personel rejimi acilen yeniden düzenlenmeli, kamu
çalışanlarımıza insanca yaşayabileceği… (Mikrofon
otomatik cihaz tarafından kapatıldı) BAŞKAN – Teşekkür
ediyoruz Sayın Kaptan. OSMAN KAPTAN
(Devamla) – Teşekkür edeceğim. ZEKERİYA AKINCI
(Ankara) – Başbakan artık şikâyetçi değil, durumu düzeltti maşallah! İyidir,
iyidir! BAŞKAN – Teşekkür
için açıyorum, lütfen hemen tamamlayınız. OSMAN KAPTAN
(Devamla) – Sayın Başkan, sayın milletvekilleri; kamu personel rejimi acilen
yeniden düzenlenmeli, kamu çalışanlarımıza insanca yaşayabilecekleri ücret
verilmeli, kamu çalışanının saygınlığı artırılmalı ve tüm kamu çalışanlarımıza
grevli, toplu sözleşmeli sendikal hak verilmelidir. Hepinize saygılar
sunarım. (CHP sıralarından alkışlar) BAŞKAN – Teşekkür
ediyoruz Sayın Kaptan. Şimdi, Cumhuriyet
Halk Partisi Grubu adına Sayın Hüseyin Ünsal, Amasya
Milletvekili. Buyurunuz lütfen.
(CHP sıralarından alkışlar) Süreniz dokuz
dakikadır. CHP GRUBU ADINA
HÜSEYİN ÜNSAL (Amasya) – Sayın Başkan, saygıdeğer milletvekilleri; Tütün, Tütün
Mamulleri ve Alkollü İçkiler Piyasası Düzenleme Kurumunun bütçe kanun
tasarısındaki kısmı üzerine Cumhuriyet Halk Partisi Grubu adına söz almış
bulunuyorum. Sözlerime başlarken hepinizi saygıyla selamlıyorum. Ülkemizin
çiftçisinden, üreticisinden sanayicisine kadar toplumun her kesimini
ilgilendiren, Türkiye ekonomisinin üretim faaliyetleri içinde önemli bir payı
olan, kısa adı “Tekel” olarak bildiğimiz kuruluş, cumhuriyet tarihimizin en
önemli kuruluşudur ve en köklü kuruluşudur. İzin verirseniz
“Tekel” ile ilgili bir bilgi sıralamak istiyorum. 2007 yılında 145.658 üreticiden
34 milyon 155 kilogram tütün almış. 2006 yılında ise, 55 milyon 375 bin ABD
doları karşılığı ihraç yapmış; 6 sigara fabrikası, 39 pazarlama müdürlüğü, 1
tütün işletme fabrikası, 57 adet yaprak tütün işletme müdürlüğü olan bir
kuruluşumuz. 2005-2006 yılları itibariyle 35 milyon kilogram tütünü, mamulü
üretmiş ve satmış. Uzun yıllar boyunca Türkiye’nin ilk 500 firması arasında
bulunmuş, İstanbul Sanayi Odasının araştırmasına göre de, net satışlar
sıralamasına göre 891 milyon YTL ile 34’üncü sırada bulunmakta. Kurumlar
vergisi sıralamasında İstanbul’da 30’uncu, Türkiye sıralamasında ise 51’inci
sıradadır. Şimdi, bu
büyüklükler, bu veriler gösteriyor ki, Tekel çok önemli bir kuruluşumuz. Bu,
Tekel’in tütün kısmı ve bu önemli kuruluşumuzda özelleştirme aşamasına gelindi.
Tekel’in 2001 yılındaki pazar payı Türkiye’de yüzde 69 iken, bugün 2006 yılına
gelindiğinde yüzde 37, hatta yüzde 35 oranına da düştü. Tekel’in tütün ve
tütün mamulleri kısmının özelleştirilmesine geçmeden
önce de, yine Tekel’in bir başka kısmı olan alkollü içeceklerle ilgili
özelleştirme sürecini de size bir hatırlatmak istiyorum. Alkollü İçecekler
Sanayi ve Ticaret Anonim Şirketi 2004 yılında dünyada örneği olmayacak bir
şekilde özelleşti. Buna özelleştirme diyebilirsek ne âlâ, yani peşkeş çekildi
de diyebiliriz. 292 milyon ABD dolarına özelleştirilen bu şirket, ödemeleri de
vadeye yayılarak hatta ihaleyi alan firmaya da banka kredileri kullandırılarak
özelleştirme yapıldı. Bu ihaleyi
inceleyen Başbakanlık Yüksek Denetleme Kurulu o tarihte, özelleştirmenin
sağlıklı olmadığını ve bu özelleştirme ihalesi aşamasında sıkıntılar olduğuna
dair bir belgeyi, özel inceleme raporunu Başbakanlığa verdi. Başbakanlık da
bunun üzerine gerekli incelemeyi yapmıştır ve bu özelleştirmede görüldü ki, bu,
292 milyon dolara değil, çok çok daha altına denk
gelen bir fiyata satıldı. İşin ilginç tarafı, bu firma daha sonra -iki yıl
sonra- Amerikan firmasına bu alkollü içkiler kısmını 810 milyon dolara sattı.
Bu özelleştirme sonucu ne oldu? Türkiye ekonomisine bir fayda gelmedi. Bu,
ucuza gitti. Alkollü içkiler konusunda üretim yapan, özellikle bağcılıkla
uğraşan çiftçilerimiz mağdur oldular. Özelleştirmeyle birlikte üretimde ciddi
bir tehlike yaşandı. Rakıda üretim 68 milyon litreden 45 milyon litreye,
şarapta 47 milyon litreden 27 milyon litreye geçti. Üstelik alkollü içkilerde
de kayıt dışı önemli bir safhaya geldi. Kayıt dışının dışında da bu sefer kaçak
içkiler piyasaya sürülmek zorunda kalındı ve bu kayıt dışıyla ilgili de dönemin
ekonomiden sorumlu Bakanı Ali Babacan’ın da zaten “Kayıt dışıyla mücadele
edemedik.” diye itirafını da hepimiz biliyoruz. Şimdi bu anlayış,
tütünü özelleştirmek için büyük bir gayret içerisinde. Bu gayret zaten Sayın
Maliye Bakanımızın bütçe sunuş konuşmasında da ortaya çıktı. Bütçe konuşmasını
da isterseniz hatırlatmak isterim: “Özelleştirme konusunda kararlılık ve
ekonomide sağlanan istikrar sonucu Hükûmetimiz
döneminde gerçekleştirilen özelleştirme uygulamalarında mesafeler kat edildi”
ve devam edileceğini söylüyor Maliye Bakanımız. Bunun özelleştirilmesine geçmeden önce, Tekel’in içkili kısımlarının
özelleştirmesinden bir ibret alınması gerektiğini de ortaya koymak
durumundayız. Tekelle ilgili
özelleştirmeyle bir fayda sağlanmayacağını söyledim. Fabrikalarda üretilen
sigaraların satışından elde edilen kâr, yurt içinde kalacağı yerde, hisseleri
oranında yurt dışına transfer edilmektedir. Tütün üreticisi mağdur olacaktır.
Türk tütünü üretimi azalacak, “blend” diye
adlandırılan Virginia tütününe ağırlık verilecektir ve “orient”
tütünde -şark tipi tütünde- şu anda dünya birincisi olan ülkemizde üretilen
tütün üretiminin katkı payı yüzde 10 seviyelerine inecek şekilde olacaktır,
yani yüzde 10’lara düşecektir. Türkiye bu konuda sıkıntıya kalacaktır. Tarım
sektöründeki olumsuzluklar gibi Tekel çalışanları da mağdur olmuşlardır.
Çıkarılan yasa ve yönetmeliklerle Tekel işçileri Adıyaman’ından Amasya’sına,
Ege’sine kadar her yerde mağdur olmuşlar ve bu mağduriyetlerini sıkça dile
getirmektedir. Düşük ücretlerle çalışan insanlar özelleştirmeyle birlikte daha
da kötü duruma düşecektir. Burada Sayın
Başbakan konuşmasında “Öneri getirin.” diyordu. Şimdi biz önerimizi getiriyoruz
bütçe görüşmesiyle. Tekeli özelleştirme kapsamından derhâl çıkarın, özel bir
kuruluş olarak, özerk bir kuruluş olarak yapılandırın, Tekelde çalışan işçi ve
memurlara onurlu bir yaşam imkânı tanıyın, çok uluslu şirketlerin yasaya aykırı
reklam ve tanıtım faaliyetlerine son verin, 4733 sayılı Kanun’u Türkiye Büyük
Millet Meclisi gündemine tekrar getirin. Değerli
arkadaşlarım, özelleştirmeyle ilgili bu iddialar devam ederken Sayın Maliye
Bakanımıza ben bu özelleştirmelerle ilgili, bir kısmıyla ilgili, Mersin
Limanı’yla ilgili bir soru önergesi getirdim. Yazılı önergemde Telemobil şirketinin -ki, bu şirketin sahipleri Abdullah Unakıtan, şirketin başkan yardımcıları da Fatma Unakıtan ve Zeynep Basutçu-
Mersin özelleştirmesinden 2 milyon dolarlık bir iş aldıklarını ifade ettim ve
bunu zaten herkes biliyor. Bu konuyla ilgili Sayın Maliye Bakanından bilgi
istedim. Sayın Maliye Bakanının verdiği cevabı size okumak istiyorum. Değerli
arkadaşlarım, Sayın Maliye Bakanı “Bu tür işlemler şeffaf ve kamuoyunda açık
olarak yapılmakta, şirketlerin bundan sonraki ticari faaliyetleri de kendi
idari mekanizmalarında aldıkları kararlar olup, ilgili şirketleri
ilgilendirmektedir. Şahsımla ve Bakanlığımla alakası yoktur.” diyor. Şimdi eğri oturup
doğru düşünmek lazım. Maliye Bakanının çocukları, kızı, oğlu, özelleştirmeden
ihale alan bir firmadan 2 milyon dolarlık kamera işi, telemobil
işi alıyorlar ve bir bakan çıkıp “Benim bu işle alakam yok.” diyor. Bu kabul
edilebilir bir gerçek mi? Hepimiz bu milletin menfaatini kollamak için buraya
geldik. Bizim burada bulunuş nedenimiz de o. Değerli
arkadaşlarım, AKP Grubunda oturan arkadaşlarımızın da hepsinin bu konuda iyi
niyetli bir yaklaşım göstereceklerini düşünüyorum. Bu işe suskun kalmanın, suça
iştirak ediyorsunuz demiyorum, ama suskun kalmanın da çok büyük bir günah
olduğunu biliyoruz. Hep beraber, bu konuyu, lütfen -hepiniz de mütedeyyin
insanlarsınız- ciddiye alın. Böyle bir özelleştirme anlayışıyla, Türkiye
halkının aklına bir sürü sorular getiriyorsunuz. Kaldı ki, PETKİM’le
ilgili ihalede de aynı şeye cevap verdi Sayın Genel Başkanımızın Turcas’la ilgili iddiasına. PETKİM ihalesine giren Turcas Petrol Şirketinin sahipleriyle, Turcas
Enerji Şirketinin sahipleri aynı insanlar. Dolayısıyla, bu insanların hepsi bu
ihaleye girmişlerdir, ama ihale aşamasında, Turcas
Petrol olarak değil, Turcas Enerji olarak girmişler,
yasaklı olan Turcas Petrol Şirketi -ki Sayın
Ulaştırma Bakanımızın da imzasıyla yasaklı olduğu ispatlanmış, gerekirse
belgesini, buradadır, yanımda, gösterebilirim- bu firma ihaleye girmiştir.
Şimdi, kalkıp da diyebilir miyiz ki hisse payları aynı olan Turcas
Petrolle alakası yoktur bu şirketin deme şansımız var mı? (Mikrofon
otomatik cihaz tarafından kapatıldı) BAŞKAN – Lütfen,
sözünüzü tamamlayınız Sayın Ünsal. HÜSEYİN ÜNSAL
(Devamla) – Teşekkür ederim Sayın Başkan. Türkiye’de,
maalesef, özelleştirme bu anlayış içerisinde gidiyor. Hükûmetinize
çok önemli bir teklifte bulunuyoruz Sayın Bakanlar, gelin, bu özelleştirmeyle
ilgili ne düşünüyorsanız getirin bu Meclise, hep beraber bunu tartışalım. AKP’nin kendi politikası, Hükûmet
politikası olarak değil, bunu bir ulusal politika olarak hepimizin önüne bir
getirin. Biz bu sürprizlerle bir daha karşılaşmış olmayalım. Bu anlayışı
sergilediğiniz sürece, özelleştirmeyle ilgili bir ulusal politika anlayışını
sergilediğiniz sürece, bizler çıkıp çıkıp burada
itirazlar etmeyiz; ne Maliye Bakanım hakkında ne Ulaştırma Bakanı hakkında ne
de Sayın Başbakan hakkında ileri geri konuşmaların yapılmasının bir nebze de
önüne geçmiş olursunuz. Lütfen, bunu yapın. Bunu bir ulusal politika hâline
getirin. Biz yaptık, bizim 340 tane milletvekilimiz var, biz istediğimizi
yaparız gibi kibirli bir davranışa girerseniz, bu Mecliste daha çok çok tartışmalara sebebiyet verirsiniz. Bu tartışmanın önüne
geçmek anlamında, özellikle AKP Grubundaki, Adalet ve
Kalkınma Partisi Grubundaki arkadaşlara söylüyorum, bu konuda ısrarcı olun,
özelleştirmeyle ilgili sıkıntının içine… (Mikrofon
otomatik cihaz tarafından kapatıldı) BAŞKAN – Çok
teşekkür ediyoruz Sayın Ünsal. HÜSEYİN ÜNSAL
(Devamla) – Efendim, teşekkür ederim, saygılarımla. (CHP sıralarından alkışlar) BAŞKAN – Sayın
milletvekilleri, birleşime, 14.00’te toplanmak üzere, ara veriyorum. Kapanma Saati : 13.15 DÖRDÜNCÜ OTURUM Açılma Saati: 14.00 BAŞKAN: Başkan Vekili Şükran Güldal
MUMCU KÂTİP ÜYELER: Harun TÜFEKCİ (Konya), Canan CANDEMİR ÇELİK
(Bursa) BAŞKAN – Sayın
milletvekilleri, Türkiye Büyük Millet Meclisinin 32’nci Birleşiminin Dördüncü
Oturumunu açıyorum. 2008 Yılı Merkezi
Yönetim Bütçe Kanunu Tasarısı ile 2006 Yılı Merkezi Yönetim Kesin Hesap Kanunu
Tasarısı üzerindeki görüşmelere kaldığımız yerden devam edeceğiz. Komisyon? Burada.
Hükûmet? Burada. Şimdi, beşinci
turda yer alan bütçeler üzerinde söz sırası, Milliyetçi Hareket Partisi Grubu
adına, İstanbul Milletvekili Sayın Atila Kaya’ya
aittir. Buyurun Sayın
Kaya. Süreniz on
dakikadır. MHP GRUBU ADINA
ATİLA KAYA (İstanbul) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; Gençlik ve Spor
Genel Müdürlüğü bütçesi hakkında Milliyetçi Hareket Partisi Grubunun
görüşlerini açıklamak üzere söz almış bulunuyorum. Bu vesileyle yüce heyetinizi
saygıyla selamlıyorum. Değerli
milletvekilleri, Anayasa’mızın 58 ve 59’uncu maddeleri sporun geniş kitlelere
yayılması görevini yerine getirmek üzere Gençlik ve Spor Genel Müdürlüğünü,
daha doğrusu devletimizi görevlendirmiş, devletimiz de bu görevleri yerine
getirmek üzere Gençlik ve Spor Genel Müdürlüğü ile özerk spor federasyonlarını
yetkili kılmıştır. Ben, Gençlik ve
Spor Genel Müdürlüğü bütçesi üzerinde değerlendirmelere geçmeden
önce, sporun hem fert olarak hem de toplum olarak hayatımızdaki yerini ve
önemini dikkatlerinize sunmak istiyorum. Değerli
milletvekilleri, bugün, artık, dünyada spor, sosyal hayatın vazgeçilmez
unsurlarından birisi hâline gelmiştir ve aynı zamanda, yalnız fiziksel
sağlığımız açısından değil, ruhsal sağlığımız açısından da çok önemli bir
işlevi yerine getiren bir kitle eğitim aracı konumundadır ve yine, spor, hem
gençlere hem de topluma en etkili ve en kolay bir şekilde ulaşmanın
araçlarından birisidir. Bu yönüyle de spor sayesinde, insanlar ve özellikle de
gençlerimiz, yardımlaşmayı, dayanışmayı, iş birliğini ve kurallara uyma gibi,
aynı zamanda, toplumsal uyumu da pekiştiren ve geliştiren hususlar bakımından
önemli işlevleri yerine getiren bir faaliyet alanıdır. Tabii, bunun
yanında, sporun, özellikle, dünyada yaşayan bütün insanlar arasında ırk farkı,
dil farkı, din farkı gözetmeden, insanları birbiriyle yakınlaştıran, birbiriyle
kaynaştıran ve bu yönüyle de dünya barışına sunduğu katkıyı dikkate aldığınızda
ve aynı şekilde de ülkelerin tanıtımı noktasında çok önemli bir işlevi yerine
getirmesi bakımından, sporun, hem fert olarak hem de toplum hayatındaki yeri ve
önemini, zannederim, daha iyi idrak etmiş, daha iyi anlamış oluruz. Bu vesileyle,
bugün görüştüğümüz Gençlik ve Spor Genel Müdürlüğü bütçesine baktığımızda,
gördüğümüz, karşımıza çıkan durum şudur değerli milletvekilleri; aslında, yalnız
bu spor konusunda değil, birçok konuda, Adalet ve Kalkınma Partisi sözcülerinde
şöyle bir yaklaşım tarzını gözlemliyoruz: Adalet ve Kalkınma Partisinin
iktidara geldiği 2003 yılı, âdeta, bir milat olarak kabul edilmekte ve
neredeyse ondan önce, bütün cumhuriyet hükûmetlerinin
yapmış olduğu faaliyetlerin yok sayıldığı bir anlayışı gözlemlemekteyiz.
Aslında, sporda da baktığımız zaman, geçmiş hükûmetler
döneminde -bu hükûmetlerin siyasi görüşlerinin hiçbir
önemini dikkate almadan söylüyorum- önemli hizmetler yapılmıştır. Yani futbolu
esas aldığımızda, çamur sahalardan yeşil sahalara geçilmesi
ve modern tesislere kavuşmayla beraber, bu gelişmelerin bir neticesi olarak
millî takımımız dünya üçüncüsü olmuş, bir kulübümüz Avrupa şampiyonu olmuş. Basketbolda, Avrupa Şampiyonasında final oynanma noktasına
gelinmiş. Aynı şekilde, sporun temeli olan, anası olan atletizm dalında da
Avrupa şampiyonluğu ve dünya ikinciliği gibi birtakım derecelere ulaşılmıştır. Dolayısıyla, ben
bu konuşmaya hazırlanırken Sayın Bakanın Bütçe Plan Komisyonunda Gençlik ve
Spor Genel Müdürlüğünün yapmış olduğu faaliyetler ve bundan sonraki programları
hakkındaki sunuşunu dikkatlice okudum ve buradan bir mukayese yapılmak
suretiyle - yani 2002 öncesindeki, işte, lisanslı sporcu sayısı, bunun yanında
spor kulüplerinin sayısı - bir karşılaştırma yapılmak suretiyle bugün hangi
seviyede olduğumuzu Sayın Bakan dile getirmiş. Ben, tabii, bu hizmetleri
gerçekleştiren, bu sayıları artıran, sporumuzun yaygınlaşmasını, gelişmesini
sağlayan bu çalışmaları elbette ki takdirle karşılıyorum. Ancak, değerli
milletvekilleri, bu çalışmaların yanında -bu çalışmaları yürütürken daha
doğrusu- bugün sporumuzun içerisinde bulunduğu, özellikle sportif anlamda ve
tesis anlamındaki duruma baktığımız zaman, maalesef bazı konularda geriye
gittiğimizi görüyoruz. Yani, bu yapılan hizmetleri takdir ediyoruz, ancak
mesela, burada sormak ihtiyacını hissediyorum: Özellikle geçtiğimiz
dönemlerde önemli madalyalar kazandıran spor alanlarından birisi olan halterde,
bugün içinde bulunduğumuz durum nedir? Sürekli skandallarla, doping
skandallarıyla karşı karşıya kalan ve hem Federasyonumuz hem de sporcularımızın
ağır yaptırımlarla karşı karşıya kaldığı bu durumda Genel Müdürlüğümüzün hiçbir
kabahati yok mudur? Aynı şekilde
-biraz sonra, zannediyorum, Adalet ve Kalkınma Partisi Grubu adına değerli
kardeşim Hamza Yerlikaya
konuşacak- yine buradan soruyorum: Yani, son beş yılda bizim dünya minderlerine
sunduğumuz böyle başarılı sporcular acaba var mıdır? Aynı şekilde,
biraz önce dile getirildi, atletizm alanında, atletizmde başarılı olmuş bir
atletimiz vardı Süreyya Ayhan diye. Hem Avrupa şampiyonluğu hem dünya
ikinciliğini kazanmış bu kardeşimiz, maalesef, birtakım ihmaller, birtakım
yanlışlar sonucunda bugün spor yapamaz, spor yapma hakkı elinden alınma gibi
bir durumla karşı karşıyadır. Dolayısıyla, yapılan işlerin yanında bütün bu
eksikleri de görmek ve bundan sonraki faaliyetleri bu anlamda yönlendirmek
gerekir diye düşünüyorum. Bir de, yine
burada naçizane bir tavsiye olarak: Bu karşılaştırmaları yaparken, yani
“2002’de şu kadardı, şimdi bu kadar” yerine, bugün Türkiye’de lisanslı sporcu
sayısı 2 milyonlara ulaşmışsa, acaba bir de İstanbul kadar bir nüfusa sahip
olan Norveç’teki ya da İsveç’teki ya
da Almanya’daki lisanslı sporcu sayısıyla, kulüp sayılarıyla bir mukayese
yapmamız daha iyi olmaz mı? Madem biz her konuda, her alanda çağdaş uygarlık
seviyesini yakalama ve onu da aşma hedefini önümüze koymuşsak, dolayısıyla, o
hedefi yakalamak için, kendi durumumuzu daha iyi görebilmek açısından bu
mukayeseleri yapmamız daha yararlı olur diye düşünüyorum. Bu hususta,
özellikle, zaman zaman “Bu yapılan konuşmalarda
tavsiyeler var mı?” diye dile getiriliyor. Bu anlamda, hem spordan sorumlu
Devlet Bakanlığına hem de Gençlik ve Spor Genel Müdürlüğümüze Milliyetçi
Hareket Partisi Grubu adına ve şahsım adına şöyle bir teklifte de bulunmak
istiyorum: Değerli milletvekilleri, bildiğiniz gibi, geçtiğimiz
dönemler içerisinde, mecburiyetten dolayı çok uzun yıllar ayrı kaldığımız
kardeşlerimiz, soydaşlarımız, dindaşlarımız var. Bunlar, Sovyetler Birliğinin
dağılmasından sonra, Allah’a şükürler olsun, kendi bağımsız cumhuriyetlerini
kurdular ve bugün, Birleşmiş Milletlerde, Türkiye Cumhuriyeti devletinin
bayrağının yanında diğer beş Türk cumhuriyetinin de bayrağı dalgalanmaktadır.
Bundan dolayı, hem bu cumhuriyetleri kapsayan hem de özerk ve federasyon
şeklinde olan Türk topluluklarıyla bir Türk olimpiyatlarının
gerçekleştirilmesini Sayın Bakanımıza ve Genel Müdürlüğümüze bir teklif olarak
sunuyorum. Tabii, konuşmanın
süresi içerisinde, amatör sporlara önem verilmesi, sporun yaygınlaştırılması,
bu konuda okullarla bir iş birliğine gidilmesi gibi hususları bu vesileyle de
dile getirmek istiyorum. Ama çok önemli
bir mesele, gençlik meselesi değerli milletvekilleri. Gençliğin de bir milletin
hayatındaki yerini ve önemini ortaya koyması bakımından şöyle bir örnek vermek
istiyorum: Bizim nüfusumuzun üçte 1’i on altı – yirmi dört yaş kuşağına mensup
gençlerden oluşmaktadır. Dolayısıyla, bugün önümüze bir hedef olarak koyduğumuz
ve birçok faaliyetimizi bu amaca göre planladığımız, yani cumhuriyetimizin
yüzüncü yılını kutlayacağımız 2023 yılında, bugün bu on altı – yirmi dört yaş
kuşağında olan gençlerimiz, bu Parlamentonun üniversitelerde… (Mikrofon
otomatik cihaz tarafından kapatıldı) BAŞKAN – Lütfen
sözünüzü tamamlayınız Sayın Kaya. ATİLA KAYA
(Devamla) – Teşekkür ederim. Yani bugün, bu
yaş kuşağına mensup gençlerimiz yarın ülkemizin idaresinde söz sahibi olan
insanlar olacaklardır. Onun için, değerli milletvekilleri, bu gençlerimizin,
Türkiye’nin, cumhuriyetimizin kuruluşunun 100’ üncü yılında Türkiye’yi
bölgesinde bir kutup başı ülke, bölgesinde sözü dinlenir, sözü geçen saygın bir
ülke ve bir lider ülke konumuna getirebilmek için bu gençlerimize tarihin ve
talihin yüklemiş olduğu çok önemli bir misyon vardır. Dolayısıyla, gençliğimizi
bu misyonu yerine getirebilecek bir donanımla yetiştirmek durumundayız. Bunun
için, millî tarih bilincine sahip, millî kültürüne bağlı, ahlak sahibi, aynı
zamanda çağdaş gelişmeleri yakından takip edebilecek anlama, kavrama ve
yorumlama kabiliyetine sahip bir gençlik yetiştirmek en önemli hedeflerimizden
birisi olmalı diye düşünüyorum. Gençlik ve Spor Genel Müdürlüğümüzün biraz da
gençliğe bu yönünden bakmasını kendilerinden diliyoruz. Bütçenin hayırlı
olmasını temenni ediyor, hepinizi saygıyla selamlıyorum. (MHP sıralarından
alkışlar) BAŞKAN – Teşekkür
ediyoruz Sayın Kaya. Milliyetçi
Hareket Partisi Grubu adına, Kahramanmaraş Milletvekili Sayın Mehmet Akif Paksoy. Buyurunuz Sayın Paksoy. (MHP sıralarından alkışlar) Süreniz dokuz
dakikadır. MHP GRUBU ADINA
MEHMET AKİF PAKSOY (Kahramanmaraş) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri;
Devlet Personel Başkanlığı ve Türkiye ve Orta Doğu Amme İdaresi Enstitüsü
bütçesi hakkında, Milliyetçi Hareket Partisi Grubunun görüşlerini açıklamak
üzere söz almış bulunuyorum. Yüce heyetinizi ve bizleri televizyondan seyreden
vatandaşlarımızı saygıyla selamlıyorum. Türkiye Amme
İdaresinin üç ana kuruluş gayesi bulunmaktadır. Bunlar: Kamu idaresinin
geliştirilmesi amacıyla çalışmalar yapmak, idari alanda eleman yetiştirmek ve
memurların hizmet içinde yetiştirilmelerini sağlamaktır. Ancak, uygulamada bu
gayenin gerçekleştirilemediği aşikârdır. Dolayısıyla, bu kurumun işlerlik
kazanabilmesi için, teşkilat yasasının süratle gözden geçirilmesi, kurumun
görevlerinin ve yapısının yeniden tanımlanmasına ihtiyaç bulunmaktadır. Bu
düzenlemeyle Türkiye ve Orta Doğu Amme İdaresinin öncelikle kamu yönetimi
içindeki yeri ve statüsü açıklığa kavuşturulmalıdır. Türkiye ve Orta
Doğu Amme İdaresi Enstitüsü bu hâliyle, deve kuşu misali, ne akademik bir
kuruluş ne de bir genel müdürlüktür. Teşkilatlanması itibariyle genel müdürlük,
hizmetleri itibariyle akademik bir kuruluştur. Bu kurumun ne olması gerektiğine
öncelikle karar verilmelidir. Akademik kuruluş olarak kabul edilirse, genel
müdürlük şeklindeki örgütlenmesinin değiştirilmesi gerekmektedir. Mevcut yapı
özerk olmadığından, kurum bağımsız hareket edememekte, teşkilat kanunundan
kaynaklanan görev ve hedefleri ile hükûmet program ve
hedefleri arasında sıkışıp kalmaktadır. Türkiye ve Orta
Doğu Amme İdaresi, Millî Güvenlik ve Adalet Akademisi gibi, kamuya yönetici
yetiştiren bir akademiye dönüştürülmelidir. Kurum, rutin kamu personeline
eğitim veren bir birim olmaktan çıkartılmalıdır. Aksi takdirde, bu kurum
giderek işlevini kaybedecek ve atıl duruma düşecektir. Şu anki konumu
itibarıyla, Türkiye ve Orta Doğu Amme İdaresi, mahallî yönetim personeline
seminer veren bir eğitim merkezine dönüşmüştür. Sayın milletvekilleri,
konuşmamın bu bölümünde Devlet Personel Başkanlığı bütçesi hakkında görüşlerimi
arz etmek istiyorum. Devlet Personel
Başkanlığının temel kuruluş gerekçesi, kamu yönetiminin ihtiyaç duyduğu
düzenlemeleri yaparak, kamu personel rejimini uyumlu bir şekilde yürütmektir.
Oysa bugün kamu yönetimi sistemimizle ilgili sorunlar ve aksaklıklar içinden
çıkılmaz bir hâl almıştır. AKP Hükûmeti, Türkiye'yi
reform cehennemine çevirdi ancak personel reformunu bir türlü çıkaramadı. Ben
bu durumu IMF'ye bağlıyorum. Eğer IMF bu reformun öne
alınmasını isteseydi kuşkusuz hemen bu reform çıkarılırdı. Hâlbuki yapılan ve
yapılacak reformların başarıya ulaşması öncelikli olarak personel reformunun
hayata geçirilmesine bağlıdır. Reformu bir yana bırakalım mevcut kamu personel
sistemi giderek daha adaletsiz, daha dengesiz ve içinden çıkılmaz bir hale
getirilmiştir. Ancak kamu personel rejiminin sağlıklı işleyebilmesi için
rasyonel bir teşkilatlanmanın olması şarttır. AKP Hükûmeti döneminde rasyonel teşkilatlanma yerine daha çok
hizmete alınma kıstaslarıyla oynanmaktadır. Önceki hükümetler döneminde
uygulamaya geçen merkezî sınav sistemi sulandırılmaya çalışılmaktadır. Niçin?
Birkaç eş dost, birkaç yandaş daha istihdam etmek için mi? Partinizin başında
“adalet” kelimesi var. Partinize "AKP" denilmesine kızıyorsunuz ancak
bir belediyenin alacağı zabıta memuru, itfaiye eri için mülakat
yaptırıyorsunuz. Bu mu adalet? Daha da vahimi, sözleşmeli ve geçici personel
uygulamasını yaygınlaştırarak kamu hizmetlerini taşeronlaştırıyorsunuz.
Özellikle Tarım ve Sağlık Bakanlığındaki sözleşmeli personelin hali içler
acısı. Tayin hakları yok, becayiş dışında mazeret hakları yok. Aynı işi yapan,
hatta benzer ücretleri alan 2 kişiden 1'i memur, diğeri sözleşmeli. Ben bunun
mantığını bir türlü anlayamıyorum. Hükûmetiniz adına
biri çıkar da -hadi Şırnak, Ardahan'ı anladık-
Gaziantep, Hatay veya Kahramanmaraş'ta niçin sözleşmeli sağlık personeli
çalıştırıldığını yüce Meclis vasıtasıyla Türk milletine izah ederse hep beraber
öğrenmiş oluruz. 4/C uygulaması:
Sayın milletvekillerim, kamu çalışanlarına bir
zulümdür, adınıza yakışmaz bir uygulamadır. Aynı işi yapan iki insan arasındaki
bu farklılık kabul edilemez. 4/C çalışanı, yıl içinde çalıştığı süre on iki aya
bölündüğünde, bazı kurum ve kuruluşlarda asgari ücretin altında ücret
almaktadır. Yine altı ay çalışanı kadroya aldınız, beş ay yirmi dokuz gün
çalışanı kadroya almadınız. Örneğin, Orman Genel Müdürlüğü, Şeker Fabrikaları
Genel Müdürlüğünde işçiler mağdur edilmişlerdir. Sayın
milletvekilleri, AKP Hükûmetleri, söz verdiği hâlde
personel rejimini hayata geçirmemişlerdir, memurlar arasındaki ücret
adaletsizliğini devam ettirmektedir. Aslında Hükûmetin
kafasındaki personel rejimi ile bizim bütçesini tartıştığımız personel rejimi
arasında ciddi farklar vardır. Hükûmete göre, adalet,
güvenlik, maliye ve bir kısım genel idare hizmetleri dışındaki tüm hizmetlerin
hizmet alımı veya sözleşmeli personel eliyle yürütülmesi düşünülmektedir. Bugün, kamu
personelinin yapılarında, mali ve sosyal haklarında, statülerinde çok büyük
farklılıklar bulunduğu aşikârdır. Personelin dağılımı dengesizdir. Bazı
yerlerde fazla personel varken, bazı yerlerde hiç personel bulunmamaktadır.
Ücret adaletini sağlamak bir yana, ücret rejimi giderek bozulmaktadır.
Ücretlerin yetersizliğinden daha çok aynı işi yapanlar arasındaki ücret
adaletsizliği çalışanları üzmektedir. Örneğin, bugün, hastanelerimizde bazı
yardımcı hizmetler, hepimizin de bildiği gibi, temizlik şirketlerinin
çalışanlarına asgari ücret karşılığı yaptırılmaktadır. Yani aynı odada aynı işi
1 kadrolu çalışan ile 1 asgari ücretli çalışan birlikte yapmaktadır. Buradan
verimli bir çalışma ve sonuç almak mümkün müdür? Yine
okullarımızın yardımcı hizmetli kadroları yetersizdir. Bağış almak da yasak.
Peki, okulda yapılması gereken işleri kim yapacak? Ben gittim, gördüm.
Müdürler, müdür yardımcıları, hatta bir kısım öğretmenler memurların yapması
gereken işleri memur olmadığı için kendileri yapıyorlar. Hizmetlilerin yapması
gereken işlere ise dışarıdan vatandaş çağırılıyor. Parası olan okullar sigorta
yaptırıyor, olmayan mecburen sigortasız çalıştırıyor. Okullarımızda sigortasız
çalışan bu vatandaşlardan bir tanesi yarın okul müdürlerini şikâyet ederse
bunun hesabını kim verecek? Varsa cevabınız, çıkınız bu kürsüde veriniz. Devlet Memurları
Kanunu’nun çıkartıldığı 1965 yılının şartlarına göre özellikli bazı görevler
için uygulamaya konulan istisnai memurluğun kapsamı genişletilmiştir. Bu durum,
hizmet ihtiyacından ziyade sistem dışına çıkılarak sınavsız memuriyete geçiş yolu olarak kullanılma çabasının bir sonucudur.
Yapılan münferit düzenlemelerle bazı meslek gruplarının ücretlerinde
iyileştirmeler yapılmışken, hâkim, savcı, sağlık personeli gibi, diğer memurlar
ve kamu çalışanları göz ardı edilmektedir. Ücret adaletsizliğini giderecek
çözümler yerine belirli baskı gruplarının talepleri dikkate alınarak gün
kurtarılmaya çalışılmaktadır. Özellikle, polis, öğretmen, teknik personel ve
diğer memurların ücretlerinin ekstra düzenlemelerle düzeltilmesi gerekmektedir.
Örneğin, DSİ Bölge Müdürü 1.750 YTL, bir mühendis 1.200 YTL maaş alıyor… (Mikrofon
otomatik cihaz tarafından kapatıldı) BAŞKAN – Sayın Paksoy, lütfen sözlerinizi tamamlayınız. MEHMET AKİF
PAKSOY (Devamla) - …ama havuzdan, Telekom’dan gelen
bir mühendis 3 bin YTL maaş alıyor, yine Telekom’dan
gelen bir güvenlik görevlisi 2.500 YTL maaş alıyor. Bu, adaletsizlik değil de
nedir? Kamu çalışanları,
beş yıllık dönemde ekonomik büyümeden aynı oranda pay alamamışlardır.
Uluslararası standartlarda sendikal hakları olmadığından görüşme masasında
söylediklerinin etkisi Hükûmetin insafıyla sınırlı
olmuştur. Yine, 3713 sayılı Terörle Mücadele Kanunu kapsamında, şehit yakınları
ve gazilerin kendilerine veya yakınlarına kamu kurumları kadrolarının binde 5’i
oranında kontenjan ayrılması gerekmektedir. Ancak, uygulamada, özellikle
personeli çok olan Millî Eğitim Bakanlığı olmak üzere, diğer bakanların,
bakanlıkların da bu kanun hükmüne yeterince riayet etmedikleri görülmektedir.
İçişleri Bakanlığınca şehit ve gazi yakınlarının atamalarıyla ilgili talepler
bu nedenden dolayı birikmektedir. Hükûmetimizin bu
konuda bir açıklaması varsa bizi bilgilendirin. Bütçemizin
ülkemize hayırlı ve uğurlu olmasını diliyor, hepinize saygılar sunuyorum. (MHP
sıralarından alkışlar) BAŞKAN – Teşekkür
ederiz Sayın Paksoy. Milliyetçi
Hareket Partisi Grubu adına, Antalya Milletvekili Sayın Hüseyin Yıldız. Sayın Yıldız,
süreniz sekiz dakikadır. Buyurunuz. (MHP
sıralarından alkışlar) MHP GRUBU ADINA
HÜSEYİN YILDIZ (Antalya) – Sayın Başkan,
değerli milletvekilleri; Milliyetçi Hareket Partisi Grubu adına, Başbakanlık
Yüksek Denetleme Kurulu bütçesi hakkında söz almış bulunuyorum. Yüce Meclisi
saygılarımla selamlıyorum. Öncelikle,
Antalya ilimizde meydana gelen sel felaketinde hayatını kaybeden vatandaşımıza
Allah’tan rahmet, yakınlarına başsağlığı diliyorum. Antalyalılara da geçmiş
olsun dileklerimi iletiyorum. Hükûmetimizden de yaraları
bir an önce sarmasını istiyoruz. Değerli
milletvekilleri, Atatürk’ün direktifiyle 17/6/1938 tarih ve 3460 sayılı
Kanun’la Yüksek Denetleme Kurulu, o günkü adıyla “Umumi Murakabe Heyeti” hayata
geçirilmiş, 1982 Anayasası’nın 165’inci maddesiyle belirlenen devlete ait kamu
kuruluş ve ortaklıklarının 24/6/1983 tarih ve 72 sayılı Kanun Hükmünde
Kararnameyle belirlenen yetkilerle, bugün itibarıyla 1 başkan vekili, 13 üye,
104 başdenetçi, 26 denetçi olmak üzere toplam 144
denetçiyle Türkiye Büyük Millet Meclisi adına kamu kuruluşları denetlenmektedir. Sayın Başkan,
değerli milletvekilleri; Yüksek Denetleme Kurulunun denetimlerinde, kamu
iktisadi teşebbüslerinin, belirlenen amaç ve esaslara, uzun vadeli kalkınma
planıyla programlara uyulup uyulmadığını, işletmelerimizin bütçelere, maliyet,
bilanço ve sonuç hesaplarının dönem faaliyetlerine uygunluğunu, çağdaş
işletmecilik kurallarına uyulup uyulmadığını, işlemlerin hukuka uygunluğunu,
verimlilik ve kârlılıklarını, işletmelerin zarara uğratılıp uğratılmadığını ve
performans denetimi yaptıklarını görmekteyiz. Yüksek Denetleme
Kurulumuzun iki yıldır akıbetiyle ilgili belirsizlik ve beş yıla yakındır
Başkan Vekiliyle yönetilmesi, 4 Kurul üyesinin uzun zamandır atanmaması ve
denetçi azlığı, kamu iktisadi teşebbüslerinin denetlenmesinde gecikmelere,
yetersizliklere ve kurumlarımızın kayıplarına neden olmaktadır. Sayın Başkan,
değerli milletvekilleri; seksen dört yıllık cumhuriyetimizin altmış yılında
siyasetçiler Türk devletinin ve milletinin çıkarları için ülkeyi yönetmeye
çalışmışlar, tek tük ortaya atılan yolsuzluk söylentilerinin muhatapları
yargılanıp cezalandırılmışlardır. Türkiye Büyük
Millet Meclisi Genel Kurulunda Sayın Maliye Bakanımızın bütçe sunuş
konuşmasında ifade ettiği, aynen kitapçıktan okuyorum: “Bizden önceki on sekiz
yıl boyunca 8 milyar dolarlık özelleştirme yapılmıştı. 2003 yılından 2007 yılı
Kasım ayına kadar yapılan özelleştirme işlemi ise 25,5 milyar doları
Özelleştirme İdaresi tarafından olmak üzere, TMSF ve Ulaştırma Bakanlığı
tarafından yapılan özelleştirmelerle toplam 40 milyar doları aşmıştır.” diye
her platformda övünülerek anlatılmaktadır. Elbette biz de, bu
özelleştirmelerden dolayı, yasalara ve milletimizin menfaatlerine uygun olmak
kaydı şartıyla tebrik ediyoruz, teşekkür ediyoruz, ancak bu yapmakla
övündüğünüz özelleştirmelerdeki tesislerin hiçbiri sizin başlayıp bitirdiğiniz
tesisler değil, aksine, beğenmediğiniz, sürekli eleştirdiğiniz ve kötülediğiniz
sizden önceki iktidarlar tarafından ve ayrıca, sizin yaptığınız gibi 225 milyar
dolar kamu borç stokunu arttırmadan yapılan tesislerdir. (MHP sıralarından
alkışlar) Sizden önceki hükûmetlere ve siyasetçilere
bir vefa örneği olarak bir teşekkür etmeniz gerekiyor sanıyorum. Vefasızlık
ekenlerin vefasızlık biçeceğinin de bilinmesinin altını özellikle çiziyorum. Sayın Başkan,
değerli milletvekilleri; az önce ifade etmiş olduğum konudan sonra, 1983
yılından beri geçen yirmi dört yıldır, bazı siyasetçiler devletin ve milletin
çıkarlarının yanına bir de siyasetçi çıkarı eklemişlerdir. Ülkemiz, son yirmi
dört yılda bu şekilde yönetilmeye çalışılmakta, bu nedenle de yolsuzluk
söylentileri ayyuka çıkmış, yolsuzluk yapanlar cezalandırılamadığı için de
yolsuzluk heveslileri her geçen gün artmaktadır. Elbette, ülkesi ve milleti
için siyaset yapan, devletinin ve milletinin kör kuruşunda gözü olmayan siyasetçiler
çoğunluktadır ve onları da tenzih ediyorum. Sayın Başkan,
değerli milletvekilleri; sözlerim, elinde bulundurdukları devlet gücünü siyasi
yandaşlarına, çocuklarına, yakınlarına devlet imkânlarını peşkeş çekenlere ve
yolsuzluk yapanlara. Hatta, pişkin pişkin “Benim
çocuklarım aç mı kalsın?” diyenlere ve “Bunları kişiselleştirmeyin.”
diyenleredir. 2002’de
vatandaşımızın kaybolan kuzusunun hesabını Hazreti Ömer adaletiyle
vereceklerini söyleyerek iktidara gelenler, devletin malı deniz felsefesi ve
aceleciliğiyle ipin ucunu kaçırmışlardır. Yüzde 46 oy oranı ve Meclisteki
sayısal üstünlüğün verdiği güçle, Başbakanınız ve bakanlarınızın halk
katmanlarına yaptığınız hakaret içeren söylemleri, muhalefet milletvekillerinin
en küçük eleştirilerine gösterdiğiniz hazımsızlıkları düşünürsek, işinize
gelmeyen denetimlerde emrinizde olan devlet memurlarına neler söyleyip, neler
yaptığınızı çok iyi biliyoruz. Bu nedenle,
Yüksek Denetleme Kurulu ve diğer denetim elemanlarının zorluklarını
anlayabiliyor ve onları çok önemsiyoruz, Ancak, devletimizin, yetimlerimizin
kör kuruşuna göz dikenlerin, devlet imkânlarıyla saltanat sürenlerin, sonlarını
göz önüne getirip, bu işin bir de ahiret hayatı ve
hesabı olduğunu unutmamanızı tavsiye ediyorum. Bu dünyada işlenen suçların da
bu dünyada cezalandırılacağını unutmayınız. Çevrenize bir bakarsanız, bunları
görebileceğinizi de ifade etmek istiyorum. Sayın Başkan,
değerli milletvekilleri; Türk siyasetçisinin her anlamda kurtuluşu,
siyasetçinin siyaseti ülkesi için yaptığı ve hiçbir yakınına devlet
imkânlarıyla iş yaptırmamasıyla mümkün olabilecektir. Yolsuzluklarla mücadele
edeceğini söyleyerek iş başına gelen AKP Hükûmetiyle,
ülkemiz cumhuriyet tarihinde görülmemiş bir yağma politikasıyla,
cumhuriyetimizin tüm birikimleri “özelleştirme” adı altında talan edilmiştir. (Mikrofon
otomatik cihaz tarafından kapatıldı) BAŞKAN – Sayın Yıldız,
lütfen sözlerinizi tamamlayınız. HÜSEYİN YILDIZ
(Devamla) – Değerli Başkan, sayın milletvekilleri; yolsuzluklarını ve
uygulamalarını sorduğumuzda da, millet iradesiyle dalga geçer gibi her
platformda diğer siyasi partileri aşağılamaya, “Türk milleti size sandıkta
göstermedi mi?” diyerek ucuz, ucuz olduğu kadar da Türk milletinin verdiği
yetkiyi küçümseyen bir iktidar ülkemizi yönetmeye devam etmektedir. Yüksek Denetleme
Kurulu ve Sayıştayın tek çatı altında birleştirilerek
daha etkin bir görev yapması, denetim yapması önerimizdir. Sayın Başkan,
değerli milletvekilleri; Türk milletinin çıkarlarını her şeyin üstünde tutan,
tüm baskılara ve yıldırma taktiklerine rağmen çalışmalarını onurlu bir şekilde
yürüten tüm Yüksek Denetleme Kurulu çalışanlarına Milliyetçi Hareket Partisi
adına teşekkür ediyor, şükranlarımızı sunuyoruz. 2008 bütçesinin
milletimize hayırlı olmasını diler, yüce Meclise saygılar sunarım. (MHP ve CHP
sıralarından alkışlar) BAŞKAN – Teşekkür
ederiz Sayın Yıldız. Şimdi, söz,
Milliyetçi Hareket Partisi Grubu adına Manisa Milletvekili Sayın Mustafa Enöz’ün. Buyurun Sayın Enöz. (MHP sıralarından alkışlar) Süreniz sekiz
dakikadır. MHP GRUBU ADINA
MUSTAFA ENÖZ (Manisa) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; Tütün, Tütün
Mamulleri ve Alkollü İçkiler Piyasası Düzenleme Kurumu bütçesi üzerine
Milliyetçi Hareket Partisi Grubu adına söz almış bulunmaktayım. Bu vesileyle,
yüce heyetinizi saygılarımla selamlıyorum. Sayın
milletvekilleri, bilindiği gibi, tütün kıraç topraklarda susuz ve gübresiz
üretilen fakir insanların umut ürünüdür. Dört yüz yıl önce bu topraklarda
atılan tohum, bugün tüm dünyada Türk tütünü olarak anılmaktadır. Türk tütünü,
Anadolu insanının elinde sabırla işlenerek, kokusu ve harmanları ıslah edici
özellikleriyle dünya piyasalarında en çok aranan tütün tipidir. Milyonların
geçimini temin ettiği, dünyada söz sahip olduğumuz ürünümüz yıllardır şöhretine
uygun politikalarla yönetilememiş, önce ekonomiye yük olarak gösterilmiş, daha
sonra da IMF politikalarıyla yok olma noktasına getirilmiştir. Başta ABD ve AB
olmak üzere, gelişmiş Batı ülkeleri kendi topraklarında üretilen tütünler için
tütün bedelini de aşan oranlarda primlerle ekonomik destek sağlarken, Türk
tütüncüsü kendi kaderiyle baş başka bırakılmıştır. Sayın milletvekilleri,
Avrupa Birliğinde de tütün üretiminde sözleşmeli üretim modeli mevcuttur.
Ancak, AB’de üreticinin örgütlü olması, üreticiye kota verilmesi ve Birlik
bütçesinden ödenen primler sözleşmeli üretimin olumsuzluklarını gidermektedir.
Ülkemizde alıcı firmalar tarafından tek taraflı olarak belirlenen fiyat
üreticiye âdeta dayatılmaktadır. Zayıf konumda olan tütün üreticisi fiyatı
kabul etmek zorunda kalmakta veya sözleşme yapmamaktadır. Hiçbir üreticinin
tüccarın belirlediği sözleşme kilo fiyatına karşı itiraz etme şansı
bulunmamaktadır. Üreticinin itiraz etmesi ya da
alıcının o üreticiyle sözleşme imzalamaması durumunda üreticiyi riske karşı
koruyabilecek bir düzenleme ve bir sistem de mevcut değildir. Sayın
milletvekilleri, kaçak ve sahte tütün mamulleri ticaretiyle etkin mücadele
edilmelidir. Kurumlar arasında koordinasyon sağlanarak caydırıcı cezalar içeren
yasal düzenlemeler yapılmalıdır. Türkiye’deki toplam sigara pazarının
küçülmesinde en önemli etken kaçak sigara ve sahte sigaradır. Boyutları tam olarak
bilinememekle beraber, toplam pazarın yüzde 10-15’inin kaçak ve özellikle de
sahte ürünlerden oluştuğu bilinmektedir. Bu durum, ülke açısından çok ciddi
vergi kaybı oluşturmakla beraber, yasal sigara üreticilerinin ve tütün
yetiştiricilerinin de pazar kaybetmesine neden olmaktadır. Gümrük Müsteşarlığı
Teftiş Kurulunun 2005’te hazırladığı rapor her şeyi açıklığıyla ortaya
koymaktadır. Bu raporda “Barzani’nin Kuzey Irak’ta kurulu iki sigara
fabrikasına, başta makine olmak üzere, sigara üretiminde kullanılan her türlü
maddenin Mersin Serbest Bölgede kurulu yedi şirket aracılığıyla gönderildiği”
ifade edilmektedir. Raporda “Kuzey Irak’ta kurulu Barzani’nin fabrikasında her
türlü marka sigarayı sahte olarak ürettiği ve tekrar Türkiye’ye soktuğu
bilinmektedir.” Sayın
milletvekilleri, toplumu sigaranın zararlarından uzak tutacak tedbirleri almak
zorundayız. Özellikle son yıllarda ülkemizde tütün ve alkol alışkanlığı
edinmenin çok küçük yaşlara kadar indiği bilinmektedir. Bu durum hepimizi
korkutmakta ve derinden düşündürmektedir. Devletimizin koruyucu elini uzatarak,
bu konuda çok daha etkin tedbirler almasını istiyor ve bekliyoruz. Değerli
milletvekilleri, tütün, ülkemiz için kendi hâlinde bırakılacak bir ürün
değildir. Bunun en önemli nedeni, küçük ölçekli aile ziraatı şeklinde üretimi
gerçekleşen şark tipi tütünün dünyadaki en büyük üreticisi olmamızdır ve
sektöre hâkim Amerikan harmanı sigaralarda da bu tütünlerin kullanılma
zorunluluğunun bulunmasıdır. Değerli
milletvekilleri, Türkiye'de yapılan pek çok özelleştirme, sözde yerli alıcılar,
çok uygun koşullarla, devlet desteğiyle aldıkları kuruluşları, kısa süre sonra
2-3 katı fiyatına yabancılara satmaktadırlar. Tekelin alkol
birimi 2004 yılında, iki yıl ödemesiz yedi yıl vadeli 230 milyon dolarlık kredi kullanılarak, 292
milyon dolara Nurol-Özaltın-Limak-TÜTSAB konsorsiyumu tarafından satın alınmıştır. Çok
değil, iki yıl sonra bu Ortak Girişim Grubu tarafından Mey İçkinin yüzde 90’ı
810 milyon dolara özel yatırım şirketi Pasifik Grup’a peşin olarak satılmıştır.
Bu örnek, Hükûmetin özelleştirme mantığını izah
etmeye sanırım yeterlidir. Bu acemilik midir, yoksa başka planlar mı vardır;
bunları siz değerli milletvekillerinin ve halkımızın takdirine bırakıyorum. Dünyada hemen hemen bütün ülkelerde sigara endüstrileri yasal veya yasal
olmayan tekellerin elindedir. Bu durum, katma değeri ve kâr marjı çok yüksek
olan tütün ve tütün mamulleri sektörünün önemli ve ayırt edici bir özelliğidir.
Son yıllarda, çok uluslu sigara şirketlerinin, başta devlet tekelleri olmak
üzere, bazı küçük ölçekli sigara şirketlerini de satın alarak tröstleştikleri
görülmektedir. Yabancı şirketlerin esas amacı, Tekelin mevcut pazar payını ele
geçirerek tütün ve tütün mamulleri piyasasında mutlak egemen olmaktır. Tekelin sigara ve
yaprak tütün birimlerinin özelleştirilmesi, tütün ve tütün mamulleri
piyasasında doğrudan belirleyici olacağından, muhtemel özelleştirme sonucunda,
tütün üreticisinden tütün mamulleri tüketicisine, toplum sağlığından ülke
ekonomisine kadar geniş ve olumsuz bir etkilenmenin olacağı muhakkaktır. Tekelin alkollü
içkiler biriminin özelleştirilmesi, bu sektörde yüksek oranlarda kayıt dışı bir
vergi oluşmasına sebep olmuştur. Aynı kayıt dışılık ve vergi kaybı, Tekelin
sigara fabrikalarının özelleştirilmesi hâlinde tütün ve tütün mamulleri
sektöründe de yaşanacaktır. Değerli
milletvekilleri, 2006 yılı rakamlarıyla, 500 milyon doları bulan tütün
ihracatımızda, Tekel çalışanlarımızın ve tütün üreticilerimizin önemli bir
katkısı vardır. Tekelin sigara fabrikalarının özelleştirilmesi sonucunda yurt
içi tüketim asgari miktarlara düşecek olan Türk tütününe karşılık, Virginia ve Burley tütünlerinin ithalatı giderek artacaktır. 2006 yılı
sonu itibarıyla 250 milyon dolarlık tütün ithalatı yapan Türkiye, bu
gelişmelerin sonucunda, dış ticarette, maalesef, net ithalatçı durumuna
düşecektir. Kaldı ki, Türkiye’de tütün üretimi, 2006 ürününde, 1962 yılından bu
yana, ilk defa 100 bin tonun altına gerilemiştir. Sayın Başkan,
değerli milletvekilleri; konuyla ilgili önerilerimizi, maddeler hâlinde,
kısaca, sizlerle paylaşmak istiyorum: 1) 4733 sayılı
Kanun, ülke tütüncülüğünü, Türk tütün üreticisini ve sektör çalışanını mağdur
etmeyen ve gözeten bir anlayışla yeniden ele alınmalıdır. 2) Tekel sigara
fabrikaları, politik etkilerden uzak ve özerk bir kuruluş olarak yeniden
yapılandırılmalıdır. (Mikrofon
otomatik cihaz tarafından kapatıldı) BAŞKAN – Lütfen,
sözlerinizi tamamlayınız. MUSTAFA ENÖZ
(Devamla) – 3) Üretici örgütlenmeleri, Tütün Tarım Satış Kooperatifleri Birliği
ya da üretici adına sözleşme yapabilen tütün üretici
birlikleri şeklinde olmalıdır. 4) İhtiyaç
duyulan tütün çeşitlerinin, üretimde miktar ve alan planlaması mutlaka
yapılmalıdır. 5) Sözleşmeli
tütün üreticisinin üretici aleyhine olan uygulamalarına son verecek hukuki ve
yapısal düzenlemeler yerine getirilmelidir. 6) Tütün Fonu,
amacına uygun olarak kullanılmalı ve kaldırılmamalıdır. 7) Türk tütünü,
özel ürün statüsüne kavuşturularak, üreticisi, üretimi ve pazarlamacısı
desteklenmeli, dünya pazarlarında rekabet edecek tarımsal ürünlerimiz arasında
mütalaa edilmelidir. 8) Piyasadaki
sahte ve kaçak tütün mamulleri ile mücadele edilmelidir. Sigara
şirketlerinin yasaya aykırı ve pervasız reklam ve tanıtım faaliyetlerine son
verilmelidir diyor, bu duygu ve düşüncelerle, 2008 yılı bütçesinin ülkemize
hayırlı olması dileğiyle, yüce heyetinizi saygılarımla selamlıyorum. (MHP
sıralarından alkışlar) BAŞKAN – Teşekkür
ediyoruz Sayın Enöz. Söz sırası,
Adalet ve Kalkınma Partisi Grubunda. Adalet ve
Kalkınma Partisi Grubu adına ilk söz, Sivas Milletvekili Sayın Hamza Yerlikaya’nın. Buyurun Sayın Yerlikaya, süreniz yedi dakikadır. (AK Parti sıralarından
alkışlar) AK PARTİ GRUBU
ADINA HAMZA YERLİKAYA (Sivas) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; Gençlik
ve Spor Genel Müdürlüğü bütçesi üzerinde, grubumuz adına söz almış bulunuyorum.
Yüce heyetinizi saygıyla selamlıyorum. Spor gençlere
enerjilerini doğru şekilde kullanma imkânı yaratırken kurallara uymayı, birlik,
dayanışma, iş birliği ve paylaşma ilkelerini yerleştirerek bireyin topluma
uyumunu sağlar. Aynı zamanda spor, toplumsal gelişimin ifadesidir. Bunun yanı
sıra evrensel bir olgu olan spor, uluslararası alanda ülkelerin sosyal,
kültürel yapısını tanıtabileceği bir propaganda ve reklam aracı hâline
gelmiştir. Ülkelerin birbirleriyle yakınlaşmalarında bir araç olduğu gibi tüm
insanların kaynaşmalarında, dünyada kalıcı barışın sağlanmasında çok önemli rol
oynamaktadır. Sporun gençlik ve
toplum açısından önemini dikkate aldığımızda, ülkemiz Anayasası’nda sporla
ilgili hükümler bulunan dünyada ender ve geleceği parlak ülkelerden bir
tanesidir. Anayasa’mızın 58’inci ve 59’uncu maddelerinde yer alan hükümler ile
sporun kitlelere yayılmasını teşvik etmesi görevi devlete verilmiştir. Bu
çerçevede sportif faaliyetlerin disiplinli bir şekilde sevk ve idare edilmesi
amacıyla kurulan Gençlik ve Spor Genel Müdürlüğümüzün, özerk federasyonların
Türkiye genelinde merkez, taşra teşkilatlarındaki çalışmalarıyla hizmetlerin
yoğun bir şekilde sürdüğünü bilmekteyiz. Türk sporunda
elde edilen sportif başarıların neticesinde son yıllarda lisanslı sporcu ve
kulüp sayısında büyük artışlar gözlenmektedir. Ülkemiz, dünya sporunun en büyük
turnuvalarına, yarışlarına ve karşılaşmalarına ev sahipliği yaparak düzenlediği
her organizasyonlardan başarıyla çıkan bir ülke hâline gelmiştir. Formula 1, Dünya Motosiklet Şampiyonası İstanbul Park
Pisti’nde gerçekleştirilmiştir. Karadeniz Oyunları Trabzon’da yapılmış, Doğu ve
Güneydoğu Kış Spor Oyunları, Doğu ve Güneydoğu Yaz Spor Oyunları yapılmıştır.
Bu oyunlar ile Doğu ve Güneydoğu Anadolu Bölgesi’nde spora destek verilmiştir. Sayın Başkan,
değerli milletvekilleri; Türk sporcusunun, spor idarecisinin, Genel Müdürlüğün
ve Bakanlığımızın asıl hedefi 2008 olimpiyatlarıdır. Dünyanın en önemli
organizasyonu olarak bilinen olimpiyatlara az bir süre kala yapılan hazırlıklar
büyük önem taşımaktadır. Dünyanın gelişmiş
ülkeleri, kendilerini, uluslararası alanda yetiştirdikleri bilim adamları,
sanatçılar, sporcular ile göstermektedir. Büyüyen, gelişen ve genç nüfusa sahip
Türkiye’mizde gençlik ve spor eğitiminin önemi her geçen gün daha çok
artmaktadır. Bu kapsamda bizlere önemli görevler düşmektedir. Gençlerimizi
spora teşvik etmek ve başarı kazanmış sporcularımıza hak ettiği değeri vermek
amacıyla, uluslararası alanda şampiyonalarda başarı kazanmış sporcuların beden
eğitimi öğretmeni ve Gençlik ve Spor Genel Müdürlüğü bünyesinde uzman olarak KPSS’siz atanmasıyla ilgili, yönetmelikte bazı
değişiklikler yapılarak gençler dünya ve Avrupa şampiyonasında derece yapmış
sporcularımızı dâhil ederek, sporcularımızı spora daha çok teşvik etmek için
çalışmaktayız ve hazırlıkları sürmekte. Anayasa’mızın
59’uncu maddesinde belirtildiği gibi “Devlet başarılı sporcuları korur.”
Buradan yola çıkarak, ülkemize büyük başarılar kazandırmış, bayrağımızı
dalgalandırmış, bundan sonra da başarıyla temsil edecek sporcularımıza “devlet
sporcusu” unvanı verilmesi için kanun teklifimizi de içeriye sunduk ve bu
konuda çalışmalarımız hızla devam ediyor. Yakında, bu çalışmalarımızı
huzurunuza getirmek konusunda da kararlıyız ve çalışıyoruz. Bu vesileyle,
çalışmalarımızda desteklerini esirgemeyen, başta Sayın Başbakan, spordan sorumlu
Devlet Bakanımız, Gençlik ve Spor Genel Müdürümüz ve en önemlileri Maliye
Bakanımız Kemal Unakıtan Bey’e desteklerinden dolayı
çok teşekkür ediyorum. Yıllarca ülkemize
spor alanında üst düzey hizmet etmiş bir kardeşiniz olarak, spor camiamızın,
ülkemize, sağlıklarını kaybetmek pahasına şampiyonluklar kazandırmış
şampiyonlarımızın ve gençlerimizin serzenişine kulaklarımızı kapatmamız söz
konusu olamaz. Bizi spor camiasının sesi olarak kabul eden herkese buradan
şunları söyleyebilirim: Biz, ülkemiz gerçeklerinin ve sorumluluklarımızın
farkındayız ve sonuna kadar da savunmaya devam edeceğiz. Gençlik ve Spor
Genel Müdürlüğünün Türkiye çapında yeni spor salonları, gençlik merkezi, sporcu
kamp eğitim merkezleri, güreş eğitim merkezleri, tenis kortları ve benzeri spor
tesislerinde bütün tesislerin bakım, onarım, modernizasyonlarını tamamlamak ve
ev sahipliğini üstlendiği ve üstleneceği çeşitli uluslararası spor
organizasyonlarında kullanmak üzere tesislerin yapımı ve modernizasyonları
gerçekleştirilmektedir. Cumhuriyet
tarihinden bu yana 2002 yılına kadar, Gençlik ve Spor Genel Müdürlüğünün
bünyesinde toplam 830 spor salonumuz mevcut iken 2003 ve 2007 yılları arasında Hükûmetimizin döneminde 250’ye yakın tesis yapılmış, 50’ye
yakın tesisin de inşaatı devam etmektedir. Bu göstergeler, Hükûmetimizin
spora bakış açısı, tesisleşmedeki hassasiyeti göz önüne sermektedir. Gençlik ve Spor
Genel Müdürlüğünün 2008 yılı hizmet ve bütçe faaliyetleri içinde bu kanun
tasarısıyla 2007 yılı toplu bütçe ödeneğine göre yüzde 16,5 artışla 405 milyon
275 bin YTL ödenek öngörülmüştür. Özellikle sporun genele yayılmasında en
önemli unsurlardan olan gençlik ve spor il müdürlükleri için tahsis edilen
ödenekler ile yatırım ödeneklerinin yıl içerisinde desteklenmesi gerekmektedir.
Bu da şunu
gösteriyor, bana göre, benim şahsıma sorarsınız: Türkiye'nin yüz akı olmak
isteyen spor camiamıza, bayrağımızı, milletimizi başarıyla temsil eden sporcu
kardeşlerimize bu ödeneğin tabii ki az
olduğu kanaatindeyim. Zamanla bunların ek ödeneklerle destekleneceğine… Sporda
bizi, ülkemizi, milletimizi, toplumumuzu dünyada en güzel şekilde, en layık
şekilde temsil eden medarıiftiharlarımıza, o
bayrağımızı dalgalandıran, İstiklal Marşı’mızı okutan
sporcularımıza desteğin daha da çok artırılması taraftarıyım. Bu acıları
çekmiş, bu sıkıntıları çekmiş bir sporcu olarak da -zaman zaman serzenişler oluyor,
sporda inişler çıkışlar olabilecektir- şunu üzüntüyle söylemek istiyorum: Sporu
da siyasetin bir parçası hâline getirmeyelim. (Mikrofon
otomatik cihaz tarafından kapatıldı) BAŞKAN – Lütfen
sözlerinizi tamamlayınız Yerlikaya. HAMZA YERLİKAYA
(Devamla) – Spor üzerinden, lütfen, siyaset yapmayalım. Spor çok kutsaldır. KÜRŞAT ATILGAN
(Adana) – Yapmayacaksınız! HAMZA YERLİKAYA
(Devamla) – Yapmıyoruz. Biz, spor üzerine hiçbir siyaset yapmıyoruz. Tabii ki benim de
hassasiyetlerim var. Sayın Sakık “Futbolda 130 milyar maaş alan bir hocamız
var.” dedi. Hakkıdır, alabilir, ama bunu veren hükûmetimiz
değil, bunu veren özerk bir federasyonun başkanıdır. M. NURİ YAMAN
(Muş) – Parası nereden geliyor? HAMZA YERLİKAYA
(Devamla) – Parası nereden bulunuyor; özerk federasyonlar, sponsorluk kanalıyla
herhangi bir yerden alabiliyorlar. Bunu devlet karşılamaz, bunun da Genel
Müdürlükle hiçbir alakası yoktur. Bir ikincisi, bu
doping mevzuları. Gerçekten, doping toplumumuzun bir vebasıdır. Bunun da
yıllarca sıkıntılarını çeken bir arkadaşınız olarak… Ben hiç kullanmadım,
kullananları da tasvip etmedim. Ama şunu da söylüyorum: Doping, bana göre, bir
yemin vesilesi olmamalı, bunu da siyaset hâline getirmeyelim. Yemin etti diye,
temizdir mantığıyla ortaya çıkmayalım.
Uluslararası kurallar vardır, WADA. WADA der ki: “Kullandıysan kullanmışındır,
kullanmadıysan kullanmamışsındır.” (Mikrofon
otomatik cihaz tarafından kapatıldı) BAŞKAN – Teşekkür
ederiz Yerlikaya. HAMZA YERLİKAYA
(Devamla) – Bunu siyaset hâline getirmeyelim. Biz, bütün sporcuları seviyoruz
ve Hükûmetimiz zamanında destekliyoruz. Bütün
enerjimizle, bu Hükûmetin bu döneminde gerekli
açılımları yapacağız. Hepinizi saygıyla
selamlıyorum. (AK Parti sıralarından alkışlar) BAŞKAN – Teşekkür
ediyoruz Sayın Yerlikaya. Adalet ve
Kalkınma Partisi Grubu adına ikinci söz, Malatya Milletvekili Sayın Ömer Faruk
Öz’ün. Buyurun Sayın Öz.
(AK Parti sıralarından alkışlar) Süreniz yedi
dakikadır. AK PARTİ GRUBU
ADINA ÖMER FARUK ÖZ (Malatya) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; Devlet
Personel Başkanlığı bütçesi hakkında grubumuz adına söz almış bulunuyorum.
Hepinizi saygıyla selamlıyorum. Devlet Personel
Başkanlığımız, 1984 yılında 217 sayılı Kanun Hükmünde Kararname ile
kurulmuştur. Kamu personel istihdamının düzenli, sürekli, etkili ve ekonomik
bir şekilde yürütülmesinin yanında, kamu kurum ve kuruluşlarının teşkilat görev
ve yetkilerinin değişen, gelişen şartlara göre yapılandırılması görevleri başta
olmak üzere, bu hususta birçok görev ve yetkilerle görevli kılınmış bir
kuruluşumuzdur. Devlet Personel
Başkanlığının kendi bütçesi küçük bir bütçe olarak görülmesine rağmen, dolaylı
olarak bakıldığında, tüm kamu bütçesi üzerinde yaklaşık yüzde 25, yüzde 30’luk
bir kısma hitap etmektedir. Yani, kamu kurum ve kuruluşlarının bütçelerinin
yaklaşık yüzde 30’una yakın kısmı personel harcamalarıdır. Sayın Başkan,
değerli milletvekilleri; son yirmi yılda dünyada globalleşme, teknolojideki
hızlı değişim, vatandaş odaklı hizmet anlayışı ve bu anlayışın hâkim kılınması,
vatandaşların devletten beklentilerinin yaşanan değişim gibi nedenler sonucu
katılımcı, gelişimci, saydam, beyan esaslı, hizmetten yararlananın ihtiyacına
ve hizmetlerin sonucuna odaklı bir kamu yönetimi oluşturma çabaları Hükûmetimizin 58’inci ve 59’uncu dönemlerinde başlatılmış
ve kısmen de hayata geçirilmiştir. Yıllardır
kamuoyunun gündeminde bulunan kamu personel reformu artık bu Meclisten
çıkarılmalıdır. İktidarıyla muhalefetiyle yeni bir kamu personel yasası mutlaka
bu dönem içerisinde çıkartılmalıdır. Personel reformunun en önemli hedefi, kamu
çalışanlarımızın hak ettiği refah düzeyine ulaşmalarını temin edecek bir ücreti
temin etmek ve artık kanayan bir yara hâline gelmiş olan kurumlar arası ücret
farklılıklarının giderilmesini sağlamak olmalıdır. Devlet Personel
Başkanlığımız kamu personel sistemini yürütürken bunu iki ayrı kategoride
yürütmektedir. Birincisi, hukuki statü, diğeri mali haklar kısmıdır. Devlet
Personel Başkanlığı hukuki statü kısmında birçok yeniliklere imza atmıştır.
Bunlardan birisi, merkezî memur alımı yöntemi başlamıştır ve zaman içerisinde
bu görevini layıkı veçhile yaptıktan sonra Öğrenci
Seçme ve Yerleştirme Merkezine devretmiştir. Burada belirtmek
istediğim bir diğer konu, yıllardır hep söylenen “Eşit işe eşit ücret”
söylemidir. Bence bu çok yanlış bir söylemdir. Önemli olan görev tanımlarının,
iş analizlerinin yapıldıktan sonra performansa dayalı ücret anlayışıyla ücretlendirilme yapılmalıdır. Şöyle ki: Bir örnek verecek
olursak, Tarım Bakanlığı, Bayındırlık Bakanlığı gibi ülkemizin yatırımcı
kuruluşlarında çalışan bir mühendisin almış olduğu ücret ile bir üst kurulda
veya başka bir kurumda özel gayretlerle yeni personel yasasını, teşkilat yasasını
çıkarmış ve bu teşkilat yasasında personelinin özlük haklarını iyileştirici
hüküm getirmiş kurumlarda çalışan mühendis ücretleri arasında ciddi
farklılıklar oluşmaktadır. Bunun mutlaka giderilmesi gerekmektedir, yani aynı
unvandaki kişilerin aynı ücreti almalarıdır. Sayın Başkan,
değerli milletvekilleri; idari kültürümüz sanki çalışanı cezalandırma,
çalışmayanı ödüllendirme kriterlerine göre yapılandırılmıştır. İş yapan memur
mutlaka hata yapacaktır, iş yapmayan memurun hata yapma imkânı da yoktur.
Dolayısıyla, personel yasa tasarısı hazırlanırken daha çok performansa dayalı,
ödüllendirmeye dayalı bir personel sisteminin oluşturulması gerekmektedir. Sayın Başkan,
değerli milletvekilleri; bu duygu ve düşüncelerle, bu Meclisimiz, inanıyorum ki
bu dönem içerisinde, yamalı bohça hâline gelmiş olan Devlet Memurları Kanunu ve
kamu çalışanları arasındaki değişik statüleri düzenleyici yeni bir kamu
personel yasasını bu dönem çıkaracaktır. Bunu, mutlaka, sadece iktidar
partisiyle değil, iktidar ve muhalefetiyle birlikte, bu yamalı bohça hâline
gelmiş olan kamu personel mevzuatını değiştirmek zorundayız. Ben, bu duygu ve
düşüncelerle, Devlet Personel Başkanlığının 2008 yılı bütçesinin kurumuna ve
ülkemize hayırlı olmasını diler, yüce heyetinizi saygıyla selamlarım. (AK Parti
sıralarından alkışlar) BAŞKAN – Teşekkür
ederiz Sayın Öz. Şimdi, üçüncü söz
sırası, Adalet ve Kalkınma Partisi Grubu adına Gümüşhane Milletvekili Sayın
Yahya Doğan’a aittir. Buyurun Sayın
Doğan. (AK Parti sıralarından alkışlar) Süreniz yedi
dakikadır. AK PARTİ GRUBU
ADINA YAHYA DOĞAN (Gümüşhane) – Sayın Başkan, yüce Meclisin değerli üyeleri;
2008 mali yılı bütçe kanunu tasarısının görüşüldüğü bugün, Başbakanlık Yüksek
Denetleme Kurulu bütçesi üzerinde Grubum ve şahsım adına söz almış bulunuyorum.
Sözlerime başlamadan yüce Meclisi saygıyla selamlıyorum. Değerli
milletvekilleri, hepinizin bildiği gibi, İstiklal Savaşı’ndan sonra, askerî
zafer kazanılmış, bunun ekonomik zaferle taçlandırılması için birtakım
çalışmalara girişilmiş ve nasıl bir strateji, nasıl bir yol izleneceği
hususunda fikirlerin tartışıldığı İzmir İktisat Kongresi düzenlenmiştir. Bu
toplantıya, toplumun çeşitli kesimlerinden, sanayicilerden, çiftçilerden,
ziraatçılardan, değişik kesimlerin katıldığı bir kongre düzenlenmiş ve burada
varılan sonuç kararında, kalkınmanın özel sektör eliyle gerçekleştirilmesi
hususu benimsenmiştir. Fakat, aradan bir süre geçtikten
sonra görülmüştür ki, ne bir özel sermaye, ne bir müteşebbis sınıfı, ortada, bu
alınan kararı gerçekleştirecek şartlar bulunmamaktadır. Yine,
cumhuriyetin ilk yıllarında millî sanayinin kurulması hedeflenmiş, 1930’lu
yıllarda bu yönde çalışmalar yapılmış fakat bir netice alınamamıştır. Çok iyi
niyetli ve vatansever duygu ve düşüncelerle hareket edilmesine rağmen, biraz
önce saymış olduğum sermaye ve müteşebbis sınıfın olmaması dolayısıyla yol
alınamamıştır. Dolayısıyla devletin ekonomiye girmesi zorunluluklardan
kaynaklanmıştır ve 1930’lu yıllardan itibaren devlet teşebbüslerinin ekonomik
hayatta daha etkin görevler aldığını görmekteyiz. Bu kuruluşların
çalışma usul ve esaslarının denetimi ve bunların kanunla düzenlenmesi bir
ihtiyaç olarak gündeme gelmiş ve Büyük Atatürk’ün 1937 yılı Meclis açış
konuşmasında yapmış olduğu tavsiye ile 1938 yılında 3460 sayılı Umumi Murakabe
Heyeti adıyla bir kanun çıkarılmış ve ilk defa kamu iktisadi teşebbüslerinin,
kamu kurumlarının denetlenmesi hayat bulmuştur. Detaylarına
girmeyeceğim, daha sonra birçok mevzuat değişikliği yapılmıştır. İşte, bu kamu
iktisadi teşebbüsleri çoğaldıkça bunların denetlenmesinde de çeşitli görüşler
ortaya çıkmış, 1960 yılında “Efendim, mademki bunlar kamunun kaynaklarını
kullanıyor, o zaman kamu adına denetimi Türkiye Büyük Millet Meclisi yapsın.”
denmiş ve Yüksek Denetleme Kurulu Türkiye Büyük Millet Meclisine bağlanmış. Daha
sonra 1964’te yine bir değişikliğe gidilmiş ve bu sefer tekrar Başbakanlık
Yüksek Denetleme Kurulu olarak düzenlenmiştir ve hâlen Yüksek Denetleme Kurulu
24 Haziran 1983 tarih ve 72 sayılı Kanun Hükmünde Kararname’ye göre faaliyet
göstermektedir ve buralarda bu kuruma yüklenen, yani Yüksek Denetleme Kurulunun
asıl görevi, kamu iktisadi teşebbüslerinin veya sermayesinin yarıdan çoğu
kamuya ait olan kuruluşların denetlenmesini yapmaktır. Tabii bunları yaparken
sadece finansal yönden değil, aynı zamanda performans
yönünden, verimlilik yönünden de denetlemesini yapmaktadır. Yani bu
kuruluşların verimlilik ve kârlılık ilkelerine uygun hareket edip etmediği,
zarara uğratılıp uğratılmadığı şeklinde de denetlemeleri yapılmaktadır. Yine bildiğiniz
gibi, Yüksek Denetleme Kurulu yapmış olduğu denetlemeler sonucunda hazırlamış
olduğu raporları Türkiye Büyük Millet Meclisine, Kamu İktisadi Teşebbüsleri
Komisyonuna göndermekte ve orada da milletin temsilcileri tarafından bu
raporlar tartışılmakta, irdelenmekte, sonuca bağlanmaktadır. Sayın Başkan,
değerli milletvekilleri; konu üzerinde yapılan kıymetli eleştirileri, katkıları
dikkatle dinledim, ancak bir hususa üzüldüm, sebebi de şu: Sanki bizi burada
kamu iktisadi teşebbüslerinin düşmanı gibi gösteren bir söz söylendi, bu doğru
değildir. Biraz önce söylediğim gibi, kamu iktisadi teşebbüsleri, zorunluluktan
ortaya çıkmış, görevini ifa etmiş, İkinci Cihan Savaşı’nın yükünü sırtında
çekmiş -bunu kuranlara, burada çalışanlara Türk milletinin minnet borcu vardır-
ancak öyle bir noktaya gelinmiş ki, bunlar artık ayakta duramaz hâle gelmiştir.
Sebepleri üzerinde durmayacağım. Konu, oldukça geniştir, üzerinde bir hayli
çalışmalarımız vardır, yeri geldiği zaman bunları da konuşuruz. Ancak sürekli
zarar eden, ayakta duramayan kuruluşları tutmak için sürekli bunlara kaynak
enjekte etmek de ne derece rasyonel bir davranıştır, takdirlerinize
bırakıyorum. Konumuza dönecek
olursak, Yüksek Denetleme Kurulunun alacağı yeni şekil, geçmiş dönemde yapılan
kamu reformu çalışmaları, işte, şimdi, bir arkadaşımızın da çok isabetli bir
şekilde söylediği, işte, bunların Sayıştaya
bağlanması veyahut da ayrı bir şekil verilmesi, bunlar zaman içerisinde
yapılabilecektir, ama bilinmesi gereken ana husus şudur: (Mikrofon
otomatik cihaz tarafından kapatıldı) BAŞKAN – Lütfen
sözünüzü tamamlayınız Sayın Doğan. YAHYA DOĞAN
(Devamla) – Kamu kaynağı kullanıldığına göre bunun da denetlenmesi tabiidir ve
en uygun şekilde, verimliliği esas alacak şekilde denetlenmesi gerekir. Günümüzde
devletin ekonomik hayattan çekilmesi veyahut da işte, bir arkadaşımızın
söylediği gibi, kamu iktisadi teşebbüslerinin özelleştirilmesi sebebiyle bu
kuruma ihtiyaç kalmadığı gibi bir görüş ileri sürülmüştü, biz buna
katılmıyoruz, ancak değişik bir biçimde, daha verimli bir şekilde bu kuruma
olan ihtiyacın tartışılmasıdır, ihtiyaç vardır. Sayın Başkan,
kurum hakkında söyleyecek olduğumuz en önemli husus şudur: Verimlilik
denetimine ağırlık vermesi, verimlilik denetimini yapacak şekilde organize
olması temennimizdir, kendisinden beklenen hizmeti ancak o şekilde verir. Hepinize
saygılarımı sunarım. (AK Parti sıralarından alkışlar) BAŞKAN – Teşekkür
ediyoruz Sayın Doğan. Adalet ve
Kalkınma Partisi Grubu adına söz sırası Batman Milletvekili Sayın Ahmet
İnal’ın. Buyurunuz Sayın
İnal. (AK Parti sıralarından alkışlar) Söz süreniz yedi
dakikadır. AK PARTİ GRUBU
ADINA AHMET İNAL (Batman) – Teşekkürler Sayın Başkanım. Sayın Başkan,
değerli milletvekilleri; Tütün ve Tütün Mamulleri Piyasası Düzenleme Kurumu
2008 yılı merkezî bütçesi hakkında AK Parti Grubu adına söz almış
bulunmaktayım. Yüce Heyetinizi saygıyla selamlıyorum. Ancak bugün
burada Kurum’un bütçesinden bahsedip, sizi rakamlara boğmak istemiyorum.
Dünyada ve ülkemizde çok geniş kitleleri ilgilendiren tütün ziraatı ve
sorunlarından bahsetmek istiyorum. Tütünün ana vatanı Amerika Kıtası’dır, diğer
kıtalara yayılması Amerika’nın keşfiyle olmuştur. Tütün 17’nci yüzyılın
başından itibaren Osmanlı topraklarında yaygın olarak üretilmiş, 19’uncu
yüzyılda Osmanlı Devleti önemli bir tütün üreticisi ve ihracatçısı olmuştur.
Günümüzde ise dünyada her yıl ortalama 6 milyon ton civarında yaprak tütün ile
5 milyon ton civarında sigara üretilmektedir. Ülkemizde ise bu ziraatın,
ortalama 250 ile 280 bin civarındaki üreticinin geçim kaynağı olduğunu görmekteyiz.
Bu alanda geçinenlerin sayısının ise 1,5 milyon civarında olduğu tahmin
edilmektedir. 2007 yılı alımı itibarıyla tütün ekicisi 99 bin ton tütün üretimi
gerçekleştirmiştir. Her geçen yıl tütün üretiminin azaldığını görmekteyiz.
Tütün ziraatı ülkemiz ihracatında önemli bir yere sahip olup toplam tarım
ürünleri ihracatımızın yüzde 13 ile 16’sını teşkil etmektedir. Tütün ihracat
verilerine baktığımızda ise geçen yıl yaklaşık 500 milyon ABD doları döviz
girdisi sağlanmıştır. Biz, burada, tabii, tütün üretimi artsın derken sigara
üretimi artsın diyemeyiz. Tütün konusundaki ısrarım, bu alanda uğraşı veren
Anadolu çiftçisinin mağdur edilmemesidir. Arazilerini bu ziraata göre dizayn
eden Anadolu çiftçisine alternatif ürün imkânları tanımadan bu üretimden vazgeçmesini
söyleyemeyiz. Sayın Başkan,
değerli milletvekilleri; geçmiş hükûmetler döneminde
4733 Sayılı Kanun’la üretici ve alıcı arasında yazılı sözleşme yapılarak tütün
üretimi belli bir kota dâhilinde serbest bırakılmıştır. Tüketici tercihlerinde
meydana gelen değişmeler, yabancı sigaranın ve tütünlerin dolaylı reklam ve
özendirilmeleri sonucu, 1990 yılında 3 bin ton olan yabancı yaprak tütün
ithalatımız, maalesef 2005 yılında 67 bin ton olmuştur. Sanayisi ve özel sektör
yatırımlarının gelişmediği, işsizliğin had safhada olduğu özellikle Doğu ve
Güneydoğu Anadolu Bölgelerinde sayıları on binleri bulan Batman, Diyarbakır,
Bitlis, Adıyaman, Muş ve Siirtli ekicilerimiz, evlerini ve sulama tesislerini,
tütünün sulanması, kurutulması ve barındırılmasına uygun inşa etmişlerdir.
Ülkemizde tütün üretimi kır ve çorak arazilerde yapıldığından, tütüne
alternatif tarım ürünlerine geçiş için ciddi bir
çalışma da bugüne kadar yapılmamıştır. Sayın Başkan,
değerli milletvekilleri; tütün ziraatindeki düşüş,
beraberinde yokluk ve göçü getirmiştir. Büyük şehirlerimize devam eden göçler,
belediyelerin yükünü artırarak hizmetleri aksatmıştır, altyapı yetersizliği,
sağlık sorunları, eğitim, iş ve aş sorunu meydana getirmiştir. Sayın Başkan,
değerli milletvekilleri; çözüm önerileri olarak şu hususları dile getirmek
istiyorum: En ucuz istihdamın kişiye kendi toprakları üzerinde sağlanan
istihdam olduğunu düşünüyorum. Birinci olarak,
ithal edilen tütünlerden alınan ve kilogram başına 3 ABD doları olan Tütün
Fonunun yerli tütün üretimi ve ıslahı için bir kaynak olarak kullanılması
gerekmektedir. Çünkü Tütün Fonu yerli üretim olduğu için vardır. Aksi takdirde,
yıllık miktarı 230 milyon ABD doları olan Tütün Fonu ya
kaldırılacak veya azaltılacaktır. Yerli tütün üretimi olmazsa, Dünya Ticaret
Örgütü ithalat için böyle bir Fon’a izin vermeyebilir. İkinci olarak,
yöredeki çiftçiye alternatif ürün sağlanabilmesi için GAP yatırım bölgesindeki
sulama tesislerinin kısa zamanda bitirilmesi gerekmektedir. Bunun için Devlet
Su İşlerinin sulama yatırım bütçesi artırılmalıdır. Baraj inşaatlarıyla
birlikte sulama tesislerinin de inşa edilmesi gerekir. Üçüncü olarak,
tütün endüstrisinin ziraatla ilgili kısmı olan yaprak tütünün Tekel İdaresinden
alınarak Tarım ve Köy İşleri Bakanlığına bağlanması çok yerinde olacaktır diye
düşünüyorum. Bu sayede tütün ekiminin bölge, arazi, iklim yapısı ve ürün
çeşitliliği dikkate alınarak planlama cihetine gidilecektir. Dördüncü olarak,
özellikle Ege ve Marmara Bölgelerimizde tütün üretimine ihtiyaç duyulmasına
rağmen, buranın çiftçisi alternatif alanlara yönelmiştir. Bu bağlamda Ege tipi
tütün veya her yıl ortalama 70 bin ton civarında ithal ettiğimiz geniş yapraklı
Virginia, Burley tipi tütünün Doğu ve Güneydoğu
Anadolu Bölgelerinde ekimi sağlanarak, tütün kalitesi artırılmalıdır. Uzmanlar
arazi yapısının buna uygun olduğunu ifade etmektedirler. Beşinci olarak,
tütün ekicisine alternatif ürün tespiti ve alışkanlığı getirilene kadar tütün
üreticisine gerekli teşvik ve destekler mutlaka sağlanmalıdır. Konuya ekonomik
olarak değil, sosyal devlet olmanın gereği ve istihdama katkı anlayışıyla
bakılmalıdır. Konuşmama son
verirken, geçtiğimiz yasama yıllarında da
Parlamentoda vurguladığım bu hayati meselenin bir kez daha gündeme getirilmesi
ve çözüm yollarının aranması inancıyla, 2008 yılı merkezî yönetim bütçesinin
hayırlı olmasını diler, saygılar sunarım. (AK Parti ve DTP sıralarından
alkışlar) BAŞKAN – Teşekkür
ederiz Sayın İnal. Adalet ve Kalkınma Partisi Grubu adına son söz
Kayseri Milletvekili Sayın Ahmet Öksüzkaya’nın. Buyurun Sayın Öksüzkaya. (AK Parti sıralarından alkışlar) Süreniz yedi
dakikadır. AK PARTİ GRUBU
ADINA AHMET ÖKSÜZKAYA (Kayseri) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; 2008
yılı bütçe görüşmeleri, Türkiye ve Orta Doğu Amme İdaresi Enstitüsünün 2008
Mali Yılı Bütçesi hakkında AK Parti Grubu adına söz almış bulunuyorum. Yüce
Meclisi saygıyla selamlıyorum. Dünya devletleri,
sosyal, siyasal ve ekonomik alanlarda hızlı bir değişim süreci yaşamaktadır.
Amme idaresi konularının bilimsel olarak incelenmesi ve yöneticilerin eğitilmesi
tüm dünya ülkeleri açısından da önem arz etmektedir. Devletin bu değişim
sürecinde önemli bir rolü olduğu görülmektedir. Bu nedenle, Hükûmetimiz,
idari konuda devlet ve bürokrasi verimliliğinin artırılmasına ilişkin eğitim
çalışmalarına özel önem göstermektedir. Eğitim,
insanımızın kültür düzeyini yükselten, ülkemizin refahı ve yaşam kalitesini
yükselten, istikrar ve rekabet gücüne katkıda bulunan ve hayat boyu süren bir
faaliyettir. İşte, bu bakış açısından dolayı insanın eğitim düzeyinin
yükseltilmesi ve beşerî sermayemizin çağdaş standartlara ulaştırılması
partimizin 59’uncu ve 60’ıncı Hükûmet Programlarında
hedefine koyduğu ve uyguladığı en temel stratejilerden olmuştur. Türkiye ve Orta
Doğu İdaresi Enstitüsü de özel önem verdiğimiz bir eğitim kurumudur ve elli beş
yıldan beri kamu yöneticilerinin eğitiminde Türkiye’de önemli bir misyon
üstlenmiştir. Üzerine aldığı
görevi en güzel bir şekilde bütün çağdaş eğitim metotlarını da kullanarak yapan
Türkiye ve Orta Doğu Amme İdaresi Enstitüsü hakkında siz değerli
milletvekillerine bazı bilgiler aktarmak istiyorum. Türkiye ve Orta
Doğu Amme İdaresi Enstitüsü, 8 Mayıs 1952 tarihinde, Türkiye ile Birleşmiş
Milletler arasında var olan Teknik Yardım Anlaşması’na ek bir protokolle
kurulmuştur. Daha sonra, Ankara Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi ile
işbirliği içinde ve özerk bir kuruluş olarak 1953 yılı mart ayında görevine
başlamıştır. Enstitü 1958 yılına kadar bu statüyle çalışmış, aynı yıl haziran
ayında çıkartılan 7163 sayılı kuruluş kanunuyla tüzel kişilik kazanmıştır Kuruluş
yıllarında Orta Doğu Bölgesi’nde aynı görevi üstlenen başka bir kurum
bulunmadığı için Birleşmiş Milletler bursuyla Orta Doğu üzerinden de öğrenci
kabul etmiş olan Enstitü, yabancı öğrenci kabulünü sürdürmekle birlikte,
günümüzde daha çok ulusal bir nitelik kazanmıştır. Enstitünün amacı,
kamu yönetiminin çağdaş yönetim anlayışına göre gelişmesine ilişkin çalışmalar
yapmak ve bu anlayış doğrultusunda kamu yöneticileri ve görevlilerin
yetişmesine yardımcı olmaktır. Bu amacını üç ana etkinlik dalında
gerçekleştirmektedir. Bunlar, öğretim ve yetiştirme, araştırma ve yardım,
derleme ve yayın etkinlikleridir. Öğretim ve
yetiştirme etkinlikleri: Kamu görevlilerinin yönetim bilimi alanında
uzmanlaşmasını sağlamak ve kamu yönetimine yönetici yetiştirmek yoluyla
gelecekteki yönetici ihtiyaçlarının karşılanmasına katkıda bulunmak amacıyla
yürütülen kamu yönetimi yüksek lisans programı; Emniyet Genel Müdürlüğü,
Jandarma Genel Komutanlığı ve diğer güvenlik personeline yönelik bir program
olan kolluk yönetimi yüksek lisans programı; Adalet Bakanlığı personeli, hâkim,
savcılar ile idari yargı mensupları ve kamu kuruluşlarında çalışan hukuk
müşaviri ve avukatlara yönelik bir program olan adalet yönetimi yüksek lisans
programı; Millî Eğitim Bakanlığı personeli, öğretmen, okul müdür yardımcıları
ve okul müdürlerine yönelik program olan eğitim yönetimi yüksek lisans programı
ve yönetim bilimi doktora programıdır. Bu programlarda hâlen 134 kamu görevlisi
eğitim görmektedir. Araştırma ve
yardım etkinlikleri: Kamu yönetimi alanında gerçekleştirilen araştırma
hizmetleri, enstitü, öğretim üye ve yardımcıları ile yüksek lisans ve doktora
öğrencilerine çeşitli projeler dâhilinde sürdürülmüştür. Enstitü bu
bağlamda, birçok genel ve özel bütçeli kuruluşun yeniden yapılandırma ve norm
kadro çalışmalarında danışmanlık yapmıştır. Derleme ve yayın
etkinlikleri: Enstitü tarafından
gerçekleştirilen derleme ve yayın etkinlikleri ise kuruluşundan günümüze
kadar sayıları 340’a ulaşan, kamu yönetimi alanında çıkarılmış kitaplar ve
süreli yayınlardan oluşmaktadır. Bu yayınlar arasında Amme İdaresi Dergisi,
Çağdaş Yerel Yönetimler Dergisi, İnsan Hakları Yıllığı ve Türkiye Cumhuriyeti
Devlet Teşkilatı Rehberi yer almaktadır. Enstitü
bünyesinde, ayrıca, sürekli eğitim, insan hakları ve yerel yönetimler
alanlarında çalışan üç merkez faaliyet göstermektedir. Merkezler, görev
alanları içinde yer alan konularda, dokümantasyon eğitimine ve yayına uzanan
çeşitli alanlarda faaliyet göstermektedir. Sürekli Eğitim
Merkezince, kamu kurum ve kuruluşlarından gelen talepler doğrultusunda her yıl
yaklaşık yirmi beş - otuz değişik konuda 1.500 kadar öğrenciye kısa süreli
eğitim verilmektedir. 1989 yılında
kurulan Yerel Yönetimler Araştırma ve Eğitim Merkezinin amacı, ulusal düzeyde
yerel yönetimlerde ve bağlı kuruşlarında çalışanlara yönelik eğitim ve
yetiştirme programları düzenlemek, bu kuruluşlara danışmanlık hizmeti sağlamak
ve yerel yönetimlerin geliştirilmesine, daha etkili ve verimli çalışmalarına katkıda
bulunacak araştırma ve etkinlikleri planlamak ve yürütmektir. Ayrıca, seçimler,
mevzuat, ihaleler, yerel gündem gibi konularda verilerin toplandığı, gerek
halka gerek yerel yönetim birimlerine gerekse ilgi duyan uzmanlara İnternet ortamında hizmet sunan geniş ve kapsamlı bir
kaynak olarak web sitesi oluşturulmuştur. Uluslararası
ilişkiler konusunda, Enstitü 1986 yılından beri Uluslararası Yönetim Okulları
ve Enstitüleri Birliğinin üyesidir. 2004-2007 yılları arasında Enstitü Genel
Müdürü, bu uluslararası kuruluşun başkanlığı görevini üç yıl süreyle
yürütmüştür. Enstitü, 1991
yılından beri de Uluslararası Yönetim Bilimleri Enstitüsünün Türkiye ulusal
seksiyonu olarak Bakanlar Kurulu kararıyla görevlendirilmiştir. Enstitü Genel
Müdürü, bu kuruluşun yönetim kurulu, yürütme kurulu ve bilim kurulu üyesidir. Avrupa Birliği
Genel Sekreterliğinin de katkısıyla, merkezi Maastricht’te
bulunan Avrupa Kamu Yönetimi Enstitüsünün, Avrupa Birliğine aday ülkeler ile
Akdeniz ülkelerine yönelik Avrupa Birliği Eğitimi Programları’nda Enstitü de
yer almaktadır. (Mikrofon
otomatik cihaz tarafından kapatıldı) BAŞKAN – Lütfen
sözlerinizi tamamlayınız Sayın Öksüzkaya. Buyurunuz. AHMET ÖKSÜZKAYA
(Devamla) – Avrupa Birliği Kamu Yönetimi Akreditasyon
Birliğine üye olmak için başvuruda bulunulmuştur. Enstitünün
personel durumu: 26’sı akademisyen olmak üzere 109 personel çalışmaktadır. Sayın Başkan,
değerli arkadaşlar; Sayın Bakanımızın da Komisyonda vurguladığı gibi, kamuda
belirli görevlere gelebilmek için Türkiye ve Orta Doğu Amme İdaresi Enstitüsü
programlarına katılmış olmayı zorunlu hâle getirmek, sanıyorum ülkenin yararına
olacaktır. Bu Enstitümüzün
milletimize hayırlı hizmetler yapmasını temenni ediyor ve tüm eğitim kadrosuna
yeni dönem çalışmalarında başarılar diliyorum. Bu dilek ve
temennilerle konuşmamı tamamlarken, kurumun 2008 yılı bütçesinin kabulünü ve bu
bütçenin hazırlanmasında emeği geçen başta bakanlıklar, kurum ve kuruluşlar ve
komisyonlarda görevli arkadaşlarıma teşekkür ediyor, yüce Meclisi saygıyla
selamlıyorum. (AK Parti sıralarından alkışlar) BAŞKAN – Teşekkür
ediyoruz Sayın Öksüzkaya. Şahsı adına
lehinde söz isteyen Sinop Milletvekili Sayın Abdurrahman
Dodurgalı. Buyurunuz Sayın Dodurgalı. (AK Parti
sıralarından alkışlar) Süreniz beş
dakikadır. ABDURRAHMAN
DODURGALI (Sinop) – Sayın Başkan, değerli milletvekili arkadaşlarım; 2008 yılı
Merkezi Yönetim Bütçe Kanunu Tasarısı ile ilgili olarak Gençlik ve Spor Genel Müdürlüğünün
bütçesini öne çıkartarak, lehte kişisel görüşümü belirtmek üzere
huzurunuzdayım. Hepinizi saygıyla selamlıyorum. Bizim bu sene,
biliyorsunuz, ilk Parlamentoya katılma yılımız. Daha önceki yıllarda
Parlamentonun bütçe görüşmelerini zaman ve fırsatımız oldukça izliyordum. Bu
seneki kadar olumlu ve sakin geçtiğine ben pek şahit
olmadım. Onun için, bu bütçe görüşmelerinin çok olumlu geçtiğini
düşünüyorum. Buna katkıda bulunan, tabii muhalefetteki arkadaşlarımıza
özellikle teşekkür ediyorum. Bütçe görüşmeleri çok güzel geçiyor.
Benim üzerinde
konuşacağım Gençlik ve Spor Genel Müdürlüğü bütçesiyle alakalı olarak, Gençlik
ve Spor Genel Müdürlüğünün hizmet alanı ve sahalarıyla ilgili olarak, nüfusunun
önemli bir kesimi genç nüfus olan bir ülkede vazife yaptığını her şeyden önce
belirtmek istiyorum. Gençlik ve Spor Genel Müdürlüğümüzün omuzladığı, sırtına
aldığı yükün son derece ağır ve o derece sorumluluk gerektiren bir yük olduğunu
düşünüyorum. Bütün eğitim
kitaplarında, gençlik dönemine, özellikle Gençlik ve Spor Genel Müdürlüğümüzün
ilgilendiği on üç ile yirmi beş yaş dönemine temel etki eden psikolojik
etkenlerin başında ergenlik ortamının geldiğini hepimiz biliyoruz. Bu ergenlik
ortamının ve ergenlik döneminin de birçok sebepten dış etkilere açık, sosyal
faaliyetlere açık ve kişiyi aileden bile kopartan bir sosyalite
içinde olmaya götüren bir dönem olduğunu biliyoruz. Onun için, tehlikelerle
dolu olan bu dönemi en güzel şekilde geçirmek, onları topluma uyumlu hâle
getirmek, onların hem kendini gerçekleştirmesini hem de topluma uyum sağlayan
bir fert olarak yarınlara hazırlanmasını kendisine vazife edinmiş Gençlik ve
Spor Müdürlüğümüzün son derece önemli bir rolü, önemli bir fonksiyonu var. Tabii, Gençlik ve
Spor Genel Müdürlüğü bütçesinden sonra, burada tütün mamulleri ile ilgili ve
alkollü içkilerle ilgili genel müdürlüğün bütçesi görüşülüyor. Ben, özellikle,
Sayın Bakanımıza gidip sordum: “Her iki genel müdürlük de size mi bağlı?”
“Öyle” dediler. Şimdi, tabii, Gençlik ve Spor Genel Müdürlüğü bir taraftan kötü
alışkanlıklarla mücadele edecek, içki ve benzeri alkollü maddelerle, tabii,
özellikle de uyuşturucuyla mücadele edecek… Daha önce toplumumuzun karşısında,
gençlerimizin ve çocuklarımızın karşısında pek fazla tehlike olarak
düşünmediğimiz ve çeşitli sebeplerle gençlerimizin, çocuklarımızın korunduğunu
düşündüğümüz uyuşturucu alışkanlığı maalesef, kendisini çok emin hisseden
ailelerde bile etkisini hissettirmeye başlamıştır. Bununla ilgili olarak
Emniyet Genel Müdürlüğümüzün yeterli polisiye tedbirler aldığını, Millî Eğitim
Bakanlığımızın eğitimsel tedbirler aldığını biliyoruz. Tabii, bir taraftan da,
Gençlik ve Spor Genel Müdürlüğümüz kendi ilgi alanıyla ilgili olarak da
birtakım tedbirler alıyor. Ama bir taraftan Sayın Bakanımız da tütün mamulleri
ve alkollü içkileri üretip, bunları da satmak zorunda. Bana böyle bir çıkmaz
gibi geliyor. Şöyle bir şeyi hatırlattı bu durum: Ben Sinop milletvekiliyim
biliyorsunuz, Sinop’un ilçesi Boyabat’ın iki temel girdisi vardır: Birisi
çeltik üretimi, birisi de tuğla üretimidir. Bildiğiniz gibi,
çeltik üretimi çok suya ihtiyaç hisseder, hatta çok sudan çok, çok yağmura
ihtiyaç hisseder. Ama, bir taraftan, kurutmalı olmadığı için bizim kiremit ve
tuğla fabrikalarımız, yağmurun yağmamasını ister tuğla üreticisi de. Bir adamın,
böyle, bir damadı tuğla üreticisi, bir damadı da çeltik üreticisiymiş. Her gün
biri geliyor gidiyor, “Baba bize dua et, yağmur yağsın.”Öteki geliyor “Baba
bize dua et, yağmur yağmasın.” diye. Bu sene, herhâlde, bu baba her ikisine de
dua etmedi ki yağmur yağmadığı için çeltik üretimimizde randıman yüzde 40’ın
altında kaldı. Birçok üreticinin elindeki malı Ofis almakta güçlük çekti.
Dolayısıyla, açıklanan rakamlardan pek yararlanamadık. Bir taraftan da
biz geçmişte tuğlanın tanesini bir bardak çay parasına satarken, bugün dört
tuğlaya ancak bir bardak çay alabiliyoruz. Böyle bir şanssızlığımı da bu
vesileyle belirtmek istiyorum. (Mikrofon
otomatik cihaz tarafından kapatıldı) BAŞKAN – Lütfen
sözlerinizi tamamlayınız Sayın Dodurgalı. ABDURRAHMAN DODURGALI
(Devamla) - Efendim, tabiatıyla, gençliğin kötü alışkanlıklardan korunması için
yapılmış birçok faaliyet var. Benden önce Grubumuzun görüşlerini aktaran Hamza Yerlikaya Bey bunları
yeterince vurguladı. Ben bir noktaya dikkatinizi çekmek istiyorum. Burada millî
takım antrenörümüzün maaşı söz konusu edildi. Bilindiği gibi, bu maaş özerk
Futbol Federasyonu tarafından verilmekte. Burada daha bir hafta önce, on beş
gün önce bu kanunu biz buradan çıkartırken bu arkadaşlarımız bu özerkliğin
bizim tarafımızdan ihlal edileceği konusunda gece yarılarına kadar bize burada
ithamlarda bulundular. Ama, görüyorsunuz, toplumsal normlara uymayan bir durum
hasıl olduğunda hemen Gençlik Spor Genel Müdürlüğü veya spordan sorumlu Devlet
Bakanlığı bu işten sorumlu tutulmaya çalışılıyor. Tabiatıyla, özerkliğin acaba
sınırları nereye kadar olmalıya da bir cevap hazırlamak gerekiyor. Ben, burada,
Sinop’umuza özellikle son yıllarda birçok tesis kazandıran, tabii ülkemize
büyük tesisler kazandıran başta Sayın Bakanımız olmak üzere Gençlik Spor Genel
Müdürümüze çok teşekkür ediyorum. Kırk yedi amatör
kulübü olan Sinop’un bir tek liglerde oynayan tek hentbol kulübü var. Bugün, bu
kulübün dün bana yetkilisi telefon etti, “Efendim, önümüzdeki hafta deplasmana
gidemeyeceğiz.” diye. Ben bu durumu da nazarı itibara alarak Gençlik ve Spor
Genel Müdürümüzden amatör spor kulüplere daha yakın ve daha yoğun bir bütçeyle
ilgi göstermesini rica ediyorum, istirham ediyorum ve hepinizi saygıyla
selamlıyorum. (AK Parti sıralarından alkışlar) ENGİN ALTAY
(Sinop) – Muhalefet sıralarından da alkışlar. BAŞKAN –
Teşekkürler ederiz Sayın Dodurgalı. Şimdi, Hükûmet adına Devlet Bakanı ve Başbakan Yardımcısı Sayın
Cemil Çiçek konuşacaktır. Buyurunuz Sayın
Çiçek. (AK Parti sıralarından alkışlar) Süreniz on beş
dakika. DEVLET BAKANI VE
BAŞBAKAN YARDIMCISI CEMİL ÇİÇEK (Ankara) – Sayın Başkan, değerli
milletvekilleri; hepinizi saygıyla selamlıyorum. Sözlerimin başında Türkiye ve
Orta Doğu Amme İdaresi Enstitüsü ve Yüksek Denetleme Kuruluyla ilgili görüş serdeden arkadaşlarımıza teşekkür ediyorum. TODAİE, 1955’ten
bu tarafa, yarım asrı aşan bir süreden beri önemli bir görevi ifa etmektedir.
Fakat, arkadaşlarımızın da bir ölçüde dile getirdiği gibi, yaptığı görevin
ifasıyla mütenasip bir tanınmışlığı da söz konusu değildir. Şunu hepimiz
biliyoruz ki, etkin, verimli, süratli ve kaliteli bir kamu hizmeti, aslında
kaliteli bir kamu yönetiminden geçmektedir. En modern
yasaları da çıkarsanız, en modern sistemleri de getirip uygulamaya koysanız,
yasal olarak, bunları uygulayacak kamu yöneticilerini bu maksada matuf iyi
yetiştiremediyseniz, bu reformlardan, bu yasal düzenlemelerden gerekli fayda
sağlanamıyor. Ancak, şunu görmek gerekir ki, 1955’ten bu tarafa, başta
belediyelerimiz olmak üzere, pek çok kamu kuruluşundan insanlarımız o kurumda
görev yaptılar, hizmet aldılar. Kuruluşundan bugüne emeği geçen herkese
teşekkür ediyorum. Bu dönemde
inanıyorum ki bütün bu tenkitler de dikkate alınmak suretiyle daha ileri bir
noktaya gelebilecek, etkin ve verimli bir eğitim ve akademik hizmeti
sunabilecektir. Bizim de kendilerinden beklentimiz budur. Şahsen bu görev bana
verildikten sonra kendileriyle yaptığım iki görüşmede bu talebimizi ilettik.
Neyi nasıl yapacakları siyasetçinin işi değildir. Biz, ancak siyasi
kararlılığımızı, desteğimizi veririz. Bunu yüce Meclisin huzurunda bir defa
daha ifade ediyorum. Neden bunu yaptınızdan ziyade, neden bunları yapmadınız noktasında
olsa olsa taleplerimiz olabilir. Özellikle reform
açısından önemli adımların atıldığı ve atılacağı bir dönemden geçiyoruz. Bu dönemde, inanıyorum ki, bu kurumumuza daha
fazla iş düşecektir, biz de kendilerine yardımcı olacağız. Bunu kısaca ifade
etmek istiyorum. İkinci olarak,
Yüksek Denetleme Kuruluyla ilgili birkaç şey söylemek istiyorum. Yüksek
Denetleme Kurulu, Atatürk’ün direktifiyle kurulmuş olan ve o günden bugüne de
imkânlar ölçüsünde başarıyla hizmet vermiş olan bir denetleme kurulumuzdur. O
günden bugüne hizmet verenlere de yine huzurunuzda teşekkür ediyorum. Bu kuruluş bir
taraftan KİT’lerin yasalara uygun faaliyette bulunup bulunmadığını, öbür
taraftan da verimlilik açısından olmak üzere birçok yönden bu kurumların
denetimini yapmaktadır. Bu, aynı zamanda Türkiye Büyük Millet Meclisi üyelerinin,
yani sizlerin bu KİT’lerle ilgili yapılan faaliyetler ne ölçüde yasalara
uygundur ya da değildir, ne ölçüde verimlidir ya da değildir, büyük ölçüde müzakerelere esas teşkil eden
raporları hazırlıyorlar. Ancak, bir süreden beri bir tereddüt var. Bu burada da
dile getirildi. Bunun kısa süre içerisinde ortadan kaldırılması gerektiğini ben
de şahsen düşünüyorum. Şimdi, maalesef, ayrı ayrı
zamanlarda çıkan kanunlar sebebiyle devlet hayatımız içerisinde aynı görevi
yapan birden çok kuruluş vardır. Bildiğim kadarıyla, mesela devlette halıcılık
işiyle uğraşan sekiz tane kuruluş var, üç tane ayrı emeklilik kuruluşu var.
Denetim alanında pek çok mekanizmalar var. Bir taraftan kaynak israfı, bir
taraftan insan israfı, öbür tarafta, özlük hakları bakımından da aynı görevi
yaptıkları hâlde farklı statüde olmaktadırlar. Bu da beraberinde bir kısım
adaletsizlikleri getirmektedir. Dolayısıyla, Yüksek Denetleme Kurulunun da bu
dönemde hiç olmazsa bu tereddüdü ortadan kaldıracak bir yapıya kavuşması
gerekir. Bir arkadaşımız tarafından “Bunu tartışmaya açalım, katılım” denildi.
Ben de bu vesileyle tartışmaya açıyorum. Komisyonda da ifade etmeye çalıştım.
Şimdi bir görüş, Yüksek Denetleme Kurulu üyelerinin Sayıştay mensubu olarak
kabul edilmesi, buranın kaldırılarak Sayıştay bünyesi içerisinde faaliyetlerini
sürdürmesidir. Sayıştay da denetim yapıyor Meclisimiz adına, onlar da rapor
hazırlıyor, buralarda görüşüyoruz. Bir görüş budur. Bir görüş ise, özerk bir
yapıya kavuşmasıdır. Başbakanlığa bağlı olabilir veya ayrı, özerk bir
yapıya kavuşabilir. Bu da bir tartışma
konusu olan fikirdir. Bunun ortalaması başka bir fikir de olabilir. Yüksek
Denetleme Kurulu kalsın, ama Meclise bağlı olsun denilmektedir. Demek ki ortada
üç tane görüş var, ama arzu edilen şey şudur burada: Siyasi etki olacaktı
olmayacaktı tartışmasından ziyade, bugün bulunduğundan çok daha iyi hizmeti
hangi yapıda, hangi statüde verecektir, ona bakmak lazım. Biz bu tartışmaya
açığız. Ümit ediyorum ki önümüzdeki günlerde, yani 2008’le beraber, demin
söylediğim, aynı alanda görev yapan birden fazla kuruluşun tek çatı altında
birleştirilmesiyle ilgili çalışmalara hız vereceğiz. Bunun ilk ayağı sosyal
güvenlik kuruluşlarıdır. Arkasından, bir afet olduğunda ki geçmiş olsun diyorum
buradan Antalyalı vatandaşlarımıza, hayatını kaybedenlere de rahmet diliyorum.
Bir afet söz konusu olduğunda, Afet İşleri Genel Müdürlüğü müdahale ediyor;
Acil Durum Yönetimi, o başka bir taraftan müdahale ediyor: Bayındırlık
Bakanlığının kuruluşu da var, Sosyal Yardımlaşma var, Bakıyorsunuz bir çok
başlılık, dağınıklılık oluyor. Bunların hepsini tek çatı altında birleştirmeye
yönelik çalışmalara devam edeceğiz. Bu meyanda da
denetleme görevi yapan Yüksek Denetleme Kuruluyla ilgili de bir karara varmış
olmamız gerekir diye düşünüyorum. Değerli
milletvekilleri, denetim deyince, bir iki hususa da bu bütçe vesilesiyle temas
edildiği için ben de temas etmek lüzumunu, hatta mecburiyetini duyuyorum.
Şimdi, Türkiye bir hukuk devletidir. Hukuk devleti, sadece bir slogan değil,
sadece Anayasa’da yazılı olduğu için değil, gerçekten önemli bir sıfattır
Türkiye Cumhuriyeti devletinin. Bu ne demektir? Başta idare olmak üzere,
devleti yönetenler olmak üzere, kişilerin ve kurumların yaptığı her işi hukuk
kuralları içerisinde, kanuni usuller içerisinde, hukuki usuller içerisinde
yapmasıdır. Bunlara aykırı bir durum söz konusu olduğunda da bunun yine hukukta
ve yasalarda belirtilen usullerle soruşturulması esastır. Dolayısıyla, bir
konuyu gündeme getirdiğimizde eğer bir hukuk ihlali varsa, bir yasa ihlali varsa,
bunu Türkiye’de soruşturacak yeteri kadar makam vardır, hatta çoktur. Demin
söyledim, birden fazla makam vardır. Dolayısıyla, burada öyle iddialar gündeme
getirildi ki, bunlara cevap vermediğiniz takdirde… Biz burada birbirimizi
tanıyoruz, birbirimizin ne demek istediğini anlarız, ama siyaset, biraz,
konuşulandan ziyade dışarıda algılama meselesidir. Konuştuğumuzdan ziyade,
buradaki konuşmalarımız dışarıda nasıl algılanıyor, ona bakmak lazım. Şimdi, böyle
bakıldığında hepimizi de bir ölçüde zan altında, töhmet altında bırakan bir
kısım ifadeler oldu, evvela Silahlı Kuvvetleri, yargıyı ve denetim
mekanizmalarını ve milleti zan altında bırakan. Şimdi,
bazılarımızın çocuklarının Türkiye’nin sıkıntılı bölgelerinde görev yapmadığı
tarzında ifadeler var. Bu, farkında olmadan bir kısım bu meyandaki
düşünceleri de tetikleyebilir, tahrik edebilir. Şunu görmek lazım: Silah altına
alınması gereken gençlerimizin nerede, hangi sınıfta, ne kadar süreyle görev
yapacaklarını Türk Silahlı Kuvvetleri kendisi tayin ediyor. Herhangi bir siyasi
müdahale burada söz konusu değildir. Şırnak’a mı
gidecek, Kars’a mı gidecek, Edirne’de mi görev yapacak, ne kadar süreyle görev
yapacak, buna karar veren Türk Silahlı Kuvvetlerinin ilgili birimidir, Askeralma Dairesi, onunla irtibatlı birimlerdir.
Dolayısıyla, objektif bir sisteme göre, burada bu tertipler, bu düzenlemeler
yapılıyor. Kaldı ki Türkiye’de siyasetçileri, hep kötü yapar, her işi kendinden
yana yontar tarzındaki oluşmuş bir kanaate de, maalesef, yeni deliller eklemiş
oluyoruz. Ben çok açık
olarak söylüyorum, cevabını ben verdiğim için ben söylüyorum. Benim bir oğlum
var. Çekti kurayı, gitti, Siverek’te sekiz ay görevini yaptı, geldi. Bir lütuf
değildir, bir vatan görevidir. Kız yeğenim, kardeşimin kızı. Çekti kurayı -
öğretmen- iki buçuk sene Şırnak Cizre’de, iki buçuk
sene de Batman’da görev yaptı. Bunlar sorulabilir. Amcası bakandır, amcası
milletvekilidir ama bu hiçbir şey ifade etmedi. Ben gine
Kabine arkadaşlarımdan biliyorum. Jandarma Genel Komutanlığı kendisine bağlıydı.
Kardeşinin çocuğu, öz çocuğu gitti, Çukurca’da, hudut taburunda, tam sınır
çizgisi üzerinde görevini yaptı, geldi. Şimdi bunlar
ortadayken, hepimiz âdeta çocuklarımızı belli bölgelerden kaçırıyoruz, garibin gurebanın çocuğu oralara gidiyor, siyasetçinin çocuğu… Geri
kalanının cevabını burada ben vermeyeceğim. ALİ UZUNIRMAK
(Aydın) – Sayın Bakan, bunlar bireysel, sizin… Oluyor mu, olmuyor mu? DEVLET BAKANI VE
BAŞBAKAN YARDIMCISI CEMİL ÇİÇEK (Devamla) – Çünkü, neticede bu cevabı verecek
olan Türk Silahlı Kuvvetleridir. Gidecek, görevini yaptı, yapıyor. Dolayısıyla,
ortada somut bir delil olmadan bu türlü şeyleri söylemek, bence, en azından
dışarıda yanlış anlamalara sebebiyet verir, bu doğru değildir. İkincisi, bir
kısım insanlarla ilgili burada iddialarda bulunuldu. Şimdi, bir taraftan “Yargı
bağımsızdır.” diyoruz, “Her işi yargıya bırakalım” diyoruz. Şimdi, eğer burada
iddia edilen hususlar doğru idiyse, hangi savcı görev yapmak istedi de buna
engel olunmuştur? Bakın, biz buradayız. Ben, dört buçuk sene Adalet Bakanlığı
görevini yaptım, şimdi de bir başka arkadaşımız yapıyor. Birisi bana desin ki
“Burada zikredilen kişilerle ilgili savcı soruşturma açacaktı, soruşturmaya
Adalet Bakanı engel oldu; filanca yerde bir işlem yapacaktı, devletin ilgili
kişisi şuna mani oldu.” tarzında, gelip burada bir beyanda bulunsun. Eğer bu
yoksa, o bir siyasi söylem meselesidir. Ama, bunun kimseye faydası yok. Bu
vatandaş söyleyenleri de bilir, söylenenleri de bilir, hakkında konuşulanları
da bilir. Bakınız, bir
hukuk devletinde, dedik ki, evvela bu iddiaları yargılayacak olan,
değerlendirecek olan, sonuçlandıracak olan yargıdır. Ben, şimdi, buradan bir
defa daha ifade etmek istiyorum: Bu bahsedilen kişilerin önemli bir kısmının
dokunulmazlıkları yoktur. Dokunulmazlık olmadığına göre, kim, ne yapmak istiyor
da hangi anayasal hüküm ya da yasal mevzuat buna
engel teşkil etti? Şimdi, burada yargıyı töhmet altında bırakıyoruz,
savcılarımızı zan altında bırakıyoruz. Bu savcılar, eğer ortada bir delil var
idiyse, iddia var idiyse takipsizlik kararı mı verdi, bunların üstünü mü örtbas
etti ki bunları konuşuyoruz? İkincisi:
Bakınız, burada dile getirilen hususların hiçbirisi seçimden sonra dile
getirilen hususlar değil. Seçim öncesi bunların hepsini millete götürdük biz,
herkes götürdü. Kimin eteğinde, heybesinde ne taş varsa, meydan meydan dolaştı, televizyon televizyon
konuştu, bunların hepsini dile getirdi. Şimdi, en büyük hakem millet olduğuna
göre, milletin vicdani bir kanaate sahip olabilmesi için ne usul hükümlerine
ihtiyacı var ne dokunulmazlık engelleri var ne İç Tüzük mâniası var. Bunların
hiçbirisi yok. Bunların hepsini götürdük millete. Millet dedi ki “Biz bunlara
inanmıyoruz.” O hâlde, aslında,
bugün, burada yapılması gereken bunlar değil de şu 22 Temmuz seçim sonuçlarını
bir değerlendirsek. Değerlendirsek acaba,siyasetin neresinde bulunuyoruz biz?
Parlamento olarak neresindeyiz? Parti olarak neresindeyiz? (AK Parti
sıralarından alkışlar) Yani, herkes birilerine ders vermeye çalışıyor da
milletin verdiği dersten kimse nasibini almak istemiyor, hâlen, 22 Temmuz
öncesinin bayatlamış konularını buraya getirmeye devam ediyoruz. Bundan bir
fayda olmaz, bu, siyasete kalite de katmaz, siyaseti bir yere de getirmez.
Getirmedi, elli senedir getirmedi, ama bir şeyi getirdi, siyaseti itibarsız
hâle getirdi bakınız. Karşılıklı birbirimizi çürüteceğiz diye, siyasetçi
dediğin, vurguncu, soyguncu, hırsız, yakınlarına menfaat sağlayan insanlardan
müteşekkil bir faaliyet alanı hâline geldi. Bu doğru değil, ama bu kadar
kesimin içerisinde yanlış yapanlar varsa bunun da hukuk düzeni içerisinde
gereğinin yapılması lazım gelir. Gereğinin yapılmasına engel teşkil eden,
mevzuatımızda da herhangi bir husus yok. KAMER GENÇ
(Tunceli) – Soyguncunun… DEVLET BAKANI VE
BAŞBAKAN YARDIMCISI CEMİL ÇİÇEK (Devamla) - Burada, ikide bir, bir konu gündeme
getiriliyor bakınız. Şimdi, bir kısım, zaman zaman,
burada, dokunulmazlıklar konuşuldu. Ben dedim ki: “En çok, dokunulmazlıklarla
ilgili münakaşaların yapıldığı dönem 1999-2002 dönemidir.” 2002 seçimleriyle
birlikte, bu iddiaların hepsi, artık, dokunulmazlık engeline de takılmadı,
çünkü 2002’de o dönem Parlamentoda görev yapan arkadaşlarımızın hiçbirisi
Meclis içinde değildi, dokunulmazlığı yoktu. Ee ne
oldu? Hani bu kadar iddia vardı yoktu filan dedik de yerli yersiz, var olanlar
yargıya gitti. Ne karar verildiyse başımız üstüne. KAMER GENÇ
(Tunceli) – Hangi bakanlara soruşturma açtınız? DEVLET BAKANI VE
BAŞBAKAN YARDIMCISI CEMİL ÇİÇEK (Devamla) - Olmayanların ise tümünü suçlamaya
devam ettik. Dolayısıyla şimdi, bunlardan… Şimdi, böyle bir… KAMER GENÇ
(Tunceli) – Bakanlar hakkında, hangisine soruşturma açtınız? DEVLET BAKANI VE
BAŞBAKAN YARDIMCISI CEMİL ÇİÇEK (Devamla) - Şimdi, bakınız, Sayın Genç, benim
ne söyleyeceğime sen karar verecek değilsin. Evvela, sen karar verecek
değilsin. KAMER GENÇ
(Tunceli) – Hangi bakanlar hakkında soruşturma önergesi verdiniz? DEVLET BAKANI VE
BAŞBAKAN YARDIMCISI CEMİL ÇİÇEK (Devamla) - Dolayısıyla, sözümü kesme. Eğer bir
sıkıntın varsa bunu usulü dairesinde her yerde konuşuruz, tartışırız. Evvela
usule riayet et. KAMER GENÇ
(Tunceli) – Sayın Bakan… DEVLET BAKANI VE
BAŞBAKAN YARDIMCISI CEMİL ÇİÇEK (Devamla) - Zaten, belki de en büyük yanlışlık,
işte bu türlü usulsüzlüklerdir. Konuşma tarzını bilmeyen, konuşma usulünü
bilmeyen… BAŞKAN – Sayın
milletvekilleri… DEVLET BAKANI VE
BAŞBAKAN YARDIMCISI CEMİL ÇİÇEK (Devamla) - …neyi, nerede, nasıl konuşacağını
(AK Parti sıralarından alkışlar) bilmediğimiz takdirde, bu sisteme de
demokrasiye de zarar veriyoruz. SIRRI SAKIK (Muş)
– Siz, çok mu biliyorsunuz? DEVLET BAKANI VE
BAŞBAKAN YARDIMCISI CEMİL ÇİÇEK (Devamla) - Hepinize saygılar sunuyorum. BAŞKAN – Teşekkür
ederiz Sayın Bakan. Şimdi, Devlet
Bakanı Sayın Murat Başesgioğlu. Buyurunuz Sayın Başesgioğlu. (AK Parti sıralarından alkışlar) KAMER GENÇ
(Tunceli) – Sayın Bakan Meclise yanlış bilgi veriyor. Hangi bakan hakkında,
geçmiş bakanlar hakkında soruşturma önergesi getirdiler de… (AK Parti
sıralarından gürültüler) BAŞKAN – Sayın
Bakan, süreniz yirmi dakikadır. DEVLET BAKANI
MURAT BAŞESGİOĞLU (İstanbul) – Teşekkür ediyorum Sayın Başkan. Sayın Başkan,
değerli milletvekilleri; sözlerimin başında hepinizi şahsım ve ilgili
kuruluşlarımız adına saygıyla selamlıyor, bütçelerimizin hayırlı olmasını
diliyorum. Değerli
arkadaşlarım, huzurunuza, Bakanlığıma bağlı, sorumluluk alanımda bulunan Devlet
Personel Başkanlığı, Gençlik Spor Genel Müdürlüğü ve Tütün, Tütün Mamulleri ve
Alkollü İçkiler Piyasası Düzenleme Kuruluna ilişkin görüşlerimi sizlerle
paylaşmak ve daha önce bu kürsüde değerli görüşlerini aktaran, soru soran
değerli arkadaşlarımın da zamanın elverdiği ölçüde sorularını cevaplamak
istiyorum. İzninizle, Tütün
Üst Kuruluyla başlamak istiyorum değerli arkadaşlarım. 2002 yılında kurulan bir
düzenleyici kurul, tütün mamulleri ve alkollü içki üretim ve ticaretinden
devlet tekelinin kaldırılmasıyla birlikte piyasayı düzenlemek için öngörülen
bir otoritedir. Ancak, 2002 yılında yasası çıkmasına rağmen, bu geldiğimiz
nokta itibarıyla henüz daha tam işlevselliğine kavuşmamış, 2002 yılında Anayasa
Mahkememizin personel rejimine ilişkin bozma kararıyla birlikte tam istenilen
ölçüde bugüne kadar hizmet edememiş bir düzenleyici kuruldur. İnşallah,
sizlerin de desteğiyle, Anayasa Mahkememizin bu bozma gerekçeleri doğrultusunda
yasasını yeniden revize edeceğiz ve diğer fonksiyonlarına ilişkin maddelerde de
değişiklik yapmak suretiyle, bu düzenleyici kurulun piyasayı denetleme ve
düzenleme konusundaki fonksiyonlarını en üstün seviyeye çıkarmak istiyoruz.
Zira, konuştuğumuz alan, yaklaşık 12 milyar YTL’lik
bir pazarı ilgilendirmektedir. Tütünüyle, alkollü içkileriyle, işte, kaçak,
bandrolsüz veyahut da yasa dışı üretimlerin de çok yoğun olduğu bu sektörde
mutlaka bir kamu otoritesinin düzenleyicilik görevini yerine getirmesi
gerekiyor. Onun için, önümüzdeki süreçte bu yasal eksiklikleri tamamlayıp bu
Kurulun en iyi şekilde işlemesine yasal bir zemin hazırlamak istiyoruz. Tütün konusu
gündeme gelmişken, bazı konuşmacılar kotadan bahsettiler. Değerli
arkadaşlarım, bu tekelin kaldırılmasıyla birlikte artık tütünde kota uygulaması
kaldırıldı, tamamen piyasa libere edildi. Sözleşme
yapmak suretiyle üreticilere, hangi miktarlarda tütün ekecekleri yapılan
sözleşmeler suretiyle kendilerine bildirilmektedir. Bizim de bu konuda, Üst
Kurulun herhangi bir fonksiyonu veyahut da kural koyma durumu söz konusu
değildir. Sadece, ifade etmeye çalıştığım gibi, Kurul, piyasayı denetleme ve düzenleme
konusunda yasanın kendisine vermiş olduğu yetkileri kullanan ve önümüzdeki
dönemde de daha etkin bir şekilde
kullanacak bir kurumdur. Sorumluluk
alanımdaki ikinci saygın kuruluşumuz Devlet Personel Başkanlığıdır. Yaklaşık
kırk yedi yıllık bir geçmişi olan, bugüne kadar önemli görevler yapmış bir
teşkilatımızdır. Ama, bugün itibarıyla, değerli arkadaşlarımın da ifade ettiği
gibi, Devlet Personel Başkanlığını yeni bir vizyonla geleceğe hazırlamak
durumundayız. Bugün ister kamunun isterse özel sektörün olsun en büyük sorunu
nitelikli eleman sorunudur, insan kaynakları sorunudur. Özel sektör bu konudaki
eksiğini zaman içerisinde gidermiştir. Ama, maalesef, kamu yönetimi bu konudaki
eksiğini giderememiştir. İnsan kaynaklarını yönetme, etkin, verimli, kaliteli
personel istihdamı konusunda özel sektöre oranla devlet bu konuda biraz daha
geri kalmıştır. Onun için, önümüzdeki dönemde Devlet Personel Başkanlığımızı bu
söylediğim çerçeve içerisinde yeniden teşkilatlandırmak ve yeni görevlerle
donatmak istiyoruz. Kamu personel
rejimi çok konuşuldu. Doğrudur, gecikmiş bir reformdur. Belki de birçok
reformun üzerine inşa edilmesi gereken bir reformdur. Örneğin, soysal güvenlik
reformunu kamu personel reformundan sonra çıkarmak daha doğru olabilirdi. Bu
gecikmiş reformu da yine sizlerle, sendikalarla, sivil toplum örgütleriyle
tartışarak, ülkemizin şartlarına en uygun, kazanılmış hakları da koruyarak, yeni
bir personel rejimi çıkarmak amacındayız, iddiasındayız. Bunu ülkemizin
geleceği açısından çok elzem görüyoruz. Çalışanlarımız
açısından, sizin de bildiğiniz gibi, kurumlar arasında ücret farklılıkları var.
Hepimiz bundan şikâyetçiyiz. Personelimizin bir kurumda aldığı ücret diğer
kurumda aynı ücrete eşit değil. Dolayısıyla, çalışanlarımızın da bu konudaki
haksızlıklarını gidermek reformun bir parçası. Onun dışında, kamudaki
etkinliği, verimliliği artırmak yine reformun önemli amaçlarından biri. İnşallah,
geçmiş dönemde önemli ölçüde hazırlanmış, yoğrulmuş bu tasarıyı tekrar
güncelleştirerek yüce Meclisin huzuruna getirmek istiyoruz. Devlet Personel
Başkanlığımız, özelleştirme uygulamaları nedeniyle işsiz kalan
vatandaşlarımızın diğer kamu kurumlarına yerleştirilmesi konusunda çok önemli
bir görev ifa etmiştir. Yine, kamu
kurumlarına merkezî sistemle yerleştirilen memurlarımızın yerleştirilmesi
konusunda da Devlet Personel Başkanlığımız aracılık yapmaktadır. Bu yıl, 2007
yılı itibarıyla yaklaşık 19 bin kişi bu merkezî sistem vasıtasıyla
yerleştirilmiştir. Yakında 4.300 civarında yeni (b) statüsündeki personel,
kadrolu ve sözleşmeli kadrolara yerleştirilecektir. Yani, 2007 yılı içerisinde
4 bin küsur vatandaşımız daha, sınavlara girmiş vatandaşımız iş imkânına, kadro
imkânına kavuşmuş olacaktır. Bunun dışında,
Devlet Personel Başkanlığımız yaklaşık 220 bin geçici işçi kardeşimizin daimî kadroya
geçmesi konusunda çok önemli bir görev ifa etmiş ve Hükûmetimizin çalışmasıyla kamuda çeşitli kurumlarda
çalışan yaklaşık 220 bin vatandaşımız daimî kadroya geçmiş bulunmaktadır. Ama,
bütün bunların ötesinde, değerli arkadaşlarım, Devlet Personel Başkanlığının
devletimizin insan kaynakları yönetimini çok iyi idare eden bir departman
olmasını, bir birim olmasını yürekten arzuluyoruz ve bugüne kadarki
birikimlerinin üzerine, yeni bir misyonla, kendilerini, devletimizin bu
ihtiyacını giderme konusunda çok saygın bir kuruluş konumunu, daha da açılım
yaparak devam ettirmek en büyük arzumuzdur. Üçüncü
kuruluşumuz, taşra teşkilatı da bulunan, Büyük Atatürk tarafından, onun
talimatıyla kurulan Gençlik Spor Genel Müdürlüğü teşkilatımızdır değerli
arkadaşlarım. Bugün Türkiye’nin her tarafında taşra teşkilatı bulunan, gençlik
ve spor alanında toplumumuza önemli hizmetler veren değerli bir kuruluşumuzdur.
İki önemli görevi
var: 1) Gençliğe yönelik hizmetler. 2) Spora yönelik hizmetler. Biz Bakanlık
olarak bu iki görevinin de çok önemli olduğunu, yani gençlik hizmetlerinin spor
hizmetlerinden daha aşağıda olmadığını, en azından yüzde 50-yüzde 50, hem
gençlik hem de spora dikkat etmemiz gerektiğinin altını huzurunuzda bir kez
daha çizmek istiyorum. Çünkü, gençliğimiz ve gençlerimiz, bugün maalesef
birtakım tehlikelerle karşı karşıyadır, küreselleşmenin getirdiği tehditlerle
karşı karşıyadır, ahlaksız, namussuz insanların, gözü dönmüş insanların
çocuklarımızı zehirlemek suretiyle yaratmış olduğu tehditlerle karşı karşıyadır.
Çağın getirdiği birtakım sıkıntılardan dolayı çocuklarımız bazı tehditlere
maruzdur. Onun için, gençlerimizi bu tehditlerden korumak için mutlaka özen
göstermemiz lazım. Bu konuda da Gençlik ve Spor Genel Müdürlüğümüze önemli
görevler düşüyor. İl
teşkilatlarımız bünyesinde kurulmuş gençlik merkezlerimiz şu anda bu görevi
yerine getirmek üzere, yoğun bir şekilde çalışıyorlar, ama, bunu daha artırmak
istiyoruz, sayılarını daha artırmak istiyoruz, oradaki programları daha çok
çeşitlendirmek istiyoruz ve gençlerimizi bu kötü alışkanlıklardan koruyacak,
onları hayata, aileleriyle birlikte en iyi şekilde hazırlayacak yardımcı
hizmetleri bu gençlik merkezlerinde vermek istiyoruz. Bu konuda, önümüzdeki
dönemde sizin yine yardım ve desteğinize ihtiyacımız olacak. Spor konusunda,
değerli arkadaşlarım, Türkiye, genç nüfusuyla büyük bir potansiyel oluşturan
bir ülkemiz. Bugüne kadar oluşturulan spor politikalarını hep birlikte
güncelleştirerek, çağdaş sporun yaygınlaştırılması konusunda gayretlerimizi
artırmamız gerekiyor. Maalesef, diğer ülkelerle kıyasladığımız zaman, ülkemizde
lisanslı sporcu sayısının çok az olduğunu görüyoruz, sporla iştigal eden
vatandaş sayımızın çok az olduğunu görüyoruz. Spor, malum,
sadece bir yarışma sporu değil, bir müsabaka sporu değil. Kendi ruh ve fiziksel
sağlımız için de spor yapmak, çağdaş sporun önde gelen özelliklerinden biri.
Onun için sporu yaygınlaştırmak, ülkemizde spor bilincini artırmak gibi bir
mecburiyetle de karşı karşıyayız. Önemli görevlerimizden birinin bu olduğuna
inanıyorum. Ayrıca sporun yönetimi birçok ülkede artık bizdekinden farklı bir
şekilde yönetilmektedir. Devlet olabildiğince bu alandan elini çekmekte, özerk
federasyonlara, gönüllü kuruluşlara, sivil toplum örgütlerine ve yerel
yönetimlere sporun yönetimini bırakmaktadır. Bizde de bu şekilde bir süreç
başlamıştır, 57 branşta 54 branşımız
özerk federasyon haline gelmiştir. İnşallah önümüzdeki dönemde özerk
federasyonların tam işlevsel hale gelmesiyle birlikte spor yönetiminin kamuyla
birlikte paylaşıldığı, yönetildiği, daha demokratik, daha özgün bir spor
yönetimine ülkemizi kavuşturmak istiyoruz. Bunlarla birlikte sporcu sayımızın
artırılması, kulüp sayımızın artırılması, sporcu sağlığına dikkat etmemiz,
sporcularımızın iş ve emek durumları, onların sosyal güvenlikleri gibi, sporun
vergilendirilmesi gibi birçok konu aslında masanın üzerinde duruyor, çözüm
bekliyor. Değerli
konuşmacılarımız bahsettiler, bilhassa profesyonel kulüplerimizin bugün
ekonomik durumları hiç iyi değil. Birçok kulüp kayyuma
devredilmiş durumda, sahaya çıkamaz durumda. Onlara yeni kaynaklar yaratmak
veyahut da kendi kaynaklarını kendilerinin yaratabilecekleri kanalları açmak
gibi bir yönlendirme faaliyeti içerisinde de bulunmamız gerekmektedir. Önümüzdeki iki
veya üç yıl içerisinde ülkemiz çok önemli uluslararası organizasyonlara ev
sahipliği yapacaktır. Bunlar, ülkemizin tanıtımı açısından son derece önemli
organizasyonlardır. Millî Futbol
Takımımız 2008 dünya şampiyonasına katılacaktır. Yine, Pekin
Olimpiyatları, önümüzdeki sene spor dünyamızın önemli aktivitelerinden biridir.
2010 dünya kupası yine Millî Futbol Takımımız açısından çok önemli bir sınav
olacaktır. Dolayısıyla her günümüz dolu olarak geçecektir.
Ancak, bu söylediğim konuların derli toplu bir şekilde bir politika haline
gelmesi bizim birinci önceliğimizdir.
Bunun için yüce Meclise şöyle bir önerimiz var: Bütün partilerimizin
katılımıyla bir Meclis araştırma komisyonu kurularak Türk spor politikasının
bütün dinamiklerini, köşe taşlarını sizlerle birlikte belirlemek istiyoruz. (AK
Parti ve MHP sıralarından alkışlar) Onun için, önümüzdeki dönemde bütün
gruplarımızın iştirakiyle bir Meclis araştırma komisyonu kurularak
üniversitelerimizin, kulüplerimizin, sivil toplum örgütlerinin de katkılarıyla
derli toplu bir spor politikasını hayata geçirmek bizim için de bir yol
haritası olacaktır. Onun için, katkılarınıza şimdiden peşinen teşekkürlerimi
arz etmek istiyorum. Evet, bu dar
zaman içerisinde ülkemizin spor politikasına ilişkin görüşleri ifade etmek
biraz zor. Onun için, belki başka bir zamanda daha geniş bu görüşlerimizi
sizlerle paylaşmayı arzu ediyor ve yöneltilen sorulara yine zamanın elverdiği
ölçüde cevap vermek istiyorum. Değerli kardeşim
Sayın Sevigen, bazı konulara temas ettiler. Aslında
spora çok katkısı olan, çok yatkın bir arkadaşımız ama bugün biraz onu böyle
tansiyonu yüksek gördüm. Biraz mahalle baskısı var herhâlde onun için, normal,
rutinin dışına çıktı bugün biraz ama her zaman, dediğim gibi, spora çok yatkın
bir arkadaşımız. Beraber futbol oynadık, güzel de futbol oynar ayrıca, hâlâ da
oynuyor, iyi bir sportmendir. Kendisine de başarılar diliyorum. Sayın Sevigen, bu Kayseri Stadıyla ilgili bir husus belirttiler. Değerli
arkadaşlarım, tabii, genel bütçe imkânlarıyla bu devasa spor tesislerini yapmak
çok zor. Bütçe imkânlarımızı biliyorsunuz. Keşke imkânımız çok bol olsa da
yatırım bütçelerimize büyük ölçüde rakamlar koyabilsek. Bunu yapamadığımız için
bazı finansman modelleri üretilmiş. Kayseri de bu modellerden birisi. Nedir?
Modelin özü şu: Mevcut stadımızı, yirmi yıl, otuz yıl, kırk yıl evvel yapılmış
stadyumu biz herhangi bir kuruluşa devrediyoruz, ki bunlar, daha çok
şehirlerimizde kalmış, şehirlerin merkezinde kalmış, otoparkı olmayan veyahut
da ulaşımı çok güç olan stadyumlar. Onun için, Gençlik ve Spor Genel
Müdürlüğümüz, kendi üzerine kayıtlı bu tesisleri belediyelere veyahut da diğer
kuruluşlara vermek suretiyle yeni tesisler kazanmanın yoluna gitmiştir. Kayseri konusu,
değerli arkadaşlarım, şu şekilde gerçekleşmiştir: Bu bizden önceki bir konudur
ama benim de onayladığım bir konudur açıkçası. Keşke bu modelleri diğer
illerimizde de şeffaf bir şekilde çoğaltabilsek, artırabilsek. Bizim Kayseri
Stadımız, kıymet takdir komisyonunun metrekaresine bin YTL değer koyduğu ve
bunun karşılığında 77 trilyon liralık bir arsa değeri tutan bir gayrimenkulümüz. Kayseri
Büyükşehir Belediyesi, bu 77 trilyon liralık arsa değeri karşısında, gençlik
spor teşkilatımıza tam 100 trilyon liralık bir tesis yapmış değerli
arkadaşlarım. Bu tesiste neler var? Şu andaki bizim stadımız 20 bin kişilik.
Büyükşehir Belediyemizin yapacağı stat, 33 bin kişilik bir stat. Bunun dışında,
7.200 seyirci kapasitesine sahip spor salonu, olimpik
havuz, bin seyircili salon, yine 500 seyircili ikinci salon, gençlik merkezi,
sentetik yüzeyli atletizm pisti ve il müdürlüğü hizmet binası, artı üç adet
futbol sahası. Yani, biz, Kayseri Büyükşehir Belediyemize tek stadımızı
vermişiz, bu stadın karşısında, Büyükşehir Belediye Başkanımız, bize şu anda
saymış olduğum bu tesislerin yapımını taahhüt etmiş. Bu tesislerin şu anda
yapımı devam ediyor. (AK Parti sıralarından alkışlar) Ayrıca, Kayseri
Büyükşehir Belediye Başkanımız, spora yatkınlığı dolayısıyla, Erciyes Dağı’na
kış sporları için çok büyük miktarda yatırım yapmayı da planlamış. Gerçekten
Erciyes’i kış sporlarının merkezi yapacak çok büyük bir proje. İnşallah
gerçekleştiği zaman özellikle kış sporlarının yapılmasının merkezi hâline
gelecek bir konum. Dolayısıyla, biz Gençlik Spor olarak, yeni tesisleri,
Kayseri’deki spor camiasının ve Türk sporunun hizmetine vermekten büyük bir
mutluluk duyuyoruz. Bu projeyi Bursa’da düşünüyoruz, Ankara’da düşünüyoruz.
Antalya’da bu devam ediyor. İşte Galatasaray bu şekilde yaptı. Belki Beşiktaş
da aynı şekilde bir yöntem deneyecek. Biz, bu teşvik ettiğimiz bir finansman
modelidir, dolayısıyla bunlarla birlikte Türk sporuna yeni tesisler
kazandırıyoruz. Halter
Federasyonumuz, değerli arkadaşlarım, bir ceza aldı maalesef. Bu ceza,
Federasyon tarafından ödendi. Ama, bu cezaya sebep olan kişiler hakkında
Federasyon rücu davası açtı. Federasyonun ödemiş
olduğu bu parayı kendilerinden geri almak için böyle bir dava açılmış
bulunmaktadır. Süreyya Ayhan
meselesi: Evet, Türkiye’yi temsil etmiştir, millî bayrağımızı
dalgalandırmıştır, İstiklal Marşı’mızı söyletmiş bir
değerli sporcumuz. Emin olun, geldiği nokta itibarıyla, hem kendi adına hem de
ülkemiz atletizmi adına son derece büyük üzüntü duyduğum bir olay. Değerli
arkadaşlarım, biz Süreyya Ayhan’a, millî sporcularımıza sonuna kadar sahip
çıkarız. Yani, ona sahip çıkmak konusunda hiçbir ön yargımız yok, hiçbir
çekişmemiz yok. Hele ben bu Bakanlığa yeni geldim. Yani, geçmişte bir şey
yaşandıysa onlar adına, benim kafamda hiçbir şey yok. Ama, bu kardeşimiz, bu
arkadaşımızın bize uluslararası kuruluşlar nezdinde
kendini haklı çıkarabilecek çok güçlü argümanlar vermesi lazım. Bu doping testi
bilimsel bir test. Eğer uluslararası kuruluş “Pozitif çıktı.” diyorsa bunun
aksini ispat etmek o kadar zor bir hadise ki. Birinci numune öyle çıkmış,
“İkinci numuneyi aç.” demişler, ikinci numune de o şekilde pozitif çıkmış.
Yani, bütün bunlara rağmen eğer savunabileceğimiz zerre bir nokta varsa biz bu
kardeşimizin hakkını sonuna kadar savunuruz. Kendilerine randevu verdim,
gelecekler antrenörüyle birlikte, bu konuyu etraflı bir şekilde konuşacağız.
Yani, onu savunmaktan hiçbir şekilde geri durmayız. Ama, uluslararası itibarımızı da mutlaka düşünmek zorundayız. Doping konusunda
diyeceğimiz şu: Ben, buradaki bir kanun vesilesiyle de arz ettim. Değerli
arkadaşlarım, biz sporcularımızın temiz spor yapmasını istiyoruz. Başarılarına
zerre kadar hile hurda, gölge düşsün istemiyoruz. Sportmence yarışsınlar,
isterse yarışı en sonra tamamlasınlar. Ama, bizi, temsil açısından,
sportmenliğe uygun şekilde, en iyi şekilde temsil etsinler. Yani, sporun zaten
özünde bu var. Yani, dopingle, hileyle hurdayla kazanılmış bir başarı yerine
dürüstçe yarışılmış bir sonunculuk daha onurludur diye düşünüyorum. Bizim
tavsiyemiz budur. (AK Parti sıralarından alkışlar) Evet, millî
takım’la ilgili bazı şeyler söylendi. Lütfen arkadaşlar, millî takım konusunu
şey yapmayalım. “Fatih Hoca şu kadar para alıyor…” Bu, artık Federasyonun
takdiridir veyahut da biçmiş olduğu bir değerdir. Fatih Terim bizim
yetiştirdiğimiz bir evladımızdır. Futbolculuğunda, antrenörlüğünde Türk sporuna
hizmet etmiş bir spor adamıdır. Ha, tartışılmayacak yönleri yok mu? Vardır,
teknik yönden olabilir. Ama, Meclis kürsüsünde millî takım antrenörümüzü, millî
takım sporcularımızı, cemaatti, tarikattı… Asla ve asla bunlara hiç girmeyelim.
Bu, milli takımımıza çok zarar verir arkadaşlar. Spor, yeşil sahaya çıktığı
zaman orada dini, milliyeti yok bu işin. Eğer gücün varsa, kabiliyetin varsa
oynuyorsun. Başka hiç yan bir enstrüman seni orada kurtarmıyor; dayılık, torpil
orada yok. (Mikrofon
otomatik cihaz tarafından kapatıldı) BAŞKAN – Sayın Başesgioğlu, lütfen sözlerinizi tamamlayınız. DEVLET BAKANI
MURAT BAŞESGİOĞLU (Devamla) – Peki Başkanım. Evet, soruların
bir kısmı cevapsız kaldı. BAŞKAN – Üç
dakika süreniz var. DEVLET BAKANI
MURAT BAŞESGİOĞLU (Devamla) – Peki, teşekkür ederim. Bir de burada
tutanakların düzeltilmesi açısından söylemeyi yararlı buluyorum. Bir
arkadaşımız “Seksen dört yıllık cumhuriyet döneminde bizi yönetenler bizi ne
özgürleştirdiler ne zenginleştirdiler.” dedi. Hayır arkadaşlar, cumhuriyetimizi
kuranlar, seksen dört yıllık dönemde ülkemizi yönetenler bize özgür bir ülke bıraktılar, hem de çıplak ayaklarla
savaşarak bize özgür bir ülke bıraktılar, büyük bir zenginlik bıraktılar. (AK
Parti, CHP ve MHP sıralarından alkışlar) Şimdi sıra bizde. Onların o gün
gösterdiği fedakârlığı biz bugün göstereceğiz. Bununla bağlantılı olarak, işte,
“Bakan çocukları, milletvekili çocukları” filan dediler. Bu da son derece
yanlış. Bunu yapmayalım arkadaşlar. Benim çocuğum Ağrı’da askerlik yaptı. Şunu
söylüyorum: Siyasetçi, adanmış hayat demektir. Siyasetçi bu topluma hayatını
adamayı göze almıyorsa siyaset yapmayacak. (AK Parti sıralarından alkışlar)
Eğer ölümse, ölüm sırası öncelikle bizdedir. Fakir fukaradan önce ölüm sırası
öncelikle bizdedir. Biz, bu toplumun önündeki… KAMER GENÇ
(Tunceli) – Sayın Bakan, rapor alanlar
var çocuklarına. DEVLET BAKANI
MURAT BAŞESGİOĞLU (Devamla) – Efendim, Duyamadım sesinizi. (AK Parti
sıralarından “Boş konuşuyor.” sesleri) DURDU MEHMET
KASTAL (Osmaniye) – Gerek yok Sayın Bakan. DEVLET BAKANI
MURAT BAŞESGİOĞLU (Devamla) – Onun için, şehitlikle, askerlikle, kutsal
kavramlarla lütfen bu kadar kolay oynamayalım, basit oynamayalım.
Vatandaşımızın maneviyatını bozmayalım. Evet, terörden canımız yanıyor. O canı
yanan anaların acısıyla biz de sonsuz büyük üzüntüye düşüyoruz; ama, burası
Parlamento, işte, maharet burada. Buyurun, bu terörü önleme konusunda gücümüzü,
birikimimizi ortaya koyalım, bunu çözelim. Bizden beklenen bu. Türkiye’nin
değişmezlerini, vazgeçilmezlerini ortaya koyalım. İşte, tek bayrak, tek vatan,
tek ülke diyoruz. Çizdiğimiz büyük çerçeve bu. Bunun dışında da başka hiçbir
şeye bakmıyoruz. Kim etnik kökenden gelmiş, kim nereden gelmiş, hiç bunlara
bakmıyoruz. Bu kadar geniş çerçeve içerisinde biz bir uzlaşma bulamazsak, bir
barış yaratamazsak, bizden sonraki nesiller bize ne diyecek acaba? Bütçemizin
hayırlı olmasını diliyorum. Katkı sağlayan bütün arkadaşlarıma, çalışma
arkadaşlarım adına teşekkür ediyor, hepinize saygılar sunuyorum. (AK Parti
sıralarından alkışlar) BAŞKAN – Teşekkür
ediyoruz Sayın Başesgioğlu. Şahsı adına,
aleyhinde söz isteyen Aydın Milletvekili Sayın Ali Uzunırmak. Buyurunuz Sayın Uzunırmak. (MHP sıralarından alkışlar) Süreniz beş
dakikadır. ALİ UZUNIRMAK
(Aydın) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; hepinizi en derin saygılarımla
selamlıyorum. Gençliğin ve
sporun aleyhinde olmak tabii ki mümkün değil. Ben hemen başta şunu ifade etmek
istiyorum ki, görüşlerimi analizci, yapıcı, yol gösterici bir muhalefet
anlayışı içerisinde sürdürmek istiyorum. Kıymetli
arkadaşlar, devletimizin banisi, kurucumuz Yüce Atatürk: “Ben sporcunun zeki,
çevik, aynı zamanda ahlaklı olanını severim.” diyor. Ne kadar veciz bir sözle,
sporun ve sporcunun ne anlama geldiğini, ne anlamda faaliyet göstermesi
gerektiğini ifade etmiş. Bugün sporu tarif etmek istediğimizde, her dalda
insanın bedensel, ruhsal ve zihinsel gelişimini temin eden en belirleyici,
bireysel ve takım sporları olarak ele aldığımızda, en verimli faaliyet
alanıdır. İşte, Atatürk de bu ruhsal, fiziksel ve bedensel gelişmeyi de “zeki,
çevik ve ahlaklı” olarak tarif etmiş. Kıymetli
arkadaşlar, tabii ki, bu açıdan baktığımızda, dolayısıyla devlet,
vatandaşlarının bu alanlardaki gelişimini temin etmek için her türlü imkân ve
kabiliyetlerini kullanmalıdır. Günümüzde doğru değerlerle gelişmiş bireyler
toplumun geleceğinin teminatıdırlar. Kıymetli arkadaşlar,
sporun siyaseti olmalıdır, ama, hiçbir zaman siyasetin sporu olmamalıdır. Eğer
siyasetin sporu oluşturulmaya başlanırsa, bu, yanlışın en büyük başlangıcı
olur. Hemen konuşmamın
başında, üzülerek de olsa, bugünkü iktidardaki arkadaşlarımızın dün ilk
iktidara geldiklerinden bugüne, Kayak Federasyonundan Otomobil Yarışları
Federasyonuna, en açık şekilde, daha dün Futbol Federasyonuna varıncaya kadar
seçimlerinde “benden olan- olmayan” müdahalesi yapılmıştır. Bunun sporun amaç
ve kabullerine sığdırılamayacağının altını çizerek belirtmek istiyorum. Kıymetli
arkadaşlar, ön yargılardan ve siyasi gayeden uzak, sporu organize etmek için
bakış açılarımı sizlerle paylaşmak istiyorum. Günümüzde spor faaliyetleri iki
eksende yapılmakta ve gelişmektedir: Bunlardan birincisi, profesyonel yarışmacı
zirve sporları, bireysel ve takım oyunları olarak yapılıyor. İkincisi, amatörce
kitle sporları, gene, bireysel ve takım oyunları olarak yapılan başlıklar
altında toplanıyor. Bunların, her başlığın kendi ve içerisindeki unsurlarının
ayrı bakış açıları, gerçekleri, problemleri ve çözümleri ele alınmalıdır. Ancak
bu analizci ve yapıcı sürdürülebilir plan içerisinde, sporun, sporcunun
problemlerini çözer, başarıyı yakalayabilir, kaynakları verimli, etkin
kullanabiliriz. Yoksa, bugün ve
bugüne kadarki gibi, “Uydum geçmişe. Saldım çayıra, Mevla’m kayıra” gidiş,
kaynakların verimli kullanılmaması ve tesadüf, geçici başarılara mahkûmiyetin
devamı anlamına gelir. Amatör kitle
sporları, halk için ve mensubu sayıca çok fazla olan ve günden güne artan ve
mutlaka teşvik edilerek daha yaygınlaştırılması gereken bir alandır.
Özendirilmeli, kulüp ve dernekleri mutlaka kendi içinde denetlenmeli ve
yönlendirme eğitim desteği planlanmalıdır. Burada bütün kurumlara görev
düşmekte. Yerel yönetimler bugün olduğu gibi profesyonel kulüp ve
yöneticiliğinden, denetlenemez konumlarından arındırılmalı, bütçelerinden
kanunla ve denetlenebilir şekilde gerekli miktarlar ayrılmalıdır. Bunlar sadece
belediye değil, özel idarelerce de görevlendirilmelidir. Profesyonel dallar da
aynı şekilde değerlendirilmeli, ama yerel yönetimler amatörlere, kitle
sporlarına daha ağırlık vermelidirler. (Mikrofon
otomatik cihaz tarafından kapatıldı) BAŞKAN – Sayın Uzunırmak, lütfen sözlerinizi tamamlayınız. ALİ UZUNIRMAK
(Devamla) – Teşekkür ediyorum Sayın Başkan. Kıymetli
arkadaşlar, ülkemizin en önemli problemleri, bilimsel, genetik manada sporcunun
daha başlangıçtaki özellikleri, yarınlardaki başarısını hazırlamaktadır.
Dolayısıyla, Türkiye’mizin spor dallarında genetik özelliklere uygun coğrafi
haritası çıkartılmalı ve en önemli nitelik olarak, burada, bu dallarda
sporcular ayrı ayrı alanlarda teşvik edilmelidir.
Örneklendirmek istersek, mesela bugün Karadeniz Bölgemizde mümkündür ki,
folklorik özelliklerinden olsa gerek, coğrafi yapıdan olsa gerek, hareketlilik
beklenen bir spor dalında, futbolda başarılı futbolcular çıkmaktadır, İç
Anadolu’dan minder güreşçilerimiz çıkmaktadır, başka alanlarda yağlı
güreşçilerimiz çıkmaktadır, belli alanlarda yüzücülerimiz çıkmaktadır.
Dolayısıyla, şunu teklif etmek istiyorum: Genetik coğrafyamız çıkarılıp, bu
genetik özelliklerin yarışmacı sporlarda, özellikli olan bölgelerde o dalların
teşvik edilmesi planlamamız dâhilinde olmalıdır. Spor bütçemiz
hayırlı olsun. Saygılar
sunuyorum. (MHP sıralarından alkışlar) BAŞKAN – Teşekkür
ediyoruz Sayın Uzunırmak. Sayın
milletvekilleri… KAMER GENÇ
(Tunceli) – Sayın Başkan, biraz önce Cemil Çiçek benim ismimden de bahsederek,
“Meclisin çalışma adabını bilmiyor, söz almasını bilmiyor.” dedi. Bir
sataşmadır, sataşmadan dolayı söz istiyorum. İSMAİL BİLEN
(Manisa) – Doğru! KAMER GENÇ
(Tunceli) – Sayın Başkan, müsaade eder misiniz iki dakika efendim. BAŞKAN –
Yerinizden, bir dakika cevap veriniz lütfen. Buyurunuz, bir
dakika. VI.- SATAŞMALARA İLİŞKİN KONUŞMALAR VE AÇIKLAMALAR 1.- Tunceli Milletvekili Kamer Genç’in, Devlet Bakanı ve
Başbakan Yardımcısı Cemil Çiçek’in konuşmasında şahsına sataşması nedeniyle
konuşması KAMER GENÇ
(Tunceli) – Teşekkür ederim Sayın Başkan. Biraz önce
konuşmalara cevap veren Cemil Çiçek dedi ki: “Efendim, 2002 seçiminden önce
bayatlamış laflar…” İSMAİL BİLEN
(Manisa) – Yalan mı? KAMER GENÇ
(Tunceli) - Şimdi, Sayın Başkanım, esas suistimali
yapan bakanlardır. Anayasa’nın 100’üncü maddesine göre bakanların ömür boyu
dokunulmazlıkları vardır. Şimdi, AKP 2002’de iktidara geldikten sonra, ondan
önce bakanlık yapan kişileri, suistimalleri kasıtlı
olarak örtbas etti. Çünkü, bakanlar hakkında dokunulmazlığın kalkması önemli
değil. En az 55 milletvekilinin soruşturma önergesi vermesi lazım ve bunun
araştırılması lazım, suç unsurunun tespit edilmesi lazım. Ben, şimdi
kendilerine teklif ediyorum: Maliye Bakanı Unakıtan’la
ilgili olarak bir soruşturma önergesini verelim, 55 kişi bana imza veriyorsa.
Bakın bakalım kim hapishaneye gidecek? Oğlunun
o 30 bin dolarlık meselesini ispatlayalım. Buyurun. Savcıların yapacağı
iş değil ki, bizim yapacağımız iş. Tayyip Erdoğan’ın oğlunun aldığı gemiyi hangi şartlarda
aldığını… (Mikrofon
otomatik cihaz tarafından kapatıldı) BAŞKAN – Teşekkür
ediyoruz Sayın Genç. KAMER GENÇ
(Tunceli) – Süre dolmadı efendim. V.- KANUN TASARI VE TEKLİFLERİ İLE KOMİSYONLARDAN GELEN DİĞER İŞLER
(Devam) A) KANUN TASARI VE TEKLİFLERİ (Devam) 1.- 2008 Yılı Merkezi Yönetim Bütçe Kanunu Tasarısı ve Plan
ve Bütçe Komisyonu Raporu (1/426) (S.Sayısı:57) (Devam) 2.- 2006 Yılı Merkezi Yönetim Kesin Hesap Kanunu Tasarısı
ile Merkezi Yönetim Bütçesi Kap-samındaki İdare ve Kurumların 2006 Bütçe Yılı
Kesin Hesap Tasarısına Ait Genel Uygunluk Bildirimi ve Eki Raporlarının Sunulduğuna Dair Sayıştay Başkanlığı
Tezkeresi ile Plan ve Bütçe
Komisyonu Raporu ( 1/267, 3/191)
(S.Sayısı: 58) (Devam) A) GENÇLİK VE SPOR GENEL MÜDÜRLÜĞÜ (Devam) 1.- Gençlik ve Spor
Genel Müdürlüğü 2008 Yılı Merkezi
Yönetim Bütçesi 2.- Gençlik ve Spor
Genel Müdürlüğü 2006 Yılı Merkezi Yönetim Kesin Hesabı B) DEVLET PERSONEL BAŞKANLIĞI (Devam) 1.- Devlet Personel
Başkanlığı 2008 Yılı Merkezi Yönetim
Bütçesi 2.- Devlet Personel
Başkanlığı 2006 Yılı Merkezi Yönetim
Kesin Hesabı C) BAŞBAKANLIK YÜKSEK DENETLEME KURULU (Devam) 1.- Başbakanlık
Yüksek Denetleme Kurulu 2008 Yılı
Merkezi Yönetim Bütçesi 2.- Başbakanlık
Yüksek Denetleme Kurulu 2006 Yılı
Merkezi Yönetim Kesin Hesabı D) TÜTÜN, TÜTÜN MAMÛLLERİ VE ALKOLLÜ İÇKİLER PİYASASI
DÜZENLEME KURUMU (Devam) 1.- Tütün, Tütün
Mamûlleri ve Alkollü İçkiler Piyasası Düzenleme Kurumu 2008 Yılı Merkezi Yönetim Bütçesi 2.- Tütün, Tütün
Mamûlleri ve Alkollü İçkiler Piyasası Düzenleme Kurumu 2006 Yılı Merkezi Yönetim Kesin Hesabı E) TÜRKİYE VE ORTA-DOĞU AMME İDARESİ ENSTİTÜSÜ (Devam) 1.- Türkiye ve
Orta-Doğu Amme İdaresi Enstitüsü 2008 Yılı Merkezi Yönetim Bütçesi 2.- Türkiye ve
Orta-Doğu Amme İdaresi Enstitüsü 2006
Yılı Merkezi Yönetim Kesin Hesabı BAŞKAN – Sayın
milletvekilleri, beşinci turdaki görüşmeler tamamlanmıştır. Şimdi, soru-cevap
bölümüne geçiyoruz. Sayın
milletvekilleri, sizlerden şunu rica ediyorum: Soru-cevap bölümü on beş
dakikadır son Danışma Kurulu kararı gereğince. Bu on beş dakikanın yedi buçuk
dakikası sorulara aittir, yedi buçuk dakikası da cevaba. Bunun için,
sorularınızı, lütfen, en kısa şekilde ve özlü bir şekilde sorunuz. Şimdi, ilk soru
Sayın Kaplan’a aittir. Buyurunuz Sayın
Kaplan. HASİP KAPLAN (Şırnak) – Sayın Başesgioğlu’na
sorularım: Öncelikle, Sayın
Bakanın temennisine yürekten katılıyorum. Bu Meclisin evlat acısına son vermesi
konusunda hep beraber, birlikte hareket etme sorumluluğunda olduğumuzu buradan
ifade etmek istiyorum. İkinci önerisi
Meclis araştırmasına da katılıyoruz. Eski bir İdilspor
Başkanı olarak gerçekten birlikte, ilk birliktelik adımına ortak bir komisyon
oluşturarak başlayabiliriz ve buradan da hemen Sayın Bakanım, şiddet konusuna
geliyorum, sporda şiddet. Sporda şiddeti sonlandıracak yasal düzenleme ne
aşamada ve tribünlerde artık siyaseti nasıl durdurabiliriz? İkincisi, 2008
Pekin Olimpiyatlarına hazır mıyız? İstanbul, altyapısıyla aday olmaya hazır
oluyor mu? Akabinde, bir de Japon Sosyal Gelişme Fonu’ndan sağlanan yardımlar
var yüklü. Bunların AB eğitim gençlik programlarıyla beraber katılımı ve
programlanması nasıl yapılıyor? Biz bu konularda, gençliğimizin katılımı
konusunda eksik olduğunu düşünüyoruz. Teşekkür
ediyorum, sağ olun. BAŞKAN – Teşekkür
ediyorum Sayın Kaplan. Sayın Birgün... RECAİ BİRGÜN
(İzmir) – Sayın Bakanım, yapılan konuşmalardan, 2008 yılı içerisinde “Kamu
Personel Reformu”nu gerçekleştirmeyi hedeflediğiniz anlaşılıyor. Oysa bütçe
incelendiğinde, bu reform, yapılacak reform için herhangi bir kaynak göze
çarpmıyor. Kamu Personel Reformu’nda çalışanların ve emeklilerin özlük
haklarında nasıl bir iyileştirme düşünülüyor? Kamu Personel
Reformu’nda sözleşmeli personel uygulamasına ağırlık vermeyi düşünüyor musunuz? Sporun temeli
sayılan atletizmde tüm Türkiye’de 400 civarında antrenör sayısı, genç nüfus da
dikkate alındığında, çok az kalmıyor mu oran olarak, sayısı artırılabilir mi? Çocuklarımızın
ilkokul çağında yatkın olduğu spor dallarına yönlendirilmesi için Gençlik Spor
Genel Müdürlüğünün bir çalışması var mıdır? BAŞKAN – Teşekkür
ediyoruz Sayın Birgün. Sayın Tütüncü,
buyurun. ENİS TÜTÜNCÜ
(Tekirdağ) – Teşekkür ederim Sayın Başkan. Tütün Mamulleri
ve Alkollü İçkiler Piyasası Düzenleme Kurulu ile ilgili iki soru soracağım: Birincisi şu:
Bizim Tekirdağ’da üretilen bir şişe sofra şarabının orijinal fiyatı 1 YTL iken
bunun üzerine 2 lira 70 kuruş, yani yaklaşık 3 YTL ÖTV getirildi. Ne var ki, bu
verginin yükü tamamen gariban, küçük, yoksul üzüm üreticisinin üzerine düşüyor.
Ayrıca, sofra şarabındaki böylesine yüksek vergi, yurt dışından kaçak, ucuz
şarap talebini de artıyor. Küçük üzüm üreticilerini koruma amacıyla şaraptaki
bu ÖTV’yi, sofra şarabındaki bu ÖTV’yi
ne zaman düşüreceksiniz? Geçen dönem 3 kez söz verildi, yerine getirilmedi. İkinci sorum
efendim, son sorum: Sigara ve içki kaçakçılığını ortadan kaldırmak için, 2008
yılında, özel olarak 2008’e mahsus ne gibi önlemler, politikalar düşünülüyor? Teşekkür ederim
efendim. BAŞKAN – Teşekkür
ederim Sayın Tütüncü. Sayın Doğru,
buyurunuz. REŞAT DOĞRU
(Tokat) – Teşekkür ederim. Devletin çeşitli
kademelerinde 4/B statüsüyle çalışan insanlar, eş durumu ve askerlik görevi
dönüşü gibi mecburi sosyal durumlar için iyileştirme bekliyorlar. Bu konuda bir
çalışma var mıdır? Üniversite mezunu
adayların kamu kurumlarına başvurularında, askerlikte geçirdikleri süreyi yaş
sınırlarına ilave edecek bir kanunu çıkarma yönünde çalışma var mıdır? Türkiye'den
Körfez ülkelerine ihraç edilen tütünün Kuzey Irak’ta işlendikten sonra tekrar
ülkemize sigara olarak sokulduğuna dair ihbar veya bilgi alınmış mıdır? Bununla
ilgili öğrenmek istiyorum. BAŞKAN – Teşekkür
ederiz Sayın Doğru. Sayın Aydoğan… ERGÜN AYDOĞAN
(Balıkesir) – Teşekkür ederim Sayın Başkan. Ege Bölgemizde ve
özellikle Balıkesir’de tütün önemli bir geçim kaynağı iken, uygulanan
politikalar sonrası getirilen kota üreticilerimiz için ciddi sıkıntılar
yaratmıştır. Şark tipi tütün, Türk tütününün arandığı günümüzde, kotaların
artırılması düşünülmekte midir? Bir de yaprak
tütün ithalatı yapılmakta mıdır? Bir de son,
sporla ilgili bir soru sormak istiyorum. Çocuklarımızın ve gençlerimizin kötü
alışkanlıklardan korunması ve daha iyi gelişim göstermeleri için, sporu
okullarda daha etkin hâle getirmeyi düşünüyor muyuz? Teşekkür
ediyorum. BAŞKAN –
Teşekkürler Sayın Aydoğan. Sayın Seçer… VAHAP SEÇER
(Mersin) – Sayın Bakanım, amatör spor dallarının çözüm bekleyen sorunlarıyla
ilgili somut projeleriniz nelerdir? İkinci sorum:
Özürlü vatandaşlarımızın spor yapmalarına katkı sağlayacak çalışmalarınız var
mıdır? Varsa nelerdir? Teşekkür
ediyorum. BAŞKAN – Sayın Güvel. HULUSİ GÜVEL
(Adana) – Teşekkür ediyorum. Sayın Bakanım,
Adana Şehir Stadyumu, nüfusumuz 200 bin iken yeterliydi, bugün 2 milyon nüfuslu
şehrimiz için yetersiz kalmaktadır. Sorum: Bakanlığınızın, Adana merkez ve
ilçeleri için yeni spor kompleksleri projeleri var mıdır? Teşekkür
ediyorum. BAŞKAN – Sayın Ağyüz. YAŞAR AĞYÜZ
(Gaziantep) – Sayın Bakanım, Tekelin
içki bölümü satıldı. Sigara bölümünü de “babalar gibi(!)” satacaksınız. Biz,
satılmasının karşısındayız. Satarken -içki bölümündeki satış gibi- var olan net
aktiflerin tespiti iyi yapıldı mı? Hatırlarsanız, içki bölümü 292 milyon dolara
satıldı, bir buçuk yıl sonra, alan konsorsiyum 890 milyon dolara sattı. Ayrıca,
bu tütün bölümü satılırken, net aktiflerin çok gerçekçi biçimde
değerlendirilmesi lazım. Her yıl
memurlarla bir toplu sözleşme pazarlığına oturuyorsunuz, maalesef, bu komediye
son vermek zamanı gelmiştir. Bunun da yolu, grevli, toplu sözleşmeli sendikal
haktan geçer. Ayrıca, gençlik
spor müdürlüklerimizin arazileri gerçek değerine verilmiyor. Özellikle, iktidar
partisinin yandaşı belediyelere çok cüzi bedellerle veriliyor. Sizin farkına
varmadığınız, imar tadilatıyla, buralar çok büyük ranta dönüştürülüyor. Örneğin
Gaziantep’te son bir yılda verilen arsayı incelerseniz bunu çok net olarak
görürsünüz. Gençlik ve Spor İl Müdürlüğüne kalması gereken kaynaklar, maalesef,
belediyelere rant uğruna veriliyor efendim. Teşekkür ederim. BAŞKAN –
Teşekkürler Ağyüz. Sayın Çalış… HASAN ÇALIŞ
(Karaman) – Sayın Başkan, teşekkür ediyorum. Karaman Tekel Suma Fabrikası, Seydişehir Alüminyum özelleştirme
mağdurları ve Tokat Sigara Fabrikası özelleştirme mağdurlarıyla ilgili, 4/C’yle ilgili bir çalışmanız var mı? İkinci sorum: Son
beş yılda ortaöğretim ve üniversitelerimizden kaç kişi mezun oldu, bunlardan
kaç kişi devlet kadrolarında işe yerleşti, ne kadarı KPSS aracılığıyla
yerleşti, ne kadarı sınav, artı,
mülakatla yerleşti? Teşekkür
ediyorum. BAŞKAN – Teşekkür
ederiz Sayın Çalış. Süremiz
dolmuştur. Şimdi, cevap için
Sayın Bakan? Buyurunuz Sayın Başesgioğlu. DEVLET BAKANI
MURAT BAŞESGİOĞLU (İstanbul) – Teşekkür ediyorum Sayın Başkan, soru soran
arkadaşlara da çok teşekkür ediyorum. Tabii, hepsini,
zamanın yetersiz olması nedeniyle cevaplayamayacağım, geri kalanını yazılı
takdim ederiz değerli arkadaşlarıma. “4/C” diye tabir
edilen, 657 sayılı Kanun’da öngörülen bir istihdam şekli; daha doğrusu, bu, şu
şekilde gündeme geldi: Özelleştirilen bir iş yerinde memursanız başka kamu
kurumlarına yerleşme imkânınız vardı, ama işçiyseniz bu imkân yoktu. Hükûmetimiz aldığı bir kararla, 1992 yılından bu tarafa
özelleştirilen iş yerlerinde işçi pozisyonunda çalışan bütün çalışanları, 4/C
kadrosuyla, ihtiyacı olan kurumlara nakletti. Şimdi, tabii sorun, bu
arkadaşlarımızın on ay çalışmaları ve ücretlerindeki düşüklüktür, bunu
biliyorum, Çalışma Bakanıyken de çok çalıştık bu arkadaşlarla. Bu, bizim
gündemimizde olan bir konu, ama şu anda şu veya bu şekilde bir çözüm olacak,
desek gerçekçi olmaz, ama konunun gündemde olduğunu ifade etmek istiyorum. Bunun dışında,
Sayın Kaplan, şiddet ve düzensizlikle ilgili bir soru yönelttiler. Malum,
Meclisimizden çıkmış olan, sporda şiddetin ve düzensizliğin önlenmesine dair
bir yasa var, bu Yasa’yı revize edeceğiz. Uygulamada karşılığı olmayan bazı
hükümler var, işlemeyen konular var. Kulüplerimizi ve spor dünyasını da, futbol
dünyasını da bütün dinamikleriyle birlikte revize edeceğimiz bu Yasa’nın işler
hâle getirilmesini amaçlıyoruz ve statlarımızda, tesislerimizde sportmenliğe
aykırı olumsuzlukların yaşanmaması için hep birlikte gayret edeceğiz. Yine, 4/B ve
değişik istihdam şekillerine ilişkin sorular yöneltildi, kamu çalışanlarımızın
sendikal faaliyetlerine ilişkin sorular yöneltildi. Değerli arkadaşlarım, bütün
bunların büyük ölçüde çözüme kavuşturulacağı konu, kamu personel rejimidir. Bu
ülkede kamu personel rejimini çıkarmadan çeşitli istihdam şekillerini
düzeltemeyiz, 4/B’yi düzeltemeyiz, 4/C’yi düzeltemeyiz. Bunların dışında, mesela sizin saymadığımız
birtakım insanlarımız var; usta öğreticiler var, Millî Eğitim Bakanlığının
çalıştırdığı, yıllardır halk eğitimde çalışan bayan kardeşlerimiz var,
emekliliğe, sosyal güvenliğe kavuşturamadığımız arkadaşlarımız var. Bütün
bunların çözümü, kamu personel rejiminin çıkarılmasından geçmektedir.
Sendikal hak konusu da, yani toplu sözleşmeli grev hakkının da kamu
çalışanlarımıza tanınabilmesi için bu yasal zeminin oluşturulması gerekiyor.
Yani, bugün, evet, sendikalar var, ama tam anladığımız manada işçi sendikaları
gibi enstrümanlara sahip değiller. Nihai hedefimiz, bu arkadaşlarımızın da işçi
sendikaları gibi toplu sözleşme ve grev hakkına kavuşmasıdır, ama bunun için
yapmamız gereken yasal düzenlemeler olduğunu ifade etmek istiyorum. Kaç dakikam var? BAŞKAN – Dört
buçuk dakikanız var. DEVLET BAKANI
MURAT BAŞESGİOĞLU (İstanbul) – Sayın Bakanıma da haksızlık etmek istemiyorum,
ona da zaman bırakmak istiyorum. Amatör spor
konusu dile getirildi. Amatör spora ayni ve nakdî yardımda bulunuyoruz.
Önümüzdeki dönemde, yine bütçe imkânlarımız nispetinde, amatör spor
kulüplerimize gerek malzeme yardımı gerekse
nakdî olarak yardımda bulunacağız. Tabii bunlar
kâfi değil amatör spor için, daha başka kaynaklara kavuşturmamız lazım,
yerel yönetimlerin amatör sporu desteklemeleri lazım; belediyelerin, il özel
idarelerin bu konuda amatör spor kulüplerimize yardımcı olması gerekiyor. Bu
anlamda, okul sporları çok önemli, Değerli Arkadaşım ifade etti, bu işin
kaynağı okullar değerli arkadaşlarım. Ama bugün, maalesef, müfredatlar,
üniversite, dershane açmazı karşısında çocuklarımızın spora ve spor branşlarına
zamanı kalmıyor daha doğrusu. Böyle bir çıkmaz içerisinde spor. Bunu da çok
etraflı bir şekilde tartışmamız gerektiği kanaatindeyim. Sayın Tütüncü “3
kere söz verildi.” dediniz. Ben söz vermeyeyim izin verirseniz vergi konusunda.
Zaten benim konum değil, ama bu gündemde olan bir konu. Bana bağlı olan kurumun
görevi… Kaçakçılık ve sahtecilik bizim görevimiz dışında. Ancak, bu konuda
devlet birimleri arasında kurulmuş bir koordinasyona biz de katkı veriyoruz.
Bizim esas görevimiz düzenleme konusudur, açılacak tesislere izin verme
konusudur. Ama bu Koordinasyon Kuruluna da Üst Kurulumuz servis vermektedir.
Hep birlikte, ülkemizde şikâyetçi olduğumuz sahtecilik ve kaçakçılık konusu
üzerine elbette gitmek, diğer kurumlarla birlikte bu kurumun görevidir. İzin verirseniz
Sayın Başkanım, diğer soruları arkadaşlarıma yazılı takdim etmek istiyorum. Teşekkür ederim. BAŞKAN – Teşekkür
ederim. Buyurun Sayın
Bakan. DEVLET BAKANI VE
BAŞBAKAN YARDIMCISI CEMİL ÇİÇEK (Ankara) – Teşekkür ederim Sayın Başkan. Bir
iki hususu ben de cevaben açıklamak istiyorum. Biraz evvel Kamer
Genç’in açıklamalarından sonra, kendisine konuşmamda “sayın” demiştim, “sayın”
kelimesi fazladan olmuş, onu geri alıyorum. Evvela onu bir belirtmek istiyorum.
(AK Parti sıralarından alkışlar) İkincisi,
kaçakçılık konusu Türkiye'de Hükûmetin yakinen takip ettiği bir konudur. Çünkü birçok yasa dışı
örgütün de kaçakçılık yoluyla örgüte finansman temin ettiği bilinmektedir.
Aynı zamanda kaçakçılık sınır aşan
suçlar niteliğindedir. Bu nedenle, geçtiğimiz yasama
döneminde MASAK, yani Mali Suçları Araştırma Kuruluyla ilgili olarak bir önemli
yasa çıkardık. En başta petrol kaçakçılığı olmak üzere her türlü kaçakçılık bu
birim yoluyla zaten takip edilmektedir. Aynı zamanda, emniyetin, jandarmanın ve
devletin diğer birimlerinin koordinesi çerçevesinde biz bu faaliyetleri yakinen takip ediyoruz. Aynı zamanda, belli aralıklarla
toplanan hem Millî Güvenlik Kurulunda hem de Terörle Mücadele Yüksek Kurulunda
da kaçakçılık konusu bizim öncelikle üzerinde durduğumuz bir konudur. Sadece
sigara, alkol kaçakçılığıyla ilgili değil, insan kaçakçılığı, uyuşturucu
ticareti de dâhil hepsi Türkiye’nin ve emniyet birimlerimizin, güvenlik birimlerimizin,
zaten kamoyuna yansıyan faaliyetlerinden de
görülmektedir ki, çok ciddi ölçüde bunların üzerinde duruluyor, durulmaktadır.
Hatta bu yönden Türkiye takdir de almaktadır, uluslararası kuruluşlar nezdinde. Bu konuyla ilgili eğer yasal bir eksiklik varsa,
önümüzdeki dönemde bunları da tamamlamaya çalışırız, ama şu an etkin bir iş
birliği ve koordinasyon içerisinde bu faaliyetleri sürdürüyor, sürdürmeye de
devam edeceğiz. Sair konularla ilgili hususlar varsa onu da zaman içinde
açıklarız. Teşekkür ederim
Sayın Başkan. BAŞKAN – Teşekkür
ederiz Sayın Çiçek. Şimdi, sırasıyla
beşinci turda yer alan bütçelerin bölümlerine geçilmesi
hususunu ve bölümleri ayrı ayrı okutup oylarınıza
sunacağım. Gençlik ve Spor
Genel Müdürlüğü 2008 Yılı Merkezi Yönetim bütçesinin bölümlerine geçilmesini oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler... Kabul Etmeyenler... Kabul edilmiştir. Bölümleri
okutuyorum: 40.14 - GENÇLİK VE SPOR GENEL MÜDÜRLÜĞÜ 1.– Gençlik ve Spor Genel Müdürlüğü 2008 Yılı Merkezi
Yönetim Bütçesi A – C E T V E L İ
BAŞKAN– Kabul edenler... Kabul etmeyenler... Kabul edilmiştir. (B) cetvelini
okutuyorum: B – C E T V E L İ
BAŞKAN – Kabul edenler... Kabul etmeyenler... Kabul edilmiştir. Gençlik ve Spor
Genel Müdürlüğünün 2008 Yılı Merkezi Yönetim Bütçesinin bölümleri kabul
edilmiştir. Gençlik ve Spor
Genel Müdürlüğünün 2006 Yılı Merkezi Yönetim
Kesin Hesabının bölümlerine geçilmesini
oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler... Kabul etmeyenler... Kabul edilmiştir. 2.– Gençlik ve Spor Genel Müdürlüğü 2006 Yılı Merkezi
Yönetim Kesin Hesabı BAŞKAN– (A)
cetvelinin genel toplamını okutuyorum: Gençlik ve Spor
Genel Müdürlüğü 2006 Yılı Merkezi Yönetim Kesin Hesabı A – C E
T V E L İ (YTL) - Genel Ödenek
Toplamı : 333.318.265,60 - Toplam Harcama
: 298.463.450,59 - Ödenek Dışı
Harcama
: 120.293,07 - İptal Edilen
Ödenek : 34.975.108,08 BAŞKAN– (A)
cetvelini kabul edenler... Kabul etmeyenler... Kabul edilmiştir. (B) cetvelinin genel toplamını okutuyorum: B – C E
T V E L İ YTL - Bütçe tahmini : 316.810.000,00 - Yılı net
tahsilatı : 349.763.995,67 BAŞKAN– (B) cetvelini kabul edenler... Kabul
etmeyenler... Kabul edilmiştir. Gençlik ve Spor
Genel Müdürlüğü 2006 Yılı Merkezi Yönetim
Kesin Hesabının bölümleri kabul edilmiştir. Devlet Personel
Başkanlığı 2008 Yılı Merkezi Yönetim Bütçesinin bölümlerine geçilmesini
oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler... Etmeyenler... Kabul edilmiştir. Bölümleri
okutuyorum: 07.78 - DEVLET PERSONEL BAŞKANLIĞI 1.– Devlet Personel
Başkanlığı 2008 Yılı Merkezi Yönetim Bütçesi A – C E T V E L İ
BAŞKAN– Kabul edenler... Etmeyenler... Kabul edilmiştir. Devlet Personel
Başkanlığı 2008 Yılı Merkezi Yönetim Bütçesinin bölümleri kabul edilmiştir. Devlet Personel
Başkanlığı 2006 Yılı Merkezi Yönetim
Kesin Hesabının bölümlerine geçilmesini
oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler... Etmeyenler... Kabul edilmiştir. 2.– Devlet Personel Başkanlığı 2006 Yılı Merkezi
Yönetim Kesin Hesabı BAŞKAN– (A)
cetvelinin genel toplamını okutuyorum: Devlet Personel
Başkanlığı 2006 Yılı Merkezi Yönetim Kesin Hesabı A – C E T
V E L İ (YTL) - Genel Ödenek
Toplamı
: 9.530.000,00 - Toplam Harcama
: 7.570.782,69 - İptal Edilen
Ödenek : 1.959.217,31 BAŞKAN– (A)
cetvelini kabul edenler... Etmeyenler... Kabul edilmiştir. Devlet Personel
Başkanlığı 2006 Yılı Merkezi Yönetim
Kesin Hesabının bölümleri kabul edilmiştir. Başbakanlık
Yüksek Denetleme Kurulu 2008 Yılı Merkezi Yönetim Bütçesinin bölümlerine geçilmesini oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler...
Etmeyenler... Kabul edilmiştir. Bölümleri
okutuyorum: 07.79 - BAŞBAKANLIK YÜKSEK DENETLEME KURULU 1.– Başbakanlık
Yüksek Denetleme Kurulu 2008 Yılı Merkezi Yönetim Bütçesi A – C E T V E L İ
BAŞKAN– Kabul edenler... Etmeyenler... Kabul edilmiştir. Başbakanlık
Yüksek Denetleme Kurulu 2008 Yılı Merkezi Yönetim Bütçesinin bölümleri kabul
edilmiştir. Başbakanlık
Yüksek Denetleme Kurulu 2006 Yılı Merkezi Yönetim Kesin Hesabının bölümlerine geçilmesini oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler...
Etmeyenler... Kabul edilmiştir. 2.– Başbakanlık Yüksek Denetleme Kurulu 2006 Yılı Merkezi
Yönetim Kesin Hesabı BAŞKAN– (A)
cetvelinin genel toplamını okutuyorum: Başbakanlık
Yüksek Denetleme Kurulu 2006 Yılı Merkezi Yönetim Kesin Hesabı A – C E
T V E L İ (YTL) - Genel Ödenek
Toplamı : 9.235.000,00 - Toplam Harcama : 7.825.240,30 - İptal Edilen
Ödenek : 1.409.759,70 BAŞKAN– (A)
cetvelini kabul edenler... Etmeyenler... Kabul edilmiştir. Başbakanlık Yüksek Denetleme Kurulu 2006 Yılı
Merkezi Yönetim Kesin Hesabının
bölümleri kabul edilmiştir. Tütün, Tütün
Mamulleri ve Alkollü İçkiler Piyasası Düzenleme Kurumu 2008 Yılı Merkezi
Yönetim Bütçesinin bölümlerine geçilmesini oylarınıza
sunuyorum: Kabul edenler... Etmeyenler... Kabul edilmiştir. Bölümleri
okutuyorum: 42.09 - TÜTÜN, TÜTÜN MAMÛLLERİ VE ALKOLLÜ İÇKİLER PİYASASI DÜZENLEME KURUMU 1.– Tütün, Tütün Mamûlleri ve Alkollü İçkiler Piyasası
Düzenleme Kurumu 2008 Yılı Merkezi Yönetim Bütçesi A – C E T V E L İ
(B) cetvelini okutuyorum: B – C E T V E L İ
BAŞKAN– Kabul edenler... Etmeyenler... Kabul edilmiştir. Tütün, Tütün
Mamûlleri ve Alkollü İçkiler Piyasası Düzenleme Kurumu 2008 Yılı Merkezi
Yönetim Bütçesinin bölümleri kabul edilmiştir. Tütün, Tütün
Mamûlleri ve Alkollü İçkiler Piyasası Düzenleme Kurumu 2006 Yılı Merkezi
Yönetim Kesin Hesabının bölümlerine geçilmesini
oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler... Etmeyenler... Kabul edilmiştir. 2.– Tütün, Tütün Mamûlleri ve Alkollü İçkiler Piyasası
Düzenleme Kurulu 2006 Yılı Merkezi Yönetim
Kesin Hesabı BAŞKAN– (A)
cetvelinin genel toplamını okutuyorum: Tütün, Tütün
Mamulleri ve Alkollü İçkiler Piyasası Düzenleme Kurulu 2006 Yılı Merkezi
Yönetim Kesin Hesabı A – C E
T V E L İ (YTL) - Genel Ödenek
Toplamı : 43.400.712,00 - Toplam Harcama
: 38.420.115,45 - İptal Edilen
Ödenek : 4.980.596,55 BAŞKAN– (A)
cetvelini kabul edenler... Etmeyenler... Kabul edilmiştir. (B) cetvelinin
genel toplamını okutuyorum: B – C E
T V E L İ YTL - Bütçe tahmini : 43.400.712,00 - Yılı net
tahsilatı : 39.913.897,99 BAŞKAN– (B) cetvelini kabul edenler... Etmeyenler...
Kabul edilmiştir. Tütün, Tütün
Mamulleri ve Alkollü İçkiler Piyasası Düzenleme Kurumu 2006 Yılı Merkezi
Yönetim Kesin Hesabının bölümleri kabul
edilmiştir. Türkiye ve Orta
Doğu Amme İdaresi Enstitüsü 2008 Yılı Merkezi Yönetim Bütçesinin bölümlerine geçilmesini oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler...
Etmeyenler... Kabul edilmiştir. Bölümleri
okutuyorum: 40.07- TÜRKİYE VE ORTA DOĞU AMME İDARESİ ENSTİTÜSÜ 1.– Türkiye ve Orta Doğu Amme İdaresi Enstitüsü 2008 Yılı
Merkezi Yönetim Bütçesi A – C E T V E L İ
BAŞKAN– Kabul edenler... Etmeyenler... Kabul edilmiştir. (B) cetvelini
okutuyorum: B – C E T V E L İ
BAŞKAN– Kabul edenler... Etmeyenler... Kabul edilmiştir. Türkiye ve Orta
Doğu Amme İdaresi Enstitüsü 2008 Yılı Merkezi Yönetim Bütçesinin bölümleri
kabul edilmiştir. Türkiye ve Orta
Doğu Amme İdaresi Enstitüsü 2006 Yılı Merkezi Yönetim Kesin Hesabının bölümlerine geçilmesini oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler...
Etmeyenler... Kabul edilmiştir. 2.– Türkiye ve Orta Doğu Amme İdaresi Enstitüsü 2006 Yılı
Merkezi Yönetim Kesin Hesabı BAŞKAN– (A)
cetvelinin genel toplamını okutuyorum: Türkiye ve Orta
Doğu Amme İdaresi Enstitüsü 2006 Yılı Merkezi
Yönetim Kesin Hesabı A – C E
T V E L İ (YTL) - Genel Ödenek
Toplamı : 4.250.000,00 - Toplam Harcama
: 3.848.754,19 - İptal Edilen
Ödenek : 401.245,81 BAŞKAN– (A)
cetvelini kabul edenler... Etmeyenler... Kabul edilmiştir. (B) cetvelinin genel toplamını okutuyorum: B – C E
T V E L İ YTL - Bütçe tahmini : 4.150.000,00 - Yılı net
tahsilatı : 4.002.061,01 BAŞKAN– (B) cetvelini kabul edenler... Etmeyenler...
Kabul edilmiştir. Türkiye ve Orta
Doğu Amme İdaresi Enstitüsü 2006 Yılı Merkezi Yönetim Kesin Hesabının bölümleri
kabul edilmiştir. Böylece Gençlik
ve Spor Genel Müdürlüğü, Devlet Personel Başkanlığı, Başbakanlık Yüksek
Denetleme Kurulu, Tütün, Tütün Mamulleri ve Alkollü İçkiler Piyasası Düzenleme
Kurumu ve Türkiye ve Orta Doğu Amme İdaresi Enstitüsünün 2008 yılı bütçeleri ve
2006 yılı kesinhesapları kabul edilmiştir. Ülkemize
yararlı olmasını diliyorum. Sayın
milletvekilleri, beşinci tur görüşmeler tamamlanmıştır. Birleşime on beş
dakika ara veriyorum. Kapanma Saati : 16.49 BEŞİNCİ OTURUM Açılma Saati: 17.07 BAŞKAN: Başkan Vekili Şükran Güldal
MUMCU KÂTİP ÜYELER: Canan CANDEMİR ÇELİK (Bursa), Harun TÜFEKCİ
(Konya) BAŞKAN – Sayın
milletvekilleri, Türkiye Büyük Millet Meclisinin 32’ncİ Birleşiminin Beşinci
Oturumunu açıyorum. 2008 Yılı Merkezi
Yönetim Bütçe Kanunu Tasarısı ile 2006 Yılı Merkezi Yönetim Kesinhesap
Kanunu Tasarısı üzerindeki görüşmelere devam edeceğiz. V.- KANUN TASARI VE TEKLİFLERİ İLE KOMİSYONLARDAN GELEN DİĞER İŞLER (Devam) A) KANUN TASARI VE TEKLİFLERİ (Devam) 1.- 2008 Yılı Merkezi Yönetim Bütçe Kanunu Tasarısı ve Plan
ve Bütçe Komisyonu Raporu (1/426) (S.Sayısı:57) (Devam) 2.- 2006 Yılı Merkezi Yönetim Kesin Hesap Kanunu Tasarısı
ile Merkezi Yönetim Bütçesi Kapsamındaki İdare ve Kurumların 2006 Bütçe Yılı
Kesin Hesap Tasarısına Ait Genel Uygunluk Bildirimi ve Eki Raporlarının Sunulduğuna Dair Sayıştay Başkanlığı
Tezkeresi ile Plan ve Bütçe
Komisyonu Raporu ( 1/267, 3/191)
(S.Sayısı: 58) (Devam) F) HAZİNE MÜSTEŞARLIĞI 1.- Hazine Müsteşarlığı
2008 Yılı Merkezi Yönetim Bütçesi 2.- Hazine Müsteşarlığı
2006 Yılı Merkezi Yönetim Kesin Hesabı G) BASIN–YAYIN VE ENFORMASYON GENEL MÜDÜRLÜĞÜ 1.- Basın-Yayın ve Enformasyon Genel Müdürlüğü 2008 Yılı Merkezi Yönetim Bütçesi 2.- Basın-Yayın ve Enformasyon Genel Müdürlüğü 2006 Yılı Merkezi Yönetim Kesin Hesabı H) TÜRKİYE BİLİMSEL VE TEKNOLOJİK ARAŞTIRMA KURUMU
BAŞKANLIĞI 1.- Türkiye Bilimsel ve Teknolojik Araştırma Kurumu
Başkanlığı 2008 Yılı Merkezi Yönetim
Bütçesi 2.- Türkiye Bilimsel ve Teknolojik Araştırma Kurumu
Başkanlığı 2006 Yılı Merkezi Yönetim
Kesin Hesabı I) TÜRKİYE BİLİMLER AKADEMİSİ BAŞKANLIĞI 1.- Türkiye Bilimler Akademisi Başkanlığı 2008 Yılı Merkezi Yönetim Bütçesi 2.- Türkiye Bilimler Akademisi Başkanlığı 2006 Yılı Merkezi Yönetim Kesin Hesabı İ) ATATÜRK KÜLTÜR, DİL VE TARİH YÜKSEK KURUMU BAŞKANLIĞI 1.- Atatürk Kültür, Dil ve Tarih Yüksek Kurumu
Başkanlığı 2008 Yılı Merkezi Yönetim
Bütçesi 2.- Atatürk Kültür, Dil ve Tarih Yüksek Kurumu
Başkanlığı 2006 Yılı Merkezi Yönetim
Kesin Hesabı BAŞKAN –
Komisyon? Burada. Hükûmet? Burada. Şimdi altıncı tur
görüşmelere başlayacağız. Altıncı turda Hazine Müsteşarlığı, Basın-Yayın ve
Enformasyon Genel Müdürlüğü, Türkiye Bilimsel ve Teknolojik Araştırma Kurumu
Başkanlığı, Türkiye Bilimler Akademisi Başkanlığı ve Atatürk Kültür, Dil ve
Tarih Yüksek Kurumu Başkanlığı bütçeleri yer almaktadır. Sayın
milletvekilleri, alınan karar gereğince tur üzerindeki görüşmeler bittikten
sonra on beş dakika süre ile soru cevap işlemi yapacağız. Soru sorma işlemiyle
ilgili açıklamaları daha önce yaptığım için tekrarlamıyorum. Soru sormak
isteyen milletvekilleri görüşmelerin bitimine kadar yerlerinden soru için giriş
yapabilirler. Altıncı turda
grupları ve şahısları adına söz alan üyelerin isimlerini okuyorum: Cumhuriyet
Halk Partisi Grubu adına İzmir Milletvekili Oğuz Oyan, Ankara Milletvekili
Yılmaz Ateş, Uşak Milletvekili Osman Coşkunoğlu,
İzmir Milletvekili Selçuk Ayhan. Milliyetçi Hareket Partisi Grubu adına
İstanbul Milletvekili Mithat Melen, Kars Milletvekili Gürcan Dağdaş, Ankara Milletvekili Yıldırım Tuğrul Türkeş. Adalet
ve Kalkınma Partisi Grubu adına İstanbul Milletvekili Alaattin
Büyükkaya, Samsun Milletvekili Fatih Öztürk, Kocaeli Milletvekili Azize Sibel Gönül, Ankara
Milletvekili Aşkın Asan, İstanbul Milletvekili Necat Birinci. Demokratik Toplum
Partisi Grubu adına Şırnak Milletvekili Hasip Kaplan, Diyarbakır Milletvekili Akın Birdal. Şahıslar adına lehinde Erzurum Milletvekili
Muzaffer Gülyurt, aleyhinde Ardahan Milletvekili Ensar Öğüt. Şimdi, Cumhuriyet
Halk Partisi Grubu adına İzmir Milletvekili Oğuz Oyan. Buyurunuz Oğuz
Oyan. (CHP sıralarından alkışlar) Süreniz on
dakikadır. CHP GRUBU ADINA
OĞUZ OYAN (İzmir) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; efendim, Hazine
bütçesi üzerinde grubum adına konuşacağım. Önce bütçenin
tümü üzerinde şunu söyleyeyim: Bu altıncı AKP bütçesi ve eşittir altıncı IMF
bütçesi. Tartıştığımız ve görüştüğümüz bütçe - daha erkenden de alabiliriz,
2000’den - dokuzuncu IMF bütçesi olurdu. Biz böyle bir bütçeyi tartışıyoruz. Bu
IMF bütçesinin de en IMF özelliklerini yansıtan bölümlerinden biri Hazine
bütçesidir ve Hazine Müsteşarlığı bütçenin yaklaşık yüzde 28’ini temsil
etmektedir tek başına. Yüzde 28’ini temsil ediyor 62 milyar Yeni Türk Liralık
bir boyutla, yani, 222 milyarlık bütçenin 62 milyarını Hazine yönetiyor. Hazine
aslında neyi yönetiyor? Hazine borç yönetiyor. Hazine Müsteşarlığı borç
yönetiyor. Bu bütçesinin 56 milyarı faiz ödemelerinden oluşuyor, yani, bütçe
içi faiz ödemelerinden oluşuyor. Tabii, iç ve dış borç faizleri. Zaten
faizlerin 2008 bütçesinde yüzde 25’lik bir orana oturduğunu görürsek, 2007’yi
de aşan bir orana, nasıl Türkiye’de bütçenin tamamına hâkim olmayan bir
yönetimin, bütçesinin sadece yüzde 75’ini yönetebilen bir iktidarın olduğunu
görürsünüz. Dolayısıyla, Hazine Müsteşarlığı, evet, borç yönetimi müsteşarlığı,
IMF’yle ilişkiler müsteşarlığı. Şimdi, efendim,
burada, açılış günü, bütçenin bütünü üzerinde konuşmalar yapıldı, doğru-yanlış
birtakım ifadeler kullanıldı. Bu Hazine bütçesi ödeneği vesilesiyle, bunlarla
ilişkili birkaç şey de söyleyeceğim. Türkiye çifte açıklar yaşayan bir ülke,
yani, hem iç hem dış açıkları olan bir ülke. Türkiye’nin bu açıkları çok büyük
bir sorun olurken, biz, burada, birinci gün, gerek Başbakanı gerek Maliye
Bakanını bu sorunlarla ilgili bir çözüm üretirken görmedik ya
da bunlara ilişkin kaygılarını dile getirirken görmedik. Onlar pembe tablolar
çizmeye çalıştılar sanki bütün sorun alanları milletin moralini yükseltmek
üzere görev yapmakmış gibi. Mesela, Sayın Başbakan burada dedi ki biraz da ders
verir edayla: “Ey muhalefet sizin
iktisatçılarınız vardır, borçlar azalıyor, mutlak rakamları bırakın, oranlardan
bahsedin.” İyi de hangi oranlar Sayın Başbakan, hangi oranlar? Hangi millî
gelir hesabı üzerinden? Bu millî gelirin hesabı, sizin şu şişirilmiş yüksek
değerli YTL üzerinden yapılan ya da bu millî geliri
eğer dolara çevirirseniz, çok yüksek bir millî gelire ulaştığınız üzerinden mi
bunları hesaplayacağız? Pamuk ipliğine bağlı bir şeyden bahsediyorsunuz. Yani,
Türk lirasının… Sadece sizin 2007 yılında öngördüğünüz 1 dolar eşittir 1,54 YTL
olması durumunda bile bu oranın nasıl şaşacağını görürdünüz; kaldı ki bugün
1,17 düzeyinde bir dolar kuru Türk lirasının herhâlde gerçek değerini
yansıtmıyor. Bir şok düzeltme durumunda nasıl bütün bunların kâğıttan kaleler
gibi çöktüğünü göreceksiniz. Ama buna karşı önleminiz nedir? Biz bunu görmek
istiyoruz. Bu, bugünkü sizin uyguladığınız programın, bugünkü kur politakalarının, bugünkü iktisat politikalarının ortaya
çıkardığı birtakım eğreti durumlardır. Biz, bunlara karşı önlem görmek
istiyoruz. Dünya
çalkalanıyor, dünyada büyük bir bunalım yaşanıyor, Türkiye’de diyorlar ki:
Hiçbir sıkıntımız yok, para giriyor, kaynak giriyor, bakın hatta faizleri de
azaltıyoruz, buna rağmen giriyor. Bunlar boş avuntulardır, bu tür avuntularla
Türkiye’nin kaybedecek zamanı yoktur. Kaldı ki, değerli
arkadaşlarım, Başbakan “Oranlardan bahsedin, mutlak rakamlardan değil.” dedi.
Peki, oranları başka şeylerde niye kullanmıyoruz? Yatırımların oranı, millî
gelire ve bütçeye oranı da azalıyor, niye oran vermiyorsunuz? Çiftçiye yapılan
desteklerin oranı azalıyor, niye oran vermiyorsunuz? Mesela, siz geçen
yıl bir kanun çıkardınız. Bu kanunda “Tarıma yüzde 1’in altında destek
verilmeyecek.” diye hüküm getirdiniz. Peki, 2007 bütçesine niye koymadınız?
Niçin 2007 bütçesinde yüzde 1 destek yok? Yani, 2007 bütçesinde tarıma verilen
destek 0,80 dolayında. 2008 için öngördüğünüz nedir? 0,75, yani azalıyor. Üç
yıllık bütçeler dönemindeyiz biliyorsunuz, 2010 öngörünüz de var. 2010 için ne
öngörüyorsunuz? 0,67; yani azalan ödenekler. Geçen yıl 5,3 milyar yeni Türk
lirası tarıma destek, bu yıl yine 5,4, yani 5,390. Aynı şey. 2010’a
bakıyorsunuz 6’yı gene bulmuyor, 5,8’desiniz. Bu mu çiftçiden, köylüden yana
politika? Bu mu, bu bütçelerle Türkiye’nin gerçek ihtiyaçlarının çözüme
kavuşturulması? Değerli
arkadaşlarım, reel ücretler meselesine değinelim.
Yani, burada, gelip de işte “En az memur maaşı şuraya geldi” bilmem ne
meselesiyle kimseyi kandırmayalım. Türkiye’de ücretler son beş yıldır reel olarak gerilemektedir. Bunu bizzat resmî devlet
rakamları söylemektedir. Kaldı ki, 2007 bütçesinde, 2008 bütçesinde artış
oranlarına bakın. Yani, bir taraftan, hemen şimdiyi alalım “Yüzde 4 hedef
enflasyon” diyorsunuz 2008’de, Kasım ayında ortaya çıkmış enflasyon yüzde 8,4,
muhtemelen yüzde 9’u aşacak, bir ihtimal yüzde 10’u aşabilir aralık
enflasyonuna bağlı olarak, siz, yüzde 4’lük hedef… Yani, tam bir enflasyon
tuzağına çalışanları ve emeklileri sokuyorsunuz. Bu mudur adalet? Üstelik
“Yüzde 4” dediğiniz şey de ilk altı ay yüzde 2, ikinci altı ay yüzde 4; yani,
ortalaması yüzde 3,2. Yüzde 9’luk enflasyon, yüzde 3’lük hedef ! HALİL AYDOĞAN (Afyonkarahisar) – Farklar ödenecek. OĞUZ OYAN
(Devamla) – Her seferinde o farklar meselesi de bir aldatmacadır. O fark
ödemeleri yoluyla da aslında reel ücret erimesi, maaş
erimesi şimdiye kadar önlenmemiştir. Bunu bilginize sunayım. Değerli
arkadaşlarım, tabii, burada Maliye Bakanının incilerini de söylemekte yarar
var. Maliye Bakanı dedi ki: “Bizim bir cari açık sorunumuz yok. Buraya gelecek
arkadaşlar eleştirecekler, şimdiden uyarayım. Biz cari açığı finanse ediyoruz,
hiçbir sorunumuz yok.” Değerli
arkadaşlarım, cari açığın finansman sorunu diye bir konu olmaz zaten. Cari açık
bir sonuçtur. Finanse edilemeyen cari açık diye bir şey olmaz. Siz o cari açığı
verdiyseniz zaten finanse etmişsiniz demektir. Dolayısıyla, buraya gelip,
bilgiden yoksun olarak eğer ders verecekseniz, bu konuda çok dikkatli olmanız
gerekir. Bir başka konu:
Sayın Bakan burada sunarken bütçeyi, bütçe açıklarını, şöyle dedi: “Bütçe
açıkları azalıyor” dedi. Peki, 2007 ve 2008’deki artışlar nerede, ne oluyor?
Bunları kim açıklayacak? Maliye Bakanı dışında başka biri mi açıklayacak, bunu
müsteşara mı bırakacağız? Bir başka şey
söyledi. Dedi ki: “Biz, bütçe açıklarını tahmin ettiğinizin altında
gerçekleştiriyoruz. Bu, cumhuriyet tarihinin başarısıdır, buna övgü isterim.” HALİL AYDOĞAN (Afyonkarahisar) – Doğru. OĞUZ OYAN
(Devamla) - Değerli arkadaşlarım, açığı yüksek tahmin edip sonra daha düşük
gerçekleştirmek çok büyük bir hüner değildir; bunu, bizim mali bürokrasi çok
öteden beri bilir. Ama başka şeyler var. Acaba, açıklar saydam bir şekilde
tanımlanıyor mu? Saydam tanımlara baktığınız zaman, açıkların o kadar küçük
olmadığını bir kere görüyorsunuz -kaldı ki büyüyor son iki yılda, 2007, 2008-
yani, tahminlerin, daha doğrusu, altında olmadığını görüyorsunuz. Hesaba
katılmayan özelleşme geliri, vesaire, birtakım şeyler sonradan ortaya çıktığı
için bunlar yükselebiliyor. Bir başka şeyi
söyleyeyim… HALİL AYDOĞAN (Afyonkarahisar) – Şimdiki daha… OĞUZ OYAN
(Devamla) - Değerli arkadaşım, teknik olarak şunu yapıyor… Maliye Bakanlığının,
Hazinenin dikkatini, tabii, burada çekmemize gerek yok, onlar zaten biliyorlar
ama ben yasama organının dikkatini çekeyim. Aslında, başlangıç açıklarını yüksek
tutarak, yüce Meclisten, yasama organından, daha yüksek borçlanma yetkisi
alınmaktadır. Bunun hesabını kim verecek? Bakın, size örnek vereyim: 2005
yılında yüksek bir, 29 milyarlık bir açık tahminiyle gelinmiş ve bu açık,
sonuçta 9,7 olmuş. Güzel ama o zaman bizim buradan verdiğimiz yetki 29 milyar
liranın artı 5 üzerinde olan bir yetkiydi, yani biz, 32 milyarlık bir yetki
vermiştik, borçlanma yetkisi. Dolayısıyla, 9,7 milyarlık bir açık varken, 20
milyar yeni Türk liralık bir borçlanma yaptık. 2006’da benzer
bir durum; yani 2006’da da 3,9’luk, gerçekten düşük bir açık gerçekleşmişti
-bütçe açığı- ama 6,8 milyar yeni Türk liralık bir borçlanma yapıldı, yani, 2
katı civarında. Peki nasıl
oluyor? Çünkü, başlangıçta açığı yüksek gösteriyorsunuz, Meclisten yüksek
borçlanma yetkisi alıyorsunuz, rahat rahat
borçlanıyorsunuz. Böyle bir şey olabilir mi? Yani, bu, Meclise karşı şeffaflık
bakımından, bu Meclisin bütün rakamları özgürce görebilmesi açısından doğru bir
yöntem midir? Dolayısıyla, bu
konularda dikkatinizi çekmek isterim, yasama organının da kendi hakları ve
kendi yetkileri konusunda daha titiz olması gerektiğini hatırlatmak isterim. Tabii, hazine
nakit dengesine de bakarsanız, 2006’ya kadar azalan bu dengede açıklar 2007’yle
birlikte ciddi bir artış içine girmiştir, azine nakit
açığı yükselme eğilimindedir. Bunun çok kritik olduğunu düşünmek gerekir. Bu,
sadece özelleştirme gelirleriyle kapatılamıyor. Bu, yeni borçlanmalar,
özellikle iç borçlanmalar getiriyor. Değerli
arkadaşlarım, bu arada, biraz önce “ücret” dedim. Bir şeyi daha hatırlatmak
istiyorum. (Mikrofon
otomatik cihaz tarafından kapatıldı) BAŞKAN – Sayın
Oyan, lütfen sözlerinizi tamamlayınız. Buyurunuz. OĞUZ OYAN
(Devamla) – Bir başka bakan, yani Hazineden sorumlu Devlet Bakanı Sayın Mehmet
Şimşek şunu demişti: “Türkiye’de ücretler nispi olarak AB’deki ücretlerden
yüksek.” İnsaf edin Sayın Bakan, insaf edin. Türkiye’deki ücretlerin yarısı
kayıt dışı bir kere. Hangi ortalamayı alıyorsunuz? Sizin elinizde bir ortalama
serisi varsa, buyurun verin, biz de bakalım. Yani, petrokimya
sektöründen bakıyorsanız, çok yanlış yerden bakıyorsunuz. Önce Türkiye’yi
öğreneceksiniz, sonra bu konuda ahkâm keseceksiniz. Dolayısıyla, bu tür
yanıltıcı beyanlardan lütfen kaçınalım. Son olarak
-vaktim yok ne yazık ki- şunu söyleyeyim: Burada, Başbakanın yaptığı,
“Cumhuriyetin başından itibaren 181 milyar dolara gelindi, biz bunu 300 milyar
dolar artırdık…” İstatistikte biliyorsunuz bir yalan vardır. Daha doğrusu
yalan, bir kuyruklu, bir de istatistik değerler. İşte, bu da kuyruklu yalanı
aşan bir şeydir. Bunu meraklılarına anlatırım, vaktim kalmadı. Bu arada, tabii,
buranın en büyük incisi, altıncı IMF bütçesini getiren bir Maliye Bakanının,
Atatürk’ün tam bağımsızlık şiarını biz burada hayata geçiriyoruz… Yani, bundan
daha kuvvetli bir hicvi ben yapamam, kendisini kutluyorum gerçekten. Değerli
arkadaşlarım, bütçe hayırlı olsun. Daha sonra tekrar görüşürüz. (CHP
sıralarından alkışlar) BAŞKAN – Teşekkür
ederiz Sayın Oyan. Cumhuriyet Halk
Partisi Grubu adına, Ankara Milletvekili Sayın Yılmaz Ateş. Buyurunuz Sayın
Ateş. (CHP sıralarından alkışlar) Süreniz sekiz
dakikadır. CHP GRUBU ADINA
YILMAZ ATEŞ (Ankara) – Sayın Başkan, sayın milletvekilleri; yüce Meclisi
saygıyla selamlıyorum. Değerli
milletvekilleri, bütçesini görüşmekte olduğumuz Genel Müdürlük, Türkiye’nin
tanıtımının ve Hükûmetin özellikle dış politikasının,
dış ülkelerde de tanıtılmasını sağlamaya çalışan en önemli, en etkin kuruluşlarımızdan
biridir. Ancak, ne yazık ki, bu çerçeveden baktığımız zaman, birincisi, bunun şu anda hizmet
verdiği bina, maalesef, kendisinin üstlendiği bu görevleri yerine getirmekten
çok uzaktır, çok eskidir, çok yetersizdir. Başbakanlığa bağlı kuruluşlar
arasında çalışanlarına en az ücret verilen bir genel müdürlüktür. Çalışanları
arasında da bir ücret adaletsizliği vardır. Yine, çalışanları büyük bir baskı
altındadır. Bu baskı, bu çalışanların özgürce sendikalarını seçmeleri konusunda
yapılmaktadır. Yine, bu
iktidarın Maliye Bakanını affettirmek için sık sık af
çıkardığını biliyoruz da, ama bir genel müdür yardımcısını, genel müdür vekili
olarak tutmak için bir genelge, yönetmelikte sık sık
değişiklik yaptığını da bu Genel Müdürlüğümüzde görüyoruz. Yabancı Dil
Yönetmeliği’nde değişiklikler yapılarak bu zatın genel müdür vekilliğinde
kalması sağlanmaktadır. Basın-Yayın ve
Enformasyon Genel Müdürlüğümüzün bir diğer görevi yerel medyaya önemli katkı
koymalarıdır. Maalesef, bu görevini de yerine getirmek konusunda hiçbir görev
yapmadığını da biliyoruz. Tabii, iktidarın
basınla ilişkilerini de demokratik sistem içerisinde izah etme olanağımız
maalesef yoktur. Bu, önemli ölçüde, iktidarın dinamik kurumları fethetme, işgal
etme, ele geçirme anlayışından kaynaklanmaktadır. Sayın Başbakan, görüşünü
beğenmediği gazetecileri “Bu ülkeyi terk edin.” diye tehdit etmektedir,
işlerine son verdirmektir. Özgür yayın yapan televizyon kanallarının bürolarını
Maliye Bakanlığının Teftiş Kuruluna çevirmektedir. DURDU MEHMET
KASTAL (Osmaniye) – Kanaltürk mü özgür? YILMAZ ATEŞ
(Devamla) – Yine, bu gazeteciler, ilk defa bu cumhuriyet hükûmetleri
döneminde, ilk defa yakalarına “sticker” taktırarak
Meclis koridorlarında gezmektedirler. Çünkü, nedeni şu: Yıpranma hakkı olarak
belirli iş kollarına tanınan bir hak vardır. Her ne hikmetse, iktidar, her
tarafı buduyor, bir tek, güvenlik güçleriyle, Silahlı Kuvvetler mensuplarının
yıpranma paylarına dokunmamıştır. Peki, şimdi sormak gerekir: Acaba bunların da
bu yıpranma hakkına dokunmamanız için bu gazetecilerin ellerine kalem yerine
silah mı almalarını önerirsiniz? Böyle bir anlayış olabilir mi? Elbette ki, bu
kesime yıpranma hakkının tanınmasından son derece mutluyuz ama, gazetecilerin
bu kırk beş yıldır kullandığı hakkı da zayi etmenizi, doğrusu demokratik düzen
içerisinde anlama olanağımız yoktur. Sayın
milletvekilleri, gazete ve televizyonlar işletme kurallarına göre işleyen en
ciddi işletmelerdir, ticari kurallara göre işlemektedirler. Türkiye’nin dışında
bedava gazete dağıtan hiçbir ülke yoktur, haftalık reklam ve ilan gazeteleri
dışında. Ama, üç dört tane gazetemiz var ki, günde altı yüz - yedi yüz bin tane
gazeteyi bedava dağıtmaktadırlar. Bir araştırma yaptırdım: Bir gazetenin aylık
zararı 2 milyon dolar, yıllık 24-25 milyon dolar ediyor. Ama, bu gazeteleri
bedava dağıttıran bir gazetenin bağlı olduğu şirketler grubuna sağlanan bir
işletme hakkından da -sıkı durun- ayda 50 milyon dolar kâr edilmektedir. Şimdi,
bunu kabullenme olanağımız yok sayın milletvekilleri. Şimdi, bir holdinge
Samsun-Ceyhan boru hattını ihalesiz olarak verdiniz. HALİL AYDOĞAN (Afyonkarahisar) – Kim veriyor? YILMAZ ATEŞ
(Devamla) – Şimdi, aynı holdinge Türkiye’nin ikinci büyük gazete grubunu da,
medya grubunu da rekabetsiz olarak veriyorsunuz. HALİL AYDOĞAN (Afyonkarahisar) – TMSF bağımsız… YILMAZ ATEŞ
(Devamla) - Hiçbir vicdan bunu kabullenemez. RTÜK Kanunu’nda
değişiklik yapacağınızı sağır sultan duydu, hazırlıklar da son aşamaya geldi.
Ama, bu değişikliği bekleseydiniz, yüzde 25’i -yabancı sermaye payını- yüzde
50’ye çıkaran yasa değişikliğini eğer kabul ettikten sonra bunu satışa çıkarmış
olsaydınız, ben inanıyorum ki, rekabetçi bir ortam da sağlanmış olacaktı. Sayın
milletvekilleri, şimdi, “Bunu da efendim bağımsız kurullar yaptı…” bağımsız
kurullar yaptıysa, daha önceki Kral TV’nin ihalesini iptal etti, şimdi bunu da
iptal edebilir rekabetçi ortam oluşmadı diye. Sayın
milletvekilleri, ikinci bir Türkbank ihalesi
skandalıyla yüz yüzeyiz. Bu gerçekler saklanamaz. İnanıyorum ki, önümüzdeki
günlerde Türkbank ihalesindeki rezaletleri burada da
görme olanağını bulabileceğiz, gün yüzüne çıkacaktır. Sayın
milletvekilleri, bir kısım çevreler radyo satın aldırabilir, gazete satın
aldırabilir, televizyon satın aldırabilir, hatta hatta
-üzüntüyle belirtmem gerekir ki- gazeteci de satın aldırabilir, ama, namuslu
kalemlerin bitmeyeceğini de burada belirtmek istiyorum. Çünkü
bitiremeyeceksiniz. Yolsuzluklarla, kayırmalarla, kadrolaşmalarla, kuşatmalarla
iktidarlar bir süre daha iktidarlarını sürdürebilirler. Ama, dünyanın hiçbir
yerinde iktidarlar, kalemlerin üzerine oturmamışlardır, siz de
oturamayacaksınız. O nedenle, eğer demokrasiyi kendi amacınıza uygun
kullanarak, halkın yararınaymış gibi söylemlerle günü geçiştirmeye çalışırsanız
buna “demokrasi” denilmez, “demagoji” denir. Eğer, demokrasiyi demagojiye
çevirirseniz de bu ülkede demokratik bir yönetimden söz edemezsiniz. Çünkü, gün
gelir, demokrasi size de, bugünkü iktidara da lazım olur diye düşünüyorum. Değerli
arkadaşlar, dünyanın hiçbir yerinde gazeteler kategoriye ayrılamaz;
gazetecilere karne, not verilemez. İşte, burada… Yani, dünyanın hangi
demokratik ülkesinde gazetecilere not verilmiş? Dünyanın hangi demokratik
ülkesinde gazeteleri kategorilere ayırarak “Bu
bizdendir, bu değildir.” denir? Bu iktidara nasip olmuştur bu. Lütfen,
gazetecilerin şu “sticker”la dolaşma ayıbını
gazetecilere yaşatmayın. Yüce Meclisi
tekrar saygıyla selamlıyorum. Bütçemizin de hayırlı olmasını diliyorum. Bu
önemli kuruluşun bütçesinin de yetersiz olduğunu belirtmek istiyorum. (CHP
sıralarından alkışlar) BAŞKAN – Teşekkür
ederiz Sayın Ateş. Cumhuriyet Halk
Partisi Grubu adına Uşak Milletvekili Sayın Osman Coşkunoğlu,
buyurunuz (AK Parti sıralarından alkışlar) Süreniz on
dakikadır. CHP GRUBU ADINA
OSMAN COŞKUNOĞLU (Uşak) – Teşekkür ederim Sayın Başkan. Değerli
milletvekilleri, ülkemizin hem ekonomik hem toplumsal, her boyutta en önemli
konularından birisi olan bilim ve teknoloji konusunda iki değerli
kuruluşumuzun, Türkiye Bilimsel ve Teknolojik Araştırma Kurumu ile Türkiye Bilimler
Akademisi Kurumunun bütçesi; bu vesileyle de ülkemizde bilim ve teknoloji
konusunun durumu ve ne yapılması gerektiği üzerinde Cumhuriyet Halk Partisi
olarak görüşlerimizi sunmak için, belirtmek için huzurunuzdayım. Türkiye Bilimsel
ve Teknolojik Araştırma Kurumunun (TÜBİTAK’ın) bütçesinde bir sorun yok. Bütçe
çok ciddi boyutlarda artırıldı. Sorun orada değil. Sorun, TÜBİTAK’ın ne yaptığı
konusunda, oralarda ciddi sorunlar var. Birincisi:
TÜBİTAK’ın, bu değerli kuruluşumuzun, Türkiye’nin ekonomik ve sosyal yapısı
bakımından çok önemli kuruluşumuzun faaliyet raporları kendi “web” sitelerinde
2005 yılında bitiyor. 2005 yılından sonra bir faaliyet raporu yok. Ne
yaptığına, sekreteryasını yürüttüğü Bilim ve
Teknoloji Yüksek Kurulu raporlarında… Aslında bir bakıma, -İngilizce bir tabir
vardır, Türkçesi “tespih çekmek” gibi- sadece
birtakım rakamları aşağıya dizmek şeklinde, niteliksel bir değerlendirme
yapmadan birtakım rakamları ve grafikleri incelemek mümkün. Fakat, TÜBİTAK’ın
faaliyet raporu son iki yıldır - 2007’nin sonuna geldik, 2006’yla ilgili -
yoktur. Plan ve Bütçe Komisyonunda TÜBİTAK’ın bütçesi
görüşülürken sunulmuş olan, Sayın Bakanın bütçe konuşmasında sundukları… Ben,
bunu burada söylemekten üzülüyorum, orada ifade ettim, ama TÜBİTAK’la ilgili,
bana, daha önce, milletvekilliği öncesi, öğretim üyesi olarak ODTÜ’de birinci
sınıfta bir öğrenci getirseydi öyle bir metni, ben onu kabul etmezdim.
Ciddiyetten uzak, içeriksiz… Baştan sona otuz cümle kadar var ve bunun dörtte
1’i “Biz şöyle güzel şeyler yaptık, böyle atımlar yaptık, böyle başarılara imza
attık…” Umarım öyledir. Onu göremiyoruz, ama umarım öyledir. Ama, bırakın onu
biz takdir edelim. Siz, gelişmeleri, nereden nereye geldiğimizi… Ama, tespih
çeker gibi “Şu kadar para vardı, şimdi bu kadar para var.” şeklinde değil,
ülkemizin bilim ve teknolojisini nereden nereye getirdiğimiz konusunda
niteliksel değerlendirmeleri görelim. Yine, TÜBİTAK’la
ilgili bir diğer konu da, ulusal bilim ve teknoloji vizyonunu 8 Eylül 2005
tarihinde toplanan 12’nci Bilim Teknoloji Yüksek Kurulu toplantısında alınan
bir karar ile şöyle açıklıyor: “Toplumda bilim ve teknoloji kültürünün
benimsenmesini sağlayan, bilim ve teknolojiyi ürüne dönüştürerek ulusal yaşam
düzeyini yükselten ve sürdürülebilir kılan lider bir Türkiye." Güzel gibi
geliyor, fakat bilim ve teknolojinin tek amacı bir ürüne dönüşmek değildir.
Bilim, bilimsel araştırma, bilginin sınırlarını genişletmek için, yeni bilgi
üretmek için yapılır. Bunlar da gereklidir, bunlar da, burada ifade edilenler
de gereklidir, elbette ürüne dönüşmesi, teknolojiye dönüşmesi de gereklidir.
Fakat, bilim sadece bu amaçla değildir, bilgi üretmek için de yapılır. Eğer,
TÜBİTAK bu şekilde bir amaca, hedefe, vizyona angaje olduysa, Türkiye Bilimler
Akademisinin bilim konusuna daha fazla odaklanması gereği ortaya çıkıyor. Türkiye Bilimler
Akademisinin bilime daha çok sahip çıkmasının, sınırlı olanak ve bütçesiyle
mümkün olacağını sanmıyorum. Daha geçen sene, o da kirada oturmak üzere, yeni
bir yere taşındılar ve 2007’ye göre 2008 bütçesi sadece yüzde 5 mertebesinde
artırılıyor. Bunlar yetersiz olanaklardır. Şimdi, bu iki
kurumumuzdan bahsettikten sonra bilim ve teknoloji politikamızın durumu
üzerinde görüşlerimi sunmak istiyorum. Bilim ve teknoloji politikamız maalesef
yoktur. Bu isim altında, strateji altında bazı dokümanlar vardır, bazı iddialar
vardır, bazı rakamlar, istatistikler vardır; fakat, esasında bir bilim ve
teknoloji politikası yoktur. Bu amaçla ifade edilen en önemli iki rakam, gayrisafi yurt içi hasılanın yüzde kaçı ar-ge’ye, araştırma-geliştirmeye ayrılıyor. Bu rakamlar da son
derece düşüktür. Hükûmetin önemli bir kaynak
aktarmasıyla binde 6,9’dan sadece binde 8’e yükselmiştir. Oysa, Avrupa
Birliğine 2010 yılı için yüzde 2 gibi bir taahhüdümüz var ve 2008 yılındayız. Sorun, sadece ar-ge’nin gayrisafi yurt içi hasıla
içerisindeki düşüklüğü değildir, aynı zamanda kompozisyon da sorundur. ar-ge harcamalarının yüzde 60-70’ini özel kesim, yüzde
30-40’ını kamunun yapması beklenir. Bu, Avrupa Birliği ülkelerinde ve Amerika
Birleşik Devletlerinde böyledir, fakat Türkiye’de bu oranlar yaklaşık olarak
tam tersinedir. Büyük ölçüde kamu yaparken, yüzde 60 – 70 mertebesinde, yüzde
30 mertebesinde ancak özel kesim yapmaktadır. Bu kompozisyonun
değiştirilmesi için elbette ki birtakım politikalar gereklidir, değil mi? Bu
politikalar, geçen dönem çıkarılmış olan 5084 sayılı “Kim ne yaparsa yapsın biz
teşvik verelim” anlayışıyla verilen teşviklerle değişebilir mi? Şimdi, gelmekte
olan, zannedersem Bakanlar Kurulundan Başbakanın önüne gitmiş olan yeni bir ar-ge destek yasası var. O da bunun için yetersizdir. Bunun
için gerekli olanı biraz sonra söyleyeceğim, ama buna somut bir örnek olarak,
uzay konusuna değineyim. Sayın Başbakan… Şimdi “politikamız yok” derken ne
belli teknoloji alanlarında belli bir önceliğimiz var ne de “şu teknoloji
alanını biz buradan şuraya götüreceğiz” gibi bir hedef var. Buna örnek olarak
uzay konusunu ele alayım. Neden uzay konusunu ele alıyorum? Çünkü Sayın
Başbakan bundan dört yıl önce uzay konusunu himayesi altına aldığını ilan etti.
Sayın Başbakan uzay konusunu himayesi altına aldığına göre, en çok önem buna
verilmelidir değil mi? Şimdi bu isabetli bir karar mıdır değil midir, bunu
tartışmayacağım. İsabetli olduğunu varsayalım veya nihayetinde Hükûmetin takdiridir, Sayın Başbakanın takdiridir, bunu
kabul edelim. Peki uzay konusundaki araştırmalar nereden nereye gitti? Daha
doğrusu, bu araştırmaları, çabaları yapan kurumlar nerelerde? Türksat kendine göre birtakım uydular yaptırıyor orada
burada, Alcatel’e, Fransada;
TÜBİTAK kendine göre birtakım uydular yapıyor, onları uzayda hatta kaybediyor, BİLSAT gibi.
Birtakım anlaşmalar imzalıyoruz Avrupa Uzay Ajansıyla. Bunu kim imzalıyor? Hükûmet adına TÜBİTAK imzalıyor. Şimdi bir uzay ajansı bile
yok. Ha savunma sektöründe de var bu konuda, uzay konusunda araştırmalar,
geliştirmeler ve çabalar. Uzay konusunda, Başbakanın himayesi altına aldığı,
yani Hükûmetin, en azından Sayın Başbakanın en önemli
gördüğü konuda derli toplu bir strateji, bir vizyon göremiyoruz. Öyleyse, bilim
ve teknoloji konusunda da böyle bir şeyi göremememize şaşmamak lazım. Şimdi ne yapmalı?
Bunu zaman sınırı içerisinde ancak satırbaşlarıyla geçebileceğim:
Önce hukuka uymalı. TÜBİTAK yönetiminin değiştirilmesi sırasında bir dizi hukuk
ihlali yapılmıştır. Israrla yasalar çıkarılmıştır, Anayasa Mahkemesinden
bozulmuştur, idare mahkemesinde reddedilmiştir. (Mikrofon
otomatik cihaz tarafından kapatıldı) BAŞKAN – Sayın Coşkunoğlu, lütfen sözlerinizi tamamlayınız. Buyurunuz. OSMAN COŞKUNOĞLU
(Devamla) – Teşekkür ederim Sayın Başkan. Her mahkemede,
maalesef, TÜBİTAK’ın eski yönetimi de, yeni yönetimi de mahkemelerde sürekli
dava peşindedir ve hepsinde TÜBİTAK kaybetmektedir, Sayın Başbakan
kaybetmektedir. Bir tanesini söyleyeyim: TÜBİTAK’ın geçmiş başkanı Profesör
Doktor Namık Kemal Pak’ın, açtığı mahkemeyi kazanması üzerine, bu mahkeme
kararını Sayın Başbakan yerine getirmemiştir. Bunun üzerine Sayın Profesör Pak
bir mahkeme daha açmıştır Sayın Başbakan aleyhine ve onu da kazanmıştır. O
mahkeme Sayın Başbakanı, yargı kararlarını ve hukuku dinlememekle suçlayarak
tazminata mahkûm etmiştir. Hukuku başta bu kadar ihlal eden bir anlayış ve
Sayın Başbakanın, bir kere… bu konuda daha titiz olan bir yönetim, TÜBİTAK
yönetimi beklemek de biraz zor oluyor. Bu sözlerle
konuşmamı bitirir, bu iki önemli kuruluşa önümüzdeki yıl başarılar diler,
sizlere sevgiler, saygılar sunarım. (CHP sıralarından alkışlar) BAŞKAN – Teşekkür
ediyoruz Sayın Coşkunoğlu. Cumhuriyet Halk
Partisi Grubu adına, İzmir Milletvekili Sayın Selçuk Ayhan. Buyurunuz Sayın
Ayhan. (CHP sıralarından alkışlar) Süreniz yedi
dakikadır. CHP GRUBU ADINA
SELÇUK AYHAN (İzmir) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; 2008 Yılı Merkezî
Yönetim Bütçe Kanunu Tasarısı’nın Atatürk Kültür, Dil ve Tarih Yüksek Kurumu
Başkanlığı bütçesi üzerinde söz almış bulunuyorum. Bu vesileyle hepinizi
saygıyla selamlıyorum. Atatürk Kültür,
Dil ve Tarih Yüksek Kurumu Başkanlığı 1982 Anayasası’yla birlikte kurulması
öngörülmüş, 2876 sayılı 1983 tarihli Yasa’yla da kurulmuştur. Kuruluş amacı,
Atatürk ilke ve devrimlerini, Türk kültürünü, Türk dilini ve Türk tarihini
bilimsel yoldan araştırmak, tanıtmak, yaymak ve yayınlar yapmaktır. Kurum, dört bağlı
kuruluştan oluşmaktadır. Bunlar: Atatürk Araştırma Merkezi, Türk Dil Kurumu,
Türk Tarih Kurumu ve Atatürk Kültür Merkezidir. Kurum, bağlı kuruşlarıyla
birlikte, bilimsel inceleme ve araştırma, araştırmalarını yayınlar hâlinde
hazırlama ve gerektiğinde geniş kitlelere ulaştırmak amacıyla ücretsiz olarak
dağıtma gibi hizmetleri yapmaktadır. Kurumun temel hedefi, çağdaş bir toplum
olmanın gereklerinden biri olan uluslaşma sürecini başarıyla tamamlamaktır.
Ulus olmanın koşulları arasında, ortak tarih, ortak ülkü, ortak kültür ve dil
birliği sayılmaktadır. Yüce Atatürk ve
arkadaşları, uluslaşma sürecini hızlandırmak amacıyla, 1931 yılında Türk Dil
Kurumunu ve 1932 yılında Türk Tarih Kurumunu açmışlardır. Bu özgün kurumlardan
Türk Dil Kurumu, dilde sadeleşme, dil birliğinin sağlanması, öz Türkçenin konuşulması, Türk dilinin yabancı dillerin
etkisinden kurtarılması için çalışmalar yapmak; Türk Tarih Kurumu ise objektif
tarih araştırmaları yapmak, Türk tarih bilgisini ve bilincini gelecek kuşaklara
aktarmak amacıyla kurulmuşlardır. Sayın Başkan,
değerli milletvekilleri; bu kurumlar, kuruluş aşamasından 1983 yılında
çıkartılan Kanun’a değin, devlet örgütlenmesinin dışında, dernek statüsünde
çalışan kurumlardır. Bu kurumlar, özel hukuk tüzel kişisi olarak
kurulmuşlardır, bu süre içinde görevlerini de gerektiği gibi yapmışlardır.
Kurum Kanunu’nda yapılan değişiklik, Kurumun özerkliğini ve tarafsızlığını
olumsuz yönde etkilemiştir. Başarılı pek çok çalışmaya imza atan Türk Dil
Kurumu ve Türk Tarih Kurumu, yirmi dört yıldır dilimizde yaşanan kirlenmeyi
durduracak çalışmalar yapmadığı gibi, Türk Tarih Kurumu da Türk tarihi
konusunda yaptığı ilginç açıklamalarla kamuoyunun tepkisini almaktadır.
Özellikle son zamanlarda Alevilerin kökeni konusunda yapılan açıklamalar ve
onun toplumda yarattığı sıkıntıları hepimiz biliyoruz. Mustafa Kemal
Atatürk, 5 Eylül 1938 tarihli vasiyetnamesinde, bu kurumlara miras da
bırakarak, bu kurumların kendi başlarına, devlet örgütlenmesinin dışında ayakta
kalabilmelerini sağlamak ve daha sonradan oluşabilecek siyasi müdahaleleri
engellemeyi düşünmüştür -ki geçenlerde burada da konusu oldu- Cumhuriyet Halk
Partisinin kullandığını sandığınız İş Bankasındaki payı, Atatürk tarafından bu
kurumlara aktarılmak üzere verilmiştir, miras olarak bırakılmıştır. 12 Eylül
döneminde çıkarılan yasadan sonra bir dönem hukuki mücadele yapılmış, para
bloke edilmiş ve daha sonra partimiz tarafından çıkarılan mahkeme kararı
itibarıyla verilmiştir, verilmeye de devam edilmektedir. Ne var ki, tüm
kurumlarımızı ve toplumumuzu altüst eden 12 Eylül askerî müdahalesi, bu iki
kurumu, kuruluş amacından ve hizmet ettikleri yörüngeden çıkartarak kapatmışlar
ve Atatürk Kültür, Dil ve Tarih Yüksek Kurumunun içerisinde bu kuruma bağlı
kurumlar hâline getirmişlerdir. Hukuki statüleri değiştirilen, özel hukuk tüzel
kişisi iken ve çalışmalarını Dernekler Kanunu’na tabi olarak yürüten bu iki
kurum, 2876 sayılı Kanun’la birlikte kamu hukuk tüzel kişisi olmuşlar ve bu
Kanun’a tabi olarak çalışmalarını yürütmektedirler. Ayrıca, bu kurumların isim
hakları gasp edilmiş, mülkiyetlerine ve mal varlıklarına el konulmuştur. Bu
durum Anayasa’nın 19’uncu maddesinde düzenlenen kişi haklarına, 35’inci
maddesinde düzenlenen mülkiyet ve miras haklarına aykırıdır. Ayrıca, 82
Anayasası’nın 134’üncü maddesinin ikinci fıkrasında geçen Türk Tarih Kurumu ve
Türk Dil Kurumu için Atatürk’ün vasiyetnamesinde belirtilen “Malî menfaatler
saklı olup kendilerine tahsis edilir.” hükmüne de aykırıdır. Türk Dil Kurumu
ve Tarih Kurumuna 2876 sayılı Kanun’la yapılan bu haksızlık ülkemiz tarihine ne
yazık ki bir hukuk ayıbı olarak geçmiştir. Sayın Başkan,
değerli arkadaşlarım; Başbakan Sayın Erdoğan yaptığı konuşmalarda Türkiye’yi ve
demokrasiyi ayıplarından kurtardıklarını iddia etmektedir. Elbette ki Türkiye,
12 Eylül rejiminin baskıcı, tehditkâr ortamında çıkartılan kanunlardan
arınmalıdır. Maalesef, haksızlıkların karşısında olduğunu her fırsatta dile
getiren AKP, bu haksızlıklara son vermek yerine başka haksızlıklara sebep
olabilecek uygulamaları yapmaya çalışmakta ve kurumları kendi siyasi
iktidarlarının kurumları hâline getirecek düzenlemelerin peşinde koşmaktadır.
Geçen hafta Meclisten geçen Hâkimler ve Savcılar Kanunu buna örnektir. Sayın Coşkunoğlu’nun biraz önce anlattığı TÜBİTAK buna örnektir.
Ne yazık ki bir bilimsel - teknik araştırma kurumu, tarihinde ilk kez, AKP
tarafından görevlendirilmiş bir geçici başkanla görevini yapmaya devam
etmektedir. Türk Dil Kurumu
ve Türk Tarih Kurumu gibi kurumların varlıklarını 2876 sayılı Yasa’nın
yürürlüğe girmesinden önceki hâliyle sürdürmeleri için eski hukuki statülerine
kavuşturulmaları gerekmektedir. Özel hukuk tüzel kişisi olan bu kurumların
kişiliği ve mal varlıkları tekrar iade edilmelidir. 12 Eylül darbecilerinin
yapmış oldukları bu tarihsel yanılgıyı ve hukuk ayıbını bu Meclis, bu yasama
döneminde ortadan kaldırmalıdır. (Mikrofon
otomatik cihaz tarafından kapatıldı) BAŞKAN – Sayın
Ayhan, lütfen sözlerinizi tamamlayınız. Buyurunuz. SELÇUK AYHAN
(Devamla) – Tamam efendim. Bu konuyla da AKP’nin böyle önemli bir hukuk ayıbı karşısındaki
samimiyeti ortaya çıkacaktır. 12 Eylül sonrasında kapatılan siyasi partilerin
yeniden açılmasında hangi yöntem ve usul kullanılmışsa, nasıl o partiler -başta
Cumhuriyet Halk Partisi- kapatıldıkları günkü delegeleriyle toplanarak
hayatiyetlerini devam ettirmişlerse, bu kurumlar için de yapılan düzenleme
benzer bir düzenleme olmalıdır. Gerçi, bazı
bakanlıkların yazışmalarında özellikle Arapça, Farsça, Osmanlıca terimlerde
ısrar edildiğini bildiğimiz, dünkü konuşmasında muhalefete bazı edebiyatçı ve
filozoflarla ilgili ders vermeye kalkarak kendi kültürel birikimini kanıtlamaya
çalışan Kültür Bakanının bile Türkçe “anlayış” sözcüğü yerine, herhâlde, daha havalı
olur diye “konsept” sözcüğünü kullandığı… Ülkemizin
sömürge olduğunu kanıtlamaya çalışırcasına, alfabeye bile “x, q” gibi harfleri
ekleme çabasında olan AKP İktidarının, bu konuda samimi adımlar atacağından da
kuşkuluyuz. Sayın Başkan,
değerli milletvekilleri; Atatürk Kültür Dil ve Tarih Yüksek Kurumu
Başkanlığının… (Mikrofon
otomatik cihaz tarafından kapatıldı) BAŞKAN – Sayın
Ayhan, lütfen teşekkürlerinizi sunun. SELÇUK AYHAN
(Devamla) – Hemen saygılar sunup kapatıyorum. 22’nci Dönem
milletvekillerinin, bu ayıbı temizlemesi gerektiğine inanıyorum. Hepinize saygılar
sunuyorum arkadaşlar. (CHP sıralarından alkışlar) BAŞKAN –
Teşekkürler ediyoruz Sayın Ayhan. Milliyetçi
Hareket Partisi Grubu adına, İstanbul Milletvekili Sayın Mithat Melen. (MHP
sıralarından alkışlar) Buyurunuz Sayın
Melen. Süreniz on üç
dakikadır. MHP GRUBU ADINA
MİTHAT MELEN (İstanbul) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; Hazine
Müsteşarlığı 2008 bütçesi ve 2006 yılı Kesin Hesap Kanunu üzerine, Milliyetçi
Hareket Partisi Grubu adına söz almış bulunuyorum. Yüce heyeti saygıyla
selamlıyorum. Efendim, aslında,
bütçe, temel siyaset belgesi; ortak hedef ve çıkarlara hitap eden bir belge
olması gerekir fakat son beş senedir ve özellikle bu sene, öyle açık görünüyor
ki bu işi, biz, sıradanlaştırdık. Sanki çok basit bir belgeymiş gibi ve bir
ülkenin, gerçekten, geleceğe dönük önemli bir planını, programını yapan
meseleyi çok ciddiye almadığımız görünüyor. Sadece biz değil, bakın basın bile
öyle, kimse yok ve bu sıradanlaşmak, tabii, tartışmaları da sıradanlaştırıp
kişiselleştiriyor. Hâlbuki, bütçe çok önemli bir belge. Bir de düşünün ki
Türkiye gayrisafi millî hasılasının yüzde 50’sine
yakın bir kısmı -parasal büyüklük olarak- devlet dediğimiz kurum tarafından
üretiliyor. Yani devlet, her yerde rüzgâr aslında, yani Ankara rüzgâr. Onun
için, bunu daha ciddi olarak ele almakta yarar görüyorum, o sıradanlaşmayı
değiştirmemiz lazım. Bundan önce, yine dikkat buyurursanız, bütçe bir güvenoyu
kurumu idi. Bütçe yüzünden, bazı hükûmetler düştü,
büyük çoğunluğu olan hükûmetler dahi; 1969 yılına
dikkatinizi çekerim. Onun için, bu
tartışmaları… Sadece iktidar değil, iktidarıyla muhalefetiyle bunun üzerinde
durmamız lazım; belki, gölge bütçeler yapmamız lazım muhalefet olarak ama bu
işi ciddiye almamız lazım olduğundan daha fazla. Mesela, ben de
Hazine kurumunun bir mensubuyum, iftihar ediyorum, on altı sene önce ayrıldım
ama Hazine, yapısı itibarıyla, ekonomi tespitine yardım eden, hatta, onda
inisiyatif alan önemli bir kurum. O da yavaş yavaş,
işte, KİT’iyle, dış ekonomik ilişkileriyle, çok uluslu kuruluşlarıyla, borçlanma
stratejileriyle, sermaye akımlarıyla, Türk ekonomisinin önemli bir
yönlendiricisi. Yavaş yavaş, sanki, devre dışında
gibi. Bu, belki bilerek, belki de bilmeyerek yani giden katarın en önünde
Merkez Bankası görünüyor, o katar eğer ekonomi katarıysa, arkadan kimin ittiği
belli değil. Bunu, sadece IMF’nin üzerine yüklemek de
yeterli bir şey değil, oturup onu kendimiz düşünmemiz lazım çünkü o Hazine
lokomotifi, kadrosuyla cidden önemli bir kurum ve Türkiye’de, kamu yönetimi
içerisinde ciddi değişimi yapabilmiş bir kurum; bugün, yeterlidir kadroları,
yapısı ciddidir. Onun için, o
hâkimiyetin tekrar, artık, Hazine içinde yavaş yavaş
gelmesi lazım ama o nasıl olacak? Tabii, orada da yine benim gördüğüm, o
ekonomi hukukunun yeniden tesis edilmesi gerekiyor. Bakın, yine dikkat
buyurursanız, Türkiye’de Hazine, Merkez Bankası, Maliye Bakanlığı, hatta bir
adım ileri giderseniz Dışişleri Bakanlığı o kadar fazla ekonomi içerisinde ki
kimin ne yaptığı belli değil. Biz, belirli atamalar yaparak, sayın bakanların
eline vererek, bunu çözmeye çalışıyoruz, biraz, ağabey-kardeş ilişkisi
içerisinde ama biz ki yasama görevini yapıyoruz. önce kendi ekonomi hukukumuzu
kendi yönetimimiz içinde temin etmek zorundayız. Piyasayı düzenlerken, piyasayı
düzenleyecek yasanın, aynı zamanda ekonomi hukukunu kendi içerisinde
düzenlemesi gerekiyor. Onu düzenleyemezseniz sıkıntı çıkıyor, ki gördüğüm
sıkıntıların en büyüğü o. Ee, şimdi, hep bahsediyoruz, söz
ediyoruz, işte, beş yıldır… Ki, Sayın Bakan da çok cesur bir biçimde bütçe
konuşmasında bunu söylemiş açıkça: “Beş yıl dünyada konjonktür çok iyi gitti,
biz de bundan yararlandık ve buraya geldik. IMF programları da rahat
uygulandı.” Ama, bundan sonraki beş yılda konjonktürün iyi gitmeyeceği ortada.
O zaman, başta Türk ekonomisinde olmak üzere -yani bu dalgalar sadece Türkiye
içinden gelmeyecek, dünyadan gelecek- ciddi kırılganlıklar olacak. İşte, “O
kırılganlıkları sen yapıyorsun, ben yaptım, ben bunu yaptım şimdiye kadar…” Ki,
ben Mecliste hep bunu duyuyorum. Hatta, basın da en çok böyle magazinsel
kavgalarla ilgileniyor, işin ciddiyetiyle ilgilenmiyor. Çünkü, eğer bu
kırılganlık Türk ekonomisine gelirse rejimi tehlikeye sokar, partileri değil.
Gördük geçmişte de. Onun için, bunları ciddiye almak zorundayız. Yani, şu ana
kadar IMF programıyla uygulanmış bir birinci nesil ekonomik programı var. O
program, birinci nesil program, kamu hazinesini ve maliyesini düzeltmek üzere
yapılmış bir programdır. Ama o bitti artık. Onun için, “biz IMF’ye
borcumuzu 27’den 7’ye düşürdük”le falan uğraşacağımıza
veya” Döviz fiyatı düşerse ekonomi iyi gidiyor.” gibi konularla uğraşacağımıza,
bundan sonra, gerçekten Türkiye’nin önünü açacak, dönüşümü sağlayacak üretim
modeline geçmek zorundayız. Bunun için de teknolojisi
yüksek, katma değeri yüksek mal ve hizmeti üretmenin önünü açmak ve istihdamı
sağlamak zorundayız. Türkiye 73
milyon. Türkiye’nin en büyük problemi istihdam. O da bence rejime bile tehlike
veren bir duruma geldi. Yani, illa terörü ekonomiyle izah etmek istemiyorum bir
ekonomist olarak ama onu da çok ciddi biçimde düşünmekte yarar var. Tabii, bu
insan gücü yapısıyla da dünyanın mevcut bu durumunda rekabet etmek de çok kolay
değil. O rekabeti artırmakla eğitim arasındaki ilişkiyi çok net ve açık biçimde
kurmamız lazım. Yani, makro istikrarın kalıcılığı sadece mali istikrardan geçmiyor, ülkenin sosyal istikrarından da geçiyor. Onu da ciddiye almak lazım. Onun için, bu
reformları en kısa zamanda yapamazsak, gerçekten, beş yıl sıkıntılı geçecek. Şimdi, mesela,
sosyal güvenlik reformu… Kolay gibi görünüyor ama öyle değil. Kayıt dışılık,
çok ciddi sorun. Ee, bunları çözecek bu Türkiye Büyük
Millet Meclisi, kimse değil. Yani, sadece Hükûmet
değil. Niye Hükûmet değil? Bu ülkenin problemleri
sadece Hükûmetle de ilgili değil, Türkiye’nin
problemleri. Mesela, büyüme…
Hep büyüme konusunda birbirimize laf attık, “Efendim, ithalat yoluyla
büyüyoruz, borçlanma artıyor, büyüme zikzak çiziyor…” Ama, Türkiye bence
yeterli büyüyemiyor. Bir tarafı şişmanlıyor, öbür tarafı zayıf kalıyor. Büyük
gelir adaletsizlikleri var. Onun için, rakamsal büyümeden çok refahın
artmasıyla uğraşmak daha önemli bir mesele. Tabii, gelir,
Gelir İdaresi… Bir baktığınız zaman bütçe kalemlerine, hakikaten, maalesef,
tuttuğumuzdan vergi alabilmişiz. Ciddi vergi reformunu da yapamamışız. Bu da çok
önemli bir mesele Türkiye’de. Yani, kurumlar vergisini birkaç puan indirmekle
Türkiye’de kurumlaşmayı teşvik edemediğimiz gibi, sadece ithalattan alınan
vergiyle de -bugün gelir vergisinin önünde ithalattan alınan vergi- Türkiye’de
kayıt içiliği de gerçekleştiremiyoruz. Aslında, 5018
sayılı Kanun -malum, kamu yönetimiyle ilgili, kamu maliyesiyle ilgili kanun-
bütçe performansına dayalı bir yapı getiriyordu bu arada. İşte, o yapıyı
yapacak -o Kanun’un içinde de var- 2008 yılında Hazinenin bir strateji üretmesi
lazım. Bir Strateji Dairesi de var. İşte, o stratejiyi ciddi biçimde
tartışmamız gerekiyor. Mesela, 2007 Hazine Finansman Programı’na baktığınızda
çok ciddi bir yapılanma var. Şimdi, 2008, 2009, 2010, yani beş yıllık artık
stratejiyi de çizmemiz lazım. Bütçe açık, cari
açıklar var, borçla kapatıyoruz. Bunu sadece, borcu azalttık, Türkiye’yi refaha
getirdik, birdenbire büyüdükle değil, gerçekten aklı başında bir yapılanmayla
çözmemiz lazım. Mesela, kredi notu. Şimdi, o kadar bağlanmışız ki bu kredi notuna.
Yarın öbür gün dünya piyasalarında ufacık bir kriz olduğu zaman, bu bizi çok
ciddi biçimde etkileyecek. O kredi notunuz hiçbir şey olmaz. Borçlanabilme
meselesi, makro ekonomik istikrardan, güçten geçiyor,
sadece fazla borç almaktan daha çok ihracat yapmaktan değil. Kaldı ki, o
ihracat da o kadar fazla dayalı ki ithalata. Onun için, o ihracatın yapısında
üretime dönük katma değeri yüksek yapılanmayı Türkiye yapması lazım. İşte, o,
belki piyasanın beklediği, piyasa düzenlemeci kurumların yapması gereken de bu.
O mikro reformlar. O mikro reformları… Ha, onu da
söyleyeyim, IMF veya değil, ama bir çapaya ihtiyacınız var, ihtiyacımız var.
Nasıl yapacağız bunu? Avrupa Birliği veya IMF, ama biz kendimiz için yapacağız
önce. Ama dünyada IMF’yi ve Avrupa Birliğini inkâr
ederek böyle işleri yapmak da çok kolay değil. Onun için, oturup onları da, o
sonuç odaklı veya süreç odaklı reformları iyi düşünmek lazım, çünkü hep süreç
odaklı reform yapmaya çalışıyoruz, hep belirli dönemi idare etmek için. Esas
mesele, sonuç, gelecek beş yıl çok ciddi çünkü. Yani, Türkiye, işte o meşhur pistte yürüyor, taxi yapıyor, havalanacak. Ee,
havalanırken işte pilotunuz yanlışsa, elektronik donanımınız iyi değilse ve
uçakta belirli mekanik arıza varsa uçak kalkmaz, sadece pistte yürümek
yetmiyor. Onun için, o uçağı daha düzeltmemiz lazım. Uçağı, işte onu
düzeltecek, herhâlde bu kurum, biziz. Mesele, sonuç odaklı reform; piyasayı
düzenlemek, piyasaya o ümidi vermek. Piyasada şu anda o ümit yok, dikkat edin.
O ümidi, hakikaten ekonominin selameti için değiştirmekte yarar var. Efendim, bir
şeyin üzerinde çok fazla durmak istiyorum: Kesin hesap. Anayasa, gerçekten
163’üncü maddesiyle kesin hesabın üzerinde o kadar fazla durmuş ki. Şimdi,
tartışılıyor: “Bunu kaldıralım Anayasa’dan.” Bence 1961’de o Anayasa’yı
yapanların, o günkü düşünenlerin, doğru düşündükleri de ortada ama hiç kesin
hesaptan kimse bahsetmiyor. Maalesef, kesin hesap bir ibra mekanizması. Hiç,
hiçbirimiz konuşmuyoruz ibradan. O geçmiş hükûmetlerin
bile yaptıklarını ibra eden bir mekanizma. Bugün Türkiye’de
birçok insana sorun, hangi yasanın -yani 2006 yılının şu anda geçiyor- geçtiğini bilmezler
bile. Anayasa’nın Türkiye Büyük Millet Meclisine verdiği çok önemli bir yetki
bu. Yani, biz, kendi meselelerimizi kendimiz konuşmuyoruz, otomatik geçiyor. Bu işin üzerinde de çok durmak lazım. Gerçekten,
Kesin Hesap Kanunu, geçmişe dönük yapılan hataları ileride yapmamak için önemli
bir imkân veriyor, bunu iyi kullanmak gerektiğine inanıyorum. Siyasi niyet bu
arada çok önemli. (Mikrofon
otomatik cihaz tarafından kapatıldı) MİTHAT MELEN
(Devamla) – Sayın Başkan, izin verirseniz, bir dakika… BAŞKAN –
Buyurunuz. MİTHAT MELEN
(Devamla) – Sağ olun. Siyasi niyetimiz
önemli. Bu siyasi niyeti ortaya koyarsak ve birbirimizi de fazla kırmadan,
yormadan, magazinleştirmeden Türkiye Büyük Millet Meclisindeki tartışmaları,
sen yaptın ben yaptım demeden, bu işi yapabiliriz. Ha yok, bunu böyle
yapacaksak, yine söyledim, 256 milletvekili varken 1969 yılında Süleyman
Demirel Hükûmeti bütçede düşürülmüştür. Onun için, bu
bilinç, hepimizin bilinci; bir tek partinin değil. Bu yüzden, bu
görüşlerle, bütçenin Türkiye’ye hayırlı olmasını diler, hepinizi saygıyla
selamlarım. (MHP, AK Parti ve CHP sıralarından alkışlar) BAŞKAN –
Teşekkürler Sayın Melen. Milliyetçi
Hareket Partisi Grubu adına Kars Milletvekili Sayın Gürcan Dağdaş.
Buyurunuz Dağdaş. (MHP sıralarından alkışlar) Süreniz on bir
dakikadır. MHP GRUBU ADINA
GÜRCAN DAĞDAŞ (Kars) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; Atatürk Kültür,
Dil ve Tarih Yüksek Kurumu Başkanlığı ile Basın-Yayın ve Enformasyon Genel
Müdürlüğünün 2008 bütçeleri hakkında Milliyetçi Hareket Partisinin görüşlerini
arz etmek üzere söz aldım. Heyetinizi saygıyla selamlıyorum. Değerli
milletvekilleri, Atatürk'ün direktifleriyle Türk tarihini incelemek ve elde
edilen sonuçları dünyaya yaymak için 1931 yılında Türk Tarih Kurumu
kurulmuştur. Yine, Atatürk'ün direktifleri doğrultusunda Türk dilinin
sadeleşmesi amacıyla 1932 yılında Türk Dil Kurumu kurulmuştur. Bu iki kurum da,
başlangıçta Atatürk'ün iradesi doğrultusunda dernek statüsünde kurulmuşken
günümüzde birer kamu kurumu hâline dönüştürülmüştür. 12 Eylül askerî darbesi
sonrası, Türk Dil Kurumu ve Türk Tarih Kurumunun nitelikleri ve konumları
farklılaşmış, Anayasa'nın 134'üncü maddesi gereğince Türk Dil Kurumu, Türk
Tarih Kurumu, Atatürk Araştırma Merkezi ve Atatürk Kültür Merkezinden oluşan
kamu tüzel kişiliğine sahip Atatürk Kültür, Dil ve Tarih Yüksek Kurumu kurulmuştur. Atatürk Kültür,
Dil ve Tarih Yüksek Kurumunun temel amacı, Türk tarihini ve Türklerin
medeniyete hizmetlerini ilmî yoldan incelemek, araştırmak, Türk dilinin öz
güzelliğini ve zenginliğini meydana çıkarmak, onu yeryüzü dilleri arasında
değerine yaraşır yüksekliğe eriştirmek, millî gücümüzün devamında ve gelişmesinde
millî kültürümüzü çağdaş medeniyet seviyesinin üstüne çıkarma ülkümüzde temel
unsur olan Türk kültürünü, Atatürkçü düşünce ve Atatürk ilke ve inkılapları
doğrultusunda, bilimsel yoldan incelemek, araştırmak ve bir bütünlük içerisinde
yaymak ve yayımlamaktır. Değerli
milletvekilleri, kısaca tarihçesini ve amacını ifade etmeye çalıştığım Atatürk
Kültür, Dil ve Tarih Yüksek Kurumuna dair tespit, eleştiri ve temennilerimizi
vaktin elverdiği ölçüde dikkatinize getireceğim. Değerli
milletvekilleri, tarih yapan bir millet olmakla beraber, tarih yazan bir millet
olma konusunda hâlâ sıkıntılar yaşıyoruz. Süreklilik ilkesine uygun olarak Orta
Asya’dan günümüze kadar olan tarihimizi, sosyal, iktisadi, kültürel, siyasi ve
askerî unsurları dikkate alarak bir bütün hâlinde ortaya koyan çalışmalardan
hâlâ mahrum bulunmaktayız. Çok değerli tarih
çalışmalarının yayınlanması, okuyucuyla buluşması, son zamanlarda ölçüde
piyasanın tercihine bırakılmıştır. Piyasa çok satar mı mantığından hareketle bu
çalışmaları değerlendirdiği için, önemli çalışmalar yayınlanma sorunuyla karşı
karşıya kalmıştır. Bu nedenle, üniversitelerimizde yapılan lisansüstü tarih
çalışmalarının okuyucuya ulaşmasında zorluklar yaşanmaktadır. Piyasa mantığına
terk edilen bu alan, bilimsellikten yoksun popüler tarih çalışmalarına mahkûm
edilmiştir. Bilimsel değeri olan tarih çalışmalarına, Türk Tarih Kurumunun
bugüne kadar önemli katkılar yaptığı bilinen bir gerçektir. Bunu yeterli
bulmayıp bu konuda daha fazla katkı yapılmasının son derece önemli olduğunu
belirtmek istiyorum. Değerli
milletvekilleri, özellikle gençlerimize tarih şuurunun kazandırılmasında görsel
materyaller büyük bir önem kazanmıştır. Bu nedenle, Türk Tarih Kurumunun
bilimsel gerçeklere uygun, daha fazla ve daha kapsamlı çalışmalar yapması
gerekmektedir. Son yıllarda sözlü tarih çalışmaları önem kazanmıştır. Sözlü
tarih, tarihi, yazılı belgelere ek olarak yaşayan bireylerin belleğe dayalı
anlatıları aracılığıyla yazma ve sıradan insanları tarihin araştırma alanına
dâhil etme dürtüsüyle şekillenen ve ses kaydetme teknolojilerinin gelişmesiyle
de desteklenen disiplinler arası bir çalışma alanı ve araştırma yöntemidir.
Sözlü tarih, ulusal ses, görüntü arşivi oluşturma ve kullanabilirliğini
artırmaya odaklı araştırma projeleri, eğitim atölyeleri, konferans, seminer,
yayın ve benzeri faaliyetlere ağırlık vererek yapılmaktadır. Sözlü tarihin
geleneksel biçimi kişisel yaşam öykülerinin saptanmasıdır. Böyle olduğu için
kişisel arşivler önem kazanmaya başlamıştır. Ancak, zamanla kurum tarihi, olay
tarihi, sözlü tarihin çalışma konuları arasına girmiştir. Türk Tarih Kurumu, bu
alanda da gerekli çalışmaları yapmalıdır. Şehirlerimizin
tarihî dokusu ve mirası, çarpık kentleşme nedeniyle tahrip edilerek yok
edilmektedir. Şehir tarihçiliği, ihmal edilmiş bir alandır. Şehirlerimizin
tarihî mirası daha fazla zaman kaybedilmeden kayıt altına alınmalıdır. Türkiye’de
biyografi çalışmaları, insanları objektif olarak tanıtma amacıyla değil, onları
daha çok yıpratma, karalama veya tamamen övme amacına yönelik ya da o insanlar çevresinde sansasyon yaratmak amacına
yönelik olarak yazılmaktadır. Türk Tarih Kurumunun objektif bakış açısıyla bu
alanda önemli çalışmalara katkı sağlamasının önemine gönülden inanıyorum. Kurtuluş
Savaşı’nın kazanılmasında yaşanan sivil çabalar, bugüne kadar yazılmış olan
tarih çalışmalarında kendisine yeterince yer bulamamıştır. Türk Tarih Kurumu bu
alanda yapılacak olan kapsamlı bir çalışmaya önderlik ederek büyük bir boşluğu
dolduracaktır. Değerli
milletvekilleri, bugün Ermeni lobileri, tanıma, tazminat, toprak üzerine kurulu
planlarını aşama aşama uygulamakta, Avrupa
parlamentolarında sözde Ermeni soykırımı yasa tasarılarından sonra, sözde
Ermeni soykırımını reddetmenin bile suç olduğu yasalar çıkarmaktadır. Türk
Tarih Kurumumuzda Ermenilerle ilgili yayımlanan otuz sekiz kitap, birçok yayın
ve tarihî belge varken bu yasaların kabul edildiği ülkelerde bu yayınlardan ve
bu belgelerinden yeterince faydalanamamaktadır ve büyük bir yalan olan sözde
Ermeni soykırımı iddiaları da dünyaya yeterince anlatılamamaktadır. Bu, bir
gerçektir. Diğer taraftan,
Türk dilinin günümüzde geldiği nokta düşündürücüdür. Birçok alanda yozlaşma
yaşadığımıza tanık olurken en büyük yozlaşmayı dilimizde yaşıyoruz. Dilimiz
elden gidiyor ve her geçen gün daha fazla yabancı ve argo kelime dilimize
giriyor. Sayın Başbakanın ve iktidar seçkinlerinin yabancı kelimelerle
süslenmiş üç yüz sözcüklü ve argo üslubuyla konuştuğu bir ülkede dilimize daha
fazla önem gösterilmesini beklemenin güçlüğünü bilmeme rağmen, dilimizin
korunmaya muhtaç hale geldiğini burada Sayın Başbakana ve yetkililere bir kere
daha hatırlatmak istiyorum. (MHP sıralarından alkışlar) AHMET YENİ
(Samsun) – Türkiye Cumhuriyeti Başbakanı… Çok ayıp oluyor. ASIM AYKAN
(Trabzon) – Ayıp. Ayıp. Cümleye bak! Yakıştı mı yani? GÜRCAN DAĞDAŞ
(Devamla) – Sabırlı olacağız... Sabırlı olacağız… ASIM AYKAN
(Trabzon) – Biraz önce arkadaşın ne güzel konuştu. GÜRCAN DAĞDAŞ
(Devamla) - Atatürk Kültür, Dil ve Tarih Yüksek Kurumu kamu tüzel kişiliğine
sahip olsa da Kurum ve bağlı kuruluşlarında görev yapan bilim adamlarımıza,
profesörlerimize Sayın Başbakanın memur gözüyle bakmaması, Kuruma bir kamu
kurumu gözüyle değil, bilimsel çalışmaları yapan bir sivil toplum örgütü gibi
bakması ve çalışmalarına müdahil olmaması gerekir.
Kuruma bağlı kuruluşların amaçları çerçevesinde bugüne kadar çıkarılmasını
sağladığı 2.250 eser, 750 dolayında basılı yayın, 20 CD ve 3.500 dolayında
ulusal ve uluslararası düzenlenen konferans, panel, sempozyum ve kongre için
tüm çalışanlarına teşekkür ediyorum. Değerli
milletvekilleri, şimdi, Basın – Yayın ve Enformasyon Genel Müdürlüğü bütçesine
dair düşüncelerimizi arz edeceğim. Özgür ve tarafsız basına tahammülü olmayan
Sayın Başbakanın riyasetindeki ülkemizde, Basın ve Yayın ve Enformasyon Genel
Müdürlüğünün kurumsal faaliyetleri hakkında çok fazla bir şey söylemenin
anlamlı olmadığı hakikatinden yola çıkarak Kurumda çalışanlara başarılar
diliyorum. (Mikrofon
otomatik cihaz tarafından kapatıldı) BAŞKAN – Sayın Dağdaş, lütfen sözlerinizi tamamlayınız. GÜRCAN DAĞDAŞ
(Devamla) – Basın emekçilerinin yıpranma payı konusundaki haklarını elinden
alacak bir çalışmanın iktidar tarafından yapıldığını görüyoruz. Sadece patronun
himmetine kalmış, sendika hakkı olmayan basının bu hakkının elinden alınmasını
ve bu mağduriyetlerinin daha da artırılmasına hiçbirimizin rıza göstermemesi
lazım. Gerçi, iktidarın basında patron olmak veya patron dostu olmak sevdasının
had safhaya ulaştığı bu süreçte, basın emekçilerinin zor günler yaşadığını ve
yaşayacağını görüyoruz. Değerli
milletvekilleri, zorlukların aşılacağına olan inancımızı muhafaza ederek, 2008
bütçesinin hayırlı olması dileğiyle, yüce heyetinizi saygıyla selamlıyorum.
(MHP sıralarından alkışlar) BAŞKAN –
Teşekkürler Sayın Dağdaş. Milliyetçi
Hareket Partisi Grubu adına, Ankara Milletvekili Sayın Yıldırım Tuğrul Türkeş. Buyurunuz Sayın
Türkeş. (MHP sıralarından alkışlar) Süreniz onbir dakikadır. MHP GRUBU ADINA
YILDIRIM TUĞRUL TÜRKEŞ (Ankara) – Sayın Başkan, Türkiye Bilimsel ve Teknolojik
Araştırma Kurumu Başkanlığı ve Türkiye Bilimler Akademisi Başkanlığı 2008 mali
yılı bütçesi üzerinde Milliyetçi Hareket Partisi Grubu adına söz almış
bulunuyorum. Bu vesileyle yüce Meclisi saygılarımla selamlıyorum. Değerli
milletvekilleri, hepimizin bildiği üzere çağ değişmiştir. Bu çağın tanımı henüz
yapılamamış olmakla birlikte, öyle zannediyorum ki, ileride tarihçiler bu çağa
bilgi çağı adını vereceklerdir. Küreselleşme sürecinin devam ettiği ve ulus
devletlerin birbirleriyle kıyasıya yarıştığı bu dönemde halkın refahını artırmak
ve geleceğe güvenle bakabilmek, ancak ve ancak güçlü bilim kadroları ve
ülkemizi çağın ötesine taşıyacak bilgi teknolojileriyle mümkündür, ihtiyacımız
olan budur. TÜBİTAK ve
Türkiye Bilimler Akademisiyle alakalı olarak AKP İktidarının son beş yıl
içindeki yaklaşımları, 20 Kasım 2007’de yapılan Bilim ve Teknoloji Yüksek
Kurulunun 16’ncı toplantısında gerek Sayın Başbakanın gerekse Sayın Devlet
Bakanı Aydın’ın yaptığı konuşmalarda ve yine Plan Bütçe Komisyonunda konunun
müzakeresi sırasında iktidar milletvekillerinin konuşmalarında açıkça ortaya
çıkmıştır. Bilim ve
teknoloji alanında ileri gelen ülkeler olarak Hindistan’ı, Çin’i, İrlanda’yı,
Uzak Doğu ülkelerini göz ardı edip, konuşmalarda Avrupa ülkeleri, ABD, Japonya
gibi örnekleri ortaya koymak dahi, bu konudaki bakış açısının çok da uzağı
görmeyen bir üslupta olduğunu açıkça göstermektedir. Lizbon Kriterleri’nin
benimsenmesini ve Yedinci Çerçeve Anlaşması Programı’nın 1 Ocak 2007’den
itibaren yürürlüğe girmiş olmasını kendi ulusal hedefimiz açısından yeterli
görmek kanaatimce yanlışın başladığı noktadır. Kaldı ki, bunları geçerli hedef
olarak kabul etsek dahi, TÜBİTAK’ın içinde bulunduğu yönetim aksaklıkları ve
hukuksal problemleriyle bunun sağlanıp sağlanamayacağı da önümüzde büyük bir
soru olarak durmaktadır. Kırk beş yıllık
bir maziye sahip olan Türkiye Bilimsel ve Teknolojik Araştırma Kurumu, son dört
yıl içinde, birçok kurum ve kuruluşta yapılageldiği
gibi, isminden ve ambleminden başlayarak yapılmaya çalışılan değişiklikler
başta olmak üzere, ne yazık ki tüm uygulamalarıyla sürekli olumsuzluklar
içerisinde yuvarlanmaktadır. Öncelikle, AKP
İktidarının ilk hükûmet döneminde, yani 2002
seçimlerinden sonra, TÜBİTAK Yasası’nda yaptığı hukuka uymayan değişiklikle
ilgili olarak Anayasa Mahkemesine başvurulmuş ve Mahkeme yapılan itirazı kabul
etmiştir. Ancak, gerekçeli karar ne yazık ki hâlâ hazırlanmadığı için, bu
dönemdeki yasal boşluktan yararlanarak son dört yıl Kuruma başkan ataması
yapılamamış ve ikametgâhı İstanbul’da görünen hâlen, bir başkan vekiliyle
yönetilmeye çalışılmaktadır. Az önce Sayın Coşkunoğlu
da bu konuya değindi, ama bunun biraz daha üzerinde durmakta fayda var. Ankara
17. Asliye Hukuk Mahkemesi de TÜBİTAK yönetiminin kendisine yaptığı bir
başvuruyu, bu yönetimin TÜBİTAK’ı temsil yetkisi olmadığını ifade ederek
reddetmiştir, yani yönetimin yasal olmadığı yargı uygulamasıyla da
kanıtlanmıştır. Bu şartlar
neticesinde akla gelebilecek ilk ve önemli soru, bugünkü TÜBİTAK yönetiminin
üniversitelerden izin alarak görevlendirdiği öğretim üyelerimizin son dört yıl
içindeki durumlarının ne olduğudur? TÜBİTAK’ı temsil yetkisi hukukça kabul
edilmeyen mevcut yönetim, bu öğretim üyeleri için rektörlerimizden hangi
sıfatla izin istemektedir? Bu durum, ülkemizde meydana gelecek bir iktidar
değişikliğiyle yargıya gittiğinde, yasa dışı bir yönetimin yasa dışı olarak
verdiği bu mali destekleri, öğretim üyeleri nasıl kabul ettiklerini hangi yasal
dayanakla açıklayacak ve nasıl geriye ödeyeceklerdir? Değerli
milletvekilleri, ayrıca, yapılan uygulamaların, bilime, bilim insanına, ülke
sorunlarına katkıları da tartışılacak noktadadır. Kurum vekâletlerle
yönetilmeye çalışılmaktadır. Bunun dışında, ilginç ve bürokrasi kurallarına
ters düşen uygulamalar da yoğun bir şekilde dikkat çekmektedir. Daha önce medyaya
da yansımış olan bir Bilim Kurulu üyesinin Başkan Yardımcılığı ile Yenilik
Destek Programları Başkanlığını aynı zamanda asaleten yürüttüğü hususudur.
Bilim Kurulu üyesi bir başkan yardımcısının ita amiri kim olacaktır? Eğer bu
görevlendirme doğruysa, Bilim Kurulunun diğer üyeleri de niçin Kurumun değişik
kademelerinde görevlendirilerek, personel harcamalarında tasarrufa
gidilmemiştir? Teknoloji ve
Yenilik Başkan Yardımcısı, kendine bağlı araştırma grubunun yürütme komitesi
sek-reterliğine uzun süre vekâlet etmiştir. Yani, söz
konusu şahıs, Yürütme Komitesi Sekreteri olarak karar alıyor, sonra başkan
yardımcısı olarak kendi aldığı kararı onaylıyor. Daha böyle birçok örneğin
üzerine gitmek, tabii, maalesef, Kurumda, mümkün. Araştırma
grupları, bu Kurumun temel görevini yerine getiren en önemli birimleridir.
Oysa, araştırma grupları bu dönemde ayrı bir daire başkanlığı altında
çalıştırılmaktadır. Araştırma grupları, TÜBİTAK tarihinde en zayıf konuma getirilmiştir.
Bu araştırma
gruplarını tek tek irdelemek süre açısından mümkün
değil, ancak bazılarına değinmeden geçmek de hiç
mümkün değil. Bunlardan birisi SOBAG. Bu grubun açık adı Sosyal ve Beşerİ Bilimler Araştırma Grubudur. Bu alandaki
araştırmaları, birinci derecede ve işin gerçek sahibi olan, aynı zamanda
TÜBİTAK’a kardeş kuruluş olarak tesis edilen Türkiye Bilimler Akademisine
bırakmak, aslında daha doğru bir yaklaşım olacaktı. Yine, açık adı
Kamu Araştırmaları Grubu olan KAMAG, aslında kamudaki araştırmaları desteklemek
amacıyla kurulmuştur. Oysa, TÜBİTAK bu yapı aracılığıyla kendine verilen
bütçeyi kamu kuruluşlarına dağıtmaktadır. Bu desteğin ağırlıklı kısmı projede
yer alanlara proje teşvik ikramiyesi adı altında veya personel ücreti olarak
verilmektedir. Özetle, bilim ve teknolojiye ayrıldığı iddia edilen fonlar,
özünde, ağırlıklı olarak bu harcama kalemlerinde eriyip gitmektedir. Bu hususu
da yüksek takdirlerinize sunuyorum. Araştırma
gruplarının dışındaki TÜBİTAK etkinlikleri de medyada ar-ge
merkezlerine yapılan darbeler ile anılmaktadır. “Sanayiciye bilim desteğine
TÜBİTAK darbesi” veya “TÜBİTAK’tan ar-ge merkezlerine
darbe” hatırlayabileceğiniz başlıklardır. Bu konuyu anlatabilmek için TÜBİTAK
ile yollarını ayıran araştırma merkezlerinden
birkaçının isimlerinin verilmesi yeterli olur: Tekstil Araştırma Merkezi-İzmir,
Otomotiv Teknoloji Araştırma Merkezi-İstanbul, Seramik Araştırma
Merkezi-Eskişehir gibi. Burada arz etmeye
çalıştığım husus, TÜBİTAK’ın araştırma gruplarından araştırma merkezlerine,
oradan yemekhanesine kadar tüm yapısının değiştirilmiş olması ve bunun da
verimliliği olumsuz etkiliyor olmasıdır. Kuruluşunun 45’inci yılında Kurum,
anlaşılmaz bir biçimde 5018 Sayılı Yasa’ya tabi duruma getirilmiş ve bu Yasa’ya
uyum içinde bugün görev yapmakta olan Maliye kökenli bir Genel Sekreter Vekili
bulunmuştur. Netice olarak
Kurum, akademik ortamdan hızla uzaklaşmaktadır. Bir yandan yeni gruplar ve
müdürlükler oluştururken, deprem hattında bulunan ülkemizde İnşaat
Teknolojileri Araştırmaları Grubunu, hayvancılık sektöründe dünya
kıyaslamalarında üst sıralarda yer alan Veteriner ve Hayvancılık Araştırma
Grubunu kapatıyorsunuz. Bu konuları
cevaplarken, umarım, Sayın Bakan, geçen sene Sayın Mehmet Ali Şahin’in
söylediği gibi, bu grupları kapatmadıklarını, aksine kuvvetlendirdiklerini
söylemez. Çünkü, biz, bu eleştirileri, sadece ve sadece ülke bilimi,
araştırmalar ve bilim insanları için yapıyoruz. Yoksa birbirimize geçici açıklamalar
yapıp, işin özünü savuşturmak için değil. Keza on üç yıllık
bir geçmişe sahip olan Türkiye Bilimler Akademisinde de artırıldığı söylenen
bütçe, bilime ve araştırmaya değil, yeni binaya ve sair harcamalara
ayrılmıştır. Oysa bu kurumun esas hedefi, Türk bilim adamlarının tespit ve
teşvikidir. Değerli
milletvekilleri, ülkemizin aydınlık geleceğini hedefleyerek çalışması ve
yürümesi gereken bu saygın bilim kurumlarının maalesef günümüzde içinde
bulunduğu durum budur. 57’nci Hükûmet döneminde
Milliyetçi Hareket Partisinin Genel Başkanının direktif ve tavsiyeleri
doğrultusunda yirmi beş yıllık bir perspektif hazırlandı “Vizyon 2023 Bilim ve
Teknoloji Stratejileri” diye. Bu, daha sonra TÜBİTAK’a bu projenin yürütülmesi
görevi verildi. Bu, orta vadeli, bir ülke açısından önemli bir hedefti. Oysa
bugün, yine Plan ve Bütçe Komisyonundan alıntıdır, “Lizbon Kriterleri
benimsenerek 2010 yılına kadar bilimsel mükemmeliyet ve küresel düzeyde rekabet
edebilir olmayı hedeflemek” yeni ve çok kısa vadeli bir öngörüden başka hiçbir
şey değildir. Değerli
milletvekilleri, ödünç bilgiyle kalkınan ve gelişen hiçbir ülke
bulunmamaktadır. Dünyanın 17’nci büyük ekonomisine sahip olan ve dünyada yaygın
kullanılan 5’inci büyük dil ailesine mensup ülkemizin çağı anlayan ve yorumlayabilen
bir bakışa sahip olması şarttır. (Mikrofon
otomatik cihaz tarafından kapatıldı) YILDIRIM TUĞRUL
TÜRKEŞ (Devamla) – Toparlıyorum Sayın Başkan. BAŞKAN – Lütfen… YILDIRIM TUĞRUL
TÜRKEŞ (Devamla) – Şayet başka ülkelere ve sistemlere olan bilimsel ve
teknoloji bağımlılığı sonlandırılarak, yarının güçlü Türkiye’si için kendi
bilgi ve teknolojik kaynaklarımıza sahip olamaz isek güçlü bir Türkiye hedefini
başarmamız mümkün değildir. Bu saygın bilim kurumlarını yarının Türkiye’si için
ve çocuklarımız için güçlendirmeli ve siyasi iktidarların bürokratik
kaygılarından arındırmalıyız. Bu duygu ve
düşüncelerle, bütçenin ülkemize hayırlı olmasını diliyor ve yüce Meclisi
saygılarımla selamlıyorum. (MHP sıralarından alkışlar) BAŞKAN – Teşekkür
ediyoruz Sayın Türkeş. Adalet ve
Kalkınma Partisi Grubu adına İstanbul Milletvekili Sayın Alaattin
Büyükkaya… Buyurunuz Sayın Büyükkaya. (AK Parti sıralarından alkışlar) Süreniz yedi
dakikadır. AK PARTİ GRUBU
ADINA ALAATTİN BÜYÜKKAYA (İstanbul) – Teşekkür ederim Sayın Başkan. Sayın Başkan, çok
değerli milletvekilleri; AK Parti Grubu adına 2008 yılı Hazine Müsteşarlığı
bütçesi üzerinde söz almış bulunuyorum. Görüşlerimi sizlere arz edeceğim.
Konuşmama başlamadan önce hepinizi saygıyla selamlarım. Evet, değerli
arkadaşlarımızı dinliyoruz. Türkiye'nin rakamlarını hepimiz biliyoruz. Bazen
kendi kendime soruyorum “Acaba biz başka bir ülkede mi yaşıyoruz? Başka bir
ülkede mi bunları yaşıyorlar da anlatıyorlar?” diye. Çünkü, baktığımız zaman
rakamlara, halkımızın refahına, onun gelişmesine baktığımız zaman, tablonun hiç
de anlatılan gibi olmadığını görüyoruz. Eğer zaten aksi olsaydı, vicdanı olan,
gönlü olan, gözü olan, eğer bunu görüyorsa; eğer böyle olmasaydı, eğer bu
rakamlar Türk milletinin lehine olmasaydı, Türk milleti AK Partiyi asla bu
şekilde desteklemezdi ve bu kadar güç asla vermezdi. Onun için hepimiz bu
konudaki yaptığımız eleştirilerde daha dikkatli olmalıyız. Aksi takdirde
insanlar sadece şu mantık içinde oluyor: Bunlar sadece eleştirirler, bunlar
sadece söylerler, ama biz gerçeği ve olanı biteni biliyoruz ve bu notu da
muhalefet olarak tabii ki alırlar. Şimdi, biraz
rakamlara bakalım. Evet, önce, kim diyebilir bu ülke bizim iktidarımız
döneminde büyümedi diye? Söyleyebilecek birisi var mı? 1993-2002 arasında
ortalama 2,6 büyümüş ülkemiz. 2003-2006 arasında ise ortalama 7,3 büyümüş,
2007’de ise yüzde 5’in üzerinde büyüyeceğimiz, yine, bugünkü ekonomik
raporlarda açıkça görülüyor; yani, yirmi iki çeyrektir kesintisiz büyüyoruz.
Cumhuriyet tarihinde başka böyle bir dönem var mı? Elimizi vicdanımıza koyalım
ve söyleyelim. Tabii ki eğer
ekonomi böyle büyüyorsa, rakamlar da büyüyor. Başkaları zamanında bu rakamlar…
“Efendim, bir kuyruklu yalan.” -istatistik noktasında söyleyeceksiniz- bizim
zamanımızdaki için, ama, başka dönemdekiler için “Bunlar devletin rakamıdır,
doğrudur.” Peki, bu rakamları kim hazırlıyor? Gene aynı kurumlar hazırlamıyor
mu? Rakamlara bakıyoruz: 2002’de 183 milyar dolar Türkiye’nin millî geliri,
26’ncı sıradayız dünyada; 2006’da 400 milyar dolar olmuş, 17’nci sıraya
çıkmışız; şimdi 2007’de ise 490 milyar. “Efendim, kur düşükmüş de onun için
böyle olmuş.” Peki, kur yükseldiği zaman, Türk parasının değeri düştüğü zaman
“Paramızı pul ettiniz.”, değerlendiği zaman “Ee, kur
düşüktü de onun için millî gelirimiz böyle oldu.” Bu nasıl anlayış? Gelir dağılımına
da bakıyoruz. Gelir dağılımının en önemli katsayılarından Gini
katsayısı vardır. Bu, gelir dağılımındaki durumu gösterir ve gelir dağılımında
en üst gelir, gelirden en fazla pay alan grup 5’inci grup, yüzde 20’lik
gruptur. 2002’de bunun oranı yüzde 50,1; 2005’te 44,4, Gini
katsayısı da 2004’te 0,44; 0,38, yani, orta gelir grubu Türkiye’de daha iyi
duruma gelmiş. Yatırımlarda da
aynı şey değil mi? Biz özel sektör yatırımından yanayız, çünkü devletin
üretimden elini çekmesini istiyoruz. Ancak bu tarzda yolsuzluk da birçok
problem de ortadan kalkabilir. 2003-2006
arasında bu ülkede özel sektör 192 milyar YTL’lik
yatırım yapmış. Yabancı sermaye girişinde de böyle değil mi? En fazla 1 milyar
dolar girmiş, 2006’da 20 milyar dolar, 2007’de dokuz ayda 15 -ki bu sene de bu
rakamı aşacağımızı görüyoruz- iş yapma kolaylığına göre, Dünya Bankasının
raporunda da yine Türkiye, otuz dört basamak birden atlamış. Yine Birleşmiş
Milletler Ticaret ve Kalkınma Örgütü tarafından yayımlanan 2007 Dünya Yatırım
Raporu’nda Türkiye 2006’daki çektiği yabancı sermayeyle, dünyada en fazla
yabancı sermaye çeken on altıncı ülke, gelişmekte olan ülkeler arasında ise
beşinci sırada. Bunları biz söylemiyoruz, bunları Birleşmiş Milletler söylüyor,
Dünya Bankası söylüyor, onlar da mı kuyruklu yalan acaba? Evet, bunları, tabii,
ekonomimizdeki bu performansları daha uzatabiliriz. Ama en önemli noktalardan
biri şu değil miydi? Kamunun borçlanma ihtiyacı. Bizi esir alan, içeride de
dışarıda da esir alan bu nokta değil miydi? Mesela, 2002 yılında kamunun
borçlanma ihtiyacı gayrisafi millî hasılaya 12,73
bunun rakam olarak manasını söyleyeyim: Yani faizinizi de, anaparanızı da
ödedikten sonra, döndürdükten sonra yeniden 35 milyar dolar, pardon dolar
dedim, aşağı yukarı dolarla birbirine denk gelmeye başladı, 35 milyar YTL daha
fazla borçlanma ihtiyacındasınız. Peki, 2006’da ise –mesela bu rakama bakalım-
ise borçlanma ihtiyacı eksi 2,7 olmuş, yani kamu borcunu çevirmiş ve üste para
kalmış 2 milyar doların üzerinde. Türk lirası cinsinden ise iskontolu
borçlanma, yani hazine bonolarında da 2002’de altı borçlanma faizi yüzde
62,7’yken, 2007’de yüzde 16 seviyesine inmiş. Vade ise ila dokuz ayken, otuz
beş ayın üzerine çıkmış. Bunlar da kuyruklu yalan mı? Milletimiz bunları
görüyor, milletimiz bunları değerlendiriyor ve bunları değerlendirdiği için de her
geçen gün AK Partiye karşı olan desteğini artırıyor. (Mikrofon
otomatik cihaz tarafından kapatıldı) BAŞKAN – Sayın Büyükkaya, lütfen sözlerinizi tamamlayınız. ALAATTİN
BÜYÜKKAYA (Devamla) – Bitiriyorum efendim. Evet, son bir
dakika içinde sigortacılık konusunda da bazı şeyler söylemek istiyorum Hazine
bütçesinde. Bakın, on beş yıldan fazladır sigorta sektörü kanunsuzdu, bu kanunu
biz çıkardık. Yine 1930’larda,
daha Atatürk zamanında tarım sigortası kanunu çıkarılması kararlaştırılmış. Her
hükûmetin programında var, bütün kalkınma planlarında
var, bunu biz hayata geçirdik ve bunu geçirdiğimiz için de çiftçimize belki de
bundan sonra en kalıcı hizmeti sunduk. Sadece Ekim 2007 itibarıyla 214 bin
çiftçimiz bu poliçeden istifade etti ve 1,4 milyar YTL’den
fazla bir teminat altına tarım ürünleri alındı. Sigortacılık
sektöründe de rakamlar yine aynı şeyi söylüyor. 3-4 milyar doları geçmeyen prim üretimi, 12 milyar dolara yaklaşıyor. (Mikrofon
otomatik cihaz tarafından kapatıldı) ALAATTİN
BÜYÜKKAYA (Devamla) – Teşekkür ediyorum, bütçemizin hayırlı olmasını diliyorum.
(AK Parti sıralarından alkışlar) BAŞKAN –
Teşekkürler Sayın Büyükkaya. Adalet ve
Kalkınma Partisi Grubu adına Samsun Milletvekili Sayın Fatih Öztürk. (AK Parti sıralarından alkışlar) Buyurunuz Sayın Öztürk. Süreniz yedi
dakikadır. ADALET VE
KALKINMA PARTİSİ GRUBU ADINA FATİH ÖZTÜRK (Samsun) – Sayın Başkan, değerli
milletvekilleri; Basın-Yayın ve Enformasyon Genel Müdürlüğünün 2008 mali yılı
bütçesi üzerinde grubum adına söz almış bulunuyorum. Bu vesileyle de yüce
heyetinizi saygıyla selamlıyorum. Sayın Başkan,
değerli arkadaşlar; Basın-Yayın ve Enformasyon Genel Müdürlüğü hem ülke
içerisinde hem ülke dışında önemli çalışmalar ifa etmektedir. Dolayısıyla,
benden önceki arkadaşlar bu konuda fazla detaya inmedikleri için ben bu Genel
Müdürlüğe biraz haksızlık edildiği kanısındayım. Dolayısıyla, bu Genel
Müdürlüğümüzün çalışmalarıyla alakalı birtakım bilgiler vermek istiyorum. Kurtuluş
Savaşı’nda Anadolu basınıyla birlikte önemli fonksiyonlar icra etmiş, sonraki
yıllarda yurt içinde ve dışında enformasyon alanında ülkemizin en köklü
kurumlarından biri hâline gelmiştir. Basın-Yayın ve Enformasyon Genel Müdürlüğü
özellikle yabancı basında ülkemizle ve dünyadaki güncel gelişmelerle ilgili
yayınlanan haberleri değişik kaynaklardan titizlikle izlemekte, derleyip
işlemekte ve devletin üst makamlarına aktarmaktadır. Bu amaçla günde
yaklaşık 4 bin haber değerlendirilmekte ve 2003’ten itibaren de kurumun
bilgisayar ve teknik donanımında yapılan geliştirme ve yenilemeyle birlikte de
haber kaynaklarında ve sayısında önemli ölçüde artışlar sağlanmıştır. Değerli
arkadaşlar, ülkemiz tanıtımı için de önemli çalışmalar yapılmaktadır. Bir
tanıtım yayını olan ve ülkemizle ilgili ayrıntılı bilgiler içeren ve her yıl
sekiz dilde, Türkçe, İngilizce, Fransızca, Almanca, Arapça, Rusça, Japonca ve
İspanyolca olmak üzere toplam 35 bin adet kitap olarak basılan “Türkiye 2007
Yılı” ve 4.500 adet basılan CD’leri dünyanın en ücra köşelerine kadar
dağıtılmaktadır. Bu CD ve kitap, resmî heyetlerimizin yurt dışına çıktıklarında
kullandıkları en önemli kaynaktır. Genel
Müdürlük kitabı her sene güncelleştirmekte ve yayınlamaktadır. İnternet ortamında bu hizmetlerden tüm kamuoyu ve arzu eden
milletvekillerimiz de yararlanmaktadır. Ayrıca Genel
Müdürlük aylık olarak yayınlanan Anadolu’nun Sesi gazetesi, Anadolu basınına
yansıyan bölgesel meseleleri devlet ve hükûmet
yetkililerine ulaştırmakta, çözüme kavuşturulan problemleri, Anadolu basını
aracılığıyla, vatandaşa duyurmak ve yerel basın arasında bir köprü oluşturmak
amacıyla ayda 3 bin adet basılarak dağıtımını yapmaktadır. Kısacası, Genel
Müdürlük, yerel basına sahip çıkmakta ve yerel basının sorunlarıyla da
ilgilenmektedir. Yine, tarihçi ve
araştırmacılar için de bir başvuru yayını niteliğinde olan ve cumhuriyetin ilk
yıllarından beri çıkan, ülkemizdeki siyasi, ekonomik, sosyal ve kültürel
gelişmeleri özetleyen içeriğe sahip bulunan “Ayın Tarihi” adlı kitap da bin
adet basılarak tüm Anadolu’ya dağıtılmaktadır. Değerli
arkadaşlar, Genel Müdürlüğün yurt içindeki bu çalışmalarının yanı sıra, yurt dışında da önemli çalışmaları vardır.
Yurt dışında da, 22 merkezde basın müşavirlikleri kanalıyla, ülkemizin ve
büyükelçiliklerimizin yabancı basınla ilişkilerini düzenlemekte ve çeşitli
konularda yurt dışı ve yurt içine yönelik yayınlar üreterek ülkemizin
tanıtımına önemli katkı sağlamaktadır. Bu katkı da, takdir edersiniz ki çok
önemli bir katkıdır. Ülkemizle ilgili
ulusal meselelerin uluslararası arenada savunulmasına yönelik birçok yayınlar
yapılmaktadır. Terör, bölücü örgüt PKK, Ermeni meselesi, Kıbrıs, turizm
tanıtımı gibi konular bunların başlıcalarındandır. Yabancı gazetecilerden
oluşan gruplar da, zaman zaman ülkemizin uluslararası
meseleleri konularında bilgilendirmek üzere ülkemize davet edilmektedir. Değerli
arkadaşlar, bu kadar önemli konuları ifa eden Genel Müdürlüğün birtakım
problemleri de yok değildir. En önemli problemi kadro meselesidir. Uzmanlık
isteyen ve uzmanlık alanlarına ihtiyaç duyulan personel sıkıntısı çekmekte,
fiyat politikasının da bu sıkıntılara sebebiyet verdiğini hepimiz bilmekteyiz.
Dolayısıyla, Genel Müdürlüğün, önümüzdeki yıllar içerisinde bu sorunları da
çözeceğini umut ediyoruz. Çünkü, Türkiye’deki fiyat politikasının ne olduğunu,
imkânlarımızın ne olduğunu gayet iyi biliyoruz. Bu konuda da gerekli çalışmalar
hızla devam ettirilmektedir. Değerli
arkadaşlar, arkadaşlarımızın üzerine basarak durduğu basın özgürlüğü ve de
emeğe özgün birtakım konuları, oldu. Ben kısaca bunlara da değinmek istiyorum.
Ne grubumuz ne partimiz asla basın özgürlüğüne karşı değildir. Hiç kimse,
özellikle basın emekçilerinin hakkını gasbedecek
durumda da değildir. Biz gayet iyi biliyoruz, basın emekçileri bu ülkede hangi
şartlarda çalışıyorlar, hangi şartlarda mücadele ediyorlar biz bunların çok iyi
farkındayız. Dolayısıyla, basın emekçilerinin hakkını gaspla alakalı bu tür
konulara bizim grubumuz ve partimiz asla taviz vermeyecektir. Arkadaşlar
basının bağımsızlığından bahsettiler. Biz istemiyor muyuz zannediyorsunuz
Türkiye’de 2 milyon, 3 milyon tirajı olan gazeteler olsun? Biz, incik boncuk
dağıtmadan bu rakamlara ulaşan gazeteler olsun istiyoruz. YILMAZ ATEŞ
(Ankara) – Tirajın yüksekliği basın özgürlüğü anlamına gelir mi? FATİH ÖZTÜRK
(Devamla) – Bu gazeteler, İngiltere’de, Amerika’da ve Batı’da olduğu gibi çok
etkili olsunlar. Basının özgürlüğünün son noktasına kadar sahipçileri bizleriz.
Bu noktada partimizin görüşleri açıktır. Genel Başkanımız bu konuda net
tavırlar sergilemektedir. Basının
özgürlüğünden bahsediyoruz, çok güzel. Bu ülkede basına baskı yapıldığından
bahsediliyor. Bu ülkenin Başbakanına, bir partinin genel başkanına birtakım
hakaretler edilmedi mi bu Türkiye basınında, yazılıp çizilmiyor mu? Bundan önce
yapılmadı mı ve hâlâ yapılmıyor mu? Değerli
arkadaşlar, biz özgürlüklerden yanayız, bu özgürlüklerin sonuna kadar
savunucusuyuz. (Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı) BAŞKAN – Sayın Öztürk, lütfen, sözlerinizi tamamlayınız. FATİH ÖZTÜRK
(Devamla) – Teşekkür ediyorum Sayın Başkan. Bundan sonraki
süreçte de özgürlüklerin daha da artarak devam etmesini diliyorum ve Basın -
Yayın ve Enformasyon Genel Müdürlüğünün bütçesinin hayırlara vesile olmasını
diliyorum. Yüce heyetinizi
de saygıyla selamlıyorum. (AK Parti sıralarından alkışlar) BAŞKAN –
Teşekkürler Sayın Öztürk. Adalet ve
Kalkınma Partisi Grubu adına, Kocaeli Milletvekili Sayın Azize Sibel Gönül. Buyurunuz Sayın
Gönül. (AK Parti sıralarından alkışlar) Süreniz yedi
dakikadır. AK PARTİ GRUBU
ADINA AZİZE SİBEL GÖNÜL (Kocaeli) - Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; kısa
adı TÜBİTAK olan Türkiye Bilimsel ve Teknolojik Araştırma Kurumumuzun 2008 yılı
bütçesiyle ilgili olarak Adalet ve Kalkınma Partisi Grubu adına söz almış
bulunuyorum. Sözlerime başlamadan önce yüce heyeti saygıyla selamlıyorum. TÜBİTAK, 24
Temmuz 1963 tarihinde 278 sayılı Kanun ile kurulmuştur. 5376 sayılı Türkiye
Bilimsel ve Teknik Araştırma Kurumu Kurulması Hakkında Kanunda Değişiklik
Yapılmasına Dair Kanun’la Kurum’un adı Türkiye Bilimsel ve Teknolojik Araştırma
Kurumu olarak değiştirilmiştir. Anılan Kanun’un 1’inci maddesine göre, kuruluş
amacı, “Türkiye’nin rekabet gücü ve refahını artırmak ve sürekli kılmak için
toplumun her kesimiyle ilgili kurumlarla iş birliği içinde, ulusal öncelikler
doğrultusunda bilim ve teknoloji politikaları geliştirmek, bunları
gerçekleştirecek altyapının ve araçların oluşturulmasına katkı sağlamak,
araştırma ve geliştirme faaliyetlerini özendirmek, desteklemek, koordine etmek,
yürütmek, bilim ve teknoloji kültürünün geliştirilmesinde öncülük yapmak”
olarak yeniden düzenlenmiştir. Sayın Başkan,
değerli milletvekilleri; Türkiye’de son dönemlere kadar bilim ve teknoloji
meselesi siyasi gündemde gereken önemde yer almamış, politika tasarımları
siyasi kadrolarca yeterince sahiplenilmemiştir. Ancak, bu yeterince
sahiplenmeme olgusunun asıl köklerini tarihsel, toplumsal çizgimizde ve bunun
sonucu olan üretim yapımızda, daha açık bir ifadeyle sanayileşme açısından
geldiğimiz noktada görmek mümkündür. Bilim ve
teknoloji alanıyla ilgili düzenlemeler yapılması ve bu bağlamda ulusal bir
bilim ve teknoloji politikası belirmesi yönünde kendiliğinden bir talep üretilmemiş, dolayısıyla da siyasi erk
üzerinde bu yönde herhangi bir demokratik baskı kurulmamıştır. Oysa, 21’inci yüzyılda
siyasi kadroların kendiliğinden öncülüğü üstlenmeleri ve ülkeyi bir an önce
muasır medeniyetler seviyesine çıkarmak ve bunun olmazsa olmaz koşulu olan
bilim ve teknolojide yetkinleşme gereğine yanıt verecek ulusal bir politikanın
belirlenip uygulanması hususunda zannediyorum hepimiz birleşiyoruz.
Dolayısıyla, dünyayla rekabet ederek, etkileşerek, iş birliği yaparak, bununla
birlikte, kendi hedef ve gücümüze yönelik olarak bilimi, teknolojiyi, yeniliği
desteklemek hepimizin görevi. Bu alana ayrılan kaynak geleceğimizin de
güvencesi. Bilgi ve
teknolojinin yerleştirilmesi, geliştirilmesi ve benimsenmesi bakımından çok
önemli bir kuruluşumuz olan TÜBİTAK, kurumsal gelişimiyle, performansıyla ve
geliştirdiği ilişkilerle son zamanlarda atılım içindedir. TÜBİTAK, kırk
dört yıllık bilgi birikimi ve deneyimi sayesinde, son dört yılda, geride kalan
kırk yılda yapılanların toplamından daha fazla faaliyeti gerçekleştirme
başarısını göstermiştir. Sürekli, yeni bilgi ve bu bilginin kaynağı olan bilim
ve teknolojiyi üreterek, nitelikli iş gücüne dayalı yüksek katma değer
yaratabilmeyi, bu sayede küresel rekabet gücünü kazanıp ulusal gelirini
yükseltebilmeyi ve sürdürülebilir bir biçimde kalkınmayı öngörmekle beraber,
bilim ve teknolojiye egemen olabilmek, bu egemenliği ekonomik ve toplumsal
faydaya dönüştürmede, yani kendimize mal ettiğimiz bilimsel ve teknolojik
bulgulardan hareketle yeni ürünler ve hizmetler, yeni üretim ve dağıtım
yöntemleri, yeni sistemler yaratabilmede stratejik öneme sahip teknoloji
alanlarına odaklanmayı temel alan bir hedef belirlemiştir. Sayın Başkan,
değerli milletvekilleri; daha önceki arkadaşlarımın da belirttiği gibi, bir
ülkede bilim ve teknolojiye verilen önem ve gelişmişliğin ölçüsü olarak, ar-ge harcamalarına ayrılan kaynağın gayrisafi
yurt içi hasıla içindeki payı alınır. Bu pay yüzde 2’den fazlaysa, o ülkeler
gelişmiş ülke sayılırlar. Türkiye ise, ar-ge
harcamalarının gayrisafi yurt içi hasıla içindeki
payı yüzde 0,79 olarak bu zamana kadar ulaşmış en yüksek seviyeye gelmiştir.
Yani, millî gelir içinde ar-ge harcamalarının payı
artmış, yine özel sektör ar-ge harcamaları miktarı üç
yılda 2,6 kat artmıştır. Hedef, gayrisafi yurt içi
hasıla içindeki payı yüzde 2’ye ulaştırmaktır. Bunun yanında,
TÜBİTAK ülkemizin AB süreciyle ilgili uyumlu olarak yedinci çerçeve programının
müzakerelerini teknik düzeyde yürütmüş, bir eylem planı hazırlamıştır ve
mutabakat zaptını da imzalamıştır. Yedinci çerçeve programına katılım payı
miktarında da altıncı çerçeve programına göre çok önemli indirimler sağlanmıştır.
Değerli
arkadaşlar, uzun ve belirsiz aralıklarla toplanan ve aldığı kararlarla uygulama
sonuçları cılız bir biçimde kamuoyuna yansıyan, bilim ve teknolojiyle
ilgilenenlerin dahi varlığını unuttuğu Bilim ve Teknoloji Yüksek Kurulu (BTYK)
2004 yılından itibaren her altı ayda bir düzenli olarak Sayın Başbakanımızın
başkanlığında toplanmaya başlamıştır. Üyeleri arasında Başbakanımızın yanı sıra
Millî Savunma, Maliye, Millî Eğitim, Sağlık, Tarım ve Köyişleri,
Çevre ve Orman, Sanayi ve Ticaret, Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanları ile YÖK
Başkanı, Devlet Planlama Teşkilatı Müsteşarı, Hazine ve Dış Ticaret
Müsteşarları, TÜBİTAK Başkanları, TAEK Başkanı, TRT Genel Müdürü, TOBB Başkanı
ve üniversite temsilcileri yer alır. Ayrıca gerektiğinde diğer bakanlar ile
araştırma kuruluşlarının sorumluları ve uzman kişileri de Kurul toplantılarına
davet edilirler. Böylece uzun
vadeli bilim ve teknoloji politikalarının belirlenmesinde hükûmete
yardımcı olmak, öncelikle ar-ge alanlarını
belirlemek, bunlarla ilgili plan ve programları hazırlamak, bu programlar
doğrultusunda kamu ar-ge kuruluşlarını
görevlendirmek, özel sektörü ar-ge’ye teşvik edici
önlemleri belirlemek, araştırmacı insan gücü yetiştirilmesi ve etkin kullanımı
için gerekli önlemleri belirlemek, uygulamasını sağlamak, ar-ge merkezlerinin özel kuruluşlarda kurulmasını sağlamak,
sektörler ve kuruluşlar arasında koordinasyonu sağlamak amacıyla millî olması
gerekli kritik alanlarda çok önemli projeleri tamamlamış ve yeni projeler
üzerinde çalışmaları da hızla sürmektedir. Artık dünya standardındaki
araştırmaların bir sonucu olarak TÜBİTAK araştırma enstitüleri ve özel sektör
kuruluşları şimdi yurt dışına teknoloji ihraç etmektedir. (Mikrofon
otomatik cihaz tarafından kapatıldı) BAŞKAN – Sayın
Gönül, lütfen sözlerinizi tamamlayınız. AZİZE SİBEL GÖNÜL
(Devamla) – Teşekkür ediyorum Başkanım. Yani TÜBİTAK
sadece araştırmalara destek sağlayan bir kurum, yalnızca bilim ve teknoloji
politikaları belirleyen bir oluşum, sadece ar-ge,
insan kaynakları geliştiren bir düzen olmayıp bunların tümü ve daha fazlasıdır.
Sayın Başkan,
değerli milletvekilleri; bilimin amacı, gerçeği arayıp bulmak ve ortaya
koymaktır. Siyasetçinin amacı ise, faydalı olanı göstermek ve yapmaktır. İşte,
biz de, bilim ve teknoloji politikalarımızın ana unsuru bilim ve teknolojiyi
ekonomik ve toplumsal faydaya dönüştürme yolunda bilime her zaman tüm
mekanizmaların lokomotifi yaparak yola devam edeceğimizi bildirir, 2008 yılı
bütçemizin ülkemize, kurumumuza hayırlı olmasını diler, yüce heyetinize saygılar
sunarım. (AK Parti sıralarından alkışlar) BAŞKAN –
Teşekkürler Sayın Gönül. Adalet ve
Kalkınma Partisi Grubu adına, Ankara Milletvekili Sayın Aşkın Asan. Buyurun Sayın
Asan. (AK Parti sıralarından alkışlar) Süreniz yedi
dakikadır. AK PARTİ GRUBU
ADINA AŞKIN ASAN (Ankara) – Sayın Başkan, saygıdeğer milletvekilleri;
yürüttüğümüz bütçe görüşmeleri dâhilinde Türkiye Bilimler Akademisi bütçesiyle
ilgili, AK Parti Grubu adına söz almış bulunuyorum ve hepinizi saygıyla
selamlıyorum. Türkiye Bilimler
Akademisi, kısaca TÜBA, Eylül 1993’te yürürlüğe giren 497 sayılı Kanun Hükmünde
Kararname’yle kurulmuştur. TÜBA’nın kuruluş amacı,
Türkiye’de tüm bilim alanlarında araştırmaları, bilimci kişiliğini,
araştırıcılığı özendirmek; bu alanlarda emeği geçenleri onurlandırmak;
gençleri, bilim ve araştırma alanına yöneltmek; Türkiye’deki bilimcilerin ve
araştırmacıların toplumsal statülerinin yükseltilmesi ve korunmasına çalışmak;
bilim ve araştırma standartlarının uluslararası düzeye çıkarılmasına yardım
etmek şeklinde özetlenebilir. 1933 reformuyla
Büyük Önder Atatürk, üniversite gençliğini araştırma yaşamına yöneltmek ve
onlara bilimde ilerleme yolunu açmak istemişti. Aynı yıl söylediği 10’uncu Yıl
Nutku’nda da bu yolda kesin hedefler göstermişti. Cumhuriyetimizin
kuruluşundan günümüze dek bilimi geliştirme, bilim adamı, bilim kadını ya da bilim insanı yetiştirmek için birçok ku-rum ve kuruluş çeşitli
programlar ve etkinlikler yürütmektedir. Ancak sıklıkla şu sorularla da
karşılaşmaktayız: Niye tüm teknolojik yenilikleri Batı’dan öğreniyoruz? Niye
kullandığımız bütün teknik araçlar Batı’dan geliyor? Niye sanayi devrimini
kaçırdık? Niye nükleer enerjiden yarar-lanmakta geç
kaldık? Niye önemli keşifler yapamıyoruz? Genellikle bir
ülkenin araştırma verimini artıran önemli bir etkenin o ülke insanlarının refah
düzeyi olduğunu düşünürüz. Yani, zengin ülkelerde bilimsel araştırmaların daha
çok yapıldığı varsayılır. Peki, bu doğru mudur? Acaba kişi başına düşen gelir
ile kişi başına düşen bilimsel yayın sayısı arasında doğru bir orantı var
mıdır? Birçok araştırma, kişi başına düşen gelir ile kişi başına düşen bilimsel
yayın sayısı arasında tam bir orantının olmadığını ve araştırma kültürü gibi
başka etkenlerin de araştırma veriminde ve sıklığında rol oynaya-bileceğini
ortaya çıkarmıştır ve bu araştırmalardan biri de, bir TÜBA üyesi olan rahmetli
Prof. Dr. Erdal İnönü’ye aittir. Kendisini burada saygıyla ve rahmetle
anıyorum. Yani, araştırma kültürü çok önemli arkadaşlar. Peki, araştırma
kültüründen kastımız nedir? Bizlerde araştırma kültürü var mıdır? Araştırma
kültürüne sahip bireylerde hangi özellikler vardır? Ben size bu özellikleri
sıralayayım ve siz de karar verin bizlerde araştırma kültürü var mı, yok mu?
Arkadaşlar, araştırma kültürüne sahip bireyler öncelikle meraklıdırlar, yani,
doğayı, olayları anlamak isterler. Eleştirel düşünme becerilerine sahiptirler.
Nedensellik ilkesine göre ha-reket ederler. Yeni
araç, gereç icat etmeye çalışırlar, yaratıcıdırlar. Tüm yaşamlarını araştırma
eylemlerine adarlar, girişimcidirler, fikirlerini açıklamaktan korkmazlar.
Şimdi siz düşünün: Bizde var mı bu özellik-ler yoksa
yok mu? Tabii ki var, ama maalesef kötü eğitim politikaları sayesinde bu
özellikler ne yazık ki körelmişlerdir. Eğer Türkiye’de bilim alanındaki
gelişmelerin hızlanmasını, bir an önce çağdaş düzeylere varmasını istiyorsak
hem araştırma ve geliştirmeye ağırlık vermeliyiz hem de araştırma kültürümüzü
canlandıracak eğitim atılımlarını ger-çekleştirmeliyiz. Eğitim burada,
arkadaşlar, çok önemli bir faktördür. Bu gerçekten hareketle Hükûmetimiz iktidara geldiği günden itibaren, özellikle
ilköğretim ve ortaöğretimi, bilgi yüklemeden ziyade öğrencilere temel beceriler
edinme, analiz ve sentez yapabilme, düşünebilme, sorgulama, sağlam bir karakter
kazandırma dönemi olarak görmüştür. İktidarımız, ilköğretim ve ortaöğretim
kademesindeki müfredatları bu yaklaşımdan hareketle geliştirmiş,
değiştirmiştir. Yeni müfredatın sağlıklı uygulanması sonunda çocuklarımız,
gözlem yapma, hipotezde bulunma, araştırma yöntemlerini kullanma becerilerini
geliştireceklerdir. Bir ülkede
araştırmanın desteklendiğini gösteren, yetenekli kişileri araştırmaya özendiren
önemli bir etken de devlete ya da kişilere bağlı
araştırma kuruluşlarının varlığıdır. Ülkemizde bu kuruluşların öncülerinden
biri de Türkiye Bilimler Akademisidir. Türkiye Bilimler Akademisinin bilgi
üretmedeki rolü çok büyüktür arkadaşlar. Akademi, bağımsız ve yetkin
danışmanlık görevi kapsamında, bilimsel ve toplumsal konularda özgür ve
eleştirel bir tartışma platformu ve kültürü oluşturmaya katkı amacıyla akademi
konferansları düzenlemekte, gençleri bilim ve araştırma alanına yöneltmek amacı
doğrultusunda genç bilim insanlarına yönelik çeşitli destek faaliyetlerini
yürütmektedir. Bilime katkılarından dolayı, ben, Türkiye Bilimler Akademisi
üyelerine ve tüm çalışanlarına huzurlarınızda teşekkür ediyorum. Saygıdeğer
milletvekilleri, Türkiye Bilimler Akademisi son beş yıl içinde hızlı bir
gelişme göstermiş, söz gelimi, 2007 yılı bütçe
başlangıç ödeneğinde 2006 yılına göre yüzde 35,21 artış olmuştur. Türkiye
Bilimler Akademisinin 2008 yılı bütçesi 6 milyon 570 bin YTL olarak
öngörülmüştür. Bütçenin çok büyük bir bölümü, burs, destek ve ödül
programlarına, bilimsel toplantılara, uluslararası ilişkiler kapsamında bilim
insanı değişim ve bilimsel araştırma programlarına harcanmaktadır. (Mikrofon otomatik
cihaz tarafından kapatıldı) BAŞKAN – Sayın
Asan, lütfen sözlerinizi tamamlayınız. AŞKIN ASAN
(Devamla) – Çok teşekkürler. 2008-2010 yılları
bütçe ödenekleri yaklaşık yüzde 5’lik bir artışla desteklenmeye devam
edecektir. Bilime yapılan yatırım, milletimize ve milletimizin geleceğine
yapılan yatırımdır. Temennim, desteklerin daha sonra yüzde 100 artmasıdır tabii
ki. Ancak, biraz önce
de bahsettiğim gibi, çocuklarımızda ve gençlerimizde araştırma kültürünü de
geliştirmemiz çok önemlidir. AK Parti İktidarının amacı, her zaman problemleri
iyi analiz edip kökünden çözmek olacaktır ve olmuştur. Konuşmama burada
son verirken, 2008 bütçesinin ülkemize hayırlara vesile olmasını diler,
hepinize saygılar sunarım. (AK Parti sıralarından alkışlar) BAŞKAN – Teşekkürler
Sayın Asan. Adalet ve
Kalkınma Partisi Grubu adına İstanbul Milletvekili Sayın Necat Birinci. Buyurunuz Sayın
Birinci. (AK Parti sıralarından alkışlar) Süreniz yedi
dakikadır. AK PARTİ GRUBU
ADINA NECAT BİRİNCİ (İstanbul) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri;
ülkemizin önemli bir kültür kurumu olan ve Anayasa’mızın 134’üncü maddesine
bağlı olarak 2876 sayılı Yasa’yla Atatürk Araştırma Merkezi, Türk Kültür
Kurumu, Türk Dil Kurumu, Türk Tarih Kurumu gibi dört ana kurumu bünyesinde
saklayan ve gelişmelerine öncülük eden Atatürk Kültür Dil ve Tarih Yüksek
Kurumu bütçesi üzerinde AK Parti Grubu adına söz almış bulunuyorum. Hepinizi
sevgi ve saygıyla selamlarım. Değerli
milletvekilleri, sözlerime Türkiye’nin pek çok kurumunda ve yine Türkiye’nin
çok seçkin, kültür ve idare adamlarının Atatürk’ün bir vecizesini ne şekilde
kullandıklarını ve Atatürk’ün belirtmek istediği anlamı nasıl çarpıttıklarını
ifade ederek başlamak istiyorum. Atatürk, daha cumhuriyetin imzası kurumadan
İzmir’de İktisat Kongresini topladı ve orada İktisat Kongresinin açılışında
yeni kurulan cumhuriyetin özelliklerini anlatırken şu cümleyi itina ile
seçerek, bilerek ve geleceğe ışık tutmak üzere dile getirdi: “Türkiye
Cumhuriyeti’nin temeli yüksek Türk kültürüdür.” Değerli dostlar,
bugün, bu, daha önce Cumhurbaşkanlığı yapmış, Meclis Başkanlığı yapmış,
bakanlık yapmış ve kültür hayatımızda da önemli yer tutmuş şahsiyetler ve
önemli ajandalarda Türkiye Cumhuriyeti’nin temeli “kültürdür” ifadesi şekline
getirilmiştir. Şimdi arkadaşlar,
Atatürk nasıl çarpıtılmıştır? Atatürk’ün düşüncesi ne şekle getirilmiştir?
Hangi kültür? Biz hangi kültür olduğunu biliyoruz. 1930’lu yılların politikası,
Atatürk’e rağmen geliştirilen havza anlayışının, politikasının getirdiği
kültürdür. Yani, bir nevi Nevyunanilik akımının
ifadesidir. Atatürk’ün “yüksek Türk kültürü” dediğini Türkiye’nin itibarlı
insanları “kültür” seviyesine getirmiştir. Şimdi, Atatürk bunu söylemekle
sadece yerinde mi kalmış veya bir slogan mı ifade etmiştir? Hayır. Hemen bir
sene sonra, 1924’te Türk kültürünü, tarihini, dilini, edebiyatını, bütün
sanayisi, güzel sanatlarını, coğrafyasını, etnografyasını araştırmak üzere bir
Türkiyat enstitüsünün kurulmasını hükûmete direktif
olarak bildirir. Hükûmet, 1924’te çalışmalarını
tamamlar ve 1111 sayılı Kararname’yle Türkiyat Enstitüsü kurulur, başına da
İstanbul Darülfünunu Edebiyat Fakültesi Profesörü Fuat Köprülü getirilir. Şimdi, burada
niçin böyle bir başlangıç ve zamanımın önemli bir kısmını buna ayırarak bu durumu belirtmek istedim? Bugün bir cümle daha
sizinle paylaşmak istiyorum: Atatürk’ün dilinin getirildiği nokta. Atatürk’ün
“Gençliğe Hitabe”si, gerçekten edebi sanat olarak icaz kabul edilebilecek bir
yapıdadır. Yani, insanı hayrete düşürecek kadar güzellikte olan bir yapı ve
sonu şöyle biter: Anlatır yukardan itibaren “Ey Türk gençliği…” ve der ki:
“Muhtaç olduğun kudret damarlarındaki asil kanda mevcuttur.” (MHP sıralarından
alkışlar) Geçen sene bir
metin okudum, sadeleşmenin ve çözülmenin nereye geldiğini göstermesi
bakımından… Şöyle diyordu: “Gereksinim duyduğun güç damarlarındaki soycul kanda vardır.” Savcıları
vazifeye davet ediyorum. Atatürk’ü siz nasıl değiştirirsiniz? Lütfen dikkat
ediniz! “Muhtaç olduğun kudret damarlarındaki asil kanda mevcuttur.” Burada
“mevcuttur” kelimesini Türkçeden atmanız mümkün
değildir, atarsanız Atatürk’ü atarsınız. Buna da kimsenin gücü yetmez. Yeter
zanneden, diyenler, Atatürk’ün iradesiyle çelikleşmiş Türkiye Cumhuriyeti’nin
sağlam yapısına çarpar ve parçalanır. Şimdi, ikinci bir
özellik: Burada bir sayın hatibimiz Türk Dil Kurumunun kapatıldığını
söylediler. Gerçekten Türk Dil Kurumu ve Tarih Kurumunun o dönemin şartları
içinde incelenmesi gereken bir sosyolojik yapı içinde ele alalım. Evet, Türk Dil
Kurumu ve Tarih Kurumu zahiren kapandı gibi görülüyor, ama, Atatürk’ün kurduğu
kurum ilk defa -kendisi, sağlığında, 1936 senesinde ismini değiştirdi ve
Başkanını Millî Eğitim Bakanı yaptı, tabii Başkanı, kendisi fahri Başkanıdır-
Millî Eğitim Bakanına bağlı bir kurum hâline getirildi, yani devlete bağlandı. 1949’da, burada,
şimdi, yapılan değişikliği size okumak isterim, sizinle paylaşmak isterim.
Burada Atatürk’ün Türk Dil Kurumunu, Türkçenin bütün
güzelliklerini araştırmak, yayın yapmak… Ama asıl değişiklik 1951’dedir ve
ondan sonra Türk Dil Kurumu tamamen yoldan çıkmıştır. Şöyle diyor -Atatürk’ün
hazırlattığı tüzükte yer almayan Türk Dil Kurumu- “Başlarında Kıymetli Maarif
Vekili bulunan Türk Tarih Kurumu ile Türk Dil Kurumunun her gün yeni hakikat
ufukları açan ciddi ve verimli mesaisini takdirle karşılamak istiyorum.” ve
akademi istiyor. Ama, 1951’deki tüzük değişikliği… (Mikrofon
otomatik cihaz tarafından kapatıldı) BAŞKAN – Sayın
Birinci, lütfen sözlerinizi tamamlayınız. NECAT BİRİNCİ
(Devamla) – “…Türk Dil Kurumu Türkçeyi devrimci bir
anlayışla geliştirecektir.” diyor ve Millî Eğitim Bakanlığının uhdesinden
alınıp bir dernek hâline getiriliyor. Yani, yeni
şekliyle, Atatürk Yüksek Kurumu ile yasadaki Türk Dil Kurumuna yönelik madde,
tamamen, Atatürk’ün 1932 senesindeki amaç maddesine getirilmiştir, devletin
şemsiyesine alınmıştır. Zaten, Atatürk bunu istiyordu ve zaten… Sayın Bakanım,
şeref sizin olsun, bunu akademi olarak yeniden şekillendirme şerefi ve
Atatürk’ün mirasına sahip çıkma ve onu Türk Dil Akademisi ve Türk Tarih
Akademisi olarak, bu Meclisin şerefi olsun bu ve Atatürk’ün vasiyeti yerine
gelsin. İkincisi, yine
önemli bir konuda… Bugün, Atatürk Yüksek Kurumunun yasası yoktur, 2001
senesinden beri yasası yoktur. Bu yasayı da Sayın Bakanım, bu Meclis
şekillendirsin ve bu kurumları… (Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
BAŞKAN – Teşekkür
ediyoruz Sayın Birinci. NECAT BİRİNCİ
(Devamla) – …20 milyon kilometrekare içinde meydana gelmiş bir kültürü yeniden
Türk nesillerinin istifadesine sunmak üzere çalışan bu kurumların yasasını bu
Meclis çıkarsın. Hepinize saygılar
sunarım. (AK Parti ve MHP sıralarından alkışlar) BAŞKAN –
Teşekkürler Sayın Birinci. Sayın
milletvekilleri, birleşime on beş dakika ara veriyorum. Kapanma Saati : 19.13 ALTINCI OTURUM Açılma Saati: 19.34 BAŞKAN : Başkan Vekili Şükran Güldal
MUMCU KÂTİP ÜYELER: Canan CANDEMİR ÇELİK (Bursa), Harun TÜFEKCİ
(Konya) BAŞKAN – Sayın
milletvekilleri, Türkiye Büyük Millet Meclisinin 32’nci Birleşiminin Altıncı
Oturumunu açıyorum. 2008 Yılı Merkezi
Yönetim Bütçe Kanunu Tasarısı ile 2006 yılı Merkezi Yönetim Kesin Hesap Kanunu
Tasarısı üzerindeki görüşmelere kaldığımız yerden devam edeceğiz. Komisyon ve Hükûmet yerinde. Şimdi, altıncı
turda yer alan bütçeler üzerinde söz sırası, Demokratik Toplum Partisi Grubu
adına Şırnak Milletvekili Sayın Hasip
Kaplan’a ait. Buyurunuz Sayın
Kaplan.(DTP sıralarından alkışlar) Söz süreniz on
yedi buçuk dakika. DTP GRUBU ADINA
HASİP KAPLAN (Şırnak) – Sayın Başkan, değerli
milletvekilleri; Demokratik Toplum Partisi Grubu adına, ağırlıklı olarak
Türkiye Bilimsel ve Teknolojik Araştırmalar Kurumu (TÜBİTAK) üzerinde
konuşacağım. Ancak, bu konuya geçmeden önce, Hazine
Müsteşarlığıyla ilgili bir iki söz söylemek istiyorum. Bizden önceki konuşmacılar, 59’uncu ve 60’ıncı
AKP Hükûmeti dönemlerinde ekonominin nasıl iyi duruma
geldiğine değindiler. Doğrusu, biz verilere baktığımız zaman, Hazine
Müsteşarlığının konuşmasında, kredi notumuz hangi noktaya geldiğimizi ortaya
koyuyor. Hazine Müsteşarlığının 2008 mali yılı bütçesi sunuş konuşmasında,
2002’de “B- eksi negatif görünüm” iken kredi notumuz, üç kademe artarak beş
yıllık AKP İktidarında, bugün itibarıyla “BB- eksi durağan görünüm” seviyesine
yükselmiştir. Şimdi “BB- eksi durağan görünüm” seviyesine yükselen bu kredi
notu karşısında, zaten açık veren, hedeflerden sapan, dış şoklara açık bu borç
ödeme bütçesinde bir-iki kaleme de ben değinmek istiyorum. Deniliyor ki, Hazine
alacaklarının tahakkuk ve tahsilinde 2007 Eylül itibarıyla 2,5 milyar YTL
tahsil edilmiş, bunun 1,5 milyar YTL’si TMSF, (
Tasarruf Mevduatı Sigorta Fonun)’nin batık bankaların
mallarını satarak elde ettiği, hazineye dönen para. Peki, şunu sorma hakkımız yok
mu muhalefet olarak: Batık bankalardan 40 milyarın üstünde hazineye yük
binerken, vatandaşın ödediği vergilerle, bu borç için TMSF kanalıyla yapılan rücu 1,5 milyar devede kulak değil midir? Yani, bunu sorma
hakkını kendimizde buluyoruz. Bunu bir başarı hanesi olarak görmemek gerekir. Yine hazine
zararları konusunda, uluslarüstü yargıda, Avrupa
Mahkemesinde milyarların üzerinde yine hazinenin ödemiş olduğu tazminatlar var.
Bir de, 5233 sayılı Yasa uyarınca, yakılan, yıkılan köylerin, yaşanan düşük
yoğunluklu çatışmada zarar gören insanlarımızın zararlarının tazmini
komisyonları kuruldu. Peki, bu zararların karşılığında ödenen ve ödenmeye devam
eden milyarlarca lira tazminatı hazine nasıl alacak olarak tahsil edecek,
sormak istiyoruz. Rücu yasasını çıkardı AK Parti Hükûmeti. “Bu rücu yasasını neden
sorumlularına işletmiyor?” diye sorma hakkımız var. Yani, bu ülkede güvenlik
güçleri mensubu olan birisi işkence yapacak, o işkence sonucu bağımsız yargı
ülkede çalışmayacak, yurttaş Strasbourg’a gidecek,
oradan çıkan karar sonrası, 73 milyon yurttaşın cebinden ödenen vergilerden
oluşan hazineden bu işkencecinin fiilinin karşılığını hazine ödeyecek; rücu yasasını çıkaracak. AK Parti Hükûmeti
bunu işletmeyecek; yani işkence yapanın boğazına sarılmayacak, yani ondan
almayacak. Onu almadığınız zaman, AK Partinin politikasında adaletten de
bahsetme hakkınız olur mu? Bu hazinenin alacağında her yetimin hakkı var, bunu
böyle bileceksiniz. Her ödenen kuruşu yapanın yanına kâr ederseniz,
bırakırsanız, bu ülkede “sıfır tolerans işkence” iddianız hayalden öteye
gidemez. Yine, Sayın
Devlet Bakanımız açıkladılar, 2007 yılı Ekim ayı sonu itibarıyla tam 5,0 milyar
dolar dış finansman sağlanmış. Şimdi, bunların içinde yüzde 50’si enerjiye
ayrılmış, bu dışarıdan sağlanan finansmanın -Dünya Bankası veya Avrupa Yatırım
Bankası, başka bankalardan- yüzde 30’u ulaştırmaya, yüzde 5’i de tarım
sektörüne. Şimdi, bu enerji payında (yüzde 50’nin) bir tek Ilısu
Barajı ve Hidroelektrik Santrali Projesi var. Yani Hasankeyf’i,
on iki bin yıllık tarihimizi, geçmişimizi ve sit
alanı olan bu güzelim beldemizi sular altında bırakacak, otuz yıllık ekonomik
ömrü olan bir projeye feda edeceğiz; İsviçre, Avusturya, Alman bankalarının
kredileriyle Hasankeyf’i sular altında bırakacağız. Biz burada
60’ıncı Hükûmet Programı açıklanırken dedik ki:
Yapmayın, Hasankeyf’i sular altında bırakmayın.
Er-Rızk Camisi’ni, o güzelim köprüsünü, o binlerce yıllık tarihi Artuklulardan Kürtlere, Türklere kadar gelen,
Bizanslılardan ta antik çağlara giden bu güzelim kentin turizmini satarsanız bu
barajın 100 katını kazanırsınız. Başbakan dedi ki:
“İdeolojik davranıyorsunuz. Kredileri Avrupa’da kesmeye çalışıyorsunuz.” Evet,
kesmeye çalışıyoruz, hem Avrupa’da hem Türkiye’de. Ve Hasankeyf’in
sular altında kalmaması için de elimizden geleni yapıyoruz. İtiraf edeyim suç
ortaklarımız da var, “Hasankeyf’e Sadakat Treni”ni
kaldıran sanatçılar, bilim adamları, aydınlar, gazeteciler, vicdan sahibi olan
insanlarımız var. Batıdan da var, Karadeniz’den var, Ege’den var, Akdeniz’den
var. Ve suç ortaklarımızın içinde çok güzelim insanlar var. Örneğin, Sezen Aksu
bu konsorsiyumlara mektup yazarak, web sitesine koyarak “Bu kredileri
göndermeyin. Hasankeyf’i, tarihi, çevreyi, ekolojiyi,
bu güzelim diyarı sular altında bırakmayın.” dedi. İşte, biz hepimiz
ideolojik davranıyoruz. Ama, yabancı bankalarla iş birliği yapan AK Parti Hükûmeti yüzde 50 enerji kazanımı için iş birliği yaptığı
zaman ideolojik davranmıyor! İdeolojik davranmıyor, çünkü iş birlikçilik
yapıyor. Yabancı sermayeyle, IMF’yle, bankalarla iş
birliği yapıp bu ülkenin güzelim diyarlarını sular altında bırakmak en büyük
kültür soykırımıdır. Bunu, herkes böyle bilmelidir. Tabii ki, Marmaray Projesi, Ankara-İstanbul Hızlı Tren Projesi,
bunlara karşı değiliz, olmalı. Ama, bu kocaman, büyük, devasa projelerin
şeffaflığı olmalı, denetimi olmalı, halka açılmalı, halkın bilgisi olmalı.
Çünkü, halkın cebinden çıkacak paralarla yaşatılacak bu yatırımlarda halkın
bilgisinin olması hakkı var. Karadeniz Sahil Yolu Projesi de sayılıyor, ki
Başbakan “Biz tamamladık.” dedi. Bir araştırdık Silopi-Şanlıurfa
duble yolunun kredileri -orası tamamlansın diye- ödenekleri oraya aktarılmış.
Şimdi, Şanlıurfa-Silopi yolu, Habur’a
kadar gidecek İpek Yolu yapılmayacak… ASIM AYKAN
(Trabzon) –Yirmi iki sene bekledi… HASİP KAPLAN
(Devamla) – Bir şey demiyorum. Karadeniz’e yapılsın, ama Silopi’nin,
Şanlıurfa’nın ödeneğini alarak oraya öyle değil. Karadeniz Sahil Yolu da
yapılsın, Şanlıurfa’dan Silopi, Habur’a
kadar o yol da yapılsın… NUSRET BAYRAKTAR
(İstanbul) – O da yapılacak. HASİP KAPLAN
(Devamla) – Başka yerden bunun ödeneği bulunsun. Bunun ödeneğini bulup, eşit ve
adil dağıtacaksınız. Ak olmak o kadar kolay değildir beyler, ben size çok açık
söyleyeyim. Ak olmanın bedeli vardır. MEHMET NİL HIDIR
(Muğla) – PKK soykırımından söz et, bırakın kültür soykırımını. HASİP KAPLAN
(Devamla) - Sayın Başkan, değerli üyeler; yine bir kalemden, bir dilimden daha
bahsedeceğim. Deniliyor ki “2002 yılından bu yana 1,29 avro…”
Avrupa Birliğinden. Hibe tutarı 2007’de 543. 2007-2010 bedeli tam 2,5 milyar avro. Bu 2,5 milyar avroyu
alamayan Hükûmet nasıl yatırıma dönüştürecek, bana
bunu açıklaması gerekiyor. Gümrük birliğine 1995 yılından beri vergi ödüyoruz,
Avrupa Merkez Bankasının hazinesine paralarımız giriyor, tam 1995, bugün 2007.
Bizim cebimizden kesilen paralar orada. O paralar bize dönüyor. O paraları
alacağız. Avrupalı, babasına bir kuruş değil bir sent bile babasının hayrına
vermez. Bunu bir kere biliyoruz biz. O zaman, bizim olan o paraları almak için
proje geliştirmemiz gerekiyor. Hani projelerimiz? Proje olmayınca vermiyor
Avrupa Yatırım Bankası, vermiyor Avrupa Konseyinin kalkınma fonları, vermiyor
proje olmadan. Ama, AK Parti İktidarı, güzelim ülkemizde yoksulluk, işsizlik,
sefalet diz boyu iken, Avrupa Birliği müzakere sürecindeki “tarım” başlığının,
bölgeler arasında dengenin sağlanması konusunda proje üretecek kapasiteye sahip
değil. Kapasite olmayınca da ne yazık ki bu yatırımları alması mümkün değil. Tabii ki, Hazine
Müsteşarlığımız KİT’leri de lütfen almış. KİT mi kaldı Türkiye’de? Yani, sormak
istiyorum. Yani, kala kala, Halkbank,
Telekom, Petkim kalmış.
Sata sata bir şey kalmadı ki! O 40 milyarla teker
döndü şimdiye kadar. Yok bundan sonra. Bundan sonra satacak bir limanlar kaldı,
kıyılar kaldı, dağlarımız kaldı, ovalarımız kaldı. Eğer, inşallah bunları da
satarsınız da, memleketi toptan, biz de, siz de, hepimiz kurtuluruz! Yani bunun
bir ölçüsü yok mudur? Yani bu ülkede kamu iktisadi teşebbüslerinin payının
yüzde 13 olması, gayrisafi millî hasıla içindeki
payının 2,5 oranında olması, bu ülkenin ayıbı değil de nedir? Özelleştirmede bu
ülkenin sanayisi, bu ülkenin güvenliği, bu ülkenin hassas kurumları, bu ülkenin
kaderi yok mu? Eğer siz enerji politikalarına bu şekilde bakarsanız, gerçekten
sorunları çözemezsiniz diyoruz. Değerli
milletvekilleri, TÜBİTAK konusunda gerçekten kapsamlı bir araştırma yapmıştım,
ama başlıklarını söyleyeceğim. Her bakanlık sunuşunda komisyonda bir moda: “Ar-ge çalışmalarını yapacağız.” Bu ar-ge
nedir? Ar-ge, ar-ge… Ar-ge TÜBİTAK’ın ana konusu. Şimdi, Türkiye’nin bilim,
teknoloji politikalarını belirleyen, akademik ar-ge
desteği veren, endüstriyel ATG ve yenilikleri destekleyen, özendiren, izleyen,
üniversite-sanayi ilişkilerini geliştiren, ar-ge
enstitülerini işleten, geleceğin bilim
adamlarını keşfeden ve teşvik eden, bilimsel mükemmelliği teşvik eden,
ödüllendiren, uluslararası bilimsel ve teknolojik iş birliklerini organize
eden, yürüten, bilimsel yayınlar yapan, rekabet gücünü, refahı sürekli kılmak
için toplumun her kesimiyle iş birliği içinde olan, bilim ve teknoloji
politikalarını, kültürünü geliştiren, öncü rol oynayan çok önemli bir
kuruluşumuz TÜBİTAK bütçesi üzerinde bir iki hassasiyete dikkat çekeceğim. Bunlardan
birincisi, uzay teknolojisinden savunma sanayisine, ulusal akademik ağdan UlakNet Gözlemevine, deprem bilimlerinden ulusal elektronik
kriptolara, test analiz laboratuvarlarına kadar özel
bir kurum bu. Fiziki güvenliği, özel güvenliği olan ve ülkemizin en önemli
savunma sanayisinin kriptolarını, diplomatlarımızın, elçiliklerimizin
kriptolarını, bilişimlerini yapan bir sektör. Şimdi, bu kadar
önemsiyoruz, her bakanlıkta da ar-ge var. Ya, bu ar-ge varsa, ar-ge’nin hakkını vermek lazım. Bilim araştırma. Ar-ge bu konuda. Türkiye’de bütçeden ar-ge’ye
ayrılan pay -bu kadar önemli ya- 0,79! Şimdi, 60’ıncı
Hükûmet Programı’nda pay oranı verilmeden, ama, 2013
yılına kadar ar-ge’yi yüzde 2’ye çekme taahhüdü var.
Sayın Bakan son bir konferansta da bunu dile getirdiler. Avrupa Birliği
ülkeleri ulusal gelirlerinin yüzde 1,9’unu ar-ge
çalışmaları için ayırıyor. e-Avrupa Projesi kapsamında
ise Avrupa Birliği ülkeleri bu oranı 2010 yılında yüzde 3’e çıkarmayı
hedefliyor. Yani, bizim hedefimiz şu ki, yakın zamanda değil yüzde 2, 2013
hedefi var. Ar-ge alanı stratejik sektör olarak görülmediği için, bu
konuda bilgi olmadığı için… Bilgi olmayınca ilgi de olmuyor, ilgi olmayınca
planlama olmuyor, planlama olmayınca proje olmuyor. Bunun sonucu da, stratejik
sektör olarak görülüp yeterince desteklenemiyor. 60’ıncı Hükûmet eğer yarınlara dair düşleri biraz dikkatle izlese
görecek ki, iletişim teknoloji ve bilgisayar ağları alanındaki gelişmeler gigabitler seviyesinde bağlantı kapasitelerini mümkün hâle
getirmiştir. Kablosuz bağlantı sistemleriyle milyonlarca cihaz ve gözlemci
sistemlerinden oluşan akıllı ağlar kurulabilecek, bu tür ağlarla, kablosuz
bağlantıyla kesintisiz bilgi işlem ve iletişim sağlanabilecek, akıllı evlerden
sonra akıllı iş yerleri ve akıllı şehirler gündeme gelecektir. İşte böylesine
büyük rüyaların, hedeflerin sahibi olmak için de akıllı bir hükûmete
ihtiyaç vardır arkadaşlar. ABDULKERİM
AYDEMİR (Ağrı) – Vardır; akıllı Hükûmet. HASİP KAPLAN
(Devamla) – Türkiye, son iki yıl değerlendirmelerine göre, sayısal fırsat
endeksinde 55’inci sırada, e-devlet hazırlık düzeyinde 60’ıncı sırada yer
alıyor. Türkiye, potansiyelinin, iş gücü kalitesinin çok gerilerinde, başlangıç
düzeyinde ülkeler kategorisinde kalmaktadır. Bunun nedeni, etkin ve stratejik
politikaların ve projelerin olmayışıdır. Diğer önemli bir
konu da, sınai mülkiyet ve fikrî haklar konusunda ar-ge
çalışmalarının merkezileştirilmemesidir. Yine, ar-ge
desteği için özel sektöre aktarılan kaynağın kullanımının da yeterince
denetlenmediği, özellikle üniversite iş birlikleri, KOBİ çalışmalarının belli
bir planlamasının olmadığı görülüyor. BAŞKAN – Sayın
Kaplan, lütfen, sözlerinizi tamamlayınız. HASİP KAPLAN
(Devamla) – Teşekkür Sayın Başkanım. İşte, böylesine
önemli bir kurumun bilimsel, bağımsız, özerk olması gerekiyor. Ancak AK Parti Hükûmetinin yaptığı ilk işlerden biri, bir defaya mahsus
yasasını çıkararak, Başbakana, 13 bilim kurulu üyesi olan bu Kurumun başkan
dahil 7 üyesini atama hakkı tanıyarak buna müdahale etmek ve -7 tane yeni
yönetici atayarak- siyaseten kendine bağlamak
olmuştur. Şimdi, bu konuda Başbakan ve Hükûmet
mahkemelik durumdadır. Nasıl mahkemelik durumdadır? Anayasa Mahkemesi iptal
etmiştir, idari yargı karar vermiştir ve bu dava devam etmektedir, yürütmenin
durdurulması kararı verilmiştir. İşte, mahkemelik duruma getirdiğimiz böylesi
önemli bir kurumdan da verim, randıman beklemek o zaman mümkün olmuyor. Eski
yöneticilerinin, yeni yöneticilerinin, Başbakanın mahkeme koridorlarında
dolaştığı bir durum söz konusudur. (Mikrofon
otomatik cihaz tarafından kapatıldı) HASİP KAPLAN
(Devamla) - Teşekkür ediyorum. (DTP sıralarından alkışlar) BAŞKAN – Teşekkür
ederiz Sayın Kaplan. Demokratik Toplum
Partisi Grubu adına söz Diyarbakır Milletvekili Sayın Akın Birdal’ın. Buyurun Sayın Birdal. (DTP sıralarından alkışlar) Süreniz on yedi
buçuk dakika. DTP GRUBU ADINA
AKIN BİRDAL (Diyarbakır) – Teşekkürler Sayın Başkan. Değerli
milletvekilleri, Basın-Yayın ve Enformasyon Genel Müdürlüğü ile Atatürk Kültür,
Dil ve Tarih Yüksek Kurumu Başkanlığının bütçeleriyle ilgili DTP Grubu adına
söz almış bulunuyorum. Hepinizi saygıyla selamlarım. Üzerinde görüş
bildireceğim her iki kurum da Anadolu Ajansı gibi en eski ve en köklü iki
kurumdur. Her iki kuruma ayrılan ödenek kimilerine göre yeterli, kimilerine
göre de az ya da çok olabilir. Bence bu yeterlilik ve
yetersizlik, bu kurumların bütçelerine göre değil, işlevlerine göre
değerlendirilmelidir. Basın-Yayın ve Enformasyon Genel Müdürlüğü ile Atatürk
Kültür, Dil ve Tarih Yüksek Kurumu Başkanlığının ulusal ve uluslararası
platformlardaki verdiği profil önemlidir. Bu da, kurumlardan kiminin ne
beklediğine bağlı. Her iki kurum da siyasi iktidarların tercihlerine göre
şekillenecek kurumlar olmamalıdır. Tercih ya da
politika ne ise çalışanlar da ona göre belirlenecek ve yönlendirilecektir.
Kuşkusuz, nasıl tercih edilmişse, çalışanların burada da emeğini saygıyla
selamlamak gerekir, ancak her iki kurumun hattının evrensel, özgürlükçü ve
demokratik olması kaçınılmazdır. Basın-Yayın ve
Enformasyon Genel Müdürlüğünün Türkiye’nin tanıtımına yönelik çalışmaları
içerisinde öncelikle belirtilmesi gereken “Türkiye” adlı yayının toplam sekiz
dilde; Türkçe, İngilizce, Almanca, Fransızca, Rusça, Japonca, İspanyolca ve
Arapça baskısı yapılmıştır. Basın-Yayın ve
Enformasyon Genel Müdürlüğünün Teşkilat ve Görevleri Hakkında Kanun Hükmünde
Kararname’nin 1’inci maddesinde şöyle denilmektedir: “Bu Kanun Hükmünde
Kararname’nin amacı, ilgili makamlar ve kamuoyuna zamanında ve doğru, tanıtıcı,
aydınlatıcı bilgi akışını sağlamak ve tanıtma, aydınlatma faaliyetlerine
katılmak için Başbakana bağlı Basın-Yayın ve Enformasyon Genel Müdürlüğünün
kurulmasına, teşkilat ve görevlerine dair esasları düzenlemektir.” Yine, aynı
kararnamenin 2’nci maddesinin (b) bendinde “Kamuoyunun ve ilgili makamların
zamanında ve doğru bilgilerle aydınlatılmasını ve bu faaliyetler için gerekli
aydınlatıcı ve tanıtıcı bilgi akımını sağlamak…” ifadesi de yer almakta. Basın-Yayın ve
Enformasyon Genel Müdürlüğünün resmî İnternet
sitesinde yayınlanan ve Türkiye’yi dünyaya tanıtan 2007 Almanağı’nda Güneydoğu
Anadolu Bölgesi’yle ilgili olarak deniliyor ki: “Bölgenin kaderini değiştiren
Güneydoğu Anadolu Projesi (GAP) kapsamında bazı ovalarda sulu tarıma geçilmiş ve sanayi bitkileri ekimine hız verilmiştir.”
“Bazı ovalarda…” Ne kadar yuvarlak bir laf! Ne kadar belirsiz bir anlatım!
Bunun açıkça ifade edilmesi gerekmez mi? Yani, dosdoğru rakamlarla söylersek,
sulanabilir tarım arazilerinin yalnızca yüzde 14’ü değil midir sulu tarıma geçilen yerler? Üstelik, bu proje bölgenin kaderini nasıl
değiştirmiştir? Yıllardır tamamlanmayan bir proje bölgenin kaderini nasıl
değiştirmiş olabilir? Bu sorunun da yanıtlanması gerekmez mi? Yine, aynı almanağ’ın “I” (Bir) başlıklı bölümünde denilmektedir ki:
“Türkiye’nin resmî dili Türkçedir ve nüfusunun yüzde
90’ı Türkçe konuşmaktadır.” Bunun ölçeği nedir? Neye göre bir ölçüm yapılmıştır
da, bu ölçümün sonucunda nüfusun yüzde 90’ının Türkçe konuştuğu sonucu
çıkarılmıştır? Hadi, diyelim ki, bu rakam net ve doğru bir rakamdır. Bu durumda
da geriye kalan yüzde 10’un hangi dil ya da dilleri
konuşmakta olduğu sorusunun yanıtlanması gerekmez mi? Oysa,
Diyarbakır’ın, son yıllarda çatışmalı sürecin etkisiyle de köyden kente aldığı
yoğun göçler nedeniyle, sosyal dokusuna ilişkin 2006 yılında yaptırılan anket
çalışması ve buna ilişkin kitapçıkta görüleceği üzere, toplumun, günlük dilde
yüzde 72’sinin Kürtçe konuştuğu, yüzde 24’ünün Türkçe konuştuğu, yüzde 4’ünün
diğer diller ( Süryanice yüzde 3, Arapça yüzde 1 ) olduğudur. Yine, bu
kitapçıkta, konuştuğu dil ile okuma yazma bilmeyenlerin oranı da yüzde 69’dur.
Yani, belediye hizmetlerinin götürülmesinde vazgeçilmez araç olan yerel
dillerin kullanılması ve hizmet zenginliğinin sağlanması zaruret
oluşturmaktadır. Toplumun yönetime katılımını sağlamanın yegâne yolu da budur.
Şimdi, nerede kaldı ilgili makamlara ve kamuoyuna zamanında ve doğru, tanıtıcı,
aydınlatıcı bilgi akışının sağlanması? Bir kurum ki kendi yasasıyla çelişki
içerisindedir. Elbette, burada, yerel hizmetlerin hedefine ulaşabilmesi,
anlaşılabilmesi için çok dilli belediyecilik anlayışını öne çıkaran Diyarbakır
Sur Belediyesi Başkanı Sayın Abdullah Demirbaş’ın başına gelenleri de
anımsamadan geçemeyiz. Sayın Demirbaş ve Belediye
Meclisi, hizmetlerin yerine ulaşabilmesi ve tanıtımı için Türkçe, Kürtçe,
Ermenice ve Süryanice dilleriyle basılan broşürler nedeniyle açığa alınmışlar
ve haklarında da dört dava açılmış ve davalar da sürmektedir. Sayın Başkan,
değerli milletvekilleri; 2004 yılında 5187 sayılı Yasa ile kabul edilen Basın
Yasası’nın 3’üncü maddesinde “Basın özgürdür.” diyor. Ayrıca, ilgili 5187
sayılı Basın Kanunu’nun, basın özgürlüğünün çerçevesini çizen 3’üncü maddesi şu
şekilde tarif edilmiş; “Basın özgürdür. Bu özgürlük; bilgi edinme, yayma,
eleştirme, yorumlama ve eser yaratma haklarını içerir. Basın özgürlüğünün
kullanılması ancak demokratik bir topulumun gereklerine uygun olarak;
başkalarının şöhret ve haklarının, toplum sağlığının ve ahlakının, millî
güvenlik, kamu düzeni, kamu güvenliği ve toprak bütünlüğünün korunması, devlet
sırlarının açıklanmasının veya suç işlenmesinin önlenmesi, yargı gücünün
otorite ve tarafsızlığının sağlanması amacıyla sınırlanabilir.” diyor. Şimdi,
bu alandaki kısıtlamalar, bu tür
hakların kullanılmasını neredeyse olanaksız hâle getiriyor. Altıncı ve yedinci
uyum paketleriyle birlikte, Anayasa “Değişik dil ve lehçelerde kamusal yayın
yapabilir.” ifadesini içerecek biçimde değiştirilmişti. Bununla birlikte,
Kürtçe yayın yapan radyoların ya da televizyonların
sürelerinin ya da nasıl kullanıldığının… Erken
saatte, işte, dostlar alışverişte görsün şeklinde düzenlemeler, o farklı
dillerin ya da kültürlerin varlığını kabul etmek
anlamına gelmez. Şimdi, basının
özgür olduğu savının karşılığına bir bakalım. Bu sav, bir yanıyla doğru.
Ezilenlerden, emekçilerden, ötekilerden, farklı olanlardan yana bir vicdan,
onlar adına denetleyici olma gibi bir sorunu yoksa zaten, özgürlük gibi de bir
sorunu yoktur o basının. Sorun, muhalif basının ve muhalif gazetecilerin özgür
olup olmamasındadır. Şimdi, bir
anekdot anlatayım bu kadar günün yoğunluğu sırasında. Aziz Nesin, uluslararası
bir konferansa katılıyor, kongreye. Her çıkan konuşmacı, kendi ülkesindeki
baskıcı, yasakçı, diktatöryal sistemden söz ediyor ve
tabii, az sonra, Aziz Nesin de söz alıyor. Aziz Nesin de aynı şekilde, onlardan
geri kalmadan, o da kendi ülkesindeki baskı, yasaklara ve oligarşik
yapıya eleştiri getiriyor. Ara verildikten sonra, Neruda
soruyor: “Üstat, sen nasıl böyle konuştun?” diyor. “Ee,
siz nasıl konuştuysanız ben de öyle konuştum.” diyor. Neruda
“Ama, biz hepimiz sürgünüz, şimdi siz ülkenize dönmeyecek misiniz?” diyor.
“Evet, döneceğim ama bizim ülkede demokrasi var.” diyor. Evet, bizim
ülkede demokrasi var, özgürlük var, her şeyi istediğiniz gibi konuşabilirsiniz,
tek şartla, bedelini ödemeyi göze alırsanız, işkenceleri göze alırsanız,
cezaevlerini göze alırsanız. TAHİR ÖZTÜRK
(Elâzığ) – Sıfır işkence. Sıfır işkence. HALİL AYDOĞAN (Afyonkarahisar) – Ne işkencesi? AKIN BİRDAL
(Devamla) – Evet, bakın, şimdi, sizin yine, gazeteleriniz, siyasiler, şunu
açıklıyor: Polis Vazife ve Selahiyetleri Yasası
çıkarıldıktan sonra, 3 kişinin işkenceyle öldürüldüğüne dair, 36 kişinin de
işkence gördüğüne dair rapor açıklanmıştır. Gerçekleri böyle yadsıyarak olmaz. Şimdi bakın,
izninizle size bir şey söyleyeyim; Üç gün sonra, İnsan Hakları Evrensel
Bildirgesinin kabul edilişinin, Birleşmiş Milletlerce kabul ve ilan edilişinin
60’ıncı yılına giriyoruz, 10 Aralık günü. Ve ben dilerdim ki aslında, bu bütçe
ortak görüşmeleri yapan arkadaşlarımız, 10 Aralık günü Türkiye Büyük Millet
Meclisinde Dünya İnsan Hakları Günü nedeniyle genel bir görüş açabilselerdi ve
Türkiye’nin insan hakları fotoğrafını birlikte çekebilseydik ve sonra da ne
yapabileceğimize birlikte karar verseydik. Yani, bu ayıp değil. Bence bir
sorunu tespit ederiz birlikte ve birlikte de nasıl gidereceğimizi kararlaştırırız
ve bu Meclisin yüce iradesi buna muktedirdir. O nedenle, lütfen… Böyle, var
olan olguları reddederek sorunları çözemeyiz. Değerli
arkadaşlar, baskıcı ve yasakçı bir tutum kendini en çok basın-yayında
göstermektedir. Muhalif basın-yayın kuruluşlarına yönelik yoğunlaşan açık
sansür uygulamaları da bu kapsamda ele alınmalıdır. Sansür hiçbir hukuki
kuralla örtüşmeyecek bir şekilde uygulanıyor. Peş peşe gazetelerin yayınları
durduruluyor, gazeteler kapatılıyor, insanlar haber alma özgürlüğünden yoksun
bırakılıyor. Basın ve düşünce özgürlüğü demokrasilerin olmazsa olmazıdır.
Türkiye’de basın-yayın kuruluşlarına yönelik geliştirilen saldırılar ve devreye
konulan uygulamalar ise demokrasinin büyük yaralar aldığını gösteriyor. Bakın, sadece
Ağustos 2006’dan 2007’ye kadarki dönemde yedi gazetenin yayını toplam on yedi
kez durduruluyor. Gazetelerin en sık kapatıldığı ay ise Mart 2007, Ekim 2007,
Kasım 2007. Mart 2007’de dört gazete kapatıldı, Ekim 2007’de üç gazete, Kasım
2007’de de dört gazete kapatıldı. Bundan bilginiz var mı? Bu durum da sansürün
ve antidemokratik uygulamanın ulaştığı düzeyi net bir şekilde ortaya koyuyor.
Şimdi, bakın, bu konudaki bilançoyu vereyim ben size: 19 Ocak 2007’de yayın
hayatına başlayan Gündem gazetesinin yayını altı kez durduruldu. 19 Mart
2007’de yayına başlayan Güncel gazetesinin yayını üç kez durduruldu. Güncel
gazetesi ikinci kez 17 Temmuz 2007’de on iki gün süreyle kapatıldı. İki kez
kapatılan Güncel gazetesi 17 Ekimde tekrar yayına başladı. Gazete, aynı gün
içinde bir hukuk skandalına imza atan İstanbul 10. Ağır Ceza Mahkemesince de
yeniden kapatıldı. Mahkeme, kapatma kararını, tüm haber başlıklarında örgüt
propagandası yapıldığı ve diğer gazetelerin devamı olduğu gibi anlaşılmayan ve
somut olmayan bir gerekçeye dayandırdı. Sayın Başkan,
değerli arkadaşlar; Yaşam da yine diğer gazete. Bakın, orada da aynı gün
İstanbul Emniyet Güvenlik Şube Müdürlüğünce toplanma talimatı veriliyor, daha
gazeteler yayına, dağıtıma çıkarılmadan, basıldığı yerde el konuluyor. Gerçek Demokrasi
gazetesi kapatılıyor. Peş peşe gazetelerin kapatıldığı 2007’de Gerçek Demokrasi
de kapatılıyor. 17 Kasımda tekrar yayına başlayan Gerçek Demokrasi gazetesi, 21
Kasım 2007 tarihinde yine kapatılıyor. Şimdi, haftalık
yayın yapan Yedinci Gün gazetesi kapatılıyor. 15 Ağustos 2006’da yayına
başlayan ve Türkiye’de Kürtçe yayın yapan tek günlük gazete olan Azadiya Welat gazetesinin de bir
kez yayını durduruldu. Diyarbakır 5. Ağır Ceza Mahkemesi, 23 Mart 2007’de, Azadiya Welat gazetesine, örgüt
propagandası gerekçesiyle yirmi gün yayını durdurma cezası verdi. Şimdi,
dağıtımı ve satışı serbest iken bu Azadiya Welat gazetesinin, şu anda cezaevlerine alınmamakta, daha
önceden alınmış olanlar da yine infaz koruma görevlilerince toplatılmaktadır. “Ülkede Özgür
Gündem gazetesine rekor dava ve kapatma cezası...” 1 Mart 2004-16 Kasım 2006 tarihleri arasında
yayın yapan Ülkede Özgür Gündem gazetesinin sahibi ile sorumlu yazı işleri
müdürleri, bazı yazar ve muhabirleri hakkında çeşitli gerekçelerle 600’ün
üzerinde dava açılmış. Gazetenin 17 sayısı hakkında toplatma kararı verilmiş.
Mahkûmiyetle sonuçlanan 106 davada toplam 464.694 YTL para ve Sorumlu Yazı
İşleri Müdürü Hasan Bayar’a da on beş yıl on bir ay on gün hapis cezası
verilmiş. Bu devam ediyor arkadaşlar. Şimdi, kimi
yöneticiler “Düşüncelerinden ötürü cezaevinde kimse yoktur.” diyorlar. Daha ben
bugün yine Düşünce Özgürlüğü Girişimi’yle görüştüm. Düşünce Özgürlüğü
Girişimi’nin son raporunda, 23 gazeteci ve yazarın tutuklu olduğu ve
davalarının sürdüğü belirtiliyor. 23 kişinin adları bizde mevcuttur, dilerlerse
arkadaşların kendilerine sunarız. Sayın Başkan,
değerli milletvekilleri; şimdi, Hükûmetin
yasalaştırmayı tasarladığı 5510 sayılı sosyal sigortalar ve genel sağlık
sigortası tasarısı, 212 sayılı Yasa uyarınca çalıştırılan basın emekçilerine
tanınan fiilî hizmet zammı indirimi ya da diğer
adıyla yıpranma hakkı uygulaması hakkı gasp edilmek istenmektedir. Yaklaşık
dört yıl çalışıp bir yıl yıpranma payı kaldırılmak istenmektedir, ki, beş yıl
önce de basın emekçilerinin ulaşım ve iletişim giderlerinin indirimlerinden
yararlanma olanakları da biliyorsunuz kaldırılmıştır. Umuyor ve diyorum ki,
23’üncü Dönem Parlamentoda, özgür gazeteciliğin, iletişim ve haberleşmenin
kanallarını açacağı unutulmamalıdır ve Sayın Bakanlıkça, bunun dikkate
alınarak, bunun giderilmesini diliyoruz. Değerli
arkadaşlar, bir de bölgedeki gazetecilik zordur. Bölgemizde -başta Diyarbakır
ve diğer iller de olmak üzere- basın, Batı bölgelerindekilere oranla daha düşük
ücretle çalışmaktadırlar, tehdit altındadırlar. Bakın, daha geçtiğimiz
günlerde, Beytüşşebap ilçesinde görev yapan Doğan Haber Ajansı muhabiri Emin
Bal, izlediği bir haberi ihbar etmediği için güvenlik güçlerine, hakkında dava
açılmış. Yani, gazeteciden muhbir olması isteniliyor. Sen gazeteci olarak
izleyeceksin, toplumun bilgi edinme ve haber alma hakkını dürüstçe kullanmaya
çalışacaksın, ama, orada olup bitenleri de güvenlik güçlerine bildireceksin,
bakın böyle oluyor diye ve şimdi, bu Emin Bal’ın, bunu bildirmediği
gerekçesiyle hakkında dava açılmıştır. Şimdi, bölgedeki
meslek örgütleri, ülkenin ilgili kamu kuruluşlarıyla meslek örgütlerinin (Basın
İlan Kurumu, Gazeteciler Federasyonu, Gazeteciler Cemiyeti gibi) taşra
örgütlerine sağladığı fonlardan bugüne kadar yararlandırılamamıştır. Basın
mensuplarının ciddi eğitim sorunu var bölgede. Örneğin, tüm dünyanın dikkatle
izlediği bir bölgede basın çalışanlarının dil eğitimine şiddetle gereksinmeleri
var. Bazı kamu kurum ve kuruluşları, basın - yayın organları arasındaki kimi
haberlerde akreditasyon uygulaması yapılmaktadır.
Bunun da ne zaman, nerede… Böyle bir ayrılıkçı ya da
ayrımcı yol izlendiği bilinmektedir. Şimdi, bölgedeki
basın mensuplarının birçok bölümü sendikasız ve sigortasız çalıştırılmaktadır.
Sigortaları ödense bile, birçok gazetecinin fazla mesai, yıllık izin gibi
ücretleri işveren tarafından göz ardı edilmektedir. Şimdi, ben biraz
daha hızlandırayım, zamanımın da darlığını dikkate alarak. Basın Kartı
Yönetmeliği… Şimdi, bu, Basın - Yayın ve Enformasyon Genel Müdürlüğünce verilmektedir.
Hangi ülkede ya da üyesi olmak istediğimiz ülkede
basın kartı bir resmî kurumca verilmektedir? Yani, kimin gazeteci olup
olmayacağına devletin kendisi mi karar verecektir? Böyle bir özgür gazetecilik
ortamı yaratabilir miyiz ya da toplumun bilgi edinme,
haber alma hakkı özgür ve serbestçe kullanılabilir mi? Hayır. Ayrıca, o basın
kartının üzerinde, Başbakanlık Basın Yayın ve Enformasyon Genel Müdürlüğü
yazmaktadır. Örneğin, ben gazeteci arkadaşlardan öğreniyorum, arkadaşlar yurt
dışına çıkışta ya da girişte, yabancı yerlerde
-Avrupa Birliğine umarım gireriz de, giriş - çıkışlardaki bu sıkıntılardan da
kurtuluruz- gazeteci arkadaşlara kuşkuyla bakılıyor ve birçok zorluk
çıkarılıyor. (Mikrofon
otomatik cihaz tarafından kapatıldı) BAŞKAN – Sayın Birdal, lütfen sözlerinizi tamamlayınız. AKIN BİRDAL
(Devamla) – Bitiriyorum Sayın Başkan. O nedenle, bu
basın kartı ya meslek örgütleriyle verilmeli ya da çalışanların sendikalaşması, Sayın Bakanlıkça bir
yükümlülük hâline getirilip, sendikasız bir basın emekçisi çalıştırılamayacağı
konusunda bir kararla, bunların örgütlenmesi sağlanmalıdır. Şimdi, Anadolu
Ajansı, ANKA ve Cumhuriyet gazetesinin dışında hiçbir sendika yok. Sendikasız
olunca da, elbette ki, işte geçtiğimiz günlerde
arkadaşlar böyle bir hakkı kullanmak isteyince kapı dışarı edildiler ve
atıldılar. Şimdi, tabii,
Atatürk Kültür, Dil ve Tarih Kurumu, Anayasa’nın 140’ncı maddesi… Ona da
değinecektim, ama, şu kadarını söyleyeyim, Sayın Başkan izninizle de…
Arkadaşlar, şimdi, Atatürk’ün vasiyetlerinden anlatıyoruz ve onları
koruduğumuzu… Sahip çıkıyoruz. Bu doğru değildir. Bakın, Atatürk’ün gerçekten
kurduğu, Türk Dil Kurumu, Türk Tarih Kurumu ve Halk Evleri. Halk Evlerini
kapattık ve işlevsiz hâle getirdik ve sonradan, yeniden arkadaşlar demokratik haklarını
kullandılar. Ya ikisini? Devletin vesayeti altına
bağladık ve şimdi o vesayet altında da bir Tarih Kurumunun Başkanı kalkıp
çıkıyor… (Mikrofon
otomatik cihaz tarafından kapatıldı) AKIN BİRDAL
(Devamla) - …bilim insanı, tarihin gerçeklerini çarpıtıyor. BAŞKAN – Teşekkür
ederiz Sayın Birdal. AKIN BİRDAL
(Devamla) – Şimdi, böyle bir Tarih Kurumu, devletin vesayeti altında olamaz. O
nedenle, Sayın Bakanlıktan rica ediyorum,bunu demokratik bir yapıya
kavuştursunlar. Ayrıca, Sayın
Bakanın Plan ve Bütçe Komisyonundaki, dilin özleşmesi konusundaki gösterdiği
hassasiyet için de teşekkür ediyorum. BAŞKAN – Teşekkür
ediyoruz Sayın Birdal. AKIN BİRDAL
(Devamla) – Gerçekten dilin özleşmesi konusunda bu çelişkilerden kurtulmalıyız.
Tarım ve Köyişleri Bakanımız… BAŞKAN – Sayın Birdal. AKIN BİRDAL
(Devamla) – Bitiriyorum efendim, bir dakika daha rica ediyorum. Arkadaşlar, Tarım
ve Köyişleri Bakanının arkasında Ziraat İşleri Genel
Müdürlüğü, orada Su Ürünleri Genel Müdürlüğü, burada Toprak Mahsulleri Ofisi… BAŞKAN – Sayın Birdal, lütfen… AKIN BİRDAL
(Devamla) – Bitiriyorum Sayın Başkan. Bilim insanı…
Bugün çok güzel, artık bunlar kabulleniliyor. Bilim adamı yok, bilim insanı ve
insanoğlu değil insanlık evladı var. BAŞKAN – Sayın Birdal, lütfen. AKIN BİRDAL
(Devamla) – Hepinizi saygıyla selamlıyorum. (DTP sıralarından alkışlar) BAŞKAN –
Teşekkürler Sayın Birdal. Şansı adına,
lehte Erzurum Milletvekili Sayın Muzaffer Gülyurt. Buyurunuz Sayın Gülyurt. (AK Parti sıralarından alkışlar) Süreniz beş
dakikadır. MUZAFFER GÜLYURT
(Erzurum) – Sayın Başkan, yüce Meclisimizin saygıdeğer üyeleri; Türkiye
Bilimsel ve Teknolojik Araştırma Kurumu Başkanlığının 2008 mali yılı bütçesi
üzerinde şahsım adına söz almış bulunuyorum. Yüce Meclisimizi saygıyla
selamlıyorum. Değerli
milletvekilleri, bilgi temelli ve bilgiye dayanan, teknolojik yeniliklere sahip
ekonomisi olan toplumlar çağımızın en gelişmiş toplumlarıdır. Gelişmiş
toplumlarla rekabet edebilmek, insanlarımızın refahını artırmak, sürdürülebilir
ekonomik büyüme ve kalkınma sağlamak, sosyal, ekonomik sorunlara etkin ve
verimli çözümler getirebilmek için bilgiyi, bilim ve teknolojiyi üretmek,
kullanmak ve topluma yaygınlaştırmak gerekmektedir. Bir milletin
ayakta kalması, uluslararası rekabette geri kalmaması millî gücünün büyüklüğüne
bağlıdır. Millî gücün ilk unsuru insandır. İnsanını yaşatan, yücelten devlet
yaşar ve yücelir. Millî gücü oluşturan diğer unsurlar ise ekonomik güçtür,
teknolojik güçtür ve askerî güçtür. Teknolojik güç, diğer güçlerin de
gelişmesini sağlamaktadır. Son beş yılda
siyasi ve ekonomik istikrara kavuşan ülkemizde bilim ve teknolojik gelişmelerde
de Hükûmetimizin aldığı kararlarla bir sıçrama
yaşanmaktadır. Bu doğrultuda, TÜBİTAK, kendisine verilmiş görevlerini yerine
getirmede çok önemli adımlar atmaktadır. Bir yandan ar-ge
faaliyetlerini artıran TÜBİTAK, diğer yandan da Hükûmetimizin
TARAL, yani “Türkiye Araştırma Alanı” adı altında Bilim ve Teknoloji Yüksek
Kurulunda aldığı kararlar doğrultusunda destek programları yürütmektedir. Bu
destek programlar nelerdir? Bilim İnsanı Yetiştirme ve Geliştirme Destek
Programı, Savunma ve Uzay Teknolojileri ve Sanayi Alanında Ar-Ge Destek Programları gibi programlar uygulanmaktadır.
Sadece bu programlar için 2008 yılında 450 milyon YTL kaynak sağlanmış
bulunmaktadır. Bilim ve
Teknoloji Yüksek Kurulu, Sayın Başbakanımız tarafından çok yakın bir ilgi ve
destek görmektedir. Kurulduğu 1983’ten 2004 yılına kadar geçen yirmi yıl
içerisinde en az 40 kere toplanması gereken Bilim ve Teknoloji Yüksek Kurulu
sadece 9 kere toplanabilmiştir. Ancak iktidara geldiğimizden bugüne kadar Bilim
ve Teknoloji Yüksek Kurulu yılda 2 kere toplanmaya başlamıştır. Böylece son
dört yılda ülkemizde bilim ve teknoloji alanında hiç de tesadüfi olmayan büyük
mesafeler katedilmiştir. Stratejik bir
yaklaşımla belirlediğimiz politikaları hayata geçirecek uygulama planıyla yola
çıkılmıştır. Bu amaçla, üniversitelerimize akademik ar-ge
desteği büyük oranda artırılmıştır. 2000-2003 yılları arasında 69 üniversitede
1.668 projeye 30,2 milyon YTL bütçe desteği verilirken, 2004-2007 yılları
arasında 83 üniversiteden 4.084 projeye 570,1 milyon YTL bütçe desteği
sağlanmıştır. Tam 20 kata yakın bir artış Hükûmetimizce
verilmiştir. Ar-ge harcamalarındaki artış oranında Türkiye, Çin ile
birlikte dünyada birinci sıradadır. TÜBİTAK, sadece üniversitelerdeki bilimsel
ar-ge çalışmalarına destek vermiyor, aynı zamanda,
gelişmekte olan ekonomimizde girişimciliği ve istihdamı sağlama konusunda tekno girişim, yani Teknoloji ve Yenilik Odaklı Girişimleri
Destekleme Programı’nı da başlatmış bulunmaktadır. Sanayimizin temel yapı
taşlarını oluşturan KOBİ’lerimize yönelik, kamu
kurumlarımızla beraber, Avrupa Birliği destekleri bilgilendirme toplantıları,
proje hazırlama ve eğitim çalışmaları da yapılmaktadır. Gayrisafi millî hasıladan
ar-ge’ye ayrılan destek 2002 yılında binde 6,7 iken,
2005’te binde 8’e çıkarılmıştır. 2013 yılındaki hedefimiz yüzde 2’ye
yükselmektir. Bu amaçla, Ar-Ge Faaliyetlerini Teşvike
Yönelik Kanun Tasarısı Bakanlar Kurulumuzca kabul edilmiş ve Meclisimize
gönderilmek üzere çalışmalar sürdürülmüş bulunmaktadır. (Mikrofon
otomatik cihaz tarafından kapatıldı) BAŞKAN – Lütfen
sözlerinizi tamamlayınız. MUZAFFER GÜLYURT
(Devamla) – Bilim insanı yetiştirme konusundaki 2000 yılı hedefimiz ise 40
bindir. Ülkemiz, bilim insanlarımız için bir cazibe merkezi olacaktır. Bu konu
stratejik bir bakış açısıyla ele alınmaktadır. 2000 yılında 89 milyon YTL
tutarında bir bütçeye sahip olan TÜBİTAK,
bugün, 2005 yılından itibaren iyi bir bütçe artışıyla desteklenmiş ve
2008 yılı bütçesinde de 1 milyar 5 milyon 923 bin YTL ile büyük bir artış
sağlanmış bulunmaktadır. Değerli
milletvekilleri, bugüne kadarki başarılı çalışmalarından dolayı TÜBİTAK Başkanı
ve tüm yöneticileri ile çalışanlarını kutluyorum. 2008 yılında onlara ayrılmış
olan bu ödeneğin ilgili kurum tarafından en verimli şekilde kullanılması ve
başarılarının artarak devam etmesini diliyorum. 2008 yılı
bütçesinin ülkemize ve milletimize hayırlı olmasını temenni ediyor, yüce
Meclisimizi saygıyla selamlıyorum. (AK Parti sıralarından alkışlar) BAŞKAN – Teşekkür
ediyoruz Sayın Gülyurt. Hükûmet adına Devlet
Bakanı Sayın Mehmet Aydın. (AK Parti sıralarından alkışlar) Sayın Aydın, söz
süreniz on yedi buçuk dakikadır. DEVLET BAKANI
MEHMET AYDIN (İzmir) – Teşekkür ederim Sayın Başkan. Sayın Başkan,
değerli milletvekilleri; hepinizi saygıyla selamlıyorum. Genelde bir
prensip vardır, cevabın her zaman sorudan daha uzun olması lazım, daha çok
zamana ihtiyacı vardır denir. Şimdi, hepiniz gördünüz ki -bunun için de
teşekkür ediyorum- bugün öğleden sonraki toplantımızın zamanının büyük bir
kısmı, genelde Bakan olarak sorumlu olduğum kurumlara, ama özelde TÜBİTAK’a
ayrılmış oldu. Yüz otuz dakika civarında bir konuşma oldu, bunun en azından yüz
dakikası, bir buçuk saatten fazlası TÜBİTAK’la ilgiliydi. Dolayısıyla, ben,
burada bunu bir bakıma söylemek durumundayım, eğer bazı arkadaşlarımın
eleştirilerine, söylediklerine cevap veremezsem veyahut da onu dikkate almak
imkânı bulmazsam kusura bakmasınlar, çünkü, dediğim gibi, buna zaman
yetişmeyecek. Ancak, genel
olarak ben, bir şeyi dikkatinize sunmak istiyorum: Konuşmalarımız,
söylemlerimiz, çok kere üç ana dil grubundan oluşur. Buna mantıkta “önermeler”
deniliyor. Bunlar ya bilimsel önermelerdir, birtakım
verilere dayanırsınız, güvenilir bilgiye dayanırsınız. İşte, bugün hava
yağışlıdır veyahut da falan uzun boyludur, kısa boyludur… Bunlar ampirik
önermelerdir. “Doğru mu, yanlış mı?” sorusu ampirik olarak ortaya konur. Bir de
mantık önermeleri vardır, “bekâr, evlenmemiş insandır” gibi. Bunun için dış
dünyaya gidip bir bekâr aramaya gerek yok, zaten önermenin manası kavramın
içindedir. Bir de, bazı cümleler vardır ki, bunlar, daha çok duygusal
cümlelerdir. Bu cümleler, aslında, hakkında oldukları konuyla ilgili bir şey
söylemezler, daha çok konuşanın iç dünyasını anlatır. Konuşanın iç dünyası
sorunlu olur, sorunsuz olur. Yani hissî konuşmalar, kişinin kendisini anlattığı
konuşmalardır, nesnel, objektif dünyayı anlatan konuşmalar değil. Onun için
buradaki o hissî konuşmaları da bir tarafa bırakacağım. Çünkü o zaman doğrudan
doğruya “ad hominem” derler ya,
kişiye yönelik bir konuşma yapmam lazım, onun da yeri ve zamanı burası değil. Şimdi, ben biraz
rakamlardan bahsedecektim ama özellikle iki arkadaşım Sayın Gülyurt
ve Sayın Gönül bu rakamları kısmen, tamamı olmasa bile kısmen dile getirdiler.
O bakımdan ben biraz hızlı gitmek ve bazı önemli bulduğum konulara dokunmak
için o rakamları tekrar etmek istemiyorum. Ama yine de Osman Bey’in
eleştirisine bir cevap olsun diye birkaç şey söyleyeyim. Çünkü kendi
konuşmasını yaptıktan sonra Değerli Arkadaşımız, teşekkür ediyorum kendisine,
oraya kadar geldi, dedi ki: “Aslında ben TÜBİTAK’ın yaptığı önemli şeylerden de
bahsedecektim ama vakit kalmadı.” dedi. “Yani benim söylememden TÜBİTAK hiçbir
şey yapmadı gibi bir sonuç çıkmamalı.” dedi. Gerçi ben olsaydım önce iyi haberi
verirdim. Çünkü usul de öyledir zaten. Önce iyi haberi verip sonra belki
eleştiriyi yapmak daha iyi olurdu. Ama yine de teşekkür ediyorum. OSMAN COŞKUNOĞLU
(Uşak) – Eleştiriye zaman kalmazdı o zaman. DEVLET BAKANI
MEHMET AYDIN (Devamla) – Şimdi, arkadaşlar… OSMAN COŞKUNOĞLU
(Uşak) – İyiyi yapabilmek için eleştirmek lazım. DEVLET BAKANI
MEHMET AYDIN (Devamla) – Yani bir defa, mesela, arkadaşlarımızın -isim
vermeden, çünkü vakit kazanmak istiyorum- TÜBİTAK sürekli olumsuzlar içinde
yürüyor… Sosyal ve beşerî bilimler konusuna temas edildi. Ayrıca mesela bunun TÜBA’ya verilmesinin daha yararlı olacağı öne sürüldü.
Bunların hepsi üzerinde durulacak konular. Yani bunlar eleştiri deyince mutlaka
yıkıcı bir eleştiri anlamında lütfen alınmasın ama şu kadarını söyleyeyim: İlk
defa bu dönemde, bizim dönemimizde sosyal ve beşerî bilimler hak ettiği yeri
alma istikametinde yola koyuldular. Aldılar demiyorum. İşin daha başındayız.
Ama genel olarak TÜBİTAK dediğimiz zaman akla fen bilimleri geliyor, temel
bilimler geliyor. Bunun yanlış bir tarafı yok. Ama Türkiye, sosyal bilimleri,
beşerî bilimleri daha fazla ihmal etme lüksüne sahip değildir. Çünkü bunlar
-ikisi- bir parçanın bütünü gibidirler. Sosyal bilimler ile fen bilimleri,
temel bilimler arasında çok önemli organik bağlar vardır. Bilim sadece bize
dünyayı tanıtmıyor, bilim sadece bize teknolojik imkânları hazırlamıyor; bilim,
aynı zamanda, bizim, bilimsel bir kafaya sahip olmamızı, rasyonel düşünmemizi
de temin eden, sağlayan bir araç oluyor, bir temel kaynak oluyor. Bütün ömrünü
üniversitede geçirmiş bir arkadaşınız olarak, bana sorarsanız, bugün,
Türkiye’nin en önemli problemlerinden biri -birçok problemimiz var, ekonomi
vesaire- ama en önemli problemlerinden biri, bilimsel zihniyette ve makul
düşüncede arzu ettiğimiz düzeye çıkamamış olmamızdır. Eğer gerçekten bu konuda
mesafe almış olsaydık, Meclis dâhil, her yerde büyük bir zaman tasarrufuna
giderdik. O zaman - tekrar ediyorum -
elimizde kesin belge olmadan konuşmazdık, “A” hakkında konuşmak için söz
alıp da “C” konusunda yarım saat konuşma gibi vakit kaybına uğramazdık. Onun
için, bizim şu anda Hükûmet olarak ve aynı zamanda
kurumlardan sorumlu bir Bakan olarak en büyük amacımız, arzumuz, rüyamız,
hayalimiz, vizyonumuz, gelecek kuşakların bizden daha fazla bilimsel zihniyete
ve rasyonel düşünceye sahip olma niteliğini kazanmasıdır. O zaman, pek çok şey
hâlledilir. Çünkü, neticede, mademki hepimizin inandığı bir gerçek vardır,
hayatta en hakiki mürşit ilimdir; o hâlde, siyaset dâhil, birbirimizi
eleştirmemiz dâhil, her şeyi bilime ve tefekküre ve onların onurlu irşadına göre
yapmak durumundayız. Şimdi, esasında,
çok önemli mesafeler alındı, ama tekrar ediyorum, yenidir ve bu konuda TÜBA’yı da sonuna kadar destekleyeceğiz. Çünkü, Batı’nın
içindeyiz biz ve Avrupa Birliğinde yer almaya çalışıyoruz. Dolayısıyla
TÜBİTAK’ta sosyal ve beşerî ilimler alanı var diye bunun TUBA’da
zengin bir biçimde olmaması gerekir
şeklinde bir düşünce zaten yok. Aslında bunların her biri için, sosyoloji için,
psikoloji için, sosyal psikoloji için, antropoloji için, kültür antropolojisi
için ayrı ayrı kurumlarımızın olması lazım ve bu
kurumlarımız bir demokratik hava içinde, atmosfer içinde çalışmalarını yürütmek
zorundadır. Bilime özgürlük tanımayan, bilimsel zihniyete özgürlük tanımayan
bir ülkenin ekonomide de geleceği söz konusu olamaz, ekonomide de başarılı
olması mümkün değil. (AK Parti sıralarından alkışlar) Bilim her türlü kalkınmanın, her türlü
terakkinin ve tekamülün ana kaynağıdır, ana motorudur. O bakımdan, biz, derin
demokrasi derken Hükûmet olarak, sadece bunu bir
politik gerçeklik olarak, siyasi realite olarak söylemiyoruz, demokrasinin
derinleşmesi gerekir diyoruz. Demokrasinin derinleşmesi iki türlü olur,
birincisi zihnimizde, gönlümüzde, kalbimizde demokratik değerlerin oturması,
yerleşmesi, ikincisi, demokratik
değerlerin bütün kurumlarda güçlü bir biçimde işlevsel olması, fonksiyon
icra etmesidir. Bunların başında da bilim kurumları gelir, bilimsel kurumlar
gelir. O bakımdan, bilimin üzerinde herhangi bir ideoloji, herhangi bir ipoteğe
asla fırsat vermemeliyiz ve biz asla fırsat vermeyeceğiz, bunun sözünü burada
veriyorum. Çünkü, bugüne kadar o alanda da çok ciddi hatalar yapıldı. Projeler
değerlendirilirken ideolojik davranıldı, kapılar topluma yeterince açılmadı,
gençlere yeteri kadar açılmadı. Beni bir müessese tahlil ve tenkitine tabi
tutma hakkınız vardır, vaktim olsa kurulduğundan itibaren bugün sorumlu olduğum
kurumların bir anatomisini size çıkarırdım. Onun için, attığımız adımlar
önemlidir, bilerek atıyoruz, topluma açıyoruz bu kurumları, sonuna kadar
açıyoruz, belli bir grubun, belli bir imtiyazlı sınıfın elinde dönüp dolaşan
bir güç olmasını değil, milletin evladına, milletin çocuklarının hepsine, din,
dil, ırk vesaire farkı gözetmeden tamamına açık olan kurumların olması arzusu,
niyeti, amacı içindeyiz ve inşallah bunu başarma istikametinde de hızlı
adımları atmaya devam edeceğiz, bugüne kadar da epeyce adım atıldı. Bir başka konu,
bu, Sayın Türkeş’in söylediğiydi, bazı kurumlar kapatıldı, kapatılmadı, bunlar
birleştirildi, bir araya getirildi. Bugün zaten elimizde, elimdeki listede on
ayrı çalışma grubu var, temel bilimler araştırma grubu, sağlık bilimleri,
mühendislik, tarım orman veterinerlik altını çiziyorum, çünkü o konu geçti-
sosyal bilimler, çevre atmosfer yer ve deniz bilimleri, elektrik elektronik;
uzatmayayım, yani, aslında, hiçbir kurum kapatılmış değil; bunlar ilgilerine,
yakınlıklarına göre zamandan tasarruf, destekten tasarruf etmek için bir araya
getiriliyor. Yoksa, herhangi bir kapanmış veya kapatılması düşünülen bir grup
yok. Ayrıca, bu araştırma grupları aracılığıyla üniversitelerimize ve
sanayimize aktarılan akademik ve temel araştırma projelerine… Bir rakam
vereceğim. Osman Bey rakamları, dijital şeyleri pek sevmiyor ama “Nitelik
üzerinde duralım.” diyor. Doğrudur, nitelik üzerinde duralım ama nitelikler dahi
günümüzde nicelikle ifade edilmek durumundadır. Yani, niteliğinizi de rakamla
anlatmak zorundasınız. Niteliğinizi de matematiğe dönüştürmek, çevirmek
zorundasınız. OSMAN COŞKUNOĞLU
(Uşak) – Sayın Bakanım sözümü yanlış ifade etmeyin. DEVLET BAKANI
MEHMET AYDIN (Devamla) – O yüzden, müsaade ederseniz zamanım çok kısa. Ne olur,
siz, dostuz, ayrıca konuşuruz. 2004’te 12 milyon
YTL ayrılmış idi, sadece bir senedeki değişikliği, dönemi söyledim. 2006’da 138
milyon YTL ayrılmıştır, araştırma gruplarından üniversitelerimize giden destek.
Şimdi, bir konu
vakit kalmazda ihmale uğrarsa üzülürüm -o da, birçok arkadaşımız bu hukuki
meseleye birkaç defa temas etti bunu bir defa söyleyeyim- çünkü sadece buradaki
milletvekili arkadaşlarımız dinlemiyor, araştırma yapmak isteyen gençlerimizde
dinliyor. Onlar TÜBİTAK gibi hayati önemi haiz bir kurum hakkında yanlış bir
bilgiye ve izlenime sahip olmasınlar diye bunu dile getirmek istiyorum. TÜBİTAK
Kuruluş Kanununun -metne bağlı kalayım ki az vakit tüketeyim bunun için- Başkanın
atanmasına ilişkin, bir de Bilim Kurulu üyelerinin atanmasına ilişkin
maddelerinin bazı hükümlerini yürürlükten kaldırdı, Anayasa Mahkemesinin
kararıyla durduruldu daha doğrusu. Bununla birlikte, söz konusu Kanun’un 5’inci
maddesinin dördüncü fıkrasında yer alan “Kurum Başkanı atanıncaya kadar Bilim
Kurulunun kendi üyeleri arasından bir Başkan Vekili belirlenir.” şeklindeki
hükmün yürürlüğü Anayasa Mahkemesi tarafından durdurulmamıştır. Dolayısıyla,
mevcut TÜBİTAK yönetimi, yürürlükte olan 5’inci madde çerçevesinde görevini
yasal bir şekilde yerine getirmeye devam ediyor. Sonuç olarak, TÜBİTAK
yönetiminin hukuksuzluğundan bahsetmek doğru değildir, aslında hukuka
aykırılıktır. Nitekim, 17. Asliye Hukuk Mahkemesinin TÜBİTAK yönetiminin aktif
dava ehliyeti olmadığına dair verdiği kararda ve Yargıtay 4. Hukuk Dairesinin
28/9/2007 tarihli kararıyla “Davacı kuruma Cumhurbaşkanı tarafından atanmış
başkanı bulunmadığı gerekçesiyle davanın reddi doğru değildir.” denilmekte,
dolayısıyla, bu Asliye Hukuk Mahkemesinin açtığı dava da iptal edilmiş oluyor.
Yani, kurumun, kısacası, herhangi bir hukuki sorunu, problemi yoktur. Şimdi biraz… Bu
bir öncelik sırası, yanlış anlaşılmasın, sadece TÜBİTAK’a çok fazla soru
geldiği için… HASİP KAPLAN (Şırnak) – 2005/81 Anayasa Mahkemesinde derdest dosya
numarası. DEVLET BAKANI
MEHMET AYDIN (Devamla) – Şimdi bir daha dönersek Hasip
Bey şey yapamayız. HASİP KAPLAN (Şırnak) – 2005/81 yürütmenin durdurulması kararı verilmiş.
Anayasa Mahkemesini Hükûmet dinlemezse bu vatandaş ne
yapsın? DEVLET BAKANI
MEHMET AYDIN (Devamla) – Lütfen zamanımı almayın. Başkan bu alınan zamanı
vermezse üzülürüm. Şimdi, Sayın Ateş
buradasınız, sizin… Bina konusunda haklısınız. Gerçekten basın yayının
binasının -zannediyorum sizdiniz- yetersizliğinden bahsettiniz. İnşallah, çok
yakında onu halletmek üzereyiz. Yani, rahat çalışabilecekleri, rahat rahat çalışabilecekleri, dünya basın mensuplarını konferans
vesaire için davet edecekleri bir binayı şimdilik kiralamaya çok yakınız.
Zannediyorum, - karşılıklı bir mukaveleye dayandığı için - bir aksilik olmazsa,
kısa bir süre sonra arkadaşlarımız iyi bir çalışma ortamına kavuşacaklar. Bu sendikalaşma
konusunda bir sıkıntı intikal etmedi, çünkü iki sendika var, biri Türk
Haber-Sen, öbürü Haber-Sen ve bu normal, meri mevzuata göre, yasaya göre de
zaten gidip tercihlerini kullanıyorlar, oylarını kullanıyorlar. Orada çok fazla
bir problem, açıkçası bugüne kadar görmedim ama varsa da o mesele teknik bir
konudur, bu söylediğim demokratikleşme bu kurumların içinde de var olmak,
genişlemek ve derinlemek durumundadır. Ayrıca, yakında
komisyona gelecek olan ve dolayısıyla Genel Kurula gelecek olan yasa konusunda
da şu anda çok fazla bir şey söylemem doğru değil, çünkü sizin dikkatinize
gelecektir, komisyonda görüşülecektir. Onun, ince ince,
o konunun, üzerinde durulacağına inanıyorum. Eğer, orada bir gerileme söz
konusuysa, onun tekrar dikkate alınmasının gereğine açıkçası ben de inanıyorum.
Ama şu anda komisyondan geçmemiş, Genel Kurula gelip,
yasalaşmamış bir yasayla ilgili benim daha fazla bir şey söylemem doğru olmaz. İki dakikam
kalmış. Atatürk Yüksek
Kurumuyla ilgili -kısaca öyle söylüyoruz- birtakım eleştiriler var. Bu
eleştirilerin bir kısmı yapıcı eleştirilerdir. Gerçekten ümit ediyorum, o da
yine benim Bakan olarak ve aynı zamanda bu ülkenin emeğiyle, ekmeğiyle tahsilini
en iyi yerlerde yapmış bir insan olarak, o kurumumuzun da bugüne kadar
olduğundan daha fazla bilime, tarihimize, kültürümüze hizmet etme
mecburiyetinin olduğu idraki içindeyim. Dolayısıyla orada gerçekten Türk
kültürü mahzun bir kültürdür. Türk kültürü yeterince çalışılmamıştır, Türk
tarihi yeterince çalışılmamıştır. Açıkça, öz eleştiriyle söylüyorum, Nutuk,
Nutuk diyoruz, ama Nutuk, Avrupa’da dengi bir esere gösterilen bilimsel iltifat
gösterilememiş ve bugün Nutuk’un ciddi bir tahlili, psikolojik tahlili, nutku
söyleyenin, natıkın kişiliğini de aynı zamanda ortaya
koyabilecek bir insan ve konuşma ilişkileri tahlilini ve aynı zamanda onun Türk
kültürünün ana çerçevesi ve ana ruhu içinde yerinin ne olduğu… Birdenbire
Atatürk çıkıp onları söylemiyor. Atatürk bir kültürden geliyor, bir dünya
görüşünden geliyor. Asırları dolduran ve Türk çocuklarının bilmesiyle de
iftihar edecekleri zamanları dolduran bir tarihten, bir kültürden gelen bir
insanın yaptığı bir konuşmadır. Dolayısıyla, Nutuk, en az on yönüyle tahlil
edilmek durumundadır ki, bizim, onu okuduğumuz zaman o zenginliğin tamamını
görebilelim. Söylem tahlili yapan çok iyi üniversiteler vardır, inşallah, bir
iki öğrencimizi oraya göndereceğiz. Amsterdam
Üniversitesi bunlardan biridir. Şu anda Amsterdam
Üniversitesinde o bölümde çalışanlardan biri benim bu konuşmamı dinlese ve bunu
bir tahlile tabi tutsa, inanınız, der ki, siyasi fikri budur, Türkiye görüşü
budur. Çok rahat bir biçimde söylemden önemli şeyler çıkarılabilir. Henüz daha
Batı’da olup da bizde olmayan epeyce eksiğimiz vardır ve ümit ediyorum,
bunların hepsini tamamlayacak durumumuz da olmaz. (Mikrofon
otomatik cihaz tarafından kapatıldı) BAŞKAN – Sayın
Aydın, lütfen sözlerinizi tamamlayınız. DEVLET BAKANI
MEHMET AYDIN (Devamla) – Efendim, o zaman bir cümleyle tamamlayayım. Çünkü, ben
ikinci ihtarı sevmem. O da bu basın kartlarıyla ilgili. Onunla ilgili, daha
sonra gerekiyorsa arkadaşlarım soru sorarlar veya yazılı olarak sorarlar cevap
veririm. Şimdi, basın
meslek kuruluşlarından 11 genel müdürlüğü temsilen,
11 kurumu temsilen 11 kişi var ve 2 de kurumun
kendisinden var. Yani, 13 kişilik bir basın kartları komisyonu bu basın
kartlarını veriyor. Genel müdürlük oturup da bu kartları dağıtmıyor ve onun 13
üyesi var, bu 13 üyeden sadece 2’si Basın Yayın Enformasyon Genel
Müdürlüğünündür gerisi zaten konuyla ilgili, alanla ilgili olan kurumların
temsilcilerinden oluşuyor. Ama, bunu sadece onlar veremez mi, sadece kendi
kuruluşları veremez mi? Elcevap: Verir, niye
vermesin. Yani, verilmemesi için de bir sebep yok. Doğrusunu isterseniz, genel
müdürlük de “İlle de bizde olsun” diye bir arzu içinde değil. Tekrar teşekkür
ediyorum. Eleştirilerinizden dolayı teşekkür ediyorum. Yapıcı
eleştirilerinizden istifade edeceğiz. Ama, yapıcı olmayan eleştiriler de bize
ayrı bir heyecan, ayrı bir azim, ayrı bir gayret veriyor onu da söyleyeyim.
Yani, ondan da çekindiğimiz yok. Teşekkür
ediyorum, sağ olun. (AK Parti sıralarından alkışlar) BAŞKAN –
Teşekkürler Sayın Aydın. OSMAN COŞKUNOĞLU
(Uşak) – Sayın Başkan… BAŞKAN – Hükûmet adına ikinci söz… OSMAN COŞKUNOĞLU
(Uşak) – Sayın Başkan, Sayın Bakan, benim söylediğim sözü bana atfederken son
derece yanlış bir şekilde atfetti, benim söylemediğim bir şekilde atfetti. İki
cümleyle düzeltme olanağı verilmesini rica ediyorum. BAŞKAN – Bir
dakika söz veriyorum size. Buyurunuz. VI.- SATAŞMALARA İLİŞKİN KONUŞMALAR VE AÇIKLAMALAR (Devam) 2.- Uşak Milletvekili Osman Coşkunoğlu’nun,
Devlet Bakanı Mehmet Aydın’ın konuşmasında şahsına sataşması nedeniyle
konuşması OSMAN COŞKUNOĞLU
(Uşak) - Teşekkür ederim. Sayın Bakan,
benim rakamları sevmediğimi o arada ifade etti, rakam verirken. DEVLET BAKANI
MEHMET AYDIN (İzmir) – Tespih… OSMAN COŞKUNOĞLU
(Devamla) – Benim, akademisyen olarak, danışman olarak, şimdi de milletvekili
olarak hayatım rakamlarla geçiyor Sayın Bakan. DEVLET BAKANI
MEHMET AYDIN (İzmir) – Tespih çekmek… OSMAN COŞKUNOĞLU
(Devamla) - Dolayısıyla, “tespih çekmek”
şöyle demektir… Buna “bean counting”
denir İngilizce. Sadece rakamlara bakarak -onun ben Türkçesini
bilmiyorum, onun için öyle bir şey söyledim- “Biz şu kadar para harcıyoruz.”
diyen bir kurumun, o parayı harcama sonucu nasıl bir etkinlik elde ettiğini
sormak gerekli değil mi? O paranın nerelere, nasıl, hangi önceliklerle ve ne
gibi bir sonuç aldığı, yani, niteliksel değerlendirmesi önemli değil mi? İşte bu nedenle,
eğer ben Sayın Bakana “Siz, niteliksel etki, bunları umursamıyorsunuz, sadece
rakamlarla ilgileniyorsanız.” dersem, ne kadar haksız bir ifade ve eleştiri… BAŞKAN –
Tamamlayınız lütfen… OSMAN COŞKUNOĞLU
(Devamla) – Son cümlem. …yapmış olursam,
aynı haksız eleştiriyi Sayın Bakan yapmış oldu. Bunu düzeltmek isterim. Teşekkür eder,
saygılar sunarım. (CHP sıralarından alkışlar) BAŞKAN – Teşekkür
ederiz Sayın Coşkunoğlu. V.- KANUN TASARI VE TEKLİFLERİ İLE KOMİSYONLARDAN GELEN DİĞER İŞLER (Devam) A) KANUN TASARI VE TEKLİFLERİ (Devam) 1.- 2008 Yılı Merkezi Yönetim Bütçe Kanunu Tasarısı ve Plan
ve Bütçe Komisyonu Raporu (1/426) (S.Sayısı:57) (Devam) 2.- 2006 Yılı Merkezi Yönetim Kesin Hesap Kanunu Tasarısı
ile Merkezi Yönetim Bütçesi Kap-samındaki İdare ve Kurumların 2006 Bütçe Yılı
Kesin Hesap Tasarısına Ait Genel Uygunluk Bildirimi ve Eki Raporlarının Sunulduğuna Dair Sayıştay Başkanlığı
Tezkeresi ile Plan ve Bütçe
Komisyonu Raporu ( 1/267, 3/191)
(S.Sayısı: 58) (Devam) F) HAZİNE MÜSTEŞARLIĞI (Devam) 1.- Hazine Müsteşarlığı
2008 Yılı Merkezi Yönetim Bütçesi 2.- Hazine Müsteşarlığı
2006 Yılı Merkezi Yönetim Kesin Hesabı G) BASIN–YAYIN VE ENFORMASYON GENEL MÜDÜRLÜĞÜ (Devam) 1.- Basın-Yayın ve Enformasyon Genel Müdürlüğü 2008 Yılı Merkezi Yönetim Bütçesi 2.- Basın-Yayın ve Enformasyon Genel Müdürlüğü 2006 Yılı Merkezi Yönetim Kesin Hesabı H) TÜRKİYE BİLİMSEL VE TEKNOLOJİK ARAŞTIRMA KURUMU
BAŞKANLIĞI (Devam) 1.- Türkiye Bilimsel ve Teknolojik Araştırma Kurumu
Başkanlığı 2008 Yılı Merkezi Yönetim
Bütçesi 2.- Türkiye Bilimsel ve Teknolojik Araştırma Kurumu
Başkanlığı 2006 Yılı Merkezi Yönetim
Kesin Hesabı I) TÜRKİYE BİLİMLER AKADEMİSİ BAŞKANLIĞI (Devam) 1.- Türkiye Bilimler Akademisi Başkanlığı 2008 Yılı Merkezi Yönetim Bütçesi 2.- Türkiye Bilimler Akademisi Başkanlığı 2006 Yılı Merkezi Yönetim Kesin Hesabı İ) ATATÜRK KÜLTÜR, DİL VE TARİH YÜKSEK KURUMU BAŞKANLIĞI
(Devam) 1.- Atatürk Kültür, Dil ve Tarih Yüksek Kurumu
Başkanlığı 2008 Yılı Merkezi Yönetim
Bütçesi 2.- Atatürk Kültür, Dil ve Tarih Yüksek Kurumu
Başkanlığı 2006 Yılı Merkezi Yönetim
Kesin Hesabı BAŞKAN - Hükûmet adına Devlet Bakanı Sayın Mehmet Şimşek. Buyurunuz Sayın
Şimşek. (AK Parti sıralarından alkışlar) Süreniz on yedi
buçuk dakikadır. DEVLET BAKANI
MEHMET ŞİMŞEK (Gaziantep) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; Hazine
Müsteşarlığı bütçesi vesilesiyle ekonomi politikalarımız hakkında yüce
Meclisimize bilgi sunmak, dile getirilen eleştiriler ve sorulara ilişkin
açıklamalarımızı sizlerle paylaşmak istiyorum. Bu vesileyle, yüce Meclisimizi
saygıyla selamlıyorum. Bütçe görüşmeleri
sırasında, gerek komisyon gerekse bugün Genel Kurul safhasında, görüş, eleştiri
ve önerileriyle katkı sağlayan değerli milletvekillerimize
teşekkür ediyorum. Bu görüş ve değerlendirmelerden azami ölçüde
yararlanacağımızı da belirtmek isterim. Bugün, özellikle Mithat Melen’in, önümüzdeki döneme ilişkin, çok önemli, doğru ve
yerinde tespitleri oldu, kendisine teşekkür ediyorum. Sayın Melen’in
belirttiği gibi “üretim ve ihracatın yapısını değiştirmek, ar-ge, teknoloji adaptasyonu ve yenilikçiliğin teşvik
edilmesi, kayıt dışılıkla mücadele, altyapıyı güçlendirme” gibi birçok hususta
kendisine katılmamak mümkün değil. Zaten, önümüzdeki beş yıla ilişkin eylem
planımıza bakarsanız, bunların önemli bir kısmının orada olduğunun da burada
altını çizmek istiyorum. Sayın Başkan,
değerli milletvekilleri; Türkiye, AK Parti İktidarında, birçok alanda, daha
önce tasavvur edilemeyen birçok dönüşümü başarmıştır. Ana başlıklar
itibarıyla bakacak olursak: AK Parti
döneminde, Türkiye, bir dünya devleti olma yönünde önemli bir mesafe katetmiştir. Türkiye ekonomisi son dönemde örnek gösterilen
bir performans göstermiştir. Bildiğiniz rakamları saymayacağım. Yirmi iki
çeyrektir büyüyoruz. Çin gibi, yani Asya bölgesini ayırırsak,
Türkiye, şu anda, dünyada en hızlı büyüyen ülkelerin muhtemelen başında
geliyor, en azından son beş yıl itibarıyla. Enflasyon oranı hâlâ yüksek ama son
otuz- kırk yılın en düşük seviyesinde tek haneli rakamlarda. Bakın, kasım ayı
itibarıyla, yirmi dört aylık enflasyon beklentileri yüzde 5’te. Şu anda gıda fiyatlarından
ve enerjiden kaynaklanan geçici bir şok var. Ama, bunun kalıcı olmayacağını
düşünüyoruz. Türkiye, son
yıllarda, dünya ekonomisiyle de hızlı bir şekilde entegrasyon sürecine devam
etmiştir. Makroekonomik dengesizliklerin temel nedeni olan kronik yüksek kamu
açıkları ortadan kalkmıştır. Kamu finansman dengesi, 2003 yılından önce gayrisafi millî hasılanın yüzde 10’ları seviyesinde açık
verirken, fazla verir hâle gelmiştir. Türkiye, Avrupa Birliğinin bir anlamda
ekonomi anayasası olan Maastricht Kriterleri’nden
bütçe açığına ilişkin kriteri 2005 yılından bu yana tutturmaktadır. Borç yükü bir
endişe kaynağı olmaktan çıkmıştır. Arkadaşlar -ben rasyoları
yani oranları bir kenara bırakıyorum- net borcumuz, kamunun toplam iç ve dış
net borcu nominal olarak da düşmeye başlamıştır. Bakın, 2002 yılında 215,7
milyar YTL olarak devraldığımız toplam kamu net borç stoku, 2004 yılında 274,4
milyar YTL ile zirveyi bulmuş, bu tarihten sonra nominal olarak da azalmaya
başlamış, bu yılın ikinci çeyreği sonu itibarıyla 249,1 milyar YTL’ye düşmüştür, bu da 2003 yılı seviyesinin de
altındadır. Borç stokunun kur
riski önemli ölçüde azaltılmıştır arkadaşlar. Bakın, net döviz cinsi –bu hem
içeride hem dışarıda döviz cinsinden çıkardığımız kâğıtları kapsıyor- kamu borç
stokunun gayrisafi millî hasılaya oranı 2002 yılında
yüzde 45,1 iken 2007 yılı sonunda muhtemelen yüzde 5 civarına gerileyecektir.
Dolayısıyla, dövize karşı kamu borcunun duyarlılığı çok önemli ölçüde aşağı
çekilmiştir, o risk önemli ölçüde azaltılmıştır. Sadece kur riski
azaltılmamıştır, bakın, borç stokunun faiz riski de çok daha dengeli hâle
getirilmiştir. Size bir rakam vereyim: Toplam borç stoku içinde değişken faizli
borçların payı 2002 yılında yüzde 55’ti, 2007 yılı Ekim itibarıyla yüzde
45,7’ye inmiştir. Yine, ortalama vade dokuz aydan otuz beş aya yükseltilmiştir.
Yani, sadece faiz riskini azaltmamışız, kur riskini azaltmamışız; vadeyi de
artırmışız ve bu konuda daha yapacaklarımız da tabii ki var. Yine, iç ve dış
borçlanmada arkadaşlar maliyetler aşağıya çekilmiştir. Bakın, TL cinsi iskontolu ortalama borçlanma maliyeti 2002 yılında yüzde 63
seviyesindeydi, şu aralar yüzde 16 seviyesine inmiştir. Yine, avro cinsinden eurobond
ihraçlarına bakarsanız, faizler yüzde 9,9’dan yüzde 6’ya düşmüştür. Dolar cinsinden
yüzde 10,7’den yüzde 6,9 seviyesine düşürülmüştür. Yine, bu dönemde
kamu bankaları yük olmaktan çıkartılarak hazineye kaynak sağlayan unsurlar
hâline getirilmiştir. Bakın, Ziraat ve Halk Bankaları, 2003-2007 döneminde kamu
maliyesine 8,9 milyar YTL temettü ve 4,6 milyar YTL de kurumlar vergisi olmak
üzere toplam 13,5 milyar YTL tutarında hazineye katkı sağlamıştır. Uluslararası
doğrudan yatırım girişleri ciddi bir şekilde artmıştır ve Türkiye o anlamda bir
cazibe merkezi hâline gelmiştir. Türkiye’nin yatırım ve üretim ortamına ilişkin
uluslararası göstergelerindeki yeri hızla yükselmiştir. Bakınız, size bir rakam
vereyim: Dünya Bankasının İş Ortamı 2008 Raporu”nda, Türkiye iş ve yatırım
yapma kolaylığı açısından geçen seneye göre 34 basamak atlamıştır, 91’inci
sıradan 57’nci sıraya yükselmiştir. 57’nci sıra tabii ki bizim için iyi bir yer
değil, bizim ilk 10’da olmamız lazım. O nedenle, önümüzdeki dönemde yatırım
ortamını iyileştirmek için önemli adımlar atacağız. Daha birçok bu
türden gösterge var ama, zaman açısından ben sınırlı tutacağım. Soruların
bazılarına cevap vermek istiyorum. Yine, iktidarımız
döneminde makroekonomik istikrar sağlanırken, gelir dağılımı da iyileşmiştir.
Bakın, gelir dağılımındaki eşitsizliğin bir göstergesi olan gini
katsayısı 2002 yılındaki 0,44’lik seviyesinden 2005 yılında -ki en son rakam o
var- 0,38 seviyesine inmiştir. Hükûmetimiz istihdamın
artırılması, rekabet gücünün yükseltilmesi, beşerî sermayenin güçlendirilmesi,
bölgesel kalkınmanın sağlanması ve kamu sektöründe etkinliğin artırılması
amacıyla yoğun bir yapısal reform gündemi belirlemiştir. Bakın, gündemden
birkaç tane başlık saymak istiyorum. Tabii ki, bizim birinci önceliğimiz,
makroekonomik istikrarı kalıcı hâle getirmek istiyoruz. Sosyal güvenlik
reformunu hayata geçirmek istiyoruz. Bu çok kritik bir reform. Eğer biz
önümüzdeki dönemde yatırımlara daha çok pay ayıracaksak,
istihdam ve diğer birtakım yükleri aşağı çekeceksek, GAP’a daha fazla para
aktaracaksak, mutlaka bu reformun yapılması lazım. Çünkü, bu genç nüfusa
rağmen, bizim sosyal güvenlik sistemine yaptığımız transferler 37 milyar YTL.
Dolayısıyla, bunun ne kadar önemli olduğu özellikle altmış yıllık, kırk yıllık
perspektiflerle ortada. Yine, enerji
sektöründe özelleştirme ve serbestleştirme sürecinin süratle tamamlanması ve
arz güvenliğini temin edecek düzenlemelerin gerçekleştirilmesi sağlanacaktır. İstihdam
üzerindeki mali ve mali olmayan yüklerin azaltılması, aktif iş gücü
politikalarının geliştirilmesi, eğitim sisteminin iş gücü piyasasının ihtiyaçları
doğrultusunda yeniden düzenlenmesi ve iş gücü piyasasına esneklik
kazandırılması yine çok önemli bir reform sahasıdır. Kamu bankalarının
özelleştirilmesi, ekonomide kayıt dışılığın azaltılması, gelir idaresinin daha
da güçlendirilmesi, finansal sektörde araç
çeşitliliğinin ve derinliğinin artırılması, iş ortamının iyileştirilmesine
devam edilmesi, ar-ge ve yenilikçiliğin
geliştirilmesi, ulaştırma altyapısının iyileştirilmesi gibi konularda birçok
düzenlemenin hayata geçirilmesi hedeflenmektedir. Bu adımlar,
bugüne kadar elde ettiğimiz başarılı sonuçların daha da güçlenerek devam
etmesini sağlayacaktır. Bu reformlar ekonomimiz için bir kırılganlık kaynağı
olan veya en azından öyle görülen cari işlemler açığı konusunda da kalıcı ve
sağlıklı bir biçimde çözüme önemli katkıda bulunacaktır. Türkiye’nin bazı
yapısal sorunları vardır. Onlar için de kolaycı çözümler yoktur. Cari açık da
bunlardan bir tanesidir. Yıllarca eğitim, fiziki altyapı, yani beşerî sermayeye
yatırım, fiziki altyapıya yatırım, ar-ge’ye yatırım
ihmal edilmiş, ekonomide rekabet ortamı yaratılmamış. Şimdi, dört yılda, beş
yılda bu türden yapısal… Yani, Türkiye’deki cari açık bir yapısal sorundur ve
bunun için de kolaycı bir çözüm yoktur. Biz, sıraladığım bu reformları
gerçekleştirirsek Türkiye’de cari açık sorunu da ortadan kaldırılmış olacaktır.
Ama, tabii ki, kısa dönemde cari işlemler açığının kontrol altına alınmasına
yönelik olarak birtakım adımlar da atacağız. Burada tabii ön plana çıkan,
kamuda mali disiplini devam ettirmek, ihtiyatlı para politikasını devam
ettirmek ama aynı şekilde yatırım ortamını iyileştirip sağlıklı finansman
kaynaklarını sürdürmektir. Şimdi, ben birkaç
soruya cevap vermek istiyorum buradan. Sayın Oğuz Oyan dediler ki: “Memur
maaşları ve ücretleri eriyor reel olarak.” Bakın
arkadaşlar, AK Parti İktidarında, 2002’ye göre 2007 yılı itibarıyla kümülatif bazda en düşük memur maaşı reel
olarak yüzde 33,6 artmıştır, ortalama memur maaşı yüzde 15,5 artmıştır.
Memurlar için artış sadece 2+2 değildir arkadaşlar. Ayrıca, 10 YTL taban ücret
artışı olacaktır. Buna ilave olarak, ocak ve temmuzda 20’şer YTL denge
tazminatı olarak ödenecektir. Bu rakamları da dikkate aldığınız zaman, 2008
yılında en düşük memur maaş artışı kümülatif olarak
yüzde 10,5 olacak. Yani, yüzde 2+2 yok arkadaşlar. Yine, her ne
kadar, enflasyon hedefi tabii ki 2008 için 4, ama onu da tutturamazsak aradaki
farkı da vereceğiz. Yani, hem ortalama memur maaşı bu kadar artıyor, en düşük
memur maaşı artıyor hem de farkı da zaten vereceğiz. Şimdi,
burada, bakın, ben size bir endeks
rakamı vereyim: 2002 yılını 100 olarak alırsanız, reel
olarak maaşlar -yani burada en düşük memur maaşını kastediyorum- 2008 yılında
138,8 olacak, yani 2008 yılında da artmaya devam edecek. Yine özel
yatırım…Bakın “Kamu yatırımları düşüyor.” denildi. Doğru, özel yatırım, artık,
kamu sektörünün işlevini çok daha iyi bir şekilde yerine getiriyor. Bakın,
sabit fiyatlarla özel sektör yatırımlarının gayrisafi
yurt içi hasılaya oranı yüzde 12,8’den -2002 yılında- yüzde 24,8’e, cari
fiyatlarla yüzde 11,3’ten yüzde 16,7’ye yükseltilmiştir. Bu dönemde özel sektör
191,8 milyar dolarlık, ciddi, yani neredeyse 200 milyar dolarlık yatırım
yapmıştır. Şimdi, tabii,
geçenlerde ben bir konferansta şunu söyledim. Dedim ki: Biz, ücretleri
normalleştirirsek, yani her ülkenin birtakım imkânları var o imkânlara
oranlarsak, bizde, aslında, ücretler iddia edildiği kadar düşük değildir. Burada, ben,
ücretler yeterli, yetersiz demiyorum. Keşke imkânlar olsa ve euro cinsinden asgari ücret 302 euro
olmayıp da 3002 euro olsa. Ama, Türkiye’deki millî gelirin
bir boyutu var, kişi başına millî gelirin bir boyutu var. Bakın, OECD
tarafından hazırlanan bir rapor var, “Büyümeye Yürüyüş 2007” başlıklı bir
rapor. Bu rapora göre, Türkiye’deki asgari ücretin medyan ücrete, yani ortanca
ücrete oranı 2002 yılında yüzde 41,5 idi, 2005 yılında yüzde 55,9’a çıkmış. Bakın, söz konusu
oran, 2005 yılında, Avusturya’da yüzde 25,9, Belçika’da yüzde 30, Çek
Cumhuriyeti’nde yüzde 30,6, Almanya’da yüzde 40,9, İtalya’da yüzde 46,2.
Türkiye’de neydi? Yüzde 55,9. Zaten, Türkiye’de
ücretler artacak arkadaşlar. Biz, ücretler üzerinde rekabet etmek istemiyoruz,
zaten edemeyiz Çin’le, Hindistan’la. Biz, verimlilik bazında rekabet etmek
istiyoruz. Bilgi yoğun, teknoloji yoğun ürünlere geçeceğiz
ve bizim işçilerimiz, emeklilerimiz daha yüksek maaşlar alacaklar. Çünkü, biz,
Avrupa’yla reel anlamda yakınsama sürecindeyiz. Bu,
kaçınılmazdır. Benim söylemek istediğim şey sadece şuydu: Bu kadar bağırıp
çağırmanın bir anlamı yok. Aslında, bizim millî gelire oranla o kadar da kötü
değil durum. Bakın,
“Türkiye’de ikiz açık var.” denildi. Yok arkadaşlar Türkiye’de ikiz açık.
Türkiye’de cari açık var, cari açık büyüktür; ama Türkiye’de kamu sektörü
borçlanma gereğini esas alırsanız, Türkiye’de kamu finansman dengesinde fazla
var, açık yok, yani ikiz açık yok. Basit bütçe anlamında var ama toplam dengeye
baktığınız zaman yok. Yine, faizin
payının yükseldiği söylendi. İşte, Hazinenin borç üretim müessesesi olduğu
söylendi. Bakın, ben size bir iki rakam vereyim. Faiz ödemesinin gayrisafi yurt içi hasılaya oranı: Bakın, 2002 yılında
yüzde 18,7; bu sene sonu itibarıyla yüzde 7,6’ya inecek. Yine, bakın faiz
harcamalarının toplam harcamalar içerisindeki payı, 2002 yılında yüzde 43,2; bu
sene sonu itibarıyla yüzde 24,2’ye inecek. Yani her anlamda, gerek faiz yükü
gerek borç yükü anlamında Türkiye çok ciddi mesafe katetmiştir
ve bunu yaparken de ne petrolü var, ne doğal kaynakları; yani o anlamda yani
diğer birtakım gelişmekte olan ekonomiler gibi emtia fiyatlarından da olumlu
yönde yararlanmamıştır. Ilısu Projesine
gelince: Şimdi, tabii bu baraj için Türkiye tarihinde ilk kez uluslararası
çevre standartlarına uygun bir çevre projesi hazırlanmıştır. Biz kesinlikle
duyarsız değiliz. Ayrıca, kapsamlı bir Yeniden Yerleşim ve Kültürel Mirasın
Korunması Projesi geliştirmiştir. Bu üç konuda,
uluslararası kredi kuruluşları, aylarca yörede raporlar üzerinde çalışmış ve
yapılanları, alınan önlemleri yeterli bulmuştur ve bunlar Avrupa Birliği
ülkeleri. Kontrol mekanizmaları oluşturulmuştur. Onayların bu çerçevede de
verildiği ortada. Yani, bu baraj projesi için biz her türlü duyarlılığı
gösteriyoruz. Başka türlü de zaten düşünülmesi mümkün değildir. Şimdi, “Batık
bankalardan doğan zarar 40 milyar YTL’denildi, ama
toplanan para sadece 1,5 milyar YTL olmuş denildi, bu az değil midir?” Öyle
olsaydı çok az tabii, haklısınız, ama bakın, ben size söyleyeyim: 2002’den önce
fazla bir şey toplanmamış, ama 2002’den bu yana- 2002’de sadece 1 milyar YTL
toplanmış- toplam 14 milyar YTL toplanmış. Yani doğrudur. bankalar battı, biz
geldik, ama tahsil ediyoruz, çok ciddi oranlarda da bir tahsilat var. “Borç stokundaki
azalma kur etkisine bağlı.” denildi. (Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı) BAŞKAN – Sayın
Şimşek, lütfen sözlerinizi tamamlayınız. DEVLET BAKANI
MEHMET ŞİMŞEK (Devamla) – Teşekkür ederim. Arkadaşlar, 2002
yılı dolar kurunu alın, borcun yani net kamu borç stokunun millî gelire oranı
2002 yılı dolar kuruyla bugüne getirin, fark etmezdi çok fazla, yüzde 45
olmazdı da 2006 yılı sonunda, yüzde 46,5 olurdu, yüzde 47 olurdu. Yani, masada
çok hızlı bir hesap yaptık. Ama bu kadar olurdu, başka bir şey olmazdı. Neden?
Çünkü, net döviz borcunun millî gelire oranı, arkadaşlar diyorum ki yüzde 5’ler
düzeyine indi, kur nereye giderse gitsin, bizim kura duyarlılığımız o anlamda
çok azaldı. Şimdi, yine, bu
ücretlerle ilgili ben bir gazete getirdim. Ben söylemiyorum, bakın, burada bir
gazetemiz benim o demecimden sonra koymuş: Türkiye Hollanda’yla başa baş, diğer
bir sürü Avrupa ülkesinin önünde, yirmi üç ülke arasında bir tek ülkenin
altında. Onun için, Türkiye iyiye doğru gidiyor, daha da iyi olacak. Çok teşekkür
ediyorum katkılarınız için. Bütçemiz hayırlı olsun, saygılar sunuyorum. (AK
Parti sıralarından alkışlar) BAŞKAN –
Teşekkürler Sayın Şimşek. Şimdi söz, şahsı
adına, aleyhte konuşmak isteyen Ardahan Milletvekili Sayın Ensar
Öğüt’ün. (CHP sıralarından alkışlar) Buyurun Sayın
Öğüt. Süreniz beş
dakikadır. ENSAR ÖĞÜT
(Ardahan) – Sayın Başkan, değerli arkadaşlar; Hazine bütçesi üzerinde söz almış
bulunuyorum, hepinizi saygıyla selamlıyorum. Değerli
arkadaşlar, Hazine, 1863 yılında Osmanlı döneminde kurulmuş, dış borç alma ve
dış borçla ülkeyi kalkındırmayla ilgili bir kuruluştur. Ancak, yüksek faizle alınan dış borç ve IMF’den alınan dış borç maalesef, Türkiye’de krizler
yaratmış, halkı yoksullaştırmış, esnafı batırmış, Türkiye’yi de batırmıştır.
Nasıl? Şimdi, örnek vereceğim. Bugün, küreselleşen bir dünyada tabii ki, dış
sermaye lazım. Biz, buna karşı değiliz, ama, gelen dış sermayenin –şimdi, Sayın
Bakan buradan cevap versin- yüzde kaçı borsada, borsanın yüzde kaçı dış
sermayenin; bankaların yüzde kaçı dış sermayenin; hazinenin yüzde kaçı dış
sermayeye satılmıştır? Yani sıcak para, döviz, borsa faizde dönüyor; yatırımda
dönmüyor, fabrika kurmada dönmüyor, istihdama dönük olmuyor. Şimdi bir örnek
daha vereceğim size: Ekonomist Yiğit Bulut var Vatan gazetesinin yazarı. Bugün
kendisiyle bir görüşme yaptım. Diyor ki: Yunanlı bir fon 2003 Martında
Türkiye’de 100 milyon dolar hazine bonosu satın almış, 2007 Martında 225 milyon
dolar olmuş. Yani 125 milyon dolar para kazanmış. Düşük kur olduğu için,
aradaki farktan 125 milyon dolar Yunanlı bir fon kazanmış. İsterseniz adresini
de verdim, arkadaş da “Benim ismimi de verebilirsiniz.” dedi. Şimdi, burada
düşük kurdan dolayı ihracatçı ihracatını yapamayınca -TL yüksek olunca- ne
oluyor? Başta esnaf ve ihracatçı, Türkiye kaybediyor; ithalatçı kazanıyor,
yabancılar kazanıyor. Bunu düzeltmek mecburiyetindeyiz. Ama, onun
ötesinde arkadaşlar, 21’inci yüzyılda, uzay çağında Avrupa Birliğine giren bir
Türkiye’nin manzarasını şimdi size anlatacağım. IMF veya dış borçlar bizi nasıl
zayıflatmış? Türkiye İstatistik Kurumunun raporu bu. Yani Türkiye İstatistik Kurumundan alınan
verilere göre söylüyorum. Şimdi bakın,
Türkiye’de 11 milyon 400 bin vatandaşımızın tuvaleti yok. Bunu devlet veriyor.
Bunu basın da dinlesin. Bu, Türkiye’yi sarsacak bir olaydır.Bunun 2 milyon 400
bini Doğu Anadolu’da 16 tane ilde. Doğu Anadolu’da. Evet, 2 milyon 400 bin
vatandaşımızın da Doğu Anadolu’da tuvaleti yok. Banyo da:
Arkadaşlar, Türkiye’de 1 milyon 260 bin vatandaşımızın banyosu yok, Doğu
Anadolu’da 1 milyon 134 bin insanımızın banyosu yok. Bunu devlet vermiş, işte,
gidin, orada, sorun. Su: Türkiye
genelinde 7 milyon 408 bin vatandaşımızın suyu yok evinde, Doğu Anadolu’da 1
milyon 880 bin insanımızın suyu yok. Evet, şimdi,
burada, ölüm oranları arkadaşlar, bu da çok önemli:. Türkiye genelinde elli
yaşın altında ölüm yüzde 38. Doğu Anadolu’da yaşayan insanların ölüm oranı,
elli yaşın altında yüzde 42. Yani, elli yaşına gelmeden yüzde 42’si Doğu
Anadolu’da ölüyor. Niye? Perişan bir durumda yaşıyor. Şimdi, değerli
arkadaşlar, burada -zamanım da kalmadı- köylüye gelince, çiftçiye gelince…
Esnaf, çiftçi, emekli, memur, dar gelirli, bütün ülkemiz zayıfladı. Niye? IMF
ve dış borçlara yüksek faiz ödememizden dolayı, bu yoksulluk buradan geliyor,
ben bunu anlatmaya çalışıyorum değerli arkadaşlar. Bugün Mamak
Belediyesinin kurban satım alanına gittim, saat onbirde
oradaydım. Anadolu’dan gelen insanlar, hayvanını getirmiş satmak için. AKP’liler, şimdi -AK Partililer, öyle diyelim- iyi
dinleyin, bunu not alın. Bütün belediyelere sesleniyorum buradan. Gelen
vatandaştan 2 milyar 300 milyon para almışlar, makbuzlarını gösterdiler bana. ( Mikrofon
otomatik cihaz tarafından kapatıldı ) BAŞKAN – Sayın
Öğüt, lütfen, sözlerinizi tamamlayın. ENSAR ÖĞÜT
(Devamla) – 2 milyar 300 milyon para almışlar ama hiçbir hizmet vermemişler.
Çamurdan, inanın, geçemedim. Siz gidin oradan hayvan
almaya kalkın, çamurdan geçemezsiniz. Çadırları
kendileri yapmış, her şeyi kendileri yapmışlar; sadece yer için, 6 metreye 12
metre yer için ayakbastı parası 2 milyar 300 milyon para almışlar. “Bari bize
hizmet verse.” diyorlar. Çadırlar su dolu ve çamur dolu. Hayvanlar perişan,
insanlar perişan. Yani mübarek Kurban Bayramı geliyor. Hijyenik bir ortamda,
insanın, hayvanını satması, kesmesi mümkün değil mi? Yani, böyle uzay çağında
ayıp değil mi? Belediyeler ne yapmak istiyor? İnsanları hem soyuyorlar, 2
milyar 300 milyon para alıyor, nakliye için de bir o kadar para ödüyor. Bir
kamyonda köylü vatandaş 5-6 milyar para ödüyor. Şimdi, hayvanını bir de
satamadan giderse perişan olacak. Şimdi, rica
ediyorum, Hükûmetten ve belediye başkanlarından,.
Derhâl, bugün, hemen şimdi- bu gece hatta- gitsinler, hayvan satım alanlarını
kontrol etsinler, orada insanları çamur ve sudan kurtarsınlar… (Mikrofon
otomatik cihaz tarafından kapatıldı) BAŞKAN – Teşekkür
ediyoruz Sayın Öğüt. ENSAR ÖĞÜT
(Devamla) – Hemen teşekkür ediyorum Sayın Başkanım. …hayvan kesim
alanını da hijyenik bir ortama getirsinler. Bu, bizim ayıbımız. Burası Büyük
Millet Meclisi, çözüm burasıdır. Şimdi, rica ediyorum Hükûmetten
ve belediyelerden. Bu konuda duyarlı davranacaklarını da umuyorum. Yaklaşan Kurban
Bayramını kutluyor, hepinize saygılar sunuyorum. (CHP sıralarından alkışlar) BAŞKAN –
Teşekkürler Sayın Öğüt. Sayın
milletvekilleri, altıncı turdaki görüşmeler tamamlanmıştır. Şimdi, soru-cevap
işlemine geçiyoruz. Sayın
milletvekilleri, yedi buçuk dakika sorulara ayrılmıştır. Daha önceki
Danışma Kurulu önerisiyle sizin kabul ettiğiniz, Genel Kurulun kabul ettiği
süre uyarınca, yedi buçuk dakika sorulara ayrılmış, yedi buçuk dakika da cevaba
ayrılmıştır. Sayın
milletvekilleri, lütfen sadece sorularınızı sorunuz. Süreniz çok kısıtlıdır. Şimdi, ilk söz
Sayın Çalış’a ait. Sayın Çalış,
buyurunuz, HASAN ÇALIŞ
(Karaman) – Sayın Başkanım, aracılığınızla sormak istiyorum: 1)
Çiftçilerimizin doğrudan gelir desteği alacakları ve diğer destek ödemeleri
genellikle beş yılda, bir yıl geriden ve parçalar hâlinde ödenmiştir. Bu yıl
zamanında ödenebilecek mi? 2) Çiftçiliği ve
tarımı yapmaktan vazgeçen vatandaşlarımız ile kapısına kilit vuran küçük
sanayici ve esnafımıza yönelik, yeniden eski işleri yapabilecekleri
iyileştirici bir programınız var mıdır? 3) İktidarınız
süresince yirmi ikinci çeyrekte sürekli büyüdüğümüzü söylüyorsunuz, doğrudur.
Ama, sürekli niye borçlanma ihtiyacı hissediyoruz? Sürekli niye cari açık
veriyoruz? Daha açık bir tabirle, cari açık ve borçta niye rekorlar kırıyoruz?
Bu, istihdama, üretime niye yaramıyor? Vatandaşımız niye hissetmiyor? Teşekkür
ediyorum. BAŞKAN –
Teşekkürler Sayın Çalış. Sayın Genç,
buyurunuz. KAMER GENÇ
(Tunceli) – Teşekkür ederim Sayın Başkan. Merkez Bankası
faizi düşürdüğü hâlde reel faiz neden düşmüyor? 56 milyarlık
faizin ne kadarı yabancılara ve sıcak paraya gidiyor? Ayrıca, Sayın
Bakan biraz önce enflasyondan bahsetti. Acaba sokaktaki, çarşıdaki enflasyondan
haberi var mı? Son zamanlarda akaryakıta ne kadar zam yapıldı? Atatürk Kültür
Kurumu Başkanı Alevilerle ilgili olarak yaptığı o konuşmadan dolayı Alevilere
hakaret etti. Bu kişiye herhangi bir disiplin cezası uygulandı mı? Bunları söylemek
istedim efendim. Teşekkür
ediyorum. BAŞKAN –
Teşekkürler Sayın Genç. Sayın Korkmaz… SÜLEYMAN NEVZAT
KORKMAZ (Isparta) – Sayın Başkanım, aracılığınızla Sayın Bakana sormak
istediğim sual: Birçok ülkede iş
adamlarının televizyon ve gazete sahibi olması hususunda bazı sınırlamalar
getirilmiştir. Türkiye’de hemen hemen tüm televizyon
ve gazetelerin ülkemizin büyük holdinglerinin elinde olduğu düşünüldüğünde, 1) İş adamı-medya
ilişkilerine kısa vadede bir düzenleme getirmeyi düşünüyor musunuz? 2) Medyadaki
tekelleşmenin önüne geçilebilmesi için ne gibi
tedbirler üretmektesiniz? Teşekkür ederim. BAŞKAN –
Teşekkürler Sayın Korkmaz. Sayın Asil… BEYTULLAH ASİL (Eskişehir)
– Sayın Bakanım, Türk cumhuriyetleri ile ülkemizin ortak dil ve alfabe
oluşturması ve kullanılması konusunda Dil ve Tarih Yüksek Kurumu Başkanlığının
herhangi bir çalışması var mıdır? Varsa
bu çalışma hangi aşamadadır? Birinci sorum bu. İkincisi de, 2007
seçimlerinde görevlerinden istifa ederek aday olan muhalefet partisi
milletvekili adaylarının pek çoğu eski görevlerine iade edilmez iken, başka
illere, başka görevlere atanırken, partinizden aday olup da seçilemeyen
adayların memur olanları terfi ettirildi, memur olmayanların da pek çoğu
yönetim kurulu üyeliklerine atandılar. Dürüstlüğüne sonuna kadar güvendiğim siz
Bakanımın, bu adaletsizliği içinize sindirip sindirmediğinizi soruyorum. Teşekkür ederim. BAŞKAN –
Teşekkürler Sayın Asil. Sayın Şandır. MEHMET ŞANDIR
(Mersin) – Sayın Başkanım, izninizle Bakan Hocamdan öğrenmek istiyorum. Sayın Hocam, yeni
bir yüz yılın, yeni bir bin yılın başında olduğumuz anlayışıyla, şu
küreselleşen dünyada, Partinizin veya işte, bu bütçe tasarısının bir gelecek
öngörüsü var mıdır? Olması gerekir mi? Milletin önüne hangi hedefleri
koyuyorsunuz? Bir diğer husus:
Sayın Mithat Melen Hocamızın söylediği gibi, bütçe tasarısı çok önemli bir
siyaset belgesidir. Bu siyaset belgesi, milleti çok ilgilendiriyor, üç yılı
birlikte değerlendiriyoruz. Bunun bir felsefesinin olması gerekir mi? Bize
heyecan veren bir ruhunun olması gerekir mi? Var mıdır? Bir de bunu soruyorum. Bir başka husus,
57’nci Cumhuriyet Hükûmeti döneminde, Sekizinci Beş
Yıllık Kalkınma Planı, yirmi beş yıllık bir perspektifte hazırlanmış, 2023
yılında, cumhuriyetimizin 100’üncü yılında, Türkiye’yi “Lider ülke Türkiye”
hâline getirecek 2023 vizyonu belirlenmişti. Bu vizyon devam ediyor mu ve bu
vizyon gereği neler yapılıyor, neler düşünülüyor? Düşünülenler, bu bütçe
tasarısına yansıtılmış mıdır? Bunları öğrenmek istiyorum. Teşekkür
ediyorum. BAŞKAN –
Teşekkürler Sayın Şandır. Sayın Uslu. CEMALEDDİN USLU
(Edirne) – Teşekkür ediyorum Sayın Başkanım. Bilindiği üzere,
bütün ülkelerde tarıma ciddi destekler var. Bizim ülkemizde de geçen yıl
çıkarılan bir yasayla tarıma yüzde 1’in altında olmamak üzere bir destek sözü
verildi ancak 2007’de bu destek binde 8’de kaldı, 2008’de de binde 7,5
seviyesinde. Dolayısıyla, taahhüt altına alınmış olan bu destek. Ancak,
üreticilerimiz, bu taahhütten dolayı da kendilerini hazineden alacaklı
hissediyorlar. Ben, Sayın
Bakanıma sormak istiyorum, çiftçiler adına üstelik: Çiftçilerimiz, bu
taleplerinde, isteklerinde haklılar mı? Bununla ilgili ne düşünüyor? Teşekkür ederim. BAŞKAN –
Teşekkürler Sayın Uslu. Sayın Sakık… Yok. Sayın Kaplan. HASİP KAPLAN (Şırnak) – Sayın Bakana sormak istiyorum: Son bir ayda,
ekmek, su, elektrik, doğal gaz, tekel maddeleri ve akaryakıta ne kadar zam
yapılmıştır? Ne kadar, ÖTV ve KDV dolaylı vergisi buradan hedeflenmiştir? İkincisi, Sayın
Genç sordular. Halaçoğlu’nun, Kürt yurttaşlarımız ve
Alevi yurttaşlarımızla ilgili onur kırıcı sözleri nedeniyle alınmış bir karar
var mı? Soruşturma açıldığını biliyoruz, ceza ve idari. Son olarak da Pardus sisteminin, işletim sisteminin -TÜBİTAK tarafından
önerilen- neden kamu kurumları tarafından kullanılmayıp onun yerine, bir dünya
devi olan Microsoft işletim sisteminin tercih edildiğini; bunun, devletin
güvenliğini doğrudan doğruya etkileyip etkilemediğini öğrenmek istiyorum.
Özellikle, e-devlet projelerinde, yazılım ihtiyaçlarının farklı firmalara ihale
edilmesinin kaynak israfı… Sık karşılaşılan bu projelerin TÜBİTAK’ın birimleri
aracılığıyla karşılanması mümkün değil mi? BAŞKAN –
Teşekkürler Sayın Kaplan. Soru süremiz
dolmuştur. Şimdi, cevaplara geçiyoruz. Sayın Bakan, kim
cevap verecek? DEVLET BAKANI
MEHMET ŞİMŞEK (Gaziantep) – Ben başlayacağım. BAŞKAN – Sayın
Şimşek, buyurunuz. DEVLET BAKANI
MEHMET ŞİMŞEK (Gaziantep) – Teşekkür ediyorum sorular için. Tabii, takdir
edersiniz ki hepsine bu aşamada cevap veremeyeceğim ama hızlı bir şekilde…. Şimdi,
yabancıların İMKB’deki payı, yüzde 71,7. Yalnız, İMKB’nin halka açıklığı,
yaklaşık yüzde 36 civarında. Dolayısıyla, 0,36 ile 0,72’yi çarparsanız,
yabancıların şirketlerimizin toplam değeri içerisindeki payı, yüzde 22’ler
civarında. Dolayısıyla, o kadar da yüksek değil. Yine, bu iç borç
yani yurt dışı yerleşiklerin iç borçtaki payları, yüzde 13-14 civarlarında. Bu,
23 Kasım itibarıyla. Bankacılıktaki, yabancıların kontrolü altındaki bankaların
toplam sistem içerisindeki payı, yaklaşık olarak yüzde 14’ler civarında. Bunlar
hep yaklaşık rakamlar. Şimdi, reel faizler niye düşmüyor? Arkadaşlar, bakın, 2002 yılında
reel faizler yüzde 30’du, 2003 yılında yüzde 32’ydi,
2004 yılında yüzde 15’ti. Böyle gidiyor rakamlar. Bu geldiğimiz nokta
itibarıyla “exante”, yani enflasyon beklentisini
kullanarak bakarsak yüzde 10,8 civarında ama gerçekleşmiş enflasyona bakarsak
şu anda, aslında yüzde 6-7 civarlarına inmiş durumda. Yani, reel
faiz inmese, bizim faizin, faiz ödemelerinin millî gelire oranı nasıl düşer
arkadaşlar? Bakın, size söyledim. Bizim faiz ödemelerinin millî gelire oranı
yüzde 19’du 2002 yılında, yani her ürettiğimiz 100 liranın 19 lirasını faiz
ödüyorduk. Bu sene sonunda 19’unu ödemeyeceğiz, 7,6’sını ödeyeceğiz.
Dolayısıyla reel faizleri de düşüyor, nominal faizler
de düşüyor. Ha, faizler yüksek hâlâ, tabii ki yüksek. O zaman ne yapmamız
lazım? Bütçe disiplinini korumamız lazım, yapısal reformları yapmamız lazım.
Bunun, başka, zaten, kolaycı bir yolu yok. Şimdi, “Ekonomik
gelişmeler sokağa -veya herkese- yansımıyor.” diyor. Bakın arkadaşlar, otomobil
satışlarına bakalım: 2002 yılında 90.615 otomobil satılmış, 2006 yılında 373
binin üzerinde araba satılmış. Yine, 2002-2006 döneminde neredeyse 1,6 milyon
araba satılmış. Bu arabaları birileri alıyor. Demek ki bir iyileşme var
arkadaşlar. Bakın, beyaz
eşya… Rakamlar benzer şekilde, söyleyebilirim size: 2002 yılında satılan beyaz
eşya miktarı neredeyse 1,1 milyon, şimdi 2,1 milyon. 2 katına çıkmış. AKİF AKKUŞ
(Mersin) – Akaryakıt fiyatı? DEVLET BAKANI
MEHMET ŞİMŞEK (Gaziantep) – Bunlar üniteler, birimler, yani şey değil. Yine, bakın,
çamaşır makinesinden örnek vereyim istiyorsanız: 823 bin satılıyormuş, şimdi
1,8 milyon satılıyor. Yani, dolayısıyla, aslında bakarsanız, gerek kredi
kullanımında gerek gelir dağılımında, her anlamda bir yansıması mutlaka vardır.
Zaten başka türlü de imkânı yok arkadaşlar. Onun dışında
-biraz daha zaman kullanayım- şimdi, çiftçilere doğrudan gelir… Arkadaşlar, bir
tek 2002 yılından kalma bir şeyler var. Onun dışında, biz, doğrudan gelir
desteğini aynı yıl ödüyoruz. Tarım desteklerinde gecikme olabilir… (MHP
sıralarından “Doğru değil” sesleri) ERTUĞRUL
KUMCUOĞLU (Aydın) – Hayır, bu sene ödemiyorsunuz. Lütfen Sayın Bakan, doğruyu
konuşun. 2007 yi ödemediniz. Lütfen… 2006’yı ödediniz. DEVLET BAKANI
MEHMET ŞİMŞEK (Gaziantep) – İstiyorsanız yazılı olarak rakamları gönderelim. SÜLEYMAN NEVZAT
KORKMAZ (Isparta) – Devam edin siz, devam edin. Yanlışınız çıkınca böyle
söylemeyin. DEVLET BAKANI
MEHMET ŞİMŞEK (Gaziantep) – Ben devam edeyim. Şimdi, arkadaşlar,
“Tarım desteği yüzde 1’in altında kaldı...” Benim bu konudaki görüşlerim: Bu
sene dünyada tahıl fiyatlarında, bir sürü üründe son dönemlerde fiyatlar
inanılmaz yükseldi. Bu, destek ihtiyacını, o anlamda, ciddi bir şekilde
azalttı. Ama, biz, ona rağmen… Benim şahsi görüşüm, tarım sektörü mutlaka
desteklenmelidir ama çiftçilerimize eğitim verilmelidir. Ar-ge
konusunda, özellikle tohum geliştirme konusunda, özellikle sulama konusunda,
birçok anlamda bizim… Diğerlerinin
hepsine de yazılı cevap vereceğiz arkadaşlar. Teşekkür
ediyorum. BAŞKAN –
Teşekkürler Sayın Şimşek. Buyurunuz Sayın
Aydın. Dört dakika
süreniz var. DEVLET BAKANI
MEHMET AYDIN (İzmir) – Efendim, teşekkür ediyorum. Açıkçası, Sayın
Kamer Genç’in sorusunu tam anlamadım. Ama, onu yazılı versin. Çünkü, normal
olarak, Sayın Tarih Kurumu Başkanının konuşmasıyla ilgili zaten daha sonra bir
soru geldi, ona cevap vereceğim de, siz “Bir şahsa hakaret etti, soruşturma
açıldı mı?” dediniz. KAMER GENÇ
(Tunceli) – Hayır efendim, “Alevilere” dedim. DEVLET BAKANI
MEHMET AYDIN (İzmir) – “Alevilere” dediniz. Tamam efendim, şimdi anlaşıldı.
Ben, uzakta olduğunuz için anlayamadım. Şimdi, o konuda,
biliyorsunuz, hem Kurum bir inceleme başlattı. Henüz onun sonuçları bana
gelmedi. Ama, aynı zamanda Kayseri’de savcılık zaten bir soruşturma başlattı.
Ama, adli bir takibe gerek görülmediğine dair bir sonuca ulaşıldığı bilgisi bende
var. Dolayısıyla, Kayseri’deki mahkeme o konuşmada herhangi bir suç unsuru
görmüyor. Ama, idari soruşturma devam ediyor. Diğer bir konu,
ortak dil konusu. Bir ortak alfabe çalışması epeycedir devam ediyor. Onu,
inşallah, mümkün olan kısa zamanda sonuçlandıracağız. Henüz sonuçlandırılmış
değil. Dil sadece bir başlangıçtır, ama önemli bir başlangıçtır. Çünkü, hep
tekrar ediyorum, dil kültürün evidir, dil tarihin evidir; dilin yoksunlaştığı,
yoksullaştığı bir yerde tarih ve kültür yoksullaşır. O bakımdan, dille birlikte
bizim ortak tarihimizi ve ortak kültürümüzü güçlendirmemiz lazım ki yarın bir
Türk birliğinin, bir Türk dünyası birliğinin temelleri sadece ekonomik olmasın,
sadece bilim ve teknoloji olmasın, aynı zamanda asırlık kültür, asırlık
değerler toplamı ve birikimi de olsun. “Bununla ilgili
bir dizi çalışmalar var mı?” Her bakanlıkta var. Şimdi, biz, zaten TÜBİTAK’ı da
ona göre yeniden bir programlama şeklinde düşünüyoruz çünkü epeyce, bizde
bilimsel çalışmalar çeşitli bakanlıklarda dağınık vaziyette. Şimdi, onlarla
ilgili de bir çalışmamız var. Parti programımızda zaten bundan bahsettik bu
vizyondan, Hükûmet programında özetle ne kadar
bahsedilebilirse o kadar ama ayrıca, zaten Dokuzuncu Kalkınma Planı’nda, orta vadeli planda,
yıllık programlarda ve her bakanlığın kendi programlarında, e-devlet, bilgi
toplumu, bilgi stratejisi ve bilgi eylem planına göre zaman zaman
da toplanılıyor, çalışmalar devam ediyor. Dolayısıyla, geleceği bugünün
şartlarına göre değil, ama geleceğin sunacağı imkânlara göre de bugünden inşa
etme sürecine sokmayan ülkelerin geleceği olmaz. Bizim istediğimiz
şudur: Kök değerlerine -bunlar zaten insanlık değerleridir, evrensel
değerlerdir- sonuna kadar bağlı, insan haklarına, demokratik değerlere saygılı,
onları içselleştirmiş, ekonomide kimseye ihtiyacı olmayan, bilgide ve
teknolojide insanlığa katkı sağlayan lider bir Türkiye, lider bir ülke. Bence,
artık bugün bulunduğumuz noktada -vizyon bazen rüya anlamına geliyor, ama ben o
anlamda kullanmıyorum- bugün, bu vizyon esasında bizim başarabileceğimize yüzde
yüz inandığımız bir vizyondur ve şüphesiz vizyonlar süreçtir, hiçbir zaman bir
noktaya gelinip de tamamlandı, oldu bitti denmez, her ilerleme kademesi daha
önümüze ilerleme ufukları açacaktır. Ama her halükârda Türkiye bugün bulunduğu
noktada geleceğiyle ilgili sadece ümit var olma değil, cesur olma, yürekli olma
ve ciddi adımlar atma imkânına, kabiliyetine, gücüne de sahiptir, yeter ki bu
geleceğin Türkiye”sini, bu vizyonu küçük hesaplara kurban etmeyelim, küçük
siyasi hesaplara kurban etmeyelim. Kendimiz de konuşalım, tartışalım,
eleştirelim ama büyük ufuklarda birlikte olalım. Gücümüz, inancımız, değer
dünyamız bir olsun. Bunu, eğer teferruatı asıldan ayırabilir,
yolumuza öyle devam edersek, başarmamamız için hiçbir sebep yoktur. Teşekkür
ediyorum. BAŞKAN –
Teşekkürler Sayın Aydın. Şimdi, sırasıyla
altıncı turda yer alan bütçelerin bölümlerine geçilmesi
hususunu ve bölümlerini ayrı ayrı okutup, oylarınıza
sunacağım. Hazine
Müsteşarlığı 2008 Yılı Merkezi Yönetim Bütçesinin bölümlerine geçilmesini oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler...
Etmeyenler... Kabul edilmiştir. Bölümleri
okutuyorum: 07.82 - HAZİNE MÜSTEŞARLIĞI 1.– Hazine Müsteşarlığı 2008 Yılı Merkezi Yönetim Bütçesi A – C E T V E L İ
BAŞKAN– Kabul edenler... Etmeyenler... Kabul edilmiştir. Hazine
Müsteşarlığı 2008 Yılı Merkezi Yönetim Bütçesinin bölümleri kabul edilmiştir. Hazine
Müsteşarlığı 2006 Yılı Merkezi Yönetim Kesin Hesabının bölümlerine geçilmesini oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler...
Etmeyenler... Kabul edilmiştir. 2.– Hazine Müsteşarlığı 2006 Yılı Merkezi Yönetim Kesin Hesabı BAŞKAN– (A)
cetvelinin genel toplamını okutuyorum: Hazine
Müsteşarlığı 2006 Yılı Merkezi Yönetim Kesin Hesabı A – C E
T V E L İ (YTL) - Genel Ödenek
Toplamı : 51.716.474.839,00 - Toplam Harcama : 51.046.284.935,38 - İptal Edilen
Ödenek : 670.189.903,.62 BAŞKAN– (A)
cetvelini kabul edenler... Etmeyenler... Kabul edilmiştir. Hazine
Müsteşarlığı 2006 Yılı Kesin Hesabının bölümleri kabul edilmiştir. Basın- Yayın ve
Enformasyon Genel Müdürlüğü 2008 Yılı Bütçesinin bölümlerine geçilmesini oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler...
Etmeyenler... Kabul edilmiştir. Bölümleri
okutuyorum: 07.77 - BASIN-YAYIN VE ENFORMASYON GENEL MÜDÜRLÜĞÜ 1.– Basın-Yayın ve Enformasyon Genel Müdürlüğü 2008 Yılı
Merkezi Yönetim Bütçesi A – C E T V E L İ
BAŞKAN– Kabul edenler... Etmeyenler... Kabul edilmiştir. Basın-Yayın ve
Enformasyon Genel Müdürlüğü 2008 Yılı Bütçesinin bölümleri kabul edilmiştir. Basın-Yayın ve
Enformasyon Genel Müdürlüğü 2006 Yılı Kesin Hesabının bölümlerine geçilmesini oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler...
Etmeyenler... Kabul edilmiştir. 2.– Basın-Yayın ve Enformasyon Genel Müdürlüğü 2006 Yılı
Merkezi Yönetim Kesin Hesabı BAŞKAN– (A)
cetvelinin genel toplamını okutuyorum: Basın-Yayın ve
Enformasyon Genel Müdürlüğü 2006 Yılı Merkezi Yönetim Kesin Hesabı A – C E
T V E L İ (YTL) - Genel Ödenek
Toplamı : 46.672.000,00 - Toplam Harcama : 45.495.799,02 - Ödenek Dışı
Harcama : 225,55 - İptal Edilen
Ödenek : 1.176.426,53 BAŞKAN– (A)
cetvelini kabul edenler... Etmeyenler... Kabul edilmiştir. Basın-Yayın ve
Enformasyon Genel Müdürlüğü 2006 Yılı
Kesin Hesabının bölümleri kabul edilmiştir. Türkiye Bilimsel
ve Teknolojik Araştırma Kurumu Başkanlığı 2008 Yılı Bütçesinin bölümlerine geçilmesini oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler...
Etmeyenler... Kabul edilmiştir. Bölümleri
okutuyorum: 40.08- TÜRKİYE BİLİMSEL VE TEKNOLOJİK ARAŞTIRMA KURUMU
BAŞKANLIĞI 1.– Türkiye Bilimsel ve Teknolojik Araştırma Kurumu
Başkanlığı 2008 Yılı Merkezi Yönetim Bütçesi A – C E T V E L İ
BAŞKAN– Kabul edenler... Etmeyenler... Kabul edilmiştir. (B) cetvelini
okutuyorum: B – C E T V E L İ
BAŞKAN– Kabul edenler... Etmeyenler... Kabul edilmiştir. Türkiye Bilimsel
ve Teknolojik Araştırma Kurumu Başkanlığı 2008 Yılı Bütçesinin bölümleri kabul
edilmiştir. Türkiye Bilimsel
ve Teknolojik Araştırma Kurumu Başkanlığı 2006 Yılı Merkezi Yönetim Kesin Hesabının bölümlerine geçilmesini oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler...
Etmeyenler... Kabul edilmiştir. 2.– Türkiye Bilimsel ve Teknolojik Araştırma Kurumu
Başkanlığı 2006 Yılı Merkezi Yönetim
Kesin Hesabı BAŞKAN– (A)
cetvelinin genel toplamını okutuyorum: Türkiye Bilimsel
ve Teknolojik Araştırma Kurumu Başkanlığı 2006 Yılı Merkezi
Yönetim Kesin Hesabı A – C E
T V E L İ (YTL) - Genel Ödenek
Toplamı : 1.181.353.745,00 - Toplam Harcama : 866.044.209,86 - İptal Edilen
Ödenek : 315.309.535,14 - Ertesi Yıla
Devreden Ödenek : 4.807.721,08 BAŞKAN– (A)
cetvelini kabul edenler... Etmeyenler... Kabul edilmiştir. (B) cetvelinin
genel toplamını okutuyorum: B- CETVELİ (YTL) - Bütçe Tahmini : 887.158.000,00 - Yılı Net
Tahsilat : 964.123.922,29 BAŞKAN – (B) cetvelinini kabul edenler… Etmeyenler… Kabul edilmiştir. Türkiye Bilimsel
ve Teknolojik Araştırma Kurumu Başkanlığı 2006 Yılı Merkezi Yönetim Kesin Hesabının bölümleri kabul edilmiştir. Türkiye Bilimler
Akademisi Başkanlığı 2008 Yılı Merkezi Yönetim Bütçesinin bölümlerine geçilmesini oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler...
Etmeyenler... Kabul edilmiştir. Bölümleri
okutuyorum: 40.09- TÜRKİYE BİLİMLER AKADEMİSİ BAŞKANLIĞI 1.– Türkiye Bilimler Akademisi Başkanlığı 2008 Yılı Merkezi
Yönetim Bütçesi A – C E T V E L İ
BAŞKAN– Kabul
edenler... Etmeyenler... Kabul edilmiştir. (B) cetvelini
okutuyorum: B – C E T V E L İ
BAŞKAN– Kabul
edenler... Etmeyenler... Kabul edilmiştir. Türkiye Bilimler
Akademisi Başkanlığı 2008 Yılı Merkezi Yönetim Bütçesinin bölümleri kabul
edilmiştir. Türkiye Bilimler
Akademisi Başkanlığı 2006 Yılı Merkezi Yönetim
Kesin Hesabının bölümlerine geçilmesini
oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler... Etmeyenler... Kabul edilmiştir. 2.– Türkiye Bilimler Akademisi Başkanlığı 2006 Yılı Merkezi Yönetim Kesin Hesabı BAŞKAN– (A)
cetvelinin genel toplamını okutuyorum: Türkiye Bilimler
Akademisi Başkanlığı 2006 Yılı Merkezi
Yönetim Kesin Hesabı A – C E
T V E L İ (YTL) - Genel Ödenek
Toplamı : 6.216.829,00 - Toplam Harcama : 4.899.800,06 - İptal Edilen
Ödenek : 1.317.028,94 BAŞKAN– (A)
cetvelini kabul edenler... Etmeyenler... Kabul edilmiştir. (B) cetvelinin
genel toplamını okutuyorum: B- CETVELİ (YTL) - Bütçe
Tahmini : 4.541.000,00 - Yılı Tahsilat : 3.970.494,94 BAŞKAN – (B) cetvelinini kabul edenler… Etmeyenler… Kabul edilmiştir. Türkiye Bilim
Akademisi Başkanlığı 2006 Yılı Merkezi
Yönetim Kesin Hesabının bölümleri kabul
edilmiştir Atatürk Kültür,
Dil ve Tarih Yüksek Kurumu Başkanlığı 2008 Yılı Merkezi Yönetim Bütçesinin
bölümlerine geçilmesini oylarınıza sunuyorum: Kabul
edenler... Etmeyenler... Kabul edilmiştir. Bölümleri
okutuyorum: 40.02- ATATÜRK KÜLTÜR, DİL VE TARİH YÜKSEK KURUMU
BAŞKANLIĞI 1.– Atatürk Kültür, Dil ve Tarih Yüksek Kurumu Başkanlığı
2008 Yılı Merkezi Yönetim Bütçesi A – C E T V E L İ
BAŞKAN– Kabul edenler... Etmeyenler... Kabul edilmiştir. (B) cetvelini
okutuyorum: B – C E T V E L İ
BAŞKAN– Kabul edenler... Etmeyenler... Kabul edilmiştir. Atatürk Kültür,
Dil ve Tarih Yüksek Kurumu Başkanlığı 2008 Yılı Merkezi Yönetim Bütçesinin
bölümleri kabul edilmiştir. Atatürk Kültür,
Dil ve Tarih Yüksek Kurumu Başkanlığı 2006 Yılı Merkezi Yönetim Kesin Hesabının bölümlerine geçilmesini oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler...
Etmeyenler... Kabul edilmiştir. 2.– Atatürk Kültür, Dil ve Tarih Yüksek Kurumu Başkanlığı 2006 Yılı Merkezi Yönetim Kesin Hesabı BAŞKAN– (A)
cetvelinin genel toplamını okutuyorum: Atatürk Kültür,
Dil ve Tarih Yüksek Kurumu Başkanlığı 2006 Yılı Merkezi
Yönetim Kesin Hesabı A – C E
T V E L İ (YTL) - Genel Ödenek
Toplamı : 28.637.065,40 - Toplam Harcama : 18.980.106,98 - Ödenek Dışı
Harcama : 37.683,39 - İptal Edilen
Ödenek : 9.694.641,81 BAŞKAN– (A)
cetvelini kabul edenler... Etmeyenler... Kabul edilmiştir. (B) cetvelinin
genel toplamını okutuyorum: B- CETVELİ (YTL) - Bütçe Tahmini
: 25.255.000,00 - Yılı
Tahsilat : 227.117.249,76 BAŞKAN – (B) cetvelinini kabul edenler… Etmeyenler… Kabul edilmiştir. Atatürk Kültür,
Dil ve Tarih Yüksek Kurumu Başkanlığı 2006 Yılı Merkezi Yönetim Kesin Hesabının bölümleri kabul edilmiştir. Böylece, altıncı
turda Hazine Müsteşarlığı, Basın-Yayın ve Enformasyon Genel Müdürlüğü, Türkiye
Bilimsel ve Teknolojik Araştırma Kurumu Başkanlığı, Türkiye Bilimler Akademisi
Başkanlığı ve Atatürk Kültür, Dil ve Tarih Yüksek Kurumu Başkanlığının 2008
yılı bütçeleri ile 2006 yılı kesin hesapları kabul edilmiştir. Ülkemize yararlı
olmasını dilerim. Programa göre,
kuruluşların bütçe ve kesin hesaplarını sırasıyla görüşmek için 8 Aralık 2007
Cumartesi günü saat 11.00’de toplanmak üzere birleşimi kapatıyorum. Kapanma Saati :
21.41 |
|