DÖNEM: 23                                                                YASAMA YILI: 2

 

 

TÜRKİYE BÜYÜK MİLLET MECLİSİ

TUTANAK DERGİSİ

CİLT : 7

29’uncu Birleşim

4 Aralık 2007 Salı

İ Ç İ N D E K İ L E R

 

   I. - GEÇEN TUTANAK ÖZETİ

  II. - GELEN KÂĞITLAR

III. - KANUN TASARI VE TEKLİFLERİ İLE KOMİSYONLARDAN GELEN DİĞER İŞLER

A) KANUN TASARI VE TEKLİFLERİ

 

1.- 2008 Yılı Merkezi Yönetim Bütçe Kanunu Tasarısı ve Plan ve Bütçe Komisyonu Raporu (1/426) (S. Sayısı: 57)

 

2.- 2006 Yılı Merkezi Yönetim Kesin Hesap Kanunu Tasarısı ile Merkezi Yönetim Bütçesi Kapsamındaki İdare ve Kurumların 2006 Bütçe Yılı Kesin Hesap Tasarısına Ait Genel Uygunluk Bildirimi ve Eki Raporlarının  Sunulduğuna Dair Sayıştay Başkanlığı Tezkeresi ile Plan ve  Bütçe Komisyonu  Raporu (1/267, 3/191) (S. Sayısı: 58)

 

IV.- SATAŞMALARA İLİŞKİN KONUŞMALAR VE AÇIKLAMALAR

1.- Maliye Bakanı Kemal Unakıtan’ın, CHP Genel Başkanı Deniz Baykal’ın, konuşmasında şahsına sataşması nedeniyle konuşması

2.- CHP Genel Başkanı Deniz Baykal’ın, Başbakan Recep Tayyip Erdoğan’ın, konuşmasında şahsına sataşması nedeniyle konuşması

3.- Adalet Bakanı Mehmet Ali Şahin’in, BBP Genel Başkanı Muhsin Yazıcıoğlu’nun konuşmasında geçen bir ifadeyle ilgili açıklaması

 

V.- SORULAR VE CEVAPLAR

A) Yazılı Sorular ve Cevapları

1.- Konya Milletvekili Atilla Kart’ın, vekâleten görev yapan bürokratların atamalarının yapılmasına,

- Hatay Milletvekili Süleyman Turan Çirkin’in, 11’inci Cumhurbaşkanınca kararnameleri imzalanarak asaleten atanan bürokratlara,

İlişkin Başbakandan soruları ve Devlet Bakanı Murat Başesgioğlu’nun cevabı (7/236, 368)

2.- Şırnak Milletvekili Hasip Kaplan’ın, bir cezaevi aracının ön yüzüne yazılmış olan yazıya ilişkin sorusu ve  Adalet Bakanı Mehmet Ali Şahin’in cevabı (7/268)

3.- Gaziantep Milletvekili Yaşar Ağyüz’ün, Gaziantep Şahinbey Belediyesinin haksız ve baskı ile bağış topladığı iddiasına ilişkin sorusu ve  Adalet Bakanı Mehmet Ali Şahin’in cevabı (7/269)

4.- Bursa Milletvekili Kemal Demirel’in, Yenişehir Kocasu Deresindeki kirliliğe ilişkin sorusu ve  Çevre ve Orman Bakanı Veysel Eroğlu’nun cevabı (7/438)

5.- Bursa Milletvekili Kemal Demirel’in, orman yangınlarına ve ağaçlandırma çalışmalarına ilişkin sorusu ve  Çevre ve Orman Bakanı Veysel Eroğlu’nun cevabı (7/441)

6.- İstanbul Milletvekili Mehmet Ufuk Uras’ın, Kaz Dağları’ndaki maden arama çalışmalarına ilişkin sorusu ve  Çevre ve Orman Bakanı Veysel Eroğlu’nun cevabı (7/443)

7.- Konya Milletvekili Atilla Kart’ın, Özelleştirme İdaresinin Petkim hisselerinin satışıyla ilgili açıklamalarına ilişkin Başbakandan sorusu ve Maliye Bakanı Kemal Unakıtan’ın cevabı (7/487)

8.- Amasya Milletvekili Hüseyin Ünsal’ın, TRT ihalelerine,

- Konya Milletvekili Atilla Kart’ın, TRT Genel Müdür Vekilinin yurt dışı gezilerine,

İlişkin soruları ve Devlet Bakanı Mehmet Aydın’ın cevabı (7/536, 538)

9.- Sinop Milletvekili Engin Altay’ın, öğretmen ve öğrencilerin teröre tepki eylemlerine katılımının yasaklanmasına ilişkin sorusu ve Millî Eğitim Bakanı Hüseyin Çelik’in cevabı (7/547)

10.- Adana Milletvekili Nevin Gaye Erbatur’un, Ceyhan Adliyesine ikinci bir sulh ceza mahkemesi kurulmasına ilişkin sorusu ve  Adalet Bakanı Mehmet Ali Şahin’in cevabı (7/560)

11.- Balıkesir Milletvekili Hüseyin Pazarcı’nın, Bulgaristan göçmenlerinin konut alma şartlarına ilişkin Başbakandan sorusu ve Devlet Bakanı  Mustafa Said Yazıcıoğlu’nun cevabı (7/563)

12.- Bursa Milletvekili Kemal Demirel’in, Bingöl-Kiğı’daki öğretmen açığına,

Bingöl-Adaklı’daki öğretmen açığına,

Bingöl’deki öğretmen açığına,

İlişkin soruları ve Millî Eğitim Bakanı Hüseyin Çelik’in cevabı (7/597, 598, 599)

13.- İstanbul Milletvekili Kemal Kılıçdaroğlu’nun, TRT yapımlarının kiralanması ve satılmasına,

TRT lojmanlarına yapılan bazı tahsislere,

Evrensel Hizmet Fonundan TRT’ye kaynak aktarılmasına,

İlişkin soruları ve Devlet Bakanı Mehmet Aydın’ın cevabı (7/629, 630, 631)

14.- Yalova Milletvekili Muharrem İnce’nin, bir müşavire ilişkin sorusu ve Millî Eğitim Bakanı Hüseyin Çelik’in cevabı (7/650)

15.- Hatay Milletvekili İzzettin Yılmaz’ın, sigara kaçakçılığının bölücü terör örgütüyle bağlantısına ilişkin sorusu ve Devlet Bakanı ve Başbakan Yardımcısı Hayati Yazıcı’nın cevabı (7/658)

16.- İstanbul Milletvekili Ayşe Jale Ağırbaş’ın, Diyanet İşleri Başkanlığından Millî Eğitim Bakanlığına geçen personele ilişkin sorusu ve Devlet Bakanı Mustafa Said Yazıcıoğlu’nun cevabı (7/660)

17.- Kocaeli Milletvekili Hikmet Erenkaya’nın TOKİ konutlarına ve imar planı tadilatlarına ilişkin Başbakandan sorusu ve Devlet Bakanı ve Başbakan Yardımcısı  Cemil Çiçek’in cevabı (7/764)

18.- Bursa Milletvekili Kemal Demirel’in, vekâleten görev yapan personelden asaleten atananlara ilişkin sorusu ve Devlet Bakanı Murat Başesgioğlu’nun cevabı (7/858)

19.- Bursa Milletvekili Kemal Demirel’in, vekâleten görev yapan personelden asaleten atananlara ilişkin sorusu ve Millî Savunma Bakanı M. Vecdi Gönül’ün cevabı (7/859)

20.- Ankara Milletvekili Yıldırım Tuğrul Türkeş’in, Başbakanın milletvekillerinin etnik kökeniyle ilgili bir açıklamasına ilişkin sorusu ve Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkan Vekili Nevzat Pakdil’in cevabı (7/862)

21.- Tunceli Milletvekili Kamer Genç’in, bir televizyon programında yaptığı konuşmaya ilişkin Başbakandan sorusu ve Devlet Bakanı ve Başbakan Yardımcısı Cemil Çiçek’in cevabı (7/866)

22.- İstanbul Milletvekili Kemal Kılıçdaroğlu’nun, Sayıştay yönetimiyle ilgili bazı iddialar ile eylem ve işlemlerine ilişkin sorusu ve Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkan Vekili Nevzat Pakdil’in cevabı (7/867)

23.- İzmir Milletvekili Ahmet Ersin’in, ABD seyahatinin maliyetine ilişkin Başbakandan sorusu ve Devlet Bakanı ve Başbakan Yardımcısı  Cemil Çiçek’in cevabı (7/874)

24.- Antalya Milletvekili Tayfur Süner’in, personel takip sistemine ilişkin sorusu ve Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkan Vekili Nevzat Pakdil’in cevabı (7/971)

I.- GEÇEN TUTANAK ÖZETİ

TBMM Genel Kurulu saat 14.03’te açılarak dört oturum yaptı.

 

Adıyaman Milletvekili Şevket Köse ve 23 milletvekilinin, Van Gölü’ndeki kirlenmenin önlenmesi ve Van ilinde turizmin geliştirilmesi için (10/65),

İstanbul Milletvekili Çetin Soysal ve 25 milletvekilinin, İstanbul’daki trafik sorununun araştırılarak (10/66),

Zonguldak Milletvekili Ali Koçal ve 26 milletvekilinin, taş kömürü üretimindeki sorunların ve Türkiye Taşkömürü Kurumunun durumunun araştırılarak (10/67),

Alınması gereken önlemlerin belirlenmesi amacıyla Meclis araştırması açılmasına ilişkin önergeleri Genel Kurulun bilgisine sunuldu; önergelerin gündemdeki yerlerini alacağı ve ön görüşmelerinin sırası geldiğinde yapılacağı açıklandı.

 

Gündemin “Kanun Tasarı ve Teklifleri ile Komisyonlardan Gelen Diğer İşler” kısmının:

1’inci sırasında bulunan ve İç Tüzük’ün 91’inci maddesi kapsamında değerlendirilerek temel kanun olarak bölümler hâlinde görüşülmesi kararlaştırılmış olan Tanık Koruma Kanunu Tasarısı (1/346) (S. Sayısı: 34) komisyon yetkilileri Genel Kurulda hazır bulunmadıklarından ertelendi.

 

2’nci sırasında bulunan, Bartın Milletvekili Yılmaz Tunç’un, 2802 Sayılı Hâkimler ve Savcılar Kanununda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Teklifi (2/63) (S. Sayısı: 65) yapılan görüşmelerden sonra kabul edildi.

 

Adalet Bakanı Mehmet Ali Şahin, Tunceli Milletvekili Kamer Genç’in,

Yozgat Milletvekili Bekir Bozdağ, Zonguldak Milletvekili Ali İhsan Köktürk’ün,

Konuşmalarında şahıslarına sataştıkları iddiasıyla birer konuşma yaptılar.

 

4 Aralık 2007 Salı günü, alınan karar gereğince saat 11.00’de toplanmak üzere, birleşime 01.33’te son verildi.

 

 

Nevzat PAKDİL

 

 

 

Başkan Vekili

 

 

Yaşar TÜZÜN

 

Canan CANDEMİR ÇELİK

 

Bilecik

 

Bursa

 

Kâtip Üye

 

Kâtip Üye

 

 

Fatma SALMAN KOTAN

 

 

 

Ağrı

 

 

 

Kâtip Üye

 

No.: 43

II.- GELEN KÂĞITLAR

3 Aralık 2007 Pazartesi

Tasarılar

1.- Türkiye Cumhuriyeti Hükümeti ile Japonya Hükümeti Arasında Kaman Kalehöyük Arkeoloji Müzesinin Hibe Yoluyla Yapımına İlişkin Notaların Onaylanmasının Uygun Bulunduğuna Dair Kanun Tasarısı (1/466) (Millî Eğitim, Kültür, Gençlik ve Spor ile Dışişleri Komisyonlarına) (Başkanlığa geliş tarihi: 27.11.2007)

2.- Türkiye Cumhuriyeti Kültür ve Turizm Bakanlığı ile Rusya Federasyonu Kültür ve Sinemacılık Federal Ajansı Arasında 2008 Yılında Rusya Federasyonunda Düzenlenecek Türkiye Cumhuriyeti Kültür Yılına İlişkin Niyet Muhtırasının Onaylanmasının Uygun Bulunduğuna Dair Kanun Tasarısı (1/467) (Millî Eğitim, Kültür, Gençlik ve Spor ile Dışişleri Komisyonlarına) (Başkanlığa geliş tarihi: 26.11.2007)

3.- Dünya Bankası Grubu ve Uluslararası Para Fonu Guvernörler Kurullarının 2009 Yıllık Toplantıları Münasebetiyle Türkiye Cumhuriyeti Hükümeti ile Dünya Bankası Grubu ve Uluslararası Para Fonu Arasında Düzenlenen Mutabakat Zaptının Onaylanmasının Uygun Bulunduğuna Dair Kanun Tasarısı (1/468) (Plan ve Bütçe ile Dışişleri Komisyonlarına) (Başkanlığa geliş tarihi: 26.11.2007)

4.- Türkiye Cumhuriyeti, Yunanistan Cumhuriyeti ve İtalya Cumhuriyeti Arasında Türkiye-Yunanistan-İtalya Gaz Nakil Koridorunun Geliştirilmesine İlişkin Anlaşmanın Onaylanmasının Uygun Bulunduğuna Dair Kanun Tasarısı (1/469) (Sanayi, Ticaret, Enerji, Tabiî Kaynaklar, Bilgi ve Teknoloji ile Dışişleri Komisyonlarına) (Başkanlığa geliş tarihi: 26.11.2007)

Tezkere

1.- Sayıştayda Açık Bulunan 5 Sayıştay Üyeliği İçin 832 Sayılı Sayıştay Kanununun Değişik       6 ncı Maddesi Hükmü Uyarınca Yapılacak Seçime Dair Sayıştay Başkanlığı Tezkeresi (3/233) (Plan ve Bütçe Komisyonuna) (Başkanlığa geliş tarihi: 29.11.2007)

Sözlü Soru Önergeleri

1.- Çankırı Milletvekili Ahmet Bukan’ın, serbest veteriner hekimlerin hak ediş bedellerinin ödenmesine ilişkin  Tarım ve Köyişleri Bakanından sözlü soru önergesi (6/242) (Başkanlığa geliş tarihi: 21.11.2007)

2.- Balıkesir Milletvekili Ahmet Duran Bulut’un, medyadaki kadın ve magazin programlarına ilişkin Devlet Bakanından (Mehmet Aydın) sözlü soru önergesi (6/243) (Başkanlığa geliş tarihi: 21.11.2007)

3.- Gaziantep Milletvekili Yaşar Ağyüz’ün, bir vakfın İstanbul’da yaptığı bir toplantıya ilişkin Devlet Bakanı ve Başbakan Yardımcısından (Hayati Yazıcı) sözlü soru önergesi (6/244) (Başkanlığa geliş tarihi: 21.11.2007)

4.- Antalya Milletvekili Tayfur Süner’in, yeni açılacak Antalya Devlet Hastanesine ilişkin Sağlık Bakanından sözlü soru önergesi (6/245) (Başkanlığa geliş tarihi: 22.11.2007)

5.- Antalya Milletvekili Hüsnü Çöllü’nün, Antalya’da şehiriçi minibüslerin yenilenmesine ilişkin Başbakandan sözlü soru önergesi (6/246) (Başkanlığa geliş tarihi: 22.11.2007)

6.- Antalya Milletvekili Hüsnü Çöllü’nün, sezon sonunda işsiz kalan turizm çalışanlarına ilişkin Başbakandan sözlü soru önergesi (6/247) (Başkanlığa geliş tarihi: 22.11.2007)

7.- Balıkesir Milletvekili Ergün Aydoğan’ın, Bandırma’da fosfat-asit fabrikası kurulmasına ilişkin Çevre ve Orman Bakanından sözlü soru önergesi (6/248) (Başkanlığa geliş tarihi: 22.11.2007)

8.- Muğla Milletvekili Metin Ergun’un, Milas’ın bazı köylerindeki toprak tuzlanmasına ilişkin Tarım ve Köyişleri Bakanından sözlü soru önergesi (6/249) (Başkanlığa geliş tarihi: 22.11.2007)

9.- Muğla Milletvekili Metin Ergun’un, bir belediyenin kanalizasyon projesine ilişkin Bayındırlık ve İskân Bakanından sözlü soru önergesi (6/250) (Başkanlığa geliş tarihi: 22.11.2007)

10.- Adana Milletvekili Muharrem Varlı’nın, Hazine arazilerini işleyen çiftçilere doğrudan gelir desteği ödenmemesine ilişkin Tarım ve Köyişleri Bakanından sözlü soru önergesi (6/251) (Başkanlığa geliş tarihi: 22.11.2007)

11.- Bursa Milletvekili İsmet Büyükataman’ın, Umurbey sulama projesine ilişkin Çevre ve Orman Bakanından sözlü soru önergesi (6/252) (Başkanlığa geliş tarihi: 22.11.2007)

12.- Bursa Milletvekili İsmet Büyükataman’ın, Celal Bayar anıt mezarına ilişkin İçişleri Bakanından sözlü soru önergesi (6/253) (Başkanlığa geliş tarihi: 22.11.2007)

13.- İzmir Milletvekili Ahmet Kenan Tanrıkulu’nun, sanayi ve ticaret sektörlerinin sorunlarına ve çözüm önerilerine ilişkin Sanayi ve Ticaret Bakanından sözlü soru önergesi (6/254) (Başkanlığa geliş tarihi: 22.11.2007)

14.- İzmir Milletvekili Ahmet Kenan Tanrıkulu’nun, İzmir’deki sanayicilere ucuz elektrik sağlanmasına ve maden firmalarına ilişkin Enerji ve Tabiî Kaynaklar Bakanından sözlü soru önergesi (6/255) (Başkanlığa geliş tarihi: 22.11.2007)

15.- Tokat Milletvekili Reşat Doğru’nun, DTP Genel Başkanı hakkındaki bir iddiaya ve tahliye edilen terör suçlularına ilişkin Adalet Bakanından sözlü soru önergesi (6/256) (Başkanlığa geliş tarihi: 22.11.2007)

Yazılı Soru Önergeleri

1.- Denizli Milletvekili Hasan Erçelebi’nin, Türkiye haritalı kazı kazan kartına ilişkin Başbakandan yazılı soru önergesi (7/921) (Başkanlığa geliş tarihi: 21.11.2007)

2.- Muğla Milletvekili Fevzi Topuz’un, Irak’ta çalıştırılmak üzere paralı asker arandığı haberine ilişkin Başbakandan yazılı soru önergesi (7/922) (Başkanlığa geliş tarihi: 22.11.2007)

3.- Antalya Milletvekili Hüsnü Çöllü’nün, Adalet Bakanının kaçırılan askerlerle ilgili açıklamasına ilişkin Başbakandan yazılı soru önergesi (7/923) (Başkanlığa geliş tarihi: 22.11.2007)

4.- İzmir Milletvekili Ahmet Ersin’in, bazı yakınlarının yaptığı işlere ilişkin Başbakandan yazılı soru önergesi (7/924) (Başkanlığa geliş tarihi: 22.11.2007)

5.- Aydın Milletvekili Özlem Çerçioğlu’nun, Aydın Doğalgaz Dağıtım ihalesine ilişkin Başbakandan yazılı soru önergesi (7/925) (Başkanlığa geliş tarihi: 22.11.2007)

6.- Balıkesir Milletvekili Ahmet Duran Bulut’un, faydalanılamadığı iddia edilen Erdek’teki bir gölete ilişkin Çevre ve Orman Bakanından yazılı soru önergesi (7/926) (Başkanlığa geliş tarihi: 21.11.2007)

7.- Antalya Milletvekili Hüsnü Çöllü’nün, Antalya’nın yer altı su kaynaklarının durumuna ilişkin Çevre ve Orman Bakanından yazılı soru önergesi (7/927) (Başkanlığa geliş tarihi: 22.11.2007)

8.- Kırklareli Milletvekili Tansel Barış’ın, bazı bankacılık göstergelerine ilişkin Devlet Bakanından (Mehmet Şimşek) yazılı soru önergesi (7/928) (Başkanlığa geliş tarihi: 22.11.2007)

9.- Muğla Milletvekili Fevzi Topuz’un, yerel yönetimlerin kullandığı yabancı kaynaklı hibelere ilişkin Devlet Bakanından (Mehmet Şimşek) yazılı soru önergesi (7/929) (Başkanlığa geliş tarihi: 22.11.2007)

10.- Bursa Milletvekili Kemal Demirel’in, Samsun Büyükşehir Belediyesinin çevre düzenlemesi çalışmalarına ilişkin İçişleri Bakanından yazılı soru önergesi (7/930) (Başkanlığa geliş tarihi: 16.11.2007)

11.- Bursa Milletvekili Kemal Demirel’in, İstanbul Büyükşehir Belediyesinin çevre düzenlemesi çalışmalarına ilişkin İçişleri Bakanından yazılı soru önergesi (7/931) (Başkanlığa geliş tarihi: 16.11.2007)

12.- Bursa Milletvekili Kemal Demirel’in, İzmir Büyükşehir Belediyesinin çevre düzenlemesi çalışmalarına ilişkin İçişleri Bakanından yazılı soru önergesi (7/932) (Başkanlığa geliş tarihi: 16.11.2007)

13.- Bursa Milletvekili Kemal Demirel’in, Kayseri Büyükşehir Belediyesinin çevre düzenlemesi çalışmalarına ilişkin İçişleri Bakanından yazılı soru önergesi (7/933) (Başkanlığa geliş tarihi: 16.11.2007)

14.- Bursa Milletvekili Kemal Demirel’in, Kocaeli Büyükşehir Belediyesinin çevre düzenlemesi çalışmalarına ilişkin İçişleri Bakanından yazılı soru önergesi (7/934) (Başkanlığa geliş tarihi: 16.11.2007)

15.- Bursa Milletvekili Kemal Demirel’in, Konya Büyükşehir Belediyesinin çevre düzenlemesi çalışmalarına ilişkin İçişleri Bakanından yazılı soru önergesi (7/935) (Başkanlığa geliş tarihi: 16.11.2007)

16.- Bursa Milletvekili Kemal Demirel’in, Mersin Büyükşehir Belediyesinin çevre düzenlemesi çalışmalarına ilişkin İçişleri Bakanından yazılı soru önergesi (7/936) (Başkanlığa geliş tarihi: 16.11.2007)

17.- Bursa Milletvekili Kemal Demirel’in, Erzurum Büyükşehir Belediyesinin çevre düzenlemesi çalışmalarına ilişkin İçişleri Bakanından yazılı soru önergesi (7/937) (Başkanlığa geliş tarihi: 16.11.2007)

18.- Bursa Milletvekili Kemal Demirel’in, Eskişehir Büyükşehir Belediyesinin çevre düzenlemesi çalışmalarına ilişkin İçişleri Bakanından yazılı soru önergesi (7/938) (Başkanlığa geliş tarihi: 16.11.2007)

19.- Bursa Milletvekili Kemal Demirel’in, Gaziantep Büyükşehir Belediyesinin çevre düzenlemesi çalışmalarına ilişkin İçişleri Bakanından yazılı soru önergesi (7/939) (Başkanlığa geliş tarihi: 16.11.2007)

20.- Bursa Milletvekili Kemal Demirel’in, Bursa Büyükşehir Belediyesinin çevre düzenlemesi çalışmalarına ilişkin İçişleri Bakanından yazılı soru önergesi (7/940) (Başkanlığa geliş tarihi: 16.11.2007)

21.- Bursa Milletvekili Kemal Demirel’in, Diyarbakır Büyükşehir Belediyesinin çevre düzenlemesi çalışmalarına ilişkin İçişleri Bakanından yazılı soru önergesi (7/941) (Başkanlığa geliş tarihi: 16.11.2007)

22.- Bursa Milletvekili Kemal Demirel’in, Adana Büyükşehir Belediyesinin çevre düzenlemesi çalışmalarına ilişkin İçişleri Bakanından yazılı soru önergesi (7/942) (Başkanlığa geliş tarihi: 16.11.2007)

23.- Bursa Milletvekili Kemal Demirel’in, Adapazarı Büyükşehir Belediyesinin çevre düzenlemesi çalışmalarına ilişkin İçişleri Bakanından yazılı soru önergesi (7/943) (Başkanlığa geliş tarihi: 16.11.2007)

24.- Bursa Milletvekili Kemal Demirel’in, Ankara Büyükşehir Belediyesinin çevre düzenlemesi çalışmalarına ilişkin İçişleri Bakanından yazılı soru önergesi (7/944) (Başkanlığa geliş tarihi: 16.11.2007)

25.- Bursa Milletvekili Kemal Demirel’in, Antalya Büyükşehir Belediyesinin çevre düzenlemesi çalışmalarına ilişkin İçişleri Bakanından yazılı soru önergesi (7/945) (Başkanlığa geliş tarihi: 16.11.2007)

26.- İstanbul Milletvekili Atila Kaya’nın, Afganistan’dan gelen soydaşların ikamet izinlerine ilişkin İçişleri Bakanından yazılı soru önergesi (7/946) (Başkanlığa geliş tarihi: 21.11.2007)

27.- Karaman Milletvekili Mevlüt Akgün’ün, terörle mücadelenin bedeline ilişkin İçişleri Bakanından yazılı soru önergesi (7/947) (Başkanlığa geliş tarihi: 22.11.2007)

28.- Antalya Milletvekili Tayfur Süner’in, Antalya’daki hava kirliliğine ilişkin İçişleri Bakanından yazılı soru önergesi (7/948) (Başkanlığa geliş tarihi: 22.11.2007)

29.- Antalya Milletvekili Hüsnü Çöllü’nün, Antalya’da şehir içi minibüslerin yenilenmesi ihalesine ilişkin İçişleri Bakanından yazılı soru önergesi (7/949) (Başkanlığa geliş tarihi: 22.11.2007)

30.- Manisa Milletvekili Şahin Mengü’nün, bir gazeteciyle ilgili bazı iddialara ilişkin İçişleri Bakanından yazılı soru önergesi (7/950) (Başkanlığa geliş tarihi: 22.11.2007)

31.- Muğla Milletvekili Metin Ergun’un, Milas’ın Çökertme Köyünün içme suyu sorununa ilişkin İçişleri Bakanından yazılı soru önergesi (7/951) (Başkanlığa geliş tarihi: 22.11.2007)

32.- İstanbul Milletvekili Mehmet Ufuk Uras’ın, Allianoi antik sağlık merkezine ilişkin Kültür ve Turizm Bakanından yazılı soru önergesi (7/952) (Başkanlığa geliş tarihi: 22.11.2007)

33.- Antalya Milletvekili Hüsnü Çöllü’nün, Antalya’nın turizm master planına ilişkin Kültür ve Turizm Bakanından yazılı soru önergesi (7/953) (Başkanlığa geliş tarihi: 22.11.2007)

34.- Antalya Milletvekili Hüsnü Çöllü’nün, turizm çalışanlarının işsiz kaldıkları dönemlerde desteklenmesine ilişkin Kültür ve Turizm Bakanından yazılı soru önergesi (7/954) (Başkanlığa geliş tarihi: 22.11.2007)

35.- Kırklareli Milletvekili Tansel Barış’ın, 2007 Dünya Gelişme Raporunun verilerine ilişkin Maliye Bakanından yazılı soru önergesi (7/955) (Başkanlığa geliş tarihi: 22.11.2007)

36.- Kırklareli Milletvekili Tansel Barış’ın, açlık ve yoksulluk sınırı ile gelir dağılımına ilişkin Maliye Bakanından yazılı soru önergesi (7/956) (Başkanlığa geliş tarihi: 22.11.2007)

37.- Aydın Milletvekili Özlem Çerçioğlu’nun, futbol millî takımının THY’yi tercih etmemesine ilişkin Maliye Bakanından yazılı soru önergesi (7/957) (Başkanlığa geliş tarihi: 22.11.2007)

38.- Hatay Milletvekili Süleyman Turan Çirkin’in, öğretmenlerin özlük haklarının iyileştirilmesine ilişkin Millî Eğitim Bakanından yazılı soru önergesi (7/958) (Başkanlığa geliş tarihi: 21.11.2007)

39.- Zonguldak Milletvekili Ali İhsan Köktürk’ün, öğretmen atamalarına ve özlük haklarına ilişkin Millî Eğitim Bakanından yazılı soru önergesi (7/959) (Başkanlığa geliş tarihi: 21.11.2007)

40.- Mersin Milletvekili İsa Gök’ün, Aydıncık İlçesindeki bazı ilkokullarda 10 Kasım anma etkinliklerinin yapılmadığı iddialarına ilişkin Millî Eğitim Bakanından yazılı soru önergesi (7/960) (Başkanlığa geliş tarihi: 22.11.2007)

41.- Denizli Milletvekili Ali Rıza Ertemür’ün, Denizli Belediye Başkan Yardımcısının İl Millî Eğitim Müdürü olarak görevlendirilmesine ilişkin Millî Eğitim Bakanından yazılı soru önergesi (7/961) (Başkanlığa geliş tarihi: 22.11.2007)

42.- Balıkesir Milletvekili Ahmet Duran Bulut’un, zeytinliklerde kuraklığa bağlı verim kaybının tespitine ilişkin Tarım ve Köyişleri Bakanından yazılı soru önergesi (7/962) (Başkanlığa geliş tarihi: 21.11.2007)

43.- Sivas Milletvekili Muhsin Yazıcıoğlu’nun, ziraat mühendisleri ile veteriner hekimlerin maaşlarındaki farklılığa ilişkin Tarım ve Köyişleri Bakanından yazılı soru önergesi (7/963) (Başkanlığa geliş tarihi: 22.11.2007)

44.- Antalya Milletvekili Hüsnü Çöllü’nün, Antalya örtü altı ürünleri kontrol laboratuarının durumuna ilişkin Tarım ve Köyişleri Bakanından yazılı soru önergesi (7/964) (Başkanlığa geliş tarihi: 22.11.2007)

45.- Manisa Milletvekili Şahin Mengü’nün, Manisa Bağcılık Araştırma Enstitüsünün kapatılacağı iddiasına ilişkin Tarım ve Köyişleri Bakanından yazılı soru önergesi (7/965) (Başkanlığa geliş tarihi: 22.11.2007)

46.- Hatay Milletvekili Süleyman Turan Çirkin’in, ABD Dışişleri Bakanı ile Papa’nın kullandığı bir ifadeye ilişkin Dışişleri Bakanından yazılı soru önergesi (7/966) (Başkanlığa geliş tarihi: 21.11.2007)

47.- Karaman Milletvekili Mevlüt Akgün’ün, maden ruhsatları konusundaki düzenleme çalışmalarına ve Karaman’da verilen maden arama ruhsatlarına ilişkin Enerji ve Tabiî Kaynaklar Bakanından yazılı soru önergesi (7/967) (Başkanlığa geliş tarihi: 22.11.2007)

48.- Antalya Milletvekili Hüsnü Çöllü’nün, evrensel hizmet gelirine ve kullanımına ilişkin Ulaştırma Bakanından yazılı soru önergesi (7/968) (Başkanlığa geliş tarihi: 22.11.2007)

49.- İstanbul Milletvekili Bihlun Tamaylıgil’in, izinsiz halka arz eylemi gerçekleştirdiği iddia edilen bir şirketin denetimine ilişkin Devlet Bakanı ve Başbakan Yardımcısından (Nazım Ekren) yazılı soru önergesi (7/969) (Başkanlığa geliş tarihi: 22.11.2007)

50.- Osmaniye Milletvekili Hakan Coşkun’un, Denizcilik Müsteşarlığı bölge müdürlüklerinin kapatılacağı iddiasına ilişkin Ulaştırma Bakanından yazılı soru önergesi (7/970) (Başkanlığa geliş tarihi: 22.11.2007)

51.- Antalya Milletvekili Tayfur Süner’in, Personel takip sistemine ilişkin Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanından yazılı soru önergesi (7/971) (Başkanlığa geliş tarihi: 7.11.2007)

No.: 44

4 Aralık 2007 Salı

Raporlar

1.- Çocuklarla Kişisel İlişki Kurulmasına Dair Avrupa Sözleşmesinin Onaylanmasının Uygun Bulunduğuna Dair Kanun Tasarısı ve Dışişleri Komisyonu Raporu (1/304) (S. Sayısı: 59) (Dağıtma tarihi: 4.12.2007) (GÜNDEME)

2.- Türkiye Cumhuriyeti Hükümeti ile Kazakistan Cumhuriyeti Hükümeti Arasında Uluslararası Terörizm, Organize Suçlar, Uyuşturucu ve Psikotrop Maddelerle Bunların Katkı Maddeleri ve Benzerlerinin Kaçakçılığı ve Diğer Tiplerdeki Suçlarla Mücadelede İşbirliği Anlaşmasının Onaylanmasının Uygun Bulunduğuna Dair Kanun Tasarısı ve Dışişleri Komisyonu Raporu (1/309) (S. Sayısı: 60) (Dağıtma tarihi: 4.12.2007) (GÜNDEME)

3.- Milletlerarası Mal Satımına İlişkin Sözleşmeler Hakkında Birleşmiş Milletler Antlaşmasına Katılmamızın Uygun Bulunduğuna Dair Kanun Tasarısı ve Dışişleri Komisyonu Raporu (1/338)     (S. Sayısı: 61) (Dağıtma tarihi: 4.12.2007) (GÜNDEME)

4.- Avrupa Konseyi Terörizmin Önlenmesi Sözleşmesinin Onaylanmasının Uygun Bulunduğuna Dair Kanun Tasarısı ve Dışişleri Komisyonu Raporu (1/339) (S. Sayısı: 62) (Dağıtma tarihi: 4.12.2007) (GÜNDEME)

5.- Sporda Dopinge Karşı Uluslararası Sözleşmeye Katılmamızın Uygun Bulunduğuna Dair Kanun Tasarısı ve Dışişleri Komisyonu Raporu (1/348) (S. Sayısı: 63) (Dağıtma tarihi: 4.12.2007) (GÜNDEME)

6.- Güneydoğu Avrupa Sivil-Asker Acil Durum Planlama Konseyi Kurulması Hakkında Anlaşmanın Onaylanmasının Uygun Bulunduğuna Dair Kanun Tasarısı ve Dışişleri Komisyonu Raporu (1/300) (S. Sayısı: 66) (Dağıtma tarihi: 4.12.2007) (GÜNDEME)

7.- Türkiye Cumhuriyeti Hükümeti ile Rusya Federasyonu Hükümeti Arasında İki Taraflı Askeri Teknik İşbirliği Çerçevesinde Kullanılan ve Elde Edilen Fikrî ve Sınaî Mülkiyet Haklarının Karşılıklı Korunmasına İlişkin Müşterek Anlaşmasının Onaylanmasının Uygun Bulunduğuna Dair Kanun Tasarısı ve Dışişleri Komisyonu Raporu (1/285) (S. Sayısı: 67) (Dağıtma tarihi: 4.12.2007) (GÜNDEME)

8.- Türkiye Cumhuriyeti Hükümeti ile Sırbistan ve Karadağ Bakanlar Konseyi Arasında Askeri-Bilimsel ve Askeri-Teknik İşbirliği Konusunda Anlaşmanın Onaylanmasının Uygun Bulunduğuna Dair Kanun Tasarısı ve Dışişleri Komisyonu Raporu (1/294) (S. Sayısı: 68) (Dağıtma tarihi: 4.12.2007) (GÜNDEME)

9.- Türkiye Cumhuriyeti Hükümeti ile Belarus Cumhuriyeti Hükümeti Arasında Veterinerlik Alanında İşbirliği Anlaşmasının Onaylanmasının Uygun Bulunduğuna Dair Kanun Tasarısı ve Dışişleri Komisyonu Raporu (1/296) (S. Sayısı: 69) (Dağıtma tarihi: 4.12.2007) (GÜNDEME)

10.- Türkiye Cumhuriyeti ve Körfez Arap Ülkeleri İşbirliği Konseyi Üyesi Ülkeler Arasında Ekonomik İşbirliğine İlişkin Çerçeve Anlaşmanın Onaylanmasının Uygun Bulunduğuna Dair Kanun Tasarısı ve Dışişleri Komisyonu Raporu (1/322) (S. Sayısı: 70) (Dağıtma tarihi: 4.12.2007) (GÜNDEME)

04 Aralık 2007 Salı

BİRİNCİ OTURUM

Açılma Saati: 11.00

BAŞKAN : Köksal TOPTAN

KÂTİP ÜYELER: Fatoş GÜRKAN (Adana), Yusuf COŞKUN (Bingöl)

BAŞKAN – Türkiye Büyük Millet Meclisinin 29’uncu Birleşimini açıyorum.

Toplantı yeter sayımız vardır, görüşmelere başlıyoruz.

Gündemimize göre, 2008 Yılı Merkezî Yönetim Bütçe Kanunu Tasarısı ile 2006 Yılı Merkezî Yönetim Kesin Hesap Kanunu Tasarısı’nın görüşmelerine başlayacağız.

III.- KANUN TASARI VE TEKLİFLERİ İLE KOMİSYONLARDAN

GELEN DİĞER İŞLER

A) Kanun Tasarı ve Teklifleri

1.- 2008 Yılı Merkezi Yönetim Bütçe Kanunu Tasarısı ve Plan ve Bütçe Komisyonu Raporu (1/426) (S.Sayısı:57) (x)

2.- 2006 Yılı Merkezi Yönetim Kesin Hesap Kanunu Tasarısı ile Merkezi Yönetim Bütçesi Kapsamındaki İdare ve Kurumların 2006 Bütçe Yılı Kesin Hesap Tasarısına Ait Genel Uygunluk Bildirimi ve Eki Raporlarının  Sunulduğuna Dair Sayıştay Başkanlığı Tezkeresi ile Plan ve  Bütçe Komisyonu  Raporu (1/267, 3/191) (S.Sayısı: 58) (x)

BAŞKAN – Komisyon? Burada.

Hükûmet? Burada.

Sayın milletvekilleri, Komisyon raporları 57 ve 58 sıra sayılarıyla bastırılıp dağıtılmıştır.

Şimdi, bütçe kanunu tasarılarının sunuş konuşmasını yapmak üzere Hükûmete söz vereceğim.

Hükûmet adına, Maliye Bakanı Sayın Kemal Unakıtan, buyurunuz efendim. (AK Parti sıralarından alkışlar)

MALİYE BAKANI KEMAL UNAKITAN (Eskişehir) – Teşekkür ederim Sayın Başkan.

Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; konuşmama başlarken hepinizi saygıyla selamlıyorum. Bu yeni dönemin Türkiye Büyük Millet Meclisine hayırlı olmasını diliyorum.

17 Ekim 2007 tarihinde Türkiye Büyük Millet Meclisine sunulan 2008 Yılı Merkezî Yönetim Bütçe Kanunu Tasarısı ile 2006 Yılı Kesin Hesap Kanunu Tasarıları Plan ve Bütçe Komisyonunda bütün yönleriyle incelenerek son şeklini almıştır. Bugün de Genel Kurul görüşmeleri başlamaktadır. Bu vesileyle, yorucu çalışmalar sonucunda yaptıkları katkılar için Plan ve Bütçe Komisyonunun Değerli Başkanı ve üyeleri ile görevlilerine, bu sürece katkıda bulunan bütün bakan arkadaşlarıma ve kamu idarelerinin temsilcilerine teşekkür ediyorum.

Görüşmelerine başlayacağımız 2008 bütçesinin ülkemize ve milletimize hayırlar getirmesini, geleceğin Türkiye’sini inşa etme yolunda refah, huzur ve mutluluğumuza vesile olmasını içtenlikle diliyorum.

Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; 2008 bütçesi AK Parti Hükûmetlerinin altıncı, 60’ncı Hükûmetin ilk bütçesidir.

Bütçeler, hükûmetlerin bir yıl içinde millete sunacağı hizmetleri, izleyeceği ekonomik ve sosyal politikaları ortaya koyarlar. Bütçeler, devletin nerelere ne kadar kaynak ayıracağını ve nerelerden ne kadar kaynak toplayacağını gösterirler. Ekonomideki ağırlıkları ölçüsünde ekonominin gidişatını belirlerler. Bir ülkedeki ekonomik faaliyet düzeyi bütçelerle şekillenir.

Güçlü bütçeler, güçlü ülkelerin işidir. Ülkemiz son yıllarda gerçekleştirdiği yüksek büyüme ve kalkınma ile birlikte bir imkânlar ve fırsatlar ülkesi olarak anılmaya başlandı. Bütçelerimiz ne kadar sağlam, öngörülebilir ve güvenilir ise küresel dünyanın etkin bir üyesi olan ülkemizin küresel ekonomi içindeki yeri de o derece güçlü ve sağlam olacaktır. Nitekim, cumhuriyetimizin kurucusu Atatürk, güçlü bir devletin ancak güçlü bir ekonomiyle mümkün olabileceğini her fırsatta dile getirmiştir.

Bizden önce iyi hazırlanmayan ve idare edilmeyen bütçeler yüzünden ülkemiz krizlere girdi ve bunun bedelini de yüksek faiz olarak ödedi, ödemeye de devam ediyor.

Yüksek bütçe açıkları ve kamu borç yükü milletimize sıkıntılar yaşattı ve çok çile çektirdi. Toplanan vergiler faizlere bile yetmediği dönemler oldu. Oysaki vergiler, millete sunulacak hizmetlerin yerine getirilebilmesi için en sağlam finansman kaynağıdır. Eğer vergiler sadece faiz ödemelerine giderse kamu hizmetleri borç almak suretiyle yapılabilir. İşte böyle bir durumda, bütçe milletin sırtında ağır bir yük olur.

Bizim iktidarımızdan önce bütçe milletin sırtında böyle ağır bir yüktü. Biz bütçeyi milletimizin sırtındaki yük olmaktan çıkarıp milletimize hizmet eder hâle getirdik.

Hükümetlerimiz döneminde hazırladığımız bütçelerle tekrar istikrar sağlandı, güven getirildi, ekonomi düzeldi.

Nitekim, 2002 yılında bütçe açığının gayrisafi millî hasılaya oranı yüzde 14,6 idi. Geçen yıl bu oran yüzde 0,8 olarak gerçekleşti. Bu yılı da hedeflenenin altında bir açıkla kapatacağımızı kuvvetle tahmin ediyoruz. Bu ne demektir? Bu, Maastricht Kriterlerine uyum konusunda fevkalade başarı gösterdiğimizi, bu kriterleri bütçe açıkları yönünden sağlamış bir ülke olduğumuzu ifade etmektedir. Bütçe açıkları bakımından Avrupa ülkelerinin birçoğundan çok daha iyi durumdayız. Almanya İtalya, ve Yunanistan gibi ülkelerden çok daha düşük bütçe açığına sahibiz. Bu, ülkemizin mali disiplin bakımından gelmiş olduğu seviyeyi açık bir şekilde ortaya koymaktadır.

Peki, bu bütçe yüce milletimize ne getiriyor? Huzurlarınıza getirdiğimiz bu bütçe, Türk milletinin tüm fertlerinin gelirini daha da arttırmayı hedefliyor. Yani, bu bütçe ile milletimizin cebine giren para daha fazla olacak demektir. Dolayısıyla bu bütçe, milletimizin refahını ve hayat standardını yükseltmiş olacaktır.

Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; sizlere şimdi kısaca dünyadaki ekonomik gelişmeler hakkında da bilgi vermek istiyorum. 2008 bütçesiyle ilgili daha geniş açıklamalara geçmeden  önce dünya ekonomisiyle ilgili bazı hususlar şöyledir:

Küresel ekonomideki büyüme süreci, 2007 yılında da devam etti. Özellikle  yükselen piyasa ekonomileri olumlu bir performans gösterdi. Küresel sermaye, mali istikrarın sağlandığı yükselen piyasa ekonomilerine yönelmeye devam etti. Piyasalardaki istikrar ve likidite bolluğu sürdü. Bu, ülkemiz için olumlu bir durumdur.

Ancak 2007 yılının ikinci yarısında ortaya çıkan ABD konut sektörüne ilişkin sıkıntılar küresel ekonomideki olumlu havayı bozdu. Dünya genelinde borsa endekslerinde ciddi kayıplar yaşandı. Bunun üzerine ABD Merkez Bankası FED, faiz indirimlerine gitti. Faiz indirimlerinin ardından finansal piyasalardaki dalgalanma azaldı, ancak piyasalardaki hareketlilik henüz bitmedi. Finans piyasasında ortaya çıkan sorunların etkileri henüz tam olarak ortaya çıkmadı. ABD ekonomisinin yavaşlayacağına ilişkin endişeler, doların değer kaybetmesine neden olmaktadır. Euronun dolar karşısında değer kazanmasının ise AB ekonomilerini olumsuz etkilemesi beklenmektedir.

Dünya ekonomisi bir belirsizlik dönemi içindedir. İleride ne olacağını tahmin etmek güçtür. Bu bakımdan, bizim gibi ülkelerin gelişmeleri yakından takip etmesi gerektiğini özellikle belirtmek istiyorum. Bu nedenle, ABD, Avrupa Birliği ve Japonya merkez bankalarının alacağı kararları izlemeye değer buluyorum. Bu kararlar, dünya ekonomisinin bundan sonra izleyeceği seyir açısından önemlidir.

Bunun yanında, emtia fiyatları artış eğilimini sürdürdü. Yükselen piyasalardaki güçlü büyüme eğilimi, petrol talebini de artırdı. Stok seviyelerinin gerilemesi ve üretimin azalması, petrol arzını düşürdü. Ham petrol fiyatları, arz ve talep dengesizliği karşısında dalgalı bir seyir izledi. Nitekim, 2007 yılının başında düşük seyreden petrol fiyatları, mart ayından itibaren yükselişe geçti. Yakın zamanda fiyatlar 100 dolar sınırına dayandı. Dolardaki değer kaybı ve petrol arzının artan talebe yetişmeyeceği konusundaki endişeler, petrol fiyatlarındaki artışlarda etkili oldu. Fiyatlardaki bu gelişmelerin, petrolün önemli bir enerji kaynağı olması sebebiyle, ülkemiz dâhil birçok ülkeyi olumsuz etkilemesi kaçınılmazdır.

Ekonomik büyümeye paralel olarak artan enerji ihtiyacımızı yükselen fiyatlarla karşılamak, ülkemizin ödediği enerji faturasını artırmaktadır. Petrol fiyatlarının artışı bizim elimizde değildir. Türkiye, petrol ithal eden bir ülkedir. Dolayısıyla, petrol fiyatlarının artması, Türk ekonomisini olumsuz yönde etkilemektedir. Bu bakımdan, petrol fiyatlarındaki artışı dikkatle izliyoruz.

Görüldüğü gibi, ülkemiz, dış piyasalardaki hareketlerden etkilenebilmektedir. Bu, bizim, iç dinamikleri yerine oturmuş ve küresel olaylardan etkilenen bir dünya ülkesi olduğumuzu göstermektedir. Piyasalardaki bu gibi dalgalanmalara karşı bizim gibi ülkelerin yapması gereken, yapısal reformlara, mali disipline ve özelleştirmelere devam etmektir, bunun formülü budur.

Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; şimdi de Türkiye ekonomisine ilişkin bazı gelişmelere değinmek istiyorum.

AK Parti Hükûmetleri, iktidara geldiğinden bu yana öncelikle ülkemizde istikrar ortamını sağlamak için çalıştı, başarılı da oldu. Ülkemizin yıllarca hasretini çektiği ekonomik ve siyasi istikrar sağlandı. Beş yıldır ülkemizde istikrar var, güven var. Ülkemiz ekonomisi hiçbir dönemle kıyaslanmayacak kadar sağlam, güçlü, dayanıklı ve dirençli bir zemin üzerinde yol almaktadır. Önümüzdeki yeni dönemde de, ülkemizin küresel ekonomide rekabet gücünü artıracak ve daha büyük küresel aktör haline gelmesini sağlayacak politikalar izlenmeye devam edilecektir.

2003 yılından itibaren uyguladığımız basiretli politikalar sayesinde ekonomimiz çarpıcı bir makroekonomik performans sergiledi. Türkiye, iddialı, kararlı, ayakları yere sağlam basan bir büyüme sürecine girdi.

1993-2002 yılları arasında ortalama yüzde 2,6 oranında büyüyen Türkiye ekonomisi, 2003-2006 döneminde ekonomide sağlanan güven ve istikrar ortamı sayesinde ortalama yüzde 7,3 oranında büyüdü. Böylece ülkemiz, dünyanın 17’nci büyük ekonomisi hâline geldi ve dünyanın en hızlı büyüyen ülkeleri arasına girme başarısını gösterdi.

Ekonomimiz 2007 yılının ilk altı aylık döneminde yüzde 5,2 oranında büyüdü. Böylece Türkiye ekonomisi, tarihinde ilk kez 22 çeyrektir kesintisiz büyüme başarısına imzasını attı. 2007 yılında da yüzde 5 civarında bir büyüme bekliyoruz.

2002 yılında 181 milyar dolar olan gayrisafi millî hasılamız, 2008 yılında -yani bu bütçe ne getiriyor derken onu özellikle belirtmek istiyorum- 520 milyar dolara ulaşacaktır. 181 ile 520’yi karşılaştırırsanız, nereden nereye geldiğimizi çok iyi takdir edersiniz sayın milletvekilleri. 2008 yılında da büyüme, verimlilik artışına ve ihracata dayalı bir anlayışla, özel sektör ağırlıklı olarak devam edecektir.

Makro ekonomik istikrarın ve büyüme performansının kalıcı hâle gelmesi, Hükümetimizin temel hedefidir. Önümüzdeki dönem, büyüme ve istikrar ile birlikte milletimizin refahının arttığı ve kalıcı hâle geldiği bir dönem olacaktır.

Burada bir noktanın altını çizmek istiyorum: Birçok ülkede yatırımlardan bahsedildiğinde toplam yatırımlar kastedilir. Bir ülkenin ekonomisi toplam yatırımlarıyla ölçülür. Ülkemiz için de durum aynıdır. Kamu yatırımları ya da özel yatırımlardan ayrı ayrı değil de toplam yatırımlardan ve bu yatırımların artışından bahsetmek gerekir. Toplam yatırımların artırılması da ancak yatırım ortamının iyileştirilmesi ile mümkün olabilir. İşte bu bütçe, yatırım ortamının iyileştirilmesine katkıda bulunduğu için toplam yatırımların artırılmasına da katkıda bulunan bir bütçedir.

Bu bütçe, yatırım seviyemizi daha da yukarılara taşıyacak bir bütçedir. Nitekim, 2002 yılında sabit sermaye yatırımları toplamı cari fiyatlarla 47 milyar YTL iken, 2008 yılında bu rakam 155 milyar YTL olacaktır. Özel sektör sabit sermaye yatırımları ise 2002 yılında sadece 30 milyar YTL iken, 2008 yılında, bu, 122 milyar YTL olacaktır. Bu rakamsal gelişmeler, yatırım ortamının ve ikliminin iyileştirilmesi bakımından önemli bir mesafe katettiğimizi göstermektir.

Söz konusu yatırım büyüklüğü, sürdürülebilir büyüme ve kalkınmanın da teminatıdır. Bu bütçe, yatırım iklimini daha da iyileştirecek ve ülkemizi geleceğe taşıyacak bir bütçedir.

Yüksek büyüme performansı, kişi başına millî gelir rakamlarında da kendini göstermektedir. 2002 yılında 2.598 dolar olan kişi başına millî gelirimiz, 2008 yılında 7 bin dolara ulaşmış olacaktır. Bu da, büyüme ve istikrarın milletimize yansıdığını, milletimizin satın alma gücünün ve refah seviyesinin arttığını göstermektedir.

Satın alma gücü paritesine göre kişi başına millî gelir seviyesindeki gelişmelere baktığımızda, milletimizin ulaştığı refah düzeyinin nereden nereye geldiğini çok daha iyi görmekteyiz. Ülkeler arası gelir seviyelerini gerçek anlamda karşılaştırma imkânı veren satın alma gücü paritesine göre kişi başına millî gelirimiz 2002 yılında 6.550 dolar iken, 2008 yılında 9.681 dolara ulaşmış olacaktır.

Bundan önceki dönemde ekonomide normalleşmeyi sağladık. Bundan sonraki süreçte ise, üretimde, klasik ürünlerden katma değeri yüksek ürünlere geçmemiz gerekiyor. Onun için de makro ekonomik göstergeleri iyileştirmeye devam ederek, ekonomiyi mikro ekonomik tedbirlerle destekleyeceğiz.

Böylece, geldiğimiz bu seviyeyi daha da ileriye taşımak için önümüzdeki dönemde de yatırımcıya, üreticiye, tüketiciye ve ilgili tüm kesimlere güven veren bu ortamın geliştirilmesi yönünde önemli adımlar atacağız.

Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; enflasyonla mücadelenin, sürdürülebilir büyüme ve sosyal refahı artırma bakımından ne kadar önemli olduğunun farkındayız. Bu nedenle, iktidara geldiğimiz günden bu yana, enflasyonu düşürerek istikrarlı bir büyüme sağlamak temel önceliğimiz oldu.

Bu bilinçle uygulamaya koyduğumuz para ve maliye politikaları ile sağladığımız mali disiplin sayesinde, yapılamaz denileni yaptık; son beş yılda yüksek büyüme ile eş zamanlı olarak enflasyonda tarihî düşüşler yaşadık. 1993-2002  döneminde ortalama yüzde 70’lerde olan enflasyon, bu yılın kasım ayında yüzde 8,4 olarak gerçekleşti.

Enflasyon olgusu ülkemizin gündeminden tamamen çıkana kadar mücadeleye devam edeceğiz. Ama enerji ve gıda fiyatlarının bütün dünyada arttığını düşünecek olursak, bu mücadelenin hiç de kolay olmadığını belirtmek istiyorum. Hedefimiz, yüksek büyüme ile düşük enflasyonun bir arada yaşandığı ve geleceğe yönelik olumlu beklentilerle şekillenen bir ekonomik yapıdır.

2001 krizi sonrasında istihdamda daralma ve artan işsizlik şeklinde ortaya çıkan olumsuz tablo, 2004 yılından itibaren düzelmeye başladı.

2007 yılı Ağustos dönemi itibarıyla toplam istihdam, geçen yılın aynı dönemine göre Türkiye genelinde 269 bin kişi arttı. Bu dönemde işsizlik oranı yüzde 9,2 seviyesinde gerçekleşti.

Hepimizin bildiği gibi, tarım sektöründen diğer sektörlere İstihdam kayması yaşanmaktadır. Tarım sektörünün toplam istihdam içindeki payı azaldı. İstihdamda tarım dışı sektörlerin payı ise arttı. Tarım dışı sektörlerde 2003 yılından 2007 yılı Ağustos dönemine kadar 3 milyon kişiden fazla istihdam artışı sağlandı.

Önümüzdeki dönemde en önemli önceliğimiz işsizliğe çare bulmak olacaktır. İşsizlik problemine eğilirken de ülkemizin kalkınmasından asla taviz vermeyeceğiz. İstihdam odaklı sürdürülebilir bir büyüme çerçevesinde; rekabetçi bir ekonomi ve bilgi toplumunun gerektirdiği doğrultuda nitelikli insan kaynaklarının yetiştirilmesini, istihdam imkânlarının geliştirilmesini, işsizliğin azaltılması ile iş gücü piyasasının etkinleştirilmesini sağlayacağız ve kalitesini artıracağız.

Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; Hükûmetlerimiz döneminde uygulanan ekonomi politikalarının olumlu sonuçlarını dış ticaret rakamlarında da görmekteyiz. 2007 Ocak-Ekim döneminde 223 milyar dolar olarak gerçekleşen dış ticaret hacmimizin, 2007 yılının sonunda 270 milyar doları aşmasını bekliyoruz.

2007 yılı Kasım ayı itibarıyla on iki aylık verilere göre ihracatımız 105,3 milyar dolara ulaşmıştır. İhracatın dağılımına baktığımızda, onlarca ülkeye bilgi ve teknolojiye dayalı binlerce ürünün satıldığını görüyoruz. Dolayısıyla bu ihracat büyüklüğü, Türkiye’nin bilgi eksenli üretim yapısına geçişini yansıtmaktadır. İhracatımızdaki artışın devam ettirilmesi için gerekli olan her türlü desteği sağlayarak, ihracatımızı 2013 yılında 200 milyar dolara, cumhuriyetimizin 100’üncü kuruluş yıl dönümünde de 500 milyar dolara ulaştırmayı hedefliyoruz.

Hükûmetlerimiz döneminde yaşanan hızlı ekonomik büyüme sürecinde ara malları ve sermaye malları ithalatı artmıştır. Ayrıca, 2002 yılında 23,4 dolar olan ham petrol varil fiyatı, mevcut durumda 90 dolar civarında seyretmektedir. Uluslararası petrol piyasasındaki bu fiyat artışı, yurt içinde hemen hemen bütün sektörlerde kullanılan bir girdi olan ham petrolün ithalat değerini yükseltmiştir. 2002 yılında 9,2 milyar dolar olan enerji ithalatının bu yıl sonunda 30 milyar doları geçmesi beklenmektedir. Bahsettiğim bu gelişmeler paralelinde, 2007 Ocak-Ekim döneminde 137 milyar dolarlık ithalat yapılmıştır.

2001 krizi sonrası dönemde artan özel sektör yatırımları, hızlı büyüme, dünya hammadde fiyatlarındaki yükseliş ve özel kesim tasarruf oranındaki düşüş, cari işlemler dengemizin açık vermesine yol açmıştır.

Cari açığın sürdürülebilirliği hususunda mevcut durumda bir riskin olmadığını belirtmek isterim. Son yıllarda ekonomimize olan güvenin artması, doğrudan yatırımlardaki hızlı artışla birlikte, sermaye girişlerinin ağırlıklı olarak uzun vadeli olmasını beraberinde getirdi. Bu da cari işlemler açığının finansman yapısında belirgin bir iyileşme ve kalite sağladı. Çünkü, cari açık, eskisi gibi sıcak para gibi kısa vadeli sermaye girişleriyle değil, doğrudan yabancı sermaye girişleri ve uzun vadeli kredilerle finanse edilmektedir. Finansman kalitesindeki bu artışta, sağlanan ekonomik ve siyasi istikrarın etkisi büyüktür. 2007 Ocak-Eylül döneminde 15,3 milyar dolarlık doğrudan sermaye girişi, cari açığın yüzde 59’unu finanse etti.

Büyük bir bölümü özel sektörce kullanılan uzun vadeli krediler ise, 2007 Ocak-Eylül döneminde 47,2 milyar dolar olarak gerçekleşti. Cari açıktaki yükselişin temel nedeni olan özel sektör yatırımlarındaki artışlar ağırlıklı olarak bu uzun vadeli sermaye girişleriyle finanse edildi.

Cari açığın kalıcı olarak düşürülmesi için yapısal reformlar ve mikroekonomik tedbirlerle Türkiye’nin rekabet gücünün artırılması sağlanacak ve katma değeri daha yüksek malların üretimine geçilecektir.

Şunu da özellikle tekrar belirtmek istiyorum: Bizim makroekonomik göstergeler içerisinde cari açığın yükselmesinden dolayı, bundan sonra bu kürsüye gelecek olan konuşmacıların üzerinde sıkça ve uzun duracağını tahmin ediyorum. Fakat şurası unutulmasın ki finanse edilebilir bir cari açık hiçbir zaman bir risk değildir, ama bu, finanse edilebilir bir cari açık diye de bunun tedbirini almayacağız manasında değildir; son okuduğum cümle. Mikroekonomik tedbirlere başvurmak ve Türkiye’nin rekabet gücünün daha artırılmasıyla ilgili tedbirlere başvurmak suretiyle, yapacağımız yapısal reformlarla buna da kalıcı çözüm getirmek için çalışmalarımız devam ediyor.

Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; doğrudan yabancı sermaye açısından ülkemiz altın yıllarını yaşamaktadır. Bunda, küresel doğrudan yabancı sermaye akımlarının yüksek olmasının yanı sıra, ülkemizin ekonomik ve siyasi istikrar bakımından gösterdiği başarıların etkisi de yadsınamayacak kadar büyüktür. Yatırım ortamının iyileştirilmesine yönelik politikalarımızla ülkemiz doğrudan yabancı sermaye için bir cazibe merkezi olma yolunda önemli bir aşama kaydetmiştir.

Şimdi, bize bu hususta diyorlar ki: Efendim, çok çok özelleştirme yapıyorsunuz, bundan dolayı yabancı sermaye geliyor.

Değerli arkadaşlar, burada bir hususu belirtmek istiyorum: Türkiye’de özelleştirme 1980’lerden beri gündemdedir. Yani, Türkiye’deki özelleştirme yirmi beş seneden beri bu ülkenin gündemindedir. Bizden önce de özelleştirme vardı. Madem özelleştirmeyle geliyordu bu, daha önce niye gelmiyordu? Daha önce, 2002 yılı ve öncesini düşünün, Türkiye’ye gelen yabancı sermaye ortalama 1 milyar dolara varmıyordu. Bu, Hükûmetlerimiz döneminde alınan tedbirlerle artmaya başladı; ekonomimizdeki düzelmeyle, ekonomimizdeki güçlenme ve istikrarla artmaya başladı. Nitekim 2005 yılında bu 10 milyar dolara çıktı, 2006 yılında 20 milyar dolara çıktı. O zaman dediler ki: “2007’de de devam edecek mi?” Evet, ekonominizi düzeltmeye devam ederseniz, yapısal reformlara devam ederseniz, mali disipline devam edersek, bu, artmaya devam edecektir, hiç kimsenin kuşkusu olmasın. O satıldı, bu satıldı meselesi değildir. Eğer, ülke düzgünse, ekonomisi sağlam, güçlüyse, istikrar varsa o ülkede yabancı sermaye artarak gelmeye devam edecektir. Bunun yolu ve formülü budur değerli arkadaşlar.

O bakımdan, 2007 yılında da yabancı sermayenin -küresel sermaye diyelim- küresel sermayenin Türkiye’ye gelmesi, yüksek oranda gerçekleşmesi yine beklenmektedir. Nitekim, ocak-eylül döneminde bu rakam 15,3 milyar dolardır.

Değerli Başkan, değerli milletvekilleri; kamu borç yükünü azaltmak ve borç dinamiklerimizi iyileştirmek maliye politikamızın temel hedeflerinden biri olmaya devam edecektir. Sağlanan makro ekonomik istikrar ve mali disiplin sayesinde kamu borçlarının çevrilebilirliği yönündeki endişeler artık ortadan kalktı. 2002 yılında yüzde 78 olan kamu net borç stokunun gayrisafi millî hasılaya oranının 2007 yılı sonunda yüzde 40’lar düzeyine gerilemesini bekliyoruz. Yani, geldiğinizde yüzde 78 olan rakam şimdi yüzde 40’ların da altına iniyor bu, kamu net borç stoku bakımından.

Ayrıca, Avrupa Birliği standartlarına göre hesaplanan borç stokunun gayrisafi millî hasılaya oranının da yüzde 60’ların altına inmesi suretiyle bu konuda da Maastricht Kriterlerini yakalamış olacağız 2007 yılında. Çünkü, Maastricht Kriteri, borç yapısının gayrisafi millî hasılaya oranının yüzde 60’ın altında olmasını istiyor. Bu sene Maastricht Kriterlerinin dört tane kriteri vardır: Bütçe açıklarının yüzde 3’ün altında olması lazım, borç yapısının yüzde 60’ın altında olması lazım, faiz ve enflasyonun da oradaki ülkelerin seviyesinde olması lazım. Daha biz görüşmeleri yaparken, ekonomi yönünden, Maastricht Kriterleri yönünden iki tanesini -bütçe açıklarını ve borç yapısını- şu anda yakalamış bulunuyoruz ve bu konuda da birçok Avrupa ülkelerinden de iyi durumdayız.

Bu da neyi gösteriyor? Borç yükündeki kırılganlığın artık bittiğini, kalktığını gösteriyor. Türkiye, o kırılganlıklarını, risklerini bir bir atmak suretiyle ülke riskini düşürüyor ve genel global ekonomi içerisindeki yerini daha da güçlendirmiş oluyor.

Yine, borç yapımızda ayrı bir şey… 2002 yılında döviz cinsinden ve dövize endeksli borçların payı yüzde 58. Şimdi, bu, yüzde 32’nin altına iniyor. Yani ne oluyor burada? Borç stoku, kur riskine karşı daha korunaklı bir yapıya kavuşuyor.

İktidara geldiğimiz günden beri faiz oranları sürekli düşmektedir. 2002 yılının Ekim ayında yüzde 64 olan iç borçlanma faiz oranları üç yıl içinde yüzde 20’lerin altına indi. 2006 Nisan ayında yüzde 14’e kadar düşen faiz oranları dış piyasalardaki dalgalanmaların etkisiyle bir ara yüzde 20’lerin üzerine çıktıysa da taviz vermeden uyguladığımız mali disiplin sayesinde 2007 yılıyla birlikte yeniden düşüş eğilimine girdi. Nitekim, bugünlerde yüzde 16’lar seviyesine gerilediğini de görüyoruz.

Değerli arkadaşlar, bu politikalara devam ettiğimiz müddetçe, ülke riskini düşürdüğümüz müddetçe, enflasyonu düşürdüğümüz müddetçe, nominal faizler daha da düşecektir. Bunun hiç başka yolu yoktur, düşmeye devam edecektir. Bunu da tek haneli rakamlara indirmeye gayret ediyoruz. Yani, bununla ilgili gerekli politikaları uygulamaya devam edeceğiz.

Yine, kamu kesimi borçlanma gereği, yıllar sonra ilk kez 2005 yılında Hükûmetlerimiz döneminde bu kamu kesimi borçlanma gereği negatife döndü. Yani, sürekli olarak ülkenin borca ihtiyacı var; sürekli, devamlı borç alacak, borç alacak, borç alacak. İlk defa bizim zamanımızda mevcut borçların eksiye dönmesi demek, nominal olarak da borçları düşürmeye başladık demektir.

Evet, nispi olarak nerelerden nerelere geldiğimizi biraz önce arz etmeye çalıştım ama nominal olarak da kamu kesimi borçlanma gereği eksi verdi demek, biz borçları nominal olarak da düşürmeye başladık demektir. Bu, 2005 yılında düşmeye başladı, 2006’da devam etti, daha yüksek seviyede kamu kesimi fazla verdi ve 2007 yılında da yine devam edecek, 2008 yılında da eksi 133 olarak gerçekleşmesini bekliyoruz bunun. Yani, ülkemizin kronik borç sarmalından kurtulmaya başladığının işaretidir bunlar.

Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; Hükûmetlerimiz döneminde, sosyal refahta artış sağlamak, ekonomideki rekabet ortamını iyileştirmek için özelleştirme konusuna da büyük önem veriyoruz. Bu özelleştirme konusu çok sık dile geliyor.

Değerli arkadaşlar, özelleştirme yapısal bir reformdur. Bu yapısal reformu tamamlamadan ülkeler gelişmişlik seviyelerini artıramazlar ve dünya ekonomileri içerisinde serbest piyasa ekonomilerini tam olarak sağlayamazlar. Neden öyle? Bakınız, şimdi “Demirperde gerisi” dediğimiz eski sosyalist ülkeler bile oralardan kurtulup özelleştirmelerini tamamladılar.

Özelleştirmeden maksat, devleti ekonomik faaliyetlerden kurtarmaktır. Ekonomik faaliyetler özel sektör eliyle yapılır. O zaman yapıldığında çok daha sağlam kaynaklarla, çok daha sağlam idari yapılarla, çok daha sağlam adımlarla ekonomi gelişmeye devam ediyor. O bakımdan, özelleştirmeyi yapmak kaçınılmaz bir vazifedir.

Özelleştirmeyle ilgili olarak, daha önce Bütçe Komisyonunda yapıldığı için söylüyorum, burada da tekrar “Efendim, özelleştirme yapılıyor, özelleştirmeleri dışarıdan gelip alanlar var. Özelleştirmeleri yabancı sermaye alıyor…” Değerli arkadaşlar, sadece özelleştirme değil, devletin bütün ekonomik faaliyetlerinde, Türkiye’nin, bakın, bir problemi var, o da şu: Türkiye’de sermaye birikimi az, yetersiz. Tasarrufların azlığından dolayı sermaye birikimi yetersiz. Dolayısıyla, kalkınmak için muhakkak yatırım yapılması lazım, yatırım yapılabilmesi için de sermaye birikiminin yüksek veyahut da noksan sermaye birikiminden dolayı dışarıdan bize sermayenin gelmesi lazım.

Bizden önceki zamanları da bir hatırlayın. Gazeteleri hatırlayın, çarşaf çarşaf gazeteler, “Bize niye yabancı sermaye gelmiyor? Küresel sermayeden niye payımızı alamıyoruz?” diye yakınmalar, yazılar, tahliller, her şey vardı. Şimdi bunlar gelmeye başladı. Neden? Ülkemiz düzeldi. Bunlar gelmeye başlayınca “E bu yabancı sermaye niye geliyor?” Bırakın kardeşim, yatırım için geliyor. “Efendim, şunu niye satıyorsunuz?” Biz bir yeri… Biz satıyoruz, onu satıyoruz. Bir yerde ülkeden bir şey gitmiyor, satılan fabrikalar gene burada, satılan bankalar da burada, satılan villalar da burada. Bakın bakalım yurt dışına giderken, çıkan gümrüktekilerin çantasında hiç fabrika var mı, bakın bakalım villa var mı! (AK Parti sıralarından alkışlar; CHP, MHP ve DTP sıralarından gülüşmeler) Onlar bize paralarını getiriyorlar değerli arkadaşlar.

Bugün ülkeler arasındaki en büyük rekabet, daha fazla küresel sermayeden pay alma rekabetidir. Ülkeler bunun için vergilerini düşürüyorlar, ülkeler bunun için teşvikler koyuyorlar, ülkeler bunun için tedbirler koyuyorlar, gelsin diyorlar. Ama siz ülkenizi iyi idare ettiğiniz müddetçe, kaidelerinizi iyi koyduğunuz müddetçe, kontrolünüzü iyi yaptığınız müddetçe, her şey bu Hükûmetin ve hatta bu devletin hükümranlığı altında. Onlar bize güvenerek geliyorlar. Bu kaideleri iyi koyup iyi tatbik edersek, bundan korkulacak bir şey yok. Böyle lüzumsuz korkularla hareket etmemiz mümkün değil. Bir dünyaya bakın ne oluyor, ondan sonra da burada ona göre konuşma yapalım. Evet, bunu da özellikle belirtmek istiyorum.

Ve özelleştirmede… On sekiz-yirmi yıl boyunca -devamlı bizden önce konuşuldu- yapılan özelleştirme 8 milyar dolar. Şimdi, biz, geldiğimiz günden bugüne kadar yalnız Özelleştirme İdaresi kanalıyla 25,5 milyar dolarlık özelleştirme yaptık, bitti. Ayrıca, TMSF kanalıyla, Ulaştırma Bakanlığı kanalıyla yaptığımız özelleştirmeleri dâhil edecek olursak, Hükûmetimizin bu dönemde bugüne kadar yaptığı özelleştirme 40 milyar dolardır değerli arkadaşlar.

Şimdi, tabii, özelleştirmede bu derece bizim yol almamız, bizim ekonomik görünümümüzü, uluslararası rekabetçi piyasada yerimizin sağlamlaştırılmasını da sağlıyor. Boşuna gelmiyor, adam buraya parasını getiriyor. Parasını kolay kolay kimse getirmez insana.

BAYRAM ALİ MERAL (İstanbul) – Doğuda, güneydoğuda hiç yatırım yapıyor mu?

ATİLLA KART (Konya) – Sayın Bakan, faizden söz edin.

MALİYE BAKANI KEMAL UNAKITAN (Devamla) – Siz, şimdi, benim anlattıklarımı anlamaya gayret ediniz. (AK Parti sıralarından alkışlar) Laf atmayı bırakın. Bakın, ben burada bir şey bahsediyorum, buna dikkat edin, bu konuşmalara dikkat edin.

ESFENDER KORKMAZ (İstanbul) – Doğru söylerseniz anlarız.

MALİYE BAKANI KEMAL UNAKITAN (Devamla) – Her zaman da yapmam, ona göre. (AK Parti sıralarından alkışlar)

Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; konuşmamın bu bölümünde çalışanlarımıza ve emeklilerimize Hükûmetlerimiz döneminde sağladığımız mali imkânlarla ilgili bilgiler vermek istiyorum:

2003 Ocak-2007 Kasım döneminde TÜFE’deki kümülatif değişme yüzde 65,3 olmuştur. Buna karşılık, söz konusu dönemde aynı bazlı:

En düşük memur maaşı 2002 Aralık ayında 392 YTL iken, 2007 Aralık ayında 843 YTL’ye çıktı. Artış yüzde 115,1.

Ortalama memur maaşı 2002 Aralık ayında 578 YTL iken, 2007 Aralık ayında 1.090 YTL’ye çıktı. Artış yüzde 88,7.

Net asgari ücret 2002 Aralık ayında 184 YTL iken, 2007 Aralık ayında 419 YTL’ye çıktı. Artış yüzde 127,5.

En düşük SSK emekli aylığı 2002 Aralık ayında 257 YTL iken, 2007 Aralık ayında 548 YTL’ye çıktı. Artış yüzde 113,1.

En düşük memur emekli aylığı 2002 Aralık ayında 377 YTL iken, 2007 Aralık ayında 716 YTL’ye çıktı. Artış yüzde 90,3.

ESFENDER KORKMAZ (İstanbul) – Reel olarak ne, reel?

MALİYE BAKANI KEMAL UNAKITAN (Devamla) – Bu oranlar ve maaş tutarları, çalışan, emekli ve dar gelirli vatandaşlarımızın mali durumlarının 2002 yılına göre iyileştiğini, gelirlerinde reel artışlar olduğunu açıkça ortaya koymaktadır.

ESFENDER KORKMAZ (İstanbul) – Yüzde kaç reel artış?

MALİYE BAKANI KEMAL UNAKITAN (Devamla) – Önümüzdeki dönemlerde de bütçe imkânları ölçüsünde dar gelirli vatandaşlarımızın durumunu daha da iyileştirmek temel önceliklerimiz arasında yer almaya devam edecektir.

Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; biliyorsunuz ki, burada Kesin Hesap Kanun Tasarısı da görüşülüyor. Görüşülecek olan 2006 yılı bütçesiyle de ilgili kısaca bilgili vermek istiyorum.

2006 yılında bütçe giderleri 178,1 milyar YTL, bütçe gelirleri 173,5 milyar YTL ve bütçe açığı 4,6 milyar YTL düzeyinde gerçekleşti.

ESFENDER KORKMAZ (İstanbul) – Yüzde kaç reel artış?

MALİYE BAKANI KEMAL UNAKITAN (Devamla) – Faiz ödemeleri bir önceki yıla göre yüzde 0,6 oranında artarak 46 milyar YTL oldu ve faiz dışı fazla 41,5 milyar YTL olarak gerçekleşti.

Bütçe açığının gayrisafi millî hasılaya oranı 2005 yılında yüzde 1,7 iken, 2006 yılında yüzde 0,8’e düştü, faiz dışı fazlanın gayrisafi millî hasılaya oranı ise 2006 yılında yüzde 7,2 olarak gerçekleşti.

Değerli arkadaşlar, burada bir husus var: Şimdi, biz bütçeleri konuşurken -bu sene biliyorsunuz 2008 yılı bütçesini konuşuyoruz- aynı yılda da bir sene önceki, yani bulunduğumuz değil de ondan öncekinin kesin hesap kanununu görüşürüz. Kesin hesapta bütçeler burada konuşulur, o bütçeler hakkında herkes uzun uzun konuşmalar yapar. Fakat, asıl konuşmaların yapılacağı yer de… Ya, tamam bu bütçe oldu da, nasıl neticelendi bu bütçe? Bu bütçe, acaba, söylediğiniz gibi hedeflere uygun mu oldu, yoksa hedefleri aşan bir bütçe mi oldu? Bütçe açıkları hedeflenenden daha az mı oldu, daha çok mu oldu?

Şimdi, bizim dönemimizden önce, AK Parti Hükûmetlerinin döneminden önce bir alışkanlık vardı. Şimdi, bunlar hiç konuşulmuyor, hemen kaldır elleri, kondur, bitti. Değil, bunlar konuşulacak.

MUSTAFA ÖZYÜREK (İstanbul) – Siz de konuşmuyorsunuz, Hükûmet de konuşmuyor.

MALİYE BAKANI KEMAL UNAKITAN (Devamla) – Bakın şimdi, bizim Hükûmetlerimizden önce ne denilmişse, bütçe açıkları şu olacak, ondan çok daha fazla olmuştur; giderler ne denilmişse ondan çok daha fazla olmuştur, gelirler ne denilmişse ondan daha az olmuştur. İlk defa bizim AK Parti Hükûmetlerinin zamanında, ne demişsek; açık şu, ondan daha az açık gelmiştir; gelirlerimiz ondan daha fazla, giderlerimiz ondan daha az olmuştur. Yani, söylediğimizden çok daha iyi bir performans sergilemiştir Hükûmetlerimiz.

KEMAL KILIÇDAROĞLU (İstanbul) – Cari açıkta da aynı şey var mı Sayın Bakan?

MALİYE BAKANI KEMAL UNAKITAN (Devamla) – Bu, AK Parti Hükûmetlerinin verdiği sözlere ne kadar dikkat ettiğini gösteren, uygulamada ne kadar başarılı olduğunu gösterendir. Yoksa, yazarsın yazarsın ama uygulamazsın. Ne kıymeti var onun?

KEMAL KILIÇDAROĞLU (İstanbul) – Cari açıkta rakam neydi Sayın Bakan?

K. KEMAL ANADOL (İzmir) – Cari açık… Cari açık! Buna uyuyor mu?

MALİYE BAKANI KEMAL UNAKITAN (Devamla) – İşte, AK Parti Hükûmetleriyle bu ciddiyet geldi. Bunu özellikle belirtmek istiyorum. Kesinhesap kanununda ayrıca görüşün, ayrıca konuşun.

K. KEMAL ANADOL (İzmir) – Cari açık da tuttu mu? Cari açıkta da tuttu mu?

MALİYE BAKANI KEMAL UNAKITAN (Devamla) – Cari açığı biraz önce çok anlattım Sayın Anadol. İsterseniz sizin için özel bir daha anlatırım.

K. KEMAL ANADOL (İzmir) – Olur da, bu tarife sığmıyor.

KEMAL KILIÇDAROĞLU (İstanbul) – Bir de hazine işlemlerinin raporunu açıklayın?

BAŞKAN – Lütfen arkadaşlar… Lütfen…

KEMAL KILIÇDAROĞLU (İstanbul) – Sayıştayın hazine raporunu da açıklar mısınız?

BAŞKAN – Sayın Kılıçdaroğlu…

MALİYE BAKANI KEMAL UNAKITAN (Devamla) – Değerli Başkan, değerli milletvekilleri; şimdi, sizlere 2007 yılı merkezî yönetim bütçesinin Ocak-Ekim dönemini kapsayan on aylık uygulama sonuçlarını da kısaca hatırlatmak istiyorum.

Bu dönemde 168,2 milyar YTL harcama yapılmış, 155,9 milyar YTL gelir elde edilmiştir. Faiz dışı harcamalar 123,5 milyar YTL, vergi gelirleri 123,8 milyar YTL düzeyinde gerçekleşmiştir.

Ocak-Ekim 2007 döneminde merkezî yönetim bütçe açığı 12,3 milyar YTL olmuştur. Söz konusu dönemde oluşan bütçe açığı yıllık bütçe açığı hedefi olan 16,8 milyar YTL’nin yüzde 72,9’una tekabül etmektedir. Bu oran, yıl sonu bütçe açığı gerçekleşmesinin bütçe hedefinin altında kalacağını göstermektedir.

Diğer taraftan, Ocak-Ekim dönemi faiz dışı fazla tutarı da 32,4 milyar YTL olarak gerçekleşmiştir.

2007 yılı merkezî yönetim bütçe gerçekleşme tahmini: Konuşmamın bu bölümünde de kısaca 2007 bütçesi yıl sonu gerçekleşme tahminimizi açıklamak istiyorum.

2007 yıl sonu itibarıyla merkezî yönetim bütçe giderlerinin 202,9, bütçe gelirlerinin 188, bütçe açığının 14,9, faiz dışı fazla tutarının 34,1 milyar YTL olarak gerçekleşeceği tahmin edilmektedir.

Bununla birlikte, yıl sonu bütçe açığı gerçekleşmesinin tahminimizin de altında olacağını ümit ediyorum.

Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; 2008 bütçesiyle ilgili açıklamalara geçmeden önce, 2008 bütçesi için temel alınan makroekonomik büyüklükler ile maliye politikası hedeflerini açıklamak istiyorum:

2008 yılı için gayrisafi millî hasıla büyüklüğü 716,6, büyüme oranı 5,5, yıl sonu TÜFE 4, ihracat 117 milyar dolar, ithalat 182 milyar dolar, kişi başına millî gelir 7.000 dolar, satın alma gücü paritesine göre kişi başına millî gelir 9.681 dolar olarak hedeflenmiştir.

ESFENDER KORKMAZ (İstanbul) – Sayın Bakan, bütçede “dolar” niye konuşuyorsunuz, YTL yok mu?

BAŞKAN – Lütfen, arkadaşlar…

MALİYE BAKANI KEMAL UNAKITAN (Devamla) – Uluslararası mukayeseleri daha  iyi yapmak için.

2008 yılına ilişkin maliye politikası hedeflerimizi ise şu şekilde sıralamak istiyorum:

Tesis edilen mali disiplini devam ettireceğiz.

Enflasyonla mücadele politikasını aynı şekilde desteklemeye devam edeceğiz.

Kamu borç stokundaki düşüş eğilimini devam ettirecek bir faiz dışı fazla gerçekleştireceğiz.

Faiz giderlerinin bütçe üzerindeki baskını hafifleteceğiz.

Bütçe harcamalarını sağlam gelir kaynaklarıyla karşılamak, kamu harcamalarının kalitesini artırmak, makroekonomik istikrarla birlikte sürdürülebilir kalkınmayı sağlamak, hesap verilebilirliği, mali saydamlığı güçlendirmek, verimliliği ve üretimi teşvik edici bir tarımsal destekleme politikası oluşturmak, kırsal kesimin altyapısını güçlendirmek, sosyal politika ve programlarla gelir düzeyi düşük kesimleri desteklemektir.

Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; son yıllarda mali yönetim ve kontrol sisteminde gerçekleştirilen reformlar sonucunda bütçe sistemimiz makroekonomik istikrarla birlikte sürdürülebilir kalkınmayı esas alan, kaynakların etkili, ekonomik ve verimli bir şekilde kullanılmasını sağlayan bir yapıya kavuşmuştur.

2008 bütçe ödenekleri de uygulanan ekonomik programın ilke ve hedeflerine uygun olarak kamu kesimi açıkları ile enflasyonun düşürülmesi ve reel ekonomideki canlandırmanın sürdürülmesine katkıda bulunulması hedeflerinin gerçekleştirilmesini sağlayacak şekilde belirlenmiş ve kamu idarelerinin hizmet öncelikleri dikkate alınarak gerekli kaynak tahsisleri yapılmıştır.

Değerli arkadaşlar, yazılı olarak da sizlerde bulunduğu için, zamandan dolayı anlayışınıza sığınarak bazı atlamalarda bulunacağım; onun için müsaade istiyorum.

Değerli arkadaşlar, 2008 merkezî yönetim bütçesinde bütçe giderleri 222,6 milyar YTL, net bütçe gelirleri 204,6 milyar YTL, bütçe açığı 18 milyar YTL, faiz dışı fazla 38 milyar YTL olarak öngörülmüştür.

222,6 milyar YTL olarak belirlenen 2008 bütçe giderlerinin ekonomik sınıflandırmaya göre dağılımı ise şöyledir: Personel giderleri 48,7 milyar, sosyal güvenlik kurumlarına devlet primi giderleri 6,4, mal ve hizmet alım giderleri 22,9, faiz giderleri 56, cari transferler 69,2, sermaye giderleri 11,8, sermaye transferleri 2,1 milyar, borç verme 3,9, yedek ödenekler 1,6 milyar YTL’dir.

2008 gelir bütçesi. Bütçe gelirleri (iadeler dâhil) 221,2 milyar YTL, vergi iadeleri 16,6 milyar YTL, bütçe gelirleri 204,6 milyar YTL, vergi gelirleri 171,2 milyar YTL, vergi dışı gelirler 33,4 milyar YTL olarak tahmin edilmektedir.

Bu vergi türlerine ilişkin gelir tahminlerimiz de şu şekildedir: Gelir vergisi 38,1, kurumlar vergisi 14,5, dâhilde alınan KDV 17,7, ithalde alınan KDV 30,5, özel tüketim vergisi 44,7 milyar YTL, motorlu taşıtlar 3,9, BSMV 4, harçlar 5,4, damga vergisi 4,2 milyar YTL’dir.

Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; Hükûmetlerimiz döneminde, vergi sistemindeki yapısal sorunların giderilmesi, sürdürülebilir bir büyüme ve istihdam artışı için yatırım ortamının iyileştirilmesini sağlayacak düzenlemeler hayata geçirilmiştir. Bu bağlamda;

Enflasyon muhasebesine geçilmiştir.

Gelişmişlik düzeyi düşük olan illerimizde faaliyette bulunan mükelleflerimize gelir vergisi stopajı teşviki, sigorta primi işveren paylarındaki teşvik, yatırım yeri tahsisi ve enerji desteği sağlanmıştır.

Katma değer vergisiyle ilgili olarak tekstil, sağlık, eğitim ve gıda sektöründe oran indirimine gidilerek yüzde 18’den yüzde 8’e çekilmiştir.

Bütün bunlar ihracatı teşvik etmek, rekabet ve alım gücünü artırmak ve kayıtlı ekonomiye geçiş sürecini hızlandırmak amacıyla getirilen önemli indirim ve istisnalardır.

2008 yılı başından itibaren uygulanmak üzere, turizm sektöründe KDV oranını yüzde 18’den 8’e indirdik. Böylece, turizm sektörünün uluslararası rekabet gücü daha da artmış olacaktır.

Teknoloji geliştirme bölgelerinde yapılan yatırımlardan elde edilen gelirler vergiden istisna edilerek, araştırma geliştirme faaliyetlerinin yaygınlaştırılması, yeni teknolojilerin geliştirilmesi ve inovasyon ile ilgili projelere önem verilmesi bakımından önemli ölçüde teşvik edilmiştir.

Damga vergisi ve harçların uygulama alanları büyük ölçüde daraltılarak, damga pulu yapıştırma işlemi, damga vergisi tahsilatı tamamen kaldırılmıştır.

Yurt dışında yatırım yapan mükelleflerimizin bu yatırımlardan elde ettikleri kazançların Türkiye’ye intikali önündeki tüm vergisel engeller tamamen ortadan kaldırılmıştır.

Amme Alacaklarının Tahsil Usulü Hakkında Kanun’da yer alan ve her ay için yüzde 4 olarak uygulanan gecikme zammı oranı yüzde 2,5’a indirilmiştir. Buna paralel olarak, Kanun’da yer alan, yıllık yüzde 30 olarak uygulanmakta olan tecil faizi yüzde 24 olarak belirlenmiştir.

Vergi Usul Kanunu’nda yapılan değişiklikle, 2006 tarihinden sonra ortaya çıkan, vergi cezası kesilmesini gerektiren fiiller için ceza hukukunun genel prensiplerine paralel düzenleme yapılarak mevzuat ve uygulama basitleştirilmiştir. Ayrıca, Hükûmetimiz zamanında kurumlar vergisi yeniden düzenlenmiştir ve tamamen eskisi kaldırılmış, yepyeni, basit, çağdaş ülkeler düzeyinde bir kanun kabul etmiş bulunuyoruz. Yeni kurumlar vergisini geçirdik biliyorsunuz, uygulamaya başladık. Aynı şekilde Gelir Vergisi Kanunu’nu da yeniden yazmaya başladık. 2008 yılında yüksek huzurlarınıza getireceğiz ve Gelir Vergisi Kanunu’muzu da basit, anlaşılabilir ve daha çağdaş bir kanun hâline getireceğiz. Onu da, Vergi Usul Kanunu ve diğer kanunlar takip edecektir.

Yine, biliyorsunuz, ücretlerde asgari ücret indirimini getirdik. Bu uygulama ile de Türkiye, istihdam üzerindeki vergi yükleri sıralamasında OECD ülkeleri arasında yedi basamak daha iyi bir konuma geçmiş oldu değerli arkadaşlar.

Ve yine, mükelleflerimizin vergi ödemedeki kolaylıklarını artırmak, vergiye gönüllü uyumunu artırmak için teknolojik imkânlardan oldukça faydalanıyoruz. Şimdi, aldığımız beyannamelerin yüzde 92’si artık İnternet ortamından alınıyor. Yani, eskisi gibi, kimse, vergi daireleri önünde beyannamelerini vermek için uzun uzun kuyruklar oluşturma artık kalktı, tarihe kavuştu bunlar. Hatta, geçenlerde bir gazetede okuyorum: “Beyannamemi vermeye gittim, vergi dairesi bomboş, yanlış mı geldim?” diyor, sonradan da bunu anlatıyor. Yani, kimse artık beyanname vermek için uzun uzun vergi dairesine… Oturduğu yerden beyannameler veriliyor. Oturduğu yerden vergi borçları ödeniyor artık. Yani, paraları ele alıp da vergi dairelerinin kapısına kimse gitmiyor, düğmeye basınca vergisi de otomatikman ödeniyor. Bankalar vasıtasıyla, İnternet yoluyla vergiler de ödenmeye başlandı.

Tabii, bu teknolojik ilerleme bizim vergi incelemelerinde de kullanılmaya başlayınca, o zaman birçok vergi kaçağı çok daha kolay ortaya çıkıyor. Sadece 2007 yılında, yani bugüne kadar -bitmedi daha 2007 çünkü- 111.548 vergi incelemesi yapılmış. Bu vergi incelemeleri eskiden yapılırdı, raporlar yazılırdı “Haydi mükellefler mahkemelere!” yıllarca mahkemeler sürerdi. Şimdi, artık, uzlaşma müessesesine daha fazla geliniyor ve bu uzlaşma sayesinde, yalnız 2007 yılında yapılan incelemeler neticesinde, vergi aslı ve gecikme faizi birlikte 1 milyar 722 milyon YTL nakit para tahsil edilip hazinenin kasasına girdi.

KEMAL KILIÇDAROĞLU (İstanbul) – Silinen parayı da öğrenebilir miyiz Sayın Bakanım?

MALİYE BAKANI KEMAL UNAKITAN (Devamla) – Tabii, tabii…

KEMAL KILIÇDAROĞLU (İstanbul) – Ne kadar efendim?

MALİYE BAKANI KEMAL UNAKITAN (Devamla) – Yaz bir şey… Yazılı bir şey ver, bildirelim.

KEMAL KILIÇDAROĞLU (İstanbul) – Sorduk da “Gizlidir.” diye verilmedi.

MALİYE BAKANI KEMAL UNAKITAN (Devamla) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; Hükûmetlerimiz döneminde hantal, merkeziyetçi ve formalitelere boğulan bir yönetim anlayışı yerine, hizmet kalitesini, hızını ve kapsamını ön planda tutan bir anlayışı benimsedik ve bunu da safha safha uyguluyoruz.

Makroekonomik politikalara ilave olarak istihdam, KOBİ’ler, çalışma hayatı, sosyal güvenlik, sağlık, eğitim, tarım, konut ve enerji gibi alanlarda izlenen politikalar, sosyal etkileri bakımından önemli sonuçlar doğurmuştur, daha da doğuracaktır.

Bugüne kadar huzurlarınıza getirdiğimiz tüm bütçeler, milletimizin refahını nazarı itibara dikkate almıştır. 2008 bütçesi de istikrarı, büyümeyi ve refahın artırılmasını dikkate alan bir bütçedir, sosyal devlet anlayışını benimseyen bir bütçedir. 2008 bütçesi, ülke ihtiyaçlarına ve gerçeklerine uygun olarak hazırlanmış ve huzurunuza getirilmiştir. Bu bütçe, şeffaf, samimi ve gerçekçidir.

Cumhuriyetimizin kurucusu Atatürk diyor ki: “Tam bağımsızlık ancak mali bağımsızlık ile mümkündür. Bir devletin maliyesi bağımsızlıktan yoksun olunca o devletin bütün hayat ışıklarında bağımsızlık felç olur.” 1 Mart 1922.

Bunu da soruyordunuz “Ne zaman söyledi?” diyordunuz, bu da size bir cevaptır. [CHP sıralarından alkışlar(!)]

RASİM ÇAKIR (Edirne) – Bravo!

MALİYE BAKANI KEMAL UNAKITAN (Devamla) – Tamam, teşekkür ederim. Bizi alkışlamaya devam edeceksiniz, devam edin. (AK Parti sıralarından alkışlar)

K. KEMAL ANADOL (İzmir) – Atatürk’ü alkışladık sizi değil.

MALİYE BAKANI KEMAL UNAKITAN (Devamla) – Evet, teşekkür ediyorum.

Şimdi, büyük Atatürk’ün gösterdiği yolda emin adımlarla ilerliyoruz. Bu hedefe, kararlı ve disiplinli adımlarla ulaşacağız. Önümüze koyduğumuz hedeflerden hiç taviz vermedik ve vermeyeceğiz.

Kalkınmada en önemli faktör, istikrar, birlik ve beraberliktir. Dünyanın 17’nci büyük ekonomisi olan ülkemiz, istikrarın devam etmesi hâlinde, yakın zamanda, dünya ekonomileri içinde çok daha yüksek seviyelere çıkacaktır.

Bu yolda bizi her zaman destekleyen Sayın Başbakanımız başta olmak üzere Hükûmetimiz üyelerine, kamu idarelerine ve bütün vatandaşlarımıza şükranlarımı sunuyorum.

Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; 2008 bütçesi, ülkemiz ve milletimize hayırlı olsun. Yapacağınız yoğun ve yorucu çalışmalar için, Hükûmetim ve şahsım adına sizlere şimdiden teşekkür ediyorum.

Bu duygu ve düşüncelerle, hepinizi saygı ve sevgiyle selamlıyorum. (AK Parti sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – Teşekkür ederim Sayın Bakan.

Değerli milletvekilleri, bütçe görüşmeleri, 27/11/2007 tarihli 25’inci Birleşimde alınan karara uygun olarak bastırılıp dağıtılan programa göre yapılacaktır.

Başlangıçta, bütçenin tümü üzerindeki görüşmelerde, siyasi parti grupları ve Hükûmet adına yapılacak konuşmalarda süre, Hükûmetin sunuş konuşması hariç, birer saat (bu süre, birden fazla konuşmacı tarafından kullanılabilir), kişisel konuşmalarda onar dakikadır.

Kişisel konuşmalarda, bütçenin tümü üzerinde, lehte ve aleyhte olmak üzere, birer üyeye söz verilecektir.

Bildiğiniz gibi, yine, alınan karar gereğince bu müzakereler sonunda soru sorma işlemi yoktur.

Değerli milletvekilleri, şimdi, bütçenin tümü üzerinde, grupları ve şahısları adına söz alan sayın milletvekillerinin isimlerini sırasıyla okuyorum:

Adalet ve Kalkınma Partisi Grubu adına, Sakarya Milletvekili Sayın Şaban Dişli ve Sivas Milletvekili Sayın Mehmet Mustafa Açıkalın; Demokratik Toplum Partisi Grubu adına, Van Milletvekili Sayın Fatma Kurtulan ve Şırnak Milletvekili Sayın Hasip Kaplan; Cumhuriyet Halk Partisi Grubu adına, Genel Başkan ve Antalya Milletvekili Sayın Deniz Baykal; Milliyetçi Hareket Partisi Grubu adına, Genel Başkan ve Osmaniye Milletvekili Sayın Devlet Bahçeli.

Şahısları adına, lehinde, İstanbul Milletvekili Sayın Hasan Macit, Antalya Milletvekili Sayın Tayfur Süner, Ağrı Milletvekili Sayın Abdulkerim Aydemir, Çorum Milletvekili Sayın Agâh Kafkas; aleyhinde, Eskişehir Milletvekili Sayın Beytullah Asil, Sivas Milletvekili Sayın Muhsin Yazıcıoğlu.

Şimdi, söz sırası, Adalet ve Kalkınma Partisi Grubu adına, Sakarya Milletvekili Sayın Şaban Dişli’de.

Buyurun Sayın Dişli. (AK Parti sıralarından alkışlar)

Sayın Dişli, otuzar dakika olarak mı kullanacaksınız süreleri?

ŞABAN DİŞLİ (Sakarya) – Evet Sayın Başkan, otuzar dakika olarak kullanacağız.

BAŞKAN – Buyurunuz.

AK PARTİ GRUBU ADINA ŞABAN DİŞLİ (Sakarya) – Sayın Başkan, teşekkür ediyorum.

Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; 2008 Yılı Merkezi Yönetim Bütçe Kanunu Tasarısı hakkında AK Parti Grubu adına söz almış bulunmaktayım. Hepinizi saygıyla selamlıyor, 2008 yılı bütçesinin ülkemize ve Türk milletine hayırlı olmasını diliyorum.

2008 mali bütçesinin hazırlanmasında emeği geçen, başta Maliye Bakanımıza, bakanlarımıza ve bürokratlarına, Plan ve Bütçe Komisyonu Başkan ve üyelerine ve personeline teşekkürlerimi sunuyorum.

Değerli milletvekilleri, görüşeceğimiz 2008 yılı bütçesi AK Parti Hükûmetlerinin altıncı bütçesi olacaktır, 2003 yılı geçici bütçe hariç. Hepimiz biliyor ve inanıyoruz ki, bundan önceki bütçelerde olduğu gibi 60’ıncı Hükûmetimizin bu bütçesi de çok başarılı olacak ve hedeflerini tutturacaktır.

2002 yılından bu yana Türkiye’nin içinden geçtiği gerek iç gerek dış etkenlerden kaynaklanan bazı olumsuzluklara rağmen, Türkiye, yirmi iki çeyrek kesintisiz kalkınmasını ve büyümesini sürdürerek dünyada örnek gösterilen bir performans sergilemiştir. Şimdi, ekonomisiyle, sosyal kalkınmasıyla, dış politikadaki dinamizmiyle ve 22 Temmuz 2007 seçimlerinde perçinleşen siyasi istikrarıyla, içeride ve dışarıda itibarı ve saygınlığı her geçen gün artmış ve artmaya devam eden bir ülke konumuna gelmiştir. Artık, hepimiz, önümüzü görür, geleceğe güvenle bakar hâle geldik.

AK Parti Hükûmetlerimiz toplumun her kesimiyle iletişim içindedir. AK Parti Hükûmetlerimiz açık, planlı ve programlı çalışmayı kendine hedef seçmiş, yönetimiyle siyasi istikrar ve güven, yani siyasi kredibilite tesis etmiş, ekonomik istikrarın devamlılığını sağlamıştır. Ekonomik istikrar da kendini, biraz sonra değineceğim ekonominin temel göstergelerine tüm bu geçmiş iktidarımız döneminde yansıtmıştır, yansıtmaya da, Sayın Bakanımızın az önce söylediği gibi, devam edecektir. Yani enflasyona yansıtmıştır, faizlere yansıtmıştır, kurlara yansıtmıştır, büyüme ve istihdama yansıtmıştır, ekonominin temel göstergelerine ve toplumumuzun her kesiminin hayat kalitesini yükseltmesine yansıtmıştır. Küresel ekonomi içinde Türkiye’nin yerini yukarılara, saygın seviyelere taşımış ve taşımaya devam edecektir.

Bazı göstergelerde, özellikle dış dinamiklerden kaynaklanan geçici değişimler olmuştur. O durumda dahi, dalga boyuna baktığımızda, gene ekonomimizin kırılganlıklara ne kadar dirençli hâle geldiğini görmek mümkündür. Bu sıkıntıların herhangi birisi iktidarımızdan önce olduğunda, Türkiye’nin karşılaştığı krizleri ve sorunları hepimiz biliyoruz. Bunları, maalesef, geçmiş dönemlerde hep birlikte yaşadık.

Değerli milletvekilleri, şunu söylemek istiyorum: Biz yönetmeyi bilen bir hükûmetiz. Hiçbir sorunu hasıraltı etmeden, sorunların birer birer üstüne gidiyor ve krizleri ülkemiz lehine fırsatlara çeviriyoruz.

Bizim dönemimizi bir başka açıdan değerlendirecek olursak, en önemli faktörlerden birisi, mali disiplin ve mali politikalarımızdaki başarı -ki Sayın Bakanımız bu noktayı çok detaylı anlattı- ve özel sektöre sağlanan imkânlarla, yani yatırım ortamının iyileştirilmesi, devletin özel sektörün üretebileceği, yapabileceği ekonomik faaliyetlerden çekilmesi gibi, özel sektör yatırımları büyümenin motoru olmuştur.

Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; şimdi, dünyaya bir bakalım. Küresel ekonomideki globalleşme süreci ve Türkiye ve benzeri yükselen piyasaların performansı dünyada büyümenin 2006 ve 2007 yılında da devam etmesini sağladı. 2005 yılında tüm dünya yüzde 4,8 hızla büyürken, 2006 yılında dünya büyümesi yüzde 5,4 olarak gerçekleşti. 2007 yılında yüzde 5 civarında, 2008 yılında da yüzde 4,5 civarında büyüme beklenmektedir.

Dünya ekonomisinin esas büyümesi, Türkiye ve diğer yükselen piyasaların ekonomik büyümeleriyle sağlandı. Türkiye’nin bütün dünyada saygı gören ve 2007-2008 sürecinde de devam edecek büyüme performansını ileriki bölümlerde anlatacağım.

2008 yılı içinde Amerika ekonomisinin bir ölçüde yavaşlayacak olması beklenmektedir. Avrupa Birliği ve ülkemizde büyüme sorunu beklemiyoruz.

Dünya çapındaki büyüme, bazı alanlarda talep artışına dayalı fiyat artışları yarattı. Bu talep baskısı özellikle enerji fiyatlarında ve emtia fiyatlarında büyük artışlar gündeme getirdi. Artık bir dünya öncüsü olan Türkiye de bu olası gelişmelerden bir ölçüde etkileniyor. Ancak, Türkiye’nin enflasyonu düşürme ve mali disiplin sağlama başarısı ve bunların sonucu olarak 2006 ve 2007 yıllarındaki küresel dalgalanmalardan ülkemizin minimal ölçüde etkilenmiş olması Türkiye ekonomisinin kırılganlığının büyük ölçüde azalmış olmasının ve ekonomik direncinin yükseldiğinin önemli bir kanıtıdır.

Bildiğiniz gibi, geçtiğimiz günlerde petrol fiyatları varil başı 100 dolar değerini zorladı. Sonra biraz geriledi ve bu hafta sonu itibarıyla de yeniden 90 dolarlara doğru düştü. Bu gelişmenin cari dengeye önemli etkisinin bilincindeyiz. 2002 yılında, bildiğiniz gibi, ham petrolün varil fiyatı sadece 23,4 dolardı ortalama.

Talep ile artan emtia fiyatları da tüm dünya açısından enflasyonist bir risk yaratmaktadır. Bu riskler, ülkemizde üretimde sağlanan faktör verimliliği nedeniyle minimize edilmiştir. Son bir yılda dünya çapında toptan gıda fiyatları endeksi yüzde 30,8 civarında, gıda dışı sanayi ürünleri fiyatları da yüzde 30,5 artış sergilemiştir.

Dünya, son iki yılda bir finansal kriz riski altında yaşadı. Amerika Birleşik Devletleri'nde subprime denilen düşük gelirlilere verilen konut kredilerinin artan faiz oranlarından etkilenmesi ile başlayan sorunlar, bu tür riskli kredileri paketleyen varlığa dayalı menkul kıymet kuruluşları ve bankaları, bu tür varlıkları satın alan hedge fonu denilen kurumları ve bu  hedge fonlarını kredilendiren bankaları büyük zararlara uğratmış ve kredi veren bankalar, bu dalgayla Amerika Birleşik Devletleri ve AB içinde zararlara uğramışlardır.

Birçok merkez bankaları hem piyasaya para sürme hem faiz düşürme hem de sorunlu mali kuruluşlara kredi verme mecburiyetinde kalmıştır. Yani, daralan kredi akışkanlığını açmak için merkez bankaları piyasalara likidite sağlamışlar. Her ne kadar ortadaki sorunlu mali kuruluş zararları 800 milyar dolar civarında olarak tahmin edilse de bu rakam söz konusu ekonomilerin ve finans piyasalarının hazmedebileceği bir rakamdır.

Bugün itibarıyla gelişmiş ülkelerin merkez bankalarının kredi piyasasında verdikleri destek ve güvencelerle sorunu kontrol altında tuttukları görülüyor yani kriz henüz Amerika Birleşik Devletleri ve Avrupa Birliğinde reel sektöre yansımamış. Bu gelişmeler, ülkemizin attığı finansal sektördeki reform adımları nedeniyle ekonomimizi artık çok az etkileyebilmektedir, hatta ülkemiz için bazı olumlu fırsatlar da yaratabilecektir.

Finansal dalgalanmalar çok kısa zamanda bütün dünyaya yayılsa da reel dalgalanmaların, reel sektör krizlerinin bir ülkeden diğer ülkesine geçmesi zaten uzun zaman alır. Bu nedenle de henüz bizim gibi gelişen ülkeler ve yükselen piyasalar grubu ülkelerde Amerika Birleşik Devletlerindeki sorunların  büyük etkisi görülmemektedir.

İthal enerji ve enerjide bağımlılık sorunu, dünya piyasalarında arz-talep dengelerine ve fiyatlara büyük ölçüde endekslidir. Ayrıca, bulunduğumuz bölgede İran -Amerika Birleşik Devletleri ve İran- yine Amerika Birleşik Devletleri arasındaki gerginlikler de daha da artan gerilime ve çekişmelere yol açtığı takdirde ülkemizin etkisini etkileyebilir. Ancak bu tür gelişmelere karşı en önemli sigorta poliçesi, Türkiye’nin kendi ayağının üzerine daha da sağlam basmasıdır. Bunun en güçlü yolu da Hükûmetimizin, az önce Bakanımızın açıkladığı gibi, sıkı maliye politikasını sürdürmesi, yapısal reformlara devam etmesi, özelleştirmeler ve Avrupa Birliği çıpasını devam ettirmekten geçmektedir. Hükûmetimiz ve partimiz bu bilinçtedir. Avrupa Birliği konusu, toplumumuz tarafından çok yakından takip ediliyor, sivil toplum kuruluşlarınca geniş ölçüde destekleniyor ve Hükûmetimizin kararlılıkla yürüttüğü önemli bir projedir.

Burada bilinmesi gereken, Avrupa Birliği ile müzakerelerin devam etmesi, genel kriterlerin, yani Maastricht Ekonomi ve Kopenhag Siyasi Kriterlerinin birer birer tutturulması, AB ilerleme raporlarında da kayıt altına alındığı gibi, ekonomimizin işleyen serbest piyasa ekonomisi şartlarını sağlamış olması ve Avrupa Birliğinden gelebilecek ekonomik rekabet baskısına karşı direncimizin olmasıdır.

Avrupa Birliği süreci, ekonomimize uzun vadeli bir perspektif sağlamaktadır. Hükûmetimizin hedefi ise, bu süreçle beraber, hak ettiğimiz gibi, ülkemizde demokrasimizi daha da güçlendirerek ve sürdürülebilir bir büyümeyle ekonomik zenginliğimizi Avrupa Birliği düzeyine çıkarmaktır.

Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; şimdi, ekonomimizin kendi genel durumunu geçmiş beş yıllık performansına da bakarak rakamlarla ve 2008 bütçe beklentilerimizi bazı rakamlar çerçevesinde değerlendirmek istiyorum: 1993-2002 yılları arasında ortalama olarak sadece yüzde 2,6 oranında büyüyebilen Türkiye ekonomisi, 2003-2006 yılları arasında bu oranın neredeyse 3 katına yakın bir oranda yani yüzde 7,3 oranında büyüme kaydetmiş; 2007 yılı sonunda da büyümenin hedefin üzerinde, yüzde 5,2 olması beklenmektedir.

2002 yılında 183 milyar dolarlık millî gelir seviyesiyle dünya ekonomileri arasında 26’ncı sırada yer alan ülkemiz, 2006 yılında 400 milyar doların üzerinde millî gelir seviyesiyle dünyanın 17’nci büyük ekonomisi hâline gelmiştir. Millî gelirimizin 2007 yılında 489 milyar dolar seviyesine çıkması beklenmektedir. Bunun kişi başı millî gelire yansıması ise, aynı dönemler göz önünde bulundurulduğunda, 2002 yılında 2.598 dolardan 2007 yılında 6.625 dolara çıkmasıdır. Bu rakamlar şunu göstermektedir: Büyüme açısından ülkemiz farklı bir platoya sıçramıştır. Büyümenin sürdürülebilirliğini sağladık, yirmi iki çeyrek büyüdük. İç ve dış kaynaklı herhangi bir olumsuzluk olması durumunda ise kırılganlığın dalga boyunu azalttık, yani verimliliğe dayalı, sürdürülebilir bir büyüme çizgisi yakaladık.

Bu büyüme hızıyla birlikte enflasyonda da ciddi düşüşler yaşadık. Sağladığımız siyasi istikrar ve güvenin yanında, hükûmetlerimiz döneminde uygulanan para ve maliye politikaları sayesinde enflasyonist beklentiler kırılmış ve enflasyon, tek haneli rakamlara gerilemiştir.

Hedeflerde ufak sapmalar da olsa, önemli olan ivmenin belli bir bant içinde aşağıya doğru olmasıdır. Böylece, ekonomi içindeki oyuncular önünü makul bir sürede görebilir hâle gelmiştir. Enflasyon, 2002 yılında yıllık yüzde 29 nokta seviyelerinden 2006 yılında yüzde 7,72’ye gerilemiş, 2007 yılında da yüzde 8 civarı olması beklenmektedir. Bildiğiniz gibi, kasım ayı sonu itibarıyla TÜFE, yıllık bazda yüzde 8,4 olmuştur.

Aynı periyotlara bakacak olursak, faizlerde 2002 yılı başından bu yana, nominal faizler yüzde 70’lerden yüzde 15-16’lara kadar düşerken reel faizler yüzde 20-30 aralığından yüzde 10’un altına kadar gerilemiş ve Ekim 2007 itibarıyla yüzde 9,8 olarak gerçekleşmiştir.

Para ve maliye politikalarında gösterdiğimiz kararlılık ve beklentilerin iyi yönetilmesiyle orta ve uzun vadeli reel faizlerin düşmesi devam edecektir. 2002 Ekim ayında yüzde 64 olan YTL cinsi iskontolu devlet iç borçlanma senetlerinin faiz oranı, 2006 Nisan ayında yüzde 14’e kadar düşmüştür, 2007 Ekim ayında da yüzde 16 seviyesinde. Beklentilerimiz 2008’de bunun daha da düşeceği yönündedir. Bu ortamın kamu maliyesine yansımasının etkileri ise son beş yıldır verdiğimiz faiz dışı fazla bütçe açığının iyileşmesi, borç stokunun gayri safi millî hasılaya oranında iyileşme ve borç stokunun kompozisyonundaki değişimlerde görülmektedir.

Benzeri gelişmeleri istihdamda da yaşadık. İstihdamda yapısal bir dönüşüm yaşıyoruz. 2002 yılından bugüne tarımdan tarım dışı sektörlere hızlı bir geçiş gerçekleşmektedir. Tarım istihdamında birikimli olarak son dört yılda yüzde 19 azalma görülmüş, buna karşı sanayi sektöründe yüzde 17,2 oranında yeni istihdam sağlanmıştır. Daha çarpıcı gelişme ise hizmet sektöründe olmuş, 2002’den bu yana en fazla istihdam alan sektör hizmet sektörü olmuştur. Bu sürecin önümüzdeki dönemde de devam etmesini bekliyoruz. Toplam işsizlik oranı ise, az da olsa bir düşüş ile, 2002 yılında yüzde 10,3’ten 2007 yılı sonunda yüzde 9,2 seviyesine gerilemiştir.

Temel göstergelerdeki bu gelişmeler ekonominin dengelerine nasıl yansımış diye bakacak olursak: Bütçe dengesi, mali disiplinin başarısıyla, bütçe açığının gayri safi millî hasılaya oranı 2002’de yüzde 14,6’dan 2006 yılında binde 8 olarak gerçekleşmiş, 2007’de bu oranın, seçim yılı olmasına rağmen, yüzde 2,3 olarak gerçekleşeceği tahmin edilmektedir. Görüleceği gibi, bu alanda da Türkiye, mali popülizmle mücadelede örnek gösterilen bir ülke olmuştur.

Dış ticaret dengesine bakacak olursak, yıllık ticari açığımız büyük seviyede, buna bağlı olarak da yıllık cari açığımız 34-35 milyar dolar seviyelerinde. Cari açık konusunda bilmemiz gereken şu: Açık nereden kaynaklanıyor, nasıl finanse ediliyor ve bu açığı yönetip yönetemeyeceğimiz. Ticaret açığının net 13 milyar doları yatırım için gerekli olan makine ve teçhizat ithalatından kaynaklanmaktadır. Bu açığın 30 milyar dolara yaklaşan bir kısmı ise enerji ithalatından kaynaklanıyor. Bunun finansmanını nasıl yapıyoruz? Doğrudan yatırım 15 milyar dolar finansman sağlıyor. Tüketim mallarında dış ticaretimiz net 25 milyar dolar fazla veriyor. Mali fon girişi 15 milyar dolar ve özel sektörün borçlanması ise 23,5 milyar dolar finansman getiriyor. Görüldüğü gibi, cari açığın yüzde 60’a yakın kısmı doğrudan küresel yatırımla finanse ediliyor.

İktidarımız döneminde yerleşen istikrar ve güven ortamı sayesinde, doğrudan küresel yatırımların önümüzdeki dönemde de artarak devam edeceği beklenmektedir. Uzun vadeli kredi ve sermaye, doğrudan küresel yatırımla beraber cari açığın finansman kalitesini büyük oranda geliştirmiş, bu da kırılganlıkları azaltmıştır. Cari açık, geçmiş yıllardaki gibi devletin borçlanmasıyla değil, büyük bir kısmı özel sektör kaynaklı sermaye hareketleriyle finanse edilmektedir. Türkiye ekonomisinin göstergelerinde gözlenen düzelme, kamu borçlanmasının gelişimine baktığımızda da kendini gösteriyor. 2002 yılında yüzde 78 olan kamu net borç stokunun gayri safi millî hasılaya oranı 2006 yılında yüzde 45’e geriledi. Bu oranın 2007 yılı sonunda daha da düşerek yüzde 39-40 seviyelerine gelmesi beklenmektedir.

Bu arada değinmekte fayda var: Uluslararası Para Fonuna olan toplam borcumuz, 2002 yılı sonunda 26 milyar dolar olan seviyesinden, 22 Kasım 2007 itibarıyla 7,4 milyar dolar seviyesine gerilemiş, 2003 yılı başından itibaren Türkiye net borç ödeyen ülke konumundadır.

İç borçlanmanın vadesi, 2002 yılında ortalama dokuz aydan, 2007 yılında ortalama otuz altı aya kadar çıkarılmış, böylece mevcut borç stokunun ortalama vadesi de yirmi ki aya kadar yükselmiştir. Yani, borçlanmalarımız, risk ve maliyet unsurları gibi piyasa koşulları da göz önünde bulundurularak, 2007 yılında da ağırlıklı olarak YTL cinsi ve sabit faizli, mümkün olduğunca uzun vadeli ve yeterli düzeyde nakit rezerv bulundurulacak şekilde gerçekleşmiştir.

Diğer yandan, merkezî yönetim toplam borç stoku içindeki döviz cinsinden ve dövize endeksli borçların payı, 2002 yılında yüzde 58 iken, 2006 yılı sonunda bu oran yüzde 37’ye düştü. 2007 yılının eylül ayında bu oran yüzde 33’ün altına indi. Bu gelişmeler borç stokunun kur riskine karşı daha korunaklı bir yapıya kavuşmasını sağladı. Genel borç profiline baktığımızda ise, özel - kamu dağılımı olarak, özel sektör borç stokunda bir artış olduğunu görüyoruz.

Dış faaliyeti bulunan özel sektörümüzün büyük özelleştirmelerde dış finansman sağlayabilmesi, risksiz ve takdir edilmesi gereken bir olgudur. Kaldı ki, 100 milyar doları aşan ihracatıyla Türkiye artık dış dünyaya entegre olmuş ve güçlü bir küresel oyuncudur. Yani, Türk ekonomisinin oyuncuları da artık finansman ihtiyaçlarını gereken vadede, istedikleri meblağda ve uygun fiyatlarla, uluslararası veya yerli finans kuruluşlarından, bankalardan karşılayabilir duruma gelmiştir. Özel sektörümüz, kur riskine karşı, serbest kur rejiminin bilincindedir.

Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; bu gelişmelerin küresel sistemde Türkiye’yi nereye taşıdığına bakacak olursak, Türkiye’nin, uluslararası derecelendirme kuruluşlarınca notu, 2002 yılından bu yana üç kademe artmıştır. Ülkemiz, Rekabet Gücü Endeksinde 73’üncü sıradan 53’üncü sıraya çıkmıştır. OECD Raporuna göre Türkiye, son on yılda en çok doğrudan küresel sermaye çeken yedi ülke arasında gösterilmiştir. Türkiye, dünyanın 17’nci büyük ekonomisine sahip bir ülke konumuna gelmiştir. Avrupa Birliği ülkeleri içinde bütçe açığı en düşük ülke olmuştur. Gene, Dünya Bankasının İş Ortamı 2008 Raporu’nda -ki, bu rapor ülkelerin yatırım ortamlarının iş yapma kolaylığına göre kıyaslandırıldığı rapor- Türkiye, geçen yıla göre 34 sıra atlayarak, 175 ülke arasından 57’nci sıraya yükselmiştir.

Ülkemizin son yıllarda gösterdiği güçlü ekonomik performansın bir sonucu olarak da, IMF nezdindeki oy gücümüz geçtiğimiz yıl artmış, ayrıca, Dünya Bankası, IMF 2009 yıllık toplantısının 6-7 Ekim 2009 tarihinde ülkemizde, İstanbul’da yapılmasına karar verilmiştir. Dünyanın en önde gelen finans kuruluşlarının bir araya geleceği ve yaklaşık 10 bin kişinin katılması beklenen bu toplantı, IMF, Dünya Bankası toplantısı ülkemizin tanıtımında da önemli katkıda bulunacaktır.

Son olarak, ekonomik gelişmelerin toplumumuzun genel hayat kalitesine yansımasına bakacak olursak, Hükûmetimiz, eğitim harcamalarında, sağlık harcamalarında, sosyal koruma ve sosyal yardım programlarında büyük oranda artışlar yapmıştır.

İlk defa, hükûmetlerimiz, bütçelerinde en fazla payı Millî Eğitim Bakanlığına ayırmışlardır.

Bunun yanında, duble yollarla, hava ve tren yolu ulaşımındaki gelişmelerle, toplu konut üretimiyle, doğal gaz kullanımındaki artışla, son olarak da KÖYDES ve BELDES programlarıyla, toplumumuzun tüm kesimlerinin hayat kalitesi artmıştır.

Sonuç olarak, Türkiye bir fırsatlar ve beklentiler ülkesi olmuştur. Elbette bu oluşumu devam ettirmek ve yönetmek için, güven verme, yetkin olma, hem de sorumluluk sahibi olmaya devam edeceğiz. Siyasi istikrar devam ettikçe, demokratik yapımız güçlendikçe, ekonomik performansımız sağlıklı bir şekilde artarak sürdürülebilir bir yapıya kavuşacaktır.

Bu duygu ve düşüncelerle, tekrar 2008 Yılı Merkezî Yönetim Bütçe Kanunu Tasarısı’nın hayırlı olmasını diliyor, yüce heyetinize saygılarımı sunuyorum. (AK Parti sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – Teşekkür ediyorum Sayın Dişli.

Değerli arkadaşlarım, Adalet ve Kalkınma Partisi Grubu adına ikinci konuşmacı Sivas Milletvekili Sayın Mehmet Mustafa Açıkalın. (AK Parti sıralarından alkışlar)

Sayın Açıkalın, buyurun.

Süreniz otuz dakika.

AK PARTİ GRUBU ADINA MEHMET MUSTAFA AÇIKALIN (Sivas) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; 2008 Yılı Merkezî Yönetim Bütçe Kanunu Tasarısı üzerinde grubum adına konuşmak üzere söz almış bulunuyorum. Hepinizi saygıyla selamlıyorum.

Sözlerimin başında, bu yasama döneminin ve 60’ıncı Hükûmetin ilk bütçesi olan 2008 merkezî yönetim bütçesinin ülkemize, milletimize hayırlı olmasını diliyorum.

Sunumumu genel olarak, iç ve dış siyasi, ekonomik gelişmeler, 2007 yılı içerisinde yaşanan, bu gelişmeler karşısında Türkiye ekonomisinin birtakım göstergeler bakımından oluşturduğu yer, dengeler, özellikle genel denge; yatırım, tasarruf dengesi; iç denge, bütçe dengesi; dış denge, dış ödemeler dengesi, açısından sürdürmek istiyorum.

İkinci bölümde de merkezî yönetim bütçe ödenekleri, bütçe büyüklükleri, 2008 maliye politikaları, bu politikalara ulaşmak için yerine getirilmesi gereken reformlar, yasal düzenlemeler ve son olarak da 2008 bütçesinin özellikleriyle konuşmamı bitirmek istiyorum.

2007 yılı içerisinde, bilindiği üzere, ülkemizde iki seçim yaşanmıştır, bunlardan birisi genel seçimler diğeri Cumhurbaşkanlığı seçimidir ve bir de Anayasa’daki bazı maddelerin değiştirilmesine ilişkin olarak referandum yapılmıştır.

Dış dünyaya baktığımızda, yükselen piyasalarda dalgalanma olmuştur. Özellikle gıda fiyatlarında, metal fiyatlarında, altın fiyatlarında ve enerji fiyatlarında, özellikle petrol fiyatlarında dünyada önemli yükselişler olmuş, tarihî rekorlar kırılmıştır. Petrol 100 dolardan geri dönmüştür.

Bütün bu olumsuzluklara karşı ve yükselen faizlerin önüne geçmek ve enflasyonist baskıları azaltmak için Avrupa, Asya bankaları faiz yükseltmesine gitmişlerdir. Dünyadaki likidite bolluğu bu dönem de devam etmiştir. Ancak, bütün bu iyi gelişmeler uzun sürmemiş, temmuz ayından itibaren de, bilindiği üzere, Amerikan Mortgage piyasalarında özellikle düşük ve orta gelirli gruplara verilen konut finansmanındaki geri dönüşlerin zorluğu karşısında Amerikan Merkez Bankası (FED) faizleri indirmiş, borsalar aşağıya çekilmiştir, borsalarda düşüşler yaşanmıştır.

Dünyadaki ve ülkemizdeki bütün bu gelişmeler karşısında Türkiye ekonomisi nerede bulunmaktadır? Türkiye ekonomisi, dünyanın 17’nci, Avrupa’nın 6’ncı büyük ekonomisidir, bilindiği üzere. 2007 yılındaki hedefimiz 647 milyar -bu yıl gerçekleşmeleri olarak- gayrisafi yurt içi hasıla,  6.625 dolar fert başına gelir, satın alma gücü paritesi itibarıyla da 9.073 dolar gelir sağlanmasıdır.

2003-2007 arasında sürekli olarak ülke ekonomimiz ortalama bazda yüzde 7,3 mertebesinde büyüme gerçekleştirmiştir. Oysa, bundan önceki dönemlerde on yılda bir yaşanan krizler beş yıla, hatta kriz aralıkları iki yıla kadar inmiştir.

Biraz önce de ifade edildiği gibi, Rekabet Edilebilirlik Endeksince 131 ülke arasında 53’üncü sıraya, Dünya İş Rekabet Edilebilirlik Endeksinde de 46’ncı sıraya oturmuş bulunmaktadır.

Bu endekslerin Türkiye bakımından ifade ettiği anlamı vermek bakımından, İtalya, birinci endekste 46’ncı sırada, İspanya, 29’uncu sırada, Rusya, 59’uncu sıradadır. Dünya İş Rekabet Edilebilirlik Endeksinde de Brezilya -yükselen ekonomilerden, benzer ülkelerden biri olarak- 59’uncu sırada, Çin 57’nci sırada, İtalya 40’ıncı sırada bulunmaktadır.

Türkiye, bütçe açığı bakımından da Maastricht Kriterlerini yakalamıştır. Bilindiği üzere, bütçe açığının gayrisafi millî hasılaya oranı yüzde 3’tür. Aynı şekilde borç stoklarının gayrisafiye, yurt içi hasılaya oranı bakımından da yüzde 60 olan Maastricht Kriterlerini yakalamıştır. Fransa’nın, bütçe açıkları bakımından bu kritere uymaması dolayısıyla geçmiş dönemde Avrupa Birliğinden ihtar aldığını biliyoruz.

Türkiye, dış ticaretini bu yıl itibarıyla 270 milyar dolar, 2008 hedefi olarak da 300 milyar dolarlık bir dış ticaret hacmi öngörmüştür. Dış ticaret hacminin önemli problemlerinden biri olan cari açığa ben de, önemi dolayısıyla, ileriki konuşmamda, konuşmamın ileriki bölümlerinde değineceğim.

Yabancı sermaye girişi bakımından, ifade edildi, dünyada 17’nci sırada. Gelişmekte olan ülkeler arasında 5’inci sırada, son on yılda da OECD verilerine göre 6’ncı sırada bulunmaktadır. Yabancı sermaye girişinin likitide bolluğuyla olan ilişkisini de yine ödemeler dengesi bahsinde açıklamak istiyorum.

Kredi notu bakımından, bilindiği üzere “BB eksi durağan” seviyesine getirilmiş ve üç defa kredi notu dönemimizde yükseltilmiştir.

Dünyada yabancı sermaye girişlerinin yüzde 68’i şirket satın almaları yoluyla olmaktadır. Ülkemizdeki yabancı sermaye girişi de aşağı yukarı bu mertebededir. Yabancı sermayenin kâr transferlerine baktığımızda, 2002 yılı içerisinde Türkiye'de yabancı sermaye 401 milyon dolar, 2005 ve 2006 yıllarında da 1 milyar dolar mertebesinde kâr transferi yapmıştır.

Sayın milletvekilleri, tabii kâr transferinin anlamlı ölçüsü, kâr transferinin yabancı sermayeye oranıdır. Ülkemiz bakımından kâr transferinin yabancı sermayeye oranı, 2002 yılında, yüzde 2,5 olmuştur, 2006 yılında da 1,2 olmuştur; İngiltere’de bu oran -dünyanın en çok yabancı sermaye çeken ülkelerinden biri olarak- 2,4’tür, Polonya’da -gelişmekte olan ülke itibarıyla, bize benzer bir pozisyondaki ülke sayıldığı takdirde- yüzde 5,5’tur, Çek Cumhuriyeti’nde yüzde 11’dir.

Bu bölümde genel olarak, yatırım-tasarruf dengesi, bütçe dengesi ve dış ödemeler dengesi üzerinde görüşlerimi açıklamak istiyorum. Tabii, ekonomideki genel yatırım-tasarruf dengesinin bozukluğu enflasyon olarak karşımıza çıkmaktadır. Bütçe dengesinin bozulması, bütçe açıkları, dış ödemeler dengesindeki olumsuzluk da bütçe açığı olarak önümüze gelmektedir.

Ağırlıklı olarak bütçe dengesini konuştuğumuz takdirde karşımıza çıkan kavramlar: Mali disiplindir, fiyat istikrarıdır, büyümedir. Öncelikle, büyüme açısından baktığımızda, ülkemiz 2001 yılından 2007 yılı ortasına kadar gayrisafi millî hasıla büyümesi olarak reel bazda, ama birikimli olarak yüzde 46,6 ve ortalama olarak da yüzde 7,2 büyüme gerçekleştirmiştir.

Bu dönemde sanayi sektörü 2002 yılından itibaren büyümeye en büyük katkı sağlayan sektör olmuştur. Ticaret, aynı zamanda, yüksek büyümeyi sağlayan diğer bir sektördür. Dünya ekonomisiyle bütünleşmeye, artan rekabete paralel olarak ihracatın da artan ölçüde büyümede payı olmuştur.

Türkiye'deki büyümenin diğer bir yönü ve özelliği, özel sektör ağırlıklı büyüme olmasıdır ve özel sektör, 2001 yılından itibaren, büyümenin lokomotifi olmuştur. Gerçekten, ülkedeki büyüme oranlarına ve bunun özel sektör katkısının payına baktığımızda, 2002 yılında özel sektörün katkısı büyümeye menfi olmuştur. 2003 yılında 5,9’luk büyüme içerisinde özel sektörün payı 2,6’dır. 2004 yılında 9,9 -dönemimizde gerçekleştirdiğimiz en büyük büyümedir- bunun içerisinde özel sektörün katkısı 6,6’dır. 2005 yılında 4,6; 2006 yılında da özel sektörün büyümeye katkısı 3,4 mertebesinde gerçekleşmiştir. 2001 yılı ile 2007 yılı ikinci çeyreği arasındaki dönemde özel sektör yatırım ve tüketim harcamaları, reel olarak, sırasıyla, yüzde 146,8 ve yüzde 37,7 oranında artış kaydetmiştir.

Sürdürülebilir yüksek büyüme için en önemli şartlardan bir tanesi de verimlilik artışıdır. Bizim dönemimizde verimlilik artışları yüksek büyüme performansında önemli bir rol oynamıştır. Toplam faktör verimliliğinin büyümeye katkısı 1996 ve 2000 döneminde yıllık ortalama yüzde 24,5 düzeyinde iken, 2001-2005 döneminde bu, yüzde 42’ye yükselmiştir. 2006 yılında toplam faktör verimliliğinin büyümeye katkısı yüzde 38,2’dir. 2007 ve 2013 dönemi için de bu verimliliğin katkısının yüzde 37 olması öngörülmüştür.

Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; diğer bir konu fiyat istikrarıdır. Bütçe dengesi bakımından önümüze çıkan önemli bir konu, fiyat istikrarıdır. Bilindiği üzere fiyat istikrarı, ekonomik birimlerin, yatırım, tüketim ve tasarrufa yönelik kararlarında dikkate almaya gerek duymadıkları ölçüde düşük bir enflasyon oranını ifade eder. İstikrarlı fiyatlar, iyi işleyen bir piyasa ekonomisinin temel taşıdır. Fiyat istikrarının sağlanamamasının sonuçları, başka bir ifadeyle enflasyonun ekonomik ve toplumsal alanlarda neden olduğu yıpranma, ülkemizde son yıllarda net bir şekilde yaşanmış ve hissedilmiştir. Karar alma süreçlerinde göreli fiyat değişimlerinin ayırt edilememesi, yurt içi kaynakların verimli olarak yatırıma dönüştürülememesi ve üretken olmayan alanlara yönelmesi, bireylerin karar alma süreçlerinde geleceğe bakmaktan çok geçmişe endeksleme alışkanlığının yerleşmesi, ekonominin dış piyasalarda rekabet gücünün zayıflaması ve yurt dışı sermaye piyasalarına erişimin kısıtlanması, uzun vadeli yabancı sermaye girişinin azalması, para ve kredi piyasalarında vadelerin kısalığı, mali piyasaların sığ yapısı bu yüksek ve kronik enflasyonun başlıca sonuçlarıdır. Aynı zamanda, enflasyonun toplum hayatında icra ettiği en büyük menfiliklerden bir tanesi de, bilindiği üzere, gelir dağılımı adaletini bozmasıdır.

Adalet ve Kalkınma Partisi İktidarı dönemlerinde, gelir dağılımı adaleti konusunda gelişmeler nasıl gerçekleşmiştir? Buna baktığımızda, birinci olarak enflasyonun aşağıya çekilmiş olması, asgari ücretteki yapılan ayarlamalar, düşük memur maaşlarına yüksek memur maaşlarına nispetle daha yüksek oranda artış verilmesi, sosyal ve kırsal kesime yapılan destekler, Dayanışma Fonundan yapılan ödemeler gelir dağılımı adaletini sağlama konusunda olumlu gelişmeler ortaya çıkarmıştır. Örnek vermek icap ederse, en düşük yüzde 20 gelir grubuna sahip olan kesim 2002 yılı içerisinde toplam gelirin yüzde 5,3’ünü alırken, 2005 yılı itibarıyla, bugün, 6,1’ini almaktadır. 2002 yılı içerisinde toplam gelirden en yüksek –beşinci dilim olan- payı alan kesim yüzde 50,1 alırken, 2005 yılı içerisinde yüzde 44,4’e gerilemiştir. Demek ki, en yüksek kesimin toplam gelir içindeki aldığı pay azalmış, buna mukabil, en alt kesimin toplam gelir içerisinde aldığı pay artmıştır. Aynı iyileşmeleri, en alt dilimi takip eden ikinci, üçüncü, dördüncü yüzde 20’lik dilimler için de gerçekleşmiş görmekteyiz. Nitekim 9,8 rakamı 11,1’e çıkmış, 14,1 ise 15’e çıkmış, 20,1’lik dördüncü dilim de 22,6 seviyesine yükselmiştir.

Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; ekonomik istikrar nasıl sağlanacaktır? Bu kavramda karşımıza çıkan önemli bir yapı da mali disiplindir, her zaman üzerinde durduğumuz ve vurguladığımız gibi. Bilindiği üzere, Türkiye, uzun yıllar boyunca faiz oranlarının yüksek seviyelerde seyretmesinden dolayı kronik kamu açıklarıyla karşı karşıya kalmıştır. Özellikle, bu kronik kamu açıklarında, KİT’lerin görev zararları ve KİT’lere yapılan sermaye transferleri ve sosyal güvenlik kuruluşlarına yapılan ödemeler en başta gelen unsurlar olmuştur. Bilindiği üzere, yapılan özelleştirmeler ve KİT’lerin daha verimli işleyişini sağlayan görev zararı verilmeyen -özellikle bankalara- gelişmeler karşısında bütçe açıklarının KİT’lerden kaynaklanan kısmı sona ermiş, ancak sosyal güvenlik kuruluşlarına yapılan transferler, hâlâ bütçe kalemleri içerisinde en önemli gider kalemlerinden birini oluşturmaya devam etmiştir.

Kamu kesimi borçlanma gereğinin azaltılması, borçlanma vadelerinin uzatılarak borç çevirme oranının düşürülmesi ve kamu borç yükünün hafifletilmesi sonucu, dönemimizde, faiz oranlarında önemli düşüşler gerçekleşmiştir. Gerçekten, kamu net borç stokuna baktığımızda, 2001 yılında yüzde 9,4 mertebesinde olan kamu net borç stokunun gayrisafi millî hasılaya oranı 2006 yılında yüzde 45’e, bu yılki gerçekleşme olarak da yüzde 40,7 seviyesine inmiştir. Bilindiği üzere, kamu brüt borç stokundan Merkez Bankasındaki net varlıklar, kamu mevduatı ve işsizlik sigortasındaki fonlar düşülmek suretiyle kamu net borç stokuna ulaşılmaktadır. Aynı şekilde, borçlanma vadelerinde de olumlu gelişmeler yaşanmıştır. Hem borç stokunun ortalama vadesinde, nakit iç borç stokunun ortalama vadesinde ve hem de nakit iç borçlanma ortalama vadesinde iyileşmeler olmuştur. Örnek vermek gerekirse, 2002’deki 13 olan oran, 2007 üçüncü çeyreğinde yirmi yediye -ay olarak- aynı şekilde 2002’deki 11 olan oran da, yani nakit iç borçlanma ortalama vadesi de 2007 çeyreğinde otuz beş ay olarak gerçekleşmiştir.

Nominal faiz oranı nasıl indirilir veya tek haneli nominal faiz oranı nasıl sağlanır? Faizler genel düzeyine bakıldığında, istikrarda alınan mesafeye bağlı olarak, nominal ve reel faizlerin önemli ölçüde düştüğü görülmektedir. 2002 yılı başından bu yana nominal faizler yüzde 70’lerden yüzde 15-16’lara kadar düşerken, reel faizler de yüzde 20-yüzde 30 aralığından yüzde 10’un altına kadar gerilemiş, Ekim 2007 itibarıyla da yüzde 9,81 olarak gerçekleşmiştir.

Enflasyon düşüşüne başka bir açıdan, TÜFE olarak baktığımızda, 2002 yılında 29,7 olan TÜFE, Eylül 2006’da 10,6’ya, Eylül 2007’de de 7,1’e inmiştir. Bu yıl sonu gerçekleşmesinin bu rakamın biraz üzerinde gerçekleşeceğini tahmin etmekteyiz.

Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; faizlerdeki indirim bütçe açıklarına nasıl yansımıştır? Faiz giderlerinin gelişimi ne olmuştur ve vergi gelirleri ile faiz giderlerinin karşılaştırmasını yaptığımızda nasıl bir tabloyla karşılaşmaktayız?

Bütçe açığı açısından baktığımızda, bütçe açığının gayrisafi millî hasılaya oranı 2002 yılında yüzde -14,6’dır. İçinde bulunduğumuz yıl gerçekleşmesi -2,3 olacaktır. 2008 bütçesinde de öngördüğümüz rakam 2,5’tur.

Faiz giderlerinin gayrisafi millî hasılaya oranı ise 2002 yılında 18,8’den 2007 yılında 7,6’ya gerilemiştir. 2003, 2004, 2005 ve 2006 yıllarında buna paralel olarak inişler gerçekleşmiştir.

Aynı şekilde faiz giderlerinin vergi oranı karşısındaki durumu nedir diye baktığımızda, 2002 yılında faiz giderlerinin vergi gelirlerine oranı yüzde 83,8’dir, yani 100 birimlik vergi gelirinin 83,8’i faiz giderlerinin ödenmesinde kullanılmaktadır. Bu oran, 2003, 2004’te kademeli olarak inmiş ve son olarak 2007 yılında vergi gelirlerinin faiz gelirlerine nispeti 32,4 olmuştur, yani toplanan 100 birimlik vergi gelirinin 32,4’ü içinde yaşadığımız cari yılda faiz giderlerine gitmiştir.

Elbette, nominal ve reel faizler daha fazla düşecek mi? Evet. Bunun gerçekleşebilmesi için, her şeyden önce, bilindiği üzere, başta enflasyon olmak üzere belirsizlik alanlarının azalması lazımdır. Kamu borç stoku azaltılıp kamu finansmanı sürdürülebilir bir yapıya kavuşması icap etmektedir.

Yapısal reformlar: Ekonomimizin iç ve dış şoklara karşı daha dayanıklı hâle gelmesi icap etmektedir. Makro dengeler ve güven ortamının kalıcı bir şekilde tesisine yönelik adımlar kararlı bir şekilde Hükûmetimiz tarafından atılacaktır. Aynı şekilde, özel kesimin enflasyon tahminleri, beklentileri iyileşip, güven artacaktır. Bütün bunların sonucunda da, kalıcı bir şekilde, enflasyonun arzu edilen seviyelere inmesi beklenmektedir.

Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; son denge, bilindiği üzere, ödemeler dengesi ve bunun bozulmasının da cari dengedeki açık olarak ortaya çıktığını ifade etmiştim. 2007 yılında cari açık yatay bir seyir izlemiştir. Yüksek enerji fiyatları, cari açığa 2006 yılında 4,1 puanlık bir  katkı yapmıştır. 2007 Eylül ayı itibarıyla da cari açık, yıllık bazda 34,4 milyar ABD doları seviyesinde gerçekleşmiştir.

Cari açığın ortaya çıkmasında önemli kalem, bilindiği üzere, enerji faturasıdır. Bugün Türkiye, 2002 yılı ihracatı seviyesinde olsaydı, petrol faturasını, enerji faturasını ödeyemeyen bir ülke konumunda kalacaktı.

Cari açık, sadece ülkemize has bir olay mıdır diye baktığımızda etrafımıza, Avrupa gelişmiş ülkelerinden örnek vermek gerekirse, 2006 yılında Fransa’nın cari açığı 27,7, İngiltere’nin cari açığı 77,24, İspanya’nın cari açığı 106,40, İtalya’nın cari açığı 45,22, Portekiz’in cari açığı 18,28, Yunanistan’ın cari açığı 29.

Elbette cari açık vermeyen ülkeler de vardır. Bunlar, başlıca, enerji ihraç eden ülkelerdir. Aynı şekilde, ekonomisini, Avrupa’da Almanya örneğinde olduğu gibi, Uzak Doğu’da Japonya örneği olduğu gibi, ekonomik gelişmesini yıllar önce tamamlamış ve ihracatını oturtmuş ülkelerdir. Ayrıca, Avrupa’daki küçük ülkeler de cari açık vermeyen ülkelerdir.

Cari açıkta olumlu bir gelişme, Ocak-Eylül 2007 döneminde ihracat artış hızı yüzde 24,1 seviyesindedir. İhracattaki yıllık artış oranı 2007 yılı Mart ayından itibaren, ithalatın yıllık artış hızının üzerindedir. Dolayısıyla, bunu, cari açığın kapatılmasında olumlu bir gelişme olarak ifade etmek icap etmektedir.

Cari açık,  diğer yönden, büyüme oranlarıyla doğrudan ve çok güçlü bir ilişki içerisindedir bilindiği üzere. Yüksek yatırım artışı, aynı zamanda, açığın temel sebeplerinden bir tanesidir. İstikrar ortamı ve düşen faizler tüketim ve yatırım talebinde artışa yol açmakta, ekonominin yapısal özellikleri artan toplam talebin karşılanabilmesi için özellikle ara malı ithalatını zorunlu kılmaktadır.

Cari açığın finansmanına baktığımızda, uzun vadeli kredi ve sermaye, doğrudan yatırım ile birlikte cari açığın finansman kalitesi açısından büyük bir önem taşımakta ve cari açığın kırılganlığını azaltmaktadır. Son on iki ay itibarıyla kısa vadeli sermaye girişi negatif olmuştur. Doğrudan yatırımların cari açığı karşılamadaki payı, 2000 yılında yüzde 10,4 iken, Eylül 2007’de bu oran 64,5’e ulaşmıştır. En çok endişe konusu olan sıcak paradır cari açığın finansmanında. Sıcak paranın cari açığa oranını aşağıdaki tablodan ifade etmek mümkündür.

Sıcak paranın yıllık birikimi olarak cari açığa oranı 2002’de 90,1’dir, 2003’te yükselmiş, 127,6 olmuş, bu tarihten itibaren azalmaya başlamış, 2004’te 95,1; 2005’te 81,1; 2006’da 22,9 ve 2007 Eylül itibarıyla sıcak paranın cari açığa oranı 11,4’tür.

Biraz önce ifade ettiğim gibi, cari açığın finansmanında doğrudan yabancı yatırımlar en önemli bir kalem hâline gelmiştir. 2007 Eylül itibarıyla net giriş 19,8 milyar dolardır. Bu, cari açığın finansmanında en yüksek paya sahip kalemlerden biridir. Doğrudan yabancı yatırımların temel belirleyicisi de istikrardır ve cari açığın sürdürülebilirliği açısından da bu son derece önemlidir.

Burada, doğrudan yabancı yatırımlarla likidite arasındaki ilişkiyi endeksten, global likidite endeksi gelişiminden ifade etmek istiyorum. Zira, ülkemizin yatırım ortamının iyileştirilmesinden bağımsız olarak, dünyadaki global likidite bolluğunun ülkemize doğrudan yabancı yatırım girmesi konusunda tek etken olduğu konusunda görüşler ifade edilmektedir. Oysa, bu endekse baktığımızda, her şeyden önce ifade etmek gerekir ki, Türkiye’nin, yabancı sermaye girişi rakamı itibarıyla dünyadaki likiditenin bolluk düzeyine gelmesi gerekmemektedir.

İkinci olarak, likidite bolluğu sadece partimizin iktidarda olduğu dönemlerde olmamıştır. On yıllık bir periyoda baktığımızda, bu endekste, 96 ve 2006 yılları içerisinde, 1999 ve 2001 yılları içerisinde likidite yükselişe geçmiş, 2004 yılı içerisinde zirve olmuş, 2005’ten itibaren de alçalmış ve bugün, 2006’nın yedinci ayı itibarıyla 2001 seviyesine düşmüştür.

Yabancı sermaye girişlerine baktığımızda, ülkemize, zirve olduğu yılda, yani 2004’te 2,8; alçalışa geçtiği dönemde, dünyadaki likidite bolluğunun alçalmaya başladığı 2005 yılı içerisinde 10,027; 2006 yılında, yani 2001 yılı seviyesine geldiği dönemde de -dünyadaki likidite bolluğunun- Türkiye’ye yabancı sermaye girişi zirveye ulaşmış, 20 milyar dolar seviyesinde gerçekleşmiştir.

BAŞKAN – Sayın Açıkalın, üç dakikanız kaldı.

MEHMET MUSTAFA AÇIKALIN (Devamla) – Teşekkür ederim.

Oysa, bu on yıllık periyotta dünyada likidite bolluğunun yükselişe geçtiği dönemlerde, yani 1999 ve 2001 yıllarında Türkiye maalesef krizler yaşamıştır. Demek ki, dünyadaki likidite bolluğu, bir ülkeye yabancı sermaye akışı bakımından otomatik olarak gerekli şart değildir.

Sermaye hareketleri, doğrudan yabancı yatırımlarda, yine, 2007 Eylül ayı itibarıyla, son on iki ayda, yıllık bazda 19,8 milyar ABD dolarıdır. Evet, bunu daha önce ifade ettim.

Son olarak, sermaye hareketlerinde uzun vadeli kredi girişi de -Türkiye’ye- güçlü bir görünüm arz etmektedir. 2007 Eylül itibarıyla, yine yıllık birikimli net giriş 33,8 milyar ABD doları olmuştur. Bankacılık sektörüne giriş 11,6 milyar ABD doları, özel sektöre uzun vadeli kredi girişi 22,6 milyar dolar olmuştur. Özel sektör yatırımlarındaki hızlı artış, bu kalemde önemli, belirleyici rol oynamıştır. Uzun vadeli kredi ve sermaye girişi, bilindiği üzere, cari finansmanın kalitesini artıran, kırılganlığı azaltan diğer bir unsurdur. Ayrıca yüksek orandaki Merkez Bankası rezervleri, aynı şekilde benimsemiş bulunduğumuz -uzun bir dönemden beri benimsemiş olduğumuz- dalgalı kur rejimi ve Türkiye’deki bankacılık sisteminin sermaye yapısının kuvvetli bulunması da cari açığın finansmanını kolaylaştıran, cari açığın kırılganlığını azaltan faktörlerden bir tanesidir.

Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; 2008 bütçesiyle merkezî yönetim bütçesi gideri olarak 22,6 milyar ödenek öngörülmüştür. Faiz hariç bütçe giderleri 166,3’tür. Faiz giderleri 56’dır. Merkezî yönetim bütçe gelirleri, Bütçe Komisyonunda yapılan ödenek artışıyla birlikte 204,6’dır. Vergi gelirleri bunun içerisinde en büyük paya sahip sağlam kaynak olarak 171,2’dir. Bütçe açığı 2008 için 18,0; faiz dışı fazla da 38,2’dir.

Merkezî yönetim bütçe gelirleri 2008’de 221,150; iadeler hariç 204,555. Vergi gelirleri, bunun içerisinde, biraz önce ifade ettim, 171,2; vergi dışı gelirler 33,350; vergi iadeleri de 16,5’tir.

Vergi gelirlerinin, vergi türleri itibarıyla işlem vergileri, katma değer vergisi, kurumlar, gelir vergileri itibarıyla detayları vardır. Zamanım olmadığı için bunları detaylı açıklamaktan vazgeçiyorum.

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN – Sayın Açıkalın, bir dakikalık ek süre…

MEHMET MUSTAFA AÇIKALIN (Devamla) – Teşekkür ederim Sayın Başkan.

Son olarak detayları Sayın Maliye Bakanımızın konuşmasında da açıklanan maliye politikalarının gerçekleştirilmesi için yapılması gereken reformları ve yapılması gereken kanuni düzenlemeleri saymakla sözlerime son vermek istiyorum.

Birinci olarak, bu maliye politikalarının yerine getirilmesi için hâlen Meclisimizin gündeminde bulunan sosyal güvenlik reformunun tamamlanması icap etmektedir. İkinci olarak, ar-ge faaliyetlerinin desteklenmesine ilişkin kanun çıkarılacaktır, bilindiği üzere, 5084’ten sonra, Teşvik Yasası’ndan sonra.

Üçüncü olarak, kamu personel reformu gerçekleştirilecektir.

Aynı şekilde, özelleştirme uygulamalarına devam edilecektir.

Diğer bir tasarı ve reform konusu, kamu-özel sektör işbirliği konusunda çıkarılacak bulunan kanunla ilgilidir. Böylece, özel sektörün kamu finansmanında rolü artacaktır.

Mahallî idarelerin yapısı güçlendirilecektir.

Sayıştay Kanunu çıkarılacaktır.

Son olarak da, Türk Ticaret Kanunu çıkarılacaktır.

2008 yılı bütçemizin ülkemize hayırlı olmasını diliyorum. (AK Parti sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – Teşekkür ediyorum Sayın Açıkalın.

Sayın milletvekilleri, saat 14.00’te toplanmak üzere birleşime ara veriyorum.

Kapanma Saati: 13.06

 

İKİNCİ OTURUM

Açılma Saati: 14.03

BAŞKAN : Köksal TOPTAN

KÂTİP ÜYELER: Murat ÖZKAN (Giresun), Fatoş GÜRKAN (Adana)

BAŞKAN – Türkiye Büyük Millet Meclisinin 29’uncu Birleşiminin İkinci Oturumunu açıyorum.

2008 Yılı Merkezi Yönetim Bütçe Kanunu Tasarısı ile 2006 Yılı Merkezi Yönetim Kesin Hesap Kanunu Tasarısı’nın görüşmelerine kaldığımız yerden devam edeceğiz.

Komisyon ve Hükûmet yerinde.

Şimdi, tümü üzerinde söz sırası Demokratik Toplum Partisi Grubu adına Van Milletvekili ve Grup Başkan Vekili Sayın Fatma Kurtulan’a ait.

Buyurun Sayın Kurtulan. (DTP sıralarından alkışlar)

Sayın Kurtulan, iki kişi kullanacaksınız değil mi?

FATMA KURTULAN (Van) – Evet Başkanım.

BAŞKAN – Süreniz otuz dakika.

Buyurun.

DTP GRUBU ADINA FATMA KURTULAN (Van) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; 2008 Yılı Merkezî Yönetim Bütçe Kanunu Tasarısı ile 2006 Yılı Merkezî Yönetim Kesin Hesap Kanunu Tasarısı’nın tümü üzerinde görüş belirtmek üzere Demokratik Toplum Partisi Grubu adına söz almış bulunuyorum. Hepinizi saygıyla selamlıyorum.

Öncelikli olarak, Türkiye ekonomisinin 2007’deki gidişatı üzerine bilgi sunan önemli istatistiklerin Haziran-Eylül aylarına ait olanlarını kullanarak genel bir değerlendirmede bulunmak istiyorum: Bilindiği üzere, birinci AKP İktidarı son derece elverişli bir uluslararası konjonktüre denk gelmişti. Bu dönemde 1997’yi izleyen finansal çalkantı ve kriz dönemi son bulmuş, uluslararası sermaye akımları yeniden canlanmaya başlamıştı. Türkiye’ye giren dış kaynaklar, kaynak akımları bu yeni konjonktürü izleyerek 2003-2006 arasında kesintisiz yükseldi. Beş yıl boyunca yabancı kökenli sermaye girişlerinin toplamı 114 milyar dolara ulaştı. AKP İktidarı da uluslararası sermayenin isteklerine harfiyen ayak uydurarak dış kaynakların sağladığı belli bir büyüme evresinin nimetlerini derledi, ekonominin dibe vurduğu bir dönemin ertesinde iktidar olmanın özel koşullarından yararlandı. Ancak, birçok iktisatçının yaygın teşhisine göre, bu konjonktür bugünlerde son bulmaktadır. Nitekim bu eylemin dünya ölçeğinde emareleri de gözlenebilir hâle gelmiştir.

Ülkemizde, kısa dönemde millî gelir hareketlerinin dış kaynak hareketlerine bağımlı hâle gelmesi öteden beri gözlenen bir olgudur. Bu bağlantının 2007’de de pozitif doğrultuda seyrettiği gözleniyor. Farklı tanımlara göre, ilk dokuz ayda Türkiye ekonomisine giren dış kaynak önceki yıla göre yüzde 6 ile yüzde 15 arasında artış göstermiştir. Bu etkinin 2007’de de ekonomiye genişletici etkiler taşıyacağı anlaşılmaktadır. Ancak, bu durumun büyüme doğrultusundaki katkısı giderek zayıflamaktadır. Son yılların olağanüstü boyutlu yabancı sermaye girişleri, sermaye birikimini ve büyüme potansiyelini yukarı taşımak yerine ulusal tasarruf oranlarını aşağı çekmiş, özel tüketim artışlarına dayalı talep genişlemesine katkı yapmıştır. Sıcak para girişlerine bağımlılığın 2005 sonrasına düştüğü bilinmektedir. Ancak, geçmiş yılların tortusunu oluşturan devasa sıcak para stoku ciddi bir potansiyel sorun kaynağı olmayı sürdürmektedir. Bu etkinin yol açtığı YTL kredi faizlerinin yüksek olması, gücü ve imkânı olan özel sektörü dövizle ve dışarıdan borçlanmaya yönlendiriyor. Çok yüksek tempolu yabancı sermaye girişlerinin büyük bölümü özel sektörün dış borçlanmasından oluşuyor. Böylece, 2007 yılının ortalarında Türkiye’nin dış borçları -çoğu sermaye gruplarına ait olmak üzere- 226,4 milyar dolara ulaşmıştır. Ani bir kur yükselmesi, lirayla kazanıp dövizle borçlanmış şirket ve bankaları çöküntüye sürükleyebilecektir. Zira, dış borç stokunun 135 milyar doları sermaye gruplarına aittir. Böyle koşullar patlak verdiğinde ne olacaktır? Özel sektörün borcunu da Türkiye Cumhuriyeti hazinesi mi yüklenecektir?

Ekonominin gidişatına dair bir diğer güvence öğesi olarak, doğrudan yabancı sermaye yatırımlarının son yıllardaki çarpıcı artışları gösterilmektedir. Bu tür yabancı sermayenin sıcak para gibi ani çıkışlara yönelmediği doğrudur. Ancak, bu yatırımlardaki kapasite artışlarında ihracata ve ithal ikamesine dönük bir yatırım olgusu istisnaidir. Son iki yılda doğrudan yabancı sermaye girişlerinin yüzde 80-90’ı gayrimenkul alımlarına ve iç hizmetler sektörüne yönelik olarak gerçekleştirilmiştir. Türkiye, büyüme hızı düştükçe cari işlem açığını yükselten patolojik bir ekonomik yapıya geçmiştir. Gümrük birliğinin bu doğrultudaki etkileri özellikle dövizin hızla ucuzladığı son beş yılda ortaya çıkmış, özellikle sanayinin girdiler yoluyla bağımlılığını aşırı derecede artırmıştır.

Bütün bu olgular değerlendirildiğinde Türkiye’ye dönük uluslararası sermaye hareketliliğinin sadece durgunlaşmasının bile, ekonominin büyüme hızını ciddi boyutlarda aşağıya doğru çekebileceği görülmektedir.

İlaveten bir sınır ötesi operasyon gündemiyle kaçacak olan sermaye de hesaba katıldığında, ekonominin ulaşacağı kırılganlık düzeyi tasarruf edilebilinir.

Bu gelişmenin toplumsal yansımalarına bakarsak, ilk olarak 2001 krizinin emekçilerin göreli durumlarının dramatik boyutta bozulmasına yol açtığını hatırlamamız gerekmektedir. AKP’nin iktidar yılları olan 2002-2006 içinde geniş anlamda işsizlik artmış, tarımsal istihdam düşmüş, reel ücretler ve tarım-sanayi fiyat makasları gerilemiş, kısacası bölüşüm ilişkilerinin emek aleyhine bozulması süre gelmiştir.

Böylesi bir tablo karşısında, 2008 yılı merkezî yönetim bütçesine yönelik değerlendirmelerimizi sunarken belirleyici ölçütlerimizin, öngörülen refah düzeyi, adaletli ve eşitlikçi vergi dağılımı, hedeflenen kalkınma seviyesi, kapsayıcı sosyal politikalara yaklaşım ve nitelikli istihdam olacağını belirtmek isteriz.

Yine öncelikli olarak söylenmesi gereken bir nokta, bütçenin hazırlanmasında katılımcılık ve çoğulculuk ilkesinin göz ardı edilerek, çoğunlukçu bir yaklaşımın sergilenmiş olduğudur. Bu bağlamda demokratik toplumlarda, çağdaş hukuk devletlerinde, bütçenin kaynağını teşkil eden, vergileri veren yurttaşların ve sivil toplum örgütlerinin katılımı ve denetimi sağlanmamış, görüşlerinin alınmamış olması şeffaf bütçe oluşturmasında büyük bir eksikliktir. Merkezî bütçenin hazırlanmasında sağlıklı bir planlama yapılmasının öncelikli şartının yaşanan sosyal dönüşümlerin doğuracağı sosyal risklerin dikkate alınması olduğu gerçeği ihmal edilmiştir.

Zira 2008 Mali Yılı Merkezî Yönetim Bütçe Kanunu Tasarısı’nın içeriğine bakıldığında da bir borç ödeme bütçesi olarak hazırlandığı, bu hâliyle işçilerin, emekçilerin ve yoksul halkın beklentilerine cevap vermek ve artık önemli bir toplumsal sorun hâline gelmiş olan işsizliğe yönelik olarak istihdam artırıcı tedbirler sağlamak konusunda gereken düzenlemelerden yoksun olduğu görülmektedir.

Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; Sayın Maliye Bakanı “Yapısal reformlar, mali disiplin ve özelleştirmeye devam edeceğiz.” demektedir. Bunun anlamı, vatanın zenginliklerini satışa çıkararak bütçe denkleştirmektir. Bunun anlamı, sermaye ile işçi ve emekçiler arasındaki gelir uçurumunun daha da açılması ve yoksul halkın satın alma gücünün daha da düşürülmesidir. Bunun anlamı, sosyal devlet ilkesinin dönüşsüz olarak terk edilmesi, geniş halk yığınlarını piyasada tüketici yurttaş konumuna getirmektir. Alt başlıklar olarak her birini açacağız.

2008 bütçesinde hedef olarak, 114,5 milyar YTL dolaylı vergi, 56,6 milyar YTL gelir ve kurumlar vergisi belirlenmiştir. Ağır dolaylı vergilerin devamının öngörülmesi bütçede vergi adaletinin olmadığını göstermektedir.

Bir ülkede sosyal adaletin sağlanması, hakça paylaşımın gerçekleşmesi için vergi adaletinin sağlanması esastır. Bu da halk yığınlarından dolaylı ağır vergi almakla değil, kazanandan kazandığı oranda vergi alabilmekle olur. AKP Hükûmeti, 2008 yılında bu doğrultuda bir adım atmayı değil, tam tersine, esnafın ve emekçi kesimlerin üstündeki baskıyı artırmayı hedeflemektedir.

2008 bütçesinden bazı rakamlara bakıldığında, bütçede 35,5 milyar YTL gelir vergisi, 17 milyar YTL kurumlar vergisi beklentisi olduğu görülmektedir. Petrol ve doğal gazdan alınan ÖTV’den 26 milyar YTL civarında gelir beklenmektedir. Sigaradan, içkiden alınacak vergilerde büyük artışlar hedefleniyor ki, bu da sigara ve içkiye 2008 yılında yeni zamların yapılacağının habercisidir. Ek olarak, Türkiye’de çok yüksek olduğu bilinen iletişim vergilerinde de bir indirim görülmemektedir. Bu nedenle, Sayın Bakanın “2008’de yeni vergiler yok.” söyleminin de gerçekçi olmadığı anlaşılmaktadır. Bu durum bir vergi reformunun da acil ve kaçınılmaz olduğunu göstermektedir. Gelir Vergisi Kanunu’ndan vergi muhakemelerine kadar birçok ilgili mevzuatın değiştirilmesi gerekmektedir.

Bütçede en büyük pay faiz ödemelerine ayrılmakta, son yıllarda bütçenin temel harcama kalemini borç ve faiz ödemeleri oluşturmaktadır. İşçi ve emekçilerden toplanan vergiler, ne yatırımlar ne de toplumsal ihtiyaçların karşılanması için kullanılmakta, bu gibi alanlarda ayrılan kaynaklar göstermelik düzeyde tutulmaktadır.

Türkiye’nin iç ve dış borç stoku 450 milyar dolar civarında seyretmektedir ki bu miktar, 2008 yılı merkez yönetim bütçesi hedefinin yaklaşık 2 katıdır. 2008 yılı bütçesinde öngörülen 56 milyar YTL’lik faiz ödemesi, 2007 yılına göre yüzde 14,3’lük bir artış anlamına gelmektedir. Buna karşın tüm bütçenin yüzde 8,1, personel harcamalarının yüzde 10,3, yatırım harcamalarının ise yüzde 0,7 artış göstermesi bekleniyor. Bu hâliyle de 2008 bütçesi, genel anlamda bir borç ödeme bütçesi olarak hazırlandığını ortaya koymaktadır.

Gündemde olan Kuzey Irak operasyonunun bütçede değişiklik yapılması anlamına geldiği, maliyetin yine sağlık, eğitim, adalet kalemlerinden karşılanacağı, Hükûmetin yeni dolaylı vergiler ve zamlara yöneleceği açıkça görülmektedir.

Genelkurmay Başkanlığının tanımlamasıyla düşük yoğunluklu çatışma için 2007 yılında yıl içinde arttırılan ödenekler bile harcamaları karşılayamaz durumdadır. Bu durum, 2008 bütçe taslağının daha Türkiye Büyük Millet Meclisinde görüşülmesinden önce dengesinin bozulmuş olması, bütçe açığının büyümesi anlamına gelmektedir.

2007 merkezî hükûmet bütçesinde Millî Savunma Bakanlığına 13,1 milyar, jandarmaya 3,1 milyar, emniyete 6,5 milyar YTL ödenek ayrılmış, ancak yıl içinde bu rakamlar yükseltilmiş ve Millî Savunma Bakanlığı bütçesi 18,2 milyar, jandarmanınki 3,2 milyar YTL’ye çıkarılmıştır.

Ortaya çıkan şiddet ortamından dolayı eğitim ve sağlıktan kısılan kaynaklar güvenlik harcamalarına yönelmiş ve şiddet ikliminden dolayı yöre insanının geçim kaynakları büyük oranda ortadan kaldırılmıştır. Diyarbakır, Van, Urfa gibi şehirlerimiz göç sonucu kalabalıklaşan nüfusun getirdiği işsizlik sorunuyla boğuşmakta, ancak, ne yazık ki, bölgenin istihdam ve kalkınma için ihtiyacı olan sermaye de batıya göç etmiş bulunmaktadır. Barış ortamının oluşturulmasıyla güvenlik harcamalarının sivil harcamalara dönüştürülmesi bölge insanının beklentilerine daha çok cevap verecektir.

Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; konuşmanın bundan sonraki bölümünü “bütçe tasarısının sosyal harcamalar için ayrılan kalemleri” değerlendirmesini yaparak sürdürmek istiyorum.

Öncelikli olarak, kamu hizmetleri için ayrılan kaynağa bir bütün olarak baktığımız zaman, 2008 için yüzde 23,2, 2009 için yüzde 22,7 ve 2010 için de yüzde 21,9 olarak belirlendiğini görüyoruz. Yani, bundan böyle yurttaşların sosyal devletin sınırları içinde bir hak olarak faydalandıkları kamu hizmetleri, artık piyasada yine aynı yurttaşların hizmetine sunulmaktadır, ancak bir tüketici olarak bu hizmetleri satın almaları şartıyla. Peki, bu düzenlemeden ülkemizin yoksul halkının payına ne düşmektedir? Daha evvel konuşmamızda da belirttiğimiz üzere, burada yine kritik önem taşıyan nokta, nitelikli kamu hizmeti sunumu için gerekli olan kamu gelirleri yükünün dolaylı vergilere dayalı yapısının değiştirilmesi ve bu yükün toplumun yoksul ve emekçi kesimlerinden alınıp, gelirin doğru orantılı hale getirilmesi gerekmektedir. Oysa, bütçe tasarısı bu hâliyle, yoksul insanımızı tamamen piyasanın insafına terk etmekte, “paran kadar sağlık, paran kadar eğitim” diyerek toplumdaki mevcut eşitsizlikleri derinleştiren bir görünüm arz etmektedir.

Bütçede en önemli açık olarak görülen sosyal güvenlik harcamaları, sosyal devlet olmanın anayasal güvenceleriyle ele alınmalıdır. Elbette ki sosyal güvenlik sisteminin işleyişinde yapılacak bir reform, kimi denetimsizlikler ve israfları, aşırı bürokratik uygulamaları ve dağınık yapıyı düzenlemek açısından son derece gereklidir. Ancak, yapılacak olan herhangi bir düzenlemenin, devletin bu alana dair yükümlülüğünü, katkısını esirgemeden ve sistemin yapılandırılmasında özel kurumların teşvikini esas almadan hayata geçirilmesi mutlak bir zorunluluktur. Zira, Anayasa Mahkemesinin 5510 sayılı Sosyal Sigortalar ve Genel Sağlık Sigortası Yasası’yla ilgili olarak verdiği iptal karanının genel değerlendirme bölümünde şu saptama yer almaktadır: Sosyal güvenlik, bireylerin istek ve iradeleri dışında oluşan sosyal risklerin kendilerini ve geçindirmekle yükümlü oldukları kişilerin üzerlerindeki gelir azaltıcı ve harcama artırıcı etkilerini en aza indirmek, ayrıca sağlıklı bir asgari hayat standardını güvence altına alabilmektedir. Ancak, yeni düzenleme ile sosyal devletin güvencesinde olan halk anlayışının yerini takdire dayalı bir yardım anlayışı almıştır.

Sağlık, her yurttaş için eşitlik ve hak temelinde erişilebilecek ve yararlanılabilecek bir kamu hizmeti olarak düzenlenmelidir. Piyasa kurallarının belirleyici olduğu ve özel sigortacılığın esas alındığı bir sağlık sisteminin uygulanması, ülkenin içinde bulunduğu ekonomik koşullar, kayıt dışı çalışanların oranı ve bölgesel eşitsizlikler nedeniyle mümkün değildir. Geniş toplumsal kesimlerin sağlığını kaybetmesi anlamına gelecek böyle bir model yerine vergilendirilmeyen kazançlardan alınacak vergilerle ve Sosyal Yardımlaşma ve Dayanışma Fonu’nun da dâhil edildiği diğer kamu kaynaklarıyla karşılanacak bir sağlık sistemi gerçekleştirilmelidir.

Sosyal yardımlar yasa ile düzenlenmeli, iane ve bağışlama görüntüsü yerine yurttaşların devletten talep etme hakkı kapsamında bir hak olarak görülmeli ve sosyal devletin gerektirdiği kurumsal ilişkiler ağı aracılığıyla uygulanmalıdır.

Sosyal güvenlik sisteminin iyileştirilmesi, gelir-harcama arasındaki kurulan iktisadi dengeden ve Sosyal Güvenlik Kurumunun kâr-zarar tablosuna indirgenmiş işletmecilik anlayışından daha derinlikli bir algıyı ifade etmek durumundadır.

Sosyal güvenlik reformu ise bu hâliyle tüm sigortalıların, çalışanların hak temelinde eşitliğini değil, yoksulların yoksullukta eşitliğini hedefleyerek “en az”da birleştirmeyi öngörmektedir.

5510 sayılı kanun tasarısında değişiklik öngören düzenleme daha önceki taslağın birçok olumlu hükmünü de ortadan kaldıran bir içeriğe sahiptir. Emekli aylığı bağlanma oranlarında alt sınır kaldırılmış, emekli aylıklarının düşürülmesi hedeflenmiştir. Ölüm aylığı bağlanma şartı dokuz yüz günden bin sekiz yüz güne çıkartılmıştır. Geçici iş göremezlik ödeneği günlük kazancın üçte 2’siyken beşte 3’üne düşürülmüştür. Engellilerin emekli olabilmesi için gerekli on beş yıllık çalışma şartı on sekiz yıla çıkarılmıştır. Tasarının getirdiği en önemli düzenlemelerden biri olan genel sağlık sigortası primi konusunda ise akıl almaz bir durum yaşanmaktadır. Aylık geliri 139,6 YTL üzerinde olan insanlarımızdan alınacak olan 73 ile 475 YTL arasındaki aylık miktar dışında, yatan hastaların tedavi bedellerinden de “katkı payı” alınacağı bilinmektedir. Herhâlde, bu durumda düşük gelirli yurttaşlarımızın devayı modern tıbbın sunduğu olanaklarda aramaya kalktıklarında, ayın geri kalanında ilaçla beslenebileceği düşünülmektedir. İlaveten, asgari ücretin üçte 1’inden düşük gelire sahip olan yurttaşlarımızın genel sağlık sigortası primi ödemelerine devletin katkısı asgari düzeyde tutulmuştur.

Kanunun yürürlüğe girdiği tarihten sonra işe başlayacak işçilerin emekli olduktan sonra bir daha çalışmayacakları öngörülüyor. Bu uygulanırsa, yeni sistemde çalışacak olan işçiler emekli olduktan sonra bir işte çalışırlarsa emekli aylıkları kesilecek.

Tarım sektöründe çalışanların prim borçlarına karşılık yapılacak kesinti miktarı da artırıldı. 1 ile 3 arasında olan rakamın 1-5 arasında olması öngörülüyor.

5510 sayılı Kanun’un kamu yararına olan maddelerinden biri de sigortalıların yeni doğan bebekleri için altı ay süreyle üçte 1’i tutarında, yani aylık 195 YTL emzirme ödenmesini düzenleyen hükmüydü. Bu madde son hâliyle şöyle düzenlendi: Emzirme ödeneğinden yararlanmak için son bir yıl içinde en az yüz yirmi gün prim ödeme şartı getirildi. Bununla da yetinmeyip, altı ay yerine bir defaya mahsus 195 YTL emzirme yardımında bulunmaya karar verdiler. Bu çerçevede yapılmış olan düzenlemeler, bir insan hakkı olarak  tanımlanması gereken sağlıklı yaşama hakkını yoksul yurttaşlarımızın elinden almakta ve kadınlarımızın yararına olan yasal düzenlemeleri de ortadan kaldırmaktadır.

Cezaevindeki sağlık politikasının da önemli ölçüde iyileştirmeye tabi tutulması gerektiği düşüncesindeyiz. Hangi suçtan olursa olsun devletin bir yurttaşı cezaevine konulmuşsa, o kişinin vücut bütünlüğü ve sağlığından devlet sorumlu hâle gelmiştir. Bu konuda çok ciddi ihlaller olduğu, ölümcül ve ağır hastaların koğuşlarda bekletildiği bilinmektedir. Durum, acil çözüm isteyen vahim bir noktadır.

Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; bilindiği üzere, Avrupa’daki refah devleti sistemleri ve uygulamaları, artan uluslararası rekabet koşullarına uyum sağlamada karşılaşılan zorluklar, nüfusun yaşlanması, Avrupa’ya artan göç akını ve sistemin kendisinden kaynaklanan sıkıntılar nedeniyle 1980’li yıllarda ciddi bir sarsıntıyla karşı karşıya gelmişti. Ancak, 90’lı yıllarda bu konuda önemli bir toparlanmaya gidilerek “Sosyal Avrupa” kavramı etrafında emek piyasalarındaki değişimleri de dikkate alan bir yaklaşım geliştirildi. Bu yaklaşım, sosyal hakların en temel vatandaşlık hakkı olduğundan hareketle, devletin toplumdaki bütün bireylerin eşit vatandaşlar olarak topluma katılmasındaki sorumluluğunun altını çizmektedir. Bu bağlamda, çağdaş ülkelerde de farklı arayışlar gelişmiş, birçok ülkede sosyal politika harcamaları, yoksullukla mücadele yöntemleri içerisinde doğrudan gelir transferini içeren bir eğilim ortaya çıkmıştır. Bu anlayış, hiç şüphesiz ki bir hayır kurumu mantığıyla muhtaçlara yardım yapar gibi değil, yurttaşların hak ve özgürlüklerini güvenceye alan mekanizmaların sosyal devlet güvencesinde oluşturulması yoluyla hayata geçirilmelidir.

Ülkemizde yaşanan yoksulluk sorununun bugün geldiği noktada ise, 2 milyona yakın yurttaşımız açlık sınırının altında yaşamaktadır. Türkiye’de yoksulluğun yeni biçimleriyle mücadele ivedilikle ele alınması ve çok çeşitli araçlarla yürütülmesi gereken bir husustur. Yine, ülkemizdeki işsizlik oranındaki yükseklik ve nitelikli istihdam yaratılması ihtiyacı ise hepimizin malumudur. İşsizliğin önünün alınamamasında bölgeler arası gelişmişlik farklarının çok büyük olmasının da önemli bir etken olduğu bilinmektedir. Yine, Türkiye İstatistik Kurumu verilerine göre, 2006 yılında Türkiye genelinde istihdam oranı yüzde 43,2 iken, Doğu ve Güneydoğu’daki yirmi bir ilin ortalaması yüzde 37,5’te kalmıştır.

Yoksulluğun önlenmesinde istihdam arttırıcı gelişmeler elbette çok önemlidir. Ancak, yoksulluğun genel anlamda iktisadi krizden kaynaklandığı ve ekonomik göstergeler yükselişe geçtiği takdirde ortadan kalkacağı önermesi kaynağını, büyük oranda, hakim neoliberal söylemin devletin sosyal politika alanındaki katkısını sınırlı tutma eğilimi ve girişiminden almaktadır. Birçok Avrupa ülkesinin deneyimleri göstermiştir ki, yoksulluğun yeni biçimleri ekonominin iyiye gitmesiyle ortadan kalkmamaktadır. Zaten, iktisat terminolojisinde de bu duruma işaret eden “istihdamsız büyüme” diye bir kavramın bulunduğunu biliyoruz. Kaldı ki, günümüzde sermayenin artan hareketliliği, emek yoğun sektörlerin ücretlerin düşük olduğu kadın ve çocuk emeğinin istihdam edildiği alanlara kaymasını kolaylaştırmış, teknolojik gelişmeler ise az sayıda işçi istihdam ederek üretim yapılmasını mümkün kılmıştır. Ülkemizde de özelleştirme, küreselleşme ve artan rekabet ortamının getirdiği taşeronlaştırma gibi uygulamalar nitelikli istihdam yapılmaması sonucunu getirmiş, nüfusun önemli bir bölümünü yoksulluk sınırında yaşamaya mahkûm etmiştir. Yine, emek piyasasının değişen ve esneyen yapısı, düzensizleşen iş koşulları, düşük ve bazen alınamayan ücretleri, sosyal güvencesiz çalıştırmayı beraberinde getirmiştir. Bunun da ötesinde, ülkemizde sosyal yardım kurumlarının politize olması, hizmetlerin kalitesiz, verimsiz ve kayırmacılıkla malul olarak yürütülmesi çok büyük bir sorun olarak önümüzde durmaktadır. Sosyal yardım kurumları bugüne kadarki tüm siyasi iktidarların yan kuruluşu hâline gelmiş ve bu kurumların hizmetlerinden faydalanmak, ne yazık ki, iktidara yakın bir konum içerisinde bulunmayı zorunlu kılmıştır.

Türkiye’nin Avrupa Birliğine aday ülke statüsünde olduğu gerçeğinden hareket edildiğinde, sosyal yardım uygulamalarının da Avrupa Birliğindeki yaklaşımlarla uyum sağlaması gerektiği açık olarak ortaya çıkmaktadır. Avrupa Birliğinde geçerli olan yaklaşım doğrultusunda, yoksulluk bir sosyal dışlanma sorunu olarak ele alınmak ve sosyal içermeyi amaçlayan politikaların konusu hâline getirilmek durumundadır. Bu yaklaşımın temel özelliklerinden biri, yoksulluğu, insanların topluma eşit ve özgür bireyler olarak katılmalarını engelleyen, değişik unsurların tanımladığı çok boyutlu bir sorun olarak ele almasıdır. Bu bağlamda, Avrupa Birliği düzeyinde yoksulluk riski altındakiler, her üye ülkede, ülkenin ortanca gelirinin yüzde 60’ının altında gelire sahip bireyler olarak tanımlanmaktadır. Ancak, bu tanıma ilaveten, özel risk gruplarını oluşturan kadınlar, çocuklar, yaşlılar ve engelliler dışında etnik azınlık mensubu oldukları için ayrımcılıkla karşılanabilecek grupların sorunları da ön planda tutulmaktadır.

Yoksulluk sorununun önemli bir boyutunu işsizlik olgusunun oluşturduğu doğrudur. Türkiye’de potansiyel iş gücünün yalnızca yüzde 45’inin çalıştığı düşünülürse bunun ne kadar hayati bir sorun olduğu ortaya çıkar. Ancak, işsizlik olgusu da çoğu zaman yalnızca yoksulluğa yol açtığı ölçüde gündeme gelmektedir. Oysa, kırsal bölgelerden farklı olarak kentte işsiz kalmak ve toplumsal faaliyetlere katılmamak, aynı zamanda toplumla bütünleşme yollarının da tıkanması anlamına gelmektedir. Bu husus da göz önünde bulundurularak yürütülecek sosyal politikalarda toplumla bütünleştirmeyi esas alan projelerin geliştirilmesi gereklidir.

Yalnızca politik beyanlarda bulunarak işsizliğin azaldığını söylemek, iş alanlarının arttığını gerçek olmayan rakamlarla, ifadelerle göstermek, halkın içinde bulunduğu işsizlik sorununa iyimser bir bakış açısı bile kazandırmamıştır.

2006’da yüzde 9,9 olan işsizlik oranı bugün yüzde 12’lere çıkmıştır. Genç nüfusun fazla olmasını bir avantaj durumuna dönüştüremeyen Türkiye, işsiz, kendi alanında herhangi bir istihdam alanı bulunmayan binlerce üniversite mezununun ve her kesimden insanımızın yaşamla olan çaresiz savaşlarına yenik düşen ve bunların içinde bu nedenden dolayı hayattan kopan insan hikâyelerine tanıklık ediyor.

Bütün bu olumsuzluklardan nasibini alan kadın, son Birleşmiş Milletler İnsani Gelişme Raporu’nda da gösterildiği gibi, cinsiyet eşitliği göz önünde bulundurulduğunda daha alt sıralara düşüyor. Bu eşitsizliğin temel nedenlerinden biri ve önemlisi, yürütülen yanlış ekonomik politikalardır.

Okuma yazma oranının kadınlarda daha düşük olması kadın istihdamını daha da aşağıya çekiyor. Sosyal hayattan uzak tutulan, seçim sandıklarına kocasıyla ya da bir başkasıyla aynı fikirde olmaktan daha başka seçeneği olmadan giden kadın iyice şiddetin içine sürüklenmiştir.

BAŞKAN – Sayın Kurtulan, üç dakikanız kaldı ama, Sayın Kaplan izin verirse onun süresini kullanabilirsiniz.

FATMA KURTULAN (Devamla) – Kaplan’dan almak çok zor olabilir Başkanım.

BAŞKAN – O zaman üç dakikanız kaldı.

Buyurun.

FATMA KURTULAN (Devamla) – Asgari gelir desteği politikası, bugün farklı kamu kurumları, sivil toplum kuruluşları ve hayırsever bireylerin yaptığı çok sayıda bölük pörçük yardımdan yararlanmak için uğraşan yoksul kesimlerin “yardıma muhtaç zavallılar” görüntüsünden kurtulmasını sağlayacaktır.

Yine, bu politika, satın alma gücünü yükselterek piyasanın işleyişine önemli bir müdahalede bulunmaksızın üretimi ve istihdamı artırıcı rol oynayabilecektir. Ekonomik faaliyet düzeyinin düşük olduğu yoksul bölgelerde bu türden bir politikanın ne kadar önemli olacağı açıktır.

Faaliyet koşullu asgarî gelir desteği, doğrudan ücretli istihdam yaratmaya dönük bir politika olmamakla beraber, istihdam politikalarıyla birlikte uygulanma özelliğine sahiptir.

Sonuç olarak, 2008 bütçe rakamlarını yalnızca iyimser bir bakış açısı olarak görüyoruz. Verilen bu iyimser tabloya geride bırakılan bütçe politikaları ve rakamlarla ulaşmak çok zor görünmektedir. Halk, Hükûmet tarafından dillendirilen rakamların, “biraz daha katlanın” söylemlerinin ekonomik, toplumsal mutsuzluğa çare olmadığını anlamıştır.

Ülke kaynakları eşit şekilde yararlanılabilecek gibi tahsis edilmiyor. Bunun önünü açacak yasal düzenlemeler yapılmıyor. Bütün bunlar dikkate alınarak, eğitim her kesimi, her bölgeyi kapsayacak şekilde sosyal adalet ilkesini gözeten, barışçı ve özgür bireyler yetiştirmeyi hedeflemeli ve bu temelde verilmelidir.

Kadının toplumda etkin bir yurttaş olabilmesinin, Hükûmetin geliştireceği cinsiyet eşitliği politikalarıyla bağlantılı olduğu unutulmamalıdır. Halkın içinde bulunduğu darboğaz göz önüne alınarak, sağlık hizmeti verilirken vatandaşın sağlık sorunlarına zamanında ve doğru tedavi bulabilmenin yolu açılmalı, hizmetler ne hastayı ne görevliyi mağdur etmeden sosyal devlet anlayışına uygun olarak verilmelidir.

Tüm bu iç karartan tablodan sonra, biz de büyük bir iyimserlikle diyoruz ki, birlikte ve barış içinde, sosyal, siyasal ve kültürel hakların Anayasal güvence altına alındığı, kimsenin yok sayılmadığı, farklılıkların kabul edildiği, muhalefetin kamu yararına ve barış için yapıldığı bir Türkiye yaratmak bizim elimizde. Böyle bir Türkiye’de eğitimden, sağlıktan, adaletten kesilerek finanse edilen, sınırların ötesine savrulan harcamaları ait olduğu yere döndürmek, barışçı ve çağdaş bir yaşam seçeneğinin bütçesini oluşturmak daha kolay olacaktır diyor, hepinizi tekrar saygıyla selamlıyorum. (DTP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – Teşekkür ederim Sayın Kurtulan.

Demokratik Toplum Partisi Grubu adına ikinci konuşmacı Şırnak Milletvekili Sayın Hasip Kaplan. (DTP sıralarından alkışlar)

Sayın Kaplan, buyurun.

Süreniz otuz dakikadır.

DTP GRUBU ADINA HASİP KAPLAN (Şırnak) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; Hükûmetin -60’ıncı- Programı’nı burada hep beraber dinledik. Maliye politikaları da bir bakıma bu politikalara bağlı olarak şekillenir. Tabii ki, dünyanın en önemli bölgesinde yer alan Türkiye’nin istikrarlı bir ekonomi için bütün riskleri, bütün olasılıkları hesaba katıp ona göre bir düzenleme yapması, yaparken de, demokrat olması, demokrasiyi işletmesi, katılımcı olması, çoğulculuğu özümsemesi ve vergi alırken zalim olmaması, dağıtırken de adil olması gerekiyor.

Bunu neden söyleme gereğini duydum. Demokratik Toplum Partisi olarak birinci sunuşlarımızda genel olarak birçok konuya değindik. Ancak, bu bütçede, gelirler ve giderlerde, alınırken ve verilirken kimler daha çok yararlanıyor, kimler daha çok kazanıyor, kimlerin daha çok sırtında yük, kimlerin cebinden vergiler çıkıyor ve nereye harcanıyor? Bizim aslında burada muhalefet olarak önemle, özenle üzerinde durmamız gereken de bu.

Sayın Bakan bir konuştu, güllük gülistanlık bir anlattı bir anlattı, vallahi bu Komisyonda bir ay çalışmasaydım, acaba öyle midir derdim. Yani, ilk gün Komisyona oturduk, hemen, 2002’de, Türkiye’de rekor milletvekili sayısıyla tek başına iktidar olmuş, karşısında tek muhalefet partisi olan 59’uncu Hükûmet, beş yıl sonra 60’ıncı Hükûmet olarak, bize, bütçenin sunuşunu “enkaz devraldık”la yapıyor. Beş yıl sonra! Altıncı bütçesini yaparken AKP Hükûmetinin, hele hele “iki vatandaştan birisinin oyunu aldım” çoğunluğunu da yakaladıktan sonra, buraya gelip hâlâ bu enkaz edebiyatının ardına sığınmasının hiçbir haklı gerekçesi kalmamıştır artık.

Şunu çok açık ifade etmekte yarar var: Bütçenin sunuşunda, her şey çok mükemmel, güllük gülistanlık, disiplin işliyor, paralar geliyor. Hani, geçenlerde, Komisyon toplantısı bitince Sayın Bakan bir yemek vermişti Mecliste ve basına yansıdı, bıldırcın hesabı “3’e aldım 5’e verdim, kâr ettim.” Şimdi bakacağız, bu bütçede, 3’e alıp 5’e vermek, kâr etmek var mıdır, yok mudur? Bıldırcın hesabı bu bütçede tutuyor mu, tutmuyor mu?

Şimdiye kadar, AK Partili arkadaşlarımız mükemmeliyeti devam ettirdiler, anlattılar. Şimdi, biz de, biz değil, onu DTP değil, başkaları ne diyor, oradaki birkaç veriden, sizlerin biraz kendinize gelmenizi sağlayacak birkaç veriden bahsetmek istiyorum. Birleşmiş Milletler Kalkınma Programı (UNDP) İnsani Gelişme Raporunda -insani gelişme endeksini açıkladı biliyorsunuz bu hafta- ülkelerin ortalama ömür, eğitim ve ayarlanmış gerçek gelir alanlarındaki seviyelerini ölçen İnsani Gelişme Endeksi’nde, Türkiye, 177 ülke arasında 84’üncü sırada. Dikkatinizi çekmek istiyorum, 84’üncü sırada, Afrika ülkeleri düzeyinde. OECD bölgesi ülkeleri içinde ise son sırada, son… Sonuncu. Bunu, ben demiyorum, bakın, sakın, Hasip Kaplan demiyor bunu. İnsani Gelişmişlik Endeksi de eğitim, sağlık, çok insani şeyler… Yani bunlara sosyal güvenlik reformu… Bunlar ekseninde.

Şimdi, yine, bir daha bir sunuş yapmak istiyorum. Bunu, yine ben söylemiyorum. Bunu, Hazine Müsteşarlığına bağlı Sayın Bakanlığınız söyledi, Bakanlığınızın söylediği sunumdan aldım. Diyor ki “Ekonomimizde sağlanan olumlu gelişmeler kredi notlarımıza da yansımıştır. Kredi notumuz 2002’de B(-) negatif görünüm iken, üç kademe artarak, bugün itibarıyla BB(-) durağan görünüm seviyesine yükselmiştir.” Ee kardeşim, bir taraftan bunu söyleyeceksiniz, bir taraftan “take-off” uçuşa geçirdiniz Türkiye’yi. Hangisi doğru? Bunun, bu bütçeyle doğrusunu bulmak lazım. Uçuşa mı geçtiniz? Düşüşe mi geçtiniz? İkisi arasında öyle yakın bir mesafe yok.

59’uncu Hükûmet döneminde üretime, ihracata yeterince önem verilmedi. Global likidite bolluğundan da yararlanılamadı. Bir konjonktür şanstı AKP için. Özelleştirme, sıcak para, sermaye girdileri de heba edildi. 2007 seçim hesapları aslında bütçeyi sarstı. İşsizlik arttı. Artan borç yükü hedeflerde sapma getirdi. Risklere karşı korunaksız olunması nedeniyle 2008 Mali Yılı Bütçe Tasarısı da beklentileri karşılamaktan uzaktır.

Şunu ifade edelim: Hükûmetin 2007 Yılı Merkezî Yönetim Bütçe Kanunu’nda öngördüğü 16,8 milyar açığı seçim öncesi 8 milyara çekmesine ve 22 Temmuzda “Seçim ekonomisi uygulamayacağız.” demesine rağmen 14,9 milyar olarak revize etmek zorunda kalması, yaşanan sapma, bal gibi seçim ekonomisi uygulandığının da işaretidir. Biz bunu, sel felaketlerinde, bekletilip son dakikada ödenen yardımlarla bire bir gördük, yaşadık.

Vergi politikalarındaki adaletsizlik, yüksek kazanç sağlayan kesimlerin vergi yükünün azaltılması, dolaylı vergilerin artırılarak vatandaşa yüklenmesi, Sosyal Güvenlik Reformu Yasa Tasarısı çalışmalarıyla halkın sıkıntılarının daha da artırılması, kayıt dışı istihdam konusunda, haksız rekabeti önlemede isteksiz bir yaklaşım sergilenmesi, özelleştirmeye ağırlık verilmesi ve dolaylı vergilerden bütçenin gelirlerinin sağlanması, sosyal adaleti de, vergi adaletini de sağlamaktan uzak ve eşitlikçi değildir.

Bütçe harcamalarının yüzde 9,7; gelirlerin yüzde 8,8 artması hedefi, aslında bütçe açığının da habercisidir. Vergi gelirlerinde yüzde 13,3 artış öngörülmesine rağmen, enflasyon hedefinin yüzde 5’lerde değil, daha yüksek seyredeceği, Merkez Bankasının yaptığı açıklama ile çelişiyor. Üç gün önce yapılan açıklamada, yüksek düzeyde cari işlemler açığının küresel finans sektöründeki kırılganlıklar dolayısıyla, Türkiye ekonomisinde, finansal istikrar açısından en önemli risk unsuru olmaya devam ettiğini açıklamıştır. Cari açık, kur riski, firmaların döviz pozisyonlarında açık, bankacılıkta açık pozisyon, piyasalar üzerindeki baskı ve vergi hedefinin de altında kalınması, olası etkenler olarak sayılmaktadır. Hükûmetin 2008 mali bütçesinin dış şoklara dayanıklı olduğu tezini de çürütüyor. Memur maaşlarında yüzde 2 artış ile birlikte, 10 ve 20 YTL miktarındaki ek artışlar, geçmiş yıl kayıplarını karşılamadığı gibi, yine, sınır ötesi ve tezkere sıcak ortamı arasında, çaktırmadan, suya, elektriğe, Tekel maddelerine, doğal gaza, akaryakıta, ekmeğe ve diğer mamullere yapılan zamlarla, bu memur zammı da katbekat geri alınmıştır.

Uluslararası Yatırım Bankası Deutsche Bank, Türkiye Raporu’nda diyor ki: “Petrol, Orta Doğu’da, istikrarsızlık sonucu artar da bir varil 80 YTL olursa, Türkiye’nin 2008 yılı bütçe açığı 40 milyar lira.” Şimdi, Sayın Maliye Bakanımız, sabahki konuşmasında dedi ki sunumlarda “Bir varil 90 dolar olursa…” Olursa Sayın Bakan, ne olacak memleketin hâli, demek durumundayız muhalefet olarak diye düşünüyorum.

Sayın Başkan, değerli üyeler; bu, Komisyon sunumu; bu da bugünkü sunumu Sayın Bakanın. Birbirine benziyor, alttaki tarihler değişik. Bunların sonunda, ikisinde de sunuşlar bitince deniliyor ki: “Cumhuriyetimizin kurucusu Atatürk diyor ki…” Her sunuşun sonunda bu var. “Tam bağımsızlık ancak mali bağımsızlık ile mümkündür.” Devam ediyor.

Şimdi, madem öyle, madem her sunuşun sonunda bunu söylüyorsunuz da, Allah aşkına, IMF Türkiye Şefi Lorenzo Giorgianni’nin başkanlığındaki heyetin, faiz dışı fazla, büyüme hedefi ile vergi gelirlerine ilişkin rakamlarda müdahaleleri sonucu, son dakika, saat 23.55’te, Meclis Başkanlığına bütçe tasarısını teslim etmek, samimi mi, yoksa fevkalade icazetli midir? Bunu da Sayın Kurulun takdirine sunuyorum. (DTP sıralarından alkışlar)

IMF’ye ve Dünya Bankasına, onların 2000, kısa vadeli -Devlet Planlama Teşkilatının hazırladığı orta vadeli program değil- 2025 yılına kadar Türkiye ekonomisini belirleyen, boyun eğen, direktiflerini savunanların, bu yüce Mecliste, bağımsızlıktan, milletin özgürlük ve iradesinden de söz etme hakları olmadığını düşünüyorum. (DTP sıralarından alkışlar)

Bütçe tasarısında “Bizden önce iyi hazırlanmayan ve idare edilmeyen bütçeler ülkemizi krizlere  soktu.” deniliyor. 2001 krizini hepimiz yaşadık, biliyoruz devalüasyonu. Ama, ondan önce de bir kriz vardı. Hatırlarsak, 98, yine böyle bir devalüasyon. Yani, konjonktürel dönemlerde bu yaşanan krizlerde, o dönemlerde şu veya bu şekilde payı olanların, o günlerde şu veya bu şekilde bu Mecliste yer alanların, bunları, artık, yine çoğunlukla iktidar oldukları altıncı yılda dile getirme hakları olmamalı diye düşünüyoruz ve yine bütçe sunumunda, bu mazeretin, aslında, borç ödeme bütçesine ilişkin gerekçesidir.

Sayın Bakan, bu kadar güzel biliyorsunuz ekonomiyi, Türkiye’yi bu kadar güzel yönetiyorsunuz, memleketi düze çıkardınız, şaha kaldırdınız, uçuşa kaldırdınız; lütfen, şu kürsüde, Başbakan çıksın, desin ki, ben IMF’ye olan borcumu şu tarihte bitireceğim, Türkiye bu tarihte borcu olmayan bir ülke durumuna gelecek ve take off durumuna geçecek. Biz bunu bu Mecliste istiyoruz, bunun sözünü bugün Sayın Başbakan vermelidir diye düşünüyoruz.

“Bütçe şoklara açık.” dedik. Neden? 60’ıncı Hükûmet Programında Başbakan dedi ki -altını çizdim- “Bizim ekonomimiz çok güçlüdür. Şoklara dayanıklıdır, iç ve dış şoklara dayanıklıdır.” Allah göstermesin, tarih bize çok büyük musibetlerin var olduğunu gösteriyor. Doğal olabilir, insani olabilir. Bunları demiyorum ama normal sürecinde Türkiye giderken, mortgage konut kredisiyle başlayan ABD’deki bir kriz nasıl ki İngiltere’deki piyasayı, Japonya’daki piyasayı etkiliyorsa, Türkiye de etkileniyor, buna etkilenmiyor diyemezsiniz. Uzak Doğu piyasası hapşırdığı zaman, Türkiye’de ekonominin zatürre olabileceğinin hesabını yapmayan bir bütçe planlaması da gerçekçi değildir.

Size bütün bunların dışında acı, ama acı olduğu kadar vurgulamam gereken bir gerçeği daha ifade ederek bunun tehlikesine dikkat çekmek istiyorum. Bir ülkenin dış politikası sağlam oturmazsa, ekonomisinin de sağlam oturmasını bekleyemezsiniz. Yani istikrarı yakalamadığınız zaman dış politikada, ülkenin geleceğindeki rotanızda da sağlıklı bir yaklaşım sergileme şansınız yoktur.

“Avrupa Birliği sürecini en iyi yürütüyorum.” diyen Hükûmet, iki yıldır aslında AB müzakere sürecini birinci vitese taktı, birinci viteste gidiyor. Yani durmuyor yerinde ama AB müzakere sürecini isteksizce götürüyor, birinci viteste. Mademki birinci viteste götürüyorsunuz, o zaman ekonomimize müdahale anlamına gelen 30 bin küsur mevzuatı niye bize zorla kabul ettiriyorsunuz? Yani, Avrupa Birliğini bir taraftan “uygulayacağım” diyorsunuz, her bakanın sunuşunda "35 tane müktesep başlığının 30’unu hayata geçirdik, 40’ının 35’ini hayata geçirdik.” Açıklamalar var. Bu açıklamaların hepsi vergi, hepsi yükümlülük, hepsi Türkiye’nin altına attığı imzalar. O zaman, kardeşim, şu ekonomiyle beraber insan haklarını, hukuku, demokrasiyi ve bu yüce Mecliste demokrasiyi de hayata geçirmenin azıcık gayretini göstermeniz gerekmiyor mu?

Yani, 2 kişiden 1’inin oyunu aldınız. Yani, bu Mecliste çoğunluksunuz. Parmak sayınız da her şeye yeter. Bunu da anladık, ama, yani, bu bütçeyi oluştururken, şu ülkede emek, meslek, sivil toplum örgütlerinin, Türk-İş’in, DİSK’in, Hak-İş’in, TÜSİAD’ın, TOBB’un, İSO’nun, büyük örgütlerin temsilcilerini çağırıp, bu bütçenin planlamasında azıcık fikir sorsaydınız demokrasiniz mi eksilirdi? (DTP sıralarından alkışlar)

Yine, çok önemli bir konuda bir eksikliğe dikkat çekmek istiyorum. Bütçe sadece rakamlardan ibaret değildir. Bütçe, gerçek adaletin halk tarafından anlaşılır dilini, bu yüce Meclisin, bu saat, bu kürsüde 73 milyon insana verip, anlatabilmesidir.

Şimdi, Orta Doğu’da yaşanan gelişmelerin ekseninde ne Türk vardır ne Kürt vardır ne Arap vardır ne Türkmen vardır. Bunu böyle bilesiniz. Bunun ekseninde bir tek petrol vardır, doğal gaz vardır, enerji vardır, su kaynakları vardır. Eğer, siz bunu bilemezsiniz, dış politikanızı da yanlışın üzerine oturtursunuz.

Geçen sene Bush kendi kongresinde diyor ki: “Benim için enerji, güvenlik politikasıdır.” Ben de 60’ıncı Hükûmete sormak istiyorum: Sizin için enerji politikası bir güvenlik politikası mıdır, yoksa varil üzerinde doların inip çıktığı, ara sıra da Ceyhan petrol boru hattına aktardığımız, yoksa bu ülkeyi kaynak coğrafyasından taşıma coğrafyasına çevirdiğimiz enerji politikası mıdır? Enerji Bakanlığımızın sunuşlarına bakıyoruz, enerji politikamızda korkunç bir sorumsuzluk esip gidiyor. Neden? Çünkü, biz elektrik enerjisi, petrol enerjisi, doğal gaz enerjisinde kaynakları üreten bir ülke olmaktan çok coğrafya üzerinden boru hatlarının geçtiği bir ülke olduk.

Sayın Başbakan geçenlerde Edirne'deydi, Yunanistan'daki Başbakanla orada bir doğal gaz boru hattının geçişi vardı. Sayın Bakan açıkladılar, Mısır'dan da bir boru çekiyoruz maşallah. Yakında Bakü-Ceyhan'dan bir boru çektik biliyorsunuz Ceyhan'a. Oradan da bir boru gidiyor. Borular bu ülkenin üzerinden geçerken sorma hakkımız ve hukukumuz vardır diye düşünüyoruz. Yüzde 48 enerjisini GAP'tan sağlayan bu ülkenin ve suyun, sulamanın yüzde 14'ünü bu GAP'tan sağlayan bu ülkenin bütçesinde niye GAP'ın bütçesi yoktur diye sorma hak ve hukukunu muhalefet olarak kendimizde buluyoruz. (DTP sıralarından alkışlar)

Eğer enerji ve güvenlik politikamızı sağlıklı alamazsak, dış politikamızda Orta Doğu'da büyük devlet olmanın geleneğini Kürt ve Türkmen kardeş ve akrabalarımızla uzun erimli bir politikanın sağlıklı temellerini atamazsak, bizler ülkemizin geleceğini esenliğe kavuşturamayız. Biz şuna inanıyoruz ki, tarihin Osmanlıdan önce birlikte yaşamaya mahkûm ettiği akraba, kardeş ve tarihin kardeşliğe mahkûm ettiği…

HALİL AYDOĞAN (Afyonkarahisar) – Mahkûm değil. Olmaz öyle şey.

HASİP KAPLAN (Devamla) – …Kürt, Türkmen, Türk kardeşlerimizin geleceğinde Türkiye ağabeylik politikasını istikrarlı bir şekilde oturtmak ve geleceğini, öfke, duygusallık ve kararsızlıklar üzerine değil, sağlıklı temeller üzerine inşa etmek gibi bir ihtiyaçla karşı karşıyadır. Bunu hayata geçirecek olan bu yüce Meclistir. Bu yüce Meclisin dışında kim ki Washington’da, kim ki Brüksel’de, kim ki elçilik lobilerinde, kim ki otel kulislerinde arayış içine giriyorsa, bu Meclisin yüce iradesine, 73 milyon insanın iradesine saygısızlık etmiş olur, bu ülkeye haksızlık etmiş olur, bu ülkenin iradesine, onuruna müdahale etmiş olur diye düşünüyoruz.

HALİL AYDOĞAN (Afyonkarahisar) – “Mahkûm” kelimesini düzeltsen…

HASİP KAPLAN (Devamla) – Değerli milletvekilleri, biraz da bütçenin en önemli açığı üzerinde konuşmak istiyorum. Tanınan süre içinde gerçekten çok daha fazla konuşma olanağım yok.

BAŞKAN – Üç buçuk dakika kaldı Sayın Kaplan.

HASİP KAPLAN (Devamla) – Ancak, son derece önemli bir konu. Bu bütçenin en önemli açığı, kara deliği sosyal güvenliktir diyoruz, yani SSK, Bağ-Kur, Emekli Sandığı, çiftçilerimiz, köylülerimiz, emeklilerimizin aldığı sosyal güvenlik maaşı, devletin sosyal devlet olmanın gereği olarak yaptığı sağlık hizmetleri, eğitim hizmetleri budur diyoruz.

Şimdi, sosyal devlet olmanın tabii ki bir yükü var. Eğer vatandaştan vergi alıyorsanız, vatandaştan aldığınız vergiyle ona da hizmet edeceksiniz. Bunun gerçeği budur. Bu bütçe görüşmelerinde, bu kara deliği kapamak için Sosyal Güvenlik Reformu Yasası’nın hemen Meclise sevk edildiğini; ki, Ocak 2008 itibarıyla ele alınacağı ifade edildi. Yani, öyle bir emeklilik yasası getiriliyor ki, IMF ve Dünya Bankası öyle bir dayatmış ki, 2025 yılına kadar emekline “mezarda emeklilik” diyorsun. Mezarda emekliliği dayatıyorsunuz. Çalışan emeklinin tekrar çalışmasında maaşını kesiyorsunuz. Sağlıkta “parası olana hizmet” diyorsunuz, katkı payına ilaveten ilave ücret, bıçak parası, vesair adlar altında yeni yükümlülükler getiriyorsunuz vatandaşa.

Tabii ki işçiye, memura, fakire kredi vermeyen IMF, tabii ki Dünya Bankası, tabii ki işçiyi ve memuru değil, o kredi verdiği sermaye kesimlerini ve devletin hatırı sayılır kesimlerini dikkate aldığı için, diyor ki, emekçinin, işçinin, memurun canını sıkın, hem onlara ölümde emekliliği dayatın, mezarda emekliliği dayatın hem sağlıkta özel sektörün yolunu açın, sağlıkta hizmetleri kısın; hem de diyor ki, tüketim vergilerini, ÖTV’leri, KDV’leri, dolaylı vergileri arttırın, arttırın, bu halktan, onlardan alın, bu bütçenin de kara deliğini, hem alırken zalim olun hem verirken adil olmayın, alın diyor; bütçenizi sermayeden yana, zenginden yana yapın. Peki, o zaman işçinin, köylünün, memurun, esnafın, bu ülkenin kaderi ne olacak? Bu ülkenin geleceği, bu ülkenin insanları, bu ülkenin çocukları buna mahkûm edilmekle, IMF ve Dünya Bankasının 2025 planlamasına dahil edilmekle, bu haksız uygulama karşısında kim emekçiyi savunacak? Kim halkı savunacak? Kim ezilenleri savunacak? Kim esnafı savunacak? Kim taksiciyi savunacak? Kim bakkalı savunacak? Bunlar bu ülkede sahipsiz değil. İşte Türk-İş, işte DİSK, işte Tabipler Birliği, işte emekçi sendikaları, işte emek örgütlerimiz, meslek örgütlerimiz, sivil toplum örgütlerimiz, bunu dinlemeyen Hükûmete, bu bütçeyi dayatan Hükûmete, 12 Aralıkta meydanlara çıkarak Meclis içindeki muhalefetle Meclis dışı muhalefeti birleştirerek “Biz varız.” diyecek, saltanatın siyasasına, çoğunluğun diktasına karşı bu halk, zirveye çıkan AKP’yi artık yuvarlayacak.

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN – Sayın Kaplan…

HASİP KAPLAN (Devamla) - Onu size buradan hatırlatma gereğini duyuyorum, hatırlatıyorum.

Hepinizi saygıyla selamlıyorum. (DTP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN - Teşekkür ediyorum Sayın Kaplan.

FATİH ÖZTÜRK (Samsun) – Hayal, hayal… Uçmuşsun sen, uçmuşsun! Hayal âlemindesin. Kendine gel.

HASİP KAPLAN (Şırnak) – Vallahi ben ne hayalciyim… Sizler gerisiniz.

BAŞKAN – Lütfen arkadaşlar…

Sayın milletvekilleri, söz sırası…

HALİL AYDOĞAN (Afyonkarahisar) – Rüyanızda gördünüz galiba!

HASİP KAPLAN (Şırnak) – Vallahi halk gösterecek size, çok yakındır, merak etmeyin.

BAŞKAN – Arkadaşlar, lütfen…

HASİP KAPLAN (Şırnak) - Zirveden sonrası yuvarlanmaktır. Austin kamyonunun patlak tekeri gibi yuvarlanacaksınız. (DTP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – Sayın Kaplan, teşekkür ediyoruz.

Değerli arkadaşlarım, söz sırası, Cumhuriyet Halk Partisi Grubu adına Genel Başkan ve Grup Başkanı Antalya Milletvekili Sayın Deniz Baykal’da.

Buyurun efendim. (CHP sıralarından ayakta alkışlar)

Sayın Baykal, süreniz altmış dakikadır efendim.

CHP GRUBU ADINA DENİZ BAYKAL (Antalya) – Sayın Başkan, sayın milletvekilleri; hepinizi içten saygılarla selamlıyorum.

Bu bütçe görüşmeleri, altıncı yıla girmekte olduğumuz yeni bir ekonomik döneme, gerideki beş yıl boyunca yön vermiş olan bir ekonomi anlayışının, bir siyaset anlayışının Türkiye’yi getirdiği noktanın bir muhasebesini yapma fırsatını bize veriyor. Türkiye nereye doğru gidiyor, önümüzde ne gibi sorunlar gelişiyor, geleceğin bizim karşımıza çıkaracağı sorunlarla ilgili olarak temel anlayışımız ne olmalıdır konularını, sorunlarını bir irdeleme, bir değerlendirme fırsatını veriyor.

Türkiye’nin böyle bir gözden geçirmeye, bir değerlendirmeye ihtiyacı olduğu açıktır. Ekonomi politikamızın bizi getirdiği bu noktada, gerçekten, bir ciddi değerlendirme, bir durumu gözden geçirme ihtiyacı vardır.

Değerli arkadaşlarım, 2002 yılından itibaren, Türkiye, esas itibarıyla, 2000 ve 2001 yılındaki krize dönük olarak oluşturulan politika demetini kararlılıkla uygulayarak geldi. Geride bıraktığımız dönemde, Türkiye, o kriz döneminde şekillendirilen maliye politikasıyla yürüdü. Bu maliye politikası başlangıçta güzel sonuçlar da verdi, ekonomi politikası. Enflasyon yüzde 70’lerden yüzde 29’a düştü. 2002 yılında iktidar değişikliğinden önce yarı yarıya enflasyon düştü ve düşme eğilimi ortaya çıktı. Ekonomik büyüme çok çarpıcı bir düzeyde kendisini gösterdi ve Türkiye, istikrar içinde, enflasyonu denetleyerek ekonomik büyümesini gerçekleştirebilecek bir ülke izlenimini, görüntüsünü, umudunu vermeye başladı. Bu politika, o zamandan bu yana beş yıldır kararlılıkla uygulanmıştır. Şimdi altıncı yılın içine giriyoruz, ama, artık, o reçetenin, o politikanın Türkiye’de aynı sonuçları vermediği, yeni yeni sorunların üretilmesine neden olduğu, inkâr edilemez bir gerçek hâlinde ortaya çıkmıştır. Bugün geldiğimiz noktada izlenen politika aynı politikadır, ama, ortaya çıkan sonuç tamamen farklı olmaya başlamıştır. Ne gibi sonuçlar ortaya çıkmıştır?

Değerli arkadaşlarım, önce, bu dönemde kendisini gösteren ve artık kökleşmeye başlayan temel trendlere dikkatinizi çekmek istiyorum. Bir defa şu açıkça görülmüştür ki, ekonomi, artık, giderek daha az hızla büyür hâle gelmeye başlamıştır. Ekonomik büyümenin temposu, 2004’ten bu yana anlamlı, ciddi biçimde düşmeye başlamıştır.Bu, görmezlikten gelinemeyecek bir temel olaydır, çünkü, ekonomi politikasının amacı büyümedir. Hele Türkiye gibi bir ülke, nüfusu hızla artan bir ülke, ancak ekonomik büyümeyi istikrarlı bir biçimde sürdürebilirse, mali istikrarını, siyasi istikrarını, sosyal istikrarını sağlama şansına sahiptir. Bizim için büyüme olağanüstü önemlidir. Gelişmiş Batı ülkeleri büyüme temposunu çok düşük sürdürebilirler, hatta bazı dönemlerde büyümeden de durumu idare edebilirler, ama Türkiye, işsizliğin yaşandığı, yoksulluğun fevkalade yaygın olduğu Türkiye, ekonomik büyümeyi belli bir düzeyin üzerinde sürdürmek zorundadır.

Şimdi, Türkiye başlangıçta, 2004’te 9,9’la başladı ekonomik büyümeye. Sevindirici bir düzey. 2005’te yüzde 7,6’ya indi, bir hafif iniş kendisini gösterdi. 2006’da yüzde 6’ya indi, 2007’de yüzde 5. Bu, anlamlı ve dikkate alınması gereken bir trendin, büyüme hızında, kalkınma hızında yavaşlamanın bir ciddi olay hâline dönüşmekte olduğunu bize göstermektedir.

Değerli arkadaşlarım, bu geldiğimiz yılda yüzde 5 bir büyüme öngörüyoruz. Yıllar itibarıyla bu büyüme hızındaki düşmeyi gördüğümüz gibi, bir yılın, özellikle 2007 yılının başlangıcı ile sonu arasındaki üç aylık dönemlere baktığımız zaman da bir büyüme kırılmasının kalıcı bir biçimde şekillenmekte olduğunu görüyoruz. Bu, birinci olay. Büyüme hızı Türkiye’de düşüyor. Buna bir çare lazım, bu böyle gitmez, hele bunun altına... Yüzde 5 bizim mutlaka artırmamız gereken bir düzeydir, yeterli sayamayacağımız bir düzeydir. Bunu önemli bir tespit olarak kamuoyumuzun dikkatine sunuyorum.

İkinci temel olay, özellikle bu yıl kendisini gösteren olay, bütçemizin her an açık vermeye hazır bir yapı içinde olduğu, siyasi dalgalanmaların, mesela seçim olasılığının derhal Türkiye’deki bütçe dengelerini allak bullak edebileceği, 2007 yılının yaşanan gerçeğiyle ortaya çıkmıştır. 2006 yılında 4 milyar açık veren bütçe, 2007 yılında, artık, netleşmiş de değil ama, 16-17 milyar, 4 misli bir açık verme durumundadır. Bir yılda bütçenin açığı 4 milyardan 16 milyara, 4 katına fırlamıştır. Tabii, bu fırlamanın altında çok şey yatıyor. Yani, seçime yönelik olarak Türkiye’de izlenen ekonomi politikasının nasıl gözden çıkarılabilir olduğu, nasıl siyasi hesaplarla bu konuda birtakım tertiplerin yapıldığı bu rakam vesilesiyle de açık bir biçimde ortaya çıkmaktadır. Bütçe açık vermiştir. Bu yılın maliye politikasını savunmak, sahiplenmek mümkün değildir. Açık veren bir bütçe gerçeğiyle bizi karşı karşıya bırakmıştır.

Üçüncü bir temel özellik -ki bu, yapısal bir özellik hâline dönüşmüştür- yıllardan beri, 2002’den bu yana izlenen ekonomi politikası Türkiye’yi çok büyük açıklarla karşı karşıya bırakmıştır. Dış ticaret açığı, çok kabul edilemez bir ölçekte ortaya çıkmıştır ve bu dış ticaret açığı Türkiye’nin turizm gelirleri, işçi dövizi gelirleri, müteahhitlik hizmetleri gelirleri, gemicilik hizmetleri gelirleri vesaire sonucunda, nihayet cari açığa indirgenmiştir, indirgenen cari açık da Türkiye bakımından alarm verici bir düzeyde ortaya çıkmıştır. Cari açığımız, 2007 yılında, öyle anlaşılıyor ki, 36 milyar doların üzerinde olacaktır. Bu 36 milyar doları anlamlandırmak için, bu iktidara Türkiye teslim edildiği zaman Türkiye’nin cari açığının sadece 1,5 milyar dolar olduğunu hatırlatmak herhâlde yeterli olacaktır. 1,5 milyar dolarlık cari açıkla başlanmıştır, bugün, 36 milyar dolar bir cari açık düzeyine çıkılmıştır. Bu sürdürülebilir bir düzey değildir. Yıllar itibarıyla da düzenli olarak bu daima artmıştır ve önümüzdeki dönemde de artma temposunun devam edeceği görülmektedir. Bunun altında dış ticaret açığı yatmaktadır. Türkiye, bir ihracat propagandasının etkisi altında, sorunlarını göremez hâle sürüklenmektedir. Aslında Türkiye’nin yaşadığı bir büyük ithalat patlamasıdır. Türkiye, ihracatını ancak ithalata bağımlı olarak yapabilir hâldedir. Türkiye’nin ihracat yapmak için mutlaka çok yüksek düzeyde bir ithalatı gerçekleştirmek zorunluluğu vardır ve bugün, ithalat, bir büyük patlama, Türkiye ekonomisinin kabul edebileceği düzeyin çok üzerinde bir patlama noktasına gelmiştir. Bu yıl sadece, Türkiye'nin dış ticaret açığı 65 milyar dolar olacaktır. 65 milyar dolarlık bir dış ticaret açığı fevkalade önemlidir.

Değerli arkadaşlarım, bu 65 milyar dolarlık dış ticaret açığı nihayet 36 milyar dolarlık bir cari açığa indirgeniyor. Bu 36 milyar dolarlık cari açığı anlamlandırmak için, 2007 yılında Türkiye'nin gayrisafi millî hasıla artışının bunun altında kaldığına dikkatinizi çekmek isterim. Yani, Türkiye, bir yılda verdiği cari açık kadar gayrisafi millî hasılasını büyütebilmiş değildir. Yıllık gayrisafi millî hasıla büyümesinden daha yüksek bir cari açık verme durumundadır. Bu ne demektir? Türkiye, 1 dolar zenginleşmek için 1 dolardan daha fazla cari açık vermek zorunda bir ülke hâline dönüşmüştür. Bu bir tuzaktır. Türkiye ekonomisi bu tuzağın içine girmiştir. Büyümek için ithalat yapmak zorundasınız, ithalat yaptıkça cari açığınız artıyor, artık o kadar artıyor ki, sizin büyümeniz o cari açığı karşılayamaz hâle geliyor. Yoksullaştıran bir büyüme, yoksullaştıran bir dış ticaret düzeni, yoksullaştıran bir ithalat patlamasına Türkiye sürükleniyor.

Değerli arkadaşlarım, bu ithalat deyip geçmeyin, ithalatın arkasında Türkiye'nin ekonomik potansiyeli yatıyor. Tehdit edilen Türkiye'nin üretim gücüdür. Tehdit edilen Türkiye'nin sanayisidir. Tehdit edilen Türkiye'de iş bulamayan, işsiz kalan insanlardır. Türkiye'ye gelen her geminin getirdiği ithalat, yüzlerce insanımızın işsiz kalmasına yol açmaktadır.

Türkiye'de, artık, 100 milyar dolar düzeyinde ara malı ithalatı yapılıyor. Yani, Türkiye ithalatının 100 milyar dolar kadarı ara malı ithalatıdır.

Nedir ara malı ithalatı? Türkiye'de KOBİ’lerin, organize sanayi merkezlerinde sanayicilerimizin kendi çabalarıyla üretebilecekleri ürünlerdir. O ürünler, şimdi, izlenen kur politikasının sonucu olarak ithalatla daha kârlı hâle getirilmiştir, Türkiye’de üretim cezalandırılmıştır, sanayici cezalandırılmıştır, sanayiciyle birlikte Türkiye’deki işçi de cezalandırılmıştır. Bu bir kısır döngüdür. Bu kısır döngüden mutlaka çıkmak zorunluluğu vardır.

Değerli arkadaşlarım, bütün bu politikaların arkasında bir kur politikası yatıyor. Türkiye öyle bir kur politikası izliyor ki, kendi kendisine Türkiye’yi pahalılaştırıyor, yabancı ülkeleri ucuzlaştırıyor; Türkiye’yi gerekenin ötesinde pahalılaştırıyor, dışarıyı gerekenin ötesinde ucuzlaştırıyor. Bunun sonucu nedir? Bunun sonucu, Türkiye’de sağlanabilecek olan üretim dışarıdan ithal ediliyor. Biz, artık üretime değil ithalata yönelik, ithalata şartlanmış bir ekonomi hâline dönüşüyoruz. Ne varsa dışarıdan alıyoruz ve aldığımız her ürünle içerideki üretimi darbeliyoruz, sıkıntıya sokuyoruz. Nasıl dönüyor bu çark? Neyle dönüyor, bizim kendi alın terimizle hak ettiğimiz kazancımızla, tasarrufumuzla, birikimimizle, öz dövizimizle mi? Hayır. Neyle dönüyor? Sıcak parayla dönüyor, borçlanmayla dönüyor, sıcak parayla dönüyor. Türkiye bir sıcak para cenneti olmuştur.

Değerli arkadaşlarım, 100 milyar doların üzerinde Türkiye’de sıcak para vardır. Türkiye büyük borç almaktadır. Bir yandan o borçlarını ödeme çabası içindedir. Varını yoğunu, birikimini borç ödemeye, faize Türkiye ayırmıştır. Ama, öte yandan da borçlanmaya devam etmektedir ve sıcak para kullanmaktadır. Sıcak para dünyanın en yüksek reel faiziyle Türkiye’de oturuyor. Türkiye’ye gelen sıcak para dünyanın en yüksek reel faizini Türk ekonomisinden alıyor. Türkiye o faizi kimin sırtından ödüyor? Kim ödüyor o büyük faizi o insanlara? Bu hâle gelmiş olan bir ekonominin bir üretim ekonomisi olduğundan söz etmek imkânı var mı? Bu, bir rant ekonomisidir, haram kazanç ekonomisidir, faiz ekonomisidir. (CHP sıralarından alkışlar) Ve Türkiye böyle bir yapının içine gelip oturmuştur.

Değerli arkadaşlarım, bunun  doğru, sağlıklı, emeğe, alın terine, üretime, çabaya ödül veren, onu teşvik eden bir ekonomi politikası olduğunu söylemek hiçbir şekilde mümkün değildir ve bunun sonucu olarak Türkiye, dünyanın en yüksek reel faizini veren ülke hâline gelmiştir. Bugün yüzde 11-12 bandında, enflasyonun gerçekleşmesine bağlı olarak reel faiz şekillenmektedir. Çok yüksek. Kabul edilemez. Yakıcı. Kanıyor, Türk ekonomisi kanıyor. Reel faizle kanıyor. Bu kadar büyük borç, bu kadar çok sıcak para, bu kadar büyük açık ve bu kadar büyük reel faiz; bu, Türk ekonomisini perişan etmenin reçetesidir ve bu reçete uygulanıyor ve bunun altında da o haksız, gerçekçi olmayan kur politikası yatıyor. Türkiye pahalı, dışarısı ucuz. O nedenle Türkiye’de üretime gerek yok, dışarıdan ithalat kârlı bir faaliyet hâline geliyor.

Peki, bütün bunları biz niçin taşıyoruz? Bu kadar bedeli niçin ödüyoruz? Enflasyonu indirmek için, mali istikrarı güvence altına almak için, enflasyon canavarını yenmek için bunu yapıyoruz, yıllardan beri yapıyoruz, yaptık. Nedir şimdi geldiğimiz noktadaki tablo? Başarıya ulaştık mı? Demin söyledim, başlangıçta ortaya konulan reçete kısa bir süre, bir yıllık uygulamayla yüzde 70’lik enflasyonu yüzde 29 düzeyine indirmeyi başardı. Şimdi, yüzde 29’dan aldık 2002’de, 2007’deyiz, kaç şimdi? Türkiye’de enflasyon 2004 düzeyinde olmaya devam ediyor değerli arkadaşlarım. 2004’e kadar enflasyon yüzde 10’lar düzeyine inmiştir. 2004’ten bu yana 2004, 2005, 2006, 2007, dört yıldır enflasyon yüzde 9-10 bandında, 9,5 bandında devam etmektedir. İnmiyor. Neye rağmen inmiyor? Demin anlattıklarıma rağmen inmiyor. Türkiye’de kamu yatırımlarından vazgeçmişsiniz, sosyal devleti unutmuşsunuz, çalışan kesimlere daha iyi bir yaşam olanağı sağlamaktan vazgeçmişsiniz, emekliyi bir yana bırakmışsınız, toplu sözleşmeleri caydırıcı bir biçimde uygulamaya devam ediyorsunuz. Sonuç ne? Enflasyon indi mi? Enflasyon 2004 düzeyinde olmaya devam ediyor; 2004’te 9,3’tü değerli arkadaşlarım, 2005’te 7,72 oldu, 2006’da 9,65 oldu, tekrar 2004 düzeyine çıktı. 2007’de şimdi tekrar yüzde 9 düzeyinde olacağı anlaşılıyor. Şu anda 8,4 Kasım itibarıyla ilan edildi. Aralık var önümüzde. Aralık’ta da o açık veren bütçe uygulamasının doğal sonucu olarak enflasyon hızlanacaktır, geçen yılın 0,20’lik düzeyinin üzerine çıkacaktır. Aradaki fark, bu 8,4’ün üzerine binecektir; gene 9 civarında bir rakamla karşı karşıya kalacağız.

Ne oldu? 2004, 2005… Dört yılda Türkiye'de sanayi tahrip oldu. Gidin, bakın organize sanayi merkezlerine, ne hâlde insanlar. Türkiye'de işsizlik çok ciddi bir sorun hâline geldi. Enflasyon gene tınmadan devam ediyor ve Türkiye'de işsizlik, bütün bunların sonucu olarak en temel konu, en ağır konu. Bin bir türlü atraksiyon yapıyorlar, artık masa başında, yeni yeni yöntemler… Efendim, iş gücüne katılım oranı OECD’de yüzde 70, yani işsizliği yüzde 70’in çalışması gereğini esas alarak ölçüyorsunuz orada, OECD ülkelerinde, otuz küsur ülkede, Türkiye'de iş gücüne katılım oranını yüzde 48’e indiriyorsunuz; yani, gerisinin çalışmasına gerek yok, gerileri zaten çalışma durumunda olmayan insanlar ve bunu giderek düşürüyorsunuz, kendi döneminizde düşürüyorsunuz, düşürdükçe, işsizlik rakamını daha sunulabilir bir noktada tutmaya çalışıyorsunuz.

Değerli arkadaşlarım, bu atraksiyonlarla hayat değişmez. İnsanlar Türkiye'de, 10 milyona yakın insan iş arıyor ve iş bulamıyor. İşsizlik en temel sorunumuz olmaya devam ediyor, çünkü işsizlik ancak yatırımı, üretimi teşvik eden bir ekonomi ortamında ortadan kaldırılabilir. İzlenen politika ne yazık ki bu değil. Siz, ithalatla Türk ekonomisinin çarklarını döndürmeye çalışıyorsunuz. İthalatı da borçlandığınız dövizle, sıcak para olarak gelmiş olan dövizle döndürmeye çalışıyorsunuz. Bu da insanları işsiz bırakıyor, kazançsız ve gelirsiz bırakıyor. Bu bir kısır döngüdür. Bunun sonucu Türkiye'de çok ciddi bir yoksullaşma sorunu vardır. Hiçbir şekilde inkâr edilemez bir yoksullaşma sorunu vardır. Türkiye’de, resmî rakamlarla, yoksul sayısı 29 milyonun üzerindedir, Türkiye’de 1 milyon insan gece yatağına aç girmektedir -resmî rakamlar, Devlet İstatistik Enstitüsünün rakamları- ve bu rakamlarla, Türkiye, çok ciddi bir yoksulluk tehlikesiyle karşı karşıyadır.

Değerli arkadaşlarım, bu izlenen politikanın sonuçları işsizliktir, yoksulluktur, üretim ekonomisinden rant ekonomisine Türkiye’nin dönüştürülmesidir. Türkiye, çok köklü bir yapısal değişimin içindedir. Bir rant ekonomisine doğru Türkiye dönüştürülmektedir ve bu izlenen politikanın doğal sonucu olarak Türkiye’de ekonomi el değiştirmektedir, el değiştirmektedir. Borsanın yüzde 70’i yabancıların kontrolündedir, bankaların yüzde 43’ü yabancıların elindedir, sigortacılık sektörünün üçte 2’si yabancıların elindedir. Çok sağlıksız bir gelişme, doğal bir gelişme değil. Elbette rekabet olacak, elbette dünyaya açılacağız, ama, hep bizim üstümüzden mi dünyaya açılacaklar? Paylaşılan, Türkiye’nin pazarıdır, 70 milyonluk pazarıdır, Türkiye’nin birikimleridir.

Türkiye’de ekonomi çok ciddi bir şekilde  bir el değiştirme sürecinin içine yerleştirilmiştir ve bunun sonucu olarak da Türkiye’de vatandaşın borçluluğu olağanüstü yüksek bir düzeyde ortaya çıkmıştır. Türkiye’de vatandaş, gerçek bir borç baskısı altına girmiştir. 2002 yılında Türkiye’deki vatandaşların toplam borç düzeyi 6,3 milyar idi, şimdi, 83 milyar düzeyine, kredi kartı borçları, bankadan aldıkları tüketim borçları, hepsi, 83 milyar düzeyine çıkmıştır.

Değerli arkadaşlarım, ne yapmak gerekir? Çok açık. Türkiye, bu kur politikasını değiştirmelidir. Bu kur politikası Türkiye’yi kalkındırmaz. Bu kur politikası, yabancıların Türkiye üzerinden daha çok servet kazanmasına, daha çok zenginlik kazanmasına yardımcı olur. Bu kur politikası, Türkiye’de, ekonominin yapısını değiştirir, bu ekonomi politikasını yabancıların yararına işletir. Halkı, insanlarımızı ve ekonomiyi, Türkiye'nin yararlarına çalışır noktada bu kur politikasıyla idame ettirmek mümkün değildir, bunun mutlaka değiştirilmesi lazımdır ve Türkiye'nin derhâl yeni bir sanayileşme politikasına girmesi lazımdır, kalkınma politikasına girmesi lazımdır, yatırım politikasına girmesi lazımdır. Bakınız, ne kadar her şey birbiriyle bütünleşiyor; bir yandan bu kur politikası götürülüp onun bu tahribatı ortaya çıkarken, bu bütçe bir kez daha bize gösteriyor ki, tarihimizin, Türkiye Cumhuriyeti tarihinin en düşük kamu yatırımı yapan bütçesi, işte bu bütçedir. Kamu yatırımı kaygısını ortadan kaldırmış bir bütçedir. Kamu yatırımından vazgeçmiş bir bütçedir. Bu, Türkiye'nin büyük varlık stokunun tahrip olması, erozyona uğraması demektir; onun bakımını dahi yapmak mümkün değildir, bu yatırım düzeyiyle. Ve derhâl Türkiye yeni bir sanayileşme politikası içine girmeli, hedeflerini koymalı, yeni kur politikasıyla Türkiye’de bir kalkınma, bir üretim ortamı, kültürü mutlaka yaratılmalıdır.

Değerli arkadaşlarım, kamu yatırımları fevkalade önemlidir. Bu çerçevede en önemli yatırımımız GAP’tır. GAP, Türkiye'nin bir tarımsal kalkınma projesidir, bir enerji projesidir, bir sosyal değişim projesidir ve bir barış projesidir. Bu kadar çok önemi olan bir projenin bu kadar sistematik bir biçimde ihmal edilmiş olmasını anlamak, izah etmek mümkün değildir. (CHP sıralarından alkışlar) Geride bıraktığımız dönemde, ne yazık ki, AKP Hükûmeti GAP’ı yok saymıştır, rafa kaldırmıştır, buzdolabına koymuştur. Hatta, hatırlayacaksınız, GAP İdaresini ortadan kaldırmaya yönelik girişimler yapılmıştır. Cumhuriyet Halk Partisi milletvekilleriyle AKP’nin bölge milletvekilleri el ele vererek bu talihsiz girişimi güçlükle önlemişlerdir. Bunun arkasında nasıl bir zihniyet yatıyor?

Değerli arkadaşlarım, GAP’ın enerjiyle ilgili projeleri hemen hemen büyük ölçüde tamamlanmıştır. Hâlâ yapılması gereken işler var, ama yüzde 85’i yapılmıştır. Fakat, sulamayla ilgili projeleri tamamen unutulmuştur, yüzde 14-15 düzeyindedir. GAP’ın Türkiye’de 1 milyon 800 bin hektarlık bir alan sulama imkânına sahip olduğuna dikkatinizi çekmek istiyorum. Bunun sadece 260 bin hektarı şu anda sulanmıştır. 1,5 milyon hektarlık, Türkiye’de, Güneydoğu Anadolu Bölgemizde, Mezopotamya Ovası’nda fevkalade verimli bir tarım üretimi elde etmeye elverişli bir tablo vardır ve orada, biz 1,5 milyon hektar araziyi sulayacak suyu barajda toplamışızdır ama onu tarlaya götürmek için gerekli mütevazı yatırımları bir türlü yapamamışızdır. İsrail, 200 bin hektarlık bir alanda yaptığı tarımla fevkalade çarpıcı sonuçlar alıyor, çok çağdaş, teknolojik yöntemlerle sulamalar gerçekleştirerek 200 bin hektarda muazzam bir kazanç elde ediyor. Biz 1,5 milyon hektarı boynu bükük bir şekilde bırakmışız. Orada birkaç tane Çukurova yatmaktadır. Bunu değerlendirmemek yazıktır, günahtır. Buna bir an önce girme ihtiyacı vardır.

Değerli arkadaşlarım, bunu izah etmek mümkün değil. Elbette anlıyorum, büyük devletler bize “Ya tarımla uğraşmayın, tarımla uğraşmayın; nohudunuzu biz verelim, mısırınızı Amerika’dan biz gönderelim, pamuğunuzu Yunanistan’dan alın, siz bu işlerle uğraşmayın.” diyorlar. Onlar tarımsal atılım yapacaklar, biz onların tarımsal üretimini tüketeceğiz ama bizim GAP bölgemiz, orada yaşayan milyonlarca insan işsizlikten kırılacak, yoksulluktan kırılacak; barajı yapacağım, suyu toplayacağım ama onu o tarlaya götürmeme engel olacaklar ve buna da bu Hükûmet seyirci kalacak. (CHP sıralarından alkışlar) Bunu anlamak mümkün değildir.

Bu GAP işi çok önemli bir olaydır değerli arkadaşlarım; bu, işin özüdür, temelidir. Herkesin kulağına küpe olsun. Türkiye, Büyük Orta Doğu Projesi’yle, BOP’la değil GAP’la kalkınır, Güney Anadolu Projesi’yle kalkınır. (CHP sıralarından alkışlar)

Ve bizim yeni bir teşvik politikası içine girmemiz lazımdır, teşvik politikasını köklü biçimde değiştirmek durumundayız. Elimizdeki veriler, izlenen teşvik politikasının hiçbir olumlu sonuç yaratmadığını, çok sınırlı birkaç yer hariç, ülkenin genelinde arzu ettiğimiz sonucu ortaya koymaya yetmediğini bize göstermiştir. Bunu mutlaka değiştirmemiz lazımdır, bu mümkündür, bunu yapabileceğimize inanıyorum. Sektör bazında bir yeni teşvik politikasına, ortaya koyacağımız kalkınma ve sanayileşme politikasıyla uyumlu bir teşvik politikasına Türkiye'nin şiddetle ihtiyacı vardır.

Değerli arkadaşlarım, gene, bizim, bu teşvik politikası… Şunu da hemen söyleyeyim: Verilen teşviklerin ancak binde, on binde ölçülecek düzeyde olan bir kısmı bu teşvike en çok ihtiyaç duyan bölgeye, Doğu ve Güneydoğu Anadolu’ya gitmiştir. Doğu ve Güneydoğu Anadolu’nun tümüne, bütün bölgeye verilen teşvikler, sadece Bursa’ya verilen teşviklerin altındadır.

Değerli arkadaşlarım, bu kabul edilemez, bunu değiştirmek lazımdır. Teşvik politikasına yeni bir gözle mutlaka bakmak lazımdır ve bizim kalkınma politikasına, bunun yeni bir anlayışla ele alınması gerektiğine, aklımızı yatırmamız lazımdır.

Değerli arkadaşlarım, Türkiye'de bir yandan ekonomi politikası bir yoksullaşmayı, işsizliği, borçlanmayı, sıcak paraya tutsak olma sonucunu doğuruyor, Türkiye'nin kendi ekonomisi üzerindeki denetim şansı kalkıyor, faizleri siz belirleyemiyorsunuz, kuru siz belirleyemiyorsunuz; öte yandan, Türkiye'de izlenen ekonomi politikası bir büyük yolsuzluk tablosuyla el ele, iç içe gerçekleştiriliyor.

Değerli arkadaşlarım, izlenen politikanın sosyal bir boyutu elbette yok. Emeklilere ve memurlara yüzde 2 artı yüzde 2 bir zam öngörülüyor. Memura yüzde 3-4’lük bir zam verilmesi, enflasyon karşısında, ancak düşünülebiliyor. Buna karşılık emeklilerin ve memurun, işçinin… Gerçek enflasyon yüzde 15-16 düzeyinde gerçekleşiyor. Bu tablo karşısında, bu kesimlere yönelik bir iyileştirici adımı bir türlü atmak mümkün olmuyor. Bütçe Komisyonunda arkadaşlarımız önerge verdiler, memur ve emeklilere iki maaş ikramiye verilmesini istediler, ancak, ne yazık ki, bu önergemizi iktidara kabul ettiremedik.

Değerli arkadaşlarım, Türkiye’de geldiğimiz noktada hepimizi rahatsız eden bir yolsuzluk manzarasıyla karşı karşıyayız. Yolsuzluk nitelik değiştirmiştir, yaygınlaşmıştır ve kökleşmiştir. Artık bunun ansiklopedik bir anlam kazanmaya başladığını görüyoruz. Bazı kelimeler derhâl yolsuzluk çağrıştırır hâle gelmeye başlamıştır. Yani “hortumu kestik” diyor iktidar ama öyle anlaşılıyor ki hortum bir yerden alınmış, ama bir başka yere, kendi yandaşlarına doğru akıtılmış ve bağlanmıştır.

Türkiye’de TÜPRAŞ satışıyla başlayan çok büyük düzeyde, ondan önceki özelleştirmelerde başlayan –ama bırakıyorum- unutulmayacak büyük bir yolsuzluk olayı, TÜPRAŞ’ın 14,76’lık hissesinin, göz göre göre, bir gece yarısı yapılan özel temaslarla Offer’e satılmasıyla ortaya çıkmıştır. 750 milyon dolarlık bir yolsuzluk söz konusudur ve bu, mahkeme kararıyla netleşmiştir. Tek taraflı bir siyasi suçlama değildir, mahkeme kararı, 750 milyon dolarlık bir haksız kazancın bu uygulamayla transfer edildiğini tespit etmiştir ve bunu geri almaya yönelik hiçbir ciddi, etkin çaba da yapılmamıştır.

Değerli arkadaşlarım, Enerji Bakanlığı yolsuzluklarla içli dışlı bir Bakanlık hâline gelmiştir. Enerji Bakanlığı artık “yolsuzluk” deyince akla gelen bir temel Bakanlık hâline dönüşmüştür. Yani, jandarmanın operasyonları sonucunda bir Beyaz Enerji olayı ortaya çıkmıştı ve öyle bir manzaraydı ki; müteahhitler bir tarafta, aracılar bir tarafta, bürokratlar bir tarafta, siyasetçiler bir tarafta, hepsi içli dışlı bir manzara içinde; partinin, iktidarın üst yöneticilerinin de karıştığı, gerçekten üzüntü verici bir tablo bu Beyaz Enerji olayıyla ortaya çıkmıştı. Ama olay ondan ibaret değil tabii, arkasından çok ciddi bir şekilde başka yolsuzluklar kendisini gösterdi. Hatırlayacaksınız, önce Mavi Akım yolsuzluğu Beyaz Enerji’ye paralel bir şekilde kendisini gösterdi. Beyaz Enerji’de kaç kişi tutuklu şu anda, kaç kişi mahkûm oldu bilen yok. Olay patladı, büyük heyecan yaratıldı ve kontrol altına alındı, geçiştirildi. Hükûmet ve Enerji Bakanı, Beyaz Enerji gibi büyük bir yolsuzluğu üzerine almadan seyretmiştir, kılını bile kıpırdatmamıştır ve kimse de ondan hesap sormamıştır. Çok doğal karşılanmıştır. Hükûmetin atadığı üst düzey yöneticileri ve AKP’li milletvekillerinin adının karıştığı bu büyük yolsuzlukta Enerji Bakanının sorumluluğu olmadığı varsayılmıştır.

Beyaz Enerji yolsuzluğunun hesabı görülmeden, aynı Bakanlıkta Mavi Akım yolsuzluğu ortaya çıkmış, yine, Enerji Bakanlığı üst düzey bürokratları ve bazı müteahhitler gözaltına alınmıştır. Beyaz Enerji yolsuzluğunda tutuklanan aracılar bu yolsuzlukta da ortaya çıkmıştır. Devam ediyorlar, onların işi o. Yakalanacak, sıyırabilecek ve devam edecek. Bu, hepsi, AKP döneminde Enerji Bakanının önerisiyle atanmış üst düzey bürokratları görev başındayken yaşanan manzaradır.

Değerli arkadaşlarım, böyle bir tablo olabilir mi? Böyle bir tabloyu bir hukuk devletiyle, dürüst bir kamu yönetimi anlayışıyla bağdaştırmak, izah etmek mümkün mü? Yani, Petkim gibi ekonominin göz bebeği bir kamu iktisadi kuruluşunun özelleştirme ihalesinde hakkında ihalelere katılmama hükmü verilmiş olan kişilerin de katıldığı artık sıradan bir gazete haberi hâlinde ortaya çıkmış ve bu manzara perişan bir şekilde kendisini göstermiştir.

Ali Dibo olayı bir başka çerçevede kendisini gösteriyor ve Türkiye’de artık bu işlerle ilgilenen maliye müfettişleri suçlu ilan ediliyor, takip ediliyor, cezalandırılıyor, sürgüne gönderiliyor ve çete, yani iş adamı, siyasetçi ve bürokrat çetesi göreve devam ediyor.

Bakın, bu çerçeve içinde yeni bir gelişme ortaya çıktı, ama gene ilgililerden sadra şifa durumu açıklayacak bir değerlendirmeyi bir türlü duyamadık. Tokat Sigara Fabrikasının satışı ile ilgili olarak Maliye Bakanının oğlunun şirketinde görev yapan santral memuruna, tam onayın ertesi günü 30 bin doların geldiği görülüyor. Müfettiş gidiyor bu kişinin ifadesini alıyor: “Sen kimin gönderdiğini biliyor musun?”, “Hayır, bilmiyorum.” diyor. “Sana bu paranın gelmesi için bir sebep var mı?”, “Hayır, yok.” Para geliyor, 30 bin dolar! Peki, nasıl alınıyor? Bu santral memuru o şirketin saymanıyla birlikte gidiyor, onun adına alınıyor, sayman, paraya el koyuyor, onu gönderiyor. Kim bu kişi? Kimin şirketi? Maliye Bakanının oğlunun şirketi. Peki, Maliye Bakanının bu işle bir ilgisi var mı? Parayı gönderen kim? Tokat’a, o mahkemeye intikal etmiş olan, “yeni” diye verilmiş olan ikinci el makineyi satmış olan şirket, parayı gönderen o şirket. Parayı alan bu şirketin bu söylediğim insanları. Ne oldu, yani ne yapıldı? Aylardır bu konuda hiçbir ciddi adli mekanizma harekete geçirilmemiştir. Haydi bakanların dokunulmazlığı var, mahdumların da mı dokunulmazlığı var? (CHP sıralarından alkışlar)

Değerli arkadaşlarım, bu işlerin çıkış yolu dokunulmazlıklar konusunun çözülmesidir. Dokunulmazlıklardan medet uman siyasetçilerin elinde ülke yönetildiği sürece yolsuzluklarla mücadeleyi başarıya götürmek mümkün değildir. Dokunulmazlığa muhtaç, dokunulmazlığa bağımlı siyasetçilerin yönettiği ülkelerde, hiç kuşku yok, böyle yolsuzluklar ortaya çıkacaktır. Yapılması gereken iş çok açıktır: Burada kürsü dokunulmazlığı olur, herkes istediği düşüncesini söyler ama işlenen suçlardan dolayı yargı karşısında, ister milletvekili ol ister sade vatandaş ol, herkes eşittir, herkes hesabını verebilir, vermelidir. (CHP sıralarından alkışlar) Bunu sağlamak zorundayız. Ama ne yazık ki, bu konuda daha önce verilmiş olan sözlere rağmen hiçbir ilerleme gerçekleştirilememiş, hiçbir sonuç alınamamıştır.

Değerli arkadaşlarım, yolsuzluklar Türkiye’nin en temel bir konusu olmaya devam ediyor. Ayrıca, belediyelerde olağanüstü bir yolsuzluk tezgâhının işlediğini biliyoruz. Yani, bakın, size, dikkatinize şu rakamları sunmak istiyorum: Geçmiş dönemlerde, normal bir beş yıllık belediye döneminde, İstanbul’da, İstanbul Büyükşehirde, 400 kadar imar değişikliği gelir. Beş yılda 400 kadar imar dosyası. Yani, 400 gelmiştir, 428 gelmiştir ama birden bire şimdiki Sayın Başbakanın Belediye Başkanlığı döneminde bu sayı katlanarak artmaya başlamıştır ve şimdi son üç buçuk yıllık dönemde, artık akla mantığa sığmayan imar plan değişiklikleri belediyeyi meşgul etmeye başlamıştır. Son üç buçuk yılda, bu son belediye başkanlığı döneminde belediyeden geçen değişiklik sayısı 3.850’dir. 400 nerede, 3.850 nerede?

FİKRİ IŞIK (Kocaeli) – Çalışıyoruz, çalışıyoruz.

DENİZ BAYKAL (Devamla) – Evet, çalıştığınız açık ama hayra değil şerre çalışıyorsunuz, millete değil kendinize çalışıyorsunuz. (CHP sıralarından alkışlar)

Değerli arkadaşlarım, yapılan plan değişiklikleri, parsel bazında ve kişiye yönelik plan değişikliğidir.

Değerli arkadaşlarım, bu yolsuzluklar karşısında tabii iki grup duruş var: Birisi doğrudan yolsuzluğa bulaşmış olanlar; onların tepki göstermesini, cevap vermesini ben anlıyorum ama yolsuzluğa doğrudan bulaşmamış insanların partizanca gayretlerle yolsuzluğu savunmaya kalkmaları, bence yolsuzluğu yapmaktan çok daha da ağır bir suç işlemek anlamına gelir. (CHP sıralarından alkışlar) Yani, hiç olmazsa, yolsuzluk karşısında cesaretle sesinizi çıkartamıyorsanız, sesini çıkartanların karşısına çıkmayın, buğz edin; buğz edin, onaylamayın, destek vermeyin.

FİKRİ IŞIK (Kocaeli) – Aynı Yuvacık gibi…

DENİZ BAYKAL (Devamla) – Bırakın… İktidarsınız, getirin takip edelim. Kendinize güveniyorsanız yapın; yapmıyorsanız, sorumlu sizsiniz. (CHP sıralarından alkışlar)

FİKRİ IŞIK (Kocaeli) – Milletvekilin yaptı…

DENİZ BAYKAL (Devamla) – Değerli arkadaşlarım, bunların hepsi, dikkatinizi çekerim, parsel bazında ve kişiye yönelik plan tadilleridir. Bir şeyi daha söylememe izin verin: Bu plan tadillerinin tamamına yakını bürokrat kadroların muhalefetine rağmen geçmiştir. Yani ilgili belediyenin yetkili memurları “Yapmayın, bu yanlıştır, bu doğru değildir.” demişlerdir. “Siz bilmiyorsunuz, bu işin olması gerekiyor, bu hikmeti hükûmettir, biz biliriz.” demişlerdir ve dediklerini yaptırmışlardır.

Değerli arkadaşlarım, eğer siz bunu savunmaya devam ederseniz, bunlara sahip çıkmaya devam ederseniz, bu olay çok daha derin bir nitelik kazanır ve maalesef öyledir. Bunu yapanlar zaten sizden güç alarak yapıyorlar, biz de bunu anlatmaya çalışıyoruz. Bundan yararlanan bir avuç insan ve ona siyaseten teslim olmuş yardakçılarıdır, onlara boyun eğen insanlardır. Milletin de, siyasetin de bunun karşısında tepki göstermesi lazımdır. Demokrasi, yanlışlıkların açıkça ortaya konulabildiği bir rejimdir. Ama birtakım insanların tabii bunu yapmaya cesareti yetmez, kaygı ve korku içinde teslim olurlar. Onların korkusu, Türkiye’deki rejimi de, demokrasiyi de yozlaştırır.

Değerli arkadaşlarım, şimdi böyle bir tablonun içinden geçiyoruz. Yolsuzluklar, işsizlik, yoksullaşma, hepsi, birbirini destekleyen bir manzara gösteriyor. Şimdi bu tablo içinde bizim ülke siyasetinin nereye doğru şekillenmekte olduğunu değerlendirmemiz lazım.

Değerli arkadaşlarım, demokrasi, ülkemizin siyasetinin temel dayanak noktasıdır. Hepimiz demokratik bir rejimde ülkemizin yönetilmesini istiyoruz. Ülkeyi kimin yöneteceğine halk karar verecektir, halktan yetki alanlar ülkeyi yöneteceklerdir.

MEHMET ÇERÇİ (Manisa) – Millet 22 Temmuz’da karar verdi.

DENİZ BAYKAL (Devamla) – Evet, evet, evet… Yalnız, değerli arkadaşlarım, demokrasi, sadece bir yöntemden ibaret değildir. Dört yıldan dört yıla vatandaşların gidip oy kullanması ve o oy kullanma sonucunda iktidara gelindiğinde, artık her şey paydos, herkes işine gücüne baksın, ülkeyi biz yöneteceğiz, bildiğimiz gibi yöneteceğiz, hiç bu işlerle ilgilenmeyin demesi anlamına gelmez. Demokrasinin içinde bir ortak değerler bütünü vardır. Demokrasi, ahlakı, dürüstlüğü, bilimi, halk yararını, toplum yararını dikkate alan bir temel üzerinde geliştirilebilir. Sadece siyasi partilerle ilgili bir alan da değildir. Demokrasinin ahlakı vardır, demokrasinin kültürü vardır, demokrasinin terbiyesi vardır, nezaketi vardır, demokrasinin kendine göre kuralları vardır. Bir dayatma kültürüyle, artık halk bizde, biz nasıl istersek öyle yaparız yaklaşımıyla demokrasiyi işletmek mümkün değildir.

Değerli arkadaşlarım, şimdi böyle bir manzara içinde, ben, içinde bulunduğumuz tabloda çok temel zaafların ortaya çıktığını görüyorum. Yani Türkiye’de siyasi rejimimizin temellerini, özünü tehdit eden bir dayatmacı anlayış, muhalefete, kendisi gibi düşünmeyenlere karşı acımasız bir yaklaşım giderek etkinleşiyor, giderek meydanı boş buluyor. Ben çoğunluğum, istediğimi yaparım anlayışı topluma kabul ettirilmeye çalışılıyor. Bunun önümüzdeki dönemde yeni yeni açılımlarını da hep beraber göreceğiz. Kurum ve kuruluşlar sindiriliyor, baskı ve tehdit altında tutuluyor; medyanın, sivil toplum örgütlerinin görevlerini özgürce yapmalarına imkân veren, demokrasinin işlemesini sağlayan, haberlerin kamuoyuna tarafsızca yansıtılmasına yardımcı olan yapı ve mekanizmalar zaafa uğratılıyor, halkın tarafsız ve doğru haber alma özgürlüğüne darbe üstüne darbe vuruluyor ve bu alanda çok kaygı verici bir gelişme kendisini gösteriyor. Hızla yozlaşmış bir rejime doğru sürükleniyoruz. Tepki göstermesi gereken kesimler şu veya bu şekilde susturuluyor ve etkisizleştiriliyor. Bu gelişmeleri ibretle seyrediyoruz.

Demokrasinin bu gelişmelerle, bırakınız kökleşmesini ve gelişmesini, maalesef, demokrasi anlayışımız çok tehlikeli bir şekilde kan kaybetmektedir. Yolsuzluklar, adam kayırmaları, devlet kaynaklarının birilerine peşkeş çekilmesi, yandaş medya yaratılması, siyasal gücün, çocuk, akraba ve yakınlara, onların zenginliği için kullandırılması demokrasimize çok ciddi darbeler vurmaktadır.

AKP İktidarı döneminde “sosyal adalet” kavramı unutulmuştur. Eşitsizlikler yaygınlaşmış, işsizlik ve yoksulluk temel sorun alanı hâline dönüşmüştür. Toplumun yolsuzluklara olan duyarlılığı azalmıştır, örneğini de burada görüyoruz. Koca Türkiye Büyük Millet Meclisinde milletvekili seçilmiş, çok kaba yolsuzluklara kulp takmaya çalışıyor, haklılık vermeye çalışıyor. Bu çürümedir, bu yozlaşmadır, vahi olan budur. Bu bir kanserdir, sağlıklı bünyeyi mahveden bir gelişmedir. Bunun işaretlerinin Türkiye Büyük Millet Meclisine kadar gelmiş olması üzüntü vericidir. “Yapanın yanına kâr kalır.” anlayışı Türkiye’de yerleşmeye başlamıştır. “Baştakiler yaparken ben niye geri kalayım.” düşüncesi her yerde yaygınlaşmış, Ali Diboculuk buradan gelişmiştir.

Milletvekili dokunulmazlığına sığınanlar “Temiz siyaset ve dürüst yönetim” ilkesini yok saydılar. Haramzade bürokrat, erdemsiz, namussuz siyasetçi ve kirli iş adamı el ele vermişlerdir. (CHP sıralarından alkışlar) Vurgunların ve yolsuzlukların hesabı sorulamamıştır. Büyükşehirler hırsızlık ve kapkaç olaylarından dolayı yaşanmaz hâle gelmiştir. Sokakta huzur kalmamıştır. Terör yeniden canlanmıştır.

MEHMET ÇERÇİ (Manisa) – Atma! Atma!

DENİZ BAYKAL (Devamla) – Şehit sayımız hızla artmaya başlamıştır.

MEHMET ÇERÇİ (Manisa) – Yeter, atma, atma!

DENİZ BAYKAL (Devamla) – İktidar bu olumsuzlukları ortadan kaldıracak kararlılık ve iradeye sahip değildir.

MEHMET ÇERÇİ (Manisa) – Destekli at biraz, destekli!

DENİZ BAYKAL (Devamla) – Cumhuriyet tarihinde ilk kez, hayalî ihracat yapmak için sahte belge düzenlemek ve kullanmaktan sanık olarak yargılanan bir kişi, Maliye Bakanı olarak görev yapmaktadır. (CHP sıralarından “Bravo” sesleri, alkışlar)

MEHMET ÇERÇİ (Manisa) – Sen ne yaptın?

DENİZ BAYKAL (Devamla) – Ülke yönetimini ellerinde bulunduranların çocuklarının ticaret yapmaları, hatta bir bölümünün doğrudan devletle ticaret yapması artık sıradan olaylar hâline gelmiştir.

MEHMET ÇERÇİ (Manisa) – Kırk yıldır ne yaptın bu memlekette?

DENİZ BAYKAL (Devamla) – Çocuklarının sponsor iş adamları tarafından finanse edilmesini makul göstermek için inanmak isteyenlere yapay, uydurma gerekçeler yaratılmıştır.

Değerli milletvekilleri, bakınız, BOTAŞ’ın hesaplarını Türkiye Büyük Millet Meclisi bu dönem inceleyemedi. Niçin? Çünkü BOTAŞ’ın tüm üst düzey yöneticileri hapistedir! Tamam mı? (CHP sıralarından alkışlar) Bunları kim atadı? AKP Hükûmeti. Peki, bunları atayan bakanın hiç mi sorumluluğu yok? Bu bakan şimdi nerede? Huzurlarınızda, Bakanlar Kurulu sıralarında bulunmaya devam ediyor. Bana söyler misiniz, böyle demokrasi hangi çağdaş ülkede var, hangi AB ülkesinde var? Demokrasi, bu tablolara seyirci kalmak mıdır, bunlar karşısında teslim olmak mıdır?

Değerli arkadaşlarım, bakınız, Başbakan geçenlerde çıktı, dedi ki: “Bu ülkede yıllarca KİT’lerin nasıl arpalık hâline getirildiğini konuştuk. Son üç buçuk yıldır arpalıktan söz edeni duydunuz mu Allah aşkına? Özellikle KİT’lere yakıştırılan ‘arpalık’ ifadesi bugün, artık, tarih olmuştur.” Olmuştur da KİT’ler tarihe karıştığı için tarih olmuştur. (CHP sıralarından gülüşmeler) Ama gerçek ne? Gerçek, Başbakanın söylediğinin tam tersi. İşte örnek: AKP milletvekili aday adayı olanlardan birisi Sosyal Güvenlik Kurumu Başkan Yardımcılığı ve Yönetim Kurulu üyeliğine, bir başkası Boru Hatları ve Petrol Taşıma A.Ş. Genel Müdürlüğü Yönetim Kurulu üyeliğine, bir diğeri Millî Eğitim Bakanlığı Bakanlık Müşavirliğine, bir başkası Millî Piyango İdaresi Genel Müdürlüğü Yönetim Kurulu Üyeliğine; AKP milletvekili adayı olanlardan iki kişi, Başbakanlık müşavirliğine ve AKP’nin bir eski milletvekili de Eti Maden İşletmeleri Genel Müdürlüğü Yönetim Kurulu Üyeliğine daha yeni, daha dün denecek kadar yeni bir süre önce getirildi. Peki, bu atama anlayışı arpalık anlayışı değil mi? Sayın Başbakanın ifadesiyle söyleyeyim: Söyleyin Allah aşkına, bunlar arpalık anlayışının sonucu mu, değil mi? (CHP sıralarından alkışlar)

Değerli arkadaşlarım, şimdi, bakınız, bu tablo… Milletvekillerinden birisi de Etik Kurula atanmış. (CHP sıralarından gülüşmeler) Yani, hiç olmazsa, bu arpalık uygulamasını yaparken daha bir dikkatli davranın, yani illa Etik Kurula bir arpalık muamelesi yapmak da ayrıca tabii, ahlakın, etiğin ne hâle düşürüldüğünü, hangi gözle görüldüğünü ortaya koyması bakımından önemlidir.

Değerli arkadaşlarım, bakınız, Türkiye’de bütün bunları tartışacağımız, kamuoyunu bu çerçevede oluşturacağımız ana temel kurum nedir? Medyadır. Türkiye’nin ikinci büyük medya grubu uzun bir süreden beri, seçim öncesinden bu yana, TMSF’nin denetiminde, yani devletin atadığı bürokratlar eliyle, TMSF eliyle yönetiliyor. O atanan bürokratlar, bu gazeteye ve televizyona açıyorlar telefonu “O manşeti öyle görme, o yazarı işten çıkar, bu yazarı buraya al.” tamamen kendi kontrollerinde yönetiyorlar. Seçim süreci böyle yaşandı. Türkiye demokrasiyi böyle yaşadı. İkinci büyük medya grubu Türkiye’nin.

Şimdi, bununla ilgili bir satış söz konusu, bir ihale yapılacak. “Geniş bir ilgi var, o nedenle ihaleyi erteliyoruz.” dediler, daha önce yapılmış olan ihaleyi bıraktılar. Şimdi yeni bir ihale dönemi açıldı. İşte, 10’dan fazla talip çıktı vesaire dediler; geldiğimiz noktada gördük ki, bu konuda hevesli olan önemli, saygıdeğer bazı ciddi insanlar, “bana müsaade, ben bu konuya girmeyeceğim” deme noktasına geldiler. Nasıl geldiler, niye geldiler, bunları bilemeyiz ama gireceğim diye, açıkça kamuoyu önünde açıklama yapmış olan, önemli saygıdeğer bazı iş adamları teker teker döküldüler süreçte. Sonunda üç tane kuruluş kaldı. Dün yapılan açıklamadan öğreniyoruz ki, gene bir önemli, saygıdeğer kuruluşumuz, bir büyük kuruluşumuz “Ben bu işte yokum.” dedi, geri çekildi. Geride iki tane firma kaldı, onlardan birisinin de çekildiğine dair yeni bir haber çıktı. Öyle anlaşılıyor ki önümüzdeki dönemde TMSF Başkanı, “Ben ihalemi yaparım, 1 kişi kalsa da yaparım.” anlayışı içinde olduğuna göre, herhâlde yarın bu iş yapılacak; büyük bir olasılıkla damat beyin holdingi, Türkiye’de ikinci medya grubunun da sahibi olacak! (CHP sıralarından alkışlar)

Değerli arkadaşlarım, bunlar, demokrasi deyince üstünde durulmayacak konular sayılırsa demokrasiyi anlamamışsınız demektir. Demokrasi, devlet gücünün, devlet yetkisinin, devlet olanaklarının, devlet otoritesinin bir siyasi hegemonya tesis etmek için kullanılması anlamına gelmez.

Bakınız, bir eski Başbakan “Türkiye’de kendine yandaş medya ayarlıyor.” diye iddia altında yıllarca mahkemelerde hesap vermek durumunda kaldı.

Değerli arkadaşlarım, yandaş medya oluşturmak iktidarın bir imtiyazı değildir. Böyle bir tabloyu doğal karşılamak vicdanla bağdaşmaz, demokrasi anlayışıyla bağdaşmaz, memleket sevgisiyle, demokrasi sevgisiyle de bağdaşmaz. (CHP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – Sayın Baykal, yedi dakikanız kaldı.

DENİZ BAYKAL (Devamla) – Teşekkür ederim Sayın Başkan.

MEHMET ÇERÇİ (Manisa) – Rakiplerine atıyorsun, demokrasiden bahsediyorsun.

GÜROL ERGİN (Muğla) – Ya, şu dırdır edeni bir sustursana Başkan.

“Dır dır dır.” Yeter ya!

BAŞKAN – Lütfen arkadaşlar, lütfen.

DENİZ BAYKAL (Devamla) – Değerli arkadaşlarım, bakınız, kısa bir süre önce Meclisimiz çok önemli bir yasayı hızla hazırladı ve sonuçlandırdı. Bu, yargıya yargıç alımını düzenleyen bir yasa.

Değerli arkadaşlarım, bir milletvekili arkadaşımız bu konuda bir yasa önerisi yaptı, olağanüstü bir hızla komisyonda bu konu öncelikle ele alındı, bütün kanunlar bırakıldı ve yine olağanüstü bir hızla komisyon tamamlandı Genel Kurula geldi; Sayın Başbakanın buradaki denetimi altında, gece denetimi altında konu hızla sonuçlandırıldı.

AVNİ ERDEMİR (Amasya) – Sen neredeydin?

DENİZ BAYKAL (Devamla) – Şimdi değerli arkadaşlarım, nedir bu olay? Demokrasi diyoruz. Demokrasi ve yargı nasıl bir ilişki içinde olacak? Demokraside yargının işlevi ne, yargının anlamı ne, yargının önemi ne?

Değerli arkadaşlarım, yargı, bırakınız demokrasiyi, bir hukuk devleti olmanın ilk şartıdır. Medeni bir cemiyet olmanın bir şartı, saygın, güvenilir, bağımsız bir yargının mevcudiyetidir.

Şimdi Türkiye’de yargıya yönelik bir tertibin hızla yürütülmekte olduğuna tanık oluyoruz. Alelacele bir kanun teklifi hazırlandı ve hızla sonuçlandırıldı ve geçirildi. Neyi öngörüyor bu kanun teklifi?

AVNİ ERDEMİR (Amasya) – Sınavı öngörüyor, sınavı.

MEHMET ÇERÇİ (Manisa) – Moğultay gibi mi yapsaydık?

BAŞKAN – Lütfen…

DENİZ BAYKAL (Devamla) - Önümüzdeki dönemde 4.060 kadro var. Bu kadro doldurulacak. Neyle doldurulacak? Önce sınav yapılacak.

AVNİ ERDEMİR (Amasya) -  En zeki çocuklarla doldurulacak.

DENİZ BAYKAL (Devamla) – Şimdi bak değerli kardeşim, bakın, geçen defa…

MEHMET ÇERÇİ (Manisa) – Moğultay gibi yapalım!

BAŞKAN – Arkadaşlar, çok rica ediyorum. Sayın Baykal konuşmasını bitiriyor, lütfen.

DENİZ BAYKAL (Devamla) – Bu ilk kez olmuyor. 2004 yılında, 17 Ekim 2004 tarihinde yapılan idari yargı hâkim adaylığı sınavında, yazılıda 6’ncı, 7’nci, 9’uncu, 10’uncu, 13’üncü, 14’üncü, 19’uncu, 20’nci -daha gidiyor 47’ye kadar, hepsi sıralanmış- sırada sınavı kazanan kişiler mülakat sonucunda 158 ve daha sonraki sıralara kaydırılmış, 148 kişi işe alınmıştır. Tamam mı?

MEHMET ÇERÇİ (Manisa) – Moğultay gibi mi yapalım?

DENİZ BAYKAL (Devamla) – Aynı şekilde, adli yargıyla ilgili, gene aynı tarihteki sınavda 3’üncü, 5’inci, 7’nci, 8’inci, 10’uncu, 14’üncü, 16’ncı, 21’inci, 23’üncü, 24’üncü -45’e kadar gidiyor- sırada yer alan kişiler mülakatta 322’den sonraya kaydırılmış ve mesleğe alınmamışlardır. Hak, adalet, vicdan anlayışı ve kadrolaşma kararlılığını takdirlerinize sunuyorum.

Değerli arkadaşlarım, şimdi bu, ibret ve suçüstü belgesidir. Biz biliyoruz birbirimizi, maksadın ne olduğunu biliyoruz. Listeler elde dolaşıyor, Yargıtay salonlarında bile, Yargıtaya bir hâkim seçileceği zaman listeler cepten cebe dolaşıyor. Saygın yargıçlar bunu ifade ediyorlar. Şimdi, aynı tabloya tekrar geleceğiz. Şimdi, tekrar sınav… Yetmez, bir de mülakat. Kim yapacak mülakatı? AKP’nin bürokratları.

AHMET YENİ (Samsun) – Devletin, devletin…

DENİZ BAYKAL (Devamla) – Ellerine verilecek. Onlar da, o ellerine aldıkları listelerle bunu uygulayacaklar.

AVNİ ERDEMİR (Amasya) – Daha önce kim yapıyordu?

BAŞKAN – Lütfen arkadaşlar…Lütfen…

DENİZ BAYKAL (Devamla) - Değerli arkadaşlarım Sayın Cumhurbaşkanı, ayağının tozuyla, Türkiye’ye geldi, gelir gelmez, hemen bu yasayı onayladı. Ya, bu kadar tartışılan bir yasa! Cumhurbaşkanının bir sürü hukuk uzmanı var, hukuk danışmanı var. Acaba “şunu bir inceleyin” deme ihtiyacını bile Sayın Cumhurbaşkanı hissetmiyor mu? Yani, buna bile gerek yok mu? Ne bu telaş? Ne bu anlayış? Çankaya’ya ne oldu? Çankaya, Türkiye’de, siyasetin üstünde, partilerin üstünde, devletin yararlarına, Anayasa’nın gereklerini gözetecek, gerektiği zaman hükûmete “dur” diyebilecek bir merci olmaktan   -üzüntüyle tespit ediyorum- ne yazık ki çıkmıştır. Ne kadar olumsuz bir tespit, ne kadar kaygı verici bir manzara! (CHP sıralarından alkışlar)

Sayın Cumhurbaşkanı, yurt dışında, gazetecilere, YÖK’le ilgili bir propaganda kampanyasının öncüsü gibi birtakım açıklamalar yapıyor. Cevaplar veriliyor. Gerçek öyle olmadığı ortaya çıkıyor. Cumhurbaşkanlığı, bu kadar kısa bir süre içinde, bu kadar hızlı bir ağırlık kaybına hiçbir zaman uğramamıştır.

MEHMET ÇERÇİ (Manisa) – Ağırlığı artıyor.

DENİZ BAYKAL (Devamla) – Gerçekten, çok büyük üzüntü duyuyorum. Bu tablo, Türkiye’de, çok büyük bir kuşatmanın ve dönüştürmenin uygulanmakta olduğunu bize gösteriyor.

MEHMET ÇERÇİ (Manisa) – Ağırlığı  artıyor Cumhurbaşkanının.

DENİZ BAYKAL (Devamla) – Değerli arkadaşlarım, Türkiye’de ekonomi kuşatma altındadır. Türkiye’de siyaset kuşatma altındadır. Hukuk devleti ve Anayasamız kuşatma altındadır. Yakında Anayasa değişikliği de gelecek. Millî Eğitim Bakanlığı, yıllardır zaten belli bir hazırlığı sürdürüyor. Şimdi, önümüzdeki dönemde, öyle anlaşılıyor ki, yükseköğrenim kurumları da aynı anlayışın doğrultusuna sokulacaktır. Adliyesi kuşatma altında, eğitimi kuşatma altında. Türkiye, gerçekten çok sıkıntılı bir tabloya doğru sürükleniyor. Bunu “İktidar bizdedir, güç bizdedir, bildiğimiz gibi yaparız.” diye sürdürmek, demokrasi anlayışıyla da hukuka saygı anlayışıyla da kesinlikle bağdaşmaz ve bu bir çıkmaz yoldur, hiç kimseye hiçbir yarar getirmez.

Türkiye, bugün o sizin dönüştürmek istediğiniz temel değerleriyle bu bölgenin en güçlü, en saygıdeğer ülkesi hâline geldi. Türkiye, o cumhuriyet kültürüyle, üniter devlet anlayışıyla, hukuk saygısıyla, eğitime saygı anlayışıyla, o çizgide yıllarca yönetilerek Türkiye bugün Avrupa Birliğinin karşısında saygın, büyük, ciddi bir ülke hâline geldi. Ama geldiğimiz manzarada, şimdi yeni bir rotaya doğru Türkiye çekilmek ve sürüklenmek isteniyor. Bu, kaygı verici bir olaydır.

Artık, dışarıdan bakanlar, Türkiye’ye, çağdaş bir cumhuriyet, laik bir cumhuriyet, bir Atatürk cumhuriyeti diye bakmıyor; ılımlı bir din devleti diye Türkiye’yi algılamaya başlıyor. (AK Parti sıralarından gürültüler)

AHMET YENİ (Samsun) – Millet inanmadı size.

DENİZ BAYKAL (Devamla) – Değerli arkadaşlarım, bu, çok sakıncalı, çok tehlikeli, Türkiye’yi büyük sıkıntıların içine sokacak bir algılamadır. Bir an önce Türkiye’yi bu çizgiden çıkarmak lazımdır. “Demokrasi” diye diye yolsuzluk, “demokrasi” diye diye azınlığın ezilmesi, “demokrasi” diye diye hukukun tahrip edilmesi hiçbir şekilde mazur gösterilemez. (AK Parti sıralarından gürültüler)

AVNİ ERDEMİR (Amasya) – Tam demokrasi, tam…

MEHMET DANİŞ (Çanakkale) – Kurultaya giderken… (CHP sıralarından “Kes sesini!” sesleri)

BAŞKAN – Lütfen arkadaşlar, rica ediyorum.

DENİZ BAYKAL (Devamla) – Değerli arkadaşlarım, böyle bir tabloyla karşı karşıyayız.

Bu bütçe, Türkiye’nin bu dönüşüm süreci içinde kritik bir aşamada olduğumuzu… (AK Parti sıralarından gürültüler)

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN – Sayın Baykal, iki dakika ek süre veriyorum.

Bir dakikanızı rica edeyim.

Arkadaşlar, lütfen müdahale etmeyin, çok rica ediyorum.

Sayın Baykal, buyurun.

DENİZ BAYKAL (Devamla) – Teşekkür ederim.

Türkiye’nin tehlikeli, sakıncalı, tarihî bir dönüşüm sürecinin içinde, bu İktidarın denetiminde sıkıntılarla karşı karşıya kalacağı artık görülüyor. Bunu hep beraber yaşıyoruz.

Değerli arkadaşlarım, bunu ortaya koymak bizim görevimizdir. Biz Türkiye’yi ve herkesi bu noktada uyarıyoruz, görevimizi yapıyoruz. Elbette millet takdir edecektir, elbette demokrasi işleyecektir, elbette Türkiye’nin nereye, nasıl gideceğini hep beraber yaşayacağız, göreceğiz. Ama bilin ki Türkiye, bugünkü noktaya çok sağlıklı bir doğrultuda gayret göstererek gelmiştir. Şimdi Türkiye’nin rota değiştirmesinin önümüzdeki on yıllarda Türkiye’yi hangi sıkıntılarla karşı karşıya bırakacağını hep beraber yaşarız, görürüz.

Biz Cumhuriyet Halk Partisi olarak görevimizin bilincindeyiz, bunu yapıyoruz. Milletimizin gerçekleri en iyi şekilde göreceğine daima inandık, aynı inançla da çalışmalarımızı sürdürüyoruz.

Bu bütçeyi, bu değerlendirmeleri dikkate alarak ve siyasi rotasını Türkiye’nin gözden geçirmek isteyenlere bir uyarı olacağı umuduyla bu değerlendirmeleri yaptım.

AHMET YENİ (Samsun) – Millet inanmıyor size, inanmıyor!

DENİZ BAYKAL (Devamla) - Bu vesileyle hepinize sevgiler, saygılar sunuyorum. (CHP sıralarından ayakta alkışlar)

BAŞKAN – Teşekkür ederim Sayın Baykal.

Sayın milletvekilleri, Sayın Baykal’ın konuşmasının iki yerinde, tasrih etmek suretiyle, Sayın Maliye Bakanıyla ilgili birtakım ithamlarda bulunmuşlardır.

ZEKERİYA AKINCI (Ankara) –  İki ne ki… Yirmi iki yerde söylense az! (CHP sıralarından gürültüler)

BAŞKAN – Müsaade eder misiniz… Müsaade eder misiniz arkadaşlar.

O nedenle, İç Tüzük’ün 69’uncu maddesine göre Maliye Bakanı Sayın Kemal Unakıtan’a söz veriyorum.

Buyurun efendim. (AK Parti sıralarından alkışlar, CHP sıralarından gürültüler)

IV.- SATAŞMALARA İLİŞKİN KONUŞMALAR VE AÇIKLAMALAR

1.- Maliye Bakanı Kemal Unakıtan’ın, CHP Genel Başkanı Deniz Baykal’ın, konuşmasında şahsına sataşması nedeniyle konuşması

MALİYE BAKANI KEMAL UNAKITAN (Eskişehir) – Sayın Başkan, çok teşekkür ediyorum.

Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; biraz önce Ana Muhalefet Partisi Liderinin yapmış olduğu konuşmada, aynı iftira ve tezvirat kampanyasına maalesef devam ettiğini bir kere daha gördük.

RASİM ÇAKIR (Edirne) – Neresi iftira? Neresi iftira?

MALİYE BAKANI KEMAL UNAKITAN (Devamla) - Şimdi diyor ki “Bütçeyi ben tenkit ettim, bu rotayı değiştirin.” Sayın Baykal, şu rotanı değiştir, şu iftiralardan vazgeç artık. (AK Parti sıralarından alkışlar)

RASİM ÇAKIR (Edirne) – Neresi iftira, neresi?

MALİYE BAKANI KEMAL UNAKITAN (Devamla) - Bununla bir yere varılmıyor.

Bakınız, şimdi “PETKİM ihalesinde yasaklı firma ihaleye girdi.” dedi. Gazeteleri okuyup buraya geliyorsun, burada öyle bir şey yok. Bir sorun Özelleştirme İdaresine, resmî bir cevabınızı alın, ona göre konuşun. PETKİM ihale yasağı bu firmada yoktur; bu bir. (CHP sıralarından gürültüler)

RASİM ÇAKIR (Edirne) – Sayın Başbakan cevap versin.

MALİYE BAKANI KEMAL UNAKITAN (Devamla) – Dinleyin… Dinleyin... (CHP sıralarından gürültüler)

BAŞKAN – Değerli arkadaşlarım…

MALİYE BAKANI KEMAL UNAKITAN (Devamla) - “TÜPRAŞ’ın 14,76’sı satıldı, devlet 700 milyon dolar zarara girdi.” dendi. Hayır efendim… (CHP sıralarından gürültüler)

Bakınız, eğer, o TÜPRAŞ’ın 14,76’sı satılmasaydı devlet 458 milyon dolar zarara girerdi. (CHP sıralarından gülüşmeler) Evet, o satılmak suretiyle, devletin hazinesi ilaveten 458 milyon dolar para kazandı. (CHP sıralarından gürültüler)

Şimdi, bununla ilgili çok laflar edildi ya, mahkemeye gidildi. Özelleştirme idarecilerini mahkemeye verdiler. Ankara 28’inci Asliye Ceza Mahkemesi, yeni, kararını verdi ve beraat kararı verdi “Burada kamunun zararı yoktur.” diye. Buyurun mahkeme kararı. (AK Parti sıralarından alkışlar, CHP sıralarından gürültüler)

MALİK ECDER ÖZDEMİR (Sivas) – Ne kararı var?

CANAN ARITMAN (İzmir) – Böyle bir gerekçe olmaz.

MALİYE BAKANI KEMAL UNAKITAN (Devamla) – İkincisi... Bakınız, dinleyin, yok öyle şey. Buraya geliyorsunuz, at at at, ona iftira, buna tezvirat; olmaz böyle şey!

RASİM ÇAKIR (Edirne) – Başbakan cevap versin, niye sen cevap veriyorsun?

MALİYE BAKANI KEMAL UNAKITAN (Devamla) – Şimdi, Tekele kiralanan, Tekelin aldığı makinelerden dolayı benim oğluma 30 bin dolar gelmiş. Bir: Bir defa Tekel öyle makineleri almadı.

OSMAN DURMUŞ (Kırıkkale) – Aldırmadık.

MALİYE BAKANI KEMAL UNAKITAN (Devamla) – Bırak şimdi, almadı, geri gönderdi, yok böyle bir şey.

K. KEMAL ANADOL (İzmir) – Aldı önce, suçüstü yakalanınca gönderdi.

MALİYE BAKANI KEMAL UNAKITAN (Devamla) – Ya, makine alınmadığı hâlde “alındı” diyorsunuz. (CHP sıralarından gürültüler)

GÜROL ERGİN (Muğla) – Alamadı efendim alamadı “almadı” değil.

BAŞKAN – Sayın Bakan, bir dakikanızı rica ediyorum.

Şimdi, değerli arkadaşlarım, Sayın Deniz Baykal çok önemli bir iddiayı bu kürsüye getirdi. (CHP sıralarından gürültüler)

RASİM ÇAKIR (Edirne) – Başbakan cevap versin efendim, Başbakan cevap versin!

BAŞKAN – Müsaade eder misiniz… Kimin cevap vereceğini ben bilirim. Sayın Bakanı doğrudan hedef alan…

GÜROL ERGİN (Muğla) – Önce, verdiği cevap doğru olsun doğru.

BAŞKAN – Müsaade eder misiniz… Yani, demokrasi bir ithama cevap vermemek demek midir? Böyle bir şey olabilir mi? Sayın Bakanla ilgili önemli birtakım ithamlar var.

AKİF EKİCİ (Gaziantep) – Sayın Başkan, 30 bin doları anlatsın. Kim aldı 30 bin doları? Kamu vicdanını rahatlat!

BAŞKAN – Bir dakika… Bir dakika müsaade eder misiniz…

Sayın Bakan da onlara cevap veriyor. Bundan daha doğal bir şey olabilir mi? (CHP sıralarından gürültüler)

Lütfen susar mısınız…

Sayın Bakanım, buyurun.

MALİYE BAKANI KEMAL UNAKITAN (Devamla) – Değerli arkadaşlar, şimdi, para geldi denilen adam o tarihte, söyledikleri tarihte… Bir defa, oğlumun şirketinde çalışmıyor o tarihte öyle bir adam.

AKİF EKİCİ (Gaziantep) – Sigorta kayıtları var, sigorta kayıtları!

MALİYE BAKANI KEMAL UNAKITAN (Devamla) – O para, ne şirketin adına ne oğlumun adına ne benim bir yakınımın adına geliyor. Gelip gelmediği de belli değil. O adam çok sonradan bir şirkete geliyor, çalışıyor ve çıkıyor. Yani, çalıştığı tarihte böyle bir şey yok. Ondan çok evvel, çalışmadığı tarihte böyle bir şeyi de bize yamandırmaya niye çalışıyorlar?

Bakınız, o şirket, bırakın 30 bin dolar, milyonlarla dolar vergi veriyor. Öyle, 30 bin dolar falan değil, milyon dolarlar vergi veriyor. Sizin burada aldığınız vergilerin birçoğunu o veriyor. (AK Parti sıralarından alkışlar, CHP sıralarından gürültüler) Ondan sonra kalkıyorsunuz, illa bir şeyi bir şeye yamandırmak için… Bana bir şey söyler misiniz; sonunda söyleyin, deyin ki: “Bakanların çocukları çalışamaz.” Söyleyin öyle bir şey, bir kanun çıkarın, anlayalım. (AK Parti sıralarından alkışlar) Hangi biriniz bakan olduğu zaman çocuğu çalışmadı, söyleyin, bir tane örnek verin bana, milletvekillerimiz dâhil?

MUHARREM İNCE (Yalova) – Çalışır, ama çalamaz!

MALİYE BAKANI KEMAL UNAKITAN (Devamla) – Çocukları çalışmayan bir milletvekiliniz var mı, söyleyin? Yok, olmaz. (CHP sıralarından gürültüler)

Şimdi, konuşurken…

K. KEMAL ANADOL (İzmir) – Nerede? Nerede? Devletle iş yapmadı bizim çocuklarımız.

MALİYE BAKANI KEMAL UNAKITAN (Devamla) – Bu millet biliyor, her şeyi biliyor. Bunları daha önce de yaptınız, bu millet size cevabınızı verdi.

K. KEMAL ANADOL (İzmir) – Sayın Bakan, soru soruyorsun; devletle iş yapmıyor bizim çocuklarımız.

MALİYE BAKANI KEMAL UNAKITAN (Devamla) – Sayın Baykal, bunlara lütfen devam etmeyiniz. Sonra sizi biz bile kurtaramayız. (AK Parti sıralarından alkışlar, CHP sıralarından gürültüler)

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

K. KEMAL ANADOL (İzmir) – Bırak şunu!

BAŞKAN – Sayın Bakan, devam edecek misiniz? Sayın Bakan… Sayın Bakan…

RASİM ÇAKIR (Edirne) – On dakika daha verin Sayın Başkan.

MALİYE BAKANI KEMAL UNAKITAN (Devamla) – İki dakika daha verin Sayın Başkanım, sözlerimi bitiriyorum.

BAŞKAN – İki dakika…

Buyurunuz efendim.

MALİYE BAKANI KEMAL UNAKITAN (Devamla) – Teşekkür ederim.

CANAN ARITMAN (İzmir) – Unakıtan’ın mısırları, Unakıtan’ın yumurtaları tüm Türkiye’nin diline düştü, diline.

MALİYE BAKANI KEMAL UNAKITAN (Devamla) – Şimdi, son sözüm şuydu: “Sayın Baykal, bu türlü politikalara devam etmeyin, sonra sizi biz bile kurtaramayız.” Bu bir. (AK Parti sıralarından alkışlar, CHP sıralarından gürültüler)

Bir de, sözlerime son verirken aklıma gelen bir şeyi sormadan edemiyorum: Sayın Baykal, sizin bu “Angora Evleri”nde kaçak yapılarınız vardı, ne oldu onlar acaba?

K. KEMAL ANADOL (İzmir) – Bravo! Bravo!

MALİYE BAKANI KEMAL UNAKITAN (Devamla) – Kamunun malları, kendinizin olmayan işgal ettiğiniz yerler vardı, onlar ne oldu? Onu da merak ediyorum.

Hepinize saygılar sunuyorum. (AK Parti sıralarından alkışlar, CHP sıralarından gürültüler)

K. KEMAL ANADOL (İzmir) – Hadi sen de canım!

BAŞKAN – Teşekkür ederim Sayın Unakıtan.

ŞAHİN MENGÜ (Manisa) – Bilirkişi raporu var, bilirkişi; yalan söylüyorsun!

BAŞKAN - Şimdi, sevgili arkadaşlarım, bu kürsü özgür bir kürsü, burada her şey konuşulacak. Yalnız… (CHP sıralarından gürültüler) Müsaade eder misiniz… Müsaade eder misiniz… Yalnız, burada sataşmalar olabilir. Onu öngördüğü için bizim İç Tüzük’ümüz bir hüküm getirmiş. Demiş ki: Sataşma hâlinde sataşılan milletvekili yahut bakan yahut başbakan…(CHP sıralarından gürültüler) Ben bir şey anlatıyorum. Şimdi, o zaman…

MALİK ECDER ÖZDEMİR (Sivas) – Bakan çocuklarının çalışma özgürlüğü var, ama hırsızlık özgürlüğü yok.

RASİM ÇAKIR (Edirne) – Sataşmalara Başbakan cevap verecek.

BAŞKAN - Şimdi, burası sizin bildiğiniz gibi yönetilmez. Sataşmalara Sayın Başbakan niye cevap verecek? Sayın Başbakan hükûmetle ilgili konulara cevap verecek, onu da dinleyeceksiniz. Nasıl ki sayın genel başkanları dinliyoruz, Sayın Başbakanı da dinleyeceğiz, herkesi dinleyeceğiz.

Şimdi, çok özür dilerim, ben size muhalefet dersi verecek hâlde değilim ama siz böyle tepki gösterirseniz…

RASİM ÇAKIR (Edirne) – Biz mi tepki gösteriyoruz?

BAŞKAN - …sanki birtakım şeylerin açıklanmasından rahatsız oluyorsunuz gibi bir izlenim doğuyor. O da yanlış olur herhâlde. (AK Parti sıralarından alkışlar, CHP sıralarından gürültüler,)

FERİT MEVLÜT ASLANOĞLU (Malatya) – Sayın Başkan, size yakışmadı!

III.- KANUN TASARI VE TEKLİFLERİ İLE KOMİSYONLARDAN 

GELEN DİĞER İŞLER (Devam)

A) Kanun Tasarı ve Teklifleri (Devam)

1.- 2008 Yılı Merkezi Yönetim Bütçe Kanunu Tasarısı ve Plan ve Bütçe Komisyonu Raporu (1/426) (S. Sayısı:57) (Devam)

2.- 2006 Yılı Merkezi Yönetim Kesin Hesap Kanunu Tasarısı ile Merkezi Yönetim Bütçesi Kapsamındaki İdare ve Kurumların 2006 Bütçe Yılı Kesin Hesap Tasarısına Ait Genel Uygunluk Bildirimi ve Eki Raporlarının  Sunulduğuna Dair Sayıştay Başkanlığı Tezkeresi ile Plan ve  Bütçe Komisyonu  Raporu (1/267, 3/191) (S. Sayısı: 58) (Devam)

BAŞKAN - Değerli arkadaşlarım, söz sırası Milliyetçi Hareket Partisi adına Grup Başkanı ve Genel Başkan Osmaniye Milletvekili Sayın Devlet Bahçeli’de.

Buyurun Sayın Bahçeli. (MHP sıralarından ayakta alkışlar)

Süreniz altmış dakikadır efendim.

MHP GRUBU ADINA DEVLET BAHÇELİ (Osmaniye) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; 2008 Yılı Merkezi Yönetim Bütçe Kanunu Tasarısı hakkındaki görüşmelerimizi açıklamak amacıyla huzurunuzda bulunuyorum. Bu vesileyle Milliyetçi Hareket Partisi Grubu ve şahsım adına yüce Meclisin değerli üyelerini saygılarımla selamlıyorum.

Sözlerimin başında, Isparta’da vuku bulan elim uçak kazasında hayatını kaybeden vatandaşlarımıza Allah’tan rahmet, yakınlarına sabır ve metanet diliyorum.

Bütçe görüşmeleri, hükûmetlerin icraatlarının muhasebesinin yapıldığı ve muhalefetin siyasi iktidarın politikaları hakkında uyarı, tenkit ve tavsiyelerini dile getirdiği önemli bir imkân ve vesiledir.

3 Kasım 2002 seçimleriyle iktidara gelen ve 22 Temmuz 2007 seçimleriyle yetki tazeleyen Adalet ve Kalkınma Partisi beş yıldır ülke yönetimindedir. Bu süreçte AKP Hükûmetleri, millet öncelikli siyaseti şiar edindiklerini, büyüme ve adaletli kalkınma hedeflerini gerçekleştirmeyi ve Türkiye’yi bir hukuk devleti hâline getirmeyi amaçladıklarını söyleyegelmişlerdir. “İçeride siyasi ve ekonomik güven ve istikrar ortamı, dışarıda da güçlü ve itibarlı bir Türkiye”, AKP Hükümetleri tarafından bir klişe slogan olarak kullanılmıştır. Ancak, Türkiye’nin gerçekleri ve yaşanan gelişmeler, bu sloganların içinin doldurulamadığını, izlenen politikaların fiilî sonuçları, bunların boş bir iddia olduğunu ortaya koymuştur. Karşımızdaki gerçek Türkiye tablosu ile AKP’nin çizmeye çalıştığı pembe tablolar arasındaki fark, gece ve gündüz farkı kadar büyüktür.

Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; bütçeler, devletin hangi alanlara ne kadar kaynak ayıracağını, hangi alanlardan ne kadar kaynak toplayacağını gösteren, ekonominin yıl içindeki seyrini sayısal olarak ifade eden mali tablolardır. Bu nedenle, bütçeler ekonomik olduğu kadar sosyal yönleriyle de önem arz etmektedir. Bütçelere güven duyulması için bunların öngörülebilir hedeflere ve sağlam kaynaklara dayanması gerekmektedir. Bütçenin başarısı, mali disiplinle birlikte yapısal reformların gerçekleştirilmesine, vergi geliri performansının artırılarak sürdürülmesine ve kayıt dışı ekonominin azaltılmasına bağlıdır. Kamu kaynaklarının etkin ve verimli bir şekilde kullanılmasını sağlamak için, başta mal ve hizmet alımları olmak üzere kamu harcamalarının kontrol edilmesi, vergi reformunun gerçekleştirilmesi, kayıt dışıyla etkin mücadele edilmesi ve kamu harcamalarını azaltarak kamu gelirlerini artıracak tedbirlerin uygulamaya konulması gerekmektedir. Bunu yaparken de dar ve sabit gelirlilerin yükünü artıracak adil olmayan tedbirlerden kaçınılması bir zarurettir.

2008 bütçesinin değerlendirilmesine geçmeden önce, AKP’ye hâkim olan ve kendileri hükûmet olmadan önceki dönemde yapılanları yok sayma anlayışı üzerinde kısaca durmak istiyorum.

Bilindiği üzere, başta enflasyon hedeflemesi ve dalgalı kur politikası olmak üzere bugün ülkemizde uygulanan ekonomik politikaların temelleri 57’nci Hükûmet döneminde atılmıştır. 2001 yılında yaşanan kriz sonrası hazırlanan ekonomik programla enflasyonla mücadele ve makro istikrarın sağlanması için önce örtülü, sonra resmî enflasyon hedeflemesine geçileceği, dalgalı kur politikası uygulanacağı ve ekonominin yapısal sorunlarının giderilmesi için gerekli bütün tedbirlerin alınacağı kamuoyuna açıklanmış ve program uygulamaya konulmuştur.

Bu çerçevede, 57’nci Hükûmet döneminde, enflasyon hedeflemesinin olmazsa olmazı olan Merkez Bankasının bağımsızlığa kavuşturulması sağlanmıştır. Bankacılık alanında yapılan düzenlemelerde BDDK faaliyete geçirilmiş, 57’nci Hükûmet dönemine kadar kimsenin dokunamadığı, kaynaklarını hâkim ortaklar lehine kullandıran ve halk deyimiyle hortumlanan bankalar ile mali yapısı aşırı derecede zayıflamış ve mali piyasalar için risk teşkil eder hâle gelmiş olan bankalar, Tasarruf Mevduatı Sigorta Fonuna devredilmiştir. Sorumlular hakkında alacak davaları ve şahsi iflas davaları açılmış, bunların malları üzerine ihtiyati tedbir konulmuş ve yurt dışına çıkışları mahkeme kararıyla yasaklanmıştır.

Burada, AKP’nin hortum edebiyatı ve istismarı hakkında bir noktaya dikkat çekmek isterim: 22 Temmuz  seçimleri öncesinde, başta sayın Başbakan olmak üzere, AKP sözcüleri, bu dönemde bankalardaki hortumların önü kesilerek batık bankaların fona devredilmiş olmasını, bunların 57’nci Hükûmet döneminde hortumlandığı gibi takdim ederek, en hafif tabiriyle, siyasi etikle bağdaşmayan bir saptırmadan medet ummuşlardır. Bu konuda bir karalama kampanyası başlatan AKP’nin, 57’nci Hükûmet döneminde, yolsuzluk operasyonlarıyla tutuklanan ve mal varlıkları üzerine ihtiyati tedbir konulan birçok hortumcunun vergi borçlarını vergi barışı kapsamında affetmesi, kendileri açısından hazin bir ibret vesilesi olarak hatırlanacaktır. (MHP sıralarından alkışlar)

Kamu bankaları finansal ve operasyonel bazda yeniden yapılandırılmış, bu bankaların arpalık olarak kullanılmalarına son verilmiştir. 57’nci Hükûmet göreve geldiğinde, gayri safi millî hasılanın yüzde 12,5’ini geçmiş olan kamu bankalarının görev zararları tasfiye edilmiş, sermaye yapıları güçlendirilmiştir. Bunun sonucunda da kamu bankaları gerçek anlamda kârlı hâle geçmiştir.

KİT sisteminin kronik hastalığı olan görev zararı uygulamalarına son verilmiş, daha önceden çıkarılmış olan görev zararı kararnameleri iptal edilmiş ve KİT’lerin daha verimli çalışmaları için gerekli altyapı yapıları oluşturulmuştur.

Ülke için önemli ya da tekel statüsüne haiz olan sektörlerde, bağımsız düzenleme kuruluşları oluşturularak, bu sektörlerin daha hızlı gelişebilmelerine önayak olunmuştur. Tarıma destek verdiği iddia edilen ama kendilerine aktarılan kaynakları köylüye ulaştıramayan tarımsal kuruluşlara ilişkin yeni düzenlemeler yapılmış ve doğrudan gelir desteği uygulaması başlatılarak, küçük çiftçinin korunması yöntemi benimsenmiştir.

Yüzde 70’lerde devralınan enflasyon, 2002 yılında yüzde 30’un altına çekilmiş ve aynı anda hem enflasyonu düşürme hem de büyümeyi sağlama açısından önemli bir başarı gerçekleştirilmiştir. Enflasyondaki düşüşe paralel olarak nominal ve reel faizler düşürülmüştür. Reel faizler Nisan, Mayıs 2002’de yüzde 16’ya kadar gerilemiştir.

58 ve 59’uncu Hükûmetlerin en büyük şansı, böyle bir tabloyu devralmış olmasıdır. Yeni bir program hazırlamak bir yana, devraldığı ekonomik programı dahi hakkını vererek uygulama basiretini gösteremeyen Hükûmet, alması gereken önlemleri zamanında almamıştır. Bunun yerine, uluslararası piyasalarda faizlerin düşmesi ve likidite bollaşması gibi, dış konjonktür gelişmelerinin ekonomide yarattığı bazı olumlu etkileri kendi başarısı zannederek, sürdürülebilirliği şüpheli başarıları, gerçek ekonomik gelişme ve kalkınmaya tercih etmiştir. Türkiye ekonomisi, bütün bu yanlış anlama ve uygulamalar neticesinde, yeniden aşırı değerlenmiş Türk lirası, çok yüksek dış açıklar, bunca özelleştirme ve yerli şirketlerin yabancılara satışına rağmen artan iç ve dış borçlar, işsizlik ve yoksulluk sorunlarıyla karşı karşıya kalmıştır. Nitekim, IMF de son raporlarında, Türkiye’nin, dünyanın en riskli ekonomilerinden biri olduğuna vurgu yapmaya başlamıştır. Ülkemizin en önemli risk göstergelerinden olan faiz dışı cari açık rakamları, tarihinde daha önce hiç görülmemiş seviyelere ulaşmış ve alarm vermeye başlamıştır.

Yerli paranın değerinin kısa vadede sermaye hareketleri, uzun vadede ise cari işlemler hesabında yaşanan gelişmeler tarafından belirlendiğini anlamayan ya da anlamak istemeyen Hükûmet, artan yabancı sermaye girişlerini kendi başarısı zannetmiş ve özellikle 2004 yılından itibaren ülke için bir risk unsuru olmaya başlayan sıcak para girişlerini kontrol etmeyerek önemli bir hata yapmıştır.

Dış konjonktürün sonsuza kadar olumlu sürmeyeceğini idrak edemeyen Hükûmet, uygulaması önceden başlatılan dalgalı kur rejimini de yanlış anlamış ve dalgalı kurun ülkemizi ödemeler dengesi krizlerinden koruyacağını zannetmiştir. Oysa, dalgalı kur rejimi uygulayan diğer ülke örneklerine baktığımızda durumun hiç de böyle olmadığı görülmektedir. Nitekim, 1994-1999 döneminde Brezilya’da, 1989-1997 döneminde Meksika’da, ve 1987-1992 döneminde Kanada’da yaşananlar dalgalı kur uygulamalarının, tek başlarına ödemeler dengesi krizlerine çare olmadığının sadece birkaç örneği olarak karşımızda durmaktadır.

Cari açık 2002 yılındaki 1,5 milyar dolarlık seviyesinden, 2006 yılı sonunda 33 milyar dolara yükselirken, Hükûmet açığı kapatmaya yönelik önlemler almak yerine bir şeyler satarak ya da borçlanarak bu açıkları nasıl finanse ederim diye çabalamıştır.

İhracattaki artışlardan sürekli bahseden Hükûmet, nedense patlayan ithalattan ve ithalat ile ihracat arasındaki farkı gösteren ve 7 milyar dolardan 41 milyar dolara çıkan dış ticaret açığını görmezden gelmeyi tercih etmiştir.

2003-2006 döneminde, uluslararası piyasalarda faiz oranları düşmüş ve Türkiye’nin de dâhil olduğu gelişmekte olan ülkelere, bir sermaye akışı başlamıştır. Bu sermaye akışı sonucu, birçok gelişmekte olan ülke, Türkiye kadar ve hatta Türkiye’den daha yüksek büyüme hızlarına ulaşmış ve büyümelerini finanse etmişlerdir. Bu çerçevede, 2003-2006 dönemindeki büyümenin ülkemize has bir olgu olmadığını belirtmek gerekmektedir. Gelişmekte olan ekonomiler, bir bütün olarak 2003 yılında yüzde 6,7; 2004 yılında yüzde 7,7; 2005 yılında yüzde 7,4; 2006 yılında ise yüzde 7,3 büyüme göstermişlerdir. Ancak uluslararası piyasalarda, faiz oranlarının sonsuza kadar düşük seyretmesi mümkün değildir ve faiz oranları yükselmeye başlamıştır.

Gelişmiş ülkelerde yaşanan faiz oranı artışlarının, gelişmekte olan ülkelerden sermaye kaçışlarına sebep olacağı ve bu durumun, ekonomik istikrarı yok edebileceği unutulmamalıdır. TL’nin aşırı değerlenmesinden kaynaklanan sanal büyüme, enflasyon düşüşü ve bütçe iyileşmeleri uğruna; dış açıklar, artan borçlar, işsizlik ve yoksulluk yaratan Hükûmet, döviz kurlarında yaşanacak dalgalanmalar sonucu, bütün bu sanal başarıların tehlikeye gireceğini ve gerçekle yüzleşmek zorunda kalacağını çok iyi bilmelidir.

Amerika Birleşik Devletleri Merkez Bankasının açıkladığı hedef faiz oranları, 1996-2000 Mart döneminde yüzde 5’in altına hiç düşmemiş iken 2002 yılı boyunca yüzde 1,25 seviyesinde kalmış, 2003 yılında yüzde 1’e düşmüş ve bu seviyede kalmış, daha sonra, 2006 yılında ise yeniden, yüzde 5’e çıkmıştır. 2007 yılında da Amerika Birleşik Devletleri hedef faiz oranları yüzde 4,5 veya yüzde 4,75 seviyelerinde seyretmiştir. Benzer durum, libor faiz oranlarında da yaşanmıştır. 2000 yılı ve öncesinde, yüzde 6 ve üzerinde seyreden on iki aylık libor faiz oranı, 2002 yılında, yüzde 1-2 aralığında seyretmiş ve 2004 yılının sonunda yüzde 3’e çıkmıştır. 2006 yılında ise libor faiz oranları yüzde 5’i geçmiştir.

Uygulanan, sıcak paraya dayalı ekonomik politikaları desteklemek için, elde tutulan rezervlerin maliyeti de giderek artmış ve bu maliyet, milyar dolarları geçmiştir. Hükûmet, dış borçlanma maliyetlerinin yüzde 7’ler civarında seyrettiği bir dönemde, elde bulunan rezervlerin yüzde kaç getiriyle plase edildiğini ve aradaki farktan dolayı ne kadar kaynağımızın, başta, ABD olmak üzere Batılı ülkelere transfer edildiğini açıklamalıdır. AKP Hükûmetleri döneminde, ülkemizde yaşanan iç talep, yüksek değerli TL ve ithalata bağımlı büyüme, ancak dışarıdan sermaye ya da borç bulunduğu sürece sürdürülebilir.

Serbest dalgalı kur uygulamasına geçilmişken, özellikle 2006 yılında 100 dolarlık büyümeye karşılık 58 dolar ithalat yapılmış olması, ithalata bağlı büyümenin sürdürülebilirliğinin tartışmalı olduğunu göstermektedir. 2008 bütçe taslağına baktığımızda, 2007 yılında, 100 dolarlık büyümeye karşılık 42 dolarlık ithalat, 2008 yılında ise 100 dolarlık büyümeye karşılık 52 dolarlık ithalat beklendiği görülmektedir. Türkiye’de, ekonominin, bu derece sıcak paraya ve dış borca bağımlı kılınması, bu Hükûmetler döneminde, dış politikamızın da bir finansman aracı hâline gelmesine sebep olmuştur. Hükûmetin, 2004 yılından itibaren, sıcak para girişlerini denetleme yoluna gitmemesi, ülkemiz ekonomisini kur hareketlerine aşırı derecede duyarlı hâle getirmiş ve Hükûmetin elini kolunu bağlamıştır. Yanlış anlaşılan ve uygulanan enflasyon hedeflemesi ülkemizde örtülü bir kur hedeflemesi sistemine dönüşmüştür. Bugün ülkemizde yaşanan enflasyon düşüşü ve büyüme, baştan sona, aşırı değerlenen TL ve kısa vadeli sermaye girişlerinin bir sonucudur.

Bütün bunlardan daha vahim olanı, Sayın Başbakanın, durumu anlamamakta ısrar ederek, TL’nin aşırı değerlenmesinden mütevellit dolar cinsinden gayrisafi millî hasıla hesaplarıyla kişi başına gelirin 7 bin dolara çıktığını iddia etmesidir. Cumhuriyetin kişi başına geliri seksen yılda 2.500 dolara çıkardığını, oysa kendi dönemlerinde bunun 5 bin doları geçtiğini söyleyerek, kendi dönemlerinde yapılanların cumhuriyetin bütün yaptıklarından daha fazla olduğunu söyleyecek kadar ölçüyü kaçıran Sayın Başbakan, bunun sebebinin yüksek faiz ve sıcak para olduğunu hâlâ görmemekte ya da görmek istememektedir. Unutulmamalıdır ki, benzer bir durum 1988-1993 döneminde yaşanmış, kişi başına gelir 1.600 dolar seviyesinden 3 bin doların üzerine çıkmış, ancak daha sonra yaşanan ödemeler dengesi krizi kişi başına geliri yeniden 2 bin dolar seviyelerine indirmiştir.

Meseleye bütçe açısından bakıldığında da, alındığı iddia edilen mesafelerin büyük oranda aşırı değerli TL’den kaynaklandığı görülmektedir. Aşırı değerli TL, gerek doğrudan ve gerekse dolaylı olarak bütçe dengesini olumlu yönde etkilemektedir. Mesela, yüksek değerli TL, ithalatı ve dolayısıyla ithalattan alınan KDV gibi gelirleri artırırken, döviz cinsinden borç faizi ödemeleri gibi bazı ödemeleri düşük göstermektedir.

İçeride vergilendiremediği sektörlerde kota yoluyla ithalat kapısını açan Hükûmet, bir yandan yolsuzluklara davetiye çıkarırken, öte yandan vergiyi içerideki üretimden değil ithalattan alarak bütçe dengesi oluşturma gayreti içine girmiştir. Bu politikalar sonucunda büyüme, enflasyon ve bütçe konularında bazı olumlu gelişmeler sağlanmakla beraber, işsizlik, yoksulluk, dış açıklar ve borç artışı konularında başarısız olduğu ortadadır.

AKP döneminde yaşanan ekonomik büyüme istihdam yaratmamıştır. Tarım ürünlerinde bile dış ticaret açığı vermeye başladığımız ve köyden kente göçüşün hızlandığı bir ekonomik politikayla istihdamın artırılması esasen mümkün değildir. Öte yandan, Hükûmet, yoksul kesimlerin gelirlerini artırmadığı hâlde zaman zaman yoksulluğun düştüğünü iddia etmektedir ki, bunun da temelinde aşırı değerlenen TL vardır.

İstihdam yaratmayan, tarımı çökerten, yoksulluğu, dış açıkları ve borçları artıran ekonomi politikalarını daha uzun süre sürdürmek isteyen Hükûmet, ülkemizin önündeki ekonomik riskleri gerektiği gibi değerlendirememekte ve hatalı politikalarda ısrar etmektedir.

Uygulanan ekonomik politikaların bugüne kadar çökmemiş olması, bir “peso problemi” vakasına işaret etmektedir. Önümüzdeki süreçte Türkiye, düşük kur, yüksek faiz politikalarından vazgeçmediği ve ihracata ve ülkenin döviz cinsinden gelirlerini artırıcı politikalara yönelmediği sürece ne işsizliğin ve yoksulluğun azaltılması ne borçların ödenmesi ne de dış açıkların kapatılması mümkün olacaktır. Büyük dış açıkların borçla ve sıcak parayla finansmanı, uyuşturucuyla tedavi gibidir ve bu süreçte hastalık tedavi edilmemekte, aksine ilerlemektedir.

Değerli milletvekilleri, ekonomi politikası üzerindeki bu genel değerlendirme ışığında, şimdi, temel ekonomik göstergelerin ayrıntılarına ilişkin bazı tespitlerimizi sizlerle paylaşmak istiyorum. Son iki yılda enflasyonla mücadelede ciddi sorunlar ve tıkanıklıklar yaşanmaktadır. Enflasyon oranı 2006 bütçesinde yüzde 5 öngörülmüş, yüzde 9,6 gerçekleşmiştir. 2007’de yine yüzde 4 öngörülmüş, ancak yüzde 6,5 olarak revize edilmiştir. 2008’de öngörülen yüzde 4’lük hedefin de tutmayacağı anlaşılmaktadır. Merkez Bankasının inandırıcılığını olumsuz etkileyen bu durum, önümüzdeki dönemde enflasyonla mücadeleyi zora sokmaktadır. Bunun temel nedeni, yine ekonomideki kırılganlıktır.

Düşük kur, bir yandan enflasyonun artmasını engellerken, diğer yandan enflasyonu kur hareketlerine aşırı derecede duyarlı hâle getirmiştir. Bu yüzden, 2006 ve 2007 yıllarında olduğu gibi, bu kur politikasıyla, enflasyonun hedeften büyük ölçüde sapma riski mevcuttur.

Büyüme rakamları incelendiğinde, büyümenin sürdürülebilirliğinin de pamuk ipliğine bağlı olduğu görülmektedir. Düşük kur yüksek faiz nedeniyle yurda gelen kısa vadeli sermayenin finanse ettiği büyümenin kalıcı olması beklenemeyecektir. Nitekim, ekonomik büyüme yavaşlamış ve 2004’ten sonra bir durağanlık ve düşüş sürecine girmiştir.

Büyümeyi yavaşlatan en önemli etken ise, düşük kurun ithalatı çok cazip hâle getirmesi sonucu, yurt içinde, özellikle ara malında yaşanan üretim daralmasıdır. Bu durumun sürdürülebilir olmadığı, bu eğilimin devam etmesi hâlinde düşük büyüme ve yüksek cari açık sorunlarının birlikte yaşanacağı ortadadır. Bunun anlamı da, birçok iş yerinin kapanması ve dolayısıyla işsizliktir.

Değerli milletvekilleri, son yıllarda ortalama yüzde 7’nin üzerinde gerçekleşen büyümenin nimetleri vatandaşa yansımamıştır. İşsizlik ve gelir dağılımı adaletsizliği konusunda kayda değer bir iyileşme sağlanamamıştır. İşsizlik, en önemli sorun olmaya devam etmekte, özellikle eğitimli işsizler çığ gibi büyümekte, gençlerimiz gelecekten ümitlerini kesmektedir. TÜİK'in verilerine göre çalışabilir nüfusun iş gücüne katılma oranı 2002 yılında yüzde 49,6 iken 2006 yılında yüzde 48,0 oranına düşürülmüştür. Böylelikle 2002 yılına oranı dikkate alındığında, 2006 yılında 830 bin kişinin, iş gücüne, dolayısıyla işsiz sayısına dâhil edilmediği anlaşılmaktadır. Buna rağmen işsizlik oranı 2002-2005 yıllarında yüzde 10,3 seviyesini korumuş, 2006 yılı itibarıyla da yüzde 9,9 oranına inmiştir. 2002 yılında 2 milyon 464 bin kişi olan işsiz sayısı, 2006 yılı itibarıyla 2 milyon 446 bin kişi olup, sadece 18 bin kişi azalmış gözükmektedir. Ancak çalışmaya hazır olduğu hâlde iş aramayanlar iş gücüne, dolayısıyla işsiz sayısına dâhil edilmemekte olup, 2002 yılında 1 milyon 20 bin kişi olan iş aramayıp çalışmaya hazır olanlar, 2006 yılında 2 milyon 87 bin kişiye yükselmiştir.

Bunlar içerisinde dikkat çekici olan iş bulma ümidini kaybedenlerdir. İş bulma ümidi olmayanların sayısı 2002 yılında 73 bin kişi iken, 2006 yılı itibarıyla bu sayı 706 bin kişiye yükselmiştir. 2006 yılı için yüzde 9,9 olarak ifade edilen işsizlik oranı, çalışmaya hazır olduğu hâlde iş aramayanlar ile eksik istihdam dâhil edildiğinde gerçekler yüzde 20,5 olmaktadır.

2008 yılı bütçesinde sabit sermaye yatırımlarının ayrıntısına bakıldığında, kamu yatırımlarının gayri safi millî hasılaya oranındaki düşmesini sürdürdüğü görülmektedir. Esasen 2007 yılı merkezî yönetim bütçesindeki yatırım harcaması ödeneklerinin 12,1 milyar YTL, 2008 Yılı Merkezi Yönetim Bütçe Tasarısı’ndaki yatırım ödeneklerinin 11,8 milyar YTL olduğu dikkate alındığında, cari fiyatlarla dahi yatırımlarda bir azalma olduğu çok açıktır. Bu durum, sabit fiyatlarla yapılan incelemede daha açık bir şekilde görülmektedir.

2007 yılında KÖYDES ve BELDES projeleri için yapılan harcamalar incelendiğinde, KÖYDES projesinde ödeneklerin yüzde 60’ının seçim öncesi dört ayda, BELDES projesinde ise başlangıç ödeneklerinin eylül ayı itibarıyla aşıldığı ve harcamaların seçim öncesi üç ayda gerçekleştirildiği görülmektedir. KÖYDES projelerine ayrılan ödeneklerin 2007 yılında 2 milyar YTL’den 2008 yılında 500 milyon YTL’ye düşürülmesi, bu konuda samimi bir yaklaşım ortaya konulmadığını çok net olarak ifade etmektedir. Ayrıca, 2008 yılı tasarısında yer alan BELDES projesi kapsamında belediyelerin altyapısını geliştirmek amacıyla öngörülen 300 milyon YTL’lik ödeneğin, proje kapsamındaki belediyelerin sayısı dikkate alındığında, çok yetersiz kalacağı aşikârdır.

Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; yoksulluk, Türkiye’nin en önemli meselelerinin başında gelmektedir. TÜİK’in 2005 yılı yoksulluk araştırmasına göre, nüfusun 0,87’si gıda, yani açlık yoksulluğu sınırın altında iken gıda ve gıda dışı yoksulluk oranı yüzde 20,5’tir. Bu oran, kentlerde 12,8’e kadar düşerken kırsal kesimde yüzde 32,95’e kadar yükselmektedir. Başka bir ifadeyle, Türkiye genelinde her 5 kişiden 1’i, kentlerde her 8 kişiden 1’i ve kırsal kesimde her 3 kişiden 1’i yoksuldur. Toplamı 14,7 milyon yoksul vatandaşın 9 milyonu kırsal kesimde yaşamaktadır.

Dolar bazında hesaplanan yoksulluk araştırmaları gerçeği yansıtmamakta olup, tamamen, Türk parasının dolar karşısında değer kazanmasının istatistiklerle yansıyan çarpık bir sonucudur. Bu ülkenin yoksul vatandaşları ne gelirini dolar üzerinden kazanmakta ne de harcamasını dolar üzerinden yapmaktadır. Gerçekte, yoksulluğun son yıllarda nereden nereye geldiğini açıklayan en önemli gösterge, harcama esaslı göreli yoksulluk oranıdır. Buna göre hesaplanan göreli yoksulluk oranı, 2002 yılındaki yüzde 14,74 düzeyinden yüzde 16,16 düzeyine yükselmiştir.

Vatandaşlarımızı yoksulluktan kurtaracak politikalar uygulanmamakta, sadece bir kısım ihtiyaçları ayni ve nakdî yardımlarla geçici olarak giderilmektedir. Muhtaç durumda olan insanlara dönük uygulamalar, toplumda sadaka kültürünün yaygınlaşmasına ve veren ele her zaman için sadakat ve minnet borcu psikolojisinin oluşmasına yol açmaktadır. Geçmişte veren elin devlet olduğu, alan el tarafından açıkça bilindiği için, yardım alan kişi “Allah devlete zeval vermesin” söylemiyle, her zaman için sadece devletine bağlılık duygusu içinde olmuştur. Ancak, AKP döneminde yardımı veren el her zaman için AKP ile aynileştirilmiştir. Yüce İslam dininin sosyal dayanışma felsefesini yansıtan “sağ elin verdiğini sol el bilmemeli” anlayışı, maalesef AKP tarafından yok sayılmış, devlet bütçesinden finanse edilen yardımlar parti kimliğiyle bütünleştirilerek, yoksul insanların, minnet duygusu altında ezilmesine yol açmıştır. (MHP sıralarından alkışlar)

Değerli milletvekilleri, AKP döneminde vergi tabana yayılamamış, dolaylı vergiler artırılmış, kayıt dışı ekonomi büyümüştür. AKP Hükûmetinin büyüme ve enflasyon hedefleriyle vergi geliri hedefleri arasında bir oransızlık ve çarpıklık bulunmaktadır. Yüzde 5,5 büyüme ve yüzde 4 enflasyon hedefine karşılık, 2008 yılında ÖTV’de yüzde 15,7, ithalattan alınan KDV’de yüzde 17,3, banka ve sigorta muameleleri vergisindeyse yüzde 23,5 oranında artışlar görülmüştür. Bu durum, Hükûmetin dolaylı vergilere ve özellikle ithalattan alınan KDV’ye bağımlı kalmaya dayalı çarpık anlayışını sürdüreceğini ortaya koymaktadır. 2008 yılı bütçesinde toplam vergi gelirlerinin 2007 yılı gerçekleşme tahminine göre yüzde 13,3 artacağı öngörülmektedir. Hedef büyüme ve enflasyon hedef ışığında bu artış, vergi gelirlerinin reel olarak artması anlamını taşımaktadır. Ancak, Hükûmetin vergi oranlarını mı artıracağı, yoksa yeni vergiler mi ihdas edeceği sorusu açıkta kalmaktadır. Bir şey çok açıktır ki, Hükûmet umudunu üretime değil ithalata bağlamıştır.

Değerli milletvekilleri, cari açık Türkiye ekonomisinin yumuşak karnı olmaya devam etmektedir. 2002 yılında 1,5 milyar dolar olan cari işlemler açığı 2006 yılında 32,9 milyar dolara yükselmiştir. Cari işlemler açığının gayrisafi millî hasılaya oranı da 10 kattan fazla artarak yüzde 8’in üzerine çıkmıştır. Cari açık sıcak parayla finanse edildiğinden taşıma suyla dönen ekonomi çarkı çok ciddi bir riskle karşı karşıyadır. AKP beş yılda kamu borç stokunu 132,8 milyar dolar, toplam borç stokunu 225,4 milyar dolar artırmıştır. 2002 yılı sonunda 180,3 milyar dolar olan kamu iç ve dış borç stoku 2007 yılı, Eylül ayı itibarıyla, 313,1 milyar dolara yükselmiştir. Beş yıllık dönemde kamu borç stoku dolar bazında yüzde 73,7 oranında artmıştır. Özel kesim borç stokunda da son beş yılda hızlı bir artış yaşanmıştır. 2002’de 43,2 milyar dolar olan özel kesim dış borç stoku Haziran 2007 itibarıyla 138,5 milyar dolara ulaşmış olup, beş yıllık artış oranı yüzde 220’dir. Ayrıca, özel sektörün kısa vadeli borç stoku 37 milyar dolara ulaşmış olup kur riski aşırı derecede artmıştır. Türkiye’nin toplam borç stoku, son beş yılda, ortalama her ay 4 milyar dolar artmıştır. Böylece, AKP Hükûmetleri 3.244 dolar olarak aldığı kişi başına düşen borç miktarını 6.162 dolara yükseltmiştir, yani, AKP, vatandaşlarımızın her birine 2.923 dolar ilave borç yüklemiştir.

Kamunun yanı sıra özel sektörün borcundaki hızlı artış da, üretmeden tüketen ve borcu borçla kapatan bir ekonomik yapının özel sektörde hâkim olduğunu ve riskin katlanarak arttığını göstermektedir. Kurlarda yaşanacak olumsuz gelişmeler, reel sektörde geniş çaplı iflaslara ve işten çıkarmalara neden olabilecektir.

Değerli milletvekilleri, yaklaşık 20 milyonun üzerinde kişinin tarımla uğraştığı ülkemizde, uygulanan politikalar Türk tarımını hızla çökertmektedir. Tarım sektörünün millî gelirden aldığı pay 2002 yılındaki yüzde 13,4 seviyesinden 2006 yılında yüzde 11 seviyesine gerilemiştir. 2007 yılı için ise 10,6 olması program hedefi olarak öngörülmüş ise de daha düşük gerçekleşmesi beklenmelidir. Bu durum, zaten kıt kanaat geçinen çiftçimizin AKP İktidarı tarafından uygulanan politikalar sonucunda fakirleştiğini göstermektedir.

Tarımsal desteklerin millî gelire oranı 2002 yılında yüzde 1,11 iken 2006 yılında da 0,92 olmuştur. 2007 yılı bütçesinde yer alan tarımsal amaçlı transferlerde başlangıç ödeneğinin yaklaşık yüzde 71’inin nisan, mayıs ve haziran aylarında harcandığı ve ödeneklerin tamamına yakınının bitirildiği dikkate alındığında, bütçenin samimilik ilkesine uygun olarak değil, seçim öncesi çiftçilerimizi istismara yönelik  gerçekleştirildiği görülmektedir. 2008 yılındaki tarımsal destekleme ödeneğinin, 2007 yılından kalan ödenmeyen miktar da dikkate alındığında, tarım sektöründe yapılacak transferlerin yetersiz olacağı açıktır.

Esnaf ve sanatkârların durumu da içler acısıdır. Esnaf ve sanatkârlar piyasadaki durgunluğun yanı sıra, ağır vergi yükü altında ezilmektedir. AKP döneminde esnaf ve sanatkâr sicilinde kayıt sildirenlerin sayısındaki yükselme, protestolu senet ve karşılıksız çek rakamlarında görülen yüksek artışlar ve vergi mükellefi sayısında görülen azalma, esnaf sanatkâr ve bütün ticaret erbabının faaliyetlerini yürütmekte sıkıntıya düştüğünü açıkça göstermektedir.

Değerli milletvekilleri, sosyal güvenlik kurumlarının açıkları ülkenin kanayan yarası olmaya devam etmektedir. Sosyal Güvenlik Kurumuna 2006 yılında gayrisafi millî hasılanın yüzde 4’ü kadar toplam bütçe transferi rakamının, 2007’de yüzde 5,3’ü, 2008’de yüzde 5,1’i olarak gerçekleşmesi beklenmektedir. Sosyal güvenlik kurumlarının aktif-pasif dengesi 2006 yılında 2,03’e kadar düşmüştür. Bu olumsuz yapının oluşmasında kayıt dışı istihdamın önemli bir etkisi bulunmaktadır. Ancak, kayıt dışı istihdamın önlenmesi konusunda etkin yapısal tedbirler alınmamıştır.

Kamu personel rejiminde istihdam, statü ve ücret karmaşası yaşanmaktadır. Personel rejimi reformu gerçekleştirilememiş, mevcut sistem giderek daha adaletsiz, daha dengesiz ve içinden çıkılmaz hâle getirilmiştir. 2008 bütçesinden ayrılan pay, kamu çalışanlarına bir kere daha hayal kırıklığı yaşatmıştır. Hükûmet, çoğunun yoksulluk sınırının altında ücret aldığı çalışanları ve emeklileri insanca yaşayabileceği bir ücret düzeyine kavuşturamadığı gibi, bütçede öngörülen rakamlar herhangi bir iyileştirme hedefinin olmadığını da göstermektedir.

Değerli milletvekilleri, AKP döneminde, yolsuzlukla mücadele alanında da hiçbir somut ve köklü tedbir alınmamıştır. AKP’nin beş yıllık iktidar dönemi, Sayın Başbakan, bakanlar, milletvekilleri, belediye başkanları, parti yöneticileri ile bürokratlar ve iş adamlarının birlikte anıldığı birçok yolsuzluk iddiasının gündeme geldiği yıllar olmuştur. Milletvekilliği dokunulmazlıklarının kaldırılması konusunda verilen sözler bugüne kadar yerine getirilmemiştir. AKP’nin teftiş kurullarını kaldırma girişiminde bulunarak, yolsuzlukla mücadelenin en önemli araçlarından biri olan ve devletin temel fonksiyonları arasında yer alan denetim işlevini yok etmeye kalkışması, yolsuzlukla mücadele konusunda samimiyetsizliklerini açıkça göstermektedir.

Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; AKP Hükûmetleri döneminde Türkiye suç ve suçlular cenneti hâline gelmiştir. Avrupa Birliğine uyum, demokratikleşme ve hak ve özgürlüklerin yaygınlaştırılması adına suç siyaseti, ceza ve adalet sisteminde yapılan düzenlemelerin toplum hayatımız üzerindeki olumsuz etkileri, asayiş durumuna ilişkin verilerle sabittir. Geçtiğimiz iki yılın değerlendirmesini yaptığımızda, ülkenin önümüzdeki yıllarda kişi ve toplum güvenliği bakımından ne kadar riskli ve emniyetsiz bir ülke hâline gelebileceğinin açık işaretlerini görebilmekteyiz. Elbette, hiç suç işlemeyen bir toplum düşünülemez, ancak suç oranları, toplumda güven ya da korku duygusunun hâkimiyeti konusunda önemli ipuçları vermektedir. Bu rakamlar suç ve suçluların âdeta toplumu kuşattığını, vatandaşın can, mal ve namus emniyetinin sürekli bir tehdit altında bulunduğunu, devlet otoritesine olan inancın zedelendiğini ve sokaklarda suçluların hâkim olduğunu göstermektedir.

Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; dış politikada yaşananlar, bugün Türkiye'nin karşısına karanlık bir tablo çıkarmıştır. Vizyon odaklı ve etkili bir dış politika izlendiğini, Türkiye'nin küresel sorunların çözümüne katkıda bulunan ve ortaklığı aranan uluslararası bir aktör hâline geldiğini iddia eden AKP’nin bu alandaki karnesi içler acısıdır. Türkiye'nin millî çıkarlarını ve hassasiyetlerini gözetmeyen, millî davaları Türkiye'nin sırtında bir yük olarak gören AKP, dış politikayı “Ver, kurtul.”, “taviz” ve “teslimiyet” anlayışıyla yürütmüştür.

Dış politika, günü ve görüntüyü kurtarmak amacıyla bir aldatma ve göz boyama aracı olarak görülemez. Hayati konulardaki millî çıkarlarımız ucuz pazarlıkların konusu hâline getirilmiş, bölgesel bir güç potansiyeli olan Türkiye, uluslararası ilişkilerde etkisi ve ağırlığı olmayan marjinal bir ülke konumuna itilmiştir.

Kıbrıs’ta gelinen nokta ortadadır. Kıbrıs sorununun çözümü ve Kıbrıs Türklerinin geleceği, Rumların etkisi ve kontrolü altındaki Avrupa Birliğine havale edilmiştir. Kıbrıs’ın Avrupa Birliği ipoteği altına sokulmasıyla, siyasi ve hukuki sonuçları olacak tehlikeli bir süreç başlatılmıştır.

Öte yandan, Türkiye-Avrupa Birliği ilişkileri Kıbrıs’ın rehini hâline getirilmiş, böyle bir rehin-ipotek denklemi gölgesinde her iki konuda da kör bir çıkmaza girilmiştir.

AKP Hükûmetinin adını “kazan-kazan” koyduğu teslimiyet anlayışı sonucu Türkiye Kıbrıs’ta zemin kaybetmiş, Kıbrıs sorunu da sanal Avrupa Birliği sürecinde ilk kırılma ve kopma noktası olmuştur.

Türkiye'nin Avrupa Birliği tam üyeliği nihai hedef olmaktan çıkmış, süreç, Avrupa Birliğinin yörüngesinde kalacağı özel ilişki modeline yönlendirilmiş ve bu bile, Kıbrıs dâhil bir dizi ön şart dayatmaya bağlanmıştır. AKP Hükûmetinin Avrupa Birliği macerasında gelinen nokta bu olmuştur.

Bu gerçekler ortadayken, AKP Hükûmetinin hâlâ Avrupa Birliğinin dayatmalarını karşılamak için özel bir heyecan duyması siyasi bakımdan izahı ve anlaşılması güç bir garabet olarak karşımızdadır. Bu çerçevede, Türkiye’nin millî değerlerine hakaret etmeyi serbest bırakmak için hazırlık yapması ve etnik bölücülüğün önünü açacak arayışlar içinde olması Türkiye’yi çok tehlikeli bir sürecin beklediğini göstermektedir.

Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; AKP Hükûmetinin Irak politikası da her yönüyle bir iflas tablosudur. Irak’taki gelişmeler Türkiye’nin iç ve dış güvenliğini, millî birliğini ve hayati çıkarlarını çok ciddi biçimde tehdit eden vahim boyutlar kazanmıştır.

Kuzey Irak’ta Türkiye’ye muhâsım etnik devlet yapılanmasında son aşamaya gelinmiş, Barzani’nin himayesinde bu bölgede yuvalanan PKK’nın terör tehdidi had safhaya ulaşmış ve Türkmen kardeşlerimizin varlığına kastetmeyi ve Kerkük’ü zorla ele geçirmeyi amaçlayan stratejik planın son perdesi açılmıştır. Türkiye’ye her vesileyle meydan okuyan Barzani karşısında sessiz ve tepkisiz kalan AKP Hükûmeti inisiyatifi her alanda peşmergelere bırakmakla kalmamış, Türkiye’nin millî güvenliğini de Barzani’ye havale etmiştir.

Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; Türkiye’nin karşısındaki iç ve dış güvenlik tehdit ve tehlikeleri ağırlaşarak sürmektedir. Kanlı terör tırmanmış, etnik bölücülük ve hain tahrikler hız kazanmıştır. Millî birliğimizin ve bölünmez bütünlüğümüzün dayandığı temelleri yıkmayı amaçlayan topyekûn bir saldırı başlatılmıştır. Tek vatan, tek devlet, tek millet, tek bayrak ve tek dil ilkeleri sorgulanmakta ve yıkılmak istenmektedir. Türkiye’nin millî devlet niteliği ve üniter yapısı hedef alınmıştır. Türk milletinin bin yıllık kardeşliği tehdit altındadır. Terörün tırmandığı bir dönemde etnik bölücüler hain emellerini siyasi yollarla gerçekleştirme ümidiyle yeniden ortaya çıkmıştır. Böyle bir ortamda, siyasi çözüm çağrıları yoğunluk kazanmıştır. Türkiye’nin bölünme modelleri parti kongrelerinde ve ABD Büyükelçisinin resmî konutunda Sayın Başbakanın yakın çevresinde yer alan AKP milletvekillerinin de katıldığı etnik davetlerde alenen tartışılmaktadır. Sayın Başbakanın dağdaki militanları siyasi af vaadiyle özendirerek şehirlere ve siyasete davet anlamına gelen beyanları, silahın bırakılması için siyasi tedbirler arayışına girdiğini gösterir işaretler, etnik bölücülerin siyasi, hukuki koruma altına alınması, herkes kabul etmelidir ki, haklı endişeleri de davet eden vahim gelişmeler olmuştur. Etnik bölücülüğün meşru bir faaliyet alanı hâline getirilmesi için siyasi süreçler başlatılması işaretlerinin arttığı bir ortamda Hükûmetin terörle mücadelede hedef küçültmesi Türk milletinde derin bir hayal kırıklığı ve infial yaratmıştır.

AKP Hükûmetinin PKK’yı Kuzey Irak’tan söküp atmak ve tasfiye etmek hedefinden vazgeçerek, fiilî saldırıların durdurulması amacıyla sınırlı bazı tedbirlerle yetineceği artık anlaşılmıştır. Türkiye Büyük Millet Meclisinin sınır ötesi operasyon yetkisini vermesinden altı hafta geçtikten sonra askerî makamlarımıza siyasi direktif verilmesi ve kış şartlarının gelmesi sınırlı bir bölgede nokta operasyonlarıyla yetinileceğini ve PKK’yı gerçek anlamda tasfiye edecek çapta bir askerî müdahalenin gündemde bulunmadığını ortaya koymuştur. Diplomatik ve siyasi zeminin hazırlandığı gibi gerekçeler bu gerçekleri değiştirmeyecektir.

Önümüzdeki dönemde, silah bırakma ve siyasi süreç denkleminde Türkiye’nin karşısına hangi tehlikelerin çıkacağı daha iyi görülecek ve anlaşılacaktır. Hükûmet Programı üzerinde 3 Eylül 2007 günü yaptığım konuşmada, bölücü terörün siyasi gündemine hizmet edecek zorlamaların bir kardeş kavgasına davetiye çıkarmak olacağının artık idrak edilmesi gerektiğini dile getirmiştim. Aradan geçen üç ay içinde cereyan eden gelişmeler bu konudaki endişelerimizi maalesef çok ciddi biçimde artırmıştır. Bu tehlikeye karşı Hükûmeti uyarmak, bu felaket gidişatına engel olmak, bizim için bir vatanseverlik görevi ve borcudur. Burada ateşle oynayan, bu samimi gayretler içinde olanlar değil, pusulasız bir sürükleniş içinde bulunan şartları hazırlayanlardır. Siyasi istismar ve rant hesapları da aynı adreste aranmalıdır.

Başta Sayın Başbakan olmak üzere, bu konuda sorumluluğu olan herkes dürüst bir vicdan muhasebesi yapmalı ve gelecek seçimleri değil, gelecek nesilleri düşünerek Türkiye'nin geleceğini ateşe atacak bu yoldan bir an önce dönme basiretini gösterebilmelidir. (MHP sıralarından alkışlar) Türkiye'nin millî birliğinin ve kardeşliğinin sigortası olan milliyetçi hareket ve Türk milliyetçileri bu konuda her bakımdan vicdan huzuru içindedir.

Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; bilindiği üzere UNESCO tarafından Hazreti Mevlânâ’nın doğumunun 800’üncü yıl dönümü olan 2007 yılı “Mevlânâ Yılı” ilan edilmiştir. İçinde bulunduğumuz 1-17 Aralık 2007 tarihleri de “Hazreti Mevlânâ’nın 734’üncü Vuslat Yıl Dönümü” olarak anılmaktadır. Bütün karanlıkları aydınlatan ışığı, ulaştığı bütün gönülleri ısıtan sıcaklığı ile Hazreti Mevlânâ’nın anlayış, düşünce ve inanç zenginliğinin, siyaset, ilim ve toplum hayatımıza yansımasını diliyor, Hazreti Mevlânâ’yı rahmetle anıyorum.

2008 yılı bütçesinin Türkiye’miz için hayırlı sonuçlar getirmesi temennisiyle yüce heyetinizi en içten duygularla selamlıyor, saygılarımı ve teşekkürlerimi sunuyorum. (MHP sıralarından ayakta alkışlar)

BAŞKAN – Teşekkür ediyorum Sayın Bahçeli.

Sayın milletvekilleri, şimdi, yapılan bu eleştirilere cevap vermek üzere, Hükûmet adına Başbakan Sayın Recep Tayyip Erdoğan.

Buyurun Sayın Başbakan. (AK Parti sıralarından ayakta alkışlar)

Süreniz altmış dakikadır Sayın Başbakan.

(DTP milletvekilleri Genel Kurul salonunu terk etti)

BAŞBAKAN RECEP TAYYİP ERDOĞAN (İstanbul) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; 2008 Mali Yılı Bütçe Kanunu görüşmeleri vesilesiyle değerli heyetinizi saygıyla selamlıyorum. 2008 yılı bütçesinin, ülkemize ve milletimize hayırlı olmasını temenni ediyorum.

Türkiye’nin büyük sancılar yaşadığı yıllarda bütçe görüşmeleri ve bütçe konuşmaları, genellikle gerilimin tırmandığı, âdeta karamsarlık bulutlarının üzerimize çöktüğü görüşmeler ve konuşmalar olurdu. Türkiye zaafları konuşmaktan yorulur, halkın yönetime itimadı ve özgüveni, hemen her bütçe döneminde azalırdı. Türkiye Büyük Millet Meclisi kürsüsü, âdeta bir arenaya dönüşürdü. Allah’a şükür ki, Hükûmetimizle birlikte sisler dağıldı, karamsar günler geride kaldı, Türkiye gerçek gücüne kavuştu. Türkiye’nin kaynaklarını ve imkânlarını, sağlam bir siyasi iradeyle, ülkemize, insanımıza kazandırdık. Türkiye şimdi, zaaflarıyla değil, ekonomisiyle, sosyal kalkınma programlarıyla, dış politikadaki dinamizmiyle, zenginleşen imkânları ve kaynaklarıyla konuşuyor. Dolayısıyla bütçe görüşmeleri de eski siyasetin kavga ve anlayışından ciddi manada uzaklaştı.

Türkiye artık, başta Türkiye Büyük Millet Meclisi olmak üzere, Hükûmetiyle, kamu yönetimiyle ve bütün kurumlarıyla birlikte, bir gelecek vizyonuna kavuştu. Siyaset de kamu yönetimi de milletimiz de artık önünü görüyor, geleceğe tam bir güvenle bakıyor. Yıllarca hasretini duyduğumuz demokratik güven ve istikrar, AK Parti İktidarında, sağlam temeller üzerinde kökleşmiştir, çünkü, biz gücümüzü demokrasiden, yani millet iradesinden alıyoruz. (AK Parti sıralarından alkışlar) Çünkü, biz milletimizden aldığımız gücü yine milletimiz için kullanıyoruz. Demokrasimiz güçlendikçe ekonomimiz güçleniyor, toplumumuz güçlendikçe devletimiz güçleniyor. Milletimizle devletimiz birlikte güçlendikçe dünyadaki itibarımız da saygınlığımız da artıyor. İnanıyorum ki, 2008 yılı bütçesi de Türkiye'nin gücüne güç katacak, ülkemizin gelecek vizyonuna uygun bir bütçe olacaktır. İnanıyorum ki, aşkla, heyecanla cumhuriyetimizin 100’üncü yılına hazırladığımız Türkiye, 2008 yılını da önceki beş yıl gibi kazanç hanesine kaydedecektir. Yeter ki yüreklerimiz bir ve beraber olsun, yeter ki kardeşliğimiz, dayanışma ruhumuz baki olsun.

Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; henüz sözlerimin başında iken bir hususu belirtmekte yarar görüyorum. Bütçe müzakereleri Türkiye'nin baştan başa bütün şehirleriyle, bütün meseleleriyle konuşulduğu bir zemindir. Bu zemini Türkiye'nin yararına en iyi şekilde değerlendirmek için yapılacak bütün makul eleştiri ve uyarıları dikkate alacağımızdan bütün milletvekili arkadaşlarımın emin olmalarını istiyorum. Tabii, durum tespitlerini yapıp da çözüm önerileri getirilmedikçe bizim de yapacak bir şeyimiz yok. Görüyorum ki, burada, sadece “vurun abalıya” mantığıyla konuşmalar var. Çözüm? Çözüm yok. Ama, hepimiz bu milletin iyiliği için, bu ülkenin geleceği için bir şeyler düşünüyorsak o zaman şunu söylemek durumundayız: “Şu, şu, şu yanlıştır. Şunu yaparsanız doğrudur ve bundan Türkiye kazanır, millet kazanır.” (AK Parti sıralarından alkışlar) Bunu yaptığınız zaman biz de alkışlıyoruz.

KEMAL KILIÇDAROĞLU (İstanbul) – Sayın Başbakan, yüzlerce öneri getirdik, yüzlerce.

BAŞBAKAN RECEP TAYYİP ERDOĞAN (Devamla) – Ülkemiz, ciddi mali sıkıntılarla karşı karşıya olduğu bir dönemden bugünlere geldi. 58 ve 59’uncu Hükûmet dönemlerinde uygulamaya koyduğumuz mali disiplini esas alan politikalar sayesinde bütçenin iki yakası bir araya gelmiştir. Ekonomi yönetimini dış politikadan, hukuk devletini güçlendirmeyi sosyal kalkınmadan, demokrasiyi adaletten bağımsız ele almadık. Türkiye’nin bütün dinamiklerini birlikte ele aldık, imkân ve kaynaklarımızı Türkiye’ye kazandırdık. Elde ettiğimiz başarıda, para, maliye ve sosyal politikalarımızın uyumlu bir şekilde yürütülmesinin büyük payı olduğu malumunuzdur. Bu başarı, kuşkusuz, siyaset ve yönetim anlayışımızla, iş görme biçimimizle uyumlu bir şekilde yürütülmüştür ve burada, öncelikler çok dikkatli bir şekilde ele alınmıştır. Bütün ekonomik ve sosyal kalkınma göstergelerini mukayeseli olarak okumaz ve yorumlamazsak nereden nereye geldiğimizi göremeyiz. Nereden nereye geldiğimizi çok iyi bilmek durumundayız. Evet, nereden nereye geldiğimizi unutmamalıyız ki bulunduğumuz noktada gerçekçi hedefler belirleyelim, gelecek vizyonumuzu da açıkça toplumun önüne koyalım.

Türkiye, daha dün, ağır krizlerle boğuşan bir umutsuzluklar ülkesiydi. Diyorlar ki: “Niye böyle diyorsunuz? Hep kriz edebiyatı yapıyorsunuz.” Ee, kriz vardı ülkede. Biz demiyoruz; bu ülkede, milletimiz bir krizin içinde olduğunu ifade ediyordu, bütün gazetelerde manşetler, sürmanşetler o kriz dönemini haykırarak yaşadılar, söylediler ve bunları hep birlikte yaşadık. Bunu inkâr mı edelim? Bunlar bir vakıa idi. Ben de o dönemin rakamlarını veriyorum, o dönemin rakamlarını verdiğim zaman bakıyorum ki bazı çevreler rahatsız oluyor. Ee, niye rahatsız oluyoruz? Vermeyelim mi bu rakamları? İşte ortada gerçek: Buyurun, Türkiye’nin millî geliri 180-181 milyar dolardı, e şimdi 489 milyar dolara doğru gidiyoruz. (AK Parti sıralarından alkışlar) Şimdi, bu rakamı söylediğimiz zaman hemen bahaneler uydurulmaya başlanıyor. Ne deniyor? “Efendim, kur.” diyor. E, neden? “Efendim, işte, TL değerlendi.” Buna benzer, böyle, hiç ekonomide yeri olmayan garip garip şeyler… E tam aksi olsaydı o zaman ne diyecektiniz? Battınız diyecektiniz, bittiniz diyecektiniz.

Göreve geldik, Merkez Bankası döviz rezervi 27 milyar dolardı. E şimdi 70 milyar doları aştı. E ne diyeceğiz? Söylemeyelim mi bunu? (AK Parti sıralarından alkışlar) “Efendim, işte, kurdan kaynaklanıyor…” E kardeşim, yani, o oldu öyle, bu oldu böyle, havada karga var, başka bir şey yok… (AK Parti sıralarından alkışlar) Yani, burada, lütfen, biraz gerçekçi olun. Bu gerçekleri inkâr etmeyelim. Hele hele Türk lirasının değerlenmesinden rahatsızlık duyanlara baktığım zaman, ben taaccüp ediyorum. Biz, Türk lirasını değerlendirme kanununu on yıllarca önce çıkarmadık mı? Bu millet onu çıkarmadı mı, bu Parlamento çıkarmadı mı? Çıkardı. Ee, paramız değer kaybına uğradığı zaman “Türk lirası delik deşik oldu.” demiyor muyduk? E şimdi, o zaman o milliyetçiliği konuşan kardeşlerim, şimdi, acaba, Türk lirası değer kazanıyor diye niye rahatsız oluyorlar? Ben bunu da anlamakta zorlanıyorum. (AK Parti sıralarından alkışlar)

Göreve geldik, Türkiye'de herkes maaşını alıyor -anlattığım uzun zaman değil, 2002- doğru döviz bürosuna gidiyor, oradan dövize çeviriyor. Dövize çevirdikten sonra, ay boyu dolarla yaşam vardı.

CANAN ARITMAN (İzmir) – Hemen borç ödemeye gidiyor vatandaş, döviz möviz alamıyor.

BAŞBAKAN RECEP TAYYİP ERDOĞAN (Devamla) – Böyleydi.

CANAN ARITMAN (İzmir) – Bakkala bile borç ödüyor.

BAŞKAN – Sayın Arıtman…

BAŞBAKAN RECEP TAYYİP ERDOĞAN (Devamla) – Ama şimdi, hamdolsun, kimsenin böyle, döviz bürosu arama ihtiyacı yok. Çünkü döviz büroları kapanmaya başladı. Artık cebinde yeni Türk lirası var. (AK Parti sıralarından alkışlar) Önümüzdeki yılbaşından itibaren de artık YTL olmayacak, TL olacak. (AK Parti sıralarından alkışlar) Buraya geçiyoruz. Ve diyorum ki, lütfen geçmişten ders alınız. Eğer geçmişten ders alamazsak, o zaman geleceği kazanamayız.

Türkiye, bir felaketin eşiğindeydi. Bunu görmemezlikten gelemeyiz. Siyaset umut olmaktan çıkmıştı. Alınan mesafe gayet önemli, çok çok büyüktür ve Türkiye on yıllar içinde yapamadığını, hamdolsun, beş yıl içinde yapmıştır. Bunu, zaten 22 Temmuzda ortaya koymuştur. 22 Temmuzda millet, –kusura bakmayın- öyle evirip çevirip milletin karşısına geleceksin, millet, ondan sonra sana yüzde 47 oy verecek, yok böyle bir şey; eğer verdiyse, bundan dolayı verdi. Gerçeği yaşıyor çünkü, hayatı yaşayan o ve bundan dolayı da bu neticeler alınmıştır. İlk göreve geldiğimizde, Türkiye’yi eğitim, sağlık, adalet ve emniyet olmak üzere dört temel taş üzerinde yükselteceğiz dedik. Çünkü bu dört temel taş yeterince sağlam olmazsa, millî gelirinizi dünyanın en üst seviyesine bile taşısanız mutlu bir toplum yapısı inşa edemezsiniz.

Bakınız, değerli milletvekilleri, 1971 yılından itibaren, ilk kez, 2004 yılında tek haneye indirilmiş bir enflasyon var ve kalıcı bir fiyat istikrarının sağlanması yönünde çok önemli mesafeler kaydedildi. 2007 yılı Kasım ayı itibarıyla, evet, TÜFE yıllık artış hızı yüzde 8,4 olarak gerçekleşmiştir. Hedefimizi aşmıştır, doğrudur ve burada bir başarısızlığımız var, bunu aynen kabul ediyorum. Enflasyonun düşüşüyle büyümenin eş zamanlı olarak gerçekleşmesi dünyada eşine az rastlanır bir başarı aslında. Son beş yılda makroekonomik göstergelerde sağladığımız hızlı iyileşme, sürdürülebilir büyüme ortamını da beraberinde getirmiştir. 2003-2006 döneminde gayrisafi millî hasıla, yıllık ortalama olarak 7,3 oranında artış kaydetmiştir. Böylece ekonomimiz, ciddi manada büyümesini kesintisiz olarak sürdürmüştür. Şu anda yine 5,2’de, ki büyük ihtimalle büyümeyi 5’le kapayacağız. Hedefimiz zaten neydi? Bu idi. Yine, büyüme oranını bu yıl itibarıyla tutturacağız.

Burada bir gerçeği özellikle vurgulamak istiyorum, o da şu: Değerli arkadaşlarım, tabii, sürekli IMF’ye vuruluyor, vurulabilir. Herkes istediğini konuşmakta, söylemekte haklıdır. Hatta, bugün, burada bizden IMF’den çekilme ifadelerini bekleyenler de olabilir.

Değerli arkadaşlar, bizim böyle bir niyetimiz yok. Çünkü, biz, IMF’ye borçlanırken yüzde kaçla borçlanıyoruz, buna bakarız. Çünkü, başarıda insan yönetimi ne kadar önemliyse, para yönetimi de o denli, bilgi yönetimi de o denli önemlidir ve burada IMF’den bu kadar ucuz imkânlarla para alınıyorsa bundan ayrılmanın da gereği yok. Peki durum nedir? Biz göreve geldiğimizde, bizden önceki Hükûmetten devraldığımız, IMF’ye olan borç 23,5 milyar dolardı, şimdi 7,2 milyar dolardır. (AK Parti sıralarından alkışlar)

Değerli arkadaşlarım, bunu söylemeyeyim mi? (CHP sıralarından gürültüler)

Buyurun, yani, biz hem birlikte çalışıyoruz ama öbür tarafta da… Bakın devraldığımız borçları orada da yine eritiyoruz. Merkez Bankamız öbür tarafta rezervini daha güçlü hâle getiriyor. Eğer Merkez Bankasının rezervi o noktaya gelmemiş olsaydı, hazine bu denli güçlü olmamış olsaydı, geçen yıl mayıs-haziran krizi Türkiye’yi de daha korkunç bir şekilde vurabilirdi. Eğer vuramadıysa, bu, güçlü bir zemine sahip olduğumuzdan kaynaklanmaktadır. Bunu lütfen görelim.

ESFENDER KORKMAZ (İstanbul) – Faizler 4,5 puan arttı, vurdu.

BAŞBAKAN RECEP TAYYİP ERDOĞAN (Devamla) - Şimdi, değerli arkadaşlar, biz faizi bizden önceki yönetimden 63,4’te aldık. 63,4’te aldığımız faizi biz ta 13’lere kadar düşürdük. Dediğiniz o krizde 4-5 puan arttı, 6 puan arttı, şimdi 16 puan oldu, düşüyor.

ESFENDER KORKMAZ (İstanbul) – Reel faize bakacaksınız.

BAŞBAKAN RECEP TAYYİP ERDOĞAN (Devamla) – Reel faiz şu anda kaç? Liderinizin Başbakan Yardımcısı olduğu dönemde bu ülkede reel faizin kaç olduğunu bir de liderinize sorun. (AK Parti sıralarından alkışlar)

NURETTİN CANİKLİ (Giresun) – Yüzde 35…

BAŞBAKAN RECEP TAYYİP ERDOĞAN (Devamla) – 95-96 yıllarında Başbakan Yardımcılığı yaptı, süresi gerçi azdır, bir altı aylık süreydi, ama, lütfen o dönemi bir sorun bakalım. O zaman reel faiz kaçtı? Bir sorun da onu da bir görün. (CHP sıralarından gürültüler)

NURETTİN CANİKLİ (Giresun) – 35.

MUSTAFA ÖZYÜREK (İstanbul) – O zaman eksiydi.

BAŞKAN – Lütfen… Lütfen arkadaşlar…

BAŞBAKAN RECEP TAYYİP ERDOĞAN (Devamla) – Bakınız, 8,4 şu anda enflasyon, ki ben basit bir hesaplama yapıyorum, faiz nominal olarak 16, bu demektir ki 10’un altına reel faiz düşmüştür.

ABDULLAH ÖZER (Bursa) – Enflasyonun kaç katı? O zaman kaç katıydı?

BAŞBAKAN RECEP TAYYİP ERDOĞAN (Devamla) – Tamam, ben, size gayet basit bir hesap yapıyorum böyle hemen, anında bir hesap, bu hesaba bakın, reel faiz nereye düşmüş, bunu da lütfen hocalarınıza sorun da öğretsinler size. (AK Parti sıralarından alkışlar, CHP sıralarından gürültüler)

Tarımdaki yüksek oranlı bu büyüme döneminde istihdamda da yapısal bir dönüşüm sürecine girilmiştir. Tarımdaki bu yapısal dönüşüm, ülkemizin bugünü ve yarını açısından hayati derecede önem arz ediyor. Tarım sektörünün toplam istihdamdaki payı 2002 yılında yüzde 34,9 iken, 2006 yılında yüzde 27,3’e gerilemiştir. Tarım dışı istihdam aynı dönemde 2 milyon 346 bin kişi artmıştır. 2003-2006 yılları arasında tarım dışı sektörlerde Avrupa Birliğinin 25 ülkesi içinde İspanya’dan sonra en fazla istihdam oluşturan ülke Türkiye olmuştur.

Dış ticaret hacmimiz 2002 yılında 87,6 milyar dolar iken, 2006 yılı sonunda 225 milyar dolara yükselmiştir. Son bir aya girdiğimiz 2007 yılının bitiminde ise dış ticaret hacminin 270 milyar doları aşması beklenmektedir. Böylece, Türkiye, dünyada en fazla ticaret yapan ilk 20 ülke arasına girmeyi başarmıştır. (AK Parti sıralarından alkışlar)

MUSTAFA ÖZYÜREK (İstanbul) – İthalat yaparak…

BAŞBAKAN RECEP TAYYİP ERDOĞAN (Devamla) – Yine, bu yılın sonunda ihracatımızın hedeflerimizin üzerinde bir başarıyla yaklaşık 106 milyar dolara ulaşmasını öngörüyoruz. 2002 yılı sonunda Türkiye’nin toplam ihracatı sadece 36 milyar dolarken, bugün 106 milyar dolar seviyesine geliyor. Yani, yetmiş dokuz senede 36 milyar dolar ve şurada, beş senede biz bunun üzerine 70 milyar dolar koymuşuz. Nereden nereye? (AK Parti sıralarından alkışlar)

İthalatın 166 milyar dolara ulaşmasını tahmin ediyoruz. Bununla birlikte, aynı süreçte cari açıkta artış eğilimi gözlenmektedir. İthalatta hızlı yükselmenin önemli bir nedeni, şüphesiz ki, başta ham petrol olmak üzere, enerji fiyatlarındaki artıştır, bunu da lütfen görün. Göreve geldiğimizde petrolün varili 23,4 dolardı ama şimdi 95 doları aştı ve bu, şüphesiz ki, bizim bu noktadaki borçlanmamızı da ciddi manada artıran etken, çünkü biz, ham petrol olsun, doğal gaz olsun, bu noktada buraya bağlıyız ve cari açığın temel nedenleri olarak, ekonomide sağlanan güven ve istikrar sonucu yeni Türk lirasının değerlenmesinin yanı sıra, hızlı büyümeyle birlikte artan ithalat, uluslararası ham madde, enerji ve metal fiyatlarında kaydedilen yüksek oranlı artışlar sayılabilir.

Bakınız, 2002 yılında ham petrolün varil fiyatı sadece -az önce söylediğim rakamlar- bu iken, örneğin, 2006 yılı sonunda 32,9 milyar dolara yükselen cari açıktan enerji fiyatlarının etkisi çıkarıldığında, söz konusu açık 19,2 milyar dolara gerilemekte, bunun millî gelire oranıysa yüzde 4,8’e inmektedir.

Cari açık, geçmiş yıllarda görüldüğü gibi, devletin borçlanmasıyla değil, büyük bir kısmı özel sektör kaynaklı sermaye hareketleriyle finanse edilmektedir. Cari açığın finansmanı, artan ölçüde doğrudan yabancı sermaye yatırımları ve uzun vadeli borçlanma kalemleriyle gerçekleştirilmiştir. Böylece cari açığın finansmanında sağlam ve kalıcı kaynakların payı hızla artmıştır. 2003 yılından itibaren ekonomide sağlanan istikrar ve güven ortamı sayesinde doğrudan küresel sermaye yatırımlarında önemli miktarda artış kaydedilmiştir. 1953 yılından AK Parti Hükûmetine kadar fiilî doğrudan küresel sermayenin ülkemize girişi yılda 1 milyar dolar seviyelerini hiç aşmamıştır. Oysa bizim iktidarımızda doğrudan küresel yatırım miktarı 2003-2006 döneminde 34,6 milyar dolara ulaşmıştır ve bu yıl da beklentimiz, 20 milyar doların üzerinde olacağıdır.

Ülkelerin yatırım ortamlarının iş yapma kolaylığına göre kıyaslandığı Dünya Bankasının son raporuna göre, Türkiye geçen seneye göre -az önce burada bazı şeyler söylendi de onu düzeltelim diyorum- 34 basamak birden yükselmiştir, Türkiye 91’inci sıradan 57’nci sıraya gelmiştir ki bu da yatırım ortamını ne derece iyileştirdiğimizi ortaya koymaktadır. Türkiye artık bir fırsatlar ülkesidir. Türkiye’de istikrar vardır, Türkiye’de güven vardır.

Değerli milletvekilleri, son yıllarda ekonomimizde mali disipline titizlikle uyulduğu için kamu kesimi açıkları sorunu önemli ölçüde kalkmıştır. Bildiğiniz gibi, 2002 yılında iktidara geldiğimizde, bütçe açığı 40 milyar yeni Türk lirası ve bu açığın gayrisafi millî hasılaya oranı yüzde 14,6 idi. 2003 yılından itibaren uygulamaya koyduğumuz yapısal reformlar ve taviz vermeden uyguladığımız maliye politikaları neticesinde istikrarı sağladık. 2006 yılında bütçe açığında rekor bir düşüşle 4,6 milyar yeni Türk lirası seviyesine kadar indik. Dikkatinizi çekmek isterim, bu açık tutarının gayrisafi millî hasılaya oranı sadece binde 8’dir. Aradaki fark son derece çarpıcıdır. Bu iyileşme performansıyla Türkiye, bütçe açıklarının azaltılması bakımından örnek gösterilen bir ülke hâline gelmiştir. Bu tabloyu, ülkemiz adına, ekonomimiz adına çok önemli, çok değerli bir kazanç olarak görüyorum.

Bildiğiniz gibi, Avrupa Birliği, ekonomik istikrarın ve mali performansın bir göstergesi olarak Maastricht kriterlerini ortaya koymuştur. Bu kriterlerden birisi de ülkelerin ekonomilerinde bütçe açıklarının gayrisafi millî hasılaya oranının yüzde 3’ün altında olmasıdır. Türkiye, 2005 ve 2006 yıllarında bütçe açığı bakımından bu kriteri karşılamıştır. Görünen o ki, Türkiye, 2007 yılında ve 2008-2010 bütçe döneminde de bu kriteri karşılamaya devam edecektir. Yani Türkiye, 2005 yılından 2010 yılına kadar Maastricht Kriterini sürekli bir şekilde karşılayan, karşılayabilecek olan bir konuma gelmiştir.

Değerli arkadaşlar, bunun adı “istikrar”dır bunun adı “mali disiplin”dir. Bunun anlamı, Türkiye’nin, sırtındaki ağırlıklardan her geçen gün biraz daha fazla kurtuluyor olmasıdır. Bunun için bizim bu süreçte bir şeye ısrarla ihtiyacımız var: Demokratik istikrar. Eğer istikrarımızı korur, mali disiplinden ödün vermeden çalışmaya devam edersek, tabiatı icabı ekonomimiz daha da güçlenecektir. Biz Hükûmet olarak bu gerçeğin farkındayız. Ciddiyetle, kararlılıkla, cesaretle ve ilk günkü heyecanımızla yola devam ediyoruz. Bu yolun, bu istikametin Türkiye’yi aydınlığa götürecek yol ve istikamet olduğuna da samimiyetle inanıyoruz.

Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; bütçe performansında elde ettiğimiz bu başarının, geçen zaman zarfında, ekonomimizde çok yönlü başka iyileşmelere zemin hazırladığını da memnuniyetle müşahede ediyoruz.

Bakınız, burada, kamu kesimi borçlanma gereğinin hesaplanmaya başlandığı 1975 yılından 2004 yılına kadar geçen otuz yıllık dönemde kamu kesimi sürekli borçlanma ihtiyacı içerisinde olmuştur. Lütfen bunu görelim. Hep bu dönemi yaşamış olan siyasetçiler var burada. 2003 yılından itibaren bütçe açıklarının azalmasına bağlı olarak kamu kesimi borçlanma ihtiyacının ortadan kalkması sonucu kamu kesimi borç yükü azalma eğilimine girmiştir. Konuyu rakamlarla ifade edersek değişim ve nereden nereye geldiğimiz çok daha çarpıcı biçimde ortaya çıkacaktır. 2002 yılında kamu kesimi borçlanma gereğinin –bunun hesabı da böyle yapılır, onu da açık söyleyeyim- gayrisafi millî hasılaya oranı yüzde 12,73 olarak gerçekleşmiş, başka bir deyişle, 2002’de kamu kesiminin borçlanma ihtiyacı 35 milyar yeni Türk lirası. Arkadaşlar, bunu iyi tespit edin. 2006 yılına geldiğimizde kamu kesimi borçlanma gereğinin gayrisafi millî hasılaya oranının yüzde -2,7 seviyesine indiğini görüyoruz. Yani, 2006’da kamu kesiminin borçlanma ihtiyacı oluşmadığı gibi, 14 milyar 950 milyon yeni Türk lirası da fazla verdiği anlaşılıyor. Bunu ortaya koymamız lazım. (AK Parti sıralarından alkışlar)

Hükûmetimizin maliye politikasında elde ettiği başarının en açık göstergesi işte bu tablodur. Bu olumlu gidişat 2007 yılında da devam etmiş, önümüzdeki dönemde de evvel Allah devam edecektir. Bu da elde edilen başarının sürekliliğini, kazanımlarımızın kalıcılığını ispat ediyor.

Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; kamu kesimi borçlanma gereğinin azalması ve hatta ortadan kalkması, kamu kesiminin net borç yükünde de kayda değer bir azalma yaşanmasına vesile olmuştur. Nitekim 2002 yılında kamu net borç stokunun gayrisafi millî hasılaya oranı –bu da çok önemli- yüzde 78,4 iken, 2006 yılında bu oran yüzde 45’e inmiştir. 2007 yılı sonunda ise –şimdi size yeni bir müjde veriyorum, bu rekordur- yüzde 40’ın altına ineceğini tahmin ediyoruz. (AK Parti sıralarından alkışlar) Şimdi, samimiyetle bir şey söylüyorum: Yani, ekonomiden zerre kadar, hakikaten, nasibimizi almışsak, borç miktarlarına göre mi bunun hesabı yapılır yoksa gayrisafi millî hasılaya oranıyla mı bu iş tespit edilir? Eğer, olayı gerçekten objektif bakan kişilerle görüşün, bilim adamlarıyla görüşün size söyleyecekleri şey şudur: Gayrisafi millî hasılaya borç hangi orandaysa, bunda artış mı var, eksilme mi var, buna göre ölçülür. Ve işte, biz, yüzde 78,4’ten aldık ve şimdi 40’ın altına iniyoruz. Hesap budur. Bu hesabı şaşırtmayalım. Güçlü devlet olursunuz, borcunuz çok olur, ama hiç önemi yok. Buyurun, işte, bugün Amerika’nın borç miktarına bakın, Japonya’nın borç miktarına bakın, Almanya’nın, İtalya’nın borç miktarlarına bakın. Eğer buradaki, şu kürsüdeki yaklaşım anlayışıyla, mantığıyla değerlendirirsek o ülkelerin batması lazım. Türkiye güçleniyor, Türkiye güçleniyor. (AK Parti sıralarından alkışlar) Onun için, o borç miktarları bizi o kadar fazla alakadar etmiyor. Niye? Öbür tarafta benim millî gelirim 180’den 489’a çıkmış. E bunu göreceksin. Yani, yetmiş dokuz senede bu ülkenin millî geliri 181 milyar dolar olacak, beş senede biz bunun üzerine, geleceğiz, 308 milyar dolar koyacağız.

HARUN ÖZTÜRK (İzmir) – Orman köylüsü 400 dolar aldı!

BAŞBAKAN RECEP TAYYİP ERDOĞAN (Devamla) – Bunu bir kenara koymayalım, atmayalım bunu başka kenara. Bunları görelim. Bunları gördüğümüz nispette hep birlikte, ülkemizi, inanıyorum, çok daha farklı yere taşırız.

Değerli arkadaşlar, bu anlattıklarım aynı zamanda Avrupa Birliği kriterleridir, Avrupa standartlarıdır. Türkiye’nin ekonomik standartlarının nereden nereye geldiğini anlamak açısından önemli, çarpıcı sonuçlardır.

Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; AK Parti hükûmetleri döneminde faiz giderlerinin gayrisafi millî hasılaya oranına baktığımızda aynı pozitif tabloyu orada da görüyoruz.

Bakınız, 2002 yılında yüzde 18,8 olan bu oran, o günden bu yana sürekli olarak bir azalma eğilimi göstermiştir. İnşallah, 2007 yılı sonunda yüzde 7,6 seviyesine kadar ineceğini tahmin ediyoruz. Bu neticeler Türkiye’yi rahatlatan, daha da rahatlatacak olan kazanımlardır.

Bakınız, şu noktaya özellikle dikkatinizi çekiyorum: 2002 yılında Türk ekonomisi vergi gelirlerinin yüzde 84’ünü sadece faiz giderlerini ödemek için kullanıyordu. Yüzde 84, yanlış anlamadınız. Bir ülkenin vergi gelirlerinin yüzde 84’ünün faiz giderlerini ödemesi nasıl bir felakettir, düşünebiliyor musunuz? Daha kısa zamanda bunu yaşadık. Bırakın yatırım yapmayı, bırakın ihtiyaçları karşılamayı, 2002 yılında olduğu gibi çalışanınızın, memurunuzun maaşını bile ödemekte zorlanır hâle düşersiniz. Bu acı tablonun, bu hakkaniyetsiz yönetim anlayışının, ne kadar işsizlik, ne kadar yoksulluk, ne kadar adaletsizlik ürettiğini acaba hangi ekonomist hesap edebilir ve açıkça önümüze koyabilir? Türkiye bu ağır faturaları yıllarca ödedi, bu ülkenin fedakâr insanlarına bu sıkıntılar yıllarca, maalesef, reva görüldü. Çok açık söylüyorum: Artık, bu millet, o iş bilmez, o beceriksiz yönetimlerin faturasını ödemeyecek. Bu dönem bitmiştir. (AK Parti sıralarından alkışlar) İstikrar ve güveni gördüğünde, millete hizmet edenleri gördüğünde de vefakâr milletimiz bu siyasi iradeye zaten dört elle sarılmıştır, ben inanıyorum ki benim milletim bundan sonra da sarılmaya devam edecektir. (AK Parti sıralarından alkışlar)

Bizim için aslolan milletimizin refahıdır, mutluluğudur ve vergi gelirleri bu noktada çok önemli. 2002 yılının sonunda toplanan vergilerin yüzde 84’ü faize giderken, biz, 2006 yılında bu oranı yüzde 33 seviyelerine kadar indirmeyi başardık. Aradaki fark bu kadar önemli.

Değerli kardeşlerim, bize sıkça sorulan bir soru var: Kaynağınız nedir? Bir kez daha tekrarlıyorum: Kaynak Türkiye’dir. (AK Parti sıralarından alkışlar) İlk bütçemizi hazırlarken bu iddiayı ortaya koyduk, bugün alnımızın akıyla bu iddiamızı ispatlamış bulunuyoruz. Yeter ki bu kaynaklar çarçur edilmesin, boşa harcanmasın. Yeter ki hak ve adalet kriterleri, hakkaniyet ölçüsü çiğnenmesin.

Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; Türkiye’nin özlemlerine kavuşması için bu ülkenin imkânlarını ve kaynaklarını birlikte düşünmek ve bu noktada gerekli adımları atmak zorundayız. Keza, Türkiye’de devlet ile toplumu mutlaka ama mutlaka beraberce düşünmek zorundayız. Bunu yapmazsak, Türkiye’nin iki yakasını bir araya getirmeyen o eski popülist politikalara geri dönmüş oluruz.

Son günlerde çeşitli tartışmalara konu olan kamu personelinin ücret ve maaşları ortada. Buna da şöyle kısaca bir değinmek istiyorum. Biz, değer üreten, emek veren, alın teri döken herkesin hak ettiğini almasını istiyoruz ve geldiğimizden beri bir şey söyledik, o da şuydu: “Biz, enflasyona memurumuzu, işçimizi, Bağ-Kur’lumuzu, emeklimizi ezdirmeyeceğiz.” ve ezdirtmedik. (AK Parti sıralarından alkışlar)

Kimse kalkıp da bunu ispat edemez. Biz, geldiğimizin ilk döneminde ciddi bir ayarlama yaptık ve o ayarlamayı yaptıktan sonra da artık enflasyonun üstünde bir oranda zam yapmak suretiyle de süreci çalıştırıyoruz.

ALGAN HACALOĞLU (İstanbul) – Refah payı ne oldu?

BAŞBAKAN RECEP TAYYİP ERDOĞAN (Devamla) – Bu çerçevede, 2002 yılı Aralık ayında -lütfen şimdi vereceğim oranlara dikkat edin, neler yaptığımızı görürsünüz- en düşük devlet memuru maaşı 392 yeni Türk lirasıydı, 2007 yılı Aralık ayında bu rakam 843 yeni Türk lirası olmuştur. Başka bir deyişle, en düşük devlet memuru maaşı bu dönem zarfında yüzde 115 oranında artış göstermiştir.

ÇETİN SOYSAL (İstanbul) – Millî gelirdeki payı ne?

GÖKHAN DURGUN (Hatay) – Açlık sınırı.

BAŞBAKAN RECEP TAYYİP ERDOĞAN (Devamla) – Maaşlar enflasyonla orantılı olarak artsaydı bugün en düşük memur maaşının 631 yeni Türk lirası olması gerekirdi. Aynı dönemde gerçekleşen enflasyon oranı dikkate alındığında memurlarımıza yapmış olduğumuz maaş artışlarının enflasyonun çok üzerinde olduğu ortadadır.

2008 yılında kamu personelimize verilecek zam oranı yine aynı mantıkla, düşük maaş ve ücret alana daha yüksek artış yapılacak şekilde belirlenmiştir. Bu çerçevede, 2008 yılı Ocak ayında en düşük devlet memur maaşı 887 yeni Türk lirasına, Temmuz ayında ise 925 yeni Türk lirasına yükselecektir. Buna göre, 2008 yılında en düşük memur maaşı yüzde 10,5, ortalama memur maaşı ise yüzde 7,6 ve en yüksek memur maaşı ise yüzde 4,1 oranında artmış olacaktır.

Görüldüğü gibi, AK Parti hükûmetlerinin iktidarda olduğu 2002 yıl sonundan bu yana kamu personelinin alım gücünün enflasyona karşı ezdirilmemesi sağlanmıştır.

Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; bizim tüm icraatlarımızda en önemli referans noktamız, bu icraatların milletimize, milletimizin sofrasına, milletimizin günlük hayatına nasıl yansıdığıdır. Eğer çiftçimizin bugünü dünden daha iyi değilse, eğer çalışanlarımızın şartları düne göre iyileşmemişse, eğer ihracat, enflasyon, büyüme, sokağa, çarşıya, pazara yansımamışsa biz kendimizi asla başarılı saymayız.

Bakın, eline mikrofonu alan, konuşacak bir kürsü bulan “işçi eziliyor, memur eziliyor” edebiyatı yapıyor. Ben somut rakamlarla konuştum, somut rakamlarla da konuşmaya devam ediyorum. İşte, basit bir örnek: 2003 yılı ile 2007 Eylül dönemi arasında toplam enflasyon yüzde 59,3 olarak gerçekleşmiştir. Yüzde 59,3 oranındaki toplam enflasyona karşın ücretler aynı dönemde ne kadar artmıştır? Ortalama memur maaşı 578 yeni Türk lirasından 1.090 yeni Türk lirasına yükselmiş, yüzde 88,7 oranında artmıştır, yani reel olarak yüzde 18,5 artış olmuştur.

En düşük memur maaşı 392 yeni Türk lirasından 843 yeni Türk lirasına çıkmış, yüzde 115 oranında artmış, reel olarak yüzde 35,1.

Net asgari ücret 184 lira iken bugün 419. Şimdi görüşmeler yapılıyor, daha da artacak. Nominal artış oranı yüzde 127,5, reel artış oranı yüzde 42,8’dir. Geldiğimiz noktalar ortada, rakamlar konuşuyor. (AK Parti sıralarından alkışlar)

 En düşük SSK emekli aylığı yüzde 113 oranında artmıştır, reel olarak yüzde 33,8.

Tarım Bağ-Kur emekli aylığı yüzde 334,2 oranında artmıştır, reel olarak yüzde 172,6’dır. Biz tarım Bağ-Kur’lusunu da unutmuş değiliz, o da burada.

Memur emekli aylığı ise yine aynı dönemde nominal olarak yüzde 90,3, reel olarak yüzde 19,5 oranında artmıştır.

Altmış beş yaş aylığı ise bu dönemde yüzde 228,6 oranında artmıştır, reel olarak bu yüzde 106,3’e tekabül etmektedir.

MUSTAFA ÖZYÜREK (İstanbul) – Kaç liraya çıktı Sayın Başbakan?

BAŞBAKAN RECEP TAYYİP ERDOĞAN (Devamla) – Hesabını sen yap, ben oranını verdim.

MUSTAFA ÖZYÜREK (İstanbul) – Kaç liraya çıktı?

BAŞBAKAN RECEP TAYYİP ERDOĞAN (Devamla) – Elbette, sözünü ettiğimiz bütün bu rakamlar gönlümüzden geçen rakamlar değildir, daha iyisini istiyoruz, daha idealini istiyoruz. Ama bütün bunlar ülkemizin büyümesiyle orantılı olarak halkımıza da yansıyacaktır, bundan da kimsenin endişesi olmasın.

Bu bir güven meselesidir. Halkımızın zaten bu güveni olmamış olsa… 22 Temmuzda kime fatura keseceğini gayet iyi bildi. Yani, bunlardan hiç rahatsız olmayalım. (AK Parti sıralarından alkışlar) Çünkü, bizi vatandaşlarımız iyi biliyor, biz de vatandaşımızı iyi biliyoruz; bizi iyi anlıyor, biz de onları iyi anlıyoruz. Onlar, attığımız her adımın muhasebesini hem masada hem vicdanlarımızda yaptığımızın çok iyi farkındalar. Türkiye sıkıntılarını önemli ölçüde üstünden atıyor. Önümüz, evvel Allah, çok daha aydınlık, çok daha parlaktır. Bunun da müjdesini buradan özellikle veriyorum.

Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; 2008 yılı merkezî yönetim bütçesi, AK Parti Hükûmetlerinin hazırladığı diğer bütçeler gibi sosyal yönü güçlü bir bütçedir. Sizlere bu konuda da birkaç örnek vermek istiyorum.

Özürlülerin eğitim ve bakımı için, 2008 yılı bütçesine aynı amaçlar için 696 milyon yeni Türk lirası ödenek öngörülmüştür. Kimsesiz çocukların yuvalar ve yurtlarda bakımı için öngörülen ödenek tutarı 294 milyon yeni Türk lirasına yükseltilmiştir. 2008 yılı bütçesinde çocuklarına bakamayan ailelere ayni, nakdî yardım olarak 51 milyon yeni Türk lirası, yaşlıların SHÇEK’de bakımı için ise 95 milyon yeni Türk lirası ödenek konulmuştur. 2008 yılında 232 milyon yeni Türk lirası tutarında ücretsiz kömür yardımı yapılacaktır.  (CHP sıralarından gürültüler)

ÇETİN SOYSAL (İstanbul) – Aman ne kadar güzel!

BAŞBAKAN RECEP TAYYİP ERDOĞAN (Devamla) – Beraber yaparız beraber. Siz de adamlarınızı görevlendirin, beraber yaparız.

HÜSEYİN ÜNSAL (Amasya) – Borcunuzu ödeyin, borcunuzu!

BAŞBAKAN RECEP TAYYİP ERDOĞAN (Devamla) – 2008 yılında, vali beylere, kaymakam beylere şöyle müracaat ederseniz, nereye dağıtılacağını, hangi adrese gideceğini size takdim ederler, hiç merak etmeyin.

K. KEMAL ANADOL (İzmir) – Biliyoruz, gördük!

BAŞBAKAN RECEP TAYYİP ERDOĞAN (Devamla) – 2008 yılında ilkokul ve liselerde…

CANAN ARITMAN (İzmir) – Okullara gönderin okullara.

BAŞKAN – Lütfen…

BAŞBAKAN RECEP TAYYİP ERDOĞAN (Devamla) – …ücretsiz kitap yardımı için toplam 290 milyon yeni Türk lirası, taşımalı ilköğretim yemek bedeli olarak ise 167 milyon ödenek öngörülmüştür.

CANAN ARITMAN (İzmir) - Okullara kömür gönderin, okullarda sobalar yanmıyor kömürsüzlükten.

BAŞBAKAN RECEP TAYYİP ERDOĞAN (Devamla) – Değerli arkadaşlarım, dürüst olalım, samimi olalım.

BAŞKAN – Sayın Arıtman… Sayın Arıtman…

BAŞBAKAN RECEP TAYYİP ERDOĞAN (Devamla) – Bakınız, eğer buralarda valilerimiz, kaymakamlarımız, sizin bu peşin hükümlü, ön yargılı yaklaşımlarınızda olmuş olsaydı, evet, bu millet bizi bu noktada görmezdi, bu noktada görmezdi. (AK Parti sıralarından alkışlar) Zira, bu Hükûmet sosyal kurumlarını hayata geçirmiştir, onlara işlerlik kazandırmıştır ve valilerimiz, kaymakamlarımız, bütün sosyal yardımlaşma kurumlarımız el ele vermek suretiyle kenarda köşede ne var arayıp bulmuşlardır ve bu süreç böyle çalışmıştır.

K. KEMAL ANADOL (İzmir) – Onu ilçe başkanlarınıza niye söylemiyorsunuz, il başkanlarınıza?

BAŞBAKAN RECEP TAYYİP ERDOĞAN (Devamla) – Rahatsızlığınız olabilir, önemli değil. Biz yolumuza devam ediyoruz, durmak yok yola devam; bizim işimiz bu. (AK Parti sıralarından alkışlar)

Üniversite öğrenci burs ve kredi tutarı 2002 yılında 45 yeni Türk lirasıydı.

MUSTAFA ÖZYÜREK (İstanbul) – Şimdi kaç?

BAŞBAKAN RECEP TAYYİP ERDOĞAN (Devamla) – 2007’de bu rakam 150 yeni Türk lirasına çıktı, bu dönemde daha da artacak.

MUSTAFA ÖZYÜREK (İstanbul) – Bozdur bozdur harca!

BAŞBAKAN RECEP TAYYİP ERDOĞAN (Devamla) – Evvel Allah, bizim paramız bereketlidir merak etme, rahat ol. (AK Parti sıralarından alkışlar)

Tarımsal desteklemeler için 2008 bütçesinde 5 milyar 400 milyon yeni Türk lirası ödenek öngörülmüştür. Esnafa verilecek düşük faizli kredinin finansmanı için Halk Bankasına aktarılacak ödenek 2008 yılında 211 milyon yeni Türk lirasına yükseltilmiştir. 2002 yılında, değerli arkadaşlar, Ziraat Bankasının çiftçimize verdiği kredinin faizi yüzde 59’du, ama şimdi yüzde 7 ile 13 arasında değişiyor.

NURETTİN CANİKLİ (Giresun) – Soyuyorlardı, soyuyorlardı.

BAŞBAKAN RECEP TAYYİP ERDOĞAN (Devamla) – Halk Bankasının esnafa verdiği kredinin faizi yüzde 46’ydı, ama şimdi yüzde 13.

Nereden nereye geldik. Lütfen, bunları herhâlde görmemezlikten gelemeyiz. Bunlar yaşanan şeyler, bunları halkımız hep yaşadı.

MAHMUT DURDU (Gaziantep) – Sayın Başbakanım, fazla yüklenmeyin.

BAŞBAKAN RECEP TAYYİP ERDOĞAN (Devamla) – Bütün bu rakamları Türkiye’yi devraldığımız 2002 yılı ile mukayese ederek iyileşmeyi daha net ortaya koymak isterdim, ancak az önce işaret ettiğim uygulamaların birçoğu bizim dönemimizde başlamıştır, dolayısıyla kıyas imkânı dahi yoktur.

MUSTAFA ÖZYÜREK (İstanbul) – Tabii… Tabii…

BAŞBAKAN RECEP TAYYİP ERDOĞAN (Devamla) – Değerli milletvekilleri, AK Parti Hükûmetlerinin sosyal politikaları, memnuniyetle belirtmek isterim ki artık elle tutulur neticeler vermeye başlamıştır ve bizim iktidar olduğumuz dönemde -sizlere ben de TÜİK rakamı veriyorum- 4 milyonu aşkın insanımız yoksulluk sınırının altında yaşamaktan kurtulmuştur ve yoksulluk sınırının üstündedir.

ÇETİN SOYSAL (İstanbul) – 10 milyon insan var.

BAŞBAKAN RECEP TAYYİP ERDOĞAN (Devamla) – 14; 10 değil, yanlış biliyorsun. 14’ten 4’ünü kurtardık, haberin olsun, diğerleri de kurtulacak. Onu biz devraldık, bizden olmadı bunlar. (AK Parti sıralarından alkışlar)

Toplam gelirden en az pay alan yüzde 20’lik kesimin payı 2002 yılında yüzde 5,3 iken 2005 yılında yüzde 6,1’e yükselmiştir. Toplam gelirden en fazla pay alan yüzde 20’lik kesimin payı ise 2002 yılında yüzde 50,1’den 2005 yılında yüzde 44,4’e gerilemiştir. Dar ve orta gelirliler ile üst gelir gruplarındaki makas bu dönemde daralmaya başlamıştır. Her gün bir yenisi patlayan yolsuzlukların, batık banka skandallarının, çetelerin, ihale mafyalarının sonu da bu dönemde gelmiştir.

Az önce burada bir ifade kullanıldı, “Bizim dönemimizde değil.” dendi. Ben, şu anda BDDK’dan sizlere raporu verebilirim. BDDK’dan 57’nci Hükûmet döneminde, evet, TMSF’ye devredilen bankaların sayısı 18.

MUHARREM VARLI (Adana) – İyi de bu hortumlama mı Sayın Başbakan?

BAŞBAKAN RECEP TAYYİP ERDOĞAN (Devamla) – Burada… Burada… BDDK’nın verdiği bu ve bunların içinde 54’üncü Hükûmet döneminde var, 55’inci dönemde de 2 tane var, 55’inci Hükûmet döneminde, 1 tane de kucağımızda bulduğumuz İmar Bankası var, yine bir önceki dönemde.

Ben belge gösteriyorum, hayalî konuşmuyorum, hamaset yapmıyorum. Gelin, burada belgeyle konuşalım. (AK Parti sıralarından alkışlar)

Aynı şekilde görev zararından bahsedildi, “kamu bankaları kâr etti” denildi. Buyurun, şurada, bakınız, 1999’da Ziraat Bankasının görev zararı 6,1 katrilyondur, açıklanan kâr 44, burada aldanma var. Yani, görev zararıyla bu kârı iyi birbirine, şöyle karşılıklı bir tabloya yatırmamız lazım.

OKTAY VURAL (İzmir) – Görev zararları ne zaman sıfırlandı?

BAŞBAKAN RECEP TAYYİP ERDOĞAN (Devamla) – 2000’de görev zararı 8,2 katrilyon, gösterilen kâr 65 trilyon. Bakın, birisinde 44 trilyon, öbüründe 65 trilyon. Herhâlde, trilyon, katrilyondan büyük değil.

Geliyoruz 2001 Nisanına. 2001 Nisanında açıklananı söylüyorum: 12,1 katrilyon görev zararı, 526 trilyon kâr. Tablo burada. Ama bir de şimdi bakın bu bankalara.

OKTAY VURAL (İzmir) – Görev zararları ne zaman sıfırlandı, onu söylesenize.

BAŞBAKAN RECEP TAYYİP ERDOĞAN (Devamla) – Şimdi bu bankalar, Ziraat Bankası da Halk Bankası da Vakıfbank da, hepsi, şu anda, artık, Balkanlarda, Avrupa’da yarış ediyorlar. Bu noktaya geldik. Görev zararı diye bir şey bizim kitabımızda yazmıyor, inşallah da olmayacak. (AK Parti sıralarından alkışlar)

Değerli arkadaşlarım, benim demokrasinin direği olarak gördüğüm orta tabaka âdeta eriyip kaybolmuştu. Şimdi, böyle bir hayat standardının tekrar yaygınlaşmaya başladığını görüyoruz. Orta tabaka oluşuyor. Toplumsal yapımız daha sağlıklı bir zemine oturuyor. Sosyal istikrar dediğimiz noktaya doğru ilerliyoruz. Şehirlerimizin görünümü değişiyor ve az önce burada, yine, maalesef, enteresan bir haber aldık. Tabii, bu haberi bir belediyeci olarak benim de anında incelemem gerekiyordu. O da neydi? İstanbul Belediyesindeki plan tadilleri meselesi. Şimdi, her zaman söylüyorum: Kargayı kılavuz yapmayacaksın, çok sıkıntıları olur. (AK Parti sıralarından alkışlar)

Bakınız, 5216 sayılı Kanun’a göre İstanbul’un sınırları, değerli arkadaşlar, 3,5 kat büyümüştür. Yani, benim belediye başkanlığı yaptığım dönemin İstanbul’u yok.

ÇETİN SOYSAL (İstanbul) – Oraları imara açtınız.

BAŞBAKAN RECEP TAYYİP ERDOĞAN (Devamla) – Şimdi mülki sınırlar İstanbul’un sınırları hâline gelmiştir.

ÇETİN SOYSAL (İstanbul) – Oralar imara açıldı.

BAŞBAKAN RECEP TAYYİP ERDOĞAN (Devamla) – Aynı şekilde Kocaeli’nde mülki sınırlar o noktaya gelmiştir ve bir belediyeci olarak konuşuyorum, ben yaşadım, damdan düştüm. Şu anda büyükşehirlerin tamamında da mülki sınırların aslında belediye sınırı olarak ilan edilmesinin çok büyük faydası var, diğerlerinde bu fayda yok. Belde belediyeleriyle, alt kademe belediyeleriyle aslında şehirlerin kentsel dönüşümünde aynı şekilde bir medeni yapılanmayı, bir çevrecilik anlayışını göremiyorsunuz. Bir tarafta bakıyorsunuz ki farklı bir belediye, öbür tarafta bakıyorsunuz bambaşka bir belediye.

Şimdi, burada 3,5 kat büyümüş. 5.000’lik plan kapsamında 5 binin üzerinde dosya gelmiş şu anda İstanbul Büyükşehir belediyesine. Bu taleplerin 1.342 tanesi karara bağlanmış. Ulaşımla ilgili dosya sayısı bunların içinde 640 ve bunlar şu anda fiilî duruma da işlenmiş. Diğer dosyalar -bunların içinde konutlar var, özel hastaneler var, okullar var, çeşitli sosyal donatı ve iş alanları var- 1.342 dosyanın 343 tanesi Cumhuriyet Halk Partili belediyelere ait. Sadece Kadıköy Belediyesinden bu 5 bin içinde 400 tane plan değişikliği teklifi var. (AK Parti sıralarından alkışlar) Yani, Kadıköy İstanbul’un onda 1’ini teşkil ediyor mu veya on ikide 1’ini teşkil ediyor mu? Nasıl oluyor da bu oluyor?

MUSTAFA ÖZYÜREK (İstanbul) – Büyükşehir niye onaylıyor?

K. KEMAL ANADOL (İzmir) – Büyükşehir niye onaylıyor? Yanlışsa niye onayladınız?

BAŞBAKAN RECEP TAYYİP ERDOĞAN (Devamla) – Bakın, dikkat edin, biz gelen taleplerde doğru olanı yaparız ve bu belediyeler çalışan belediyelerdir, yatan belediyeler değil. Daha önceki dönemlerde zaten plan yapmaya gerek yoktu. Arazi bol, gelen istediği yere binayı konduruyordu ve plansız binalarla biz uğraştık. Bu anlayış farklılığıdır işte. (AK Parti sıralarından alkışlar, CHP sıralarından gürültüler)

ÇETİN SOYSAL (İstanbul) – Bu, plan değil, plan tadilatı.

BAŞKAN – Lütfen…Lütfen sayın milletvekilleri…

BAŞBAKAN RECEP TAYYİP ERDOĞAN (Devamla) – Hiç endişe etmeyin, hiç endişe etmeyin…

MUSTAFA ÖZYÜREK (İstanbul) – Boş alan kalmadı İstanbul’da zaten.

BAŞBAKAN RECEP TAYYİP ERDOĞAN (Devamla) – On dört ay sonra  belediye seçimi var; halkımız bu işten rahatsızsa İstanbul’da AK Parti belediyesini defeder, ilçe belediyelerini defeder, Cumhuriyet Halk Partisine verir. Niye rahatsız oluyorsunuz? Niye rahatsız oluyorsunuz? Niye rahatsız oluyorsunuz? (AK Parti sıralarından alkışlar)

MUSTAFA ÖZYÜREK (İstanbul) – Nefes alacak yer bırakmadınız İstanbul’da.

BAŞBAKAN RECEP TAYYİP ERDOĞAN (Devamla) – Ve bakın…

MUSTAFA ÖZYÜREK (İstanbul) – Kaçak inşaatı kimlerin yaptığını biliyoruz. Kaçak inşaat…

BAŞBAKAN RECEP TAYYİP ERDOĞAN (Devamla) – Bakın, değerli arkadaşlar… Değerli arkadaşlar…

MUSTAFA ÖZYÜREK (İstanbul) – Sayın Başbakanın kaçak inşaattan mahkûm olduğunu herkes biliyor.

BAŞKAN – Lütfen…Sayın Özyürek, lütfen… Lütfen…

Sayın Başbakan, yedi dakikanız kaldı efendim.

BAŞBAKAN RECEP TAYYİP ERDOĞAN (Devamla) – Teşekkür ediyorum.

Değerli arkadaşlar, bir şeyi öğreneceğiz. Bakın, eğer bu noktaya varırsanız ben burada bir şey söylerim. 14 Ocak 1987. Zeytinköy’de imar görmemiş bir alan, 701 ada, 13 parselde 39.873 metrekarelik bir alan 65 milyon Türk lirasına alınıyor. Bu arazinin tamamının 14.950 metrekaresi, evet, bir siyasetçiye ait. Bu, otuz ikide 12 hisse.

ALGAN HACALOĞLU (İstanbul) – Onlar unutuldu.

BAŞBAKAN RECEP TAYYİP ERDOĞAN (Devamla) – 16/4/2001 tarihinde bu alanın imar uygulaması yapılıyor. O zaman burasının belediye başkanı DSP’li.

MEHMET SEVİGEN (İstanbul) – Yeni bir şey yok.

BAŞBAKAN RECEP TAYYİP ERDOĞAN (Devamla) – Parselleri ifrazlı hâle getirdiler ve daha sonra Cumhuriyet Halk Partisi teşkilatının karşı çıkmasına rağmen bu başkan Cumhuriyet Halk Partisine geçti. Ve Sayın Baykal’ın yaklaşık 10 bin metrekarelik imarlı arsası var orada, işte orası. Şu anda ise bedeli herhâlde 5 trilyondan aşağıya değil. (AK Parti sıralarından alkışlar)

Demek ki imar planı yapılabiliyormuş! Herkese göre, talep edene göre yapılabiliyormuş!

K. KEMAL ANADOL (İzmir) – Şaban Dişli’ye de yapılıyor değil mi?

BAŞBAKAN RECEP TAYYİP ERDOĞAN (Devamla) – Yapılabiliyormuş ve yapılmış.

K. KEMAL ANADOL (İzmir) – Şaban Dişli de var, onu da söyleyin.

BAŞBAKAN RECEP TAYYİP ERDOĞAN (Devamla) – Rahatsız olma!

DENİZ BAYKAL (Antalya) – Hiç rahatsız değilim Sayın Başbakan.

K. KEMAL ANADOL (İzmir) – Tuzla, Tuzla…

BAŞBAKAN RECEP TAYYİP ERDOĞAN (Devamla) – Değerli arkadaşlar…

DENİZ BAYKAL (Antalya) – Hâlinize acıyorum! Hâlinize acıyorum! Bunları söyleme noktasına düştüğünüzü görüyorum. Ne kadar yazık! Ne kadar yazık!

BAŞKAN – Lütfen arkadaşlar…

BAŞBAKAN RECEP TAYYİP ERDOĞAN (Devamla) – Tabii, sizler her şeyi söyleme hakkını kendinizde buluyorsunuz da…

DENİZ BAYKAL (Antalya) – Hayır, söyle, söyle!

BAŞBAKAN RECEP TAYYİP ERDOĞAN (Devamla) –…sizlerle ilgili bir şeyler söylendiği zaman…

DENİZ BAYKAL (Antalya) – Hiçbir itirazım yok.

BAŞBAKAN RECEP TAYYİP ERDOĞAN (Devamla) –…taa aileme varıncaya kadar her şeyi kurcalayan, karıştıran siz olacaksınız…

DENİZ BAYKAL (Antalya) – Söyle, söyle!

BAŞBAKAN RECEP TAYYİP ERDOĞAN (Devamla) - …orada her şey meşru. Ama sizin şöyle karanlık defterleriniz açıldığı zaman hoplayacaksınız. Hoplama, rahat ol, yerinde otur. (AK Parti sıralarından “Bravo” sesleri, alkışlar)

DENİZ BAYKAL (Antalya) – Söyle… Söyle… İtirazım yok. Bunlar çürümüş… Çürümüş…

BAŞBAKAN RECEP TAYYİP ERDOĞAN (Devamla) - Ve az önce burada kalkıp başka şeyler konuşuyorsunuz. Nedir o? Efendim, işte Tokat’ta Tekelin… Ee? İşte Sayın Unakıtan’ın oğlu oradan şunu götürmüş, bunu götürmüş… (CHP sıralarından “Doğru” sesleri)

MUSTAFA ÖZYÜREK (İstanbul) – Para gelmiş mi, gelmemiş mi?

K. KEMAL ANADOL (İzmir)- Para gelmiş, para.

BAŞBAKAN RECEP TAYYİP ERDOĞAN (Devamla) - Ortaya beraat belgesini getirdi koydu. Sayın Unakıtan’ın oğlunun dokunulmazlığı yok. Suç duyurusunu yapın, gereği yapılsın. Niye takip etmiyorsunuz? İddia sahibi sizsiniz. (AK Parti sıralarından alkışlar)

K. KEMAL ANADOL (İzmir) - Rapor var rapor.

MUSTAFA ÖZYÜREK (İstanbul) – Rapor sizin elinizde, raporu işleme koyun o zaman.

BAŞBAKAN RECEP TAYYİP ERDOĞAN (Devamla) – Yani, o kadar tutarsız şeyler söylüyorsunuz ki…

MUSTAFA ÖZYÜREK (İstanbul) – Raporu işleme koyun.

BAŞKAN – Sayın Özyürek…

DENİZ BAYKAL (Antalya) – Rapor size verildi, rapor sizin elinizde.

BAŞBAKAN RECEP TAYYİP ERDOĞAN (Devamla) – Yani, siz iddia sahibisiniz…

DENİZ BAYKAL (Antalya) - Biz iddia sahibi değiliz. Hazine kontrolörlüğü, hazine denetmeni, hazine müfettişi iddia sahibi. Üzerine yatıyorsunuz, kapatıyorsunuz.

MUSTAFA ÖZYÜREK (İstanbul) - Rapor sizin elinizde, raporu tutuyorsunuz, işleme koymuyorsunuz. Raporun üstüne yatıyorsunuz. Raporu işleme koyun, tamam.

BAŞBAKAN RECEP TAYYİP ERDOĞAN (Devamla) - Bakın, iddia sahibi, iddiasını ispatla mükelleftir. Suç duyurusunda bulunursunuz, gereği yapılır. Olay bu kadar basittir.

Değerli arkadaşlar…

MUSTAFA ÖZYÜREK (İstanbul) – Kapatan sizsiniz, raporun üstüne yatıyorsunuz. Raporu işleme koyun, tamam.

BAŞKAN – Lütfen arkadaşlar…

BAŞBAKAN RECEP TAYYİP ERDOĞAN (Devamla) – Vallahi biz… Az önce bir şey söylediniz “Türkiye’nin derdi BOP değil GAP” dediniz. Ben de diyorum ki, Türkiye’nin derdi GAP değil, CHP, çünkü hayatınızda hiçbir zaman bir hayrınız olmadı ki! (AK Parti sıralarından “Bravo” sesleri, alkışlar; CHP sıralarından gürültüler)

AKİF EKİCİ (Gaziantep) – Çok ayıp! Bir Başbakana yakışmıyor.

CANAN ARITMAN (İzmir) – Atatürk’ün partisi Cumhuriyet Halk Partisine böyle diyemezsiniz.

BAŞBAKAN RECEP TAYYİP ERDOĞAN (Devamla) – İşte burada, bakınız burada GAP’a yapılan yatırımlar var.

Değerli arkadaşlar, GAP’a tarihinde yapılan yatırımların ortalaması yıllık yüzde 7’dir. 1990’da 8,1; 1991’de 8,5; 1992’de 7,3; 1993’te 7,6; 1994’te 7,5; 1995’te 7,2; 1996’da 6,9; 1997’de 7,7. Geliyoruz 2000’de 7,2; 2001’de 4,9; 2002’de 5,9; 2003’de 5,8; 2004’te 6,8; 2005’te 7; 2006’da 7,2; 2007’de 7,1; yani dönemimiz ortalamanın üstündedir, altında değil.

MUSTAFA ÖZYÜREK (İstanbul) – Ne kadar arazi suladınız Sayın Başbakan, onu anlatın.

BAŞBAKAN RECEP TAYYİP ERDOĞAN (Devamla) – Ve şimdi GAP’la ilgili olarak çalışmalarımızı çok daha farklı bir şekilde ele almış bulunuyoruz ve Başbakan Yardımcım Nazım Ekren Bey’in başkanlığında bir heyet sürekli olarak bölgede çalışmalarını sürdürüyor.

MUSTAFA ÖZYÜREK (İstanbul) –  Beş yıl uyuduğunuzu gösteriyor işte! Beş yıl uyudunuz, şimdi harekete geçtiniz.

BAŞBAKAN RECEP TAYYİP ERDOĞAN (Devamla) – Lütfen, susar mısınız! Lütfen!

AVNİ DOĞAN (Kahramanmaraş) – Ayıp yahu!

BAŞBAKAN RECEP TAYYİP ERDOĞAN (Devamla) – Lütfen! Yani, sizin bu tahriklerinize gelecek değilim. Çok konuşuyorsun, lütfen!

MEHMET ŞANDIR (Mersin) – Geriliyorsunuz değil mi?

BAŞBAKAN RECEP TAYYİP ERDOĞAN (Devamla) – Ve değerli arkadaşlar, burada bir gerçeğin daha altını çizmek zorundayım, o da şudur: Konuşmamın başından itibaren zikrettiğim veriler, son beş yıldır Türkiye ekonomisinde yaşanan gelişmeleri ve iyileşmeleri bütün açıklığıyla ortaya koymakta ve ekonomide son beş yılda sağlanan gelişmeler, siyasette son beş yıldır tesis edilen istikrardan soyutlanamaz. Bu millet, demokratik istikrarı bozmanın ekonomik istikrarsızlıkla eş anlamlı olduğunu çok iyi kavramıştır. İnşallah, 2008 yılı bu noktada çok daha farklı bir dönem olacaktır.

Burada bir gerçeğin altını daha çizmem lazım: “Enerji Bakanlığı, yolsuzluklar bakanlığı hâline gelmiştir.” deniyor. Değerli arkadaşlar, burada çıkan yolsuzluklara yönelik olarak, gerek şahsım gerek Bakan arkadaşım, bizzat bizler suç duyurusunda bulunmak suretiyle buralarda yargı sürecini başlattık.

ERGÜN AYDOĞAN (Balıkesir) – Sizin atadıklarınız.

BAŞBAKAN RECEP TAYYİP ERDOĞAN (Devamla) – Ve bu konuda olay tamamıyla yargının tasarrufu altındadır, şu anda da yine aynı şekilde yargının tasarrufu altındadır. Suç duyurusunda bulunan biziz. (CHP sıralarından gürültüler)

HÜSEYİN ÜNSAL (Amasya) – Sizin müsteşarınız…

BAŞKAN – Lütfen… Lütfen…

BAŞBAKAN RECEP TAYYİP ERDOĞAN (Devamla) – Ve bunun içerisinde müteahhidi de olabilir, siyasisi de olabilir, bürokratı da olabilir, kim varsa sonuna kadar gidilmesi talebiyle, bizzat ben Enerji Bakanlığına talimatı vermişimdir ve Enerji Bakanlığı da Ankara Savcılığına suç duyurusunda bulunmuştur.

Dikkat ediyorum, Ali Dibo olayı… Sayın Baykal, hâlâ yorulmadınız yani. Hataylı size gereken dersi verdi. (AK Parti sıralarından alkışlar)

ERGÜN AYDOĞAN (Balıkesir) – Siz yorulmuyorsunuz!

BAŞBAKAN RECEP TAYYİP ERDOĞAN (Devamla) – Geçen dönemde “Ali Dibo” dediniz yattınız, “Ali Dibo” kalktınız, ama Hataylı sizin bu dediklerinizin hiçbirine itimat etmedi ve geldi Hatay’da açık ara AK Parti birinci parti oldu. (AK Parti sıralarından alkışlar)

MUSTAFA ÖZYÜREK (İstanbul) – Yani, yolsuzluklar ibra mı edildi?

BAŞBAKAN RECEP TAYYİP ERDOĞAN (Devamla) - Yine hâlâ bunun üzerinde duruyorsunuz. Yani, siz, bakın, bu ifadelerle şecaat arz ederken…

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

MUSTAFA ÖZYÜREK (İstanbul) – Çünkü, yolsuzluklar ibra ister!

AKİF EKİCİ (Gaziantep) – Yakışmıyor size bu.

BAŞKAN – Bir dakika Sayın Başbakan.

Sayın Başbakan, iki dakika ek süre veriyorum.

BAŞBAKAN RECEP TAYYİP ERDOĞAN (Devamla) – Yani, bu ifadeleri kullanırken ben bir şeye üzülüyorum. Halkımıza hakaret ediyoruz biliyor musunuz? Niye?

K. KEMAL ANADOL (İzmir) – Yok canım, ne alakası var?

BAŞBAKAN RECEP TAYYİP ERDOĞAN (Devamla) - Halkımıza hakaret ediyoruz. Niye, biliyor musunuz?

MUSTAFA ÖZYÜREK (İstanbul) – Yolsuzluğu yapanlara hakaret ediyoruz.

BAŞBAKAN RECEP TAYYİP ERDOĞAN (Devamla) - Yani, halkımız yolsuzluğu yapanı abat ediyor, öyle mi; ona paye veriyor, öyle mi; ona “Yine devam et.” diyor, öyle mi?

ERGÜN AYDOĞAN (Balıkesir) – Siz veriyorsunuz, siz!

BAŞBAKAN RECEP TAYYİP ERDOĞAN (Devamla) - Siz “Ali Dibo” dediniz, “Ali Dibo” dedikleriniz şu anda yine seçildi, yine Parlamentoya geldiler, üstelik de oy sayısı artarak geldiler. (AK Parti sıralarından alkışlar) Bunları görün… Bunları görün…

K. KEMAL ANADOL (İzmir) – Mahkemeye filan lüzum yok o zaman! Sandıkta…

BAŞBAKAN RECEP TAYYİP ERDOĞAN (Devamla) – Ve siz de, aynı ilde, öyle zannediyorum ki, oylarınızı kaybettiniz.

MUSTAFA ÖZYÜREK (İstanbul) – Sayın Başbakan, mahkemeleri kapatın!

K. KEMAL ANADOL (İzmir) – Kapat mahkemeleri!

KEMAL KILIÇDAROĞLU (İstanbul) – Yani, siz kendinizi Ali Dibo’yla haklı mı çıkartıyorsunuz?

BAŞKAN – Sayın Anadol, Sayın Kılıçdaroğlu, lütfen…

MUSTAFA ÖZYÜREK (İstanbul) – Yolsuzlukları referanduma sunalım!

BAŞKAN – Lütfen…

BAŞBAKAN RECEP TAYYİP ERDOĞAN (Devamla) – Ve bir diğer konu. Değerli arkadaşlar, az önce Etik Kurulla alakalı bir ifade kullandınız, çok çirkin.

MUSTAFA ÖZYÜREK (İstanbul) – Yolsuzlukları referanduma sunalım arkadaşlar!

BAŞBAKAN RECEP TAYYİP ERDOĞAN (Devamla) - Bakınız, bir memur, gelir bir partiden aday olur veya aday adayıdır, aday olmaz, seçime giremez ama tekrar devlette göreve döner, tekrar göreve döner.

MUSTAFA ÖZYÜREK (İstanbul) – KİT’lere dönenler de öyle mi Sayın Başbakan?

K. KEMAL ANADOL (İzmir) – Arpalık diye bunlara söyleniyor işte!

OKTAY VURAL (İzmir) – MHP’lileri niye göreve döndürmediniz?

BAŞKAN – Lütfen arkadaşlar…

BAŞBAKAN RECEP TAYYİP ERDOĞAN (Devamla) – Bakınız, şu anda bu ülkenin geçmişine baktığımız zaman, burada bulunan tüm siyasi partilerin, aynı şekilde, aday olup kazanamadığı takdirde çeşitli devlet kurumlarında görev alan elemanları olmuştur.

MUSTAFA ÖZYÜREK (İstanbul) – AKP’li olmayanların hiç şansı yok zaten!

BAŞBAKAN RECEP TAYYİP ERDOĞAN (Devamla) - Şimdi bunu birbirine karıştırmayalım. Ve çok çirkin oluyor. Bakınız, Etik Kurulu dediğiniz yerde aylık huzur hakkı 450-500 milyon civarındadır. Yani, bunu kalkıp da böyle abartmanın hiçbir anlamı yok.

MUSTAFA ÖZYÜREK (İstanbul) – Para meselesi değil, tarafsız birini getirmediniz Sayın Başbakan.

BAŞBAKAN RECEP TAYYİP ERDOĞAN (Devamla) – Ve burada bizim oraya gönderdiğimiz arkadaşların hepsi…

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN – Sayın Başbakan, ek bir dakika daha efendim.

Buyurunuz.

BAŞBAKAN RECEP TAYYİP ERDOĞAN (Devamla) – Bizim oraya gönderdiğimiz arkadaşları biz yasalar çerçevesinde gönderdik. Yasalar neyi amirse, hukuk devletinde biz bunu yaparız.

K. KEMAL ANADOL (İzmir) – Eskiden de yasalar çerçevesinde oluyordu.

BAŞBAKAN RECEP TAYYİP ERDOĞAN (Devamla) – Sizden müsaade alacak değiliz, kusura bakmayın. (AK Parti sıralarından alkışlar)

Bir diğer konu, hâkimler savcılar meselesi. Hâkimler savcılar meselesinde niye bu kadar rahatsız oluyorsunuz? Hâkimler savcılar meselesinde şu anda takip edilen yöntem, yol, sene 1934, o günden bugüne hangi yöntemle yargıya eleman alınmışsa mülakat noktasında, aynı yöntem kullanılıyor. Aynı yöntemle alınması sizi niye rahatsız ediyor?

K. KEMAL ANADOL (İzmir) – Geçen dönem geri geldi, geri çektiniz.

KEMAL KILIÇDAROĞLU (İstanbul) – Niye yasa çıkarıyorsunuz aynı yöntemle alınıyorsa?

K. KEMAL ANADOL (İzmir) – Yok öyle bir şey.

KEMAL KILIÇDAROĞLU (İstanbul) – Aynı yöntemle alınıyorsa niye yasa çıkarıyorsunuz?

BAŞBAKAN RECEP TAYYİP ERDOĞAN (Devamla) – Bak burada ne yazıyor?

K. KEMAL ANADOL (İzmir) – Niye yasa çıkarıyorsunuz aynı yöntemle oluyorsa?

BAŞBAKAN RECEP TAYYİP ERDOĞAN (Devamla) – “5 bin kişilik kadro çıkardım, bu kadroları örgütüme vermeyip de MHP’ye mi verseydim?” Cumhuriyet Halk Partinin bakanı. (AK Parti sıralarından alkışlar)

M. CEVDET SELVİ (Kocaeli) – Ne alakası var onunla ya?

K. KEMAL ANADOL (İzmir) – Ne alakası var? Ne alakası var?

BAŞBAKAN RECEP TAYYİP ERDOĞAN (Devamla) – Alıp…

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

OKTAY VURAL (İzmir) – Siz de MHP’lileri dışlıyorsunuz. Ne farkınız var Moğultay’dan sizin?

BAŞBAKAN RECEP TAYYİP ERDOĞAN (Devamla) – …bizim oraya koyduğumuz şey şudur.

BAŞKAN – Sayın Başbakan, bitirin lütfen.

BAŞBAKAN RECEP TAYYİP ERDOĞAN (Devamla) – O da, bak, az önce Sayın Baykal burada birkaç tane rakam verdi ilk 100’ün içerisinden, birkaç rakam.

OKTAY VURAL (İzmir) – Moğultay’dan ne farkınız var?

BAŞBAKAN RECEP TAYYİP ERDOĞAN (Devamla) – İlk 100’ün içerisinden birkaç tane rakam veriyorsun, diğerleri ne oldu?

K. KEMAL ANADOL (İzmir) – Allah Allah!

BAŞBAKAN RECEP TAYYİP ERDOĞAN (Devamla) – Diğerlerinin hepsi girmiş. Ee? Yani ilk 100’ün tamamı da elenmiş mi? Çok ayıp!

K. KEMAL ANADOL (İzmir) – Yazılıda kazanamayanlar kazanmış. Mülakatı onlar kazanmış, yazılıda kazanamayanlar.

BEKİR BOZDAĞ (Yozgat) – Yazılıyı kazanamayanlar mülakata nasıl giriyor?

BAŞBAKAN RECEP TAYYİP ERDOĞAN (Devamla) – Ve değerli arkadaşlar, yandaş medya, o konuda siz çok kabiliyetlisiniz, biz size yetişemeyiz. Çok çok kabiliyetlisiniz. (AK Parti sıralarından alkışlar) Bizim size yetişmemiz o noktada, mümkün değil. Ve şu anda TMSF’nin yapmış olduğu ihaleyi de biz izliyoruz. Bu ihalede de katılmak isteyenler katılmıştır, ön yeterliliği olanlar girmiştir, neticesi yarın belli olacaktır ve bu konuda TMSF özerk bir kuruluş olarak da gereğini yapacaktır.

Bir diğer konu da değerli arkadaşlar, Cumhurbaşkanı bu kadar ağırlığını kaybetmemiştir. Neymiş? Hemen döner dönmez onaylamış

K. KEMAL ANADOL (İzmir) – Sayın Başkan, iki defa uzattınız.

ERGÜN AYDOĞAN (Balıkesir) – Üç defa.

K. KEMAL ANADOL (İzmir) – Üç defa uzattınız.

BAŞBAKAN RECEP TAYYİP ERDOĞAN (Devamla) – Değerli arkadaşlar, kusura bakmayın, biz, on beşinci günün son dakikasına kadar bu ülkede bekletildik; bu, ülkenin hizmetine bir ağırlaştırmaydı. (AK Parti sıralarından alkışlar)

KEMAL KILIÇDAROĞLU (İstanbul) – Sayın Başkan…

BAŞBAKAN RECEP TAYYİP ERDOĞAN (Devamla) – Evet, şimdi de, bu işin ne kadar süratlenirse ülkemize o kadar hayırlı olacağına inanıyoruz ve bundan dolayı da Cumhurbaşkanımıza özellikle teşekkür ediyorum. Sağ olsunlar, var olsunlar. (AK Parti sıralarından alkışlar)

Teşekkürler, saygılar sunuyorum. (AK Parti sıralarından ayakta alkışlar)

BAŞKAN – Teşekkür ediyorum Sayın Başbakan.

Sayın Baykal, buyurun efendim.

DENİZ BAYKAL (Antalya) – Sayın Başbakan konuşmasında, ismimi de zikrederek bana ilişkin bir haksız ithamda bulunmuştur. Bir açıklama yaparak o konuyu en azından cevaplamak istiyorum.

BAŞKAN – Sırf o çerçevede kalmak üzere, buyurun efendim. (CHP sıralarından alkışlar)

Üç dakikalık süre veriyorum Sayın Baykal.

K. KEMAL ANADOL (İzmir) – Üç dakika mı?

ESFENDER KORKMAZ (İstanbul) – Üç dakika mı olurmuş Sayın Başkan!

IV.- SATAŞMALARA İLİŞKİN KONUŞMALAR VE AÇIKLAMALAR (Devam)

2.- CHP Genel Başkanı Deniz Baykal’ın, Başbakan Recep Tayyip Erdoğan’ın, konuşmasında şahsına sataşması nedeniyle konuşması

DENİZ BAYKAL (Antalya) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; Sayın Başbakanın yaptığı konuşmaya cevap verme imkânımız olsa çok renkli olacak, çok iyi olacak, ama, Meclisimizin çalışma üslubu ne yazık ki buna elvermiyor. Bu konuda… (AK Parti sıralarından “Grubunuzda yaparsınız.” sesi) Evet, Grubumuzda yaparız, başka platformlarda yaparız.

Başbakanın bu söylediklerinin çok ciddi bir şekilde irdelenmesine ihtiyaç var. Onları bir tarafa bırakıyorum, ama Sayın Başkanın bana söz vermesine temel olan olayla ilgili olarak, Meclise duyduğum saygı gereği, Meclisin tutanaklarıyla tarihe duyduğum saygı gereği söylemem gereken birkaç şey var.

Sayın Başbakan, öyle anlaşılıyor ki, yolsuzluk suçlamalarına kendisi, yakınları, bakanları çok fazla muhatap olduğu için bunalmış, buna cevap verebilmek için bizimle ilgili ciddi bir gayret içinde, bir çaba içinde. (AK Parti sıralarından gürültüler)

KEMAL KILIÇDAROĞLU (İstanbul) – Dinleyin!

BAŞKAN – Lütfen… Arkadaşlar…

DENİZ BAYKAL (Devamla) – Bize yönelik bir yolsuzluk suçlaması yapabilecek bir dayanak noktası arıyor. Bu noktada yoğun bir çabanın içinde olduğunu görüyorum.

Fakat, öyle anlaşılıyor ki, Başbakanın, elindeki bütün devlet imkânlarıyla, bize yönelik bir yolsuzluk arayışı içinde bula bula, geldiği noktada…

NURETTİN CANİKLİ (Giresun) – Hiçbir şey kapatılmıyor.

DENİZ BAYKAL (Devamla) -… çürümüş, eskimiş, yıpranmış, hiçbir anlamı kalmamış olan, boş dedikodulara başvuracak noktaya geldiğini görüyorum.

OSMAN GAZİ YAĞMURDERELİ (İstanbul) – Yok mu arsan?

DENİZ BAYKAL (Devamla) - Aslında, bu tabii, Başbakanın içinde bulunduğu durum açısından çok üzüntü verici. (AK Parti sıralarından gürültüler) Ama, ben, yolsuzlukla ilgili olarak her somut iddiaya kapsamlı ve ayrıntılı şekilde cevap vermeyi görev bilirim.

Şimdi, Başbakan diyor ki, yanlış da veriyor rakamları ”87” diyor. Hayır, 87 değil. Ben milletvekili olmadan önce…

NURETTİN CANİKLİ (Giresun) – Ta o zaman var!

DENİZ BAYKAL (Devamla) – …henüz hiçbir kamu sorumluluğu üzerimde yokken, 1980’li yılların içinde, 12 Eylülün yedi yıllık siyaset yapma yasağı üzerimde iken, normal bir vatandaş olarak, Antalya’da Zeytinköy’de hisseli bir araziye katıldım ve o araziyi 1980’li yıllarda satın aldım. Ortak olarak satın aldım. (AK Parti sıralarından gürültüler)

MEHMET EMİN EKMEN (Batman) – Ne kadar vergi ödediniz?

DENİZ BAYKAL (Devamla) – Şimdi, o zamandan bu yana yirmi yılı aşkın bir süre geçti.

ALAATTİN BÜYÜKKAYA (İstanbul) – Plan değişikliği ne zaman oldu?

DENİZ BAYKAL (Devamla) – Bu süre içinde, bir gün bile, herhangi bir kamu otoritesiyle, yani bir belediye yetkilisiyle, bir tapu yetkilisiyle, bir devlet yetkilisi ile bu konuda hiçbir ilişki, hiçbir temas kurmuş değilim. Antalya’nın hemen yanında, yirmi küsur yıl önce alınmış olan bir arazi.  

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

DENİZ BAYKAL (Devamla) - Bu süre içinde, bizim, tamamen talebimiz ve girişimimiz söz konusu olmaksızın, Antalya’daki akışın doğal seyri içinde, 1980’den yirmi yıl sonra, bir imar muamelesine kısmen tabi oluyor ve bundan dolayı… (AK Parti sıralarından gürültüler)

AHMET YENİ (Samsun) – İnanmaz kimse!

BAŞKAN – Lütfen arkadaşlar.

DENİZ BAYKAL (Devamla) - ...Başbakan demeye çalışıyor ki “Antalya, Deniz Baykal, onun arazisi de orada, imar kapsamı içine girmiş, bunun altında bir bit yeniği vardır.” diyor.

NURETTİN CANİKLİ (Giresun) – Öyle bir şey demedi.

DENİZ BAYKAL (Devamla) - Sayın Başbakan, sizin kendi deneyimlerinizin ışığında böyle bir hüküm veriyor olmanızı anlarım, ama siz, bizim bu konulardaki anlayışımızı kavrayamazsınız. Biz, bu konularda, sizin kabul edemeyeceğiniz ölçüde bir dikkat ve duyarlılık içindeyiz. Bakın, açıkça söylüyorum, hiçbir Cumhuriyet Halk Partili belediye başkanı, bu süreç içinde, o olaya, herhangi bir şekilde katkı yapmış değildir.

MEHMET EMİN EKMEN (Batman) – Sonradan gelme!

DENİZ BAYKAL (Devamla) - Cumhuriyet Halk Partisiyle hiçbir ilgisi yoktur.

MUSTAFA ÖZBAYRAK (Kırıkkale) – Öyledir, öyledir!

DENİZ BAYKAL (Devamla) - Sayın Başbakan, sadece bana değil, dürüst, namuslu bir belediye başkanına da… O belediye başkanı, ayrı bir partinin belediye başkanı iken; ben, o dönemde, Parlamento dışında kalmış bir siyasi partinin bir mensubu iken; kendi partisi iktidarda iken, Başbakan çıkarmış iken; güya, benim siyasi etkim ve telkinim altında bu imar planı değişikliğini yapmış ve bir süre sonra da Cumhuriyet Halk Partisine ben onu almışım.

NURETTİN CANİKLİ (Giresun) – Yalan mı söylüyor?

DENİZ BAYKAL (Devamla) - Sayın Başbakan, hadi ben, sizin siyasi tartışma içinde olduğunuz ana muhalefet partisinin Genel Başkanıyım, haklı haksız bana söylersiniz ama bu memleketin dürüst, namuslu bir belediye başkanına, böyle bir hesapla, bir haksızlık yaptığı ithamını yaparken vicdanınız hiç sızlamıyor mu? Kendinize yakıştırabiliyor musunuz? (CHP sıralarından alkışlar)

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN – Teşekkür ediyorum Sayın Baykal.

DENİZ BAYKAL (Devamla) – Müsaadenizle, hemen bitiriyorum.

Değerli arkadaşlarım, bakın, bu iddia, ilk kez burada söylenmiyor. Bu iddiayı, bir büyük gazetemiz, en büyük gazetelerimizden birisi, manşetten, büyük haber yaptı, oraya insanlar gönderdi, incelemeler yaptı, günlerce çalıştılar, belgeler çıkardılar ve günlerce yayın yaptılar. Ne oldu? Mahkemeye verdik ve çok ağır bir şekilde mahkûm ettik onları.

RITVAN KÖYBAŞI (Nevşehir) – Aslı yok!

DENİZ BAYKAL (Devamla) – Bu iddiaların… Evet, aslı olmadığını, söylenen sözlerin gerçek dışı olduğunu, bu ithamların haksız bir şekilde, gazetede, siyasi bir amaçla yayımlanmış olduğunu mahkeme tespit etti ve ilgili yayın organını mahkûm etti.

Değerli arkadaşlarım, buralardan bir şey çıkmaz, çalı dibini taşlayarak bir şey bulamazsınız, bizim alnımız ak, yüzümüz pak. (CHP sıralarından alkışlar) Biz, devletin malına, milletin malına, hiçbir şekilde, para ve mal hesabı içinde el uzatmayı içimize sindiremeyiz, kabul edemeyiz. Ne ben ne bizim çocuklarımız, bizim ailemiz, bu bakımdan, hiçbir ithamın hedefi yapılamaz. Herkes, kendi hesabını versin. Hesabı soruyoruz, o hesabı veriyoruz. Bize soracağınız ne hesap varsa sorun, cevabınızı alırsınız.

Hepinize teşekkür ederim. (CHP sıralarından ayakta alkışlar)

BAŞKAN – Teşekkür ediyorum Sayın Baykal.

Sayın milletvekilleri, birleşime beş dakika ara veriyorum.

Kapanma Saati: 18.23

ÜÇÜNCÜ OTURUM

Açılma Saati: 18.34

BAŞKAN : Köksal TOPTAN

KÂTİP ÜYELER: Murat ÖZKAN (Giresun), Fatoş GÜRKAN (Adana)

BAŞKAN – Sayın milletvekilleri, Türkiye Büyük Millet Meclisinin 29’uncu Birleşiminin Üçüncü Oturumunu açıyorum.

2008 Yılı Merkezi Yönetim Bütçe Kanunu Tasarısı ile 2006 Yılı Merkezi Yönetim Kesin Hesap Kanunu Tasarısı’nın görüşmelerine devam edeceğiz.

III.- KANUN TASARI VE TEKLİFLERİ İLE KOMİSYONLARDAN 

GELEN DİĞER İŞLER (Devam)

A) Kanun Tasarı ve Teklifleri (Devam)

1.- 2008 Yılı Merkezi Yönetim Bütçe Kanunu Tasarısı ve Plan ve Bütçe Komisyonu Raporu (1/426) (S. Sayısı:57) (Devam)

2.- 2006 Yılı Merkezi Yönetim Kesin Hesap Kanunu Tasarısı ile Merkezi Yönetim Bütçesi Kapsamındaki İdare ve Kurumların 2006 Bütçe Yılı Kesin Hesap Tasarısına Ait Genel Uygunluk Bildirimi ve Eki Raporlarının  Sunulduğuna Dair Sayıştay Başkanlığı Tezkeresi ile Plan ve Bütçe Komisyonu  Raporu (1/267, 3/191) (S. Sayısı: 58) (Devam)

Komisyon ve Hükûmet yerlerinde.

Şimdi söz sırası, bütçenin lehinde, İstanbul Milletvekili Sayın Hasan Macit’te.

Sayın Macit, buyurunuz. (DSP sıralarından alkışlar)

Sayın Macit, İç Tüzük’ü biliyorsunuz. Bütçenin lehinde konuşmak üzere söz aldınız. Beni, sizi konuya davet etmeye mecbur bırakmayacağınızı umuyorum.

Süreniz on dakikadır.

Buyurun.

HASAN MACİT (İstanbul) – Sayın Başkanım, daha önceki dönemlerde, AKP milletvekilleri, lehinde alıp da nasıl konuştularsa, aynı minvalde konuşma yapacağım.

BAŞKAN – Bir hakkı kötüye kullanmayalım.

Buyurun.

Süreniz on dakika.

HASAN MACİT (İstanbul) – Sayın Başkan, sayın milletvekilleri; Demokratik Sol Parti ve şahsım adına yüce heyetinizi saygılarımla selamlıyorum.

Geçenlerde Isparta ili sınırları içerisinde düşen uçak kazasında hayatlarını kaybeden yurttaşlarımıza Allah’tan rahmet diliyorum, yakınlarına sabır diliyorum, güç diliyorum, bilim dünyasına ve Türk ulusuna başsağlığı diliyorum.

Değerli arkadaşlar, 2008 Yılı Merkezi Yönetim Bütçe Kanunu Tasarısı’nın lehinde söz aldım. Elbette ki lehindeki düşüncelerimizi ve burada yapılan tartışmalardan çıkardığımız sonuçları sizlerle paylaşmak istiyorum.

Biraz önce Sayın Başkanın söz vermeden önce uyarısını aldım ve o uyarıya uymaya çalışacağım, ama, ben bu sözü aldığımda, Meclisin önceki oturumlarındaki lehte alan arkadaşlarımızı şöyle bir taradığım zaman, bugün AKP sıralarında oturan birçok arkadaşımızın geçmiş yıllarda lehinde söz alarak nasıl aleyhinde konuştuklarını, hatta aleyhinde söz alarak nasıl lehinde konuştuklarını çıkardım ve burada örnekleri var. Bu nedenle, böyle bir polemik olacak olursa, bu örnekleri, değerli arkadaşlarımla paylaşmak istiyorum.

BAŞKAN – Suimisal misal olmaz.

HASAN MACİT (Devamla) – Değerli arkadaşlar, grubu bulunmayan siyasi partiler ve bağımsız milletvekillerinin, ne yazık ki, Türkiye Büyük Millet Meclisinde çok fazla düşüncelerini ifade etme şansları yok. Nasıl dışarıda gazeteciyi susturma anlayışı varsa, burada da, Mecliste, milletvekillerini susturma anlayışına doğru bir yöneliş var.

Değerli arkadaşlar, bizim milletvekili olarak denetim hakkından dolayı sormuş olduğumuz sorulara doğru dürüst yanıt gelmiyor. Burada şahısları adına söz alma yolu, yöntemi kapatılıyor. Peki, grubumuz da yok. Biz düşüncelerimizi nerede ifade edeceğiz? Nerede konuşacağız? Bizi…

MUSA SIVACIOĞLU (Kastamonu) – Grup kurun!

HASAN MACİT (Devamla) – Grup kuracağız. Elbette kuracağız. Buyurun, bizim partiye davet ediyorum, 20 kişiyi bulalım. O “Grup kurun!” diyen arkadaşıma teklif ediyorum, buyursunlar. (DSP sıralarından alkışlar)

ÜNAL KACIR (İstanbul) – Halktan isteyeceksiniz. Bizden olur mu?

HASAN MACİT (Devamla) – Biz nerede düşüncelerimizi ifade edeceğiz?

Değerli arkadaşlar, elbette ki, böyle platformlarda düşüncelerimizi ifade etmek durumundayız. Unutmayalım ki, baskı sonucu demokrasinin değişik araçlarından yararlanarak dikta özentisi içine girenlerin sonları hüsranla doludur ve tarihte bunun örnekleri pek çoktur.

Bir diğer konu, değerli arkadaşlar, eğer karşımızdan biz saygı bekliyorsak, karşımızdaki kişilere de saygı duymak mecburiyetindeyiz, zorundayız.

Ben, burada halkın, seçim bölgemizdeki yurttaşların söylemlerini dile getirmek istiyordum, ama, gerçekten o insanların, o yurttaşlarımızın söyledikleri, esnaf olsun, tarım kesimindeki insanlarımız olsun, işçi olsun, çalışanlarımız olsun, bugünkü yönetim anlayışından ve içinde bulundukları sıkıntıdan son derece rahatsız olduklarını her platformda, her ziyaret ettiğimizde bize durumlarını yansıtıyorlar. Ama, biraz önce Hükûmet yetkililerinin yaptığı konuşmalardan baktım ki ya Hükûmetimiz doğru söylüyor veyahut da Türk halkı, seçim bölgesindeki insanlarımız doğru söylemiyor. Yani, bir çelişki var, ama ben burada, Sayın Maliye Bakanının konuşması üzerine bize dağıtılan not kitapçığından, sözlerimi, düşüncelerimi sizlerle paylaşmak istiyorum.

Değerli arkadaşlar, ne yazık ki 2008 merkezî yönetim bütçesi, yılı kurtarmak, borç ve faiz ödeme bütçesine dönüşmüştür. Bu bütçede, 222,6 milyar YTL gideri olan bu bütçede -baktığımız zaman arkadaşlar- ne yazık ki yatırımlara kaynak yok. 12 milyar YTL'lik bir yatırım öngörülmektedir, ama bunun yanı sıra 56 milyar YTL borç ve faiz ödemesine kaynak aktarılmaktadır.

Değerli arkadaşlar, neredeyse borç ve faiz ödemelerine ayrılan kaynağın beşte 1'i oranında bir yatırıma kaynak aktarılıyor. Peki, bu kadar az bir kaynakla işsizliği nasıl çözeceğiz? Üretimi, verimliliği nasıl artıracağız?

Değerli arkadaşlar, borçlarımıza baktığımız zaman, hani Hükûmetin yetkililerinin her çıkışında 2002 ve 2007 karşılaştırmasını yapıyorlar ve bu bağlamda sözlerini devam ettiriyorlar, ben de rakamları çıkardım.

Değerli arkadaşlar, iç ve dış borç stokuna baktığımız zaman 2002'de 300 milyar YTL bir borçla devraldıkları ülkeyi, 530 milyar YTL'lik bir borca çıkardıklarını görüyoruz.

ASIM AYKAN (Trabzon) – Özel sektörün borçları...

HASAN MACİT (Devamla) – Evet efendim, özel sektörün borcu da kamunun borcudur.

ASIM AYKAN (Trabzon) – Ne münasebet!

HASAN MACİT (Devamla) – Özel sektör dışarıdan bir kaynak bulurken, borç bulurken, burada ya Türkiye Cumhuriyeti bankalarını veyahut da Merkez Bankasını bir kefaletle, ipotekle almaktadır.

NUSRET BAYRAKTAR (İstanbul) – Karşılığı var ama.

HASAN MACİT (Devamla) – Siz öyle bilirsiniz, biz böyle biliriz.

Değerli arkadaşlar, peki, bu kadar süre içerisinde 300 milyarlık bir  borcu nasıl 530 milyara çıkardılar ve bu borç noktasında neler yaptılar, ne kadar kaynak yarattılar, bu kaynak da yetmediği hâlde bu kadar borç çoğaldı, bir de onu irdeleyelim izninizle.

Sayın Maliye Bakanımızın gene kitapçığında diyor ki, özelleştirmeleri anlatırken, özelleştirmelerin ne kadar verimli olduğunu ve kamu maliyesine işte 25,5 milyar dolar, hatta hatta Ulaştırma Bakanlığı tarafından yapılan özelleştirmelerle 40 milyar dolar bir kaynak geldiğini yazıyor. Doğrudur.

Değerli arkadaşlar, özelleştirmelerden bu kadar bir kaynak geldi. Peki, vatan topraklarının satılmasından ne kadar kaynak geldi? Bir bunları karşılaştırmak gerekir. (AK Parti sıralarından gürültüler) Bu kaynaklar nereye gitti? Bu kaynaklar gittiği gibi yetmedi, 200 milyar dolar da, 230 milyar dolar da ne yazık ki borcumuz arttı.

BAŞKAN – Sayın Macit…

HASAN MACİT (Devamla) – Değerli arkadaşlar, bizim zamanımız çok dar. 

BAŞKAN – Sayın Macit, iki dakikanız kaldı.

HASAN MACİT (Devamla) – Görüyorum Sayın Başkanım, teşekkür ederim.

Değerli arkadaşlar, gerçekten, bizim burada çok kısa bir süre içerisinde tüm bunları ifade etme şansımız yok ama ben kısaca vatan topraklarının satılması konusunda yapılan açıklamaların son derece yanlış olduğunu sizlerle paylaşmak istiyorum. Bazı bakan arkadaşlarımız diyor ki: “Efendim, işte şu dönemde satıldı, bu dönemde satıldı:”

Değerli arkadaşlar, 1923, cumhuriyet kurulduğundan 2003’e kadar 16 milyon 603 bin metrekare toprak satılırken, Haziran 2003’ten 2006 sonuna kadar 15 milyon 500 bin metrekarelik bir toprak satılmıştır.

ASIM AYKAN (Trabzon) – Yanlış!

HASAN MACİT (Devamla) – Yanlış değil. Bu rakamlar Tapu Kadastro Genel Müdürlüğünün sitesindedir.

ASIM AYKAN (Trabzon) – Hayır, hayır!

HASAN MACİT (Devamla) – Ne hikmetse, Tapu Kadastro Genel Müdürlüğünün sitesinde yabancılara toprak satışıyla ilgili olan veriler son dönemlerde yok, çoktandır yok. Acaba Türk halkından bir şeyler mi gizleniyor, acaba Türk halkından bir şeyler mi kaçırılıyor, bunun kaygısı içerisindeyim. Bu vatan toprakları satıldı, hazineye gelir kaydedildi. Üzerinde birçok pis kokular çıkan özelleştirmeden 40 milyar dolar getirildi, o da hazineye kaynak yaratıldı, ama bakıyoruz, borç 230 milyar dolar daha artı.

Değerli arkadaşlar, gelin…

ERTEKİN ÇOLAK (Artvin) – Batan bankalardan bahset!

HASAN MACİT (Devamla) – Bankaları kimin soyduğu, kimin üzerine gittiği belli.

ERTEKİN ÇOLAK (Artvin) – Siz soydunuz işte!

HASAN MACİT (Devamla) – 57’nci Hükûmet döneminde bankaların üzerine gidildi. Üzerine gidildi ve o gün için mahkeme karşısına dokunulmayan insanlar çıkarıldı.

 Değerli arkadaşlar, buradan sataşarak konuyu yanıltmayalım, konuyu başka taraflara çekmeyelim. Sizinle her platformda bankalarla ilgili konuyu, her konuyu tartışmaya hazırım. “Hodri meydan!” diyorum. (AK Parti sıralarından gürültüler)

Değerli arkadaşlar, özelleştirmeler ne yazık ki talana dönüşmüştür. Bugün özelleştirmeler istihdam artıracak, verim artıracak, üretim artıracak anlayışı, ne yazık ki Özelleştirme İdaresinin özelleştirme amaçlarından çıkmıştır…

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN – Sayın Macit, söz süreniz bitti, teşekkür ediyorum.

MUSTAFA ELİTAŞ (Kayseri) – Sayın Başkan, lehte konuşmuyor zaten, aleyhte konuşuyor…

BAŞKAN - Lütfen… Buyurun efendim…

HASAN MACİT (Devamla) – Sayın Başkan…

BAŞKAN - Bir hakkı zaten kötüye kullandınız, yani Başkanlığı da istismar ettiniz; buyurun lütfen.

HASAN MACİT (Devamla) – Sayın Başkan, burada üç defa konuşma süresi uzatılan arkadaşlarımız oldu, ama…

BAŞKAN – Gayet tabii, sizin de…

HASAN MACİT (Devamla) – Ama, bizim sözümüzün başında söylediğimiz…

BAŞKAN – Sayın Macit, beni dinler misiniz…

HASAN MACİT (Devamla) - …bağımsız milletvekillerinin söz hakkının gasp edilmesi konusunda eğer siz de böyle bir anlayış içindeyseniz söyleyecek bir şeyimiz yok.

MUSTAFA ÖZYÜREK (İstanbul) – Sayın Başkan, konuşsun biraz daha, ne olacak…

BAŞKAN – Sayın Macit, bu İç Tüzük’ü ben yapmadım. Ben İç Tüzük’ü uygulamak zorundayım. Siz bir hakkı kötüye kullanarak lehte söz aldınız, aleyhte on dakika konuştunuz.

HASAN MACİT (Devamla) – Sayın Başkan, geçmişte, Meclis Başkanlığı yapan Bülent Arınç burada lehte söz almış ve aleyhte konuşmuştur. Ben bunların hepsini çıkardım. Yani, şimdi Bülent Arınç konuşacak, biz konuşmayacağız! AKP milletvekilleri konuşacak, biz konuşmayacağız!

BAŞKAN – Sayın Macit, bakın, İç Tüzük hükümlerine karşılık…

HASAN MACİT (Devamla) – Sayın Başkan, hiç olmazsa bütçenin hayırlı olması anlamında bir cümle sarf edeyim…

BAŞKAN – Peki, bir dakika daha süreye veriyorum.

HASAN MACİT (Devamla) – Teşekkür ederim Sayın Başkanım.

Değerli arkadaşlar, sözlerimin başındaki söylediğim, bağımsız ve grubu olmayan partilere mensup olan milletvekillerinin söz hakkının kısıtlamasına bir örnektir, demokrasimizin çarpık bir örneğidir diye düşünüyorum.

MUSA SIVACIOĞLU (Kastamonu) – Grubun var orada, niye ayrıldın?

HASAN MACİT (Devamla) – 2008 yılı bütçesinin ülkemize hayırlı uğurlu olmasını diliyorum.

Yerinden sataşan arkadaşlarımız da lütfen biraz ciddi olsun, dinlemesini bilsin diyorum.

Hepinize saygılar sunarım. (DSP, CHP ve MHP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – Teşekkür ederim Sayın Macit.

Değerli arkadaşlarım, şimdi söz sırası aleyhte konuşacak arkadaşımızda.

Aleyhte söz isteyen Sayın Oktay Vural ve Sayın Beytullah Asil söz isteklerini geri çekmişlerdir.

OKTAY VURAL (İzmir) – Efendim, Sayın Muhsin Yazıcıoğlu, Büyük Birlik Partisi Genel Başkanı, Sivas Milletvekiline devrediyorum sözümü.

BAŞKAN – Sırada Sivas Milletvekili Sayın Muhsin Yazıcıoğlu var.

Sayın Yazıcıoğlu, buyurun efendim.

Süreniz on dakikadır.

MUHSİN YAZICIOĞLU (Sivas) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; 2008 bütçesinin ülkemiz ve milletimiz için hayırlı ve uğurlu olmasını Cenabı Allah’tan temenni ederek hepinize saygılarımı, sevgilerimi sunuyorum ve sözlerimin başında bugün bu konuşmayı yapma imkânını bana vermiş olan Milliyetçi Hareket Partisi Grubuna huzurlarınızda teşekkür ediyorum.

Değerli milletvekilleri, bildiğiniz üzere Meclisimizin İç Tüzük’ü ancak gruplara göre ayarlanmıştır. Anayasa’mızın 68’inci maddesi “Siyasi partiler demokrasinin vazgeçilmez unsurlarıdır.” demiş olmasına rağmen Türkiye Büyük Millet Meclisinde İç Tüzük’ümüz grupları vazgeçilmez hâle getirmiştir ve partileri hesaba katmamıştır. Tabii, dolayısıyla, siyasi parti temsilcilerinin de görüşlerini ifade edebilmesi için herhâlde gece sabaha karşı gelip sıraya girip büyük bir mücadeleyle beş dakikalık, on dakikalık söz hakkı elde etmek mecburiyetinde bırakılmaktadır. Bu, Meclisimize yakışmamaktadır. Büyük Meclisimizin bu durumu düzeltmesi gerekmektedir. En azından bu tür önemli dönemlerde kırk dakika gruplar konuşurken beş dakika da partilere söz hakkı verilebilmelidir. Konuşmaktan çekinmemeliyiz, konuşulmasından korkmamalıyız ve dolayısıyla Türkiye’de demokrasiyi yerleştirmek isteyen bir Meclisin önce kendi içinde demokrasiyi tabana yayması gerekmektedir, bunun altını çizmek istiyorum ve zaman zaman, tabii, Sayın Başkanın nezaket içerisinde “Yerinizden iki dakika, üç dakika konuşun.” demiş olması da bu hakkı vermemektedir. Doğrudan, saygın bir şekilde bu imkâna kavuşmamız gerekmektedir.

Şimdi, tabii, Türkiye Büyük Millet Meclisi bugün çok ciddi bir konuyu tartışıyor, değerlendiriyor. Türkiye’nin sorunlarını konuşuyoruz, çözüm önerilerimizi getiriyoruz ve ülkemizin daha iyi yarınlara taşınması için, iktidar olarak, muhalefet olarak, siyasetçiler olarak ne yapacağımızı konuşuyoruz. Tabii ki, muhalefet partileri tenkitlerini ifade ederken yanında çözümlerini ortaya koymalı şüphesiz. Ama, iktidar da zaman zaman muhalefet partilerini bilgilendirmek suretiyle onların çözüme katkıda bulunmasını sağlamalıdır. Mesela, Sayın Başbakan dünyanın her yerini geziyor, çok da gezen bir Hükûmetimiz var. Gittikleri yerlerde kripto tutmadan görüşmeler yapıyorlar. Bu görüşmelerin sonuçlarının ne olduğu, hangi kararları aldıkları, hangi konularda angajmanlara girildiğini hiç olmazsa siyasal partilere bilgi olarak aktarılması çok mu zor bir şey? Ama, ben, bu konuda şu ana kadar bu hususta bir defa bile bilgi alabilmiş değilim, hiçbir siyasi partinin de bu konuda bilgi aldığı kanaatinde değilim.

Türkiye çok kritik bir dönemden geçiyor. Terör gibi ciddi bir sorunu burada görüştük ve Türkiye Büyük Millet Meclisi sınır ötesi bir operasyon kararı aldı. Bu kararın hemen arkasından, sanki “Sınır ötesine asker mi göndereceksiniz? Öyleyse, gelirim, ben senin askerini alır giderim.” dercesine operasyon yedik, birliklerimize saldırıldı, askerlerimiz alıp dışarıya götürüldü, rehin alındı ve rencide edici bir tarzda, şov yaparak Türkiye’ye teslim edildiler. Ondan sonrasında bu operasyon kararı ne oldu? Bununla ilgili ne karar alındı? Meclisin kararı ne oldu? Amerika Birleşik Devletleri’yle oturuldu ne konuşuldu? Ondan sonra birden bire değişen Amerika, stratejik ortağına şimdiye kadar vermemiş olduğu bilgileri niye vermeye başladı? Neden termal kameralarda görülen terörist hareketleri şimdiye kadar gösterilmedi de şimdi gösteriliyor? Ne oldu ki, Amerika Birleşik Devletleri’nin Büyükelçisi bir bölgemizin milletvekillerini değil, güya etnik kökenli milletvekillerini kahvaltıya çağırarak, yemeğe çağırarak neyi konuşuyor?

Türkiye üniter bir devlettir. Türkiye’de Kürt’ü Türkmen’i, Alevi’si Sünni’si, hepimiz, hep beraber aynı kıbleye dönen, aynı secdeye baş koyan, aynı bayrağın altında, bu devletin, bu vatan topraklarının üstünde kaynaşmış bir milletiz. Atatürk’ün gösterdiği gibi, sınıfsız ve imtiyazsız, kaynaşmış bir millet olma yolunda ilerlemek mecburiyetindeyiz. Bu böyleyken, bir küresel güç hangi hakla ve hangi yetkiyle, Türkiye’nin içerisinde birtakım milletvekillerini, güya etnisiteye dayanarak toplantı yapıyor, oradan çıkıyor bir şehrimize gidiyor, oradan kalkıyor Erbil’e geçiyor, kiminle kimin arasında bir diyalog oluşturma görevi üstleniyor? Bunlarla ilgili bilgi almak zorunda değil miyiz? Ne yazık ki bütün bunlar, Türkiye’de kapalı kapılar arkasında gerçekleştiriliyor.

Türkiye terör sorununu çözebilmek için, terörle mücadele konseptini derhal değiştirmelidir. Terörle mücadele ile teröristle mücadeleyi birbirinden ayırmalıdır. Orta ve uzun vadeli terörle mücadele tedbirlerini ekonomik ve sosyal olarak alırken, diğer tarafta, teröristle mücadeleyi içeride emniyet özel harekât timlerine, sınır ve sınır ötesinde Türk Silahlı Kuvvetlerimizin özel kuvvetlerine vermeli, mobil hareketlerle vurucu, etkin, sonuç alıcı ve tavizsiz bir karalılıkla terörün üstüne gidebilmelidir.

Şimdi, Anadolu’yu gezdiğimiz zaman, en büyük şikâyet işsizlikten geliyor. İşsizlik can yakıyor, ama üniversite mezunu kardeşlerimiz kapı kapı iş ararken, orta ölçekli işletmelerimiz ara eleman bulamamaktan şikâyetçi oluyor. İmam-hatiplerle ilgili tedbir alacağız derken, belli bir dönem meslek liselerini de mahvetmişizdir. Dolayısıyla, süratle meslek liselerinin özendirilmesini sağlayacak tedbirler almalıyız. Bir taraftan ara eleman ihtiyacını karşılarken, diğer taraftan da Türkiye’nin iş gücü kaybını ve zaman kaybını ortadan kaldırmalıyız. Bunun için, iki yıllık meslek lisesi mezunlarına da askerlikte kısa dönem askerlik yapabilme şansı verilmelidir. Çünkü, birçok gencimiz sadece askerlikte avantaj sağlamak için dört yıllık okullara gitmektedirler. Onun için bunu da özendirmeliyiz diye düşünüyorum.

Üniversitelerde gençlerimiz okuyabilmek için kredi alıyorlar, ancak geçen gün Sayın Bakan burada “Kredi borcu olan kimse yoktur, kapısına haciz giden kimse yoktur.” diyor, ama öğrencilerimiz okulunu bitirir bitirmez iki yıl sonra bu kredilerini ödemek mecburiyetinde bırakılıyor. Hâlbuki, mezun olan gençlerimiz gidiyorlar, askerlik yapıyorlar, sonra da iş arıyorlar. Onun için, bunların, sigortalı bir iş bulduktan sonra kredi borçlarını ödemesine imkân sağlanmalıdır ve evlenecekleri zaman gençlerimize uzun vadeli, faizsiz evlilik kredisi verilmelidir ve bir de, çeşitli sebeplerle okullarından ilişiği kesilmiş ve okuma hakkını kaybetmiş olan gençlerimize bir defaya mahsus bir af kanunu getirilmelidir. Bu konuda diğer gruplarımızın da talepleri var.

Ben, devlete, millete kurşun sıkanlara değil, “Ben okumak istiyorum.” diyenlere af istiyorum. Dolayısıyla, yüce Meclisimizin bu konuda da bizim daha önce vermiş olduğumuz önergeye katkı sağlamasını temenni ediyorum.

Tabii, Sayın Başkanın nezaketini zorlamak istemiyorum, sürem bitti, ama, ben, burada, daha çok…

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN – Sayın Yazıcıoğlu, bir dakikalık ek süre daha veriyorum.

MUHSİN YAZICIOĞLU (Devamla) – Sayın Başkan, teşekkür ediyorum.

Burada, karnesini elde edebilmek için kapı kapı dolaşan Bağ-Kur’lularımızın sorunlarına değinmek istiyordum. Yine, bir ay primini ödeyemediği için hastane kapılarından geriye döndürülen Bağ-Kur’lularımızın… Evet, ben, daha dün bir tanesini kendim tedavi ettirdim, çünkü borcu olduğu için Bağ-Kur karnesi geçerli değil, öbür tarafta borcuna faiz işlemeye devam ediyor. Bu insafsızlıktır. Ya borcuna faizi dondurun ya da hastane kapısından geriye çevirmeyin. Bununla ilgili, özürlülerle ilgili diğer konuları daha sonra gündeme getirme fırsatı inşallah bulacağım.

Hepinize saygılar sunuyorum. Bütçenin hayırlı olmasını temenni ediyorum. (AK Parti sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – Teşekkür ediyorum Sayın Yazıcıoğlu.

Sayın milletvekilleri, Sayın Yazıcıoğlu’nun konuşmasında geçen bir ifadeyle ilgili olarak, Sayın Adalet Bakanı Şahin bir açıklamada bulunacaklar.

ADALET BAKANI MEHMET ALİ ŞAHİN (Antalya) – İzin verirseniz yerimden...

BAŞKAN – Yerinizden, buyurun.

IV.- SATAŞMALARA İLİŞKİN KONUŞMALAR VE AÇIKLAMALAR (Devam)

3.- Adalet Bakanı Mehmet Ali Şahin’in, BBP Genel Başkanı Muhsin Yazıcıoğlu’nun konuşmasında geçen bir ifadeyle ilgili açıklaması

ADALET BAKANI MEHMET ALİ ŞAHİN (Antalya) – Sayın Başkanım, çok teşekkür ederim.

Sayın Yazıcıoğlu, konuşması esnasında, Türkiye Cumhuriyeti devleti ve Hükûmeti adına diğer ülkelerin devlet yetkilileriyle yapılan görüşmelerin tutanaklarının tutulmadığı veya hazırlanan kriptoların özellikle siyasi partilere iletilmediği şeklinde bir açıklama yaptılar. Bilindiği gibi, tüm resmî görüşmeler bir zabıt altına alınır, bunlarla ilgili kriptolar oluşturulur ve bunlar, yine yasa gereği, gizlilik damgalı olarak devletin saklanması gereken yerlerinde saklanır. Ama bunlar, hiçbir zaman siyasi partilerin genel başkanlarına gönderilmez. Böyle bir ne yasal imkân var ne böyle bir usulümüz var. Bu açıklamayı yapma ihtiyacını duydum.

Çok teşekkür ederim.

K. KEMAL ANADOL (İzmir) – Yani, Bush ve Başbakanın görüşmesinin tutanağı var mı efendim?

BAŞKAN – Teşekkür ediyorum Sayın Şahin.

III.- KANUN TASARI VE TEKLİFLERİ İLE KOMİSYONLARDAN 

GELEN DİĞER İŞLER (Devam)

A) Kanun Tasarı ve Teklifleri (Devam)

1.- 2008 Yılı Merkezi Yönetim Bütçe Kanunu Tasarısı ve Plan ve Bütçe Komisyonu Raporu (1/426) (S. Sayısı:57) (Devam)

2.- 2006 Yılı Merkezi Yönetim Kesin Hesap Kanunu Tasarısı ile Merkezi Yönetim Bütçesi Kapsamındaki İdare ve Kurumların 2006 Bütçe Yılı Kesin Hesap Tasarısına Ait Genel Uygunluk Bildirimi ve Eki Raporlarının  Sunulduğuna Dair Sayıştay Başkanlığı Tezkeresi ile Plan ve  Bütçe Komisyonu  Raporu (1/267, 3/191) (S. Sayısı: 58) (Devam)

BAŞKAN – Sayın milletvekilleri, Sayın Ufuk Uras’ın bir söz talebi var. Gönlümüz ister ama mevcut İç Tüzük hükümleri karşısında Sayın Uras’a böyle bir söz verme imkânımız yok. Ancak, emsal teşkil etmemek şartıyla, yerinden, Sayın Uras’a, üç dakikayı da geçmemesi ricasıyla söz veriyorum.

Buyurun Sayın Uras.

MEHMET UFUK URAS (İstanbul) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; çok teşekkür ediyorum.

Bütçe dediğiniz, kaynakların yeniden paylaşımıdır, bir nimet-külfet ilişkisidir ama gördüğüm kadarıyla, burada sosyal duyarlılığı yok bütçenin. Sayın Unakıtan, sağ olsun, şakayla karışık konuşmayı seviyor; galiba o çerçevede- “sosyal devlet anlayışını benimsiyoruz” dedi. Bizim üniversitelerde anlattığımız sosyal devlet anlayışının bu bütçedeki karşılığı nedir, merak ediyorum. Ulusal devlet ve sosyal devletin yerine bir neoliberal devlet anlayışıyla karşı karşıyayız. “Tam bağımsızlık ancak mali bağımsızlıkla mümkündür.” diye bir de Mustafa Kemal’in cümlesini kullandı. Ben zannettim ki, “tam bağımsız Türkiye” şiarıyla uluslararası mali kurumlardan bağımsızlaşma hedefi var. Ama, Sayın Başbakan da hemen bunu düzeltti. Bunun da bir şaka olduğunu gördük. Çünkü, Birleşmiş Milletler insani yaşam endeksinde 84’üncü sırada olmamız, zaten, 17’nci sırada olan bir ülke olarak, ciddi bölüşüm problemlerimiz olduğunu gösteriyor.

Tahmin ediyorum, bizi ilgilendiren tek temanın kamu çıkarı olması gerek. Özel çıkardan özel çıkar sevinir. Biz, yaptığımız kamu hizmetleriyle bir övünç yakalamalıyız. Ama, Özel sektörün başarısı da bizim başarımız diyorsak, o zaman, özel sektörün borcu olunca niye kendi sorunlarıdır diyoruz anlamıyorum.

Özelleştirme mağdurlarının mağdur edilmediği gibi değerlendirmeler de kamu bankalarının özelleştirilmesi mağdurları çerçevesinde çok açık bir şekilde ortada. Özelleştirmeye devam bütçesidir bu ama Topkapı’daki kutsal hazineler dışında özelleştirilecek çok az şey kalmıştır, bunu da bilmemiz gerek.

Çok ilgimi çeken bir başka nokta, petrol açığı üzerinde duruldu. Bildiğiniz gibi, petrol zengini ülke -Chavez- Venezuella, İran dâhil bütün ülkelerle temas hâlinde ama, Türkiye’nin yeterince ilişkisi yok. Eğer arzu ederseniz, devrimci dayanışma içinde olduğumuz Chavez’in Hükûmetimizle olan bağlantılarını güçlendirecek bir pozitif bir politika içerisinde yer alabiliriz.

Sayın Maliye Bakanı, yine, giren-çıkan sermayenin sınırda gözükmediğini gördü. Keşke, bütçesinde, Türkiye’ye giren sermayenin know how’a, istihdama, teknolojiye olan katkılarını rakamlar itibarıyla ifade etseydi. Demin de vurguladığım gibi, bu kamusal hizmetlerin niteliği ve genişliğiyle gerçek anlamda sosyal politikaları savunmamız için, karar alma mekanizmalarında belki emeğiyle geçinen insanların, çok daha söz, yetki ve karar sahibi olması gerekiyor.

Bu bütçenin, nimet-külfet ilişkisine baktığımızda, toplumun geniş kesimlerinin maalesef aleyhine olduğunu görüyorum.

Teşekkür ediyorum. (DTP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – Teşekkür ediyorum Sayın Uras.

Sayın milletvekilleri, 2008 Yılı Merkezi Yönetim Bütçe Kanunu Tasarısı ile 2006 Yılı Merkezi Yönetim Kesin Hesap Kanunu Tasarısı’nın tümü üzerindeki görüşmeler tamamlanmıştır.

Şimdi, 2008 Yılı Merkezi Yönetim Bütçe Kanunu Tasarısı ile 2006 Yılı Merkezi Yönetim Kesin Hesap Kanunu Tasarısı’nın maddelerine geçilmesini oylarınıza sunacağım.

2008 Yılı Merkezi Yönetim Bütçe Kanunu Tasarısı’nın maddelerine geçilmesini oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler… Etmeyenler… Kabul edilmiştir.

2006 Yılı Merkezi Yönetim Kesin Hesap Kanunu Tasarısı’nın maddelerine geçilmesini oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler… Etmeyenler… Kabul edilmiştir.

Böylece, 2008 Yılı Merkezi Yönetim Bütçe Kanunu Tasarısı ile 2006 Yılı Merkezi Yönetim Kesin Hesap Kanunu Tasarısı’nın maddelerine geçilmesi kabul edilmiştir.

Şimdi, sırasıyla, her iki tasarının da 1’inci maddelerini okutuyorum:

2008 YILI MERKEZİ YÖNETİM BÜTÇE KANUNU TASARISI

BİRİNCİ KISIM

Genel Hükümler

BİRİNCİ BÖLÜM

Gider, Gelir, Finansman ve Denge

Gider

MADDE 1- (1) Bu Kanuna bağlı (A) işaretli cetvellerde gösterildiği üzere, 10/12/2003 tarihli ve 5018 sayılı Kamu Mali Yönetimi ve Kontrol Kanununa ekli;

a) (I) sayılı cetvelde yer alan genel bütçe kapsamındaki kamu idarelerine 218.284.732.372 Yeni Türk Lirası,

b) (II) sayılı cetvelde yer alan özel bütçeli idarelere 13.941.949.650 Yeni Türk Lirası,

c) (III) sayılı cetvelde yer alan düzenleyici ve denetleyici kurumlara 1.729.688.441 Yeni Türk Lirası,

ödenek verilmiştir.

2006 YILI MERKEZİ YÖNETİM KESİN HESAP KANUNU TASARISI

Gider Bütçesi

MADDE 1 - (1)  Kesin hesap gider cetvelinde gösterildiği üzere, 10/12/2003 tarihli 5018 sayılı Ka-nuna Ekli;

a) (I) sayılı cetvelde yer alan genel bütçe kapsamındaki kamu idarelerinin 2006 yılı  bütçe gideri 175.084.120.528, 92 Yeni Türk Lirası,

b) (II) sayılı cetvelde yer alan özel bütçeli idarelerin 2006 yılı bütçe gideri 10.225.121.527,69 Yeni Türk Lirası,

c) (III) sayılı cetvelde yer alan düzenleyici ve denetleyici kurumların 2006 yılı bütçe giderleri 1.330.225.848,52 Yeni Türk Lirası,

olarak gerçekleşmiştir.

BAŞKAN – Değerli milletvekilleri, Anayasa’nın 164’üncü maddesi uyarınca Bütçe Kanunu Tasarısı ile Kesin Hesap Kanunu Tasarısı’nın görüşmeleri birlikte yapılacağından, okunmuş bulunan 1’inci maddeler kapsamına giren kuruluşların 2008 yılı merkezî yönetim bütçeleri ile 2006 yılı merkezî yönetim kesin hesaplarının görüşmelerine yarınki birleşimde başlanacaktır.

Programa göre, kuruluşların bütçe ve kesin hesaplarını görüşmek için, alınan karar gereğince 5 Aralık 2007 Çarşamba günü saat 11.00’de toplanmak üzere birleşimi kapatıyorum.

Kapanma Saati: 19.08

Türkiye Büyük Millet Meclisi Resmi internet Sitesi
© 2009 T.B.M.M.