DÖNEM:
23 YASAMA
YILI: 2 TÜRKİYE BÜYÜK MİLLET MECLİSİ TUTANAK DERGİSİ CİLT : 7 29’uncu Birleşim 4 Aralık 2007 Salı İ Ç İ N D E K İ L E R I. -
GEÇEN TUTANAK ÖZETİ II. - GELEN KÂĞITLAR III.
- KANUN TASARI VE TEKLİFLERİ İLE KOMİSYONLARDAN GELEN DİĞER İŞLER A)
KANUN TASARI VE TEKLİFLERİ 1.- 2008 Yılı
Merkezi Yönetim Bütçe Kanunu Tasarısı ve Plan ve Bütçe Komisyonu Raporu (1/426)
(S. Sayısı: 57) 2.- 2006 Yılı
Merkezi Yönetim Kesin Hesap Kanunu Tasarısı ile Merkezi Yönetim Bütçesi
Kapsamındaki İdare ve Kurumların 2006 Bütçe Yılı Kesin Hesap Tasarısına Ait
Genel Uygunluk Bildirimi ve Eki Raporlarının
Sunulduğuna Dair Sayıştay Başkanlığı Tezkeresi ile Plan ve Bütçe Komisyonu Raporu (1/267, 3/191) (S. Sayısı: 58) IV.-
SATAŞMALARA İLİŞKİN KONUŞMALAR VE AÇIKLAMALAR 1.- Maliye Bakanı
Kemal Unakıtan’ın, CHP Genel Başkanı Deniz Baykal’ın, konuşmasında şahsına
sataşması nedeniyle konuşması 2.- CHP Genel
Başkanı Deniz Baykal’ın, Başbakan Recep Tayyip Erdoğan’ın, konuşmasında şahsına
sataşması nedeniyle konuşması 3.- Adalet Bakanı
Mehmet Ali Şahin’in, BBP Genel Başkanı Muhsin Yazıcıoğlu’nun konuşmasında geçen
bir ifadeyle ilgili açıklaması V.-
SORULAR VE CEVAPLAR A)
Yazılı Sorular ve Cevapları 1.- Konya
Milletvekili Atilla Kart’ın, vekâleten görev yapan bürokratların atamalarının
yapılmasına, - Hatay
Milletvekili Süleyman Turan Çirkin’in, 11’inci Cumhurbaşkanınca kararnameleri
imzalanarak asaleten atanan bürokratlara, İlişkin
Başbakandan soruları ve Devlet Bakanı Murat Başesgioğlu’nun cevabı (7/236, 368) 2.- Şırnak
Milletvekili Hasip Kaplan’ın, bir cezaevi aracının ön yüzüne yazılmış olan
yazıya ilişkin sorusu ve Adalet Bakanı
Mehmet Ali Şahin’in cevabı (7/268) 3.- Gaziantep
Milletvekili Yaşar Ağyüz’ün, Gaziantep Şahinbey Belediyesinin haksız ve baskı
ile bağış topladığı iddiasına ilişkin sorusu ve
Adalet Bakanı Mehmet Ali Şahin’in cevabı (7/269) 4.- Bursa
Milletvekili Kemal Demirel’in, Yenişehir Kocasu Deresindeki kirliliğe ilişkin
sorusu ve Çevre ve Orman Bakanı Veysel
Eroğlu’nun cevabı (7/438) 5.- Bursa
Milletvekili Kemal Demirel’in, orman yangınlarına ve ağaçlandırma çalışmalarına
ilişkin sorusu ve Çevre ve Orman Bakanı
Veysel Eroğlu’nun cevabı (7/441) 6.- İstanbul
Milletvekili Mehmet Ufuk Uras’ın, Kaz Dağları’ndaki maden arama çalışmalarına
ilişkin sorusu ve Çevre ve Orman Bakanı
Veysel Eroğlu’nun cevabı (7/443) 7.- Konya
Milletvekili Atilla Kart’ın, Özelleştirme İdaresinin Petkim hisselerinin
satışıyla ilgili açıklamalarına ilişkin Başbakandan sorusu ve Maliye Bakanı
Kemal Unakıtan’ın cevabı (7/487) 8.- Amasya
Milletvekili Hüseyin Ünsal’ın, TRT ihalelerine, - Konya
Milletvekili Atilla Kart’ın, TRT Genel Müdür Vekilinin yurt dışı gezilerine, İlişkin soruları
ve Devlet Bakanı Mehmet Aydın’ın cevabı (7/536, 538) 9.- Sinop
Milletvekili Engin Altay’ın, öğretmen ve öğrencilerin teröre tepki eylemlerine
katılımının yasaklanmasına ilişkin sorusu ve Millî Eğitim Bakanı Hüseyin
Çelik’in cevabı (7/547) 10.- Adana
Milletvekili Nevin Gaye Erbatur’un, Ceyhan Adliyesine ikinci bir sulh ceza
mahkemesi kurulmasına ilişkin sorusu ve
Adalet Bakanı Mehmet Ali Şahin’in cevabı (7/560) 11.- Balıkesir
Milletvekili Hüseyin Pazarcı’nın, Bulgaristan göçmenlerinin konut alma
şartlarına ilişkin Başbakandan sorusu ve Devlet Bakanı Mustafa Said Yazıcıoğlu’nun cevabı (7/563) 12.- Bursa
Milletvekili Kemal Demirel’in, Bingöl-Kiğı’daki öğretmen açığına, Bingöl-Adaklı’daki
öğretmen açığına, Bingöl’deki
öğretmen açığına, İlişkin soruları
ve Millî Eğitim Bakanı Hüseyin Çelik’in cevabı (7/597, 598, 599) 13.- İstanbul
Milletvekili Kemal Kılıçdaroğlu’nun, TRT yapımlarının kiralanması ve
satılmasına, TRT lojmanlarına
yapılan bazı tahsislere, Evrensel Hizmet
Fonundan TRT’ye kaynak aktarılmasına, İlişkin soruları
ve Devlet Bakanı Mehmet Aydın’ın cevabı (7/629, 630, 631) 14.- Yalova
Milletvekili Muharrem İnce’nin, bir müşavire ilişkin sorusu ve Millî Eğitim
Bakanı Hüseyin Çelik’in cevabı (7/650) 15.- Hatay
Milletvekili İzzettin Yılmaz’ın, sigara kaçakçılığının bölücü terör örgütüyle
bağlantısına ilişkin sorusu ve Devlet Bakanı ve Başbakan Yardımcısı Hayati
Yazıcı’nın cevabı (7/658) 16.- İstanbul
Milletvekili Ayşe Jale Ağırbaş’ın, Diyanet İşleri Başkanlığından Millî Eğitim
Bakanlığına geçen personele ilişkin sorusu ve Devlet Bakanı Mustafa Said
Yazıcıoğlu’nun cevabı (7/660) 17.- Kocaeli
Milletvekili Hikmet Erenkaya’nın TOKİ konutlarına ve imar planı tadilatlarına
ilişkin Başbakandan sorusu ve Devlet Bakanı ve Başbakan Yardımcısı Cemil Çiçek’in cevabı (7/764) 18.- Bursa
Milletvekili Kemal Demirel’in, vekâleten görev yapan personelden asaleten
atananlara ilişkin sorusu ve Devlet Bakanı Murat Başesgioğlu’nun cevabı (7/858) 19.- Bursa
Milletvekili Kemal Demirel’in, vekâleten görev yapan personelden asaleten
atananlara ilişkin sorusu ve Millî Savunma Bakanı M. Vecdi Gönül’ün cevabı
(7/859) 20.- Ankara
Milletvekili Yıldırım Tuğrul Türkeş’in, Başbakanın milletvekillerinin etnik
kökeniyle ilgili bir açıklamasına ilişkin sorusu ve Türkiye Büyük Millet
Meclisi Başkan Vekili Nevzat Pakdil’in cevabı (7/862) 21.- Tunceli
Milletvekili Kamer Genç’in, bir televizyon programında yaptığı konuşmaya
ilişkin Başbakandan sorusu ve Devlet Bakanı ve Başbakan Yardımcısı Cemil
Çiçek’in cevabı (7/866) 22.- İstanbul
Milletvekili Kemal Kılıçdaroğlu’nun, Sayıştay yönetimiyle ilgili bazı iddialar
ile eylem ve işlemlerine ilişkin sorusu ve Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkan
Vekili Nevzat Pakdil’in cevabı (7/867) 23.- İzmir
Milletvekili Ahmet Ersin’in, ABD seyahatinin maliyetine ilişkin Başbakandan
sorusu ve Devlet Bakanı ve Başbakan Yardımcısı
Cemil Çiçek’in cevabı (7/874) 24.- Antalya
Milletvekili Tayfur Süner’in, personel takip sistemine ilişkin sorusu ve
Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkan Vekili Nevzat Pakdil’in cevabı (7/971) I.- GEÇEN TUTANAK ÖZETİ TBMM Genel Kurulu
saat 14.03’te açılarak dört oturum yaptı. Adıyaman
Milletvekili Şevket Köse ve 23 milletvekilinin, Van Gölü’ndeki kirlenmenin
önlenmesi ve Van ilinde turizmin geliştirilmesi için (10/65), İstanbul
Milletvekili Çetin Soysal ve 25 milletvekilinin, İstanbul’daki trafik sorununun
araştırılarak (10/66), Zonguldak
Milletvekili Ali Koçal ve 26 milletvekilinin, taş kömürü üretimindeki
sorunların ve Türkiye Taşkömürü Kurumunun durumunun araştırılarak (10/67), Alınması gereken
önlemlerin belirlenmesi amacıyla Meclis araştırması açılmasına ilişkin
önergeleri Genel Kurulun bilgisine sunuldu; önergelerin gündemdeki yerlerini
alacağı ve ön görüşmelerinin sırası geldiğinde yapılacağı açıklandı. Gündemin “Kanun
Tasarı ve Teklifleri ile Komisyonlardan Gelen Diğer İşler” kısmının: 1’inci sırasında
bulunan ve İç Tüzük’ün 91’inci maddesi kapsamında değerlendirilerek temel kanun
olarak bölümler hâlinde görüşülmesi kararlaştırılmış olan Tanık Koruma Kanunu
Tasarısı (1/346) (S. Sayısı: 34) komisyon yetkilileri Genel Kurulda hazır
bulunmadıklarından ertelendi. 2’nci sırasında
bulunan, Bartın Milletvekili Yılmaz Tunç’un, 2802 Sayılı Hâkimler ve Savcılar
Kanununda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Teklifi (2/63) (S. Sayısı: 65)
yapılan görüşmelerden sonra kabul edildi. Adalet Bakanı
Mehmet Ali Şahin, Tunceli Milletvekili Kamer Genç’in, Yozgat
Milletvekili Bekir Bozdağ, Zonguldak Milletvekili Ali İhsan Köktürk’ün, Konuşmalarında
şahıslarına sataştıkları iddiasıyla birer konuşma yaptılar. 4 Aralık 2007
Salı günü, alınan karar gereğince saat 11.00’de toplanmak üzere, birleşime
01.33’te son verildi.
No.: 43 II.- GELEN KÂĞITLAR 3 Aralık 2007 Pazartesi Tasarılar 1.- Türkiye
Cumhuriyeti Hükümeti ile Japonya Hükümeti Arasında Kaman Kalehöyük Arkeoloji
Müzesinin Hibe Yoluyla Yapımına İlişkin Notaların Onaylanmasının Uygun
Bulunduğuna Dair Kanun Tasarısı (1/466) (Millî Eğitim, Kültür, Gençlik ve Spor
ile Dışişleri Komisyonlarına) (Başkanlığa geliş tarihi: 27.11.2007) 2.- Türkiye
Cumhuriyeti Kültür ve Turizm Bakanlığı ile Rusya Federasyonu Kültür ve
Sinemacılık Federal Ajansı Arasında 2008 Yılında Rusya Federasyonunda
Düzenlenecek Türkiye Cumhuriyeti Kültür Yılına İlişkin Niyet Muhtırasının
Onaylanmasının Uygun Bulunduğuna Dair Kanun Tasarısı (1/467) (Millî Eğitim,
Kültür, Gençlik ve Spor ile Dışişleri Komisyonlarına) (Başkanlığa geliş tarihi:
26.11.2007) 3.- Dünya Bankası
Grubu ve Uluslararası Para Fonu Guvernörler Kurullarının 2009 Yıllık
Toplantıları Münasebetiyle Türkiye Cumhuriyeti Hükümeti ile Dünya Bankası Grubu
ve Uluslararası Para Fonu Arasında Düzenlenen Mutabakat Zaptının Onaylanmasının
Uygun Bulunduğuna Dair Kanun Tasarısı (1/468) (Plan ve Bütçe ile Dışişleri
Komisyonlarına) (Başkanlığa geliş tarihi: 26.11.2007) 4.- Türkiye
Cumhuriyeti, Yunanistan Cumhuriyeti ve İtalya Cumhuriyeti Arasında
Türkiye-Yunanistan-İtalya Gaz Nakil Koridorunun Geliştirilmesine İlişkin
Anlaşmanın Onaylanmasının Uygun Bulunduğuna Dair Kanun Tasarısı (1/469)
(Sanayi, Ticaret, Enerji, Tabiî Kaynaklar, Bilgi ve Teknoloji ile Dışişleri
Komisyonlarına) (Başkanlığa geliş tarihi: 26.11.2007) Tezkere 1.- Sayıştayda
Açık Bulunan 5 Sayıştay Üyeliği İçin 832 Sayılı Sayıştay Kanununun Değişik 6 ncı Maddesi Hükmü Uyarınca Yapılacak
Seçime Dair Sayıştay Başkanlığı Tezkeresi (3/233) (Plan ve Bütçe Komisyonuna)
(Başkanlığa geliş tarihi: 29.11.2007) Sözlü Soru Önergeleri 1.- Çankırı
Milletvekili Ahmet Bukan’ın, serbest veteriner hekimlerin hak ediş bedellerinin
ödenmesine ilişkin Tarım ve Köyişleri
Bakanından sözlü soru önergesi (6/242) (Başkanlığa geliş tarihi: 21.11.2007) 2.- Balıkesir
Milletvekili Ahmet Duran Bulut’un, medyadaki kadın ve magazin programlarına
ilişkin Devlet Bakanından (Mehmet Aydın) sözlü soru önergesi (6/243)
(Başkanlığa geliş tarihi: 21.11.2007) 3.- Gaziantep
Milletvekili Yaşar Ağyüz’ün, bir vakfın İstanbul’da yaptığı bir toplantıya
ilişkin Devlet Bakanı ve Başbakan Yardımcısından (Hayati Yazıcı) sözlü soru
önergesi (6/244) (Başkanlığa geliş tarihi: 21.11.2007) 4.- Antalya
Milletvekili Tayfur Süner’in, yeni açılacak Antalya Devlet Hastanesine ilişkin
Sağlık Bakanından sözlü soru önergesi (6/245) (Başkanlığa geliş tarihi:
22.11.2007) 5.- Antalya
Milletvekili Hüsnü Çöllü’nün, Antalya’da şehiriçi minibüslerin yenilenmesine
ilişkin Başbakandan sözlü soru önergesi (6/246) (Başkanlığa geliş tarihi:
22.11.2007) 6.- Antalya
Milletvekili Hüsnü Çöllü’nün, sezon sonunda işsiz kalan turizm çalışanlarına
ilişkin Başbakandan sözlü soru önergesi (6/247) (Başkanlığa geliş tarihi:
22.11.2007) 7.- Balıkesir
Milletvekili Ergün Aydoğan’ın, Bandırma’da fosfat-asit fabrikası kurulmasına
ilişkin Çevre ve Orman Bakanından sözlü soru önergesi (6/248) (Başkanlığa geliş
tarihi: 22.11.2007) 8.- Muğla
Milletvekili Metin Ergun’un, Milas’ın bazı köylerindeki toprak tuzlanmasına ilişkin
Tarım ve Köyişleri Bakanından sözlü soru önergesi (6/249) (Başkanlığa geliş
tarihi: 22.11.2007) 9.- Muğla
Milletvekili Metin Ergun’un, bir belediyenin kanalizasyon projesine ilişkin
Bayındırlık ve İskân Bakanından sözlü soru önergesi (6/250) (Başkanlığa geliş
tarihi: 22.11.2007) 10.- Adana
Milletvekili Muharrem Varlı’nın, Hazine arazilerini işleyen çiftçilere doğrudan
gelir desteği ödenmemesine ilişkin Tarım ve Köyişleri Bakanından sözlü soru
önergesi (6/251) (Başkanlığa geliş tarihi: 22.11.2007) 11.- Bursa
Milletvekili İsmet Büyükataman’ın, Umurbey sulama projesine ilişkin Çevre ve
Orman Bakanından sözlü soru önergesi (6/252) (Başkanlığa geliş tarihi:
22.11.2007) 12.- Bursa
Milletvekili İsmet Büyükataman’ın, Celal Bayar anıt mezarına ilişkin İçişleri Bakanından
sözlü soru önergesi (6/253) (Başkanlığa geliş tarihi: 22.11.2007) 13.- İzmir
Milletvekili Ahmet Kenan Tanrıkulu’nun, sanayi ve ticaret sektörlerinin
sorunlarına ve çözüm önerilerine ilişkin Sanayi ve Ticaret Bakanından sözlü
soru önergesi (6/254) (Başkanlığa geliş tarihi: 22.11.2007) 14.- İzmir
Milletvekili Ahmet Kenan Tanrıkulu’nun, İzmir’deki sanayicilere ucuz elektrik
sağlanmasına ve maden firmalarına ilişkin Enerji ve Tabiî Kaynaklar Bakanından
sözlü soru önergesi (6/255) (Başkanlığa geliş tarihi: 22.11.2007) 15.- Tokat
Milletvekili Reşat Doğru’nun, DTP Genel Başkanı hakkındaki bir iddiaya ve
tahliye edilen terör suçlularına ilişkin Adalet Bakanından sözlü soru önergesi
(6/256) (Başkanlığa geliş tarihi: 22.11.2007) Yazılı Soru Önergeleri 1.- Denizli
Milletvekili Hasan Erçelebi’nin, Türkiye haritalı kazı kazan kartına ilişkin
Başbakandan yazılı soru önergesi (7/921) (Başkanlığa geliş tarihi: 21.11.2007) 2.- Muğla
Milletvekili Fevzi Topuz’un, Irak’ta çalıştırılmak üzere paralı asker arandığı
haberine ilişkin Başbakandan yazılı soru önergesi (7/922) (Başkanlığa geliş
tarihi: 22.11.2007) 3.- Antalya
Milletvekili Hüsnü Çöllü’nün, Adalet Bakanının kaçırılan askerlerle ilgili
açıklamasına ilişkin Başbakandan yazılı soru önergesi (7/923) (Başkanlığa geliş
tarihi: 22.11.2007) 4.- İzmir
Milletvekili Ahmet Ersin’in, bazı yakınlarının yaptığı işlere ilişkin
Başbakandan yazılı soru önergesi (7/924) (Başkanlığa geliş tarihi: 22.11.2007) 5.- Aydın
Milletvekili Özlem Çerçioğlu’nun, Aydın Doğalgaz Dağıtım ihalesine ilişkin
Başbakandan yazılı soru önergesi (7/925) (Başkanlığa geliş tarihi: 22.11.2007) 6.- Balıkesir
Milletvekili Ahmet Duran Bulut’un, faydalanılamadığı iddia edilen Erdek’teki
bir gölete ilişkin Çevre ve Orman Bakanından yazılı soru önergesi (7/926)
(Başkanlığa geliş tarihi: 21.11.2007) 7.- Antalya
Milletvekili Hüsnü Çöllü’nün, Antalya’nın yer altı su kaynaklarının durumuna
ilişkin Çevre ve Orman Bakanından yazılı soru önergesi (7/927) (Başkanlığa
geliş tarihi: 22.11.2007) 8.- Kırklareli
Milletvekili Tansel Barış’ın, bazı bankacılık göstergelerine ilişkin Devlet
Bakanından (Mehmet Şimşek) yazılı soru önergesi (7/928) (Başkanlığa geliş
tarihi: 22.11.2007) 9.- Muğla
Milletvekili Fevzi Topuz’un, yerel yönetimlerin kullandığı yabancı kaynaklı
hibelere ilişkin Devlet Bakanından (Mehmet Şimşek) yazılı soru önergesi (7/929)
(Başkanlığa geliş tarihi: 22.11.2007) 10.- Bursa
Milletvekili Kemal Demirel’in, Samsun Büyükşehir Belediyesinin çevre
düzenlemesi çalışmalarına ilişkin İçişleri Bakanından yazılı soru önergesi
(7/930) (Başkanlığa geliş tarihi: 16.11.2007) 11.- Bursa
Milletvekili Kemal Demirel’in, İstanbul Büyükşehir Belediyesinin çevre
düzenlemesi çalışmalarına ilişkin İçişleri Bakanından yazılı soru önergesi
(7/931) (Başkanlığa geliş tarihi: 16.11.2007) 12.- Bursa
Milletvekili Kemal Demirel’in, İzmir Büyükşehir Belediyesinin çevre düzenlemesi
çalışmalarına ilişkin İçişleri Bakanından yazılı soru önergesi (7/932)
(Başkanlığa geliş tarihi: 16.11.2007) 13.- Bursa
Milletvekili Kemal Demirel’in, Kayseri Büyükşehir Belediyesinin çevre
düzenlemesi çalışmalarına ilişkin İçişleri Bakanından yazılı soru önergesi
(7/933) (Başkanlığa geliş tarihi: 16.11.2007) 14.- Bursa
Milletvekili Kemal Demirel’in, Kocaeli Büyükşehir Belediyesinin çevre
düzenlemesi çalışmalarına ilişkin İçişleri Bakanından yazılı soru önergesi
(7/934) (Başkanlığa geliş tarihi: 16.11.2007) 15.- Bursa
Milletvekili Kemal Demirel’in, Konya Büyükşehir Belediyesinin çevre düzenlemesi
çalışmalarına ilişkin İçişleri Bakanından yazılı soru önergesi (7/935)
(Başkanlığa geliş tarihi: 16.11.2007) 16.- Bursa
Milletvekili Kemal Demirel’in, Mersin Büyükşehir Belediyesinin çevre
düzenlemesi çalışmalarına ilişkin İçişleri Bakanından yazılı soru önergesi
(7/936) (Başkanlığa geliş tarihi: 16.11.2007) 17.- Bursa
Milletvekili Kemal Demirel’in, Erzurum Büyükşehir Belediyesinin çevre
düzenlemesi çalışmalarına ilişkin İçişleri Bakanından yazılı soru önergesi
(7/937) (Başkanlığa geliş tarihi: 16.11.2007) 18.- Bursa
Milletvekili Kemal Demirel’in, Eskişehir Büyükşehir Belediyesinin çevre
düzenlemesi çalışmalarına ilişkin İçişleri Bakanından yazılı soru önergesi
(7/938) (Başkanlığa geliş tarihi: 16.11.2007) 19.- Bursa
Milletvekili Kemal Demirel’in, Gaziantep Büyükşehir Belediyesinin çevre
düzenlemesi çalışmalarına ilişkin İçişleri Bakanından yazılı soru önergesi
(7/939) (Başkanlığa geliş tarihi: 16.11.2007) 20.- Bursa
Milletvekili Kemal Demirel’in, Bursa Büyükşehir Belediyesinin çevre düzenlemesi
çalışmalarına ilişkin İçişleri Bakanından yazılı soru önergesi (7/940)
(Başkanlığa geliş tarihi: 16.11.2007) 21.- Bursa
Milletvekili Kemal Demirel’in, Diyarbakır Büyükşehir Belediyesinin çevre
düzenlemesi çalışmalarına ilişkin İçişleri Bakanından yazılı soru önergesi
(7/941) (Başkanlığa geliş tarihi: 16.11.2007) 22.- Bursa
Milletvekili Kemal Demirel’in, Adana Büyükşehir Belediyesinin çevre düzenlemesi
çalışmalarına ilişkin İçişleri Bakanından yazılı soru önergesi (7/942)
(Başkanlığa geliş tarihi: 16.11.2007) 23.- Bursa
Milletvekili Kemal Demirel’in, Adapazarı Büyükşehir Belediyesinin çevre
düzenlemesi çalışmalarına ilişkin İçişleri Bakanından yazılı soru önergesi
(7/943) (Başkanlığa geliş tarihi: 16.11.2007) 24.- Bursa
Milletvekili Kemal Demirel’in, Ankara Büyükşehir Belediyesinin çevre
düzenlemesi çalışmalarına ilişkin İçişleri Bakanından yazılı soru önergesi
(7/944) (Başkanlığa geliş tarihi: 16.11.2007) 25.- Bursa
Milletvekili Kemal Demirel’in, Antalya Büyükşehir Belediyesinin çevre
düzenlemesi çalışmalarına ilişkin İçişleri Bakanından yazılı soru önergesi
(7/945) (Başkanlığa geliş tarihi: 16.11.2007) 26.- İstanbul
Milletvekili Atila Kaya’nın, Afganistan’dan gelen soydaşların ikamet izinlerine
ilişkin İçişleri Bakanından yazılı soru önergesi (7/946) (Başkanlığa geliş
tarihi: 21.11.2007) 27.- Karaman
Milletvekili Mevlüt Akgün’ün, terörle mücadelenin bedeline ilişkin İçişleri
Bakanından yazılı soru önergesi (7/947) (Başkanlığa geliş tarihi: 22.11.2007) 28.- Antalya
Milletvekili Tayfur Süner’in, Antalya’daki hava kirliliğine ilişkin İçişleri
Bakanından yazılı soru önergesi (7/948) (Başkanlığa geliş tarihi: 22.11.2007) 29.- Antalya
Milletvekili Hüsnü Çöllü’nün, Antalya’da şehir içi minibüslerin yenilenmesi
ihalesine ilişkin İçişleri Bakanından yazılı soru önergesi (7/949) (Başkanlığa
geliş tarihi: 22.11.2007) 30.- Manisa
Milletvekili Şahin Mengü’nün, bir gazeteciyle ilgili bazı iddialara ilişkin
İçişleri Bakanından yazılı soru önergesi (7/950) (Başkanlığa geliş tarihi:
22.11.2007) 31.- Muğla
Milletvekili Metin Ergun’un, Milas’ın Çökertme Köyünün içme suyu sorununa
ilişkin İçişleri Bakanından yazılı soru önergesi (7/951) (Başkanlığa geliş
tarihi: 22.11.2007) 32.- İstanbul
Milletvekili Mehmet Ufuk Uras’ın, Allianoi antik sağlık merkezine ilişkin
Kültür ve Turizm Bakanından yazılı soru önergesi (7/952) (Başkanlığa geliş
tarihi: 22.11.2007) 33.- Antalya
Milletvekili Hüsnü Çöllü’nün, Antalya’nın turizm master planına ilişkin Kültür
ve Turizm Bakanından yazılı soru önergesi (7/953) (Başkanlığa geliş tarihi:
22.11.2007) 34.- Antalya
Milletvekili Hüsnü Çöllü’nün, turizm çalışanlarının işsiz kaldıkları dönemlerde
desteklenmesine ilişkin Kültür ve Turizm Bakanından yazılı soru önergesi
(7/954) (Başkanlığa geliş tarihi: 22.11.2007) 35.- Kırklareli
Milletvekili Tansel Barış’ın, 2007 Dünya Gelişme Raporunun verilerine ilişkin
Maliye Bakanından yazılı soru önergesi (7/955) (Başkanlığa geliş tarihi:
22.11.2007) 36.- Kırklareli
Milletvekili Tansel Barış’ın, açlık ve yoksulluk sınırı ile gelir dağılımına
ilişkin Maliye Bakanından yazılı soru önergesi (7/956) (Başkanlığa geliş
tarihi: 22.11.2007) 37.- Aydın
Milletvekili Özlem Çerçioğlu’nun, futbol millî takımının THY’yi tercih
etmemesine ilişkin Maliye Bakanından yazılı soru önergesi (7/957) (Başkanlığa
geliş tarihi: 22.11.2007) 38.- Hatay
Milletvekili Süleyman Turan Çirkin’in, öğretmenlerin özlük haklarının
iyileştirilmesine ilişkin Millî Eğitim Bakanından yazılı soru önergesi (7/958)
(Başkanlığa geliş tarihi: 21.11.2007) 39.- Zonguldak
Milletvekili Ali İhsan Köktürk’ün, öğretmen atamalarına ve özlük haklarına
ilişkin Millî Eğitim Bakanından yazılı soru önergesi (7/959) (Başkanlığa geliş
tarihi: 21.11.2007) 40.- Mersin
Milletvekili İsa Gök’ün, Aydıncık İlçesindeki bazı ilkokullarda 10 Kasım anma
etkinliklerinin yapılmadığı iddialarına ilişkin Millî Eğitim Bakanından yazılı
soru önergesi (7/960) (Başkanlığa geliş tarihi: 22.11.2007) 41.- Denizli
Milletvekili Ali Rıza Ertemür’ün, Denizli Belediye Başkan Yardımcısının İl
Millî Eğitim Müdürü olarak görevlendirilmesine ilişkin Millî Eğitim Bakanından
yazılı soru önergesi (7/961) (Başkanlığa geliş tarihi: 22.11.2007) 42.- Balıkesir
Milletvekili Ahmet Duran Bulut’un, zeytinliklerde kuraklığa bağlı verim
kaybının tespitine ilişkin Tarım ve Köyişleri Bakanından yazılı soru önergesi
(7/962) (Başkanlığa geliş tarihi: 21.11.2007) 43.- Sivas
Milletvekili Muhsin Yazıcıoğlu’nun, ziraat mühendisleri ile veteriner
hekimlerin maaşlarındaki farklılığa ilişkin Tarım ve Köyişleri Bakanından
yazılı soru önergesi (7/963) (Başkanlığa geliş tarihi: 22.11.2007) 44.- Antalya
Milletvekili Hüsnü Çöllü’nün, Antalya örtü altı ürünleri kontrol laboratuarının
durumuna ilişkin Tarım ve Köyişleri Bakanından yazılı soru önergesi (7/964)
(Başkanlığa geliş tarihi: 22.11.2007) 45.- Manisa
Milletvekili Şahin Mengü’nün, Manisa Bağcılık Araştırma Enstitüsünün
kapatılacağı iddiasına ilişkin Tarım ve Köyişleri Bakanından yazılı soru
önergesi (7/965) (Başkanlığa geliş tarihi: 22.11.2007) 46.- Hatay
Milletvekili Süleyman Turan Çirkin’in, ABD Dışişleri Bakanı ile Papa’nın
kullandığı bir ifadeye ilişkin Dışişleri Bakanından yazılı soru önergesi
(7/966) (Başkanlığa geliş tarihi: 21.11.2007) 47.- Karaman
Milletvekili Mevlüt Akgün’ün, maden ruhsatları konusundaki düzenleme
çalışmalarına ve Karaman’da verilen maden arama ruhsatlarına ilişkin Enerji ve
Tabiî Kaynaklar Bakanından yazılı soru önergesi (7/967) (Başkanlığa geliş
tarihi: 22.11.2007) 48.- Antalya
Milletvekili Hüsnü Çöllü’nün, evrensel hizmet gelirine ve kullanımına ilişkin
Ulaştırma Bakanından yazılı soru önergesi (7/968) (Başkanlığa geliş tarihi:
22.11.2007) 49.- İstanbul
Milletvekili Bihlun Tamaylıgil’in, izinsiz halka arz eylemi gerçekleştirdiği
iddia edilen bir şirketin denetimine ilişkin Devlet Bakanı ve Başbakan
Yardımcısından (Nazım Ekren) yazılı soru önergesi (7/969) (Başkanlığa geliş
tarihi: 22.11.2007) 50.- Osmaniye
Milletvekili Hakan Coşkun’un, Denizcilik Müsteşarlığı bölge müdürlüklerinin
kapatılacağı iddiasına ilişkin Ulaştırma Bakanından yazılı soru önergesi
(7/970) (Başkanlığa geliş tarihi: 22.11.2007) 51.- Antalya
Milletvekili Tayfur Süner’in, Personel takip sistemine ilişkin Türkiye Büyük
Millet Meclisi Başkanından yazılı soru önergesi (7/971) (Başkanlığa geliş
tarihi: 7.11.2007) No.: 44 4 Aralık 2007 Salı Raporlar 1.- Çocuklarla
Kişisel İlişki Kurulmasına Dair Avrupa Sözleşmesinin Onaylanmasının Uygun
Bulunduğuna Dair Kanun Tasarısı ve Dışişleri Komisyonu Raporu (1/304) (S.
Sayısı: 59) (Dağıtma tarihi: 4.12.2007) (GÜNDEME) 2.- Türkiye
Cumhuriyeti Hükümeti ile Kazakistan Cumhuriyeti Hükümeti Arasında Uluslararası
Terörizm, Organize Suçlar, Uyuşturucu ve Psikotrop Maddelerle Bunların Katkı
Maddeleri ve Benzerlerinin Kaçakçılığı ve Diğer Tiplerdeki Suçlarla Mücadelede
İşbirliği Anlaşmasının Onaylanmasının Uygun Bulunduğuna Dair Kanun Tasarısı ve
Dışişleri Komisyonu Raporu (1/309) (S. Sayısı: 60) (Dağıtma tarihi: 4.12.2007)
(GÜNDEME) 3.-
Milletlerarası Mal Satımına İlişkin Sözleşmeler Hakkında Birleşmiş Milletler
Antlaşmasına Katılmamızın Uygun Bulunduğuna Dair Kanun Tasarısı ve Dışişleri
Komisyonu Raporu (1/338) (S. Sayısı:
61) (Dağıtma tarihi: 4.12.2007) (GÜNDEME) 4.- Avrupa
Konseyi Terörizmin Önlenmesi Sözleşmesinin Onaylanmasının Uygun Bulunduğuna
Dair Kanun Tasarısı ve Dışişleri Komisyonu Raporu (1/339) (S. Sayısı: 62)
(Dağıtma tarihi: 4.12.2007) (GÜNDEME) 5.- Sporda
Dopinge Karşı Uluslararası Sözleşmeye Katılmamızın Uygun Bulunduğuna Dair Kanun
Tasarısı ve Dışişleri Komisyonu Raporu (1/348) (S. Sayısı: 63) (Dağıtma tarihi:
4.12.2007) (GÜNDEME) 6.- Güneydoğu
Avrupa Sivil-Asker Acil Durum Planlama Konseyi Kurulması Hakkında Anlaşmanın
Onaylanmasının Uygun Bulunduğuna Dair Kanun Tasarısı ve Dışişleri Komisyonu
Raporu (1/300) (S. Sayısı: 66) (Dağıtma tarihi: 4.12.2007) (GÜNDEME) 7.- Türkiye
Cumhuriyeti Hükümeti ile Rusya Federasyonu Hükümeti Arasında İki Taraflı Askeri
Teknik İşbirliği Çerçevesinde Kullanılan ve Elde Edilen Fikrî ve Sınaî Mülkiyet
Haklarının Karşılıklı Korunmasına İlişkin Müşterek Anlaşmasının Onaylanmasının
Uygun Bulunduğuna Dair Kanun Tasarısı ve Dışişleri Komisyonu Raporu (1/285) (S.
Sayısı: 67) (Dağıtma tarihi: 4.12.2007) (GÜNDEME) 8.- Türkiye
Cumhuriyeti Hükümeti ile Sırbistan ve Karadağ Bakanlar Konseyi Arasında
Askeri-Bilimsel ve Askeri-Teknik İşbirliği Konusunda Anlaşmanın Onaylanmasının
Uygun Bulunduğuna Dair Kanun Tasarısı ve Dışişleri Komisyonu Raporu (1/294) (S.
Sayısı: 68) (Dağıtma tarihi: 4.12.2007) (GÜNDEME) 9.- Türkiye
Cumhuriyeti Hükümeti ile Belarus Cumhuriyeti Hükümeti Arasında Veterinerlik Alanında
İşbirliği Anlaşmasının Onaylanmasının Uygun Bulunduğuna Dair Kanun Tasarısı ve
Dışişleri Komisyonu Raporu (1/296) (S. Sayısı: 69) (Dağıtma tarihi: 4.12.2007)
(GÜNDEME) 10.- Türkiye
Cumhuriyeti ve Körfez Arap Ülkeleri İşbirliği Konseyi Üyesi Ülkeler Arasında
Ekonomik İşbirliğine İlişkin Çerçeve Anlaşmanın Onaylanmasının Uygun
Bulunduğuna Dair Kanun Tasarısı ve Dışişleri Komisyonu Raporu (1/322) (S.
Sayısı: 70) (Dağıtma tarihi: 4.12.2007) (GÜNDEME) 04 Aralık 2007 Salı BİRİNCİ OTURUM Açılma Saati: 11.00 BAŞKAN : Köksal TOPTAN KÂTİP ÜYELER: Fatoş GÜRKAN (Adana), Yusuf COŞKUN (Bingöl) BAŞKAN – Türkiye
Büyük Millet Meclisinin 29’uncu Birleşimini açıyorum. Toplantı yeter
sayımız vardır, görüşmelere başlıyoruz. Gündemimize göre,
2008 Yılı Merkezî Yönetim Bütçe Kanunu Tasarısı ile 2006 Yılı Merkezî Yönetim
Kesin Hesap Kanunu Tasarısı’nın görüşmelerine başlayacağız. III.- KANUN TASARI VE TEKLİFLERİ İLE KOMİSYONLARDAN GELEN DİĞER İŞLER A) Kanun Tasarı ve
Teklifleri 1.- 2008 Yılı Merkezi Yönetim Bütçe Kanunu Tasarısı ve Plan
ve Bütçe Komisyonu Raporu (1/426) (S.Sayısı:57) (x) 2.- 2006 Yılı Merkezi Yönetim Kesin Hesap Kanunu Tasarısı
ile Merkezi Yönetim Bütçesi Kapsamındaki İdare ve Kurumların 2006 Bütçe Yılı
Kesin Hesap Tasarısına Ait Genel Uygunluk Bildirimi ve Eki Raporlarının Sunulduğuna Dair Sayıştay Başkanlığı
Tezkeresi ile Plan ve Bütçe
Komisyonu Raporu (1/267, 3/191)
(S.Sayısı: 58) (x) BAŞKAN –
Komisyon? Burada. Hükûmet? Burada. Sayın
milletvekilleri, Komisyon raporları 57 ve 58 sıra sayılarıyla bastırılıp
dağıtılmıştır. Şimdi, bütçe
kanunu tasarılarının sunuş konuşmasını yapmak üzere Hükûmete söz vereceğim. Hükûmet adına,
Maliye Bakanı Sayın Kemal Unakıtan, buyurunuz efendim. (AK Parti sıralarından
alkışlar) MALİYE BAKANI
KEMAL UNAKITAN (Eskişehir) – Teşekkür ederim Sayın Başkan. Sayın Başkan,
değerli milletvekilleri; konuşmama başlarken hepinizi saygıyla selamlıyorum. Bu
yeni dönemin Türkiye Büyük Millet Meclisine hayırlı olmasını diliyorum. 17 Ekim 2007
tarihinde Türkiye Büyük Millet Meclisine sunulan 2008 Yılı Merkezî Yönetim
Bütçe Kanunu Tasarısı ile 2006 Yılı Kesin Hesap Kanunu Tasarıları Plan ve Bütçe
Komisyonunda bütün yönleriyle incelenerek son şeklini almıştır. Bugün de Genel
Kurul görüşmeleri başlamaktadır. Bu vesileyle, yorucu çalışmalar sonucunda
yaptıkları katkılar için Plan ve Bütçe Komisyonunun Değerli Başkanı ve üyeleri
ile görevlilerine, bu sürece katkıda bulunan bütün bakan arkadaşlarıma ve kamu
idarelerinin temsilcilerine teşekkür ediyorum. Görüşmelerine
başlayacağımız 2008 bütçesinin ülkemize ve milletimize hayırlar getirmesini,
geleceğin Türkiye’sini inşa etme yolunda refah, huzur ve mutluluğumuza vesile
olmasını içtenlikle diliyorum. Sayın Başkan,
değerli milletvekilleri; 2008 bütçesi AK Parti Hükûmetlerinin altıncı, 60’ncı
Hükûmetin ilk bütçesidir. Bütçeler,
hükûmetlerin bir yıl içinde millete sunacağı hizmetleri, izleyeceği ekonomik ve
sosyal politikaları ortaya koyarlar. Bütçeler, devletin nerelere ne kadar
kaynak ayıracağını ve nerelerden ne kadar kaynak toplayacağını gösterirler.
Ekonomideki ağırlıkları ölçüsünde ekonominin gidişatını belirlerler. Bir
ülkedeki ekonomik faaliyet düzeyi bütçelerle şekillenir. Güçlü bütçeler,
güçlü ülkelerin işidir. Ülkemiz son yıllarda gerçekleştirdiği yüksek büyüme ve
kalkınma ile birlikte bir imkânlar ve fırsatlar ülkesi olarak anılmaya
başlandı. Bütçelerimiz ne kadar sağlam, öngörülebilir ve güvenilir ise küresel
dünyanın etkin bir üyesi olan ülkemizin küresel ekonomi içindeki yeri de o
derece güçlü ve sağlam olacaktır. Nitekim, cumhuriyetimizin kurucusu Atatürk,
güçlü bir devletin ancak güçlü bir ekonomiyle mümkün olabileceğini her fırsatta
dile getirmiştir. Bizden önce iyi
hazırlanmayan ve idare edilmeyen bütçeler yüzünden ülkemiz krizlere girdi ve
bunun bedelini de yüksek faiz olarak ödedi, ödemeye de devam ediyor. Yüksek bütçe
açıkları ve kamu borç yükü milletimize sıkıntılar yaşattı ve çok çile çektirdi.
Toplanan vergiler faizlere bile yetmediği dönemler oldu. Oysaki vergiler,
millete sunulacak hizmetlerin yerine getirilebilmesi için en sağlam finansman
kaynağıdır. Eğer vergiler sadece faiz ödemelerine giderse kamu hizmetleri borç
almak suretiyle yapılabilir. İşte böyle bir durumda, bütçe milletin sırtında
ağır bir yük olur. Bizim
iktidarımızdan önce bütçe milletin sırtında böyle ağır bir yüktü. Biz bütçeyi
milletimizin sırtındaki yük olmaktan çıkarıp milletimize hizmet eder hâle
getirdik. Hükümetlerimiz
döneminde hazırladığımız bütçelerle tekrar istikrar sağlandı, güven getirildi,
ekonomi düzeldi. Nitekim, 2002
yılında bütçe açığının gayrisafi millî hasılaya oranı yüzde 14,6 idi. Geçen yıl
bu oran yüzde 0,8 olarak gerçekleşti. Bu yılı da hedeflenenin altında bir
açıkla kapatacağımızı kuvvetle tahmin ediyoruz. Bu ne demektir? Bu, Maastricht
Kriterlerine uyum konusunda fevkalade başarı gösterdiğimizi, bu kriterleri
bütçe açıkları yönünden sağlamış bir ülke olduğumuzu ifade etmektedir. Bütçe
açıkları bakımından Avrupa ülkelerinin birçoğundan çok daha iyi durumdayız.
Almanya İtalya, ve Yunanistan gibi ülkelerden çok daha düşük bütçe açığına
sahibiz. Bu, ülkemizin mali disiplin bakımından gelmiş olduğu seviyeyi açık bir
şekilde ortaya koymaktadır. Peki, bu bütçe
yüce milletimize ne getiriyor? Huzurlarınıza getirdiğimiz bu bütçe, Türk
milletinin tüm fertlerinin gelirini daha da arttırmayı hedefliyor. Yani, bu
bütçe ile milletimizin cebine giren para daha fazla olacak demektir.
Dolayısıyla bu bütçe, milletimizin refahını ve hayat standardını yükseltmiş
olacaktır. Sayın Başkan,
değerli milletvekilleri; sizlere şimdi kısaca dünyadaki ekonomik gelişmeler
hakkında da bilgi vermek istiyorum. 2008 bütçesiyle ilgili daha geniş
açıklamalara geçmeden önce dünya
ekonomisiyle ilgili bazı hususlar şöyledir: Küresel
ekonomideki büyüme süreci, 2007 yılında da devam etti. Özellikle yükselen piyasa ekonomileri olumlu bir
performans gösterdi. Küresel sermaye, mali istikrarın sağlandığı yükselen
piyasa ekonomilerine yönelmeye devam etti. Piyasalardaki istikrar ve likidite
bolluğu sürdü. Bu, ülkemiz için olumlu bir durumdur. Ancak 2007
yılının ikinci yarısında ortaya çıkan ABD konut sektörüne ilişkin sıkıntılar
küresel ekonomideki olumlu havayı bozdu. Dünya genelinde borsa endekslerinde
ciddi kayıplar yaşandı. Bunun üzerine ABD Merkez Bankası FED, faiz
indirimlerine gitti. Faiz indirimlerinin ardından finansal piyasalardaki
dalgalanma azaldı, ancak piyasalardaki hareketlilik henüz bitmedi. Finans
piyasasında ortaya çıkan sorunların etkileri henüz tam olarak ortaya çıkmadı.
ABD ekonomisinin yavaşlayacağına ilişkin endişeler, doların değer kaybetmesine
neden olmaktadır. Euronun dolar karşısında değer kazanmasının ise AB
ekonomilerini olumsuz etkilemesi beklenmektedir. Dünya ekonomisi
bir belirsizlik dönemi içindedir. İleride ne olacağını tahmin etmek güçtür. Bu
bakımdan, bizim gibi ülkelerin gelişmeleri yakından takip etmesi gerektiğini
özellikle belirtmek istiyorum. Bu nedenle, ABD, Avrupa Birliği ve Japonya
merkez bankalarının alacağı kararları izlemeye değer buluyorum. Bu kararlar,
dünya ekonomisinin bundan sonra izleyeceği seyir açısından önemlidir. Bunun yanında,
emtia fiyatları artış eğilimini sürdürdü. Yükselen piyasalardaki güçlü büyüme
eğilimi, petrol talebini de artırdı. Stok seviyelerinin gerilemesi ve üretimin
azalması, petrol arzını düşürdü. Ham petrol fiyatları, arz ve talep
dengesizliği karşısında dalgalı bir seyir izledi. Nitekim, 2007 yılının başında
düşük seyreden petrol fiyatları, mart ayından itibaren yükselişe geçti. Yakın
zamanda fiyatlar 100 dolar sınırına dayandı. Dolardaki değer kaybı ve petrol
arzının artan talebe yetişmeyeceği konusundaki endişeler, petrol fiyatlarındaki
artışlarda etkili oldu. Fiyatlardaki bu gelişmelerin, petrolün önemli bir
enerji kaynağı olması sebebiyle, ülkemiz dâhil birçok ülkeyi olumsuz etkilemesi
kaçınılmazdır. Ekonomik büyümeye
paralel olarak artan enerji ihtiyacımızı yükselen fiyatlarla karşılamak,
ülkemizin ödediği enerji faturasını artırmaktadır. Petrol fiyatlarının artışı
bizim elimizde değildir. Türkiye, petrol ithal eden bir ülkedir. Dolayısıyla,
petrol fiyatlarının artması, Türk ekonomisini olumsuz yönde etkilemektedir. Bu
bakımdan, petrol fiyatlarındaki artışı dikkatle izliyoruz. Görüldüğü gibi,
ülkemiz, dış piyasalardaki hareketlerden etkilenebilmektedir. Bu, bizim, iç
dinamikleri yerine oturmuş ve küresel olaylardan etkilenen bir dünya ülkesi olduğumuzu
göstermektedir. Piyasalardaki bu gibi dalgalanmalara karşı bizim gibi ülkelerin
yapması gereken, yapısal reformlara, mali disipline ve özelleştirmelere devam
etmektir, bunun formülü budur. Sayın Başkan,
değerli milletvekilleri; şimdi de Türkiye ekonomisine ilişkin bazı gelişmelere
değinmek istiyorum. AK Parti
Hükûmetleri, iktidara geldiğinden bu yana öncelikle ülkemizde istikrar ortamını
sağlamak için çalıştı, başarılı da oldu. Ülkemizin yıllarca hasretini çektiği
ekonomik ve siyasi istikrar sağlandı. Beş yıldır ülkemizde istikrar var, güven
var. Ülkemiz ekonomisi hiçbir dönemle kıyaslanmayacak kadar sağlam, güçlü,
dayanıklı ve dirençli bir zemin üzerinde yol almaktadır. Önümüzdeki yeni
dönemde de, ülkemizin küresel ekonomide rekabet gücünü artıracak ve daha büyük
küresel aktör haline gelmesini sağlayacak politikalar izlenmeye devam
edilecektir. 2003 yılından
itibaren uyguladığımız basiretli politikalar sayesinde ekonomimiz çarpıcı bir
makroekonomik performans sergiledi. Türkiye, iddialı, kararlı, ayakları yere
sağlam basan bir büyüme sürecine girdi. 1993-2002 yılları
arasında ortalama yüzde 2,6 oranında büyüyen Türkiye ekonomisi, 2003-2006
döneminde ekonomide sağlanan güven ve istikrar ortamı sayesinde ortalama yüzde
7,3 oranında büyüdü. Böylece ülkemiz, dünyanın 17’nci büyük ekonomisi hâline
geldi ve dünyanın en hızlı büyüyen ülkeleri arasına girme başarısını gösterdi. Ekonomimiz 2007
yılının ilk altı aylık döneminde yüzde 5,2 oranında büyüdü. Böylece Türkiye
ekonomisi, tarihinde ilk kez 22 çeyrektir kesintisiz büyüme başarısına imzasını
attı. 2007 yılında da yüzde 5 civarında bir büyüme bekliyoruz. 2002 yılında 181
milyar dolar olan gayrisafi millî hasılamız, 2008 yılında -yani bu bütçe ne
getiriyor derken onu özellikle belirtmek istiyorum- 520 milyar dolara
ulaşacaktır. 181 ile 520’yi karşılaştırırsanız, nereden nereye geldiğimizi çok
iyi takdir edersiniz sayın milletvekilleri. 2008 yılında da büyüme, verimlilik
artışına ve ihracata dayalı bir anlayışla, özel sektör ağırlıklı olarak devam
edecektir. Makro ekonomik
istikrarın ve büyüme performansının kalıcı hâle gelmesi, Hükümetimizin temel
hedefidir. Önümüzdeki dönem, büyüme ve istikrar ile birlikte milletimizin
refahının arttığı ve kalıcı hâle geldiği bir dönem olacaktır. Burada bir
noktanın altını çizmek istiyorum: Birçok ülkede yatırımlardan bahsedildiğinde
toplam yatırımlar kastedilir. Bir ülkenin ekonomisi toplam yatırımlarıyla
ölçülür. Ülkemiz için de durum aynıdır. Kamu yatırımları ya da özel
yatırımlardan ayrı ayrı değil de toplam yatırımlardan ve bu yatırımların
artışından bahsetmek gerekir. Toplam yatırımların artırılması da ancak yatırım
ortamının iyileştirilmesi ile mümkün olabilir. İşte bu bütçe, yatırım ortamının
iyileştirilmesine katkıda bulunduğu için toplam yatırımların artırılmasına da
katkıda bulunan bir bütçedir. Bu bütçe, yatırım
seviyemizi daha da yukarılara taşıyacak bir bütçedir. Nitekim, 2002 yılında
sabit sermaye yatırımları toplamı cari fiyatlarla 47 milyar YTL iken, 2008
yılında bu rakam 155 milyar YTL olacaktır. Özel sektör sabit sermaye
yatırımları ise 2002 yılında sadece 30 milyar YTL iken, 2008 yılında, bu, 122
milyar YTL olacaktır. Bu rakamsal gelişmeler, yatırım ortamının ve ikliminin
iyileştirilmesi bakımından önemli bir mesafe katettiğimizi göstermektir. Söz konusu yatırım
büyüklüğü, sürdürülebilir büyüme ve kalkınmanın da teminatıdır. Bu bütçe,
yatırım iklimini daha da iyileştirecek ve ülkemizi geleceğe taşıyacak bir
bütçedir. Yüksek büyüme
performansı, kişi başına millî gelir rakamlarında da kendini göstermektedir. 2002
yılında 2.598 dolar olan kişi başına millî gelirimiz, 2008 yılında 7 bin dolara
ulaşmış olacaktır. Bu da, büyüme ve istikrarın milletimize yansıdığını,
milletimizin satın alma gücünün ve refah seviyesinin arttığını göstermektedir. Satın alma gücü
paritesine göre kişi başına millî gelir seviyesindeki gelişmelere baktığımızda,
milletimizin ulaştığı refah düzeyinin nereden nereye geldiğini çok daha iyi
görmekteyiz. Ülkeler arası gelir seviyelerini gerçek anlamda karşılaştırma
imkânı veren satın alma gücü paritesine göre kişi başına millî gelirimiz 2002
yılında 6.550 dolar iken, 2008 yılında 9.681 dolara ulaşmış olacaktır. Bundan önceki
dönemde ekonomide normalleşmeyi sağladık. Bundan sonraki süreçte ise, üretimde,
klasik ürünlerden katma değeri yüksek ürünlere geçmemiz gerekiyor. Onun için de
makro ekonomik göstergeleri iyileştirmeye devam ederek, ekonomiyi mikro
ekonomik tedbirlerle destekleyeceğiz. Böylece,
geldiğimiz bu seviyeyi daha da ileriye taşımak için önümüzdeki dönemde de
yatırımcıya, üreticiye, tüketiciye ve ilgili tüm kesimlere güven veren bu
ortamın geliştirilmesi yönünde önemli adımlar atacağız. Sayın Başkan,
değerli milletvekilleri; enflasyonla mücadelenin, sürdürülebilir büyüme ve
sosyal refahı artırma bakımından ne kadar önemli olduğunun farkındayız. Bu
nedenle, iktidara geldiğimiz günden bu yana, enflasyonu düşürerek istikrarlı
bir büyüme sağlamak temel önceliğimiz oldu. Bu bilinçle
uygulamaya koyduğumuz para ve maliye politikaları ile sağladığımız mali
disiplin sayesinde, yapılamaz denileni yaptık; son beş yılda yüksek büyüme ile
eş zamanlı olarak enflasyonda tarihî düşüşler yaşadık. 1993-2002 döneminde ortalama yüzde 70’lerde olan
enflasyon, bu yılın kasım ayında yüzde 8,4 olarak gerçekleşti. Enflasyon olgusu
ülkemizin gündeminden tamamen çıkana kadar mücadeleye devam edeceğiz. Ama
enerji ve gıda fiyatlarının bütün dünyada arttığını düşünecek olursak, bu
mücadelenin hiç de kolay olmadığını belirtmek istiyorum. Hedefimiz, yüksek
büyüme ile düşük enflasyonun bir arada yaşandığı ve geleceğe yönelik olumlu
beklentilerle şekillenen bir ekonomik yapıdır. 2001 krizi
sonrasında istihdamda daralma ve artan işsizlik şeklinde ortaya çıkan olumsuz
tablo, 2004 yılından itibaren düzelmeye başladı. 2007 yılı Ağustos
dönemi itibarıyla toplam istihdam, geçen yılın aynı dönemine göre Türkiye
genelinde 269 bin kişi arttı. Bu dönemde işsizlik oranı yüzde 9,2 seviyesinde
gerçekleşti. Hepimizin bildiği
gibi, tarım sektöründen diğer sektörlere İstihdam kayması yaşanmaktadır. Tarım
sektörünün toplam istihdam içindeki payı azaldı. İstihdamda tarım dışı
sektörlerin payı ise arttı. Tarım dışı sektörlerde 2003 yılından 2007 yılı
Ağustos dönemine kadar 3 milyon kişiden fazla istihdam artışı sağlandı. Önümüzdeki
dönemde en önemli önceliğimiz işsizliğe çare bulmak olacaktır. İşsizlik
problemine eğilirken de ülkemizin kalkınmasından asla taviz vermeyeceğiz.
İstihdam odaklı sürdürülebilir bir büyüme çerçevesinde; rekabetçi bir ekonomi
ve bilgi toplumunun gerektirdiği doğrultuda nitelikli insan kaynaklarının
yetiştirilmesini, istihdam imkânlarının geliştirilmesini, işsizliğin
azaltılması ile iş gücü piyasasının etkinleştirilmesini sağlayacağız ve
kalitesini artıracağız. Sayın Başkan,
değerli milletvekilleri; Hükûmetlerimiz döneminde uygulanan ekonomi
politikalarının olumlu sonuçlarını dış ticaret rakamlarında da görmekteyiz.
2007 Ocak-Ekim döneminde 223 milyar dolar olarak gerçekleşen dış ticaret
hacmimizin, 2007 yılının sonunda 270 milyar doları aşmasını bekliyoruz. 2007 yılı Kasım
ayı itibarıyla on iki aylık verilere göre ihracatımız 105,3 milyar dolara
ulaşmıştır. İhracatın dağılımına baktığımızda, onlarca ülkeye bilgi ve
teknolojiye dayalı binlerce ürünün satıldığını görüyoruz. Dolayısıyla bu
ihracat büyüklüğü, Türkiye’nin bilgi eksenli üretim yapısına geçişini yansıtmaktadır.
İhracatımızdaki artışın devam ettirilmesi için gerekli olan her türlü desteği
sağlayarak, ihracatımızı 2013 yılında 200 milyar dolara, cumhuriyetimizin
100’üncü kuruluş yıl dönümünde de 500 milyar dolara ulaştırmayı hedefliyoruz. Hükûmetlerimiz
döneminde yaşanan hızlı ekonomik büyüme sürecinde ara malları ve sermaye
malları ithalatı artmıştır. Ayrıca, 2002 yılında 23,4 dolar olan ham petrol
varil fiyatı, mevcut durumda 90 dolar civarında seyretmektedir. Uluslararası
petrol piyasasındaki bu fiyat artışı, yurt içinde hemen hemen bütün sektörlerde
kullanılan bir girdi olan ham petrolün ithalat değerini yükseltmiştir. 2002
yılında 9,2 milyar dolar olan enerji ithalatının bu yıl sonunda 30 milyar
doları geçmesi beklenmektedir. Bahsettiğim bu gelişmeler paralelinde, 2007
Ocak-Ekim döneminde 137 milyar dolarlık ithalat yapılmıştır. 2001 krizi
sonrası dönemde artan özel sektör yatırımları, hızlı büyüme, dünya hammadde
fiyatlarındaki yükseliş ve özel kesim tasarruf oranındaki düşüş, cari işlemler
dengemizin açık vermesine yol açmıştır. Cari açığın
sürdürülebilirliği hususunda mevcut durumda bir riskin olmadığını belirtmek
isterim. Son yıllarda ekonomimize olan güvenin artması, doğrudan yatırımlardaki
hızlı artışla birlikte, sermaye girişlerinin ağırlıklı olarak uzun vadeli
olmasını beraberinde getirdi. Bu da cari işlemler açığının finansman yapısında
belirgin bir iyileşme ve kalite sağladı. Çünkü, cari açık, eskisi gibi sıcak
para gibi kısa vadeli sermaye girişleriyle değil, doğrudan yabancı sermaye
girişleri ve uzun vadeli kredilerle finanse edilmektedir. Finansman
kalitesindeki bu artışta, sağlanan ekonomik ve siyasi istikrarın etkisi
büyüktür. 2007 Ocak-Eylül döneminde 15,3 milyar dolarlık doğrudan sermaye
girişi, cari açığın yüzde 59’unu finanse etti. Büyük bir bölümü
özel sektörce kullanılan uzun vadeli krediler ise, 2007 Ocak-Eylül döneminde
47,2 milyar dolar olarak gerçekleşti. Cari açıktaki yükselişin temel nedeni
olan özel sektör yatırımlarındaki artışlar ağırlıklı olarak bu uzun vadeli
sermaye girişleriyle finanse edildi. Cari açığın
kalıcı olarak düşürülmesi için yapısal reformlar ve mikroekonomik tedbirlerle
Türkiye’nin rekabet gücünün artırılması sağlanacak ve katma değeri daha yüksek
malların üretimine geçilecektir. Şunu da özellikle
tekrar belirtmek istiyorum: Bizim makroekonomik göstergeler içerisinde cari
açığın yükselmesinden dolayı, bundan sonra bu kürsüye gelecek olan
konuşmacıların üzerinde sıkça ve uzun duracağını tahmin ediyorum. Fakat şurası
unutulmasın ki finanse edilebilir bir cari açık hiçbir zaman bir risk değildir,
ama bu, finanse edilebilir bir cari açık diye de bunun tedbirini almayacağız
manasında değildir; son okuduğum cümle. Mikroekonomik tedbirlere başvurmak ve
Türkiye’nin rekabet gücünün daha artırılmasıyla ilgili tedbirlere başvurmak
suretiyle, yapacağımız yapısal reformlarla buna da kalıcı çözüm getirmek için
çalışmalarımız devam ediyor. Sayın Başkan,
değerli milletvekilleri; doğrudan yabancı sermaye açısından ülkemiz altın
yıllarını yaşamaktadır. Bunda, küresel doğrudan yabancı sermaye akımlarının
yüksek olmasının yanı sıra, ülkemizin ekonomik ve siyasi istikrar bakımından
gösterdiği başarıların etkisi de yadsınamayacak kadar büyüktür. Yatırım
ortamının iyileştirilmesine yönelik politikalarımızla ülkemiz doğrudan yabancı
sermaye için bir cazibe merkezi olma yolunda önemli bir aşama kaydetmiştir. Şimdi, bize bu
hususta diyorlar ki: Efendim, çok çok özelleştirme yapıyorsunuz, bundan dolayı
yabancı sermaye geliyor. Değerli
arkadaşlar, burada bir hususu belirtmek istiyorum: Türkiye’de özelleştirme
1980’lerden beri gündemdedir. Yani, Türkiye’deki özelleştirme yirmi beş seneden
beri bu ülkenin gündemindedir. Bizden önce de özelleştirme vardı. Madem
özelleştirmeyle geliyordu bu, daha önce niye gelmiyordu? Daha önce, 2002 yılı
ve öncesini düşünün, Türkiye’ye gelen yabancı sermaye ortalama 1 milyar dolara
varmıyordu. Bu, Hükûmetlerimiz döneminde alınan tedbirlerle artmaya başladı;
ekonomimizdeki düzelmeyle, ekonomimizdeki güçlenme ve istikrarla artmaya başladı.
Nitekim 2005 yılında bu 10 milyar dolara çıktı, 2006 yılında 20 milyar dolara
çıktı. O zaman dediler ki: “2007’de de devam edecek mi?” Evet, ekonominizi
düzeltmeye devam ederseniz, yapısal reformlara devam ederseniz, mali disipline
devam edersek, bu, artmaya devam edecektir, hiç kimsenin kuşkusu olmasın. O
satıldı, bu satıldı meselesi değildir. Eğer, ülke düzgünse, ekonomisi sağlam,
güçlüyse, istikrar varsa o ülkede yabancı sermaye artarak gelmeye devam
edecektir. Bunun yolu ve formülü budur değerli arkadaşlar. O bakımdan, 2007
yılında da yabancı sermayenin -küresel sermaye diyelim- küresel sermayenin
Türkiye’ye gelmesi, yüksek oranda gerçekleşmesi yine beklenmektedir. Nitekim,
ocak-eylül döneminde bu rakam 15,3 milyar dolardır. Değerli Başkan,
değerli milletvekilleri; kamu borç yükünü azaltmak ve borç dinamiklerimizi
iyileştirmek maliye politikamızın temel hedeflerinden biri olmaya devam
edecektir. Sağlanan makro ekonomik istikrar ve mali disiplin sayesinde kamu
borçlarının çevrilebilirliği yönündeki endişeler artık ortadan kalktı. 2002
yılında yüzde 78 olan kamu net borç stokunun gayrisafi millî hasılaya oranının 2007
yılı sonunda yüzde 40’lar düzeyine gerilemesini bekliyoruz. Yani, geldiğinizde
yüzde 78 olan rakam şimdi yüzde 40’ların da altına iniyor bu, kamu net borç
stoku bakımından. Ayrıca, Avrupa
Birliği standartlarına göre hesaplanan borç stokunun gayrisafi millî hasılaya
oranının da yüzde 60’ların altına inmesi suretiyle bu konuda da Maastricht
Kriterlerini yakalamış olacağız 2007 yılında. Çünkü, Maastricht Kriteri, borç
yapısının gayrisafi millî hasılaya oranının yüzde 60’ın altında olmasını
istiyor. Bu sene Maastricht Kriterlerinin dört tane kriteri vardır: Bütçe
açıklarının yüzde 3’ün altında olması lazım, borç yapısının yüzde 60’ın altında
olması lazım, faiz ve enflasyonun da oradaki ülkelerin seviyesinde olması
lazım. Daha biz görüşmeleri yaparken, ekonomi yönünden, Maastricht Kriterleri
yönünden iki tanesini -bütçe açıklarını ve borç yapısını- şu anda yakalamış
bulunuyoruz ve bu konuda da birçok Avrupa ülkelerinden de iyi durumdayız. Bu da neyi
gösteriyor? Borç yükündeki kırılganlığın artık bittiğini, kalktığını
gösteriyor. Türkiye, o kırılganlıklarını, risklerini bir bir atmak suretiyle
ülke riskini düşürüyor ve genel global ekonomi içerisindeki yerini daha da
güçlendirmiş oluyor. Yine, borç
yapımızda ayrı bir şey… 2002 yılında döviz cinsinden ve dövize endeksli
borçların payı yüzde 58. Şimdi, bu, yüzde 32’nin altına iniyor. Yani ne oluyor
burada? Borç stoku, kur riskine karşı daha korunaklı bir yapıya kavuşuyor. İktidara
geldiğimiz günden beri faiz oranları sürekli düşmektedir. 2002 yılının Ekim
ayında yüzde 64 olan iç borçlanma faiz oranları üç yıl içinde yüzde 20’lerin
altına indi. 2006 Nisan ayında yüzde 14’e kadar düşen faiz oranları dış
piyasalardaki dalgalanmaların etkisiyle bir ara yüzde 20’lerin üzerine çıktıysa
da taviz vermeden uyguladığımız mali disiplin sayesinde 2007 yılıyla birlikte
yeniden düşüş eğilimine girdi. Nitekim, bugünlerde yüzde 16’lar seviyesine
gerilediğini de görüyoruz. Değerli
arkadaşlar, bu politikalara devam ettiğimiz müddetçe, ülke riskini düşürdüğümüz
müddetçe, enflasyonu düşürdüğümüz müddetçe, nominal faizler daha da düşecektir.
Bunun hiç başka yolu yoktur, düşmeye devam edecektir. Bunu da tek haneli
rakamlara indirmeye gayret ediyoruz. Yani, bununla ilgili gerekli politikaları
uygulamaya devam edeceğiz. Yine, kamu kesimi
borçlanma gereği, yıllar sonra ilk kez 2005 yılında Hükûmetlerimiz döneminde bu
kamu kesimi borçlanma gereği negatife döndü. Yani, sürekli olarak ülkenin borca
ihtiyacı var; sürekli, devamlı borç alacak, borç alacak, borç alacak. İlk defa
bizim zamanımızda mevcut borçların eksiye dönmesi demek, nominal olarak da
borçları düşürmeye başladık demektir. Evet, nispi
olarak nerelerden nerelere geldiğimizi biraz önce arz etmeye çalıştım ama
nominal olarak da kamu kesimi borçlanma gereği eksi verdi demek, biz borçları
nominal olarak da düşürmeye başladık demektir. Bu, 2005 yılında düşmeye
başladı, 2006’da devam etti, daha yüksek seviyede kamu kesimi fazla verdi ve
2007 yılında da yine devam edecek, 2008 yılında da eksi 133 olarak
gerçekleşmesini bekliyoruz bunun. Yani, ülkemizin kronik borç sarmalından
kurtulmaya başladığının işaretidir bunlar. Sayın Başkan,
değerli milletvekilleri; Hükûmetlerimiz döneminde, sosyal refahta artış
sağlamak, ekonomideki rekabet ortamını iyileştirmek için özelleştirme konusuna
da büyük önem veriyoruz. Bu özelleştirme konusu çok sık dile geliyor. Değerli
arkadaşlar, özelleştirme yapısal bir reformdur. Bu yapısal reformu tamamlamadan
ülkeler gelişmişlik seviyelerini artıramazlar ve dünya ekonomileri içerisinde
serbest piyasa ekonomilerini tam olarak sağlayamazlar. Neden öyle? Bakınız,
şimdi “Demirperde gerisi” dediğimiz eski sosyalist ülkeler bile oralardan
kurtulup özelleştirmelerini tamamladılar. Özelleştirmeden
maksat, devleti ekonomik faaliyetlerden kurtarmaktır. Ekonomik faaliyetler özel
sektör eliyle yapılır. O zaman yapıldığında çok daha sağlam kaynaklarla, çok
daha sağlam idari yapılarla, çok daha sağlam adımlarla ekonomi gelişmeye devam
ediyor. O bakımdan, özelleştirmeyi yapmak kaçınılmaz bir vazifedir. Özelleştirmeyle
ilgili olarak, daha önce Bütçe Komisyonunda yapıldığı için söylüyorum, burada
da tekrar “Efendim, özelleştirme yapılıyor, özelleştirmeleri dışarıdan gelip
alanlar var. Özelleştirmeleri yabancı sermaye alıyor…” Değerli arkadaşlar,
sadece özelleştirme değil, devletin bütün ekonomik faaliyetlerinde,
Türkiye’nin, bakın, bir problemi var, o da şu: Türkiye’de sermaye birikimi az,
yetersiz. Tasarrufların azlığından dolayı sermaye birikimi yetersiz.
Dolayısıyla, kalkınmak için muhakkak yatırım yapılması lazım, yatırım
yapılabilmesi için de sermaye birikiminin yüksek veyahut da noksan sermaye
birikiminden dolayı dışarıdan bize sermayenin gelmesi lazım. Bizden önceki
zamanları da bir hatırlayın. Gazeteleri hatırlayın, çarşaf çarşaf gazeteler,
“Bize niye yabancı sermaye gelmiyor? Küresel sermayeden niye payımızı
alamıyoruz?” diye yakınmalar, yazılar, tahliller, her şey vardı. Şimdi bunlar
gelmeye başladı. Neden? Ülkemiz düzeldi. Bunlar gelmeye başlayınca “E bu
yabancı sermaye niye geliyor?” Bırakın kardeşim, yatırım için geliyor.
“Efendim, şunu niye satıyorsunuz?” Biz bir yeri… Biz satıyoruz, onu satıyoruz.
Bir yerde ülkeden bir şey gitmiyor, satılan fabrikalar gene burada, satılan
bankalar da burada, satılan villalar da burada. Bakın bakalım yurt dışına
giderken, çıkan gümrüktekilerin çantasında hiç fabrika var mı, bakın bakalım
villa var mı! (AK Parti sıralarından alkışlar; CHP, MHP ve DTP sıralarından
gülüşmeler) Onlar bize paralarını getiriyorlar değerli arkadaşlar. Bugün ülkeler
arasındaki en büyük rekabet, daha fazla küresel sermayeden pay alma
rekabetidir. Ülkeler bunun için vergilerini düşürüyorlar, ülkeler bunun için
teşvikler koyuyorlar, ülkeler bunun için tedbirler koyuyorlar, gelsin diyorlar.
Ama siz ülkenizi iyi idare ettiğiniz müddetçe, kaidelerinizi iyi koyduğunuz
müddetçe, kontrolünüzü iyi yaptığınız müddetçe, her şey bu Hükûmetin ve hatta
bu devletin hükümranlığı altında. Onlar bize güvenerek geliyorlar. Bu kaideleri
iyi koyup iyi tatbik edersek, bundan korkulacak bir şey yok. Böyle lüzumsuz
korkularla hareket etmemiz mümkün değil. Bir dünyaya bakın ne oluyor, ondan
sonra da burada ona göre konuşma yapalım. Evet, bunu da özellikle belirtmek
istiyorum. Ve
özelleştirmede… On sekiz-yirmi yıl boyunca -devamlı bizden önce konuşuldu-
yapılan özelleştirme 8 milyar dolar. Şimdi, biz, geldiğimiz günden bugüne kadar
yalnız Özelleştirme İdaresi kanalıyla 25,5 milyar dolarlık özelleştirme yaptık,
bitti. Ayrıca, TMSF kanalıyla, Ulaştırma Bakanlığı kanalıyla yaptığımız
özelleştirmeleri dâhil edecek olursak, Hükûmetimizin bu dönemde bugüne kadar
yaptığı özelleştirme 40 milyar dolardır değerli arkadaşlar. Şimdi, tabii,
özelleştirmede bu derece bizim yol almamız, bizim ekonomik görünümümüzü,
uluslararası rekabetçi piyasada yerimizin sağlamlaştırılmasını da sağlıyor.
Boşuna gelmiyor, adam buraya parasını getiriyor. Parasını kolay kolay kimse
getirmez insana. BAYRAM ALİ MERAL
(İstanbul) – Doğuda, güneydoğuda hiç yatırım yapıyor mu? ATİLLA KART
(Konya) – Sayın Bakan, faizden söz edin. MALİYE BAKANI
KEMAL UNAKITAN (Devamla) – Siz, şimdi, benim anlattıklarımı anlamaya gayret
ediniz. (AK Parti sıralarından alkışlar) Laf atmayı bırakın. Bakın, ben burada
bir şey bahsediyorum, buna dikkat edin, bu konuşmalara dikkat edin. ESFENDER KORKMAZ
(İstanbul) – Doğru söylerseniz anlarız. MALİYE BAKANI
KEMAL UNAKITAN (Devamla) – Her zaman da yapmam, ona göre. (AK Parti
sıralarından alkışlar) Sayın Başkan,
değerli milletvekilleri; konuşmamın bu bölümünde çalışanlarımıza ve
emeklilerimize Hükûmetlerimiz döneminde sağladığımız mali imkânlarla ilgili
bilgiler vermek istiyorum: 2003 Ocak-2007
Kasım döneminde TÜFE’deki kümülatif değişme yüzde 65,3 olmuştur. Buna karşılık,
söz konusu dönemde aynı bazlı: En düşük memur
maaşı 2002 Aralık ayında 392 YTL iken, 2007 Aralık ayında 843 YTL’ye çıktı.
Artış yüzde 115,1. Ortalama memur
maaşı 2002 Aralık ayında 578 YTL iken, 2007 Aralık ayında 1.090 YTL’ye çıktı.
Artış yüzde 88,7. Net asgari ücret
2002 Aralık ayında 184 YTL iken, 2007 Aralık ayında 419 YTL’ye çıktı. Artış
yüzde 127,5. En düşük SSK
emekli aylığı 2002 Aralık ayında 257 YTL iken, 2007 Aralık ayında 548 YTL’ye
çıktı. Artış yüzde 113,1. En düşük memur
emekli aylığı 2002 Aralık ayında 377 YTL iken, 2007 Aralık ayında 716 YTL’ye
çıktı. Artış yüzde 90,3. ESFENDER KORKMAZ
(İstanbul) – Reel olarak ne, reel? MALİYE BAKANI
KEMAL UNAKITAN (Devamla) – Bu oranlar ve maaş tutarları, çalışan, emekli ve dar
gelirli vatandaşlarımızın mali durumlarının 2002 yılına göre iyileştiğini,
gelirlerinde reel artışlar olduğunu açıkça ortaya koymaktadır. ESFENDER KORKMAZ
(İstanbul) – Yüzde kaç reel artış? MALİYE BAKANI
KEMAL UNAKITAN (Devamla) – Önümüzdeki dönemlerde de bütçe imkânları ölçüsünde
dar gelirli vatandaşlarımızın durumunu daha da iyileştirmek temel
önceliklerimiz arasında yer almaya devam edecektir. Sayın Başkan,
değerli milletvekilleri; biliyorsunuz ki, burada Kesin Hesap Kanun Tasarısı da
görüşülüyor. Görüşülecek olan 2006 yılı bütçesiyle de ilgili kısaca bilgili
vermek istiyorum. 2006 yılında
bütçe giderleri 178,1 milyar YTL, bütçe gelirleri 173,5 milyar YTL ve bütçe
açığı 4,6 milyar YTL düzeyinde gerçekleşti. ESFENDER KORKMAZ
(İstanbul) – Yüzde kaç reel artış? MALİYE BAKANI
KEMAL UNAKITAN (Devamla) – Faiz ödemeleri bir önceki yıla göre yüzde 0,6
oranında artarak 46 milyar YTL oldu ve faiz dışı fazla 41,5 milyar YTL olarak
gerçekleşti. Bütçe açığının
gayrisafi millî hasılaya oranı 2005 yılında yüzde 1,7 iken, 2006 yılında yüzde
0,8’e düştü, faiz dışı fazlanın gayrisafi millî hasılaya oranı ise 2006 yılında
yüzde 7,2 olarak gerçekleşti. Değerli
arkadaşlar, burada bir husus var: Şimdi, biz bütçeleri konuşurken -bu sene
biliyorsunuz 2008 yılı bütçesini konuşuyoruz- aynı yılda da bir sene önceki,
yani bulunduğumuz değil de ondan öncekinin kesin hesap kanununu görüşürüz.
Kesin hesapta bütçeler burada konuşulur, o bütçeler hakkında herkes uzun uzun
konuşmalar yapar. Fakat, asıl konuşmaların yapılacağı yer de… Ya, tamam bu
bütçe oldu da, nasıl neticelendi bu bütçe? Bu bütçe, acaba, söylediğiniz gibi
hedeflere uygun mu oldu, yoksa hedefleri aşan bir bütçe mi oldu? Bütçe açıkları
hedeflenenden daha az mı oldu, daha çok mu oldu? Şimdi, bizim
dönemimizden önce, AK Parti Hükûmetlerinin döneminden önce bir alışkanlık vardı.
Şimdi, bunlar hiç konuşulmuyor, hemen kaldır elleri, kondur, bitti. Değil,
bunlar konuşulacak. MUSTAFA ÖZYÜREK
(İstanbul) – Siz de konuşmuyorsunuz, Hükûmet de konuşmuyor. MALİYE BAKANI
KEMAL UNAKITAN (Devamla) – Bakın şimdi, bizim Hükûmetlerimizden önce ne
denilmişse, bütçe açıkları şu olacak, ondan çok daha fazla olmuştur; giderler
ne denilmişse ondan çok daha fazla olmuştur, gelirler ne denilmişse ondan daha
az olmuştur. İlk defa bizim AK Parti Hükûmetlerinin zamanında, ne demişsek;
açık şu, ondan daha az açık gelmiştir; gelirlerimiz ondan daha fazla,
giderlerimiz ondan daha az olmuştur. Yani, söylediğimizden çok daha iyi bir
performans sergilemiştir Hükûmetlerimiz. KEMAL
KILIÇDAROĞLU (İstanbul) – Cari açıkta da aynı şey var mı Sayın Bakan? MALİYE BAKANI
KEMAL UNAKITAN (Devamla) – Bu, AK Parti Hükûmetlerinin verdiği sözlere ne kadar
dikkat ettiğini gösteren, uygulamada ne kadar başarılı olduğunu gösterendir.
Yoksa, yazarsın yazarsın ama uygulamazsın. Ne kıymeti var onun? KEMAL
KILIÇDAROĞLU (İstanbul) – Cari açıkta rakam neydi Sayın Bakan? K. KEMAL ANADOL
(İzmir) – Cari açık… Cari açık! Buna uyuyor mu? MALİYE BAKANI
KEMAL UNAKITAN (Devamla) – İşte, AK Parti Hükûmetleriyle bu ciddiyet geldi.
Bunu özellikle belirtmek istiyorum. Kesinhesap kanununda ayrıca görüşün, ayrıca
konuşun. K. KEMAL ANADOL
(İzmir) – Cari açık da tuttu mu? Cari açıkta da tuttu mu? MALİYE BAKANI
KEMAL UNAKITAN (Devamla) – Cari açığı biraz önce çok anlattım Sayın Anadol.
İsterseniz sizin için özel bir daha anlatırım. K. KEMAL ANADOL
(İzmir) – Olur da, bu tarife sığmıyor. KEMAL
KILIÇDAROĞLU (İstanbul) – Bir de hazine işlemlerinin raporunu açıklayın? BAŞKAN – Lütfen
arkadaşlar… Lütfen… KEMAL
KILIÇDAROĞLU (İstanbul) – Sayıştayın hazine raporunu da açıklar mısınız? BAŞKAN – Sayın
Kılıçdaroğlu… MALİYE BAKANI
KEMAL UNAKITAN (Devamla) – Değerli Başkan, değerli milletvekilleri; şimdi,
sizlere 2007 yılı merkezî yönetim bütçesinin Ocak-Ekim dönemini kapsayan on
aylık uygulama sonuçlarını da kısaca hatırlatmak istiyorum. Bu dönemde 168,2
milyar YTL harcama yapılmış, 155,9 milyar YTL gelir elde edilmiştir. Faiz dışı
harcamalar 123,5 milyar YTL, vergi gelirleri 123,8 milyar YTL düzeyinde
gerçekleşmiştir. Ocak-Ekim 2007
döneminde merkezî yönetim bütçe açığı 12,3 milyar YTL olmuştur. Söz konusu
dönemde oluşan bütçe açığı yıllık bütçe açığı hedefi olan 16,8 milyar YTL’nin
yüzde 72,9’una tekabül etmektedir. Bu oran, yıl sonu bütçe açığı
gerçekleşmesinin bütçe hedefinin altında kalacağını göstermektedir. Diğer taraftan,
Ocak-Ekim dönemi faiz dışı fazla tutarı da 32,4 milyar YTL olarak
gerçekleşmiştir. 2007 yılı merkezî
yönetim bütçe gerçekleşme tahmini: Konuşmamın bu bölümünde de kısaca 2007
bütçesi yıl sonu gerçekleşme tahminimizi açıklamak istiyorum. 2007 yıl sonu
itibarıyla merkezî yönetim bütçe giderlerinin 202,9, bütçe gelirlerinin 188,
bütçe açığının 14,9, faiz dışı fazla tutarının 34,1 milyar YTL olarak
gerçekleşeceği tahmin edilmektedir. Bununla birlikte,
yıl sonu bütçe açığı gerçekleşmesinin tahminimizin de altında olacağını ümit
ediyorum. Sayın Başkan,
değerli milletvekilleri; 2008 bütçesiyle ilgili açıklamalara geçmeden önce,
2008 bütçesi için temel alınan makroekonomik büyüklükler ile maliye politikası
hedeflerini açıklamak istiyorum: 2008 yılı için
gayrisafi millî hasıla büyüklüğü 716,6, büyüme oranı 5,5, yıl sonu TÜFE 4,
ihracat 117 milyar dolar, ithalat 182 milyar dolar, kişi başına millî gelir
7.000 dolar, satın alma gücü paritesine göre kişi başına millî gelir 9.681
dolar olarak hedeflenmiştir. ESFENDER KORKMAZ
(İstanbul) – Sayın Bakan, bütçede “dolar” niye konuşuyorsunuz, YTL yok mu? BAŞKAN – Lütfen,
arkadaşlar… MALİYE BAKANI
KEMAL UNAKITAN (Devamla) – Uluslararası mukayeseleri daha iyi yapmak için. 2008 yılına
ilişkin maliye politikası hedeflerimizi ise şu şekilde sıralamak istiyorum: Tesis edilen mali
disiplini devam ettireceğiz. Enflasyonla
mücadele politikasını aynı şekilde desteklemeye devam edeceğiz. Kamu borç
stokundaki düşüş eğilimini devam ettirecek bir faiz dışı fazla gerçekleştireceğiz. Faiz giderlerinin
bütçe üzerindeki baskını hafifleteceğiz. Bütçe
harcamalarını sağlam gelir kaynaklarıyla karşılamak, kamu harcamalarının
kalitesini artırmak, makroekonomik istikrarla birlikte sürdürülebilir
kalkınmayı sağlamak, hesap verilebilirliği, mali saydamlığı güçlendirmek,
verimliliği ve üretimi teşvik edici bir tarımsal destekleme politikası
oluşturmak, kırsal kesimin altyapısını güçlendirmek, sosyal politika ve
programlarla gelir düzeyi düşük kesimleri desteklemektir. Sayın Başkan,
değerli milletvekilleri; son yıllarda mali yönetim ve kontrol sisteminde
gerçekleştirilen reformlar sonucunda bütçe sistemimiz makroekonomik istikrarla
birlikte sürdürülebilir kalkınmayı esas alan, kaynakların etkili, ekonomik ve
verimli bir şekilde kullanılmasını sağlayan bir yapıya kavuşmuştur. 2008 bütçe
ödenekleri de uygulanan ekonomik programın ilke ve hedeflerine uygun olarak
kamu kesimi açıkları ile enflasyonun düşürülmesi ve reel ekonomideki
canlandırmanın sürdürülmesine katkıda bulunulması hedeflerinin
gerçekleştirilmesini sağlayacak şekilde belirlenmiş ve kamu idarelerinin hizmet
öncelikleri dikkate alınarak gerekli kaynak tahsisleri yapılmıştır. Değerli
arkadaşlar, yazılı olarak da sizlerde bulunduğu için, zamandan dolayı
anlayışınıza sığınarak bazı atlamalarda bulunacağım; onun için müsaade
istiyorum. Değerli
arkadaşlar, 2008 merkezî yönetim bütçesinde bütçe giderleri 222,6 milyar YTL,
net bütçe gelirleri 204,6 milyar YTL, bütçe açığı 18 milyar YTL, faiz dışı
fazla 38 milyar YTL olarak öngörülmüştür. 222,6 milyar YTL
olarak belirlenen 2008 bütçe giderlerinin ekonomik sınıflandırmaya göre
dağılımı ise şöyledir: Personel giderleri 48,7 milyar, sosyal güvenlik
kurumlarına devlet primi giderleri 6,4, mal ve hizmet alım giderleri 22,9, faiz
giderleri 56, cari transferler 69,2, sermaye giderleri 11,8, sermaye
transferleri 2,1 milyar, borç verme 3,9, yedek ödenekler 1,6 milyar YTL’dir. 2008 gelir
bütçesi. Bütçe gelirleri (iadeler dâhil) 221,2 milyar YTL, vergi iadeleri 16,6
milyar YTL, bütçe gelirleri 204,6 milyar YTL, vergi gelirleri 171,2 milyar YTL,
vergi dışı gelirler 33,4 milyar YTL olarak tahmin edilmektedir. Bu vergi
türlerine ilişkin gelir tahminlerimiz de şu şekildedir: Gelir vergisi 38,1,
kurumlar vergisi 14,5, dâhilde alınan KDV 17,7, ithalde alınan KDV 30,5, özel
tüketim vergisi 44,7 milyar YTL, motorlu taşıtlar 3,9, BSMV 4, harçlar 5,4,
damga vergisi 4,2 milyar YTL’dir. Sayın Başkan,
değerli milletvekilleri; Hükûmetlerimiz döneminde, vergi sistemindeki yapısal
sorunların giderilmesi, sürdürülebilir bir büyüme ve istihdam artışı için
yatırım ortamının iyileştirilmesini sağlayacak düzenlemeler hayata
geçirilmiştir. Bu bağlamda; Enflasyon
muhasebesine geçilmiştir. Gelişmişlik
düzeyi düşük olan illerimizde faaliyette bulunan mükelleflerimize gelir vergisi
stopajı teşviki, sigorta primi işveren paylarındaki teşvik, yatırım yeri
tahsisi ve enerji desteği sağlanmıştır. Katma değer
vergisiyle ilgili olarak tekstil, sağlık, eğitim ve gıda sektöründe oran
indirimine gidilerek yüzde 18’den yüzde 8’e çekilmiştir. Bütün bunlar
ihracatı teşvik etmek, rekabet ve alım gücünü artırmak ve kayıtlı ekonomiye
geçiş sürecini hızlandırmak amacıyla getirilen önemli indirim ve istisnalardır. 2008 yılı
başından itibaren uygulanmak üzere, turizm sektöründe KDV oranını yüzde 18’den
8’e indirdik. Böylece, turizm sektörünün uluslararası rekabet gücü daha da
artmış olacaktır. Teknoloji
geliştirme bölgelerinde yapılan yatırımlardan elde edilen gelirler vergiden
istisna edilerek, araştırma geliştirme faaliyetlerinin yaygınlaştırılması, yeni
teknolojilerin geliştirilmesi ve inovasyon ile ilgili projelere önem verilmesi
bakımından önemli ölçüde teşvik edilmiştir. Damga vergisi ve
harçların uygulama alanları büyük ölçüde daraltılarak, damga pulu yapıştırma
işlemi, damga vergisi tahsilatı tamamen kaldırılmıştır. Yurt dışında
yatırım yapan mükelleflerimizin bu yatırımlardan elde ettikleri kazançların Türkiye’ye
intikali önündeki tüm vergisel engeller tamamen ortadan kaldırılmıştır. Amme
Alacaklarının Tahsil Usulü Hakkında Kanun’da yer alan ve her ay için yüzde 4
olarak uygulanan gecikme zammı oranı yüzde 2,5’a indirilmiştir. Buna paralel
olarak, Kanun’da yer alan, yıllık yüzde 30 olarak uygulanmakta olan tecil faizi
yüzde 24 olarak belirlenmiştir. Vergi Usul
Kanunu’nda yapılan değişiklikle, 2006 tarihinden sonra ortaya çıkan, vergi
cezası kesilmesini gerektiren fiiller için ceza hukukunun genel prensiplerine
paralel düzenleme yapılarak mevzuat ve uygulama basitleştirilmiştir. Ayrıca,
Hükûmetimiz zamanında kurumlar vergisi yeniden düzenlenmiştir ve tamamen eskisi
kaldırılmış, yepyeni, basit, çağdaş ülkeler düzeyinde bir kanun kabul etmiş
bulunuyoruz. Yeni kurumlar vergisini geçirdik biliyorsunuz, uygulamaya
başladık. Aynı şekilde Gelir Vergisi Kanunu’nu da yeniden yazmaya başladık.
2008 yılında yüksek huzurlarınıza getireceğiz ve Gelir Vergisi Kanunu’muzu da
basit, anlaşılabilir ve daha çağdaş bir kanun hâline getireceğiz. Onu da, Vergi
Usul Kanunu ve diğer kanunlar takip edecektir. Yine,
biliyorsunuz, ücretlerde asgari ücret indirimini getirdik. Bu uygulama ile de
Türkiye, istihdam üzerindeki vergi yükleri sıralamasında OECD ülkeleri arasında
yedi basamak daha iyi bir konuma geçmiş oldu değerli arkadaşlar. Ve yine,
mükelleflerimizin vergi ödemedeki kolaylıklarını artırmak, vergiye gönüllü
uyumunu artırmak için teknolojik imkânlardan oldukça faydalanıyoruz. Şimdi,
aldığımız beyannamelerin yüzde 92’si artık İnternet ortamından alınıyor. Yani,
eskisi gibi, kimse, vergi daireleri önünde beyannamelerini vermek için uzun
uzun kuyruklar oluşturma artık kalktı, tarihe kavuştu bunlar. Hatta, geçenlerde
bir gazetede okuyorum: “Beyannamemi vermeye gittim, vergi dairesi bomboş,
yanlış mı geldim?” diyor, sonradan da bunu anlatıyor. Yani, kimse artık
beyanname vermek için uzun uzun vergi dairesine… Oturduğu yerden beyannameler
veriliyor. Oturduğu yerden vergi borçları ödeniyor artık. Yani, paraları ele
alıp da vergi dairelerinin kapısına kimse gitmiyor, düğmeye basınca vergisi de
otomatikman ödeniyor. Bankalar vasıtasıyla, İnternet yoluyla vergiler de
ödenmeye başlandı. Tabii, bu
teknolojik ilerleme bizim vergi incelemelerinde de kullanılmaya başlayınca, o
zaman birçok vergi kaçağı çok daha kolay ortaya çıkıyor. Sadece 2007 yılında,
yani bugüne kadar -bitmedi daha 2007 çünkü- 111.548 vergi incelemesi yapılmış.
Bu vergi incelemeleri eskiden yapılırdı, raporlar yazılırdı “Haydi mükellefler
mahkemelere!” yıllarca mahkemeler sürerdi. Şimdi, artık, uzlaşma müessesesine
daha fazla geliniyor ve bu uzlaşma sayesinde, yalnız 2007 yılında yapılan
incelemeler neticesinde, vergi aslı ve gecikme faizi birlikte 1 milyar 722
milyon YTL nakit para tahsil edilip hazinenin kasasına girdi. KEMAL
KILIÇDAROĞLU (İstanbul) – Silinen parayı da öğrenebilir miyiz Sayın Bakanım? MALİYE BAKANI
KEMAL UNAKITAN (Devamla) – Tabii, tabii… KEMAL
KILIÇDAROĞLU (İstanbul) – Ne kadar efendim? MALİYE BAKANI
KEMAL UNAKITAN (Devamla) – Yaz bir şey… Yazılı bir şey ver, bildirelim. KEMAL
KILIÇDAROĞLU (İstanbul) – Sorduk da “Gizlidir.” diye verilmedi. MALİYE BAKANI
KEMAL UNAKITAN (Devamla) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri;
Hükûmetlerimiz döneminde hantal, merkeziyetçi ve formalitelere boğulan bir
yönetim anlayışı yerine, hizmet kalitesini, hızını ve kapsamını ön planda tutan
bir anlayışı benimsedik ve bunu da safha safha uyguluyoruz. Makroekonomik
politikalara ilave olarak istihdam, KOBİ’ler, çalışma hayatı, sosyal güvenlik,
sağlık, eğitim, tarım, konut ve enerji gibi alanlarda izlenen politikalar,
sosyal etkileri bakımından önemli sonuçlar doğurmuştur, daha da doğuracaktır. Bugüne kadar
huzurlarınıza getirdiğimiz tüm bütçeler, milletimizin refahını nazarı itibara
dikkate almıştır. 2008 bütçesi de istikrarı, büyümeyi ve refahın artırılmasını
dikkate alan bir bütçedir, sosyal devlet anlayışını benimseyen bir bütçedir.
2008 bütçesi, ülke ihtiyaçlarına ve gerçeklerine uygun olarak hazırlanmış ve
huzurunuza getirilmiştir. Bu bütçe, şeffaf, samimi ve gerçekçidir. Cumhuriyetimizin
kurucusu Atatürk diyor ki: “Tam bağımsızlık ancak mali bağımsızlık ile
mümkündür. Bir devletin maliyesi bağımsızlıktan yoksun olunca o devletin bütün
hayat ışıklarında bağımsızlık felç olur.” 1 Mart 1922. Bunu da
soruyordunuz “Ne zaman söyledi?” diyordunuz, bu da size bir cevaptır. [CHP
sıralarından alkışlar(!)] RASİM ÇAKIR
(Edirne) – Bravo! MALİYE BAKANI
KEMAL UNAKITAN (Devamla) – Tamam, teşekkür ederim. Bizi alkışlamaya devam
edeceksiniz, devam edin. (AK Parti sıralarından alkışlar) K. KEMAL ANADOL
(İzmir) – Atatürk’ü alkışladık sizi değil. MALİYE BAKANI
KEMAL UNAKITAN (Devamla) – Evet, teşekkür ediyorum. Şimdi, büyük
Atatürk’ün gösterdiği yolda emin adımlarla ilerliyoruz. Bu hedefe, kararlı ve
disiplinli adımlarla ulaşacağız. Önümüze koyduğumuz hedeflerden hiç taviz
vermedik ve vermeyeceğiz. Kalkınmada en
önemli faktör, istikrar, birlik ve beraberliktir. Dünyanın 17’nci büyük
ekonomisi olan ülkemiz, istikrarın devam etmesi hâlinde, yakın zamanda, dünya
ekonomileri içinde çok daha yüksek seviyelere çıkacaktır. Bu yolda bizi her
zaman destekleyen Sayın Başbakanımız başta olmak üzere Hükûmetimiz üyelerine,
kamu idarelerine ve bütün vatandaşlarımıza şükranlarımı sunuyorum. Sayın Başkan,
değerli milletvekilleri; 2008 bütçesi, ülkemiz ve milletimize hayırlı olsun.
Yapacağınız yoğun ve yorucu çalışmalar için, Hükûmetim ve şahsım adına sizlere
şimdiden teşekkür ediyorum. Bu duygu ve
düşüncelerle, hepinizi saygı ve sevgiyle selamlıyorum. (AK Parti sıralarından
alkışlar) BAŞKAN – Teşekkür
ederim Sayın Bakan. Değerli
milletvekilleri, bütçe görüşmeleri, 27/11/2007 tarihli 25’inci Birleşimde
alınan karara uygun olarak bastırılıp dağıtılan programa göre yapılacaktır. Başlangıçta,
bütçenin tümü üzerindeki görüşmelerde, siyasi parti grupları ve Hükûmet adına
yapılacak konuşmalarda süre, Hükûmetin sunuş konuşması hariç, birer saat (bu
süre, birden fazla konuşmacı tarafından kullanılabilir), kişisel konuşmalarda
onar dakikadır. Kişisel
konuşmalarda, bütçenin tümü üzerinde, lehte ve aleyhte olmak üzere, birer üyeye
söz verilecektir. Bildiğiniz gibi,
yine, alınan karar gereğince bu müzakereler sonunda soru sorma işlemi yoktur. Değerli
milletvekilleri, şimdi, bütçenin tümü üzerinde, grupları ve şahısları adına söz
alan sayın milletvekillerinin isimlerini sırasıyla okuyorum: Adalet ve
Kalkınma Partisi Grubu adına, Sakarya Milletvekili Sayın Şaban Dişli ve Sivas
Milletvekili Sayın Mehmet Mustafa Açıkalın; Demokratik Toplum Partisi Grubu
adına, Van Milletvekili Sayın Fatma Kurtulan ve Şırnak Milletvekili Sayın Hasip
Kaplan; Cumhuriyet Halk Partisi Grubu adına, Genel Başkan ve Antalya
Milletvekili Sayın Deniz Baykal; Milliyetçi Hareket Partisi Grubu adına, Genel
Başkan ve Osmaniye Milletvekili Sayın Devlet Bahçeli. Şahısları adına,
lehinde, İstanbul Milletvekili Sayın Hasan Macit, Antalya Milletvekili Sayın
Tayfur Süner, Ağrı Milletvekili Sayın Abdulkerim Aydemir, Çorum Milletvekili
Sayın Agâh Kafkas; aleyhinde, Eskişehir Milletvekili Sayın Beytullah Asil,
Sivas Milletvekili Sayın Muhsin Yazıcıoğlu. Şimdi, söz
sırası, Adalet ve Kalkınma Partisi Grubu adına, Sakarya Milletvekili Sayın
Şaban Dişli’de. Buyurun Sayın
Dişli. (AK Parti sıralarından alkışlar) Sayın Dişli,
otuzar dakika olarak mı kullanacaksınız süreleri? ŞABAN DİŞLİ
(Sakarya) – Evet Sayın Başkan, otuzar dakika olarak kullanacağız. BAŞKAN –
Buyurunuz. AK PARTİ GRUBU
ADINA ŞABAN DİŞLİ (Sakarya) – Sayın Başkan, teşekkür ediyorum. Sayın Başkan,
değerli milletvekilleri; 2008 Yılı Merkezi Yönetim Bütçe Kanunu Tasarısı
hakkında AK Parti Grubu adına söz almış bulunmaktayım. Hepinizi saygıyla
selamlıyor, 2008 yılı bütçesinin ülkemize ve Türk milletine hayırlı olmasını
diliyorum. 2008 mali
bütçesinin hazırlanmasında emeği geçen, başta Maliye Bakanımıza, bakanlarımıza
ve bürokratlarına, Plan ve Bütçe Komisyonu Başkan ve üyelerine ve personeline
teşekkürlerimi sunuyorum. Değerli
milletvekilleri, görüşeceğimiz 2008 yılı bütçesi AK Parti Hükûmetlerinin
altıncı bütçesi olacaktır, 2003 yılı geçici bütçe hariç. Hepimiz biliyor ve
inanıyoruz ki, bundan önceki bütçelerde olduğu gibi 60’ıncı Hükûmetimizin bu
bütçesi de çok başarılı olacak ve hedeflerini tutturacaktır. 2002 yılından bu
yana Türkiye’nin içinden geçtiği gerek iç gerek dış etkenlerden kaynaklanan
bazı olumsuzluklara rağmen, Türkiye, yirmi iki çeyrek kesintisiz kalkınmasını
ve büyümesini sürdürerek dünyada örnek gösterilen bir performans sergilemiştir.
Şimdi, ekonomisiyle, sosyal kalkınmasıyla, dış politikadaki dinamizmiyle ve 22
Temmuz 2007 seçimlerinde perçinleşen siyasi istikrarıyla, içeride ve dışarıda
itibarı ve saygınlığı her geçen gün artmış ve artmaya devam eden bir ülke
konumuna gelmiştir. Artık, hepimiz, önümüzü görür, geleceğe güvenle bakar hâle
geldik. AK Parti
Hükûmetlerimiz toplumun her kesimiyle iletişim içindedir. AK Parti
Hükûmetlerimiz açık, planlı ve programlı çalışmayı kendine hedef seçmiş,
yönetimiyle siyasi istikrar ve güven, yani siyasi kredibilite tesis etmiş,
ekonomik istikrarın devamlılığını sağlamıştır. Ekonomik istikrar da kendini,
biraz sonra değineceğim ekonominin temel göstergelerine tüm bu geçmiş
iktidarımız döneminde yansıtmıştır, yansıtmaya da, Sayın Bakanımızın az önce
söylediği gibi, devam edecektir. Yani enflasyona yansıtmıştır, faizlere
yansıtmıştır, kurlara yansıtmıştır, büyüme ve istihdama yansıtmıştır,
ekonominin temel göstergelerine ve toplumumuzun her kesiminin hayat kalitesini
yükseltmesine yansıtmıştır. Küresel ekonomi içinde Türkiye’nin yerini
yukarılara, saygın seviyelere taşımış ve taşımaya devam edecektir. Bazı
göstergelerde, özellikle dış dinamiklerden kaynaklanan geçici değişimler
olmuştur. O durumda dahi, dalga boyuna baktığımızda, gene ekonomimizin
kırılganlıklara ne kadar dirençli hâle geldiğini görmek mümkündür. Bu
sıkıntıların herhangi birisi iktidarımızdan önce olduğunda, Türkiye’nin
karşılaştığı krizleri ve sorunları hepimiz biliyoruz. Bunları, maalesef, geçmiş
dönemlerde hep birlikte yaşadık. Değerli
milletvekilleri, şunu söylemek istiyorum: Biz yönetmeyi bilen bir hükûmetiz.
Hiçbir sorunu hasıraltı etmeden, sorunların birer birer üstüne gidiyor ve
krizleri ülkemiz lehine fırsatlara çeviriyoruz. Bizim dönemimizi
bir başka açıdan değerlendirecek olursak, en önemli faktörlerden birisi, mali
disiplin ve mali politikalarımızdaki başarı -ki Sayın Bakanımız bu noktayı çok
detaylı anlattı- ve özel sektöre sağlanan imkânlarla, yani yatırım ortamının
iyileştirilmesi, devletin özel sektörün üretebileceği, yapabileceği ekonomik
faaliyetlerden çekilmesi gibi, özel sektör yatırımları büyümenin motoru
olmuştur. Sayın Başkan,
değerli milletvekilleri; şimdi, dünyaya bir bakalım. Küresel ekonomideki
globalleşme süreci ve Türkiye ve benzeri yükselen piyasaların performansı
dünyada büyümenin 2006 ve 2007 yılında da devam etmesini sağladı. 2005 yılında
tüm dünya yüzde 4,8 hızla büyürken, 2006 yılında dünya büyümesi yüzde 5,4
olarak gerçekleşti. 2007 yılında yüzde 5 civarında, 2008 yılında da yüzde 4,5
civarında büyüme beklenmektedir. Dünya
ekonomisinin esas büyümesi, Türkiye ve diğer yükselen piyasaların ekonomik
büyümeleriyle sağlandı. Türkiye’nin bütün dünyada saygı gören ve 2007-2008
sürecinde de devam edecek büyüme performansını ileriki bölümlerde anlatacağım. 2008 yılı içinde
Amerika ekonomisinin bir ölçüde yavaşlayacak olması beklenmektedir. Avrupa
Birliği ve ülkemizde büyüme sorunu beklemiyoruz. Dünya çapındaki
büyüme, bazı alanlarda talep artışına dayalı fiyat artışları yarattı. Bu talep
baskısı özellikle enerji fiyatlarında ve emtia fiyatlarında büyük artışlar
gündeme getirdi. Artık bir dünya öncüsü olan Türkiye de bu olası gelişmelerden
bir ölçüde etkileniyor. Ancak, Türkiye’nin enflasyonu düşürme ve mali disiplin
sağlama başarısı ve bunların sonucu olarak 2006 ve 2007 yıllarındaki küresel
dalgalanmalardan ülkemizin minimal ölçüde etkilenmiş olması Türkiye
ekonomisinin kırılganlığının büyük ölçüde azalmış olmasının ve ekonomik
direncinin yükseldiğinin önemli bir kanıtıdır. Bildiğiniz gibi,
geçtiğimiz günlerde petrol fiyatları varil başı 100 dolar değerini zorladı.
Sonra biraz geriledi ve bu hafta sonu itibarıyla de yeniden 90 dolarlara doğru
düştü. Bu gelişmenin cari dengeye önemli etkisinin bilincindeyiz. 2002 yılında,
bildiğiniz gibi, ham petrolün varil fiyatı sadece 23,4 dolardı ortalama. Talep ile artan
emtia fiyatları da tüm dünya açısından enflasyonist bir risk yaratmaktadır. Bu
riskler, ülkemizde üretimde sağlanan faktör verimliliği nedeniyle minimize
edilmiştir. Son bir yılda dünya çapında toptan gıda fiyatları endeksi yüzde
30,8 civarında, gıda dışı sanayi ürünleri fiyatları da yüzde 30,5 artış
sergilemiştir. Dünya, son iki
yılda bir finansal kriz riski altında yaşadı. Amerika Birleşik Devletleri'nde
subprime denilen düşük gelirlilere verilen konut kredilerinin artan faiz
oranlarından etkilenmesi ile başlayan sorunlar, bu tür riskli kredileri
paketleyen varlığa dayalı menkul kıymet kuruluşları ve bankaları, bu tür
varlıkları satın alan hedge fonu denilen kurumları ve bu hedge fonlarını kredilendiren bankaları büyük
zararlara uğratmış ve kredi veren bankalar, bu dalgayla Amerika Birleşik
Devletleri ve AB içinde zararlara uğramışlardır. Birçok merkez
bankaları hem piyasaya para sürme hem faiz düşürme hem de sorunlu mali
kuruluşlara kredi verme mecburiyetinde kalmıştır. Yani, daralan kredi
akışkanlığını açmak için merkez bankaları piyasalara likidite sağlamışlar. Her
ne kadar ortadaki sorunlu mali kuruluş zararları 800 milyar dolar civarında
olarak tahmin edilse de bu rakam söz konusu ekonomilerin ve finans
piyasalarının hazmedebileceği bir rakamdır. Bugün itibarıyla
gelişmiş ülkelerin merkez bankalarının kredi piyasasında verdikleri destek ve
güvencelerle sorunu kontrol altında tuttukları görülüyor yani kriz henüz Amerika
Birleşik Devletleri ve Avrupa Birliğinde reel sektöre yansımamış. Bu
gelişmeler, ülkemizin attığı finansal sektördeki reform adımları nedeniyle
ekonomimizi artık çok az etkileyebilmektedir, hatta ülkemiz için bazı olumlu
fırsatlar da yaratabilecektir. Finansal
dalgalanmalar çok kısa zamanda bütün dünyaya yayılsa da reel dalgalanmaların,
reel sektör krizlerinin bir ülkeden diğer ülkesine geçmesi zaten uzun zaman
alır. Bu nedenle de henüz bizim gibi gelişen ülkeler ve yükselen piyasalar
grubu ülkelerde Amerika Birleşik Devletlerindeki sorunların büyük etkisi görülmemektedir. İthal enerji ve
enerjide bağımlılık sorunu, dünya piyasalarında arz-talep dengelerine ve
fiyatlara büyük ölçüde endekslidir. Ayrıca, bulunduğumuz bölgede İran -Amerika
Birleşik Devletleri ve İran- yine Amerika Birleşik Devletleri arasındaki
gerginlikler de daha da artan gerilime ve çekişmelere yol açtığı takdirde
ülkemizin etkisini etkileyebilir. Ancak bu tür gelişmelere karşı en önemli
sigorta poliçesi, Türkiye’nin kendi ayağının üzerine daha da sağlam basmasıdır.
Bunun en güçlü yolu da Hükûmetimizin, az önce Bakanımızın açıkladığı gibi, sıkı
maliye politikasını sürdürmesi, yapısal reformlara devam etmesi,
özelleştirmeler ve Avrupa Birliği çıpasını devam ettirmekten geçmektedir. Hükûmetimiz
ve partimiz bu bilinçtedir. Avrupa Birliği konusu, toplumumuz tarafından çok
yakından takip ediliyor, sivil toplum kuruluşlarınca geniş ölçüde destekleniyor
ve Hükûmetimizin kararlılıkla yürüttüğü önemli bir projedir. Burada bilinmesi
gereken, Avrupa Birliği ile müzakerelerin devam etmesi, genel kriterlerin, yani
Maastricht Ekonomi ve Kopenhag Siyasi Kriterlerinin birer birer tutturulması,
AB ilerleme raporlarında da kayıt altına alındığı gibi, ekonomimizin işleyen
serbest piyasa ekonomisi şartlarını sağlamış olması ve Avrupa Birliğinden
gelebilecek ekonomik rekabet baskısına karşı direncimizin olmasıdır. Avrupa Birliği
süreci, ekonomimize uzun vadeli bir perspektif sağlamaktadır. Hükûmetimizin
hedefi ise, bu süreçle beraber, hak ettiğimiz gibi, ülkemizde demokrasimizi
daha da güçlendirerek ve sürdürülebilir bir büyümeyle ekonomik zenginliğimizi
Avrupa Birliği düzeyine çıkarmaktır. Sayın Başkan,
değerli milletvekilleri; şimdi, ekonomimizin kendi genel durumunu geçmiş beş
yıllık performansına da bakarak rakamlarla ve 2008 bütçe beklentilerimizi bazı
rakamlar çerçevesinde değerlendirmek istiyorum: 1993-2002 yılları arasında
ortalama olarak sadece yüzde 2,6 oranında büyüyebilen Türkiye ekonomisi,
2003-2006 yılları arasında bu oranın neredeyse 3 katına yakın bir oranda yani
yüzde 7,3 oranında büyüme kaydetmiş; 2007 yılı sonunda da büyümenin hedefin
üzerinde, yüzde 5,2 olması beklenmektedir. 2002 yılında 183
milyar dolarlık millî gelir seviyesiyle dünya ekonomileri arasında 26’ncı
sırada yer alan ülkemiz, 2006 yılında 400 milyar doların üzerinde millî gelir
seviyesiyle dünyanın 17’nci büyük ekonomisi hâline gelmiştir. Millî gelirimizin
2007 yılında 489 milyar dolar seviyesine çıkması beklenmektedir. Bunun kişi
başı millî gelire yansıması ise, aynı dönemler göz önünde bulundurulduğunda,
2002 yılında 2.598 dolardan 2007 yılında 6.625 dolara çıkmasıdır. Bu rakamlar
şunu göstermektedir: Büyüme açısından ülkemiz farklı bir platoya sıçramıştır.
Büyümenin sürdürülebilirliğini sağladık, yirmi iki çeyrek büyüdük. İç ve dış
kaynaklı herhangi bir olumsuzluk olması durumunda ise kırılganlığın dalga
boyunu azalttık, yani verimliliğe dayalı, sürdürülebilir bir büyüme çizgisi
yakaladık. Bu büyüme hızıyla
birlikte enflasyonda da ciddi düşüşler yaşadık. Sağladığımız siyasi istikrar ve
güvenin yanında, hükûmetlerimiz döneminde uygulanan para ve maliye politikaları
sayesinde enflasyonist beklentiler kırılmış ve enflasyon, tek haneli rakamlara
gerilemiştir. Hedeflerde ufak
sapmalar da olsa, önemli olan ivmenin belli bir bant içinde aşağıya doğru
olmasıdır. Böylece, ekonomi içindeki oyuncular önünü makul bir sürede görebilir
hâle gelmiştir. Enflasyon, 2002 yılında yıllık yüzde 29 nokta seviyelerinden
2006 yılında yüzde 7,72’ye gerilemiş, 2007 yılında da yüzde 8 civarı olması
beklenmektedir. Bildiğiniz gibi, kasım ayı sonu itibarıyla TÜFE, yıllık bazda
yüzde 8,4 olmuştur. Aynı periyotlara
bakacak olursak, faizlerde 2002 yılı başından bu yana, nominal faizler yüzde
70’lerden yüzde 15-16’lara kadar düşerken reel faizler yüzde 20-30 aralığından
yüzde 10’un altına kadar gerilemiş ve Ekim 2007 itibarıyla yüzde 9,8 olarak
gerçekleşmiştir. Para ve maliye
politikalarında gösterdiğimiz kararlılık ve beklentilerin iyi yönetilmesiyle
orta ve uzun vadeli reel faizlerin düşmesi devam edecektir. 2002 Ekim ayında
yüzde 64 olan YTL cinsi iskontolu devlet iç borçlanma senetlerinin faiz oranı,
2006 Nisan ayında yüzde 14’e kadar düşmüştür, 2007 Ekim ayında da yüzde 16
seviyesinde. Beklentilerimiz 2008’de bunun daha da düşeceği yönündedir. Bu
ortamın kamu maliyesine yansımasının etkileri ise son beş yıldır verdiğimiz
faiz dışı fazla bütçe açığının iyileşmesi, borç stokunun gayri safi millî
hasılaya oranında iyileşme ve borç stokunun kompozisyonundaki değişimlerde
görülmektedir. Benzeri
gelişmeleri istihdamda da yaşadık. İstihdamda yapısal bir dönüşüm yaşıyoruz.
2002 yılından bugüne tarımdan tarım dışı sektörlere hızlı bir geçiş
gerçekleşmektedir. Tarım istihdamında birikimli olarak son dört yılda yüzde 19
azalma görülmüş, buna karşı sanayi sektöründe yüzde 17,2 oranında yeni istihdam
sağlanmıştır. Daha çarpıcı gelişme ise hizmet sektöründe olmuş, 2002’den bu
yana en fazla istihdam alan sektör hizmet sektörü olmuştur. Bu sürecin
önümüzdeki dönemde de devam etmesini bekliyoruz. Toplam işsizlik oranı ise, az
da olsa bir düşüş ile, 2002 yılında yüzde 10,3’ten 2007 yılı sonunda yüzde 9,2
seviyesine gerilemiştir. Temel
göstergelerdeki bu gelişmeler ekonominin dengelerine nasıl yansımış diye
bakacak olursak: Bütçe dengesi, mali disiplinin başarısıyla, bütçe açığının
gayri safi millî hasılaya oranı 2002’de yüzde 14,6’dan 2006 yılında binde 8
olarak gerçekleşmiş, 2007’de bu oranın, seçim yılı olmasına rağmen, yüzde 2,3
olarak gerçekleşeceği tahmin edilmektedir. Görüleceği gibi, bu alanda da
Türkiye, mali popülizmle mücadelede örnek gösterilen bir ülke olmuştur. Dış ticaret
dengesine bakacak olursak, yıllık ticari açığımız büyük seviyede, buna bağlı
olarak da yıllık cari açığımız 34-35 milyar dolar seviyelerinde. Cari açık
konusunda bilmemiz gereken şu: Açık nereden kaynaklanıyor, nasıl finanse
ediliyor ve bu açığı yönetip yönetemeyeceğimiz. Ticaret açığının net 13 milyar
doları yatırım için gerekli olan makine ve teçhizat ithalatından
kaynaklanmaktadır. Bu açığın 30 milyar dolara yaklaşan bir kısmı ise enerji
ithalatından kaynaklanıyor. Bunun finansmanını nasıl yapıyoruz? Doğrudan
yatırım 15 milyar dolar finansman sağlıyor. Tüketim mallarında dış ticaretimiz
net 25 milyar dolar fazla veriyor. Mali fon girişi 15 milyar dolar ve özel
sektörün borçlanması ise 23,5 milyar dolar finansman getiriyor. Görüldüğü gibi,
cari açığın yüzde 60’a yakın kısmı doğrudan küresel yatırımla finanse ediliyor. İktidarımız döneminde
yerleşen istikrar ve güven ortamı sayesinde, doğrudan küresel yatırımların
önümüzdeki dönemde de artarak devam edeceği beklenmektedir. Uzun vadeli kredi
ve sermaye, doğrudan küresel yatırımla beraber cari açığın finansman kalitesini
büyük oranda geliştirmiş, bu da kırılganlıkları azaltmıştır. Cari açık, geçmiş
yıllardaki gibi devletin borçlanmasıyla değil, büyük bir kısmı özel sektör
kaynaklı sermaye hareketleriyle finanse edilmektedir. Türkiye ekonomisinin
göstergelerinde gözlenen düzelme, kamu borçlanmasının gelişimine baktığımızda
da kendini gösteriyor. 2002 yılında yüzde 78 olan kamu net borç stokunun gayri
safi millî hasılaya oranı 2006 yılında yüzde 45’e geriledi. Bu oranın 2007 yılı
sonunda daha da düşerek yüzde 39-40 seviyelerine gelmesi beklenmektedir. Bu arada
değinmekte fayda var: Uluslararası Para Fonuna olan toplam borcumuz, 2002 yılı
sonunda 26 milyar dolar olan seviyesinden, 22 Kasım 2007 itibarıyla 7,4 milyar
dolar seviyesine gerilemiş, 2003 yılı başından itibaren Türkiye net borç ödeyen
ülke konumundadır. İç borçlanmanın
vadesi, 2002 yılında ortalama dokuz aydan, 2007 yılında ortalama otuz altı aya
kadar çıkarılmış, böylece mevcut borç stokunun ortalama vadesi de yirmi ki aya
kadar yükselmiştir. Yani, borçlanmalarımız, risk ve maliyet unsurları gibi
piyasa koşulları da göz önünde bulundurularak, 2007 yılında da ağırlıklı olarak
YTL cinsi ve sabit faizli, mümkün olduğunca uzun vadeli ve yeterli düzeyde
nakit rezerv bulundurulacak şekilde gerçekleşmiştir. Diğer yandan,
merkezî yönetim toplam borç stoku içindeki döviz cinsinden ve dövize endeksli
borçların payı, 2002 yılında yüzde 58 iken, 2006 yılı sonunda bu oran yüzde
37’ye düştü. 2007 yılının eylül ayında bu oran yüzde 33’ün altına indi. Bu
gelişmeler borç stokunun kur riskine karşı daha korunaklı bir yapıya
kavuşmasını sağladı. Genel borç profiline baktığımızda ise, özel - kamu
dağılımı olarak, özel sektör borç stokunda bir artış olduğunu görüyoruz. Dış faaliyeti
bulunan özel sektörümüzün büyük özelleştirmelerde dış finansman sağlayabilmesi,
risksiz ve takdir edilmesi gereken bir olgudur. Kaldı ki, 100 milyar doları
aşan ihracatıyla Türkiye artık dış dünyaya entegre olmuş ve güçlü bir küresel
oyuncudur. Yani, Türk ekonomisinin oyuncuları da artık finansman ihtiyaçlarını
gereken vadede, istedikleri meblağda ve uygun fiyatlarla, uluslararası veya
yerli finans kuruluşlarından, bankalardan karşılayabilir duruma gelmiştir. Özel
sektörümüz, kur riskine karşı, serbest kur rejiminin bilincindedir. Sayın Başkan,
değerli milletvekilleri; bu gelişmelerin küresel sistemde Türkiye’yi nereye
taşıdığına bakacak olursak, Türkiye’nin, uluslararası derecelendirme
kuruluşlarınca notu, 2002 yılından bu yana üç kademe artmıştır. Ülkemiz,
Rekabet Gücü Endeksinde 73’üncü sıradan 53’üncü sıraya çıkmıştır. OECD Raporuna
göre Türkiye, son on yılda en çok doğrudan küresel sermaye çeken yedi ülke
arasında gösterilmiştir. Türkiye, dünyanın 17’nci büyük ekonomisine sahip bir
ülke konumuna gelmiştir. Avrupa Birliği ülkeleri içinde bütçe açığı en düşük
ülke olmuştur. Gene, Dünya Bankasının İş Ortamı 2008 Raporu’nda -ki, bu rapor
ülkelerin yatırım ortamlarının iş yapma kolaylığına göre kıyaslandırıldığı
rapor- Türkiye, geçen yıla göre 34 sıra atlayarak, 175 ülke arasından 57’nci
sıraya yükselmiştir. Ülkemizin son
yıllarda gösterdiği güçlü ekonomik performansın bir sonucu olarak da, IMF
nezdindeki oy gücümüz geçtiğimiz yıl artmış, ayrıca, Dünya Bankası, IMF 2009
yıllık toplantısının 6-7 Ekim 2009 tarihinde ülkemizde, İstanbul’da yapılmasına
karar verilmiştir. Dünyanın en önde gelen finans kuruluşlarının bir araya
geleceği ve yaklaşık 10 bin kişinin katılması beklenen bu toplantı, IMF, Dünya
Bankası toplantısı ülkemizin tanıtımında da önemli katkıda bulunacaktır. Son olarak,
ekonomik gelişmelerin toplumumuzun genel hayat kalitesine yansımasına bakacak
olursak, Hükûmetimiz, eğitim harcamalarında, sağlık harcamalarında, sosyal
koruma ve sosyal yardım programlarında büyük oranda artışlar yapmıştır. İlk defa,
hükûmetlerimiz, bütçelerinde en fazla payı Millî Eğitim Bakanlığına
ayırmışlardır. Bunun yanında,
duble yollarla, hava ve tren yolu ulaşımındaki gelişmelerle, toplu konut
üretimiyle, doğal gaz kullanımındaki artışla, son olarak da KÖYDES ve BELDES
programlarıyla, toplumumuzun tüm kesimlerinin hayat kalitesi artmıştır. Sonuç olarak, Türkiye
bir fırsatlar ve beklentiler ülkesi olmuştur. Elbette bu oluşumu devam ettirmek
ve yönetmek için, güven verme, yetkin olma, hem de sorumluluk sahibi olmaya
devam edeceğiz. Siyasi istikrar devam ettikçe, demokratik yapımız güçlendikçe,
ekonomik performansımız sağlıklı bir şekilde artarak sürdürülebilir bir yapıya
kavuşacaktır. Bu duygu ve
düşüncelerle, tekrar 2008 Yılı Merkezî Yönetim Bütçe Kanunu Tasarısı’nın
hayırlı olmasını diliyor, yüce heyetinize saygılarımı sunuyorum. (AK Parti
sıralarından alkışlar) BAŞKAN – Teşekkür
ediyorum Sayın Dişli. Değerli
arkadaşlarım, Adalet ve Kalkınma Partisi Grubu adına ikinci konuşmacı Sivas
Milletvekili Sayın Mehmet Mustafa Açıkalın. (AK Parti sıralarından alkışlar) Sayın Açıkalın,
buyurun. Süreniz otuz
dakika. AK PARTİ GRUBU
ADINA MEHMET MUSTAFA AÇIKALIN (Sivas) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri;
2008 Yılı Merkezî Yönetim Bütçe Kanunu Tasarısı üzerinde grubum adına konuşmak
üzere söz almış bulunuyorum. Hepinizi saygıyla selamlıyorum. Sözlerimin
başında, bu yasama döneminin ve 60’ıncı Hükûmetin ilk bütçesi olan 2008 merkezî
yönetim bütçesinin ülkemize, milletimize hayırlı olmasını diliyorum. Sunumumu genel
olarak, iç ve dış siyasi, ekonomik gelişmeler, 2007 yılı içerisinde yaşanan, bu
gelişmeler karşısında Türkiye ekonomisinin birtakım göstergeler bakımından
oluşturduğu yer, dengeler, özellikle genel denge; yatırım, tasarruf dengesi; iç
denge, bütçe dengesi; dış denge, dış ödemeler dengesi, açısından sürdürmek
istiyorum. İkinci bölümde de
merkezî yönetim bütçe ödenekleri, bütçe büyüklükleri, 2008 maliye politikaları,
bu politikalara ulaşmak için yerine getirilmesi gereken reformlar, yasal
düzenlemeler ve son olarak da 2008 bütçesinin özellikleriyle konuşmamı bitirmek
istiyorum. 2007 yılı
içerisinde, bilindiği üzere, ülkemizde iki seçim yaşanmıştır, bunlardan birisi
genel seçimler diğeri Cumhurbaşkanlığı seçimidir ve bir de Anayasa’daki bazı
maddelerin değiştirilmesine ilişkin olarak referandum yapılmıştır. Dış dünyaya
baktığımızda, yükselen piyasalarda dalgalanma olmuştur. Özellikle gıda
fiyatlarında, metal fiyatlarında, altın fiyatlarında ve enerji fiyatlarında,
özellikle petrol fiyatlarında dünyada önemli yükselişler olmuş, tarihî rekorlar
kırılmıştır. Petrol 100 dolardan geri dönmüştür. Bütün bu
olumsuzluklara karşı ve yükselen faizlerin önüne geçmek ve enflasyonist
baskıları azaltmak için Avrupa, Asya bankaları faiz yükseltmesine gitmişlerdir.
Dünyadaki likidite bolluğu bu dönem de devam etmiştir. Ancak, bütün bu iyi
gelişmeler uzun sürmemiş, temmuz ayından itibaren de, bilindiği üzere, Amerikan
Mortgage piyasalarında özellikle düşük ve orta gelirli gruplara verilen konut
finansmanındaki geri dönüşlerin zorluğu karşısında Amerikan Merkez Bankası
(FED) faizleri indirmiş, borsalar aşağıya çekilmiştir, borsalarda düşüşler
yaşanmıştır. Dünyadaki ve
ülkemizdeki bütün bu gelişmeler karşısında Türkiye ekonomisi nerede
bulunmaktadır? Türkiye ekonomisi, dünyanın 17’nci, Avrupa’nın 6’ncı büyük
ekonomisidir, bilindiği üzere. 2007 yılındaki hedefimiz 647 milyar -bu yıl
gerçekleşmeleri olarak- gayrisafi yurt içi hasıla, 6.625 dolar fert başına gelir, satın alma
gücü paritesi itibarıyla da 9.073 dolar gelir sağlanmasıdır. 2003-2007
arasında sürekli olarak ülke ekonomimiz ortalama bazda yüzde 7,3 mertebesinde
büyüme gerçekleştirmiştir. Oysa, bundan önceki dönemlerde on yılda bir yaşanan
krizler beş yıla, hatta kriz aralıkları iki yıla kadar inmiştir. Biraz önce de
ifade edildiği gibi, Rekabet Edilebilirlik Endeksince 131 ülke arasında 53’üncü
sıraya, Dünya İş Rekabet Edilebilirlik Endeksinde de 46’ncı sıraya oturmuş
bulunmaktadır. Bu endekslerin
Türkiye bakımından ifade ettiği anlamı vermek bakımından, İtalya, birinci
endekste 46’ncı sırada, İspanya, 29’uncu sırada, Rusya, 59’uncu sıradadır.
Dünya İş Rekabet Edilebilirlik Endeksinde de Brezilya -yükselen ekonomilerden,
benzer ülkelerden biri olarak- 59’uncu sırada, Çin 57’nci sırada, İtalya
40’ıncı sırada bulunmaktadır. Türkiye, bütçe
açığı bakımından da Maastricht Kriterlerini yakalamıştır. Bilindiği üzere,
bütçe açığının gayrisafi millî hasılaya oranı yüzde 3’tür. Aynı şekilde borç
stoklarının gayrisafiye, yurt içi hasılaya oranı bakımından da yüzde 60 olan
Maastricht Kriterlerini yakalamıştır. Fransa’nın, bütçe açıkları bakımından bu
kritere uymaması dolayısıyla geçmiş dönemde Avrupa Birliğinden ihtar aldığını
biliyoruz. Türkiye, dış
ticaretini bu yıl itibarıyla 270 milyar dolar, 2008 hedefi olarak da 300 milyar
dolarlık bir dış ticaret hacmi öngörmüştür. Dış ticaret hacminin önemli problemlerinden
biri olan cari açığa ben de, önemi dolayısıyla, ileriki konuşmamda, konuşmamın
ileriki bölümlerinde değineceğim. Yabancı sermaye
girişi bakımından, ifade edildi, dünyada 17’nci sırada. Gelişmekte olan ülkeler
arasında 5’inci sırada, son on yılda da OECD verilerine göre 6’ncı sırada
bulunmaktadır. Yabancı sermaye girişinin likitide bolluğuyla olan ilişkisini de
yine ödemeler dengesi bahsinde açıklamak istiyorum. Kredi notu
bakımından, bilindiği üzere “BB eksi durağan” seviyesine getirilmiş ve üç defa
kredi notu dönemimizde yükseltilmiştir. Dünyada yabancı
sermaye girişlerinin yüzde 68’i şirket satın almaları yoluyla olmaktadır.
Ülkemizdeki yabancı sermaye girişi de aşağı yukarı bu mertebededir. Yabancı
sermayenin kâr transferlerine baktığımızda, 2002 yılı içerisinde Türkiye'de
yabancı sermaye 401 milyon dolar, 2005 ve 2006 yıllarında da 1 milyar dolar
mertebesinde kâr transferi yapmıştır. Sayın
milletvekilleri, tabii kâr transferinin anlamlı ölçüsü, kâr transferinin
yabancı sermayeye oranıdır. Ülkemiz bakımından kâr transferinin yabancı
sermayeye oranı, 2002 yılında, yüzde 2,5 olmuştur, 2006 yılında da 1,2
olmuştur; İngiltere’de bu oran -dünyanın en çok yabancı sermaye çeken
ülkelerinden biri olarak- 2,4’tür, Polonya’da -gelişmekte olan ülke itibarıyla,
bize benzer bir pozisyondaki ülke sayıldığı takdirde- yüzde 5,5’tur, Çek
Cumhuriyeti’nde yüzde 11’dir. Bu bölümde genel
olarak, yatırım-tasarruf dengesi, bütçe dengesi ve dış ödemeler dengesi
üzerinde görüşlerimi açıklamak istiyorum. Tabii, ekonomideki genel
yatırım-tasarruf dengesinin bozukluğu enflasyon olarak karşımıza çıkmaktadır.
Bütçe dengesinin bozulması, bütçe açıkları, dış ödemeler dengesindeki
olumsuzluk da bütçe açığı olarak önümüze gelmektedir. Ağırlıklı olarak
bütçe dengesini konuştuğumuz takdirde karşımıza çıkan kavramlar: Mali
disiplindir, fiyat istikrarıdır, büyümedir. Öncelikle, büyüme açısından
baktığımızda, ülkemiz 2001 yılından 2007 yılı ortasına kadar gayrisafi millî
hasıla büyümesi olarak reel bazda, ama birikimli olarak yüzde 46,6 ve ortalama
olarak da yüzde 7,2 büyüme gerçekleştirmiştir. Bu dönemde sanayi
sektörü 2002 yılından itibaren büyümeye en büyük katkı sağlayan sektör
olmuştur. Ticaret, aynı zamanda, yüksek büyümeyi sağlayan diğer bir sektördür.
Dünya ekonomisiyle bütünleşmeye, artan rekabete paralel olarak ihracatın da
artan ölçüde büyümede payı olmuştur. Türkiye'deki
büyümenin diğer bir yönü ve özelliği, özel sektör ağırlıklı büyüme olmasıdır ve
özel sektör, 2001 yılından itibaren, büyümenin lokomotifi olmuştur. Gerçekten,
ülkedeki büyüme oranlarına ve bunun özel sektör katkısının payına baktığımızda,
2002 yılında özel sektörün katkısı büyümeye menfi olmuştur. 2003 yılında
5,9’luk büyüme içerisinde özel sektörün payı 2,6’dır. 2004 yılında 9,9
-dönemimizde gerçekleştirdiğimiz en büyük büyümedir- bunun içerisinde özel
sektörün katkısı 6,6’dır. 2005 yılında 4,6; 2006 yılında da özel sektörün
büyümeye katkısı 3,4 mertebesinde gerçekleşmiştir. 2001 yılı ile 2007 yılı
ikinci çeyreği arasındaki dönemde özel sektör yatırım ve tüketim harcamaları,
reel olarak, sırasıyla, yüzde 146,8 ve yüzde 37,7 oranında artış kaydetmiştir. Sürdürülebilir
yüksek büyüme için en önemli şartlardan bir tanesi de verimlilik artışıdır.
Bizim dönemimizde verimlilik artışları yüksek büyüme performansında önemli bir
rol oynamıştır. Toplam faktör verimliliğinin büyümeye katkısı 1996 ve 2000
döneminde yıllık ortalama yüzde 24,5 düzeyinde iken, 2001-2005 döneminde bu,
yüzde 42’ye yükselmiştir. 2006 yılında toplam faktör verimliliğinin büyümeye
katkısı yüzde 38,2’dir. 2007 ve 2013 dönemi için de bu verimliliğin katkısının
yüzde 37 olması öngörülmüştür. Sayın Başkan,
değerli milletvekilleri; diğer bir konu fiyat istikrarıdır. Bütçe dengesi
bakımından önümüze çıkan önemli bir konu, fiyat istikrarıdır. Bilindiği üzere
fiyat istikrarı, ekonomik birimlerin, yatırım, tüketim ve tasarrufa yönelik
kararlarında dikkate almaya gerek duymadıkları ölçüde düşük bir enflasyon
oranını ifade eder. İstikrarlı fiyatlar, iyi işleyen bir piyasa ekonomisinin
temel taşıdır. Fiyat istikrarının sağlanamamasının sonuçları, başka bir
ifadeyle enflasyonun ekonomik ve toplumsal alanlarda neden olduğu yıpranma,
ülkemizde son yıllarda net bir şekilde yaşanmış ve hissedilmiştir. Karar alma
süreçlerinde göreli fiyat değişimlerinin ayırt edilememesi, yurt içi
kaynakların verimli olarak yatırıma dönüştürülememesi ve üretken olmayan
alanlara yönelmesi, bireylerin karar alma süreçlerinde geleceğe bakmaktan çok
geçmişe endeksleme alışkanlığının yerleşmesi, ekonominin dış piyasalarda
rekabet gücünün zayıflaması ve yurt dışı sermaye piyasalarına erişimin
kısıtlanması, uzun vadeli yabancı sermaye girişinin azalması, para ve kredi
piyasalarında vadelerin kısalığı, mali piyasaların sığ yapısı bu yüksek ve
kronik enflasyonun başlıca sonuçlarıdır. Aynı zamanda, enflasyonun toplum
hayatında icra ettiği en büyük menfiliklerden bir tanesi de, bilindiği üzere,
gelir dağılımı adaletini bozmasıdır. Adalet ve
Kalkınma Partisi İktidarı dönemlerinde, gelir dağılımı adaleti konusunda
gelişmeler nasıl gerçekleşmiştir? Buna baktığımızda, birinci olarak enflasyonun
aşağıya çekilmiş olması, asgari ücretteki yapılan ayarlamalar, düşük memur
maaşlarına yüksek memur maaşlarına nispetle daha yüksek oranda artış verilmesi,
sosyal ve kırsal kesime yapılan destekler, Dayanışma Fonundan yapılan ödemeler
gelir dağılımı adaletini sağlama konusunda olumlu gelişmeler ortaya
çıkarmıştır. Örnek vermek icap ederse, en düşük yüzde 20 gelir grubuna sahip olan
kesim 2002 yılı içerisinde toplam gelirin yüzde 5,3’ünü alırken, 2005 yılı
itibarıyla, bugün, 6,1’ini almaktadır. 2002 yılı içerisinde toplam gelirden en
yüksek –beşinci dilim olan- payı alan kesim yüzde 50,1 alırken, 2005 yılı
içerisinde yüzde 44,4’e gerilemiştir. Demek ki, en yüksek kesimin toplam gelir
içindeki aldığı pay azalmış, buna mukabil, en alt kesimin toplam gelir
içerisinde aldığı pay artmıştır. Aynı iyileşmeleri, en alt dilimi takip eden
ikinci, üçüncü, dördüncü yüzde 20’lik dilimler için de gerçekleşmiş
görmekteyiz. Nitekim 9,8 rakamı 11,1’e çıkmış, 14,1 ise 15’e çıkmış, 20,1’lik
dördüncü dilim de 22,6 seviyesine yükselmiştir. Sayın Başkan,
değerli milletvekilleri; ekonomik istikrar nasıl sağlanacaktır? Bu kavramda
karşımıza çıkan önemli bir yapı da mali disiplindir, her zaman üzerinde
durduğumuz ve vurguladığımız gibi. Bilindiği üzere, Türkiye, uzun yıllar
boyunca faiz oranlarının yüksek seviyelerde seyretmesinden dolayı kronik kamu
açıklarıyla karşı karşıya kalmıştır. Özellikle, bu kronik kamu açıklarında,
KİT’lerin görev zararları ve KİT’lere yapılan sermaye transferleri ve sosyal
güvenlik kuruluşlarına yapılan ödemeler en başta gelen unsurlar olmuştur.
Bilindiği üzere, yapılan özelleştirmeler ve KİT’lerin daha verimli işleyişini
sağlayan görev zararı verilmeyen -özellikle bankalara- gelişmeler karşısında
bütçe açıklarının KİT’lerden kaynaklanan kısmı sona ermiş, ancak sosyal
güvenlik kuruluşlarına yapılan transferler, hâlâ bütçe kalemleri içerisinde en
önemli gider kalemlerinden birini oluşturmaya devam etmiştir. Kamu kesimi
borçlanma gereğinin azaltılması, borçlanma vadelerinin uzatılarak borç çevirme
oranının düşürülmesi ve kamu borç yükünün hafifletilmesi sonucu, dönemimizde,
faiz oranlarında önemli düşüşler gerçekleşmiştir. Gerçekten, kamu net borç
stokuna baktığımızda, 2001 yılında yüzde 9,4 mertebesinde olan kamu net borç
stokunun gayrisafi millî hasılaya oranı 2006 yılında yüzde 45’e, bu yılki
gerçekleşme olarak da yüzde 40,7 seviyesine inmiştir. Bilindiği üzere, kamu
brüt borç stokundan Merkez Bankasındaki net varlıklar, kamu mevduatı ve
işsizlik sigortasındaki fonlar düşülmek suretiyle kamu net borç stokuna
ulaşılmaktadır. Aynı şekilde, borçlanma vadelerinde de olumlu gelişmeler
yaşanmıştır. Hem borç stokunun ortalama vadesinde, nakit iç borç stokunun
ortalama vadesinde ve hem de nakit iç borçlanma ortalama vadesinde iyileşmeler
olmuştur. Örnek vermek gerekirse, 2002’deki 13 olan oran, 2007 üçüncü
çeyreğinde yirmi yediye -ay olarak- aynı şekilde 2002’deki 11 olan oran da,
yani nakit iç borçlanma ortalama vadesi de 2007 çeyreğinde otuz beş ay olarak
gerçekleşmiştir. Nominal faiz
oranı nasıl indirilir veya tek haneli nominal faiz oranı nasıl sağlanır?
Faizler genel düzeyine bakıldığında, istikrarda alınan mesafeye bağlı olarak,
nominal ve reel faizlerin önemli ölçüde düştüğü görülmektedir. 2002 yılı
başından bu yana nominal faizler yüzde 70’lerden yüzde 15-16’lara kadar
düşerken, reel faizler de yüzde 20-yüzde 30 aralığından yüzde 10’un altına
kadar gerilemiş, Ekim 2007 itibarıyla da yüzde 9,81 olarak gerçekleşmiştir. Enflasyon
düşüşüne başka bir açıdan, TÜFE olarak baktığımızda, 2002 yılında 29,7 olan
TÜFE, Eylül 2006’da 10,6’ya, Eylül 2007’de de 7,1’e inmiştir. Bu yıl sonu
gerçekleşmesinin bu rakamın biraz üzerinde gerçekleşeceğini tahmin etmekteyiz. Sayın Başkan,
değerli milletvekilleri; faizlerdeki indirim bütçe açıklarına nasıl
yansımıştır? Faiz giderlerinin gelişimi ne olmuştur ve vergi gelirleri ile faiz
giderlerinin karşılaştırmasını yaptığımızda nasıl bir tabloyla karşılaşmaktayız?
Bütçe açığı
açısından baktığımızda, bütçe açığının gayrisafi millî hasılaya oranı 2002
yılında yüzde -14,6’dır. İçinde bulunduğumuz yıl gerçekleşmesi -2,3 olacaktır.
2008 bütçesinde de öngördüğümüz rakam 2,5’tur. Faiz giderlerinin
gayrisafi millî hasılaya oranı ise 2002 yılında 18,8’den 2007 yılında 7,6’ya
gerilemiştir. 2003, 2004, 2005 ve 2006 yıllarında buna paralel olarak inişler
gerçekleşmiştir. Aynı şekilde faiz
giderlerinin vergi oranı karşısındaki durumu nedir diye baktığımızda, 2002
yılında faiz giderlerinin vergi gelirlerine oranı yüzde 83,8’dir, yani 100
birimlik vergi gelirinin 83,8’i faiz giderlerinin ödenmesinde kullanılmaktadır.
Bu oran, 2003, 2004’te kademeli olarak inmiş ve son olarak 2007 yılında vergi
gelirlerinin faiz gelirlerine nispeti 32,4 olmuştur, yani toplanan 100 birimlik
vergi gelirinin 32,4’ü içinde yaşadığımız cari yılda faiz giderlerine
gitmiştir. Elbette, nominal
ve reel faizler daha fazla düşecek mi? Evet. Bunun gerçekleşebilmesi için, her
şeyden önce, bilindiği üzere, başta enflasyon olmak üzere belirsizlik
alanlarının azalması lazımdır. Kamu borç stoku azaltılıp kamu finansmanı
sürdürülebilir bir yapıya kavuşması icap etmektedir. Yapısal
reformlar: Ekonomimizin iç ve dış şoklara karşı daha dayanıklı hâle gelmesi
icap etmektedir. Makro dengeler ve güven ortamının kalıcı bir şekilde tesisine
yönelik adımlar kararlı bir şekilde Hükûmetimiz tarafından atılacaktır. Aynı
şekilde, özel kesimin enflasyon tahminleri, beklentileri iyileşip, güven
artacaktır. Bütün bunların sonucunda da, kalıcı bir şekilde, enflasyonun arzu
edilen seviyelere inmesi beklenmektedir. Sayın Başkan,
değerli milletvekilleri; son denge, bilindiği üzere, ödemeler dengesi ve bunun
bozulmasının da cari dengedeki açık olarak ortaya çıktığını ifade etmiştim.
2007 yılında cari açık yatay bir seyir izlemiştir. Yüksek enerji fiyatları,
cari açığa 2006 yılında 4,1 puanlık bir
katkı yapmıştır. 2007 Eylül ayı itibarıyla da cari açık, yıllık bazda
34,4 milyar ABD doları seviyesinde gerçekleşmiştir. Cari açığın
ortaya çıkmasında önemli kalem, bilindiği üzere, enerji faturasıdır. Bugün
Türkiye, 2002 yılı ihracatı seviyesinde olsaydı, petrol faturasını, enerji
faturasını ödeyemeyen bir ülke konumunda kalacaktı. Cari açık, sadece
ülkemize has bir olay mıdır diye baktığımızda etrafımıza, Avrupa gelişmiş
ülkelerinden örnek vermek gerekirse, 2006 yılında Fransa’nın cari açığı 27,7,
İngiltere’nin cari açığı 77,24, İspanya’nın cari açığı 106,40, İtalya’nın cari
açığı 45,22, Portekiz’in cari açığı 18,28, Yunanistan’ın cari açığı 29. Elbette cari açık
vermeyen ülkeler de vardır. Bunlar, başlıca, enerji ihraç eden ülkelerdir. Aynı
şekilde, ekonomisini, Avrupa’da Almanya örneğinde olduğu gibi, Uzak Doğu’da
Japonya örneği olduğu gibi, ekonomik gelişmesini yıllar önce tamamlamış ve
ihracatını oturtmuş ülkelerdir. Ayrıca, Avrupa’daki küçük ülkeler de cari açık
vermeyen ülkelerdir. Cari açıkta
olumlu bir gelişme, Ocak-Eylül 2007 döneminde ihracat artış hızı yüzde 24,1
seviyesindedir. İhracattaki yıllık artış oranı 2007 yılı Mart ayından itibaren,
ithalatın yıllık artış hızının üzerindedir. Dolayısıyla, bunu, cari açığın
kapatılmasında olumlu bir gelişme olarak ifade etmek icap etmektedir. Cari açık, diğer yönden, büyüme oranlarıyla doğrudan ve
çok güçlü bir ilişki içerisindedir bilindiği üzere. Yüksek yatırım artışı, aynı
zamanda, açığın temel sebeplerinden bir tanesidir. İstikrar ortamı ve düşen faizler
tüketim ve yatırım talebinde artışa yol açmakta, ekonominin yapısal özellikleri
artan toplam talebin karşılanabilmesi için özellikle ara malı ithalatını
zorunlu kılmaktadır. Cari açığın
finansmanına baktığımızda, uzun vadeli kredi ve sermaye, doğrudan yatırım ile
birlikte cari açığın finansman kalitesi açısından büyük bir önem taşımakta ve
cari açığın kırılganlığını azaltmaktadır. Son on iki ay itibarıyla kısa vadeli
sermaye girişi negatif olmuştur. Doğrudan yatırımların cari açığı karşılamadaki
payı, 2000 yılında yüzde 10,4 iken, Eylül 2007’de bu oran 64,5’e ulaşmıştır. En
çok endişe konusu olan sıcak paradır cari açığın finansmanında. Sıcak paranın
cari açığa oranını aşağıdaki tablodan ifade etmek mümkündür. Sıcak paranın
yıllık birikimi olarak cari açığa oranı 2002’de 90,1’dir, 2003’te yükselmiş,
127,6 olmuş, bu tarihten itibaren azalmaya başlamış, 2004’te 95,1; 2005’te
81,1; 2006’da 22,9 ve 2007 Eylül itibarıyla sıcak paranın cari açığa oranı
11,4’tür. Biraz önce ifade
ettiğim gibi, cari açığın finansmanında doğrudan yabancı yatırımlar en önemli
bir kalem hâline gelmiştir. 2007 Eylül itibarıyla net giriş 19,8 milyar
dolardır. Bu, cari açığın finansmanında en yüksek paya sahip kalemlerden
biridir. Doğrudan yabancı yatırımların temel belirleyicisi de istikrardır ve
cari açığın sürdürülebilirliği açısından da bu son derece önemlidir. Burada, doğrudan
yabancı yatırımlarla likidite arasındaki ilişkiyi endeksten, global likidite
endeksi gelişiminden ifade etmek istiyorum. Zira, ülkemizin yatırım ortamının
iyileştirilmesinden bağımsız olarak, dünyadaki global likidite bolluğunun
ülkemize doğrudan yabancı yatırım girmesi konusunda tek etken olduğu konusunda
görüşler ifade edilmektedir. Oysa, bu endekse baktığımızda, her şeyden önce
ifade etmek gerekir ki, Türkiye’nin, yabancı sermaye girişi rakamı itibarıyla
dünyadaki likiditenin bolluk düzeyine gelmesi gerekmemektedir. İkinci olarak,
likidite bolluğu sadece partimizin iktidarda olduğu dönemlerde olmamıştır. On
yıllık bir periyoda baktığımızda, bu endekste, 96 ve 2006 yılları içerisinde,
1999 ve 2001 yılları içerisinde likidite yükselişe geçmiş, 2004 yılı içerisinde
zirve olmuş, 2005’ten itibaren de alçalmış ve bugün, 2006’nın yedinci ayı
itibarıyla 2001 seviyesine düşmüştür. Yabancı sermaye
girişlerine baktığımızda, ülkemize, zirve olduğu yılda, yani 2004’te 2,8;
alçalışa geçtiği dönemde, dünyadaki likidite bolluğunun alçalmaya başladığı
2005 yılı içerisinde 10,027; 2006 yılında, yani 2001 yılı seviyesine geldiği
dönemde de -dünyadaki likidite bolluğunun- Türkiye’ye yabancı sermaye girişi
zirveye ulaşmış, 20 milyar dolar seviyesinde gerçekleşmiştir. BAŞKAN – Sayın
Açıkalın, üç dakikanız kaldı. MEHMET MUSTAFA
AÇIKALIN (Devamla) – Teşekkür ederim. Oysa, bu on
yıllık periyotta dünyada likidite bolluğunun yükselişe geçtiği dönemlerde, yani
1999 ve 2001 yıllarında Türkiye maalesef krizler yaşamıştır. Demek ki,
dünyadaki likidite bolluğu, bir ülkeye yabancı sermaye akışı bakımından
otomatik olarak gerekli şart değildir. Sermaye
hareketleri, doğrudan yabancı yatırımlarda, yine, 2007 Eylül ayı itibarıyla,
son on iki ayda, yıllık bazda 19,8 milyar ABD dolarıdır. Evet, bunu daha önce
ifade ettim. Son olarak,
sermaye hareketlerinde uzun vadeli kredi girişi de -Türkiye’ye- güçlü bir
görünüm arz etmektedir. 2007 Eylül itibarıyla, yine yıllık birikimli net giriş
33,8 milyar ABD doları olmuştur. Bankacılık sektörüne giriş 11,6 milyar ABD
doları, özel sektöre uzun vadeli kredi girişi 22,6 milyar dolar olmuştur. Özel
sektör yatırımlarındaki hızlı artış, bu kalemde önemli, belirleyici rol
oynamıştır. Uzun vadeli kredi ve sermaye girişi, bilindiği üzere, cari
finansmanın kalitesini artıran, kırılganlığı azaltan diğer bir unsurdur. Ayrıca
yüksek orandaki Merkez Bankası rezervleri, aynı şekilde benimsemiş bulunduğumuz
-uzun bir dönemden beri benimsemiş olduğumuz- dalgalı kur rejimi ve
Türkiye’deki bankacılık sisteminin sermaye yapısının kuvvetli bulunması da cari
açığın finansmanını kolaylaştıran, cari açığın kırılganlığını azaltan
faktörlerden bir tanesidir. Sayın Başkan,
değerli milletvekilleri; 2008 bütçesiyle merkezî yönetim bütçesi gideri olarak
22,6 milyar ödenek öngörülmüştür. Faiz hariç bütçe giderleri 166,3’tür. Faiz
giderleri 56’dır. Merkezî yönetim bütçe gelirleri, Bütçe Komisyonunda yapılan
ödenek artışıyla birlikte 204,6’dır. Vergi gelirleri bunun içerisinde en büyük
paya sahip sağlam kaynak olarak 171,2’dir. Bütçe açığı 2008 için 18,0; faiz
dışı fazla da 38,2’dir. Merkezî yönetim
bütçe gelirleri 2008’de 221,150; iadeler hariç 204,555. Vergi gelirleri, bunun
içerisinde, biraz önce ifade ettim, 171,2; vergi dışı gelirler 33,350; vergi
iadeleri de 16,5’tir. Vergi
gelirlerinin, vergi türleri itibarıyla işlem vergileri, katma değer vergisi,
kurumlar, gelir vergileri itibarıyla detayları vardır. Zamanım olmadığı için
bunları detaylı açıklamaktan vazgeçiyorum. (Mikrofon
otomatik cihaz tarafından kapatıldı) BAŞKAN – Sayın
Açıkalın, bir dakikalık ek süre… MEHMET MUSTAFA
AÇIKALIN (Devamla) – Teşekkür ederim Sayın Başkan. Son olarak
detayları Sayın Maliye Bakanımızın konuşmasında da açıklanan maliye
politikalarının gerçekleştirilmesi için yapılması gereken reformları ve
yapılması gereken kanuni düzenlemeleri saymakla sözlerime son vermek istiyorum. Birinci olarak,
bu maliye politikalarının yerine getirilmesi için hâlen Meclisimizin gündeminde
bulunan sosyal güvenlik reformunun tamamlanması icap etmektedir. İkinci olarak,
ar-ge faaliyetlerinin desteklenmesine ilişkin kanun çıkarılacaktır, bilindiği
üzere, 5084’ten sonra, Teşvik Yasası’ndan sonra. Üçüncü olarak,
kamu personel reformu gerçekleştirilecektir. Aynı şekilde,
özelleştirme uygulamalarına devam edilecektir. Diğer bir tasarı
ve reform konusu, kamu-özel sektör işbirliği konusunda çıkarılacak bulunan
kanunla ilgilidir. Böylece, özel sektörün kamu finansmanında rolü artacaktır. Mahallî
idarelerin yapısı güçlendirilecektir. Sayıştay Kanunu
çıkarılacaktır. Son olarak da,
Türk Ticaret Kanunu çıkarılacaktır. 2008 yılı
bütçemizin ülkemize hayırlı olmasını diliyorum. (AK Parti sıralarından
alkışlar) BAŞKAN – Teşekkür
ediyorum Sayın Açıkalın. Sayın
milletvekilleri, saat 14.00’te toplanmak üzere birleşime ara veriyorum. Kapanma Saati: 13.06 İKİNCİ OTURUM Açılma Saati: 14.03 BAŞKAN : Köksal TOPTAN KÂTİP ÜYELER: Murat ÖZKAN (Giresun), Fatoş GÜRKAN (Adana) BAŞKAN – Türkiye
Büyük Millet Meclisinin 29’uncu Birleşiminin İkinci Oturumunu açıyorum. 2008 Yılı Merkezi
Yönetim Bütçe Kanunu Tasarısı ile 2006 Yılı Merkezi Yönetim Kesin Hesap Kanunu
Tasarısı’nın görüşmelerine kaldığımız yerden devam edeceğiz. Komisyon ve
Hükûmet yerinde. Şimdi, tümü
üzerinde söz sırası Demokratik Toplum Partisi Grubu adına Van Milletvekili ve
Grup Başkan Vekili Sayın Fatma Kurtulan’a ait. Buyurun Sayın
Kurtulan. (DTP sıralarından alkışlar) Sayın Kurtulan,
iki kişi kullanacaksınız değil mi? FATMA KURTULAN (Van)
– Evet Başkanım. BAŞKAN – Süreniz
otuz dakika. Buyurun. DTP GRUBU ADINA
FATMA KURTULAN (Van) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; 2008 Yılı Merkezî
Yönetim Bütçe Kanunu Tasarısı ile 2006 Yılı Merkezî Yönetim Kesin Hesap Kanunu
Tasarısı’nın tümü üzerinde görüş belirtmek üzere Demokratik Toplum Partisi Grubu
adına söz almış bulunuyorum. Hepinizi saygıyla selamlıyorum. Öncelikli olarak,
Türkiye ekonomisinin 2007’deki gidişatı üzerine bilgi sunan önemli
istatistiklerin Haziran-Eylül aylarına ait olanlarını kullanarak genel bir
değerlendirmede bulunmak istiyorum: Bilindiği üzere, birinci AKP İktidarı son
derece elverişli bir uluslararası konjonktüre denk gelmişti. Bu dönemde 1997’yi
izleyen finansal çalkantı ve kriz dönemi son bulmuş, uluslararası sermaye
akımları yeniden canlanmaya başlamıştı. Türkiye’ye giren dış kaynaklar, kaynak
akımları bu yeni konjonktürü izleyerek 2003-2006 arasında kesintisiz yükseldi.
Beş yıl boyunca yabancı kökenli sermaye girişlerinin toplamı 114 milyar dolara
ulaştı. AKP İktidarı da uluslararası sermayenin isteklerine harfiyen ayak uydurarak
dış kaynakların sağladığı belli bir büyüme evresinin nimetlerini derledi,
ekonominin dibe vurduğu bir dönemin ertesinde iktidar olmanın özel
koşullarından yararlandı. Ancak, birçok iktisatçının yaygın teşhisine göre, bu
konjonktür bugünlerde son bulmaktadır. Nitekim bu eylemin dünya ölçeğinde
emareleri de gözlenebilir hâle gelmiştir. Ülkemizde, kısa
dönemde millî gelir hareketlerinin dış kaynak hareketlerine bağımlı hâle
gelmesi öteden beri gözlenen bir olgudur. Bu bağlantının 2007’de de pozitif
doğrultuda seyrettiği gözleniyor. Farklı tanımlara göre, ilk dokuz ayda Türkiye
ekonomisine giren dış kaynak önceki yıla göre yüzde 6 ile yüzde 15 arasında
artış göstermiştir. Bu etkinin 2007’de de ekonomiye genişletici etkiler
taşıyacağı anlaşılmaktadır. Ancak, bu durumun büyüme doğrultusundaki katkısı
giderek zayıflamaktadır. Son yılların olağanüstü boyutlu yabancı sermaye
girişleri, sermaye birikimini ve büyüme potansiyelini yukarı taşımak yerine
ulusal tasarruf oranlarını aşağı çekmiş, özel tüketim artışlarına dayalı talep
genişlemesine katkı yapmıştır. Sıcak para girişlerine bağımlılığın 2005
sonrasına düştüğü bilinmektedir. Ancak, geçmiş yılların tortusunu oluşturan
devasa sıcak para stoku ciddi bir potansiyel sorun kaynağı olmayı
sürdürmektedir. Bu etkinin yol açtığı YTL kredi faizlerinin yüksek olması, gücü
ve imkânı olan özel sektörü dövizle ve dışarıdan borçlanmaya yönlendiriyor. Çok
yüksek tempolu yabancı sermaye girişlerinin büyük bölümü özel sektörün dış
borçlanmasından oluşuyor. Böylece, 2007 yılının ortalarında Türkiye’nin dış
borçları -çoğu sermaye gruplarına ait olmak üzere- 226,4 milyar dolara
ulaşmıştır. Ani bir kur yükselmesi, lirayla kazanıp dövizle borçlanmış şirket
ve bankaları çöküntüye sürükleyebilecektir. Zira, dış borç stokunun 135 milyar
doları sermaye gruplarına aittir. Böyle koşullar patlak verdiğinde ne olacaktır?
Özel sektörün borcunu da Türkiye Cumhuriyeti hazinesi mi yüklenecektir? Ekonominin
gidişatına dair bir diğer güvence öğesi olarak, doğrudan yabancı sermaye
yatırımlarının son yıllardaki çarpıcı artışları gösterilmektedir. Bu tür
yabancı sermayenin sıcak para gibi ani çıkışlara yönelmediği doğrudur. Ancak,
bu yatırımlardaki kapasite artışlarında ihracata ve ithal ikamesine dönük bir
yatırım olgusu istisnaidir. Son iki yılda doğrudan yabancı sermaye girişlerinin
yüzde 80-90’ı gayrimenkul alımlarına ve iç hizmetler sektörüne yönelik olarak
gerçekleştirilmiştir. Türkiye, büyüme hızı düştükçe cari işlem açığını
yükselten patolojik bir ekonomik yapıya geçmiştir. Gümrük birliğinin bu
doğrultudaki etkileri özellikle dövizin hızla ucuzladığı son beş yılda ortaya
çıkmış, özellikle sanayinin girdiler yoluyla bağımlılığını aşırı derecede artırmıştır.
Bütün bu olgular
değerlendirildiğinde Türkiye’ye dönük uluslararası sermaye hareketliliğinin
sadece durgunlaşmasının bile, ekonominin büyüme hızını ciddi boyutlarda aşağıya
doğru çekebileceği görülmektedir. İlaveten bir
sınır ötesi operasyon gündemiyle kaçacak olan sermaye de hesaba katıldığında,
ekonominin ulaşacağı kırılganlık düzeyi tasarruf edilebilinir. Bu gelişmenin
toplumsal yansımalarına bakarsak, ilk olarak 2001 krizinin emekçilerin göreli
durumlarının dramatik boyutta bozulmasına yol açtığını hatırlamamız
gerekmektedir. AKP’nin iktidar yılları olan 2002-2006 içinde geniş anlamda
işsizlik artmış, tarımsal istihdam düşmüş, reel ücretler ve tarım-sanayi fiyat
makasları gerilemiş, kısacası bölüşüm ilişkilerinin emek aleyhine bozulması süre
gelmiştir. Böylesi bir tablo
karşısında, 2008 yılı merkezî yönetim bütçesine yönelik değerlendirmelerimizi
sunarken belirleyici ölçütlerimizin, öngörülen refah düzeyi, adaletli ve
eşitlikçi vergi dağılımı, hedeflenen kalkınma seviyesi, kapsayıcı sosyal politikalara
yaklaşım ve nitelikli istihdam olacağını belirtmek isteriz. Yine öncelikli
olarak söylenmesi gereken bir nokta, bütçenin hazırlanmasında katılımcılık ve
çoğulculuk ilkesinin göz ardı edilerek, çoğunlukçu bir yaklaşımın sergilenmiş
olduğudur. Bu bağlamda demokratik toplumlarda, çağdaş hukuk devletlerinde,
bütçenin kaynağını teşkil eden, vergileri veren yurttaşların ve sivil toplum
örgütlerinin katılımı ve denetimi sağlanmamış, görüşlerinin alınmamış olması
şeffaf bütçe oluşturmasında büyük bir eksikliktir. Merkezî bütçenin
hazırlanmasında sağlıklı bir planlama yapılmasının öncelikli şartının yaşanan
sosyal dönüşümlerin doğuracağı sosyal risklerin dikkate alınması olduğu gerçeği
ihmal edilmiştir. Zira 2008 Mali
Yılı Merkezî Yönetim Bütçe Kanunu Tasarısı’nın içeriğine bakıldığında da bir
borç ödeme bütçesi olarak hazırlandığı, bu hâliyle işçilerin, emekçilerin ve
yoksul halkın beklentilerine cevap vermek ve artık önemli bir toplumsal sorun
hâline gelmiş olan işsizliğe yönelik olarak istihdam artırıcı tedbirler
sağlamak konusunda gereken düzenlemelerden yoksun olduğu görülmektedir. Sayın Başkan,
değerli milletvekilleri; Sayın Maliye Bakanı “Yapısal reformlar, mali disiplin
ve özelleştirmeye devam edeceğiz.” demektedir. Bunun anlamı, vatanın
zenginliklerini satışa çıkararak bütçe denkleştirmektir. Bunun anlamı, sermaye
ile işçi ve emekçiler arasındaki gelir uçurumunun daha da açılması ve yoksul
halkın satın alma gücünün daha da düşürülmesidir. Bunun anlamı, sosyal devlet
ilkesinin dönüşsüz olarak terk edilmesi, geniş halk yığınlarını piyasada
tüketici yurttaş konumuna getirmektir. Alt başlıklar olarak her birini
açacağız. 2008 bütçesinde
hedef olarak, 114,5 milyar YTL dolaylı vergi, 56,6 milyar YTL gelir ve kurumlar
vergisi belirlenmiştir. Ağır dolaylı vergilerin devamının öngörülmesi bütçede
vergi adaletinin olmadığını göstermektedir. Bir ülkede sosyal
adaletin sağlanması, hakça paylaşımın gerçekleşmesi için vergi adaletinin
sağlanması esastır. Bu da halk yığınlarından dolaylı ağır vergi almakla değil,
kazanandan kazandığı oranda vergi alabilmekle olur. AKP Hükûmeti, 2008 yılında
bu doğrultuda bir adım atmayı değil, tam tersine, esnafın ve emekçi kesimlerin
üstündeki baskıyı artırmayı hedeflemektedir. 2008 bütçesinden
bazı rakamlara bakıldığında, bütçede 35,5 milyar YTL gelir vergisi, 17 milyar
YTL kurumlar vergisi beklentisi olduğu görülmektedir. Petrol ve doğal gazdan
alınan ÖTV’den 26 milyar YTL civarında gelir beklenmektedir. Sigaradan, içkiden
alınacak vergilerde büyük artışlar hedefleniyor ki, bu da sigara ve içkiye 2008
yılında yeni zamların yapılacağının habercisidir. Ek olarak, Türkiye’de çok
yüksek olduğu bilinen iletişim vergilerinde de bir indirim görülmemektedir. Bu
nedenle, Sayın Bakanın “2008’de yeni vergiler yok.” söyleminin de gerçekçi
olmadığı anlaşılmaktadır. Bu durum bir vergi reformunun da acil ve kaçınılmaz
olduğunu göstermektedir. Gelir Vergisi Kanunu’ndan vergi muhakemelerine kadar
birçok ilgili mevzuatın değiştirilmesi gerekmektedir. Bütçede en büyük
pay faiz ödemelerine ayrılmakta, son yıllarda bütçenin temel harcama kalemini
borç ve faiz ödemeleri oluşturmaktadır. İşçi ve emekçilerden toplanan vergiler,
ne yatırımlar ne de toplumsal ihtiyaçların karşılanması için kullanılmakta, bu gibi
alanlarda ayrılan kaynaklar göstermelik düzeyde tutulmaktadır. Türkiye’nin iç ve
dış borç stoku 450 milyar dolar civarında seyretmektedir ki bu miktar, 2008
yılı merkez yönetim bütçesi hedefinin yaklaşık 2 katıdır. 2008 yılı bütçesinde
öngörülen 56 milyar YTL’lik faiz ödemesi, 2007 yılına göre yüzde 14,3’lük bir
artış anlamına gelmektedir. Buna karşın tüm bütçenin yüzde 8,1, personel
harcamalarının yüzde 10,3, yatırım harcamalarının ise yüzde 0,7 artış
göstermesi bekleniyor. Bu hâliyle de 2008 bütçesi, genel anlamda bir borç ödeme
bütçesi olarak hazırlandığını ortaya koymaktadır. Gündemde olan
Kuzey Irak operasyonunun bütçede değişiklik yapılması anlamına geldiği,
maliyetin yine sağlık, eğitim, adalet kalemlerinden karşılanacağı, Hükûmetin
yeni dolaylı vergiler ve zamlara yöneleceği açıkça görülmektedir. Genelkurmay
Başkanlığının tanımlamasıyla düşük yoğunluklu çatışma için 2007 yılında yıl
içinde arttırılan ödenekler bile harcamaları karşılayamaz durumdadır. Bu durum,
2008 bütçe taslağının daha Türkiye Büyük Millet Meclisinde görüşülmesinden önce
dengesinin bozulmuş olması, bütçe açığının büyümesi anlamına gelmektedir. 2007 merkezî
hükûmet bütçesinde Millî Savunma Bakanlığına 13,1 milyar, jandarmaya 3,1
milyar, emniyete 6,5 milyar YTL ödenek ayrılmış, ancak yıl içinde bu rakamlar
yükseltilmiş ve Millî Savunma Bakanlığı bütçesi 18,2 milyar, jandarmanınki 3,2
milyar YTL’ye çıkarılmıştır. Ortaya çıkan
şiddet ortamından dolayı eğitim ve sağlıktan kısılan kaynaklar güvenlik
harcamalarına yönelmiş ve şiddet ikliminden dolayı yöre insanının geçim
kaynakları büyük oranda ortadan kaldırılmıştır. Diyarbakır, Van, Urfa gibi
şehirlerimiz göç sonucu kalabalıklaşan nüfusun getirdiği işsizlik sorunuyla
boğuşmakta, ancak, ne yazık ki, bölgenin istihdam ve kalkınma için ihtiyacı
olan sermaye de batıya göç etmiş bulunmaktadır. Barış ortamının
oluşturulmasıyla güvenlik harcamalarının sivil harcamalara dönüştürülmesi bölge
insanının beklentilerine daha çok cevap verecektir. Sayın Başkan,
değerli milletvekilleri; konuşmanın bundan sonraki bölümünü “bütçe tasarısının
sosyal harcamalar için ayrılan kalemleri” değerlendirmesini yaparak sürdürmek
istiyorum. Öncelikli olarak,
kamu hizmetleri için ayrılan kaynağa bir bütün olarak baktığımız zaman, 2008
için yüzde 23,2, 2009 için yüzde 22,7 ve 2010 için de yüzde 21,9 olarak
belirlendiğini görüyoruz. Yani, bundan böyle yurttaşların sosyal devletin
sınırları içinde bir hak olarak faydalandıkları kamu hizmetleri, artık piyasada
yine aynı yurttaşların hizmetine sunulmaktadır, ancak bir tüketici olarak bu
hizmetleri satın almaları şartıyla. Peki, bu düzenlemeden ülkemizin yoksul
halkının payına ne düşmektedir? Daha evvel konuşmamızda da belirttiğimiz üzere,
burada yine kritik önem taşıyan nokta, nitelikli kamu hizmeti sunumu için
gerekli olan kamu gelirleri yükünün dolaylı vergilere dayalı yapısının
değiştirilmesi ve bu yükün toplumun yoksul ve emekçi kesimlerinden alınıp,
gelirin doğru orantılı hale getirilmesi gerekmektedir. Oysa, bütçe tasarısı bu
hâliyle, yoksul insanımızı tamamen piyasanın insafına terk etmekte, “paran
kadar sağlık, paran kadar eğitim” diyerek toplumdaki mevcut eşitsizlikleri
derinleştiren bir görünüm arz etmektedir. Bütçede en önemli
açık olarak görülen sosyal güvenlik harcamaları, sosyal devlet olmanın anayasal
güvenceleriyle ele alınmalıdır. Elbette ki sosyal güvenlik sisteminin
işleyişinde yapılacak bir reform, kimi denetimsizlikler ve israfları, aşırı
bürokratik uygulamaları ve dağınık yapıyı düzenlemek açısından son derece
gereklidir. Ancak, yapılacak olan herhangi bir düzenlemenin, devletin bu alana
dair yükümlülüğünü, katkısını esirgemeden ve sistemin yapılandırılmasında özel
kurumların teşvikini esas almadan hayata geçirilmesi mutlak bir zorunluluktur.
Zira, Anayasa Mahkemesinin 5510 sayılı Sosyal Sigortalar ve Genel Sağlık
Sigortası Yasası’yla ilgili olarak verdiği iptal karanının genel değerlendirme
bölümünde şu saptama yer almaktadır: Sosyal güvenlik, bireylerin istek ve
iradeleri dışında oluşan sosyal risklerin kendilerini ve geçindirmekle yükümlü
oldukları kişilerin üzerlerindeki gelir azaltıcı ve harcama artırıcı etkilerini
en aza indirmek, ayrıca sağlıklı bir asgari hayat standardını güvence altına
alabilmektedir. Ancak, yeni düzenleme ile sosyal devletin güvencesinde olan
halk anlayışının yerini takdire dayalı bir yardım anlayışı almıştır. Sağlık, her
yurttaş için eşitlik ve hak temelinde erişilebilecek ve yararlanılabilecek bir
kamu hizmeti olarak düzenlenmelidir. Piyasa kurallarının belirleyici olduğu ve
özel sigortacılığın esas alındığı bir sağlık sisteminin uygulanması, ülkenin
içinde bulunduğu ekonomik koşullar, kayıt dışı çalışanların oranı ve bölgesel
eşitsizlikler nedeniyle mümkün değildir. Geniş toplumsal kesimlerin sağlığını
kaybetmesi anlamına gelecek böyle bir model yerine vergilendirilmeyen
kazançlardan alınacak vergilerle ve Sosyal Yardımlaşma ve Dayanışma Fonu’nun da
dâhil edildiği diğer kamu kaynaklarıyla karşılanacak bir sağlık sistemi gerçekleştirilmelidir.
Sosyal yardımlar
yasa ile düzenlenmeli, iane ve bağışlama görüntüsü yerine yurttaşların
devletten talep etme hakkı kapsamında bir hak olarak görülmeli ve sosyal
devletin gerektirdiği kurumsal ilişkiler ağı aracılığıyla uygulanmalıdır. Sosyal güvenlik
sisteminin iyileştirilmesi, gelir-harcama arasındaki kurulan iktisadi dengeden
ve Sosyal Güvenlik Kurumunun kâr-zarar tablosuna indirgenmiş işletmecilik
anlayışından daha derinlikli bir algıyı ifade etmek durumundadır. Sosyal güvenlik
reformu ise bu hâliyle tüm sigortalıların, çalışanların hak temelinde
eşitliğini değil, yoksulların yoksullukta eşitliğini hedefleyerek “en az”da
birleştirmeyi öngörmektedir. 5510 sayılı kanun
tasarısında değişiklik öngören düzenleme daha önceki taslağın birçok olumlu
hükmünü de ortadan kaldıran bir içeriğe sahiptir. Emekli aylığı bağlanma
oranlarında alt sınır kaldırılmış, emekli aylıklarının düşürülmesi
hedeflenmiştir. Ölüm aylığı bağlanma şartı dokuz yüz günden bin sekiz yüz güne
çıkartılmıştır. Geçici iş göremezlik ödeneği günlük kazancın üçte 2’siyken
beşte 3’üne düşürülmüştür. Engellilerin emekli olabilmesi için gerekli on beş
yıllık çalışma şartı on sekiz yıla çıkarılmıştır. Tasarının getirdiği en önemli
düzenlemelerden biri olan genel sağlık sigortası primi konusunda ise akıl almaz
bir durum yaşanmaktadır. Aylık geliri 139,6 YTL üzerinde olan insanlarımızdan
alınacak olan 73 ile 475 YTL arasındaki aylık miktar dışında, yatan hastaların
tedavi bedellerinden de “katkı payı” alınacağı bilinmektedir. Herhâlde, bu
durumda düşük gelirli yurttaşlarımızın devayı modern tıbbın sunduğu olanaklarda
aramaya kalktıklarında, ayın geri kalanında ilaçla beslenebileceği
düşünülmektedir. İlaveten, asgari ücretin üçte 1’inden düşük gelire sahip olan
yurttaşlarımızın genel sağlık sigortası primi ödemelerine devletin katkısı
asgari düzeyde tutulmuştur. Kanunun yürürlüğe
girdiği tarihten sonra işe başlayacak işçilerin emekli olduktan sonra bir daha
çalışmayacakları öngörülüyor. Bu uygulanırsa, yeni sistemde çalışacak olan
işçiler emekli olduktan sonra bir işte çalışırlarsa emekli aylıkları kesilecek.
Tarım sektöründe
çalışanların prim borçlarına karşılık yapılacak kesinti miktarı da artırıldı. 1
ile 3 arasında olan rakamın 1-5 arasında olması öngörülüyor. 5510 sayılı
Kanun’un kamu yararına olan maddelerinden biri de sigortalıların yeni doğan
bebekleri için altı ay süreyle üçte 1’i tutarında, yani aylık 195 YTL emzirme
ödenmesini düzenleyen hükmüydü. Bu madde son hâliyle şöyle düzenlendi: Emzirme
ödeneğinden yararlanmak için son bir yıl içinde en az yüz yirmi gün prim ödeme
şartı getirildi. Bununla da yetinmeyip, altı ay yerine bir defaya mahsus 195
YTL emzirme yardımında bulunmaya karar verdiler. Bu çerçevede yapılmış olan
düzenlemeler, bir insan hakkı olarak
tanımlanması gereken sağlıklı yaşama hakkını yoksul yurttaşlarımızın
elinden almakta ve kadınlarımızın yararına olan yasal düzenlemeleri de ortadan
kaldırmaktadır. Cezaevindeki
sağlık politikasının da önemli ölçüde iyileştirmeye tabi tutulması gerektiği
düşüncesindeyiz. Hangi suçtan olursa olsun devletin bir yurttaşı cezaevine
konulmuşsa, o kişinin vücut bütünlüğü ve sağlığından devlet sorumlu hâle
gelmiştir. Bu konuda çok ciddi ihlaller olduğu, ölümcül ve ağır hastaların
koğuşlarda bekletildiği bilinmektedir. Durum, acil çözüm isteyen vahim bir
noktadır. Sayın Başkan,
değerli milletvekilleri; bilindiği üzere, Avrupa’daki refah devleti sistemleri
ve uygulamaları, artan uluslararası rekabet koşullarına uyum sağlamada
karşılaşılan zorluklar, nüfusun yaşlanması, Avrupa’ya artan göç akını ve
sistemin kendisinden kaynaklanan sıkıntılar nedeniyle 1980’li yıllarda ciddi
bir sarsıntıyla karşı karşıya gelmişti. Ancak, 90’lı yıllarda bu konuda önemli
bir toparlanmaya gidilerek “Sosyal Avrupa” kavramı etrafında emek
piyasalarındaki değişimleri de dikkate alan bir yaklaşım geliştirildi. Bu
yaklaşım, sosyal hakların en temel vatandaşlık hakkı olduğundan hareketle,
devletin toplumdaki bütün bireylerin eşit vatandaşlar olarak topluma
katılmasındaki sorumluluğunun altını çizmektedir. Bu bağlamda, çağdaş ülkelerde
de farklı arayışlar gelişmiş, birçok ülkede sosyal politika harcamaları,
yoksullukla mücadele yöntemleri içerisinde doğrudan gelir transferini içeren
bir eğilim ortaya çıkmıştır. Bu anlayış, hiç şüphesiz ki bir hayır kurumu
mantığıyla muhtaçlara yardım yapar gibi değil, yurttaşların hak ve
özgürlüklerini güvenceye alan mekanizmaların sosyal devlet güvencesinde
oluşturulması yoluyla hayata geçirilmelidir. Ülkemizde yaşanan
yoksulluk sorununun bugün geldiği noktada ise, 2 milyona yakın yurttaşımız
açlık sınırının altında yaşamaktadır. Türkiye’de yoksulluğun yeni biçimleriyle
mücadele ivedilikle ele alınması ve çok çeşitli araçlarla yürütülmesi gereken
bir husustur. Yine, ülkemizdeki işsizlik oranındaki yükseklik ve nitelikli
istihdam yaratılması ihtiyacı ise hepimizin malumudur. İşsizliğin önünün
alınamamasında bölgeler arası gelişmişlik farklarının çok büyük olmasının da
önemli bir etken olduğu bilinmektedir. Yine, Türkiye İstatistik Kurumu
verilerine göre, 2006 yılında Türkiye genelinde istihdam oranı yüzde 43,2 iken,
Doğu ve Güneydoğu’daki yirmi bir ilin ortalaması yüzde 37,5’te kalmıştır. Yoksulluğun
önlenmesinde istihdam arttırıcı gelişmeler elbette çok önemlidir. Ancak,
yoksulluğun genel anlamda iktisadi krizden kaynaklandığı ve ekonomik
göstergeler yükselişe geçtiği takdirde ortadan kalkacağı önermesi kaynağını,
büyük oranda, hakim neoliberal söylemin devletin sosyal politika alanındaki
katkısını sınırlı tutma eğilimi ve girişiminden almaktadır. Birçok Avrupa
ülkesinin deneyimleri göstermiştir ki, yoksulluğun yeni biçimleri ekonominin
iyiye gitmesiyle ortadan kalkmamaktadır. Zaten, iktisat terminolojisinde de bu
duruma işaret eden “istihdamsız büyüme” diye bir kavramın bulunduğunu
biliyoruz. Kaldı ki, günümüzde sermayenin artan hareketliliği, emek yoğun
sektörlerin ücretlerin düşük olduğu kadın ve çocuk emeğinin istihdam edildiği
alanlara kaymasını kolaylaştırmış, teknolojik gelişmeler ise az sayıda işçi
istihdam ederek üretim yapılmasını mümkün kılmıştır. Ülkemizde de özelleştirme,
küreselleşme ve artan rekabet ortamının getirdiği taşeronlaştırma gibi
uygulamalar nitelikli istihdam yapılmaması sonucunu getirmiş, nüfusun önemli
bir bölümünü yoksulluk sınırında yaşamaya mahkûm etmiştir. Yine, emek
piyasasının değişen ve esneyen yapısı, düzensizleşen iş koşulları, düşük ve
bazen alınamayan ücretleri, sosyal güvencesiz çalıştırmayı beraberinde
getirmiştir. Bunun da ötesinde, ülkemizde sosyal yardım kurumlarının politize
olması, hizmetlerin kalitesiz, verimsiz ve kayırmacılıkla malul olarak
yürütülmesi çok büyük bir sorun olarak önümüzde durmaktadır. Sosyal yardım
kurumları bugüne kadarki tüm siyasi iktidarların yan kuruluşu hâline gelmiş ve
bu kurumların hizmetlerinden faydalanmak, ne yazık ki, iktidara yakın bir konum
içerisinde bulunmayı zorunlu kılmıştır. Türkiye’nin Avrupa
Birliğine aday ülke statüsünde olduğu gerçeğinden hareket edildiğinde, sosyal
yardım uygulamalarının da Avrupa Birliğindeki yaklaşımlarla uyum sağlaması
gerektiği açık olarak ortaya çıkmaktadır. Avrupa Birliğinde geçerli olan
yaklaşım doğrultusunda, yoksulluk bir sosyal dışlanma sorunu olarak ele alınmak
ve sosyal içermeyi amaçlayan politikaların konusu hâline getirilmek
durumundadır. Bu yaklaşımın temel özelliklerinden biri, yoksulluğu, insanların
topluma eşit ve özgür bireyler olarak katılmalarını engelleyen, değişik
unsurların tanımladığı çok boyutlu bir sorun olarak ele almasıdır. Bu bağlamda,
Avrupa Birliği düzeyinde yoksulluk riski altındakiler, her üye ülkede, ülkenin
ortanca gelirinin yüzde 60’ının altında gelire sahip bireyler olarak tanımlanmaktadır.
Ancak, bu tanıma ilaveten, özel risk gruplarını oluşturan kadınlar, çocuklar,
yaşlılar ve engelliler dışında etnik azınlık mensubu oldukları için
ayrımcılıkla karşılanabilecek grupların sorunları da ön planda tutulmaktadır. Yoksulluk
sorununun önemli bir boyutunu işsizlik olgusunun oluşturduğu doğrudur.
Türkiye’de potansiyel iş gücünün yalnızca yüzde 45’inin çalıştığı düşünülürse
bunun ne kadar hayati bir sorun olduğu ortaya çıkar. Ancak, işsizlik olgusu da
çoğu zaman yalnızca yoksulluğa yol açtığı ölçüde gündeme gelmektedir. Oysa,
kırsal bölgelerden farklı olarak kentte işsiz kalmak ve toplumsal faaliyetlere
katılmamak, aynı zamanda toplumla bütünleşme yollarının da tıkanması anlamına
gelmektedir. Bu husus da göz önünde bulundurularak yürütülecek sosyal
politikalarda toplumla bütünleştirmeyi esas alan projelerin geliştirilmesi
gereklidir. Yalnızca politik
beyanlarda bulunarak işsizliğin azaldığını söylemek, iş alanlarının arttığını
gerçek olmayan rakamlarla, ifadelerle göstermek, halkın içinde bulunduğu
işsizlik sorununa iyimser bir bakış açısı bile kazandırmamıştır. 2006’da yüzde 9,9
olan işsizlik oranı bugün yüzde 12’lere çıkmıştır. Genç nüfusun fazla olmasını
bir avantaj durumuna dönüştüremeyen Türkiye, işsiz, kendi alanında herhangi bir
istihdam alanı bulunmayan binlerce üniversite mezununun ve her kesimden
insanımızın yaşamla olan çaresiz savaşlarına yenik düşen ve bunların içinde bu
nedenden dolayı hayattan kopan insan hikâyelerine tanıklık ediyor. Bütün bu
olumsuzluklardan nasibini alan kadın, son Birleşmiş Milletler İnsani Gelişme
Raporu’nda da gösterildiği gibi, cinsiyet eşitliği göz önünde bulundurulduğunda
daha alt sıralara düşüyor. Bu eşitsizliğin temel nedenlerinden biri ve
önemlisi, yürütülen yanlış ekonomik politikalardır. Okuma yazma
oranının kadınlarda daha düşük olması kadın istihdamını daha da aşağıya
çekiyor. Sosyal hayattan uzak tutulan, seçim sandıklarına kocasıyla ya da bir
başkasıyla aynı fikirde olmaktan daha başka seçeneği olmadan giden kadın iyice
şiddetin içine sürüklenmiştir. BAŞKAN – Sayın
Kurtulan, üç dakikanız kaldı ama, Sayın Kaplan izin verirse onun süresini
kullanabilirsiniz. FATMA KURTULAN
(Devamla) – Kaplan’dan almak çok zor olabilir Başkanım. BAŞKAN – O zaman
üç dakikanız kaldı. Buyurun. FATMA KURTULAN
(Devamla) – Asgari gelir desteği politikası, bugün farklı kamu kurumları, sivil
toplum kuruluşları ve hayırsever bireylerin yaptığı çok sayıda bölük pörçük
yardımdan yararlanmak için uğraşan yoksul kesimlerin “yardıma muhtaç
zavallılar” görüntüsünden kurtulmasını sağlayacaktır. Yine, bu
politika, satın alma gücünü yükselterek piyasanın işleyişine önemli bir
müdahalede bulunmaksızın üretimi ve istihdamı artırıcı rol oynayabilecektir.
Ekonomik faaliyet düzeyinin düşük olduğu yoksul bölgelerde bu türden bir
politikanın ne kadar önemli olacağı açıktır. Faaliyet koşullu
asgarî gelir desteği, doğrudan ücretli istihdam yaratmaya dönük bir politika
olmamakla beraber, istihdam politikalarıyla birlikte uygulanma özelliğine
sahiptir. Sonuç olarak,
2008 bütçe rakamlarını yalnızca iyimser bir bakış açısı olarak görüyoruz.
Verilen bu iyimser tabloya geride bırakılan bütçe politikaları ve rakamlarla
ulaşmak çok zor görünmektedir. Halk, Hükûmet tarafından dillendirilen
rakamların, “biraz daha katlanın” söylemlerinin ekonomik, toplumsal mutsuzluğa
çare olmadığını anlamıştır. Ülke kaynakları
eşit şekilde yararlanılabilecek gibi tahsis edilmiyor. Bunun önünü açacak yasal
düzenlemeler yapılmıyor. Bütün bunlar dikkate alınarak, eğitim her kesimi, her
bölgeyi kapsayacak şekilde sosyal adalet ilkesini gözeten, barışçı ve özgür
bireyler yetiştirmeyi hedeflemeli ve bu temelde verilmelidir. Kadının toplumda
etkin bir yurttaş olabilmesinin, Hükûmetin geliştireceği cinsiyet eşitliği
politikalarıyla bağlantılı olduğu unutulmamalıdır. Halkın içinde bulunduğu
darboğaz göz önüne alınarak, sağlık hizmeti verilirken vatandaşın sağlık
sorunlarına zamanında ve doğru tedavi bulabilmenin yolu açılmalı, hizmetler ne
hastayı ne görevliyi mağdur etmeden sosyal devlet anlayışına uygun olarak
verilmelidir. Tüm bu iç
karartan tablodan sonra, biz de büyük bir iyimserlikle diyoruz ki, birlikte ve
barış içinde, sosyal, siyasal ve kültürel hakların Anayasal güvence altına
alındığı, kimsenin yok sayılmadığı, farklılıkların kabul edildiği, muhalefetin
kamu yararına ve barış için yapıldığı bir Türkiye yaratmak bizim elimizde.
Böyle bir Türkiye’de eğitimden, sağlıktan, adaletten kesilerek finanse edilen,
sınırların ötesine savrulan harcamaları ait olduğu yere döndürmek, barışçı ve
çağdaş bir yaşam seçeneğinin bütçesini oluşturmak daha kolay olacaktır diyor,
hepinizi tekrar saygıyla selamlıyorum. (DTP sıralarından alkışlar) BAŞKAN – Teşekkür
ederim Sayın Kurtulan. Demokratik Toplum
Partisi Grubu adına ikinci konuşmacı Şırnak Milletvekili Sayın Hasip Kaplan.
(DTP sıralarından alkışlar) Sayın Kaplan,
buyurun. Süreniz otuz
dakikadır. DTP GRUBU ADINA
HASİP KAPLAN (Şırnak) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; Hükûmetin
-60’ıncı- Programı’nı burada hep beraber dinledik. Maliye politikaları da bir
bakıma bu politikalara bağlı olarak şekillenir. Tabii ki, dünyanın en önemli
bölgesinde yer alan Türkiye’nin istikrarlı bir ekonomi için bütün riskleri,
bütün olasılıkları hesaba katıp ona göre bir düzenleme yapması, yaparken de,
demokrat olması, demokrasiyi işletmesi, katılımcı olması, çoğulculuğu
özümsemesi ve vergi alırken zalim olmaması, dağıtırken de adil olması
gerekiyor. Bunu neden
söyleme gereğini duydum. Demokratik Toplum Partisi olarak birinci
sunuşlarımızda genel olarak birçok konuya değindik. Ancak, bu bütçede, gelirler
ve giderlerde, alınırken ve verilirken kimler daha çok yararlanıyor, kimler
daha çok kazanıyor, kimlerin daha çok sırtında yük, kimlerin cebinden vergiler
çıkıyor ve nereye harcanıyor? Bizim aslında burada muhalefet olarak önemle, özenle
üzerinde durmamız gereken de bu. Sayın Bakan bir
konuştu, güllük gülistanlık bir anlattı bir anlattı, vallahi bu Komisyonda bir
ay çalışmasaydım, acaba öyle midir derdim. Yani, ilk gün Komisyona oturduk,
hemen, 2002’de, Türkiye’de rekor milletvekili sayısıyla tek başına iktidar
olmuş, karşısında tek muhalefet partisi olan 59’uncu Hükûmet, beş yıl sonra
60’ıncı Hükûmet olarak, bize, bütçenin sunuşunu “enkaz devraldık”la yapıyor.
Beş yıl sonra! Altıncı bütçesini yaparken AKP Hükûmetinin, hele hele “iki vatandaştan
birisinin oyunu aldım” çoğunluğunu da yakaladıktan sonra, buraya gelip hâlâ bu
enkaz edebiyatının ardına sığınmasının hiçbir haklı gerekçesi kalmamıştır
artık. Şunu çok açık
ifade etmekte yarar var: Bütçenin sunuşunda, her şey çok mükemmel, güllük
gülistanlık, disiplin işliyor, paralar geliyor. Hani, geçenlerde, Komisyon
toplantısı bitince Sayın Bakan bir yemek vermişti Mecliste ve basına yansıdı,
bıldırcın hesabı “3’e aldım 5’e verdim, kâr ettim.” Şimdi bakacağız, bu
bütçede, 3’e alıp 5’e vermek, kâr etmek var mıdır, yok mudur? Bıldırcın hesabı
bu bütçede tutuyor mu, tutmuyor mu? Şimdiye kadar, AK
Partili arkadaşlarımız mükemmeliyeti devam ettirdiler, anlattılar. Şimdi, biz
de, biz değil, onu DTP değil, başkaları ne diyor, oradaki birkaç veriden,
sizlerin biraz kendinize gelmenizi sağlayacak birkaç veriden bahsetmek
istiyorum. Birleşmiş Milletler Kalkınma Programı (UNDP) İnsani Gelişme
Raporunda -insani gelişme endeksini açıkladı biliyorsunuz bu hafta- ülkelerin
ortalama ömür, eğitim ve ayarlanmış gerçek gelir alanlarındaki seviyelerini
ölçen İnsani Gelişme Endeksi’nde, Türkiye, 177 ülke arasında 84’üncü sırada.
Dikkatinizi çekmek istiyorum, 84’üncü sırada, Afrika ülkeleri düzeyinde. OECD
bölgesi ülkeleri içinde ise son sırada, son… Sonuncu. Bunu, ben demiyorum,
bakın, sakın, Hasip Kaplan demiyor bunu. İnsani Gelişmişlik Endeksi de eğitim,
sağlık, çok insani şeyler… Yani bunlara sosyal güvenlik reformu… Bunlar
ekseninde. Şimdi, yine, bir
daha bir sunuş yapmak istiyorum. Bunu, yine ben söylemiyorum. Bunu, Hazine
Müsteşarlığına bağlı Sayın Bakanlığınız söyledi, Bakanlığınızın söylediği
sunumdan aldım. Diyor ki “Ekonomimizde sağlanan olumlu gelişmeler kredi
notlarımıza da yansımıştır. Kredi notumuz 2002’de B(-) negatif görünüm iken, üç
kademe artarak, bugün itibarıyla BB(-) durağan görünüm seviyesine
yükselmiştir.” Ee kardeşim, bir taraftan bunu söyleyeceksiniz, bir taraftan
“take-off” uçuşa geçirdiniz Türkiye’yi. Hangisi doğru? Bunun, bu bütçeyle
doğrusunu bulmak lazım. Uçuşa mı geçtiniz? Düşüşe mi geçtiniz? İkisi arasında
öyle yakın bir mesafe yok. 59’uncu Hükûmet
döneminde üretime, ihracata yeterince önem verilmedi. Global likidite
bolluğundan da yararlanılamadı. Bir konjonktür şanstı AKP için. Özelleştirme,
sıcak para, sermaye girdileri de heba edildi. 2007 seçim hesapları aslında
bütçeyi sarstı. İşsizlik arttı. Artan borç yükü hedeflerde sapma getirdi.
Risklere karşı korunaksız olunması nedeniyle 2008 Mali Yılı Bütçe Tasarısı da
beklentileri karşılamaktan uzaktır. Şunu ifade
edelim: Hükûmetin 2007 Yılı Merkezî Yönetim Bütçe Kanunu’nda öngördüğü 16,8
milyar açığı seçim öncesi 8 milyara çekmesine ve 22 Temmuzda “Seçim ekonomisi
uygulamayacağız.” demesine rağmen 14,9 milyar olarak revize etmek zorunda
kalması, yaşanan sapma, bal gibi seçim ekonomisi uygulandığının da işaretidir.
Biz bunu, sel felaketlerinde, bekletilip son dakikada ödenen yardımlarla bire
bir gördük, yaşadık. Vergi
politikalarındaki adaletsizlik, yüksek kazanç sağlayan kesimlerin vergi yükünün
azaltılması, dolaylı vergilerin artırılarak vatandaşa yüklenmesi, Sosyal
Güvenlik Reformu Yasa Tasarısı çalışmalarıyla halkın sıkıntılarının daha da
artırılması, kayıt dışı istihdam konusunda, haksız rekabeti önlemede isteksiz
bir yaklaşım sergilenmesi, özelleştirmeye ağırlık verilmesi ve dolaylı
vergilerden bütçenin gelirlerinin sağlanması, sosyal adaleti de, vergi
adaletini de sağlamaktan uzak ve eşitlikçi değildir. Bütçe
harcamalarının yüzde 9,7; gelirlerin yüzde 8,8 artması hedefi, aslında bütçe
açığının da habercisidir. Vergi gelirlerinde yüzde 13,3 artış öngörülmesine
rağmen, enflasyon hedefinin yüzde 5’lerde değil, daha yüksek seyredeceği,
Merkez Bankasının yaptığı açıklama ile çelişiyor. Üç gün önce yapılan
açıklamada, yüksek düzeyde cari işlemler açığının küresel finans sektöründeki
kırılganlıklar dolayısıyla, Türkiye ekonomisinde, finansal istikrar açısından
en önemli risk unsuru olmaya devam ettiğini açıklamıştır. Cari açık, kur riski,
firmaların döviz pozisyonlarında açık, bankacılıkta açık pozisyon, piyasalar
üzerindeki baskı ve vergi hedefinin de altında kalınması, olası etkenler olarak
sayılmaktadır. Hükûmetin 2008 mali bütçesinin dış şoklara dayanıklı olduğu
tezini de çürütüyor. Memur maaşlarında yüzde 2 artış ile birlikte, 10 ve 20 YTL
miktarındaki ek artışlar, geçmiş yıl kayıplarını karşılamadığı gibi, yine,
sınır ötesi ve tezkere sıcak ortamı arasında, çaktırmadan, suya, elektriğe,
Tekel maddelerine, doğal gaza, akaryakıta, ekmeğe ve diğer mamullere yapılan
zamlarla, bu memur zammı da katbekat geri alınmıştır. Uluslararası
Yatırım Bankası Deutsche Bank, Türkiye Raporu’nda diyor ki: “Petrol, Orta
Doğu’da, istikrarsızlık sonucu artar da bir varil 80 YTL olursa, Türkiye’nin
2008 yılı bütçe açığı 40 milyar lira.” Şimdi, Sayın Maliye Bakanımız, sabahki
konuşmasında dedi ki sunumlarda “Bir varil 90 dolar olursa…” Olursa Sayın
Bakan, ne olacak memleketin hâli, demek durumundayız muhalefet olarak diye
düşünüyorum. Sayın Başkan,
değerli üyeler; bu, Komisyon sunumu; bu da bugünkü sunumu Sayın Bakanın.
Birbirine benziyor, alttaki tarihler değişik. Bunların sonunda, ikisinde de
sunuşlar bitince deniliyor ki: “Cumhuriyetimizin kurucusu Atatürk diyor ki…”
Her sunuşun sonunda bu var. “Tam bağımsızlık ancak mali bağımsızlık ile
mümkündür.” Devam ediyor. Şimdi, madem
öyle, madem her sunuşun sonunda bunu söylüyorsunuz da, Allah aşkına, IMF
Türkiye Şefi Lorenzo Giorgianni’nin başkanlığındaki heyetin, faiz dışı fazla,
büyüme hedefi ile vergi gelirlerine ilişkin rakamlarda müdahaleleri sonucu, son
dakika, saat 23.55’te, Meclis Başkanlığına bütçe tasarısını teslim etmek,
samimi mi, yoksa fevkalade icazetli midir? Bunu da Sayın Kurulun takdirine
sunuyorum. (DTP sıralarından alkışlar) IMF’ye ve Dünya
Bankasına, onların 2000, kısa vadeli -Devlet Planlama Teşkilatının hazırladığı
orta vadeli program değil- 2025 yılına kadar Türkiye ekonomisini belirleyen,
boyun eğen, direktiflerini savunanların, bu yüce Mecliste, bağımsızlıktan,
milletin özgürlük ve iradesinden de söz etme hakları olmadığını düşünüyorum.
(DTP sıralarından alkışlar) Bütçe tasarısında
“Bizden önce iyi hazırlanmayan ve idare edilmeyen bütçeler ülkemizi
krizlere soktu.” deniliyor. 2001 krizini
hepimiz yaşadık, biliyoruz devalüasyonu. Ama, ondan önce de bir kriz vardı.
Hatırlarsak, 98, yine böyle bir devalüasyon. Yani, konjonktürel dönemlerde bu
yaşanan krizlerde, o dönemlerde şu veya bu şekilde payı olanların, o günlerde
şu veya bu şekilde bu Mecliste yer alanların, bunları, artık, yine çoğunlukla
iktidar oldukları altıncı yılda dile getirme hakları olmamalı diye düşünüyoruz
ve yine bütçe sunumunda, bu mazeretin, aslında, borç ödeme bütçesine ilişkin
gerekçesidir. Sayın Bakan, bu
kadar güzel biliyorsunuz ekonomiyi, Türkiye’yi bu kadar güzel yönetiyorsunuz,
memleketi düze çıkardınız, şaha kaldırdınız, uçuşa kaldırdınız; lütfen, şu
kürsüde, Başbakan çıksın, desin ki, ben IMF’ye olan borcumu şu tarihte
bitireceğim, Türkiye bu tarihte borcu olmayan bir ülke durumuna gelecek ve take
off durumuna geçecek. Biz bunu bu Mecliste istiyoruz, bunun sözünü bugün Sayın
Başbakan vermelidir diye düşünüyoruz. “Bütçe şoklara
açık.” dedik. Neden? 60’ıncı Hükûmet Programında Başbakan dedi ki -altını
çizdim- “Bizim ekonomimiz çok güçlüdür. Şoklara dayanıklıdır, iç ve dış şoklara
dayanıklıdır.” Allah göstermesin, tarih bize çok büyük musibetlerin var
olduğunu gösteriyor. Doğal olabilir, insani olabilir. Bunları demiyorum ama
normal sürecinde Türkiye giderken, mortgage konut kredisiyle başlayan ABD’deki
bir kriz nasıl ki İngiltere’deki piyasayı, Japonya’daki piyasayı etkiliyorsa,
Türkiye de etkileniyor, buna etkilenmiyor diyemezsiniz. Uzak Doğu piyasası
hapşırdığı zaman, Türkiye’de ekonominin zatürre olabileceğinin hesabını
yapmayan bir bütçe planlaması da gerçekçi değildir. Size bütün
bunların dışında acı, ama acı olduğu kadar vurgulamam gereken bir gerçeği daha
ifade ederek bunun tehlikesine dikkat çekmek istiyorum. Bir ülkenin dış
politikası sağlam oturmazsa, ekonomisinin de sağlam oturmasını bekleyemezsiniz.
Yani istikrarı yakalamadığınız zaman dış politikada, ülkenin geleceğindeki
rotanızda da sağlıklı bir yaklaşım sergileme şansınız yoktur. “Avrupa Birliği
sürecini en iyi yürütüyorum.” diyen Hükûmet, iki yıldır aslında AB müzakere
sürecini birinci vitese taktı, birinci viteste gidiyor. Yani durmuyor yerinde
ama AB müzakere sürecini isteksizce götürüyor, birinci viteste. Mademki birinci
viteste götürüyorsunuz, o zaman ekonomimize müdahale anlamına gelen 30 bin
küsur mevzuatı niye bize zorla kabul ettiriyorsunuz? Yani, Avrupa Birliğini bir
taraftan “uygulayacağım” diyorsunuz, her bakanın sunuşunda "35 tane
müktesep başlığının 30’unu hayata geçirdik, 40’ının 35’ini hayata geçirdik.”
Açıklamalar var. Bu açıklamaların hepsi vergi, hepsi yükümlülük, hepsi
Türkiye’nin altına attığı imzalar. O zaman, kardeşim, şu ekonomiyle beraber
insan haklarını, hukuku, demokrasiyi ve bu yüce Mecliste demokrasiyi de hayata
geçirmenin azıcık gayretini göstermeniz gerekmiyor mu? Yani, 2 kişiden
1’inin oyunu aldınız. Yani, bu Mecliste çoğunluksunuz. Parmak sayınız da her
şeye yeter. Bunu da anladık, ama, yani, bu bütçeyi oluştururken, şu ülkede
emek, meslek, sivil toplum örgütlerinin, Türk-İş’in, DİSK’in, Hak-İş’in,
TÜSİAD’ın, TOBB’un, İSO’nun, büyük örgütlerin temsilcilerini çağırıp, bu
bütçenin planlamasında azıcık fikir sorsaydınız demokrasiniz mi eksilirdi? (DTP
sıralarından alkışlar) Yine, çok önemli
bir konuda bir eksikliğe dikkat çekmek istiyorum. Bütçe sadece rakamlardan
ibaret değildir. Bütçe, gerçek adaletin halk tarafından anlaşılır dilini, bu
yüce Meclisin, bu saat, bu kürsüde 73 milyon insana verip, anlatabilmesidir. Şimdi, Orta
Doğu’da yaşanan gelişmelerin ekseninde ne Türk vardır ne Kürt vardır ne Arap
vardır ne Türkmen vardır. Bunu böyle bilesiniz. Bunun ekseninde bir tek petrol
vardır, doğal gaz vardır, enerji vardır, su kaynakları vardır. Eğer, siz bunu
bilemezsiniz, dış politikanızı da yanlışın üzerine oturtursunuz. Geçen sene Bush
kendi kongresinde diyor ki: “Benim için enerji, güvenlik politikasıdır.” Ben de
60’ıncı Hükûmete sormak istiyorum: Sizin için enerji politikası bir güvenlik
politikası mıdır, yoksa varil üzerinde doların inip çıktığı, ara sıra da Ceyhan
petrol boru hattına aktardığımız, yoksa bu ülkeyi kaynak coğrafyasından taşıma
coğrafyasına çevirdiğimiz enerji politikası mıdır? Enerji Bakanlığımızın
sunuşlarına bakıyoruz, enerji politikamızda korkunç bir sorumsuzluk esip
gidiyor. Neden? Çünkü, biz elektrik enerjisi, petrol enerjisi, doğal gaz
enerjisinde kaynakları üreten bir ülke olmaktan çok coğrafya üzerinden boru
hatlarının geçtiği bir ülke olduk. Sayın Başbakan
geçenlerde Edirne'deydi, Yunanistan'daki Başbakanla orada bir doğal gaz boru
hattının geçişi vardı. Sayın Bakan açıkladılar, Mısır'dan da bir boru çekiyoruz
maşallah. Yakında Bakü-Ceyhan'dan bir boru çektik biliyorsunuz Ceyhan'a. Oradan
da bir boru gidiyor. Borular bu ülkenin üzerinden geçerken sorma hakkımız ve
hukukumuz vardır diye düşünüyoruz. Yüzde 48 enerjisini GAP'tan sağlayan bu
ülkenin ve suyun, sulamanın yüzde 14'ünü bu GAP'tan sağlayan bu ülkenin
bütçesinde niye GAP'ın bütçesi yoktur diye sorma hak ve hukukunu muhalefet
olarak kendimizde buluyoruz. (DTP sıralarından alkışlar) Eğer enerji ve
güvenlik politikamızı sağlıklı alamazsak, dış politikamızda Orta Doğu'da büyük
devlet olmanın geleneğini Kürt ve Türkmen kardeş ve akrabalarımızla uzun erimli
bir politikanın sağlıklı temellerini atamazsak, bizler ülkemizin geleceğini
esenliğe kavuşturamayız. Biz şuna inanıyoruz ki, tarihin Osmanlıdan önce
birlikte yaşamaya mahkûm ettiği akraba, kardeş ve tarihin kardeşliğe mahkûm
ettiği… HALİL AYDOĞAN
(Afyonkarahisar) – Mahkûm değil. Olmaz öyle şey. HASİP KAPLAN
(Devamla) – …Kürt, Türkmen, Türk kardeşlerimizin geleceğinde Türkiye ağabeylik
politikasını istikrarlı bir şekilde oturtmak ve geleceğini, öfke, duygusallık
ve kararsızlıklar üzerine değil, sağlıklı temeller üzerine inşa etmek gibi bir
ihtiyaçla karşı karşıyadır. Bunu hayata geçirecek olan bu yüce Meclistir. Bu
yüce Meclisin dışında kim ki Washington’da, kim ki Brüksel’de, kim ki elçilik
lobilerinde, kim ki otel kulislerinde arayış içine giriyorsa, bu Meclisin yüce
iradesine, 73 milyon insanın iradesine saygısızlık etmiş olur, bu ülkeye
haksızlık etmiş olur, bu ülkenin iradesine, onuruna müdahale etmiş olur diye
düşünüyoruz. HALİL AYDOĞAN
(Afyonkarahisar) – “Mahkûm” kelimesini düzeltsen… HASİP KAPLAN
(Devamla) – Değerli milletvekilleri, biraz da bütçenin en önemli açığı üzerinde
konuşmak istiyorum. Tanınan süre içinde gerçekten çok daha fazla konuşma
olanağım yok. BAŞKAN – Üç buçuk
dakika kaldı Sayın Kaplan. HASİP KAPLAN
(Devamla) – Ancak, son derece önemli bir konu. Bu bütçenin en önemli açığı,
kara deliği sosyal güvenliktir diyoruz, yani SSK, Bağ-Kur, Emekli Sandığı,
çiftçilerimiz, köylülerimiz, emeklilerimizin aldığı sosyal güvenlik maaşı,
devletin sosyal devlet olmanın gereği olarak yaptığı sağlık hizmetleri, eğitim
hizmetleri budur diyoruz. Şimdi, sosyal
devlet olmanın tabii ki bir yükü var. Eğer vatandaştan vergi alıyorsanız,
vatandaştan aldığınız vergiyle ona da hizmet edeceksiniz. Bunun gerçeği budur.
Bu bütçe görüşmelerinde, bu kara deliği kapamak için Sosyal Güvenlik Reformu
Yasası’nın hemen Meclise sevk edildiğini; ki, Ocak 2008 itibarıyla ele
alınacağı ifade edildi. Yani, öyle bir emeklilik yasası getiriliyor ki, IMF ve
Dünya Bankası öyle bir dayatmış ki, 2025 yılına kadar emekline “mezarda
emeklilik” diyorsun. Mezarda emekliliği dayatıyorsunuz. Çalışan emeklinin
tekrar çalışmasında maaşını kesiyorsunuz. Sağlıkta “parası olana hizmet”
diyorsunuz, katkı payına ilaveten ilave ücret, bıçak parası, vesair adlar
altında yeni yükümlülükler getiriyorsunuz vatandaşa. Tabii ki işçiye,
memura, fakire kredi vermeyen IMF, tabii ki Dünya Bankası, tabii ki işçiyi ve
memuru değil, o kredi verdiği sermaye kesimlerini ve devletin hatırı sayılır
kesimlerini dikkate aldığı için, diyor ki, emekçinin, işçinin, memurun canını
sıkın, hem onlara ölümde emekliliği dayatın, mezarda emekliliği dayatın hem
sağlıkta özel sektörün yolunu açın, sağlıkta hizmetleri kısın; hem de diyor ki,
tüketim vergilerini, ÖTV’leri, KDV’leri, dolaylı vergileri arttırın, arttırın,
bu halktan, onlardan alın, bu bütçenin de kara deliğini, hem alırken zalim olun
hem verirken adil olmayın, alın diyor; bütçenizi sermayeden yana, zenginden
yana yapın. Peki, o zaman işçinin, köylünün, memurun, esnafın, bu ülkenin
kaderi ne olacak? Bu ülkenin geleceği, bu ülkenin insanları, bu ülkenin
çocukları buna mahkûm edilmekle, IMF ve Dünya Bankasının 2025 planlamasına
dahil edilmekle, bu haksız uygulama karşısında kim emekçiyi savunacak? Kim
halkı savunacak? Kim ezilenleri savunacak? Kim esnafı savunacak? Kim taksiciyi
savunacak? Kim bakkalı savunacak? Bunlar bu ülkede sahipsiz değil. İşte
Türk-İş, işte DİSK, işte Tabipler Birliği, işte emekçi sendikaları, işte emek
örgütlerimiz, meslek örgütlerimiz, sivil toplum örgütlerimiz, bunu dinlemeyen
Hükûmete, bu bütçeyi dayatan Hükûmete, 12 Aralıkta meydanlara çıkarak Meclis
içindeki muhalefetle Meclis dışı muhalefeti birleştirerek “Biz varız.” diyecek,
saltanatın siyasasına, çoğunluğun diktasına karşı bu halk, zirveye çıkan AKP’yi
artık yuvarlayacak. (Mikrofon
otomatik cihaz tarafından kapatıldı) BAŞKAN – Sayın
Kaplan… HASİP KAPLAN
(Devamla) - Onu size buradan hatırlatma gereğini duyuyorum, hatırlatıyorum. Hepinizi saygıyla
selamlıyorum. (DTP sıralarından alkışlar) BAŞKAN - Teşekkür
ediyorum Sayın Kaplan. FATİH ÖZTÜRK
(Samsun) – Hayal, hayal… Uçmuşsun sen, uçmuşsun! Hayal âlemindesin. Kendine
gel. HASİP KAPLAN
(Şırnak) – Vallahi ben ne hayalciyim… Sizler gerisiniz. BAŞKAN – Lütfen
arkadaşlar… Sayın
milletvekilleri, söz sırası… HALİL AYDOĞAN
(Afyonkarahisar) – Rüyanızda gördünüz galiba! HASİP KAPLAN
(Şırnak) – Vallahi halk gösterecek size, çok yakındır, merak etmeyin. BAŞKAN –
Arkadaşlar, lütfen… HASİP KAPLAN
(Şırnak) - Zirveden sonrası yuvarlanmaktır. Austin kamyonunun patlak tekeri
gibi yuvarlanacaksınız. (DTP sıralarından alkışlar) BAŞKAN – Sayın
Kaplan, teşekkür ediyoruz. Değerli
arkadaşlarım, söz sırası, Cumhuriyet Halk Partisi Grubu adına Genel Başkan ve
Grup Başkanı Antalya Milletvekili Sayın Deniz Baykal’da. Buyurun efendim.
(CHP sıralarından ayakta alkışlar) Sayın Baykal,
süreniz altmış dakikadır efendim. CHP GRUBU ADINA
DENİZ BAYKAL (Antalya) – Sayın Başkan, sayın milletvekilleri; hepinizi içten
saygılarla selamlıyorum. Bu bütçe görüşmeleri,
altıncı yıla girmekte olduğumuz yeni bir ekonomik döneme, gerideki beş yıl
boyunca yön vermiş olan bir ekonomi anlayışının, bir siyaset anlayışının
Türkiye’yi getirdiği noktanın bir muhasebesini yapma fırsatını bize veriyor.
Türkiye nereye doğru gidiyor, önümüzde ne gibi sorunlar gelişiyor, geleceğin
bizim karşımıza çıkaracağı sorunlarla ilgili olarak temel anlayışımız ne
olmalıdır konularını, sorunlarını bir irdeleme, bir değerlendirme fırsatını
veriyor. Türkiye’nin böyle
bir gözden geçirmeye, bir değerlendirmeye ihtiyacı olduğu açıktır. Ekonomi
politikamızın bizi getirdiği bu noktada, gerçekten, bir ciddi değerlendirme,
bir durumu gözden geçirme ihtiyacı vardır. Değerli
arkadaşlarım, 2002 yılından itibaren, Türkiye, esas itibarıyla, 2000 ve 2001
yılındaki krize dönük olarak oluşturulan politika demetini kararlılıkla
uygulayarak geldi. Geride bıraktığımız dönemde, Türkiye, o kriz döneminde
şekillendirilen maliye politikasıyla yürüdü. Bu maliye politikası başlangıçta
güzel sonuçlar da verdi, ekonomi politikası. Enflasyon yüzde 70’lerden yüzde
29’a düştü. 2002 yılında iktidar değişikliğinden önce yarı yarıya enflasyon
düştü ve düşme eğilimi ortaya çıktı. Ekonomik büyüme çok çarpıcı bir düzeyde
kendisini gösterdi ve Türkiye, istikrar içinde, enflasyonu denetleyerek
ekonomik büyümesini gerçekleştirebilecek bir ülke izlenimini, görüntüsünü,
umudunu vermeye başladı. Bu politika, o zamandan bu yana beş yıldır
kararlılıkla uygulanmıştır. Şimdi altıncı yılın içine giriyoruz, ama, artık, o
reçetenin, o politikanın Türkiye’de aynı sonuçları vermediği, yeni yeni
sorunların üretilmesine neden olduğu, inkâr edilemez bir gerçek hâlinde ortaya
çıkmıştır. Bugün geldiğimiz noktada izlenen politika aynı politikadır, ama,
ortaya çıkan sonuç tamamen farklı olmaya başlamıştır. Ne gibi sonuçlar ortaya
çıkmıştır? Değerli
arkadaşlarım, önce, bu dönemde kendisini gösteren ve artık kökleşmeye başlayan
temel trendlere dikkatinizi çekmek istiyorum. Bir defa şu açıkça görülmüştür
ki, ekonomi, artık, giderek daha az hızla büyür hâle gelmeye başlamıştır.
Ekonomik büyümenin temposu, 2004’ten bu yana anlamlı, ciddi biçimde düşmeye
başlamıştır.Bu, görmezlikten gelinemeyecek bir temel olaydır, çünkü, ekonomi
politikasının amacı büyümedir. Hele Türkiye gibi bir ülke, nüfusu hızla artan
bir ülke, ancak ekonomik büyümeyi istikrarlı bir biçimde sürdürebilirse, mali
istikrarını, siyasi istikrarını, sosyal istikrarını sağlama şansına sahiptir.
Bizim için büyüme olağanüstü önemlidir. Gelişmiş Batı ülkeleri büyüme temposunu
çok düşük sürdürebilirler, hatta bazı dönemlerde büyümeden de durumu idare
edebilirler, ama Türkiye, işsizliğin yaşandığı, yoksulluğun fevkalade yaygın
olduğu Türkiye, ekonomik büyümeyi belli bir düzeyin üzerinde sürdürmek
zorundadır. Şimdi, Türkiye
başlangıçta, 2004’te 9,9’la başladı ekonomik büyümeye. Sevindirici bir düzey.
2005’te yüzde 7,6’ya indi, bir hafif iniş kendisini gösterdi. 2006’da yüzde
6’ya indi, 2007’de yüzde 5. Bu, anlamlı ve dikkate alınması gereken bir
trendin, büyüme hızında, kalkınma hızında yavaşlamanın bir ciddi olay hâline
dönüşmekte olduğunu bize göstermektedir. Değerli
arkadaşlarım, bu geldiğimiz yılda yüzde 5 bir büyüme öngörüyoruz. Yıllar
itibarıyla bu büyüme hızındaki düşmeyi gördüğümüz gibi, bir yılın, özellikle
2007 yılının başlangıcı ile sonu arasındaki üç aylık dönemlere baktığımız zaman
da bir büyüme kırılmasının kalıcı bir biçimde şekillenmekte olduğunu görüyoruz.
Bu, birinci olay. Büyüme hızı Türkiye’de düşüyor. Buna bir çare lazım, bu böyle
gitmez, hele bunun altına... Yüzde 5 bizim mutlaka artırmamız gereken bir
düzeydir, yeterli sayamayacağımız bir düzeydir. Bunu önemli bir tespit olarak
kamuoyumuzun dikkatine sunuyorum. İkinci temel
olay, özellikle bu yıl kendisini gösteren olay, bütçemizin her an açık vermeye
hazır bir yapı içinde olduğu, siyasi dalgalanmaların, mesela seçim olasılığının
derhal Türkiye’deki bütçe dengelerini allak bullak edebileceği, 2007 yılının
yaşanan gerçeğiyle ortaya çıkmıştır. 2006 yılında 4 milyar açık veren bütçe,
2007 yılında, artık, netleşmiş de değil ama, 16-17 milyar, 4 misli bir açık
verme durumundadır. Bir yılda bütçenin açığı 4 milyardan 16 milyara, 4 katına
fırlamıştır. Tabii, bu fırlamanın altında çok şey yatıyor. Yani, seçime yönelik
olarak Türkiye’de izlenen ekonomi politikasının nasıl gözden çıkarılabilir
olduğu, nasıl siyasi hesaplarla bu konuda birtakım tertiplerin yapıldığı bu
rakam vesilesiyle de açık bir biçimde ortaya çıkmaktadır. Bütçe açık vermiştir.
Bu yılın maliye politikasını savunmak, sahiplenmek mümkün değildir. Açık veren
bir bütçe gerçeğiyle bizi karşı karşıya bırakmıştır. Üçüncü bir temel
özellik -ki bu, yapısal bir özellik hâline dönüşmüştür- yıllardan beri,
2002’den bu yana izlenen ekonomi politikası Türkiye’yi çok büyük açıklarla
karşı karşıya bırakmıştır. Dış ticaret açığı, çok kabul edilemez bir ölçekte
ortaya çıkmıştır ve bu dış ticaret açığı Türkiye’nin turizm gelirleri, işçi
dövizi gelirleri, müteahhitlik hizmetleri gelirleri, gemicilik hizmetleri
gelirleri vesaire sonucunda, nihayet cari açığa indirgenmiştir, indirgenen cari
açık da Türkiye bakımından alarm verici bir düzeyde ortaya çıkmıştır. Cari
açığımız, 2007 yılında, öyle anlaşılıyor ki, 36 milyar doların üzerinde
olacaktır. Bu 36 milyar doları anlamlandırmak için, bu iktidara Türkiye teslim
edildiği zaman Türkiye’nin cari açığının sadece 1,5 milyar dolar olduğunu
hatırlatmak herhâlde yeterli olacaktır. 1,5 milyar dolarlık cari açıkla
başlanmıştır, bugün, 36 milyar dolar bir cari açık düzeyine çıkılmıştır. Bu
sürdürülebilir bir düzey değildir. Yıllar itibarıyla da düzenli olarak bu daima
artmıştır ve önümüzdeki dönemde de artma temposunun devam edeceği
görülmektedir. Bunun altında dış ticaret açığı yatmaktadır. Türkiye, bir
ihracat propagandasının etkisi altında, sorunlarını göremez hâle
sürüklenmektedir. Aslında Türkiye’nin yaşadığı bir büyük ithalat patlamasıdır.
Türkiye, ihracatını ancak ithalata bağımlı olarak yapabilir hâldedir.
Türkiye’nin ihracat yapmak için mutlaka çok yüksek düzeyde bir ithalatı
gerçekleştirmek zorunluluğu vardır ve bugün, ithalat, bir büyük patlama,
Türkiye ekonomisinin kabul edebileceği düzeyin çok üzerinde bir patlama
noktasına gelmiştir. Bu yıl sadece, Türkiye'nin dış ticaret açığı 65 milyar
dolar olacaktır. 65 milyar dolarlık bir dış ticaret açığı fevkalade önemlidir. Değerli
arkadaşlarım, bu 65 milyar dolarlık dış ticaret açığı nihayet 36 milyar
dolarlık bir cari açığa indirgeniyor. Bu 36 milyar dolarlık cari açığı
anlamlandırmak için, 2007 yılında Türkiye'nin gayrisafi millî hasıla artışının
bunun altında kaldığına dikkatinizi çekmek isterim. Yani, Türkiye, bir yılda
verdiği cari açık kadar gayrisafi millî hasılasını büyütebilmiş değildir.
Yıllık gayrisafi millî hasıla büyümesinden daha yüksek bir cari açık verme
durumundadır. Bu ne demektir? Türkiye, 1 dolar zenginleşmek için 1 dolardan
daha fazla cari açık vermek zorunda bir ülke hâline dönüşmüştür. Bu bir
tuzaktır. Türkiye ekonomisi bu tuzağın içine girmiştir. Büyümek için ithalat
yapmak zorundasınız, ithalat yaptıkça cari açığınız artıyor, artık o kadar
artıyor ki, sizin büyümeniz o cari açığı karşılayamaz hâle geliyor.
Yoksullaştıran bir büyüme, yoksullaştıran bir dış ticaret düzeni,
yoksullaştıran bir ithalat patlamasına Türkiye sürükleniyor. Değerli
arkadaşlarım, bu ithalat deyip geçmeyin, ithalatın arkasında Türkiye'nin
ekonomik potansiyeli yatıyor. Tehdit edilen Türkiye'nin üretim gücüdür. Tehdit
edilen Türkiye'nin sanayisidir. Tehdit edilen Türkiye'de iş bulamayan, işsiz kalan
insanlardır. Türkiye'ye gelen her geminin getirdiği ithalat, yüzlerce
insanımızın işsiz kalmasına yol açmaktadır. Türkiye'de,
artık, 100 milyar dolar düzeyinde ara malı ithalatı yapılıyor. Yani, Türkiye
ithalatının 100 milyar dolar kadarı ara malı ithalatıdır. Nedir ara malı
ithalatı? Türkiye'de KOBİ’lerin, organize sanayi merkezlerinde
sanayicilerimizin kendi çabalarıyla üretebilecekleri ürünlerdir. O ürünler,
şimdi, izlenen kur politikasının sonucu olarak ithalatla daha kârlı hâle
getirilmiştir, Türkiye’de üretim cezalandırılmıştır, sanayici
cezalandırılmıştır, sanayiciyle birlikte Türkiye’deki işçi de
cezalandırılmıştır. Bu bir kısır döngüdür. Bu kısır döngüden mutlaka çıkmak
zorunluluğu vardır. Değerli
arkadaşlarım, bütün bu politikaların arkasında bir kur politikası yatıyor.
Türkiye öyle bir kur politikası izliyor ki, kendi kendisine Türkiye’yi
pahalılaştırıyor, yabancı ülkeleri ucuzlaştırıyor; Türkiye’yi gerekenin
ötesinde pahalılaştırıyor, dışarıyı gerekenin ötesinde ucuzlaştırıyor. Bunun
sonucu nedir? Bunun sonucu, Türkiye’de sağlanabilecek olan üretim dışarıdan
ithal ediliyor. Biz, artık üretime değil ithalata yönelik, ithalata şartlanmış
bir ekonomi hâline dönüşüyoruz. Ne varsa dışarıdan alıyoruz ve aldığımız her
ürünle içerideki üretimi darbeliyoruz, sıkıntıya sokuyoruz. Nasıl dönüyor bu
çark? Neyle dönüyor, bizim kendi alın terimizle hak ettiğimiz kazancımızla,
tasarrufumuzla, birikimimizle, öz dövizimizle mi? Hayır. Neyle dönüyor? Sıcak
parayla dönüyor, borçlanmayla dönüyor, sıcak parayla dönüyor. Türkiye bir sıcak
para cenneti olmuştur. Değerli
arkadaşlarım, 100 milyar doların üzerinde Türkiye’de sıcak para vardır. Türkiye
büyük borç almaktadır. Bir yandan o borçlarını ödeme çabası içindedir. Varını
yoğunu, birikimini borç ödemeye, faize Türkiye ayırmıştır. Ama, öte yandan da
borçlanmaya devam etmektedir ve sıcak para kullanmaktadır. Sıcak para dünyanın
en yüksek reel faiziyle Türkiye’de oturuyor. Türkiye’ye gelen sıcak para
dünyanın en yüksek reel faizini Türk ekonomisinden alıyor. Türkiye o faizi
kimin sırtından ödüyor? Kim ödüyor o büyük faizi o insanlara? Bu hâle gelmiş
olan bir ekonominin bir üretim ekonomisi olduğundan söz etmek imkânı var mı?
Bu, bir rant ekonomisidir, haram kazanç ekonomisidir, faiz ekonomisidir. (CHP
sıralarından alkışlar) Ve Türkiye böyle bir yapının içine gelip oturmuştur. Değerli
arkadaşlarım, bunun doğru, sağlıklı,
emeğe, alın terine, üretime, çabaya ödül veren, onu teşvik eden bir ekonomi
politikası olduğunu söylemek hiçbir şekilde mümkün değildir ve bunun sonucu
olarak Türkiye, dünyanın en yüksek reel faizini veren ülke hâline gelmiştir.
Bugün yüzde 11-12 bandında, enflasyonun gerçekleşmesine bağlı olarak reel faiz
şekillenmektedir. Çok yüksek. Kabul edilemez. Yakıcı. Kanıyor, Türk ekonomisi
kanıyor. Reel faizle kanıyor. Bu kadar büyük borç, bu kadar çok sıcak para, bu
kadar büyük açık ve bu kadar büyük reel faiz; bu, Türk ekonomisini perişan
etmenin reçetesidir ve bu reçete uygulanıyor ve bunun altında da o haksız,
gerçekçi olmayan kur politikası yatıyor. Türkiye pahalı, dışarısı ucuz. O
nedenle Türkiye’de üretime gerek yok, dışarıdan ithalat kârlı bir faaliyet
hâline geliyor. Peki, bütün
bunları biz niçin taşıyoruz? Bu kadar bedeli niçin ödüyoruz? Enflasyonu
indirmek için, mali istikrarı güvence altına almak için, enflasyon canavarını
yenmek için bunu yapıyoruz, yıllardan beri yapıyoruz, yaptık. Nedir şimdi
geldiğimiz noktadaki tablo? Başarıya ulaştık mı? Demin söyledim, başlangıçta
ortaya konulan reçete kısa bir süre, bir yıllık uygulamayla yüzde 70’lik
enflasyonu yüzde 29 düzeyine indirmeyi başardı. Şimdi, yüzde 29’dan aldık
2002’de, 2007’deyiz, kaç şimdi? Türkiye’de enflasyon 2004 düzeyinde olmaya
devam ediyor değerli arkadaşlarım. 2004’e kadar enflasyon yüzde 10’lar düzeyine
inmiştir. 2004’ten bu yana 2004, 2005, 2006, 2007, dört yıldır enflasyon yüzde
9-10 bandında, 9,5 bandında devam etmektedir. İnmiyor. Neye rağmen inmiyor?
Demin anlattıklarıma rağmen inmiyor. Türkiye’de kamu yatırımlarından
vazgeçmişsiniz, sosyal devleti unutmuşsunuz, çalışan kesimlere daha iyi bir
yaşam olanağı sağlamaktan vazgeçmişsiniz, emekliyi bir yana bırakmışsınız,
toplu sözleşmeleri caydırıcı bir biçimde uygulamaya devam ediyorsunuz. Sonuç
ne? Enflasyon indi mi? Enflasyon 2004 düzeyinde olmaya devam ediyor; 2004’te
9,3’tü değerli arkadaşlarım, 2005’te 7,72 oldu, 2006’da 9,65 oldu, tekrar 2004
düzeyine çıktı. 2007’de şimdi tekrar yüzde 9 düzeyinde olacağı anlaşılıyor. Şu
anda 8,4 Kasım itibarıyla ilan edildi. Aralık var önümüzde. Aralık’ta da o açık
veren bütçe uygulamasının doğal sonucu olarak enflasyon hızlanacaktır, geçen
yılın 0,20’lik düzeyinin üzerine çıkacaktır. Aradaki fark, bu 8,4’ün üzerine binecektir;
gene 9 civarında bir rakamla karşı karşıya kalacağız. Ne oldu? 2004,
2005… Dört yılda Türkiye'de sanayi tahrip oldu. Gidin, bakın organize sanayi
merkezlerine, ne hâlde insanlar. Türkiye'de işsizlik çok ciddi bir sorun hâline
geldi. Enflasyon gene tınmadan devam ediyor ve Türkiye'de işsizlik, bütün
bunların sonucu olarak en temel konu, en ağır konu. Bin bir türlü atraksiyon
yapıyorlar, artık masa başında, yeni yeni yöntemler… Efendim, iş gücüne katılım
oranı OECD’de yüzde 70, yani işsizliği yüzde 70’in çalışması gereğini esas
alarak ölçüyorsunuz orada, OECD ülkelerinde, otuz küsur ülkede, Türkiye'de iş
gücüne katılım oranını yüzde 48’e indiriyorsunuz; yani, gerisinin çalışmasına
gerek yok, gerileri zaten çalışma durumunda olmayan insanlar ve bunu giderek
düşürüyorsunuz, kendi döneminizde düşürüyorsunuz, düşürdükçe, işsizlik rakamını
daha sunulabilir bir noktada tutmaya çalışıyorsunuz. Değerli
arkadaşlarım, bu atraksiyonlarla hayat değişmez. İnsanlar Türkiye'de, 10
milyona yakın insan iş arıyor ve iş bulamıyor. İşsizlik en temel sorunumuz
olmaya devam ediyor, çünkü işsizlik ancak yatırımı, üretimi teşvik eden bir
ekonomi ortamında ortadan kaldırılabilir. İzlenen politika ne yazık ki bu
değil. Siz, ithalatla Türk ekonomisinin çarklarını döndürmeye çalışıyorsunuz.
İthalatı da borçlandığınız dövizle, sıcak para olarak gelmiş olan dövizle
döndürmeye çalışıyorsunuz. Bu da insanları işsiz bırakıyor, kazançsız ve
gelirsiz bırakıyor. Bu bir kısır döngüdür. Bunun sonucu Türkiye'de çok ciddi
bir yoksullaşma sorunu vardır. Hiçbir şekilde inkâr edilemez bir yoksullaşma
sorunu vardır. Türkiye’de, resmî rakamlarla, yoksul sayısı 29 milyonun
üzerindedir, Türkiye’de 1 milyon insan gece yatağına aç girmektedir -resmî
rakamlar, Devlet İstatistik Enstitüsünün rakamları- ve bu rakamlarla, Türkiye,
çok ciddi bir yoksulluk tehlikesiyle karşı karşıyadır. Değerli
arkadaşlarım, bu izlenen politikanın sonuçları işsizliktir, yoksulluktur,
üretim ekonomisinden rant ekonomisine Türkiye’nin dönüştürülmesidir. Türkiye,
çok köklü bir yapısal değişimin içindedir. Bir rant ekonomisine doğru Türkiye
dönüştürülmektedir ve bu izlenen politikanın doğal sonucu olarak Türkiye’de
ekonomi el değiştirmektedir, el değiştirmektedir. Borsanın yüzde 70’i
yabancıların kontrolündedir, bankaların yüzde 43’ü yabancıların elindedir,
sigortacılık sektörünün üçte 2’si yabancıların elindedir. Çok sağlıksız bir
gelişme, doğal bir gelişme değil. Elbette rekabet olacak, elbette dünyaya
açılacağız, ama, hep bizim üstümüzden mi dünyaya açılacaklar? Paylaşılan, Türkiye’nin
pazarıdır, 70 milyonluk pazarıdır, Türkiye’nin birikimleridir. Türkiye’de
ekonomi çok ciddi bir şekilde bir el
değiştirme sürecinin içine yerleştirilmiştir ve bunun sonucu olarak da
Türkiye’de vatandaşın borçluluğu olağanüstü yüksek bir düzeyde ortaya
çıkmıştır. Türkiye’de vatandaş, gerçek bir borç baskısı altına girmiştir. 2002
yılında Türkiye’deki vatandaşların toplam borç düzeyi 6,3 milyar idi, şimdi, 83
milyar düzeyine, kredi kartı borçları, bankadan aldıkları tüketim borçları,
hepsi, 83 milyar düzeyine çıkmıştır. Değerli
arkadaşlarım, ne yapmak gerekir? Çok açık. Türkiye, bu kur politikasını
değiştirmelidir. Bu kur politikası Türkiye’yi kalkındırmaz. Bu kur politikası,
yabancıların Türkiye üzerinden daha çok servet kazanmasına, daha çok zenginlik
kazanmasına yardımcı olur. Bu kur politikası, Türkiye’de, ekonominin yapısını
değiştirir, bu ekonomi politikasını yabancıların yararına işletir. Halkı,
insanlarımızı ve ekonomiyi, Türkiye'nin yararlarına çalışır noktada bu kur
politikasıyla idame ettirmek mümkün değildir, bunun mutlaka değiştirilmesi
lazımdır ve Türkiye'nin derhâl yeni bir sanayileşme politikasına girmesi
lazımdır, kalkınma politikasına girmesi lazımdır, yatırım politikasına girmesi
lazımdır. Bakınız, ne kadar her şey birbiriyle bütünleşiyor; bir yandan bu kur
politikası götürülüp onun bu tahribatı ortaya çıkarken, bu bütçe bir kez daha
bize gösteriyor ki, tarihimizin, Türkiye Cumhuriyeti tarihinin en düşük kamu
yatırımı yapan bütçesi, işte bu bütçedir. Kamu yatırımı kaygısını ortadan kaldırmış
bir bütçedir. Kamu yatırımından vazgeçmiş bir bütçedir. Bu, Türkiye'nin büyük
varlık stokunun tahrip olması, erozyona uğraması demektir; onun bakımını dahi
yapmak mümkün değildir, bu yatırım düzeyiyle. Ve derhâl Türkiye yeni bir
sanayileşme politikası içine girmeli, hedeflerini koymalı, yeni kur
politikasıyla Türkiye’de bir kalkınma, bir üretim ortamı, kültürü mutlaka
yaratılmalıdır. Değerli
arkadaşlarım, kamu yatırımları fevkalade önemlidir. Bu çerçevede en önemli
yatırımımız GAP’tır. GAP, Türkiye'nin bir tarımsal kalkınma projesidir, bir
enerji projesidir, bir sosyal değişim projesidir ve bir barış projesidir. Bu
kadar çok önemi olan bir projenin bu kadar sistematik bir biçimde ihmal edilmiş
olmasını anlamak, izah etmek mümkün değildir. (CHP sıralarından alkışlar)
Geride bıraktığımız dönemde, ne yazık ki, AKP Hükûmeti GAP’ı yok saymıştır,
rafa kaldırmıştır, buzdolabına koymuştur. Hatta, hatırlayacaksınız, GAP
İdaresini ortadan kaldırmaya yönelik girişimler yapılmıştır. Cumhuriyet Halk
Partisi milletvekilleriyle AKP’nin bölge milletvekilleri el ele vererek bu
talihsiz girişimi güçlükle önlemişlerdir. Bunun arkasında nasıl bir zihniyet
yatıyor? Değerli
arkadaşlarım, GAP’ın enerjiyle ilgili projeleri hemen hemen büyük ölçüde
tamamlanmıştır. Hâlâ yapılması gereken işler var, ama yüzde 85’i yapılmıştır.
Fakat, sulamayla ilgili projeleri tamamen unutulmuştur, yüzde 14-15
düzeyindedir. GAP’ın Türkiye’de 1 milyon 800 bin hektarlık bir alan sulama
imkânına sahip olduğuna dikkatinizi çekmek istiyorum. Bunun sadece 260 bin
hektarı şu anda sulanmıştır. 1,5 milyon hektarlık, Türkiye’de, Güneydoğu
Anadolu Bölgemizde, Mezopotamya Ovası’nda fevkalade verimli bir tarım üretimi
elde etmeye elverişli bir tablo vardır ve orada, biz 1,5 milyon hektar araziyi
sulayacak suyu barajda toplamışızdır ama onu tarlaya götürmek için gerekli
mütevazı yatırımları bir türlü yapamamışızdır. İsrail, 200 bin hektarlık bir
alanda yaptığı tarımla fevkalade çarpıcı sonuçlar alıyor, çok çağdaş,
teknolojik yöntemlerle sulamalar gerçekleştirerek 200 bin hektarda muazzam bir
kazanç elde ediyor. Biz 1,5 milyon hektarı boynu bükük bir şekilde bırakmışız.
Orada birkaç tane Çukurova yatmaktadır. Bunu değerlendirmemek yazıktır,
günahtır. Buna bir an önce girme ihtiyacı vardır. Değerli
arkadaşlarım, bunu izah etmek mümkün değil. Elbette anlıyorum, büyük devletler
bize “Ya tarımla uğraşmayın, tarımla uğraşmayın; nohudunuzu biz verelim,
mısırınızı Amerika’dan biz gönderelim, pamuğunuzu Yunanistan’dan alın, siz bu
işlerle uğraşmayın.” diyorlar. Onlar tarımsal atılım yapacaklar, biz onların
tarımsal üretimini tüketeceğiz ama bizim GAP bölgemiz, orada yaşayan
milyonlarca insan işsizlikten kırılacak, yoksulluktan kırılacak; barajı
yapacağım, suyu toplayacağım ama onu o tarlaya götürmeme engel olacaklar ve buna
da bu Hükûmet seyirci kalacak. (CHP sıralarından alkışlar) Bunu anlamak mümkün
değildir. Bu GAP işi çok
önemli bir olaydır değerli arkadaşlarım; bu, işin özüdür, temelidir. Herkesin
kulağına küpe olsun. Türkiye, Büyük Orta Doğu Projesi’yle, BOP’la değil GAP’la
kalkınır, Güney Anadolu Projesi’yle kalkınır. (CHP sıralarından alkışlar) Ve bizim yeni bir
teşvik politikası içine girmemiz lazımdır, teşvik politikasını köklü biçimde
değiştirmek durumundayız. Elimizdeki veriler, izlenen teşvik politikasının hiçbir
olumlu sonuç yaratmadığını, çok sınırlı birkaç yer hariç, ülkenin genelinde
arzu ettiğimiz sonucu ortaya koymaya yetmediğini bize göstermiştir. Bunu
mutlaka değiştirmemiz lazımdır, bu mümkündür, bunu yapabileceğimize inanıyorum.
Sektör bazında bir yeni teşvik politikasına, ortaya koyacağımız kalkınma ve
sanayileşme politikasıyla uyumlu bir teşvik politikasına Türkiye'nin şiddetle
ihtiyacı vardır. Değerli
arkadaşlarım, gene, bizim, bu teşvik politikası… Şunu da hemen söyleyeyim:
Verilen teşviklerin ancak binde, on binde ölçülecek düzeyde olan bir kısmı bu
teşvike en çok ihtiyaç duyan bölgeye, Doğu ve Güneydoğu Anadolu’ya gitmiştir.
Doğu ve Güneydoğu Anadolu’nun tümüne, bütün bölgeye verilen teşvikler, sadece
Bursa’ya verilen teşviklerin altındadır. Değerli
arkadaşlarım, bu kabul edilemez, bunu değiştirmek lazımdır. Teşvik politikasına
yeni bir gözle mutlaka bakmak lazımdır ve bizim kalkınma politikasına, bunun
yeni bir anlayışla ele alınması gerektiğine, aklımızı yatırmamız lazımdır. Değerli arkadaşlarım,
Türkiye'de bir yandan ekonomi politikası bir yoksullaşmayı, işsizliği,
borçlanmayı, sıcak paraya tutsak olma sonucunu doğuruyor, Türkiye'nin kendi
ekonomisi üzerindeki denetim şansı kalkıyor, faizleri siz belirleyemiyorsunuz,
kuru siz belirleyemiyorsunuz; öte yandan, Türkiye'de izlenen ekonomi politikası
bir büyük yolsuzluk tablosuyla el ele, iç içe gerçekleştiriliyor. Değerli
arkadaşlarım, izlenen politikanın sosyal bir boyutu elbette yok. Emeklilere ve
memurlara yüzde 2 artı yüzde 2 bir zam öngörülüyor. Memura yüzde 3-4’lük bir
zam verilmesi, enflasyon karşısında, ancak düşünülebiliyor. Buna karşılık
emeklilerin ve memurun, işçinin… Gerçek enflasyon yüzde 15-16 düzeyinde
gerçekleşiyor. Bu tablo karşısında, bu kesimlere yönelik bir iyileştirici adımı
bir türlü atmak mümkün olmuyor. Bütçe Komisyonunda arkadaşlarımız önerge
verdiler, memur ve emeklilere iki maaş ikramiye verilmesini istediler, ancak,
ne yazık ki, bu önergemizi iktidara kabul ettiremedik. Değerli
arkadaşlarım, Türkiye’de geldiğimiz noktada hepimizi rahatsız eden bir
yolsuzluk manzarasıyla karşı karşıyayız. Yolsuzluk nitelik değiştirmiştir,
yaygınlaşmıştır ve kökleşmiştir. Artık bunun ansiklopedik bir anlam kazanmaya
başladığını görüyoruz. Bazı kelimeler derhâl yolsuzluk çağrıştırır hâle gelmeye
başlamıştır. Yani “hortumu kestik” diyor iktidar ama öyle anlaşılıyor ki hortum
bir yerden alınmış, ama bir başka yere, kendi yandaşlarına doğru akıtılmış ve
bağlanmıştır. Türkiye’de TÜPRAŞ
satışıyla başlayan çok büyük düzeyde, ondan önceki özelleştirmelerde başlayan
–ama bırakıyorum- unutulmayacak büyük bir yolsuzluk olayı, TÜPRAŞ’ın 14,76’lık
hissesinin, göz göre göre, bir gece yarısı yapılan özel temaslarla Offer’e
satılmasıyla ortaya çıkmıştır. 750 milyon dolarlık bir yolsuzluk söz konusudur
ve bu, mahkeme kararıyla netleşmiştir. Tek taraflı bir siyasi suçlama değildir,
mahkeme kararı, 750 milyon dolarlık bir haksız kazancın bu uygulamayla transfer
edildiğini tespit etmiştir ve bunu geri almaya yönelik hiçbir ciddi, etkin çaba
da yapılmamıştır. Değerli
arkadaşlarım, Enerji Bakanlığı yolsuzluklarla içli dışlı bir Bakanlık hâline
gelmiştir. Enerji Bakanlığı artık “yolsuzluk” deyince akla gelen bir temel
Bakanlık hâline dönüşmüştür. Yani, jandarmanın operasyonları sonucunda bir
Beyaz Enerji olayı ortaya çıkmıştı ve öyle bir manzaraydı ki; müteahhitler bir
tarafta, aracılar bir tarafta, bürokratlar bir tarafta, siyasetçiler bir
tarafta, hepsi içli dışlı bir manzara içinde; partinin, iktidarın üst yöneticilerinin
de karıştığı, gerçekten üzüntü verici bir tablo bu Beyaz Enerji olayıyla ortaya
çıkmıştı. Ama olay ondan ibaret değil tabii, arkasından çok ciddi bir şekilde
başka yolsuzluklar kendisini gösterdi. Hatırlayacaksınız, önce Mavi Akım
yolsuzluğu Beyaz Enerji’ye paralel bir şekilde kendisini gösterdi. Beyaz
Enerji’de kaç kişi tutuklu şu anda, kaç kişi mahkûm oldu bilen yok. Olay
patladı, büyük heyecan yaratıldı ve kontrol altına alındı, geçiştirildi.
Hükûmet ve Enerji Bakanı, Beyaz Enerji gibi büyük bir yolsuzluğu üzerine
almadan seyretmiştir, kılını bile kıpırdatmamıştır ve kimse de ondan hesap
sormamıştır. Çok doğal karşılanmıştır. Hükûmetin atadığı üst düzey yöneticileri
ve AKP’li milletvekillerinin adının karıştığı bu büyük yolsuzlukta Enerji Bakanının
sorumluluğu olmadığı varsayılmıştır. Beyaz Enerji
yolsuzluğunun hesabı görülmeden, aynı Bakanlıkta Mavi Akım yolsuzluğu ortaya
çıkmış, yine, Enerji Bakanlığı üst düzey bürokratları ve bazı müteahhitler
gözaltına alınmıştır. Beyaz Enerji yolsuzluğunda tutuklanan aracılar bu
yolsuzlukta da ortaya çıkmıştır. Devam ediyorlar, onların işi o. Yakalanacak,
sıyırabilecek ve devam edecek. Bu, hepsi, AKP döneminde Enerji Bakanının
önerisiyle atanmış üst düzey bürokratları görev başındayken yaşanan manzaradır. Değerli
arkadaşlarım, böyle bir tablo olabilir mi? Böyle bir tabloyu bir hukuk
devletiyle, dürüst bir kamu yönetimi anlayışıyla bağdaştırmak, izah etmek
mümkün mü? Yani, Petkim gibi ekonominin göz bebeği bir kamu iktisadi
kuruluşunun özelleştirme ihalesinde hakkında ihalelere katılmama hükmü verilmiş
olan kişilerin de katıldığı artık sıradan bir gazete haberi hâlinde ortaya
çıkmış ve bu manzara perişan bir şekilde kendisini göstermiştir. Ali Dibo olayı
bir başka çerçevede kendisini gösteriyor ve Türkiye’de artık bu işlerle
ilgilenen maliye müfettişleri suçlu ilan ediliyor, takip ediliyor,
cezalandırılıyor, sürgüne gönderiliyor ve çete, yani iş adamı, siyasetçi ve
bürokrat çetesi göreve devam ediyor. Bakın, bu çerçeve
içinde yeni bir gelişme ortaya çıktı, ama gene ilgililerden sadra şifa durumu
açıklayacak bir değerlendirmeyi bir türlü duyamadık. Tokat Sigara Fabrikasının
satışı ile ilgili olarak Maliye Bakanının oğlunun şirketinde görev yapan
santral memuruna, tam onayın ertesi günü 30 bin doların geldiği görülüyor.
Müfettiş gidiyor bu kişinin ifadesini alıyor: “Sen kimin gönderdiğini biliyor
musun?”, “Hayır, bilmiyorum.” diyor. “Sana bu paranın gelmesi için bir sebep
var mı?”, “Hayır, yok.” Para geliyor, 30 bin dolar! Peki, nasıl alınıyor? Bu
santral memuru o şirketin saymanıyla birlikte gidiyor, onun adına alınıyor,
sayman, paraya el koyuyor, onu gönderiyor. Kim bu kişi? Kimin şirketi? Maliye
Bakanının oğlunun şirketi. Peki, Maliye Bakanının bu işle bir ilgisi var mı?
Parayı gönderen kim? Tokat’a, o mahkemeye intikal etmiş olan, “yeni” diye
verilmiş olan ikinci el makineyi satmış olan şirket, parayı gönderen o şirket.
Parayı alan bu şirketin bu söylediğim insanları. Ne oldu, yani ne yapıldı?
Aylardır bu konuda hiçbir ciddi adli mekanizma harekete geçirilmemiştir. Haydi
bakanların dokunulmazlığı var, mahdumların da mı dokunulmazlığı var? (CHP
sıralarından alkışlar) Değerli
arkadaşlarım, bu işlerin çıkış yolu dokunulmazlıklar konusunun çözülmesidir.
Dokunulmazlıklardan medet uman siyasetçilerin elinde ülke yönetildiği sürece
yolsuzluklarla mücadeleyi başarıya götürmek mümkün değildir. Dokunulmazlığa
muhtaç, dokunulmazlığa bağımlı siyasetçilerin yönettiği ülkelerde, hiç kuşku
yok, böyle yolsuzluklar ortaya çıkacaktır. Yapılması gereken iş çok açıktır:
Burada kürsü dokunulmazlığı olur, herkes istediği düşüncesini söyler ama
işlenen suçlardan dolayı yargı karşısında, ister milletvekili ol ister sade
vatandaş ol, herkes eşittir, herkes hesabını verebilir, vermelidir. (CHP
sıralarından alkışlar) Bunu sağlamak zorundayız. Ama ne yazık ki, bu konuda
daha önce verilmiş olan sözlere rağmen hiçbir ilerleme gerçekleştirilememiş,
hiçbir sonuç alınamamıştır. Değerli
arkadaşlarım, yolsuzluklar Türkiye’nin en temel bir konusu olmaya devam ediyor.
Ayrıca, belediyelerde olağanüstü bir yolsuzluk tezgâhının işlediğini biliyoruz.
Yani, bakın, size, dikkatinize şu rakamları sunmak istiyorum: Geçmiş
dönemlerde, normal bir beş yıllık belediye döneminde, İstanbul’da, İstanbul
Büyükşehirde, 400 kadar imar değişikliği gelir. Beş yılda 400 kadar imar
dosyası. Yani, 400 gelmiştir, 428 gelmiştir ama birden bire şimdiki Sayın
Başbakanın Belediye Başkanlığı döneminde bu sayı katlanarak artmaya başlamıştır
ve şimdi son üç buçuk yıllık dönemde, artık akla mantığa sığmayan imar plan
değişiklikleri belediyeyi meşgul etmeye başlamıştır. Son üç buçuk yılda, bu son
belediye başkanlığı döneminde belediyeden geçen değişiklik sayısı 3.850’dir.
400 nerede, 3.850 nerede? FİKRİ IŞIK
(Kocaeli) – Çalışıyoruz, çalışıyoruz. DENİZ BAYKAL
(Devamla) – Evet, çalıştığınız açık ama hayra değil şerre çalışıyorsunuz,
millete değil kendinize çalışıyorsunuz. (CHP sıralarından alkışlar) Değerli
arkadaşlarım, yapılan plan değişiklikleri, parsel bazında ve kişiye yönelik
plan değişikliğidir. Değerli
arkadaşlarım, bu yolsuzluklar karşısında tabii iki grup duruş var: Birisi
doğrudan yolsuzluğa bulaşmış olanlar; onların tepki göstermesini, cevap
vermesini ben anlıyorum ama yolsuzluğa doğrudan bulaşmamış insanların
partizanca gayretlerle yolsuzluğu savunmaya kalkmaları, bence yolsuzluğu
yapmaktan çok daha da ağır bir suç işlemek anlamına gelir. (CHP sıralarından
alkışlar) Yani, hiç olmazsa, yolsuzluk karşısında cesaretle sesinizi
çıkartamıyorsanız, sesini çıkartanların karşısına çıkmayın, buğz edin; buğz
edin, onaylamayın, destek vermeyin. FİKRİ IŞIK
(Kocaeli) – Aynı Yuvacık gibi… DENİZ BAYKAL
(Devamla) – Bırakın… İktidarsınız, getirin takip edelim. Kendinize
güveniyorsanız yapın; yapmıyorsanız, sorumlu sizsiniz. (CHP sıralarından
alkışlar) FİKRİ IŞIK
(Kocaeli) – Milletvekilin yaptı… DENİZ BAYKAL
(Devamla) – Değerli arkadaşlarım, bunların hepsi, dikkatinizi çekerim, parsel
bazında ve kişiye yönelik plan tadilleridir. Bir şeyi daha söylememe izin
verin: Bu plan tadillerinin tamamına yakını bürokrat kadroların muhalefetine
rağmen geçmiştir. Yani ilgili belediyenin yetkili memurları “Yapmayın, bu
yanlıştır, bu doğru değildir.” demişlerdir. “Siz bilmiyorsunuz, bu işin olması
gerekiyor, bu hikmeti hükûmettir, biz biliriz.” demişlerdir ve dediklerini yaptırmışlardır. Değerli
arkadaşlarım, eğer siz bunu savunmaya devam ederseniz, bunlara sahip çıkmaya
devam ederseniz, bu olay çok daha derin bir nitelik kazanır ve maalesef
öyledir. Bunu yapanlar zaten sizden güç alarak yapıyorlar, biz de bunu
anlatmaya çalışıyoruz. Bundan yararlanan bir avuç insan ve ona siyaseten teslim
olmuş yardakçılarıdır, onlara boyun eğen insanlardır. Milletin de, siyasetin de
bunun karşısında tepki göstermesi lazımdır. Demokrasi, yanlışlıkların açıkça
ortaya konulabildiği bir rejimdir. Ama birtakım insanların tabii bunu yapmaya
cesareti yetmez, kaygı ve korku içinde teslim olurlar. Onların korkusu,
Türkiye’deki rejimi de, demokrasiyi de yozlaştırır. Değerli
arkadaşlarım, şimdi böyle bir tablonun içinden geçiyoruz. Yolsuzluklar,
işsizlik, yoksullaşma, hepsi, birbirini destekleyen bir manzara gösteriyor.
Şimdi bu tablo içinde bizim ülke siyasetinin nereye doğru şekillenmekte
olduğunu değerlendirmemiz lazım. Değerli
arkadaşlarım, demokrasi, ülkemizin siyasetinin temel dayanak noktasıdır. Hepimiz
demokratik bir rejimde ülkemizin yönetilmesini istiyoruz. Ülkeyi kimin
yöneteceğine halk karar verecektir, halktan yetki alanlar ülkeyi
yöneteceklerdir. MEHMET ÇERÇİ
(Manisa) – Millet 22 Temmuz’da karar verdi. DENİZ BAYKAL
(Devamla) – Evet, evet, evet… Yalnız, değerli arkadaşlarım, demokrasi, sadece
bir yöntemden ibaret değildir. Dört yıldan dört yıla vatandaşların gidip oy
kullanması ve o oy kullanma sonucunda iktidara gelindiğinde, artık her şey
paydos, herkes işine gücüne baksın, ülkeyi biz yöneteceğiz, bildiğimiz gibi
yöneteceğiz, hiç bu işlerle ilgilenmeyin demesi anlamına gelmez. Demokrasinin
içinde bir ortak değerler bütünü vardır. Demokrasi, ahlakı, dürüstlüğü, bilimi,
halk yararını, toplum yararını dikkate alan bir temel üzerinde geliştirilebilir.
Sadece siyasi partilerle ilgili bir alan da değildir. Demokrasinin ahlakı
vardır, demokrasinin kültürü vardır, demokrasinin terbiyesi vardır, nezaketi
vardır, demokrasinin kendine göre kuralları vardır. Bir dayatma kültürüyle,
artık halk bizde, biz nasıl istersek öyle yaparız yaklaşımıyla demokrasiyi
işletmek mümkün değildir. Değerli
arkadaşlarım, şimdi böyle bir manzara içinde, ben, içinde bulunduğumuz tabloda
çok temel zaafların ortaya çıktığını görüyorum. Yani Türkiye’de siyasi
rejimimizin temellerini, özünü tehdit eden bir dayatmacı anlayış, muhalefete,
kendisi gibi düşünmeyenlere karşı acımasız bir yaklaşım giderek etkinleşiyor,
giderek meydanı boş buluyor. Ben çoğunluğum, istediğimi yaparım anlayışı
topluma kabul ettirilmeye çalışılıyor. Bunun önümüzdeki dönemde yeni yeni
açılımlarını da hep beraber göreceğiz. Kurum ve kuruluşlar sindiriliyor, baskı
ve tehdit altında tutuluyor; medyanın, sivil toplum örgütlerinin görevlerini
özgürce yapmalarına imkân veren, demokrasinin işlemesini sağlayan, haberlerin
kamuoyuna tarafsızca yansıtılmasına yardımcı olan yapı ve mekanizmalar zaafa
uğratılıyor, halkın tarafsız ve doğru haber alma özgürlüğüne darbe üstüne darbe
vuruluyor ve bu alanda çok kaygı verici bir gelişme kendisini gösteriyor. Hızla
yozlaşmış bir rejime doğru sürükleniyoruz. Tepki göstermesi gereken kesimler şu
veya bu şekilde susturuluyor ve etkisizleştiriliyor. Bu gelişmeleri ibretle
seyrediyoruz. Demokrasinin bu
gelişmelerle, bırakınız kökleşmesini ve gelişmesini, maalesef, demokrasi
anlayışımız çok tehlikeli bir şekilde kan kaybetmektedir. Yolsuzluklar, adam
kayırmaları, devlet kaynaklarının birilerine peşkeş çekilmesi, yandaş medya
yaratılması, siyasal gücün, çocuk, akraba ve yakınlara, onların zenginliği için
kullandırılması demokrasimize çok ciddi darbeler vurmaktadır. AKP İktidarı
döneminde “sosyal adalet” kavramı unutulmuştur. Eşitsizlikler yaygınlaşmış,
işsizlik ve yoksulluk temel sorun alanı hâline dönüşmüştür. Toplumun
yolsuzluklara olan duyarlılığı azalmıştır, örneğini de burada görüyoruz. Koca
Türkiye Büyük Millet Meclisinde milletvekili seçilmiş, çok kaba yolsuzluklara
kulp takmaya çalışıyor, haklılık vermeye çalışıyor. Bu çürümedir, bu yozlaşmadır,
vahi olan budur. Bu bir kanserdir, sağlıklı bünyeyi mahveden bir gelişmedir.
Bunun işaretlerinin Türkiye Büyük Millet Meclisine kadar gelmiş olması üzüntü
vericidir. “Yapanın yanına kâr kalır.” anlayışı Türkiye’de yerleşmeye
başlamıştır. “Baştakiler yaparken ben niye geri kalayım.” düşüncesi her yerde
yaygınlaşmış, Ali Diboculuk buradan gelişmiştir. Milletvekili
dokunulmazlığına sığınanlar “Temiz siyaset ve dürüst yönetim” ilkesini yok
saydılar. Haramzade bürokrat, erdemsiz, namussuz siyasetçi ve kirli iş adamı el
ele vermişlerdir. (CHP sıralarından alkışlar) Vurgunların ve yolsuzlukların
hesabı sorulamamıştır. Büyükşehirler hırsızlık ve kapkaç olaylarından dolayı
yaşanmaz hâle gelmiştir. Sokakta huzur kalmamıştır. Terör yeniden canlanmıştır. MEHMET ÇERÇİ
(Manisa) – Atma! Atma! DENİZ BAYKAL
(Devamla) – Şehit sayımız hızla artmaya başlamıştır. MEHMET ÇERÇİ
(Manisa) – Yeter, atma, atma! DENİZ BAYKAL
(Devamla) – İktidar bu olumsuzlukları ortadan kaldıracak kararlılık ve iradeye
sahip değildir. MEHMET ÇERÇİ
(Manisa) – Destekli at biraz, destekli! DENİZ BAYKAL
(Devamla) – Cumhuriyet tarihinde ilk kez, hayalî ihracat yapmak için sahte
belge düzenlemek ve kullanmaktan sanık olarak yargılanan bir kişi, Maliye
Bakanı olarak görev yapmaktadır. (CHP sıralarından “Bravo” sesleri, alkışlar) MEHMET ÇERÇİ
(Manisa) – Sen ne yaptın? DENİZ BAYKAL
(Devamla) – Ülke yönetimini ellerinde bulunduranların çocuklarının ticaret
yapmaları, hatta bir bölümünün doğrudan devletle ticaret yapması artık sıradan
olaylar hâline gelmiştir. MEHMET ÇERÇİ
(Manisa) – Kırk yıldır ne yaptın bu memlekette? DENİZ BAYKAL
(Devamla) – Çocuklarının sponsor iş adamları tarafından finanse edilmesini
makul göstermek için inanmak isteyenlere yapay, uydurma gerekçeler
yaratılmıştır. Değerli
milletvekilleri, bakınız, BOTAŞ’ın hesaplarını Türkiye Büyük Millet Meclisi bu
dönem inceleyemedi. Niçin? Çünkü BOTAŞ’ın tüm üst düzey yöneticileri
hapistedir! Tamam mı? (CHP sıralarından alkışlar) Bunları kim atadı? AKP
Hükûmeti. Peki, bunları atayan bakanın hiç mi sorumluluğu yok? Bu bakan şimdi
nerede? Huzurlarınızda, Bakanlar Kurulu sıralarında bulunmaya devam ediyor.
Bana söyler misiniz, böyle demokrasi hangi çağdaş ülkede var, hangi AB
ülkesinde var? Demokrasi, bu tablolara seyirci kalmak mıdır, bunlar karşısında
teslim olmak mıdır? Değerli
arkadaşlarım, bakınız, Başbakan geçenlerde çıktı, dedi ki: “Bu ülkede yıllarca
KİT’lerin nasıl arpalık hâline getirildiğini konuştuk. Son üç buçuk yıldır
arpalıktan söz edeni duydunuz mu Allah aşkına? Özellikle KİT’lere yakıştırılan
‘arpalık’ ifadesi bugün, artık, tarih olmuştur.” Olmuştur da KİT’ler tarihe
karıştığı için tarih olmuştur. (CHP sıralarından gülüşmeler) Ama gerçek ne?
Gerçek, Başbakanın söylediğinin tam tersi. İşte örnek: AKP milletvekili aday
adayı olanlardan birisi Sosyal Güvenlik Kurumu Başkan Yardımcılığı ve Yönetim
Kurulu üyeliğine, bir başkası Boru Hatları ve Petrol Taşıma A.Ş. Genel
Müdürlüğü Yönetim Kurulu üyeliğine, bir diğeri Millî Eğitim Bakanlığı Bakanlık
Müşavirliğine, bir başkası Millî Piyango İdaresi Genel Müdürlüğü Yönetim Kurulu
Üyeliğine; AKP milletvekili adayı olanlardan iki kişi, Başbakanlık
müşavirliğine ve AKP’nin bir eski milletvekili de Eti Maden İşletmeleri Genel
Müdürlüğü Yönetim Kurulu Üyeliğine daha yeni, daha dün denecek kadar yeni bir
süre önce getirildi. Peki, bu atama anlayışı arpalık anlayışı değil mi? Sayın
Başbakanın ifadesiyle söyleyeyim: Söyleyin Allah aşkına, bunlar arpalık
anlayışının sonucu mu, değil mi? (CHP sıralarından alkışlar) Değerli
arkadaşlarım, şimdi, bakınız, bu tablo… Milletvekillerinden birisi de Etik
Kurula atanmış. (CHP sıralarından gülüşmeler) Yani, hiç olmazsa, bu arpalık
uygulamasını yaparken daha bir dikkatli davranın, yani illa Etik Kurula bir
arpalık muamelesi yapmak da ayrıca tabii, ahlakın, etiğin ne hâle düşürüldüğünü,
hangi gözle görüldüğünü ortaya koyması bakımından önemlidir. Değerli
arkadaşlarım, bakınız, Türkiye’de bütün bunları tartışacağımız, kamuoyunu bu
çerçevede oluşturacağımız ana temel kurum nedir? Medyadır. Türkiye’nin ikinci
büyük medya grubu uzun bir süreden beri, seçim öncesinden bu yana, TMSF’nin
denetiminde, yani devletin atadığı bürokratlar eliyle, TMSF eliyle yönetiliyor.
O atanan bürokratlar, bu gazeteye ve televizyona açıyorlar telefonu “O manşeti
öyle görme, o yazarı işten çıkar, bu yazarı buraya al.” tamamen kendi
kontrollerinde yönetiyorlar. Seçim süreci böyle yaşandı. Türkiye demokrasiyi
böyle yaşadı. İkinci büyük medya grubu Türkiye’nin. Şimdi, bununla
ilgili bir satış söz konusu, bir ihale yapılacak. “Geniş bir ilgi var, o
nedenle ihaleyi erteliyoruz.” dediler, daha önce yapılmış olan ihaleyi
bıraktılar. Şimdi yeni bir ihale dönemi açıldı. İşte, 10’dan fazla talip çıktı
vesaire dediler; geldiğimiz noktada gördük ki, bu konuda hevesli olan önemli,
saygıdeğer bazı ciddi insanlar, “bana müsaade, ben bu konuya girmeyeceğim” deme
noktasına geldiler. Nasıl geldiler, niye geldiler, bunları bilemeyiz ama
gireceğim diye, açıkça kamuoyu önünde açıklama yapmış olan, önemli saygıdeğer
bazı iş adamları teker teker döküldüler süreçte. Sonunda üç tane kuruluş kaldı.
Dün yapılan açıklamadan öğreniyoruz ki, gene bir önemli, saygıdeğer
kuruluşumuz, bir büyük kuruluşumuz “Ben bu işte yokum.” dedi, geri çekildi.
Geride iki tane firma kaldı, onlardan birisinin de çekildiğine dair yeni bir
haber çıktı. Öyle anlaşılıyor ki önümüzdeki dönemde TMSF Başkanı, “Ben ihalemi
yaparım, 1 kişi kalsa da yaparım.” anlayışı içinde olduğuna göre, herhâlde
yarın bu iş yapılacak; büyük bir olasılıkla damat beyin holdingi, Türkiye’de
ikinci medya grubunun da sahibi olacak! (CHP sıralarından alkışlar) Değerli
arkadaşlarım, bunlar, demokrasi deyince üstünde durulmayacak konular sayılırsa
demokrasiyi anlamamışsınız demektir. Demokrasi, devlet gücünün, devlet
yetkisinin, devlet olanaklarının, devlet otoritesinin bir siyasi hegemonya tesis
etmek için kullanılması anlamına gelmez. Bakınız, bir eski
Başbakan “Türkiye’de kendine yandaş medya ayarlıyor.” diye iddia altında
yıllarca mahkemelerde hesap vermek durumunda kaldı. Değerli
arkadaşlarım, yandaş medya oluşturmak iktidarın bir imtiyazı değildir. Böyle
bir tabloyu doğal karşılamak vicdanla bağdaşmaz, demokrasi anlayışıyla
bağdaşmaz, memleket sevgisiyle, demokrasi sevgisiyle de bağdaşmaz. (CHP
sıralarından alkışlar) BAŞKAN – Sayın
Baykal, yedi dakikanız kaldı. DENİZ BAYKAL
(Devamla) – Teşekkür ederim Sayın Başkan. MEHMET ÇERÇİ
(Manisa) – Rakiplerine atıyorsun, demokrasiden bahsediyorsun. GÜROL ERGİN
(Muğla) – Ya, şu dırdır edeni bir sustursana Başkan. “Dır dır dır.”
Yeter ya! BAŞKAN – Lütfen
arkadaşlar, lütfen. DENİZ BAYKAL
(Devamla) – Değerli arkadaşlarım, bakınız, kısa bir süre önce Meclisimiz çok
önemli bir yasayı hızla hazırladı ve sonuçlandırdı. Bu, yargıya yargıç alımını
düzenleyen bir yasa. Değerli
arkadaşlarım, bir milletvekili arkadaşımız bu konuda bir yasa önerisi yaptı,
olağanüstü bir hızla komisyonda bu konu öncelikle ele alındı, bütün kanunlar
bırakıldı ve yine olağanüstü bir hızla komisyon tamamlandı Genel Kurula geldi;
Sayın Başbakanın buradaki denetimi altında, gece denetimi altında konu hızla
sonuçlandırıldı. AVNİ ERDEMİR
(Amasya) – Sen neredeydin? DENİZ BAYKAL
(Devamla) – Şimdi değerli arkadaşlarım, nedir bu olay? Demokrasi diyoruz.
Demokrasi ve yargı nasıl bir ilişki içinde olacak? Demokraside yargının işlevi
ne, yargının anlamı ne, yargının önemi ne? Değerli
arkadaşlarım, yargı, bırakınız demokrasiyi, bir hukuk devleti olmanın ilk
şartıdır. Medeni bir cemiyet olmanın bir şartı, saygın, güvenilir, bağımsız bir
yargının mevcudiyetidir. Şimdi Türkiye’de
yargıya yönelik bir tertibin hızla yürütülmekte olduğuna tanık oluyoruz.
Alelacele bir kanun teklifi hazırlandı ve hızla sonuçlandırıldı ve geçirildi.
Neyi öngörüyor bu kanun teklifi? AVNİ ERDEMİR
(Amasya) – Sınavı öngörüyor, sınavı. MEHMET ÇERÇİ
(Manisa) – Moğultay gibi mi yapsaydık? BAŞKAN – Lütfen… DENİZ BAYKAL
(Devamla) - Önümüzdeki dönemde 4.060 kadro var. Bu kadro doldurulacak. Neyle
doldurulacak? Önce sınav yapılacak. AVNİ ERDEMİR
(Amasya) - En zeki çocuklarla
doldurulacak. DENİZ BAYKAL
(Devamla) – Şimdi bak değerli kardeşim, bakın, geçen defa… MEHMET ÇERÇİ
(Manisa) – Moğultay gibi yapalım! BAŞKAN –
Arkadaşlar, çok rica ediyorum. Sayın Baykal konuşmasını bitiriyor, lütfen. DENİZ BAYKAL
(Devamla) – Bu ilk kez olmuyor. 2004 yılında, 17 Ekim 2004 tarihinde yapılan
idari yargı hâkim adaylığı sınavında, yazılıda 6’ncı, 7’nci, 9’uncu, 10’uncu,
13’üncü, 14’üncü, 19’uncu, 20’nci -daha gidiyor 47’ye kadar, hepsi sıralanmış-
sırada sınavı kazanan kişiler mülakat sonucunda 158 ve daha sonraki sıralara
kaydırılmış, 148 kişi işe alınmıştır. Tamam mı? MEHMET ÇERÇİ
(Manisa) – Moğultay gibi mi yapalım? DENİZ BAYKAL
(Devamla) – Aynı şekilde, adli yargıyla ilgili, gene aynı tarihteki sınavda
3’üncü, 5’inci, 7’nci, 8’inci, 10’uncu, 14’üncü, 16’ncı, 21’inci, 23’üncü,
24’üncü -45’e kadar gidiyor- sırada yer alan kişiler mülakatta 322’den sonraya
kaydırılmış ve mesleğe alınmamışlardır. Hak, adalet, vicdan anlayışı ve
kadrolaşma kararlılığını takdirlerinize sunuyorum. Değerli
arkadaşlarım, şimdi bu, ibret ve suçüstü belgesidir. Biz biliyoruz birbirimizi,
maksadın ne olduğunu biliyoruz. Listeler elde dolaşıyor, Yargıtay salonlarında
bile, Yargıtaya bir hâkim seçileceği zaman listeler cepten cebe dolaşıyor.
Saygın yargıçlar bunu ifade ediyorlar. Şimdi, aynı tabloya tekrar geleceğiz.
Şimdi, tekrar sınav… Yetmez, bir de mülakat. Kim yapacak mülakatı? AKP’nin
bürokratları. AHMET YENİ
(Samsun) – Devletin, devletin… DENİZ BAYKAL
(Devamla) – Ellerine verilecek. Onlar da, o ellerine aldıkları listelerle bunu
uygulayacaklar. AVNİ ERDEMİR
(Amasya) – Daha önce kim yapıyordu? BAŞKAN – Lütfen
arkadaşlar…Lütfen… DENİZ BAYKAL
(Devamla) - Değerli arkadaşlarım Sayın Cumhurbaşkanı, ayağının tozuyla,
Türkiye’ye geldi, gelir gelmez, hemen bu yasayı onayladı. Ya, bu kadar
tartışılan bir yasa! Cumhurbaşkanının bir sürü hukuk uzmanı var, hukuk
danışmanı var. Acaba “şunu bir inceleyin” deme ihtiyacını bile Sayın
Cumhurbaşkanı hissetmiyor mu? Yani, buna bile gerek yok mu? Ne bu telaş? Ne bu
anlayış? Çankaya’ya ne oldu? Çankaya, Türkiye’de, siyasetin üstünde, partilerin
üstünde, devletin yararlarına, Anayasa’nın gereklerini gözetecek, gerektiği
zaman hükûmete “dur” diyebilecek bir merci olmaktan -üzüntüyle tespit ediyorum- ne yazık ki
çıkmıştır. Ne kadar olumsuz bir tespit, ne kadar kaygı verici bir manzara! (CHP
sıralarından alkışlar) Sayın
Cumhurbaşkanı, yurt dışında, gazetecilere, YÖK’le ilgili bir propaganda
kampanyasının öncüsü gibi birtakım açıklamalar yapıyor. Cevaplar veriliyor.
Gerçek öyle olmadığı ortaya çıkıyor. Cumhurbaşkanlığı, bu kadar kısa bir süre
içinde, bu kadar hızlı bir ağırlık kaybına hiçbir zaman uğramamıştır. MEHMET ÇERÇİ
(Manisa) – Ağırlığı artıyor. DENİZ BAYKAL
(Devamla) – Gerçekten, çok büyük üzüntü duyuyorum. Bu tablo, Türkiye’de, çok
büyük bir kuşatmanın ve dönüştürmenin uygulanmakta olduğunu bize gösteriyor. MEHMET ÇERÇİ
(Manisa) – Ağırlığı artıyor Cumhurbaşkanının.
DENİZ BAYKAL
(Devamla) – Değerli arkadaşlarım, Türkiye’de ekonomi kuşatma altındadır.
Türkiye’de siyaset kuşatma altındadır. Hukuk devleti ve Anayasamız kuşatma
altındadır. Yakında Anayasa değişikliği de gelecek. Millî Eğitim Bakanlığı, yıllardır
zaten belli bir hazırlığı sürdürüyor. Şimdi, önümüzdeki dönemde, öyle
anlaşılıyor ki, yükseköğrenim kurumları da aynı anlayışın doğrultusuna
sokulacaktır. Adliyesi kuşatma altında, eğitimi kuşatma altında. Türkiye,
gerçekten çok sıkıntılı bir tabloya doğru sürükleniyor. Bunu “İktidar bizdedir,
güç bizdedir, bildiğimiz gibi yaparız.” diye sürdürmek, demokrasi anlayışıyla
da hukuka saygı anlayışıyla da kesinlikle bağdaşmaz ve bu bir çıkmaz yoldur,
hiç kimseye hiçbir yarar getirmez. Türkiye, bugün o
sizin dönüştürmek istediğiniz temel değerleriyle bu bölgenin en güçlü, en
saygıdeğer ülkesi hâline geldi. Türkiye, o cumhuriyet kültürüyle, üniter devlet
anlayışıyla, hukuk saygısıyla, eğitime saygı anlayışıyla, o çizgide yıllarca
yönetilerek Türkiye bugün Avrupa Birliğinin karşısında saygın, büyük, ciddi bir
ülke hâline geldi. Ama geldiğimiz manzarada, şimdi yeni bir rotaya doğru
Türkiye çekilmek ve sürüklenmek isteniyor. Bu, kaygı verici bir olaydır. Artık, dışarıdan
bakanlar, Türkiye’ye, çağdaş bir cumhuriyet, laik bir cumhuriyet, bir Atatürk
cumhuriyeti diye bakmıyor; ılımlı bir din devleti diye Türkiye’yi algılamaya
başlıyor. (AK Parti sıralarından gürültüler) AHMET YENİ
(Samsun) – Millet inanmadı size. DENİZ BAYKAL
(Devamla) – Değerli arkadaşlarım, bu, çok sakıncalı, çok tehlikeli, Türkiye’yi
büyük sıkıntıların içine sokacak bir algılamadır. Bir an önce Türkiye’yi bu
çizgiden çıkarmak lazımdır. “Demokrasi” diye diye yolsuzluk, “demokrasi” diye
diye azınlığın ezilmesi, “demokrasi” diye diye hukukun tahrip edilmesi hiçbir
şekilde mazur gösterilemez. (AK Parti sıralarından gürültüler) AVNİ ERDEMİR
(Amasya) – Tam demokrasi, tam… MEHMET DANİŞ
(Çanakkale) – Kurultaya giderken… (CHP sıralarından “Kes sesini!” sesleri) BAŞKAN – Lütfen
arkadaşlar, rica ediyorum. DENİZ BAYKAL
(Devamla) – Değerli arkadaşlarım, böyle bir tabloyla karşı karşıyayız. Bu bütçe,
Türkiye’nin bu dönüşüm süreci içinde kritik bir aşamada olduğumuzu… (AK Parti
sıralarından gürültüler) (Mikrofon
otomatik cihaz tarafından kapatıldı) BAŞKAN – Sayın
Baykal, iki dakika ek süre veriyorum. Bir dakikanızı
rica edeyim. Arkadaşlar,
lütfen müdahale etmeyin, çok rica ediyorum. Sayın Baykal,
buyurun. DENİZ BAYKAL
(Devamla) – Teşekkür ederim. Türkiye’nin
tehlikeli, sakıncalı, tarihî bir dönüşüm sürecinin içinde, bu İktidarın
denetiminde sıkıntılarla karşı karşıya kalacağı artık görülüyor. Bunu hep
beraber yaşıyoruz. Değerli
arkadaşlarım, bunu ortaya koymak bizim görevimizdir. Biz Türkiye’yi ve herkesi
bu noktada uyarıyoruz, görevimizi yapıyoruz. Elbette millet takdir edecektir,
elbette demokrasi işleyecektir, elbette Türkiye’nin nereye, nasıl gideceğini
hep beraber yaşayacağız, göreceğiz. Ama bilin ki Türkiye, bugünkü noktaya çok
sağlıklı bir doğrultuda gayret göstererek gelmiştir. Şimdi Türkiye’nin rota
değiştirmesinin önümüzdeki on yıllarda Türkiye’yi hangi sıkıntılarla karşı
karşıya bırakacağını hep beraber yaşarız, görürüz. Biz Cumhuriyet
Halk Partisi olarak görevimizin bilincindeyiz, bunu yapıyoruz. Milletimizin
gerçekleri en iyi şekilde göreceğine daima inandık, aynı inançla da
çalışmalarımızı sürdürüyoruz. Bu bütçeyi, bu
değerlendirmeleri dikkate alarak ve siyasi rotasını Türkiye’nin gözden geçirmek
isteyenlere bir uyarı olacağı umuduyla bu değerlendirmeleri yaptım. AHMET YENİ
(Samsun) – Millet inanmıyor size, inanmıyor! DENİZ BAYKAL
(Devamla) - Bu vesileyle hepinize sevgiler, saygılar sunuyorum. (CHP
sıralarından ayakta alkışlar) BAŞKAN – Teşekkür
ederim Sayın Baykal. Sayın
milletvekilleri, Sayın Baykal’ın konuşmasının iki yerinde, tasrih etmek
suretiyle, Sayın Maliye Bakanıyla ilgili birtakım ithamlarda bulunmuşlardır. ZEKERİYA AKINCI
(Ankara) – İki ne ki… Yirmi iki yerde
söylense az! (CHP sıralarından gürültüler) BAŞKAN – Müsaade
eder misiniz… Müsaade eder misiniz arkadaşlar. O nedenle, İç
Tüzük’ün 69’uncu maddesine göre Maliye Bakanı Sayın Kemal Unakıtan’a söz
veriyorum. Buyurun efendim.
(AK Parti sıralarından alkışlar, CHP sıralarından gürültüler) IV.- SATAŞMALARA İLİŞKİN KONUŞMALAR VE AÇIKLAMALAR 1.- Maliye Bakanı Kemal Unakıtan’ın, CHP Genel Başkanı
Deniz Baykal’ın, konuşmasında şahsına sataşması nedeniyle konuşması MALİYE BAKANI
KEMAL UNAKITAN (Eskişehir) – Sayın Başkan, çok teşekkür ediyorum. Sayın Başkan,
değerli milletvekilleri; biraz önce Ana Muhalefet Partisi Liderinin yapmış
olduğu konuşmada, aynı iftira ve tezvirat kampanyasına maalesef devam ettiğini
bir kere daha gördük. RASİM ÇAKIR
(Edirne) – Neresi iftira? Neresi iftira? MALİYE BAKANI
KEMAL UNAKITAN (Devamla) - Şimdi diyor ki “Bütçeyi ben tenkit ettim, bu rotayı
değiştirin.” Sayın Baykal, şu rotanı değiştir, şu iftiralardan vazgeç artık.
(AK Parti sıralarından alkışlar) RASİM ÇAKIR
(Edirne) – Neresi iftira, neresi? MALİYE BAKANI
KEMAL UNAKITAN (Devamla) - Bununla bir yere varılmıyor. Bakınız, şimdi
“PETKİM ihalesinde yasaklı firma ihaleye girdi.” dedi. Gazeteleri okuyup buraya
geliyorsun, burada öyle bir şey yok. Bir sorun Özelleştirme İdaresine, resmî
bir cevabınızı alın, ona göre konuşun. PETKİM ihale yasağı bu firmada yoktur;
bu bir. (CHP sıralarından gürültüler) RASİM ÇAKIR
(Edirne) – Sayın Başbakan cevap versin. MALİYE BAKANI
KEMAL UNAKITAN (Devamla) – Dinleyin… Dinleyin... (CHP sıralarından gürültüler) BAŞKAN – Değerli
arkadaşlarım… MALİYE BAKANI
KEMAL UNAKITAN (Devamla) - “TÜPRAŞ’ın 14,76’sı satıldı, devlet 700 milyon dolar
zarara girdi.” dendi. Hayır efendim… (CHP sıralarından gürültüler) Bakınız, eğer, o
TÜPRAŞ’ın 14,76’sı satılmasaydı devlet 458 milyon dolar zarara girerdi. (CHP
sıralarından gülüşmeler) Evet, o satılmak suretiyle, devletin hazinesi ilaveten
458 milyon dolar para kazandı. (CHP sıralarından gürültüler) Şimdi, bununla
ilgili çok laflar edildi ya, mahkemeye gidildi. Özelleştirme idarecilerini
mahkemeye verdiler. Ankara 28’inci Asliye Ceza Mahkemesi, yeni, kararını verdi
ve beraat kararı verdi “Burada kamunun zararı yoktur.” diye. Buyurun mahkeme
kararı. (AK Parti sıralarından alkışlar, CHP sıralarından gürültüler) MALİK ECDER
ÖZDEMİR (Sivas) – Ne kararı var? CANAN ARITMAN
(İzmir) – Böyle bir gerekçe olmaz. MALİYE BAKANI
KEMAL UNAKITAN (Devamla) – İkincisi... Bakınız, dinleyin, yok öyle şey. Buraya
geliyorsunuz, at at at, ona iftira, buna tezvirat; olmaz böyle şey! RASİM ÇAKIR
(Edirne) – Başbakan cevap versin, niye sen cevap veriyorsun? MALİYE BAKANI
KEMAL UNAKITAN (Devamla) – Şimdi, Tekele kiralanan, Tekelin aldığı makinelerden
dolayı benim oğluma 30 bin dolar gelmiş. Bir: Bir defa Tekel öyle makineleri
almadı. OSMAN DURMUŞ
(Kırıkkale) – Aldırmadık. MALİYE BAKANI
KEMAL UNAKITAN (Devamla) – Bırak şimdi, almadı, geri gönderdi, yok böyle bir
şey. K. KEMAL ANADOL
(İzmir) – Aldı önce, suçüstü yakalanınca gönderdi. MALİYE BAKANI
KEMAL UNAKITAN (Devamla) – Ya, makine alınmadığı hâlde “alındı” diyorsunuz.
(CHP sıralarından gürültüler) GÜROL ERGİN
(Muğla) – Alamadı efendim alamadı “almadı” değil. BAŞKAN – Sayın
Bakan, bir dakikanızı rica ediyorum. Şimdi, değerli
arkadaşlarım, Sayın Deniz Baykal çok önemli bir iddiayı bu kürsüye getirdi.
(CHP sıralarından gürültüler) RASİM ÇAKIR
(Edirne) – Başbakan cevap versin efendim, Başbakan cevap versin! BAŞKAN – Müsaade
eder misiniz… Kimin cevap vereceğini ben bilirim. Sayın Bakanı doğrudan hedef
alan… GÜROL ERGİN
(Muğla) – Önce, verdiği cevap doğru olsun doğru. BAŞKAN – Müsaade
eder misiniz… Yani, demokrasi bir ithama cevap vermemek demek midir? Böyle bir
şey olabilir mi? Sayın Bakanla ilgili önemli birtakım ithamlar var. AKİF EKİCİ
(Gaziantep) – Sayın Başkan, 30 bin doları anlatsın. Kim aldı 30 bin doları?
Kamu vicdanını rahatlat! BAŞKAN – Bir
dakika… Bir dakika müsaade eder misiniz… Sayın Bakan da
onlara cevap veriyor. Bundan daha doğal bir şey olabilir mi? (CHP sıralarından
gürültüler) Lütfen susar
mısınız… Sayın Bakanım,
buyurun. MALİYE BAKANI
KEMAL UNAKITAN (Devamla) – Değerli arkadaşlar, şimdi, para geldi denilen adam o
tarihte, söyledikleri tarihte… Bir defa, oğlumun şirketinde çalışmıyor o
tarihte öyle bir adam. AKİF EKİCİ
(Gaziantep) – Sigorta kayıtları var, sigorta kayıtları! MALİYE BAKANI
KEMAL UNAKITAN (Devamla) – O para, ne şirketin adına ne oğlumun adına ne benim
bir yakınımın adına geliyor. Gelip gelmediği de belli değil. O adam çok
sonradan bir şirkete geliyor, çalışıyor ve çıkıyor. Yani, çalıştığı tarihte
böyle bir şey yok. Ondan çok evvel, çalışmadığı tarihte böyle bir şeyi de bize
yamandırmaya niye çalışıyorlar? Bakınız, o
şirket, bırakın 30 bin dolar, milyonlarla dolar vergi veriyor. Öyle, 30 bin
dolar falan değil, milyon dolarlar vergi veriyor. Sizin burada aldığınız
vergilerin birçoğunu o veriyor. (AK Parti sıralarından alkışlar, CHP
sıralarından gürültüler) Ondan sonra kalkıyorsunuz, illa bir şeyi bir şeye
yamandırmak için… Bana bir şey söyler misiniz; sonunda söyleyin, deyin ki:
“Bakanların çocukları çalışamaz.” Söyleyin öyle bir şey, bir kanun çıkarın,
anlayalım. (AK Parti sıralarından alkışlar) Hangi biriniz bakan olduğu zaman
çocuğu çalışmadı, söyleyin, bir tane örnek verin bana, milletvekillerimiz
dâhil? MUHARREM İNCE
(Yalova) – Çalışır, ama çalamaz! MALİYE BAKANI
KEMAL UNAKITAN (Devamla) – Çocukları çalışmayan bir milletvekiliniz var mı,
söyleyin? Yok, olmaz. (CHP sıralarından gürültüler) Şimdi,
konuşurken… K. KEMAL ANADOL
(İzmir) – Nerede? Nerede? Devletle iş yapmadı bizim çocuklarımız. MALİYE BAKANI
KEMAL UNAKITAN (Devamla) – Bu millet biliyor, her şeyi biliyor. Bunları daha
önce de yaptınız, bu millet size cevabınızı verdi. K. KEMAL ANADOL
(İzmir) – Sayın Bakan, soru soruyorsun; devletle iş yapmıyor bizim
çocuklarımız. MALİYE BAKANI
KEMAL UNAKITAN (Devamla) – Sayın Baykal, bunlara lütfen devam etmeyiniz. Sonra
sizi biz bile kurtaramayız. (AK Parti sıralarından alkışlar, CHP sıralarından
gürültüler) (Mikrofon
otomatik cihaz tarafından kapatıldı) K. KEMAL ANADOL
(İzmir) – Bırak şunu! BAŞKAN – Sayın
Bakan, devam edecek misiniz? Sayın Bakan… Sayın Bakan… RASİM ÇAKIR
(Edirne) – On dakika daha verin Sayın Başkan. MALİYE BAKANI
KEMAL UNAKITAN (Devamla) – İki dakika daha verin Sayın Başkanım, sözlerimi
bitiriyorum. BAŞKAN – İki
dakika… Buyurunuz
efendim. MALİYE BAKANI
KEMAL UNAKITAN (Devamla) – Teşekkür ederim. CANAN ARITMAN
(İzmir) – Unakıtan’ın mısırları, Unakıtan’ın yumurtaları tüm Türkiye’nin diline
düştü, diline. MALİYE BAKANI
KEMAL UNAKITAN (Devamla) – Şimdi, son sözüm şuydu: “Sayın Baykal, bu türlü politikalara
devam etmeyin, sonra sizi biz bile kurtaramayız.” Bu bir. (AK Parti
sıralarından alkışlar, CHP sıralarından gürültüler) Bir de, sözlerime
son verirken aklıma gelen bir şeyi sormadan edemiyorum: Sayın Baykal, sizin bu
“Angora Evleri”nde kaçak yapılarınız vardı, ne oldu onlar acaba? K. KEMAL ANADOL
(İzmir) – Bravo! Bravo! MALİYE BAKANI
KEMAL UNAKITAN (Devamla) – Kamunun malları, kendinizin olmayan işgal ettiğiniz
yerler vardı, onlar ne oldu? Onu da merak ediyorum. Hepinize saygılar
sunuyorum. (AK Parti sıralarından alkışlar, CHP sıralarından gürültüler) K. KEMAL ANADOL
(İzmir) – Hadi sen de canım! BAŞKAN – Teşekkür
ederim Sayın Unakıtan. ŞAHİN MENGÜ
(Manisa) – Bilirkişi raporu var, bilirkişi; yalan söylüyorsun! BAŞKAN - Şimdi,
sevgili arkadaşlarım, bu kürsü özgür bir kürsü, burada her şey konuşulacak.
Yalnız… (CHP sıralarından gürültüler) Müsaade eder misiniz… Müsaade eder
misiniz… Yalnız, burada sataşmalar olabilir. Onu öngördüğü için bizim İç
Tüzük’ümüz bir hüküm getirmiş. Demiş ki: Sataşma hâlinde sataşılan milletvekili
yahut bakan yahut başbakan…(CHP sıralarından gürültüler) Ben bir şey
anlatıyorum. Şimdi, o zaman… MALİK ECDER
ÖZDEMİR (Sivas) – Bakan çocuklarının çalışma özgürlüğü var, ama hırsızlık
özgürlüğü yok. RASİM ÇAKIR
(Edirne) – Sataşmalara Başbakan cevap verecek. BAŞKAN - Şimdi,
burası sizin bildiğiniz gibi yönetilmez. Sataşmalara Sayın Başbakan niye cevap
verecek? Sayın Başbakan hükûmetle ilgili konulara cevap verecek, onu da
dinleyeceksiniz. Nasıl ki sayın genel başkanları dinliyoruz, Sayın Başbakanı da
dinleyeceğiz, herkesi dinleyeceğiz. Şimdi, çok özür
dilerim, ben size muhalefet dersi verecek hâlde değilim ama siz böyle tepki
gösterirseniz… RASİM ÇAKIR
(Edirne) – Biz mi tepki gösteriyoruz? BAŞKAN - …sanki
birtakım şeylerin açıklanmasından rahatsız oluyorsunuz gibi bir izlenim
doğuyor. O da yanlış olur herhâlde. (AK Parti sıralarından alkışlar, CHP
sıralarından gürültüler,) FERİT MEVLÜT
ASLANOĞLU (Malatya) – Sayın Başkan, size yakışmadı! III.- KANUN TASARI VE TEKLİFLERİ İLE KOMİSYONLARDAN GELEN DİĞER İŞLER (Devam) A) Kanun Tasarı ve
Teklifleri (Devam) 1.- 2008 Yılı Merkezi Yönetim Bütçe Kanunu Tasarısı ve Plan
ve Bütçe Komisyonu Raporu (1/426) (S. Sayısı:57) (Devam) 2.- 2006 Yılı Merkezi Yönetim Kesin Hesap Kanunu Tasarısı
ile Merkezi Yönetim Bütçesi Kapsamındaki İdare ve Kurumların 2006 Bütçe Yılı
Kesin Hesap Tasarısına Ait Genel Uygunluk Bildirimi ve Eki Raporlarının Sunulduğuna Dair Sayıştay Başkanlığı
Tezkeresi ile Plan ve Bütçe
Komisyonu Raporu (1/267, 3/191) (S.
Sayısı: 58) (Devam) BAŞKAN - Değerli
arkadaşlarım, söz sırası Milliyetçi Hareket Partisi adına Grup Başkanı ve Genel
Başkan Osmaniye Milletvekili Sayın Devlet Bahçeli’de. Buyurun Sayın
Bahçeli. (MHP sıralarından ayakta alkışlar) Süreniz altmış
dakikadır efendim. MHP GRUBU ADINA
DEVLET BAHÇELİ (Osmaniye) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; 2008 Yılı
Merkezi Yönetim Bütçe Kanunu Tasarısı hakkındaki görüşmelerimizi açıklamak
amacıyla huzurunuzda bulunuyorum. Bu vesileyle Milliyetçi Hareket Partisi Grubu
ve şahsım adına yüce Meclisin değerli üyelerini saygılarımla selamlıyorum. Sözlerimin
başında, Isparta’da vuku bulan elim uçak kazasında hayatını kaybeden
vatandaşlarımıza Allah’tan rahmet, yakınlarına sabır ve metanet diliyorum. Bütçe
görüşmeleri, hükûmetlerin icraatlarının muhasebesinin yapıldığı ve muhalefetin
siyasi iktidarın politikaları hakkında uyarı, tenkit ve tavsiyelerini dile
getirdiği önemli bir imkân ve vesiledir. 3 Kasım 2002
seçimleriyle iktidara gelen ve 22 Temmuz 2007 seçimleriyle yetki tazeleyen
Adalet ve Kalkınma Partisi beş yıldır ülke yönetimindedir. Bu süreçte AKP
Hükûmetleri, millet öncelikli siyaseti şiar edindiklerini, büyüme ve adaletli
kalkınma hedeflerini gerçekleştirmeyi ve Türkiye’yi bir hukuk devleti hâline
getirmeyi amaçladıklarını söyleyegelmişlerdir. “İçeride siyasi ve ekonomik
güven ve istikrar ortamı, dışarıda da güçlü ve itibarlı bir Türkiye”, AKP
Hükümetleri tarafından bir klişe slogan olarak kullanılmıştır. Ancak,
Türkiye’nin gerçekleri ve yaşanan gelişmeler, bu sloganların içinin
doldurulamadığını, izlenen politikaların fiilî sonuçları, bunların boş bir
iddia olduğunu ortaya koymuştur. Karşımızdaki gerçek Türkiye tablosu ile
AKP’nin çizmeye çalıştığı pembe tablolar arasındaki fark, gece ve gündüz farkı
kadar büyüktür. Sayın Başkan,
değerli milletvekilleri; bütçeler, devletin hangi alanlara ne kadar kaynak
ayıracağını, hangi alanlardan ne kadar kaynak toplayacağını gösteren,
ekonominin yıl içindeki seyrini sayısal olarak ifade eden mali tablolardır. Bu
nedenle, bütçeler ekonomik olduğu kadar sosyal yönleriyle de önem arz
etmektedir. Bütçelere güven duyulması için bunların öngörülebilir hedeflere ve
sağlam kaynaklara dayanması gerekmektedir. Bütçenin başarısı, mali disiplinle
birlikte yapısal reformların gerçekleştirilmesine, vergi geliri performansının
artırılarak sürdürülmesine ve kayıt dışı ekonominin azaltılmasına bağlıdır.
Kamu kaynaklarının etkin ve verimli bir şekilde kullanılmasını sağlamak için,
başta mal ve hizmet alımları olmak üzere kamu harcamalarının kontrol edilmesi,
vergi reformunun gerçekleştirilmesi, kayıt dışıyla etkin mücadele edilmesi ve
kamu harcamalarını azaltarak kamu gelirlerini artıracak tedbirlerin uygulamaya
konulması gerekmektedir. Bunu yaparken de dar ve sabit gelirlilerin yükünü
artıracak adil olmayan tedbirlerden kaçınılması bir zarurettir. 2008 bütçesinin
değerlendirilmesine geçmeden önce, AKP’ye hâkim olan ve kendileri hükûmet
olmadan önceki dönemde yapılanları yok sayma anlayışı üzerinde kısaca durmak
istiyorum. Bilindiği üzere,
başta enflasyon hedeflemesi ve dalgalı kur politikası olmak üzere bugün
ülkemizde uygulanan ekonomik politikaların temelleri 57’nci Hükûmet döneminde
atılmıştır. 2001 yılında yaşanan kriz sonrası hazırlanan ekonomik programla
enflasyonla mücadele ve makro istikrarın sağlanması için önce örtülü, sonra
resmî enflasyon hedeflemesine geçileceği, dalgalı kur politikası uygulanacağı
ve ekonominin yapısal sorunlarının giderilmesi için gerekli bütün tedbirlerin
alınacağı kamuoyuna açıklanmış ve program uygulamaya konulmuştur. Bu çerçevede,
57’nci Hükûmet döneminde, enflasyon hedeflemesinin olmazsa olmazı olan Merkez
Bankasının bağımsızlığa kavuşturulması sağlanmıştır. Bankacılık alanında
yapılan düzenlemelerde BDDK faaliyete geçirilmiş, 57’nci Hükûmet dönemine kadar
kimsenin dokunamadığı, kaynaklarını hâkim ortaklar lehine kullandıran ve halk
deyimiyle hortumlanan bankalar ile mali yapısı aşırı derecede zayıflamış ve
mali piyasalar için risk teşkil eder hâle gelmiş olan bankalar, Tasarruf
Mevduatı Sigorta Fonuna devredilmiştir. Sorumlular hakkında alacak davaları ve
şahsi iflas davaları açılmış, bunların malları üzerine ihtiyati tedbir konulmuş
ve yurt dışına çıkışları mahkeme kararıyla yasaklanmıştır. Burada, AKP’nin
hortum edebiyatı ve istismarı hakkında bir noktaya dikkat çekmek isterim: 22
Temmuz seçimleri öncesinde, başta sayın
Başbakan olmak üzere, AKP sözcüleri, bu dönemde bankalardaki hortumların önü
kesilerek batık bankaların fona devredilmiş olmasını, bunların 57’nci Hükûmet
döneminde hortumlandığı gibi takdim ederek, en hafif tabiriyle, siyasi etikle
bağdaşmayan bir saptırmadan medet ummuşlardır. Bu konuda bir karalama
kampanyası başlatan AKP’nin, 57’nci Hükûmet döneminde, yolsuzluk operasyonlarıyla
tutuklanan ve mal varlıkları üzerine ihtiyati tedbir konulan birçok hortumcunun
vergi borçlarını vergi barışı kapsamında affetmesi, kendileri açısından hazin
bir ibret vesilesi olarak hatırlanacaktır. (MHP sıralarından alkışlar) Kamu bankaları
finansal ve operasyonel bazda yeniden yapılandırılmış, bu bankaların arpalık
olarak kullanılmalarına son verilmiştir. 57’nci Hükûmet göreve geldiğinde,
gayri safi millî hasılanın yüzde 12,5’ini geçmiş olan kamu bankalarının görev
zararları tasfiye edilmiş, sermaye yapıları güçlendirilmiştir. Bunun sonucunda
da kamu bankaları gerçek anlamda kârlı hâle geçmiştir. KİT sisteminin
kronik hastalığı olan görev zararı uygulamalarına son verilmiş, daha önceden
çıkarılmış olan görev zararı kararnameleri iptal edilmiş ve KİT’lerin daha
verimli çalışmaları için gerekli altyapı yapıları oluşturulmuştur. Ülke için önemli
ya da tekel statüsüne haiz olan sektörlerde, bağımsız düzenleme kuruluşları
oluşturularak, bu sektörlerin daha hızlı gelişebilmelerine önayak olunmuştur.
Tarıma destek verdiği iddia edilen ama kendilerine aktarılan kaynakları köylüye
ulaştıramayan tarımsal kuruluşlara ilişkin yeni düzenlemeler yapılmış ve
doğrudan gelir desteği uygulaması başlatılarak, küçük çiftçinin korunması
yöntemi benimsenmiştir. Yüzde 70’lerde
devralınan enflasyon, 2002 yılında yüzde 30’un altına çekilmiş ve aynı anda hem
enflasyonu düşürme hem de büyümeyi sağlama açısından önemli bir başarı
gerçekleştirilmiştir. Enflasyondaki düşüşe paralel olarak nominal ve reel
faizler düşürülmüştür. Reel faizler Nisan, Mayıs 2002’de yüzde 16’ya kadar
gerilemiştir. 58 ve 59’uncu
Hükûmetlerin en büyük şansı, böyle bir tabloyu devralmış olmasıdır. Yeni bir
program hazırlamak bir yana, devraldığı ekonomik programı dahi hakkını vererek
uygulama basiretini gösteremeyen Hükûmet, alması gereken önlemleri zamanında
almamıştır. Bunun yerine, uluslararası piyasalarda faizlerin düşmesi ve
likidite bollaşması gibi, dış konjonktür gelişmelerinin ekonomide yarattığı
bazı olumlu etkileri kendi başarısı zannederek, sürdürülebilirliği şüpheli
başarıları, gerçek ekonomik gelişme ve kalkınmaya tercih etmiştir. Türkiye
ekonomisi, bütün bu yanlış anlama ve uygulamalar neticesinde, yeniden aşırı
değerlenmiş Türk lirası, çok yüksek dış açıklar, bunca özelleştirme ve yerli
şirketlerin yabancılara satışına rağmen artan iç ve dış borçlar, işsizlik ve
yoksulluk sorunlarıyla karşı karşıya kalmıştır. Nitekim, IMF de son
raporlarında, Türkiye’nin, dünyanın en riskli ekonomilerinden biri olduğuna
vurgu yapmaya başlamıştır. Ülkemizin en önemli risk göstergelerinden olan faiz
dışı cari açık rakamları, tarihinde daha önce hiç görülmemiş seviyelere ulaşmış
ve alarm vermeye başlamıştır. Yerli paranın
değerinin kısa vadede sermaye hareketleri, uzun vadede ise cari işlemler
hesabında yaşanan gelişmeler tarafından belirlendiğini anlamayan ya da anlamak
istemeyen Hükûmet, artan yabancı sermaye girişlerini kendi başarısı zannetmiş
ve özellikle 2004 yılından itibaren ülke için bir risk unsuru olmaya başlayan
sıcak para girişlerini kontrol etmeyerek önemli bir hata yapmıştır. Dış konjonktürün
sonsuza kadar olumlu sürmeyeceğini idrak edemeyen Hükûmet, uygulaması önceden
başlatılan dalgalı kur rejimini de yanlış anlamış ve dalgalı kurun ülkemizi
ödemeler dengesi krizlerinden koruyacağını zannetmiştir. Oysa, dalgalı kur
rejimi uygulayan diğer ülke örneklerine baktığımızda durumun hiç de böyle
olmadığı görülmektedir. Nitekim, 1994-1999 döneminde Brezilya’da, 1989-1997
döneminde Meksika’da, ve 1987-1992 döneminde Kanada’da yaşananlar dalgalı kur uygulamalarının,
tek başlarına ödemeler dengesi krizlerine çare olmadığının sadece birkaç örneği
olarak karşımızda durmaktadır. Cari açık 2002
yılındaki 1,5 milyar dolarlık seviyesinden, 2006 yılı sonunda 33 milyar dolara
yükselirken, Hükûmet açığı kapatmaya yönelik önlemler almak yerine bir şeyler
satarak ya da borçlanarak bu açıkları nasıl finanse ederim diye çabalamıştır. İhracattaki
artışlardan sürekli bahseden Hükûmet, nedense patlayan ithalattan ve ithalat
ile ihracat arasındaki farkı gösteren ve 7 milyar dolardan 41 milyar dolara
çıkan dış ticaret açığını görmezden gelmeyi tercih etmiştir. 2003-2006
döneminde, uluslararası piyasalarda faiz oranları düşmüş ve Türkiye’nin de
dâhil olduğu gelişmekte olan ülkelere, bir sermaye akışı başlamıştır. Bu sermaye
akışı sonucu, birçok gelişmekte olan ülke, Türkiye kadar ve hatta Türkiye’den
daha yüksek büyüme hızlarına ulaşmış ve büyümelerini finanse etmişlerdir. Bu
çerçevede, 2003-2006 dönemindeki büyümenin ülkemize has bir olgu olmadığını
belirtmek gerekmektedir. Gelişmekte olan ekonomiler, bir bütün olarak 2003
yılında yüzde 6,7; 2004 yılında yüzde 7,7; 2005 yılında yüzde 7,4; 2006 yılında
ise yüzde 7,3 büyüme göstermişlerdir. Ancak uluslararası piyasalarda, faiz
oranlarının sonsuza kadar düşük seyretmesi mümkün değildir ve faiz oranları
yükselmeye başlamıştır. Gelişmiş
ülkelerde yaşanan faiz oranı artışlarının, gelişmekte olan ülkelerden sermaye
kaçışlarına sebep olacağı ve bu durumun, ekonomik istikrarı yok edebileceği
unutulmamalıdır. TL’nin aşırı değerlenmesinden kaynaklanan sanal büyüme,
enflasyon düşüşü ve bütçe iyileşmeleri uğruna; dış açıklar, artan borçlar,
işsizlik ve yoksulluk yaratan Hükûmet, döviz kurlarında yaşanacak dalgalanmalar
sonucu, bütün bu sanal başarıların tehlikeye gireceğini ve gerçekle yüzleşmek
zorunda kalacağını çok iyi bilmelidir. Amerika Birleşik
Devletleri Merkez Bankasının açıkladığı hedef faiz oranları, 1996-2000 Mart
döneminde yüzde 5’in altına hiç düşmemiş iken 2002 yılı boyunca yüzde 1,25
seviyesinde kalmış, 2003 yılında yüzde 1’e düşmüş ve bu seviyede kalmış, daha
sonra, 2006 yılında ise yeniden, yüzde 5’e çıkmıştır. 2007 yılında da Amerika
Birleşik Devletleri hedef faiz oranları yüzde 4,5 veya yüzde 4,75 seviyelerinde
seyretmiştir. Benzer durum, libor faiz oranlarında da yaşanmıştır. 2000 yılı ve
öncesinde, yüzde 6 ve üzerinde seyreden on iki aylık libor faiz oranı, 2002
yılında, yüzde 1-2 aralığında seyretmiş ve 2004 yılının sonunda yüzde 3’e
çıkmıştır. 2006 yılında ise libor faiz oranları yüzde 5’i geçmiştir. Uygulanan, sıcak
paraya dayalı ekonomik politikaları desteklemek için, elde tutulan rezervlerin
maliyeti de giderek artmış ve bu maliyet, milyar dolarları geçmiştir. Hükûmet,
dış borçlanma maliyetlerinin yüzde 7’ler civarında seyrettiği bir dönemde, elde
bulunan rezervlerin yüzde kaç getiriyle plase edildiğini ve aradaki farktan
dolayı ne kadar kaynağımızın, başta, ABD olmak üzere Batılı ülkelere transfer
edildiğini açıklamalıdır. AKP Hükûmetleri döneminde, ülkemizde yaşanan iç
talep, yüksek değerli TL ve ithalata bağımlı büyüme, ancak dışarıdan sermaye ya
da borç bulunduğu sürece sürdürülebilir. Serbest dalgalı
kur uygulamasına geçilmişken, özellikle 2006 yılında 100 dolarlık büyümeye
karşılık 58 dolar ithalat yapılmış olması, ithalata bağlı büyümenin
sürdürülebilirliğinin tartışmalı olduğunu göstermektedir. 2008 bütçe taslağına
baktığımızda, 2007 yılında, 100 dolarlık büyümeye karşılık 42 dolarlık ithalat,
2008 yılında ise 100 dolarlık büyümeye karşılık 52 dolarlık ithalat beklendiği
görülmektedir. Türkiye’de, ekonominin, bu derece sıcak paraya ve dış borca
bağımlı kılınması, bu Hükûmetler döneminde, dış politikamızın da bir finansman
aracı hâline gelmesine sebep olmuştur. Hükûmetin, 2004 yılından itibaren, sıcak
para girişlerini denetleme yoluna gitmemesi, ülkemiz ekonomisini kur
hareketlerine aşırı derecede duyarlı hâle getirmiş ve Hükûmetin elini kolunu
bağlamıştır. Yanlış anlaşılan ve uygulanan enflasyon hedeflemesi ülkemizde
örtülü bir kur hedeflemesi sistemine dönüşmüştür. Bugün ülkemizde yaşanan
enflasyon düşüşü ve büyüme, baştan sona, aşırı değerlenen TL ve kısa vadeli
sermaye girişlerinin bir sonucudur. Bütün bunlardan
daha vahim olanı, Sayın Başbakanın, durumu anlamamakta ısrar ederek, TL’nin
aşırı değerlenmesinden mütevellit dolar cinsinden gayrisafi millî hasıla
hesaplarıyla kişi başına gelirin 7 bin dolara çıktığını iddia etmesidir.
Cumhuriyetin kişi başına geliri seksen yılda 2.500 dolara çıkardığını, oysa
kendi dönemlerinde bunun 5 bin doları geçtiğini söyleyerek, kendi dönemlerinde
yapılanların cumhuriyetin bütün yaptıklarından daha fazla olduğunu söyleyecek
kadar ölçüyü kaçıran Sayın Başbakan, bunun sebebinin yüksek faiz ve sıcak para
olduğunu hâlâ görmemekte ya da görmek istememektedir. Unutulmamalıdır ki,
benzer bir durum 1988-1993 döneminde yaşanmış, kişi başına gelir 1.600 dolar
seviyesinden 3 bin doların üzerine çıkmış, ancak daha sonra yaşanan ödemeler
dengesi krizi kişi başına geliri yeniden 2 bin dolar seviyelerine indirmiştir. Meseleye bütçe
açısından bakıldığında da, alındığı iddia edilen mesafelerin büyük oranda aşırı
değerli TL’den kaynaklandığı görülmektedir. Aşırı değerli TL, gerek doğrudan ve
gerekse dolaylı olarak bütçe dengesini olumlu yönde etkilemektedir. Mesela,
yüksek değerli TL, ithalatı ve dolayısıyla ithalattan alınan KDV gibi gelirleri
artırırken, döviz cinsinden borç faizi ödemeleri gibi bazı ödemeleri düşük
göstermektedir. İçeride
vergilendiremediği sektörlerde kota yoluyla ithalat kapısını açan Hükûmet, bir
yandan yolsuzluklara davetiye çıkarırken, öte yandan vergiyi içerideki
üretimden değil ithalattan alarak bütçe dengesi oluşturma gayreti içine
girmiştir. Bu politikalar sonucunda büyüme, enflasyon ve bütçe konularında bazı
olumlu gelişmeler sağlanmakla beraber, işsizlik, yoksulluk, dış açıklar ve borç
artışı konularında başarısız olduğu ortadadır. AKP döneminde
yaşanan ekonomik büyüme istihdam yaratmamıştır. Tarım ürünlerinde bile dış
ticaret açığı vermeye başladığımız ve köyden kente göçüşün hızlandığı bir
ekonomik politikayla istihdamın artırılması esasen mümkün değildir. Öte yandan,
Hükûmet, yoksul kesimlerin gelirlerini artırmadığı hâlde zaman zaman
yoksulluğun düştüğünü iddia etmektedir ki, bunun da temelinde aşırı değerlenen
TL vardır. İstihdam
yaratmayan, tarımı çökerten, yoksulluğu, dış açıkları ve borçları artıran
ekonomi politikalarını daha uzun süre sürdürmek isteyen Hükûmet, ülkemizin
önündeki ekonomik riskleri gerektiği gibi değerlendirememekte ve hatalı
politikalarda ısrar etmektedir. Uygulanan
ekonomik politikaların bugüne kadar çökmemiş olması, bir “peso problemi”
vakasına işaret etmektedir. Önümüzdeki süreçte Türkiye, düşük kur, yüksek faiz
politikalarından vazgeçmediği ve ihracata ve ülkenin döviz cinsinden
gelirlerini artırıcı politikalara yönelmediği sürece ne işsizliğin ve
yoksulluğun azaltılması ne borçların ödenmesi ne de dış açıkların kapatılması
mümkün olacaktır. Büyük dış açıkların borçla ve sıcak parayla finansmanı,
uyuşturucuyla tedavi gibidir ve bu süreçte hastalık tedavi edilmemekte, aksine
ilerlemektedir. Değerli
milletvekilleri, ekonomi politikası üzerindeki bu genel değerlendirme ışığında,
şimdi, temel ekonomik göstergelerin ayrıntılarına ilişkin bazı tespitlerimizi
sizlerle paylaşmak istiyorum. Son iki yılda enflasyonla mücadelede ciddi
sorunlar ve tıkanıklıklar yaşanmaktadır. Enflasyon oranı 2006 bütçesinde yüzde
5 öngörülmüş, yüzde 9,6 gerçekleşmiştir. 2007’de yine yüzde 4 öngörülmüş, ancak
yüzde 6,5 olarak revize edilmiştir. 2008’de öngörülen yüzde 4’lük hedefin de
tutmayacağı anlaşılmaktadır. Merkez Bankasının inandırıcılığını olumsuz
etkileyen bu durum, önümüzdeki dönemde enflasyonla mücadeleyi zora sokmaktadır.
Bunun temel nedeni, yine ekonomideki kırılganlıktır. Düşük kur, bir
yandan enflasyonun artmasını engellerken, diğer yandan enflasyonu kur hareketlerine
aşırı derecede duyarlı hâle getirmiştir. Bu yüzden, 2006 ve 2007 yıllarında
olduğu gibi, bu kur politikasıyla, enflasyonun hedeften büyük ölçüde sapma
riski mevcuttur. Büyüme rakamları
incelendiğinde, büyümenin sürdürülebilirliğinin de pamuk ipliğine bağlı olduğu
görülmektedir. Düşük kur yüksek faiz nedeniyle yurda gelen kısa vadeli
sermayenin finanse ettiği büyümenin kalıcı olması beklenemeyecektir. Nitekim,
ekonomik büyüme yavaşlamış ve 2004’ten sonra bir durağanlık ve düşüş sürecine
girmiştir. Büyümeyi
yavaşlatan en önemli etken ise, düşük kurun ithalatı çok cazip hâle getirmesi
sonucu, yurt içinde, özellikle ara malında yaşanan üretim daralmasıdır. Bu
durumun sürdürülebilir olmadığı, bu eğilimin devam etmesi hâlinde düşük büyüme
ve yüksek cari açık sorunlarının birlikte yaşanacağı ortadadır. Bunun anlamı
da, birçok iş yerinin kapanması ve dolayısıyla işsizliktir. Değerli
milletvekilleri, son yıllarda ortalama yüzde 7’nin üzerinde gerçekleşen
büyümenin nimetleri vatandaşa yansımamıştır. İşsizlik ve gelir dağılımı
adaletsizliği konusunda kayda değer bir iyileşme sağlanamamıştır. İşsizlik, en
önemli sorun olmaya devam etmekte, özellikle eğitimli işsizler çığ gibi büyümekte,
gençlerimiz gelecekten ümitlerini kesmektedir. TÜİK'in verilerine göre
çalışabilir nüfusun iş gücüne katılma oranı 2002 yılında yüzde 49,6 iken 2006
yılında yüzde 48,0 oranına düşürülmüştür. Böylelikle 2002 yılına oranı dikkate
alındığında, 2006 yılında 830 bin kişinin, iş gücüne, dolayısıyla işsiz
sayısına dâhil edilmediği anlaşılmaktadır. Buna rağmen işsizlik oranı 2002-2005
yıllarında yüzde 10,3 seviyesini korumuş, 2006 yılı itibarıyla da yüzde 9,9
oranına inmiştir. 2002 yılında 2 milyon 464 bin kişi olan işsiz sayısı, 2006
yılı itibarıyla 2 milyon 446 bin kişi olup, sadece 18 bin kişi azalmış
gözükmektedir. Ancak çalışmaya hazır olduğu hâlde iş aramayanlar iş gücüne,
dolayısıyla işsiz sayısına dâhil edilmemekte olup, 2002 yılında 1 milyon 20 bin
kişi olan iş aramayıp çalışmaya hazır olanlar, 2006 yılında 2 milyon 87 bin
kişiye yükselmiştir. Bunlar içerisinde
dikkat çekici olan iş bulma ümidini kaybedenlerdir. İş bulma ümidi olmayanların
sayısı 2002 yılında 73 bin kişi iken, 2006 yılı itibarıyla bu sayı 706 bin
kişiye yükselmiştir. 2006 yılı için yüzde 9,9 olarak ifade edilen işsizlik
oranı, çalışmaya hazır olduğu hâlde iş aramayanlar ile eksik istihdam dâhil
edildiğinde gerçekler yüzde 20,5 olmaktadır. 2008 yılı
bütçesinde sabit sermaye yatırımlarının ayrıntısına bakıldığında, kamu
yatırımlarının gayri safi millî hasılaya oranındaki düşmesini sürdürdüğü
görülmektedir. Esasen 2007 yılı merkezî yönetim bütçesindeki yatırım harcaması
ödeneklerinin 12,1 milyar YTL, 2008 Yılı Merkezi Yönetim Bütçe Tasarısı’ndaki
yatırım ödeneklerinin 11,8 milyar YTL olduğu dikkate alındığında, cari
fiyatlarla dahi yatırımlarda bir azalma olduğu çok açıktır. Bu durum, sabit
fiyatlarla yapılan incelemede daha açık bir şekilde görülmektedir. 2007 yılında
KÖYDES ve BELDES projeleri için yapılan harcamalar incelendiğinde, KÖYDES
projesinde ödeneklerin yüzde 60’ının seçim öncesi dört ayda, BELDES projesinde
ise başlangıç ödeneklerinin eylül ayı itibarıyla aşıldığı ve harcamaların seçim
öncesi üç ayda gerçekleştirildiği görülmektedir. KÖYDES projelerine ayrılan
ödeneklerin 2007 yılında 2 milyar YTL’den 2008 yılında 500 milyon YTL’ye
düşürülmesi, bu konuda samimi bir yaklaşım ortaya konulmadığını çok net olarak
ifade etmektedir. Ayrıca, 2008 yılı tasarısında yer alan BELDES projesi
kapsamında belediyelerin altyapısını geliştirmek amacıyla öngörülen 300 milyon
YTL’lik ödeneğin, proje kapsamındaki belediyelerin sayısı dikkate alındığında,
çok yetersiz kalacağı aşikârdır. Sayın Başkan,
değerli milletvekilleri; yoksulluk, Türkiye’nin en önemli meselelerinin başında
gelmektedir. TÜİK’in 2005 yılı yoksulluk araştırmasına göre, nüfusun 0,87’si
gıda, yani açlık yoksulluğu sınırın altında iken gıda ve gıda dışı yoksulluk
oranı yüzde 20,5’tir. Bu oran, kentlerde 12,8’e kadar düşerken kırsal kesimde
yüzde 32,95’e kadar yükselmektedir. Başka bir ifadeyle, Türkiye genelinde her 5
kişiden 1’i, kentlerde her 8 kişiden 1’i ve kırsal kesimde her 3 kişiden 1’i
yoksuldur. Toplamı 14,7 milyon yoksul vatandaşın 9 milyonu kırsal kesimde
yaşamaktadır. Dolar bazında
hesaplanan yoksulluk araştırmaları gerçeği yansıtmamakta olup, tamamen, Türk
parasının dolar karşısında değer kazanmasının istatistiklerle yansıyan çarpık
bir sonucudur. Bu ülkenin yoksul vatandaşları ne gelirini dolar üzerinden
kazanmakta ne de harcamasını dolar üzerinden yapmaktadır. Gerçekte, yoksulluğun
son yıllarda nereden nereye geldiğini açıklayan en önemli gösterge, harcama
esaslı göreli yoksulluk oranıdır. Buna göre hesaplanan göreli yoksulluk oranı,
2002 yılındaki yüzde 14,74 düzeyinden yüzde 16,16 düzeyine yükselmiştir. Vatandaşlarımızı
yoksulluktan kurtaracak politikalar uygulanmamakta, sadece bir kısım
ihtiyaçları ayni ve nakdî yardımlarla geçici olarak giderilmektedir. Muhtaç
durumda olan insanlara dönük uygulamalar, toplumda sadaka kültürünün
yaygınlaşmasına ve veren ele her zaman için sadakat ve minnet borcu
psikolojisinin oluşmasına yol açmaktadır. Geçmişte veren elin devlet olduğu,
alan el tarafından açıkça bilindiği için, yardım alan kişi “Allah devlete zeval
vermesin” söylemiyle, her zaman için sadece devletine bağlılık duygusu içinde
olmuştur. Ancak, AKP döneminde yardımı veren el her zaman için AKP ile
aynileştirilmiştir. Yüce İslam dininin sosyal dayanışma felsefesini yansıtan
“sağ elin verdiğini sol el bilmemeli” anlayışı, maalesef AKP tarafından yok
sayılmış, devlet bütçesinden finanse edilen yardımlar parti kimliğiyle
bütünleştirilerek, yoksul insanların, minnet duygusu altında ezilmesine yol
açmıştır. (MHP sıralarından alkışlar) Değerli milletvekilleri,
AKP döneminde vergi tabana yayılamamış, dolaylı vergiler artırılmış, kayıt dışı
ekonomi büyümüştür. AKP Hükûmetinin büyüme ve enflasyon hedefleriyle vergi
geliri hedefleri arasında bir oransızlık ve çarpıklık bulunmaktadır. Yüzde 5,5
büyüme ve yüzde 4 enflasyon hedefine karşılık, 2008 yılında ÖTV’de yüzde 15,7,
ithalattan alınan KDV’de yüzde 17,3, banka ve sigorta muameleleri vergisindeyse
yüzde 23,5 oranında artışlar görülmüştür. Bu durum, Hükûmetin dolaylı vergilere
ve özellikle ithalattan alınan KDV’ye bağımlı kalmaya dayalı çarpık anlayışını
sürdüreceğini ortaya koymaktadır. 2008 yılı bütçesinde toplam vergi
gelirlerinin 2007 yılı gerçekleşme tahminine göre yüzde 13,3 artacağı
öngörülmektedir. Hedef büyüme ve enflasyon hedef ışığında bu artış, vergi
gelirlerinin reel olarak artması anlamını taşımaktadır. Ancak, Hükûmetin vergi
oranlarını mı artıracağı, yoksa yeni vergiler mi ihdas edeceği sorusu açıkta
kalmaktadır. Bir şey çok açıktır ki, Hükûmet umudunu üretime değil ithalata
bağlamıştır. Değerli
milletvekilleri, cari açık Türkiye ekonomisinin yumuşak karnı olmaya devam
etmektedir. 2002 yılında 1,5 milyar dolar olan cari işlemler açığı 2006 yılında
32,9 milyar dolara yükselmiştir. Cari işlemler açığının gayrisafi millî
hasılaya oranı da 10 kattan fazla artarak yüzde 8’in üzerine çıkmıştır. Cari
açık sıcak parayla finanse edildiğinden taşıma suyla dönen ekonomi çarkı çok
ciddi bir riskle karşı karşıyadır. AKP beş yılda kamu borç stokunu 132,8 milyar
dolar, toplam borç stokunu 225,4 milyar dolar artırmıştır. 2002 yılı sonunda
180,3 milyar dolar olan kamu iç ve dış borç stoku 2007 yılı, Eylül ayı
itibarıyla, 313,1 milyar dolara yükselmiştir. Beş yıllık dönemde kamu borç
stoku dolar bazında yüzde 73,7 oranında artmıştır. Özel kesim borç stokunda da
son beş yılda hızlı bir artış yaşanmıştır. 2002’de 43,2 milyar dolar olan özel
kesim dış borç stoku Haziran 2007 itibarıyla 138,5 milyar dolara ulaşmış olup,
beş yıllık artış oranı yüzde 220’dir. Ayrıca, özel sektörün kısa vadeli borç
stoku 37 milyar dolara ulaşmış olup kur riski aşırı derecede artmıştır.
Türkiye’nin toplam borç stoku, son beş yılda, ortalama her ay 4 milyar dolar
artmıştır. Böylece, AKP Hükûmetleri 3.244 dolar olarak aldığı kişi başına düşen
borç miktarını 6.162 dolara yükseltmiştir, yani, AKP, vatandaşlarımızın her
birine 2.923 dolar ilave borç yüklemiştir. Kamunun yanı sıra
özel sektörün borcundaki hızlı artış da, üretmeden tüketen ve borcu borçla
kapatan bir ekonomik yapının özel sektörde hâkim olduğunu ve riskin katlanarak
arttığını göstermektedir. Kurlarda yaşanacak olumsuz gelişmeler, reel sektörde
geniş çaplı iflaslara ve işten çıkarmalara neden olabilecektir. Değerli
milletvekilleri, yaklaşık 20 milyonun üzerinde kişinin tarımla uğraştığı
ülkemizde, uygulanan politikalar Türk tarımını hızla çökertmektedir. Tarım
sektörünün millî gelirden aldığı pay 2002 yılındaki yüzde 13,4 seviyesinden
2006 yılında yüzde 11 seviyesine gerilemiştir. 2007 yılı için ise 10,6 olması
program hedefi olarak öngörülmüş ise de daha düşük gerçekleşmesi beklenmelidir.
Bu durum, zaten kıt kanaat geçinen çiftçimizin AKP İktidarı tarafından
uygulanan politikalar sonucunda fakirleştiğini göstermektedir. Tarımsal
desteklerin millî gelire oranı 2002 yılında yüzde 1,11 iken 2006 yılında da
0,92 olmuştur. 2007 yılı bütçesinde yer alan tarımsal amaçlı transferlerde
başlangıç ödeneğinin yaklaşık yüzde 71’inin nisan, mayıs ve haziran aylarında
harcandığı ve ödeneklerin tamamına yakınının bitirildiği dikkate alındığında,
bütçenin samimilik ilkesine uygun olarak değil, seçim öncesi çiftçilerimizi
istismara yönelik gerçekleştirildiği
görülmektedir. 2008 yılındaki tarımsal destekleme ödeneğinin, 2007 yılından
kalan ödenmeyen miktar da dikkate alındığında, tarım sektöründe yapılacak
transferlerin yetersiz olacağı açıktır. Esnaf ve
sanatkârların durumu da içler acısıdır. Esnaf ve sanatkârlar piyasadaki
durgunluğun yanı sıra, ağır vergi yükü altında ezilmektedir. AKP döneminde
esnaf ve sanatkâr sicilinde kayıt sildirenlerin sayısındaki yükselme,
protestolu senet ve karşılıksız çek rakamlarında görülen yüksek artışlar ve
vergi mükellefi sayısında görülen azalma, esnaf sanatkâr ve bütün ticaret
erbabının faaliyetlerini yürütmekte sıkıntıya düştüğünü açıkça göstermektedir. Değerli
milletvekilleri, sosyal güvenlik kurumlarının açıkları ülkenin kanayan yarası
olmaya devam etmektedir. Sosyal Güvenlik Kurumuna 2006 yılında gayrisafi millî
hasılanın yüzde 4’ü kadar toplam bütçe transferi rakamının, 2007’de yüzde
5,3’ü, 2008’de yüzde 5,1’i olarak gerçekleşmesi beklenmektedir. Sosyal güvenlik
kurumlarının aktif-pasif dengesi 2006 yılında 2,03’e kadar düşmüştür. Bu
olumsuz yapının oluşmasında kayıt dışı istihdamın önemli bir etkisi bulunmaktadır.
Ancak, kayıt dışı istihdamın önlenmesi konusunda etkin yapısal tedbirler
alınmamıştır. Kamu personel
rejiminde istihdam, statü ve ücret karmaşası yaşanmaktadır. Personel rejimi
reformu gerçekleştirilememiş, mevcut sistem giderek daha adaletsiz, daha
dengesiz ve içinden çıkılmaz hâle getirilmiştir. 2008 bütçesinden ayrılan pay,
kamu çalışanlarına bir kere daha hayal kırıklığı yaşatmıştır. Hükûmet, çoğunun
yoksulluk sınırının altında ücret aldığı çalışanları ve emeklileri insanca
yaşayabileceği bir ücret düzeyine kavuşturamadığı gibi, bütçede öngörülen
rakamlar herhangi bir iyileştirme hedefinin olmadığını da göstermektedir. Değerli
milletvekilleri, AKP döneminde, yolsuzlukla mücadele alanında da hiçbir somut
ve köklü tedbir alınmamıştır. AKP’nin beş yıllık iktidar dönemi, Sayın
Başbakan, bakanlar, milletvekilleri, belediye başkanları, parti yöneticileri
ile bürokratlar ve iş adamlarının birlikte anıldığı birçok yolsuzluk iddiasının
gündeme geldiği yıllar olmuştur. Milletvekilliği dokunulmazlıklarının
kaldırılması konusunda verilen sözler bugüne kadar yerine getirilmemiştir.
AKP’nin teftiş kurullarını kaldırma girişiminde bulunarak, yolsuzlukla
mücadelenin en önemli araçlarından biri olan ve devletin temel fonksiyonları
arasında yer alan denetim işlevini yok etmeye kalkışması, yolsuzlukla mücadele
konusunda samimiyetsizliklerini açıkça göstermektedir. Sayın Başkan,
değerli milletvekilleri; AKP Hükûmetleri döneminde Türkiye suç ve suçlular
cenneti hâline gelmiştir. Avrupa Birliğine uyum, demokratikleşme ve hak ve
özgürlüklerin yaygınlaştırılması adına suç siyaseti, ceza ve adalet sisteminde
yapılan düzenlemelerin toplum hayatımız üzerindeki olumsuz etkileri, asayiş
durumuna ilişkin verilerle sabittir. Geçtiğimiz iki yılın değerlendirmesini
yaptığımızda, ülkenin önümüzdeki yıllarda kişi ve toplum güvenliği bakımından
ne kadar riskli ve emniyetsiz bir ülke hâline gelebileceğinin açık işaretlerini
görebilmekteyiz. Elbette, hiç suç işlemeyen bir toplum düşünülemez, ancak suç
oranları, toplumda güven ya da korku duygusunun hâkimiyeti konusunda önemli
ipuçları vermektedir. Bu rakamlar suç ve suçluların âdeta toplumu kuşattığını,
vatandaşın can, mal ve namus emniyetinin sürekli bir tehdit altında
bulunduğunu, devlet otoritesine olan inancın zedelendiğini ve sokaklarda
suçluların hâkim olduğunu göstermektedir. Sayın Başkan,
değerli milletvekilleri; dış politikada yaşananlar, bugün Türkiye'nin karşısına
karanlık bir tablo çıkarmıştır. Vizyon odaklı ve etkili bir dış politika
izlendiğini, Türkiye'nin küresel sorunların çözümüne katkıda bulunan ve
ortaklığı aranan uluslararası bir aktör hâline geldiğini iddia eden AKP’nin bu
alandaki karnesi içler acısıdır. Türkiye'nin millî çıkarlarını ve
hassasiyetlerini gözetmeyen, millî davaları Türkiye'nin sırtında bir yük olarak
gören AKP, dış politikayı “Ver, kurtul.”, “taviz” ve “teslimiyet” anlayışıyla
yürütmüştür. Dış politika,
günü ve görüntüyü kurtarmak amacıyla bir aldatma ve göz boyama aracı olarak
görülemez. Hayati konulardaki millî çıkarlarımız ucuz pazarlıkların konusu
hâline getirilmiş, bölgesel bir güç potansiyeli olan Türkiye, uluslararası
ilişkilerde etkisi ve ağırlığı olmayan marjinal bir ülke konumuna itilmiştir. Kıbrıs’ta gelinen
nokta ortadadır. Kıbrıs sorununun çözümü ve Kıbrıs Türklerinin geleceği, Rumların
etkisi ve kontrolü altındaki Avrupa Birliğine havale edilmiştir. Kıbrıs’ın
Avrupa Birliği ipoteği altına sokulmasıyla, siyasi ve hukuki sonuçları olacak
tehlikeli bir süreç başlatılmıştır. Öte yandan,
Türkiye-Avrupa Birliği ilişkileri Kıbrıs’ın rehini hâline getirilmiş, böyle bir
rehin-ipotek denklemi gölgesinde her iki konuda da kör bir çıkmaza girilmiştir.
AKP Hükûmetinin
adını “kazan-kazan” koyduğu teslimiyet anlayışı sonucu Türkiye Kıbrıs’ta zemin
kaybetmiş, Kıbrıs sorunu da sanal Avrupa Birliği sürecinde ilk kırılma ve kopma
noktası olmuştur. Türkiye'nin
Avrupa Birliği tam üyeliği nihai hedef olmaktan çıkmış, süreç, Avrupa
Birliğinin yörüngesinde kalacağı özel ilişki modeline yönlendirilmiş ve bu
bile, Kıbrıs dâhil bir dizi ön şart dayatmaya bağlanmıştır. AKP Hükûmetinin
Avrupa Birliği macerasında gelinen nokta bu olmuştur. Bu gerçekler
ortadayken, AKP Hükûmetinin hâlâ Avrupa Birliğinin dayatmalarını karşılamak
için özel bir heyecan duyması siyasi bakımdan izahı ve anlaşılması güç bir
garabet olarak karşımızdadır. Bu çerçevede, Türkiye’nin millî değerlerine
hakaret etmeyi serbest bırakmak için hazırlık yapması ve etnik bölücülüğün
önünü açacak arayışlar içinde olması Türkiye’yi çok tehlikeli bir sürecin
beklediğini göstermektedir. Sayın Başkan,
değerli milletvekilleri; AKP Hükûmetinin Irak politikası da her yönüyle bir
iflas tablosudur. Irak’taki gelişmeler Türkiye’nin iç ve dış güvenliğini, millî
birliğini ve hayati çıkarlarını çok ciddi biçimde tehdit eden vahim boyutlar
kazanmıştır. Kuzey Irak’ta
Türkiye’ye muhâsım etnik devlet yapılanmasında son aşamaya gelinmiş,
Barzani’nin himayesinde bu bölgede yuvalanan PKK’nın terör tehdidi had safhaya
ulaşmış ve Türkmen kardeşlerimizin varlığına kastetmeyi ve Kerkük’ü zorla ele
geçirmeyi amaçlayan stratejik planın son perdesi açılmıştır. Türkiye’ye her
vesileyle meydan okuyan Barzani karşısında sessiz ve tepkisiz kalan AKP
Hükûmeti inisiyatifi her alanda peşmergelere bırakmakla kalmamış, Türkiye’nin
millî güvenliğini de Barzani’ye havale etmiştir. Sayın Başkan,
değerli milletvekilleri; Türkiye’nin karşısındaki iç ve dış güvenlik tehdit ve
tehlikeleri ağırlaşarak sürmektedir. Kanlı terör tırmanmış, etnik bölücülük ve
hain tahrikler hız kazanmıştır. Millî birliğimizin ve bölünmez bütünlüğümüzün
dayandığı temelleri yıkmayı amaçlayan topyekûn bir saldırı başlatılmıştır. Tek
vatan, tek devlet, tek millet, tek bayrak ve tek dil ilkeleri sorgulanmakta ve
yıkılmak istenmektedir. Türkiye’nin millî devlet niteliği ve üniter yapısı
hedef alınmıştır. Türk milletinin bin yıllık kardeşliği tehdit altındadır.
Terörün tırmandığı bir dönemde etnik bölücüler hain emellerini siyasi yollarla
gerçekleştirme ümidiyle yeniden ortaya çıkmıştır. Böyle bir ortamda, siyasi
çözüm çağrıları yoğunluk kazanmıştır. Türkiye’nin bölünme modelleri parti
kongrelerinde ve ABD Büyükelçisinin resmî konutunda Sayın Başbakanın yakın
çevresinde yer alan AKP milletvekillerinin de katıldığı etnik davetlerde alenen
tartışılmaktadır. Sayın Başbakanın dağdaki militanları siyasi af vaadiyle
özendirerek şehirlere ve siyasete davet anlamına gelen beyanları, silahın
bırakılması için siyasi tedbirler arayışına girdiğini gösterir işaretler, etnik
bölücülerin siyasi, hukuki koruma altına alınması, herkes kabul etmelidir ki,
haklı endişeleri de davet eden vahim gelişmeler olmuştur. Etnik bölücülüğün
meşru bir faaliyet alanı hâline getirilmesi için siyasi süreçler başlatılması
işaretlerinin arttığı bir ortamda Hükûmetin terörle mücadelede hedef küçültmesi
Türk milletinde derin bir hayal kırıklığı ve infial yaratmıştır. AKP Hükûmetinin
PKK’yı Kuzey Irak’tan söküp atmak ve tasfiye etmek hedefinden vazgeçerek, fiilî
saldırıların durdurulması amacıyla sınırlı bazı tedbirlerle yetineceği artık
anlaşılmıştır. Türkiye Büyük Millet Meclisinin sınır ötesi operasyon yetkisini
vermesinden altı hafta geçtikten sonra askerî makamlarımıza siyasi direktif
verilmesi ve kış şartlarının gelmesi sınırlı bir bölgede nokta operasyonlarıyla
yetinileceğini ve PKK’yı gerçek anlamda tasfiye edecek çapta bir askerî
müdahalenin gündemde bulunmadığını ortaya koymuştur. Diplomatik ve siyasi
zeminin hazırlandığı gibi gerekçeler bu gerçekleri değiştirmeyecektir. Önümüzdeki
dönemde, silah bırakma ve siyasi süreç denkleminde Türkiye’nin karşısına hangi
tehlikelerin çıkacağı daha iyi görülecek ve anlaşılacaktır. Hükûmet Programı
üzerinde 3 Eylül 2007 günü yaptığım konuşmada, bölücü terörün siyasi gündemine
hizmet edecek zorlamaların bir kardeş kavgasına davetiye çıkarmak olacağının
artık idrak edilmesi gerektiğini dile getirmiştim. Aradan geçen üç ay içinde
cereyan eden gelişmeler bu konudaki endişelerimizi maalesef çok ciddi biçimde
artırmıştır. Bu tehlikeye karşı Hükûmeti uyarmak, bu felaket gidişatına engel
olmak, bizim için bir vatanseverlik görevi ve borcudur. Burada ateşle oynayan,
bu samimi gayretler içinde olanlar değil, pusulasız bir sürükleniş içinde
bulunan şartları hazırlayanlardır. Siyasi istismar ve rant hesapları da aynı
adreste aranmalıdır. Başta Sayın
Başbakan olmak üzere, bu konuda sorumluluğu olan herkes dürüst bir vicdan muhasebesi
yapmalı ve gelecek seçimleri değil, gelecek nesilleri düşünerek Türkiye'nin
geleceğini ateşe atacak bu yoldan bir an önce dönme basiretini
gösterebilmelidir. (MHP sıralarından alkışlar) Türkiye'nin millî birliğinin ve
kardeşliğinin sigortası olan milliyetçi hareket ve Türk milliyetçileri bu
konuda her bakımdan vicdan huzuru içindedir. Sayın Başkan,
değerli milletvekilleri; bilindiği üzere UNESCO tarafından Hazreti Mevlânâ’nın
doğumunun 800’üncü yıl dönümü olan 2007 yılı “Mevlânâ Yılı” ilan edilmiştir.
İçinde bulunduğumuz 1-17 Aralık 2007 tarihleri de “Hazreti Mevlânâ’nın 734’üncü
Vuslat Yıl Dönümü” olarak anılmaktadır. Bütün karanlıkları aydınlatan ışığı,
ulaştığı bütün gönülleri ısıtan sıcaklığı ile Hazreti Mevlânâ’nın anlayış,
düşünce ve inanç zenginliğinin, siyaset, ilim ve toplum hayatımıza yansımasını
diliyor, Hazreti Mevlânâ’yı rahmetle anıyorum. 2008 yılı
bütçesinin Türkiye’miz için hayırlı sonuçlar getirmesi temennisiyle yüce
heyetinizi en içten duygularla selamlıyor, saygılarımı ve teşekkürlerimi
sunuyorum. (MHP sıralarından ayakta alkışlar) BAŞKAN – Teşekkür
ediyorum Sayın Bahçeli. Sayın
milletvekilleri, şimdi, yapılan bu eleştirilere cevap vermek üzere, Hükûmet
adına Başbakan Sayın Recep Tayyip Erdoğan. Buyurun Sayın
Başbakan. (AK Parti sıralarından ayakta alkışlar) Süreniz altmış
dakikadır Sayın Başbakan. (DTP
milletvekilleri Genel Kurul salonunu terk etti) BAŞBAKAN RECEP
TAYYİP ERDOĞAN (İstanbul) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; 2008 Mali
Yılı Bütçe Kanunu görüşmeleri vesilesiyle değerli heyetinizi saygıyla
selamlıyorum. 2008 yılı bütçesinin, ülkemize ve milletimize hayırlı olmasını
temenni ediyorum. Türkiye’nin büyük
sancılar yaşadığı yıllarda bütçe görüşmeleri ve bütçe konuşmaları, genellikle
gerilimin tırmandığı, âdeta karamsarlık bulutlarının üzerimize çöktüğü
görüşmeler ve konuşmalar olurdu. Türkiye zaafları konuşmaktan yorulur, halkın
yönetime itimadı ve özgüveni, hemen her bütçe döneminde azalırdı. Türkiye Büyük
Millet Meclisi kürsüsü, âdeta bir arenaya dönüşürdü. Allah’a şükür ki,
Hükûmetimizle birlikte sisler dağıldı, karamsar günler geride kaldı, Türkiye
gerçek gücüne kavuştu. Türkiye’nin kaynaklarını ve imkânlarını, sağlam bir
siyasi iradeyle, ülkemize, insanımıza kazandırdık. Türkiye şimdi, zaaflarıyla
değil, ekonomisiyle, sosyal kalkınma programlarıyla, dış politikadaki
dinamizmiyle, zenginleşen imkânları ve kaynaklarıyla konuşuyor. Dolayısıyla
bütçe görüşmeleri de eski siyasetin kavga ve anlayışından ciddi manada
uzaklaştı. Türkiye artık,
başta Türkiye Büyük Millet Meclisi olmak üzere, Hükûmetiyle, kamu yönetimiyle
ve bütün kurumlarıyla birlikte, bir gelecek vizyonuna kavuştu. Siyaset de kamu
yönetimi de milletimiz de artık önünü görüyor, geleceğe tam bir güvenle
bakıyor. Yıllarca hasretini duyduğumuz demokratik güven ve istikrar, AK Parti
İktidarında, sağlam temeller üzerinde kökleşmiştir, çünkü, biz gücümüzü
demokrasiden, yani millet iradesinden alıyoruz. (AK Parti sıralarından
alkışlar) Çünkü, biz milletimizden aldığımız gücü yine milletimiz için
kullanıyoruz. Demokrasimiz güçlendikçe ekonomimiz güçleniyor, toplumumuz
güçlendikçe devletimiz güçleniyor. Milletimizle devletimiz birlikte güçlendikçe
dünyadaki itibarımız da saygınlığımız da artıyor. İnanıyorum ki, 2008 yılı
bütçesi de Türkiye'nin gücüne güç katacak, ülkemizin gelecek vizyonuna uygun
bir bütçe olacaktır. İnanıyorum ki, aşkla, heyecanla cumhuriyetimizin 100’üncü
yılına hazırladığımız Türkiye, 2008 yılını da önceki beş yıl gibi kazanç
hanesine kaydedecektir. Yeter ki yüreklerimiz bir ve beraber olsun, yeter ki
kardeşliğimiz, dayanışma ruhumuz baki olsun. Sayın Başkan,
değerli milletvekilleri; henüz sözlerimin başında iken bir hususu belirtmekte
yarar görüyorum. Bütçe müzakereleri Türkiye'nin baştan başa bütün şehirleriyle,
bütün meseleleriyle konuşulduğu bir zemindir. Bu zemini Türkiye'nin yararına en
iyi şekilde değerlendirmek için yapılacak bütün makul eleştiri ve uyarıları
dikkate alacağımızdan bütün milletvekili arkadaşlarımın emin olmalarını
istiyorum. Tabii, durum tespitlerini yapıp da çözüm önerileri getirilmedikçe
bizim de yapacak bir şeyimiz yok. Görüyorum ki, burada, sadece “vurun abalıya”
mantığıyla konuşmalar var. Çözüm? Çözüm yok. Ama, hepimiz bu milletin iyiliği
için, bu ülkenin geleceği için bir şeyler düşünüyorsak o zaman şunu söylemek
durumundayız: “Şu, şu, şu yanlıştır. Şunu yaparsanız doğrudur ve bundan Türkiye
kazanır, millet kazanır.” (AK Parti sıralarından alkışlar) Bunu yaptığınız
zaman biz de alkışlıyoruz. KEMAL
KILIÇDAROĞLU (İstanbul) – Sayın Başbakan, yüzlerce öneri getirdik, yüzlerce. BAŞBAKAN RECEP
TAYYİP ERDOĞAN (Devamla) – Ülkemiz, ciddi mali sıkıntılarla karşı karşıya
olduğu bir dönemden bugünlere geldi. 58 ve 59’uncu Hükûmet dönemlerinde
uygulamaya koyduğumuz mali disiplini esas alan politikalar sayesinde bütçenin
iki yakası bir araya gelmiştir. Ekonomi yönetimini dış politikadan, hukuk
devletini güçlendirmeyi sosyal kalkınmadan, demokrasiyi adaletten bağımsız ele
almadık. Türkiye’nin bütün dinamiklerini birlikte ele aldık, imkân ve
kaynaklarımızı Türkiye’ye kazandırdık. Elde ettiğimiz başarıda, para, maliye ve
sosyal politikalarımızın uyumlu bir şekilde yürütülmesinin büyük payı olduğu
malumunuzdur. Bu başarı, kuşkusuz, siyaset ve yönetim anlayışımızla, iş görme
biçimimizle uyumlu bir şekilde yürütülmüştür ve burada, öncelikler çok dikkatli
bir şekilde ele alınmıştır. Bütün ekonomik ve sosyal kalkınma göstergelerini
mukayeseli olarak okumaz ve yorumlamazsak nereden nereye geldiğimizi göremeyiz.
Nereden nereye geldiğimizi çok iyi bilmek durumundayız. Evet, nereden nereye
geldiğimizi unutmamalıyız ki bulunduğumuz noktada gerçekçi hedefler
belirleyelim, gelecek vizyonumuzu da açıkça toplumun önüne koyalım. Türkiye, daha
dün, ağır krizlerle boğuşan bir umutsuzluklar ülkesiydi. Diyorlar ki: “Niye
böyle diyorsunuz? Hep kriz edebiyatı yapıyorsunuz.” Ee, kriz vardı ülkede. Biz
demiyoruz; bu ülkede, milletimiz bir krizin içinde olduğunu ifade ediyordu,
bütün gazetelerde manşetler, sürmanşetler o kriz dönemini haykırarak yaşadılar,
söylediler ve bunları hep birlikte yaşadık. Bunu inkâr mı edelim? Bunlar bir
vakıa idi. Ben de o dönemin rakamlarını veriyorum, o dönemin rakamlarını
verdiğim zaman bakıyorum ki bazı çevreler rahatsız oluyor. Ee, niye rahatsız
oluyoruz? Vermeyelim mi bu rakamları? İşte ortada gerçek: Buyurun, Türkiye’nin
millî geliri 180-181 milyar dolardı, e şimdi 489 milyar dolara doğru gidiyoruz.
(AK Parti sıralarından alkışlar) Şimdi, bu rakamı söylediğimiz zaman hemen
bahaneler uydurulmaya başlanıyor. Ne deniyor? “Efendim, kur.” diyor. E, neden?
“Efendim, işte, TL değerlendi.” Buna benzer, böyle, hiç ekonomide yeri olmayan
garip garip şeyler… E tam aksi olsaydı o zaman ne diyecektiniz? Battınız diyecektiniz,
bittiniz diyecektiniz. Göreve geldik,
Merkez Bankası döviz rezervi 27 milyar dolardı. E şimdi 70 milyar doları aştı.
E ne diyeceğiz? Söylemeyelim mi bunu? (AK Parti sıralarından alkışlar)
“Efendim, işte, kurdan kaynaklanıyor…” E kardeşim, yani, o oldu öyle, bu oldu
böyle, havada karga var, başka bir şey yok… (AK Parti sıralarından alkışlar)
Yani, burada, lütfen, biraz gerçekçi olun. Bu gerçekleri inkâr etmeyelim. Hele
hele Türk lirasının değerlenmesinden rahatsızlık duyanlara baktığım zaman, ben
taaccüp ediyorum. Biz, Türk lirasını değerlendirme kanununu on yıllarca önce
çıkarmadık mı? Bu millet onu çıkarmadı mı, bu Parlamento çıkarmadı mı? Çıkardı.
Ee, paramız değer kaybına uğradığı zaman “Türk lirası delik deşik oldu.”
demiyor muyduk? E şimdi, o zaman o milliyetçiliği konuşan kardeşlerim, şimdi,
acaba, Türk lirası değer kazanıyor diye niye rahatsız oluyorlar? Ben bunu da
anlamakta zorlanıyorum. (AK Parti sıralarından alkışlar) Göreve geldik,
Türkiye'de herkes maaşını alıyor -anlattığım uzun zaman değil, 2002- doğru
döviz bürosuna gidiyor, oradan dövize çeviriyor. Dövize çevirdikten sonra, ay
boyu dolarla yaşam vardı. CANAN ARITMAN
(İzmir) – Hemen borç ödemeye gidiyor vatandaş, döviz möviz alamıyor. BAŞBAKAN RECEP
TAYYİP ERDOĞAN (Devamla) – Böyleydi. CANAN ARITMAN
(İzmir) – Bakkala bile borç ödüyor. BAŞKAN – Sayın
Arıtman… BAŞBAKAN RECEP
TAYYİP ERDOĞAN (Devamla) – Ama şimdi, hamdolsun, kimsenin böyle, döviz bürosu
arama ihtiyacı yok. Çünkü döviz büroları kapanmaya başladı. Artık cebinde yeni
Türk lirası var. (AK Parti sıralarından alkışlar) Önümüzdeki yılbaşından
itibaren de artık YTL olmayacak, TL olacak. (AK Parti sıralarından alkışlar)
Buraya geçiyoruz. Ve diyorum ki, lütfen geçmişten ders alınız. Eğer geçmişten
ders alamazsak, o zaman geleceği kazanamayız. Türkiye, bir
felaketin eşiğindeydi. Bunu görmemezlikten gelemeyiz. Siyaset umut olmaktan
çıkmıştı. Alınan mesafe gayet önemli, çok çok büyüktür ve Türkiye on yıllar
içinde yapamadığını, hamdolsun, beş yıl içinde yapmıştır. Bunu, zaten 22
Temmuzda ortaya koymuştur. 22 Temmuzda millet, –kusura bakmayın- öyle evirip
çevirip milletin karşısına geleceksin, millet, ondan sonra sana yüzde 47 oy
verecek, yok böyle bir şey; eğer verdiyse, bundan dolayı verdi. Gerçeği yaşıyor
çünkü, hayatı yaşayan o ve bundan dolayı da bu neticeler alınmıştır. İlk göreve
geldiğimizde, Türkiye’yi eğitim, sağlık, adalet ve emniyet olmak üzere dört
temel taş üzerinde yükselteceğiz dedik. Çünkü bu dört temel taş yeterince
sağlam olmazsa, millî gelirinizi dünyanın en üst seviyesine bile taşısanız
mutlu bir toplum yapısı inşa edemezsiniz. Bakınız, değerli
milletvekilleri, 1971 yılından itibaren, ilk kez, 2004 yılında tek haneye
indirilmiş bir enflasyon var ve kalıcı bir fiyat istikrarının sağlanması
yönünde çok önemli mesafeler kaydedildi. 2007 yılı Kasım ayı itibarıyla, evet,
TÜFE yıllık artış hızı yüzde 8,4 olarak gerçekleşmiştir. Hedefimizi aşmıştır,
doğrudur ve burada bir başarısızlığımız var, bunu aynen kabul ediyorum.
Enflasyonun düşüşüyle büyümenin eş zamanlı olarak gerçekleşmesi dünyada eşine
az rastlanır bir başarı aslında. Son beş yılda makroekonomik göstergelerde
sağladığımız hızlı iyileşme, sürdürülebilir büyüme ortamını da beraberinde
getirmiştir. 2003-2006 döneminde gayrisafi millî hasıla, yıllık ortalama olarak
7,3 oranında artış kaydetmiştir. Böylece ekonomimiz, ciddi manada büyümesini
kesintisiz olarak sürdürmüştür. Şu anda yine 5,2’de, ki büyük ihtimalle
büyümeyi 5’le kapayacağız. Hedefimiz zaten neydi? Bu idi. Yine, büyüme oranını
bu yıl itibarıyla tutturacağız. Burada bir
gerçeği özellikle vurgulamak istiyorum, o da şu: Değerli arkadaşlarım, tabii,
sürekli IMF’ye vuruluyor, vurulabilir. Herkes istediğini konuşmakta, söylemekte
haklıdır. Hatta, bugün, burada bizden IMF’den çekilme ifadelerini bekleyenler
de olabilir. Değerli
arkadaşlar, bizim böyle bir niyetimiz yok. Çünkü, biz, IMF’ye borçlanırken
yüzde kaçla borçlanıyoruz, buna bakarız. Çünkü, başarıda insan yönetimi ne
kadar önemliyse, para yönetimi de o denli, bilgi yönetimi de o denli önemlidir
ve burada IMF’den bu kadar ucuz imkânlarla para alınıyorsa bundan ayrılmanın da
gereği yok. Peki durum nedir? Biz göreve geldiğimizde, bizden önceki Hükûmetten
devraldığımız, IMF’ye olan borç 23,5 milyar dolardı, şimdi 7,2 milyar dolardır.
(AK Parti sıralarından alkışlar) Değerli
arkadaşlarım, bunu söylemeyeyim mi? (CHP sıralarından gürültüler) Buyurun, yani,
biz hem birlikte çalışıyoruz ama öbür tarafta da… Bakın devraldığımız borçları
orada da yine eritiyoruz. Merkez Bankamız öbür tarafta rezervini daha güçlü
hâle getiriyor. Eğer Merkez Bankasının rezervi o noktaya gelmemiş olsaydı,
hazine bu denli güçlü olmamış olsaydı, geçen yıl mayıs-haziran krizi Türkiye’yi
de daha korkunç bir şekilde vurabilirdi. Eğer vuramadıysa, bu, güçlü bir zemine
sahip olduğumuzdan kaynaklanmaktadır. Bunu lütfen görelim. ESFENDER KORKMAZ
(İstanbul) – Faizler 4,5 puan arttı, vurdu. BAŞBAKAN RECEP
TAYYİP ERDOĞAN (Devamla) - Şimdi, değerli arkadaşlar, biz faizi bizden önceki
yönetimden 63,4’te aldık. 63,4’te aldığımız faizi biz ta 13’lere kadar düşürdük.
Dediğiniz o krizde 4-5 puan arttı, 6 puan arttı, şimdi 16 puan oldu, düşüyor. ESFENDER KORKMAZ
(İstanbul) – Reel faize bakacaksınız. BAŞBAKAN RECEP
TAYYİP ERDOĞAN (Devamla) – Reel faiz şu anda kaç? Liderinizin Başbakan
Yardımcısı olduğu dönemde bu ülkede reel faizin kaç olduğunu bir de liderinize
sorun. (AK Parti sıralarından alkışlar) NURETTİN CANİKLİ
(Giresun) – Yüzde 35… BAŞBAKAN RECEP
TAYYİP ERDOĞAN (Devamla) – 95-96 yıllarında Başbakan Yardımcılığı yaptı, süresi
gerçi azdır, bir altı aylık süreydi, ama, lütfen o dönemi bir sorun bakalım. O
zaman reel faiz kaçtı? Bir sorun da onu da bir görün. (CHP sıralarından
gürültüler) NURETTİN CANİKLİ
(Giresun) – 35. MUSTAFA ÖZYÜREK
(İstanbul) – O zaman eksiydi. BAŞKAN – Lütfen…
Lütfen arkadaşlar… BAŞBAKAN RECEP
TAYYİP ERDOĞAN (Devamla) – Bakınız, 8,4 şu anda enflasyon, ki ben basit bir
hesaplama yapıyorum, faiz nominal olarak 16, bu demektir ki 10’un altına reel
faiz düşmüştür. ABDULLAH ÖZER
(Bursa) – Enflasyonun kaç katı? O zaman kaç katıydı? BAŞBAKAN RECEP
TAYYİP ERDOĞAN (Devamla) – Tamam, ben, size gayet basit bir hesap yapıyorum
böyle hemen, anında bir hesap, bu hesaba bakın, reel faiz nereye düşmüş, bunu
da lütfen hocalarınıza sorun da öğretsinler size. (AK Parti sıralarından
alkışlar, CHP sıralarından gürültüler) Tarımdaki yüksek
oranlı bu büyüme döneminde istihdamda da yapısal bir dönüşüm sürecine
girilmiştir. Tarımdaki bu yapısal dönüşüm, ülkemizin bugünü ve yarını açısından
hayati derecede önem arz ediyor. Tarım sektörünün toplam istihdamdaki payı 2002
yılında yüzde 34,9 iken, 2006 yılında yüzde 27,3’e gerilemiştir. Tarım dışı
istihdam aynı dönemde 2 milyon 346 bin kişi artmıştır. 2003-2006 yılları
arasında tarım dışı sektörlerde Avrupa Birliğinin 25 ülkesi içinde İspanya’dan
sonra en fazla istihdam oluşturan ülke Türkiye olmuştur. Dış ticaret
hacmimiz 2002 yılında 87,6 milyar dolar iken, 2006 yılı sonunda 225 milyar
dolara yükselmiştir. Son bir aya girdiğimiz 2007 yılının bitiminde ise dış
ticaret hacminin 270 milyar doları aşması beklenmektedir. Böylece, Türkiye,
dünyada en fazla ticaret yapan ilk 20 ülke arasına girmeyi başarmıştır. (AK
Parti sıralarından alkışlar) MUSTAFA ÖZYÜREK
(İstanbul) – İthalat yaparak… BAŞBAKAN RECEP
TAYYİP ERDOĞAN (Devamla) – Yine, bu yılın sonunda ihracatımızın hedeflerimizin
üzerinde bir başarıyla yaklaşık 106 milyar dolara ulaşmasını öngörüyoruz. 2002
yılı sonunda Türkiye’nin toplam ihracatı sadece 36 milyar dolarken, bugün 106
milyar dolar seviyesine geliyor. Yani, yetmiş dokuz senede 36 milyar dolar ve
şurada, beş senede biz bunun üzerine 70 milyar dolar koymuşuz. Nereden nereye?
(AK Parti sıralarından alkışlar) İthalatın 166
milyar dolara ulaşmasını tahmin ediyoruz. Bununla birlikte, aynı süreçte cari
açıkta artış eğilimi gözlenmektedir. İthalatta hızlı yükselmenin önemli bir
nedeni, şüphesiz ki, başta ham petrol olmak üzere, enerji fiyatlarındaki
artıştır, bunu da lütfen görün. Göreve geldiğimizde petrolün varili 23,4
dolardı ama şimdi 95 doları aştı ve bu, şüphesiz ki, bizim bu noktadaki
borçlanmamızı da ciddi manada artıran etken, çünkü biz, ham petrol olsun, doğal
gaz olsun, bu noktada buraya bağlıyız ve cari açığın temel nedenleri olarak,
ekonomide sağlanan güven ve istikrar sonucu yeni Türk lirasının değerlenmesinin
yanı sıra, hızlı büyümeyle birlikte artan ithalat, uluslararası ham madde,
enerji ve metal fiyatlarında kaydedilen yüksek oranlı artışlar sayılabilir. Bakınız, 2002
yılında ham petrolün varil fiyatı sadece -az önce söylediğim rakamlar- bu iken,
örneğin, 2006 yılı sonunda 32,9 milyar dolara yükselen cari açıktan enerji
fiyatlarının etkisi çıkarıldığında, söz konusu açık 19,2 milyar dolara
gerilemekte, bunun millî gelire oranıysa yüzde 4,8’e inmektedir. Cari açık, geçmiş
yıllarda görüldüğü gibi, devletin borçlanmasıyla değil, büyük bir kısmı özel
sektör kaynaklı sermaye hareketleriyle finanse edilmektedir. Cari açığın
finansmanı, artan ölçüde doğrudan yabancı sermaye yatırımları ve uzun vadeli
borçlanma kalemleriyle gerçekleştirilmiştir. Böylece cari açığın finansmanında
sağlam ve kalıcı kaynakların payı hızla artmıştır. 2003 yılından itibaren
ekonomide sağlanan istikrar ve güven ortamı sayesinde doğrudan küresel sermaye
yatırımlarında önemli miktarda artış kaydedilmiştir. 1953 yılından AK Parti
Hükûmetine kadar fiilî doğrudan küresel sermayenin ülkemize girişi yılda 1
milyar dolar seviyelerini hiç aşmamıştır. Oysa bizim iktidarımızda doğrudan
küresel yatırım miktarı 2003-2006 döneminde 34,6 milyar dolara ulaşmıştır ve bu
yıl da beklentimiz, 20 milyar doların üzerinde olacağıdır. Ülkelerin yatırım
ortamlarının iş yapma kolaylığına göre kıyaslandığı Dünya Bankasının son
raporuna göre, Türkiye geçen seneye göre -az önce burada bazı şeyler söylendi
de onu düzeltelim diyorum- 34 basamak birden yükselmiştir, Türkiye 91’inci
sıradan 57’nci sıraya gelmiştir ki bu da yatırım ortamını ne derece
iyileştirdiğimizi ortaya koymaktadır. Türkiye artık bir fırsatlar ülkesidir.
Türkiye’de istikrar vardır, Türkiye’de güven vardır. Değerli
milletvekilleri, son yıllarda ekonomimizde mali disipline titizlikle uyulduğu
için kamu kesimi açıkları sorunu önemli ölçüde kalkmıştır. Bildiğiniz gibi,
2002 yılında iktidara geldiğimizde, bütçe açığı 40 milyar yeni Türk lirası ve
bu açığın gayrisafi millî hasılaya oranı yüzde 14,6 idi. 2003 yılından itibaren
uygulamaya koyduğumuz yapısal reformlar ve taviz vermeden uyguladığımız maliye
politikaları neticesinde istikrarı sağladık. 2006 yılında bütçe açığında rekor
bir düşüşle 4,6 milyar yeni Türk lirası seviyesine kadar indik. Dikkatinizi
çekmek isterim, bu açık tutarının gayrisafi millî hasılaya oranı sadece binde
8’dir. Aradaki fark son derece çarpıcıdır. Bu iyileşme performansıyla Türkiye,
bütçe açıklarının azaltılması bakımından örnek gösterilen bir ülke hâline
gelmiştir. Bu tabloyu, ülkemiz adına, ekonomimiz adına çok önemli, çok değerli
bir kazanç olarak görüyorum. Bildiğiniz gibi,
Avrupa Birliği, ekonomik istikrarın ve mali performansın bir göstergesi olarak
Maastricht kriterlerini ortaya koymuştur. Bu kriterlerden birisi de ülkelerin
ekonomilerinde bütçe açıklarının gayrisafi millî hasılaya oranının yüzde 3’ün
altında olmasıdır. Türkiye, 2005 ve 2006 yıllarında bütçe açığı bakımından bu
kriteri karşılamıştır. Görünen o ki, Türkiye, 2007 yılında ve 2008-2010 bütçe
döneminde de bu kriteri karşılamaya devam edecektir. Yani Türkiye, 2005
yılından 2010 yılına kadar Maastricht Kriterini sürekli bir şekilde karşılayan,
karşılayabilecek olan bir konuma gelmiştir. Değerli
arkadaşlar, bunun adı “istikrar”dır bunun adı “mali disiplin”dir. Bunun anlamı,
Türkiye’nin, sırtındaki ağırlıklardan her geçen gün biraz daha fazla kurtuluyor
olmasıdır. Bunun için bizim bu süreçte bir şeye ısrarla ihtiyacımız var:
Demokratik istikrar. Eğer istikrarımızı korur, mali disiplinden ödün vermeden
çalışmaya devam edersek, tabiatı icabı ekonomimiz daha da güçlenecektir. Biz
Hükûmet olarak bu gerçeğin farkındayız. Ciddiyetle, kararlılıkla, cesaretle ve
ilk günkü heyecanımızla yola devam ediyoruz. Bu yolun, bu istikametin
Türkiye’yi aydınlığa götürecek yol ve istikamet olduğuna da samimiyetle
inanıyoruz. Sayın Başkan,
değerli milletvekilleri; bütçe performansında elde ettiğimiz bu başarının,
geçen zaman zarfında, ekonomimizde çok yönlü başka iyileşmelere zemin
hazırladığını da memnuniyetle müşahede ediyoruz. Bakınız, burada,
kamu kesimi borçlanma gereğinin hesaplanmaya başlandığı 1975 yılından 2004
yılına kadar geçen otuz yıllık dönemde kamu kesimi sürekli borçlanma ihtiyacı
içerisinde olmuştur. Lütfen bunu görelim. Hep bu dönemi yaşamış olan
siyasetçiler var burada. 2003 yılından itibaren bütçe açıklarının azalmasına
bağlı olarak kamu kesimi borçlanma ihtiyacının ortadan kalkması sonucu kamu
kesimi borç yükü azalma eğilimine girmiştir. Konuyu rakamlarla ifade edersek
değişim ve nereden nereye geldiğimiz çok daha çarpıcı biçimde ortaya
çıkacaktır. 2002 yılında kamu kesimi borçlanma gereğinin –bunun hesabı da böyle
yapılır, onu da açık söyleyeyim- gayrisafi millî hasılaya oranı yüzde 12,73 olarak
gerçekleşmiş, başka bir deyişle, 2002’de kamu kesiminin borçlanma ihtiyacı 35
milyar yeni Türk lirası. Arkadaşlar, bunu iyi tespit edin. 2006 yılına
geldiğimizde kamu kesimi borçlanma gereğinin gayrisafi millî hasılaya oranının
yüzde -2,7 seviyesine indiğini görüyoruz. Yani, 2006’da kamu kesiminin
borçlanma ihtiyacı oluşmadığı gibi, 14 milyar 950 milyon yeni Türk lirası da
fazla verdiği anlaşılıyor. Bunu ortaya koymamız lazım. (AK Parti sıralarından
alkışlar) Hükûmetimizin
maliye politikasında elde ettiği başarının en açık göstergesi işte bu tablodur.
Bu olumlu gidişat 2007 yılında da devam etmiş, önümüzdeki dönemde de evvel
Allah devam edecektir. Bu da elde edilen başarının sürekliliğini,
kazanımlarımızın kalıcılığını ispat ediyor. Sayın Başkan,
değerli milletvekilleri; kamu kesimi borçlanma gereğinin azalması ve hatta
ortadan kalkması, kamu kesiminin net borç yükünde de kayda değer bir azalma
yaşanmasına vesile olmuştur. Nitekim 2002 yılında kamu net borç stokunun
gayrisafi millî hasılaya oranı –bu da çok önemli- yüzde 78,4 iken, 2006 yılında
bu oran yüzde 45’e inmiştir. 2007 yılı sonunda ise –şimdi size yeni bir müjde
veriyorum, bu rekordur- yüzde 40’ın altına ineceğini tahmin ediyoruz. (AK Parti
sıralarından alkışlar) Şimdi, samimiyetle bir şey söylüyorum: Yani, ekonomiden
zerre kadar, hakikaten, nasibimizi almışsak, borç miktarlarına göre mi bunun
hesabı yapılır yoksa gayrisafi millî hasılaya oranıyla mı bu iş tespit edilir?
Eğer, olayı gerçekten objektif bakan kişilerle görüşün, bilim adamlarıyla görüşün
size söyleyecekleri şey şudur: Gayrisafi millî hasılaya borç hangi orandaysa,
bunda artış mı var, eksilme mi var, buna göre ölçülür. Ve işte, biz, yüzde
78,4’ten aldık ve şimdi 40’ın altına iniyoruz. Hesap budur. Bu hesabı
şaşırtmayalım. Güçlü devlet olursunuz, borcunuz çok olur, ama hiç önemi yok.
Buyurun, işte, bugün Amerika’nın borç miktarına bakın, Japonya’nın borç
miktarına bakın, Almanya’nın, İtalya’nın borç miktarlarına bakın. Eğer
buradaki, şu kürsüdeki yaklaşım anlayışıyla, mantığıyla değerlendirirsek o
ülkelerin batması lazım. Türkiye güçleniyor, Türkiye güçleniyor. (AK Parti
sıralarından alkışlar) Onun için, o borç miktarları bizi o kadar fazla alakadar
etmiyor. Niye? Öbür tarafta benim millî gelirim 180’den 489’a çıkmış. E bunu
göreceksin. Yani, yetmiş dokuz senede bu ülkenin millî geliri 181 milyar dolar
olacak, beş senede biz bunun üzerine, geleceğiz, 308 milyar dolar koyacağız. HARUN ÖZTÜRK
(İzmir) – Orman köylüsü 400 dolar aldı! BAŞBAKAN RECEP
TAYYİP ERDOĞAN (Devamla) – Bunu bir kenara koymayalım, atmayalım bunu başka
kenara. Bunları görelim. Bunları gördüğümüz nispette hep birlikte, ülkemizi,
inanıyorum, çok daha farklı yere taşırız. Değerli
arkadaşlar, bu anlattıklarım aynı zamanda Avrupa Birliği kriterleridir, Avrupa
standartlarıdır. Türkiye’nin ekonomik standartlarının nereden nereye geldiğini
anlamak açısından önemli, çarpıcı sonuçlardır. Sayın Başkan,
değerli milletvekilleri; AK Parti hükûmetleri döneminde faiz giderlerinin
gayrisafi millî hasılaya oranına baktığımızda aynı pozitif tabloyu orada da
görüyoruz. Bakınız, 2002
yılında yüzde 18,8 olan bu oran, o günden bu yana sürekli olarak bir azalma
eğilimi göstermiştir. İnşallah, 2007 yılı sonunda yüzde 7,6 seviyesine kadar
ineceğini tahmin ediyoruz. Bu neticeler Türkiye’yi rahatlatan, daha da
rahatlatacak olan kazanımlardır. Bakınız, şu
noktaya özellikle dikkatinizi çekiyorum: 2002 yılında Türk ekonomisi vergi
gelirlerinin yüzde 84’ünü sadece faiz giderlerini ödemek için kullanıyordu.
Yüzde 84, yanlış anlamadınız. Bir ülkenin vergi gelirlerinin yüzde 84’ünün faiz
giderlerini ödemesi nasıl bir felakettir, düşünebiliyor musunuz? Daha kısa
zamanda bunu yaşadık. Bırakın yatırım yapmayı, bırakın ihtiyaçları karşılamayı,
2002 yılında olduğu gibi çalışanınızın, memurunuzun maaşını bile ödemekte
zorlanır hâle düşersiniz. Bu acı tablonun, bu hakkaniyetsiz yönetim
anlayışının, ne kadar işsizlik, ne kadar yoksulluk, ne kadar adaletsizlik
ürettiğini acaba hangi ekonomist hesap edebilir ve açıkça önümüze koyabilir?
Türkiye bu ağır faturaları yıllarca ödedi, bu ülkenin fedakâr insanlarına bu
sıkıntılar yıllarca, maalesef, reva görüldü. Çok açık söylüyorum: Artık, bu
millet, o iş bilmez, o beceriksiz yönetimlerin faturasını ödemeyecek. Bu dönem
bitmiştir. (AK Parti sıralarından alkışlar) İstikrar ve güveni gördüğünde,
millete hizmet edenleri gördüğünde de vefakâr milletimiz bu siyasi iradeye
zaten dört elle sarılmıştır, ben inanıyorum ki benim milletim bundan sonra da
sarılmaya devam edecektir. (AK Parti sıralarından alkışlar) Bizim için
aslolan milletimizin refahıdır, mutluluğudur ve vergi gelirleri bu noktada çok
önemli. 2002 yılının sonunda toplanan vergilerin yüzde 84’ü faize giderken,
biz, 2006 yılında bu oranı yüzde 33 seviyelerine kadar indirmeyi başardık.
Aradaki fark bu kadar önemli. Değerli
kardeşlerim, bize sıkça sorulan bir soru var: Kaynağınız nedir? Bir kez daha
tekrarlıyorum: Kaynak Türkiye’dir. (AK Parti sıralarından alkışlar) İlk
bütçemizi hazırlarken bu iddiayı ortaya koyduk, bugün alnımızın akıyla bu
iddiamızı ispatlamış bulunuyoruz. Yeter ki bu kaynaklar çarçur edilmesin, boşa
harcanmasın. Yeter ki hak ve adalet kriterleri, hakkaniyet ölçüsü çiğnenmesin. Sayın Başkan,
değerli milletvekilleri; Türkiye’nin özlemlerine kavuşması için bu ülkenin imkânlarını
ve kaynaklarını birlikte düşünmek ve bu noktada gerekli adımları atmak
zorundayız. Keza, Türkiye’de devlet ile toplumu mutlaka ama mutlaka beraberce
düşünmek zorundayız. Bunu yapmazsak, Türkiye’nin iki yakasını bir araya
getirmeyen o eski popülist politikalara geri dönmüş oluruz. Son günlerde
çeşitli tartışmalara konu olan kamu personelinin ücret ve maaşları ortada. Buna
da şöyle kısaca bir değinmek istiyorum. Biz, değer üreten, emek veren, alın
teri döken herkesin hak ettiğini almasını istiyoruz ve geldiğimizden beri bir
şey söyledik, o da şuydu: “Biz, enflasyona memurumuzu, işçimizi,
Bağ-Kur’lumuzu, emeklimizi ezdirmeyeceğiz.” ve ezdirtmedik. (AK Parti
sıralarından alkışlar) Kimse kalkıp da
bunu ispat edemez. Biz, geldiğimizin ilk döneminde ciddi bir ayarlama yaptık ve
o ayarlamayı yaptıktan sonra da artık enflasyonun üstünde bir oranda zam yapmak
suretiyle de süreci çalıştırıyoruz. ALGAN HACALOĞLU
(İstanbul) – Refah payı ne oldu? BAŞBAKAN RECEP
TAYYİP ERDOĞAN (Devamla) – Bu çerçevede, 2002 yılı Aralık ayında -lütfen şimdi
vereceğim oranlara dikkat edin, neler yaptığımızı görürsünüz- en düşük devlet
memuru maaşı 392 yeni Türk lirasıydı, 2007 yılı Aralık ayında bu rakam 843 yeni
Türk lirası olmuştur. Başka bir deyişle, en düşük devlet memuru maaşı bu dönem
zarfında yüzde 115 oranında artış göstermiştir. ÇETİN SOYSAL
(İstanbul) – Millî gelirdeki payı ne? GÖKHAN DURGUN
(Hatay) – Açlık sınırı. BAŞBAKAN RECEP
TAYYİP ERDOĞAN (Devamla) – Maaşlar enflasyonla orantılı olarak artsaydı bugün
en düşük memur maaşının 631 yeni Türk lirası olması gerekirdi. Aynı dönemde
gerçekleşen enflasyon oranı dikkate alındığında memurlarımıza yapmış olduğumuz
maaş artışlarının enflasyonun çok üzerinde olduğu ortadadır. 2008 yılında kamu
personelimize verilecek zam oranı yine aynı mantıkla, düşük maaş ve ücret alana
daha yüksek artış yapılacak şekilde belirlenmiştir. Bu çerçevede, 2008 yılı
Ocak ayında en düşük devlet memur maaşı 887 yeni Türk lirasına, Temmuz ayında
ise 925 yeni Türk lirasına yükselecektir. Buna göre, 2008 yılında en düşük
memur maaşı yüzde 10,5, ortalama memur maaşı ise yüzde 7,6 ve en yüksek memur
maaşı ise yüzde 4,1 oranında artmış olacaktır. Görüldüğü gibi,
AK Parti hükûmetlerinin iktidarda olduğu 2002 yıl sonundan bu yana kamu
personelinin alım gücünün enflasyona karşı ezdirilmemesi sağlanmıştır. Sayın Başkan, değerli
milletvekilleri; bizim tüm icraatlarımızda en önemli referans noktamız, bu
icraatların milletimize, milletimizin sofrasına, milletimizin günlük hayatına
nasıl yansıdığıdır. Eğer çiftçimizin bugünü dünden daha iyi değilse, eğer
çalışanlarımızın şartları düne göre iyileşmemişse, eğer ihracat, enflasyon,
büyüme, sokağa, çarşıya, pazara yansımamışsa biz kendimizi asla başarılı
saymayız. Bakın, eline
mikrofonu alan, konuşacak bir kürsü bulan “işçi eziliyor, memur eziliyor”
edebiyatı yapıyor. Ben somut rakamlarla konuştum, somut rakamlarla da konuşmaya
devam ediyorum. İşte, basit bir örnek: 2003 yılı ile 2007 Eylül dönemi arasında
toplam enflasyon yüzde 59,3 olarak gerçekleşmiştir. Yüzde 59,3 oranındaki
toplam enflasyona karşın ücretler aynı dönemde ne kadar artmıştır? Ortalama
memur maaşı 578 yeni Türk lirasından 1.090 yeni Türk lirasına yükselmiş, yüzde
88,7 oranında artmıştır, yani reel olarak yüzde 18,5 artış olmuştur. En düşük memur
maaşı 392 yeni Türk lirasından 843 yeni Türk lirasına çıkmış, yüzde 115
oranında artmış, reel olarak yüzde 35,1. Net asgari ücret
184 lira iken bugün 419. Şimdi görüşmeler yapılıyor, daha da artacak. Nominal
artış oranı yüzde 127,5, reel artış oranı yüzde 42,8’dir. Geldiğimiz noktalar
ortada, rakamlar konuşuyor. (AK Parti sıralarından alkışlar) En düşük SSK emekli aylığı yüzde 113 oranında
artmıştır, reel olarak yüzde 33,8. Tarım Bağ-Kur
emekli aylığı yüzde 334,2 oranında artmıştır, reel olarak yüzde 172,6’dır. Biz
tarım Bağ-Kur’lusunu da unutmuş değiliz, o da burada. Memur emekli
aylığı ise yine aynı dönemde nominal olarak yüzde 90,3, reel olarak yüzde 19,5
oranında artmıştır. Altmış beş yaş
aylığı ise bu dönemde yüzde 228,6 oranında artmıştır, reel olarak bu yüzde
106,3’e tekabül etmektedir. MUSTAFA ÖZYÜREK
(İstanbul) – Kaç liraya çıktı Sayın Başbakan? BAŞBAKAN RECEP
TAYYİP ERDOĞAN (Devamla) – Hesabını sen yap, ben oranını verdim. MUSTAFA ÖZYÜREK
(İstanbul) – Kaç liraya çıktı? BAŞBAKAN RECEP
TAYYİP ERDOĞAN (Devamla) – Elbette, sözünü ettiğimiz bütün bu rakamlar
gönlümüzden geçen rakamlar değildir, daha iyisini istiyoruz, daha idealini
istiyoruz. Ama bütün bunlar ülkemizin büyümesiyle orantılı olarak halkımıza da
yansıyacaktır, bundan da kimsenin endişesi olmasın. Bu bir güven
meselesidir. Halkımızın zaten bu güveni olmamış olsa… 22 Temmuzda kime fatura
keseceğini gayet iyi bildi. Yani, bunlardan hiç rahatsız olmayalım. (AK Parti
sıralarından alkışlar) Çünkü, bizi vatandaşlarımız iyi biliyor, biz de
vatandaşımızı iyi biliyoruz; bizi iyi anlıyor, biz de onları iyi anlıyoruz.
Onlar, attığımız her adımın muhasebesini hem masada hem vicdanlarımızda
yaptığımızın çok iyi farkındalar. Türkiye sıkıntılarını önemli ölçüde üstünden
atıyor. Önümüz, evvel Allah, çok daha aydınlık, çok daha parlaktır. Bunun da
müjdesini buradan özellikle veriyorum. Sayın Başkan,
değerli milletvekilleri; 2008 yılı merkezî yönetim bütçesi, AK Parti
Hükûmetlerinin hazırladığı diğer bütçeler gibi sosyal yönü güçlü bir bütçedir.
Sizlere bu konuda da birkaç örnek vermek istiyorum. Özürlülerin
eğitim ve bakımı için, 2008 yılı bütçesine aynı amaçlar için 696 milyon yeni
Türk lirası ödenek öngörülmüştür. Kimsesiz çocukların yuvalar ve yurtlarda
bakımı için öngörülen ödenek tutarı 294 milyon yeni Türk lirasına
yükseltilmiştir. 2008 yılı bütçesinde çocuklarına bakamayan ailelere ayni,
nakdî yardım olarak 51 milyon yeni Türk lirası, yaşlıların SHÇEK’de bakımı için
ise 95 milyon yeni Türk lirası ödenek konulmuştur. 2008 yılında 232 milyon yeni
Türk lirası tutarında ücretsiz kömür yardımı yapılacaktır. (CHP sıralarından gürültüler) ÇETİN SOYSAL
(İstanbul) – Aman ne kadar güzel! BAŞBAKAN RECEP
TAYYİP ERDOĞAN (Devamla) – Beraber yaparız beraber. Siz de adamlarınızı
görevlendirin, beraber yaparız. HÜSEYİN ÜNSAL
(Amasya) – Borcunuzu ödeyin, borcunuzu! BAŞBAKAN RECEP
TAYYİP ERDOĞAN (Devamla) – 2008 yılında, vali beylere, kaymakam beylere şöyle
müracaat ederseniz, nereye dağıtılacağını, hangi adrese gideceğini size takdim
ederler, hiç merak etmeyin. K. KEMAL ANADOL
(İzmir) – Biliyoruz, gördük! BAŞBAKAN RECEP
TAYYİP ERDOĞAN (Devamla) – 2008 yılında ilkokul ve liselerde… CANAN ARITMAN
(İzmir) – Okullara gönderin okullara. BAŞKAN – Lütfen… BAŞBAKAN RECEP
TAYYİP ERDOĞAN (Devamla) – …ücretsiz kitap yardımı için toplam 290 milyon yeni
Türk lirası, taşımalı ilköğretim yemek bedeli olarak ise 167 milyon ödenek öngörülmüştür.
CANAN ARITMAN
(İzmir) - Okullara kömür gönderin, okullarda sobalar yanmıyor kömürsüzlükten. BAŞBAKAN RECEP
TAYYİP ERDOĞAN (Devamla) – Değerli arkadaşlarım, dürüst olalım, samimi olalım. BAŞKAN – Sayın
Arıtman… Sayın Arıtman… BAŞBAKAN RECEP
TAYYİP ERDOĞAN (Devamla) – Bakınız, eğer buralarda valilerimiz,
kaymakamlarımız, sizin bu peşin hükümlü, ön yargılı yaklaşımlarınızda olmuş
olsaydı, evet, bu millet bizi bu noktada görmezdi, bu noktada görmezdi. (AK
Parti sıralarından alkışlar) Zira, bu Hükûmet sosyal kurumlarını hayata
geçirmiştir, onlara işlerlik kazandırmıştır ve valilerimiz, kaymakamlarımız,
bütün sosyal yardımlaşma kurumlarımız el ele vermek suretiyle kenarda köşede ne
var arayıp bulmuşlardır ve bu süreç böyle çalışmıştır. K. KEMAL ANADOL
(İzmir) – Onu ilçe başkanlarınıza niye söylemiyorsunuz, il başkanlarınıza? BAŞBAKAN RECEP
TAYYİP ERDOĞAN (Devamla) – Rahatsızlığınız olabilir, önemli değil. Biz yolumuza
devam ediyoruz, durmak yok yola devam; bizim işimiz bu. (AK Parti sıralarından
alkışlar) Üniversite
öğrenci burs ve kredi tutarı 2002 yılında 45 yeni Türk lirasıydı. MUSTAFA ÖZYÜREK
(İstanbul) – Şimdi kaç? BAŞBAKAN RECEP
TAYYİP ERDOĞAN (Devamla) – 2007’de bu rakam 150 yeni Türk lirasına çıktı, bu
dönemde daha da artacak. MUSTAFA ÖZYÜREK
(İstanbul) – Bozdur bozdur harca! BAŞBAKAN RECEP
TAYYİP ERDOĞAN (Devamla) – Evvel Allah, bizim paramız bereketlidir merak etme,
rahat ol. (AK Parti sıralarından alkışlar) Tarımsal
desteklemeler için 2008 bütçesinde 5 milyar 400 milyon yeni Türk lirası ödenek
öngörülmüştür. Esnafa verilecek düşük faizli kredinin finansmanı için Halk
Bankasına aktarılacak ödenek 2008 yılında 211 milyon yeni Türk lirasına
yükseltilmiştir. 2002 yılında, değerli arkadaşlar, Ziraat Bankasının çiftçimize
verdiği kredinin faizi yüzde 59’du, ama şimdi yüzde 7 ile 13 arasında
değişiyor. NURETTİN CANİKLİ
(Giresun) – Soyuyorlardı, soyuyorlardı. BAŞBAKAN RECEP
TAYYİP ERDOĞAN (Devamla) – Halk Bankasının esnafa verdiği kredinin faizi yüzde
46’ydı, ama şimdi yüzde 13. Nereden nereye
geldik. Lütfen, bunları herhâlde görmemezlikten gelemeyiz. Bunlar yaşanan
şeyler, bunları halkımız hep yaşadı. MAHMUT DURDU
(Gaziantep) – Sayın Başbakanım, fazla yüklenmeyin. BAŞBAKAN RECEP
TAYYİP ERDOĞAN (Devamla) – Bütün bu rakamları Türkiye’yi devraldığımız 2002
yılı ile mukayese ederek iyileşmeyi daha net ortaya koymak isterdim, ancak az
önce işaret ettiğim uygulamaların birçoğu bizim dönemimizde başlamıştır,
dolayısıyla kıyas imkânı dahi yoktur. MUSTAFA ÖZYÜREK
(İstanbul) – Tabii… Tabii… BAŞBAKAN RECEP
TAYYİP ERDOĞAN (Devamla) – Değerli milletvekilleri, AK Parti Hükûmetlerinin
sosyal politikaları, memnuniyetle belirtmek isterim ki artık elle tutulur
neticeler vermeye başlamıştır ve bizim iktidar olduğumuz dönemde -sizlere ben
de TÜİK rakamı veriyorum- 4 milyonu aşkın insanımız yoksulluk sınırının altında
yaşamaktan kurtulmuştur ve yoksulluk sınırının üstündedir. ÇETİN SOYSAL
(İstanbul) – 10 milyon insan var. BAŞBAKAN RECEP
TAYYİP ERDOĞAN (Devamla) – 14; 10 değil, yanlış biliyorsun. 14’ten 4’ünü
kurtardık, haberin olsun, diğerleri de kurtulacak. Onu biz devraldık, bizden
olmadı bunlar. (AK Parti sıralarından alkışlar) Toplam gelirden
en az pay alan yüzde 20’lik kesimin payı 2002 yılında yüzde 5,3 iken 2005
yılında yüzde 6,1’e yükselmiştir. Toplam gelirden en fazla pay alan yüzde
20’lik kesimin payı ise 2002 yılında yüzde 50,1’den 2005 yılında yüzde 44,4’e
gerilemiştir. Dar ve orta gelirliler ile üst gelir gruplarındaki makas bu
dönemde daralmaya başlamıştır. Her gün bir yenisi patlayan yolsuzlukların,
batık banka skandallarının, çetelerin, ihale mafyalarının sonu da bu dönemde
gelmiştir. Az önce burada
bir ifade kullanıldı, “Bizim dönemimizde değil.” dendi. Ben, şu anda BDDK’dan
sizlere raporu verebilirim. BDDK’dan 57’nci Hükûmet döneminde, evet, TMSF’ye
devredilen bankaların sayısı 18. MUHARREM VARLI
(Adana) – İyi de bu hortumlama mı Sayın Başbakan? BAŞBAKAN RECEP
TAYYİP ERDOĞAN (Devamla) – Burada… Burada… BDDK’nın verdiği bu ve bunların
içinde 54’üncü Hükûmet döneminde var, 55’inci dönemde de 2 tane var, 55’inci
Hükûmet döneminde, 1 tane de kucağımızda bulduğumuz İmar Bankası var, yine bir
önceki dönemde. Ben belge
gösteriyorum, hayalî konuşmuyorum, hamaset yapmıyorum. Gelin, burada belgeyle
konuşalım. (AK Parti sıralarından alkışlar) Aynı şekilde
görev zararından bahsedildi, “kamu bankaları kâr etti” denildi. Buyurun,
şurada, bakınız, 1999’da Ziraat Bankasının görev zararı 6,1 katrilyondur,
açıklanan kâr 44, burada aldanma var. Yani, görev zararıyla bu kârı iyi
birbirine, şöyle karşılıklı bir tabloya yatırmamız lazım. OKTAY VURAL
(İzmir) – Görev zararları ne zaman sıfırlandı? BAŞBAKAN RECEP
TAYYİP ERDOĞAN (Devamla) – 2000’de görev zararı 8,2 katrilyon, gösterilen kâr
65 trilyon. Bakın, birisinde 44 trilyon, öbüründe 65 trilyon. Herhâlde,
trilyon, katrilyondan büyük değil. Geliyoruz 2001
Nisanına. 2001 Nisanında açıklananı söylüyorum: 12,1 katrilyon görev zararı,
526 trilyon kâr. Tablo burada. Ama bir de şimdi bakın bu bankalara. OKTAY VURAL
(İzmir) – Görev zararları ne zaman sıfırlandı, onu söylesenize. BAŞBAKAN RECEP
TAYYİP ERDOĞAN (Devamla) – Şimdi bu bankalar, Ziraat Bankası da Halk Bankası da
Vakıfbank da, hepsi, şu anda, artık, Balkanlarda, Avrupa’da yarış ediyorlar. Bu
noktaya geldik. Görev zararı diye bir şey bizim kitabımızda yazmıyor, inşallah
da olmayacak. (AK Parti sıralarından alkışlar) Değerli
arkadaşlarım, benim demokrasinin direği olarak gördüğüm orta tabaka âdeta
eriyip kaybolmuştu. Şimdi, böyle bir hayat standardının tekrar yaygınlaşmaya
başladığını görüyoruz. Orta tabaka oluşuyor. Toplumsal yapımız daha sağlıklı
bir zemine oturuyor. Sosyal istikrar dediğimiz noktaya doğru ilerliyoruz. Şehirlerimizin
görünümü değişiyor ve az önce burada, yine, maalesef, enteresan bir haber
aldık. Tabii, bu haberi bir belediyeci olarak benim de anında incelemem
gerekiyordu. O da neydi? İstanbul Belediyesindeki plan tadilleri meselesi.
Şimdi, her zaman söylüyorum: Kargayı kılavuz yapmayacaksın, çok sıkıntıları
olur. (AK Parti sıralarından alkışlar) Bakınız, 5216
sayılı Kanun’a göre İstanbul’un sınırları, değerli arkadaşlar, 3,5 kat
büyümüştür. Yani, benim belediye başkanlığı yaptığım dönemin İstanbul’u yok. ÇETİN SOYSAL
(İstanbul) – Oraları imara açtınız. BAŞBAKAN RECEP
TAYYİP ERDOĞAN (Devamla) – Şimdi mülki sınırlar İstanbul’un sınırları hâline
gelmiştir. ÇETİN SOYSAL
(İstanbul) – Oralar imara açıldı. BAŞBAKAN RECEP
TAYYİP ERDOĞAN (Devamla) – Aynı şekilde Kocaeli’nde mülki sınırlar o noktaya
gelmiştir ve bir belediyeci olarak konuşuyorum, ben yaşadım, damdan düştüm. Şu
anda büyükşehirlerin tamamında da mülki sınırların aslında belediye sınırı
olarak ilan edilmesinin çok büyük faydası var, diğerlerinde bu fayda yok. Belde
belediyeleriyle, alt kademe belediyeleriyle aslında şehirlerin kentsel
dönüşümünde aynı şekilde bir medeni yapılanmayı, bir çevrecilik anlayışını
göremiyorsunuz. Bir tarafta bakıyorsunuz ki farklı bir belediye, öbür tarafta
bakıyorsunuz bambaşka bir belediye. Şimdi, burada 3,5
kat büyümüş. 5.000’lik plan kapsamında 5 binin üzerinde dosya gelmiş şu anda
İstanbul Büyükşehir belediyesine. Bu taleplerin 1.342 tanesi karara bağlanmış.
Ulaşımla ilgili dosya sayısı bunların içinde 640 ve bunlar şu anda fiilî duruma
da işlenmiş. Diğer dosyalar -bunların içinde konutlar var, özel hastaneler var,
okullar var, çeşitli sosyal donatı ve iş alanları var- 1.342 dosyanın 343
tanesi Cumhuriyet Halk Partili belediyelere ait. Sadece Kadıköy Belediyesinden
bu 5 bin içinde 400 tane plan değişikliği teklifi var. (AK Parti sıralarından
alkışlar) Yani, Kadıköy İstanbul’un onda 1’ini teşkil ediyor mu veya on ikide
1’ini teşkil ediyor mu? Nasıl oluyor da bu oluyor? MUSTAFA ÖZYÜREK
(İstanbul) – Büyükşehir niye onaylıyor? K. KEMAL ANADOL
(İzmir) – Büyükşehir niye onaylıyor? Yanlışsa niye onayladınız? BAŞBAKAN RECEP
TAYYİP ERDOĞAN (Devamla) – Bakın, dikkat edin, biz gelen taleplerde doğru olanı
yaparız ve bu belediyeler çalışan belediyelerdir, yatan belediyeler değil. Daha
önceki dönemlerde zaten plan yapmaya gerek yoktu. Arazi bol, gelen istediği
yere binayı konduruyordu ve plansız binalarla biz uğraştık. Bu anlayış
farklılığıdır işte. (AK Parti sıralarından alkışlar, CHP sıralarından
gürültüler) ÇETİN SOYSAL
(İstanbul) – Bu, plan değil, plan tadilatı. BAŞKAN –
Lütfen…Lütfen sayın milletvekilleri… BAŞBAKAN RECEP
TAYYİP ERDOĞAN (Devamla) – Hiç endişe etmeyin, hiç endişe etmeyin… MUSTAFA ÖZYÜREK
(İstanbul) – Boş alan kalmadı İstanbul’da zaten. BAŞBAKAN RECEP
TAYYİP ERDOĞAN (Devamla) – On dört ay sonra
belediye seçimi var; halkımız bu işten rahatsızsa İstanbul’da AK Parti
belediyesini defeder, ilçe belediyelerini defeder, Cumhuriyet Halk Partisine
verir. Niye rahatsız oluyorsunuz? Niye rahatsız oluyorsunuz? Niye rahatsız
oluyorsunuz? (AK Parti sıralarından alkışlar) MUSTAFA ÖZYÜREK
(İstanbul) – Nefes alacak yer bırakmadınız İstanbul’da. BAŞBAKAN RECEP
TAYYİP ERDOĞAN (Devamla) – Ve bakın… MUSTAFA ÖZYÜREK
(İstanbul) – Kaçak inşaatı kimlerin yaptığını biliyoruz. Kaçak inşaat… BAŞBAKAN RECEP
TAYYİP ERDOĞAN (Devamla) – Bakın, değerli arkadaşlar… Değerli arkadaşlar… MUSTAFA ÖZYÜREK
(İstanbul) – Sayın Başbakanın kaçak inşaattan mahkûm olduğunu herkes biliyor. BAŞKAN –
Lütfen…Sayın Özyürek, lütfen… Lütfen… Sayın Başbakan,
yedi dakikanız kaldı efendim. BAŞBAKAN RECEP
TAYYİP ERDOĞAN (Devamla) – Teşekkür ediyorum. Değerli
arkadaşlar, bir şeyi öğreneceğiz. Bakın, eğer bu noktaya varırsanız ben burada
bir şey söylerim. 14 Ocak 1987. Zeytinköy’de imar görmemiş bir alan, 701 ada,
13 parselde 39.873 metrekarelik bir alan 65 milyon Türk lirasına alınıyor. Bu
arazinin tamamının 14.950 metrekaresi, evet, bir siyasetçiye ait. Bu, otuz
ikide 12 hisse. ALGAN HACALOĞLU
(İstanbul) – Onlar unutuldu. BAŞBAKAN RECEP
TAYYİP ERDOĞAN (Devamla) – 16/4/2001 tarihinde bu alanın imar uygulaması
yapılıyor. O zaman burasının belediye başkanı DSP’li. MEHMET SEVİGEN
(İstanbul) – Yeni bir şey yok. BAŞBAKAN RECEP
TAYYİP ERDOĞAN (Devamla) – Parselleri ifrazlı hâle getirdiler ve daha sonra
Cumhuriyet Halk Partisi teşkilatının karşı çıkmasına rağmen bu başkan
Cumhuriyet Halk Partisine geçti. Ve Sayın Baykal’ın yaklaşık 10 bin
metrekarelik imarlı arsası var orada, işte orası. Şu anda ise bedeli herhâlde 5
trilyondan aşağıya değil. (AK Parti sıralarından alkışlar) Demek ki imar
planı yapılabiliyormuş! Herkese göre, talep edene göre yapılabiliyormuş! K. KEMAL ANADOL
(İzmir) – Şaban Dişli’ye de yapılıyor değil mi? BAŞBAKAN RECEP TAYYİP
ERDOĞAN (Devamla) – Yapılabiliyormuş ve yapılmış. K. KEMAL ANADOL
(İzmir) – Şaban Dişli de var, onu da söyleyin. BAŞBAKAN RECEP
TAYYİP ERDOĞAN (Devamla) – Rahatsız olma! DENİZ BAYKAL
(Antalya) – Hiç rahatsız değilim Sayın Başbakan. K. KEMAL ANADOL (İzmir)
– Tuzla, Tuzla… BAŞBAKAN RECEP
TAYYİP ERDOĞAN (Devamla) – Değerli arkadaşlar… DENİZ BAYKAL
(Antalya) – Hâlinize acıyorum! Hâlinize acıyorum! Bunları söyleme noktasına
düştüğünüzü görüyorum. Ne kadar yazık! Ne kadar yazık! BAŞKAN – Lütfen
arkadaşlar… BAŞBAKAN RECEP
TAYYİP ERDOĞAN (Devamla) – Tabii, sizler her şeyi söyleme hakkını kendinizde
buluyorsunuz da… DENİZ BAYKAL
(Antalya) – Hayır, söyle, söyle! BAŞBAKAN RECEP
TAYYİP ERDOĞAN (Devamla) –…sizlerle ilgili bir şeyler söylendiği zaman… DENİZ BAYKAL (Antalya)
– Hiçbir itirazım yok. BAŞBAKAN RECEP
TAYYİP ERDOĞAN (Devamla) –…taa aileme varıncaya kadar her şeyi kurcalayan,
karıştıran siz olacaksınız… DENİZ BAYKAL
(Antalya) – Söyle, söyle! BAŞBAKAN RECEP
TAYYİP ERDOĞAN (Devamla) - …orada her şey meşru. Ama sizin şöyle karanlık
defterleriniz açıldığı zaman hoplayacaksınız. Hoplama, rahat ol, yerinde otur.
(AK Parti sıralarından “Bravo” sesleri, alkışlar) DENİZ BAYKAL
(Antalya) – Söyle… Söyle… İtirazım yok. Bunlar çürümüş… Çürümüş… BAŞBAKAN RECEP
TAYYİP ERDOĞAN (Devamla) - Ve az önce burada kalkıp başka şeyler
konuşuyorsunuz. Nedir o? Efendim, işte Tokat’ta Tekelin… Ee? İşte Sayın
Unakıtan’ın oğlu oradan şunu götürmüş, bunu götürmüş… (CHP sıralarından “Doğru”
sesleri) MUSTAFA ÖZYÜREK
(İstanbul) – Para gelmiş mi, gelmemiş mi? K. KEMAL ANADOL
(İzmir)- Para gelmiş, para. BAŞBAKAN RECEP
TAYYİP ERDOĞAN (Devamla) - Ortaya beraat belgesini getirdi koydu. Sayın
Unakıtan’ın oğlunun dokunulmazlığı yok. Suç duyurusunu yapın, gereği yapılsın.
Niye takip etmiyorsunuz? İddia sahibi sizsiniz. (AK Parti sıralarından
alkışlar) K. KEMAL ANADOL
(İzmir) - Rapor var rapor. MUSTAFA ÖZYÜREK
(İstanbul) – Rapor sizin elinizde, raporu işleme koyun o zaman. BAŞBAKAN RECEP
TAYYİP ERDOĞAN (Devamla) – Yani, o kadar tutarsız şeyler söylüyorsunuz ki… MUSTAFA ÖZYÜREK
(İstanbul) – Raporu işleme koyun. BAŞKAN – Sayın
Özyürek… DENİZ BAYKAL
(Antalya) – Rapor size verildi, rapor sizin elinizde. BAŞBAKAN RECEP
TAYYİP ERDOĞAN (Devamla) – Yani, siz iddia sahibisiniz… DENİZ BAYKAL
(Antalya) - Biz iddia sahibi değiliz. Hazine kontrolörlüğü, hazine denetmeni,
hazine müfettişi iddia sahibi. Üzerine yatıyorsunuz, kapatıyorsunuz. MUSTAFA ÖZYÜREK
(İstanbul) - Rapor sizin elinizde, raporu tutuyorsunuz, işleme koymuyorsunuz.
Raporun üstüne yatıyorsunuz. Raporu işleme koyun, tamam. BAŞBAKAN RECEP
TAYYİP ERDOĞAN (Devamla) - Bakın, iddia sahibi, iddiasını ispatla mükelleftir.
Suç duyurusunda bulunursunuz, gereği yapılır. Olay bu kadar basittir. Değerli
arkadaşlar… MUSTAFA ÖZYÜREK
(İstanbul) – Kapatan sizsiniz, raporun üstüne yatıyorsunuz. Raporu işleme
koyun, tamam. BAŞKAN – Lütfen
arkadaşlar… BAŞBAKAN RECEP
TAYYİP ERDOĞAN (Devamla) – Vallahi biz… Az önce bir şey söylediniz “Türkiye’nin
derdi BOP değil GAP” dediniz. Ben de diyorum ki, Türkiye’nin derdi GAP değil,
CHP, çünkü hayatınızda hiçbir zaman bir hayrınız olmadı ki! (AK Parti
sıralarından “Bravo” sesleri, alkışlar; CHP sıralarından gürültüler) AKİF EKİCİ
(Gaziantep) – Çok ayıp! Bir Başbakana yakışmıyor. CANAN ARITMAN
(İzmir) – Atatürk’ün partisi Cumhuriyet Halk Partisine böyle diyemezsiniz. BAŞBAKAN RECEP
TAYYİP ERDOĞAN (Devamla) – İşte burada, bakınız burada GAP’a yapılan yatırımlar
var. Değerli
arkadaşlar, GAP’a tarihinde yapılan yatırımların ortalaması yıllık yüzde 7’dir.
1990’da 8,1; 1991’de 8,5; 1992’de 7,3; 1993’te 7,6; 1994’te 7,5; 1995’te 7,2;
1996’da 6,9; 1997’de 7,7. Geliyoruz 2000’de 7,2; 2001’de 4,9; 2002’de 5,9;
2003’de 5,8; 2004’te 6,8; 2005’te 7; 2006’da 7,2; 2007’de 7,1; yani dönemimiz
ortalamanın üstündedir, altında değil. MUSTAFA ÖZYÜREK
(İstanbul) – Ne kadar arazi suladınız Sayın Başbakan, onu anlatın. BAŞBAKAN RECEP
TAYYİP ERDOĞAN (Devamla) – Ve şimdi GAP’la ilgili olarak çalışmalarımızı çok
daha farklı bir şekilde ele almış bulunuyoruz ve Başbakan Yardımcım Nazım Ekren
Bey’in başkanlığında bir heyet sürekli olarak bölgede çalışmalarını sürdürüyor.
MUSTAFA ÖZYÜREK
(İstanbul) – Beş yıl uyuduğunuzu
gösteriyor işte! Beş yıl uyudunuz, şimdi harekete geçtiniz. BAŞBAKAN RECEP
TAYYİP ERDOĞAN (Devamla) – Lütfen, susar mısınız! Lütfen! AVNİ DOĞAN
(Kahramanmaraş) – Ayıp yahu! BAŞBAKAN RECEP
TAYYİP ERDOĞAN (Devamla) – Lütfen! Yani, sizin bu tahriklerinize gelecek
değilim. Çok konuşuyorsun, lütfen! MEHMET ŞANDIR
(Mersin) – Geriliyorsunuz değil mi? BAŞBAKAN RECEP
TAYYİP ERDOĞAN (Devamla) – Ve değerli arkadaşlar, burada bir gerçeğin daha
altını çizmek zorundayım, o da şudur: Konuşmamın başından itibaren zikrettiğim
veriler, son beş yıldır Türkiye ekonomisinde yaşanan gelişmeleri ve
iyileşmeleri bütün açıklığıyla ortaya koymakta ve ekonomide son beş yılda
sağlanan gelişmeler, siyasette son beş yıldır tesis edilen istikrardan
soyutlanamaz. Bu millet, demokratik istikrarı bozmanın ekonomik
istikrarsızlıkla eş anlamlı olduğunu çok iyi kavramıştır. İnşallah, 2008 yılı
bu noktada çok daha farklı bir dönem olacaktır. Burada bir
gerçeğin altını daha çizmem lazım: “Enerji Bakanlığı, yolsuzluklar bakanlığı
hâline gelmiştir.” deniyor. Değerli arkadaşlar, burada çıkan yolsuzluklara
yönelik olarak, gerek şahsım gerek Bakan arkadaşım, bizzat bizler suç
duyurusunda bulunmak suretiyle buralarda yargı sürecini başlattık. ERGÜN AYDOĞAN
(Balıkesir) – Sizin atadıklarınız. BAŞBAKAN RECEP
TAYYİP ERDOĞAN (Devamla) – Ve bu konuda olay tamamıyla yargının tasarrufu
altındadır, şu anda da yine aynı şekilde yargının tasarrufu altındadır. Suç
duyurusunda bulunan biziz. (CHP sıralarından gürültüler) HÜSEYİN ÜNSAL
(Amasya) – Sizin müsteşarınız… BAŞKAN – Lütfen…
Lütfen… BAŞBAKAN RECEP
TAYYİP ERDOĞAN (Devamla) – Ve bunun içerisinde müteahhidi de olabilir, siyasisi
de olabilir, bürokratı da olabilir, kim varsa sonuna kadar gidilmesi talebiyle,
bizzat ben Enerji Bakanlığına talimatı vermişimdir ve Enerji Bakanlığı da
Ankara Savcılığına suç duyurusunda bulunmuştur. Dikkat ediyorum,
Ali Dibo olayı… Sayın Baykal, hâlâ yorulmadınız yani. Hataylı size gereken
dersi verdi. (AK Parti sıralarından alkışlar) ERGÜN AYDOĞAN
(Balıkesir) – Siz yorulmuyorsunuz! BAŞBAKAN RECEP
TAYYİP ERDOĞAN (Devamla) – Geçen dönemde “Ali Dibo” dediniz yattınız, “Ali
Dibo” kalktınız, ama Hataylı sizin bu dediklerinizin hiçbirine itimat etmedi ve
geldi Hatay’da açık ara AK Parti birinci parti oldu. (AK Parti sıralarından
alkışlar) MUSTAFA ÖZYÜREK
(İstanbul) – Yani, yolsuzluklar ibra mı edildi? BAŞBAKAN RECEP
TAYYİP ERDOĞAN (Devamla) - Yine hâlâ bunun üzerinde duruyorsunuz. Yani, siz,
bakın, bu ifadelerle şecaat arz ederken… (Mikrofon
otomatik cihaz tarafından kapatıldı) MUSTAFA ÖZYÜREK
(İstanbul) – Çünkü, yolsuzluklar ibra ister! AKİF EKİCİ
(Gaziantep) – Yakışmıyor size bu. BAŞKAN – Bir
dakika Sayın Başbakan. Sayın Başbakan,
iki dakika ek süre veriyorum. BAŞBAKAN RECEP
TAYYİP ERDOĞAN (Devamla) – Yani, bu ifadeleri kullanırken ben bir şeye
üzülüyorum. Halkımıza hakaret ediyoruz biliyor musunuz? Niye? K. KEMAL ANADOL
(İzmir) – Yok canım, ne alakası var? BAŞBAKAN RECEP
TAYYİP ERDOĞAN (Devamla) - Halkımıza hakaret ediyoruz. Niye, biliyor musunuz? MUSTAFA ÖZYÜREK
(İstanbul) – Yolsuzluğu yapanlara hakaret ediyoruz. BAŞBAKAN RECEP
TAYYİP ERDOĞAN (Devamla) - Yani, halkımız yolsuzluğu yapanı abat ediyor, öyle
mi; ona paye veriyor, öyle mi; ona “Yine devam et.” diyor, öyle mi? ERGÜN AYDOĞAN
(Balıkesir) – Siz veriyorsunuz, siz! BAŞBAKAN RECEP
TAYYİP ERDOĞAN (Devamla) - Siz “Ali Dibo” dediniz, “Ali Dibo” dedikleriniz şu
anda yine seçildi, yine Parlamentoya geldiler, üstelik de oy sayısı artarak
geldiler. (AK Parti sıralarından alkışlar) Bunları görün… Bunları görün… K. KEMAL ANADOL
(İzmir) – Mahkemeye filan lüzum yok o zaman! Sandıkta… BAŞBAKAN RECEP
TAYYİP ERDOĞAN (Devamla) – Ve siz de, aynı ilde, öyle zannediyorum ki,
oylarınızı kaybettiniz. MUSTAFA ÖZYÜREK
(İstanbul) – Sayın Başbakan, mahkemeleri kapatın! K. KEMAL ANADOL
(İzmir) – Kapat mahkemeleri! KEMAL
KILIÇDAROĞLU (İstanbul) – Yani, siz kendinizi Ali Dibo’yla haklı mı
çıkartıyorsunuz? BAŞKAN – Sayın
Anadol, Sayın Kılıçdaroğlu, lütfen… MUSTAFA ÖZYÜREK
(İstanbul) – Yolsuzlukları referanduma sunalım! BAŞKAN – Lütfen… BAŞBAKAN RECEP
TAYYİP ERDOĞAN (Devamla) – Ve bir diğer konu. Değerli arkadaşlar, az önce Etik
Kurulla alakalı bir ifade kullandınız, çok çirkin. MUSTAFA ÖZYÜREK
(İstanbul) – Yolsuzlukları referanduma sunalım arkadaşlar! BAŞBAKAN RECEP
TAYYİP ERDOĞAN (Devamla) - Bakınız, bir memur, gelir bir partiden aday olur
veya aday adayıdır, aday olmaz, seçime giremez ama tekrar devlette göreve
döner, tekrar göreve döner. MUSTAFA ÖZYÜREK
(İstanbul) – KİT’lere dönenler de öyle mi Sayın Başbakan? K. KEMAL ANADOL
(İzmir) – Arpalık diye bunlara söyleniyor işte! OKTAY VURAL
(İzmir) – MHP’lileri niye göreve döndürmediniz? BAŞKAN – Lütfen
arkadaşlar… BAŞBAKAN RECEP
TAYYİP ERDOĞAN (Devamla) – Bakınız, şu anda bu ülkenin geçmişine baktığımız
zaman, burada bulunan tüm siyasi partilerin, aynı şekilde, aday olup
kazanamadığı takdirde çeşitli devlet kurumlarında görev alan elemanları
olmuştur. MUSTAFA ÖZYÜREK
(İstanbul) – AKP’li olmayanların hiç şansı yok zaten! BAŞBAKAN RECEP
TAYYİP ERDOĞAN (Devamla) - Şimdi bunu birbirine karıştırmayalım. Ve çok çirkin
oluyor. Bakınız, Etik Kurulu dediğiniz yerde aylık huzur hakkı 450-500 milyon
civarındadır. Yani, bunu kalkıp da böyle abartmanın hiçbir anlamı yok. MUSTAFA ÖZYÜREK
(İstanbul) – Para meselesi değil, tarafsız birini getirmediniz Sayın Başbakan. BAŞBAKAN RECEP
TAYYİP ERDOĞAN (Devamla) – Ve burada bizim oraya gönderdiğimiz arkadaşların
hepsi… (Mikrofon otomatik
cihaz tarafından kapatıldı) BAŞKAN – Sayın
Başbakan, ek bir dakika daha efendim. Buyurunuz. BAŞBAKAN RECEP
TAYYİP ERDOĞAN (Devamla) – Bizim oraya gönderdiğimiz arkadaşları biz yasalar
çerçevesinde gönderdik. Yasalar neyi amirse, hukuk devletinde biz bunu yaparız. K. KEMAL ANADOL
(İzmir) – Eskiden de yasalar çerçevesinde oluyordu. BAŞBAKAN RECEP TAYYİP
ERDOĞAN (Devamla) – Sizden müsaade alacak değiliz, kusura bakmayın. (AK Parti
sıralarından alkışlar) Bir diğer konu,
hâkimler savcılar meselesi. Hâkimler savcılar meselesinde niye bu kadar
rahatsız oluyorsunuz? Hâkimler savcılar meselesinde şu anda takip edilen
yöntem, yol, sene 1934, o günden bugüne hangi yöntemle yargıya eleman alınmışsa
mülakat noktasında, aynı yöntem kullanılıyor. Aynı yöntemle alınması sizi niye
rahatsız ediyor? K. KEMAL ANADOL
(İzmir) – Geçen dönem geri geldi, geri çektiniz. KEMAL
KILIÇDAROĞLU (İstanbul) – Niye yasa çıkarıyorsunuz aynı yöntemle alınıyorsa? K. KEMAL ANADOL
(İzmir) – Yok öyle bir şey. KEMAL
KILIÇDAROĞLU (İstanbul) – Aynı yöntemle alınıyorsa niye yasa çıkarıyorsunuz? BAŞBAKAN RECEP
TAYYİP ERDOĞAN (Devamla) – Bak burada ne yazıyor? K. KEMAL ANADOL
(İzmir) – Niye yasa çıkarıyorsunuz aynı yöntemle oluyorsa? BAŞBAKAN RECEP
TAYYİP ERDOĞAN (Devamla) – “5 bin kişilik kadro çıkardım, bu kadroları örgütüme
vermeyip de MHP’ye mi verseydim?” Cumhuriyet Halk Partinin bakanı. (AK Parti
sıralarından alkışlar) M. CEVDET SELVİ
(Kocaeli) – Ne alakası var onunla ya? K. KEMAL ANADOL
(İzmir) – Ne alakası var? Ne alakası var? BAŞBAKAN RECEP
TAYYİP ERDOĞAN (Devamla) – Alıp… (Mikrofon
otomatik cihaz tarafından kapatıldı) OKTAY VURAL
(İzmir) – Siz de MHP’lileri dışlıyorsunuz. Ne farkınız var Moğultay’dan sizin? BAŞBAKAN RECEP
TAYYİP ERDOĞAN (Devamla) – …bizim oraya koyduğumuz şey şudur. BAŞKAN – Sayın
Başbakan, bitirin lütfen. BAŞBAKAN RECEP
TAYYİP ERDOĞAN (Devamla) – O da, bak, az önce Sayın Baykal burada birkaç tane
rakam verdi ilk 100’ün içerisinden, birkaç rakam. OKTAY VURAL
(İzmir) – Moğultay’dan ne farkınız var? BAŞBAKAN RECEP
TAYYİP ERDOĞAN (Devamla) – İlk 100’ün içerisinden birkaç tane rakam veriyorsun,
diğerleri ne oldu? K. KEMAL ANADOL
(İzmir) – Allah Allah! BAŞBAKAN RECEP
TAYYİP ERDOĞAN (Devamla) – Diğerlerinin hepsi girmiş. Ee? Yani ilk 100’ün
tamamı da elenmiş mi? Çok ayıp! K. KEMAL ANADOL
(İzmir) – Yazılıda kazanamayanlar kazanmış. Mülakatı onlar kazanmış, yazılıda
kazanamayanlar. BEKİR BOZDAĞ
(Yozgat) – Yazılıyı kazanamayanlar mülakata nasıl giriyor? BAŞBAKAN RECEP
TAYYİP ERDOĞAN (Devamla) – Ve değerli arkadaşlar, yandaş medya, o konuda siz
çok kabiliyetlisiniz, biz size yetişemeyiz. Çok çok kabiliyetlisiniz. (AK Parti
sıralarından alkışlar) Bizim size yetişmemiz o noktada, mümkün değil. Ve şu
anda TMSF’nin yapmış olduğu ihaleyi de biz izliyoruz. Bu ihalede de katılmak
isteyenler katılmıştır, ön yeterliliği olanlar girmiştir, neticesi yarın belli
olacaktır ve bu konuda TMSF özerk bir kuruluş olarak da gereğini yapacaktır. Bir diğer konu da
değerli arkadaşlar, Cumhurbaşkanı bu kadar ağırlığını kaybetmemiştir. Neymiş?
Hemen döner dönmez onaylamış K. KEMAL ANADOL
(İzmir) – Sayın Başkan, iki defa uzattınız. ERGÜN AYDOĞAN
(Balıkesir) – Üç defa. K. KEMAL ANADOL
(İzmir) – Üç defa uzattınız. BAŞBAKAN RECEP
TAYYİP ERDOĞAN (Devamla) – Değerli arkadaşlar, kusura bakmayın, biz, on beşinci
günün son dakikasına kadar bu ülkede bekletildik; bu, ülkenin hizmetine bir
ağırlaştırmaydı. (AK Parti sıralarından alkışlar) KEMAL
KILIÇDAROĞLU (İstanbul) – Sayın Başkan… BAŞBAKAN RECEP
TAYYİP ERDOĞAN (Devamla) – Evet, şimdi de, bu işin ne kadar süratlenirse
ülkemize o kadar hayırlı olacağına inanıyoruz ve bundan dolayı da
Cumhurbaşkanımıza özellikle teşekkür ediyorum. Sağ olsunlar, var olsunlar. (AK
Parti sıralarından alkışlar) Teşekkürler,
saygılar sunuyorum. (AK Parti sıralarından ayakta alkışlar) BAŞKAN – Teşekkür
ediyorum Sayın Başbakan. Sayın Baykal,
buyurun efendim. DENİZ BAYKAL
(Antalya) – Sayın Başbakan konuşmasında, ismimi de zikrederek bana ilişkin bir
haksız ithamda bulunmuştur. Bir açıklama yaparak o konuyu en azından cevaplamak
istiyorum. BAŞKAN – Sırf o
çerçevede kalmak üzere, buyurun efendim. (CHP sıralarından alkışlar) Üç dakikalık süre
veriyorum Sayın Baykal. K. KEMAL ANADOL
(İzmir) – Üç dakika mı? ESFENDER KORKMAZ
(İstanbul) – Üç dakika mı olurmuş Sayın Başkan! IV.- SATAŞMALARA İLİŞKİN KONUŞMALAR VE AÇIKLAMALAR (Devam) 2.- CHP Genel Başkanı Deniz Baykal’ın, Başbakan Recep
Tayyip Erdoğan’ın, konuşmasında şahsına sataşması nedeniyle konuşması DENİZ BAYKAL
(Antalya) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; Sayın Başbakanın yaptığı
konuşmaya cevap verme imkânımız olsa çok renkli olacak, çok iyi olacak, ama,
Meclisimizin çalışma üslubu ne yazık ki buna elvermiyor. Bu konuda… (AK Parti
sıralarından “Grubunuzda yaparsınız.” sesi) Evet, Grubumuzda yaparız, başka
platformlarda yaparız. Başbakanın bu
söylediklerinin çok ciddi bir şekilde irdelenmesine ihtiyaç var. Onları bir
tarafa bırakıyorum, ama Sayın Başkanın bana söz vermesine temel olan olayla
ilgili olarak, Meclise duyduğum saygı gereği, Meclisin tutanaklarıyla tarihe
duyduğum saygı gereği söylemem gereken birkaç şey var. Sayın Başbakan,
öyle anlaşılıyor ki, yolsuzluk suçlamalarına kendisi, yakınları, bakanları çok
fazla muhatap olduğu için bunalmış, buna cevap verebilmek için bizimle ilgili
ciddi bir gayret içinde, bir çaba içinde. (AK Parti sıralarından gürültüler) KEMAL
KILIÇDAROĞLU (İstanbul) – Dinleyin! BAŞKAN – Lütfen…
Arkadaşlar… DENİZ BAYKAL
(Devamla) – Bize yönelik bir yolsuzluk suçlaması yapabilecek bir dayanak
noktası arıyor. Bu noktada yoğun bir çabanın içinde olduğunu görüyorum. Fakat, öyle
anlaşılıyor ki, Başbakanın, elindeki bütün devlet imkânlarıyla, bize yönelik
bir yolsuzluk arayışı içinde bula bula, geldiği noktada… NURETTİN CANİKLİ
(Giresun) – Hiçbir şey kapatılmıyor. DENİZ BAYKAL
(Devamla) -… çürümüş, eskimiş, yıpranmış, hiçbir anlamı kalmamış olan, boş
dedikodulara başvuracak noktaya geldiğini görüyorum. OSMAN GAZİ
YAĞMURDERELİ (İstanbul) – Yok mu arsan? DENİZ BAYKAL
(Devamla) - Aslında, bu tabii, Başbakanın içinde bulunduğu durum açısından çok
üzüntü verici. (AK Parti sıralarından gürültüler) Ama, ben, yolsuzlukla ilgili
olarak her somut iddiaya kapsamlı ve ayrıntılı şekilde cevap vermeyi görev
bilirim. Şimdi, Başbakan
diyor ki, yanlış da veriyor rakamları ”87” diyor. Hayır, 87 değil. Ben
milletvekili olmadan önce… NURETTİN CANİKLİ
(Giresun) – Ta o zaman var! DENİZ BAYKAL
(Devamla) – …henüz hiçbir kamu sorumluluğu üzerimde yokken, 1980’li yılların
içinde, 12 Eylülün yedi yıllık siyaset yapma yasağı üzerimde iken, normal bir
vatandaş olarak, Antalya’da Zeytinköy’de hisseli bir araziye katıldım ve o araziyi
1980’li yıllarda satın aldım. Ortak olarak satın aldım. (AK Parti sıralarından
gürültüler) MEHMET EMİN EKMEN
(Batman) – Ne kadar vergi ödediniz? DENİZ BAYKAL
(Devamla) – Şimdi, o zamandan bu yana yirmi yılı aşkın bir süre geçti. ALAATTİN
BÜYÜKKAYA (İstanbul) – Plan değişikliği ne zaman oldu? DENİZ BAYKAL
(Devamla) – Bu süre içinde, bir gün bile, herhangi bir kamu otoritesiyle, yani
bir belediye yetkilisiyle, bir tapu yetkilisiyle, bir devlet yetkilisi ile bu
konuda hiçbir ilişki, hiçbir temas kurmuş değilim. Antalya’nın hemen yanında,
yirmi küsur yıl önce alınmış olan bir arazi.
(Mikrofon
otomatik cihaz tarafından kapatıldı) DENİZ BAYKAL
(Devamla) - Bu süre içinde, bizim, tamamen talebimiz ve girişimimiz söz konusu
olmaksızın, Antalya’daki akışın doğal seyri içinde, 1980’den yirmi yıl sonra,
bir imar muamelesine kısmen tabi oluyor ve bundan dolayı… (AK Parti
sıralarından gürültüler) AHMET YENİ
(Samsun) – İnanmaz kimse! BAŞKAN – Lütfen
arkadaşlar. DENİZ BAYKAL
(Devamla) - ...Başbakan demeye çalışıyor ki “Antalya, Deniz Baykal, onun
arazisi de orada, imar kapsamı içine girmiş, bunun altında bir bit yeniği
vardır.” diyor. NURETTİN CANİKLİ
(Giresun) – Öyle bir şey demedi. DENİZ BAYKAL
(Devamla) - Sayın Başbakan, sizin kendi deneyimlerinizin ışığında böyle bir
hüküm veriyor olmanızı anlarım, ama siz, bizim bu konulardaki anlayışımızı
kavrayamazsınız. Biz, bu konularda, sizin kabul edemeyeceğiniz ölçüde bir
dikkat ve duyarlılık içindeyiz. Bakın, açıkça söylüyorum, hiçbir Cumhuriyet
Halk Partili belediye başkanı, bu süreç içinde, o olaya, herhangi bir şekilde
katkı yapmış değildir. MEHMET EMİN EKMEN
(Batman) – Sonradan gelme! DENİZ BAYKAL (Devamla)
- Cumhuriyet Halk Partisiyle hiçbir ilgisi yoktur. MUSTAFA ÖZBAYRAK
(Kırıkkale) – Öyledir, öyledir! DENİZ BAYKAL
(Devamla) - Sayın Başbakan, sadece bana değil, dürüst, namuslu bir belediye
başkanına da… O belediye başkanı, ayrı bir partinin belediye başkanı iken; ben,
o dönemde, Parlamento dışında kalmış bir siyasi partinin bir mensubu iken;
kendi partisi iktidarda iken, Başbakan çıkarmış iken; güya, benim siyasi etkim
ve telkinim altında bu imar planı değişikliğini yapmış ve bir süre sonra da Cumhuriyet
Halk Partisine ben onu almışım. NURETTİN CANİKLİ
(Giresun) – Yalan mı söylüyor? DENİZ BAYKAL
(Devamla) - Sayın Başbakan, hadi ben, sizin siyasi tartışma içinde olduğunuz
ana muhalefet partisinin Genel Başkanıyım, haklı haksız bana söylersiniz ama bu
memleketin dürüst, namuslu bir belediye başkanına, böyle bir hesapla, bir
haksızlık yaptığı ithamını yaparken vicdanınız hiç sızlamıyor mu? Kendinize
yakıştırabiliyor musunuz? (CHP sıralarından alkışlar) (Mikrofon
otomatik cihaz tarafından kapatıldı) BAŞKAN – Teşekkür
ediyorum Sayın Baykal. DENİZ BAYKAL
(Devamla) – Müsaadenizle, hemen bitiriyorum. Değerli
arkadaşlarım, bakın, bu iddia, ilk kez burada söylenmiyor. Bu iddiayı, bir
büyük gazetemiz, en büyük gazetelerimizden birisi, manşetten, büyük haber yaptı,
oraya insanlar gönderdi, incelemeler yaptı, günlerce çalıştılar, belgeler
çıkardılar ve günlerce yayın yaptılar. Ne oldu? Mahkemeye verdik ve çok ağır
bir şekilde mahkûm ettik onları. RITVAN KÖYBAŞI
(Nevşehir) – Aslı yok! DENİZ BAYKAL
(Devamla) – Bu iddiaların… Evet, aslı olmadığını, söylenen sözlerin gerçek dışı
olduğunu, bu ithamların haksız bir şekilde, gazetede, siyasi bir amaçla
yayımlanmış olduğunu mahkeme tespit etti ve ilgili yayın organını mahkûm etti. Değerli
arkadaşlarım, buralardan bir şey çıkmaz, çalı dibini taşlayarak bir şey
bulamazsınız, bizim alnımız ak, yüzümüz pak. (CHP sıralarından alkışlar) Biz,
devletin malına, milletin malına, hiçbir şekilde, para ve mal hesabı içinde el
uzatmayı içimize sindiremeyiz, kabul edemeyiz. Ne ben ne bizim çocuklarımız,
bizim ailemiz, bu bakımdan, hiçbir ithamın hedefi yapılamaz. Herkes, kendi
hesabını versin. Hesabı soruyoruz, o hesabı veriyoruz. Bize soracağınız ne
hesap varsa sorun, cevabınızı alırsınız. Hepinize teşekkür
ederim. (CHP sıralarından ayakta alkışlar) BAŞKAN – Teşekkür
ediyorum Sayın Baykal. Sayın
milletvekilleri, birleşime beş dakika ara veriyorum. Kapanma Saati: 18.23 ÜÇÜNCÜ OTURUM Açılma Saati: 18.34 BAŞKAN : Köksal TOPTAN KÂTİP ÜYELER: Murat ÖZKAN (Giresun), Fatoş GÜRKAN (Adana) BAŞKAN – Sayın
milletvekilleri, Türkiye Büyük Millet Meclisinin 29’uncu Birleşiminin Üçüncü
Oturumunu açıyorum. 2008 Yılı Merkezi
Yönetim Bütçe Kanunu Tasarısı ile 2006 Yılı Merkezi Yönetim Kesin Hesap Kanunu
Tasarısı’nın görüşmelerine devam edeceğiz. III.- KANUN TASARI VE TEKLİFLERİ İLE KOMİSYONLARDAN GELEN DİĞER İŞLER (Devam) A) Kanun Tasarı ve
Teklifleri (Devam) 1.- 2008 Yılı Merkezi Yönetim Bütçe Kanunu Tasarısı ve Plan
ve Bütçe Komisyonu Raporu (1/426) (S. Sayısı:57) (Devam) 2.- 2006 Yılı Merkezi Yönetim Kesin Hesap Kanunu Tasarısı
ile Merkezi Yönetim Bütçesi Kapsamındaki İdare ve Kurumların 2006 Bütçe Yılı
Kesin Hesap Tasarısına Ait Genel Uygunluk Bildirimi ve Eki Raporlarının Sunulduğuna Dair Sayıştay Başkanlığı
Tezkeresi ile Plan ve Bütçe Komisyonu
Raporu (1/267, 3/191) (S. Sayısı: 58) (Devam) Komisyon ve
Hükûmet yerlerinde. Şimdi söz sırası,
bütçenin lehinde, İstanbul Milletvekili Sayın Hasan Macit’te. Sayın Macit,
buyurunuz. (DSP sıralarından alkışlar) Sayın Macit, İç
Tüzük’ü biliyorsunuz. Bütçenin lehinde konuşmak üzere söz aldınız. Beni, sizi
konuya davet etmeye mecbur bırakmayacağınızı umuyorum. Süreniz on
dakikadır. Buyurun. HASAN MACİT
(İstanbul) – Sayın Başkanım, daha önceki dönemlerde, AKP milletvekilleri,
lehinde alıp da nasıl konuştularsa, aynı minvalde konuşma yapacağım. BAŞKAN – Bir
hakkı kötüye kullanmayalım. Buyurun. Süreniz on
dakika. HASAN MACİT
(İstanbul) – Sayın Başkan, sayın milletvekilleri; Demokratik Sol Parti ve
şahsım adına yüce heyetinizi saygılarımla selamlıyorum. Geçenlerde
Isparta ili sınırları içerisinde düşen uçak kazasında hayatlarını kaybeden
yurttaşlarımıza Allah’tan rahmet diliyorum, yakınlarına sabır diliyorum, güç
diliyorum, bilim dünyasına ve Türk ulusuna başsağlığı diliyorum. Değerli
arkadaşlar, 2008 Yılı Merkezi Yönetim Bütçe Kanunu Tasarısı’nın lehinde söz
aldım. Elbette ki lehindeki düşüncelerimizi ve burada yapılan tartışmalardan
çıkardığımız sonuçları sizlerle paylaşmak istiyorum. Biraz önce Sayın
Başkanın söz vermeden önce uyarısını aldım ve o uyarıya uymaya çalışacağım,
ama, ben bu sözü aldığımda, Meclisin önceki oturumlarındaki lehte alan
arkadaşlarımızı şöyle bir taradığım zaman, bugün AKP sıralarında oturan birçok
arkadaşımızın geçmiş yıllarda lehinde söz alarak nasıl aleyhinde
konuştuklarını, hatta aleyhinde söz alarak nasıl lehinde konuştuklarını
çıkardım ve burada örnekleri var. Bu nedenle, böyle bir polemik olacak olursa,
bu örnekleri, değerli arkadaşlarımla paylaşmak istiyorum. BAŞKAN – Suimisal
misal olmaz. HASAN MACİT
(Devamla) – Değerli arkadaşlar, grubu bulunmayan siyasi partiler ve bağımsız
milletvekillerinin, ne yazık ki, Türkiye Büyük Millet Meclisinde çok fazla
düşüncelerini ifade etme şansları yok. Nasıl dışarıda gazeteciyi susturma
anlayışı varsa, burada da, Mecliste, milletvekillerini susturma anlayışına
doğru bir yöneliş var. Değerli
arkadaşlar, bizim milletvekili olarak denetim hakkından dolayı sormuş olduğumuz
sorulara doğru dürüst yanıt gelmiyor. Burada şahısları adına söz alma yolu,
yöntemi kapatılıyor. Peki, grubumuz da yok. Biz düşüncelerimizi nerede ifade
edeceğiz? Nerede konuşacağız? Bizi… MUSA SIVACIOĞLU
(Kastamonu) – Grup kurun! HASAN MACİT
(Devamla) – Grup kuracağız. Elbette kuracağız. Buyurun, bizim partiye davet
ediyorum, 20 kişiyi bulalım. O “Grup kurun!” diyen arkadaşıma teklif ediyorum,
buyursunlar. (DSP sıralarından alkışlar) ÜNAL KACIR
(İstanbul) – Halktan isteyeceksiniz. Bizden olur mu? HASAN MACİT
(Devamla) – Biz nerede düşüncelerimizi ifade edeceğiz? Değerli
arkadaşlar, elbette ki, böyle platformlarda düşüncelerimizi ifade etmek
durumundayız. Unutmayalım ki, baskı sonucu demokrasinin değişik araçlarından
yararlanarak dikta özentisi içine girenlerin sonları hüsranla doludur ve
tarihte bunun örnekleri pek çoktur. Bir diğer konu,
değerli arkadaşlar, eğer karşımızdan biz saygı bekliyorsak, karşımızdaki
kişilere de saygı duymak mecburiyetindeyiz, zorundayız. Ben, burada
halkın, seçim bölgemizdeki yurttaşların söylemlerini dile getirmek istiyordum,
ama, gerçekten o insanların, o yurttaşlarımızın söyledikleri, esnaf olsun,
tarım kesimindeki insanlarımız olsun, işçi olsun, çalışanlarımız olsun, bugünkü
yönetim anlayışından ve içinde bulundukları sıkıntıdan son derece rahatsız
olduklarını her platformda, her ziyaret ettiğimizde bize durumlarını
yansıtıyorlar. Ama, biraz önce Hükûmet yetkililerinin yaptığı konuşmalardan
baktım ki ya Hükûmetimiz doğru söylüyor veyahut da Türk halkı, seçim
bölgesindeki insanlarımız doğru söylemiyor. Yani, bir çelişki var, ama ben
burada, Sayın Maliye Bakanının konuşması üzerine bize dağıtılan not
kitapçığından, sözlerimi, düşüncelerimi sizlerle paylaşmak istiyorum. Değerli
arkadaşlar, ne yazık ki 2008 merkezî yönetim bütçesi, yılı kurtarmak, borç ve
faiz ödeme bütçesine dönüşmüştür. Bu bütçede, 222,6 milyar YTL gideri olan bu
bütçede -baktığımız zaman arkadaşlar- ne yazık ki yatırımlara kaynak yok. 12
milyar YTL'lik bir yatırım öngörülmektedir, ama bunun yanı sıra 56 milyar YTL
borç ve faiz ödemesine kaynak aktarılmaktadır. Değerli
arkadaşlar, neredeyse borç ve faiz ödemelerine ayrılan kaynağın beşte 1'i
oranında bir yatırıma kaynak aktarılıyor. Peki, bu kadar az bir kaynakla
işsizliği nasıl çözeceğiz? Üretimi, verimliliği nasıl artıracağız? Değerli
arkadaşlar, borçlarımıza baktığımız zaman, hani Hükûmetin yetkililerinin her
çıkışında 2002 ve 2007 karşılaştırmasını yapıyorlar ve bu bağlamda sözlerini
devam ettiriyorlar, ben de rakamları çıkardım. Değerli
arkadaşlar, iç ve dış borç stokuna baktığımız zaman 2002'de 300 milyar YTL bir
borçla devraldıkları ülkeyi, 530 milyar YTL'lik bir borca çıkardıklarını
görüyoruz. ASIM AYKAN
(Trabzon) – Özel sektörün borçları... HASAN MACİT
(Devamla) – Evet efendim, özel sektörün borcu da kamunun borcudur. ASIM AYKAN
(Trabzon) – Ne münasebet! HASAN MACİT
(Devamla) – Özel sektör dışarıdan bir kaynak bulurken, borç bulurken, burada ya
Türkiye Cumhuriyeti bankalarını veyahut da Merkez Bankasını bir kefaletle,
ipotekle almaktadır. NUSRET BAYRAKTAR
(İstanbul) – Karşılığı var ama. HASAN MACİT
(Devamla) – Siz öyle bilirsiniz, biz böyle biliriz. Değerli
arkadaşlar, peki, bu kadar süre içerisinde 300 milyarlık bir borcu nasıl 530 milyara çıkardılar ve bu borç
noktasında neler yaptılar, ne kadar kaynak yarattılar, bu kaynak da yetmediği
hâlde bu kadar borç çoğaldı, bir de onu irdeleyelim izninizle. Sayın Maliye
Bakanımızın gene kitapçığında diyor ki, özelleştirmeleri anlatırken,
özelleştirmelerin ne kadar verimli olduğunu ve kamu maliyesine işte 25,5 milyar
dolar, hatta hatta Ulaştırma Bakanlığı tarafından yapılan özelleştirmelerle 40
milyar dolar bir kaynak geldiğini yazıyor. Doğrudur. Değerli
arkadaşlar, özelleştirmelerden bu kadar bir kaynak geldi. Peki, vatan
topraklarının satılmasından ne kadar kaynak geldi? Bir bunları karşılaştırmak
gerekir. (AK Parti sıralarından gürültüler) Bu kaynaklar nereye gitti? Bu
kaynaklar gittiği gibi yetmedi, 200 milyar dolar da, 230 milyar dolar da ne
yazık ki borcumuz arttı. BAŞKAN – Sayın
Macit… HASAN MACİT
(Devamla) – Değerli arkadaşlar, bizim zamanımız çok dar. BAŞKAN – Sayın
Macit, iki dakikanız kaldı. HASAN MACİT
(Devamla) – Görüyorum Sayın Başkanım, teşekkür ederim. Değerli
arkadaşlar, gerçekten, bizim burada çok kısa bir süre içerisinde tüm bunları
ifade etme şansımız yok ama ben kısaca vatan topraklarının satılması konusunda
yapılan açıklamaların son derece yanlış olduğunu sizlerle paylaşmak istiyorum.
Bazı bakan arkadaşlarımız diyor ki: “Efendim, işte şu dönemde satıldı, bu
dönemde satıldı:” Değerli
arkadaşlar, 1923, cumhuriyet kurulduğundan 2003’e kadar 16 milyon 603 bin
metrekare toprak satılırken, Haziran 2003’ten 2006 sonuna kadar 15 milyon 500
bin metrekarelik bir toprak satılmıştır. ASIM AYKAN
(Trabzon) – Yanlış! HASAN MACİT
(Devamla) – Yanlış değil. Bu rakamlar Tapu Kadastro Genel Müdürlüğünün
sitesindedir. ASIM AYKAN
(Trabzon) – Hayır, hayır! HASAN MACİT
(Devamla) – Ne hikmetse, Tapu Kadastro Genel Müdürlüğünün sitesinde yabancılara
toprak satışıyla ilgili olan veriler son dönemlerde yok, çoktandır yok. Acaba
Türk halkından bir şeyler mi gizleniyor, acaba Türk halkından bir şeyler mi
kaçırılıyor, bunun kaygısı içerisindeyim. Bu vatan toprakları satıldı, hazineye
gelir kaydedildi. Üzerinde birçok pis kokular çıkan özelleştirmeden 40 milyar
dolar getirildi, o da hazineye kaynak yaratıldı, ama bakıyoruz, borç 230 milyar
dolar daha artı. Değerli
arkadaşlar, gelin… ERTEKİN ÇOLAK
(Artvin) – Batan bankalardan bahset! HASAN MACİT
(Devamla) – Bankaları kimin soyduğu, kimin üzerine gittiği belli. ERTEKİN ÇOLAK
(Artvin) – Siz soydunuz işte! HASAN MACİT
(Devamla) – 57’nci Hükûmet döneminde bankaların üzerine gidildi. Üzerine
gidildi ve o gün için mahkeme karşısına dokunulmayan insanlar çıkarıldı. Değerli arkadaşlar, buradan sataşarak konuyu
yanıltmayalım, konuyu başka taraflara çekmeyelim. Sizinle her platformda
bankalarla ilgili konuyu, her konuyu tartışmaya hazırım. “Hodri meydan!”
diyorum. (AK Parti sıralarından gürültüler) Değerli
arkadaşlar, özelleştirmeler ne yazık ki talana dönüşmüştür. Bugün
özelleştirmeler istihdam artıracak, verim artıracak, üretim artıracak anlayışı,
ne yazık ki Özelleştirme İdaresinin özelleştirme amaçlarından çıkmıştır… (Mikrofon
otomatik cihaz tarafından kapatıldı) BAŞKAN – Sayın
Macit, söz süreniz bitti, teşekkür ediyorum. MUSTAFA ELİTAŞ
(Kayseri) – Sayın Başkan, lehte konuşmuyor zaten, aleyhte konuşuyor… BAŞKAN - Lütfen… Buyurun
efendim… HASAN MACİT
(Devamla) – Sayın Başkan… BAŞKAN - Bir
hakkı zaten kötüye kullandınız, yani Başkanlığı da istismar ettiniz; buyurun
lütfen. HASAN MACİT
(Devamla) – Sayın Başkan, burada üç defa konuşma süresi uzatılan arkadaşlarımız
oldu, ama… BAŞKAN – Gayet
tabii, sizin de… HASAN MACİT
(Devamla) – Ama, bizim sözümüzün başında söylediğimiz… BAŞKAN – Sayın
Macit, beni dinler misiniz… HASAN MACİT
(Devamla) - …bağımsız milletvekillerinin söz hakkının gasp edilmesi konusunda
eğer siz de böyle bir anlayış içindeyseniz söyleyecek bir şeyimiz yok. MUSTAFA ÖZYÜREK
(İstanbul) – Sayın Başkan, konuşsun biraz daha, ne olacak… BAŞKAN – Sayın
Macit, bu İç Tüzük’ü ben yapmadım. Ben İç Tüzük’ü uygulamak zorundayım. Siz bir
hakkı kötüye kullanarak lehte söz aldınız, aleyhte on dakika konuştunuz. HASAN MACİT
(Devamla) – Sayın Başkan, geçmişte, Meclis Başkanlığı yapan Bülent Arınç burada
lehte söz almış ve aleyhte konuşmuştur. Ben bunların hepsini çıkardım. Yani,
şimdi Bülent Arınç konuşacak, biz konuşmayacağız! AKP milletvekilleri
konuşacak, biz konuşmayacağız! BAŞKAN – Sayın
Macit, bakın, İç Tüzük hükümlerine karşılık… HASAN MACİT
(Devamla) – Sayın Başkan, hiç olmazsa bütçenin hayırlı olması anlamında bir
cümle sarf edeyim… BAŞKAN – Peki,
bir dakika daha süreye veriyorum. HASAN MACİT
(Devamla) – Teşekkür ederim Sayın Başkanım. Değerli
arkadaşlar, sözlerimin başındaki söylediğim, bağımsız ve grubu olmayan
partilere mensup olan milletvekillerinin söz hakkının kısıtlamasına bir
örnektir, demokrasimizin çarpık bir örneğidir diye düşünüyorum. MUSA SIVACIOĞLU
(Kastamonu) – Grubun var orada, niye ayrıldın? HASAN MACİT
(Devamla) – 2008 yılı bütçesinin ülkemize hayırlı uğurlu olmasını diliyorum. Yerinden sataşan
arkadaşlarımız da lütfen biraz ciddi olsun, dinlemesini bilsin diyorum. Hepinize saygılar
sunarım. (DSP, CHP ve MHP sıralarından alkışlar) BAŞKAN – Teşekkür
ederim Sayın Macit. Değerli
arkadaşlarım, şimdi söz sırası aleyhte konuşacak arkadaşımızda. Aleyhte söz
isteyen Sayın Oktay Vural ve Sayın Beytullah Asil söz isteklerini geri
çekmişlerdir. OKTAY VURAL
(İzmir) – Efendim, Sayın Muhsin Yazıcıoğlu, Büyük Birlik Partisi Genel Başkanı,
Sivas Milletvekiline devrediyorum sözümü. BAŞKAN – Sırada
Sivas Milletvekili Sayın Muhsin Yazıcıoğlu var. Sayın Yazıcıoğlu,
buyurun efendim. Süreniz on
dakikadır. MUHSİN YAZICIOĞLU
(Sivas) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; 2008 bütçesinin ülkemiz ve
milletimiz için hayırlı ve uğurlu olmasını Cenabı Allah’tan temenni ederek
hepinize saygılarımı, sevgilerimi sunuyorum ve sözlerimin başında bugün bu
konuşmayı yapma imkânını bana vermiş olan Milliyetçi Hareket Partisi Grubuna
huzurlarınızda teşekkür ediyorum. Değerli
milletvekilleri, bildiğiniz üzere Meclisimizin İç Tüzük’ü ancak gruplara göre
ayarlanmıştır. Anayasa’mızın 68’inci maddesi “Siyasi partiler demokrasinin
vazgeçilmez unsurlarıdır.” demiş olmasına rağmen Türkiye Büyük Millet
Meclisinde İç Tüzük’ümüz grupları vazgeçilmez hâle getirmiştir ve partileri
hesaba katmamıştır. Tabii, dolayısıyla, siyasi parti temsilcilerinin de
görüşlerini ifade edebilmesi için herhâlde gece sabaha karşı gelip sıraya girip
büyük bir mücadeleyle beş dakikalık, on dakikalık söz hakkı elde etmek
mecburiyetinde bırakılmaktadır. Bu, Meclisimize yakışmamaktadır. Büyük
Meclisimizin bu durumu düzeltmesi gerekmektedir. En azından bu tür önemli
dönemlerde kırk dakika gruplar konuşurken beş dakika da partilere söz hakkı
verilebilmelidir. Konuşmaktan çekinmemeliyiz, konuşulmasından korkmamalıyız ve
dolayısıyla Türkiye’de demokrasiyi yerleştirmek isteyen bir Meclisin önce kendi
içinde demokrasiyi tabana yayması gerekmektedir, bunun altını çizmek istiyorum
ve zaman zaman, tabii, Sayın Başkanın nezaket içerisinde “Yerinizden iki
dakika, üç dakika konuşun.” demiş olması da bu hakkı vermemektedir. Doğrudan,
saygın bir şekilde bu imkâna kavuşmamız gerekmektedir. Şimdi, tabii,
Türkiye Büyük Millet Meclisi bugün çok ciddi bir konuyu tartışıyor,
değerlendiriyor. Türkiye’nin sorunlarını konuşuyoruz, çözüm önerilerimizi
getiriyoruz ve ülkemizin daha iyi yarınlara taşınması için, iktidar olarak,
muhalefet olarak, siyasetçiler olarak ne yapacağımızı konuşuyoruz. Tabii ki,
muhalefet partileri tenkitlerini ifade ederken yanında çözümlerini ortaya
koymalı şüphesiz. Ama, iktidar da zaman zaman muhalefet partilerini
bilgilendirmek suretiyle onların çözüme katkıda bulunmasını sağlamalıdır.
Mesela, Sayın Başbakan dünyanın her yerini geziyor, çok da gezen bir
Hükûmetimiz var. Gittikleri yerlerde kripto tutmadan görüşmeler yapıyorlar. Bu
görüşmelerin sonuçlarının ne olduğu, hangi kararları aldıkları, hangi konularda
angajmanlara girildiğini hiç olmazsa siyasal partilere bilgi olarak aktarılması
çok mu zor bir şey? Ama, ben, bu konuda şu ana kadar bu hususta bir defa bile
bilgi alabilmiş değilim, hiçbir siyasi partinin de bu konuda bilgi aldığı
kanaatinde değilim. Türkiye çok
kritik bir dönemden geçiyor. Terör gibi ciddi bir sorunu burada görüştük ve
Türkiye Büyük Millet Meclisi sınır ötesi bir operasyon kararı aldı. Bu kararın
hemen arkasından, sanki “Sınır ötesine asker mi göndereceksiniz? Öyleyse,
gelirim, ben senin askerini alır giderim.” dercesine operasyon yedik,
birliklerimize saldırıldı, askerlerimiz alıp dışarıya götürüldü, rehin alındı
ve rencide edici bir tarzda, şov yaparak Türkiye’ye teslim edildiler. Ondan
sonrasında bu operasyon kararı ne oldu? Bununla ilgili ne karar alındı?
Meclisin kararı ne oldu? Amerika Birleşik Devletleri’yle oturuldu ne konuşuldu?
Ondan sonra birden bire değişen Amerika, stratejik ortağına şimdiye kadar
vermemiş olduğu bilgileri niye vermeye başladı? Neden termal kameralarda görülen
terörist hareketleri şimdiye kadar gösterilmedi de şimdi gösteriliyor? Ne oldu
ki, Amerika Birleşik Devletleri’nin Büyükelçisi bir bölgemizin
milletvekillerini değil, güya etnik kökenli milletvekillerini kahvaltıya
çağırarak, yemeğe çağırarak neyi konuşuyor? Türkiye üniter
bir devlettir. Türkiye’de Kürt’ü Türkmen’i, Alevi’si Sünni’si, hepimiz, hep
beraber aynı kıbleye dönen, aynı secdeye baş koyan, aynı bayrağın altında, bu
devletin, bu vatan topraklarının üstünde kaynaşmış bir milletiz. Atatürk’ün
gösterdiği gibi, sınıfsız ve imtiyazsız, kaynaşmış bir millet olma yolunda
ilerlemek mecburiyetindeyiz. Bu böyleyken, bir küresel güç hangi hakla ve hangi
yetkiyle, Türkiye’nin içerisinde birtakım milletvekillerini, güya etnisiteye
dayanarak toplantı yapıyor, oradan çıkıyor bir şehrimize gidiyor, oradan
kalkıyor Erbil’e geçiyor, kiminle kimin arasında bir diyalog oluşturma görevi
üstleniyor? Bunlarla ilgili bilgi almak zorunda değil miyiz? Ne yazık ki bütün
bunlar, Türkiye’de kapalı kapılar arkasında gerçekleştiriliyor. Türkiye terör
sorununu çözebilmek için, terörle mücadele konseptini derhal değiştirmelidir.
Terörle mücadele ile teröristle mücadeleyi birbirinden ayırmalıdır. Orta ve
uzun vadeli terörle mücadele tedbirlerini ekonomik ve sosyal olarak alırken,
diğer tarafta, teröristle mücadeleyi içeride emniyet özel harekât timlerine,
sınır ve sınır ötesinde Türk Silahlı Kuvvetlerimizin özel kuvvetlerine vermeli,
mobil hareketlerle vurucu, etkin, sonuç alıcı ve tavizsiz bir karalılıkla
terörün üstüne gidebilmelidir. Şimdi, Anadolu’yu
gezdiğimiz zaman, en büyük şikâyet işsizlikten geliyor. İşsizlik can yakıyor,
ama üniversite mezunu kardeşlerimiz kapı kapı iş ararken, orta ölçekli
işletmelerimiz ara eleman bulamamaktan şikâyetçi oluyor. İmam-hatiplerle ilgili
tedbir alacağız derken, belli bir dönem meslek liselerini de mahvetmişizdir.
Dolayısıyla, süratle meslek liselerinin özendirilmesini sağlayacak tedbirler
almalıyız. Bir taraftan ara eleman ihtiyacını karşılarken, diğer taraftan da
Türkiye’nin iş gücü kaybını ve zaman kaybını ortadan kaldırmalıyız. Bunun için,
iki yıllık meslek lisesi mezunlarına da askerlikte kısa dönem askerlik
yapabilme şansı verilmelidir. Çünkü, birçok gencimiz sadece askerlikte avantaj
sağlamak için dört yıllık okullara gitmektedirler. Onun için bunu da
özendirmeliyiz diye düşünüyorum. Üniversitelerde
gençlerimiz okuyabilmek için kredi alıyorlar, ancak geçen gün Sayın Bakan
burada “Kredi borcu olan kimse yoktur, kapısına haciz giden kimse yoktur.”
diyor, ama öğrencilerimiz okulunu bitirir bitirmez iki yıl sonra bu kredilerini
ödemek mecburiyetinde bırakılıyor. Hâlbuki, mezun olan gençlerimiz gidiyorlar,
askerlik yapıyorlar, sonra da iş arıyorlar. Onun için, bunların, sigortalı bir
iş bulduktan sonra kredi borçlarını ödemesine imkân sağlanmalıdır ve evlenecekleri
zaman gençlerimize uzun vadeli, faizsiz evlilik kredisi verilmelidir ve bir de,
çeşitli sebeplerle okullarından ilişiği kesilmiş ve okuma hakkını kaybetmiş
olan gençlerimize bir defaya mahsus bir af kanunu getirilmelidir. Bu konuda
diğer gruplarımızın da talepleri var. Ben, devlete,
millete kurşun sıkanlara değil, “Ben okumak istiyorum.” diyenlere af istiyorum.
Dolayısıyla, yüce Meclisimizin bu konuda da bizim daha önce vermiş olduğumuz
önergeye katkı sağlamasını temenni ediyorum. Tabii, Sayın
Başkanın nezaketini zorlamak istemiyorum, sürem bitti, ama, ben, burada, daha
çok… (Mikrofon
otomatik cihaz tarafından kapatıldı) BAŞKAN – Sayın
Yazıcıoğlu, bir dakikalık ek süre daha veriyorum. MUHSİN YAZICIOĞLU
(Devamla) – Sayın Başkan, teşekkür ediyorum. Burada, karnesini
elde edebilmek için kapı kapı dolaşan Bağ-Kur’lularımızın sorunlarına değinmek
istiyordum. Yine, bir ay primini ödeyemediği için hastane kapılarından geriye
döndürülen Bağ-Kur’lularımızın… Evet, ben, daha dün bir tanesini kendim tedavi
ettirdim, çünkü borcu olduğu için Bağ-Kur karnesi geçerli değil, öbür tarafta borcuna
faiz işlemeye devam ediyor. Bu insafsızlıktır. Ya borcuna faizi dondurun ya da
hastane kapısından geriye çevirmeyin. Bununla ilgili, özürlülerle ilgili diğer
konuları daha sonra gündeme getirme fırsatı inşallah bulacağım. Hepinize saygılar
sunuyorum. Bütçenin hayırlı olmasını temenni ediyorum. (AK Parti sıralarından
alkışlar) BAŞKAN – Teşekkür
ediyorum Sayın Yazıcıoğlu. Sayın
milletvekilleri, Sayın Yazıcıoğlu’nun konuşmasında geçen bir ifadeyle ilgili
olarak, Sayın Adalet Bakanı Şahin bir açıklamada bulunacaklar. ADALET BAKANI
MEHMET ALİ ŞAHİN (Antalya) – İzin verirseniz yerimden... BAŞKAN –
Yerinizden, buyurun. IV.- SATAŞMALARA İLİŞKİN KONUŞMALAR VE AÇIKLAMALAR (Devam) 3.- Adalet Bakanı Mehmet Ali Şahin’in, BBP Genel Başkanı
Muhsin Yazıcıoğlu’nun konuşmasında geçen bir ifadeyle ilgili açıklaması ADALET BAKANI
MEHMET ALİ ŞAHİN (Antalya) – Sayın Başkanım, çok teşekkür ederim. Sayın Yazıcıoğlu,
konuşması esnasında, Türkiye Cumhuriyeti devleti ve Hükûmeti adına diğer
ülkelerin devlet yetkilileriyle yapılan görüşmelerin tutanaklarının tutulmadığı
veya hazırlanan kriptoların özellikle siyasi partilere iletilmediği şeklinde
bir açıklama yaptılar. Bilindiği gibi, tüm resmî görüşmeler bir zabıt altına
alınır, bunlarla ilgili kriptolar oluşturulur ve bunlar, yine yasa gereği,
gizlilik damgalı olarak devletin saklanması gereken yerlerinde saklanır. Ama
bunlar, hiçbir zaman siyasi partilerin genel başkanlarına gönderilmez. Böyle
bir ne yasal imkân var ne böyle bir usulümüz var. Bu açıklamayı yapma
ihtiyacını duydum. Çok teşekkür
ederim. K. KEMAL ANADOL
(İzmir) – Yani, Bush ve Başbakanın görüşmesinin tutanağı var mı efendim? BAŞKAN – Teşekkür
ediyorum Sayın Şahin. III.- KANUN TASARI VE TEKLİFLERİ İLE KOMİSYONLARDAN GELEN DİĞER İŞLER (Devam) A) Kanun Tasarı ve
Teklifleri (Devam) 1.- 2008 Yılı Merkezi Yönetim Bütçe Kanunu Tasarısı ve Plan
ve Bütçe Komisyonu Raporu (1/426) (S. Sayısı:57) (Devam) 2.- 2006 Yılı Merkezi Yönetim Kesin Hesap Kanunu Tasarısı
ile Merkezi Yönetim Bütçesi Kapsamındaki İdare ve Kurumların 2006 Bütçe Yılı
Kesin Hesap Tasarısına Ait Genel Uygunluk Bildirimi ve Eki Raporlarının Sunulduğuna Dair Sayıştay Başkanlığı
Tezkeresi ile Plan ve Bütçe
Komisyonu Raporu (1/267, 3/191) (S.
Sayısı: 58) (Devam) BAŞKAN – Sayın
milletvekilleri, Sayın Ufuk Uras’ın bir söz talebi var. Gönlümüz ister ama
mevcut İç Tüzük hükümleri karşısında Sayın Uras’a böyle bir söz verme imkânımız
yok. Ancak, emsal teşkil etmemek şartıyla, yerinden, Sayın Uras’a, üç dakikayı
da geçmemesi ricasıyla söz veriyorum. Buyurun Sayın
Uras. MEHMET UFUK URAS
(İstanbul) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; çok teşekkür ediyorum. Bütçe dediğiniz,
kaynakların yeniden paylaşımıdır, bir nimet-külfet ilişkisidir ama gördüğüm
kadarıyla, burada sosyal duyarlılığı yok bütçenin. Sayın Unakıtan, sağ olsun,
şakayla karışık konuşmayı seviyor; galiba o çerçevede- “sosyal devlet
anlayışını benimsiyoruz” dedi. Bizim üniversitelerde anlattığımız sosyal devlet
anlayışının bu bütçedeki karşılığı nedir, merak ediyorum. Ulusal devlet ve
sosyal devletin yerine bir neoliberal devlet anlayışıyla karşı karşıyayız. “Tam
bağımsızlık ancak mali bağımsızlıkla mümkündür.” diye bir de Mustafa Kemal’in
cümlesini kullandı. Ben zannettim ki, “tam bağımsız Türkiye” şiarıyla
uluslararası mali kurumlardan bağımsızlaşma hedefi var. Ama, Sayın Başbakan da
hemen bunu düzeltti. Bunun da bir şaka olduğunu gördük. Çünkü, Birleşmiş
Milletler insani yaşam endeksinde 84’üncü sırada olmamız, zaten, 17’nci sırada
olan bir ülke olarak, ciddi bölüşüm problemlerimiz olduğunu gösteriyor. Tahmin ediyorum,
bizi ilgilendiren tek temanın kamu çıkarı olması gerek. Özel çıkardan özel çıkar
sevinir. Biz, yaptığımız kamu hizmetleriyle bir övünç yakalamalıyız. Ama, Özel
sektörün başarısı da bizim başarımız diyorsak, o zaman, özel sektörün borcu
olunca niye kendi sorunlarıdır diyoruz anlamıyorum. Özelleştirme
mağdurlarının mağdur edilmediği gibi değerlendirmeler de kamu bankalarının
özelleştirilmesi mağdurları çerçevesinde çok açık bir şekilde ortada.
Özelleştirmeye devam bütçesidir bu ama Topkapı’daki kutsal hazineler dışında
özelleştirilecek çok az şey kalmıştır, bunu da bilmemiz gerek. Çok ilgimi çeken
bir başka nokta, petrol açığı üzerinde duruldu. Bildiğiniz gibi, petrol zengini
ülke -Chavez- Venezuella, İran dâhil bütün ülkelerle temas hâlinde ama,
Türkiye’nin yeterince ilişkisi yok. Eğer arzu ederseniz, devrimci dayanışma
içinde olduğumuz Chavez’in Hükûmetimizle olan bağlantılarını güçlendirecek bir
pozitif bir politika içerisinde yer alabiliriz. Sayın Maliye
Bakanı, yine, giren-çıkan sermayenin sınırda gözükmediğini gördü. Keşke,
bütçesinde, Türkiye’ye giren sermayenin know how’a, istihdama, teknolojiye olan
katkılarını rakamlar itibarıyla ifade etseydi. Demin de vurguladığım gibi, bu
kamusal hizmetlerin niteliği ve genişliğiyle gerçek anlamda sosyal politikaları
savunmamız için, karar alma mekanizmalarında belki emeğiyle geçinen insanların,
çok daha söz, yetki ve karar sahibi olması gerekiyor. Bu bütçenin,
nimet-külfet ilişkisine baktığımızda, toplumun geniş kesimlerinin maalesef
aleyhine olduğunu görüyorum. Teşekkür
ediyorum. (DTP sıralarından alkışlar) BAŞKAN – Teşekkür
ediyorum Sayın Uras. Sayın
milletvekilleri, 2008 Yılı Merkezi Yönetim Bütçe Kanunu Tasarısı ile 2006 Yılı
Merkezi Yönetim Kesin Hesap Kanunu Tasarısı’nın tümü üzerindeki görüşmeler
tamamlanmıştır. Şimdi, 2008 Yılı
Merkezi Yönetim Bütçe Kanunu Tasarısı ile 2006 Yılı Merkezi Yönetim Kesin Hesap
Kanunu Tasarısı’nın maddelerine geçilmesini oylarınıza sunacağım. 2008 Yılı Merkezi
Yönetim Bütçe Kanunu Tasarısı’nın maddelerine geçilmesini oylarınıza sunuyorum:
Kabul edenler… Etmeyenler… Kabul edilmiştir. 2006 Yılı Merkezi
Yönetim Kesin Hesap Kanunu Tasarısı’nın maddelerine geçilmesini oylarınıza
sunuyorum: Kabul edenler… Etmeyenler… Kabul edilmiştir. Böylece, 2008
Yılı Merkezi Yönetim Bütçe Kanunu Tasarısı ile 2006 Yılı Merkezi Yönetim Kesin
Hesap Kanunu Tasarısı’nın maddelerine geçilmesi kabul edilmiştir. Şimdi, sırasıyla,
her iki tasarının da 1’inci maddelerini okutuyorum: 2008 YILI MERKEZİ YÖNETİM BÜTÇE KANUNU TASARISI BİRİNCİ KISIM Genel Hükümler BİRİNCİ BÖLÜM Gider, Gelir,
Finansman ve Denge Gider MADDE 1- (1) Bu
Kanuna bağlı (A) işaretli cetvellerde gösterildiği üzere, 10/12/2003 tarihli ve
5018 sayılı Kamu Mali Yönetimi ve Kontrol Kanununa ekli; a) (I) sayılı
cetvelde yer alan genel bütçe kapsamındaki kamu idarelerine 218.284.732.372
Yeni Türk Lirası, b) (II) sayılı
cetvelde yer alan özel bütçeli idarelere 13.941.949.650 Yeni Türk Lirası, c) (III) sayılı
cetvelde yer alan düzenleyici ve denetleyici kurumlara 1.729.688.441 Yeni Türk
Lirası, ödenek
verilmiştir. 2006 YILI MERKEZİ YÖNETİM KESİN HESAP KANUNU TASARISI Gider Bütçesi MADDE 1 -
(1) Kesin hesap gider cetvelinde
gösterildiği üzere, 10/12/2003 tarihli 5018 sayılı Ka-nuna Ekli; a) (I) sayılı
cetvelde yer alan genel bütçe kapsamındaki kamu idarelerinin 2006 yılı bütçe gideri 175.084.120.528, 92 Yeni Türk
Lirası, b) (II) sayılı
cetvelde yer alan özel bütçeli idarelerin 2006 yılı bütçe gideri
10.225.121.527,69 Yeni Türk Lirası, c) (III) sayılı
cetvelde yer alan düzenleyici ve denetleyici kurumların 2006 yılı bütçe
giderleri 1.330.225.848,52 Yeni Türk Lirası, olarak gerçekleşmiştir. BAŞKAN – Değerli
milletvekilleri, Anayasa’nın 164’üncü maddesi uyarınca Bütçe Kanunu Tasarısı
ile Kesin Hesap Kanunu Tasarısı’nın görüşmeleri birlikte yapılacağından,
okunmuş bulunan 1’inci maddeler kapsamına giren kuruluşların 2008 yılı merkezî
yönetim bütçeleri ile 2006 yılı merkezî yönetim kesin hesaplarının
görüşmelerine yarınki birleşimde başlanacaktır. Programa göre,
kuruluşların bütçe ve kesin hesaplarını görüşmek için, alınan karar gereğince 5
Aralık 2007 Çarşamba günü saat 11.00’de toplanmak üzere birleşimi kapatıyorum. Kapanma Saati: 19.08 |
|