DÖNEM: 23 CİLT: 5 YASAMA YILI: 2 TÜRKİYE BÜYÜK MİLLET MECLİSİ TUTANAK DERGİSİ 24’üncü
Birleşim 22 Kasım 2007 Perşembe İ Ç İ N D E K İ L
E R I. - GEÇEN TUTANAK ÖZETİ II. - GELEN KÂĞITLAR III.
- YOKLAMA IV. - GÜNDEM DIŞI KONUŞMALAR A)
MİLLETVEKİLLERİNİN GÜNDEM DIŞI KONUŞMALARI 1.- Edirne Milletvekili
Necdet Budak’ın, Edirne’de meydana gelen sel felaketine ilişkin
gündem dışı konuşması 2.- Adıyaman
Milletvekili Şevket Köse’nin, Ağız ve Diş Sağlığı Haftası’na ilişkin
gündem dışı konuşması 3.- Bursa Milletvekili
İsmet Büyükataman’ın, 24 Kasım Öğretmenler
Günü’ne ilişkin gündem dışı konuşması ve Millî Eğitim Bakanı Hüseyin Çelik’in cevabı V.
- SATAŞMALARA İLİŞKİN KONUŞMALAR VE AÇIKLAMALAR 1.- Tunceli Milletvekili
Kamer Genç’in, Öğretmenler Günü nedeniyle açıklaması VI.
- BAŞKANLIĞIN GENEL KURU A)
MECLİS ARAŞTIRMASI ÖNERGELERİ 1.- Bursa Milletvekili
İsmet Büyükataman ve 32 milletvekilinin, raylı
sistem ve demir yolu ulaşımındaki sorunların araştırılarak alınması
gereken önlemlerin belirlenmesi amacıy 2.- Bursa Milletvekili
İsmet Büyükataman ve 33 milletvekilinin, Balkan
göçmenlerinin sorunlarının araştırılarak alınması gereken önlemlerin
belirlenmesi amacıy VII.
- KANUN TASARI VE TEKLİFLERİ İLE KOMİSYONLARDAN GELEN DİĞER İŞLER A)
KANUN TASARI VE TEKLİFLERİ 1.- Uluslararası
Çocuk Kaçırmanın Hukukî Veçhelerine (Yön ve Kapsamına) Dair Kanun
Tasarısı ve Adalet Komisyonu Raporu (1/315) (S. Sayısı: 33) 2.- Milletlerarası
Özel Hukuk ve Usul Hukuku Hakkında Kanun Tasarısı ve Adalet Komisyonu
Raporu (1/337) (S. Sayısı: 47) 3.- Tanık Koruma
Kanunu Tasarısı ve Adalet Komisyonu Raporu (1/346) (S. Sayısı: 34) 4.- Ses ve Gaz Fişeği
Atabilen Silahlar Hakkında Kanun Tasarısı ve İçişleri Komisyonu
Raporu (1/437) (S. Sayısı: 54) VIII.
- OYLAMALAR 1.- Uluslararası
Çocuk Kaçırmanın Hukukî Veçhelerine (Yön ve Kapsamına) Dair Kanun
Tasarısı’nın oylaması IX.
- SORULAR VE CEVAPLAR A)
YAZILI SORULAR VE CEVAPLARI 1.- Kastamonu
Milletvekili Mehmet Serdaroğlu’nun, akarsu
ve göllerin kirlilik ölçümlerine ilişkin sorusu ve Çevre ve Orman Bakanı Veysel Eroğlu’nun cevabı (7/374) 2.- Eskişehir
Milletvekili Fehmi Murat Sönmez’in, Porsuk
Çayı’ndaki kirliliğe ilişkin sorusu ve Çevre ve Orman Bakanı Veysel Eroğlu’nun cevabı (7/375) 3.- Bursa Milletvekili
Abdullah Özer’in, Uludağ’da çöp ve moloz dökülen bir alana ilişkin
sorusu ve Çevre
ve Orman Bakanı Veysel Eroğlu’nun cevabı
(7/376) 4.- Bursa Milletvekili
Osman Kaptan’ın, Antalya’nın su ihtiyacına yönelik çalışmalara
ilişkin sorusu ve
Çevre ve Orman Bakanı Veysel Eroğlu’nun
cevabı (7/377) 5.- Adana Milletvekili
Nevin Gaye Erbatur’un, sosyal yardım yapan
vakıf ve derneklere uygulanan vergi muafiyetine ilişkin sorusu
ve Maliye Bakanı Kemal Unakıtan’ın cevabı
(7/484) 6.- İzmir Milletvekili
Abdürrezzak Erten’in,
halkoylamasına katılmayanlara uygulanacak para cezasına ilişkin
sorusu ve Maliye Bakanı Kemal Unakıtan’ın
cevabı (7/520) 7.- İstanbul Milletvekili
Kemal Kılıçdaroğlu’nun, Levent’teki HSBC
binasının onarım ihalesine ilişkin sorusu ve Devlet Bakanı ve Başbakan Yardımcısı
Nazım Ekren’in cevabı (7/521) 8.- Mersin Milletvekili
Mehmet Şandır’ın, Diyanet İşleri Başkanlığı
personeline ilişkin sorusu ve Devlet Bakanı Mustafa Said Yazıcıoğlu’nun cevabı
(7/613) I. - GEÇEN TUTANAK ÖZETİ TBMM Genel Kurulu
saat 14.03’te açılarak üç oturum yaptı. Mardin Milletvekili
Gönül Bekin Şahkulubey, Mardin’in düşman işgalinden
kurtuluşunun 88’inci yıl dönümüne ve Öğretmenler Günü’ne, Bursa Milletvekili
H. Hamit Homriş, bölücü teröre, İlişkin gündem
dışı birer konuşma yaptılar. Çanakkale Milletvekili
Ahmet Küçük’ün, Trakya’da yoğun ve şiddetli
yağışlar nedeniyle meydana gelen zararlara ilişkin gündem dışı konuşmasına,
Bayındırlık ve İskân Bakanı Faruk Nafız Özak cevap verdi. Bitlis Milletvekili
Vahit Kiler ve 24 milletvekilinin, uyuşturucu, alkol ve sigara bağımlılığı
ile kaçakçılığının nedenlerinin, ulaştığı boyutların, sosyal ve
ekonomik etkilerinin araştırılarak (10/51), Bitlis Milletvekili
Vahit Kiler ve 24 milletvekilinin, bal ve diğer arı ürünlerinin üretiminde
ve pazarlanmasında yaşanan sorunların araştırılarak arıcılığın
geliştirilmesi için (10/52), Tekirdağ Milletvekili
Kemalettin Nalcı ve 21 milletvekilinin, belediyelerin
altyapı, katı atık ve atık su yönetimindeki sorunların araştırılarak
(10/53), Alınması gereken
önlemlerin belirlenmesi amacıy Gündemin “Kanun
Tasarı ve Teklifleri ile Komisyonlardan Gelen Diğer İşler” kısmının: 1’inci sırasında
bulunan, Gülhane Askerî Tıp Akademisi Kanununda Değişiklik Yapılmasına
Dair Kanun Tasarısı (1/438) (S. Sayısı: 50) görüşmeleri tamamlanarak; 2’nci sırasında
bulunan, Türk Silahlı Kuvvetleri Hasta Besleme Kanunu Tasarısı
(1/431) (S. Sayısı: 49), 3’üncü sırasında
bulunan, Askerlik Kanunu ile Yedek Subaylar ve Yedek Askerî Memurlar
Kanununda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Tasarısı (1/436) (S.
Sayısı : 51), Yapılan görüşmelerden
sonra; 4’üncü sırasında
bulunan, Uluslararası Çocuk Kaçırmanın Hukukî Veçhelerine Dair
Kanun Tasarısı’nın (1/315) (S. Sayısı: 33) tümü üzerinde görüşmeler
tamamlanarak maddelerine geçilmesi; Kabul edildi. İstanbul Milletvekili
Ömer Dinçer, Amasya Milletvekili Hüseyin Ünsal’ın,
konuşmasında şahsına sataştığı iddiasıyla bir konuşma yaptı. 22 Kasım 2007
Perşembe günü, alınan karar gereğince saat 14.00’te toplanmak üzere,
birleşime 20.03’te son verildi. Meral
AKŞENER Başkan Vekili Fatoş GÜRKAN Harun
TÜFEKCİ Adana Konya Kâtip Üye
Kâtip
Üye No.: 36 II. - GELEN KÂĞITLAR 22 Kasım 2007 Perşembe Meclis Araştırması Önergeleri 1.- Bursa Milletvekili
İsmet Büyükataman ve 32 Milletvekilinin, raylı
sistem ve demir yolu ulaşımındaki sorunların araştırılarak alınması
gereken önlemlerin belirlenmesi amacıy 2.- Bursa Milletvekili
İsmet Büyükataman ve 33 Milletvekilinin, Balkan
göçmenlerinin sorunlarının araştırılarak alınması gereken önlemlerin
belirlenmesi amacıy Süresi İçinde Cevaplandırılmayan Yazılı Soru
Önergeleri 1.- Ankara Milletvekili
Zekeriya AKINCI’nın, Ankara’ya verilen suyun
sağlık sorunlarına yol açtığı iddiasına ve su sorununa ilişkin
Başbakandan yazılı soru önergesi (7/351) 2.- Denizli Milletvekili
Hasan ERÇELEBİ’nin, Oxford Üniversitesinin
bir yayınına ilişkin Başbakandan yazılı soru önergesi (7/354) 3.- İstanbul Milletvekili
Bihlun TAMAYLIGİL’in,
gezilere katılan medya heyetlerinin seçimindeki kriterlere ilişkin Başbakandan yazılı soru önergesi
(7/359) 4.- Adana Milletvekili
Tacidar SEYHAN’ın, bazı
illerin nüfuslarına ve yeşil kartlı sayısına ilişkin Başbakandan
yazılı soru önergesi (7/360) 5.- Ankara Milletvekili
Yılmaz ATEŞ’in, IMF ile ilişkilere ilişkin Başbakandan
yazılı soru önergesi (7/362) 6.- İzmir Milletvekili
Ahmet ERSİN’in, bir sözüne ve bazı derneklerin
faaliyetlerine ilişkin Başbakandan yazılı soru önergesi (7/363) 7.- Hatay Milletvekili
Süleyman Turan ÇİRKİN’in, Kuzey Irak’ta teröre
karşı operasyon yapılmasına ilişkin Başbakandan yazılı soru önergesi
(7/366) 8.- Hatay Milletvekili
Süleyman Turan ÇİRKİN’in, zayıflama ve kilo
alma amaçlı kullanılan kapsül ve enerji içeceklerine ilişkin Başbakandan
yazılı soru önergesi (7/370) 9.- Hatay Milletvekili
Süleyman Turan ÇİRKİN’in, yeşil kartlılara ilişkin
Başbakandan yazılı soru önergesi (7/371) 10.- Kahramanmaraş Milletvekili Durdu ÖZBOLAT’ın, Kahramanmaraş çöp depolama alanının
yer seçimine ilişkin Başbakandan yazılı soru önergesi (7/372) 11.- Kastamonu
Milletvekili Mehmet SERDAROĞLU’nun, özürlülerin
gümrüksüz otomobil edinmede yaşadığı sorunlara ilişkin Başbakandan
yazılı soru önergesi (7/373) 12.- Samsun Milletvekili
Osman ÇAKIR’ın, Samsun-Ceyhan petrol boru hattının başlangıç
terminaline ilişkin Enerji ve Tabiî Kaynaklar Bakanından yazılı
soru önergesi (7/388) 13.- Burdur Milletvekili
Ramazan Kerim ÖZKAN’ın, Burdur İlindeki doğalgaz
çalışmalarına ilişkin Enerji ve Tabiî Kaynaklar Bakanından yazılı
soru önergesi (7/389) 14.- Gaziantep
Milletvekili Yaşar AĞYÜZ’ün, Gaziantep’te
kent içi ulaşım ile ilgili bazı iddialara ilişkin İçişleri Bakanından
yazılı soru önergesi (7/391) 15.- Hatay Milletvekili
Gökhan DURGUN’un, Antakya’da polisin açtığı
ateş sonucu ölen bir kişiye ilişkin İçişleri Bakanından yazılı soru
önergesi (7/392) 16.- Bursa Milletvekili
Kemal DEMİREL’in, Bursa-Yıldırım’daki bir
kavşağın trafik güvenliğine ilişkin İçişleri Bakanından yazılı
soru önergesi (7/393) 17.- İzmir Milletvekili
Bülent BARATALI’nın, ülkemize kaçak yollardan
giren yabancılara ilişkin İçişleri Bakanından yazılı soru önergesi
(7/394) 18.- Bursa Milletvekili
Onur ÖYMEN’in, Balkanlardan Türkiye’ye yerleşen
soydaşlarımıza vatandaşlık hakkı verilmesine ilişkin İçişleri
Bakanından yazılı soru önergesi (7/395) 19.- Ankara Milletvekili
Mücahit PEHLİVAN’ın, doğal beslenme ürünlerinin
denetimine ilişkin Sağlık Bakanından yazılı soru önergesi (7/401)
20.- İstanbul
Milletvekili Sacid YILDIZ’ın,
yatarak tedavi olan hastaya ilaç ve malzemenin hastane tarafından
karşılanmasıyla ilgili tebliğe ilişkin Sağlık Bakanından yazılı
soru önergesi (7/402) 21.- İstanbul
Milletvekili Bihlun TAMAYLIGİL’in,
yeşil kartta otomatik vize sistemi uygulamasına ilişkin Sağlık Bakanından
yazılı soru önergesi (7/403) 22.- Bursa Milletvekili
Kemal DEMİREL’in, Bursa Yenişehir Devlet
Hastanesinin personel ihtiyacına ilişkin Sağlık Bakanından yazılı
soru önergesi (7/404) 23.- Ankara Milletvekili
Mücahit PEHLİVAN’ın, doğal beslenme ürünlerine
ithalat izni verilmesine ilişkin Tarım ve Köyişleri
Bakanından yazılı soru önergesi (7/405) 24.- Gaziantep
Milletvekili Yaşar AĞYÜZ’ün, Gaziantep’te
kuraklıkla ilgili kararnamenin uygulamasına ilişkin Tarım ve Köyişleri Bakanından yazılı soru önergesi
(7/406) 25.- Hatay Milletvekili
Süleyman Turan ÇİRKİN’in, tarım kesiminin
çeşitli yönlerden geliştirilmesine ilişkin Tarım ve Köyişleri Bakanından yazılı soru önergesi
(7/407) 26.- Bursa Milletvekili
Kemal DEMİREL’in, Bilecik-Osmaneli-Bursa-Bandırma
demiryolu yapımına ilişkin Ulaştırma Bakanından yazılı soru önergesi
(7/408) 22
Kasım 2007 Perşembe BİRİNCİ
OTURUM Açılma
Saati: 14.04 BAŞKAN:
Başkan Vekili Meral AKŞENER KÂTİP
ÜYELER : Yusuf COŞKUN (Bingöl), Canan CANDEMİR
ÇELİK (Bursa) BAŞKAN – Türkiye
Büyük Millet Meclisinin 24’üncü Birleşimini açıyorum. III.
- YOKLAMA BAŞKAN – Elektronik
cihazla yoklama yapacağız. Yoklama için
beş dakika süre vereceğim. Sayın milletvekillerinin oy düğmelerine
basarak salonda bulunduklarını bildirmelerini, bu süre içerisinde
elektronik sisteme giremeyen milletvekillerinin salonda hazır
bulunan teknik personelden yardım istemelerini, buna rağmen sisteme
giremeyen üyelerin ise, yoklama pusulalarını, görevli personel
aracılığıyla, beş dakikalık süre içerisinde Başkanlığa ulaştırmalarını
rica ediyorum. Yoklama işlemini
başlatıyorum. (Elektronik cihazla
yoklama yapıldı) BAŞKAN – Toplantı
yeter sayısı vardır, görüşmelere başlıyoruz. Gündeme geçmeden
önce üç sayın milletvekiline gündem dışı söz vereceğim. Gündem dışı ilk
söz, Edirne’deki sel afetiyle ilgili söz isteyen Edirne Milletvekili
Sayın Necdet Budak’a aittir. Buyurun Sayın
Budak. (AK Parti sıralarından alkışlar) Süreniz beş dakika. IV. - GÜNDEM DIŞI KONUŞMALAR A)
MİLLETVEKİLLERİNİN GÜNDEM DIŞI KONUŞMALARI 1.-
Edirne Milletvekili Necdet Budak’ın, Edirne’de meydana gelen sel
felaketine ilişkin gündem dışı konuşması NECDET BUDAK
(Edirne) – Sayın Başkan, değerli
milletvekilleri; Edirne’de yaşanan sel taşkını hakkında gündem dışı
söz almış bulunmaktayım. Yüce heyetinizi saygıyla selamlıyorum.
Öncelikle, Ardahan
Milletvekilimiz Sayın Saffet Kaya’ya, söz hakkını devrettiği
için teşekkür ediyorum. Edirne’de yaşanan
sel afetinde öncelikli olarak can kaybımız yoktur. Tüm Edirnelilere
geçmiş olsun dileklerimi buradan bir kez daha iletiyorum. Özellikle
Edirne’de son
yıllarda sık sık sel taşkını yaşamamız Edirnelileri
gerçekten üzmektedir. Şu anda Edirne Valilik nezdinde il merkezde
ve bir iki ilçemizde kriz masası oluşturulmuş, özellikle Karaağaç
mahallesinde okullarımız dört gün tatil edilmiş. Bölgede il savunma
ve kurtarma ekipleriyle DSİ bölge yetkilileri, yine tugay komutanlığı
teyakkuz hâlindedir. Tahliye edilen ev bulunmamaktadır. Su debisi
de bugünden itibaren yavaş yavaş düşmeye başlamıştır.
Pazarkule Yunanistan Sınır Kapımız kapatılmış,
İpsala üzerinden Yunanistan’a geçiş sağlanmaktadır. Yine, Bulgaristan
Kapıkule Kapısı küçük araçlara kapatılmış, Hamzabeyli
üzerinden geçiş sağlanmakta. Tabii, tarihsel olarak Edirne’de
sık sık biz bu sel taşkınlarını yaşıyoruz.
Bunun en önemli nedeni de, buraya
gelen suyun yüzde 97’si Bulgaristan ve Yunanistan bölgesinden
gelmektedir, yüzde 3’ü Türkiye topraklarından gelmektedir. Bulgaristan’ın
yaklaşık on dört-on beş barajı var, bu barajların kapaklarını aynı
anda açması nedeniyle, su yönetiminde gerekli özeni göstermemesinden
kaynaklandığını düşünüyoruz. Aralıklı olarak da bu sel taşkınını
biz uzun yıllardır Edirne’de yaşıyoruz. Bu konuyu özellikle
dile getiriyorum. Geçtiğimiz dönemde uzun yıllardır yaşanan bu
sel taşkınlarına karşı bölgede alınması gereken önlemlerle ilgili
olarak ilk kez geçtiğimiz dönemde, AK Parti Hükûmeti
döneminde, bölgede kırk elli yıldır tartışılan Suakacağı
Barajı konusunda, Hükûmet olarak, resmî girişimde
bulunduk 8 Nisan 2005 tarihinde. Bu baraja Bulgaristan uzun yıllar
sıcak bakmıyordu, ancak soğuk savaş döneminin bitmesiyle birlikte
bu dönemde yeni bir protokol imzalandı. Her iki ülkenin bakanları,
Enerji, Çevre Bakanları hem Sofya’da hem Türkiye’de bir araya geldik.
Tabii ki, uluslararası hukuk anlamında da önemli. Bulgaristan’ın
onay vermesi durumunda, ben biliyorum ki, Maliye Bakanlığımız ve Hükûmetimiz bu barajın yapımına çok sıcak bakıyorlar,
potansiyeli de maddi anlamda çok büyük değil. Ancak, bu barajın yapılacağı
yerin yüzde 70’i Bulgaristan sınırlarında, yüzde 30’u Türkiye sınırlarında
olduğu için Bulgaristan’ın onayı çok önemli. Yapılan yeni protokolle
birlikte, ben, her iki ülkenin Bakanlar Kurulunda alacağı kararla
birlikte bu projenin hayata geçeceğini, bu sel taşkınlarının en
azından biraz daha minimize olacağını düşünüyorum. Tabii ki, bir
başka alınması gereken önlem: Bu bölgedeki nehir yatağı yaklaşık
200 kilometre. 50’li yıllarda seddeleri ele
alınmış, 50’li yıllardan sonra bu seddeler hiçbir
şekilde güçlendirilmemiş. Geçtiğimiz bir yıl boyunca, Hükûmetimizin çıkartmış olduğu maddi desteklerle
bölgedeki seddeler güçlendirilmiş ve bu taşkının
bu yıl biraz daha kontrollü, suyun yönetilebilmesi açısından sağladığımız
başarı, bu seddelerin güçlenderilmesinden
kaynaklanıyor. Tabii, bu da yeterli değil. 1923 Lozan Anlaşması’ndan
beri bu nehirlerde… BAŞKAN – Sayın
milletvekilleri… Sayın milletvekilleri, Hatibi dinlersek… Buyurun. NECDET BUDAK
(Devamla) – Teşekkür ederim Sayın Başkan. ...bu nehir yataklarının
her iki ülke arasında yapılacak anlaşmalarla temizlenmesi gerekiyor.
Çünkü nehrin yarısı Türkiye’ye ait, bir diğer yarısı
ise Yunanistan ve Bulgaristan’a ait. Bu nehir yataklarının
temizlenmesiyle ilgili olarak Avrupa Birliği fonlarından yaklaşık
4 milyon euroluk her iki ülke arasında sınır
ötesi iş birliği kapsamında geliştirilmiş bir proje var. Bu proje
kapsamında bu yıldan itibaren bu nehir yatağının ve oluşan adaların
temizlenmesi gündemde ve bu konuda çalışmalar hızla devam ediyor.
Tabii, Bulgaristan’ın
AB üyesi olmasıyla birlikte, Bulgaristan tarafından da bölgede meteoroloji
istasyonlarının geliştirilmesi, yine taşkın tahmini ve kapasite
geliştirilmesi ve taşkınların kontrolü anlamında projeler Bulgaristan
tarafından Avrupa Birliğine sunulmakta. Bu konuda da çalışmalar
var. Ama Türkiye olarak biz, Türkiye-Bulgaristan Sınırötesi
İşbirliği Bölgesinde Taşkın Tahmini İçin Kapasite Geliştirilmesi
ve Taşkın Kontrolü Projesi de -Bu da 4 milyonluk bir proje- şu anda
Merkezi Finansman ve İhale Biriminde. Bölgede her
şey kontrol altında. Ancak bu bölge çok uzun yıllar ihmal edilmiş.
Buradaki yerel yönetimlerin de zarar görmesi söz konusu. Ancak
biz, Edirne Belediyesinin, Hükûmet olarak, 30
trilyon elektrik altyapı projesini şu anda yapmaktayız. (Mikrofon otomatik
cihaz tarafından kapatıldı) NECDET BUDAK
(Devamla) – Bitiriyorum. BAŞKAN – Bir dakika
süreniz var, tamamlayın lütfen. NECDET BUDAK
(Devamla) – 30 trilyonluk projenin şu anda ihalesi yapılmış ve inşaat
çalışmaları devam ediyor. Yine, Yağmur Suyu
Toplama Projesi, Hükûmetimiz tarafından finansman
desteği sağlanmış. Yine, Edirne Belediyesi
mücavir alanlarında olmasına rağmen Edirne ana giriş yolu -4,5 trilyonluk-
projesi de tamamlanmış. Yine, Edirne’nin
otuz kırk yıllık içme suyu projesini, belediyenin görevi olmasına
rağmen, Devlet Su İşleri aracılığıyla, Hükûmet
olarak bu projeyi yaptık ve belediyemize teslim ettik. Şu anda burada
herhangi bir mağduriyet yok. O bakımdan, benim bunları vurgulamamdaki
amaç da şu: Biz, ülkemizde, özellikle sel felaketi nedeniyle, sel
taşkınları nedeniyle altmış yetmiş yıldır yapılmayan bu projeleri
yavaş yavaş hayata geçiriyoruz. Yani, 64 yılında
planlanan bir Hamzadere Barajı’nın yüzde 1
temeli atılmış, ama biz bunu aldık, şu anda yüzde 40 seviyesine getirdik,
2009’da bitirmek istiyoruz. Yine, 19 Kasımda
bölgenin GAP projesi 520 bin… (Mikrofon otomatik
cihaz tarafından kapatıldı) BAŞKAN – Teşekkür
ederim Sayın Budak. NECDET BUDAK
(Devamla) – Sürem var burada Sayın Başkan. BAŞKAN – Hayır,
bir dakika süreniz vardı. NECDET BUDAK
(Devamla) – Peki Sayın Başkan, teşekkür ediyorum. (AK Parti sıralarından
alkışlar) BAŞKAN – Teşekkür
ederim. Gündem dışı
ikinci söz, Diş Hekimliği Haftası münasebetiyle söz isteyen, Adıyaman
Milletvekili Sayın Şevket Köse’ye aittir. Buyurun Sayın
Köse. (CHP sıralarından alkışlar) 2.-
Adıyaman Milletvekili Şevket Köse’nin, Ağız ve Diş Sağlığı Haftası’na
ilişkin gündem dışı konuşması ŞEVKET KÖSE
(Adıyaman) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; sözlerime başlamadan
önce hepinizi saygı ve sevgiyle selamlıyorum. Bugün 22 Kasım.
İçerisinde bulunduğumuz haftanın Ağız ve Diş Sağlığı Haftası olması
nedeniyle söz almış bulunmaktayım. 1908 yılında askerî
tıp kökenli Doktor Cemil Topuzlu ve Doktor Halit Şazi
Bey’in dişçilik mektebi kurmakla görevlendirilmeleri ile diş hekimi
eğitimi okullarda verildiği yeni bir dönem başlamıştır. 28 Ekim
1909’da fiilen öğretime başlamış olan okul ilk mezunlarını 30 Temmuz
1911’de vermiştir. Yüzüncü yılında, yani bugün ülkemizde diş hekimi
eğitimi dünya standartlarının altında değildir. Dünyadaki bilimsel
gelişmelere paralel olarak Türkiye’deki diş hekimliği, çağdaş
bilgi ve teknolojiyi uygulamada yüz ağartıcı bir yerdedir. Ancak,
toplumun ağız ve diş sağlığı verilerine bakıldığında bu durumun
tam tersi veriler görülmektedir. Bildiğimiz gibi, tüm vatandaşlara
uygun ortamlarda eşit sağlık hizmetleri sunmak devletin anayasal
görevidir. Bu, ayrıca, sosyal devlet olmanın da temel ilkelerinden
biridir. Sayın Başkan,
değerli milletvekilleri; vücudun en önemli giriş kapısı olan ağız
ve bununla beraber dişlerin insan sağlığının genel bir parçası olduğu
göz ardı edilmemelidir. Ağız ve diş sağlığı bireyin vücut sağlığını
doğrudan etkileyen bir faktördür. Az önce, ülkemizde diş hekimliğinin
gelişimi üzerine söylediklerimle birlikte diş hastalarının çok
önemli olan kimi sorunlarına değinmeden geçmemek gerekir. Hastaların diğer
tüm branşlarda sevk almadan özel sağlık kuruluşlarından
yararlandığını biliyoruz. Ancak, sadece diş hastalarının resmî
kurumlardan sevk alarak özel sağlık kuruluşlarında hizmet görmesi
önemli bir sorun olmaktadır. Bu durum, eşit ve adil olmayan uygulamalar
biçiminde ortaya çıkmakta ve hasta mağduriyetine neden olmaktadır.
Bu mağduriyetin çözülebilmesi için diş hastaları da özel kurum ve
muayenehanelerden direkt başvuruyla tedaviden yararlanabilmeli
ve diş protezi yaptırabilmelidir. Ayrıca, Türk
Diş Hekimleri Birliğinin yayınlamış olduğu asgari ücret tarifesi
ile Maliye Bakanlığının açıkladığı diş tedavi yardımı arasında
rakamsal anlamda oldukça fark bulunmaktadır. Maliye Bakanlığının
diş tedavi ücreti düşük kalmaktadır bu açıdan. Diş tedavi faturaları
özelde Türk Diş Hekimleri Birliğinin asgari ücret tarifesine göre
düzenlenmektedir. Fakat, Maliye Bakanlığı
da kendi ücret tarifesine göre ödeme yaptığı için, arada, ödenmemiş
ve hasta aleyhine oldukça büyük fiyat açığı ortaya çıkmaktadır. Diş hastalarının
sorunlarıyla birlikte, diş doktorlarının en büyük destekçisi olan
diş teknisyenlerinin de performansa bağlı özlük haklarının düzenlenmesi
gerektiğine inanıyorum. Sağlıkta reform
anlamında ele alınan sağlıkta dönüşüm projesinde atılacak her adımda
bütüncül bir yaklaşım gerekmektedir. Sağlık sisteminin bütün aktörlerini
dikkate alarak ve fotoğrafın bütününü görerek politika geliştirmeye
ihtiyaç vardır. Bu anlamda, etkin ve iyi işleyen bir ağız ve diş sağlığı
için finansman, eğitim, yaygın hizmet sunumu, hekim seçme özgürlüğü,
hekim dağılımı dengesi, kayıt dışılığın ve sahteciliğin etkin
bir şekilde ortadan kaldırılması, etkin kontrol ve denetim sistemi
gibi sorunlar ana başlıklar altında toplanmalı ve bu konular önemle
ele alınmalıdır. İster kamuda ister
özel sektörde olsun, sağlık çalışanlarının, haklarını işverenlere
karşı koruyabilmesi için uluslararası anlaşmalardan doğan çalışanlara
toplu sözleşmeli grev hakkı tanınmalıdır. Bu duygu ve düşüncelerle
tüm meslektaşlarımın Diş Hekimliği Günü’nü kutlar, hepinize sevgi
ve saygılarımı sunarım. (CHP sıralarından alkışlar) BAŞKAN – Teşekkür
ederim Sayın Köse. Gündem dışı
üçüncü söz, 24 Kasım Öğretmenler Günü münasebetiyle söz isteyen
Bursa Milletvekili Sayın İsmet Büyükataman’a
aittir. Buyurun Sayın Büyükataman. (MHP sıralarından alkışlar) Süreniz beş dakika. 3.-
Bursa Milletvekili İsmet Büyükataman’ın,
24 Kasım Öğretmenler Günü’ne ilişkin gündem dışı konuşması ve
Millî Eğitim Bakanı Hüseyin Çelik’in cevabı İSMET BÜYÜKATAMAN
(Bursa) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; öğretmenlerimizin
problemlerini 24 Kasım Öğretmenler Günü münasebetiyle beş dakikalık
süre içinde konuşmak üzere şahsım adına söz almış bulunuyorum. Bu
vesileyle yüce heyetinizi saygılarımla selamlıyorum. 24 Kasım Öğretmenler
Günü, yılda bir kez de olsa, öğretmenlerin ve öğretmenliğin kamuoyu
gündemine getirildiği bir gündür. Her 24 kasımlarda
yediden yetmişe, devlet başkanından mahalle muhtarına kadar her
yetkili pek çok süslü sözlerle öğretmenliğin ne kadar ulvi, ne kadar
kıymetli ve ne derece yüksek bir meslek olduğundan bahseder. Kültürlerin
ve medeniyetlerin en büyük mimarları olan öğretmenlerimizi yılda
bir gün hatırlamak, lider ülke hedefimizi yılda bir gün hatırlayarak,
bu vesileyle rafa kaldırmak olacaktır. Bu nedenle kaliteli öğretmen
yetiştirerek, gelecek nesillerin, lider ülkeye bizi kavuşturmalarını
amaç edinmeliyiz. Mustafa Kemal
Atatürk, Türk milletine dayalı Türkiye Cumhuriyeti devletini kurarken,
millî olma karakterini öğretmenlere emanet etmiştir. Atatürk, “Öğretmenler,
sizin başarınız cumhuriyetin başarısı olacaktır. Cumhuriyet sizden
fikri hür, vicdanı hür, irfanı hür nesiller ister.” diyerek, öğretmenlere
verdiği değeri ifade etmiştir. Öğretmenlik
mesleğini tek kelimeyle ifade etmek gerekirse bunun adı “fedakârlık”
olacaktır. Hâl böyle iken, memlekette öğretmenlerin durumu nedir?
Ne yaparlar? Ne yer, ne içerler? Dünyadaki meslektaşlarıyla kıyaslandığında
nasıl bir tablo ortaya çıkmaktadır, bunu hepimizin bilmesinde yarar
olduğu kanaatindeyim. Değerli milletvekilleri,
Türk Eğitim-Sen tarafından 24 Kasım Öğretmenler Günü münasebetiyle
bir anket çalışması yapıldı. 1.700 öğretmen üzerinde uygulanan bu
ankette, Türk öğretmenlerinin içinde bulunduğu durum gözler önüne
serildi. Ankete katılan öğretmenlerimizin yüzde 23,5’i görevlerinden
arta kalan zamanda ek iş yaptıklarını dile getirirken, yüzde
89,6’sı kredi kartı borcu ya da taksitleri olduğunu belirtmektedir.
Kart borcu olmayanların oranı sadece yüzde 10,3’tür. Ankete katılan
öğretmenlerimizin yüzde 91,4’ü maaşından birikim yapamadığını
belirtirken, yüzde 58,3’ü kirada oturduğunu, yüzde 28,5’i ev sahibi
olduğunu ifade etmiş. Evi olan öğretmenlerimizin ise büyük bir kısmı
kendi birikimleriyle değil miras yoluyla ya da ailesinin desteğiyle
ev sahibi olabilmiştir. Öğretmenlerimizin
yüzde 78’i bilimsel gelişmeleri takip edememektedir. Bunun nedeni
olarak ise ekonomik yetersizliği ifade etmişlerdir. Öğretmenlerimizin
yüzde 72,7’si öğretmenliğin kutsal bir meslek olduğunu dile getirmesine
rağmen, çocuğunun öğretmen olmasını istememektedir. Öğretmenlerimize,
“Çocuğunuzun niçin öğretmen olmasını istemezsiniz?” sorusuna
verilen cevap da ne yazık ki ibret vericidir. Mesleğin itibarının
kalmadığını ifade eden öğretmenlerimizin oranı yüzde 27 civarındadır.
Öğretmenlerimizin
en önemli sorunlarından biri de -bilindiği üzere- ücret yetersizliğidir.
Avrupa Birliği üyesi meslektaşlarıyla karşılaştırıldığında
Türk öğretmenleri oldukça az kazanmaktadırlar. Saygıdeğer milletvekilleri,
öğretmenlerimizin ve üniversite öğretim üyelerinin özlük hakları
ve istihdam şartları çağdaş standartlar düzeyine mutlaka çıkarılmalıdır.
Öğretmenlerimizin kendisini ve öğrencilerini en iyi şekilde yetiştireceği
ortam mutlaka hazırlanılmalıdır. Öğretmenlerin terfisinde de başarı
esas olmalı, değerlendirme yapılırken, velilerin ve okul yönetimiyle,
öğrencilerin başarıları dikkate alınmalıdır. Çoğumuzun bildiği
ve yakinen takip ettiği gibi, öğretmenlerimizin çok değişik problemleri
söz konusudur. Ancak, sınırlı vaktimiz nedeniyle bunların çoğunu,
maalesef, ifade edemiyorum. Toplumumuzun
en müstesna şahsiyetlerinden oluşan eğitimcilerimiz, irfan ordumuz,
hak ettiği değer ve öneme mutlaka sahip olmalıdır. (Mikrofon otomatik
cihaz tarafından kapatıldı) İSMET BÜYÜKATAMAN
(Devamla) – Türkiye Büyük Millet Meclisi olarak, öğretmene verdiğimiz
değeri yeniden gözden geçirmek zorundayız. 24 Kasım Öğretmenler
Günü’nü, tüm öğretmenlerimize sağlık, huzur ve mutluluklar getirmesi
dileğimle kutluyorum. Bu vesileyle,
Doğu ve Güneydoğu Anadolu’da bölücü terör örgütünce katledilen
öğretmenlerimiz başta olmak üzere Hakk’ın rahmetine kavuşan bütün
öğretmelerimizi şükranla yad ediyor, heyetinizi
en derin saygı ve hürmetlerimle selamlıyorum. (MHP sıralarından
alkışlar) BAŞKAN – Teşekkür
ederim, Sayın Büyükataman. Hükûmet adına konuşmayı Millî Eğitim Bakanı Sayın Hüseyin Çelik
yapacaktır. Buyurun Sayın
Çelik. (AK Parti sıralarından alkışlar) MİLLÎ EĞİTİM BAKANI
HÜSEYİN ÇELİK (Van) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; öncelikle
24 Kasım Öğretmeler Günü dolayısıyla gündem dışı bir konuşma yaparak
öğretmenlerimizle ilgili Hükûmetimizin bugüne
kadar yapmış olduklarını, öğretmenlerimizle ilgili düşüncelerimizi,
onlarla ilgili bundan sonra yapmak istediklerimizi bana da açıklama
fırsatı verdiği için Bursa Milletvekilimiz, değerli arkadaşımız
Sayın İsmet Büyükataman’a huzurlarınızda
teşekkür ediyorum. Her ne kadar 24
Kasımda Türkiye'nin her tarafında, seksen bir vilayette, il ve ilçelerde
Öğretmenler Günü kutlamaları olacak ve o gün gerekli mesajları vereceğiz
ama, böyle bir konu gündeme gelmişken, ben bütün
öğretmenlerimizin, bugün hayatta olmayan öğretmenlerimizin, şu
anda işinin başında olan öğretmenlerimizin ve bizlerin üzerinde
büyük hakkı olan ilköğretimden yükseköğretime kadar bütün öğretmenlerimizin,
eğitimcilerimizin Öğretmenler Günü’nü kutluyorum ve öğretmenlik
mesleğini hakkıyla yapan, gerçekten ilim, irfan ordusunun mensubu
olan değerli öğretmenlerimize de buradan saygılarımı iletiyorum. Değerli arkadaşlarım,
ben, Sayın Büyükataman’ın, özellikle temennilerine
katılıyorum. Öğretmenlik çok saygın bir meslektir. Dünyada her meslek
erbabının ürününe bir değer biçilebilir, ama öğretmenin ürününe
değer biçilemez. Öğretmenlik, Büyük Atatürk’ün de ifade ettiği gibi,
bir fedakârlık, feragat mesleğidir, bir sevgi, şefkat mesleğidir. Öğretmenliği
ve öğretmenlik mesleğini sadece maddi tatminle anlamlandırmak,
ifade etmek mümkün değildir. Öğretmenlerimize çok şey borçluyuz,
ülke olarak çok şey borçluyuz, bireysel olarak öğretmenlerimize
çok şey borçluyuz. Tabii, bu arada
bir şeyin altını çizmek istiyorum. Bir ülkenin refah düzeyi, bir ülkenin
kalkınmışlık düzeyi bütün meslek gruplarına bir şekilde yansır. Zaman
zaman yapılan, özellikle sendikalar tarafından
yapılan bazı açıklamalarda Avrupa Birliği ülkelerinden örnekler
verilerek, İskandinav ülkelerinden, Finlandiya’dan, Norveç’ten,
İsveç’ten örnekler verilerek orada öğretmenlerin aldıkları maaşlar
Türkiye’yle mukayese edilmektedir. Değerli arkadaşlarım,
şüphesiz ki, dediğim gibi, çok şeyimizi borçlu olduğumuz, öğretmenlerimize,
eğitim gibi bizim istikbal davamız olan bir alanda çalışan arkadaşlarımıza
daha fazla maaş vermek, onların özlük haklarını düzeltmek, onlara
daha fazla sosyal haklar tanımak bütün iktidarlar tarafından arzu
edilen, istenen bir şeydir. Ancak, mesele şudur: Siz, ülkenizin
imkânlarıyla değerli öğretmenlerimizin ve kamu çalışanlarının
ihtiyaçlarını örtüştürmek, bütünleştirmek zorundasınız. Şüphesiz
ki, Finlandiya’daki, Norveç’teki, Almanya’daki öğretmen bizim
öğretmenimizden daha fazla para alıyor. Ancak, kişi başına düşen
millî geliri 30 bin dolar olan, 35 bin dolar olan bir ülkenin öğretmenlerinin
refah düzeyi ile bizim gibi bir ülkenin refah düzeyini ve öğretmenlerin
maaşlarını mukayese ederseniz bu sizi doğru bir sonuca götürmez.
Aynı hesap o zaman mühendis için de yapılır, doktor için yapılır, hemşire
için yapılır, işçi için yapılır, her alanda çalışan insan için yapılır.
Ama, bir rakam vereyim: OECD ülkeleri içerisinde
gayrisafi millî gelirden pay alma itibarıyla öğretmen aidatları,
öğretmenlerin eline geçen para, öğretmenler için yapılan harcamalar
açısından biz OECD ülkeleri içerisinde 1’inci durumdayız. İktidara
geldiğimizde, bir öğretmenimizin, 1’inci derecenin 1’inci kademesinden
maaş alan bir öğretmenimizin aldığı maaş 722 YTL’ydi;
ders ücretini buna dâhil etmiyorum, bugün itibarıyla bu 1.416 YTL olmuştur.
Toplam olarak öğretmenlerimizin maaşında, enflasyondan arındırdığınız
zaman -refah payı olarak artıştan
söz ediyorum- yüzde 43’lük bir artış olmuştur. Biliyorsunuz 1998’den
beri öğretmenlerin ek ders ücretlerine zam yapılmamıştı. İlk defa
iktidarımız döneminde öğretmenlerin ek ders ücretlerine yüzde
47’lik gibi bir artış sağlanmıştır. Peki, bu yeterli midir? Elbette
yeterli değildir. Keşke -dediğim gibi- imkânlarımız, bütçemiz çok çok daha büyük olsaydı, pastanın ebadı çok daha büyük
olsaydı ve öğretmenlerimize 1.000 YTL yerine, 1.400 YTL yerine keşke
3 bin YTL maaş verebilseydik. Sevgili arkadaşlarım,
bildiğiniz gibi, bugün itibarıy Değerli arkadaşlarım,
bir şeyi daha özellikle huzurlarınızda ifade etmek istiyorum: Öğretmenlik
mesleğinin saygınlığını korumak, özellikle öğretmeni kuyrukta
bekletmemek, bütün atamalarda -ilk atamada, açıktan atamada, naklen
atamada, il içi ve il
dışı atamalarda- öğretmenlik mesleğine yakışır şekilde,
onların bütün işlerini kolaylaştırmak ve onları kapılarda bekletmemek,
onları kuyrukta bekletmemektir. Biz iktidara geldikten sonra, öğretmenlerimizin
bütün iş ve işlemleri -ilk atamalar dâhil olmak üzere- elektronik ortamda
yapılmaktadır ve mesai kavramı yedi gün, yirmi dört saate çıkmıştır.
Birisi, öğretmenlerimizin eline dilekçelerini alıp Bakanlığa
gelmesi, ilçe millî eğitim müdürlüklerine, il millî eğitim müdürlüklerine
gitmesi bile gerekmemektedir. Hatırlamaya çalışın yıllar öncesini,
Millî Eğitim Bakanlığında öğretmen atamaları olacağı zaman Millî
Eğitim Bakanlığının koridorları âdeta panayır yerini andırıyordu.
Şu anda, atama dönemlerinde bile orada insan göremezsiniz. 20 bin
öğretmenin ataması on iki dakikada yapılmaktadır, puan üstünlüğüne
göre yapılmaktadır, objektif kriterlere göre
yapılmaktadır. Eskiden öğretmenlerimiz
büyük merkezlerde toplanıyordu, dengeli bir dağılım söz konusu değildi.
Bu dengeli dağılım sağlanmıştır ve nokta ataması sistemi getirilmiştir.
A ilinin emrine değil, Kütahya ilinin, Mardin’in, Artvin’in, Van’ın
il emrine öğretmen ataması değil, doğrudan ihtiyacın olduğu nokta
tespit ediliyor ve oraya öğretmen ataması yapılıyor. Peki, öğretmenler
yer değiştirmek istediği zaman, Keçiören’deki bir okuldan Çankaya’daki
bir okula gitmek istediği zaman ne yapıyor? İnternette bütün açık pozisyonları
görebiliyor ve eğer puanı yetiyorsa –ki bu, kıdem vesair
gibi, esas, artılardan gelen puanlardır- oraya müracaatını yapar.
20 kişi müracaat eder, diyelim ki 5 kişi gider ve bunu da herkes bilir,
niçin tayin edildiğini ve edilmediğini bilir. Böylelikle, bu sefer,
öğretmenlerimizin iş ve işlemlerini kolaylaştırarak, biz, öğretmenlik
mesleğinin saygınlığına en büyük katkıyı yaptığımızı düşünüyoruz.
Öğretmenlerimizin
konut sahibi olması, özellikle büyük şehirlerimizde bizim hedeflerimizden
birisidir. Bugüne kadar yaklaşık üç bin konut İLKSAN’la,
TOKİ’yle iş birliği yapılarak öğretmenlerimizin
emrine tahsis edilmiştir. Bu gayretimiz, çalışmalarımız bundan
sonraki süreçte de daha ucuz şartlarla, daha uzun vadeli taksitlerle
öğretmenlerimizin konut sahibi olması yönündeki gayretlerimiz
de devam etmektedir. Değerli arkadaşlarım,
eğitim, beş şart bir araya geldiği zaman gerçek anlamda eğitim olur:
Fiziki altyapı, teknolojik altyapı, donanım, dokümantasyon, müfredat,
öğrenci ve öğretmen bir araya geldiği zaman. Bu şartların eğer beşi
de mükemmelse, oradan mükemmel bir eğitim alırsınız. Ama dünyanın en
iyi şartlarını getirin, çok iyi binalar yapın, bunları teknolojik
donanımla donatın, dünyanın en harika müfredatını uygulayın, ama, eğer öğretmen kalitesinde bir sıkıntı varsa istediğinizi
gerçekleştiremezsiniz. Biz de, buradan
hareketle, bir taraftan mevcut öğretmenlerimizi hizmet içi eğitimlere
alarak, bir kısım öğretmenlerimize yüz yüze hizmet içi eğitim vererek,
önemli bir kısmına sanal ortamda hizmet içi eğitim vererek, 100 bine
yakın öğretmenimizi açtığımız kampanyalarla çok ucuz şartlarda
dizüstü bilgisayara sahip kılarak öğretmen niteliklerini artırmaya
çalışıyoruz. Hizmet içi eğitim enstitülerimizde ve diğer kurumlarımızda
bu nitelikleri artırma yönünde gayretlerimiz var. Değerli arkadaşlarım,
2002 yılının sonunda Millî Eğitim Bakanlığına bağlı 103 Anadolu öğretmen
lisesi vardı. Peki, Anadolu öğretmen lisesinin önemi ne? Öğretmenlik
mesleğinin ortaöğretimdeki ayağını oluşturmaktadır. Eğer Anadolu
öğretmen lisesinden öğretmenliğe geçerse gençlerimiz, hepsini
üniversitelerde burslu okutuyoruz. Bir öğretmenlik mesleğini seçerse,
öğretmen yetiştiren bir yükseköğretim kurumunu seçerse kendilerine
burs veriyoruz. Bütün Türkiye’de 103 Anadolu öğretmen lisesi vardı,
bizim bu iktidarımız süresinde 77 adet daha Anadolu öğretmen lisesi
açılmıştır. Bütün amacımız, öğretmen motivasyonunu
ortaöğretimden itibaren temin etmektir ve öğretmenlerin, öğretmen
olacak kişilerin ortaöğretimde en kaliteli öğrenciler arasından
seçilmesi, en nitelikli öğrencilerin öğretmenlik mesleğine kazandırılması
amacıyla 77 adet Anadolu öğretmen lisesi yurdun dört bir yanında hizmete
sokulmuştur. Bunlar son derece önemli şeylerdir. Değerli arkadaşlarım,
eskiden bir öğretmenimiz sadece kademe ve derece artışlarından
bir artı alabiliyordu. Kırk sene, elli sene öğretmenlik yaptığı zamanda,
başladığı gün de öğretmen, emekli olduğu gün de öğretmen oluyordu.
Şüphesiz ki, öğretmenlik tek başına büyük bir şereftir, bu öğretmenlik
mesleği büyük saygınlığı olan bir meslektir. Ancak, insanlar verdiği
emeğin karşılığını almak isterler. Bunun için öğretmenliği kariyer
meslek hâline getirdik. Öğretmenimiz gayret gösterirse, girdiği
sınavlardan başarılı olursa, iyi sicil alırsa, iyi performans ortaya
koyarsa -ki, bunlar da objektif kriterlere bağlanmıştır.
Bununla ilgili kanun çıkarılmıştır- öğretmenimizin uzman öğretmen
olma ve başöğretmen olma imkânı getirilmiştir ve her kademede de özlük
haklarında artışlar meydana gelmektedir. Yaklaşık 100 bin öğretmenimiz
şu anda uzman öğretmen ve başöğretmen unvanlarına sahiptir. Bu da
onlara hem saygınlık, meslekleri itibarıyla yeni bir unvan hem de
maaşlarında ciddi artışlar sağlamaktadır. Yine, malumunuz
bu maaşların bankaya yatırılmasıyla birlikte ortaya ciddi bir
kaynak çıkıyor, “promosyon” dediğimiz bir para
ortaya çıkıyor. Biz Millî Eğitim Bakanlığı olarak bu işe öncülük ettik.
Bu paraların yüzde 30’u yine eğitim hizmetlerine harcanıyor, ama
yüzde 70’ini biz eğitim çalışanlarına iade ediyoruz. Millî Eğitim Bakanlığının
yapmış olduğu bu uygulama diğer kurumlara ve birimlere de örnek
oldu, bütün Türkiye’de bu uygulama şu anda yapılıyor. Değerli arkadaşlarım,
eskiden atamada “Zorunlu bölge” kavramı il bazındaydı. Şimdi, ben
Ankara’yı size örnek vereyim. Ankara dendiği zaman eğer bizim aklımıza
sadece Çankaya gelirse, Keçiören gelirse büyük bir yanılgı içerisine
gireriz. Ankara’nın Evren ilçesi, Ankara’nın Haymana ilçesi,
Ankara’nın Şereflikoçhisar ilçesi -daha birçok ilçe sayabilirim-
sahip olduğu imkânlar, kalkınmışlık düzeyi itibarıyla doğu ve güneydoğudaki
ilçelerden farklı değildir. Kastamonu’nun, Yozgat’ın bazı ilçeleri,
Çorum’un bazı ilçeleri bundan farklı değildir. Hatta ve hatta, bakın, Balıkesir’in Edremit ilçesi ile Bandırma
ilçesini eğer siz Dursunbey’le eş değer görürseniz kalkınmışlık
itibarıyla, imkânlar itibarıyla büyük bir yanılgı olur. Bursa’nın
Gemlik ilçesi ile İnegöl ilçesini eğer siz Orhaneli ilçesiyle aynı
görürseniz büyük bir yanlışlık olur. Dolayısıyla atamada “Zorunlu
bölge” kavramını biz ilçe bazına indirgedik. İlçeler zorunlu atama
bölgeleridir. Böylelikle, birçok öğretmenin gitmek istemediği
Ankara’nın bazı ilçelerinde, Ankara’ya çok yakın olan bazı vilayetlerde
bile o eksikliğini hissettiğimiz öğretmen açıkları, daha doğrusu
ciddi boyutlarda olan öğretmen açıkları bu uygulamalar sayesinde
gerçekten büyük bir düzene girmiştir ve öğretmenlerimiz de bu uygulamadan
son derece memnundur. Değerli arkadaşlarım,
bir şeyin daha altını çizmek istiyorum. Bildiğiniz gibi meslekler
değişiyor, mesleklerin nitelikleri değişiyor, yeni araç, gereçler,
eğitimde kullanılan yeni teknikler ve yöntemler itibarıyla öğretmenlerimizin
ciddi manada kendilerini yenilemeleri gerekiyor. İşte bu arada
bilişim teknolojisi devreye giriyor. Bildiğiniz gibi
Türkiye’nin her tarafında okullarımıza bilgi teknolojisi sınıfları
kurduk, bilgisayar laboratuvarları kurduk
ve öğrenci kitlemizin şu anda yüzde 90’ı ADSL sistem İnternet’ten yararlanıyor.
Öğretmenlerimizin bilişim teknolojilerini eğitimde olmazsa olmaz
bir yardımcı unsur olarak kullanması için uluslararası firmalar
dâhil kendi imkânlarımızı seferber ederek öğretmenlerimizin hepsini
bilişim okuryazarı hâline getirmek, sadece burada bırakmayıp çok
daha ötesine götürmek için ciddi gayretlerimiz oldu, çok önemli mesafeler
katedildi ve bundan sonra da bu gayretlerimiz
devam edecektir. Bir şeyin tekrar
altını çizmek istiyorum değerli arkadaşlarım: Öğretmenlik mesleği
şüphesiz ki çok çok büyük karşılıkları hak
eden bir meslektir. Öğretmenler saygınlıklarının azaldığını -bazı
öğretmen arkadaşlarımız- düşünebilirler ama kesinlikle bu toplumda,
yani Türkiye Cumhuriyeti devletinde, Türk halkı arasında öğretmenin
saygınlığı dünyanın hiçbir yerinde olmadığı kadar çok çok daha yüksektir. Saygınlık sadece aldığınız maaşın
büyüklüğüyle ölçülmez, saygınlık biraz bireyin kendisiyle ilgili
bir meseledir. Ben buradan değerli
öğretmen arkadaşlarıma da sesleniyorum: Bir eğitimci düşünür der
ki: Çocuklarına sevgiyle yaklaşmayan bir eğitimci sabahtan akşama
kadar soğuk demiri şekillendirmek için döven demirciye benzer. Eğer
demiri şekillendirmek istiyorsanız, onu ısıtmalısınız. Eğitimde
ısıtıcı unsur sevgidir. Öğretmenimiz sabahtan akşama kadar öğrencilere
nasihat ederek öğrencileri şekillendiremez, iyiden ve doğrudan yana
değiştiremez. Öğretmenimiz davranışlarıyla, hâl ve hareketleriyle
onlara örnek olduğu zaman, onlar için bir modellik yaptığı zaman,
model hâline geldiği zaman, esas, öğrenciler üzerinde tesiri o zaman
yapar, onlara o zaman etki eder ve saygınlığı da o oranda artmış
olur. Eskiler hep derler, lisanıhâl, lisanıkal
derler, yani davranış dili ve sözlü dil arasında bir tercih yaptığınız
zaman, davranış dili her zaman sözlü dilden daha etkilidir, daha kalıcıdır
ve daha çok saygınlık uyandırır. Dolayısıyla, öğretmenlik mesleğinin
saygınlığını artırmak, şüphesiz ki, Bakanlık olarak, öğretmenlerimizi
istihdam eden bir kurum olarak önce bizim görevimizdir ama öğretmenlerin
saygınlığını artırmak öğretmenlerin görevidir, velilerimizin
görevidir, onlarla iş birliği içerisinde olacak olan anne- babaların,
aynı zamanda ebeveynlerin görevidir. Değerli arkadaşlarım,
bakın bir şeyin daha altını çizmek istiyorum: Dünyanın birçok yerinde
insanlar ortaöğretim kurumlarında özellikle öğretmenlik yapmak
istemiyor. Birkaç sene önce Amerika Birleşik Devletleri’nde Washington’da
bulunduğum bir sırada, Türkiye’deki bir üniversite, oradaki Kolombiya
eyaletiyle bir protokol imzalıyorlar. Protokolün özeti şudur: Bizim
üniversitemiz onlara fizik, kimya, biyoloji, matematik öğretmeni
yetiştirecek ve Kolombiya district’in içerisinde
bulunduğu, daha doğrusu Washington’un da içerisinde bulunduğu
Kolombiya district’e gönderecek ve orada
bunlar istihdam edilecekler. Şimdi ilk akla gelen şu: Amerika, fizikçi,
kimyacı, biyolog, matematikçi, öğretmen yetiştiremiyor mu? Mesele
o değil değerli arkadaşlarım. Ortaöğretim öğrencileri o kadar
büyük bir disiplinsizlik içerisindedir ki, o kadar ipler gevşemiştir
ki, bu sadece Amerika’da değil, İngiltere’de de böyledir, Kıta Avrupa’sının
birçoğunda da böyledir ve ortaöğretim kurumlarında, hele hele bayan öğretmenlerin öğretmenlik yapması çok
büyük bir zorluk teşkil etmektedir. Ama bizim ülkemizde, bizim millî
hasletimizden, bizim millî kültürümüzden, bizim inancımızdan ve geleneklerimizden
gelen bir etkiyle bizim öğrencilerimiz çok çok
daha saygılıdır, öğretmenlerine karşı çok daha saygılıdır ve biz
de bundan dolayı öğretmenlik kesinlikle o ülkelerdeki gibi bir
kâbus değildir. Bazen sendikalar
daha fazla üye yazabilmek için popülizm yaparlar.
“Efendim, öğretmenin maaşı şu kadar azdır, şu ülkeyle mukayese
edildiği zaman şunlar yapılmalıdır.” Biz de hep bunları söylüyoruz.
Ama, değerli arkadaşlarım, tekrar bir şeyin altını
çizmem lazım: Hollanda’nın 2,5 milyon öğrencisi için ayırdığı eğitim
bütçesi 20 milyar avrodur. Eğer bizim öğrenci
sayısına göre bir mukayese yaparsanız, bizim, Hollanda düzeyinde
eğitime bütçe ayırmamız için 205 katrilyon para ayırmamız lazım. Zaten
205 katrilyon 2007 yılındaki konsolide bütçemizin
hepsidir, hatta 204 katrilyondur. Dolayısıyla imkânlarımız arttıkça,
bütçemizin ebadı büyüdükçe, pastanın ebadı büyüdükçe, bu, öğretmenlerimize
de toplumun bütün kesimlerine de refah olarak, refah payı olarak
şüphesiz ki yansıyacaktır. “Kim ne verirse ben beş fazlasını veririm.”
zihniyeti Türkiye’yi büyük bir uçuruma götüren zihniyettir. “Para
basalım, bütün memurlara fazla para verelim.” diyen zihniyet Türkiye’yi
uçuruma götüren zihniyettir. Biz Türkiye’de, dediğim gibi, ülkemizin
imkânlarını, ülkemizin sahip olduğu potansiyeli, yeter ki halkımızın,
yeter ki kamu çalışanlarımızın ve insanımızın yararına bir şekilde…
(Mikrofon otomatik
cihaz tarafından kapatıldı) BAŞKAN – Sayın
Bakan, bir dakika ek süre veriyorum. KAMER GENÇ (Tunceli)
– Zaten beş dakika fazla vermiştiniz Sayın Başkanım. BAŞKAN – Onu makineden
düzelttirdim içeride. ŞEVKET KÖSE
(Adıyaman) – Düzeltilmedi. BAŞKAN – Tam yirmi
dakikada kesildi,
şimdi bir dakika ekliyorum. TANSEL BARIŞ
(Kırklareli) – Düzeltilmedi Sayın Başkanım. MİLLÎ EĞİTİM BAKANI
HÜSEYİN ÇELİK (Devamla) – Değerli arkadaşlarım, yeter ki biz bu
imkânları, dediğim gibi, bütün ülkemizin yararına, herkesin yararına
kullanmasını bilelim. Bu arada şunu da
belirteyim: Aslında Maliye Bakanlığı öğretmenevlerinin
kamu imkânlarıyla inşa edilmesine yasak getirmesine rağmen, biz sivil
toplum örgütlerini harekete geçirerek, özel sektöre müracaat
ederek, özellikle hayırseverleri harekete geçirerek bu süreçte
elli altı yeni öğretmenevi yaptık, iki yüz altı
yeni öğretmen lokali açtık. Öğretmenlerimizin
sosyal ve kültürel açıdan, özellikle gidip oturabilecekleri, aileleriyle,
çoluk çocuklarıyla gidip rahatlıkla misafir olabilecekleri öğretmenevlerimizin sayıları da her geçen gün
artmaktadır. Ben bu vesileyle
tekrar, Sayın Başkan, değerli arkadaşımız Sayın İsmet Büyükataman’a Öğretmenler Günü dolayısıyla bu
meseleyi Meclisin gündemine taşıdığı için ve sizlerle, öğretmenlerimizle
ilgili duygularımızı paylaşma fırsatı doğduğu için mutluluğumu
ifade ediyorum. Hepinize saygılar,
sevgiler sunuyorum. (AK Parti sıralarından alkışlar) BAŞKAN – Teşekkür
ederim Sayın Bakan. Sayın Genç, sisteme
girmişsiniz… KAMER GENÇ (Tunceli)
– Efendim, Sayın Bakanın yaptığı konuşmayla ilgili, öğretmenlerle
ilgili çok önemli bir şey söylemek istiyorum. Okullarda hizmetli
yok, tuvaletleri öğretmenler ve öğrenciler temizliyor. BAŞKAN – Sayın
Genç, İç Tüzük’ün KAMER GENÇ (Tunceli)
– Çok kısa bir söz… BAŞKAN – Pek kısa
söz hakkı için… V.
- SATAŞMALARA İLİŞKİN KONUŞMALAR VE AÇIKLAMALAR 1.-
Tunceli Milletvekili Kamer Genç’in, Öğretmenler Günü nedeniyle
açıklaması KAMER GENÇ (Tunceli)
– Ayrıca da bu sözleşmeli öğretmenler 250 bin liraya çalışıyor
efendim, 250 bin YTL’ye çalışıyor. Okullarda
yakıt yok. Tunceli’deki öğretmenler, okullar telefon ediyor, “Hâlâ
Hükûmet, kış ayına gelmişiz, okullara yakıt parasını
göndermiyor.” diyor ve ayrıca da yardımcı hizmetli yok okullarda ve
öğretmenler tuvaletleri kendileri temizliyorlar. Lütfen, biraz
Diyanet İşlerine alınan personel kadar okullara da yardımcı personel
alsınlar efendim. Bu Hükûmetin politikasının
biraz değişmesi lazım. BAŞKAN – Teşekkür
ederim Sayın Genç. KAMER GENÇ (Tunceli)
– Ben de teşekkür ederim. BAŞKAN – Gündeme
geçiyoruz. Başkanlığın Genel
Kurula sunuşları vardır. Meclis araştırması
açılmasına ilişkin iki önerge vardır, okutuyorum: VI.
- BAŞKANLIĞIN GENEL KURU A)
MECLİS ARAŞTIRMASI ÖNERGELERİ 1.-
Bursa Milletvekili İsmet Büyükataman ve 32
milletvekilinin, raylı sistem ve demir yolu ulaşımındaki sorunların
araştırılarak alınması gereken önlemlerin belirlenmesi amacıy Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına Gerekçesini
ekte sunduğumuz, ülkemiz için hayati önem taşıyan demiryolu taşımacılığının
gelişmiş ülkeler seviyesine çıkartılması amacıyla, raylı sistem
ve demiryolu ulaşımındaki sorunların tespit edilerek çözüm önerilerinin
araştırılması ve bunun için yapılacak yasal düzenlemeler dahil olmak üzere alınacak önlemlerin tespiti için
Anayasanın 98'inci İç tüzüğün 104 ve 105’inci maddeleri gereğince
Meclis Araştırması açılmasını arz ederiz. 1) İsmet Büyükataman (Bursa)
2) Necati Özensoy (Bursa)
3) Hamza Hamit Homriş (Bursa)
4) Mehmet Şandır (Mersin) 5) Ali Uzunırmak (Aydın) 6) Beytullah
Asil (Eskişehir) 7) Durmuşali
Torlak (İstanbul) 8) Kürşat Atılgan (Adana) 9) Osman Durmuş ( Kırıkkale) 10) Şenol Bal (İzmir) 11) Cemaleddin
Uslu (Edirne) 12) Süleyman Turan Çirkin (Hatay) 13) Kamil Erdal Sipahi (İzmir) 14) Alim
Işık (Kütahya) 15) Akif Akkuş (Mersin) 16) Mustafa Enöz (Manisa)
17) Zeki Ertugay (Erzurum)
18) Ahmet Duran Bulut (Balıkesir) 19) Yılmaz Tankut (Adana)
20) Mümin İnan (Niğde) 21) Hüseyin Yıldız (Antalya) 22) Metin Ergun (Muğla)
23) Ati 24) Ahmet Kenan Tanrıkulu (İzmir)
25) Hasan Özdemir (Gaziantep) 26) Mehmet Akif Paksoy (Kahramanmaraş)
27) Süleyman Latif Yunusoğlu (Trabzon)
28) Mehmet Serdaroğlu (Kastamonu)
29) Kadir Ural (Mersin) 30) Behiç Çelik (Mersin) 31) Ertuğrul Kumcuoğlu (Aydın)
32) Mustafa Kemal Cengiz (Çanakkale) 33) Reşat Doğru (Tokat) Gerekçe: Gelişmiş ülkelerde
demiryolu, yolcu taşımacılığında birinci sırada yer almaktadır.
ABD ve Avrupa'da ulaşım daha çok demiryolları ile yapılmaktadır.
Hatta bu ülkelerde demiryolları, havayollarıyla rekabet eder düzeye
ulaşmıştır. Hava alanları şehir dışındadır. Bu alanlara ulaşana kadar
bir hayli zaman geçmektedir. Demiryolu istasyonları ise şehrin
içindedir. Ayrıca ulaşım maliyeti olarak demiryolu ulaşımı havayoluna
göre bir hayli düşüktür. Ülkemizde ise
demiryolu ulaşımı yetersiz kalmakta olup daha çok karayolu ulaşımı
kullanılmaktadır. Cumhuriyet öncesi
dönemde, yabancı şirketlere verilen imtiyazla, onların denetiminde
ve ülke dışı ekonomilere, siyasi çıkarlara hizmet eder türde gerçekleştirilen
demiryolları, Cumhuriyet sonrası dönemde milli çıkarlar doğrultusunda
yapılandırılmıştır. Karayolu, 1950
yılına kadar uygulanan ulaşım politikalarında demiryolunu besleyecek,
bütünleyecek bir sistem olarak görülmüştür. Ancak karayollarının
demiryollarını bütünleyecek, destekleyecek biçimde geliştirilmesi
gereken bir dönemde, Marshall yardımıyla demiryolları adeta yok sayılarak
karayolu yapımına başlanmıştır. Bu yıllarda uygulanan
ulaştırma politikaları sonucunda, ulaştırma alt sistemleri içerisinde
1960 sonrası planlı kalkınma dönemlerinde, demiryolları için öngörülen
hedeflere hiçbir zaman ulaşılamamıştır. Ülkemizde izlenen
yanlış ulaşım politikaları sonucunda, demiryolu ve denizyolu
ulaşımı yerine karayolu ulaşımına ağırlık verilmiştir. Gelişmiş
ülkelerde bu durum tam tersinedir. Ülkemizde karayollarının
büyük bir bölümü diri fayların yaratmış olduğu birinci sınıf tarım
ovalarının ortasına yerleştirilmiştir. 1980'li yıllardan
günümüze kadar artan bir şekilde ulusal servetimiz olan ovalarımızı
yok ederek yapılan otoyollar, dışa bağımlılığımızı daha da arttırmıştır.
Ülkemiz daha
fazla vakit kaybetmeden, ulaşımda önceliği karayolları yerine,
denizyollarına ve demiryollarına vermelidir. Otoyol dönemi
olarak anılan 1980 sonrası projelerde hatalı yaklaşımlar, bilimsel
gerçekler göz ardı edilerek sürdürülmüştür. Karayollarının
büyük bir bölümü, diri fayların yaratmış olduğu birinci sınıf tarım
ovalarının ortasına yerleştirilmiştir. 1980'li yıllardan günümüze
kadar artan bir şekilde ulusal servetimiz olan ovalarımızı yok ederek
yapılan otoyollar, dışa bağımlılığımızı daha da arttırmıştır. Otoban yapımında
demiryoluna oranla iki kat daha fazla arazi kamulaştırılmaktadır.
Bu hem maliyeti arttırmakta hem de verimli tarım arazilerinin kaybına
yol açmaktadır. Ayrıca demiryolunun
ekonomik ömrünün 30 yıl gibi çok yüksek, buna karşın karayolunun
(otoban) ekonomik ömrünün 15 yıl gibi çok düşük düzeyde olması yatırım
tutarı/faydalı ömrün karşılaştırmasında demiryollarının daha
randımanlı olduğunu göstermektedir. Otobanda tüketilen
enerji demiryollarına oranla 2 ila 5 misli fazladır. Demiryollarında
elektrik enerjisi kullanılması imkânı vardır ki, bu enerji fuel oil ve benzin gibi enerji
türlerine göre daha ucuz, dışa bağımlılığı daha az bir enerji türüdür.
Ayrıca çevre kirliliğine yol açmamaktadır. Hızlı trenlerle
(ki saatte 300 - Yük taşımacılığının
demiryollarına kaydırılması ile karayollarının yükü azalacak,
kazalar minimuma inecektir. LPG, benzin, tüp
gaz gibi patlayıcı maddelerin taşınmasının karayollarından demiryollarına
aktarılması ulaşım güvenliğini arttıracaktır. Otobanlarda
meydana gelen kazalar da göstermiştir ki otobanlar çok fazla ulaşım
güvenliğine sahip değildirler. Bu sorunların
tespit edilerek çözüme kavuşturulması amacı ile bir Meclis Araştırması
açılması gerekmektedir. BAŞKAN – Diğer
önergeyi okutuyorum: 2.-
Bursa Milletvekili İsmet Büyükataman ve 33
milletvekilinin, Balkan Göçmenlerinin sorunlarının araştırılarak
alınması gereken önlemlerin belirlenmesi amacıy Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına Başta Bulgaristan
olmak üzere Bosna, Kosova, Makedonya, Sırbistan Karadağ, Yunanistan,
Romanya, Moldava gibi ülkelerden göç ederek
ülkemize gelip yerleşen, çifte vatandaşlık veya vatandaş statüsü
kazanmış olanlarla, geçici izinle ülkemizde bulunan Balkan Göçmenlerinin
her türlü sorunlarının araştırılması ve gerekli önlemlerin alınması
için Anayasa'nın 98, İçtüzüğün 104 ve 1) İsmet Büyükataman (Bursa)
2) Necati Özensoy (Bursa) 3) Hamza Hamit Homriş (Bursa) 4) Mehmet Şandır (Mersin) 5) Ali Uzunırmak (Aydın) 6) Beytullah Asil (Eskişehir)
7) Metin Ergun (Muğla)
8) Kürşat Atılgan (Adana) 9) Şenol Bal (İzmir) 10) Cemaleddin Uslu (Edirne)
11) Gürcan Dağdaş (Kars)
12) Süleyman Turan
Çirkin (Hatay) 13) Kamil Erdal
Sipahi (İzmir) 14) Ahmet Duran
Bulut (Balıkesir) 15) Mümin İnan (Niğde) 16) Alim Işık (Kütahya)
17) Durmuşali Torlak (İstanbul)
18) Akif Akkuş (Mersin) 19) Mustafa Enöz (Manisa)
20) Recep Taner (Aydın) 21) Zeki Ertugay (Erzurum)
22) Yılmaz Tankut (Adana)
23) Ati 24) Ahmet Kenan
Tanrıkulu (İzmir)
25) Hüseyin Yıldız (Antalya) 26) Mehmet Akif Paksoy (Kahramanmaraş)
27) Hasan Özdemir
(Gaziantep) 28) Süleyman Latif
Yunusoğlu (Trabzon) 29) Mehmet Serdaroğlu (Kastamonu)
30) Kadir Ural (Mersin) 31) Behiç Çelik (Mersin) 32) Reşat Doğru (Tokat) 33) Ertuğrul Kumcuoğlu (Aydın)
34) Mustafa Kemal
Cengiz (Çanakkale) Gerekçe: Anadolu, özellikle
on sekizinci yüzyılın sonundan itibaren belirli aralıklarla yoğunluk
kazanarak süregelen dış göç hareketleri ile karşı karşıya kalmıştır.
Osmanlı İmparatorluğu'nun
kuruluşu ile başlayan ve devletin genişlemesi ve büyümesine yönelik
politika olarak teşvik edilen göçler sonucu Anadolu toprakları dışındaki
alanlarda önemli sayıda Türkçe konuşan topluluklar iskan edilmiştir. Modern bir devlet
olarak kurulan Türkiye Cumhuriyeti göçmen sorunlarını geçmişinden
kalan bir miras olarak devir almış ve yapılan sistematik çalışmalarla
sorunun çözümüne yönelik politikalar geliştirilmiş ve uygulamalar
yapılmıştır. Cumhuriyet döneminde
ise büyük göç hareketi Lozan anlaşması hükümlerine göre Türk-Yunan
halklarının değişimi olarak 1922 yılında başlayıp Cumhuriyetin
kurulmasını izleyen yıllarda Anadolu'ya ikinci büyük göç dalgası
Bulgaristan'dan gelmiştir. Bulgaristan'dan göçler aralıklarla
1989 yılına kadar sürmüştür. Cumhuriyet döneminde ülkeye gelen
toplam göçmenlerin % 48'ini oluşturan 790.717 kişi Bulgaristan'dan
gelmişlerdir. Bulgaristan'dan
1989 yılında Türk kökenli Müslüman Bulgar vatandaşlarının, Bulgar
hükümeti tarafından Türkiye'ye göçe zorlanmaları ile yoğun bir
göç dalgası yaşanmıştır. Göçmenler kitleler halinde trenlerle Türk
sınırına bırakılmışlardır. Türkiye ikinci Dünya Savaşı'ndan sonra
Avrupa'da görülen bu en yoğun ve zorunlu göç akımını yaklaşık üç aylık
bir süre içinde kabul etmek durumunda kalmıştır. Yugoslavya'dan
Türkiye'ye Cumhuriyet döneminde toplam 77.431 aileye mensup olarak
305.158 kişi göç etmiştir. Yine, Romanya'dan 19.865 aileye mensup
79.287 kişi 1923-1949 yılları arasında iskanlı
göçmen olarak Türkiye'ye gelmişlerdir. Ülkemize göç
ederek yerleşen göçmen vatandaşlarımız vatandaşlığa geçme, yurt
dışı çıkış harcı, sağlık hizmetlerinden yararlanamama, çalışma
sürelerinin birleştirilememesi ve buna benzer sorunlarla karşı
karşıya kalmaktadırlar. Bütün bu sorunların
tespit edilerek çözüme kavuşturulması için bir Meclis Araştırması
açılması gerekmektedir. BAŞKAN – Bilgilerinize
sunulmuştur. Önergeler gündemdeki
yerlerini alacak ve Meclis araştırması açılıp açılmaması konusundaki
ön görüşmeler, sırası geldiğinde yapılacaktır. Gündemin “Kanun
Tasarı ve Teklifleri ile Komisyonlardan Gelen Diğer İşler” kısmına
geçiyoruz. Birinci sırada
yer alan, Uluslararası Çocuk Kaçırmanın Hukuki Veçhelerine Dair
Kanun Tasarısı ve Adalet Komisyonu Raporu’nun görüşmelerine
kaldığımız yerden devam edeceğiz. VII.
- KANUN TASARI VE TEKLİFLERİ İLE KOMİSYONLARDAN GELEN
DİĞER İŞLER A)
KANUN TASARI VE TEKLİFLERİ 1.-
Uluslararası Çocuk Kaçırmanın Hukukî Veçhelerine (Yön ve Kapsamına)
Dair Kanun Tasarısı ve Adalet Komisyonu Raporu (1/315) (S. Sayısı:
33) (x) BAŞKAN – Komisyon?
Burada. Hükûmet? Burada. Şimdi, birinci
bölümün görüşmelerine başlıyoruz. Birinci bölüm
1 ilâ 17’nci maddeleri kapsamaktadır. Birinci bölüm
üzerinde söz isteyen, Cumhuriyet Halk Partisi Grubu adına Ordu Milletvekili
Rahmi Güner. Buyurun Sayın Güner. (CHP sıralarından alkışlar) Süreniz on dakika.
CHP GRUBU ADINA
RAHMİ GÜNER (Ordu) – Sayın Başkan, sayın milletvekilleri; Uluslararası
Çocuk Kaçırmanın Hukuki Yön ve Kapsamına Dair Kanun Tasarısı üzerinde
Cumhuriyet Halk Partisi Grubu adına söz almış bulunuyorum. Hepinizi
saygıyla selamlıyorum. Değerli arkadaşlarım,
bu kanunun kaynağı olan Uluslararası Çocuk Kaçırmanın Hukuki Veçhelerine
Dair Sözleşme, 25/10/1980 tarihinde yapılmış
ve Türkiye bunu yirmi yedi sene sonra gündeme getirmiştir. Değerli arkadaşlarım,
bu kanun 1998 senesinde bizim ülkemiz tarafından kabul edilmiş ve 1 Ağustos
2001 tarihinde de yürürlüğe girmiştir. Bu kanunun 1’inci ile 17’nci
maddesi arasında görüşlerimi belirtmek istiyorum. Ayrıca iki kısımda
incelemek istiyorum yine. Değerli arkadaşlarım,
Türkiye’de 1960 yıllarından itibaren yurt dışına büyük bir göç başlamıştır.
Bu göç tamamen… Avrupa’da, Avrupa’nın birçok ülkelerinde ve başta
Almanya olmak üzere, kendi güçleriyle fabrikalarda ve oranın değişik
işlerinde çalışmak suretiyle kendi geçimlerini temin etmişlerdir.
Biz, Türkiye
Cumhuriyeti olarak, bu yabancı ülkelere giden vatandaşlarımız
hakkında –araştırdığımızda- bir iyileştirme, bir koruma şeklinde
yasaların çıkarılmadığını görmekteyiz. Bu, Almanya’da 3 milyon
civarında bir Türk’ün olduğu, bunun yanında İsveç, Norveç, Fransa,
İngiltere gibi birçok ülkelerde de yine Türk vatandaşlarının emeğiyle
ve iş gücüyle çalıştığını hepimiz biliyoruz. Yine, dikkat edilirse,
Kanada, Amerika Birleşik Devletleri ve Güney Amerika gibi birçok
ülkelerde yine kendi iş gücü ile çalışan vatandaşlarımızın olduğu
da mevcuttur. Değerli arkadaşlarım,
Türkiye’de sanayi kesiminin olmaması, iş sahalarının açılmaması
bunun en büyük nedeni olmuştur. Tabii, şunu da söylemek istiyorum:
Bu giden işçilerimiz, gittikleri yerlerde resmî ve gayriresmî evlilikler yapmışlardır, bu evliliklerden
de çocukları olmuştur. Bu, gittikleri ülkelerin ananeleri, görenekleri,
yaşam tarzları, bizim halkımızın ve bizim ülkemizin yaşamlarına
çok karşı bir durum vardır. Çocuklara karşı davranışları da çok farklıdır.
Bu yönden de karşılıklı çiftlerin uyum sağlamaları zorlaşmıştır. Değerli arkadaşlar,
bu anlaşmanın en büyük tarafı Türkiye’dir. 5-6
milyon insanımızın Avrupa’da yaşadığını ve dünyanın çeşitli ülkelerinde
yaşadığını tespit ettik ve bu kişilerin birçoklarının benliğini
yitirmemesi, Türkiye’nin her türlü faaliyetlerinde yanında olduğunu
görüyoruz. Televizyonlarda da görüyoruz her zaman bu vatandaşlarımızın
bizi desteklediğini, Türkiye Cumhuriyeti’nin bütün faaliyetlerine
sahip çıktıklarını görüyoruz. Ama, karşımızda bir yasa var. Bu, 25/10/1980
tarihli yapılan bir anlaşma. Bu anlaşma, Avrupa Birliğinin Türkiye’ye
bir dayatması şeklinde olmuş. Onu şu bakımdan söylemek istiyorum: Çünkü, elimizdeki tasarının bütün maddeleri o sözleşmenin
maddelerinin aynısını kapsamaktadır. Değerli arkadaşlarım,
Türkiye’de bir hukuk sistemi vardır. Hukuk sisteminde, biz, basit
usulü mahkeme ve genel bir mahkeme kurallarını işliyoruz. Basit
usulü yargılanan, yargılamada verilen karar, genel olarak yargılamada
hiçbir zaman hem delil niteliğinde dahi değildir, geçici bir karar
niteliğindedir. Bunu icra hukuk mahkemelerinde açıkça görüyoruz.
Değerli arkadaşlarım,
kanun maddesini okuduğumuz zaman, 1’inci madde tamamen amacını bunun
belirtmiş. Amacını aşağı yukarı belirttim. Uluslararası sözleşmeye
göre, kaçırılan çocukların sorununu gündeme getirmiş. Yine, kapsamı
da, bu kanun bir kişiye veya bir kuruma değil, değiştirmenin veya
alıkoymanın gerçekleştiği sırada fiilen kullanılmakta olan velayet
ve şahsi ilişkileri kapsamaktadır. Yine, bu kanunda
“Merkezî Makam” diye geçen bir tabir var. Bu, doğrudan doğruya Adalet
Bakanlığıdır. Adalet Bakanlığı adına bu işler de mahallî savcılar
tarafından yapılmaktadır. Değerli arkadaşlarım,
yaş tahdidi konulmuş, “on altı yaşından küçük çocuklar…” Birleşmiş
Milletlerin bazı sözleşmelerinde “on sekiz yaşından küçük çocuklar”
diyor, ama burada on altı yaşını kabul etmiş. Burada, daha çok, belirttiğim
gibi, velayet ve şahsi haklar ön planda gelmektedir. Değerli arkadaşlarım,
bu şekilde bir talebi, bir kurum ve şahıs yaptığı zaman, bunu merkezî
makama yapıyor, merkezî makam bunu mahallî cumhuriyet savcılığı
aracılığıyla yürütüyor. İlk talebinde tarafları barıştırma,
sulh şeklinde bu şeyi çözmeye uğraşıyor, ondan sonra, eğer anlaşamazlarsa
mahkeme safhası başlıyor. Değerli arkadaşlarım,
bu, maddelerin bilhassa bizi ilgilendiren bir maddesi oluyor, çünkü
eğer anlaşma, uzlaşma olmazsa ya davalı ya da davacı niteliğinde
olan makam mahkemeye başvuruyor. Mahkeme de görevli aile mahkemesidir.
Aile mahkemesinin olmadığı yerlerde aynı göreve verilmiş olan,
yetki verilmiş mahkemeler bakmaktadır, asliye hukuk mahkemeleri.
Değerli arkadaşlarım,
bizim hukuk sistemimize uymayan bir durum daha var. O da bu şekilde
başvurmalarda ileri sürülen belgelerin onaysız ve tasdiksiz olması.
Burada birçok hukukçu arkadaşım var. Türkiye mahkemelerinde onaylanmayan,
tasdik edilmeyen hiçbir belge geçerli değildir,
ama maalesef burada geçerlidir. Kaldı ki “İade talebi
şeklinde aile mahkemesine açılan davada, eğer velayet davası açılmışsa
velayet davası o mahkeme kararını bekler, birlikte açılmışsa velayet
davası geri bırakılır, iade davası görülür; yine, iade davası
açıldıktan sonra velayet davası açılmışsa velayet davası bekler,
iade davası görülür, reddine karar verilirse velayet davası açılır;
eğer iade kararı verilmişse o, mutat ikamet etmiş olduğu memlekette
gidip velayet davası açabilir.” şeklinde kavramlar var değerli arkadaşlarım.
Bizim hukuk sistemimizde
yine, basit usulü mahkeme çok dar bir araştırma yapmak suretiyle verilen
bir karardır, ama velayet davası genel bir karardır ve mahkeme bütün delilleri,
bütün tarafların ileri sürdüğü belgeleri inceler, ama basit usulü
mahkemede bu incelenmez. Dikkat edilirse, belgeler de tasdiksiz, ne
olduğu belli değil. Değerli arkadaşlarım,
bu husus, doğrudan doğruya vatandaşlarımızın, hatta ezilen bu vatandaşlarımızın
tamamen egemenlik hakkının, onun mahkemelere başvurma hakkının
açıkça elinden alınmasıdır. Bu kanunun bu maddesini gerçekten yerinde
bulmuyoruz ve bunun, Türk medenî usulüne göre velayet davasının
asıl çözücü bir dava olduğu ve velayet davası görüldükten sonra iade
davasının gündeme gelmesinin, daha, vatandaşlarımızın egemenlik
haklarının ve hukuki haklarının yasal hakları olduğu görüşündeyiz
değerli arkadaşlarım. Yine… (Mikrofon otomatik
cihaz tarafından kapatıldı) BAŞKAN – Bir dakika
ek süre veriyorum Sayın Güner. RAHMİ GÜNER (Devamla)
– Şimdi, bizim ülkemizde Avrupa normlarının aynen kabul edilmesi,
kendi hukuk sistemimizin tamamen bertaraf edilmesi gerçekten kabul
edilir bir durum değildir. O bakımdan, Türkiye’de çok değişik ortamlar
var. Bunlardan bir tanesi, dünyanın en genç nüfusu ve genç bir çalışma
nesli mevcuttur. Fakat, şunu da ayrıca söylemek istiyorum: Bu gençlerimizin
bir kısmı bedenle çalışan, bir kısmı yetişmiş, üniversiteden mezun
olmuş, yabancı dille çalışan bir kesim ve bu neslimizin, bu geleceğimizin,
çocuklarımızın geleceğinin her zaman daha iyi değerlendirilmesi,
onlara sahip çıkılması gerekmektedir. Türkiye öyle
bir ortamda ki değerli arkadaşlarım, yabancı ülkede gelecekte
çok daha iyi iş kurması için, yabancı ülke tabiiyetine geçmesinin
daha kolay olması için, yabancı ülkeden… (Mikrofon otomatik
cihaz tarafından kapatıldı) RAHMİ GÜNER (Devamla)
– Bitiriyorum efendim. BAŞKAN – Teşekkür
ederim Sayın Güner. RAHMİ GÜNER (Devamla)
– Bir cümle ama... BAŞKAN – Teşekkür
ederim. Usulü bozmuyoruz. RAHMİ GÜNER (Devamla)
– Efendim, yabancı ülkeden, çocuklarına doğum yaptırıp belge alanlar
da var, onu da belirtmek istiyorum. Hepinizi saygıyla
selamlıyorum. (CHP sıralarından alkışlar) BAŞKAN – Milliyetçi
Hareket Partisi Grubu adına Tokat Milletvekili Sayın Reşat Doğru. Buyurun Sayın
Doğru. (MHP sıralarından alkışlar) Süreniz on dakika.
MHP GRUBU ADINA
REŞAT DOĞRU (Tokat) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; Uluslararası
Çocuk Kaçırmanın Hukukî Veçhelerine Dair Kanun Tasarısı’nın birinci
bölüm maddeleri hakkında Milliyetçi Hareket Partisi Grubu adına
söz almış bulunuyorum. Yüce Meclisi saygıyla selamlıyorum. Sözlerime başlamadan
önce, 24 Kasımda kutlayacağımız Öğretmenler Günü’nü candan kutlar,
tüm öğretmenlerimize saygılar sunarım. Ayrıca, dün akşam
Avrupa Şampiyonası finallerine katılma başarısı gösteren futbol
millî takımımıza şampiyonada başarılarının devamını dilerim. Ülkemizin kurucusu
Büyük Önder Mustafa Kemal Atatürk’ün şu anda içerisinde bulunduğumuz
Türkiye Büyük Millet Meclisinin kuruluşu olan 23 Nisan günü kutlanan
bayramı çocuklara armağan etmiş olmasının bu yasa tasarısının
görüşülmesinde ayrı bir önemi olması gerekir. Toplumların geleceğini
oluşturacak olan çocuklar için her devlet, imkânları ölçüsünde, kendi
geleceği için gerekli önlemleri almaktadır. Türkiye Cumhuriyeti
de Türk toplumunun temeli olan ailenin bir bireyi olan çocuklar için
gerekli tedbirlerini başta Anayasası olmak üzere hukuk sistemine
yerleştirmiştir. Türkiye Cumhuriyeti,
gerek kendi ülkesindeki gerekse yabancı ülkelerdeki Türk vatandaşlarının
çocukları için Anayasa’mızın 41, 61 ve 62’nci maddelerinde, çocukların
korunmasından eğitimine, kültürel ihtiyaçlarından sosyal güvenliklerinin
sağlanmasına kadar gerekli tedbirleri alınmıştır. Bu kanunun amacı,
velayet hakkı ihlal edilerek, sözleşmeye taraf bir ülkeden diğer
bir taraf ülkeye götürülen veya alıkonulan çocuğun, mutat meskeninin
bulunduğu ülkeye iadesine veya şahsi ilişki kurma hakkının kullanılmasına
dair 25/10/1980 tarihli Uluslararası Çocuk Kaçırmanın
Hukuki Veçhelerine Dair Sözleşme’nin uygulanmasını sağlamaya
yönelik usul ve esasları düzenlemektir. Türkiye adına 21/01/1998 tarihinde imzalanan Uluslararası Çocuk
Kaçırmanın Hukuki Veçhelerine Dair Sözleşme, gerekli hukuki prosedürlerin
tamamlanmasından sonra ülkemiz açısından 01/08/2000 tarihinde yürürlüğe
girmiştir. Sözleşme, çocukların, velayet hakkına sahip olmayan kişilerce
bir ülkeden diğerine haksız olarak götürülmesi olaylarının artması
ve bu olayların yol açtığı sorunlara etkili çözümler getirilebilmesi
için uluslararası düzeyde hukuki iş birliğine duyulan ihtiyaç sonucunda
hazırlanmıştır. Değerli milletvekilleri,
bizim kanunlarımıza göre on sekiz yaş ve altı, reşit olmayan bireyler
olarak tanımlanmaktadır. Türkiye Cumhuriyeti vatandaşları ancak on sekiz yaşında
kendi gelecekleriyle ilgili kararları verebilme yetkisine sahiptir.
O zaman kamu haklarını tek başına kullanabilmektedirler. Ancak,
görüşmekte olduğumuz kanun tasarısının 3’üncü maddesindeki tanıma
göre on altı yaşını tamamlamamış kişiler “çocuk” olarak tanımlanmıştır.
Dolayısıyla, bu iki yıl farkı, bizim kanunlarımız ile bu uluslararası
sözleşmelere uyum amacıyla çıkardığımız bu tasarının çelişki arz
ettiğini düşünüyoruz. Bu konuda yeni düzenlemelere de ihtiyaç
olabilir. Ayrıca, bu kanunun
12, 13, 14 ve 15’inci maddeleri beraber incelendiğinde, Türk insanları
hakkında aleyhte sonuç doğurabilecek konular olduğu görülecektir.
Türkiye’ye gelen çocuk hakkında getirilen ülkede mahkeme kararı
varsa bu geçerli olmaktadır, Türk mahkemeleri bu konuda karar veremeyecektir.
Hatta bu konuyla ilgili davacı Türk vatandaşı olsa bile, çocuk,
gelmiş olduğu ülkeye iade edilecektir. Türk mahkemesinin vatandaşı
hakkında karar verme hakkını sınırlayan düzenlemeye karşıyız. Bu
konu tekrar değerlendirilebilir mi? Bu durumun hükümranlık hakkına
müdahale olacağını düşünüyoruz. Görüştüğümüz
bu konuyla ortaya çıkan bir hukuki durumun sonuçlandırılmasına
yönelik mevzuat düzenlemesini gerçekleştiriyoruz. Türkiye Büyük
Millet Meclisi, elbette bu tür kanunlar görüşecektir. Ancak, inanıyorum
ki bu çatı altında bulunan herkes, çocuk kaçırma eyleminin yüz kızartıcı
bir insanlık suçu olduğunu düşünmektedir. İnşallah, böylesine acı
bir durumu hiçbir anne-baba, yani hiçbir aile yaşamaz. UNICEF verilerine
göre 1 milyonun üzerinde çocuk kaçırma eylemi dünyada gerçekleşmektedir.
Kaçırılan çocuk sayısının da ne kadar olduğu bilinmiyor. Çocuk kaçırma
eylemlerinin sebep ve müsebbipleri dünya genelinde incelendiğinde
karşımıza çok farklı, çok yönlü tablolar çıkmaktadır. Kısaca baktığımızda şunlar sıralanabilir: Misyoner
teşkilatları, organ mafyası, fidye amacıyla çocuk kaçırma, kapkaç,
fuhuş (özellikle Güneydoğu Asya ülkelerinde), evlatlık edinme ve
benzeri amaçlı olarak kullanma için özellikle çeteler tarafından
yapılan kaçırmalar, terör örgütlerince eleman kazanmak için yapılan
kaçırmalar, çocukların çalıştırılması amacıyla, yani çocuk işçiliği
konulu kaçırmalar, aile içi şiddet, geçimsizlik ve parçalanmış aileler
sonucu boşluğa düşen çocukların durumundan yararlanmak suretiyle
kaçırmalar görülmektedir. Burada saydığımız hususların tamamını,
görüşülmekte olan kanunla doğrudan ilgisi olmamakla birlikte
önemli olduğu düşüncesiyle hatırlatmakta yarar görüyorum. Sayın milletvekilleri,
misyoner teşkilatları için kaçırılan çocukların yurt içinde ya da
yurt dışında tutuldukları bilinmektedir. Son günlerde Darfurlu çocukların Çad üzerinden
Fransa’ya kaçırılmak istenmesi hafızalarımızdadır. Modern, uygar
diye bilinen Avrupalıların yaptıkları hafızalarımızda. Basında
yer alan haberlere göre, Çad polisi, çocukların
tedavi ettirilmesi bahanesi ile Fransa’ya götürülmek istendiğini
söylemesine rağmen, ancak, tutuklanan kişilerin asıl amacının bu
103 çocuğu para karşılığında Fransız ailelere satmak olduğu belirtilmiştir.
Ülkemizde de
bu amaçla kullanılan çocuk kaçırma eylemleri mevcut olabilir, çünkü
ülkemizde de artık misyonerlik faaliyetleri kontrol edilemez
hâle gelmiş, hiç Hristiyan vatandaşımız olmayan
yerlerde, âdeta yerden ot biter gibi, kiliselerin açılmakta olduğu
görülmektedir. Bunların sayısı bilinmemekle birlikte, bunlara
ruhsat verilmiyor diye, Türkiye, son açıklanan Avrupa Birliği ilerleme
raporlarında da şiddetli şekilde eleştirilmektedir. Ayrıca, organ
mafyasının da yine çocuk kaçırma eylemelerinde bulunduğu bilinmektedir.
Son zamanlarda, özellikle böbrek nakli ameliyatlarında, yurt dışından
gelen bazı haberler insanlarımızı dehşete düşürmektedir. Çocukların
organ mafyası çeteler tarafından kullanıldığı, çeşitli basın organlarında
da bildirilmektedir. Ayrıca, fidye
amacıyla çocuk kaçırma, aile içi şiddet ve geçimsizlik sonucu boşluğa
düşen çocukların durumundan yararlanma suretiyle kaçırmalar ve
kapkaç ve benzeri amaçlarda kullanmak için çeteler tarafından yapılan
çocuk kaçırma eylemleri ise genel olarak yurt içinde de önümüze çıkan,
karşılaşılan problemler arasındadır. Fakat en önemli bir konu da terör
örgütlerince eleman kazanmak için yapılan kaçırmalar ise ülkemizi
yakından ilgilendirmektedir. PKK terör örgütü tarafından kaçırılıp
Kandil Dağı’na götürülen –bu konu, İsveç gazetesinde röportaj veren,
basında da çıkmıştır- yaşları on beş ile on sekiz arasında değişen
çocuklar olduğu dikkate alındığında -görüşülmekte olan kanun on
altı yaş altı çocukları ilgilendiriyor- konunun vahameti ortaya
çıkmaktadır. Terör örgütlerinin elinde on sekiz yaşından küçük çocuklar
olduğu bildirilmektedir. Acaba, bu çocuklar, ailelerinin bilgisi
dâhilinde mi terör yuvalarına götürülmüşlerdir? Bir
basın organında yer alan habere göre, Diyarbakır’daki çocuk kaçırma
iddialarına ilişkin olarak İl Valisinin “Çocuk kaçırma olayları
yok, ancak on dört ila on yedi yaş arasındaki çocukların evlerini
terk etme gibi olayları var, ama bunların nerede olduğu, bizler ve
aileleri tarafından biliniyor.” şeklindeki beyanının anlamı da
hep beraber, herkesi düşündürmelidir. Bu konuda bir olumsuzluk
varsa konunun detaylı bir şekilde araştırılması gerekir. Sayın Başkan,
değerli milletvekilleri; bunları açıklamak ihtiyacı hissetmemin
bir nedeni de kanunun uygulama aşamasına gelmesini gerektiren
olaylar karşısında, ülkemizdeki durumun da ortaya konması noktasındadır.
(Mikrofon otomatik
cihaz tarafından kapatıldı) BAŞKAN – Bir dakika
ek süre vereceğim, tamamlayın lütfen. REŞAT DOĞRU (Devamla)
– Bu konu, dünyada neden gerekli görülmektedir? Emniyet Genel Müdürlüğünün
istatistiklerine baktığımızda, Emniyet Genel Müdürlüğünün 2006
yılı faaliyet raporuna dayanarak rakamları veriyorum: Görüşmekte
olduğumuz tasarının konusunu oluşturan çocuk kaçırma ile ilgili
olarak ülkemizde 2006 yılında gerçekleşen çocuk kaçırma olay sayısı
546 adettir. Tabii, burada, 546 olayda kaç çocuk kaçırıldı, bu bilinmiyor.
Rakam olay bazında verilmiş. En az 546 olduğu kesin. 2 Temmuz tarihinde
bu rapor yayınlandığında gazetelerin manşeti aynen şöyledir:
“Suç Patladı, Emniyet Üzerine Alınmadı” şeklindeydi. Raporda diğer
suçlar ile ilgili rakamlar da vardır. Ancak önemli bir husus vardı ki
burada esas konuşmamız gereken odur. 2005 yılında gerçekleşen çocuk
kaçırma eylem sayısı 429, 2006’da 546, artış yüzde 27’dir. Çocuk kaçırma
eylemlerindeki artışı herkesin dikkatine sunuyorum. (Mikrofon otomatik
cihaz tarafından kapatıldı) BAŞKAN – Teşekkür
ederim Sayın Doğru. REŞAT DOĞRU (Devamla)
– Bu konuları da konuşmamın diğer bölümlerinde, daha sonra sunmak
istiyorum. (MHP sıralarından alkışlar) BAŞKAN – Şimdi
söz sırası Demokratik Toplum Partisi Grubu adına Şırnak Milletvekili
Sayın Hasip Kaplan’da. Buyurun Sayın
Kaplan. (DTP sıralarından alkışlar) DTP GRUBU ADINA
HASİP KAPLAN (Şırnak) – Sayın Başkan, değerli üyeler; bugün bu çocuk
kaçırma sözleşmesiyle ilgili konuşmak istememin kendimce çok haklı
nedenleri var. Çünkü, bu konuyla milletvekili
olmadan önce en çok sorun yaşamış, hatta bu konuda kitap yazmak noktasına
kadar gelmiş bir arkadaşınız olarak sizi birkaç önemli noktada,
farklı noktalarda bilgilendirmek istiyorum. Yakın zamana
dönün ve Ben Bella’nın -Cezayir kurtuluş lideri-
bir gün Libya’dan Mısır’a uçakla giderken havaalanından Fransız
jetleri tarafından alınıp bir şatoya hapsedildikten sonra 1,5 milyon
insanının öldüğü çatışma sürecinde Fransız ve Cezayir uyruklu
olan yurttaşlarının parçalanan ailelerinin yaşadığı dram, arkasından
Kanada’da çokça yaşanan çocuk kaçırma olayları ve yakın tarihimizde
Orta Avrupa’nın merkezinde, Bosna-Hersek’te
ve Yugoslavya’da yaşanan sorunlar. İsmi üstünde, uluslararası, yani anne ve babanın farklı
ülkelerden olduğu konuları özellikle içeren bir sözleşme. Bunun biraz daha
öncesine gidelim. Hague Sözleşmesi, Hag diye bilinen, Hag Sözleşmesi.
İşte, bu olaylar sonrası, 80 yılında Portekiz’in de katılımıyla
imzalanan çocuk kaçırma sözleşmesidir. Bunu 88’de ABD, bir yıl sonra,
89’da Almanya imzaladı. Bu sözleşmenin
başyazarı -benim de tanıma fırsatını bulduğum- Amerika’dan Profesör
Adair Dyer -ki, yakın zamana
kadar, Sabancı Üniversitesinde uluslararası hukuk konularında
çokça güzel çalışmaları hâlâ devam ediyor- 16 yaşından küçük çocukların
başka bir ülkeye haksızca götürülmesi, alışkın olmadıkları yerlerde
ikamete zorlanmaları karşısında hükümler içeren bu sözleşmenin
mimarıdır. Sözleşme, velayet
davalarını çözmek için ceza vermek yerine kaçırılma olaylarına
etkili bir çözüm getirmeyi amaçlıyordu. Dolayısıyla, sözleşmenin
amacı, velayet hukukunun uygarca çözümünü sağlamaktı, çünkü ait
oldukları ülke mahkemelerine gitmeleri gereken insanlar, bunun
yerine kaçırma eylemine başvuruyor ve gittikleri ülkede etkili
bir hukuk yolu olmamasından yararlanıyorlardı. Değerli üyeler,
yakın zamanın sinema, magazin dünyasına da bir göz atarsanız, Betty Mahmudi’nin “Kızım Olmadan
Asla” kitabı ve filminin arkasından, bu Hague
Sözleşmesi’yle Amerika’da oluşturduğu kampanyaları da görürsünüz.
Yakın zamanda Türkiye’nin, ülkemizin de başını ağrıtan davalar
oldu, çokça yansıdı, birçok arkadaşımız burada açıkladılar. Bunlardan
birisi de İzlandalı bir annenin davasıydı. İşte, bu davalarda tek
boyut yok. Adalet Bakanlığını ilgilendiriyor uluslararası hukuk
işlerini, İçişleri Bakanlığını ilgilendiriyor güvenlik boyutunu,
Dışişleri Bakanlığını ilgilendiriyor, uluslararası hukuk sözleşmelerini
ilgilendiriyor, adli yardım sözleşmelerini ilgilendiriyor, konsolosluk
evraklarının tasdik ve depo edilmesini ilgilendiriyor, ülkeler
arasında karşılıklılığı ilgilendiriyor ve birçok boyutu var. İşte, iki ülke
arasında sözleşme olmadığı zaman ve böylesi bir sözleşme olmadığı
zaman sıkıntının boyutu büyüyor. Ülkemizde Osmanlı’dan cumhuriyete,
bu yana -resmî rakamlarını bilmiyoruz ama- 5-6
milyon yurttaşımızın yurt dışında yaşadığı, bunların büyük çoğunluğunun
da yabancı uyruklu kişilerle evli olduğunu gösteriyor. Bazı arkadaşlarımız
örnek verdiler. Ben bu Sözleşme’nin anlaşılır kılınması açısından
basit bir örnek vermek istiyorum. Bu Hague
Sözleşmesi’nin temelini oluşturduğu Uluslararası Çocuk Kaçırmanın
Hukukî Veçhelerine Dair Kanun Tasarısı, biraz da ülkemizin somut
şartlarına, ulusal yasalarımıza etkin bir şekilde adapte edilmiş
bir sözleşme, ancak, kusuru, yedi sene beklemiş olmasındadır. Yani,
bu Sözleşme’nin imzalandıktan hemen sonra çıkması gerekiyordu. Bunun etkisini
şöyle izah edebilirim: Eğer, bir çocuk kaçırma varsa, o çocuğu en kısa
sürede, anında alıp, kaçırıldığı yere teslim etmek esastır bu Sözleşme’de.
İkincisi, velayet davası konusudur. Üçüncüsü, en önemlisi, kişisel
ilişkinin, yani ebeveynlerin görüşmesinin sağlanmasıdır. Ne yazık
ki, az gelişmiş ülkelerde bu etkili olamıyor ve kaçırılan çocuğun
gittiği yurttaş, kendi ülkesinde koruma buluyor. Çocuğu mahkeme
kararına göre görüştürmemenin Türkiye’de cezası otuz gündür. Bunu
paraya çevirdiğiniz zaman komiktir. Yabancı uyruklu birisi 10
bin dolar uçak parası verir gelir. Yedi defa mahkeme kararını ihlal
eden bir kişi ise, sanık olarak çıktığı zaman 45 dolar para cezasına
çarptırılır. İşte, bu adaletsizliği bu gideriyor bir yanıyla. Diğer yanıyla
bir örnek vereceğim. Fransa Henry ve Michele Tyszka davası Amerika’da örnek bir dava
olarak çok anlatılır. Michele Fransız, Henry
ABD’li. Bu çiftin, biri dokuz aylık, diğeri on dört yaşında çocukları
var. Büyük çocuk bulunduğu yerde, Fransa’da eğitime başlıyor. 90 yazında,
Henry, kendisi ve çocukları için Michigan’a gidiş dönüş uçak bileti
alıyor. Michele de onları havaalanına götürüyor. Üç ay sonra Henry dönmek yerine Michigan’da
boşanma davası açıyor ve işte bu sözleşme uyarınca Michele Fransa’da mahkemeye başvuruyor ve mahkeme
hemen karar veriyor: “Henry’nin çocukları
haksız yere ABD’de de tutuluyor. ABD, velayet konusunda yargı hukukunu
işletemez, derhâl çocukları teslim etsin.” Ve alıyor. Bir başka örnek
daha vereceğim vatandaşlarımızla ilgili. ABD’de yaşayan -çok da
basına yansıyan bir olay bu- bir Türk yurttaşı -bir ailede Türk yurttaşı
anne, baba Amerikalı- anne kızını Türkiye’ye kaçırıyor, babanın
görüşmesini engelliyor. Baba, bu sözleşmeye dayanarak başvuruyor,
Amerika’da hakkında tutuklama kararı çıkarıyorlar. Bir gün ailesi
bana geldi, Interpol yakalamış, “Ne yapacağız?” diye. Yapacak hiçbir
şey yok, çünkü Türkiye’nin böyle bir sözleşmesi yok, Türkiye’nin
hukuku yok. MHP’den bir arkadaşımız demin,
bir önceki gün bir olayı örnekledi Amerika’da bir profesörle ilgili.
Eğer vatandaşlarımızı korumak istiyorsak, onların milletlerarası
özel hukuktan doğan haklarını korumak istiyorsak, eğer kültürünü,
eğer kimliğini, eğer dinini yaşamasını istiyorsak özgürce, eğer
miras hukukunu, hakkını yaşamasını istiyorsak, tabii ki bu yurttaşlarımıza
böylesi güvenceleri kazandırmamız gerektiğini düşünüyorum. 98 yıllarına
bakıyorum, imzalanan tarih ve bu imzalanan tarihte ben tam 7 bakanla,
16 diplomatla ve sayısız milletvekiliyle görüşmüşüm bu konularda.
İçişleri Bakanlığımız 95 yılında yazı yazıyor, “Milletlerarası
Ahvali Şahsiye Komisyonuna üye miyiz değil miyiz?” Bir sürü şeyi soruyor.
Arkasından, Dışişleri Bakanlığımız, 97’de soruyor Konsolosluk,
Hukuk ve Emlak Genel Müdürlüğüne, kaşeli yazıyla. Gelen cevaplar
var. Arkasından, 98 yılında, ağustos ayında yine İçişleri Bakanlığı… (Mikrofon otomatik
cihaz tarafından kapatıldı) HASİP KAPLAN
(Devamla) – Bir dakika sürem var mı Sayın Başkan? BAŞKAN – Tabii.
Bir dakika süreniz var, tamamlayın lütfen. HASİP KAPLAN
(Devamla) – Arkasından aynı tarihte Dışişleri Bakanlığımız ve
ben Norveç’te o Oslo Büyükelçiliğine gittiğim zaman, Büyükelçi
bana sarılmıştı, önüme üç klasör koyup “Ne olur, Kaplan, söyleyin yetkililere
bizi bundan kurtarsınlar.” demişlerdi. O yıl, işte 98 yazında bu sözleşmeyi
imzaladık, bugün de onayınıza geldi. Umuyorum, sanıyorum, onaylanacaktır.
Vatandaşlarımızın böyle bir hukuka ihtiyacı var. Teşekkür ediyorum.
(DTP ve AK Parti sıralarından alkışlar) BAŞKAN – Teşekkür
ederim Sayın Kaplan. Şimdi, söz, Adalet
ve Kalkınma Partisi Grubu adına, Adıyaman Milletvekili Sayın Ahmet
Aydın’da. Buyurun Sayın
Aydın. (AK Parti sıralarından alkışlar) Süreniz on dakika.
AK PARTİ GRUBU
ADINA AHMET AYDIN (Adıyaman) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri;
33 sıra sayılı Uluslararası Çocuk Kaçırmanın Hukuki Veçhelerine
Dair Tasarı’nın birinci bölümü üzerine Adalet ve Kalkınma Partisi
Grubu adına söz almış bulunuyorum. Yüce heyetinizi saygıyla selamlıyorum.
Aslında, dünden
itibaren görüşülmekte olan söz konusu tasarı, ifade edildiği gibi,
mevcut uluslararası sözleşmelerin getirdiği bir gereklilik ve zorunluluk.
Söz konusu bu tasarı, bir taraftan
Türkiye’nin de imza attığı, 21 Ocak 1998’de imzaladığı ve 1 Ağustos
2000 tarihinde yürürlüğe giren Uluslararası Çocuk Kaçırmanın Hukuki
Veçhelerine Dair Sözleşme’ye istinaden hazırlanmış, Adalet Komisyonuna
ve akabinde Genel Kurula gelmiş ve şu anda mevcut kanun tasarısını
hep birlikte görüşüyoruz. Yine, aynı
şekilde söz konusu tasarı, yine Türkiye’nin taraf olduğu Birleşmiş
Milletler Çocuk Hakları Sözleşmesi’nin 9, 10 ve 11’inci maddelerinin
tatbik edilmesi açısından da gereklilik arz etmektedir. İzah etmeye çalıştığım
üzere, görüşmekte olduğumuz ve kanunlaşmasına çalıştığımız kanun
tasarısı, aslında Türkiye’nin taraf olduğu ve zaten Anayasa’mıza
göre uygulamak zorunda olduğumuz uluslararası sözleşmenin getirdiği
bir gereklilik. Böylece, Türk hukuk mevzuatı ile uyum sağlanması
amaçlanmıştır ve bu çerçevede de özel nitelikli bu düzenlemeye ihtiyaç
vardır. İşte bu nedenlerle
ahdî yükümlülüğümüzün gereğini aslında yerine getiriyoruz ve
bu manada da özel düzenlemeler getiren bu sözleşmenin amacına uygun
ve her yerde aynı şekilde uygulanmasını sağlamak üzere, Sözleşme’ye
taraf ülkelerin uygulamalarından da istifade edilmek suretiyle
söz konusu tasarının yasalaşması gerekmektedir. Tabii, tasarıda
özellikle söz almış olduğum birinci bölüm ilk 17 maddeyi kapsamaktadır.
Burada kanunun amacı izah edildi, kapsamı izah edildi. Kanun tasarısında
geçen tanımlar bir bir yer alıyor. Ayrıca, merkezî
makam olarak tasarıda belirtilen tabii ki Adalet Bakanlığıdır.
Adalet Bakanlığının bu konuda üstlenmiş olduğu görevler sıralanıyor.
“Görevli ve yetkili mahkemeler” ifadesi var ve aile hukuku kapsamında
değerlendirilmesi gerektiği, yine önemine binaen adli tatilde
dahi bakıldığı, ara verilmeksizin bakıldığı, basit yargılama usulüne
tabi olduğu, işte bütün bu hususlar kanunun önemini bize izah etmeye
çalışmaktadır. Aynı zamanda,
değerli arkadaşlar, aslında bu hususlarla ilgili de pek bir tartışma
yok. Yani, geneli itibarıyla bütün -zannediyorum- gruplar bu tasarının
çıkması gerektiğini düşünüyor. Ancak, ihtilaf konusu birtakım
hususlar var. Değerli arkadaşlar,
bakın “velayet” hususunu özellikle dile getirdiler ve aynı zamanda
da herhâlde tartışılan bir başka husus “egemenlik” hususu. Tabii,
bizlerin katılmadığı bu tartışmalar, bence ve Adalet ve Kalkınma
Partisi Grubunca yerinde değildir. Zira, biz
şunu ifade ettik: Bu Sözleşme, yani Uluslararası Çocuk Kaçırmanın
Hukuki Veçhelerine Dair Sözleşme taraf bütün ülkeleri bağlar.
Siz, hem o Sözleşme’ye imza atacaksınız hem o Sözleşme’ye boyun
eğeceksiniz bir bakıma ve aynı zamanda da yerelde yasal düzenleme
yaparken de bu sözleşmeye aykırı hükümler getireceksiniz. Bu, kabul
edilemez. Bu tasarının 12’nci, 13’üncü ve 14’üncü maddeleri bunu çok
açık bir şekilde izah ediyor. Velayet hususuna ilişkin düzenlemenin
imzalamış bulunduğunuz Sözleşme’ye aykırılık teşkil edeceği,
Sözleşme’nin 17’nci ve 19’uncu maddelerine aykırılık teşkil edeceği
çok açıktır ve bu nedenle, zaten bu Sözleşme’ye göre siz velayete
ilişkin karar alsanız dahi, bu, iade talebinin reddine gerekçe olmuyor.
Bu yüzden, öncelikle iade kararı görüşülecek, iade davası sonuçlandırılacak,
iade davasını sonuçlandırdıktan sonra siz velayete ilişkin düzenlemeye
geçebileceksiniz. Eğer çocuğun iadesine karar verilmişse, zaten
velayet hususunu düzenlemeye de gerek kalmıyor. Değerli arkadaşlar
-ben az önce de ifade ettim, aslında konuşmacı arkadaşlarımız da
ifade etti de- bu Sözleşme hangi tarihte yürürlüğe girmiş? 1 Ağustos
2000 tarihinde. Peki, bu Sözleşme yürürlüğe girdiği tarihte kimler
iktidardaydı? Biz iktidarda değildik ve şu anda en çok egemenlik
tartışmasına takılan, zannediyorum, yanlış hatırlamıyorsam Milliyetçi
Hareket Partisi herhâlde o dönemde iktidardı. O dönemde iktidarsınız.
Madem egemenliğinizi zedeliyorsa peki niye imzaladınız? Niye
Türkiye’yi böyle bir düzenleme yapmak zorunda bıraktınız? Bakın, ben katılmıyorum,
partim katılmıyor. Ancak, sizlerin iddia ettiği böyle bir egemenlik
hususunda, hükümranlık hususunda Türkiye aleyhine hükümler varsa
neden imzaladınız? Bir ikinci husus,
değerli arkadaşlar, bizler… Bu Sözleşme aynı zamanda kaçırılan
Türk çocuklarının hakları için de geçerli. Hep eleştirildi. Sözleşme’yle
sanki Türkiye bir yükümlülük altına sokuluyor ve sadece ve sadece
Türkiye’yi bağlayan bir hüküm olarak gösteriliyor. Bu, taraf olan
bütün ülkeleri bağlar. Bu sözleşmeye eğer tarafsanız, sizi bağladığı
gibi, taraf olan diğer ülkeyi de bağlar; karşılıklıdır, mütekabildir.
Bu manada da bu konuda bence eleştiriler kesinlikle yersiz ve haksızdır.
Bu Sözleşme’yi dediğim gibi, zaten siz getirmeseniz, burada bu kanunu
çıkarmasanız dahi, Anayasa’mıza göre uygulamak zorundasınız.
Sadece yürürlükteki birtakım eksikleri gidermek, uygulamada
birlikteliği sağlamak adına siz bu tasarıyı çıkarmak durumundasınız.
Bu manada da
ben bu eleştirilerin yerinde olmadığı kanaatiyle, şahsım ve partim
adına bu tasarının kanunlaşacağı ümidiyle yüce heyetinizi saygıyla
selamlıyorum. (AK Parti sıralarından alkışlar) BAŞKAN – Teşekkür
ederim Sayın Aydın. Şahısları adına
söz talepleri vardır. İlk söz, Ordu Milletvekili Sayın Rahmi Güner’indir. Buyurun Sayın Güner. Süreniz beş dakika. RAHMİ GÜNER (Ordu)
– Sayın Başkan, sayın milletvekilleri; geçen konuşmamda bu yasanın
bizim vatandaşlarımızın egemenlik haklarına gerçekten bir engelleme
olduğunu belirtmiştim. Değerli arkadaşlarım, bu yasanın öngördüğü
maddelere bizim mahkemelerimiz ve Adalet Bakanlığımız, mahalli
savcılıklarımız uyma zorunda ve gerçekten de uygulama durumları
var. Yalnız şu var: Türk vatandaşı olup da mahkemeye çocuğunun velayetini
almak için müracaat etmesi de, sanki basit, usulü bir mahkeme kararının
engel olması da o vatandaşımızın yasal haklarını engellediği gibi,
Türkiye’nin egemenlik haklarını da engellemektedir. Değerli arkadaşlarım,
elimde bir belge var. Bu belge: Norveç’te yaşayan bir ailenin 2 tane
çocuğu alıkonulmuş elinden, bir koruyucu aileye verilmiş. Bu aile
çocukları almış, Türkiye'ye getirmiş. Manavgat 1. Asliye Hukuk Mahkemesinde
de esas çocuğun annesi, babası mahkemeye başvurmuş velayet için.
Mahkeme derhâl bu çocukların pasaportlarına el konulmasına ve bu
çocukların da Sosyal Hizmetlere teslim edilmesine dair bir tedbir
kararı vermiş, bu kararı da tüm yetkili makamlara, çıkış yapmaması
için ilgili mercilere de bildirmiştir. Fakat her nasılsa bu çocuklar
Norveç’e kaçırılmış. Değerli arkadaşlar,
Norveç’te, ailenin iddiasına göre, çocuklar, tacizci bir ailenin
yanında olduğunu söylüyorlar ve mahkemeye başvuruyorlar, mahkeme
hiç ciddiye almıyor. Norveç asıllı bu Türk ailesinin avukatı şöyle
bir şey söylüyor: “Türk hükûmetinin, Türk devletinin
egemenliği ve bağımsızlığıyla açıkça alay ediliyor.” Norveç mahkemesinde, Norveç’te. Değerli arkadaşlarım,
bizim endişelerimiz buradan geliyor. Biz bu maddelere uyuyoruz,
ama karşımıza idari nitelikte, mahkemelerin üstünde bir taleple
geliniyor. Basit usulü muhakemeyle yargılanıyor ve aynı zamanda,
dikkat edin, maddede, bu ileri sürülen belgelerin onaysız, tasdiksiz
olduğu da belirtilmiştir. Bu, bizim hukuk sistemimize yüzde yüz
ters, hukuk sistemimizle bağdaşmayan bir uygulamadır. Değerli arkadaşlar,
çocuklarımız geleceğimizdir. İsterse yurt dışında olsun isterse
Türkiye'de olsun, biz bunları en iyi şekilde yetiştirmek zorundayız.
Ama şunu da belirtmek istiyorum: Bizim çocuklarımızı, Türkiye Cumhuriyeti’nin
millî duyguları, Türkiye Cumhuriyeti’nin örf ve âdetlerine göre
yetiştirmek de zorundayız. Yabancı bir ülkede, tamamen el konulan,
yabancı ülkenin örf ve âdetlerine göre, yabancı ülkenin kültürüne
göre yetişmiş gençlerimizin Türkiye geleceği açısından hiçbir
faydası olmayacağı görüşündeyim. Değerli arkadaşlarım,
biz, yabancı ülkelere giden bu çalışan insanlarımızın sosyal haklarını,
geleceğini en iyi şekilde korumak, onları en iyi duruma getirmek
zorundayız. Bizim, bu, Hükûmet olarak, devlet
olarak en büyük görevimizdir. Çünkü, o giden
kişiler, Türkiye’nin en dar zamanlarında -çalışmalarıy Bu konuda endişelerimi
yine söylüyorum: Türkiye devletinin, vatandaşımızın hukuksal
hakkı gasp edilmektedir. Onu da ayrıca belirtiyor, hepinizi saygıyla
selamlıyorum. (CHP sıralarından alkışlar) BAŞKAN – Teşekkür
ederim Sayın Güner. İkinci söz, Tokat
Milletvekili Sayın Reşat Doğru’ya aittir. Buyurun Sayın
Doğru. (MHP sıralarından alkışlar) Beş dakika süreniz
var. REŞAT DOĞRU (Tokat)
– Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; Uluslararası Çocuk Kaçırmanın
Hukukî Veçhelerine Dair Kanun Tasarısı’nın birinci bölümü hakkında
söz almış bulunuyorum. Yüce heyetinizi en derin saygılarımla selamlıyorum.
Doğrudur, bu kanun,
Milliyetçi Hareket Partisinin de ortak olduğu, 2000 tarihinde çıkartılmıştır.
Ancak, çıkartılan kanunda eksiklikler varsa bu eksikliklerin tamamlanması
da gerekmez mi? Türkiye’nin
dışında, yaklaşık olarak, başta Almanya olmak üzere dünyanın birçok
yerinde Türkler yaşamaktadır. Yaşayan Türklerin de en fazla sorunlarının
başında bunlar gelmektedir. Yani, çocuklarını kendi ülkelerine
getirme noktasında çok büyük sıkıntılarla karşı karşıyadır. Tabii
oralarda kanunlar noktasında bazı kararlar veriliyor, ama Türkiye’ye
getirilme noktasında veyahut getirildiği zaman da bunları, buraya
gelerek, o ülkenin vatandaşları, buradan alıp götürebiliyorlar
ve o anne ve baba –anne ise veyahut babaysa- çok büyük sıkıntılar
içerisinde kalıyor. İnanıyorum ki, bu kanundaki eksikliklerin tamamlanmasıyla
beraber bu konularda da ciddi manada mesafeler alınmış olur. Uluslararası
konumda da yapılması gereken bir şey varsa, Türk vatandaşlarının
hakkının korunması noktasında da o türlü çalışmaların yapılması
gerekir diye de düşünüyorum. Sayın milletvekilleri,
emniyetin bilgileri dışında, ayrıca jandarmanın elinde de çocuk
kaçırmalarla ilgili çok çeşitli bilgiler vardır. Jandarmanın yapmış
olduğu görev sahası içerisinde gerçekleşen olayları incelemiş
olduğumuz zaman da yasa dışı göç ve insan ticareti olarak verilmiş
çok önemli göstergelerin olduğu da görülmektedir. Bir fikir vermesi
açısından rakamlara baktığımızda, 2005 yılında jandarma bölgesinde
de 2.713 olan olay sayısı, 2006 yılında 3.795’e çıkmıştır, burada rakamların
ayrıntısı yoktur. Bu olayların bir kısmı uluslararası şebekeler tarafından
ülkemizin transit olarak kullanılmasından kaynaklanan rakamlar
olabilir. Ancak bu olayların içerisinde çocukların olduğu da bilinmektedir.
Burada da gerçekleşen olay sayısında yıllar itibarıyla artış söz
konusudur. 2005 yılına göre yüzde 40 artış söz konusu olmakla birlikte,
yakalanamayıp arananlardaki artış ise 3 kattan fazladır. Ayrıca, ülkemizde
çocuklara karşı işlenen suç sayısında gözle görülen, insanımızı
dehşete düşürmesi gereken artışlar da görülmektedir. Okullarımızda
öğrenciler arasında yaşanan şiddet olayları sayısı gün geçtikçe
artıyor. Türkiye’mizde önlem alınmaz ise her gün onlarca çocuğun
kaçırıldığı Meksika gibi ülkeleri biz çok süratli bir şekilde geçebiliriz.
Bugün Meksika’da orta ve yüksek gelirli aileler çocuklarını okullara
özel güvenlik mensuplarıyla gönderiyorlar. 03/07/2005
tarihinde kabul edilen Çocuk Koruma Kanunu iyi düşüncelerle çıkarılmıştır.
Ancak, altyapısının yetersiz olması konunun faydalarını kamuoyuna
getirememiştir. Çocukların korunması, suç örgütlerinin eline
geçmemesi, toplumun dokusunun bozulmasına engel olunması gerekmektedir.
Bu kanunun 21’inci maddesi, çocuklara hapis cezası verilmesini
engelleyip topluma kazandırılmasını sağlarken, daha büyük suçlara
karışmasını da sağlamaktadır. Hırsızlığı çocuklara yaptırıyorlar,
yakalanınca da serbest kalıyorlar, çocukların ceza almadığını
gören bazı aileler kendi yapacaklarını bunlara yaptırıyorlar.
Ülkemizde yaşanan işsizlik, gelir dağılımındaki uçurum gibi ekonomik
problemler organize suçları artırmaktadır. Çocukların organ ticareti,
fuhuş, pornografide kullanılması gibi olaylar konusunda, AB ülkeleri
de dâhil acil önemler alıyorlar. Bu konuda bizim ülkemizde de acil önlemler
alınmalıdır. Uyuşturucu kullanım yaşı on bir yaşına inmiştir. Sokaklar
madde bağımlısı çocuklarla doludur. Yuvalar kimsesiz çocuklarla
doludur. Çocuklar tecavüzler, intiharlar ve niceleriyle toplumda
karşılaşıyorlar. Bu güvensizlik ve huzursuzluk ortamının vebalinin,
herhâlde, mevcut iktidarda olması gerekir ve gereken önlemi de iktidarın
alması gerekmektedir. Değerli milletvekilleri,
yasama organı olarak denetim görevimizden birisi de yürütmenin
denetimidir. 2006 yılına göre işlenen suçlarda suçun aydınlatılma
oranlarında ciddi manada düşüşler vardır. Bunun da ciddi olarak değerlendirilmesini
bekliyoruz. Hükûmetten istediğimiz, ülkemizde
yaşayan vatandaşlarımızın karşı karşıya kaldığı asayiş problemlerinin
çözümünde daha titiz çalışılmasıdır. Burada, Parlamento olarak
yapmamız gereken neyse gereğini yapmak, her türlü desteği vermek
görevimizdir. (Mikrofon otomatik
cihaz tarafından kapatıldı) BAŞKAN – Bir dakika
ek süre veriyorum. REŞAT DOĞRU (Devamla)
– Artık suçların aydınlatılması için teknoloji kullanılmaktadır.
Milliyetçi Hareket
Partisi olarak bu ülkede huzurun sağlanması için istenecek desteğe
hazırız, yeter ki huzur olsun, insanlar akşam evlerine döneceklerinden
endişe etmesin, çarşıya pazara çıkanlar kapkaç endişesi yaşamasınlar.
Çünkü, asayiş ve huzurun olmadığı yerde hiçbir
şeyi konuşmaya gerek yoktur. Hele hele görüşmekte
olduğumuz tasarının konusunu oluşturan çocuk kaçırma eylemlerindeki
artışın önlenmesini, belki de hiç olmamasını yasama organı olarak
yürütme organından istemenin herkesin hakkı olduğunu düşünüyorum.
Konu masum çocuklar olunca, Türkiye’ye ve diğer ülkelere her ne sebeple,
kendi rızası dışında getirilen çocuklar, velayetine sahip kimselere
teslim edilmelidir. Bu kanun, çocukları korumak için hazırlanmıştır.
Devlet de çocuklara sahip çıkarken güvenli bir şekilde ailelerine
teslim etmek mecburiyetindedir. Ancak, çocukların hayat kalitesini
iyileştirmek, geleceklerini teminat altına almak, ailelerine,
topluma ve devlete
karşı… (Mikrofon otomatik
cihaz tarafından kapatıldı) BAŞKAN – Teşekkür
ederim Sayın Doğru. REŞAT DOĞRU (Devamla)
- …sorumluluk duygularının geliştirilmesi yolunda çaba sarf etmelidir.
Çocuk kaçırma
eyleminin yüz kızartıcı bir insanlık suçu olduğunu düşünüyor, bu
tür olayların gerçekleşmemesi ve bu kanunun uygulanmasına gerek
kalmaması temennisi ile yüce heyetinizi saygı ile selamlıyorum.
(MHP sıralarından alkışlar) BAŞKAN – Teşekkür
ederim Sayın Doğru. Birinci bölüm
üzerindeki görüşmeler tamamlanmıştır. Şimdi, birinci
bölümde yer alan maddeleri, varsa o madde üzerindeki önerge işlemlerini
yaptıktan sonra ayrı ayrı oylarınıza sunacağım.
Herhangi bir
önerge yoktur. 1’inci maddenin
başlığını okutuyorum: ULUSLARARASI
ÇOCUK KAÇIRMANIN HUKUKÎ YÖN VE KAPSAMINA DAİR KANUN
TASARISI BİRİNCİ BÖLÜM Amaç, Kapsam ve Tanımlar Amaç Madde 1- BAŞKAN – Maddeyi
oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler… KAMER GENÇ (Tunceli)
– Karar yeter sayısı istiyorum Sayın Başkan. BAŞKAN – Kabul
etmeyenler… Kabul edilmiştir. 2’nci maddenin
başlığını okutuyorum: Kapsam Madde 2- BAŞKAN – Maddeyi
oylarınıza… KAMER GENÇ (Tunceli)
– Karar yeter sayısı istiyorum. BAŞKAN – Şimdi
arayacağım. Maddeyi oylarınıza
sunuyorum: Kabul edenler… Kabul etmeyenler… Karar yeter sayısı
yoktur. Birleşime on
dakika ara veriyorum. Kapanma
Saati: 15.56 İKİNCİ
OTURUM Açılma
Saati: 16.13 BAŞKAN:
Başkan Vekili Meral AKŞENER KÂTİP
ÜYELER : Fatoş GÜRKAN
(Adana), Harun TÜFEKCİ (Konya) BAŞKAN – Sayın
milletvekilleri, Türkiye Büyük Millet Meclisinin 24’üncü Birleşiminin
İkinci Oturumunu açıyorum. 33 sıra sayılı
Kanun Tasarısı’nın görüşmelerine kaldığımız yerden devam edeceğiz.
Komisyon ve Hükûmet burada. Tasarının
2’nci maddesinin oylamasında karar yeter sayısı bulunamamıştı.
Şimdi 2’nci maddeyi tekrar oylarınıza sunacağım ve karar yeter sayısını
arayacağım. 2’nci maddeyi
kabul edenler… Kabul etmeyenler… Madde kabul edilmiştir, karar yeter
sayısı vardır. 3’üncü maddenin
başlığını okutuyorum: Tanımlar MADDE 3 – BAŞKAN – Madde üzerinde iki önerge vardır. Önergeleri önce
geliş sırasına göre okutacağım, sonra aykırılık sırasına göre
işleme alacağım. İlk önergeyi okutuyorum: TBMM Başkanlığına Görüşülmekte olan 33 Sıra Sayılı Kanun Tasarısının 1.
Bölüm 3. Maddesi (c) bendinde yer alan “Onaltı”
ibaresinin “Onsekiz” olarak değiştirilmesini
öneririz. Saygılarımızla.
BAŞKAN – Şimdi en aykırı önergeyi okutuyorum ve işleme
alacağım. Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına Görüşülmekte olan 33 sıra sayılı kanun tasarısının 3.
maddesinin (c) ve (h) bentlerinin aşağıdaki şekilde değiştirilmesini
arz ve talep ederiz.
c- Onaltı yaş yerine 18 yaş kullanılmalıdır. h- Pedagog tabiri,
çocuk gelişim uzmanı ile değiştirilmelidir. BAŞKAN – Komisyon önergeye katılıyor mu? ADALET KOMİSYONU BAŞKANI AHMET İYİMAYA (Ankara) – Efendim,
tasarıdaki on altı yaş, Sözleşme’nin 4’üncü maddesinin uyarlanmasından
ibarettir. Birleşmiş Milletler Çocuk Hakları Sözleşmesi’ndeki on
sekiz yaşa gönderme yapmamak gerekir. Çünkü,
kaçırma, velayet hakkının ihlalinde, on altı yaş, çocuğun kendisinin
menfaatini koruması bakımından yeterli bir yaştır. Önergeye katılmıyoruz.
Sonra, terminoloji… “Pedagog” tabirinin konması değil…
İfadeyi ve amacı karşılayan metinler vardır, sosyolog çalışma gibi,
(h) bendi. Katılmıyoruz. BAŞKAN – Hükûmet? TARIM VE KÖYİŞLERİ BAKANI MEHMET MEHDİ EKER (Diyarbakır)
– Katılmıyoruz Sayın Başkan. BAŞKAN – Gerekçeyi mi okutalım, konuşacak mısınız? SEVAHİR BAYINDIR (Şırnak) – Gerekçeyi… Madde gerekçesi: c- Çocuk yaşı
Birleşmiş Milletler Çocuk Hakları Sözleşmesi, TMK, ILO Sözleşmesi
ve Çocuk Koruma Yasası gibi ulusal yasalarımızda 18 olarak kabul
edilmiştir. Bu yaşın bu sözleşmeler ve yasalarla uyumlu olarak 18
olarak düzeltilmesi gerekmektedir. h- Bu maddede
bahsi geçen uzmanlar arasındaki pedagog meslek grubu artık ülkemizde
bulunmamaktadır. Üniversitelerin bu konuyla ilgili olarak “çocuk
gelişimi” bölümleri vardır. Bu yüzden pedagog yerine çocuk gelişim
uzmanı tabiri daha yerinde olacaktır. BAŞKAN – Önergeyi oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler…
Kabul etmeyenler… Önerge kabul edilmemiştir. Diğer önergeyi işleme aldırıyorum: TBMM Başkanlığına Görüşülmekte olan 33 Sıra Sayılı Kanun Tasarısının 1. Bölüm
3. Maddesi (c) bendinde yer alan “Onaltı” ibaresinin
“Onsekiz” olarak değiştirilmesini öneririz. Saygılarımızla. Hakkı Suha
Okay (Ankara) ve arkadaşları BAŞKAN – Komisyon önergeye katılıyor mu? ADALET KOMİSYONU BAŞKANI AHMET İYİMAYA (Ankara) – Aynı
gerekçelerle katılmıyoruz, biraz önceki beyanımla. BAŞKAN – Hükûmet önergeye katılıyor
mu? TARIM VE KÖYİŞLERİ BAKANI MEHMET MEHDİ EKER (Diyarbakır)
– Katılmıyoruz Sayın Başkan. BAŞKAN – Önerge hakkında… HAKKI SUHA OKAY (Ankara) – Sayın Enis Tütüncü konuşacak. BAŞKAN – Buyurun Sayın Tütüncü. Konuşma süreniz beş dakika. ENİS TÜTÜNCÜ (Tekirdağ) – Teşekkür ederim. Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; hepinizi sevgiyle,
saygıyla selamlıyorum. Önergeyle ilgili görüşlerimize geçmeden önce, görüştüğümüz
bu tasarının insan hakları tarihinde üçüncü kuşak insan hakları
kapsamında olduğunu dikkatlerinize sunmak istiyorum. Bildiğiniz
gibi, insanlık tarihinde üç kuşak hâlinde insan hakları gelişmiş.
Birinci kuşak insan hakları 1789 Fransız Devrimi’nden sonra gündeme
gelmiş ve bildiğimiz klasik temel hak ve özgürlükleri içeriyor, mülkiyet
hakkı, seçme-seçilme hakkı, düşünce özgürlüğü gibi. İnsanlık bu hakları
kullanarak Birinci Dünya Savaşı’nın o yıkımına kadar gelmiş. Çünkü
bu hakları kullanarak İtalya’da Nazizm, daha doğrusu Avrupa’da
faşizm yükselmiş, ancak İkinci Dünya Savaşı’ndan sonra kurulan yeni dünyada ikinci kuşak insan hakları gündeme
gelmiş, toplu sözleşme hakkı, sendika kurma hakkı, sağlık hakkı, sosyal
güvenlik hakkı gibi ve 20’nci yüzyılın ikinci, üçüncü yarısından itibaren
daha doğrusu, insanlık tarihinde üçüncü kuşak insan hakları gündeme
gelmeye başlamış. Bunlar çevre hakkı, çocuk hakları, kadın hakları,
hayvan hakları gibi haklar. Şimdi, üç kuşak insan haklarından olan çocuk haklarıyla
ilgili bir yasa tasarısını görüşüyoruz. Vurgulamak istediğim
konu şudur: Türkiye, ne yazık ki, içinde bulunduğumuz koşullarda,
üç kuşak insan haklarıyla ilgili sorunlarla uğraşıyor ve Batı dünyasının
çok geride bıraktığı birinci ve ikinci kuşak insan haklarını da yaşama
geçirme mücadelesini veriyor. Bu genel görüşten sonra, önergemiz, bu tasarıda getirilen
çocuk kavramının, Birleşmiş Milletler Çocuk Hakları Sözleşmesi’ndeki
çocuk kavramına oturtulmasını amaçlıyor. Bakınız Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; Komisyon
ve Hükûmet katılmadı. Elimde Birleşmiş Milletler
Çocuk Hakları Sözleşmesi var. Bu sözleşmenin 1’inci maddesi çocuk
kavramını düzenlemiş ve on sekiz yaşına kadar olan insanları çocuk
olarak kabul etmiş. Türkiye, bu sözleşmeyi, yani, Birleşmiş Milletler
Çocuk Hakları Sözleşmesi’ni 1990 yılında imzalamıştır ve görüştüğümüz
bu tasarı ise, esasta bu sözleşmenin 9’uncu, 10’uncu ve 11’inci maddelerini
yaşama geçirme amacını taşımaktadır. Bu çerçevede Türkiye, 21
Ocak 1988’de, Uluslararası Çocuk Kaçırmanın Hukuki Veçhelerine Dair
Sözleşme’yi imzaladı ve bu sözleşme, Türkiye bakımından 1 Ağustos
2000 yılında yürürlüğe sokuldu. Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; işte, bu nedenle
vermiş olduğumuz önerge, görüştüğümüz bu tasarının özüne dönük,
yani Birleşmiş Milletler Çocuk Hakları Sözleşmesi’ne dönük, özüne,
esasına dönük bir düzenlemeyi öngörmektedir. Az önce de belirttiğim
gibi, bu Birleşmiş Milletler Çocuk Hakları Sözleşmesi, on sekiz yaşına
kadar olan her insanı çocuk sayıyor. Oysa getirilen tasarı on altı
yaşına kadar olan insanları çocuk sayıyor. Böylece bu tasarıy Bu çerçevede önergemizin kabulünü diliyoruz. Artık top sizde. Hepinizi sevgiyle, saygıyla selamlıyoruz. (CHP sıralarından
alkışlar) BAŞKAN – Teşekkür ederim Sayın Tütüncü. Önergeyi oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler… Kabul
etmeyenler… Önerge kabul edilmemiştir. 3’üncü maddeyi oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler…
Kabul etmeyenler… Kabul edilmiştir. 4’üncü maddenin başlığını okutuyorum: İKİNCİ BÖLÜM Merkezî Makamın Alacağı Tedbirler Merkezî Makam MADDE 4- BAŞKAN – Maddeyi oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler…
Kabul etmeyenler… Kabul edilmiştir. 5’inci maddenin başlığını okutuyorum: Merkezî Makamın görevleri MADDE 5- BAŞKAN – Madde üzerinde bir önerge vardır, okutuyorum: Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına Görüşülmekte olan 33 sıra sayılı kanun tasarısının 5.
maddesinin (c) bendinin aşağıdaki şekilde değiştirilmesini arz
ve talep ederiz.
Madde 5: c- “Cumhuriyet
Başsavcılarının en kısa sürede (1 ay) dava açması sağlanmalıdır.”
ibaresi eklenmelidir. BAŞKAN – Komisyon önergeye katılıyor mu? ADALET KOMİSYONU BAŞKANI AHMET İYİMAYA (Ankara) – Efendim,
dava yolu ayrı bir maddede düzenlenmiş. Ayrıca buradaki düzenleme
farklı bir amaca yönelik, koruma önlemi. Katılamıyoruz. BAŞKAN – Hükûmet katılıyor mu? TARIM VE KÖYİŞLERİ BAKANI MEHMET MEHDİ EKER (Diyarbakır)
– Katılmıyoruz Sayın Başkan. BAŞKAN – Gerekçe mi okunsun? SEVAHİR BAYINDIR (Şırnak) – Gerekçe okunsun. BAŞKAN – Gerekçeyi okutuyorum: Madde gerekçesi: Tasarının 5. maddesinde yapılacak işlemler için Cumhuriyet
başsavcısına 1 ay gibi kısa bir süre tanınması gerekmektedir. Zira
işlemin hızla ve basit yargılama sistemiyle çözümlenmesi düşünüldüğüne
göre merkezi makam adına hareket edecek Cumhuriyet Başsavcıları
en geç bir ay içinde işlemi bitirmeye ve dava açmaya zorlanmalıdır.
Belirlenen bu süre İngiltere’de de bir aydır. BAŞKAN – Önergeyi oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler…
Kabul etmeyenler… Önerge kabul edilmemiştir. Maddeyi oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler… Kabul etmeyenler…
Kabul edilmiştir. 6’ncı maddenin başlığını okutuyorum: ÜÇÜNCÜ BÖLÜM Usul Hükümleri Görev ve yetki MADDE 6- BAŞKAN – Maddeyi oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler…
Kabul etmeyenler… Kabul edilmiştir. 7’nci maddenin başlığını okutuyorum: Başvuru usulü MADDE 7- BAŞKAN – Kabul edenler… Kabul etmeyenler… Madde kabul
edilmiştir. 8’inci maddenin başlığını okutuyorum: Sulh yoluyla çözüm MADDE 8- BAŞKAN – Kabul edenler… Etmeyenler… Kabul edilmiştir. 9’uncu maddenin başlığını okutuyorum: Yargılama usulü MADDE 9- BAŞKAN – Kabul edenler… Kabul etmeyenler… Kabul edilmiştir. 10’uncu maddenin başlığını okutuyorum: Geçici koruma tedbirleri MADDE 10- BAŞKAN – Kabul edenler… Kabul etmeyenler… Kabul edilmiştir. 11’inci maddenin başlığını okutuyorum: Şahsî ilişki kurulması MADDE 11- BAŞKAN – Maddeyi oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler…
Kabul etmeyenler… Kabul edilmiştir. 12’nci maddenin başlığını okutuyorum: İade davasında velâyet MADDE 12- BAŞKAN – Kabul edenler… Etmeyenler… Kabul edilmiştir. 13’üncü maddenin başlığını okutuyorum: Velâyet kararının iade davasına etkisi MADDE 13- BAŞKAN – Kabul edenler… Etmeyenler… Kabul edilmiştir. 14’üncü maddenin başlığını okutuyorum: Bekletici mesele MADDE 14- BAŞKAN – Kabul edenler… Etmeyenler… Kabul edilmiştir. 15’inci maddenin başlığını okutuyorum: Davaların ayrılması MADDE 15- BAŞKAN – Kabul edenler… Etmeyenler… Kabul edilmiştir. 16’ncı maddenin başlığını okutuyorum: Adlî tatil MADDE 16- BAŞKAN – Kabul edenler… Etmeyenler… Kabul edilmiştir. 17’nci maddenin başlığını okutuyorum: Kararın kesinleşmesi MADDE 17- BAŞKAN – Kabul edenler… Etmeyenler… Kabul edilmiştir. Birinci bölümde yer alan maddelerin oylamaları tamamlanmıştır. Şimdi ikinci bölümün görüşmelerine başlıyoruz. İkinci bölüm, geçici 1’inci madde dâhil, 18 ila 31’inci maddeleri
kapsamaktadır. İkinci bölüm üzerinde söz isteyen, Cumhuriyet Halk
Partisi Grubu adına Zonguldak Milletvekili Ali İhsan Köktürk. Buyurun Sayın Köktürk. (CHP sıralarından alkışlar) Süreniz on dakika. CHP GRUBU ADINA ALİ İHSAN KÖKTÜRK (Zonguldak) – Sayın Başkan,
değerli milletvekilleri; Uluslararası Çocuk Kaçırmanın Hukuki
Veçhelerine Dair Kanun Tasarısı’nın ikinci bölümü hakkında Cumhuriyet
Halk Partisi Grubumuzun görüşlerini açıklamak üzere söz almış bulunuyorum.
Öncelikle sizleri saygıyla selamlıyorum. Ayrıca, içinde bulunduğumuz haftanın Diş Hekimleri Haftası
olması nedeniyle diş hekimlerimizi ve 24 Kasım Öğretmenler Günü
nedeniyle de tüm öğretmenlerimizi buradan sevgi ve saygıyla selamlıyorum. Değerli milletvekilleri, hepinizin bildiği ve dün tasarının
geneli üzerinde görüşlerini bildiren değerli milletvekilimiz
Sayın Canan Arıtman’ın da ifade ettiği gibi,
20 Kasım tarihi Dünya Çocuk Hakları Günü’ydü. Yasa tasarısı hakkındaki görüşlerimizi açıklamadan
önce, tüm dünya çocuklarının bu anlamlı gününü yürekten kutluyor
ve konumuzla ilgisi nedeniyle sözleşme hakkında ve ülkemiz çocuklarının
gerçekliği hakkında, kısaca da olsa, burada değinmeyi bir görev
sayıyorum. Birleşmiş Milletler Genel Asamblesi tarafından 20 Kasım
1989 tarihinde kabul edilen ve 2 Eylül 1990 tarihinde yürürlüğe giren
bu Sözleşme, üzerinde pazarlık yapılması olanaklı olmayan standartlar
ve yükümlülükler içermektedir. Nerede doğduklarına, kim olduklarına,
cinsiyetlerine, dinlerine ya da sosyal kökenlerine bakılmaksızın
tüm dünya çocuklarının yaşama hakkı, eksiksiz biçimde gelişme hakkı,
zararlı etkilerden, istismar ve sömürüden korunma hakkı, aile,
kültür ve sosyal yaşama eksiksiz katılma hakkı ve diğer vazgeçilmez,
devredilmez haklarını düzenlemekte ve güvence altına almayı
amaçlamaktadır. Değerli milletvekilleri, bizler dünyada, ilk çocuk bayramını
kutlayan, bunu uluslararası bir şenliğe dönüştüren bir Meclisin
üyeleri olarak, çocuk haklarını azami ölçüde gerçekleştirmeyi asli
sorumluluğumuz ve görevimiz olarak kabul etmeli, bunun için de, öncelikle,
ülkemiz çocuklarının içinde bulunduğu şartları gerçekçi bir şekilde
ortaya koymalıyız. Değerli milletvekilleri, Ankara’nın merkezi Kızılay’a
doğru indiğimizde, bir yanda Güvenpark, diğer yanda Sakarya Caddesi
ve Konur Sokak; gidip baktığımızda, onlarca çocuğun o sokaklarda
çalıştırıldığını, dilendirildiğini ve sokakta yaşamlarını sürdürdüklerini
görmekteyiz. Ayrıca, bu durum sadece o sokak ve caddelerimize has
bir tablo değildir. Ülkemizde, ülkemizin pek çok yerinde bu görüntülere
tanık olmaktayız. Bu tabloda diğer etkenlerin yanı sıra en temel
etken, yoksulluk olarak karışımıza çıkmaktadır. Türkiye’de, tahminlere
göre, 9 milyon çocuğumuz yoksulluk sınırının altında yaşamını
sürdürmektedir. Ülkemizde her 3 çocuktan 1’i de, ne yazık ki, gelişme
çağlarında yeterince beslenemiyor. Yeterince beslenemedikleri
için, boyları uzayamıyor, kemikleri gelişemiyor ve bedensel gelişimleri
tamamlanamıyor. 500 bin kadar da sokak çocuğumuz veya sokakta çalışan
gencimiz var. Yoksul bir ailenin çocuğu olmak, çocuklar için pek çok
olanaktan yoksun olmanın yanı sıra, okula gitmek yerine erken yaşta
çalışmaya başlamak anlamına da geliyor. Çocuk Vakfının hazırladığı
23 Nisan 2007’de Türkiye’nin Çocuk Gerçeği Raporu’na göre, 6-14 yaş grubunda 1 milyonun üzerindeki
çocuk fiilen çalışmaktadır. Bu çocuklar her türlü istismar ve ihmale
açık çocuklardır ve bu durum, hem toplumsal hem de kişisel olarak vicdanlarımızı
ciddi anlamda rahatsız etmektedir. Bu çocukların yüzde 71’i okullarını
bırakmakta, sigaraya ve uyuşturucuya alışmaktadır. Ayrıca, çalışan
420 bin civarındaki çocuğumuz da yapmış olduğu işlerin karşılığında
herhangi bir ücret almamaktadır. Yine ülkemizde çoğu zaman şiddetin
bir terbiye biçimi olarak algılanması, bunun hem aile içinde hem de
kamusal alanlarda meşru olarak görülmesi, şiddetin hem gizlenmesine
hem de tekrarlanmasına yol açmaktadır. Sayın Devlet Bakanımız Nimet
Çubukçu tarafından da ülkemizde çocuğa yönelik şiddetin yüzde 46
oranında olduğu açık bir şekilde ifade edilmiştir. Değerli milletvekilleri, Emniyet Genel Müdürlüğünün
2006 yılı verileri, bali, tiner gibi uyuşturucu
madde kullanan çocuk sayısının 31.761 olduğunu ortaya koymuştur.
Söz konusu veriler, sigaraya başlama yaşının 9 ile 10 yaşlarına
kadar gerilediğini, alkol kullanma yaşının da 14 ve 12 yaşlarına
kadar gerilediğini ortaya koyuyor. Ayrıca, çocuklarımız, eğitim
ve öğretim hakkından da gerektiği gibi yararlanamamaktadır. 2006-2007 eğitim-öğretim döneminde, ilköğretim çağı
nüfusunda olup ilköğretime devam edemeyen 667 bin kız, 444 bin erkek
çocuğumuz bulunmaktadır. Yine Türkiye’de çocuklarımızın ancak
dörtte 1’i okul öncesi eğitime ulaşabilmektedir. AÇEV Yönetim Kurulu Başkan Yardımcısı Ay Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; sonuç olarak ülkemiz
açısından çocuk haklarına baktığımızda, övünülecek bir durumda
olmadığımız açık bir şekilde görülmektedir. Bu durumu düzeltmek
Türkiye Büyük Millet Meclisinin, yani bizler başta olmak üzere devletimizin
tüm kurumlarının temel görevidir. Bu duygu ve düşüncelerle tüm çocuklarımızın insanca yaşamlarını
sürdürebilecekleri bir geleceğe ulaşmalarını diliyorum. Değerli milletvekilleri, bugün Türkiye Büyük Millet
Meclisinde görüşmekte olduğumuz Uluslararası Çocuk Kaçırmanın
Hukukî Veçhelerine Dair Kanun Tasarısı ve Adalet Komisyonu Raporu’na
baktığımız da ise gerek kullanılan bazı kelimeler gerekse içerik
açısından Cumhuriyet Halk Partisi Grubu olarak uygun bulmadığımız
yönleri vardır. Hepimizin bildiği gibi aile birliğinin çeşitli nedenlerle
bozulması, müşterek çocuklara yönelik olarak velayet, vesayet,
kişisel ilişki kurulması çocuğun iaşe ve gözetimi gibi sorunları
beraberinde getirmektedir. Bu sorunlar uluslararası niteliğe
büründüğünde ise daha karışık bir durum arz etmekte ve ülkeler açısından
da önemli bir sorun hâline gelmektedir. Bu da ülkeler açısından uluslararası
antlaşmalara taraf olmayı zorunlu kılmaktadır. Ülkemiz de bu nedenlerle
25 Ekim 1980 tarihli Çocuk Kaçırmanın Hukukî Yönlerine İlişkin Lahey Sözleşmesi’ni 21 Ocak 1988 tarihinde imzalamış
ve 3/11/1999 tarih ve 4461 sayılı Kanun’la onaylanması
uygun bulunmuştur. Genel Kurulda görüştüğümüz kanun tasarısı da
bu Sözleşme’yi uygulanabilir kılmak amacıyla hazırlanmıştır. Ancak
yukarıda da ifade ettiğimiz gibi, tasarıya, Anayasa’mızın 90’ıncı,
son maddesi gözetilerek iç hukukumuza uygunluğu açısından baktığımızda
uygun bulmadığımız tanımlamalar ve madde düzenlemeleri mevcuttur.
Öncelikle, kanun tasarısının başlığında bulunan “çocuk kaçırma”
terimi yanlış anlaşılmaya mahal verebilecek mahiyettedir. Lahey Sözleşmesi kurucuları dahi, medya ve halk
arasında geliştirilmiş “çocuk kaçırma” teriminin kullanılması
hâlinde, Sözleşme’nin, ceza hukukuna ilişkin olduğu yolunda yanlış
bir kanı oluşabileceğinin anlaşılmış olması nedeniyle “çocuk kaçırma”
terimini sadece Sözleşme başlığında kullanmışlar, Sözleşme metninde
ise bu terime hiç yer vermemişlerdir. Bu nedenlerle, kanun tasarısının
başlığı, Sözleşme içeriğinde olduğu üzere “çocuğun haksız olarak
yerinin değiştirilmesi” veya “alıkonulmasının hukuksal yönlerine
ilişkin kanun tasarısı” olarak düzeltilmelidir. Ayrıca, dün Sayın Arıtman’ın da
ifade ettiği gibi “veçhe” kelimesi yine aynı anlamda fakat günümüz
Türkçesine daha uygun, daha anlaşılabilir olan “yön” kelimesiyle
değiştirilmeli “yön” kelimesi kullanılmalıdır. Tasarının 20, 21 ve 25’inci maddeleri 2004 sayılı İcra
İflas Kanunu’nun 25/B, 81 ve 341’inci maddeleri karşısında mükerrer
düzenlemeler olup gereksiz olan bu maddeler metinden çıkarılmalıdır. (Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı) BAŞKAN – Buyurun. ALİ İHSAN KÖKTÜRK (Devamla) – Yine, geçici 1’inci madde,
kanunun 1/8/2000 tarihinden sonra meydana gelen
kanun kapsamındaki dava ve işlerde uygulanacağını belirtmektedir.
Uluslararası Çocuk Kaçırmanın Hukukî Yönlerine Dair Lahey Sözleşmesi ülkemiz açısından 01/08/2000 tarihinde yürürlüğe girmiş olmakla birlikte,
Sözleşme’nin 35 ve 38’inci maddeleri uyarınca ülkemiz açısından
yürürlüğe girdiği tarihten itibaren meydana gelen Sözleşme kapsamındaki
tüm olaylara uygulanması söz konusu değildir. Sözleşme, taraf devletler arasında sözleşmenin iki devlet bakımından
yürürlüğe girmesinden sonra meydana gelebilecek haksız yer değiştirme
veya alıkonulma olaylarına uygulanacaktır. Öte yandan, sözleşmeye
katılan devletler bakımından, Sözleşme, katılan devletle katılmayı
kabul ettiğini beyan eden devlet arasında kabul beyanının tevdiinden
sonraki üçüncü ayın ilk günü yürürlüğe girecektir. Bu itibarla… (Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı) BAŞKAN – Teşekkür ederim
Sayın Köktürk. ALİ İHSAN KÖKTÜRK (Devamla) – Bu duygu ve düşüncelerle,
sevgi ve saygıyla selamlıyorum. (CHP sıralarından alkışlar) BAŞKAN – Gruplar adına ikinci söz, Milliyetçi Hareket Partisi
Grubu adına Karaman Milletvekili Sayın Hasan Çalış’ta. Buyurun Sayın Çalış (MHP sıralarından alkışlar) Süreniz on dakika. MHP GRUBU ADINA HASAN ÇALIŞ (Karaman) – Sayın Başkan, değerli
milletvekilleri; 33 sıra sayılı Uluslararası Çocuk Kaçırmanın
Hukukî Veçhelerine Dair Kanun Tasarısı ve Adalet Komisyonu Raporu’nun
ikinci bölümü hakkında Milliyetçi Hareket Partisi Grubu adına söz
almış bulunuyorum. Yüce heyetinizi saygıyla selamlıyorum. Değerli arkadaşlar, bugün itibarıyla Öğretmenler Günü’nü
kutlayabileceğimiz daha uygun bir gün olmadığı için, öğretmen okulu sıralarından
yetişip buralara gelmiş bir kardeşiniz olarak bütün öğretmenlerimizin
Öğretmenler Günü’nü kutluyorum; bütün öğretmenlerimize mutluluk,
başarı ve sağlık dolu bir hayat diliyorum. Değerli arkadaşlarım, Sözleşme, çocukların, velayet
hakkına sahip olmayan kişilerce ülke dışına kaçırılma olaylarının
artması üzerine, bu olayların yol açtığı sorunların etkili bir
şekilde çözülmesi ve yasal boşlukların doldurulması için uluslararası
iş birliği ihtiyacının artmasından dolayı hazırlanmıştır. Sözleşme, aynı zamanda, Türkiye’nin de taraf olduğu
Birleşmiş Milletler Çocuk Hakları Sözleşmesi’nin, âkit devletlere
çocuğun ana ve babasından onun rızası olmadan ayrılamayacağı hakkını
güvence altına almakta, annesinden veya babasından veya her ikisinden
birden ayrılma durumu vuku bulursa, ruhsal gelişimine ve çocuğun
çıkarlarına aykırı bir durum yoksa, ebeveynleriyle
düzenli görüşme hakkını güvence altına almaktadır. Yine, Birleşmiş Milletler Çocuk Hakları Sözleşmesi, çocuğun,
hangi biçimde olursa olsun ayrımcılıktan korunması ve haklarının
savunulmasını, çocukla ilgili bütün girişimlerde çocuğun yararının
gözetilmesini, velilerin bu görevi yerine getirmede acziyet içine düşmesi hâlinde, devletin sorumluluğunu,
ana-babaların ve geniş ailelerin çocuğun yeteneklerinin gelişmesi
açısından uygun biçimde yönlendiricilik yapma hak ve sorumluluklarını,
yaşam ve gelişmesine, isim ve vatandaşlık hakkına, kimliğini koruma
hakkını, ana baba ile beraber yaşama hakkını, yasa dışı yollardan
yurt dışına çıkarılırsa geri dönme hakkını, kendisiyle ilgili işlemlerde
görüşünün dikkate alınmasını; ifade, din, vicdan, düşünce özgürlüğünü;
dernek kurma hakkını, özel yaşantısının
korunmasını, gerekli bilgelere ulaşma hakkını, ana ve babanın
sorumluluklarını, suistimal ve ihmalden korunma
hakkını, sosyal güvenlik ve asgari yaşam standardı hakkını, eğitim
hakkını güvence altına almıştır. Özürlü çocukların
mümkün olan en üst düzeyde özgüvene ve sosyal güvenceye kavuşma hakkını,
çocuk işçilikten, çocuk askerlikten, uyuşturucu ve psikotrop madde kullanılmasından ve bu tür maddelerin
üretimine, kaçakçılığına alet olmaktan; fuhuş, pornografi dâhil
cinsel sömürü ve suistimallerden, çocukların
satılma, kaçırılma, fuhşa zorlanma, işkence ve özgürlüklerden yoksun
bırakılma, silahlı çatışmalardan korunma, suçlu duruma düştüğü
zaman özel yargılanma hakkına sahip olma gibi önemli güvenceler
sağlanmıştır. Kısaca, Birleşmiş Milletler Çocuk Hakları Sözleşmesi
çocuğun ana rahmine düştüğü andan itibaren doğum ve sonrasında reşit
olana kadar mutluluk, sevgi ve anlayış havası içinde, aile ortamında
özgürce gelişmesini sağlamasını güvence altına almaktadır. Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; bu konuda
Çocuğun Korunması ve Esenliğine İlişkin Toplumsal ve Hukuksal İlkeler
Bildirisi, Çocuk Mahkemelerinin Yönetimi Hakkında Birleşmiş Milletler
Asgari Standart Kuralları ve Acil Durum ve Silahlı Çatışmalarda Kadın
ve Çocukların Korunmasına İlişkin Bildiri ve uluslararası ve ulusal
düzeyde değişik tedbirlere rağmen, ne yazık ki dünya genelinde çocukların
pek çok problemi devam etmektedir. Var olan problemleri asgariye indirmek için yapılan bu
düzenlemelerin mevcut problemleri çözmesini temenni ediyoruz.
Çünkü, her ne kadar yasal düzenlemeler olsa da, bu alanda ciddi bir rant ve bu ranttan yararlanmak isteyen kötü niyetli
insanlar ve suç örgütleri var oldukça, bu insanlar herkesin çocuğunu
kendi çocuğu gibi görecek bir vicdan ve anlayış mantalitesine
ulaşmadıkça olaylar var olmaya devam edecektir, tabii ki mücadele
ve yasal düzenlemeler de devam edecektir. Değerli milletvekilleri, daha önce diğer milletvekili
arkadaşlarımızın da üzerinde durduğu gibi, çocuk tanımını birazcık
irdelemek istiyorum. Çocuk tanımında, Birleşmiş Milletler Çocuk Hakları Sözleşmesi’nin
1’inci maddesi, ulusal yasalarca reşit sayılma yaşı hariç, yani
ulusal yasalarda reşit sayılma yaşı farklı kabul edilmemişse, on
sekiz yaşındaki insanları, yani on sekiz yaşına kadar çocuk kabul
etmektedir. Bizim hukukumuz da bu yöndedir. Ayrıca, ILO sözleşmeleri
de bu yöndedir. Ama, bu kanun tasarısının 3’üncü
maddesinin (c) fıkrasında da “onaltı yaş” olarak
tarif edilmektedir. Biraz önce değerli milletvekili arkadaşımın önergesi
görüşüldü, ne yazık ki kabul edilmedi. Bu tezadın, özellikle bizim
ilişkilerimizin AB ülkeleriyle bu konuda olacağını düşünürsek,
ileride aile bütünlüğünün bozulması durumunda, özellikle yabancı
evliliklerden, yabancılarla evliliklerden doğan çocuklarla ilgili
anlaşmazlıklarda, vatandaşlarımızın hakkını koruma yönünden
bir risk yaratabileceğini düşünüyoruz. Bu konuda Sayın Bakanın
bizleri aydınlatmasını bekliyoruz. Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; uluslararası
çocuk kaçırma olaylarını sebepleri itibarıyla ikiye ayırabiliriz:
Bebek kaçırma ve çocuk kaçırma. Bebek kaçırma, aile birliğinin bozulması sonucu çocuğun
kimin yanında kalacağı konusunda eşlerin anlaşamaması ve çocuk
sahibi olamayan bazı ailelerin yasal yollardan evlat edinememe
durumunda gayri yasal yollardan evlat edinme çabalarıyla karşımıza
gelmektedir. Tabii ki, işte burada biraz önce işaret ettiğimiz durum
önemli olmaktadır, ama yasal ve gayri yasal yollarla çocuk edinme
gayreti karşımıza geldiği zaman, böyle ailelerin taleplerinin
karşılanması için, hâliyle suç örgütleriyle iş birliği durumu ortaya
çıkabiliyor. Gerçi tıptaki hızlı gelişmeler, kamuoyunda “tüp bebek
yöntemi” olarak bilinen yöntem gibi gelişmeler bu tür ailelerin taleplerini
önemli ölçüde azaltmıştır. (Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı) BAŞKAN – Sayın Çalış, bir dakika süre veriyorum, tamamlayın
lütfen. HASAN ÇALIŞ (Devamla) – Tabii ki, böyle örgütlerin hedefi,
kayıtların düzgün tutulmadığı hastaneler ve kamuoyunca istenmeyen
bebek durumuna düşmüş olan çocuklardır. Burada önemli bir husus önümüze
çıkabilmektedir: Bu tür çocuklar kaçırıldığı zaman sahte belge
tanzimi söz konusu olmaktadır. İşte, sahte belgeyle kaçırılan ve
izi kaybettirilen çocuklar bulunduktan sonra, öncelikle çocuğun
kimliğinin tespiti konusunda önemli çalışmalara ihtiyaç vardır.
Bu konuda da gerçekten bu yasada eksiklik vardır. Bunların tamamlanması
yönünde çalışmalara Türkiye’nin öncülük yapması daha iyi olur diye
düşünüyorum. İleriki kısımdaki sözlerimde de kalan bölümlerdeki
fikirlerimi söylemeye devam edeceğim. Yüce heyetinizi saygılarımla selamlıyorum. (MHP sıralarından
alkışlar) BAŞKAN – Teşekkür ederim Sayın Çalış. Gruplar adına üçüncü söz, Adalet ve Kalkınma Partisi Grubu
adına Bartın Milletvekili Sayın Yılmaz Tunç’a aittir. Buyurun Sayın Tunç. On dakika süreniz var. AK PARTİ GRUBU ADINA YILMAZ TUNÇ (Bartın) – Sayın Başkan,
değerli milletvekilleri; Uluslararası Çocuk Kaçırmanın Hukukî
Yön ve Kapsamına Dair Kanun Tasarısı’nın 18’inci maddesinden
31’inci maddesine kadar olan ikinci bölümü hakkında AK Parti Grubu
adına söz almış bulunuyorum. Bu vesileyle yüce Meclisi saygılarımla
selamlıyorum. Bir hususu da düzeltmek ihtiyacı hissettim. Biraz önce
Cumhuriyet Halk Partisi Grubu adına konuşan arkadaşımız, kanun tasarısının
adındaki “veçhe” yerine “hukuki yön” şeklinde olması gerektiğini
belirtti. Komisyonda bu husus zaten düzeltilmiş ve yasa tasarısının
adı Uluslararası Çocuk Kaçırmanın Hukukî Yön ve Kapsamına Dair Kanun
Tasarısı olarak düzeltilmiş oldu. Değerli milletvekilleri, Uluslararası Çocuk Kaçırmanın
Hukukî Veçhelerine Dair Sözleşme 1 Ağustos 2000 tarihinde
yürürlüğe girmiştir. Sözleşme, çocukların velayet hakkına sahip
olmayan kişilerce bir ülkeden diğerine haksız olarak götürülmesi
olaylarının artması ve bu olayların yol açtığı sorunlara etkili
çözümler getirilebilmesi, uluslararası düzeyde hukuki işbirliğine
bu noktada duyulan ihtiyaç sonucunda hazırlanmıştır. Sözleşme uyarınca, Adalet Bakanlığının üstlendiği
görevler kapsamında, çocuğun iadesi veya çocukla şahsi ilişki kurulması
davasının açılma usulü, taraf ehliyeti ve temsil, davanın açılacağı
mahkemenin görev ve yetkisi, yargılama usulü, davaların en hızlı
usullerle görülüp sonuçlandırılması, iade davasının hukuki niteliği,
çocuğun bulunduğu yerin tespiti, rıza ile teslimi, yararlarının
korunması ve çocuğun yerinin değiştirilmemesi için alınacak idari
tedbirler gibi hususlarda iç hukukumuzda düzenleme boşluğu bulunmaktadır.
Bu nedenle, Adalet Bakanlığımızın
sözleşmeyle üstlendiği görev ve işlerin yasal çerçevesini oluşturmak
ve bu suretle Türk hukuk mevzuatıyla uyum sağlamak amacıyla bir uygulama
kanunu çıkarılmasında zaruret görülmüştür. Sözleşmenin
amacına uygun, etkin, süratli ve yeknesak bir şekilde uygulanmasını
sağlamak üzere, başta sözleşmeye taraf Avrupa Birliği üyesi ülkeler
olmak üzere, taraf devletlerin bu konuya ilişkin uygulama kanunları
da göz önünde tutularak hazırlanan bu tasarıyla, velayet hakkı ihlal
edilerek sözleşmeye taraf bir ülkeye götürülen veya alıkonulan
çocuğun, mutat meskeninin bulunduğu ülkeye iadesine veya şahsi
ilişki kurma hakkının kullanılmasına dair Uluslararası Çocuk Kaçırmanın
Hukuki Veçhelerine Dair Sözleşme’nin uygulanmasını sağlamaya
yönelik usul ve esasların düzenlenmesi amaçlanmıştır. Tasarının 18’inci maddesiyle, uluslararası nitelik taşıyan
çocuğun iadesi veya şahsi ilişki kurulması hakkında ilamların yerine
getirilmesi 2004 sayılı Kanun’un hükümlerine tabi tutulmuştur.
Maddenin birinci fıkrasında 2004 sayılı Kanun’un 25’inci maddesi
kısmen değiştirilmek suretiyle, çocuğun iadesine veya şahsi ilişki
kurulmasına dair ilamların icra emri tebliğ edilmeksizin yerine
getirilmesi uygun görülmüştür. Bu suretle, çocuğun iadesi veya
şahsi ilişki kurulması kararlarının sözleşmeye uygun olarak en
hızlı usullerle yerine getirilmesi ve uygulamada zaman zaman şikâyetlere sebep olan icra emri süresi içinde
çocuğun tekrar kaçırılmasının önüne geçilmesinin sağlanması açısından
faydalı bir düzenlemedir. Tasarının 19’uncu maddesiyle, çocuğun iadesi veya
şahsi ilişki kurulmasına dair ilamın icrası sırasında çocuğun yanında
bulunduğu kişi bulunmaz veya hemen bulundurulması mümkün olmaz
ise ilamın gıyabında yerine getirileceği, çocuğu alıkoyan kişi
çocuğun bulunabileceği yerleri göstermekle zorunlu tutulmuş ve
icra müdürünün bu yerleri gerektiğinde zorla açtırma yetkisine
sahip olduğu belirtilmiş; 20’nci maddeyle de kolluk kuvvetlerinin
icra müdürlüğünün emirlerini yerine getirmesinde yardımcı olacağı
düzenlenmiştir. 21’inci madde çocuğun korunması açısından önemlidir.
İcra ve İflas Kanunu’nun çocukların teslimine ve çocukla şahsi
ilişki kurulmasına dair ilamların icrasında icra müdürü ile birlikte
Sosyal Hizmetler ve Çocuk Esirgeme Kurumu tarafından görevlendirilen
sosyal hizmet uzmanı, pedagog, psikolog veya çocuk gelişimcisi
bir uzmanın bulunması zorunluluğu, çocukların korunmasını amaçlamaktadır. 22’nci maddede, çocuğun iadesi veya şahsi ilişki kurulması
hakkındaki kararın yerine getirilmesi, çocuğun fiziksel ve duygusal
yönden gelişimini ağır bir tehlike içerisinde bırakması durumunda
icranın ertelenmesi hükmü, çocukların bir meta olarak değil, bir
insan olduğu düşüncesine dayanmaktadır. 23’üncü madde, iade veya şahsi ilişki kurulmasına
dair kararların icrası suretiyle çocuğun iadesi, başvuruda bulunanın
veya tayin edeceği kişi yahut kurum yetkilisinin hazır bulunması
şartına bağlanarak, uygulamada genellikle başvuran şahıs veya kurum,
yabancı ülkede bulunduğu için iade veya şahsi ilişki kurulmasına
dair kararın icrasında çocuğun kime teslim edileceği sorununu
ortadan kaldıran olumlu bir düzenlemedir. Çocuğun iadesi veya şahsi ilişki kurulması işlemleri
devam ederken veya iade sürecinde çocuğun yanında bulunduğu kişi
tarafından kötü niyetli olarak adresinin değiştirilmesi, hatta
kaçırılması sebebiyle teslim edilememesi, uygulamada ciddi sorunların
ortaya çıkmasına yol açmaktadır. 24’üncü maddede getirilen tedbirlerle
bu sorunların çözülmesi sağlanmış olmaktadır. 25’inci madde ile çocuğun iadesi veya şahsi ilişki kurulması
konusunda verilmiş bir karara aykırı olarak çocuğu gizleyen veya
ilamın icrasından sonra, tekrar kaçıran taraf ile bu eylemlere iştirak
edenlerin İcra ve İflas Kanunu’nun 341’inci maddesine göre yaptırıma
tabi tutulması, ilamların icrasını da kolaylaştıracaktır. Tasarının 26’ncı maddesinde, küçüğün giderlerinin devlet
tarafından karşılanacağı, 27’nci maddesinde de bu kanunun uygulanmasından
doğan dava ve işlerin harca tabi olmadığı ve 28’inci maddede de bu
kanunun uygulanmasında başvuruda bulunanın adli yardımdan yararlanabileceği,
29’uncu maddede de usul hükümleri düzenlenmiştir. Uluslararası Çocuk Kaçırmanın Hukukî Veçhelerine Dair
Sözleşme’nin uygulanmasını sağlamaya yönelik olan bu kanun tasarısının
hayırlı olmasını temenni ediyor; öğretmenlerimizin Öğretmenler
Günü’nü, diş hekimlerimizin de Diş Hekimleri Haftası’nı kutluyor,
yüce Meclisi sevgiyle, saygıyla selamlıyorum. (AK Parti sıralarından
alkışlar) BAŞKAN – Teşekkür ederim Sayın Tunç. Şahısları adına söz talepleri vardır. İlk söz, Mersin Milletvekili Sayın Vahap
Seçer’e aittir. Buyurun Sayın Seçer. (CHP sıralarından alkışlar) Süreniz beş dakika. VAHAP SEÇER (Mersin) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri;
Uluslararası Çocuk Kaçırmanın Hukukî Veçhelerine Dair Kanun Tasarısı’nın
ikinci bölümüyle ilgili, şahsım adına söz almış bulunmaktayım. Hepinizi
saygıyla selamlıyorum. Bu vesileyle, yarınımızın güvencesi çocuklarımızın
eğitimini onların ellerine teslim ettiğimiz değerli öğretmenlerimin
24 Kasım Öğretmenler Günü’nü kutluyorum. Ayrıca, geçtiğimiz 20
Kasım, Çocuk Hakları Günü idi. Geleceğimizin teminatı olan çocuklarımızın
Çocuk Hakları Günü’nü kutluyor, çocuklarımızı sevgiyle kucaklıyorum. Değerli milletvekilleri, çocuklarımızı korumak, hem
vicdani hem de Anayasal bir sorumluluğumuzdur. Ancak, çocuklarımızla
ilgili son yıllarda artan sorunlar ulusal bir gerçektir. Çocuklarımız,
âdeta, yasa dışı işlerde kullanılan bir maşa konumuna gelmiştir.
Ülkemizde son yirmi-yirmi beş yıllık süreçte yaşanan birtakım yapısal
değişiklikler çocuklarımız üzerinde maalesef olumsuz etkiler
meydana getirmiştir. Bu yapısal değişiklikler, göç, hızlı kentleşme,
denetimsiz nüfus artışı, gelir dağılımındaki adaletsizlik olarak
sınıflandırılabilir. Özellikle son on yıl içerisinde, Avrupa Birliğine uyum
süreci içerisinde tarım politikalarındaki birtakım değişiklikler
kırsalda yaşayan insanlarımızı işsiz konuma getirmiştir. Nitekim, bu politikalar, hız Bu çocuklarımız, bu ailelerin çocukları, tabii ki aile
kendi geçim derdi içerisinde, sıkıntısı içerisinde bu çocuklarımıza
gerekli ilgi ve şefkati gösteremediler ve çocuklar sokaklarda çalışmaya
terk edildi, çocuklar sokaklarda yaşamaya terk edildi, bunlar da beraberinde
birtakım sorunları getirdi. Nedir onlar? (Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı) BAŞKAN – Bir dakika ekliyorum, tamamlayın lütfen. VAHAP SEÇER (Devamla) – Toparlıyorum. Özellikle yasa dışı birtakım organize suç örgütleri,
terör örgütleri, çocukları, âdeta, yasa dışı işlerinde bir maşa
gibi kullanmaya başladılar, bu çocukların yarınları tehlike altına
girdi. Tabii ki burada, Türkiye Cumhuriyeti devleti üzerine
düşen görevi yaptı mı, bunu sorgulamak lazım. Aslında, yasalar incelendiğinde,
bakıyorsunuz, bu meseleyle ilgili bütün detaylar düşünülerek gerekli
zamanda gerekli yasalar çıkartılmış ama maalesef, bu yasaların
uygulamasında, hayata tatbikinde sıkıntılar olduğu ortaya çıkıyor.
Dilerim, bu süreçte ve bundan sonraki süreçte, mevcut Hükûmet bu işin ciddiyetini kavrar ve bu hususta gerekli
tedbirleri alır diye düşünüyorum. Hepinize saygılarımı sunuyorum. (CHP sıralarından alkışlar) BAŞKAN – Teşekkür ederim Sayın Seçer. Şimdi Komisyona söz vereceğim. Komisyon adına, Komisyon Başkanı Sayın Ahmet İyimaya. Buyurun Sayın İyimaya. On dakika süreniz var. ADALET KOMİSYONU BAŞKANI AHMET İYİMAYA (Ankara) – Sayın
Başkanım, yüce kurulun değerli üyeleri; sözlerimin başında hepinizi
saygıyla selamlıyorum. Genel ve bölümler üzerindeki görüşmelerde ortaya atılan
düşünceler üzerine, yanlış anlaşılmaya mahal vermemek ve uygulamaya
ışık tutmak sınırında, birkaç noktada kurmakta olduğumuz hukukun
muhtevasını sizlerle paylaşmak istiyorum. Değerli arkadaşlar, gerek 2005 yılında gerek daha önceki
yıllarda değişiklik yapılması… Değiştirilen, Anayasa’mızın
90’ıncı maddesi hükmüne göre insan haklarına, temel hak ve hürriyetlere
ilişkin katıldığımız sözleşmeler iç hukukun bir parçasıdır ve 1
Ağustos 2000 yılında bu Sözleşme onaylanarak yürürlüğe girmiştir,
o zamandan bu zamana zaten uygulanıyordu. Peki, neden bu kanun çıkarılıyor?
Tabii, o Sözleşme bir ahdî mükellefiyet ve iç sorunlardan kaynaklanan
uygulama problemlerimiz var. Siz, bu Sözleşme’ye göre, içeride,
Sözleşme kapsamında kurmak zorunda olduğunuz organları ancak yasayla
kurabilirsiniz, Anayasa madde 6. Yine, burada yargı organlarını
yetkilendiriyor, görevlendiriyor veya yargıyla ilgili usul hükümleri
üretiyorsanız, mecburen Anayasa’mızın 142’nci maddesine göre yasayla
çıkaracaktık. Hem bu boşlukları gidermek hem genelgelerle -tam belirlilik
değil- yapılan uygulama belirsizliklerini ortadan kaldırmak
için, yüce Kurul, bu konudaki ihtiyacı karşılamakta, bu amaçla da
bu hukuku kurmakta. Ad üzerinde tartışmalar yapıldı. Doğrudur. Bizden önceki
Komisyon, bundan önceki yasama dönemindeki Komisyon, Komisyon raporumuzdaki
adı kurdu, “Veçheler” yerine “Yön ve Kapsam” ibaresini geliştirerek
adını değiştirdi. Aslında, Sözleşme’nin uygulanması anlamındaki
kanunda, Sözleşme’nin adını Türkçeleştirerek veya kavramsal olarak
aynen tekrar etmenin bir gereği de yok. Burada velayet hukukuna aykırı
olarak “bir ülkeden diğer ülkeye yerleri değiştirilen çocuklar
hakkında kanun” veya “çocukları koruma kanunu” diyebilirdik. Bizim
Tüzük’ümüzün 77’nci maddesi kapsamında, muhtevaya müdahale etmediğimiz
için, Adalet Komisyonumuzun önceden benimsediği adı benimsedik. Yine, bazı arkadaşlarımız iade davası ile velayet davasının
çakışmasında millî egemenliğe hükümranlık hakkına aykırı davranıldığı
görüşünü ortaya attılar. Burada, katiyen, iade hâlinde zaten iade
edilecek ülkenin hukuku uygulandığı için, biz burada bir velayet
hakkı kursak, nihayet gümrük kapılarımızın terkinden sonra o hükmün
bir anlamı olmayacaktı. O da egemenliğe değil, bilakis milletlerarası
hukukun ve çocuk koruma hukukunun yapısına uygun bir düzenlemedir.
On altı yaşa çok takınıldı. Burada, yasanın
ve Sözleşme’nin temel amacı velayet hakkında çatışan kişilerin,
genellikle anne babanın menfaatlerini değil çocuğun menfaatlerini
korumak. Tabii, Birleşmiş Milletler Çocuk Hakları Sözleşmesi’nin
düzenlediği tarih ile şu anda katıldığımız Sözleşme’nin düzenlendiği
tarih arasında epeyce fark var, gelişme var; çocuk gelişiminde, tıpta,
değerlerde gelişmeler var ve hem sözleşme koyucu hem yasa koyucu
olarak, on altı yaşında bir çocuğun anne babasının telkinlerine
veya ihtiraslarına veya değerlendirmelerine bağlı kalmaksızın
daha doğru karar verebileceğinden hareketle -Sözleşme de öyle-
biz de on altı yaşı benimsedik ve ayrıca, geçen dönemde yasama organının
bu fiilleri suç sayan Ceza Kanunu’ndaki düzenlemesinde, zannediyorum
234’üncü maddenin birinci bendinde de on altı yaş benimsendi. Bilhassa Cumhuriyet Halk Partisi Grubu adına konuşan değerli
arkadaşımız geçici maddenin gereksiz olduğunu ifade ettiler veya
Sözleşme’yle çatışma içinde olduğunu ifade ettiler. Aslında, burada
birlikte yürüyen hukuk var, milletlerarası hukuk ile iç hukukun
birlikte yürümesi sorunu var. Bizim normların zaman bakımından etki
doğurması veya yürürlüğü sorununda temel ilke, yasanın yürürlüğe
girdiği anda derhâl etki doğurması -intikal hukukunun temel prensiplerinden
birisi- geleceği erteleyebilirsiniz, geçmişi erteleyebilirsiniz.
Geçici madde, Sözleşme’nin yürürlüğü tarihine, geriye gitti. Aslında,
ihtilaf hâlen varsa, anlaşmazlık hâlen varsa, zaten, bu kanunun Resmî
Gazete’de yayımı anında bu kanun uygulanacağı için, geçici 1’inci
maddenin varlığı zarar değil, yokluğu da gerekli değil, yani varlığı
gerekli değil yokluğu da bir boşluk doğurmuyor ama bir fazlalık, faydalı
bir fazlalıktır. Yüce Kurulu, sadece bu konuda teknik olarak bilgilendirmek
istedim, saygılar sunuyorum. (Alkışlar) BAŞKAN – Teşekkür ederim Sayın İyimaya. Şahıslar adına son söz, Karaman Milletvekili Sayın Hasan
Çalış’ta. Buyurun Sayın Çalış. (MHP sıralarından alkışlar) Süreniz beş dakika. HASAN ÇALIŞ (Karaman) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri;
tekrar, yüce heyetinizi saygıyla selamlıyorum. Birinci bölümde, bebek kaçırma ve çocuk kaçırma olarak,
nedenleri itibarıyla, kaçırmaları izah etmeye çalışmıştım. Çocuk
kaçırma olayında da bebek kaçırmadaki nedenlerin yanında, karşımıza,
organ kaçakçılığı, uyuşturucu ticareti, savaş, terör, fuhuş, pornografi
gibi alanlarda faaliyet gösteren suç örgütleri çıkmaktadır. Tabii ki bu yasanın özü itibarıyla, ikinci bölümde, söz
konusu olan çocuğun iade kararı verildiği andan itibaren, velayet
hakkı sahibi olan kişiye teslimine kadar olan işleri, yapılacak
tedbirleri arka arkaya sıralamıştır maddeler hâlinde yani çocuğun
nasıl teslim alınacağı, nasıl teslim edileceği, bu aşamada nasıl
muhafaza edileceği vesair. Ancak, anlaşmazlık
durumunda eğer kimlik değiştirilmişse kimliğin anlaşmazlığının
tespiti, gerçekten, belki de bu uluslararası Sözleşme’nin yayınlandığı
tarih itibarıyla, tıptaki gelişmelerin gözden kaçmasıyla ilgili
olarak, bunu ben bir eksiklik olarak görüyorum. Bu konuda, Birleşmiş
Milletler nezdinde, yetkililerimizin girişimde bulunmasının insanlığa
faydalı bir iş olacağını düşünüyorum. Değerli arkadaşlarım, ne yazık ki bugün itibarıyla,
Birleşmiş Milletlerin, ulusal ve uluslararası düzeyde pek çok gönüllü
kuruluşun çalışmasına ve yasal düzenlemelere rağmen, otuzdan fazla
ülkede, UNICEF kayıtlarına göre, 2007 yılı kayıtlarına göre, 246
milyon çocuğun emeği sömürülüyor; 1,2 milyon çocuk, çocuk ticaretine
maruz kalıyor; 2 milyon çocuk, seks ticaretinde kullanılıyor; 300
binden fazla çocuk savaştırılıyor. Çocukların bazıları kaçırılırken bazıları yabancı
yerlerde iş ve eğitim vaadiyle kandırılıyor. Uluslararası çocuk kaçakçılığını önleyebilmek için
alınan yasal tedbirlerin yanında, bu alanda faaliyet gösteren suç
örgütlerinin beslendiği bataklıkları kurutmak, sosyoekonomik
ve sosyokültürel problemleri hızla çözmek ve bu konuda toplumun bilincini
yükseltmek, son derece önemlidir ancak toplum bilinci ve toplum yönlendirilmesi
açısından, televizyonların, gazetelerin, iletişim organlarımızın
sorumluluğu büyüktür. Ne yazık ki bugün itibarıyla oluşturma gayretinde
oldukları popüler toplum, popüler kültür özentisinden, çocukların
evden kaçma sebeplerinin de arkasında sorumsuz yayın anlayışı
vardır arkadaşlar ama bunun ötesinde, toplum bilincini yükseltmek
açısından da iletişim organlarımıza, gerçekten, çok önemli görevler
düşmektedir. Değerli arkadaşlarım, bu çocuk kaçakçılığında, yukarıda
söylediğimiz sebeplerin yanında, savaşın yarattığı ortamı ve terör
ortamını da dikkate almak durumundayız. Yakın tarihte, gözlerimizin
önünde, Bosna’da seyrettiklerimizin, Irak’ta seyrettiklerimizin
çocuk kaçakçılığı için ne kadar uygun bir ortam olduğunu hepimiz,
yüreğimiz sızlayarak izledik değerli arkadaşlar. Hepimizin bildiği
gibi, masum isteklerle çıkan terör örgütleri, bir gün, yavrularımızı
aldı, sınırların ötesine götürdü, sokakta kullandı, kapkaç çetesinde
kullandı, her türlü suç makinesi hâline getirdi. Bunu da bitirmemiz
çok önemlidir değerli arkadaşlarım. Bu arada, bütün bunların yanında, çocuklarımızın ne kadar
kıymetli olduğunu gözümüzün önüne getirip tedbirler alırken bunu
hiç unutmamamız gerekmektedir değerli arkadaşlarım. Bu bilinci
yükselttiğimiz zaman… (Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı) BAŞKAN – Bir dakika süre veriyorum Sayın Çalış. HASAN ÇALIŞ (Devamla) - … inşallah, gelecek zaman içerisinde,
bu alanda faaliyet gösteren suç örgütlerinin vicdanlarını sızlatacak
bir toplumsal anlayış oluşturabiliriz. Bu anlayışın oluşturduğu
refah toplumu ortamında bu suçları, bu suçluları inşallah bu kürsülerde
konuşmayacağımız bir ortam oluşur diyorum. Bu kanunun hayırlara vesile olmasını, hayırlı uğurlu
olmasını diliyorum. Yüce heyetinizi saygıyla selamlıyorum.
(MHP sıralarından alkışlar) BAŞKAN – Teşekkür ederim Sayın Çalış. Şimdi, soru-cevap işlemi yapacağız. İlk soru Sayın Tütüncü’ye ait. ENİS TÜTÜNCÜ (Tekirdağ) – Teşekkür ederim Sayın Başkan. Şimdi, bu bölümdeki 29’uncu maddeye göre, bu kanunda hüküm
bulunmayan hâllerde Sosyal Hizmetler ve Çocuk Esirgeme Kurumu ile
Çocuk Koruma Kanunu hükümleri uygulanıyor. Bu kanunlardaki çocuk
yaşı sınırı kaçtır; on sekiz midir, on altı mıdır? On sekiz yaş ise,
bu Sözleşme’nin uygulanması çocuk on altı yaşına geldiğinde sona
ereceğine göre, Sosyal Hizmetler ve Çocuk Esirgeme Kurumu Kanunu
ile Çocuk Koruma Kanunu nasıl uygulanacaktır? Teşekkür ederim Sayın Başkan. BAŞKAN – Komisyon mu cevap verecek, Sayın Bakan mı? TARIM VE KÖYİŞLERİ BAKANI MEHMET MEHDİ EKER (Diyarbakır)
– Komisyon cevap versin Sayın Başkan. BAŞKAN – Buyurun Sayın İyimaya. ADALET KOMİSYONU BAŞKANI AHMET İYİMAYA (Ankara) – Bu
bir atıf maddesidir. On altı yaş konusunda bu yasada bir duraksama
olmadığı için atıf konusu olmaz. Teşekkür ediyorum. BAŞKAN – Teşekkür ederim. Başka soru yoktur. İkinci bölüm üzerindeki görüşmeler tamamlanmıştır. Şimdi, ikinci bölümde yer alan maddeleri, varsa o madde
üzerindeki önerge işlemlerini yaptıktan sonra ayrı ayrı oylarınıza sunacağım. 18’inci maddenin başlığını okutuyorum: DÖRDÜNCÜ BÖLÜM Kararların Yerine Getirilmesi Kararın yerine getirilmesi MADDE 18- BAŞKAN – Maddeyi oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler…
Kabul etmeyenler… Kabul edilmiştir. 19’uncu maddenin başlığını okutuyorum: İcra müdürlüðünün yetkisi MADDE 19- BAŞKAN – Kabul edenler… Kabul etmeyenler… Kabul edilmiştir.
20’nci maddeyi okutuyorum: Kolluk kuvvetlerinin görevleri MADDE 20- BAŞKAN – Kabul edenler… Kabul etmeyenler… Kabul edilmiştir.
21’inci maddenin başlığını okutuyorum: Koruma tedbirlerinin yerine getirilmesi MADDE 21- BAŞKAN – Kabul edenler… Kabul etmeyenler… Kabul edilmiştir.
22’nci maddenin başlığını okutuyorum: İcranın ertelenmesi MADDE 22- BAŞKAN – Kabul edenler… Kabul etmeyenler… Kabul edilmiştir.
23’üncü maddenin başlığını okutuyorum: Çocuðun iadesi MADDE 23- BAŞKAN – Kabul edenler… Kabul etmeyenler… Kabul edilmiştir.
24’üncü maddenin başlığını okutuyorum: Çocuðun yerinin deðiştirilmemesi MADDE 24- BAŞKAN – Kabul edenler… Kabul etmeyenler… Kabul edilmiştir.
25’inci maddenin başlığını okutuyorum: Yaptırım MADDE 25- BAŞKAN – Kabul edenler… Kabul etmeyenler… Kabul edilmiştir. 26’ncı maddenin başlığını okutuyorum: Çocuğun giderleri MADDE 26- BAŞKAN – Komisyon Başkanının düzeltmeyle ilgili bir talebi
var, kendisine söz veriyorum. Buyurun Sayın İyimaya. ADALET KOMİSYONU BAŞKANI AHMET İYİMAYA (Ankara) – Sayın
Başkanım, 26’ncı maddenin (1)’inci fıkrasında yer alan “küçüğün” ibaresi,
“çocuğun” olarak düzeltilecektir. Teşekkür ediyorum. BAŞKAN – Bu düzeltmeyle maddeyi oylarınıza sunuyorum:
Kabul edenler… Kabul etmeyenler… Kabul edilmiştir. 27’nci maddenin başlığını okutuyorum: Yargılama masrafları MADDE 27- BAŞKAN – Maddeyi oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler…
Kabul etmeyenler… Kabul edilmiştir. 28’inci maddenin başlığını okutuyorum: Adlî yardım MADDE 28- BAŞKAN – Kabul edenler… Kabul etmeyenler… Kabul edilmiştir. 29’uncu maddenin başlığını okutuyorum: BEŞİNCİ BÖLÜM Son Hükümler Usul hükümleri MADDE 29- BAŞKAN – Komisyonun söz talebi vardır. Buyurun Sayın İyimaya. ADALET KOMİSYONU BAŞKANI AHMET İYİMAYA (Ankara) – Teşekkür
ediyorum Sayın Başkanım. Yine, bu maddede yer alan “9.1.2001” rakamlı ibareleri
“9.1.2003” olarak düzeltilecektir. Teşekkür ediyorum. BAŞKAN – Düzeltilmeyle birlikte maddeyi oylarınıza sunuyorum:
Kabul edenler… Kabul etmeyenler… Kabul edilmiştir. GEÇİCİ MADDE 1.- BAŞKAN – Geçici madde 1’i oyluyorum: Kabul edenler… Kabul
etmeyenler… Kabul edilmiştir. 30’uncu maddenin başlığını okutuyorum: Yürürlük MADDE 30- BAŞKAN – Kabul edenler… Kabul etmeyenler… Kabul edilmiştir. 31’inci maddenin başlığını okutuyorum: Yürütme MADDE 31- BAŞKAN – Kabul edenler… Kabul etmeyenler… Kabul edilmiştir. İkinci bölümde yer alan maddelerin oylamaları tamamlanmıştır. Tasarının görüşmeleri tamamlanmıştır. Tasarının tümü açık oylamaya tabidir. Açık oylamanın şekli hakkında Genel Kurulun kararını
alacağım. Açık oylamanın elektronik oylama cihazıyla yapılmasını
oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler… Kabul etmeyenler… Kabul
edilmiştir. Oylama için 3 dakika süre vereceğim. Bu süre içinde sisteme
giremeyen üyelerin teknik personelden yardım istemelerini, bu
yardıma rağmen de sisteme giremeyen üyelerin, oy pusulalarını,
oylama için öngörülen 3 dakikalık süre içinde Başkanlığa ulaştırmalarını
rica ediyorum. Ayrıca, vekâleten oy kullanacak sayın bakanlar var ise,
hangi bakana vekâleten oy kullandığını, oyunun rengini ve kendisinin
ad ve soyadı ile imzasını da taşıyan oy pusulasını, yine, oylama
için öngörülen 3 dakikalık süre içerisinde Başkanlığa ulaştırmalarını
rica ediyorum. Oylama işlemini başlatıyorum. (Elektronik cihazla oylama
yapıldı) BAŞKAN – Uluslararası Çocuk Kaçırmanın Hukukî Yön ve Kapsamına
Dair Kanun Tasarısı’nın açık oylama sonucunu açıklıyorum: Kullanılan oy sayısı : 229 Kabul : 229 (x) Tasarı kabul edilmiştir, kanunlaşmıştır, hayırlı olsun.
2’nci sırada yer alan, Milletlerarası Özel Hukuk ve Usul
Hukuku Hakkında Kanun Tasarısı ve Adalet Komisyonu Raporu’nun
görüşmelerine başlayacağız. 2 - Milletlerarası Özel Hukuk
ve Usul Hukuku Hakkında Kanun Tasarısı ve Adalet Komisyonu Raporu
(1/337) (S. Sayısı: 47) (xx) BAŞKAN – Komisyon? Burada. Hükûmet? Burada. Komisyon raporu 47 sıra sayısıyla bastırılıp dağıtılmıştır.
Sayın milletvekilleri, alınan karar gereğince, bu tasarı,
İç Tüzük'ün 91'inci maddesi kapsamında görüşülecektir. Bu nedenle,
tasarı, tümü üzerindeki görüşmeler tamamlanıp maddelerine geçilmesi
kabul edildikten sonra, bölümler hâlinde görüşülecek ve bölümlerde
yer alan maddeler ayrı ayrı oylanacaktır. Tasarının tümü üzerinde söz isteyen, Cumhuriyet Halk
Partisi Grubu adına, Manisa Milletvekili Sayın Şahin Mengü. Buyurun Sayın Mengü. CHP GRUBU ADINA ŞAHİN MENGÜ (Manisa) – Sayın Başkan, değerli
milletvekilleri; 2675 sayılı Milletlerarası Özel Hukuk ve Usul Hukuku
Hakkında Kanun’un değiştirilmesi yönündeki tasarı ve komisyon
raporu hakkında Cumhuriyet Halk Partisinin görüşlerini sunmak
üzere huzurlarınızdayım. BAŞKAN – Sayın Mengü, bir saniye… Sayın milletvekilleri, lütfen Hatibi dinler misiniz. Buyurun Sayın Mengü. ŞAHİN MENGÜ (Devamla) – Değerli arkadaşlarım, huzurunuzdaki
tasarı, hukukun çok özel kısımlarını ilgilendiren bir yasa tasarısı.
Bu nedenle, bunun bir temel yasa olarak dahi tartışılmaması, görüşülmemesi
gerekirdi. Ancak, komisyondan böyle geçtiği için, bu tasarıya bir
temel yasa gibi bakarak tartışacağız. Toplumların gelişmesi, değişen ekonomik ve sosyal şartlar,
zaman zaman yasaların değişmesi zaruretini
yaratır. Değerli milletvekilleri, 2675 sayılı Yasa, yani şu anda
yürürlükte olan, kabul edeceğimiz tasarı, görüşeceğimiz tasarı
kabul edildiği takdirde yürürlükten kalkacak olan tasarı, evvela
1976 yılında, İstanbul Üniversitesinde bir bilim bölümü tarafından
üstünde çalışmalar yapılan, 1978’de bir sempozyumda
tartışılan, akabinde Ankara Üniversitesi Hukuk Fakültesi, Siyasal
Bilgiler Fakültesi ve Adalet Bakanlığında da çalışmalar yapılarak
gündeme getirilen, son şekli verilen İstanbul’daki tasarının,
İstanbul tasarısının esas metin kabul edildiği ve bu nedenle ancak
ta 2002 yılında kanunlaşabilen bir yasa tasarısıdır ve huzurlarımızda
kanun olarak bulunmaktadır. Yani, bir yasa tasarısının hazırlanması,
nereden bakarsanız bakın çok uzun süre almıştır. Bütün bunlar, bu yasa tasarısının ellenmeyeceği anlamına
gelmez. Elbette 2002’den günümüze kadar değişen sosyal ve ekonomik
şartlar, hukuki şartlar, Türkiye’nin yaptığı ikili anlaşmalar,
çok taraflı anlaşmalar zaman zaman kanunların
değişmesi gerektiğini bize gösterir. İşte sözü edilen, huzurlarınızda
tartışılan yasa tasarısı da bir değişiklik ihtiyacından doğduğu
ileri sürülmektedir. Ancak, gerek bilim adamlarıyla yaptığımız konuşmalarda
gerek bu işlerle uğraşan bir avukat meslekli arkadaşınız olarak
ben, henüz, bu yasanın bir tıkanıklığa sebep olduğunu, mahkemelerin
uzamasına neden olduğunu kesin olarak bizlere verecek verilerin
ortaya çıkmadığı inancındayım. Maalesef, 2000’li yıllardan itibaren
Türkiye’de yaygın bir yasalaşma olayında bazı insanların kanunlara
adını verdirmek gibi bir özel çabaları oldu. Örneğin, dünyanın her
tarafında temel yasalar bizdeki gibi tümden değiştirilip yeni
bir kanun hâline getirilmezler. Örnek, biz Türk Medeni Kanunu’nu
sil baştan yazdık. Türk Medeni Kanunu’nun eksik tarafı yok muydu?
Elbette vardı. Ancak, 1800’lü yıllarda yürürlüğe giren Code Napolyon, Fransa’da hâlâ aynı Code Napolyon’dur. Fransa’da değişiklik ihtiyacı
olmadı mı? Gayet tabii oldu. Ne yaptı Fransızlar? O maddelere zaman
zaman A, B, C, D gibi harfler vererek ekler yaptılar.
Biz böyle yapmıyoruz, biz kanunları olduğu gibi tümden değiştiriyoruz.
İşte, huzurunuza gelen kanun da İstanbul Üniversitesinden
bazı bilim adamlarının –tabirimi mazur görsünler- kişisel kaprisleri,
kişisel arzularıyla hazırlanmış bir yasadır. Şimdi, tabii, biliyorum,
Sayın Komisyon Başkanı, Sayın Bakan hemen diyecekler ki: “Olur mu
efendim? Adalet Bakanı sahiplendi.” Doğrudur, Adalet Bakanlığı sahiplenmiştir,
çünkü tasarı hâline geldiğine göre. Ancak, herkesin bildiği, nitekim
kendilerinin dahi dayanamayıp Komisyonda tartışırken birçok maddelerini
değiştirdikleri bir tasarıdır. Hâlen bu tasarı -şu anda dışarıda
onlarca değişiklik önergesi hazırlanmaktadır- yani, çok ciddi tartışılmadan,
bir grup profesörün kendi arzularıyla yaptıkları bir yasa tasarısıdır.
2675 sayılı Yasa’da değişiklik ihtiyacı var mıdır? Vardır. Ama böyle,
tümden yasayı atalım, yeni bir yasa yapalım denecek durumda değiliz.
Öncelikle 2675 sayılı Yasa’nın –zaten bu tasarıda da öyle- ilk yirmi
maddesinde bir değişiklik yok, yani maddenin sıralamasında yok.
Akabinde gelen maddelerde değişiklik yapılmış. Şimdi, yıllardır, çok özel bir kanun olduğu için, hâkimlerin
bu kanuna dahi, 2675’e intibak etmeleri dahi çok uzun zaman aldı.
Hâkimlerin yeni öğrendiği, yeni uygulamaya başladığı… Çünkü, bir yabancı hukukun uygulanması kanunu bu
kanun. Bu, her mahkemenin, her ilçe mahkemesinin uyguladığı bir kanun
değildir. Daha çok büyük kentlerdeki hâkimlerin uyguladığı bir yasadır.
Bu nedenle uygulanması ancak oturmuş bir kanun tasarısıdır. Tüm yürürlük
süresi yirmi beş senedir. Dünyanın her tarafında kanunlar eskidikçe
kıymet kazanırlar. Bu, anayasalar için de böyledir, kanunlar için de
böyledir. Çünkü, kanunun uygulanması uzadıkça,
üstündeki tatbikat geliştikçe yorumlanması da günlük farklılıklar
göstermeye başlar. Ancak, Bakanlık yeni bir tasarı hazırlanmasına
karar vermiş, tasarı huzurlarımıza geldi. Elbette, maddeler hakkında görüşmeler yapılacağı zaman
her madde hakkında da birçok şey söylenecek. Ancak, bazı şeyleri çok
kaba hatlarıyla söyleyerek geçmek istiyorum. Örneğin, bu yasanın
temelini oluşturan yabancı kanunların Türkiye’de uygulanmasında
2’nci madde sadece kişinin hukukuyla aile hukukunun uygulanmasında
yabancı yasanın uygulanacağını öngörmüş. Şimdi, yasanın gerekçesine
baktığınız zaman, işte, Avrupa Birliğine uyum deniliyor, tıkanıklık
deniliyor, Türkiye’nin ihtiyaçları deniliyor; arkasından da
bir başka madde gerekçesinde hâkimlerin yabancı kanunlara ulaşabilmesindeki
zorluktan bahsediliyor. Şimdi, bilişim teknolojilerinin bu kadar
hızlı geliştiği, artık, evdeki çoluk çocuğun dahi bilgisayarlardan
dünyanın her tarafındaki bilgiye ulaşabildiği bir dönemde bir mahkemenin
–ki, bugün hemen hemen, bildiğim kadarıyla,
bütün mahkemelerde bilgisayar ağı var- bir hâkimin herhangi bir yasaya
ulaşamayacağını düşünmek mümkün değil. Ayrıca, özel hukukta davanın, dosyanın tarafları var,
davalısı var, davacısı var. Uygulanması gereken yasa maddesini
zaten bunlar sizin önünüze getirecektir. Bu nedenle, bu yasa tasarısında
sadece incelemeyi kişi hukukuna indirmek, aile hukukuna ilişkin
yasalarda yabancı hukukun uygulanacağını, diğer işlemlerde uygulanmayacağını
söylemek çok da makul gelmemekte. Bu yasada beni çok rahatsız eden bir başka şey var. Eski kanunda,
yani, şu anda yürürlükte olan kanunda açıkça bir kanun seçilirdi,
uygulanacak kanun taraflarca açıkça tespit edilirdi. Bu kanuna
baktığınız zaman üstü kapalı, örtülü de bir hukuk seçimi söz konusu.
Aynen şu: Sözleşme hükümlerinden veya hâlin
şartlarından tereddüde yer vermeyecek biçimde, anlaşılabilen
hukuk seçimi de geçerlidir. Bu çok subjektif
bir şey. Bana göre çok açık olan bir şey, bir başkasına göre çok müphem
olabilir. Bu tip, yasayı ileride uygulayacak olan insanları sıkıntıya
sokacak, davaları uzatacak birçok sakıncası var gibi geliyor. Bir başka tehlikeli bölüm:
Zaman zaman, çok uluslu şirketlerin kendi aralarında
yaptığı sözleşmelerde görülen bir şey vardır; bu sözleşmenin şurasına
İspanyol hukuku, burasına İsviçre hukuku uygulanır denir. Biz, her
yurt dışında olan şeyin, sanki çok doğruymuşçasına, uygulamalarına
bakmadan, kendimize adapte etmeye çalışıyoruz. Örneğin -bu söylediğim
şey, tasarının 23’üncü madde, 2’nci fıkrası- “Taraflar, seçilen hukukun
sözleşmenin tamamına veya bir kısmına uygulanacağını kararlaştırabilirler.”
diyor. Özellikle, taraflar arasında yapılan sözleşmenin tüm maddeyle
bütünlük arz ettiği durumlarda böyle bir bölünmenin çok ciddi sakıncalar
yarattığını kabul etmek lazım. Ayrıca arkadaşlar, bu yasanın dilinde de büyük sorunlar
var. Öyle kelimeler kullanılmış ki, Türk hukukunda da bugün, daha
henüz geçerli olmayan, yani uygulamada da kabul edildiği şüpheli
olan, tam karşılığını bulamadığımız kelimeler var. Hatta o kadar
var ki, tasarının gerekçesini incelerseniz, bir kelime var burada,
tasarıda yazdığı için bunu kullanmak istiyorum, bizim hukukumuzda
“ikametgâh” diye geçen -eski tabirle ikametgâh, yeni tabiriyle Medeni
Kanun’da başka şey- kelimenin İngilizce dilindeki söylemi -sizlerden
çok özür dileyerek söylüyorum- domicile. Ama
biz bunu getirmişiz, o anlamdan, yani bu domicile’ın
anlamından çıkartmış başka bir kelime koymuşuz. Bu konuyu teknik
olarak bilen arkadaşlarım bilir, bizim kullandığımız, yani şu anda
kanunda adapte edilen hüküm -gene özür dileyerek tasarıda olduğu
için söylüyorum- “establishment“ kelimesinin
karşılığı. Ama unutmayın ki bu yasayı sadece bizler uygulamayacağız,
bu yasayı yabancılar da uygulayacak. Şimdi, bu tür, böyle bir kelime sıkıntısı var. Onun dışında,
işte -biraz evvel de tek tek çıkarttım bunları
sizlere arz etmek üzere- birçok kelimeyi, Türkiye'de daha hukukumuzda
yerleşmemiş kelimeleri biz bu yasa tasarısına adapte etmişiz Şimdi, bütün bu sıkıntılar, bu yasa tasarısının çok alelacele
getirildiğini… Arkadaşlar kusura bakmasınlar, çok çalışmışlar,
bakarsanız da listeye, bir sürü ilim adamının adı geçiyor, ancak bu
tasarı, Komisyonda -gene söylüyorum- benim partimin de katkılarıyla,
bir temel kanun gibi -eskiden görüşülmüş- 77’nci maddeye göre getirilmiş,
geçirilmiş, ama bu maddelerin oturulup tek tek
tartışılarak yapılması lazım, tekrar Komisyona iadesi gerekiyor.
Şu anda dışarıda 2 tane arkadaşım -gelmişler herhâlde buraya-
gerek Cumhuriyet Halk Partisinden bir arkadaşım gerekse Milliyetçi
Hareket Partisinden arkadaşım, herhâlde on kadar değişiklik önergesi
hazırladılar. Düşünebiliyor musunuz, kırk altı-elli maddelik bir
yasa tasarısında en az on-on iki tane değişiklik önergesi vereceğiz.
Böyle bir yasa tasarısı, baştan, çok ciddi sıkıntılar yaratır. Bence,
Komisyonun yapması gereken, Bakanlığın yapması gereken, bu tasarıyı
çekip evve Bu kanun siyasi bir kanun değil; bu kanun, hiçbir siyasi
partinin kendine bir siyasi prim yapacağı bir kanun değil. Bu, çok
teknik bir kanun. Yarın, avukatıyla
hâkimiyle uygulanacak bir kanun. Elbette, her kanunu hâkim, avukat
uygular, tatbikatı böyledir ama bu kanun, yani, bir siyasi çıkarı
olan, bir siyasi altyapısı olan, bir siyasi konuşmanın yapılabileceği
bir kanun değil. Bu kanun, çok teknik, yabancı hukukun Türk mahkemeleri
tarafından, yani Türk mahkemelerinin yetkisi açısından hazırlanan
bir yasa tasarısı, usul kanunu gibi. O nedenle, bu yasa tasarısının,
tekrar tekrar gözden geçirilerek uygulanması
gerekir. Örneğin, öyle tabirler var ki değerli arkadaşlarım,
47’nci maddede -hemen aklıma, şurada, önümde notumda gördüm de- “yabancı
gerçek ve tüzel kişiler” diyor. Peki, yabancı olan gerçek ve tüzel kişilerin
dışında, o ülkenin kamu kurumu, örnek, o ülkenin demir yolları kurumu,
onu nasıl tarif edeceğiz? Eski kanunda da yanlıştı bu kelime, oraya
“yabancılar” tabirini koyarsınız, “yabancı” dediğiniz zaman, bunun
içine hepsi birden girer. Yani, buradaki kimseyi sıkıntıya sokmaz.
Yarın herhangi bir davada yabancıların bazı şeylerden kurtulması
için imkân sağlamamış oluruz. Bu nedenle bu yasa tasarısını baştan
tekrar bir gözden geçirmemiz gerekiyor. Her kanun gibi –baştan da aynı
şeyleri söyledim- çok temel bir kanun, ama temel kanun derken, bir Medeni
Kanun, bir Borçlar Kanunu, bir Ticaret Kanunu değil, özelliği olan
Türk mahkemelerinin uluslararası yetkisini tartıştığımız bir yasa
tasarısı. Bu nedenle, hem kendi hükümranlık haklarımıza sahip çıkarak
hem de bu yasayı uygulayacak insanların bu işi rahat uygulaması
için gereken imkânı sağlayalım. Yasa tasarısının tümüne bakarsanız -içinizde birçok
çok değerli avukat arkadaşım var, onların da bu yasayı tatbik edenlerini
biliyorum- geçtiğimiz, şu anda yürürlükte ki olan 2675 sayılı Yasa’yla
ilgili hiçbirimizin bir derdi yok, kim “var” diyorsa olayı biraz
abartıyor. Şimdi, burada, bunları hiç söylemek istemezdim ama, bir İstanbullu profesörün, ta Pakistan devletinin
avukatı olarak Türkiye’de açtığı bir davadaki arzuları yönünde
hazırlanmış bir tasarıdır. Sağ olsunlar, sonra o komisyonda bu tasarıdan
o arzuları çıkartmışlar, ama tasarının temelinde yatan arzu,
İstanbul Hukuk Fakültesinden bir profesörün kendi arzusuyla, kendi
kaprisiyle huzurlarımıza getirdiği bir tasarı. Bu kadar teknik
bir tasarıda, lütfetsinler, bu tasarıyı geri çekelim –yine söylüyorum
siyasi bir tasarı değil, bu çok teknik bir tasarı- yarın üç günde bir
yasa değiştirmek mecburiyetinde kalmayalım. Yarın, yine sıkışacağız
–Sayın İyimaya da avukatlıktan gelme bir arkadaşımdır-
defalarca yasa maddesi değiştirmeyelim, Türkiye bunu yaşadı. Bu
12 Eylül askerî rejimde de sabahleyin kanun çıkardı, üç gün sonra kötü
olduğu anlaşılırdı. İşte, hep beraber yaşadık, şimdiki 301’le ilgili
bir araştırma yaptım, bugüne kadar 12 kere mi,15 kere mi ne değişmiş.
Neden değişmiş? Çünkü, biz hiçbir şeyi incelemeden,
o günkü atmosfere göre, o günkü siyasal konjonktüre göre, rüzgâra
göre yasa yapıyoruz. Şimdi, bu yasaları da –lütfen bu çok teknik bir
konu- geriye çekelim, çünkü bu yasanın gecikmesinde hiçbirimizin
ne menfaati var ne bundan bir kaybı var. Türk mahkemelerinin uluslararası
yetkisini konuşuyorsak bunu çok sağlıklı ve sağlam yapalım. Eğer
bunu sağlıklı yapmıyorsak yarın çok daha büyük sorunlara, mahkemeleri
çok daha büyük tıkanıklıklara sebebiyet vereceğiz, Söylüyorum:
Kanunda daha Türk hukukunda yerleşmemiş terimler kullanılıyor.
Çok komik gelen bir kelime vardı bana, “en yakın hukuk” falan gibi,
“en alakadar hukuk” gibi. Böyle bir kavram yok Türk hukukunda, hangisinin
var olduğunu da söyleyemeyiz. Daha hâlâ hukukçuların tartıştığı
kavramları yasa tasarısının içine koymuşuz. Bu kadar
teknik bir yasanın bu kadar oldubittiye getirilmemesi lazım. Bakın,
2675 hazırlanırken altı yıl çalışılmış. “Altı yıl çalışalım.” demiyorum,
ama en azından bir müddet daha, Komisyonda bunun maddelerini tek tek yapalım. Şimdi, burada hazırlanan önergeleri
gündeme getir, her dakika konuş, her önergede önerge sahibi beş dakika
konuşsun… Bunları yapacağımıza, yüce heyeti bununla işgal edeceğimize,
hiç olmazsa Komisyonda oturalım, hep beraber dirsek dirseğe verelim,
bu işi uygar ülkelerin uygar evlatları gibi, yüce Meclisin çatısına
yakışan bir şekilde çözelim. Bu nedenle, bu konudaki düşüncelerimi arz ettim. Hepinizi
saygıyla selamlıyorum. (CHP sıralarından alkışlar) BAŞKAN – Teşekkür ederim Sayın Mengü.
Gruplar adına başka söz talebi yoktur. MEHMET ŞANDIR (Mersin) – Var efendim… BEKİR BOZDAĞ (Yozgat) – Var efendim, var… MEHMET ŞANDIR (Mersin) – Biz bildirmiştik, Sayın Faruk Bal
bizim grubumuz adına konuşacaklar. BAŞKAN – Söz taleplerini diğer gruplar da lütfen yazılı
olarak iletirlerse yanlış yapmayız. Milliyetçi Hareket Partisi Grubu adına Konya Milletvekili
Sayın Faruk Bal. (MHP sıralarından alkışlar) Buyurun Sayın Bal. Yirmi dakika süreniz var. MHP GRUBU ADINA FARUK BAL (Konya) – Teşekkür ederim Sayın
Başkan. Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; Milliyetçi Hareket
Partisi adına görüşülmekte olan kanun tasarısıyla ilgili olmak
üzere düşüncelerimizi açıklamak için söz almış bulunuyorum. Yüce
heyeti saygıyla selamlıyorum. Tabii, milletlerarası özel hukuk ve usul hukuku dediğimiz
zaman, hızla gelişen bilginin ve teknolojinin küçülttüğü dünyanın
yaratmış olduğu iç içe girmiş, beşerî, ticari, siyasi ve iktisadi
olayların çözümüyle ilgili yargısal sorunları görüşüyor oluyoruz.
Böyle bir kapsamlı işte temenni edilirdi ki, bu kanun tasarısı komisyonlarda
çok ciddi bir şekilde görüşülsün, tartışılsın; ülkemizin yabancı
bir ülke mahkemesinde mütebessim yüz ile karşılaşılmadan, eleştirilmeden,
vakur bir şekilde temsiline imkân sağlayan bir yasa hazırlayabilelim.
Bu kanun tasarısı, İç Tüzük’ün 77’nci maddesinde geçtiğimiz
haziran ayı içerisinde yapılan bir değişiklik neticesinde Adalet
Komisyonunda ciddi bir şekilde görüşülememiştir. İç Tüzük’ün
77’nci maddesinde yapılan değişikliğin sonunda, bir önceki dönemden
kalan kanun tasarı ve teklifleri bütünüyle Komisyonda benimsenmek
suretiyle Genel Kurula indirilebilir hâle gelmiştir. Dolayısıyla,
Milliyetçi Hareket Partisi geçen dönemde Mecliste bulunmadığı
için, bu kanun hakkındaki düşüncelerini maddeleri itibarıyla komisyonda
değerlendirememiş durumdadır. O bakımdan, Genel Kurula geldikten
sonra ayrıntılı bir inceleme ve netice itibarıyla bu kanunu değerlendirme
imkânını bulabildik. Şimdi, sırasıyla bunları yüce heyetinize
sunmaya çalışacağım. Değerli milletvekilleri, sanayi toplumunu tarım toplumundan
tevarüs eden dünya 21’nci yüzyılın başından itibaren de bilgi toplumuna
geçmiştir. Aradaki tarım toplumunun, sanayi toplumunun dünya ülkeleri
ve o ülkelerde yaşayan vatandaşların birbirleriyle münasebetleri
açısından değerlendirdiğimizde, bu münasebetler çok daha girift,
çok daha derin, çok daha geniş bir hâle gelmiştir. İnsanlar ve ülkeler
arasındaki bu derin, girift ve geniş ilişkiler muhakkak ki ihtilaflara
sebep olmuştur. Doğan ihtilafların çözüm yeri de hukukun üstünlüğü
ilkesini kabul etmiş olan bütün ülkelerde olduğu gibi bizim ülkemizde
de yargı yeridir. Fakat, bugün gündemimizde
bulunan yargı yabancı unsur taşıyan ihtilaflarla ilgili bir yargıdır,
dolayısıyla özelliği biraz daha farklıdır. Niçin farklıdır? Çünkü
“yabancı unsur taşıyan ihtilafların çözümünde hangi kanun uygulanacaktır”
sözünün cevabı, bizi, “kanunlar ihtilafı” dediğimiz çetrefilli
bir meseleye götürür. Kanunlar ihtilafı, hukuk tarihi boyunca ülkeler
arasında ve ülkelerin bilim adamları arasında tartışma mevzusu olmuştur.
Bu tartışmalar belirli anlayışlara doğru yönelmiş ve neticesinde
de uluslararası sözleşmeler doğmuştur. Kanunların arasındaki ihtilafı bu sözleşmelerle halleden
hukuk dünyası, daha sonra ikinci bir sorunla karşı karşıya kalmıştır.
Bu ihtilafı hangi ülkede çözeceğiz, yani “ülkeler arası yetki” dediğimiz
kavram karşılığında çıkmaktadır. “Ülkeler arası yetki” dediğimiz
kavram da, yine ülkelerin menfaatleri ve o ülkelerin kendi vatandaşlarını
ve kendi vatandaşlarının kurmuş olduğu hükmi şahsiyetleri koruma
içgüdüsüyle davranmalarına neden olmuştur. Uzun süren hukuk tarihi
boyunca tartışmaların neticesinde, yetki mevzusunda da uluslararası
anlayışlar belirginleşmeye başlamış ve bu çerçeve içerisinde de
uluslararası yetki kurallarını düzenleyen anlaşmalar gündeme
gelmiş ve pek çok ikili ve çok taraflı anlaşmayla bunlar da, ülkemizin
de taraf olduğu sözleşmelerle halledilebilmiştir. Bu şekilde yetki ve kanunlar ihtilafını hallettikten
sonra, ülkelerin kendi içlerinde bu sorunları hangi usul ve esaslara
göre tanzim edecekleri ve hangi sözleşmelerin hangi hükümlerini
kendi iç hukuklarına nasıl yansıtacakları sorusunun cevabına
geliyoruz ki, önümüzdeki kanun da işte bunu düzenlemektedir. Başından beri ifade ettiğim gibi, bu yasa tasarısında
ciddi eksiklikler, ciddi yanlışlıklar bulunmakla beraber, bu yasa
tasarısı, 21’inci yüzyıla giren Türkiye’de artık modern bir milletlerarası
özel hukuk ve usul hukuku kanununa ihtiyacımızın bulunduğu gerçeğini
gizlememektedir. Bundan önce kısaca bilginize sunmak istiyorum: Gerek
uluslararası yetki gerek kanunlar ihtilafı ve gerekse yabancı unsur
taşıyan ihtilaflarda, 17’nci yüzyıla kadar kolonicilik anlayışına
sahip olan ülkeler -başta İngiltere, Portekiz, İspanya, İtalya, Fransa,
Hollanda, Belçika gibi ülkeler- benim dediğim dediktir diyerek,
kendi usullerini diğer ülkelere kabul ettirmiştir. Ancak, 17’nci
yüzyıldan sonra İngiltere’de “common law” dediğimiz “hâkimlerin hukuku” anlamına gelen
yeni bir anlayış belirmiştir. Bu anlayış da İngiliz mahkemesi kararlarının
diğer ülkelerde tanınmaması endişesinden kaynaklanan bir anlayıştır.
Yani, İngiltere’deki bu anlayış o derecede kendi mahkemesine,
kendi hâkiminin kararına inanıyor ve itibar ediyor ki, bunun bütün
dünyada kabullenilmesi ve uygulanılması gerektiğine inanıyor.
Bunun uygulanmamasının doğuracağı sonuçtan kurtulabilmek için
yabancı mahkeme kararlarının da İngiltere’de tanınması ve tenfizi noktasına kadar gelebilecek bir yargı sürecini
başlatmış bulunuyorlar. İşte, 17’nci yüzyılda İngiltere’de başlayan
bu anlayış daha sonra diğer ülkeler tarafından da önce içtihatlar
şeklinde, daha sonra da kanunlar ve uluslararası sözleşmeler şeklinde
gelişmiştir. Tarihimize baktığımız zaman, Osmanlı İmparatorluğu’nun
böyle bir şansı olmamıştır. Çünkü Osmanlı İmparatorluğu kolonici
ve sömürgeci bir anlayışa sahip olmadığı için ve hukuk düzeni itibarıyla
da diğer ülkelere zorla kabul ettirebilecek bir anlayışı benimsemediği
için bu hukukî gelişmelerin gerisinde kalmıştır. Tabii ki, bu boşluk
mutlaka doldurulacaktı, nitekim doldurulmuştur. Nasıl 16, 17’nci
yüzyıldan sonra gelişerek Osmanlı İmparatorluğunu önce duraklama,
sonra gerileme, daha sonra çöküş seviyesine götüren kapitülasyonlar
hasıl olmuş ise, hukuk sistemimizde de bu kapitülasyonlar
kendisini göstermiştir. Netice itibarıyla, Osmanlı, bağımsız bir devlet olmasına
rağmen, üç kıtada altı yüz yıl hükümran olmasına rağmen, bu hukuk alanını
geliştiremediği için bu hukuk alanındaki boşluklar sonuç itibarıyla
konsolosluk mahkemeleriyle doldurulmuştur. Konsolosluk
mahkemeleri öyle vahim neticelere ülkeyi götürmüştür ki, artık,
Osmanlı vatandaşları bile yabancıların hukukuna ve adaletine
sığınır hâle gelmişler, yabancıların konsolosluk mahkemelerindeki
imtiyazlı durumlarından yararlanabilmek için Osmanlının tebaasından
olan tacirler, tüccarlar, velhasıl yabancılarla ilişkili ticaret
ve beşerî münasebet kurmuş olan kişiler de Osmanlı hukukundan uzaklaşmış
ve bu ülkelerin, yani kapitülasyon sahibi olan ülkelerin hukuki
himayesine sığınmak suretiyle konsolosluk mahkemelerinde dava
açar hâle gelmişlerdir. Ne zamana kadar? 1330 yılına kadar.
1330 yılı 1914 yılına tekabül etmektedir. 1914 yılında Osmanlı, çöküşün
bir nedeninin de bu olduğunu fark etmiş, işte Birinci Dünya Savaşı’nın
başında bir Ecnebilerin Hak ve Vezaifine Mütedair
Muvakkat Kanun adı altında beş maddelik kanun çıkarmıştır. İşte, o
dönemdeki beş maddelik Kanun, kapitülasyonlara ve konsolosluk
mahkemelerinin görevlerine bir ölçüde son verebilmiş ve bu Kanun,
iki kutuplu dünyada da hükmünü cari kılarak 1982 yılına kadar yürürlükte
kalmıştır. 1982 yılında, 2675 sayılı Kanun –ki, halen
yürürlükte olan kanundur- çıkarılmıştır ve bu 2675 sayılı Kanun, daha
önceki 1330 tarihli Kanunu Muvakkat’a göre
daha etraflı, daha düzenli, daha çerçeveyi belirleyen bir anlayışla
yürürlüğe konulmuş olmasına rağmen -sözlerimin başında ifade ettiğim-
dünyanın gelişmesi, bir başka ifadeyle ilimde, teknolojideki gelişmelerin
dünyayı küçültmesi neticesinde, beşerî münasebetlerin, ticari
münasebetlerin, iktisadi münasebetlerin sıklaşması, mahiyetlerinin
genişlemesi, ilişkilerin derinleşmesi neticesinde bugünkü milletlerarası
özel hukuk ve hukuk usulüne ilişkin anlayışa cevap veremez hâle gelmiştir.
Elbette ki külliyen reddetmenin bir anlamı yoktur, mutlaka
muhafaza edilecek olan hükümleri vardır, ancak yeni tasarının da
1982 yılından sonra gelişen uluslararası ilişkilerde ortaya çıkan
sözleşmeler çerçevesi içerisinde yenilenmesi gerekmektedir. Yenilenirken,
bu kanun hazırlanırken ciddi bir akademik destek alındığı bellidir,
ciddi bir bürokratik destek alındığı bellidir, ancak bu belirliliği
olan hususlara rağmen ciddi hataların ve eksikliklerin de varlığı
bir gerçektir. Ben, izninizle, madde başlıkları hâlinde bunları yüce
heyetin bilgisine sunmak ve bölümlere ilişkin görüşmelerde de buna
ilişkin önergelerimizle bu eksiklikleri gidermek ve yanlışlıkları
düzeltmek azmi içerisinde bulunduğumuzu ifade etmek istiyorum.
Milliyetçi Hareket Partisi Grubu olarak amacımız bu kanunu mükemmelleştirmektir.
Mükemmeli elde edemesek bile mükemmele yakın bir noktaya getirebilmektir.
Öncelikle, bu kanunda çok belirgin bir dil hatası bulunmaktadır.
Bu dil hatası, ağırlıklı olarak eleştiri konusu olan “ikametgâh” kelimesinden
kaynaklanmaktadır. Değerli milletvekilleri, bu “ikametgâh” kelimesi, esasen
tasarının gerekçesinde de yanlışlığı ifade edilmekte ve sanki tasarının
gerekçesi bağıra bağıra beni buradan değiştirin
diyor. Ama ben size bu “ikametgâh” kelimesinin nereden nereye
geldiğini izin verirseniz anlatmak istiyorum. Medeni Kanun Tasarısı Adalet Bakanlığında tartışılır
iken o zamanın Komisyon Başkanı Profesör Doktor Turgut Akıntürk idi. O zamanın heyeti teşkil edilirken Dil
Kurumundan da bu heyetin içerisine birkaç tane uzman alınmıştı. Bu
uzmanlar o tarihte nerede bir yabancı kelime diye ifade ettikleri
Arapça veya Farsça’dan gelen kelime varsa,
onun yerine buldukları bir kelimeyi ikame etmek üzere gayret içerisindedirler.
Başka da bir, Medeni Kanun’un hazırlanmasına katkıları olmamıştır.
Burada çok gülünç kelimeler de ifade edilmiş olmakla beraber “ikametgâh”
kelimesi bu uygulamaya kurban edilmiş, netice itibarıyla “yerleşim
yeri” olarak Medeni Kanun’a girmiştir. Tasarının gerekçesinde açıklandığı üzere “yerleşim yeri”
uluslararası hukuk terminolojisinde “establishment”
diye İngilizce ifade edilen bir kelimeye tekabül etmektedir. Ancak
uluslararası hukuk terminolojisinde “ikametgâh”ın karşılığı bu
kelime değildir, onun karşılığı yine İngilizce ifadesiyle “domicile” denilen bir başka kelimedir. İşte bu Kanun’da “ikametgâh” kelimesi kullanılması gerekir
iken tasarıda Medeni Kanun’a uyum sağlayalım düşüncesi ile “yerleşim
yeri” kabul edilmiştir. Medeni Kanun’da “yerleşim yeri” kabul edilmesi
bir açıdan mazur görülebilir. Neden? Çünkü, yani
bu, Türkiye’de uygulanan bir kanun filan denilebilir, burada anlaşılabilir
denebilir, fakat bu kanunlar Türklerin ilişkili bulunduğu bir davada
yabancı bir ülkeye tercüme edilirken “yerleşim yeri” biraz önce de
ifade ettiğim “establishment” kelimesi olarak
tercüme edilecektir ve o kelimenin doğurduğu hukuki sonuca göre
bir çözüm bulunacaktır. Oysaki “ikamet” kelimesinin doğurduğu hukuki
sonuç çok daha farklıdır. Bu kadar bariz bir hatanın bu tasarıda yer
almamasını dilerdik, ancak yer almıştır, düzeltilmesi gerekir. Muhtelif maddelerinde bu tekrarlanmaktadır. Her madde
için gerekçeli önergemizi sunacağız. Bu önergelerin diğer parti
gruplarınca da olumlu karşılanacağını ümit ediyorum. Bir başka dil hatası, “ülke hukuku…” Kanunlar uygulanırken,
kanun ihtilafları doğduğunda “ülke hukuku” tabiri kullanılması
gerekir. Bazı maddelerde “ülke hukuku” tabiri kullanılmış olmakla
beraber, başka maddelerde “yer hukuku” tabiri kullanılmıştır ki
yer hukukunu yabancı bir ülkenin lisanına çevirdiğiniz zaman “ülke
hukuku” tanımını ortaya koyabilecek bir kelime bulunmakta müşkülat
çekilebilir. Ayrıca kanunun dilinde birliğin olmaması da, bu kanunun
başka bir zafiyet yönüdür. Kanun tasarısında gereksiz tekrarlar bulunmaktadır değerli
milletvekilleri. Bu, önergeler sırasında tartışılacaktır. Bize
göre, kanun tasarısının 13/1 maddesinde Komisyon tarafından ilave
edilen metin, 12’nci maddenin üçüncü fıkrasının aynen tekrarıdır.
Bir madde üstündeki hükmün bir madde altında tekrar edilmesi, o kanunun
bilimsel değerine bir zafiyet yükler ki yüce heyetten böyle bir değeri
zafiyete uğramış kanunun çıkmasını beklemek mümkün değil. Aynı
tekrar 14’üncü maddenin birinci fıkrasında da yapılmıştır. Tasarının 20’nci maddesinde gayrimenkullere ilişkin
yetki kuralı belirlenirken… “Gayrimenkulün bulunduğu yer mahkemesi
yetkilidir” kuralı genel bir kural olarak bellidir. Fakat bu kural,
mirasla ilgili 14’üncü maddeye aynen tekrar edilmek üzere alınmıştır. Bir eksiklik, ki vahim bir eksikliktir
bizde, bizim hukukumuzda koruyucu kurallar vardır. Kamu kuralları
niteliğindedir bunlar, kamu düzenine ilişkindir. Kamu düzenine
ilişkin kurallar resen hâkim tarafından uygulanır. Bu kamu düzenine
ilişkin kurallar uygulanırken yabancı hukuk ne diyor ne demiyor
ona bakılmaz, çünkü bu bizim kamu düzenimizle ilgilidir, bunu uygularız.
İşte, bu kamu kurallarının yanında, kamu kuralları kadar hukuki
güçte olmamakla beraber, hâkimin uyguladığı müdahaleci kurallar
vardır. Bu müdahaleci kurallar da, kendisini, en ağırlıklı olarak,
6570 sayılı Gayrimenkul Kirası Hakkındaki Kanun’da göstermektedir.
İşte, müdahaleci kurallar, bütün ülkelerin milletlerarası özel
hukuk ve usul hukuku kurallarında yer almasına rağmen, bizim tasarımızda
sadece 30’uncu maddede yer almıştır. Ancak 30’uncu maddede de üçüncü
ülkelerin koruyucu kurallarının Türk hâkimi üzerindeki etkisi
kararlaştırılmıştır. Türk koruyucu, müdahaleci kuralları bir
madde hâlinde düzenlememiştir. Biz bunun, tasarının genel hükümler
maddesine yeni bir madde olarak ilave edilmesini önereceğiz. Temenni
ediyoruz ki, Türk hukukunun uygulamasında bir boşluk varsayılarak,
o boşluğu hâkim kararıyla doldurmak gibi dolaylı bir yoldan giderek
sonuca ulaşmak yerine, doğrudan kanunun içerisine Türk hukukunun
müdahaleci kurallarını da koymak suretiyle tasarıyı olgun hâle getirebiliriz.
Bir diğer eksik olan husus ise, hukuktaki geçici himaye
tedbirleri dediğimiz ama bilinen adıyla ihtiyati tedbir diye nitelediğimiz
hususun, sadece 18’inci maddedeki nafaka ve 32’nci maddedeki borç
ifasına ilişkin hususlarda yer almış olmasıdır. Halbuki
geçici… (Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı) BAŞKAN – Bir dakika ekliyorum. FARUK BAL (Devamla) – Teşekkür ederim Sayın Başkanım. …himaye tedbirleri hukukun bütün alanlarını ilgilendirir.
Dolayısıyla, bir genel hüküm olarak 8’inci madde şeklinde tasarıya
ilave edilmesi gerekmektedir. Değerli arkadaşlarım, tabii ki, bu sıralayacağım hususlar
biraz liste olarak kabarık. Sanıyorum zamanımız yetmeyecek ama
yettiği ölçüde ben bunları sizlere arz etmeye devam edeceğim. Ama asıl üzerinde durmamız gereken… Sayın Başkanım, eğer
birkaç saniye daha sözüme ilave edebiliyorsanız, önemli bir hususu
açıklayacağım değerli milletvekillerine. Değerli arkadaşlarım, tanıma, tenfiz
ve yabancı unsurlu mahkeme kararları özel bir bilgiyi ve tecrübeyi
gerektiren davalardır. Bizim şimdiye kadarki uygulamamızda Şemdinli’deki
mahkeme, İpsala’daki mahkeme, Patnos’daki
mahkeme, Anamur’daki mahkeme ve Ankara, İstanbul, İzmir’deki mahkemelerle
eşit düzeyde kabul edilmiş ve bu mahkemelerdeki mesleğe daha yeni
başlamış, bilgisi, tecrübesi yeterli olmayan hâkimlerimizin omuzuna ağır bir yük verilmiştir. Dolayısıyla, bu
gibi yerlerdeki… (Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı) BAŞKAN – Lütfen tamamlayın. FARUK BAL (Devamla) – …buralardaki ağır yükü Türk hâkiminin
üzerinden almamız lazım. Bu, Türkiye’nin nevi şahsına münhasır
bir düzenleme olmayacaktır. İngiltere gibi bir ülke, bu gibi davaları
yüksek mahkemede tek mercide çözmektedir. O zaman, bizde -sanıyorum
diğer partilerin grup başkan vekilleriyle de yapılan görüşmeler
olumlu sonuç verecektir- bunu il düzeyindeki mahkemelere yansıtmak
suretiyle, il düzeyindeki mahkemeleri görevli ve yetkili kılmak
suretiyle bir düzenleme yapılması gerekmektedir. Bu kadarlık açıklama sanıyorum yeterli
olmayabilir, ama maddelerin görüşülmesi sırasında, bölümlerin
görüşülmesi sırasında, bunları, ayrıntılı gerekçeleri yüce heyetinize
sunmaktan mutluluk duyacağım. Ben Milliyetçi Hareket Partisi adına
görüşmelerimizi sunduk, dinlediğiniz için teşekkür ediyorum. Sayın Başkan, sabrınıza da teşekkür ediyorum, sağ olun
efendim. (MHP sıralarından alkışlar) BAŞKAN – Teşekkür ediyorum Sayın Bal. Adalet ve Kalkınma Partisi Grubu adına Bursa Milletvekili
Sayın Mehmet Tunçak. Buyurun Sayın Tunçak.(AK Parti sıralarından
alkışlar) Yirmi dakika süreniz var. AK PARTİ GRUBU ADINA MEHMET TUNÇAK (Bursa) – Değerli Başkanım,
değerli milletvekilleri; 47 sıra sayılı Milletlerarası Özel Hukuk
ve Usul Hukuku Hakkında Kanun Tasarısı üzerinde AK Parti Grubu adına
söz almış bulunuyorum. Yüce Meclisi, bu vesileyle, saygıyla selamlarım.
Milletlerarası özel hukuk ve usul hukuku alanında neden
bir reform ihtiyacının olduğu, tasarının hedefleri ve içerik olarak
da uluslararası standartlara uyan ilkeler, kurallar, milletlerarası
sözleşmelerde görüş ve ilkelerin ana çekirdeği, çağdaş doktrin ve
yaklaşımlara uygun düzenlemeler hakkında ve genel anlamda fevkalade
önemli tasarı hakkında bazı bilgileri sizlerle paylaşmak isterim.
Bizlerden önce konuşan değerli konuşmacıların değerlendirme ve
katkılarına teşekkür ediyoruz. Bazı maddeler hakkında tereddüt ifadelerine gereken
cevapların maddeler sırasında verileceğini, terminoloji konusunda
ve madde içerikleri konusunda Komisyonda ve akademisyenler arasında
uzun tartışmalar neticesi uzlaşmalarla tasarının oluşturulduğunu,
kanunların eskimesiyle kalitelerinin artmadığını, eksiklerin
giderilmediğini, tam tersine uluslararası anlaşmalar ve gelişmelerin,
uluslararası ilişkilerin güncellemeyi gerekli kıldığını belirterek,
öncelikle, neden böyle bir reforma ihtiyaç duyulduğunu arz etmek
istiyorum. Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; hâlen yürürlükte
bulunan 20/5/1982 tarih ve 2675 sayılı Milletlerarası
Özel Hukuk ve Usul Hukuku Hakkında Kanun, Türkiye’de milletlerarası
özel hukuk konusunu kodifiye eden ilk kanundur. Bu Kanun’dan önce,
Türkiye’de milletlerarası özel hukukun tek kaynağı Osmanlı İmparatorluğu
zamanında çıkarılmış, 1914-1915 tarihli beş
maddelik Ecnebilerin Hak Ve Vazifeleri Hakkında Geçici Kanun’un
4’üncü maddesiydi. Söz konusu Geçici Kanun’un bu tek maddesinde,
yabancı unsurlu uyuşmazlıklarda hem mahkemelerin yetkisine hem
de uygulanacak hukuku tespit etmeye ilişkin kuralları belirlemeye
yönelik temelleri bulmak gerekiyordu. Bu belirleme ve nitelendirme
çalışması o tarihlerde bilim adamlarının ve uygulayıcıların zorlu
bir uğraş alanıydı. Zaman Söz konusu gelişmelere Avrupa Birliği bağlamında hemen
hemen her hukuk branşında
etkili olan, bu arada da milletlerarası özel hukuk alanında başlayan
ve ilerleyen Avrupalılaşma akımını eklemek gerekir. Avrupalılaşma
hâlen devam eden bir süreçtir. Milletlerarası özel hukuk ile ilgili olarak bir taraftan
Avrupa Birliği düzeyinde ortak hukuk yaratmak ve millî hukuklar
arasındaki uyumlaşmayı sağlamak, diğer taraftan da çeşitli sorunların
çözümünde uzlaşma metinleri ortaya koymak faaliyeti de hız kazanmıştır.
Bu faaliyet de Türkiye’yi de yakından ilgilendirmiş ve etkilemiştir,
çünkü Türkiye, Avrupa Birliğinin Helsinki Zirvesinde tam üye adaylığına
kabul edilmiştir. Bu konumunun sonucu olarak, topluluk müktesebatı
ile Türk hukukunun uyumlaştırılması bir gereklilik olmuş, tam üyelik
müzakerelerinin başlaması da bu gerekliliği pekiştirmiştir. Burada bir hususun açıklığa kavuşturulması gereklidir,
o da Avrupa usul hukukunun bir parçası olan 1968 tarihli Brüksel Sözleşmesi.
Bu Sözleşme 1978, 82, 89 ve 97 tarihlerinde gerçekleşen, topluluğa
yeni üyelerin katılımı esnasında değişikliklere uğramış ve sonunda
bir tüzük hâline gelmiştir. Bu önemli düzenlemenin hükümleriyle bunun
son şekli dikkate alınmış olmalarına rağmen bunlar tasarıya doğrudan
yansıtılmamıştır. Çünkü, özellikle mezkur sözleşmelerin,
mahkemelerin yetkisine ilişkin hükümler iç hukukta yer almakla beraber
devletlerin egemenlik haklarıyla ilişkilidir. Sözleşme hükümlerinin
bu nitelikleri onların ancak üye devletler arasında
uygulanmasına imkân vermektedir. Şu an Türkiye’nin bu hükümleri
hukukuna aktarması mümkün değildir. Diğer taraftan, Türkiye Avrupa
Birliğine tam üye olunca her türlü düzenlemelerin uygulanması zaten
kendiliğinden gerçekleşecektir. Bugün yürürlükte olan Kanun, uygulanmakta olduğu yirmi
beş yıl içinde hiçbir değişikliğe uğramamıştır. Oysa,
bu süre içinde dünyada, özel hukuk alanında, haksız rekabette, tüketicinin
korunmasında, taşınma hukukuyla özel sigorta konularında yeni
açılımlar olmuş, modern yaklaşımlar kabul edilmiş, her alanda değişiklikler
gerçekleşmiştir. Bunlar milletlerarası özel hukuku zorunlu olarak
ve bazen de esaslı şekilde etkilemiştir. Avrupa Birliği ülkeleri,
milletlerarası özel hukuk ile usul hukukuna ilişkin ve kendi aralarında
uyguladıkları sözleşmeler çerçevesinde kanunlarını ve hatta
anılan sözleşmeleri değiştirmişler veya değişiklik için çalışmalar
yapmışlardır. Avrupa Topluluğunun 1980 tarihli borç ilişkileri
hakkındaki Roma-1 Sözleşmesinin tüzükleştirilmesine
ilişkin çalışmalarla sözleşme dışı borçlara ilişkin AT tüzüğü tasarıları
ve komisyonun çeşitli konulurla ilgili olarak hazırladığı green book’lar bunun en açık
örnekleridir. Tüzük çalışmalarında sadece sözleşme dışı borçlara
ilişkin düzenleme 11/07/2007’de onaylanmış olmakla
beraber 2009 yılında yürürlüğe girecektir. Mevcut Kanun’un uygulanmakta olduğu yirmi beş yıl içinde
milletlerarası özel hukukla ilgili birçok milletlerarası sözleşme
yürürlüğe girmiştir. Küreselleşmenin bir ürünü olan World Trade Organization’ın
(Dünya Ticaret Örgütünün) bu alanı etkilediğinden şüphe edilmemelidir. Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; şimdi de tasarının
hedefleri üzerinde kısaca durmak istiyorum. Uluslararası standartlara uyan ilkeler ve kurallar açısından
Türkiye’de yapılan son Anayasa değişikliklerinin hedefleri ile
hazırlanan Türk Ticaret Kanunu Tasarısı’nın, Borçlar Kanunu Tasarısı’nın,
Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanunu Tasarısı’nın, yani, başlıca temel
kanunların tasarılarının hedefleri bu tasarıda da dikkate alınmıştır.
Ana hedef şudur: Türkiye, uluslararası toplumun güvenilir
bir üyesi olarak, kanunlarında uluslararası standartlara, ilkelere,
hükümlere ve mekanizmalara yer vermelidir. Çünkü,
basit bir koruyuculuk anlayışı yerine tarafsızlığa ve nesnel adalete
dayanan, insan ve hukuka saygılı evrensel bir yaklaşımın düzenlendiği
kanunların hâkim kılınması Türk kanun koyucunun da vazgeçemeyeceği
önceliklerdendir. Artık ulusal bir düzenleme, uluslararası standartlarla
örtüştüğü oranda sürdürülebilir bir stratejik hedef ve amaç olabilir.
Bu nedenle kanunda, kişinin ve ailenin korunmasından miras ve eşya
hukukuna, ticari ve ekonomik ilişkilerden fikrî mülkiyet ilkelerine
kadar her yeni kanunda yeni görüşlere ve açılımlara ilişkin düzenlemeler
yapılması, öncelikli ve ağırlıklı hedefler arasında yer almıştır.
Milletlerarası sözleşmelerdeki görüş ve ilkelerin
ana çekirdeği oluşturulması açısından kanunun ikinci hedefi, milletlerarası
özel hukuk alanında, özellikle son yıllarda çıkarılmış bulunan milletlerarası
sözleşmelerde hâkim olan ana felsefenin ve tercih edilen ilkelerin
Türk hukukuna gereği gibi yansıtılmasıdır. Bu bağlamda, diğerleri arasında tasarıya aktarılan şu
sözleşmeleri sayabiliriz: Nafakaya Uygulanacak Hukuk Hakkında Sözleşme: 02/10/1973 tarihli. 1982 tarihinde Türkiye tarafından
onaylanmıştır. Acentalık İlişkisine Uygulanan
Hukuk Hakkında Sözleşme: 14/03/1978 tarihli. Borç Sözleşmelerine Uygulanacak Hukuk Hakkında Avrupa
Topluluğu Sözleşmesi (Roma I): 1980 tarihli. 1990’da yürürlüğe girmiştir. Çocukların Korunmasına ve Ülkelerarası Evlat Edinme
İşbirliğine Dair Sözleşme: 29/05/1993 tarihli.
2004 yılında Türkiye tarafından onaylanmıştır. Söz konusu sözleşmeler, bir yandan Türkiye tarafından
kabul edilmemiş olsalar bile, kolektif aklı yansıtmaları, genel
olarak üzerinde uyum sağlanmış metinler olmaları ve başarılı bir
ortak uygulamaya sahip bulunmaları sebebiyle yararlanmaya değer
niteliktedirler. Diğer yandan, anılan milletlerarası sözleşmelerden
Türkiye tarafından kabul edilmiş olanların tasarıya da yansıtılmış
olmaları sebebiyle, iç ve dış kanunlar uyumunu sağlayarak olası
çelişik mahkeme kararlarıyla karşılaşmak riskini minimuma indirecek,
yani iç ve dış mahkeme kararları arasında uyumu sağlayacaktır. Çağdaş doktrin ve yaklaşımlara uygun düzenlemelere yer
verilmesi açısından da, özellikle bağlama sebeplerinin, görüşlerin
ve sistemlerin ya farklı algılanmalarına veya tamamen değişmelerine
sebep olmaktadır. Bu gelişim de kanunlarda reform yapılmasını zorunlu
hâle getirmektedir. Yeni düzenleme de bu nitelikte olup, özellikle
ilke ve anlayış değişikliklerine
işaret edilmesi yararlı olacaktır diye düşünüyorum. Aile hukuku ve yerleşim yeri kriterlerinin
terk edilmesi bağlamında, özellikle aile hukuku alanında mevcut Kanun’da
düzenlenen basamaklı bağlama kuralları sistemi yeni düzenlemede
de aynen korunmuştur. Ancak, basamaklardan ikincisi olan yerleşim
yeri bağlama kriterine yeni kanunda yer verilmemiştir.
Çünkü, bu kriterin mutat mesken yanında, özellikle
aile hukukunda fiilî duruma uymadığı, eşitlikçi ve gerçekçi bir
uygulamayı önlediği fikri genel kabul görmüştür. Böylece, tasarıda,
evlenmenin hükümlerine madde 12/3, boşanmada madde 13/1 ve 3, evlilik
mallarında 14/1, soy bağında madde 15/1 ve nafakada madde 18... Yürürlükteki
kanunda yer verilen “ikametgâh” -yani “yerleşim yeri” yeni tabiriyle-
kavramı kanunda herhangi bir işleve haiz değildir. Açık bir ifadeyle,
tasarıda müşterek millî hukukun ardından ikinci sırada müşterek
millî hukuk yoksa, uygulanmak üzere gerçek ve
fiilî durumla özdeşleşen müşterek, mutat mesken hukuku yer almıştır.
Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; borçlar hukuku
anlamında, özellikle de borç sözleşmeleri ve ifa yeri kriterinin terk edilmesi ve yeni düzenlemeleri
içeren tasarıda borç sözleşmeleri on maddeyle düzenlenmiştir. Bu
hükümler bir genel hüküm yanında özelliği olan bazı borç sözleşmeleri
hakkında öngörülmüştür. Ayrıca, susmanın hukuki sonuçları, müdahaleci
kurallar gibi bazı hukuki sorunlarla ilgili hükümler de sevk edilmiştir.
Borç sözleşmelerine ilişkin genel hüküm olan 23’üncü maddede
bir konsept değişikliği yapılmıştır. Bu değişiklik
Avrupa Topluluğunda üye devletler arasında
1990 tarihinden itibaren yürürlüğe girerek uygulanan borç sözleşmelerine
dair Roma Sözleşmesi’nden esinlenerek tasarı kaleme alınmıştır.
Roma I’in temel kriterler
itibarıyla kanuna yansıdığına işaret edilmelidir. Türkiye henüz
Avrupa Birliğine dâhil değildir ve Milletlerarası Özel Hukuk Kanunu,
Avrupa Birliği üyesi devlet vatandaşı olsun olmasın tüm milletlerarası
ilişkilerde uygulanacaktır. Mevcut Kanun’umuzda yer almayan, bu nedenle uygulamada
eksikliği duyulan ve doktrinde de eleştiri konusu yapılan birçok
konu yeni kanunda düzenlemeye kavuşturulmuştur. Bu konuların başlıcalarını şöyle sıralayabiliriz: Taşıma
araçlarının mülkiyeti, fikrî mülkiyete ilişkin haklar, taşınmazlara
ilişkin borç sözleşmeleri, taşıma sözleşmeleri, tüketici sözleşmeleri,
iş sözleşmeleri, temsil yetkisi, müdahaleci kurullar, kişilik
haklarının ihlalinde sorumluluk, üreticinin sorumluluğu, haksız
rekabet ve rekabetin korunması gibi. Haksız fiillerle ilgili olarak da, mevcut Kanun’umuzda
haksız fiiller tek bir madde ile düzenlenmişken, tasarıda bir genel
madde yanında kişilik haklarının ihlali hâlinde sorumluluk, tüketicinin
sözleşme dışı sorumluluğu, haksız rekabet ve rekabetin korunması
konularında yeni hükümler ve bağlama kuralları getirilmiştir. Milletlerarası usul hukuku ve yabancı mahkeme ve hakem
kararlarının tanınması ve tenfizi ile ilgili
olarak -özellikle milletlerarası usul hukukunda yetkili mahkemeler-
tasarıda milletlerarası usul hukuku alanında büyük değişiklikler
yapılmamıştır. Tatbikatın ihtiyaçları göz önünde tutularak yanlış
anlaşılmaya elverişli bazı terimlerin ve kavramların yerine yenileri
konulmuş, sorun yaratan ifadeler düzeltilmiş ve yorum güçlüklerine
yol açan düzenlemelere açıklık getirilmiştir. Milletlerarası usul hukukunda yetkili mahkemelerle
ilgili olarak anılması gereken en önemli yenilik, tasarıda birinci
kısım ikinci bölümde düzenlenen iş sözleşmelerine, tüketici sözleşmelerine,
taşınmaz sözleşmelerine ve benzeri korunması gerekli kişilerle
ilgili özellikli bazı sözleşmeler hakkında yetkili mahkemeleri
belirleyen özel hükümler konulmuş olmasıdır. Yabancı mahkeme ve hakem kararlarının tanınması ve tenfizi, özellikle mevcut Kanun’umuz uygulanırken
zorluk doğuran konularda bazı değişiklikler yapılmıştır. Bunlara
ilişkin bazı örnekleri şu şekliyle sayabiliriz: Tasarıda, mevcut
Kanun’umuzda bulunmayan “ihtilafsız kaza” konusunda özel bir hüküm
öngörülmüştür. Yeni hükme göre, ihtilafsız kaza kararları da tanıma
ve tenfiz hükümlerine tabi olacaktır. Ancak
hasımsız, ihtilafsız kaza kararlarında tebligata dair hükümler
uygulanmayacaktır. Tasarının 58’inci maddesinde, yabancı ilamın, hangi andan
itibaren kesin hüküm ve kesin delil etkisi göstereceğine ilişkin
yeni bir hükme de yer verilmiştir. Böylece tatbikatta duyulan tereddütler
giderilmiş, tasarıya göre yabancı mahkeme kararı kendi hukukuna
göre kesinleştiği andan itibaren kesin hüküm ve kesin delil yetkisine,
etkisine sahip olacaktır. Tasarının 59’uncu ve diğer madde hükümlerinde, kesinleşmiş
ve icra kabiliyeti kazanmış hakem kararları yanında, taraflar
için bağlayıcı olan hakem kararlarının da tenfiz
edileceğine ilişkin yeni bir hükme yer verilmiştir. “Taraflar için
bağlayıcı olan hakem kararı” terimi, Hakem Kararlarının Tenfizi Hakkındaki New York Sözleşmesi’nden beri
kullanıldığı ve genel bir geçerliliği haiz bulunduğu hâlde, 2675
sayılı Kanun’da sadece “kesinleşmiş ve icra kabiliyeti kazanmış
hakem kararları” terimiyle yer alıyordu. Bu terim de Türk hukuk tatbikatında
değişik tereddütlere yol açmıştır. Tasarının bu konudaki bir diğer yeniliği de, yabancı
hakem kararlarının tanınmasına, hüküm bulunmayan mevcut Kanun’un
bu boşluğunu doldurmuş bulunmasındadır. Yabancı hakem kararlarının
tanınmasına da, tenfizine de ilişkin hükümler
bu şekilde uygulanacaktır. Sonuç olarak, tasarıyla özel hukuk alanında yakın insani
ve ticari ilişkilerimiz bulunan ülkelerin kanunlarıyla, milletlerarası
uygulamayla ve Avrupa Birliğiyle uyumu sağlayan, artan ihtiyaçlara
cevap veren, modern açılımları içeren, bazı konularda duyulan tereddütleri
ortadan kaldıran çağdaş bir düzenleme getirilmeye çalışılmaktadır.
Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; sözlerimin
sonunda, reform niteliğinde ve fevkalade önem taşıyan bu kanunun
hazırlık çalışmalarında emeği geçen tüm akademisyenlere, özellikle
Sayın Profesör Gülören Tekinalp
Hanımefendi’ye, Adalet Bakanlığı ve Dışişleri Bakanlığı bürokrasisine,
eski ve yeni dönem Adalet Komisyonu Başkan ve üyelerine teşekkürlerimizi
bir borç biliyor, ülkemize ve hukuk sistemimize hayırlı olması temennisiyle
yüce Meclisi saygıyla selamlıyorum. (AK Parti sıralarından alkışlar) BAŞKAN – Teşekkür ederim Sayın Tunçak. Şimdi, şahısları adına söz talepleri vardır. Sayın Suat Kılıç, Samsun Milletvekili? Yok. Sayın Azize Sibel Gönül, Kocaeli Milletvekili, buyurun.
(AK Parti sıralarından alkışlar) Süreniz beş dakika. AZİZE SİBEL GÖNÜL (Kocaeli) – Sayın Başkan, saygıdeğer
milletvekilleri; 47 sıra sayılı Milletlerarası Özel Hukuk ve Usul
Hukuku Hakkında Kanun Tasarısı üzerinde söz almış bulunmaktayım.
Yüce heyetinizi saygıyla selamlıyorum. Sayın milletvekilleri, 1982 yılında kabul edilen ve aynı
yıl yürürlüğe giren 2675 sayılı Milletlerarası Özel Hukuk ve Usul
Hukuku Hakkında Kanun’un, yirmi yılı aşan tatbikatında bazı ihtiyaçları
karşılamakta yetersiz kaldığı görülmüştür. Söz konusu yetersizliğin
giderilmesinin, artan milletlerarası ilişkilerin yoğunluğu da
göz önünde tutulduğunda, zorunlu hâle geldiği bir gerçektir. Bunun yanı sıra, hazırlanan çalışmalarda, komisyonun
çalışmalarında, başlangıcında uygulayıcılar bakımından ve yazılmış
eserlerle ilgili, yeni yazılacaklar açısından Kanun’un madde numaralarının
aynen korunması ve yeni maddelerinin a, b, c gibi harflerle ifade
edilmesi düşünülmüş, ancak, Kanun’un bölüm ve kısım sistemi değişmemekle
beraber, yürürlük ve yürütme maddeleri hariç, 46 maddesinden sadece
10 maddesinin aynen alınması, 29 maddesinin değiştirilmesi ve Kanun’a
23 yeni madde eklenmesi karşısında duyulan tereddütler, tasarının
yeni bir kanun tasarısı olarak takdimini zorunlu hâle getirmiştir.
Bu manada, görüşmekte olduğumuz bu kanunun milletimize
hayırlı olmasını temenni ediyorum. Yüce heyetinize saygılar sunuyorum. (AK Parti sıralarından
alkışlar) BAŞKAN – Teşekkür ederim Sayın Gönül. İzmir Milletvekili Sayın Recai Birgün?
Yok. İstanbul Milletvekili Sayın Ufuk Uras? Yok. Balıkesir Milletvekili Sayın Hüseyin Pazarcı, buyurun. Beş dakika süreniz var. HÜSEYİN PAZARCI (Balıkesir) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri;
bu Milletlerarası Özel Hukuk ve Usul Hukuku Kanun Tasarısı hakkında
söz almaya niyet ettiğimde çok geç öğrendim bunun gündeme geldiğini.
Ayrıca AB Uyum Komisyonundayım. Bunun, tali komisyon olarak önceden,
Adalet Komisyonundan önce bize gelmesi gerekirdi. AB uyumuyla ilgili
çok büyük sorunlar söz konusu olmayacak bu kanun içeriği itibarıyla,
ama yine de belki bizlere bazı görüşleri ifade etme olanağı tanınmış
olacaktı, bu da gerçekleşmedi. Çünkü, Adalet
Komisyonu kararını aldıktan sonra, bu, tali komisyonun önüne geldi
ve tali komisyona -İç Tüzük’e aykırı bir şekilde- danışılmadan bu
kanun tasarısı geçmiş oldu. Dolayısıyla, bu durumu bilgilerinize
arz etmek istiyorum ve Sayın Komisyonumuzun biraz daha dikkat etmesini
ve bu tür, son derece önemli yasaların gereği gibi incelendikten
sonra Genel Kurulun önüne gelmesinin çok önemli olduğunu ifade etmek
istiyorum. Nitekim, benden önceki
konuşmacılar, gerek Cumhuriyet Halk Partisi temsilcisi gerek Milliyetçi
Hareket Partisi temsilcisi, eski yasanın bir hayli iyi yapıldığını,
bazı noksanları olduğunu, bunun güncelleştirilmesinin, modernleştirilmesinin
yararlı olacağını ifade ettiler, ama birtakım kusurların veyahut
iyi incelenmeden verilmiş kararların bulunduğunu da belirttiler.
Bu çerçevede, ben, konunun genelinde bir noktaya dikkat
çekmek istiyorum: Milletlerarası Özel Hukuk ve Usul Hukuku Hakkında
Kanun, yabancılık unsuru içeren hukuk konularında -ceza davaları,
ceza konuları bunun dışında- hangi devletin yasalarının uygulanacağını,
özellikle kanunlar çatışması çerçevesinde düzenler. Bu açıdan da
son derece önemlidir. Şimdi, özellikle Milliyetçi Hareket Partisinin temsilcisi,
devrinde bu usullerin oluşmasında sömürgeci dönemin devletlerinin
kolonici, sömürgeci yaklaşımlarının da birtakım etkileri olduğunu
ve bunları kendi vizyonları çerçevesinde etkilediklerini
ifade ettiler. Şimdi, bugün bu kanunla ilgili değerlendirmelerimizi
yaparken modernleşeceğiz, güncelleşeceğiz, güncel dünyanın sorunlarını
iyi inceleyeceğiz ve ona göre, hakikaten, mevzuatımızı oluşturacağız
yaklaşımı doğrudur. Ama, bunu, politik vizyonu
göz önünde bulundurarak yapmamız gerekmektedir. Dolayısıyla, sadece
uzman hukukçuların değil, siyasetçinin de devreye girmesi gerektiği
noktalar vardır. Biliyorsunuz, günümüz küreselleşme dönemi. Küreselleşmeyle
birlikte kişiler arasındaki ilişkilerde, devletlerin bir hukuk düzeni
içinde kalma yerine, kendi ulusal devletlerinin hukuk düzeni içinde
kalma yerine başka devletlerin ulusal hukuk düzenlerinin de uygulanmasına
olanak verecek şekilde düzenlemeye gidilmektedir bu küreselleşme
çerçevesinde. Bu küreselleşme çerçevesinde biz vatandaşımızın
haklarını en iyi koruyabilecek şekilde bu milletlerarası özel hukuku
ve usul hukukunu düzenlemek zorundayız. Birçok davada artık eskiden
mahkemelerin yetkisi varken, bugün uluslararası hakemlik organlarının
yetkisi tanınma yoluna girilmektedir ve bu bazen ekonomik olarak
bazen de hukuk bilgisinin vatandaşımızda yeterince yerleşmemiş
olmasına bağlı olarak bizim vatandaşımızı daha kaybeden konumuna
getirebilmektedir. Dolayısıyla, bu hususa dikkatinizi çekmeyi
ve bu yasada, eğer zaman olup daha iyi incelenseydi, çok daha olumlu
bir değerlendirmeye gidilebileceğini dikkatlerinize bu vesileyle
sunmak istiyorum. Birtakım teknik konular var. Sadece birisiyle ilgili
bir değişiklik önergesi verdim. O zaman göreceksiniz, hakemlikle
ilgili örneğin, bir noksanını da -en azından benim anlayışıma göre-
sizlere takdim edeceğim ve değerlendirmelerinize sunacağım. Saygılarımı sunuyorum. (DSP sıralarından alkışlar) BAŞKAN – Teşekkür ederim Sayın Pazarcı. Tasarının tümü üzerindeki görüşmeler tamamlanmıştır. KAMER GENÇ (Tunceli) – Karar yetersayısının aranmasını
istiyorum. BAŞKAN – Maddelerine geçilmesini oylarınıza sunuyorum.
Karar yetersayısı arayacağım Sayın Genç. Kabul edenler… Kabul etmeyenler… Kabul edilmiştir, karar
yetersayısı… KAMER GENÇ (Tunceli) – Karar yetersayısı yok Sayın Başkan. BAŞKAN – Sayın Genç lütfen… Karar yetersayısı vardır. Birleşime beş dakika ara veriyorum. Kapanma Saati: 18.41 ÜÇÜNCÜ OTURUM Açılma Saati: 18.50 BAŞKAN: Başkan Vekili Meral
AKŞENER KÂTİP ÜYELER : Fatoş GÜRKAN (Adana), Harun TÜFEKCİ (Konya) BAŞKAN – Sayın milletvekilleri, Türkiye Büyük Millet
Meclisinin 24’üncü Birleşiminin Üçüncü Oturumunu açıyorum. 47 sıra sayılı tasarının görüşmelerine kaldığımız
yerden devam edeceğiz. Komisyon? Burada. Hükûmet? Burada. Şimdi birinci bölümün görüşmelerine başlıyoruz. Birinci bölüm 1 ila 20’nci maddeleri kapsamaktadır. Birinci bölüm üzerinde söz isteyen, Cumhuriyet Halk Partisi
Grubu adına Afyonkarahisar Milletvekili Sayın
Halil Ünlütepe. Buyurun Sayın Ünlütepe. RAHMİ GÜNER (Ordu) – Efendim, Sayın Halil Ünlütepe yerine ben konuşacağım. BAŞKAN – Grup Başkan Vekiliniz burada mı? RAHMİ GÜNER (Ordu) – Geliyor efendim. BAŞKAN – Yetkilendirmeniz gerekiyor. Diğer gruba söz verelim. Gruplar adına ikinci söz, Milliyetçi Hareket Partisi Grubu
adına Konya Milletvekili Sayın Faruk Bal’da. Buyurun Sayın Bal. (MHP sıralarından alkışlar) MHP GRUBU ADINA FARUK BAL (Konya) – Sayın Başkan, değerli
milletvekilleri; yüce heyetinizi tekrar saygıyla selamlıyorum.
Görüşmekte olduğumuz Milletlerarası Özel Hukuk ve Usul
Hukuku Hakkında
Kanun Tasarısı’na ilişkin olmak üzere Milliyetçi Hareket Partisinin
birinci bölümle ilgili düşüncelerini açıklamak üzere huzurlarınızdayım.
Kanunun geneli üzerine yaptığım konuşmada ifade ettiğim
gibi, bu tasarı, Türkiye’nin dünyaya açılan penceresi olacaktır.
Bu tasarı kanunlaştığı takdirde Türkiye’nin hukuk dünyasında muasır
medeniyet seviyesine ulaşabilme hedefine bir adım olacaktır. Dolayısıyla,
bu tasarının yüce Meclisin elinden geldiği çerçeve içerisinde mükemmel
hâline getirilebilmesi için Milliyetçi Hareket Partisi olarak
katkılarımızı sunacağız, eleştirilerimizi yapacağız. Şimdi, bu çerçeve içerisinde dil meselesine tekrar dönmek
istiyorum. “İkametgâh” yerine “yerleşim yeri” tabirinin kullanılmış
olması, hukuk dünyasında, Türkiye’yi, tebessümle karşılanabilecek,
alaylı sözlerle eleştirilebilecek bir noktaya götürebilir. Bu bakımdan,
mutlaka bu dil meselesinin çözümlenmesi gerekmektedir. Bizim, burada,
Medeni Kanun’a değil, uluslararası sözleşmelere ve uluslararası
kabul görmüş tercümelere uygun bir kanun yapmamız gerekmektedir.
Medeni Kanun’daki “ikametgâh” yerine kaim edilmiş olan “yerleşim
yeri”nin düzeltilmesi de inşallah bu Meclise nasip olur ve bu şekilde
de yapılmış bir hata düzeltilmiş olacaktır. Değerli milletvekilleri, bu bölümde, yine ülke hukuku,
yer hukuku, hukuk ve kanun gibi farklı farklı
anlamlara gelebilecek, fakat aynı amaç için yazılmış olan, dil birliğinin
sağlanması noktasında da katkılarımızı önergelerle sürdüreceğiz.
Ancak, asıl olarak, bu bölüme, Milliyetçi Hareket Partisi Grubu adına,
iki yeni maddenin eklenmesi için önerge vereceğiz, grupların buna
desteğini talep ediyoruz. Bunlardan bir tanesi: Türk hukukunun müdahaleci kurallarının,
bu kanunun “Genel Hükümler” bölümüne uygulanabilir bir şekilde
yerleştirilmesi gerekmektedir. Gerçekten, tasarının 30’uncu maddesinde
üçüncü ülkelerin müdahaleci kurallarının, hâkimin, özellikle
Türk hâkiminin yabancı unsurlu kararlarında dikkate alacağı yazılı
olmasına rağmen, “Türk hukukun müdahaleci kuralları” yazılmış olmaması
ileride sıkıntı yaratabilir. Kanunda bulunmayan bir hâlin uygulanması
içtihada bırakılabilir, içtihatlar da zaman kaybına neden olur,
o zaman içerisindeki hak kaybının vebali de bu Meclisin üzerinde
olur. Müdahaleci kurallar, tabii ki kamu menfaatinin eş değerinde
değildir, ama hâkimin müdahalesini gerektiren Türkiye’nin yüksek
menfaatleri, ekonomik, sosyal ve siyasi açıdan dikkate alması gereken
değerler olarak anılmaktadır ve bu değerlerin uluslararası ihtilaflarda
göz ardı edilmemesi için genel hükümler çerçevesi içerisinde yeni
bir maddenin tesisi gerekmektedir. Bu maddenin de diğer maddeler
teselsül ettirilmek suretiyle kanun metninde yer alması için elimizden
gelen gayreti gösterdik ve önergeler hâlinde sunuyoruz. Bir diğer ilave edilmesi gereken madde ise geçici himaye
tedbirleridir. Geçici himaye tedbirleri bu yasada iki maddede
yer almıştır, nafakayla ilgili 18’inci maddede ve borç ifasına ilişkin
32’nci maddede yer almıştır. Yani geçici himaye tedbiri, bu iki maddede
yer aldığına göre, genel hükümler içerisinde de yazılmamış olduğuna
göre, ileride uygulayıcılar tarafından, kanun tarafından düzenlenmemiş
bir husus olarak değerlendirilebilir ve uluslararası hukukla ilgili
yabancı unsur taşıyan davalarda, ihtiyati tedbir konusunda hâkimler
tereddüde düşebilir. Bu tereddüdün izale edilmesi gerekmektedir.
İzale edilebilmesi için de kanunun tümünü kapsayan giriş bölümünde,
umumi hükümler bölümünde geçici himaye tedbirlerinin yer alması
gerekmektedir. Bu bölümde bir diğer eksik ise mirasla ilgili 19’uncu maddenin
ikinci fıkrasındadır. Mirasla ilgili 19’uncu maddenin ikinci fıkrası
mirasın açılmasını, iktisabını düzenler iken usuli
hükümleri hüküm altına, kanun hâline getirmektedir, fakat usuli hükümler kanun hâline getirilirken “hüküm”
ifadesi ya da “kural” ifadesi kullanılmış. Onun başında usuli hüküm anlamına gelen bir sıfat, bir tanımlama
yapılmadığı için usul hükmü, artı, maddi hukuku kapsar bir şekilde
algılanabilir, anlaşılabilir. Bu, zaten eski Yasa’mızda da, yani
şu anda yürürlükte olup da değiştirmek üzere bulunduğumuz Yasa’mızda
da bu şekildedir. Bu şekilde olduğu içindir ki doktrinde büyük bir tartışma
vardır. Bu tartışma halledilememiş durumdadır, işte hâl yeri burasıdır.
Yüce Meclis bir tek kelimeyi, yani “usuli”
kelimesini 19’uncu maddenin ikinci fıkrasına ilave etmek suretiyle
doktrindeki tartışma ortadan kalkmış olacaktır, doktrindeki tartışmaya
dayalı olarak farklı hukuki yorumlar ortadan kalkmış olacaktır ve
buna dayalı olarak da farklı farklı mahkeme
kararları, artık bir doğrudan hareket ederek, bir doğru kuraldan hareket
ederek hakkı makul sürede teslim edebilecek bir hâle gelecektir. Bu bölümle ilgili olmak üzere, benim yüce Meclise arz etmek
istediğim hususlar bundan ibarettir. Yüce Meclise saygıyla teşekkürlerimi
sunuyorum. (MHP sıralarından alkışlar) BAŞKAN – Teşekkür ederim Sayın Bal. Gruplar adına ikinci söz, Cumhuriyet Halk Partisi Grubu
adına Ordu Milletvekili Sayın Rahmi Güner’e
aittir. Buyurun. HAKKI SUHA OKAY (Ankara) – Yok, konuşmayacağız Sayın Başkan.
BAŞKAN – Şahısları adına söz talepleri var. Sayın Halil Ünlütepe, Afyonkarahisar Milletvekili… Sayın Suat Kılıç, Samsun Milletvekili… Sayın Azize Sibel Gönül, Kocaeli Milletvekili… Sayın Faruk Bal, Konya Milletvekili… MEHMET ŞANDIR (Mersin) – Yok efendim, konuşmayacağız. BAŞKAN – Birinci Bölüm üzerindeki görüşmeler tamamlanmıştır.
Birleşime beş dakika ara veriyorum. Kapanma Saati: 18.59 DÖRDÜNCÜ OTURUM Açılma Saati: 19.10 BAŞKAN: Başkan Vekili Meral
AKŞENER KÂTİP ÜYELER : Fatoş GÜRKAN (Adana), Harun TÜFEKCİ (Konya) BAŞKAN - Sayın milletvekilleri, Türkiye Büyük Millet Meclisinin
24’üncü Birleşiminin Dördüncü Oturumunu açıyorum. 47 sıra sayılı Tasarı’nın görüşmelerine kaldığımız yerden devam
edeceğiz. Komisyon? Yok. Ertelenmiştir. Gündemin 3’üncü sırasında yer alan, Tanık Koruma Kanunu Tasarısı
ve Adalet Komisyonu Raporu’nun görüşmelerine başlayacağız. 3.- Tanık Koruma Kanunu Tasarısı
ve Adalet Komisyonu Raporu (1/346) (S. Sayısı: 34) BAŞKAN - Komisyon? Yok. Ertelenmiştir. 4’üncü sırada yer alan, Ses ve Gaz Fişeği Atabilen Silahlar
Hakkında Kanun Tasarısı ve İçişleri Komisyonu Raporu’nun görüşmelerine
başlayacağız. 4.- Ses ve Gaz Fişeği Atabilen Silahlar
Hakkında Kanun Tasarısı ve İçişleri Komisyonu Raporu (1/437) (S. Sayısı: 54) BAŞKAN – Komisyon? Yok. Ertelenmiştir. Komisyonların bulunmayacağı anlaşıldığından, alınan karar
gereğince, sözlü soru önergeleri ile kanun tasarı ve tekliflerini sırasıyla görüşmek
için, 27 Kasım 2007 Salı günü saat 15.00’te toplanmak üzere, birleşimi
kapatıyorum. Kapanma Saati: 19.12 |
|