DÖNEM:
23 CİLT: 5 YASAMA YILI: 2 TÜRKİYE BÜYÜK MİLLET MECLİSİ TUTANAK DERGİSİ 23’üncü
Birleşim 21 Kasım 2007 Çarşamba İ Ç İ N D E K İ L
E R I. - GEÇEN TUTANAK ÖZETİ II. - GELEN KÂĞITLAR III.
- YOKLAMA IV.-
GÜNDEM DIŞI KONUŞMALAR A) Milletvekillerinin Gündem Dışı Konuşmaları 1.- Mardin Milletvekili
Gönül Bekin Şahkulubey’in, Mardin’in düşman
işgalinden kurtuluşunun 88’inci yıl dönümüne ve Öğretmenler Günü’ne
ilişkin gündem dışı konuşması 2.- Çanakkale
Milletvekili Ahmet Küçük’ün, Trakya’da yoğun ve şiddetli yağışlar
nedeniyle meydana gelen zararlara ilişkin gündem dışı konuşması
ve Bayındırlık ve İskân Bakanı Faruk Nafız Özak’ın cevabı 3.- Bursa Milletvekili
H. Hamit Homriş’in, bölücü
teröre ilişkin gündem dışı konuşması V.-
BAŞKANLIĞIN GENEL KURULA SUNUŞLARI A) Meclis Araştırması Önergeleri 1.- Bitlis Milletvekili
Vahit Kiler ve 24 milletvekilinin, uyuşturucu, alkol ve sigara bağımlılığı
ile kaçakçılığının nedenlerinin, ulaştığı boyutların, sosyal ve
ekonomik etkilerinin araştırılarak alınması gereken önlemlerin
belirlenmesi amacıyla Meclis araştırması açılmasına ilişkin önergesi
(10/51) 2.- Bitlis Milletvekili
Vahit Kiler ve 24 milletvekilinin, bal ve diğer arı ürünlerinin üretiminde
ve pazarlanmasında yaşanan sorunların araştırılarak arıcılığın
geliştirilmesi için alınması gereken önlemlerin belirlenmesi
amacıyla Meclis araştırması açılmasına ilişkin önergesi (10/52) 3.- Tekirdağ
Milletvekili Kemalettin Nalcı ve 21 milletvekilinin,
belediyelerin altyapı, katı atık ve atık su yönetimindeki sorunların
araştırılarak alınması gereken önlemlerin belirlenmesi amacıyla
Meclis araştırması açılmasına ilişkin önergesi (10/53) VI.-
KANUN TASARI VE TEKLİFLERİ İLE KOMİSYONLARDAN GELEN DİĞER İŞLER A) Kanun Tasarı ve Teklifleri 1.- Gülhane Askeri
Tıp Akademisi Kanununda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Tasarısı
ve Millî Savunma Komisyonu Raporu (1/438) (S. Sayısı: 50) 2.- Türk Silahlı
Kuvvetleri Hasta Beslenme (Besleme) Kanunu Tasarısı ve Millî Savunma
Komisyonu Raporu (1/431) (S.Sayısı: 49) 3.- Askerlik Kanunu
ile Yedek Subaylar ve Yedek Askeri Memurlar Kanununda Değişiklik
Yapılmasına Dair Kanun Tasarısı ve Millî Savunma Komisyonu Raporu
(1/436) (S. Sayısı: 51) 4.- Uluslararası
Çocuk Kaçırmanın Hukukî Veçhelerine (Yön ve Kapsamına) Dair Kanun
Tasarısı ve Adalet Komisyonu Raporu (1/315) (S. Sayısı: 33) VII.-
AÇIKLAMALAR VE SATAŞMALARA İLİŞKİN KONUŞMALAR 1.- İstanbul Milletvekili
Ömer Dinçer’in, Amasya Milletvekili Hüseyin
Ünsal’ın, konuşmasında, şahsına sataşması
nedeniyle konuşması VIII.-
SORULAR VE CEVAPLAR A) Yazılı Sorular ve Cevapları 1.- Sinop Milletvekili
Engin Altay’ın, seviye belirleme sınavı sistemine ilişkin sorusu
ve Millî Eğitim Bakanı Hüseyin Çelik’in cevabı (7/461) 2.- Bursa Milletvekili
Kemal Demirel’in, Bursa’daki bir yatılı ilköğretim bölge okulunun
eksikliklerine ilişkin sorusu ve Millî Eğitim Bakanı Hüseyin Çelik’in
cevabı (7/468) 3.- Mersin Milletvekili
Mehmet Şandır’ın, sağlık meslek liselerine
ilişkin sorusu ve Millî Eğitim Bakanı Hüseyin Çelik’in cevabı
(7/504) 4.- Zonguldak
Milletvekili Ali Koçal’ın, iptal edilen yönetmeliğe
göre atanan yöneticilere ilişkin sorusu ve Millî Eğitim Bakanı Hüseyin
Çelik’in cevabı (7/546) I.- GEÇEN TUTANAK ÖZETİ TBMM Genel Kurulu
saat 15.00’te açılarak dört oturum yaptı. İzmir
Milletvekili Şenol Bal’ın, şehit ve gazi ailelerinin sorunlarına ilişkin gündem
dışı konuşmasına, Devlet Bakanı ve Başbakan Yardımcısı Cemil Çiçek cevap verdi.
İstanbul
Milletvekili Halide İncekara, Dünya Çocuk Hakları
Günü ve 24 Kasım Öğretmenler Günü münasebetiyle, çocukların güvenli eğitim
hakkının gözetilmesine ve öğretmenlerin yetişme ve tayin şartları ile
çocuklarımızın yetişmesinde öğretmenlerin ve öğretmenlik mesleğinin önemine, Balıkesir
Milletvekili Hüseyin Pazarcı, terörle mücadele için askerî önlemler dışında
ekonomik, toplumsal ve kültürel önlemlerin de alınmasına, İlişkin gündem
dışı birer konuşma yaptılar. Edirne
Milletvekili Cemaleddin Uslu, Edirne’de meydana gelen
su taşkını ve sel felaketine, Tekirdağ
Milletvekili Enis Tütüncü, Tekirdağ ve Edirne’de meydana gelen sel felaketine, İlişkin birer
açıklamada bulundular. Manisa
Milletvekili Mustafa Enöz ve 20 milletvekilinin,
pamuk üretimindeki sorunların araştırılarak (10/48), Kütahya
Milletvekili Alim Işık ve 38 milletvekilinin, Türkçedeki
bozulma ve yabancılaşmanın araştırılarak Türk dilinin korunması ve
geliştirilmesi için (10/49), Van Milletvekili
Kayhan Türkmenoğlu ve 28 milletvekilinin, bölgesel gelişmişlik farklarının araştırılarak
dengeli gelişme için (10/50), Alınması gereken
önlemlerin belirlenmesi amacıyla Meclis araştırması açılmasına ilişkin
önergeleri Genel Kurulun bilgisine sunuldu; önergelerin gündemdeki yerlerini
alacağı ve ön görüşmelerinin sırası geldiğinde yapılacağı açıklandı. Türkiye Büyük
Millet Meclisi Başkanı Köksal Toptan’ın, Azerbaycan Millî Meclisi Başkanı Oktay
Asadov’un davetine icabet etmek üzere, beraberinde
Parlamento heyetiyle Azerbaycan Cumhuriyetine resmî ziyarette bulunmasına
ilişkin Başkanlık tezkeresi kabul edildi. Gündemin “Kanun
Tasarı ve Teklifleri ile Komisyonlardan Gelen Diğer İşler” kısmının 18, 26, 19
ve 29’uncu sıralarında yer alan 33, 47, 34 ve 54 sıra sayılı Kanun
Tasarılarının sırasıyla bu kısmın 6, 7, 8 ve 9’uncu sıralarına alınmasına ve
diğer kanun tasarı ve tekliflerinin sırasının buna göre teselsül ettirilmesine;
Genel Kurulun 20/11/2007 ve 27/11/2007 Salı günleri 15.00-23.00, 21/11/2007 ve
28/11/2007 Çarşamba ile 22/11/2007 ve 29/11/2007 Perşembe günleri 14.00-20.00
saatleri arasında çalışmasına; 20/11/2007 ve 27/11/2007 Salı günkü
birleşimlerde sözlü sorulardan sonra, diğer denetim konularının görüşülmeyerek,
kanun tasarı ve tekliflerinin görüşülmesine ve 21/11/2007 ve 28/11/2007
Çarşamba günleri sözlü soruların görüşülmemesine; 33 sıra sayılı
Uluslararası Çocuk Kaçırmanın Hukuki Veçhelerine Dair Kanun Tasarısı’nın
(1/315); 1 ila 17’nci
maddelerinin ( 17 madde) birinci bölüm, 18 ila 31’inci
maddelerinin (15 madde) ikinci bölüm (toplam 32), 34 sıra sayılı
Tanık Koruma Kanunu Tasarısı’nın; 1 ila 16’ncı
maddelerinin (16 madde) birinci bölüm, 17 ila 27’nci
maddelerinin (11 madde) ikinci bölüm (toplam 27), 47 sıra sayılı
Milletlerarası Özel Hukuk ve Usul Hukuku Hakkında Kanun Tasarısı’nın (1/337); 1 ila 20’nci
maddelerinin (20 madde) birinci bölüm, 21 ila 48’inci
maddelerinin (28 madde) ikinci bölüm, 49 ila 65’inci
maddelerinin (17 madde) üçüncü bölüm (toplam 65), İç Tüzük’ün
91’inci maddesine göre temel kanun olarak görüşülmesine; İlişkin Danışma
Kurulu önerisi, yapılan görüşmelerden sonra, kabul edildi. Gündemin “Sözlü
Sorular” kısmının: 1’inci sırasında bulunan (6/14), 2’nci “ “ (6/15), 3’üncü “ “ (6/17), 4’üncü “ “ (6/18), Esas numaralı
soru önergelerinin, üç birleşim içinde cevaplandırılmadığı için yazılı soruya
çevrilerek gündemden çıkarıldığı bildirildi; Antalya Milletvekili Tayfur Süner ve Tunceli Milletvekili Kamer Genç de görüşlerini
açıkladılar; 5 ve 20’nci
sıralarında bulunan, Tunceli Milletvekili Kamer Genç’in (6/21), (6/145), 12 ve 19’uncu
sıralarında bulunan, Antalya Milletvekili Tayfur Süner’in
(6/136), (6/144), 41’inci sırasında
bulunan, Antalya Milletvekili Hüsnü Çöllü’nün
(6/173), 46’ncı sırasında
bulunan, Kastamonu Milletvekili Mehmet Serdaroğlu’nun
(6/178), Esas numaralı
sorularına İçişleri Bakanı Beşir Atalay
cevap verdi; Tunceli Milletvekili Kamer Genç, Antalya Milletvekili Hüsnü Çöllü
ve Antalya Milletvekili Tayfur Süner de cevaplara
karşı görüşlerini açıkladılar. Gündemin “Kanun
Tasarı ve Teklifleriyle Komisyonlardan Gelen Diğer İşler” kısmının: 1’inci sırasında
bulunan, Ceza İnfaz Kurumları ve Tutukevleri İzleme Kurulları Kanununda
Değişiklik Yapılmasına İlişkin Kanun Tasarısı (1/268) (S. Sayısı: 46)
görüşmeleri tamamlanarak, 2’nci sırasında
bulunan, Askerlik Kanununda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Tasarısı ile
İstanbul Milletvekili Hasan Kemal Yardımcı’nın,
Askerlik Kanununda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Teklifi (1/441, 2/26) (S.
Sayısı: 52) yapılan görüşmelerden sonra, 3’üncü sırasında
bulunan, Gülhane Askerî Tıp Akademisi Kanununda Değişiklik Yapılmasına Dair
Kanun Tasarısı’nın (1/438) (S. Sayısı: 50) tümü üzerindeki görüşmeler
tamamlanarak maddelerine geçilmesi, Kabul edildi. Tunceli
Milletvekili Kamer Genç, Manisa Milletvekili Bülent Arınç’ın,
İstanbul
Milletvekili Ömer Dinçer, Tunceli Milletvekili Kamer
Genç’in, Konuşmalarında
şahıslarına sataştıkları iddiasıyla birer konuşma yaptılar. 21 Kasım 2007
Çarşamba günü, alınan karar gereğince saat 14.00’te toplanmak üzere, birleşime
22.57’de son verildi.
No.: 35 II.- GELEN KÂĞITLAR 21 Kasım 2007 Çarşamba Tasarılar 1.- Gülhane Askeri
Tıp Akademisi Kanunu, Harp Akademileri Kanunu, Harp Okulları Kanunu
ve Astsubay Meslek Yüksek Okulları Kanununda Değişiklik Yapılmasına
Dair Kanun Tasarısı (1/453) (Millî Eğitim, Kültür, Gençlik ve Spor ile
Millî Savunma Komisyonlarına) (Başkanlığa geliş tarihi: 8.11.2007)
2.- Gülhane Askeri
Tıp Akademisi Kanununun Bazı Maddelerinde Değişiklik Yapılmasına
Dair Kanun Tasarısı (1/454) (Millî Eğitim, Kültür, Gençlik ve Spor ile Millî Savunma Komisyonlarına) (Başkanlığa
geliş tarihi: 8.11.2007) 3.- Askeri Yasak
Bölgeler ve Güvenlik Bölgeleri Kanununda Değişiklik Yapılmasına
Dair Kanun Tasarısı (1/455) (Millî Savunma Komisyonuna) (Başkanlığa
geliş tarihi: 8.11.2007) 4.- Türkiye Cumhuriyeti
Hükümeti ile Suriye Arap Cumhuriyeti Hükümeti Arasında Karayolları
ve Köprüler ile İlgili İşbirliği Mutabakat Zaptının Onaylanmasının
Uygun Bulunduğuna Dair Kanun Tasarısı (1/456) (Bayındırlık, İmar,
Ulaştırma ve Turizm ile Dışişleri Komisyonlarına) (Başkanlığa geliş
tarihi: 8.11.2007) 5.- Yargıtay Kanununda
Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Tasarısı (1/457) (Plan ve Bütçe
ile Adalet Komisyonlarına) (Başkanlığa geliş tarihi: 8.11.2007) 6.- Türk Vatandaşlığı
Kanunu Tasarısı (1/458) (Avrupa Birliği Uyum; Adalet; Dışişleri
ile İçişleri Komisyonlarına) (Başkanlığa geliş tarihi: 8.11.2007) 7.- Er ve Erbaş
Harçlıkları Kanununda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Tasarısı
(1/459) (Plan ve Bütçe ile Millî Savunma Komisyonlarına) (Başkanlığa
geliş tarihi: 8.11.2007) 8.- Askeri Hâkimler
Kanununda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Tasarısı (1/460)
(Millî Savunma ve Adalet Komisyonlarına) (Başkanlığa geliş tarihi:
8.11.2007) 9.- Türkiye Hâkimler
ve Savcılar Birliği Kanunu Tasarısı (1/461) (Avrupa Birliği Uyum;
Anayasa ile Adalet Komisyonlarına) (Başkanlığa geliş tarihi:
8.11.2007) Teklif 1.- Manisa Milletvekili
Şahin Mengü’nün; 5510 Sayılı Sosyal Sigortalar
ve Genel Sağlık Sigortası Kanununda Değişiklik Yapılması Hakkında
Kanun Teklifi (2/64) (Sağlık, Aile, Çalışma ve Sosyal İşler ile Plan
ve Bütçe Komisyonlarına) (Başkanlığa geliş tarihi: 6.11.2007) Sözlü Soru Önergeleri 1.- Kastamonu
Milletvekili Mehmet Serdaroğlu’nun, bir
akarsuyun ıslahına ilişkin Çevre ve Orman Bakanından sözlü soru
önergesi (6/197) (Başkanlığa geliş tarihi: 9.11.2007) 2.- Kastamonu
Milletvekili Mehmet Serdaroğlu’nun, bir göletin ıslahına ilişkin Çevre ve Orman Bakanından
sözlü soru önergesi (6/198) (Başkanlığa geliş tarihi: 9.11.2007) 3.- Kastamonu
Milletvekili Mehmet Serdaroğlu’nun, Kızlaryolu Barajı projesine ilişkin Çevre ve Orman
Bakanından sözlü soru önergesi (6/199) (Başkanlığa geliş tarihi:
9.11.2007) 4.- İstanbul Milletvekili Necla Arat’ın, İstanbul’da yabancı bir üniversitenin yerleşke açtığı haberlerine ilişkin Millî Eğitim
Bakanından sözlü soru önergesi (6/200) (Başkanlığa geliş tarihi:
9.11.2007) 5.- İstanbul Milletvekili Necla Arat’ın, miras hukukunda yapılacağı iddia edilen
bir değişikliğe ilişkin Devlet Bakanından (Nimet Çubukçu) sözlü soru
önergesi (6/201) (Başkanlığa geliş tarihi: 9.11.2007) 6.- İstanbul Milletvekili Necla Arat’ın, Camiler Haftası nedeniyle yayınlandığı
iddia edilen genelgeye ilişkin Millî Eğitim Bakanından sözlü soru
önergesi (6/202) (Başkanlığa geliş tarihi: 9.11.2007) 7.- İstanbul Milletvekili Necla Arat’ın, bir kongrede açıklanan görüşe tepki verilip
verilmediğine ilişkin Millî Eğitim Bakanından sözlü soru önergesi
(6/203) (Başkanlığa geliş tarihi: 9.11.2007) 8.- İstanbul Milletvekili Necla Arat’ın, bir kongrede açıklanan görüşe tepki verilip
verilmediğine ilişkin Devlet Bakanından (Nimet Çubukçu) sözlü soru
önergesi (6/204) (Başkanlığa geliş tarihi: 9.11.2007) 9.- Gaziantep Milletvekili Yaşar Ağyüz’ün, hububat destekleme primleri ödemesine
ilişkin Tarım ve Köyişleri Bakanından sözlü
soru önergesi (6/205) (Başkanlığa geliş tarihi: 9.11.2007) 10.- Ardahan Milletvekili Ensar
Öğüt’ün, bazı köy okullarının sorunlarına ilişkin Millî Eğitim Bakanından
sözlü soru önergesi (6/206) (Başkanlığa geliş tarihi: 9.11.2007) 11.- Ardahan Milletvekili Ensar
Öğüt’ün, bazı köy okullarının sorunlarına ilişkin Millî Eğitim Bakanından
sözlü soru önergesi (6/207) (Başkanlığa geliş tarihi: 9.11.2007) 12.- Ardahan Milletvekili Ensar
Öğüt’ün, bazı köy okullarının sorunlarına ilişkin Millî Eğitim Bakanından
sözlü soru önergesi (6/208) (Başkanlığa geliş tarihi: 9.11.2007) 13.- Ardahan Milletvekili Ensar
Öğüt’ün, bazı köy okullarının sorunlarına ilişkin Millî Eğitim Bakanından
sözlü soru önergesi (6/209) (Başkanlığa geliş tarihi: 9.11.2007) 14.- Ardahan Milletvekili Ensar
Öğüt’ün, bazı köy okullarının sorunlarına ilişkin Millî Eğitim Bakanından
sözlü soru önergesi (6/210) (Başkanlığa geliş tarihi: 9.11.2007) 15.- Ardahan Milletvekili Ensar
Öğüt’ün, bazı köy okullarının sorunlarına ilişkin Millî Eğitim Bakanından
sözlü soru önergesi (6/211) (Başkanlığa geliş tarihi: 9.11.2007) 16.- Ardahan Milletvekili Ensar
Öğüt’ün, bazı köy okullarının sorunlarına ilişkin Millî Eğitim Bakanından
sözlü soru önergesi (6/212) (Başkanlığa geliş tarihi: 9.11.2007) 17.- Ardahan Milletvekili Ensar
Öğüt’ün, bazı köy okullarının sorunlarına ilişkin Millî Eğitim Bakanından
sözlü soru önergesi (6/213) (Başkanlığa geliş tarihi: 9.11.2007) 18.- Ardahan Milletvekili Ensar
Öğüt’ün, bazı köy okullarının sorunlarına ilişkin Millî Eğitim Bakanından
sözlü soru önergesi (6/214) (Başkanlığa geliş tarihi: 9.11.2007) 19.- Ardahan Milletvekili Ensar
Öğüt’ün, bir köy okulunun lojman ihtiyacına ilişkin Millî Eğitim Bakanından
sözlü soru önergesi (6/215) (Başkanlığa geliş tarihi: 9.11.2007) 20.- Ardahan Milletvekili Ensar
Öğüt’ün, bazı köy okullarının sorunlarına ilişkin Millî Eğitim Bakanından
sözlü soru önergesi (6/216) (Başkanlığa geliş tarihi: 9.11.2007) 21.- Ardahan Milletvekili Ensar
Öğüt’ün, bazı köy okullarının sorunlarına ilişkin Millî Eğitim Bakanından
sözlü soru önergesi (6/217) (Başkanlığa geliş tarihi: 9.11.2007) 22.- Ardahan Milletvekili Ensar
Öğüt’ün, bir köy okulunun sorunlarına ilişkin Millî Eğitim Bakanından
sözlü soru önergesi (6/218) (Başkanlığa geliş tarihi: 9.11.2007) 23.- Ardahan Milletvekili Ensar
Öğüt’ün, bir köy okulunun sorunlarına ilişkin Millî Eğitim Bakanından
sözlü soru önergesi (6/219) (Başkanlığa geliş tarihi: 9.11.2007) 24.- Ardahan Milletvekili Ensar
Öğüt’ün, bir köy okulunun sorunlarına ilişkin Millî Eğitim Bakanından
sözlü soru önergesi (6/220) (Başkanlığa geliş tarihi: 9.11.2007) 25.- Ardahan Milletvekili Ensar
Öğüt’ün, bir köy okulunun bakım ve onarımına ilişkin Millî Eğitim Bakanından
sözlü soru önergesi (6/221) (Başkanlığa geliş tarihi: 9.11.2007) 26.- Ardahan Milletvekili Ensar
Öğüt’ün, bir köy okulunun bakım ve onarımına ilişkin Millî Eğitim Bakanından
sözlü soru önergesi (6/222) (Başkanlığa geliş tarihi: 9.11.2007) 27.- Ardahan Milletvekili Ensar
Öğüt’ün, bir köy okulunun sorunlarına ilişkin Millî Eğitim Bakanından
sözlü soru önergesi (6/223) (Başkanlığa geliş tarihi: 9.11.2007) 28.- Ardahan Milletvekili Ensar
Öğüt’ün, bir köy okulunun öğretmen ihtiyacına ilişkin Millî Eğitim
Bakanından sözlü soru önergesi (6/224) (Başkanlığa geliş tarihi:
9.11.2007) 29.- Ardahan Milletvekili Ensar
Öğüt’ün, bir köy okulu lojmanının onarımına ilişkin Millî Eğitim Bakanından
sözlü soru önergesi (6/225) (Başkanlığa geliş tarihi: 9.11.2007) 30.- Ardahan Milletvekili Ensar
Öğüt’ün, bir köy okulunun öğretmen ihtiyacına ilişkin Millî Eğitim Bakanından
sözlü soru önergesi (6/226) (Başkanlığa geliş tarihi: 9.11.2007) 31.- Ardahan Milletvekili Ensar
Öğüt’ün, bir köy okulunun sorunlarına ilişkin Millî Eğitim Bakanından
sözlü soru önergesi (6/227) (Başkanlığa geliş tarihi: 9.11.2007) 32.- Manisa Milletvvekili
Mustafa Enöz’ün, Yeşilkavak
Barajı projesine ilişkin Çevre ve Orman Bakanından sözlü soru önergesi
(6/228) (Başkanlığa geliş tarihi: 9.11.2007) 33.- Manisa Milletvvekili
Mustafa Enöz’ün, Gördes Barajı projesine
ilişkin Çevre ve Orman Bakanından sözlü soru önergesi (6/229) (Başkanlığa
geliş tarihi: 9.11.2007) Yazılı Soru Önergeleri 1.- Hatay Milletvekili Süleyman Turan
Çirkin’in, sosyal güvenlik alanında yeni düzenlemeler yapılıp yapılmayacağına
ilişkin Başbakandan yazılı soru önergesi (7/757) (Başkanlığa geliş
tarihi: 9.11.2007) 2.- Hatay Milletvekili Süleyman Turan
Çirkin’in, Barzani ve Talabani’nin Türk vatandaşı olup olmadığına
ilişkin Başbakandan yazılı soru önergesi (7/758) (Başkanlığa geliş
tarihi: 9.11.2007) 3.- İstanbul Milletvekili Fatma Nur Serter’in, yabancı bir üniversitenin İstanbul’da
kampüs açmasına ilişkin Başbakandan yazılı
soru önergesi (7/759) (Başkanlığa geliş tarihi: 9.11.2007) 4.- İzmir Milletvekili Canan Arıtman’ın, terör örgütünün kullandığı silahların
ait olduğu ülkelere yönelik girişimlere ilişkin Başbakandan yazılı
soru önergesi (7/760) (Başkanlığa geliş tarihi: 9.11.2007) 5.- İzmir Milletvekili Canan Arıtman’ın, şehit ve gazilere ilişkin Başbakandan
yazılı soru önergesi (7/761) (Başkanlığa geliş tarihi: 9.11.2007) 6.- İzmir Milletvekili Bülent Baratalı’nın, RTÜK’ün ceza
verdiği kanal ve programlara ilişkin Başbakandan yazılı soru önergesi
(7/762) (Başkanlığa geliş tarihi: 9.11.2007) 7.- İzmir Milletvekili Ahmet Ersin’in, Devlet Şeref Madalyasının verilme yöntemine
ilişkin Başbakandan yazılı soru önergesi (7/763) (Başkanlığa geliş
tarihi: 9.11.2007) 8.- Kocaeli Milletvekili Hikmet Erenkaya’nın TOKİ konutlarına ve imar planı tadilatlarına
ilişkin Başbakandan yazılı soru önergesi (7/764) (Başkanlığa geliş
tarihi: 9.11.2007) 9.- İzmir Milletvekili Mehmet Ali Susam’ın,
zabıta memurlarına fiili hizmet zammı verilmesine ilişkin Çalışma
ve Sosyal Güvenlik Bakanından yazılı soru önergesi (7/765) (Başkanlığa
geliş tarihi: 9.11.2007) 10.- Ankara Milletvekili Yılmaz Ateş’in,
İşsizlik Sigortası Fonuna ilişkin Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanından
yazılı soru önergesi (7/766) (Başkanlığa geliş tarihi: 9.11.2007) 11.- Antalya Milletvekili Hüsnü Çöllü’nün, Antalya’daki bir parkın revizyon projesine
ilişkin İçişleri Bakanından yazılı soru önergesi (7/767) (Başkanlığa
geliş tarihi: 9.11.2007) 12.- Giresun Milletvekili Murat Özkan’ın,
kamu araçlarının egzos emisyonlarının ölçümüne
ilişkin İçişleri Bakanından yazılı soru önergesi (7/768) (Başkanlığa
geliş tarihi: 9.11.2007) 13.- Ardahan Milletvekili Ensar
Öğüt’ün, gazi ve şehit çocuklarının eğitimlerine ilişkin Millî Eğitim
Bakanından yazılı soru önergesi (7/769) (Başkanlığa geliş tarihi:
9.11.2007) 14.- İzmir Milletvekili Bülent Baratalı’nın, iller arası görevlendirme yapılan
öğretmenlere ilişkin Millî Eğitim Bakanından yazılı soru önergesi
(7/770) (Başkanlığa geliş tarihi: 9.11.2007) 15.- İstanbul Milletvekili Fatma Nur Serter’in, ders ve yardımcı ders kitaplarına ilişkin
Millî Eğitim Bakanından yazılı soru önergesi (7/771) (Başkanlığa geliş
tarihi: 9.11.2007) 16.- Hatay Milletvekili Süleyman Turan Çirkin’in,
hayvancılıktaki kayıt sistemine ilişkin Tarım ve Köyişleri
Bakanından yazılı soru önergesi (7/772) (Başkanlığa geliş tarihi:
9.11.2007) 17.- Mersin Milletvekili Mehmet Şandır’ın, Mersin’deki dolu afetinden oluşan hasarın
tespitine ilişkin Tarım ve Köyişleri Bakanından
yazılı soru önergesi (7/773) (Başkanlığa geliş tarihi: 9.11.2007) 18.- Hatay Milletvekili Süleyman Turan Çirkin’in,
TRT yönetimiyle ilgili bazı iddialara ilişkin Devlet Bakanından
(Mehmet Aydın) yazılı soru önergesi (7/774) (Başkanlığa geliş tarihi:
9.11.2007) 19.- Hatay Milletvekili Süleyman Turan Çirkin’in,
Türk-Yunan AB Alt Komitesinin faaliyetlerine ilişkin Dışişleri
Bakanından yazılı soru önergesi (7/775) (Başkanlığa geliş tarihi:
9.11.2007) 20.- Trabzon Milletvekili Süleyman Latif Yunusoğlu’nun
Trabzon’da bir derivasyon tüneli ihtiyacına
ilişkin Ulaştırma Bakanından yazılı soru önergesi (7/776) (Başkanlığa
geliş tarihi: 9.11.2007) 21.- Muğla Milletvekili Metin Ergun’un, Yatağan İlçesinin adliye binası ihtiyacına
ilişkin Adalet Bakanından yazılı soru önergesi (7/777) (Başkanlığa
geliş tarihi: 9.11.2007) 22.- İzmir Milletvekili Ahmet Kenan Tanrıkulu’nun, vergilerdeki kayıp ve kaçağa
ilişkin Maliye Bakanından yazılı soru önergesi (7/778) (Başkanlığa
geliş tarihi: 9.11.2007) 23.- Adana Milletvekili Tacidar
Seyhan’ın, Bakü-Tiflis-Ceyhan boru hattının
maliyetine ilişkin Enerji ve Tabiî Kaynaklar Bakanından yazılı soru
önergesi (7/779) (Başkanlığa geliş tarihi: 9.11.2007) Meclis Araştırması Önergeleri 1.- Bitlis Milletvekili Vahit Kiler ve 24
Milletvekilinin, uyuşturucu, alkol ve sigara bağımlılığı ile kaçakçılığının
nedenlerinin, ulaştığı boyutların, sosyal ve ekonomik etkilerinin
araştırılarak alınması gereken önlemlerin belirlenmesi amacıyla
Anayasanın 98 inci, İçtüzüğün 104 ve 105 inci maddeleri uyarınca
bir Meclis araştırması açılmasına ilişkin önergesi (10/51) (Başkanlığa
geliş tarihi: 15.11.2007) 2.- Bitlis Milletvekili Vahit Kiler ve 23
Milletvekilinin, bal ve diğer arı ürünlerinin üretiminde ve pazarlanmasında
yaşanan sorunların araştırılarak arıcılığın geliştirilmesi
için alınması gereken önlemlerin belirlenmesi amacıyla Anayasanın
98 inci, İçtüzüğün 104 ve 105 inci maddeleri uyarınca bir Meclis araştırması
açılmasına ilişkin önergesi (10/52) (Başkanlığa geliş tarihi:
15.11.2007) 3.- Tekirdağ Milletvekili Kemalettin Nalcı ve 21 Milletvekilinin, belediyelerin
altyapı, katı atık ve atık su yönetimindeki sorunların araştırılarak
alınması gereken önlemlerin belirlenmesi amacıyla Anayasanın 98
inci, İçtüzüğün 104 ve 105 inci maddeleri uyarınca bir Meclis araştırması
açılmasına ilişkin önergesi (10/53) (Başkanlığa geliş tarihi:
15.11.2007) 21 Kasım 2007 Çarşamba BİRİNCİ OTURUM Açılma Saati: 14.03 BAŞKAN: Başkan Vekili Meral AKŞENER KÂTİP ÜYELER : Fatoş GÜRKAN
(Adana), Harun TÜFEKCİ (Konya) BAŞKAN – Türkiye
Büyük Millet Meclisinin 23’üncü Birleşimini açıyorum. III.- YOKLAMA BAŞKAN – Elektronik
cihazla yoklama yapacağız. Yoklama için
beş dakika süre vereceğim. Sayın milletvekillerinin oy düğmelerine
basarak salonda bulunduklarını bildirmelerini, bu süre içerisinde
elektronik sisteme giremeyen milletvekillerinin salonda hazır
bulunan teknik personelden yardım istemelerini, buna rağmen sisteme
giremeyen üyelerin ise yoklama pusulalarını görevli personel
aracılığıyla beş dakikalık süre içerisinde Başkanlığa ulaştırmalarını
rica ediyorum. Yoklama işlemini
başlatıyorum. (Elektronik cihazla
yoklama yapıldı) BAŞKAN – Toplantı
yeter sayısı vardır, görüşmelere başlıyoruz. Gündeme geçmeden önce üç sayın milletvekiline gündem dışı
söz vereceğim. Gündem dışı ilk
söz, Mardin’in Kurtuluş Günü münasebetiyle söz isteyen Mardin Milletvekili
Gönül Bekin Şahkulubey’e aittir. Buyurun Sayın Şahkulubey. (AK Parti sıralarından alkışlar) Süreniz beş dakika. IV.- GÜNDEM DIŞI KONUŞMALAR A) Milletvekillerinin Gündem
Dışı Konuşmaları 1.- Mardin Milletvekili Gönül Bekin Şahkulubey’in, Mardin’in düşman işgalinden kurtuluşunun
88’inci yıl dönümüne ve Öğretmenler Günü’ne ilişkin gündem dışı konuşması GÖNÜL BEKİN ŞAHKULUBEY
(Mardin) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; Mardin’in düşman
işgalinden kurtuluşunun 88’inci yılı nedeniyle gündem dışı söz almış
bulunuyorum. Bu vesileyle, yüce heyetinizi saygıyla selamlıyorum. Yaklaşık yedi
bin yıllık bir tarihî mirasın sahibi olan Mardin, Subarilerden
Perslere, Sümerlerden Romalılara, Hititlerden Artuklulara,
Araplardan Selçuklulara, Akatlardan Osmanlılara
birçok devletin egemenliğine girmiştir. Bu kadar farklı kültürlerin
egemenliğini yaşaya yaşaya, farklı etnik yapıya
rağmen -Müslüman’ı, Hristiyan’ı, Yahudi’si,
Süryani’si, Yezidi’si- herkes birbirine dostça bakmayı öğrenmiş… MUHARREM İNCE
(Yalova) - AKP’liler kendi arkadaşlarını
dinlemiyorlar, saygısızlık yapıyorlar. BAŞKAN – Sayın
milletvekilleri, hatibi dinlerseniz faydalı olacak diye düşünüyorum. GÖNÜL BEKİN ŞAHKULUBEY
(Devamla) - …ve geçmişiyle geleceğiyle, farklı kültürlerin yarattığı
hoşgörüyle, dünyaya örnek bir şehir olmuştur. Bu hoşgörü ortamının
oluşturduğu birliktelik ile bağımsız vatan kararlılığını, düşmana
tek silah sıkmadan, onurlu duruşlarıyla ortaya koyan Mardinliler,
şehri işgale hazırlanan düşman kuvvetlerine topluca saldırı ruh
hâlini en güzel şekilde yansıtmışlardır. Bu ruh hâli ve yürekli tavır
neticesinde, silaha sarılmadan şehrin işgal kuvvetlerinin eline
geçmesine engel olmuşlardır. Sayın Başkan,
değerli milletvekilleri; medeniyetler beşiği olan Mardin, birçok
sosyal ve kültürel zenginliğe sahiptir. Buna rağmen, ilimizde yıllardır
az gelişmişliğin getirdiği sorunların üstesinden gelinememiştir.
Kalkınmanın önündeki sorunların üstesinden gelebilmek için, demokratikleşme,
insani gelişme, sermaye birikimi, adaletli bölüşüm, istikrar ve
sürdürülebilirlik sorunlarının üstesinden gelmek gerekmektedir.
AK Parti Hükûmetleri döneminde Güneydoğu Anadolu
Bölgesi halkının gelir düzeyi ve hayat standardını yükselterek bu
bölge ile diğer bölgeler arasındaki gelişmişlik farkını ortadan
kaldırmaya yönelik gerçekleştirilen sosyal, ekonomik ve siyasal
açılımların doğru olduğu, geçtiğimiz seçimlerde,
vatandaşlarımızın partimize olan teveccühü ile tescil edilmiştir.
Mardin’de yıllardan
beri süren ve geçmiş dönemlerde çözüme kavuşturulamayan içme suyu
problemi, AK Parti Hükûmetinin 2005’te başlattığı
Beyaz Su Projesi’nin çok yakında tamamlanmasıyla son bulacaktır. Mardin, farklılıkları,
zenginlikleri kabul eden çoğulcu kültürel yapısı, binlerce yıllık
tarihe tanıklığı, farklı mimari tarzı, etnografik,
arkeolojik ve görsel değerleriyle dünya kültür mirasının en önemli,
aynı zamanda Türkiye’de kültür turizminin de marka şehirlerinden
biridir. Bunca tarihsel ve kültürel mirasa, Süryaniliğin önemli
bir merkezi olmasına, ayrıca yatırım teşviklerinden de yararlanmasına
rağmen, bu marka şehir, bu hoşgörü ortamı gerek bölgede yaşanan terör
hadiseleri ve gerekse AK Partiden önceki dönemlerdeki ihmaller
yüzünden turizmde hak ettiği payı alamamıştır. 13’üncü ve 14’üncü
yüzyıllarda altı tane üniversitesiyle bir bilim ve kültür şehri
olan Mardin, AK Parti İktidarıyla yeniden üniversiteye kavuşmuştur.
Önceliklerimiz arasında üniversite binalarının yapımı yanında,
Mardin’e gelerek üniversite eğitimi alacak öğrencilerin sosyokültürel
ihtiyaçlarını karşılamaya yönelik yatırımların yapılması vardır.
Hem üniversitenin hem de diğer yatırımların yapılmasında özel sektörün
katkısını da beklemekteyiz. Sayın Başkan,
değerli milletvekilleri; ülkemizin güneydoğusunda yer alan Mardin,
uluslararası ulaşım ağı üzerinde bulunması ve özellikle de Suriye
ve Irak’a bağlantısı nedeniyle kara yolu açısından çok önemli bir
konum sergilemektedir. Nusaybin’de kurulacak olan gümrük kapısının
açılmasıyla birlikte sahip olduğu bu özellikler, gerek yurt için pazar
açısından ve gerekse ihracat imkânları açısından Mardin’e avantaj
sağlayacaktır. Bugün, ülkemizin
içinde bulunduğu en büyük sorun işsizliktir. Mardin’de de bu sorun
derinlemesine yaşanmaktadır. Engelli vatandaşlarımızın istihdamında
yaşanan güçlükler işsizlik sorununun bir yönünü oluşturmaktadır.
Çünkü Mardin’de engelli vatandaşlarımızın diğer illere oranla
oranı daha fazladır. Birikmiş sorunların üstesinden bir çırpıda
gelme imkânı yoktur, ancak AK Parti durmaksızın yoluna devam edecek
ve sorunların üstesinden tek tek gelecektir,
mağdurun, mahrumun ve mazlumun hakkını koruyacak, yolsuzluk ve yoksulluk
ve yasaklarla mücadeleye devam edecektir. İlimizi de kapsayan Güneydoğu
Anadolu Projesi, sanayinin gelişmesine, sosyal gelişmeye, altyapıya,
tarımsal, çevresel ve kültürel faaliyetlere ilişkin çalışmalar
ve uluslararası ilişkilerle entegre bir proje olup, Türkiye’nin
en önemli projelerinden biridir. Proje gerçekleşme oranı arttıkça
işsizlik azalacak, üretim artacak ve bölge önemli bir merkez hâline
gelecektir. Hükûmetimiz, bu projeye ayırdığı ödeneği her geçen yıl artırmaktadır. (Mikrofon otomatik
cihaz tarafından kapatıldı) BAŞKAN – Sayın
Hatip, bir dakika ek süre veriyorum. Lütfen sözlerinizi tamamlayın. GÖNÜL BEKİN ŞAHKULUBEY
(Devamla) – Teşekkürler Başkanım. Sayın Başkan,
değerli milletvekilleri; sözlerime son verirken, değerli öğretmenlerimizin
cumartesi günü kutlanacak olan Öğretmenler Günü’nü şimdiden tebrik
ediyorum. Dünyada yaşanan dönüşümlerin gerisinde kalmamak, yenilikleri
izleyen değil yeniliklere yön veren bir ülke durumuna gelebilmek
için özveriyle çalışan, hepimizin üzerinde emeği olan, dünyanın en
saygıdeğer bireyleri öğretmenlerimize sevgi ve hürmetlerimi
iletiyorum. Bu vesileyle,
tüm hemşehrilerimin kurtuluş gününü kutluyor,
hepinizi saygıyla selamlıyorum. (AK Parti sıralarından alkışlar)
BAŞKAN – Teşekkür
ederim Sayın Şahkulubey. Gündem dışı
ikinci söz, Trakya bölgesi ve Gelibolu Yarımadası’nda yoğun şiddetli
yağışlar nedeniyle meydana gelen zararlar hakkında söz isteyen Çanakkale
Milletvekili Ahmet Küçük’e aittir. Buyurun Sayın
Küçük. (CHP sıralarından alkışlar) 2.- Çanakkale Milletvekili Ahmet Küçük’ün, Trakya’da
yoğun ve şiddetli yağışlar nedeniyle meydana gelen zararlara ilişkin
gündem dışı konuşması ve Bayındırlık ve İskân Bakanı Faruk Nafız Özak’ın cevabı AHMET KÜÇÜK (Çanakkale)
– Sayın Başkan, değerli milletvekili arkadaşlarım; Trakya bölgesinde
16 Kasım gece saat iki buçukta başlayan yoğun yağışların Tekirdağ,
Edirne ve ilçeleri ve Gelibolu Yarımadası’nda meydana getirdiği
zararlarla ilgili sıkıntıları dile getirmek üzere söz almış bulunuyorum.
Bu vesileyle, yüce Meclisi saygıyla selamlıyorum. Ayrıca, ben de
bu vesileyle, 24 Kasım Öğretmenler Günü’nü, hepimizin çok şey borçlu
olduğumuz öğretmenlerimizin Öğretmenler Günü’nü saygıyla kutluyorum. Değerli arkadaşlarım,
Trakya bölgesi, biliyorsunuz, yurdumuzun en önemli bölgelerinden
biri, en büyük katma değeri ülkemize kazandıran ve tarım potansiyelinin
çok yüksek olduğu ve ülkemizin sorunsuz insanlarının yaşadığı
bir bölge. Bu yağışlar sırasında Tekirdağ, Edirne ve Gelibolu Yarımadası
çok yoğun bir şekilde etkilenmiştir. Tekirdağ’da 100 bin dekarın
üzerinde arazi sular altında kalmış ve 600 milyarın üzerinde -ilk
tespitlere göre- bir zarar meydana gelmiştir. Gene, üç yüz civarında
ev ve iş yeri su altında kalmış, tahminen -ilk tespitlere göre- 300
milyarın üzerinde zarar meydana gelmiştir. Gene, Tekirdağ Belediyesi,
Sultanköy beldesi ve Marmara Ereğlisi Belediyesi’nin altyapı sistemleri çökmüş
ve bu belediyelerimizde, 5 trilyonu geçen, altyapıyla ilgili çok
önemli sıkıntılar ortaya çıkmıştır. Değerli arkadaşlarım,
çiftçilerimiz büyük zarar görmüş, halkımız mağdur olmuştur. Edirne’de,
bu sıkıntı zaten alışılagelmiş
bir sıkıntı hâline gelmiş. Geçen yıl da bölgede, Edirne’de, bildiğimiz
gibi yoğun yağışlar, özellikle Bulgaristan’dan ve Yunanistan’dan
gelen sularla birlikte, Arda ve Tunca birleşerek Meriç’i oluşturmuş
ve bu bölgede sürekli taşkınlara yol açmış ve bu taşkınlar sonucunda
Edirne Merkez Karaağaç Mahallesi başta olmak üzere İpsala, Uzunköprü
ilçelerimizde çok yoğun mal ve can kayıpları oluşmuştur. Ben bu vesileyle,
gene, Tekirdağ’da kaybettiğimiz yurttaşımıza başsağlığı diliyor,
bu felaketten zarar görmüş tüm Trakyalı hemşehrilerimi
geçmiş olsun dileklerimle selamlıyorum. Değerli arkadaşlarım,
bu sıkıntıların sebebinin, bölgeye akarsu rejimini düzenlemek
üzere yapılması gereken barajların yapılmamasının, geciktirilmesinin
esas sebep olduğunu hepimiz biliyoruz. Bildiğimiz gibi, Suakacağı Barajı, Çakmak Barajı ve Hamzabey Barajlarının yapılması sürekli geciktirilerek,
bölgede akarsu rejimi bir türlü sağlanamamakta ve bu felaketlerin
önü de kesilememektedir ve bölgeye bereket getirmesi gereken ve
bölgenin bereketi olan Arda, Tunca, Meriç ve Ergene Nehirleri, maalesef,
zaman zaman böyle felaketlerin önünü açmakta,
bölge halkını huzursuz ve mutsuz etmektedir. Değerli arkadaşlarım,
Gelibolu’da da Çokal, Bayramiç, Kocaçeşme,
Süleymaniye köyleri, Kalealtı
köyü, Evreşe, Kavak köy yörelerinde Çokal Barajının
bitmemiş olması ve bölgede akarsu rejimini sağlayamaması nedeniyle
gene büyük zararlara yol açan sel afeti oluşmuş ve bölgede 30 bin dönümü
geçkin arazi sular altında kalmış ve çok önemli mal kayıpları ortaya
çıkmıştır, can kaybının olmaması en büyük tesellimizdir. Değerli arkadaşlarım,
Çokal Barajı, tarihî Gelibolu Yarımadası’na hayat verecek olan
ve sekiz dokuz bin hektar civarında araziyi sulayacak olan ve bölgede
yaşam kalitesini artıracak olan çok önemli bir baraj olmasına rağmen,
ihalenin üzerinden on yıl geçmesine rağmen
hâlâ yüzde 60’lar seviyesindedir bu baraj ve bir türlü yeterli ödenekler
aktarılamadığı için, yeterli ödenekler verilemediği için bu barajla
refaha ulaşacak olan halk, korku ve panik içinde yaşamaktadır ve her
yağmurda böyle birtakım sıkıntılar ortaya çıkmakta ve sonuçta bölge
halkı mutsuz olmaktadır. Hükûmetimizin, daha önce de
ifade ettiğim gibi, öncelikle Bulgaristan’la birlikte yapılacak
Suakacağı Barajı ve Çakmak, Hamzabey Barajlarının yapımıyla ilgili gerekli
tedbirleri alması ve yatırım programı içerisinde bunu hâlletmesi
kesin durumdadır. Çokal Barajı’nın da süratle bitirilmesi gerekmektedir.
Çünkü Çokal Barajı, hem, dediğim gibi, tarihî Gelibolu Yarımadası’nda
tarım potansiyelini artıracağı, ürün çeşitliliği yaratacağı
ve gelirleri artıracağı gibi, aynı zamanda Saroz
bölgesine, Gelibolu bölgesine, birçok yerleşim birimine de su temin
edeceğinden bölge yaşamını çok olumlu şekilde etkileyecektir. Bakın, bu Çokal
Barajı’nın bölgesi değiştirildi, daha önce Balıkesir bölgesindeydi,
Edirne bölgesine alındı. Birtakım tepkiler ortaya çıkmıştı o zaman
Gelibolu’da ve bu tepkileri önlemek adına Hükûmet… (Mikrofon otomatik
cihaz tarafından kapatıldı) BAŞKAN – Bir dakika
ekliyorum Sayın Küçük. AHMET KÜÇÜK (Devamla)
- O zaman, DSİ yetkilileri Edirne bölgesinde yatırımın az olduğunu,
Çokal Barajı’na daha çok ödenek verileceğini ve böylelikle barajın
daha çabuk bitirileceğini söylemişlerdi, ama maalesef bu konuda
gerekli ödenekler verilmemektedir. Çokal Barajı, yüzde 60-65’ler
seviyesindedir ve derhâl 30-40 trilyonluk bir kaynak aktarılarak baraj
gövdesinin bitirilip su tutulması hâlinde bu olumsuzluklar bitecek
ve bölgenin yaşamına olumlu bir şekilde katkı vermeye devam edecektir.
Bu konuyu ben, defalarca gerek Meclis kürsüsünde gerek Plan ve Bütçe
Komisyonunda dile getirdim, özelliğini anlattım, barajın bölgenin
yaşamı için ne kadar önemli olduğunu anlattım, ama maalesef Hükûmeti bu konuda daha dikkatli olması, gerekenleri
yapma konusunda ikna edemedik. Değerli arkadaşlarım,
bu nehirler , bölgenin felaketinin değil bereketinin adı olmalıdır,
bereket getirmelidir, ama bu, ancak, alınacak tedbirlerle, yapılacak
yatırımlarla olur. Ben, Hükûmeti, ülkenin her tarafına eşit davranmaya, ülkenin
her noktasındaki sıkıntılarını giderme konusunda dikkatli ve gerekeni
yapmaya davet ediyorum. Bölgenin batısında yaşayan, Trakya’sında
yaşayan insanlarımızın buna hakkı vardır. Teşekkür ederim.
(CHP sıralarından alkışlar) BAŞKAN – Teşekkür
ederim Sayın Küçük. Hükûmet adına Bayındırlık
ve İskân Bakanı Faruk Özak cevap verecektir. Buyurun Sayın Özak. (AK Parti sıralarından alkışlar) BAYINDIRLIK VE
İSKÂN BAKANI FARUK NAFIZ ÖZAK (Trabzon) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri;
Çanakkale Milletvekilimiz Ahmet Küçük Bey’in, son sel felaketleriyle
ilgili konuşması üzerine söz almış bulunmaktayım. Bu vesileyle
hepinizi saygıyla selamlıyorum. Evvela son cümlesinden
başlamak istiyorum Ahmet Bey’in. Adalet ve Kalkınma Partisinin Kuruluş
Bildirgesi’nde, Acil Eylem Planı’nda yazıldığı gibi “İnsanı yaşat
ki devlet yaşasın.” felsefesini benimsemiş bir partiyiz. Biz, adaletle
ve kalkınmayla bu ülkenin performansını artırmayı düşünen bir partiyiz.
Bize rey vermeyenlerin de partisiyiz. Bizim anlayışımız budur. İller Bankasıyla
ilgili bir misal vereyim. 2000’li yıllarda, yani 2002’den evvel, İller
Bankamızdan belediyelerimizin şu şikâyetleri vardı ve büyük adaletsizlikler
vardı. İktidar hangi partidense, o partiden olan belediye başkanları
payları alabiliyordu, diğerleri alamıyordu ve bu, mahkemeye verildi.
Bizim önümüze geldi. 100 trilyona yakın bir rakam… Bugün o haksızlığa
uğramış belediyeler bizden para istiyorlar. Şunu söylemek lazım:
Ülkenin her metrekaresi bizim için kutsaldır, her metrekarede yaşayan
insan saygıdeğerdir. Bunu nerede görüyoruz? Bunu şurada görüyoruz,
sanırım Ahmet Bey de görmüştür: Türkiye’nin her metrekaresinde,
her tarafında Adalet ve Kalkınma Partisi, bir il hariç, milletvekili
çıkarabilmiştir, barajın üstündedir, oralarda miting yapabilmiştir
ve milletimizin teveccühüne layık olabilmiştir. O bakımdan, bizim
zaten düşüncemiz budur. Onu söylememiz gerekiyor. Bizim, Bayındırlık
Bakanı olarak en çok eleştirildiğim taraf, geçmişte bu haksızlık… MUHARREM İNCE
(Yalova) – Sayın Bakan, biz selden bahsediyoruz, siz milletvekili
çıkarmaktan bahsediyorsunuz. BAYINDIRLIK VE
İSKÂN BAKANI FARUK NAFIZ ÖZAK (Devamla) – Hayır, ondan dolayı milletvekili
çıkardık, ondan dolayı. Adaletli davrandığımız için, herkese sarıldığımız
için, herkesi kucakladığımız için çıkardık. BAŞKAN – Sayın
İnce, lütfen hatibe müdahalede bulunmayın. ERTUĞRUL KUMCUOĞLU
(Aydın) – Çıkardığınız milletvekili sizin vebalinizi artırır,
başarınızı artırmaz Sayın Bakan. BAYINDIRLIK VE
İSKÂN BAKANI FARUK NAFIZ ÖZAK (Devamla) – Şimdi, böyle bir konuşma
tarzı yok Sayın Başkanım, sanırım, konuşmak isteyene burada söz verilebilir. BAŞKAN – Sayın
Bakan, lütfen Genel Kurula hitap edin. BAYINDIRLIK VE
İSKÂN BAKANI FARUK NAFIZ ÖZAK (Devamla) – Peki. Şimdi, geçen
günlerde yaşadığımız sel ve diğer felaketlerle ilgili de Genel Kurulu
bilgilendirmek istiyorum. Ülkemiz, jeolojik ve topografik
yapısı ve iklim özellikleri nedeniyle büyük can ve mal kayıplarına
yol açan doğal afetlerle sık sık karşılaşan ülkelerin
başında gelmektedir. Ülkemizde etkili olan doğal afetleri önem sırasına
göre sayarsak, depremden, heyelandan, yangından, çığdan, fırtınadan
bahsetmek mümkün. Yüzde 61’i deprem bu istatistikler alındığında,
yüzde 15’i heyelan, yüzde 14’ü su baskını ve diğerleri. Son günlerde
dünya gündemini yoğun bir şekilde işgal eden küresel ısınma sonucunda
aşırı sıcaklık ve yangınlar, kuraklık, seller ve kasırgaların olacağı,
kıyıların sular altında kalacağı ve gıda üretim düzeninin bozulacağı
tahmin edilmektedir. Ülkemiz de bu iklim değişikliği sonucunda etkilenmiş,
1950 yılından bugüne kadar 1.861 yerleşim yerinde 3.873 su taşkını
olayı olmuş, can ve mal kayıpları meydana gelmiş, bu nedenle, DSİ Genel
Müdürlüğünce, yerleşim yeri olarak su taşkını önlem projesi geliştirilmeyen
yerler dâhil olmak üzere, afete maruz bölge kararı ile hasar gören
26.081 konut nakli yapılmıştır. Bakanlığımız, günümüz dünyasında
maliyetli afet müdahale çalışmaları yerine, afet olmadan önce
mevcut riskleri azaltmayı hedefleyen risk yönetimi ağırlık kazanmıştır.
Riskleri azaltmayı hedefleyen risk yönetimine ağırlık kazandırdık.
Yani, afetten sonra değil, afetten önce müdahale ve önlem alma konusu
gündemde. Ülkemizde meydana
gelen afetlerin sıklığı göz önüne alındığında, Bakanlığımızın
afetlerle mücadelede önemi daha da iyi anlaşılmakta. Diğer genel
müdürlüklerimiz de dâhil olmak üzere Bakanlığımızda, Hükûmetimiz döneminde yeni bir anlayışla afet,
imar ve yapılaşma süreçlerinde bütünleşik bir yapıyla etkin rol oynamakta,
yerleşim ve yapılaşma güvenliğini sağlamak için yeniden yapılanmaya
gitmiş oluyoruz Afet İşleri Genel Müdürlüğü ve Bakanlık olarak. Bu itibarla,
Türkiye, afet tehlike ve risk haritalarının makro ve mikro ölçekte
hazırlanması, geliştirilmesi ve imar planlamasında zorunlu girdi
olarak kullanılmasıyla afet bölgelerinde yapılarla ilgili mevzuat
ve standartlarını hazırlayıp geliştirmek, afet bilgi merkezi oluşturarak
ilgililerin ve halkın yararlanmasına sunmak, böylece ülke genelinde
yerleşim yeri ve yapılaşma güvenliğini sağlamak hususunda çalışmaları
devam ettirmektedir. 2003-2007 yılları
arasında, Afet İşleri Genel Müdürlüğümüzce, vuku bulan Afyon Sultandağı, Bingöl, Hakkâri, Erzurum Aşkale, İzmir
Seferihisar, Urla, Ağrı Doğubeyazıt, Tunceli Pülümür depremleri,
Bursa Kemalpaşa yangını ve ayrıca, 2006 yılı içerisinde ülkemizin
Doğu ve Güneydoğu Anadolu Bölgesi’nde meydana gelen su taşkını
afeti sonrası, afet anı, kriz aşaması başarıyla yönetilmiş, vatandaşlarımızın
barınma, iaşe, ibateleri ve eşya kayıpları afet öncesi şartlarından
daha iyi olacak şekilde karşılanmıştır. Hükûmetimizin afet konusundaki
hızlılığı sonucu, 2006 yılı sonunda olan ve yine aynı yıl içerisinde
ihale edilen afet konutları, Batman’da 1.202, Şanlıurfa’da 96 olacak
şekilde bir ay içerisinde teslim edilecektir. Bakanlığımız, bu anlayışla,
aynı yıl içerisinde olan afetleri yılı içerisinde çözme gayretiyle
2003 yılından 2007 yılına kadar 33.040 konut, 1.812 ahır binası yapılarak
afetzedelere teslim edilmiştir. Sayın milletvekilleri,
16/11/2007 Cuma günü saat iki otuzda Tekirdağ ilimizde başlayan sağanak
yağmur sonucu meydan gelen su taşkını afetinde, merkez Turgut Mahallesi’nde
oturan ve tek başına yaşayan bir vatandaşımız, maalesef, hayatını
kaybetmiştir. Allah’tan rahmet diliyoruz. Bu afetten dolayı
yerleşim yerlerinde, ev ve iş yeri olarak, merkez Kumbağ
beldesi, Marmara Ereğlisi Sultanköy
beldesi ve Çorlu ilçesinde 310 ev, 88 yazlık ev, 70 iş yeri su taşkınından
etkilenmiştir. Su taşkını sonucu binalarda yapısal hasarın olmadığı,
sadece konutların badana, boya ile iş yeri eşyalarının hasar gördüğü
belirlenmiştir. Bunun için Bayındırlık İl Müdürlüğümüz komisyonlarınca
bu tespitler yapılmıştır ve yapılmaya devam etmektedir. Su taşkını sonucu,
merkez ilçe, Çorlu, Malkara, Marmara Ereğlisi,
Muratlı, Şarköy ve Hayrabolu yerleşim yerlerinde 51 köy etkilenmiş,
toplam 108.200 dekar ekili tarım arazisinin hasar gördüğü tespiti
yapılmıştır. Tarım Bakanlığımızdan aldığımız bilgiye göre, buradaki
hasar tespit çalışmaları devam etmektedir ve tespitten sonra genel
hayata etkili olduğu takdirde tabii ki bu hasarlar karşılanacaktır.
Yine, Tekirdağ
merkez, Marmara Ereğlisi ve Sultanköy
beldesinde altyapılarda yol, kaldırım, içme suyu ve kanalizasyon
gibi yapılarda genel hayatı etkileyen toplam -eski fiyatlarla- 4
trilyonluk hasar vuku bulmuştur. Valilik kriz merkezi, kamuya ait
iş makinelerini ve araçlarını seferber ederek, afetin etkileyici
hasarını azaltmak için gerekli tedbirleri alarak su taşkını sonucu
meydana gelen rüsubatın kaldırılması çalışmaları
yapılmıştır. Ayrıca, bayındırlık ve tarım il müdürlüğünden görevlendirilen
çok sayıda hasar tespit elemanlarıyla hem yapısal, ev eşyası ve iş
yeri eşyaları hem de tarımsal hasar tespit çalışmaları devam etmektedir.
Hasar tespit sonuçlarına göre, zarar gören her aileye bin YTL, ikinci
konutu olanlara daha düşük rakam, her iş yerine de ayrıca 750 YTL,
ayrıca telef olan büyükbaş hayvanlar için 1.750 YTL, küçükbaş hayvanlar
için -kümes hayvanları için de- toplam yaklaşık 300 milyar -eski fiyatlarla-
hayvan telefleri için de toplam 300 milyarı aşan rakam buraya acil durum
yönetimi tarafından gönderilmiştir. Aynı günlerde
Edirne ilimizde de aşırı yağışlardan dolayı konut ve iş yerleri etkilenmiş
olup, Uzunköprü ilçemizde yetmiş konuta su girip çıkması olmuş ve
ev eşyaları zarar görmüştür. Ayrıca, Keşan-Çanakkale
ve Karaağaç devlet yolunda menfezlerde hasarlar meydana gelmiştir.
Kapıkule Sınır
Kapısı’nda, Bulgaristan Hükûmetince kendi
tarafları kapatıldığı için hizmet verilememektedir. Bu, geçen
yıl da oldu. Buraya ben de gittim, Sayın Enerji Bakanımız da gitti.
Orada, gerçekten, önemli bir sel yaşamıştık. Onun hasarları kısa zamanda
telafi edildi. Buradaki esas sorun, biraz evvel de Ahmet Bey’in söylediği
gibi, Suakacağı Barajı’nın yapılması gerekiyor.
Bununla ilgili Sayın Hilmi Güler Bey Bulgaristan tarafına gitmiş.
Biz gerekli taahhütlerimizi yerine getirmemize rağmen, maalesef,
Suakacağı Barajı henüz proje aşamasından
yapım aşamasına geçmemiştir. Malum, bu Bulgaristan
sınırları içerisinde. Hem sulama hem de enerjiyle ilgili birlikte
hareket etmemiz gerekiyor. Bunun takipçisiyiz. Daha detaylı yazılı
bilgiyi, gerekirse Veysel Eroğlu Bey’den
alıp sizlere aktarabilirim. Erken uyarı sisteminden
alınan bilgiler doğrultusunda, su taşkını ihtimaline yönelik
kriz tedbirleri alınarak kriz merkezi oluşturulmuştur ve bölgede
yapılan önlem çalışmaları sonucunda su taşkınları en alt seviyede
yaşanmış ve en son durum itibarıyla su seviyelerinin bölgede etkili
olmaktan çıktığı tespit edilmiştir. Yine aynı tarihlerde,
İstanbul ilimiz Silivri ilçesinde aşırı yağışlar sonucunda su taşkınları
meydana gelmiş ve bölgede iki yüz otuz’a yakın konut ve iş yerinin
bu taşkınlardan etkilendiği tespitleri yapılmıştır. Yine aynı
yerleşim yerinin altyapısında 700 metre civarında kanal, 8.700 metre
civarında yol hasarları meydana gelmiştir. Konut ve iş yeri
yapısal hasarları ölçüsünde genel hayata etkisiz, ancak yerleşim
yerlerinin altyapısı ve tarımsal ürünler açısından genel hayata
etkili bir afetle karşı karşıyayız. Devletimiz gerekli tüm tedbirleri
almış ve bu ölçüde Kızılay Genel Müdürlüğü tarafından bölgeye vatandaşlarımızın
iaşe, barınma, ibateleri için battaniye, karyola, gıda kolisi,
sünger yatak, uyku tulumu, mutfak seti, katalitik soba dağıtılmıştır. Muğla ilimizdeki
hasar tespitleri sonucunda elli ila yetmiş konutta meydana gelen
su baskını afeti, yapısal hasar meydana getirmemiş ve afet genel hayata
etkisiz olarak belirlenmiştir. Belediye altyapılarında az hasarlar
meydana gelmiştir. Konut ve iş yerlerinde su girip çıkışları olmuş,
eşya ve malzeme zararları tespit edilmiştir. Muğla’da Kızılaydan herhangi bir yardım talebi olmamıştır. Denizli ilinde
29/10/2007 tarihinde meydana gelen depremle ilgili bilgi vereyim.
Burada ufak çaplı depremler yine devam etmektedir. 16/11/2007 tarihinde
4,8 büyüklüğünde bir deprem daha meydana gelmiş ve daha önce hasarlı
olarak belirlenen evlerden 4’ü çökmüş, ilk belirlemelere göre can
kaybı olmamıştır. Hasar tespit çalışmalarımız devam etmektedir. 7269 sayılı
Afet Kanunu’na göre yapılan hasar tespitlerinde, ilk değerlendirmelere
göre konut bazında Çameli ilçesi için bölgesel
etkinlik onayı alınmıştır. Denizli Valiliği emrine 377 afetzede
aile için maddi yardım yollanmıştır. Deprem afetinin genel hayata
etkili olup olmadığına bakılmaksızın, konutları ağır ve oturulamayacak
durumda olan 258 afetzedeye Valilikçe belirlenecek rayiç bedel
üzerinden altı ay süreyle kira yardımı çalışmaları devam etmektedir.
Depremden etkilenen ve kira yardımı alamayan afetzedelerin barınma
ihtiyaçlarının karşılanması için 68 adet konteyner
bölgeye gönderilecektir. AHMET KÜÇÜK (Çanakkale)
– Sayın Bakanım, Gelibolu’dan bahsetmediniz. Gelibolu’da da zarar
var. BAYINDIRLIK VE
İSKÂN BAKANI FARUK NAFIZ ÖZAK (Devamla) – Şimdi, bütün bu zararlarla
ilgili Bayındırlık il müdürlüklerimiz hasar tespitinde bulunuyorlar.
Ama, bize gelen raporlarda -bilgi vereyim- genel hayata etkililik
olan bir durum yok. Genel hayata etkililik ne demektir? Hani, afete
maruz bölge ilan edin deniliyor, genel hayata etkililikle bu karıştırılıyor.
Afete maruz bölge ilan ettiğiniz zaman ortaya şu çıkıyor: Burada
daha yapılaşma olmaz. Genel hayata etkililik ise, belli oranda burada
konutlar, yerleşim yerleri zarar görürse, bu olabiliyor. O zaman
ne yapabiliyoruz? Onarım yardımı yapıyoruz, konut, iş yeri yapıyoruz.
Gelibolu’yla ilgili raporlarda genel hayata etkililik yoktur,
onun için bilgi vermedim. AHMET KÜÇÜK (Çanakkale)
– Tarım alanları var. BAYINDIRLIK VE
İSKÂN BAKANI FARUK NAFIZ ÖZAK (Devamla) – Tarım alanlarıyla ilgili
biraz evvel söyledim. Tarım Bakanlığı Müsteşarından buraya gelmeden
bilgi aldım. Tarım il müdürlükleri çalışmaları yapıyorlar. Gerçekten
hasar olduğu tespit ediliyor. O konuda Tarım Bakanlığımız gerekli
işlemi yapacaktır, onu bilginize sunayım. Sayın Başkan,
değerli milletvekilleri; hepinize saygılar sunuyorum. Teşekkür ediyorum
efendim. (AK Parti sıralarından alkışlar) BAŞKAN – Teşekkür
ederim Sayın Bakan. Gündem dışı
üçüncü söz, bölücü terör konusunda söz isteyen Bursa Milletvekili
Hamza Hamit Homriş’e aittir. Buyurun Sayın Homriş. (MHP sıralarından alkışlar) Süreniz beş dakika. 3.- Bursa Milletvekili H. Hamit
Homriş’in, bölücü teröre ilişkin gündem dışı
konuşması H. HAMİT HOMRİŞ
(Bursa) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; hepinize saygılar
sunuyorum. Bölücü terörle
ilgili bir değerlendirme yapmak için söz almış bulunuyorum. Meseleye
bakarken, memleketimizin tarihini özetleyerek konuya girmek istiyorum. Anadolu vatan
olalı, 1071 yılından başlatırsak, bugün dokuz yüz otuz altı yılını
doldurmuş bulunuyoruz. Bu dokuz yüz otuz altı yılda memleketimizin
bütün insanları, aynı yüce Peygamber’in ümmeti olarak, aynı kutsal
kitaba bağlı olarak haşır neşir olmuş, yaşamışlardır. Memleketin
düşmanlarına karşı vatan savunması için birbirlerinin kucağında
şehit düşmüşlerdir. Milletimizin
geçirdiği kültür tarihini de özetleyecek olursak, orada da dikkate
değer hususlar vardır. Selçuklu Devleti kurulduğu zaman, devletin
resmî dili yüz on yıl Arapça olmuştur. Yüz on yıl sonra Fars kültürünün
cazibesine kapılan yöneticiler Farsçayı
resmî dil yapmışlardır, taa ki Osmanlı İmparatorluğu’nun
başlangıcına yakın dönemde Karamanoğlu Mehmet
Bey’in Konya’yı zapt ederek Türkçeyi devletin
resmî dili ilan etmesine kadar. Ondan sonraki dönemde de, bugün Osmanlıca
diye bahsettiğimiz dil kullanılmıştır. O dil de, bildiğimiz gibi,
Farsça, Arapça ve Türkçe kelimelerden oluşmuş bir dildi. Bugün yurdumuzun
doğu ve güneydoğu kesimlerinde, Kürt dediğimiz kardeşlerimizin Türkçeden ayrı konuştukları dil, ilim adamlarının
yaptıkları araştırmalara göre, bu üç dilin kelimelerinden oluşmuş,
toplam sekiz bin iki yüz kelime olarak tespit edilmiş bir diyalekttir.
Bu gerçeği, meseleyi iyi teşhis etmemiz için söylüyorum. İyi teşhis
edersek, çaresini kolay buluruz. Bu terörün arkasında yabancı güçler
ve emperyalizm vardır. Kendi millî çıkarlarını temin etmek maksadıyla,
milletimizin bölünmesi, vatanımızın parçalanması için ustaca,
ilmî esaslara dayalı bir plan uygulanmaktadır. Bildiğiniz gibi,
devletler arasında devamlı mücadeleler vardır. Bu mücadelede devletler
birbirinden istedikleri menfaatleri sağlayabilmek için, birbirlerinin
vatandaşlarını çalmaya çalışırlar, çalabilenler de çalar. Biz tarihimizde
bu tip olaylarla çok karşılaştık, Osmanlı Döneminde de Cumhuriyet
Döneminde de karşılaştık ve karşılaşıyoruz. Bu bölücülük
olayları karşısında çok eskiden beri bölücülüğe mazeret bulmak
isteyenler çıkmıştır, bugün de var. Bölgenin fakirliği, ihmal edilmişliği,
geri kalmışlığı gibi birtakım mazeretler ortaya atılmıştır. Bunların
hiçbirisi esas sebep değildir. Başkent Ankara’nın Gölbaşı ilçesinin
bir köyüne gidin bakın, orada da geri kalmışlık vardır; Bursa’nın
köylerine gidin bakın, orada da geri kalmışlık vardır. Bölücülük olaylarının
esas sebebi siyasidir. Bunu sadece bir iç mesele olarak görmek yanlıştır.
Karşı karşıya bulunduğumuz terör olayları, Kıbrıs, Ege, Balkanlar,
Ermenistan, Kafkasya’yla, yani dış meselelerle sıkı sıkıya irtibatlıdır.
Bunun arkasında, Türk milletine karşı, adı konulmamış, ilan edilmemiş
bir savaş açılmıştır. Gerçek şudur: Milletimiz bölünmek isteniyor,
vatanımız parçalanmak isteniyor, topraklarımızdan yağlı parçalar
koparılmak isteniyor. Demin saymış olduğum
bölücü terörle ilgili mazeretlere ilave olarak da, bugünlerde,
Türkiye’nin ırkçı olduğu, asimilasyoncu olduğu ve bu mücadelenin
demokratik haklar konusunda olduğu ileri sürülmektedir. Bunlar
da külliyen yalandır. Tarih boyu, Türk milleti kadar hoşgörü sahibi,
asimilasyonculuktan uzak, ırkçılıktan uzak bir millet yoktur. Türk
milleti asimile etmez. Eğer bu sav doğru olsaydı,
Osmanlı idaresi altında bulunan pek çok milletten bugün “Bir dönem
yaşamış ölü milletler.” olarak bahsedilirdi. Demokratik haklardan
bahsedildiğinde de, Osmanlı Döneminde devleti idare eden sadrazamlardan
kimi Rum, kimi Ermeni, Arap, Fars, Arnavut ve Kürt’tür. Cumhuriyet
Dönemimizde de Doğu ve Güneydoğu Anadolu’muzdan, ilk Meclisten
başlamak üzere, pek çok milletvekili, bakan, başbakan, cumhurbaşkanı,
genelkurmay başkanı ve bürokratlar vardır. Bugün de Meclisimizde
Doğu ve Güneydoğu Anadolu’dan pek çok milletvekilimiz bulunmaktadır.
Bundan daha fazla demokratik hak ne olabilir ki? (Mikrofon otomatik
cihaz tarafından kapatıldı) BAŞKAN – Bir dakika
ek süreniz var, tamamlayın lütfen. H. HAMİT HOMRİŞ
(Devamla) – İşte, başından beri izah etmeye çalıştığım, esas sebebi
siyasi olan bölücü teröre karşı, Hükûmetin,
kahramanca ve fedakârca terörle mücadele eden askere ve emniyet
teşkilatına yüksek anlamda siyasi destek sağlaması lazımdır. İdari
olarak da, Hükûmetin, o bölgedeki vatandaşlarımızın
bizden koparılıp çalınmasına engel olacak -eğitim anlamında,
millî şuur anlamında- projeler üretmesi, tedbirler alması lazımdır.
Ayrıca, hepimiz görüyoruz ki, o bölgelerdeki seçilmiş yerel yöneticiler,
yanlarına da Avrupa Birliği komiserlerini alarak, devletimize
kafa tutmaktadırlar. Bu, kimsenin haddinde değildir. Hükûmetin elinde idari yetkiler vardır, İçişleri Bakanlığının
yetkileri vardır, bunların kullanılması lazımdır. Yoksa, hiç kimse,
Sayın Başbakandan -kendi tabiriyle söylüyorum- “Kovboyculuk” oynamasını
beklemiyor. Bu Meclis çatısı
altında milletin bizlerden beklediği, bir yerin veya yerlerin değil,
milletin vekili gibi davranmamızdır. Bunun aksi davranışta bulunanların
sonu hüsran olacaktır. Çünkü, unutulmamalıdır ki, bu memleket tarihte
de Türk’tü, bugün de Türk’tür, ebediyen de Türk olarak yaşayacaktır. Saygılar sunuyorum.
(MHP sıralarından “Bravo” sesleri, alkışlar) BAŞKAN – Teşekkür
ederim Sayın Homriş. Gündeme geçiyoruz. Başkanlığın Genel
Kurula sunuşları vardır. Meclis araştırması
açılmasına ilişkin üç önerge vardır, okutuyorum: V.- BAŞKANLIĞIN GENEL KURULA SUNUŞLARI A) Meclis Araştırması Önergeleri 1.- Bitlis Milletvekili Vahit Kiler ve 24 milletvekilinin,
uyuşturucu, alkol ve sigara bağımlılığı ile kaçakçılığının nedenlerinin,
ulaştığı boyutların, sosyal ve ekonomik etkilerinin araştırılarak
alınması gereken önlemlerin belirlenmesi amacıyla Meclis araştırması
açılmasına ilişkin önergesi (10/51) Türkiye Büyük
Millet Meclisi Başkanlığına Sigara ve alkol
merakıyla başlayan, keyif verici madde kullanımı, bir süre sonra,
farkında olmadan kişiyi daha tehlikeli maddeler olan uyuşturucu
türlerine esir edebilmektedir. Uyuşturucu madde kullanımı, dünyada
her geçen gün artmaktadır. Sepetteki zehirli baldan istenmeyen nasibini
alan ülkemiz de, bu sıkıntılı sürecin bir parçası olmaktadır. Toplumun
temel taşı olan aile kavramını zedeleyerek, toplumu birleştirici
tüm unsurları lime lime eden bu tehlikeli
alışkanlık, kullananların düşen yaş ortalamasıyla da daha büyük
tehlikeler içermeye başlamıştır. Öte yandan asıl tehlike, sigara,
alkol ve uyuşturucu kaçakçılığında dönen çarkın başında terör örgütü
PKK’nın bulunmasıdır. UNODC, OECD ve EUROPOL raporları, Afganistan,
Pakistan ve Irak üzerinden gelerek İtalya, Bulgaristan, Yunanistan
ve Romanya’daki pazara ulaşan uyuşturucunun, PKK’nın kontrolünde
olduğunu açıklamaktadır. Amerikan Dışişleri Bakanlığı’nın kayıtlarına
göre de Türkiye, Afganistan-Avrupa uyuşturucu hattı trafiğinin
hem önemli bir geçiş noktası ve hem de kaçakçı
ve satıcıların başlıca üretim ve dağıtım merkezlerinden biri olarak
görülüyor. Emniyet verilerine göre dünya uyuşturucu pazarı yıllık
500 milyar dolar seviyesindedir. Bu rakamın Türkiye ayağına düşen
miktar da, yıllık 50-60 milyar dolardır ve bu rakamın kontrolü PKK’nın
elindedir. Bu açıdan, başta gençler olmak üzere bütün toplum katmanlarında
uyuşturucu ve keyif verici madde tanımına giren tüm maddelerle,
sigara ve diğer tütün mamülleri ile alkol bağımlılığının
nedenlerinin, ulaştığı boyutların, sosyal ve ekonomik etkilerinin
araştırılarak çözüme kavuşturulması; sağlıklı, bilinçli nesiller
yetiştirilmesi için alınması gereken tedbirlerin belirlenmesi,
konunun uluslar arası kaçakçılık ve terör örgütleriyle bağlantılarının
ortaya çıkarılması maksadıyla Anayasa’nın 98. ve Türkiye Büyük
Millet Meclisi İçtüzüğü’nün 104. ve 105. maddeleri uyarınca bir Meclis
araştırması açılmasını arz ve talep ederiz. 1) Vahit Kiler (Bitlis) 2) Vahit Kirişci (Adana) 3) Zeyid Aslan (Tokat) 4) Zeynep Dağı (Ankara) 5) Fetani Battal (Bayburt) 6) Mehmet Mustafa Açıkalın (Sivas) 7) Ayşe Akbaş (Balıkesir) 8) Osman Aslan (Diyarbakır) 9) Yaşar Karayel (Kayseri) 10) Hasan Fehmi Kinay (Kütahya) 11) Ayhan Sefer Üstün (Sakarya) 12) Enver Yılmaz (Ordu) 13) Kerem Altun (Van) 14) Eyüp Ayar (Kocaeli) 15) Avni Doğan (Kahramanmaraş) 16) Necdet Budak (Edirne) 17) Necdet Ünüvar (Adana) 18) Ömer İnan (Mersin) 19) Muzaffer Gülyurt (Erzurum) 20) Cemal Taşar (Bitlis) 21) Ali Küçükaydın (Adana) 22) Ertekin Çolak (Artvin) 23) Faruk Septioğlu (Elâzığ) 24) Mustafa Cumur (Trabzon) 25) Fatoş Gürkan (Adana) Gerekçe Bireyler, birtakım
değer yargılarıyla yetiştirilirler. Bu yargılar içerisinde aile
birliği, en büyük zemini oluşturur. Bu açıdan, ortak hedeflerin hareket
alanı olan kolektif bilinç, yara almadan gerçekleşmelidir. Bu gerçekleşme
de ancak, akıl ve ruh sağlığı yerinde olan birey sayısının, nüfus ortalamasının
üzerinde olmasıyla mümkündür. Eğitim sistemimizin de bu doğrultuda
ele alınmasıyla da ilintili olan bu durum; globalizasyonun
deforme ettiği gelenek, göreneklerin modern yaşam anlayışıyla
ortaklaştırılmasını gerektirir. Çünkü, bugünün şartları ile geçmişin
şartları arasındaki anlayış farkı, biçimde istenmeyen değişiklikler
yaratmıştır. Uyuşturucu kullanımı,
işte bu değişikliğin, sonuçları en vahim olanlarındandır. Gençler,
daha çocuk denebilecek yaşta bu illete saplanabilmekte, kendilerine
ve çevrelerine büyük zararlar verebilmektedir. Sigara ve alkol
merakıyla başlayan bu zehirli serüven, büyük çöküntülerle son bulmaktadır.
İlk gençlik heyecanlarının kodlarını iyi bilen zehir tüccarları
da, gençlerin bu zararlı merakını kendi haksız çıkarları uğruna
kullanabilmektedirler. Kolluk kuvvetlerinin operasyonları, her
ne kadar bazı sonuçlar sağlasa da, bu konunun toplum psikolojisi
ve sosyolojik şifreler düzleminde ele alınması kaçınılmazdır. Bilinçli
ve eğitimli bir neslin varlığı, tüm polisiye tedbirlerden daha etkilidir.
Bu noktada ailelere ve tüm eğitimcilere tarihî görevler düşmektedir.
Çocuklarıyla sağlıksız ilişkiler kuran aileler, çocuklarının madde
bağımlısı olduğundan bile bihaber olabilmektedir. Üretimi ve satışı
yasak olan uyuşturucu maddeler, eğitim sistemimizin köşe taşlarından
olan basında yapılan bazı yayınlarla da, daha ilgi çekici olabilmektedir.
Yapılan araştırmalar,
polisiye tedbirlerin yetersizliğinin yanı sıra, madde bağımlığının
tedavisine yönelik sağlık merkezlerinin de tam sonuç vermediğini
ortaya koymaktadır. Gittikçe büyüyen bu ciddi sorunun en kısa zamanda
detaylıca ele alınması elzemdir. Muhakkak bugüne kadar bu konu ele
alınmış ve birtakım sonuçlar da elde edilmiştir. Ancak, bu uğraşlara
rağmen sorunun küçülmesi beklenirken büyümesi, yapılan çalışmaların
kalıcılığını ve gücünü izahtan vareste kılmaktadır. Bu noktada
bu önemli konunun kapsamlı bir şekilde ve ciddi bulgularla açıklanması
önemlidir. Zira, konunun köküne inilmediği müddetçe, yani uyuşturucunun
üretimine engel olunmadığı sürece, bu döngü devam edecektir. UNODC, OECD ve EUROPOL
raporları, Orta Doğu'dan Avrupa'ya ulaşan uyuşturucunun, PKK'nın
kontrolünde olduğunu açıklamaktadır. Amerikan Dışişleri Bakanlığı'nın
kayıtları da aynı yönde bilgi vermektedir. Emniyet verilerine göre
dünya uyuşturucu pazarı yıllık 500 milyar dolar seviyesindedir.
Bu rakamın Türkiye ayağına düşen miktar olan yıllık 50-60 milyar doların,
kontrolünün terör örgütü PKK'nın elinde olduğu unutulmamalıdır.
Bölücü terör bağlantılı bu sosyal yara, toplumun temel taşı olan ailevi
değerleri sarsmaktadır. Ama, Âkif’in dediği gibi, al sancağın
şafaklarda hiç sönmemesi için, "yurdumun üstünde tüten en son
ocağın" da sönmemesi gerekmektedir. Bir Meclis araştırmasıyla,
başta gençler olmak üzere bütün toplum katmanlarında uyuşturucu
madde tanımına giren tüm maddelerle, sigara ve alkol bağımlılığının
çözüme kavuşturulması ve sağlıklı, bilinçli nesiller yetiştirilmesi
için alınması gereken tedbirlerle, konunun uluslararası kaçakçılık
ve terör örgütleriyle bağlantılarının ortaya çıkarılması faydalı
olacaktır. BAŞKAN – Diğer
önergeyi okutuyorum: 2.- Bitlis Milletvekili Vahit Kiler ve 24 milletvekilinin,
bal ve diğer arı ürünlerinin üretiminde ve pazarlanmasında yaşanan
sorunların araştırılarak arıcılığın geliştirilmesi için alınması
gereken önlemlerin belirlenmesi amacıyla Meclis araştırması açılmasına
ilişkin önergesi (10/52) Türkiye Büyük
Millet Meclisi Başkanlığına Ülkemizde yapılan
arıcılık ve balcılık faaliyetleri, ülkemizin doğal varlığı düşünüldüğünde,
istenilen noktada değildir. Koloni varlığı açısından Çin’den sonra
ikinci büyük varlığa sahip olan ülkemizin üretim açısından dördüncü
sırada olması; geniş flora örtüsü, mevsim özellikleri ve topografik yapısı göz önüne alındığında tatmin
edici olmamaktadır. Bal ve diğer arı ürünlerinin üretiminde, pazarlanmasında
yaşanan sorunların araştırılarak arı varlığı ve arıcılık potansiyelinin
etkin ve verimli değerlendirilmesi, ürün kalitesi ve çeşitliliğinin
geliştirilerek ekonomik değerinin yükseltilmesi için alınması
gereken önlemlerin belirlenmesi amacıyla, Anayasa’nın 98. ve
TBMM İçtüzüğü’nün 104. ve 105. maddeleri uyarınca bir araştırma açılmasını
saygılarımızla arz ederiz. 1) Vahit Kiler (Bitlis) 2) Cemal Taşar (Bitlis) 3) Faruk Septioğlu (Elâzığ) 4) Ahmet Büyükakkaşlar (Konya) 5)Seracettin Karayağız (Muş) 6) Fikri Işık (Kocaeli) 7) Cevdet Yılmaz (Bingöl) 8) Taner Yıldız (Kayseri) 9) İsmail Bilen (Manisa) 10) İkram Dinçer (Van) 11)Recai Berber (Manisa) 12) Erdal Kalkan (İzmir) 13) Burhan Kuzu (İstanbul) 14) İbrahim Halil Mazıcıoğlu (Gaziantep) 15) İbrahim Yiğit (İstanbul) 16) Medeni Yılmaz (Muş) 17) Durdu Mehmet Kastal (Osmaniye) 18) Enver Yılmaz (Ordu) 19) Rıtvan Köybaşı (Nevşehir) 20) Cemal Kaya (Ağrı) 21) Abdülkadir Emin Önen (Şanlıurfa) 22) Ahmet Koca (Afyonkarahisar) 23) Mahmut Dede (Nevşehir) 24) Ahmet Erdal Feralan (Nevşehir) 25) Fatoş Gürkan (Adana) Gerekçe: Milattan önce
7000 yılına ait mağara resimleri ve fosiller incelendiğinde, insanların
daha o tarihlerde arıcılıkla ilgili faaliyetlerde bulunduğu görülür.
Dünya tarihi bu denli eski olan arıcılık, Anadolu'da da köklü bir geçmişe
dayanır. Bal, Anadolu'nun çok eskiden beri bilinen besin maddelerinden
biridir. Hititler'in başkenti Boğazköy'de bulunan
milattan önce 1300'lere dayalı bazı yazıtlardaki bulgular, arıcılığın
eski Anadolu kültürlerinde de önemli bir yer tuttuğunu göstermektedir.
Ülkemizde bazı yerleşim merkezlerinin isimlerinde bal sözcüğünün
geçmesi, topraklarımızda balın ve balcılığın
tarihini net bir şekilde ortaya koyan bir başka açıklama sayılabilir.
Ülkemiz geniş
flora sahaları, çiçeklenme için uygun mevsimleri, topografik yapısı, bal verimi yüksek kır çiçekleri,
endüstri bitkileri, akasya, kestane, ıhlamur, kızılçam
ormanları gibi doğal kaynaklar yönünden arıcılık için son derece
şanslı bir ülkedir. Arıcılığımız, mevcut durumu itibariyle önemli
bir potansiyele sahip olmasına rağmen, bu potansiyelin tam olarak
kullanıldığı söylenemez. Ülkemizin her
bölgesinde arı kovanları mevcuttur. Bu kovanlardan da birbirinden
farklı lezzette çeşit çeşit bal elde edilir.
Doğu Anadolu'da Bitlis, Erzurum, Kars; Güneydoğu Anadolu'da Şemdinli;
Orta Anadolu'da Ankara, Konya; Karadeniz'de Anzer
Yaylası ile Ege Bölgesi'nin bazı kesimleri bal üretiminin ülkemizdeki
çeşitliliğini ve frekansını gösterir. Bu yoğun frekansın, işlek
ve yararlı bir ifade biçimiyle arz edilebilmesi için bir takım bilgi
ve tecrübe katmanlarının ortak paydaya oturtulması gerekir. Zira,
bilgisiz ve tecrübesiz bir üretim anlayışı kazanç değil, zarar getirir.
Öte yandan, kalitesiz ve hatta sahte bal üretimi, denetim mekanizmasının
işlek olmasının önemini sergilemektedir. Bu açıdan sahte balla mücadele
noktasında ciddi yaptırımlar elzemdir. Son iki yüz seneyi
kapsayan Avrupa merkezli bazı buluşlar, arıcılığın daha fenni ve
gelişmiş metotlarla yapılır olmasını sağlamıştır. Ancak büyük
zenginliğe sahip ülkemizi de yakından ilgilendiren bu buluşların,
gen merkezi Orta Doğu olan balın, üretimin olmadığı Avrupa'da yapılıyor
olması düşündürücüdür. Oysa ki, Orta Doğu ile Avrupa arasındaki
koordinatlarıyla ülkemiz, zengin üretimin ve bu üretimin sağlıklı
şartlarda oluşturulması adına geçerli bir konumdadır. Üretim miktarı
ve kalitesi eksen kabul edildiğinde, Avrupa Birliği'ne girme arifesinde
olan ülkemiz, Avrupa'nın yıllık 200.000 ton olan bal ihtiyacını göz
önüne almalı ve 35.000 ton olan üretim miktarını hızla artırmalıdır.
Bu açıdan da, koloni varlığı açısından dünya ikincisi olan ama bal
üretimi açısından dünya dördüncüsü olan ülkemizde, 150.000'den fazla
ailenin geçim kaynağı olan arıcılığın sorunlarını iyi etüt etmemiz
elzemdir. Bilimsel kaynak ve bu konuda bilgi sahibi bilimsel kurumlar
üretimin kalitesini artırırken; standarda ve pazarlamaya yönelik
stratejiler de ülkemizin kazanç hanesini zenginleştirecektir. BAŞKAN – Diğer
önergeyi okutuyorum: 3.- Tekirdağ Milletvekili Kemalettin
Nalcı ve 21 milletvekilinin, belediyelerin altyapı, katı atık ve
atık su yönetimindeki sorunların araştırılarak alınması gereken
önlemlerin belirlenmesi amacıyla Meclis araştırması açılmasına
ilişkin önergesi (10/53) Türkiye Büyük
Millet Meclisi Başkanlığına 31.12.2004 tarihli
ve 25687 sayılı Su Kirliliği Kontrol Yönetmeliği uyarınca Belediyelere
verilen süreler çerçevesinde gerekli altyapı çalışmaları yapılmış
değildir. Belediyelerin altyapı ile pissu arıtma, katı atık depolama
ve işleme tesisleri yetersizliklerini tespit edip, bunların çözülmesinde
karşılaşılacak mali, hukuki ve idari sorunları ve çözüm yollarını
belirlemek için Anayasanın 98. ve Türkiye Büyük Millet Meclisi İçtüzüğünün
104. ve 105. maddeleri gereğince bir Meclis Araştırması açılmasını
arz ederiz. 1) Kemalettin Nalcı (Tekirdağ) 2) Mehmet Şandır (Mersin) 3) Oktay Vural (İzmir) 4) Süleyman Nevzat Korkmaz (Isparta) 5) Ahmet Duran Bulut (Balıkesir) 6) Kadir Ural (Mersin) 7) Hasan Çalış (Karaman) 8) Mustafa Kemal Cengiz (Çanakkale) 9) Ertuğrul Kumcuoğlu (Aydın) 10) Murat Özkan (Giresun) 11) Muharrem Varlı (Adana) 12) H. Hamit Homriş (Bursa) 13) Durmuşali Torlak (İstanbul) 14) Ümit Şafak (İstanbul)
15) Süleyman Turan Çirkin (Hatay) 16) Cumali Durmuş (Kocaeli) 17) Osman Durmuş (Kırıkkale) 18) Ahmet Bukan (Çankırı) 19) Mümin İnan (Niğde) 20) Yılmaz Tankut (Adana) 21) Osman Ertuğrul (Aksaray) 22) Behiç Çelik (Mersin) Gerekçe: Ülkemizde mevcut
3225 Belediyeden, % 67'sinin içme suyuna, % 81'inin kanalizasyon tesisine,
% 92'sinin arıtma tesisine, % 93'ünün katı atık düzenli depolama tesisine,
% 75'inin teknik personele, % 68'inin ekipman'a ihtiyaçları olduğu
saptanmıştır. Çevre ve Orman
Bakanlığı'nın 2872 No'lu Çevre Kanunu'nun İşlenmeyen
Hükümlerinin Geçici 4. Maddesinde: "Atıksu arıtma ve evsel nitelikli katı atık bertaraf
tesisini kurmamış belediyeler ile, halihazırda faaliyette
olup, atıksu arıtma tesisini kurmamış organize
sanayi bölgeleri, diğer sanayi kuruluşları ile yerleşim birimleri,
bu tesislerin kurulmasına ilişkin iş termin
plânlarını bu Kanunun yürürlüğe girdiği tarihten itibaren bir yıl
içinde Bakanlığa sunmak ve aşağıda belirtilen sürelerde işletmeye
almak zorundadır. İşletmeye alma
süreleri, iş termin plânının Bakanlığa sunulmasından
itibaren; belediyelerde nüfusu, 100.000'den fazla olanlarda 3 yıl,
100.000 ilâ 50.000 arasında olanlarda 5 yıl, 50.000 ilâ 10.000 arasında
olanlarda 7 yıl, 10.000 ilâ 2.000 arasında olanlarda 10 yıl, organize
sanayi bölgeleriyle bunların dışında kalan endüstri tesislerinde
ve atıksu üreten her türlü tesiste 2 yıldır. Halen inşaatı
devam eden atıksu arıtma ve katı atık bertaraf
tesisleri için iş termin planı hazırlanması
şartı aranmaz. Tesisin işletmeye alınma süresi bu maddede belirlenen
işletmeye alınma sürelerini geçemez. Belediyeler,
organize sanayi bölgeleri, diğer sanayi kuruluşları ile yerleşim
yerleri bu hükümden yararlanmak için bu Kanunun yayımı tarihinden
itibaren üç ay içinde Bakanlığa başvurmak zorundadır. Bu Kanunun 8 inci
maddesi ile atıksu altyapı sistemlerinin ve
katı atık bertaraf tesisleri kurma yükümlülüğü verilen kurum ve
kuruluşların, bu yükümlülüklerini, bu maddede belirtilen süre
içinde yerine getirmemeleri halinde; belediyelerde nüfusu
100.000'den fazla olanlara 50.000 Türk Lirası, 100.000 ilâ 50.000 arasında
olanlara 30.000 Türk Lirası, 50.000 ilâ 10.000 arasında olanlara 20.000
Türk Lirası, 10.000 ilâ 2.000 arasında olanlara 10.000 Türk Lirası, organize
sanayi bölgelerinde 100.000 Türk Lirası, bunların dışında kalan endüstri
tesislerine ve atıksu üreten her türlü tesise
60.000 Türk Lirası idari para cezası verilir." denilmektedir. Bununla beraber,
5393 sayılı Belediye Kanunu, 03.07.2005 tarihinde yürürlüğe giımiş olmasına rağmen bütçe açısından Belediyelerin
altyapı, pissu arıtma, katı atık depolama ve işleme sorunlarının
çözümü olamamıştır. Bu sebeple Belediye Gelirleri Kanununda yeni
düzenlemeler yapılması gerekmektedir. Yukarıda anılan
işlemlerin Belediyelerce projelendirmek, başlatmak ve tamamlamak
için Hükümet tarafından İller Bankasına ülkemizde bulunan 3225 Belediyenin
altyapılarını tamamlaması için 2008 yılı için ayrılan bütçe'de,
2007 yılına göre 1/3 oranına düşürülmesi öngörülmüştür. 2008 yılı için
Bayındırlık ve İskan Bakanlığı'nın Göl-Su ve Akarsu havzalarının korunması
ve Harita-İmar planlamasının yapılmasına ilişkin olarak ayrılan
bu bütçe, ancak 3-4 tane orta ölçekli belediyenin altyapısını karşılamaya
yetebilir. Belediyelerimizin % 97'sinde altyapı yetersizliği
olduğu düşünüldüğünde, yukarıda anılan belediye hizmetlerinin
karşılanması için ortalama 6 milyar YTL'ye ihtiyaç
duyulmaktadır. 2008 yılı için İller Bankasına aktarılacak 40.000.000
YTL ile bu hizmetlerin karşılanması mümkün görünmemektedir. Bu nedenlerle
"Belediyelerin altyapı ile pissu arıtma, katı atık depolama
ve işleme tesisleri yetersizlikleri ile bu yetersizlikleri gidermekte
karşılaştıkları sorunları tespit etmek ve çözüm yollarını önermek"
amacıyla Anayasanın 98. ve Türkiye Büyük Millet Meclisi İçtüzüğünün
104. ve 105. maddeleri gereğince bir Meclis Araştırması açılması gerekmektedir.
BAŞKAN – Bilgilerinize
sunulmuştur. Önergeler gündemdeki
yerlerini alacak ve Meclis araştırması açılıp açılmaması konusundaki
ön görüşmeler, sırası geldiğinde yapılacaktır. Alınan karar gereğince
sözlü soru önergelerini görüşmüyor ve gündemin “Kanun Tasarı ve
Teklifleri ile Komisyonlardan Gelen Diğer İşler” kısmına geçiyoruz. Birinci sırada
yer alan, Gülhane Askerî Tıp Akademisi Kanununda Değişiklik Yapılmasına
Dair Kanun Tasarısı ve Millî Savunma Komisyonu Raporu’nun görüşmelerine
kaldığımız yerden devam edeceğiz. VI.- KANUN TASARI VE TEKLİFLERİ İLE KOMİSYONLARDAN GELEN DİĞER İŞLER A) Kanun Tasarı ve Teklifleri 1.- Gülhane Askeri Tıp Akademisi Kanununda Değişiklik
Yapılmasına Dair Kanun Tasarısı ve Millî Savunma Komisyonu Raporu
(1/438) (S. Sayısı: 50) (x) BAŞKAN – Komisyon?
Burada. Hükûmet? Burada. 1’inci maddeyi
okutuyorum: GÜLHANE ASKERİ TIP AKADEMİSİ KANUNUNDA DEĞİŞİKLİK
YAPILMASINA DAİR KANUN TASARISI MADDE 1-
17/11/1983 tarihli ve 2955 sayılı Gülhane Askeri Tıp Akademisi Kanununun
25 inci maddesine aşağıdaki fıkra eklenmiştir. "Bir başkasının
bilimsel eserinin veya çalışmasının tümünü veya bir kısmını kaynak
belirtmeden kendi eseri gibi göstermek fiilini işleyen öğretim
elemanlarının, öğretim elemanlığı görevlerine (x)
50 S. Sayılı Basmayazı 20/11/2007 tarihli 22’nci
Birleşim Tutanağına eklidir. son verilir. Öğretim
elemanlığı görevine son verilen personel, Gülhane Askeri Tıp Akademisindeki
başka bir göreve ya da Gülhane Askeri Tıp Akademisi
dışındaki karargâh veya kurumlara atanır." BAŞKAN – 1’inci
madde üzerinde söz isteyen, Cumhuriyet Halk Partisi Grubu adına Hüseyin
Ünsal, Amasya Milletvekili. Buyurun Sayın Ünsal.(CHP sıralarından alkışlar) Süreniz on dakika. CHP GRUBU ADINA
HÜSEYİN ÜNSAL (Amasya) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri;
Gülhane Askeri Tıp Akademisi Kanununda Değişiklik Yapılmasına
Dair Kanun Tasarısı’nın 1’inci maddesi üzerinde söz almış bulunuyorum.
Sözlerime başlarken hepinizi saygıyla selamlıyorum. 1’inci maddenin
gerekçesi, bir başkasının bilimsel eserinin veya çalışmasının tümünü
veya bir kısmını, kaynak belirtmeden kendi eseri gibi göstermek fiilini
işleyen öğretim elemanlarının görevlerine son verilmesi ve Gülhane
Askerî Tıp Akademisindeki başka bir göreve ya
da Gülhane Askerî Tıp Akademisi dışındaki karargâh ve kurumlara
atamalarını öngörmüş, böylece yükseköğretim kurumlarındaki görevli
diğer öğretim elemanlarının öğretim elemanlığından çıkarılmasıyla
ilgili esaslarda paralellik sağlanmıştır. Kanunun maddesi doğru
düzenlenmiş ve böylece bir eksiklik tamamlanmıştır. Buna olumlu görüş
bildirdiğimizi de ifade etmek istiyorum. Tabii, dün akşam
bu tartışmalar devam ederken, konuşmakta olduğumuz kanunun intihal
suçu olduğu, böyle bir suçun işlenmesinin de neticede bir başkasının
eserinden çalma olduğu ortaya kondu. Bu konuyla ilgili de bir detayı
gözden kaçırmamamız gerektiği ortaya çıktı. Tunceli Milletvekili
Sayın Kamer Genç’in konuşmasını sataşma kabul ederek Sayın Ömer Dinçer söz aldı ve intihali konuşmak üzere, intihal
suçuyla ilgili kendisine sataşma olduğunu iddia ederek intihal
suçuyla ilgili bir savunma yapmaya kalktı ve kendisini anlatmaya
kalktı. Peki, biz Meclis olarak ve bizi seyreden o halkımız tatmin oldu
mu bu konuşmadan? Ben tatmin olmadığım için bu konuya da, bu intihal
suçuna da, bu madde gerekliliğine girmek istiyorum. Sanki suç yokmuş
gibi, kendisi böyle bir konuyu yapılmamış gibi anlatmaya çalıştı.
Oysaki, konunun detaylarına ve konuşmasına şimdi girmek istiyorum. BAŞKAN – Sayın Ünsal, yeni bir sataşmaya lütfen mahal vermeyin.
Konu hakkında görüşün lütfen. HÜSEYİN ÜNSAL
(Devamla) – Hayır efendim. Sayın Başkanım, tamamen belgeler üzerinde
anlatacağım, hiçbir sataşma yapmayacağım. K. KEMAL ANADOL
(İzmir) – Madde kapsamında konuşuyor Sayın Başkan. BAŞKAN – Lütfen,
yeniden bir sataşmaya meydan vermeyin. HÜSEYİN ÜNSAL
(Devamla) – Tamam efendim, tamam. Efendim, Cumhuriyet
Üniversitesi 7/9/2005 tarihli yazısında böyle bir intihal suçunun
işlendiğini Yükseköğrenim Kurumuna bildirmiş. “Profesör Doktor
Tamer Koçel’in kitabından alıntı yapıldığı
iddiasıyla bu konu bildirilmiş ve bu konu üzerine de Yükseköğrenim
Kurumu Denetleme Kurulu Başkanı Hüseyin Çevikbaş,
üyeler Haluk Özyörük ve Profesör Doktor Ziya Sacit Önen -hepsi de profesör doktor- denetleme kurulu
rapor vermiş ve bu raporun sonucunda da disiplin kuruluna intikal
etmiş. Disiplin kurulu da, 21/10/2005 tarihinde toplanan disiplin
kurulu 2003 tarihinde yayımlanan “İşletme Yönetimine Giriş” adlı
kitapta alıntı yapılmak üzere bir başkasının bilimsel eserini veya
çalışmasının tümünü veya bir kısmını kaynak belirtmeden kendi eseri
gibi göstermek disiplin suçu işlediğinden Yükseköğrenim Kurumları
Yönetici, Öğretim Elemanı ve Memurları Disiplin Yönetmeliği’nin
11/A-3 maddesi uyarınca davacının üniversite öğretim mesleğinden
çıkarma cezasıyla cezalandırılmasına karar vermiştir. Suç, disiplin
suçu budur. Bu konuyla ilgili, şimdi, değerli arkadaşımız Sayın
Ömer Dinçer’in konuşmaları var tabii, tutanaklar
var. Bu tutanaklarda diyor ki: “Bir kere şunu söylemekte yarar var:
Benim beş tane kitabım var. Hepsi de işletme yönetimi, yönetime giriş,
stratejik yönetim ve değişim üzerine.” diyor ve bugüne kadar altı
kez baskı yapılmış. “Efendim, şu kadar öğrenci okudu, şu kadar da okulda
ders görüldü bu konu.” diyor. “Bu, fark edilmedi. Ne zaman farkına varıldı?
Bir garip ihbarcı tarafından.” diyor. Değerli arkadaşlarım,
intihal suçu işleyen dünyada başka bir Başbakanlık Müsteşarı var
mı? Olmadığına göre, tabii ki, bir Başbakanlık Müsteşarının böyle
bir eylemi de dikkat çekmiştir. Bu, gayet doğal bir şey ve dolayısıyla
da bu araştırmaya girilmiş, bu intihal suçu da ortaya çıkmıştır. Peki,
diyor ki: “Benim burada koyduğum bilgiler” diyor, “kooperatifler
kâr amacı gütmez…” BAŞKAN – Sayın Ünsal, maddeyle ilgili konuşmaya dönün lütfen. K. KEMAL ANADOL
(İzmir) – Maddeyle ilgili… İntihal kapsamında. HÜSEYİN ÜNSAL
(Devamla) – Efendim madde bu. Sayın Başkanım, özür dilerim. BAŞKAN – Efendim,
konuyla ilgili konuşun lütfen. HÜSEYİN ÜNSAL
(Devamla) – Efendim, intihalle ilgili konuşuyorum, başka bir şeyle
ilgili konuşmuyorum ki. Dolayısıyla, bunun, Gülhane Askerî Tıp
Akademisinde de böyle bir şeylerin tekrarlanmaması için, Türkiye
Büyük Millet Meclisi tutanaklarında böyle bir zaptın bulunmasında
fayda mülahaza ediyoruz. Konuşmamızın amacı bu efendim. Dolayısıyla…
“Şimdi, peki, bütün bunlar niye oldu? Siyaseten
bizim ortaya koyduğumuz çalışmaları, geliştirdiğimiz projeleri
kabullenmeyen…” Tabii, biz o, epeyce… Şimdi sataşma olmasın diye
Sayın Ömer Dinçer’in Türkiye’ye getirmiş olduğu
siyaset müzakereleri de hepsi belge içinde var. Gerçi hepimiz çoğunu
biliyoruz, ama, birkaç tanesini de ben sizlere okumak istiyorum
ki, yani, nereden geldiğini anlayalım bu tepkilerin. “İslam’ı öğrendikçe
göreceğimiz şey şuydu: İslam bir bütündür ve hayat tarzıdır. Siyaseten de karar gücüne yönelik hareketler yapmak
zorundayız.” Dinçer, bir başka karar verme hakkını
talep etmesi olarak gösteriyor. Bir diğerinde
de “İslam’ın yüceliğini vurgulayan, ancak, siyasi yönleri olmayan
hareketler…” Kimmiş bu hareketler? Devam ediyor: Fethullah
Gülen, Nurculuk, Süleymancılık ve diğer tarikatları ve en sonunda
Refah Partisini gösteriyor. “Karar merkezi olarak” diyor “Devlet
yönetimini ve karar merkezini ele geçirerek toplumda değişiklik
yapmaya yönelen hareketlerdir.” diyor. Bakın, bir dergide konuşmalarını
aldık. BAŞKAN – Sayın Ünsal, lütfen konuya gelin. KAYHAN TÜKMENOĞLU
(Van) – Gündeme gir, gündeme. HÜSEYİN ÜNSAL
(Devamla) – Evet, gündeme geliyoruz. Gündem de şu… NİHAT ERGÜN (Kocaeli)
– Gelemezsin. HÜSEYİN ÜNSAL
(Devamla) – Efendim, gündeme hep geleceğiz. NİHAT ERGÜN (Kocaeli)
– Asla gelemezsin. BAŞKAN – Genel
Kurula hitap edin lütfen. K. KEMAL ANADOL
(İzmir) – İntihal bu, intihal. HÜSEYİN ÜNSAL
(Devamla) – Gündem burada, tutanak burada. Hepsini gündeme getireceğiz. NİHAT ERGÜN (Kocaeli)
– Devridaim makinesi gibi hep aynı şeyleri söylüyorsunuz. HÜSEYİN ÜNSAL
(Devamla) – Tamam, gündeme geliyorum. “Hangi tezden
çalıntı olduğunu söyleyin, cevabını size vereyim. Çünkü, benim
eserlerimde hiçbir tezden…” diyor. Bakın, tezlerine bakın. Şimdi,
hep beraber okuyoruz tezleri ve kitapları. Bir avukata danıştık,
bu belgeleri bize getiriverdi. G. Önal, Temel İşletmecilik Bilgisi,
Türkmen Kitabevi, İstanbul, 3. Baskı, 2000 yılında;
8’inci sayfanın 11’inci satırı, 9’uncu sayfanın 11 ve 12’si, 38’inci
sayfanın 73’ü. Efendim, bu sıralama yaklaşık -ben topladım- 124 defa
devam ediyor. İsterseniz bunları tek, tek, tek, tek, tek, alt alta okuruz
vaktimiz olduğu sürece. Evet, bunların
hepsi alıntı olarak yapılmış. Ve bu konuyla ilgili, intihal suçuyla
ilgili, bu gerçekleşmiş ve ortaya çıkmış ve bunun üzerine de Sayın
Ömer Dinçer burada şunu söyledi, dedi ki: “Ben”
dedi “hukuka gittim, başvurdum, böyle bir şey yok.” dedi. Biz başvurusuna
baktık. Başvurusunu da, büyük incelik yapmış, iyi bir hukuk adamından
dersini almış, yürütmeyi… BAŞKAN – Sayın Ünsal, lütfen, söz aldığınız konuya dönün. HÜSEYİN ÜNSAL
(Devamla) – Dönüyorum efendim. Tamam, hemen konuya dönüyorum. BAŞKAN – Süre
bitti. KAYHAN TÜRKMENOĞLU
(Van) – Süre bitti, süre bitti. LÜTFİ ÇIRAKOĞLU
(Rize) – Ömer Dinçer bizim başımızın tacı. Böyle
bir adamınız var mı sizin? HÜSEYİN ÜNSAL
(Devamla) – Efendim, sizin başınızın tacı olsun. BAŞKAN – Sayın
milletvekilleri… K. KEMAL ANADOL
(İzmir) – Aferin, aferin! Size öyle taç lazım. Aferin! Tak başına o tacı,
tak. Allah mübarek etsin. BAŞKAN – Sayın
milletvekilleri, lütfen… Sayın milletvekilleri… HÜSEYİN ÜNSAL
(Devamla) – Yürütmeyi durdurma talebinde de bulunmuyor, o inceliği
de gösteriyor. İş, süre uzasın. Buradaki konuşmaları da o yüzden. BAŞKAN – Sayın Ünsal… HÜSEYİN ÜNSAL
(Devamla) – Bakın, basına kaç tane dava açmış… BAŞKAN – Sayın Ünsal… HÜSEYİN ÜNSAL
(Devamla) - …hepsi üst yargı organları tarafından reddedilmiş ve
bozulmuş. Değerli arkadaşlarım,
intihal büyük bir suçtur. MUHARREM İNCE
(Yalova) – Günahtır. HÜSEYİN ÜNSAL
(Devamla) - İntihal suçu işleyenler de gerekli cezayı almalıdırlar.
Bu, Gülhane Askerî Tıp Akademisinde de olsa almalıdırlar, herhangi
bir üniversitede de olsa almalıdırlar. Yalnız, bu cezayı alanlar siyaseten bir noktaya geldikten sonra dokunulmazlık
zırhının arkasına girerek de bu anlayışlarını devam ettiremezler. Hepinize saygılar
sunuyorum. (CHP sıralarından alkışlar) BAŞKAN – Teşekkür
ederim Sayın Ünsal. ÖMER DİNÇER
(İstanbul) – Sayın Başkan… BAŞKAN - Buyurun
Sayın Dinçer. ÖMER DİNÇER
(İstanbul) – Sayın Başkan, söz istiyorum. BAŞKAN - Nedir
konu? ÖMER DİNÇER
(İstanbul) - Şahsıma sözlü sataşma yaptı. Cevap hakkımı kullanmak
istiyorum. (CHP sıralarından gürültüler) K. KEMAL ANADOL
(İzmir) – Madde üzerinde konuştu. BAŞKAN – 69’uncu
maddeye göre, Sayın Ömer Dinçer’e üç dakikalık
bir söz hakkı tanıyorum. Buyurun Sayın Dinçer. (AK Parti sıralarından alkışlar) VII.- AÇIKLAMALAR VE SATAŞMALARA İLİŞKİN KONUŞMALAR 1.- İstanbul Milletvekili Ömer Dinçer’in,
Amasya Milletvekili Hüseyin Ünsal’ın, konuşmasında,
şahsına sataşması nedeniyle konuşması ÖMER DİNÇER
(İstanbul) – Çok teşekkür ediyorum Sayın Başkan. Sevgili arkadaşlar,
sözlerime başlarken hepinizi saygıyla selamlıyorum. Benden önceki
konuşmacı, hakikaten YÖK’ün nasıl da el çabukluğuyla beni cezalandırdığına
dair bilgileri size sundu. Zahmet etmiş, o elindeki belgeler için
hiç gitmeye gerek yoktu, isteseydi ben verirdim kendisine. O söylediği
şeylerin hepsi oldu. Bu ülkede birtakım meçhul ihbarcılar bazı raporları
hazırladılar, allem edip kallem edip, başkalarının
ayıbı apaçık ortada duruyorken ve onlar için hiçbir işlem yapmayan
YÖK, benim için iki buçuk aylık süre içerisinde ihbarcının raporunu
aynen Cumhuriyet Üniversitesine onaylattı, ertesi gün, bir günlük
sürede benim müdafaamı bile doğru dürüst göz önünde bulundurmaksızın
Denetleme Kuruluna raporunu hazırlattı ve toplantıdan bir gün önce
de benimle ilgili cezai kararı kamuoyuna duyurdu. Şimdi, meseleye
böyle bakacak olursak, hakikaten bir intihalle suçlanmanın hiç de
basit ve ufak bir şey olmadığını kabullenmemiz gerekiyor, ama bunu
yapanların ahlaki sorunlarını tartışmaya burada hiç gerek yok.
Bunu uzun boylu söylemek istemiyorum, ama benim kitabımda kaynağı
gösterilmemiş, dipnotu verilmemiş bana bilgi ve belge göstersinler,
ben bütün iddiaları kabul edeceğim, ama çok açık bir şekilde… (AK Parti
sıralarından alkışlar) HÜSEYİN ÜNSAL
(Amasya) – Burada efendim, işte burada! ÖMER DİNÇER (Devamla)
– …onların hepsine benim cevabım var ve benim cevabım, maalesef
dikkate alınmamıştır ve mahkeme süreci de devam ediyor. Hiç kimse… MUHARREM İNCE
(Yalova) – Abbas Güçlü’yle röportajınızda
kabul etmişsiniz! BAŞKAN – Sayın
İnce, lütfen… Sayın İnce, lütfen… MUHYETTİN AKSAK
(Erzurum) – Dinle, dinle! MEHMET EMİN TUTAN
(Bursa) – Sen konuşma! BAŞKAN – Sayın
milletvekilleri… ÖMER DİNÇER (Devamla)
– Arkadaşlar, sizden ricam şu: Lütfen cevap vermeyin. Hakikaten cevap
vermeye değer bir şey yok, ama şunu söylemeliyiz: Bir tarafıyla ortaya
konulan meselelerin, aslında benim intihalden mahkûm olmadığım, siyaseten mahkûm olduğum bir meseledir. Ve nitekim,
benden önceki konuşmacı da benim niçin mahkûm edildiğime dair sözleri
son kısmında ifade etmiştir. Bu açıdan bakıldığında, olup bitenlerin
anlaşılması açısından gayet iyi. Sonra, bu tezgâhların nasıl kurulduğunu,
orada oturanlar ve gelip burada konuşanlar benden daha iyi biliyorlar,
ayrıntıları hakkında da onlar bilgi sahibi olacaklar. . Sizin bilmeniz
gereken şey şu: Karşınızdaki konuşan adam sizi mahcup edecek ve sizin
yüzünüzü kızartacak, kendisine güvenen insanların boynunu bükecek
hiçbir şey yapmadı ve bunu da gururla söylüyor. (AK Parti sıralarından
alkışlar) O kitapları da yine yayımlamaya devam edecek. Benim buraya
gelişimle ilgili ve dokunulmazlık haklarına sığınacağım hiçbir
davam yoktur. Bütün davalar tarafımdan açılmış tazminat davalarıdır
ve yine tarafımdan açılmış, YÖK’ün aldığı karara karşı bir davadır.
Bu açıdan bakıldığında, dokunulmazlık zırhına bürüneceğim herhangi
bir durumum da söz konusu olmadı; bunu da bilmenizi istiyorum. Bunun ötesinde,
başka bir şey daha söylemek istiyorum… DERVİŞ GÜNDAY
(Çorum) – Kaldırın o zaman. BAŞKAN – Sayın
milletvekilleri, lütfen… ÖMER DİNÇER (Devamla)
– Benim hakkımda, bana hakaret eden insanları mahkemeye verip tazminat
davası açtığımda o yüksek yargının nasıl karar verdiğini hep beraber
gördük. Hakaret davası açılmış bir insana, burada hakaret var mı
yok mu diye… (Mikrofon otomatik
cihaz tarafından kapatıldı) BAŞKAN – Teşekkür
ederim Sayın Dinçer. ÖMER DİNÇER (Devamla)
– Cümlemi tamamlamama izin verir misiniz Sayın Başkan. BAŞKAN – Teşekkür
ederim. Sağ olun. ÖMER DİNÇER (Devamla)
– Lütfen cümlemi tamamlamama izin verin. BAŞKAN – Teşekkür
ederim Sayın Dinçer. ÖMER DİNÇER (Devamla)–
Sadece cümlemi tamamlayacağım. Mahkeme, hakaret
vardır veya yoktur demesi gerekirken şunu söylemiştir: “Anayasa’ya
aykırı düşünmektedir. Dolayısıyla, bu hakaretlere tahammül etmelidir.”
Şimdi, şunu söylüyorum:
Bu ülkede düşünce özgürlüğü var mı, yok mu? Savunacak mıyız, savunmayacak
mıyız? Hepinizi saygıyla
selamlıyorum. (AK Parti sıralarından alkışlar) HAKKI SUHA OKAY
(Ankara) – Anayasa’ya yemin ettik, Anayasa’ya. BAŞKAN – Teşekkür
ederim Sayın Dinçer. VI.- KANUN TASARI VE TEKLİFLERİ İLE KOMİSYONLARDAN GELEN DİĞER İŞLER (Devam) A) Kanun Tasarı ve Teklifleri
(Devam) 1.- Gülhane Askeri Tıp Akademisi Kanununda Değişiklik
Yapılmasına Dair Kanun Tasarısı ve Milli Savunma Komisyonu Raporu
(1/438) (S. Sayısı: 50) (Devam) BAŞKAN – Şahısları
adına 1’inci madde üzerinde söz talepleri vardır. Suat Kılıç, Samsun
Milletvekili… Yok. Azize Sibel Gönül,
Kocaeli Milletvekili… AZİZE SİBEL GÖNÜL
(Kocaeli) – Konuşmayacağım efendim. BAŞKAN – Konuşmayacak.
Soru- cevap kısmına
geçiyorum. Sayın Atılgan… MEHMET ŞANDIR
(Mersin) – Sayın Atılgan yoklar efendim. BAŞKAN – Başka
soru talebi yok. Madde üzerinde
üç önerge vardır. Önergeleri önce geliş sırasına göre okutacağım,
sonra aykırılık derecelerine göre işleme alacağım. İlk önergeyi
okutuyorum: Türkiye Büyük
Millet Meclisi Başkanlığına Görüşülmekte
olan 50 sıra sayılı Gülhane Askeri Tıp Akademisi Kanununda Değişiklik
Yapılmasına Dair Kanun Tasarısının 1 inci maddesinde yer alan
“göstermek fiilini işleyen” ibaresi yerine “göstermek fiilini
işlediği Akademi Kurulu kararıyla sabit olan” ibaresinin eklenmesini
arz ve teklif ederiz.
BAŞKAN – Diğer
önergeyi okutuyorum: Türkiye Büyük
Millet Meclisi Başkanlığına 50 sıra sayısı
ile görüşülmekte olan GATA Kanunu ile ilgili olarak aşağıdaki değişikliğin
yapılmasını arz ederiz. Madde 1- “Bir
başkasının bilimsel eserinin veya çalışmasının tümünü veya bir
kısmını kaynak belirlemeden kendi eseri gibi göstermek fiilini
işleyen öğretim elemanlarının öğretim elemanlığı görevlerine
son verilir. Öğretim elemanlığı görevine son verilen personel Gülhane
Askeri Tıp Akademisi dışındaki karargâh veya kurumlara atanır.
BAŞKAN – Üçüncü
ve en aykırı önergeyi okutup işleme alacağım. Türkiye Büyük
Millet Meclisi Başkanlığına Görüşülmekte
olan 50 sıra sayılı yasa tasarısının birinci maddesinin tasarı
metninden çıkarılmasını saygılarımla arz ederim. Kamer
Genç Tunceli BAŞKAN – Komisyon
önergeye katılıyor mu? MİLLÎ SAVUNMA
KOMİSYONU BAŞKANI HASAN KEMAL YARDIMCI (İstanbul) – Katılmıyoruz. BAŞKAN – Hükûmet katılıyor mu? MİLLÎ SAVUNMA
BAKANI MEHMET VECDİ GÖNÜL (İzmir) – Katılmıyoruz. BAŞKAN – Sayın
Genç, söz almak ister misiniz? KAMER GENÇ (Tunceli)
– Evet Sayın Başkan. BAŞKAN – Buyurun.
KAMER GENÇ (Tunceli)
– Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; efendim, benim önergem...
Bu kanuna gerek yok. Yani, bir maddeden
ibaret bir kanun, buna gerek yok. Çünkü, yirmi beş senedir böyle bir
kanuna ihtiyaç görülmemiş. Sonra, Gülhane Askerî Tıp Akademisi hakikaten
çok dürüst, sözüne güvenilir bir kurum. Şimdiye kadar böyle bir suç
da işleyen birisi görülmemiş. Böylece, yani, işte, usul yerini bulsun
diye bir kanun getirmenin de bir anlamı yok. Zaten, bu, alıntı, yani
bir eserin tamamının veya çok önemli bir kısmının alınması meselesini
kanıtlamak çok zor. Şimdi, mesela, bir vatandaşın birisi laiklik
üzerine bir makale yazacak. Şimdi, laikliğin ne olduğu konusunda,
belki 5 kişi, 10 kişinin daha önce yazdığı bir eser var. Ee, şimdi, bu kişi, burada kendine göre bir laiklik
tarifini yaparken, bununla ilgili bir eser meydana getirirken,
bir sayfalık bir şey yazarken, olabilir ki, birçok fikri bir başkasının
fikriyle örtüşebilir, aynısı olabilir. Ee,
şimdi yarın birisi çıksa… Hele, bu bilim alanında daha da önemli,
tıp alanında daha da önemli bir konu. Tıp konusunda bir eser meydana
getiren bir bilim adamı, olabilir ki, kendisinden önce, belki çok önce
bu konuda eser yazmış insanların söylediği fikirlere tıpatıp aynı
veya çok paralel fikirler söyleyebilir. Ee,
şimdi, çıkıp da vay, sen bunu… Veya hatırlamayabilir de yani, insanlar
okuya okuya aynı… İnsanların müşterek bir aklı
var. O müşterek aklın ifadede yarattığı bir benzerlik ve bir eşitlik
var. Şimdi, bu eşitlik ve benzerliği, ille gidip de, ya
acaba bu konuda daha önce bir eser meydana getiren, eser yazan bir kişi
var mıdır yok mudur araştırmasını yapmak zorunda da değildir, ama
kendisi de birtakım düşünceler şey ederken, başkalarının fikirlerine
de aynen, tıpatıp benzerlik olabilir. Dolayısıyla,
bu maddede… Şimdiye kadar da askerî kesimde de böyle bir uygulama
olmamış. Kaldı ki, YÖK’te de mesela, işte, bir arkadaşımızla ilgili,
kendisi şöyle diyor: “Bana haksızlık yapıldı.” diyor. Burada, buna
karar verecek yargı. Sonra, hangi derecede benzerlik, alıntının ne
miktar olması, tamamının olması veya kısmen olursa bu kısmın miktarı
ne olabilir? Bu gibi şeyler, uygulamada, insanlara birtakım haksız
işlemlerin uygulanması sonucunu, cezaların uygulanması sonucunu
meydana getirdiği için, bana göre böyle bir kanuna gerek yok. Yani,
durup dururken, yirmi beş sene sonra, efendim, yapacak, GATA’da, işte, profesörlük yapan, doçentlik yapan
bir arkadaş bir alıntı yapar… Bunun, bilakis
bu kanunun getirilmesinin birtakım sakıncaları var. Yani, biliyorsunuz
üniversitede belli bir yere gelenler, belli bir akademik kadroyu
eline geçirenler, çok da fazla, başka bir kişinin, yerine gelip veya
çok… Hakikaten, o konuda yeni birtakım otoriteler yaratabilecek,
bilime, teknolojiye, tıbba, otorite seviyede yeni bir yön verecek
bir kişi çıkabilir, ama, onun yerine gelmesini engellemek için, icabında
birtakım tezgâhlarla da karşı karşıya kalabilir. Yani, bunun, çok objektif
bir metotla insanların cezalandırılacağı sonucu, fikri, bende
teşekkül etmemiştir. Bu, bilakis, kendi makamlarını korumaya çalışan
kişilerin, kendi yerlerine, daha kaliteli, daha objektif kişilerin
gelmemesi için, icabında kullanılabilecek bir müeyyide tarzıdır.
Onun için, böyle bir kanuna da gerek yok. Zaten, şimdiye kadar da yirmi
beş senedir bu konuda da bir şey olmamıştır. YÖK Kanunu’nun o ilgili
maddesi de şimdiye kadar çok da objektif uygulanmamış -tabii, ben
o konuda araştırma yapmadım- şimdiye kadar, hakikaten bu konuda
kaç tane kişiye böyle bir ceza uygulanmıştır… En iyisi bunu, hiç,
yani tümüyle bu maddeyi reddedersek zaten, çıkarırsak, kanunun tümü
reddedilmiş oluyor. Benim önergem
bundan ibarettir. Bunları belirtmek istedim. Saygılar sunuyorum
efendim. BAŞKAN – Teşekkür
ederim Sayın Genç. KAMER GENÇ (Tunceli)
– Bakın, kanuna uygun konuştum, hiç dışarı çıkmadım. BAŞKAN – Teşekkür
ederim Sayın Genç. Önergeyi oylarınıza
sunuyorum: Kabul edenler… Kabul etmeyenler… Önerge kabul edilmemiştir.
Diğer önergeyi
işleme alıyorum: Türkiye Büyük
Millet Meclisi Başkanlığına 50 sıra sayısı
ile görüşülmekte olan GATA Kanunu ile ilgili olarak aşağıdaki değişikliğin
yapılmasını arz ederiz. Madde 1- “Bir
başkasının bilimsel eserinin veya çalışmasının tümünü veya bir
kısmını kaynak belirlemeden kendi eseri gibi göstermek fiilini
işleyen öğretim elemanlarının öğretim elemanlığı görevlerine
son verilir. Öğretim elemanlığı görevine son verilen personel Gülhane
Askeri Tıp Akademisi dışındaki karargâh veya kurumlara atanır. K. Erdal Sipahi (İzmir) ve arkadaşları BAŞKAN - Komisyon
önergeye katılıyor mu? MİLLÎ SAVUNMA
KOMİSYONU BAŞKANI HASAN KEMAL YARDIMCI (İstanbul) – Katılmıyoruz
efendim. BAŞKAN – Hükûmet katılıyor mu? MİLLÎ SAVUNMA
BAKANI MEHMET VECDİ GÖNÜL (İzmir) – Katılmıyoruz. MEHMET ŞANDIR
(Mersin) – Gerekçe okunsun. BAŞKAN – Gerekçeyi
okutuyorum: Gerekçe: Sivil üniversitelerde
bu suçu işleyen bir öğretim üyesinin öğretim üyeliği sona ererken,
üniversite ile de ilişkisi kesilmekte, ancak diğer bir hastanede
veya kendi muayenehanesinde görev yapabilmektedir. GATA’daki bir öğretim
üyesi bu vasfının dışında temel olarak asker niteliği taşımaktadır.
Bu suçu işleyen
bir Askerî Öğretim üyesinin GATA’nın dar bünyesi
içinde yer alması diğer öğretim üyeleri ve öğrencileriyle hergün, her saat karşılaşılan bir ortamda düşünülemeyeceği
gibi, Askerliğin temeli olan disiplini de olumsuz yönde etkileyecek,
astlık-üstlük münasebetlerinde sıkıntı yaratacaktır. Bu nedende bu
tip kişilerin mutlaka GATA dışında bir göreve verilmeleri bu tip
olumsuzlukları engelleyecektir. BAŞKAN – Önergeyi
oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler… Kabul etmeyenler… Kabul
edilmemiştir. Üçüncü önergeyi
okutuyorum: Türkiye Büyük
Millet Meclisi Başkanlığına Görüşülmekte
olan 50 sıra sayılı Gülhane Askeri Tıp Akademisi Kanununda Değişiklik
Yapılmasına Dair Kanun Tasarısının 1 inci maddesinde yer alan
“göstermek fiilini işleyen” ibaresi yerine “göstermek fiilini
işlediği Akademi Kurulu kararıyla sabit olan” ibaresinin eklenmesini
arz ve teklif ederiz. Nihat
Ergün (Kocaeli) ve arkadaşları BAŞKAN – Komisyon
önergeye katılıyor mu? MİLLÎ SAVUNMA
KOMİSYONU BAŞKANI HASAN KEMAL YARDIMCI (İstanbul) – Olumlu görüş
ile takdire bırakıyoruz. BAŞKAN – Hükûmet? MİLLÎ SAVUNMA
BAKANI MEHMET VECDİ GÖNÜL (İzmir) – Katılıyoruz efendim. BAŞKAN – Gerekçeyi
mi okutalım, konuşmak ister misiniz? NİHAT ERGÜN (Kocaeli)
– Gerekçe okunsun. BAŞKAN – Gerekçeyi
okutuyorum: Gerekçe: İntihal fiilinin
işlediği konusunda karar alma görev ve yetkisinin GATA Akademi
Kuruluna verilmesi amaçlanmaktadır. HAKKI SUHA OKAY
(Ankara) – Sayın Başkan, karar yeter sayısı talep ediyoruz. BAŞKAN – Önergeyi
oylarınıza sunacağım ve karar yeter sayısını arayacağım. Önergeyi kabul
edenler… Kabul etmeyenler… Karar yeter sayısı yoktur. Birleşime beş
dakika ara veriyorum. Kapanma Saati: 15.26 İKİNCİ OTURUM Açılma Saati: 15.39 BAŞKAN: Başkan Vekili Meral AKŞENER KÂTİP ÜYELER : Fatoş GÜRKAN
(Adana), Harun TÜFEKCİ (Konya) BAŞKAN – Sayın
milletvekilleri, Türkiye Büyük Millet Meclisinin 23’üncü Birleşiminin
İkinci Oturumunu açıyorum. 50 sıra sayılı
Kanun Tasarısı’nın görüşmelerine kaldığımız yerden devam edeceğiz. Komisyon ve Hükûmet yerinde. Tasarının 1’inci
maddesinin üzerinde Kocaeli Milletvekili Sayın Nihat Ergün ve arkadaşları tarafından verilen önergenin
oylamasında karar yeter sayısı bulunamamıştı. Şimdi, önergeyi
tekrar oylarınıza sunacağım ve karar yeter sayısı arayacağım. Önergeyi kabul
edenler… Kabul etmeyenler… Önerge kabul edilmiştir. Karar yeter sayısı
vardır. Kabul edilen
önerge doğrultusunda tasarının 1’inci maddesini oylarınıza sunuyorum:
Kabul edenler… Kabul etmeyenler… Kabul edilmiştir. 2’nci maddeyi
okutuyorum: MADDE 2.- Bu Kanun yayýmý
tarihinde yürürlüðe girer. BAŞKAN – 2’nci
madde üzerinde Cumhuriyet Halk Partisi Grubu adına Tekirdağ Milletvekili
Sayın Enis Tütüncü. Buyurun Sayın
Tütüncü. (CHP sıralarından alkışlar) Süreniz on dakika. CHP GRUBU ADINA
ENİS TÜTÜNCÜ (Tekirdağ) – Teşekkür ederim Sayın Başkan. Değerli milletvekilleri,
Gülhane Askeri Tıp Akademisi Kanununda Değişiklik Yapılmasına
Dair Kanun Tasarısı’nın 2’nci maddesi üzerinde söz almış bulunuyorum.
Hepinizi sevgiyle, saygıyla selamlıyorum. Şimdi, bu kanun
tasarısı, daha önce söz alan arkadaşlarımızın da belirttiği gibi,
GATA’daki öğretim elemanlarıyla YÖK kapsamındaki
öğretim elemanları arasındaki disiplin hükümlerini birbirine
uygun hâle getiriyor. Kanımızca, yasal
açıdan oldukça geç kalmış bir düzenlemeyi yapıyoruz. Çünkü 2547 sayılı
Yasa, Türk Silahlı Kuvvetlerinin yükseköğrenim kurumlarıyla ilgili
konuları YÖK kapsamı dışında bırakmıştır. Konunun daha
iyi anlaşılması için, izin verirseniz, YÖK Yasası’nın 2’nci maddesini
sizlere sunmak istiyorum. Bu YÖK Yasası’nın 2’nci maddesi, kapsam
maddesidir. Diyor ki: “Bu kanun; yükseköğretim üst kuruluşlarını,
bütün yükseköğretim kurumlarını, bağlı birimlerini ve bunlarla
ilgili faaliyet ve esasları kapsar. Türk Silahlı
Kuvvetleri ve emniyet teşkilatına bağlı Yükseköğretim Kurumları
ile ilgili hususlar ayrı kanunlarla düzenlenir.“ Şimdi, burada,
1981 yılında çıkarılmış bir yasa ve bugün Türk Silahlı Kuvvetleriyle
ilgili bu Yasa’nın öngördüğü bu düzenlemeyi yapıyoruz. Bu arada, Sayın
Bakandan, emniyet teşkilatına bağlı yükseköğretim kurumlarıyla
ilgili düzenlemenin yapılıp yapılmadığını da öğrenmek istiyorum.
Tabii ki Sayın Bakanın alanına girmiyor, İçişleri Bakanlığıyla ilgili
bir konuda soru sorduğumun farkındayım. Ama bu konuda, bir milletvekili
olarak, bu emniyet teşkilatıyla ilgili bir düzenlemenin yapılıp
yapılmadığının da burada açıklanmasında, bilinmesinde yarar olduğuna
inanıyorum. Tabii ki GATA’da, şimdiye kadar, bu Yasa kapsamıyla ilgili
herhangi bir konu cereyan etmemiştir. Bu çerçevede, Silahlı Kuvvetlerin
ve GATA’daki öğretim elemanlarının ne kadar
ciddi; bilime, bilimsel çalışmaya, akademik çalışmaya ne kadar etik anlayışıyla önem verdiğini bir daha burada
görüyoruz. Sayın Başkan,
değerli arkadaşlarım; İstanbul Milletvekili Sayın Ömer Dinçer burada bir konuşma yaptılar. Kendisine sataşıldığı
düşüncesiyle söz istediler ve siz de Sayın Dinçer’e
söz verdiniz. Beni bağışlayınız, bu konu, intihal konusuyla ilgili.
Bu arada, Sayın Dinçer söz istemeden önce, AKP
Grubundan bir arkadaşımız “Başımızın tacı. Başımızın tacı Sayın Dinçer.” şeklinde… ALİ KOYUNCU
(Bursa) – Başımızın tacı. ENİS TÜTÜNCÜ
(Devamla) – Evet, bu son derece güzel, bu dünya çerçevesinden saygıdeğer
bir düşünce olabilir. Buna da bir şey demiyorum. Ben, geçen dönem milletvekilliği
zamanımda Sayın Dinçer’i Başbakanlık Müsteşarı
olarak bir türlü, komisyonda göremedim ve onun gıyabında, Sivas’ta
yapmış olduğu bir konuşmayla ilgili bir konuşma yapmıştım. BAŞKAN – Sayın
Tütüncü… ENİS TÜTÜNCÜ
(Devamla) – Çok önemli, izin veriniz. BAŞKAN – Söz aldığınız
konuya döner misiniz lütfen. ENİS TÜTÜNCÜ
(Devamla) - Hemen döneceğim. Sayın Dinçer, bu konuda, lütfen, burada bir açıklama yaparsa
bir soru soracağım. En azından, geçen dönem yapmış olduğum konuşmanın
geç de olsa bir yanıtı burada verilmiş olur. Çünkü, yapmış olduğum
konuşmaya hiçbir şekilde yanıt verilmedi. Sayın Başkan,
çok önemli. Rica ediyorum. O konuşmasında,
Sivas’taki konuşmasında Sayın Dinçer aynen
şöyle demiştir. Bunların açıklanması gerekiyor. Çünkü, zabıtlara
geçti. “Başımızın tacıdır.” sözleri de zabıtlara geçti. Bu çerçevede,
bunun açıklanması zorunluluk göstermektedir. ALİ KOYUNCU
(Bursa) – Zaten işiniz gücünüz hep karmakarışık işler yapmak, memleket
hayrına bir şey yaptığınız yok ki. ENİS TÜTÜNCÜ
(Devamla) – Evet, söyledim ve söylüyorum. Rahat olunuz. BAŞKAN – Sayın
Tütüncü, lütfen konuya gelin. Sayın Milletvekili,
lütfen. ENİS TÜTÜNCÜ
(Devamla) – Sayın Dinçer, konuşmasında siyasi
öncelikli İslami hareketlerden söz ediyor.
Kendisine saygısızlık etmek istemiyorum. Ne olur, bizi aydınlatsın.
Belki bu konuşma çerçevesinde, çok haksız bir şekilde yıllardan bu
yana kendisini suçlayan çevreler de mahcup olacaklardır. BAŞKAN – Sayın
Tütüncü, konuya döner misiniz lütfen. ENİS TÜTÜNCÜ
(Devamla) – Evet, dönüyorum. Öncelikle İslami hareketlerden söz ediyor ve bunları şöyle
tanımlıyor: “Bu hareketler, aslında, devlet yönetimini ve karar
merkezlerini ele geçirerek toplumda değişikliği sağlamaya yönelik
hareketler olarak ifade edilebilir. Karar gücünü elinizde bulunduracaksınız,
birtakım değişimleri bu karar gücüyle gerçekleştirmeye çalışırsınız.”
“Baş tacı” diyen
arkadaşlara sesleniyorum: Sayın Dinçer’in
burada kastettiği değişim nasıl bir değişimdir? BAŞKAN – Sayın
Tütüncü… ASIM AYKAN (Trabzon)
– Onu onaylamıyor. VEYSİ KAYNAK
(Kahramanmaraş) – Maddeyle alakası yok. ENİS TÜTÜNCÜ
(Devamla) – Rica ediyorum… BAŞKAN – Sayın
Tütüncü… ENİS TÜTÜNCÜ
(Devamla) - …yani, burada “Baş tacı.”
söylendi. BAŞKAN – Sayın
Tütüncü, lütfen, söz aldığınız konuya döner misiniz. ENİS TÜTÜNCÜ
(Devamla) – Geç de olsa, modern devletin bize aşılamaya çalıştığı
veya dayatmaya çalıştığı bir düşünceye karşı değişim. VEYSİ KAYNAK
(Kahramanmaraş) – GATA yasasıyla alakası yok. ENİS TÜTÜNCÜ
(Devamla) – Ayrıntıya girmek istemiyorum. BAŞKAN – Sayın
Tütüncü, lütfen … ENİS TÜTÜNCÜ
(Devamla) – Burayı da germek istemiyorum. Burada sizi de üzmek istemiyorum.
Ama Sayın Dinçer, mademki, burada, bizim bir
milletvekilimizin, bence son derece haklı bir konuşması üzerine
sataşma amacıyla söz aldı… BAŞKAN – Sayın
Tütüncü… ENİS TÜTÜNCÜ
(Devamla) – …bu çerçevede, bazı arkadaşlarımız da “Başımızın tacı.”
dedi. BAŞKAN – Sayın
Tütüncü… ENİS TÜTÜNCÜ
(Devamla) – Açıklansın, Sayın Dinçer, belki bizim
de de başımızın tacı olur. (AK Parti sıralarından
gürültüler) VEYSİ KAYNAK
(Kahramanmaraş) – Siz anlamazsınız. YAŞAR KARAYEL
(Kayseri) – Siz ne anlarsınız? Anlamazsınız siz. BAŞKAN – Sayın
Tütüncü, yürürlük maddesiyle ilgili söz aldınız. Lütfen sözlerinizi
o noktada devam ettirin. ENİS TÜTÜNCÜ
(Devamla) – Tamamlıyorum, tamamlıyorum Sayın Başkan. Bu kutsal çatı
altında her şeyin açıklıkla konuşulması gerekiyor ve bilinmesi gerekiyor.
VEYSİ KAYNAK
(Kahramanmaraş) – Ama, Tüzük’e uygun. ENİS TÜTÜNCÜ
(Devamla) – Şimdi, bu yasa tasarısını destekliyoruz ve konuşmamın
başında da ifade ettiğim gibi, bir gereksinim yok, uygulamada bir
ihtiyaç yok. Türk Silahlı Kuvvetlerindeki, GATA’daki
akademisyenler oradan buradan aşırmamış, yürütmemiş bazı konuları.
Ama buna rağmen, 1981 yılında çıkarılan Yasa’nın 2’nci maddesinin
öngördüğü bir ihtiyaç şimdi düzeltiliyor. Umut ediyorum
ki, emniyet görevlileriyle ilgili konuda da Sayın Bakan bizi aydınlatırlar.
Bu duygu ve düşüncelerle
hepinizi en iyi dileklerimle, sevgilerle saygılarla selamlıyorum.
Teşekkür ederim
Sayın Başkan. (CHP sıralarından alkışlar) BAŞKAN – Teşekkür
ederim Sayın Tütüncü. Gruplar adına
başka söz talebi yok. MUSTAFA ELİTAŞ
(Kayseri) – Sayın Başkanım, AK Parti Grubu adına Ömer Dinçer Bey konuşacaklar. BAŞKAN – Adalet
ve Kalkınma Partisi Grubu adına, İstanbul Milletvekili Sayın Ömer Dinçer… Buyurun Sayın Dinçer.(AK Parti sıralarından “Bravo” sesleri, alkışlar) Süreniz on dakika. AK PARTİ GRUBU
ADINA ÖMER DİNÇER (İstanbul) – Çok teşekkür ederim Sayın Başkan. Değerli milletvekili
arkadaşlarım, sözlerime başlamadan önce hepinizi saygıyla selamlıyorum.
Enis Bey’e teşekkür
ediyorum, çünkü bugün bir başka mevzuda benim açıklama yapmama bir
fırsat verdi. Doğrusunu söylemek gerekirse, böyle bir fırsatı da
değerlendirmek istiyor ve hakikaten Sivas’ta ben ne konuşmuştum
ve o, nasıl kamuoyunda tartışma ve gündeme getirildi, onun hakkında
kısaca bilgi vereceğim size. ENİS TÜTÜNCÜ
(Tekirdağ) – Teşekkür ederim. ÖMER DİNÇER (Devamla)
– Ben yine 1995 yılında Sivas’ta bir konuşma yaptım. O yaptığımız
konuşma ana başlığı itibarıyla “21’inci Yüzyıla Girerken Dünyada
ve Türkiye’de İslam” başlığını taşıyordu. Ben üniversitede
stratejik yönetim okutuyorum. Stratejik yönetim şu demek arkadaşlar:
Tüm dünyada, içinde bulunduğunuz, yaşadığınız çevrede ne tür değişmeler
oluyor, bunları gözlemlemek bu değişmelere karşın içinde bulunduğunuz
toplumun, birimin veya örgütün o değişimlere karşı nasıl cevap
vermesi gerektiği konusunda fikir üretmektir, strateji geliştirmektir.
Ben de ona benzer bir şey yaptım ve tüm dünya değişiyorken, 1990’lı yıllarda
Sovyetler Birliği çökmüş, teknolojik değişme ve gelişme son derece
hızlanmış, çevre sorunları ortaya çıkmış, vesaire. Bu tip değişikliklerin
olduğu bir dünyada, Türkiye bundan nasıl etkilenecek, İslam dünyası
nasıl etkilenecek ve bunun sonucunda, neler yaparsak Türkiye başka
ülkelerle rekabet edebilir bir ülke hâline gelir, bununla ilgili
bir şeyler söyledim. Ben bir bilim
adamıyım. Bilim adamları, aslında bu ülke için doğru olan şeyleri
söylemelidirler. Statükonun beklentilerini veya mevcut şartlarda
kendilerinin hoş görüleceğini varsaydıkları düşünceleri değil.
Ben ülkemi seviyorum ve ülkem adına o gün doğru bildiğim şeyleri
söyledim ve daha sonra da yüzüme vurulduğunda inkâr etmedim. Ben o
konuşmayı her zaman kabul ettim ve ediyorum, bunu herkes böyle bilmeli.
(AK Parti sıralarından alkışlar) İkincisi, benim
o konuşmada… KAMER GENÇ (Tunceli)
– Konuşmanın tamamını söyle! Konuşmanın tamamını söyle! ÖMER DİNÇER (Devamla)
– Benim o konuşmamda yaptığım analizlerde… KAMER GENÇ (Tunceli)
– “Laiklik kaldırılmak gerekiyor.” dedin mi, demedin mi? (Gürültüler) ÖMER DİNÇER (Devamla)
– Cevap vereceğim… Arkadaşlar,
lütfen, benim konuşmama siz izin verin. …yaptığım konuşmada
-uzunca bir konuşmadır- ben o konuda cumhuriyetle ilgili, laiklikle
ilgili, devletçilikle ilgili, halkçılıkla ilgili değerlendirmeler
yaptığım gibi, o günün siyasi hareketleri içerisinde Refah Partisiyle
ilgili değerlendirmeler de yaptım. KAMER GENÇ (Tunceli)
– Nasıl değerlendirme yaptın? Ne değerlendirmesi yaptın? ÖMER DİNÇER (Devamla)
- Bir kere şunu hepimiz kabul ediyor ve biliyoruz ki, bu ülkede bürokrasi
değişimin bir aracı olarak kullanılmıştır. O günlerde Refah Partisi
iktidara gelme umudu taşıyordu veya ihtimali taşıyordu ve ben onlara
bir soru sordum. Sayın Tütüncü’nün sorduğu
soru o sorudur. Aslında, ben onu normalde kabullenerek değil, karşı
tarafa “Böyle bir durumda, siz, bürokrasiyi değişim aracı olarak
kullanacak mısınız?” diye soruyor ve bunu kullanmasının karşılığında
ortaya çıkaracağı riskleri dile getirmeye çalışıyordum. Ama, bunun
üzerinde durmuyorum zaten. Üzerinde duracağım şey, benim yaptığım
değerlendirmeleri tartışırken, o tartışmanın kamuoyuna nasıl
sunulduğuna dair ahlaki problemlerdir. Çünkü, bu metin içerisinde
söylenenlerin, dile getirilenlerin hepsini ben söylüyorum aslında.
Ama, hepsini, burada yapıldığı gibi yeni bir senaryoyla, yeni bir
mizanpajla, belirli bir yerinden bazı cümleleri alarak, sonra öbür
tarafından başka cümleleri alarak, arka arkaya koyup, yeni bir metin
üreterek değil. Ben o metinde cumhuriyete, halk için, halka rağmen,
halk adına, cumhuriyet anlayış ve uygulamalarıyla ilgili değerlendirmeler
yaptım ve buna dair eleştirilerimi söyledim. Ama, hemen arkasından
da yine, daha derinleşmiş bir demokrasiye sahip cumhuriyeti… BAŞKAN – Sayın Dinçer, söz aldığınız maddeyle ilgili konuya dönün
lütfen. ÖMER DİNÇER (Devamla)
– Bunun ötesinde başka bir şey istemedim. Daha derinleşmiş bir demokrasiye
sahip, katılımcı bir cumhuriyet öngördüm. Peki, bunun neresi mahzurlu
olabilir? KAMER GENÇ (Tunceli)
– Laikliğin burada yeri ne? ÖMER DİNÇER (Devamla)
– Mahzurlu bile olsa, bunun, bir bilim adamının kendi düşüncelerini
ortaya koymasına, bu ülkede düşünce özgürlüğü adına hep beraber
sahip çıkmak zorunda değil miyiz biz? (AK Parti sıralarından alkışlar) Eğer, bir bilim
adamı herhangi bir düşüncesini söylediğinde, biz ona sahip çıkamayacaksak,
o zaman sıradan bir vatandaşın ortaya koyduğu düşüncelere kiminle
sahip çıkacağız? RAHMİ GÜNER (Ordu)
– Türkiye Cumhuriyeti’nin temel ilkeleri var . ÖMER DİNÇER (Devamla)
– Onu kim koruyacak? Bunu söyleyebilir misiniz bana. Tam da yüz karası
bir şekilde… BAŞKAN – Sayın Dinçer, söz aldığınız maddeyle ilgili konuya döner
misiniz lütfen. ÖMER DİNÇER (Devamla)
– Sayın Başkan… ALİ UZUNIRMAK
(Aydın) – Canım şimdi Meclis kürsüsünden de söyle o gün söylediğini
o zaman, madem bir düşünce. MUSTAFA ELİTAŞ
(Kayseri) – Sayın Başkan, biraz önce Sayın Tütüncü konuşurken, tamamen,
Sayın Dinçer’in aldığı konuşmada Grubumuzun
bu konuyu alkışlamasıyla ilgili konuşmasını tamamladı, çerçevesini
o şekilde çizdi. BAŞKAN – Ben Sayın
Tütüncü’yü de uyardım. Sayın Dinçer’e daha önce de 69’uncu maddeyle ilişkili
iki defa söz verdim. Onun için, söz aldığı maddeyle ilgili konuşursa
iyi olacak. ÖMER DİNÇER (Devamla)
– Teşekkür ediyorum Başkanım. Bizim ülkemizin
bir sorunu var. Biz, aslında, uluslararası alanda başka ülkelerle
rekabet edebilir bir durumda gözükmüyoruz, geri kalmış vaziyetteyiz.
Daha geçen gün, yine muhalefet cephesinden, insani gelişmişlik endeksinde
92’nci sırada olduğumuz söyleniyordu. Rekabet gelişme endeksi
içerisinde ise biz, 60 ülke içerisinde 56’ncı sıradayız ve bunu hiç
hak etmiyoruz ve biz başka ülkelerle rekabet edebilir olmak istiyorsak,
aslında içinde bulunduğumuz durumu değiştirecek ve onlarla rekabet
edecek mekanizmaları üretmek zorundayız. Bunun için de insanlarla
uğraşmak değil, projelerle uğraşmak hepimizin şiarı olmalıdır ve
sizler bunu başarıyorsunuz. Ben sizleri de tebrik ediyor ve Başkana,
müsamahası için teşekkür ediyorum. (AK Parti sıralarından alkışlar) BAŞKAN – Teşekkür
ederim Sayın Dinçer. Gruplar adına
başka söz talebi yoktur. Şahıslar adına
Suat Kılıç, Samsun Milletvekili. Sayın Kılıç?
Söz talebi yok. Azize Sibel Gönül,
Kocaeli Milletvekili… Yok. KAMER GENÇ (Tunceli)
– Ben istiyorum Sayın Başkan. BAŞKAN – Buyurun
Sayın Genç. Beş dakika süreniz
var. KAMER GENÇ (Tunceli)
– Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; tasarının 2’nci maddesi
hakkında söz aldım. Yalnız, bugün
gazetenin birinde hoşuma gitmeyen bir haber çıkmıştı, diyor ki:
“29/2/2004 tarihinde Tekelde sekiz tane kullanılmamış makine almış…”
BAŞKAN – Sayın
Genç… KAMER GENÇ (Devamla)
– Bir dakika efendim, bir cümle söyleyeceğim… BAŞKAN – Sayın
Genç lütfen… Lütfen, söz aldığınız, yürürlük maddesi hakkında konuşun. KAMER GENÇ (Devamla)
– Sayın Başkan, bakın, yani… Bir dakika. Efendim, bu makineyi
alanlar… BAŞKAN – “Bir dakika”sı
yok Sayın Genç. KAMER GENÇ (Devamla)
- … güya, bir şirket, Sedat Güngörmüş adına -yabancı,
İspanyol şirketi- 30 bin dolar göndermiş. O, 30 bin doları alan Sedat Güngörmüş de Sayın Unakıtan’ın
şirketinde santral memuruymuş. Ee olabilir yani,
ne var bunda? Bunda bir anormallik yok ki. Yani, şimdi ne
diyeyim, yani ben şimdi, bakın, demiyorum, Sayın Unakıtan’ın
şirketinde… Yani bu Tekele ilişkin sözleşme Maliye Bakanlığı tarafından
onaylandıktan iki gün sonra… BAŞKAN – Sayın
Genç, lütfen söz aldığınız konuya dönün. KAMER GENÇ (Devamla)
– Efendim, tamam, bitiriyorum, bitiriyorum. Oraya bir 30 bin
dolar gelmiş, o 30 bin doları da alan Unakıtan’ın
çocuklarının şirketinde çalışan santral memuruymuş. Olabilir, ne
olacak yani. Şimdi, bakın arkadaşlar,
burada, biraz önce… Bakın, biz bu
Meclise geldiğimiz zaman, Anayasa’ya sadakate yemin ettik, milletvekili
yemini var. Şimdi, buradan
biraz önce konuşan kişi diyor ki: “Efendim düşünce özgürlüğüm var,
ben düşünce özgürlüğümü kullanırım.” Ama, Anayasa’nın 14’üncü maddesi
var. Anayasa’nın 14’üncü maddesinde “temel hak ve hürriyetlerin kötüye
kullanılamaması” ilkesi var. Bu ne demektir? Yani, siz laik Türkiye
Cumhuriyeti devletini ortadan kaldırmaya yönelik… BAŞKAN – Sayın
Genç… Sayın Genç… KAMER GENÇ (Devamla)
– …Türkiye’nin bölünmez bütünlüğünü ortadan kaldırmaya yönelik
düşünceler taşıyamazsınız… (Gürültüler) (Mikrofon otomatik
cihaz tarafından kapatıldı) BAŞKAN – Sayın
Genç, bugün buraya… Lütfen sayın
milletvekilleri… KAMER GENÇ (Devamla)
–…taşıdığınız anda bu Anayasa’ya aykırı hareket etmiş olursunuz,
aynı zamanda, yapmış olduğunuz yemine karşı hareket etmiş olursunuz. BAŞKAN - Bugün
buraya bir kanun tasarısını görüşmek üzere toplandık… KAMER GENÇ (Devamla)
– Sayın Başkan, şimdi, bakın, benden önce bu kürsüye gelen kişiyi… BAŞKAN -…bir milletvekilinin
konumunu konuşmak üzere toplanmadık. Yürürlük maddesi üzerine
söz aldınız, hakkında konuşacaksanız şimdi mikrofonunuzu açıyorum.
(AK Parti sıralarından alkışlar) ENİS TÜTÜNCÜ
(Tekirdağ) – Sayın Başkan, olmaz böyle şey! Böyle bir uygulama görülmedi
Sayın Başkan. Yanlış yapıyorsunuz. KAMER GENÇ (Devamla)
– Benden önce konuşan grup sözcüsünün daha ciddi olması lazım. Ben,
şahsım adına konuşuyorum. Grup sözcüsü tam on dakika, gitti, hayal
âleminden bahsetti, yeni bir İslam hareketinden bahsetti. NUSRET BAYRAKTAR
(İstanbul) – Ne alakası var? Nereden çıkarıyorsun böyle şeyleri? KAMER GENÇ (Devamla)
– O konuşmasında diyor ki: “Artık Türkiye Cumhuriyeti devletini…” BAŞKAN – Sayın
Genç… KAMER GENÇ (Devamla)
–“…İslam kurallarına göre yönlendirmemiz lazım.” NUSRET BAYRAKTAR
(İstanbul) – Nerede diyor? Duymadık biz. KAMER GENÇ (Devamla)
– “Laikliğin sonu gelmiştir” diyor. BAŞKAN – Sayın
Genç… NUSRET BAYRAKTAR
(İstanbul) – Sayın Başkan, bütün bunlar konuşuldu mu? KAMER GENÇ (Devamla)
– Peki, bunu kabul ediyor musunuz? BAŞKAN – Sayın
Genç… Sayın Genç… KAMER GENÇ (Devamla)
– Efendim, sizin Meclis Başkanı olarak buna müdahale etmeniz lazım.
Laik Türkiye Cumhuriyeti devletinin laiklik ilkesini korumaya
yemin etmiş bir kişi olarak sizin burada yapılan o konuşmalara müdahale
etmeniz lazım. Dolayısıyla, burada yapılan konuşmalar Anayasa’ya,
milletvekili yeminine tamamen aykırıdır. NUSRET BAYRAKTAR
(İstanbul) – Nereden çıkartıyorsun? Öyle bir konuşma yok ki! BAŞKAN – Sayın
Genç, siz tecrübeli bir milletvekilisiniz. KAMER GENÇ (Devamla)
- Düşünce özgürlüğünün ne olduğunu biraz bilmemiz lazım. Yani, düşünce
özgürlüğü var diye, biz, Türkiye’nin bölünmez bütünlüğünü… Türkiye’yi
parçalayacak mıyız? O zaman PKK’ya niye karşı çıkıyorsunuz? Onun
da düşünce özgürlüğü var. Onun da düşünce özgürlüğü var. Sen çıkacaksın
“Laik Türkiye Cumhuriyeti devletinin artık sonu gelmiştir, Türkiye
Cumhuriyeti devletinde laikliği kaldırıp İslam kurallarına göre
Türkiye’yi idare etmemiz lazımdır.” dersen… (AK Parti sıralarından
gürültüler) BAŞKAN – Sayın
Genç… KAMER GENÇ (Devamla)
-…ve bu yönde fikir beyan edersen, “Benim bir düşünce özgürlüğüm
var.” dersen, bu, düşünce özgürlüğünü aşan bir davranış biçimidir
değerli milletvekilleri. MUSTAFA ELİTAŞ
(Kayseri) – Sayın Başkan, şu anda İç Tüzük’ün 66’ncı maddesini uygulamak
zorundasınız. BAŞKAN – Sayın
Genç… KAMER GENÇ (Devamla)
– Efendim Sayın Başkan… BAŞKAN – Lütfen
konuya gelin. KAMER GENÇ (Devamla)
– Efendim, konuya geliyorum işte. Bakın… BAŞKAN – Lütfen
konuya gelin. Siz son derece tecrübeli bir milletvekilisiniz. Lütfen…
Gençlere örnek olmanız lazım. Genç milletvekillerine örnek olmanız
lazım. Lütfen konuya gelin. MUSTAFA ELİTAŞ
(Kayseri) – Sayın Başkan, siz, Sayın Milletvekilini 5-6 kere uyardınız,
66’ncı maddeyi uygulamak zorundasınız. KAMER GENÇ (Devamla)
– Şimdi, bu Grup Başkan Vekili ikide bir kalkıyor yerinden, bunu bir
cezalandırın. (Gülüşmeler) Tutuyor, Başkanlık Divanına itirazda
bulunuyor. MUSTAFA ELİTAŞ
(Kayseri) – Sayın Başkan, konu dışı, gündem dışı konuşan milletvekilini
lütfen uyarın. KAMER GENÇ (Devamla)
- Sayın Başkan, bunlar nasıl grup başkan vekilliği yapacağını bilmiyorlar.
Meclis Başkanına onun müdahale etme hakkı yok. Kendi başkan vekilleri
oturduğu zaman, ben buraya kürsüye çıktığım zaman el kol hareketi
yapıyorlar, hemen benim konuşmama müdahale ediyor. BAŞKAN – Sayın
Genç… Sayın Genç, lütfen. KAMER GENÇ (Devamla)
– Parlamento görmemişler arkadaşlar. Siz kendiniz istediğiniz gibi
çıkıyorsunuz, burada konuşmayı yapıyorsunuz. Ben laik Türkiye
Cumhuriyeti devletinin bölünmez bütünlüğünü koruyacağıma namusum
ve şerefim üzerine yemin etmiş bir insanım. Laik cumhuriyeti burada
ortadan kaldırmaya yönelik, Türkiye’yi İslam kurallarına göre
yönetilmesi gerektiğine yönelik fikirlerin, fikir bağımsızlığıyla
düşünce özgürlüğüyle hiçbir ilgisi yoktur. Burada, Anayasa’ya
sadakat yemini yapmış hiçbir milletvekili bunu diyemez. Sayın
Ömer Dinçer, biraz önce sataşmadan söz aldığı
zaman dedi ki: “Ben o düşüncelerimin hâlâ sahibiyim.” Dedi mi, demedi
mi? Tutanakları istedim, gelmedi. Bu düşüncelerinizin sahibi
iseniz, o zaman kardeşim, bu laik Türkiye Cumhuriyeti devletinin
Parlamentosunda görev yapamazsınız. Onun için… FATİH ÖZTÜRK
(Samsun) – Sayın Başkan, zaman ikinci kez başladı, yanlış oldu, iki dakika
geçiyor efendim. SUAT KILIÇ (Samsun)
– Sayın Başkan, beş dakika geçti, ikinci beş dakikaya konuşuyor. KAMER GENÇ (Devamla)
– “Efendim, ben dokunulmazlık zırhına bürünmüyorum.” diyor. Dokunulmazlığı kaldıralım o
zaman. Kaldıralım bakalım, bürünüyor muyuz bürünmüyor muyuz? BAŞKAN – Sayın
Genç, “Yürürlük” maddesine dönün lütfen. KAMER GENÇ (Devamla)
– Tamam efendim, maddeye de döneyim. Şimdi, ben, bu
kanunun gereksiz bir kanun olduğunu söyledim. Neden gereksiz bir
kanun? Çünkü, evvela bu suçu işleyen kişiye böyle bir ceza verilmesi
için bir yargı denetiminden geçmesi lazım.
Biz soruları sorarken Sayın Bakan dedi ki: “Evvela cezayı vereceğiz.
İlgili gitsin, askerî idare mahkemesine dava açsın.” Hâlbuki, bence
bu hatalı bir şey. Önce bir kurul -bu konuda yargı denetimine- yani
bu konuda bir bilirkişi heyeti tayin etmeli. Bu bilirkişi heyetinin…
Hatta mahkemeye dava açmalı. Bu kişi intihal suçunu işlemiştir.
Aslında intihal suçunu işleyenlerin, sonunda intihar da etmesi
gerekiyor ama neyse artık onu da ben söylemiş olmayayım. Dolayısıyla,
önce bu konuyu bir mahkeme kararıyla tespit edip kesinleştikten
sonra bu cezayı vermesi lazım. Aksi takdirde çok keyfî bir uygulama
olur. Bir yargı kararı denetiminden geçmesi
lazım. Saygılar sunuyorum
efendim. (CHP sıralarından alkışlar) BAŞKAN – Teşekkür
ediyorum Sayın Genç. Maddeyi oylarınıza
sunuyorum: Kabul edenler… Etmeyenler… 2’nci madde kabul edilmiştir. 3’üncü maddeyi
okutuyorum: MADDE 3.- Bu Kanun
hükümlerini Bakanlar Kurulu yürütür. BAŞKAN - Madde
üzerinde gruplar adına söz yok. Şahıslar adına Veysi Kaynak, Kahramanmaraş milletvekili. Buyurun Sayın
Kaynak. (AK Parti sıralarından alkışlar) VEYSİ KAYNAK
(Kahramanmaraş) – Sayın Başkan, çok değerli milletvekilleri; görüşülmekte
olan 50 sıra sayılı Gülhane Askerî Tıp Akademisi Kanununda Değişiklik
Yapılmasına Dair Kanun Tasarısı’nın 3’üncü maddesi hakkında söz
almış bulunuyorum. Bu tasarının
1’inci maddesiyle, Gülhane Askerî Tıp Akademisinde görevli öğretim
elemanlarının öğretim elemanlığından çıkarılmasına ilişkin esasların,
yükseköğretim kurumlarında görevli diğer öğretim elemanlarıyla
uyumlu hâle getirilmesi amaçlanmıştır. Kabul ettiğimiz 1’inci madde
bunu düzenlemiştir. Dolayısıyla eşitlik ve adalet ilkesi bakımından
uygun bir düzenleme olmuştur diyorum.
Tasarının hayırlı
olmasını temenni ediyorum. (AK Parti sıralarından alkışlar) BAŞKAN – Teşekkür
ederim Sayın Kaynak. 3’üncü maddeyi
oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler… Kabul etmeyenler… Madde kabul
edilmiştir. Tasarının tümünü
oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler… Kabul etmeyenler… Kabul
edilmiştir. Tasarı kabul
edilmiş ve kanunlaşmıştır. Hayırlı olsun. 2’nci sırada
yer alan Türk Silahlı Kuvvetleri Hasta Beslenme Kanunu Tasarısı ve
Millî Savunma Komisyonu Raporu’nun görüşmelerine başlayacağız.
2.- Türk Silahlı Kuvvetleri Hasta Beslenme (Besleme)
Kanunu Tasarısı ve Millî Savunma Komisyonu Raporu (1/431) (S. Sayısı:
49) (x) BAŞKAN – Komisyon
burada. Hükûmet burada. Komisyon raporu
49 sıra sayısıyla bastırılıp dağıtılmıştır. Tasarının tümü
üzerinde, Cumhuriyet Halk Partisi Grubu adına söz isteyen Adıyaman
Milletvekili Şevket Köse. Buyurun Sayın
Köse. (CHP sıralarından alkışlar) Süreniz yirmi
dakikadır. CHP GRUBU ADINA
ŞEVKET KÖSE (Adıyaman) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri;
sözlerime başlarken hepinizi saygıyla selamlıyorum. Türk Silahlı
Kuvvetleri Hasta Beslenme Kanunu Tasarısı’nın 1’nci maddesi üzerinde
Cumhuriyet Halk Partisi Grubu adına söz almış bulunmaktayım. Yalnız, bu konuya
geçmeden önce, büyük insan Hazreti Ali’nin
dediği gibi “Bana bir harf öğretenin kırk yıl kölesi olurum.” söyleminden
hareketle, Hacı Bektaş Veli’nin de “İlimden
gidilmeyen yolun sonu karanlıktır.” sözünden yola çıkarak, karanlıkları
aydınlatan tüm eğitim emekçilerinin cumartesi günü kutlanacak
olan 24 Kasım Öğretmenler Günü’nü kutluyor ve tüm öğretmenlerin
önünde saygıyla eğiliyorum. Sayın milletvekilleri,
bildiğiniz gibi, 24 Mayıs 2007 tarih ve 5668 sayılı Türk Silahlı Kuvvetleri
Beslenme Kanunu Genel Kurulumuzca kabul edilerek, Türk Silahlı
Kuvvetlerinin personeline dönük düzenleme yapılmıştır. Üzerinde
görüşlerimi belirttiğim tasarı ise bu Kanun’la tamamlayıcı bir
özellik taşımaktadır. Tasarı genel
olarak iki noktada somut ve ciddi katkılarıyla göze çarpmaktadır:
Bunlardan ilki, günümüz şartlarına göre düzenlenmiş çağdaş içeriği
ve biçimidir; ikincisi ise hastalar lehine düzenlenmiş olmasıdır.
Bu iki katkı, az sonra da belirteceğim gibi, iç içe geçmiş olmakla
birlikte, yeni olumlu etkilerin de önünü açmaktadır. Tasarının yürürlükten
kaldırdığı kanunlara baktığımızda, ilgili tasarının günümüz
şartlarına göre hazırlandığı hemen fark edilecektir. Tasarı uygulayıcılara
geniş takdir yetkisi bırakmakta, ayrıntıları ise yönetmeliğe devretmektedir.
Bu durum hem biçim hem de içerik açısından tasarının çağdaş yanını
yansıtmaktadır. Örneğin, diyet yemeği uygulamasında doktor görüşü
alınarak diyetisyen kararı yeterli sayılmaktadır. Ayrıca, yemeklere
dönük parametre, çeşit ve miktar konularını kapsayan bir yönetmeliğin
tasarı kanunlaştıktan sonra altı ay içerisinde düzenleneceği belirtilmektedir.
Bu konuda, son
olarak sağlık ve bilim alanındaki gelişmelerin metinde yer bulduğu
söylenmekte yarar da olacaktır. Türk Silahlı
Kuvvetleri Hasta Beslenme Kanunu Tasarısı’nın en önemli diğer yanı
ise hastanın lehine olan düzenlemeleri oluşturmaktadır. Görev,
yetki ve sorumluluklarıyla, beslenme yönetimine ilişkin konular,
hasta lehine olan düzenlemenin somut ifadeleri olmaktadır. Örneğin,
hastanın durumuna göre, yemek çeşit ve miktarının, doktor görüşü
ve diyetisyen kararıyla belirlenebilecek olması da hastanın durumuna
göre yemek çıkması demektir. Burada,
hem uygulamaya en yakın kişilere (x)
49 S. Sayılı Basmayazı tutanağa eklidir. takdir yetkisi bırakılarak hem de hastanın
durumuna göre düzenleme yapılmasının önü açılarak hasta lehine
olan durumu genişletmektedir. Ayrıca, askerî öğrenci, er ve erbaşlardan
taburcu olanlara, uygun durumlarda, birliğine ya
da varacağı yere bağlı olarak kumanya verilmesinin kanun güvencesine
alınması hasta lehine olan bir durumdur. Kısacası, uygun durumlarda,
hasta, yalnızca hastane içerisinde değil, hastane dışında da desteklenmektedir. Sayın Başkan,
değerli üyeler; çağdaş bir kanun tasarısı olması, hasta öncelikli
temelden yükselmesi, çok önemli başka bir noktayla da pekişmektedir.
Bu noktanın gözden kaçırılmadan değerlendirilmesinde büyük yarar
olacaktır. Tasarının kanunlaşması
ile büyük miktarda bir tasarruf sağlanacaktır. Tasarruf rakamının,
yüzde 40 civarı gibi ciddi bir rakam olacağını tahmin etmekteyim.
Örneğin, daha önceden, sabit listelerle hazırlanan yemekler olduğundan,
hastaya uygun yemekler çıkmamaktaydı. Oysa, tasarıya göre, her
hastanın durumuna bakılarak yemeklerin kararlaştırılması, büyük
miktarda tasarrufa yardımcı olacaktır. Buraya kadar
özetlediğim noktalara bir ek yapmak istiyorum: Tasarı, şüphesiz,
kanunlaştığında büyük katkılar sağlayacak olsa da çıkarılacak
bir yönetmelikle daha tamamlayıcı ve açıklayıcı hâle gelecektir.
Yani tasarının kanunlaşmasından sonra çıkarılacak yönetmeliğe
ve bu yönetmeliği düzenleyecek üyelere büyük sorumluluk düşmektedir.
Normlar hiyerarşisine bu şekilde uymakla birlikte, yönetmelikte
yer alacak olan parametreler, miktar ve çeşitlerin iyi derecede anlaşılır
ifade edilmesi gerekmektedir. Aksi takdirde, kanunun uygulamasında
eksiklikler doğabilecektir. Bunun için, ismini az önce de andığım,
2007 tarih ve 5668 sayılı Türk Silahlı Kuvvetleri Beslenme Kanunu’nun
sonunda yer alan tablo, bizler için örnek teşkil etmektedir. Benzeri
bir tablonun yönetmelikte yer alacak olması, hukuki anlamda ve uygulama
alanında büyük netlik sağlayacaktır. Sayın Başkan,
değerli milletvekilleri; son günlerde yaşadığımız olaylar, Türk
Silahlı Kuvvetlerinin ülkemiz için ne derece önemli olduğunun bir
ispatıdır. Bundan dolayı, üzerinde çalıştığımız kanun tasarısı
ayrı bir önem taşımaktadır. Türk Silahlı Kuvvetlerinin personel
sağlığına ilişkin önemli bir adım atmış bulunmaktayız. Uygulamada
başarı sağlayacağına olan inancımla, hepinize saygılar sunuyorum.
Teşekkür ederim.
(CHP sıralarından alkışlar) BAŞKAN – Teşekkür
ederim Sayın Köse. Gruplar adına,
Milliyetçi Hareket Partisi Grubu adına, Kırıkkale Milletvekili
Sayın Osman Durmuş. Buyurun Sayın
Durmuş. (MHP sıralarından alkışlar) Süreniz yirmi
dakika. MHP GRUBU ADINA
OSMAN DURMUŞ (Kırıkkale) – Sayın Başkan, saygıdeğer milletvekilleri;
49 sıra sayılı Türk Silahlı Kuvvetleri Hasta Beslenme Kanunu Tasarısı
konusunda, Milliyetçi Hareket Partisi Grubu adına söz almış bulunuyorum.
Yüce heyetinizi saygıyla selamlıyorum. (AK Parti sıralarından
gürültüler) BAŞKAN – Sayın
milletvekilleri, hatibi dinleyin lütfen. OSMAN DURMUŞ
(Devamla) - Saygıdeğer milletvekilleri, görüşülmekte olan Kanun,
1934 tarihli bir kanundur. Günümüzde, beslenme,
bir tıp dalı niteliğine ulaşmış bir bilim dalıdır. Beslenme, belirli
sayıda öğünlerle, ağız ve damak zevkine uygun olarak karnı doyurma,
bir diğer anlamıyla, açlığı giderme olayı değildir. Beslenme, besin
denilen yiyecekleri bir tür ilaç gibi yiyebilme olayıdır. Dengeli
beslenme, yağ, protein, nişasta oranından ziyade besinin alınmasıyla
salınan insülin hormonunun dengesidir. Aşırı
insülin salınımına sebep
olan besinler vücutta depolanmış yağların enerjiye dönüşümüne
izin vermez. İnsülin düzeyi düşük olduğunda
hücrelerimiz açlıktan atrofiye uğrar ve
ölürler. “Metabolizma” dediğimiz fizyolojik bir olaylar zinciri
sonucu, alınan gıdaların kanda glikoza çevrilerek veya karaciğere
glikojen olarak depo edilerek, vücudun hareketi için veya yaraların
onarımı için gerekli duyduğu ısı ve enerjiyi üreten biyokimyasal
ve hormonal biyolojik olayların bütünüdür
beslenme. Bireyin aktivitesine
yetecek kadar besin alınmaması hâlinde, vücut kendi kaslarını ve
yağ dokusunu enerji üretmekte kullanır. Bu, vücudun yıkımı ve zayıflaması
tarzında seyreden “katabolizma” dediğimiz
bir olaydır ve karaciğerin yükünü artırır. Zaman zaman
karaciğerinizi incelettirdiğinizde ultrasonda
görülen yağlanmalar, kısmen beslenme türüne bağlıysa kısmen de bu katabolizma olayına bağlıdır. Bu olayda vücudun
direnci azalır, yara iyileşmesi zorlaşır veya yara giderek büyür. Değerli milletvekilleri,
aşırı ve çok beslenme de damar duvarlarında sertleşme, elastikiyetin
kaybı, bugün özellikle Parlamentoda bulunan arkadaşlarımızın
birçoğunun yaşadığı gibi, kalpte, beyin ve böbreklerde tahribata
neden olur. Halk arasında “damar sertliği” dediğimiz hadise böyle
bir olaydır. Hastane yatağında
yatan hastaların yüzde 50’sinde incelemeler yapılmış ve beslenme
geriliği veya artmış metabolizmaya bağlı olarak kilo kaybı tespit
edilmiştir. Hastalıkların geç iyileşmesi veya daha da kötüleşmesi
“malnütrisyon” denilen bu beslenme bozukluğuna
bağlıdır. Bu durumda organizma kendi dokusunu sindirir. “Katabolizma” dediğimiz bu hâl, doku yıkımı, zayıflama,
yükü artan karaciğerde yağlanma şeklinde kendini gösterir. Yeterli
ve dengeli besin alınması sonucu yara tamiri kolaylaşır, kas ve
yağ kitlesi artar. “Anabolizma” dediğimiz
bu durumda hastanın immünolojik direnci artar. Değerli milletvekilleri,
metabolik ihtiyacı artıran durumlar vardır.
Bunlardan birincisi, ateşi yükselten hastalıklar, enfeksiyonlar,
tiroit bezinin az çalışması, yani hipotiroidizm,
vücut yüzeyindeki yanıklar, yumuşak doku yaralanmaları, cerrahi
travma ya da organizmanın gelişim döneminde
olması, büyümesidir. İkincisi, artmış
metabolik kayıplar da bu olaya sebep olur. Apse,
fistül, karın veya göğüs boşluğunda sıvı toplanması -“efüzyon” ya da “asit” dediğimiz
hadise- kronik kan kaybı -hemoroid ve benzeri
şeylerden azar azar kanar- ya
da kadınların özel günlerinde olması gerekenden fazla kan kaybı gibi
durumlar, “enteropati” dediğimiz ince bağırsak
hastalığı gibi durumlarda. Üçüncü olarak,
diyabet, şeker hastalığı, kanda yağ fazlalığı (hiperlipidemi),
tansiyon yüksekliği, koroner arter hastalığı,
kanser, koma, uzamış koma gibi durumlarda. Dördüncü olarak,
besin emiliminin bozulduğu yani “malabsorbsiyon”
dediğimiz sindirim sistemini ilgilendiren cerrahi ve hastalıklar,
şiddetli ishal hâlleri. Ankaralılar bu ara çok yaşıyor bunu. Beşinci olarak,
antidepresan, kortizon, diüretikler
kilo kaybına sebep olan ilaçlar ve elektrolit kaybına sebep olurlar.
Değerli milletvekilleri,
beslenme bir bilim uğraşısı olarak birçok meslek grubunu ilgilendirmektedir.
Ziraat mühendisleri, veterinerler, gıda mühendisleri, hastanede
özellikle diyetisyen ve ilgili gastroenterolog, endokrin ve metabolizma
uzmanları ile genel cerrahları ilgilendirmektedir. Günümüz Türkiye’sinde
gıda maddeleri çeşitliliği ve turfanda sebze ve meyvelerin bolluğu,
ağızdan beslenmeyle ilgili lezzet ve kalori bakımından dengeli
beslenmeyi sağlayabilecek zenginliktedir. Askerlerimizin
günlük aktiviteleri, birlik nitelikleri, spor, eğitim, intikal ve
savaş ortamında beslenme özellikleri, yağ, protein ve nişasta oranları,
kalori ve gıdanın sunum şekliyle farklılık arz eder. Hastanelerde
hasta beslenmesi, bir bilim ilgi alanı olduğu gibi, özellikle sindirim
sistemi travmaları ve cerrahisiyle ilgili hekimler, ortaya çıkan
problemleri beslenme yolunu değiştirerek çözerler. Beslenme,
ağız ve sindirim yolu yerine damar yoluyla yapılır veya sindirim
kanalındaki hadisenin distal tarafına ya da tıkalı olan kısmın aşağısına sonda veya kateter yerleştirerek sindirim alanının herhangi
bir bölümüne yüksek kalorili yiyecekler verilir. Yemek borusu
kanseri olan bir hastayı ele alırsak ağızdan besleyemezsiniz. Midenin
bütününü kapsayan bir tümörde veya distal
kısmında boşluk varsa oraya karın yoluyla bir kateter
yerleştirerek dışarıdan gavajla yiyecekleri
verebilirsiniz. Değerli milletvekilleri,
hastaların çoğu ağız yoluyla aldığı besinlerle beslenirler. Nişastalar,
yağlar ve proteinler olarak bu besinler üç ana grupta toplanır. Vitamin
ve mineralleri de tamamlayıcı olarak veririz. Sıvılar sebze ve
meyvelerle veya ilaç olarak hastalarımızın ihtiyaçları dışarıdan
verilir. Karın bölgesinden
yaralanan hastalar, ister kurşun ister şarapnel isterse cerrahi
travma sonucu olsun, bağırsakları devamlı bozulduğu takdirde,
ağızdan besleyemezsiniz. Ağızdan beslemeye devam ederseniz, bağırsak
sekresyonu o travmalı delikten dışarı taşar.
Burada -bu olaya biz fistül diyoruz- safranın deterjan etkisi ya da pankreas salgıları nasıl aldığımız proteinleri
sindiriyorsa, hastanın kendi dokusunu sindirir. Küçücük bir delik,
bir an için, karın ön duvarının tamamının sindirilip yok olması anlamına
gelir. Bazen buradaki, bağırsaktaki yarayı tamir ederiz ancak bu
tamirler bazen tutmaz, dikişler atar. Bağırsak içeriği karından, yara
yerinden dışarıya sızar. O zaman, bu hastalara biz ağız yoluyla gıda
veremeyiz, damar yoluyla beslemek zorundayız. Total
parenteral nutrisyon
dediğimiz, her şeyi, yağı, proteini, karbonhidratı damar yoluyla
vermek zorunda kalabiliriz. Damar yoluyla
beslemenin de bazı kuralları var. Bir kanser hastasına total parenteral nutrisyon yapıyorum diye yüksek kalorili sıvı
beslenmesini yapamazsınız. Bu sefer, verdiğiniz sıvı gider kanser
dokusunu besler. Siz kanseri hızlandırır, büyütürsünüz. Değerli milletvekilleri,
eskiden damar yoluyla verilen sıvıların miktarı, çeşitleri azdı.
Günümüzde, bu konuda çok ciddi, büyük sanayiler kuruldu ve yağlı
solüsyonlar, emülsiyonlar da artık damar yoluyla verilebilmektedir.
Bazen, hastayı gavaj dediğimiz, blender’dan çektiğiniz yiyecekleri sıvı hâle getirip
bir kateter yoluyla verebilirsiniz ya da tümör yemek borusunu tıkamıştır, burundan
incecik feeding dediğimiz bir besleyici tüp
sokabilirsiniz, o yolla hastayı uzun süre beslemek zorunda kalırsınız.
Hastanın hastalığı hastada bir çöküntü oluşturmuştur, beslenmesi
de bozulursa durumu daha çok sarsılacaktır. Onun için, bu tür beslenme
yollarına çoğu zaman hastanelerimizde başvurulmaktadır. Elimizdeki
Kanun, geçmiş Kanun, bunların hiçbirine imkân vermemektedir. Hekimin
tercih edeceği tabii ki en faydalı yol ağızdan beslemektir ama şartlar
bazen buna imkân vermez. Günümüzde, yine,
teneke kutularda meyve suyu gibi satılan, yüksek kalori içeren ensure denilen gıdalar ağızdan içirilerek veya
sondadan enjekte edilerek, karındaki fistüllerin kapatılması
için 3.500 kalori gibi yüksek değerlere çıkabiliyoruz. Vücudun büyük
bölümü yanık ve yaralı olan hastaların beslenmesi de özel olarak damar
yoluyla sağlanır. Yanıklarda, özellikle kısa sürede doku arasına
sızmış olan protein ve sıvıların hastayı solunum yetmezliğinden
götürebileceği ya da beyin ödeminden götürebileceği
durumlar vardır; o dönemde hızlı, yüksek su çeken proteinler damar
yoluyla verilerek bu ödem çözülür ve bu hayati önemi haiz bir girişimdir,
hastayı kısa sürede ölmekten kurtarabilirsiniz. Kanseri alınmamış
hastayı -biraz evvel söyledim- yüksek kalorili sıvıyla besleyemezsiniz.
Değerli milletvekilleri,
günümüz gelişmeleri durağan değildir, doğrularımız da değişebilmektedir.
O nedenle, hastanın beslenmesini doktor ile diyetisyen, damar yoluyla
beslenmesini ilgili doktoru ve bu konuda özelleşmiş genel cerrah
veya gastroenterologlar düzenlemektedir. Tabii, özellikle bu nutrisyonel maddeleri üreten firmalar da hastanelerde
beslenme uzmanı sertifikası vererek kendi ürünlerini pazarlamak
gibi bazı girişimlerde de bulunmaktadır. Saygıdeğer milletvekilleri,
bazı hastalıklarda ekmeği, bazısında peyniri veremezsiniz. Alerjisi
olan hastaların da duyarlığı olduğu gıda maddelerini tedavisinden
çıkarmanız gerekir. Şeker hastasına ölçüyle şeker veya nişastalı
gıdayı, böbrek yetmezliği olana proteini ve tuzu, tansiyon hastasına
da tuzu sınırlamak zorundasınız. Eski Kanun’umuzun olduğu dönemde,
normal beslenme ve diyet diye iki ayrı beslenme türü de yoktu, bu gibi
hastalara özel diyet verilemiyordu. Dengeli beslenmede
günlük protein miktarı, sağlıklı insanda kilo başına 1 gramdır. Zaman
zaman Türkiye’de kişi başına tüketilen
etin miktarının az olduğu gibi iddialar var. Bunu düzeltmek için
söylüyorum. Mesela, 70 kiloluk bir insan 35 gram hayvansal protein
almalıdır kilo başına. 100 gram ette 20 gram protein bulunur. 175
gram hayvansal et yemesi o kişi için yeterli olacaktır. Alternatif
olarak süt ve yumurtanın yenilmesi hâlinde de et miktarı daha aşağı
çekilecektir. Şimdi “Gülhane
ya da askerî beslenmeyle ilgili konuşuyorsunuz,
tıbbi bilgi verir gibi bir hâliniz var...” Bu, bize de lazım, halka da
lazım. O nedenle, öyle bir konuya giriyorum. Askerin ve hastanın
beslenmesi, onlardan beklenen iş yükü veya doku tamiri için hastanın
katabolik fazdan -yani, yıkım fazından- anabolik faza geçişiyle mümkündür.
Sırtında 35 kilogram yükle günde 35 kilometre yürüyen askerle, günde
iki saat spor yapan askerin kalori ihtiyacının farklı olduğu açıktır.
Kış şartları ile yazın beslenme ihtiyacı da farklı olduğu gibi, hareket
hâlinde de kumanyayla beslenme türleri vardır. Değerli milletvekilleri,
beslenmenin bir diğer ögesi de gıda güvenliği
meselesidir. Satın alma ve ihalede bu konuda kolaylık olmalıdır.
Fiyat, tek parametre olarak alınmamalıdır. Bir kısım tahıl ve sebzeleri
hibrit tohumları ithal yoluyla ülkemize
alınmaktadır. Verimi artırmak için geniyle oynanmış tohumlarla
üretilen tahıl, baklagil ve sebzelerin on yıllık
takipleri yapılamamıştır ve her yıl da tohumlarımızı değiştiriyoruz.
Gıda maddelerinin ambalajına “GMO” genine müdahale edilmiş, geniyle
oynanmış gıda diye yazmıyoruz. Bütün bunları
anlatmamızın nedeni, sadece silahlı kuvvetlerin alacağı gıdalarla
ilgili değil, bu vesileyle halkımızın sağlıklı beslenmesiyle ilgili
de sorumluluğumuzdandır. Saygıdeğer milletvekilleri,
bu ülkenin gıda güvenliği sorumluluğu Sağlık Bakanlığından alınmış,
bir kanunla Tarım Bakanlığına teslim edilmiştir. Büyük bir yanlıştır.
Gıda üreticilerini, bozuk gıda üretenleri korurken insan sağlığını
ihmal eden bir uygulamadır. Derhâl vazgeçilmesi gerekir. Doktor ve diyetisyenin
birlikte beslenmeyi düzenlemeleri, 1934 sayılı Kanun’la mümkün
değildir. Gelişmelerin
ışığında yeni beslenme modelleri, çeşitlenmiş gıda türleri, farklı
hastalar ve efor beklentimiz yüksek askerlerin beslenmesiyle ilgili
yeni düzenlemeye imkân verilmelidir. Ancak biraz evvel söylediğim
gibi, ülkemizin gıda üretim zincirinden tüketim zincirine kadar
denetimde artık doktor, gıda kontrol mühendisi ya
da çevre, gıda uzmanı yoktur. Çıkarılan tasarıyla, Sağlık Bakanlığından
Tarım Bakanlığına 500 tane çevre, gıda elemanı gönderilecekti ve
onlar denetleyecekti. Onun için, ülkemizin geleceği, gıda bakımından
çocuklarımızın geleceği risk altındadır. Tokat’ta bir deprem oluyor,
Türkiye’nin en güzel suyu Niksar suyu bozuluyor yer altından karışan
maddelerle ve biz ruhsatını iptal edebiliyorduk. Ama bugün bu tür
şeyler yapılamıyor. Gelişmelere
ayak uyduran bilimsel beslenme türlerini tercih etmeliyiz. Statik
beslenme rasyonunun yerine, değişken ve değişime
ayak uyduran yeni düzenlemeye MHP Grubu olarak destek veriyoruz.
Bu arada, revirdeki beslenmenin hastane statüsünden farklı düşünülmesi,
israf ve mübalağadan kaçınılması, bu gıda sunum şekillerinin gerçek
hastalardan esirgenmemesini istiyoruz. Çok pahalı beslenme
şekillerinin istismarının -biraz evvel yönetmelik dendi- bir iç genelgeyle
de engellenmesi dileğiyle, bu tasarıya olumlu oy vereceğimizi
ve bu tasarının Türk Silahlı Kuvvetleri mensuplarına sağlık ve sıhhat
getirmesini diliyorum. Yüce heyetinizi
saygıyla selamlıyorum. Teşekkür ediyorum efendim. (MHP sıralarından
alkışlar) BAŞKAN – Teşekkür
ederim Sayın Durmuş. Gruplar adına
üçüncü söz, Adalet ve Kalkınma Partisi Grubu adına Hakkâri Milletvekili
Sayın Rüstem Zeydan’ındır.
Buyurun Sayın Zeydan. (AK Parti sıralarından alkışlar) Süreniz yirmi
dakika. AK PARTİ GRUBU
ADINA RÜSTEM ZEYDAN (Hakkâri) – Sayın Başkanım, saygıdeğer milletvekilleri;
49 sıra sayılı Türk Silahlı Kuvvetleri Hasta Beslenme Kanunu Tasarısı
üzerine, Adalet ve Kalkınma Partisi Grubu adına söz almış bulunuyorum.
AK Parti Grubu ve şahsım adına hepinizi sevgiyle saygıyla selamlıyorum.
Saygıdeğer milletvekilleri,
2615 sayılı Askerî Hastahaneler ile Hastahane Gibi Kullanılacak Revirlerde Hastaların
Beslenme ve Bakımları Hakkında Kanun, 24/12/1934 tarihli ve 2888 sayılı
Resmî Gazete’de yürürlüğe girmiş ve bugüne kadar 2’nci maddesine
bir fıkra eklenmesi dışında hiçbir değişikliğe uğramamıştır. 1034 sayılı Askerî
Nekahethane ve Sanatoryumlarda Bulunan ve Sevkedilenlere ve Harb Yaralılarının
ve Tebdilhavalıların Sureti İaşelerine Dair
Kanun ise, 31/5/1927 tarihli ve 598 sayılı Resmî Gazete’de yayımlanarak
yürürlüğe girmiş ve 1928 yılında yapılan küçük bir oran ayarlaması
dışında hiçbir değişikliğe uğramamıştır. Kanun’da yer verilen
istihkaklar bilimsel gelişme ve değişmeye uygun olmadığından,
Türk Silahlı Kuvvetlerine ait hiçbir hastanede uygulanmamaktadır. 1034 sayılı Kanun’un,
uygulanabilirliğini yitirmesi, nekahethanelerin
olmaması ve sanatoryumların sadece iç hastalıklarına yönelmesinden
dolayı hasta beslenmesi ile ilgili ihtiyaçlara cevap veremediği
değerlendirilmektedir. Adı geçen kanunlarda,
hasta beslenmesinde bir derecelenme mevcut olmadığından, hastalar,
erbaş ve er iaşesi gibi standart beslenmekte, Kanun’da yer verilmeyen
yiyecek maddesinin verilebilmesi için, tabibin ayrıca belirleyebileceği
çeşit ve miktarda yiyecek maddesi ancak, hasta tabelasının baştabipçe
tasdiki ve ita amirinin onayını müteakip verilebilmektedir. Diğer taraftan,
müteferrika cetvelinde yer verilen beyin, böbrek, karaciğer, kakao,
kahve, kaymak, krema, paça gibi besinler, doktor ve diyetisyenlerce
uygun görülmediği ve tedariki zor olduğundan müteferrika cetveli
de uygulanamamaktadır. Derecelerin
kullanılmaması sonucu, bu derecelerden yararlanacak hastalar,
ayrı rejim beslenmesine dâhil edilmekte, bu durum ise mutfak, aşçı
ve ilave teçhizatı gerektirmektedir. Hasta beslenme
işlemlerinin daha sağlıklı ve kaliteli
bir hâle getirilmesi yanında, bütçeye de yüzde 40’a varan bir tasarruf
sağlanması beklenen kanun tasarısıyla yürürlükteki iki kanunun
tek kanunda birleştirilerek, sağlık hizmetlerinde görevin, uygun
basamakta uzman kişilerce yapılması, teşhisten sonra hastanın
beslenmesinin diyetisyence belirlenmesi, beslenmede gıda maddelerinin
seçim yetkisinin doktor ve diyetisyene bırakılması, yataklı tedavi
yerleri dışında da hasta beslenme işlemleri yapılarak hizmetin
kapsamının genişletilmesi, diyetisyenlerin beslenmeye yönelik
statülerinin hüküm altına alınması, tedavileri ayakta yapılan
ve raporlarında belirtilen süre içerisinde beslenmeleri birlik
ve kurumlarında devam edecek askerî öğrenci, erbaş ve erlerin beslenmelerinin
bütçeye ek yük getirmeyecek şekilde düzenlenmesi, hasta beslenmesinin
normal ve diyet olmak üzere ikiye bölünmesi ve diyet yemeklerinin
değişebilirliğinin, kolay ancak standart hâle getirilmesi, hastaya
sıvı gereksinimi yanında moral açısından da katkı sağlayacağı değerlendirilen
içeceğin öğün aralarında da verilmesi, hastalara taburcu olduklarında
varacakları yere kadar, doktor onayı ve diyetisyen kontrolünde kumanya
verilmesi hedeflenmektedir. Bu cümleden hareketle, görüldüğü
üzere, iki kanun tek kanun hâlinde birleştirilmiş, güncellenmiş ihtiyaca
cevap verecek şekilde düzenlenmiştir. Benden önceki
konuşmacının “Sağlık Bakanlığınca Tarım Bakanlığına devredilmiş
Gıda Güvenliği Yasası’yla ilgili gıdaların kontrolünün bu dönemde
imkânsız hâle geldiği” iddiası çok doğru bir iddia değildir. Evet, bu
Yasa’yla Sağlık Bakanlığınca bu yetki oraya devredilmiş ise de sağlık
elemanlarınca, gerek Sağlık Bakanlığındaki gerekse Tarım Bakanlığındaki
elemanlarca gıda güvenliğine matuf her türlü değerlendirme, takip
ve de her türlü sonucun, bilakis ehil eller eliyle yapıldığı
aşikârdır. Onun için, bu cümleye katılmam mümkün değildir. Bütün bu duygu
ve düşüncelerle birlikte, bu kanunun güncellenmiş hâliyle uygun
bir tasarı hâlinde olduğunu grup adına ve şahsım adına düşünüyor,
grup adına olumlu oy vereceğimizi ifade ediyor, bütün katılımcılara,
sayın vekillerimize ve Sayın Başkanıma sevgi dolu saygılarımı
sunuyorum. Teşekkür ediyorum
efendim. (AK Parti sıralarından alkışlar) BAŞKAN – Teşekkür
ederim Sayın Zeydan. Şahıslar adına
söz isteyen yoktur. Tasarının tümü
üzerinde görüşmeler tamamlanmıştır. Tasarının maddelerine
geçilmesini oylarınıza sunuyorum: Kabul
edenler… Kabul etmeyenler… Kabul edilmiştir. 1’inci maddeyi
okutmadan evvel, Komisyon Başkanının bir talebi var, kendisine söz
veriyorum. Buyurun. MİLLÎ SAVUNMA
KOMİSYONU BAŞKANI HASAN KEMAL YARDIMCI (İstanbul) – Sayın Başkanım,
değerli milletvekilleri; “beslenme” kelimesinin “besleme” olarak
değişikliğinin sebebi, gerekçesi: 24/5/2007 tarihli ve 5668 sayılı
Kanun’la Türk Silahlı Kuvvetleri besleme sisteminin ilk ayağı bu
şekilde olduğundan, bu çıkacak yeni kanunumuzla da paralellik sağlanması
amacıyla “besleme” olarak değiştirilmesini arzu etmekteyiz. Saygılar sunarım. BAŞKAN – Bu notunuz
not edildi, “n” harfi düştü. “Besleme” olarak maddeyi okutuyorum. 1’inci maddeyi
okutuyorum: TÜRK SİLÂHLI KUVVETLERİ HASTA BESLEME KANUNU TASARISI Amaç MADDE 1- (1) Bu
Kanunun amacı; Türk Silâhlı Kuvvetlerine ait yataklı tedavi yerlerinde,
tedavileri yapılan tüm hasta ve yaralıların besleme gereksinimlerinin
karşılanması ile ilgili usûl ve esasları belirlemektir. BAŞKAN – 1’inci
madde üzerinde, Cumhuriyet Halk Partisi Grubu adına Adıyaman Milletvekili
Sayın Şevket Köse… HAKKI SUHA OKAY
(Ankara) – Yok. BAŞKAN – Diğer
gruplardan da söz talebi yok. Şahısları adına,
Sayın Ahmet Aydın, Adıyaman… Yok. Ahmet Gökhan Sarıçam,
Kırklareli… Yok. 1’inci maddeyi
oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler… Kabul etmeyenler… Kabul
edilmiştir. 2’nci maddeyi
okutuyorum: Kapsam MADDE 2- (1) Bu
Kanun, Türk Silâhlý Kuvvetlerine ait yataklý tedavi yerlerinde; a) Tedavileri
yatýlý olarak yapýlan
hasta ve yaralýlar ile anne sütü ile beslenmesi
gereken bebeklerin annelerinin, b) Taburcu edilen
veya muayene edilerek raporlarýnda belirtilen
süre içinde istirahat ve tedavilerine birlik ve kurumlarında devam
edilecek olan askerî öðrenci, erbaþ ve erlerin, doktorun gerekli
görmesi durumunda tedavilerine katký
saðlayacak beslenme gereksinimlerinin karþýlanmasýný kapsar. BAŞKAN – Gruplar
adına, madde hakkında söz talebi yok. Şahısları adına,
Sayın Ahmet Aydın, Adıyaman… Yok. Ahmet Gökhan Sarıçam,
Kırklareli…Yok. 2’nci maddeyi
oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler… Kabul etmeyenler… 2’nci madde
kabul edilmiştir. 3’üncü maddeyi
okutuyorum: Tanýmlar MADDE 3- (1) Bu
Kanunda geçen; a) Normal yemek : Hastanýn
günlük kalori ve besin ögeleri gereksinimini
karþýlamak amacý
ile üç öðün olarak verilen yiyecek ve içecekleri, b) Diyet yemeði : Hastanýn týbbî zorunluluktan veya tedavisi gereði besin ögelerinden
bir veya birkaçýnýn miktarýndaki azaltma ve çoðaltmalarý
öngören ve bunlara baðlý olarak besin
maddelerinin çeþitleri, miktarý, hazýrlanýþlarý
ile öðün sayýsý
ve zamanýnýn normal yemekten farklý olduðu yiyecek
ve içecekleri, c) Ara öðün : Beslenmeleri
normal yemek olarak yapýlan hastalara
günlük sývý gereksinimlerinin,
vitamin ve posa ihtiyaçlarýnýn
bir bölümünü karþýlamak ve moral
vermek için öðün aralarýnda
verilecek sýcak veya soðuk
içecekler ile her türlü meyve ve yiyeceði, ç) Yataklý tedavi yerleri : Türk Silâhlý Kuvvetlerinin saðlýk
hizmetlerini yürüten kurum veya kuruluþlardan,
hasta veya yaralýlarýn yatýrýlarak tedavisini saðlayacak nitelikte olan kýta
tabiplikleri, revirler, dispanserler, seyyar, çevre, merkez ve özel
dal hastaneleri ile ilmî ve týbbî merkezleri, ifade eder. BAŞKAN – 3’üncü
madde üzerinde gruplar adına söz talebi yok. Şahıslar adına
söz talebi yok. 3’üncü maddeyi
oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler… Kabul etmeyenler… 3’üncü
madde kabul edilmiştir. 4’üncü maddeyi
okutuyorum: Görev, yetki ve
sorumluluklar MADDE 4- (1) Hastanýn, kontrolü ve biyokimyasal bulgularý doðrultusunda,
normal veya diyet yemeði verilerek beslenmesine
doktoru, tedaviye uygun besin maddelerinin seçimi, çeþitleri ve miktarý,
hazýrlama þekilleri
ile öðün sayýlarýna
doktorunun görüþünü de alarak diyetisyen
karar verir. (2) Doktorun onayý ile týbben
beslenecek durumda olmayan veya tedavisi gereði
beslenmemesi gereken hastalara besin maddeleri verilmez. (3) Normal hasta
yemek listesi, günlük istihkak tutarý
içinde kalmak koþuluyla, yeterli ve dengeli
beslenmeyi saðlayacak her türlü besin maddeleri,
depo veya bütçe imkanlarý göz önüne alýnarak diyetisyen tarafýndan
belirlenir. (4) Diyet yemeði alacak hastalara, diyetisyenin uygun göreceði miktar ve sýklýkta,
depo veya bütçe imkânlarý doðrultusunda her türlü yiyecek maddesi, sýnýrlamaya tâbi olmadan gruplandýrýlarak ve normal yemek listelerinden
de azamî ölçüde yararlanýlarak verilir. (5) Yatarak tedavileri
tamamlandýktan sonra nekahet dönemlerini
veya muayene edildikten sonraki ilaçlý
tedavilerini birlik veya kurumlarýnda
geçirerek askerî öðrenci, erbaþ ve erlerin beslenmelerinin nasýl olacaðý
ve süresi, doktor tarafýndan taburcu belgesi
veya raporda belirtilir. Bu tür hastalarýn
beslenmeleri, hastanýn birlik veya kurumuna
ait imkânlar da göz önüne alýnarak diyetisyen
tarafýndan belirlenecek kriterlere göre
yapýlýr. Ayrýca
askerî öðrenci, er ve erbaþlardan
taburcu olanlara, gerekli görüldüðünde, birliðine veya varacaðý
yere baðlý olarak uygun cins ve miktarda
kumanya verilir. BAŞKAN – Madde
üzerinde söz talebi yok. Maddeyi oylarınıza
sunuyorum: Kabul edenler… Kabul etmeyenler… Kabul edilmiştir. 5’inci maddeyi
okutuyorum: Beslenme yöntemi MADDE 5- (1) Hasta
beslenmesinde normal yemek ve diyet yemeði
olmak üzere iki yöntem uygulanýr. (2) Normal yemek
verilerek tedavisi sürdürülen hastalara ayrýca
öðün aralarýnda
yiyecek, içecek ve taze meyve verilir. Normal yemeðin
günlük istihkak miktarýný oluþturan besin maddeleri; et, yumurta, kuru
baklagiller; süt ve süt ürünleri; taze sebze ve meyveler; ekmek ve tahýllardan oluþan
gruplar ile yað, þeker,
tatlýlar, çeþni
vericiler ve çaylardan seçilir. (3) Normal hasta
yemek listesinde, günlük istihkak tutarýnýn
altýnda kalan parasal deðerler
gösterilir ve söz konusu bakiyeler gerektiðinde
yýl sonunda aþým
yaratmayacak þekilde diðer
günlerdeki yemek listelerinin oluþturulmasýnda
kullanýlabilir. (4) Ýçme suyunun uygun bulunmadýðý
bölgelerdeki hastanelerde, yemek piþirme
ve hastalarýn içme suyu gereksinimi uygun
yöntemlerle karþýlanýr. (5) Beslenme
hizmetinin, bu amaçla personel istihdam edilmemesi ve ödeneðin olmasý kaydýyla ihale yoluyla temin edilmesi halinde;
yönetmelikte belirtilen normal yemek istihkak tutarýna
piþirme, temizlik ve daðýtým
giderleri gibi satýn alýnacak
hizmetin kapsamýna baðlý
olarak diðer girdilerin bedelleri de eklenir.
Bu girdilerin neler olduðu ve ne þekilde hesaplanacaðýna
iliþkin usûl ve esaslar yönetmelikle belirlenir. BAŞKAN – Madde
üzerinde söz talebi yok. Sayın Sipahi’nin
sorusu var. Buyurun Sayın Sipahi. KAMİL ERDEM SİPAHİ
(İzmir) – Efendim, biraz önce ben herhâlde biraz acele ettim. Tekrar aynı
soruyu yineleyeceğim, bir ikinci konuyu daha hatırlatacağım Komisyonumuza. Bir tanesi, o
üçüncü fıkradaki “altında” kelimesi yerine “üstünde” kelimesinin
olup olmadığı, bunda bir sehven yazılma olup olmadığı konusunda sorum.
Zira bir önceki fıkrada, normal yiyeceğe ilaveten öğün aralarında
yiyecek, içecek ve taze meyve verildiğine göre günlük istihkak tutarının
her hâlükârda aşılmış olması gerekiyor. Dolayısıyla, orada “üstünde”
kelimesinin yer alması uygun olacak. Bilmiyorum bir sehven yazılma
mı var. BAŞKAN – Buyurun
Sayın Bakan. MİLLÎ SAVUNMA
BAKANI MEHMET VECDİ GÖNÜL (İzmir) – Sayın Sipahi’nin tespiti doğru.
Ancak, burada bir muhasebe işlemi var. Şimdi, normal istihkak 3.986
kalori. Hastaya diyeti gereği çok daha düşük kalori verilir, verilmeye
devam edilebilir. O zaman harcamalarda bir azalma oluyor, tasarruf
oluyor. Bu tasarrufun nerede yedirileceği burada düzenleniyor. OSMAN DURMUŞ
(Kırıkkale) – Orada “arta kalan” diye kullanılsaydı daha anlaşılır
olurdu. MİLLÎ SAVUNMA
BAKANI MEHMET VECDİ GÖNÜL (İzmir) –Yani, belki “daha az kalori harcanan”
denilse daha iyiydi. KAMİL ERDEM SİPAHİ
(İzmir) – Biraz anlaşılmıyor Sayın Bakanım, bir eksiklik var. Yasayı
okuyanlar da ileride, inşallah, bizim gibi tereddüde düşmezler. MİLLÎ SAVUNMA
BAKANI MEHMET VECDİ GÖNÜL (İzmir) – Teşekkür ederim. KAMİL ERDEM SİPAHİ
(İzmir) – Bir konuyu daha hatırlatacağım müsaadenizle: Bir 5’inci
fıkrası var aynı maddenin. İşte “bu yemek istihkak tutarına ilaveten
eğer ihale yoluyla yapılmışsa, pişirme, temizlik ve dağıtım giderleri
için ilave girdilerin bedelleri belirlenir ve ödenir” şeklinde. Ben, bu fıkranın da
biraz fazladan yazıldığı kanaatindeyim. Biliyorsunuz, bir birlikte,
eğer ihale yoluyla beslenmeye karar verilmiş ise, bu, birliğin tümü
için şamildir. Yani, birliğin kendisi eğer ihale yoluyla besleniyorsa,
gayet tabii onun sağlık tesisi de ihale yoluyla beslenecektir. Bu
durumda, tamamının taşıması, pişirmesi, temizliği zaten ihale şartnamesinde
yer almış olacağı için, masraf olarak belirlenmiş olacağı için, sadece
sağlık tesisleri için böyle ilave bir pişirme, temizlik, dağıtım gibi
ilave bir kaynak ayrılmasına gerek var mı, yok mu konusunu takdirinize
sunarım. Bu, çünkü, istismar edilebilir. Yani, bir ihale şartnamesi
bunların tamamını zaten içeriyordur. Yani, bir birliğin tamamı
ihale yoluyla besleniyorken veya beslenmiyorken, o birlikteki
sağlık tesisi ihale yoluyla besleniyor diye bir uygulama, benim
bildiğim Türk Silahlı Kuvvetlerinde hiçbir yerde yok Sayın Bakan.
Yani, bu 5’inci fıkranın çıkartılması sanırım daha uygun olacak,
birtakım suistimallere mâni olmak için. BAŞKAN – Teşekkür
ederim Sayın Sipahi. Buyurun Sayın
Bakan. MİLLÎ SAVUNMA
BAKANI MEHMET VECDİ GÖNÜL (İzmir) – Efendim, bu da düşünülebilir. Ancak,
zaten, maddenin bu fıkrasında şarta muallak “ihale edilmesi halinde”
diyor. Binaenaleyh, ihale edilmesi gibi bir hâl varsa, o zaman dikkate
alınacak bir husustur. Yoksa, bir hüküm değildir. Arz ederim. BAŞKAN – Teşekkür
ederim Sayın Bakan. 5’inci maddeyi
oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler… Kabul etmeyenler… Kabul
edilmiştir. 6’ncı maddeyi
okutuyorum: Yönetmelik MADDE 6- (1) Bu
Kanunun uygulanmasına ilişkin esaslar, normal yemeğin günlük istihkak
tutarının belirlenmesinde parametre olarak kullanılacak olan besin
maddelerinin cins ve miktarı, beslenme hizmetinin kurumun dışında
yapılması veya yüklenici firmalar yahut idare tarafından verilecek
yemek hizmetlerine yönelik ilkeler, Sağlık Bakanlığı, Tarım ve Köyişleri Bakanlığı ile Sayıştayın
da görüşü alınarak Milli Savunma ve İçişleri bakanlıklarınca, bu
Kanunun yürürlüğe girdiği tarihten itibaren altı ay içinde çıkartılacak
bir yönetmelikle düzenlenir. BAŞKAN – Madde
üzerinde söz isteyen yok. Soru yok. Oylarınıza sunuyorum:
Kabul edenler… Kabul etmeyenler… Kabul edilmiştir. 7’nci maddeyi
okutuyorum: Yürürlükten
kaldırılan mevzuat MADDE 7- (1)
19/5/1927 tarihli ve 1034 sayılı Askerî Nekahethane
ve Sanatoryumlarda Bulunan ve Sevkedilenlere
ve Harb Yaralılarının ve Tebdilhavalıların
Sureti İaşelerine Dair Kanun ile 15/12/1934 tarihli ve 2615 sayılı
Askerî Hastahaneler ile Hastahane
Gibi Kullanılacak Revirlerde Hastaların Beslenme ve Bakımları
Hakkında Kanun yürürlükten kaldırılmıştır. BAŞKAN – Madde
üzerinde söz talebi yoktur. Soru yoktur. Maddeyi oylarınıza
sunuyorum: Kabul edenler… Kabul etmeyenler… Kabul edilmiştir. 8’inci maddeyi
okutuyorum: Yürürlük MADDE 8- (1) Bu
Kanun yayımı tarihinde yürürlüğe girer. BAŞKAN – Madde
üzerinde söz talebi vardır. Cumhuriyet
Halk Partisi Grubu adına Sayın Enis Tütüncü, Tekirdağ Milletvekili. Buyurun Sayın
Tütüncü. Süreniz on dakika. CHP GRUBU ADINA
ENİS TÜTÜNCÜ (Tekirdağ) – Teşekkür ederim Sayın Başkan. Değerli milletvekilleri,
Türk Silahlı Kuvvetleri Hasta Besleme Kanunu Tasarısı ve bununla
ilgili yürürlük maddesi üzerine, Cumhuriyet Halk Partisi Grubu
adına söz almış bulunuyorum. Hepinizi sevgiyle saygıyla selamlıyorum. Konuya girmeden
önce, Komisyonun ya da Hükûmetin
bir redaksiyon talebi oldu, tabii olabilir, ancak, “hasta besleme
kanunu” hâline getirildi. Bence, hasta beslenme, “beslenme” sözcüğü
daha doğruydu. Bu nedenle, Hükûmetten ve Komisyondan,
az önce almış olduğu o redaksiyon yetkisini, bu çerçevede bir daha
değerlendirmelerini rica ediyorum. Çünkü “hasta besleme”, “hasta
beslenme.” yani, orijinal hâli daha iyidir. Bunu, bu çerçevede tekrar
değerlendirelim diye düşünüyorum. Sayın Başkan,
değerli milletvekilleri; aslında, bundan önceki konuşmamda, bundan
önceki yasa tasarısıyla ilgili konuşmamda, belki bazı arkadaşlarımı
üzmüş olabilirim, Sayın Dinçer’in yıllar önce
yapmış olduğu bir konuşmayla ilgili olarak. BAŞKAN – Sayın
Tütüncü, lütfen söz aldığınız konu hakkında görüşün. ENİS TÜTÜNCÜ
(Devamla) – Hemen görüşeceğim. Burada Sayın Dinçer’e teşekkür ediyorum, konunun en azından
bir bölümünü aydınlattılar. Ancak burada şunu zabıtlara geçirmek
istiyorum: Sayın Dinçer bu konuşmasının hâlâ
arkasında olduğunu söyledi. Sayın Dinçer bu
konuşmasının hâlâ arkasında olduğunu söylediği müddetçe, bu kutsal
çatı altında bu konuyu sürekli olarak gündeme getireceğiz. Elimde yazının
orijinal metni var. Burada, Sayın Başkan, sizi zora sokmamak için,
çünkü tutumunuzla ilgili bir şey söyleme, değerlendirme hakkını
kendimde bulmuyorum, ama izin verirseniz deneyimli bir parlamenter
ya da deneyimli parlamenterlerden biri olarak,
ilk defa bu kadar hoşgörüsüz ve düşünceleri açıklama fırsatı tanımayan
-milletvekillerine- bir tutum sergilendiğini burada görüyorum.
Özür diliyorum Sayın Başkan sizden, ama burada deneyimli olan milletvekilleri
bileceklerdir ki, bu kürsüde söylenen her şey, dile getirilen her
şey zabıtlara girmektedir, tarihe konuşulmaktadır. Lütfen, Sayın
Başkan, bundan sonraki konuşmalarda tutumunuzu sanıyorum ki değerlendireceksiniz.
Evet, bu konuyu
burada bırakıyorum. Ancak, Sayın Dinçer’in
“değişim”den kastettiği, diyor ki: “Modern devletin bize aşılamaya
çalıştığı veya dayatmaya çalıştığı düşünceye karşı bir değişim.”
Bu sözün ve bu konunun takipçisi olacağım. Sayın Dinçer
burada olduğu için söylüyorum, lütfen, bu konuda bize, doyurucu,
size haksızlık yapıldığını ispat eden konuşmalar ve açıklamalar
yapınız. Sayın Başkan,
değerli milletvekilleri; bu yasa tasarısı, gerçekten çok geç kalmış
bir düzenlemeyi içeriyor. Tedavi gören Türk Silahlı Kuvvetleri
personelinin beslenmesiyle ilgili mevcut yasalar, bakıyorsunuz,
1927 yılında, 1928 yılında ve son olarak da 1934 yılında yapılmış. Tabii
ki -o günkü koşullarda, o günkü teknoloji ve olanaklar çerçevesinde-
son derece yetersiz hâle gelmiş. Hükûmete böyle
bir düzenlemeyi getirdiği için teşekkür ediyoruz. Bu kanunlarda,
yani mevcut kanunlarda, hasta beslenmesinde bir derecelenme söz
konusu değil. Tabii, 30’lu yıllarda bunu düşünmek mümkün değildi.
Bu nedenle hastalar, erbaş ve er iaşesi gibi, standart olanaklarla,
standart ölçütlerle besleniyorlar ve kanunda yer almayan yiyecek
maddesi hastalara zorluklarla veriliyor. Veriliyor, nasıl veriliyor?
Bu çerçevede, tabibin ayrıca belirleyeceği çeşit ve miktarda yiyecek
maddesi, ancak ve ancak, hasta tabelasının baştabipçe tasdiki ve
ita amirinin onayını müteakip verilebiliyor. Öte yandan, müteferrika
cetvelinde yer verilen beyin, böbrek, karaciğer, kakao, kahve, kaymak,
krema, paça gibi besinler doktor ve diyetisyenlerce uygun görülmediği
ve tedariki zor olduğundan, müteferrika cetveli de uygulanamıyor.
Derecelerin kullanılmaması sonucu, bu derecelerden yararlanacak
hastalar ayrı rejim beslenmesine dâhil edilmektedir. Bu durum ise,
gerçekten, savurganlıklara, bazı sıkıntılara yol açmaktadır, mutfak,
aşçı ve ilave teçhizatı gerekli kılmaktadır. Sayın Başkan,
değerli milletvekilleri; bu tasarının hasta beslenme işlemlerinin
daha sağlıklı ve kaliteli hâle getirilmesi yanında, bütçeye de
yüzde 40’a varan tasarruflar sağlayacağı tahmin ediliyor. Yürüklükteki
iki kanun ki, 1927 yılında bir düzenleme yapılmıştı, ama 1927 yılındaki
bu düzenlemeye 1928 yılında müdahale edildi; bu nedenle, 1928 ve
1934 tarihli iki kanun yürüklükte ve bunlar birleştiriliyor. Sağlık hizmetlerinde
görevin, uygun basamakta, uzman kişilerce yapılması, teşhisten
sonra hastanın beslenmesinin diyetisyence belirlenmesi, beslenmede
gıda maddelerinin seçim yetkisinin doktor ve diyetisyene bırakılması,
yataklı tedavi yerleri dışında da hasta beslenme işlemleri yapılarak,
hizmetin kapsamının genişletilmesi olanakları getiriliyor. Ayrıca, diyetisyenlerin
beslenmeye yönelik statüleri hüküm altına alınıyor. Tedavileri
ayakta yapılan ve raporlarında belirtilen süre içerisinde beslenmeleri
birlik ve kurumlarında devam edecek askerî öğrenci, erbaş ve erlerin
beslenmeleri bütçeye ek getirmeyecek ya da
en az yük sağlayacak şekilde düzenleniyor. Yine, son olarak
iki konuya daha değinmek istiyorum. Bu kanunun bence en önemli konularından
bir tanesi, hasta beslenmeleri normal ve diyet olarak ikiye bölünüyor
ve hastalar çağdaş beslenme anlayışına kavuşturuluyor, böyle kucaklanıyor.
Hastalara, taburcu olduklarında, varacakları yere kadar doktor
onayı ve diyetisyen kontrolünde kumanya verilmesi de öngörülüyor.
Sayın Başkan,
değerli milletvekilleri; bu yasanın Türk Silahlı Kuvvetlerine,
ülkemize hayırlı uğurlu olmasını diliyorum. Hepinizi, tekrar,
en iyi dileklerimle sevgiyle saygıyla selamlıyorum. (CHP sıralarından
alkışlar) BAŞKAN – Teşekkür
ederim Sayın Tütüncü. MUSTAFA ELİTAŞ
(Kayseri) – Sayın Başkan, madde… Sayın Tütüncü
benim hoşgörüsüz olduğumu ifade ettiler. İç Tüzük’ün uygulanması
için titizlik göstermek burada oturan herkesin, başkan vekillerinin
ve başkanların görevidir. Şayet İç Tüzük’te milletvekilleri olarak
toplanıp gerekli değişikliği yaparsanız, burada görev alan başta
ben olmak üzere bütün arkadaşlar da o yeni yapılan İç Tüzük’ün gereğini
yerine getirecektir. Saygılar sunuyorum. ENİS TÜTÜNCÜ
(Tekirdağ) – Sadece uygulamayı söyledim. Sadece uygulamaya işaret
ettim. BAŞKAN – Buyurun.
MUSTAFA ELİTAŞ
(Kayseri) – Sayın Başkan, 8’inci madde üzerinde grup adına söz almayı
talep ediyorum. BAŞKAN – Adalet
ve Kalkınma Partisi Grubu adına Sayın Mustafa Elitaş,
Kayseri Milletvekili. Buyurun Sayın Elitaş. (AK Parti sıralarından alkışlar) Süreniz on dakika.
AK PARTİ GRUBU
ADINA MUSTAFA ELİTAŞ (Kayseri) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri;
hepinizi saygıyla selamlıyorum. Meclis açıldığından
bu tarafa yaklaşık dört aya yakın bir süredir, Parlamentoda, milletvekili
arkadaşlarımız, geçmiş dönemde komisyonlardan geçip
Meclis gündemine alınmış yasaları, bundan önce tartışılmış, üzerinde
çalışmalar yapılmış yasaları burada çıkarmaya gayret ediyor.
Biz, AK Parti Grubu olarak, Türk milletinin bağrından çıkmış, yetmiş
milyon Türk insanını temsil eden 550 milletvekili olarak temsil ettiğimiz
camiaya, kitleye ve yetmiş milyon insana layık olmak için elimizden
gelen gayreti gösteriyoruz. Muhakkak ki, burada
tartışmalar olacak. Muhakkak ki, bizim benimsemediğimiz, kabul etmediğimiz
fikirler de ortaya çıkacak. Zaten partilerin var olması, demokrasinin
var olması, farklı farklı fikirlerin tartışılmasıyla
ortaya çıkar. Farklı fikirler ortaya çıkmadığı sürece motamot bir şekilde yaptığımız yasalar birilerinin
idaresiyle, birilerinin yönlendirmesiyle ve hatta artık daha da
ileri bir noktaya gidip, o birilerinin arkasındaki başka birilerinin
de bizleri yönlendirmesiyle hiçbir katkı sağlamadan yol almamıza,
aldığımız yolun da demokrasi dışı yöntemlere ve kurallara doğru
gittiğini gözlemleriz. İki gündür bir
konu tartışılıyor. Bir bilim adamı, şu kürsüde konuşan milletvekili
kadar özgür olamadığı sürece, bilimin gelişimine katkı sağlamasını… BAŞKAN – Sayın Elitaş, lütfen siz de söz aldığınız konuya dönün. MUSTAFA ELİTAŞ
(Devamla) – Teşekkür ediyorum Sayın Başkan. Bir iki cümle söyledikten… BAŞKAN – Sayın Dinçer kendilerini birkaç kez savundular, lütfen… MUSTAFA ELİTAŞ
(Devamla) – Ben Sayın Dinçer’i savunmak için
konuşmuyorum. Burada… BAŞKAN – Evet,
lütfen siz de konuya gelin. MUSTAFA ELİTAŞ
(Devamla) – Burada demokrasiyi savunmak adına bilim adamlarının
yapmak istedikleri, insanlar üzerine faydalı olmak için ellerinden
gelen gayreti göstermeleri, ancak düşüncelerinin özgür olarak
ifade edilmesiyle mümkündür. Onu ifade etmeye çalışıyorum. Biraz önce Sayın
Tütüncü konuyu anlatırken, sizin tutumunuzla ilgili, milletvekillerinin
özgürce konuşmalarına yaptığınız müdahaleyle ilgili bir eleştiri
yaptı. İç Tüzük’ün kuralları neyi gösteriyorsa, siz onu uygulamaya
gayret gösterdiniz. Ben sizden bir
Grup Başkan Vekili olarak, istirham ediyorum: Milletvekillerinin
kürsüde veya burada yapacağı konuşmaların, bu kutsal çatı altında
yapacağı davranışların nasıl olacağı İç Tüzük’te yazılmış. Milletvekillerinin
davranışlarını ve kürsüdeki konuşmalarını İç Tüzük 65’inci madde
düzenlemiş, İç Tüzük 66’ncı madde düzenlemiş. İç Tüzük 66’ncı madde,
şu anda bana yaptığınız uyarıyı içeriyor. Eğer bir milletvekilini
iki kere, kürsüde yaptığı konuşma çerçevesinde konuya davet ettiğinizde
milletvekili ısrarla konuya gelmiyorsa, Genel Kurulun onayına
sunmanızı, ben bir Grup Başkan Vekili olarak istirham ediyorum. Çünkü,
burada konuşmalarımızın sağlıklı bir şekilde devam edebilmesi
için İç Tüzük’ü hakkıyla uygulamanız gerekiyor. Biraz önce sizin
de ifade ettiğiniz gibi, eğer İç Tüzük’te milletvekillerinin düşüncelerini
özgürce ifade etme konusunda önünde bir engel varsa, gelip gruplar
olarak ortaya koyalım, bu engelleri kaldırmak için önergeler verelim,
Anayasa Komisyonunda tartışıp Genel Kurulda kabul edelim. Ben İç
Tüzük’e davetle ilgili tutumunuzun, İç Tüzük’ü uygulama noktasında
olmasını istirham ediyorum. Yasanın hayırlı,
uğurlu olmasını diliyor, hepinize saygılar sunuyorum. (AK Parti
sıralarından alkışlar) HAKKI SUHA OKAY
(Ankara) – Sayın Başkan… BAŞKAN – Teşekkür
ederim Sayın Elitaş. İç Tüzük’ümüzün
67’nci maddesi konuşma üslubu hakkındadır. Hepiniz biliyorsunuz,
ama bir kez daha sizlere tekrarlamak istiyorum: “Genel Kurulda kaba
ve yaralayıcı sözler söyleyen kimseyi Başkan derhal, temiz bir dille
konuşmaya, buna rağmen temiz bir dil kullanmamakta ısrar ederse kürsüden
ayrılmaya davet eder. Başkan, gerekli görürse, o kimseyi o birleşimde
salondan çıkartabilir. Başkanlığa gelen
yazı ve önergelerde kaba ve yaralayıcı sözler varsa, Başkan, gereken
düzeltmelerin yapılması için, o yazı ve önergeyi sahibine geri verir.”
Bilgilerinize. ENİS TÜTÜNCÜ
(Tekirdağ) – Benim konuşmamda kaba ve yaralayıcı bir söz var mıydı
Sayın Başkan? O çerçevede alınız lütfen bunu. Lütfen, sizden rica ediyorum. BAŞKAN – İşte,
biz de onun gereğini yaptık. O nedenle, ben de maddeyi bütün milletvekillerine
okudum. ENİS TÜTÜNCÜ
(Tekirdağ) – Teşekkür ederim. Olur mu öyle
şey, kaba ve yaralayıcı bir şey yok benim sözümde. BAŞKAN – Şimdi
şahıslar adına… HAKKI SUHA OKAY
(Ankara) – Sayın Başkan, şahsım adına söz istiyorum. BAŞKAN – Cumhuriyet
Halk Partisi adına konuşuldu, şahsınız adına… HAKKI SUHA OKAY
(Ankara) – Şahsım adına. BAŞKAN - Önce
isteyenler var, onları okuyayım, ondan sonra. Ahmet Aydın,
Adıyaman Milletvekili… Yok. Ahmet Gökhan Sarıçam,
Kırklareli Milletvekili… Yok. Cevdet Erdöl, Trabzon Milletvekili. Buyurun Sayın Erdöl. (AK Parti sıralarından alkışlar) CEVDET ERDÖL
(Trabzon) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; hepinizi saygıyla
selamlıyorum. Sayın Başkanımız
bir hanımefendi olarak, ilk yaptığım konuşmada, nezaketle yönetiminizden
dolayı, kendilerine, Sayın Başkana teşekkür ediyorum, başarılarının
devamını diliyorum. Değerli arkadaşlar,
Türk Silahlı Kuvvetlerinin Hasta Beslenme Kanunu’yla ilgili bu tasarıdaki
benim önemsediğim ve eminim ki sizlerin de önemseyeceği bir konu
hakkında bilgilerinizi ve dikkatinizi çekmek için söz almış bulunuyorum.
Kanun’un 2’nci
maddesinde, yani yürürlükten kaldırılan, Kanun’un 2’nci maddesinde
hekimlere verilen önemli bir görev ortadan kaldırılıyor; onu okuyorum:
“Sigara içen hastalara tabibin yazdığı sayıda sigara verilir.”
Bu, 1934’te çıkarılmış ve hekimlere hastanede yatan hastalara sigara
verilebilmesine, âdeta reçete edilebilmesine imkân veren bir cümle
var. Gerçekten, mantık olarak nereden nereye geldiğimizi vurgulamak
için burada sizlerin zamanını alıyorum. 1934’te, hastalara hekimlerin
sigara verebileceğini, hastanede yatan hastaya sigara verebileceğini
bir kanunla yüce milletimizin vekilleri olarak garanti altına almışız.
Ama, geldiğimiz şu günlerde, bırakın hastalara, sağlam kişilere
bile, kapalı ortamlarda sigara içmenin yanlış olduğunu, zararlı
olduğunu vurgulayarak, âdeta yeni bir düzenleme yapmanın ihtiyacı
içerisindeyiz. Biliyoruz ki,
sigara kalp hastalıklarının birinci sebebi, biliyoruz ki, bazı
kanserlerin birinci sebebi. Ama, bence çok daha önemsenmesi gereken,
bugün Başkanlık sunuşunda da okunduğu üzere, uyuşturucuda da gerçekten
sigara birinci sebep. Yani, uyuşturucuya başlayanlar arasında yapılan
çalışmalarda bütün uyuşturucu kullananlar, öncesinde sigara içerek
bu işe başlamışlar, bir tetikleyici mekanizmadır. Bundan dolayı,
dikkatlerinize sunmak istediğim bu düzenleme, gerçekten, Türk Silahlı
Kuvvetlerinde çok önemli bir atılımı da tetikleyecektir. Şöyle ki:
Kapalı ortamlarda, biz biliyoruz ki, Silahlı Kuvvetlerimizde şu
anda sigara içilmemektedir. Ben, Genelkurmay Başkanlığımızın ve
Millî Savunma Bakanlığımızın bu konudaki gayretlerini, burada
kayıtlara geçmesi bakımından takdirle yâd
etmek istiyorum. 1954’te çıkarılan ve her ere, erbaşa mutlaka verilmesi
gereken sigaranın 1980’de kaldırıldığını da biliyoruz. Bu, güzel
bir uygulama olarak kaldırıldı. Mevzuatta kalan, bir iki diğer önemli,
sigarayla ilgili maddeden birisi de buydu, bunu da bugünkü düzenlemeyle
kaldırıyoruz, bununla ilgili de tebriklerimi iletiyorum, darısı
Orman Kanunu’nun başına diyorum. 1954’te çıkardığımız
Orman Kanunu’nda da ormanda yangın söndürmeye gidenlere biz sigara
veriyoruz bedava olarak, kanunla garanti altına almışız. Biz, biliyoruz
ki, bugün, bilimsel dünya biliyor ki, ev yangınlarının yüzde 50’si
de orman yangınlarının yüzde 50’si de muhtemeldir ki araç yangın ve
kazalarının da büyük kısmı –onunla ilgili kayıt yok- sigaraya bağlı.
Bununla ilgili, Orman Kanunu’nda da önümüzdeki süreç içerisinde
düzenleme yaparak bunu da mevzuattan çıkarmamız gerektiğine ben
inanıyorum. Bu vesileyle,
kanunun hayırlı olmasını temenni ediyorum. Bir kez daha “Sigara
içen hastalara tabibin yazdığı sayıda sigara verilir.” ibaresinin,
artık, mevzuatımızda olmayacağını ve bundan dolayı bir mutluluk
duyduğumu ifade ederek bu kanuni düzenlemeyi yapan, başta Sayın
Bakanımıza, Hükûmetimize ve ilgili bürokratlara
teşekkür ediyor, hepinizi saygıyla selamlıyorum efendim. (AK Parti
sıralarından alkışlar) Komisyon Başkanımıza
ve Komisyonda emeği geçen bütün üyelere -hatta, bu kanun, 21’inci Dönemde
Parlamentoya gelmiş, 22’nci Dönemde komisyondan geçmiş ve bu dönemde
kanunlaştırıyoruz- bütün emeği geçen milletvekili arkadaşlarıma
hassaten teşekkür ediyor, saygılar sunuyorum efendim. (AK Parti sıralarından
alkışlar) BAŞKAN – Teşekkür
ederim Sayın Erdöl. Şimdi, şahsı
adına, Hakkı Suha Okay,
Ankara Milletvekili. Buyurun Sayın Okay. Süreniz beş dakika. HAKKI SUHA OKAY
(Ankara) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; aslında, böyle
bir konuşmayı yapmayacaktım, ancak AKP Grup Başkan Vekili Sayın Elitaş’ın konuşmasından sonra, bu konuşma yapma
ihtiyacını duydum ve zannederim, Sayın Başkan, Sayın Elitaş’a gösterdiği hoşgörüyü bana da gösterecek.
Aslında, bir sonraki maddede grup adına da söz alabilir, daha uzun
bir konuşma yapabilirdim fakat bazı hususların açıklanma ihtiyacı
vardır. Sayın Başkan,
zatıalinizin ve Sayın Güldal Mumcu’nun Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkan Vekilliğine
seçilmesinden büyük mutluluk duyduk. İki tane hanımefendinin, bir
zarafet getireceği ve bir disiplin içerisinde Meclisi yöneteceğine
inancımızı da sürdürmek istiyoruz. Ancak, Saygıdeğer
Başkan, dünkü uygulamalara dikkat ettiğimizde, Sayın Genç’in, Danışma
Kurulu kararına ilişkin konuşmasında, ısrarla ve ısrarla, Sayın
Genç’e müdahale ettiniz ve Sayın Genç “Türkiye’nin gündeminde,
Edirne’de sel felaketi var, ülkenin güneydoğusunda terör var, yolsuzluk
var, gündemde bunlar olması gerekir.” dediği hâlde “Hayır, özellikle
ve özellikle, Danışma Kurulu kararı üzerinde görüş bildirin.” dediniz.
Ancak, ben, burada, Sayın Genç’in avukatlığını yapmam, yapamam,
çünkü o, kendisini gayet iyi savunuyor. Ancak, Sayın Genç’ten sonra
aynı üslupta konuşan Sayın Hasan Macit’e,
böyle bir müdahalede bulunmadınız, dünkü zabıtları inceledim ve
bilahare, Danışma Kurulu kararının lehinde söz alan, önceki Meclis
Başkanımız Sayın Bülent Arınç’ın, on dakikayı
süren konuşmasında, doğrudan doğruya Sayın Genç’e yönelik üslubunda,
birbirlerini sevip sevmediğinden, aralarındaki davalaşmaya kadar
olan süreçte, aynı müdahalede bulunulmadı ve şaşırtıcı bir üslup
da Sayın Ömer Dinçer’e, dün, sataşma için söz
aldığı hâlde, beş dakika gibi uzun bir süre verdiniz, açıklama yapma
değil, sanki, şahsı adına söz talebinde bulunuyor gibi. Arkadaşlarım
bunu ikaz etmek istedi. Şimdiki açıklamanızda
ise şunu söylüyorsunuz: “Meclis Genel Kurulu toplanır, İç Tüzük’ü
değiştirir.” Sayın Başkanım,
İç Tüzük’ün değişmesine gerek yok ama gayet iyi biliyorum ki -ben
de yeni seçilen bir Grup Başkan Vekiliyim- bazı şeyleri burada öğreniyoruz
ama arkanızda olan ve Meclis personeli veya Meclis bürokrasisinde
çalışan arkadaşlarım muhtemelen sizi yanıltıyor da olabilir, muhtemelen
yanıltıyor da olabilir. Bu anlamda, rica ediyorum, Sayın Ömer Dinçer’e, Sayın Bülent Arınç’a
gösterdiğiniz hoşgörüyü, Cumhuriyet Halk Partisinin değerli milletvekillerine
de gösterin, Sayın Kamer Genç’e de gösterin. Özellikle dikkat ediyorum,
daha Kamer Genç konuşmaya başlamadan “Gündem üzerinde konuşun.” diyorsunuz.
Sayın Tütüncü’ye de aynı hoşgörüyü göstermediniz.
Kaba ve yaralayıcı hiçbir şey söylemedi Sayın Tütüncü. Çok büyük
bir haksızlıktır. Ama şunu da ifade
etmek istiyorum: Sayın Dinçer’in “Cumhuriyet
ve laikliğin sonu gelmiştir.” diye kısaltılan, özetlenen düşünce
ve söylemi, bir bilim adamı olarak söylemiş olabilir, o kendi takdirleridir
ama Türkiye Büyük Millet Meclisi çatısı altında olan her milletvekili,
özellikle ve özellikle ülkenin ve milletin bölünmez bütünlüğü, insan
haklarına dayalı, demokratik, laik hukuk devletine sahip çıkmak
zorundadır. Kaldı ki, bu Meclis çatısı altında ilk göreve başladığı
gün de Anayasa’ya, Atatürk ilke ve devrimlerine ve laik, demokratik
cumhuriyete sahip çıkacağına yemin etmiştir. Sayın Dinçer burada açıkça rejime yönelik düşüncelerini
değil, demokrasiye, laik cumhuriyete sahip çıkıp çıkmayacağını
ifade etmesi gerekirdi. Bu vesileyle,
söz verdiğiniz için teşekkür ediyor, saygılar sunuyorum Sayın Başkan.
(CHP sıralarından alkışlar ) BAŞKAN – Teşekkür
ederim Sayın Okay. Dünkü toplantıda
Danışma Kurulu önerisi oylamaya sunulmuştu, konuşulmuştu üzerinde,
çalışma süresi, temel kanunlar, gündem sıralamasıydı ana konusu,
ancak, Sayın Genç konu dışına çıktı ve şahıslara isim de zikrederek
sataşmalara mahal verdi. Öte yandan, Sayın Arınç’ı
da Sayın Hasan Macit Bey’i de uyardım. Ayrıca,
Sayın Tütüncü’yle ilgili olarak, söylediğim,
sizlere okuduğum, paylaştığım madde kaba ve incitici sözler söylemediğine
dairdir. Dolayısıyla benim burada yapmaya çalıştığım, İç Tüzük’ün
titizlikle uygulanmasını sağlamaya gayret etmektir. Onun dışında
başkaca bir bakış açısı yoktur. MUSTAFA ELİTAŞ
(Kayseri) – “Müsamaha gösterin” diyor arkadaşlar. BAŞKAN - İç Tüzük’le
ilgili daha geniş… Bugün var olan İç Tüzük’ü hepimiz uygulamak zorundayız.
Ama, daha geniş, daha hoşgörülü, daha farklı bir iç tüzük hazırlama
görevi de tabii ki Genel Kurulundur. Sadece onu sizlerle paylaşmayı
istedim. Teşekkür ederim. Maddeyi oylarınıza
sunuyorum: Kabul edenler… Kabul etmeyenler… Kabul edilmiştir. 9’uncu maddeyi
okutuyorum: Yürütme MADDE 9- Bu Kanun
hükümlerini Bakanlar Kurulu yürütür. BAŞKAN – 9’uncu
madde üzerinde gruplar adına söz talebi yok. Şahıslar adına
Sayın Ahmet Aydın, Adıyaman Milletvekili... MEHMET ŞANDIR
(Mersin) – Şahıslar adına ben konuşacağım efendim. BAŞKAN – Diğerlerini
okuyayım. Ahmet Gökhan Sarıçam,
Kırklareli… MUSTAFA ELİTAŞ
(Kayseri) – Yok Sayın Başkan. BAŞKAN – Yok. Sayın Mehmet
Şandır, Mersin Milletvekili. Buyurun Sayın
Şandır. (MHP sıralarından alkışlar) MEHMET ŞANDIR
(Mersin) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; gerçekten bir ihtiyaca
binaen, çok geç kalınmış bir hukuki düzenleme yapıyoruz. Dünden bu
yana görüştüğümüz kanunlar hepsi aynı anlam ve kapsamda kanunlar.
Ancak, bir talihsizlik olarak burada, gerçekten, görüşmeler, konuşmalar
şahsileşti, kişilere indirgendi ve bu kanunlarla ilgili olmayan
bir konu, kişiler, şahıslar nezdinde tartışıldı.
Tabii, bu kürsü milletin kürsüsü. Milletin vekilleri bu kürsüde
özgürce fikirlerini söyleyebilmeliler. Bunu, her milletvekili
olarak her birimizin savunması lazım. Bu kürsüdeki hatibe mutlaka
müdahaleler olacaktır. Ama, bu müdahalelerin de hoşgörüyle karşılanması
hepimizin ortak talebi olmalıdır. Değerli milletvekilleri,
yani dört aydır birlikte çalışıyoruz, daha çok başındayız. Dört yıl
asgari de birlikte çalışacağız. Yorulacağız, farklılıklarımızı
tartışırken gerginlikler yaşayacağız. Ancak, bir hususa dikkat etmemiz
gerekir. Burada güzel konuşma veya iyi bilmenin gücüyle Başkanlığı
zor duruma düşürmek maharet değildir. Kuralları ve kurumları yıpratarak
bir yere varamayız, bundan prim çıkartamayız, bundan kendimize bir
siyasi rant elde edemeyiz. Bu anlamda, zannediyorum, grup başkan vekilleri
olarak öncelikle bizlere, ama her şeyden önce siz sayın milletvekillerine çok önemli sorumluluk düşüyor. Yoruluyoruz,
sinirlerimiz geriliyor. Bir hakkı kullanırken bile birbirimizin
hukukuna dikkat etmek gibi bir mecburiyetimiz var. İç Tüzük’ün bize
verdiği hakkı kullanırken bu konuda göstereceğimiz hassasiyet
muhtemel birtakım olumsuz gelişmelere engel olacaktır. Bu sebeple,
ben, ısrarla, özenle… Şimdi İç Tüzük’ü hepimiz okuyoruz, elimizde
kitap, özellikle grup başkan vekilleri olarak. Şu konuştuğumuz konunun
İç Tüzük’e göre yeri yok, madde üzerinde konuşmamız lazım. BAŞKAN – Evet,
Sayın Şandır, şimdi sizi uyaracaktım. MEHMET ŞANDIR
(Devamla) – Tamam. 63’e göre usul
tartışması yapabiliriz. Mümkündür, İç Tüzük bu imkânı veriyor. Bu
Meclisin yönetimi, Genel Kurulun yönetimiyle ilgili usul tartışması
açarız. Onar dakika gruplar adına konuşuruz, kişiler de konuşur ve
gerçekten, yönlendirici prensip kararları da alabiliriz. Bu mümkün.
Ama, işte, Danışma Kurulu kararıyla ilgili veya görüşülmekte
olan kanunların yürütme ve yürürlük maddeleriyle ilgili söz alan
arkadaşlarımız; gruplar adına, kişiler adına söz alan arkadaşlarımız
gerçekten Başkanlığı zor duruma, müdahale etmeye mecbur bırakacak
bir yaklaşımla sinirlerin gerilmesine, hele yorgun saatlerde,
hiç beklemediğimiz, kabul etmediğimiz tartışmalara sebep olunmaktadır.
Değerli milletvekilleri,
Milliyetçi Hareket Partisi olarak özellikle başlangıçta hep şunu
söyledik: Millet bizden hizmet bekliyor, bu hizmet sorumluluğu hepimizin
üzerindedir iktidarıyla muhalefetiyle ve biz bu başlangıçta iki
kadın başkan vekili seçmiş olmamızı çok önemsediğimizi, değerli
bulduğumuzu, bunların Meclisimize getireceği güzellikle milletimize
hizmet yolunda elbirliğiyle, huzur içerisinde, bir gayretle çalışma
içerisinde olmamızı temenni ettik. Bu temennimiz devam ediyor.
Lütfen, her birimiz, her grubumuz buna özen göstererek özellikle Meclisimizi
yöneten başkanları zor durumda bırakmadan… Çünkü, kuralları ve
kurumları ezersek, onları zora sokarsak bizim çalışmamız çok daha
zor olacaktır. (Mikrofon otomatik
cihaz tarafından kapatıldı) MEHMET ŞANDIR
(Devamla) - Bu sebeple, Sayın Meclis Başkan Vekilimizin gösterdiği,
adaletli -herkese müdahale ediyor. Tabii ki görevini yapıyor, İç
Tüzük’ü uygulamak mecburiyetinde- eşit olmaya çalışan davranışını
ben burada savunmak durumundayım, hepimiz savunalım; çünkü, orayı
sıkıntıya sokarsak, bu Meclisin yönetimini sıkıntıya sokarsak
burada birlikte çalışamayız. Bu sebeple, hepinize
saygılar sunarken bu konudaki hassasiyeti tekrarlıyor, tekrar saygılar sunuyorum. (MHP sıralarından
alkışlar) BAŞKAN – Teşekkür
ederim Sayın Şandır. Maddeyi oylarınıza
sunuyorum: Kabul edenler… Kabul etmeyenler… Kabul edilmiştir. Tasarının tümünü
oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler… Kabul etmeyenler… Kabul
edilmiştir. Tasarı kabul
edilmiş ve kanunlaşmıştır, hayırlı olsun. On dakika ara
veriyorum birleşime. Kapanma Saati: 17.30 ÜÇÜNCÜ OTURUM Açılma Saati: 17.48 BAŞKAN: Başkan Vekili Meral AKŞENER KÂTİP ÜYELER : Harun TÜFEKCİ (Konya), Fatoş GÜRKAN (Adana) BAŞKAN – Sayın
milletvekilleri, Türkiye Büyük Millet Meclisinin 23’üncü Birleşiminin
Üçüncü Oturumunu açıyorum. 3’üncü sırada
yer alan, Askerlik Kanunu ile Yedek Subaylar ve Yedek Askeri Memurlar
Kanununda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Tasarısı ve Millî Savunma
Komisyonu Raporu’nun görüşmelerine başlayacağız. 3.- Askerlik Kanunu ile Yedek Subaylar ve Yedek Askeri
Memurlar Kanununda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Tasarısı
ve Millî Savunma Komisyonu Raporu (1/436) (S. Sayısı: 51) (x) BAŞKAN – Komisyon?
Burada. Hükûmet? Burada. Komisyon raporu
51 sıra sayısıyla bastırılıp dağıtılmıştır. Tasarının tümü
üzerinde söz isteyen, Cumhuriyet Halk Partisi Grubu adına Antalya
Milletvekili Osman Kaptan. Buyurun Sayın
Kaptan. (CHP sıralarından alkışlar) CHP GRUBU ADINA
OSMAN KAPTAN (Antalya) – Sayın Başkan, sayın milletvekilleri; Askerlik
Kanunu ile Yedek Subaylar ve Yedek Askeri Memurlar Kanununda Değişiklik
Yapılmasına İlişkin 51 sıra sayılı Kanun Tasarısı’nın tümü hakkında
Cumhuriyet Halk Partisi Grubu adına söz almış bulunuyorum. Hepinizi
saygıyla selamlarım. Sayın arkadaşlarım,
1111 sayılı Askerlik Kanunu ile 1076 sayılı Yedek Subaylar ve Yedek
Askeri Memurlar Kanunu’nda ilk ve son yoklamasını zamanında yaptırmayanlar,
son yoklamada öğrenci olduğunu kanıtlamayanlar, terhis olanlardan
terhis kaydını üç ay içinde yaptırmayanlar, her yıl yedeklik yoklamasını
yaptırmayanlar ile adres değişikliğini zamanında bildirmeyen bu
yükümlüler için idari para cezası öngörülmüştür. Söz konusu kanunlarda
belirtilen para cezaları 4/11//2004 tarihli ve 5252 sayılı Türk Ceza
Kanununun Yürürlük ve Uygulama Şekli Hakkında Kanun’da öngörülen
misli tutarlara göre tespit edilmektedir. Bu para cezalarının, örneğin
0,28 YTL gibi çok az miktarlarda olması nedeniyle herhangi bir yaptırım
gücü bulunmamaktadır. Ayrıca, mevcut para cezaları Maliye Bakanlığının
her yıl bütçe yasasıyla tespit ettiği tahsilinden feragat edilen
miktarların altında kalmaktadır. Yasa, mevcut hâliyle ceza miktarları
yönünde günün koşullarına uymamakta ve caydırıcılığı bulunmamaktadır.
O nedenle, uygulanan cezanın artırılması ve caydırıcı hâle getirilmesi
bu değişiklikle sağlanacaktır. Sayın Başkan,
değerli milletvekilleri; 1927 tarihli ve 1111 sayılı Askerlik Kanunu’nun
83’üncü maddesinde belirtilen yoklamasını zamanında yaptırmayanların
cezası 20 yeni Türk lirasına, 84’üncü maddede, öğrenci olduğunu
bildirmeyenlerin cezası 20 yeni Türk lirasına, 85’inci maddedeki
değişiklikle ceza 30 YTL’ye, 87’nci maddede 20 YTL’ye,
94’üncü maddede askerliğini bitiren erbaş (x)
51 S. Sayılı Basmayazı tutanağa eklidir. ve erler terhis belgelerini üç ay içinde
askerlik şubelerine kaydettirmezlerse 20 YTL’ye
cezaları çıkarılmaktadır. 1927 tarihli
1076 sayılı Yedek Subaylar ve Yedek Askeri Memurlar Kanunu’nun
10’uncu maddesinin dördüncü fıkrasındaki yoklama sırasında istenilen
bilgileri zamanında bildirmeyenlerin ve kaydını yaptırmayanların,
şubeleri mıntıkası dışına çıkıp yer değişikliğini bir ay içinde
bildirmeyenlerin de cezası 30 YTL’ye çıkarılmaktadır.
1076 sayılı Yasa’nın
14’üncü maddesinin (a) fıkrasındaki adres değişikliklerini zamanında
bildirmeyenlerin cezası da 20 YTL’ye çıkarılmaktadır.
Sayın Başkan,
değerli milletvekilleri; gerek askerliğe almada gerekse askerlik
hizmetlerini müteakip döneminde, yani askerlik öncesinde ve askerlik
sonrasında yükümlülerin askerlik şubelerindeki bilgilerinin
güncelleştirilmesi için, asker kaynağında yetersizliğe ve eksikliğe
neden olunmaması için uygulamaların da güncelleştirilmesi ve caydırıcı
hâle getirilmesine önemli bir ihtiyaç vardır. İşte bu ihtiyacın
karşılanmasına dönük olarak hazırlanan bu tasarıyı Cumhuriyet
Halk Partisi Grubu olarak destekliyoruz, hepinize saygılar sunuyoruz. Teşekkür ederim.
(CHP sıralarından alkışlar) BAŞKAN – Teşekkür
ederim Sayın Kaptan. Gruplar adına,
Milliyetçi Hareket Partisi Grubu adına Çankırı Milletvekili Sayın
Ahmet Bukan. Buyurun Sayın Bukan. (MHP sıralarından alkışlar) Süreniz yirmi
dakika. MHP GRUBU ADINA
AHMET BUKAN (Çankırı) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; 51
sıra sayılı Askerlik Kanunu ile Yedek Subaylar ve Yedek Askeri Memurlar
Kanununda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Tasarısı üzerinde
Milliyetçi Hareket Partisi Grubu adına söz almış bulunmaktayım.
Bu vesileyle yüce Meclisi saygıyla selamlıyorum. İlk ve son yoklamasını
zamanında yaptırmayanlar, son yoklamada öğrenci olduğunu kanıtlayamayanlar,
terhis olanlardan terhis kaydını üç ay içerisinde yaptırmayanlar,
her yıl yedeklik yoklamasını yaptırmayanlar ile adres değişikliğini
zamanında bildirmeyen yükümlüler için idari para cezaları bundan
sonra daha ciddi uygulaması gerekmektedir. Askerlik gibi kutsal
bir görevin gerekleri de gayriciddi olmamalıdır. 1111 sayılı ve
1076 sayılı Kanunlarda öngörülen para cezaları 4/11/2004 tarihli
ve 5252 sayılı Türk Ceza Kanununun Yürürlük ve Uygulama Şekli Hakkında
Kanun’da belirlenen misli tutarına göre tespit edilmektedir. Buna
göre tespit edilen idari para cezalarının çok düşük miktarda olması
sebebiyle herhangi bir yaptırım gücü bulunmamaktadır. Bununla
birlikte, mevcut idari para cezaları Maliye Bakanlığının her yıl
Bütçe Kanunu ile tespit ettiği, tahsilinden feragat ettiği miktarların da altında kaldığı göz ardı edilmemelidir.
Bu noktada, çağımızın
ekonomik şartları ve modern savaşın gereklerine paralel olarak seferberlik
kavramı, harbe hazırlık faaliyetleri içinde önemli bir yer tutmaktadır.
Silahlı kuvvetleri
barış durumundan sefer durumuna kısa sürede geçirmek, savaşa hazır hâle getirmek
ve gerçekçi planlarla yönetmek, unutulmamalıdır ki zaferin ana unsurudur.
Ülkenin sahip olduğu etkin muharip güç potansiyelini süratle silah
altına alabilme imkân ve kabiliyeti, aynı zamanda düşman ülkeyi
savaşa başlamaktan alıkoyabilecek en önemli caydırıcı unsurlardandır. Olağanüstü bir
durumda silahlı kuvvetleri seferî kadro seviyesine çıkartmak
için, ülkemizin özellikleri göz önüne alınarak bir seferberlik sistemi
geliştirilmiştir. Bu amaçla, askerî gücün kullanılmasına gerek duyulan
durumlarda ihtiyaç olan ilave personelin eğitilmiş insan gücüyle
süratle takviyesine dayanan etkili bir personel sistemi geliştirilmiştir. Silahlı kuvvetleri
barış hâlinden seferberlik ve savaş hâline süratle ve etkin bir şekilde
geçirmek maksadıyla, yedek personelin silah altına alınması gerekmektedir.
Yedek personelin silah altına alınmasıyla ilgili olarak yürütülen
faaliyetlerin tamamı, personel seferber olma hazırlıklarını
oluşturmaktadır. Yükümlüler, askerlik
hizmetini yürütürken kendileri hakkında elde edilen kişisel bilgileri,
aldıkları eğitim ve gösterdikleri başarı durumları ile sağlık durumlarını
ifade eden temel bilgilere göre yedek yükümlülerin kaynağını oluşturmaktadırlar.
Bu kaynağın güncel olarak bulundurulması, askere alınacak olan personelin
altyapısını oluşturmaktadır. Hayatın doğal
akışı nedeniyle yükümlülerin kaynak bilgileri -adres bilgisi,
tahsil durumları, sağlık durumları gibi- kendilerine verilen sefer
görevlendirmelerini etkileyecek şekilde değişebilmektedir. Bu
bilgilerin güncelliği -1111 sayılı ve 1076 sayılı- yedeklik yoklamasıyla
sağlanmaktadır. Yükümlüler
1111 sayılı ve 1076 sayılı Kanunlarda belirtilen tarihlerde kaynak
bilgilerinde değişiklik olup olmadığını, her yıl yaptırdıkları
yoklama ile bildirmektedirler. Personel seferber olma hazırlıklarını
doğrudan etkileyen yükümlülerin tahsil, meslek, sağlık ve adres
bilgilerindeki değişikliklerin takibi yoklamayla sağlanmaktadır. Yükümlüler, yedeklik
yoklamalarını en yakın askerlik şubesine bizzat müracaat ederek
yaptırabilmenin yanı sıra, yedeklik yoklama bildirim formu doldurarak
veya kimlik bilgilerini mektup, telgraf, faks göndererek ya da bir yakını vasıtasıyla yaptırabilmektedir.
1111 sayılı ve
1076 sayılı Kanunlar gereği sefer görev emri alan yükümlüler arasında
adres değişikliğini yapanlardan yeni adreslerini bir ay içerisinde
bildirmeyenler ile terhis kaydını ve yedeklik yoklamasını yasal
süresi içerisinde yaptırmayanlar idari para cezasıyla cezalandırılmaktadırlar. Yükümlülerin
aydınlatılması amacıyla, yedeklik yoklamalarının yapılacağı
tarihler askerlik şubesi başkanlığınca her yıl mülki makam kanalıyla
köy ve mahalle muhtarlıklarında ilan edilmektedir, ayrıca TRT’de
de ilan edilmektedir. Yükümlülere
terhis kaydı ve yedeklik yoklamalarının yaptırılması konusunda
tanınan kolaylıklara rağmen, bu işlemler yaptırılmamaktadır. Bunun
başlıca sebebi, 1111 sayılı ve 1076 sayılı Kanunlarda belirtilmiş
olan para cezalarının caydırıcı seviyede olmamasıdır. Ayrıca, 1111 ve
1076 sayılı Kanunlarda yer alan idari para cezası tutarları statülere
göre farklı uygulanmakta, bu durum ise eşitlik ilkesine aykırılık
yaratmaktadır. Yedeklik döneminde
personel seferber olma hazırlıkları kapsamında benzer yükümlülükleri
yerine getirmeyen vatandaşlara eşit ceza uygulaması getirilmesi
gerekmektedir. Personel seferber
olma hazırlıklarının sürdürülebilmesi, yükümlülerin bu sistem
içerisinde kanunlarla belirlenen vatandaşlık görevlerini yerine
getirmesiyle mümkün olacaktır. Yükümlülüklerin yerine getirilmesinde
vatandaşlara sağlanan kolaylıkların yanı sıra idari para ceza tutarlarının
da caydırıcı olması gerekmektedir. Türk Silahlı
Kuvvetlerinin insan gücü kaynağı ihtiyaçlarını karşılamak maksadıyla,
o yıl askerlik çağına girdiği hâlde askerlik işlemini yaptırmayan
yükümlülerin yükümlülüklerini yerine getirmelerinde ceza miktarı
caydırıcı etken olmalıdır. Asker alma hizmetlerinin yürütülmesinde
ilk yoklama kimlik bilgileri işlemlerini yaptırmamış, o yıl askerlik
çağına giren yükümlüler, emsallerinin yurt genelindeki ilk sevk
gününe kadar yoklama kaçağı olmamaktadırlar. Hâlen son yoklamasının
son tarihi olan 31 Ekim tarihinden sonra yoklamasını yaptıranlardan
tebligat yapılmış olanlara idari para cezası verilmektedir. Yükümlülerin
bu duruma düşmemeleri için yükümlülüklerini zamanında yerine
getirmeleri gerekmektedir. Burada para ceza miktarlarının caydırıcı
duruma getirilmesi sağlanmalıdır. Askerlik çağı
geldiği hâlde birinci yoklamasını yaptırmayanlar, yeni tasarıyla
20 yeni Türk lirası para cezasına tabi tutulur. İlk yoklamasını
yaptırıp son yoklamasını yaptırmış olduğu hâlde son yoklamasının
şubeye ulaşmaması hâlinde, bundan önceki kanundaki para cezası
çok düşük olduğu hâlde bu kanunla yine 20 yeni Türk lirasına çıkarılmıştır.
İlk yoklamada defterine ismini yazdırmamış olmakla beraber son
yoklamada da bulundukları yer askerlik meclislerine veya şubelerine
gelmemiş olanlar için ise para cezası bu kanunla 30 yeni Türk lirasına
çıkarılmıştır. Askerlik hizmetine
tabi yükümlülerin öğrencilikleri nedeniyle yükümlülüklerinin
ertelenebilmesi, okullarınca öğrenci olduklarına dair öğrenci
durum belgelerinin askerlik şubesine ulaştırılmasına bağlıdır.
Askerlik belgesi ulaştırılmayan yükümlülerin bu duruma düşmemeleri
için yükümlülüklerini zamanında yerine getirmeleri gerekmektedir.
Bu yükümlülüğünü yerine getirmeyenler bu kanunla 20 yeni Türk lirası
para cezasına tabi tutulurlar. Askerlik hizmetlerini
bitirip terhis olmuş yükümlülerin terhis kayıtlarını üç ay içerisinde
askerlik şubesine yaptırmaları büyük önem arz etmektedir. Zira,
personel seferberlik sistemini doğrudan etkileyen yükümlülerin
askerlik hizmetinden sonraki sağlık, tahsil, meslek ve adres bilgilerinin
güncel tutulması ve bu bilgilerdeki değişikliklerin bundan sonraki
kontrol ve takibi bu kayıtlara bağlıdır. Dolayısıyla, yükümlülerin
bu duruma düşmemeleri için yükümlülüklerini zamanında yerine
getirmeleri gerekmektedir. Bu yükümlülüğü yerine getirmeyenler,
değişen 1111 sayılı Kanun’un 94’üncü maddesine göre 20 yeni Türk
lirası para cezasıyla cezalandırılır. Sayın Başkan,
değerli milletvekilleri; değişen bu kanun tasarısıyla cezalar
günün koşullarına uygun ve caydırıcı hâle geleceği için, bu tasarının
Milliyetçi Hareket Partisi tarafından olumlu değerlendirildiğini
ifade eder, hepinize saygılar sunarım. (MHP sıralarından alkışlar) BAŞKAN – Teşekkür
ederim Sayın Bukan. Gruplar adına
üçüncü söz, Adalet ve Kalkınma Partisi Grubu adına, Siirt Milletvekili
Sayın Yılmaz Helvacıoğlu. Buyurun Sayın Helvacıoğlu. (AK Parti sıralarından alkışlar) Süreniz yirmi
dakika. AK PARTİ GRUBU
ADINA MEHMET YILMAZ HELVACIOĞLU (Siirt) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri;
51 sıra sayısıyla basılan Askerlik Kanunu ile Yedek Subaylar ve Yedek
Askeri Memurlar Kanununda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Tasarısı’nın
tümü üzerinde Adalet ve Kalkınma Partisi Grubu adına söz almış bulunmaktayım.
Bu vesileyle, hepinizi saygıyla selamlıyorum. Konuşmama başlamadan
evvel, vatan savunmasında şehit düşen evlatlarımıza Allah’tan
rahmet, kederli ailelerine başsağlığı, gazilerimize de minnet
ve şükran duygularımı belirterek sağlıklar diliyorum. Değerli arkadaşlarım,
bildiğiniz üzere, günümüzün ekonomik şartları ve modern harbin gereklerine
paralel olarak “seferberlik” kavramı harbe hazırlık faaliyetleri
içinde önemli bir yer tutmaktadır. Barış döneminde silahlı kuvvetlerin
tam veya tama yakın personel mevcuduyla muhafaza edilmesi yerine,
seferberliğe dayalı bir sistem içerisinde eğitilmiş personel ile
kısa sürede seferberliğini tamamlayan orduların daha başarılı
olacakları kabul edilmektedir. Silahlı kuvvetleri
barış durumundan sefer durumuna kısa zamanda geçirmek, savaşa hazır
hâle getirmek ve gerçekçi planlarla yönetmek zaferin ana unsurları
olarak görülmektedir. Ülkenin sahip olduğu etkin muharip güç potansiyelini
süratle silah altına alabilme imkân ve kabiliyeti, aynı zamanda
düşman ülkeyi savaşa başlamaktan alıkoyabilecek en önemli caydırıcı
unsurdur. Olağanüstü bir
durumda silahlı kuvvetleri seferî kadro seviyesine çıkarmak için
ülkemizin özellikleri göz önüne alınarak bir seferberlik sistemi
geliştirilmiştir. Bu amaçla, askerî gücün kullanılmasına gereksinim
duyulan durumlarda ihtiyaç duyulan ilave personelin eğitilmiş hazır
insan gücüyle süratle takviyesine dayanan etkili bir personel
sisteminden istifade edilmektedir. Personel seferber
olma hazırlıklarında yükümlülerle ilgili işlemler, askerlik hizmetine
başlanıldığı tarihten askerlik çağı dışına çıkılıncaya kadar geçen
süre içerisinde yürütülmektedir. Yedek yükümlülerin kaynağını,
askerlik hizmetini yürütürken kendileri hakkında elde edilen kişisel
bilgiler, aldıkları eğitim ve gösterdikleri başarı durumları ile
sağlık durumlarını ifade eden temel bilgiler oluşturmaktadır. Sefer
görev emri bu bilgilere göre yükümlülere verilmektedir. Askerlik hizmetini
tamamlayan bir yükümlü, askerlik şubesine giderek terhis kaydını
yaptırmasıyla birlikte, kullanılabilir kaynakta yer almış olur.
Bu işlem ile, yükümlünün askerlik hizmeti sonrasında oturacağı adres
ve diğer kaynak bilgilerinin güncelliği kontrol edilmektedir. Yedek personel
kaynağındaki bilgilerin güncelliği, 1111 sayılı Askerlik Kanunu
ile 1076 sayılı Yedek Subaylar ve Yedek Askerî Memurlar Kanunu çerçevesinde
yedeklik yoklaması ile sağlanmaktadır. Millî Savunma
Bakanlığınca, yedeklik yoklamalarının yaptırılmasını kolaylaştırmak
amacıyla bazı tedbirler de alınmıştır. Millî Savunma Bakanlığının İnternet sayfasında yükümlülerin yedeklik yoklamalarını
kolaylıkla yaptırabilmelerini sağlayacak açıklayıcı bilgiler
ile Yedeklik Yoklama Bildirim Formu ve Doldurma Talimatı da bulunmaktadır.
Yükümlüler, anılan formu doldurarak posta veya faks ile askerlik
şubesi başkanlığına göndermek suretiyle de yedeklik yoklamasını
yaptırabilmektedirler. Yükümlülerin
aydınlatılması amacıyla, yedeklik yoklamalarının yapılacağı
tarihler askerlik şubesi başkanlıklarınca her yıl mülki makam kanalıyla
köy ve mahalle muhtarlıklarında ilan edilerek yükümlülere duyurulmaktadır. Ayrıca, Türk Silahlı
Kuvvetlerine yönelik olarak TRT-1’de yayınlanan görsel ve işitsel
programlarda yedeklik yoklama tarihleri ilan edilmektedir. Yükümlülere
terhis kaydı ve yedeklik yoklamasının yaptırılması konusunda tanınan
kolaylıklara rağmen, yedeklik yoklaması yaptıranların oranı yüzde
40 civarında bulunmaktadır. Bunun başlıca sebebi de idari para cezalarının
caydırıcı seviyede olmamasından kaynaklanmaktadır. Değerli arkadaşlarım,
1111 sayılı Askerlik Kanunu ve 1076 sayılı Yedek Subaylar ve Yedek
Askerî Memurlar Kanunu’nda, ilk ve son yoklamasını zamanında yaptırmayanlar,
son yoklamada öğrenci olduğunu kanıtlayamayanlar, terhis olanlardan
terhis kaydını üç ay içinde yaptıramayanlar, her yıl yedeklik yoklamasını
yaptıramayanlar ile adres değişikliğini zamanında bildirmeyen
yükümlüler için idari para cezası öngörülmüştür. Söz konusu idari
para cezaları, 5252 sayılı Türk Ceza Kanununun Yürürlük ve Uygulama
Şekli Hakkında Kanun’da belirtilen misli tutara göre tespit edilmektedir.
Buna göre tespit edilen idari para cezalarının günümüz şartlarında
çok cüzi miktarda olmaları nedeniyle herhangi bir yaptırım gücü
bulunmamaktadır. Bunlardan bazılarını örnekleyecek olursak: İlk
yoklamasını yaptırmayanlar için 2006 yılında uygulanan para cezası
94 kuruş iken, 2007 yılında bu miktar 1,01 YTL’dir.
Son yoklamasını yaptırmayanlar için 2006 yılında uygulanan para
cezası 1,41 YTL iken, 2007 yılında bu miktar 1,52 yeni Türk lirasıdır.
Terhis kaydını üç ay içinde yaptırmayanlar için 2006 yılında uygulanan
para cezası 30 kuruş iken, 2007 yılında bu miktar 1,01 yeni Türk lirasıdır.
Yedeklik yoklamalarını yaptırmayanlar için 2006 yılında uygulanan
para cezası 31 kuruş iken, 2007 yılında bu miktar 33 kuruştur. Yedek
subaylar ve yedek askerî memurların yedeklik yoklaması ve yer değişikliğini
bildiremeyenler için 2006 yılında uygulanan para cezası 4,71 YTL
iken, 2007 yılında bu miktar 5,07 yeni Türk lirasıdır. Değerli arkadaşlarım,
görüldüğü üzere para cezaları günümüz şartlarında oldukça cüzi
miktarlarda kalmış ve caydırıcı olmaktan uzaklaşmıştır. Ayrıca bu
miktarlar, Maliye Bakanlığının her yıl bütçe kanunuyla tahsilinden
feragat ettiği miktarın da altında kalmıştır. Tasarıyla, bu miktarlar
20 ile 30 yeni Türk lirası arasında değişen miktarlara yükseltilerek
caydırıcı olmaları sağlanmaktadır. Personel seferber
olma hazırlıklarının sürdürülebilmesi, yükümlülerin bu sistem
içerisinde kanunlarla belirlenen vatandaşlık görevlerini yerine
getirmeleriyle mümkün olacaktır. Yükümlülüklerin yerine getirilmesinde
vatandaşlara sağlanan kolaylıkların yanı sıra, idari para ceza
tutarlarının da caydırıcı bir seviyede ve günün koşullarına uygun
hâle getirilmesi gerekmektedir. Sayın Başkan,
kıymetli milletvekili arkadaşlarım; sözlerimi tamamlarken Adalet ve Kalkınma Partisi olarak tasarıyı
desteklediğimizi belirtiyor, hepinize saygı ve selamlarımı sunuyorum. Tekrar saygılar
sunuyorum hepinize. (AK Parti sıralarından alkışlar) BAŞKAN – Teşekkür
ederim Sayın Helvacıoğlu. Şahıslar adına,
İsmail Göksel, Niğde Milletvekili. Buyurun Sayın
Göksel. İSMAİL GÖKSEL
(Niğde) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; Askerlik Kanunu
ile Yedek Subay ve Yedek Askeri Memurlar Kanununun Değişikliğine
Dair Kanun Tasarısı üzerinde kişisel görüşlerimi belirtmek üzere
söz almış bulunuyorum. Yüce heyetinizi saygıyla selamlıyorum. Değerli milletvekilleri,
eskilerin bir sözü vardır: “Hazır ol cenge, istersen sulh ü salâh.” Bu
Kanunun ana fikri işte budur arkadaşlar. Benden önceki konuşmacı
arkadaşlarım kanunun amacını, gerekçelerini çok güzel izah ettiler.
Hepsine katılıyorum ve teşekkür ediyorum. Türk Silahlı
Kuvvetlerinin harbe hazırlanması barış zamanında olur. Savaşa hazır
olmayanlar barışı hak etmezler. O nedenle, silahlı kuvvetlerimizin
barıştayken savaşa hazırlanması silahlı kuvvetlerin seferberlik
hizmetleriyle olur. Askerlik çağına gelen kişiler, yoklama devresinden
sonra muvazzaflık devresi… Muvazzaflık devresi, erbaş ve yedek subaylık
olarak devam eder, subayların da emekli oluncaya kadar, ayrılıncaya
kadar devam eder, ondan sonraki de yedeklik devresidir. İşte, bu yedeklik
devresindeki hâl ve hareketler, değişiklikler, sıhhat durumları,
adresler devamlı kayıt altında bulundurulmalı. Silahlı kuvvetlerimizin
alarm derecelerinden birinci derecede alarm ilk işareti verildiği
anda yirmi dört saat içinde görev yerlerine görev emrini alıp katılmaları
şeklinde harbe hazırlık olur. Malumları, silahlı
kuvvetler ve harp işi pahalı bir iştir. Bu nedenle, barışta çekirdek
kadro, asgari yeterli kadro bulundurmak bütün devletlerin işine
gelir, ekonomik kalkınmaya da yardım eder, masrafı azaltır ama yirmi
dört saat gibi kısa bir sürede, sefer görev emrini alan herkesin görev
yerinde hazır olması gerekir. Bu nedenle, bir batarya komutanı düşününüz,
bir tabur komutanı düşününüz, emekli olmuş, elli yaşına gelmiş, benim
gibi yarbay rütbesinde veya bir başkası binbaşı rütbesinde, isteğiyle
ayrılmış, ama bir bataryayı sevk ve idare edecek kabiliyettedir;
hiçbir eğitime gerek görmeden, yirmi dört saat içinde, mevzi keşfi,
seçimi, işgali, harekâtı ve atışı, hepsini yapabilir. Ya da bir hâkim düşününüz; harekâtta ordunun disiplinini
sağlayacak bir disiplin subayına ihtiyaç vardır ama emeklidir, ihtiyaç
da vardır. İşte arkadaşlar,
bu yedeklik devresindeki arkadaşlarımızın sıhhat durumları elverdiği
sürece en gencinden başlamak suretiyle yaşlılara doğru gitmek suretiyle,
ihtiyaç hâlinde, mevcut yasadaki yaşlarına -yedeklik yaşlarına,
yani, “kayıt dışı kalma” ya da “çağ dışı kalma”
tabir ettiğimiz yaşlarına- ilave on yıl daha getirebiliyoruz. Bunun amacı şu:
Herkese bu uygulanacak anlamında değil. Özellikle uçuş personeli,
hava-yer kontrolü ya da elektronik personel çağımızda
çok önemlidir. Bu nedenle de arkadaşlar, o şahıslar daha önemli olduğundan,
kapasitenin, yelpazenin genişletilmesi gerekmektedir. Bu, onun
için getirilmiştir. Öte yandan, arkadaşlar,
para cezaları öyle basit kalmıştır ki, 1 liralık -YTL demiyorum bakınız- para cezasını
siz tahsil etmek için ya da tebliğ etmek için 5
YTL masraf yapıyorsunuz. Amme Alacaklarının Tahsil Usulü Kanunu’na
da bu kanunda atıf yapmak suretiyle, otomatik takibi sağlamak ve
caydırıcılığı önlemek, sefere tüm nüfusumuzu, tüm silahlı kuvvetlerimizi,
ekonomik gücümüzü ve devletin tüm kurum ve kuruluşlarını organize
ederek “Harbe hazır ol” vaziyetine getirmeye yöneliktir. Tüm arkadaşlarımız
bu yönde gayret sarf etmişlerdir. Silahlı kuvvetlerimizin güçlü ve
hazır olması, ülkemize ve dostlarımıza güven, düşmanlarımıza da
korku vermek suretiyle, bize karşı yapılacak hasmane
tutumların önlenmesi ve caydırıcılığı özendirmesi bakımından
çok önemlidir şimdi olduğu gibi. Hepinizi saygıyla
selamlıyorum, sağ olun, var olun. (AK Parti sıralarından alkışlar) BAŞKAN – Teşekkür
ederim Sayın Göksel. Hükûmet adına, Millî Savunma
Bakanı Sayın Vecdi Gönül, buyurun. (AK Parti sıralarından alkışlar) Yirmi dakika
süreniz var. MİLLÎ SAVUNMA
BAKANI MEHMET VECDİ GÖNÜL (İzmir) – Sayın Başkan, sayın milletvekilleri;
bugün dördüncü kanunumuzu görüşüyoruz ve değerli konuşmacılar
hep katkıda bulundular, gruplar da hep desteklediler. Bundan dolayı,
ben, en son kanunda söz alarak teşekkür etmek istediğimi ifade etmek
istiyorum. Bu katkılar bize yol gösterici oldu ve bundan sonraki
hazırlıklarımızda da bunlardan istifade edeceğiz. Ayrıca, Bakanlığımız
için bir şevk vesilesi oldu. Görüşmekte olduğumuz kanunla ilgili
arkadaşlarımız çok güzel izahatta bulundular. Ben, yalnız, ilave
birkaç bilgi vermek istiyorum. Bildiğiniz gibi,
kanunlarda öngörülen cezalara diğer kanunlarla zamlar yapılmakta
ve bu zamlar kurumlara göre bir anlam ifade etmektedir. Bizim görüşmekte
olduğumuz bu mevzuat iki şekilde yorumlandı daireler bakımından:
Bir, biraz evvel arkadaşlarımızın ifade ettiği gibi, zam yapılmamış
şekliyle düşünüldü ve hakikaten YTL’ye vurulduğu
zaman Maliye Bakanlığının “Tahsile değmez, tahsil masrafına değmez.”
dediği miktarlarda tecelli etti. Ama, bir başka yorumla da bazı dairelerimizde,
askerlik dairelerimizde 120-150 liraya kadar mükelleflerden ceza
tahsiline kalkışıldı. Böylece, yalnız ceza yükseltmiş olmuyoruz,
o yorumların karşısında cezaları da düşürmüş oluyoruz. Birinci
arz etmek istediğim bu. İkincisi, rakamları
vermek istiyorum: Genel uygulama, cezanın tahsili istikametinde
olmadığı için, mükellef sayımız 9 milyon 305 bin 122 olduğu hâlde, yani
9 milyonun üzerinde olduğu hâlde, ceza muhatabı olan, yani görevini
yapmamış yükümlülerimiz 7 milyon 175 bin civarında. Kayıt dışı, yani
seferberlik hâlinde ulaşamayacağımız insanların 7 milyon olması,
ulaşacaklarımızın ancak 2 milyon civarında olması büyük bir zafiyetti.
Desteklerinizle, inşallah bu kanunun geçmesiyle
bu zafiyetten kurtulmuş olacağız. Bir başka husus,
bir sayın hatibimizin belirttiği gibi, yoklamaların elektronik
ortamda yapılmasına büyük gayret sarf edilmektedir. Yaptığımız
bir ihale eğer 2008 sonunda inşallah tamamlanır, netice verir ise bu
yoklamalar online olarak da yapılacaktır. Online yapılması Türkiye için önemli olduğu kadar
yurt dışındaki işçilerimiz için de çok büyük bir önem taşımaktadır.
Ben teşekkürlerimi
sunarken, diğer kanunlarla da ilgili, bu kanunlar sırasında belirtilen
birkaç hususa da temas etmek istiyorum. Bazı konuşmalarda,
askerlikten muaf tutulmaya yol açan raporların bazı imkânlı kişilerce
kolayca alındığı ve zenginler tarafından, nüfuzlular tarafından
alınan bu raporlarla bazı insanların askerlik yapmadığı ileri sürüldü.
Askerlik hizmeti
elbette kutsal bir görev ve herkese yapılan muamele de eşit muameledir.
Ayrıca, bu suistimalin bu ölçüde yaygın telakki
edilmesi de gerek Bakanlığımız bakımından gerekse askerliğe muhatap
olan vatandaşlarımız bakımından herhâlde bir ithamı içermektedir.
Bu bakımdan, ben raporların nasıl alındığıyla ilgili bir küçük bilgi
vermek istiyorum Sayın Başkan müsaade ederseniz. Silah altına
alınacak tüm yükümlüler, öncelikle son yoklamaları sırasında sağlık
muayenesine tabi tutulmaktadırlar. Son yoklamaları sırasında
bir rahatsızlığı veya arızası tespit edilenler ile rahatsızlığını
beyan edenler askerî hastanelere sevk edilmektedirler. Askerî hastanelerce
haklarında “Askerliğe elverişli değildir.” kararlı rapor verilenlere
ait raporlar, onay için Millî Savunma Bakanlığı Sağlık Dairesi Başkanlığına
gönderilmekte ve burada bütün raporların “Türk Silahlı Kuvvetleri
Sağlık Yeteneği Yönetmeliği”ne uygun olarak düzenlenip düzenlenmediği,
yalnız şeklen Sağlık Dairesince kontrol edilmektedir. Haklarında “Askerliğe
elverişli değildir.” kararlı rapor verilenlerden, raporları
Millî Savunma Bakanlığı Sağlık Dairesi Başkanlığınca yeterli görülmeyenler
ile ihbar ve şikâyete muhatap olan, yükümlüler, 1111 sayılı Askerlik
Kanunu’nun 41’inci maddesi ve Türk Silahlı Kuvvetleri Sağlık Yeteneği
Yönetmeliği’nin 15’inci maddesine göre yeniden Millî Savunma Bakanlığı
Sağlık Dairesi Başkanlığınca belirlenen başka bir asker hastanesine
kontrol muayenesine gönderilmektedirler. Demek ki, en ufak bir ihbarda,
derhâl hastane değiştirilerek buralara gönderilmektedir. KAMER GENÇ (Tunceli)
– Sayın Bakan, onu bir söyler misiniz: Tayyip’in
oğlunun raporunu gönderdiniz mi başka bir yere? MİLLÎ SAVUNMA
BAKANI MEHMET VECDİ GÖNÜL (Devamla) – Şimdi burada en önemli husus,
dikkatinizi çekeceğim en önemli husus, bu raporların tek tabip, 2
tabip gibi askerlik meclislerinin üyeleri tarafından verilmediğidir.
Yani, eğer, bir askerlik yükümlülüğü dışında tutulacaksa, mutlaka
bir asker hastanesinin tam teşekküllü heyetinden alınmaktadır.
Tek tabip raporuyla askerlikten muaf olmak mümkün değildir. Onlar
ancak sevkte yetkilerini kullanmaktadırlar. Kontrol muayenesi
sonucunda verilen rapor ile ilk verilen rapor arasında teşhis ve karar
bakımından bir fark tespit edildiği takdirde, yükümlüler yine Millî
Savunma Bakanlığı Sağlık Dairesi Başkanlığınca belirlenen bir
başka hakem hastanesine sevk edilmektedirler. Birinci kontrol muayenesiyle
hakem muayenesi sonucu aynı ise yükümlünün durumu kesinlik kazanmaktadır.
Eğer, son iki hastanenin verdiği raporlar arasında teşhis ve karar
bakımından bir fark varsa, yükümlü bu defa “GATA Profesörler Kurulu”na
sevk edilmektedir ve buranın vereceği, akademik kurulun, Profesörler
Kurulunun vereceği karar kesindir. Kontrol muayeneleri
sonucunda haklarında verilen raporların sahte olduğu anlaşılanlar
hakkında derhâl adli işlem, elbette, başlatılmaktadır. Son bir yıl içerisinde,
örgüt kurmak suretiyle, sahte evrak düzenleyip askerlikten kurtulmak
için sahte “askerliğe elverişli değildir” kararlı rapor düzenlediği
tespit edilenler hakkında başlatılan soruşturmalar hâlen devam etmektedir.
Yani, böyle bir rapor yoktur da demiyoruz. Böyle olduğu tespit edildiğinde
de bunun soruşturması hemen yapılmaktadır. Sahte “askerliğe elverişli
değildir” kararlı rapor düzenlenmesinin önlenmesi için yapılan
toplantılar sonucunda şu kararlar alınmıştır: Bir: Rapor ön
bildirim belgesi, rapor teyit belgesi ve kayıp rapor tespit belgesi
formları bu tecrübelere dayanılarak değiştirilmiştir. İki: Askerlik
şubelerinde hastaneye sevk ve asker hastanelerinde tanzim edilen
raporlarda kullanılan fotoğrafların laminasyon
cihazı ile kaplanabilmesi için gereken aparat temin edilmiştir. Yani,
üzerinden resim değiştirilmesin, sökülüp başka bir resim takılmasın
diye. Hâlen çalışmaları
devam eden, Millî Savunma Bakanlığı.net ve Askerî Sağlık Otomasyon
Sistemi (ASOS)’nin tamamlanmasını müteakip,
sahte rapor olaylarının asgari seviyeye düşeceğine inanılmaktadır.
Yukarıda arz
edilen işlemlerin başlatılması, tekemmülü ve sonuçlandırılmasında,
hiçbirinde Bakanlık makamının imzası ve müdahalesi söz konusu
değildir. İşlemlerin tamamı teknik kadrolar tarafından yapılmaktadır
ve bunlar, o bahsettiğim yönetmeliğin hükümlerinin uygulanması
şeklinde, her yetkili tarafından yerine getirilmektedir. Bugüne kadar,
Bakanlığımıza, ne Sayın Başbakan tarafından ne sayın bakanlar tarafından
ne de -şükranla kaydediyorum- muhalefet olsun, iktidar olsun, bir
tek milletvekili tarafından dahi raporlarla ilgili -beş senedir
bu görevdeyim- tek bir ricada bulunulmamıştır. Sayın milletvekillerimizin belki de maruz kaldıkları
tazyikler olmuştur seçmenlerinden, ama buna rağmen, bir tek milletvekilimiz
dahi bana bu konuda herhangi bir talepte bulunmamışlardır. Zaten,
bırakın raporu, askerlik yerleri konusunda, sınıfları konusunda
dahi herhangi bir müdahalemiz ve milletvekillerimizin
de bu konuda herhangi bir talebi bugüne kadar olmamıştır, kendi evlatları
için dahi. Bundan dolayı hepinize şükranlarımı sunuyorum. Elbette aksaklık
olmuyor değil -demin de arz ettiğim gibi- rapor konusunda da aksaklıklar
olabilir. Ancak, rapor konusunun biraz evvel arz ettiğim şekilde ortaya
konulması, hudutlarda en zor şartlar altında terörle mücadele
eden gençlerimizin “Demek ki, birtakım insanlar rapor alıp askerlik
yapmıyormuş.” gibi düşünmesine sebep olur endişesiyle ben bunları
sizlere açıklıyorum. Şurası muhakkaktır ki, bu gençlerimizin yaptığı
fedakârlıkların karşısında, onların herhangi bir tereddüde düşmesine
fırsat verecek beyanlardan hepimiz kaçınmalıyız. Beni dinlediğiniz
için teşekkür ediyor, saygılar sunuyorum. (Alkışlar) BAŞKAN – Teşekkür
ederim Sayın Bakan. Şahsı adına söz
isteyen Gülşen Orhan, Van Milletvekili… Yok. Recai Birgün, İzmir Milletvekili. Buyurun Sayın Birgün. (DSP sıralarından alkışlar) RECAİ BİRGÜN
(İzmir) – Sayın Başkan, değerli üyeler; Askerlik Kanunu ile Yedek Subaylar
ve Yedek Askeri Memurlar Kanununda Değişiklik Yapılmasına Dair
Kanun Tasarısı’yla ilgili şahsım adına söz almış bulunmaktayım. Burada, geldiğimiz
günden beri, özlemle görmeyi arzuladığımız bir tablo sergilendi;
askerlik kanunları gelince veya Türk Silahlı Kuvvetleriyle ilgili
bir kanun maddesi geldiği zaman muhalefet ve iktidarın neredeyse
firesiz “evet” oyu verdiğini, “kabul” oyu verdiğini gördüm. Bu, tabii, bizim
askere olan saygımızdan ileri gelen bir davranış. Bundan da açıkçası
çok memnun oldum. Ve soru önergeleri yok, tartışma yok. Askeriyeyle
ilgili gelen, Türk Silahlı Kuvvetleriyle ilgili gelen üçüncü kanunu
geçirdik galiba. Hemen hemen tartışmasız geçti,
büyük bir hoşgörü içerisinde geçti. Tabii, herhâlde bunda bir etken
de askeriyeyle ilgili kanunların teknik bir şey olduğundan kaynaklanıyor.
Fakat, maliyeyle ilgili bir konu geldiği zaman da teknik bir konu,
ama, işte, nükleer enerjiyi burada yaşadık, sabah dörtlere kadar
burada büyük tartışmalar yaşandı. Bunun yine ayrı
bir şeyi: Tabii, biz, yaşadığımız topraklar sebebiyle askerî bir
toplum hâline geldik. Sürekli kuzeyden, güneyden, doğudan, batıdan
gelen siyasi ve fiziksel saldırılar sebebiyle Türk Silahlı Kuvvetlerini
her zaman daha güçlü kılmak gerektiğine inandığımız için de silahlı
kuvvetlerle ilgili gelen bütün kanunlar, her zaman, Meclisten tartışılmadan,
direkt geçmiştir. Benden önceki
milletvekili arkadaşlarımızdan AKP’li arkadaşımız
burada çok güzel konulara değindi. Silahlı kuvvetlerimiz her zaman
güçlü olmalıdır. Ancak, bu gücü zamanında ve yerinde kullanmazsanız
o güç hiçbir işe yaramaz. Güç, ancak yerinde ve zamanında kullanırsanız
güçtür. Yoksa, başka şey söylemek gerekir. Son sözü sayın
milletvekili arkadaşımızın “Bugünlerde olduğu gibi.” dedi. Ben
son sözüne katılmıyorum. Türk Silahlı Kuvvetleri güçlüdür, ancak
zamanında kullanmak da çok önemlidir Türk Silahlı Kuvvetlerini. Kanun genel itibarıyla
cezai müeyyideleri artırıyor, para miktarı bakımından. Dışarıdan
birisi bunu dinlese, herhâlde bu miktarların milyarlar falan olarak
ifade edildiğini düşünür. Fakat, maalesef, sadece 20 milyon, 30
milyon gibi çok cüzi miktarlarda bir artış gösterilmiş. Yine, AKP’li arkadaşımız burada “Bunun seferberliğe
bir ön hazırlık olduğunu, tasarruf olduğunu…” O kadar güzel şeyler
söyledi ki. Yani, o zaman bu ordunun bir savaş hâlinde, ani bir seferberlikte
yedeklerin çağrılmasını esas alan bu sistemin oturması… Vatandaşların
bu yoklamaları (hem yedek yoklamasını hem daha sonra askerlik yoklamalarını)
yaptırmaları madem bu kadar önemli, o zaman bu cezalar neden sadece
20 milyon gibi çok komik bir rakamda bırakılmış? Çünkü, bir yıl için…
İşte, yirmi yaşında askerliği bitirse, kırk yaşına kadar yoklama
zorunluluğu olsa, yirmi yıl yapar, her yıla 20 milyon, 400 milyon yapar.
Yani bir kişi, birinci görevi olan, bu kadar önemli olduğunu düşündüğümüz
bir konuda görevini yerine getirmezse, sadece yirmi yıl boyunca
ödeyeceği para cezası miktarı 400, bilemediniz 500 milyon lira.
Tabii ki, bu para cezalarıyla vatandaşa bazı sorumluluklarını
yaptırmak da mümkün değil. Bunu Türk toplumunda sık sık
yaşıyoruz maalesef. İşte trafik cezaları artırılıyor, fakat trafik
kazaları bir türlü önlenemiyor. Aslolan,
millete bu bilinci vermektir, bu bilinci kazandırmaktır. Maalesef, son
dönemlerde Türk Silahlı Kuvvetlerine olan güvenin zafiyete uğratılması,
zayıflatılması yönünde birçok konuşmalar yapılmaktadır. Önemli
olan bu bilincin verilmesidir. Türk Silahlı Kuvvetlerinin güçlü olması
bilinci millete aşılandığı zaman, ben eminim, bu cezaları maddi
olarak artırsak da artırmasak da, bu milletimiz bu bilince sahip olduktan
sonra, gerekirse o yoklamasını yaptırır ve burada 20 lira mı olsun,
30 lira mı olsun diye de konuşmak zorunda kalmayız. Bu, sanıyorum
ilk başta Hükûmete düşen bir görevdir, Türk Silahlı
Kuvvetlerinin hak ettiği değerin tekrar tekrar,
üstüne basa basa söylenmesi. Çünkü, hepimiz
ve bütün Türkiye de şahit ki, Sayın Başbakan, maalesef, bazı sözlerinde,
Türk Silahlı Kuvvetlerinde görev yapan askerlerimizi, erlerimizi
ve subaylarımızı rencide etmiştir. O kelimeyi burada sarf etmek
istemiyorum. MEHMET NİL HIDIR
(Muğla) – Öyle bir şey yok. RECAİ BİRGÜN
(Devamla) - Bizler, Türk milletinin her bir vatandaşı, özellikle erkeklerimiz
bu tedrisattan geçtik, hepimiz askerlik yaptık, o yüce kurumda, Peygamberimizin
de kutsadığı bu kurumda hepimiz görev yaptık. Orası muhakkak ki,
yan gelip yatma yeri değildir, ama gerektiği zaman görev yapan bir
yerdir. Aslında, bu konuda
söylenecek çok şey var, ama Sayın Bakanımız o kadar güzel bir konuşma
yaptı ki, onun konuşması üzerine çok da sert ve agresif
bir konuşma yapmak istemiyorum açıkçası. Ama Türk toplumuna, bu milletimize
şu bilinci mutlaka yerleştirmek zorundayız: Türk Silahlı Kuvvetleri
bizim yegâne gücümüzdür, kutsal bir yerdir, oraya dil uzatmamak zorundayız,
orayı yıpratmamak zorundayız. Bu bilinci milletimize vermek zorundayız.
Bu bilince sahip olan her bir Türk vatandaşı, silahlı kuvvetlerle ve
onun öncesinde ve sonrasında üzerine düşen görevi layıkıyla yapacaktır.
Bundan kimsenin endişesi olmasın. Hepinize saygılar
sunuyorum. (DSP ve MHP sıralarından alkışlar) BAŞKAN – Teşekkür
ederim Sayın Birgün. KAMER GENÇ (Tunceli)
– Sayın Başkan, Sayın Bakanın yaptığı konuşma, benim konuşmama cevap
teşkil ediyordu. Zaten kişisel konuşma hakkım var, konuşmak istiyorum.
Zaten, kendisinin sözünü ettiği -benim orada yaptığım konuşmada-
bazı güç odaklarının çocuklarının ve zenginlerin çocuklarının rapor
alarak askere gitmediği şeklindeki cümleyi ben sarf ettim. Kendisi
konuşmamı değişik yorumladı. Zaten kişisel söz hakım var, madde
üzerinde kişisel söz istiyorum. BAŞKAN – Şimdi,
tasarının tümünü görüşüyoruz Sayın Genç. İki milletvekili şahısları
adına konuştular, dolayısıyla… İki kişiye söz veriliyor. Siz, çok tecrübeli bir milletvekilisiniz,
İç Tüzük’ü çok iyi biliyorsunuz, dolayısıyla, sizin kişisel söz
hakkınız yok. KAMER GENÇ (Tunceli)
– Hayır, var efendim. BAŞKAN – Diğer
taraftan, Sayın Bakanın yaptığı açıklamada herhangi bir sataşma
söz konusu değil. Sadece, dün sizin de ifade ettiğiniz, sorunuzda
da sorduğunuz, konuşmalarınızda da ifade ettiğiniz bazı sorulara
cevap mahiyeti taşıyan bir görüşmeydi. KAMER GENÇ (Tunceli)
– Anladım da, iki kişisel konuşma oldu mu efendim? İki tane kişisel
konuşma olmadı. BAŞKAN – Sayın
Bakandan evvel bir kişi konuştu. KAMER GENÇ (Tunceli)
– Grup adına konuştu. BAŞKAN – Hayır,
şahsı adına konuştu. “Son söz milletvekilinindir” kuralına göre
de son sözü Sayın Recai Birgün’e verdik. Teşekkür
ederim. Soru yok. Tasarının tümü
üzerindeki görüşmeler tamamlanmıştır. Maddelerine… KAMER GENÇ (Tunceli)
– Karar yeter sayısı istiyorum Sayın Başkanım, maddelere geçerken. BAŞKAN – …geçilmesini oylarınıza sunuyorum, karar yeter
sayısı arayacağım: Kabul edenler… Kabul etmeyenler… Tasarının
maddelerine geçilmesi kabul edilmiştir. 1’inci maddeyi
okutuyorum: ASKERLİK KANUNU İLE YEDEK SUBAYLAR VE YEDEK ASKERİ MEMURLAR KANUNUNDA DEĞİŞİKLİK YAPILMASINA DAİR KANUN TASARISI MADDE 1-
21/6/1927 tarihli ve 1111 sayılı Askerlik Kanununun 83 üncü maddesi
aşağıdaki şekilde değiştirilmiştir. “MADDE 83- Askerlik
çağına girmiş olup da yirmi yaşına girdiği sene Temmuzunun birinci
gününe kadar 17 nci maddeye göre doğrudan doğruya
veya herhangi bir vasıta ile ilk yoklamasını yaptırmayan ve yoklama
defterine ismini yazdırmayanlardan son yoklamanın devam ettiği
günler bitinceye kadar müracaat eden veya ele geçenler, yirmi Yeni
Türk Lirası idarî para cezasına tâbi tutulur ve her iki yoklamaları
birden yapılarak keyfiyet cüzdanlarına yazılır.” BAŞKAN – Madde
üzerinde gruplar adına söz talebi yok. Şahıslar adına,
Niğde Milletvekili İsmail Göksel… Yok. Gülşen Orhan, Van Milletvekili…
Yok. Komisyonun bir
söz talebi var. Buyurun. MİLLÎ SAVUNMA
KOMİSYONU BAŞKANI HASAN KEMAL YARDIMCI (İstanbul) – Sayın Başkan,
değerli milletvekilleri, Komisyonun kabul ettiği metnin 1’inci
maddesinde geçen “Temmuzunun” ibaresi sehven yazım hatası olarak
yer almıştır. Tasarı metninde yer aldığı gibi “Temmuz ayının” şeklinde
düzeltilmesi gerekiyor galiba. Redaksiyon mahiyetinde düzeltilmesini
takdirlerinize arz ediyorum. BAŞKAN – Bu
şekilde not alındı. Bu düzeltmeyle maddeyi oylarınıza sunuyorum:
Kabul edenler… Kabul etmeyenler… Kabul edilmiştir. 2’nci maddeyi
okutuyorum: MADDE 2- 1111 sayılı
Kanunun 84 üncü maddesinin birinci fıkrası aşağıdaki şekilde değiştirilmiştir. “İlk yoklamasını
yaptırmış olduğu halde son yoklamasının devam ettiği günler içinde
bulun-duğu yerin askerlik meclisine veya elçilik
ve konsolosluklara gelmemiş ve gelememesi hakkında bu Kanunda yazılı
bir mazeret bulunduğuna dair haber göndermemiş olanlardan arkadaşlarının
ilk tertibinin sevklerinden evvel ele geçen veya kendiliğinden gelenlerden
yirmi Yeni Türk Lirası idarî para cezası alınır ve hekime muayeneleri
yaptırılarak askerliğe elverişli olanlar, bedenî kabiliyetlerine
ve öğrenim derecelerine ve diğer durumlarına göre tam veya kısa
hizmet yapmak ve arkadaşlarıyla sevk ve terhis edilmek üzere numarasız
olarak asker edilir.” BAŞKAN – Madde
hakkında gruplar adına söz talebi yok. Şahıslar adına,
İsmail Göksel, Niğde Milletvekili… Yok. Gülşen Orhan, Van Milletvekili…
Yok KAMER GENÇ (Tunceli)
– Ben söz istiyorum efendim. BAŞKAN – Buyurun
Sayın Genç. KAMER GENÇ (Tunceli)
– Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; tasarının 2’nci maddesi
üzerinde söz alıyorum, hepinize saygılar sunuyorum. Ayrıca, bu geceki
millî maçta, millî takımımıza başarılar diliyorum. İnşallah tur atlarız.
Yarın burada millî takımımızı tebrik eden konuşmalar yapacağız,
bütün dualarımız… Sizin dualarınızın da gücü varsa dua edin de
millî takım bari kazansın, ama benim duam güçlüdür, nefesim de güçlüdür,
onu bilesiniz. NECİP TAYLAN
(Tekirdağ) – Seninki kabul olmaz. KAMER GENÇ (Devamla)
– Değerli milletvekilleri, ben aslında konuşmayacaktım. Biraz önce
Sayın Bakan burada yaptığı konuşmada benim bir konuşmama atıfta
bulunarak… Ben dedim ki: “Türkiye’de şöyle bir yaygın kanı var: Belli
bir üst makamlarda bulunanların çocuklarının aldığı raporun gerçek
bir hastalığa dayanmadığı konusunda bir izlenim var. Bir de çok zengin
olanların çocuklarının aldığı raporun çok hakkıyla alınmamış bir
rapor olduğu konusunda kamuoyunda bir izlenim var.” Ben, tabii ki,
askerî hastanelerde görev yapan bütün doktorların çok dürüst, çok
namuslu, çok onurlu, vatansever duygularla bu raporları verdiği
konusunda en ufak bir şüphem yok. Ama diyorum ki, bu raporları çok ciddi
objektif kurallara bağlayalım. Biraz önce, Sayın
Bakan burada konuşma yaptı “Efendim, biz, bu alınan raporları işte
şu şu şu yollardan geçiriyoruz.”
dedi. Ben de sordum kendisine: Mesela, Tayyip
Erdoğan’ın oğlunun aldığı raporu kaç tane kontrolden geçirdiniz?
Bir kişi bir memlekette başbakansa, o başbakanın oğlu askere gitmediği
zaman –ki, herkes “Çok da turp gibi bir delikanlı.” diyor- böyle bir insanın
hastalığının insanlar tarafından bilinmesi lazım. Yani, hudutta
canını bu ülke için veren gençlerimizin, bu memleket için, en kutsal
değeri olan yaşama hakkını ülkenin savunması için veren bir gencin,
elbette ki, kendisini en üst derecede yöneten bir kişinin oğlunun
aldığı rapor, hastalığı konusunda bilgisi olması lazım. Bilgisi
olmadığı zaman, ister istemez bir şüphe var. Ben ilk yaptığım konuşmada
da şunu söyledim: Tamam, raporu alalım. Ama, bir iki sene sonra bu raporu
alan -yani verilmiş olabilir- kişilerin durumunu, tekrar, o raporu
veren kişiler dışındaki tam teşekküllü askerî hastanelerde kontrol
edelim. Bunda anormal bir şey yok ki. Kimseyi itham eden bir talebim de
yok. Zenginler… Yani, geçmişte de oldu arkadaşlar. Böyle, parayla
çok rapor alanlar olmadı mı? Yani, devlet yönetiminde
iltiması, para ile iş yapma konusunu sıfır alternatife, sıfır ihtimale
düşürelim diyorum. Bu, sağlıklı bir devlet yönetiminin kurulması
için herkesin gayret göstermesi gereken bir davranış biçimidir. Bu
davranış biçimini en birinci sırada gösterecek kişi de Parlamentodur.
Dolayısıyla, Parlamento askerlikle ilgili bu yasaları düzenlerken;
ki, o Kanun’da da biz şunu söyledik: Lütfen, bu konuda ciddi bir düzenleme
yapalım dedik. İşte, benim orada öne sürdüğüm madde şuydu: Askere
gitmemek için bazıları bedenine şey ediyorlar, sakatlık… Mesela,
parmağını kesiyor, bacağına kurşun sıkıyor veya intihar teşebbüsünde
bulunuyor. Vatan görevi çok kutsal bir değerdir, görevdir. En kutsal
görev, vatani görevini yapmaktır, aynı derecede vergi vermektir.
Zaten, Türkiye’de bu iki görevi yapan çok az insan var da. Yani, büyük
bir insan kitlesi yerine getiriyor, ama getirmeyenler de çoktur.
Bunlara, özellikle askerlikten kaçınan insanlara, yani kendine,
bedenine kastedenlere bir ek askerlik süresini getirelim, rapor
alıp gitmeyenlere de belli bir süre için bunu kontrol edelim. Yani,
bunu birtakım çevreleri zan altında bulundurduğum şeklindeki bir
yoruma götürmeyi kendime haksızlık kabul ettim. Dolayısıyla, benim
böyle bir yorum yapmaya ihtiyacım yok. Askerî hastanelerde görev
yapan doktorlar çok onurlu, soylu insanlardır, çok vatansever insanlardır.
Ama, o insanlar üzerindeki şaibeli söylentileri, görüntüleri ortadan
yok edecek düzenlemeleri yaparsak, herkes daha rahat görev yapar.
Benim söylemek istediğim budur. Saygılar sunuyorum.
Tekrar, millî takıma başarılar diliyorum efendim. BAŞKAN – Teşekkür
ederim Sayın Genç. Madde üzerinde
soru yok. Maddeyi oylarınıza
sunuyorum: Kabul edenler… Kabul etmeyenler… 2’nci madde kabul edilmiştir.
3’üncü maddeyi
okutuyorum: MADDE 3- 1111 sayılı
Kanunun 85 inci maddesi aşağıdaki şekilde değiştirilmiştir. “MADDE 85- İlk
yoklama defterlerine ismini yazdırmamış olmakla beraber son yoklamada
da bulundukları yer askerlik meclislerine veya şubelerine gelmemiş
ve gelmemeleri hakkında bu konuda yazılı bir sebep olduğuna dair
haber de göndermemiş bulunanlardan ele geçen veya kendiliklerinden
gelenler hakkında elde edildikleri tarihe nazaran yukarıdaki
maddeye göre işlem yapılmakla beraber otuz Yeni Türk Lirası idarî
para cezası alınır.” BAŞKAN – Madde
üzerinde gruplar ve şahıslar adına söz talebi yok. Maddeyi oylarınıza
sunuyorum: Kabul edenler… Kabul etmeyenler… 3’üncü madde kabul
edilmiştir. 4’üncü maddeyi
okutuyorum: MADDE 4- 1111 sayılı
Kanunun 87 nci maddesi aşağıdaki şekilde değiştirilmiştir. “MADDE 87- Son
yoklama sırasında ertesi seneye terki gereken okullarda okumakta
olup da bulundukları yer askerlik meclislerine veya şubelerine
tahsil derecesi hakkında onaylı belge göndermemiş olanlar yirmi Yeni
Türk Lirası idarî para cezasına tâbi tutulur ve ertesi seneye bırakılır.” BAŞKAN – Madde
üzerinde gruplar ve şahıslar adına söz talebi yok. Maddeyi oylarınıza
sunuyorum: Kabul edenler… Kabul etmeyenler… Kabul edilmiştir. 5’inci maddeyi
okutuyorum: MADDE 5- 1111 sayılı
Kanunun 94 üncü maddesi aşağıdaki şekilde değiştirilmiştir. “MADDE 94- Askerliklerini
bitirip terhis edilen erbaş ve erden 54 üncü madde gereğince üç ay
içinde geçerli bir özürleri olmaksızın terhis belgelerini şubelerine
kaydettirmeyenlerden yirmi Yeni Türk Lirası idarî para cezası alınır. İlk veya son yoklama
zamanlarında yapılan ilân üzerine yoklama memurlarına veya askerlik
şubelerine veya elçilik ve konsolosluklara bizzat müracaatla veyahut
yazı ile veya başka birisi vasıtası ile nüfus cüzdanını göndererek
kanunî yoklamasını yaptırmayan yedek erbaş ve er yirmi Yeni Türk Lirası
idarî para cezası ile cezalandırılır.” BAŞKAN – Maddeyi
oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler… Kabul etmeyenler… Kabul
edilmiştir. 6’ncı maddeyi
okutuyorum: MADDE 6-
16/6/1927 tarihli ve 1076 sayılı Yedek Subaylar ve Yedek Askerî Memurlar
Kanununun 10 uncu maddesinin dördüncü fıkrası aşağıdaki şekilde
değiştirilmiştir. “Yoklama sırasında
istenilen bilgileri sözlü olarak veya mektupla bildirmemiş ve kaydını
yaptırmamış ya da şubeleri mıntıkası haricine
giderek yerlerini değiştirdiklerine dair bir ay içinde şubelerine
haber vermemiş olan yedek subay ve memurlara şube başkanlarının teklifi
üzerine askerlik dairesi başkanlarınca yirmi Yeni Türk Lirası
idarî para cezası uygulanır. Bunlara ilişkin evraklar valilik veya
kaymakamlıklara gönderilir. Herhangi bir askerlik şubesi kütüğüne
kaydını hiç yaptırmamış olanlar için bu ceza otuz Yeni Türk Lirasıdır.” BAŞKAN – Maddeyi
oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler… Kabul etmeyenler… Kabul
edilmiştir. 7’nci maddeyi
okutuyorum: MADDE 7- 1076 sayılı
Kanunun 14 üncü maddesinin (A) fıkrası aşağıdaki şekilde değiştirilmiştir. “A) Seferde görev
alacak yedek subay ve yedek askerî memurlara bu görevleri barışta
tebliğ edilir. Tebliğ şekli, yükümlülerin görevleri ve tebliğ ile
görevli makamlar, yönetmelikte belirtilir. Tebliğden sonra adreslerinde
meydana gelen değişiklikleri bir ay içinde bağlı bulundukları askerlik
şubesine bildirmemiş yükümlülere, yirmi Yeni Türk Lirası idarî para
cezası verilir.” BAŞKAN – Maddeyi
oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler… Kabul etmeyenler… Kabul
edilmiştir. 8’inci maddeyi
okutuyorum: MADDE 8- Bu
Kanun yayımı tarihinde yürürlüğe girer. BAŞKAN – Maddeyi
oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler… Kabul etmeyenler… Kabul
edilmiştir. 9’uncu maddeyi
okutuyorum: MADDE 9- Bu
Kanun hükümlerini Bakanlar Kurulu yürütür. BAŞKAN – Maddeyi
oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler… Kabul etmeyenler… Kabul
edilmiştir. Tasarının tümünü
oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler… Kabul etmeyenler… Kabul
edilmiştir. Tasarı kabul
edilmiş ve kanunlaşmıştır, hayırlı olsun. 4’üncü sırada
yer alan, Uluslararası Çocuk Kaçırmanın Hukuki Veçhelerine Dair
Kanun Tasarısı ve Adalet Komisyonu Raporu’nun görüşmelerine
başlayacağız. 4.- Uluslararası Çocuk Kaçırmanın Hukukî Veçhelerine
(Yön ve Kapsamına) Dair Kanun Tasarısı ve Adalet Komisyonu Raporu
(1/315) (S. Sayısı: 33)(x) BAŞKAN – Komisyon?
Burada. Hükûmet? Burada. Komisyon raporu
33 sıra sayısıyla bastırılıp dağıtılmıştır. Sayın milletvekilleri,
alınan karar gereğince, bu tasarı, İç Tüzük’ün 91’inci maddesi kapsamında
görüşülecektir. Bu nedenle, tasarı, tümü üzerindeki görüşmeler
tamamlanıp maddelerine geçilmesi kabul
edildikten sonra, bölümler hâlinde görüşülecek ve bölümlerde yer
alan maddeler ayrı ayrı oylanacaktır. Tasarının tümü
üzerinde söz isteyen, Cumhuriyet Halk Partisi Grubu adına, İzmir Milletvekili
Sayın Canan Arıtman. Buyurun Sayın
Arıtman. (CHP sıralarından alkışlar) (x)
33 S. Sayılı Basmayazı tutanağa eklidir. CHP GRUBU ADINA
CANAN ARITMAN (İzmir) – Teşekkür ederim Sayın Başkan. Sayın Başkan,
değerli milletvekilleri; Uluslararası Çocuk Kaçırmanın Hukuki
Veçhelerine Dair Kanun Tasarısı üzerinde, Cumhuriyet Halk Partisi
Grubu adına söz almış bulunuyorum. Yüce Meclisi saygıyla selamlarım. Taraf olduğumuz,
Uluslararası Çocuk Kaçırmanın Hukuki Veçhelerine Dair Sözleşme,
ülkemizde 2000 yılında yürürlüğe girmiştir. Görüşmekte olduğumuz
yasa tasarısının amacı, bu uluslararası sözleşmenin uygulanmasını
sağlayacak usul ve esasları düzenlemektir, yani, Türk hukuk mevzuatıyla
uyum sağlayacak bir uygulama kanunudur. Değerli arkadaşlarım,
yasaların dilini Türkçeleştirmek önemli ve çok gereklidir. Yasa
yapmada kullandığımız dil, ne yazık ki, basında bile alay konusu
oluyor, ama, esas önemli olan, sade vatandaşın, halkımızın yasaları
anlayabilmesidir. Bu nedenle “veçhe” yerine “yön”, “kapsam” gibi
bir kelime kullanılmalıydı. “Uluslararası çocuk kaçırmanın hukuki
yönlerine dair” veya “hukuki kapsamına dair” bir yasa tasarısı
diyebilirdik. Esasen, geçen dönemde komisyonda bu yönde bir karar
alınmış olmasına rağmen, bu dönem, yine, eski şekliyle, Arapça kelimelerle
önümüze geldi. Yaptığımız yasaların
dilini arındırmak, güzel Türkçemizle bezeyerek
çocuklarımıza örnek olmamız gerekir. Özellikle çocuklarla ilgili
bir yasada, bu konuda daha da duyarlı olunmalıydı. Değerli milletvekilleri,
bu tasarı, çocukların haklarını, yüksek yararını korumak için düzenlenmiş
bir koruma kanunudur. Tasarıyla, velayet hakkı ihlal edilerek,
haksız olarak Türkiye’ye getirilen ve alıkonulan çocuğun mutat
meskeninin bulunduğu ülkeye iadesi sağlanacaktır. Kısacası, yabancılarla
yapılan evliliklerden doğan çocukların kaçırılması, alıkonulması,
hak ihlalleri önlenecektir. Buna, “İzlandalı
anne kanunu” da diyebiliriz. Biraz halkımız da anlasın diye bu örneği
veriyorum. Hatırlayacaksınız, İzlandalı annenin dramı yıllarca
medyada yer almıştı. Bir Türk ile evlenen İzlandalı Sophia’nın
iki kız çocuğu olur. Baba tatile götürüyorum diye kızları, çocukları
Türkiye’ye kaçırır, küçücük kızları tesettüre sokar ve bir daha
da annelerine göstermez. On üç yıl süren dava neticesinde, anne,
Türk mahkemelerinde davayı kaybeder, çocuklarının velayeti kendisinde
olmasına rağmen çocuklarını alamaz, daha sonra AİHM’e
açtığı davayı kazanan anneye, Türk devleti, tam 607 bin euro tazminat ödemek mecburiyetinde kalır. Yani,
netice olarak, eğer bu yasa tasarısı yasalaşırsa, bir daha böyle
şeyler olmayacaktır. Sözleşmeye taraf olan ülkelerin vatandaşları
olan ana babaların, ama, öncelikle de çocukların hakları korunacaktır.
Bu yasa, on altı
yaşını doldurmamış tüm çocuklar için geçerlidir. Çocukların yüksek
yararını korumak amacıyla taraf devletlerin adli ve idari makamları
ivedilikle hareket etme yükümlülüğünde olup, tüm davayla ilgili
işler, adli tatilde olunsa bile, hızlı usul hükümleri çerçevesinde
öncelikle ve acele sonuçlandırılacaktır. Dava sonuçlanıncaya
kadar çocuğun kendisini kaçıran, alıkoyan velisinin yanında kalması
uygun görülmekle birlikte, çocuğun yararları tehlike altında
ise, duygusal, bedensel ve zihinsel gelişimi tehlikeye düşebilecekse,
mahkeme, çocuğun da görüşünü alarak ve uzman kararları doğrultusunda,
çocuğu güvenli bir aile yanına veya çocuk bakımı ve yetiştirilmesiyle
ilgili resmî veya özel kurumlara, hatta hastanelere yerleştirebilir.
Buraya kadar
çok doğru ve çok güzel bir düzenleme. Yalnız, Cumhuriyet Halk Partisi
olarak, tasarının bazı maddeleriyle ilgili çekincelerimiz vardır.
Bunlardan: Tasarının
12’nci maddesi, mahkeme çocuğun iadesine karar vermişse, velayet
hakkına dair bir karar alınamaz diyor. Velayet hakkıyla ilgili düzenlemeleri
çocuğun iade edileceği devlete bırakıyor. 13’üncü maddesi,
çocuğun kaçırıldığı veya alıkonulduğu ülkenin mahkemesi bir velayet
kararı verse bile, bunun, çocuğun iadesini önleyemeyeceğini
söylüyor. 14’üncü madde,
iade davası sırasında velayet davası da açılmış ise velayet davasının
bekletileceğini; dava sonucunda çocuğun iadesine karar verilmişse,
artık velayet konusunda karar alınamayacağını içeriyor. Tasarının
15’inci maddesinde ise, iade davasıyla velayet davası eğer birleştirilmiş
ise, derhâl bu davalar tefrik edilecek, yani ayrılacak. Öncelikle
iade davasının süratle sonuçlandırılacağına hükmediliyor. Cumhuriyet
Halk Partisi olarak, bu kanun tasarısının 12, 13, 14 ve 15’inci maddelerinin
fiilî uygulamada Türk vatandaşları aleyhine sonuç doğuracağı konusunda
yüce Meclisimizin dikkatini çekmek istiyoruz. Şöyle ki: Bu düzenlemeyle,
fiilî durumda yurt dışından Türkiye’ye gelen veya getirilen bir
Türk çocuğu hakkında Türk mahkemelerinin velayet konusunda karar
vermesi engellenerek öncelikle iade kararı verilecektir. Bu husus,
ceza hukukumuzdaki vatandaşın iade edilmezliği kuralıyla çelişkilidir
ve ulusal egemenlik ilkesine de açıkça aykırıdır. Velayet davaları,
nitelik olarak sadece özel hukuka ilişkin olmayıp kamu hukukunu
da ilgilendirir. Sözleşmede bu konuda bir şart olmamasına rağmen,
Hükûmetin hazırladığı tasarıda, Türk mahkemelerinin
karar verme hakkını engelleyen, sınırlayan bu düzenlemelere itiraz
ediyoruz. Komisyon raporuna da bu maddelerle ilgili muhalefet
şerhimizi koyduk. Değerli milletvekilleri,
Hükûmet, kraldan çok kralcı kesiliyor. Uluslararası
bu sözleşmede böylesine bir istek, talep, böyle bir şart olmamasına
rağmen, Türk vatandaşlarının aleyhine olacak, ulusal egemenliğimize
de aykırı olan bu düzenlemeleri niçin ve neden yapıyorsunuz? Avrupa Birliğine
yaranmaya çalışmak, Türk halkının yararına olmuyor. Her şeyi, hatta
bizden istenmeyenleri bile veriyorsunuz. Bu durumu, dış politikada,
her alanda yaşıyoruz. Tevekkeli değil, AB’si, ABD’si, Yunan’ı,
Barzani’si, Talabani’si, seçimleri sizin kazanmanızı çok istedi.
Seçimleri kazanmanıza da pek bir memnun oldular. Eh, tabii sizin gibisini
arasalar da bulamazlar! 17 Aralık AB zirvesi
kararlarını Başbakanımız çok olumlu bulduğunu beyan edince, İsveç
Başbakanı Persson’un söylediği şu sözleri
hatırladım, demişti ki: ”AB, Türkiye’ye haksızlık yaptı. Başka ülkelerden
istemediklerini Türkiye’ye dayattı. Biz İsveç olarak, Türkiye’nin
haklarını savunmak için hazırlanmıştık ama Türkler tüm bu haksız dayatmaları
kabul edince bir şey yapamadık.” demişti de bizlerin içi sızlamıştı.
Bu tasarının muhalefet şerhi koyduğumuz maddeleri de yine içimizi
sızlatıyor. Hâlbuki uluslararası sözleşmenin amacı, sadece çocukların,
Türk çocuklarının da çıkarlarını korumak, öylesine korumak ki,
çocuğun iadesi kararının yerine getirilmesi, onun fiziksel ve
duygusal yönden girişimini etkileyecek, onu örseleyecekse iadenin
ertelenebileceğini bile düzenliyor. Ama, biz, Türkiye olarak, çocuğun
çıkarlarını her şeyin üstünde gören bu anlayışla hazırlanan bu
uluslararası sözleşmeyi kendi yasalarımıza uyarlarken, kendi çocuklarımızın
çıkarları her şeyin üstündedir diyemiyoruz, bu prensibi göz ardı
ediyoruz. Çocukları çok seven bir millet olmamıza rağmen, ne yazık
ki, onları yeterince gözetmiyoruz. Dünkü gün, yani
20 Kasım tarihi, Türkiye’nin de taraf olduğu Birleşmiş Milletler
Çocuk Hakları Sözleşmesinin yıl dönümüydü. Hâlbuki, Ulu Önderimiz
Atatürk daha 1923’te 23 Nisanı Türk çocuklarına bayram olarak armağan
ederken tüm dünyaya şu mesajı veriyordu: Türk çocuklarının hak ve
yararları, cumhuriyetin, Türk devriminin en önemli projesidir. Bugün
AB kapısında zorlanan Türkiye’de çocukların, korunma, yaşama,
gelişme ve katılım hakları açısından bakıldığında görülen tablo
maalesef hiç de parlak değildir. Çocukların yüksek yararı için olması
gereken koşullar ülkemizde hâlâ oluşmamıştır. 2007 Türkiye’sinde
çocuk gerçeğine şöyle bir göz atarsak, çocuk haklarının kâğıt üzerinde
kaldığını, yaşama geçmediğini görüyoruz.
Ülke genelinde yaşanan toplumsal cinsiyet eşitsizliği çocuk nüfusta
daha da ağırlaşıyor hatta kız çocuklarını âdeta ezip geçiyor. 0-18 yaş arası
çocukların toplam nüfustaki oranı yüzde 38 arkadaşlar. Yani, nüfusumuzun
27 milyonu çocuk ve bu 27 milyon çocuğun her 2 çocuktan 1’i şiddete
maruz kalıyor. Bu şiddet çeşitlerinden fiziksel şiddete maruz kalma
oranı yüzde 35. Hastane istatistiklerine göre bunların yüzde
13’ü, maruz kaldıkları fiziksel şiddet nedeniyle hayatını kaybediyor.
Bunlar korkunç rakamlar. Çocuk, yaşamın her alanında, evde, okulda,
sokakta şiddete maruz kalıyor. Ne yazık ki toplum olarak şiddeti
bir eğitim aracı, terbiye yöntemi olarak meşru görüyoruz, meşrulaştırıyoruz.
Dilimiz, deyimlerimiz bile çocuğa karşı şiddeti öğütlüyor. Çocuk
ihmal ve istismarı, çocuğa yönelik hak ihlalleri yaygınlaşmıştır.
Çocuğun cinsel istismarı, bölgelere göre yüzde 4 ila yüzde 34 arasında
değişmektedir. Türkiye, çocuk pornografisinde riskli ülkeler arasındadır.
Adalet Bakanlığı verilerine göre yılda ortalama 7 bin çocuk tecavüz
ve tacize uğramaktadır. Çocuklarda cinsel istismara uğrama, fuhuş
ve çocuk pornografisinde kullanılma yaşı bebeklik çağına kadar
düşmüştür. Bu durum, çocuğun temel insan haklarının ihlali ve en
ağır insanlık suçudur. Shergold, cinsel istismarın
çocuğun üzerindeki etkisini “Ruhun ölümü” olarak tanımlıyor. Bunun
yanında, kalıcı sakatlıklara ve hatta ölüme yol açabilecek yaralanmalara
da neden olduğu için, bence, bedenin de ölümüdür. Küçük çocuklara,
bebeklere yönelik cinsel istismar fiili, sadece cinsel dokunulmazlığa
karşı işlenmiş bir suç olmayıp hayata karşı da işlenmiş bir suçtur. Değerli milletvekilleri,
geçen dönem, bu gerekçelerle, çocuklarımızın yaşam hakkını korumak,
onları bu insanlık dışı suçun mağduru olmalarını önlemek ve caydırıcılığı
da amaçlayarak bu suçun cezasının ağırlaştırılmış müebbet hapse
hükmedilmesini içeren bir yasa teklifini Meclisimize Cumhuriyet
Halk Partisi aracılığıyla sunmuştum. Akademisyenlerin onayladığı,
barolarımızın olumlu görüş ve destek verdiği bu yasa teklifimin
Mecliste görüşülerek kabul edilmesi için yoğun çaba gösterdim ama
ne yazık ki gündeme alınamadı. Bu dönem aynı yasa teklifini tekrar
vermiş bulunuyorum. Katılımcı demokrasinin bir örneği olarak da
yasa teklifimi web sayfamda halkın onayına sunmak üzere bir anket
düzenledim. Bugün itibarıyla tam 726 bin vatandaşımız bu ankete katılarak
yüzde 100 oranında bu yasa teklifinin ivedilikle yasalaşmasını
istemektedir. Değerli arkadaşlarım,
AB ülkelerinin çoğunda bu suçun cezası müebbet hapistir. Amerika
Birleşik Devletleri’nde, bırakın tecavüzü, çocuk pornografisini
yayma suçu bile bin yılı aşan hapis cezasını gerektiriyor. Başbakanımızın
medyada tüm halkımıza verdiği sözü de hatırlatarak siz değerli vekillerimizden,
çocuklarımızın yaşam hakkını koruyacak bu yasa tasarısının öncelikli
olarak yasalaşmasına katkı koymanızı diliyorum. Aksi takdirde,
bu suçun mağduru olacak çocukların vebalini hiçbirimiz taşıyamayız.
Her geçen gün
hızla artan çocuğa yönelik fiziksel, cinsel ve ekonomik istismar
olguları, çocukların sokağa düşmesine, suça itilmelerine ve madde
kullanmalarına neden olarak ciddi problemler olarak karşımıza çıkıyor.
Sayılarını bile
tam bilemediğimiz sokak çocukları için geçen dönem Mecliste kurulan
araştırma komisyonu raporu rafa kaldırıldı, çözüm önerileri yaşama
geçmedi. Çocukların en
fazla maruz kaldığı istismar şekli olan ekonomik istismar, çocuğun
sokağa düşmesine, madde kullanmasına neden olmakta, çocuk suçlarında
da ciddi artışlara yol açmaktadır. Ne yazık ki, Güneydoğu’da
ailelerince ayda 200 lira gibi bir para karşılığında organize
suç örgütlerine kiralanan çocuklar, zorla, hırsızlık, kapkaç gibi
suçlara karıştırılmakta, direnen çocuklar ağır şiddete maruz kalmakta,
cinsel istismar, çocuk pornografisi ve organ ticareti gibi suçların
mağduru olmaktadırlar. Bölgedeki işsizlik ve ailelerin derin yoksulluğuna,
yoksunluğuna çözüm getirilememesi, bu masum çocuklarımızın en
ağır biçimdeki insan hakkı ihlallerine, ihmal ve istismarlarına
neden olmaktadır. Çocuk sorunlarında
en büyük etken yoksulluktur, ailenin güçsüzlüğüdür. Ülkemizde her
dört çocuktan biri yoksuldur. Nüfusumuzun yüzde 20’si yoksulluk sınırının
altında yaşıyor. Yoksulluğu, şefkat siyasetiyle, yani yardım dağıtmayla
erteleme alışkanlığı, hatta bunun siyasi bir rant elde etmek amacıyla
sürdürülmesinin bedelini bugün çocuklarımız ödüyor, yarın toplum
olarak ödemek zorunda kalırız, bu nedenle iktidarı uyarıyorum. UNICEF raporuna
göre, on beş yaş altı çocukların yüzde 28’i yoksulluk içinde ve bu
oran kırsal kesimde yüzde 40’lara yükseliyor. Diğer bir deyişle, 6
milyon çocuğumuza yeterli yiyecek, giyecek, eğitim ve koruma sağlayamıyoruz.
Ülkemizde milyonlarca çocuğumuz beslenme yetersizliğine maruz
kalarak büyüme ve gelişimleri de olumsuz etkilenmektedir. Ülkemizde
1 milyon 400 bin korunmaya muhtaç çocuk olmasına karşın, SHÇEK kurumlarında
ancak 17 bin çocuk koruma altındadır ve ne yazık ki, Kurumda bu çocuklara
verilen hizmet yetersiz ve alt düzeydedir ve şiddet içermektedir. Türkiye’de çocuk
sağlığı alanında ulusal hedeflere ulaşılamamıştır. Beş yaş altı
çocuk ölüm hızı ve bebek ölüm hızı oranlarımızla, savaş şartlarının
sürdüğü Irak hariç, tüm komşu ülkeler arasında, AB ülkeleri sıralamasında
ve OECD ülkeleri arasında en kötü durumdayız, hem de açık arayla. Hâlâ 0-18 yaş arası
çocuklara sağlık güvencesi sağlanamamıştır. Ülkemizde her 5 çocuktan
biri çalışıyor, hem de çalışmaması gereken yaşta ve çalışmaması
gereken işlerde. 2007 Türkiye’sinde
kız çocuklarının okullaşma oranı, eğitimin her seviyesinde, erkeklerin
altındadır. Eğitim süresi uzadıkça kızların okullaşma oranı da düşmektedir.
Kızların eğitimde kalma süresi ortalama dört yıldır. Daha ilkokulu
bitirmeden, ev işleri, çocuk ve yaşlı bakımı, tarımda çalıştırılmak
üzere ve en yoğun biçimde de evlendirilmek üzere eğitimden alınırlar.
Çocuk yaştaki
evlilikler, çocuk yaşta gebelik ve doğumlara neden olur ki, bu da ülkemizde
çok yüksek oranlardadır. Bu durum, ana-çocuk sağlığını en olumsuz etkileyen,
ülkemizdeki ana-bebek ölüm oranlarını da en yükselten faktördür. Çocuk
yaş evlilikleri, çocuğun sağlığını riske ettiği gibi, aile içi
şiddete maruz kalmasını da artırmakta, başta eğitim hakkı olmak
üzere tüm medeni ve sosyal haklarını elinden almaktadır. Berdel evliliği, başlık
parası gibi gelenekler neticesindeki kız çocuklarının çocuk yaş
evliliklerinin en ağır insan hakları ihlali olduğu gerçeği herkesin
ama öncelikle de biz siyasilerin yüreğini yakmalı ve acil önlemler
alınmalıdır. Kız çocuklarının bir iki inek parasına denk gelen başlık
karşılığı çocuk yaşta ve dolayısıyla yasal olmayan bir biçimde evlendirilmeleri
bir insanlık suçudur. Töre cinayetleri
ile aile baskısı, zorla evlilik, aile içi şiddet ve sosyal yoksunluk
nedeniyle meydana gelen intiharlar, özellikle Doğu ve Güneydoğu’da
devam etmekte olup, mağdurları da genellikle çocuk yaştadır. Ülkemizde ulusal
bir çocuk politikasının olmayışı, her alanda olduğu gibi, çocuk
adalet sisteminde de büyük yetersizlik ve aksaklıklara yol açarak,
sonuçta, çocuklara yönelik ağır hak ihlallerine neden olmaktadır.
Türkiye’nin
aile ve çocuk merkezli insani gelişme ve refah göstergeleri dünya
ortalamasının altındadır. Aile ve çocuk
politikalarıyla Türkiye Avrupa, Birliğine hazır değildir. Netice olarak,
Türkiye’nin Birleşmiş Milletler Çocuk Hakları Sözleşmesi çerçevesinde
taahhüt ettiği hedeflere ulaşamadığı da ortadadır. Acil olarak
ulusal bir çocuk politikası oluşturulmalı, bütçeden yeterli kaynak
ayrılmalı, bir yandan yasal düzenlemeleri yaşama geçirirken, diğer
yandan da yasal, kurumsal eksiklikler giderilmeli, çocuk hakları
öğrenimine öncelik verilmelidir. Türkiye Büyük Millet Meclisinde,
bu çatı altında, öncelikle bir çocuk hakları komisyonu kurarak,
daimi bir komisyon kurarak işe başlayabiliriz diyoruz. Bunları
ertelemeye hakkımız da yok, vaktimiz de yok, çünkü, çocuklarımız
ülkemizin geleceğidir. Değerli milletvekilleri,
dinlediğiniz için teşekkür eder, şahsım ve Cumhuriyet Halk Partisi
adına saygılar sunarım. (CHP sıralarından alkışlar) BAŞKAN – Teşekkür
ederim Sayın Arıtman. Adalet ve Kalkınma
Partisi Grubu adına Adıyaman Milletvekili Ahmet Aydın. Buyurun Sayın
Aydın. (AK Parti sıralarından alkışlar) Süreniz yirmi
dakika. AK PARTİ GRUBU
ADINA AHMET AYDIN (Adıyaman) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri;
33 sıra sayılı Uluslararası Çocuk Kaçırmanın Hukuki Veçhelerine
Dair Kanun Tasarısı üzerinde Adalet ve Kalkınma Partisi Grubu adına
söz almış bulunuyorum. Yüce heyetinizi saygıyla selamlıyorum. Çocuk Hakları
Günü’nü henüz dün idrak ettik ve bu manada da, ben de aslında, çocuk
haklarıyla ilgili düşüncelerimi bu vesileyle sizlerle paylaşmak
isterim. Bilindiği üzere
20 Kasım Dünya Çocuk Hakları Günü olarak kabul edilmekte ve bu hususta
tüm dünyada çeşitli etkinlikler düzenlenmektedir. Dünya üzerinde
birçok çocuk, ya savaş ortasında ya açlık sınırında ya da muameleye
maruz kalmak suretiyle yaşamını sürdürmektedir. Bu koşulları kaldırmak,
onlara daha iyi bir hayat sağlamak amacıyla hazırlanan Çocuk Hakları
Sözleşmesi yüz doksan bir ülke tarafından kabul edilmiştir. Türkiye’nin
1990 yılında imzaladığı bu sözleşmeyle taraf ülkeler, çocuğun kişiliğinin
tam ve uyumlu olarak gelişebilmesi için mutluluk, sevgi ve anlayış
havasının içinde bir aile ortamında yetişmesinin gerekliliğini
kabul etmişlerdir. Ayrıca çocuğun toplumda bireysel bir yaşantı
sürdürebilmesi için her yönüyle hazırlanmasını ve özellikle barış,
hoşgörü, özgürlük, eşitlik ve dayanışma ruhuyla yetiştirilmesinin
gerekliliğini savunmuşlardır. Değerli milletvekilleri,
ne yazık ki, dünya, çocuklarına sahip çıkmıyor. Birleşmiş Milletler
Çocuk Fonu UNICEF’in “Çocuk İstismarına Son”
kampanyası çerçevesinde açıklanan verilerine göre: Dünya çapında
246 milyon çocuk işçi olup çocuk emeği sömürüsüne maruz kalıyor, 1
milyon 200 bin çocuk, çocuk ticaretinde kullanılıyor, 2 milyon çocuk
cinsel istismara uğruyor, 300 bin çocuk savaşlarda kullanılıyor.
Yine, uyuşturucu kuryesi olarak kullanılan çocuklar, organ mafyasının
elinde can çekişen çocuklar ve daha nice sömürü yöntemleriyle, maalesef,
dünya üzerinde milyonlarca çocuğun istismar edildiği bir gerçek. Ayrıca, çocuklar
olağan ikametgâhından ayrılarak başka ülkelere kaçırılmaktadır.
İşte, bizim bu getirdiğimiz kanun tasarısının özü de buradan geliyor.
Biz buradan, bu
kürsüden, çocuklar üzerindeki bu istismar ve sömürünün bir an önce
önüne geçilmesi ve bunun için tüm ülkelerin
Çocuk Hakları Sözleşmesi’nde belirtilen yükümlülüklere uyması
hususundaki çağrımızı yapmak istiyoruz: Artık çocuklar ölmesin,
hiçbir istismara konu olmasın. Temiz ve yaşanılır bir dünya bırakalım
biz bu çocuklara, çünkü gelecek çocuklarındır. Çocuklar ne kadar
iyi eğitilir, ne kadar sağlıklı kılınırsa, toplumlar gelecekte o
kadar güçlü olur. İşte bu sebeplerle,
AK Parti olarak, çocuklarımızın eğitimine, bedensel, ruhsal ve toplumsal
bakımdan sağlıklı olmalarına önem veriyoruz. Bu manada, eğitim,
sağlık, sosyal ve benzeri her alanda çocuklarımıza iyi bir gelecek
için ciddi reformlara imza attık ve bu reformlara imza atmaya devam
edeceğiz. Örneğin, dönemimizde başlayan “Haydi Kızlar Okula” kampanyasıyla,
Türkiye genelinde 273.447 kız çocuğunun okullaşmadığı tespit edilmiş,
tüm illerde yapılan çalışmalar neticesinde, 2003-2006 yılları arasında
bunların yüzde 81’i, yani, 222.800 kız çocuğu okullaştırılmıştır. Ancak,
tespit edilen 50.647’si, yani, yüzde 19’luk kısmın da eğitime kazandırılma
çalışmaları devam ediyor ve günümüzde bunların sayısı gittikçe
de azalmıştır. Bakın, geçtiğimiz dönemlerde
Birleşmiş Milletler Genel Sekreteri Kofi Annan çocuk hakları günündeki bir konuşmasının
tamamını kız çocuklarının dünyada eğitimine ayırmış
ve kesinlikle Çocuk Hakları Evrensel Beyannamesi Bildirgesi’nde
belirtilen hususlara uyulmadığından bahisle, biz dünyadaki bu kötü
örnekleri tabii ki ülkemizde görmek istemiyoruz. Ancak, Türkiye’deki
uygulamalar da ortadadır ki, hakikaten, özellikle kız çocuklarının
eğitimi konusunda ve diğer hususlarda eğitim ve sağlık alanında
birçok başarılı iş yapılmıştır. Bunu da inkâr etmemek lazım diye düşünüyorum.
İşte, görüşülmekte olan 33 sıra sayılı Tasarı’nın en önemli gerekçelerinden
biri, hiç kuşkusuz, Uluslararası Çocuk Kaçırmanın Hukuki Veçhelerine
Dair Sözleşme’yle birlikte bahsi geçen Birleşmiş Milletler Çocuk
Hakları Sözleşmesi’dir. Tasarıyla, velayet hakkı ihlal edilerek,
Uluslararası Çocuk Kaçırmanın Hukuki Veçhelerine Dair Sözleşme’ye
taraf olan bir ülkeden diğer taraf bir ülkeye götürülen veya alıkonulan
çocuğun mutat mesken, yani, olağan ikametgâhının bulunduğu ülkeye
iadesine veya şahsi ilişki kurma hakkının kullanılmasına dair taraf
olunan bu Sözleşme’nin uygulanmasını sağlamaya yönelik usul ve
esasların düzenlenmesi amaçlanmıştır. Yani, zaten siz ülke olarak
uluslararası bir sözleşmeye tarafsınız, zaten böyle bir kanunu çıkarmasanız
dahi iç hukuk mevzuatı gibi uygulamak zorundasınız ama kanundaki
boşlukları doldurmak adına bunu çıkarmak bir gereklilikten kaynaklanmaktadır.
Görüşülmekte
olan söz konusu tasarı, Türkiye açısından taraf olduğumuz 21 Ocak
1998 tarihinde imzalanan ve 1 Ağustos 2000 tarihinde yürürlüğe giren
Uluslararası Çocuk Kaçırmanın Hukuki Veçhelerine Dair Sözleşme’ye
istinaden hazırlanmış, Adalet Komisyonuna, oradan da Türkiye Büyük
Millet Meclisi Genel Kurul gündemine gelmiştir. Sözleşme, özellikle
çocukların velayet hakkına sahip olmayan kişiler tarafından, bulunduğu
bir ülkeden diğer bir ülkeye haksız olarak götürülmesi gibi, son
yıllarda tüm dünya kamuoyunda olduğu gibi, ülkemiz kamuoyunu da
meşgul edecek şekilde artması ve bu olayların yol açtığı ailevi, kişisel,
psikolojik ve toplumsal travmalara yol açması neticesinde bu sorunlara
etkili çözümler getirilebilmesi için, uluslararası düzeyde sözleşmeye
taraf olan ülkelerin hukuki iş birliğiyle çözümüne duyulan ihtiyaç
sonucunda hazırlanmıştır. Sözleşmenin
hızlı ve etkin bir şekilde uygulanabilirliğinin sağlanması amacıyla
da, taraf ülkeler arasında uluslararası irtibatı en hızlı şekilde
sağlayacak mekanizmaların kurularak sonuca en sağlıklı bir şekilde
ulaşılması hedeflenmiştir. Sözleşme, aynı
zamanda, az önce bahsetmiş olduğum, Birleşmiş Milletler Çocuk Hakları
Sözleşmesi’ne de atıfta bulunuyor. Bu sözleşmeye de taraf olan devletlere
çocuğun ana ve babasının rızası dışında ayrılmamasını güvence
altına almak, ana ve babasından veya bunlardan birinden ayrılmasına
karar verilen çocuğun kendi yararına psikolojik ve toplumsal isteklerine
aykırı olmadıkça ana babanın ikisiyle de düzenli bir biçimde görüşebilmesine
imkân sağlamak ve bu amaçla da çocuğun
yasa dışı yollarla ülke dışına çıkarılıp geri döndürülememesi
hâllerine karşı tedbir almak gibi yükümlülüklerin uygulamaya geçirilmesi
anlayışına dayanmaktadır. Görüldüğü üzere
tasarı, Türkiye’nin taraf olduğu Birleşmiş Milletler Çocuk Hakları
Sözleşmesi’nin 9, 10 ve 11’inci maddelerinin tatbik edilmesi açısından
da gereklilik arz etmektedir. Buraya kadar
izah etmeye çalıştığım üzere, görüşmekte olduğumuz ve kanunlaşmasına
çalıştığımız kanun tasarısı, Türkiye’nin taraf olduğu ve zaten
de Anayasa’mıza göre uygulamak zorunda olduğumuz uluslararası
sözleşmelerin getirdiği bir gerekliliktir. Söz konusu kanun
tasarısı, Uluslararası Çocuk Kaçırmanın Hukukî Vehçelerine
Dair Sözleşme’nin Türkiye açısından yürürlüğe girdiği 1 Ağustos
2000 tarihinden sonra meydana gelen ve bu kapsamdaki tüm dava ve işler hakkında da uygulanacaktır.
Böylece, uygulamada devam eden ve bekleyen bu nitelikte uyuşmazlıklar
da bir an önce çözüme kavuşacaktır. Ayrıca, son yıllarda
uluslararası çocuk kaçırma fiillerinin artması ve bu hususta her
ne kadar taraf olduğunuz uluslararası sözleşmeler var ise de karışıklığı
gidermek ve uygulamada birliktelik sağlamak adına bu düzenlemeye
ihtiyaç duyulmuştur. Böylece de Türk hukuk mevzuatıyla uyum sağlanması
amacıyla bu çerçevede özel nitelikli bu uygulamaya kanun çıkartılması
gerekmektedir. İşte, bu nedenlerle,
ahdî yükümlülüğümüzün gereği olarak özel düzenlemeler getiren bu
sözleşmenin amacına uygun ve her yerde aynı şekilde uygulanmasını
sağlamak üzere, sözleşmeye taraf ülkelerin uygulamalarından da
istifade suretiyle söz konusu tasarının kanunlaşması gerekmektedir. Kanun tasarısının
amacı, konusu, kapsamı gerek genel gerekçelerde gerekse de maddelere
ilişkin gerekçelerde ayrıntılı bir şekilde belirtilmiştir. Söz konusu sözleşmede
öngörülen yükümlülükleri yerine getirmek üzere tespit edilen merkezî
makam, doğrudan doğruya veya diğer yetkili makamların yardımıyla
da haksız olarak Türkiye’ye getirilen veya alıkonulan çocuğun yerini
bulmakla da görevlidir. Merkezî makam bu kanun kapsamında Adalet Bakanlığı
olarak belirlenmiştir ve bütün bu görevler Adalet Bakanlığına verilmiştir.
Ayrıca, lüzumu
hâlinde gerekli her türlü geçici tedbirleri alarak çocuğun ve başvuruda
bulunan velayet hakkına sahip şahsın menfaatlerinin tehlikeye
düşmesini önlemek, çocuğun rızasıyla mutat meskeninin bulunduğu
ülkeye dönmesini veya sulh yoluyla bir çözüme ulaşılmasını sağlamak
da yine taraf ülkenin yükümlülükleri içerisinde yer almaktadır.
Sulh yoluyla bir çözüme ulaşılamadığı takdirde çocuğun iadesinin
sağlanması veya şahsi ilişki kurulması hakkının yerine getirilmesi
için adli veya idari işlemleri başlatmak ve çocuğun güvenli bir
şekilde iadesini sağlamak gibi taraf ülkeye verilen görevler, ileride
karşılaşılabilecek olan daha vahim problemlerin önüne geçilmesi için önceden tedbirin alınması hususunda
da bu kanun çok önemlidir. Bu kanunun uygulanmasından
doğan davalar aile hukuku kapsamında değerlendirilecektir. Tüm
dava ve işler basit yargılama usulüne tabidir, öncelikle ve acele
görülür ve hatta adli tatilde dahi bakılır. Bu da konunun ehemmiyetini
açıkça ortaya koymaktadır. Diğer taraftan,
sözleşme uyarınca Adalet Bakanlığının üstlendiği başkaca görevler
bulunmaktadır. Çocuğun iadesi veya diğer aile ferdinin çocukla
şahsi ilişki kurulması davasının açılmasının usulü, tarafların
ehliyeti ve temsil yetkileri, davanın açılacağı mahkemenin görev
ve yetkisi, yargılama usulü, bu gibi kaideler de Adalet Bakanlığına
verilmiş ve Adalet Bakanlığınca belirlenecektir. Belirlenen bu
usullerle, çocuğun gelişim süreci içerisinde yaşayabileceği
olumsuzlukların en baştan önüne geçilerek,
en zararsız bir şekilde atlatılması hedeflenmiştir. Davaların en
hızlı usullerle görülüp sonuçlandırılması, iade davasının hukuki
niteliği, çocuğun bulunduğu yerin tespiti, rızasıyla teslimi,
yararlarının korunması veya çocuğun yerinin değiştirilmemesi
için alınacak idari tedbirler gibi hususlarda iç hukukumuzda düzenleme
boşluğu bulunmaktadır. Bu çerçevede,
Adalet Bakanlığının sözleşmeyle üstlendiği görev ve işlerin yasal
çerçevesini oluşturmak ve bu suretle Türk hukuk mevzuatıyla uyum
sağlamak amacıyla bir uygulama kanunu çıkarılmasında zaruret görülmüştür.
Bu sebeplerle,
Türkiye’nin ahdî yükümlülük gereği olarak, özel nitelikli düzenlemeler
getiren bu sözleşmenin amacına uygun, etkin, süratli ve her yerde
aynı şekilde uygulanmasını sağlamak üzere, başta sözleşmeye taraf
Avrupa Birliği üyesi ülkeler olmak üzere, taraf devletlerin bu konuya
ilişkin uygulama kanunları da göz önünde tutularak bu tasarı hazırlanmıştır. Söz konusu tasarı,
velayet veya şahsi ilişki kurma hakkının ihlalinden hemen önce, mutat
meskenin bulunduğu sözleşmeye taraf bir ülkeden başka bir taraf ülkeye
kaçırılan on altı yaşını doldurmamış bütün çocuklar hakkında uygulanacaktır. Ayrıca, az önce
muhalefet partili arkadaşımızın muhalefet ettiği bir hususu da
özellikle dile getirmek istiyorum. İşte “Velayet davası niye önce
görülmüyor?” Şimdi değerli
arkadaşlar, bizler ülke olarak bu uluslararası anlaşmaya imza atmışız
ve taraf olmuşuz. Uluslararası anlaşmanın, sözleşmenin bir şekilde
uygulama kanunu mahiyetinde çıkarılacak ve siz, iade talebiyle
velayet usulünü birlikte değerlendirdiğinizde, iade talebinin
kabulü hâlinde çocuğu zaten iade etmenize, kabul ettikten sonra,
zaten velayeti görüşmeye de gerek yoktur diye düşünüyorum. Bu duygu ve düşüncelerle,
söz konusu tasarının kanunlaşacağı ümidiyle hepinizi sevgi ve
saygıyla selamlıyorum. (AK Parti sıralarından alkışlar) BAŞKAN – Teşekkür
ederim Sayın Aydın. Milliyetçi Hareket
Partisi Grubu adına, Kırşehir Milletvekili Metin Çobanoğlu. Buyurun Sayın Çobanoğlu. (MHP sıralarından alkışlar) Süreniz yirmi
dakika. MHP GRUBU ADINA
METİN ÇOBANOĞLU (Kırşehir) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri;
Uluslararası Çocuk Kaçırmanın Hukukî Veçhelerine Dair Kanun Tasarısı
üzerinde, Milliyetçi Hareket Partisi Grubu adına söz almış bulunuyorum.
Bu vesileyle, yüce heyetinizi saygıyla selamlıyorum. Değerli milletvekilleri,
sözlerimin başında, İç Tüzük’ün 77’nci maddesine göre, geçen dönemden
kadük kalan ve komisyonca maddeleriyle ilgili
görüşme yapılmadan Genel Kurula gönderilen tasarılara ait yapılan
uygulamanın yanlışlığını bir kere daha belirtmek istiyorum. Önümüzdeki
günlerde gelecek olan yüzlerce madde hükmüne sahip tasarıların, 77’nci
maddeye göre komisyonda maddeleri görüşülmeden Genel Kurula gelmesinin
doğru olmadığını ifade ediyorum. Bu itirazlarımızı komisyonlarda
dile getirdiğimizde “Burada yeniden incelemek zaman alır, Genel
Kurulda önerge vererek istediğiniz değişiklikleri yapabilirsiniz”
denmektedir. Ama, uygulamada ve pratikte bunun böyle olmadığını
da tespit etmiş bulunmaktayız. Onun için, bu konunun altını bir kere
daha çizmek istedim. Değerli milletvekilleri,
Uluslararası Çocuk Kaçırmanın Kanunî Veçhelerine Dair Sözleşme’nin
21 Ocak 1998 tarihinde Türkiye tarafından imzalanması, Türkiye Büyük
Millet Meclisi tarafından 3 Kasım 1999’da 4461 sayılı Yasa’yla onaylanmasının
uygun görülmesi üzerine, anılan
sözleşme 29 Aralık 1999 tarih, 99/13909 sayılı Bakanlar Kurulu kararıyla
15 Şubat 2000 tarih, 23965 sayılı Resmî Gazete’de yayımlanmış ve Türkiye
bakımından 1 Ağustos 2000 tarihinde yürürlüğe girmiştir. Sözleşme, çocukların
velayet haklarına sahip olmayan kişilerce, bir ülkeden diğerine
haksız olarak götürülmesi olaylarının artması ve bu olayların yol
açtığı sorunlara etkili çözümler getirilebilmesi için uluslararası
düzeyde hukuki iş birliğine duyulan ihtiyaç sonunda hazırlanmıştır.
Hükûmetimiz adına, 21 Ocak 1998’de imzalanan söz konusu sözleşmenin
26’ncı maddesinin üçüncü paragrafına “Türkiye Cumhuriyeti, mahkeme
masraflarından veya kanuni danışman veya müşavirlerin katılımından
doğan masraflar ile çocuğun iadesi sebebiyle doğan masrafları üstlenmemektedir.”
şeklinde çekince konarak onaylanması uygun bulunmuştur. Sözleşmenin başında
“Bu sözleşmeyi imzalayan devletler, çocuğun çıkarının korunmasına
ilişkin meselelerde hayati öneme sahip olduğuna derinden inanarak,
Çocuğu, uluslararası
anlamda kanuna aykırı bir yer değiştirmenin zararlı etkilerinden
korumayı ve çocuğun mutat ikametgâhı devletine derhal dönüşünü teminat
altına almak için usuller tespit etmeyi ve ziyaret hakkının korunmasını
sağlamayı arzu ederek, Bu amaçla bu sözleşme
akdini kararlaştırmışlar…” diyerek, sözleşmede çocuğun çıkarının
korunmasının esas olduğunu ifade etmişlerdir. Sözleşme, aynı
zamanda Türkiye’nin de taraf olduğu, Birleşmiş Milletler Çocuk
Hakları Sözleşmesi’nin âkit devletlere, çocuğun anne ve babasından
onların rızası dışında ayrılmamasının güvence altına alınarak,
ana ve babasından veya bunlardan birinden ayrılmasına karar verilen
çocuğun kendi yüksek yararına olmadıkça ana babanın ikisiyle de
düzenli bir biçimde şahsi ilişki kurmak, bu amaçla çocuğun yasa dışı
yollarla ülke dışına çıkarılıp geri döndürülmemesi hâllerine
karşı tedbir almak yükümlülüğü getiren 9, 10, 11’inci maddelerinin
uygulamaya geçirilmesi anlayışına dayanmaktadır. Bu sözleşmeyle,
on altı yaşından küçük çocukların rızası dışında ve çocuğun menfaatlerine
aykırı olarak Türkiye’ye getirilen veya alıkonulan çocuğun bulunduğu
yeri bulmak, çocuğun ve velayet hakkına sahip şahsın menfaatlerini
korumak, çocuğun rıza ile mutat meskeninin bulunduğu ülkeye dönmesini
veya sulh yoluyla bir çözüme ulaşmasını sağlamak, çocukla şahsi
ilişki kurulması hakkının yerine getirilmesi için adli ve idari
işlemleri başlatmak gibi görevler Türkiye tarafından yüklenilmiş
bulunmaktadır. Bu işlemlerin
yapılabilmesi için, Adalet Bakanlığının üstlendiği görevler kapsamında,
yukarıda bahsi geçen konularda davanın açılması, usulü, taraf ehliyeti,
temsil, görev ve yetkili mahkeme, yargılama usulü, davaların en
hızlı usullerle görülüp sonuçlandırılması, iade davasının hukuki
niteliği, çocuğun yerinin bulunması, rıza ile teslimi, menfaatlerinin
korunması veya çocuğun yerinin değiştirilmemesi için alınacak
idari tedbirler gibi konularda iç hukukumuzda düzenleme boşluğu
bulunmaktadır. Bu boşluğun doldurulması için, sözleşmeyle üstlendiğimiz
görev ve işlerin yasal çerçevesini oluşturmak ve bu suretle Türk hukuk
mevzuatıyla uyum sağlanması amacıyla uygulama kanunu çıkarılmasına
ihtiyaç duyulmuştur. Bu tasarı hazırlanırken,
başta taraf Avrupa Birliği üyesi ülkeler olmak üzere, taraf ülkelerin
uygulama kanunları da göz önünde tutulmuştur. Bu tasarı, anılan
sözleşmenin uygulanmasını sağlayacaktır. Çocuk kaçırma,
günümüzde sık sık karşımıza çıkmaktadır.
Özellikle farklı milletlere ait eşlerin boşanması durumunda çocuk
kaçırma olaylarına sıkça rastlanmaktadır. Söz konusu çocuk olunca
da konu hükûmetler düzeyinde ele alınmaktadır.
Değerli milletvekilleri,
Türk milleti olarak çok güzel bir sözümüz var, çocuk yeni doğduğunda
deriz ki: “Allah analı babalı büyütsün.” İşte, bu sözleşmenin ve bugün
üzerinde konuştuğumuz tasarının ana teması da budur. Yani, bir
şekilde, anasından, babasından, her ikisinden veya birinden ayrı kalan
çocukların menfaatlerinin korunması. İşte, bu hayat içerisinde
yaşadığımız birçok olay neticesinde de böyle güzel bir söz, Türk milleti
tarafından, yeni doğan çocuklar için güzel bir temenni olarak söylenmiştir.
Tabii, bu tasarı
gerçekten ihtiyaçtan doğmuştur. Uluslararası bir sözleşmeyi kabul
etmişiz ve bunun boşluğunu doldurmak üzere, uygulamadan kaynaklanan
boşluğu doldurmak üzere bu kanun tasarısı gelmiştir. Fakat, ben bu
konuda şunu da… Tabii, olaylarda mutlaka taraf ülkeler söz konusu.
Taraf ülkeler söz konusu olunca da her ülke kendi vatandaşının menfaatlerini
korumak gibi bir davranış içerisine girmekte. Böyle olunca da birçok
sıkıntı ortaya çıkmakta. Ben, bu konuda
Türkiye’de yaşanmış bir olayı da sizlere aktarmak istiyorum. Bakın,
çok ilginçtir, Türkiye ile Amerika arasında bu konuda ilginç bir dava
ortaya çıkmış ve bugün de hakikaten bir trajedi yaşanmaktadır. Amerika’da
yaşayan Türk vatandaşı bir profesör, yirmi beş yıl Amerika’da yaşadığı
dönem içerisinde, boşanmak üzere olan Amerikalı bir hanımla ilişki
kuruyor, bu ilişki neticesinde de bir çocukları oluyor. Tabii, buraya
kadar her şey normal ama boşanmak üzere olan Amerikalı hanımın eşi kısır.
Yani, bizim, Amerika’da yaşayan Türk vatandaşı profesörümüzle
ilişki kurmasının asıl nedeni kocasının kısır olması. Çocuk olduktan
sonra tekrar kocasına dönüyor, çocuğuyla birlikte bir başka eyalete
göç ediyor. Tabii, Türk baba, haklı olarak, çocuğunun peşine düşerek
çocuğunu buluyor ve Türkiye’ye getiriyor. Amerika’da açılan dava
neticesinde, profesörün banka hesaplarına el konuluyor, tutuklama
kararı çıkarılıyor, ceza veriliyor ve 1.040 dolar da çocuk için nafaka
isteniyor ve kabul ediliyor. Tabii, çocuk
Türkiye’ye geldikten sonra da annesi arkasından Türkiye’ye geliyor
ve Türkiye’de dava açılıyor. Ankara 25. Asliye Hukuk Mahkemesinde,
3 Haziran 2003’te, çocuğun babaya verilmesine karar veriliyor. Buraya
kadar her şey normal. Ama, bu karardan sonra Amerikan Büyükelçisi
Adalet Bakanımızı ziyaret ediyor -ki, gazetelere yansıdığı şekliyle
de- Sayın Başbakanımızın Amerika ziyaretinde Amerikan Başkanı bu
konuyu gündeme getiriyor. Yani, çocuk konusu
çok hassas bir konu, hele ülkeleri ilgilendirdiğinde devlet başkanları,
başbakanlar bile bu konuya müdahale ediyorlar. Daha sonra, yine,
Adalet Bakanlığına Amerikan Dışişleri Bakanlığı bir yazı yazıyor,
diyor ki: “Bu Sözleşme’ye dayanarak yargılamanın hızlı bir şekilde
yapılması.” Adalet Bakanımız Amerikan Dışişleri Bakanının gönderdiği
bu yazıyı mahkemeye gönderiyor ve konu Yargıtaydan
geri geliyor, 7. Aile Mahkemesine geliyor; 25. Asliye Hukuk değil,
7. Aile Mahkemesine. 7. Aile Mahkemesinde çok hızlı bir şekilde bu
dava görülüyor ve davanın avukatı “Mahkemeden, savunmaktan vazgeçiyorum.
Bu davaya müdahale vardır, onun için ben savunma hakkımdan feragat
ediyorum.” diyor. Nitekim, bu 7. Aile Mahkemesi Yargıtayın
bozma kararına uyuyor ve tekrar Yargıtaya gidiyor
ve Yargıtayda onanıyor. Tabii, bu hukuki
bir konu, bu konuda diyeceğim bir şey yok. Ama bakın, biz bu imzaladığımız
Sözleşme’nin gereklerine uymuşuz ve Amerika Devleti kendi vatandaşlarının
haklarını korumak için, Büyükelçisi vasıtasıyla, Başkanı vasıtasıyla
bu konuda müdahil olmuş. Nitekim, Türkiye’de
karar verilmiş, çocuk annesine iade edilmiş. Dün, ben, bu aileyle
Amerika’da görüştüm. Şimdi, şu anda çocuk Amerika’da annesinin
yanında yani kocasının kısır olduğundan dolayı bizim profesörle
ilişki kuran annesinin yanında. Şimdi, bizim çocuğun babası, Türk
vatandaşı profesör çocuğuyla görüştürülmüyor. Değerli arkadaşlarım,
bunu şunun için söylüyorum: Bu, işte, üç dört sene önce Türkiye’de
yaşanmış sıcak bir vaka. Bu, gazetelere yansımış ve mahkemelik olmuş.
Elimde bu konuda daha fazla da bilgi var. Bu davayı yürüten avukatla
da görüştüm. Burada şunu vurgulamak
istiyorum: Yani, nasıl düzenleme yaparsak yapalım, uluslararası
sözleşmeler konusunda -üzülerek söylüyorum- güçlü devletler veya
bu konuda kendi vatandaşının hakkını koruma noktasında bastıran
devletler sözleşme falan dinlemiyorlar. Eğer bu sözleşmelere uyulacak
olsaydı, çocuğu Amerika’ya iade edilen profesör bugün çocuğuyla
görüşebilir, onu ziyaret edebilir noktada olurdu. Bu sözleşmeye
rağmen, Amerika, Türk babanın çocuğuyla görüşmesine henüz izin vermemiştir,
dava 2003 yılında neticelenmesine rağmen. Tabii, bu tasarı,
uluslararası bir sözleşmenin kabulü neticesinde -bu tasarının
uygulanması noktasında- getirilmiş bir kanun tasarısıdır. Biz,
bu eleştirilerimizi veya bu düşüncelerimizi paylaştıktan sonra,
Milliyetçi Hareket Partisi Grubu adına bu tasarıya olumlu oy vereceğimizi
beyan ediyoruz. Yüce heyetinizi
saygıyla selamlıyorum. (Alkışlar) BAŞKAN – Teşekkür
ederim Sayın Çobanoğlu. Gruplar adına
dördüncü söz, Demokratik Toplum Partisi adına Şırnak
Milletvekili Sevahir Bayındır’ın. Buyurun Sayın
Bayındır. (DTP sıralarından alkışlar) Süreniz yirmi
dakika. DTP GRUBU ADINA
SEVAHİR BAYINDIR (Şırnak) – Sayın Başkan, değerli
milletvekilleri; Uluslararası Çocuk Kaçırmanın Hukukî Veçhelerine
Dair Kanun Tasarısı ve Adalet Komisyonu Raporu hakkında görüşlerimizi
sunmak için grubum adına konuşmak üzere huzurlarınızdayım. Öncelikle,
yüce heyetinizi saygıyla selamlıyorum. Konu hakkında
görüşlerimi belirtmeden önce 25 Kasım dünyada “Kadına Yönelik
Şiddete Hayır Günü” olması itibarıyla söz hakkı talebinde bulunmuştum,
belki sıra gelmeyebilir, bu vesileyle buradan dünyada kadına dönük
ayrımcılığın ortadan kaldırıldığı, cinsler arası barışın sağlandı,
kimsenin cinsinden, dilinden, kültüründen, inancından dolayı ayrımcılığa
tabi tutulmayacağı bir dünya dileğiyle başarılar diliyorum. Bu yasa tasarısının
tartışıldığı bugün dünyada ve Türkiye’de çocukların genel durumuna
bir göz atmanın doğru olacağı kanısındayım. Çocuk kaçırmalarının
nedenlerini tartışırken, yoksulluk ve küresel eşitsizlik sorunlarının
da mutlak suretle incelenmesi gerekmektedir. Çocuk hakları,
insan hakları konusundan ayrılmayacak bir problemdir ve mutlaka
aynı düzlemde tartışılmalıdır. Birleşmiş Milletlerin Binyıl Zirvesi’nden sonra 2002 yılında Birleşmiş
Milletler Genel Kurulu çocuk özel oturumu, ekonomik kalkınmayı çocuklar
için uygun bir dünya yaratmasına bağlamıştır. İlerlemeyi sağlamanın
yolu cazip sloganlar ve iyi niyetle olmaz. Sürdürülebilir kalkınmanın
yolu akıllıca yatırımlarla birlikte adalet, toplumsal cinsiyet
eşitliği ve çocuklara özenli ve kararlı bir bakış sahiplenişidir.
Ülkemiz, Çocuk
Hakları Sözleşmesi’ni, azınlıklara mensup çocukların kendi dillerini,
kültürlerini ve dinlerini öğrenme ve yaşayabilme haklarından
bahseden 17, 29 ve 30’uncu maddelerinin Türkiye Cumhuriyeti Anayasası
ve 24 Temmuz 1923 tarihli Lozan Antlaşması hükümlerine ve ruhuna
uygun olarak yorumlama hakkını saklı tutarak, 1994 yılında kabul
etmiştir. Bu sözleşmede
şiddet ve istismarın ortadan kaldırılması istenmekte, tüm çocukların
kız ve erkek olmak üzere eğitim ve sağlık hizmetlerinden eşit yararlanmasına
olanak tanınması öngörülmektedir. İnsan Hakları
Evrensel Beyannamesi’nin 26’ncı maddesi “Herkes eğitim hakkına sahiptir
ve eğitim, insan kişiliğini tam geliştirmeye ve insan hakları ile
temel özgürlükleri güçlendirmeye yönelik olmalıdır.” der. Ayrıca,
Çocuk Hakları Sözleşmesi’nin 24’üncü maddesinde “Taraf devletler,
ulusal durumlarına göre ve olanakları ölçüsünde ana babaya ve çocuğun
bakımını üstlenen diğer kişilere, çocuğun bu hakkının uygulanmasında
yardımcı olmak amacıyla gerekli önlemleri alır ve gereksinim olduğu
takdirde, özellikle beslenme, giyim ve barınma konularında maddi
yardım ve destek programları uygularlar.” ilkesi kabul edilir. Bu
durumda çocuğun bakım, gelişim ve eğitiminden öncelikle ana baba
ve yasal vasiler sorumlu tutulmakla beraber, çocuğun söz konusu
haklarının korunması ve sağlanması konusunda nihai sorumluluk
devlete verilmiştir. Ancak, ulusların çoğu, artan borç yükü, ekonomik
durgunluk ve ekonomik küçülme tehlikesi, hızlı nüfus artışı, savaşlar,
sivil çekişmeler, çocuk ölümleri ve çevresel bozulmanın yaygınlaşması
sorunlarıyla karşı karşıyadır. Türkiye’de de durum farklı değildir.
Ekonomik İşbirliği
ve Kalkınma Teşkilatının hazırladığı 2007 yılı Eğitim Raporu’nda
Türkiye gayrisafi millî hasıladan eğitime
en az kaynak ayıran ülkelerin başında yer almaktadır.
Bu durum ise, eğitimin niteliğinin artırılmasını büyük ölçüde engellemektedir.
Hemen her yıl yapılan değişikliklerle yapboz
tahtasına döndürülen eğitim sistemimiz, Talim-Terbiye Kurulunun
inisiyatifine bırakılmış ve çocuklarımız birer kobaya dönüştürülmüşlerdir. Her ne kadar, çocuklara
verilen meslek eğitimlerinde birtakım düzenlemelere ve iyileştirmelere
gidildiyse de bunun yeterli olmadığı da ortadadır. Teorik anlamda
verilen desteklere karşın, pratik alandaki uygulamalar oldukça
farklıdır. Örneğin, ülkemiz Avrupa Sosyal Şartı’nın “Çocuklar ve
gençlerin uğrayacakları bedensel ve manevi tehlikelere karşı
özel korunma hakkına sahiptir.” diyen 7’nci maddesini ve “Medeni
hâlleri ve aile ilişkisine bakılmaksızın analar ve çocuklar uygun
sosyal ve ekonomik korunma hakkına sahiptir.” içerikli 17’nci maddesini
hâlâ kabul etmemektedir. Avrupa Birliğine üye olmaya çalışan, Anayasa’sında
da belirtildiği üzere sosyal bir devlet olan ülkemizin bu maddeleri
kabul etmemesi düşündürücü değil mi? Ayrıca, 2001 tarihli
Siber Suçlara İlişkin Avrupa Konseyi Sözleşmesi ile 2005 tarihli
İnsan Kaçakçılığına Karşı Sözleşme’yi de henüz imzalamayan Türkiye’de
çocuk kaçakçılığı ve İnternet üzerinden yapılan
çocuk pornografisi konusunda oldukça büyük boşluklar yaşanmaktadır.
Durumun ne denli vahim olduğu medyada yer alan haberlerden de anlaşılmaktadır.
Mağdur çocuklar için kurulan psikososyal koruma,
önleme ve müdahale birimleri yaygın ve etkili değildir. Tüm bu hususlar
Birleşmiş Milletler Çocuk Hakları Komitesinin Türkiye raporunda
belirtilmiş ve ülkemiz sert bir biçimde eleştirilmiştir. Yoksulluğun ve
açlığın bir sonucu olarak sokaklarda, atölyelerde, tarlalarda,
hatta fuhuş sektöründe bile çalışan çocuklar görmekteyiz. Çocuk
işçiliği ülkemizin bir gerçeğidir ve alınmaya çalışılan tüm önlemlere
rağmen bu sorun devam etmektedir. 1970 yılında nüfusun yüzde 34,2’si
şehirlerde, yüzde 67,6’sı kırsal kesimde yaşıyorken, bu oran 2000 yılı
itibarıyla tam tersine dönmüş, halkın yüzde 70,6’sı kentlere göç etmiş,
yüzde 29,4’ü kırsalda kalmıştır. Büyük şehirlerde
son yıllarda sokaklarda mendil satmaya çalışan çocukların çok büyük
bir kısmı, ülkemizde yaşanan çatışma süreci sonrasında köylerinden
zorla göç ettirilen çaresiz ailelerin çocuklarıdır. Büyük şehirlerde
yaşam mücadelesi veren bu aileler ve çocuklarının suç örgütleri
tarafından istismar edildiği, pek çok genç ve çocuğun kapkaç çeteleri
tarafından maşa olarak kullanıldığı artık, herkes tarafından bilinmektedir.
Çünkü, çatışma ortamlarında toplumsal kurumlar ve yapıların çöküşüne
eşlik eden hukuksuzluklar, suç oranlarında artış, cinsel şiddet, sömürü,
istismar ve eğitim hakkından mahrum kalma gibi sorunlara yol açar.
Bu ortamlarda en çok zarar görenler çocuklardır. Anayasa’nın
50’nci maddesindeki “Kimse, yaşına, cinsiyetine ve gücüne uymayan
işlerde çalıştırılamaz. Küçükler ve kadınlar
ile bedenî ve ruhî yetersizliği olanlar çalışma şartları bakımından
özel olarak korunurlar.” ilkesine rağmen, Türkiye’de, yeni İş Kanunu’nun
71’inci maddesinde de çalışma yaşının on beş olarak saptandığı görülmektedir.
On beş yaşından küçük çocukların çalıştırılmaları yasaktır. Ancak
yine aynı Yasa’da “Okula devam eden çocukların eğitim dönemindeki
çalışma süreleri, eğitim saatleri dışında olmak üzere, en fazla
günde iki saat ve haftada on saat olabilir.” denmektedir. Bu son ibareyle,
yasa koyucu, her ne kadar çocuğu korumaya dönük birtakım ilkeler
benimsemişse de “eğitim dönemindeki çocuklar” gibi belirsiz bir
ifadeyle, çalışma yaşını tam olarak anlaşılamayan bir yaşa kadar
düşürerek çocukların yeterli eğitimi almaksızın iş gücü olarak
kullanımını meşrulaştırmıştır. İş Yasası’nın 104’üncü maddesinde
ise, bu hükümleri yerine getirmeyen işverenlere, 500 YTL gibi hiçbir
caydırıcılığı olmayan bir ceza öngörülmektedir. Çocuğun gelişim
ve eğitimindeki aile ve devletin yükümlülüğü azaltılmış, henüz gelişmekte
olan çocuğun kendisine ağır bir sorumluluk yüklenmektedir. Sayın Başkan,
değerli milletvekilleri; bugün ucuz iş gücü olarak görülen çocuk
emeği, uzun vadede, ülke için çok pahalı bir emek hâline dönüşmektedir.
Çocuk işçiliği, dünyada gündemin en üst sıralarda yer alması gereken,
öncelikli çözüm bekleyen bir sorundur. Çalışan çocuk sayısını tam
olarak söylemek mümkün olmasa da, ILO araştırmalarına göre, dünyada
5-14 yaş grubunda 250 milyon, 12-17 yaş grubunda ise 283 milyon çocuk,
çalıştığı için okula devam etmemektedirler. Ülkemizde ise, Devlet
İstatistik Enstitüsünün verilerine göre, ekonomik işlerde çalışan
6-17 yaş grubunda 1 milyon 637 bin çocuktan büyük bir kısmı tarımda,
geri kalan ise sanayi, ticaret ve hizmet sektöründe çalışmaktadır.
Türkiye, her ne kadar sanayileşme döngüsüne girmiş bir ülke olsa
da, gelişmiş ülkelere göre ekonomik güçlükler yaşamaya da devam
etmektedir. Sosyal dönüşüm kıskacında, çalışan çocuklarla ilgili
sosyal sorunlarla mücadelede, ciddi anlamda kaynağa ihtiyaç vardır.
Bu zor çalışma koşullarında mücadele veren çocukların büyük bir
kısmı okula gidememekte, gidenler ise başarısız olmaktadır. Eğitimsiz,
sahipsiz çocukların organ, fuhuş mafyaları, kötü niyetli grupların
tuzağına düşmeleri ve istismar edilmeleri de kaçınılmaz sonuç
olarak önümüze çıkmaktadır. Sayın Başkan,
değerli milletvekilleri; yoksulluk, çocuk istismarlarının ve kaçırmalarının
en büyük nedenidir. Çocukların hem bedenlerini hem zihniyetlerini
tahrip eden yoksulluk, sonuçta, daha sonraki kuşaklara geçerek bir kısır döngü oluşturmaktadır. Sağlıksız
bir toplum, beraberinde suç ve kriminalite,
her geçen gün artar ve gerekli önlemler alınmazsa önlenemez bir hâl
alır. Çocuk istismarı
üzerinde ciddi birtakım çalışmalar yapılacağı ve önlemler alınacağı
yerde medyanın da katkısıyla olayların sebebi farklı yerlerde aranmaktadır.
Yaşadıklarımız toplumsal çürümenin bir sonucudur. Yaşları dört
ile yirmi arasında değişen çocukların, kaybolup sonradan tecavüz
edilerek öldürülmesi, toplumsal çürümenin bir örneği değilse ne
ile izah edilebilir? İnsan Hakları Derneğinden alınan verilere göre
2007 yılının ilk altı ayında 21 çocuk intihar etmiş, 15 tanesi ise intihara
teşebbüs etmiş. Hane içinde şiddete uğrayarak ölen çocuk sayısı 7
iken, 22 yaralı tespit edilmiş, bunların 6 tanesinin ensest ilişkiye maruz kaldığı belirtilmiştir. Toplumsal
alanda şiddete uğrayan çocukların 21 tanesi yaşamını yitirmiş,
37 tanesi ağır yaralı kurtulmuş, 56 tanesi de tecavüze uğramıştır.
Derneğin tespit ettiği fuhşa zorlanan çocuk sayısı ise 13’tür. Tespit
edilebilen bu rakamlar bile durumun vahametini ortaya koymaktadır.
Çocuklara yönelik
şiddetin hiçbir mazereti olamaz. Paris İlkeleri’nde de belirtildiği
gibi, bununla mücadele etmek için çocuk haklarını gözetecek bir ombudsmanlık veya bir çocuk hakları komisyonu kurulması
alınacak önlemlerde somut bir gelişme yaratmak için bir fırsat olacaktır.
Çocuklarla ilgili
öncelikli çözülmesi gereken bir diğer konu ise çocuk ticareti ve
kaçakçılığıdır. Birleşmiş Milletler Çocuk Fonu (UNICEF) çocuk ticareti
ve gençlerin sömürüsüne karşı mevcut mücadele yollarını eleştiren
bir rapor yayımladı. Rapora göre, daha çok soruna dikkat çekmeye
yönelik olduğu belirtilen bu programlarda çok az başarı kaydedilmiştir.
Raporda, yoğunlaşılması gereken noktanın
önlem almak olduğuna dikkat çekilmektedir. Raporun eleştiri getirdiği
nokta, soruna dikkat çekmeye yönelik kampanyalardır. Bu kampanyaların
çocuklardan çok yetişkinleri hedef aldığı, ancak kaçakçıların yabancılardan
çok çocuğun aile üyeleri ya da yakınlarından
çıkması konusuna gereken özenin gösterilmediği vurgulanmaktadır.
Raporda, satılan
pek çok çocuğun ya aile içi şiddet ya da tacize maruz kaldığı belirtilmekte ve çocuk
ticaretinin yoğun yaşandığı ülkelerde ailelerin bölünmesini
önlemek amacıyla sosyal hizmetlere daha fazla yatırım yapılması,
sorunların tespiti için çocuklarla çalışan kişilere daha iyi eğitim
verilmesi çağrısı yapılmaktadır. Ülkemizin de bu çağrıya uyacağını
ve gerekli önlemleri alacağını gönülden diliyoruz. Sayın Başkan,
değerli milletvekilleri; ILO tarafından 1999, Türkiye tarafından
ise 2001 yılında kabul edilen Çocuk İşçiliğinin En Kötü Biçimlerinin
Önlenmesi Acil Eylem Sözleşmesi isimli 182 no.lu
Sözleşme on sekiz yaşını bitirmemiş herkesi çocuk olarak kabul
eder ve çocukların en kötü biçimlerdeki işçiliğinin yasaklanmasını
ve ortadan kaldırılmasını temin edecek acil önlemler almasını ister.
Türkiye bu Anlaşma’nın altına imzasını koymuştur. Bu Sözleşmeye
göre “en kötü biçimlerdeki çocuk işçiliği” ifadesi kölelik benzeri
uygulamaların tüm biçimlerini, çocuğun fahişelikte, pornografik
yayınların üretiminde, uyuşturucu maddelerin üretimi ya da pazarlanması gibi yasal olmayan işleri kapsamaktadır.
Ayrıca, Birleşmiş Milletler Çocuk Hakları Sözleşmesi’nin 1’inci
maddesi, on sekiz yaşın altındaki herkesi çocuk kabul eder. Ülkemiz,
bu anlaşmayı da kabul etmiş ve imzalamıştır. Bu bağlamda, üzerinde
tartışmakta olduğumuz yasa tasarısının 3’üncü maddesinin (c) bendinde
“Çocuk, on altı yaşını tamamlamamış kişileri ifade eder.” cümlesi,
kabul ettiğimiz bu sözleşme ile ters düşmekte. On altı-on sekiz yaş
arasındaki kişilerin hangi yasalara tabi kalacağı konusunda çelişki
yaratmaktadır. Anayasa’nın,
uluslararası antlaşmaların onaylanması isimli 90’ıncı maddesine
göre, uluslararası antlaşmalar ülke yasalarında yerlerini tam
olarak bulmuşlardır. Bu anlaşmaların Anayasa’ya aykırılığı yönünde,
Anayasa Mahkemesine başvurulamaz. Dolayısıyla, Türkiye’nin,
ILO ve diğer uluslararası kuruluşlarla imzaladığı antlaşmalarla
alınan karar ve düzenlemeleri kendi kanunlarına yansıtması ve
bunlara aykırı düzenlemeler ve uygulamalar yapmaması gerekmektedir.
Yasa tasarısındaki bu çelişkili ifadenin… BAŞKAN – Sayın
Bayındır, bir saniye. Görüştüğümüz
tasarının maddelerine geçilebilmesine kadar
sürenin uzatılmasını oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler… Kabul
etmeyenler… Kabul edilmiştir. Teşekkür ederim. Buyurun. SEVAHİR BAYINDIR
(Devamla) – Teşekkür ederim. Yasa tasarısındaki
bu çelişkili ifadenin düzeltilmesinin yanı sıra, düzeltilmesi
gereken başka noktalara da sahip olduğunu düşünüyoruz. Tasarının 1’inci
maddesinde velayet hakkı ihlal edilen çocuklardan bahsedilirken,
2’nci maddede ise bir kişiye ya da kuruma tek
başına bırakılan velayet hakkından bahsediliyor. Oysa, ulusal yasalarımıza
göre velayet hakkı, sadece, ana ya da babaya
verilen bir haktır. Hukukumuzda, kurum ve kişilere velayet hakkı
değil, sadece, vesayet makamı aracılığı ile temsil hakkı verilmektedir.
Bu nedenle, 2’nci maddedeki fiilen kullanılmakta olan vesayet, velayet,
şahsi ilişki kurulması haklarının ihlalinden söz edilmelidir. Bu
durumda da ya ilgili yasalar ya da bu yasa tasarısındaki ifadeler düzeltilmelidir. Yasa tasarısının
3’üncü maddesinin (h) bendinde bahsedilen “pedagog” tabiri, “çocuk
gelişim uzmanı” ile değiştirilmelidir çünkü artık, ülkemizde böyle
bir meslek grubu yoktur. Yine, geçici
koruma tedbirlerini anlatan 10’uncu maddenin içeriğinde bahsi geçen
tedbirler, yürürlükten kaldırılan 2253 sayılı Yasa’da yer almaktadır.
Artık, tedbirler, 5395 sayılı Çocuk Koruma Kanunu’yla belirlenmiştir.
Bu nedenle, 10’uncu madde yerine, 5395 sayılı Yasa’dan bahsedilmeli,
koruma kararları “5395 sayılı Çocuk Koruma Kanunu’nun koruma altına
aldığı yerel mahkeme yetkilidir.” şeklinde düzeltilmelidir. Ayrıca,
bu tedbirler sınırlandırılmayıp hâkime takdir yetkisi de tanınırsa
çok daha işlevsel olacaktır. Tasarının
16’ncı maddesine de davaların belirli bir sürede bitirilmesini
zorunlu kılan bir hüküm eklenmesinde yarar vardır. Aksi takdirde,
davalar, basit yargılama usulü de olsa uzar gider. 17’nci maddede,
kararların uygulanması kesinleşmesine bağlanmaktadır ancak bilindiği
gibi ülkemizde, dosyalar, Yargıtayda, kimi
zaman yıllar boyu beklenmektedir. Bu nedenle, Yargıtayda
da bu kararların öncelikli ve belirlenen bir sürede görülmesi hususu
tasarıya eklenmelidir. 27’nci maddede
yer alan, avukat ve müşavirin masraflarının ödenekten karşılanmaması,
parası olmayanların avukat tutmasını ve haklarını almasını engeller
ki bu da sosyal devlet anlayışı ile çelişkili bir tutumdur. Sayın Başkan,
değerli milletvekilleri; en başta da belirttiğim gibi, çocuk hakları
ve insan hakları birbirinden ayrılmaz bir bütündür. Eşit, özgür, hane
içinde ve siyasi alanda bağımsız iradesiyle karar verebilen, insanca
çalışan ve yaşayan bireylerin oluşturduğu toplumlarda, kuşkusuz
ki çocuklar da daha mutlu, tacize, istismara ve şiddete maruz kalmadan
yaşayacak ve çocuk kaçırmaları ve istismarı da en alt seviyeye
inecektir. Yüce heyetinizi
saygıyla selamlıyorum. (DTP sıralarından alkışlar) BAŞKAN – Teşekkür
ederim Sayın Bayındır. Şahıslar adına
söz talepleri vardır. Ramazan Başak,
Şanlıurfa… Yok. Ahmet Aydın,
Adıyaman… Yok. Recai Birgün, İzmir… Yok. Soru yok. Tasarının tümü
üzerindeki görüşmeler tamamlanmıştır. Maddelerine geçilmesini oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler…
Kabul etmeyenler… Kabul edilmiştir. Çalışma süremiz
tamamlanmıştır. Kanun tasarı
ve tekliflerini sırasıyla görüşmek için, 22 Kasım 2007 Perşembe günü,
alınan karar gereğince saat 14.00’te toplanmak üzere birleşimi kapatıyorum. Kapanma Saati: 20.03 |
|