DÖNEM
: 21 CİLT : 78 YASAMA YILI : 4 T. B. M. M. TUTANAK DERGİSİ 32 nci Birleşim 6 . 12 . 2001 Perşembe İ
Ç İ N D E K İ L E R Sayfa I. - GEÇEN TUTANAK ÖZETİ II. - GELEN KÂĞITLAR III. -
BAŞKANLIĞIN GENEL KURULA SUNUŞLARI A)
TEZKERELER VE ÖNERGELER 1. - Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanı
Ömer İzgi'nin, Romanya Senato Başkanı Nicolae Vacariou'nun vaki davetine
istinaden Romanya'ya yapacağı resmî ziyarete katılmaları siyasî parti
gruplarınca uygun görülen milletvekillerine ilişkin Başkanlık tezkeresi (3/935) IV. -
ÖNERİLER A) DANIŞMA
KURULU ÖNERİLERİ 1. - Genel Kurulun çalışma gün ve
saatleriyle gündemdeki sıralamanın yeniden düzenlenmesine ilişkin Danışma
Kurulu önerisi V. - KANUN
TASARI VE TEKLİFLERİYLE KOMİSYONLARDAN GELEN DİĞER İŞLER l. - 2002 Malî Yılı Genel ve Katma Bütçeli
İdareler Bütçe Kanunu Tasarıları ile 2000 Malî Yılı Genel ve Katma Bütçeli
İdareler ve Kuruluşlar Kesinhesap Kanunu Tasarıları (1/921; 1/922; 1/900,
3/900, 3/898, 3/899; 1/901, 3/901) (S. Sayıları : 754, 755, 773, 774) A) DIŞ
TİCARET MÜSTEŞARLIĞI 1. - Dış Ticaret Müsteşarlığı 2002 Malî
Yılı Bütçesi 2. - Dış Ticaret Müsteşarlığı 2000 Malî
Yılı Kesinhesabı B) DEVLET
İSTATİSTİK ENSTİTÜSÜ BAŞKANLIĞI 1. - Devlet İstatistik Enstitüsü Başkanlığı
2002 Malî Yılı Bütçesi 2. - Devlet İstatistik Enstitüsü
Başkanlığı 2000 Malî Yılı Kesinhesabı C) TAPU VE
KADASTRO GENEL MÜDÜRLÜĞÜ 1. - Tapu ve Kadastro Genel Müdürlüğü 2002
Malî Yılı Bütçesi 2. - Tapu ve Kadastro Genel Müdürlüğü 2000
Malî Yılı Kesinhesabı D) DANIŞTAY
BAŞKANLIĞI 1. - Danıştay Başkanlığı 2002 Malî Yılı
Bütçesi 2. - Danıştay Başkanlığı 2000 Malî Yılı
Kesinhesabı E) ADALET
BAKANLIĞI 1. - Adalet Bakanlığı 2002 Malî Yılı
Bütçesi 2. - Adalet Bakanlığı 2000 Malî Yılı
Kesinhesabı F) YARGITAY
BAŞKANLIĞI 1. - Yargıtay Başkanlığı 2002 Malî Yılı
Bütçesi 2. - Yargıtay Başkanlığı 2000 Malî Yılı
Kesinhesabı G) ORMAN
BAKANLIĞI 1. - Orman Bakanlığı 2002 Malî Yılı
Bütçesi 2. - Orman Bakanlığı 2000 Malî Yılı
Kesinhesabı a) ORMAN
GENEL MÜDÜRLÜĞÜ 1. - Orman Genel Müdürlüğü 2002 Malî Yılı
Bütçesi 2. - Orman Genel Müdürlüğü 2000 Malî Yılı
Kesinhesabı 2. - İzmir Milletvekili Rifat
Serdaroğlu'nun; İstanbul Milletvekili Bülent Akarcalı'nın; Amasya Milletvekili
Ahmet İyimaya'nın; Ankara Milletvekili Yıldırım Akbulut'un; Şırnak Milletvekili
Mehmet Salih Yıldırım'ın; Gaziantep Milletvekili Ali Ilıksoy, Konya
Milletvekili Ömer İzgi ve Ankara Milletvekili Nejat Arseven'in; İstanbul
Milletvekili Ziya Aktaş ve 42 Arkadaşının; Zonguldak Milletvekili Hasan
Gemici'nin ve İzmir Milletvekili Işılay Saygın'ın; Türkiye Büyük Millet Meclisi
İçtüzüğünde Değişiklik Yapılmasına Dair İçtüzük Teklifleri ve Anayasa Komisyonu
Raporu (2/94, 2/232, 2/286, 2/307, 2/310, 2/311, 2/325, 2/442, 2/449) (S.
Sayısı : 527) 3. - Kamu Kurum ve Kuruluşlarının Yurtdışı
Teşkilâtı Hakkında 189 Sayılı Kanun Hükmünde Kararname ve Dışişleri Komisyonu
Raporu (1/53) (S. Sayısı : 433) 4. - Sosyal Güvenlik Kurumu Teşkilâtının
Kurulması ile Bazı Kanun ve Kanun Hükmünde Kararnamelerde Değişiklik Yapılması
Hakkında 618 Sayılı Kanun Hükmünde Kararname; Sosyal Güvenlik Kurumu
Teşkilâtının Kuruluş ve Görevleri Hakkında Kanun Tasarısı; Kayseri Milletvekili
Hasan Basri Üstünbaş ve Üç Arkadaşının Sosyal Güvenlik Kurumu Teşkilâtının
Kurulması ile Bazı Kanun ve Kanun Hükmünde Kararnamelerde Değişiklik Yapılması
Hakkında Kanun Teklifi ve Sağlık, Aile, Çalışma ve Sosyal İşler ve Plan ve
Bütçe Komisyonları raporları (1/755, 1/689, 2/699) (S. Sayısı : 666) 5. - Türkiye İş Kurumunun Kurulması ile
Bazı Kanun ve Kanun Hükmünde Kararnamelerde Değişiklik Yapılması Hakkında 617
Sayılı Kanun Hükmünde Kararname ile Türkiye İş Kurumu Kanunu Tasarısı ve
Sağlık, Aile, Çalışma ve Sosyal İşler ve Plan ve Bütçe Komisyonları raporları
(1/754, 1/692) (S. Sayısı : 675) 6. - Esnaf ve Sanatkârlar ve Diğer
Bağımsız Çalışanlar Sosyal Sigortalar Kurumu Kanunu, Tarımda Kendi Adına ve
Hesabına Çalışanlar Sosyal Sigortalar Kanunu ile Bazı Kanun ve Kanun Hükmünde
Kararnamelerde Değişiklik Yapılması Hakkında 619 Sayılı Kanun Hükmünde
Kararname ile Aynı Mahiyetteki Kanun Tasarısı ve Sağlık, Aile, Çalışma ve
Sosyal İşler ve Plan ve Bütçe Komisyonları raporları (1/756, 1/691) (S. Sayısı
: 676) 7. - Sosyal Sigortalar Kurumu
Başkanlığının Kurulması ve Bazı Kanun ve Kanun Hükmünde Kararnamelerde
Değişiklik Yapılması Hakkında 616 Sayılı Kanun Hükmünde Kararname ile Sosyal
Sigortalar Kurumu Kanunu Tasarısı ve Sağlık, Aile, Çalışma ve Sosyal İşler ve
Plan ve Bütçe Komisyonları raporları (1/753, 1/690) (S. Sayısı : 685) 8. - Devlet Güvenlik Mahkemelerinin
Kuruluş ve Yargılama Usulleri Hakkında Kanun, 18.11.1992 Tarihli ve 3842 Sayılı
Kanun ile Çıkar Amaçlı Suç Örgütleriyle Mücadele Kanununda Değişiklik
Yapılmasına Dair 4719 Sayılı Kanun ve Anayasanın 89 uncu Maddesi Gereğince
Cumhurbaşkanınca Bir Daha Görüşülmek Üzere Geri Gönderme Tezkeresi ve Adalet
Komisyonu Raporu (1/932) (S. Sayısı : 785) VI. - USUL
HAKKINDA GÖRÜŞMELER 1. - Devlet Güvenlik Mahkemelerinin
Kuruluş ve Yargılama Usulleri Hakkında Kanun, 18.11.1992 Tarihli ve 3842 Sayılı
Kanun ile Çıkar Amaçlı Suç Örgütleriyle Mücadele Kanununda Değişiklik
Yapılmasına Dair 4719 Sayılı Kanun ile ilgili olarak, Anayasanın 89 uncu
maddesinde "Cumhurbaşkanınca kısmen uygun bulunmama durumunda Türkiye
Büyük Millet Meclisi, sadece uygun bulunmayan maddeleri görüşebilir" hükmü
çerçevesinde Başkanlıkça İçtüzüğün 81 inci maddesinde belirtilen usule göre,
sadece Cumhurbaşkanınca uygun bulunmayan maddelerinin görüşmeye açılacağı
yönündeki uygulamasına ilişkin VII. -
SORULAR VE CEVAPLAR A) YAZILI
SORULAR VE CEVAPLARI 1. - Samsun Milletvekili Musa
Uzunkaya'nın, Talim ve Terbiye Kurulu Başkanlığının dil konusundaki
çalışmalarına ilişkin sorusu ve Millî Eğitim Bakanı Metin Bostancıoğlu'nun
cevabı (7/5038) 2. - Konya Milletvekili Özkan Öksüz'ün,
din kültürü ve ahlak bilgisi öğretmenlerine ilişkin sorusu ve Millî Eğitim
Bakanı Metin Bostancıoğlu'nun cevabı (7/5051) I. - GEÇEN
TUTANAK ÖZETİ TBMM Genel Kurulu saat 11.00'de açılarak
dört oturum yaptı. Kırıkkale Milletvekili Kemal Albayrak ve
19 arkadaşının, emeklilerin ekonomik sorunlarının araştırılarak alınması
gereken tedbirlerin (10/224), Kırıkkale Milletvekili Kemal Albayrak ve
21 arkadaşının, öğretmenlerin ve öğretim görevlilerinin hayat standartlarının
yükseltilmesi için alınması gereken önlemlerin (10/225), Belirlenmesi amacıyla Meclis araştırması
açılmasına ilişkin önergeleri Genel Kurulun bilgisine sunuldu; önergelerin
gündemde yerlerini alacağı ve Meclis araştırması açılıp açılmaması konusundaki
öngörüşmelerin, sırası geldiğinde yapılacağı açıklandı. 2002 Malî Yılı Genel ve Katma Bütçeli
İdareler Bütçe Kanunu Tasarıları ile 2000 Malî Yılı Genel ve Katma Bütçeli
İdareler ve Kuruluşlar Kesinhesap Kanunu Tasarılarının (1/921; 1/922; 1/900,
3/900; 3/898, 3/899, 1/901, 3/901) (S.Sayıları: 754, 755, 773, 774)
görüşmelerine devam olunarak; Köy Hizmetleri Genel Müdürlüğü, Gençlik ve Spor Genel Müdürlüğü, Sosyal Hizmetler ve Çocuk Esirgeme Kurumu
Genel Müdürlüğü, Gümrük Müsteşarlığı, Devlet Planlama Teşkilâtı Müsteşarlığı, Denizcilik Müsteşarlığı, Devlet Meteoroloji İşleri Genel Müdürlüğü, Vakıflar Genel Müdürlüğü, 2002 Malî Yılı Bütçe Kanunu Tasarıları ile
2000 Malî Yılı Kesinhesap Kanunu Tasarıları kabul edildi. Boş bulunan ve Ak Parti Grubuna düşen: Millî Savunma Komisyonu üyeliğine Kahramanmaraş
Milletvekili Avni Doğan, Tarım, Orman ve Köyişleri Komisyonu
üyeliğine, İçel Milletvekili Ali Er, TBMM Hesaplarını İnceleme Komisyonu ile
İnsan Haklarını İnceleme Komisyonu üyeliklerine, Balıkesir Milletvekili İsmail
Özgün, Sağlık, Aile, Çalışma ve Sosyal İşler
Komisyonu üyeliğine, Osmaniye Milletvekili Şükrü Ünal, Gruplarınca aday gösterilerek seçildiler. Alınan karar gereğince, 6 Aralık 2001
Perşembe günü saat 11.00'de toplanmak üzere, birleşime 23.39'da son verildi.
No. : 46 II. - GELEN KÂĞITLAR 6.12.2001 PERŞEMBE Sözlü Soru Önergeleri 1. - İstanbul
Milletvekili Cahit Savaş Yazıcı'nın, futbol liglerindeki hakem hatalarına
ilişkin Devlet Bakanından (Fikret Ünlü) sözlü soru önergesi (6/1649)
(Başkanlığa geliş tarihi : 4.12.2001) 2. - Şanlıurfa
Milletvekili Muzaffer Çakmaklı'nın, Şanlıurfa-Bozova İlçesi Kanlıavşar
Belediyesine ilişkin İçişleri Bakanından sözlü soru önergesi (6/1650) (Başkanlığa
geliş tarihi : 5.12.2001) 3. - Şanlıurfa
Milletvekili Muzaffer Çakmaklı'nın, GAP İdaresinin faaliyetlerine ve
personeline ilişkin Devlet Bakanından
(Mustafa Yılmaz) sözlü soru önergesi (6/1651) (Başkanlığa geliş tarihi :
5.12.2001) Yazılı Soru Önergeleri 1. - Gaziantep
Milletvekili Nurettin Aktaş'ın, sermaye kesiminin sınıflandırıldığı ve
KOBİ'lere baskı yapıldığı iddialarına ilişkin Başbakandan yazılı soru önergesi
(7/5203) (Başkanlığa geliş tarihi : 4.12.2001) 2. - Gaziantep
Milletvekili Nurettin Aktaş'ın, Özelleştirme İdaresinin reklam, ilan ve tanıtım
giderlerine ilişkin Devlet Bakanından (Yılmaz Karakoyunlu) yazılı soru önergesi
(7/5204) (Başkanlığa geliş tarihi : 4.12.2001) 3. - Konya Milletvekili
Lütfi Yalman'ın, işsizlik ve meslek kazandırma projesinde görevli uzmanlara
ilişkin Devlet Bakanından (Yılmaz Karakoyunlu) yazılı soru önergesi (7/5205)
(Başkanlığa geliş tarihi : 4.12.2001) 4. - Ankara Milletvekili
M. Zeki Çelik'in, Köy Hizmetleri Genel Müdürlüğünün araç ve iş makinesi
mevcuduna ve köy yollarının asfaltlanmasına ilişkin Devlet Bakanından (Mustafa
Yılmaz) yazılı soru önergesi (7/5206) (Başkanlığa geliş tarihi : 4.12.2001) 5. - Ankara Milletvekili
M. Zeki Çelik'in, 2001-2002 yılı demiryolu projelerine ilişkin Ulaştırma
Bakanından yazılı soru önergesi (7/5207) (Başkanlığa geliş tarihi : 4.12.2001) 6. - Şanlıurfa
Milletvekili Mustafa Niyazi Yanmaz'ın, Danıştay kararıyla iptal edilen güç
bedeli kesintisinin geri ödenmesine
ilişkin Enerji ve Tabiî Kaynaklar Bakanından yazılı soru önergesi
(7/5208) (Başkanlığa geliş tarihi : 4.12.2001) 7. - Diyarbakır
Milletvekili Ömer Vehbi Hatipoğlu'nun, hayvancılık sektörünün yatırım ve kredi
sorunlarına ilişkin Başbakandan yazılı soru önergesi (7/5209) (Başkanlığa geliş
tarihi : 4.12.2001) 8. - Diyarbakır
Milletvekili Ömer Vehbi Hatipoğlu'nun, hayvancılık sektörünün yatırım
projelerine ve sorunlarına ilişkin Tarım ve Köyişleri Bakanından yazılı soru
önergesi (7/5210) (Başkanlığa geliş tarihi : 4.12.2001) 9. - Diyarbakır
Milletvekili Ömer Vehbi Hatipoğlu'nun, hayvancılık sektörünün yatırım ve kredi
sorunlarına ilişkin Devlet Bakanından (Kemal Derviş) yazılı soru önergesi
(7/5211) (Başkanlığa geliş tarihi : 4.12.2001) 10. - Şanlıurfa
Milletvekili Mustafa Niyazi Yanmaz'ın, Şanlıurfa İli yatırım programının
ödeneklerine ilişkin Enerji ve Tabiî Kaynaklar Bakanından yazılı soru önergesi
(7/5212) (Başkanlığa geliş tarihi : 4.12.2001) 11. - Balıkesir
Milletvekili İlyas Yılmazyıldız'ın, Balıkesir İli 2002 yılı yatırım projelerine
ilişkin Devlet Bakanından (Mustafa Yılmaz) yazılı soru önergesi (7/5213)
(Başkanlığa geliş tarihi : 4.12.2001) 12. - Balıkesir
Milletvekili İlyas Yılmazyıldız'ın, Balıkesir İli baraj inşaatı projelerine
ilişkin Enerji ve Tabiî Kaynaklar Bakanından yazılı soru önergesi (7/5214) (Başkanlığa
geliş tarihi : 4.12.2001) 13. - İstanbul
Milletvekili Azmi Ateş'in, bir tıp kitabının izinsiz alıntıyla hazırlandığı
iddialarına ve YÖK Başkanına ilişkin Başbakandan yazılı soru önergesi (7/5215)
(Başkanlığa geliş tarihi : 5.12.2001) 14. - Afyon Milletvekili
Gaffar Yakın'ın, sekreterlere ve çay ocağı görevlilerine ilişkin Türkiye Büyük
Millet Meclisi Başkanından yazılı soru önergesi (7/5216) (Başkanlığa geliş
tarihi : 5.12.2001) 15. - Afyon Milletvekili
İsmet Attila'nın, BDDK eski Başkanı hakkında basında çıkan iddialara ilişkin
Başbakandan yazılı soru önergesi (7/5217) (Başkanlığa geliş tarihi : 5.12.2001) 16. - Balıkesir
Milletvekili İlhan Aytekin'in, Nazım Hikmet'in doğumunun 100. yılı
etkinliklerine ilişkin Kültür Bakanından yazılı soru önergesi (7/5218)
(Başkanlığa geliş tarihi : 5.12.2001) 17. - Balıkesir
Milletvekili İlhan Aytekin'in, M-60 tanklarının modernizasyonuna ilişkin Millî
Savunma Bakanından yazılı soru önergesi (7/5219) (Başkanlığa geliş tarihi :
5.12.2001) 18. - Bursa Milletvekili
Teoman Özalp'in, GSM baz istasyonlarına ilişkin Ulaştırma Bakanından yazılı
soru önergesi (7/5220) (Başkanlığa geliş tarihi : 5.12.2001) BİRİNCİ OTURUM Açılma Saati :11.00 6 Aralık 2001 Perşembe BAŞKAN : Başkanvekili Mustafa Murat SÖKMENOĞLU KÂTİP ÜYELER : Sebahattin KARAKELLE (Erzincan), Burhan ORHAN
(Bursa) BAŞKAN - Türkiye Büyük
Millet Meclisinin 32 nci Birleşimini açıyorum. Sayın milletvekilleri,
2002 Malî Yılı Genel ve Katma Bütçe Kanunu Tasarıları ile 2000 Malî Yılı Genel
ve Katma Bütçe Kesinhesap Kanunu Tasarıları üzerindeki görüşmelere devam
edeceğiz; ancak, görüşmelere başlamadan önce, Başkanlığın Genel Kurula
sunuşları vardır. Türkiye Büyük Millet
Meclisi Başkanlığının bir tezkeresi vardır, okutuyorum: III. -
BAŞKANLIĞIN GENEL KURULA SUNUŞLARI A)
TEZKERELER VE ÖNERGELER 1. -
Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanı Ömer İzgi'nin, Romanya Senato Başkanı
Nicolae Vacariou'nun vaki davetine istinaden Romanya'ya yapacağı resmî ziyarete
katılmaları siyasî parti gruplarınca uygun görülen milletvekillerine ilişkin
Başkanlık tezkeresi (3/935) Türkiye
Büyük Millet Meclisi Genel Kuruluna Romanya Senato Başkanı
Nicolae Vacariou'nun vaki davetine istinaden, Türkiye Büyük Millet Meclisi
Başkanı Ömer İzgi Başkanlığında altı kişilik Parlamento Heyetinin 10-13 Aralık
2001 tarihleri arasında Romanya'ya resmî ziyarette bulunması, Türkiye Büyük
Millet Meclisinin Dışilişkilerinin Düzenlenmesi Hakkındaki 3620 sayılı Kanunun
6 ncı maddesi uyarınca, Genel Kurulun 20.11.2001 tarih ve 22 nci Birleşiminde
kabul edilmiştir Anılan Kanunun 2 nci
maddesi uyarınca, heyetimizi oluşturmak üzere, siyasî parti gruplarınca
bildirilen üyelerimizin isimleri Genel Kurulun bilgilerine sunulur. Ömer
İzgi Türkiye
Büyük Millet Meclisi Başkanı Adı Soyadı Seçim İli M.Zeki Okudan Antalya M.Altan Karapaşaoğlu Bursa Güler Aslan İzmir Edip Özbaş Kahramanmaraş Mustafa Eren Karabük Cemal Özbilen Kırklareli BAŞKAN - Bilgilerinize
sunulmuştur efendim. Danışma Kurulunun bir
önerisi vardı; önce okutup, sonra oylarınıza sunacağım: IV. -
ÖNERİLER A) DANIŞMA
KURULU ÖNERİLERİ 1. - Genel
Kurulun çalışma gün ve saatleriyle gündemdeki sıralamanın yeniden
düzenlenmesine ilişkin Danışma Kurulu önerisi Danışma Kurulu Önerisi No. : 96 Tarihi
: 5.12.2001 Genel Kurulun 6.12.2001
Perşembe günü bütçe görüşmelerinin bitiminden sonra çalışmalarını
sürdürmesinin; 5.12.2001 tarihli Gelen Kâğıtlarda yayımlanan 785 sıra sayılı
4719 sayılı Kanun ve Anayasanın 89 uncu maddesi gereğince, Cumhurbaşkanınca Bir
Daha Görüşülmek Üzere Geri Gönderme Tezkeresinin 48 saat geçmeden gündemin
"Kanun Tasarı ve Teklifleri ile Komisyonlardan Gelen Diğer İşler"
kısmının 7 nci sırasına alınmasının ve gündemin 8 inci sırasına kadar olan
tasarı ve tekliflerin görüşmelerinin tamamlanmasına kadar çalışma süresinin
uzatılmasının Genel Kurulun onayına sunulması Danışma Kurulunca uygun
görülmüştür.
BAŞKAN - Efendim, bu
konuda söz isteyen?.. YASİN HATİBOĞLU (Çorum) -
Sayın Başkan, izninizle, oylamadan önce bir hususu arz edebilir miyim? BAŞKAN - Buyurun efendim. YASİN HATİBOĞLU (Çorum) -
Sayın Başkanım, iki hususu çok kısaca arz edeceğim. Bir, bu Devlet Güvenlik
Mahkemesiyle ilgili tadile karşı bir itirazımız yok. BAŞKAN - İmzanız da var.
Evet... YASİN HATİBOĞLU (Çorum) -
Sayın Cumhurbaşkanının iadesini komisyonumuz aynen kabul etmiştir; isabet
olmuştur. Umarım, Genel Kurul da aynen kabul eder. Parlamento nedir,
Parlamentonun kararları ne anlama gelir; bunun anlaşılması için buna ihtiyaç
vardır. Ona bir itirazım yok; ancak, bu siyasî iktidar ortaklığının bir türlü
denetimi içlerine sindiremediklerini görüyorum. Yumurta ve yumurtacılıkla
ilgili araştırma komisyonu raporu vardı. Bu görüşülecekti; haftalar önce karar
alındı. Şimdi, bakınız, açınız gündemi, hâlâ, gündemde, gelir gider, gelir
gider. Benim bölgem, yumurtacılığın fevkalade faal olduğu bir bölgedir, ayrıca,
160 tane yumurta çiftliği vardır. Bunları ne zaman görüşeceğiz? Bunları
görüşmüyoruz; bir. İki, Anayasanın 89 uncu
maddesini değiştirdik, Allah kabul etsin. Tutanakları keşke getirip bir
bakabilsek; biz, bağrımızı yerlere sürmüşüz, saçımızı başımızı yolmuşuz,
demişiz ki, evet, doğrudur, isabetlidir
"Sayın Cumhurbaşkanı, maddelerin bir bölümünü iade edebilir." Siz,
şimdi, bir hüküm getiriyorsunuz, diyorsunuz ki "kısmen iade varsa, Genel
Kurul, iade edilenleri görüşebilir." Peki, bu, bir hakkıhıyar eskilerin
ifadesiyle, muhayyerlik hakkıdır, seçimlik haktır, seçimdir. Buna kim karar
verecek; Başkanlık Divanı mı karar verecek, Danışma Kurulu mu karar verecek,
Genel Kurul mu karar verecek? Yani, sadece o maddeleri görüşeceğine dair
verilecek kararı kim verecek? Bunların dikkate alınmasını arz edeyim efendim. BAŞKAN - Bu konuda
hazırlıklı geldim efendim. Bu konuda, bizim de, Başkanlıkça, tereddütümüz var.
Tahmin ediyorum ki, o yasa geldiği anda, bir usul tartışması açarız, teamül
haline getiririz ve tabiî, Yüce Meclisin iradesiyle verilen karar, bir İçtüzük
içtihadı gibi olur. Haklısınız, o konu, Anayasada netlik kazanmamış, İçtüzükte
başka türlü... Onu öyle düşünüyorum; siz, tensip edersiniz herhalde. YASİN HATİBOĞLU (Çorum) -
Estağfurullah, uygun olur efendim. BAŞKAN - Yumurtacılıkla
ilgili konuya gelince, bunu bütçeden evvel... Efendim, yumurtacılıkla ilgili
araştırma komisyonu raporunu görüşmek için, Danışma Kurulunun kararı vardı;
ancak, bütçe araya girince... Bu, bütçeden evvel alınmış bir karardı. Şimdi,
yine, bu uzlaşma kültürü içinde bir karar alırsınız; bir başka günde, gece,
bir bütçeden sonra, bunu alırız. Niçin
önemli; sadece yumurta mevsiminin geldiğinden, diğer şirketlerin
kurtarılmasından dolayı değil, hasta yatağında yatan arkadaşımız Kütahya
Milletvekili Sayın Ahmet Derin'in bir önergesidir bu; aylarca sürdü, onu da
hasta yatağında üzmeyelim diyorum. O takdir sizin, grup başkanvekillerinindir;
beş on gün içinde alabiliriz efendim. (AK Parti ve SP sıralarından alkışlar) YASİN HATİBOĞLU (Çorum) -
Teşekkür ediyorum Sayın Başkanım. BAŞKAN - Rica ederim
efendim. Danışma Kurulu önerisinin
aleyhinde, lehinde söz isteyen?.. Yok. Danışma Kurulu önerisini
oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler... Etmeyenler... Kabul edilmiştir. Sayın milletvekilleri,
şimdi, bütçe görüşmelerine başlıyoruz. Program uyarınca, bugün
iki tur görüşme yapacağız. Beşinci tur görüşmelere
başlıyoruz. Beşinci turda, Dış
Ticaret Müsteşarlığı, Devlet İstatistik Enstitüsü Başkanlığı, Tapu ve Kadastro
Genel Müdürlüğü, Danıştay Başkanlığı bütçeleri yer almaktadır. V. - KANUN
TASARI VE TEKLİFLERİYLE KOMİSYONLARDAN GELEN DİĞER
İŞLER 1. - 2002
Malî Yılı Genel ve Katma Bütçeli İdareler Bütçe Kanunu Tasarıları ile 2000 Malî
Yılı Genel ve Katma Bütçeli İdareler ve Kuruluşlar Kesinhesap Kanunu Tasarıları
(1/921; 1/922; 1/900, 3/900, 3/898, 3/899; 1/901, 3/901) (S. Sayıları : 754,
755, 773, 774) (1) A) DIŞ
TİCARET MÜSTEŞARLIĞI 1. - Dış
Ticaret Müsteşarlığı 2002 Malî Yılı Bütçesi 2. - Dış
Ticaret Müsteşarlığı 2000 Malî Yılı Kesinhesabı B) DEVLET
İSTATİSTİK ENSTİTÜSÜ BAŞKANLIĞI 1. - Devlet
İstatistik Enstitüsü Başkanlığı 2002 Malî Yılı Bütçesi 2. - Devlet
İstatistik Enstitüsü Başkanlığı 2000 Malî Yılı Kesinhesabı C) TAPU VE
KADASTRO GENEL MÜDÜRLÜĞÜ 1. - Tapu
ve Kadastro Genel Müdürlüğü 2002 Malî Yılı Bütçesi 2. - Tapu
ve Kadastro Genel Müdürlüğü 2000 Malî Yılı Kesinhesabı D) DANIŞTAY
BAŞKANLIĞI 1. -
Danıştay Başkanlığı 2002 Malî Yılı Bütçesi 2. -
Danıştay Başkanlığı 2000 Malî Yılı Kesinhesabı BAŞKAN - Komisyon ve
hükümet yerlerini almışlardır. Sayın milletvekilleri,
soru ve cevap kısmı 20 dakika olarak sınırlandırılmıştır; bu kaideye uyulmasını
rica ediyorum; bu konuda bilgilerinizi tazelemiş oldum. (1) - 754, 755, 773, 774 S. Sayılı Basmayazılar ve Ödenek
Cetvelleri 3.12.2001 tarihli 29 uncu Birleşim Tutanağına eklidir. Gruplar adına ilk söz,
Adalet ve Kalkınma Partisinden Gaziantep Milletvekili Sayın Nurettin Aktaş'a
aittir. Ben süreyi 30 dakikaya
göre ayarlıyorum, siz, arkadaşlarınızla aranızda anlaştığınız gibi devam
edersiniz. Buyurun Sayın Aktaş. AK PARTİ GRUBU ADINA
NURETTİN AKTAŞ (Gaziantep) - Sayın Başkan, değerli milletvekilleri;
görüşülmekte olan Dış Ticaret Müsteşarlığının 2002 yılı bütçesi üzerinde,
Adalet ve Kalkınma Partisi adına söz almış bulunuyorum; sözlerime başlamadan
önce, AK Parti ve şahsım adına hepinizi saygıyla selamlıyorum. Sayın Başkan, değerli
milletvekilleri; 1997'den beri, olağanüstü şartların getirdiği Anasol'lu
hükümet versiyonlarının ülkeyi içine soktuğu durum ortadadır. Dünyada
yaşanmakta olan son gelişmeler karşısındaki tutumu utanç vericidir ve
Türkiye'nin uluslararası sayınlığını zedelemektedir. Dışpolitikada bağımsız
olmayan bu hükümet, ekonomi politikasını da, yine, kayıtsız şartsız IMF'ye
teslim etmiştir. Dünyada varlığı tartışılan ve kayda değer hiçbir başarısı
olmayan, bundan önce Türkiye'de de 17 defa başarısız olan IMF'yle 18 inci defa
stand-by anlaşması imzalanmıştır, 19 uncusu da sıradadır. Değerli milletvekilleri,
Türkiye'deki ekonomik krizin en büyük müsebbibi, üretimi sekteye uğratan rant
ekonomisidir. Anasollu hükümetlerin bunu destekleyici politikaları da, üretimi
ve ihracatı durdurma noktasına getirmiş, ithalatı patlatmıştır; piyasalar
spekülasyonlara açık hale gelmiştir. 17 Kasım ve 18 Şubat
krizlerinde rantiye büyük çıkarlar sağlarken, ekonomi daha da küçülmüş, reel
sektör batma noktasına gelmiştir. 11 Eylül olaylarının ardından dünyada dolar
düşerken, Türkiye'de, maalesef, yükselmiştir. Peki, Sayın Derviş,
göreve geldiğinden bu yana ne yapmıştır; IMF'den sağlanan kaynakların tümünü,
finans sektörünün ve bankaların kurtarılması ile dışborçların ödenmesinde kullanmıştır;
yeni kaynaklar sağlamak amacıyla zam, ek ve yeni vergiler koymuş, vergi
oranlarını artırmıştır. Bunların uzunca bir süre daha devam edeceği de
ortadadır. Yatırımlar durmuş, üretim
durma noktasına gelmiş, birçok sanayici fabrikasına kilit vurma durumunda
kalmıştır. Henüz kilit vurmayanlar da işçi çıkarma yoluna gitmektedir. Yerli
sermaye yurtdışına gitmekte, yabancı sermaye de, artık gelmemektedir. Bütün bunların yanında,
Sayın Derviş'in hükümet içinde hükümetüstü tavrı çeşitli krizlere yol açmış,
spekülatörler yine vurgunu vurmuştur. Üretim ve ticaret
olmadan, sağlanan kredilerin doğrudan iç ve dışborç ödemesinde kullanılması,
ülkeyi, askerimizin kanıyla ek kredi alacak duruma getirmiştir. Büyüyen
işsizlik ve geçim sıkıntısı, sosyal patlama tehlikesini kapımıza getirmiştir. Krizin IMF
politikalarıyla aşılamayacağı, artık, herkes tarafından kabul edilmektedir.
Çare, üretim ve ihracattır. Krizden en az etkilenenler, ihracata yönelik üretim
yapanlardır. Hükümetin, artık, bu gerçeği görmesi ve buna göre hareket etmesi
gerekmektedir. Bankacılık sektörüne 20
katrilyon liradan fazla kaynak aktaran hükümet, bugüne kadar, reel sektör için
hiçbir şey yapmamıştır. Gelen ek 10 milyar doların da finans sektörüne
aktarılacağı Sayın Kemal Derviş tarafından açıklanmıştır. Aksine, destekleme
alımlarının kaldırılması, önemli ihracat mallarımızdan olan bakliyatta üretimin
azalmasına ve Kanada'dan, Meksika'dan bakliyat ithal etmemize sebep olmuştur.
Aynı şekilde, Tütün ve Şeker Kanunlarıyla, bu sektörlerde de üretim kısa süre
sonra durma noktasına gelmiştir. İç talebin daralması ve
ihracatın da desteklenmemesi sebebiyle, diğer üretim kolları da büyük sıkıntı
içindedir. Üstelik, kamu ve fon bankalarından aldıkları kredileri ödemeyen,
ancak, hükümet üyelerinin yanında yer alan holdinglere yeni kredi açabilmek
için formüller aranırken, Anadolu sermayesiyle kurulan işletmelere denetim
terörü uygulandığı basında yer almaktadır. 28 Şubat sürecinde
sermayenin renklere ayrılması, bir grup sermayenin yurtdışına kaçması ve
gurbetçilerimizin birikimlerinin yurda gelmemesi sonucunu doğurmuştur. Ülkenin
üretime ve kaynağa şiddetle ihtiyaç duyduğu, her türlü sermaye kesiminin yurt
dışına kaçtığı bir ortamda, sermayeyi, İstanbul ve Anadolu sermayesi olarak
ayırmak, Anadolu sermayesini ve ekonomi çevrelerini rahatsız etmektedir. Sayın Başkan, değerli
milletvekilleri; dışticaret, sadece bir bakanlığın veyahut da müsteşarlığın işi
değil, bütünüyle hükümetin uygulayacağı bir politikadır. Hükümetin genel
politikaları ve dışpolitikası dışticareti doğrudan etkilemektedir. Dış Ticaret
Müsteşarımızın beyanlarına göre, komşularımıza mal satamıyoruz. Bunun bütün
kabahatini, herhalde, üretimde veya ihracatçılarda aramamak gerekir. Körfez Krizi ve
sonuçlarının, Irak'a uygulanan ambargonun Türkiye'yi nasıl etkilediği gözler
önündedir. Bugüne kadar zararlarımız tazmin edilmediği gibi, Ortadoğu'daki
birçok pazarımızı da kaybetmekle karşı karşıyayız. Doğu, Güneydoğu ve İç
Anadolu Bölgesinin can damarı olan canlı hayvan ihracatı, halen, canlandırılamamıştır.
Zor şartlarda ve az miktarda yapılan ihracat da, Tarım Bakanlığının hayvan
sağılığı konusunda yeterli çalışma yapmamasından dolayı daha da sekteye
uğramıştır. Bugünkü dışpolitikamız,
ihracat atağının başladığı yıllarda ihracatımızın yüzde 45'ini oluşturan
Ortadoğu ülkeleriyle ticaretimizi yüzde 8-10'lar mesabesine indirmiştir. Bunun yanında, gümrük
birliğine girdiğimizden bu yana, dışticaret açıklarımız, 7-8 milyar dolardan,
bugünkü 27-30 milyar dolar seviyesine çıkmıştır. 2001 yılındaki açıkların az
olması, ülkemizdeki krizle alakalıdır; tüketim mallarına karşı talepteki büyük
düşüşün yanı sıra, üreticinin de hammadde ve ara mamul ithal etmemesinden
kaynaklanmaktadır. Özellikle Türkiye'nin
bulunmadığı karar organında belirlenen ve üçüncü ülkelere uygulanan ortak
gümrük tarifeleri yeniden gözden geçirilmelidir. Karadeniz Ekonomik
İşbirliği, D-8 gibi projeler gözardı edilmemeli ve Avrupa Birliğinin tek
alternatif olmadığı bilinmelidir. Bunun yanında, AB ile
yaptığımız anlaşmaların hep yükümlülük yönü karşımıza çıkmakta; ancak, haklar
konusu görmezden gelinmektedir. Televizyon üreticilerinin AB ülkelerine
yaptıkları ihracatla ilgili damping soruşturması ve çektikleri sıkıntılar,
seneler süren bir dava sonucu neticelendirilmiştir. Hükümetin bu konuda katkısı
olmuş mudur, merak ediyorum? Sektör toplantılarında
dile getirilen temenniler ve vaatler konusunda, artık icraat noktasına
gelinmelidir. Komşularımızla serbest
ticaret teşvik edilmeli; bunun için, bütün komşularımıza yönelik vizeler
kolaylaştırılmalı, sınır ticaretini artıracak tedbirler alınmalı ve bavul
ticareti kolaylaştırılmalıdır. Serbest bölgelerin
altyapı sorunları halen halledilmiş değildir; buna çözüm bulunmalıdır. Ticaret müşavirlikleriyle
ilgili sorunlar çözülmeli ve bunlara işlerlik kazandırılmalıdır. İhracatta KDV iadeleri ve
mahsupların zamanında yapılması sağlanmalıdır. Kotaların kaldırılması
konusuna çözüm bulunmalıdır. İhracatta, doğrudan
teşvikler yerine, dış rekabet dikkate alınarak, satışa bağlı her türlü teşvik
uygulanmalıdır. İhraç ürünlerinde, sağlanan yerli katma değer oranları esas
alınarak dış pazarlarda tanıtım, pazarlama, enerji, istihdam, vergi, sigorta
primleri gibi destekler sağlanmalıdır. Bürokrasi
kolaylaştırılmalı, ihracatçının yurtdışına gidiş gelişlerinde kolaylıklar
sağlanmalıdır. Krizden çıkış reçetesi
olan ihracatımızı arttırmak için gerekli tedbirleri hükümet almak ve özel
sektörün yolunu açmak zorundadır. Demokratikleşme ve insan
hakları sorunlarını halletmiş, şahsiyetli dış politikalar geliştirebilen bir
Türkiye ümidiyle Dış Ticaret Müsteşarlığımızın bütçesinin değerli müsteşarlık
mensuplarına ve aziz milletimize hayırlı olmasını dilerim. Yaklaşmakta olan, aziz
milletimizin Ramazan Bayramını da tebrik ediyorum. Sözlerime son vermeden önce, bir cümleyle,
Sayın Başbakan Yardımcısının, bir iki gün önce "önümüzdeki yıl, bir yıl
daha oruç tutacağız" ifadesine değinmek istiyorum. Doğrudur; Türk
ekonominin sıkıntıya girdiği hepimizce malumdur. İkinci Dünya Harbinden sonra en
çok küçülen ülke konumuna geldik. Biraz önce de ifade ettiklerimiz, diğer sözcü
arkadaşlarımız tarafından, siyasilerimiz tarafından her gün ifade ediliyor.
Türkiye'de, bütün sektörlerin küçüldüğü ve reel sektörün -bilhassa- dumura
uğradığı bir dönemi yaşıyoruz. Sayın Başbakan
Yardımcımız doğru söylüyor, oruç tutalım da, reel sektörü kim canlandıracak, bu
memlekette ihracatı kim sağlayacak? Biz bu ihracatı sağlamadan, bugünkü mevcut
krizden kurtulmamız mümkün değildir. BAŞKAN - Son 40 saniyeniz
efendim. NURETTİN AKTAŞ (Devamla)
- Sayın Başkanım, teşekkür ederim. Bu duygu ve düşüncelerle,
Müsteşarlık bütçemizin hayırlı olmasını diler; hepinize saygılar sunarım. (AK
Parti sıralarından alkışlar) BAŞKAN - Adalet ve
Kalkınma Partisi adına, ikinci söz, Kahramanmaraş Milletvekili Sayın Ali
Sezal'da. Buyurun efendim. (AK
Parti sıralarından alkışlar) AK PARTİ GRUBU ADINA ALİ
SEZAL (Kahramanmaraş) - Sayın Başkanım, sayın milletvekilleri; Devlet
İstatistik Enstitüsü Başkanlığı ile Tapu ve Kadastro Genel Müdürlüğü bütçesi hakkında
Adalet ve Kalkınma Partisi Grubu adına söz almış bulunuyorum; bu vesileyle,
hepinizi saygıyla selamlıyorum. Sözlerime, Devlet
İstatistik Enstitüsü Başkanlığı ile başlamak istiyorum. Gelişen dünyada ortak
bir dil haline gelen verileri toplama, ölçümleme ve değerlendirme yaparak, çok
büyük çalışmaları, şekillerle, grafiklerle ifade eden, hizmete sunan bu
kuruluşumuz, turizmden sanayiye, fakirden zengine, sanayiden ticarete,
kültürden adalete, doğumdan ölüme, her şeye kadar, hemen her konuda bilgi veren,
bütün kurum ve kuruluşların hareket noktasını, yönünü belirleyen, bir ülkenin
direksiyonu konumunda olan bir kuruluşumuzdur. Bu kurumun hata payı çok
az olmalıdır. Çalışmaları, personeli, araç ve gereçleri, teknolojisi, bütçesi
önemsenmelidir. Ancak, her ay yayımlanan tüketici fiyat endeksi ve toptan eşya
fiyat endeksi yayımlandığında, hele hele son nüfus sayımındaki olaylar ve
keyfiyetler göz önüne alındığında, doğruyu bulmanın, hedefi tutturmanın
imkânsız olduğu anlaşılmaktadır. Değerli arkadaşlar, 2000
yılında ülke genelinde bir nüfus sayımı yapılmıştır. Daha önceki yıllar
itibariyle ülkemizde nüfus artışı binde 15 iken, son sayımda nüfus artış
hızımızın yılda binde 48 olarak çıkacağı görülüyor ve hemen hemen de neticeye
varılmak üzeredir. Değerli arkadaşlar, bazı
yerleşim birimlerinde hayali nüfus yazılmıştır. Gerçekte 3 milyon artış olması
beklenirken, nüfus artışı 9 milyon olmuştur. Böylece, 6 milyon nüfusun yok
sayılması gerekmektedir. Kabahat da bizim değildir, sorumlusu da biz değiliz. Sayın Bakan sorumluları
geçen yılki bütçe konuşmasında açıklıyor: "Devlet İstatistik Enstitüsü
Başkanlığı, yapılan nüfus sayımının genel yönetimi, usul ve ilkelerinin
konulmasından sorumludur. Nüfus sayımının sahadaki organizasyonu, illerde
valililerin başkanlığında, ilçelerde de kaymakamların başkanlığında belediye
başkanlarının da dahil olduğu bir komite tarafından yürütülmektedir."
Yani, sayım uygulamasından sorumlu olan ünite, sayım komiteleridir ve onun
başında ki, devletin o idarî birimdeki en büyük mülkî amiri olan valilerindir;
birincisi bu. İkincisi, Devlet
İstatistik Enstitüsü, 22 Ekim 2000 günü yapılan nüfus sayımında, yaklaşık 981
000 anketörü görevlendirmiştir. Müsaade buyurursanız, bu anketörler, Devlet
İstatistik Enstitüsünün elemanları değil, daha evvel eğitime tabi tutulmuş,
soru kâğıtlarının nasıl uygulandığı hakkında bilgilendirilmiş, eğitilmiş, belli
bir ücret karşılığında 1 gün istihdam edilen, tabiî ki, tamamı da, nüfus
sayımının yapıldığı yörenin insanı, çoğu da, oradaki kamu görevlileri ve
öğrencilerdir. Sayın Bakan
konuşmalarında, devamla: "Devlet İstatistik Enstitüsü, 23 ilde bölge
müdürü olan, Ankara'da oturan bir merkezî teşkilattır. Bütün Türkiye'de yapılan
nüfus sayımında, nüfus sayım komiteleri ve yerel yönetimlerin tamamı, nüfus
artırma istikametinde bir gayret içerisinde olursa, sağlıklı veriyi sahadan
toplayıp da, merkeze intikal ettirme imkânına, kesinlikle, sahip değiliz; ama,
değerli milletvekillerimiz, bir tek şeyden müsterih olmanızı istiyorum;
uyguladığımız yöntemle, Devlet İstatistik Enstitüsü, sahip olduğu teknolojinin,
demografi ilminin bütün olanakları ve imkânları kullanılarak, 2000 nüfus
sayımı, gerçek düzeyine ve sağlıklı veri alma niteliğine
kavuşturulacağını" diyor ve 2000 yılında yapılan bina sayımıyla ilgili veriler,
numaratajla ilgili veriler, bilgisayar ortamında değerlendirilerek, bu sayımın,
mutlaka, gerçek rakamlara ulaştıracağını sayın milletvekillerine arz ediyor. Sayın milletvekilleri,
önce şunu belirtmeliyim ki, hepimizin doğruların yanında olması gerekir.
Ayrıca, nüfus sayımı da, ülke ekonomisi için çok daha büyük önem arz
etmektedir. Şöyle ki, milletvekili sayısı buna göre belirleniyor. Belediye ve
il özel idare vergi payları buna göre belirleniyor. Okul, hastane gibi
yatırımlar buna göre yapılıyor. Gayri safî millî hâsılanın kişi başına
belirlenmesi, buna göre yapılıyor. Sayın Başkan, sayın
milletvekilleri; ülke genelindeki nüfus sayımı için numarataj çalışmalarına 6
trilyon lira harcanmıştır, 25-30 trilyon TL de diğer masraflara gitmiştir.
65-70 000 000 vatandaş evlerine hapsedilmiş ve ülkede 1 günlüğüne üretim,
ticaret vesaire tamamen durmuştur. Biz de çok önemli bir iş yapıyoruz; ama,
Sayın Bakanın ifadesiyle, ülkeyi teslim ettiğimiz valilere güvenemiyoruz,
belediye başkanlarına güvenemiyoruz, anketörler zaten yöre insanı, onlara hiç
mi hiç güvenmiyoruz. O zaman adama sormazlar mı, niye nüfus sayımı yaptın, bunu
iş olsun diye mi yaptın? Sayın Bakanın cevabı hazır: "Sorumluluk nüfus
sayım komitelerinindir; ama, merak etmeyin elimizde numaratajla ilgili veriler,
bina sayımıyla ilgili veriler var. Alan kontrolü de yapıyoruz. Biz nüfusu 5-6
000 000 aşağıya çekeriz. Nüfus artış hızımızı binde 48'den binde 15'e
indiririz." Sayın Bakanım,
valilerimiz, belediye başkanlarımız ve halkımız rencide edilmiştir. Yaklaşık 3
000 personeliyle hizmet veren bu önemli ve güzide kuruluşumuz, kan
kaybetmiştir. Önceki nüfus sayımında, yani, nüfus artış hızımız binde 15
çıktığında, bu insanlarımız görevli değil miydi! Doğrunun ve doğruların
yanında olmalıyız. Ancak, nüfus sayımından sonraki kontroller için ilimize
bizzat gelen Enstitünün Başkanı, yöre siyasîlerini ve kamu kuruluşlarının
tamamını zan altında bırakmıştır. Yapılan alan kontrollerinde yönetici
yaklaşımı gösterilmemiş, yanlış ve taraflı donatılarla hareket edilmiştir.
Dolayısıyla, açıklanacak sonuçlardan Kahramanmaraş halkı olarak büyük endişe
duymaktayız. Gelen arkadaşlar doğruyu bulmak için değil, nüfusu düşürmek için
gönderilmiştir. Bu kanıdayız. Sayın Başkanım, 1990 ve
1997 nüfus sayımlarında Kahramanmaraş belediye başkanıydım ve komitenin
içerisindeydim, anketörlerin çoğu da üniversite öğrencisiydi. Üniversite
öğrencileri "akşam sınavımız var, yarın vizelerimiz var" diyerek
anket formlarını bırakıp sayım alanlarını terk ettiler. Bizzat sayın rektörü
yatağından kaldırarak, üniversite yurtlarından öğrencileri topladım, sayımı
tekrar başlattım. Ancak, vakit geçmişti,
nüfus az çıktı. Benim kanaatim, 1997 sayımında, Kahramanmaraş'ta az nüfus
tespit edilmiştir. Bu konuda, biz, Sayın Bakanımızdan hassasiyet bekliyoruz.
1997'de az nüfus tespit edildiği için
2000 sayımı fazla çıkmıştır. Kanaatimizi belirttim efendim. Sayın Başkan, sayın
milletvekilleri; ülkenin istatistikî verilerini toparlayan, ölçümlerini yapan
bu kuruluş, siyasetten arındırılmalı ve daha geniş imkânlarla donatılmalıdır. İstanbul Sanayi ve
Ticaret Odasıyla, bilhassa TÜFE ve TEFE'deki farklılıklar ortadan
kaldırılmalıdır. Devlet İstatistik
Enstitüsünde 12 daire başkanlığı hizmet vermektedir. BAŞKAN - Efendim, son 40
saniyeniz var. ALİ SEZAL (Devamla) -
Tamam Başkanım. Bildiğim kadarıyla, bu
daireler arasında koordinasyon yoktur. Hazırlanan verilerde
halen 1994 yılı baz alınmaktadır. Bu veriler güncelleştirilmelidir. "MERNİS" diye
önemli bir projemiz var; bundan, yirmi yirmibeş yıldır bir netice alınamadı;
varsa, eksiklikleri giderilerek yaşama geçirilmelidir. Bu proje kapsamında,
doğan ve ölen nüfusta belli, tahsil durumu üniversite ve okullarda belli, iş
durumu kurumlarda belli, eğer ikametgâh değişikliklerini de takip edebilirsek,
zannediyorum, vatandaşları artık evlerine hapsetmeye gerek kalmayacaktır. BAŞKAN - Sayın Sezal,
teşekkür ediyorum. ALİ SEZAL (Devamla) -
Efendim, az bütçeden çok iş bekleyerek sayın parlamenterlerimizi saygıyla
selamlıyor, bütçelerin hayırlara vesile olmasını diliyorum. (AK Parti
sıralarından alkışlar) BAŞKAN - Efendim, şimdi
söz sırası, Şanlıurfa Milletvekili Sayın Yahya Akman'da. Efendim, bugün müsamaha
falan yok; çünkü, bir de kanun görüşeceğiz. AK PARTİ GRUBU ADINA
YAHYA AKMAN (Şanlıurfa) - Sayın Başkan, sayın milletvekilleri; 2002 yılı
Danıştay Başkanlığı bütçesi üzerinde söz almış bulunuyorum; bu vesileyle,
Grubum ve şahsım adına hepinizi hürmetle selamlıyorum. Danıştayın veya idarî
yargının sorunlarını genel yargı sorunlarından ayrı düşünmek, Türkiye'nin
geldiği noktayı ve adaletini de birbirinden ayrı düşünmek, kanaatimce yanlış
olur. Şunu ifade etmem
gerekiyor: Diğer sahalarda, yasamada, yürütmede ne kadar hukuk devleti
olabilmişsek yargıda da o kadar hukuk devleti anlayışını hâkim kılmışız demektir.
Demokrasi ve insan hakları standardımız diğer alanlarda ne kadar gelişmişse
yargı alanında da o kadar mesafe kat etmişizdir. Ekonomik ve sosyal hayatımız
ne kadar çağdaş dünyayla aynı seviyedeyse yargının seviyesi de aynı durumdadır.
Doğrusunu ifade etmek gerekirse, birçok sahada olduğu gibi yargı alanında da
karnemizdeki not geçer düzeyde bile değildir. Dileğimiz ve temennimiz, bu geçer
notun en iyi notla, pekiyi ile yer değiştirmesidir. Ülkeyi topyekûn bir
çıkmaz sokağın içerisine sürüklemiş olan 57 nci hükümetin icraatları elbette ki
yargıyı da etkilemiştir, bütün kurumlar bundan nasibini almıştır. Gerek
ekonomik gerek sosyal gerekse siyasî problemler, bugün, adaletimizi geri kalmış
ülkelerin gerisine götürmüştür. Yargı erki, şeklen de olsa her devlette vardır
ve her tarihte de var olagelmiştir; ama, adaletin varlığından söz edebilmek
için yargının bağımsız ve tarafsız olması gerekir; bu da demokratik ülkelerde
var olan bir şeydir. Tam anlamıyla demokratik bir ülke olamadığımızdan
yargımızla ilgili sorunlar da sürüp gitmektedir. Ekonomik kriz gibi, ne yazık
ki, 57 nci hükümet döneminde yargımız ve Adalet Bakanlığımız da çokça
tartışılmıştır. Gönül isterdi ki, bu tartışma, yaptığımız olumlu icraatlarla,
hukuk reformu alanında attığımız adımlarla ilgili olsun; ama, maalesef, gerek
Adalet Bakanlığımız gerek topyekün yargı, cezaevi olaylarıyla ölüm oruçlarıyla
yetersiz binalarda yargıçların önünde dağ gibi biriken dosyalarla verdikleri
mücadeleyle gündeme gelmiştir; aynı şekilde, geciken adaletin meydana getirdiği
sosyal olaylar, cinnetler ve intiharlarla gündeme gelmiştir; dahası, Avrupa
İnsan Hakları Mahkemesinin, ülkemiz aleyhine vermiş olduğu kararlarla ilgili
hükmedilen tazminatları, bu ülke bütçesinin ne oranda karşılayıp
karşılamayacağıyla ilgili gündeme gelmiştir. Avrupa İnsan Hakları Mahkemesinin,
bugüne kadar, aleyhimize 115, lehimize de 9 karar vermiş olduğunu ve 3 964
dosyamızın da orada beklemekte olduğunu söylersek, bunun ne kadar anlamlı
olduğunu ifade etmiş oluruz. Bütün bunlarla mücadele, Adalet
Bakanlığının bütçeden aldığı binde 8'lik payla mı yapılacaktır?! Bu siyasî
yapıyla, bu bütçe imkânlarıyla ve en önemlisi, bu idare anlayışıyla, nasıl ki,
iç ve dış borçlarımız bir kartopu gibi büyüdükçe büyüyor, korkarım ki,
önümüzdeki yıllar, adlî ve idarî yargımızın önündeki dosyaların da aynı şekilde
birikmesine neden olacaktır. Bu bütçe payıyla
adliyelerin bina ve diğer fizikî ihtiyaçlarının iyileştirilmesi, adalet
çalışanlarının gelir durumlarının düzeltilmesi, devletin tebligat pulu bulamama
ayıbından kurtarılması gibi nice sorunların çözüme kavuşturulması bekleniyorsa,
kanaatimce, nafile bir bekleyiştir. Değerli milletvekilleri,
yüksek yargı organlarımızdan biri olan Danıştayın üç görevi vardır; bunlardan
bir tanesi, birinci derece mahkemesi olarak dairelerin bakmış olduğu davalar ve
daha sonra Daireler Kurulunun, temyiz mercii olarak bakmış olduğu idarî
nitelikteki davalar; bir diğeri, idarî yargı alanlarında ve vergi
mahkemelerinde verilmiş olan kararların temyiz mercii olması; diğer birisi de
istişarî mahiyetteki bir kurul olmasıdır. Aslında, örnek almış olduğumuz
Fransız Danıştayıyla kıyasladığınız zaman tersten bir orantı söz konusu. Şöyle
ki: Bizim Danıştayımızda, mevcut dairelerden tam on tanesi dava dairesi
niteliğindeyken, sadece iki tanesi idarî işlerle ilgilidir; halbuki, mehaz,
alıntı yapmış olduğumuz Fransız Danıştayında, dairelerin üçte 2'si idarî
konularla ilgilenirken, sadece üçte 1'i dava dairesi niteliğindedir. Danıştayın iş yüküne
baktığımız zaman, toplam dava sayısının, Kasım 2001'de 77 791'e ulaşmış
olduğunu görüyoruz. Bunların, sadece personeli ilgilendiren dava kısmı, 27
313'tür. Eskiden, personel davalarına, sadece 5. Daire Bakarken, artan personel
davaları nedeniyle, bugün, iki daire bu işle ilgilenmekte; hatta, bunlar da
ihtiyaca cevap verememektedir. Bu yıl da, bu nedenle, vergi davalarına bakan 2.
Daire de aynı görev alanı içerisine alınmış; bundan sonra da, yeni daireler
kurulacak, muhtemelen elemanlar alınacak ve yine işin içinden çıkılamayacaktır.
Sadece Danıştayda 27 313
personel davasının olması, idare mahkemelerindeki davalarla birlikte, kamu
görevlilerinin belli bir oranının -önemli bir yüzdesinin- devletiyle davalı
hale gelmiş olmasının bir göstergesidir. Şimdi, ne mevcut binalar
yeterli ne de eklemeler ihtiyaca cevap verirken, siyasî mülahazalarla şişirilen
kadrolar bile ihtiyaca cevap veremez duruma gelmişken, bu durumda, eğer, biz,
ciddî önlemler almazsak, kadrolar vererek, yeni bina yaparak da bu ihtiyaca
cevap veremeyiz; bunu karşılayamayız; devleti, malî yönden sıkıntıya sokmaktan
başka da bir şey yapmış olmayız. Aslolan, göreve, işin ehlinin getirilmesidir.
Sağlık ve diğer zorunlu sebepler dışında, üst düzey elemanlar, iktidar değişse
de göreve devam etmeli; iktidarlar, siyasî memurlar, siyasî memurlar ise
devletin elemanlarıdır. Bu anlayış terk edilip, siyasî atamalar ve yer
değiştirmeler arttıkça, haksızlığa uğradığını ileri süren her görevli dava açar
ve bu yolla yargı yolu da aşındırılmış olur; aynı gün, göreve başlatılmış olan
insanlar, tekrar sürgüne gönderilirse, adalet de sulandırılmış olur. Sayın milletvekilleri,
atamalarda yapılmış olan yanlışlıklar, uygulanmayan yargı kararları, devlete
olan güvenin sarsılmasına neden olmaktadır. Alınan yolluklar, açılan manevî
tazminat davaları yoluyla devlet ciddî anlamda zarara uğratılmakta ve maalesef,
devlet, bu konularla ilgili yasal rücu hakkını da kullanmamaktadır. Sürgün ve haksız yere
işten atılma korkusu, kamu çalışanının şevkini kırmakta, dirayetli idareci
yerine, yağcı ve inisiyatif kullanmaktan âciz insanlar gelmektedir. Lütfen,
tutumumuzu değiştirelim; işin ehlini arayıp bulalım, ona sahip çıkalım;
bilenlerin yerine kolay kullanacaklarımızı aramayalım. Ondan sonra da,
aksamalar, gecikmeler varsa, nedenini tespit edip çözüm yollarını bulalım. İcra
ne yapacağını bilsin, yargı tarafsızlığını bilsin, yasama da kendine yakışanı
yapsın. Değerli milletvekilleri,
vergi mahkemelerindeki iş yükünün de hayli arttığını görmekteyiz. Elbette ki,
bu davalarda, hükümetin uyguladığı ekonomik politikaların doğrudan ve ciddî bir
bağlantısı vardır. Ülkenin içerisine düşürüldüğü ekonomik sefalet, maalesef,
kendini bir başka boyutuyla, vergi davalarının artması yönüyle de göstermiştir.
İdarî yargıyla ilgili belirtmem gereken kanaatimce önemli konulardan bir tanesi
ve idarî yargının kırık notlarından kabul edebileceğimiz konulardan bir tanesi
de, özellikle, son yıllarda karşılaşmakta olduğumuz, maalesef, siyasî ve
konjonktürel etkilerle verilmiş olan kararlar. BAŞKAN -Sayın Akman, son
40 saniye. YAHYA AKMAN (Devamla) -
Teşekkür ediyorum. Daha vahimi, bu siyasî ve
konjonktürel etkilerden uzak olarak kendi vicdanî kanaatiyle karar veren
değerli yargıçların da, maalesef, sürgünlere tabi tutulması, bu uygulamanın
hâlâ yakın tarihlere kadar devam ediyor olması, kanaatimce, belki, idarî yargı
alanında değinebileceğim en önemli konulardan bir tanesidir. Ben, bütün bunlara
rağmen, tam demokratik, yargısı gerçekten bağımsız, hâkimleri, savcıları ve
adliye çalışanları geçim derdinde olmayan bir Türkiye'de ve adaletinden para
esirgemeyen bütçelerde buluşmak dileğiyle, Yüce Heyetinizi saygıyla selamlıyor,
önümüzdeki ramazan bayramının ve ramazanın bütün vatandaşlarımız için hayırlara
vesile olmasını Yüce Allah'tan temenni ediyor, saygılar sunuyorum. (AK Parti
sıralarından alkışlar) BAŞKAN - Sayın Akman'a
teşekkür ediyorum efendim. Şimdi, söz sırası Doğru
Yol Partisi Grubunda. İlk sözcü, Hatay
Milletvekili Sayın Mehmet Dönen. (DYP sıralarından alkışlar) 10 dakika değil mi? MEHMET DÖNEN (Hatay) -
Arkadaşlar ikişer dakika veriyor Sayın Başkan. BAŞKAN - Vallahi
bilmiyorum, Grubunuzun 30 dakikası var. DYP GRUBU ADINA MEHMET
DÖNEN (Hatay) - Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; bugün, burada, ülkemiz
için çok önem taşıyan Dış Ticaret Müsteşarlığımızın 2000 yılı kesinhesabını ve
2002 yılı bütçesini görüşmekteyiz. Tabiî, burada, Türkiye,
çok önemli bir kriz yaşamakta ve bu kriz ortamından daha çıkamamış durumdayken,
dış ticareti görüşmek, hükümetin dış politikasını görüşmek çok önem
taşımaktadır. 2000 yılına geldiğimizde, Türkiye, kur çıpasına dayalı bir
ekonomik politika uygulamaya başladı. O zaman bu politikayı uygulayanlar,
Türkiye'nin reel sektörünü, Türkiye'nin üretim sektörünü tam olarak analiz
edememişlerdi. Yani, o zaman, iktidar, Türkiye'nin koşullarını bilmeyen bir iktidar
olarak ortaya çıktı. Bunu, biz, her vesileyle söyledik. Bakın, kur çıpasını temel
alan bir program, bir müddet sonra ithalatı patlattı, ihracatı göreceli olarak
aşağı çekti. Doğal olarak, reel sektörün, yani, üretim sektörünün en önemli
avantajı olan kur avantajını elinden aldı bu hükümet. Reel sektörün kur
avantajını elinden aldığı için; çünkü, Türk reel sektörü, ihracat yapabilmek
için kur avantajını kullanmak zorundaydı... Teknolojik olarak dünyada rekabet
gücüne sahip olmayan bir ekonominin elinden kur avantajını da aldığınız zaman,
o üreten ekonomi, üretemez olur. İşte, 2000 yılında uygulanan ekonomik
politika, önce 2000 yılının kasım ayında, sonra da 2001 yılının şubat ayında,
hepimizin şahit olduğu o büyük krizlerle sonuçlandı. Değerli arkadaşlarım,
iktidar milletvekili birçok arkadaşımızdan dinliyoruz, bu krizin, geçmiş
hükümetlerin uyguladığı politikalardan kaynaklanan kriz olduğunu
söyleyegelmektedirler. Bunu uzatmak mümkün; yani, Osmanlıdan, cumhuriyetin
devraldığı Düyunu Umumiye borçlarına kadar uzatabilirsiniz; ama, bakın, 2000
yılına geldiğinizde, Türkiye'nin gayri safî millî hâsılası 200 milyar dolar,
fert başına düşen millî geliri 3 000 dolar. Uyguladığınız kur çıpasına dayalı
ekonomik programın çökmesiyle birlikte oluşan krizden sonra bu yılın, 2001
yılının sonunda, Türkiye'nin millî geliri 150 milyar dolar olup, fert başına
düşen millî gelir 2 200 dolarlar seviyesine düştü; yani, bu program, Türk
Milletini 50 milyar dolar daha fakirleştirdi, fert başına 800 dolar daha
fakirleştirdi. Bu, gayet net. Bu kur politikası
sonucunda bankaların 45 katrilyon hasarı tespit edildi, Hazineden bu 45
katrilyon lira verildi. 30 katrilyonu kamu bankalarına, 15 katrilyonu da fona
alınan bankalara bu hasar sonucunda bir bedel ödedi bu millet. İkincisi, millî gelir 50
milyar dolar düştü. Nereden bakarsanız 125 katrilyon, bu krizin, ülkenin
gerçeğini göremeyen hükümetin eliyle yarattığı bu krizin faturası var. Şimdi, 125 katrilyonluk
bir hasarı, sizin, geçmiş hükümetlerin verdiği esnaf kredilerine, çiftçi
kredilerine bağlama şansınız yoktur, buna, kimseyi inandıramazsınız. Siz, ne
kadar kredi verirseniz verin, 125 katrilyon krediyi çiftçiye, esnafa yirmi yıl
verseniz, hibe etseniz, hiç geri almasanız yine de fazla gelir; yani, bu
hükümetin uyguladığı krizin faturası budur. Bunun altını çok kalın çizgilerle
çizmek gerekir. Bundan daha geriye gitmeye gerek yoktur. Değerli arkadaşlarım,
tabiî, geçmişte de kriz yaşandı. Bu iki krizi, çok ciddî anlamda karşılaştırmak
gerekir. Biz, 5 Nisanda yaşanan krizden sonra, uyguladığımız ekonomik politika
gereği, Türkiye'de yüzde 30 ilâ yüzde 56 oranında -bazı aylar yüzde 56'ya
ulaşan, bazı aylar yüzde 30'a ulaşan- ihracat artışı sağladık; buna karşın,
ithalatta, yüzde 10 ilâ 15 arasında bir gerileme oldu; o ekonomik kararlar
sonucunda oluşan yapı buydu. 2001 yılında, şubat ayında alınan kararlar
sonucunda, ihracatımız, ancak yüzde 10 ilâ 15 oranında artabildi; ama,
ithalatımız yüzde 30'ların üstünde azaldı. Niye; çünkü, o hasar gören, kapanan
fabrikalar üretemez olmuştu; işte, rakamlar bunu gösteriyor; yani, hammadde ve
aramadde ithal eden üretim sektörleri, artık bunları ithal edemez hale
gelmişlerdir. Kısacası, bu iki krizin önemli farkı bu; birisi, özellikle
ihracatı artırıcı, ithalatı çok az bir biçimde gerileten bir sonuç vermesine
rağmen, diğeri tam tersi bir sonuç vermiştir. Bu da, uygulanan ekonomik
politikanın oluşturduğu hasarın çok net bir göstergesidir. Değerli milletvekilleri,
tabiî ki, bugün, içinde bulunduğumuz koşullarda krizden çıkmak çok kolay değil.
Bu krizden çıkabilmenin temel koşulu, üretmektir; önce, hasar gören bu
kurumları ayağa kaldırmaktır; o da yetmez, daha sonra da, Türkiye'yi daha çok
üreten ve daha çok ihraç eden ülke haline getirmektir. Şimdi, burada, bazı
örnekler vermek istiyorum. Bugün, nüfusu 10 000 000 olan Belçika, 250 milyar
dolar mal ve hizmet üretmekte ve bunun yüzde 70'ini ihracata yönlendirmektedir.
Yine, nüfusu 15 000 000 olan Hollanda, 368 milyar dolarlık mal ve hizmet
üretmekte, bunun yüzde 53'ünü, yani 201 milyar dolarını ihracata
yönlendirmektedir; ama, Türkiye, ürettiği mal ve hizmetlerin ancak yüzde 18'ini
ihracata yönlendirebilmektedir. Kalkınmasını ve zenginleşmesini ihracata
bağlamış, ihracat yoluyla kalkınmayı ve zenginleşmeyi benimsemiş bir ülkenin
ihracatta başarılı olabilmesinin göstergesi, ürettiği mal ve hizmetlerinin
yüzde 30'unu ihraç edebilir halde olmasına bağlıdır. Değerli arkadaşlarım,
tabiî, burada, çok kalın çizgilerle, bir konunun daha altını çizmek istiyorum.
Son zamanlarda, gümrük birliğiyle ilgili çok ciddî tartışmalar var. Gümrük
birliği, özellikle, Türk ekonomisini, Avrupa normlarında, rekabete açık ve
rekabet edebilir hale getirmek için atılan bir adımdır. Özellikle, o zamanın
yöneticilerinin dünya ufku çok farklıydı. Niçin bu Gümrük Birliği Anlaşması
imzalandı; Türkiye'nin, özellikle, Avrupa'ya mal satmak isteyen Uzakdoğu
sermayesinin gelmesine çok müsait bir ülke haline getirilmesi gerekirdi. Bunun
da, o dönemde, çok önemli işaretlerini aldık. Toyota Türkiye'de yatırım yaptı,
arkasından Mazda, arkasından yine Güney Kore'den Hyundai Türkiye'de yatırım
yapmak için sıradaydı. Toyota'nın açılışında, hiç unutmuyorum, Toyota grubunun
başkanının bir sözü var: "Ben, Türkiye'nin geleceğine yatırım
yapıyorum" diyordu; ama, biz ne bilelim, bizden sonra, ufku çok dar olan,
ülkeyi krizden krize sürükleyen, bırakın dışarıdan Türkiye'ye yatırım yapmak
için gelmeyi, Türk yatırımcılarını dışarıya kaçıran bir anlayışın iktidar
olacağını; onu, o gün öngöremedik doğrusu. İşte, bugün, Avrupa gümrük
birliğinin zararı varsa, bu krizden krize sürükleyen iktidarın uyguladığı
politikaların bir sonucudur. BAŞKAN - Sürenizin son 50
saniyesi efendim. MEHMET DÖNEN (Devamla) -
Sayın Başkan, çok az bir süresini alıyorum arkadaşlarımın. BAŞKAN - Hayır, ben
bilmem efendim; 30 dakikayı bölüyorum bugün, hiç kimseye müsamaha etmeyeceğim.
Borç yiyen kesesinden yer. AYDIN TÜMEN (Ankara) -
Sayın Başkan, pek müdahale etmek istemiyoruz; ama Sayın hatip, ufku dar gibi... MEHMET DÖNEN (Devamla) -
Dar tabiî; yani ufkunuz çok geniş mi Allahaşkına? AYDIN TÜMEN (Ankara) -
Çok dardı da... Elinizdeki imkânları alıp gümrük anlaşmasıyla verdiniz çok
rahatlıkla ve bu duruma getirdiniz ve bunu inkâra çalışıyorsunuz. MEHMET DÖNEN (Devamla) -
Ben sözümü şey... TURHAN GÜVEN (İçel) -
Sayın Başkan, dakikalar gidiyor, müdahaleyi menedin. MEHMET DÖNEN (Devamla) -
Ben bunu çok severim... Gümrük Birliği
Anlaşmasını imzaladığımız günün ertesi yılı, sizler gibi Türkiye'de,
Türkiye'nin özellikle yabancı üretimler karşısında hiçbir rekabet gücü
olmadığını söyleyenlere bakın, söyleyenler oldu o dönemlerde. NEVZAT ERCAN (Sakarya) -
Aklı ermez. MEHMET DÖNEN (Devamla) -
Ama hemen sonra... AYDIN TÜMEN (Ankara) -
Aklı erenler bu duruma getirdiler Sayın Başkan. MEHMET DÖNEN (Devamla) -
Sayın Grup Başkanvekili, hemen sonraki rakamlara bakın. Türkiye, o dönemde
ihracatta... AYDIN TÜMEN (Ankara) -
1994'te krizin içine sokuverdiler Sayın Başkan. BAŞKAN - Kızmayın
efendim, bütçe böyle müzakere olur, ölü toprağı serilmiş gibi olacak değil,
birisi sevecek biri... Yok efendim... TURHAN GÜVEN (İçel) -
Güne göre değişiyor Sayın Başkan. BAŞKAN - O benim
takdirimdir. MEHMET DÖNEN (Devamla) -
İhracatta yüzde 30 ilâ yüzde 56 oranında bir büyüme sağladı. Türkiye, yüzde 8
büyümeyle OECD ülkeleri arasında birinci oldu. TURHAN GÜVEN (İçel) - Bir
gün öyle, bir gün böyle... BAŞKAN - Hiç, karşılıklı,
münazarasız bütçe görüşmeleri gördünüz mü? MEHMET DÖNEN (Devamla) -
Bakın, hemen Gümrük Birliği Anlaşmasının sonrasında... TURHAN GÜVEN (İçel) - Her
sabah kalkışa göre olmaz. BAŞKAN - Güzel, güzel;
uğraşmayın. MEHMET DÖNEN (Devamla) -
Sayın Başkan, 2 dakikamı çaldılar. BAŞKAN - Tabiî efendim,
ben bakıyorum, siz... Aktivite getirdi Sayın Dönen. AYDIN TÜMEN (Ankara) -
Elinizdeki imkânları seçim uğruna teslim ettiniz ya o zaman; şimdi, Türkî
Cumhuriyetlerde sıkıntı çekiliyor, niye bunu öngöremediler, ufukları bu kadardı
Sayın Başkan. BAŞKAN - Evet efendim. Sayın Dönen, siz devam
edin efendim. MEHMET DÖNEN (Devamla) -
Değerli milletvekilleri... BAŞKAN - Siz
söyleyeceksiniz, onlar cevap verecek; siz hep alıştınız dikensiz gül bahçesine,
muhalefet yok, iktidar konuşmuyor, olur mu öyle şey. MEHMET DÖNEN (Devamla) -
... buradan atılan sözler de çok iyi göstermektedir ki, bu arkadaşlarımızın
ufku dünyadaki gelişmeleri göremeyecek kadar hakikaten dar. (DYP sıralarından
alkışlar) Bu dünyadaki gelişmeleri
göremeyen, bu ufuklara erişemeyen siyasal iktidarların Türkiye'yi yönetme şansı
yoktur. Şimdi geliyorum değerli
arkadaşlarım, Türkiye'de kısa dönemde... AYDIN TÜMEN (Ankara) -
Sayın Başkan, Sayın Başkan... MEHMET DÖNEN (Devamla) -
Dinle, biraz dinlemesini öğren Sayın Başkanvekili... AYDIN TÜMEN (Ankara) -
Dinliyorum. MEHMET DÖNEN (Devamla) -
Dinlemesini... Sen Grup Başkanvekilisin burada... AYDIN TÜMEN (Ankara) -
Evet, grup başkanvekiliyim... MEHMET DÖNEN (Devamla) -
Grup başkanvekili böyle laf atmaz. BAŞKAN - Sayın Dönen, siz
Genel Kurula hitap edin... AYDIN TÜMEN (Ankara) -
Sizi dikkatle dinliyorum... MEHMET DÖNEN (Devamla) -
Atmaz grup başkanvekili laf... BAŞKAN - Sayın Dönen, siz
Genel Kurula hitap edin efendim... AYDIN TÜMEN (Ankara) -
Laf atmıyorum; ama, üslubunuza dikkat etmenizi söylüyorum. BAŞKAN - Yönünüzü o
tarafa dönmeyin. Genel Kurula hitap ederseniz, cevap almazsınız. Usul böyle
biliyorsunuz. AYDIN TÜMEN (Ankara) -
Sizi kibarlığa davet ediyorum sayın sözcü. MEHMET DÖNEN (Devamla) -
Neye davet ediyorsunuz?! BAŞKAN - Düelloya(!) AYDIN TÜMEN (Ankara) -
Kibarlığa... MEHMET DÖNEN (Devamla) -
Yahu, bunlar bu ülkeyi yönetmek... Değerli arkadaşlarım,
bugün, Türkiye'de, üretim ile ihracatı birbirinden ayırmak mümkün değildir.
Eğer, geldiğimiz bu süreç içerisinde, Türkiye, bu krizlerden kurtulmak
istiyorsa, acil önlemler alması gerekir. Kur politikasını gerçekçi bir kur
politikası haline döndürmesi gerekir; çünkü, kur politikasını gerçekçi bir
anlamda uygulamaya sokmazsanız, ithalatı daha pahalı hale getirirseniz, işte,
bugünkü üreten sektör, ara ve hammadde ithalatını daha pahalı yapacağı için,
ihracat şansını da büyük ölçüde engellersiniz. İkincisi, Eximbank
kaynaklarının daha aktif olarak kullanılması gerekir. Bu da yetmez, bugün
ticarî faaliyet gösteren ticarî bankaların, özellikle mevduat karşılığı
munzamların, Merkez Bankasındaki munzamların bir kısmını kullanarak, Türk reel
sektörüne çok önemli kaynakların aktarılması gerekir. Bunların, hemen, gün
geçirilmeden, KDV ödemelerinin gecikmeden, hemen ödenmesi gerekir. Tüm bunların ötesinde,
bugün gelişmekte olan, liberalleşmekte olan Türk dışticaretini, yeniden,
üretimle birlikte ele alacak bir ekonomi bakanlığı çerçevesinde, Dış Ticaret
Müsteşarlığını yeniden yapılandırmak lazım; yani, Dış Ticaret Müsteşarlığımızın
bağlı olduğu bakanlığı, hem reel sektörü organize edecek hem bu reel sektörün
kaynak ihtiyacını, finansman ihtiyacını hem teknolojik ihtiyaçlarını karşılayabilecek;
yani, kısacası işadamlarımızın girdiği zaman bütün ihtiyaçlarını görebileceği
bir yeni bakanlık organizasyonuna döndürmek gerektiği kanısındayım. BAŞKAN - Sayın Dönen,
teşekkür ederim. MEHMET DÖNEN (Devamla) -
Özellikle bir konuyu söyleyerek bitirmek istiyorum. Bugün, Türkiye, artık,
Amerika Birleşik Devletleriyle masaya oturduğu zaman kotaların kaldırılmasını
konuşmamalı, artık, özellikle 11 Eylülden sonra, hemen Amerika Birleşik
Devletlerine gidip, onlarla serbest ticaret anlaşması yapan Ürdün Kralı gibi,
Türkiye'nin, daha büyük düşünerek, Amerika Birleşik Devletleriyle, oturup
serbest ticaret anlaşması yapacak koşulları oluşturması gerektiği kanısındayız. Hepinize saygılar
sunuyorum. (DYP sıralarından alkışlar) BAŞKAN - Sayın Dönen,
teşekkür ediyorum. AYDIN TÜMEN (Ankara) -
Sayın Başkan, sözün güzeli, söyleyenin doğru olarak söylediği, dinleyenin de
yararlandığı sözdür; ama, sayın hatipten bunu göremedik. BAŞKAN - Doğrudur
efendim. Zaten bu Meclisi idare
etmek çok zor; çünkü, birçok milletvekili arkadaşımız bakanlık yaptığı için
birbirini beğenmez. Şimdi, söz sırası,
Denizli Milletvekili Sayın Kemal Aykurt'ta; buyurun efendim. DYP GRUBU ADINA MUSTAFA
KEMAL AYKURT (Denizli) - Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; sözlerime
başlarken, şahsım ve Grubum adına, Yüce Heyetinizi saygıyla selamlıyorum. Tapu ve Kadastro Genel
Müdürlüğü ve Danıştay Başkanlığı bütçesi üzerinde görüşlerimi arza başlamadan
evvel, gazetelere yansıyan, kamuoyuna yansıyan, Tapu ve Kadastro Genel
Müdürlüğünde yükseklere çıkan bir yolsuzluğu huzurlarınıza getirmek istiyorum. "Beş yıl sürecek
olan ve 150 milyon dolarlık toplam bedeliyle, sektörün en büyük projeleri
arasına giren Tapu Kadastro Bilgi Sistemi Projesini, HAVELSAN hayata
geçirecek" diyor haber. "Devlet Bakanı Sayın
Şuayıp Üşenmez'e bağlı Tapu ve Kadastro Genel Müdürlüğü, bugünlerde Bilgi
Sistemi (TAKBİS) ihalesini konuşuyor. Yazılım programının yanı sıra, toplam 8
500 adet de bilgisayar teminini içeren ve üç aşamalı ihale, Başbakanlık Teftiş
Kurulu müfettişlerince mercek altına alındı. İlk değerlendirmede de ihalede
bazı usulsüzlükler yapıldığı ortaya çıktı. Buna göre, Devlet Bakanı
Sayın Üşenmez'in okul arkadaşı olan Tapu ve Kadastro Genel Müdürü Necdet Poyraz
ve yine, Üşenmez'in Maden Tetkik Aramadan getirerek daire başkanı yaptığı
Recai Boynukalın eleştirilirken, iş,
HAVELSAN Firmasına 10 trilyon liraya bağlanmasına rağmen, aynı işi 7 trilyon
liraya yapmayı öneren TÜBİTAK'ın dikkate alınmadığı belirlendi. Yapılan değerlendirmede
üç aşamadan oluşan işin, ilk iki aşamasının Türk Lirası ve Amerikan Doları
bazında bağlanmasına rağmen, üçüncü aşamanın doğrudan dolar bazında sözleşmeye
bağlanmasıyla, işin sonuç noktasında maliyetin 50 trilyon liraya kadar çıkacağı
hesaplandı. Bu duruma, Maliye Bakanlığı ve Tapu ve Kadastro Genel Müdürlüğü
bürokratlarının uyarılarının da dikkate alınmadığı tespit edildi. Bu arada, işin müteahhidi
olarak görülen HAVELSAN'ın da, bazı işleri, aynı ihalede yarıştığı Üçer
Firmasına sipariş ettiği ortaya çıktı. Bu değerlendirmeler
sonuçlanmadan da ihalenin bağlandığı firmaya 1 trilyon 597 milyar lira usulsüz
avans ödemesi yapıldığı tespit
edildi." Değerli arkadaşlarım,
Tapu ve Kadastro Genel Müdürlüğü bütçesinin görüşülmesinde böyle bir olayı
anlatmaktan fevkalade ıstırap duymaktayım. Bilindiği gibi, 154
yıllık mazisi olan Tapu ve Kadastro Genel Müdürlüğü, gayrimenkul mülkiyetinin
ve ona bağlı hakların teminatı olan tapu sicillerinin genel güvenini sağlayıcı
nitelikte olup, devletin sorumluluğu altında olan bu kurum, bugün bu haldedir. NAZİF OKUMUŞ (İstanbul) -
Sayın Aykurt, olay mı anlattınız, gazete kupürü mü okudunuz? MUSTAFA KEMAL AYKURT
(Devamla) - Müstenidatı da var. NAZİF OKUMUŞ (İstanbul) -
Anlatın da dinleyelim. MUSTAFA KEMAL AYKURT
(Devamla) - Eğer merak ederseniz, müstenidatını size veririm, siz de
aydınlanırsınız ve bana iştirak edersiniz. Ha, savunuyorsanız; o, tabiî, sizin
kendi takdirinize taalluk eden bir olay. NAZİF OKUMUŞ (İstanbul) -
Polemik yapma... Anlatın da dinleyelim. BAŞKAN - Efendim,
karşılıklı konuşmayalım. MUSTAFA KEMAL AYKURT
(Devamla) - Ayrıca, Dünya Bankası kredisiyle yürütülen proje olan ve kısaca
MERLİS adını taşıyan Marmara Deprem Bölgesi Arazi Bilgi Sistemi Projesi
çalışmaları da askıya alınmış durumdadır. Bu projeye ayrılan kaynaklar,
öncekiler gibi, har vurup harman mı savrulacaktır diye merak ediyoruz. Değerli milletvekilleri,
şu anki Tapu ve Kadastro Teşkilatının olanaklarından kaynaklanan
yetersizlikleri, yetersizlikler derken de şunu vurgulamak lazım; hükümetin
varlığı bu yetersizlikleri çözmek için vardır, aslında öyledir ve bu
yetersizlikleri çözemeyenler için söylenecek tek söz, bizzat kendilerinin de
yetersiz olduğudur. İşte, buna çarpıcı bir
örnek verelim. Tarım Bakanlığının, Doğrudan Gelir Desteği Projesiyle
başlattığı, 200 dönüme kadar arazisi olan köylüye vereceği destek, yeterli Tapu
Kadastro elemanı olmadığından dolayı, pek çok yerde arazi tespitleri
yapılamamış, zaten zor durumda olan çiftçimiz, bir defa daha mağdur edilmiştir.
Değerli milletvekilleri,
vaktin kısalığı sebebiyle özetliyorum. Bu konuları geçtikten sonra, Danıştay
bütçesi üzerinde görüşlerimi birkaç satırla ifadeye çalışayım. Sultan Abdülaziz'in 5
Mart 1868 tarihli iradesiyle kurulmuş olan Danıştay, o günkü ismiyle Şûrayı
Devlet, 10 Mayıs 1868 tarihinde görevine başlamıştır; yani, Danıştay, kökleri,
devletin mutlakiyet, meşrutiyet ve cumhuriyet dönemlerini kapsayan,
imparatorluğun yıkılışına ve cumhuriyetin kuruluşuna tanık olmuş, uzun
geçmişiyle idarî ve yargısal hizmetlerden engin deneyimler kazanmış ve
yüzotuzüç yıllık tarihi olan anayasal bir kuruluştur. 2575 sayılı Kanunla görev
ve yetkileri belirtilen Danıştayın yargı görevinin yanı sıra, danışma ve
inceleme olarak görevleri de tanımlanmasına rağmen, günümüzde de, görevleri,
halen, hepimizin bildiği gibi tartışmalıdır.
Danıştay dediğimiz zaman
öncelikle anlaşılır kavram, idarî yargılama olduğudur. Devletin görevi,
tarafların menfaatları arasında uygun dengeyi sağlamaktır. Sağlanacak bu
dengenin enstrümanlarıysa, bağımsız yargı mekanizmalarıdır. Adalete ulaşmak ve
adaletli karar vermekse, yüzyılın sorunu haline gelmiştir. Adaletin, güvenlik,
rasyonalite, genel iyilik, eşitlik, herkesin payına düşeni verme gibi içeriği
devam etmektedir. Hukuk düzenini sağlamak, bizzat devlet otoritesi tarafından
yerine getirilen işlemlerin sorgulanmasını gündeme getirir; çünkü,
uyuşmazlıkların, sadece tarafları değil, aynı zamanda toplumu ilgilendiren bir
boyutu da vardır. Hukukçu Clain'in dediği gibi "yargılama, toplumsal
sorunların aşılmasına hizmet eden bir refah aygıtıdır ve sonucu kamu
yararıdır." Bu açıdan bakıldığında,
görevi kamu yararı yaratması esası olan Danıştayın kararları, idareye ve idarî
faaliyetlere muhatap kişilere, hukukun ne olduğunu gösterebilmesi anlamında
özel bir önem taşımaktadır. Yargılama sürecindeki
farklılıklar ve bu farklılıkların izahsızlığı, Danıştaya yönelik eleştirilere
dayanak teşkil etmektedir. Özellikle kamu personeline ilişkin mevzuatın
uygulanmasından doğan davalarda, Danıştayın, kararlarında tarafsız ve objektif
olmadığı konusundaki yaygın kanaat,
halk arasında da belirgindir. Değerli arkadaşlarım,
söyleyeceklerimiz vardı; ama, zaman doldu. Her şeye rağmen, hem Tapu
ve Kadastro Genel Müdürlüğü bütçemizin hem de Danıştay bütçemizin, ülkemize ve
kurumlara hayırlı, uğurlu olmasını diliyor, Yüce Heyetinizi saygıyla
selamlıyorum. (DYP sıralarından alkışlar) BAŞKAN - Efendim,
teşekkür ediyorum. Doğru Yol Partisi Grubu
adına, Batman Milletvekili Sayın Faris Özdemir; buyurun efendim. (DYP
sıralarından alkışlar) DYP GRUBU ADINA FARİS
ÖZDEMİR (Batman) - Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; hepinizi saygıyla
selamlıyorum. Bu kürsüyü sık sık
kullanan bir arkadaşınız değilim. Bazı duygularımı bugün yine sizinle paylaşmak
için huzurunuzdayım. Değerli milletvekilleri,
bazı kurumlar vardır, kamuoyu ve halkımız bunların işlevlerini yeteri kadar
bilmez, tanımaz. Mevcut iktidarlar ise bu kurumları ya fazla önemsemez ya da
önemser gibi görünür; ama, gelişmelerine katkıda bulunmaz. Bazen de, olağandışı
olaylar ve gelişmeler, bu tür kurumların önemini ortaya koyar; örneğin, Marmara
depremi gibi... Sivil Savunmanın, Avrupa Birliğine girişte Devlet İstatistiğin
önemini, bakar görmez gözlere bir kez daha dikte eder. Yetmişbeş yıldır kıt
olanaklarla ve 1940'lar yöntemleriyle devlete hizmet etme çabasında olan Devlet
İstatistik Kurumunun bütçe içindeki payı, iş olsun, adres belli olsun
zihniyetinin tipik bir örneğidir. Böyle az imkânlar ve demode tekniklerle
hizmet gören kurum, elbette ki, geleceğin Türkiyesine hitap edemez. Bir de bu
kurumlara siyaset müdahale ederse, bir dizi suiistimal, dedikodu, güvensizlik
ortamı oluşur. Son nüfus sayımının
sağlıklı olmadığı, 6-7 milyon gibi hayalî bir artışın söz konusu olduğu, bu
illere heyetler gönderildiği halde hiçbir düzeltme yapılmadığı, işlemin yerinde
incelenmediği kamuoyunca bilinmektedir. Bu konuda ne Bakanın ne de kurum
yetkililerinin bir açıklama yapamaması "ateş olmayan yerden duman
çıkmaz" atasözünü haklı bir zemine oturtmaktadır. Yine, yandaş
belediyelere usulsüz destek verildiği fısıldanırken Bakanın ve kurumun resmî
açıklama yapamaması, nüfusu haksız yere düşürülenlerin Danıştaya iptal davası
açma korkusunu akla getiriyor. "Üniversitelerdeki bilim adamları,
araştırma yapmak için, Devlet İstatistik Enstitüsüne başvururken kendilerinden
para isteniyor mu?" sorusu cevap bekliyor. Yine, kurumda görev yapan
geçici personel on yirmi yıldır ana kadroya neden alınmamaktadır? Yine, mevcut
iktidar, sosyolojik ve ekonomik sorunların çözümüne katkıda bulunacak araştırma
verilerini bu kurumdan neden istemiyor? Güneydoğu illerindeki birçok köyden
değişik gerekçelerle, kent il merkezlerine zorunlu göç etmiş insanların
sosyolojik, ekonomik durumuyla ilgili, Devlet, İstatistikî bir çalışma yapıyor
mu? Boşaltılmış köylere geri dönüşle ilgili istatistik bir çalışma var mı?
Hepsinden önemlisi, il nüfusuna bu vatandaşlar eklenmiş mi; yoksa, bu
insanlarımız "ne yaşar ne yaşamaz" durumunda mı? Sayın milletvekilleri, 11
Eylül terörüyle Afganistan'a yapılan müdahale, yeni değişim ve gelişmeleri
gündeme taşırken, Filistin'deki olaylarla, Irak'a karşı olası bir harekatla
dünya haritası yeniden şekillenmeye yüz tutmuşken, görüştüğümüz 2002 bütçesi,
bu tür tezlere ne kadar uyumludur ya da uyumsuzdur? İşin acı ve vahim tarafı,
bir milletin, bir yıllık iaşesinin planı yapılırken, milletimizin gündeminde
umutsuzluk ve çaresizlik vardır. Duyarsız iktidarın "ben yaptım oldu"
umursamazlığı millet ile hükümet arasına demir parmaklıklar germektedir; tıpkı,
Başbakanlık önü gibi... Bir olayı daha
gündeminize taşımak istiyorum. Güneydoğu Anadolu'ya aktarılan 50 trilyonluk
ekonomik paket, yeterli istatistik yapılmadığı için, adaletli bir şekilde
dağıtımı yapılamamıştır. İhmal ve vurdumduymazlık, yatırım sahiplerini ikinci
bir borç batağına sürüklemiştir. Yapılan tüm bürokratik işlemler boşa gitmiş,
birçok firmanın dosyası Hazine tarafından haksız yere iade edilmiştir. Açlıktan bebekler
ölürken, insanlar kendini yakarken, benim, sadece Devlet İstatistik Enstitüsü
bütçesinden bahsetmem trajikomiktir. İşin doğrusu, halkın da bu görüşlerimi
dinlediğinde "adam sen de" demesi de fazla haksız değildir. Milletin
bir vekili, sesi olmak da "kendi söyler, kendi dinler" konumunda
olmam da bana acı ve hüzün veriyor değerli arkadaşlarım. Bu duygularla, 2002
bütçesiyle ilgili söyleyeceklerimi tarihe bir dipnot, Meclis tutanaklarına bir
şerh olarak düşürmeyi, Yüce Heyetinizi şahit tutarak diyorum ki: 2002
bütçesinden ne kadar para hortumlanacak? Hangi kalemlerden, yandaşlara peşkeş
çekilecek? Bu bütçenin matematiksel sorumluluğuna, ne kadar siyasal sorumluluk
eklenmiştir? Bürokratların planladığı, rakamlara döktüğü bu bütçeyi, Sayın
Ecevit ve yandaşları inceledi mi; yoksa, sadece, sindirimle ilgili tartışma mı
yapıyor? Maliye Bakanı ile Derviş aynı hisleri mi paylaşıyor? Maliye Bakanı,
içine sindiremediğini söyledi de, Sayın Derviş, hâlâ görüşlerini açıklamadı.
Ama, bir şey biliyoruz. 2002 bütçesi, tarihe, IMF bütçesi olarak geçecek ya da
Derviş'in bütçesi diye ima edilecek. Hepinize saygılar
sunuyor, millet adına, bu bütçeyi içimize değil, ruhumuza, şanlı tarihimize ve
geleceğimize yakıştıramıyor, kabullenemiyoruz. Bu duygu ve düşüncelerle,
Heyetinizi saygıyla selamlıyorum. (DYP, SP ve AK Parti sıralarından alkışlar) BAŞKAN - Sayın Özdemir,
teşekkür ediyorum efendim. Şimdi, söz sırası Anavatan
Partisi Grubunda. Anavatan Partisi Grubu
adına, Hakkâri Milletvekili Sayın Mecit Piruzbeyoğlu; buyurun efendim. (ANAP
sıralarından alkışlar) ANAP GRUBU ADINA MECİT
PİRUZBEYOĞLU (Hakkâri) - Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; 2002 yılı Dış
Ticaret Müsteşarlığı ve Devlet İstatistik Enstitüsü bütçeleri üzerinde,
Anavatan Partisi Grubunun görüşlerini arz etmek üzere söz almış bulunuyorum;
şahsım ve Grubum adına, Yüce Meclise en derin saygılar sunarım. Değerli milletvekilleri,
geçtiğimiz şubat ayında, piyasaların olumsuz bekleyişleri, döviz talebinin
artması, hızlı rezerv kaybıyla gelişen krize rağmen, ekonomimiz, dışticaret
alanında başarılı bir performans göstermiştir. İhracat açığımız, 2001 yılının
ocak-temmuz döneminde, bir önceki yıla göre yüzde 9,2 artarak 17,6 milyar
dolara, ithalat ise yüzde 21,6 oranında azalarak 23,6 milyar dolara ulaşmıştır.
Bu dönemde dışticaret açığı, bir önceki döneme göre yüzde 57 oranında azalarak
6,1 milyar dolar olmuştur. 2000 yılının ocak-temmuz döneminde 5,9 milyar dolar
açık veren cari işlemler dengesi, 2001 yılının aynı döneminde 881 milyon dolar
fazla vermiştir. Bu dönemde dışticaret açığında gerçekleşen iyileşme, cari
işlemler dengesinin de fazla vermesinde etkili olmuştur. Değerli milletvekilleri,
bütün bu göstergelere bakıldığında, dışticaretimizin, içinde bulunduğu koşullar
içinde, bu koşulların da katkısıyla olumlu bir gelişme içinde bulunduğunu
söylemek mümkündür. Bilhassa, yakın geçmişte ihracatın artmasının konuyla
ilgili bütün yetkililerin bu yöndeki ciddî gayretlerinin bir sonucu olduğunun
belirtilmesi, yerine getirilmesi gereken bir görevdir. Ancak, Türkiye, tüm
kıtalarda ihracatını geliştirirken komşu ülkelere özel bir önem verilmelidir.. Türkiye'nin ihracatında
yakın komşularımızın aldığı pay, son dönemlerde yüzde 8,9 civarındadır. Almanya
için ise bu oran yüzde 80'dir. İskandinav ülkeleri ise, dışticaretlerinde yüzde
40-50 oranında Baltık Denizi çevresini kullanmaktadır. Gelişmiş ülkelerin
dışticaretlerinde komşu ülkelerin yüksek payına karşılık, ülkenin
dışticaretinde komşularımızın aldığı bu küçük pay, ihracatımızı nereye
yönlendirmemiz gerektiğini bize göstermektedir. Değerli milletvekilleri,
komşularla olan ticaretimiz, 6 milyar dolar gibi çok düşük bir seviyede
kalmaktadır. Bu 6 milyar doların, 4 milyar doları ithalat, 1,9 milyar doları
ise ihracattır. Komşularının toplam nüfusu 300 milyon olan, ekonomisi bilhassa
tüketim malları üreten, sanayisi komşularına göre gelişmiş bir ülkenin,
mutlaka, kaliteli ürün ihraç eden ihracatçı bir ülke haline getirilmesi,
üzerinde önemle durulması gereken bir hedef olmalıdır. Artan sınır ticaretiyle,
ülkemiz mallarının, komşu ülkelerde daha iyi tanınması ve yaygınlaşması ve
bunun sonucu, mallarımıza olan talebin artması, gelecekte, bu durumun normal
ihracatı artırması beklenmelidir. Değerli milletvekilleri,
27.10.1999 tarihinde kabul edilen 4458 sayılı Gümrük Kanununun 172 nci
maddesinde ise, sınır ticaretiyle ilgili olarak, "Türkiye ile komşu
ülkeler arasında coğrafî durum ve bölge ihtiyaçları göz önünde bulundurularak
yapılacak sınır ticaretinin kapsamı Bakanlar Kurulunca belirlenir. Sınır ticaretine ilişkin
gümrük işlemleri yönetmelikle belirlenir" ifadesi yer almıştır. Böylece,
sınır ticaretini, ülke koşullarına uygun biçimde geliştirebilmek için, gerekli
hukukî altyapı da hazırlanmış bulunmaktadır. Sınır ticaretinin
geliştirilmesi yönünde sahip olunun bir başka olanak da, Türkiye'nin 97 kapı ve
270 gümrükle, dünyada en çok sınır kapısı olan ülkelerin başında yer almasıdır.
Çok sayıda sınır kapısı, komşu ülkelere açılan çok sayıda ticaret kapısı olarak
değerlendirilmelidir. Çok sayıda sınır kapısının devletimize getirdiği yüksek
maliyet, bu kapıların sınır ticaretiyle değerlendirilmesi halinde devlete
katkıya dönüşebilecektir. Bugün, komşu ülkelerle
yaptığımız sınır ticareti miktarı 2 milyar doların üzerindedir; yani, bu
ülkelerle resmî dışticaretimizin üçte 1'i kadardır; ancak, sınır ticaretinin,
petrol ürünleri ithalatı dışında fazla bir anlam taşımadığı da unutulmamalıdır.
Halbuki, sınır ticareti, normal ticarete göre daha kolay geliştirilebilen bir
ticaret türüdür. Resmî dışticareti, belli bir bilgi birikimi ve sermaye
gerektirdiği için küçük bir kesim yapabilirken, sınır ticareti daha yaygın bir
kesim tarafından yapılabilmektedir. Bu ticaretle iştigal edenlerin sayısının
artması ve ticaretin gelişmesiyle, sınır ticareti, aynı zamanda, ilin gelir
seviyesini de artırabilmektedir. Sınır ticaretinde
formalitelerin resmî dışticarete göre daha az olması, bu ticaretin en büyük
avantajıdır. Bu yüzden, sınır ticaretine önem verilmesi, bilhassa sınır
ticareti içinde açık pazar uygulamasının gerçekleştirilmesi ve
yaygınlaştırılması üzerinde durulması gereklidir. Değerli milletvekilleri,
sınır illerinde yaşayan vatandaşlarımızın bazı bireysel ihtiyaçlarını daha iyi
koşullarda, komşu ülkelerden karşılaması yanında, kendi ürettiklerini ve de
ülkemizde üretilenleri sınırötesi komşularına satarak gelir elde etmesini
sağlayacak açık pazar uygulaması, bireysel gelir artışı yanında, sınır
illerinde ticaretin gelişmesini de sağlayacaktır. İthal edilecek mal
miktarlarında bireysel ihtiyaçların karşılanması esas alındığında, buralarda
yapılacak ticaretin vatandaşların geçimi üzerinde yaratacağı olumlu etkiye
karşılık, ülke, hatta bölge ekonomisi üzerinde olumsuz etkiler yaratamayacağı
kesindir. Unutulmamalıdır ki, sınır
ticareti ve açık pazar uygulamasıyla, bölge halkının ihtiyaçları mahallinde
temin ve tedarik edilebilmekte, bölge ekonomisine canlılık getirilmektedir.
Ayrıca, sınır ticaretiyle bölge insanına daha ucuz mal sağlanmakta ve mal
kaçakçılığının her türlüsü asgariye indirilebilmektedir. Sınır ticaretinde
karşılıklılık ilkesine gereken önemin verilmesi halinde, bizim gibi, komşu
ülkelere ihraç edebileceği ürünleri bulunan bir ülkenin bu ticaretten kârlı
çıkmaması mümkün değildir. Geçtiğimiz dönemde sınır
ticareti olarak başlayan, ancak, kontrolsüz uygulama nedeniyle ithalata konu
olan malların miktarının, illerin, hatta bölgenin ihtiyacının çok üstünde
olmasına yol açıldığı, ithal edilen malların bütün ülkeye yayılmasının haksız
bir rekabete yol açmasının engellenemediği bir gerçektir. Ancak, bütün bu
sakıncalar, ciddî ve kontrollü bir uygulamayla ortadan kalkabilecek
sakıncalardır. Ayrıca, bir kesimi korurken bir başka kesimi ekonomik zorluğa
mahkûm etmenin de ne derece doğru bir yönetim anlayışı olduğunu takdirlerinize
arz ediyorum. Değerli milletvekilleri,
sınır ticaretinin tamamen ortadan kaldırılması için bazı girişimlerin olduğu
bilinmektedir. Halbuki, sınır ticareti, özellikle, sınır illerinde bulunan
halkın birinci öncelikli geçim kaynağıdır. Bugün, bölgede Şırnak, Iğdır ve
benzeri illerde en az 65 000 kamyon şoförü geçimlerini sınır ticaretinden
sağlamaktadır. 65 000 kamyon ve ona hizmet verenler düşünüldüğünde sınır
ticaretinin yarattığı istihdam imkânı açıktır. Üstelik, gerek bölgede
görev yapan vali ve kaymakamlarımız gerek emniyet ve asayişimizi sağlayan üst
rütbeli komutanlarımız gerekse ekonomistler tarafından, sınır ticareti ve açık
pazar ticaretinin doğu ve güneydoğu için zamanla sınırlı olsa bile kaçınılmaz
bir zaruret olduğu, ülke ekonomisine ve yöre halkına büyük yarar sağlayacağı
ısrarla önerildiği halde, üzülerek söyleyebilirim ki, Bakanlar Kurulumuz, bu
önerileri dikkate almamakta ve âdeta doğu ve güneydoğu bölgesinde hakka ve
adalete uygun olmayan bir uygulamayı devam ettirmektedir. Buna en kısa zamanda
son verileceğini ümit ediyoruz; çünkü, sınır ticareti yoluyla ithal edilen
tarım ürünlerinin belki de en fazla işe yaradığı ilimiz Hakkâri ve komşu
illeridir. Değerli milletvekilleri,
Hakkâri'de, toplam arazinin yüzde 5'inde tarım yapılabilmektedir. Ayrıca, iklim
koşullarının elverişsiz olması, ilde tarımı engelleyen ayrı bir faktördür.
Hayvancılık ise, terör nedeniyle tamamen bitmiştir. Bu yüzden, Hakkâri, sebze
ve meyve ihtiyacını komşu illerden ve sınır ticareti yoluyla İran'dan
karşılamaktadır. Hakkâri'nin, geçmiş
yıllarda sınır ticareti yoluyla yaptığı ithalata bakıldığında, petrolden daha
çok tarım ürünü -kuru fasulye, barbunya, darı, bal, karpuz gibi- getirdiği,
yapılan sınır ticaretinin, ilin ihtiyaçlarını tam olarak karşıladığı ve amacına
uygun yapıldığı görülür. Sınır ticaretinin
kaldırılması ise, Hakkâri gibi, diğer illerin ihtiyaçlarının daha pahalı
yollardan karşılanmasına neden olmuştur ve olmaktadır. Bu da, yöre halkının
gitgide sefilleşmesine, açlık sınırının altına düşmesine neden olmuştur. Köye dönüşlerin, bugünkü
tempoda gittiği takdirde, yapılan hesapla 120 yılda tamamlanacağı
söylenilmektedir. Bu da, yöre insanının ömrünün yetmeyeceği bir zaman
sürecidir. Dolayısıyla, yöre insanı olarak bizler, zamanla sınırlı olmak
kaydıyla ve terörün yarattığı tahribat ortadan kalkıncaya kadar, açık pazar ve
sınır ticaretinin doğu ve güneydoğu illerinde yaygın hale getirilmesini zaruri
görmekteyiz. Bakanlar Kurulumuzun da, bu hususları dikkate alarak kararlarını
gözden geçireceğini temenni ediyoruz. Bütçenin, Türk Milletine
hayırlı ve uğurlu olması temennisiyle, bu düşünce ve duygularla, beni dinlemek
lütfunda bulunduğunuz için hepinize teşekkürlerimi iletir, Yüce Heyete en derin
saygılarımı sunarım. (Alkışlar) BAŞKAN - Efendim, şimdi,
söz sırası, Ordu Milletvekili Sayın Sefer Koçak'ta. Buyurun efendim. (ANAP
sıralarından alkışlar) ANAP GRUBU ADINA SEFER
KOÇAK (Ordu) - Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; Tapu ve Kadastro Genel
Müdürlüğü ve Danıştayın 2002 yılı bütçesi üzerinde, Anavatan Partisi Grubu
adına, görüşlerimizi arz etmek üzere huzurlarınızdayım; hepinizi, saygıyla
selamlıyorum. İnsanların taşınmaz
mallarla ve toprakla olan ilişkileri tarihle başlar. Türk toplumunun sosyal
yapısı, özel mülkiyet üzerine kurulmuştur. Gayrimenkul edinme, sahiplenme
duygusu, toplumumuzda çok güçlüdür. Kadastro, başlangıçta, toplumların ortak
giderlerini karşılamak amacıyla, önemli üretim kaynağı olan tarım topraklarında
adil ve düzenli vergi alınabilmesi için yapılmakta olan bir kamu hizmetidir.
Zaman içerisinde, taşınmaz mallarda mülkiyet ve sınır anlaşmazlıklarının
çözümünde de kullanılabilecek güvenli bir araç olduğu tespit edilmiştir. Bugün,
kadastronun gücü ve yararı tartışılmayacak noktaya gelmiş, araziye yönelik her
türlü planlama, projelendirme ve araştırma çalışmalarında temel altlık ve
hazırlanan plan ve projelerin araziye uygulamasında vazgeçilmez bir araç
özelliği kazanmıştır. 65 milyon vatandaşımızın arasında, tapu ve kadastroyla doğrudan
veya dolaylı ilişkisi olmayan çok azdır. Dolayısıyla, tapu ve kadastrodaki her
türlü iyileştirme ve kolaylık, topluma hemen yansıyacak ve memnuniyet
yaratacaktır. Bunun, tersi de doğrudur. Eşitlik, özgürlük,
güvenlik ve mülkiyet, toplumsal hayatta bireyin vazgeçilmez haklarıdır.
Bunlardan mülkiyet hakkı ile toprak mülkiyeti ve kamulaştırmayı kapsamına alan
sosyal, ekonomik haklar ve ödevler, Anayasamızın güvencesi altındadır.
Anayasamızın 36 ncı maddesi, herkesin, mülkiyet ve miras haklarına sahip olduğunu,
bu hakların, ancak, kamu yararına sınırlandırılabileceğine ilişkindir. Birey,
sahip olduğu malı, başkalarına zarar vermemek şartıyla, dilediği gibi
kullanabilir. Yargı organlarındaki davaların büyük bölümünün taşınmaz mal
mülkiyetine ya da bu hakların kullanılmasına ilişkin olduğu bilinmektedir. Ülkemizin, tarımsal
üretim yönünden büyük toprak potansiyeline sahip olduğu malum gerçektir; fakat,
verimli işletilmediği takdirde, ekonomik ve toplumsal problemler
oluşturmaktadır. Bütün bunlar değerlendirildiğinde, gayrimenkullerin
sınırlarının tespit edilip belirlenmesi, sahiplerinin ve kayıtlarının
tutulması, kısacası, kadastronun yapılması gerekir. Böylelikle,
anlaşmazlıklardan doğan kavga, kin ve toplumsal gerilimin büyük oranda önüne
geçilmiş olur; ayrıca, altyapı projelerine, toprak ve tarım reformuna, imar
konularına akılcı uygulama imkânları sağlanmış olur. Sayın Başkan, değerli
milletvekilleri; yüzellidört yıllık tarihî geçmişi olan tapu kadastro
hizmetleri, altmışbeş yıldan bu yana, her geçen gün artan teknolojik imkânlarla
geliştirilerek yapılmaktadır. Tapu kadastro hizmetleri, devletin en çok önem
vermesi gereken işlerin başında yer almaktadır, tarihin her döneminde de böyle
olmuştur. Tapu ve Kadastro Genel
Müdürlüğünün, ülke kadastro çalışmalarının yürütülmesi, tapu sicillerinin
düzenli, güvenli bir şekilde tutulması gibi çok önemli görevleri vardır.
Kaynaklarımızın rasyonel kullanılması, ekonomiye kazandırılması ilke ve
hedefleri çerçevesinde, tapu ve kadastro bilgilerinin temel altlığı oluşturduğu
bilinciyle, günümüz ihtiyaçlarına cevap verebilecek nitelikte tapu kadastro
bilgilerinin yenilenmesi, otomasyonu, güncel tutulması ve hizmete sunulması
büyük önem taşımaktadır. Tapu ve kadastro,
gayrimenkullerin kime ait, ne kadar, ne şekilde, nerede sorularına cevap veren
hizmetlerin tamamını kapsayan çalışmaların bütünü olduğundan, bu bilgilere
sahip olmak, ülkeyi bilmek ve tanımaktır. Tapu kadastro hizmetleri,
yaşayan bir hizmettir. Hızlı kentleşme ve buna bağlı olarak artan toplumsal
ihtiyaçlar, tapu kadastro bilgilerinin güncel tutulmasını zorunlu kılmaktadır.
Kadastronun yapılması kadar güncel tutulması da büyük önem arz etmektedir.
Özellikle, kentlerde toplumun ortak giderlerinin ve hizmetlerinin karşılanması
için toplanan vergilerin adaletli, düzenli toplanabilmesi, kaçakların önlenmesi
için bilgi sistemlerinin önemi büyüktür. Tapu ve kadastro
çalışmalarını yürütenler teknik ve uzman kişilerdir. Bu kişiler devlette ve
özel sektörde çalışmaktadırlar. İster kamuda ister özel sektörde olsun, tapu
kadastro hizmetlerinin lokomotifi olanlar, Türkiye'deki çalışmaları dünya
standartlarında yapacak bilgi birikimine sahip elemanlardır. Yeter ki, teknik
altyapı ve fizikî imkânlarla birlikte değer verilsin, önemsensin, çalışma
şartları sağlıklı hale getirilsin; verim katlanacaktır. İlk önce, mülkiyeti
teminat altında tutan bu kurum, bilgilerin korunması ve yaşatılması için
gerekli fizikî mekânlara kavuşturulmalıdır. Bütün ilçelerimizde teşkilatlanmış
olan bu birim, diğer devlet dairelerinin itilmiş köşelerinden kurtarılmalıdır.
Tapu ve kadastro teşkilatlarının özel statüyle idarî ve malî özerkliğe
kavuşturulması her gün halkla iç içe olan bu kurumda hizmet kalitesini
yükseltecektir. Hızlı nüfus artışından
dolayı tarımsal alanlarımız her geçen gün daralmaktadır. Tapu ve Kadastro Genel
Müdürlüğünün orman vasfını kaybetmiş alanlara ya da orman vasfını muhafaza eden
alanlara müdahale hakkı yoktur. Orman Bakanlığının talebi halinde orman vasfını
kaybetmiş yerlerde orman kadastrosunun yapılması mümkündür. Bu konuda,
ülkemizin birçok bölgesinde vatandaşla devlet karşı karşıya gelmiş, mahkemelik
olmuştur. Tapu ve Kadastro Genel Müdürlüğü ve Orman Genel Müdürlüğü ya da iki
bakanlık zaman kaybetmeden bir koordinasyon sağlayarak, aynı işi ayrı
birimlerde, farklı yorumlayarak vatandaşa sunmamalıdır. Göç ve hızlı çarpık
kentleşme, kısa ve uzun vadeli planlar yapma ve bunları uygulama mecburiyeti
doğurmuştur. Bu planları yapmak için kadastro bilgi sistemine ihtiyaç vardır.
Bunlar, geç kalmadan yapılmalı, ciddî ve sonuç alıcı adımlar hemen atılmalıdır. Tapu ve Kadastro Genel
Müdürlüğü, genel bütçeden kendisine ayrılan payın 5-6 kat üzerinde gelir
getiren bir kurumdur. Bütçeden gerekli kaynak ayrılarak, kadastro bilgi sistemi
ve ağı ülke genelinde kurulduğunda, sayılamayacak kadar çok hizmetlerin
altyapısını oluşturacaktır. Tapu ve kadastro
teşkilatları, özel sektörün yoğun olarak kullandığı teknolojinin en son
cihazlarını hiç zaman kaybetmeden kullanmalı, bunun için gerekli eleman ve
eğitim sağlanmalıdır. Ayrıca, kamu sorumluluğu taşıyan lisanslı ölçme
bürolarının oluşturulması için bakanlığın hemen çalışma başlatması gereklidir.
Bu, kadastronun özel sektörün gücünden yararlanmasını ve kaynaklarımızın en
verimli şekilde kullanılmasını sağlayacak çok önemli bir adımdır. Sayın milletvekilleri,
sonuç olarak şunları söylemek istiyorum: Değişen, yeniden
yapılanan veya değişmek, yeniden yapılanmak zorunda olan ülkemizin
ihtiyaçlarına cevap verebilecek reorganizasyonları yapmak zorunda olan Tapu ve
Kadastro Genel Müdürlüğü, idarî ve malî özerkliği olan, özel sektörün gücünden
ve imkânlarından daha çok yararlanan, yaptırımlarını koyup denetleyen, en son
teknolojiyi kullanarak hizmet sunan bir kurum olmalıdır. Tapu ve Kadastro Genel
Müdürlüğü ve Danıştayın 2002 yılı bütçesinin ülkemize, milletimize hayırlı
olmasını diliyor; bu vesileyle, ramazanınızı tebrik ediyor, gelecek ramazan
bayramınızı kutluyor, hepinize saygılar sunuyorum. (ANAP sıralarından alkışlar) BAŞKAN - Vallahi bravo,
7,5 dakika erken bitirdiniz efendim; teşekkür ediyorum. Şimdi söz sırası, Saadet
Partisi Grubu adına, Adana Milletvekili Sayın Yakup Budak'ta. Buyurun Sayın Budak. (SP
Sıralarından alkışlar) SP GRUBU ADINA YAKUP
BUDAK (Adana) - Sayın Başkan, değerli üyeler; sözlerime başlarken hepinizi
saygıyla selamlıyorum. Hükümetimizin getirmiş olduğu Dış Ticaret Müsteşarlığı
2002 yılı bütçesi üzerinde söz almış bulunuyorum; bu vesileyle, bu bütçenin
milletimiz için, ülkemiz için hayırlara vesile olmasını temenni ediyorum. Dış Ticaret Müsteşarlığı,
gerçekten, Türkiye'nin en önemli kurumlarından birisidir; fakat, Türkiye'nin iç
ticaretine, dış ticaretine baktığımız zaman, Dış Ticaret Müsteşarlığımızın, bu
zamana kadar fonksiyonlarını tam anlamıyla yerine getirdiğini ifade etmemiz
mümkün değildir. Neden; Türkiye, bu kadar dış krizle karşılaşmıştır, iç krizle
karşılaşmıştır, döviz darboğazıyla karşılaşmıştır, Uzakdoğu'da meydana gelen,
komşumuz Rusya'da meydana gelen krizler olmuştur; bunların Türk ekonomisine
muhtemel etkileri noktasında gerek kamuoyunun bilgilendirilmesi gerekse siyasî
iktidarların yönlendirilmesi gerekse gerekli tedbirlerin alınması noktasında
çok kıymetli, değerli yöneticiler olmasına rağmen, kadroları olmasına rağmen,
maalesef, Dış Ticaret Müsteşarlığı, bu görevini, bu zamana kadar -ortadaki
veriler ve gerçekler meydanda olduğu için- ifa edebilmiş diyebilecek durumda
değiliz; inşallah, bundan sonra ederler. Çünkü, Dış Ticaret Müsteşarlığımızın
bu noktadaki kadrosunun yeterli olduğunu -sayısal, rakamsal olarak ifade etmek
istersek- söyleyemeyiz. Dünyaya açılma noktasında, Avrupa ile bütünleşme
noktasında ve globalleşen dünyada yerini alma noktasında uğraş veren bir
Türkiye'nin, daha geniş bir dış ticaret kadrosunun olması gerekirdi, maalesef,
bu gerçekleştirilememiştir. Bu noktada, dış ticaretimizin dünya ticaretindeki
oranına baktığımız zaman da, maalesef, dünya diş ticaret hacmi içerisinde
Türkiye'nin ticaret hacmi yüzde 0,58'dir, yani, dünyanın önde gelen
ülkelerindeniz diyoruz, bölgesel bir gücüz diyoruz, küresel bir güç olmaya
adayız diyoruz; ama, yüzde 0,58'lik bir rakamla -yüzde 1 bile değil- acaba
hangi bölgesel güç olma rolünü üstleniyoruz; hangi çalışmaları, gayretleri
ortaya koyabiliyoruz; bu tabloyla, Avrupa'ya girme sürecinde hangi adımları
sağlıklı olarak atabiliriz, Türkiye'nin menfaatlarını dışticaretimizin
ilişkilerini sağlıklı şekilde yürütebiliriz sorusuna olumlu bir cevap vermek,
maalesef, mümkün değildir. İşte, Dış Ticaret Müsteşarlığımızın bu noktada,
yeterli elemanlarla, kalifiye elemanlarla takviye edilmesi gerekmekte, bütçesinin
de dışticaretimizi artıracak şekilde takviyesi gerekmektedir. Muhterem arkadaşlar,
dünya ticaretine baktığımız zaman, maalesef, Türkiye'nin, ihracattaki yeri
oldukça geri bir durumdadır. Bu zamana kadar -80'li, 90'lı yıllarda uygulanan
politikalardan dolayı- Türkiye, ihracatını büyük ölçüde Ortadoğu ülkelerine
yaparken, bu, 90'lı yıllardan sonra Avrupa Birliği ülkelerine yönlendirilmiştir
ve sürekli olarak da, Avrupa Birliği ülkeleriyle ticaretimiz açık vermiştir. Bu
açığın giderilmesi noktasında yeterli adımların atıldığını söylemek oldukça
zordur. Dışticaretin
geliştirilmesinde, ihracatın artırılmasında öncelikli olarak komşu ülkelerin
dikkate alınması lazımgelir; komşu ülkeler üzerinde çalışılması lazımgelir,
maalesef, komşu ülkelerle ilişkilerimiz, Suriye, İran, Irak ve bütün
komşularımızla ithalat ve ihracatımıza baktığımız zaman bir takım yan
tesirlerle, uluslararası sermayenin ve uluslararası senaryoların kurbanı
edilmiştir. Maalesef, büyük güçler, küresel güçler ABD olsun, gerekse Avrupa Birleşik
Topluluğu olsun ne yapmaktadırlar; siyasal hedeflerini ekonomik araçlarla
yerine koymaktadırlar. Türkiye'nin, komşularıyla direkt sürekli olarak problem
yaşayan, Türkiye'yi sürekli olarak komşularıyla problemli bir ülke konumunda
tutmaktadırlar. Bu, Türkiye'nin kendi bölgesel şartlarından kaynaklanan bir
olay değil; dünyayı yönlendirme, dünyayı tanzim etme iddiasındaki küresel
güçlerin, Türkiye'yi zayıf bırakmak, komşularıyla ilişkilerini azaltmak,
bağlarını koparmak suretiyle sürekli kendilerine muhtaç edebilecekleri bir
politikanın ürünüdür. Bunun için, Dış Ticaret
Müşteşarlığımız, gerekse diğer birimlerimiz, Türkiye'nin ihracatını artırmak
istiyorsak, sürdürülebilir bir ihracatı gerçekleştirmek istiyorsak, muhakkak
surette komşularıyla iyi ilişkiler içerisinde olmak durumundadır. Komşularıyla
siyasal anlamda, ekonomik anlamda, askeri anlamda iyi ilişkiler içerisinde
olmayan Türkiye'nin, bölgesel görevlerini yerine getirebileceğini söylemek
mümkün değildir; ihracattaki hedefini tutturması mümkün değildir ve aynı
zamanda, Ortaasya'daki Türk cumhuriyetleriyle ilişkilerini geliştirmesi mümkün
değildir. Maalesef, uygulanan ekonomik politikalarla, on yıl içerisinde, Türkî
cumhuriyetlerle ilişkilerimiz, ticaret hacmimiz en düşük seviyeye inmiştir. Hükümetin
uygulamış olduğu politikalar, Türkiye'yi Türkî cumhuriyetlerden ekonomik
anlamda koparmaktadır, siyasal anlamda koparmaktadır. Rusya ve Çin bu bölgedeki
etkinliğini artırmaktadır. Türkî cumhuriyetler ile
Türkiye arasındaki ekonomik ilişkileri dinamitleyen silah, siyasî ilişkileri
dinamitleyen olay Mavi Akım Projesi olmuştur. Kim ne derse desin, bu Mavi Akım
Projesi uygulamaya konulduktan sonra Türk cumhuriyetlerle ilişkilerimiz
zayıflamış, ticaret hacmimiz düşmüş ve Türkiye, bu cumhuriyetleri, âdeta,
Rusya'nın kucağına atacak bir politikayı kendi eliyle belirlemiştir. Türkiye,
bu vahim gidişten vazgeçmek, bu bölgeye el atmak, ticaret hacmini yükseltmek ve
ihracatımız içerisindeki paylarını artırmak mecburiyetindedir. Maalesef, bu
hükümet -57 nci hükümet- bu konuda oldukça duyarsız bir noktadadır; sadece
ABD'nin senaryoları çerçevesinde siyasal, sosyal ilişkilerini sürdürmekte, buna
ticarî ilişkilerini de eklemektedir. Dış Ticaret Müsteşarlığımızın bu yapıyla
da bu politikaları yönlendirmesi, takip etmesi mümkün değildir; KOBİ'lerimize
öncülük etmesi mümkün değildir. İhracatımızın artırılması için, üretim, kalite,
kapasitenin tespit edilmesi, pazar araştırmalarının yapılması, KOBİ'lerimize
öncülük yapılması gerekmektedir. Bu noktada, Sayın Bakanın ifadesine göre 2002
yılında ayrılan pay 300 trilyon gibi gülünç bir rakamdır. Bu gülünç rakamla
KOBİ'lerimizin önünün açılması, ihracattaki paylarının yükseltilmesi mümkün
değildir. Dolayısıyla, Türkiye, ihracatı artırmadıkça bu badireden, ekonomik
krizden çıkması mümkün değildir. Ekonomik krizden çıkabilmek için de üretimin
desteklenmesi lazım gelmektedir. Bu hükümetin defterinde, kitabında
"üretimin desteklenmesi" diye tek satır bir şey yoktur ve uygulanan
politikalar da bu noktaya getirmiştir. Üretimi desteklemeden, ihracat
gelirlerini artırmadan dış açığı nasıl kapatacağız; Türkiye'nin döviz
ihtiyacını nasıl karşılayacağız; kalkınmasını nasıl sağlayacağız? İşte,
getirilen bütçede yatırıma ayrılan pay 5 katrilyon lira civarındadır. Bunun
büyük bir bölümü de, maalesef, ölü yatırımlara gidecek noktada belirlenmiştir.
Muhakkak surette, üretimin planlanması, programlanması kadar, pazarlanması, bu
noktada sektörel şirketlerin kurulması aracılığıyla ihracatçılarımızın önünün
açılması da gerekmektedir. Bu noktada yapılan çalışmalar yetersizdir, yeterli
hale getirilmelidir. Tabiî, ihracatın
artırılması, dünyanın gelişen rekabet şartlarında Türk ürünlerinin rekabet
edebilmesi, ancak, üretimdeki girdi maliyetlerinin düşürülmesiyle mümkündür. Bu
enerji maliyetleriyle, bu hammadde maliyetleriyle bu rekabetin sağlanması
mümkün değildir. Sayın Bakanımız, ithalattaki azalmanın sevindirici bir gelişme
olduğunu söylüyor. İthalat kalemlerindeki düşüş, hammadde ithalatının,
aramalları ithalatının, yatırım malları ithalatının düşüşünden
kaynaklanmaktadır. Hammadde ithal etmeyen, aramalları ithal etmeyen, yatırım
malları ithal etmeyen bir Türkiye, gelecekte ihracat programını nasıl
geliştirecektir; ihracatını nasıl artıracaktır? İhracatımızın artırılması
noktasında, en önemli enstrümanlardan birisi de serbest bölgelerdir. Bugün 19
civarında serbest bölge hizmetlerine devam etmektedir; ama -altını çizerek
ifade etmek istiyorum- bugün serbest bölgelerimizin yüzde 70'i boştur; yani,
yüzde 70'inde hiçbir faaliyet yoktur. Yumurtalık'ta serbest bölge vardır, 5
milyon metrekare arazi üzerinde kurulmuştur, burada 10 tane firma vardır,
bunlardan 1 tanesi faal haldedir. Niye; çünkü, hükümet serbest bölgeleri
unutmuştur. Sadece serbest bölge levhasını asmakla, buradaki işlemlerin
tamamlanacağını düşünmektedir. BAŞKAN - Sayın Budak,
süreniz bitmek üzere. YAKUP BUDAK (Devamla) -
Serbest bölgelere gerekli önem verilmelidir. İhracat noktasında, serbest
bölgeleri geliştirmeden ihracatı artırmamız mümkün değildir. Dünyada 1 350
civarındaki serbest bölgenin sadece 700'i ABD'dedir, 350 tanesi Ortadoğu'da,
300 tanesi de diğer ülkelerdedir. Türkiye, serbest bölge sayısını artırmalı,
fonksiyonlarını geliştirmeli; serbest bölgede yatırım yapacak sanayie,
arazileri özellikle kiralama yolunu değil, satma yolunu tercih etmek suretiyle,
onların yatırımlarında, arsalarını finans kurumlarına teminat olarak
göstermelerine imkân sağlamalıdır diyorum. Bu hükümetin, maalesef,
politikalarında, planında, getirdiği bütçede yatırım da yoktur, ihracat da
yoktur; sadece ve sadece, kemer sıkma politikalarıyla, finans sektörünü
geliştirmekle, malî sektörü geliştirmekle Türkiye'yi düzlüğe çıkaracaklarını
söylüyorlar; dört senedir de kuyunun dibine indirmişlerdir. İnşallah,
önümüzdeki dönemde bundan çıkılır. Saygılarımla. (SP
sıralarından alkışlar) BAŞKAN - Teşekkür ederim
Sayın Budak. İkinci söz, Şanlıurfa
Milletvekili Sayın Mustafa Niyazi Yanmaz'da. Buyurun Sayın Yanmaz. (SP
sıralarından alkışlar) SP GRUBU ADINA MUSTAFA
NİYAZİ YANMAZ (Şanlıurfa) - Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; Danıştay ve
Tapu Kadastro Genel Müdürlüğü bütçeleri üzerinde Saadet Partisi Grubu adına söz
almış bulunuyorum; Yüce Heyetinizi saygıyla selamlıyorum. Değerli arkadaşlar,
toplumsal güvenin ve barışın temel ilkesi sağlıklı işleyen adalet mekanizmasıdır.
Adaletin temini ise, ancak, demokratik hukuk devletiyle mümkündür. Demokratik hukuk devleti,
kaynağını anayasadan alan, temel hukuk kurallarının üstünlüğüne dayalı,
vatandaşlarının hak ve hürriyetlerini teminat altına alan, idarenin kamusal nitelikte
bütün eylem ve işlemleri yargı denetimine tabi olan devlet demektir. Bu
bağlamda, idarinin yargı denetimine tabi tutulması, demokratik hukuk devletinin
vazgeçilmez temel öğesidir. Danıştay, Anayasanın 125
inci maddesinde tarif edildiği gibi, idarenin her türlü eylem ve işlemlerine
karşı yargı görevi yapan, ülkemizin en köklü kurumlarındandır. Danıştayın kuruluş amacı,
idare mahkemeleri ve vergi mahkemelerince verilen kararları temyiz yoluyla
inceleyerek, devlete karşı ferdin hukukunu korumaktır. Değerli arkadaşlar,
Danıştayın vazifesi, devlete karşı ferdin hukukunu korumak; ama, burada çok
ilginç bir şey var; özellikle, ülkemizde yaşanan çok ilginç bir olay: Mesela,
baktığımızda, Bergama'daki siyanürlü altından, GAP'ta kullanılacak tarım ilaçlarına,
elektrik ve telefondan alınan haksız sabit ücret uygulamalarından hortumlanan
bankaların kapatılmasına, LPG'den ekvergiye kadar, kısaca, toplumu ilgilendiren
hemen bütün alanlarda vatandaşı korumaya çalışan Danıştayın aldığı kararlara
uyulmadığı görülmektedir. Değerli arkadaşlar,
mesela, 2000 yılının ekim, kasım, aralık ayında TEDAŞ, abonelerinin tümünden
toplam, 40 milyon dolarla 60 milyon dolar arasında bir güç bedeli tahsil
etmiştir; fakat, TEDAŞ bu paraları halen abonelere geri ödememiştir. Düşünebiliyor
musunuz arkadaşlar, devletin kendisi, yargı tanımazlık içerisindedir, Danıştayın kararlarına uymamaktadır. Yine, Sağlık Bakanlığı
örneğinde de aynı şey var. Türk Tabipler Birliği tarafından açılan dava üzerine
yabancı dil sınavıyla ilgili yürütmeyi durdurma kararına rağmen, şef ve şef
yardımcılığı sınavları iptal edilmiştir. Değerli arkadaşlar,
Başbakanlık ve Bakanlar Kurulunca gönderilen kanun taslakları ve teklifleri
hakkında görüş bildirmek, tüzük tasarılarını incelemek, imtiyaz ve sözleşmeler
hakkında fikir bildirmek gibi 11 çeşit görevi üstlenmiş, geniş bir görev
alanına sahip, yüzotuzüç yıllık köklü bir tarihe sahip olan tecrübeli bir
kuruluştur Danıştayımız. Danıştayda açılmış dava
ve temyiz dosyalarının yargılama sürecindeki aşamalarında takipte ciddî
sıkıntılar çekilmektedir. Dosyanın hangi aşamada olduğunu öğrenebilmek için,
Danıştayda mutlaka bir tanıdığın bulunması, araya adam sokulması gerekmektedir.
Avukatlık kanunundaki özel hükme rağmen, Danıştay dosyaları, avukatlara incelettirilmemektedir.
Her dairede farklı uygulamalar görülse de, genel olarak, davanın tarafı olmayan
avukatın o dosyayı incelemesi mümkün değildir. Danıştayın görev alanına
giren çok önemli bir konu da, İdarî Yargılama Usulü Kanununun yürütmeyi
durdurma kararlarıdır. Danıştayda kimi zaman yürütmeye durdurma davaları çok
kısa sürelerde karara bağlanırken, kimi zaman, yürütmenin durdurulması işlemi
hakkında karar verilmesi aylar, hatta, seneler almaktadır. Bu sürede yaşanan bu
farklılıklar, Danıştayın tarafsızlığı ve objektifliği konusunda şüpheler
doğurmaktadır. Değerli arkadaşlar, çok
önemli bir konu da, Anayasa gereği, idarenin, yargı kararlarına mutlak uyma
zorunluluğuna rağmen, mahkemeyi kazanan personel görevine başlatılmamakta;
idareye tanınan altmış günlük sürenin en sonunda görevine başlatılsa da,
mahkemeye sebebiyet veren uygulamanın bir başka benzer biçimiyle, tekrar,
tayinleri çıkarılmaktadır. Ülkemizde, idarî kararın
yargıya taşınması bir hak arama değil, amirlere bir başkaldırı, disiplinsizlik
olarak algılanmakta; davacının alacağı yürütmeyi durdurma kararlarının sonunda
amirler kendilerini aşağılanmış ve otoritesini kaybetmiş olarak görmektedirler.
Bu nedenle de, yargı kararlarını uygulamama ve başka yollarla personeli ezme
yoluna gitmektedirler. Yargı kararlarının geç
uygulanmasında ya da mahkemeyi kazanmış kişiye yönelik husumet ve ezmeye dayalı
keyfî davranışlarda bulunan amirler ağır şekilde cezalandırılmalı, hukuk
kuralları içinde asla yeri olmayan keyfiyete hiçbir şekilde izin verilmemelidir.
Aksi takdirde, zarar gördüğüne inanan vatandaşın en son başvuracağı bu yüce
kuruma güveni kalmayacak, yargı, mazlumların sığınacağı merci olma özelliğini
kaybedecektir. Değerli arkadaşlar,
geçtiğimiz dönemlerde 4575 ve 4577 sayılı Danıştay Kanunu ve İdari Mahkemeler
Yasasında değişiklik yapılarak, Danıştayda görülen birkısım davalara bakma
yetkisi idare ve vergi mahkemelerine devredilerek Danıştayın iş yükünün bir
nebze olsun hafiflemesi sağlansa da, bu düzenlemelerinde yeterli olmadığı
görülmüştür. Ortalama 80 000'i bulan
davada Danıştayda sadece 30 000 ilâ 40 000 dava sonuçlandırılabilmekte; bu da
göstermektedir ki, adalet gecikmektedir. Geciken adaletin adaletsizlik olduğunu
unutmadan, özellikle, problemler, yargıya intikal etmeden çözülmeli, hukukun
üstünlüğü ilkesine bağlı kalarak keyfî uygulamalardan kaçınılmalı ve konuyla
alakalı önlemler bir an evvel alınmalıdır. Vatandaşlar arasında
ihtilaf çıkmasını önleyecek mekanizmalar geliştirilmelidir. Birçok gelişmiş
ülkede olduğu gibi, ombudsmanlık müessesesi benzeri uygulamalarla, en ufak
problemlerde bile, git derdini mahkemede hâkime anlat mantığından kurtularak,
problemleri vatandaşın kendi ardasında çözmesini sağlayacak hakem mekanizmalar
hayata geçirilmelidir. Böylelikle, mahkemelerimizdeki aşırı dava yoğunluğu
azalacak, adaletin gecikmesi engellenmiş olacaktır. BAŞKAN - Sayın Yanmaz, 1
dakikanız var. MUSTAFA NİYAZİ YANMAZ
(Devamla) - Değerli arkadaşlar, bugün, vatandaşa, adalet mekanizması yoluyla
adaletin sağlıklı dağıtılıp dağıtılmadığı sorulduğunda, maalesef, alacağınız
cevaplar hiç de iç açıcı değildir. Bırakın sokaktaki vatandaşı, yüksek yargı
organlarının verdikleri demeçlerde, yaptıkları konuşmalarda dile getirdikleri
sorunlar, adalet mekanizmasının mevcut sıkıntıları ve mutlaka yeniden çok ciddî
bir revizyona gidilmesi gerektiğini açıkça ortaya koymaktadır. Değerli arkadaşlar,
Danıştay ve Tapu ve Kadastro Genel Müdürlüğü bütçelerinin ülkemize ve
milletimize hayırlı olmasını diliyor, Yüce Heyetinize saygılar sunuyorum. (SP
sıralarından alkışlar) BAŞKAN - Teşekkür
ediyorum efendim. Sayın milletvekilleri,
bir istirhamım olacak: Bir kere, bu parti grubunun süresinin bitmesi için, 10
dakika sarkacağız. Eğer, yüksek tensiplerinizden geçirebilirsem, bu öğlen
arasını yarım saate indirebilir miyim efendim, müsaade eder misiniz? Bir kanun
da var... (DSP ve MHP sıralarından "Uygundur" sesleri) BOZKURT YAŞAR ÖZTÜRK
(İstanbul) - Oylayın Sayın Başkan. BAŞKAN - Bir dakika
efendim... Uzlaşma var bizde, müsaade eder misiniz... YASİN HATİPOĞLU (Çorum) -
Sayın Başkan... BAŞKAN - Sayın Hatiboğlu,
buyurun. YASİN HATİBOĞLU (Çorum) -
Efendim, oruç tutamama gibi bir mazereti olanların hukukuna tecavüz sayılmazsa,
bizce, sakıncası yok. (Alkışlar) BAŞKAN - Efendim,
bugünlük, 13.30'a kadar görüşmelerin uzaması hususunu oylarınıza sunuyorum... SALİH KAPUSUZ (Kayseri) -
Sayın Başkan... BAŞKAN - Buyurun. SALİH KAPUSUZ (Kayseri) -
Sayın Başkan, programlanmış çalışmalar var efendim; Meclis zaten yoğun; bütçe
çalışmalarının zamanları da belli, aradaki zaman dilimi de belli... BAŞKAN - Ama, siz, beni
dinlemediniz... İstirham ederim efendim... SALİH KAPUSUZ (Kayseri) -
İstirham ederim Sayın Başkan. BAŞKAN - Bir dakika
efendim, siz dinlemediniz... Ben, zaten yüksek tensiplerinize buyurdum; kabul
etmezseniz, etmeyin; ama, ben size bir şey söyleyeceğim: Burada bir kanun
geçireceğiz bütçeden sonra. SALİH KAPUSUZ (Kayseri) -
Yaparız, çalışırız, geç saatlere kadar çalışırız, olsun. BAŞKAN - Ben kendim
fedakârlık ediyorum, siz niye etmiyorsunuz. HÜSAMETTİN KORKUTATA
(Bingöl) - Tamam, ediyoruz Sayın Başkan. SALİH KAPUSUZ (Kayseri) -
Sayın Başkan... BAŞKAN - Efendim, biraz
uzatacağım, mecburum uzatmaya; çünkü, bir grup var. SALİH KAPUSUZ (Kayseri) -
Sayın Başkan, nasıl uzatırsınız efendim?! Alınmış bir karar var efendim. BAŞKAN - Olur... SALİH KAPUSUZ (Kayseri) -
Sayın Başkan, alınmış bir karar var; karar yetersayısının aranılmasını isterim
ben de. Lütfen... İstirham ediyoruz canım... Bizim de kendimize göre bir
programımız var diyorum; ama, siz, istediğiniz gibi yarım saat uzatırsanız,
diğeri bir saat uzatırsa, burada, nereye ulaşabileceğiz?! BAŞKAN - Uzlaşmaya...
Uzlaşacağız. SALİH KAPUSUZ (Kayseri) -
Eğer uzlaşmaysa, böyle olmaz Sayın Başkanım. BAŞKAN - Ne yapalım
şimdi, grubu yarım mı bırakalım? SALİH KAPUSUZ (Kayseri) -
Bu grup bitinceye kadar uzatabilirsiniz, diğer gruplar saatinde başlar Sayın
Başkan. BEKİR GÜNDOĞAN (Tunceli)
- Sayın Başkan dayatmıyor ki. BAŞKAN - Ben dayatmadım
efendim, ben dayatmadım; ama, siz anlayamadınız. Tabiî, şimdi oruçlusunuz,
sonra görüşürüz onu sizinle. Benim için hiç fark etmez, ben gece 5'e kadar da
çalışırım. SALİH KAPUSUZ (Kayseri) -
Nasıl uygunsa efendim; isterseniz, bir gün sonraya kalır. BAŞKAN - Peki, bundan
sonra görürsünüz efendim. Efendim, Saadet Partisi
Grubunun konuşmalarının bitimine kadar sürenin uzatılması hususunu oylarınıza
sunuyorum: Kabul edenler... Etmeyenler... Kabul edilmiştir efendim. Saadet Partisi Grubu
adına, Sayın Mukadder Başeğmez; buyurun. SP GRUBU ADINA MUKADDER
BAŞEĞMEZ (İstanbul) - Sayın Başkan, sayın milletvekilleri; sözlerime başlarken
hepinizi saygıyla selamlıyorum. Televizyonları başında bizleri izleyen
saygıdeğer vatandaşlarımızı da saygıyla selamlıyor, ramazanlarını tebrik
ediyorum. Şimdi, 2002 yılı
bütçesini görüşüyoruz, Devlet İstatistik Enstitüsünün, Dış Ticaret
Müsteşarlığının, Danıştayın bütçeleri bu grupta görüşülüyor. Yani, bütçenin
toplamında hayır yok. Bütçenin toplamında hayır olmayınca, bölüm bölüm de,
neyi, nerede, nasıl konuşacaksınız. Napolyon "savaşı niye kaybettin"
demiş. Generali "10 sebebim var: Bir; barutum yok..." "Gerisini
sayma..." Şimdi, Türkiye'nin
bütçesi hep faize gidiyor, borca gidiyor, derde gidiyor; -Sayıştaya, Danıştaya
ne verirseniz verin, bir anlamı da yok- ama, nasıl gidiyor her sene bu, ben de
anlayabilmiş değilim. Devlet çarkı bir şekliyle dönüyor!.. Dönüyor da...
Karadenizli mezar taşına "hastayım hastayım dedim, inanmadınız; ne
oldu?!" yazdırmış. Yani, neticede, bir yerde, her şey, bütün kurumlar
tıkanıyor. Efendim, Devlet
İstatistik Enstitüsü, 22 Ekim 2000 günü yapılan genel nüfus sayımının
sonuçlarını hâlâ açıklayamadı. Devlet İstatistik Enstitüsü -kusura bakmayın-
iki iş yapıyor: Bir, nüfus sayımı yapıyor; bir de, tarım sayımı yapıyor. Bunun
dışındaki bütün istatistikî verileri devletin kurumlarından alarak harmanlıyor,
orada bir veri tabanı oluşturuyor. Valiliklerden, özel idarelerden, ticaret
odalarından, her kurumdan aldığı bilgileri, her alanda istatistik bilgileri
haline döküyor. Yaptığı iş ne; tarım istatistikleri, nüfus istatistikleri. Bunu
da, her zaman yapmıyor. Tarım istatistiklerini Tarım Bakanlığı yapsa, nüfus
sayımını İçişleri Bakanlığı yapsa, ondan da kurtulacak. Peki, 2 500 personel,
çoğu yüksek maaşlı, sözleşmeli personel -dikkatinizi çekmek istiyorum- 2 500
personel, 17 tane bölge müdürlüğü... Burada, kesinlikle iddia ediyorum: 2 500
değil, 25 kişilik bir şirkete verin, bütün bu işleri, alnının akıyla yapar
çıkar, nüfus sayımını da size bir ayda söyler; bir ayda. Bu kadar uğraşmaya da
gerek yok. Peki, o 2 500 adama nereden
ekmek vereceğiz derseniz; o da, ekonominin genel işleyiş çarkında hallolur.
Yani, ben bunları yaparken, kesinlikle bugünkü iktidarı eleştirmek adına
söylemiyorum; devletin bir kurumu, oluşmuş, öteden beri geliyor. Bunları
yaparken, bunu söylerken, orada çalışan insanları da kesinlikle eleştirmek
istemiyorum, onlar da canla başla bir bürokratik çark içinde üretmeye çalışan
insanlar. Ama, öyle bir yapı ki, nasıl ki biz milletvekilleri burada
çalışıyoruz, konuşuyoruz, ediyoruz, eyliyoruz, ama, genel bir yapı, Meclis
hakkında bir menfî kanaat oluşuyor. Demek ki, çatısında bir bozukluk var bu
işin. Aynı şekilde, Devlet İstatistik Enstitüsünün de, öteden beri kurulmuş
gelmiş, çatısında, kuruluşunda, oluşumunda bir devletçi anlayış olduğundan
dolayı bir bozukluk var. 2 500 adam, 17 bölge müdürlüğü, ürettiği bu kadar iş;
ne; nüfus sayımı. Ne kadar nüfusumuz? Geçen sene 22 Ekimde sayım yaptık; ne
kadar; vilayetlerden gelen tel bilgilerine göre 72 milyon nüfusumuz var; sayın
başkanın, kurumun başındaki insanın bilgisine göre 65 milyon-66 milyon
nüfusumuz var. Bunu bir an önce açıklayın ki, ona göre, bütün millî veriler üst
üste, alt alta yapılsın da millî gelir hesapları yapılsın, dış dünya ona göre
tavır alsın, biz, dışarıda ona göre pazarlığımızı yapalım. Şimdi, size enteresan bir
şey söyleyeceğim: Biz, ha bire kurum oluşturuyoruz, bu kurumlar ha bire bina
yapıyor, bu binalara ha bire lüks makam odaları yapılıyor. Şu üzerinde
oturduğunuz koltuklar senelerce konuşuldu. Gidin de bakın o kurumlardaki,
kurullardaki bürokratların masalarına, odalarına, binalarına. Şu anda, Devlet
İstatistik Enstitüsünün bahçesine kocaman bir ihata duvarı çekiliyor. Efendim,
bu ihata duvarı granit mermerlerle döşeniyor. Bu granit mermerlerin üzerine
3'er metrelik demir şişlerle -Genelkurmay Başkanlığınınki gibi- koruma
duvarları çekiliyor. Kimi kimden koruyorsunuz, derdiniz ne? Nüfusumuz 72 milyon
mu, 65 milyon mu; bunu söyleyeceksiniz. Bunun için demir dikenlere, granit
duvarlara, bu kadar şeye ne lüzum var?! (SP sıralarından alkışlar) Bir devlet
oluyoruz... Gidin de bakın işte "flamingo yolu" diyorlar. Ha bire
binalar, granit duvarlar, koruma duvarları filan... Ne iş yapıyor?! Basit söylüyorum; hiç
gerek yok, 2 500 kişiye gerek yok; 25 kişilik bir özel araştırma kurumu...
Bırakın onu, aslan gibi bir adam var, çıkmış, mucizeler yaratıyor; Coşkun
Ulusoy. Herkes zarar ederken, ben ne kârlar ettim diyor. Verin ona, OYAK yapsın
işte bu işleri de. O bile altından kalkar bir şube birimi kurmak suretiyle. Değerli arkadaşlar... KÜRŞAT ESER (Aksaray) -
Bu kadar da olmaz... Biraz daha makul şeyler söyleyebiliriz. MUKADDER BAŞEĞMEZ
(Devamla) - Espri olsun diye söylüyorum zaten. Dış Ticaret
Müsteşarlığına gelelim. Değerli arkadaşlar, bizim
Dış Ticaret Müsteşarlığını bürokratik yapıdan kurtarmak lazım. Dünyada, bu tür
oluşumlar, işadamıyla, sanayiciyle el ele, kol kola, yan yana dünyayı açmaya
çalışıyor. Mesela, Japonya'da MİTİ diye bir kuruluş var, alıyor bir Japon
şirketini; diyor ki, sen git filan yere, filan adamla görüş. Ona kredi buluyor,
bir sürü araştırma yapıyor. Mesela, bütün Avrupa
patates yiyor; biz patatesçilerimizi mağdur ediyoruz. Ne yapıp edip, önüne
geçmeliyiz; yani, bunun pazarlamasını yapmalıyız. Singapur öyle. Mesela,
Singapur'da da EDB diye bir kuruluş var, o da ihracatçının, sanayicinin yanında
yer alıyor. Bizdeki Dış Ticaret
Müsteşarlığına şimdi huzurunuzda sesleniyorum: İhracatçılarımızın önünde
müteselsil sorumluluktan dolayı korkunç bir engel var. Bir ihracatçı bir mal
sevk ediyor. İplik almış, iplik alan adam boya almış, boya kutu almış, kutu
nakliye almış... O ondan, o ondan, dördüncü nesil bir adam bir hata yapmışsa,
ihracatçı yanıyor. Dış Ticaret Müsteşarlığı, bırakın, dış dünyada bu insanların
önünü açmayı, şu Maliye'deki engeli kaldırsın; rica ediyoruz. Milyarlarca dolar
ve binlerce şirket heba oluyor, perişan oluyor. Kimin için çalışıyoruz, neyi
engelliyoruz? Niye, ben, ta Ahmet'in, Mehmet'in işlediği suçtan dolayı...
Dünyanın neresinde var, insan haklarına uygun mu? Sen KDV'yi ödememişsin, gelip
beni yakalıyorlar. Bir şirket 1 000 tane
polis çalıştırsa -her gün aldığı, giren çıkan faturalardan dolayı- bunları
takip et; kaçak mı, yasak mı, şu KDV'sini yatırmış mı, şu sigortasını yatırmış
mı dese, bunun içinden çıkamaz. Ciddî bir meseleden söz ediyorum. Dış Ticaret
Müsteşarlığı, dışticaret yapan şirketlerin önündeki, bu, insan haklarına,
Anayasaya, hukuka aykırı engeli kaldırma mücadelesi versin. Aynı şekilde, şimdi,
bütün kurumlarımız, Dış Ticaret Müsteşarlığı, Dışişleri Bakanlığı,
hükümetimizin bütün kurumları, şu ABD tekstil kotalarını kaldırmak için ciddî
şekilde uğraşsın. Önümüzde 2 milyar dolarlık bir potansiyel var; bunun için, bu
işe ağırlık verin. İşte "Powell'la görüştük" filan... Herkesle
görüşün, bu kotalar bir şekilde kaldırılsın. Bu da Dış Ticaret Müsteşarlığının
önünde duruyor. Değerli arkadaşlar, fert
fert, herhangi bir vatandaşın arsaları, bağları, bahçeleri olsa, bunların
kâğıtlarını tutmaz mı, tapularını yazmaz mı, sahip çıkmaz mı? Fiyatı şudur,
değeri budur, buraya elma ekeceğim, buraya buğday ekeceğim, buraya patates
ekeceğim demez mi; der. Bir evlek bostan için, bir evlek tarla için insanlar
birbirini öldürüyor. Peki, devletin bu kadar arazileri, arsaları, niye sahipsiz
kalır? Niye yıllardır kadastro işlemleri yapılmaz? Niye doğru dürüst bir tarım
planlaması yapılmaz? Tarım Bakanlığıyla, İller Bankasıyla, belediyelerle,
valilerle işbirliği yapıp, Kadastro Genel Müdürlüğümüzün ne yapıp, ne edip,
elimizde ne kadar, ne var bilmesi lazım. Vatandaş öyle hevesli ki, bu ülkeye
bir taş koymak için, bir çivi çakmak için, bu ülke kalkınsın diye. Ben,
İstanbul'da hemşeri dernekleriyle sürekli beraberim, Sıvas'a, Erzurum'a,
Bayburt'a, Kars'a ne yapabiliriz oralara. Birisi diyor ki, gidip ceviz ağaçları
dikeceğim, çam ağaçları dikeceğim, çiftlikler kuracağım. Arsa var mı, arazi var
mı? Var; ama,kıraç. Var; ama, çorak, sahipsiz, vermezler, uğraştırırlar. Sahibi
belli değil, adı belli değil, tapusu belli değil. Devlet planlama yapsa,
vatandaşa dese ki, aha sana arsa, ağaç dik; dağları, her tarafı orman haline
getirir, her taraf bahçe olur, her taraf çiftlik olur, her taraf imar şekline
gelir. Biz neyiz Allah aşkına!..
Arsana bakıyorsun, sahipsiz; dış ticaretine bakıyorsun, patateslerin çürüyor,
tüccarların önü kesiliyor. Bütün kurumlar böyle. Kendi kendimize toplanalım,
dağılalım, çalışalım... Hayır, bu böyle olmaz, yeniden kendimize bakmak,
tarihimizle, kültürümüzle, coğrafyamızla yüzleşmek zorundayız. Bu işlerin
üzerinde kuru siyaset yapılmaz. Biz ne yapıyoruz da başaramıyoruz ya da ne
yaparsak başarabiliriz. İnşallah bu bütçeler hayırlı olur. Hepinize saygılar
sunuyorum efendim. (Alkışlar) BAŞKAN - Teşekkür ederim
efendim. Çalışma saatimiz doldu,
birleşime saat 14.00'e kadar ara veriyorum. Kapanma Saati : 13.13 İKİNCİ OTURUM Açılma Saati : 14.04 BAŞKAN : Başkanvekili Mustafa Murat SÖKMENOĞLU KÂTİP ÜYELER : Sebahattin KARAKELLE (Erzincan), Burhan ORHAN
(Bursa) BAŞKAN - 32 nci
Birleşimin İkinci oturumunu açıyorum. Kaldığımız yerden bütçe
görüşmelerine devam ediyoruz. V. - KANUN
TASARI VE TEKLİFLERİYLE KOMİSYONLARDAN GELEN DİĞER
İŞLER (Devam) l. - 2002
Malî Yılı Genel ve Katma Bütçeli İdareler Bütçe Kanunu Tasarıları ile 2000 Malî
Yılı Genel ve Katma Bütçeli İdareler ve Kuruluşlar Kesinhesap Kanunu Tasarıları
(1/921; 1/922; 1/900, 3/900, 3/898, 3/899; 1/901, 3/901) (S. Sayıları : 754,
755, 773, 774) (Devam) A) DIŞ
TİCARET MÜSTEŞARLIĞI (Devam) 1. - Dış
Ticaret Müsteşarlığı 2002 Malî Yılı Bütçesi 2. - Dış
Ticaret Müsteşarlığı 2000 Malî Yılı Kesinhesabı B) DEVLET
İSTATİSTİK ENSTİTÜSÜ BAŞKANLIĞI (Devam) 1. - Devlet
İstatistik Enstitüsü Başkanlığı 2002 Malî Yılı Bütçesi 2. - Devlet
İstatistik Enstitüsü Başkanlığı 2000 Malî Yılı Kesinhesabı C) TAPU VE
KADASTRO GENEL MÜDÜRLÜĞÜ (Devam) 1. - Tapu
ve Kadastro Genel Müdürlüğü 2002 Malî Yılı Bütçesi 2. - Tapu
ve Kadastro Genel Müdürlüğü 2000 Malî Yılı Kesinhesabı D) DANIŞTAY
BAŞKANLIĞI (Devam) 1. -
Danıştay Başkanlığı 2002 Malî Yılı Bütçesi 2. -
Danıştay Başkanlığı 2000 Malî Yılı Kesinhesabı BAŞKAN - Hükümet ve
Komisyon?.. Yerlerinde. Zannedersem, Demokratik
Sol Parti de kalmıştık. Bartın Milletvekili Sayın Cafer Tufan Yazıcıoğlu. (DSP
sıralarından alkışlar) Ben, Sayın Tümen'in
tavsiyesine uyarak 30 dakika ayarladım. DSP GRUBU ADINA CAFER
TUFAN YAZICIOĞLU (Bartın) - Sayın Başkan, sayın milletvekilleri; önce,
hepinizi, Demokratik Sol Parti Grubu adına saygıyla selamlıyorum. Dış Ticaret
Müsteşarlığının görevleri, dışticaret politikalarının tespitine yardımcı olmak,
tespit olunan bu politikalar çerçevesinde, ihracat, ihracatı teşvik, ithalat,
yurtdışı müteahhitlik hizmetleri ve ikili ve çok taraflı ticarî ve ekonomik
ilişkileri düzenlemek, uygulamak, uygulamanın izlenmesi ve geliştirilmesini
temin etmektir. Ülkemiz, ihracata dayalı
sanayileşme politikasını benimsemiş ve bu çerçevede, dışticaret ve kambiyo
rejiminde önemli ölçüde liberasyona gitmiştir. Türkiye'nin dışticareti,
dünya ekonomisinin ve kendi ekonomisin içerisinde bulunduğu şartlardan doğrudan
doğruya etkilenmektedir. Dışticaret hadleri
ülkemiz aleyhine gelişmektedir. Durgunluğa girmiş dünya ekonomisinde büyüme
olumsuzdur; ancak, ülkelerin uluslararası organizasyonlarla birlikte işbirliği
halinde olmaları, malî ve parasal politik kararların doğru tanılar konularak
hemen uygulanmaları durgunluğun fazla sürmeyeceğini göstermektedir. Türkiye'deki gelişmeler,
ülkenin ekonomisinin içyapısını etkilemiş, iç talep çok daralmış, finans
sektörü krize girmiştir. Finans sektörü krizi, reel sektörün fonlanmasını
engellemiştir. Sanayi üretimi ve büyüme daralmıştır. Bu olumsuzluklara rağmen,
ihracat 2001 yılında büyümeyi sürdürmüş, ihracatı karşılama oranı yüzde 75'e
yükselmiştir. Otomotiv, taşıt araçları ve yan sanayi, elektrik, elektronik ve
makine sanayii, demir ve demirdışı metaller, tekstil ve hammaddeleri
sektörlerinde önemli ihracat artışı sağlanmıştır. Dikkati çeken husus, gelişmiş
ülkelere ihracattaki artış oranlarının genel artış ortalamasının gerisinde
kalmış olmasıdır. 2001 yılında ihracatımız
öngörülen hedefe ulaşmaktadır. Turizm gelirleri artmıştır. Ancak, dolar
kurundaki değişiklik göz önüne alındığında ihracat daha fazla olmalıydı. Reel
kesimin finans sektörünce fonlanamaması bunu engellemiştir. Önümüzdeki yıl,
ihracatımızın yaklaşık yarısını yaptığımız Avrupa Birliğinin tek para birimi
euro'ya geçiyor olması, hem değişik para birimleriyle uğraşmanın ortadan
kalkması, hem de dolar karşısında değerin artması ihtimali nedeniyle
ihracatımızı olumlu etkileyecektir. İç piyasalardaki önemli
daralma, ithalatı daraltmıştır. İhracatta sürekli bir artış gerçekleştirmesi
amacıyla rekabet gücünün artırılmasını ve ihracatın yapısında dünya
ticaretindeki eğilimlere paralel yapısal bir dönüşüm gerçekleşmesine önem veren
çalışmalar bir an önce bitirilmelidir. Sınaî yapıda, bilgi ve
teknoloji yoğun sınaî yapıya geçiş sağlanmalı, ihracatta katmadeğeri yüksek
yeni teknoloji yaratarak pazar payımızı artırmalıyız. İhracatı destekleyen,
teşvik eden ve yönlendiren politikaların ve desteklerin uygulanması şarttır;
ancak, bu destek, uluslararası yükümlülüklerimize ters düşen bir destek olmamalıdır.
İhracatı yönlendiren, sorunların çözümüne yardımcı olan destek ar-ge, çevre
koruma, bölgesel kalkınma alanlarında etkin bir şekilde kullanılmalıdır. KOBİ'ler için pazara
giriş çalışması projesi önemli hale gelmiştir. Ticaret ve alım heyetleri teşvik
edilmelidir. Ülke, sektör, bölge ve ürün bazında güncel veriler oluşturulmalı; üretim, pazarlama,
ulaştırma, finansman gibi yapısal sorunlar analiz edilmeli; oluşturulacak
veritabanlarına ihracatçıların
kolaylıkla ulaşabilmeleri sağlanmalıdır. Dışticarette, neler
satıyoruz, ne kadar kaynak tahsis ediyoruz, bunun karşılığında ne kadar gelir
elde ediyoruz; bu hususlar açıkça ortaya konulmalıdır. Elektronik ticaret
konusundaki yasal boşluk bir an önce doldurulmalı; elektronik ticaret ülke
genelinde yaygınlaştırılmalıdır. Avrupa Birliğine uyum
sürecinde dışticareti ilgilendiren mevzuat hızla uyumlu hale getirilmeli;
Avrupa Birliğinin yaptığı Serbest Ticaret Anlaşmasına paralel, aynı kalıplar
içerisinde serbest ticaret anlaşmaları tamamlanmalıdır. Türk ihracatçılarının
önündeki teknik engeller çözümlenmeli, bununla ilgili mevzuat oluşturulmalı,
Gümrüklerin Modernizasyonu Projesine, dışticaretle ilgili işlem yapan ve veri
üreten ihracatçı birlikler dahil edilmelidir. Eximbank, krizdeki
firmalara erteleme getirmiştir. Eximbanktan kredi alan kuruluşlardan yüzde
40'ına sahip KOBİ'ler, bankacılık sisteminden teminat mektubu alamadıklarından
kredi talep edememektedirler. Bu kuruluşların kendi tesislerini teminat
göstermeleri sağlanmalı, organizasyon yapılarına pazarlama ve ihracat birimleri
dahil edilmeli, yeni kredi taleplerinin karşılanması için özellikle Eximbankın
kaynakları artırılmalıdır. İhracat sayılan yurtiçi
satış ve teslimlerin de Eximbank kredilerinden yararlandırılmaları
sağlanmalıdır. Tarım sektörü ile tarıma
dayalı sanayi özellikle desteklenmelidir. Türkiye ekonomisinin
haksız rekabete karşı korunmasında Türk Akreditasyon Kurumu önemli bir
gelişmedir. İthalatın haksız rekabete neden olmaması, ülke standartları ve
sağlık koşullarına uygun olması ve çevreye zarar vermemesi için, uluslararası
kurallara uyumlu bir biçimde yapılan düzenlemelerin etkin olarak uygulanması
için yeni düzenlemeler ve değişiklikler yapılmalıdır. Örneğin, kömür
ithalatında ülkede konusunda tek uzman kuruluş Türkiye Taş Kömürü Kurumuna
denetim ve izin yetkisi verilmeli, böylece tüketicinin korunması sağlanmalıdır. Dış ülkelerdeki ticaret
müşavirlikleri, günün şartlarına göre yeniden düzenlenmeli ve sayıları
artırılmalıdır. Bilgi ve becerilerinden
yararlanılan Türk uzmanların, uluslararası kuruluşlarda ve projelerde, belirli
sürelerde, görev almaları gereklidir. Dış Ticaret
Müsteşarlığının serbest bölgeler konusunda yeni bölgeler açmak yerine, mevcut
bölgelerin ülke ekonomisine daha verimli ve kaynak sağlayan şekilde çalışmasını
sağlama düşüncesi yerindedir. Doğrudan yabancı sermaye yatırımlarında, ihracata
dönük yüksek teknoloji ve katmadeğer yaratabilecek projeler özendirilmeli, bu
konuda tanıtım faaliyetlerine hız verilmelidir. Üretimden, teşvikten,
yatırımdan başlayarak planlanmış dışticaret, kalkınma planlarının öngördüğü
stratejiye uygun olacaktır. Sorunların çözümünde
istikrarlı ve çözümü bir an evvel üreten hükümetimizin bu çalışmaları için
hükümetimize teşekkür ediyor; Yüce Meclisi bir kere daha saygıyla selamlıyor,
çalışmalarında başarılar diliyor; bütçelerin hayırlı olmasını temenni ediyorum.
(DSP sıralarından alkışlar) BAŞKAN - Şimdi söz
sırası, İçel Milletvekili Sayın Akif Serin'de. Bu arada, sayın
milletvekilleri, Doğru Yol Partisi Hatay Milletvekili Sayın Mehmet Dönen'e
Meclis çıkışında bir araba çarpmış, kaza geçirmiştir. Doğru Yol Partisi Grubu
onun için yok. Mehmet Dönen arkadaşımız şu anda Bayındır Hastanesinde yatıyor;
ama, polis arkadaşlardan öğrendim, sıhhati iyi. Doğru Yol Partisi Grubuna
ve hemşerime geçmiş olsun diyorum. ("Geçmiş olsun" sesleri) Buyurun Sayın Serin. DSP GRUBU ADINA AKİF
SERİN (İçel) - Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; konuşmama başlamadan
önce, Mersin İlinde ve ilçelerinde yaşanan sel felaketinde hayatını kaybeden
vatandaşlarımıza Allah'tan rahmet, kederli ailelerine başsağlığı diliyorum. Sayın Başkan, değerli
milletvekilleri; ülkemizin en önemli kuruluşlarından birisi olan Başbakanlık
Devlet İstatistik Enstitüsü Başkanlığının 2002 yılı bütçesi hakkında Demokratik
Sol Parti Grubunun görüşlerini sunmak üzere söz almış bulunmaktayım. Bu
vesileyle, hepinizi, şahsım ve Grubum adına saygıyla selamlıyorum. Bilindiği gibi, ülkemiz,
çok hızlı ekonomik ve sosyal bir gelişme hamlesi içerisindedir. Dünyadaki
parlak geleceği olan ülkelerden birisi olan Türkiye'nin önemi, son yıllarda
meydana gelen hızlı değişimlerle birlikte, birçok bakımdan, daha da artmıştır.
Bu doğrultuda, bilginin güvenilir ve etkin olarak derlenmesi, saklanması,
işlenmesi, yayılması ve kullanımı, Türkiye'nin, ekonomik, toplumsal ve
teknolojik gelişimi için son derece büyük önem taşımaktadır. Bu kapsamda,
ülkemize ait verileri toplayıp bilgi düzeyine getiren, istatistik, analiz ve
yorumlarıyla, politikacı, karar alıcı, bilim adamı, araştırmacı, kamu ve özel
kurum ve kuruluş yetkilileri gibi oldukça geniş bir kullanıcı kitlesine sunan
Devlet İstatistik Enstitüsünün yetmişbeş yıldır sürdürdüğü çalışmalarının daha
büyük bir önem ve güç taşıyacağını, Türkiye'nin geleceğe yönelik kararlarının oluşmasında daha etkin katkısı olacağını
belirtmek isterim. Özellikle, doğru ve çabuk karar almada yenileşme ve
gelişmeye açık olmak, güçlü bir istatistik ve bilgi sistemi altyapısı
oluşturmak, ülkemizin bugünü ve geleceği için çok önemlidir. Kurulduğu günden beri,
bir yandan, kullanıcılarına sunduğu istatistiki verilerle Türkiye'nin gelişim
sürecini çok geniş boyutlarıyla yansıtmaya çalışan Devlet İstatistik Enstitüsü,
diğer yandan da, ürettiği istatistiklerin, gerçeklerin resmini ortaya
koyabilmesi açısından, doğruluğunu, güncelliğini, toplum ve ekonomideki hızlı
değişimleri aksettirebilme yeteneğini geliştirmek zorundadır. Bir ülkenin istatistik
altyapısının sağlıklı olması, karar alıcıların ve bilim adamlarının
çalışmalarına doğru yön vermede ve en önemli unsur olmakta, tüm araştırma
çalışmalarını etkileyebilecek bir durumdadır. Toplum ve ekonomide
yapısal değişimin hızlı bir biçimde yaşandığı ülkemizde, Enstitümüzün, bu
değişimi, istatistik veri düzeyinde, minimum hatayla, en kısa sürede yansıtması
önemlidir. Devlet İstatistik Enstitüsü, bu yöndeki çalışmalarını, giderek artan
bir hız ve yoğunlukla da sürdürmelidir. Türkiye'nin Avrupa
Birliğine üyelik müzakereleriyle birlikte, Devlet İstatistik Enstitüsüne düşen
görev ve sorumluluklar da artmış bulunmaktadır. Türkiye, Ulusal Programında
belirttiği gibi, kısa vadede, Devlet İstatistik Enstitüsünün görev, yetki ve
kuruluşu hakkında 53 sayılı Kanunu, Avrupa Birliği ülkelerinde geçerli
istatistik yasalarıyla birlikte, Avrupa Birliği İstatistik Ofisi tarafından
aday ülke istatistik ofislerine önerilen yeni yasal mevzuat ilkeleri göz önüne
alınarak yeniden düzenleme çalışmalarına başlanacaktır. Demografik ve sosyal
istatistikler, bölgesel istatistikler, iş istatistikleri, dışticaret ve tarım
istatistikleri konularında Avrupa Birliğine uyumlu yeni stratejiler belirleme
çalışmalarına başlanmıştır. Orta vadede ise, Avrupa hesap sistemi yapısına
uygun gayri safî yurtiçi hâsıla tahminleri, harmonize tüketici fiyat
istatistikleri, kısa dönem göstergeler, sosyal istatistikler, ödemeler dengesi
ve yeni uygulama gerektirecek iş kayıtları konusunda, Avrupa Birliği
mevzuatları ve teknik, metodolojik, idarî yapı ve yasal uygulamalar hakkında
gerekli araştırmalara başlanacak, makro ekonomik istatistikler daha fazla
uyumlaştırılacaktır. Görüldüğü üzere, Devlet İstatistik Enstitüsünün ülkemiz
açısından önemi daha da artmaktadır. Bunları söylerken, en önemli veri
kaynağını teşkil eden ve toplumun fotoğrafını çeken nüfus sayımları, Devlet
İstatistik Enstitüsünün güven kaybetmesi yönünde en önemli faktörlerden biri
haline gelmiştir. Sayın Başkan, değerli
milletvekilleri; her ülke için en önemli projelerden biri olan nüfus sayımıyla
ilgili olarak 1997 yılında yapılan nüfus tespitiyle ilgili tartışmalar henüz
hafızalardan silinmemişken, maalesef, buna bir yenisini daha ekledik. 2000 yılı
nüfus sayımları, sonuçları itibariyle, 1997 yılı nüfus sayımını dahi aratır bir
nitelik kazanmıştır. Nüfus sayımının, sosyal ve demografik göstergeleri dahil
olmak üzere, onsekiz ayda biteceği söylenmesine rağmen, bir yıldan daha fazla
süre geçmiştir; fakat, nüfus sayımı bile belli değildir. Dolayısıyla, yapılan
bütün hesaplamalarda, gösterge olarak, 1997 rakamları baz alınmakta, bunun
sonucunda da bir sürü hesaplamalarda yanlış sonuçlara ulaşılmaktadır. Yapılan
sayım neticesinde, nüfusun 72 000 000 civarında çıktığı, gazetelere
yansımıştır. Bundan sonra yapılan nüfus düşürme çalışmaları sonucunda, nüfusun
65 800 000'e düşürüleceği tahmin edilmektedir. Burada sorulması gereken
bazı sorular vardır: Yapılan nüfus düşürülme çalışmalarının maddî boyutu ne
kadar olmuştur? Bu bağlamda, nüfus düşürülme çalışması, Avrupa Birliği nezdinde
yapılan görüşmelerde, Avrupa Birliğine nasıl izah edilecektir? Hatta, bu durum
çalışması ile milletvekili dağılımının değişmesi, kamuoyuna nasıl izah
edilecektir? Nüfusun fazla çıkmasının
sebebi olarak, belediyelerin, İller Bankasından aldıkları para yardımı
gösterilmektedir. Oysa, yıllardan beri, belediyeler, İller Bankasından aynı
şekilde pay almakta ve nüfus sayımı da aynı şekilde yapılmaktadır. Neden bu
dönemde bu kadar sorun olmuştur? Bunun için, Devlet İstatistik Enstitüsünün,
kendi eksiklerini de bir gözden geçirmesi gerektiği düşüncesini taşıyorum.
Belediyelerin, İller Bankasından alacakları paylar, yöntem değişikliğiyle,
istatistiksel analiz metotlarıyla belirlenemez miydi; tabiî ki,
belirlenebilirdi. Gösterge olarak tüketilen su miktarından tutun da, ödedikleri
çevre temizlik vergisine kadar değişik doneler baz alınabilir. Daha önceden bu
konuda neden yeterince çalışma yapılmadı; çalışma yapıldıysa, neden bir an önce
uygulamaya başlanmadı? Aynı zamanda, enflasyon
hesaplamalarında da yöntem değişikliği gerekmektedir. İndeks tabanı olarak 1994
yılı baz alınmaktadır. Oysa, 1994 yılından günümüze tüketimin şekli
değişmiştir. Bu konuda yeni çalışmaların yapılması için, bir an önce gündemden
geçirilmesi gerekmektedir. Bu konuşmamı, Devlet
İstatistik Enstitüsünün 2002 yılı bütçesinin hazırlandığı ekonomik ortamın
bilinmesi ve yapılacak değerlendirmelere ışık tutmak ve bilgi vermek amacıyla
hazırladım. Sayın Başkan, değerli
milletvekilleri; 2002 yılına girerken, dünyada bilgi ve teknolojinin yarıştığı
günümüzde, tüm belirtilen hususlar, Devlet İstatistik Enstitümüzün sorunlarına
eğilmemiz ve çözümleyici destek vermemiz gerektiğini göstermektedir. Bu
bilinçle, enstitümüzün çalışmalarının yürütülebilmesi için gerçekçi bir
bütçeyle desteklenmesi gerektiği inancımla, 2002 malî yılı bütçesinin hayırlı
olmasını diliyor, hepinizi saygıyla selamlıyorum. (DSP sıralarından alkışlar) BAŞKAN - Sayın Serin teşekkür
ederim. Şimdi söz sırası Antalya
Milletvekili Sayın Mustafa Vural'da; buyurun. (DSP sıralarından alkışlar) DSP GRUBU ADINA MUSTAFA
VURAL (Antalya) - Sayın Başkan, sayın milletvekilleri; Tapu ve Kadastro Genel
Müdürlüğünün 2002 yılı bütçesi üzerinde Demokratik Sol Parti Grubu adına söz
aldım. Konuşmama başlarken Yüce Meclisi saygılarımla selamlıyorum. Toprak, tarihin her
döneminde en önemli üretim ve yatırım aracı olmuş tükenir doğal kaynaklardan
biridir. Devamlı artan nüfus ve göç hareketleri sonucu, toprağa sürekli
müdahale edilmektedir. Tapu ve kadastro hizmetlerinin temel fonksiyonu ise,
toprak-insan ilişkilerini modellendirmektir. Tapu kadastro "kimin, nerede,
ne kadar, nasıl" sorularına yanıt veren tek yasal sistemdir. Bu nedenle, ülke
kadastrosunun bitirilmesi çok önemlidir. Bugüne kadar Devlet
Planlama Teşkilatı tarafından yapılması öngörülen tesis kadastrosu, ülke
genelinde yüzde 86 oranında tamamlanmıştır. Türkiye genelinde, kadastrosu
yapılması öngörülen 420 000 kilometrekarelik alanın 363 000 kilometrekarelik
bölümünün kadastrosu tamamlanmıştır. Sayın Başkan, sayın
milletvekilleri; 155 yıllık geçmişi olan bu kurum, yürüttüğü görevin önemi ve
taşıdığı sorumluluklara karşın, kamu kurumları arasında hak ettiği yeri
alamamıştır. Bu, belki de, yaptığı hizmetlerin, yol gibi, baraj gibi, köprü
gibi çok gösterişli veya politik bakımdan fark edilen hizmetlerden
olmayışındandır; ancak, bir başka gerçekse, bütün bu hizmetlerin altyapısını,
harita, tapu ve kadastro hizmetleri oluşturmaktadır. Bu hizmetler, çalışanların
emekleridir, göz nurudur. Sayın Başkan, sayın
milletvekilleri; yedinci ve sekizinci beş yıllık kalkınma plan ve
stratejisinde, toprağa dayalı bilgilerin daha geniş ve sağlıklı biçimde
toplanıp kullanıma sunulabilmesi için, Tapu ve Kadastro Genel Müdürlüğü
bünyesinde, tapu ve kadastro bilgi sistemi kurulması öngörülmüştür. Bu sistemin
kurulması çalışmaları iki temel proje altında yürütülmektedir. Bunlardan biri,
MERLİS adını taşıyan, Marmara Deprem Bölgesi Arazi Bilgi Sistem Projesidir.
Yaklaşık 36 000 kilometrekarelik bir alanda çeşitli miktarlarda yer kabuğu
hareketleri, kaymalar, dönüklükler ve ötelenmeler oluşmuş, kadastro açısından
zemin değişiklikleri ortaya çıkmıştır. Dünya Bankasınca finanse edilen bu
projeyle, deprem bölgesinde kadastronun yenilenmesi, sayısal formatta ve tapu
kadastro bilgilerinin bilgisayar ortamına aktarılarak kullanıma sunulması
sağlanacaktır. Diğer projeyse, özellikle
tapu sicillerinin ve kadastral planların sözel ve sayısal bilgilerinin ülke
genelinde bilgisayar ortamında depolanmasını ve bu alanda hizmetin daha süratli
ve ekonomik olarak sunulmasını sağlayacak kısa adı TAKBİS olan bilgi işlem
sisteminin kurulmasıdır. Sayısız yararları olan bu projelerin bir an evvel
tamamlanacağına inanıyorum. Sayın Başkan, sayın
milletvekilleri; Tapu ve Kadastro Genel Müdürlüğünün 2000 yılı bütçesi üzerinde
de Demokratik Sol Parti Grubu adına konuşurken, şu iki konu üzerinde önemle
durmuştum: Bunlardan birisi, kurum çalışanlarının ekonomik ve sosyal sorunları;
diğeriyse, kurumda yeniden yapılanma. Esasen, bütçeden aldığı payın yaklaşık
5-6 misli kadar gelir sağlayan bu kurumda çalışanlar, kamudaki en düşük ücreti
almaktadırlar. Kadastro, emek/yoğun bir
çalışmayı gerektirir. Çalışanlara, döner sermayeden anlamlı bir katkı
sağlanabilir; arazi tazminatları günün şartlarına uygun düzeye çıkarılabilir. Diğer önemli konuysa, hem
kurum hem de Harita ve Kadastro Mühendisleri Odasınca, özellikle, yaşadığımız
deprem felaketlerinden sonra benimsenen, kurumda ve sektörde özeleştiri ve
yeniden yapılanma isteğiydi. Kamu sorumluluğu taşıyan lisanslı ölçme
bürolarının oluşturulması ve emlak müşavirliği, emlak komisyonculuğu yasa
tasarısı çalışmaları bunu tamamlayan diğer hususlardı. Bu konuda somut bir
adımın atıldığını, verilen sözlere rağmen henüz görebilmiş değilim; ancak, bu
ortak istemin gecikerek de olsa gerçekleşebileceği dönem, ülkemizde pek çok
reforma öncülük eden 57 nci hükümet ile Türkiye Büyük Millet Meclisinin 21 inci
Yasama Dönemidir. Sayın Başkan, sayın
milletvekilleri; sağlıklı tapu kadastro hizmeti, eğitilmiş personel, teknik
donanım ve yeterli malî destekle sağlanır. İçtenlikle isteğim, siyasî
değerlendirmelerden olabildiğince uzak, kendi kaynağını kendi yaratan, özel
sektörün olanaklarından daha fazla yararlanan, gerekli bilgi birikimine sahip
nitelikli elemanlar istihdam eden ve bunlara yeterli ücret ödeyebilen yepyeni
bir kurumu, 57 nci hükümet döneminde görmektir. Bu duygularla, bütçenin
hayırlı olmasını diler, Yüce Meclise saygılar sunarım. (DSP sıralarından alkışlar) BAŞKAN - Efendim, şimdi
söz sırası, İstanbul Milletvekili Sayın İsmail Aydınlı'da; buyurun efendim.
(DSP sıralarından alkışlar) İSMAİL AYDINLI (İstanbul)
- Zamanı ayarladınız mı efendim? BAŞKAN - Zaman zaten
ayarlı efendim. Sonra, Demokratik Sol Partiye zaman ayarlamasına gerek yok;
saat gibi çalışır, otuz dakikayı doldurur efendim. (DSP sıralarından alkışlar) DSP GRUBU ADINA İSMAİL
AYDINLI (İstanbul) - Sayın Başkan, Yüce Parlamentonun değerli üyeleri;
Demokratik Sol Parti adına Danıştay bütçesi üzerinde görüşlerimi açıklamak için
söz almış bulunuyorum. Grubum ve kendi adıma, hepinizi saygıyla selamlarım. Değerli milletvekilleri,
Anayasamızın 125 inci maddesi, idarenin her türlü eylem ve işlemlerine karşı
yargı yolunun açık olduğunu öngörmüştür. Gene bu madde, idareye, kendi eylem ve
işlemlerinden doğan zararı ödemek yükümlülüğü getirmiştir. Madde, yalnızca,
Cumhurbaşkanının tek başına yapacağı işlemler ile Yüksek Askerî Şûra
kararlarını yargı denetimi dışında bırakmıştır. 1961 Anayasasının ilk
metninde idarî yargının denetim alanında herhangi bir sınırlama
getirilmemişken, 1980 sonrasında, önce, 2577 sayılı İdarî Yargılama Usulü
Kanunu ve daha sonra, 1982 Anayasasıyla bu alanda önemli sınırlamalar
yapılmıştır. Yargı yetkisine ve yürütmenin durdurulmasına ilişkin kuralların da
eklenmesiyle, idarî yargının denetim alanı ve yetkisi daraltılmış, gücü
zayıflatılmıştır. Yasal düzenlemelerle yargısal denetim kapsamının
belirlenmesi, başka bir deyişle, denetim alanının siyasal iktidarlara
bırakılması, çağdaş hukuk düzeniyle çelişki oluşturur. Çağdaş devlette bu
sınırları belirleyen, siyasal iktidarların takdir ve idaresi değil, hukuk
devletinin ilkeleri ve içeriğidir; öyle de olmalıdır. Hukuk devleti düzeninin
kurulması, yasama, yürütme ve yargı alanına giren tüm işlem ve eylemlerin hukuk
kurulları içinde kalması, temel hak ve özgürlüklerin anayasal güvenceye
bağlanmasıyla olanaklıdır. Yürütme ve yasama işlemlerinin hukuka uygunluk
denetimini yapacak yargı organının yasama ve yürütme organları karşısında tam
bağımsızlığa sahip olması, yargı denetiminden beklenen yararın gerçekleşmesinin
ana ve zorunlu koşuludur. İdarî yargı görevini
üstlenen yüksek bir yargı organı olan Danıştayımızın tarihsel gelişimi, Osmanlı
Devletindeki Batılılaşma hareketleriyle paralellik gösterir. Cumhuriyetten
sonra, Danıştayımız, üyelerinin Türkiye Büyük Millet Meclisince seçilmesinden
sonra, 6 Temmuz 1927 tarihinde fiilen görevine başlamıştır. Danıştayımızın
zaman içinde yargısal görevleri ağırlık kazanmış, 1961 Anayasasında üst derece
idare mahkemesi nitelemesiyle yüksek mahkemeler arasında yerini almıştır. 1982
Anayasasıyla da, Danıştayımızın, idare, danışma, inceleme görevleri ile
memurların yargılanmasına ilişkin görevleri korunmuştur. Burada, izninizle çok
önemli bir parantez açmak istiyorum. 12 Eylül antidemokratik rejimi, 1982
yılında, Danıştaya ve hukuka, hukuk devletine karşı utanç verici bir tasfiye
uygulaması gerçekleştirmiştir. 20 Ocak 1982 tarihinde yürürlüğe giren 2575
sayılı Danıştay Kanununun geçici 13 üncü ve 14 üncü maddeleriyle, önce,
Danıştay başkanı, başsavcısı ve daire başkanlarının bu sıfatları sona
erdirilmiştir. Danıştayda boş bulunan üyelikler devlet başkanının seçimiyle
doldurulmuş, daha sonra da, Danıştay başkanlığına, başsavcılığına,
başkanvekilliklerine, Hâkimler ve Savcılar Yüksek Kurulu da araya sokulmak
suretiyle, devlet başkanı tarafından atama yapılmıştır. Danıştayı suçlu ve
sorumlu görme, değiştirme, güçsüzleştirme ve hatta, cezalandırma işlemi bununla
da kalmamış, o zamanki devlet yönetimi, geçici 14 üncü maddeye dayanarak, 6
Danıştay daire başkan ve üyesinin bu sıfatlarını sona erdirmiş, 16 Danıştay
üyesini bölge idare mahkemesi başkanlıklarına atamıştır. Bunlardan 12'si
emekliliklerini istemek zorunda kalmışlardır. Danıştaya ve idarî yargıya ağır
bir darbe olan bu uygulamalar, Türk demokrasisi, hukuk ve yargı tarihine kara
bir leke olarak geçmiştir. Bu kürsüden, bu uygulamayı yapanları, tarih önünde,
bir kez daha kınıyorum. 133 yıllık geçmişiyle
anayasal bir kuruluş olan Danıştayımız, devlet yapısı içinde, toplumun
benimsediği, güvendiği bir kuruluşumuzdur. Danıştay, bugün, 12 daire
başkanlığından oluşan, hem birinci derece mahkemesi ve hem de temyiz mahkemesi
olarak çalışan yüksek bir yargı organıdır. Danıştayın iş yükünü azaltmak
amacıyla geçen dönemlerde çıkarılan 4575 ve 4577 sayılı Danıştay Kanununda ve
İdarî Mahkemeler Kanununda yapılan değişiklikler iş yoğunluğunu bir ölçüde
azaltmakla birlikte, Danıştayda karar sırasını bekleyen dosya sayısı her gün
artmaktadır. 84 üye, 34 savcı ve 177 yargıçla görev yapan Danıştayın hızlı
çalışabilmesi olanakları yaratılmaktadır. Danıştayın, bugün,
birtakım altyapı sorunları bulunmaktadır. Bunların başında, hizmet binasının
yetersizliği gelmektedir. Bu konuda, yakın gelecekte, gerekli bütçe Danıştaya sağlanmalıdır.
Danıştay, saygınlığına ve işlevine denk yeni bir çağdaş yapıya
kavuşturulmalıdır. Bilgisayar altyapısının yenilenmesi, yeni cihazların
alınması, programlama ve kadro sağlanması konularında gerekli bütçe olanakları
sağlanmalıdır. Danıştayımızın değerli
yargıç ve mensuplarının karşı karşıya bulundukları çeşitli sorunları ve
eksikliklerini gidermek zorundayız; ama bundan daha da önemlisi, Danıştayımızın
değerli Başkanı Sayın Nuri Alan'ın, 10 Mayıs 2001 tarihinde Danıştayın
kuruluşunun 133 üncü yıldönümünde ve İdarî Yargı Günü konuşmasında dile
getirdiği şu sözlerini izninizle aktarmak istiyorum: "İdarî yargı, bugün
bir yandan idarî yargı alanına ve idarî yargı yetkisine Anayasayla getirilen
sınırlamalar ve idarenin hukukla barışık olmamasından kaynaklanan ağır iş yükü,
öte yandan bugünkü yapısı ve örgütleniş biçimi, İdarî Yargılama Usul Yasasında
yer alan gereksiz kurallar veya eksik düzenlemeler nedeniyle etkin ve yaygın
yargısal denetimi sağlayamamakta, yeterince hızlı çalışamamaktadır. Bu nedenle,
Anayasada idarî yargı alanına ve yetkisine getirilen ve hukuk devletinin
gerekleriyle bağdaşmayan sınırlamaları kaldırmalıyız. İdarî yargının işlevi
doğrultusunda yapılanmasını, adil, doğru ve hızlı bir yargılamayı
gerçekleştirecek kuralları yeniden düzenlemeliyiz. Danıştayın ve idarî
yargının kuruluş ve usul yasasından kaynaklanan sorunlarının çözümüyle öteki
altyapı sorunlarının çözümü Türkiye'yi çağdaş hukuk devleti olma konusunda daha
ileri aşamalara taşıyacaktır." Bu arada ben, gerçekten
üç değerli milletvekili arkadaşımızın, başta Hatay Milletvekili merhum Namık
Kemal Atahan, Bursa Milletvekilimiz Ali Arabacı ve Doğru Yol Partisi Grubundan
Ahmet İyimaya'nın getirdiği teklifleri bu arada zikretmek istiyorum. Gerçekten,
bugün Danıştayda görev yapan ve hukuk sıfatı olan yargıçlarımız çok
azınlıktadır; diğer fakültelerden mezun olanlar -gerçekten Türkiye'de de hukuk
fakültesi mezunlarının eğitim düzeyi ve kapasitesinin tartışmalı olduğu bir
dönemde- doldurulmuştur. Bunun, bir an önce ortadan kaldırılması gerekir. Tabiî
yargıç ilkesine uygun olarak, gerçekten Hâkimler ve Savcılar Kanununda
yapılacak bir değişiklikle, tabiî yargıçlarımızın Danıştayda büyük ölçüde görev
alması gerekmektedir. Bu yasa teklifi Adalet Komisyonumuzdan geçmiştir.
İnşallah, Danışma Kurulumuz da, bu yasa teklifinin bir an önce Meclis Genel
Kuruluna taşınmasına önayak olur. Böylece, Danıştayımızın elemanlarının
niteliği hususundaki bu eksiklik giderilmiş olur. Bu vesileyle, hepinize
saygılar sunuyorum, teşekkür ediyorum. (Alkışlar) BAŞKAN - Teşekkür
ediyorum efendim. Tekrar, Demokratik Sol
Parti Grubuna teşekkür ediyorum, süresini tam kullandığı için. Efendim, bir malumat
vereyim: Demin ifade etmiştim, Sayın Mehmet Dönen, Güven Hastanesinde, doktor
Sinan Aygün'le konuşuldu, durumu iyi, yalnız, leğen kemiğinde kırık var; fakat,
gözlem ve tetkikleri devam ediyor. Tekrar, Doğru Yol Partisine geçmiş olsun
diyorum, Mehmet Dönen hemşerime de. Şimdi söz sırası
Milliyetçi Hareket Partisi Grubunda. Ağrı Milletvekili Sayın
Nidai Seven; buyurun efendim. (MHP sıralarından alkışlar) 3 arkadaşımız konuşacak;
süreyi 3'e bölüyorum. MHP GRUBU ADINA NİDAİ
SEVEN (Ağrı) - Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; Başbakanlık Dış Ticaret
Müsteşarlığının faaliyetleri ve 2002 yılı bütçesi üzerinde, Milliyetçi Hareket
Partisi Grubunun görüşlerini arz ederken, Grubum ve şahsım adına, Yüce
Heyetinizi saygıyla selamlıyorum. Mehmet Dönen Bey kardeşime de Allah'tan
şifalar diliyorum, geçmiş olsun. Dış Ticaret
Müsteşarlığının, dışticaret politikalarının oluşturulması, ithalat ihracat
mevzuatı ve serbest bölgeler mevzuatı ile müteahhitlik işleri konusunda, bu
konularla ilgili mevzuatları düzenleme, bu çalışmalarla ilgili olarak yurt
dışında Türkiye'yi en iyi şekilde temsil etme noktalarında kurulmuş bir teşkilatımız
olarak, son zamanlarda, Türkiye'de ve dünya bazında çok iyi çalışmalar
yaptığını görmekteyiz. Karma Ekonomik Komisyon
toplantısında, ilgili ülkelerle ülkemiz arasındaki ticarî, ekonomik, sınaî,
teknik ve bilimsel işbirliği noktasında hakikaten en üst düzeyde temsil ettiği
ve anlaşmalar yaptığı, özellikle kamu ve özel sektör kuruluşlarını yönlendirmek
için ikili ilişkilerde bulunduğu ve ortaya çıkan problemleri ve engelleri
ortadan kaldırmak için fevkalade çalışmalar gösterdiği görülmektedir. Sayın Başkan, değerli
milletvekilleri; Avrupa Birliği ile kırk yıla yakın bir ortaklık ilişkisi
içerisinde bulunan ülkemiz, 1996 yılından itibaren gümrük birliği çerçevesi
içerisinde ortaklık ilişkilerini yürütmektedir. 1999 yılındaki Helsinki
Zirvesinde, ülkemizin Avrupa Birliğinin genişleme sürecine dahil edilmesi
yönünde alınan kararla, ülkemiz diğer aday ülkelerle eşit statüde Avrupa
Birliği katılım sürecine girmiştir. Ülkemiz, 2000 yılı rakamlarıyla ihracatın
yüzde 52,2'sini, ithalatın da yüzde 48,8'ini Avrupa Birliği ülkeleriyle
gerçekleştirmiştir. AB ile gümrük birliğinin
tamamlanmasına ilişkin Ortaklık Konseyi kararı gereğince, Türkiye'nin, karar
yürürlük tarihini izleyen 5 yıl içerisinde Avrupa Birliğinin tercihli ticaret
anlaşmaları ve tek taraflı ticarî tavizlerin tanındığı otonom rejimlerine
uygunluk sağlaması öngörülmüş, buna istinaden de bugüne kadar Türkiye, EFTA
ülkeleri ve birçok ülkeyle serbest ticaret anlaşmaları imzalamıştır. Türkiye, ekonomik büyüme
potansiyeline sahip bir ülke olup, söz konusu büyümenin istikrarlı bir biçimde
gerçekleştirilmesi için yatırım-üretim-ihracat üçgenini mutlaka kurmalıdır.
Böylece, ihracata dayalı sürdürülebilir bir kalkınma çizgisini ancak
yakalayabilir. Üçgenin en önemli ayağı olan toplam yatırımların gayri safî
millî hâsıla içindeki payının artırılmasıdır. Büyümenin sürdürülebilmesi
açısından da bu olay çok önemlidir. 2001 yılı ilk 8 aylık
döneminde -gerçi daha sonraki rakamlar da yayınlandı- ihracatımız, bir önceki
yılın aynı dönemine göre yüzde 12,5 oranında artmış, ithalatımız ise yine aynı
dönemde yüzde 22,5 oranında azalmıştır. İthalatta yaşanan bu azalma sonucunda,
ihracatın ithalatı karşılama oranı yüzde 51,8'den yüzde 75,2'ye çıkmıştır.
İhracatın ithalatı karşılama oranının yüksek olması her ne kadar arzu edilse
dahi, ekonomideki daralma sonucunda ithalatın düşmesiyle ortaya çıkması,
gerçekten arzu edilen bir durum değildir. Türkiye'nin ticaret
hacminin, 2000 yılı içerisinde, gayri safî millî hâsılaya oranının yüzde 42,6
düzeyinde gerçekleşmesi, hakikaten, Türkiye'nin bugünkü kriz döneminde
bulunduğu ortamda memnuniyet vericidir; ancak, yeterli değildir. Keşke, 2001
yılında ekonomide bu daralma olmamış olsaydı ve daha güzel şeyler beklemiş
olsaydık. İthalatı küçültmekten çok, ihracata dayalı üretim ve yatırımı
artırıcı tedbirler almak, yabancı sermaye girişini artırmak ve tabiî, bu yolda
kamu ve özel kesimin işbirliğini artırmak en önemli konulardandır. Türkiye'nin, ödemeler
dengesini etkileyen faktörler olarak, hepimizin bildiği üzere, dünya üretimi,
dünya ticaret hacmi, Türkiye'nin ihracat pazarlarındaki büyüme hızı, dünya
ekonomisinde 2001 yılında yaşanan talep gerilemesi, petrol ve petrol ürünlerine
olan talebin kısılması, dışticaret hadlerinin aleyhimize gelişmesi, dışticaret
açığını olumsuz yönde etkilemiştir. 2001 yılı ocak-temmuz
döneminde, gerçekten, ithalat 21,6 oranında gerilerken, ihracatta yüzde 9,2'lik bir artışın
kaydedilmesi nedeniyle, dışticaret açığı, umut verici bir şekilde, yüzde 71,2
oranında azalarak 3,4 milyar dolar dolayında seyretmiştir. Söz konusu dönemde,
dışticaret dengesindeki iyileşme sonucu, cari işlemler dengesi 881 milyon dolar
fazlayla sonuçlanmıştır, bu sekiz aylık verilere göre. Yine, ihracatın 31 milyar
dolar, yani, 30,5 ilâ 31 milyar dolar civarında ve ithalatın ise 41 milyar
dolar olarak gerçekleşmesinin beklendiği, 2000 yılında 22,4 milyar dolar olan
dışticaret açığının -çok önemli bir hadise- 2001 yılının sonunda 5,5 milyar
dolara gerileyeceği tahmin edilmektedir; yani, 17 milyar dolar fark olacaktır.
Buna bağlı olarak, 2001 yılında, cari işlemler dengesinin 2,9 milyar dolar
fazla vereceğini bugünkü rakamlardan görmekteyiz. Sayın Başkan, değerli
milletvekilleri; bugün, dünya geneline baktığımızda, bölgesel entegrasyonlara
ve komşu ülkelerin kendi aralarındaki ticaretlerini hızla geliştirdiklerine
şahit olmaktayız. Dış Ticaret Müsteşarlığımızın bu konudaki gayretlerini de
takdirle karşılıyoruz. Dünya ekonomisinin
küreselleşmesi sürecine bağlı olarak uluslararası ticaretin serbestleşmesi,
rekabeti giderek artırmaktadır. Bu şartlarda uluslararası piyasalara girmenin
ve var olmanın temel şartı, dünya çapında gelişmeleri yakinen izlemek, yeni
fırsatları değerlendirmek ve toplanan bilgileri, zamanında, gerekli yerlere
ulaştırmaktır. Dış Ticaret Müsteşarlığı, bu amaçla yurt dışında teşkilatlanmış
olmakla beraber, bu çerçevede, rantabilitenin, liyakatin, ehliyetin ele
alınacağı yeni bir gözden geçirme noktası, Sayın Bakanımız tarafından mutlaka
ele alınmalıdır. Müsteşarlığın, çağın
gereklerine uygun bir şekilde, yurtiçindeki ve yurtdışındaki teşkilatının daha
güçlü bir yapıya kavuşturulmasında, dışticaretin geliştirilmesi bakımından
fayda görülmektedir. Sürdürülebilir ihracat artışının, ancak hızlı çalışan ve
güçlendirilmiş karar alma mekanizmasının yanında, ciddî üretimle ve yatırım
desteğiyle mümkün olacağı inkâr edilemez bir gerçektir. Bu çerçevede, ülkemizin,
küresel mal ve hizmet ticaretinden daha fazla pay alabilmesi, ancak üretim ve
ihracat politikalarını bütünlük içerisinde ele alarak, rekabet gücünü artırmasına
bağlıdır. Bu maksada yönelik yeterli finansmanın oluşturulması ve rekabet gücü
yüksek sektörlerin desteklenerek, büyüyen bir ekonomik yapının
gerçekleştirilmesi gerekmektedir. Ülkemizde, döviz
kazandıran iki önemli sektör mevcuttur; bu sektörlerin başında gelen ihracatın
boyutunu araştırmak, turizm sektörünün gelişmesine katkılar yapmak
gerekmektedir. Türkiye'nin ihracatının
30 milyar ABD Doları seviyesinde seyretmesi, arzu edilen bir durum değildir;
ihracatımızın, mutlaka, 60 - 70 milyar dolar seviyesine yükseltilmesi için
gerekli tedbirlerin bir an önce alınması kaçınılmazdır ve bu manada da,
Eximbank kaynaklarının artırılması gerekmektedir. İhracatımızın yapısal
sorunu olan pazar ve sektörel bağımlılığın azaltılmasını teminen, dünya
pazarlarında "Türk malı" imajının yerleşmesini sağlayacak stratejik
bir yaklaşımın tespit edilmesi, ileri teknoloji ihtiva eden, bilgi yoğun ve
katma değeri yüksek ürünlerin ihracat içerisindeki payının artırılmasına dair
politikaların uygulanması ve bu kapsamda firmaların ar - ge faaliyetlerinin
daha fazla teşvik edilmesine azamî gayret gösterilmesi gerekmektedir. Türkiye'nin, Avrupa
Birliğine tam üyelik hedefi için yapılması gereken çalışmalar bir an önce
tamamlanmalı; ülkemize, 1995 yılından itibaren 60 milyar dolar civarında bir
maliyet yükleyen gümrük birliği sürecinde yaşanan problemlerin çözümüne ağırlık
verilerek, sınaî ürünlerin gümrük birliğinde daha rantabl bir seyir izlemesine
önem verilmelidir. Dışticaret şirketlerinin
teşviklerine daha çok ağırlık verilerek, KOBİ'lerin uluslararası piyasalarda
hak ettiği yeri almasını teminen, rekabet şartları, uluslararası pazarlama,
tanıtım ve ticarî bilgiye ilişkin eksikliklerin giderilmesine öncelik
verilmelidir. Sınır ticaretiyle ilgili
yeni düzenlemeler yapılmalı; söz konusu ticaretin tabana yayılması için
alternatif ürünler geliştirilmeli; devletin, komşu ülkelere karşı uyguladığı
politikalar gereği ekonomik manada zarar gören illerimizin kayıpları telafi
edilmelidir. Bu vesileyle, bütçenin
hayırlı olmasını diliyor, hepinizi saygıyla selamlıyorum. (MHP sıralarından
alkışlar) BAŞKAN - Teşekkür
ediyorum. Sürenizi biraz aştınız;
ama, borç yiyen kesesinden yer. İçel Milletvekili Sayın
Hidayet Kılınç... (MHP sıralarından alkışlar) MHP GRUBU ADINA HİDAYET
KILINÇ (İçel) - Sayın Başkan, değerli milletvekili arkadaşlarım; Devlet
İstatistik Enstitüsü Başkanlığı hakkında, Grubum ve şahsım adına söz almış
bulunmaktayım; hepinizi saygıyla selamlıyorum. İlgili konuya geçmeden
önce, İçel İlinde 21-25 Kasım ve 2 Aralık günlerinde meydana gelen sel
felaketine kısaca değinmek istiyorum. İlimiz bütününü en ağır şekilde etkileyen
sel felaketi, yerleşim yerlerinde ve tarım alanlarında büyük zararlara
sebebiyet vermiştir. 4 vatandaşımız hayatını kaybetmiştir, yaklaşık 100 trilyon
lira maddî zarar bulunmaktadır. Devletin bütün birimleri afete anında müdahale
ederek, daha büyük zararların ve can kaybının önüne geçmişlerdir. Hükümetimiz
tarafından bir miktar ödenek aktarılmıştır; ancak, zararın miktarı göz önünde
bulundurulduğunda, yetersiz olduğu açıktır. Bununla birlikte, afet olan
belediyelerimizin afet kapsamına alınması, İller Bankasındaki belediye
borçlarının ertelenmesi, çiftçi borçlarının ertelenmesi, yeni kredi imkânının
sağlanması, acil olan isteklerdir. Ayrıca, hayatını kaybedenlere Allah'tan
rahmet, ailelerine sabır, tüm hemşehrilerime geçmiş olsun dileklerimi sunarım. Sayın Başkan, değerli
milletvekilleri; ülkemizin en eski, en köklü kuruluşlarından olan Devlet
İstatistik Enstitüsü yetmişbeş yaşındadır. Enstitü, sosyal, ekonomik ve
kültürel alanlarda yıllardır veri toplamakta ve istatistikî bilgi üretim
hizmetlerini aralıksız, çağın gereklerine uygun olarak sürdürmektedir.
Geleceğimizin sağlıklı şekilde planlanabilmesi için, istatistik alanlarında
ihtiyaç duyulan bilgileri güncel, güvenilir ve gerçek hayatla ilgili olarak
üretmek, hızlı sunumunu sağlamak, Devlet İstatistik Enstitüsünün her zaman ana
görevi olmuştur. Bilindiği gibi, 14 üncü
nüfus sayımı alan çalışması 22 Ekim 2000 tarihinde ülke genelinde yapılmıştır.
Sayım bir günde tamamlanmış, sayımların neticesi Devlet İstatistik Enstitüsüne
anında ulaştırılmıştır. İl ve ilçe sayım komitelerinden faks ve yazıyla
gönderilen geçici sonuçlar, her yerleşim yerinin nüfus artış hızları ve bina
sayımından elde edilen konut sayılarıyla analiz edilmiştir. Analiz çalışmaları
sonucunda, nüfus artış hızı beklenilenin üzerinde çıkan ve ihbar edilen
bölgelere ait defterler inceleme grupları tarafından değerlendirilmeye
alınarak, gerekli görülen bölgelerde tekrar alan çalışması yapılmıştır. Nüfus sayımıyla ilgili
çalışmalar, sonuç açıklama aşamasına gelmiştir. İnceleme sonucunda, mükerrer
yazım belirlenen bölgelerin İller Bankasından fazla pay alma ve bazı yerleşim
yerlerinin belediye olabilme kaygısına düştükleri belirlenmiştir. Sayımda
mükerrer ve hayalî yazımların önlenebilmesi için, İller Bankasından pay alma
kriterleri sadece nüfusa bağımlı olmaktan çıkarılmalı ve yeni kriter
belirlenmesi için gerekli acil düzenlemeler yapılmalıdır. Bundan sonra her on
yılda tekrarlanacak olan genel nüfus sayımında hataların en aza indirilmesi
için, belediyelerin güncel adres değişikliğini bilgisayar ortamında takip
etmeleri ve harita üretmeleri gerekmektedir. Ayrıca, merkezî nüfus kayıt
sistemi ikamet edilen yere göre düzenlenmeli, değişiklikler güncel olarak takip
edilmelidir. Ülkemizde tarım
istatistiklerine Osmanlı İmparatorluğu döneminde başlanmış olup, ilki 1927'de
olmak üzere, 1950, 1963, 1970, 1980, 1991 ve 2001 yılında yedinci genel tarım
sayımı, Enstitü tarafından yapılmıştır. Genel tarım sayımlarında, cari tarım
istatistikleri ile derlenemeyen tarım işletmelerinin büyüklükleri, tipleri,
arazi tasarruf şekli, hane halkı kompozisyonu gibi bilgilerin derlenmesi ve ara
yıllarda yapılacak çalışmalara çerçeve oluşturması amaçlanmaktadır. Bu yıl,
Devlet İstatistik Enstitüsü-Tarım Bakanlığı işbirliğiyle, tarım istatistiği,
uluslararası istatistik sistemine dönüştürme çalışmasına başlanmıştır. Ayrıca,
tarımsal işletmelerin ekonomik yapılarını araştırma projesi çalışmalarına da
başlanmıştır. Amaç uygulanan tarım politikalarının, ne tür işletmelerde, ne tür
değişmelere yol açtığı, zaman içinde izlenerek, daha sonraki dönemler için
hedeflenen yapıya ulaşma amaçlı daha sağlıklı politikalar üretmektir. Enstitü, Türk istatistik sisteminin
geliştirilmesi amacıyla Avrupa Birliği İstatistik Ofisi ile yoğun bir çalışma
dönemine girmiş bulunmaktadır. Avrupa Birliği İstatistik Ofisi tarafından
oluşturulan uyum veri tabanı sistemine enstitünün entegrasyonu çalışması
yürütülmektedir. Uzun süredir ara verilen
bina sayımı, 2000 yılında tekrar gerçekleştirilmiştir. Ülkemizin deprem
bölgesinde olması ve son yaşadığımız depremlerden sonra, bu veri tabanının
önemi bir kez daha ortaya çıkmıştır. Ayrıca, bu veri tabanı, bazı belediyeler
tarafından kurulmaya çalışılan kent bilgi sistemine de geniş ölçüde hizmet
edecektir. Hane halkı gelir ve
tüketim harcamaları anketi 2002 yılından itibaren enstitü tarafından sürekli
hale getirilerek, yeni kurulacak tüketici fiyat indeksleri ağırlıkları ve
indeks sepetinde yer alacak mal ve hizmetlerin her yıl güncelleştirilebileceği
bir yapıya kavuşturulacaktır. 12-14 Kasım tarihleri
arasında İstatistik Araştırma Sempozyumu yapılarak, istatistik bilimiyle
uğraşanlara yeni bilgiler verilmiş, yeni tartışma ortamları yaratılmıştır. Devlet İstatistik
Enstitüsü, son yıllarda bünyesinde çeşitli konularda veri tabanları oluşturmuş,
bunların bir kısmını da internet aracılığıyla dağıtıma açmıştır. İnternet
aracılığıyla dağıttığı belirlenen en önemlileri; haber bültenleri, il bazında
temel ekonomik ve sosyal göstergeler ve ekonomik panoramadır. Ayrıca, enstitü,
ürettiği verilerin kamuoyuna sunumunu hızlı bir şekilde gerçekleştirebilmek
için, istatistik bilgi hattı kurmuştur. İstatistik bilgi hattı menüsünde mevcut
olan bilgiler, düzenli olarak güçlendirilip kullanıcıların hizmetine
sunulmaktadır. Enstitü, yürüttüğü cari
çalışmalar sonucunda, aylık, üç aylık ve yıllık olarak hazırlanan haber
bültenleriyle kamuoyunu sürekli bilgilendirmektedir. Devlet İstatistik
Enstitüsü, ülkemizin önemli kurumlarından olup, geçmişin sağlıklı bilgisiyle
geleceğimizi planlamaktadır. Bu vesileyle, 2002 malî
yılı bütçe tasarısının hayırlı olmasını diler; saygılar sunarım. (MHP
sıralarından alkışlar) BAŞKAN - Teşekkür
ediyorum efendim. Üçüncü söz, Ankara Milletvekili
Sayın Mehmet Arslan'ın. Sayın Arslan, size 9
dakika kaldı... MEHMET ARSLAN (Ankara) -
Sayın Başkan, bir iki dakika toleranslı
davranırsınız. BAŞKAN - Bugün idare
edemiyoruz efendim. MEHMET ARSLAN (Ankara) -
Öyle mi?.. BAŞKAN - Vallahi, idare edemiyoruz.
MEHMET ARSLAN (Ankara) -
Teşekkür ederim. BAŞKAN - Bugün, Sayın
Kapusuz istemedi; ben de etmiyorum. Buyurun. (MHP
sıralarından alkışlar) MHP GRUBU ADINA MEHMET
ARSLAN (Ankara) - Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; Tapu ve Kadastro Genel
Müdürlüğü ve Danıştay bütçeleri üzerinde, Milliyetçi Hareket Partisi Grubu
adına söz almış bulunuyorum; bu vesileyle, hepinizi saygıyla selamlar;
ramazanınızı tebrik eder, Türk-İslam alemine hayırlara vesile olmasını Cenab-ı
Allah'tan niyaz ederim. Değerli milletvekilleri,
Tapu ve Kadastro Genel Müdürlüğünün ana görevlerini incelediğimizde, yasalarla
belirlenmiş olan taşınmaz mallarla ilgili akitler ve her türlü tescil
işlemlerini yapmak, tapu sicillerinin düzenlenmesi için temel prensipleri
tespit etmek, tesis kadastrosu yaparak taşınmazların hukukî ve teknik
durumlarını belirlemek ve bunları güncel tutmaktır. Gayrimenkuller üzerindeki
hakların geçerliliğini koruyabilmek için, hakların mevcut durumuna göre tapu
kayıtları üzerinde tesis edilmesi ve yasal prosedürün izlenmesi esastır. Tapu ve Kadastro Genel
Müdürlüğü, 1 328 birimde vatandaşa hizmet götüren önemli kuruluşlarımızdan
biridir. Bu kuruluşun hizmetlerini en iyi şekilde yerine getirmesi, toprağa
bağlı her türlü yatırımların gerçekleşmesi açısından bir zorunluluktur. Toprak
çoğaltılamadığından, artan nüfusun toprağa olan ihtiyacının, iyi bir planlama
ve değerlendirmeyle karşılanması gerekmektedir. İyi bir planlama için de mutlak
surette kadastro gerekir. Zira, kadastro, imar uygulamaları, arazi tapulaştırmaları,
köy yerleşim planlaması, sınır ve mülkiyet anlaşmazlıklarının çözümü, hazine
arazileri ile devletin hüküm ve tasarrufu altındaki yerlerin tespiti,
ormanların belirlenmesi, vakıf yerlerinin tespiti ve adil vergilendirme ve
benzeri konularında ve toprağa bağlı her türlü yatırım projelendirilmesinde ve
uygulanmasında temel kurumlarımızdan biridir. Türkiye'de kadastronun
bitirilmemiş olması, her sene Meclis kürsüsünde dile getirilmektedir. Bu
eksikliğe rağmen, toprağa bağlı yatırımlarda kadastronun darboğaz teşkil
etmeyişi ve birçok projede belirlenen zamandan önce yerine getirilmiş olması da
bir başarıdır. Bununla birlikte, bütün
yurt sathında kadastronun tamamlanması ve çağın ihtiyaçlarına cevap verebilecek
şekilde yaşatılması için, Tapu ve Kadastro Genel Müdürlüğünün bu hizmetleri
daha verimli yapabilmesi açısından desteklenmesi gerektiğine yürekten
inanmaktayım. Tapu ve Kadastro Genel
Müdürlüğünün mevcut bütçe imkânlarıyla, 2001 yılında programa alınan kadastro
ve harita hizmetlerinin gerçekleştirilmesi ve kadastroda beklenen hedefin
üstünde bir üretim yapılması memnuniyet vericidir. Toprağın kullanımıyla
ilgili tüm planların altlığını kadastro paftaları oluşturmaktadır. Yapıldığı
tarihte ihtiyaçlara cevap verecek şekilde hazırlanan bu haritaların, günümüz
ihtiyaçlarına göre yenilenmesi gerekmektedir. Kentsel alanlardaki
şehircilik, imar, altyapı ve üstyapı planlamalarının yapılabilmesi ile kırsal
alanlardaki tarım arazilerinin düzenleme işlemlerinin sağlıklı yapılabilmesi,
kadastro hizmetlerinin gerçekleşmesine bağlıdır. Bu amaçla Tapu ve Kadastro
Genel Müdürlüğünde çalışmalar yapıldığı bilinmektedir. Bu çalışmalardan sonuç
alınabilmesi için gerekli maddî destek sağlanmalı, buna paralel olarak 3402
sayılı Kadastro Kanununda gerekli yasal değişiklikler yapılmalıdır. Tapu ve Kadastro Genel
Müdürlüğü, Türkiye'de bilgisayar edinen ilk kuruluşlardan birisidir. Tapu ve
kadastro hizmetlerinde bilgisayara dayalı çalışmaların yapıldığı ve bu
çalışmaların bütün birimlere süratle yaygınlaştırıldığı herkes tarafından
bilinmektedir. Bu çalışmalardan olan
tapu ve kadastro bilgi sistemi (TAKBİS) projesinin kurulmasına ve hayata
geçirilmesine yönelik çalışmalara her türlü destek şartsız olarak verilmelidir.
Bu projenin finansmanı döner sermaye gelirlerinden karşılanmaya çalışılmakta
olup, yaygınlaştırma çalışmalarının genel bütçeden de desteklenmesi gerektiği
inancındayım. Bu çalışmaların bir an
evvel sonuçlandırılması en samimî temennimizdir; çünkü, vatandaşı devlete
bağlayan en önemli unsurlardan birisi de, mülktür, yani mülkiyettir. Mülkün
vatandaşa ait olduğunu belirten belge de, tapudur. Bu nedenle, Türkiye'de
tapusu yapılmamış, tapu kadastrosu geçmemiş arazi veya mülk kalmamalıdır. Sayın milletvekilleri,
hepimizin bildiği gibi, Tarım Bakanlığı tarafından, çiftçilik yapan
vatandaşlarımıza, doğrudan destek programına göre, tarım arazilerine dönüm
başına 10 milyon lira maddî destek sağlanmaktadır. Bu destek de, 200 dönüme
kadar verilmektedir. Tapusu olan yerlerde bu desteğin verilmesinde problem
olmamakta; fakat, tapusu olmayan tarım arazilerinde, devlet ile vatandaşlar
arasında sorunlar yaşanmaktadır. Tapusu olmayan tarım
arazileri için il müdürlüklerince komisyon kurulmakta, bu komisyonların verdiği
bazı kararlar tepkiyle karşılanabilmektedir; çünkü, 50 dönüm arazisi olan
kişinin arazisi 30 dönüm olarak veya 60 dönüm olarak yazılabilmekte. Bu da,
vatandaşlar arasında husumet ortaya çıkarmaktadır. Bunun giderilebilmesi için,
bir an önce, Tapu ve Kadastronun Türkiye'de tapusuz arazi bırakmaması
gerekmektedir. Bir başka problem de
vatandaşların kendilerinin olduğunu kanıtlamakta zorluk çekmekte oldukları
araziler vardır. Bir an önce, bu arazilerin tapu belgesinin de vatandaşa
verilerek çözülmesi gerekmektedir. Bir başka problem de,
Türkiye'deki ekim alanlarının ve ekilen mahsullerin üretiminin istatistikî
tespitinin kolaylaştırılması, yöresel ekim alanlarının tespiti ve hangi
ürünlerin ekiminin yapılabileceğinin belirlenmesi için de tapulamanın bir an
önce bitirilmesi gerekmektedir. Yine, çiftçilerimizin
tarımsal kredi kullanımlarında en önemli etkenlerden birisi de tapusuz
arazileri ipotek ettirememeleridir. Tapusuz arazisini ipotek gösteremeyen
çiftçimiz, maalesef, bazı tarım kredilerinden istifade edememektedir. Bu gibi problemlerin
çözülmesi için, cumhuriyetin kuruluşundan bugüne kadar bitirilemeyen tapu ve
kadastronun bir an önce bitirilmesi gerekmektedir. Tapu kadastro
hizmetlerini yürütecek personelin hukukî ve teknik konularda yetişmiş olması,
hizmetin özelliği, kalitesinin artırılmasında çok büyük önem arz etmektedir. Bu
nedenle eğitim hizmetleri düzenlenen hizmetiçi eğitimlerle bugüne kadar
sağlıklı bir şekilde yürütülmüştür; ancak, tapu sicil müdürlüklerinin eleman
ihtiyacı had safhadadır. Bunların bir an önce temini ile eğitimlerinin
yapılarak hizmete katılmalarının sağlanması gerektiğine inanıyoruz. Tapu Kadastro Genel
Müdürlüğü, uluslararası ilişkilere büyük önem vermiş; bu amaçla özel mülkiyete
geçme aşamasında olan Rusya Federasyonuna bağlı ülkeler ile Azerbaycan,
Türkmenistan, Özbekistan, Kırgızistan ve Kazakistan gibi ülkelerin tapu ve
kadastro kuruluşlarının yetkilileriyle ortak proje hazırlanması, yardımlaşma ve
teknik işbirliği, eğitim, uzman değişimi gibi konuları kapsayan mutabakat
protokolleri imzalanmıştır. Ayrıca, Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyetiyle tapu ve
kadastro çalışmalarının yürütülmesi ve otomasyona geçişine destek verilmesi
hususunda gerekli... BAŞKAN - Sayın Arslan,
son 1 dakikanız... MEHMET ARSLAN (Devamla) -
...yardım ve işbirliği protokolü imzalanarak, Kıbrıs'ın kadastrosunun
tamamlanmasına çalışılmakta, millî ve manevî önemi tartışmasız olan bu
toprakların teknik ve hukukî durumu net olarak ortaya konulacaktır. Bütçede kendisine ayrılan
ödeneğin 4-5 katı gelir sağlayan harita, tapu, kadastro sektörünün ana kurumu
olan Tapu ve Kadastro Genel Müdürlüğüne başarılar diliyor, bütçesinin hayırlı
olmasını temenni ediyorum. Değerli milletvekilleri,
Türkiye Cumhuriyeti Devletinin meri yargı sistemi içerisinde, idarenin eylem ve
işlemlerinin hukuka uygunluğunun "idarî yargı" denilen ayrı bir yargı
yoluyla denetlenmesi öngörüldüğünden, genel yargı olan adlî yargı dışında ve
yanında, ülkemizde, bir de idarî yargı bulunmaktadır. Danıştay ise, bu yargı
yolunda yüksek mahkeme olarak yer almaktadır. Danıştay kararları, idareye
ve idarî faaliyetlere muhatap kişilere, hukukun ne olduğunu gösterebilmesi
anlamında özel önem taşımaktadır. Danıştayda, kimi zaman yürütmenin
durdurulması istemi, çok kısa bir sürede karara bağlanıp, taraflara, memur
eliyle tebliğ edilmek suretiyle, idarî yargının etkinliği hissettirilirken,
kimi davalarda yürütmenin durdurulması istemi hakkında bir karar verilebilmesi
için aylar, hatta seneler geçmektedir. (Mikrofon otomatik cihaz
tarafından kapatıldı) MEHMET ARSLAN (Devamla) -
Sayın Başkanım, 1 dakika verirseniz... BAŞKAN - Tabiî efendim.
Toparlarsanız, memnun olurum. MEHMET ARSLAN (Devamla) -
Teşekkür ederim Sayın Başkanım. Yargılama sürecindeki
farklılıklar ve bu farklılıkların izahsızlığı, Danıştaya yönelik eleştirilere
dayanak teşkil etmektedir. Özellikle, kamu personeline ilişkin mevzuatın
uygulanmasından doğan davalarda, Danıştayın, kararlarında tarafsız ve objektif
olmadığı konusundaki yaygın kanaat, halk arasında daha da belirgindir. Farklı siyasî iktidarlar
döneminde atanan kamu personeli için farklı içtihatların üretildiği iddiaları,
her iddia sahibince farklı emsal uygulamalara dayandırılmaktadır. Farklı
uygulama ve içtihatlar, yüksek yargı organı olan Danıştayın tarafsızlığını
perdelemektedir. Bir yüksek yargı organı,
toplumsal bünyedeki çatışmalarda taraf olamaz. Zamanla değişip gelişen egemen
kurum ve kavramların geçmiş tarafgir faaliyetleri nedeniyle, yargıyı karşısına
alması, hukuk devleti ilkesinin hayata geçirilebilmesini zorlaştıracaktır. Türk
Milletinin Danıştaydan beklentisi ise, muasır medeniyetler seviyesine
ulaşırken, toplumun önünü açması, sosyal hukuk devleti ilkelerinin güvencesini
teşkil edecek yüksek idare mahkemesi olarak varlığını korumasıdır. Saygılarımı sunuyorum.
(MHP sıralarından alkışlar) BAŞKAN - Teşekkür
ediyorum efendim. Bu turda, gruplar adına
görüşmeler bitti. Efendim, arkadaşlar da
himmet buyururlarsa, iftardan evvel, bu tur görüşmeleri tamamlarız. Şahsı adına, Osmaniye
Milletvekili Sayın Birol Büyüköztürk; buyurun. (MHP sıralarından alkışlar) Süreniz 10 dakika. BİROL BÜYÜKÖZTÜRK
(Osmaniye) - Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; bütçemizin, Dış Ticaret
Müsteşarlığı, Devlet İstatistik Enstitüsü, Tapu ve Kadastro Genel Müdürlüğü ve
Danıştay Başkanlığı bütçeleriyle ilgili olarak, lehte söz almış bulunuyorum;
hepinizi, saygıyla selamlarım. Sayın Başkan, değerli
üyeler; diğer ülkeler ile Türkiye arasındaki ticarî ve ekonomik ilişkilerin
geliştirilmesi, ülkemizin ticarî ve ekonomik çıkarlarının korunması, ihraç
ürünlerinin uygun fiyatlarla pazarlanması, piyasa hareketlerinin takibi gibi
konularda ihracatçılarımıza gerekli istihbaratın sağlanması ve yardımcı
olunması yanında, ihracatçının her türlü derdine çare aramak ve ona yardımcı
olmak gibi bir fiilî ulusal görevi de bulunmakta olan Dış Ticaret Müsteşarlığının
üzerinde, büyük bir yük ve sorumluluk vardır. Ayrıca, ülkemizin ticarî ve
ekonomik çıkarlarının, bu konunun uzmanlarınca, yine, etkin bir şekilde
korunabilmesi bakımından, başta Dünya Ticaret Örgütü olmak üzere, ekonomik
nitelikli uluslararası kuruluşlarda temsile özel bir önem verilmesine
inanmaktayım. Sayın Başkan, değerli
milletvekilleri; dışticaretimizi geliştirmek istiyorsak, önce üretecek, sonra
pazarlayacağız. Üretmek için de; bir, teknolojiye; iki, maddî destek ve teşvike
ihtiyacımız var. Teknoloji içinse, iyi eğitim veren bilgi yuvalarına ve
oralarda eğitim görecek kapasitede öğrencilere ihtiyacımız var. Teknolojinin,
bilgili insanımızı yetiştirdikten sonra, teşvik ve desteğin, yeterince, doğru
yerde, doğru zamanda ve doğru planlı uygulanması gerekiyor. Türkiyemizde, sadece
ihracatın değil, dışticaretimizde ithalatın da gözönünde bulundurularak,
dengeli ve planlı bir teşvikin yapılması gerekiyor. 1995-1999 yılları arasında,
devletimiz, teşvike 17 katrilyon pay ayırmış; ayrılan bu payların, maalesef,
dışticaretimizde önemli yer tutan sektörlerde dengeli dağıtımını
sağlayamamıştır. Örneğin, 17 katrilyonluk dışticaret teşvikinden 250 trilyonluk
pay alan tarım ürünleri sektörü, dışticaretimizde yüzde 12'lik önemli bir yere
sahip olmuştur. Yine, yıllarca desteklenen ve toplam imalat sanayiinin 10
katrilyonluk teşvikinden 4 katrilyon 786 milyar alan -yaklaşık yüzde 40'ını-
tekstil ve hazır giyim sektörü, maalesef, dışticaret hacmimizde yüzde 23'lük
bir yere sahip olmuştur. Yine, bu kadar teşvik alan bu sektörümüzün beş yıldaki
ilerleme kaydı, artışı yüzde 15; halbuki, dışticaretimizdeki ihracat artışımız
yüzde 23 olarak gerçekleşmiştir. Yine imalat sanayiinde, makine ulaşım sektörü
dışticaret hacmimizde yüzde 38 yer tutarken, aldığı pay yüzde 16 olmuştur.
İşte, tüm bu teşviklerin planlı ve akıllı uygulanmasıyla, inanıyorum ki,
dışticarette daha iyi verim ve daha iyi bir denge sağlarız. Sayın Başkan, değerli
milletvekilleri; biraz da dışticaretimizde önemli bir yer tutan Avrupa
Birliğiyle ilgili ticaretimize değinmek istiyorum. Biliyorsunuz, Gümrük Birliği
Antlaşması 1996 yılında yürürlüğe girmiştir; fakat, ticaret, hep Türkiye'nin
aleyhine işlemeye başlamıştır. 1996 yılında, Türkiye'nin toplam ihracatı yüzde
7,3 artarken, Avrupa Birliğine ihracatımızın artışı yüzde 4,2 olmuş; ithalat
ise tam tersi gelişmiş, ithalatta yüzde 22,2 gelişme sağlanırken, maalesef,
Avrupa Birliğiyle olan ithalatta yüzde 37,2'ye ulaşılmıştır. Aleyhteki bu
rakamlar, maalesef bu zamana kadar gelmiştir. 1995-2000 döneminde, AB'den
yapılan ithalatın ortalama artışı yüzde 9,6 olarak gerçekleşirken, bu dönemde
AB'ye yapılan ihracatın ortalama artışı yüzde 5,5 olarak gerçekleşmiştir.
Halbuki, bu oranlar, 1990-1995 döneminde yüzde 11,2 ve yüzde 9,1 olarak
birbirine yakın düzeydeydi. Bu tablo da gösteriyor ki, Gümrük Birliği
Anlaşması, maalesef, Türkiye açısından dışticaretimizde olumsuz neticeler
doğurmuştur. Bunun için, yeniden bir düzenlemeye, yeniden birtakım konuları ele
almaya ihtiyaç olduğu kanısındayım. Sayın Başkan, değerli
milletvekilleri; ayrıca, gerçekleştiği takdirde dışticaretimizde önemli bir yer
tutacağına inandığım ABD ile İsrail arasındaki Serbest Ticaret ve İşbirliği
Anlaşmasında üretim yapacakları üçüncü ülke olarak Türkiye'nin yer alması,
memleketimiz için büyük bir pozitif gelişme olacaktır. Gerek hammadde kullanımı
gerek istihdam gerekse vergi ülkemiz açısından büyük bir olumlu gelişmeye sebep
olacaktır. Sayın Başkan, değerli
milletvekilleri; Tapu ve Kadastro Genel Müdürlüğüyle ilgili olarak da biraz bilgi
sunmak istiyorum. Hepimiz iyi biliyoruz ki, devletin zenginliği her zaman
vatandaşa doğru ve planlı olarak yansımamakta; ama, vatandaşın zenginliği her
zaman devlete doğru orantılı olarak yansımaktadır. Maalesef, Türkiyemizde,
devletimiz gayrimenkul zenginidir, hazineler, orman arazileri, barajlar,
denizler, ne aklınıza geliyorsa; ama, bundan ne derecede yararlanabiliyoruz?
Halen, elinde olan işletmelerden yararlanamayan devlet, halen bu
gayrimenkulleri elinde tutarak zenginliği bir yere hapsetmiş durumda. Halbuki,
bunların vatandaşlara sunulması, vatandaşların bunları kullanmasıyla, hem
vatandaşımıza hem de devletimize zenginlik sağlayabiliriz. Örneğin,
ormanlarımız, hiç yoktan bazı insanları gayrimeşru yoldan zengin yapıyor,
üstelik, bu işler planlı olmadığından ormanlarımıza büyük zarar veriyoruz.
Ormanlarımızı uzun süreli kiraya versek daha iyi korunacak, hem zenginliğinden
de hep birlikte istifade edeceğiz. Satabileceklerimizi satmalı, kiraya
verebileceklerimizi uzun sürede kiraya verebilmeliyiz. Ayrıca, yine, sizinle
tartışmak istediğim yerin üstü ve yerin altı konusu var. Yerin üstü vatandaşa
tapulu, yerin altı devlete tapulu. Bunun bir tezat teşkil ettiğine inanıyorum.
Yerin üstü kimin üzerine tapuluysa, yerin
altı da aynı şahsın üzerine tapulu olabilmeli. Devletin, kendi işletmelerini
yapmaya, kendi yatırımlarını bitirmeye gücü yetmiyor; ama, benim, yerin üstünde
istediğimi ektiğim arazinin altına müdahaleme engel oluyor. Ben, yerin üstünü
nasıl, ne şekilde ekebiliyorsam, yerin altını da aynı şekilde
değerlendirebilmeliyim. Bu konuda, ben değerlendiremezsem, gücüm yetmezse, bu
işle ilgili gerekli işletmecilerle anlaşabilmeliyim ve neticede çıkacak olan
yer altındaki bu değerleri ben kazanırsam, vatandaş kazanırsa, devletin de
kazancı olur inancındayım; onun için, yerin altının, üstünün ayrılmaması
gerektiğine inanıyorum. Sayın Başkan, değerli
milletvekilleri; Devlet İstatistik Enstitüsüyle ilgili bazı düşüncelerimi de
sizlerle paylaşmak istiyorum. Gelişen ve kalkınan
ülkelerde, devleti yöneten karar alıcılar, araştırmacılar ve çağdaş toplumun
her kesimi için güncel istatistikî bilgi vazgeçilmez bir unsurdur. Devlet
İstatistik Enstitüsü, ülkemizin ihtiyacına yönelik istatistikî verileri minimum
hatayla üretip, karar vericiler ve kullanıcılar için istatistiksel veriden çok
istatistiksel bilgi sağlayıp, Enstitünün sadece rakam makinesi olmadığı
gerçeğinden hareketle istatiksel veriler üzerinde yorum ve analizler
yapmalıdır. Gerek kuruluşların gerekse ülkelerin, geçmişlerinde neleri eksik
veya yanlış yaptıklarını bilmek ve geleceklerinde neleri yapmalarının faydalı
olacağı, o ülke ve kuruluş için âdeta vazgeçilemez bilgi kaynağıdır. Peki, bunu
sağlayacak, yani, verileri toplayıp bunları analiz edip yorumlayarak geleceğe
ışık tutacak bilgi kaynağından ne derecede yararlanıyoruz? Eğer, ülkemizin
yönetiminde yanlışlar yapılmasaydı biz burada olur muyduk, vatandaş bu
sıkıntıda olur muydu? Demek ki, birtakım yanlışlıklar yaptık ve işte bu
yanlışlıkları görüp bunlardan ders alarak geleceğimizi de ona göre planlamak
istiyorsak, geçmişimizdeki bu yanlışlıkların ve günümüze ilişkin ihtiyaç
duyulan tüm verilerin toplanması, analiz edilmesi, yorumlanması ve böylece
kullanıcılar için işlenmiş bilginin sunulması, o araştırma projelerinin
hazırlanmasının uygulanmasına bağlıdır. Burada, geçmişteki bazı
yatırımlarla ilgili, dikkatinizi çekeceğine inandığım istatistikî verileri
sunmak istiyorum: Evet, maalesef, şu anda devam eden, proje bedeli
111 katrilyon lira -2000 yılı itibariyle- olan yaklaşık 6 bin yatırıma 45 katrilyon
lira 2001 yılı itibariyle ödemişiz, ancak yüzde 17'sini bitirebilmişiz. Halbuki
bu verdiğimiz parayla yüzde 41'ni bitirebilir, artı yüzde 24 getiriyi, bu
memlekete ve hepimize sağlayabilirdik. Yine bir istatistiksel
bir veri, sene 1991, iki baraj aynı anda, aynı bölgede ihale ediliyor; biri
Çarşamba Ovası, diğeri Yenişehir ikinci merhale. Çarşamba Ovasının maliyeti,
yeni merhaleden yüzde 30 daha fazla; fakat, Çarşamba Ovası 85 bin hektar alanı
sulayacak, Yenişehir ikinci merhale 15 bin hektar alanı sulayacak, yani, yüzde
550 -beşbuçuk kat- daha fazla olan bir şeyi, maalesef, heder etmişiz. 1991'de
başladığımız bu iki baraja, bu zamana kadar 12'şer trilyon vererek halen yüzde
12'sini gerçekleştirebilmişiz. Bu ve bunun gibi
rakamlar, istatistikî bazı bilgiler sunmak istiyorum. Yıllarca yapılan ve
bitirilemeyen bu 6 bin yatırımdan bazı örnekler vermek istiyorum. Halen
bitmeyen 234 barajımız, 255 hastanemiz var. Bu barajların yaklaşık 113'ü
1993'ten önce temeli atılmış. Bunları bitirmeyi düşünmemişiz, üç yıl içerisinde
-1993, 1994 ve 1995 yıllarında- 107 yeni barajın ihalesini yapmışız ve
maalesef, bitmeyen 113'e 107 yeni baraj yapımını eklemişiz. Hastanelerden örnek
vereyim: Bitmeyen hastanelerimize, maalesef, 1993,1994, 1995 yıllarında, 45,
39, 39 yeni yatırım yaparak halen bunları da bitirememişiz, 123 tane daha
tekrar eklemişiz. Tüm bu ve bunun gibi yanlış planlama neticesi, inanıyorum ki,
yalnız devlet ve hükümet olarak zorda değiliz, vatandaşları da zora sokmuşuz.
İşte bunun için diyorum ki, istatistiksel verileri iyi toplayıp, iyi
yorumlayıp, iyi analiz edersek, bu memleketin önünü açarak büyük bir fayda
sağlayacağımıza inanıyor, Yüce Heyete saygılar sunuyorum efendim. ( MHP
sıralarından alkışlar) BAŞKAN - Teşekkür ederim
Sayın Büyüköztürk. Söz sırası, aleyhte,
Kocaeli Milletvekili Sayın Osman Pepe'ye ait. Buyurun efendim. (AK
Parti sıralarından alkışlar) OSMAN PEPE (Kocaeli) -
Sayın Başkan, Dış Ticaret Müsteşarlığı, Devlet İstatistik Enstitüsü, Tapu
Kadastro Genel Müdürlüğü ve Danıştay Başkanlığı bütçeleri üzerinde şahsım adına
söz almış bulunuyorum, hepinizi saygıyla selamlıyorum. Ben daha ziyade
dışticaretle alakalı görüşlerimi ifade etmek istiyorum. Türkiye, son 5 yıldır
yanlış yönetimler sayesinde yerinde sayıyor. Yerinde saymak şöyle dursun, son
50 yılın en büyük küçülmesini yaşıyor. 1999'da sizin sayenizde yüzde 6,5
küçüldük. Bu küçülme 2001'de yüzde 10 olacak. 3 250 dolarlık millî gelir ne
yazık ki, 2 200 dolara indi; yani, servetlerimizin, birikimlerimizin,
değerlerimizin üçte 1'ini kaybettik ve fakirleştik. Ne yazık ki, herkes, son 6
ay içerisinde bütün birikimlerini kaybetti. İnsanlar servetlerini kaybetti,
insanlar işsiz, güçsüz kaldı. Fukaralık ve yoksulluk ve de yolsuzluk 57 nci
hükümetin bu ülkeye en büyük mirasıdır âdeta. Daha az üretmek, daha az almak,
daha az satmak durumuna geldik. Bir ülkenin en büyük
ekonomik dinamiği dışalım ve satımıdır. Ne kadar ürettiğiniz ve ne kadar
sattığınız çok önemlidir; dünya ticaretindeki payınıza göre saygınlığınız olur.
Gelin, görün ki, bizim, dünya ticaretindeki payımız, artmak şöyle dursun,
sürekli azalıyor ve dünya ticaretindeki payımız, artık, yüzdelerle ifade
edilmiyor, yüzde 1 000'lerle ifade ediliyor. Tabiî, bu hükümetin
üretim diye bir derdi yok. Bu hükümet, sadece batık bankalara nereden nasıl
kaynak bulabilirim onunla meşguldür. Yine, büyük holdingler de dahil olmak
üzere, büyük şirketlerin bilançolarına baktığınız zaman, gelirlerinin yüzde 85,
yüzde 90'ının faaliyet dışı gelirlerden oluştuğunu, faize yatırmanın üretmekten
daha cazip olduğunu, en büyük yatırımcıdan en küçüğüne kadar ülke insanının
yorgun, bezgin ve ümitsiz olduğunu; çünkü, bu Başbakan ve hükümet güven
vermiyor. Allahaşkına, bunların neresine güvenilecek; ne dediler, ne yaptılar
ve şu anda da ne yapıyorlar? Enflasyon dedikleri rakam tuttu mu, istihdam
dedikleri rakam tuttu mu, dışticaretle alakalı verdikleri rakamların hiçbirisi
tuttu mu; hayır. Elbette ki, üretim
olmadan kalkınma olmaz; elbette ki, refah olmaz, işsizlik halledilmez,
fukaralığın kökü kazınmaz; elbette ki, bunların hiçbirisi olamaz. Hükümetin ana
politikası, üretme, borç al. Peki, bu borçları kim ödeyecek; milletin belindeki
kemerde delik kalmadı artık. İçborcu 2002'de çevirip çeviremeyeceğimizi
tartışıyoruz. IMF ve Dünya Bankası 15 milyar dolar veriyor diye bayram
ediyoruz. Stand-by'da neler var; hangi tavizleri veriyoruz; neyin altına imza
atıyoruz; her şey kapalı kapılar arkasında olup bitiyor, hiçbirisinden
haberimiz yok. İhracat 30 milyar dolar
sınırına geldi dayandı ve geçemiyor. Şubat krizinden sonra Sayın Ecevit
"bu felaketten biz başarıyla çıkabiliriz, bunu bir çözüme
dönüştürebiliriz" demişti, ihracatı ve turizm gelirlerini patlatacağını
söylemişti. Peki, oldu mu; olmadı. İhracat artamaz; çünkü, üretim yok; çünkü,
fabrikalar durmuş; çünkü, fabrikalar kapanmış, mevcutların da kapasitesi son
derece düşmüş. MEHMET KOCABATMAZ
(Denizli) - Yüzde 30 artış var. OSMAN PEPE (Devamla) -
Arkadaşlar, 2001'de ihracat ancak yüzde 10-12 kadar artabilecek. İhracat nasıl
artsın ki; bu kadar yüksek faizlerin ve maliyetlerin arttığı bir ortamda
elbette ki ihracat artamaz. Peki, ne yapmalı; İhracatçılar Birliğinin devlet
vesayetinden kurtarılması lazım. Sektör ve ülke yayılarak dezavantajlardan
kurtulmak lazım. Tekstile aşırı bağımlı AB'ye mecbur tabloyu değiştirmek gerek.
Türkiye'nin lokomotif sektör analizlerini çok iyi yapması lazım; maalesef,
akıllı planlamalar yerine popülist tercihlere öncelik verilmiştir bugüne kadar.
Tekstil teşviklerinde, tekstil makineleri öncelikli olarak teşvik edilseydi,
tekstil ihracat getirisinin çok önemli bir kısmı, sürekli bir şekilde yeni veya
kullanılmış tekstil makinelerine geri dönmezdi. Üretimi geliştirme açısından,
dışa tam bağımlı bir sektör durumundadır bugün tekstil sektörü. Değerli arkadaşlar,
serbest bölgeler, esas fonksiyonları itibariyle ihracatı geliştirmek ve katkıda
bulunmak üzere kurulmuşken, bugün sadece antrepo görevi görüyorlar. Ekonomi, bugün yedi sekiz
bakanlığa bağlı ünitelerle, direkt veya dolaylı şekilde ilgilendirilmiştir.
Koalisyon ortakları, ekonomiye müessir bankaları ve bakanlıkları, işin başında,
kendi aralarında taksim etmişlerdir, bölüşmüşlerdir. Yıkımın, ekonomik çöküşün
sahibi ortada yoktur, topu birbirlerine atıyorlar; yani, tam bir faili meçhul. KOBİ'lerin Eximbankla
ilişkilerinde teminat sorunları, kendi tesislerini kullanmakla aşılabilir.
KOBİ'lerin ekonomi ve ihracattaki paylarını artırmak ve onların dinamizmiyle
ülkenin kalkınmasına lokomotif olarak katkıda bulunmalarına imkân sağlamak
lazımdır. Tayvan örneği önümüzde,
son derece çarpıcı bir örnektir değerli arkadaşlar. Tayvan ve benzeri ülkelerde
KOBİ'lerin ihracattaki payı fevkalade önemlidir. Tayvan'ın ihracatında ev tipi
atölyelerin ve KOBİ'lerin çok büyük payı vardır. KOBİ'lerin ciddî kredi
sıkıntıları mevcuttur. İçpiyasadaki kontrolsüzlükler ve üretim girdilerindeki
olumsuz gelişmeler, aşırı fiyat artışları, ihracata arzu ettiğimiz şekilde
büyük sıçramalar yaptırtamıyor. Sayın Başkan, değerli
milletvekilleri; bugün iç ve dışpiyasa ayırımı artık kalmamıştır. Avrupa
Birliği normları artık içpiyasamıza da müdahale etmektedir. Globalleşen
dünyada, zaten, iç ve dışpiyasa ayırımı olamaz ve buna göre üretim tarzınız da
olamaz. Sizin kokorecinize bile bunlar karışırlar, şu anda da karışıyorlar.
Gümrük Birliği Anlaşması sürekli aleyhe işliyor, Avrupa Birliğiyle ticarî
ilişkilerimizde denge sürekli aleyhimize bozuluyor. Değerli arkadaşlar,
dışticaretimizde komşularımızın payı, ne yazık ki, çok düşüktür. Halbukî,
Amerika Birleşik Devletleriyle Kanada'nın, İrlandayla İngiltere'nin arasındaki
yoğun dışticaret örnekleri, bizim için de, örnek alınması gereken, üzerinde
durulması gereken hususlardır. Bizim komşularımızın, tamamıyla yaptığımız
ticaret, total ticaretimizin ancak yüzde 10'u bile değildir. Eğer, ticarette
komşularla yoğun ilişkilerimiz olsaydı, aramızdaki bütün sorunlar daha kolay
görüşülür ve halledilirdi ve çözülürdü. Ekonomi çok başlıdır;
meselenin sahibi yoktur. Sahip olarak ithal olunan Sayın Derviş, burada birkaç
gün önce yapmış olduğu konuşmada "ben, krizi tam olarak başlangıçta
anlayamamıştım" demişti. Ben, bugün de anladığının farkında değilim, ben,
bugün de anladığını hiç zannetmiyorum. IMF tahsildarı görüntüsünden hiç
kurtulamadı Sayın Derviş. Değerli arkadaşlarım,
işin sahibi olması gereken Dış Ticaret ve Hazinenin dış temsilciliklerinin
büyük bir iddia ve vizyon sahibi olmaları gerekirken, siyasî yakınlıklar
dolayısıyla atamalar yapılıyor, 7 000-8 000 dolar maaş almaları temin ediliyor.
Önemli bir kısmı, gittiği ülkenin lisanını dahi yeterince bilmez ve gittiği işe
pozitif bir katkıda bulunmayan arkadaşlardır. Bu insanlar ve bu ekiple alakalı
bizim değerlendirmemiz şudur: Yapılacak olan en rasyonel çözüm, bu dış
temsilciliklerin tamamını kapatmak ve dış ülkelerdeki, ihraçla, ithalatla
alakalı bu temsilcilik görevini İhracatçılar Birliğine ve Türkiye Odalar ve
Borsalar Birliğine devretmek gerekir. Üretim kompozisyonunu da, mutlaka
değiştirmek ve sektörel analizleri tam olarak yapmamız lazım ki, hedeflerimizi
tutturabilelim. Değerli arkadaşlar,
"Sektör öncelikleri iyi tespit edilmelidir" dedim. İrlanda'nın
yazılım sektörüne öncelik tanıdığı gibi, Güney Kore'nin, Çin'in -gelişen,
büyüyen koca Çin'in- demiryolları gelişecek diye lokomotif sektörüne öncelik
tanıması gibi... Tabiî, bunları yapmak için, önce, bir irade ortaya konulması gerekir. Türkiye'de olmayan şey
budur. Değerli arkadaşlar,
Türkiye'de en vahim olan hata, bizde, sermayenin rengine göre ayrım
yapılmasıdır. Sermayeyi "yeşil, kırmızı, sarı" diye bölmek olmaz.
Komünist Çin bile bizimkilerden daha çok serbest piyasa şartlarına uyuyor. Çin,
en fazla yabancı sermaye çeken ülkelerden biridir bugün. Son 20 yılda ortalama
yüzde 10 büyümeyi sağladılar. (Mikrofon otomatik cihaz
tarafından kapatıldı) OSMAN PEPE (Devamla) -
Peki, onların komünistleri bu denli rasyonel düşünürken ve kalkınmayı sağlarken
bizi yönetenler ne yapıyorlardı; ya darbe yapıyorlardı ya popülist söylemlerde
bulunuyorlardı veyahut da sen-ben kavgasıyla bir ömrü tüketiyorlardı. Biz,
yabancı sermayeyi çekmek şöyle dursun, mevcut olanı da dışarı kaçırıyoruz.
Bulgaristan ve Romanya'ya giden toplam sermaye, gelen yabancı sermayeden daha
fazladır. Halkına güvenmeyen, onu potansiyel suçlu gören anlayışla ülkeyi
iflasa sürüklemişlerdir. Onun için, bu eserle, bu hükümet ne kadar iftihar etse
azdır. Yine, bu ayrımın en çarpıcı örneklerinden biri de Petlas örneğidir. Değerli arkadaşlar,
bundan bir, birbuçuk ay kadar önce Maraş'ta işadamlarıyla yapılan bir
toplantıda Maraşlı tekstilcilerin bir isyanını, bir serzenişini burada dile
getirerek sözlerimi toparlamak istiyorum. Maraş'taki tekstilci arkadaşlarımız
"eğer, devlet, bize birazcık el uzatsa, bizi birazcık teşvik etse, biraz
gözümüze baksa, biraz yüzümüze gülümsese, enerjide biraz destek verse, sübvanse
etse, sadece, Maraş 10 milyar dolarlık ihracat yapabilir" diyordu. Maraşlı
sanayici, tekstilci böyle söylüyordu. Tabiî, belki bu rakam biraz abartılı
gelebilir, ama, Türkiye'de enerjinin sanayiciler tarafından ne kadar pahalıya
tüketildiğini ve dünya enerji ücretleriyle, elektrik fiyatlarıyla mukayese edildiği
zaman aradaki büyük uçurumları gördüğümüzde sanayicilerin bu haklı serzenişinin
Türkiye için ne kadar önemli olduğunu ve hükümetin buna kulak vermesi
gerektiğini düşünüyorum. Sözlerime burada son
verirken, hepinize saygılarımı sunuyorum. (AK Parti sıralarından alkışlar) BAŞKAN - Sayın Pepe,
teşekkür ediyorum. Eski Divan Üyesi olmanız
sıfatıyla müsamaha gösterdik. Beşinci turda gruplar ve
şahıslar adına görüşmeler tamamlandı. Şimdi, sorulara
geçiyoruz. Sayın Ongun?.. Sayın
Ongun yok. Sayın Levent?.. NİDAİ SEVEN (Ağrı) -
Sayın Ongun burada efendim. BAŞKAN - Nerede burada?
Niye ses çıkarmıyor? Sayın Levent'ten
başlayalım efendim. Daha sonra Sayın Ongun'a geliriz. Ama, sesinizi
yükselteceksiniz, elinizi kaldıracaksınız; rehavet içinde olmak yok... Sayın Levent, buyurun. MÜKERREM LEVENT (Niğde) -
Sayın Başkan, aracılığınızla sayın bakanlarıma iletmek istiyorum. Niğde'de yetişen patates,
elma ve soğanla ilgili -yazmış olduğu- kararnamenin Hazine Müsteşarlığından
dönmesinin nedenlerinden bir tanesi olarak gerekli bilgilerin olmadığı izah
edilmektedir. Sayın Bakanıma, buradan... Türkiye'de, ne kadar elma yetiştiğini,
ne kadar patates ve soğan yetiştiğini bilmeyen bürokratların, bu ülkedeki fiyat
istikrarının teşkil edilmesinde neye yol açtığını ilerideki yıllarda hep
beraber göreceğiz. Sayın Bakanımdan, bundan
sonra, kararnamesinde, ne kadar patates yetiştiğini, ne kadar elma yetiştiğini
Hazineye bildirmesini istirham ediyorum. Kendisine buradan onu söylüyorum. BAŞKAN - Soru... MÜKERREM LEVENT (Devamla)
- Bir an önce kararnamenin bu şekle dönmesini istiyorum. Soru budur efendim. BAŞKAN - Niye
döndürmediniz diyorsunuz. Tamam. Ben anladım. Bitti mi efendim? MÜKERREM LEVENT (Devamla)
- Efendim, Niğde Tapu Kadastroda köylerde eleman yokluğundan dolayı köylüler
birbiriyle kavga etmede ve cinayetler de işlenmektedir. Şu anda kadastrosu
bitmeyen yüzde 70 köy mevcuttur. Sayın Bakanımız, Niğde'ye eleman gönderip,
artık, çağın 2000'li yıllara geldiği bir ülkede, kadastrosu bitmiş köyler
görmeyecek miyiz? Teşekkür ediyorum. BAŞKAN - Efendim,
teşekkür ediyorum. Yalnız, bir istirhamım
var efendim, bir kere daha hatırlatayım: Bundan sonra, benim delaletimle, bir
arkadaşımız soruyor, o da onu devam ettirecek, benim delaletim olduğu malum; 10
saniye fark eder. Çok rica ederim, yorumsuz
sual... Buyurun Sayın Ongun. BEKİR ONGUN (Aydın) -
Dışticaretten sorumlu Sayın Devlet Bakanımıza ve tapu kadastrodan sorumlu Sayın
Devlet Bakanımıza birer sorum var. Bilindiği gibi, 10 yaşın
üzerindeki makinelerin ülkeye ithali yasaktır; ancak, Türkiye'ye ithal edilen
mamulleri imal eden 10 yaşından büyük makinelerin ithaline izin verilebilir mi? Tapu kadastroyla ilgili
sorumu soruyorum: İlimiz Aydın merkez ve ilçelerindeki Tapu ve Kadastro ve Tapu
Sicil Müdürlüklerinde had safhada memur ihtiyacı vardır. Bu ihtiyacı nasıl
gidermeyi düşünüyorsunuz? BAŞKAN - Teşekkür
ediyorum. Efendim, bir de, lütfen,
sual sorarken, ayırmayın; mademki bana soruyorsunuz, ben ilave edeceğim; hangi
bakan cevap verecekse, zaten kendisi bilir; 50 saniye de oradan fark ediyor.
Maksadım, çok arkadaşımıza sual sordurmak efendim; yoksa, sözünüzü kısmak
değil. Sayın Aydın, buyurun. AHMET AYDIN (Samsun) -
İhracatın artırılması için, üretimin desteklenmesi noktasında, Eximbank
kredilerinden KOBİ'lere ne kadar pay ayırdık? Teşekkür ediyorum. BAŞKAN - Ben teşekkür
ediyorum, kısa sual için. Sayın Ateş, buyurun;
bugün yorumsuz sorun. Bağımsız milletvekili olduğunuzu biliyorum; ama, yorumsuz
soracaksınız. AZMİ ATEŞ (İstanbul) -
Dış Ticaret Müsteşarlığıyla ilgili olan sorularımı soruyorum. Birinci sorum: ABD'nin
tekstil ve konfeksiyon ihracatımıza uyguladığı kotayı kaldırmak için, ülkemizi
henüz ziyaret eden Colin Powell başta olmak üzere, ABD'li yetkililerle çok
yoğun temasta olduğunuzu biliyoruz. Buna karşılık, ülkemizin ekonomik ve sosyal
olarak çok yüksek bedel ödemeye devam ettiği Körfez Savaşı başta olmak üzere,
çok yakın müttefiki olduğumuzu her
fırsatta açıkça ortaya koymamıza rağmen, ABD, bize uygulanan kotayı, sizce,
neden hâlâ kaldırmamaktadır? İkinci sorum: Bilindiği
gibi, ABD ve AB arasında karşılıklı olarak, kota kısıtlaması
uygulamayacaklarına dair bir centilmenlik anlaşması vardır. Türkiye, Gümrük
Birliğiyle, tekstil ve konfeksiyon ticaretinde AB'nin tüm politikalarını ve
yönetmeliklerini üstlenmiş, kendi yasal sistemine uygulamayı kabul etmiş ve 1
Ocak 1996 tarihi itibariyle de uygulama başlamıştır. Türkiye, bu
düzenlemelerle, uluslararası tekstil ve konfeksiyon ticaretinde Avrupa
Birliğinden farksız bir konuma gelmiştir. Bu nedenle, ABD'den, Avrupa Birliğine
tanıdığı kota muafiyetini Türkiye'ye de tanımasını istemek hakkımız değil
midir? Bu açıdan atılmış adımlar nelerdir? Üçüncü sorum: Kısa vadede
kotaların kaldırılamaması durumunda, kullanamadığımız ürün kategorileri
arasında transfer imkânının sağlanması temin edilemez mi? Dördüncü sorum... EVLİYA PARLAK (Hakkâri) -
4 oldu Sayın Başkan. BAŞKAN - Efendim,
bağımsız milletvekili olunca, İçtüzüğümüzde de konuşma imkânı yok, o kadar
müsamaha gösterin efendim; zatıâliniz de bağımsız milletvekiliydiniz. Buyurun. AZMİ ATEŞ (İstanbul) -
Çok teşekkür ediyorum Sayın Başkan. Irak'ın son beş yılda,
yıllar itibariyle dışticaret hacmi kaç ABD dolarıdır? Bunun, ülkelere göre
dağılımı nasıldır? Bu dağılım içinde Türkiye'nin payı ne kadardır? Son sorum; tapu işlemleri
yapılırken bazı görevlilerin rüşvet aldıkları çok geniş bir şekilde iddia
edilmektedir; bu iddialar doğru mudur? Teşekkür ederim. BAŞKAN - Ben teşekkür
ediyorum. Bu son sorunuza Sayın
Bakan cevap veremeyecek efendim; o suali kabul etmedim. Sayın Aktaş, buyurun. NURETTİN AKTAŞ
(Gaziantep) - Sayın Başkanım, delaletinizle, aşağıdaki sorularımın, Devlet
Bakanı Sayın Tunca Toskay'dan, cevaplanmasını arz ediyorum. Yaşanan her iki krizden
sonra işsizler ordusuna ne kadar işsiz katılmıştır? Kapanan işyeri sayısı ne
kadardır? Nüfus sayımında 65 000
000 insanımız ev hapsinde sayılmaktadır. Nüfus sayımı ne zaman ev hapsi
sayımından kurtarılacaktır. 2001-2002 yılı içerisinde
patates üretimi ve stokları ne kadardır? Stokların tüketilmesi
için, geçen yıl, ihracata, fondan (DEFİF) 50 dolar verilmişti; bu yıl da
yapılması düşünülüyor mu? Devlet Bakanı Sayın
Şuayip Üşenmez'e bir sorum var: Eski kadastro çalışmaları yetersiz kalmaktadır;
daha da yeni çalışmalar olacak. Bu iki çalışmanın bitmesi için kaç yıla ihtiyaç
var? Son bir soru: Suudi
Arabistan'a yapılan canlı hayvan ihracatı, malumunuz, şu anda yapılmamaktadır.
Sayın Bakanımızın, bu canlı hayvan ihracatının tekrar başlaması için bir
çalışması var mıdır? Teşekkür ederim. BAŞKAN - Ben teşekkür
ediyorum efendim. Sayın Pepe, buyurun. OSMAN PEPE (Kocaeli) -
Sayın Başkan, aracılığınızla, Sayın Bakana şu sorumu yöneltmek istiyorum: Son
yapılan nüfus sayımında, deprem bölgesi olan Kocaeli'de, sayım günü, geçici
konutlarda, prefabrike konutlarda olan vatandaşlarımız, aslî yerlerinde, esas
ikâmetlerinde sayılamadıkları için, o belediyelerin nüfusları, daha önceki
nüfus sayımındaki rakamın altına düşmüştür. Bu durum, mesela Gölcük'te ve diğer
belde belediyelerinde bu şekildedir. Yine, Yuvacık ve
Bekirpaşa Belediyelerinin nüfusları da, kalıcı konutların yapılması
münasebetiyle, fevkalade artmıştır. Yuvacık'ın nüfusu ikiye katlanmıştır;
Bekirpaşa'nın nüfusuna da, aşağı yukarı yüzde 30-40'lık bir ilave gelmiştir. Bu rakamların önümüzdeki
günlerde belediyelerin nüfuslarına dahil edilip İller Bankası paylarının buna
göre düzenlenmesi düşünülmekte midir? Teşekkür ederim. BAŞKAN - Teşekkür
ediyorum efendim. Sayın Ünal, buyurun. Kısa ve öz... NESRİN ÜNAL (Antalya) -
Avrupa Birliğine girmeden gümrük birliğine giren tek ülke Türkiye'dir. Avrupa
Birliği, üye olduktan sonra gümrük birliğine aldığı Yunanistan'a, İspanya'ya ve
Portekiz'e 10 milyar Euronun üzerinde karşılıksız yardım yapıp, gümrük
birliğine altyapıyı oluşturmada ve rekabette destek olmuştur; bize ise bu
desteği yapmamıştır. Bu bağlamda, altyapı oluşturulmadan, hak edilen destek
verilmeden girilen gümrük birliğinin Türkiye'ye maliyeti nedir? BAŞKAN - Teşekkür
ediyorum. Sayın Parlak, buyurun
efendim. EVLİYA PARLAK (Hakkâri) -
Sayın Başkanım, Sayın Bakanıma Dış Ticaret Müsteşarlığıyla ilgili bir soru
sormak istiyorum. Sayın Bakanım, sabahtan
beri yapılan konuşmalarda, arkadaşlarımızın çoğu sınır ticaretinin önemini
vurguladılar; ben buna girmek istemiyorum. Ancak, yaşamsal önemi çok fazla
olan, özellikle seçim bölgem olan Hakkâri için sınır ticaretinin ne denli önem
taşıdığını, zatıâlinize, defalarca, ziyaret ederek arz etmeye çalıştık. Önümüzdeki 2002 yılı
başında yeniden düzenlenecek olan kotalar ve Bakanlar Kurulu kararnamesiyle,
acaba, bugün, sadece Başbakanlık Yardımlaşma ve Dayanışma Fonundan sağlanan
imkânlarla yaşamlarını sürdüren onbinlerce aileye, bu insanlara bir olanak
sağlayan sınır ticareti için bir imkân yaratacak mısınız? Bu konuda bir
çalışmanız var mı? Teşekkür ediyorum. BAŞKAN - Ben teşekkür
ediyorum. Sayın Kılınç, buyurun
efendim. HİDAYET KILINÇ (İçel) -
Sayın Başkan, aracılığınızla, ilgili bakanımıza sormak istiyorum. Ülkemizde ve İçel İlinde
tapu kadastro çalışması yüzde olarak hangi orandadır? Teşekkür ediyorum. BAŞKAN - Ben teşekkür
ediyorum. Sayın Durhan, buyurun... BOZKURT YAŞAR ÖZTÜRK
(İstanbul) - Sayın Başkan... BAŞKAN - Sırayla efendim.
Yani, burada hiç torpil yok, otomatik. İki de kâtip üye var, her biri ayrı
partiden; hiçbiri sektirmez bu işi. MÜKERREM LEVENT (Niğde )
- 10 dakika doldu. BAŞKAN - Kim diyor? Sayın Durhan?.. Yok o
zaman; pardon. Sayın Güven, buyurun. MEHMET GÖZLÜKAYA
(Denizli) - Sayın Başkan, Sayın Güven Bey bekliyor efendim. BAŞKAN - Sayın Güven'e
söz verdim efendim; istirham ederim. TURHAN GÜVEN (İçel) -
Nerede verdiniz?! BAŞKAN - Ooo... Yapmayın
Allahaşkınıza... Saat 16.00'ya geliyor, biliyorum ben. Buyurun. TURHAN GÜVEN (İçel) -
Sayın Başkanım, Tapu Kadastro Genel Müdürlüğü mensuplarının bir sosyal
yardımlaşma vakfı var; bu vakfa ait de bir matbaa var; TAKAV Matbaacılık. Bazı
müfettişler, burada, Bakanın da haberi olmadan, bazı kitapları bastırarak
satmışlar ve tapu sicil muhafızlarına da zorla satışını yaptırmaya
çalışmışlardır. Bu mesele hakkında Sayın Bakan ne gibi bir işlem yaptı? Hatta,
üst yönetime de getirdiği kişiler var mı bunların arasında? Bu bir. Mersin'de bir
"Çekirge Operasyonu" oldu, tapu sicil muhafızlarından ve
muavinlerinden bir yığın insan tutuklandı. Halen duruşma devam ediyor; onun
için, adlî tarafa girmiyorum; ama, bunların, Türk Hava Kurumu pullarını satmak
suretiyle, zimmetlerine trilyona yakın bir para geçirdikleri iddiası vardır. Bu
konuda idarî işlemler olarak neler yapmışlardır ve tapu kadastro bünyesinde
bunları koruyanlar kimlerdir? Bu konuda yapılan bir işlem var mıdır? İki; biraz evvel değerli
kardeşlerim, arkadaşlarım da bu konuda söylediler, Sayın Bakan, patates ve
kurusoğanda gerekli işlemi yapmışlardır. Sayın Devlet Bakanımız, yazılar
yazılmıştır, Devlet Planlama Teşkilatına gitmiştir DEFİF'ler için; ancak,
arkası ne olmuştur? Bir de, biliyorsunuz,
kurusoğan ve patates ekim ayından itibaren istihsali olan ürünlerdir. Bu
istihsal dönemini kasım ayından başlatmalarının nedeni nedir diye soruyorum. Teşekkür ediyorum. BAŞKAN - Teşekkür ederim
efendim. Sayın Nidai Seven,
buyurun. Kısa ve öz efendim... NİDAİ SEVEN (Ağrı) -
Sayın Bakanlarıma şu soruyu sormak istiyorum... BAŞKAN - Sayın Seven'den
sonra, iki arkadaşımıza daha söz vereceğim, onların hakkı var; sonrakilere de
söz veremeyeceğim. NİDAİ SEVEN (Ağrı) -
Başlayayım mı Sayın Başkanım? BAŞKAN - Buyurun efendim. NİDAİ SEVEN (Ağrı) -
Ağrı'da ve ilçelerinde, tapu kadastrolarda yeterince eleman bulunmamaktadır.
Özellikle birkaç ilçede, örneğini verecek olursak Diyadin'de tapu kadastro
müdürlüğü de bulunmamaktadır. Bu tapu kadastronun bulunmaması sebebiyle
köylerin yüzde 80'i kadastro görmemiştir. Acaba, Sayın Bakanımız bu konuda ne
düşünmektedirler? Yine, bir sorum sınır
ticaretiyle ilgili. Doğu ve Güneydoğu Anadolu'da, daha önce, mazot konusunda
bir sınır ticareti yapılmıştır. Tabiî, bu sınır ticareti yanlış yapıldığından,
mazot, birkaç aileye kadar peşkeş çekilmiştir. Acaba, Sayın Bakanımız, Doğu ve
Güneydoğu Anadolu için, bu konuda alternatif bir ürün getirmeyi düşünüyor mu? Bir de, Doğubeyazıt'ta
bulunan açık pazar konusunda, iyi çalışması için neler düşünmektesiniz? Teşekkür ederim. BAŞKAN - Ben teşekkür
ediyorum. Sayın Çelik, buyurun
efendim. HÜSEYİN ÇELİK (Van) -
Teşekkürler Sayın Başkan. Sayın Başkanım, benim sorum
Devlet Bakanı Sayın Tunca Toskay Beyefendiye. Sayın Bakanım, bu sınır
ticaretiyle ilgili olarak meseleleri ne zaman burada gündeme getirdiysek, âdeta
ağlama duvarına sesleniyormuşuz gibi bir sonuç alınamadı. Van İlinde sınır
ticaretine konu olan mallar naylon terlik, mermer, sumak ve kınayla
sınırlandırılmış. Sayın Tüzmen'in, özellikle yörede, dış ticareti artırıcı
yönde gayretlerinin olduğunu biliyoruz. Ancak, bunlar uzun sürede, uzun vadede
sonuç verir. Kısa vadede bu yöreyi ekonomik olarak rahatlatmak için sınır
ticaretine konu olan malları artırmayı ve çeşitlendirmeyi düşünüyor musunuz?
Yoksa, hükümetimizin eskiden olduğu gibi katı tutumu devam ediyor mu? Arz ederim. BAŞKAN - Teşekkür
ediyorum efendim. Sayın Öztürk, buyurun. BOZKURT YAŞAR ÖZTÜRK
(İstanbul) - Sayın Başkan teşekkür ediyorum. İlçelerimizde tapu ve
kadastro müdürlüklerinde memur ve personel noksanlığı var. Ne zaman
giderilecek? Ekonomik krizden çıkışta,
dışticaretin önemi herkesçe kabul ediliyor. Bu konuda ekonomi yönetiminde bakanlıkça
yeterince söz sahibi olduğunuzu düşünüyor musunuz? Teşekkür ediyorum. BAŞKAN - Ben teşekkür
ederim. Sayın Bakanım, Sayın
Öztürk'ün sualine ben de iştirak ediyorum. İstanbul'un bütün ilçelerinde bu
problem var. Onları düşünüyor musunuz? Sayın milletvekilleri,
bir istirhamım var. Dört arkadaşımız daha kaldı, tolerans gösterir misiniz?
Sayın Bakanlar konuşmadılar, yarım saatlik haklarını da verdiler, onlara da
sorduralım. Teşekkür ediyorum. Buyurun Sayın Macit. HASAN MACİT (Burdur) -
Tapu ve Kadastro Genel Müdürlüğünden sorumlu bakanıma sorumu arz ediyorum: Bazı
müdürlüklerimizde çalışan personel yoğunluğu varken, bazı yerlerde çok az
çalışanlarımız var. Norm kadro uygulaması yapmayı düşünüyor musunuz? Teşekkür ederim. BAŞKAN - Ben teşekkür
ediyorum. Sayın Ayaydın, buyurun. AYDIN A. AYAYDIN
(İstanbul) - Sayın Başkan, benim sormak istediğim soru bir başka üye tarafından
sorulduğu için söz talebimi geri alıyorum. Teşekkür ederim. BAŞKAN - Ben teşekkür
ediyorum efendim. Sayın Erbaş, buyurun. FETHULLAH ERBAŞ (Van) -
Efendim, Sayın Tunca Toskay Beye soruyorum: Bavul ticaretinin geliştirilmesi
amacıyla Van ile Tebriz arasında tren seferleri konuldu; ancak, gelen 50
dolarlık fondan dolayı şu anda tren seferleri beş kişiyle yapılmaktadır. Sınır bölgelerine
mahsus olmak üzere bu 50 dolarlık fonu kaldırmayı düşünür müsünüz? BAŞKAN - Efendim, keşke
bu suali dün Başbakanlık bütçesinde sorsaydınız. Yine de hocam cevap verir mi,
bilemiyorum. Sayın Toprak, son soru
sizinki; kısa ve öz rica edeyim efendim. RAMAZAN TOPRAK (Aksaray)
- Sayın Bakan Tunca Toskay Beye sorumu yöneltiyorum: Beş yıl önce davul
zurnayla girdiğimiz gümrük birliğinden, 2001 yılı itibariyle 60 000 000 000
dolar dışticaret açığıyla karşı karşıyayız. Karar alma süreçlerine asla katılamadığımız
bir birliktelikten bu açığın daha da artacağı düşünülmekte, öngörülmekte. Sayın
Bakanımın, bu konuda, bu dışticaret açığını azaltıcı nitelikte ne tür çalışması
olduğunu öğrenmek istiyoruz. Teşekkür ediyorum. BAŞKAN - Veya gümrük
birliğini revize edecek misiniz diye de soruyorsunuz. Sayın Üşenmez, buyurun. DEVLET BAKANI ŞUAYİP
ÜŞENMEZ (Yozgat) - Sayın Başkan, Yüce Parlamentonun değerli üyeleri; bugünkü
gündemdeki kuruluşlarımızla ilgili fikirlerini beyan eden, her ne surette
olursa olsun, tenkit ya da tasvip mahiyetinde olsun, gerçekten, bize ışık tutan
görüş ve düşüncelerini açıklayan tüm üye arkadaşlarıma huzurunuzda teşekkür
ediyorum. Tabiîdir ki, ben, Tapu ve
Kadastro Genel Müdürlüğü ve Danıştay üzerindeki, gerek soru gerekse cevap niteliğinde
olabilecek olan konuşmalar üzerinde görüşlerimi bildireceğim; birinci olarak
bunu arz etmek istiyorum. Danıştayımız, yüksek
yargı organımızdır. Gerçekten, görev anlayışı içerisinde yüklü programını
gerçekleştirmeye çalışıyor. Bu arada, arzu edilip de geciken dosyalar, yığınla
birikmiş işler vardır. Bunlar, bizim tarafımızdan malum; ancak, Danıştayımızın
da bu güzel görevi yerine getirebilmesi için eksiklikleri vardır. Birincisi, bina
eksikliği. Personelinin rahat bir şekilde çalışabilmesi için, mutlaka, ek bir
binaya ihtiyacı var. Sonra, hâlâ, el
yordamıyla dosyalar alınıyor, veriliyor. Mutlak surette bilgi işlem merkezi
kurmak suretiyle, bu bilgileri bilgisayar ortamına aktarmak suretiyle, bunları
sağlıklı bir şekilde muhafaza etme ve kullanma imkânı kendilerine verilmelidir.
Sonra, ücret
iyileştirmesine gidilmelidir. Zira, mesleğinde yetkin ve ehil olan kimselerin
Danıştayımızda görev almak yerine başka kurum ve kuruluşlara, malî yönleri daha
iyi olan kuruluşlara gittiğini görüyoruz. Bunların da ücretlerinin
iyileştirilmesi bir ihtiyaçtır. Bunlar olduğu zaman,
inanıyorum ki... Geçen sene bir iyileştirmeyle, giren ve çıkan dosyalar
arasında fazla fark kalmamıştır ve 57 nci hükümet olarak, elimizden gelen
desteği, bu yüksek yargı organımıza veriyoruz. Geçen yıl, bütçedışı 700
milyar lira üzerinde bir para verdik. Bu kurumun asansörü bile çalışmıyordu;
bunun giderilmesi ve bilgisayar alımı için bunu yaptık. Bu yıl da bütçesini
geçen yıla göre 4 kat artırdık. Bu 57 nci hükümet olarak yüksek yargı organımız
olan Danıştaya verdiğimiz önemi
göstermektedir. Tapu kadastroyla ilgili
görüşlere, sorulara gelince... Değerli milletvekilleri, tapu kadastro,
bildiğiniz gibi, köklü, 54 yılı aşkın bir zamandan beri bu ülkeye hizmet veren,
bilgi ve tecrübeye sahip elemanları olan güzide bir kuruluşumuzdur. Ancak, bu
kuruluşumuzun da çok eksiklikleri var, gerek personel bakımından gerekse
araç-gereç, donanım bakımından çok eksiklikleri vardı. Personelimiz eksik
olmasına rağmen, dağılımları da son derece sağlıksızdı. Geçmişte, eğri oturalım
doğru konuşalım, popülist yaklaşımlarla, çeşitli etkilerle, personel dağılımı,
adaletli, bölgelere ve merkezde dağılımı sağlanamamış ve yanlış bir dağılım
uygulanmış ve bugün soru soran arkadaşlarımızın pek çoğunun ifade ettiği
eksikliklere gerçekten katılıyorum. Biz göreve geldiğimizde bir baktık ki, bazı
yerlerde yığılmalar var, oturacak sandalye bile bulunamıyor. Sahil
şehirlerinde, büyük şehirlerde fevkalade yığılma var; ama, bazı yerlerde de
personel sıkıntısı çekiyoruz. Hâlâ, bu baskının altında kalarak, üzülerek
belirtiyorum... Tabiîdir ki, temsil ettikleri kurumların, kişilerin,
bölgelerinin ihtiyaçlarını bize bildirecekler. Maalesef, aynı baskının
altındayız; falanı falan yere atayın, falan yere şunu getirin diye birtakım
arkadaşlarımızın, haklı da olsa, taleplerini burada belirtmek istiyorum. İşte,
biz bunu dikkate almak suretiyle, kamu yönetiminde yeniden yapılanma ilkesi
içerisinde tayin, atama, terfi yönetmeliği çıkardık. Bu yönetmelik, tabiîdir
ki, 57 nci cumhuriyet hükümetinin protokolü içerisinde, yeniden yapılanma
hareketinin de bir başlangıcı idi kurumumuzda; ancak, bu yönetmeliği uygulamada
da zorluk çekiyoruz. Huzurunuzda bunu belirtmek istiyorum. Neden; çünkü, bu
bozuk, son derece sağlıksız olan personel dağılımına, personel hareketlerine
elimizi uzattığımız zaman, hakkaniyet ölçüleri içerisinde davrandığımız zaman
daima tepkilerle karşılaşıyoruz. Ümit ediyor ve inanıyorum ki, bu yönetmelik
iyice bilinir ve kavranırsa, tıpkı Adalet Bakanlığında olduğu gibi, Türk
Silahlı Kuvvetlerinde olduğu gibi, İçişleri Bakanlığında olduğu gibi tayin ve
terfilere riayet edilir, o zaman, ihtiyaçlar giderilir diye düşünüyorum. Ayrıca, şimdiye kadar
kurumumuzdan çeşitli vesilelerle başka kurumlara geçen, istifaen ayrılan 5 700
kişi açıktır ve bunun için gayret sarf ediyoruz. Tabiî, içerisinde bulunduğumuz
krizin bize yüklediği sıkıntı da meydanda; ama, 57 nci cumhuriyet hükümetinin
sorumlu bakanları bu konu üzerinde hassasiyetle duruyor; bendeniz de bunun
takipçisiyim. Yeni kadrolar aldığımız zaman -Maliye Bakanlığından bir miktar
aldık müsaadelerini alarak- inşallah, onların da müsaadesi alınıp atamaları
yapılınca, bunlara bir bir cevap verme imkânımız olacaktır. Sayın Başkanım,
müsaadeniz olursa diğer bir konuya değineceğim. BAŞKAN - Estağfurullah. DEVLET BAKANI ŞUAYİP
ÜŞENMEZ (Yozgat) - Bu, geçen yıl da gündeme geldi. Bir TAKBİS Projemiz var. Bu
proje, işte bu personel sıkıntılarını, birtakım yolsuzlukları, birtakım
karapara aklamalarını, yağmalamaları önleyici, şeffaf, etkin, verimli bir
projenin uygulanmaya geçilmesidir. İşte, bu proje, tabiîdir ki, enine boyuna
düşünülerek, bütün şartlar dikkate alınmak suretiyle gerçekleştirilmiş ve Döner
Sermaye Yönetmeliğinin ilgili maddeleri çerçevesi içerisinde HAVELSAN'a verilmiştir.
BAŞKAN - Efendim,
teşekkür ediyorum. DEVLET BAKANI ŞUAYİP
ÜŞENMEZ (Yozgat) - HAVELSAN, Türk Silahlı Kuvvetlerini Güçlendirme Vakfının
yüzde 99 hissesi olan bir kuruluşudur ve kamu kurumu niteliğinde olan bir
kuruluştur. Benim arkadaşlarımın, çeşitli çıkar çevrelerinin, çeşitli yanlı
basının yanlış bilgilendirmesiyle Yüce Parlamentoya yanlış bilgi vermesi
kamuoyumuzu da yanıltıcı olur. Eğer isterlerse kendilerine bilgileri açık
şekilde veririz. Tabiidir ki, bu şikayetler bana da gelmiştir, ben, kendi
kurumum içerisinde teftiş organlarını çalıştırdım teftiş yaptırdım, Başbakanlık
Teftiş Kuruluna havale ettim orada teftiş yaptırıldı, bu ihalenin hiçbir
sakıncasının olmadığı, fevkalade güzel bir şekilde ihale yapıldığı, daha
doğrusu, ihaleden öte, verildiği, kusur olmadığı elimizdeki raporlarla
belgelenmiş durumdadır. Arkadaşlarımın bu manada, geçen yıl da, çok kıymetli
bir parlamenterimizin burada, aynı grubumuzdan, dillendirdiği bugün de yine
aynı grubumuzdan... Tabiîdir ki, kendilerine gelen yanlış bilgilerin belki de
ifadesidir; bu da beni son derece üzmüştür. Eğer daha çok bilgilendirme, daha
derin bilgi almak istiyorlarsa kendilerine bütün dosyaları vermeye hazırız. BAŞKAN - Teşekkür ederim
efendim. DEVLET BAKANI ŞUAYİP
ÜŞENMEZ (Yozgat) - Bir de sayın... BAŞKAN - Sayın Bakanım,
iftara yaklaşıyoruz, öbür bakana süre kalmıyor da onun için ikaz etmek zorunda
kalıyorum. DEVLET BAKANI ŞUAYİP
ÜŞENMEZ (Yozgat) - Sayın Güven'in sorusuna o zaman yazılı cevap vereyim. BAŞKAN - Yazılı cevap
verin Sayın Bakan. Sayın Bakanım, yalnız
bendenize bir sözünüz vardı. Reyhanlı İlçesine elektronik bir kadastro aleti,
onu istirham ediyorum. 2001 yılında söz vermiştiniz "2002'de alırım"
demiştiniz. Reyhanlı İlçesi Kadastro Müdürü duyuyordur. DEVLET BAKANI ŞUAYİP ÜŞENMEZ
(Yozgat) - İnşallah. BAŞKAN - Teşekkür ederim
efendim. Sayın Bakan buyurun. DEVLET BAKANI TUNCA
TOSKAY (Antalya) - Sayın Başkan, çok değerli milletvekilleri; izin verirseniz,
sorulara geçmeden evvel, bu, yaklaşık beş saatlik müzakereler esnasında çok
fazla değinilmiş olan birkaç konuya açıklık getirmek istiyorum. Bu, birçok
sorunun da cevabını teşkil edecektir. İlkönce, genel nüfus
sayımıyla ilgili bazı bilgileri size arz etmek istiyorum: Geçen yıl burada
değerli milletvekillerimizden birisi, geçen yıl, genel nüfus sayımıyla ilgili
benim söylediklerimi zabıtlardan okudu. O söylediklerimin aynen arkasında
durmaya devam ediyorum ve o tarihten bu tarafa cereyan eden gelişmeler hakkında
da Yüce Meclise bilgi sunmak istiyorum. Devlet İstatistik
Enstitüsüne, faks ve yazıyla nüfus sayımı sonuçları, ilk sonuçlar intikal
ettirildikten sonra, bazı yerleşme yerlerinde normal nüfus artışının üstünde
nüfus artışı olduğu... Bu yerleşme yerlerindeki
nüfus sayımıyla ilgili ihbarlar geldiği için buralar tekrar incelemeye alındı.
Buralardan Enstitüye intikal eden defterlerle birlikte buraların nüfusu
incelenmeye başlandı. Bu kapsamda tam 73 ilde 2 290 yerleşme yerinin nüfusları,
tekrar, hem merkezde hem de alanda yapılan incelemeye tabi tutuldu ve hatalı,
hayalî, mükerrer yazılmış olan nüfuslar düzeltme yoluna gidildi. Bu düzeltme
esnasında kullanılan yöntem, Devlet İstatistik Enstitüsü, Devlet Planlama
Teşkilatı ve demografi bilimiyle uğraşan üniversite öğretim üyelerinin
katıldığı bir toplantıda gözden geçirildi ve incelendi. Buradaki değerli
milletvekillerimizden birisi "nüfusu azaltmayı Avrupa Birliğine nasıl
açıklayacaksınız" diye bir soru sordu. Bu yöntem, aynı zamanda Avrupa
Birliği uzmanlarına da sunuldu, onun da onayı alındı. Bu durumda, şu anda 40
ilin kesin sonuçları alınmış vaziyette, 7 ilin sonuçları basıldı; bunun
içerisinde Ankara da var ve şu ana kadar, Devlet İstatistik Enstitüsü tarihinde
olmamış derecede detaylı bir şekilde basıldı. BAŞKAN - Sayın Bakanım,
bir dakika. Efendim, görüşme süremiz
bitmek üzere; sürenin uzatılması hususunu oylarınıza sunuyorum: Kabul
edenler... Etmeyenler... Kabul edilmiştir. Teşekkür ediyorum. DEVLET BAKANI TUNCA
TOSKAY (Antalya) - 2 ilin sonuçları şu anda baskıda, 41 ilin de geçici
sonuçlarını aldık. Şimdi, size, ilk intikal
eden nüfus sayısı, şu anda, geçici sonuçlar ve hayalî olarak yazılmış olan
nüfus miktarlarını arz ediyorum: Faks ve yazıyla,
Enstitüye, iki üç gün içinde intikal eden verilere göre, Türkiye'nin nüfusu 71
496 555 olarak geldi. Biraz evvel söylediğim yöntemle yapılmış olan çalışmalar
sonucunda, şu anda, nüfus, 67 851 766; hayali olarak düşülen nüfus miktarı da 3
552 213. Biraz evvel, size, 67 851 766 olarak verdiğim nüfusta, kesin rakamı
size verdiğimiz zaman, azamî, artı eksi binde 4'lük bir değişme olabilir teorik
olarak. Bu, hemen hemen, kesine yakın bir sonuçtur. Bu arada, nüfusla ilgili
çok ağır ithamlar altında bırakıldı Devlet İstatistik Enstitüsü. Bu ithamların
en ağırlarından bir kısmı da maalesef, Sayın Ali Sezal tarafından dile getirildi.
Ben, size, Kahramanmaraş'la ilgili bazı bilgileri vermek istiyorum: 1990
yılında, Kahramanmaraş'ın şehir merkezinin nüfusu 228 000; 1997'de 303 000;
yani, 7 yılda 75 000 artmış; 2000 yılında Kahramanmaraş'ın merkez nüfusu 507
000; 3 yılda 204 000 artmış. Şimdi, tespit edilenleri
size söyleyeyim: Kahramanmaraş'ta 39 tane hayali mahalle ihdas edilmiş ve
burada nüfus yazılmış. 100 000 nüfus, 4 odalı, içinde sıcak ve soğuk suyu olan,
banyosu olan, banka müdürlerinin ve öğretim üyelerinin oturduğu geçici çadırlarda
sayılmış. Kahramanmaraş Halinde, 122 kabzımala ait dükkân var. Bu her dükkânın
üzerinde 5 veya 10 katlı bina olduğu varsayılarak nüfus sayılmış. Bir boş
arsada "Akdeniz Sitesi" isimli bir site ihdas edilmiş yıldız
bloklarda -5 adet yıldız blok var burada- ve burada nüfus sayılmış. Konu bu; yani, 981 000
anketörle, belediyelerle, kaymakamlarla, valilerle beraber oluşturulan, bütün
Türkiye sathında yapılan bir nüfus sayımı söz konusu; hırsızın hiç kabahati
yok, tek kabahatli Devlet İstatistik Enstitüsü!.. Böyle bir insafsızlığı hiç
kimseye ben ithaf etmek istemem. Bu arada, İstanbul
Milletvekili çok sevgili dostum Sayın Mukadder Başeğmez'in Devlet İstatistik
Enstitüsünün yapacağı bütün işleri 25 kişiyle yapacağını söylediği konuşma için
herhalde çok büyük bir çalışma dönemi ayırdı ve yoğun bir çalışmayla bu
konuşmayı yaptı. Şimdi, burada sorulmuş
olan sorulara da cevap vermek istiyorum Sayın Başkan. SALİH KAPUSUZ (Kayseri) -Sayın Bakan, kurumun hiç
kabahati yok gibi oldu bu işte! DEVLET BAKANI TUNCA
TOSKAY (Antalya) - Hiç yok... SALİH KAPUSUZ (Kayseri) -
Öyle mi?!.. DEVLET BAKANI TUNCA
TOSKAY (Antalya) - Hiç yok ve aldığımız sonuçların tamamını da, 9 tane ilin
kesin sonuçları da, uluslararası olarak, nüfus sayımları sonuçlarının testinde
kullanılan iki tane test var, o iki teste tabi tutuyoruz, şu ana kadar yapılmış
olan, Türkiye'deki bütün nüfus sayımı sonuçlarından daha iyi test sonuçları
alıyoruz. Bu sonuçların tamamını bilimsel çevrelerin de denetimine açık olarak
size sunacağız. SALİH KAPUSUZ (Kayseri) -
Ne zaman yapacaksınız? DEVLET BAKANI TUNCA
TOSKAY (Antalya) - Bu bayramdan hemen sonra bütün sonuçları da açıklayacağız. BAŞKAN - Sayın Bakanım,
bir kısmını yazılı vereceksiniz herhalde, değil mi? DEVLET BAKANI TUNCA
TOSKAY (Antalya) - Bir kısmını yazılı olarak cevaplandıracağım. Devlet Planlama Teşkilatı
ve Para Kredi Koordinasyon Kuruluna 18.10.2001 tarihinde biz, 22 dolar elmaya,
12 dolar patatese, 10 dolar soğana olmak kaydıyla, teklifimizi gönderdik,
sonucunu bekliyoruz ve gayet de ciddî takip ediyoruz. Amerika Birleşik
Devletleri kotalarıyla ilgili sorulan soru, güncel olması bakımından son derece
önemli, o konuda bilgi vermenin Meclisi aydınlatmak bakımından yararlı
olacağını düşünüyorum. Bu arada kotalarla
ilgili, Amerika Birleşik Devletleri ile ilgili ikili ticaretimizi ilgilendiren
bütün konuları içine alan bir non-paper'i hazırladık ve USTR'ın başı, Amerikan
Ticaret Merkezinin Başkanına verilmek üzere Katar'da, Amerikan Dışişleri
Bakanlığının ekonomiden sorumlu yardımcısına Mr P.Larsen'e verdik, ay içinde.
Sayın Başbakanımız, bu hazırlanan non-paper'i Amerikan Dışişleri Bakanına
verdi. Biz, çok daha evvel bu dokümanı Washington'daki Türk Büyükelçiliğine
temaslarda bulunmaları için gönderdik ve evvelki gün de, bu doküman, Amerikan
Büyükelçisine iletildi. Dün buradan ayrılmadan evvel yaptığı konuşmalarda
"kotalarla ilgili ciddî mesajlarla Türkiye'den ayrılıyorum" dedi
Amerikan Dışişleri Bakanı, bu verdiğimiz dokümana istinaden zannediyorum ki,
bunu ifade etti. Son derece haklı bir şey
ifade ettiler, Avrupa Birliği ile Amerika Birleşik Devletleri arasındaki
ticareti dikkate alarak. Biz de aynı konudan hareketle, Avrupa Birliğinin
Ticaretten Sorumlu Sekreteri Pascal Lamy'e, aylarca evvel, aynı gerekçelerle
ciddî bir yazı gönderdik ve temaslarımızı da sürdürdük. Pascal Lamy, bizim
görüşlerimizi haklı bularak, Türkiye'nin, Amerika Birleşik Devletlerine, aynı
Avrupa Birliğinin yararlandığı imtiyazlardan yararlanarak mal ihraç etmesi
gerektiğine dair bir yazıyı Amerikan Ticaret Merkezi Başkanına yazdı. Bütün bu
gelişmeleri gayet yakından takip ediyoruz; inşallah, iyi bir sonuç alacağız. BAŞKAN - Diğerlerine
yazılı cevap vereceksiniz herhalde. DEVLET BAKANI TUNCA
TOSKAY (Antalya) - Sayın Başkanın ifadesiyle, diğer bütün soruların yazılı
cevaplarını sayın milletvekillerimize de göndereceğim. Çok teşekkür ediyorum. BAŞKAN - Teşekkür
ediyorum. Sayın milletvekilleri,
sırasıyla, beşinci turda yer alan bütçelerin bölümlerini geçilmesini ve
bölümleri ayrı ayrı okutup oylarınıza sunacağım. Dış Ticaret Müsteşarlığı
2002 malî yılı bütçesinin bölümlerine geçilmesini oylarınıza sunuyorum: Kabul
edenler... Etmeyenler... Kabul edilmiştir. Bölümleri okutuyorum: A) DIŞ TİCARET MÜSTEŞARLIĞI 1. - Dış Ticaret Müsteşarlığı 2002 Malî Yılı Bütçesi A - C E T V E L İ Program Kodu A ç ı k l a m a L
i r a 101 Genel Yönetim ve Destek
Hizmetler 11 034
500 000 000 BAŞKAN - Kabul edenler...
Etmeyenler... Kabul edilmiştir. 111 Dış Ticaret Politikalarının
Düzenlenmesi ve Uygulanması 29 784 500
000 000 BAŞKAN - Kabul edenler...
Etmeyenler... Kabul edilmiştir. 900 Hizmet Programlarına
Dağıtılamayan Transferler 7 180 000
000 000 BAŞKAN - Kabul edenler...
Etmeyenler... Kabul edilmiştir.
T O P L A M 47 999 000 000 000 BAŞKAN - Kabul edenler...
Etmeyenler... Kabul edilmiştir. Dış Ticaret Müsteşarlığı
2002 malî yılı bütçesinin bölümleri kabul edilmiştir. Dış Ticaret Müsteşarlığı
2000 malî yılı kesinhesabının bölümlerine geçilmesini oylarınıza sunuyorum:
Kabul edenler... Etmeyenler... Kabul edilmiştir. 2. - Dış Ticaret Müsteşarlığı 2000 Malî Yılı Kesinhesabı BAŞKAN - (A) cetvelinin
genel toplamını okutuyorum: Dış Ticaret Müsteşarlığı
2000 Malî Yılı Kesinhesabı A - C
E T V E L İ
L i r a - Genel Ödenek Toplamı : 26
044 895 000 000 - Toplam Harcama : 25 020 867 730 000 - İptal Edilen Ödenek : 1 024 027 270 000 BAŞKAN - (A) cetvelini
kabul edenler... Etmeyenler... Kabul edilmiştir. Dış Ticaret Müsteşarlığı
2000 malî yılı kesinhesabının bölümleri kabul edilmiştir. Hayırlı olsun. Devlet İstatistik
Enstitüsü Başkanlığı 2002 malî yılı bütçesinin bölümlerine geçilmesini
oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler... Etmeyenler... Kabul edilmiştir. Bölümleri okutuyorum: B) DEVLET İSTATİSTİK ENSTİTÜSÜ BAŞKANLIĞI 1. - Devlet İstatistik Enstitüsü 2002 Malî Yılı Bütçesi A - C E T V E L İ Program Kodu A ç ı k l a m a L
i r a 101 Genel Yönetim ve Destek
Hizmetleri 17 316
000 000 000 BAŞKAN - Kabul edenler...
Etmeyenler... Kabul edilmiştir. 111 İstatistik Verilerin
Derlenmesi ve Değerlendirilmesi Hizmetleri 16 379 000 000 000 BAŞKAN - Kabul edenler...
Etmeyenler... Kabul edilmiştir. 900 Hizmet Programlarına
Dağıtılamayan Transferler 132 900
000 000 BAŞKAN - Kabul edenler...
Etmeyenler... Kabul edilmiştir T O P L A M 33
827 900 000 000 BAŞKAN - Kabul edenler...
Etmeyenler... Kabul edilmiştir. Devlet İstatistik
Enstitüsü 2002 malî yılı bütçesinin bölümleri kabul edilmiştir. Devlet İstatistik
Enstitüsü Başkanlığı 2000 malî yılı kesinhesabının bölümlerine geçilmesini
oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler... Etmeyenler... Kabul edilmiştir 2. - Devlet İstatistik Enstitüsü Başkanlığı 2000 Malî Yılı
Kesinhesabı BAŞKAN -.(A) cetvelinin
genel toplamını okutuyorum: Devlet İstatistik
Enstitüsü Başkanlığı 2000 Malî Yılı Kesinhesabı A - C
E T V E L İ L i
r a - Genel Ödenek Toplamı : 47
862 637 560 000 - Toplam Harcama : 43
687 066 060 000 - İptal Edilen Ödenek : 4
189 233 760 000 - Ödenek Dışı Harcama : 13
662 260 000 - 1050 S.K.83 üncü Mad.ve
Dış Proje Kredilerinden Ertesi Yıla Devreden : 4 825 510 000 BAŞKAN - (A) cetvelini
kabul edenler... Etmeyenler... Kabul edilmiştir. Devlet İstatistik
Enstitüsü Başkanlığı 2000 malî yılı kesinhesabının bölümleri kabul edilmiştir. Tapu ve Kadastro Genel
Müdürlüğü 2002 malî yılı bütçesinin bölümlerine geçilmesini oylarınıza
sunuyorum: Kabul edenler... Etmeyenler... Kabul edilmiştir. Bölümleri okutuyorum: C) TAPU VE KADASTRO GENEL MÜDÜRLÜĞÜ 1.- Tapu ve Kadastro Genel Müdürlüğü 2002 Malî Yılı Bütçesi A - C E T V E L İ Program Kodu A ç ı k l a m a L i r a 101 Genel Yönetim ve Destek
Hizmetleri 22 753
756 000 000 BAŞKAN - Kabul edenler...
Etmeyenler... Kabul edilmiştir. 111 Tapu-Kadastro ve
Fotoğrametri Çalışmalarının Yürütülmesi 94
478 244 000 000 BAŞKAN - Kabul edenler...
Etmeyenler... Kabul edilmiştir. 900 Hizmet Programlarına
Dağıtılamayan Transferler 900 000
000 000 BAŞKAN - Kabul edenler...
Etmeyenler... Kabul edilmiştir.
T O P L A M 118
132 000 000 000 BAŞKAN - Kabul edenler...
Etmeyenler... Kabul edilmiştir. Tapu ve Kadastro Genel
Müdürlüğü 2002 malî yılı bütçesinin bölümleri kabul edilmiştir. Tapu ve Kadastro Genel
Müdürlüğü 2000 malî yılı kesinhesabının bölümlerine geçilmesini oylarınıza
sunuyorum: Kabul edenler... Etmeyenler... Kabul edilmiştir. 2. - Tapu ve Kadastro Genel Müdürlüğü 2000 Malî Yılı
Kesinhesabı BAŞKAN - (A) cetvelinin
genel toplamını okutuyorum: Tapu ve Kadastro Genel
Müdürlüğü 2000 Malî Yılı Kesinhesabı A - C
E T V E L İ L i
r a - Genel Ödenek Toplamı : 57 191 678 730
000 - Toplam Harcama : 56 145 591 540
000 - İptal Edilen Ödenek : 1 600 476 550
000 - Ödenek Dışı Harcama : 554 389 360 000 BAŞKAN - (A) cetvelini
kabul edenler... Etmeyenler... Kabul edilmiştir. Tapu ve Kadastro Genel
Müdürlüğü 2000 malî yılı kesinhesabının bölümleri kabul edilmiştir. Danıştay Başkanlığı 2002
malî yılı bütçesinin bölümlerine geçilmesini oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler...
Etmeyenler... Kabul edilmiştir. Bölümleri okutuyorum: D) DANIŞTAY BAŞKANLIĞI 1. - Danıştay Başkanlığı 2002 Malî Yılı Bütçesi A - C E T V E L İ Program Kodu A ç ı k l a m a L
i r a 101 Genel Yönetim ve Destek
Hizmetleri 4 765 200 000 000 BAŞKAN - Kabul edenler...
Etmeyenler... Kabul edilmiştir. 111 Yargı, Danışma ve
İnceleme Hizmetleri 7
249 800 000 000 BAŞKAN - Kabul edenler...
Etmeyenler... Kabul edilmiştir. 900 Hizmet Programlarına
Dağıtılamayan Transferler 75 500 000
000 BAŞKAN - Kabul edenler...
Etmeyenler... Kabul edilmiştir.
T O P L A M 12
090 500 000 000 BAŞKAN - Kabul edenler...
Etmeyenler... Kabul edilmiştir. Danıştay Başkanlığı 2002
malî yılı bütçesinin bölümleri kabul edilmiştir. Danıştay Başkanlığı 2000
malî yılı kesinhesabının bölümlerine geçilmesini oylarınıza sunuyorum: Kabul
edenler... Etmeyenler... Kabul edilmiştir. 2. - Danıştay Başkanlığı 2000 Malî Yılı Kesinhesabı BAŞKAN - (A) cetvelinin
genel toplamını okutuyorum: Danıştay Başkanlığı 2000
Malî Yılı Kesinhesabı A - C
E T V E L İ
L i r a - Genel Ödenek Toplamı : 5 155 050 600
000 - Toplam Harcama : 5 122 096 950
000 - İptal Edilen Ödenek : 42 653 650 000 - Ödenek Dışı Harcama : 9 700 000 000 BAŞKAN - (A) cetvelini
kabul edenler... Etmeyenler... Kabul edilmiştir. Danıştay Başkanlığı 2000
malî yılı kesinhesabının bölümleri kabul edilmiştir. Böylece, Dış Ticaret
Müsteşarlığı, Devlet İstatistik Enstitüsü Başkanlığı, Tapu Kadastro Genel
Müdürlüğü ve Danıştay Başkanlığının 2002 malî yılı bütçeleri ile 2000 malî yılı
kesinhesapları kabul edilmiştir; hayırlı olmalarını temenni ediyorum. Sayın Bakanlara ve
bürokrat arkadaşlara da teşekkür ediyorum. Sayın milletvekilleri,
beşinci tur görüşmeler tamamlanmıştır. Saat 18.00'e kadar ara
veriyorum. Kapanma Saati : 16.15 ÜÇÜNCÜ OTURUM Açılma Saati : 18.00 BAŞKAN : Başkanvekili Mustafa Murat SÖKMENOĞLU KÂTİP ÜYELER : Burhan Orhan (Bursa), Sebahattin Karakelle
(Erzincan) BAŞKAN - Türkiye Büyük
Millet Meclisinin 32 nci Birleşiminin Üçüncü Oturumunu açıyorum. Altıncı tur görüşmelere
başlıyoruz. Altıncı turda, Adalet
Bakanlığı, Yargıtay Başkanlığı, Orman Bakanlığı, Orman Genel Müdürlüğü
bütçeleri yer almaktadır. V. - KANUN TASARI VE TEKLİFLERİYLE KOMİSYONLARDAN GELEN DİĞER İŞLER (Devam) 1. - 2002 Malî Yılı Genel ve Katma Bütçeli İdareler Bütçe
Kanunu Tasarıları ile 2000 Malî Yılı Genel ve Katma Bütçeli İdareler ve
Kuruluşlar Kesinhesap Kanunu Tasarıları (1/921; 1/922; 1/900; 3/900; 3/898,
3/899; 1/901; 3/901) (S. Sayıları: 754, 755, 773, 774) (Devam) E) ADALET BAKANLIĞI 1. - Adalet Bakanlığı 2002 Malî Yılı Bütçesi 2. - Adalet Bakanlığı 2000 Malî Yılı Kesinhesabı F) YARGITAY BAŞKANLIĞI 1. - Yargıtay Genel Müdürlüğü 2002 Malî Yılı Bütçesi 2. - Yargıtay Genel Müdürlüğü 2000 Malî Yılı Kesinhesabı G) ORMAN BAKANLIĞI 1. - Orman Bakanlığı 2002 Malî Yılı Bütçesi 2. - Orman Bakanlığı 2000 Malî Yılı Kesinhesabı a) ORMAN GENEL MÜDÜRLÜĞÜ 1. - Orman Genel Müdürlüğü 2002 Malî Yılı Bütçesi 2. - Orman Genel Müdürlüğü 2000 Malî Yılı Kesinhesabı BAŞKAN - Komisyon ve
Hükümet yerinde. Sayın milletvekilleri, bu
tur için soru cevap işlemi 20 dakikayla sınırlandırılmıştır. Tekrar aynı şeyleri
okumayayım; artık, siz de biliyorsunuz nasıl sual sorulacağını. Onun için, bunu
geçiyorum; vakit nakittir. Altıncı turda ilk söz,
Doğru Yol Partisi Grubunun. Doğru Yol Partisi Grubu
adına, Denizli Milletvekili Mehmet Gözlükaya; buyurun efendim. (DYP
sıralarından alkışlar) Süreyi 30 dakikaya
ayarlıyorum, ortağınızla beraber... Efendim, tekrar
hatırlatayım, çok müsamaha etmeyeceğim, bundan sonra da Devlet Güvenlik
Mahkemeleri Kanunu çıkaracağız. Onun için, herkes, süresini dikkatli şekilde
kullansın diye rica ediyorum. Sayın Gözlükaya, buyurun. DYP GRUBU ADINA MEHMET
GÖZLÜKAYA (Denizli) - Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; Adalet Bakanlığı
ve Yargıtay Bütçesi üzerinde, Doğru Yol Partisi Grubu adına söz aldım; başta
zatıâliniz olmak üzere, Yüce Meclisi saygıyla selamlıyorum. Bu on gün içerisinde, 70 milyona yaklaşan
Türkiye'nin 98 katrilyonluk bütçesini ve bu bütçe içerisinde 42 katrilyonluk
faiz borcunu ve 22 katrilyonluk personel giderini, 5 katrilyoncuk da,
Türkiye'de, yatırım imkânı olan bir bütçeyi görüşüyoruz. Öncelikle, 28 katrilyon
açık veren bu bütçenin, Türk Milletine, devletimize hayırlar getirmesini
temenni ediyorum. Bu bütçe içerisinde;
yani, Türkiye'ye çok şey vermeyeceği belli olan bütçe içerisinde, en önemli
bakanlıklarımızdan ve en yüksek yargı organlarımızdan olan Adalet Bakanlığı ve
Yargıtaya ayrılan pay, maalesef 808 trilyondur. Bunun, sadece 80 trilyonu
yatırıma ve kalan kısmı da personelle birlikte diğer harcamalara gitmektedir. Bu girişi şunun için
yaptım: Gerçekten, büyük Türkiye için bu bütçe hakikaten gülünç bir bütçedir.
Adalet Bakanlığına ve 16 trilyon gibi cüzi bir paranın Yargıtay gibi bir yüksek
mahkemeye ayrılmış olmasının ne kadar gülünç olduğunu ve ayrılan payın ne kadar
az olduğunu ifade etmek istedim. Bakanlığın bütün bütçedeki oranı ise binde
8'dir. Değerli arkadaşlarım, bu
Bakanlığımızın bütçesine geçerken, Adalet Bakanlığının büyük birtakım
eksiklikleri olduğunu hepimiz biliyoruz. Bakanlığımız, bu bütçe içerisinde,
birtakım yanlışlarına rağmen, doğru birtakım işler de yapıyor. Bunlardan
birisini öncelikle belirtmek istiyorum. Artık, çağımız bilgisayar
çağı olmasına rağmen, iletişimin geliştiği bir çağ olmasına rağmen, Türkiye'de
halen adliyelerimiz küflü dosyaları kucaklayan adliye memurlarının çilesini görmektedir.
Bakanlık bu yönde bir adım atmış, UYAP ile fevkalade doğru olan Yargıtay,
Danıştay, Başbakanlık, Kadastro ve İnsan Hakları Mahkemeleri arasındaki
entegrasyonu sağlayacak olan bir projeyi başlatmışlar; ancak, bu projenin
bütçedeki payına bakıyoruz, 10 trilyon gibi bir para var. Bunun, bütün
Türkiye'ye şamil olması ve bu projenin gerçekleşmesi güç. Bu bakımdan,
hükümete, bu projenin eksiği olan 15-20 trilyon liranın da bir an önce
verilmesi gerektiğini ifade ediyoruz ve Bakanlığın bu tasarrufunu, bu
teşebbüsünü destekliyoruz. Değerli arkadaşlarım,
yargı mensuplarının ücretlerini anlatmaya gerek yok. Hâkim ve savcılarımızın ve
adliyelerde çalışan personelimizin, Bakanlıkta çalışan yardımcı personelin ve
Bakanlıktaki bürokratların ücretleri gerçekten gülünçtür. Birinci dereceye
gelmiş bir hâkim veya savcımızın maaşı, ancak TEAŞ ve TEDAŞ gibi politik
güçlerin hakim olduğu, politikanın karıştığı ve politik işçilerin bol olduğu
yerlerdeki işçi maaşlarına eşit seviyededir. TEAŞ ve TEDAŞ işçilerinin, adliye
personelinin maaşının ise 3-4 katını aldığını görmekteyiz. Türkiye, bu ücret
dengesizliğini kesinlikle ortadan kaldırmak zorundadır, düzenlemek zorundadır.
On yıldır bu Parlamentodayım, bu mesele, her sene görüşülür, her vesileyle
görüşülür; ama, maalesef, Türkiye'deki çalışanlar arasındaki ücret dengesizliği
çözülememiştir. Türkiye, buna öncelik vermelidir diye düşünüyorum. Değerli arkadaşlarım,
yargının mutlaka güvence içinde olması lazım. Güçlü yargının Türkiye'de
sağlanması lazım. Güçlü yargı, çağdaş iletişim araçlarıyla mücehhez,
mensuplarının cep problemi olmayan yargıdır, bağımsız yargıdır. Siyasal,
ekonomik sorunu olmayan yargı, bağımsızdır. Bağımsız yargı, ancak güçlü
yargıdır. Çağdaş ve büyük Türkiye için bu Bakanlık ve yargının her kademesi mutlaka
güçlendirilmelidir. Bu vesileyle, taşra
adliyelerinden ve personel durumundan da bir nebze bahsetmek istiyorum. Taşradaki adliyelerde ve
icralarda personel yetersizliği hâkimdir. Gerçekten, avukat arkadaşlarımızın ve
alacaklı vatandaşların icralardaki rezaleti ve çilesi bitmemektedir. Bakanlığı,
özellikle Maliye Bakanlığını uyarıyoruz. Adalet Bakanlığının 3 000'e yakın boş
kadrosu vardır. Bu boş kadroları kullanma izni verilmediği, Adalet Bakanlığınca
söylenilmektedir. Bu kadroların mutlaka verilmesi gerekmektedir; yoksa, o
adliyelerde, bütün adliyelerde, hele, küçük ilçelerdeki adliyeler var, 4-5
personeli geçmeyen pozisyondalar... Biraz önce, maaşlarındaki sıkıntıları
söyledim. Bu vesileyle bir şeyi
söylemek istiyorum: Politik olarak kurulan küçük ilçeler var; nüfusu 2 000'i
geçmeyen, köyü 15'i bulmayan, bir yıldaki dava sayısı 20-30'u geçmeyen
mahkemeler var. Tasarruf açısından ve sağlıklı karar verme açısından, acaba, bu
mahkemeler belli bölgelere toplanılıp, oralarda görülebilir mi diye düşünmekteyim.
Bu bakımdan, bunu, bir uyarı olarak... Bakanlığın bir teşebbüsü var mıdır
bilmiyorum. Bu adliyelerimizde, iki savcı, iki hâkim var; ama, gördükleri iş
yok. Daha doğrusu, iş yok; olmasını da temenni etmiyoruz; ama, bana göre, bu,
bir lükstür. Bu, zor bir iştir; çünkü, siyasetçi olarak bizlerin, bu adliyeleri
kaldırması, başımıza birsürü problem açar; ama, halk, artık, bana göre, iflas
etmiş bir Türkiye'de bunları anlayabilecektir. Eğer kamuoyu oluşturulabilirse,
bu küçük adliyelerin, hele birbirine yakın olan adliyelerin birleştirilmesi
halka anlatılabilir diye düşünmekteyim. Ayrıca, ilçelerimizde
ağır ceza mahkemeleri var. Bu ağır ceza mahkemelerindeki iş oranı da zayıftır.
Bunların da, yine, belli bölgelerde toplanılmasında fayda olduğu düşüncesindeyim;
ama, bütün bunların -tekrar ediyorum- vatandaşımıza çok iyi anlatılması lazım.
Vatandaş, bunu anlayabilecek kıvama getirilmiştir; çünkü, vatandaş, artık,
Türkiye'nin bütçesinin ne olduğunu, geleceğinin ne olduğunu, esnafıyla,
çiftçisiyle, memuruyla, işadamıyla, büyük bir sıkıntı içerisinde yaşadığını ve
devletinin kalkınması veya en azından tasarruf etmesi için yapılan uyarılara
dikkat edecektir diye düşünüyorum. Değerli arkadaşlarım, bir
de, Türkiye'de, hukuk fakültesi sayısı artmıştır. Türkiye'de, 14 devlet
üniversitesinde hukuk fakültesi vardır; ayrıca, 11 vakıf üniversitesinde hukuk
fakültesi vardır. Bana göre, tespitlerimize ve aldığımız bilgilere göre,
gerçekten, buralarda -daha doğrusu öğretim üyesi yetersizliği sebebiyle, diğer
dokümanların yetersizliği sebebiyle- hukukçuların zayıf yetiştiği
kanaatindeyiz. Bunu, arkadaşlarımızın, hâkim veya savcılarımızın günahı değil,
okul sayısındaki fazlalık olarak düşünüyorum. Bundan sonra en azından, hukuk
fakültesi açma durumunu elbirliğiyle önlememiz gerektiğini düşünüyorum. Ziraat
fakültesine giden insanlarımızı mahvettik, veterinerliğe giden, orman
fakültesine gidenleri mahvettik; bunların, iş bulması, devlette iş bulması,
dışarıda iş bulması mümkün değil. Yarın, hukukçular da öyle olacak. Onun için,
bu yönde ciddî tedbirlerin alınması gerektiğini ifade ediyorum. Ayrıca, adliye
personelinin, yargı personelinin de, çoğunlukla, hukukçular arasından alınması
ve acilen, Türkiye'de, eğitimi açısından, adalet akademisinin kurulması
gerektiğini ifade ediyorum. Değerli arkadaşlarım,
mahkemelerimizin yükü oldukça fazladır. Bu durumu düzeltmek için, önce,
hukukumuzda ve özellikle ceza hukukunda birtakım reformlar yapmak
mecburiyetindeyiz. Şunu söyleyeyim: Türkiye, bir dönemeçten geçiyor. Bu, bir
tarihî fırsattır. Birtakım sıkıntılar içerisinde bulunuyoruz. A'dan Z'ye, bir
kere, Türkiye'nin, idarede, adliyede, yargıda reformlar yapması, ekonomide
reformlar yapması gerektiğini, artık, hepimiz idrak etmiş durumdayız. Bu bakımdan,
çıkaracağımız ceza kanununda, mahkemelerin yükünü hafifletici birtakım
tedbirleri almak zorundayız. Ne yapılabilir derseniz, basit para cezalarını
havi, özellikle kabahat neviindeki suçların, bir kere, mahkemelerde kesin
olarak görülmesi ve idarî ve adlî
birtakım çözüm yollarının aranması ve mahkemelerin işgal edilmemesi gerektiğini
ifade ediyorum. Ayrıca, cezalar arasında
da farklılıklar var. Örneğin, gözlük çalma ile gözün çıkması halinde verilen
cezalar arasında o kadar fark var ki, anlatmak mümkün değil. Bir gözlüğü
alıyorsanız, gasp ediyorsanız, 495 inci maddeye göre, on yıldan başlayan bir
cezayı müstelzim; ama, gözü çıkarsa adamın, 456/2 nci maddeye göre -uzuv zaafı
oluyor- iki yıldan başlıyor; yani, bu dengesizliği de ortadan kaldırmak lazım
geldiğini düşünüyorum. Ayrıca, Türkiye, bir daha
affı düşünmemelidir. Af umudu, maalesef, suç ve suçlu adedini artırmaktadır.
Bana göre, ceza affı çıkaracağımıza, artık, bundan sonra, ekonomisi sıfıra
inmiş, ekonomik durumu yok olmuş insanlarımızın hiç olmazsa nefes alması
açısından, vergi affı veya malî affın çıkarılması gerektiği düşüncesindeyiz. Ayrıca, Vergi Usul
Yasası... Yeri değil belki; ama, şu örnekleri yaşıyoruz: 250 liralık bir fatura
usulsüzlüğü yüzünden 15 ay ceza alan insanlar var. Bunun da bir düzene
sokulması lazım diye düşünüyorum. Ayrıca, artık, Türkiye'de
özel mahkemeler kurulmamalıdır. Mevcut mahkemelerin içerisinde, tabiî hâkimle
görev yapan ihtisas mahkemelerinin kurulması gerektiğini ifade ediyorum. Ayrıca, hâkim ve
savcılarımızın tayinlerinde de objektifliği görmüyoruz. Belirli kıstaslar
getirilmelidir. Bir hâkim veya savcı geliyor, bir ilde on yıl, onbeş yıl kadar
kalma durumunda oluyor. Hiç olmazsa, bu değerli hâkimlere başka illerde de
görev yapma imkânı sağlanmalıdır diye düşünmekteyiz. Bir de, yine, yargının kanayan yarası olmayan
devam eden bilirkişilik müessesesiyle ilgili bir iki kelam etmek istiyorum. Değerli arkadaşlarım,
maalesef, Türkiye'de bazı hâkimler, takdir haklarını bilirkişilere kullandırır
hale gelmiştir. Bilirkişilik müessesesi o şekilde yozlaşmıştır ki, adliye
koridorlarında, bilirkişiler, hâkim ve savcılarda iş aramak için, neredeyse,
salonlar onların tasallutu altına girmiş; yani, bilirkişilerin ücretlerinde de
belli bir tarife mi getirilecektir... Duyduğumuza göre, çok büyük paraların bu
bilirkişilerle ilgili alınıp verildiği söylenmektedir; bu, yargıya da tesir
eder diye endişe etmekteyim. Bu bakımdan, dejenere olan bilirkişilik
müessesesine de Bakanlığımız bir çekidüzen vermelidir. Değerli arkadaşlarım,
vatandaşlarımızın adliyeye karşı güvenlerini sağlamak durumundayız. Vatandaş,
çaresiz kalınca her türlü yanlışın içine girebilmektedir ve hiçbir maddî
imkândan sarfınazar etmeden kesin sonuç alma yoluna gitmektedir ki, bu,
adliyede ve kararlarda gerçekten büyük sıkıntılar yaşanmasına sebep olmaktadır.
Ayrıca, bir şeyi daha
ifade ediyorum; şartlı salıverme olayındaki ölçüler de gözden geçirilmelidir;
çünkü, kötü hali olmaması, şartla salıvermenin en büyük unsuru olarak kabul
edilmektedir. Halbuki, bu, yeterli değil. Şartla salıverdiğimiz insanların çok
kısa bir süre sonra, tekrar, hapishanelere döndüğünü görmekteyiz. Bu bakımdan,
bu insanların hapishane içindeki çalışmaları, kursları, eğitim ve öğrenme
gayretleri, hatta, mağdur ettiği insanlarla olan ilişkileri de gözden
geçirilebilmeli, gerçekten nedamet hissine varıp varmadığı da gözden ırak
tutulmadan bu salıverilmeme durumu sağlanmalıdır. Türkiye'de, hakikaten, mahkûm
olmak -mahkûmlar için söylüyorum- çok kolay. Cezanın yüzde 60'ı çekilmiyor. Bu
bakımdan, bu da gözden geçirilmelidir diye düşünüyorum. Uyum yasaları süratle
çıkarılmalıdır. Vaktimin azaldığını
gördüm. BAŞKAN - Grubunuzun
vaktinin yarısını harcadınız; kullandınız daha doğrusu; affedersiniz. MEHMET GÖZLÜKAYA
(Devamla) - Değerli arkadaşlarım, özellikle çek yasası da bir an önce
çıkarılmalı. Hapishanedeki insanlar ne olacaklarını bilmiyorlar, alacaklı
olanlar da alacaklarının teminatı nedir onu bilmiyorlar. Çek, artık, bir ödeme
aracı olmaktan çıkmıştır. Bu bakımdan, acilen Çek Yasasının çıkarılması
gerekmektedir. Bu uyum yasalarının bir
an önce çıkması gerekirken, bir şeyi daha ifade ediyorum: İfade edeceğimiz çok
şey var da, seçim yasalarıyla ilgili bir iki kelam etmek isterim. Sayın Bakana
bir gazeteci soruyor, diyor ki: "Bu Seçim ve Siyasî Partiler Kanunuyla ilgili
çalışmalarınız var mı?" Sayın Bakanın cevabı: "Ne hükümette var ne de
bakanlıkta böyle bir çalışma var. Zaten böyle bir çalışmaya girersek, millet
seçim havasına girer, iş yapamayız ve yanlış olur." Bu gerekçeye katılmak
mümkün değil; zaten millet seçim havasına girmiş. Hükümet iflas etmiş, devlet
iflas etmiş; millet, seçim istiyor. Hiç olmazsa, sağlıklı ve kalıcı bir seçim
kanunu hazırlayalım, siyasî partiler kanunu hazırlayalım da, seçilecekler ve
seçenler, nasıl bir gelecek düşündüklerini, nasıl bir siyasî geleceğin olduğunu
bilmelidirler diye düşünüyorum. Cezaevleriyle ilgili
olarak da bir iki kelam etmek istiyorum. Değerli arkadaşlarım,
cezaevlerinde 5 500 personel eksikliğimiz var; bu eksikler kapatılmalı. Doktor
yok, diş hekimi yok, öğretmen yok, imam yok, birsürü idareci kadrosu yok.
Şimdi, eğer, hapishanelerde rahatlık sağlamak istiyorsak, mutlaka personel
çoğaltılmalı ve eğitimleri de verilmelidir diye düşünüyorum. Bayan memur
sayısının artırılması gerektiğini de ifade ediyorum. Gerçekten, cezaevi
müdürleriyle vaki görüşmelerimizde bunlar ifade edilmektedir. BAŞKAN - Teşekkür
ediyorum. MEHMET GÖZLÜKAYA
(Devamla) - Değerli arkadaşlar, bir gardiyanın, 250 milyon lirayla geçinmesi
mümkün mü?! Varoşlarda oturuyor bu arkadaşlarımız, her gün hayatı tehlikede;
hapishanede tehlikede, dışarıda tehlikede ve tehdit altında. Bu insanların,
mutlaka, bu maddî durumlarının çözülmesi gerektiğini ifade ediyorum. Son olarak şunu
söylüyorum. BAŞKAN - Teşekkür
ediyorum. MEHMET GÖZLÜKAYA
(Devamla) - Sayın Başkan, bir dakikanızı rica ediyorum. Yargıtayımızın
problemlerini anlatmaya gerek yok; bütün arkadaşlarımız anlatacaklardır; ama,
Yargıtayımızın da yükü kesinlikle azaltılmalıdır. İstinaf mahkemeleri başta
olmak üzere, kesin karar sınırı mahallî mahkemelerde çoğaltılacak şekilde
olmalıdır, sınırlar genişletilmelidir diyorum; siyasetçilerin yargıya müdahale
etmemesi duasıyla, temennisiyle, mafyanın cezaevlerine ve yargıya müdahale
etmemesi dileğiyle, hepinize saygılar sunuyorum. (DYP sıralarından alkışlar) BAŞKAN - Tehlike,
Türkiye'nin kaderi olmamalıdır. İkinci konuşmacı,
Eskişehir Milletvekili Sayın Sadri Yıldırım... MEHMET GÖZLÜKAYA
(Denizli) - Sayın Başkan, iki üç dakika müsaade edin arkadaşımıza. MEHMET SADRİ YILDIRIM
(Eskişehir) - Sayın Başkanım, adalet sizin artık. BAŞKAN - Benim değil;
Adalet Bakanlığı bütçesinde; adalet, kendi aranızda olmalı; ben ne diyeyim
size!.. Buyurun efendim. DYP GRUBU ADINA MEHMET
SADRİ YILDIRIM (Eskişehir) - Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; Orman
Bakanlığının 2002 yılı bütçesi üzerinde Doğru Yol Partisi Grubu adına söz almış
bulunuyorum; bu vesileyle, Yüce Heyetinize ve aziz milletimize, Grubum ve
şahsım adına saygılar sunuyorum. Değerli milletvekilleri,
bütçenin geneli gibi, Orman Bakanlığı bütçesi de yetersiz, yatırımdan ve
üretimden uzak, borç ve faiz bütçesidir. Ben, öncelikle, orman denilince, akla,
sadece ağaç topluluğunun gelmediğini; ormanın, canlı ve büyük bir sistem
olduğunu arz etmek istiyorum. Ülkemizin orman alanı 20
763 247 hektar olup, yurdumuzun genel alanının yüzde 26,7'sini kapsamaktadır.
Ormanlarımızın yüzde 48'i verimli, geriye kalan yüzde 52'si verimsizdir. Başka
bir deyimle, ormanlarımız, doğal dengeyi sağlaması, hava kirliliğini önlemesi,
su rejimini düzenlemesi, iklim yapısı üzerine etkisi ve erozyonu önlemesi gibi
birçok kolektif faydalarının yanında, toplumun orman ürünlerine olan talebinin
karşılanması bakımından ülkemizin en önemli doğal kaynaklarıdır. Ben, kısaca, Orman
Bakanlığının görevlerine değinmek istiyorum. Ormanları korumak; bakım, imar ve
ıslahını yapmak, yaptırmak; erozyonu önleyici tedbirleri almak; orman
köylülerinin kalkınmasına katkıda bulunmak ve orman-halk ilişkilerini
geliştirmek; av ve yaban hayatının korunması, geliştirilmesi ve idaresini
sağlamak; hizmet alanlarına giren konularda araştırma, eğitim ve yayın
hizmetlerini sağlamaktır. Görülüyor ki, Orman Bakanlığımızın, ülkemiz,
milletimiz, ormanlarımız, ekonomimiz ve orman köylülerimiz için çok önemli
görevleri vardır. Sayın milletvekilleri,
kısaca, ormanların faydalarına değinmek istiyorum. Ormanlar, yaşantımızın her
safhasında ihtiyaç duyduğumuz yapacak ve yakacak hammadde kaynağıdır. Ormanlar,
orman içinde ve dışında yaşayan insanlara çeşitli iş imkânları sağlar,
işsizliği önlemede etkin bir rol oynar; böylece, köyden kente göçü azaltır.
Ormanlar, ulusal savunma ve güvenlik bakımından stratejik öneme sahiptir.
Ormanlar, doğal güzellikleri ve sayılamayacak kadar çok faydalarıyla, iyi
baktığımız takdirde, tükenmez bir doğal kaynaktır; ülke turizmine katkıda
bulunur. Değerli milletvekilleri,
Orman Bakanlığının önemli görevleri ve ormanların ülkemize olan faydaları
karşısında, acaba, Orman Bakanlığımız yeteri ve gereği kadar görevini
yapabiliyor mu? Öncelikle orman
köylerimiz ile köylülerimizin durumuna bir bakalım. Ülkemizde mülkiyeti devlete
ait 20,7 milyon hektar orman alanı içerisinde, 1997 yılı nüfus sayımına göre,
toplam 20 161 orman köyünde 7,6 milyon kişi yaşamaktadır. Türkiye nüfusunun
yüzde 35'i kırsal kesimde yaşamaktadır. Halen orman köylerinde yaşayanların nüfusu,
Türkiye nüfusunun yüzde 12'sidir. Kırsal kesimde yaşayanların da yüzde 35'i
orman köylerinde yaşamaktadır. Bir başka ifadeyle, kırsal kesimde yaşayan her 3
kişiden 1'i orman köylüsüdür. Orman köylerinde
yerleşim, dağınık ve birbirinden uzak, plansız ve düzensizdir. Arazilerin ancak
yüzde 15'i tarıma elverişlidir. Orman köylüsünün yüzde 10'u topraksız, yüzde
28'i 1-10 dekar, yüzde 31'i 11-25 dekar, yüzde 30'u 25 dekar ve yüzde 0,7'si
ise, yani, yüzde 1'inden daha azı 50 dekardan fazla araziye sahiptir. Son yıllarda orman
köylerinden göç hızlanmıştır; çünkü, orman köylerinde hane başına düşen
ortalama arazi 25 dekardır. Bu rakam, Türkiye ortalamasının çok altındadır.
Zira, ülkemizde hane başına düşen ortalama tarım arazisi 64 dekardır. Orman köylüsünün ana
gelir kaynakları, ormancılık faaliyetlerinden edindiklerinin yanı sıra, tarım,
hayvancılık ve bahçeciliktir. Sadece ormanlardan hane başına sağlanan yıllık
ortalama gelir, bölgelere göre 150-250 dolar arasında değişmektedir. Tarımsal üretimin ve verimliliğin
önündeki engelleri aşabilmenin yolu da, küçük üretim ilişkilerinin birlikte
yapılması ve organize edilmesiyle mümkün olmakta, kooperatif, kooperatifçilik
ve kooperatif birlikleri önem kazanmaktadır. Kısacası, geçimlerini büyük ölçüde
ormanlardan yaptıkları işçilikle karşılayan orman köylülerimiz, özellikle
ormanların yoğun olduğu bölgelerimizde, devletimizin teşvikiyle, 70'li yıllarda
kooperatifleşmişlerdir. Ülkemizdeki tarımsal kalkınma kooperatif sayısı 5
301'dir. Orman köylerimizde kurulmuş ve faaliyette olan 2 921 adet kooperatif
bulunmaktadır. Bu duruma göre orman köylerinde kooperatifleşme oranı yüzde
15'tir. Anayasamızın 170 inci
maddesinde ise, devletimiz orman köylüsünü korumuştur. Tabiî ki, halkımız ve
orman köylümüz de ormanlarımızı korumak mecburiyetindedir ve korumaktadır;
ancak, hükümetimiz, ormanlarımızı korumadığı gibi, orman köylüsünü de hiç
korumamıştır. Bu vesileyle, orman köylüsü toplumun yoksul insanı haline
gelmiştir. Canı, kanı ve ekmeği pahasına devletine sahip, kanunlara saygılı,
ormanını koruyan yoksul orman köylüsüne, devlet ve hükümet elini uzatmalı ve bu
insanlara, Anayasamızın öngördüğü şekilde geçimlerini temin edecek insanca
yaşama hakkı tanınmalıdır; çünkü, hepimizin de bildiği gibi, millî gelirden en
az payı alan, orman köylümüzdür. Onları ormana mahkûm ettiğimiz gibi,
ekonomiden de mahrum etmişiz, insanca yaşama hakkından da mahrum etmişiz.
Öyleyse, bu insanlara geçimlerini sağlayacak imkânlar sağlamalıyız. Bunlar
nedir diyecek olursanız; bunlara, halıcılık, arıcılık, besicilik ve bunun gibi
iş bulmada öncülük ve bankalardan ucuz kredi imkânı gibi diğer imkânlar
sağlanmalıdır. Yine takdir edersiniz ki,
orman köylümüzün en önemli isteklerinden birisi de, orman vasfını kaybetmiş
tahriri arazilerden vergiye kayıtlı olan arazileri kullanan ve işleyen
şahıslara verilmesinin mecburiyeti hâsıl olmuştur. Böylece, ormanla mahkemelik
olan orman köylümüzü, hem ormanla hem de devletle barıştırmak gerekir; çünkü,
ormanı en iyi koruyan ve koruyacak olan orman köylümüze de yeterli imkânlar
tanınmalıdır. Bakınız, Eskişehir'den
merkez orman köy muhtarlarımızdan, Seyitgazi, Mihalıççık köy muhtarlarımız
telefon ediyor ve bilhassa Alpu İlçesinin orman köyü olan Özdenk Köyü Muhtarı
ile Arıkaya Köyü Muhtarından aldığım bilgilere göre, orman köylüsünün perişan
durumda olduğunu, Orman Bakanlığı tarafından ORKÖY adı altında kurulan, orman
köylülerinin, desteklemeden yararlanamadıklarını, hele son üç dört senede hiç
bakılmadığını, yardım olmadığını, hatta sekiz yıllık eğitimde taşımacılıkta
düzensizlik olması nedeniyle köy halkının çocuklarını okutabilmek için
şehirlere göç etmek zorunda bırakıldığını; bu nedenle, orman köylüsünün aç
yaşadığını ve isyan etme noktasına geldiğini, krizin çok ciddî boyutlara
ulaştığını, devlet ve hükümetin orman köylüsüne son senelerde el uzatmamasına
rağmen, ormanı koruyan, orman yangınını söndüren yine kendilerinin olduğunu;
artık, hükümetin ve devletin sahip çıkması gerektiğini sızlanarak
belirtmişlerdir. Değerli milletvekilleri,
kısaca, ülkemizin maddî ve manevî varlığı olan ormanlarda çıkan yangınlara
değinmek istiyorum: Ormanlar, insanların var oluşundan bu yana, onların çeşitli
etkinliklerinden doğrudan veya dolaylı olarak olumsuz yönde etkilenmiştir. Bu
olumsuz etkilerden en önemlisi orman yangınlarıdır. Orman yangınları,
ekonomik yönden kayıplara neden olmanın yanı sıra, ekolojik denge üzerinde
yarattığı olumsuz etkilerden dolayı çok daha önemli olmaktadır. Orman
yangınları, ormanların yapısal özelliklerine, bulundukları yerin arazi ve iklim
yapısına, toplumun sosyokültürel, ekonomik yapılarına bağlı olarak
değişebilmektedir. Orman yangınlarıyla ilgili olarak yapılan araştırmalara göre
yangınların yüzde 3'ü yıldırımdan, yüzde 12'si kasten, yüzde 38'i ihmal ve
dikkatsizlikten, yüzde 47'si ise bilinmeyen sebeplerden ortaya çıkmaktadır. Bu
rakamlardan anlaşılacağı gibi, yangınların yüzde 97'si insanlardan ve insanlara
bağlı faktörlerden kaynaklanmaktadır. Değerli milletvekilleri,
ben bu yaz, Eskişehir ve çevresinde gezilerimi sürdürürken, tahminen eylül ayı
başında, Eskişehir merkez ile Seyitgazi ilçeleri arasında Türkmen Dağının
Sarıçam Ormanlarında yangın çıkması üzerine, Eskişehir Valisinden aldığım
bilgilere göre, arabamla Seyitgazi Belediye Başkanı Sayın Arif Ünal'ı da yanıma
alarak birlikte orman yangın bölgesine 2 saat süren zor şartlardaki yolculuktan
sonra, yangın mahalline vardığımızda, başta orman bölge başmüdürümüzün ve diğer
müdürlerimiz ile tüm mühendislerin, Seyitgazi Orman Bölge Şefi ve Seyitgazi'nin
Ayvalı, Gemiş ve Akin Köyü halkıyla el ele, gönül gönüle çalıştıklarını,
gayretlerini gördüm. Ben, bu yoğun çalışmalarını bizzat gördüm. Bu vesileyle,
Eskişehir Orman Teşkilatımıza, mühendislerimize, ismini söyleyemediğim tüm
orman köylülerine ve bilhassa Seyitgazi Orman Bölge Şefine, yangındaki çalışma
ve gayretlerinden dolayı teşekkür ediyorum. Hatta, bir müddet sonra, orman
idaresini ziyaretim esnasında, yangın hususu konuşulurken, mühendislerin yangın
tazminatı almadıklarını, büyük bir üzüntüyle öğrendim. BAŞKAN - Efendim, son 30
saniyeniz. MEHMET SADRİ YILDIRIM
(Devamla) - Sayın milletvekilleri, görülüyor ki, yukarıdan beri izah ettiğim,
ormanı korumada ve orman yangınlarını söndürmede en büyük görevin, yine orman
köylüsünde olduğunu ve ormanı en iyi koruyacak olanın, içinde yaşayan bu insanlar
ve orman teşkilatı olduğunu gördüm. Ben, bu nedenle, Sayın
Orman Bakanımızda, orman köylülerimizin dert ve sıkıntılarına ekonomik
durumlarına önem vermesini, ilgilenmesini, ayrıca, mühendislerimize yangın
tazminatı vermesini, ormanı yangınlardan korumak için de, gereken tüm
tedbirleri, vakit geçirmeden almasını diliyorum. Sayın Hükümet, çiftçimiz,
esnafımız, sanayicilerimiz, KOBİ'lerimiz, memurlarımız, emeklilerimiz... (Mikrofon otomatik cihaz
tarafından kapatıldı) MEHMET SADRİ YILDIRIM
(Devamla) - Sayın Başkan, 2 dakika daha lütfederseniz... BAŞKAN - Sadri Bey, 2
dakika daha veremem; ama, 1 dakika vereceğim. MEHMET SADRİ YILDIRIM
(Devamla) - Hayır efendim, ben, 10 dakikaya konuştum... BAŞKAN - Efendim, kendi
aranızda... MEHMET SADRİ YILDIRIM (Devamla)
- Takdir edin efendim, 3 dakika... Lütfen yani... BAŞKAN - Hayır efendim,
kendi aranızda... Efendim, buyurun siz.
İstirham ederim yapmayın yani... Dörte 3'ünü okudunuz sayfanın. Buyurun. MEHMET SADRİ YILDIRIM
(Devamla) - Tüm milletimiz, sıkıntıda ve çok zor durumda. Toplumumuzun en az
gelirli kesimi olan orman köylülerimiz ise, patlama noktasına gelmiştir; çünkü,
her an toplum isyan edebilir; ama, milletimiz, ülkesini çok seviyor, onun için
sabrediyor; sabrı taşmak üzere; çünkü, günlerce aç kalan insanlar var, sıcak
çorba içemeyen insanlar var. Toplumumuzun yüzde 90'ı yoksul ve açtır. Ayrıca,
borcunu ödeyemeyen çiftçimiz, siftah yapmadan dükkânını kapatan esnafımız ve
vatandaşlarımız, hapsen tazyik altında, her an hapishaneye götürülmek korkusu ve
endişesi içerisinde. İşsizlik had safhaya varmış. İşyerleri ve fabrikalar
kapanıyor. İşsizlik ve umutsuzluk, gün geçtikçe, bir kâbus gibi milletin
üzerine çöküyor. İnsanlarımız, ne yapacağını şaşırmış, hükümetten umudunu
kesmiş; devlet, babalığını yapamaz duruma gelmiş. Hiçbir vatandaş, yarınından
emin değil; içini endişe ve dert sarmış, karamsarlık üzerine çökmüş; çünkü,
işini ve aşını kaybetmiş, çoluk çocuğuna bakamaz duruma gelmiştir. Yaptığımız
gezilerde, feryat ederek, ülkesini ve milletini seven vatandaşımız "ne
oldu bizim ülkemize, nerede bizim devletimiz, ne olacak bizim halimiz, hükümet
nerede" diye soruyor; ama, vatandaş, olumlu veya olumsuz bir cevap
alamıyor; çünkü, karşısında, hükümeti veya yetkiliyi bulamıyor. Değerli milletvekilleri,
sayın hükümetin ekonomiyi düzeltemeyeceğini millet biliyor; çünkü, bu hükümete
inancı kalmamış. Muhalefet, bir yıldır söylüyor; zaman zaman, sizler de
gerçekleri dile getiriyorsunuz. Öyleyse, hükümete, istifa etmek kalıyor. Eğer
hükümet istifa ederse, böylece, hükümet, hem ülkeyi ve hem de milleti kurtarmış
olacaktır. Bütün bu eksikliklere ve
yanlışlara rağmen, 2002 yılı Orman Bakanlığı bütçesinin, ülkemize ve
milletimize hayırlı ve uğurlu olmasını diliyor; Yüce Heyetinize, Doğru Yol
Partisi Grubu ve şahsım adına saygılar sunuyorum. (DYP sıralarından alkışlar) BAŞKAN - Teşekkür
ediyorum Sayın Yıldırım. Şimdi, Anavatan Partisi
Grubu adına, Sakarya Milletvekili Sayın Ersin Taranoğlu. Süreyi ikiye böleceğiz
değil mi efendim? NİHAT GÖKBULUT
(Kırıkkale) - Evet, eşit olarak ikiye böleceğiz. BAŞKAN - Buyurun Sayın
Taranoğlu. (ANAP sıralarından alkışlar) ANAP GRUBU ADINA ERSİN
TARANOĞLU (Sakarya) - Sayın Başkan, değerli milletvekili arkadaşlarım; Orman
Bakanlığının 2002 yılı bütçesi üzerinde, Anavatan Partisi Grubu ve şahsım adına
görüşlerimizi ifade etmek üzere huzurunuza çıktım; hepinizi, saygı ve sevgiyle
selamlıyorum. Ben, yaklaşık dört
dönemdir, bu Parlamentoda bulunuyorum. Bu Parlamentonun bir partisi hariç,
hepsi iktidarı ve muhalefeti gördü. İktidarın gücü ne kadar gurur vericiyse,
muhalefetin de konuşması o kadar fiyakalı olur. Ben, bu görüşmelere gelmeden
önce, eski tutanakları okudum. Kimsenin kalbini kırmamak için de, isim vermeden
söyleyeceğim... MEHMET SADRİ YILDIRIM
(Eskişehir) - Millet aç... Millet aç... Ne fiyakası... ERSİN TARANOĞLU (Devamla)
- Sizi kastetmedim... İBRAHİM YAŞAR DEDELEK
(Eskişehir) - Artistlik yapma... Sana demedi... BAŞKAN - Efendim,
karşılıklı konuşmayalım... ERSİN TARANOĞLU (Devamla)
- Bir siyasî partinin temsilcisi, Orman Bakanlığı bütçesi üzerinde... BAŞKAN - Sayın Yıldırım,
size bir şey demedi; Genel Kurula hitap ediyor Sayın Taranoğlu. Niye üzerinize
alınıyorsunuz?! ERSİN TARANOĞLU (Devamla)
- Bir siyasî partimizin temsilcisi, Orman Bakanlığı bütçesi üzerinde görüşlerini
ifade etmiş, iş, kaynak sorununa geldiği zaman "işte çözüm" demiş;
"elektriğe, suya, telefona, arabaya, ehliyete ve silah ruhsatına zam
yaparsınız, bunları bir yerde toplarsınız, bu kaynak olur" demiş. Ben, bu
sözü, bundan dört beş sene önce, yine bir siyasî partinin, spor bakanlığı
görüşmelerinden hatırlıyorum, orada da bir kaynak sorunu vardı. Oradaki
konuşmacı da başka bir siyasî partidendi ve o da "elektriğe, suya,
biletlere, inene çıkana zam yaparsınız, bunları bir fonda toplarsınız, bu da size
kaynak olur" dedi. Değerli arkadaşlar, her
kaynak sorununda elektriğe, suya, silah ruhsatına, ehliyete, telefona zam
yaptığımız zaman, bu milletin anası ağlar. MEHMET GÖZLÜKAYA
(Denizli) - Ağlıyor zaten... ERSİN TARANOĞLU (Devamla)
- Mesele, iktidarda başka, muhalefette başka mantığı, klasik bir mantıktır;
ancak, bugün konuşacağımız Orman Bakanlığı, ortak sorumluluk gerektiren bir
konudur. Mesele ne ağaçtır, mesele ne orman köylüsüdür, mesele ne kaynak
meselesidir, konuştuğumuz, insanlığın geleceğiyle ilgili bir ekosistemdir.
İçerisindeki ağacıyla, toprağıyla, mikroorganizmalarıyla, yaşayan
hayvanlarıyla, oksijeniyle, yağmura vesile olmasıyla bir ekosistemden bahsetmek
istiyoruz. Bugün bütçesini konuştuğumuz Orman Bakanlığı da, bu sistemi,
nesiller sonrasına aktarmakla görevli olan bir kuruluştur. Dolayısıyla, mesele,
bir cephesiyle ağaçlar işletmesi, bir cephesiyle insanlar ve çevre tarafı, bir
cephesiyle içerisinde yaşayan orman köylüsüyle, bir cephesiyle Orman Bakanlığı
mensuplarıyla, dört cepheli bir konudur. Konu, sosyal, ekonomik ve çevreyle
ilgili bir konudur. Meseleyi, yalnız ormanlar olarak, ağaçlar olarak görürsek,
arkasındaki orman köylüsünü ihmal ederiz ki, işin sosyal tarafını ihmal etmiş
oluruz. Eğer, meseleye ekonomik tarafından bakmazsak, kaynak yaratamayız,
ormanların sürdürülebilirliğini sağlayamayız. Meselenin çevre tarafını ihmal
edersek, nesillere tekabül edecek olan, aktarılacak olan değerleri de
ulaştırmamış oluruz. Dolayısıyla, bu mesele sosyal, ekonomik ve çevre değerleri
itibariyle nesillere aktarılacak ulusun ortak değeridir. Dolayısıyla,
siyasetüstü bir konudur. Ben de, bu bakanlıkta naçizane iki yıl bakanlık yapmış
bir arkadaşınız olarak, bütün orman bakanlarını takdirle yâd ediyorum.
Sözlerimin başında da, Orman Bakanlığı mensuplarının, Türk ormancılarının,
Türkiye ormanlarının bugüne ulaştırılmasındaki gösterdikleri fedakârlıkları ve
gayretleri yakinen tanımış, bunu iftiharla yâd etmeyi bir kadirşinaslık olarak
kabul eden bir Orman Bakanı arkadaşları olarak takdirle ifade etmek istiyorum.
Mesele, zor bir meseledir, kolay bir mesele değildir. Türkiye topraklarının
dörtte 1'inin orman olduğunu düşünürseniz, Türkiye sınırlarının 8 000 kilometre
uzunluğunda olmasına rağmen, orman sınırlarının bunların yüzlerce katı mesafede
olduğunu düşünürseniz, içinde 7-8 milyon insanın yaşadığını düşünürseniz,
kentleşme, sanayileşme, çevre kirliliği gibi sanayiin getirdiği baskıları
düşünürseniz, bugün, Türkiye ormanlarının oranının hâlâ yüzde 26'da olması, bu
fedakârlıkların, gayretlerin, çalışmaların, desteklerin sayesindedir.
Dolayısıyla, dünyanın hiçbir ülkesinde, bu kadar içinde insanın yaşadığı ve
sınır problemlerinin bu kadar yoğun olduğu bir ormancılık sektörü yoktur.
Türkiye, bu zorluklar içerisinde, dünya ortalaması olan yüzde 26 oranıyla, bana
göre başarılı bir ormancılık mazisine sahiptir. Değerli arkadaşlarım,
dolayısıyla, bugün, kendilerine trilyonlar tevdi edeceğimiz Orman Bakanlığı ve
mensupları, aslında, yalnız orman mühendisi değildirler, bir çevre
mühendisidirler; çünkü, çevre bilgisine sahip olmak mecburiyetindedirler. Görev
yaptıkları orman bir ekosistemdir, iyi bir veteriner olmak
mecburiyetindedirler. Fauna ve flora hakkında bilgileri olacak, iyi bir ziraat
mühendisi olacaklar; yangında mücadelede kendi yollarını yapacaklar, bir inşaat
mühendisi olacaklar; ormanı iyi işletecekler, ekonomi bilgili olacak. İşte bu
komplike insanlara tevdi edeceğimiz, emanet edeceğimiz bütçenin 2002 yılında en
doğru şekilde kullanılacağını ifade etmek istiyorum ve bu bölümde, başta orman
bakanları olmak üzere, çalışan bütün arkadaşları, 2001 yılı bütçesini
konuştuğumuz bundan bir sene önce söylediklerini, taahhüt ettiklerini yerine
getirmenin gururu içerisinde olan arkadaşları kutlamak istiyorum, başarılarının
devamını diliyorum ve Anavatan Partisi olarak, bundan böyle de, Türk
ormancılarına, bu mücadelelerinde her zaman destek olacağımızı ifade etmek
istiyorum. Değerli arkadaşlarım,
konu, ancak uzlaşmayla çözebileceğimiz bir konudur. Burada, bütün partiler ve
bütün konuşmacılar aslında doğru şeyleri söylemektedirler ve bu Parlamentoda,
benden başka, sayıları 10'u bulan orman bakanlığı yapmış arkadaşlarımız vardır;
hepsi bu problemlerle uğraşmışlardır, hepsi problemi görmüşlerdir, hepsi doğru
yaklaşmışlardır; ama, siyasetin gerçeği bu problemleri çözmeye yetmemiştir.
Şimdi, bu gerçek karşısında, hepimiz eğilip, akıllarımızı birleştirip,
güçlerimizi birleştirip meselenin çözümünde birbirimize güç vermek
mecburiyetindeyiz. Bugün, bir ormanda
yapılan en ufak gayretin klasik tanımı "ormanları peşkeş çekmek,
vermektir." Bütün orman bakanları bilmektedir ki, Tekir Yaylasında fiilî
bir durum vardır. Tekir Yaylasında 10 000 kişi yaşamaktadır. Bunların hepsi
orman arazisi üzerinde yapılmıştır, bunları yıkmak kanun gereğidir; ama, hiçbir
orman bakanı yıkamamıştır, hiçbir orman bakanı da bundan sonra yıkamayacaktır.
Bugün, kimse Hekimbaşı'nı yıkamaz, kimse Çavuşbaşı'nı yıkamaz, kimse
Sultanbeyli'yi yıkamaz. Buraya birisi çıkıp çuvalla para getirse "al orman
bakanı, bunu çöz" dese de, o yıkılan binaların enkazını dolduracak çukur
bulamazsınız. Şimdi, bu Türkiye'nin realitesidir. Yayla bizim kültürümüzdür.
Yaylada bizim insanlarımızın evi olacaktır. Avrupalının yaylası olmaz,
Amerikalının yaylası olmaz, Afrikalının yaylası olmaz; yayla, bizim,
Ortaasya'dan gelen kültürümüzdür, bu yaşayacaktır. Oradaki yayla evini
yıkamayacaksınız, yıkmanız mümkün değil, bir sosyal vakıa, onlar bizim
insanlarımız. Bu gerçeği herkes görmüştür. Sorunlar bellidir, bütün
arkadaşlar aynı şeyi söylüyorlar, 2/B, evet, doğru; Tekir Yaylası doğru;
Hekimbaşı doğru, Çavuşbaşı doğru, bunların hepsi doğru; İzmir'de bir sürü
semtler var, bunların hepsi doğru. Bütün siyasî partiler bir araya gelerek
yapabiliriz; siyasete feda etmeye kalktığımız zaman "yıkacağız"
diyenin yanında "hayır, biz gelirsek yıkmayacağız" diyen olacaktır. 2/B'yi ilk uygulayan
Orman Bakanı benim ve cumhuriyet tarihinde ilk defa ormandan tapu veren insan
benim; ama, ben de siyasetçiyim, ben de seçime girdim, benim muhaliflerim,
haklı olarak köylere gittiler "Taranoğlu bunu parayla verdi, biz gelirsek
bedava vereceğiz" dediler. Cumhuriyet tarihinde ilk defa tapu veren bakan
olarak gurur duymama rağmen, oy kaybetmiş bir siyasî partinin mensubuyum ve
yarın siz de yaparsanız, siz de oy kaybedersiniz; çünkü, birisi de çıkıp diyecektir
ki: "Ben de bedava vereceğim. Artık, bu kürsülerden, hepimizin, herkesin,
2/B ile çıkan yerleri kimsenin bedava veremeyeceğini, vereceğim diyenlerin,
orman köylüsünün, geçici olarak hayalleriyle oynadığını söylemesi lazım.
Bugünkü Orman Bakanı da onu yapamaz, yarın siz iktidara gelirseniz siz, başkası
iktidara gelirse başkası da yapamaz. Bu, bir sosyal vakıa ise
ve çözülmesi gerekiyorsa, bizim hep beraber birleşmemiz lazım. Ben bir şeyi
ifade etmek istiyorum: Orman kanunları, bence, anayasa değişikliklerinden daha
öte konsensüs ve uzlaşma isteyen konulardır; çünkü, polemik götüren konulardır;
çünkü, orman kanunları dediğimiz zaman 7 000 000 insan yaşamaktadır ve bu
insanlar, hep, gelirden en az payı alan insanlardır. Bir şeyin daha altını
çizmek istiyorum: Değerli arkadaşlarım, orman köylüsünü, cumhuriyet hükümetleri
fakirleştirmemiştir; çünkü, orman köylüsü hayatı boyunca hiçbir zaman zengin
olmamıştır, orman köylüsü ne zaman zengin olmuştur ki!.. Öyleyse problem, orman
köyü dediğimiz sosyal statüdeki problemdir. Siyaset, akıllarını ortaya koyarak
bu sosyal dilimin problemlerini çözmesi lazım. Yarın tek başınıza gelirseniz
-ismini söylemiyorum; hangi parti gelirse gelsin- bu gerçek karşısında
eğilirsiniz; çünkü, demokraside en büyük terbiye edici güç oydur. Dolayısıyla,
o insanlar oylarıyla sizi de eğecektir. O zaman hep beraber birleşerek,
polemiklerin dışında bunları çözmemiz lazım. Değerli arkadaşlarım, bu
Bakanlık kadar mahkeme kapısında olan bir bakanlık yoktur. 100 000 tane davası
vardır. 100 000 dosya... Hiçbir bakanlıkta 100 000 dosya yoktur ve 100 000
dosyayı takip edecek bir hukuk sistemi yoktur. Onun için, bu Bakanlık, hukuk
karşısında mağlup olmaya mecburdur. Siyaset bunu da çözmek mecburiyetindedir. Değerli arkadaşlarım,
dünyanın üretimi, Türkiye'nin üretimi bellidir, ormanların gücü ve yapısı
bellidir. Türkiye ormancılığı kaynak problemiyle karşı karşıyadır. Türkiye,
yaklaşık, yılda 150 000 000 dolar ile 200 000 000 dolar ithalat yapan bir
ülkedir. Orman Bakanlığının 2002 yılında bütün bütçesi 190 trilyon liradır.
Sizin böyle bir sektörü bu paralarla taşımanız mümkün değildir. Dolayısıyla,
ormanların güçlendirilmesi, ağaçlandırılması için kesinlikle dış paraya ihtiyaç
vardır. Kaynaklarla bunu elde etmek mümkün değildir. Bu çatının altında olan
bütün siyasî partiler bu görevi yapmışlardır. En babayiğidi 100 000 hektar
ağaçlandırma yapmıştır. En başarısızı 50 000 hektar yapmıştır; 50 000 de
yanlıştır, 100 000 de yanlıştır; ikisi de Türk ormancılığının meselesini
çözmeyecektir. Onun için, dış paralı kaynak bulmak mecburiyetindeyiz. Bunun
için de bütün partilere ihtiyaç vardır. Değerli arkadaşlarım,
ormanlarda talan falan yoktur; bu söz, siyasetçinin gücünü kırmak için
söylenmiştir. Talanın olmadığı yer -bakın özellikle söylüyorum- İstanbul'dur.
Niçin İstanbul'dur; İstanbul'un tapu meselesi bitmiştir, İstanbul'da orman
sınırları bellidir. Türkiye'nin orman varlığı yüzde 26'dır, İstanbul alanının
yüzde 52'si ormandır. Orman bakımından en zengin il olarak, belki, Bolu'yu,
Muğla'yı sayarsanız, arkasından İstanbul'u sayacaksınız. Sebebi, sınırları
bitmiştir, tapu meseleleri bitmiştir. Dolayısıyla, Orman Bakanına verilecek en
büyük destek, tapu meselesini halletmek için güç vermektir. Ormanların tapusu
yoktur; 20 milyon hektar alanın ancak 4 milyonunun tapusu çıkmıştır, gerisinin
tapusu çıkamamaktadır. Tapusu olmayan bir yerin, sınırları belli olmayan
yerlerin muhafazasını, bekçiliğini, gayretini Bakanlığın bu insanlarına
bırakmak ve onlardan hesap sormak çok kadirşinasça bir davranış olmaz. Türkiye Cumhuriyeti
Parlamentosu Orman Bakanına bu desteği vermelidir. Bu da önemli sorunlardan bir
tanesidir. Değerli arkadaşlarım,
ben, süreme harfiyen riayet etmek istiyorum. Sözümün sonunda, başta Sayın
Bakanlar olmak üzere, Bakanlık mensuplarını kutluyorum, tebrik ediyorum; 2001
yılı bütçesini hakkıyla helalinden harcadıklarına inanıyorum. Gönül huzuru
içerisinde 2001 yılı bütçesine "kabul" oyu vermekten duyduğum gururun
haklı olduğunu, verdiğim oyun helal olduğunu burada ifade ediyorum. 2002 yılı
bütçesinin de aynı şekilde helal, tertemiz ve Türk ormancılığı için
harcanacağına inanıyorum; 198 trilyon liranın son kuruşuna kadar helal olsun
diyor, hepinize saygılar sunuyorum. (Alkışlar) BAŞKAN - Teşekkür
ediyorum efendim. İkinci konuşmacı, Bursa
Milletvekili Sayın Kenan Sönmez. Buyurun efendim. (ANAP
sıralarından alkışlar) ANAP GRUBU ADINA KENAN
SÖNMEZ (Bursa) - Sayın Başkan, sayın milletvekilleri; 2002 yılı Adalet
Bakanlığı ve Yargıtay bütçeleri üzerinde Anavatan Partisi Grubu adına söz almış
bulunuyorum; hepinizi saygıyla selamlıyorum. Bugün bütçesini
görüştüğümüz camia, yani yargı, demokrasilerin temel erklerinden biridir.
İşleyen bir demokrasi için, işleyen bir hukuk düzeni şarttır. Her devletin
kanunu vardır; Saddam'ın Irak'ının da, Talibanın Afganistan'ının da kanunları
vardır. Önemli olan, iyi kanunlara sahip olmakla birlikte, işleyen hukuk
düzenine sahip olmaktır. Bu bakımdan, bu konuda ne
durumda olduğumuza şöyle bir bakarsak, bütçesinden hukuka yüzde 1'in altında
pay ayıran ülke olarak, oldukça iyi bir durumdayız; ancak, hedef aldığımız
ülkelerle yaptığımız kıyaslamada, kapatmak zorunda olduğumuz büyük bir mesafe
olduğunu görürüz. İnsanlarımıza güven veren ve iyi işleyen yargı için,
öncelikle mahkemelerimizin bulunduğu fizikî mekânları düzeltmemiz şarttır.
Bodrum katlarında ya da işhanlarının küçük odalarında, tozlu dosyalar arasında
adalet dağıtmaya çalışan yargıçlarımız ne kadar iyiniyetli olurlarsa olsunlar,
vatandaşlarımıza güven vermemiz ve çağdaş standartları yakalamamız mümkün
değildir. Bugün, adlî ve idarî
yargı hizmetleri 964 binada yerine getirilmektedir. Bunların ancak 130'u Adalet
Bakanlığının kendi mülküdür ve nispeten mükemmel yerlerdir. 499'u -çoğu bodrum
katı olmak üzere- hükümet binalarının bir katında, 46'sı hükümet konaklarının bağımsız
bloklarında faaliyet gösteriyorlar. Diğerleri ise kiralık binalarda yargılama
faaliyetlerini yerine getiriyorlar. Yılın son aylarında ödenekler çoğunlukla
bittiği için, mahkemelerimiz bazen kırtasiye malzemesi bulmakta bile güçlük
çekmektedirler. Adalet Bakanlığının
Ulusal Yargı Ağı Bilgisayar Projesi iyiniyetle planlanıp, başlatılmış olmasına
rağmen, mahkemelerin hızını yavaşlatan, adaletin gecikmesine yol açan
teknolojik altyapı hâlâ bir faciadır. Mahkemelerde hâlâ otuz yıllık daktilolar
kullanılmaktadır değerli arkadaşlar. Bazen aynı binanın içindeki birimler
arasında bile yazışmalar haftalar alabiliyor. Yargısal görevler,
devletin esas görevleri arasındadır; kısmen de olsa devredilmeleri mümkün
değildir. Devlet, bu alandaki hizmetlerini süratle iyileştirmek ve
çağdaşlaştırmak zorundadır. Türkiye Cumhuriyetinin temel niteliklerinin başında
gelen hukuk devleti olma ilkesini yerine getirebilmek için, yargı yetkisini
millet adına kullanan mahkemelerimizin adil, kaliteli ve hızlı karar vermeleri gerekir.
Ne yazık ki, yaşadığımız derin ekonomik kriz, 2002 yılında da bu standartları
yakalama konusunda bize umut vermiyor. Son altı yılda olduğu gibi, önümüzdeki
yıl için de yargıya ayrılan pay artmamış, aksine, azaltılmıştır. Ekim ayı itibariyle
mahkemeler için ayrılan ödeneklerin tamamen harcandığı, Sayın Adalet Bakanımız
tarafından Komisyonda açıklanmıştı. Bu
durumun önümüzdeki yıl da yaşanması kaçınılmazdır. Bu itibarla, görülmekte olan
davaların ödeneksizlik nedeniyle sürüncemede kalacağı, hak arama özgürlüğüyle,
adil yargılanma hakkıyla bağdaşmayacak sıkıntılar yaşanacağı açıkça
görülmektedir. Sayın milletvekilleri,
Adalet Bakanlığımız ve Meclisimiz, geleceğe umutla bakmamızı sağlayan başarılı
çalışmalar da yapmışlardır. Başta, yargının ayrılmaz parçası olan avukatlık
kurumunun daha etkin olması ve savunma hakkının yaygınlaşması için, Avukatlık
Kanunundaki değişiklik olmak üzere, pek çok kanun günümüzün ihtiyaçlarını
karşılayacak hale getirilmiştir. Bu çalışmaların sonuncusu, Türk Medenî
Kanununda yapılan değişikliktir. Bu devrim niteliğindeki çalışma,
Meclisimizdeki tüm grupların uzlaşmasıyla
başarılmış, 21 inci Dönem milletvekillerinin gurur duyacağı bir
çalışmadır. Adalet Bakanlığının
Meclis gündeminde bulunan pek çok çalışması vardır. Bunlardan biri de, Devlet
Güvenlik Mahkemelerinin Kuruluş ve Yargılama Usullerini Düzenleyen 4719 sayılı
Yasadır. Türk Ceza Kanununun 313 ve 314 üncü maddelerinin DGM kapsamında
mütalaa edilmesinin bazı sıkıntılara sebep olduğunu ve uluslararası platformda
Bakanlığımızı sıkıntıya düşürdüğünü hepimiz biliyoruz. Çıkan Yargıtay kararları
nedeniyle de bir kaotik ortam meydana geldiği hepinizin malumudur. Bakanlığın
yaptığı düzenlemeyle bu sakıncalar giderilmektedir. Gerçi Meclisimizdeki çok
değerli bazı hukukçu arkadaşlarımız ve başta Yargıtay Başkanımız Sayın Sami
Selçuk olmak üzere, pek çok değerli hukukçu, Devlet Güvenlik Mahkemelerinin
tamamen kaldırılması gerektiğini savunmaktadır. Bakanlığımızın yaptığı
çalışmayla, Devlet Güvenlik Mahkemelerini kaldırmıyoruz, ancak, Anayasada
belirtilen sınırlarına çekme konusunda önemli bir mesafe alıyoruz. Adalet Bakanlığı ve
Meclisimiz mevzuatın yenilenmesi konusundaki hızını kesmemelidir. Milletçe
hedefimiz Avrupa Birliğine girmek olduğuna göre, Avrupa Birliği müktesebatındaki
Bakanlığı ilgilendiren konular süratle hayata geçirilmeli, yargısal alanın
Avrupa Birliğiyle uyumu sağlanmalıdır. Sayın milletvekilleri,
önemli problemimiz ve hedefimiz, ülkemize daha fazla yabancı sermaye çekmektir.
Bu alanda büyük eksiğimiz olduğu hepinizin malumudur. Daha dün komünizmin demir
pençesi altında ezilen ülkeler bile bu alanda bizi geçmişlerdir. Örneğin,
Polonya, ülkemizin 50 yılda çektiği yabancı sermaye kadar sermayeyi 1 yılda
çekmeyi başarabilmiştir. Yabancı sermayenin önemli
şikâyetlerinin başında hukuksal problemler gelmektedir. Başta ticaret hukukumuz
olmak üzere, bu alandaki düzenlemeleri yapmalıyız, hem de süratle yapmalıyız.
Yabancı sermaye ve topyekûn ekonomik faaliyetler için daha uygun hukukî mevzuat
yaratmalıyız. Sayın milletvekilleri,
Adalet Bakanlığı, yargının siyasallaşmasına asla izin vermemelidir. Bu konuda
bazı kötü örnekler yaşadığımız hepinizin malumudur. Ayrıca, yargıda
kahramanlığa da yer yoktur ve gerek yoktur. Hâkim ve savcılardan beklenen,
ellerindeki kanunu doğru ve adil uygulamaktır. Aksi davranışlar, yargıya güveni
gölgeleyebileceği gibi, diğer yargı mensuplarının emeklerine de saygısızlık
oluşturur. Sayın milletvekilleri,
son verilere göre, cezaevlerinde 59 108 hükümlü ve tutuklu bulunmaktadır.
Bunların barınmaları, iaşeleri, tedavileri ve ıslah edilmeleri Adalet
Bakanlığının görevleri arasındadır. Geçtiğimiz yıllarda, ceza
infaz kurumları ve tutukevlerinin çoğunun infaz rejiminden beklenen amaçları
karşılamaktan uzak bulunması, kamuoyunun gündemini yoğun olarak meşgul etmişti.
Mevcut cezaevlerinin koğuş sistemine göre inşa edilmiş olması güvenlik ve
asayiş bakımından olumsuzluklara sebep olmuştu. Özellikle, teröristler, bu
sistemi kullanarak cezaevlerinde eğitimlerini ve faaliyetlerini, eylemlerini
sürdürmüşlerdir. Bakanlığımızın, koğuş sisteminden oda sistemine geçilmesini
sağlayan çalışmalarını destekliyoruz. Özellikle, F tipi cezaevlerinin
yaygınlaşması çalışmaları, cezaların ıslah edici özelliğini öne çıkaracaktır ve
yararlıdır. Sayın milletvekilleri, yargı
camiası, son yıllarda epey mesafe aldığımız işkencenin önlenmesi konusunda da
önemli katkıda bulunabilir. Türkiye, bu gerçekle yüzleşmeye başladığından beri,
zaten, ciddî olarak mesafe almıştır. İşkence bir insanlık suçudur. Bu gerçekle
yüzleşmeye başladığımızdan beri kat ettiğimiz mesafeyle, Avrupa İnsan Hakları
Mahkemesine bu konudaki başvurular önemli ölçüde azalmıştır. İçişleri
Bakanlığımız ve Emniyet camiası, titizlikle üzerinde durarak, bu konudaki
şikâyetleri münferit şikâyetler haline getirmişlerdir; ancak, işkencenin
hayatımızdan tamamen çıkması için, yargıya da etkin görev düşmektedir. Sayın Yargıtay
Başkanımızın 2001-2002 yılı açılış konuşmasında belirttiği gibi, bu konu,
sadece işkenceye maruz kalanların değil, ulusun sorunudur ve mutlaka halletmemiz
gerekir. Sayın milletvekilleri, bu
vesileyle, geleceğimizi tehdit eden önemli bir tehlikeye de işaret etmek
istiyorum. Çocuk suçları, giderek artan ve üzerinde önemle durmamız gereken bir
tehlikedir. Türkiye'de, halen, 0-18 yaş grubu 28 milyon çocuk vardır. Kimsesiz
çocuk sayısı 700 000 civarındadır. Devlet, bu sayının 21 000'ini himaye
edebilmektedir. Buna karşılık, 20 000 çocuğumuz sokaklardadır. Suç işleyen çocukların
yüzde 93'ü büyük kentlerde yaşıyor ve büyük bir bölümü hırsızlık yapıyor. Her
yıl mahkemelerimizde yargılanan çocukların sayısı 30 000'e yaklaşıyor.
Çoğunluğu 11-17 yaş grubundan olan bu çocukların yüzde 80'i mahkûm oluyor; ama,
çıktıktan sonra, tekrar cezaevine dönüyorlar. Çocuklar geleceğimizdir.
Mevcut yöntemlerle ve bu mevzuatla bu sorunu çözemeyiz değerli arkadaşlar. Bu
sorunu devlet sorunu haline getirmemiz ve yeni yaklaşımlar ve projeler
üretmemiz şarttır. Sayın milletvekilleri,
mahkemelerimizin iş yükü, her geçen gün biraz daha artmaktadır ve bu durum,
hâkim ve savcılar için, hayatı çekilmez hale getirmektedir. 2000 yılında,
mahkemelerin iş yükü ve kadro durumuna göre yapılan bir araştırmada, 1 244 yeni
mahkeme kurulması, bu mahkemelere de, toplam 2 917 hâkim ve cumhuriyet savcısı
ile 5 544 personel atanması gerektiği ortaya çıkmıştır. Yeni mahkeme kurulmasa
bile, hâkim ve savcıların atama usullerine göre, yılda ortalama 450 yeni hâkim
ve savcıya ihtiyaç vardır. Halbuki, bugün, adliye personeli kadrosunun 3 331'i
ile hâkim ve savcı kadrosunun 397'si boştur. Bu nedenle, mahkemelerimizde dosya
sayısı artmıştır. Ceza mahkemelerinde, halen, 600 ile 1 500 arası dosya vardır
ve bu sayı, hukuk mahkemelerinde 1 000'in altında değildir. Bu yoğun iş yükü,
hâkim ve savcıları büro memuru durumuna düşürmüş ve bunların sosyal hayatını
bitirmiştir. Adliye mensuplarının ücretleri, yoğun iş trafiğiyle
kıyaslandığında, arada büyük bir adaletsizlik olduğu açıkça görülür. Hizmetli
ve memurlar, ortalama 200 milyon lira maaş alıyorlar. Müdür seviyesindeki
maaşlar ise, ortalama 400 milyon seviyesindedir. Yeni başlayan bir hâkimin
maaşı 650 milyon lira, 16 yıl çalışıp birinci dereceye yükselen hâkimin maaşı
750 milyon liradır. 16 yılın farkı olan 100 milyon lira, adaletsizliği gözler
önüne açıkça sermektedir. 16 yıllık hâkimin sosyal seviyesi, çocuklarının
eğitimi, eğer, lojmanı yoksa, kirası düşünüldüğünde, durumun vahameti ortaya
çıkmaktadır. Hâkimler, ancak birinci sınıfa ayrıldıklarında, yüksek hâkimlik
tazminatıyla 1 milyar 700 milyon civarında ücret seviyesine geliyorlar,
nispeten rahatlıyorlar; ancak, bu da yeterli değildir. Değerli arkadaşlar,
hukukî hak aramada son nokta olan Yargıtay, gerçekten, üstün nitelikli
yargıçlardan oluşmaktadır. Hâkimler ve Savcılar Yüksek Kurulunun, bu kuruma üye
seçiminde büyük bir titizlik gösterdiğini görüyor ve memnun oluyoruz. Ancak,
Yargıtayın iş yükü de her geçen gün artmaktadır. İleride, Yargıtayı bugünkü
titizliğinden uzaklaştırabilecek bu durum için de önlem düşünmemiz şarttır.
Sayın Adalet Bakanımızın, zaten, meseleye sahip olduğunu biliyoruz ve bu
önlemleri alacağına da inanıyoruz. 2002 yılı bütçesinin
camiaya hayırlı olmasını diler, hepinize saygılar sunarım. (Alkışlar) BAŞKAN - Sayın Sönmez,
teşekkür ediyorum, sürenizde bitirdiniz. Şimdi, söz sırası, Saadet
Partisi Grubunda. Sakarya Milletvekili
Sayın Nezir Aydın. Nezir Bey, dün, konuşmacı
olarak da gelmedi, bütçenin çabuk bitmesini sağladı. Bu nedenle, ona ilk
konuşma imkânı sağlayalım efendim. Sayın Aydın, buyurun. (SP
sıralarından alkışlar) SP GRUBU ADINA NEZİR
AYDIN (Sakarya) - Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; Orman Bakanlığı
bütçesi üzerinde Saadet Partisi Grubu adına söz almış bulunuyorum; Yüce
Heyetinizi saygıyla selamlıyorum. Muhterem arkadaşlar,
orman deyince -ta ilkokuldan ezberimizde kalan şiirlere kadar detayına girmek
mümkün- ülke ekonomisine katkısından sanayideki hammadeliğinden, temiz hava
kaynağı olmasından, sularımızın billur gibi akıtılmasından, heyelanların veya
erozyonun önlenmesinden, su kaynaklarının barajları, gölleri doldurmasına kadar
birçok şey söylenebilir; ancak -arkadaşlarımız bunların birçoğunu söylüyorlar,
söyleyecekler- ben, burada, zamanım kalırsa, bunların bir kısmına temas
edeceğim. Şimdi, öncelikle, burada,
kafama takılan birkaç şeyi dile getirmek istiyorum. Muhterem arkadaşlar,
bunlardan bir tanesi, özellikle, yaşadığımız yörede sıkıntı olan, 1953 yılında
çekilen haritalardır. Ormanla ilgili ne zaman bir sıkıntı olsa, karşımıza bu
çıkıyor. Şimdi, ben, müşahhas
misal olsun diye söylüyorum. Takriben 150 yıl önce Batum ve havalisinden
Sakaryamıza gelen göçmenlerimiz vardır. Her yerden göç almıştır da, Sakarya,
malumunuz, Türkiye Cumhuriyetinin değil, Osmanlının mozaiğidir. İşte, bu gelen
insanlara, Osmanlı İmparatorluğu, tapusuyla beraber araziler vermiş -özellikle
Sapanca İlçemizde- köyler vermiş. Bunların birçoğu meyveliktir. Yaklaşık 150
senedir, dedeleri, babaları, kendileri oralarda yaşarlar, yetiştirirler;
meyveleri Türkiyemizde meşhurdur. Fakat, her ne hikmetse, 1953'te bir kadastro
çalışması yapılmış, haritalar çekilmiş; herhalde uzaktan yeşil görülmüş,
alayını orman yazmış gitmişler. Şimdi, bu insanlarımız
çok mağdur durumdadır. Her ne hikmetse, Orman Bakanlığı, Türkiye'de orman
teşkilatı... Biraz sonra temas edeceğim. Birçok kanunlar yapılmıştır. Mutlaka,
yapanların çok iyi niyetli olduklarına inanıyorum, meseleyi çözmek için
yaptıklarına inanıyorum ve yapanlara teşekkür ediyorum; ama, ne hikmetse,
Türkiye'de yapılan her kanun, maalesef, mesele çözmekten öte, birilerinin veya
çok az sayıda insanın menfaat meselelerini çözmüştür. Ormanda da aynı şeyi
görüyoruz. Şimdi, değerli
arkadaşlar, çok geniş ormanlara sahip olan ilçelerimiz vardı Sakarya olarak
-müşahhas misal olsun diye söylüyorum; Karasu, Kocaali, Akyazı, Hendek- fakat,
zaman içerisinde, bu ormanlar fındık bahçeleri haline dönüştürülmüştür. Bugün,
onbeş-yirmi yıldır devamlı fındığı toplanan, satılan ve ülke ekonomisine katkı
sağlayan fındık ürünü ekilmektedir. Ancak, burada çok enteresan bir şey daha
vardır. Bu yörede, mahalleler oluşmuştur, köyler oluşmuştur orman alanlarında.
Devletimiz, o yöredeki insanlarımızın okullarını yapmıştır, elektriğini
getirmiştir, telefonunu çekmiştir, suyu akıtılmıştır; yani, her türlü hizmeti
yapılmıştır; ama, ikide bir şayia çıkar: Efendim, buraların tamamı tel avlayla
çevrilecek, buralar tekrar orman haline getirilecek... Olduğunu da görmedik;
ama, bu şayianın hiç eksildiğini de görmedik. Şimdi, burada bu yapılacaksa
yapılsın; yapılmayacaksa formülü bulunsun, artık, bu insanlar bir şekilde
tedirgin edilmesin; çünkü, şunu biliyoruz ki, hiçbir insan, adresim belli olsun
diye gelip devletin ormanına girmemiştir, mutlaka, ihtiyaçlardan dolayı
girmiştir. Şimdi, burada, yine, çok
iyiniyetle çıkarılmış ve 31.12.1981 öncesi orman vasfını kaybeden -yani, kültür
arazisi haline gelmiş- alanların, o köyde oturan insanlara verilmesi anlamında
2/B uygulaması yapılmıştır. Yapılması gerekiyordu; ancak, eksikleri vardı,
eksiklerin giderilmesi gerekiyor. Şimdi, öncelikle o köyde oturmayanlara
verilmiyor. Özellikle, insanların çevre köylerde oturduğu veya o köyün bitişiğinde
oturan bir insanın oradaki arazisi, babadan, dededen kalma, her ne şekildeyse,
orman yazılmış -az önce bahsettiğim gibi- yüzelli sene önceden; ama, o köyde
oturmuyor, komşu köyde oturuyor diye, o kişiye istifade ettirilmemektedir. Bir diğer nokta: Uzun
zamandır, belediyeler... Zaman zaman köylerimiz, ya nüfusu yeterli oluyor,
imkânları elveriyor, belediye oluyor veya iki üç köy birleşiyor, belediye
oluyor. 1980 öncesinde de bu olmuştur, 1980 sonrasında da olmuştur ve olmaya
devam etmektedir. Belediye olurlarsa, yine bu haktan istifade edememektedirler.
Bu da bir sıkıntıdır. Bir diğeri ise, özellikle
2/B noktasında, turizm alanları veya o alanda olan orman alanları bu kapsamın
dışında tutulmadığı için, âdeta, 2/B yasasıyla veya bu imkânı sağlayan yasayla,
yasal olarak, maalesef, ülkemizde orman talanı olmuştur. İstanbul'da, 1 100
hektar alanın, hatalı kadastro uygulaması sonucu orman alanından çıktığı
bilinmektedir. Bunu, Sayın Bakan da belirli ölçüde doğruluyor. Enteresandır; Türkiye'de,
Orman Kanunu deyince, akan sular duruyor. Yani, halkımız, özellikle orman
yörelerinde yaşayanlar, bunu çok iyi bilirler. Çok müşahhas olsun diye
söylüyorum, Sakarya'nın ilçelerinin, özellikle ormanla yakından ilgisi olan
bazılarının şu anda ormanı yoktur; ama, cezaevine gidiniz, suçluların, kısa
süreli yatacak insanların yüzde 90'ı orman suçundan yatmaktadır. Zamanında,
elli sene önce, kırk sene önce ormandan fındık bahçesi açılmış; vatandaş, bir
kısmını, fındıklığın ortasında ağaç olarak korumuş, bunlar kalsın demiş.
Onlardan bir tane kesti diye, hapiste yatıyor şimdi. Yani, enteresan; hepsini
zamanında kesseydi hiçbir şey olmuyordu; ama, birkaç tanesini koruyup da,
bugün, ihtiyacına binaen, bir tane keseyim dediği zaman hapse girebiliyor. Bu
da oldukça enteresan. İfade etmeye çalıştığım
gibi, enteresandır. Vatandaş, bir kişi, orman tahsisi, orman işletme tahsisi,
sobada yakmak için odun alsın, o odunu bir ilçeden bir ilçeye nakledemez,
yasaktır; ama, her ne hikmetse, kadastro yanlışlığıyla, 1 140 hektar alan orman
olmaktan çıkarılabiliyor veya bakıyorsunuz ki, ülkenin çok nadide, çok güzel
yerlerinde, orman alanı içerisinde villalar yapılıyor, adeta kentler
oluşturuluyor; ama, onlara bir şey yapılamıyor. Sayın Maliye Bakanı da çıkıyor
-bunu anlamak hiç mümkün değil- diyor ki "orman arazilerini, orman
alanlarını işgal edenlere satalım." Satın... Zaten, onlar bir yolunu bulup
alıyorlar. Değerli milletvekilleri,
çok enteresandır. Son 30 yılda çıkarılan kanunlarla ormanlarımızın yüzde
56'sını kaybettik; yani, 30 yıl önce olan ormanlarımızın yüzde 56'sı bu yolla
gitti. Sadece 1982 ile 1987 arasında, beş değişiklikle, 2,6 milyon dönüm orman
arazisi, maalesef, orman alanı dışına çıkarılmıştır. Şimdi, ormanı veya orman
köylüsünü topraklandırma projesinde de, maalesef, aynı şeyi görüyoruz. Bu,
mutlaka orman köylüsünün faydasına çıkarılan veya çıkarılmaya çalışılan bir
yasadır; ama, ne hikmetse, orman köylüsüyle uzaktan alakası hiç olmayan,
İstanbul'un Beykoz'u ve Antalya'nın Yeşiladalar bölgesi villalarla dolmuştur,
sırf bu kanunla ilgili olarak. Değerli arkadaşlar,
şimdi, burada anlayamadığım bir şeyi daha Yüce Heyetinize ifade etmek
istiyorum. Mutlaka çoğunuzun dikkatini çekmiştir; özellikle, otobanda yolculuk
yapanların. Biz, devamlı Adapazarı'na gidip geldiğimizden şanslıyız, yolumuzun
tamamı da otobandır; ama, enteresan bir olay vardır otobanda. Otobanda
gidersiniz... Hani, kenarlara reklam tabelaları dikmek yasaklanmıştır. Bu, çok
uygun bir şeydir, çok takdir edilecek bir uygulamadır, olmaması da gerekiyor;
ama, biz, kılıfına uydurmakta, herhalde, o kadar mahir bir toplumuz ki, şimdi
otoban kenarlarında, özellikle şehir girişlerinde, her iki taraftan da zaman
zaman, bakıyorsunuz ki, koca bir levha, falan firma hatıra ormanı veya bu alan
filan firma tarafından yeşillendirilmiştir... Dikkatle bakmazsanız o
yeşillendirmeyi falan göremezsiniz; sadece o firmanın veya o kişi veya o
şirketin reklamını görürsünüz. Şimdi, Sayın Bakandan ben
sormak istiyorum: Bu işin özelliği ve güzelliği nedir ve nereden kaynaklanıyor?
Özellikle dikkat etmişimdir değerli arkadaşlar -devamlı bu yolda olan bir
arkadaşınız olarak söylüyorum- bir tek Ankara yakınlarında bir hatıra ormanını,
zaman zaman, yazın o kurak zamanlarında akşamları veya sabahları, tankerle
sulanırken görmüşümdür. Bir yer... İsim vermeyeceğim. Zaten, o ağaçlar
büyüdükçe o firmanın reklamını yapacaktır; ama, bunun dışında, özellikle
baktığım ve hiçbir ağaç göremediğim alanlarda bir sürü tabela görülmektedir. Bu
işin de nasıl olduğuna bir türlü aklım ermiyor. BAŞKAN - Sayın Aydın,
zatıâlinizinde süresi bitti. NEZİR AYDIN (Devamla) -
Teşekkür ediyorum Sayın Başkanım. Daha çok söylenecek şey
vardı; ama, ben teşekkür ediyor, Yüce Heyetinizi saygıyla selamlıyorum. (SP
sıralarından alkışlar) BAŞKAN - Teşekkür ederim
efendim. Efendim, şimdi söz
sırası, Van Milletvekili Sayın Fethullah Erbaş'ta. Buyurun efendim. Sırasını bilenin
hazırlıklı olması lazım. Yoldan gidiş geliş, 50 saniye de öyle kaybediyoruz.
Heyecanla bekleyen var bu işte, onları da düşüneceğiz. SP GRUBU ADINA FETHULLAH
ERBAŞ (Sakarya) - Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; Yargıtay bütçesi
üzerinde Saadet Partisi Grubu adına söz almış bulunuyorum; şahsım ve grubum
adına, hepinizi saygıyla selamlıyorum. Değerli milletvekilleri,
Yargıtayımız 1868'te kurulmuş; yani, Osmanlının bir yadigârı bize. Cumhuriyetin
kuruluşundan sonra, 1935'te Ankara'ya taşınmış. Yargıtay, 11 ceza, 21
hukuk dairesinden müteşekkildir. Ceza Daireleri Genel Kurulu ve Hukuk Daireleri
Genel Kurulu olmak üzere 2 de genel
kurulu bulunmaktadır. Yargıtayda 102 savcı, 373
tetkik hâkimi, 238 yüksek hâkim, 841 personel çalışmaktadır. Bütçesi, 2002 yılı
için 16 477 400 000 000 Türk Lirasıdır. Ülkemizde bir içtihat
mahkemesi olarak kurulan Yargıtay, ceza ve hukuk mahkemelerinden gelen davaları
inceler, verilen kararların, yasalara ve Yargıtay içtihatlarına uygunluğunu
araştırır ve bu konularda kararlarını verir. Bu yolla her yıl Yargıtaya
ortalama 500 000 civarında dava dosyası gelmekte. Bunlardan 100 000 ilâ 150 000
civarında dava bir sonraki yıla devredilmektedir. Bu şekilde biriken dosya
sayısı milyonları bulmuştur. Bu iş yükünün altında ezilen Yargıtayın önünün
açılması gereklidir. Önceki yıllarda, Yargıtaya, 2 hukuk ve 1 ceza dairesi
ilaveten kuruldu, sonraki yıl da kadrosu verildi; ama, değişen bir şey olmadı.
Yargıtay, yılda, 300 000 ile 350 000 arasında dosyayı sonuçlandırmaktadır. Yargıtayın yükünü artıran
sebeplere baktığımız zaman şunları görebiliriz: Geçen yıl çıkarılan Ceza
Ertelemesi Yasası infaz hukuku yönünden sarih olmadığı için, tereddütler doğmuş
olup, binlerce dava hakkında karar verilememektedir. Keza, Anayasa
değişikliğiyle gerçekleştirilen adi suçlarda ölüm cezasının kaldırılması
sonucu, uyum yasası çıkarılmadığı ve bu cezanın yerine herhangi bir ceza
konulmadığı, bildirilmediği için, yüzlerce dosya elde kalmıştır. Kanunsuz ceza
olmaz. Cezada kanunîlik prensibi gereğince, uyum yasalarının bir an önce
çıkarılması gereklidir. Yine, Anayasa değişikliği
sonucu malî ve ekonomik suçlarda hürriyeti bağlayıcı ceza verilememesi sonucunda,
uyum yasası çıkarılmadığı için, çek ve senetlerle ilgili binlerce dosyaya
bakılamaz duruma girilmiştir. Yargı, dava çokluğu
nedeniyle yorgun düşmüştür, bunalmıştır. Bu yükün azaltılması lazım. Bugün
mahkemelerdeki dosya sayısı 10 000 000 civarındadır. Türkiye'de nüfusun büyük
bir bölümünü, çocukları ve gençleri çıkardığımız zaman -yarısı bunları teşkil
ediyor- 35 milyon insan kalır. Bunu, dava sayısına bölecek olursak, hemen hemen
her dosyaya 3 kişi düşmektedir. Bir davada iki taraf vardır; 1 davacı, 1
davalı. 2 de tanık koyarsak, eder 4 kişi. Aktif nüfusun tamamı mahkemeliktir
Türkiye'de. Bunun çözümünün olması lazım. Adalet çok
geciktiriliyor. "Geciktirilmiş adalet, adalet değildir" özdeyişine
göre, altı adet öneride bulunacağım yargının önünün açılması için: Bu önerilerimden
birincisi, yargının yükünün azaltılması için devlet ve yurttaş arasında
uzlaşmanın esas olmasıdır; çatışmalar dava aşamasından önce bitirilmelidir.
İkincisi, istinaf mahkemelerinin kurulması; üçüncüsü, adlî zabıta teşkilatının
kurulması; dördüncüsü, bilirkişilik müessesesinin ıslah edilmesi; beşincisi,
Adlî Tıp Kurumunun desteklenmesi; altıncısı ise, personelin sıkı eğitimden
geçirilmesi, personel noksanlıklarının tamamlanması ve özlük haklarının
düzeltilmesidir. Meclisimiz, cumhuriyetten
itibaren 12 000 civarında kanun üretmiştir. Bu kanunların büyük bir bölümü
devlet ile halkın mahkemelerde sürtüşmelerine neden olmaktadır. Örnek olarak
-biraz önce Nezir Kardeşimiz de verdi- mahkemelerde görülen yüzbinlerce orman
davası; keza, kaçakçılık davaları... Mesela, benim bölgemde, Başkale ile Van
arasında bir Albayrak Karakolu vardır. Van'a girecek tüm araçların depolarına
çubuk sokulur, depo dolu ise kaçak akaryakıt bulundu diye bir asker, bir
tutanak tutar. O zaman yandık; çünkü, bu tutanak, noter senedi gibidir, aksi
ispatlanıncaya kadar geçerlidir. Araç sahibi mahkemelerde sürünür, aracı
müsadere edilir, gümrük antreposuna atılır, senelerce orada çürür, sonra, eğer,
TASİŞ'in aklına gelirse, bunlar satılır, herkes işine döner. Bu şekilde, Van ve
ilçelerinde binlerce dava var. Aynı şekilde, gönüllü
koruculara bir zamanlar silah verildi ve bu silahların numaraları jandarma
tarafından yazıldı; daha sonra komutanlar değişti, bu silahları taşıyanların
tamamı tutuklandılar ve hepsi de 4 yıl 15'er gün hapis cezasına çarptırıldılar.
Bereket ki, Yargıtay belli bir çözüm buldu ve 6136 sayılı Yasaya muhalefet
suçundan bu insanlara bu cezalar verilmedi. Keza, Toplantı ve Gösteri
Yürüyüşleri Kanununa göre Malatya'da Rektörlüğün uygulamalarını protesto
edenlerin tamamının suçları isyan kabul edilmiş, idamla yargılanmışlardır.
Binlerce vatandaş ile devlet sürtüşmüş, mahkemelerin yükleri artmıştır. Bunun
gibi birçok misal verebiliriz. Gelişmiş ülkelerde
sorunlar dava aşamasına gelmeden çözümlenmektedir. Devlet ile vatandaş arasında
uzlaşma esas olmalı, çatışmalar dava aşamasına gelmeden önce bitirilmelidir. Sayın Başkan, değerli
milletvekilleri; Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesinin Ek 7 sayılı Protokolünün 2
nci maddesine göre, istinaf yolu bir haktır. Türk insanı bu haktan
faydalanmamaktadır ve ülkemizde istinaf mahkemeleri tezelden kurulmalıdır. Bu
mahkemelerin çalışmaya başlamasıyla, dolaylı olarak Yargıtayın dava yükü de
azalacaktır; yeter ki, insan hakkı olarak amacına uygun biçimde işletilebilsin.
Bu mahkemelerin yargı reformu içerisinde Parlamentonun gündemine girmesi, en
büyük arzumuzdur. Yine, Parlamentonun
gündeminde, yargı reformu içerisinde, adlî zabıta teşkilatının kurulması da
vardır. Bu konu, hukuk fakültelerine başlarken hocalarımız tarafından işlendi
ve dile getirildi, okuldan diploma alıncaya kadar ısrarla anlatıldı; ancak, bu
konunun önemini, uluslararası camiada, Türkiye'nin insan hakları ihlalleri
karnesini görünce daha iyi kavramaya başladım. Bu teşkilatın kurulmasıyla, bir
insanlık suçu olan işkencenin de minimum seviyeye ineceği kanaatindeyim. Bir İtalyan düşünürün
dediği gibi "bir insandan, kendi kendisinin suçlayıcısı olmasını istemek,
hem korkunç hem de gülünçtür. Gerçek, sanki onun kasları ve sinirleri içine
gizlenmiş gibi, onu işkenceyle söküp çıkarmaya çalışmak, barbarlıktır,
ahmaklıktır ve saçmalıktır." Maalesef, bu konuda sicilimizin pek parlak
olmadığı hepinizce malumdur. Eğitim seviyeleri yüksek
hukuk bilincine ulaşmış personelden oluşturulacak adlî zabıta teşkilatı,
delillerin toplanmasında ve değerlendirilmesinde daha itinalı davranacak,
mahkemeleri, baştan itibaren lüzumsuz dava yüklerinden kurtaracaktır;
uluslararası camiada da Türkiye'nin insan hakları karnesi düzelecektir. Yargının önünü açacak ve
tıkanıklığı giderecek diğer önlemlere gelince: Bunlar da, daha ziyade, hüküm
kurmada yardımcı olan kurumlardır. BAŞKAN - Sayın Erbaş 50
saniyeniz var efendim. FETHULLAH ERBAŞ (Devamla)
- Tamam Başkanım. Bilirkişilik müessesesi
ıslah edilmeli. Bilirkişi aydınlatır, hüküm kurmaz. Kararın hâkim tarafından
verilmesi esastır. Adlî tıp kurumu
desteklenmeli, sayıları artırılmalı, kadro yetersizliği giderilmeli, teknolojik
yönden de imkânları artırılmalıdır. Personel alımında da
titiz davranılmalı, alınan personel de çok sıkı bir eğitimden geçirilmeli,
yanlış yapanlar ayıklanmalıdır. Tüm konular yargı reformu
içerisinde vardır; ancak, eski adalet bakanlarından birçoğu bu konuda tasarılar
hazırlamışlardır. Kendilerini minnetle yad ediyorum. Bunlar içerisinde, Seyfi
Oktay, Oltan Sungurlu, Şevket Kazan gibi, bu konuda çalışmış çok iyi
bakanlarımız var; ama, Sayın Bakanımıza en fazla gerçekleştirme nasip olacağa
benzemektedir. BAŞKAN - Efendim,
teşekkür ediyorum. İşaret geldi Grubunuzdan.
Benim vazifem trafikçilik. Teşekkür ederim efendim. SP Grubu adına konuşmak
üzere, Erzurum Milletvekili Sayın Fahrettin Kukaracı; buyurun efendim. (SP
sıralarından alkışlar) SP GRUBU ADINA FAHRETTİN
KUKARACI (Erzurum) - Sayın Başkan, sayın milletvekilleri; görüşülmekte olan 2002
malî yılı Adalet Bakanlığı bütçesi üzerinde Grubumun görüşlerini açıklamak
üzere huzurunuzda bulunuyorum; bu vesileyle, Yüce Heyetinizi saygıyla
selamlıyorum. Çok geniş bir teşkilata
sahip olan Adalet Bakanlığının, mahkemeler açmak, ceza ve tevkifevleri
yönetmek, adlî sicil tutmak, Avukatlık ve Noterlik Kanunlarıyla verilen
görevleri yerine getirmek, icra ve iflas daireleri açmak ve yönetmek, infaz ve
ıslah işlerini düzenlemek, adalet hizmetlerinin ve yargının problemlerini
çözmek gibi görevleri vardır. Çok önemli ve büyük
görevler ifa eden Adalet Bakanlığının 2001 yılı bütçesini yetersiz bulanlar,
maalesef, 2002 bütçesiyle sukutu hayale uğramışlardır. Zira, Bakanlık bütçesi
binde 9,8'den binde 8,3'e düşürülmüştür. Bu, adalete verdiğimiz önemin de bir göstergesidir. 2001 yılı bütçesi
ödeneklerinin ekim ayı itibarıyla tükendiğinden yakınan Sayın Bakan, yeni
kurumlar ve kurullar ihdas edip Adalet Teşkilatını büyütüyor; ancak, bu küçülen
bütçeyle büyüyen teşkilatın ihtiyaçlarını nasıl karşılayacaktır; doğrusu, merak
konusudur. Değerli arkadaşlarım,
adaletin hızlı ve etkili bir şekilde yerine getirilmesi için, öncelikle, yargı
reformu yapılarak, yargı bağımsızlığı ve tarafsızlığının sağlanması, usul
kanunlarının ve mevzuatın düzenlenmesi, yardımcı personelin eğitimi, ihtisas
mahkemelerinin yaygınlaştırılması, istinaf mahkemelerinin ve adlî kolluğun
kurulması gerekmektedir. Sayın Bakan, yargı
reformu içinde değerlendirilebilecek birkısım mevzuat değişiklikleri
yapmaktadır; ancak, topyekün bir yargı reformu, henüz, Meclisimizin huzuruna
getirilememiştir. Bölük pörçük çalışmalarla reformun gerçekleştirilmesi mümkün
olmamaktadır. Örneğin, yargı bağımsızlığı ve tarafsızlığı konusunda bir çalışma
görülmemiştir. Yargı bağımsızlığı ve tarafsızlığının sağlanması için, önce,
Anayasamızda değişiklik yapılarak, bütün yargı kurum ve kuruluşlarını içine
alan bir yargı yüksek kurulu oluşturmak gerektiği inancındayız. Hâkim ve
savcıların tüm özlük işlerinde karar alma yetkisine sahip olacak bu kurulun,
yasama ve yürütme organı gibi seçimle gelmesi, seçimin süreye bağlı olması,
seçilmeleri ve görevden alınmalarının Türkiye Büyük Millet Meclisi tarafından
yapılması lazımdır. Yasama ve yürütme erki, nasıl, millete karşı sorumluysa,
yargı erkinin de layüsel olmaması, millete karşı sorumlu olması gerekir. Bu
sorumluluk, kararlarından ötürü olmayıp, yönetim, denetim, özlük hakları gibi
konularda olmalıdır. Bağımsızlık ve tarafsızlığın ilk şartı budur. Yargının
siyasallaşması önlenmeli, siyasete yön verme yolu kendilerine kapatılmalıdır.
Kararlarında tam bağımsız ve tarafsız olan yargı mensupları, örnekleri sıkça
görüldüğü gibi, yasama ve yürütmenin yetkisi dahilindeki konulara müdahale
etmemeli, talep ve direktif verir pozisyonda olmamalıdır. Türk Ceza Kanununun 312
nci maddesi konusunda Yargıtay Başsavcısının, Anayasanın 69 uncu maddesi
konusunda Anayasa Mahkemesi Başkanının yaptıkları ziyaretler ve verdikleri
demeçler, kuvvetler ayrılığı prensibine de, yargının bağımsızlığı ve
tarafsızlığına da aykırılık teşkil eder. Normal, demokratik bir düzende, bu,
yargı erkinin yürütmeye ve yasamaya müdahalesi anlamı taşır; ama, ülkemizde,
üst bürokratlara "boşalma hakkı" tanındığı için, bu müdahaleleri dahi
tartışmak mümkün olmamaktadır. Değerli arkadaşlarım, son
yapılan anayasa değişikliğinin, insan hakları ve özgürlükler konusunda, kısmen,
iyileştirme sağladığı söylenebilir; ancak, Anayasadaki bu değişikliklerin
tatbikata yansıması için, uyum kanunlarının hızlı ve bir bütün olarak
Meclisimize getirilmesi gerekir. Bu cümleden olmak üzere, Türk Ceza Kanununda,
Polis Vazife ve Salahiyet Kanununda, Basın Kanununda, Ceza Muhakemeleri Usulü
Kanununda, Dernekler Kanununda, Toplantı ve Gösteri Yürüyüşleri Kanununda,
Siyasî Partiler ve Seçim Kanununda ve diğer ilgili kanunlarda değişiklik yapmak
gerekir. Anayasamızın tümünü değiştirip sivil bir anayasa yapamadığımıza göre,
ikinci pakette, insan hak ve özgürlüklerini sınırlayan, millî iradenin
tecellisini engelleyen hükümlerin ayıklanması gerekir. Cumhurbaşkanının tek
başına yaptığı işlemler ile Yüksek Hâkimler Kurulu Kararlarının ve Askeri Şûra
kararlarının da yargı denetimine alınması gerekir. Bu düzenlemelerin yapılması,
hukuk devletinin gerçekleşmesinde önemli bir etki meydana getirecektir. Avrupa Birliği mevzuatına
uyum çalışmaları hızlı bir şekilde yapılmalı, Kopenhag siyasî kriterlerine uyum
için, gereken önlemler alınmalı, demokrasiyi, insan haklarını ve hukukun
üstünlüğünü gerçekleştirecek mevzuat değişiklikleri bir an önce yapılmalıdır. Verilen malumata göre,
Avrupa İnsan Hakları Mahkemesinde, ülkemiz aleyhine açılmış dava sayısı 3
964'tür; karara bağlananların sayısı 164, devletimizi mahkûm eden karar sayısı
ise 115'tir; ödenecek tazminat miktarının çok büyük meblağlara ulaştığı
belirtilmektedir. Bu sayılara, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesine gidemeyen
binlerce kişiyi de ilave edecek olursak, adalet konusunda, övünülecek durumda
olmadığımız ortaya çıkacaktır. Adaletin tevzii konusunda
hem yargıyı hem yasamayı hem yürütmeyi sorgulamak gerekmektedir. Mevzuat
yeterli olmasına rağmen, işkencenin hâlâ devam ettiği bir gerçektir. Bu
konudaki uygulamaların, işkenceyi yok etmek değil, yüreklendirdiği
anlaşılmaktadır. Türkiye, bu utanç verici durumdan kurtulmalıdır. Halen bu
ülkede, 312 nci madde, düşünceye gem vurmakta; konuşması gereken Türkiye, suskunluğa
mahkûm edilmektedir. Partiler kapatılmakta, Meclis kürsüsünde yapılan
konuşmalar milletin seçtiklerini millete hizmetten alıkoymakta, Meclis dışına
bırakmaktadır. Sivil toplum örgütleri, demokratik haklarını kullanmakta zorluk
çekmektedir. Bu uygulamalar, demokratik bir düzenin uygulamaları değildir.
Bunlar, ülkemizde kural haline getirilen "bize göre demokrasi, bize göre
hukuk, bize göre insan hakları" anlayışının sonucudur. Muhterem milletvekilleri,
Sayın Bakan açıklamaları içerisinde adlî sicilden de rakamlar vermiştir. Yüzde
3'ü kadın olmak üzere, toplam sabıkalı sayısı, 6 194 397'dir. Bu rakam,
toplumumuzda suçluluk oranının ne kadar yüksek olduğunu göstermektedir. 65
milyonun yarısını çocuk sayacak olursak, her 5 kişiden 1'inin sabıkalı olduğu
anlaşılır. Acaba, nüfusunun beşte 1'i sabıkalı bir başka ülke var mıdır?!. İstatistiklere
baktığımızda, cezaevlerinde 2000 yılında 72 000 hükümlü ve tutuklu varken, Af
Kanunuyla, 30 000'e yakını salıverilmesine rağmen, 2001 yılı kasım ayı
itibariyle, bu sayı, yeniden 59 000'lere yükselmiştir. BAŞKAN - Sayın Kukaracı,
son 50 saniye FAHRETTİN KUKARACI
(Devamla) - Efendim, henüz bitmedi. BAŞKAN - Hayır efendim
"son 50 saniye" dedim; peşinen hatırlatıyorum. FAHRETTİN KUKARACI
(Devamla) - Cezaevleri büyük bir hızla dolmaktadır. Bu veriler, Adalet
Bakanlığının iş yükünün giderek arttığını ortaya koymaktadır. Bundan, bugünkü
iktidar sorumludur ve çözümleyecek durumda da değildir. Sadece kanun çıkarmakla,
bu bakanlığın görevlerini yerine getirmiş olamazsınız. Öncelikle, çıkardığınız
kanunlar adil olacak; sonra, insanınız, üstün vasıflarla yetişip, o kanunlara
saygılı olacak; aksi halde, menfaatını her şeyin üstünde tutan, maddeci,
bencil, saygısız ve sorumsuz insanlara kanunlar etki etmeyecektir. (Mikrofon otomatik cihaz
tarafından kapatıldı) BAŞKAN - Efendim toparlar
mısınız. FAHRETTİN KUKARACI
(Devamla) - Adaleti sağlayacak olan, kâğıt üzerindeki kanunlar değil, insan ve
ona hâkim olan zihniyettir. Bu da, ancak, manevî eğitimin yaygınlaştırılmasıyla
mümkündür; ancak, ne yazık ki, hükümetin böyle bir kaygısının bulunmadığı
açıktır. Nitekim, imam-hatip okullarının orta kısımlarının kapatılması, Kur'an
eğitiminin sınırlandırılması ve zorlaştırılması, bırakın manevî eğitimi,
yaygınlaştırılmasını âdeta imkânsız hale getirmiştir. Değerli arkadaşlarım,
eskiden, her köyde, her mahallede adil, fazıl, akil bir adam bulunurdu; o,
çevresinde meydana gelen uyuşmazlıkların büyük bir bölümünü halleder, yargıya
yardımcı olurdu. Şimdiyse, sistem, karı kocayı, ana baba ile evladını, en küçük
meselede yargıya taşımaktadır. Son yapılan Medenî Kanun değişiklikleri, bu
konuda başlıbaşına bir kaos meydana getirerek, zaten çok yüklü olan mahkemelere
yeni kambur getirecektir. Yüce Heyetinizi saygıyla
selamlıyorum. (SP sıralarından alkışlar) BAŞKAN - Teşekkür
ediyorum efendim. Şimdi söz sırası,
Demokratik Sol Parti Grubu adına, İstanbul Milletvekili Sayın Necdet
Saruhan'da. Buyurun. (DSP
sıralarından alkışlar) DSP GRUBU ADINA NECDET
SARUHAN (İstanbul) - Sayın Başkan, sayın milletvekilleri; Adalet Bakanlığı
bütçesi üzerinde, Demokratik Sol Parti Grubunun görüşlerini arz etmek üzere
huzurlarınızdayım; Yüce Heyetinize ve Demokratik Sol Partinin iki gücünden biri
olan sevgili halkımıza, Demokratik Sol Parti Grubu ve şahsım adına saygılar
sunuyorum. Değerli milletvekilleri,
bildiğiniz gibi, Anayasamızın 162 nci maddesinin son paragrafına göre, Türkiye
Büyük Millet Meclisi üyelerinin, bütçe kanunu tasarılarının Genel Kurulda
görüşülmesi sırasında, gider artırıcı veya gelir azaltıcı nitelikte önerilerde
bulunabilmelerine olanak yoktur. Bu nedenle, Sayın Heyetinizden, Demokratik Sol
Parti Grubu adına yapacağım açıklamaların, Demokratik Sol Parti Grubunun
izlenimleri, yapıcı eleştirileri, ileriye yönelik projeleri, beklentileri ve
dilekleri olarak algılanmasını istirham ediyorum. Değerli milletvekilleri,
Adalet Bakanlığı bütçesini irdelemeye başlamadan önce, izninize sığınarak,
hoşgörünüze sığınarak, adalet sözcüğü, adalet ilkeleri ve Adalet Bakanlığının
görevleri ve işlevleri hakkında biraz açıklama yapmak istiyorum. Değerli arkadaşlarım,
Türk Dil Kurumu Sözlüğünde "adalet" kelimesinin anlamı, çok veciz
ifadelerle; adalet ilkeleri ve Adalet Bakanlığının görevleri de, yine bu hususa
ilişkin yasada açık açık anlatılmıştır. Yine, ilahî yasaların
tamamında, özellikle yüce dinimizin kitabı olan Kur'an-ı Kerim'de
"adalet" sözcüğü ve adalet ilkeleri vurgulanarak pek çok yerde
değerlendirilmiş ve insanların adaletten ayrılmamaları, Yüce Tanrı tarafından
kendilerine tebliğ edilmiştir. Değerli arkadaşlarım,
yine, milletlerarası sözleşmelerde, örneğin İnsan Hakları Sözleşmesinin belli
bölümlerinde, 100 000 sayfalık Avrupa Birliği Müktesebatının büyük bir
bölümünde, adalet ilkelerine değinilmiştir. Yine, tüm siyasî
partilerimizin programlarında ve seçim bildirgelerinde "adalet"
sözcüğü ve adalet ilkeleri yer almaktadır. Örneğin, Demokratik Sol Partinin
programında ve seçim bildirgelerinde, adaletin, sadece devletin temeli değil,
insan haklarının ve özgürlüklerin de teminatı olduğu yazılıdır. Yine,
demokratik sol anlayışa göre, dünyada hakça bir düzen kurulduğu anda, tüm
insanlar refaha, selamete ve mutluluğa kavuşacaklardır. Yine, demokratik sol
anlayışa göre, tüketimde, bölüşümde, hatta özveride eşitlik ve adalet
olmalıdır; adalet ucuz olmalıdır, adalet hızlı olmalıdır, adalet sağlıklı
olmalıdır. Değerli arkadaşlarım, bu
açıklamaları yaptıktan sonra, bu konuda Anayasamızın 2, 5, 9, 10, 15 ve 19 uncu
maddelerinde de çok geniş bilgiler olduğunu, yüksek bilgilerinize arz ediyorum.
Değerli arkadaşlarım,
sonuç olarak, adalet ilkeleri ve adalet bakanlıkları, çağdaş ulusların, yine,
demokratik, laik ve sosyal hukuk devletlerinin, vazgeçilemezleri, olmazsa
olmazlarıdır. Durum böyleyken, maalesef, ülkemizde, uzun yıllardan beri, Adalet
Bakanlığı bütçelerine gerekli önem verilmemiş veya verilememiştir. Örneğin, son
altı yıldan bu yana, Adalet Bakanlığına genel bütçeden ayrılan pay, yüzde 1'ler
oranındadır. Örneğin, bu yıl, Adalet Bakanlığına, 808 141 000 000 000'lık bir
bütçe ayrılmış; bu rakam, geçen seneki rakama göre yüzde 79 oranında fazla
olmasına karşın, genel toplamda yüzde 1'lerin altına, binde 85'e inmiştir.
Dolayısıyla, Adalet Bakanlığının, biraz önce sayın konuşmacıların uzun uzun
anlattıkları görevlerini, en basitinden adlî ve idarî yargının işlevlerini
yerine getirebilmesi için bu para yeterli değildir. Kaldı ki, Adalet
Bakanlığının, ayrıca, küreselleşen dünyada, yeni hukuk normlarına uyum
sağlayabilmemiz, UYAP, AB müktesebatı ve diğer milletlerarası sözleşmelere
taraf olmamız -ki, çoğunda tarafız- halinde, bunların altyapılarını
hazırlayabilmemiz için büyük paralara ihtiyacı vardır. Yine, Türkiye adalet
akademisinin kurulması için, büyük bir yatırım yapılması gerekmektedir; ancak,
bu akademinin kurulması... Rahmetli arkadaşım Namık Kemal Atahan'ın bir ayırımı
vardı; hukuklu-hukukçu tefriki yapardı. Değerli arkadaşlar, Türkiye'de 11
tanesi vakıf, 14 tanesi devlet olmak üzere, 24 tane hukuk fakültesi var; ancak,
buradan mezun olan arkadaşlarımızın hukuk anlayışı, hukuk normları, maalesef,
çok farklı; burada, öğrencilerin kusuru yok, yetiştirilmelerinde kusur var.
Eğer, biz, Türkiye adalet akademisini kuracak olursak, yargıçlarımızın,
savcılarımızın doktora yapmış olmalarını sağlayacağız ve bu, hukuklu-hukukçu
ayırımını da gidermiş olacağız. Yine, arkadaşlarım,
mahkemelerin donanımı, tefrişi, adliye binalarının yapılması -ki, maalesef,
deprem bölgesinde 3 konteynerde yargılama yapan mahkemelerimiz de var- adlî
sicilin bilişim ve iletişim ağının sağlanabilmesi için, yine, bazı maddî
olanaklar gerekiyor. Ceza infaz kurumlarının
ve infaz personelinin eğitilmesi için, bütçeden yeterince bir para daha
aktarılması gerekiyor. Adlî tıp konusunda,
Adalet Bakanlığının yapması gereken çok büyük işler var, yatırımlar var; zira,
günümüzün teknolojisine uyum sağlayabilmek için, en azından mevcut olan adlî
tıp müesseseleri kadar yeni müessese kurmak zorundayız. Yine, hâkimlerimizin,
savcılarımızın, Adalet Bakanlığı mensuplarının özlük haklarının
iyileştirilebilmesi paraya dayanıyor. Değerli arkadaşlarım, bu
arada, Adalet Bakanlığının milletlerarası sempozyumlara, panellere
katılabilmesi, devletlerarası UNICEF, METRA, MEDA gibi kuruluşlarla diyalog
kurabilmesi için de ekonomik desteğe ihtiyacı var. BAŞKAN - Sayın Saruhan,
süreniz doldu. NECDET SARUHAN (Devamla)
- Efendim, bakıyorum 8,5 dakika oldu; Sürem 10 dakika Sayın Başkanım. BAŞKAN - Hayır efendim;
7,5 dakika. NECDET SARUHAN (Devamla)
- Hayır efendim, 10 dakika. BAŞKAN - Dört kişisiniz. NECDET SARUHAN (Devamla)
- Efendim, son iki arkadaşımıza 5'er dakika veriyor Grubumuz. BAŞKAN - Öyle mi;
affedersiniz, onu bilmiyorum. NECDET SARUHAN (Devamla)
- Adalet Bakanlığı bütçesini konuşurken adil olmaktan uzaklaşmam Sayın Başkan. BAŞKAN - Doğrudur
efendim, bir şey demedim. NECDET SARUHAN (Devamla)
- Teşekkür ederim. Arkadaşlarım, bütün
bunlara rağmen, karamsar değilim. Bizim Adalet Bakanlığımız, geçen yıl çok
kısıtlı bir bütçeyle çok büyük başarıların altına imza attı. Sayın Bakanımızın
Plan ve Bütçe Komisyonundaki sunuş konuşmasına ait kitapçığı okudum -İstanbul
Barosuna bağlı otuz yıllık avukatım- inanın övünç duydum, mutluluk duydum.
Dolayısıyla, bu kürsüden, Sayın Adalet Bakanımıza, Adalet Bakanlığı
mensuplarına, savcı ve hakimlerimize özellikle teşekkür etmeyi bir borç
addediyorum. Değerli arkadaşlarım,
zaman bir hayli kısaldı, o nedenle, diğer arkadaşlarımın haklarına tecavüz
etmemek için, sözlerimin son bölümüne geçiyorum. Değerli arkadaşlarım,
fakirlik Türk Ulusunun yazgısı değildir. İçerisinde bulunduğumuz ekonomik
sıkıntılarımızı, bazı çıkar çevreleri istemese de, el ele vererek, hep
birlikte, moralimizi yitirmeden, gizil ekonomik kaynaklarımızı harekete
geçirip, üretime ve tasarrufa yöneltmek suretiyle, Ulu Önderimiz Atatürk'ün
dediği gibi övünerek, çalışarak, güvenerek en kısa sürede aşacak ve inşallah
yakın gelecekte gönlümüzce bütçeler yapabilmek olanağını kazanacağız. Bu duygu ve düşüncelerle,
tüm İslam âleminin ramazan bayramını şimdiden kutlar, Yüce Heyetinize ve
sevgili halkımıza ak günler dileğiyle tekrar saygılarımı sunarım. Teşekkür ediyorum. (DSP
sıralarından alkışlar) BAŞKAN - Efendim, Bursa
Milletvekili Sayın Ali Arabacı; buyurun. (DSP sıralarından alkışlar) DSP GRUBU ADINA ALİ
ARABACI (Bursa) - Sayın Başkan, Yüce Meclisin değerli üyeleri; Yargıtay bütçesi
üzerinde, Demokratik Sol Parti Grubunun görüşlerini açıklamak üzere söz aldım;
Grubum ve şahsım adına, hepinizi saygıyla selamlıyorum. Yargıtay, adalet
mekanizması içinde yer alan üst mahkemelerimizden biri; çağdaş anlamda hukuk
devleti olmaya çalışan ülkemizde, yargısal faaliyetini uluslararası normlara
uyarlamaya çalışan, adil yargılanma hakkını yaşama geçirmek için uğraş veren,
bunu yaparken de, sistemden, teknik ve maddî yetersizliklerden, yargılama
kültürü eksikliğinden kaynaklanan sorunlarla mücadele eden bir gücün en önemli
parçası. Yargıyı, Yargıtay da
dahil, bütün olarak ele aldığımızda, olumlu ya da olumsuz yanlarıyla şöylece
değerlendirebiliriz: Hâlâ, yargının bağımsızlığı ve yansızlığı konusundaki
kuşkular giderilememiş, Hâkimler ve Savcılar Yüksek Kurulunu düzenleyen
Anayasanın 159 uncu maddesi, tüm talep ve çabalara karşın değiştirilememiştir.
Bu Kurul, yürütme ağırlıklı, yürütmenin egemen olduğu bir kurul olmaya devam
ediyor. Değerli milletvekilleri,
yargı, siyasal iktidara karşı bireye hukuk güvenliği sağlayan, bireyin hak ve
özgürlüklerini koruyan, hukuka bağlı devlet anlayışını egemen kılan, bunu
yaparken de, adalet ilkesinden ayrılmaması gereken bir erktir. Yargının bu işlevini
yerine getirebilmesinin temel koşulu, bağımsızlığı ve yansızlığıdır. Yargının
bağımsızlığı ve yansızlığı, adil yargılanma hakkının da en önemli unsurudur.
Siyasal iktidarlar yargı üzerinde egemense, yargıcın bağımsızlığından söz
edilemez. Yargıcın bu etki altında yargı görevini sağlıklı bir şekilde yerine
getirmesi de mümkün değildir. Yüksek yargı organlarına
ya da başkaca makama seçilmek isteyen yargıç ya da savcıların, siyasilerin
aracılığına başvurmaları, yargı adına onur kırıcıdır. Bu kişilerin, kararlarını
verirken, siyasî etkilerden etkilenmeyeceklerini söyleyebilir miyiz?!
Görülmekte olan bir davanın yargıç ve savcılarının sık sık değiştirilmesini,
dokunulmazlık zırhı içindeki siyasileri soruşturmak isteyen savcıların
cezalandırılmasını nasıl açıklayabiliriz?! Devlet güvenlik mahkemesi
başkanlığını yapan bir yargıcın "Türkiye'yi sarsan büyük davalarda siyasî
baskı altında görev yaptım" sözü ne anlama geliyor?! RAMAZAN TOPRAK (Aksaray)
- Bravo!.. ALİ ARABACI (Devamla) -
Değerli arkadaşlar, Anayasanın 159 uncu maddesi ve buna bağlı uyum yasaları,
vakit geçirilmeden, ivedilikle, derhal değiştirilmelidir. Türkiye'de yargı
bağımsızlığını ya da yargıç bağımsızlığını sağlamanın öncelikli koşulu budur. Yargı bağımsızlığı ve
yargıç güvencesi ilkelerini tehlikeye sokan etkenler, sadece Adalet örgütünün
sistemiyle ilgili değildir. Yargıçların, kendilerini ve meslekî değerleri
korumalarını ve savunmalarını sağlayan örgütleri yoktur. Oysa, yargı ve yargıç
bağımsızlığını ve bunların meslekî güvencelerini sağlayacak olan sadece
devletiçi düzenlemeler değil, aynı zamanda, bunların serbestçe örgütlenebilme
olanağından yararlanmalarıdır. Sözgelimi, devletiçi düzenlemelerin yargı
bağımsızlığı açısından çeşitli sorunlar yarattığı Fransa'da, yargı ve yargıç
bağımsızlığı ile güvencesini gerçekleştiren asıl gücün, Yargıçlar Sendikası
olduğuna işaret edilmektedir. 3.10.2001 gün ve 4709
sayılı Yasayla değiştirilen Anayasanın 51 inci maddesine uygun uyum yasası
çıkarılırken, bu olgu gözardı edilmemelidir. Yargıç ve savcıların da sendika
kurmalarına olanak tanınmalıdır. Tüm bunların yanında, yargıçlarımızdaki
inanç ve direnç eksikliği, hikmeti hükümetçi anlayış, yargı bağımsızlığının
kurumlaşmasını geriletmektedir. Bağımsız yargıç yerine, memurlaşan yargıç tipi
benimsenmiş gibidir. Oysa, yargıcın yansızlığı, yargılama sırasında taraflardan
hiçbirinden yana tavır koymaması, önyargıdan uzak kalması, her türlü ilişkinin
dışında bulunmasıdır. Değerli milletvekilleri,
yargıç bağımsızlığı keyfilik anlamına gelmez. Yargıçlar, kendi başlarına
buyruk, diledikleri gibi davranan, çevresinde korku yaratan kişiler olamazlar.
Yargılanmada insana saygı vardır. Yargılama bir sanatsa, yargıç, yargılama
faaliyetini adil yargılama sınırları içerisinde yerine getirmek, her ne şekilde
olursa olsun, meşruiyet kapsamında, hukuka üstünlük tanıyarak kararını vermek
zorundadır. Bu niteliklere sahip çok değerli yargıçlarımız vardır; ama, aksine
davrananlar da çoktur. Yargıç, yasaları sadece
sözel anlamıyla değerlendirerek karara varan ya da yasaya yeni bir yorum getirmeyi mutlaka yasama
organının yeni bir yasa yapmasında arayan hukuksal bir araç ya da robot
değildir. Yasalar soyuttur. Yargıç, yasayı somutlaştırırken, kendi hukuk
sistemini bağlayan uluslararası sözleşmeleri, hukukun genel ilkelerini
gözeterek, Anayasaya, kanuna göre yorumlar, sonuçta, hukuka uygun, vicdanî
kanaatine göre karar verir. Bu yaklaşım, insan haklarını, toplumsal gelişmeyi,
adalet ve özgürlük kavram ve olgularını dikkate almayı gerektirir. Meşruluğun
temeli bu kavram ve olgulardır. Normal hiyerarşisinde konulan kurallar
uygulanırken, o norm, insan haklarına, demokrasiye, adalet ve özgürlük
kavramlarına ters düşüyorsa, yorumun buna göre yapılması gerekir. Yargıcın
yorum konusunda sahip olduğu serbesti, sadece normları değil, somut olayları da
kapsar. Örneğin, düşünce suçlarında sadece suçu koyan normlar değil, suça konu
ifadelerin anlamı da yorumlanacaktır. Yargıtay uygulamalarına
baktığımızda ise, evrensel hukuka, insan hakları kavramlarına uygun yorum
metodunu benimsemediğini, konulan normu, hikmeti hükümet anlayışı içerisinde,
devleti bireye karşı koruma güdüsüyle yorumlayıp, karara vardığını görüyoruz.
Bu kararlar da zaman zaman meşruluk sınırlarını zorlayabilmektedir. Söz gelimi, Türk Ceza
Kanununun 312 inci maddesi, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesinin ortaya koyduğu
kriterlere göre yorumlanabilseydi, içtihat yaratılabilseydi, bugün, bu madde
değişikliğini hiç konuşmayabilirdik. Devlet aleyhine cürümlerde gözlenen katı
yaklaşım ile işkence davalarında egemen olan hoşgörülü tutum da bu bağlamda
değerlendirilmelidir. Öyleyse, Yargıtay, yüksek
bir yargı organı olarak hem alt mahkemelere hem de topluma örnek olmalı, her
şeyin çaresini yasa değişikliğinde aramamalıdır. Nitekim, Yargıtayın bu tutumu,
kararlarının, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesine, sözleşmeye, özelinde adil
yargılanma, demokrasi ve insan hakları kurallarına aykırı bulunmasına yol
açmakta; Türkiye, trilyonlarca lira tazminat ödemeye mahkûm edilmektedir;
üstelik, uluslararası platformda, insan hakları sicili bozuk ülke konumuna
düşürülmektedir. Bu sonuçtan siyasî erk ne kadar sorumluysa, yüksek mahkeme
yargıçları da, bana göre, o kadar sorumludur. Yargıtayın çok yoğun iş
yükü altında olması, bilimsel araştırma ve gelişmelere uzak kalması, bilgili ve
yetenekli insangücünün yetersizliği, adil yargılanma hakkının tam olarak yerine
getirilmesine engel olmaktadır. Buna rağmen, Yargıtayımızın, hukuk tarihine
altın harflerle yazılacak kararları da vardır. Bu kararları veren
yargıçlarımızı saygıyla anıyorum; ama, öyle anlaşılıyor ki, Yargıtay, nitelik
ve nicelik olarak yeniden yapılanmadıkça, olumlu sonuçlar elde etmek mümkün
görülmemektedir. Yüksek mahkeme
yargıçları, alt dereceli mahkemelerin verdikleri kararları denetlemek ve daha
önemlisi, hukuk yaratarak, yasaların, yurdun her yerinde aynı biçimde
uygulanmasını sağlamak ve yarattığı içtihatlarıyla hukuka ve uygulamaya yön
vermek gibi, çok zor ve üstün görevi yerine getirme yükümlülüğü altındadır.
Yasalar ve adalet üzerindeki eksikliklere karşın, yüksek mahkemelerin ve
yargıçların yapacakları bir şeyler olmalıdır. Sözgelimi, kararlarını gerekçeli
yazmak gibi, bilirkişilik kurumunun yozlaşmasını önlemek gibi vesaire... Yargıtay Başkanlığının
görevi de, herhalde siyasete yön vermek değil, bu düzeni sağlamanın yollarını
araştırmak ve bulmak olmalıdır. (DSP sıralarından alkışlar) Değerli milletvekilleri,
açıkça söylemek gerekirse, halkımız ve toplumumuz, yargıdan ve adaletin
işleyişinden mutlu değildir. Her alanda olduğu gibi yargı alanında da güven
bunalımı yaşanmaktadır. Kamuoyu araştırmaları, yargıya güvensizlik inançlarının
her geçen gün arttığını ortaya koymaktadır. Adaletin varlığı ya da yokluğu, suç
işleyenlerin hak ettikleri cezayı almayıp yaptıklarının yanına kâr kaldığı, suç
ve ceza dengesinin kurulamadığı, adalette eşitlik ilkesinin ihlali gibi
düşünceler çok yaygın biçimde görüşülmekte ve tartışılmaktadır. İstanbul Barosunun,
değerli bilim adamı Hayrettin Ökçesiz'e 1999 yılında yaptırdığı anket çalışması
sonucuna göre, İstanbul Barosuna kayıtlı avukatların yüzde 94,9'u, adli yargıda
yolsuzluk bulunduğuna inanmaktadır. Avukatlar "Yargıtayda yolsuzluk
görülüyor mu" sorusuna ise, yüzde 88,3 oranla "az ya da çok,
evet" yanıtını vermişlerdir. TÜSİAD Başkanı, 10 Kasım
2001 tarihli gazetelere yansıyan demecinde, vatandaşın adalete olan inancını
her gün biraz daha kaybettiğini söylerken, cezasız kalan yolsuzlukları,
Susurluk skandalını, bir ilden ötekine taşınan davaları, zamanaşımı nedeniyle
düşen davaları, mahkeme kararlarının uygulanmamasını örnek göstermektedir. Bir
gazeteci de, 30 Kasım tarihli yazısında, devleti ve milleti şeytanca yöntemlerle
sömüren, trilyonlarca liralık hırsızlık yapanların, yargıdan nasıl kendilerini
kurtardıklarını, küçük hırsızlık yapanların ise büyük cezalara çarptırıldığını,
bilirkişilik müessesesinin yozlaşmışlığını anlatırken, adalet ve eşitlik
ilkesinin bozulmasından yakınıyor. Bu örnekleri daha da
çoğaltmak mümkün; ama, ne yazık ki, sessiz çoğunluğun düşüncesi de farklı
değildir. Halk, adalet mekanizmasının, hukukun sadece güçlülere hizmet ettiği
inancındadır. Yoksul halk, bu inanç nedeniyledir ki, hak arama özgürlüğünü
kullanmaktan korkar hale gelmiştir. Korkunun olduğu yerde de, hiçbir hak
kullanılamıyor demektir. Geniş kitleler, en büyük yolsuzluk olaylarının
suçlularının bile gereken cezayı alacaklarından kuşku duyuyorsa, hakkın yerine
getirilip getirilmediği her olayda yeniden tartışma konusu oluyorsa, o ortamda,
yasaların değil fakat önce hukuka duyulan güvenin kurumlaştırılması için her
şeyin yapılması gerekir. Değerli milletvekilleri,
yargıya ilişkin bu endişelerin asılsız ya da doğru olmadığını kabul etsek bile,
bu düşüncelerin bu kadar yaygın olması bile gerçek olması kadar vahimdir.
Hukukun amacı, adaleti sağlamak adaletsizliği önlemektir. Adalet ise, kimsenin
adına sanına bakmadan, itibarlı itibarsız, zengin fakir demeden suç işleyen
herkesi yargılamak, aynı ölçüyle ölçmek demektir. Yasaların genelliğinden
anlaşılması gereken, yasayı yapanlar dahil herkese ayırımsız
uygulanabilirliğidir. Bu inancın erozyona uğramasının mutlaka önüne
geçilmelidir. Yargı ve yargı sistemimiz, bu tehlikeli oluşumla mücadele
edebilecek güçte olmalıdır, bu güce eriştirilmelidir. Reel olarak her yıl
azalan bütçelerine karşın, Bakanlık ve Yargıtay dahil diğer yargı organlarının
işleri ve sorumlulukları ağırdır; ama, yapılan iş, adalet dağıtımı gibi kutsal
bir iştir. Her hukuk sisteminin başlıca amacı ve ideali, adalete uygun bir
hukuk sisteminin meydana getirilerek uygulanmasıdır, ancak böyle bir toplumda
barış ve huzur sağlanabilir. Unutmayalım ki, Duverge'nin dediği gibi:
"Adaletin bulunmadığı bir ülkede herkes suçludur." Bu düşüncelerle, hepinizi
saygıyla selamlıyorum. (DSP sıralarından alkışlar) BAŞKAN - Adana Milletvekili Sayın İsmet
Vursavuş; buyurun efendim. (DSP sıralarından alkışlar) DSP GRUBU ADINA İSMET
VURSAVUŞ (Adana) - Teşekkür ederim. Sayın Başkan, sayın
milletvekilleri; Orman Bakanlığımızın 2002 yılı bütçesiyle ilgili, Demokratik
Sol Parti Grubu adına görüşlerimi sizlere sunmak üzere söz aldım; Grubum ve
şahsım adına, Yüce Meclisi selamlar, saygılar sunarım. Sözlerime başlarken,
Hatay Milletvekili hemşehrimiz Sayın Mehmet Dönen'e geçmiş olsun der, bir an
önce aramızda görmek isteriz. Yine, Sayın Sadri
Yıldırım'ın, meslektaşlarımla ilgili intibalarına teşekkür ediyorum. Yine, eski
Orman Bakanı Sayın Ersin Taranoğlu'nun, mesleğimiz ve meslektaşlarımızla ilgili
güzel konuşması için teşekkür ediyorum. Sayın milletvekilleri,
orman ekosistemlerinde, flora veya faunada yapılan olumsuz bir müdahale
sonucunda, canlı bütün ortamda olumsuzluklar birbirini takip ederek çığ gibi
büyür, sonuçta ormanların tahribiyle sonuçlanır. Son yıllarda
belleğimizden silinmeyen afetler, sel baskınları, can ve mal kaybına neden
olmuştur. Bunların asıl nedeni, ormanlık alan olan yukarı ve orta havzada
meydana gelen orman tahripleri sonucu, yüzeysel akışın yağışlar sonucu artmasıdır. Ağaçlandırma
faaliyetlerinde, erozyonla mücadelede, kamuoyu oluşturulması ve insanlarımızın
bilinçlendirilmesi çalışmalarında, başta TEMA Vakfı, SOS, Çekül, Çetko ve
sayılamayacak kadar çok gönüllü kuruluşa huzurlarınızda teşekkür etmek
istiyorum. Anayasamızın 169 uncu
maddesinin "Devlet ormanlarının mülkiyeti devrolunamaz. Kamu yararı
dışında irtifak hakkına konu edilemez" hükmüne rağmen, geçmiş hükümetler
tarafından orman alanlarından verilen tahsislerle, bir nevi, orman alanları
daraltılmıştır; bu bir gerçektir. Burada değinmeden
geçemeyeceğim önemli bir konu da üniversitelere, vakıf üniversitelerine verilen
izinlerdir. Eğitimi ticarete dönüştüren vakıf ve özel üniversitelere orman
alanlarının tahsisi kesinlikle yapılmamalıdır, bedeli ödense dahi. Anayasamızın
hükmü gereği, vakıf ve özel üniversitelere orman alanı tahsis edilemez. Yılda 8
000-10 000 bin dolara öğrenci okutan ve eğitimde ayrıcalığa neden olan bu
üniversiteler, zaten, kamu yararı taşımamaktadır. Bir önemli konu da,
çözümü zor, ama, bir çözümünün mutlaka yasalar çerçevesinde bulunması gereken,
yine, bir sayın konuşmacımızın değindiği gibi, Türk Ulusumuzun vazgeçemeyeceği
yaylacılık sorunudur. İnsanlarımız devletle davalıdır. Orman Bakanlığı mahkeme
kararlarını mutlaka uygulamak zorunda kalmaktadır. Hukuk devletiyiz. Onbinlerce
insanımız mağdur olmaktadır. Son günlerde gündeme
gelen, ancak, üzerinde ciddiyetle ve hassasiyetle durulması gereken bir konu da
yabanî zeytinliklerdir. Sayın Bakanımızın katılımıyla Ege Zeytin ve Zeytinyağı İhracatçılar
Birliği arasında 10 Kasım 2001 günü Ayvalık'ta bir işbirliği protokolü
imzalanmıştır. Protokolün birinci maddesi "zeytin ağacının yayılışının
yüzde 80'ine sahip olan Çanakkale, Balıkesir, Manisa, İzmir, Aydın ve Muğla
İllerimiz dahilinde zeytinin doğal yayılış gösterdiği bozuk orman alanları ile
orman içi açıklıklarda yeni zeytin ormanları kurulabilmesine olanak sağlayan
ağaçlandırmalar için arazi tahsisi yapılacaktır" şeklinde ifade
kullanılmaktadır. Sayın Orman Bakanımızın bu konudaki hassasiyetini burada
takdirle belirtmek istiyorum. Ancak, hepinizin bildiği gibi, yabanî
zeytinlikler, yani, deliceler, kıyı boyunca, Ege'den doğu iç Akdeniz'e kadar
geniş bir yayılış alanı bulur ve yetişme muhiti özellikleriyle denizden belli
bir yüksekliğe kadar çıkar; ancak, durum böyleyken, adı geçen illerimizde, son
yirmi yıldan beri, yüzlerce yıllık zeytinlikler, rant peşinde koşanlarca beton
yığınlarıyla donatılmış ve bunu da turizm adına yapmışlardır. Şu anda da
yapılaşma devam etmektedir. Siz, verimli kültür alanlarımızı yok edin; üretim
azalsın; artırmak için orman alanlarına yönelelim. Zira, zeytin, kültür
ağacıdır; toprağını işlemek zorundasınız; belirli aralık mesafesi olmalıdır.
Ormandaki yapıyı ve dayanışmayı buradan sağlayamazsınız. Sonuçta, işlenen
eğimli orman toprağı, erozyon sonucu akıp gidecektir. BAŞKAN - Sayın
Vursavuş... İSMET VURSAVUŞ (Devamla)
- Sayın Başkanım, Erozyon Haftasındaki sözünüzü hatırlatmak istiyorum. Teşekkür
ederim. Bakanlığımızın sınır
tespitinde bu uygulamada çok dikkatli olması gerekir. Protokolde yapılaşmama
koşulu olumlu bir yaklaşımdır. Yine, Sayın Bakanımız, bu konuda hassasiyet
göstermiştir. 1937 yılında çıkan ve
hâlâ uygulanan 3167 sayılı Kara Avcılığı Yasası 64 yaşındadır; en kısa zamanda
günümüz koşullarına göre değişmelidir, özellikle bekliyoruz. Burada kadastro
çalışmaları tamamlanmadan sorunların kökten çözülemeyeceğini belirtmek
istiyorum. 2/b gibi, bilim ve teknikten uzak, sadece sosyal sorunları kısa
zamanda çözmek gibi, ekosistemin ve orman köylüsünün yararlanamayacağı bir
uygulamadan mutlaka vazgeçilmesi gerekir. Değerli milletvekilleri,
sözlerimi tamamlamadan önemli birkaç konuyu kısaca burada belirtmek istiyorum.
Orman köylüsü, orman işçisinin sorunları vardır; sosyal güvenceleri yoktur.
Orman köylüsüyle birlikte geçici orman işçilerinin geçimi ve düzeni sorunu
çözüm beklemektedir. Orman mühendisleri ile diğer personelin acil çözüm
bekleyen özlük ve sosyal sorunları vardır. Kadastro ve amenajman grup
elemanlarının -50 nci madde- arazi tazminatları artırılıp cazip hale
getirilmelidir. Haberleşme memurları ve orman muhafaza memurlarının -49 uncu
madde- seyyar görev tazminatlarının Maliye Bakanlığınca zamanında ödenmesi
gerekir; bunun maaşlarıyla birlikte alınması sağlanmalıdır. Ormancılık,
yangınla mücadele ve işgüçlüğü tazminatı esirgenmemelidir. Ormancılık
faaliyetlerinde güç koşullarda hizmet veren personele fiilî hizmet
uygulanmalıdır. Sayın Başkan, sayın
milletvekilleri; sözlerimi bitirirken, ormancılık faaliyetlerinde hayatını
kaybeden insanlarımıza rahmet diliyor, onları saygıyla anıyor, 2002 malî yılı
Orman Bakanlığı bütçesinin, ülkemiz topraklarına, su ve hava rejimine,
dolayısıyla tarımına ve sanayiine sayılamayacak hizmet veren bu büyük kuruluşa
yetişemeyeceği, arzu edilen hizmetlerin sonuçlanmasını karşılayamayacağını
belirtirken, Yüce Meclisimizin şahsında milletimizin ramazanını ve Ramazan
Bayramını kutlar; bütçemizin ülkemize hayırlı olmasını diler; hepinize saygılar
sunarım. (DSP ve AK Parti sıralarından alkışlar) BAŞKAN - Teşekkür ederim
efendim. Efendim, şimdi, söz
sırası, Kırşehir Milletvekili Sayın Fikret Tecer'de. Buyurun Sayın Tecer. (DSP
sıralarından alkışlar) DSP GRUBU ADINA FİKRET
TECER (Kırşehir) - Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; Orman Bakanlığımızın
2002 malî yılı bütçesi üzerinde, Demokratik Sol Parti Grubu adına söz almış
bulunuyorum; sizleri, şahsım ve Grubum adına saygıyla selamlıyorum. Cumhuriyet tarihimizin
bütün anayasalarında ormanlar, devletin malı sayılmış; korunması,
geliştirilmesi ve işletilmesiyle ilgili yetki devlete verilmiş. Anayasamızın
169 ve 170 inci maddeleriyle de ormanlarımız teminat altına alınmıştır.
Anayasamızın tanıdığı bu ilkeye aykırı olan hiçbir faaliyete izin verilmemeli
ve ormancılık ilkesine uygun çalışmalar yapılmalıdır; ancak, Orman Bakanlığına
kanunla verilen bu görevler yanında, orman içinde ve bitişiğinde bulunan
köylerin ekonomik, sosyal gelişmelerini sağlamak da Bakanlığın aslî görevleri
arasındadır. Ülkemiz, ormancılık
yönünden değişik potansiyele sahip ülke. Doğanın lütfunu esirgemediği yerler,
ister istemez, Bakanlıktan da daha kolay hizmet alıyor. Tabiatın ülkemize
bahşettiği bu ekolojik çeşitlilik ve doğal zenginlik, birçok ülkeyi
imrendiriyor. Ülkemizin sahip olduğu göller, sulak sahalar, platolar, yaylalar,
yeşilalanlar, tarihsel ve ekolojik örnekleriyle turizm açısından da eşsiz bir
konumdadır. Ülkemiz, yabancı ve yerli
turistlerin uğrak yeri olmakta; Orman Bakanlığımızın hizmet sahasındaki
Balıkesir'in Kazdağları ile Manyas Kuşcenneti, Gelibolu Tarihî Millî
Parklarımız ve daha birçokları, Orman Bakanlığımızca, uluslararası turizme
hizmet verecek duruma getirilmiş olan bu yerler, Avrupa Konseyi tarafından A
sınıfı diploması özelliğine sahip duruma getirilerek, ülkemiz için onur kaynağı
olmuştur. Millî parklar ve ağaçlandırma fonları kaynaklarıyla yürütülen bu tür
yerleri destekleyip, sayılarını artırarak, kaynak yaratmak lazımdır.
Bakanlıkça, bugüne kadar 33 adet millî park, 16 adet tabiat parkı, 35 adet
tabiat koruma alanı, 59 adet tabiat anıtı, 245 adet ormaniçi dinlenme yeri
olarak ayrılmıştır. Sayın milletvekilleri,
ormaniçi dinlenme yerlerinden söz ederken, seçim bölgem olan Kırşehir-Çiçekdağı
İlçemizdeki Ulu Önder Atamızın değerli ismini taşıyan 100 üncü Yıl Atatürk
Çamlıktepe Ormaniçi Dinlenme yerimizi tekrar (B) vasfıyla tescil ettirip, bu
yerle ilgili arzularımızı yerine getirip ve bizleri onurlandıran Orman
Bakanımız Sayın Çağan'a sizlerin huzurlarında sonsuz teşekkürlerimi sunuyorum. Sayın Bakanımız, bununla
da kalmayarak, hem bu dinlenme yerimize hem de Seyfe Gölü kenarındaki
Kuşcennetine sahiplik yapacak bir millî park mühendisliğini de Kırşehirimize
kuruluşunu sağlamıştır. Bu hizmetleri Bakanımızın direktifleriyle tezelden
yerine getiren Sayın Müstaşarımızı, Millî Parklar Genel Müdürünü ve Sayın Orman
Genel Müdürünü de bu hizmetlerinden dolayı takdirle anmak istiyorum. Ülkemizin sahip olduğu ve
kültürel değerleri Orman Bakanlığınca tesis edilen millî parklar, tabiatı
koruma alanları, tabiat parkları ve tabiat anıtı statüleri aracılığıyla
korunmakta, gen koruma ormanları, muhafaza ormanları, yaban hayatı koruma
sahaları ve tohum meşcereleri programlarıyla, biyolojik çeşitliliğin yerinde
korunmasıyla faaliyeti desteklenmelidir. Sayın milletvekilleri,
Başbakanımız Sayın Bülent Ecevit'in 1970'li yıllarda önemle üzerinde durduğu,
kırsal kesim için de faydalarına inandığı köykent projesi, günümüzde de önemini
korumaktadır. Başbakanlık koordinatörlüğünde başlayan Ordu İli Mesudiye
İlçesinde Çavdar ve yöresi orman köyleri projesi, uygulaması sonuçlandırılan
proje kapsamında, Orköy Fonundan 535 milyar lira desteği sağlanan orman
ürünleri entegre sanayi tesisi 27.10.2001 günü işletmeye açılmış, yöreye
hayvancılık konusunda da ferdî kredi desteği verilmiştir. Ayrıca, proje kapsamında
kalan 9 köyün rekreasyon ihtiyacının karşılanması için 2001 yılı başında
tescili yapılan 2 adet ormaniçi dinlenme yeri ve ziyaretçi tesisleri hizmete
açılmıştır. Yörenin orman kadastrosu tamamlanmış, yeni orman yolu yapımı
çalışmaları yanında, mevcut yolların bakımları yapılmış ve Maliye Ormanı tesis
edilmiştir. Maliye ormanları 2002 yılında devam ettirilmelidir. Orman
köylerinin kalkındırılması için, bakanlığa yeterli kaynak sağlanmalıdır. Orman Bakanımız Sayın
Çağan'ın, ağaçlandırma seferberliği ve enerji orman projesini ve hatıra ormanı
kurma politikasını takdirle karşılamaktayız. Sayın Çağan, yurt genelindeki
seyahatlerinde bu projeleri vatandaşlara benimsetmeye büyük özen göstermiş ve
vatandaşların bozuk orman alanlarını ağaçlandırdığı takdirde kendilerine
bakanlık imkânlarından yardım yapılacağını ifade etmişlerdir. Bakanlığımızın,
sivil kuruluşlar desteğiyle hatıra ormanı kurma çalışmalarına önem vererek
halkımıza ağaç sevgisini aşılamasını takdirle karşılıyoruz. Bakanımızın, Elazığ'da,
Elazığ Birinci Dönem Milletvekili Fevzi Celayir Hatıra Ormanı dikim törenine
bizzat katılması, yöre halkını çok mutlu etmiştir. Bilhassa hizmetleri orman
sahasında geçen kimseler böyle anıldıkça, çevre halkı mutluluk duymaktadır.
Örneğin, Orman eski Genel Müdürü Mehmet Niyazioğlu'nun ormanı, hâlâ, onu, Anadolu'da
yaşatmaktadır. Kırşehirimizin Çuğun Köyündeki Orta Anadolu'nun bir büyük
fidanlığını kazandıran, 1960 yılı sonrasında Orman Bakanı olan ve altı ay önce
Muğla'da vefat eden rahmetli Turan Şahin'in de adı böyle bir yere verilseydi,
kadirşinaslık örneği olurdu. Sayın milletvekilleri,
ülkemizde il ormanı kavramı önemlidir. Bu kavram, 1937 yılında, Atatürk'ün
kurduğu, Ankara Çiftlik Ormanı Tesisiyle başlamıştır. İl ormanıyla ilgili
çalışmalar, 1980 yıllarında başlatılan yeşil kuşak ağaçlandırma çalışmalarıyla
önem kazanmıştır. Ülkemizde ekonomik ve sosyal gelişme oldukça, kentsel yeşil
alanların önemi de ortaya çıkmaktadır. Günümüzde kentsel nüfus kırsal nüfusa
göre hızla çoğalmaktadır. Ülkemizde hızlı kentleşme sonucu, ormana ve yeşile
olan talep daha da artmaktadır. Avrupa'da "kent ormancılığı" kavramı
İkinci Dünya Savaşından sonra önem kazanmıştır. Sayın milletvekilleri,
yüzaltmış yılı aşan mazisi ve geniş çalışma alanı bulunan Orman Genel
Müdürlüğümüzün hizmetlerine, bana tanınan sürenin kısıtlı olmasından dolayı
değinemiyorum. Bütçesini görüştüğümüz
Orman Bakanlığı denilince herkes yeşilliği hatırlar ve onun varlığını arar. BAŞKAN - Sayın Tecer,
toparlar mısınız. FİKRET TECER (Devamla) -
İşte, o güzel yeşillik, ülkemizin, hatta dünyamızın nazar boncuğudur; onu
elbirliğiyle korumalıyız. İnsanlığa hayat veren bu yeşilin solmaması için
gayret göstermeliyiz. Atalarımızın "yarın öleceğini bilsen bile bir ağaç
dik" manalı deyişini kendimize hedef seçmeliyiz. Sözlerime son verirken,
Orman Bakanlığı bütçemizin ülkemize hayırlı olmasını diler; hepinize
saygılarımı sunarım. (Alkışlar) BAŞKAN - Teşekkür
ediyorum efendim. Birleşime, 10 dakika ara
veriyorum. Kapanma Saati : 20.19 DÖRDÜNCÜ OTURUMAçılma Saati : 20.35 BAŞKAN : Başkanvekili Mustafa Murat SÖKMENOĞLU KÂTİP ÜYELER : Burhan ORHAN (Bursa), Sebahattin KARAKELLE
(Erzincan) BAŞKAN - Sayın
milletvekilleri, 32 nci Birleşimin Dördüncü Oturumunu açıyorum. Bütçe çalışmalarına
kaldığımız yerden devam ediyoruz. V. - KANUN TASARI VE TEKLİFLERİYLE KOMİSYONLARDAN GELEN DİĞER İŞLER (Devam) 1. - 2002 Malî Yılı Genel ve Katma Bütçeli İdareler Bütçe
Kanunu Tasarıları ile 2000 Malî Yılı Genel ve Katma Bütçeli İdareler ve
Kuruluşlar Kesinhesap Kanunu Tasarıları (1/921; 1/922; 1/900; 3/900; 3/898,
3/899; 1/901; 3/901) (S. Sayıları : 754, 755, 773, 774) (Devam) E) ADALET BAKANLIĞI (Devam) 1. - Adalet Bakanlığı 2002 Malî Yılı Bütçesi 2. - Adalet Bakanlığı 2000 Malî Yılı Kesinhesabı F) YARGITAY BAŞKANLIĞI (Devam) 1. - Yargıtay Başkanlığı 2002 Malî Yılı Bütçesi 2. - Yargıtay Başkanlığı 2000 Malî Yılı Kesinhesabı G) ORMAN BAKANLIĞI (Devam) 1. - Orman Bakanlığı 2002 Malî Yılı Bütçesi 2. - Orman Bakanlığı 2000 Malî Yılı Kesinhesabı a) ORMAN GENEL MÜDÜRLÜĞÜ (Devam) 1. - Orman Genel Müdürlüğü 2002 Malî Yılı Bütçesi 2. - Orman Genel Müdürlüğü 2000 Malî Yılı Kesinhesabı BAŞKAN - Komisyon ve
Hükümet yerinde. Milliyetçi Hareket
Partisi Grubu adına, Denizli Milletvekili Sayın Salih Erbeyin.; buyurun. (MHP
sıralarından alkışlar) MHP GRUBU ADINA SALİH
ERBEYİN (Denizli) - Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; Adalet Bakanlığı
bütçesi üzerinde, Milliyetçi Hareket Partisi Grubu adına, görüşlerimi arz etmek
üzere huzurlarınızdayım. 2002 malî yılı bütçesinin, ülkemize, Yüce Türk
Milletine hayırlara vesile olmasını diler, hepinizi saygıyla selamlarım. Adalet Bakanlığı, yargı
hizmetlerinin yerine getirilmesi amacıyla gerekli teşkilatlanmayı
gerçekleştirirken, adaletin eşit ve süratli bir şekilde yerine getirilmesi
için, dünyada ve ülkemizde meydana gelen gelişmelere paralel mevzuat ve
düzenlemeleri ve değişiklikleri yapmakla görevlidir. "Gecikmiş adalet,
adalet değildir" ilkesinden hareketle, yargı yetkisini Türk Milleti adına
kullanan mahkemelerimizin adil ve süratli karar vermesi, hak arama hürriyeti ve
adil yargılanma hakkının en iyi ve en kaliteli düzeyde gerçekleşmesi için,
hukuk reformunun, teknolojik gelişmelere, değişen dünya şartlarına ve
ihtiyaçlarına uygun olarak, en kısa sürede hayata geçirilmesi gerekmektedir. Adalet hizmetlerinin
hızlı ve etkili bir şekilde yerine getirilerek hukuk devleti ilkesinin tam
olarak gerçekleştirilmesinde, Adalet Bakanlığının önemli görevleri vardır. Bu
görevler; adalet binaları ile ceza infaz kurumları ve tutukevlerinin, çağdaş
anlayış ve teknolojiye uygun bir şekilde inşa ve teçhiz edilerek, yargı ve
infaz hizmetlerinin amacına uygun şekilde yerine getirilmesi; gerekli
teşkilatlandırmayı gerçekleştirmek; bunların işleyiş ve denetimleriyle ilgili
tedbirleri almak; adaletin hızlı ve etkili bir şekilde yapılmasını sağlamak olarak,
kısaca özetlenebilir. Ancak, sürekli küçülen Adalet Bakanlığı bütçesiyle,
bunların tam olarak gerçekleşmesinin düşünülmesi de fazla iyimserlik olur. Bugünkü dünya
şartlarında, dünyanın gelmiş bulunduğu küreselleşme sonucunda, sermayenin,
malların ve işgücünün ülkeler arasında dolaşımının hızlanmasına paralel olarak,
uluslararası boyutta giderek büyüyen hukukî sorunların çözümü, ancak,
uluslararası düzeyde etkili bir işbirliğiyle gerçekleştirilebilecektir. Bu
durum ise, hukukun her alanında uluslararası sözleşmeler yapılmasını, var
olanların etkili bir şekilde uygulanmasını zorunlu kılmaktadır. Bunun için,
ülkeler arasında, bazen, en yüksek düzeyde, ikili ve çok taraflı temaslar
yapılması, oldukça önemli hale gelmiştir. Bu durum ise, bizim, bundan sonra,
uluslararası temas ve anlaşmalarımıza daha çok ağırlık vermemizi
gerektirmektedir. Mülkün temeli saydığımız
adaletin sağlanmasını ve dağıtılmasını üstlenmiş olan Adalet Bakanlığımızın
genel durumuna da huzurlarınızda kısaca değinmek istiyorum. Kuvvetler ayrılığı
ilkesini benimsemiş Anayasamızın Üçüncü Kısımının Üçüncü Bölümünde yargı
düzenlenmiştir. Adalet Bakanlığı, 2992 sayılı Teşkilat Kanunuyla, bu kapsam
içerisinde verilen görevleri ifa etmektedir. Yeni bir yüzyıla
girdiğimiz bugünlerde, adalet hizmetlerinin çağdaş, süratli ve adil bir şekilde
sunulması kaçınılmazdır. Bilgi çağında, adalet hizmetlerinin çağdaş
gelişmelerden uzak kalması düşünülemez. Adalet hizmetlerinin
yerine getirilmesinde görevli, ülkemizin her köşesinde yaygın bir teşkilat ve
kadroya sahip olan adlî mekanizmanın içerisinde bulunduğu zorluklara göz atacak
olursak; birçok ilde, birden fazla mahkeme teşkilatının bulunması, özellikle
avukatlar açısından, avukatlık görevinin yerine getirilmesini imkânsız hale
getirmektedir. Bu sebeple, bunlar bir binada toplanarak, günün şartlarına
uygun, çağdaş adliye binaları bir an önce yapılmalı ve hizmete açılmalıdır. Adlî yargı, 854 il ve
ilçe merkezinde, 4 036 mahkemeyle, idarî yargı ise 128 mahkemeyle hizmet
vermektedir. Bütçe imkânlarına bağlı olarak, 77 merkezde adlî teşkilat
kurulamamış, 11 merkezde de adlî teşkilat kurulmuş olmasına rağmen, maalesef
faaliyete geçememiştir. 9 462 yasal hâkim ve
cumhuriyet savcısı kadrosundan 9 065 adedi dolu olup, 397 hâkim ve savcı
kadrosu halen boştur. Mevcut maddî imkânlar ile hâkim ve savcı kadrolarıyla,
davaların, hızlı, etkili ve adil bir çözüme kavuşturulması imkânı da maalesef
bulunmamaktadır. Mahkemelerde hızlı karar verilememesi, yargının yükünü daha da
artırmaktadır. Yapılan bir araştırmaya
göre, azamî iş haddiyle, hâkim, savcı ve diğer personel yönünden verimli bir
sonuç alınabilmesi için, 2000 yılı iş durumu göz önüne alındığında, 1 244
mahkemeye, 2 917 hâkim ve savcıya, 5 544 adliye personeline ihtiyaç
bulunmaktadır. 21 inci Dönem Parlamentosunun üstün çalışması ve 57 nci
cumhuriyet hükümetinin uzlaşmacı tavrıyla bu dönemde pek çok güncelliğini
yitirmiş, günün şartlarına cevap vermeyen kanunlar büyük bir uzlaşma kültürü
içinde değiştirilmeye devam edilmektedir. Bunlardan bazıları; yetmişbeş yıllık
Medenî Kanun, Adalet Akademisi Kanunu, Ceza ve İnfaz Kurumları ve Tutukevleri
İzleme Kurulları Kanunu, Milletlerarası Tahkim Kanunu ve Avukatlık Kanunudur. 21 inci Dönem
Parlamentosundan aldığı güçle, 57 nci cumhuriyet hükümeti, cezaevlerindeki
devletin otorite boşluğunu büyük bir kararlılık ve inançla gidermiş olmakla
beraber, kamuoyunda, infaz kurumlarında parası olanın ayrıcalıklı olacağı ve
rahat edeceği gibi yaygın bir kanaat vardır. İnfaz kurumlarında tutuklular ve
hükümlüler arasında bu manada bir eşitlik söz konusu değildir. Parası olmayan
mahkûm, paralı mahkûma hizmet etmektedir. Eşitliğin olmadığı yerde adalet
zedelenmiş, yara almış demektir. Bu duruma gelinmesinin nedenlerinden biri de,
infaz mevzuatımızın maddî hükümler açısından yetersiz olmasıdır. 647 sayılı Cezaların
İnfazı Hakkındaki Kanununun bir an önce değiştirilmesi gerekmektedir. Adalet
hizmetlerinin hızlı, etkin ve adil sunulmasını kolaylaştırmak ve yargının
yükünün azaltılması inancıyla, bu yükü azaltmanın yakın çarelerinden birkaçını
kısaca huzurunuzda arz etmek istiyorum: İdarî para cezalarının
kapsamı mutlaka genişletilmelidir. Devletin taraf olduğu
yüzbinlerce hukuk dosyasını önleyici idarî ve yasal önlemler bir an önce
yapılmalıdır. Hazine avukatlığı, dava
takibinde başarı sağlayacak şekilde yeniden oluşturulmalıdır. Küçük ve işi az yerlerde
adlî teşkilat kurulmamalı, görev dağılımı dengelenmelidir. Savcıların yetki ve
etkinliği artırılırsa birbiriyle zincirleme ilişkileri nedeniyle faili meçhul
suçlar büyük ölçüde çözülür, yönetime ve yargıya güven artar; bu anlamda adlî
kolluk gücü bir an önce kurulmalıdır. Mesleğin kaynağı, ilim
yuvaları hukuk fakültelerine ve mensuplarına gerekli imkânlar sunulmalıdır. Geleceğin hukukçuları çok
iyi yetiştirilmelidir, meslekî eğitimleri geliştirilmelidir. Küçülen dünyada
yerimizi alırken, hukukumuzun ve hukukçularımızın iyi yetişmesi ve dünyaya
entegrasyonu şarttır. Ceza etkinliğini çürüten
para cezalarının komik durumu geçen yasama döneminde Parlamentomuz tarafından
düzenlenmiştir; bunu, iyi bir gelişme olarak görmekteyim. İstinaf mahkemeleri,
haklara güvenceyi artırıcı, Yargıtayın içtihat yapma işlevine daha çok zaman ve
imkân sağlayıcı bir arayargı kuruluşudur. Bu hususta gereken bir an önce
yapılmalıdır. Yargı yerleri, işin
önemine, mensuplarının onuruna uygun hale getirilmelidir. Mahkemelerin bağımsızlığı
ve hâkimlerin teminatı, öneminden dolayı, Anayasamızda düzenlenmiştir.
Bağımsızlık ve teminat, kuşkusuz, keyfîliğe yol açacak kavramlar değildir.
"Hâkimler, Anayasaya, kanuna, hukuka uygun olarak vicdanî kanaatlerine
göre hüküm verirler" denilmek suretiyle yargıç bağımsızlığının Anayasa
çerçevesi düzenlenmiştir. Kanunlar, kalıcı ve
toplumun değişen ihtiyaçlarına mümkün olan en uzun süre içinde cevap
verebilecek anlayış içinde hazırlanmalı, sık sık kanun değişikliğine gitmekten
kaçınılmalıdır. Amaç adalet olduğuna göre, geciken adalet imajının silinmesi
için hukuk ve teknoloji beraberliğini yoğunlaştıracak ciddî ve kalıcı
önlemlerin bir an önce hayata geçirilmesi zorunludur. İnsan hak ve
hürriyetlerinin hâkim kılınması, demokratik parlamenter devlet anlayışının
yerleşmesi ve hukukun üstünlüğü ilkesinin zaafa uğratılmaması amacıyla,
sağlıklı, güvenilir ve erişimi kolay bilgi sistemleriyle donatılmış yargı
düşüncesinin süratle hâkim kılınması gerekmektedir. Sayın Başkan, değerli
milletvekilleri; burada bir hususa dikkatinizi çekmek istiyorum: Görülmekte
olan bir dava hakkında basının, kurumların ve şahısların fikir beyan etmeleri,
açıklama ve yorum yapmaları toplumsal bir hastalığımızdır. Bu hususta, Yüce
Parlamento tarafından ele alınacak caydırıcı müeyyidelerle donatılmış yasal
düzenlemeler gerektiği inancındayım. Öncelikle, basınımızın, mahkeme hükmünden
önce yargısız infaz niteliği taşıyacak beyanlardan kaçınması basına olan güveni
artıracak ve basınımız hak ettiği saygıyı kazanacaktır. Bu duygu ve düşüncelerle,
2002 malî yılı bütçesinin Adalet Bakanlığına, çalışanlarına, mensuplarına ve
Yüce Türk Milletine hayırlara vesile olmasını diliyor, hepinizi saygıyla
selamlıyorum. (MHP ve DSP sıralarından alkışlar) BAŞKAN - Sayın Erbeyin,
teşekkür ederim. Kahramanmaraş
Milletvekili Sayın Edip Özbaş; buyurun. (MHP sıralarından alkışlar) MHP GRUBU ADINA EDİP
ÖZBAŞ (Kahramanmaraş) - Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; Yargıtay
Başkanlığı bütçesi üzerinde Milliyetçi Hareket Partisi Meclis Grubunun
görüşleriyle birlikte, konuyla ilgili düşünce ve kanaatlerimi arz etmek üzere
huzurlarınızdayım; bu vesileyle Yüce Heyetinizi ve televizyonları başında
bizleri izleyen aziz vatandaşlarımı saygıyla selamlıyorum. Adliye mahkemelerince
verilen, kanunun başkaca bir adlî yargı merciine bırakmadığı karar ve
hükümlerin son inceleme yeri olan Yargıtay, ayrıca, kanunla gösterilen davalara
da ilk ve son derece mahkemesi olarak bakar. Kurulduğu günden bu yana geçen
süre içerisinde, adaletin tecellisi için, sürekli tükenmez bir gayretin
içerisinde olan Yargıtay, yıllar boyunca kendisine sağlanan mütevazı ödenek ve
imkânlarla kutsal görevini ifaya çalışırken, bünyesine yöneltilen ihanet oklarına
aldırmadan, bir taraftan adalet dağıtırken diğer taraftan millî
bağımsızlığımızı koruyarak temsil etmiştir. Gayri millî unsurların
diz çökertemediği Yüce Mahkememizin başkan ve üyeleriyle bütün çalışanlarını,
bu onurlu mücadelelerinden dolayı kutluyor, huzurlarında saygıyla eğiliyorum. Burada benden önce söz
alarak konuşan arkadaşlarım, bütçeden ayrılan kıt imkânlarla, bu büyük ve
kutsal görevin başarılmasının fiziken mümkün olmayacağı yönünde kanaat
serdetmişlerse de, ortaya konulan iş, bu mazeretin haklılığını inkâr mümkün
değilse de, şurası unutulmamalıdır ki, kesinlikle hiçbir mazeret, adaletin
tecellisinin eksik ya da gecikmesinin nedeni olamaz. Bir cemiyet, ancak
adaletle medenîleşir, ebedîleşir. Adalet bulunmayan yerde gerilik, kötülük,
zulüm, istibdat, huzursuzluk var demektir. Eğer bir memleket halkının adalete
inanmaz hale geldiği, adalet müesseselerinin halkın itimadını sarsacak işler
yaptığı görülürse, artık, o rejim, bir idare sistemi olarak, mahkûm olmuş,
çürümüş demektir kısa bir zamanda muhakkak yıkılacak ve çökecektir. Bir
milletin ordusu bozuk olabilir, harbe girmedikçe, bu, meydana çıkmaz; maarifi
bozuk olabilir, bunun acısı da, en azından bir nesillik zaman geçince kendini
gösterir; iktisadiyatı bozuksa, millet, uzun seneler süren bir sefalet
içerisinde sürüklenir gider; ama, bir memlekette adalet bozulursa, halk adalete
inanmamaya başlarsa, anarşi hemen kendini gösterir, herkes hakkını kendi
aramaya kalkar, cemiyet ani olarak batar, dağılır, yok olur. Bu sebeple, toplum
olarak üzerine titreyeceğimiz kurumların başında gelmektedir Yargıtay. Ayrılan ödeneği yeterli
hale getirmek, fizikî ve ekonomik imkânlarını görevin aksatılmadan
yürütülmesine uygun bir seviyeye ulaştırmak, görevli hâkim, savcı ve sair
çalışanları moral yönden güçlendirmek en önemli vazifelerimiz arasında
olmalıdır. Arz ettiğimiz bu
hakikatleri kısaca özetledikten sonra, bana ayrılan sürenin geriye kalan
bölümünde, konuyla bağlantılı gördüğüm meselelere, aksaklıklara ve eksikliklere
değinmek istiyorum. Sayın Başkan, değerli
milletvekilleri; ülke ve millet olarak, çok yönlü, sistemli, acımasız tehdit ve
saldırıların altında bulunmaktayız. Gayri insanî ve ahlakî saldırıların hedefi
aileden başlamak üzere, bütün millî müesseselerimizdir, manevî değerlerimizdir.
Dış güdümlü ihanet girdabının anaforunda ayakta kalmaya direnç gösteren,
toplumumuzun teminatı ve temel çekirdeği olan ailenin yoksullukla
cezalandırılarak dağıtılmaya çalışılmasını, millî egemenliğin timsali Yüce
Meclisimizin, akla, hayale gelmedik acımasız propagandaların ve saldırıların
hedefi halinde tutulmasını, millî bağımsızlığımızın, üniter devlet yapımızın
garantisi olan kanun hükümlerinin yasalarımızdan, âdeta, cımbızla ayıklanmak
istenilmesini bir tesadüf eseri olarak görmüyoruz. "Yeni dünya düzeni",
"yeniden yapılanma", "uyum" teraneleriyle, sinsice yok
edilmeye çalışılan millî ruh ve direniş şuuruna, millî Kurtuluş Savaşı
esnasında duyduğumuz ihtiyaçtan bugün daha fazlasını duymaktayız. Dünkü manda
isteklilerine rahmet okutan hırsız, arsız, uğursuzlar korosu, gafiller
kumpanyası "öldük, bittik, yok olduk" gibi, millî bünyeye ümitsizlik
zerk eden sözleri dillerine pelesenk yapmışlardır. "Devleti küçültelim,
vatanı küçültelim, Hatta hatta verelim, verelim kurtulalım; bilmem hangi birliğe
yamanmanın yolu bilmem hangi şehirden geçer" gibi millî bütünlüğümüzü yok
etmeye matuf sözleri söylemeyi marifet sayanlara bugün yenileri ekleniyor. (MHP
ve DYP sıralarından alkışlar) Devlet kurmayı ve
yönetmeyi şirketleşme ve fabrika idaresiyle karıştıran patronlar kulübümüzün
Rum ağzıyla konuşan sayın yöneticilerine, millî şuurun, millî iradenin,
vatanseverliğin yaşayan timsali, mücadele adamı Sayın Rauf Denktaş'a dil
uzatmış ve Sayın Rauf Denktaş'ı uyum yolunda bir engel gördüklerini, Kıbrıs'ın
bir yük olduğunu ifade etme gafletini göstermiş beylere sesleniyorum: Vermek
istediğiniz, fabrikanızda ürettiğiniz bir top kumaş değil, parayla satılan veya
alınan bir meta da değildir. Şehit kanıyla sulanmış vatan toprağı parayla
alınıp satılmaz. Bu millet, vatanım dediği mübarek toprakları vatanlaştırırken
elli milyonu aşkın seçkin evladını şehit vermiştir. Dağlar gibi yığılan şehit
kemiği, seller gibi akıtılan kan, işte vatanın karşılığı budur. Değerli arkadaşlarım,
yargıdan, adaletin tecellisinden söz açılmışken, ülkemizin bir diğer büyük
sorunu olan kanun tanımamazlık, keyfî uygulama, mahkeme ve kararlarını hiçe
sayma gibi rahatsızlıklardan bahsetmek istiyorum. Türkiye Cumhuriyeti, bir
hukuk devletidir. Bu ülkenin vatandaşı olan herkes, ayırım yapılmaksızın, ihdas
edilmiş kurallara uymak mecburiyetindedir; aksi takdirde, hukukîliğin yerini
keyfîlik, adaletin yerini zulüm almış olur. Geçmişte "toprak işleyenin, su
kullananın" diyerek kardeşin kardeşe düşmesinden; keza "bir kez
Anayasanın ihlalinden birşeycik olmaz" diyenlerin sonraki ihlallerin
çoğalmasında uğradığımız tahribattan sorumlu olmadıkları düşünülebilir mi?!
Maalesef, kanun ve kural tanımamazlık sürüp gitmektedir. Siyasetin gücünü,
Demokles'in kılıcı gibi, mahkeme, hâkim ve savcılarımızın üzerinde hissettirecek
uygulamaları millet seyretmektedir. Bugün, bütçesi üzerinde
müzakerelerde bulunduğumuz Yargıtayımızın Başkanı Sayın Sami Selçuk, fırsat
bulduğu ortamlarda önemli gördüğü meseleler ve çıkış yollarıyla ilgili fikir ve
kanaatlerini ifade etmekten hoşlanmaktadır. Pek tabiîdir ki, yetişmiş bir
insanın ve hukuk adamının, problemlerin çözümü konusunda ışık tutması kadar
doğal bir şey olamaz; ancak, Sayın Selçuk'un yargıyla ilgili esas meseleleri
gözardı ederek, tabiri caizse teferruatla uğraştığını garip karşılıyoruz.
Açıklamalarında, hak ve hürriyetlere yöneltilen uygulama ve tehditlerden
bahseden ve yorumlamalar getiren Sayın Selçuk'a bu kürsüden soruyorum: Yargıtay
derecatından geçmiş, 28.11.1999 tarihinde kesinleşmiş, topyekün Türk Milletini,
ebedî Türk Devletini alakadar eden, 30 000'i aşkın vatandaşımızın hayat
hakkının gaspıyla, katilbaşı Abdullah Öcalan'la ilgili bağımsız mahkememizin
verdiği karar, iki seneden beri Meclise intikal ettirilmeyerek, Anayasamızın
138 inci maddesi ihlal edilmiştir, ihlal edilmeye devam edilmektedir. (MHP ve
DYP sıralarından alkışlar) Anayasamızı bu ve benzer konularda ihlal edenlerin
üzerine gidilmiyor, cezalandırılmaları için girişimde bulunulmuyor, bu konuda
fikir serdedilmiyor da Türkiye Büyük Millet Meclisinin yetkilerinin kısıtlanması
gerektiği hususu gündeme taşınıp, hukuka uygun olmayan, zorlama yorumlar
getirerek zihinlerin bulanmasına sebebiyet veriliyor. Niçin, uygulanmayan
mahkeme kararları, Anayasa ihlalleri karşısında suskun kalıyorsunuz?! Hiç kimsenin, Meclisin iradesi
üzerine ipotek koymaya hakkı yoktur. Usanmadan tekrar etmek istiyorum; bir
memleket adaletle yönetilirse ihya olur, huzura kavuşur; aksi takdirde batar,
kahrolur, yok olur. İdarenin ve idarecilerin, yönettiği ülkenin gerçeklerini
bilmemesinden, ülkede yaşayan insanların feryatlarını duymamasından daha kötü
ve acı bir şey düşünülebilir mi? "Benden evvelkiler ne yaptılar ki, ben
daha fazlasını yapayım" demek de zevahiri kurtarmaktır, kötüyü emsal
göstermektir. Mecelle hükmü "kötü emsal olmaz." Yapılması gereken, bu
ülkeyi istikrara kavuşturacak, vatandaşın yönetimden güven duymasını temin
edecek bir yapılanmaya fırsat yaratmaktır. Çözüm Meclistedir, millî iradenin ta
kendisindedir; iktidarıyla muhalefetiyle bütün siyasî partilerimizin, siyasî
çıkar hesaplarını bir tarafa atıp, meseleye sahip çıkmasındadır. Evine ekmek götüremeyen,
çocuğu açlıktan kucağında ölen ana babaların feryadı, üniversite kapılarında
acımasız bir manevî zulmün muhatapları olarak, yerlerde sürünen kardeşlerimizin
sessiz çığlıkları, "adalet adalet" iniltileriyle yürekleri kavuran
şehit yakınlarının onurlu tavırları. Öncelikle, feryatları duymamız, bu
tavırları gayet iyi okumamız lazım beyler!.. (DYP sıralarından alkışlar) Adaletin tez günde tecellisi hepimizin
müşterek arzusudur. İdrak ettiğimiz bu mübarek ayda göğe yükselen avuçlarımızı
bu arzumuzun gerçekleşmesi için açıyor; bu duygu ve düşüncelerle, Yüce
Heyetinizin şahsında milletimizin ramazanı şerifini ve gelecek ramazan
bayramını kutluyor, saygılar sunuyorum. (MHP, DYP ve SP sıralarından alkışlar) BAŞKAN - Söz sırası,
Trabzon Milletvekili Sayın Nail Çelebi'de. Buyurun efendim. (MHP
sıralarından alkışlar) MHP GRUBU ADINA NAİL
ÇELEBİ (Trabzon) - Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; Orman Bakanlığının
2002 yılı bütçesi üzerinde Milliyetçi Hareket Partisi Grubunun görüşlerini
açıklamak üzere söz almış bulunuyorum; bu vesileyle, idrak etmekte olduğumuz
mübarek ramazanı şerifinizi tebrik eder, sözlerime başlamadan evvel, Grubum ve
şahsım adına Yüce Heyetinizi ve televizyonları başında bizleri izleyen değerli
vatandaşlarımızı saygılarımla selamlarım. Erozyonun önlenmesi,
toprağın korunması, su rejiminin değerlendirilmesi bakımından tarımın sigortası
olan ormanlarımız, aynı zamanda, rekreasyon, turizm, yurt savunması ve benzeri hizmetleri
üretmesi bakımından da doğal kaynakların başında gelmektedir. Yaklaşık 78 000 000
hektarlık ülkemiz alanının yüzde 26'sı ormanlarla kaplıdır; ancak, ülkemizin
arazi yapısına göre bu alanın, yüzde 26 yerine yüzde 48'lik sınırda olması
gerektiğini herkes biliyor. Fakat, mevcut duruma göre, ormanlarımızın sadece
yüzde 44'ü orman statüsünde olup, yüzde 56'sı bozuk ve verimsiz orman
statüsünde bulunmaktadır; oysa ki, bir ülkenin, özellikle ülkemizin ormanca
yeterli olabilmesi için ülke alanının yüzde 30'unun verimli ormanlarla kaplı
olması gerekiyor. Bu yönüyle bakıldığında, yüzde 99,9'u devlete ait olan
ülkemiz ormanlarının fakir olduğunu söylemek bir eksiklik olmayacaktır. Ormanlarımızda olan
tahribatlar nedeniyle, planlarla belirlenen etaların sadece yaklaşık 2/3'ü
oranında istihsal yapılabildiğinden, bu istihsalle geçinen yaklaşık 9 000 000
orman köylüsü de gelir azlığından yakınmaya devam etmektedir. Ülkemizde hızla artan
nüfus ve teknolojik gelişmeler sonucunda tarım, sanayi ve yerleşim alanlarına
olan ihtiyaç artmış; ancak, ormancılık alanlarımız dışındaki alanlar bu
ihtiyaca cevap veremediğinden orman alanlarımız tahribata uğramıştır. Oysa ki,
ormanlarımızın, tahrip edilmesinin aksine, ülkemizin akciğerleri durumunda olan
ormanlarımızın, çevre açısından önemi gözetilerek korunmaya alınması ve hızla
gelişen ağaç türleriyle tarla ormancılığı denen ormancılığımıza geçilmesi
kaçınılmazdır. Keza, ülke topraklarımızın yüzde 79'unu, yani 42 000 000
hektarda tespit edilen erozyon, devletimiz ve milletimiz açısından yakın
gelecekte çok büyük tehlikeler arz edecektir. Bu nedenle, doğal ormanlar başta
olmak üzere, her türlü bitki örtüsünü önce muhafaza etmek durumundayız, sonra
erozyonu millî bir tehlike ilan ederek, genel bütçeden yeterli kaynağı ayırıp,
her yıl erozyon kontrol çalışmalarını en az 100 000 hektar alanda yürütmek
durumundayız. Sayın Başkan, değerli
milletvekilleri; ülkemizde, yaklaşık 18 000 000 hektar ağaçlandırılacak saha
mevcuttur, yani, ülke topraklarımızın yüzde 23'ü ağaçlandırılmayı beklemektedir.
Buna rağmen, ülkemizde, yılda 25-30 000 hektar ağaçlandırma yapabilmekteyiz.
Oysa ki, yılda 300 000 hektar ağaçlandırma yapabilsek dahi, bu ağaçlandırma
alanını, ancak, 60 yılda ağaçlandırmamız mümkün olabilecektir. Yani, bu uzak
hedefe ulaşabilmek için, en az, yılda 300 000 hektar ağaçlandırma yapmayı
prensip olarak kabul etmek durumundayız. Bu tespiti yaparken
ağaçlandırmanın bütün yükünü Orman Bakanlığına bırakmak da doğru değildir; bizi
başarıya ulaştırmakta güçlükleri vardır. Onun içindir ki, devletin bütün kurum
ve kuruluşları devreye sokulmalıdır. Ayrıca, özel ağaçlandırma da
özendirilmelidir. Bu çalışmalar
başlatılırken eş zamanlı olarak bütün ormanlarımızın sınırları tam olarak
tespit edilerek, mülkiyet sorununun da ortadan kaldırılması kaçınılmazdır.
Kısaca, ormanlar, fonksiyonlarına göre yeniden sınıflandırılarak, orman
hudutları, mülkiyet hudutlarına uyumlu hale getirilmelidir. Ülkemizde yaklaşık 19 000
orman köyünde yaklaşık 9 000 000 orman köylüsü yaşamaktadır ve bu insanların
hiçbir sosyal güvencesi yoktur; ayrıca, millî gelirden aldıkları pay da 200
dolar civarındadır. Bu pay da, bunların yetersiz kaynağa sahip olduklarının çok
iyi bir tarifi olarak ortaya çıkmaktadır. Sayın Başkan, değerli
milletvekilleri; geçim kaynaklarının büyük bir bölümü ormana dayalı olan bu
kesimin, öncelikle, millî gelirden aldığı payı artırmamız lazım gelmektedir.
Bunu teminen de, 6831 sayılı Yasanın 34 üncü maddesinde gerekli değişiklikler
bugüne kadar yapılmış; ama yeterli değildir. Yüzde 25 dolayında olan pazar
payının yüzde 100'lere çıkarılması gerekmektedir. Bunun sonucu olarak da,
üretilen her türlü emvalin pazarlama hakkı orman köylüsüne bırakılmış olacak ve
bu hak orman köylüsüne tanınınca da, köyün mülkü hudutları içerisinde kalan
ormanların da korunmasını, fiilen, köylüyle müştereken yapma imkânı sağlanmış
olunacaktır. Üretimin yanı sıra pazarlama ve koruma konuları da orman köylüsüne
bırakılınca, devlet, işçi ve memur istihdamında da büyük tasarruf sağlamış
olacaktır. Ayrıca, orman köylüsünün,
yerinde kalkındırılması ve büyük kentlere göçü önlemek için, Orman ve Köy
İlişkileri Genel Müdürlüğü daha aktif hale getirilmelidir. Yine, 2002 yılından
itibaren, orman köylülerinin sosyal ve ekonomik amaçlı ferdî ve kooperatif
kredi ihtiyaçlarını karşılayan Orman Köyleri Kalkınma Fonuna bugüne kadar
bütçeden binde 1 oranında kaynak aktarılması gerekiyordu, bugüne kadar yeterli
aktarım olamamıştır; ama, bundan sonra, bu kaynak olmamışsa bile, bunun,
artırılarak mutlaka bütçeye konulması gerektiğini burada vurgulamak istiyorum.
Bu yapılmadığı takdirde, 9 000 000 orman köylüsü açlık ve sefaletten
kurtarılamayacak ve büyük şehirlere olan göç önlenemeyecektir. Böylece, oluşturulmuş
olan bütçe kaynağıyla, cazibe merkezi olarak seçilen merkezî köyler havza
bazında daha çok desteklenerek yatırımlar artırılabilecektir. Sonuçta, orman
köylülerinin ekonomik durumlarının güçlendirilmesi ve ormana olan baskının
azaltılması için çeşitli türlerde ağaçların dikilmesine ek olarak tıbbî ve
aromatik bitkilerin üretimini teşvik etmek suretiyle de orman köylüsünün
kalkındırılmasına büyük destek verilmiş olacaktır. Ayrıca, çeşitli türlerle
ağaçlandırılan bölgelerle, tıbbî ve aromatik bitkilerin yetiştirildiği yerlerin
kullanım hakkının, kamu yararı gözetilerek, doksandokuz yıllığına orman köyü
tüzelkişiliğine veya kalkınma kooperatiflerine devri yapılmalı ve böylece,
herhangi bir sosyal güvenlik kuruluşuna tabi olmayan orman köylüsünün, devlet
tarafından sosyal güvenceye kavuşturulması sağlanmalıdır. Bunun için, gerekli
üyelik aidatları da, kooperatiflerce üretilen ürünlerin satış gelirlerinden
tahsil edilmelidir. Sayın Başkan, değerli
milletvekilleri; sürdürülen ormancılık anlayışını gerçekleştirmenin önemli
araçlarından biri de, korunan orman alanı miktarını artırmaktır. Şu anda millî
park, tabiat parkı, tabiat anıtları, tabiatı koruma alanları, biyogenetik
rezerve ve biosfer rezerve alanları ve orman içi dinlenme yerleri olarak
ayrılan ve özel koruma altında bulunan 754 000 hektar saha mutlaka
artırılmalıdır. Böyle sahaların
artırılması, bir yandan, biyoçeşitliliğin korunmasına hizmet ederken, öte
yandan, ormanların turizm amaçlı kullanılmasını imkân dahiline sokacaktır.
Ülkemiz ormanlarının, turizmin çeşitlendirilmesi için eşsiz imkânlara sahip
olduğunu hepimiz bilmekteyiz. Rize'den Muğla'ya, Zonguldak'tan Antalya'ya,
Çanakkale'den İskenderun'a kadar her yöremizde, botanik turizmi, eko turizm,
doğa yürüyüşleri, raftinglere konu olacak yüzlerce tabiat köşemiz turizme
hizmet için beklemektedir. Buraları, rasyonel bir
planlamayla turizme açmak ve gelirlerini orman köylerine aktarılmasını
sağlayacak mekanizmaları kurmak, orman köylüsünün sosyoekonomik kalkınmasını
sağlamak için en akılcı yol olacaktır. Ayrıca, turizme hizmetin
orman köylülerince yapılmak istenmesi halinde de, ilgili kişilere düşük faizli
kredi verme imkânları da mutlaka sağlanmalıdır. Sayın Başkan, değerli
milletvekilleri; sürdürülebilen orman yönetiminin en önemli araçlarından biri
de, ormanlardan faydalanmanın ağırlığını, odun yerine, ikincil orman ürünlerine
kaydırmaktır. Gelişmiş ülkelerin, artık, doğal ormanlardan odun üretimini
asgariye indirdiklerini biliyoruz. Odunu, bu amaçla kurdukları endüstriyel
ağaçlandırmalardan sağladıklarını bilmekteyiz. BAŞKAN - Son 1 dakikanız
kaldı efendim. NAİL ÇELEBİ (Devamla) -
Peki, Sayın Başkanım. Bizim ormanlarımızdan, şu
anda, 35 çeşit tali ürün ve tıbbî aromatik bitki üretimi yapılmaktadır.
Bunların sayılarının artırılması gerekmektedir. Onun için de, bizzat tarafımdan
Yüce Meclise verilen teklifle ve daha sonra Sayın Bakan tarafından Bakanlar
Kurulunun imzasına sunulan yasa tasarısıyla, bu ihtiyacın bir bölümünü
karşılamak için, özellikle Karadeniz Bölgesinde kızılağaç üretimini teşvik
edecek düzenlemeler yapılmaktadır. Böylece, ürün gelirlerinin büyük bir kısmının
doğrudan orman köylüsüne aktarılması imkânı sağlanacağından, hem kırsal
kalkınma sağlanacak ve hem de ormanların devamlılığı sağlanmış olacaktır. Özetle söylemek isterim
ki, bugün, artık, geçmişin ormancılık ve kırsal kalkınma anlayışını sürdürmek
mümkün değildir. Tüm bunları hayata geçirebilmek için de, Orman İdaresini
bugünkü iki başlı hantal yapıdan kurtarıp, yeniden reorganize etmek
gerekmektedir. 1 dakika vaktinizi
alacağım Sayın Başkanım. Ayrıca, Sayın Bakanın
zamanında, orman yangınlarıyla ilgili her türlü harcama ve yangınla mücadelede
çalışan işçi ücretlerinin, Orman Genel Müdürlüğü döner sermaye bütçesinden,
katma bütçeye aktarılması, Orman Bakanlığında çalışan 5 300 işçiye daimî işçi
kadrolarının verilmesi, personel atamalarında mahkeme kararlarının uygulanması
çok önemli artılarıdır; ancak, Bakanlıkta çalışan işçilere daimî işçi kadroları
verilirken, Orman Genel Müdürlüğünde çalışan işçilerin bundan faydalanamaması
çok büyük adaletsizlik doğurmuştur. Umarız, başta yangınla mücadele çalışanlar
olmak üzere, Orman Genel Müdürlüğünde geçici olarak çalışan işçilerimizin de,
en kısa zamanda, daimî işçi kadrolarına kavuşmaları sağlanır. Bir de, not düşmek için
söylüyorum: Sayın Bakanımın, personel atamalarında gösterdiği titiz
davranışları çok yakinen takip ediyorum; ancak, kimi atamalarda siyasî izlere
rastladığımı burada ifade etmek istiyorum. Sayın Bakanımın, bu konuda,
ilgilileri uyaracağını biliyor ve bekliyorum. Burada, yeri gelmişken,
gerek orman yangınlarının söndürülmesinde gerekse ormanların korunması
çalışmalarında canlarını feda eden ormancı şehitlerimize Allah'tan rahmet,
ailelerine ve orman camiasına başsağlığı diliyorum. Sözlerimi bu duygu ve
düşüncelerle noktalarken, 2002 yılı bütçesinin, Orman Bakanlığımıza, orman
köylümüze ve milletimize hayırlar getirmesini diliyor, Yüce Heyetinizi
saygılarımla selamlıyorum. (MHP, DSP ve ANAP sıralarından alkışlar) BAŞKAN - Teşekkür
ediyorum efendim. Son grup, Adalet ve
Kalkınma Partisi Grubu. Grup adına, Aksaray
Milletvekili Sayın Ramazan Toprak; buyurun. (AK Parti sıralarından alkışlar) AK PARTİ GRUBU ADINA
RAMAZAN TOPRAK (Aksaray) - Sayın Başkan, Yüce Meclisin değerli üyeleri; Adalet
Bakanlığı bütçesi üzerinde görüşlerimi arz etmek üzere huzurlarınızdayım;
hepinizi saygıyla selamlıyorum. Değerli milletvekilleri,
iki Sayın Bakanın birer cümlesini okuyacağım. Hafta başında, Maliye Bakanımızın
bütçe sunuş konuşmasındaki bir cümlesi: "Adalet ve güvenliği,
yurttaşlarımıza daha yakın olmalarını sağlamak amacıyla güçlendirmemiz
gerekmektedir." Oysa, 2001 yılı bütçesinde, Adalet Bakanlığı bütçesi binde
9,8 iken, bu bütçeyle binde 8.3'e düşürülmekte; yani, Adalet Bakanlığı bütçesi
binde 1,5 oranında azaltılmaktadır. Sayın Adalet Bakanı, Plan ve Bütçe
Komisyonundaki konuşmasında, bu bütçeyle ilgili olarak bir cümle ifade etmişti.
"Son altı yılda genel bütçeden yüzde 1'in altında pay alan Adalet
Bakanlığında, çağdaş bir yargı sisteminin oluşturulmasına yönelik reform
projelerinin gerçekleştirilmesi büyük güçlüklerle karşılaşmaktadır." Bir sayın bakan, Adalet
Bakanlığının güçlendirilmesinden bahsediyor, diğer sayın bakan,
güçsüzleştirmekten bahsediyor. Bunun adını sizlerin koymasında yarar olduğunu
düşünüyorum. Geçen yıl Plan ve Bütçe
Komisyonunda, Sayın Adalet Bakanı, Adalet Bakanlığı bütçesi üzerinde
konuşurken, bir sorum üzerine "ben, bu bütçeyle yargı reformunu otuz yılda
gerçekleştiremem" demiş idi. Binde 1,5 oranında
güçsüzleştirilen bir bütçeyle, zannediyorum, bu otuz yıl, elli yıla çıkmış
vaziyette; yani, yargıyı bir elli yıl daha güçsüz görmeye devam edeceğiz. Bu ne anlama gelir, bunu
biraz daha açmak lazım: Yargıyı güçsüzleştirmek, suçluları, hırsızları,
soyguncuları güçlü hale getirmek demektir. Diğer bir tabirle, soyguncuların,
hırsızların güçlü olduğu sistemlerde, yargı, her zaman âciz durumdadır, el
açacak durumdadır, zavallı durumdadır; şimdilerde olduğu gibi. Tabiî, 2000 yılı içinde
iki büyük kriz yaşandı. İki büyük krizde mal varlığımızın yarısını bir çırpıda
götürdüler. Zannediyorum, bu bütçe hazırlanırken, tasarruf amacıyla kısıntıya
gidildi. Değerli milletvekilleri,
çok şeyden tasarruf edebilirsiniz; ama, adaletten tasarruf edemezsiniz,
adaletin tasarrufu olmaz. Adaletin tasarrufu demek, hırsıza, soyguncuya
doğrudan yardım etmek demektir, aynı anlama gelir. Adaletin tasarrufu olmaz... Eğer, bu, tasarrufsa,
yani, adaleti güçsüz kılmak ve soygunculara doğrudan yardım etmek tasarrufsa,
bu tasarruf nedeniyle, bu düşüncede olanları ayıplıyorum, bu düzenlemeyi
önümüze getirenleri ayıplıyorum. Değerli milletvekilleri,
yönetici, sokaktaki sade vatandaştan daha önde giden, öngörerek iş yapan
kişidir. Görerek iş yapan, başına taş düştükten sonra doktor arayan zavallı
insanın durumudur; yöneticinin farkı, taş düşmeden fark ederek, tedbirini alan
kişidir. Birbuçuk yıl önce, Plan
ve Bütçe Komisyonunda Sekizinci Beş Yıllık Kalkınma Planı görüşülürken, 2023
yılı hedeflenen bir program görüşülürken, üç sayın bakanın bulunduğu bu
toplantıda, sayın hükümet yetkilileri, enflasyonun, ekonominin canavarı
olduğunu, enflasyonu küçülterek, düşürerek sorunu çözebileceklerini ifade
etmişlerdi. O toplantıda ben bir öngörüde bulunmuştum; uygulanan, enflasyonu
küçültme politikası değil; uygulanan, ekonomiyi küçültme programıdır. Aralık 1999'daki niyet
mektubuyla ve Mayıs 2000'deki, hükümetin ve bakanların hiç haberinin olmadığı
ek niyet mektubuyla bu program önümüze getirilmiştir ve bu program, öngörüldüğü
şekilde işlemektedir. Yani, üç-dört yıllık süre içerisinde ekonomi yüzde 30
oranında küçülmüştür. Ekonomiyi küçültme programı aynen uygulanmaya devam
edilmektedir; tasarruf falan değil, enflasyonu küçültme falan değil. Neden
biliyor musunuz değerli milletvekilleri; küçülen ekonomi, kontrol edilen
ekonomidir. Ekonomisini kontrol ettiğiniz ülkeyi çok rahat kontrol edersiniz. İç-dışborç toplam tutarı
200 milyar dolar. Küçülen ekonomiyle 200 milyar dolarlık anafordan kurtulma
şansınız sıfırdır; bu adrese doğru gidilmektedir. Ne yapılmak isteniliyor;
maddî olarak tamamen bittiğiniz, tükendiğiniz noktada; yani, ekonomik olarak
bittiğiniz noktada önünüze getirilecek olan şartlar, siyasî şartlardır;
ekonomik şartlar değil, siyasî şartlardır, güvenlik şartlarıdır, Türk
Devletinin geleceğidir, Türk Milletinin geleceğidir. İki artı ikibuçuk yıl,
toplam dörtbuçuk yıldır iktidarda olan bu hükümet, maalesef, Türk Milletinin
sadece bugün ayaktaki 67 milyonunun imkânlarını yok etmiş değil, torunlarımızın
da imkânlarını yok etmiş vaziyette; bir yirmi otuz yıllık geleceğimiz yok
edilmiş vaziyette. Yıllık yüzde 7 büyümeyle, beş yıl önceki noktaya gelmemiz en
az bir yirmi otuz yıl alacak. Torunlarımızın yirmi otuz yıllık geleceği yok
edilmiş, katledilmiş vaziyette. Herhalde, ülkenin güvenliğini parayla satacak
insanın adının ne olduğunu çok iyi takdir edersiniz; ben, ifade edemiyorum. Değerli milletvekilleri,
yıllarca avukatlık da yaptık. Bir borçlunun iflas edeceğini gördüğünüz zaman,
malları kaçırmasın diye, hemen ihtiyatî haciz kararı aldırırsınız. 2002 yılı
bütçesi, bir ihtiyatî haciz belgesidir. Meclisin kararı, ihtiyatî haciz kararı
almaktır. Bütçeye bakın, alacaklar ve borçların çok büyük bir kısmını yutmakta.
Yetmiyor, 2001 yılı içinde bize verileceği öngörülen 10 milyar doların yaklaşık
5,5 milyar doları hortumlanan bankalara akmaya devam ediyor. Değerli milletvekilleri,
tablo çok vahim. Açık açık ifade ediyorum, bu ihtiyatî haciz kararıdır.
Üstelik, alacaklısı Türk Milleti de değil. Bu paranın büyük bir kısmı Türk
Devletinin sınırları dışına kaçacak. Bunun kararı alınmak noktasındayız. Değerli milletvekilleri,
iki gün önce Medenî Kanun bu Meclisten çıktı. Reform iddiasıyla çıkarıldı.
Oysa, bu kanun komisyonda görüşülürken, ben -Sayın Bakanım huzurdadır- Medenî
Kanun içerisinde Dernekler Kanunu ne geziyor, Medenî Kanun içerisinde Vakıflar
Kanunu ne geziyor... BAŞKAN - Sayın Toprak,
son 50 saniyeniz var. RAMAZAN TOPRAK (Devamla)
- Medenî Kanun İçinde Borçlar Kanunu ne geziyor diye ifadede bulunmuştum. Sayın
Bakan, Borçlar Kanunuyla ilgili bir çalışmayı imzaya açtıklarını, Meclise
sunmak üzere olduklarını ifade ediyor. Tabiî, vizyonu olmayanların revizyonuna
kimse inanmıyor. Değerli milletvekilleri,
eğer, yapacak bir şey varsa; bu bütçede, Sağlık Bakanlığının bütçesini üç, dört
katı yükseltin. Neden biliyor musunuz; sorunlardan kurtuluşun basit bir
çözümünü size ifade edeyim, bu, sizin mantığınıza göre: Fakirlikten kurtulmak
için, zenginlik aşısını vatandaşlara zerk edin. Cehaletten kurtulmak için bilgi
aşısını, bölücülükten kurtulma aşısını, vurgunculuktan kurtulma aşısını hatta
deprem aşısını vatandaşlarımıza zerk edin, terör aşısını zerk edin, dış tehditlerden
kurtulma aşısını zerk edin, belki vatandaş kurtulur!.. (Mikrofon otomatik cihaz
tarafından kapatıldı) BAŞKAN - Daha önce ikaz
etmiştim efendim, toparlarsanız memnun olurum. RAMAZAN TOPRAK (Devamla)
- DSP'ye artı 10 dakika verdiğinizi hatırlıyorum Sayın Başkanım. BAŞKAN - Efendim, Adalet
ve Kalkınma Partisine, 6 tur bütçede tam 40 dakika fazla vermişim. O ayrı bir
şey. İlk defa da Demokratik Sol Partide böyle bir imkân oldu. Bitirin efendim, istirham
ederim. RAMAZAN TOPRAK (Devamla)
- Bir cümle ifade edeyim Sayın Başkanım. Değerli milletvekilleri,
bedava peynir, yalnızca fare kapanında vardır. Büyük Önder Atatürk'ün bir sözü
ile sözlerimi noktalıyorum. "Çalışmadan, öğrenmeden, yorulmadan rahat
yaşamanın yollarını alışkanlık haline getirmiş milletler; evvela
haysiyetlerini, sonra hürriyetlerini ve daha sonra da istikballerini kaybetmeye
mahkûmdurlar" Hepinizi saygıyla
selamlıyorum. (AK Parti Grubu sıralarından alkışlar) BAŞKAN - İkinci söz,
Adıyaman Milletvekili Sayın Dengir Mir Mehmet Fırat'ta. Buyurun efendim. (AK
Parti Grubu sıralarından alkışlar) AK PARTİ GRUBU ADINA
DENGİR MİR MEHMET FIRAT (Adıyaman) - Sayın Başkanım, değerli milletvekili
arkadaşlarım; hepinizi saygıyla selamlıyorum. Bütçemizin, bence, çok
önemli bir bölümünü, Adalet Bakanlığının ve Yargıtayın bütçesini görüşüyoruz. Temel bilimlerde, bir
objenin nasıl ifade edildiğini veya onun neler içerdiğini gösteren ve indikatör
dediğimiz bazı malzemeler kullanılır. Bunlardan birisi, çok meşhur turnusol
kâğıdıdır. Yani, bir maînin bazik mi olduğunu, asidik mi olduğunu veya nötr mü
olduğunu, bu turnusol kâğıdını oraya batırarak, renk değişiminden tespit
edebilmek mümkündür. Toplumların ve devletin de, demokratik mi, bir hukuk
devleti mi olduğunu; fertle devlet arasındaki ilişkilerin ne düzeyde olduğunu
tespit edebilmenin, bence, bir turnusol kâğıdı vardır, bunun adı da bütçedir. Eğer, bir toplumun devlet
bütçesini incelerseniz, bu söylemiş olduğum belirgin özellikleri görebilme
imkânına sahip olursunuz. Dolayısıyla, Türkiye Cumhuriyeti Devletinin,
görüşmekte olduğumuz şu andaki bütçesini de incelediğimiz zaman, bunda,
sektörlere göre, bakanlıklara göre ayırımları, yüzde olarak paydalarını
gördüğümüz zaman, devletin, bir hukuk devleti mi, insan haklarına saygılı bir
devlet mi olduğunu veya fertle devlet ilişkileri içerisinde ferdin nerede
bulunduğunu görebilmek mümkündür. Adalet Bakanlığı bütçesi,
tüm bütçemizin içerisinde binde 7, binde 8 arasındaki bir oranda duruyor. Dönüp
diğerlerine bakalım. Diğer bakanlıklar ve bunların üstlenmiş oldukları
görevlere, Türkiye Cumhuriyeti Devleti bütçesinden ne ayırıyoruz: İçişleri
Bakanlığına bağlı olan bir polis teşkilatının bütçesine baktığımız zaman,
bütçenin yüzde 3'üne yakın bir kısmını; Millî Savunmaya ayrılan paya baktığımız
zaman, resmî kayıtlara göre, bu bütçenin içerisinde yüzde 9 olduğunu, ancak,
gerçekleşme oranlarına baktığımız zaman da yüzde 20'lere, yüzde 30'lara
vardığını görüyoruz. Peki, polis, jandarma ne
yapar; polis ve jandarma, düzenin korunmasını sağlar. Eğer, düzene karşı,
yasalara karşı bir hareket var ise, suçlu dediğimiz; yani, bu düzeni bozan
kişiyi yakalar ve adalete tevdi eder. Şimdi, eğer, siz, devlet
olarak, bütçenizin yüzde 4'ünü bu olayların sanıklarını yakalamakla görevli
olan organizasyona ayırıyorsanız; ama, binde 7'sini, bunun beşte 1'ini, altıda
1'ini, eğer, adalet mekanizmasına ayırıyorsanız, bu, şu demektir: Devlet, tam
anlamıyla demokratik bir devlet değildir; devlet, bir hukuk devleti de
değildir; çünkü, ona vermiş olduğu kıymet ortadadır; devlet ile vatandaş
arasında olan ilişkilerde, devlet, vatandaşına daima şüpheyle bakan bir
devlettir. Böylesine bir devleti, medenî toplumlar içerisine koyabilmek mümkün
değildir; çünkü, dönüp baktığımız zaman bir Fransa'da, yüzde 5, yüzde 6
civarında, adalet mekanizması pay alıyor. Onu bırakalım, Türkiye Cumhuriyeti
Devleti, 1930'larda, kendi bütçesinden, o yetersiz bütçesinden, adalet
mekanizmasına yüzde 5 civarında bir pay ayırabiliyordu; ama, giderek bu pay
düşmeye başladı. Ne zaman; 1990'lara geldiğimizde yüzde 1'in de altına düştü.
İşte, aslında, oturup üzerinde düşünülmesi gereken olay budur. Tabiî ki, Yargıtay, bir
üst mahkeme, davaların temyizen görüldüğü bir yer; ancak, Yargıtayın önemli
fonksiyonlarından birisi daha var, içtihat yaratabilmek, içtihat koyabilmektir.
Bugünkü şartlar içerisinde, bugün Yargıtaydan almış olduğum istatistikî
bilgilere göre, artık, Yargıtay, içtihat yaratma fonksiyonunu yitirmiştir.
Dolayısıyla, hâkim, hâkim olmaktan çıkarılmıştır; hâkimler, artık, birer
bilgisayarın yapabileceği görevi yerine getirmektedirler. Yani, deliller
bunlardır, ceza şudur... Hayır, bu değildir aslında; hâkimin yapacağı şey,
hukuku yaratabilmektir, hukuka yeni tefsirler getirebilmektir, hukuku çağa ve
zamana uydurabilmektir; bu da içtihat kapısıyla olur. Eğer, bu kapıyı
kapatırsanız, Türk adaletinin bugün içine düşmüş olduğu duruma gelmiş
olursunuz. Artık, adalet mekanizması, adalet dağıtmaktan yoksun olur ve Adalet
Bakanlığı da, adalet dağıtan bir mekanizmanın başındaki bir organizasyon
olmaktan çıkar, infaz kurumları bakanlığı haline gelir ki, bugün, Adalet
Bakanlığı, temel görevlerinden birisi de infaz hukukunun yerine getirilmesiyle
yükümlü olan bir bakanlık haline gelmiştir. Şimdi, bunun en güzel
misallerinden birisi şu: Bizim, sabahlara kadar çalışıp, yeni yasalar yapmamız
gerekmez. Aslında, bu yasalara, günün önemine göre, günün şartlarına göre,
Yargıtay'ı ve hâkimi yeni yorumlar getirmek durumundadır. Biz, burada sabahlara
kadar çalışarak uluslararası tahkimle ilgili anayasa değişikliğini getirdik, arkasından
yasasını geçirdik buradan. Uluslararası tahkim, Fransa'da halen yasaktır,
yasalarına göre yasaktır; ancak, o günün şartları içerisinde Fransız Danıştayı
bu yolu açabilmiştir. Eğer, biz, bugün 312'den
şikâyet edebiliyorsak, insanların, düşüncelerini beyan etmesinin suç olduğunu
söyleyebiliyorsak, aslında bunun burada değiştirilmesi gerekmiyor. Çünkü, 312
nci madde, Türk Ceza Yasası, Türkiye'ye geldiği andan itibaren vardı ve böyle
de bir sorun yaşamıyorduk. Zaman içerisinde, 312 nci madde, bir torba madde
olarak insanların fikirlerini beyan etmesini cezalandıran bir madde haline
geldi. (AK Parti sıralarından alkışlar) Dolayısıyla, eğer bugüne
kadar böyle bir düşünce suçu için bir madde yok idiyse ve böylesine bir torba
maddeyle bugün uygulanmakta ise, inanıyorum ki, artık, 312 nci maddenin imzaya
açılması gerekmiyor. Yargıtay, Anayasa Mahkemesi, bu konuda, artık, bu yönü
açabilecek yeni bir içtihat getirebilir, Meclisin de birçok yükünü üstünden
alabilir ve Türkiye'nin, demokratik, insan haklarına saygılı bir hukuk devleti
olmasını sağlayabilir. Dolayısıyla, kabahat, yalnız Meclisin veya icranın
değil; ancak, bir memur haline getirilen yargı erki mensuplarının, artık,
devlet memuru olma zihniyetinden ve o fonksiyondan çıkarılması gerekir. Bu da, Adalet
Bakanlığının görevleri içerisindedir ve bu da, ancak onlara bu imkânı
sağlamamızla mümkün olabilir. Dünyada, artık, ölçüler
belli. Nedir; tek ölçü var: Demokrasiyi nasıl anladığımızı, ne demek
istediğini, demokrasinin ne anlama geldiğini eğer düşünecek olursak...Aslında
bunun tarifi var; ama, burada soracak olursak, siyasî parti gruplarının
düşüncelerini alırsak, hepimiz demokratız, hepimiz hukukun üstünlüğüne
inanıyoruz; ama "demokrasiden ne anlıyoruz" dediğimiz zaman, hepimiz
ayrı ayrı şeyleri beyan ediyoruz. Aslında belli... BAŞKAN - Toparlar mısınız
efendim. DENGİR MİR MEHMET FIRAT
(Devamla) - Tabiî. Hukukta da aynı şey.
Eğer, bugün, hukukta tek ölçü var ise, önce AİHM kararlarıdır ve bunun nazara
alınması gerekir. Her şeyin ötesinde şunu
söylüyorum: Artık, hâkimin bir memur olmadığının, mutlak surette altının
çizilmesi gerekir. Artık, hâkimlere maaş değil -çünkü maaş, ancak devlet
memuruna, devlete memuriyet sıfatıyla bağlı olan kişilere ödenen hizmet
karşılığı olan bir bedeldir- milletvekillerine olduğu gibi, maaş yerine bir
ödeneğin... "Ödenek" kelimesinin kullanılmasında mutlak surette fayda
vardır. Tabiî ki, bu konular daha
çok uzun; ama, zaman çok kısa... Ancak, ölçüyü, lütfen, Türkiye Büyük Millet
Meclisi olarak da koymamız lazım ve en kısa sürede, önümüzdeki 2003 yılı
bütçesinin içerisinde, mutlak surette, Adalet Bakanlığının bütçesini layık
olduğu yere getirip problemlerin bir yerde çözülmesine başlanması gerektiği
kanısıyla hepinizi saygıyla selamlıyor, teşekkür ediyorum. (AK Parti sıralarından
alkışlar) BAŞKAN - Teşekkür ederim
efendim. Muş Milletvekili Sayın
Sabahattin Yıldız; buyurun efendim. (AK Parti sıralarından alkışlar) Sayın Yıldız, süreniz 9
dakikadır. AK PARTİ GRUBU ADINA
SABAHATTİN YILDIZ (Muş) - Sayın Başkan, değerli arkadaşlar; Orman Bakanlığının
2002 yılı bütçesi üzerinde AK Parti Grubu adına söz almış bulunuyorum; şahsım
ve Partim adına hepinize saygılar sunuyorum. Ormanlarımız ülkemizin
akciğerleri ve güzel vatanımızın yeşil örtüsüdür; gelecek nesillerimize
bırakmamız icap eden en önemli armağanlarımızdan birisidir; birçok kullanım
çeşidiyle hayatımızın her safhasında yer almaktadır. Amerika Birleşik
Devletleri ve Avrupa Birliği ülkeleri, ağaçlandırma yoluyla topraklarının yüzde
35'inden fazlasını verimli orman alanına çevirirken bizde ise verimli orman
alanımız, maalesef, yüzde 10'lar seviyesindedir; zaten bunun da yüzde 90'ı
doğal ormanlarımızdan oluşmaktadır. Buradan da anlaşılmaktadır ki, Orman
Bakanlığımız, bugüne kadar, kendisine düşen görevi yapamamıştır. Orman yatırımlarının
gayri safi millî hasılaya oranına baktığımızda, en büyük oran 1977 yılında
binde 20 ile görülmektedir. 1980-1990 arasında bu oran binde 11 ile binde 15
arasında değişmiş, son yıllarda ise iyice azalarak binde 6 ile binde 5 oranına
sıkışıp kalmıştır. Cumhuriyet döneminde,
yaklaşık 80 yılda, ancak 2 milyon 400 bin hektar alanı ağaçlandırabilmişiz; bu
da, yılda ortalama 30 000 hektar gibi küçük bir rakam demektir. Bu süre
içerisinde, maalesef, 1,5 milyon hektar orman alanı yangınlarla yok olmuştur.
Bu rakamlardan da anlaşıldığı kadarıyla, Orman Bakanlığı, yeşil bir Türkiye
için yeni bir organizasyona girmelidir. Orman Bakanımızın
ifadesinden de anlaşıldığı kadarıyla, fidanlıklarımızda, yılda 210 000 hektar
alanı ağaçlandıracak kadar fidan yetiştirme imkânına sahibiz. Her yıl, ilkbahar
mevsiminde, bir aylık bir kampanyayla, askerî birliklerin de ciddî desteğini
alarak ağaçlandırma işini yaygınlaştırabileceğimiz kanaatindeyim. Sayın milletvekilleri,
orman denilince aklımıza gelen en önemli işlerden bir tanesi de ağaçlandırma ve
erozyondur. Ormanlarımızın ve ormancılığımızın tükenişine, başta Orman
Bakanlığı olmak üzere, tüm kurum ve kuruluşlar yıllarca seyirci kalmıştır.
Türkiye yüzölçümünün yüzde 88'i erozyona tabidir, topraklarımızın yüzde 56'sı
şiddetli erozyona tabi alanlardır. Bu nedenle, her yıl, 500 000 000 ton verimli
toprak örtüsü denizlere, göllere, barajlara akmakta ve yok olup gitmektedir.
Daha açıkçası, her yıl, Kıbrıs büyüklüğünde toprağımızı kaybetmekteyiz. Orman denilince, gözardı
edilmemesi gereken birinci unsur yine insandır. Ormanlarımızın
yağmalanmasından, yakılmasından, tahrip edilmesinden sorumlu olan insandır.
Aynı şekilde, bakılması, korunup gözetilmesi, yeniden yeşertilip yetiştirilmesi
görevi de yine insana düşmektedir. Modern dünyada ormanın
geleceği insana bağlı olduğu gibi, insanın geleceği de büyük ölçüde ormana
bağlıdır. İnsanın kendisine sağlıklı bir gelecek kurabilmesi için, orman,
insanoğlunun vazgeçilmez temel ihtiyaçlarındandır. Orman köylüsü,
ormanlarımızın ücretsiz bekçisidir. Ormanlarımız ve orman köylerimiz kaderine
terk edilmiş halden kurtarılmalıdır. Orman köylüleri eğitilerek, orman ve
ormancılık bilinci kazandırılmalıdır. Ağaçlandırma
faaliyetleri, kesim ve bakım işleri, orman köylüleri istihdam edilerek, orman
köylülerinin gelir seviyesi ve yaşam standartları yükseltilmelidir. Bu
hizmetler, özellikle, orman çevresinde bulunan köylülere yaptırılmalıdır. Orman işletmeleriyle
orman köylüsünün birçok yerde mülkiyet sorunu vardır. Orman kadastrosunun
süratle tamamlanması ve ayrıca, orman hudutlarının mülkî hudutlarla uyumlu hale
getirilmesi gerekmektedir. Sayın milletvekilleri,
Orman Bakanlığı, Orman Kanununu ve mevzuatını orman köylülerine acımasızca
uygularken, yasal veya mafya usulüyle ormanlarımızı talan eden kişi ve
kuruluşlara karşıysa çok duyarsız kalmaktadır; iki dal ağaçla yakalanan bir
köylünün traktörüne el konulup, haraç mezat satılığa çıkarılırken, her nedense,
ormanlık alanlarımızı âdeta yok ederek villalar diken ve birçok tesis yapanlara
karşı aynı hassasiyet, maalesef, gösterilmemektedir. Orman Bakanlığı, mevcut
hantal yapısından kurtarılmalı, merkez ve taşra teşkilatları yeniden
yapılandırılmalıdır. Hızlı gelişen türler
öncelikli olmak üzere, ağaçlandırmaya hız verilmelidir. Orman alanlarımıza
vasıf kazandırmalıyız. Ağaçlandırma faaliyetlerine fazlasıyla önem verme
mecburiyetindeyiz. ORKÖY kredilerini 8
milyon orman köylümüzü memnun edecek şekilde artırmalı ve bu kredileri, mutlaka
yerinde kullanmalıyız. Orman yangınlarına karşı
söndürme faaliyetleri teknik ve işçilik vasfı geliştirilerek daha sistematik
hale getirilmeli, orman yangınında zarar gören alanların başka amaçlarla
kullanılmasına kesinlikle izin verilmemeli, bu alanlar derhal
ağaçlandırılmalıdır. Sayın Orman Bakanımıza
buradan bir konuyu hatırlatmak istiyorum: Acaba, Orman Bakanlığımızın ileriye
dönük ormancılık anaplanı var mıdır? Daha doğrusu, ileriye dönük on yıllık,
yirmi yıllık, otuz yıllık hazırlanmış bir anaplanı var mıdır? Biz, AK Parti
olarak, ormanlarla ilgili elli yıllık hedefleri önümüze koymuşuz ve
programımızda buna yer vermişiz. Sayın milletvekilleri, 65
milyon insanımızın mutlu bir şekilde, daha yeşil, daha ormanlık bir Türkiye'de
yaşaması dileğiyle, Orman Bakanlığı bütçesinin hayırlı olmasını diler, hepinize
saygılar sunarım. (AKP ve MHP sıralarından alkışlar) BAŞKAN - Çok teşekkür
ederim Sayın Yıldız; ben de sürenizi uzatacaktım. Gruplar adına konuşmalar
bitti nihayet; saatinde bitirdik, teşekkür ediyorum efendim. Şimdi, şahıslar adına iki
konuşmacı lehte söz istemiş. Biri, İçel Milletvekili Sayın Yalçın Kaya; biri
de, Eskişehir Milletvekili Sayın Büyükerman; ancak, Sayın Yalçın Kaya
konuşacağı için Sayın Büyükerman'a, ancak, suallerde imkân tanıyacağımı arz
ederim; beklesinler efendim. SALİH KAPUSUZ (Kayseri)
-Sayın Büyükerman konuşsun efendim. BAŞKAN - Sayın
Büyükerman, siz oturun, istirahat buyurun, 15 dakika sonra sıra gelir size. Buyurun efendim.(MHP
sıralarından alkışlar) YALÇIN KAYA (İçel) -
Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; 2002 malî yılı bütçesinin bu bölümünde
kişisel görüşlerimi açıklamak üzere söz almış bulunuyorum. Konuşmama başlarken,
orman köylüsünün içinden seçilmiş gelmiş bir milletvekili olarak, Orman
Bakanlığı bütçesi üzerinde görüşlerimi arz edeceğimi belirtir, bu vesileyle,
Yüce Heyetinizi ve televizyonları başında bizleri izleyen tüm halkımızı
saygıyla selamlamak istiyorum. Ancak, geçtiğimiz
günlerde İçel İlimizin yaşamış olduğu sel felaketiyle ilgili de Orman Bakanlığı
bütçesinden önce birkaç cümle sarf etmek istiyorum. Bilindiği gibi, son 15-20
günden beri İçel İlinde yağmur, sel ve fırtınadan dolayı büyük bir felaket
yaşanmıştır. Bu felaket, önce, Anamur, Bozyazı, Aydıncık, Gülnar, Mut ve
Silifke ilçelerimizi vurmuş, ardında da, geçtiğimiz Pazar günü, hepinizin bildiği
gibi, benim de zararını gördüğüm benim de zararını gördüğüm, İçel Merkez İlçe
Mersin, Erdemli ve Tarsus ilçelerimizi vurmuştur. Bu sel felaketinde, üç
vatandaşımız Hakk'ın rahmetine kavuşmuştur. Çok sayıda işyeri ve evi su
basmıştır. Ayrıca, yüzbinlerce -en az 100 000 dönüm olmak üzere- dönüm tarım
arazisi sular altında kalmıştır. BAŞKAN - Yaş sebze... YALÇIN KAYA (Devamla) -
Sayın Başkanıma teşekkür ediyorum. Yaş sebze ve meyve
üretilen bir bölge olduğu için, daha da büyük önem arz etmektedir bu felaket. Bu felaket boyunca,
başta, Sayın Başbakanımız, Başbakan Yardımcılarımız, sayın bakanlarımız, bölge
milletvekillerimiz ve valimiz, bölgedeki il ve ilçe kuruluşlarımızın amir,
müdürleri, olaya duyarlılıkla yaklaşmışlar, halkımızın yaralarının bir an evvel
sarılması için büyük gayret sarf etmişlerdir. Huzurlarınızda, gayret sarf eden
tüm büyüklerimize, arkadaşlarımıza teşekkürü bir borç biliyorum. Ayrıca, buradan, hem
sizlerin huzurunda hem de bölge halkımıza seslenmek istiyorum. Meydana gelen
sel felaketinin sebeplerinin araştırılması ve bundan sonra böyle felaketleri
yaşamamak üzere önlemler alınması için, konuyu, bölgeden seçilmiş bir
milletvekili olarak, Türkiye Büyük Millet Meclisinde bir Meclis araştırma
komisyonu kurulması yönünde hazırlıklarımı tamamladım, bölge milletvekillerime
de imzalattırdıktan sonra Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına sunacağımı
buradan belirtmek isterim. Şimdi de, Orman Bakanlığı
bütçesi üzerindeki görüşlerimi sizlerle paylaşmak istiyorum. Sayın Başkan, değerli
milletvekilleri; ormanlar, doğal dengenin korunmasına yaptığı katkılarla
birlikte, sosyal ve ekonomik gelişmeye bağlı olarak sürekli artan orman
ürünleri ihtiyacımızı karşılamaktadır. Ormancılık politikaları ise, basit bir
anlatımla, orman kaynaklarıyla, insanların bu kaynaklar üzerindeki taleplerini
ve ilişkilerini düzenleyen kurallar bütünüdür. Ülkemizde ormancılık
politikaları, 1956 yılından beri şu ana temeller üzerine oturtulmuştur: Mevcut
ormanların korunması; ormanların ekonomik, sosyal ve teknik ihtiyaçlara ve çok
yönlü yararlanma esaslarına göre yönetilmesi, işletilmesi ve orman ürünlerine
olan talebin sürekli olarak karşılanması; mevcut ormanların verimlerinin,
gördüğü çeşitli fonksiyon ve hizmetlerin sürekli ve rasyonel biçimde
artırılması; yeni ağaçlandırma çalışmaları yapılarak mevcut orman alanlarının
genişletilmesi; orman topraklarının kaybolmasının önüne geçilmesi ve su toplama
havzalarında doğal dengelerin sağlanması; ormanların içinde ve bitişiğinde
yaşayan vatandaşlarımızın olumsuz baskılarının azaltılması için gerekli
tedbirlerin alınması olarak belirtilmiştir. Ancak, 20 nci Yüzyılın
son çeyreğinde, çevre problemlerinin artmış olmasından dolayı -çevre
değerlerinin önem kazanmasına paralel olarak- dünyada, orman kaynaklarına daha
bir başka gözle bakılmaya başlanmıştır. Ormanları, sadece odun üretilen basit
bir kaynak olarak gören anlayış, artık, tarihe karışmıştır. Yeni anlayışa göre
ormanlar, bütün insanlığın ortak değeri ve gelişigüzel yönetilemeyecek kadar
önemli doğal kaynaklardandır. Ormanlar, toplumun ihtiyaç duyduğu yakacak
kaynağı olan odun ve sayısız ahşap ürünleri sanayiine hammadde üretmesinin
yanında, tüm canlıların nefes almasını sağlayan en görkemli varlıklardır. İşte,
bu yönüyle de ormanlar, birçok fonksiyonel değerler üretirler ki, bunları
parasal olarak ölçmek mümkün değildir. Bu değerler, yaşama kalitemizi yükselten
değerlerdir. Birkaç örnekle açıklamak
gerekirse, yaban hayatı için Habitat oluşturması, yeryüzündeki bitki ve hayvan
varlığının yüzde 70'inden fazlasını barındırmış olması, su rejimini
düzenlemesi, bol su üretimini mümkün kılması, oksijen üretmesi, erozyonu, hava
kirliliğini ve gürültüyü önlemesi, spor, dinlenme ve eğlenme ortamı sağlaması
gibi yararlarının yanında, burada sayılması mümkün olmayacak kadar fonksiyonlarının
olması, ormanlara olan bakış açımızı değiştirmemiz gerektiğini ve buna önem
vermemiz gerçeğini ortaya koymaktadır. Diğer taraftan, bizim de katıldığımız ve
yanılmıyorsam, 178 dünya ülkesiyle birlikte taraf olduğumuz 1992 Rio Çevre
Zirvesinde kabul edilen orman prensipleri, orman yönetim anlayışımızda bazı
değişiklikler yapmamızı zorunlu kılmıştır. Dünyada, artık, tüm doğal kaynaklar
gibi, orman kaynaklarının yönetiminde de ormanla iç içe yaşayan insanların
katılımı, sorumluluk alması ve bunun sonucunda da nimetlerinden faydalanması
öngörülmektedir. Sayın Başkan, değerli
milletvekilleri; küreselleşme süreci, çevre ve doğal kaynak yönetiminde birçok
değişimi gerektirdiği halde, bizim ormancılığımız, hâlâ, maalesef, 6831 sayılı
Orman Kanununun kabul edildiği 1956 yılında, bir bakıma, zaman tünelinde
kalmıştır. Ancak, şunu da hemen ifade etmekte yarar görmekteyim: Tabiî ki,
sorumluluğu, sadece, bundan önce yapılan konuşmalarda olduğu gibi, şu andaki
Orman Bakanımız ve çalışma arkadaşlarında görmemek lazım. Birçok yeniden
yapılanma projesini hayata geçiren 57 nci cumhuriyet hükümetimiz, ormancılık
konusunda da yeni bir yapılanmayı en kısa zamanda hayata geçirmelidir diye
düşünüyorum. Bu yeniden yapılanmayı
zorunlu kılan bazı gelişmeleri, ana hatlarıyla sizlere arz etmek istiyorum.
Dünyada orman köylüleri yönetime katılırken, bizde, her yıl, 44 000 orman
köylüsü idarece mahkemeye verilmektedir; yani, orman teşkilatı ile orman
köylüsü arasında ciddî bir sıkıntı vardır. Zaman tünelinde kalan 6831 sayılı
Orman Kanununun birçok maddesi, bugün, işlemez haldedir. Bilindiği gibi, başta
seçim bölgem olan İçel İli, hatta Adana, Osmaniye, Hatay gibi illerimizle
birlikte ülkemizin birçok yöresinde yaylacılık kültürü vardır. Buralarda orman
arazilerindeki yapılaşmalara yıllarca engel olamayan ve sadece zabıt tutmakla
yetinip seyirci kalan orman teşkilatı, şimdi ise, bu binaları yıkmaktadır.
Devletin, yol, elektrik, su ve telefon hizmetlerini bile götürdüğü bu yıkılan
binalar, kaybolan millî servetlerimizdir; yıkım ise, asla bir çözüm değildir.
Buralar için, insanlarımızı mağdur etmeyecek ve devletimizi de gelir kaybına
uğratmayacak şekilde bir çözüm mutlaka geliştirilmeli ve hayata geçirilmelidir.
Anayasamızın 169 ve 170
maddeleri değiştirilerek, 6831 sayılı Kanunun 2/B maddesi uyarınca, orman
dışına çıkarılan arazilerin kamuya kaynak olarak dönmesinin yolu açılmalıdır.
Bilindiği gibi, hükümetimizin, kamu arazilerinin satışıyla ilgili çıkarmış
olduğu kanun, Sayın Cumhurbaşkanımız tarafından iptal istemiyle Anayasa
Mahkemesine götürülmüştür. BAŞKAN - Efendim, 50
saniyeniz var. YALÇIN KAYA (İçel) -
Teşekkür ediyorum Sayın Başkanım. Ülkemizde, 19 000'e yakın
orman köyü vardır; 9 000 000'dan fazla vatandaşımız da orman köylüsü olarak
yaşamlarını sürdürmektedir. Bu vatandaşlarımızın ekonomik durumları oldukça
bozuktur ve ülkemizde gelir dağılımı bakımından en alt düzeyde yaşayan
insanlarımızdır. Kanaatimce, yapılacak olan ilk iş, orman köylüsünün tek geçim
kaynağı olan orman ürünleri yanında, alternatif geçim kaynakları sunularak,
büyük ve küçükbaş hayvan, et ve süt besiciliğini teşvik etmektir. Mantarcılık,
balıkçılık, arıcılık ile seracılık gibi alternatif geçim kaynakları, uzun
vadeli ve düşük faizli kredilerle desteklenerek, orman köylülerinin refah
düzeyini yükseltecek tedbirleri, planlı bir şekilde hayata geçirmeliyiz. Başta,
arazi ihtilafları olmak üzere, devlet ve köylümüz arasındaki birçok ihtilafın
çözümü ve sürdürülebilir bir ormancılık anlayışının hâkim kılınması için
gerekli atılımları yapmalıyız; eskiyen orman mevzuatını, ülkemiz ve orman
köylümüz yararına yeniden düzenlemeliyiz; halkımızın ve özellikle de orman
köylümüzün, orman kaynakları yönetimine aktif katılımını sağlamalıyız. Özel
ormancılığı mutlaka teşvik etmeliyiz. Sayın Başkanım, 1
dakikada bitiriyorum. BAŞKAN - Tamam efendim;
buyurun. YALÇIN KAYA (Devamla) -
Teşekkür ediyorum Sayın Başkanım. Orman yangınlarıyla
mücadele başta olmak üzere, ormanları korumak için sarf edilen kaynakların
köylüye aktarılarak, korumanın, orman köylüsüne yaptırılması suretiyle verimli
ve akılcı bir işbirliğini sağlamalıyız. Şimdi, yüksek
müsaadelerinizle, çalışanlarla ilgili de birkaç cümle söylemek istiyorum.
Sayıları 11 000 olan ve katma bütçeden maaş alan fedakâr yangın işçilerinin 3,5
trilyon lira gibi devlet bütçesi içerisinde cüzi bir miktar teşkil eden
alacaklarının bir an önce ödenerek, işçilerimizin mağduriyeti mutlaka
önlenmeli. Ayrıca, bu işçilerimiz daimi kadroya alınmalıdır; ormancılık sektör
zammı uygulaması mutlaka ülkemizde başlatılmalıdır. BAŞKAN - Teşekkür
ediyorum! YALÇIN KAYA (Devamla) -
Netice itibariyle, bütün bu iyileşmeleri hayata geçirecek olan orman
teşkilatının reorganize edilmesini, 57 nci cumhuriyet hükümeti ve onun Orman
Bakanlığı tarafından hayata geçirilmesini beklemekte olup, bu duygu ve düşüncelerle... BAŞKAN - Bütçenin hayırlı
olmasını diliyorsunuz! YALÇIN KAYA (Devamla) -
Orman Bakanlığımız bütçesinin ülkemize, milletimize, orman köylümüze ve orman
teşkilatımıza hayırlı olmasını diler, lehte oy vereceğimi belirterek Yüce
Heyetinizi saygıyla selamlamak istiyorum efendim. (MHP sıralarından alkışlar) BAŞKAN - Teşekkür
ediyorum efendim; teşekkür ediyorum efendim. Sürenizi biraz
geçirttirmemin sebebi... YALÇIN KAYA (Devamla) -
Sayın Başkan, teşekkür ediyorum. BAŞKAN - Hayır efendim,
bir şey demiyorum. İçel gibi önemli bir vilayetimizin sel meselesini bugüne
kadar kimse söylememişti; onun için, tolerans gösterdiğimi ifade ediyorum. YALÇIN KAYA (Devamla) -
Teşekkür ediyorum Sayın Başkan. BAŞKAN - Çaktırma!
(Gülüşmeler) Sayın Kukaracı, bundan
evvelki turlarda şahsınız adınıza konuşmuş muydunuz? Grup adına konuştunuz
değil mi? FAHRETTİN KUKARACI
(Erzurum) - Hayır konuşmadım. Grup adına konuştum. BAŞKAN - Öyle bir karar
almışız da, yanılmayayım diye... Efendim, aleyhinde,
Erzurum Milletvekili Sayın Fahrettin Kukaracı; (SP sıralarından alkışlar) Buyurun efendim. (DSP
sıralarından "lehinde mi, aleyhinde mi" sesleri) Neyin aleyhinde mi?
Aleyhte söz istemiş efendim; bir lehte, bir de aleyhte veriyoruz; lehte mi
konuşacaktı yani! FAHRETTİN KUKARACI
(Erzurum) - Sayın Başkan, sayın milletvekilleri; Yüce Heyetinizi saygıyla
selamlıyorum. İster demokratik olsun,
ister totaliter olsun, her rejimde adalet hizmetleri büyük önemi haizdir.
Devletlerin oluşumunda ve devamında adalet sistemi belirleyici rol oynar. Bu
öneminden dolayı, adalet mülkün temeli olarak kabul edilmektedir. Devletler
adaletle ayakta kalmış, hükümran olmuş, gelişmiş, saygınlık kazanmıştır. Aksi
durumda ise huzur ve rahat yüzü görmemiş, insanını mutsuz ve umutsuz etmiş, neticede,
yıkılıp gitmişlerdir. Tarih göstermektedir ki, düzenlerin yok oluşunda,
adaletsiz, haksız, insafsız uygulamaların ve zulmün etkisi büyük olmuştur. Adalet, kelime olarak,
hakka yönelmek, haksızlıktan kaçınmak, her hakkı müstahakına vermektir. Bir
başka ifadeyle, herkesin hakkını tanıma, karşılıklı zıt yararlar arasında hakka
uygun olan eşitliği veya dengeyi sağlamaktır. Herhangi bir hakkın ziyaına ve
tehirine sebebiyet vermek ise zulümdür. Dünyanın bütün nizam ve intizamı
adaletle kaimdir. İsmi bile başlı başına
bir düzeni ifade eden Adalet
Bakanlığının bütçesi, üzülerek ifade etmeliyim ki, yetersizdir. Sayın Adalet Bakanımız,
hızlı bir şekilde kanun çıkarmakta, yeni müesseseler, yeni tesisler
kurmaktadır. Yapılan yeni düzenlemeler sonucunda, yeni giderler meydana
gelmektedir. Terörle Mücadele Kanunu, ceza infaz kurumlarıyla ilgili kanun,
Adalet Bakanlığı Teşkilat ve Görevleri Hakkında Kanun, infaz hâkimliği, izleme
kurullarıyla ilgili kanun ve bunun gibi kanunlarda yapılan değişikliklerle, yeni
kadrolar alınmış, yeni birimler kurulmuştur. Bütün bunlar, geçen yılın
üzerine artı birkısım gider yüklemektedir; ancak, anlaşılan odur ki, kanunlar
çıkarılacak, tatbikat, ödenek yokluğundan mümkün olmayacaktır. Bu iktidar, ekonomide,
sosyal hayatta, eğitimde, dışpolitikada iflas ettiği gibi, adalet hizmetlerini
de gün be gün geri götürmektedir. Kurulması kararlaştırılan
ulusal yargı ağı projesi ne durumdadır; bilgi ağı kurulabilmiş, bilgi akımı
sağlanmış mıdır? Avrupa Birliği müktesebatına uyum çalışmalarında ne kadar
mesafe alınmıştır? Hâkim, savcı ve adlî personele yeterince eğitim ve seminer
verilebilmiş midir? Başlamış adliye binalarına yeterince ödenek ayrılarak
bitirilmeleri hızlandırılabilmiş midir? İhtiyaç olan yüzlerce adliye binası, bu
bütçeyle, kaç yılda başlanıp bitirilebilecektir; yoksa, adliye teşkilatları
kirada oturmaya devam mı edecektir? Binasını yapamadığımız,
daktilosunu değiştiremediğimiz adliyeleri bilgisayar ağıyla donatmak amacı
güzel olsa da, bu bütçeyle gerçekleşmesi, hayal olan bir düşünceden ibaret
kalacaktır. Muhterem arkadaşlarım,
Adalet Bakanlığı bütçesinin sunuşunda Sayın Bakan, halen 4 036 mahkeme, 1 112
icra dairesi, 128 bölge idare, idare ve vergi mahkemesi olduğunu, buralarda 9
065 hâkim ve savcının 23 873 adlî personelin görev yaptığını, 397 hâkim ve
savcı ile 3 334 adlî personel kadrosunun boş olduğunu ifadeyle, hâkim, savcı ve
adlî personele olan ihtiyacını beyan etmiştir. Yeniden 1 244 mahkeme
kurulmasına ihtiyaç bulunduğunu, buna 2 917 hâkim ve savcı ile 5 544 adlî
personel gerektiğini ifade etmiştir. Bütün bunlar, paraya,
yeni kaynağa ihtiyaç olduğunu göstermektedir. Bu bütçeyle kaynağın artırılması
şöyle dursun, azaltıldığı düşünülecek olursa, ödenek yokluğundan bu hizmetler
yapılamayacak demektir. Değişik kapasiteli 536
ceza ve infaz kurumunda 59 108 tutuklu ve mahkûm bulunduğu, buna yılda 5 000
ilave olduğu ifade edilmiştir. Bu
giderleri karşılayacak bütçe ortada olmadığına göre, siz, geçen yılki kadar da
hizmet yapamayacaksınız. Bunun başka türlü bir izahı yoktur. Devlet, sürekli
adaletten kısmakla tasarruf etmiş sayılamaz. Adaletten tasarruf olmayacağı
herkesçe bilinmelidir. 1 244 yeni mahkemeye
ihtiyaç olduğuna göre, mahkemelik olanların sayısında da artış var demektir. Muhterem arkadaşlarım,
mahkemelerin ve mahkemelik olanların sayısında artış durdurulmadığı sürece,
kaynaklar yetmeyecek, hem mahkemeler hem cezaevleri dolmaya devam edecektir.
Toplumda açlık, işsizlik, yoksulluk, hastalık, güçsüzlük varken, çeşitli
yollardan ülke kaynaklarının hortumlanması, usulsüzlük ve yolsuzluk sonucu
yetimlerin, kimsesizlerin, yoksulların haklarının ellerinden alınması söz
konusuyken, suçluluğu azaltmanın da imkânı yoktur. Her geçen gün, mala karşı
işlenen suçlar artmakta, kapkaççılık gibi suçlarla her gün can kayıpları
meydana gelmektedir. Yokluk, açlık ve çaresizlik bunalımlara ve intihara sebep
olmakta; gasp, hırsızlık suçları alabildiğine çoğalmaktadır. Bütün bunlar, yeni
mahkemeler, yeni hâkim ve savcılar, yeni personel, yeni cezaevleri, yeni giderler demektir. Bu durum, Adalet
Bakanlığında bütçe bırakmayacağı gibi, adaletin tevziine de menfi etki
yapacaktır. Bunun yanında, toplum düzenini de dinamitleyecek, geleceğe güveni
yok edecektir. Kendisi çaresiz durumda olan hükümet de bu problemlere çare
bulmaktan çok uzak bulunmaktadır. Eğer, bütçeyi kifayet
eder hale getirmek, yeni mahkemeler, hâkim, savcı, personel ve yeni giderler
yapmamak, toplumda geleceğe güveni geliştirmek, huzuru pekiştirmek istiyorsak,
suç ve suçluluğu yok etmeye çalışmak zorundayız. Onun için de ekonomik ve
sosyal gelişimi artırmak ve millî gelirin paylaştırılmasında adaleti sağlamak,
eşitsizlikleri ortadan kaldıracak tedbirleri almak zorundayız. Bütün bunların
yanında ve önünde, insanımızı moral değerlere saygılı olarak yetiştirmek durumundayız.
Aksi halde, temeli adalet olan devlet, hizmetlerine yeterli kaynak bulamayacak,
bütçesini yeterli hale getiremeyecektir. Değerli milletvekilleri,
insanımız, kanun önünde gerçekten eşitlik ve hukukun korumasından eşit olarak
istifade etmek istiyor; kâmil manada düşünce ve inanç hürriyeti istiyor, insan
onuruna yakışır bir hayat, güvenli bir gelecek istiyor; kanunların kişilere
farklı uygulanmamasını istiyor; yani, her konuda adalet istiyor. Bunlar, bu
ülkede tam gerçekleşmiş midir; yaşananlar, bunun aksini ispat eder
niteliktedir. Bir ihale yolsuzluğunda
adı geçen eski ve etkili bir kişi için "onu yargılayacak bir mahkeme var
mı Türkiye'de" diyen eski bir milletvekili, ülke gerçeğine parmak basmış
olmuyor mu? Ülkemizde haksızlığa
uğrayan insanlar, haklarının kısa bir zamanda kendilerine teslim edileceğinden
emin değildir. Yargının yükü ağır olduğu için, yavaş işlemesinden adalet
gecikmektedir. Bilindiği gibi, geciken adalet, adalet değildir. Bu sorun,
Adalet Bakanlığının çözmesi gereken önemli bir sorundur. Hızlı ve adil yargı
için yapılması gerekenler, bir an önce gerçekleştirilmelidir. Fizikî
imkânsızlıklar giderilerek, mekân, araç ve gereç sorunları halledilmelidir.
Yargı mensuplarının özlük hakları iyileştirilmeli, cüzdanla vicdan arasında kalmamaları
sağlanmalıdır. Bir yüksek mahkeme başkanına ait olan "cüzdanla vicdan
arasında kalmak" deyimi, utanç verici bir ifade olduğu kadar, utanç verici
bir durumu da ifade etmektedir. Gerek hâkim, savcı gerek adli personel layık
oldukları ve hak ettikleri ücretleri almalı, ağır çalışma şartları, ek gelir
artışlarıyla dengelenmelidir. Bugün, İngiltere'de,
hâkimlerin maaşının olmadığı, ihtiyaçları kadar para çekebilecekleri bir
uygulamadan bahsedilmektedir. Buna benzer uygulamaların tarihimizde de yaşandığı,
hâkimlerin beytülmaldan ihtiyaçları kadar alabildikleri bilinmektedir. O onurlu tarihe layık bir
adalet sistemi dileğiyle bakanlık bütçesinin hayırlı olmasını diliyor; Yüce
Heyetinize saygılar sunuyorum. (SP ve AK Parti sıralarından alkışlar) BAŞKAN - Teşekkür
ediyorum efendim. Sayın milletvekilleri,
böylece, 6 ncı turdaki görüşmeler tamamlanmıştır. Şimdi, sorulara
geçiyoruz. İlk soru, Sayın
Büyükerman'ın; ama, bir dakika efendim. Lütfen, yorumsuz, sadece soruyu
sormanızı rica edeceğim. Buyurun efendim. MEHMET MAİL BÜYÜKERMAN
(Eskişehir) - Türkiye Büyük Millet Meclisinin Sayın Başkanını ve sayın
milletvekillerini saygılarımla, sevgilerimle selamlıyorum. (Alkışlar) Saatlerdir, çok güzel
konuşmalar dinlediniz "cüzdan, vicdan"a kadar bütün bunlar
tekrarlandı, duyuldu. Ben, sizin sabırlarınızı bildiğim için, bu işi daha fazla
uzatmamak için, çok kısa ve öz konuşmak durumundayım. Hiç duyulmadık bir konuya
değineceğim; patronaj konusuna. Ceza hukukunda, elli sene evvel, İstanbul Hukuk
Fakültesi Ordinaryüs Profesörü, Eskişehir kökenli, rahmetli Tahir Taner'in konu
ettiği bir patronaj konusu vardır. Bu, kitaplarda kalmıştır; fakat, buna,
nedense sahip çıkılmamıştır. Onun için de mükerrer suçluluk devam etmektedir. Son af kanunundan sonra,
tahliye olanların bize gelip "biz cezaevinden çıktık, bir haftadır
demiryollarının bekleme salonunun kanepesinde yatmaktayız, açız, iş
bulamıyoruz, tekrar suç işleyip cezaevine girmekten başka çözüm yolu bulamadık.
Simit satmak için fırınlara başvurduk, hüviyetimizi uzattık, çekmeceyi açtı,
bir sürü hüviyetin orada beklemekte olduğunu gördük, ondan da ümidimizi
kestik" diyenleri tabiî ben biliyorum, arkadaşlara da böyle müracaatlar
olmuştur. Mükerrer suçluluğu
önlemek zorundayız. İnsanlara hapishanede bakmak değil, hapse girmeden evvel
sahip çıkmak lazımdır. İşte, patronaj konusu budur; yani, himaye ve destek
konusudur. Bir insan bir suç işler
-kaderin tecellisi- cezaevine düşer ve ailesi çoğu -rızkın cedit, yevmin cedit
hayat sürmektedir- ertesi gün perişandır, aç kalır, komşuları birkaç gün baksa
da, sonunda iş aramaya kalkar; eğer, eli yüzü düzgünse -gerçekçi olalım- ona,
birtakım çirkin teklifler de olur ve bunun için aileler de çözülür. Bu,
maalesef toplumumuzda vardır, sosyal bir yaradır. İşte, bunlara meydan
vermemek için, savcıların başkanlığında, resmî görev olarak ve savcıların
organize edeceği, o mahallatın ileri gelen kişilerinden meydana gelen bir
kuruluş... BAŞKAN - Efendim, soruya
gelir misiniz. MEHMET MAİL BÜYÜKERMAN
(Eskişehir) - ... o ailelere sahip
çıkmak suretiyle, onların ortada kalmamasını, perişan olmamasını sağlamalıdır.
Mahkûmlar, gün gelip tahliye oldukları zaman iş bulamıyorlar; o zaman da onlara
sahip çıkılmalıdır. Rahmetli Özal zamanında, Maltepe Pazarı, bildiğim kadarıyla
bu amaçla kurulmuş... BAŞKAN - Efendim,
sorunuza gelir misiniz. Bir öngörüşme yaptınız; şimdi, bu konuda Bakana bir
soru soracaksınız herhalde; onun için söz verdim. MEHMET MAİL BÜYÜKERMAN
(Eskişehir) - Efendim, özetle, Sayın
Adalet Bakanından, bu patronaj konusuna çok önem vermesini, hassasiyetle,
önemle rica ediyorum. BAŞKAN - Daha doğrusu,
niye önem vermediğini soruyorsunuz. MEHMET MAİL BÜYÜKERMAN
(Eskişehir) - Kendilerine, cezaevleri
konusunda gösterdiği sabır ve metin davranışından dolayı şükranlarımı arz
ediyorum. Sözüm bundan ibarettir;
teşekkür ederim. (Alkışlar) BAŞKAN - Efendim, ben de
şükranlarımı sunuyorum, teşekkür ediyorum. Sayın Büyükerman, size bu
imkânı tanıdım; çünkü, siz bağımsız milletvekilisiniz. Sayın Seyda, buyurun. ABDULLAH VELİ SEYDA
(Şırnak) - Sayın Başkanım, delaletinizle, Sayın Orman Bakanımızdan aşağıdaki
sorularımın cevabını talep ediyorum. Şırnak'ta tahrip olan
ormanlarımızın imar ihya çalışmaları çalışmaları hangi aşamadadır? İkinci sorum: 2001
yılında ORKÖY kredilerinden Şırnak İlimize ne kadar kredi verilmiştir ve 2002
yılında bu krediler devam edecek mi? Teşekkür ediyorum. BAŞKAN - Ben teşekkür
ediyorum efendim. Sayın Macit, buyurun
efendim. HASAN MACİT (Burdur) -
Sayın Başkan, aracılığınızla, Adalet Bakanım Sayın Türk'e sormak istiyorum:
Aile mahkemeleri ile toplumumuzda önemli bir yer teşkil eden çocuklar ve
gençlerle ilgili sosyal inceleme raporları esas alınan çağdaş çocuk
mahkemelerinin kurulması, yaygınlaştırılması için çalışmanız var mıdır? Orman Bakanımız Sayın
Çağan'a: Bakanlık taşra örgütlerinde verimliliği artırmak, hizmeti
bütünleştirmek için, Orman İşletme Müdürlüğü, Ağaçlandırma Müdürlüğü, ORKÖY ve
Millî Parklar gibi birimleri tek müdürlük altında toplamayı düşünüyor musunuz? Teşekkür ederim. BAŞKAN - Ben teşekkür
ediyorum efendim. Sayın Aktaş, buyurun. NURETTİN AKTAŞ
(Gaziantep) - Sayın Başkan, delaletinizle aşağıdaki sorularımı Sayın Adalet
Bakanına tevcih ediyorum. Birinci sorum: Şartla
salıverilmeden önce tutuklu ve hükümlü sayısı ne kadardı, şimdi sayıları nedir? İkinci sorum: Mevcut
cezaevleri yeterli mi, yeterli değilse ne kadar cezaevi yapmayı
planlamaktasınız? Üçüncü sorum: Hazırlık
soruşturmalarında, çağdışı, "sanıktan delile anlayışı"nı, ne zaman,
çağdaş, "delilden sanığa anlayışı"na dönüştürmeyi düşünüyorsunuz? Teşekkür ederim. BAŞKAN - Ben teşekkür
ediyorum efendim. Sayın Mahfuz Güler,
buyurun. MAHFUZ GÜLER (Bingöl) -
Sayın Başkanım, delaletinizle Sayın Orman Bakanımıza şu sorumu sormak
istiyorum: Bingöl İlimizin merkez yerleşim alanı olan Düzağaç mevkii, il
merkezimizin üçte 1'ine yakın halkımızın yerleştiği bir bölgedir. Düzağaç
bölgesi, modern apartmanların bulunduğu, yüzlerce kooperatifin blok apartmanlar
yaptırdığı, hatta, birçok resmî binanın bile inşa edildiği bir yerleşim alanı
olmuştur. Bu bölgenin orman alanı olması nedeniyle, vatandaş, yaptırdığı evinin
tapusunu alamamaktadır. Bingöl İlimizin Düzağaç bölgesinin orman bölgesi
alanından çıkarılması, Bingöl için gerçekten çok büyük bir önem arz etmektedir.
Bu bölgenin orman alanından çıkarılması için yasal bir çalışma yapılacak mı,
böyle bir çalışma yapmayı düşünüyor musunuz? Teşekkür ediyorum
efendim. BAŞKAN - Ben teşekkür
ediyorum efendim. Sayın Ahmet Aydın?.. Yok. Sayın Ünal, buyurun. NESRİN ÜNAL (Antalya) -
Sayın Orman Bakanına, öncelikle, Gazipaşa'daki orman köylülerinin
problemlerinde gösterdikleri duyarlılık ve yardımlar için teşekkür ediyorum. "Siyasetin gerçeği,
orman problemlerinin çözümü için yeterli fırsatı vermemiştir" deniliyor.
Oysa, siyasetin amacı problemlerin çözümü için fırsatlar yaratmaktır. Siz, her
şeye rağmen, ormanlarla ilgili hangi tedbirleri geliştirdiniz ve
"siyasetin gerçeği" mazereti, ormanlarımıza ve orman köylülerimize
neler kazandırdı ya da neler kaybettirdi? BAŞKAN - Teşekkür ederim
Sayın Nesrin Ünal. Sayın Dayıoğlu, buyurun
efendim. SALİH DAYIOĞLU (İzmir) -
Sorum, Orman Bakanı Sayın Nami Çağan Beye olacak. Zeytin üretimine etkili,
teşvik amaçlı uygulamaya koyduğunuz projeyle, bozuk orman alanlarında verimli
hale getirilmesine ormaniçi açıklıklarında yeni zeytin ormanları kurulmasına
olanak sağlanması, bozuk orman alanlarında belirli bir kök dağılımına sahip
olan yabanî zeytinliklerin, yeni deliceliklerin aşılanması, imar ıslahlarının
yapılabilmesi için orman arazileri tahsis edilecek. Tahsislerin gerçek kişilere
yapılması ile tüzelkişilere yapılması konusunda ne gibi uygulama yapacaksınız?
Tahsislerin daha çok gerçek kişilere yapılması yönünde özel önlem alınacak
mıdır? Teşekkür ediyorum. BAŞKAN - Ben teşekkür
ediyorum efendim. Sayın Yıldırım, buyurun. MEHMET SADRİ YILDIRIM
(Eskişehir) - Sayın Başkan, delaletinizle Sayın Orman Bakanımıza iki sorum var;
onları sormak istiyorum. 1 - Mağdur ve işsiz olan,
ekonomik sıkıntı çeken orman köylülerimizin sıkıntılarını azaltmak ve ekonomik
durumlarını iyileştirmek için bakanlığınızın çalışmaları var mıdır; varsa,
nelerdir? 2 - Orman vasfını
kaybetmiş, tahrirî arazide vergi kayıtlı olan, araziyi kullanan veya işleyen
çiftçilere verilmesi için bakanlığın bir çalışması var mıdır? Bir sorum da, müsaade
buyurursanız, Adalet Bakanımızdan var. BAŞKAN - Buyurun efendim. MEHMET SADRİ YILDIRIM
(Eskişehir) - Hayat pahalılığı karşısında hâkim ve savcılarımız ile adalet
personelinin mağdur olmamaları için maaşlarında artış yapmayı düşünüyor
musunuz? Teşekkür ediyorum. BAŞKAN - Ben teşekkür
ediyorum efendim. Sayın Aslan, buyurun. GÜLER ASLAN (İzmir) -
Sayın Adalet Bakanım, Aydın'da Acarlar Beldesinde ilkokul çağında 100 kız
çocuğunun evli olduğu ortaya çıktı. Buna benzer olaylar eğitimsizlik nedeniyle
çoğalmaktadır. Resmî nikâh kıymayan, yasalara uymayanlar hakkında ne gibi işlem
yapılmaktadır? Lütfen, kamuoyunun aydınlanması için açıklar mısınız. Teşekkür ederim. BAŞKAN - Sayın Öztürk,
buyurun. Kısa, öz... BOZKURT YAŞAR ÖZTÜRK
(İstanbul) - Orman Bakanımıza sormak istiyorum. Beykoz İlçesi Elmalı, Tokat ve
diğer bazı köylerinde, Ümraniye İlçeci Hekimbaşı Mahallesinde ve diğer
mahallelerinde, hatta ülkemizin daha birçok yerlerinde altyapıları yerel
yönetimlerce ve merkez yönetimince tamamlanmış, senelerdir iskâna açık bu
bölgeler de kâğıt üzerinde orman arazisi olarak görülmektedir. Dolayısıyla,
buralarda oturan vatandaşlarımız, zaman zaman devletimizin kolluk kuvvetleriyle
karşı karşıya kalmaktadır... BAŞKAN - Soru?.. BOZKURT YAŞAR ÖZTÜRK
(İstanbul) - Devletimizin bütün kurallarına bağlı bu vatandaşlarımızın
dertlerinin giderilmesi için, Orman Bakanlığımızın ne gibi çalışmaları var; ne
gibi çözüm düşünülüyor? Teşekkür ederim. BAŞKAN - Teşekkür
ediyorum. Kanun çıkarmak lazım
efendim. Onu da soracaksınız. Sayın Zamantılı, buyurun. AHMET ZAMANTILI
(Tekirdağ) - Sayın Başkanım, aracılığınızla, Sayın Adalet Bakanımızın sorumu
cevaplandırmasını arz ederim. Adliye binasının depremde
hasar görmesi nedeniyle, Şarköy adliye binamız, çok olumsuz fizikî koşullarda
hizmet vermektedir. Konunun çözümlenmesi için bir çalışma yapılmakta mıdır?
Teşekkür ederim. BAŞKAN - Ben teşekkür
ederim. Sayın Fatsa, buyurun. EYÜP FATSA (Ordu) - Sayın
Başkanım, aracılığınızla, Sayın Orman Bakanıma aşağıdaki iki sorumu yöneltmek
istiyorum. Sayın Bakanım, özellikle
Orta ve Doğu Karadeniz ormanlarından üretim sağlamak, kış aylarında ulaşım
zorluğu nedeniyle durma noktasına gelmektedir. Ormanların gençleştirilmesi,
yeniden ağaçlandırılması ve üretim sağlanabilmesi, orman yollarının açık
tutulmasına bağlıdır. Bakanlığınızın, üretimin önündeki bu engelleri kaldırmak
konusunda bir çalışması var mıdır? İkinci sorum: Orman
ürünleri üretim ve ihracatıyla uğraşan şirketler, orman ürünleri hammaddesi
ithal ederek hem kendilerini hem de ülkemizi büyük bir döviz kaybına
sokmaktadırlar. İthalatı ihracata dönüştürmek için, yöremizle ilgili bir
çalışmanız var mıdır? Teşekkür ediyorum. BAŞKAN - Ben teşekkür
ediyorum. Sayın Tekin, buyurun
efendim. ALİ TEKİN (Adana) - Sayın
Başkanım, çok teşekkür ediyorum. Ben, orman niteliğini
kaybetmiş arazilerin zeytin ekimi konusunda bir soru soracaktım; ancak, benzer
bir soru daha önce bir başka sayın milletvekili tarafından sorulduğu için,
soruyu sormaya gerek kalmadı. Teşekkür ederim. BAŞKAN - Peki, teşekkür
ederim. Mükerrer olmasın diyorsunuz... Sayın Arslan, buyurun. MEHMET ARSLAN (Ankara) -
Sayın Başkan, Sayın Bakanıma, aracılığınızla, aşağıdaki soruyu yöneltmek
istiyorum. Sayın Bakanım, bazı millî
parklar yerleşim alanlarına çok yakın. Yaz aylarında, bu millî parklarda,
herhalde yangın çıkmamasını düşündüğünüzden dolayı, mangal yakmayı
yasaklıyorsunuz. Bundan dolayı bazı insanlarımızın piknik yapması da
yasaklanmış oluyor. Tabiî ki, Ormanın burada itfaiyesinin olmaması, gerekli
kontrolü sağlayamamasından dolayı almış olduğunuz bir karar olduğunu sanıyorum.
Oysa, yerleşim alanına yakın olan belediyelere bu millî parkın belirli bir
kısmını vererek, oranın kontrolünü belediyelere vererek, burada itfaiyenin
bulunmasını, buradaki temizliğin yapılmasını ve çöpün alınmasını sağlarsak,
buradaki yerleşim alanında oturan insanları piknik yapma hususunda rahatlatmış
oluruz sanıyorum. Bu konuda bir çalışmanız olursa, insanlarımıza hayırlı bir
hizmet yapmış olacağımıza inanıyorum. Onun için teşekkür ediyorum.
BAŞKAN - Teşekkür ederim.
Sayın Hidayet Kılınç,
buyurun efendim. HİDAYET KILINÇ (İçel) -
Sayın Başkanım, aracılığınızla, Orman Bakanımıza aşağıdaki sorularımı sormak
istiyorum. 1- Yaylacılık, Türk'ün
kültürüdür, ananesidir. Türkiye'nin her yaylasında Orman ile yaylacılar
arasında ihtilaf olduğu gibi, Anamur'un Abonoz, Kaş; Bozyazı'nın Navgasın,
Kozağacı; Silifke'nin Gökbelen; Erdemli'nin Avgadı; Tarsus'un Gülek
yaylalarında aynı sıkıntılar yaşanmaktadır. Yaylacılık konusunda yeni bir
faydalanma düzenlemesi veya yeni bir orman işletmeciliği şekli düşünüyor
musunuz? 2 - Orman köylüsüyle
yaşanan mülkiyet ihtilafını çözebilmek için Anayasada değişiklik yapılmasını
düşünüyor musunuz? Teşekkür ediyorum. BAŞKAN - Ben teşekkür
ediyorum efendim. Sayın Bakanım, bir sualim
de benim olacak. Hatay'da millî park gibi bir çalışmanız var mı? Teşekkür ediyorum. Şimdi, Sayın Bakanlar
cevaba giriyor. Buyurun efendim. RAMAZAN TOPRAK (Aksaray)
- Sayın Başkan, bizim sorumuz... BAŞKAN - Efendim, 10 dakikayı
geçince vermedim, daha sizden başka 7 kişi var; siz en sonlardasınız. RAMAZAN TOPRAK (Aksaray)
- Bu haksızlık... BAŞKAN - Haksızlık mı?!
Takdir sizin ama, ne yapayım efendim!.. 11 dakika soruldu efendim. Buyurun efendim. ADALET BAKANI HİKMET SAMİ
TÜRK (Trabzon) - Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; soru soran bütün
milletvekillerine ve daha önce, Adalet Bakanlığı bütçesi üzerinde görüşlerini
açıklayan bütün grup sözcülerine teşekkür ediyorum. Sayın Büyükerman'ın dile
getirdiği patronaj konusu, gerçekten, çok önemli bir konu; çünkü, cezasını
çektikten sonra dışarı çıkan veya af, şartla salıverme uygulamalarından
yararlanan kimseler arasında yeniden suç işleyenler, yani, mükerrirler, en çok
mala karşı suç işlemektedirler. Nitekim, bu, geçen yıl çıkarılan Şartla
Salıverme Kanunundan sonra da görülen durumdur. Gerçekten, geçen yıl
çıkarılan Şartla Salıverme Kanunundan, toplam 33 109 kişi, ya tahliye edilmek
veya ceza infaz kurumuna girmemek şeklinde yararlanmıştır. Bunlar arasında
yeniden suç işleyenlerin sayısı, 315'tir; ancak, bunların 116'sı, yani, yüzde
36,8'i hırsızlık suçunu işlemiştir. Bu da, bu genel gözlemi bir kez daha
doğrulamaktadır. O bakımdan, cezanın amacı, bu çerçeve içinde
değerlendirilmelidir. Her şeyden önce, ceza
infaz kurumlarında, hükümlülere mesleklerini sürdürmek veya bir meslek
kazandırmak olanağı sağlanmalıdır. Çalışmalarımız bu yöndedir. Ayrıca, ceza
infaz kurumundan çıktıktan sonra da, onların iş bulmasına yardımcı olunmalıdır.
İş Kanunu gereğince, 50'nin üstünde işçi çalıştıran kurumlarda yüzde 2
oranında, özürlü çalıştırma gibi, eski hükümlü çalıştırma koşulu vardır; ancak,
uygulamada, bu, tam olarak yararlanılabilen bir kurum değildir. O nedenle,
halen, üzerinde çalışmakta olduğumuz infaz kanununda, bu konuda yeni hükümler
getirmekteyiz. Aslında, bu konuda, Batı ülkelerinde olduğu gibi, bizde de,
gönüllü kuruluşların, patronaj kuruluşlarının oluşması ve onlara da bu konuda
yardımcı olunması ayrıca temenniye değer. Aile mahkemeleri,
özellikle, Türk Medenî Kanununun yürürlüğe girmesinden sonra büyük bir önem
kazanacaktır. Bu konuda çalışmalara başlamış bulunuyoruz. En kısa zamanda
hazırlanacak tasarı Yüce Meclise sunulacaktır. Halen, ülkemizde, 4
ilimizde 6 çocuk mahkemesi vardır; ama, bunlar da yeterli değildir. Aslında,
Çocuk Mahkemeleri Kuruluşu Teşkilat ve Görevleri Hakkında Kanunun yeniden
gözden geçirilmesi hakkında çalışmalarımız devam etmektedir. Halen, ülkemizde 536
cezaevi vardır; ama, bunlar yeterli değildir. En az 30 yeni cezaevinin
yapılmasına ihtiyaç vardır; ancak, bu 536 rakamı içinde çok küçük cezaevleri de
bulunmaktadır. Bu cezaevleri, çağdaş ceza infaz sistemine ve anlayışına
uymamaktadır; bu nedenle, bütün çağdaş infaz sisteminin olanaklarını bünyesinde
barındıran yeni bölge cezaevleri inşaı üzerinde çalışmaktayız. Bu arada, bazı
şehirlerimizde, örneğin, İstanbul, Ankara gibi şehirlerimizde, cezaevi
sorununda ciddî darboğazlar var.
Özellikle İstanbul'da yeni cezaevleri inşa edebilmek için arsa
ihtiyacımız var; ama, bulduğumuz her yerde buna karşı çıkılmaktadır. Silivri'de
kamulaştırılan alanda kısa zamanda yeni cezaevleri inşaatına başlanacaktır. Hâkim ve cumhuriyet
savcılarımız ile adliye personelimizin ve ceza infaz kurumları personelinin
özlük haklarının iyileştirilmesi bizim temel amaçlarımız arasındadır. Bu konuda
daha önce hazırlanan kanun tasarıları ve kanun hükmünde kararnameyle ilgili
tasarılar, konunun bütün kamu kesimindeki ücret sisteminin bir bütünlük içinde
değerlendirilmesi açısından bugüne kadar uygulamaya geçirilememiştir; ama, bu konudaki
çalışmalarımız devam etmektedir. Aydın'da maalesef, 3
ilköğretim okulunda yaşları küçük olan 25 kız öğrencinin imam nikâhıyla
evlendirildiği tespit edilmiştir. Bu konuda cumhuriyet savcılarımız hazırlık
soruşturmasına başlamıştır. Her şeyden önce, İncirliova Cumhuriyet
Başsavcılığımız hazırlık soruşturmasına başlamıştır; ancak, işlenen suçların
bir bölümü, Türk Ceza Kanununun 414, 418 ve 430 uncu maddelerinde düzenlenen
ırza geçmek ve alıkoymak suçlarını, yani, ağır ceza mahkemesi konusuna giren suçları
oluşturmaktadır; o nedenle, bu konudaki kamu davası, Aydın Ağır Ceza Mahkemesi
nezdinde, Aydın Cumhuriyet Başsavcılığımızca açılacaktır. Dün ve bugün, toplam
20 kişi tutuklanmış bulunmaktadır; 5 kişi ise, yaşlarının küçüklüğü nedeniyle
serbest bırakılmıştır. Ayrıca, Türk Ceza Kanununun 237 nci maddesi çerçevesinde
de hazırlık soruşturması yürütülmektedir. Bu arada, anne ve babalar hakkında ve
daha önce evlendirme memuru önünde gerçekleşmiş bir nikâh olmadan imam kıyanlar
hakkında da hazırlık soruşturması yürütülmektedir. Böylece, bu konuda gereken
yapılmaktadır. Şarköy adliye binasına
gelince, orada, uygun bir yer bulunamadığından, ihtiyacın, kiralama yoluyla
karşılanması için cumhuriyet başsavcılığına talimat verilmiştir. Şu an, 2 bina
teklif edilmiştir, bu teklifler değerlendirilmektedir; kısa zaman bu çalışma
sonuçlandırılacaktır. Ben, bu vesileyle, Adalet
Bakanlığı bütçesine destek veren ve bütçedeki payımızın yetersiz olduğunu,
artırılması gerektiğini belirten bütün milletvekillerimize teşekkür ediyorum. BAŞKAN - Efendim teşekkür
ediyorum. Sayın Bakan, buyurun. ORMAN BAKANI İ. NAMİ
ÇAĞAN (İstanbul) - Teşekkür ederim Sayın Başkan. Ben de soruları yanıtlamaya
çalışacağım. İlk soru, Sayın
Seyda'dan; Şırnak'la ilgili imar ihya çalışmalarının devam edip etmeyeceğini
sordular. Enerji ormanı programa alınmıştır, başlayan imar ihya... BAŞKAN - Sayın Bakanım,
bir dakika istirham edeyim... Efendim, Sayın Mükerrem
Levent, Sayın Yıldız, Sayın Saruhan, Sayın Demir, Sayın Aydın, Sayın Toprak'ın
da sualleri vardı; lütfen, onlar, suallerini Sayın Bakana yazılı göndersinler.
Biz, Türkiye Büyük Millet Meclisi olarak takip edeceğiz. Sayın Bakanım, buyurun. ORMAN BAKANI İ. NAMİ
ÇAĞAN (İstanbul) - Efendim, Şırnak'ta, imar, ihya çalışmaları başlatılmıştır.
Bunlar, önümüzdeki yıl da sürdürülecektir. Enerji ormanları programa
alınmıştır. Aynı şekilde, bütçemizde nispî bir azalma olmasına karşın -ORKÖY
bütçemizde- Şırnak İlinde, geçen yıl uygulanan, orman köylülerine 40 milyar
lira, önümüzdeki yıl da aynen sürdürülecektir. Sayın Hasan Macit, kadro
çalışmaları yapıyor musunuz diye sordu. Evet, Türkiye Orta Doğu Amme İdaresi
Enstitüsüyle ortak çalışmalarımız sürüyor. Henüz, bu çalışmalar sonuçlanmış
değil, şekillenmiş değil; ama, önümüzdeki günlerde, bu çalışmaların sonuçlanmasını
bekliyoruz. Sayın Mahfuz Güler,
Bingöl-Düzağaç bölgesinin yerleşim yeri olduğundan ve bu kişilerin tapularını
almalarından söz etti. Düzağaç'ta bir çalışma yapıldı. Orman Yasasının 2/A
maddesine göre, 340 hektar alan orman dışına çıkarıldı. Orman köylülerinin yeni
yerleşim alanlarına nakli söz konusu; ancak, sadece, orman köylüleri yeni
yerleşim alanlarına nakledilecek. Kent yaşamından gelenlerin bu nakil işleminde
yer almayacağı öngörülüyor; çünkü, Orman Yasasına göre, ancak orman köylüsü özelliği
taşıyan yerleşimciler bu yeni alanlara nakledilebilecek. Bunun dışında, orman
alanı içinde kalan kısımların tapuya açılmasına, zaten anayasal engel var.
Bunu, birkaç arkadaşımız daha sordu. Bu konudaki anayasa çalışmasında da son
derece dikkatli olmak gerekir; buna, biraz sonra, diğer sorularda da
değineceğim. Sayın Nesrin Ünal,
siyasetin gerçeği, ormanlara ne kaybettirdi, ne kazandırdı diyor. Burada,
tabiî, yapılması gereken ayırım, iyi siyasetçi, kötü siyasetçi; yani, halk
dalkavukluğu yapılıyorsa, o zaman, bir şeyler, belli kişilere kazandırılmış
gibi görünür; ama, aslında, topluma kaybettirilir; ama, iyi siyasetçi... Artık,
bu ayırımı, tek tek, kişilere göre yapmak gerekiyor; yoksa, siyasetin bütününü
bir pota içerisinde değerlendirmek kolay değil. Sayın Salih Dayıoğlu,
bozuk orman alanlarındaki deliceliklerin, gerçek ve tüzelkişilere zeytin
üretimi amacıyla tahsis edileceğine değindi, daha çok gerçek kişilere mi,
tüzelkişilere mi bu tahsisin yapıldığını sordu. Bu tahsiste şöyle bir ayırım
var: Gerçek kişilerde, belli bir limite kadar tahsis yapılabiliyor,
tüzelkişilerde, modern teknolojinin üretimde uygulanması amacıyla daha büyük
alanlar tahsis edilebilecek. Bu modern teknoloji, zeytinyağı üretiminde
Türkiye'ye girmiş durumda; fakat, zeytin üretiminde henüz girmedi, özellikle
toplama sistemleri yönünden. Bu geniş alanların tüzelkişilere tahsisi yoluyla,
daha modern teknolojinin uygulanmasını umuyoruz. Sayın Sadri Yıldırım,
orman köylülerinin sıkıntılarından ve bazı köylere bu yardımın gitmediğinden
söz etti; fakat, bizim elimizdeki bilgilere göre, Eskişehir'in belli ilçelerine
bağlı 6 orman köyüne ancak girebildik ve 90 milyar lira harcanmıştır. Bu
konuda, köylerin isimlerini... Yanılmıyorsam, 21 aileye ulaşılabildi. Bütçe
olanaklarımız çerçevesinde, Eskişehir'e de, ülkenin diğer orman köyleri kadar
girildi, onu da söylemek istiyorum. Ayrıca, bütünüyle, orman
köylüsüne ne sağlandı; 2001 yılında, üretimden sağlanan miktar 111 trilyon
lira, orman kooperatiflerine ve orman köylülerine verilen yüzde 25 emval,
yapacak ve yakacak odundan dolayı 41 trilyon liralık bir sübvansiyon, orman
kooperatiflerinin aldığı emvalden 5 trilyon liralık girdi sağlanıyor. Böylece,
içerisinde bulunduğumuz, sona ermekte olan 2001 yılında, toplam 157 trilyon
liralık bir girdi orman köylülerine bu yıl sağlanmış oluyor ve önümüzdeki yıl
da bu, devam edecektir. Arazi kullanan işçilere
arazi verilebilir mi? Tapu verilemez pek tabiî; fakat, meyveli ürünler için
tahsis yapıyoruz. Biraz önce zeytin örneğinde söylediğim özel ağaçlandırma
tahsislerini, diğer bazı -kestane gibi, antepfıstığı gibi- ürünlerde de
yapmaktayız. Sayın Öztürk, orman
arazisi üzerinde yapılaşmadan söz etti. Ümraniye'nin altyapısı tamam; ama,
orman arazisi sayıldığı için tapu verilemiyor. Evet, gerçekten, özellikle
buralarda mahkeme kararı varsa da, herhangi bir bakanın, o arada Orman
Bakanının mahkeme kararını uygulayıp uygulamama konusunda bir takdir yetkisi
yoktur ve dolayısıyla, olmayan bir yetkiyi de kullanmıyoruz. Mahkeme kararları
uyarınca kaçak yapılaşmalar yıkılıyor; yani, bu konuda ne ben ne de diğer
bakanlar yetkilidir, yetkimiz yok; o bakımdan, mahkeme kararları bizim
dönemimizde çok ciddî bir şekilde uygulanmaktadır. SALİH KAPUSUZ (Kayseri) -
Sayın Başkan, 15 dakika oldu... BAŞKAN - Sayın bakanlara
bu imkânı tanıdım. Sebebine gelince; bendeniz rica etmiştim, yarım saat konuşma
haklarını kullanmadılar. Onun için, Sayın Bakan, suallere, orman meselesi de
önemli olduğu için 2-3 dakika fazla cevap verdi, o kadar. ORMAN BAKANI İ. NAMİ
ÇAĞAN (İstanbul) - Sayın Eyüp Fatsa, Doğu Karadeniz'de ormanda ulaşım
yapılamadığından bahsetti. Gerçekten, bunu Sayın Ordu Valimizle de görüştük.
Orman Bakanlığının elindeki bütün araçların bu yol yapımında, olanaklar
ölçüsünde kullanılması için ben de talimat verdim; bu konuda çalışıyoruz. Orman ürünleri ithalatı
ihracata nasıl dönüşür diye Sayın Fatsa sordu. Bunun için, şimdi elverişli bir
ortam var önümüzdeki yılda. İlk olarak devalüasyonun çok ciddî bir etkisi var
ithalatın azalmasında ihracatın artmasında. Bu, yansıyacaktır önümüzdeki yıl,
bu yılın ikinci yarısında da yansımıştır. Ayrıca, 2002 yılı başından itibaren
ithal ürünlere uygulanmayan; fakat, yerli üretime uygulanan fonlar da kalkıyor.
Bu da, ihracatın ithalata göre nispî artışı bakımından ikinci bir faktör olarak
ortaya çıkacaktır. Sayın Arslan "bazı
millî parklarda -yerleşim alanlarına yakın- ateş yakmak yasak, neden" diye
sordu. Eğer, ateş yakma, millî parktaki altyapıya yansımış barbekülerle
oluyorsa buna izin veriyoruz; ama, bu yoksa... Biz yeni bir kampanya başlattık
zaten bu yıl içinde: "Dumansız piknik, ateşsiz piknik." Eskiden
olduğu gibi -bu barbekü âdeti, zaten son zamanlarda çıktı- zeytinyağlı dolmayla
yetinsin piknikçilerimiz, ateş yakmasın, tehlike yaratmasın. Bizim tercihimiz
bu yöndedir. MEHMET ARSLAN (Ankara) -
Kontroldışı ormanlara kaçıyor o zaman Sayın Bakan. ORMAN BAKANI İ. NAMİ
ÇAĞAN (İstanbul) - Çok kontrollüyse, zaten, izin veriliyor; fakat, çok
kontrollü değilse, İçişleri Bakanlığıyla da -Sayın Tantan döneminde- bir
protokolümüz vardı, onlar da jandarma aracılığıyla ateş yakmayı yasaklıyorlar.
Ben de uygun buluyorum bunu. Sizin de uygun bulmanızı beklerim. BAŞKAN - Efendim,
teşekkür ediyorum... ORMAN BAKANI İ. NAMİ
ÇAĞAN (İstanbul) - Sayın Hidayet Kılınç, yaylacılık orman işgaline dönüşmüşse
ve mahkeme kararı varsa, biraz önce verdiğim cevap aynen geçerli. Bunun
dışında, Anayasa çalışmasında da son derece dikkatli olmak gerekiyor; çünkü,
bir yandan çevreci düşünceler, diğer yandan arazi işgalcilerinin konumu...
Ulusal iradenin, Türkiye Büyük Millet Meclisi içinde uygun dengeyi bulacağına
inanıyorum. Bunun dışında... BAŞKAN - Efendim,
teşekkür ederim; diğerlerini yazılı verebilirsiniz. ORMAN BAKANI İ. NAMİ
ÇAĞAN (İstanbul) - Hayır, hepsini verdim de, konuşmacıların soru niteliğindeki
bazı konuşmaları da var, onlara da cevap vermek istiyorum; ama, bu kadar daha
süre isterim. BAŞKAN - Sayın Bakanım... ORMAN BAKANI İ. NAMİ
ÇAĞAN (İstanbul) - Veremiyorsunuz... BAŞKAN - Lütfederseniz
memnun olurum. ORMAN BAKANI İ. NAMİ
ÇAĞAN (İstanbul) - Peki. Teşekkür ederim efendim. BOZKURT YAŞAR ÖZTÜRK
(İstanbul) - Sayın Başkanım, sorularımın cevabını... BAŞKAN - Efendim, size
Adalet Bakanı cevap verecek, Orman Bakanı değil ki. ORMAN BAKANI İ. NAMİ
ÇAĞAN (İstanbul) - Hatay var Sayın Başkan, Hatay cevabımız... BAŞKAN - Evet, Hatay'ı
unutmayın. ORMAN BAKANI İ. NAMİ
ÇAĞAN (İstanbul) - Hatay'ı unutmayalım. Efendim, Hatay'da, Arsus
av ve yaban hayatı koruma alanı 14 köy aracılığıyla korunuyor. Biz, köylere, av
ve yaban hayatını koruma görevi vermişiz; ama, tabiî, bunu bedelli vermişiz;
köylü de, bu korumadan gelir elde ediyor. İkinci olarak, Dünya
Doğayı Koruma Vakfı (WWF) Amanos Dağlarını, Türkiye'deki dokuz sıcak noktadan
biri olarak ilan etti. Biz de, Orman Bakanlığı olarak, millî park programımıza
Amanos Dağlarını aldık. Ön çalışmaları tamamladık. Bu dağın orijinal
fotoğrafları çekilmiştir. Önümüzdeki yıl içerisinde millî park olması yönünde
adım atılacaktır. Zaten, 2002 yılı da "Uluslararası Dağlar Yılı"
olarak ilan edilmiştir dünya ölçeğinde; Türkiye'de, koordinatörlüğünü,
eşgüdümünü de Orman Bakanlığı yapacaktır. Bu bakımdan, Amanos Dağlarına, aynı
Ağrı Dağı gibi, aynı önem ve önceki vereceğiz efendim. Teşekkür ederim. BAŞKAN - Teşekkür
ediyorum. Sayın milletvekilleri,
altıncı turda yer alan bütçeleri okutup, oylarınıza sunacağım. Adalet Bakanlığı 2002
malî yılı bütçesinin bölümlerine geçilmesini oylarınıza sunuyorum: Kabul
edenler... Etmeyenler... Kabul edilmiştir. Bölümleri okutuyorum: E) ADALET BAKANLIĞI 1. - Adalet Bakanlığı 2002 Malî Yılı Bütçesi A - C E T V E L İ Program Kodu A ç ı k l a m a L
i r a 101 Genel Yönetim ve Destek Hizmetleri 115 212 400 000 000 BAŞKAN - Kabul edenler...
Etmeyenler... Kabul edilmiştir. 111 Yargılama İşleri 362
260 350 000 000 BAŞKAN - Kabul edenler...
Etmeyenler... Kabul edilmiştir. 112 Hükümlülerin Eğitimi,
Cezalarının İnfazı ve Tutukluların Muhafazası 293 874 000 000 000 BAŞKAN - Kabul edenler...
Etmeyenler... Kabul edilmiştir. 113 Resmî Bilirkişilik
Hizmetlerinin Yürütülmesi 11 068 150 000
000 BAŞKAN - Kabul edenler...
Etmeyenler... Kabul edilmiştir. 114 Yüksek Seçim Kurulu 20 263 100 000 000 BAŞKAN - Kabul edenler...
Etmeyenler... Kabul edilmiştir. 900 Hizmet Programlarına
Dağıtılamayan Transferler 5 463 000
000 000 BAŞKAN - Kabul edenler...
Etmeyenler... Kabul edilmiştir.
T O P L A M 808
141 000 000 000 BAŞKAN - Kabul edenler...
Etmeyenler... Kabul edilmiştir. Adalet Bakanlığı 2002
malî yılı bütçesinin bölümleri kabul edilmiştir. Adalet Bakanlığı 2000
malî yılı kesinhesabının bölümlerine geçilmesini oylarınıza sunuyorum: Kabul
edenler... Etmeyenler... Kabul edilmiştir. 2. - Adalet Bakanlığı 2000 Malî Yılı Kesinhesabı BAŞKAN - (A) cetvelinin genel toplamını okutuyorum: Adalet Bakanlığı 2000
Malî Yılı Kesinhesabı A - C
E T V E L İ
L i r a - Genel Ödenek Toplamı : 358 343 406 580
000 - Toplam Harcama : 349 930 568 220
000 - İptal Edilen Ödenek : 11 911 387 950
000 - Ödenek Dışı Harcama : 3 553 745 610
000 - 1050 S.K.55 inci Mad.ve
Özel Kanunlar Ger. Ertesi Yıla Devreden
Ödenek : 55 196 020 000 BAŞKAN - (A) cetvelini
kabul edenler... Etmeyenler... Kabul edilmiştir. Adalet Bakanlığı 2000
malî yılı kesinhesabının bölümleri kabul edilmiştir. Yargıtay Başkanlığı 2002
malî yılı bütçesinin bölümlerine geçilmesini oylarınıza sunuyorum: Kabul
edenler... Etmeyenler... Kabul edilmiştir. Bölümleri okutuyorum: F) YARGITAY BAŞKANLIĞI 1. - Yargıtay Başkanlığı 2002 Malî Yılı Bütçesi A - C E T V E L İ Program Kodu A ç ı k l a m a L
i r a 101 Genel Yönetim ve Destek Hizmetleri 5 632 100 000 000 BAŞKAN - Kabul edenler...
Etmeyenler... Kabul edilmiştir. 111 Yargı Hizmetleri 10 493 800 000 000 BAŞKAN - Kabul edenler...
Etmeyenler... Kabul edilmiştir. 112 Cumhuriyet Başsavcılığı
Hizmetleri 245 100 000 000 BAŞKAN - Kabul edenler...
Etmeyenler... Kabul edilmiştir. 900 Hizmet Programlarına
Dağıtılamayan Transferler 106 400 000
000 BAŞKAN - Kabul edenler...
Etmeyenler... Kabul edilmiştir.
T O P L A M 16
477 400 000 000 BAŞKAN - Kabul edenler...
Etmeyenler... Kabul edilmiştir. Yargıtay Başkanlığı 2002
malî yılı bütçesinin bölümleri kabul edilmiştir. Yargıtay Başkanlığı 2000
malî yılı kesinhesabının bölümlerine geçilmesini oylarınıza sunuyorum: Kabul
edenler... Etmeyenler... Kabul edilmiştir. 2. - Yargıtay Başkanlığı 2000 Malî Yılı Kesinhesabı BAŞKAN - (A) cetvelinin
genel toplamını okutuyorum: Yargıtay Başkanlığı 2000
Malî Yılı Kesinhesabı A - C
E T V E L İ
L i r a - Genel Ödenek Toplamı : 8 082 509 000
000 - Toplam Harcama : 8 047 187 880 000 - İptal Edilen Ödenek : 82 609 570 000 - Ödenek Dışı Harcama : 47 288 450 000 BAŞKAN - (A) cetvelini
kabul edenler... Etmeyenler... Kabul edilmiştir. Yargıtay Başkanlığı 2000
malî yılı kesinhesabının bölümleri kabul edilmiştir. Orman Bakanlığı 2002 malî
yılı bütçesinin bölümlerine geçilmesini oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler...
Etmeyenler... Kabul edilmiştir. Bölümleri okutuyorum: G) ORMAN BAKANLIĞI 1. - Orman Bakanlığı 2002 Malî Yılı Bütçesi A - C E T V E L İ Program Kodu A ç ı k l a m a L i r a 101 Genel Yönetim ve Destek Hizmetleri 79 987 000 000 000 BAŞKAN - Kabul edenler...
Etmeyenler... Kabul edilmiştir. 111 Ormancılık Hizmetleri 73 309 000 000 000 BAŞKAN - Kabul edenler...
Etmeyenler... Kabul edilmiştir. 900 Hizmet Programlarına
Dağıtılamayan Transferler 6 487 000
000 000 BAŞKAN - Kabul edenler...
Etmeyenler... Kabul edilmiştir. 999 Dış Proje Kredileri 110 000 000 000 BAŞKAN - Kabul edenler...
Etmeyenler... Kabul edilmiştir.
T O P L A M 159
893 000 000 000 BAŞKAN - Kabul edenler...
Etmeyenler... Kabul edilmiştir. Orman Bakanlığı 2002 malî
yılı bütçesinin bölümleri kabul edilmiştir. Orman Bakanlığı 2000 malî
yılı kesinhesabının bölümlerine geçilmesini oylarınıza sunuyorum: Kabul
edenler... Etmeyenler... Kabul edilmiştir. 2. - Orman Bakanlığı 2000 Malî Yılı Kesinhesabı BAŞKAN - (A) cetvelinin
genel toplamını okutuyorum: Orman Bakanlığı 2000 Malî
Yılı Kesinhesabı A - C E T V E L İ L i
r a - Genel Ödenek Toplamı : 87 841 294 306
000 - Toplam Harcama : 80 332 078 000
000 - İptal Edilen Ödenek : 7 628 611 546
000 - Ödenek Dışı Harcama : 119 395 240 000 - 1050 S.K.83 üncü Mad.ve Dış Proje Kredilerinden Ertesi Yıla Devreden : 2
008 129 570 000 BAŞKAN - (A) cetvelini
kabul edenler... Etmeyenler... Kabul edilmiştir. Orman Bakanlığı 2000 malî
yılı kesinhesabının bölümleri kabul edilmiştir. Orman Genel Müdürlüğü
2002 malî yılı bütçesinin bölümlerine geçilmesini oylarınıza sunuyorum: Kabul
edenler... Etmeyenler... Kabul edilmiştir. Bölümleri okutuyorum: a) ORMAN GENEL MÜDÜRLÜĞÜ 1. - Orman Genel Müdürlüğü 2002 Malî Yılı Bütçesi A - C E T V E L İ Program Kodu A ç ı k l a m a L i r a 101 Genel Yönetim ve Destek Hizmetleri 72 368 000 000 000 BAŞKAN - Kabul edenler...
Etmeyenler... Kabul edilmiştir. 111 Ormancılık Hizmetleri 118 927 000 000 000 BAŞKAN - Kabul edenler...
Etmeyenler... Kabul edilmiştir. 900 Hizmet Programlarına Dağıtılamayan
Transferler 7 325 000 000 000 BAŞKAN - Kabul edenler...
Etmeyenler... Kabul edilmiştir.
T O P L A M 198
620 000 000 000 BAŞKAN - Kabul edenler...
Etmeyenler... Kabul edilmiştir. (B) cetvelini okutuyorum: B - C E T V E L İ Gelir Türü A ç ı k l a m a L i r a 2 Vergi Dışı
Normal Gelirler 39 999 000 000
000 BAŞKAN - Kabul edenler...
Etmeyenler... Kabul edilmiştir. 3 Özel Gelirler, Hazine Yardımı ve Devlet Katkısı 158 621 000 000 000 BAŞKAN - Kabul edenler...
Etmeyenler... Kabul edilmiştir.
T O P L A M 198
620 000 000 000 BAŞKAN - Kabul edenler...
Etmeyenler... Kabul edilmiştir. Orman Genel Müdürlüğü
2002 malî yılı bütçesinin bölümleri kabul edilmiştir. Orman Genel Müdürlüğü
2000 malî yılı kesinhesabının bölümlerine geçilmesini oylarınıza sunuyorum:
Kabul edenler... Etmeyenler... Kabul edilmiştir. 2. - Orman Genel Müdürlüğü 2000 Malî Yılı Kesinhesabı BAŞKAN - (A) cetvelinin
genel toplamını okutuyorum: Orman Genel Müdürlüğü
2000 Malî Yılı Kesinhesabı A - C
E T V E L İ
L i r a - Genel Ödenek Toplamı : 113 285 861 710
000 - Toplam Harcama : 110 804 479 150
000 - İptal edilen Ödenek : 2 541 806 170
000 - Ödenek Dışı Harcama : 60 423 610 000 BAŞKAN - (A) cetvelini
kabul edenler... Etmeyenler... Kabul edilmiştir. (B) cetvelinin genel
toplamını okutuyorum: B - C
E T V E L İ L i
r a - Bütçe tahmini : 67 850 000 000
000 - Yılı tahsilatı : 113 232 072 400
000 BAŞKAN - (B) cetvelini
kabul edenler... Etmeyenler... Kabul edilmiştir. Orman Genel Müdürlüğü
2000 malî yılı kesinhesabının bölümleri
kabul edilmiştir. Sayın milletvekilleri,
altıncı turdaki görüşmeler tamamlandı. Böylece, Adalet
Bakanlığı, Yargıtay Başkanlığı, Orman Bakanlığı ve Orman Genel Müdürlüğü 2002
malî yılı bütçeleri ile 2000 malî yılı kesinhesapları kabul edilmiştir; hayırlı
olmasını diliyorum. Sayın milletvekilleri,
alınan karar gereğince, gündemin "Kanun Tasarı ve Teklifleri ile
Komisyonlardan Gelen Diğer İşler" kısmına devam ediyoruz. Önce, yarım kalan
işlerden başlıyoruz. 2. - İzmir Milletvekili Rifat Serdaroğlu'nun; İstanbul
Milletvekili Bülent Akarcalı'nın; Amasya Milletvekili Ahmet İyimaya'nın; Ankara
Milletvekili Yıldırım Akbulut'un; Şırnak Milletvekili Mehmet Salih Yıldırım'ın;
Gaziantep Milletvekili Ali Ilıksoy, Konya Milletvekili Ömer İzgi ve Ankara
Milletvekili Nejat Arseven'in; İstanbul Milletvekili Ziya Aktaş ve 42
Arkadaşının; Zonguldak Milletvekili Hasan Gemici'nin ve İzmir Milletvekili
Işılay Saygın'ın; Türkiye Büyük Millet Meclisi İçtüzüğünde Değişiklik
Yapılmasına Dair İçtüzük Teklifleri ve Anayasa Komisyonu Raporu (2/94, 2/232,
2/286, 2/307, 2/310, 2/311, 2/325, 2/442, 2/449) (S. Sayısı : 527) BAŞKAN - Türkiye Büyük
Millet Meclisi İçtüzüğünde Değişiklik Yapılmasına Dair İçtüzük Tekfinin
komisyon raporu gelmediği için, görüşmelerini erteliyoruz. Kamu Kurum ve
Kuruluşlarının Yurtdışı Teşkilâtı Hakkında 189 Sayılı Kanun Hükmünde
Kararnameyle ilgili tasarının müzakerelerine başlayacağız. 3. - Kamu Kurum ve Kuruluşlarının Yurtdışı Teşkilâtı
Hakkında 189 Sayılı Kanun Hükmünde Kararname ve Dışişleri Komisyonu Raporu
(1/53) (S. Sayısı : 433) BAŞKAN - Komisyon?.. Yok. Ertelenmiştir. Sosyal Güvenlik Kurumu
Teşkilatının Kurulması ile Bazı Kanun ve Kanun Hükmünde Kararnamelerde
Değişiklik Yapılması Hakkında 618 sayılı Kanun Hükmünde Kararnameyle ilgili
tasarının müzakerelerine başlayacağız. 4. - Sosyal Güvenlik Kurumu Teşkilâtının Kurulması ile Bazı
Kanun ve Kanun Hükmünde Kararnamelerde Değişiklik Yapılması Hakkında 618 Sayılı
Kanun Hükmünde Kararname; Sosyal Güvenlik Kurumu Teşkilâtının Kuruluş ve
Görevleri Hakkında Kanun Tasarısı; Kayseri Milletvekili Hasan Basri Üstünbaş ve
Üç Arkadaşının Sosyal Güvenlik Kurumu Teşkilâtının Kurulması ile Bazı Kanun ve
Kanun Hükmünde Kararnamelerde Değişiklik Yapılması Hakkında Kanun Teklifi ve
Sağlık, Aile, Çalışma ve Sosyal İşler ve Plan ve Bütçe Komisyonları Raporları
(1/755, 1/689, 2/699) (S. Sayısı : 666) BAŞKAN - Komisyon?.. Yok. Ertelenmiştir. Türkiye İş Kurumunun
Kurulması ile Bazı Kanun ve Kanun Hükmünde Kararnamelerde Değişiklik Yapılması
Hakkında 617 sayılı Kanun Hükmünde Kararnameyle ilgili tasarının müzakerelerine
başlayacağız. 5. - Türkiye İş Kurumunun Kurulması ile Bazı Kanun ve Kanun
Hükmünde Kararnamelerde Değişiklik Yapılması Hakkında 617 Sayılı Kanun Hükmünde
Kararname ile Türkiye İş Kurumu Kanunu Tasarısı ve Sağlık, Aile, Çalışma ve
Sosyal İşler ve Plan ve Bütçe Komisyonları Raporları (1/754, 1/692) (S. Sayısı : 675) BAŞKAN - Komisyon?.. Yok. Ertelenmiştir. Esnaf ve Sanatkârlar ve
Diğer Bağımsız Çalışanlar Sosyal Sigortalar Kurumu Kanunu, Tarımda Kendi Adına
ve Hesabına Çalışanlar Sosyal Sigortalar Kanunu ile Bazı Kanun ve Kanun
Hükmünde Kararnamelerde Değişiklik Yapılması Hakkında 619 sayılı Kanun Hükmünde
Kararnameyle ilgili tasarının müzakerelerine
başlayacağız. 6. - Esnaf ve Sanatkârlar ve Diğer Bağımsız Çalışanlar
Sosyal Sigortalar Kurumu Kanunu, Tarımda Kendi Adına ve Hesabına Çalışanlar
Sosyal Sigortalar Kanunu ile Bazı Kanun ve Kanun Hükmünde Kararnamelerde
Değişiklik Yapılması Hakkında 619 Sayılı Kanun Hükmünde Kararname ile Aynı Mahiyetteki
Kanun Tasarısı ve Sağlık, Aile, Çalışma ve Sosyal İşler ve Plan ve Bütçe
Komisyonları Raporları (1/756, 1/691) (S. Sayısı : 676) BAŞKAN - Komisyon?.. Yok. Ertelenmiştir. Sosyal Sigortalar Kurumu
Başkanlığının Kurulması ve Bazı Kanun ve Kanun Hükmünde Kararnamelerde
Değişiklik Yapılması Hakkında 616 sayılı Kanun Hükmünde Kararnameyle ilgili
tasarının müzakerelerine başlayacağız. 7. - Sosyal Sigortalar Kurumu Başkanlığının Kurulması ve
Bazı Kanun ve Kanun Hükmünde Kararnamelerde Değişiklik Yapılması Hakkında 616
Sayılı Kanun Hükmünde Kararname ile
Sosyal Sigortalar Kurumu Kanunu Tasarısı ve Sağlık, Aile, Çalışma ve Sosyal
İşler ve Plan ve Bütçe Komisyonları Raporları (1/753, 1/690) (S. Sayısı : 685) BAŞKAN - Komisyon?.. Yok. Ertelenmiştir. Sayın milletvekilleri,
alınan karar gereğince, Devlet Güvenlik Mahkemeleri Kuruluş ve Yargılama
Usulleri Hakkında Kanun, 18.11.1992 tarihli ve 3842 sayılı Kanunla Çıkar Amaçlı
Suç Örgütleriyle Mücadele Kanununda Değişiklik Yapılmasına Dair 4719 sayılı Kanun
ve Anayasanın 89 uncu maddesi gereğince, Cumhurbaşkanınca bir kere daha
görüşülmek üzere geri gönderme tezkereleri ve Adalet Komisyonu raporlarının
görüşülmesine başlıyoruz. 8. - Devlet Güvenlik Mahkemelerinin Kuruluş ve Yargılama
Usulleri Hakkında Kanun, 18.11.1992 Tarihli ve 3842 Sayılı Kanun ile Çıkar
Amaçlı Suç Örgütleriyle Mücadele Kanununda Değişiklik Yapılmasına Dair 4719
Sayılı Kanun ve Anayasanın 89 uncu Maddesi Gereğince Cumhurbaşkanınca Bir Daha
Görüşülmek Üzere Geri Gönderme Tezkeresi ve Adalet Komisyonu Raporu (1/932) (S.
Sayısı : 785) (1) (1) 785 sıra sayılı basmayazı tutanağa eklidir. BAŞKAN - Komisyon?..
Burada. Hükümet?.. Burada. Komisyon raporu 785 sıra
sayısıyla bastırılıp, dağıtılmıştır efendim. Sayın milletvekilleri,
Anayasanın değişen 89 uncu maddesine göre, son fıkrasında
"Cumhurbaşkanınca kısmen uygun bulunmama durumunda, Türkiye Büyük Millet
Meclisi sadece uygun bulunmayan maddeleri görüşebilir. Bütçe kanunları bu hükme
tabi değildir" diye Anayasayı değiştirdik; ancak, İçtüzüğü
değiştirmediğimiz için... Yani, uyum yasalarını çıkarmadık. Şimdi, ben bir usul
tartışmasına da lüzum görmüyorum. Böyle bir kanunda, İçtüzüğün 81 inci
maddesini uygulamak mecburiyetindeyim. Daha sonra siz, İçtüzüğün 81 inci
maddesini değiştirirsiniz, değiştirmeniz gerekiyor ki, tümü üzerinde konuşmalar
netleşsin. Biz Başkanlıkça, şunu
ifade etmek istiyoruz efendim: Sayın milletvekilleri,
Devlet Güvenlik Mahkemelerinin Kuruluş ve Yargılama Usulleri Hakkında Kanun,
18.11.1992 tarihli ve 3842 sayılı Kanun ile Çıkar Amaçlı Suç Örgütleriyle
Mücadele Kanununda Değişiklik Yapılmasına Dair 4719 sayılı Kanunun 1, 2, 3 ve
geçici 1 inci maddeleri, Sayın Cumhurbaşkanınca uygun bulunmayarak, bir daha
görüşülmek üzere, bu hususta gösterilen gerekçeyle birlikte, Başkanlığımıza
geri gönderilmiştir. Anayasanın 89 uncu
maddesinin -demin okuduğum gibi- ikinci fıkrasında "Cumhurbaşkanınca
kısmen uygun bulunmama durumunda Türkiye Büyük Millet Meclisi, sadece uygun
bulunmayan maddeleri görüşebilir" hükmü yer almaktadır. Bu hükme göre,
geri gönderilen kanunun bütün maddelerinin veya sadece Cumhurbaşkanınca uygun
bulunmayan maddelerinin görüşülmesi Yüksek Heyetinizin, yani, Genel Kurulun
kararına bağlıdır. Bu nedenle, söz konusu kanunun, İçtüzüğün 81 inci maddesinde
belirtilen usule göre, ancak, sadece Cumhurbaşkanınca uygun bulunmayan 1, 2, 3
ve geçici 1 inci maddelerinin görüşülmesini oylarınıza sunacağım. KAMER GENÇ (Tunceli) -
Sayın Başkan, oylamaya sunmadan önce müzakereye açın bakalım... BAŞKAN - Efendim, usul
hakkında müzakere mi açalım? SALİH KAPUSUZ (Kayseri) -
Evet Sayın Başkanım, usul tartışması açalım diyor. KAMER GENÇ (Tunceli) -
Efendim, müsaade ederseniz ben yerimden kısaca arz edeyim. Bir kere, komisyon raporu
usule uygun değil. Yani, müsaade edersiniz, onu vurgulayalım. 785 sıra sayılı
basmayazıda -bir defa bu hem Anayasa Komisyonuna gitmiş hem Adalet Komisyonuna
gitmiş- Anayasa Komisyonun verdiği rapor yok. İkincisi, bu kanun ne zaman
yürürlüğe girecek? Yani, komisyon raporuna baktığınız zaman birçok eksiklikleri
var. Müsaade edersiniz... Yani, bunu bu
kadar aceleye getirmeyelim; çünkü... BAŞKAN - Efendim, acele
etmiyorum; ancak, biraz evvel izah ettim ve dedim ki, İçtüzük ile Anayasa
çelişiyor, İçtüzüğü değiştirmek lazım; ama, biz, Başkanlıkça Genel Kurulun
oyuna sunmak üzere bir karar almak istedik. KAMER GENÇ (Tunceli) -
Karar almak için, tartışmak lazım. BAŞKAN - Efendim,
affedersiniz... Zatıâlileriniz bununla
tatmin olmuyorsanız -başkanvekilisiniz üstelik de- usul hakkında 63'e göre
tartışma açayım diyorum. KAMER GENÇ (Tunceli) -
Tabiî... Tabiî... BAŞKAN - Öyle mi efendim? KAMER GENÇ (Tunceli) -
Bence gerekli. BAŞKAN - Peki efendim. HÜSAMETTİN KORKUTATA
(Bingöl) - Grup başkanvekilleri istemiyorlar. KAMER GENÇ (Tunceli) -
Ben, söz istiyorum efendim. BAŞKAN - Efendim,
milletvekili istiyor. VI. - USUL
HAKKINDA GÖRÜŞMELER 1. - Devlet
Güvenlik Mahkemelerinin Kuruluş ve Yargılama Usulleri Hakkında Kanun,
18.11.1992 Tarihli ve 3842 Sayılı Kanun ile Çıkar Amaçlı Suç Örgütleriyle
Mücadele Kanununda Değişiklik Yapılmasına Dair 4719 Sayılı Kanun ile ilgili
olarak, Anayasanın 89 uncu maddesinde "Cumhurbaşkanınca kısmen uygun
bulunmama durumunda Türkiye Büyük Millet Meclisi, sadece uygun bulunmayan maddeleri
görüşebilir" hükmü çerçevesinde Başkanlıkça İçtüzüğün 81 inci maddesinde
belirtilen usule göre, sadece Cumhurbaşkanınca uygun bulunmayan maddelerinin
görüşmeye açılacağı yönündeki uygulamasına ilişkin BAŞKAN - 63'e göre usul
tartışması açıyorum efendim. Yüksek Heyetinizin
vereceği kararla zaten iş netleşmiş olacak; fark etmez, yarım saatinizi alacak.
Usul hakkında, lehte
aleyhte, ikişer kişiye söz veriyorum. KAMER GENÇ (Tunceli) -
Ben, raporun aleyhinde istiyorum. BAŞKAN - Aleyhte
istiyorsunuz. Madde 63'e göre efendim... Efendim, ben, komisyon
raporu hakkında usul tartışması açmadım. KAMER GENÇ (Tunceli) -
Tamam efendim. BAŞKAN - Arz edeyim
efendim. Ben, Başkanlığın görüşü
hakkında usul tartışması açıyorum ki, vuzuha kavuşsun. Tamam mı efendim? Siz, Başkanlığın görüşü
hakkında, aleyhte söz istiyorsunuz. SALİH KAPUSUZ (Kayseri) -
Aleyhte... BAŞKAN - Siz de mi
aleyhte... Lehte söz isteyen?..
Herhalde İsmail Köse Bey var. İSMAİL KÖSE (Erzurum) -
Doğrudur... BAŞKAN - Başka lehte
isteyen var mı? Sayın Tümen?.. AYDIN TÜMEN (Ankara) -
İstemiyoruz efendim. BAŞKAN - Teşekkür
ediyorum. Aleyhte, Tunceli
Milletvekili Sayın Kamer Genç. Sayın Başkan, buyurun. Süreniz 10 dakika. KAMER GENÇ (Tunceli) -
Teşekkür ederim Sayın Başkan. Sayın Başkan, değerli
milletvekilleri; bir anayasa değişikliği yaptık; ilk uygulama yapıyoruz. Sayın
Cumhurbaşkanı tarafından bir kanun kısmen veto edilmiştir; İçtüzüğe göre bunun
bir uygulaması yok. Gelen komisyon raporunun
başında "Kanun, Başkanlıkça, Anayasa ve Adalet Komisyonlarına havale
edilmiştir" deniliyor. Bir defa, Anayasa Komisyonu bunu ne yapmıştır?
Yani, bu rapor, 29.11.2001 tarihinde, yani, altı gün önce Cumhurbaşkanının ret
gerekçesi burada okunmuş. Cumhurbaşkanının ret gerekçesi, hadi 30'unda, yani 30
Eylülde, bundan beş veya altı gün önce, hem Adalet Komisyonuna ve hem de
Anayasa Komisyonuna bu rapor gitmiş. Şimdi, İçtüzüğümüzün 37 nci maddesine göre
"tali komisyonun bu konuda on gün içinde karar vermesi lazım." Bir
defa, bu karar var mıdır, yok mudur; bunun açıklanması lazım. Ayrıca, burada
"kısmen veto edilmesi halinde, Meclis kısmen görüşebilir" deniliyor.
Bence, bu kararın ret gerekçesi Genel Kurulda okunduğu zaman, burada karara
bağlanması lazım. Şimdi, Adalet Komisyonu raporuna bakıyoruz, Adalet Komisyonu,
kısmen mi incelemiş veya tümünü mü incelemiş; burada belli değil. Maddelerini
kısmen incelediği belli oluyor; ama, bunu da kendi raporunda belirtmemiş. Bu
itibarla, komisyon raporunda ciddî bir eksiklik var bana göre. Dolayısıyla, bu
raporun bu halde incelenmemesi lazım. Sonra, niye bu kadar
acele ediyoruz?! Altı gün önce çıkmış... Cumhurbaşkanı, raporu incelediğiniz
zaman, hakikaten, Türk Ceza Kanununun 313 üncü maddesiyle ve 4422 sayılı
Örgütlü Suçlarla Mücadele Kanunuyla ilgili, çok haklı, gerekli birtakım
gerekçeler öne sürmüş. Yani, acaba, birileri, birtakım güç odakları, bu kanunu,
bir an önce, hemen beklemekte midir? Yani, bu güç odakları bu kadar mı
güçlüdür? Bu itibarla, bence,
evvela, usulüne uygun olarak, bu kanunun komisyona gidip, orada incelenmesi
lazım; incelenmemiştir. Bana göre, Anayasaya ve Meclis İçtüzüğüne de aykırıdır.
Yani, Meclis, daha bu konuda karar vermemiştir; ama, yalnız Cumhurbaşkanı
tarafından veto edilen maddeler görüşülür diye bir karar verilirse, bundan
sonra komisyona havale edilmesi lazım. Yani, bu, önce, komisyona gidecek,
komisyonda incelenecek, tekrar gelecek; bence, olmaz. Onun için, bence, Genel
Kurul şimdi bir karar vermelidir. Cumhurbaşkanın veto ettiği bu kanun kısmen mi
incelenecek, veto edilen maddeler mi yalnız görüşülecek, yoksa, tümüyle mi
görüşüleceği konusunda Genel Kurul bir karar vermelidir. Bu karar talimatı
doğrultusunda, komisyonumuz, yeniden toplanmalıdır ve buna göre bir karar
vermelidir. Yoksa, daha hiçbir şey gelmeden, komisyonda incelenmeden... Tabiî,
bilmiyorum, komisyon ne açıklayacak. Bu konuda, Anayasa Komisyonunun kararı
niye beklenilmedi? Biliyorsunuz, tali komisyonlara gittiği zaman, bu raporlara
tali komisyonun da raporları yazılıyor. İşte, Anayasa Komisyonu şöyle dedi,
öteki komisyon şöyle dedi... Bunların hiçbirisi yok. Türkiye Büyük Millet
Meclisinin, bu kadar, belirli kişilerin istekleri ve vesayeti çerçevesinde
davranan, Anayasaya aykırı karar alan bir görüntü içinde görünmemesi lazımdır. Sayın Cumhurbaşkanı, bana
göre çok önemli bir karar vermiştir; çünkü, 313 üncü maddede, her türlü suçu,
devlet güvenlik mahkemesi, suçu cezalandırmıştır. Mesela, Anayasanın 143 üncü
maddesi. Devletin birliğine, düzenine, bütünlüğüne karşı işlenen suçlar hem 313
üncü madde kapsamındadır hem de Anayasanın 143 üncü maddesi kapsamındadır.
Yine, Yargıtay 8 inci Dairesinin, bir mahallî mahkemenin kararını bozması
üzerine verdiği bir karar, Yargıtay Ceza Genel Kurulunda kabul edilmiş. Bu
karara göre, eğer, laik düzeni yıkmaya yönelik herhangi bir suç işlenirse, bu
suçun suçlusu, bu suçu işleyen kişi 313 üncü maddeye göre cezalandırılır
denilmiştir. Şimdi, siz, eğer, 313 üncü madde kapsamındaki bütün suçları alıp,
devlet güvenlik mahkemesi kapsamından çıkarırsanız, bence, rejim bakımından da
çok tehlikeli sonuçlar yaratabilecek bir uygulamaya sebebiyet verebilir. Devlet güvenlik
mahkemesine karşıyız, karşı değiliz; onlar ayrı bir konu. Mesela, benim
bölgemde olağanüstü hal var. Olağanüstü halde, işte, bir terör örgütü üyesi
yakalandığı zaman, bana falanca ekmek verdi dediği zaman, devlet güvenlik
mahkemesinde, aylarca, hatta, yıllarca, mahkemeye bile çıkarılmamaktadır.
Hatta, işte, görüyoruz; okuldan çıkıp giden 15-16 yaşındaki çocuğun eline bir
bildiri sıkıştırılıyor, işte, terör örgütü diye bunu cezaevinde... Sayın Adalet
Bakanımız da biliyor. Yüzlerce bunun misali var. Beş senedir, on senedir daha
yargılanmamış insanlar var. Eğer, Sayın hükümet ve iktidar grubu, hakikaten, bu
konudaki sıkıntıları gidermek istiyorsa, evvela, bu insanların sıkıntılarına,
dertlerine bir çare bulmalıdır; yoksa, devletin parasını çalmış veyahut
bankaların içini boşaltmış insanları, bu sırada içine düştükleri bu sıkıntıdan,
kısa zamanda, hemen kurtarmak yönündeki böyle kolaycı muamelelere girişmek,
bence, haklı ve ülkenin gerçeklerine uygun bir şey değildir. Bu kanunun bu
kadar aceleye getirilmesi, bana göre gereksizdir. Türkiye Büyük Millet Meclisi,
bana göre, burada iradesini koymalıdır. Bunun, evvela Anayasaya uygun bir
düzenleme yapılması lazımdır. Gerekçeyi okudum. Ben
zannetmiyorum ki, Cumhurbaşkanımızın bu kanunu ret gerekçesinin, uzun uzadıya
izahının birtakım insanlar tarafından okunduğunu; hakikaten, gerekçeler, çok
ayrıntılı bir şekilde yazılmıştır. Bu kanun bu haliyle çıktığı zaman,
maalesef... Yani, ben, ağır ceza mahkemeleri iyi yargılar, devlet güvenlik
mahkemeleri iyi yargılar gibi bir şey yok. Sayın Cumhurbaşkanının gerekçesinde,
burada şöyle bir şey var; isterseniz onu da okuyayım. Aslında, bence de burada
gözden kaçırılmaması gereken nokta, genel yetkili adlî yargı yerlerinde görev
yapan yargıç ve savcıların 4422 sayılı Yasada öngörülen yetkilerle donatılmamış
olmalarıdır. Bilinmektedir; yani,
bence, bugün, burada çıkardığımız -devlet güvenlik mahkemesi- bu kanun
kapsamında çıkardığımız, bankaların içini boşaltan kişilerin suçlarıdır, hayalî
ihracatçılardır, devlet ihalelerine fesat karıştıranlardır ve çete kurarak
devleti soyanlardır. Şimdi, bunları, esas, tam
yargılamamız gereken kişileri... Eğer devlet güvenlik mahkemesi yürürlükte
kalacaksa, bence, birinci öncelikle, bunları bunlara göre yargılamamız lazım. Bir anda ekonomi
çöküntüye gitmiş, devlet iflas etmiş; IMF gelmiş, yüzbin tane memurun görevine
son verin, bunları kapıya atın diyor; öte taraftan, devletin içini boşaltan
insanlara, devlet ihalelerine fesat karıştıran, bankaların içini boşaltan,
hayalî ihracat yapan insanlara da diyorsunuz ki, bunların yargılamalarını şey
edelim. Getirilen bu şeyde, Sayın Cumhurbaşkanının gerekçesinde de var. Eğer,
bunu, devlet güvenlik mahkemelerinden alır, ağır cezalara verirsek, bunlar
tekrar yargılanır ve büyük bir kısmı da zaman aşımına uğrar deniliyor. AYDIN TÜMEN (Ankara) -
Onu kanunda görüşebiliriz Sayın Genç. KAMER GENÇ (Devamla) -
Ben, burada düşüncelerimi söylüyorum. Kanunda da görüşebilirim de, bu usul
meselesinde de bunları söylemek lazım. Yani, sayın milletvekillerine, bu
kanunun neden bu kadar aceleye geldiğinin bilinmesi konusunda bazı şeyler
vurgulamak istiyorum. Bana göre, bu haliyle
çıkması mümkün değildir. Biz, kısmen inceleyeceksek, kısmen inceleme kararını
almalıyız, kanunu tekrar komisyona göndermeliyiz, komisyon bu yönde
incelemelidir. Sonra, komisyon, mesela,
6 ncı ve 7 nci maddeyle ilgili bir karar vermemiştir; bu kanun ne zaman
yürürlüğe girecektir, kim yürütecektir? Yani, bunların hepsi eksiklikler bana
göre. Onun için, çok eksik bir rapordur. Biz, bunu, burada ilave de edemeyiz
Sayın Başkan. Bunları vurgulamak için
söz aldım. Saygılar sunarım efendim.
(DYP sıralarından alkışlar) BAŞKAN - Efendim,
teşekkür ediyorum. Ancak, ben, 63'e göre
usul hakkında müzakere açtım. Yani, Başkanlığın bir teklifi var. Başkanlığın
tutumunun yanlış olduğunu ifade etmediniz; demek ki, ben doğru yapıyorum; bir.
Çünkü, siz, komisyonu alakadar eden bir konuda konuşuyorsunuz. Sayın
Cumhurbaşkanın vetosunun gerekçelerini, haklı gerekçelerini ifade ettiniz. O,
bizi hiç alakadar etmez; ama, ben, sonuna kadar, Meclis Başkanvekilisiniz diye
sabırla dinledim. Usul... KAMER GENÇ (Tunceli) -
Sayın Başkan, bana cevap vermek zorunda değilsiniz. BAŞKAN - Demek ki, Meclis
Başkanlığımızın, bizim biraz evvel okuduğumuz kararın doğru olduğu
kanaatindeyim. Efendim, ikinci aleyhte,
buyurun... MASUM TÜRKER (İstanbul) -
Sayın Başkan, usul hakkında söz istedim, konuşmayla ilgili söz istedim. BAŞKAN - Hayır, öyle bir
hakkımız yok. Size, lehte söz vereceğim efendim. MASUM TÜRKER (İstanbul) -
Hayır efendim, hatırlatma yapacağım, İçtüzükle ilgili hatırlatma yapacağım. EROL AL (İstanbul) -
İçtüzükle ilgili efendim... BAŞKAN - Efendim, ben
sizin yerinize ifade ettim; istirham ederim... MASUM TÜRKER (İstanbul) -
Hayır efendim... BAŞKAN - Bir dakika
efendim... Size lehte söz vereceğim. Niye "hayır" diyorsunuz? MASUM TÜRKER (İstanbul) -
Biraz evvel yapılan konuşma, Anayasanın 94 üncü maddesinin son fıkrasına aykırıdır.
Fıkrayı okuyalım birlikte ve konuşmanın da zabıtlardan çıkarılması
gerekmektedir. BAŞKAN - Efendim, bu,
Anayasanın o tartışmalı 94 üncü maddesi. Senatonun bir kararı var. Ben, bir
kere daha Sayın Kamer Genç'e aynı şeyi yaptım. Tamam mı efendim? Sebebine
gelince: Ben, 94'e uyuyorum şahsen; ama, bazı üyeler uymuyor. Cumhuriyet
Senatosunda Anayasa Mahkemesinden dönen bir karar var, onu da okumuştum size. MASUM TÜRKER (İstanbul) -
Ama, o zaman bu Anayasa yoktu efendim. EROL AL (İstanbul) -
Yani, Anayasaya isteyen uyup, isteyen uymuyor mu Sayın Başkan? İsteyen uyar,
isteyen uymaz... BAŞKAN - Efendim,
Anayasanın içtihadında "müzakerelere katılabilir" ifadesi var.
İstirham ederim... Yani, biz zaten vermişiz. EROL AL (İstanbul) -
Vallahi bravo! BAŞKAN - Ben ifade
ediyorum efendim... Sayın Ali Ilıksoy da geçen gün söz verirken aynı ifadeyi
kullandı; dedi ki: "Sayın Genç, size söz vereceğim; ama, bu tartışmalı;
çünkü, elimizde bir Anayasa Mahkemesi kararı var, bir de Anayasa var." KAMER GENÇ (Tunceli) -
Efendim, benden önce, Sayın Nejat Arseven, Meclis Başkanvekiliyken grup adına
konuştu. Buna ses etmiyorsunuz da, bana niye ses ediyorsunuz?! BAŞKAN - Evet efendim,
onun için arz ediyorum. Sayın Genç, ben sizin lehinizde olduğum zaman
lehinizde, doğruya doğru söylüyorum. Efendim, özür diliyorum;
buyurun... MASUM TÜRKER (İstanbul) -
Size karşı saygımız azalmasın Sayın Genç; onun için söyledim. BAŞKAN - Buyurun Sayın
Kapusuz. SALİH KAPUSUZ (Kayseri) -
Sayın Başkan, değerli arkadaşlar; gecenin bu saatinde uzun uzun konuşmak için
söz almadım; ancak, ilk uygulaması yapılacak olan, anayasa değişikliğini
ilgilendiren bir konuyla ilgili, Meclis bundan sonraki birtakım uygulamaları
yaparken buraya atıfta bulunacağı için, bu konunun lehinde ve aleyhinde birtakım
değerlendirmelerin yapılmasında ve uygulamalarda da yanlışlık olmaması için,
bazı hususların netleşmesi açısından birkaç şey söylemek istiyorum. Bildiğiniz gibi, biz,
3.10.2001 tarihinde yapmış olduğumuz değişiklikle, Anayasanın 89 uncu
maddesinin ikinci fıkrasına ilaveler yaptık. Bu ilavelerden bir tanesi, biraz
önce Başkanlığın da ifade ettiği gibi "Yayımlanmasını kısmen veya tamamen
uygun bulmadığı kanunları, bir daha görüşmek üzere, bu hususta gösterdiği
gerekçe ile birlikte aynı süre içinde, Türkiye Büyük Millet Meclisine geri
gönderir. Cumhurbaşkanınca kısmen uygun bulunmama durumunda, Türkiye Büyük
Millet Meclisi sadece uygun bulunmayan maddeleri görüşebilir" şeklindedir.
Yani, görüşür demiyor, görüşebilir diyor. Genel Kurula, Meclise ihtiyarî bir serbestlik
getiriyor. Bu konuda yetkiyi, Anayasamız, Meclise bırakıyor. Dolayısıyla, şimdi
önümüzde de bir yasa var, uygulayacağımız bir örnek var. Şimdi, bu yasadan
hareketle, bundan sonrası için şunlara dikkat edilmesi gerekli olduğu kanaatini
taşıyorum: Birinci olarak, Anayasa bir üst normdur. Başkanlığın da ifade ettiği
gibi, İçtüzüğün ilgili maddesinde değişiklik yapılmadığına göre, uyulması
gerekli olan nedir; Anayasadır. Geçmişte bunun uygulaması
nerede oldu: Malumunuz, bu seçme yaşını 18'e indirdiğimizde, ilgili yasalarda
değişiklik yapmamıştık. Yüksek Seçim Kurulu ve ilgililer, yetkililer, Anayasayı
üst norm kabul ettiği için, 18 yaş uygulamasını esas kabul etti. Dolayısıyla,
burada, biz, bunu esas kabul edeceğiz; fakat, Sayın Başkanım, biz, uygulamada
birtakım sıkıntılarla da karşılaşabiliriz; şöyle ki: Şimdi, bu yasa, daha önce
çıkarıldı ve Cumhurbaşkanlığınca da, bu yasanın 1, 2, 3 ve geçici 1 inci
maddeleri veto edildi, geriye 3 maddesi kaldı, 4, 5, yürürlük ve yürütme. Biraz önce Sayın Genç'in
hatırlattığı, benim de bir kez daha vurgulamak istediğim husus şu: Şimdi, bu
yasayı, komisyon, usulüne uygun görüşmedi. Aslında komisyon, kendi içerisinde
bir usul tartışması yapmalıydı veyahut da -yine, Genel Kurulda bir tartışma
konusu olsun diye söylüyorum- belki biz, öncelikle Genel Kurul olarak buna
karar vermeliyiz, belki daha sonra komisyon, Genel Kurulun verdiği karar
ölçüsünde, bunu gündemine o şekliyle almalı. Şimdi, biz bu yasayı
görüşürken, dikkat edecek olursanız, şu anda yürürlük ve yürütme maddeleri
burada da mevcut. Sadece daha önce veto edilen yasanın 2 maddesini görüşmemiş
oluyoruz, 4 üncü ve 5 inci maddesini. Dolayısıyla, biz, 6-7 maddelik yasanın
sadece 2 maddesini görüşmemiş oluyoruz. Belki, bu görüşmelerde aynen iade
ettiğimiz için ve peşinden hemen Cumhurbaşkanından gelen rapordan sonra bu
konuyu gündemimize alıp görüştüğümüz için, birtakım değişikliğe ihtiyaç
duymamış olabiliriz. Ola ki, bir başka yasada değişikliğe ihtiyaç duysa Genel
Kurul, bir önergeyle bazı maddelerde değişiklik yapsa, o zaman ne olacak; belki
yasa içerisinde, kendi arasında, görüşülen ve görüşülmeyen maddeler arasında
tenakuz oluşabilir, hatta şartların değişikliği gereği, yasada da değişiklik
yapmak istesek; diyelim ki, bir sene sonra, altı ay sonra bu değişikliğe
ihtiyaç duysak, o zaman Genel Kurul gündemine alsa, bu sefer nasıl hareket
edeceğimiz konusu muallakta kalıyor. Belki, bu kanunu, acele edildiği için,
gecenin bu saatinde görüşüyor, konuşuyoruz; ama, vuzuha kavuşturulması gerekli
olan detay konular mevcuttur. Sayın Başkanım, onun için
prensip olarak, Başkanlığın bu konudaki görüşü yönünde, bu yasaya münhasır
olmak kaydıyla, bu hususu böylece uygulamaya koyabilirsiniz; ama, bundan
sonrası için müstakilen bu konuyu belki ilgili komisyonda veyahut da İçtüzük
değişikliğini gündeme alarak, bu maddeyle ilgili, uyum yasası gibi düzenlememiz
gerekli olan hususu da düşünerek bu konuya açıklık getirilmesine ihtiyaç var.
Aksi takdirde, çıkan yasaların gelecekte tenakuza düşmüş olması gibi sıkıntıyla
karşı karşıya kalırız. Bunun sorumluluğu da, âdeta, Genel Kurula ait olmuş gibi
olur. Ben, şahsen, bu yasanın mutabakatla çıkacağı kanaatini taşıdığım için,
sadece 4 üncü ve 5 inci maddeleri yok kabul edilerek çıkarmak yerine, tamamını
görüşerek çıkarmayı, yani, veto edilmeyen maddelerinin de burada bir nevi
görüşülmesini temin ederek çıkarmayı uygun buluyorum. Çünkü, biraz önce de
söyledim; 1, 2, 3 ve geçici 1 inci maddeleri görüşüyoruz, burada mevcut.
Yürürlük ve yürütme var; o da mevcut. Sadece 4 üncü ve 5 inci maddeler kalıyor
ki, bir uygulama örneği olsun diye, burada, onları da okutarak, oylayarak,
görüşerek geçirmek daha uygundur; ama, biz, Genel Kurul olarak, ilgili
komisyonlarda, İçtüzük tadili dahil bu konuyu vuzuha kavuşturursak, bundan
sonraki uygulamalar açısından uygun olacağını düşünüyor, hepinize saygılar
sunuyorum. BAŞKAN - Sayın Kapusuz,
teşekkür ediyorum. Ayrıca, tekrar teşekkür ediyorum; çünkü, aleyhte söz
almanıza rağmen, Başkanlığın tutumunun doğru olduğunu ifade etmiş oluyorsunuz.
Teşekkür ederim. Ancak, müsaade eder
misiniz, ben bir açıklama yapayım Sayın Köse'ye vermeden sözü. Siz, tamamen
haklısınız; Sayın Genç de haklı. Komisyon ne yapmış; maddeleri görüşmüş.
Maddeleri görüştükten sonra bunu rapora derç etmemiş. Derç etmesi lazımdı; ama,
bu demek değildir ki, komisyon raporuna derç edilmediği halde, Türkiye Büyük
Millet Meclisinin Genel Kurulu düzeltmez diye bir hadise yok. Zaten bizim
tutumumuz, böyle bir hatanın, Genel Kurulca, oylarınızla düzeltilmesi içindir.
Yoksa, tamamen haklısınız. Zaten, bundan sonra Başkanlığımız, bu konuda, Sayın
Cumhurbaşkanından kısmî veto gelirse, komisyonları ikaz edecektir; ama, ilk
uygulama olduğu için ben bu kararı almak mecburiyetindeyim. SALİH KAPUSUZ (Kayseri) -
Yani, Genel Kurulun kararından sonra komisyonların gündemine alınacak. Öyle mi
Sayın Başkan? BAŞKAN - Tabiî efendim.
Yani, Meclis Başkanlığı ikaz edecek. Hadise bu; ama, rapora derç
edilmediğine... KAMER GENÇ (Tunceli) -
Anayasa Komisyonu ne diyor? BAŞKAN - Efendim, siz
lehte söz istemiyor musunuz?.. Komisyona lehte söz vereyim. Komisyon Sözcüsü şahsı
adına konuşuyor; Komisyona söz veremem efendim. SALİH KAPUSUZ (Kayseri) -
Komisyonda mecburiyet yok canım. BAŞKAN - Efendim, olsun;
Salih Erbeyin'e, ben, şahsı adına söz veriyorum; lehte... SALİH ERBEYİN (Denizli) -
Sayın Başkanım, değerli arkadaşlarım; bu yasa değişikliği yapıldıktan sonra,
değişen Anayasamız uyarınca Sayın Cumhurbaşkanınca geri gönderilmiştir. Bu yasa
tekrar görüşülmek üzere veto edilip komisyona geldiğinde, Sayın Cumhurbaşkanımızın
veto gerekçesi, İçtüzüğümüzün 37 nci maddesi uyarınca daha önce bu yasa
metinleri Anayasa Komisyonunda görüşülmemesine rağmen, daha önceden oradan bir
komisyon kararı olmamasına rağmen, alt komisyon kararı olmamasına, tali
komisyon olarak karar vermemesine rağmen, İçtüzüğümüzün 37 nci maddesinin son
fıkrası, "bu süre Başkanlıkça kısaltılabileceği gibi, komisyonun müracaatı
halinde uzatılabilir" diyor. Meclis Başkanlığı, bu
veto gerekçeleriyle beraber Adalet Komisyonuna bunu göndermiş ve üst yazıda
dört günlük süre vermiştir. O süre içerisinde görüşülmediği için, komisyonumuz,
esas komisyon olarak görüşmüştür; biraz önce ifade ettiğiniz gibi, Anayasanın
3.10.2001 tarihinde değişen 89 uncu maddesinin ikinci fıkrası uyarınca, kısmen
görüşmeyi uygun görmüştür. Her ne kadar zabıtlarda, daha doğrusu, gerekçeli
karar komisyon raporunda yer almasa da, bu, kısmî olarak yer almıştır. Komisyon raporunda aynen
şöyle ifade edilmiştir: "Sayın Cumhurbaşkanımız, Anayasanın değişik 83 ve
104 üncü maddeleri gereğince, kanunun 1, 2 ve 3 üncü maddeleriyle, geçici 1
inci maddesini bir kez daha görüşülmek üzere geri göndermiş ve gerekçeli geri
gönderme tezkeresi, Genel Kurulumuzun 29.11.2001 tarihli 28 inci Birleşiminde
okunmuştur. Komisyonumuz, 14.1.2000 tarihli 4719 sayılı Devlet Güvenlik
Mahkemelerinin Kuruluş ve Yargılama Usulleri Hakkında Kanun, 18.11.1992 tarih
ve 3842 sayılı Kanun ile Çıkar Amaçlı Suç Örgütleriyle Mücadele Kanununda
Değişiklik Yapılmasına Dair Kanunun 1, 2, 3 üncü maddeleriyle geçici 1 inci
maddesini -tekrar vurguluyorum- Anayasamızın 89 uncu maddesindeki değişik
ikinci fıkrası uyarınca, 5.12.2000 tarihli 42 nci toplantısında görüşerek
karara bağlamıştır." Bu noktada, komisyonumuz
için "usul tartışması açması gerekiyordu, açmadı" şeklindeki beyanlara
katılmıyoruz. Komisyonumuz, Anayasanın yeni değişik hükmüne göre usul
tartışması açmış, Anayasanın amir hükmü uyarınca buna gerek görmemiştir ve
İçtüzüğümüzün 37 ve Anayasanın değiştirdiğimiz 89 uncu maddesine göre
komisyonumuzca yapılan işlemin uygun olduğu kanaatindeyiz. Teşekkür ediyorum. BAŞKAN - Efendim, biz,
komisyonunuzun yanlış yaptığını ifade etmedik; ancak, bu söylediklerinizi
rapora derç etmediğiniz için Sayın Genç ve Sayın Kapusuz itiraz ettiler. Bu
eksikliği gidermek için -biz bunu gördük- Büyük Millet Meclisinin oyuna sunup,
bu işi düzeltiyoruz. Onlar da haklı, siz de haklısınız; ama, bir eksiklik var. SALİH ERBEYİN (Denizli) -
Raporumuzun dördüncü fıkrasında bu durum açık olarak belirtiliyor; anlayışınıza
ve takdirinize bırakıyorum. BAŞKAN - Sayın Köse,
ikinci lehte söz sizin. İSMAİL KÖSE (Erzurum) -
Açıklığa kavuştu Sayın Başkan; oylamayı yapın. RAMAZAN TOPRAK (Aksaray)
- Sayın Başkan, komisyonda usul tartışması yapılmadı, verilen bilgi doğru
değil. BAŞKAN - Efendim, aleyhte
konuşmalar bitti; başka, lehte var mı efendim?.. Yok. Sayın milletvekilleri,
konunun benim tutumum hakkındaki... Şimdi oylama yapacağım. Kanunun, İçtüzüğün
81 inci maddesinde belirtilen usule göre, ancak, sadece, Cumhurbaşkanınca uygun
bulunmayan 1, 2, 3 ve geçici 1 inci maddelerinin görüşülmesini oylarınıza
sunacağım efendim. Neyi oylayacağımızı bir daha okuyayım mı? ("Hayır"
sesleri) Şimdi, efendim, benim
getirdiğim öneriyi oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler... Kabul etmeyenler...
Kabul edilmiştir, teşekkür ederim efendim. V. - KANUN TASARI VE
TEKLİFLERİYLE KOMİSYONLARDAN GELEN DİĞER İŞLER (Devam) 8. - Devlet
Güvenlik Mahkemelerinin Kuruluş ve Yargılama Usulleri Hakkında Kanun,
18.11.1992 Tarihli ve 3842 Sayılı Kanun ile Çıkar Amaçlı Suç Örgütleriyle Mücadele
Kanununda Değişiklik Yapılmasına Dair 4719 Sayılı Kanun ve Anayasanın 89 uncu
Maddesi Gereğince Cumhurbaşkanınca Bir Daha Görüşülmek Üzere Geri Gönderme
Tezkeresi ve Adalet Komisyonu Raporu (1/932) (S. Sayısı : 785) (Devam) BAŞKAN - Şimdi,
geçelim... Kanunun tümü üzerinde,
Doğru Yol Partisi Grubu adına söz isteyen İçel Milletvekili Sayın Turhan Güven;
buyurun efendim. (DYP sıralarından alkışlar) DYP GRUBU ADINA TURHAN
GÜVEN (İçel) - Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; Doğru Yol Partisi Grubu
adına, gecenin bu saatinde hepinizi sevgi ve saygıyla selamlıyorum. Aslında, ben, bunları
çıkıp anlatacaktım ve bu uzun konuşmalara da belki gerek kalmayacaktı.
Gerçekten, ilk defa uygulaması yapılan bir olayı yaşıyoruz. Anayasa
değiştirilmiş, fakat, ona uygun içtüzük değişikliği yapılmamış ve bu anayasa
değişikliğinden ötürü de Sayın Cumhurbaşkanı, kanunun bazı maddelerini kabul
etmeyerek buraya gönderdiğine göre, ne olup ne olmayacağı hususunda, Genel
Kuruldan evvel, Komisyonun, en azından, kendi raporuna derç ederek, bu hususu
gündeme getirmesi daha uygun olurdu. Bundan sonra da böyle yapılması lazım en
azından içtüzük değişikliği yapılıncaya kadar. İkincisi; gerçekten, yine
bu baskı çok aceleye geldiği için -bazı meseleleri biraz evvel Adalet Bakanlığı
bütçesiyle Yargıtay Başkanlığı bütçesinde görüştük- hukukî bir meseleyi, Ceza
Kanunundaki bazı maddelerin değişikliğini görüşüyoruz; çok aceleye
getirilmemesi lazım. Yine, İçtüzüğün kendi
amir hükmüne göre, 37'ye göre, biliyorsunuz, tali komisyonlara sevk imkânı da
vardır Başkanlığımızın. Üstüne yazmışlar "Anayasa ve Adalet Komisyonuna
havale edilmiştir" diye; fakat, burada, Anayasa Komisyonunun bir görüşü
yok. Ben, bunu dün alıp
okuyunca, arkadaşlardan sordum; dört günlük bir süre verilmiş Anayasa Komisyonuna;
ama, Anayasa Komisyonu da, toplanıp, bu konu üzerinde bir görüşme imkânına
belki sahip olmamış; öyle görünüyor. O yüzden de, Adalet Komisyonu, tali
komisyondan gelecek olan raporu beklemeksizin, kendisi görüşme açmış ve
tamamlamış. Burada önemli olan şu: Bu
kadar aceleye gerek var mıydı yok muydu? İlk uygulaması yapılacak olan bir
işlemde, komisyon, enine boyuna bunu tartışarak ve zabıtlarına da geçirmek
suretiyle ve raporuna da derç ederek -açıkçası- neden böyle yapıldığını, neden
bazı maddeleri görüşmediğini ifade etseydi, bu komisyonun bundan sonraki
yapacağı işlemlerde, herhalde, Genel Kurul da takdir hakkını bunu göre
kullanırdı. Sayın Başkanın yaptığı
uygulamanın doğru olduğunu düşünüyorum; görüşme açmıştır, her iki milletvekili
arkadaşımızın bu konudaki görüşlerine de saygı göstermek lazım diye
düşünüyorum. Şimdi bakınız, Meclis bir
kanun çıkardı, Sayın Cumhurbaşkanı bunu bir kere daha görüşmek üzere iade etti.
Adalet Bakanlığı bütçesinde söyleme imkânımız olmadı; ama, Sayın
Bakanlığın -maddî birtakım sıkıntıda olduklarını ifade
etmekle beraber- maddî olayları kapsamayan birtakım kanunları da buraya
getirmesi lazımdı. "Af Kanunu"
diye nitelediğiniz bir kanun çıkardınız, yürürlüğe girdi, kaç ay oldu yürürlüğe
gireli? Hani bunun uyum kanunları? Yargıtayı, yargıyı felç etti. Anayasa
değişikliğini yaptınız, ölüm cezalarını kaldırdınız. "Kanunsuz suç ve ceza
olmaz" prensibi içinde, suç var, cezası yok. Yüzlerce dosya bekliyor. Biliyorsunuz, ekonomik
suçlardan ötürü tutuklamayı kaldırdınız, Kurulumuz karar verdi buna, 100 000'in
üzerinde dosya Yargıtayda bekliyor. Hani bunun uyum kanunu? Yani, şu kanunu bu
kadar acul zihniyet içinde getirirken Türkiye'nin gerekleri olan şeyleri neden
getirmiyorsunuz diye sormak lazım. Sayın Bakanın bundaki aceleciliğinin
boyutlarının ne olduğunu bilmek lazım, Adalet Bakanlığının bu boyutlarını
incelemek lazım, irdelemek lazım. Bakınız, değerli
milletvekilleri, Anayasada yer alan devlet güvenlik mahkemeleri
kaldırılmalıdır. İşin esprisi buradadır. Bazı maddeleri bunun görev sahası
dışına çıkarmak palyatif bir tedbirdir. İşin aslı odur. Tabiî hâkim ilkesine
uygun davranacaksanız, çağdaş normları yakalamak istiyorsanız, yapacağı şey
Adalet Bakanlığının... Evet, milletvekilleri anayasa değişikliği teklifini verir;
ama, hep böyle mi oluyor canım?.. Hep genel başkan imzasıyla geliyor anayasa
değişikliği teklifleri; ilk imzalar onların olmuyor mu?!.O zaman, şu devlet
güvenlik mahkemelerinin de kaldırılmasını içeren değişikliği bir an evvel
getirsin; onu getirelim, onu görüşelim. Bazı maddeler kalsın, bazı maddeler
çıksın, diye bir kanun tasarısı getirmek, bence işi çözümlemiyor. "Bunun arkasında şu
kötü niyet var, bu iyi niyet var" olayı, başka bir boyut içindedir.
"Efendim, devlet güvenlik mahkemelerinden..." Sayın Cumhurbaşkanı da
öyle diyor; yani "almamak lazımdır" diyor; ama, yani diğer mahkemeler
mahkeme değil mi? Bir ağır ceza mahkemesinin verdiği kararın hukukîliğini
tartışabilir misiniz?! Yani, ille de buna bu mahkemeler baksın demek, bence yanlıştır.
Kaldı ki, Sayın Cumhurbaşkanı da gönderdiği yazıda -tabiî, şu anda değişmiş
görünüyor, ama- "Türkiye Büyük Millet Meclisi Başbakanlığına" diye
bir ifade vardı, sonra değiştirildi o; elimde o var, ilk yazı var; yani, Sayın
Cumhurbaşkanının attığı imzanın üzerindeki yazıya da lütfedip biraz dikkat
buyururlarsa daha güzel olur diye düşünüyorum. Aynı şekilde "bu
Meclisten Anayasa değişikliği çıkmaz" diyen Sayın Yargıtay Başkanı da,
herhalde, bunu, birtakım mehafil içinde söyleyeceğine, gelsin burada söylesin
daha iyi olur, bir arkadaşı göndererek değil. (Alkışlar) Evet, Yargıtay bütçesi
görüşülürken genel sekreterler gelir; ama, lütfedip de onlar da gelse, Meclisin
çalışma temposunu görseler, şu Meclisin ne kadar sıkıntı içerisinde
çalıştığını, bazen dayatmayla da olsa neler çektiğini görürlerdi ve hiç
değilse, daha dürüst demeyeyim de daha objektif kıstaslar içinde kararlarını
verebilir, ifadelerde bulunabilirlerdi. Değerli arkadaşlarım,
onun için, işin aslına dönerek, evvel-emirde esasına girerek, devlet güvenlik
mahkemeleri 143 üncü madde mi, onu değiştirelim, tabiî hâkim ilkesine uygun bir
düzenleme yapalım. Türkiye'nin şartları buna müsait değil diyorsanız, o zaman
niye bu kanunu getirdiniz diye sormak lazım. Şartlar buna müsaade etmiyorsa,
313 ve 314'ü de getirmeyin; yok, şartlar buna müsaade ediyorsa, o zaman işin
aslını getirin ve biz de ona göre Yüce Meclis olarak karar verelim. Hepinize saygılar
sunuyorum, teşekkür ediyorum. (Alkışlar) BAŞKAN - Sayın Güven,
teşekkür ediyorum efendim. Tümü üzerinde başka söz
isteyen?.. Yok. MEHMET ALİ ŞAHİN
(İstanbul) - Var efendim; Sayın Ramazan Toprak konuşacak. BAŞKAN - Söylemediniz
efendim... Lütfedeceksiniz, söz talebinizi yazıp Başkanlığımıza
göndereceksiniz. Bakın, 12 saattir ben buradayım... Affedersiniz yani... Sayın milletvekilleri,
esasında, Anayasanın bu değişiklik maddesini... İçtüzüğün 81 inci maddesi
fevkalade yanlış; çünkü, tümü üzerinde görüşme açıyorsunuz; o eksik. İçtüzüğü
bir an evvel değiştirmek lazım. Ben bunları söylüyorum
ki, yol olsun ve bir an evvel de bu İçtüzüğü değiştirmek lazım. Düşünün, çok
maddeli başka bir kanun olsa ne yapacaksınız?! HÜSEYİN ÇELİK (Van) -
Başkanlık önayak olsun. BAŞKAN - Efendim, biz,
nasıl önayak olacağız gruplar varken; grup başkanvekillerinin önüne geçebilir
miyiz!.. Siz kâtip üyelik yaptınız; istirham ederim... Sayın Toprak, buyurun
efendim. AK PARTİ GRUBU ADINA
RAMAZAN TOPRAK (Aksaray) - Sayın Başkan, Yüce Meclisin değerli üyeleri;
hepinizi saygıyla selamlıyorum. Süremin hepsini
kullanmayacağım; az bir kısmını kullanacağım. Yalnız, bazı doğrulara temas
etmeden geçmek mümkün değil. Bir doğruyu ortaya
koyalım: Geçen ay burada yaptığım konuşmada, Avrupa Parlamentosunun kararını
okumuştum. Avrupa Parlamentosu, Türkiye Cumhuriyeti Hükümetine ve Türkiye Büyük
Millet Meclisine iletilmesi için 2000 yılında almış olduğu bir kararda
"devlet güvenlik mahkemelerini lağvedin" diyor. Ulusal Programda,
buna yönelik taahhütlerimiz var. Devlet güvenlik
mahkemelerinin kaldırılması bir hedef. Bu hedefe giden yolda atılan her adımı
destekliyoruz. Kaldırılması, bir büyük doğru. Tasarıyla getirilen 313 ve 314
üncü maddelerin DGM kapsamından çıkarılması, bu hedefe gidilirken atılmış iki
küçük adım; bu da küçük doğru. Bizim ne büyük doğruya ne de küçük doğruya
söyleyecek en ufak bir sözümüz yoktur; ancak, değerli milletvekilleri, düğün
değil, bayram değil; peki, bu tasarı neden acilen çıktı? İşte, bununla ilgili
çekincelerimizi dile getirmeye çalışıyoruz. Değerli milletvekilleri,
işin zamanlamasına baktığınız zaman, yani, neden, durup dururken, 313 ve buna
yataklık olan 314 acilen çıkarılmaya, bu şekilde, geceleri çalışılmak suretiyle
çıkarılmaya çalışılıyor? Işık tutmaya çalıştığımız alan, arka bahçe, budur. Değerli milletvekilleri,
2000-2001 yılı itibariyle yolsuzluklara aktarılan para, Türk Devletinin bir
yıllık bütçesine eşdeğer ve aktarılacak paralar, 2002 yılında da devam edecek;
daha bitmiş değil. BEYHAN ASLAN (Denizli) -
Ağır ceza da bakar yolsuzluklara... RAMAZAN TOPRAK (Devamla)
- Neredeyse, 100 katrilyona varan bir rakam, bir avuç hırsızın cebine, midesine
konuldu. Türk Milletinin çektiği sıkıntılar, tamamen bundan kaynaklanıyor. Değerli milletvekilleri,
bakın, konu şudur: İçişleri Bakanı Sayın Tantan'ın sıkça ifade ettiği yolsuzluk
üçgeni vardır; bir özeleştiri şeklinde de kabul edebilirsiniz bu üç ayağı.
Birinci ayağı, siyasetçiler; ikinci ayağı, bürokratlar; üçüncü ayağı, işadamı
görüntüsündeki birtakım insanlar. Siyasetçi, emir verir, talimat verir, bir;
ikinci ayak, bürokrat, bu emrin gereğini yerine getirir, işlemleri tamamlar;
üçüncü ayak, işadamı görüntüsündekiler, bu kaynağı hortumlar, bir yere götürür;
çok büyük oranda yurtdışına gidiyor. Soygun, bu üç ayakla gerçekleşiyor. Tenzih ederim; ancak,
siyasetçilerle ilgili işlemler, ya yasama dokunulmazlığının kaldırılması veya
Meclis soruşturması yoluyla Meclisin elinin altından geçiyor. Mamafih, ben, ne
Meclis soruşturmasında ne dokunulmazlığın kaldırılmasında siyasîlerin üzerine
düşen görevi yapmadığını düşünüyorum; siyasîler kenara itildi. İkinci ayak, bürokratlar.
Bürokratların eylemleri, Türk Ceza Yasasının 230 uncu maddesindeki "görevi
ihmal" suçuna sokuldu; 503 ve devamındaki "emniyeti suiistimal"
suçlarına sokuldu. Anayasa Mahkemesinin iptaliyle, 240'taki "görevi kötüye
kullanmak" suçundan da yararlanarak, bürokratlar da paçalarını yargının
pençesinden kurtardılar. Geriye üçüncü ayak kaldı,
işadamı görüntüsündeki insanlar. Değerli milletvekilleri,
bunların eylemleri, çok büyük bir kısmı "Susurluk", "Beyaz
Enerji", "Vurgun", "Kasırga", "Bufalo" gibi,
bilumum yer ve gök cisimleri, hayvan isimleriyle adlandırılan bu operasyonların
hemen hemen tüm sanıkları, 313'ten hesap veriyorlardı; yani, üçüncü ayak, bu
313 üncü madde, çıkarılan af yasalarının hiçbirisinde kapsama sokulmadı, yani,
affedilmedi. O camianın tabiriyle söylüyorum, yolsuzluk üçgeninin üç ayağından
iki ayağıyla ilgili işlemler kenara itildi; üçüncü ayağı, onlar, yargıda hesap
veriyor. O anlayışa göre, biraz haksızlık oldu. Önümüzde, inşallah, on gün
sonra bayram yapacağız, 70 milyon Türk Milletinin bayramını kutluyorum; ancak,
zannediyorum, 313'ten içeride tıkılı vaziyetteki saygın soyguncular, dışarıda
bayram yapmak için acele ediyorlar. Değerli milletvekilleri,
ben, bu aceleciliği, belki biraz ağır kaçacak, izninizle, bu şekilde değerlendiriyorum.
Neden 313?! Ben, bu tasarı görüşülürken, Sayın Bakana... 3 Ekimde kabul
ettiğimiz 4709 sayılı -Anayasada değişikliği öngören- Yasada, gözaltı süresini
azamî dört güne çıkarmıştık; bu süre, DGM Yasasında, OHAL bölgesi için on gün
olarak devam ediyor. Böyle bir teklif verdim, kabul edilmedi. Sayın Bakan
"buna yönelik çalışmalarımız var" diyor. Ha, o çalışmaları
erteleyebiliyorsunuz dört günlük gözaltını on gün olarak devam ettirmeyi
içinize sindirebiliyorsunuz; ama, 313 denildiği zaman, geceyi gündüze katarak
çalışıyorsunuz. Bu, bazı şüpheleri beraberinde getiriyor. Bundan bir yıl önce,
Sayın Cumhurbaşkanı, bir kanun hükmünde kararnameyi veto edince, iyi
hatırlıyorum, Sayın Başbakan bir açıklama yapmıştı: "Sayın Cumhurbaşkanı,
hukukî değil, siyasî değerlendirsin" demişti. Yani, bu, suçüstüdür. Ben
tercüme edeyim: "Biz, yeri geldiğinde, hukuku falan dinlemeyiz, tepeler
geçeriz hukuku; bizim için siyaset önemlidir" anlayışının suçüstü halidir.
Ha, belki Sayın Başbakanın bu dileği de bir nebze yerine gelmiş oldu, Sayın
Cumhurbaşkanının veto gerekçesinde, hem hukukî gerekçeler var hem siyasî
gerekçeler var. Hukukî gerekçelerin tamamına katılıyorum. Doğruları ve eğrileri
birbirine karıştırarak, ya siyahtır ya beyazdır mantığı, düz mantıktır; arada
başka renkler var; ama, renkkörü olanlar, bu aradaki renkleri algılayamaz,
istese de algılayamaz. Değerli milletvekilleri,
DGM'nin kaldırılmasını istiyoruz; neden mi: İlk devlet güvenlik
mahkemelerinin kurulduğu yıl, 1972'dir. Daha sonraki dönemde bir ara verildi,
tekrar kuruldu. O fasılaları çıkarırsak, yaklaşık otuz yıllık bir macera. Devlet güvenlik
mahkemeleri, ihtisas mahkemeleri olarak kuruldu, hızlı işlesin, devletin
güvenliğine yönelen suçlara anında müdahale etsin, derhal karar versin,
devletin güvenliğini sağlasın diye kuruldu; otuz yıl geçti, tek adım yol
alınmadı. Biz, DGM kaldırılsın
derken, DGM'de hesap veren hırsızların, saygın soyguncuların salıverilmesini
istemiyoruz. Bunun çözümü, yargı reformunun içinde vardır; ancak -Sayın
Bakanın, benim Türkçeleştirdiğim ifadesiyle- elli yılda gerçekleşmeyecek bir
yargı reformu. Değerli milletvekilleri,
oysa, yargı reformunun tamamından vazgeçtim, bir tane birimini oluşturun, adlî
kolluk... Değerli milletvekilleri,
bakın, götürengiller ailesinden bir yeğengil veya yiyengile verilen parayla
oluşturulacak bir birimdir adlî kolluk. Adlî kolluk, teknolojinin en son
verileriyle çalışan, doğrudan delile ve delilden suçluya ulaşan çağdaş bir
yöntem için en kolay birimdir. Yıllardır bunu dile getiriyoruz; ama, bir türlü
bu konuda adım atılmıyor; fakat, çok nutuk atılıyor, adım atılmıyor. Sadece
bunu gerçekleştirmiş olsanız ve yargıya sürat kazandırsanız, etkinlik
kazandırsanız, kısa zamanda doğru karar veren bir mekanizmayı oluştursanız,
Türk Devletine güveni temin edersiniz, devlet güvenlik mahkemelerine duyulan,
özel mahkemelere duyulan ihtiyacı ortadan kaldırırsınız; ama, bunun için,
öncelikle bu düşüncede samimî olmak lazım. Ben, bu düşüncede yeterince samimî
olunduğunu düşünmüyorum. Bu kanun alelacele getiriliyor
önümüze. Yılbaşı yaklaşıyor, bayram yaklaşıyor; herhalde, hırsızlar, yedikleri
paranın bayramını dışarıda yapmak için acele ediyorlar. Değerli milletvekilleri,
işin bu kısmı çok önemli. Bakın, 4422 sayılı Çıkar Amaçlı Suç Örgütleriyle
Mücadele Yasası çıkarıldı. Bu tasarıda, buna yönelik bazı iyileştirmeler de
var; ona da katılıyoruz. Bu yasa, mafya yasası diye anıldı; 313 üncü madde ise,
çete suçu diye anıldı; 4422 sayılı Yasa mafya suçlarını, 313 üncü madde çete
suçlarını düzenliyor. Siz, çete suçlarını DGM'den alıp, tabiri caizse eli
sopalı mahkemeden alıp, ağır cezalara gönderiyorsunuz; ama, mafya suçları,
DGM'nin elinde kalıyor. Yani, çete suçları, mafya suçlarına göre daha mı
ehvenişer?!. Türk Milletini krizkolik yapan, bu insanlardır; zamanlamasına
baktığınızda, bu tasarıdan en çok yararlanacak olan kesim, bu kesimdir. İşi,
lütfen, bu yönüyle değerlendirin. Bizim, kamuoyunun aklında
bazı şüpheler uyandırarak, bundan siyasî rant sağlama gibi bir düşüncemiz asla
söz konusu bile olamaz. Ben, şu yüce çatı altında hiçbir insanın böyle olduğunu
düşünmek dahi istemiyorum. BAŞKAN - Sayın Toprak,
özür dilerim, müdahale etmeyecektim; kanunun eksikliklerini söylüyordunuz; ama,
şimdi, aleyhine döndünüz. Şu elimdeki raporda, siz komisyon üyesisiniz, hiçbir
muhalefet şerhiniz yok efendim; hem burada imza atıyorsunuz hem burada...
Olmuyor ki! (DSP ve MHP sıralarından alkışlar) RAMAZAN TOPRAK (Devamla)
- Sayın Başkan, zannediyorum, sizin göreviniz, bir Başkan olarak oturumu
yönetmek. BAŞKAN - İçtüzük bana bu
hakkı verdiği için söylüyorum efendim; hiç kafamdan iş yapmadım. RAMAZAN TOPRAK (Devamla)
- Ben, görevimi çok iyi biliyorum Sayın Başkan. BAŞKAN - Ben de
biliyorum!.. RAMAZAN TOPRAK (Devamla)
- Tasarının doğrularını da söylüyorum, eğrilerini de söylüyorum. Ben, buraya
bir at gözlüğüyle çıkmadım; ya lehinde veya aleyhinde olmak gibi bir
yükümlülüğüm de yok. Bu tasarının şu haliyle çıkması, bu büyük hedefte bir
adımdır; bunu da nitelendirdim, açık açık ifade ettim. Ancak, bu tasarıyla,
ister buna niyet edilsin, ister edilmesin; ama, doğacak sonuç itibariyle
gelinecek nokta budur. Yani, bir kamyonet dolusu dosyayı devlet güvenlik
mahkemesinden alacaksınız, ağır cezalara götüreceksiniz; ağır cezalar, sekiz
ay, on ay sonrasına gün veriyor değerli milletvekilleri. Bu dosyaların beş,
altı yıldır derdest olduğunu düşünün; gittikten sonra, bunların incelenmesi
mümkün değil. Türk Ceza Yasasının 102 nci maddesindeki dava zamanaşımı devreye
girecektir. Şunu ifade edeyim: Böylesine bir paradoksla getirilen bir düzenleme,
ne "doğru" diyebiliyorsunuz ne "eğri" diyebiliyorsunuz.
Bakın, yine, bunun aleyhinde değiliz; ama, kimin yararına olduğunu, ben, Türk
Milletinin, Türk kamuoyunun takdirine bırakıyorum. NİDAİ SEVEN (Ağrı) -
Sayın Toprak, komisyon raporunu niye imzaladınız?!. Niye muhalefet şerhi
koymadınız?! RAMAZAN TOPRAK (Devamla)
- Değerli milletvekilleri, ben, sözümü burada noktalarken, renkler arasında
yalnızca siyah ve beyaz bulunduğu saplantısında olan bazı arkadaşlarımın bundan
sarfınazar etmesini temenni ediyor, hepinizi saygıyla selamlıyorum. BAŞKAN - Teşekkür ederim
Sayın Toprak. Benim vazifemi
hatırlattınız. Ben de, kendi vazifemi size okuyayım: "Madde 42. -
Komisyon raporunun tümüne veya belli kısımlarına çekimser veya muhalif kalan
komisyon üyeleri rapora çekimserlik veya aykırılık görüşlerini eklemek hakkına
sahiptirler. Bu üyeler, raporda tasarı veya teklifin hangi maddesine aykırı
olduklarını yazmak zorundadırlar. Üyeler, komisyon raporuna
katılmakla beraber, raporda yer almayan görüşlerini rapora eklemek hakkına da
sahiptirler. Şu kadar ki, bu haklarını Komisyon Başkanının belirleyeceği uygun
süre içinde kullanmaları gerekir." RAMAZAN TOPRAK (Aksaray)
- Benim sözlerim buna aykırı mı efendim? BAŞKAN - Burada
efendim... Ben, keyfî muamele yapmıyorum; ben, gereğini yaptım efendim. RAMAZAN TOPRAK (Aksaray)
- Ben de gereğini yaptım. BAŞKAN - Öyle, hiç keyfî idare etmem. Efendim, gruplar adına
başka söz isteyen var mı?.. Yok. Şahsı adına?.. KAMER GENÇ (Tunceli) -
Şimdi, efendim, benim söz isteğim var da... (DSP ve MHP sıralarından
"Oo" sesleri) BAŞKAN - Efendim, 1
dakika... İstirham ederim... Keyfî muamele yapacak değilim. İstemiş sözü, ben
de soruyorum. KAMER GENÇ (Tunceli ) -
Sayın Başkan, gecenin bu geç saatinde fazla konuşmak istemiyorum. Sayın
Cumhurbaşkanının veto gerekçelerine aynen katılıyorum ve bu kanuna karşıyım
efendim. BAŞKAN - Tamam efendim,
teşekkür ederim. Maddelerine geçilmesini
oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler... Kabul etmeyenler... Kabul edilmiştir
efendim. 1 inci maddeyi
okutuyorum: DEVLET GÜVENLİK MAHKEMELERİNİN KURULUŞ VE YARGILAMA USULLERİ
HAKKINDA KANUN, 18.11.1992 TARİHLİ VE 3842 SAYILI KANUN İLE ÇIKAR AMAÇLI SUÇ
ÖRGÜTLERİYLE MÜCADELE KANUNUNDA DEĞİŞİKLİK YAPILMASINA DAİR KANUN Kanun No. : 4719 Kabul Tarihi : 14.11.2001 MADDE 1.- 16.6.1983
tarihli ve 2845 sayılı Devlet Güvenlik Mahkemelerinin Kuruluş ve Yargılama
Usulleri Hakkında Kanunun 9 uncu maddesinin birinci fıkrasının (a) bendinde
geçen "313, 314 üncü maddelerinde;" ibaresi metinden çıkarılmıştır. BAŞKAN - 1 inci madde
üzerinde söz isteyen?.. Yok. 1 inci maddeyi oylarınıza
sunuyorum: Kabul edenler... Kabul etmeyenler... Kabul edilmiştir. 2 nci maddeyi okutuyorum: MADDE 2. - 18.11.1992
tarihli ve 3842 sayılı Ceza Muhakemeleri Usulü Kanunu ile Devlet Güvenlik
Mahkemelerinin Kuruluş ve Yargılama Usulleri Hakkında Kanunun Bazı Maddelerinde
Değişiklik Yapılmasına Dair Kanunun 31 inci maddesinin birinci fıkrasının
birinci cümlesindeki "4" numarası madde metninden çıkarılmıştır. BAŞKAN - Madde üzerinde söz
isteyen?.. Yok. Sayın Korkutata'nın bir
önergesi vardı; ama onu geri çekiyorlar. Maddeyi oylarınıza
sunuyorum: Kabul edenler... Kabul etmeyenler... Kabul edilmiştir. 3 üncü maddeyi
okutuyorum: MADDE 3. - 30.7.1999
tarihli ve 4422 sayılı Çıkar Amaçlı Suç Örgütleriyle Mücadele Kanununun 1 inci
maddesinin birinci fıkrasındaki "zor veya tehdit" ibaresi,
"tehdit, baskı, cebir veya şiddet" şeklinde değiştirilmiş; aynı
fıkradaki "veya kişileri kendilerine tâbi kılmaya zorlamak veya mensupları
arasında her ne suretle olursa olsun açık veya gizli işbirliği yapmak"
ibaresi metinden çıkarılmıştır. BAŞKAN - Madde üzerinde
söz talebi?.. Yok. Maddeyi oylarınıza
sunuyorum: Kabul edenler... Kabul etmeyenler... Kabul edilmiştir. Geçici 1 inci maddeyi
okutuyorum: GEÇİCİ MADDE 1. - Bu
Kanunun yürürlüğe girdiği tarihte Türk Ceza Kanununun 313 ve 314 üncü maddeleri
kapsamına giren fiillerle ilgili olarak soruşturma, yargılama veya temyiz
aşamasında bulunan dosyalar hakkında aşağıdaki işlemler yapılır: 1. Devlet Güvenlik
Mahkemeleri Cumhuriyet başsavcılıklarınca yürütülmekte olan soruşturma
dosyaları, bulundukları aşamada soruşturmaya devam edilmek ve gereği yapılmak
üzere yetkili Cumhuriyet başsavcılıklarına gönderilir. 2. Devlet Güvenlik
Mahkemelerinde görülmekte olan dava dosyaları, bulundukları aşamada yargılamaya
devam edilmek ve/veya sonuçlandırılmak üzere görevli ve yetkili yargı
mercilerine gönderilir. 3. Temyiz incelemesi için
Yargıtayda bulunan dava dosyaları, karara bağlandıktan sonra bu Kanunun
yürürlüğe girdiği tarihte davaya bakmaya yetkili Devlet Güvenlik Mahkemesinin
bulunduğu yerin yargı çevresindeki görevli ve yetkili yargı mercilerine
gönderilir. BAŞKAN - Geçici 1 inci
madde üzerinde, Anavatan Partisi Grubu adına, Sinop Milletvekili Sayın Yaşar
Topçu; buyurun efendim. Süreniz 5 dakika. ANAP GRUBU ADINA YAŞAR
TOPÇU (Sinop) - Sayın Başkan, değerli arkadaşlar; uzunca süredir,
Parlamentomuzda, özellikle 312, 313 vesilesiyle, 4422 sayılı Kanun vesilesiyle,
devlet güvenlik mahkemeleri konusunda fikir beyan eden görüşlerini söyleyen
değerli arkadaşlarımızı hep büyük bir dikkatle dinlemişimdir. Uzunca bir süredir,
Parlamentomuz, bu mahkemeyi tartışıyor; ama, gördüm ki, bir şey çok yanlış
tartışılıyor. Hep sabırla izledim, ben, bu konularda konuşmak falan da
istemiyorum, eski, tecrübeli bir arkadaşınız olarak, dinlemeyi, yeni gelen
arkadaşlarımızı dinlemeyi yeğliyorum; ama, bu kadar büyük bir yanlışı, doğrusu,
böyle bir vesileyle düzeltmeden, bunu dinleyip geçmeyi kendime yediremedim. Değerli arkadaşlar, bu
yanlış şudur: Devlet güvenlik mahkemeleri, devletin güvenliği için kurulmuş
mahkemeler değildir. Devletin güvenliği, mahkemeyle sağlanmaz değerli
arkadaşlar, devletin güvenliği, yasayla sağlanır. Siz, Türk Ceza Yasasına 125
inci maddeyi koymadan, Terör Yasasını çıkarmadan, 146 ncı maddeyi oraya
koymadan hangi mahkemeyi kurarsanız kurun, siz devletin güvenliğini
sağlayabilir misiniz; sağlayamazsınız. Devletin güvenliğini, yargıç değil,
kanun sağlar. Peki, devlet güvenlik
mahkemeleri niye kurulmuştur; devlet güvenlik mahkemeleri, bu mahkemelerde
görev yapan yargıç ve savcıların güvenliğini sağlamak üzere kurulmuştur; esas
yanlış burada. Dikkat ediniz, tekrar söylüyorum: Devletin güvenliği için değil,
burada görev yapan yargıç ve savcıların güvenliği için kurulmuş mahkemelerdir.
Nitekim, Türkiye'de 6 yerdedir ve bunlar, askerî mahfiller içerisinde,
askerlerin korumasında kurulmuş mahkemelerdir ve bunların yargıçlarına,
savcılarına ayrıca teminat getirilmiştir. Bunlar, ikinci defa
kuruluyor Anayasayla, geçmişte bu mahkemeler kuruldu, kaldırıldı; bu davalara;
yani, devletin güvenliğiyle ilgili Anayasanın 143 üncü maddesinde yazılı olan
davalara normal mahkemelerde bakıldı. Nedir 143 üncü maddenin içeriği; 143 üncü
madde de deniliyor ki: "Devletin, ülkesi ve milletiyle bölünmez bütünlüğü,
hür demokratik düzen ve nitelikleri Anayasada belirtilen cumhuriyet aleyhine
işlenen ve -hukukçu olmayan arkadaşlar için söylüyorum 've' sözcüğü,
kanunlarımızda artı anlamına gelir; yani, ilave edeceksiniz anlamına gelir- doğrudan
doğruya devletin iç ve dış güvenliğini ilgilendiren suçlara bakmakla..."
Doğrudan doğruya, dolaylı değil. Neden böyle yapılmıştır;
şimdi, buna Muğla Ağır Cezasında bakarsanız, devletin bölünmez bütünlüğüne
kastetmiş bir teşkilatı Muğla Ağır Cezasının önünde yargılarsanız, Muş Ağır
Cezasının önünde yargılarsanız, Adıyaman, Erzurum, Sinop, Aksaray Ağır Cezası
önünde yargılarsanız -geçmişte oldu bu- ertesi gün, bu yargılayan hâkimleri
kurşun yağmuruna tutarlar; tuttular nitekim. Ne oldu; mahkemeler karar veremez
oldu. Karar veremez olunca, 12 Eylül Anayasasının içerisine bu konuldu. Ne
yapıldı; askerî mahfiller içerisinde yargıçlar güvence altına alındı ki, yargı
işlesin. Şimdi, siz, böyle bir
mahkemenin görevleri içerisine, devletin iç ve dış güvenliğiyle, ülkesi ve
milletiyle bölünmez bütünlüğüyle, nitelikleri Anayasada yazan demokratik düzen
ve cumhuriyetin nitelikleriyle doğrudan ilişkili bulunmayan -yani, iç ve dış
güvenlikle ilişkili bulunmayan- davaları getirip, verdiniz. Bunları verirken,
tabiî hâkim ilkesini çiğnediniz. Ben -komisyonda söyledim, burada tekrar
edeyim, arkadaşlarım beni bağışlasın, dinleyenler de bağışlasın- hayretlerle
seyrettim ki, bu mahkemelerde, halkın "Nataşa" dediği kimseler bile
yargılandı. Ne alakası var devletin güvenliğiyle?! Şimdi, arkadaşlarımız diyor
ki: "Efendim, bu mahkemelerde hırsızlar yargılanıyor da, eli sopalı bu
mahkemelerden alıyorsunuz." Anayasada, hırsızlar bu mahkemede yargılanacak
diye bir hüküm var mı? Siz yanlış götürmüşsünüz, yanlış yere götürmüşsünüz. Bu,
tabiî hâkim ilkesine aykırı. Tabiî
hâkim ilkesi -beni bağışlayın, ukalalık etmiş olmayayım, bunu, birçok
arkadaşımız benden iyi bilir- İnsan Hakları Evrensel Beyannamesinde sayılan
kişi haklarının ayrılmaz bir parçası... (Mikrofon otomatik cihaz
tarafından kapatıldı) BAŞKAN - Sayın Topçu,
toparlar mısınız. YAŞAR TOPÇU (Devamla) -
Özür dilerim, toparlıyorum. Siz, Ankara'da işlenen
bir suçu Niğde'de yargılayamazsınız; yargılarsanız, bu, tabiî hâkim ilkesine
aykırı olur, yetki meselesi. Siz, Sulh cezalık bir suçu ağır cezada
yargılayamazsınız; yargılarsanız, bu, tabiî hâkim ilkesine aykırı olur, görev
meselesi. SALİH KAPUSUZ (Kayseri) -
Şimdiye kadar neredeydiniz?! ALİ ARABACI (Bursa) - Alt
mahkeme... YAŞAR TOPÇU (Devamla) -
Efendim, izin verirseniz... O sizin söylediğiniz ayrı bir iş. Burada, komisyonda da söz
konusu oldu. Geçen defa da sanıyorum, Doğru Yol Partili arkadaşlar bir önerge
vererek, bu kanunun halen bu yasadan yargılanan kimselere uygulanmamasını
istediler. Şimdi, bu mahkemelerden bir çoğu da, kendileri görevsizlik kararı
verip, bir kısmını ağır ceza mahkemelerine gönderdiler. Kalanlar da, kalanların
avukatları da, bu mahkemelerde görev itirazında bulundu. Görev itirazı -avukat
arkadaşlarımız bilir- her safhada geçerlidir, Yargıtayda da geçerlidir.
Yargıtaya vardı dosya. Yargıtay, devlet güvenlik mahkemesine dedi ki, kardeşim,
bu suçlara sen bakamazsın -nitekim, beşinci dairenin bu konuda kararı var- bu
suçlara sizin bakmanız yanlıştır. Geçen gün, bir ağır ceza mahkemesi de karar verdi;
üstelik de "çete olayı oluşmamıştır" dedi, görevden bozdu. Ee, siz,
bu insanların, halen yargılanmakta olan insanların, bu tür müdahalelerle; yani,
mevcutlara uygulanmasın diyerek, ellerindeki hakları alıyorsunuz; alamazsınız.
Siz, sanığın aleyhine durum yaratıyorsunuz; sanığın aleyhine durum
yaratamazsınız. Arkadaşımızın söylediği
doğru değil. Ağır ceza mahkemeleri, on ay sonrasına falan gün vermiyor,
birbuçuk ay sonrasına gün veriyor; bir. RAMAZAN TOPRAK (Aksaray)
- Bir yıl sonrasına gün veriyor. YAŞAR TOPÇU (Devamla) -
Hayır efendim, hepimiz o işlerle uğraştık. İzin verirseniz
efendim... Ben, sizi dikkatle dinledim. İki, bu suçların
-bilmeyen arkadaşlar için söylüyorum- zamanaşımı on yıldır arkadaşlar. Daha
yeni başladı bu mahkemeler; yani, bu suçları ağır cezaya gönderirseniz, burada
zamanaşımına uğrar şeklindeki beyanlar doğru değildir. Benim, burada söz
alışımın başka bir sebebi, bu sözleri, bu işin içerisinden gelen, yargıçlıktan,
savcılıktan, avukatlıktan gelen arkadaşlarımız söylüyor; ayıp oluyor. Sadece bu
işleri bilen bir biz değiliz, dışarıda da bizi dinleyen arkadaşlarımız var,
onlardan da bu yasaları çok iyi bilenler var; onun için, bu tür beyanlar ve bu
tür müdahaleler; yani, mevcutlara uygulanmasın hükmü, sanıkların aleyhine doğurulmuş,
onların mevcut hakkını elinden alan ve İnsan Hakları Evrensel Beyannamesinde
yazılı olan "tabiî hâkim" ilkesine de aykırı bir husustur. Devlet güvenlik
mahkemelerini tamamen kaldırabilirsiniz, eğer bu hükümleri normal mahkemelerde
uygulayabilirseniz, ben, ona karşı değilim; ama, Parlamentonun, alelacele
devlet güvenlik mahkemelerini aslî görevinin içerisine koyması lazımdır, bunun
için de başka yasaların da buraya gelmesi lazımdır. Bunları Yüce Heyetinizin
bilgisine sunmak istedim. Gecenin bu saatinde huzurunuzu işgal ettiğim için
hepinizden özür diliyorum; saygı sunuyorum. (ANAP sıralarından alkışlar) BAŞKAN - Teşekkür ederim
Sayın Topçu. Efendim, madde üzerindeki
görüşmeler bitti. Madde üzerinde 1 adet
önerge vardır; okutup, işleme alacağım. Önergeyi okutuyorum: Türkiye Büyük Millet
Meclisi Başkanlığına Görüşülmekte olanl 785
sıra sayılı kanun tasarısının geçici 1 inci maddesinin aşağıdaki şekilde
değiştirilmesini arz ve teklif ederiz. Saygılarımızla. Faris Özdemir Nurettin Atik Mustafa Kemal Aykurt Batman Diyarbakır Denizli Mustafa Örs Murat Akın Burdur Aksaray Geçici Madde 1. - Bu
Kanun, yürürlüğe girdiği tarihten önceki suçlar hakkında uygulanamaz. Gerekçe: Uyum yasaları gibi önemli
gündemler ertelenerek ivedilikle çıkarılmaya çalışılan bu tasarının örtülü ve
gerçek amacı, devlet güvenlik mahkemelerinde görülen ve Sayın Başbakana özel
demeçler verdirtecek kadar siyaseti ilgilendiren kimi davaları genel
mahkemelere aktarmaktır. Tasarının geneli üzerindeki ilk görüşmede bazı
sözcüler, bu saklı amacı dile getirmişlerdir. Özü itibariyle doğru olsa dahi,
bu özel amaç "zata mahsus ve olaya özgü kanunlar çıkarma" görüntüsü
içinde, Yüce Meclisi ve siyaset kurumunu yaralar. Kaldı ki, Anayasanın 118 ve
143/1 hükümlerinin birlikte yorumu "çeteleşme yoluyla yolsuzluk"
eylemlerinin bir iç tehdit ve güvenlik sorunu olduğunu ortaya koymaktadır.
Millî Güvenlik Kurulu kararları da aynı doğrultudadır. Bu tasarı ile
yürürlükten kaldırılmaya çalışılan görev tarifelerinin Anayasaya aykırı olmadığı
da açıktır. Yapılması gereken iş,
devlet güvenlik mahkemelerini düzenleyen Anayasa hükmünü yürürlükten kaldırmak
ve fakat sermaye - siyaset - bürokrasi üçgenindeki karmaşık yolsuzluklar
hakkında bir ihtisas mahkemesi kurmaktır. Bu tür bir tasarı, bağlantılı tüm
sorunları bütünlük içinde çözen böyle
bir yaklaşımla ele alınmalıydı. Önerilen geçici maddenin
Yüksek Heyetçe kabulü, yargı yoluyla arınma sürecine ve siyasetin itibar
grafiğine azımsanmayacak katkılar sağlayacaktır. BAŞKAN - Komisyon önergeye
katılıyor mu efendim? ADALET KOMİSYONU SÖZCÜSÜ
SALİH ERBEYİN (Denizli) - Katılmıyoruz efendim. BAŞKAN - Hükümet katılıyor mu? ADALET BAKANI HİKMET SAMİ
TÜRK (Trabzon) - Katılmıyoruz. Sayın Başkan, izin
verirseniz, gerekçemi açıklamak istiyorum. BAŞKAN - Peki efendim,
buyurun. ADALET BAKANI HİKMET SAMİ
TÜRK (Trabzon) - Türk Ceza Kanununun 313 üncü maddesinin devlet güvenlik
mahkemelerini görev alanından çıkarma nedenlerinden birisi, bu maddenin,
Anayasanın 143 üncü maddesiyle tam olarak örtüşmemesi, ikincisi de, uygulamada
Yargıtay kararları ile 313 üncü madde kapsamındaki teşekkül suçları ile bu
teşekkülün amacına ulaşmak için işleyeceği suçlar, yani amaç suçları arasında
bir ayırımın ortaya çıkmış olmasıdır. Bu içtihada göre, devlet güvenlik mahkemeleri,
ancak kanununda gösterilen belirli suçlara bakabileceği için, yalnız teşekkülle
ilgili suçlara bakabilecek; ama, örneğin, rüşvet vermek, rüşvet almak, resmî
ihalelere fesat karıştırmak, görevi kötüye kullanmak gibi amaç suçlara
bakamayacaktır; onlar, ağır ceza mahkemelerinde görülecektir. Şimdi yapılan değişiklik,
gerek teşekkül suçunun gerek amaç suçların aynı mahkeme tarafından ele
alınmasını sağlayacaktır. O bakımdan, bu değişikliğin halen ayrılmış bulunan bu
suçlar bakımından da bağlantılı suçlar olarak görülmelerini sağlamak için,
tasarıda, kanunda öngörüldüğü gibi benimsenmesi gerekir. Ayrıca, geri gönderme
gerekçesinde de ifade edildiği gibi, mahkemelerin yetkisine ilişkin kurallar
kamu düzenindendir ve sanık lehine olanlar geriye doğru yürür. Bu bakımdan, bu
önergeye katılmıyoruz. BAŞKAN - Efendim, önerge
de imzası bulunan dört arkadaşımızdan sadece Denizli Milletvekili Mustafa Kemal
Aykurt ve Sayın Mustafa Örs burada. Konuşacak mısınız efendim? MUSTAFA ÖRS (Burdur) -
Hayır... Gerekçe okundu. MUSTAFA KEMAL AYKURT
(Denizli) - Gerekçenin okunması yeterli Sayın Başkan. BAŞKAN - Efendim,
gerekçeyi beraber okudu, başka; ama, sizin böyle bir hakkınız var; onu sordum.
Tamam efendim... Komisyonun ve hükümetin
katılmadığı önergeyi oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler... Kabul etmeyenler...
Önerge kabul edilmemiştir. Geçici 1 inci maddeyi
oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler... Kabul etmeyenler... Kabul edilmiştir
efendim. Sayın milletvekilleri,
diğer maddeler görüşülmüştür. Tümünü oylarınıza sunuyorum:
Kabul edenler... Etmeyenler... Kabul edilmiştir. Efendim, böylece,
programımız bitti. Programa göre,
kuruluşların bütçe ve kesinhesaplarını sırasıyla görüşmek için 7 Aralık 2001
Cuma günü saat 11.00'de toplanmak üzere birleşimi kapatıyorum. Kapanma Saati : 23.53 VII. - SORULAR VE CEVAPLAR A) YAZILI SORULAR VE CEVAPLARI |
|