DÖNEM : 21 CİLT : 76 YASAMA
YILI : 4 T. B. M. M. TUTANAK
DERGİSİ 26 ncı
Birleşim 27 . 11 . 2001 Salı İ Ç İ N D E K İ L E R I. - GEÇEN TUTANAK ÖZETİ II. - GELEN KÂĞITLAR III. - BAŞKANLIĞIN GENEL KURULA SUNUŞLARI A) GündemdIşI
Konuşmalar 1. - Hakkâri Milletvekili Evliya Parlak'ın, 24 Kasım Öğretmenler Günü
nedeniyle, öğretmenlik mesleğinin önemine, öğretmenlerin karşılaştıkları
ekonomik ve sosyal sorunlara, alınması gereken önlemlere ilişkin gündemdışı
konuşması ve Millî Eğitim Bakanı Metin Bostancıoğlu'nun cevabı 2. - Erzincan Milletvekili Sebahattin Karakelle'nin 24 Kasım Öğretmenler
Günü nedeniyle, öğretmenlik mesleğinin önemine, öğretmenlerin karşılaştıkları
ekonomik ve sosyal sorunlara, alınması gereken önlemlere ilişkin gündemdışı
konuşması ve Millî Eğitim Bakanı Metin Bostancıoğlu'nun cevabı 3. - Erzurum Milletvekili Mücahit Himoğlu'nun, 24 Kasım Öğretmenler Günü
nedeniyle, öğretmenlik mesleğinin önemine, öğretmenlerin karşılaştıkları
ekonomik ve sosyal sorunlara, alınması gereken önlemlere ilişkin gündemdışı
konuşması ve Millî Eğitim Bakanı Metin Bostancıoğlu'nun cevabı B) Çeşİtlİ İşler 1. - Bütçe görüşmelerinde kişisel söz almak isteyen üyelerin söz kayıt
işlemlerine ilişkin Başkanlık duyurusu C) Gensoru,
Genel Görüşme, Meclİs SoruşturmasI ve Meclİs AraştIrmasI Önergelerİ 1. - Bursa Milletvekili Teoman Özalp ve 22 arkadaşının, demiryolu
ulaşımı yatırımları konusunda Meclis araştırması açılmasına ilişkin önergesi
(10/222) 2. - İzmir Milletvekili Yusuf Kırkpınar ve 21 arkadaşının, İzmir İlinin
yaşadığı sel felaketlerinin ve altyapı sorunlarının araştırılarak alınması
gereken önlemlerin belirlenmesi amacıyla Meclis araştırması açılmasına ilişkin
önergesi (10/223) D) Tezkereler ve
Önergeler 1. - Bursa Milletvekili Faruk Çelik'in (6/892) ve (6/972) esas numaralı
sözlü sorularını geri aldığına ilişkin önergesi (4/430) 2. - Gaziantep Milletvekili Mehmet Ay'ın (6/1121), (6/1122), (6/1133) ve
(6/1135) esas numaralı sözlü sorularını geri aldığına ilişkin önergesi (4/431) 3. - Balıkesir Milletvekili İsmail Özgün'ün, Sağlık, Aile, Çalışma ve
Sosyal İşler Komisyonu üyeliğinden çekildiğine ilişkin önergesi (4/432) 4. - Dört ilde uygulanmakta olan olağanüstü halin 30.11.2001 günü saat
17.00'den geçerli olmak üzere dört ay süreyle uzatılmasına ilişkin Başbakanlık
tezkeresi (3/932) IV. - GENSORU, GENEL GÖRÜŞME, MECLİS
SORUŞTURMASI VE MECLİS ARAŞTIRMASI A) Görüşmeler 1. - Yumurta Üreticilerinin Sorunlarının Araştırılarak Alınması Gereken
Tedbirlerin Belirlenmesi Amacıyla Anayasanın 98 inci, İçtüzüğün 104 ve 105 inci
Maddeleri Uyarınca Bir Meclis Araştırması Açılmasına İlişkin Önergesi ve Meclis
Araştırması Komisyonu Raporu (10/8) (S. Sayısı: 596) 2. - Saadet Partisi Grubu Adına
Grup Başkanvekilleri Konya Milletvekili Veysel Candan ve Diyarbakır
Milletvekili Ömer Vehbi Hatipoğlu'nun, Ekonomi Yönetiminde Başarılı Olmayarak
Ekonomik Çöküş Sürecini Hızlandırdığı ve Dış Ekonomik İlişkilerde Türkiye'yi
Küçük Düşürücü Davranışlar Sergilediği İddiasıyla Devlet Bakanı Kemal Derviş Hakkında Gensoru Açılmasına
İlişkin Önergesi (11/23) V. - SORULAR VE CEVAPLAR A) YazIlI
Sorular ve CevaplarI 1. - Karaman Milletvekili Zeki Ünal'ın, İşçi Partisi Genel Başkanının
günlük bir gazeteye verdiği demece ilişkin sorusu ve Adalet Bakanı Hikmet Sami
Türk'ün cevabı (7/4718) 2. - Hatay Milletvekili Mustafa Geçer'in, Hatay Tütün İşletme
Müdürlüğünün geçici olarak kapatılmasına ilişkin sorusu ve Devlet Bakanı Yılmaz
Karakoyunlu'nun cevabı (7/4956) 3. - İstanbul Milletvekili Bülent Akarcalı'nın, deprem afetinde zarar
gören tavuk üreticilerine yapılacak yardımlara ilişkin Başbakandan sorusu ve
Tarım ve Köyişleri Bakanı Hüsnü Yusuf Gökalp'in cevabı (7/4993) 4. - Erzurum Milletvekili Aslan Polat'ın, TMO tarafından uygulanan
buğday fiyatlarına ilişkin sorusu ve Tarım ve Köyişleri Bakanı Hüsnü Yusuf
Gökalp'in cevabı (7/5007) 5. - Karaman Milletvekili Zeki Ünal'ın, Dünya Bankasınca çiftçilere
verilmek üzere açılacak krediye ilişkin sorusu ve Tarım ve Köyişleri Bakanı
Hüsnü Yusuf Gökalp'in cevabı (7/5033) 6. - İstanbul Milletvekili Azmi Ateş'in, YÖK Araştırma Komisyonu
Raporuna ilişkin sorusu ve Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanı Ömer İzgi'nin
cevabı (7/5070) I. - GEÇEN TUTANAK ÖZETİ Birinci Oturum TBMM Genel Kurulu saat 13.00'te açılarak üç oturum yaptı. Genel Kurulun 27 Kasım 2001 Salı, 28 Kasım 2001 Çarşamba ve 29 Kasım
2001 Perşembe günleri 12.00-16.00 saatleri arasında çalışmasına; 28 Kasım 2001
Çarşamba günü sözlü soruların görüşülmemesine ilişkin Danışma Kurulu önerisi
kabul edildi. İstanbul Milletvekili Mehmet Ali İrtemçelik ve 125 arkadaşının, Kıbrıs
konusunda genel görüşme açılmasına ilişkin önergesi (8/23) okundu; önergenin,
öngörüşmelerin kapalı oturum olarak düzenlenmesine ilişkin kısmı kabul edildi. Kapalı oturuma geçilmek üzere, açık olan Birinci Oturuma saat 13.17'de
son verildi. İkinci Oturum (Kapalıdır) Üçüncü Oturum 27 Kasım 2001 Salı günü, alınan karar gereğince saat 12.00'de toplanmak
üzere, birleşime 16.54'te son verildi.
No. : 38 II. - GELEN KÂĞITLAR 26 . 11 . 2001 Pazartesİ Tasarılar 1. - Kamu İhale Kanunu Tasarısı (1/930) (Adalet ve Plan ve Bütçe ve
Bayındırlık, İmar, Ulaştırma ve Turizm Komisyonlarına) (Başkanlığa geliş
tarihi: 21.11.2001) 2. - Kamu İhale Sözleşmeleri Kanunu Tasarısı (1/931) (Adalet ve Plan ve
Bütçe ve Bayındırlık, İmar, Ulaştırma ve Turizm Komisyonlarına) (Başkanlığa
geliş tarihi: 21.11.2001) Teklifler 1. - Iğdır Milletvekili Ali Güner ve 5 Arkadaşının; Bir İlçe Kurulmasına
İlişkin Kanun Teklifi (2/837) (İçişleri ve Plan ve Bütçe Komisyonlarına)
(Başkanlığa geliş tarihi: 21.11.2001) 2. - Kayseri Milletvekili Hasan Basri Üstünbaş ve 20 Arkadaşının;
Yükseköğretim Kurumları Teşkilâtı Kanunu ile 78 ve 190 Sayılı Kanun Hükmünde
Kararnamelerde Değişiklik Yapılması Hakkında Kanun Teklifi (2/838) (Millî
Eğitim, Kültür, Gençlik ve Spor ve Plan ve Bütçe Komisyonlarına) (Başkanlığa
geliş tarihi: 21.11.2001) Raporlar 1. - Her Türlü Irk Ayrımcılığının Ortadan Kaldırılmasına İlişkin
Uluslararası Sözleşmenin Onaylanmasının Uygun Bulunduğu Hakkında Kanun Tasarısı
ve Dışişleri Komisyonu Raporu (1/913) (S. Sayısı: 770) (Dağıtma tarihi:
26.11.2001) (GÜNDEME) 2. - Dünya Posta Birliği Kuruluş Yasasına Altıncı Ek Protokolün
Onaylanmasının Uygun Bulunduğuna Dair Kanun Tasarısı ve Dışişleri Komisyonu
Raporu (1/926) (S. Sayısı: 771) (Dağıtma tarihi: 26.11.2001) (GÜNDEME) 3. - Biyoloji ve Tıbbın Uygulanması Bakımından İnsan Hakları ve İnsan
Haysiyetinin Korunması Sözleşmesi; İnsan Hakları ve Biyotıp Sözleşmesinin
Onaylanmasının Uygun Bulunduğuna Dair Kanun Tasarısı ve Dışişleri Komisyonu
Raporu (1/915) (S. Sayısı: 772) (Dağıtma tarihi: 26.11.2001) (GÜNDEME) 4. - Türk Ceza Kanunu ile Hapishane ve Tevkifhanelerin İdaresi Hakkında
Kanunda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Tasarısı ve Adalet Komisyonu Raporu
(1/928) (S. Sayısı: 775) (Dağıtma tarihi: 26.11.2001) (GÜNDEME) 5. - Tütün, Tütün Mamulleri, Tuz ve Alkol İşletmeleri Genel Müdürlüğünün
Yeniden Yapılandırılması ile Tütün ve Tütün Mamullerinin Üretimine, İç ve Dış
Alım ve Satımına, 4046 Sayılı Kanunda ve 233 Sayılı Kanun Hükmünde Kararnamede
Değişiklik Yapılmasına Dair 20.6.2001 Tarihli ve 4685 Sayılı Kanun ve
Anayasanın 89 uncu Maddesi Gereğince Cumhurbaşkanınca Bir Daha Görüşülmek Üzere
Geri Gönderme Tezkeresi ve Plan ve Bütçe Komisyonu Raporu (1/888) (S. Sayısı:
777) (Dağıtma tarihi: 26.11.2001) (GÜNDEME) Sözlü Soru Önergeleri 1. - İstanbul Milletvekili Ahmet Güzel'in, Özelleştirme İdaresi
Başkanlığına bağlı kurumlarda yapılan
atamalara ilişkin Devlet Bakanından (Yılmaz Karakoyunlu) sözlü soru önergesi (6/1644) (Başkanlığa geliş tarihi: 22.11.2001) 2. - İstanbul Milletvekili Ahmet Güzel'in, Özelleştirme İdaresinde yapılan
bir atamaya ilişkin Devlet Bakanından (Yılmaz Karakoyunlu) sözlü soru önergesi (6/1645) (Başkanlığa
geliş tarihi: 23.11.2001) 3. - İstanbul Milletvekili Ahmet Güzel'in, Özel Kalem Müdürlüğüne
yapılan atamaya ilişkin Enerji ve Tabiî
Kaynaklar Bakanından sözlü soru
önergesi (6/1646) (Başkanlığa geliş tarihi: 23.11.2001) Yazılı Soru Önergeleri 1. - Bursa Milletvekili Ali Arabacı'nın, İngiltere seyahati
giderlerine ilişkin Turizm
Bakanından yazılı soru önergesi
(7/5131) (Başkanlığa geliş tarihi: 22.11.2001) 2. - İstanbul Milletvekili Azmi
Ateş'in, iç borçlara ilişkin
Devlet Bakanından (Kemal
Derviş) yazılı soru önergesi (7/5132)
(Başkanlığa geliş tarihi: 22.11.2001) 3. - İstanbul Milletvekili Azmi Ateş'in, Tasarruf Mevduatı Sigorta
Fonuna devredilen bankalara ilişkin
Devlet Bakanından (Kemal Derviş) yazılı
soru önergesi (7/5133) (Başkanlığa geliş tarihi: 22.11.2001) 4. - İstanbul Milletvekili Azmi
Ateş'in, soru önergelerinin
cevaplandırılmasına ilişkin Devlet Bakanından (Kemal Derviş) yazılı soru
önergesi (7/5134) (Başkanlığa geliş tarihi: 22.11.2001) 5. - İstanbul Milletvekili Azmi
Ateş'in, son ekonomik krize ilişkin
Devlet Bakanından (Kemal Derviş) yazılı soru önergesi (7/5135) (Başkanlığa
geliş tarihi: 22.11.2001) 6. - İstanbul Milletvekili Azmi Ateş'in, dış kredilere, ilişkin
Devlet Bakanından (Kemal
Derviş) yazılı soru önergesi (7/5136)
(Başkanlığa geliş tarihi: 22.11.2001) 7. - Van Milletvekili Hüseyin
Çelik'in, RTÜK'ün frekans ihalesine ilişkin
Başbakandan yazılı soru önergesi (7/5137) (Başkanlığa geliş tarihi:
22.11.2001) 8. - Van Milletvekili Hüseyin Çelik'in, BM Genel Kurulundaki temaslarına
ilişkin Dışişleri Bakanından yazılı soru önergesi (7/5138) (Başkanlığa geliş
tarihi: 22.11.2001) 9. - Karaman Milletvekili Zeki Ünal'ın, üniversitelerdeki başörtüsü
sorununa ilişkin Millî Eğitim Bakanından yazılı soru önergesi (7/5139)
(Başkanlığa geliş tarihi: 22.11.2001) 10. - Ankara Milletvekili M. Zeki Çelik'in, vakıflara ilişkin
Başbakandan yazılı soru önergesi (7/5140) (Başkanlığa geliş tarihi: 22.11.2001) 11. - Konya Milletvekili Veysel Candan'ın, doğalgaz arzına ve tüketimine
ilişkin Enerji ve Tabiî Kaynaklar Bakanından yazılı soru önergesi (7/5141)
(Başkanlığa geliş tarihi: 22.11.2001) 12. - Ankara Milletvekili M. Zeki Çelik'in, Başbakanlık ve Devlet
bakanlıklarındaki müşavir ve başmüşavirlere ilişkin Başbakandan yazılı soru
önergesi (7/5142) (Başkanlığa geliş tarihi: 22.11.2001) 13. - Ankara Milletvekili M. Zeki Çelik'in, Başbakanlık'taki başmüşavir
ve müşavirlere ilişkin Başbakandan yazılı soru önergesi (7/5143) (Başkanlığa
geliş tarihi: 22.11.2001) 14. - Ankara Milletvekili M. Zeki Çelik'in, KİT'lerdeki başmüşavir ve
müşavirlere ilişkin Başbakandan yazılı soru önergesi (7/5144) (Başkanlığa geliş
tarihi: 22.11.2001) 15. - İstanbul Milletvekili Cahit Savaş Yazıcı'nın, denizlerdeki
kılavuzluk ve römorkörcülük hizmetlerine ilişkin Devlet Bakanından (Ramazan
Mirzaoğlu) yazılı soru önergesi (7/5145) (Başkanlığa geliş tarihi: 23.11.2001) 16. - İstanbul Milletvekili Cahit Savaş Yazıcı'nın, TCDD'ye bağlı
limanlardaki hizmetlere ilişkin Ulaştırma Bakanından yazılı soru önergesi
(7/5146) (Başkanlığa geliş tarihi: 23.11.2001) 17. - Karaman Milletvekili Zeki Ünal'ın, havaalanlarına ilişkin
Ulaştırma Bakanından yazılı soru önergesi (7/5147) (Başkanlığa geliş tarihi:
23.11.2001) 18. - Karaman Milletvekili Zeki Ünal'ın, Hazine hesaplarına ilişkin
Devlet Bakanından (Kemal Derviş) yazılı soru önergesi (7/5148) (Başkanlığa
geliş tarihi:23.11.2001) 19. - Kayseri Milletvekili Sadık Yakut'un, Özelleştirme İdaresi
personeline ilişkin Devlet Bakanından (Yılmaz Karakoyunlu) yazılı soru önergesi
(7/5149) (Başkanlığa geliş tarihi: 23.11.2001) 20. - Kırıkkale Milletvekili Kemal Albayrak'ın, öğretmen maaşlarına
ilişkin Millî Eğitim Bakanından yazılı soru önergesi (7/5150) (Başkanlığa geliş
tarihi: 23.11.2001) 21. - Tokat Milletvekili M.
Ergün Dağcıoğlu'nun, Anadolu Doğalgaz İletim
Hattı projesine ilişkin Enerji ve Tabiî Kaynaklar Bakanından yazılı soru
önergesi (7/5151) (Başkanlığa geliş tarihi: 23.11.2001) 22. - Tokat Milletvekili M.
Ergün Dağcıoğlu'nun, Tokat Sigara Fabrikasından çıkarılan bazı işçilere ilişkin
Devlet Bakanından (Yılmaz Karakoyunlu)
yazılı soru önergesi (7/5152) (Başkanlığa geliş tarihi: 23.11.2001) 23. - Kırıkkale Milletvekili Kemal Albayrak'ın, Kırıkkale'deki İmla
İşletmesi onarımı ve bir tesise ilişkin Millî Savunma Bakanından yazılı soru
önergesi (7/5153) (Başkanlığa geliş tarihi: 23.11.2001) 24. - Kırıkkale Milletvekili Kemal Albayrak'ın, besicilerin ekonomik
sorunlarına ilişkin Tarım ve Köyişleri Bakanından yazılı soru önergesi (7/5154)
(Başkanlığa geliş tarihi: 23.11.2001) 25. - Kırıkkale Milletvekili Kemal Albayrak'ın, Kırıkkale İlinde
toplanan vergilere ve KDV indirimine ilişkin Maliye Bakanından yazılı soru
önergesi (7/5155) (Başkanlığa geliş tarihi: 23.11.2001) 26. - Kırıkkale Milletvekili Kemal Albayrak'ın, İstanbul İkitelli
Organize Sanayi Bölgesi esnafının borçlarına ilişkin Sanayi ve Ticaret
Bakanından yazılı soru önergesi (7/5156) (Başkanlığa geliş tarihi: 23.11.2001) 27. - Kırıkkale Milletvekili Kemal Albayrak'ın, kefalet kredisi faiz
oranına ilişkin Başbakandan yazılı soru önergesi (7/5157) (Başkanlığa geliş
tarihi: 23.11.2001) 28. - Kırıkkale Milletvekili Kemal Albayrak'ın, esnafın ekonomik
sorunlarına ilişkin Başbakandan yazılı soru önergesi (7/5158) (Başkanlığa geliş
tarihi: 23.11.2001) 29. - Aksaray Milletvekili Ramazan Toprak'ın, Tasarruf Mevduatı Sigorta
Fonuna devredilen bankalara ilişkin Devlet Bakanından (Kemal Derviş) yazılı
soru önergesi (7/5159) (Başkanlığa geliş tarihi: 23.11.2001) 30. - Aksaray Milletvekili Ramazan Toprak'ın, IMF ve Dünya Bankasından
alınan kredilere ilişkin Devlet Bakanından (Kemal Derviş) yazılı soru önergesi
(7/5160) (Başkanlığa geliş tarihi: 23.11.2001) 31. - Aksaray Milletvekili Ramazan Toprak'ın, Avrupa Parlamentosunun bir
kararının tercüme edilmemesine ilişkin Dışişleri Bakanından yazılı soru
önergesi (7/5161) (Başkanlığa geliş tarihi: 23.11.2001) 32. - Aksaray Milletvekili
Ramazan Toprak'ın, İmralı Kapalı Cezaevinin koşullarına ilişkin Adalet
Bakanından yazılı soru önergesi (7/5162) (Başkanlığa geliş tarihi: 23.11.2001) 33. - Aksaray Milletvekili Ramazan Toprak'ın, İnterbank A.Ş.'nin yurt
dışı hesaplarına ilişkin Devlet Bakanından (Kemal Derviş) yazılı soru önergesi
(7/5163) (Başkanlığa geliş tarihi: 23.11.2001) No. :39 27 . 11 . 2001 Sali Yazılı Soru Önergeleri 1. - Ankara Milletvekili M. Zeki Çelik'in, açıklanan enflasyon oranlarına
ilişkin Başbakandan yazılı soru önergesi (7/5164) (Başkanlığa geliş tarihi:
26.11.2001) 2. - Ankara Milletvekili M. Zeki Çelik'in, uygulanan ekonomi programına
ilişkin Başbakandan yazılı soru önergesi (7/5165) (Başkanlığa geliş tarihi:
26.11.2001) 3. - Ankara Milletvekili M. Zeki Çelik'in, kamudaki bazı harcamalara
ilişkin Başbakandan yazılı soru önergesi (7/5166) (Başkanlığa geliş tarihi:
26.11.2001) 4. - Ankara Milletvekili Saffet Arıkan Bedük'ün, Ankara-Eryaman 5. Etap
Toplu Konutlarına ilişkin Devlet Bakanından (Faruk Bal) yazılı soru önergesi
(7/5167) (Başkanlığa geliş tarihi: 26.11.2001) 5. - Ankara Milletvekili M. Zeki Çelik'in, millî saraylarda emanet
olarak verilen tarihi eserlere ilişkin Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanından
yazılı soru önergesi (7/5168) (Başkanlığa geliş tarihi: 26.11.2001) Meclis Araştırması Önergeleri 1. - Bursa Milletvekili Teoman Özalp ve 22 arkadaşının, demiryolu
ulaşımı yatırımları konusunda Anayasanın 98 inci, İçtüzüğün 104 ve 105 inci
maddeleri uyarınca bir Meclis araştırması açılmasına ilişkin önergesi (10/222)
(Başkanlığa geliş tarihi:15.11.2001) 2. - İzmir Milletvekili Yusuf Kırkpınar ve 21 arkadaşının, İzmir İlinin
yaşadığı sel felaketlerinin ve altyapı sorunlarının araştırılarak alınması
gereken önlemlerin belirlenmesi amacıyla Anayasanın 98 inci, İçtüzüğün 104 ve
105 inci maddeleri uyarınca bir Meclis araştırması açılmasına ilişkin önergesi
(10/223) (Başkanlığa geliş tarihi: 21.11.2001) BİRİNCİ OTURUM Açılma Saati: 12.00 27 Kasım 2001 Salı BAŞKAN: Başkanvekili Ali ILIKSOY KÂTİP ÜYELER: Melda BAYER (Ankara),
Mehmet BATUK (Kocaeli) BAŞKAN- Sayın milletvekilleri, Türkiye Büyük Millet Meclisinin 26 ncı
Birleşimini açıyorum. Toplantı yetersayısı vardır, görüşmelere başlıyoruz. YASİN HATİBOĞLU (Çorum) - Sayın Başkan, şu anda Genel Kurul salonunda 62
arkadaşımız var, tam 62; 63 çıkarsa... Sayın... Lütfen, yoklama yapın
efendim. Yapmayın!.. Hiç doğru değil
yaptığınız. BAŞKAN - Değerli arkadaşlarım, gündeme geçmeden önce, üç arkadaşıma
gündemdışı söz vereceğim. 24 Kasım Öğretmenler Gününü üç gün önce idrak ettik, ancak, o gün
Meclisimiz çalışmalarına devam etmediği için, Meclisimizde o günle ilgili
konuşmalar yapılamamıştı. 24 Kasım Öğretmenler Gününün, öğrencilerimize, öğretmenlerimize ve
ulusumuza hayırlar getirmesini diliyorum ve günün anlam ve önemine binaen
Öğretmenler Günüyle ilgili olarak, üç arkadaşıma gündemdışı söz vereceğim. Gündemdışı ilk söz, Hakkâri Milletvekili Sayın Evliya Parlak'a aittir. Buyurun. (DSP sıralarından alkışlar) Konuşma süreleri 5 dakika olup, 1 dakika ilave süre vereceğim, onun
dışında maalesef veremiyoruz; bu hususun bilinmesini isterim. III. - BAŞKANLIĞIN GENEL KURULA SUNUŞLARI A) GündemdIşI
Konuşmalar 1. - Hakkâri Milletvekili Evliya
Parlak'ın, 24 Kasım Öğretmenler Günü nedeniyle, öğretmenlik mesleğinin önemine,
öğretmenlerin karşılaştıkları ekonomik ve sosyal sorunlara, alınması gereken
önlemlere ilişkin gündemdışı konuşması ve Millî Eğitim Bakanı Metin
Bostancıoğlu'nun cevabı EVLİYA PARLAK (Hakkâri) - Teşekkür ederim Sayın Başkanım. Sayın Başkanım, saygıdeğer milletvekili arkadaşlarım; huzurunuza,
geçtiğimiz cumartesi günü kutladığımız Öğretmenler Gününün 20 nci yıldönümü
nedeniyle çıkmış bulunmaktayım. Duygu ve düşüncelerimi açıklamadan önce, bu
günün bütün meslektaşlarıma hayırlı olmasını diliyor; Yüce Heyetinize en içten
sevgi ve saygılarımı sunuyorum. Değerli arkadaşlar, bu mesleğin geçmişten günümüze durumunu yüksek bilgi
ve takdirlerinize sunmak istiyorum: Büyük Önder Atatürk, cumhuriyeti henüz kurmadan önce bile, gelecekte
kuracağı devletin bütün ümidinin öğretmen ve eğitimde olduğunu bildiği için,
1921'de Maarif Şûrasını topluyor ve cumhuriyet kurulduktan sonra da, ilk
kurduğu müesseselerin başında, muallim mektepleri gelmektedir ve Söylevinde de
çoğu yerde, hepimizin bildiği gibi -zaman darlığı nedeniyle ben girmiyorum-
öğretmenlerin önemine özellikle değinen Büyük Atatürk'ün, bu mesleğe verdiği
önemi hepimiz bilmekteyiz. Cumhuriyet dönemi içerisinde, muallim mekteplerinden, köy
enstitülerinden, öğretmen okullarından, eğitim enstitülerinden, yüksek öğretmen
okullarından, çok sayıda yetenekli, liyakatli ve iz bırakan eğitimciler
yetişmiştir. 1970'den sonra durum değişmiştir. 1973'te millî eğitim Temel
Yasası çıkarılmış, öğretmenlik mesleğinin tanımı şöyle yapılmıştır:
"Devletin eğitim ve öğretim ve bununla ilgili yönetim görevini yerine
getiren özel ihtisas mesleğidir. Öğretmen, bu mesleği yaparken, Millî Eğitimin
amaçları ve temel ilkelerine bağlı kalmak zorundadır." Yine, aynı yasa,
öğretmenlik mesleği için 3 koşul öne sürmüştür; genel kültür, özel alan bilgisi
ve pedagojik formasyon aranmıştır. Ne yazık ki, 1970-1980 arasında gelen siyasî iktidarlar -ki, ben ayırım
yapmıyorum, o zaman biz hem yönetici hem öğretmendik ve benim gibi
meslektaşlarımın çoğu, burada, bunu yaşamışlardır- maalesef, en uçtan en yakın
merkeze kadar görev yapan bu kitleye sahip olmak ihtirasıyla, bu mesleğe, kısa
süreli kurslarla, yedek subaylık yapan lise mezunlarından -Yaykurla, mektupla,
değişik vesilelerle- çok sayıda kişiyi sokmaya çalışmışlardır. Hatta, bu siyasî
düşüncelerle, birçok, dernek, birlik adı altında örgütlenmeleri sağlanmış;
meslektaşlarımız birbirlerine düşman, birbirlerine âdeta kanlı bıçaklı hale
getirilmişlerdir. Hem bu meslek darbe yemiş hem ülke on yıl kaybetmiştir. 12
Eylül askerî ihtilali de, en büyük, en ağır faturayı bu mesleğe çıkarmıştır. Nihayet, 1982'de çıkarılan 2547 sayılı Yükseköğretim Kanunuyla, öğretmen
yetiştiren bütün kurumlar üniversitelere devredilmiştir: Ancak, üniversitelerin
o altyapıları belli bir süre yetersiz kaldığından, hele, Millî Eğitim
Bakanlığıyla da ilgili ilişkileri yetersiz kaldığından, üniversiteye giren
öğrenciler en sondan tercihler yapmışlardır; yani, açıkta kalmayayım diye,
eğitim yüksek okulları veya eğitim fakülteleri tercih edilmiştir. Kısacası,
yetişenler, yine yetersiz olmuştur. Hatta, 1996'da, özellikle 54 üncü hükümet
döneminde, bu meslek büyük bir darbe daha yemiştir; o da, bütün fakülte
mezunları, hiçbir özellik aranmadan bu mesleğe katılmışlardır. Bütün mesleklere
saygımız sonsuzdur; ama, beş yıl, veteriner hekim olacağım diye yetişen bir
arkadaşımızı, Şemdinli'nin bir köyüne gönderip çocuklara öğretmenlik yaptırmaya
başladık. Bu gençler, ne mutlu oldular ne başarılı oldular ne faydalı oldular.
Halen de, bu meslekte, bunlardan olan arkadaşlarımız var. Nihayet, 1990'dan sonra, Anadolu öğretmen liseleri kurulduktan sonra,
eğitim fakültelerine girişlerde kalite yükselmesi başlamıştır. Bakanlık,
özellikle, eğitim kurumlarını ilk beş tercihte tercih edip giren öğrencilerin
tümüne burs vermeye başlamıştır. Bugüne kadar, 46 000 öğrenci, burs almıştır;
halen, okuyan 16 000 öğrenci, bakanlıktan, tahmin ediyorum, aylık 30 milyon
civarında, karşılıksız burs almaktadır. (Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı) BAŞKAN - Sayın Parlak, 1 dakika içerisinde toparlayın. Buyurun efendim. EVLİYA PARLAK (Devamla) - Yine, bu Anadolu öğretmen liseleri, özellikle,
başarılı öğrenciler yetiştirip bu fakültelere verdiği için, bakıyoruz ki,
girişlerde, 210, 213, 220 puan alan öğrenciler bu fakültelere girmektedir. Bu,
gelecek yönünden, hepimize umut vermektedir. Değerli arkadaşlar, daha söylenecek çok şey var; ama, Sayın Başkanın bu
müsamahasını istismar etmek istemiyorum. Geçen gün de, gruplar adına yapılan konuşmaları mutlulukla izledim.
Dileğim şudur: Bu 24 Kasımda, gerçekten geniş bir şekilde, Yüce Meclisin önemle
yâd ettiği öğretmenlik mesleğine sahip çıkalım. Gerek kanun teklifleri gerekse
yasal düzenlemeler... Hem hükümetimiz hem partilerimiz -özellikle grup başkanvekillerine
seslenmek istiyorum- gelebilecek düzenlemelerde öğretmenimize sahip çıkalım;
çünkü, öğretmenimize sahip çıkmamız demek, geleceğimize sahip çıkmamız
demektir. Bu duygularla, bütün meslektaşlarımın bu 20 nci yıldönümünü tekrar
kutluyor, Yüce Heyetinize en içten sevgi ve saygılarımı sunuyorum; Sayın
Başkana da teşekkür ediyorum. (Alkışlar) BAŞKAN - Teşekkür ederiz Sayın Parlak. Gündemdışı ikinci söz, Erzincan Milletvekili Sayın Sebahattin
Karakelle'ye aittir; o da bir öğretim görevlisi, öğretmen arkadaşımız. (DYP
sıralarından alkışlar) Süreniz 5 dakika efendim. 2. - Erzincan Milletvekili Sebahattin
Karakelle'nin 24 Kasım Öğretmenler Günü nedeniyle, öğretmenlik mesleğinin
önemine, öğretmenlerin karşılaştıkları ekonomik ve sosyal sorunlara, alınması
gereken önlemlere ilişkin gündemdışı konuşması ve Millî Eğitim Bakanı Metin
Bostancıoğlu'nun cevabı SEBAHATTİN KARAKELLE (Erzincan) - Sayın Başkan, değerli milletvekilleri;
boş vaatlerden, temennilerden, kısacası şekilcilikten öteye geçmediği için,
öğretmenlerimizin artık kutlanmasını istemediği 24 Kasım Öğretmenler Günü münasebetiyle
söz almış bulunuyorum; Yüce Heyetinizi saygıyla selamlıyorum. Bizlerin mayasını kuran, ilim irfan beşiğimiz, ülküsü büyük neferlerin,
eli öpülesi öğretmenlerimizin Öğretmenler Gününü kutluyor, önlerinde saygıyla
eğiliyorum. Bu vesileyle, başta Başöğretmenimiz Atatürk olmak üzere, rahmeti
rahmana kavuşan öğretmenlerimize Allah'tan rahmet, emekli öğretmenlerimize
sağlık ve huzur dolu günler diliyorum; layık oldukları değer ve hakları, içinde
bulunduğumuz bilgi çağına rağmen veremediğimiz için de kendilerinden özür
diliyorum. Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; kâinatın sırrının saklı olduğu,
insan unsurunu ilmî şekilde ele alan, onun kabiliyet tohumlarını keşfeden, onu
ilim ve irfanla bezeyen tek şey eğitimdir. Hiç şüphe yok ki, onun da mimarı
öğretmenlerimizdir. Çağını yakalamış ve aşmış medenî toplumların en önemli
vazifelerinden biri de eğitime ve onun mimarı öğretmenlere verdiği önemdir.
Kalkınmış ülkeler, eğitim düzeyi yüksek ülkeler, geri kalmış ülkeler ise eğitim
düzeyi düşük ülkelerdir. Takdir edersiniz ki, eğitim sistemi iyi yapılanmamış
bir ülkede bilgi üretilemez, teknoloji geliştirilemez, insan hakları korunamaz,
en önemlisi de, millî birlik ve beraberlik sağlanamaz. Millet olarak özlemini
duyduğumuz eğitim, hiç şüphe yok ki, başındaki "millî" kelimesiyle
onur duyulan, ideolojilerin değil, projelerin sunulduğu, bilim yerine siyasetin
sunulmadığı, Anayasamızda en güzel ifadesini bulan din ve vicdan hürriyetinin
gözardı edilmediği, öğrenme hakkının sözde irticaî safsatalarla engellenmediği,
millî hedefleri olan, Başöğretmenimiz Atatürk'ün hedef gösterdiği muasır
dünyada yerimizi almamızı sağlayacak bir eğitimdir. Özlemini duyduğumuz bu
eğitimin tek mimarı da, bugün, gününü boş vaatlerle, parlak nutuklarla,
kendilerini yokluğa, açlığa terk ettiğimiz öğretmenlerimizdir. Sayın Başkan, değerli milletvekilleri "öğretmen mum gibidir; erir,
ama, etrafını aydınlatır" vecizesi, artık, hayatın bu katı gerçekleri
karşısında çok da fazla bir anlam ifade etmemektedir. Öğretmenler Gününü
eşiyle, çocuklarıyla, öğrencileriyle, velileriyle bir bayram coşkusu içinde
kutlaması gereken öğretmenlerimiz, bugün, ne yazık ki, bir maaş tutarındaki ev
kiralarını ödeyebilmek, sofralarına ekmek alabilmek, kısacası, mesleğinin
onuruna yakışır bir şekilde insanca yaşayabilmek için pazarlarda sebze
satmakta, mağazalarda tezgâhtarlık, bulabilirlerse minibüslerde şoförlük
yapmaktadırlar. Sonuç olarak, 57 nci hükümetten, bir eğitimci olarak hepimizin üzerinde
büyük emekleri olan, bizleri buralara taşıyan öğretmenlerimiz adına
taleplerimiz şunlardır: Ülkemizin candamarı olan eğitim ordumuzun, tıpkı, savunma ordumuz gibi
özel bir ihtimama ve malî imkânlara ihtiyaç duyduğu hepimizce bilinmektedir;
çözüm ise, öğretmen personel kanunu bir an önce çıkarılmalıdır. Türkiye genelinde, bölgelerimizin coğrafî yapıları göz önünde
bulundurularak, köy, belde, ilçe ve şehir merkezlerinde çalışan öğretmen,
yönetici, yardımcı ve genel idarî hizmetler sınıfında çalışan personelin özlük
haklarında yeniden düzenlemeler yapılmalıdır. Zihinsel ve fiziksel yönden büyük bir yıpranmayla karşı karşıya kalan
öğretmenlerimize de, silahlı kuvvetlerimize ve emniyet mensuplarımıza verilen
yıpranma payı verilmelidir. Her öğretim yılı başında verilen ve bu öğretim yılı 115 milyon lira
olarak uygulanan eğitime hazırlık ödeneğinin en az bir maaş tutarında olması
sağlanmalıdır. 24 Kasım Öğretmenler Gününü hamasetten kurtarmak için, Öğretmenler
Gününde öğretmenlerimiz ile Millî Eğitim Bakanlığının diğer çalışanlarına,
birçok kamu kurum ve kuruluşunda olduğu gibi, bir maaş tutarında ikramiye
verilmelidir. BAŞKAN - Son 1 dakika Sayın Karakelle, toparlarsanız... SEBAHATTİN KARAKELLE (Devamla) - Öğretmenlerimizin alacağı bu
ikramiyeyi, sınıflarındaki yoksul, öksüz ve fakir öğrencilere vereceğinden hiç
şüpheniz olmasın; tıpkı, bizim öğretmenlerimizin bizlere yaptığı gibi. Öğretmenlik mesleği özendirilmeli; öğretmen yetiştiren okullar, bilim
yerine siyasetin, projelerin yerine ideolojilerin sunulduğu YÖK'ten
kurtarılmalı, müstakil hale getirilmeli; yüksek öğretmen okulları yeniden ihdas
edilmelidir. Güvenlik güçlerimizin bile senede birkaç kez uğradığı, tabiri caizse,
ülkemizin kuş uçmaz, kervan geçmez köylerinde Türk bayrağını dalgalandıran,
çileyi hoşgörüyle barıştıran, mermerde gül yetiştiren öğretmenlerimiz için bu
taleplerimiz az olsa gerek. Bu duygu ve düşüncelerle, yarım milyonu aşkın öğretmenlerimizle birlikte
sizlerin de duygularına tercümanlık ettiğime inanıyor, Yüce Heyetinizi saygıyla
selamlıyorum. (Alkışlar) BAŞKAN - Teşekkür ederiz Sayın Karakelle. Gündemdışı üçüncü söz, Erzurum Milletvekili Mücahit Himoğlu'na aittir. Buyurun Sayın Himoğlu. (MHP sıralarından alkışlar) Süreniz 5 dakika. 3. - Erzurum Milletvekili Mücahit
Himoğlu'nun, 24 Kasım Öğretmenler Günü nedeniyle, öğretmenlik mesleğinin
önemine, öğretmenlerin karşılaştıkları ekonomik ve sosyal sorunlara, alınması
gereken önlemlere ilişkin gündemdışı konuşması ve Millî Eğitim Bakanı Metin
Bostancıoğlu'nun cevabı MÜCAHİT HİMOĞLU (Erzurum) - Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; Yüce
Heyetinizi saygıyla selamlıyorum. 24 Kasım 1928 tarihi, Büyük Önder Mustafa Kemal Atatürk'e,
Başöğretmenlik unvanının verildiği önemli bir gündür. Öğretmenler Günü, 53 yıl
aradan sonra, 1981 yılından itibaren sürekli olarak kutlanmaktadır. Bu güzel
günümüzü bu yıl da birlik ve beraberlik içerisinde kutlamanın gururu
içerisindeyiz. Büyük milletimizin istikbali, geleceğimizin teminatı olan çocuklarımızın
ruhları, ancak öğretmenlerimizin ellerinde şekil alırlar. Öğretmenlere verilen
ve öğretmenlerin üstlendiği bu ulvî görev, bir milletin mukadderatıyla ilgilidir.
Sarp dağlarda rastlanan o vahşi, ürpertici kayalar, bir taş ustasının
elinde, eski görüntülerinden eser kalmayacak şekilde nakış nakış işlenirler.
Yine, ormanlardan getirilen kaba gövdeleriyle uzanmış ağaçlar, en göz alıcı
biçimde mobilya ustalarınca işlenirler. O hünerli eller arasında bu ince,
zevkine doyulmaz şekiller ortaya çıktığı zaman, nasıl oluştuğunun, nasıl
yapıldığının muhasebesini yaparak inanırız. Bu örneklerle şekillendirilenler,
ancak ve ancak maddedir. Dünya üzerinde en zor iş, elle tutulup gözle görülemeyen ruha şekil
vermek, bilim ve teknikte ileri bir seviyeye getirmek ve de ülkesini seven
şahsiyetleri yetiştirmektir; İyilikle kötülüğün, güzellikle çirkinliğin,
adaletle zalimliğin, sevgiyle hunharlığın, kısacası tüm tezatların sergilendiği
insan ruhuna, çirkinlikleri alt edip, güzellikleri dışa vurucu sevgiyle bezeli
bir şekil vermektir; bu ruhlara insanlık vasıflarını kazandırmaktır. Eğer üzerinde yaşadığımız dünyada insanlara mutluluk verilebiliyorsa,
ilim irfan verilebiliyorsa, öğretmenlerin toplumların mimarları oluşundandır.
Vatan sevgisi onun bilgisiyle, bayrak sevgisi onun görgüsüyle, millî kimlik
onun verdiği kıymetle kazanılır. Milletler, öğretmenin eğitici kabiliyetiyle
çağdaş bir görünüm kazanırlar. İnsanlar, onun şefkat yaprakları arasında bin
türlü güzelliklerin çiğ taneciklerini kana kana içerler. Ömür boyu artık bu
sevgiyle susamazlar. Öğretmenin manevî elleri arasında şekillenen bu tertemiz
ruhlar yumağı, sevgiyi, saygıyı, dürüstlüğü öğrenirler. Bu manevî yöndeki öğretmenlerimizin, maddî yöndeki problemleri
çözülememişse, rahat ve huzur içerisinde çalışamıyorlarsa, o öğretmenden
verimli iş beklememiz mümkün değildir. En ücra köylerde görev yapan öğretmeni,
sıcak bir yuvada barındıramıyorsak, onun iaşesini giderecek yönde önlemler
alamamışsak, manevî yönden verim almamız mümkün değildir. Öğretmenlerin elinde hamur olup yoğrulan gençlik, cesaret, atılganlık,
dayanıklılık, özveri, samimiyet, enerji dolu olma gibi özellikleri sağlıklı bir
eğitim ortamında kazanırlar. Eğitimde bir bütünlüğün elde edilmesi, eğitimde fırsat
eşitliğinin sağlanması Anayasamız gereğidir. Bu gençlerin Türkiye Cumhuriyeti Devletinin bağımsızlığını koruyacak ve
yükseltecek biçimde, fikrî hür, vicdanı hür irfanı hür nesiller olarak
yetişmesi için, millî bir eğitimin verilmesi gerekmektedir. Gençlik, mutlaka,
bir ülkü sahibi, bilim ışığında, çalışkan, vatansever milliyetçiler olmalıdır.
Bunun için de, gençleri yetiştirecek öğretmenlerimize, araştırma yapabilmesi
için, artık bir maddî kaynak temin edilmesi ve öğretmenlerimizin
tazminatlarının ve ders ücretlerinin acilen iyileştirilmesi gerekir. Sözlerimi, biraz önce bahsettiğim konuya eşlik etmesi açısından, Gazi
Mustafa Kemal Atatürk'ün şu veciz ifadesiyle tamamlıyorum: "Muallime değer
verilen, muallime hürmet gösterilen ülkelerde insanlar mesut ve faziletlidir.
Muallimin zelil olduğu, mesleğin hor görüldüğü milletler düşmüştür, alçalmıştır
ve şüphe yok ki bedbahttır." Unutmayalım, milletleri kurtaranlar, yalnız ve ancak öğretmenlerdir
diyor, Yüce Heyetinizi saygıyla selamlıyorum. (Alkışlar) BAŞKAN - Teşekkür ederiz Sayın Himoğlu. Efendim, tabiî, bugün Öğretmenler Günüyle ilgili konuşma yapılıyor,
bütün arkadaşlarımızın bu konuda söz istekleri var; ama, bunları yerine getirme
şansımız yok. Sayın Halil Çalık'ın, Sayın Salih Yıldırım'ın, Sayın
Bıçakçıoğlu'nun ekranda talepleri var, buna ilişkin olsa gerek; ama, ben,
Türkiye Büyük Millet Meclisinin bütün sayın üyelerinin hepsinin yüreği
öğretmenlerimizle birlikte çarpıyor, hepsi biraz önce konuşan arkadaşlarımızın
görüşlerine aynen katılıyor diyor ve konuyu bağlıyorum. Evet, Öğretmenler Gününde, öğretmenlerimizin sorunlarıyla ilgili ve
gündemdışı konuşmalara yanıt vermek üzere, Millî Eğitim Bakanımız Sayın Metin
Bostancıoğlu söz istemişlerdir. Buyurun Sayın Bakanım. MİLLÎ EĞİTİM BAKANI METİN BOSTANCIOĞLU (Sinop) - Sayın Başkan, değerli
milletvekilleri; Öğretmenler Günü nedeniyle görüşlerini açıklayan,
öğretmenlerimizin yetiştirilme ve mesleğe girişleri ile onların ekonomik ve
sosyal sorunları hakkında önerilerde bulunan değerli milletvekillerimiz Hakkâri
Milletvekili Sayın Evliya Parlak'a, Erzincan Milletvekili Sayın Sebahattin
Karakelle'ye, Erzurum Milletvekili Sayın Mücahit Himoğlu'na teşekkür ediyorum
ve hepinizi saygıyla selamlıyorum. Değerli milletvekilleri, Yüce Atatürk, 73 yıl önce, yeni Türk
alfabesinin kabulünün ardından, ulusça eğitim seferberliği başlatarak, cehalete
ve karanlığa karşı amansız bir savaş açmış, ulusuna başöğretmenlik yapmıştır.
Başöğretmen Atatürk'ün izinde görev yapan bütün öğretmenlerimize, ulusça
şükranlarımızı sunuyoruz. Laikliğin, çoğulcu demokrasinin ve hukukun üstünlüğünün, toplumumuzun
bütün kurumlarınca benimsenmesi ve özümsenmesi, hak ve özgürlüklere saygının
geliştirilmesi ancak eğitimle, öğretmenlerimizin çabalarıyla mümkündür. Öğretmenlik mesleği, sevgi ve sabır mesleğidir. Bunun için
öğretmenlerimizin görevlerini huzur içinde, kaygı duymadan yerine getirmeleri
çok önemlidir. Bu bakımdan, öğretmenlerimizin ekonomik ve sosyal durumlarının
daha iyi hale getirilmesi için gerekli bütün önlemleri almanın çabası
içindeyiz. Yeni bin yılın en önemli meslekleri arasında yerini korumaya devam
edecek olan öğretmenlik mesleği, son yıllarda aldığımız önlemlerle daha cazip
hale gelmiştir. Öğretmen yetiştiren fakültelere nitelikli ve başarılı öğrenci
gönderen Anadolu öğretmen liselerinin sayısı artırılmış, ders programları
geliştirilmiştir. Bu okullarımızda bu yıldan itibaren zorunlu ikinci yabancı
dil uygulamasına başlanmıştır. YÖK'le yaptığımız işbirliği sonucunda, kaliteli
öğretmen yetiştirilmesi için öğretmen yetiştiren fakültelerin programları
yeniden düzenlenmiştir. Öğretmen yetiştiren yükseköğretim kurumlarında
uygulanan programları denetlemek, değerlendirmek, geliştirmek ve YÖK'ün
öğretmen yetiştirmeyle ilgili alacağı kararları oluşturmada danışma organı
olarak faaliyet göstermek üzere Öğretmen Yetiştirme Türk Millî Komitesi
kurulmuştur. Bakanlığımız ve üniversite temsilcilerinden oluşan bir çalışma
grubu, öğretmenlerin yeterlilik göstergelerini yeniden tespit etmiştir. Bu
yeterlilik göstergelerine göre, ilgili fakülteler programlarını
güçlendirmektedirler. Her çocuğun nitelikli bir öğretmen tarafından yetiştirilmesi için gerekli olan
kalite güvence sistemi; yani, akreditasyon çalışmalarıyla ilgili olarak,
bakanlığımız ve üniversitelerin eğitim fakülteleri temsilcilerinden oluşan bir
çalışma grubu kurulmuştur ve çalışmalarını sürdürmektedir. Bakanlığımızla Anadolu Üniversitesi Rektörlüğü işbirliğinde, uzaktan ve
yüzyüze eğitim yoluyla, okulöncesi öğretmenliği ve İngilizce öğretmeni
yetiştirme projeleri uygulamaya konulmuştur. Öğretmen yetiştiren yükseköğretim
kurumlarına daha nitelikli öğrenci akışını sağlamak için, öğretmenlik
programlarını ilk beş sırada tercih eden öğrencilere, Sayın Evliya Parlak'ın
söylediği gibi, burs verilmeye devam edilmektedir. 1997-2001 öğretim döneminde, çeşitli branşlarda 188 544 öğretmen ataması
yapılarak, artan öğrenci sayısının gerektirdiği öğretmen ihtiyacı
karşılanmıştır. Öğretmen atamalarına getirilen düzenlemeyle, öğretmen
dağılımında büyük oranda denge sağlanmıştır. Geçtiğimiz öğretim yılında,
ülkemizin hiçbir yöresinde öğretmensizlikten dolayı kapalı okulumuz
kalmamıştır. Millî Eğitim Bakanlığında torpile ve adam kayırmalara son verilmiş;
atama, yer değiştirme ve görevde yükselmeler, çıkardığımız yönetmeliklerle
tamamen objektif kriterlere bağlanmıştır. İsteğe bağlı yer değiştirmelerde,
tercih ve tercih edilen yer için hizmet puanı üstünlüğü ödünsüz uygulanmıştır.
Temmuz 1997'den bu yana iller arasında yönetmelik hükümlerine aykırı hiçbir
öğretmen ataması yapılmamıştır; yani, 657 sayılı Devlet Memurları Kanununun 76
ncı maddesi hiç uygulanmamıştır. Norm kadro ve eğitim bölgeleri uygulamalarıyla, öğretmenlerin daha
verimli çalışmalarına yol açılmıştır. Norm kadro düzenlemesinden önce, 1999
yılında okul ve kurumlarımızda 112 000 yönetici bulunmaktayken, bu sayı, norm
kadro uygulamasının ardından 55 000'e düşürülmüştür. Norm kadro öncesinde 3
öğretmene 1 yönetici düşerken, uygulama sonucunda denge getirilmiştir. Bu
uygulamayla 47 000 kadro tasarrufu yapılmıştır. Fazla konumdaki öğretmen sayısı
15 000'in altına inmiştir. Yapılan düzenlemelerle 32 000 öğretmen etkin ve
verimli bir duruma getirilmiştir. Yurtdışındaki vatandaşlarımızın çocukları için görevlendirdiğimiz
öğretmenlerimiz de, tamamen, objektif ölçütlere göre belirlenmiştir. Son 3
yılda yurtdışına gönderilen 728 öğretmenimizin geldikleri illere göre dağılımına
bakıldığında bu durum rahatlıkla görülmektedir. Son Strasbourg seyahatimde
öğretmenlerle yaptığım toplantıda -masamda- iki çift aile, eş, karı koca
öğretmen vardı. Çiftlerden birine sordum "siz, Strasbourg'a gelmeden önce
neredeydiniz?" "Biz, Bitlis'ten geldik" dedi. Diğer çift ise
Adıyaman'dan gelmişti. Diğer öğretmenlerin geldikleri yerlere baktım, gördüğüm
tablo şu oldu: Kim ki sınavda başarılı oluyorsa, yurdun neresinde olursa olsun,
bulunup, çekilip, gerektiği yere görevlendirilmektedir. Yurtdışındaki bütün
öğretmenlerimizin, dil bilme koşulu başta olmak üzere, sınavdan geçmiş ve
nerelerden gelmiş olduklarına dair tabloyu da sizlere dağıttıracağım. Öğretmenlerimizin çağın yeni bilgileriyle donatılmaları önem verdiğimiz
bir konudur. Her yıl artan hizmetiçi eğitim faaliyetleriyle öğretmenlerimiz
daha donanımlı hale gelmektedir. 2001 yılında 272 388 yönetici ve öğretmen
çeşitli alanlarda hizmetiçi eğitime alınmıştır. 221 000 öğretmen de bilgisayar
okuryazarlığı eğitimi almıştır. Öğretmenevlerinin ve öğretmen lokallerinin sayıları artırılmış,
sundukları hizmetler daha kaliteli hale getirilmiştir. 17 881 yatak kapasiteli
621 öğretmenevi, 173 öğretmen lokali ve 10 eğitim merkezi, öğretmenlerimizin
sosyal ihtiyaçları karşılamak üzere hizmet vermektedir. Bütün bu çalışmalarla birlikte, öğretmenlik mesleği, eskisine göre daha
da fazla tercih edilir hale gelmiştir. Bu yılki öğrenci seçme sınavları
verileri öğretmenlik mesleğine ilginin arttığını göstermektedir. Gazi
Üniversitesi Eğitim Fakültesi Matematik Öğretmenliği Bölümü, üniversitenin
bütün diğer bölümlerinden daha yüksek puanla öğrenci almıştır. En düşük 223,697
puan alan öğrenciler, diğer bölümlere kolaylıkla girebilecekken, matematik
öğretmenliği bölümünü tercih etmişlerdir. Boğaziçi Üniversitesinde en düşük
223,697 puan alan öğrenciler, üniversitenin inşaat mühendisliği, makine
mühendisliği, kimya mühendisliği bölümlerine rahatlıkla girebilecekken,
öğretmenlik bölümünü tercih etmişlerdir. Diğer bölümlerin puanı, matematik
öğretmenliğinden daha düşüktür. İstanbul Üniversitesi Eğitim Fakültesinin
Matematik Öğretmenliği Bölümü de, Cerrahpaşa Tıp Fakültesi, endüstri
mühendisliği, bilgisayar mühendisliği, diş hekimliği, inşaat mühendisliği
bölümlerinden daha yüksek puanla öğrenci almıştır. Öğretmenlik mesleği, en
başarılı öğrencilerin öğrenci seçme sınavında ilk sıralarda tercih ettiği bir
meslek haline gelmiştir. Öğretmenlerimiz, bugün, ekonomik ve sosyal yönden zor koşullarda
çalışmaktadırlar. Dün de öyle çalışıyorlardı, bugün de zor koşullarda çalışıyorlar.
Çünkü, öğretmenlik mesleğinin yapısında var kahırla çalışmak, zor koşullarda çalışmak.
4306 sayılı Yasayla birlikte, öğretmenlerimiz, 657 sayılı Devlet
Memurları Kanununun öngördüğü maaştan yüzde 18 fazla almaya başlamışlardır.
Yani, 9 uncu derecenin 1 inci kademesinde herhangi bir memur ne alıyorsa, 1
inci derecenin 4 üncü kademesinde herhangi bir memur ne maaş alıyorsa,
öğretmenlerimiz yüzde 18 fazla maaş almaktadırlar. Ancak, ülkemizin içinde
bulunduğu ekonomik koşullar nedeniyle, bu da yeterli değildir. Bu sorunu,
olanaklarımız ölçüsünde gidermenin çabaları içindeyiz. Öğretmen, zor ekonomik şartlara rağmen, yine de, statü olarak güvence
altında olduğunu hissediyorsa verimli çalışmaktadır. Norm kadro, atama yükselme
yönetmelikleri ve sınav yönetmeliklerimizle biz bunu gerçekleştirdik. Öğretmenlerimiz, Atatürk'ün bizlere miras olarak bıraktığı bilim ve
aklın aydınlattığı yolda, ilke ve devrimlerinden asla ödün vermeden kutsal
görevlerini başarıyla yerine getirmeye devam ediyorlar ve devam edecekler. Yüce Önderimiz, Başöğretmen Atatürk başta olmak üzere, aramızdan ayrılan
bütün öğretmenlerimizi ve eğitimcileri rahmet ve minnetle anıyor, Öğretmenler
Gününün bütün öğretmenlerimize ve ulusumuza kutlu olmasını diliyor, saygılar
sunuyorum. (Alkışlar) BAŞKAN - Teşekkür ederiz Sayın Bakanım. Gündemdışı görüşmeler tamamlanmıştır. Sayın milletvekilleri, bütçe üzerinde kişisel söz kaydıyla ilgili olarak
Başkanlığın bir duyurusu vardır. B) Çeşİtlİ İşler 1. - Bütçe görüşmelerinde kişisel söz
almak isteyen üyelerin söz kayıt işlemlerine ilişkin Başkanlık duyurusu BAŞKAN - Bütçenin görüşme programı bastırılıp, dağıtılmıştır. Bütçeler üzerinde, sahısları adına söz almak isteyen sayın üyelerin söz
kayıt işlemleri 28 Kasım 2001 Çarşamba günü saat 09.00 ile 10.00 arasında
Demokratik Sol Parti ve Doğru Yol Partisi Grupları toplantı salonunda Başkanlık
Divanı Kâtip Üyelerince imza karşılığında yapılacaktır. Bu saatten sonra, söz
kaydı, Kanunlar ve Kararlar Müdürlüğünde devam edecektir. Söz kaydını her sayın üyenin bizzat yaptırması gerekmektedir; başkası
adına söz kaydı yapılmayacaktır. Genel Kurulun aldığı karara uygun olarak, kişisel söz kaydı, her tur
için lehte ve aleyhte olmak üzere ve sadece biri hakkında yapılacaktır. Bir milletvekili sadece bir tur için söz kaydı yaptırabilecektir. Duyuru ayrıca ilan tahtalarına da asılmıştır. Sayın üyelerin bilgilerine sunulur. 2 adet Meclis araştırma önergesi vardır; ayrı ayrı okutacağım. İlk önergeyi okutuyorum: C) Gensoru,
Genel Görüşme, Meclİs SoruşturmasI ve Meclİs AraştIrmasI Önergelerİ 1. - Bursa Milletvekili Teoman Özalp ve
22 arkadaşının, demiryolu ulaşımı yatırımları konusunda Meclis araştırması
açılmasına ilişkin önergesi (10/222) Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına Ülke ulaşımında karayolu ağının yolcu ve yük taşımacılığında yüksek
maliyet getirmesi ve yeterli olmaması nedeniyle, alternatif ulaşım projelerinin
ortaya konulması zorunluluk göstermektedir. Alternatif ulaşım olarak
demiryollarının yeterince değerlendirilmediği ve demiryolu ulaşımında yatırım
yetersizliğine çözüm bulunması amacıyla, Anayasanın 98 ve Türkiye Büyük Millet
Meclisi İçtüzüğünün 104 üncü ve 105 inci maddeleri gereğince Meclis araştırması
açılmasını arz ederiz. Saygılarımızla. 1- Teoman Özalp (Bursa) 2- Ali Naci Tuncer (Trabzon) 3- Oğuz Tezmen (Bursa) 4- Metin Kocabaş (Kahramanmaraş) 5- Mustafa Örs (Burdur) 6- Mehmet Gölhan (Konya) 7- Erdoğan Sezgin (Samsun) 8- Hayri Kozakçıoğlu (İstanbul) 9- Bekir Aksoy (Çorum) 10- Kadir Bozkurt (Sinop) 11- Zeki Ertugay (Erzurum) 12- Necati Yöndar (Bingöl) 13- Sevgi Esen (Kayseri) 14- İlyas Yılmazyıldız (Balıkesir) 15- Murat Akın (Aksaray) 16- Nevzat Ercan (Sakarya) 17- Salih Çelen (Antalya) 18- İbrahim Konukoğlu (Gaziantep) 19- Doğan Baran (Niğde) 20- Hakkı Töre (Hakkâri) 21- Hacı Filiz (Kırıkkale) 22- Mehmet Gözlükaya (Denizli) 23- Ali Şevki Erek (Tokat) GEREKÇE: Ülkemizde henüz bir ulaşım master planının olmaması ulaşım sektörünü ve
vatandaşlarımızı sıkıntıya sokmaktadır. Özellikle, son 60-70 yıldır demiryolu
yatırımına gerekli önemin verilmemesi ve yeni yatırımların yapılmaması bu
sektörü zora sokmaktadır. Ayrıca, yapılmış demiryolu ağında bile, gerekli bakım
ve onarımın yapılmaması düşündürücüdür. Bugünden başlayarak 10 yıllık zaman dilimi içerisinde demiryollarının
ülkemiz ihtiyacına cevap verebilecek pozisyona gelmesi mümkündür. Bugün,
demiryolları yatırımı içerisindeki en büyük sıkıntı altyapı yatırımlarıdır.
Çoğu rayın 50 yaşına geldiği ilgililerce belirtilmektedir. Ayrıca, birçok rayın
da tek hatlı olması, sıkıntının bir başka nedenidir. Demiryollarının yakıt itibariyle dışa bağımlılığı daha azdır. Petrol
ürünlerine dayalı işleyen karayollarına karşın demiryolları yerli kaynaklarla
işletilebilir. Demiryollarının işletme masrafı karayollarına göre daha ucuzdur.
Hızlı bir demiryolunun kurulma maliyeti, çift hatlı otoyolun
maliyetinden daha ucuzdur. Ayrıca, otoyolun ömrünün 10-15 yıl olduğu,
demiryolunun asgarî 30 yıl olduğu belirtilmektedir. Enerji kullanımı, arazide
yer kaplama, çevre kirliliği, can güvenliği gibi kavramlar dikkate alındığında,
demiryollarının önemi hızla artmaktadır. Ulaştırmanın önemli ayaklarından biri olan demiryolları, uzun yıllardır
süren ihmal sonucu işletme ve hat sorunları yaşamaktadır. Türkiye'de yolcu
taşımacılığının yüzde 96'sı karayolu, yüzde 2'si ise demiryollarıyla
yapılmaktadır. Yük taşımacılığında yüzde 93'ü karayolu, yüzde 6'sı ise
demiryoluyla yapılmaktadır. Bursa, sanayi bakımından gelişmiş en büyük illerimizden biridir. Gerek
hammadde gerekse mamul madde taşımacılığında önemli işlevi olan
demiryollarından Bursa İlimizin mahrum bırakılması ayrı bir sorun olarak
karşımıza çıkmaktadır. Bandırma-Bursa-Orhaneli-Ayazma-İnönü arasında kurulması
düşünülen demiryolu projesine bile yeterli ödenekler ayrılmamaktadır. Durum böyleyken, ülkemiz için önem arz eden demiryolları yatırımlarının
önündeki sorunların araştırılmasında fayda mütalaa edilmektedir. BAŞKAN - Sayın milletvekilleri, araştırma önergesi bilgilerinize
sunulmuş olup, gündemdeki yerini alacak ve Meclis araştırması açılıp açılmaması
hususundaki öngörüşme, sırası geldiğinde yapılacaktır. İkinci Meclis araştırması önergesini okutuyorum: 2. - İzmir Milletvekili Yusuf Kırkpınar
ve 21 arkadaşının, İzmir İlinin yaşadığı sel felaketlerinin ve altyapı
sorunlarının araştırılarak alınması gereken önlemlerin belirlenmesi amacıyla
Meclis araştırması açılmasına ilişkin önergesi (10/223) Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına İzmir İlinin yaşadığı sel felaketlerinin ve altyapı sorunlarının araştırılarak,
alınması gereken önlemlerin belirlenmesi ve kıyı şeridinin doldurulması
konusunun araştırılması amacıyla Anayasanın 98 inci, İçtüzüğün 104 ve 105 inci
maddeleri uyarınca bir Meclis araştırması açılmasını saygılarımızla arz ederiz.
a) Gerekçe: Ege Bölgemizin incisi İzmir, bilindiği gibi, Kasım 2001'de meydana gelen
yağışlar nedeniyle sele teslim olmuştur. Şiddetli yağış nedeniyle dereler
taşmış, binaları su basmış, yollar çökmüştür. İzmirliler yollarda, öğrenciler
okullarda mahsur kalmıştır. Trafik kilitlenmiştir. Kentte yaşam felç olmuştur.
İnci İzmir çamur deryası haline gelmiştir. Halkımız, pek çok yerde kanalların temizlenmediğinden, yollarda büyük
çukurların bulunduğundan şikâyet etmektedir. Bazı semtlerde daha önce cadde ve
sokaklar yükseltildiği için, ev ve işyerleri aşağıda kalarak su altında kalmışlardır. Karşıyaka, Eşrefpaşa, Hatay ve Güzelyalı Semtlerinde oturan
vatandaşların park halindeki otomobilleri çöken sokaklardan akan sel suları
altında kalmış, çoğu araç ziyan olmuştur. Araçlar evlere girmiş, evler su
altında kalmış, ağır hasarlar meydana gelmiş, çoğu ev de yıkılmıştır. Bu da,
millî servetin yok olmasına sebep olmuştur. Bir komisyon kurularak, İzmir İlinin altyapı sorunlarının ve sel
felaketlerinin önlenmesi amacıyla alınması gereken önlemlerin araştırılmasında
büyük yararlar vardır. Her şeyden önemlisi, İzmir'de yaşanan sel felaketleri vatandaşlarımızın
hayatlarına mal olmaktadır. İzmir İli pek çok defa sele teslim olmuştur. Daha
önceki sel felaketlerinde 64 kişi, Kasım 2001'deki sel felaketinde 2 kişi
hayatını kaybetmiştir. Trilyonluk zararı olan İzmirliler, aynı olayları artık yaşamak
istememektedirler. Yetkililerce derenin ıslah edildiği, altyapının tamamlandığı
söylenmekteyse de, her yağışın ardından aynı sorunlar yaşanmaktadır. Bu makûs
kaderi değiştirmek gerekmektedir. Bu nedenlerle, altyapıdaki eksikliklerin tespit edilerek, bu konuda
alınacak önlemlerin belirlenmesi amacıyla bir Meclis araştırması açılmasını arz
ve teklif ederiz. BAŞKAN - Meclis araştırması önergesi bilgilerinize sunulmuş olup,
gündemdeki yerini alacak ve Meclis araştırması açılıp açılmaması hususundaki
öngörüşme, sırası geldiğinde yapılacaktır. Sözlü soru önergelerinin geri alınmasına dair önergeler vardır,
okutuyorum: D) Tezkereler ve
Önergeler 1. - Bursa Milletvekili Faruk Çelik'in
(6/892) ve (6/972) esas numaralı sözlü sorularını geri aldığına ilişkin
önergesi (4/430) Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına Gündemin "Sözlü Sorular" kısmında yer alan (6/892) ve (6/972)
esas numaralı sözlü soru önergelerimi geri alıyorum. Gereğini saygılarımla arz ederim. Faruk Çelik Bursa BAŞKAN - Sözlü soru önergeleri geri verilmiştir. Diğer önergeyi okutuyorum: 2. - Gaziantep Milletvekili Mehmet Ay'ın
(6/1121), (6/1122), (6/1133) ve (6/1135) esas numaralı sözlü sorularını geri
aldığına ilişkin önergesi (4/431) Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına Gündemin "Sözlü Sorular" kısmında yer alan (6/1121, 6/1122,
6/1133 ve 6/1135) esas numaralı sözlü soru önergelerimi geri alıyorum. Gereğini saygılarımla arz ederim. Mehmet Ay Gaziantep BAŞKAN - Sözlü soru önergeleri geri verilmiştir. Komisyondan istifa önergesi vardır; okutuyorum: 3. - Balıkesir Milletvekili İsmail
Özgün'ün, Sağlık, Aile ve Çalışma Komisyonu üyeliğinden çekildiğine ilişkin
önergesi (4/432) Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına Başka bir komisyonda görev alacağımdan, üyesi bulunduğum Sağlık, Aile ve
Çalışma Komisyonundan istifa ediyorum. Gereğini bilgilerinize arz eder, saygılar sunarım. İsmail Özgün Balıkesir BAŞKAN - Bilgilerinize sunulmuştur. Dört ilde uygulanmakta olan olağanüstü halin dört ay süreyle
uzatılmasına ilişkin Başbakanlık tezkeresi vardır; okutuyorum: 4. - Dört ilde uygulanmakta olan
olağanüstü halin 30.11.2001 günü saat 17.00’den geçerli olmak üzere dört ay
süre ile uzatılmasına ilişkin Başbakanlık tezkeresi (3/932) 22.11.2001 Türkiye
Büyük Millet Meclisi Başkanlığına Türkiye Büyük Millet Meclisinin 29.6.2001 tarihli ve 721 sayılı kararı
uyarınca Diyarbakır, Hakkâri, Şırnak ve Tunceli İllerinde devam etmekte olan
olağanüstü halin, 30.11.2001 günü saat 17.00'den geçerli olmak üzere 4 ay
süreyle uzatılmasının, Türkiye Büyük Millet Meclisine arzı Bakanlar Kurulunca
6.11.2001 tarihinde kararlaştırılmıştır. Gereğinin yapılmasını saygılarımla arz ederim. Bülent Ecevit Başbakan BAŞKAN - Hükümet?.. Hazır. Başbakanlık tezkeresi üzerinde, İçtüzüğün 72 nci maddesine göre görüşme
açacağım. Gruplara, hükümete ve şahsı adına iki üyeye söz vereceğim. Konuşma süreleri, gruplar ve hükümet için 20'şer dakika, şahıslar için
10'ar dakikadır. Görüşmelerin sonunda tezkereyi oylarınıza sunacağım. Başbakanlık tezkeresi üzerinde söz alan sayın üyelerin isimlerini
okuyorum: Adalet ve Kalkınma Partisi Grubu adına Van Milletvekili Hüseyin
Çelik, Anavatan Partisi Grubu adına Eskişehir Milletvekili Yaşar Dedelek,
Saadet Partisi Grubu adına Diyarbakır Milletvekili Ömer Vehbi Hatipoğlu ve
şahsı adına Sayın Kamer Genç'in şu ana kadar söz istemleri vardır. İlk söz, Adalet ve Kalkınma Partisi Grubu adına, Van Milletvekili
Hüseyin Çelik'e aittir. Buyurun Sayın Çelik. (AK Parti Grubu sıralarından alkışlar) AK PARTİ GRUBU ADINA HÜSEYİN ÇELİK (Van) - Sayın Başkan, sayın
milletvekilleri; 31 Kasım 2001 tarihinden itibaren olağanüstü hal uygulaması
bulunan dört ilde, olağanüstü halin devam edip etmemesiyle ilgili olarak
Meclisimize gönderilmiş bir Başbakanlık tezkeresi üzerinde müzakereler
yapıyoruz; şahsım ve AK Parti Grubu adına, Yüce Heyetinizi saygılarımla
selamlıyorum. Değerli milletvekilleri, bildiğiniz gibi, 1984 yılından beri, Doğu ve
Güneydoğu Bölgemizde çok ciddî bir problem yaşanmaktadır. Aslında, olağanüstü
hal uygulaması belki 1987 yılından itibaren uygulanıyor gibi görünse de,
haddizatında 1978'den beri bu bölgelerimizde sıkıyönetim uygulaması vardır.
Dolayısıyla, aşağı yukarı, 23 yıldır Doğu ve Güneydoğu Bölgesinde fiilî olarak
bir olağanüstü hal uygulaması mevcuttur. Terör ortamından dolayı bu bölgelerimizde, bildiğiniz gibi, bütün taşlar
yerinden oynamış, feryatlar figanlar yükselmiştir, efendim yetim kalan
çocukların gözyaşları, annelerin feryadı, maalesef, yıllar yılı devam etmiştir.
Değerli milletvekilleri, burada, 30 000-35 000 insanımız kaybedilmiştir.
Maddî kayıp, doğrudan harcanan paralar ve dolayısıyla kaybettiklerimizle
beraber tahminen 200 milyar dolardır ve telafisi mümkün olmayan manevî kayıplar
vardır, kin ve nefret tohumları ekilmiştir, bunların izlerinin silinmesi de
uzun yıllar alacak gibi görünmektedir. Değerli arkadaşlar, şunun bilinmesinde fayda vardır. Dünyanın her
yerinde, devletler, müesses nizama karşı başkaldıran, müesses nizama karşı
silahlı mücadele içerisinde olan kişi veya kişilere karşı kendilerini
savunurlar. Dolayısıyla, şunu söylemek mümkün: Dünyanın hiçbir yerinde, size
silahla saldırmaya gelen insanlara siz çiçek buketleriyle elbette karşılık
veremezsiniz. Silaha karşı kısa vadede mücadele silahla olur; ancak, silahlı
mücadelenin dışında uzun vadede tedbirler vardır. Kısa vadede, güvenlik
kuvvetlerine, silahlı kuvvetlere bu işi verirsiniz, onlar silahlı mücadeleyi
yaparlar; ancak, sivil inisiyatif, bu ülkeyi idare eden idareciler, bu ülkedeki
bilim adamları, bu işe kalıcı çözümler aramaya çalışırlar; ama, üzülerek
belirtiyorum ki, bu ülkede doğu ve güneydoğuda terörle mücadele denilince,
akla, sadece ve sadece silahlı mücadele gelmiştir ve bu mesele büyük çapta
güvenlik kuvvetlerine ihale edilmiştir. Aramızda olağanüstü hâl bölge valiliği yapmış değerli milletvekillerimiz
var. Oradaki uygulamaları onlar çok daha yakından elbette biliyorlar. Bakınız,
size bir hesap yapayım. Bunu bir bölge milletvekili olarak, bölgenin
sosyoekonomik ve sosyokültürel yapısını iyi bilen bir akademisyen arkadaşınız
olarak burada dile getirmek istiyorum. Tekrar belirtiyorum: Bölgede terörle
olan mücadele, sadece ve sadece silahlı mücadele olarak bugüne kadar devam
etmiştir, bunun ötesinde, bilimsel, ekonomik, sosyolojik, psikolojik, manevî
yönden kesinlikle ciddî bir adım atılamamıştır, atılmamıştır. Değerli milletvekilleri, 200 milyar dolar, 300 katrilyon Türk Lirası
eder ve bugüne kadar ölü veya sağ olarak ele geçirilmiş, bertaraf edilmiş,
pasifize edilmiş PKK'lı sayısı 29 000-30 000 civarındadır. Bu hesabı özellikle
iyi dinlemenizi istirham ediyorum. 30 000 PKK'lı ölü veya sağ bertaraf
edilmiştir ve 300 katrilyon Türk Lirası harcanmıştır. 1 PKK'lının bertaraf
edilmesinin devlete maliyeti 10 trilyon Türk Lirasıdır. 10 trilyon Türk
Lirasıyla bir PKK'lı bertaraf edilmiştir. Tabiî ki, bu harcanan paralar, elbette, mermi ve barut parası değildir.
Bakınız, bu paralar nereye harcanıyor diye sorarsanız: Değerli milletvekilleri,
bizim Türkiye Cumhuriyeti Devleti olarak, biliyorsunuz, bütçede görünen millî
savunma harcamalarımız millî gelirimizin yüzde 4,5'i gibi görünüyor; ancak,
fonlar ve aktarmalar bütçede görülmediği için, haddizatında, bizim millî
savunma giderlerimiz yüzde 8,5'tir. Şimdi, Milliyet Gazetesinden Tevfik Güngör Uras'ın, 24.6.2000 tarihli
köşe yazısından, bakın, size bir iki paragraf okuyorum:"Tepemizde üç
Skorsky helikopteri belirdi. Önümüzdeki araziye doğru alçalmaya başladı. O
sıralarda, jandarma, yolu kesti. Minibüs durdu, merakla jandarmaya sordum
'operasyon mu var' Jandarma 'hayır' dedi. 'Kumandanlar aileleriyle birlikte Ani
Harabelerini ziyarete geliyor, yol kapandı, bekleyeceksiniz' dedi." Bu
yazarımız, müzeden, oradaki yetkililerden izin aldığı halde, uzun gayretler
sonucu Ani Harabelerini ziyaret edememiş; Ağrı Dağına çıkmak istemiş, oraya da
gidememiş. Şimdi, terörle mücadeleye sonuna kadar evet. Değerli arkadaşlar, biz, AK Parti olarak, her türlü bölücülüğü, her
türlü diskriminasyonu, ayırımcılığı şiddetle lanetliyoruz. Teröre karşı, ülke,
elbette kendisini savunacaktır, mücadele edilmelidir, bu, neye mal olursa
olsun, mücadele yapılmalıdır. Ancak, teröristlerle mücadele ederken bir hukuk
devleti, hukuk içerisinde kalmak zorundadır ve hukuk devletinin prensiplerinden
dışarı çıkmamak durumundadır. Terörle mücadele eden insanlar, teröristlerin
metotlarını kullanamazlar ve suçların kişiselliği prensibini ayaklar altına
alamazlar. Bölgede rastladığımız birçok vahim olay var. İnsanlar, kardeşlerinin,
amcalarının çocuklarının veya aynı soy ismi taşıdıkları insanların hatalarından
dolayı veya şu veya bu şekilde teröre bulaşmalarından dolayı, çok ciddî şekilde
mağdur olabiliyorlar. Bu durumun, hiç olmazsa şimdiden sonra mutlak surette
düzeltilmesi gerekiyor. Değerli arkadaşlarım, bölgede boşaltılmış binlerce yerleşim birimi
vardır. Bir ülke, kendi güvenliği için bir köyü, bir ilçeyi, bir vilayeti bile
boşaltabilir. Bakınız, hukukta üç tane tabir var: Tehcir, tenkil ve tebid.
Şartlarını yerine getirmek kaydıyla, o insanlara karşı tarafta yer göstermek
kaydıyla, siz, tehcir ve tenkil yapabilirsiniz, uluslararası hukuk tehcir ve
tenkili kabul eder. Ancak, siz insanlara "kardeşim, burayı güvenlik
açısından boşalt" diyorsunuz, diyebilirsiniz; ancak, ona, şu veya bu
şekilde, mutlak surette başka bir yer göstermek zorundasınız; bu,
yapılmamıştır. İnsanlar büyük çapta Akdeniz ve Ege sahillerine göçmüşlerdir ve
buradaki yerleşim birimlerinde de çok sağlıksız yapılanmalara sebep
olmuşlardır. Yani, Doğu ve Güneydoğuda büyük çapta yapılan tehcir ve tenkil
değil, tebiddir ve bu da hukukdışıdır, uluslararası hukuk bunu reddeder. Bugüne kadar, terörle, askerî operasyonlarla mücadele edildi; bundan
sonra ekonomik operasyonlar yapılması lazım. Terörist ile bölgenin sıradan
insanını mutlaka birbirinden ayırmak zorundayız. Bu saatten sonra yapılması
gereken operasyonlar, bence, şefkat operasyonları olmalıdır. Bu konuda
hükümetimizi göreve davet ediyorum. Değerli arkadaşlar, biz Türk Milleti olarak aslında çoğulcu bir geleneğe
sahip bir milletiz. Bizim tarihimize bakın... Bakınız, Osmanlı padişahları dört
unvanla yad ediliyorlardı ve Osmanlı padişahları dört unvanı kullanıyorlardı; neydi
bu unvanlar: Hakan, sultan, padişah ve kayser-i Rum. Hakan, Türk-Moğol
geleneğini temsil ediyordu; sultan, Samî kültürünü temsil ediyordu; padişah,
Fars kültürünü temsil ediyordu; kayser-i Rum ile de Osmanlı padişahları, Doğu
Roma'nın varisleri olduklarını ortaya koyuyorlardı ve çoğulcu bir anlayış vardı
ülkede. Biz bu ülkede Türkün, Kürt'ün, Acemin, Çerkezin, Lazın, Gürcünün,
Abazanın barış içerisinde, huzur içerisinde, bu ülkede, bir arada yaşayabilmesi
için, Kürt'ün Türke, Türkün Kürte dönüşmesi veya bunların aynılaşması
gerekmiyor. Demokrasilerde renklerin birbirine dönüşme mecburiyeti yoktur.
Demokrasilerde âdeta gökkuşağı güzelliğinde toplumlar oluşturulur. Bugün,
Amerika Birleşik Devletlerinde, üçyüzellinin üzerinde etnik grup vardır; ama,
herkes Amerikan olmakla iftihar eder, herkes Amerika Devleti çatısı altında bir
araya gelmiştir ve hukukla idare edilmektedir. Değerli arkadaşlar, bakınız "Avrupalılar bizi bölüyor" diye
şikâyet ediyoruz. Başka ne yapacaklardı? Avrupa sizi bölme, bizi bölme işini
bugün yapmıyor ki. 19 uncu asırdan itibaren uygulanan bir Balkanizasyon Planı
vardır. Balkanizasyon Planının hedefi şudur: Kendileri büyürken, iki Almanya
birleşip daha dev Almanya olurken, Avrupa Birliğiyle âdeta devletler karteli,
devletler tröstü oluşturulurken, diğer üçüncü dünya ülkelerini lokma lokma,
kendi ayakları üzerinde duramayan, cılız ve her an onlara muhtaç ülkecikler
haline getirmeye çalışıyorlar. Bu, bugün uygulanan bir politika değil. Burada
önemli olan şudur arkadaşlar: Onlar sizi bölmeye çalışabilir, eğer vücut sağlam
olursa, o vücuda kolay kolay mikrop giremez; girse de, o vücutta tahribat
yapamaz. Eğer, bugün, Avrupalılar bizi bölüyorsa veya bizi bölmeye çalışıyorsa,
biz, ülkemizde, onların rahatlıkla cirit atabileceği ortamlar sağlamışız
demektir. Biz devlet olarak bu yanlışları yapma lüksüne sahip değiliz
arkadaşlar. Değerli arkadaşlar, terör meselesi incelenirken biz sadece sonuçlar
üzerinde duruyoruz, halbuki sebepler üzerinde de durmamız gerekiyor. Başta
söyledim, bu ülkede, bir taraftan, güvenlik kuvvetlerimiz silahlı mücadele
yaparken, öte yandan, bu ülkenin sosyologları, bu ülkenin siyaset bilimcileri,
bu ülkenin kamu yönetimi uzmanları ve bu ülkedeki maneviyatçılar, devlet
büyükleri, bu işe, uzun vadede kalıcı bir çözüm bulabilmek için ne
yapabileceklerini uzun uzadıya oturup konuşmak zorundadır; fakat, bizim böyle
bir yöntemimiz, maalesef, olmadı. Bakın, yaklaşımı göstermek açısından, 7 Ekim 2000 tarihli Sabah
Gazetesinden Can Dündar'ın yazısından bir paragraf okuyorum: "28 Şubat
sonrasının sancılı günlerinden biri, dönemin en gözde askerî yetkilisi bir
büyük gazeteyi ziyaret ediyor..." Burada isim belirtmiyor; ama, muhtemelen
Çevik Bir olabilir. "... gazetenin bütün yazarları komutanı dinlemek üzere
davet ediliyorlar, çoğu davete icabet ediyor, birkaçı durumu protesto ediyor
gelmiyor. Komutan büyük bir rahatlıkla, köşe yazarlarına, yaptıkları
uygulamaları anlatıyor, bunlara destek verilmesi gerektiğini söylüyor, muhalif
görüşleri eleştiriyor; bu sırada gazetenin etkili kalemlerinden biri
komutanlara şunları söylüyor: 'Paşam, siz Türkiye'nin siyasal ve toplumsal
hayatında önemli dönüşümler yaratacak kararlara imza atıyorsunuz; ancak,
aldığınız eğitim itibarıyle, olaylara, ister istemez askerî bir gözlükle
bakıyorsunuz; acaba, bu kararları alırken bir de güvendiğiniz sosyologlara
danışsanız iyi olmaz mı?' Bu öneri karşısında komutanın kaşları çatılıyor,
verdiği yanıt daha sonra kulaktan kulağa her tarafa yayılarak kulaklara küpe
oluyor. Verdiği yanıt şu: Bizim sosyologlara filan ihtiyacımız yok, Atatürk,
bize, gidilecek yolu göstermiştir, biz o hedefe kilitlenir kararlılıkla oraya
doğru yürürüz, sosyologlar bizim kafamızı karıştırır." Değerli arkadaşlarım, bakınız, bendenizin bizzat organize ettiği, Van'da
bir panel yapıldı. Orta Doğu Teknik Üniversitesinde "İletişim
Topluluğu" diye bir topluluk var, bunlarla birlikte Sayın Sami Selçuk,
Sayın Ertuğrul Günay, Sayın Recep Yazıcıoğlu, Sayın Prof. Dr. Atilla Yayla,
Gazeteci Ahmet İnsel, Abbas Güçlü ve daha birçok insanın katıldığı, Helsinki
Zirvesi sürecinde Avrupa Birliliği-Türkiye ilişkilerinin konuşulduğu bir seri
panel yapıldı ve bu panel çerçevesinde alt başlıklarından birisi de doğu ve
güneydoğu meselesiydi. Tam panel başlayacağı sırada sivil giyimli bir polis
memuru elinde bir cep telefonuyla salona şiddetle daldı, girdi içeriye, Prof.
Atilla Yayla'yı rektör zannetmiş olacak "sayın rektörüm, sayın valim
sizinle görüşmek istiyor" dedi. Atilla Bey "ben sayın rektör değilim;
sonra, panel başladı sonra görüşürsünüz" dedi; dışarıya çıktı, biraz sonra
tekrar içeri girdi "sayın milletvekilim, Sayın Valimiz sizinle görüşmek
istiyor" dedi; dışarıya çıktım, Sayın Valiyle telefonla görüşüyorum, Sayın
Valinin bana dediği şey şu: "Hüseyin Bey, kusura bakmayın Sayın
Milletvekilim, burası olağanüstü hal bölgesidir; ben, bu konuları burada
konuşmanıza müsaade edemem." Şimdi, bu kepazeliği düşünebiliyor musunuz
değerli arkadaşlarım! Doğu ve güneydoğu meselesi bizim problemimizdir, biz
konuşmadığımız için, biz tabu haline getirdiğimiz için, biz problemleri
ertelediğimiz için, swap yaptığımız için ne oluyor; bizim yerimize, Fogg
konuşuyor, Roth konuşuyor, Koh konuşuyor; bizim yerimize yabancılar konuşuyor. MEHMET TELEK (Afyon) - Aynı lisanı konuşuyorlar; doğru... HÜSEYİN ÇELİK (Devamla) - Dolayısıyla, onlar, bizim yerimize bunları
konuşuyor! Değerli arkadaşlar, biz, bu meselelerimizi, bütün çıplaklığıyla
konuşmak zorundayız. Şimdi, bu hükümet, programında, doğu ve güneydoğuyla ilgili olarak,
terör sonrasında, bazı vaatlerde bulundu ve bazı şeyler yapacağını söyledi.
Ben, müsaadenizle bunları okumak istiyorum, bunlardan yüzde kaçının
gerçekleştirildiğini de sizlere sormak istiyorum. Bakınız, hükümetin programından okuyorum: "Güneydoğu ve Doğu
Anadolu'nun geri kalmışlığı, ekonomik ve sosyal önlemlerle çözülecektir.
İşsizliği ve yoksulluğu önleyici üretken yatırımlar hızlandırılıp
desteklenecektir. Altyapı eksiklikleri, yap-işlet-devret yönteminden de
yararlanılarak giderilecektir. Eğitim ve sağlık alanındaki boşluklar en kısa
zamanda doldurulacaktır. Doğu ve güneydoğu ekonomisinin temelini oluşturan;
ancak, gerek terör gerekse uygulanan bazı politikalar yüzünden gerilemiş olan
hayvancılığın yeniden canlandırılması için başlatılan çalışmalar
hızlandırılarak sürdürülecektir." Köye dönüş projelerinden tutun da
kaliteli, kalifiye elemanlar gönderilmesine kadar, hükümetin, daha bir yığın
vaadi var. Arkadaşlar, bakınız, 2000 yılı mayıs ayından itibaren, Millî Güvenlik
Kurulunun tavsiyesiyle doğu ve güneydoğuda 107 maddeden oluşan -ki, biz, bunu
da basından öğrendik- bir "Doğu ve Güneydoğu Eylem Planı" devreye
girdi. Şimdi, ben, bir yazılı soru önergesiyle Sayın Başbakana sordum, dedim
ki: "Bir bölge milletvekili olarak ben merak ediyorum, bu 107 maddelik
Doğu ve Güneydoğu Eylem Planında ne var? Bir milletvekili olarak, bunun
uygulanmasında, biz de size yardımcı olmak istiyoruz dedim. Sayın Bahçeli'nin
imzasıyla bana cevap verildi; bu 107 maddenin tek maddesi bile yok. Burada,
bakanlık yapmış sayın bakanlarımız var. Soruyorum size: Bunun 7 maddesini,
çıkıp, sayacak kimse var mı içinizde?! Şimdi, arkadaşlar, bu şekilde meseleyi çözemeyiz . Bakınız, başta
söyledim; her türlü bölücülüğü lanetliyoruz. Bu ülkede, Hakkârililerin
İstanbul'a pasaportla gitmek istediğini, Vanlıların Antalya'ya gümrükten
geçerek gitmek istediğini hiç zannetmiyorum. Ha, bu ülkede bölücüler var mıdır;
vardır. Bu bölücüler, bir azınlıktır. Ancak, değerli arkadaşlarım, bakınız,
toprak bölünmesinden daha tehlikeli olan bir şey var. Bu ülkede toprak falan
bölünmez. Toprak bölünmesinden daha tehlikeli olan şey, gönüllerdeki ve
kafalardaki bölünmedir. Biz, bunun önüne geçmek zorundayız. Şimdi -zamanım daraldığı için- değerli arkadaşlarım, muhtelif tarihlerde
-1997 yılında- dönemin Başbakan Yardımcısı Sayın Bülent Ecevit, bakınız,
13.8.1997 tarihli Milliyet Gazetesinde diyor ki: "Bu sene içerisinde,
olağanüstü hal kesinlikle kaldırılacaktır." 1997; aradan dört yıl geçti.
Geçiyorum, öte yandan, bakınız, 28.7.1999 tarihli, yine, Sabah Gazetesinde
Sayın Yılmaz diyor ki; bakın, aynen ifade şu: "Buna, artık, olağanüstü
denmez; artık, olağan hale gelmiş demektir. Bu tedbirler, artık savunulamaz
hale gelmiştir. Terörle mücadelenin gereklerini gözden kaçırmadan, olağanüstü
hal uygulanan bölgelerde, yönetimin ve hayatın normalleştirilmesi, sosyal ve
ekonomik tedbirlerin alınması zamanı gelmiştir. Eğer, ayrılıkçı terörü
Türkiye'nin ufkundan silmek istiyorsak..." Bakın, Sayın Yılmaz, bunu
1999'da söylüyor. Şimdi, biz, kaçıncı keredir uzatıyoruz olağanüstü hali; tam
44 üncü seferdir, eğer uzatılırsa, uzatacağız. Değerli arkadaşlarım, bakınız, ben, daha 14 Eylülde bizim bölgemizde
yaşanmış trajik bir olayı gündeminize getirmek istiyorum. Şırnak'a bağlı
Beytüşşebap İlçesinin bir mezraından, mezraları boşaltıldığı için gelip Van'a
yerleşen iki vatandaş -birisi 60 yaşında, birisi 48 yaşında- acaba bizim
oradaki topraklarımız, evimiz, barkımız ne oldu merakıyla köylerine gidiyorlar
ve bu insanlar, orada öldürülüyorlar. Şimdi, bunları kim öldürdü? İddiaya göre,
savcılıklara göre ve oradaki bazı güvenlik güçleriyle yapılan yazışmalar var
burada, güvenlik kuvvetlerinin, terörist zannederek öldürdüğü ifade ediliyor. Şimdi, bakınız; 19.9.2001 tarihinde Cumhuriyet Başsavcılığına,
arkasından, Şırnak Tugay Komutanlığına, Şırnak Valiliğine, Şırnak Cumhuriyet
Savcılığına, İnsan Hakları Derneğine, Türkiye Büyük Millet Meclisi İnsan
Hakları Komisyonuna... (Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı) BAŞKAN - Sayın Çelik, 2 dakika içerisinde toparlayınız. HÜSEYİN ÇELİK (Devamla)- Bakınız, Anavatan Partisinden bir milletvekili
arkadaşımız, bunu, Sayın Bakana yazılı olarak bildirdi; bu insanlar bana
geldiler, ben, Sayın Bakana telefon açtım, yazılı not verdim, "Sayın
Bakanım, bu, neyin nesidir; bu insanların akrabaları öldürülmüş; ama, bunun
cenazesini bir türlü alamıyorlar" dedim. O gün bugün, hâlâ, bu cenazeler
alınabilmiş değil. Sayın Bakan "inceleteyim" dedi; bana herhangi bir
bilgi vermedi. Ben, Sayın Bakanı tekrar aradım "efendim orası jandarma
bölgesi olmadığı için bir şey yapamıyoruz"demeye getirdi. Sayın Bakanım, bu ülkenin iç güvenliğinden siz sorumlusunuz, benim
muhatabım sizsiniz. Bakınız, hâlâ bir cevap alabilmiş değilim, Sayın Bakanımla
bir hafta önce görüştüm, bana tekrar bilgi yazacağını söyledi. Zannediyorum,
Sayın Bakanım, bu bilgiyi, bana göndereceği cevabı bir güvercinin ayağına
bağladı, onu da herhalde avcılar vurdu, dolayısıyla, o cevap hâlâ ulaşabilmiş değil. Şırnak Valisini aradım,
Şırnak Valisi, bana halâ cevap gönderecek !.. Değerli arkadaşlarım, dediğim gibi, biz, terörist ile sıradan bir
vatandaşı birbirinden ayırmadığımız sürece oradaki insanların gönlünü
kazanamayız. Bizim hedef kitlemiz... Şimdi, bölücülüğü kronik hale getirmiş
olan yüzde 2'lik insan, devletin hedefi olmamalı; yüzde 98 vatandaşın gönlünü
uygulamalarımızla, şefkatle, oradaki ekonomik operasyonlarla mutlak surette
kazanmak zorundayız. Değerli arkadaşlarım, AK Parti olarak, bizim bu konuda çok ciddî
düşüncelerimiz vardır. Bakınız, programımızda biz -zamanım olmadığı için ifade
edemiyorum- buna "Doğu ve Güneydoğu" başlığıyla özel bir yer ayırdık.
Doğu ve güneydoğu meselesini sadece, bir asayiş ve güvenlik problemi olarak
düşünemeyiz. Ben, orada şehit olmuş insanlara, Allah'tan rahmet, kederli
ailelerine başsağlığı ve sabırlar diliyorum ve bütün yetkilileri, etkili
insanları da bu konu üzerinde, her türlü peşin hükümden uzak olarak, bir kere,
bin kere daha düşünmeye davet ediyorum. Hükümet, terör sonrası yapması
gerekenlerin yüzde 1'ini bile yapmamıştır. Biz, AK Parti olarak, bunun
aleyhinde oy kullanacağız. Yüce Heyeti saygıyla selamlıyorum. (AK Parti, DYP, ANAP ve SP
sıralarından alkışlar) BAŞKAN - Teşekkür ederiz Sayın Çelik. Anavatan Partisi Grubu adına, Eskişehir Milletvekili Sayın Yaşar
Dedelek; buyurun. (ANAP sıralarından alkışlar) ANAP GRUBU ADINA İBRAHİM YAŞAR DEDELEK (Eskişehir) - Sayın Başkan, Yüce
Meclisimizin değerli milletvekilleri; olağanüstü halin, Diyarbakır, Şırnak,
Hakkâri ve Tunceli İllerinde dört ay daha uzatılmasına ilişkin Başbakanlık
tezkeresi üzerinde, Anavatan Partisi Grubunun görüşlerini Yüce Meclisimize
sunmak üzere söz almış bulunuyorum; sözlerime başlamadan önce, Yüce Meclisimizi
en derin saygılarımla selamlarım. Değerli milletvekilleri, bilindiği gibi, Güneydoğu ve Doğu Anadolu
Bölgelerimizdeki olağanüstü hal bölgesi içinde kalan yerler, 1978 yılından 1987
yılına kadar sıkıyönetimle, 1987'den günümüze kadar, dört ayda bir uzatılan
olağanüstü hal rejimiyle yönetilmektedir. Yirmiüç yıldır olağanüstü halin bu bölgede yer almasına neden olan olay,
karşımıza bir içterör olayı olarak çıkmaktadır. Yani, bölge halkı, bu içterör
olayı nedeniyle yıllardır olağanüstü durum yaşamaktadır. Yıllardır süren bu
terör, binlerce insanımızın ölümüne neden olduğu gibi, bölgenin de ekonomik
açıdan ilerlemesine engel teşkil eden bir olay olarak gelişmiştir. İşte,
yıllardır yaşadığımız bu terör olayının gerçek amacı, Türkiye Cumhuriyeti
Devletini zayıf düşürmek, asırlardır bir arada yaşayan insanlarımızın birlik ve
beraberliğini bozmak; böylece, güçlü bir Türkiye'nin yaratılmasının önüne
geçmektir. PKK terörü, başlangıcından günümüze kadar 30 000 insanımızın hayatına
mal olmuş, bölgenin ve bölge halkının ekonomik ve sosyal kalkınması için
harcanması gereken ödenekler, maalesef, terör olaylarına harcanmıştır. PKK terörü, bölgede asla başarılı olamamış ve terör, amacına ulaşamamış;
ancak, PKK terörünün asıl tahribatı, bu bölgede yaşayan insanlarımıza olmuştur.
PKK teröründen en çok zarar gören insan, o bölgenin insanıdır; yani, bu bölgede
birlik ve beraberliği sağlama uğruna hayatını veren, bayrağımızı yere
düşürmeyen, devletin varlığını savunan, devletinden kopmayan bölge insanı en
büyük zararı görmüştür. Anadolu'da, özellikle Osmanlı ve cumhuriyet tarihini incelediğimizde, bu
bölgede, ekonomiye, devletin birlik ve beraberliğine darbe vuracak nitelikte
pek çok terör olayına tanık oluyoruz. Yine, bu olayların büyük bir bölümü,
yurtdışındaki birtakım güçler tarafından tahrik edilen ve organize edilen
birtakım olaylar olarak karşımıza çıkıyor. Nitekim, Güneydoğu Anadolu'da, aşağı yukarı yirmiüç yıl önce başlayan
PKK terörü, çok manidardır ki, yaş itibariyle GAP'ın başlangıcıyla eşittir;
yani, GAP'ın yatırım olarak projesinin başlamasıyla, tatbikatının,
uygulamasının başlamasıyla birlikte PKK terörü de başlamıştır. Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; GAP, Güneydoğu Anadolu Bölgesine
ekonomik güç verecek, bölge halkının ekonomik ve sosyal düzeyini yükseltecek,
bölge halkının geri kalmışlık zincirini kıracak, bölge halkının devletle
bağlarını daha sağlamlaştıracak büyük bir projedir. Bu projenin başlangıcından
günümüze kadar, bu projenin tatbikatında, önümüze pek çok engeller konulmuştur.
Pek çok uluslararası finans kuruluşu, bu projeye kredi vermemiş, bu anlamda bu
büyük projenin gerçekleşmesini önlemeye çalışmışlardır. Her türlü engellemeler ve güçlüklere rağmen, Türkiye Cumhuriyeti
Devleti, bu projeyi içkaynaklarla yapmaya devam etmiştir. Bu dışkaynaklı şer
güçler, GAP'ın hayata geçmesiyle birlikte, güneydoğu halkının Türkiye'yle tam
olarak bütünleşeceği ve Türkiye'nin tüm bölgelerinin arasında ekonomik ve sosyal dengelerin sağlanacağı
endişesinden hareketle, terör düğmesine basmışlardır. Türkiye'nin tüm
bölgeleriyle eşit ve dengeli kalkınmasını istemeyenler, güneydoğu bölgesinde
doğal potansiyellerin ortaya çıkarılıp değerlendirilmesini istemeyenler,
bölgenin ekonomik açıdan gelişerek zenginleşmesini arzu etmeyenler, bu teröre
açık ve kapalı olarak destek vermişlerdir. Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; yıllardır süren bu terör belası
nedeniyle, bölge halkı, köyünü ve ekip biçtiği tarlasını terk etmek zorunda
kalmıştır. Köylerini terk ederek şehir merkezlerine gelen bu insanlar, işsiz,
güçsüz ve çaresiz durumdadır. Bir anda nüfusunu göç nedeniyle katlayan
şehirlerde yaşam şartları zorlaşmış, yeterli yerel hizmetler verilemez hale
gelmiştir. Yine, terör nedeniyle köylerden şehirlere olan göçler neticesinde,
bölgede hayvancılık, tarım, turizm ve el sanatları gibi gelir getirici
sektörlerin gerilemesi ve hatta bazı bölgelerde çökmesi, Türk ekonomisine de
ağır bir fatura getirmiştir. Bu nedenle, köyden şehirlere göç eden
insanlarımızın köylerine geri dönmesini sağlayacak olan köye dönüş projesinin
hızlandırılması, bölgeye huzur ve güven getirecektir. Yine, bölgeye gelir sağlayan sınır ticaretinin yeni bir düzenlemeyle
artırılmasında fayda vardır. Bu konuda istismar varsa, yasadışı eylemler varsa
bunların düzeltilip gerekli tedbirlerin alınması, gelir artırıcı bu sınır
ticaretinin mutlaka sağlanması, bölgeye rahatlama getirecektir düşüncesindeyiz.
Hayvancılık, bölge halkı için yıllardır büyük bir gelir kaynağı
olmuştur. Terör öncesi, bölge, hayvancılıkta hem Türkiye'ye hem de komşu
ülkelere yetecek durumdayken, terör olayları nedeniyle hayvancılıkta gerileme
olmuştur. Şimdi ise, komşu ülkelerden kesilmiş veya canlı hayvan ülkemize kaçak
olarak girmektedir. Hükümetimizin hayvancılığı geliştirme amacıyla aldığı
tedbirleri takdirle karşılıyoruz ve hayvancılığın geliştirilmesinde ve
artırılmasında yeni destek ve teşviklerini ayrıca bekliyoruz. Değerli arkadaşlar, terörün ana nedeni geri kalmışlıktır. Güneydoğu ve
Doğu Anadolu'daki geri kalmışlığı, alınacak ekonomik ve sosyal önlemler ortadan
kaldıracaktır. İşsizliği ve yoksulluğu önleyecek istihdama yönelik yapılacak
yatırımlar, geri kalmışlığı ortadan kaldıracak önlemlerdir. Yine, eğitim ve
sağlık hizmetlerinin artırılması ve geliştirilmesi geri kalmışlığı ortadan
kaldıracak en önemli hizmet olarak görülmektedir. Altyapı eksikliklerinin hızla
tamamlanması, bölge halkının sosyal aktivitesini artıracak, gençlere önem
verecek yatırımlara ağırlık verilmesi geri kalmışlığı büyük ölçüde kıracaktır. Türkiye, yıllardır, iç terörle büyük bir mücadele vermiş ve bu
mücadelede başarılı olmuştur. Herkes tarafından bilindiği gibi, terörün silahlı
bölümü, son yıllarda yapılan büyük bir mücadeleyle asgarîye indirilmiş, başta
bölücü başı Abdullah Öcalan olmak üzere, diğer teröristler yakalanarak hak
ettikleri cezalara çarptırılmışlardır. Bu başarılar nedeniyle, devlete olan
güven bölgede hızla çoğalmakta ve devlete olan bağlılık artmaktadır. Devlete
güvenin ve bağlılığın arttığı bu ortamda, hükümetimize düşen çok önemli
görevler bulunmaktadır. Hükümetimiz de, üzerine düşen bu sorumluluğun bilinci
içerisinde gereken yatırımları yapmakta ve güven artırıcı önlemleri almaktadır.
Başlangıcında 10 ilde uygulanan olağanüstü halin zaman içerisinde 4 ile inmesi,
hükümetlerimizin, silahlı kuvvetlerimizin ve güvenlik güçlerimizin bir
başarısıdır. Bu çerçevede alınan etkin önlemler ve güvenlik güçlerimizin yapmış
olduğu başarılı operasyonlar neticesinde, iç ve dış odakların yoğun bir biçimde
desteklediği bölücü terör etkinliğini yitirmiş ve giderek yok olma sürecine
girmiştir. Ancak, bütün bu çabalara rağmen, bölücü terörün tamamen yok olduğunu
düşünmemiz yanıltıcı olur. Zaman zaman yapılan terörist eylemler ve bölgede
sağlanan huzur ve güven ortamını bozmaya yönelik çabalar vardır. PKK, bu huzur
ve güven ortamını bozmaya dönük eylemlerin arayışı ve planı içerisindedir. Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; hepimizin bu konudaki temennisi,
ülkemizin bu bölgesinde yıllardır yaşanan terörün tamamen yok olması, bölgeye
huzur ve güvenin bir an önce gelmesi, yaratılacak huzur ve güven ortamı ile
olağanüstü hal uygulamasının tamamen kalkmasıdır. Bölgede terörle mücadele için
ilan edilmiş ve toplam 10 ilden 4 ile indirilen olağanüstü hal uygulamasının da
devletimizin terörle mücadelede kararlılığı sonucunda kısa bir zamanda
kaldırılacağına inancımız tamdır. Ancak, şu anda bölgedeki huzur ve güven
ortamının devamını sağlamak amacıyla alınması zorunlu olan yasal ve idarî
tedbirlerin tamamlanması, bölgeye dönük ekonomik ve sosyal önlemlerin
yürütülebilmesi için, 4 ilde uygulanmakta olan olağanüstü halin bir süre daha
uzatılmasının uygun olacağını düşünüyoruz. Bu nedenle, olağanüstü halin dört ay uzatılmasıyla ilgili Başbakanlık
tezkeresine, Anavatan Partisi Grubu adına kabul oyu vereceğimizi ifade ediyor,
Yüce Meclise en derin saygılarımı, hürmetlerimi sunuyorum. (ANAP, DSP ve MHP
sıralarından alkışlar) BAŞKAN - Teşekkür ederiz Sayın Dedelek. Saadet Partisi Grubu adına, Diyarbakır Milletvekili Ömer Vehbi
Hatipoğlu; buyurun. (SP sıralarından alkışlar) Süreniz 20 dakika. SP GRUBU ADINA ÖMER VEHBİ HATİPOĞLU (Diyarbakır) - Sayın Başkan, değerli
milletvekilleri, olağanüstü halin 4 ilde dört ay daha uzatılmasına ilişkin
Başbakanlık tezkeresi üzerinde Saadet Partisinin görüşlerini arz etmek üzere
huzurunuza gelmiş bulunuyorum; şahsım ve partim adına hepinizi saygıyla
selamlıyorum. Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; dört ayda bir olağanüstü hal
uygulamasının uzatılmasına ilişkin müzakereleri yapmak artık Meclisimizin rutin
işleri arasına girdi, âdeta, otomatiğe bağlanmış vaziyette. Olağanüstü hal
uygulamasının dört ayının bitimine yakın bir tarihte toplanan Millî Güvenlik
Kurulu hükümete tavsiye kararında bulunuyor, hükümet, lütfedip, kürsüye gelip,
bunun gerekçesini dahi izah etme ihtiyacını hissetmiyor -bugün olduğu gibi-
Meclis oturuyor, muhalefet partileri olağanüstü halin uzatılmasının doğru
olmayacağı şeklinde görüş beyan ediyorlar -bazı muhalefet partileri tabiî-
iktidar partisi mensupları da, gönülsüz de olsalar, olağanüstü halin uzamasının
gerekli olduğunu beyan ediyorlar, çoğu kez de kürsüye gelip konuşmuyorlar;
kabul edenler, etmeyenler; eller kalkıp iniyor ve olağanüstü hal uygulaması
sürgit devam ediyor. Değerli milletvekilleri, olağanüstü hal uygulaması devam ediyor diyoruz;
ama, ortada bir gerçek var; o da şu: Türkiye'nin ayrılmaz bir parçası olduğunu
ifade buyurduğumuz, her vesileyle dile getirdiğimiz, ülkemizin, bu cennet
vatanımızın bir parçasında, bir bölümünde, tam yirmiüç yıldan beri, olağandışı
bir rejim uygulanıyor. Biraz önce Sayın Dedelek ifade buyurdu burada, 1978'de sıkıyönetim ilan
etmişiz, Türkiye'nin birçok ilinde, hemen hemen her tarafta, bu sıkıyönetim
uygulaması 1987'ye kadar sürmüş, sıkıyönetim kalkmış, bölgede olağanüstü hale
geçmişiz 1987'de ve bugün, şimdi 2001 yılını bitiriyoruz, hâlâ, 2002 yılına
sarkacak bir olağanüstü hal uygulaması için burada oylama yapacağız; yani,
yirmiüç yıldır, bu bölgede, olağandışı bir rejim uygulanıyor demektir. Bunun
anlamı ne; bunun anlamı, bu bölgede yaşayan 23 yaşındaki bir delikanlı, olağan
bir rejim nedir, demokratik bir ülkede yaşamanın nimetleri nelerdir, bir hukuk
devletinin vatandaşı olmanın nimetleri nelerdir, bunlardan haberdar değil; daha
da ileri gidelim, temel hak ve özgürlüklerinden yararlanamıyor, özgür ve
demokratik bir hukuk devletinde yaşamanın ne demek olduğunu da bilmiyor. Şimdi,
hiçbirimizin, elbette, bu tabloyu onaylamamız beklenemez. Değerli milletvekilleri, mensubu bulunduğum siyasî parti grupları, her
defasında, olağanüstü hal uygulamasına karşı çıkmıştır. Bugün de aynı
görüşümüzü muhafaza ediyoruz, bizim bu konudaki fikirlerimiz değişmedi; niçin
değişmediğini de biraz sonra arz edeceğim. Bakınız, sayın milletvekilleri, olağanüstü hal uygulamasının görüşüldüğü
şu Meclis zabıtlarını alıp incelediğinizde, orada çok değişik tablolarla
karşılaşırsınız; ben, bütün arkadaşlarıma tavsiye ediyorum. Partilerin,
muhalefette iken olağanüstü hale nasıl karşı çıktıklarını, hangi şiddetli
sözcüklerle buna karşı çıktıklarını; fakat, iktidar sıralarına taşınınca da,
olağanüstü halin ne kadar müdafii kesildiklerini ibretle müşahede etmeniz
mümkün. Yine göreceksiniz ki, bu görüşmeler esnasında, parti temsilcileri,
sözcüleri, her seferinde olağanüstü hal uygulamasının terörle mücadelenin ilacı
olmadığını ifade etmişlerdir; birçok parti temsilcisi bunu söylemiştir.
Üstelik, olağanüstü hal uygulamalarının, devlet-millet kaynaşmasına yaptığı
zararlı etki nedeniyle, kimi zaman terörü azdırdığı ifade edilmiştir. Sayın milletvekilleri, eğer olağanüstü hal valileri kendi yetkilerini
kullanacak olurlarsa, bölge çekilmez bir hal alır. Şimdi, izninizle, olağanüstü
hal yönetiminde hangi haklar kısıtlanıyor; bu bölgemizde yaşayan insanlarımızın
temel hak ve özgürlüklerinden hangileri kısıtlanabiliyor, bunlara kısaca
değinmek istiyorum. Sokağa çıkma yasağı, kişilerin belli yerlerde veya belli
saatlerdeki dolaşımlarını, toplanmalarını ve araçların seyirlerini yasaklamak;
kişilerin üstünü, araçlarını, eşyalarını aratmak ve bulunacak suç eşyası ve
delil niteliğinde olanlara el koymak. Olağanüstü hal ilan edilen bölge
sakinleri ile bu bölgeye hariçten gelecek kişiler için kimlik belirleyici belge
taşıma mecburiyetini koymak. Gazete, dergi, broşür, kitap, el ve duvar ilanı ve
benzerlerinin basılmasını, çoğaltılmasını, yayımlanması ve dağıtılmasını,
bunlardan, olağanüstü hal bölgesi dışında basılmış veya çoğaltılmış olanların
bölgeye sokulmasını, dağıtılmasını diye devam eder. Uzun bir listedir,
zamanınızı bununla geçirecek değilim. Eğer, olağanüstü hal bölge valileri,
yasanın kendilerine verdiği bu yetkiyi kullanmaya kalkışsınlar, o bölge, bir
açık hapishaneye, cezaevine dönüşür. Peki, bu olağanüstü hal uygulamasıyla, biz ne yapmışız; acaba,
olağanüstü hali uygularken, terör örgütünü çok fazla zorlamışız, terörle
mücadelede olağanüstü hal uygulaması çok mu fayda temin etmiş; biraz da bu
konuya değinmek gerekir. Değerli arkadaşlarım, eğer, olağanüstü hal terörün ilacı olsaydı, bugün,
bunun 44 üncü kez uzatılmasını burada müzakere ediyor olmazdık. Herhalde,
terörle mücadelede etkin bir ilaç olsaydı, bu uygulama 44 kez uzatılmazdı;
yirmiüç yıldır, bu rejim, o bölgede uygulanmazdı. Peki, ne olmuştur, ben size
bir-iki misal vereyim. Olağanüstü hal uygulaması ne olmuştur; masum vatandaşı
tedirgin etmiştir; çünkü, yolda otobüslerinden indirilip, bütün üstü aranan,
100 kilometrelik bir yolda en az 3-4 defa aramaya muhatap olan masum
vatandaştır, terörist değildir. Teröristler, otobüslerle filan seyahat etmiyor.
Olağanüstü Hal Bölge Valiliği yapan insanlar var aramızda. Sayın Bakanımız şu
anda beni dinliyor, lütfedip, burada ifade buyursunlar; bugüne kadar, bu tür
aramalarda ele geçirdiğiniz kaç terörist veya sempatizan var, buyurun, burada
açıklayınız. Yani, karayolu üzerindeki aramalarda ele geçirilen, tutuklanan
terörist var mıdır? Bakınız, Saadet Partisi Türkiye Büyük Millet Meclisi Grubu olarak, üç
hafta önce, Muhterem Genel Başkanımızın başkanlığında, Doğu ve Güneydoğu
Anadolu illerinin tamamını gezdik. Van, Bitlis, Adıyaman, Maraş, Urfa, Sayın
Genel Başkanımın başkanlığındaki heyetler tarafından gezildi. Ayrıca, bir başka
grup arkadaşımız, milletvekillerimiz, Diyarbakır, Batman, Siirt, Mardin,
Şırnak'ı gezdik. Orada memnuniyetle müşahede ettik ki, gece ve gündüz bölgede
dolaşmak mümkün; yani, özellikle şehir merkezlerinde can güvenliği, huzur ve
asayiş büyük oranda tesis edilmiş. Ee, hal böyle ise neden olağanüstü hal
uygulamasını devam ettireceğiz? Ama, başka bir şey daha gördük. Van ile Tatvan arasında bir karakol var,
Balaban karakolu. Van'dan veya Tatvan'dan gelen otobüsler bu Balaban karakoluna
çekiliyor, otobüsteki insanlar dışındaki bütün eşyalar da alınıyor, âdeta başka
bir ülkenin gümrüğünden geçiyormuşçasına tek tek aranıyor ve bu, her gün rutin
olarak devam ediyor. Şimdi, bunu teröriste karşı uyguluyorsanız, sizin bu rutin
aramanızdan teröristin haberi var demektir ve herhalde o arabalarda silah filan
taşımaz. Zaman zaman yapsanız neyse, bunun bir caydırıcılık tarafı var
diyeceğim; ama, her gün aynı şey, aynı noktalarda gerçekleştiriliyor. Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; elbette ki, Türkiye, olağanüstü
hal uygulamasına, bu rejimi uygulamaya durup dururken karar vermedi. Önce, onu
da ortaya koyalım. Türkiye Cumhuriyeti Devleti, tarihinin en büyük terörist
eylemiyle karşı karşıya bulundu; ama, bu terör eylemlerinden en büyük zararı da
o bölge halkı gördü. Binlerce köy boşaldı, boşaltıldı, yakıldı, yıkıldı,
meralar yakıldı, hayvancılık sektörü öldü, tarım tamamen iflas etti ve yakılan,
yıkılan o köylerden göç etmek zorunda kalan vatandaşlarımız, yüzbinlerce insan,
büyük şehirlerin, büyük ilçelerin varoşlarına geldiler ve oraları birer sefalet
yuvası haline döndü. Şimdi, Allah'a hamdolsun, asayiş nispeten temin edilmiştir, güvenlik
nispeten temin edilmiştir. Bizim burada yapmamız gereken şey, olağanüstü hal
uygulamasını dört ay daha uzatalım mı, hangi illerde uzatalım; bu tartışmayı
bir tarafa bırakıp, biz, yirmiüç yıldan beri, doğal afetten de daha büyük
afetle sarsılan, büyük sıkıntılara muhatap olan bu bölgeyi, yeniden, nasıl
restore ederiz; bu bölge insanını, ekonomisini, sosyal yaşantısını, hatta
siyasal yaşamını, Türkiye'nin diğer bölgeleriyle, Türkiye'nin bütünüyle nasıl
yeniden entegre edebiliriz?.. Bizim, burada, müzakere etmemiz gereken bu;
Türkiye Büyük Millet Meclisinin görevi bu. Siz bu görevi yapmazsanız, Türkiye
Büyük Millet Meclisi bu görevi yapmazsa, kimi kurum ve kuruluşlar, sizi, töhmet
altında bırakırlar; kurum ve kuruluşlar derler ki "Millî Güvenlik Kuruluna
taşınır bu konu." Bir gazetenin yazdığı gibi, denilir ki "Devletin
güvenlik güçleri, terörle mücadelede başarılı olmuştur; ama, siyaset kurumu
üzerine düşen görevi yapmadığı için, ekonomik, sosyal ve siyasal önlemleri
almadığı için, terörün, yeniden, daha güçlü bir şekilde veya daha değişik
boyutlarda azma tehlikesi var." O zaman, bizim görevimiz, kurum ve kuruluşların
davetini filan beklemeden, Türkiye Büyük Millet Meclisi olarak, oturup, bu
soruna, hakça, adil çözümler üretebilmemizdir; bu, bizim sorumluluğumuz
altındadır; bunu, biz yapacağız, başkasının bizim adımıza yapması da mümkün
değildir. Bunu yaparken, elbette ki, alınması gereken önlemler vardır. Ben,
bunların üzerinde daha fazla duruyorum. Bakınız değerli arkadaşlarım, Türkiye,
bir şeytan üçgeninin ortasında duruyor; bu doğru. Türkiye'nin düşmanları çok;
elbette, bu da doğru. Bu ülkeyi, geçmişte, sağ - sol çatışmalarıyla bölmek
istediler, beceremediler; Alevi - Sünni kavgası çıkarmak istediler,
beceremediler; bir Kürt sorunuyla bu ülkeyi bölmek istediler; bunu da
beceremediler. Becermeleri mümkün değil; Allah'ın izniyle de, bu ülkeyi bölmek,
kimsenin babasının haddine değildir, kimsenin de gücü buna yetmez. Yetmez; ama,
bölünme fobisine kapılıp, temel hak ve özgürlükleri kısıtlamak, antidemokratik
uygulamalara evet demek, bir hukuk devletinde olmaması gereken şeylere göz
yummak, aslında, bölünmeye giden yolu aralamak demektir, açmak demektir. Ben,
burayı, dikkatlerinize sunmak istiyorum. Peki, ne yapmalıyız: Biz, 2000'li yıllara, sırtımızda güneydoğu
kamburuyla giremeyiz, yıldız ülke olamayız, dünyanın alkışladığı ülke olamayız;
bu sorunu çözmek durumundayız. Nasıl çözeceğiz; biraz önce, ben, üç kelimeyle
arz ettim; bölgenin ekonomisini, sosyal yaşamını, Türkiye'nin diğer
bölgeleriyle entegre edeceğiz, yani, bölgenin kalkınmasını sağlayacağız. Değerli milletvekilleri, ben, 1996 yılında, dönemin İçişleri Bakanına
bir soru önergesi vermiştim; bugüne kadar ölü veya yaralı olarak yakalanan
terör örgütü mensuplarının eğitim durumlarını sormuştum. Gelen tablo,
gerçekten, dikkate şayandır. Cudi veya Gabar Dağlarında askerle silahlı
çatışmaya girişip ölen terörist, başka yerde değil, bu ülkenin okullarında
büyüdü, yetişti, eğitildi. O zaman, bizim dönüp, kendi kendimize şu soruyu
sormamız lazım: Biz, acaba, nasıl bir eğitim sistemi uyguluyoruz da,
okullarımızdan, cumhuriyet okullarından, mekteplerinden, cumhuriyeti yıkmak
için silaha sarılan insanlar yetiştiriyoruz? Bu soruyu, hepimizin, birinci
planda, kendi kendimize sormamız gerekir. Peki, terör örgütüne katılmış olan vergi mükellefi var mıdır; bu soruyu
da soralım kendi kendimize. Göreceğiz ki, terör örgütüne katılan, militanlığını
yapan vergi mükellefi vatandaşımız yoktur veya varsa, çok çok az sayıdadır. O
halde, bu sorunun da çözümü ortadadır. Bu soruna üç ayaklı bir çözüm
öneriyoruz. Bakın; önce, bölge kalkınmasını sağlayacaksınız. Bu bölgede yaşayan
insanı, aş, iş, meslek ve mesken sahibi kılacaksınız. Ancak bu tarzda "bu
devlet benim devletim, bu ülke, benim ülkemdir" duygusunu bu insanların
kalbine yerleştireceksiniz, birincisi bu; yani, mensubiyet duygusunu bu
insanlara vermemiz gerekir. Başka ne yapmak lazım; bu ülkede terörün, şiddetin önünü ebediyen
tıkamak istiyorsanız, bunun tek yolu, özgürlüklerin her alanda alabildiğine
genişlemesine izin vermektir, olanak tanımaktır; çünkü, teröristin ekmeği, özgürlük
yokluğudur, yoksunluğudur. Eğer, siz, özgürlükleri kısıtlarsanız, insanların
inançlarını, düşüncelerini ifade etmesine bile izin vermezseniz, bununla ilgili
yasal önlemler geliştirirseniz, o zaman, siz, teröriste ekmek vermiş olursunuz.
Bunu da unutmayalım; yani, özgürlük ve demokrasi, insan haklarının teminat
altına alınması terörizme kan vermez; aksine, terörizmi ebediyen ortadan
kaldırır, teröristin yeşereceği bataklığı kurutur. Bu ülkeye özgürlüğü fazla görmeyelim. Ben, Türkiye'nin bütünü için
söylüyorum. Demokratikleşmemizi sağlayalım. Dileyen, dilediği inancı, dilediği
düşünceyi, dilediği şekilde ifade edebilsin; elbette ki, yasaların
çerçevelediği sınırlar dahilinde olmak üzere. Siz, meşru ifade hakkını, meşru
düşüncesini savunma hakkını elinden alırsanız, onu gayrimeşru mecralara
sürüklemiş olursunuz; bu da sizin ayıbınız olur, devlet olarak bizim ayıbımız
olur. Değerli Başkan, değerli milletvekilleri; bakınız, hükümet ve hepimiz
Kuzey Irak'ta meydana gelen gelişmelerden bir hayli tedirginiz, sıkıntı
duyuyoruz. Kurumlarımız ilan ediyor; "Kuzey Irak'taki bir oluşumu savaş
nedeni kabul ederiz" diyorlar. Elbette ki, Türkiye'nin haklarını savunmak,
Türkiye'nin geleceğine ilişkin önlemler almak bu devletin görevi; ama, ben,
size bir şey söylemek istiyorum; Kuzey Irak'ta bizim istemediğimiz bir oluşumu
engellemek için bu kadar diplomatik temaslar yapıyoruz da, neden, kendi
yapmamız gereken şeyi yapmıyoruz? Neden, kendi yapmamız gereken şeyi
yapmıyoruz? Siz, bu ülkede oturup da dışarıdaki insanlara "şunu şunu kabul
etmiyorum" diye ifadelerde bulunacağınıza, ben ülkemde öyle bir düzen
kurayım ki, öyle tedbirler alayım ki, bu ülkenin vatandaşı olmanın onurunu,
gururunu yaşasın herkes ve bu ülkenin vatandaşı olmak için insanlar kuyruğa
girsin. Değerli arkadaşlarım, elbette, Kuzey Irak'ın toprak bütünlüğü esastır;
elbette ki, Türkiye, kendi aleyhindeki gelişmelerin karşısında her türlü
önlemini alır; ama, benim söylemek istediğim şey şudur: Siz, gelin, Türkiye'de,
insanların, gayri safî millî hâsıladan alacağı payı yükseltin, 10 000-15 000 dolara çıkarın; refah
toplumunu oluşturun; özgürlükleri teminat altına alın. İnsanlar, özgürce
düşüncelerini ifade edebilsinler. İnsanlar, bir hukuk devletinde yaşamanın
güvencesine kavuşsunlar. Merak etmeyin, bu ülkenin dışında meydana gelecek
hiçbir oluşum, Türkiye'ye, toplu iğne ucu kadar zarar vermez. Türkiye, lider
ülkedir; Türkiye, yıldız ülkedir; Türkiye, bölgesinde en güçlü ülkedir. Ah,
keşke bizler, bu ülkeyi yönetenler, Türkiye kadar büyük olabilmeyi becerebilsek,
politikalarımızı becerebilsek; ama, biz, korkuyoruz; biz, ürküyoruz. (SP
sıralarından alkışlar) Değerli Başkan, değerli milletvekilleri; konuşmama nihayet verirken, şu
konuya da, hükümetin ve Sayın Bakanın dikkatini çekmek istiyorum. (Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı) BAŞKAN - Sayın Hatipoğlu, 2 dakika içinde toparlayınız. Buyurun. ÖMER VEHBİ HATİPOĞLU (Devamla) - Tabiî efendim. Son günlerde olağanüstü hal bölgesi kapsamındaki illerde, bana göre,
provokasyon niteliğinde bazı olaylar cereyan etmektedir Sayın Bakanım.
Bunlardan birisi, Doğubeyazıt'ta meydana gelmiştir; bir diğeri, Cizre'de
meydana gelmiştir; bir diğeri, Silopi'de meydana gelmiştir. Bir siyasî partinin
genel başkanı, Cizre İlçe binasının açılışına katılacak; arkasında konvoyla
geliyor, Cizre girişinde bekletiliyor tam altı saat. Toplanan kalabalık
dağılıyor, ondan sonra "buyurun, iki arabayla girebilirsiniz"
deniliyor. Sayın Bakan, o siyasî partiyle mücadelenin yöntemi bu değil; bunu
unutmayın. Siz, aslında mazlum olmayanları mazlum konumuna düşürürseniz, bizim
orada siyaset yapma imkânlarımızı siz kısıtlarsınız. Bunu, lütfen unutmayınız.
Birincisi bu. İkincisi, Doğu Beyazıt İlçesinde meydana gelen, âdeta bir yargısız infaz
olayı. Gece yarılarına kadar silahlar konuşuyor, gece yarılarına kadar Doğu
Beyazıt'ta çok büyük, vahim olaylar meydana geliyor. Neden; aranan bir
şüphelinin yerine kardeşinin evinin kapısı çalınıyor ve kapısı çalınan insan
orada ölüyor. Çatışmaya giriyor, girmiyor, onu bilmiyorum. Bunu, elbette yargı
belirleyecek. Sayın Bakan çıkıp diyecektir ki: "Silah kullandı."
Elbette ki, silah kullanana gül uzatacak halimiz de yok; ama, ben, şunu
soruyorum: Eğer silah çekip polise ateş etmişse, cezasını bulmuştur; o ayrı bir
olay; ama, böyleyse, Sayın Bakan, neden, Doğu Beyazıt'ta saatlerce bu olaylar
meydana geldi? Bunu da konuşmamız lazım. Değerli Başkan, değerli milletvekilleri; ben, niçin bunu, burada gündeme
getirdim; biz, bu bölgede bütün partiler olarak siyaset yapıyoruz. Biz
istiyoruz ki... (Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı) ÖMER VEHBİ HATİPOĞLU (Devamla) - Hemen bitiriyorum... BAŞKAN - Süreyi 2 dakika uzattım, teşekkür ederim. ÖMER VEHBİ HATİPOĞLU (Devamla) - Peki, ben teşekkür ederim efendim;
saygılar sunarım. (SP sıralarından alkışlar) BAŞKAN - Teşekkür ederim. Doğru Yol Partisi Grubu adına, İstanbul Milletvekili Sayın Hayri
Kozakçıoğlu; buyurun. (DYP sıralarından alkışlar) Süreniz 20 dakika. DYP GRUBU ADINA HAYRİ KOZAKÇIOĞLU (İstanbul) - Sayın Başkan, sayın
milletvekilleri; Diyarbakır, Hakkâri, Şırnak ve Tunceli İllerinde uygulanan
sıkıyönetimin dört ay daha uzatılması konusunda, Doğru Yol Partisi Grubunun
görüşlerini sizlere sunmak üzere söz almış bulunuyorum; hepinize saygılar
sunarım. Sözlerime başlamadan önce, ülkemizde uzun yıllardan beri devam eden
terör mücadelesinde, bu ülkenin millî birlik ve beraberliğine kasteden terör
gruplarına karşı amansızca mücadele eden, bu bayrak, bu vatan uğruna hayatını
kaybeden aziz şehitlerimizin ruhları önünde saygıyla eğilir, bu mücadeleye devam
eden devlet güvenlik güçlerinin, askeri, polisi, jandarması, köy korucusu ve bu
hizmete katılan diğer gönüllülerle birlikte kendilerine candan başarılar
dilerim, kendilerini kutlarım. Bugün, ülkemizde giderek azalan terör olayının nasıl başladığını, hangi
noktalara geldiğini, bunun arkasındaki sebepleri ve sahipleri size uzun uzun
anlatmak istemiyorum. Daha önce konuşmalarımda kısmen bundan bahsetmiştim.
Bugün, bir parça, Türkiye'nin yaşadığı terör ile artık, küresel dünyanın
yaşadığı ve mücadele ettiği terör arasındaki bağlantıyı ve bu terör olaylarına
dünyanın bakış açısına dikkatinizi çekmek istiyorum. Bildiğiniz gibi, 1978 yılından bu yana, Güneydoğu Anadolu Bölgesinde bu
bölücü terör olayını yaşıyoruz ve 30 000'den fazla insanımızın hayatını
kaybettiğini de biliyoruz. Bütün bu mücadele sırasında, üzülerek belirtiyorum
ki, aynı ittifaklar içerisinde bulunduğumuz, zaman zaman karşılıklı nutuklar
atarak, dost dediğimiz Batı ülkelerinden, gerçek anlamda dostluk görmedik,
gerçek anlamda destek görmedik. Onların vermedikleri destek, yalnız bize değil
insanlığa idi. Vermedikleri destek, insanların yaşam hakkını savunmak isteyen
zihniyete karşıydı. Direkt veya endirekt şekilde terörü kolladılar, teröristi
himaye ettiler ve Türkiye'de meydana gelen olayı, uzun yıllar, terör olayı dahi
kabul etmek istemediler; ama, bir 11 Eylül olayını yaşadık. Bir 11 Eylül
olayında, Amerika Birleşik Devletlerinde hepimizi üzen bir terör olayı meydana
geldi, 5 000- 6 000 kişi hayatını kaybetti. Bütün dünya, teröre karşı ayağa
kalktı. Bütün dünya, teröre karşı silahlandı. Bütün dünya, topuyla tüfeğiyle
teröre karşı mücadeleye koştu. Biz de birazcık umutlandık; bizim yıllardan beri
yaptığımız terörle mücadeleyi Batı herhalde anlamaya başladı ve bize karşı olan
tavrını değiştirecek; bizim ülkemizden kaçarak, bizim ülkemizden ayrılarak,
hâlâ ülkemizi bölmek isteyen, parçalamak isteyen, ülkemizdeki cumhuriyet
rejimini, demokratik rejimi değiştirmek isteyen kafalara karşı bize yurt
dışından destek verecek zannettik; ama, onda da aldandığımızı gördük. Gazeteleri görüyoruz ki, çok kısa bir süre içerisinde, bazı Batı
ülkeleri, kendi ülkelerinde barındırdıkları ve bizim ülkemize karşı kötü
niyetlerini, bizim ülkemizi bölmek, parçalamak isteyen amaçlarını açıkça
söylemekten, toplantılar yapmaktan, örgütler kurmaktan kaçınmayan kişileri hâlâ
himaye ediyorlar, mahkeme kararlarına rağmen hâlâ bize iade etmiyorlar, kendi
ülkelerinden dışarı dahi çıkarmıyorlar. Bu, Batı'nın, bize, asırlardan beri
uyguladığı çifte standardın en son örneğidir. Bu çifte standardı, biz, başka
konularda görüyoruz. Kıbrıs konusunda görüyoruz, Avrupa Birliği konusunda
görüyoruz. Bu nedenle, ülke olarak, Parlamento olarak, devlet ve millet olarak,
bu çifte standarda her zaman hazır olmalıyız. Bu çifte standardın her zaman
karşımıza çıkacağını bilmeliyiz ve bundan sonraki bütün tavrımızı da, buna göre
düzenlemeye çalışmalıyız. Şimdi, ülkedeki meselemize dönünce. Benden önceki konuşmacı arkadaş da
belirtti, bir gazetenin manşeti var: "Terör bitti, partiler yattı"
Yani, güneydoğuda terörün azalmasından sonra bütün siyasî partilerin, amiyane
tabiriyle, kulaklarının üzerine yattıklarını, güneydoğu bölgesi insanının
meseleleriyle hiç uğraşmak istemediklerini veya uğraşmadıklarını iddia ediyor
ve bu nedenle, konunun, Millî Güvenlik Kurulunda ele alınacağını dile
getiriyor. Millî Güvenlik Kurulunda ele alınır alınmaz, konuşulur konuşulmaz,
kararlar çıkar veya çıkmaz; ama, burada ortaya konmak istenen şöyle bir olay
var: Devlet güvenlik güçleri silahlı mücadele görevlerini yapmışlardır, evet
doğru; terörü aşağıya çekmişlerdir, doğru; hâlâ da bu göreve devam ediyorlar, o
da doğru; ama, mücadeleyle birlikte, o bölgede yapılması gereken ekonomik,
sosyal, idarî pek çok önlemler var; bu da doğru. Bu önlemlerin alınmasında
yeterli miktarda hız alınamamıştır, yol katedilememiştir; bu da doğru. Yani,
gazetenin yazdıklarının çoğu doğru; ancak, bir tarafı yanlış: "Siyasî
partiler yattı" diyor. Şimdi, o bölgede, terörün yanında bu tür
iyileştirme tedbirlerini almak görevi bütün siyasî partilerin değil. Vatandaşın
dertlerini dinlemek, sorunlarını tespit etmek, Parlamentoya, yetkili mercilere
taşımak bütün siyasî partilerin görevi; ama, orada yapılması gerekenleri yapmak
da hükümetin görevi. Bu nedenle, bu konuda, hükümetin özellikle dikkatini çekmek istiyorum.
Hükümetin bu olayların üzerine hızla gitmesi gerektiğini, ileride vukuu
muhtemel tersliklere karşı kontrpiyede kalmamak için istiyorum; çünkü, Allah
korusun, eğer ilerde bu terörün ucu bir yerden görünürse, o zaman derler ki
"işte, siyasî otorite, sivil yönetim üzerine düşen görevi yapmadığı için
terör tekrar hortladı." Onlar görevini yapmadıkları için tekrar terör
artıyor diye bir ithamla, bir iddiayla karşı karşıya kalabilir sivil yönetim. O
bakımdan, ben, sivil yönetimi, iktidar muhalefet diye ayırmıyorum. Sivil
yönetim, sivil yönetimdir. O halde, hükümet, sivil yönetim adına, demokrasi
adına, üzerine düşen görevi, bu bölgede gecikmeden yerine getirmelidir;
getirmelidir ki, kötü niyetlere fırsat
verilmesin. Efendim "terör bu hizmetler yapılmadığı için artıyor; bu hizmetler
yapılsaydı terör olmazdı" diyenlere fırsat vermemek için, hükümetin, bu
olayın üzerine çok ciddî eğilmesi ve yapılması gerekenleri de hızla yapması
gerekiyor. Bir taraftan terörle mücadele edilirken bir taraftan da mutlaka bu
hizmetlerin yerine getirilmesi lazım. Yine olağanüstü halin görüşülmesiyle ilgili dört ay önceki toplantıda
Sayın İçişleri Bakanımızın yaptığı bir konuşma var. Bir kere ben şunu
belirteyim: Sayın İçişleri Bakanımızın, konuyla yakından ilgilendiğini
görüyorum. İçişleri Bakanlığının, polisiyle, jandarmasıyla, bütün kadrosuyla,
konuya, gereken şekilde eğildiğini de görüyorum. O bakımdan, ben, burada, şunu
söylemiştim: "Gönlüm isterdi ki, olağanüstü halin ve güneydoğu
meselelerinin görüşüldüğü toplantıda, yalnız İçişleri Bakanımız değil, başka
bakanlarımız da burada bulunsaydı. Başka bakanlarımız da, konuları biraz daha
yakından takip etselerdi" demiştim; o sözümü, yine, yineliyorum. Evet,
makamdan takip edebilirler, bütçe görüşmelerini takip edebilirler; ama, ben,
şunu bekliyorum: Sayın bakanlarımız buraya gelmeli, istihdamı artırmak için şu
şu önlemleri aldık; sağlık hizmetleri için şu şu tedbirleri aldık;
hayvancılığın, tarımın gelişmesi için planımız buydu, programımız buydu,
ödeneğimiz buydu, şu kadarını yaptık, bu kadarını yapamadık... Ben, Türkiye
Büyük Millet Meclisinin, bu konuda bilgilendirilmesini istiyorum. Yalnız,
İçişleri Bakanının hükümet adına, burada, olayları takip etmesi, konuları takip
etmesi, bence, bakanlıkların, hepsinin konuya ilgilerinin artmasına yetmiyor.
İçişleri Bakanlığının bölgeyle ilgilenmesi de yetmiyor. O nedenle, sayın
bakanlarımızın kendi kadrolarını biraz harekete geçirmesi ve bu konu üzerine
biraz daha ciddî gidilmesi gerekiyor. Ben, İçişleri Bakanımızdan, bazı konularda, Türkiye Büyük Millet
Meclisini bilgilendirmesini istirham ediyorum. Özellikle, şimdi, Güneydoğu ve
Doğu Anadolu Bölgelerinde 25 ili kapsayan bir eylem planı var; bu eylem planı
yürürlüğe girmiş; güzel. Bu eylem planında, ekonomiye ilişkin 47 tane proje
var, kamu yönetimine ilişkin 30 tane, eğitime ilişkin 14 tane, sağlığa ilişkin
13 tane proje var. Bugüne kadar, bunlardan hangileri gerçekleşti? Bugüne kadar,
bu projelerden hangilerini tam olarak yürürlüğe koyabildik ve 2001 yılı sonuna
kadar hangileri gerçekleşecek? Sayın Bakanımızın, milletimizin huzurunda,
Türkiye Büyük Millet Meclisine bilgi vermesini istirham ediyorum. Bunun yanında, organize sanayi bölgeleri ve küçük sanayi için, Güneydoğu
Anadolu Bölgesinde, olağanüstü hal cereyan eden bölgede 11 ilde, 5 609 proje
var. Bu 5 609 projeye, 2000 yılında 325,5 trilyon ödenek ayrılmış. 2001 yılında
ise, 158 trilyon ayrılabilmiş; yani, ödenek, 2001 yılında yarıdan daha aşağıya
inmiş. Peki, bu 158 trilyon, 5 609 projeye yetti mi; bu 158 trilyonun tamamı
gitti, harcandı da, ilave ödenek de gitti mi; yoksa, 158 trilyon da gitmedi, bu
projelerin bir bölümü, hâlâ, ödeneksizlikten bekler durumda mı? Bunun yanında, istihdamı artıracak, yani, 37 121 kişiye iş imkânı
yaratacak 234 tane proje var. Bu projeler ne haldedir? İstihdamı artırmak için
neler yapılmıştır ve neler yapılmalıdır? Bir diğeri, hayvancılığı geliştirme ve destekleme çalışmalarından
bahsediliyor; ama, o konuda, bölgeden, yapılmış, somut olarak ortaya konulmuş
çok fazla bir hizmet de gelmiyor. Buna karşılık, Sayın İçişleri Bakanımızın
geçen seferki konuşmasında belirttiği gibi, iki yönlü hayvan kaçakçılığı da o
bölgede devam ediyor, hem içeriden dışarıya hem de dışarıdan içeriye. O bölge,
eskiden, hayvancılığımızın merkeziydi; şimdi, ülkemizdeki toplam büyükbaş
hayvanların ancak yüzde 12'si o bölgede. Oysaki, eski yıllarda bu rakam çok
daha farklıydı. Bu nedenle, hayvancılık konusunda neler yapıldığının, Türkiye
Büyük Millet Meclisine, mutlaka anlatılması, mutlaka izah edilmesi gerekiyor. Köye Dönüş Projesi... Köye Dönüş Projesi için, İçişleri Bakanlığı
bütçesinde, 3 trilyon 200 milyar para var. Ayrıca, GAP'ta da, 1 trilyon 285
milyar para konulmuş. Bu proje, 11 ilde uygulanacak. Şimdi, GAP bölgesine
bakıyorum; GAP bölgesinde, 1 trilyon 285 milyar; 6 ile verilecek buradan para
veya 5 ile verilecek. İl başına düşen para 200 küsur milyardır. 200 küsur
milyarla, bugün için, çimentonun torbasının 4,5 milyon olduğu bir ortamda, kaç
kişiyi geriye gönderebilirsiniz; kaç köyün altyapısını, hizmetini, okulunu,
müşterek tesislerini yapabilirsiniz?! Yani, bu ödeneklerin, bu projeleri
gerçekleştirme şansı yoktur. Köye Dönüş Projesinin mutlaka hızlandırılması
lazım; o toprakların mutlaka değerlendirilmesi gerekiyor. Bir de, cazibe veya bazı siyasî partilerin tabiriyle köykente benzer bir
proje. Köy cazibe merkez veya cazibe merkezi gibi tabirler geçiyor. Bunlar için
de, 11 ilde 163 yer seçilmiş, birleşim yeri seçilmiş ve 11 376 konut
yapılacakmış, 75 197 kişi bu bölgelere geri dönecekmiş. Bunları, kâğıt üzerine
yazmak güzel, kâğıt üzerine yazmak da kolay; ama, bölge halkıyla birlikte bütün
Türkiye, bunların gerçekleşmesini istiyor. Bunların gerçekleşmemesi, bundan
sonraki terör olaylarına gerekçe arayanlar için çok büyük bir neden olacaktır.
O bakımdan, burada, Sayın İçişleri Bakanımız olduğu için, soruyu Sayın İçişleri
Bakanımıza ithaf ediyorum. Gönlüm isterdi ki, her konunun sahibi burada olmalı
ve her konunun sahibi de, bu konuları, gelip, burada, Türkiye Büyük Millet
Meclisine izah etmeli, biz de yapılan güzel şeyleri elbirliğiyle
alkışlamalıydık. Bölgenin en büyük meselelerinden bir tanesi, istihdam artırıcı, istihdam
yaratıcı hizmet ve işlemlerin olmaması, uzun zamandan beri yatırımların
yapılamaması nedeniyle kişilerin cebine giren paranın azlığı; yani, vatandaşın
satın alma gücünün düşmesi, bir anlamda fakirlik ve fukaralık... Her bölgenin kendine göre özellikleri var. O bölgenin de bir özelliği
var; orası, hudut bölgesi ve sınır ticareti yapma imkânı olan bir bölge.
Başlangıçta, sınır ticaretinde 52 kalem vardı. Bu 52 kalem, düşürüle düşürüle,
bugün 3 kaleme düştü, bu 3 kalem de tam olarak çalışmıyor ve sınır ticaretinde,
mazot, zannederim, 50 000 tondan 60 000 tona çıkarıldı veya 70 000 tona
çıkarıldı. Bu, benim öğrendiğim kadarıyla, kendi kamyonuyla mazot almaya gitmek
için bekleyenlerin sırasının, ancak 90 veya 95 günde bir gelmesine neden oldu.
Yani, daha fazla sıra bekleyeceğine, 90 gün bekleyecek, kamyonuyla gidecek,
mazot getirip bunu devredecek; bununla da 90 gün geçinecek, 90 gün ailesine
bakacak, bir 90 gün daha bekleyecek. Şimdi, bölgede böyle bir imkân varken, bölge halkının böyle bir imkânla
cebine para girmesi, kursağına yemek girmesi şansı varken bu şansını kullanması
lazım; bu şansını kısıtlamamak lazım. Sınır ticaretinin sorunlu yönleri vardır.
Sınır ticaretinin paranın çoğunun vatandaşın cebine girmesi yerine, bazı
aracıların cebine girmesi gibi yürüyen sistemleri de vardır; ama, hükümetin
görevi, bu sistemin kötülüklerini ortadan kaldırmak, bu sistemi en iyi şekilde
uygulamaktır; yoksa, bu tip, böyle, süt veren, et veren koyunu kesip bir tarafa
atarsak, o bölge halkı maddî sıkıntı içerisinde kıvranır. Biz, o zaman,
terörist için hazır imkân, hazır ortam ayarlarız. Şimdi, Türkiye'de, o bölgeden giren çıkan hayvan varsa, bu, bir gerçekse,
biz, bunu legal hale getirmek zorundayız. Eğer, bunu legal hale
getirmezseniz... İllegal yürüyor. İllegal yürüdüğü zaman ne oluyor; dağdaki PKK
bundan haraç alıyor. Bu, ne demektir; PKK'ya, kendi elimizle gelir, para
kazandırmak demektir. O halde, bunu legal hale getirelim. Legal hale getirelim
ki, hem vatandaş sıkıntıyı çekmesin hem de PKK, durup dururken, bedavadan,
açıktan gelir kaynağı elde etmesin. Bu konuda söylenecek çok şey var; ancak,
genel olarak, bölgenin sosyal, ekonomik ve hizmetler açısından noksan olan
yapısını süratle gidermemiz gerekir. Bakın, herkes, terörü, o bölgede 1984 yılında başladı diye biliyor.
Kitaplara geçti, 15 Ağustos 1984'te, silahlı PKK teröristleri, Eruh ve Şemdinli
İlçe merkezlerini basarak silahlı olayı başlattılar. Olay, ondan daha altı sene
öncedir. PKK'nın ismen ortaya çıkması Hilvan ve Siverek civarında eylemlere
başlaması 1978 sonu 1979'dur; yani, o bölge yirmiüç yıldan beri terörle
uğraşıyor, yirmiüç yıldan beri, bölge halkı, köyünde rahat çalışamıyor, huzurlu
ziraatını yapamıyor, hayvancılığını yapamıyor. Yirmiüç yıldan beri, ekonomik
açıdan yıpranmış bu bölgeye, Türkiye Cumhuriyeti olarak, Türkiye hükümeti
olarak, bu ülkenin devleti olarak ne versek yeridir, ne versek hakkıdır. O
bakımdan, ben, hükümetin, bu bölgeye, çok özel önem vermesini, o bölge
sorunları üzerine, bakanlıklararası kurulla mı olur, özel projelerle mi olur,
özel kuruluşlar mı olur, hızla gitmesini, özellikle vurgulamak istiyorum. Son olarak da bir şeyin üzerinde duracağım: Pek çok kere üzerinde
durdum; o bölgede teröristin hedefi gençlerdir; o bölgede, terörist için hedef
kitle, gençlerdir. O halde, Türkiye Cumhuriyeti için de, Millî Eğitim Bakanlığı
dahil bütün bakanlıklar için de, hedef kitle, gençler olmalıdır. O gençlere,
devlete güveni sağlamalıyız; o gençlere, yüksekokulun kapısını açmalıyız. Lise
mezunlarını orada yıllarca ortada bırakıp, terör örgütlerinin eline, silahlı,
enerjik eleman olarak teslim etmemeliyiz. O bölge gençleri için özel bir sistem
uygulanmalı, o bölge gençleri yükseköğrenim için özel imkânlara kavuşturulmalı;
gerekirse, bir yıl hazırlık sınıfından geçmeli; Galatasaray Lisesinden, Kabataş
Lisesinden mezun olanlarla birlikte, aynı haklara sahip olarak yükseköğrenim
hakkına kavuşmalıdır. Yoksa, Şemdinli Lisesinden, Çukurca Lisesinden mezun olan
çocuğu, Galatasaray Lisesinden mezun olanlarla, aynı sorularla aynı imtihana
sokarsanız, o çocuğa haksızlık yapmış olursunuz; çünkü, o çocuğa, eşit hakları,
imkânları tanımayan biziz. Bizim, bu haksızlığı yapmaya hiçbir zaman hakkımız
yoktur. Bu nedenle, Millî Eğitim Bakanlığının, Yükseköğrenim Kurumunun meseleye
süratle eğilmesi, Türkiye Cumhuriyetinin, o bölgenin gençlerine sahip çıktığını
göstermesi gerekir. Bu dediklerimizin, inşallah en kısa zamanda yürürlüğe konulacağını
görmek ümidiyle, o bölgedeki olağanüstü halin en kısa zamanda kalkmasını
temenni ederek; ama, olağanüstü hali beklemeden 7 ilde devam eden mücavir
uygulamanın daha erken kalkabileceğini de özellikle vurgulayarak, hepinize
sevgiler ve saygılar sunuyorum. (DYP sıralarından alkışlar) BAŞKAN - Teşekkür ederiz Sayın Kozakçıoğlu. Demokratik Sol Parti Grubu adına, Manisa Milletvekili Sayın Cihan Yazar;
buyurun. (DSP sıralarından alkışlar) DSP GRUBU ADINA M. CİHAN YAZAR (Manisa) - Sayın Başkan, sayın
milletvekilleri; Diyarbakır, Hakkâri, Şırnak ve Tunceli İllerinde devam etmekte
olan olağanüstü halin 30.11.2001 günü saat 17.00'den geçerli olmak üzere dört
ay süre ile uzatılmasına ilişkin Başbakanlık tezkeresi üzerinde söz almış
bulunmaktayım; Demokratik Sol Parti Grubu ve şahsım adına Yüce Heyetinizi
saygıyla selamlıyorum. Anayasanın 119 uncu ve 120 nci maddeleri, tabiî afet, tehlikeli salgın
hastalıklar veya ağır ekonomik bunalım hallerinde yurdun bir veya birden fazla
bölgesinde olağanüstü hal ilan edilebileceğini söylemektedir. Olağanüstü hal,
bölgede, terörle mücadele için ilan edilmiş ve toplam on ilden, 28.6.2000
tarihinde Van İlimizin de kapsamdışı bırakılmasıyla dörde indirilmiştir. Türkiye'nin ulusal programında da yer alan olağanüstü hal uygulamasının
tamamen kaldırılması, bölgenin ekonomik, sosyal ve kültürel gelişmesini öngören
stratejinin bir parçasıdır. Bu alanlardaki gelişmeler ve güvenlik
değerlendirilmesi ışığında, olağanüstü halin tamamen kaldırılması
planlanmaktadır. Türkiye'nin güçlenip gelişmemesi uğruna, hatta, daha ileri
giderek parçalanması uğruna rol alan aktörler kimi zaman ASALA, kimi zaman PKK,
kimi zaman da Hizbullah olmuştur. Ulu Önder Atatürk Gençliğe Hitabesinde
"dahili ve harici bedhahların olacaktır" şeklinde Türk gençliğine durumun
ciddîyetini gayet açık ifade etmiştir. Hepimizin ortak temennisi, bölge
insanına, bugüne kadar çekmiş olduğu sıkıntılara karşın, hak ettiği insanca
yaşamın ve sonuna kadar kullanalabileceği kamu hürriyetinin tekrar
sağlanmasıdır. Sayın Başkan, sayın milletvekilleri; 57 nci cumhuriyet hükümetinin en
büyük arzusu, OHAL kapsamındaki iller ile mücavir alan kapsamındaki diğer
illerimizde uygulamak istediği genel politikalar konusunda kesin başarı elde
etmektir. Hükümetimizin genel politikaları, eğitim seferberliği, sağlık
seferberliği, ekonomi ve Sayın Başbakanımız Bülent Ecevit'in kesin
talimatlarıyla hükümetimizin gündeme aldığı ve büyük önem verdiği Köye Dönüş ve
Rehabilitasyon Projesidir. Bu projelerin düzenli uygulanması sonucunda,
bölgemizde olağanüstü halin çok kısa zamanda sona ereceğine Demokratik Sol
Parti olarak inancımız tamdır, en büyük emelimiz de budur. Sayın Başkan, sayın
milletvekilleri; Köye Dönüş ve Rehabilitasyon Projesi hakkında sizlere bilgi
sunmak istiyorum. Sayın Başbakanımız Bülent Ecevit'in talimatlarıyla uygulanmaya başlayan
Köye Dönüş ve Rehabilitasyon Projesi hayatî bir önem taşımaktadır. İsteyenin
kendi köyünde yaşama arzusu en doğal hakkıdır. Bu hak, hem Anayasadan hem de
Uluslararası İnsan Hakları Sözleşmesinden kaynaklanan temel bir haktır. Köye
Dönüş ve Rehabilitasyon Projesinde asla bir zorlama söz konusu değildir.
Bireyler, dönme kararını, özgür iradeleriyle, baskısız, demokratik ortam
koşulları altında verebilmelidir. Bu proje kapsamı içinde yer alan illerimiz Bitlis, Muş, Bingöl, Hakkâri,
Tunceli, Van, Batman, Diyarbakır, Siirt ve Şırnak'tır. Bu illerimizden Bitlis,
Muş, Bingöl, Hakkâri, Tunceli ve Van İlleri İçişleri Bakanlığının yatırım
programı kapsamında yer almaktadır. Yatırım programı için 2001 yılında 3,2
trilyon lira kaynak ayrılmıştır. Köye Dönüş ve Rehabilitasyon Projesinin amacı,
üretimden kopmuş yöre insanını üretici haline getirmek, eğitim düzeyini
yükseltmek ve terör düşüncesini ortadan kaldırmaktır. Sayın Başkan, sayın milletvekilleri; yukarıda arz ettiğim hususların
gerçekleşebilmesi için 57 nci cumhuriyet hükümetinin zamana ihtiyacı olduğu
kesindir. Demokratik Sol Parti Grubu, olağanüstü halin dört ay daha uzatılması
uygulamasının son kez olmasını arzu etmektedir, bu yüzden, olumlu oy
verecektir. Demokratik Sol Parti kültürü, Doğu ve Güneydoğu Anadolu'daki sorunu ayrı
bir sorun olarak görmemekte, ülkenin bir sorunu olarak değerlendirmektedir.
Bizi birbirimizden ayrı gibi görmek ve göstermek Sevr özlemcisi yabancılar ve
onların maşalarıdır. Bu Sevr özlemcisi ülkeler, Avrupa Birliğine katılmamız
konusunda da ülkemize karşı aynı tavrı sürdürmektedirler; ama, emellerine asla
ulaşamayacaklardır. Bizim yüreğimizde Kürt ve Türkün ayrı ayrı yeri yoktur;
ikisini ayrı gözle görmek yüreğimizi ikiye bölmek kadar güçtür; zaten, ikiye
bölünmüş yürek de çalışmaz. Yüce Heyetinizi Demokratik Sol Parti Grubu ve şahsım adına saygıyla
selamlıyorum. (DSP sıralarından alkışlar) BAŞKAN - Teşekkür ederiz Sayın Yazar. Milliyetçi Hareket Partisi Grubu adına, Erzurum Milletvekili İsmail
Köse. Buyurun Sayın Köse. (MHP sıralarından alkışlar) MHP GRUBU ADINA İSMAİL KÖSE (Erzurum) - Sayın Başkan, sayın
milletvekilleri; dört ilimizde uygulanmakta olan olağanüstü halin dört ay
süreyle uzatılmasına ilişkin Başbakanlık tezkeresi üzerinde, Milliyetçi Hareket
Partisi Grubunun düşüncelerini arz etmek üzere huzurunuzdayım; bu vesileyle
Yüce Heyetinizi saygıyla selamlıyorum. Değerli milletvekilleri, olayların sonuçlarına baktığımızda, eğer,
olayların sebeplerini irdelemezsek, devletimizin iyi niyetle yapmış olduğu
operasyonlardan, uygulamalardan ve icraatlardan dolayı, hem bölgedeki
uygulayıcıları hem güvenlik kuvvetlerimizi hem de -hangi dönemde olursa olsun-
bu yirmiüç yıl içerisindeki siyasî iktidarları mahkûm etmiş oluruz. Bu itibarla, meseleye, madalyonun bir tarafına değil, diğer tarafına da
bakmamız gerekir. yirmiüç yıldan bu yana, bu kürsülerdeki konuşmalara
baktığınızda, olayda, bölgenin siyasî temsilcilerinin, bölgede ticaret
yapanların, bölgede dini istismar edenlerin, o insanlarımızı, sonunda hain
kurşuna hedef yaptıklarını görmekteyiz. Gün olmuştur, Türk askeri ve Türk
polisi suçlanmış; ancak, PKK'lının insan haklarından bahsedilmiştir. Gün
olmuştur, bugün ekonomimize faturası 100 milyar dolar olan böyle bir millî
meseleyi, maalesef, siyasî istismar konusu yapmak suretiyle, bunun çaresini, bu
meselenin çözümünü Türkiye'de beklemek yerine, dünyanın başka yerlerinde ya da
Avrupa'da bunu aramaya kalkışmışlardır. Tabiî, meseleyi millî açıdan
değerlendirmediğimiz takdirde, meselemizi, olayı, o insanlarımızın değil, bu
insanları istismar eden düşünce sahiplerinin, onun üzerinden siyaset
yapanların, onun üzerinden din istismarı yapanların meselesi olarak görmezsek,
elbette, bunun çaresini de biraz zor buluruz. Oradaki insanlarımızın herhangi
bir problemi yok; ne düşüncede farklı olduğunu söylüyor ne bu devletin bir
başka vatandaşı olduğunu ifade ediyor ne de bir başka devlet kurulması için bir
toprak parçasını istiyor. Kim istiyor?!. Demek ki, o bölgede böyle bir talep
olmadığına göre, bu talepte bulunan unsurları bulup, temizlememiz lazım; ama, o
zeminde de rahat bir temizlik yapılabilecek bir organizasyonu ve iyileştirmeyi
de yapmamız gerekiyor. Şimdi, 1978-1984 yılları arasında başlamasına rağmen, hangi sebeplerle
ve nereden kaynaklanan, hangi destekleri almak suretiyle, 90'lı yıllarda çok
önemli bir boyuta gelen bu PKK terör olayını iyi tahlil etmemiz gerekiyor. Bugün içerisinde bulunmuş olduğumuz müttefiklerimizin de dahil olduğu
veya yakınımızdaki komşularımızın onlara kucak açmak suretiyle lojistik destek
vererek, onlara çeşitli imkânlar vermek suretiyle, işte, ülkemizi ve
milletimizi çok önemli bir sıkıntıya sokmuşlardır. 30 000 insanımız kayboldu;
bunlardan 5 000'i askerimiz, polisimiz, şehitlerimizdir. Şimdi, bunu bir tarafa
bırakacaksınız "meselenin sebebi ekonomiktir..." Meselenin sebebi
ekonomik değil, sonucu ekonomiktir; meselenin sebebi, asayiş ve güvenlik
meselesidir; meselenin sebebi, bölücülük faaliyetidir. Birileri çıkmış
karşınıza "sizin toprağınızı böleceğim, milletinizi böleceğim" demek
suretiyle bir gizli savaş başlatmış. Türkiye Cumhuriyeti Devleti ne yapacaktı;
Türkiye Cumhuriyeti Devleti de, kendi hukuk devleti kuralları içerisinde,
Anayasasının kendisine vermiş olduğu imkânları değerlendirerek, işte, 119, 120
ve 121 inci maddelerindeki olağanüstü hal uygulaması, olağanüstü hal şartları
neyi gerektiriyorsa, bu tedbirleri alıp, o ateşi söndürmesi gerekiyordu. İşte,
devlet de bunu yapmıştır. Şimdi, efendim, hükümette noksanlar olabilir, uygulamada aksaklıklar olabilir;
ama, meselenin esasını, özünü kavramamız lazım. "Komutanlar gezi yapıyor;
aileleriyle, helikopterlerle gezi yapıyor..." Yapacak; turistik gezi
yapmıyor. Siz, 24 saat, Cudi Dağında, gelin bir göreve talip olun bakalım;
verilen ücret karşılığında, karşınızda silahlı bir örgüt tarafından hangi anda
hayatınızın sona erdirileceğini bilmediğiniz bir göreve talip olunuz... Bunları
değerlendirirken, meselelere, bu kürsüden veya Ankara'dan değil, biraz da
Şemdinli'den, Hakkâri'den, oralardan bakmamız gerekiyor. Bugüne kadar oralarda
fedakârane hizmet yapan ve şehit olanlara Allah'tan rahmet diliyorum, bugün
görev yapanlara da başarılar diliyorum. Onbeş yıldan beri, Türkiye Cumhuriyeti Devletinin millî bir proje olarak
kabul ettiği, Türk Milletinin hiçbir ferdinin,
hiçbir vatandaşımızın, hiçbir zaman, gıptayla bakmaktan öte "neden
orada yapılıyor, benim ilimde yapılmıyor" demediği, o güzel ve millî proje
olan GAP projesi, maalesef, aksamıştır. İşte, onbeş yıldan bu yana süren terör
olayları, en önemli ekonomik varlığımızı teşkil edecek olan ve orada tarımın
çok daha önemli bir noktaya gelmesine sebep olacak, ihracatımızı artıracak, o
bölgede yaşayan insanlarımızın -tarım ve sanayileşme neticesinde- ekonomik
imkânlarının artırılmasına vesile olacak böyle bir projemizin de yapılmasına,
maalesef, engel olmuştur. Okullarımız yakılmıştır, öğretmenlerimiz
öldürülmüştür; yapılacak olan bütün yollarımız ve buna benzer yatırımlarla
ilgili araçlarımız yakılmıştır. Değerli arkadaşlarım, siz, eğer, millî servetimizi yok edenlere insan
hakları gözlüğünden bakarsanız, millî servetimizi teşkil eden ve burada
yapılmış olan faaliyetleri düşman kampı ilan edenlerle aynı gözlükten meseleye
bakarsanız, o zaman, meseleyi çözmeniz mümkün değildir. Demek ki, siyaseten de
bir yanlışlık var. Siyaseten yanlışlık var. Bu kürsülerde bölücülük yapıldı, o
zeminlerde bölücülük yapıldı, hâlâ daha yapılmaya devam ediliyor. Bugün, Avrupa'da, Türk Devletinin aleyhine tazminat davaları açılmak
suretiyle mahkûm ettirilmeye çalışılıyor. İnsan hakları ve özgürlükler sonuna
kadar verilsin; verilsin. Ben, şimdi, Hollanda'dan geliyorum. Hollanda'da
vergisini vermeyen bir vatandaşa yapılan muamelenin neticesine bir bakın ne
yapıyorlar! Hollanda'da kırmızı ışıkta geçen bir vatandaşa, Hollandalının
yapmış olduğu işlem nedir, ona bir bakalım. Yani, demokrasi, özgürlükler, insan
haklarının ortadan kaldırılmasını sağlıyorsa, demokrasi ve özgürlükler, kendi
bulunduğunuz devletinizin temellerini sarsıyorsa, demokraside bunun yeri yok,
dünyada uygulanan demokrasilerde de bunun yeri yok. Evet, inançlarımızın yerleştirilmesi maksadıyla ihmaller olmuştur,
noksanlıklar olmuştur; millî eğitimde noksanlıklar olmuştur. İnsanlarımıza,
millî ve dinî eğitim vermek suretiyle gönüllerini ve vicdanlarını devlet ve bayrak
sevgisiyle donatmadığımız müddetçe, orada alacağımız tedbirlerin de tam
anlamıyla netice vermesi mümkün değildir. Bütün bu meseleleri, entegre bir
millî proje olarak değerlendirmemiz lazım. Şimdi, birileri çıktı, etnik yapımımızı kaşımak suretiyle, bir bölücü
faaliyeti ortaya koydu. Birileri de çıktı, en önemli, bizi birbirimize bağlayan
dinimizi istismar etti. "Hizbulşeytan" dediğimiz, bugün, işte,
terörün, belki de faturası onlara çıkarılmak suretiyle bir çok insanın da
mağduriyetine sebep olan Taliban zihniyetli insanlar, Türkiye topraklarında,
İslam adına, insanlarımızın kafalarına çivi çaktılar. Değerli arkadaşlarım, şimdi, iki boyutlu bir meseleyi 20-25 vilayetten
almışsınız, "bu devleti parçalayacağım, bu rejimi yıkacağım" demek
suretiyle böyle bir faaliyeti ortaya koyan bu zihniyeti ve eylemi bertaraf
etmek için mücadele veren Türkiye Cumhuriyeti Devletini kınamaya ve onu,
polisiyle, askeriyle, maalesef, biz, karşılıklı sürekli suçlamaya devam
ediyoruz. Ben, konuşmacıların birçok -sayı itibariyle- söylediklerine katılıyorum.
Doğrudur, 1978'den bugüne kadar, orada meydana gelen hadiselerde ekonomik
varlığımızdan kayıplarımız, insanlarımızın gelir sevilerinin düşmesi ve bugün,
57 nci cumhuriyet hükümetinin programına koymuş olduğu Köye Dönüş Projesi ve buradaki
insanlarımızı rehabilite etmek suretiyle iyi niyetli düşüncesi muhakkak suretle
hayata geçirilecektir; başlamıştır. Bugün, Türkiye'de bir ekonomik sıkıntı vardır. Bu ekonomik sıkıntı
çerçevesinde, her taraftaki insanlarımız sıkıntı içerisindedir. Yani, meseleyi,
biraz da güneydoğu meselesinden alıp çıkarmamız lazım. Ekonomik mesele, bugün,
Türkiye'nin meselesidir ve Orta Anadolu'da, Batı Anadolu'da, Güney Anadolumuzda
öyle illerimiz, öyle ilçelerimiz, öyle köylerimiz vardır ki, mukayese
yaptığınız takdirde, Güneydoğu Anadolu Bölgesindeki mukayesenizden belki de
mahcup olursunuz. O itibarla, biz, meseleyi, artık, güneydoğu meselesi olarak da ortaya
koymamız gerekir, konuşmamız gerekir. Mesele, Türk devletinin topyekûn, Türk
Milletinin topyekûn kalkınmasını sağlamaktır. Böyle bir projeyi ortaya koymuş
ve bunun kaynaklarını arayıp bulmak suretiyle, insanlarımızın her seviyesinde
gelir düzeyinin yükselmesi, köydeki insanımızın mutlu olması, esnafımızın,
tüccarımızın, tüm insanlarımızın mutlu olması için, bir ekonomik istikrar
programı uygulamaya devam etmektedir. Tabiî, sıkıntılar bugünün değildir, buna da iyi bakmak lazım. Şimdi,
bakın, tarih 1978, sıkıyönetim; 2001 yılında olağanüstü hali konuşuyoruz.
Bundan önceki hükümetlerin, bundan önceki yönetimlerin fevkalbeşer bir yönetim
tarzı olsaydı, çok yüksek seviyede bir başarıları olsaydı, bugün bu meseleleri
konuşmazdık. Demek ki, arıza, bugünün arızası değil; arıza, başlangıçtan
itibaren, belki yüzyıldan önce devam ediyor. Yani, eğer, hadisenin biraz daha
arkasına baktığınızda, bunun belki tezgâhlayıcısı, bu senaryoyu önümüze
koyanlar başka devletler, yabancı devletler olabilir; ama, biz, kendimize
bakacağız. Yabancı devletler, tabiî, Türkiye'nin, Türk Milletinin güçlü
olmasını istemeyecektir; bugün, hâlâ, aynı programlar uygulanmaktadır.
Etrafımızdaki komşularımıza bakınız, aynı dini paylaştığımız devletlere
bakınız. İşte, bugün, bizim hayatımıza son vermek için, toprağımızı parçalamak
isteyen hainbaşı, bu yılanın başı Apo'yu yıllarca beslemediler mi; ona, bütün
talim terbiyeyi, lojistik desteği vermediler mi? Bu, bizim komşumuz. Aynı dine
mensup olduğumuzu ifade ediyorum. Aynı dine mensup olduğumuz diğer bir
komşumuz, hâlâ, şu anda onun kardeşini kendi bünyesinde barındırmak suretiyle,
bu fitneyi devam ettirmek istemiyor mu ya da "Hizbulşeytan" dediğimiz
bir başka kolunu, bir başka terör örgütünü beslemek suretiyle, milletimizi ve
devletimizi sıkıntıya sokmak için bir faaliyet içerisinde değil midir? İşte, Türkiye, konjonktür itibariyle, stratejik itibariyle, bulunduğu
coğrafyası itibariyle ve kendisinin bilmediği, farkında olmadığı, ama, gizli ve
çok güçlü bir millî potansiyeli ve millî gücü olan bir devlet olması
dolayısıyla, yakınımızdaki uzağımızdaki düşmanlarımız, bizim kalkınmamızı,
yükselmemizi ve güçlü olmamızı istememektedirler. Biz, kendi kendimize,
muhakkak surette, meselemizi, kendimizin halletmesi lazım. O bölgedeki
insanlarımızın diğer bölgelerden farklı tarafı yoktur; uzağıyla yakınıyla, en
uçtaki insanımız, hangi köşede olursa olsun, bizim kardeşimizdir. Dinimiz,
milliyetimiz, dilimiz, her şeyimiz bir, binlerce yıldan bu yana beraber yaşayan
bu insanları bizden ayırmak isteyen güç zafiyete uğramıştır; bu güç, mahkûm
olmuştur, idama mahkûm olmuştur; dolayısıyla, artık, bunun şakası kalmamıştır,
bu işin üzerinde tartışmaya da lüzum yoktur; dünya bunu kabul etmiştir. O
itibarla, meseleye ihanet gözlüğünden baktığınız takdirde, bu meselede, Türkiye
Cumhuriyeti Devleti, yapması gereken ne ise, onu yapmıştır. Dünyada
demokrasiyle yönetilen ülkelerin kendi başına böyle bir hadise geldiğinde ne
yapması gerekiyorsa, Türkiye Cumhuriyeti Devleti de, o şartlarda, bundan başka
bir şey yapamazdı. Değerli arkadaşlarım, sayın milletvekilleri; bakın, 1985 yılından sonra,
7-8 tane güneydoğu vilayetinde 300'e yakın fabrika inşaatının temelleri
atılmıştır; bu devlet vermiştir parayı, kredisini vermiştir, desteklemiştir;
ama, gelin görün ki, zaman içerisinde, o 300'e yakın fabrikanın temeli orada
hâlâ durmakta, bunun üzerinden para alanlar, kredi alan sahtekarlar, hırsızlar,
yolsuzluk yapanlar, şu anda, başka yerlerde ya otel sahibi olmuş, ya villa
sahibi olmuş yahut da çok daha iyi ekonomik imkanlara kavuşmuştur; ama, oradaki
insanımız, hâlâ, hayat seviyesi itibariyle sıkıntıdadır, ekonomik sıkıntısı
devam etmektedir. Düşünün, onun adına ticaret yapanın, sonunda, nasıl bu ülkeyi
soyduğunu ve o bölgedeki yaşayan insanlarımızı istismar etmek suretiyle, onun
hakkına tecavüz ederek, ticarî bir istismarın olduğunu görüyoruz. Kürsülere çıkıp "bu devlete vergi vermeyin" diyen din adamları
vardır; bunların hepsi, devletin arşivlerinde vardır. Kimdir bu din adamı;
Türkiye'de okumamıştır. Ha, siz okutmazsanız, birileri okutuyor; işte, hem
devletine, hem orduna düşman ediyor. ŞÜKRÜ ÜNAL (Osmaniye) - Okutun efendim... İmam-hatipleri kapatmayın. İSMAİL KÖSE (Devamla) - Öyleyse, bir noksanımızı gidermemiz lazım,
Anayasamızın 24 üncü maddesindeki, devletin taahhüdünü yerine getirmemiz lazım.
O da şudur: Milletin, dinî eğitimini, istediği yerde, istediği miktarda,
Türkiye Cumhuriyeti Devleti kendi koşullarında, kendi millî müesseselerinde ve
ilahiyat fakültelerimizden yetişmiş değerli bilim adamlarının nezaretinde,
eğer, bu dinî eğitimi verirsek, işte, devlet düşmanı ve ordu düşmanı olarak,
din düşmanlığı üzerinden, bu şeklide, böyle bir manzarayla karşılaşmayız. İşte,
böyle günler yaşadık. O fetva verenler, bu devlete vergi vermemek için, 20-25
vilayette -belki şu anda dahi bir kısmında- elektrik parasını ödemiyor, telefon
parasını ödemiyor, aldığı krediyi ödemiyor... Şimdi, değerli arkadaşlarım, meseleye bir de bu gözlükle baktığımızda,
mesele öyle kolay değil. 75 000'in üzerinde kişiyi köy korucusu yaptınız, ayda
500 milyon lira veriyorsunuz. Niçin yaptık bunları? Niçin her vatandaşımıza,
benim ilimin köylerindeki, Kastamonu'nun köylerindeki, Çanakkale'nin
köylerindeki vatandaşımıza köy koruculuğundan maaş vermiyoruz; ama, benim
köyüme, Çanakkale'nin köylerine nasıl bir terörist giremiyorsa, Diyarbakır'ın,
Şemdinli'nin, Hakkâri'nin köylerine de bir terörist girmemeliydi; ama, üzülerek
ifade ediyorum, siz, eğer, su, ekmek vererek, onu rahatlatıcı tedbirlere, onun
rahatlıkla neşvünema bulmasına diyelim ve onun daha rahat hareket etmesine
imkân verecek bir zemini hazırlarsanız, böyle vatandaşlık da olmaz!
Vatandaşlığın, Anayasada, kanunlarda tarifi var. Türkiye Cumhuriyeti vatandaşı,
kendi içerisinde bulunduğu şartları şikâyet edebilir, tartışabilir; ama, mevcut
olduğu devlete, bu devlete karşı ihanetçe hareket edenleri, kesinlikle bertaraf
etmek, en azından ihbar etmek, onu ortadan kaldırmak için ilgililere yardımcı
olmak mecburiyetindedir. Vatandaşlık bu... Şimdi, siz, vatandaş olarak, bir taraftan ekmek veriyorsunuz, silah
veriyorsunuz, para veriyorsunuz ve sınır ticareti diyorsunuz... Sınır
ticaretinde, getirdiğiniz mazottan kim istifade etti; Mardin'in köylerindeki
hangi vatandaşımız istifade etti? Midyat'taki mi istifade etti yahut başka
yerdeki mi; hayır. Yine, orada bir organizasyon, bir çete, bir mafyalaşma...
TIR'lara bakınız, dolduran, doğru İskenderun'a; dolduran, doğru, Ankara veya
batı Anadolu bölgelerine; oralarda ucuz mazot levhalarını görüyorsunuz. Değerli arkadaşlarım, sınır ticaretinin tarifi şudur: Sınır ticareti, o
ilin içerisindeki insanların, Türkiye'de bulunmayan; ama, orada bulunan, acil
ihtiyaçlarını karşılamak maksadıyla o devletten yaptığı alışveriştir. Biz bunu
ne yaptık?.. Bunu da, Allah'a şükürler olsun, diğer meselelerimiz gibi kuşa
çevirdik. Allah ne vermişse... Türkiye'de karpuz yetişiyor, İran'dan karpuz
geliyor; Türkiye'de elma yetişiyor, oradan elma alıyorsun... Bunun adına
"ticaret" dedik, bunun adına "sınır ticareti" dedik.
Türkiye'yi ekonomik yönden sıkıntıya soktuk, tarımımızı sıkıntıya soktuk ve bir
taraftan da, hırsızlıkla ve çok kötü bir organizasyonla, çeteleşmeyle, hiç
hakkı olmayanlar, oradaki insanlarımızı istismar ederek, maalesef, sınır
ticareti üzerinden orada birsürü imkâna kavuştular. Hayvan ticareti, biliyorsunuz, yasak. Şu hükümetin zamanında, bir tek
hayvanın, kesilmiş ya da canlı olarak girmesi yasak; ama, buna rağmen, bu sınır
ticareti adı altında hayvan kaçakçılığı yapıldı, hastalıklı hayvanlar sokuldu.
Şimdi, Erzurum'un köyündeki vatandaş besicilik yapacak, alınteri döküyor, bu
hayvanını 2 800 000 liraya verecek, öbür taraftaki vatandaş kaçak getirdiği
hayvanı 1 500 000'e verdiği için, siz, yetiştirmiş olduğunuz hayvanı, maalesef,
kombinaya o fiyatla veremeyeceksiniz; dolayısıyla, alınteri dökmüş olduğunuz bu
emeğinizin karşılığını alamayacaksınız.
Değerli arkadaşlarım, bu meseleleri tüm yönüyle değerlendirmemiz lazım.
Sınır ticaretini çok iyi bir organizasyonla; bence, sivil örgütler vasıtasıyla,
onun üzerinde vali ve kaymakamları da görevli kılmak suretiyle, yeniden gözden
geçirmemiz lazım. Sınır ticareti, tamamen, kişilerin elinde, fevkalade vurgun
meselesi haline getirilmiştir. Bu hayvan kaçakçılığı meselesi çok önemli; bunun
önünde durmamız lazım ve onu engellememiz lazım; çünkü, diğer taraflardaki,
diğer yerlerdeki insanlarımızın, köyde yaşayan insanlarımızın üretimlerini
engellemekte ve sıkıntı vermektedir. Bu bakımdan, ekonomik yönden, sosyal yönden, kültürel yönden
Türkiyemizin diğer yerlerinde neler yapılıyorsa, Güneydoğu Anadolu Bölgesinde
de, muhakkak surette, bunlar yapılacaktır. O itibarla "silahlı çatışma bitti, şimdi, siyasallaşalım..."
Bu slogan da, iyi, dikkatle gözlemlenmelidir. Siyasallaşmanın ucundaki mesele
de özgürlüktür. Özgürlük, Türk insanına ait bir olaydır. Hiç kimsenin bize bir
lütfu, herhangi bir insanın, başka devletlerin de bize vermiş olduğu bir mesele
değildir. Bizim kendi insanımızın hakkı olan bu meseleyi de iyi değerlendirip,
özgürlük; ama, devlete saygı, bayrağa saygı kuralları içerisinde... Özgürlüğü,
siz, bölücülük manasında alır da, devleti ve milleti bölmek manasında
kullanırsanız, dünyanın hiçbir yerinde böyle bir özgürlük yoktur; yani, bizim
kurallarımızı uygulayan devletlerde böyle bir kural yoktur. O itibarla, olağanüstü hal lüzumlu olmuştur, onun için ilan edilmiştir.
Olağanüstü halin dört ay daha uzatılması gerekli görülmüştür. Dört ay daha
uzatılmasına, biz, Milliyetçi Hareket Partisi Grubu olarak müspet bakıyoruz.
Neden müspet bakıyoruz: Şu kışta kıyamette, yine, orada, gece gündüz demeden
silahlı nöbet bekleyen ve bu vatanın her türlü meselesinde... (Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı) BAŞKAN - Sayın Köse, 2 dakika içerisinde toparlar mısınız efendim. İSMAİL KÖSE (Devamla)- Teşekkür ederim Sayın Başkanım. O bölgede görev yapan güvenlik kuvvetlerimizin huzur içerisinde görev
yapmalarını sağlamak ve onlara moral vermek için, bu ramazan gününde, bu
mübarek günde kendilerine Allah'tan başarılar diliyorum. Yüce Heyetinizi saygıyla selamlıyorum. Teşekkür ediyorum. (MHP, DSP ve ANAP sıralarından alkışlar) BAŞKAN - Teşekkürler Sayın Köse. SACİT GÜNBEY (Diyarbakır) - Sayın Başkan, hatibin bölge halkıyla ilgili
söylediği birtakım laflar var, onların düzeltilmesini istiyorum. Sayın hatip, konuşmasında, bölge halkının, sanki, terörizme destek
verdiği, onlarla birlikte hareket ettiği, ekmek verdiği, bu sebepten, orada
neşvünema buldukları ve bölge halkının... Sayın Başkanım, hatip, maksadını aşan
bir konuşma yaptı; tenzih etmeleri gerektiğini söylemek istiyorum. BAŞKAN - Hayır, öyle değil galiba... İSMAİL KÖSE (Erzurum) - Öyle bir şey yok. ALİ GEBEŞ (Konya) - Öyle bir şey yok. SACİT GÜNBEY (Diyarbakır) - Yaptığı konuşmalar, bölge halkını ve bizi
rahatsız etmiştir; bunu ifade etmek istiyorum. BAŞKAN - Halk için değil de, teröristler için... SACİT GÜNBEY (Diyarbakır) - Hayır... "Teröriste ekmek
veriyorlar" diyor. Teröriste destek veriyorlar manasında, bölge halkını
ilzam eden bir konuşma yaptılar. BAŞKAN - Efendim, öyle bir kastı olmadığını ifade ettiler. Buyurun Sayın Bakanım. İÇİŞLERİ BAKANI RÜŞTÜ KÂZIM YÜCELEN (İçel) - Sayın Başkan, değerli
milletvekili arkadaşlarım; Diyarbakır, Hakkâri, Şırnak ve Tunceli İllerinde
devam etmekte olan olağanüstü halin 30 Kasım 2001 günü saat 17.00'den geçerli
olmak üzere dört ay süreyle uzatılması yolundaki Başbakanlık tezkeresi üzerinde
hükümetimizin görüşlerini arz etmek üzere söz almış bulunuyorum; Yüce Meclisi,
şahsım ve hükümetimiz adına saygıyla selamlıyorum. Değerli milletvekilleri, bilindiği üzere, bölücü terör örgütünün 1984
yılı ağustos ayında başlayan, silahlı eylemlerin önlenmesi amacıyla, bölgedeki
terörle mücadele çalışmaları 19 Temmuz 1987 tarihine kadar sıkıyönetim
uygulaması kapsamında yürütülmüştür. 19 Temmuz 1987 tarihinde Diyarbakır,
Bingöl, Hakkâri, Mardin ve Siirt İllerinde sıkıyönetim uygulamasının sona
erdirilmesiyle birlikte, 285 sayılı kanun hükmünde kararnameyle Olağanüstü Hal
Bölge Valiliği ihdas edilmiş, aynı kanun hükmünde kararnameyle Bingöl,
Diyarbakır, Elazığ, Hakkâri, Mardin, Siirt, Tunceli ve Van illeri, bölge
valiliği kapsamına alınarak, bu illerde olağanüstü hal uygulamasına
geçilmiştir. Başbakanlık onayı ile de Adıyaman, Bitlis ve Muş İlleri, aynı yasa
uyarınca mücavir il olarak tespit edilmiştir. Zaman içerisinde terörle mücadelede elde edilen başarılar neticesinde,
olağanüstü hal ve mücavir illerin durumları yeniden gözden geçirilerek,
statüleri belirlenmektedir ve malumları olduğu üzere, halen Diyarbakır,
Hakkâri, Şırnak ve Tunceli İllerimiz olağanüstü hal; Batman, Bingöl, Bitlis,
Mardin, Muş, Siirt ve Van İllerimiz ise, mücavir il statüsünde bulunmaktadır. Değerli milletvekilleri, ülkemizde olağanüstü hal uygulaması
zaruretlerin sonucu doğmuştur. Bölücü terör örgütü, insanı insanlığından
utandıracak şekilde sergilediği vahşet eylemleriyle, ülkemizde yıllarca yaşlı,
genç, kadın, çocuk ve hatta bebek ayrımı yapmadan, hain emellerini
gerçekleştirmek için katliamlar yapmış, ülkeyi ve bölgeyi kan gölüne
çevirmiştir. İşlenen bu insanlık dışı cinayetler sonucu, bölge insanına hizmet
götürmek için çırpınan, aralarında pek çok öğretmen ve sağlık personelinin de
bulunduğu kamu görevlileriyle birlikte binlerce vatandaşımız hayatını
kaybetmiştir. Yine, asker, polis ve geçici köy korucusu binlerce güvenlik
görevlimiz de şehit olmuştur. Ülkenin, milyar dolarla ifade edilebilecek ekonomik kaynak, tesis ve
araçları tahrip edilmiştir. Türkiye'yle olan çeşitli hesaplarını gerçekleştirme
sevdasına kapılan bazı dış güçlerden de aldığı destekle, bu eşkiya çetesi
bölücü hayallere kapılmıştır; bu yolda, bin yıldan fazla bir zamandır kavgasız
ve nizasız, bir arada, kardeşçe yaşayan vatandaşlarımızı yıkıcı ve bölücü
söylemlerle birbirlerine düşürmeye çalışmıştır; ancak, milletimiz bu oyunlara
düşmemiştir. Atılan ayrılık tohumlarının tarihin hiçbir döneminde yeşermesine
izin vermeyen aziz Anadolu insanı, tıpkı Kurtuluş Savaşı destanında olduğu
gibi, birlik ve beraberliğini bir kez daha tüm dünyaya ilan etmiştir.
Devletimizin aldığı etkin tedbirler, millî iradenin sembolü Yüce
Parlamentomuzun destekleri, kahraman güvenlik güçlerimizin üstün gayreti,
bölgede yaşayan vatandaşlarımızın teröre karşı dirayetli tutumu ve yurt dışında
yürütülen kararlı ve ısrarlı diplomatik gayretler sonucu, bugün, bölücü örgüt
çok büyük ölçüde etkisiz hale getirilmiştir. Son üç yılda bölgede meydana gelen olayları analiz ettiğimizde; 1999 yılında bölgede 1 282 olay meydana gelirken, bu olaylarda 185
güvenlik görevlisi şehit olmuş, 513 güvenlik görevlisi yaralanmış, 51
vatandaşımız hayatını kaybetmiş, 91 vatandaşımız da yaralanmıştır.
Gerçekleştirilen operasyonlarda, 975'i ölü olmak üzere, toplam 1 255 terörist
ele geçirilmiştir. 2000 yılında bölgede meydana gelen 221 olayda ise, 26 güvenlik görevlisi
şehit olmuş, 81 güvenlik görevlisi yaralanmış, 20 vatandaşımız hayatını
kaybetmiş, 29 vatandaşımız da yaralanmıştır. Gerçekleştirilen operasyonlarda,
362'si ölü olmak üzere, toplam 535 terörist etkisiz hale getirilmiştir. 1 Ocak 2001-17 Kasım 2001 tarihleri arasını kapsayan dönemde ise,
bölgede 185 olay meydana gelirken, bu olaylarda 22 güvenlik görevlisi şehit
olmuş, 54 güvenlik görevlisi yaralanmış, 10 vatandaşımız hayatını kaybetmiş, 27
vatandaşımız da yaralanmıştır. Gerçekleştirilen operasyonlarda ise, 113'ü ölü
olmak üzere toplam 343 terörist etkisiz hale getirilmiştir. Dönemlerarası mukayese yapıldığında, meydana gelen terör olaylarında
1999-2000 yılları arasında yüzde 83 oranında azalma tespit edilirken, 2001
yılında ise, 2000 yılına nazaran yüzde 26 oranında azalma olduğu görülmektedir.
Değerli milletvekilleri, Ağustos 1999'dan itibaren bölgede terör
eylemlerinde büyük bir düşüş gözlenmekteyse de, terörle ilgili analitik
değerler ve bölücü örgütün bugünkü imkân ve kabiliyetleri dikkate alındığında,
bölgede, kamu düzenini bozabilecek terörist faaliyetlerin ve bunlarla ilgili
emarelerin henüz ortadan kalkmadığı gözükmektedir. Silahlı unsurlar, eylem
yapmakta acz içerisine düşmüş olmalarına rağmen, eski misyonuyla varlığını korumakta
ve halen bölücü örgütün gövdesini oluşturmaya devam etmektedirler. Yurtdışı kamplarında, her türlü silahlı, siyasî eğitimleri ile barınma
ve lojistik malzeme temini faaliyetleri de sürdürülmektedir. Taban oluşturmak
ve sempatizan kitleyi canlı tutmak için, legal iltisakları aracılığıyla, bugüne
kadar sürdürdüğü faaliyetlerini daha da boyutlandırmaya çalıştığı
bilinmektedir. Değerli milletvekilleri, anlaşılacağı üzere, bölgede, terörün şiddet
boyutunda azalma sağlanmıştır; ancak, bölücü örgütün tehdidi, silahlı unsurları
ve fırsat buldukça eylem yapan kadrolarıyla da devam etmektedir; üstelik, buna,
taktik ve stratejilerini legal alanda hak ve hürriyetleri kötüye kullanarak
uygulayan unsurların yoğunlaşan faaliyetlerini de katmaktadır. Öte yandan, bölücü terör örgütünün yanı sıra, özellikle Güneydoğu ve
Doğu Anadolu Bölgelerimizde son yıllarda etkinliğini artırarak birçok cinayet
işleyen Hizbullah terör örgütüne de, güvenlik güçlerimizin son dönemde yaptığı
çok başarılı operasyonlarla, lideri ve üst düzey kadrosu bertaraf edilmek
suretiyle, büyük darbeler indirilmiş ve 2000 yılı başından bugüne kadar, 4 739
örgüt mensubu yakalanmış, 461 faali meçhul olay aydınlatılmıştır. En son, Adana İlimizde düzenlenen operasyonla, örgütün muhtemel yeni
lideri ölü olarak ele geçirilerek, önemli bir darbe daha indirilmesine rağmen,
bu terör örgütünün de yeniden toparlanma faaliyetlerini sürdürmeye çalıştığı,
intikal eden bilgilerdendir. Değerli milletvekilleri, her ne şekilde ve şartta olursa olsun,
halkımızın huzurunu ve güvenliğini tehdit eden her türlü harekete karşı, bugüne
kadar olduğu gibi, bundan sonra da büyük bir kararlılıkla mücadele edilecektir. Her karış toprağı aziz şehitlerimizin mübarek kanlarıyla yoğrulan
vatanımızı bölmeye, birliğimizi bozmaya, devletimizin üniter yapısını
değiştirmeye yönelik her girişimin, her türlü tahrik ve çabanın üzerine
hassasiyetle gidilecek, ülkemizde çeşitli oyunları sergilemek için fırsat
kollayanlara, milletimizden aldığımız güçle, asla bu fırsat verilmeyecektir. Başta gelen hedefimiz ve aslî sorumluluğumuz, Büyük Atatürk'ün bize
gösterdiği yolda, demokrasi ve hukuk içinde laik cumhuriyetimizi ebediyete
kadar taşımaktır. Kimse, terörle mücadeledeki kararlılığımızı sınamaya
kalkmasın. Umarız ki, bizce malum ülkeler, hem terörü kınayan açıklamalar
yapmak hem de terörist faaliyetlere ülkelerinde hareket kabiliyeti sağlamak,
teröristlere kucak açmak, kamp temin etmek ve silahlı eğitim vermek
ikiyüzlülüğünden artık vazgeçerler. Unutulmamalıdır ki, bir insanlık suçu olan
terörizm sorununun çözümü için en önemli noktalardan biri, ülkelerin terörizmi
siyasî emel ve çıkarlarına alet etmemeleri ve kendilerine yönelik tehditlere
karşı gösterdiği hassasiyeti başka ülkeler için de göstermeleridir. Değerli milletvekilleri, yıllardır süren terör, binlerce güvenlik
görevlimizi, kamu personelimizi ve vatandaşlarımızı kaybetmemize neden olmakla
kalmamış, bölge insanımızın sosyoekonomik yaşamını ve toplumsal dokusunu da
ciddî oranda sarsmıştır. Bu nedenle, en önemli görevimiz, terörün ortadan
kaldırılması kadar, bozulan ekonomik ve toplumsal dinamikleri çağdaş
standartlarla yeniden kurmaktır. Biz, bölgede yaşayan vatandaşlarımızın her
türlü meselesini çözmeye, yaralarını sarmaya kararlıyız. Bu çerçevede, terör
baskısı yüzünden arzu edilen hizmete kavuşamamış olan bölge sakinlerinin
yaralarını sarmak amacıyla hükümetimizce gerekli tedbirler alınmaya devam
etmektedir. Doğu ve Güneydoğu Anadolu Eylem Planı çerçevesinde eğitim, sağlık,
sosyoekonomik ve kültürel alanlarda çalışmalar sürdürülmektedir. 4'ü olağanüstü
hal ve 7'si mücavir 11 ilimizde kasım 2001 itibariyle 104 yatılı ilköğretim
bölge okulu, 32 pansiyonlu ilköğretim okulu ve 4 484 okulöncesi ve ilköğretim
okulu ile 273 lisede 1 209 779 öğrenci eğitim görmektedir. Geçen yılın kasım ayıyla mukayese edildiğinde, okulöncesi kurum sayısı
yüzde 53, aynı kurumlardaki derslik sayısı yüzde 96, öğretmen sayısı yüzde 94
ve öğrenci sayısı yüzde 100 artmıştır. İlköğretimde okul sayısı yüzde 3,
derslik sayısı yüzde 28, öğretmen sayısı yüzde 10 ve öğrenci sayısı yüzde 11
artmış olup, aynı kurumlardaki kız öğrencilerde artış oranı yüzde 15'tir.
Ortaöğretimde toplam okul sayısı yüzde 6, derslik sayısı yüzde 9, öğretmen
sayısı yüzde 4 ve öğrenci sayısı yüzde 12 artmıştır. Bölgede 8 600'ü kız, 21
000'i erkek toplam 29 600 yükseköğrenim öğrencisi mevcut olup, geçen yıla göre
yüzde 10 artış vardır. Eğitim hizmetlerinin iyileştirilmesi kapsamında, ek derslik
inşaatlarıyla beraber 8 yatılı ilköğretim bölge okulu -ki bunlardan 3'ünün
inşaatı geçici kabul aşamasına gelmiştir- 1 pansiyonlu ilköğretim okulu ve 72
ilköğretim okulu inşaatı devam etmektedir. 2001 yılı içerisinde, 195 derslikli 11 yatılı ilköğretim bölge okulu, 12
derslikli 1 pansiyonlu ilköğretim okulu, 404 derslikli 19 ilköğretim okulu
açılarak 2001-2002 eğitim-öğretim döneminde eğitim hizmeti vermeye başlamıştır. 2001 yılında 6 sağlıkocağı ve 6 sağlıkevinin inşaatı bitirilerek hizmete
açılmıştır. 27 devlet hastanesi ve 23 sağlık ocağı inşaatı da devam etmektedir.
Diyarbakır, Mardin ve Van organize sanayi bölgelerinde işyeri sayısı
145, çalışan işçi sayısı 4 180'dir. Kamulaştırma işlemleri yapılanlarla
birlikte toplam 8 ilimizde organize sanayi bölgesi inşaatları devam etmektedir.
Bölgedeki 20 küçük sanayi sitesinde, işyeri sayısı 2 974, çalışan işçi
sayısı 12 180'dir. Yine, 15 küçük sanayi sitesi inşaatı devam etmektedir. Son bir yıl içerisinde Bitlis ve Siirt'te 310 işçi istihdam edilen 2
küçük sanayi sitesi, inşaatı bitirilerek faaliyete geçmiştir. Ayrıca, sulama, enerji ve diğer altyapı yatırımları ve uygulanan kredi
ve teşvik sistemleriyle bölge ekonomisinin canlandırılmasına çalışılmaktadır. Diğer taraftan, yaşadığı köyünden, evinden terör sebebiyle ayrılmak
zorunda kalan insanlarımız, terörün etkisinin ortadan kalması üzerine, artık
tekrar yaşadıkları yerlere, evlerine dönmeye başlamışlardır. Köye Dönüş Projesi üzerinde hassasiyetle durulmaktadır. 2001 yılı için,
bu projelere, 3 trilyon 200 milyarı İçişleri Bakanlığı bütçesinden, 1 trilyon
285 milyarı GAP Bölge Kalkınma İdaresi bütçesinden olmak üzere 4 triyon 485
milyar lira ödenek verilmiş ve harcanmıştır. 2002 yılı İçişleri Bakanlığı
bütçesinde ise, söz konusu proje için 5 trilyon 615 milyar lira ayrılması
öngörülmüştür. Diyarbakır-İslamköy'de 50, Van-Konalga'da 383, Şırnak-Kaymakamçeşme'de
68, Başağaç'ta 106, Siirt-Dağdöşü'nde 32, Çetinkol'da 30, Hakkari Kaymaklı'da
100 konut bitirilmiştir. Yine, Siirt- Dağdöşünde 70, Hakkâri-Üzümlü'de 125,
İkiyaka'da 200, Bitlis-Çalıdüzü'nde 40 konut inşası devam etmektedir. Yani,
bölgede, programlı geri dönüş kapsamında halen 11 yerleşim yerinde 769 konut
yaptırılmış, 435 konutun ise inşaatı devam etmektedir. Asayiş ve ekonomik yönden dönülmesinde sakınca görülmeyen yerleşim
birimlerine kendi isteğiyle yapılan dönüşlerde ise son dönemde büyük bir
yoğunluk yaşanmaktadır. Bu tip yerleşim yerlerinin altyapısı devletçe
yapılmaktadır. Konut yapımı veya tamiri köylülerce yapılmakta olup idare
gerekli malzeme yardımıyla katkıda bulunmaktadır. Olağanüstü hal illeriyle,
mücavir illerde, bu kapsamda, 2001 yılı ekim ayında 75 köy, 19 mezraya 709
hane, 4 803 nüfus geri dönüş yapmıştır. Böylece, Haziran 2000-Ekim 2001
tarihleri arasında 393 köy, 163 mezraya 35 227 nüfuslu 6 082 hanenin geri
dönüşü sağlanmıştır. Vatandaşlarımızı, eskiden yaşadığı yerlere iskân ederken, bir eğitim
seferberliğiyle birlikte, onları yeniden üretici hale getirecek projeler de
mülkî idare amirlerinin koordinesinde yürütülmektedir. Köye dönenlere öncelik verilerek, gelir ve istihdamı artırmak, işsizliği
azaltmak için 1.1.1999-26.10.2001 tarihleri arasında 10 522 kişiye 723 983
fidan, 2 734 kişiye 36 335 küçükbaş
hayvan, 1 003 kişiye 2 201 büyükbaş hayvan, 8 350 kişinin çalıştığı 4 221 halı
ve kilim tezgâhı, 2 034 kişiye 20 958 arılı kovan, 762 kişiye 771 sera
dağıtılmıştır. Dağıtılanların parasal değeri 5 trilyon 789 milyar Türk
Lirasıdır. Değerli arkadaşlarım, bunları sadece şundan söyledim: Buraya çıkan
değerli konuşmacılar, bütün hükümet üyelerinin burada olmasını, bu konuda bilgi
vermesini istediler. Bütün hükümet üyeleri de burada olduğu zaman, bu 20
dakikanın içerisinde bu bilgileri vereceğiz. Kaldı ki, konumuz, sadece
olağanüstü halin uzatılması konusu. Eğer, denildiği gibi, sadece bu bölgeyle
ilgili bir araştırma isteniyorsa, böyle bir konuşma isteniyorsa, talep edildiği
takdirde, burada bunları yapabiliriz; ama, burada, özellikle "buradan
cevap verilsin" denildiği için, cevap vermek için değil, sadece Yüce
Meclisi aydınlatmak için, konuşmacıların birkaç sorusuna cevap verip gündemi
bitirmek istiyorum. Evvela, gazete haberlerinden, komutanların, helikopterle çoluğunu
çocuğunu geziye götürdüklerinin burada dile getirilmesini fevkalade yadırgadım.
Bugün, orada, olağanüstü hal bölgesinde bütün kalkan helikopterlerin her uçuşu,
uçuş planıyla Ankara'ya bildirilmektedir; hiç kimse, çoluğunu çocuğunu gezi
maksadıyla herhangi bir yere götürmez. Kaldı ki, hiç unutmayınız ki, o bölgede,
hangi vesileyle olursa olsun, hasta olan insanların taşınması o helikopterlerle
yapıldığı anda bile bunların izni buradan alınmaktadır. Bir teröristin imhasının 10 trilyon liraya mal olmasının dile
getirilmesi yine bir şanssızlıktır; çünkü, 35 000 şehidimiz var; biz, 35 000
şehidimizin kanını neyle ödeyebileceğimizi hâlâ düşünüyoruz. Sayın Çelik, burada, Van Valisinin kendisini telefonla aradığını
söyledi... Ben, Van Valisini telefonla arattım ve bana verdiği bilgi şu
şekilde: Sayın Çelik, bir toplantı yapmak üzere üniversiteye müracaat eder, bu
toplantının gündemini ve konularını da valiliğe bildirir. Gündemin içerisinde
doğu ve güneydoğu sorunlarının tartışılması gibi bir madde yok- olağanüstü hal
konusuyla ilgili dile getirdi- Vali, gündemde olmayan böyle bir maddenin orada
tartışılmaya başlaması üzerine, Doğu ve Güneydoğu Anadolu'nun sorunlarının,
kendisi tarafından da daha aydınlatıcı bilgi verilmek üzere -ki, gayet
haklıdır- kendisine bildirilmediği gerekçesiyle durdurduğunu söylemiştir. Bana
verdiği bilgi budur. Üniversiteye verilen konular arasında olup olmadığını da
kendisi bilmemektedir. Bu tip müracaatların valiliğe yapılırken bütün konuların
bildirilmesi gerektiğine inanıyorum. Ayrıca, ben, daha önce, Sayın Çelik'in, bir başka konuda bir başka
toplantı için müsaade istemesi ve verilmemesinden dolayı böyle bir şeye
geçtiğini de söylemiştir; ama, ben, onu burada gündeme getirmiyorum. Yine, burada, bütün arkadaşlarımızın gündeme getirdiği ve provokasyondur
dediği Doğubeyazıt olaylarıyla ilgili iki cümle söylemek istiyorum. Hakikaten,
bu tip hassas konularda, hiçbir zaman, konuyu, bir provokasyon haline getirip
gündeme getirmemek lazım. Doğubeyazıt'ta -Sayın Hatiboğlu'nun da dediği gibi-
takip edilen bir şahsın girdiği evin kapısının çalınması üzerine, içeriden
ateşle karşılık verilmesi üzerine meydana gelen olayda 1 vatandaşımız ölmüştür
ve o olayda ihmali olan kişiler hakkında soruşturma açılmıştır. O olayda adı
geçen bütün polislerin yerleri oradan değiştirilmiştir. Olay da, şiddetle,
bizim tarafımızdan takip edilmektedir. Vatandaşlarımıza da, sağduyuyla hareket
etmeleri tavsiye edilmiştir. Vatandaşlarımız da sağduyuyla hareket etmişlerdir.
Ben, Doğubeyazıt'taki bütün vatandaşlarımıza, buradan teşekkür ediyorum; ama,
aradan bunca gün geçtikten sonra, tekrar, bu konunun burada gündeme
getirilmesini de, ben, ülke menfaatına görmediğimi ifade etmek istiyorum. Yine, kaybolan... HÜSEYİN ÇELİK (Van) - Beytüşşebap meselesi... İÇİŞLERİ BAKANI RÜŞTÜ KÂZIM YÜCELEN (Devamla) - Beytüşşebap meselesi
üzerinde de, hayhay, memnuniyetle, bilgi vereyim. Van'da ikamet eden 5 vatandaş tarafından, Van Cumhuriyet Başsavcılığına
ve İçişleri Bakanlığına verilen dilekçede, yakınları olan Halit Aslan ve
Abuziyet Aslan isimli şahısların 7.9.2001 tarihinde Beytüşşebap İlçesine gitmek
üzere evden ayrıldıkları, 15.9.2001 tarihinde ise, bu şahısların,
Beytüşşebap-Yeşilöz Köyü Geçitli Mezraında öldürülmüş bir şekilde
bulunduklarını öğrendikleri beyan edilmiş ve konunun tahkik edilmesi
istenmiştir. Konu, İstanbul Milletvekili Mehmet Fuat Fırat tarafından İçişleri
Bakanlığına yazıyla iletilmiş ve kendisine cevap verilmiştir. Konuyla ilgili
yapılan araştırmada, 23 üncü Jandarma Sınır Tümen Komutanlığından gelen cevabi
mesajda, Şırnak Güvenlik Komutanlığına bağlı birliklerce 10 Eylül 2001 günü
Beytüşşebap İlçesi Faraşin (Yeşilöz) bölgesinde bir operasyon icraına
başlandığı, 12 Eylül 2001 günü bir grup teröristle temas sağlandığı ve çıkan
çatışmada, 2 teröristin, 1 adet kalaşnikov piyade tüfeğiyle ve 13 Eylül 2001
günü ise, 1 teröristin, 1 adet çalışır durumda gece görüş dürbünüyle ölü olarak
ele geçirildiği bildirilmiş... (Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı) BAŞKAN - Sayın Bakan, toparlar mısınız efendim. İÇİŞLERİ BAKANI RÜŞTÜ KÂZIM YÜCELEN (Devamla) - Teröristlerin kimliklerinin tespit
edilemediği, bölgenin, sarp, kayalık ve karla kaplı olması nedeniyle, bugüne
kadar cesetlere ulaşılamadığı bildirilmiştir. Ayrıca bildirmek istiyorum ki, Faraşin (Yeşilöz) bölgesi, terör
örgütünün geçiş güzergâhı ve barınma bölgesi olarak kullanıldığı için, son bir
yıl içinde üç ayrı çatışmada 2 güvenlik görevlisi şehit olmuş, 8 güvenlik
görevlisi yaralanmış ve 25 terörist aynı bölgede ölü olarak ele geçirilmiştir.
Bu bölge de güvenlik açısından riskli bölge olup, kaymakamlıkça, bölge halkına
da, riskli bölge olduğu duyurulmuştur. Bu konuyla ilgili olarak da, 12 Eylül
günü çıkan çatışmada, biraz önce bahsettiğim olay meydana gelmiştir. Şimdi,
bunu da ben, yazılı olarak zaten arkadaşımıza cevap verdim. Değerli milletvekilleri, bir şeyi daha söylemek istiyorum. Gene
arkadaşlarımız "bu kontrollerde, hakikaten terörist yakalanıyor mu?"
buyurdular. Herhalde hafızalar unutuyor; bu kontrollerde, yüzlerce yataklık
yapan, olaya karışan teröristler yakalanmaktadır. En son, iki ay öncesinde,
Diyarbakır'da normal bir kontrolde, bir otobüsten bir polisimize ateş açılmış;
ama, silah ateş almadığı için de terörist yaralı olarak ele geçirilmiş ve
polisimizce hastaneye kaldırılmıştır. Değerli milletvekilleri, 29 Haziran 2001 tarihinde, Yüce Heyetinize
hitap ederken de belirttiğim üzere, bölgedeki terörle mücadele için ilan
edilmiş ve toplam, 10 ilden 4'e indirilmiş bulunan olağanüstü hal uygulamasının
tamamen kaldırılması, esasen, bölgenin ekonomik, sosyal ve kültürel gelişimini
öngören stratejimizin bir parçasıdır; ancak, takdir edersiniz ki, bunun için
terör tehdidi ve tedirginliğinin tamamen ortadan kalkması zorunludur. Ekonomik ve sosyal tedbirlerin ve projelerin uygulanabilirliği ve
müessiriyeti, ancak ve ancak, terörle mücadelede yakalanan başarının, sağlanan
huzur ve güven ortamının devam ettirilebilmesiyle mümkündür. Konuşmamın başında yapmış olduğum değerlendirmeler de göstermektedir ki,
bölgede bir müddet daha olağanüstü halin sürdürülme gereği vardır; çünkü,
tehdit bitmemiştir. Bu düşüncelerle, olağanüstü halin Diyarbakır, Hakkâri, Şırnak ve Tunceli
İllerinde 30 Kasım 2001 tarihinden itibaren dört ay daha uzatılmasına ilişkin
hükümet tezkeresini Yüce Meclisimizin takdirlerine sunuyorum. Bugüne kadar yüce milletimizin ve Parlamentomuzun kahraman güvenlik
güçlerine verdiği desteğe şükran borçluyuz. Sözlerime burada son verirken, bölgede büyük bir fedakârlıkla görev
yapan mülkî idare amirlerimiz, güvenlik güçlerimiz ve diğer kamu
görevlilerimize şükranlarımı sunuyorum. Devletimizin ülkesi ve milletiyle
bölünmez bütünlüğünü korumak için hayatlarını veren şehitlerimizi minnet,
şükran ve rahmetle, kahraman gazilerimizi de saygıyla anıyor, Yüce Meclisi
saygılarımla selamlıyorum. (ANAP, DSP, MHP ve DYP sıralarından alkışlar) BAŞKAN -Teşekkür ederim Sayın Bakan. Gruplar ve hükümet adına konuşmalar tamamlanmıştır. Şahısları adına... Evet, Sayın Genç, biliyorsunuz, İçtüzük de, Anayasa
da, bu konuda tartışmalı; ama, ben, sizin konuşabileceğiniz kanaatiyle, size... KAMER GENÇ (Tunceli) - Sayın Başkan, oyumun rengini belirteceğim.
Başkanvekilleri, herhangi bir konuda oylarının rengini belirtebilirler. BAŞKAN - Sayın Başkan, Sayın Genç, oyunuzun rengini belirtmek üzere
değil, şahsınız adına konuşmak üzere... KAMER GENÇ (Tunceli) -Efendim, şahsım adına konuşurken, oyumun rengini
de belirteceğim. Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; yeni bir olağanüstü halin
uzatılması tezkeresiyle baş başayız. Şimdi, benim anladığım kadarıyla, bu hükümet, olağanüstü halin ne
olduğunu bilmiyor; yıllardır, olağanüstü hali, hiç, sudan sebeplerle
uzatıyorlar. Olağanüstü hal demek, o bölgede olağan yönetimle ülkenin
yönetilmesinin mümkün olmaması, eldeki güvenlik kuvvetlerinin buna yeterli
olmaması gibi nedenlerle olağanüstü rejimlere başvurup, orada yaşayan halkın
temel hak ve özgürlükleri askıya alınarak, oradaki insanları, âdeta yaşanmaz
bir hayat baskısı altında yaşatan bir rejimdir. Şimdi, maalesef, Bakanımızı
dinledik, iktidar gruplarını dinledik... Bakın, değerli milletvekilleri, belki
91'lerde, 92'lerde, 93'lerde, 94'lerde olağanüstü halin uzatılmasının şartları
vardı; ama, bugün, iki senedir, doğu ve güneydoğuda, özellikle benim ilimde,
çok ufak tefek olaylar oluyor. Şimdi, yani, bu olağanüstü halin uzatılmasının
tek nedeni, bana göre, burada, iktidar, çok keyfî paralar harcamaktadır;
katrilyonlara varan... Yani, bu olağanüstü hali uzatıyorsunuz ya, bunun devlete
maliyeti katrilyon. Katrilyonlara varan derecede birtakım keyfî harcamalar
yapıyor. Şimdi, bir yerde olağanüstü hali ilan ediyorsunuz, insanların temel hak
ve özgürlüklerini askıya alıyorsunuz, onları yaşanmaz bir baskı rejimi altına
sokarken, bari, hiç olmazsa, oraya bir yatırım da getirin, o insanlara iş temin
edin, onlara, birtakım özel, başka yerlerde uygulamadığınız ekonomik tedbirler
uygulayın. Bakın, ben size kısa bir not vereyim: Şimdi, Tunceli'de, benim
ilimde şu anda bir baraj inşaatı var, bir de bu baraj inşaatı dolayısıyla su
altında kalan bir karayolu inşaatı var. Onun dışında, 1954 yılında, Ovacık'ta
kazmayla, kürekle başlamış 22 kilometre uzunluğunda bir Ovacık Sulama Suyu
inşaatı var, bugüne kadar bitirilmemiştir. Tunceli'nin Çemişkezek, Mazgirt
bölgelerinde tamamı 9 000 hektar olan bir arazinin sulama kanalının -1996 ve
2000 yatırım ve uygulama programlarında vardır- hâlâ ihalesi yapılmamıştır.
Orada bir deprem meydana gelmiştir; ama, 1991'den beri, bu depremde hak
sahipliği tespit edilmiş insanların bir kısmının konutları yapılmamıştır.
1991-1992 yıllarında, meydana gelen terör nedeniyle, köyleri yakılan insanlar
gelmiş, Ovacık'ın köylerinde tek gözlü barakalarda kalmış, bizim burada
yıllarca bağırmamız üzerine, daha geçen sene 80 kişiye ev yapılmış, gerisi
yapılmamıştır. Değerli milletvekilleri, Tunceli'nin, bugün kuzey ile güney arasında çok
önemli bir coğrafik yapısı vardır. Pülümür Dağındaki karayolu ve bu karayolunu
Elazığ'a bağlayan -Keban Barajı dolayısıyla meydana gelen- Pertek Köprüsü
vardır; bunun maliyeti 35 000 000 dolardır ve bu yolun da, şu anda 60 kilometre
kısaltıldığı, burada bakanlar tarafından ifade edildi. Bir tek yere bir kazma
vurulmamaktadır, bir tek yatırım gitmemektedir. Âdeta, bu hükümet, maalesef
buraya şaşıgözle bakmaktadır. Şimdi, biz, olağanüstü halin kaldırılmamasına niye karşıyız?.. Ben, size
bu yazın yapılan uygulamaları belirteyim: Bu sene, Tunceli'de bir Monzur
Festivali yapıldı. Monzur Festivaline dünyanın her tarafından insanlar geldi;
Avrupa'nın her tarafından geldi, Amerika'dan geldi, Avustralya'dan geldi ve
Türkiye'nin her tarafından insanlar geldi; 35 000-40 000 kişi geldi. Birtakım
tahrikler oldu, bazı partiler geldi, burada olay yaratmaya çalıştılar. O sırada
polisimiz de askerimiz de çok büyük bir basiret gösterdi, kendilerine teşekkür
ediyorum, gerçekten basiretli bir yönetim gösterdiler ve büyük olaylar önlendi;
ama, ertesi gün onbinlerce insan çıktı, Ovacık İlçesine gitti. Ovacık İlçesine
saat 06.00'da gittiler; ben, 12.30'da gittim. Askerleri koymuşlar yolun
üzerine; onbinlerce insan orada bekliyor, yedi saat bekliyor. Yahu kardeşim
niye bekliyorsunuz? "Efendim müsaade yok!" Neyse ilgililerle
görüştük; ondan sonra, Ovacık'a gittiler, Ovacık'ta bırakmıyorlar bu defa.
Neyse, onlarla, yine gittiler, Ovacık gözelerine gidiyorlar; dönüşte, yine aynı
şekilde insanların yolları kesildi, saatlerce bekletildi. O akşam, konser, saat
01.00'de bitti; bu defa insanlar köylerine gidecekler, yatma yerlerine
gidecekler, "yasak" dediler. Sayın İçişleri Bakanı burada... Gece
saat 1'den sabah saat 6'ya kadar da, ben de o insanların yanında durdum.
İçişleri Bakanını aradım, bulamadım; valiyi arıyorum, bulamıyorum; kumandanı
arıyorum, bulamıyorum. MÜKERREM LEVENT (Niğde) - Sen film çevirmeye gidiyorsun oralara.
Yeşilçam'a git!.. KAMER GENÇ (Devamla) - Sizin aklınız ermez buraya. Lütfen konuşmayın,
süremi de çalmayın! Ondan sonra, ertesi gün... Ve ben de orada dedim ki, bir milletvekili
olarak: 500 insan, asfalt üzerinde çoluğuyla çocuğuyla yatıyor. Sabaha kadar
bekledim. Televizyonları aradım, çıkmadı televizyonlar da; NTV'ye bağlanmak
istedim, NTV beni programa çıkarmadı, çıkarsaydı milletvekilliğinden de istifa
edecektim. Ben, eğer, bir milletvekili olarak, bir davar çobanı kadar kendi
ilimin insanlarına hizmet yapamıyorsam, benim milletvekilliğimin Allah belasını
versin arkadaşlar. (DYP sıralarından alkışlar) Ondan sonra, ertesi gün Millî
Savunma Bakanı geldi; dedim ki: "Sayın Bakan, bakın, ben bu gece yatmadım;
lütfen, karşımıza hükümet olarak çıkın." Arkadaşlar, ertesi gün, yine gittim, o insanlar gitmedi, Tunceli'de
bıraktılar. Sabah saat 5.30'da, bir baktım, ilerde 30 kilometrede yine
kesmişler vatandaşların yolunu. Gittim, orada askere dedim ki: "Kardeşim
şu silahı ver, ben kendimi vurayım." Şimdi, bakın, değerli milletvekilleri, olağanüstü halde -güvenlik
kuvvetleri içinde çok kaliteli insanlarımız var; ama- orada herkes bir başbakan
gibi. Bakın, bundan daha on gün önce, on gün önce, Tunceli Belediye Başkanı ile
Pülümür Belediye Başkanı, saat 11.00'de Ovacık'tan geliyorlar Tunceli'ye
gidecekler; Tornova Karakolunda oradaki kumandan bırakmıyor tam dörtbuçuk saat.
Valiyi uyandırıyor, müsaade etmiyor... Keşke İsmail Beyin karşısına böyle
çıkarsınlar da, bakalım o kendisine bu muameleyi yapanları tebrik mi eder,
yoksa tepki mi gösterir?! Değerli milletvekilleri, terörü hepimiz lanetliyoruz. Türkiye
Cumhuriyeti Devletinin birliğini, bütünlüğünü korumak, bizim hepimizin namus
görevidir; ama, lütfen, yani, bir Ege Bölgesindeki insanların sahip olduğu hak
ve özgürlüklere benim ilimdeki insan da sahip olsun. Niye?... Biz kaçıncı sınıf
vatandaşız?! Şimdi, bu hükümet, gelip de, bakın, insanların en ufak problemleriyle
ilgilenmiyor. Değerli arkadaşlarım, bir uygulama yapıyorlar, diyorlar ki...
Yazın, dediler ki köylülere "gidin, kendi köylerinizde, efendim,
meyvelerinizi toplayın, otlarınızı biçin." Adamların bir kısmına da
"ev yapın" dediler; gittiler, orada ev yaptılar. Şimdi, kışın,
gelmişler "çıkacaksınız" diyorlar. Yahu, arkadaşlar, eğer
çıkacaksanız, Sayın Bakan, çıksın, desin "yalan"; çıksın desin
arkadaşlar, yani "yalan" desin. Şimdi, adam, gitmiş, orada evini
yapmış, hayvanının ahırını yapmış. Hadi, kışın çık bakalım, istediğin yere
git!.. Nereye gidecek bu adamlar? Nereye gidecek arkadaşlar?!. Yani, o zaman,
eğer, çık git diyorsanız, bu adamlara bir yer vereceksiniz, bir yer
kiralayacaksınız. Bakın, 1995 yılında, Çemişkezek'te 15 vatandaşın evi yandı; hâlâ, o evi
yananlara en ufak bir yardım yapılmadı. Efendim, Çemişkezek'in feribotu, bugün, 45 dakikada gidip geliyor. Bu
feribota küçük bir yatırım yapmak suretiyle, bu mesafeyi 6 dakikaya
indiriyoruz; hiçbir yatırım yok. Şimdi, değerli milletvekilleri, bakın, biz, burada, bu olayları dile
getirirken, lütfen, gelin, görün o insanların içinde yaşadığı sıkıntıyı. Ben
milletvekiliyim, gidiyorum, bir köye gidiyorum... Daha onbeş gün önce gittim
Mazgirt'in Kızılkale Köyüne. Bakıyorum, Jandarma oraya barikat kurmuş. Yahu,
kardeşim, bu köyün her tarafı açık; yani, bu yola niye barikat kuruyorsun?! Şimdi, uygulamalar böyle; bu uygulamaların bitmesi lazım. Artık, o
insanların da temel hak ve özgürlüklerden yararlanması lazım. Hiçbir hizmet
gitmiyor oraya. Daha geçen gün, işte, gittim; bölge yatılı okullarının, daha,
yiyecek ve ısınma paraları gitmemiş. Ayrıca, arkadaşlar, tabiî, orada olağanüstü hal olunca, kamu
görevlileri, üst bürokratlar, valisiymiş, şuymuş, buymuş, beğenmediği kamu
görevlisini, hemen, Olağanüstü Hal Kanunundan yararlanarak, bölge dışına
çıkarıyor; sürgünler var. 21 inci Yüzyılda, bu insanlara, bu Türkiye
Cumhuriyetine, böyle, anti hukuk uygulamalar, hukuk dışı uygulamaları yakışır
mı? Şimdi, bunları tasvip ediyorsanız edersiniz. Ben, hayatımda, çıkıp da burada yalan söylemem. İşte, devletin bakanı;
çıksın söylesin ki, yalan. Bırakın Tunceli'deki, doğu, güneydoğudaki uygulamaları; geçen gün
Mersin'de, 15 tane, bizim o tarafın doktorları, şunları bunları göç ettirdiler.
Efendim, bakın, bu ikilikli düşüncelerinizden vazgeçin. Türkiye Cumhuriyeti
Devleti bir bütündür. Bu bütünlüğü korumak, hepimizin onur ve şeref
meselesidir. Lütfen, böyle uygulamalara artık son verin. Olağanüstü hali de
kaldıralım değerli milletvekilleri; bir kaldıralım yahu! Şimdi, orada polisimiz
de var, askerimiz de var. Eğer bir şey olursa, o arkadaşlarımız yine aynı
görevi yaparlar; ama, olağanüstü halde insanların yaşamlarına çok kötü müdahale
var... (Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı) KAMER GENÇ (Devamla) - Adam koyununu çıkaracak. BAŞKAN - Bir dakika içinde toparlayınız Sayın Genç. KAMER GENÇ (Devamla) - Efendim, başkasına 2 dakika verdiniz de... BAŞKAN - 1 dakika verdim. KAMER GENÇ (Devamla) - Neyse... Adam koyununu çıkaracak, önüne güvenlik kuvveti çıkıyor, götüremezsin
diyor. Bakın, burada, Anayasa oylamasında... 45 000 koyun Erzurum'dan gelmiş,
kendi memleketine, Tunceli'ye geçecek üç gün beklettiler değerli
milletvekilleri! Yani, bu insanlar nasıl yaşayacak bu bölgede, nasıl
yaşayacak?! Hayvan beslemeyecek... Yaylaların üzerindeki yasaklar kalkmadı. Değerli arkadaşlarım, inanmıyorsanız, buyurun gidelim, bölgeyi beraber
gezelim; ondan sonra, çıkın, burada deyin ki, siz yalan söylüyorsunuz. Bugün
belediyeler... MÜKERREM LEVENT (Niğde) - Yalan söylüyorsun!.. KAMER GENÇ (Devamla) - Ben yalan söylemeyi en büyük haysiyetsizlik kabul
ederim; ama, bana yalan söylüyorsun diyen adam da en büyük haysiyetsizdir. Bakın, sevgili milletvekilleri,
şu anda belediyelerimiz para almıyor. Darıkent Belediyesine gittim, 18 aydır
belediyede çalışanlar para almıyor. Şu anda, Tunceli belediyesinde, kaç aydır,
memurlar, işçiler para almıyor, grevde. Şimdi, siz kendi yandaşlarınız
belediyeleri kurtarıyorsunuz da, onlar da insan değil mi? Hesabına geldiği
zaman, devleti hortumlayanları hemen rahatlatmak için kanun çıkarıyorsunuz. (Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı) KAMER GENÇ (Devamla) - O zaman,
bu insanların da durumunu düzeltecek kanunlar çıkarın, düzeltmeler yapın. Sayın Başkan... BAŞKAN - Usulüm böyle benim Sayın Genç. KAMER GENÇ (Devamla) - Son cümlemi söyleyeceğim efendim. BAŞKAN - Hayır, veremiyorum efendim. Teşekkür ederim; sağ olun. KAMER GENÇ (Devamla) - Kıbrısla ilgili bir şey söyleyeceğim. BAŞKAN - Kıbrıs nereden çıktı efendim? KAMER GENÇ (Devamla) - TÜSİAD'ın, Kıbrıs Cumhurbaşkanı Denktaş'la
ilgili değerlendirmesini şiddetle
kınıyorum ve şunu herkesin bilmesini istiyorum ki... BAŞKAN - Sayın Genç... KAMER GENÇ (Devamla) -
...Türkiye Cumhuriyeti Devleti, hiçbir surette, Kıbrıs Türkünü Rumlara
katletme zevkini kimseye yaşatmayacaktır. Hepinize saygılar sunuyorum. (DYP ve SP sıralarından alkışlar) BAŞKAN - Şahsı adına, Adıyaman Milletvekili Dengir Fırat; buyurun. (AK
Parti sıralarından alkışlar) Süreniz 10 dakika. DENGİR MİR MEHMET FIRAT (Adıyaman) - Sayın Başkanım, değerli
milletvekili arkadaşlarım; hepinizi saygıyla selamlıyorum ve size, Anayasamızın
"Başlangıç" kısmından bir paragraf okumak istiyorum. Türkiye Cumhuriyeti Anayasasının "Başlangıç" kısmında,
"her Türk vatandaşının bu Anayasadaki hak ve hürriyetlerden eşitlik ve
sosyal adalet gereklerince yararlanarak millî kültür, medeniyet ve hukuk düzeni
içinde onurlu bir hayat sürdürme ve maddî ve manevî varlığını bu yönde
geliştirme hak ve yetkisine doğuştan sahip olduğu" belirtilmektedir ve
devamla, "topluca Türk
vatandaşlarının millî gurur ve iftiharlarda, millî sevinç ve kederlerde, millî
varlığa karşı hak ve ödevlerde, nimet ve külfetlerde ve millet hayatının her
türlü tecellisinde ortak olduğu, birbirinin hak ve hürriyetlerine kesin saygı,
karşılıklı içten sevgi ve kardeşlik duygularıyla ve 'Yurtta sulh, cihanda sulh'
arzu ve inancı içinde, huzurlu bir hayat talebine hakları bulunduğu"
belirtilmektedir. Yine Anayasamızın 1 inci maddesinde, Türkiye Cumhuriyetinin demokratik
bir hukuk devleti olduğundan bahsedilmekte, 5 inci maddesinde ise, devletin
temel amaç ve görevleri belirtilmekte ve "kişilerin ve toplumun refah,
huzur ve mutluluğunu sağlamak; kişinin temel hak ve hürriyetlerini sosyal hukuk
devleti ve adalet ilkeleriyle bağdaşmayacak surette sınırlayan siyasal,
ekonomik ve sosyal engelleri kaldırmaya, insanın maddî ve manevî varlığının
gelişmesi için gerekli şartları hazırlamaya çalışmaktadır" denilmektedir.
Yani, burada, devlete, bu vatandaşlara neler vermesi gerektiğini açık ve kesin
olarak belirtmektedir. Eğer, bu insanların, belli bir bölgede yaşayan
insanların temel hak ve hürriyetlerinin sınırlandırılması ve kullanılmasının
durdurulması 44 kez bu Meclise getirilerek uzatılmış ise ve askıya alınmış ise,
Anayasanın bu 5 inci maddesi ihlal edilmiştir; çünkü, bu kadar uzun bir süre
içerisinde, eğer bir bölgede asayiş sorunu var ise, eğer bir bölgede ekonomik
sorun var ise ve bugüne kadarki hükümetler ve devlet bunu ortadan kaldıramamış
ise, o zaman sorgulanması gereken, o bölgedeki insanlar değil, devlet ve
devleti yürüten hükümetlerdir. Siz, 25 yaşına gelmiş olan insanların, Türkiye Cumhuriyeti Anayasasında
belirtilmiş olan temel hak ve özgürlüklerden istifade etmemiş bir şekilde
büyümesini, belli bir bölge insanına, Türkiye Cumhuriyeti hudutları içerisinde
yaşayan insanlara yükümlülük olarak getiremezsiniz. Bunun hesabını birilerinin
vermesi gerekir; ama, bana şunu soracak olursanız: Türkiye'de olağanüstü halin
devamı gerekir mi gerekmez mi? Evet, bana göre, Türkiye'de olağanüstü halin
devamı mutlak surette gereklidir. Anayasamız, olağanüstü halin hangi hallerde
ilan edileceğini ve hangi hallerde devam ettirileceğini belirtmiştir ve 119
uncu madde, tabiî afet ve ağır ekonomik
bunalım sebebiyle, olağanüstü hal ilanını gerektirir diyor. Bence, tabiî afet
lafını biraz daha geniş almak lazım, afet olarak almak lazım. Afet, bazen tabiî
olabilir, bazen de yapay olabilir, siyasî afetler de olabilir ve insanların
veya grupların yaratmış olduğu afetler de olabilir. Bugün, Türkiye'nin şu andaki ekonomik şartları içerisinde bir olağanüstü
halin gerekliliğine inanıyor muyuz, inanmıyor muyuz? Eğer, Türkiye Büyük Millet
Meclisinin içerisinde, vatandaşlar, ekonomik sıkıntıdan dolayı, o binanın
üzerine çıkıp kendilerini atmaya çalışıyorlarsa, eğer Başbakanlığın önü
kapatılmışsa, orada kasalar atılabiliyorsa, orada insanlar kendilerini yakmaya
çalışıyorlarsa, o zaman, doğrudur, Türkiye'nin 81 vilayetinde, acilen ve
derhal, olağanüstü hal ilan edilmesi gerekir (AK Parti sıralarından alkışlar)
ama, 4 ilin sırtına, Türkiye'nin bu günahını veya siyasîlerin bu günahını
yüklemek, vicdanlara sığdırabilmek mümkün değildir. Her seferinde, buraya getirilmiş olan bu uzatmaların son olduğu
söyleniyor. Bunu söyleyenler sıradan vatandaşlar değil. Olağanüstü hali
yaşamamış olanların, o bölgede yaşamamış olanların olağanüstü halle ilgili bir
konuşma yapmasının mantığına da ben varamıyorum. Düşünün ki, temel hak ve
özgürlüklerinizin temeli, tümü ortadan kaldırılmış. Bu ülkede, zaten, temel hak
ve hürriyetlerin, insan hak ve hürriyetlerinin ne kadar kullanıldığı,
olağanüstü hal dışında ne kadar kullanıldığı şüpheliyken ve bunun münakaşaları
yapılırken, olağanüstü hal bölgesinde bunların nasıl tatbik edildiğini, o
bölgede yaşayan insanların ne durumda olduğunu anlayabilmek, bu sıralarda
oturarak izah edilebilmesi mümkün olan bir olay değildir. İnsanları yerlerinden
sökerek, Türkiye'nin dört bir tarafına, geçim kaynaklarını ortadan kaldırarak
saldıktan sonra, "Köye Dönüş Projesi" adı altında, 3 000, 4 000
kişinin geri dönüşünü burada bir başarı olarak izah etmenin anlamını veya
huzurunu duyabilmeyi ve vicdana sığdırılabilmesini kabul edemiyorum. Bırakın orayı, bırakın 4 tane ili; Sayın Bakanın kendi memleketinde,
İçel'de, Mersin'de, tek bir günahı doğu ve güneydoğulu olmak olan 9 doktoru
sürgün edebiliyorsa bu zihniyet, oradaki insanlara ne gibi bir muamele
yapıldığının hesabını nasıl vereceksiniz? (AK Parti sıralarından alkışlar)
Evet, yanlışlık oldu ve onlar hakkında takibat yapıldı. Bastınız bir yeri; ama,
yanlışlık oldu, öldürüldü. E, gerekli tahkikat açılmıştır. Ama, ümit etmiyorum
ki, sizin yakınınız, sizin akrabanız için böyle bir temennide bulunulsun veya
başına böyle bir olay gelsin. Önce vur, sonra sorgula. Yok böyle bir şey;
dünyanın hiçbir yerinde yok. Devletin görevi bu değil; devletin görevi,
yakalamak, sorgulamak, adalete teslim etmektir. Öldürerek, yargısız infaz
müessesesini işleterek Türkiye'yi bir yere vardırabilmek mümkün değil, bununla
kimsenin övünebilmesi de mümkün değil. Dolayısıyla, şahsen, bugüne kadar olduğu gibi, bundan sonra da,
olağanüstü halin uzatılmasıyla ilgili -4 il için diyorum- bu tezkereye ret oyu
vereceğim; ama, Türkiye'de ekonomik bir olağanüstü halin ilanını getirirseniz,
inanın ki sizinle beraber kabul oyu vereceğim ve yapabileceğiniz en doğru
harekettir. Saygılarımı sunuyorum. (AK Parti sıralarından alkışlar) BAŞKAN - Teşekkür ederiz Sayın Fırat. Evet, görüşmeler tamamlanmıştır. Şimdi, Başbakanlık tezkeresini tekrar okutup, oylarınıza sunacağım: 22.11.2001 Türkiye
Büyük Millet Meclisi Başkanlığına Türkiye Büyük Millet Meclisinin 29.6.2001 tarihli ve 721 sayılı Kararı
uyarınca Diyarbakır, Hakkâri, Şırnak ve Tunceli İllerinde devam etmekte olan
olağanüstü halin, 30.11.2001 günü saat 17.00'den geçerli olmak üzere 4 ay
süreyle uzatılmasının Türkiye Büyük Millet Meclisine arzı, Bakanlar Kurulunca
6.11.2001 tarihinde kararlaştırılmıştır. Gereğinin yapılmasını saygılarımla arz ederim. Bülent Ecevit Başbakan BAŞKAN - Evet, tezkereyi kabul edenler... Etmeyenler... Tezkere kabul
edilmiştir. Gündemin "Özel Gündemde Yar Alacak İşler" kısmına geçiyoruz. 1 inci sırada yer alan, Kütahya Milletvekili Ahmet Derin ve 22
arkadaşının, yumurta üreticilerinin sorunlarının araştırılarak alınması gereken
tedbirlerin belirlenmesi amacıyla Anayasanın 98 inci, İçtüzüğün 104 ve 105 inci
maddeleri uyarınca kurulmuş bulunan (10/8) esas numaralı Meclis araştırması
komisyonunun 596 sıra sayılı raporu üzerindeki görüşmeye başlayacağız. IV. - GENSORU, GENEL GÖRÜŞME, MECLİS
SORUŞTURMASI VE MECLİS ARAŞTIRMASI A) GÖRÜŞMELER 1. - Yumurta Üreticilerinin Sorunlarının
Araştırılarak Alınması Gereken Tedbirlerin Belirlenmesi Amacıyla Anayasanın 98
inci, İçtüzüğün 104 ve 105 inci Maddeleri Uyarınca Bir Meclis Araştırması
Açılmasına İlişkin Önergesi ve Meclis Araştırması Komisyonu Raporu (10/8) (S.
Sayısı: 596) BAŞKAN - Komisyon?.. Yok. Ertelenmiştir. 2 nci sırada yer alan, Saadet
Partisi Grubu Adına Grup Başkanvekilleri Konya Milletvekili Veysel
Candan ve Diyarbakır Milletvekili Ömer Vehbi Hatipoğlu'nun, ekonomi yönetiminde
başarılı olmayarak ekonomik çöküş sürecini hızlandırdığı ve dış ekonomik
ilişkilerde Türkiye'yi küçük düşürücü davranışlar sergilediği iddiasıyla Devlet
Bakanı Kemal Derviş hakkındaki (11/23)
esas numaralı gensoru önergesinin gündeme alınıp alınmayacağı hususundaki görüşmelere
başlıyoruz. 2. - Saadet Partisi Grubu Adına Grup Başkanvekilleri Konya Milletvekili
Veysel Candan ve Diyarbakır Milletvekili Ömer Vehbi Hatipoğlu'nun, Ekonomi
Yönetiminde Başarılı Olmayarak Ekonomik Çöküş Sürecini Hızlandırdığı ve Dış
Ekonomik İlişkilerde Türkiye'yi Küçük Düşürücü Davranışlar Sergilediği
İddiasıyla Devlet Bakanı Kemal Derviş Hakkında Gensoru Açılmasına İlişkin
Önergesi (11/23) BAŞKAN - Hükümet?.. Hazır. Önergeyi, daha önce bastırılıp dağıtıldığı ve okunduğu için, tekrar
okutmuyorum. Sayın milletvekilleri, Anayasanın 99 uncu maddesine göre, bu görüşmede,
önerge sahiplerinden bir üyeye, siyasî parti grupları adına birer
milletvekiline ve Bakanlar Kurulu adına Başbakan veya bir bakana söz
verilecektir. Konuşma süreleri, önerge sahibi için 10 dakika, gruplar ve hükümet için
20'şer dakikadır. İlk söz, tabiî ki, önerge sahibi olarak... YASİN HATİBOĞLU (Çorum) - Sayın Bekâroğlu konuşacaklar efendim; aynı
zamanda Grup sözcümüzdür kendileri. BAŞKAN - Önerge sahibi olarak ve SP Grubu adına Sayın Bekâroğlu; buyurun
efendim. Süreniz 30 dakikadır. SP GRUBU ADINA MEHMET BEKÂROĞLU (Rize) - Teşekkür ediyorum Sayın Başkan. Değerli milletvekilleri, Devlet Bakanı Sayın Kemal Derviş hakkında
Saadet Partisi Grubu tarafından verilen gensorunun gerekçelerini açıklamak
üzere, Grubum adına söz almış bulunmaktayım. Yüce Heyetinizi saygıyla
selamlıyorum. Önce, Sayın Başbakanın muhalefetle ilgili daha önce söylediklerini
tartışmak istiyorum. Sayın Ecevit, bizi, Anayasa ve İçtüzüğü istismar etmek,
devletin işleyişini sabote etmekle suçluyor. Devletin işleyişi ne anlama
geliyor, Sayın Başbakan bu sözüyle ne demek istemiştir, bilemiyorum; ama,
kendisinin, bu sözleriyle demokrasiyi sabote ettiği açıktır. Ben böyle
düşünüyorum. Sayın Başbakanın birçok şeyi içine sindiremediği biliniyor. Bu
çıkışıyla öyle anlaşılmıştır ki, en çok muhalefeti, yani, demokrasiyi içine
sindiremiyorlar. Daha geçen yıl, İçtüzüğü değiştirerek, parlamenter demokratik
işleyişi siz sabote ettiniz. Hatırlayınız, bu yüce çatıda bir milletvekili
arkadaşımız öldü. Size anlatmaya çalışmıştık o zaman, milletin kürsüsünü
milletin temsilcilerine kapatmayın demiştik; ama, dinlemediniz. Şimdi, milletin
geleceğini tayin eden yasa maddeleri üzerine, demokratik sistemin vazgeçilmez
unsurları olan siyasî partiler ancak 5 dakika konuşabiliyor, milletvekilleri
ise hiç konuşamıyor. Siz, milletvekillerinin konuşma hakkını gasp ettiniz. Bu,
demokrasinin ruhunu yok etmektir. Milletvekillerine milletin kürsüsünü
yasaklayan bir sistem demokrasi olamaz. Böyle bir demokrasi, dünyanın hiçbir
yerinde yoktur değerli arkadaşlarım. (SP sıralarından alkışlar) Dahası var değerli arkadaşlarım. Hükümet, Türkiye Büyük Millet
Meclisinin denetleme görevini engellemektedir. İktidar, çoğunluğuna dayanarak,
sözlü soru, araştırma ve genel görüşme önergelerini burada görüştürmüyor. Sayın
Bakanlar iki yıl önce sorduğumuz sorulara bile henüz yanıt vermiş değiller.
Şimdi, biz, Anayasa ve İçtüzüğün vermiş olduğu hakkı kullanıyoruz; gensoru ve
soruşturma önergeleriyle, iktidarı millet adına denetliyoruz. Sayın Başbakan
rahatsız olsa da, biz, bu kürsüden milletin sorunlarını anlatmaya devam
edeceğiz. Sayın Başbakan da şunu unutmamalı ki, kendisi, demokrasiyle idare
edilen bir ülkenin başbakanıdır, diktatör değildir. (SP sıralarından alkışlar) Değerli milletvekilleri, ekonomik kriz bütün şiddetiyle devam ediyor.
Tedbir adına yapılan tüm uygulamalar, krizi durdurmak şöyle dursun, ülke
ekonomisini iflasın eşiğine daha da yaklaştırmaktadır. Elbette, bu olanlardan
Sayın Başbakan ve tüm bakanlarıyla 57 nci hükümet sorumludur; ancak, sayın
bakanlardan biri var ki, o, hepsinden çok sorumludur; Sayın Kemal Derviş. 13
Mart 2001 tarihinden bu yana, Sayın Derviş, tek patron olarak ve devlet bakanı
sıfatıyla ekonomi yönetiminin başında bulunmaktadır. İktidar partileri,
kendisinin her istediğini yapmışlardır. Öyle ki, Sayın Derviş'e ayak
uyduramıyor gerekçesiyle bakanlar bile istifa ettirilmiştir. Cumhuriyet
tarihinde, olağanüstü dönemler dahil, hiçbir bakan bu kadar yetkiyle
donatılmamış, Sayın Derviş kadar rahat hareket edememiştir. Bu nedenle, Saadet
Partisi olarak, Devlet Bakanı Sayın Derviş hakkında gensoru önergesi verdik.
Öyle inanıyorum ki, bu davranışımızla, sadece muhalefet partileri değil,
iktidar partileri milletvekillerinin de isteklerini yerine getirmiş oluyoruz. Değerli arkadaşlarım, önce, kasım ve şubat krizlerine nasıl gelindiğini
hatırlatmak istiyorum. Türkiye ekonomisinin iflasın eşiğine gelmesi, Türk
halkının açlık ve sefalete mahkûm edilmesi, siyaset bilimcileri tarafından
"postmodern darbe" diye tanımlanan bir olağanüstü dönemde
gerçekleşmiştir. 28 Şubat süreci, demokrasinin, esas ve özü itibariyle askıya
alındığı; ancak, şeklen devam ettiği bir dönemdir. Bu dönemin en temel
özelliği, demokratik denetim yollarının bütünüyle tıkanmış olmasıdır. Bu dönem,
toplumsal muhalefetin susturulduğu bir dönemdir. 54 üncü Erbakan Hükümetinden
sonra kurulan tüm hükümetlerin alternatifsiz olduğunun ilan edildiğine şahit
olduk. 18 Nisan seçimleri aynı baskı ortamında yapılmış, sonrasında işbaşına
gelen hükümet de alternatifsizlik iddiasıyla kurulmuştur; yani, seçmenin de,
seçilmişlerin de iradesine müdahale edilmiştir. Yine, ülkeyi batıran sözde
istikrar programları da alternatifi yoktur diye takdim edilmiş ve
uygulanmıştır; yani, deniliyor ki, Türkiye'nin batmaktan başka çaresi yoktur. Değerli milletvekilleri, böyle bir ortamda görev yapan 55 inci ve 56 ncı
hükümetler döneminde büyük bir kamu yağması yaşanmıştır. Ardından gelen ve
kendi enkazını devralan 57 nci hükümet, herhangi bir program üretemeyince, IMF
programlarına mecbur olmuştur. Bu IMF programı, aslında, bir tuzaktı; ama, 57
nci hükümet, tüm uyarılara rağmen, bu programı eksiksiz bir şekilde
uygulamıştır. Dışarıdan sıcakpara girişi ve sabit kur uygulamasına dayalı olan
bir program uygulanmıştır 2000 yılında. Sürdürülemez düzeyde açık vermeyen bir
ekonomiye, 2000 yılında, neredeyse millî gelirin yüzde 10'u kadar dışarıdan
sıcakpara girişi olmuştur. Bunun tamamının malî sektörde kalması, ekonominin
ateşini aşırı derecede yükseltmiştir. Bu ısınma, kasım ve şubat krizlerini
hazırlayan ve yönetilemez hale getiren en önemli sebeplerdir. Öte yandan, kur çıpası nedeniyle TL'nin aşırı değerlenmesi, iç
fiyatlarda ihracat yapmayı zorlaştırmış, ithalatı özendirmiş ve
tırmandırmıştır. Neticede, 2000 yılında dışticaret açığı 27 milyar dolara, cari
açıksa 10 milyar dolara ulaşmıştır ki, bu rakamlar, cumhuriyet tarihinin en
yüksek açıklarıdır. Bu arada, bankalar açıklarını kapatmak için Merkez
Bankasından yüksek miktarda döviz talep edince, döviz kurunun kontrol altında
tutulabileceğine dair güven ortadan kalkmış ve kasım krizi ortaya çıkmıştır.
Şubat 2001'de Sayın Başbakanın devlet krizi ilan etmesiyle de ipler kopmuştur.
Güvenin bütünüyle ortadan kalkması ve döviz talebinin sistemin kaldıramayacağı
düzeye ulaşması, hükümeti paniğe sürüklemiştir. Sonra, dövizler eriyecek,
batacağız endişesiyle kur çıpasından vazgeçilerek döviz dalgalanmaya
bırakılmıştır. İşte, yaşananın bundan sonraki adı, felakettir. Malî sektörde oluşan bu deprem hızlı bir şekilde reel sektörü vurmuş,
bir anda yüzde 40'ları, 50'leri bulan devalüasyon ve kredi faizlerinin 10 ilâ
20 kat artması, Türk reel sektörünün ocağına incir ağacı dikmiştir. Bu arada,
eski kurla satılan dövizler, yüzde 7 500 faizle devlet bankalarına para
satılması gibi fırsatçılıklar yapılmış; suların her bulandığında olduğu gibi,
tatlı; ama, ahlaksızca kazançlar elde edenler olmuştur. Ne hazindir ki, bütün
bunları yapanlar, televizyonların karşısına çıkarak "vah vah benim
ülkem" diyebilmişlerdir. Sahi, Sayın Başbakanım, o bir hafta içinde eski kurla döviz alarak ve
devlet bankalarına yüzde 7 500 faizle para satarak bu milletin 4-5 milyar
dolarını kaldıranlar kimlerdir; bu isimleri, bunları millete açıklamayı
düşünüyor musunuz? Bu soruyu, size, millet adına soruyum Sayın Başbakanım. Değerli milletvekilleri, Türkiye ekonomisi, IMF tarafından, bile bile
batırılmıştır. Hükümet ettiklerini iddia edenler de, alternatifsiz olduklarını
söyleye söyleye, yaptıkları yanlış tercihlerden sonra yanlış ve kötü uygulamalarla
ülke ekonomisinin batışını seyretmişlerdir. İddia ediyorum, IMF ve Dünya
Bankası, tüm sorunlarına rağmen görece dengede olan bir ekonomiyi bilinçli bir
şekilde krize sürüklemiştir. Bunu, Sayın Başbakanın da, yardımcısı Sayın Yılmaz'ın
da, bu kadar kesin bir dille olmasa bile, ifade ettiklerini hatırlıyorum. IMF,
şubat krizinin baş sorumlusu olmasına rağmen hâlâ bu ülkedeyse, bunun sebebi,
krize sürüklenen Türkiye'nin buna mecbur edilmiş olmasıdır. Yine, eğer bu hükümet
hâlâ işbaşındaysa, bunun sebebi de, bu hükümetin bundan sonra denileni yapmaya
mecbur bir hükümet olmasından kaynaklanıyor. Hiç itiraz etmeyin değerli
arkadaşlarım. Siz, denilen her şeyi yapa yapa, kendinizi bağladınız; bundan sonra,
denilecek her şeyi yapmak zorundasınız. Sayın Kemal Derviş'in Dünya Bankasından gelmesi, gelir gelmez hükümetin
dördüncü ortağı olması, hatta neredeyse tek başına söz sahibi olması; bütün
bunları neyle izah edeceğiz?! Garip bir tesadüf mü diyeceğiz, bilemiyorum; ama,
şimdi, Türkiye'nin reel sektörünün, sanayi ve tarımsal üretiminin köküne kibrit
suyu döken kararların mimarı olan Sayın Kemal Derviş, bu yaptıklarını, yıllar önce,
Dünya Bankası adına hazırlamış olduğu bir raporda Türkiye'ye önermektedir. İşin
garipliği sadece Kemal Derviş'le sınırlı değil. Türkiye'ye bunları öneren Sayın
Kemal Derviş, 1977 yılında, aynı zamanda, o zamanın güçlü ismi Sayın Bülent
Ecevit'in danışmanıdır. Bakınız ne diyor Sayın Derviş 1977 yılında:
"Türkiye, sanayileşme stratejisini değiştirmelidir. Kimya, temel makine ve
imalat, madenleri işletme gibi ağır sanayilerde gelişme beklenmemelidir.
Kaynaklar ihracata yönelik hafif sanayi dallarına kaydırılmalı, sürekli
devalüasyonlarla fiyat rekabeti yapılmalı, ağır sanayiden
vazgeçilmelidir." Böyle diyordu 1977'de Sayın Kemal Derviş. Dikkatinizi çekiyorum değerli arkadaşlarım; Sayın Derviş'in bunu
önerdiği dönem, önemli bir dönemdir. 50'li ve 60'lı yıllarda kendisini
yetiştirmiş, 60'lı yılların sonu ve 70'li yılların başlarından itibaren DPT ve
çeşitli bakanlıklarda kendilerine yer bulmuş yurtsever, idealist insanlar
işbaşındadır ve bu ülkenin sanayileşmesi için, sanayinin Anadolu'ya yayılması
için, canla başla çalışıyorlar o dönemler. 1974'te CHP-MSP koalisyonu vardır ve Sayın Erbakan, ısrarla "ağır
sanayi" demektedir. O günler, çok önemli günlerdir. İdealist kadro bu
çalışmaları yaparken, ülkede sağ sol çatışması vardır. Bu idealist kadroların
bir kısmı komünist diye, bir kısmı takunyalı diye, bir kısmı da faşist diye
devre dışı bırakılmaya çalışılmaktadır o yıllarda. Yine, 70'li yılların sonunda, Amerikan iş çevrelerine sunulan bir
raporda şöyle deniliyor... YASİN HATİBOĞLU (Çorum) - Sayın Başkan, Sayın Bakanın dinlemesine imkân
hazırlar mısınız. MEHMET BEKÂROĞLU (Devamla) - Sayın Bakanın bizi dinlemeye ihtiyacı yok.
Sayın Bakan Türkiye'ye her şeyi bilerek gelmişlerdir; dinlemesine gerek yok. YASİN HATİBOĞLU (Çorum) - Asgarî saygı gereği... MEHMET BEKÂROĞLU (Devamla) - Saygı da kendisiyle ilgili bir konu. MUSTAFA GÜVEN KARAHAN (Balıkesir) - Saygıyı sizden mi öğrenecek?! ÖMER VEHBİ HATİPOĞLU (Diyarbakır) - Ayıp yahu, böyle bakan olur mu?! BAŞKAN - Buyurun Sayın Bekâroğlu. MEHMET BEKÂROĞLU (Devamla) - Değerli milletvekilleri, bilindiği gibi,
Sayın Ecevit o dönemde solcuydu; danışmanı Derviş Beyi dinlemediler. Ülkede
anarşi ve terör tırmandı. O zaman, montajcılık yapıp içpiyasaya kalitesiz
tenekeler satan, şimdi hepsi rantiyeci olan İstanbul dukalığı, gazete ilanları
verdi, hatırlayacaksınız. Ecevit hükümeti gitmek zorunda kaldı, Erbakan
devredışı bırakıldı ve sonra 12 Eylül geldi. Değerli milletvekilleri, Sayın Ecevit, yirmi yıl sonra pes etmiş ve
Dünya Bankasının memuru Kemal Derviş'e Türkiye ekonomisini teslim etmiştir;
ama, şimdi dünya değişmiştir. Artık, sistem, finans kapitalizmidir. Şimdi, mal
ve hizmet dolaşımı değil, paranın dolaşımı esastır. O nedenle, şimdi, Sayın
Derviş, sadece sanayi üretimini değil, tarımsal üretimi de bitirecek tedbirleri
almakta; finans sektörüne yönelerek, Türkiye'yi borç ve faizlerle sömürülen bir
ülke haline getirmektedir. Bugün burada yapacağımız görüşmeler, aynı zamanda, bir tarihî
hesaplaşmadır değerli arkadaşlarım. Burada önemli bir millî davayı tartışıyoruz.
Bu tartışmada, bir tarafta, Türkiye'nin sanayileşmesi, gelişmesi ve bağımsız
bir ülke olmasını savunanlar olacak; diğer tarafta da, Türkiye'nin gelişmiş
ülkelerin çevre ülkesi olarak kalmasını isteyenler olacaktır. (SP sıralarından
alkışlar) Bu gensoru tartışması, bir büyük mücadelenin 2001 yılındaki
hesaplaşmasıdır. Bundan hiç kimsenin kuşkusu olmasın. Sayın Kemal Derviş'in, şimdi, Türkiye'de olması ve bütün bunları yapıyor
olması, bir programın, bir planın sonucudur; asla tesadüf değildir. Tersini iddia
ediyorsanız, soruyorum: 350 milletvekili arasında ekonomiyi okuyan, bu işleri
bilen tek bir kişi yok mu? Haydi milletvekilleri bilmiyor; bunca uzman,
bürokrat, askılısı askısızı iktisatçılar, onlar da mı bir şey bilmiyor? Elbette tüm yapılanlarda yasal süreçler yerine getirilmiştir. Sayın
Kemal Derviş, Türk vatandaşıdır; milletvekili seçilme şartlarını haizdir; Sayın
Başbakan, bakan olarak önermiş ve Sayın Cumhurbaşkanı atamıştır; kendisi yemin
etmiştir; ama, size soruyorum, özellikle iktidar partisi milletvekillerine
soruyorum: Bu durumu, gerçekten, içinize sindirebiliyor musunuz? Sayın
Derviş'in bu gücünü nereden aldığını tahmin ediyorsunuz? Nasıl oluyor da
milletin temsilcilerini küçümsüyor, suçluyor, onlara "iş takipçileri"
diyor da, hiç kimsenin sesi çıkmıyor? Değerli milletvekilleri, IMF ve Dünya Bankası, uluslararası finans
çevrelerinin paralarını garanti altına alacak tedbirler önerir; onların para
satmalarının en iyi koşullarını hazırlar; bu paraların tahsilatının araçlarını
oluşturur. IMF, girdiği ülkelerin ekonomilerini borç-faiz-borç sarmalına
düşürür. IMF ve Dünya Bankası, finans kapitalizminin raconunu yerine getirmek
üzere vardır. Bu işin raconu budur değerli arkadaşlarım. Bakınız Türkiye'de neler oldu; Sayın Derviş'in Türkiye'ye geldiğindeki
rakamlar ile sekiz ay sonraki; yani, bugünkü rakamları karşılaştıralım; birkaç
tane rakam: İçborç stoku Şubat 2001'de 44 katrilyondu; bugün, 105 katrilyon
lirayı aşmıştır değerli arkadaşlarım. 2001 yılında içborç için 30 milyar dolar
faiz ödeyeceğiz; bu, ayrı bir konu. Dışborç stoku Şubat 2001'de 100 milyar
dolardı; bugün, 112 milyar dolar oldu değerli arkadaşlarım. Sayın Derviş
geldiğinde 670 000 liraydı dolar; şimdi, 1,5 milyon lira. Enflasyon TÜFE'de
yüzde 33, TEFE'de yüzde 26 iken; şimdi, TÜFE'de yüzde 66, TEFE'de yüzde 81
olmuştur. Değerli arkadaşlarım, altı aylık, sekiz aylık bir süreyi konuşuyoruz.
Bakın, Türkiye'nin içborcu, on yılda, 1990 ile 2000 arasında 20 milyar dolar
artmıştır. Sadece 2000 yılında, sizin hükümet ettiğiniz, o birinci programı
uyguladığınız dönemde 1 kat, 20 milyar artmıştır; ama, sadece, Sayın Kemal
Derviş'in görev yapmış olduğu altı ayda 20 milyar dolar daha artmıştır değerli
arkadaşlarım. Bu, Sayın Derviş'in bu ülkeye niçin geldiğini, ne yapmak
istediğini açık ve net bir şekilde ortaya koymaktadır. Bu, Türkiye'de rant
ekonomisini yerleştirmenin dışında hiçbir şey değildir. Değerli arkadaşlarım, Sayın Derviş geldiğinde Türkiye'de toplanmış olan
vergilerin yüzde 77'si faiz ödemelerine gidiyordu; şimdi, vergilerin tamamı gidiyor,
yetmiyor; yüzde 109 değerli arkadaşlarım. Biraz daha borç alarak vergi ödüyoruz.
Derviş geldikten sonra Türkiye'nin büyümesi durmuştur, küçülme başlamıştır.
2000 yılında yüzde 10 küçülme olacaktır; bu da, cumhuriyet tarihinin en büyük
küçülmesidir. Bu olup bitenler sonucunda bu ülkede yüzbinlerce insan işinden
çıkarılmıştır. Bu dönemde çalışanlara ve tarıma para verilmediğinden dolayı
esnaf iş yapamaz olmuş; yüzlerce, binlerce, onbinlerce esnaf işi bırakmak
zorunda kalmıştır. Asıl darbe ise tarıma vurulmuştur. Tarımda desteğin
çekilmesi bir yana, çıkarılan yasalarla, sizlerin almış olduğu kararlarla, Türk
çiftçisinin kendi arazisini ekmesi yasaklanmıştır. Sonuçta, Türk çiftçisinin
açlığa mahkûm edilmesi bir yana, yerli üretime kapatılan piyasa, yabancı,
çokuluslu şirketlere açılmış; Türkiye, tarım ürünleri dışalım satım dengesinde
açık veren bir ülke haline gelmiştir. Şimdi, milyarlarca dolarımız, Amerikan
çiftçisine, Fransız çiftçisine gidiyor. Sonra, Sayın Derviş'in serbest piyasacılığı da doğru değildir. Sayın
Derviş, şirketlerin durumlarını bağımsız ekonomi kuruluşlarına değil, Millî
İstihbarat Teşkilâtına soruyor. Ben, şu anda Sayın Derviş'e soruyorum: MİT,
hangi ekonomik alanda uzmandır? Burada mesele, Türkiye'nin sanayiinin, millî
lastik sanayiinin -dikkatinizi çekiyorum- baltalanmasıdır. Burada, haksız
rekabet ortamı oluşturulmuştur. İrtica suçlamalarıyla, Anadolu sermayesi
devredışı bırakılmaya çalışılmıştır. Yanlış mı? MHP'li arkadaşlara soruyorum;
siz, bunu benden iyi biliyorsunuz; yanlış mı? (SP sıralarından alkışlar) Sayın Kemal Derviş'in tek sorumlu olarak ekonomiyi yönetmeye
başlamasından sekiz ay sonra, şimdi, insanlarımız aç ve açıktadır; ucuz ekmek,
iftar çadırı, yardım paketi kuyruklarında perişandır. 3 000 000 liralık asker
ailesi yardımı için bile, yüzlerce insan kuyruğa girmektedir. İnsanlar, odun,
kömür, çocuklarına çanta, ayakkabı, defter, kalem alamadılar. Bebeklerimiz,
çocuklarımız ölüyor ve raporlarında, ölüm sebebinin açlık olduğu yazılıyor
değerli arkadaşlarım. Evet, sizin döneminizde, ilk defa sizin döneminizde, ölen
çocukların ölüm sebebi açlık olarak kayda düştü; bu ayıp size yeter değerli
arkadaşlarım. Değerli milletvekilleri, Türkiye her söyleneni yapacak şekilde
çökertildikten sonra, Kemal Derviş Türkiye'ye gönderilmiştir. Sayın Derviş
aylarca beklemiştir, bir türlü tedbirlerini açıklamamıştır. Bu arada, 800 000
lira olan dolar, 1 300 000 liraya çıkmıştır. Oyalama devam etmiş, panik
büyüyüp, yeteri kadar para dışarıya kaçtıktan sonra, beyefendiler Amerika'ya
gitmişler ve oradan "15 yasa, 15 günde çıkacak; aksi halde, 13 milyar
dolar gelmez, Türkiye batar" demişlerdir. Bu arada, Türkiye'den kaç milyar
dolar kaçtı; onu, kimse bilmiyor. 15 günde değil, ama, makul sürede bu yasalar çıktı; fakat, Sayın Kemal
Derviş, kredinin her diliminde tehditler savurmaya devam etti: "Şunu
yapmazsanız, şu olmaz; şu bakanı değiştirmezseniz, şu olmaz; şu millî
kuruluşumuza şunları atamazsanız, şu olmaz." Sürekli şekilde Amerika'ya
giderek, oradan tehditler savurarak, bu ülkenin ekonomisini, bu ülkenin
tarımını, sanayiini, esnafını bitirecek kararlar aldırmıştır değerli
arkadaşlarım. Sayın Başkan, değerli arkadaşlarım; bakınız, bu olup bitenler, aynı
zamanda, Afganistan'daki olaylarla örtüşmüştür. Şimdi, yeni 10 milyar dolarlık
bir yardım diliminden söz ediliyor. Bakınız, Sayın Derviş "ekonomide işler
yoluna girmiştir; bu sebepten dolayı para veriliyor" diyor; ama, kim ne
derse desin, Türk Halkı, asker gönderme ile gelecek dolarlar arasında ilişki
kurmaktadır ve bundan kahrolmaktadır. Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; IMF'nin girdiği ülkeler arasında,
reel sektörü çökmeyen, halkı fakirleşmeyen, açlığa mahkûm edilmeyen, kargaşa ve
sosyal patlama yaşanmayan tek ülke yoktur. Malî sektör düzeltilecektir denilmiştir;
ama, hiçbir ülkenin malî sektörü de düzeltilmemiştir. Biz, bütün bunları,
Türkiye'de yaşadığımız bu acı gerçekle biliyoruz. Ödenen bunca bedele rağmen,
açlığa, sefalete, sanayi ve tarımın bitmesine, millet olarak onurumuzun kırılmasına
rağmen, tünelin ucunda ışık gözükmüyor. IMF'nin, Dünya Bankasının her istediği
yerine getirilerek, alınan kredilerin tamamı malî sektöre yatırılmıştır; ama,
malî sektörde de herhangi bir düzelme yoktur. Değerli arkadaşlarım, Sayın Kemal Derviş borç idaresini de beceremiyor;
çünkü, Derviş'in malî sektöre yönelik uygulamaları sonucunda, herhangi bir
düzelme olmamıştır. Rakamlar ortadadır; faizdışı bütçe harcamaları kısılmış,
vergilerle, zamlarla toplanan paralar ve alınan yardımlar, borçlar, borç
faizlerine yatırılmış; ama, borç stokları artmaya devam etmiştir. Bu nasıl bir
hesap, kimse bilemiyor. AB standartlarına göre, borçlarının toplamı millî
gelirinin yüzde 60'ını aşan ülke batmıştır. Bakınız, ne oldu; Sayın Derviş'in
uyguladığı politikalarla, toplam borç stoku, millî gelirin yüzde 80'i iken,
şimdi yüzde 130'una çıkmıştır. Yani, Sayın Derviş geldikten sonra, Türkiye çok
daha kötü duruma gelmiştir. Şimdi diyor ki "ocak ayında işler düzelecek" ama, nasıl;
geleceği söylenilen yeni 10 milyar dolar borçla mı?! Bunun 5 milyar dolarının
zaten eski borçlara mahsup edileceği biliniyor. Kalanın nereye gideceği de
belli. Sayın Derviş, kendi, sözde, güçlü ekonomiye geçiş programı içerisinde de
çelişkilerle doludur. Öncelikle, Türkiye şubat krizine gelirken, bu krizin ilk
günlerinde, bazı rantiye kesimleri, milyarlarca dolar haksız kazanç elde
etmişlerdir. Sayın Derviş, uygulamış olduğu programda, bu rantiye kesimlerine
asla herhangi bir fatura çıkarmamıştır; aksine, onları ödüllendirmiştir; geçen
haziran ayında, içborcu dolara çevirmiştir. Bu şekilde, onları, kat kat
faizlerden sonra, bir de kur farkıyla ödüllendirmiştir. Sayın Kemal Derviş
göreve başladığı dönemde, Merkez Bankasında 18,5 milyar dolar döviz rezervi
vardı. Panik alımlar sonucunda dolar ekonomik temelli olmayan artışa
geçtiğinde, Sayın Derviş Merkez Bankasından döviz satmayı yasaklamıştır. Bunun
sonucunda, milyarlarca dolar dışarıya kaçmıştır; ama, bunu hangi ekonomik
temellere bağlı olarak yaptığını hiçbir zaman söylememiştir. Ben söyleyeyim;
çünkü, IMF, dışarıdan alacaklara karşılık, döviz rezervlerinin orada
tutulmasını istiyor da, o sebeple bütün bunlar oldu. Bankaların kurtarılması iddiası da doğru değildir. Yapılmak istenen,
mevcut zararları devlete kalmak ve kredileri devlet tarafından garanti edilmek
suretiyle, bankaların yok pahasına yabancılara satılmasıdır. Devlet
bankalarının, görev zararları, yani çiftçiye, esnafa ve küçük sanayiciye
verdikleri destekler dolayısıyla zor durumda oldukları, devletin bunun için
battığı iddia edilmektedir. Bu, yalanların en büyüğüdür. Devlet bankalarının
niçin battığı, hangi kredilerin geri dönmediği, rantiye sınıfının bu
bankalardan ne kadar çaldığını kimse bilmiyor, bu, devlet sırrı diye, kimseye
açıklanmıyor. Kimse, serbest piyasa, liberalizasyon demesin; siz, düpedüz,
elinizdeki devlet gücünü geniş halk kitlelerinin aleyhine kullanıyorsunuz.
Kararlarınızla, halktan alıp, iç ve dış sermaye çevrelerine aktarıyorsunuz.
Yani, tercihiniz halktan değil, rantiyeden yanadır. Sayın Derviş, kamu
bankalarının başına, bu bankalara yüzlerce milyon dolar borcu olan bir bankanın
genel müdürünü getirmiştir. Bu zat da, kilit noktalara, son görev yerleri yine
yolsuzluklardan dolayı batmış olan bir başka banka olan kişileri getirmiştir.
Dönen dolapları çok iyi bilen Ziraat Bankası, Halk Bankası ve Emlak Bankasının
çalışanları ve özellikle de müfettişleri devredışı edilmişlerdir. Belli ki,
Sayın Derviş ve devlet bankalarının başına getirdiği kişiler, bir şeyleri
saklamaya çalışmaktadırlar. Nitekim, Sayın Derviş, Vakıfbank, Halkbank ve
Ziraat Bankası için Ankara Cumhuriyet Savcılığının istemiş olduğu soruşturma
iznini vermemektedir. Değerli arkadaşlarım, Sayın Derviş'in bilmemesi mümkün değil; bütün
bunları biliyor. Elbette biliyor; ama, yapılanların tamamı bir tercih
meselesidir. Böyle krizlerde en büyük tehlike, yabancı ve yerli sermayenin
ülkeyi terk etmesidir. Nitekim, şubat-ağustos döneminde Türkiye'den 17 milyar
dolar çıkmıştır ve bunun için de, Sayın Derviş hiçbir şey yapmamıştır, sadece
seyretmiştir. Malezya, bu konuda tedbirler almıştır 1997 krizinde ve bunu önlemiştir.
Niçin böyle davranmıştır; Sayın Derviş'in, bunu, burada, sizlere ve millete
açıklaması gerekiyor. Değerli arkadaşlarım, Sayın Derviş 1977'de Sayın Ecevit'e önerdiklerini
şimdi tek tek yapıyor, hem de sizlerin desteğiyle; evet, Milliyetçi Hareket
Partililer, sizlerin desteğiyle yapıyor. Türkiye'nin istediği, Türkiye'deki
idealistlerin istediği, sizin istediklerinizle Sayın Derviş'in istediği ve
yaptığı bir değil. Biz, Türkiye'nin kalkınmasını, gelişmesini, sanayileşmesini
istiyoruz, bunun mümkün olduğuna inanıyoruz; siz de, öyle değil mi değerli
arkadaşlarım?! Ama, Sayın Derviş ve onun gibi düşünenler ise bunun mümkün
olmadığını söylüyorlar; siz sanayileşemezsiniz, gelişmiş ülkeler düzeyine
gelemezsiniz diyorlar. Bize önerdikleri, gelişmiş merkezlerin kıyısında ufak
tefek işleri yapan kıytırık bir ekonomi olmaktır. Değerli arkadaşlarım, bizi yalanlarla boğuyorlar. Bu ülkede belki de
hantal işleyen bürokratik bir yapı var; ama, kamuda istihdamın fazla olduğu,
işçi ve memurun çok olduğu, çiftçi ve esnafa büyük paralar verildiği doğru
değildir. Değerli arkadaşlarım, büyüme olmadan borçları ödeyemeyiz. Borçlar
katlanarak artar ve batarız, batıyoruz da. İhracata evet; ama, böyle bir krizde
ekonominin büyümeye geçmesi, ancak iç talebin uyarılmasıyla mümkündür. Bu da,
ancak, çarpan etkisi yüksek kamu harcamalarıyla sağlanabilir. Derviş'in göreve
geldiği günden beri yaptığı yanlışlardan biri de, faizdışı bütçe harcamalarının
sınırlandırılmasına çalışmaktır. 2002 yılı bütçesinde faizdışı bütçe
harcamalarının payı daha da azalacaktır ve millî gelirin yüzde 20'sinin altında
kalması öngörülüyor. Faiz dışı fazla hiçbir ekonomiyi büyütmez; bu oranın
yükselmesi, o ekonominin borç-faiz-borç ekonomisi olduğunu gösterir. Avrupa
Birliği ülkelerinde faizdışı bütçe harcamalarının millî gelire oranı yüzde
40'tır, ABD'de ise yüzde 35'tir. Değerli milletvekilleri, iddia ediyorum ve uyarıyorum; amaç, devletin
bütün gelirlerini iç ve dışborç ödemelerine tahsis etmek; sonuçta, devletin
bütün sosyal ve ekonomik fonksiyonları tasfiye edilerek, Türk halkı,
uluslararası tekeller için ucuz işgücü ve Türkiye, uluslararası tekeller için
pazar haline getirilecek. Bakınız, iddialı konuşuyorum, ısrar ediyorum; ülkenin ekonomik
durgunluktan çıkması, Türk Halkının işsizlik, yoksulluk ve açlıktan kurtulması,
faizdışı devlet harcamalarının artırılmasıyla mümkündür, yani, IMF'in, Dünya
Bankasının ve Sayın Derviş'in yaptıklarının tam tersiyle. Bunun yapılabilmesi,
bugün, bu gensoruyu desteklemenizle, Sayın Derviş'in geldiği yere, yani, Dünya
Bankası Yoksulluklarla Mücadeleden Sorumlu Başkan Yardımcılığına
gönderilmesiyle mümkündür. Bakınız, geçen gün, bir TV kanalında, Ankara Altındağ'da, yardım paketi
kuyruğunda bekleyen yaşlı bir kişi ne diyor: "Mazot almamızı engellediler,
tarlalarımızı ekemedik, tohumluk almamızı engellediler, köyümüzde geçinemedik,
tarlamızı, evimizi bırakarak buralara geldik. Şimdi, burada, şehirde açız.
Yardım kuyruklarında onurlarımız kırılıyor, perişan oluyoruz." Bu durumdan
memnun musunuz değerli arkadaşlarım?! İşte, sizin ve Derviş'in eseri. Evet, Türkiye'nin büyük sorunları vardır; ama, sizin tahribatınıza
rağmen, Türkiye'nin sorunları çözülebilir. Nasıl mı; örnekleri var. Yukarıdan
beri bunu anlatmaya çalışıyorum. Ayrıca, bu, Türkiye'de denenmiştir. 54 üncü
Erbakan Hükümeti, bütün bunları yapıyordu; denk bütçe, artan faizdışı bütçe
harcamaları, memura, işçiye, çiftçiye, emekliye fazlası verilmiş, ekonomi,
üretim canlanmış, esnaf altın yılını yaşıyor; ama, bütün bunlara rağmen borç
stokları azalıyor, faiz oranları, enflasyon düşüyor. Sayın Derviş "nasıl
mı oldu?" diye soruyor. Aslında, bunu bilir; ama, bilmiyorsa, gelsin,
kendisine bunu anlatalım. Değerli arkadaşlarım, rantiye sınıfı bu durumdan rahatsız oldu. Tatlı
kârlara alışık olanlar, devleti içborç-faiz sarmalıyla sarmalıyanlar, bunların
dışarıdaki bağlantıları rahatsız oldu. Yaşananları biliyorsunuz, işte gelinen
yer... Şimdi, Sayın Derviş, ekonomiyi siyasetten ayırmaktan söz ediyor
"artık ayırdık" diyor; yabancılara "yurtseverler iktidara gelse
bile, sanayileşmeyle, gelişmeyle uğraşamazlar, bunu yapamazlar; bu işi
Türkiye'de bitirdik. Oluşturduğumuz siyasetle, yani, Türkiye Büyük Millet
Meclisinden bağımsız, lâyüsel üst kurullarla bunu sağladık. Türkiye'yi, artık,
bunlar yönetecekler; sizin istediğiniz gibi yönetecekler" diyor. (Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı) BAŞKAN - Sayın Bekâroğlu, 2 dakika içerisinde toparlar mısınız. MEHMET BEKÂROĞLU (Devamla) - Değerli arkadaşlarım, Sayın Derviş bu
şekilde sadece ekonomimizi tahrip etmiyor, demokrasimizi de tahrip ediyor ve
sizlerin hiç sesi çıkmıyor. Sizleri tahrip ediyor, siyaseti tahrip ediyor,
Türkiye Büyük Millet Meclisini tahrip ediyor... Ne demek siyaseti ekonomiden
ayırmak?! Bu memleketin geleceğiyle ilgili kararları kim alacak; bürokratlar mı
alacak, Dünya Bankasının, IMF'nin bürokratları mı alacak, Sayın Kemal
Derviş'ler mi alacak? Hayır değerli arkadaşlarım, bu memleketin geleceğiyle
ilgili kararları, bu milletin temsilcileri, yani bizler alacağız. (SP
sıralarından alkışlar) Sözlerimi bitirirken, Milliyetçi Hareket Partili arkadaşlarıma şunu
söylemek istiyorum: "Bağımsızlık" diyorsunuz, AB'ye karşı
çıkıyorsunuz, Anayasanın 90 ıncı maddesinin değiştirilmesine karşı çıktınız,
reddettiniz. Peki, bağımsızlık nedir değerli arkadaşlarım? Ekonomik
bağımsızlığın, varlığımızın anlamı yok mu? Bu konuda, tüm dayatmalara
"evet" dediniz. Şimdi, torunlarımızın üreteceklerine bile ipotek
konulmuş durumdadır ve bunlar, siz milliyetçilerin döneminde olmuştur değerli
arkadaşlarım; bunu, oturup düşünmek durumundasınız. DSP'li arkadaşlarıma da bir cümle söyleyerek kürsüden iniyorum. 1970li
yıllardaki Ecevit artık yok değerli arkadaşlarım; o, şimdi Derviş'e danışıyor,
size değil. (SP sıralarından alkışlar) Sayın Ecevit'in, köykent nostaljileriyle, Mesudiye köylerine bakkal
açmasına, o bakkallardan bir tanesinin üzerinde "market" yazmasına
bakmayın. Sayesinde, artık, Türk köylüsü, toprağında efendi değildir, kent
varoşlarında köledir, açlığın pençesinde kıvranmaktadır ve bütün bunları siz
yaptınız... (SP sıralarından alkışlar; DSP ve MHP sıralarından gürültüler) (Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı) BAŞKAN - Teşekkür ederiz. MEHMET BEKÂROĞLU (Devamla) - Değerli arkadaşlarım, liberal arkadaşlarım,
milliyetçi arkadaşlarım, milletin seçmiş olduğu temsilciler, buyurun, gelin,
Sayın Derviş'i geldiği yere gönderelim ve ülke derin bir nefes alsın. (SP
sıralarından alkışlar) BAŞKAN - Teşekkür ederiz Sayın Bekâroğlu. Sayın milletvekilleri, çalışma süremizin sonuna geldik; konuşmacı
arkadaşıma söz versem bile süresi yarıda kalacak, konuşmanın bütünlüğü
bozulacak. Bu nedenle, yumurta üreticilerinin sorunlarının araştırılması amacıyla
kurulmuş bulunan Meclis Araştırması Komisyonu raporunu, Devlet Bakanı Kemal
Derviş hakkındaki gensoru önergesini ve kanun tasarı ve tekliflerini sırasıyla
görüşmek için, 28 Kasım 2001 Çarşamba günü, alınan karar gereğince saat
12.00'de toplanmak üzere, birleşimi kapatıyorum. Kapanma Saati : 15.51 |
|