Yazılı ve Sözlü Sorular Araştırma Komisyonları Soruşturma Komisyonları
                                                                      Son Tutanak Tutanak Sorgu Tutanak Metinleri Gizli Oturum Tutanakları
                                                                                                                                            Uluslararası Komisyonlar Dostluk Grupları
                                                                                      Genel Sekreterlik Mevzuat Telefon Rehberi Etik Komisyon Duyurular

DÖNEM : 21        CİLT : 76       YASAMA YILI : 4

 

 

 

T. B. M. M.

TUTANAK DERGİSİ

 

 

26 ncı Birleşim

27 . 11 . 2001 Salı

 

 

İ Ç İ N D E K İ L E R

  I. - GEÇEN TUTANAK ÖZETİ

 II. - GELEN KÂĞITLAR

III. - BAŞKANLIĞIN GENEL KURULA SUNUŞLARI

A) GündemdIşI Konuşmalar

1. - Hakkâri Milletvekili Evliya Parlak'ın, 24 Kasım Öğretmenler Günü nedeniyle, öğretmenlik mesleğinin önemine, öğretmenlerin karşılaştıkları ekonomik ve sosyal sorunlara, alınması gereken önlemlere ilişkin gündemdışı konuşması ve Millî Eğitim Bakanı Metin Bostancıoğlu'nun cevabı

2. - Erzincan Milletvekili Sebahattin Karakelle'nin 24 Kasım Öğretmenler Günü nedeniyle, öğretmenlik mesleğinin önemine, öğretmenlerin karşılaştıkları ekonomik ve sosyal sorunlara, alınması gereken önlemlere ilişkin gündemdışı konuşması ve Millî Eğitim Bakanı Metin Bostancıoğlu'nun cevabı

3. - Erzurum Milletvekili Mücahit Himoğlu'nun, 24 Kasım Öğretmenler Günü nedeniyle, öğretmenlik mesleğinin önemine, öğretmenlerin karşılaştıkları ekonomik ve sosyal sorunlara, alınması gereken önlemlere ilişkin gündemdışı konuşması ve Millî Eğitim Bakanı Metin Bostancıoğlu'nun cevabı

B) Çeşİtlİ İşler

1. - Bütçe görüşmelerinde kişisel söz almak isteyen üyelerin söz kayıt işlemlerine ilişkin Başkanlık duyurusu

C) Gensoru, Genel Görüşme, Meclİs SoruşturmasI ve Meclİs AraştIrmasI Önergelerİ

1. - Bursa Milletvekili Teoman Özalp ve 22 arkadaşının, demiryolu ulaşımı yatırımları konusunda Meclis araştırması açılmasına ilişkin önergesi (10/222)

2. - İzmir Milletvekili Yusuf Kırkpınar ve 21 arkadaşının, İzmir İlinin yaşadığı sel felaketlerinin ve altyapı sorunlarının araştırılarak alınması gereken önlemlerin belirlenmesi amacıyla Meclis araştırması açılmasına ilişkin önergesi (10/223)

D) Tezkereler ve Önergeler

1. - Bursa Milletvekili Faruk Çelik'in (6/892) ve (6/972) esas numaralı sözlü sorularını geri aldığına ilişkin önergesi (4/430)

2. - Gaziantep Milletvekili Mehmet Ay'ın (6/1121), (6/1122), (6/1133) ve (6/1135) esas numaralı sözlü sorularını geri aldığına ilişkin önergesi (4/431)

3. - Balıkesir Milletvekili İsmail Özgün'ün, Sağlık, Aile, Çalışma ve Sosyal İşler Komisyonu üyeliğinden çekildiğine ilişkin önergesi (4/432)

4. - Dört ilde uygulanmakta olan olağanüstü halin 30.11.2001 günü saat 17.00'den geçerli olmak üzere dört ay süreyle uzatılmasına ilişkin Başbakanlık tezkeresi (3/932)

IV. - GENSORU, GENEL GÖRÜŞME, MECLİS SORUŞTURMASI VE MECLİS ARAŞTIRMASI

A) Görüşmeler

1. - Yumurta Üreticilerinin Sorunlarının Araştırılarak Alınması Gereken Tedbirlerin Belirlenmesi Amacıyla Anayasanın 98 inci, İçtüzüğün 104 ve 105 inci Maddeleri Uyarınca Bir Meclis Araştırması Açılmasına İlişkin Önergesi ve Meclis Araştırması Komisyonu Raporu (10/8) (S. Sayısı: 596)

2. - Saadet  Partisi Grubu Adına Grup Başkanvekilleri Konya Milletvekili Veysel Candan ve Diyarbakır Milletvekili Ömer Vehbi Hatipoğlu'nun, Ekonomi Yönetiminde Başarılı Olmayarak Ekonomik Çöküş Sürecini Hızlandırdığı ve Dış Ekonomik İlişkilerde Türkiye'yi Küçük Düşürücü Davranışlar Sergilediği İddiasıyla Devlet Bakanı  Kemal Derviş Hakkında Gensoru Açılmasına İlişkin Önergesi (11/23)

V. - SORULAR VE CEVAPLAR

A) YazIlI Sorular ve CevaplarI

1. - Karaman Milletvekili Zeki Ünal'ın, İşçi Partisi Genel Başkanının günlük bir gazeteye verdiği demece ilişkin sorusu ve Adalet Bakanı Hikmet Sami Türk'ün cevabı (7/4718)

2. - Hatay Milletvekili Mustafa Geçer'in, Hatay Tütün İşletme Müdürlüğünün geçici olarak kapatılmasına ilişkin sorusu ve Devlet Bakanı Yılmaz Karakoyunlu'nun cevabı (7/4956)

3. - İstanbul Milletvekili Bülent Akarcalı'nın, deprem afetinde zarar gören tavuk üreticilerine yapılacak yardımlara ilişkin Başbakandan sorusu ve Tarım ve Köyişleri Bakanı Hüsnü Yusuf Gökalp'in cevabı (7/4993)

4. - Erzurum Milletvekili Aslan Polat'ın, TMO tarafından uygulanan buğday fiyatlarına ilişkin sorusu ve Tarım ve Köyişleri Bakanı Hüsnü Yusuf Gökalp'in cevabı (7/5007)

5. - Karaman Milletvekili Zeki Ünal'ın, Dünya Bankasınca çiftçilere verilmek üzere açılacak krediye ilişkin sorusu ve Tarım ve Köyişleri Bakanı Hüsnü Yusuf Gökalp'in cevabı (7/5033)

6. - İstanbul Milletvekili Azmi Ateş'in, YÖK Araştırma Komisyonu Raporuna ilişkin sorusu ve Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanı Ömer İzgi'nin cevabı (7/5070)


I. - GEÇEN TUTANAK ÖZETİ

Birinci Oturum

 

TBMM Genel Kurulu saat 13.00'te açılarak üç oturum yaptı.

Genel Kurulun 27 Kasım 2001 Salı, 28 Kasım 2001 Çarşamba ve 29 Kasım 2001 Perşembe günleri 12.00-16.00 saatleri arasında çalışmasına; 28 Kasım 2001 Çarşamba günü sözlü soruların görüşülmemesine ilişkin Danışma Kurulu önerisi kabul edildi.

İstanbul Milletvekili Mehmet Ali İrtemçelik ve 125 arkadaşının, Kıbrıs konusunda genel görüşme açılmasına ilişkin önergesi (8/23) okundu; önergenin, öngörüşmelerin kapalı oturum olarak düzenlenmesine ilişkin kısmı kabul edildi.

Kapalı oturuma geçilmek üzere, açık olan Birinci Oturuma saat 13.17'de son verildi.

İkinci Oturum

(Kapalıdır)

Üçüncü Oturum

27 Kasım 2001 Salı günü, alınan karar gereğince saat 12.00'de toplanmak üzere, birleşime 16.54'te son verildi.

Yüksel Yalova

 

 

Başkanvekili

 

 

 

Kemal Albayrak

Burhan Orhan

 

Kırıkkale

Bursa

 

Kâtip Üye

Kâtip Üye

 

 


No. : 38

II. - GELEN KÂĞITLAR

26 . 11 . 2001 Pazartesİ

Tasarılar

1. - Kamu İhale Kanunu Tasarısı (1/930) (Adalet ve Plan ve Bütçe ve Bayındırlık, İmar, Ulaştırma ve Turizm Komisyonlarına) (Başkanlığa geliş tarihi: 21.11.2001)

2. - Kamu İhale Sözleşmeleri Kanunu Tasarısı (1/931) (Adalet ve Plan ve Bütçe ve Bayındırlık, İmar, Ulaştırma ve Turizm Komisyonlarına) (Başkanlığa geliş tarihi: 21.11.2001)

Teklifler

1. - Iğdır Milletvekili Ali Güner ve 5 Arkadaşının; Bir İlçe Kurulmasına İlişkin Kanun Teklifi (2/837) (İçişleri ve Plan ve Bütçe Komisyonlarına) (Başkanlığa geliş tarihi: 21.11.2001)

2. - Kayseri Milletvekili Hasan Basri Üstünbaş ve 20 Arkadaşının; Yükseköğretim Kurumları Teşkilâtı Kanunu ile 78 ve 190 Sayılı Kanun Hükmünde Kararnamelerde Değişiklik Yapılması Hakkında Kanun Teklifi (2/838) (Millî Eğitim, Kültür, Gençlik ve Spor ve Plan ve Bütçe Komisyonlarına) (Başkanlığa geliş tarihi: 21.11.2001)

Raporlar

1. - Her Türlü Irk Ayrımcılığının Ortadan Kaldırılmasına İlişkin Uluslararası Sözleşmenin Onaylanmasının Uygun Bulunduğu Hakkında Kanun Tasarısı ve Dışişleri Komisyonu Raporu (1/913) (S. Sayısı: 770) (Dağıtma tarihi: 26.11.2001) (GÜNDEME)

2. - Dünya Posta Birliği Kuruluş Yasasına Altıncı Ek Protokolün Onaylanmasının Uygun Bulunduğuna Dair Kanun Tasarısı ve Dışişleri Komisyonu Raporu (1/926) (S. Sayısı: 771) (Dağıtma tarihi: 26.11.2001) (GÜNDEME)

3. - Biyoloji ve Tıbbın Uygulanması Bakımından İnsan Hakları ve İnsan Haysiyetinin Korunması Sözleşmesi; İnsan Hakları ve Biyotıp Sözleşmesinin Onaylanmasının Uygun Bulunduğuna Dair Kanun Tasarısı ve Dışişleri Komisyonu Raporu (1/915) (S. Sayısı: 772) (Dağıtma tarihi: 26.11.2001) (GÜNDEME)

4. - Türk Ceza Kanunu ile Hapishane ve Tevkifhanelerin İdaresi Hakkında Kanunda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Tasarısı ve Adalet Komisyonu Raporu (1/928) (S. Sayısı: 775) (Dağıtma tarihi: 26.11.2001) (GÜNDEME)

5. - Tütün, Tütün Mamulleri, Tuz ve Alkol İşletmeleri Genel Müdürlüğünün Yeniden Yapılandırılması ile Tütün ve Tütün Mamullerinin Üretimine, İç ve Dış Alım ve Satımına, 4046 Sayılı Kanunda ve 233 Sayılı Kanun Hükmünde Kararnamede Değişiklik Yapılmasına Dair 20.6.2001 Tarihli ve 4685 Sayılı Kanun ve Anayasanın 89 uncu Maddesi Gereğince Cumhurbaşkanınca Bir Daha Görüşülmek Üzere Geri Gönderme Tezkeresi ve Plan ve Bütçe Komisyonu Raporu (1/888) (S. Sayısı: 777) (Dağıtma tarihi: 26.11.2001) (GÜNDEME)

Sözlü Soru Önergeleri

1. - İstanbul Milletvekili Ahmet Güzel'in, Özelleştirme İdaresi Başkanlığına  bağlı kurumlarda yapılan atamalara ilişkin Devlet Bakanından (Yılmaz Karakoyunlu)  sözlü soru önergesi (6/1644)  (Başkanlığa geliş tarihi: 22.11.2001)

2. - İstanbul Milletvekili Ahmet Güzel'in, Özelleştirme İdaresinde  yapılan  bir atamaya ilişkin Devlet Bakanından (Yılmaz Karakoyunlu)  sözlü soru önergesi (6/1645) (Başkanlığa geliş tarihi: 23.11.2001)

3. - İstanbul Milletvekili Ahmet Güzel'in, Özel Kalem Müdürlüğüne yapılan atamaya ilişkin  Enerji ve Tabiî Kaynaklar Bakanından  sözlü soru önergesi (6/1646) (Başkanlığa geliş tarihi: 23.11.2001)

Yazılı Soru Önergeleri

1. - Bursa Milletvekili Ali Arabacı'nın, İngiltere seyahati giderlerine  ilişkin Turizm Bakanından  yazılı soru önergesi (7/5131) (Başkanlığa geliş tarihi: 22.11.2001)

2. - İstanbul  Milletvekili Azmi Ateş'in,  iç borçlara  ilişkin  Devlet   Bakanından (Kemal Derviş)  yazılı soru önergesi (7/5132) (Başkanlığa geliş tarihi: 22.11.2001)

3. - İstanbul Milletvekili Azmi Ateş'in,  Tasarruf  Mevduatı Sigorta Fonuna devredilen bankalara  ilişkin Devlet Bakanından (Kemal Derviş)  yazılı soru önergesi (7/5133) (Başkanlığa geliş tarihi: 22.11.2001)

4. - İstanbul  Milletvekili Azmi Ateş'in,  soru önergelerinin cevaplandırılmasına ilişkin Devlet Bakanından (Kemal Derviş) yazılı soru önergesi (7/5134) (Başkanlığa geliş tarihi: 22.11.2001)

5. - İstanbul  Milletvekili Azmi Ateş'in,  son ekonomik krize ilişkin Devlet Bakanından (Kemal Derviş) yazılı soru önergesi (7/5135) (Başkanlığa geliş tarihi: 22.11.2001)

6. - İstanbul  Milletvekili  Azmi Ateş'in, dış kredilere,  ilişkin  Devlet  Bakanından (Kemal Derviş)  yazılı soru önergesi (7/5136) (Başkanlığa geliş tarihi: 22.11.2001)

7. - Van  Milletvekili Hüseyin Çelik'in, RTÜK'ün frekans ihalesine ilişkin  Başbakandan yazılı soru önergesi (7/5137) (Başkanlığa geliş tarihi: 22.11.2001)

8. - Van Milletvekili Hüseyin Çelik'in, BM Genel Kurulundaki temaslarına ilişkin Dışişleri Bakanından yazılı soru önergesi (7/5138) (Başkanlığa geliş tarihi: 22.11.2001)

9. - Karaman Milletvekili Zeki Ünal'ın, üniversitelerdeki başörtüsü sorununa ilişkin Millî Eğitim Bakanından yazılı soru önergesi (7/5139) (Başkanlığa geliş tarihi: 22.11.2001)

10. - Ankara Milletvekili M. Zeki Çelik'in, vakıflara ilişkin Başbakandan yazılı soru önergesi (7/5140) (Başkanlığa geliş tarihi: 22.11.2001)

11. - Konya Milletvekili Veysel Candan'ın, doğalgaz arzına ve tüketimine ilişkin Enerji ve Tabiî Kaynaklar Bakanından yazılı soru önergesi (7/5141) (Başkanlığa geliş tarihi: 22.11.2001)

12. - Ankara Milletvekili M. Zeki Çelik'in, Başbakanlık ve Devlet bakanlıklarındaki müşavir ve başmüşavirlere ilişkin Başbakandan yazılı soru önergesi (7/5142) (Başkanlığa geliş tarihi: 22.11.2001)

13. - Ankara Milletvekili M. Zeki Çelik'in, Başbakanlık'taki başmüşavir ve müşavirlere ilişkin Başbakandan yazılı soru önergesi (7/5143) (Başkanlığa geliş tarihi: 22.11.2001)

14. - Ankara Milletvekili M. Zeki Çelik'in, KİT'lerdeki başmüşavir ve müşavirlere ilişkin Başbakandan yazılı soru önergesi (7/5144) (Başkanlığa geliş tarihi: 22.11.2001)

15. - İstanbul Milletvekili Cahit Savaş Yazıcı'nın, denizlerdeki kılavuzluk ve römorkörcülük hizmetlerine ilişkin Devlet Bakanından (Ramazan Mirzaoğlu) yazılı soru önergesi (7/5145) (Başkanlığa geliş tarihi: 23.11.2001)

16. - İstanbul Milletvekili Cahit Savaş Yazıcı'nın, TCDD'ye bağlı limanlardaki hizmetlere ilişkin Ulaştırma Bakanından yazılı soru önergesi (7/5146) (Başkanlığa geliş tarihi: 23.11.2001)

17. - Karaman Milletvekili Zeki Ünal'ın, havaalanlarına ilişkin Ulaştırma Bakanından yazılı soru önergesi (7/5147) (Başkanlığa geliş tarihi: 23.11.2001)

18. - Karaman Milletvekili Zeki Ünal'ın, Hazine hesaplarına ilişkin Devlet Bakanından (Kemal Derviş) yazılı soru önergesi (7/5148) (Başkanlığa geliş tarihi:23.11.2001)

19. - Kayseri Milletvekili Sadık Yakut'un, Özelleştirme İdaresi personeline ilişkin Devlet Bakanından (Yılmaz Karakoyunlu) yazılı soru önergesi (7/5149) (Başkanlığa geliş tarihi: 23.11.2001)

20. - Kırıkkale Milletvekili Kemal Albayrak'ın, öğretmen maaşlarına ilişkin Millî Eğitim Bakanından yazılı soru önergesi (7/5150) (Başkanlığa geliş tarihi: 23.11.2001)

21. - Tokat  Milletvekili M. Ergün Dağcıoğlu'nun, Anadolu Doğalgaz İletim  Hattı projesine ilişkin Enerji ve Tabiî Kaynaklar Bakanından yazılı soru önergesi (7/5151) (Başkanlığa geliş tarihi: 23.11.2001)

22. - Tokat Milletvekili  M. Ergün Dağcıoğlu'nun, Tokat Sigara Fabrikasından çıkarılan bazı işçilere ilişkin Devlet Bakanından (Yılmaz  Karakoyunlu) yazılı soru önergesi (7/5152) (Başkanlığa geliş tarihi: 23.11.2001)

23. - Kırıkkale Milletvekili Kemal Albayrak'ın, Kırıkkale'deki İmla İşletmesi onarımı ve bir tesise ilişkin Millî Savunma Bakanından yazılı soru önergesi (7/5153) (Başkanlığa geliş tarihi: 23.11.2001)

24. - Kırıkkale Milletvekili Kemal Albayrak'ın, besicilerin ekonomik sorunlarına ilişkin Tarım ve Köyişleri Bakanından yazılı soru önergesi (7/5154) (Başkanlığa geliş tarihi: 23.11.2001)

25. - Kırıkkale Milletvekili Kemal Albayrak'ın, Kırıkkale İlinde toplanan vergilere ve KDV indirimine ilişkin Maliye Bakanından yazılı soru önergesi (7/5155) (Başkanlığa geliş tarihi: 23.11.2001)

26. - Kırıkkale Milletvekili Kemal Albayrak'ın, İstanbul İkitelli Organize Sanayi Bölgesi esnafının borçlarına ilişkin Sanayi ve Ticaret Bakanından yazılı soru önergesi (7/5156) (Başkanlığa geliş tarihi: 23.11.2001)

27. - Kırıkkale Milletvekili Kemal Albayrak'ın, kefalet kredisi faiz oranına ilişkin Başbakandan yazılı soru önergesi (7/5157) (Başkanlığa geliş tarihi: 23.11.2001)

28. - Kırıkkale Milletvekili Kemal Albayrak'ın, esnafın ekonomik sorunlarına ilişkin Başbakandan yazılı soru önergesi (7/5158) (Başkanlığa geliş tarihi: 23.11.2001)

29. - Aksaray Milletvekili Ramazan Toprak'ın, Tasarruf Mevduatı Sigorta Fonuna devredilen bankalara ilişkin Devlet Bakanından (Kemal Derviş) yazılı soru önergesi (7/5159) (Başkanlığa geliş tarihi: 23.11.2001)

30. - Aksaray Milletvekili Ramazan Toprak'ın, IMF ve Dünya Bankasından alınan kredilere ilişkin Devlet Bakanından (Kemal Derviş) yazılı soru önergesi (7/5160) (Başkanlığa geliş tarihi: 23.11.2001)

31. - Aksaray Milletvekili Ramazan Toprak'ın, Avrupa Parlamentosunun bir kararının tercüme edilmemesine ilişkin Dışişleri Bakanından yazılı soru önergesi (7/5161) (Başkanlığa geliş tarihi: 23.11.2001)

32. - Aksaray  Milletvekili Ramazan Toprak'ın, İmralı Kapalı Cezaevinin koşullarına ilişkin Adalet Bakanından yazılı soru önergesi (7/5162) (Başkanlığa geliş tarihi: 23.11.2001)

33. - Aksaray Milletvekili Ramazan Toprak'ın, İnterbank A.Ş.'nin yurt dışı hesaplarına ilişkin Devlet Bakanından (Kemal Derviş) yazılı soru önergesi (7/5163) (Başkanlığa geliş tarihi: 23.11.2001)

No. :39

27 . 11 . 2001 Sali

Yazılı Soru Önergeleri

1. - Ankara Milletvekili M. Zeki Çelik'in, açıklanan enflasyon oranlarına ilişkin Başbakandan yazılı soru önergesi (7/5164) (Başkanlığa geliş tarihi: 26.11.2001)

2. - Ankara Milletvekili M. Zeki Çelik'in, uygulanan ekonomi programına ilişkin Başbakandan yazılı soru önergesi (7/5165) (Başkanlığa geliş tarihi: 26.11.2001)

3. - Ankara Milletvekili M. Zeki Çelik'in, kamudaki bazı harcamalara ilişkin Başbakandan yazılı soru önergesi (7/5166) (Başkanlığa geliş tarihi: 26.11.2001)

4. - Ankara Milletvekili Saffet Arıkan Bedük'ün, Ankara-Eryaman 5. Etap Toplu Konutlarına ilişkin Devlet Bakanından (Faruk Bal) yazılı soru önergesi (7/5167) (Başkanlığa geliş tarihi: 26.11.2001)

5. - Ankara Milletvekili M. Zeki Çelik'in, millî saraylarda emanet olarak verilen tarihi eserlere ilişkin Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanından yazılı soru önergesi (7/5168) (Başkanlığa geliş tarihi: 26.11.2001)

Meclis Araştırması Önergeleri

1. - Bursa Milletvekili Teoman Özalp ve 22 arkadaşının, demiryolu ulaşımı yatırımları konusunda Anayasanın 98 inci, İçtüzüğün 104 ve 105 inci maddeleri uyarınca bir Meclis araştırması açılmasına ilişkin önergesi (10/222) (Başkanlığa geliş tarihi:15.11.2001)

2. - İzmir Milletvekili Yusuf Kırkpınar ve 21 arkadaşının, İzmir İlinin yaşadığı sel felaketlerinin ve altyapı sorunlarının araştırılarak alınması gereken önlemlerin belirlenmesi amacıyla Anayasanın 98 inci, İçtüzüğün 104 ve 105 inci maddeleri uyarınca bir Meclis araştırması açılmasına ilişkin önergesi (10/223) (Başkanlığa geliş tarihi: 21.11.2001)


BİRİNCİ OTURUM

Açılma Saati: 12.00

27 Kasım 2001 Salı

BAŞKAN: Başkanvekili Ali ILIKSOY

KÂTİP ÜYELER: Melda BAYER (Ankara), Mehmet BATUK (Kocaeli)

BAŞKAN- Sayın milletvekilleri, Türkiye Büyük Millet Meclisinin 26 ncı Birleşimini açıyorum.

Toplantı yetersayısı vardır, görüşmelere başlıyoruz.

YASİN HATİBOĞLU (Çorum) - Sayın Başkan, şu anda Genel Kurul salonunda 62 arkadaşımız var, tam 62; 63 çıkarsa... Sayın... Lütfen, yoklama yapın efendim.  Yapmayın!.. Hiç doğru değil yaptığınız.

BAŞKAN - Değerli arkadaşlarım, gündeme geçmeden önce, üç arkadaşıma gündemdışı söz vereceğim.

24 Kasım Öğretmenler Gününü üç gün önce idrak ettik, ancak, o gün Meclisimiz çalışmalarına devam etmediği için, Meclisimizde o günle ilgili konuşmalar yapılamamıştı.

24 Kasım Öğretmenler Gününün, öğrencilerimize, öğretmenlerimize ve ulusumuza hayırlar getirmesini diliyorum ve günün anlam ve önemine binaen Öğretmenler Günüyle ilgili olarak, üç arkadaşıma gündemdışı söz vereceğim.

Gündemdışı ilk söz, Hakkâri Milletvekili Sayın Evliya Parlak'a aittir.

Buyurun. (DSP sıralarından alkışlar)

Konuşma süreleri 5 dakika olup, 1 dakika ilave süre vereceğim, onun dışında maalesef veremiyoruz; bu hususun bilinmesini isterim.

III. - BAŞKANLIĞIN GENEL KURULA SUNUŞLARI

A) GündemdIşI Konuşmalar

1. - Hakkâri Milletvekili Evliya Parlak'ın, 24 Kasım Öğretmenler Günü nedeniyle, öğretmenlik mesleğinin önemine, öğretmenlerin karşılaştıkları ekonomik ve sosyal sorunlara, alınması gereken önlemlere ilişkin gündemdışı konuşması ve Millî Eğitim Bakanı Metin Bostancıoğlu'nun cevabı

EVLİYA PARLAK (Hakkâri) - Teşekkür ederim Sayın Başkanım.

Sayın Başkanım, saygıdeğer milletvekili arkadaşlarım; huzurunuza, geçtiğimiz cumartesi günü kutladığımız Öğretmenler Gününün 20 nci yıldönümü nedeniyle çıkmış bulunmaktayım. Duygu ve düşüncelerimi açıklamadan önce, bu günün bütün meslektaşlarıma hayırlı olmasını diliyor; Yüce Heyetinize en içten sevgi ve saygılarımı sunuyorum.

Değerli arkadaşlar, bu mesleğin geçmişten günümüze durumunu yüksek bilgi ve takdirlerinize sunmak istiyorum:

Büyük Önder Atatürk, cumhuriyeti henüz kurmadan önce bile, gelecekte kuracağı devletin bütün ümidinin öğretmen ve eğitimde olduğunu bildiği için, 1921'de Maarif Şûrasını topluyor ve cumhuriyet kurulduktan sonra da, ilk kurduğu müesseselerin başında, muallim mektepleri gelmektedir ve Söylevinde de çoğu yerde, hepimizin bildiği gibi -zaman darlığı nedeniyle ben girmiyorum- öğretmenlerin önemine özellikle değinen Büyük Atatürk'ün, bu mesleğe verdiği önemi hepimiz bilmekteyiz.

Cumhuriyet dönemi içerisinde, muallim mekteplerinden, köy enstitülerinden, öğretmen okullarından, eğitim enstitülerinden, yüksek öğretmen okullarından, çok sayıda yetenekli, liyakatli ve iz bırakan eğitimciler yetişmiştir. 1970'den sonra durum değişmiştir. 1973'te millî eğitim Temel Yasası çıkarılmış, öğretmenlik mesleğinin tanımı şöyle yapılmıştır: "Devletin eğitim ve öğretim ve bununla ilgili yönetim görevini yerine getiren özel ihtisas mesleğidir. Öğretmen, bu mesleği yaparken, Millî Eğitimin amaçları ve temel ilkelerine bağlı kalmak zorundadır." Yine, aynı yasa, öğretmenlik mesleği için 3 koşul öne sürmüştür; genel kültür, özel alan bilgisi ve pedagojik formasyon aranmıştır.

Ne yazık ki, 1970-1980 arasında gelen siyasî iktidarlar -ki, ben ayırım yapmıyorum, o zaman biz hem yönetici hem öğretmendik ve benim gibi meslektaşlarımın çoğu, burada, bunu yaşamışlardır- maalesef, en uçtan en yakın merkeze kadar görev yapan bu kitleye sahip olmak ihtirasıyla, bu mesleğe, kısa süreli kurslarla, yedek subaylık yapan lise mezunlarından -Yaykurla, mektupla, değişik vesilelerle- çok sayıda kişiyi sokmaya çalışmışlardır. Hatta, bu siyasî düşüncelerle, birçok, dernek, birlik adı altında örgütlenmeleri sağlanmış; meslektaşlarımız birbirlerine düşman, birbirlerine âdeta kanlı bıçaklı hale getirilmişlerdir. Hem bu meslek darbe yemiş hem ülke on yıl kaybetmiştir. 12 Eylül askerî ihtilali de, en büyük, en ağır faturayı bu mesleğe çıkarmıştır.

Nihayet, 1982'de çıkarılan 2547 sayılı Yükseköğretim Kanunuyla, öğretmen yetiştiren bütün kurumlar üniversitelere devredilmiştir: Ancak, üniversitelerin o altyapıları belli bir süre yetersiz kaldığından, hele, Millî Eğitim Bakanlığıyla da ilgili ilişkileri yetersiz kaldığından, üniversiteye giren öğrenciler en sondan tercihler yapmışlardır; yani, açıkta kalmayayım diye, eğitim yüksek okulları veya eğitim fakülteleri tercih edilmiştir. Kısacası, yetişenler, yine yetersiz olmuştur. Hatta, 1996'da, özellikle 54 üncü hükümet döneminde, bu meslek büyük bir darbe daha yemiştir; o da, bütün fakülte mezunları, hiçbir özellik aranmadan bu mesleğe katılmışlardır. Bütün mesleklere saygımız sonsuzdur; ama, beş yıl, veteriner hekim olacağım diye yetişen bir arkadaşımızı, Şemdinli'nin bir köyüne gönderip çocuklara öğretmenlik yaptırmaya başladık. Bu gençler, ne mutlu oldular ne başarılı oldular ne faydalı oldular. Halen de, bu meslekte, bunlardan olan arkadaşlarımız var.

Nihayet, 1990'dan sonra, Anadolu öğretmen liseleri kurulduktan sonra, eğitim fakültelerine girişlerde kalite yükselmesi başlamıştır. Bakanlık, özellikle, eğitim kurumlarını ilk beş tercihte tercih edip giren öğrencilerin tümüne burs vermeye başlamıştır. Bugüne kadar, 46 000 öğrenci, burs almıştır; halen, okuyan 16 000 öğrenci, bakanlıktan, tahmin ediyorum, aylık 30 milyon civarında, karşılıksız burs almaktadır.

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN - Sayın Parlak, 1 dakika içerisinde toparlayın.

Buyurun efendim.

EVLİYA PARLAK (Devamla) - Yine, bu Anadolu öğretmen liseleri, özellikle, başarılı öğrenciler yetiştirip bu fakültelere verdiği için, bakıyoruz ki, girişlerde, 210, 213, 220 puan alan öğrenciler bu fakültelere girmektedir. Bu, gelecek yönünden, hepimize umut vermektedir.

Değerli arkadaşlar, daha söylenecek çok şey var; ama, Sayın Başkanın bu müsamahasını istismar etmek istemiyorum.

Geçen gün de, gruplar adına yapılan konuşmaları mutlulukla izledim. Dileğim şudur: Bu 24 Kasımda, gerçekten geniş bir şekilde, Yüce Meclisin önemle yâd ettiği öğretmenlik mesleğine sahip çıkalım. Gerek kanun teklifleri gerekse yasal düzenlemeler... Hem hükümetimiz hem partilerimiz     -özellikle grup başkanvekillerine seslenmek istiyorum- gelebilecek düzenlemelerde öğretmenimize sahip çıkalım; çünkü, öğretmenimize sahip çıkmamız demek, geleceğimize sahip çıkmamız demektir.

Bu duygularla, bütün meslektaşlarımın bu 20 nci yıldönümünü tekrar kutluyor, Yüce Heyetinize en içten sevgi ve saygılarımı sunuyorum; Sayın Başkana da teşekkür ediyorum. (Alkışlar)

BAŞKAN - Teşekkür ederiz Sayın Parlak.

Gündemdışı ikinci söz, Erzincan Milletvekili Sayın Sebahattin Karakelle'ye aittir; o da bir öğretim görevlisi, öğretmen arkadaşımız. (DYP sıralarından alkışlar)

Süreniz 5 dakika efendim.

2. - Erzincan Milletvekili Sebahattin Karakelle'nin 24 Kasım Öğretmenler Günü nedeniyle, öğretmenlik mesleğinin önemine, öğretmenlerin karşılaştıkları ekonomik ve sosyal sorunlara, alınması gereken önlemlere ilişkin gündemdışı konuşması ve Millî Eğitim Bakanı Metin Bostancıoğlu'nun cevabı

SEBAHATTİN KARAKELLE (Erzincan) - Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; boş vaatlerden, temennilerden, kısacası şekilcilikten öteye geçmediği için, öğretmenlerimizin artık kutlanmasını istemediği 24 Kasım Öğretmenler Günü münasebetiyle söz almış bulunuyorum; Yüce Heyetinizi saygıyla selamlıyorum.

Bizlerin mayasını kuran, ilim irfan beşiğimiz, ülküsü büyük neferlerin, eli öpülesi öğretmenlerimizin Öğretmenler Gününü kutluyor, önlerinde saygıyla eğiliyorum. Bu vesileyle, başta Başöğretmenimiz Atatürk olmak üzere, rahmeti rahmana kavuşan öğretmenlerimize Allah'tan rahmet, emekli öğretmenlerimize sağlık ve huzur dolu günler diliyorum; layık oldukları değer ve hakları, içinde bulunduğumuz bilgi çağına rağmen veremediğimiz için de kendilerinden özür diliyorum.

Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; kâinatın sırrının saklı olduğu, insan unsurunu ilmî şekilde ele alan, onun kabiliyet tohumlarını keşfeden, onu ilim ve irfanla bezeyen tek şey eğitimdir. Hiç şüphe yok ki, onun da mimarı öğretmenlerimizdir. Çağını yakalamış ve aşmış medenî toplumların en önemli vazifelerinden biri de eğitime ve onun mimarı öğretmenlere verdiği önemdir. Kalkınmış ülkeler, eğitim düzeyi yüksek ülkeler, geri kalmış ülkeler ise eğitim düzeyi düşük ülkelerdir. Takdir edersiniz ki, eğitim sistemi iyi yapılanmamış bir ülkede bilgi üretilemez, teknoloji geliştirilemez, insan hakları korunamaz, en önemlisi de, millî birlik ve beraberlik sağlanamaz. Millet olarak özlemini duyduğumuz eğitim, hiç şüphe yok ki, başındaki "millî" kelimesiyle onur duyulan, ideolojilerin değil, projelerin sunulduğu, bilim yerine siyasetin sunulmadığı, Anayasamızda en güzel ifadesini bulan din ve vicdan hürriyetinin gözardı edilmediği, öğrenme hakkının sözde irticaî safsatalarla engellenmediği, millî hedefleri olan, Başöğretmenimiz Atatürk'ün hedef gösterdiği muasır dünyada yerimizi almamızı sağlayacak bir eğitimdir. Özlemini duyduğumuz bu eğitimin tek mimarı da, bugün, gününü boş vaatlerle, parlak nutuklarla, kendilerini yokluğa, açlığa terk ettiğimiz öğretmenlerimizdir.

Sayın Başkan, değerli milletvekilleri "öğretmen mum gibidir; erir, ama, etrafını aydınlatır" vecizesi, artık, hayatın bu katı gerçekleri karşısında çok da fazla bir anlam ifade etmemektedir. Öğretmenler Gününü eşiyle, çocuklarıyla, öğrencileriyle, velileriyle bir bayram coşkusu içinde kutlaması gereken öğretmenlerimiz, bugün, ne yazık ki, bir maaş tutarındaki ev kiralarını ödeyebilmek, sofralarına ekmek alabilmek, kısacası, mesleğinin onuruna yakışır bir şekilde insanca yaşayabilmek için pazarlarda sebze satmakta, mağazalarda tezgâhtarlık, bulabilirlerse minibüslerde şoförlük yapmaktadırlar.

Sonuç olarak, 57 nci hükümetten, bir eğitimci olarak hepimizin üzerinde büyük emekleri olan, bizleri buralara taşıyan öğretmenlerimiz adına taleplerimiz şunlardır:

Ülkemizin candamarı olan eğitim ordumuzun, tıpkı, savunma ordumuz gibi özel bir ihtimama ve malî imkânlara ihtiyaç duyduğu hepimizce bilinmektedir; çözüm ise, öğretmen personel kanunu bir an önce çıkarılmalıdır.

Türkiye genelinde, bölgelerimizin coğrafî yapıları göz önünde bulundurularak, köy, belde, ilçe ve şehir merkezlerinde çalışan öğretmen, yönetici, yardımcı ve genel idarî hizmetler sınıfında çalışan personelin özlük haklarında yeniden düzenlemeler yapılmalıdır.

Zihinsel ve fiziksel yönden büyük bir yıpranmayla karşı karşıya kalan öğretmenlerimize de, silahlı kuvvetlerimize ve emniyet mensuplarımıza verilen yıpranma payı verilmelidir.

Her öğretim yılı başında verilen ve bu öğretim yılı 115 milyon lira olarak uygulanan eğitime hazırlık ödeneğinin en az bir maaş tutarında olması sağlanmalıdır.

24 Kasım Öğretmenler Gününü hamasetten kurtarmak için, Öğretmenler Gününde öğretmenlerimiz ile Millî Eğitim Bakanlığının diğer çalışanlarına, birçok kamu kurum ve kuruluşunda olduğu gibi, bir maaş tutarında ikramiye verilmelidir.

BAŞKAN - Son 1 dakika Sayın Karakelle, toparlarsanız...

SEBAHATTİN KARAKELLE (Devamla) - Öğretmenlerimizin alacağı bu ikramiyeyi, sınıflarındaki yoksul, öksüz ve fakir öğrencilere vereceğinden hiç şüpheniz olmasın; tıpkı, bizim öğretmenlerimizin bizlere yaptığı gibi.

Öğretmenlik mesleği özendirilmeli; öğretmen yetiştiren okullar, bilim yerine siyasetin, projelerin yerine ideolojilerin sunulduğu YÖK'ten kurtarılmalı, müstakil hale getirilmeli; yüksek öğretmen okulları yeniden ihdas edilmelidir.

Güvenlik güçlerimizin bile senede birkaç kez uğradığı, tabiri caizse, ülkemizin kuş uçmaz, kervan geçmez köylerinde Türk bayrağını dalgalandıran, çileyi hoşgörüyle barıştıran, mermerde gül yetiştiren öğretmenlerimiz için bu taleplerimiz az olsa gerek.

Bu duygu ve düşüncelerle, yarım milyonu aşkın öğretmenlerimizle birlikte sizlerin de duygularına tercümanlık ettiğime inanıyor, Yüce Heyetinizi saygıyla selamlıyorum. (Alkışlar)

BAŞKAN - Teşekkür ederiz Sayın Karakelle.

Gündemdışı üçüncü söz, Erzurum Milletvekili Mücahit Himoğlu'na aittir.

Buyurun Sayın Himoğlu. (MHP sıralarından alkışlar)

Süreniz 5 dakika.

3. - Erzurum Milletvekili Mücahit Himoğlu'nun, 24 Kasım Öğretmenler Günü nedeniyle, öğretmenlik mesleğinin önemine, öğretmenlerin karşılaştıkları ekonomik ve sosyal sorunlara, alınması gereken önlemlere ilişkin gündemdışı konuşması ve Millî Eğitim Bakanı Metin Bostancıoğlu'nun cevabı

MÜCAHİT HİMOĞLU (Erzurum) - Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; Yüce Heyetinizi saygıyla selamlıyorum.

24 Kasım 1928 tarihi, Büyük Önder Mustafa Kemal Atatürk'e, Başöğretmenlik unvanının verildiği önemli bir gündür. Öğretmenler Günü, 53 yıl aradan sonra, 1981 yılından itibaren sürekli olarak kutlanmaktadır. Bu güzel günümüzü bu yıl da birlik ve beraberlik içerisinde kutlamanın gururu içerisindeyiz.

Büyük milletimizin istikbali, geleceğimizin teminatı olan çocuklarımızın ruhları, ancak öğretmenlerimizin ellerinde şekil alırlar. Öğretmenlere verilen ve öğretmenlerin üstlendiği bu ulvî görev, bir milletin mukadderatıyla ilgilidir.

Sarp dağlarda rastlanan o vahşi, ürpertici kayalar, bir taş ustasının elinde, eski görüntülerinden eser kalmayacak şekilde nakış nakış işlenirler. Yine, ormanlardan getirilen kaba gövdeleriyle uzanmış ağaçlar, en göz alıcı biçimde mobilya ustalarınca işlenirler. O hünerli eller arasında bu ince, zevkine doyulmaz şekiller ortaya çıktığı zaman, nasıl oluştuğunun, nasıl yapıldığının muhasebesini yaparak inanırız. Bu örneklerle şekillendirilenler, ancak ve ancak maddedir.

Dünya üzerinde en zor iş, elle tutulup gözle görülemeyen ruha şekil vermek, bilim ve teknikte ileri bir seviyeye getirmek ve de ülkesini seven şahsiyetleri yetiştirmektir; İyilikle kötülüğün, güzellikle çirkinliğin, adaletle zalimliğin, sevgiyle hunharlığın, kısacası tüm tezatların sergilendiği insan ruhuna, çirkinlikleri alt edip, güzellikleri dışa vurucu sevgiyle bezeli bir şekil vermektir; bu ruhlara insanlık vasıflarını kazandırmaktır.

Eğer üzerinde yaşadığımız dünyada insanlara mutluluk verilebiliyorsa, ilim irfan verilebiliyorsa, öğretmenlerin toplumların mimarları oluşundandır. Vatan sevgisi onun bilgisiyle, bayrak sevgisi onun görgüsüyle, millî kimlik onun verdiği kıymetle kazanılır. Milletler, öğretmenin eğitici kabiliyetiyle çağdaş bir görünüm kazanırlar. İnsanlar, onun şefkat yaprakları arasında bin türlü güzelliklerin çiğ taneciklerini kana kana içerler. Ömür boyu artık bu sevgiyle susamazlar. Öğretmenin manevî elleri arasında şekillenen bu tertemiz ruhlar yumağı, sevgiyi, saygıyı, dürüstlüğü öğrenirler.

Bu manevî yöndeki öğretmenlerimizin, maddî yöndeki problemleri çözülememişse, rahat ve huzur içerisinde çalışamıyorlarsa, o öğretmenden verimli iş beklememiz mümkün değildir. En ücra köylerde görev yapan öğretmeni, sıcak bir yuvada barındıramıyorsak, onun iaşesini giderecek yönde önlemler alamamışsak, manevî yönden verim almamız mümkün değildir.

Öğretmenlerin elinde hamur olup yoğrulan gençlik, cesaret, atılganlık, dayanıklılık, özveri, samimiyet, enerji dolu olma gibi özellikleri sağlıklı bir eğitim ortamında kazanırlar. Eğitimde bir bütünlüğün elde edilmesi, eğitimde fırsat eşitliğinin sağlanması Anayasamız gereğidir.

Bu gençlerin Türkiye Cumhuriyeti Devletinin bağımsızlığını koruyacak ve yükseltecek biçimde, fikrî hür, vicdanı hür irfanı hür nesiller olarak yetişmesi için, millî bir eğitimin verilmesi gerekmektedir. Gençlik, mutlaka, bir ülkü sahibi, bilim ışığında, çalışkan, vatansever milliyetçiler olmalıdır. Bunun için de, gençleri yetiştirecek öğretmenlerimize, araştırma yapabilmesi için, artık bir maddî kaynak temin edilmesi ve öğretmenlerimizin tazminatlarının ve ders ücretlerinin acilen iyileştirilmesi gerekir.

Sözlerimi, biraz önce bahsettiğim konuya eşlik etmesi açısından, Gazi Mustafa Kemal Atatürk'ün şu veciz ifadesiyle tamamlıyorum: "Muallime değer verilen, muallime hürmet gösterilen ülkelerde insanlar mesut ve faziletlidir. Muallimin zelil olduğu, mesleğin hor görüldüğü milletler düşmüştür, alçalmıştır ve şüphe yok ki bedbahttır."

Unutmayalım, milletleri kurtaranlar, yalnız ve ancak öğretmenlerdir diyor, Yüce Heyetinizi saygıyla selamlıyorum. (Alkışlar)

BAŞKAN - Teşekkür ederiz Sayın Himoğlu.

Efendim, tabiî, bugün Öğretmenler Günüyle ilgili konuşma yapılıyor, bütün arkadaşlarımızın bu konuda söz istekleri var; ama, bunları yerine getirme şansımız yok. Sayın Halil Çalık'ın, Sayın Salih Yıldırım'ın, Sayın Bıçakçıoğlu'nun ekranda talepleri var, buna ilişkin olsa gerek; ama, ben, Türkiye Büyük Millet Meclisinin bütün sayın üyelerinin hepsinin yüreği öğretmenlerimizle birlikte çarpıyor, hepsi biraz önce konuşan arkadaşlarımızın görüşlerine aynen katılıyor diyor ve konuyu bağlıyorum.

Evet, Öğretmenler Gününde, öğretmenlerimizin sorunlarıyla ilgili ve gündemdışı konuşmalara yanıt vermek üzere, Millî Eğitim Bakanımız Sayın Metin Bostancıoğlu söz istemişlerdir.

Buyurun Sayın Bakanım.

MİLLÎ EĞİTİM BAKANI METİN BOSTANCIOĞLU (Sinop) - Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; Öğretmenler Günü nedeniyle görüşlerini açıklayan, öğretmenlerimizin yetiştirilme ve mesleğe girişleri ile onların ekonomik ve sosyal sorunları hakkında önerilerde bulunan değerli milletvekillerimiz Hakkâri Milletvekili Sayın Evliya Parlak'a, Erzincan Milletvekili Sayın Sebahattin Karakelle'ye, Erzurum Milletvekili Sayın Mücahit Himoğlu'na teşekkür ediyorum ve hepinizi saygıyla selamlıyorum.

Değerli milletvekilleri, Yüce Atatürk, 73 yıl önce, yeni Türk alfabesinin kabulünün ardından, ulusça eğitim seferberliği başlatarak, cehalete ve karanlığa karşı amansız bir savaş açmış, ulusuna başöğretmenlik yapmıştır. Başöğretmen Atatürk'ün izinde görev yapan bütün öğretmenlerimize, ulusça şükranlarımızı sunuyoruz.

Laikliğin, çoğulcu demokrasinin ve hukukun üstünlüğünün, toplumumuzun bütün kurumlarınca benimsenmesi ve özümsenmesi, hak ve özgürlüklere saygının geliştirilmesi ancak eğitimle, öğretmenlerimizin çabalarıyla mümkündür.

Öğretmenlik mesleği, sevgi ve sabır mesleğidir. Bunun için öğretmenlerimizin görevlerini huzur içinde, kaygı duymadan yerine getirmeleri çok önemlidir. Bu bakımdan, öğretmenlerimizin ekonomik ve sosyal durumlarının daha iyi hale getirilmesi için gerekli bütün önlemleri almanın çabası içindeyiz.

Yeni bin yılın en önemli meslekleri arasında yerini korumaya devam edecek olan öğretmenlik mesleği, son yıllarda aldığımız önlemlerle daha cazip hale gelmiştir. Öğretmen yetiştiren fakültelere nitelikli ve başarılı öğrenci gönderen Anadolu öğretmen liselerinin sayısı artırılmış, ders programları geliştirilmiştir. Bu okullarımızda bu yıldan itibaren zorunlu ikinci yabancı dil uygulamasına başlanmıştır. YÖK'le yaptığımız işbirliği sonucunda, kaliteli öğretmen yetiştirilmesi için öğretmen yetiştiren fakültelerin programları yeniden düzenlenmiştir. Öğretmen yetiştiren yükseköğretim kurumlarında uygulanan programları denetlemek, değerlendirmek, geliştirmek ve YÖK'ün öğretmen yetiştirmeyle ilgili alacağı kararları oluşturmada danışma organı olarak faaliyet göstermek üzere Öğretmen Yetiştirme Türk Millî Komitesi kurulmuştur. Bakanlığımız ve üniversite temsilcilerinden oluşan bir çalışma grubu, öğretmenlerin yeterlilik göstergelerini yeniden tespit etmiştir. Bu yeterlilik göstergelerine göre, ilgili fakülteler programlarını güçlendirmektedirler. Her çocuğun nitelikli bir öğretmen  tarafından yetiştirilmesi için gerekli olan kalite güvence sistemi; yani, akreditasyon çalışmalarıyla ilgili olarak, bakanlığımız ve üniversitelerin eğitim fakülteleri temsilcilerinden oluşan bir çalışma grubu kurulmuştur ve çalışmalarını sürdürmektedir.

Bakanlığımızla Anadolu Üniversitesi Rektörlüğü işbirliğinde, uzaktan ve yüzyüze eğitim yoluyla, okulöncesi öğretmenliği ve İngilizce öğretmeni yetiştirme projeleri uygulamaya konulmuştur. Öğretmen yetiştiren yükseköğretim kurumlarına daha nitelikli öğrenci akışını sağlamak için, öğretmenlik programlarını ilk beş sırada tercih eden öğrencilere, Sayın Evliya Parlak'ın söylediği gibi, burs verilmeye devam edilmektedir.

1997-2001 öğretim döneminde, çeşitli branşlarda 188 544 öğretmen ataması yapılarak, artan öğrenci sayısının gerektirdiği öğretmen ihtiyacı karşılanmıştır. Öğretmen atamalarına getirilen düzenlemeyle, öğretmen dağılımında büyük oranda denge sağlanmıştır. Geçtiğimiz öğretim yılında, ülkemizin hiçbir yöresinde öğretmensizlikten dolayı kapalı okulumuz kalmamıştır.

Millî Eğitim Bakanlığında torpile ve adam kayırmalara son verilmiş; atama, yer değiştirme ve görevde yükselmeler, çıkardığımız yönetmeliklerle tamamen objektif kriterlere bağlanmıştır. İsteğe bağlı yer değiştirmelerde, tercih ve tercih edilen yer için hizmet puanı üstünlüğü ödünsüz uygulanmıştır. Temmuz 1997'den bu yana iller arasında yönetmelik hükümlerine aykırı hiçbir öğretmen ataması yapılmamıştır; yani, 657 sayılı Devlet Memurları Kanununun 76 ncı maddesi hiç uygulanmamıştır.

Norm kadro ve eğitim bölgeleri uygulamalarıyla, öğretmenlerin daha verimli çalışmalarına yol açılmıştır. Norm kadro düzenlemesinden önce, 1999 yılında okul ve kurumlarımızda 112 000 yönetici bulunmaktayken, bu sayı, norm kadro uygulamasının ardından 55 000'e düşürülmüştür. Norm kadro öncesinde 3 öğretmene 1 yönetici düşerken, uygulama sonucunda denge getirilmiştir. Bu uygulamayla 47 000 kadro tasarrufu yapılmıştır. Fazla konumdaki öğretmen sayısı 15 000'in altına inmiştir. Yapılan düzenlemelerle 32 000 öğretmen etkin ve verimli bir duruma getirilmiştir.

Yurtdışındaki vatandaşlarımızın çocukları için görevlendirdiğimiz öğretmenlerimiz de, tamamen, objektif ölçütlere göre belirlenmiştir. Son 3 yılda yurtdışına gönderilen 728 öğretmenimizin geldikleri illere göre dağılımına bakıldığında bu durum rahatlıkla görülmektedir. Son Strasbourg seyahatimde öğretmenlerle yaptığım toplantıda -masamda- iki çift aile, eş, karı koca öğretmen vardı. Çiftlerden birine sordum "siz, Strasbourg'a gelmeden önce neredeydiniz?" "Biz, Bitlis'ten geldik" dedi. Diğer çift ise Adıyaman'dan gelmişti. Diğer öğretmenlerin geldikleri yerlere baktım, gördüğüm tablo şu oldu: Kim ki sınavda başarılı oluyorsa, yurdun neresinde olursa olsun, bulunup, çekilip, gerektiği yere görevlendirilmektedir. Yurtdışındaki bütün öğretmenlerimizin, dil bilme koşulu başta olmak üzere, sınavdan geçmiş ve nerelerden gelmiş olduklarına dair tabloyu da sizlere dağıttıracağım.

Öğretmenlerimizin çağın yeni bilgileriyle donatılmaları önem verdiğimiz bir konudur. Her yıl artan hizmetiçi eğitim faaliyetleriyle öğretmenlerimiz daha donanımlı hale gelmektedir. 2001 yılında 272 388 yönetici ve öğretmen çeşitli alanlarda hizmetiçi eğitime alınmıştır. 221 000 öğretmen de bilgisayar okuryazarlığı eğitimi almıştır.

Öğretmenevlerinin ve öğretmen lokallerinin sayıları artırılmış, sundukları hizmetler daha kaliteli hale getirilmiştir. 17 881 yatak kapasiteli 621 öğretmenevi, 173 öğretmen lokali ve 10 eğitim merkezi, öğretmenlerimizin sosyal ihtiyaçları karşılamak üzere hizmet vermektedir.

Bütün bu çalışmalarla birlikte, öğretmenlik mesleği, eskisine göre daha da fazla tercih edilir hale gelmiştir. Bu yılki öğrenci seçme sınavları verileri öğretmenlik mesleğine ilginin arttığını göstermektedir. Gazi Üniversitesi Eğitim Fakültesi Matematik Öğretmenliği Bölümü, üniversitenin bütün diğer bölümlerinden daha yüksek puanla öğrenci almıştır. En düşük 223,697 puan alan öğrenciler, diğer bölümlere kolaylıkla girebilecekken, matematik öğretmenliği bölümünü tercih etmişlerdir. Boğaziçi Üniversitesinde en düşük 223,697 puan alan öğrenciler, üniversitenin inşaat mühendisliği, makine mühendisliği, kimya mühendisliği bölümlerine rahatlıkla girebilecekken, öğretmenlik bölümünü tercih etmişlerdir. Diğer bölümlerin puanı, matematik öğretmenliğinden daha düşüktür. İstanbul Üniversitesi Eğitim Fakültesinin Matematik Öğretmenliği Bölümü de, Cerrahpaşa Tıp Fakültesi, endüstri mühendisliği, bilgisayar mühendisliği, diş hekimliği, inşaat mühendisliği bölümlerinden daha yüksek puanla öğrenci almıştır. Öğretmenlik mesleği, en başarılı öğrencilerin öğrenci seçme sınavında ilk sıralarda tercih ettiği bir meslek haline gelmiştir.

Öğretmenlerimiz, bugün, ekonomik ve sosyal yönden zor koşullarda çalışmaktadırlar. Dün de öyle çalışıyorlardı, bugün de zor koşullarda çalışıyorlar. Çünkü, öğretmenlik mesleğinin yapısında var kahırla çalışmak, zor koşullarda çalışmak.

4306 sayılı Yasayla birlikte, öğretmenlerimiz, 657 sayılı Devlet Memurları Kanununun öngördüğü maaştan yüzde 18 fazla almaya başlamışlardır. Yani, 9 uncu derecenin 1 inci kademesinde herhangi bir memur ne alıyorsa, 1 inci derecenin 4 üncü kademesinde herhangi bir memur ne maaş alıyorsa, öğretmenlerimiz yüzde 18 fazla maaş almaktadırlar. Ancak, ülkemizin içinde bulunduğu ekonomik koşullar nedeniyle, bu da yeterli değildir. Bu sorunu, olanaklarımız ölçüsünde gidermenin çabaları içindeyiz.

Öğretmen, zor ekonomik şartlara rağmen, yine de, statü olarak güvence altında olduğunu hissediyorsa verimli çalışmaktadır. Norm kadro, atama yükselme yönetmelikleri ve sınav yönetmeliklerimizle biz bunu gerçekleştirdik.

Öğretmenlerimiz, Atatürk'ün bizlere miras olarak bıraktığı bilim ve aklın aydınlattığı yolda, ilke ve devrimlerinden asla ödün vermeden kutsal görevlerini başarıyla yerine getirmeye devam ediyorlar ve devam edecekler.

Yüce Önderimiz, Başöğretmen Atatürk başta olmak üzere, aramızdan ayrılan bütün öğretmenlerimizi ve eğitimcileri rahmet ve minnetle anıyor, Öğretmenler Gününün bütün öğretmenlerimize ve ulusumuza kutlu olmasını diliyor, saygılar sunuyorum. (Alkışlar)

BAŞKAN - Teşekkür ederiz Sayın Bakanım.

Gündemdışı görüşmeler tamamlanmıştır.

Sayın milletvekilleri, bütçe üzerinde kişisel söz kaydıyla ilgili olarak Başkanlığın bir duyurusu vardır.

B) Çeşİtlİ İşler

1. - Bütçe görüşmelerinde kişisel söz almak isteyen üyelerin söz kayıt işlemlerine ilişkin Başkanlık duyurusu

BAŞKAN - Bütçenin görüşme programı bastırılıp, dağıtılmıştır.

Bütçeler üzerinde, sahısları adına söz almak isteyen sayın üyelerin söz kayıt işlemleri 28 Kasım 2001 Çarşamba günü saat 09.00 ile 10.00 arasında Demokratik Sol Parti ve Doğru Yol Partisi Grupları toplantı salonunda Başkanlık Divanı Kâtip Üyelerince imza karşılığında yapılacaktır. Bu saatten sonra, söz kaydı, Kanunlar ve Kararlar Müdürlüğünde devam edecektir.

Söz kaydını her sayın üyenin bizzat yaptırması gerekmektedir; başkası adına söz kaydı yapılmayacaktır.

Genel Kurulun aldığı karara uygun olarak, kişisel söz kaydı, her tur için lehte ve aleyhte olmak üzere ve sadece biri hakkında yapılacaktır.

Bir milletvekili sadece bir tur için söz kaydı yaptırabilecektir.

Duyuru ayrıca ilan tahtalarına da asılmıştır.

Sayın üyelerin bilgilerine sunulur.

2 adet Meclis araştırma önergesi vardır; ayrı ayrı okutacağım.

İlk önergeyi okutuyorum:

C) Gensoru, Genel Görüşme, Meclİs SoruşturmasI ve Meclİs AraştIrmasI Önergelerİ

1. - Bursa Milletvekili Teoman Özalp ve 22 arkadaşının, demiryolu ulaşımı yatırımları konusunda Meclis araştırması açılmasına ilişkin önergesi (10/222)

Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına

Ülke ulaşımında karayolu ağının yolcu ve yük taşımacılığında yüksek maliyet getirmesi ve yeterli olmaması nedeniyle, alternatif ulaşım projelerinin ortaya konulması zorunluluk göstermektedir. Alternatif ulaşım olarak demiryollarının yeterince değerlendirilmediği ve demiryolu ulaşımında yatırım yetersizliğine çözüm bulunması amacıyla, Anayasanın 98 ve Türkiye Büyük Millet Meclisi İçtüzüğünün 104 üncü ve 105 inci maddeleri gereğince Meclis araştırması açılmasını arz ederiz.

Saygılarımızla.

  1- Teoman Özalp (Bursa)

  2- Ali Naci Tuncer (Trabzon)

  3- Oğuz Tezmen (Bursa)

  4- Metin Kocabaş (Kahramanmaraş)

  5- Mustafa Örs (Burdur)

  6- Mehmet Gölhan (Konya)

  7- Erdoğan Sezgin (Samsun)

  8- Hayri Kozakçıoğlu (İstanbul)

  9- Bekir Aksoy (Çorum)

10- Kadir Bozkurt (Sinop)

11- Zeki Ertugay (Erzurum)

12- Necati Yöndar (Bingöl)

13- Sevgi Esen (Kayseri)

14- İlyas Yılmazyıldız (Balıkesir)

15- Murat Akın (Aksaray)

16- Nevzat Ercan (Sakarya)

17- Salih Çelen (Antalya)

18- İbrahim Konukoğlu (Gaziantep)

19- Doğan Baran (Niğde)

20- Hakkı Töre (Hakkâri)

21- Hacı Filiz (Kırıkkale)

22- Mehmet Gözlükaya (Denizli)

23- Ali Şevki Erek (Tokat)

GEREKÇE:

Ülkemizde henüz bir ulaşım master planının olmaması ulaşım sektörünü ve vatandaşlarımızı sıkıntıya sokmaktadır. Özellikle, son 60-70 yıldır demiryolu yatırımına gerekli önemin verilmemesi ve yeni yatırımların yapılmaması bu sektörü zora sokmaktadır. Ayrıca, yapılmış demiryolu ağında bile, gerekli bakım ve onarımın yapılmaması düşündürücüdür.

Bugünden başlayarak 10 yıllık zaman dilimi içerisinde demiryollarının ülkemiz ihtiyacına cevap verebilecek pozisyona gelmesi mümkündür. Bugün, demiryolları yatırımı içerisindeki en büyük sıkıntı altyapı yatırımlarıdır. Çoğu rayın 50 yaşına geldiği ilgililerce belirtilmektedir. Ayrıca, birçok rayın da tek hatlı olması, sıkıntının bir başka nedenidir.

Demiryollarının yakıt itibariyle dışa bağımlılığı daha azdır. Petrol ürünlerine dayalı işleyen karayollarına karşın demiryolları yerli kaynaklarla işletilebilir. Demiryollarının işletme masrafı karayollarına göre daha ucuzdur.

Hızlı bir demiryolunun kurulma maliyeti, çift hatlı otoyolun maliyetinden daha ucuzdur. Ayrıca, otoyolun ömrünün 10-15 yıl olduğu, demiryolunun asgarî 30 yıl olduğu belirtilmektedir. Enerji kullanımı, arazide yer kaplama, çevre kirliliği, can güvenliği gibi kavramlar dikkate alındığında, demiryollarının önemi hızla artmaktadır.

Ulaştırmanın önemli ayaklarından biri olan demiryolları, uzun yıllardır süren ihmal sonucu işletme ve hat sorunları yaşamaktadır. Türkiye'de yolcu taşımacılığının yüzde 96'sı karayolu, yüzde 2'si ise demiryollarıyla yapılmaktadır. Yük taşımacılığında yüzde 93'ü karayolu, yüzde 6'sı ise demiryoluyla yapılmaktadır.

Bursa, sanayi bakımından gelişmiş en büyük illerimizden biridir. Gerek hammadde gerekse mamul madde taşımacılığında önemli işlevi olan demiryollarından Bursa İlimizin mahrum bırakılması ayrı bir sorun olarak karşımıza çıkmaktadır. Bandırma-Bursa-Orhaneli-Ayazma-İnönü arasında kurulması düşünülen demiryolu projesine bile yeterli ödenekler ayrılmamaktadır.

Durum böyleyken, ülkemiz için önem arz eden demiryolları yatırımlarının önündeki sorunların araştırılmasında fayda mütalaa edilmektedir.

BAŞKAN - Sayın milletvekilleri, araştırma önergesi bilgilerinize sunulmuş olup, gündemdeki yerini alacak ve Meclis araştırması açılıp açılmaması hususundaki öngörüşme, sırası geldiğinde yapılacaktır.

İkinci Meclis araştırması önergesini okutuyorum:

2. - İzmir Milletvekili Yusuf Kırkpınar ve 21 arkadaşının, İzmir İlinin yaşadığı sel felaketlerinin ve altyapı sorunlarının araştırılarak alınması gereken önlemlerin belirlenmesi amacıyla Meclis araştırması açılmasına ilişkin önergesi (10/223)

Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına

İzmir İlinin yaşadığı sel felaketlerinin ve altyapı sorunlarının araştırılarak, alınması gereken önlemlerin belirlenmesi ve kıyı şeridinin doldurulması konusunun araştırılması amacıyla Anayasanın 98 inci, İçtüzüğün 104 ve 105 inci maddeleri uyarınca bir Meclis araştırması açılmasını saygılarımızla arz ederiz.

1-Yusuf Kırkpınar

(İzmir)

2-Nidai Seven

(Ağrı)

3-Ali Halaman

(Adana)

4-Mustafa Gül

(Elazığ)

5-Mükerrem Levent

(Niğde)

6-Oktay Vural

(İzmir)

7-Mehmet Metanet Çulhaoğlu

(Adana)

8-Meral Akşener

(Kocaeli)

9-Esat Öz

(İstanbul)

10-Süleyman Turan Çirkin

(Hatay)

11-Adnan Fatin Özdemir

(Adana)

12-Mehmet Kundakçı

(Osmaniye)

13-Hakkı Duran

(Çankırı)

14-Osman Müderrisoğlu

(Antalya)

15-Süleyman Servet Sazak

(Eskişehir)

16-Ali Uzunırmak

(Aydın)

17-Ali Gebeş

(Konya)

18-Hüseyin Kalkan

(Balıkesir)

19-Yener Yıldırım

(Ordu)

20-Şefkat Çetin

(Ankara)

21-Mustafa Enöz

(Manisa)

22-Adnan Uçaş

(Amasy

a)

Gerekçe:

Ege Bölgemizin incisi İzmir, bilindiği gibi, Kasım 2001'de meydana gelen yağışlar nedeniyle sele teslim olmuştur. Şiddetli yağış nedeniyle dereler taşmış, binaları su basmış, yollar çökmüştür. İzmirliler yollarda, öğrenciler okullarda mahsur kalmıştır. Trafik kilitlenmiştir. Kentte yaşam felç olmuştur. İnci İzmir çamur deryası haline gelmiştir.

Halkımız, pek çok yerde kanalların temizlenmediğinden, yollarda büyük çukurların bulunduğundan şikâyet etmektedir. Bazı semtlerde daha önce cadde ve sokaklar yükseltildiği için, ev ve işyerleri aşağıda kalarak su altında kalmışlardır.

Karşıyaka, Eşrefpaşa, Hatay ve Güzelyalı Semtlerinde oturan vatandaşların park halindeki otomobilleri çöken sokaklardan akan sel suları altında kalmış, çoğu araç ziyan olmuştur. Araçlar evlere girmiş, evler su altında kalmış, ağır hasarlar meydana gelmiş, çoğu ev de yıkılmıştır. Bu da, millî servetin yok olmasına sebep olmuştur.

Bir komisyon kurularak, İzmir İlinin altyapı sorunlarının ve sel felaketlerinin önlenmesi amacıyla alınması gereken önlemlerin araştırılmasında büyük yararlar vardır.

Her şeyden önemlisi, İzmir'de yaşanan sel felaketleri vatandaşlarımızın hayatlarına mal olmaktadır. İzmir İli pek çok defa sele teslim olmuştur. Daha önceki sel felaketlerinde 64 kişi, Kasım 2001'deki sel felaketinde 2 kişi hayatını kaybetmiştir.

Trilyonluk zararı olan İzmirliler, aynı olayları artık yaşamak istememektedirler. Yetkililerce derenin ıslah edildiği, altyapının tamamlandığı söylenmekteyse de, her yağışın ardından aynı sorunlar yaşanmaktadır. Bu makûs kaderi değiştirmek gerekmektedir.

Bu nedenlerle, altyapıdaki eksikliklerin tespit edilerek, bu konuda alınacak önlemlerin belirlenmesi amacıyla bir Meclis araştırması açılmasını arz ve teklif ederiz.

BAŞKAN - Meclis araştırması önergesi bilgilerinize sunulmuş olup, gündemdeki yerini alacak ve Meclis araştırması açılıp açılmaması hususundaki öngörüşme, sırası geldiğinde yapılacaktır.

Sözlü soru önergelerinin geri alınmasına dair önergeler vardır, okutuyorum:

D) Tezkereler ve Önergeler

1. - Bursa Milletvekili Faruk Çelik'in (6/892) ve (6/972) esas numaralı sözlü sorularını geri aldığına ilişkin önergesi (4/430)

Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına

Gündemin "Sözlü Sorular" kısmında yer alan (6/892) ve (6/972) esas numaralı sözlü soru önergelerimi geri alıyorum.

Gereğini saygılarımla arz ederim.

      Faruk Çelik

               Bursa

BAŞKAN - Sözlü soru önergeleri geri verilmiştir.

Diğer önergeyi okutuyorum:

2. - Gaziantep Milletvekili Mehmet Ay'ın (6/1121), (6/1122), (6/1133) ve (6/1135) esas numaralı sözlü sorularını geri aldığına ilişkin önergesi (4/431)

Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına

Gündemin "Sözlü Sorular" kısmında yer alan (6/1121, 6/1122, 6/1133 ve 6/1135) esas numaralı sözlü soru önergelerimi geri alıyorum.

Gereğini saygılarımla arz ederim.

    Mehmet Ay

        Gaziantep

BAŞKAN - Sözlü soru önergeleri geri verilmiştir.

Komisyondan istifa önergesi vardır; okutuyorum:

3. - Balıkesir Milletvekili İsmail Özgün'ün, Sağlık, Aile ve Çalışma Komisyonu üyeliğinden çekildiğine ilişkin önergesi (4/432)

Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına

Başka bir komisyonda görev alacağımdan, üyesi bulunduğum Sağlık, Aile ve Çalışma Komisyonundan istifa ediyorum.

Gereğini bilgilerinize arz eder, saygılar sunarım.

   İsmail Özgün

          Balıkesir

BAŞKAN - Bilgilerinize sunulmuştur.

Dört ilde uygulanmakta olan olağanüstü halin dört ay süreyle uzatılmasına ilişkin Başbakanlık tezkeresi vardır; okutuyorum:

4. - Dört ilde uygulanmakta olan olağanüstü halin 30.11.2001 günü saat 17.00’den geçerli olmak üzere dört ay süre ile uzatılmasına ilişkin Başbakanlık tezkeresi (3/932)

22.11.2001

Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına

Türkiye Büyük Millet Meclisinin 29.6.2001 tarihli ve 721 sayılı kararı uyarınca Diyarbakır, Hakkâri, Şırnak ve Tunceli İllerinde devam etmekte olan olağanüstü halin, 30.11.2001 günü saat 17.00'den geçerli olmak üzere 4 ay süreyle uzatılmasının, Türkiye Büyük Millet Meclisine arzı Bakanlar Kurulunca 6.11.2001 tarihinde kararlaştırılmıştır.

Gereğinin yapılmasını saygılarımla arz ederim.

   Bülent Ecevit

         Başbakan

BAŞKAN - Hükümet?.. Hazır.

Başbakanlık tezkeresi üzerinde, İçtüzüğün 72 nci maddesine göre görüşme açacağım.

Gruplara, hükümete ve şahsı adına iki üyeye söz vereceğim.

Konuşma süreleri, gruplar ve hükümet için 20'şer dakika, şahıslar için 10'ar dakikadır.

Görüşmelerin sonunda tezkereyi oylarınıza sunacağım.

Başbakanlık tezkeresi üzerinde söz alan sayın üyelerin isimlerini okuyorum: Adalet ve Kalkınma Partisi Grubu adına Van Milletvekili Hüseyin Çelik, Anavatan Partisi Grubu adına Eskişehir Milletvekili Yaşar Dedelek, Saadet Partisi Grubu adına Diyarbakır Milletvekili Ömer Vehbi Hatipoğlu ve şahsı adına Sayın Kamer Genç'in şu ana kadar söz istemleri vardır.

İlk söz, Adalet ve Kalkınma Partisi Grubu adına, Van Milletvekili Hüseyin Çelik'e aittir.

Buyurun Sayın Çelik. (AK Parti Grubu sıralarından alkışlar)

AK PARTİ GRUBU ADINA HÜSEYİN ÇELİK (Van) - Sayın Başkan, sayın milletvekilleri; 31 Kasım 2001 tarihinden itibaren olağanüstü hal uygulaması bulunan dört ilde, olağanüstü halin devam edip etmemesiyle ilgili olarak Meclisimize gönderilmiş bir Başbakanlık tezkeresi üzerinde müzakereler yapıyoruz; şahsım ve AK Parti Grubu adına, Yüce Heyetinizi saygılarımla selamlıyorum.

Değerli milletvekilleri, bildiğiniz gibi, 1984 yılından beri, Doğu ve Güneydoğu Bölgemizde çok ciddî bir problem yaşanmaktadır. Aslında, olağanüstü hal uygulaması belki 1987 yılından itibaren uygulanıyor gibi görünse de, haddizatında 1978'den beri bu bölgelerimizde sıkıyönetim uygulaması vardır. Dolayısıyla, aşağı yukarı, 23 yıldır Doğu ve Güneydoğu Bölgesinde fiilî olarak bir olağanüstü hal uygulaması mevcuttur.

Terör ortamından dolayı bu bölgelerimizde, bildiğiniz gibi, bütün taşlar yerinden oynamış, feryatlar figanlar yükselmiştir, efendim yetim kalan çocukların gözyaşları, annelerin feryadı, maalesef, yıllar yılı devam etmiştir.

Değerli milletvekilleri, burada, 30 000-35 000 insanımız kaybedilmiştir. Maddî kayıp, doğrudan harcanan paralar ve dolayısıyla kaybettiklerimizle beraber tahminen 200 milyar dolardır ve telafisi mümkün olmayan manevî kayıplar vardır, kin ve nefret tohumları ekilmiştir, bunların izlerinin silinmesi de uzun yıllar alacak gibi görünmektedir.

Değerli arkadaşlar, şunun bilinmesinde fayda vardır. Dünyanın her yerinde, devletler, müesses nizama karşı başkaldıran, müesses nizama karşı silahlı mücadele içerisinde olan kişi veya kişilere karşı kendilerini savunurlar. Dolayısıyla, şunu söylemek mümkün: Dünyanın hiçbir yerinde, size silahla saldırmaya gelen insanlara siz çiçek buketleriyle elbette karşılık veremezsiniz. Silaha karşı kısa vadede mücadele silahla olur; ancak, silahlı mücadelenin dışında uzun vadede tedbirler vardır. Kısa vadede, güvenlik kuvvetlerine, silahlı kuvvetlere bu işi verirsiniz, onlar silahlı mücadeleyi yaparlar; ancak, sivil inisiyatif, bu ülkeyi idare eden idareciler, bu ülkedeki bilim adamları, bu işe kalıcı çözümler aramaya çalışırlar; ama, üzülerek belirtiyorum ki, bu ülkede doğu ve güneydoğuda terörle mücadele denilince, akla, sadece ve sadece silahlı mücadele gelmiştir ve bu mesele büyük çapta güvenlik kuvvetlerine ihale edilmiştir.

Aramızda olağanüstü hâl bölge valiliği yapmış değerli milletvekillerimiz var. Oradaki uygulamaları onlar çok daha yakından elbette biliyorlar. Bakınız, size bir hesap yapayım. Bunu bir bölge milletvekili olarak, bölgenin sosyoekonomik ve sosyokültürel yapısını iyi bilen bir akademisyen arkadaşınız olarak burada dile getirmek istiyorum. Tekrar belirtiyorum: Bölgede terörle olan mücadele, sadece ve sadece silahlı mücadele olarak bugüne kadar devam etmiştir, bunun ötesinde, bilimsel, ekonomik, sosyolojik, psikolojik, manevî yönden kesinlikle ciddî bir adım atılamamıştır, atılmamıştır.

Değerli milletvekilleri, 200 milyar dolar, 300 katrilyon Türk Lirası eder ve bugüne kadar ölü veya sağ olarak ele geçirilmiş, bertaraf edilmiş, pasifize edilmiş PKK'lı sayısı 29 000-30 000 civarındadır. Bu hesabı özellikle iyi dinlemenizi istirham ediyorum. 30 000 PKK'lı ölü veya sağ bertaraf edilmiştir ve 300 katrilyon Türk Lirası harcanmıştır. 1 PKK'lının bertaraf edilmesinin devlete maliyeti 10 trilyon Türk Lirasıdır. 10 trilyon Türk Lirasıyla bir PKK'lı bertaraf edilmiştir.

Tabiî ki, bu harcanan paralar, elbette, mermi ve barut parası değildir. Bakınız, bu paralar nereye harcanıyor diye sorarsanız: Değerli milletvekilleri, bizim Türkiye Cumhuriyeti Devleti olarak, biliyorsunuz, bütçede görünen millî savunma harcamalarımız millî gelirimizin yüzde 4,5'i gibi görünüyor; ancak, fonlar ve aktarmalar bütçede görülmediği için, haddizatında, bizim millî savunma giderlerimiz yüzde 8,5'tir.

Şimdi, Milliyet Gazetesinden Tevfik Güngör Uras'ın, 24.6.2000 tarihli köşe yazısından, bakın, size bir iki paragraf okuyorum:"Tepemizde üç Skorsky helikopteri belirdi. Önümüzdeki araziye doğru alçalmaya başladı. O sıralarda, jandarma, yolu kesti. Minibüs durdu, merakla jandarmaya sordum 'operasyon mu var' Jandarma 'hayır' dedi. 'Kumandanlar aileleriyle birlikte Ani Harabelerini ziyarete geliyor, yol kapandı, bekleyeceksiniz' dedi." Bu yazarımız, müzeden, oradaki yetkililerden izin aldığı halde, uzun gayretler sonucu Ani Harabelerini ziyaret edememiş; Ağrı Dağına çıkmak istemiş, oraya da gidememiş.

Şimdi, terörle mücadeleye sonuna kadar evet.

Değerli arkadaşlar, biz, AK Parti olarak, her türlü bölücülüğü, her türlü diskriminasyonu, ayırımcılığı şiddetle lanetliyoruz. Teröre karşı, ülke, elbette kendisini savunacaktır, mücadele edilmelidir, bu, neye mal olursa olsun, mücadele yapılmalıdır. Ancak, teröristlerle mücadele ederken bir hukuk devleti, hukuk içerisinde kalmak zorundadır ve hukuk devletinin prensiplerinden dışarı çıkmamak durumundadır. Terörle mücadele eden insanlar, teröristlerin metotlarını kullanamazlar ve suçların kişiselliği prensibini ayaklar altına alamazlar.

Bölgede rastladığımız birçok vahim olay var. İnsanlar, kardeşlerinin, amcalarının çocuklarının veya aynı soy ismi taşıdıkları insanların hatalarından dolayı veya şu veya bu şekilde teröre bulaşmalarından dolayı, çok ciddî şekilde mağdur olabiliyorlar. Bu durumun, hiç olmazsa şimdiden sonra mutlak surette düzeltilmesi gerekiyor.

Değerli arkadaşlarım, bölgede boşaltılmış binlerce yerleşim birimi vardır. Bir ülke, kendi güvenliği için bir köyü, bir ilçeyi, bir vilayeti bile boşaltabilir. Bakınız, hukukta üç tane tabir var: Tehcir, tenkil ve tebid. Şartlarını yerine getirmek kaydıyla, o insanlara karşı tarafta yer göstermek kaydıyla, siz, tehcir ve tenkil yapabilirsiniz, uluslararası hukuk tehcir ve tenkili kabul eder. Ancak, siz insanlara "kardeşim, burayı güvenlik açısından boşalt" diyorsunuz, diyebilirsiniz; ancak, ona, şu veya bu şekilde, mutlak surette başka bir yer göstermek zorundasınız; bu, yapılmamıştır. İnsanlar büyük çapta Akdeniz ve Ege sahillerine göçmüşlerdir ve buradaki yerleşim birimlerinde de çok sağlıksız yapılanmalara sebep olmuşlardır. Yani, Doğu ve Güneydoğuda büyük çapta yapılan tehcir ve tenkil değil, tebiddir ve bu da hukukdışıdır, uluslararası hukuk bunu reddeder.

Bugüne kadar, terörle, askerî operasyonlarla mücadele edildi; bundan sonra ekonomik operasyonlar yapılması lazım. Terörist ile bölgenin sıradan insanını mutlaka birbirinden ayırmak zorundayız. Bu saatten sonra yapılması gereken operasyonlar, bence, şefkat operasyonları olmalıdır. Bu konuda hükümetimizi göreve davet ediyorum.

Değerli arkadaşlar, biz Türk Milleti olarak aslında çoğulcu bir geleneğe sahip bir milletiz. Bizim tarihimize bakın... Bakınız, Osmanlı padişahları dört unvanla yad ediliyorlardı ve Osmanlı padişahları dört unvanı kullanıyorlardı; neydi bu unvanlar: Hakan, sultan, padişah ve kayser-i Rum. Hakan, Türk-Moğol geleneğini temsil ediyordu; sultan, Samî kültürünü temsil ediyordu; padişah, Fars kültürünü temsil ediyordu; kayser-i Rum ile de Osmanlı padişahları, Doğu Roma'nın varisleri olduklarını ortaya koyuyorlardı ve çoğulcu bir anlayış vardı ülkede. Biz bu ülkede Türkün, Kürt'ün, Acemin, Çerkezin, Lazın, Gürcünün, Abazanın barış içerisinde, huzur içerisinde, bu ülkede, bir arada yaşayabilmesi için, Kürt'ün Türke, Türkün Kürte dönüşmesi veya bunların aynılaşması gerekmiyor. Demokrasilerde renklerin birbirine dönüşme mecburiyeti yoktur. Demokrasilerde âdeta gökkuşağı güzelliğinde toplumlar oluşturulur. Bugün, Amerika Birleşik Devletlerinde, üçyüzellinin üzerinde etnik grup vardır; ama, herkes Amerikan olmakla iftihar eder, herkes Amerika Devleti çatısı altında bir araya gelmiştir ve hukukla idare edilmektedir.

Değerli arkadaşlar, bakınız "Avrupalılar bizi bölüyor" diye şikâyet ediyoruz. Başka ne yapacaklardı? Avrupa sizi bölme, bizi bölme işini bugün yapmıyor ki. 19 uncu asırdan itibaren uygulanan bir Balkanizasyon Planı vardır. Balkanizasyon Planının hedefi şudur: Kendileri büyürken, iki Almanya birleşip daha dev Almanya olurken, Avrupa Birliğiyle âdeta devletler karteli, devletler tröstü oluşturulurken, diğer üçüncü dünya ülkelerini lokma lokma, kendi ayakları üzerinde duramayan, cılız ve her an onlara muhtaç ülkecikler haline getirmeye çalışıyorlar. Bu, bugün uygulanan bir politika değil. Burada önemli olan şudur arkadaşlar: Onlar sizi bölmeye çalışabilir, eğer vücut sağlam olursa, o vücuda kolay kolay mikrop giremez; girse de, o vücutta tahribat yapamaz. Eğer, bugün, Avrupalılar bizi bölüyorsa veya bizi bölmeye çalışıyorsa, biz, ülkemizde, onların rahatlıkla cirit atabileceği ortamlar sağlamışız demektir. Biz devlet olarak bu yanlışları yapma lüksüne sahip değiliz arkadaşlar.

Değerli arkadaşlar, terör meselesi incelenirken biz sadece sonuçlar üzerinde duruyoruz, halbuki sebepler üzerinde de durmamız gerekiyor. Başta söyledim, bu ülkede, bir taraftan, güvenlik kuvvetlerimiz silahlı mücadele yaparken, öte yandan, bu ülkenin sosyologları, bu ülkenin siyaset bilimcileri, bu ülkenin kamu yönetimi uzmanları ve bu ülkedeki maneviyatçılar, devlet büyükleri, bu işe, uzun vadede kalıcı bir çözüm bulabilmek için ne yapabileceklerini uzun uzadıya oturup konuşmak zorundadır; fakat, bizim böyle bir yöntemimiz, maalesef, olmadı.

Bakın, yaklaşımı göstermek açısından, 7 Ekim 2000 tarihli Sabah Gazetesinden Can Dündar'ın yazısından bir paragraf okuyorum: "28 Şubat sonrasının sancılı günlerinden biri, dönemin en gözde askerî yetkilisi bir büyük gazeteyi ziyaret ediyor..." Burada isim belirtmiyor; ama, muhtemelen Çevik Bir olabilir. "... gazetenin bütün yazarları komutanı dinlemek üzere davet ediliyorlar, çoğu davete icabet ediyor, birkaçı durumu protesto ediyor gelmiyor. Komutan büyük bir rahatlıkla, köşe yazarlarına, yaptıkları uygulamaları anlatıyor, bunlara destek verilmesi gerektiğini söylüyor, muhalif görüşleri eleştiriyor; bu sırada gazetenin etkili kalemlerinden biri komutanlara şunları söylüyor: 'Paşam, siz Türkiye'nin siyasal ve toplumsal hayatında önemli dönüşümler yaratacak kararlara imza atıyorsunuz; ancak, aldığınız eğitim itibarıyle, olaylara, ister istemez askerî bir gözlükle bakıyorsunuz; acaba, bu kararları alırken bir de güvendiğiniz sosyologlara danışsanız iyi olmaz mı?' Bu öneri karşısında komutanın kaşları çatılıyor, verdiği yanıt daha sonra kulaktan kulağa her tarafa yayılarak kulaklara küpe oluyor. Verdiği yanıt şu: Bizim sosyologlara filan ihtiyacımız yok, Atatürk, bize, gidilecek yolu göstermiştir, biz o hedefe kilitlenir kararlılıkla oraya doğru yürürüz, sosyologlar bizim kafamızı karıştırır."

Değerli arkadaşlarım, bakınız, bendenizin bizzat organize ettiği, Van'da bir panel yapıldı. Orta Doğu Teknik Üniversitesinde "İletişim Topluluğu" diye bir topluluk var, bunlarla birlikte Sayın Sami Selçuk, Sayın Ertuğrul Günay, Sayın Recep Yazıcıoğlu, Sayın Prof. Dr. Atilla Yayla, Gazeteci Ahmet İnsel, Abbas Güçlü ve daha birçok insanın katıldığı, Helsinki Zirvesi sürecinde Avrupa Birliliği-Türkiye ilişkilerinin konuşulduğu bir seri panel yapıldı ve bu panel çerçevesinde alt başlıklarından birisi de doğu ve güneydoğu meselesiydi. Tam panel başlayacağı sırada sivil giyimli bir polis memuru elinde bir cep telefonuyla salona şiddetle daldı, girdi içeriye, Prof. Atilla Yayla'yı rektör zannetmiş olacak "sayın rektörüm, sayın valim sizinle görüşmek istiyor" dedi. Atilla Bey "ben sayın rektör değilim; sonra, panel başladı sonra görüşürsünüz" dedi; dışarıya çıktı, biraz sonra tekrar içeri girdi "sayın milletvekilim, Sayın Valimiz sizinle görüşmek istiyor" dedi; dışarıya çıktım, Sayın Valiyle telefonla görüşüyorum, Sayın Valinin bana dediği şey şu: "Hüseyin Bey, kusura bakmayın Sayın Milletvekilim, burası olağanüstü hal bölgesidir; ben, bu konuları burada konuşmanıza müsaade edemem." Şimdi, bu kepazeliği düşünebiliyor musunuz değerli arkadaşlarım! Doğu ve güneydoğu meselesi bizim problemimizdir, biz konuşmadığımız için, biz tabu haline getirdiğimiz için, biz problemleri ertelediğimiz için, swap yaptığımız için ne oluyor; bizim yerimize, Fogg konuşuyor, Roth konuşuyor, Koh konuşuyor; bizim yerimize yabancılar konuşuyor.

MEHMET TELEK (Afyon) - Aynı lisanı konuşuyorlar; doğru...

HÜSEYİN ÇELİK (Devamla) - Dolayısıyla, onlar, bizim yerimize bunları konuşuyor! Değerli arkadaşlar, biz, bu meselelerimizi, bütün çıplaklığıyla konuşmak zorundayız.

Şimdi, bu hükümet, programında, doğu ve güneydoğuyla ilgili olarak, terör sonrasında, bazı vaatlerde bulundu ve bazı şeyler yapacağını söyledi. Ben, müsaadenizle bunları okumak istiyorum, bunlardan yüzde kaçının gerçekleştirildiğini de sizlere sormak istiyorum.

Bakınız, hükümetin programından okuyorum: "Güneydoğu ve Doğu Anadolu'nun geri kalmışlığı, ekonomik ve sosyal önlemlerle çözülecektir. İşsizliği ve yoksulluğu önleyici üretken yatırımlar hızlandırılıp desteklenecektir. Altyapı eksiklikleri, yap-işlet-devret yönteminden de yararlanılarak giderilecektir. Eğitim ve sağlık alanındaki boşluklar en kısa zamanda doldurulacaktır. Doğu ve güneydoğu ekonomisinin temelini oluşturan; ancak, gerek terör gerekse uygulanan bazı politikalar yüzünden gerilemiş olan hayvancılığın yeniden canlandırılması için başlatılan çalışmalar hızlandırılarak sürdürülecektir." Köye dönüş projelerinden tutun da kaliteli, kalifiye elemanlar gönderilmesine kadar, hükümetin, daha bir yığın vaadi var.

Arkadaşlar, bakınız, 2000 yılı mayıs ayından itibaren, Millî Güvenlik Kurulunun tavsiyesiyle doğu ve güneydoğuda 107 maddeden oluşan -ki, biz, bunu da basından öğrendik- bir "Doğu ve Güneydoğu Eylem Planı" devreye girdi.

Şimdi, ben, bir yazılı soru önergesiyle Sayın Başbakana sordum, dedim ki: "Bir bölge milletvekili olarak ben merak ediyorum, bu 107 maddelik Doğu ve Güneydoğu Eylem Planında ne var? Bir milletvekili olarak, bunun uygulanmasında, biz de size yardımcı olmak istiyoruz dedim. Sayın Bahçeli'nin imzasıyla bana cevap verildi; bu 107 maddenin tek maddesi bile yok. Burada, bakanlık yapmış sayın bakanlarımız var. Soruyorum size: Bunun 7 maddesini, çıkıp, sayacak kimse var mı içinizde?!

Şimdi, arkadaşlar, bu şekilde meseleyi çözemeyiz . Bakınız, başta söyledim; her türlü bölücülüğü lanetliyoruz. Bu ülkede, Hakkârililerin İstanbul'a pasaportla gitmek istediğini, Vanlıların Antalya'ya gümrükten geçerek gitmek istediğini hiç zannetmiyorum. Ha, bu ülkede bölücüler var mıdır; vardır. Bu bölücüler, bir azınlıktır. Ancak, değerli arkadaşlarım, bakınız, toprak bölünmesinden daha tehlikeli olan bir şey var. Bu ülkede toprak falan bölünmez. Toprak bölünmesinden daha tehlikeli olan şey, gönüllerdeki ve kafalardaki bölünmedir. Biz, bunun önüne geçmek zorundayız.

Şimdi -zamanım daraldığı için- değerli arkadaşlarım, muhtelif tarihlerde -1997 yılında- dönemin Başbakan Yardımcısı Sayın Bülent Ecevit, bakınız, 13.8.1997 tarihli Milliyet Gazetesinde diyor ki: "Bu sene içerisinde, olağanüstü hal kesinlikle kaldırılacaktır." 1997; aradan dört yıl geçti. Geçiyorum, öte yandan, bakınız, 28.7.1999 tarihli, yine, Sabah Gazetesinde Sayın Yılmaz diyor ki; bakın, aynen ifade şu: "Buna, artık, olağanüstü denmez; artık, olağan hale gelmiş demektir. Bu tedbirler, artık savunulamaz hale gelmiştir. Terörle mücadelenin gereklerini gözden kaçırmadan, olağanüstü hal uygulanan bölgelerde, yönetimin ve hayatın normalleştirilmesi, sosyal ve ekonomik tedbirlerin alınması zamanı gelmiştir. Eğer, ayrılıkçı terörü Türkiye'nin ufkundan silmek istiyorsak..." Bakın, Sayın Yılmaz, bunu 1999'da söylüyor. Şimdi, biz, kaçıncı keredir uzatıyoruz olağanüstü hali; tam 44 üncü seferdir, eğer uzatılırsa, uzatacağız.

Değerli arkadaşlarım, bakınız, ben, daha 14 Eylülde bizim bölgemizde yaşanmış trajik bir olayı gündeminize getirmek istiyorum. Şırnak'a bağlı Beytüşşebap İlçesinin bir mezraından, mezraları boşaltıldığı için gelip Van'a yerleşen iki vatandaş -birisi 60 yaşında, birisi 48 yaşında- acaba bizim oradaki topraklarımız, evimiz, barkımız ne oldu merakıyla köylerine gidiyorlar ve bu insanlar, orada öldürülüyorlar. Şimdi, bunları kim öldürdü? İddiaya göre, savcılıklara göre ve oradaki bazı güvenlik güçleriyle yapılan yazışmalar var burada, güvenlik kuvvetlerinin, terörist zannederek öldürdüğü ifade ediliyor.

Şimdi, bakınız; 19.9.2001 tarihinde Cumhuriyet Başsavcılığına, arkasından, Şırnak Tugay Komutanlığına, Şırnak Valiliğine, Şırnak Cumhuriyet Savcılığına, İnsan Hakları Derneğine, Türkiye Büyük Millet Meclisi İnsan Hakları Komisyonuna...

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN - Sayın Çelik, 2 dakika içerisinde toparlayınız.

HÜSEYİN ÇELİK (Devamla)- Bakınız, Anavatan Partisinden bir milletvekili arkadaşımız, bunu, Sayın Bakana yazılı olarak bildirdi; bu insanlar bana geldiler, ben, Sayın Bakana telefon açtım, yazılı not verdim, "Sayın Bakanım, bu, neyin nesidir; bu insanların akrabaları öldürülmüş; ama, bunun cenazesini bir türlü alamıyorlar" dedim. O gün bugün, hâlâ, bu cenazeler alınabilmiş değil. Sayın Bakan "inceleteyim" dedi; bana herhangi bir bilgi vermedi. Ben, Sayın Bakanı tekrar aradım "efendim orası jandarma bölgesi olmadığı için bir şey yapamıyoruz"demeye getirdi.

Sayın Bakanım, bu ülkenin iç güvenliğinden siz sorumlusunuz, benim muhatabım sizsiniz. Bakınız, hâlâ bir cevap alabilmiş değilim, Sayın Bakanımla bir hafta önce görüştüm, bana tekrar bilgi yazacağını söyledi. Zannediyorum, Sayın Bakanım, bu bilgiyi, bana göndereceği cevabı bir güvercinin ayağına bağladı, onu da herhalde avcılar vurdu, dolayısıyla, o cevap hâlâ  ulaşabilmiş değil. Şırnak Valisini aradım, Şırnak Valisi, bana halâ cevap gönderecek !..

Değerli arkadaşlarım, dediğim gibi, biz, terörist ile sıradan bir vatandaşı birbirinden ayırmadığımız sürece oradaki insanların gönlünü kazanamayız. Bizim hedef kitlemiz... Şimdi, bölücülüğü kronik hale getirmiş olan yüzde 2'lik insan, devletin hedefi olmamalı; yüzde 98 vatandaşın gönlünü uygulamalarımızla, şefkatle, oradaki ekonomik operasyonlarla mutlak surette kazanmak zorundayız.

Değerli arkadaşlarım, AK Parti olarak, bizim bu konuda çok ciddî düşüncelerimiz vardır. Bakınız, programımızda biz -zamanım olmadığı için ifade edemiyorum- buna "Doğu ve Güneydoğu" başlığıyla özel bir yer ayırdık. Doğu ve güneydoğu meselesini sadece, bir asayiş ve güvenlik problemi olarak düşünemeyiz. Ben, orada şehit olmuş insanlara, Allah'tan rahmet, kederli ailelerine başsağlığı ve sabırlar diliyorum ve bütün yetkilileri, etkili insanları da bu konu üzerinde, her türlü peşin hükümden uzak olarak, bir kere, bin kere daha düşünmeye davet ediyorum. Hükümet, terör sonrası yapması gerekenlerin yüzde 1'ini bile yapmamıştır. Biz, AK Parti olarak, bunun aleyhinde oy kullanacağız.

Yüce Heyeti saygıyla selamlıyorum. (AK Parti, DYP, ANAP ve SP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN - Teşekkür ederiz Sayın Çelik.

Anavatan Partisi Grubu adına, Eskişehir Milletvekili Sayın Yaşar Dedelek; buyurun. (ANAP sıralarından alkışlar)

ANAP GRUBU ADINA İBRAHİM YAŞAR DEDELEK (Eskişehir) - Sayın Başkan, Yüce Meclisimizin değerli milletvekilleri; olağanüstü halin, Diyarbakır, Şırnak, Hakkâri ve Tunceli İllerinde dört ay daha uzatılmasına ilişkin Başbakanlık tezkeresi üzerinde, Anavatan Partisi Grubunun görüşlerini Yüce Meclisimize sunmak üzere söz almış bulunuyorum; sözlerime başlamadan önce, Yüce Meclisimizi en derin saygılarımla selamlarım.

Değerli milletvekilleri, bilindiği gibi, Güneydoğu ve Doğu Anadolu Bölgelerimizdeki olağanüstü hal bölgesi içinde kalan yerler, 1978 yılından 1987 yılına kadar sıkıyönetimle, 1987'den günümüze kadar, dört ayda bir uzatılan olağanüstü hal rejimiyle yönetilmektedir.

Yirmiüç yıldır olağanüstü halin bu bölgede yer almasına neden olan olay, karşımıza bir içterör olayı olarak çıkmaktadır. Yani, bölge halkı, bu içterör olayı nedeniyle yıllardır olağanüstü durum yaşamaktadır. Yıllardır süren bu terör, binlerce insanımızın ölümüne neden olduğu gibi, bölgenin de ekonomik açıdan ilerlemesine engel teşkil eden bir olay olarak gelişmiştir. İşte, yıllardır yaşadığımız bu terör olayının gerçek amacı, Türkiye Cumhuriyeti Devletini zayıf düşürmek, asırlardır bir arada yaşayan insanlarımızın birlik ve beraberliğini bozmak; böylece, güçlü bir Türkiye'nin yaratılmasının önüne geçmektir.

PKK terörü, başlangıcından günümüze kadar 30 000 insanımızın hayatına mal olmuş, bölgenin ve bölge halkının ekonomik ve sosyal kalkınması için harcanması gereken ödenekler, maalesef, terör olaylarına harcanmıştır.

PKK terörü, bölgede asla başarılı olamamış ve terör, amacına ulaşamamış; ancak, PKK terörünün asıl tahribatı, bu bölgede yaşayan insanlarımıza olmuştur. PKK teröründen en çok zarar gören insan, o bölgenin insanıdır; yani, bu bölgede birlik ve beraberliği sağlama uğruna hayatını veren, bayrağımızı yere düşürmeyen, devletin varlığını savunan, devletinden kopmayan bölge insanı en büyük zararı görmüştür.

Anadolu'da, özellikle Osmanlı ve cumhuriyet tarihini incelediğimizde, bu bölgede, ekonomiye, devletin birlik ve beraberliğine darbe vuracak nitelikte pek çok terör olayına tanık oluyoruz. Yine, bu olayların büyük bir bölümü, yurtdışındaki birtakım güçler tarafından tahrik edilen ve organize edilen birtakım olaylar olarak karşımıza çıkıyor.

Nitekim, Güneydoğu Anadolu'da, aşağı yukarı yirmiüç yıl önce başlayan PKK terörü, çok manidardır ki, yaş itibariyle GAP'ın başlangıcıyla eşittir; yani, GAP'ın yatırım olarak projesinin başlamasıyla, tatbikatının, uygulamasının başlamasıyla birlikte PKK terörü de başlamıştır.

Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; GAP, Güneydoğu Anadolu Bölgesine ekonomik güç verecek, bölge halkının ekonomik ve sosyal düzeyini yükseltecek, bölge halkının geri kalmışlık zincirini kıracak, bölge halkının devletle bağlarını daha sağlamlaştıracak büyük bir projedir. Bu projenin başlangıcından günümüze kadar, bu projenin tatbikatında, önümüze pek çok engeller konulmuştur. Pek çok uluslararası finans kuruluşu, bu projeye kredi vermemiş, bu anlamda bu büyük projenin gerçekleşmesini önlemeye çalışmışlardır.

Her türlü engellemeler ve güçlüklere rağmen, Türkiye Cumhuriyeti Devleti, bu projeyi içkaynaklarla yapmaya devam etmiştir. Bu dışkaynaklı şer güçler, GAP'ın hayata geçmesiyle birlikte, güneydoğu halkının Türkiye'yle tam olarak bütünleşeceği ve Türkiye'nin tüm bölgelerinin arasında  ekonomik ve sosyal dengelerin sağlanacağı endişesinden hareketle, terör düğmesine basmışlardır. Türkiye'nin tüm bölgeleriyle eşit ve dengeli kalkınmasını istemeyenler, güneydoğu bölgesinde doğal potansiyellerin ortaya çıkarılıp değerlendirilmesini istemeyenler, bölgenin ekonomik açıdan gelişerek zenginleşmesini arzu etmeyenler, bu teröre açık ve kapalı olarak destek vermişlerdir.

Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; yıllardır süren bu terör belası nedeniyle, bölge halkı, köyünü ve ekip biçtiği tarlasını terk etmek zorunda kalmıştır. Köylerini terk ederek şehir merkezlerine gelen bu insanlar, işsiz, güçsüz ve çaresiz durumdadır. Bir anda nüfusunu göç nedeniyle katlayan şehirlerde yaşam şartları zorlaşmış, yeterli yerel hizmetler verilemez hale gelmiştir. Yine, terör nedeniyle köylerden şehirlere olan göçler neticesinde, bölgede hayvancılık, tarım, turizm ve el sanatları gibi gelir getirici sektörlerin gerilemesi ve hatta bazı bölgelerde çökmesi, Türk ekonomisine de ağır bir fatura getirmiştir. Bu nedenle, köyden şehirlere göç eden insanlarımızın köylerine geri dönmesini sağlayacak olan köye dönüş projesinin hızlandırılması, bölgeye huzur ve güven getirecektir.

Yine, bölgeye gelir sağlayan sınır ticaretinin yeni bir düzenlemeyle artırılmasında fayda vardır. Bu konuda istismar varsa, yasadışı eylemler varsa bunların düzeltilip gerekli tedbirlerin alınması, gelir artırıcı bu sınır ticaretinin mutlaka sağlanması, bölgeye rahatlama getirecektir düşüncesindeyiz.

Hayvancılık, bölge halkı için yıllardır büyük bir gelir kaynağı olmuştur. Terör öncesi, bölge, hayvancılıkta hem Türkiye'ye hem de komşu ülkelere yetecek durumdayken, terör olayları nedeniyle hayvancılıkta gerileme olmuştur. Şimdi ise, komşu ülkelerden kesilmiş veya canlı hayvan ülkemize kaçak olarak girmektedir. Hükümetimizin hayvancılığı geliştirme amacıyla aldığı tedbirleri takdirle karşılıyoruz ve hayvancılığın geliştirilmesinde ve artırılmasında yeni destek ve teşviklerini ayrıca bekliyoruz.

Değerli arkadaşlar, terörün ana nedeni geri kalmışlıktır. Güneydoğu ve Doğu Anadolu'daki geri kalmışlığı, alınacak ekonomik ve sosyal önlemler ortadan kaldıracaktır. İşsizliği ve yoksulluğu önleyecek istihdama yönelik yapılacak yatırımlar, geri kalmışlığı ortadan kaldıracak önlemlerdir. Yine, eğitim ve sağlık hizmetlerinin artırılması ve geliştirilmesi geri kalmışlığı ortadan kaldıracak en önemli hizmet olarak görülmektedir. Altyapı eksikliklerinin hızla tamamlanması, bölge halkının sosyal aktivitesini artıracak, gençlere önem verecek yatırımlara ağırlık verilmesi geri kalmışlığı büyük ölçüde kıracaktır.

Türkiye, yıllardır, iç terörle büyük bir mücadele vermiş ve bu mücadelede başarılı olmuştur. Herkes tarafından bilindiği gibi, terörün silahlı bölümü, son yıllarda yapılan büyük bir mücadeleyle asgarîye indirilmiş, başta bölücü başı Abdullah Öcalan olmak üzere, diğer teröristler yakalanarak hak ettikleri cezalara çarptırılmışlardır. Bu başarılar nedeniyle, devlete olan güven bölgede hızla çoğalmakta ve devlete olan bağlılık artmaktadır. Devlete güvenin ve bağlılığın arttığı bu ortamda, hükümetimize düşen çok önemli görevler bulunmaktadır. Hükümetimiz de, üzerine düşen bu sorumluluğun bilinci içerisinde gereken yatırımları yapmakta ve güven artırıcı önlemleri almaktadır. Başlangıcında 10 ilde uygulanan olağanüstü halin zaman içerisinde 4 ile inmesi, hükümetlerimizin, silahlı kuvvetlerimizin ve güvenlik güçlerimizin bir başarısıdır. Bu çerçevede alınan etkin önlemler ve güvenlik güçlerimizin yapmış olduğu başarılı operasyonlar neticesinde, iç ve dış odakların yoğun bir biçimde desteklediği bölücü terör etkinliğini yitirmiş ve giderek yok olma sürecine girmiştir. Ancak, bütün bu çabalara rağmen, bölücü terörün tamamen yok olduğunu düşünmemiz yanıltıcı olur. Zaman zaman yapılan terörist eylemler ve bölgede sağlanan huzur ve güven ortamını bozmaya yönelik çabalar vardır. PKK, bu huzur ve güven ortamını bozmaya dönük eylemlerin arayışı ve planı içerisindedir.

Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; hepimizin bu konudaki temennisi, ülkemizin bu bölgesinde yıllardır yaşanan terörün tamamen yok olması, bölgeye huzur ve güvenin bir an önce gelmesi, yaratılacak huzur ve güven ortamı ile olağanüstü hal uygulamasının tamamen kalkmasıdır. Bölgede terörle mücadele için ilan edilmiş ve toplam 10 ilden 4 ile indirilen olağanüstü hal uygulamasının da devletimizin terörle mücadelede kararlılığı sonucunda kısa bir zamanda kaldırılacağına inancımız tamdır. Ancak, şu anda bölgedeki huzur ve güven ortamının devamını sağlamak amacıyla alınması zorunlu olan yasal ve idarî tedbirlerin tamamlanması, bölgeye dönük ekonomik ve sosyal önlemlerin yürütülebilmesi için, 4 ilde uygulanmakta olan olağanüstü halin bir süre daha uzatılmasının uygun olacağını düşünüyoruz.

Bu nedenle, olağanüstü halin dört ay uzatılmasıyla ilgili Başbakanlık tezkeresine, Anavatan Partisi Grubu adına kabul oyu vereceğimizi ifade ediyor, Yüce Meclise en derin saygılarımı, hürmetlerimi sunuyorum. (ANAP, DSP ve MHP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN - Teşekkür ederiz Sayın Dedelek.

Saadet Partisi Grubu adına, Diyarbakır Milletvekili Ömer Vehbi Hatipoğlu; buyurun. (SP sıralarından alkışlar)

Süreniz 20 dakika.

SP GRUBU ADINA ÖMER VEHBİ HATİPOĞLU (Diyarbakır) - Sayın Başkan, değerli milletvekilleri, olağanüstü halin 4 ilde dört ay daha uzatılmasına ilişkin Başbakanlık tezkeresi üzerinde Saadet Partisinin görüşlerini arz etmek üzere huzurunuza gelmiş bulunuyorum; şahsım ve partim adına hepinizi saygıyla selamlıyorum.

Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; dört ayda bir olağanüstü hal uygulamasının uzatılmasına ilişkin müzakereleri yapmak artık Meclisimizin rutin işleri arasına girdi, âdeta, otomatiğe bağlanmış vaziyette. Olağanüstü hal uygulamasının dört ayının bitimine yakın bir tarihte toplanan Millî Güvenlik Kurulu hükümete tavsiye kararında bulunuyor, hükümet, lütfedip, kürsüye gelip, bunun gerekçesini dahi izah etme ihtiyacını hissetmiyor -bugün olduğu gibi- Meclis oturuyor, muhalefet partileri olağanüstü halin uzatılmasının doğru olmayacağı şeklinde görüş beyan ediyorlar -bazı muhalefet partileri tabiî- iktidar partisi mensupları da, gönülsüz de olsalar, olağanüstü halin uzamasının gerekli olduğunu beyan ediyorlar, çoğu kez de kürsüye gelip konuşmuyorlar; kabul edenler, etmeyenler; eller kalkıp iniyor ve olağanüstü hal uygulaması sürgit devam ediyor.

Değerli milletvekilleri, olağanüstü hal uygulaması devam ediyor diyoruz; ama, ortada bir gerçek var; o da şu: Türkiye'nin ayrılmaz bir parçası olduğunu ifade buyurduğumuz, her vesileyle dile getirdiğimiz, ülkemizin, bu cennet vatanımızın bir parçasında, bir bölümünde, tam yirmiüç yıldan beri, olağandışı bir rejim uygulanıyor.

Biraz önce Sayın Dedelek ifade buyurdu burada, 1978'de sıkıyönetim ilan etmişiz, Türkiye'nin birçok ilinde, hemen hemen her tarafta, bu sıkıyönetim uygulaması 1987'ye kadar sürmüş, sıkıyönetim kalkmış, bölgede olağanüstü hale geçmişiz 1987'de ve bugün, şimdi 2001 yılını bitiriyoruz, hâlâ, 2002 yılına sarkacak bir olağanüstü hal uygulaması için burada oylama yapacağız; yani, yirmiüç yıldır, bu bölgede, olağandışı bir rejim uygulanıyor demektir. Bunun anlamı ne; bunun anlamı, bu bölgede yaşayan 23 yaşındaki bir delikanlı, olağan bir rejim nedir, demokratik bir ülkede yaşamanın nimetleri nelerdir, bir hukuk devletinin vatandaşı olmanın nimetleri nelerdir, bunlardan haberdar değil; daha da ileri gidelim, temel hak ve özgürlüklerinden yararlanamıyor, özgür ve demokratik bir hukuk devletinde yaşamanın ne demek olduğunu da bilmiyor. Şimdi, hiçbirimizin, elbette, bu tabloyu onaylamamız beklenemez.

Değerli milletvekilleri, mensubu bulunduğum siyasî parti grupları, her defasında, olağanüstü hal uygulamasına karşı çıkmıştır. Bugün de aynı görüşümüzü muhafaza ediyoruz, bizim bu konudaki fikirlerimiz değişmedi; niçin değişmediğini de biraz sonra arz edeceğim.

Bakınız, sayın milletvekilleri, olağanüstü hal uygulamasının görüşüldüğü şu Meclis zabıtlarını alıp incelediğinizde, orada çok değişik tablolarla karşılaşırsınız; ben, bütün arkadaşlarıma tavsiye ediyorum. Partilerin, muhalefette iken olağanüstü hale nasıl karşı çıktıklarını, hangi şiddetli sözcüklerle buna karşı çıktıklarını; fakat, iktidar sıralarına taşınınca da, olağanüstü halin ne kadar müdafii kesildiklerini ibretle müşahede etmeniz mümkün. Yine göreceksiniz ki, bu görüşmeler esnasında, parti temsilcileri, sözcüleri, her seferinde olağanüstü hal uygulamasının terörle mücadelenin ilacı olmadığını ifade etmişlerdir; birçok parti temsilcisi bunu söylemiştir. Üstelik, olağanüstü hal uygulamalarının, devlet-millet kaynaşmasına yaptığı zararlı etki nedeniyle, kimi zaman terörü azdırdığı ifade edilmiştir.

Sayın milletvekilleri, eğer olağanüstü hal valileri kendi yetkilerini kullanacak olurlarsa, bölge çekilmez bir hal alır. Şimdi, izninizle, olağanüstü hal yönetiminde hangi haklar kısıtlanıyor; bu bölgemizde yaşayan insanlarımızın temel hak ve özgürlüklerinden hangileri kısıtlanabiliyor, bunlara kısaca değinmek istiyorum. Sokağa çıkma yasağı, kişilerin belli yerlerde veya belli saatlerdeki dolaşımlarını, toplanmalarını ve araçların seyirlerini yasaklamak; kişilerin üstünü, araçlarını, eşyalarını aratmak ve bulunacak suç eşyası ve delil niteliğinde olanlara el koymak. Olağanüstü hal ilan edilen bölge sakinleri ile bu bölgeye hariçten gelecek kişiler için kimlik belirleyici belge taşıma mecburiyetini koymak. Gazete, dergi, broşür, kitap, el ve duvar ilanı ve benzerlerinin basılmasını, çoğaltılmasını, yayımlanması ve dağıtılmasını, bunlardan, olağanüstü hal bölgesi dışında basılmış veya çoğaltılmış olanların bölgeye sokulmasını, dağıtılmasını diye devam eder. Uzun bir listedir, zamanınızı bununla geçirecek değilim. Eğer, olağanüstü hal bölge valileri, yasanın kendilerine verdiği bu yetkiyi kullanmaya kalkışsınlar, o bölge, bir açık hapishaneye, cezaevine dönüşür.

Peki, bu olağanüstü hal uygulamasıyla, biz ne yapmışız; acaba, olağanüstü hali uygularken, terör örgütünü çok fazla zorlamışız, terörle mücadelede olağanüstü hal uygulaması çok mu fayda temin etmiş; biraz da bu konuya değinmek gerekir.

Değerli arkadaşlarım, eğer, olağanüstü hal terörün ilacı olsaydı, bugün, bunun 44 üncü kez uzatılmasını burada müzakere ediyor olmazdık. Herhalde, terörle mücadelede etkin bir ilaç olsaydı, bu uygulama 44 kez uzatılmazdı; yirmiüç yıldır, bu rejim, o bölgede uygulanmazdı. Peki, ne olmuştur, ben size bir-iki misal vereyim. Olağanüstü hal uygulaması ne olmuştur; masum vatandaşı tedirgin etmiştir; çünkü, yolda otobüslerinden indirilip, bütün üstü aranan, 100 kilometrelik bir yolda en az 3-4 defa aramaya muhatap olan masum vatandaştır, terörist değildir. Teröristler, otobüslerle filan seyahat etmiyor. Olağanüstü Hal Bölge Valiliği yapan insanlar var aramızda. Sayın Bakanımız şu anda beni dinliyor, lütfedip, burada ifade buyursunlar; bugüne kadar, bu tür aramalarda ele geçirdiğiniz kaç terörist veya sempatizan var, buyurun, burada açıklayınız. Yani, karayolu üzerindeki aramalarda ele geçirilen, tutuklanan terörist var mıdır?

Bakınız, Saadet Partisi Türkiye Büyük Millet Meclisi Grubu olarak, üç hafta önce, Muhterem Genel Başkanımızın başkanlığında, Doğu ve Güneydoğu Anadolu illerinin tamamını gezdik. Van, Bitlis, Adıyaman, Maraş, Urfa, Sayın Genel Başkanımın başkanlığındaki heyetler tarafından gezildi. Ayrıca, bir başka grup arkadaşımız, milletvekillerimiz, Diyarbakır, Batman, Siirt, Mardin, Şırnak'ı gezdik. Orada memnuniyetle müşahede ettik ki, gece ve gündüz bölgede dolaşmak mümkün; yani, özellikle şehir merkezlerinde can güvenliği, huzur ve asayiş büyük oranda tesis edilmiş. Ee, hal böyle ise neden olağanüstü hal uygulamasını devam ettireceğiz?

Ama, başka bir şey daha gördük. Van ile Tatvan arasında bir karakol var, Balaban karakolu. Van'dan veya Tatvan'dan gelen otobüsler bu Balaban karakoluna çekiliyor, otobüsteki insanlar dışındaki bütün eşyalar da alınıyor, âdeta başka bir ülkenin gümrüğünden geçiyormuşçasına tek tek aranıyor ve bu, her gün rutin olarak devam ediyor. Şimdi, bunu teröriste karşı uyguluyorsanız, sizin bu rutin aramanızdan teröristin haberi var demektir ve herhalde o arabalarda silah filan taşımaz. Zaman zaman yapsanız neyse, bunun bir caydırıcılık tarafı var diyeceğim; ama, her gün aynı şey, aynı noktalarda gerçekleştiriliyor.

Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; elbette ki, Türkiye, olağanüstü hal uygulamasına, bu rejimi uygulamaya durup dururken karar vermedi. Önce, onu da ortaya koyalım. Türkiye Cumhuriyeti Devleti, tarihinin en büyük terörist eylemiyle karşı karşıya bulundu; ama, bu terör eylemlerinden en büyük zararı da o bölge halkı gördü. Binlerce köy boşaldı, boşaltıldı, yakıldı, yıkıldı, meralar yakıldı, hayvancılık sektörü öldü, tarım tamamen iflas etti ve yakılan, yıkılan o köylerden göç etmek zorunda kalan vatandaşlarımız, yüzbinlerce insan, büyük şehirlerin, büyük ilçelerin varoşlarına geldiler ve oraları birer sefalet yuvası haline döndü.

Şimdi, Allah'a hamdolsun, asayiş nispeten temin edilmiştir, güvenlik nispeten temin edilmiştir. Bizim burada yapmamız gereken şey, olağanüstü hal uygulamasını dört ay daha uzatalım mı, hangi illerde uzatalım; bu tartışmayı bir tarafa bırakıp, biz, yirmiüç yıldan beri, doğal afetten de daha büyük afetle sarsılan, büyük sıkıntılara muhatap olan bu bölgeyi, yeniden, nasıl restore ederiz; bu bölge insanını, ekonomisini, sosyal yaşantısını, hatta siyasal yaşamını, Türkiye'nin diğer bölgeleriyle, Türkiye'nin bütünüyle nasıl yeniden entegre edebiliriz?.. Bizim, burada, müzakere etmemiz gereken bu; Türkiye Büyük Millet Meclisinin görevi bu. Siz bu görevi yapmazsanız, Türkiye Büyük Millet Meclisi bu görevi yapmazsa, kimi kurum ve kuruluşlar, sizi, töhmet altında bırakırlar; kurum ve kuruluşlar derler ki "Millî Güvenlik Kuruluna taşınır bu konu." Bir gazetenin yazdığı gibi, denilir ki "Devletin güvenlik güçleri, terörle mücadelede başarılı olmuştur; ama, siyaset kurumu üzerine düşen görevi yapmadığı için, ekonomik, sosyal ve siyasal önlemleri almadığı için, terörün, yeniden, daha güçlü bir şekilde veya daha değişik boyutlarda azma tehlikesi var." O zaman, bizim görevimiz, kurum ve kuruluşların davetini filan beklemeden, Türkiye Büyük Millet Meclisi olarak, oturup, bu soruna, hakça, adil çözümler üretebilmemizdir; bu, bizim sorumluluğumuz altındadır; bunu, biz yapacağız, başkasının bizim adımıza yapması da mümkün değildir.

Bunu yaparken, elbette ki, alınması gereken önlemler vardır. Ben, bunların üzerinde daha fazla duruyorum. Bakınız değerli arkadaşlarım, Türkiye, bir şeytan üçgeninin ortasında duruyor; bu doğru. Türkiye'nin düşmanları çok; elbette, bu da doğru. Bu ülkeyi, geçmişte, sağ - sol çatışmalarıyla bölmek istediler, beceremediler; Alevi - Sünni kavgası çıkarmak istediler, beceremediler; bir Kürt sorunuyla bu ülkeyi bölmek istediler; bunu da beceremediler. Becermeleri mümkün değil; Allah'ın izniyle de, bu ülkeyi bölmek, kimsenin babasının haddine değildir, kimsenin de gücü buna yetmez. Yetmez; ama, bölünme fobisine kapılıp, temel hak ve özgürlükleri kısıtlamak, antidemokratik uygulamalara evet demek, bir hukuk devletinde olmaması gereken şeylere göz yummak, aslında, bölünmeye giden yolu aralamak demektir, açmak demektir. Ben, burayı, dikkatlerinize sunmak istiyorum.

Peki, ne yapmalıyız: Biz, 2000'li yıllara, sırtımızda güneydoğu kamburuyla giremeyiz, yıldız ülke olamayız, dünyanın alkışladığı ülke olamayız; bu sorunu çözmek durumundayız. Nasıl çözeceğiz; biraz önce, ben, üç kelimeyle arz ettim; bölgenin ekonomisini, sosyal yaşamını, Türkiye'nin diğer bölgeleriyle entegre edeceğiz, yani, bölgenin kalkınmasını sağlayacağız.

Değerli milletvekilleri, ben, 1996 yılında, dönemin İçişleri Bakanına bir soru önergesi vermiştim; bugüne kadar ölü veya yaralı olarak yakalanan terör örgütü mensuplarının eğitim durumlarını sormuştum. Gelen tablo, gerçekten, dikkate şayandır. Cudi veya Gabar Dağlarında askerle silahlı çatışmaya girişip ölen terörist, başka yerde değil, bu ülkenin okullarında büyüdü, yetişti, eğitildi. O zaman, bizim dönüp, kendi kendimize şu soruyu sormamız lazım: Biz, acaba, nasıl bir eğitim sistemi uyguluyoruz da, okullarımızdan, cumhuriyet okullarından, mekteplerinden, cumhuriyeti yıkmak için silaha sarılan insanlar yetiştiriyoruz? Bu soruyu, hepimizin, birinci planda, kendi kendimize sormamız gerekir.

Peki, terör örgütüne katılmış olan vergi mükellefi var mıdır; bu soruyu da soralım kendi kendimize. Göreceğiz ki, terör örgütüne katılan, militanlığını yapan vergi mükellefi vatandaşımız yoktur veya varsa, çok çok az sayıdadır. O halde, bu sorunun da çözümü ortadadır. Bu soruna üç ayaklı bir çözüm öneriyoruz. Bakın; önce, bölge kalkınmasını sağlayacaksınız. Bu bölgede yaşayan insanı, aş, iş, meslek ve mesken sahibi kılacaksınız. Ancak bu tarzda "bu devlet benim devletim, bu ülke, benim ülkemdir" duygusunu bu insanların kalbine yerleştireceksiniz, birincisi bu; yani, mensubiyet duygusunu bu insanlara vermemiz gerekir.

Başka ne yapmak lazım; bu ülkede terörün, şiddetin önünü ebediyen tıkamak istiyorsanız, bunun tek yolu, özgürlüklerin her alanda alabildiğine genişlemesine izin vermektir, olanak tanımaktır; çünkü, teröristin ekmeği, özgürlük yokluğudur, yoksunluğudur. Eğer, siz, özgürlükleri kısıtlarsanız, insanların inançlarını, düşüncelerini ifade etmesine bile izin vermezseniz, bununla ilgili yasal önlemler geliştirirseniz, o zaman, siz, teröriste ekmek vermiş olursunuz. Bunu da unutmayalım; yani, özgürlük ve demokrasi, insan haklarının teminat altına alınması terörizme kan vermez; aksine, terörizmi ebediyen ortadan kaldırır, teröristin yeşereceği bataklığı kurutur.

Bu ülkeye özgürlüğü fazla görmeyelim. Ben, Türkiye'nin bütünü için söylüyorum. Demokratikleşmemizi sağlayalım. Dileyen, dilediği inancı, dilediği düşünceyi, dilediği şekilde ifade edebilsin; elbette ki, yasaların çerçevelediği sınırlar dahilinde olmak üzere. Siz, meşru ifade hakkını, meşru düşüncesini savunma hakkını elinden alırsanız, onu gayrimeşru mecralara sürüklemiş olursunuz; bu da sizin ayıbınız olur, devlet olarak bizim ayıbımız olur.

Değerli Başkan, değerli milletvekilleri; bakınız, hükümet ve hepimiz Kuzey Irak'ta meydana gelen gelişmelerden bir hayli tedirginiz, sıkıntı duyuyoruz. Kurumlarımız ilan ediyor; "Kuzey Irak'taki bir oluşumu savaş nedeni kabul ederiz" diyorlar. Elbette ki, Türkiye'nin haklarını savunmak, Türkiye'nin geleceğine ilişkin önlemler almak bu devletin görevi; ama, ben, size bir şey söylemek istiyorum; Kuzey Irak'ta bizim istemediğimiz bir oluşumu engellemek için bu kadar diplomatik temaslar yapıyoruz da, neden, kendi yapmamız gereken şeyi yapmıyoruz? Neden, kendi yapmamız gereken şeyi yapmıyoruz? Siz, bu ülkede oturup da dışarıdaki insanlara "şunu şunu kabul etmiyorum" diye ifadelerde bulunacağınıza, ben ülkemde öyle bir düzen kurayım ki, öyle tedbirler alayım ki, bu ülkenin vatandaşı olmanın onurunu, gururunu yaşasın herkes ve bu ülkenin vatandaşı olmak için insanlar kuyruğa girsin.

Değerli arkadaşlarım, elbette, Kuzey Irak'ın toprak bütünlüğü esastır; elbette ki, Türkiye, kendi aleyhindeki gelişmelerin karşısında her türlü önlemini alır; ama, benim söylemek istediğim şey şudur: Siz, gelin, Türkiye'de, insanların, gayri safî millî hâsıladan alacağı payı yükseltin,  10 000-15 000 dolara çıkarın; refah toplumunu oluşturun; özgürlükleri teminat altına alın. İnsanlar, özgürce düşüncelerini ifade edebilsinler. İnsanlar, bir hukuk devletinde yaşamanın güvencesine kavuşsunlar. Merak etmeyin, bu ülkenin dışında meydana gelecek hiçbir oluşum, Türkiye'ye, toplu iğne ucu kadar zarar vermez. Türkiye, lider ülkedir; Türkiye, yıldız ülkedir; Türkiye, bölgesinde en güçlü ülkedir. Ah, keşke bizler, bu ülkeyi yönetenler, Türkiye kadar büyük olabilmeyi becerebilsek, politikalarımızı becerebilsek; ama, biz, korkuyoruz; biz, ürküyoruz. (SP sıralarından alkışlar)

Değerli Başkan, değerli milletvekilleri; konuşmama nihayet verirken, şu konuya da, hükümetin ve Sayın Bakanın dikkatini çekmek istiyorum.

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN - Sayın Hatipoğlu, 2 dakika içinde toparlayınız.

Buyurun.

ÖMER VEHBİ HATİPOĞLU (Devamla) - Tabiî efendim.

Son günlerde olağanüstü hal bölgesi kapsamındaki illerde, bana göre, provokasyon niteliğinde bazı olaylar cereyan etmektedir Sayın Bakanım. Bunlardan birisi, Doğubeyazıt'ta meydana gelmiştir; bir diğeri, Cizre'de meydana gelmiştir; bir diğeri, Silopi'de meydana gelmiştir. Bir siyasî partinin genel başkanı, Cizre İlçe binasının açılışına katılacak; arkasında konvoyla geliyor, Cizre girişinde bekletiliyor tam altı saat. Toplanan kalabalık dağılıyor, ondan sonra "buyurun, iki arabayla girebilirsiniz" deniliyor. Sayın Bakan, o siyasî partiyle mücadelenin yöntemi bu değil; bunu unutmayın. Siz, aslında mazlum olmayanları mazlum konumuna düşürürseniz, bizim orada siyaset yapma imkânlarımızı siz kısıtlarsınız. Bunu, lütfen unutmayınız. Birincisi bu.

İkincisi, Doğu Beyazıt İlçesinde meydana gelen, âdeta bir yargısız infaz olayı. Gece yarılarına kadar silahlar konuşuyor, gece yarılarına kadar Doğu Beyazıt'ta çok büyük, vahim olaylar meydana geliyor. Neden; aranan bir şüphelinin yerine kardeşinin evinin kapısı çalınıyor ve kapısı çalınan insan orada ölüyor. Çatışmaya giriyor, girmiyor, onu bilmiyorum. Bunu, elbette yargı belirleyecek. Sayın Bakan çıkıp diyecektir ki: "Silah kullandı." Elbette ki, silah kullanana gül uzatacak halimiz de yok; ama, ben, şunu soruyorum: Eğer silah çekip polise ateş etmişse, cezasını bulmuştur; o ayrı bir olay; ama, böyleyse, Sayın Bakan, neden, Doğu Beyazıt'ta saatlerce bu olaylar meydana geldi? Bunu da konuşmamız lazım.

Değerli Başkan, değerli milletvekilleri; ben, niçin bunu, burada gündeme getirdim; biz, bu bölgede bütün partiler olarak siyaset yapıyoruz. Biz istiyoruz ki...

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

ÖMER VEHBİ HATİPOĞLU (Devamla) - Hemen bitiriyorum...

BAŞKAN - Süreyi 2 dakika uzattım, teşekkür ederim.

ÖMER VEHBİ HATİPOĞLU (Devamla) - Peki, ben teşekkür ederim efendim; saygılar sunarım. (SP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN - Teşekkür ederim.

Doğru Yol Partisi Grubu adına, İstanbul Milletvekili Sayın Hayri Kozakçıoğlu; buyurun. (DYP sıralarından alkışlar)

Süreniz 20 dakika.

DYP GRUBU ADINA HAYRİ KOZAKÇIOĞLU (İstanbul) - Sayın Başkan, sayın milletvekilleri; Diyarbakır, Hakkâri, Şırnak ve Tunceli İllerinde uygulanan sıkıyönetimin dört ay daha uzatılması konusunda, Doğru Yol Partisi Grubunun görüşlerini sizlere sunmak üzere söz almış bulunuyorum; hepinize saygılar sunarım.

Sözlerime başlamadan önce, ülkemizde uzun yıllardan beri devam eden terör mücadelesinde, bu ülkenin millî birlik ve beraberliğine kasteden terör gruplarına karşı amansızca mücadele eden, bu bayrak, bu vatan uğruna hayatını kaybeden aziz şehitlerimizin ruhları önünde saygıyla eğilir, bu mücadeleye devam eden devlet güvenlik güçlerinin, askeri, polisi, jandarması, köy korucusu ve bu hizmete katılan diğer gönüllülerle birlikte kendilerine candan başarılar dilerim, kendilerini kutlarım.

Bugün, ülkemizde giderek azalan terör olayının nasıl başladığını, hangi noktalara geldiğini, bunun arkasındaki sebepleri ve sahipleri size uzun uzun anlatmak istemiyorum. Daha önce konuşmalarımda kısmen bundan bahsetmiştim. Bugün, bir parça, Türkiye'nin yaşadığı terör ile artık, küresel dünyanın yaşadığı ve mücadele ettiği terör arasındaki bağlantıyı ve bu terör olaylarına dünyanın bakış açısına dikkatinizi çekmek istiyorum.

Bildiğiniz gibi, 1978 yılından bu yana, Güneydoğu Anadolu Bölgesinde bu bölücü terör olayını yaşıyoruz ve 30 000'den fazla insanımızın hayatını kaybettiğini de biliyoruz. Bütün bu mücadele sırasında, üzülerek belirtiyorum ki, aynı ittifaklar içerisinde bulunduğumuz, zaman zaman karşılıklı nutuklar atarak, dost dediğimiz Batı ülkelerinden, gerçek anlamda dostluk görmedik, gerçek anlamda destek görmedik. Onların vermedikleri destek, yalnız bize değil insanlığa idi. Vermedikleri destek, insanların yaşam hakkını savunmak isteyen zihniyete karşıydı. Direkt veya endirekt şekilde terörü kolladılar, teröristi himaye ettiler ve Türkiye'de meydana gelen olayı, uzun yıllar, terör olayı dahi kabul etmek istemediler; ama, bir 11 Eylül olayını yaşadık. Bir 11 Eylül olayında, Amerika Birleşik Devletlerinde hepimizi üzen bir terör olayı meydana geldi, 5 000- 6 000 kişi hayatını kaybetti. Bütün dünya, teröre karşı ayağa kalktı. Bütün dünya, teröre karşı silahlandı. Bütün dünya, topuyla tüfeğiyle teröre karşı mücadeleye koştu. Biz de birazcık umutlandık; bizim yıllardan beri yaptığımız terörle mücadeleyi Batı herhalde anlamaya başladı ve bize karşı olan tavrını değiştirecek; bizim ülkemizden kaçarak, bizim ülkemizden ayrılarak, hâlâ ülkemizi bölmek isteyen, parçalamak isteyen, ülkemizdeki cumhuriyet rejimini, demokratik rejimi değiştirmek isteyen kafalara karşı bize yurt dışından destek verecek zannettik; ama, onda da aldandığımızı gördük.

Gazeteleri görüyoruz ki, çok kısa bir süre içerisinde, bazı Batı ülkeleri, kendi ülkelerinde barındırdıkları ve bizim ülkemize karşı kötü niyetlerini, bizim ülkemizi bölmek, parçalamak isteyen amaçlarını açıkça söylemekten, toplantılar yapmaktan, örgütler kurmaktan kaçınmayan kişileri hâlâ himaye ediyorlar, mahkeme kararlarına rağmen hâlâ bize iade etmiyorlar, kendi ülkelerinden dışarı dahi çıkarmıyorlar. Bu, Batı'nın, bize, asırlardan beri uyguladığı çifte standardın en son örneğidir. Bu çifte standardı, biz, başka konularda görüyoruz. Kıbrıs konusunda görüyoruz, Avrupa Birliği konusunda görüyoruz. Bu nedenle, ülke olarak, Parlamento olarak, devlet ve millet olarak, bu çifte standarda her zaman hazır olmalıyız. Bu çifte standardın her zaman karşımıza çıkacağını bilmeliyiz ve bundan sonraki bütün tavrımızı da, buna göre düzenlemeye çalışmalıyız.

Şimdi, ülkedeki meselemize dönünce. Benden önceki konuşmacı arkadaş da belirtti, bir gazetenin manşeti var: "Terör bitti, partiler yattı" Yani, güneydoğuda terörün azalmasından sonra bütün siyasî partilerin, amiyane tabiriyle, kulaklarının üzerine yattıklarını, güneydoğu bölgesi insanının meseleleriyle hiç uğraşmak istemediklerini veya uğraşmadıklarını iddia ediyor ve bu nedenle, konunun, Millî Güvenlik Kurulunda ele alınacağını dile getiriyor. Millî Güvenlik Kurulunda ele alınır alınmaz, konuşulur konuşulmaz, kararlar çıkar veya çıkmaz; ama, burada ortaya konmak istenen şöyle bir olay var: Devlet güvenlik güçleri silahlı mücadele görevlerini yapmışlardır, evet doğru; terörü aşağıya çekmişlerdir, doğru; hâlâ da bu göreve devam ediyorlar, o da doğru; ama, mücadeleyle birlikte, o bölgede yapılması gereken ekonomik, sosyal, idarî pek çok önlemler var; bu da doğru. Bu önlemlerin alınmasında yeterli miktarda hız alınamamıştır, yol katedilememiştir; bu da doğru. Yani, gazetenin yazdıklarının çoğu doğru; ancak, bir tarafı yanlış: "Siyasî partiler yattı" diyor. Şimdi, o bölgede, terörün yanında bu tür iyileştirme tedbirlerini almak görevi bütün siyasî partilerin değil. Vatandaşın dertlerini dinlemek, sorunlarını tespit etmek, Parlamentoya, yetkili mercilere taşımak bütün siyasî partilerin görevi; ama, orada yapılması gerekenleri yapmak da hükümetin görevi.

Bu nedenle, bu konuda, hükümetin özellikle dikkatini çekmek istiyorum. Hükümetin bu olayların üzerine hızla gitmesi gerektiğini, ileride vukuu muhtemel tersliklere karşı kontrpiyede kalmamak için istiyorum; çünkü, Allah korusun, eğer ilerde bu terörün ucu bir yerden görünürse, o zaman derler ki "işte, siyasî otorite, sivil yönetim üzerine düşen görevi yapmadığı için terör tekrar hortladı." Onlar görevini yapmadıkları için tekrar terör artıyor diye bir ithamla, bir iddiayla karşı karşıya kalabilir sivil yönetim. O bakımdan, ben, sivil yönetimi, iktidar muhalefet diye ayırmıyorum. Sivil yönetim, sivil yönetimdir. O halde, hükümet, sivil yönetim adına, demokrasi adına, üzerine düşen görevi, bu bölgede gecikmeden yerine getirmelidir; getirmelidir ki, kötü niyetlere fırsat  verilmesin.

Efendim "terör bu hizmetler yapılmadığı için artıyor; bu hizmetler yapılsaydı terör olmazdı" diyenlere fırsat vermemek için, hükümetin, bu olayın üzerine çok ciddî eğilmesi ve yapılması gerekenleri de hızla yapması gerekiyor. Bir taraftan terörle mücadele edilirken bir taraftan da mutlaka bu hizmetlerin yerine getirilmesi lazım.

Yine olağanüstü halin görüşülmesiyle ilgili dört ay önceki toplantıda Sayın İçişleri Bakanımızın yaptığı bir konuşma var. Bir kere ben şunu belirteyim: Sayın İçişleri Bakanımızın, konuyla yakından ilgilendiğini görüyorum. İçişleri Bakanlığının, polisiyle, jandarmasıyla, bütün kadrosuyla, konuya, gereken şekilde eğildiğini de görüyorum. O bakımdan, ben, burada, şunu söylemiştim: "Gönlüm isterdi ki, olağanüstü halin ve güneydoğu meselelerinin görüşüldüğü toplantıda, yalnız İçişleri Bakanımız değil, başka bakanlarımız da burada bulunsaydı. Başka bakanlarımız da, konuları biraz daha yakından takip etselerdi" demiştim; o sözümü, yine, yineliyorum. Evet, makamdan takip edebilirler, bütçe görüşmelerini takip edebilirler; ama, ben, şunu bekliyorum: Sayın bakanlarımız buraya gelmeli, istihdamı artırmak için şu şu önlemleri aldık; sağlık hizmetleri için şu şu tedbirleri aldık; hayvancılığın, tarımın gelişmesi için planımız buydu, programımız buydu, ödeneğimiz buydu, şu kadarını yaptık, bu kadarını yapamadık... Ben, Türkiye Büyük Millet Meclisinin, bu konuda bilgilendirilmesini istiyorum. Yalnız, İçişleri Bakanının hükümet adına, burada, olayları takip etmesi, konuları takip etmesi, bence, bakanlıkların, hepsinin konuya ilgilerinin artmasına yetmiyor. İçişleri Bakanlığının bölgeyle ilgilenmesi de yetmiyor. O nedenle, sayın bakanlarımızın kendi kadrolarını biraz harekete geçirmesi ve bu konu üzerine biraz daha ciddî gidilmesi gerekiyor.

Ben, İçişleri Bakanımızdan, bazı konularda, Türkiye Büyük Millet Meclisini bilgilendirmesini istirham ediyorum. Özellikle, şimdi, Güneydoğu ve Doğu Anadolu Bölgelerinde 25 ili kapsayan bir eylem planı var; bu eylem planı yürürlüğe girmiş; güzel. Bu eylem planında, ekonomiye ilişkin 47 tane proje var, kamu yönetimine ilişkin 30 tane, eğitime ilişkin 14 tane, sağlığa ilişkin 13 tane proje var. Bugüne kadar, bunlardan hangileri gerçekleşti? Bugüne kadar, bu projelerden hangilerini tam olarak yürürlüğe koyabildik ve 2001 yılı sonuna kadar hangileri gerçekleşecek? Sayın Bakanımızın, milletimizin huzurunda, Türkiye Büyük Millet Meclisine bilgi vermesini istirham ediyorum.

Bunun yanında, organize sanayi bölgeleri ve küçük sanayi için, Güneydoğu Anadolu Bölgesinde, olağanüstü hal cereyan eden bölgede 11 ilde, 5 609 proje var. Bu 5 609 projeye, 2000 yılında 325,5 trilyon ödenek ayrılmış. 2001 yılında ise, 158 trilyon ayrılabilmiş; yani, ödenek, 2001 yılında yarıdan daha aşağıya inmiş. Peki, bu 158 trilyon, 5 609 projeye yetti mi; bu 158 trilyonun tamamı gitti, harcandı da, ilave ödenek de gitti mi; yoksa, 158 trilyon da gitmedi, bu projelerin bir bölümü, hâlâ, ödeneksizlikten bekler durumda mı?

Bunun yanında, istihdamı artıracak, yani, 37 121 kişiye iş imkânı yaratacak 234 tane proje var. Bu projeler ne haldedir? İstihdamı artırmak için neler yapılmıştır ve neler yapılmalıdır?

Bir diğeri, hayvancılığı geliştirme ve destekleme çalışmalarından bahsediliyor; ama, o konuda, bölgeden, yapılmış, somut olarak ortaya konulmuş çok fazla bir hizmet de gelmiyor. Buna karşılık, Sayın İçişleri Bakanımızın geçen seferki konuşmasında belirttiği gibi, iki yönlü hayvan kaçakçılığı da o bölgede devam ediyor, hem içeriden dışarıya hem de dışarıdan içeriye. O bölge, eskiden, hayvancılığımızın merkeziydi; şimdi, ülkemizdeki toplam büyükbaş hayvanların ancak yüzde 12'si o bölgede. Oysaki, eski yıllarda bu rakam çok daha farklıydı. Bu nedenle, hayvancılık konusunda neler yapıldığının, Türkiye Büyük Millet Meclisine, mutlaka anlatılması, mutlaka izah edilmesi gerekiyor.

Köye Dönüş Projesi... Köye Dönüş Projesi için, İçişleri Bakanlığı bütçesinde, 3 trilyon 200 milyar para var. Ayrıca, GAP'ta da, 1 trilyon 285 milyar para konulmuş. Bu proje, 11 ilde uygulanacak. Şimdi, GAP bölgesine bakıyorum; GAP bölgesinde, 1 trilyon 285 milyar; 6 ile verilecek buradan para veya 5 ile verilecek. İl başına düşen para 200 küsur milyardır. 200 küsur milyarla, bugün için, çimentonun torbasının 4,5 milyon olduğu bir ortamda, kaç kişiyi geriye gönderebilirsiniz; kaç köyün altyapısını, hizmetini, okulunu, müşterek tesislerini yapabilirsiniz?! Yani, bu ödeneklerin, bu projeleri gerçekleştirme şansı yoktur. Köye Dönüş Projesinin mutlaka hızlandırılması lazım; o toprakların mutlaka değerlendirilmesi gerekiyor.

Bir de, cazibe veya bazı siyasî partilerin tabiriyle köykente benzer bir proje. Köy cazibe merkez veya cazibe merkezi gibi tabirler geçiyor. Bunlar için de, 11 ilde 163 yer seçilmiş, birleşim yeri seçilmiş ve 11 376 konut yapılacakmış, 75 197 kişi bu bölgelere geri dönecekmiş. Bunları, kâğıt üzerine yazmak güzel, kâğıt üzerine yazmak da kolay; ama, bölge halkıyla birlikte bütün Türkiye, bunların gerçekleşmesini istiyor. Bunların gerçekleşmemesi, bundan sonraki terör olaylarına gerekçe arayanlar için çok büyük bir neden olacaktır. O bakımdan, burada, Sayın İçişleri Bakanımız olduğu için, soruyu Sayın İçişleri Bakanımıza ithaf ediyorum. Gönlüm isterdi ki, her konunun sahibi burada olmalı ve her konunun sahibi de, bu konuları, gelip, burada, Türkiye Büyük Millet Meclisine izah etmeli, biz de yapılan güzel şeyleri elbirliğiyle alkışlamalıydık.

Bölgenin en büyük meselelerinden bir tanesi, istihdam artırıcı, istihdam yaratıcı hizmet ve işlemlerin olmaması, uzun zamandan beri yatırımların yapılamaması nedeniyle kişilerin cebine giren paranın azlığı; yani, vatandaşın satın alma gücünün düşmesi, bir anlamda fakirlik ve fukaralık...

Her bölgenin kendine göre özellikleri var. O bölgenin de bir özelliği var; orası, hudut bölgesi ve sınır ticareti yapma imkânı olan bir bölge. Başlangıçta, sınır ticaretinde 52 kalem vardı. Bu 52 kalem, düşürüle düşürüle, bugün 3 kaleme düştü, bu 3 kalem de tam olarak çalışmıyor ve sınır ticaretinde, mazot, zannederim, 50 000 tondan 60 000 tona çıkarıldı veya 70 000 tona çıkarıldı. Bu, benim öğrendiğim kadarıyla, kendi kamyonuyla mazot almaya gitmek için bekleyenlerin sırasının, ancak 90 veya 95 günde bir gelmesine neden oldu. Yani, daha fazla sıra bekleyeceğine, 90 gün bekleyecek, kamyonuyla gidecek, mazot getirip bunu devredecek; bununla da 90 gün geçinecek, 90 gün ailesine bakacak, bir 90 gün daha bekleyecek.

Şimdi, bölgede böyle bir imkân varken, bölge halkının böyle bir imkânla cebine para girmesi, kursağına yemek girmesi şansı varken bu şansını kullanması lazım; bu şansını kısıtlamamak lazım. Sınır ticaretinin sorunlu yönleri vardır. Sınır ticaretinin paranın çoğunun vatandaşın cebine girmesi yerine, bazı aracıların cebine girmesi gibi yürüyen sistemleri de vardır; ama, hükümetin görevi, bu sistemin kötülüklerini ortadan kaldırmak, bu sistemi en iyi şekilde uygulamaktır; yoksa, bu tip, böyle, süt veren, et veren koyunu kesip bir tarafa atarsak, o bölge halkı maddî sıkıntı içerisinde kıvranır. Biz, o zaman, terörist için hazır imkân, hazır ortam ayarlarız.

Şimdi, Türkiye'de, o bölgeden giren çıkan hayvan varsa, bu, bir gerçekse, biz, bunu legal hale getirmek zorundayız. Eğer, bunu legal hale getirmezseniz... İllegal yürüyor. İllegal yürüdüğü zaman ne oluyor; dağdaki PKK bundan haraç alıyor. Bu, ne demektir; PKK'ya, kendi elimizle gelir, para kazandırmak demektir. O halde, bunu legal hale getirelim. Legal hale getirelim ki, hem vatandaş sıkıntıyı çekmesin hem de PKK, durup dururken, bedavadan, açıktan gelir kaynağı elde etmesin. Bu konuda söylenecek çok şey var; ancak, genel olarak, bölgenin sosyal, ekonomik ve hizmetler açısından noksan olan yapısını süratle gidermemiz gerekir.

Bakın, herkes, terörü, o bölgede 1984 yılında başladı diye biliyor. Kitaplara geçti, 15 Ağustos 1984'te, silahlı PKK teröristleri, Eruh ve Şemdinli İlçe merkezlerini basarak silahlı olayı başlattılar. Olay, ondan daha altı sene öncedir. PKK'nın ismen ortaya çıkması Hilvan ve Siverek civarında eylemlere başlaması 1978 sonu 1979'dur; yani, o bölge yirmiüç yıldan beri terörle uğraşıyor, yirmiüç yıldan beri, bölge halkı, köyünde rahat çalışamıyor, huzurlu ziraatını yapamıyor, hayvancılığını yapamıyor. Yirmiüç yıldan beri, ekonomik açıdan yıpranmış bu bölgeye, Türkiye Cumhuriyeti olarak, Türkiye hükümeti olarak, bu ülkenin devleti olarak ne versek yeridir, ne versek hakkıdır. O bakımdan, ben, hükümetin, bu bölgeye, çok özel önem vermesini, o bölge sorunları üzerine, bakanlıklararası kurulla mı olur, özel projelerle mi olur, özel kuruluşlar mı olur, hızla gitmesini, özellikle vurgulamak istiyorum.

Son olarak da bir şeyin üzerinde duracağım: Pek çok kere üzerinde durdum; o bölgede teröristin hedefi gençlerdir; o bölgede, terörist için hedef kitle, gençlerdir. O halde, Türkiye Cumhuriyeti için de, Millî Eğitim Bakanlığı dahil bütün bakanlıklar için de, hedef kitle, gençler olmalıdır. O gençlere, devlete güveni sağlamalıyız; o gençlere, yüksekokulun kapısını açmalıyız. Lise mezunlarını orada yıllarca ortada bırakıp, terör örgütlerinin eline, silahlı, enerjik eleman olarak teslim etmemeliyiz. O bölge gençleri için özel bir sistem uygulanmalı, o bölge gençleri yükseköğrenim için özel imkânlara kavuşturulmalı; gerekirse, bir yıl hazırlık sınıfından geçmeli; Galatasaray Lisesinden, Kabataş Lisesinden mezun olanlarla birlikte, aynı haklara sahip olarak yükseköğrenim hakkına kavuşmalıdır. Yoksa, Şemdinli Lisesinden, Çukurca Lisesinden mezun olan çocuğu, Galatasaray Lisesinden mezun olanlarla, aynı sorularla aynı imtihana sokarsanız, o çocuğa haksızlık yapmış olursunuz; çünkü, o çocuğa, eşit hakları, imkânları tanımayan biziz. Bizim, bu haksızlığı yapmaya hiçbir zaman hakkımız yoktur. Bu nedenle, Millî Eğitim Bakanlığının, Yükseköğrenim Kurumunun meseleye süratle eğilmesi, Türkiye Cumhuriyetinin, o bölgenin gençlerine sahip çıktığını göstermesi gerekir.

Bu dediklerimizin, inşallah en kısa zamanda yürürlüğe konulacağını görmek ümidiyle, o bölgedeki olağanüstü halin en kısa zamanda kalkmasını temenni ederek; ama, olağanüstü hali beklemeden 7 ilde devam eden mücavir uygulamanın daha erken kalkabileceğini de özellikle vurgulayarak, hepinize sevgiler ve saygılar sunuyorum. (DYP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN - Teşekkür ederiz Sayın Kozakçıoğlu.

Demokratik Sol Parti Grubu adına, Manisa Milletvekili Sayın Cihan Yazar; buyurun. (DSP sıralarından alkışlar)

DSP GRUBU ADINA M. CİHAN YAZAR (Manisa) - Sayın Başkan, sayın milletvekilleri; Diyarbakır, Hakkâri, Şırnak ve Tunceli İllerinde devam etmekte olan olağanüstü halin 30.11.2001 günü saat 17.00'den geçerli olmak üzere dört ay süre ile uzatılmasına ilişkin Başbakanlık tezkeresi üzerinde söz almış bulunmaktayım; Demokratik Sol Parti Grubu ve şahsım adına Yüce Heyetinizi saygıyla selamlıyorum.

Anayasanın 119 uncu ve 120 nci maddeleri, tabiî afet, tehlikeli salgın hastalıklar veya ağır ekonomik bunalım hallerinde yurdun bir veya birden fazla bölgesinde olağanüstü hal ilan edilebileceğini söylemektedir. Olağanüstü hal, bölgede, terörle mücadele için ilan edilmiş ve toplam on ilden, 28.6.2000 tarihinde Van İlimizin de kapsamdışı bırakılmasıyla dörde indirilmiştir.

Türkiye'nin ulusal programında da yer alan olağanüstü hal uygulamasının tamamen kaldırılması, bölgenin ekonomik, sosyal ve kültürel gelişmesini öngören stratejinin bir parçasıdır. Bu alanlardaki gelişmeler ve güvenlik değerlendirilmesi ışığında, olağanüstü halin tamamen kaldırılması planlanmaktadır. Türkiye'nin güçlenip gelişmemesi uğruna, hatta, daha ileri giderek parçalanması uğruna rol alan aktörler kimi zaman ASALA, kimi zaman PKK, kimi zaman da Hizbullah olmuştur. Ulu Önder Atatürk Gençliğe Hitabesinde "dahili ve harici bedhahların olacaktır" şeklinde Türk gençliğine durumun ciddîyetini gayet açık ifade etmiştir. Hepimizin ortak temennisi, bölge insanına, bugüne kadar çekmiş olduğu sıkıntılara karşın, hak ettiği insanca yaşamın ve sonuna kadar kullanalabileceği kamu hürriyetinin tekrar sağlanmasıdır.

Sayın Başkan, sayın milletvekilleri; 57 nci cumhuriyet hükümetinin en büyük arzusu, OHAL kapsamındaki iller ile mücavir alan kapsamındaki diğer illerimizde uygulamak istediği genel politikalar konusunda kesin başarı elde etmektir. Hükümetimizin genel politikaları, eğitim seferberliği, sağlık seferberliği, ekonomi ve Sayın Başbakanımız Bülent Ecevit'in kesin talimatlarıyla hükümetimizin gündeme aldığı ve büyük önem verdiği Köye Dönüş ve Rehabilitasyon Projesidir. Bu projelerin düzenli uygulanması sonucunda, bölgemizde olağanüstü halin çok kısa zamanda sona ereceğine Demokratik Sol Parti olarak inancımız tamdır, en büyük emelimiz de budur. Sayın Başkan, sayın milletvekilleri; Köye Dönüş ve Rehabilitasyon Projesi hakkında sizlere bilgi sunmak istiyorum. 

Sayın Başbakanımız Bülent Ecevit'in talimatlarıyla uygulanmaya başlayan Köye Dönüş ve Rehabilitasyon Projesi hayatî bir önem taşımaktadır. İsteyenin kendi köyünde yaşama arzusu en doğal hakkıdır. Bu hak, hem Anayasadan hem de Uluslararası İnsan Hakları Sözleşmesinden kaynaklanan temel bir haktır. Köye Dönüş ve Rehabilitasyon Projesinde asla bir zorlama söz konusu değildir. Bireyler, dönme kararını, özgür iradeleriyle, baskısız, demokratik ortam koşulları altında verebilmelidir.

Bu proje kapsamı içinde yer alan illerimiz Bitlis, Muş, Bingöl, Hakkâri, Tunceli, Van, Batman, Diyarbakır, Siirt ve Şırnak'tır. Bu illerimizden Bitlis, Muş, Bingöl, Hakkâri, Tunceli ve Van İlleri İçişleri Bakanlığının yatırım programı kapsamında yer almaktadır. Yatırım programı için 2001 yılında 3,2 trilyon lira kaynak ayrılmıştır. Köye Dönüş ve Rehabilitasyon Projesinin amacı, üretimden kopmuş yöre insanını üretici haline getirmek, eğitim düzeyini yükseltmek ve terör düşüncesini ortadan kaldırmaktır.

Sayın Başkan, sayın milletvekilleri; yukarıda arz ettiğim hususların gerçekleşebilmesi için 57 nci cumhuriyet hükümetinin zamana ihtiyacı olduğu kesindir. Demokratik Sol Parti Grubu, olağanüstü halin dört ay daha uzatılması uygulamasının son kez olmasını arzu etmektedir, bu yüzden, olumlu oy verecektir.

Demokratik Sol Parti kültürü, Doğu ve Güneydoğu Anadolu'daki sorunu ayrı bir sorun olarak görmemekte, ülkenin bir sorunu olarak değerlendirmektedir. Bizi birbirimizden ayrı gibi görmek ve göstermek Sevr özlemcisi yabancılar ve onların maşalarıdır. Bu Sevr özlemcisi ülkeler, Avrupa Birliğine katılmamız konusunda da ülkemize karşı aynı tavrı sürdürmektedirler; ama, emellerine asla ulaşamayacaklardır. Bizim yüreğimizde Kürt ve Türkün ayrı ayrı yeri yoktur; ikisini ayrı gözle görmek yüreğimizi ikiye bölmek kadar güçtür; zaten, ikiye bölünmüş yürek de çalışmaz.

Yüce Heyetinizi Demokratik Sol Parti Grubu ve şahsım adına saygıyla selamlıyorum. (DSP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN - Teşekkür ederiz Sayın Yazar.

Milliyetçi Hareket Partisi Grubu adına, Erzurum Milletvekili İsmail Köse.

Buyurun Sayın Köse. (MHP sıralarından alkışlar)

MHP GRUBU ADINA İSMAİL KÖSE (Erzurum) - Sayın Başkan, sayın milletvekilleri; dört ilimizde uygulanmakta olan olağanüstü halin dört ay süreyle uzatılmasına ilişkin Başbakanlık tezkeresi üzerinde, Milliyetçi Hareket Partisi Grubunun düşüncelerini arz etmek üzere huzurunuzdayım; bu vesileyle Yüce Heyetinizi saygıyla selamlıyorum.

Değerli milletvekilleri, olayların sonuçlarına baktığımızda, eğer, olayların sebeplerini irdelemezsek, devletimizin iyi niyetle yapmış olduğu operasyonlardan, uygulamalardan ve icraatlardan dolayı, hem bölgedeki uygulayıcıları hem güvenlik kuvvetlerimizi hem de -hangi dönemde olursa olsun- bu yirmiüç yıl içerisindeki siyasî iktidarları mahkûm etmiş oluruz.

Bu itibarla, meseleye, madalyonun bir tarafına değil, diğer tarafına da bakmamız gerekir. yirmiüç yıldan bu yana, bu kürsülerdeki konuşmalara baktığınızda, olayda, bölgenin siyasî temsilcilerinin, bölgede ticaret yapanların, bölgede dini istismar edenlerin, o insanlarımızı, sonunda hain kurşuna hedef yaptıklarını görmekteyiz. Gün olmuştur, Türk askeri ve Türk polisi suçlanmış; ancak, PKK'lının insan haklarından bahsedilmiştir. Gün olmuştur, bugün ekonomimize faturası 100 milyar dolar olan böyle bir millî meseleyi, maalesef, siyasî istismar konusu yapmak suretiyle, bunun çaresini, bu meselenin çözümünü Türkiye'de beklemek yerine, dünyanın başka yerlerinde ya da Avrupa'da bunu aramaya kalkışmışlardır. Tabiî, meseleyi millî açıdan değerlendirmediğimiz takdirde, meselemizi, olayı, o insanlarımızın değil, bu insanları istismar eden düşünce sahiplerinin, onun üzerinden siyaset yapanların, onun üzerinden din istismarı yapanların meselesi olarak görmezsek, elbette, bunun çaresini de biraz zor buluruz. Oradaki insanlarımızın herhangi bir problemi yok; ne düşüncede farklı olduğunu söylüyor ne bu devletin bir başka vatandaşı olduğunu ifade ediyor ne de bir başka devlet kurulması için bir toprak parçasını istiyor. Kim istiyor?!. Demek ki, o bölgede böyle bir talep olmadığına göre, bu talepte bulunan unsurları bulup, temizlememiz lazım; ama, o zeminde de rahat bir temizlik yapılabilecek bir organizasyonu ve iyileştirmeyi de yapmamız gerekiyor.

Şimdi, 1978-1984 yılları arasında başlamasına rağmen, hangi sebeplerle ve nereden kaynaklanan, hangi destekleri almak suretiyle, 90'lı yıllarda çok önemli bir boyuta gelen bu PKK terör olayını iyi tahlil etmemiz gerekiyor.

Bugün içerisinde bulunmuş olduğumuz müttefiklerimizin de dahil olduğu veya yakınımızdaki komşularımızın onlara kucak açmak suretiyle lojistik destek vererek, onlara çeşitli imkânlar vermek suretiyle, işte, ülkemizi ve milletimizi çok önemli bir sıkıntıya sokmuşlardır. 30 000 insanımız kayboldu; bunlardan 5 000'i askerimiz, polisimiz, şehitlerimizdir. Şimdi, bunu bir tarafa bırakacaksınız "meselenin sebebi ekonomiktir..." Meselenin sebebi ekonomik değil, sonucu ekonomiktir; meselenin sebebi, asayiş ve güvenlik meselesidir; meselenin sebebi, bölücülük faaliyetidir. Birileri çıkmış karşınıza "sizin toprağınızı böleceğim, milletinizi böleceğim" demek suretiyle bir gizli savaş başlatmış. Türkiye Cumhuriyeti Devleti ne yapacaktı; Türkiye Cumhuriyeti Devleti de, kendi hukuk devleti kuralları içerisinde, Anayasasının kendisine vermiş olduğu imkânları değerlendirerek, işte, 119, 120 ve 121 inci maddelerindeki olağanüstü hal uygulaması, olağanüstü hal şartları neyi gerektiriyorsa, bu tedbirleri alıp, o ateşi söndürmesi gerekiyordu. İşte, devlet de bunu yapmıştır.

Şimdi, efendim, hükümette noksanlar olabilir, uygulamada aksaklıklar olabilir; ama, meselenin esasını, özünü kavramamız lazım. "Komutanlar gezi yapıyor; aileleriyle, helikopterlerle gezi yapıyor..." Yapacak; turistik gezi yapmıyor. Siz, 24 saat, Cudi Dağında, gelin bir göreve talip olun bakalım; verilen ücret karşılığında, karşınızda silahlı bir örgüt tarafından hangi anda hayatınızın sona erdirileceğini bilmediğiniz bir göreve talip olunuz... Bunları değerlendirirken, meselelere, bu kürsüden veya Ankara'dan değil, biraz da Şemdinli'den, Hakkâri'den, oralardan bakmamız gerekiyor. Bugüne kadar oralarda fedakârane hizmet yapan ve şehit olanlara Allah'tan rahmet diliyorum, bugün görev yapanlara da başarılar diliyorum.

Onbeş yıldan beri, Türkiye Cumhuriyeti Devletinin millî bir proje olarak kabul ettiği, Türk Milletinin hiçbir ferdinin,  hiçbir vatandaşımızın, hiçbir zaman, gıptayla bakmaktan öte "neden orada yapılıyor, benim ilimde yapılmıyor" demediği, o güzel ve millî proje olan GAP projesi, maalesef, aksamıştır. İşte, onbeş yıldan bu yana süren terör olayları, en önemli ekonomik varlığımızı teşkil edecek olan ve orada tarımın çok daha önemli bir noktaya gelmesine sebep olacak, ihracatımızı artıracak, o bölgede yaşayan insanlarımızın -tarım ve sanayileşme neticesinde- ekonomik imkânlarının artırılmasına vesile olacak böyle bir projemizin de yapılmasına, maalesef, engel olmuştur. Okullarımız yakılmıştır, öğretmenlerimiz öldürülmüştür; yapılacak olan bütün yollarımız ve buna benzer yatırımlarla ilgili araçlarımız yakılmıştır.

Değerli arkadaşlarım, siz, eğer, millî servetimizi yok edenlere insan hakları gözlüğünden bakarsanız, millî servetimizi teşkil eden ve burada yapılmış olan faaliyetleri düşman kampı ilan edenlerle aynı gözlükten meseleye bakarsanız, o zaman, meseleyi çözmeniz mümkün değildir. Demek ki, siyaseten de bir yanlışlık var. Siyaseten yanlışlık var. Bu kürsülerde bölücülük yapıldı, o zeminlerde bölücülük yapıldı, hâlâ daha yapılmaya devam ediliyor.

Bugün, Avrupa'da, Türk Devletinin aleyhine tazminat davaları açılmak suretiyle mahkûm ettirilmeye çalışılıyor. İnsan hakları ve özgürlükler sonuna kadar verilsin; verilsin. Ben, şimdi, Hollanda'dan geliyorum. Hollanda'da vergisini vermeyen bir vatandaşa yapılan muamelenin neticesine bir bakın ne yapıyorlar! Hollanda'da kırmızı ışıkta geçen bir vatandaşa, Hollandalının yapmış olduğu işlem nedir, ona bir bakalım. Yani, demokrasi, özgürlükler, insan haklarının ortadan kaldırılmasını sağlıyorsa, demokrasi ve özgürlükler, kendi bulunduğunuz devletinizin temellerini sarsıyorsa, demokraside bunun yeri yok, dünyada uygulanan demokrasilerde de bunun yeri yok.

Evet, inançlarımızın yerleştirilmesi maksadıyla ihmaller olmuştur, noksanlıklar olmuştur; millî eğitimde noksanlıklar olmuştur. İnsanlarımıza, millî ve dinî eğitim vermek suretiyle gönüllerini ve vicdanlarını devlet ve bayrak sevgisiyle donatmadığımız müddetçe, orada alacağımız tedbirlerin de tam anlamıyla netice vermesi mümkün değildir. Bütün bu meseleleri, entegre bir millî proje olarak değerlendirmemiz lazım.

Şimdi, birileri çıktı, etnik yapımımızı kaşımak suretiyle, bir bölücü faaliyeti ortaya koydu. Birileri de çıktı, en önemli, bizi birbirimize bağlayan dinimizi istismar etti. "Hizbulşeytan" dediğimiz, bugün, işte, terörün, belki de faturası onlara çıkarılmak suretiyle bir çok insanın da mağduriyetine sebep olan Taliban zihniyetli insanlar, Türkiye topraklarında, İslam adına, insanlarımızın kafalarına çivi çaktılar.

Değerli arkadaşlarım, şimdi, iki boyutlu bir meseleyi 20-25 vilayetten almışsınız, "bu devleti parçalayacağım, bu rejimi yıkacağım" demek suretiyle böyle bir faaliyeti ortaya koyan bu zihniyeti ve eylemi bertaraf etmek için mücadele veren Türkiye Cumhuriyeti Devletini kınamaya ve onu, polisiyle, askeriyle, maalesef, biz, karşılıklı sürekli suçlamaya devam ediyoruz.

Ben, konuşmacıların birçok -sayı itibariyle- söylediklerine katılıyorum. Doğrudur, 1978'den bugüne kadar, orada meydana gelen hadiselerde ekonomik varlığımızdan kayıplarımız, insanlarımızın gelir sevilerinin düşmesi ve bugün, 57 nci cumhuriyet hükümetinin programına koymuş olduğu Köye Dönüş Projesi ve buradaki insanlarımızı rehabilite etmek suretiyle iyi niyetli düşüncesi muhakkak suretle hayata geçirilecektir; başlamıştır.

Bugün, Türkiye'de bir ekonomik sıkıntı vardır. Bu ekonomik sıkıntı çerçevesinde, her taraftaki insanlarımız sıkıntı içerisindedir. Yani, meseleyi, biraz da güneydoğu meselesinden alıp çıkarmamız lazım. Ekonomik mesele, bugün, Türkiye'nin meselesidir ve Orta Anadolu'da, Batı Anadolu'da, Güney Anadolumuzda öyle illerimiz, öyle ilçelerimiz, öyle köylerimiz vardır ki, mukayese yaptığınız takdirde, Güneydoğu Anadolu Bölgesindeki mukayesenizden belki de mahcup olursunuz.

O itibarla, biz, meseleyi, artık, güneydoğu meselesi olarak da ortaya koymamız gerekir, konuşmamız gerekir. Mesele, Türk devletinin topyekûn, Türk Milletinin topyekûn kalkınmasını sağlamaktır. Böyle bir projeyi ortaya koymuş ve bunun kaynaklarını arayıp bulmak suretiyle, insanlarımızın her seviyesinde gelir düzeyinin yükselmesi, köydeki insanımızın mutlu olması, esnafımızın, tüccarımızın, tüm insanlarımızın mutlu olması için, bir ekonomik istikrar programı uygulamaya devam etmektedir.

Tabiî, sıkıntılar bugünün değildir, buna da iyi bakmak lazım. Şimdi, bakın, tarih 1978, sıkıyönetim; 2001 yılında olağanüstü hali konuşuyoruz. Bundan önceki hükümetlerin, bundan önceki yönetimlerin fevkalbeşer bir yönetim tarzı olsaydı, çok yüksek seviyede bir başarıları olsaydı, bugün bu meseleleri konuşmazdık. Demek ki, arıza, bugünün arızası değil; arıza, başlangıçtan itibaren, belki yüzyıldan önce devam ediyor. Yani, eğer, hadisenin biraz daha arkasına baktığınızda, bunun belki tezgâhlayıcısı, bu senaryoyu önümüze koyanlar başka devletler, yabancı devletler olabilir; ama, biz, kendimize bakacağız. Yabancı devletler, tabiî, Türkiye'nin, Türk Milletinin güçlü olmasını istemeyecektir; bugün, hâlâ, aynı programlar uygulanmaktadır. Etrafımızdaki komşularımıza bakınız, aynı dini paylaştığımız devletlere bakınız. İşte, bugün, bizim hayatımıza son vermek için, toprağımızı parçalamak isteyen hainbaşı, bu yılanın başı Apo'yu yıllarca beslemediler mi; ona, bütün talim terbiyeyi, lojistik desteği vermediler mi? Bu, bizim komşumuz. Aynı dine mensup olduğumuzu ifade ediyorum. Aynı dine mensup olduğumuz diğer bir komşumuz, hâlâ, şu anda onun kardeşini kendi bünyesinde barındırmak suretiyle, bu fitneyi devam ettirmek istemiyor mu ya da "Hizbulşeytan" dediğimiz bir başka kolunu, bir başka terör örgütünü beslemek suretiyle, milletimizi ve devletimizi sıkıntıya sokmak için bir faaliyet içerisinde değil midir?

İşte, Türkiye, konjonktür itibariyle, stratejik itibariyle, bulunduğu coğrafyası itibariyle ve kendisinin bilmediği, farkında olmadığı, ama, gizli ve çok güçlü bir millî potansiyeli ve millî gücü olan bir devlet olması dolayısıyla, yakınımızdaki uzağımızdaki düşmanlarımız, bizim kalkınmamızı, yükselmemizi ve güçlü olmamızı istememektedirler. Biz, kendi kendimize, muhakkak surette, meselemizi, kendimizin halletmesi lazım. O bölgedeki insanlarımızın diğer bölgelerden farklı tarafı yoktur; uzağıyla yakınıyla, en uçtaki insanımız, hangi köşede olursa olsun, bizim kardeşimizdir. Dinimiz, milliyetimiz, dilimiz, her şeyimiz bir, binlerce yıldan bu yana beraber yaşayan bu insanları bizden ayırmak isteyen güç zafiyete uğramıştır; bu güç, mahkûm olmuştur, idama mahkûm olmuştur; dolayısıyla, artık, bunun şakası kalmamıştır, bu işin üzerinde tartışmaya da lüzum yoktur; dünya bunu kabul etmiştir. O itibarla, meseleye ihanet gözlüğünden baktığınız takdirde, bu meselede, Türkiye Cumhuriyeti Devleti, yapması gereken ne ise, onu yapmıştır. Dünyada demokrasiyle yönetilen ülkelerin kendi başına böyle bir hadise geldiğinde ne yapması gerekiyorsa, Türkiye Cumhuriyeti Devleti de, o şartlarda, bundan başka bir şey yapamazdı.

Değerli arkadaşlarım, sayın milletvekilleri; bakın, 1985 yılından sonra, 7-8 tane güneydoğu vilayetinde 300'e yakın fabrika inşaatının temelleri atılmıştır; bu devlet vermiştir parayı, kredisini vermiştir, desteklemiştir; ama, gelin görün ki, zaman içerisinde, o 300'e yakın fabrikanın temeli orada hâlâ durmakta, bunun üzerinden para alanlar, kredi alan sahtekarlar, hırsızlar, yolsuzluk yapanlar, şu anda, başka yerlerde ya otel sahibi olmuş, ya villa sahibi olmuş yahut da çok daha iyi ekonomik imkanlara kavuşmuştur; ama, oradaki insanımız, hâlâ, hayat seviyesi itibariyle sıkıntıdadır, ekonomik sıkıntısı devam etmektedir. Düşünün, onun adına ticaret yapanın, sonunda, nasıl bu ülkeyi soyduğunu ve o bölgedeki yaşayan insanlarımızı istismar etmek suretiyle, onun hakkına tecavüz ederek, ticarî bir istismarın olduğunu görüyoruz.

Kürsülere çıkıp "bu devlete vergi vermeyin" diyen din adamları vardır; bunların hepsi, devletin arşivlerinde vardır. Kimdir bu din adamı; Türkiye'de okumamıştır. Ha, siz okutmazsanız, birileri okutuyor; işte, hem devletine, hem orduna düşman ediyor.

ŞÜKRÜ ÜNAL (Osmaniye) - Okutun efendim... İmam-hatipleri kapatmayın.

İSMAİL KÖSE (Devamla) - Öyleyse, bir noksanımızı gidermemiz lazım, Anayasamızın 24 üncü maddesindeki, devletin taahhüdünü yerine getirmemiz lazım. O da şudur: Milletin, dinî eğitimini, istediği yerde, istediği miktarda, Türkiye Cumhuriyeti Devleti kendi koşullarında, kendi millî müesseselerinde ve ilahiyat fakültelerimizden yetişmiş değerli bilim adamlarının nezaretinde, eğer, bu dinî eğitimi verirsek, işte, devlet düşmanı ve ordu düşmanı olarak, din düşmanlığı üzerinden, bu şeklide, böyle bir manzarayla karşılaşmayız. İşte, böyle günler yaşadık. O fetva verenler, bu devlete vergi vermemek için, 20-25 vilayette -belki şu anda dahi bir kısmında- elektrik parasını ödemiyor, telefon parasını ödemiyor, aldığı krediyi ödemiyor...

Şimdi, değerli arkadaşlarım, meseleye bir de bu gözlükle baktığımızda, mesele öyle kolay değil. 75 000'in üzerinde kişiyi köy korucusu yaptınız, ayda 500 milyon lira veriyorsunuz. Niçin yaptık bunları? Niçin her vatandaşımıza, benim ilimin köylerindeki, Kastamonu'nun köylerindeki, Çanakkale'nin köylerindeki vatandaşımıza köy koruculuğundan maaş vermiyoruz; ama, benim köyüme, Çanakkale'nin köylerine nasıl bir terörist giremiyorsa, Diyarbakır'ın, Şemdinli'nin, Hakkâri'nin köylerine de bir terörist girmemeliydi; ama, üzülerek ifade ediyorum, siz, eğer, su, ekmek vererek, onu rahatlatıcı tedbirlere, onun rahatlıkla neşvünema bulmasına diyelim ve onun daha rahat hareket etmesine imkân verecek bir zemini hazırlarsanız, böyle vatandaşlık da olmaz! Vatandaşlığın, Anayasada, kanunlarda tarifi var. Türkiye Cumhuriyeti vatandaşı, kendi içerisinde bulunduğu şartları şikâyet edebilir, tartışabilir; ama, mevcut olduğu devlete, bu devlete karşı ihanetçe hareket edenleri, kesinlikle bertaraf etmek, en azından ihbar etmek, onu ortadan kaldırmak için ilgililere yardımcı olmak mecburiyetindedir. Vatandaşlık bu...

Şimdi, siz, vatandaş olarak, bir taraftan ekmek veriyorsunuz, silah veriyorsunuz, para veriyorsunuz ve sınır ticareti diyorsunuz... Sınır ticaretinde, getirdiğiniz mazottan kim istifade etti; Mardin'in köylerindeki hangi vatandaşımız istifade etti? Midyat'taki mi istifade etti yahut başka yerdeki mi; hayır. Yine, orada bir organizasyon, bir çete, bir mafyalaşma... TIR'lara bakınız, dolduran, doğru İskenderun'a; dolduran, doğru, Ankara veya batı Anadolu bölgelerine; oralarda ucuz mazot levhalarını görüyorsunuz.

Değerli arkadaşlarım, sınır ticaretinin tarifi şudur: Sınır ticareti, o ilin içerisindeki insanların, Türkiye'de bulunmayan; ama, orada bulunan, acil ihtiyaçlarını karşılamak maksadıyla o devletten yaptığı alışveriştir. Biz bunu ne yaptık?.. Bunu da, Allah'a şükürler olsun, diğer meselelerimiz gibi kuşa çevirdik. Allah ne vermişse... Türkiye'de karpuz yetişiyor, İran'dan karpuz geliyor; Türkiye'de elma yetişiyor, oradan elma alıyorsun... Bunun adına "ticaret" dedik, bunun adına "sınır ticareti" dedik. Türkiye'yi ekonomik yönden sıkıntıya soktuk, tarımımızı sıkıntıya soktuk ve bir taraftan da, hırsızlıkla ve çok kötü bir organizasyonla, çeteleşmeyle, hiç hakkı olmayanlar, oradaki insanlarımızı istismar ederek, maalesef, sınır ticareti üzerinden orada birsürü imkâna kavuştular.

Hayvan ticareti, biliyorsunuz, yasak. Şu hükümetin zamanında, bir tek hayvanın, kesilmiş ya da canlı olarak girmesi yasak; ama, buna rağmen, bu sınır ticareti adı altında hayvan kaçakçılığı yapıldı, hastalıklı hayvanlar sokuldu. Şimdi, Erzurum'un köyündeki vatandaş besicilik yapacak, alınteri döküyor, bu hayvanını 2 800 000 liraya verecek, öbür taraftaki vatandaş kaçak getirdiği hayvanı 1 500 000'e verdiği için, siz, yetiştirmiş olduğunuz hayvanı, maalesef, kombinaya o fiyatla veremeyeceksiniz; dolayısıyla, alınteri dökmüş olduğunuz bu emeğinizin karşılığını alamayacaksınız. 

Değerli arkadaşlarım, bu meseleleri tüm yönüyle değerlendirmemiz lazım. Sınır ticaretini çok iyi bir organizasyonla; bence, sivil örgütler vasıtasıyla, onun üzerinde vali ve kaymakamları da görevli kılmak suretiyle, yeniden gözden geçirmemiz lazım. Sınır ticareti, tamamen, kişilerin elinde, fevkalade vurgun meselesi haline getirilmiştir. Bu hayvan kaçakçılığı meselesi çok önemli; bunun önünde durmamız lazım ve onu engellememiz lazım; çünkü, diğer taraflardaki, diğer yerlerdeki insanlarımızın, köyde yaşayan insanlarımızın üretimlerini engellemekte ve sıkıntı vermektedir.

Bu bakımdan, ekonomik yönden, sosyal yönden, kültürel yönden Türkiyemizin diğer yerlerinde neler yapılıyorsa, Güneydoğu Anadolu Bölgesinde de, muhakkak surette, bunlar yapılacaktır.

O itibarla "silahlı çatışma bitti, şimdi, siyasallaşalım..." Bu slogan da, iyi, dikkatle gözlemlenmelidir. Siyasallaşmanın ucundaki mesele de özgürlüktür. Özgürlük, Türk insanına ait bir olaydır. Hiç kimsenin bize bir lütfu, herhangi bir insanın, başka devletlerin de bize vermiş olduğu bir mesele değildir. Bizim kendi insanımızın hakkı olan bu meseleyi de iyi değerlendirip, özgürlük; ama, devlete saygı, bayrağa saygı kuralları içerisinde... Özgürlüğü, siz, bölücülük manasında alır da, devleti ve milleti bölmek manasında kullanırsanız, dünyanın hiçbir yerinde böyle bir özgürlük yoktur; yani, bizim kurallarımızı uygulayan devletlerde böyle bir kural yoktur.

O itibarla, olağanüstü hal lüzumlu olmuştur, onun için ilan edilmiştir. Olağanüstü halin dört ay daha uzatılması gerekli görülmüştür. Dört ay daha uzatılmasına, biz, Milliyetçi Hareket Partisi Grubu olarak müspet bakıyoruz. Neden müspet bakıyoruz: Şu kışta kıyamette, yine, orada, gece gündüz demeden silahlı nöbet bekleyen ve bu vatanın her türlü meselesinde...

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN - Sayın Köse, 2 dakika içerisinde toparlar mısınız efendim.

İSMAİL KÖSE (Devamla)- Teşekkür ederim Sayın Başkanım.

O bölgede görev yapan güvenlik kuvvetlerimizin huzur içerisinde görev yapmalarını sağlamak ve onlara moral vermek için, bu ramazan gününde, bu mübarek günde kendilerine Allah'tan başarılar diliyorum.

Yüce Heyetinizi saygıyla selamlıyorum.

Teşekkür ediyorum. (MHP, DSP ve ANAP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN - Teşekkürler Sayın Köse.

SACİT GÜNBEY (Diyarbakır) - Sayın Başkan, hatibin bölge halkıyla ilgili söylediği birtakım laflar var, onların düzeltilmesini istiyorum.

Sayın hatip, konuşmasında, bölge halkının, sanki, terörizme destek verdiği, onlarla birlikte hareket ettiği, ekmek verdiği, bu sebepten, orada neşvünema buldukları ve bölge halkının... Sayın Başkanım, hatip, maksadını aşan bir konuşma yaptı; tenzih etmeleri gerektiğini söylemek istiyorum.

BAŞKAN - Hayır, öyle değil galiba...

İSMAİL KÖSE (Erzurum) - Öyle bir şey yok.

ALİ GEBEŞ (Konya) - Öyle bir şey yok.

SACİT GÜNBEY (Diyarbakır) - Yaptığı konuşmalar, bölge halkını ve bizi rahatsız etmiştir; bunu ifade etmek istiyorum.

BAŞKAN - Halk için değil de, teröristler için...

SACİT GÜNBEY (Diyarbakır) - Hayır... "Teröriste ekmek veriyorlar" diyor. Teröriste destek veriyorlar manasında, bölge halkını ilzam eden bir konuşma yaptılar.

BAŞKAN - Efendim, öyle bir kastı olmadığını ifade ettiler.

Buyurun Sayın Bakanım.

İÇİŞLERİ BAKANI RÜŞTÜ KÂZIM YÜCELEN (İçel) - Sayın Başkan, değerli milletvekili arkadaşlarım; Diyarbakır, Hakkâri, Şırnak ve Tunceli İllerinde devam etmekte olan olağanüstü halin 30 Kasım 2001 günü saat 17.00'den geçerli olmak üzere dört ay süreyle uzatılması yolundaki Başbakanlık tezkeresi üzerinde hükümetimizin görüşlerini arz etmek üzere söz almış bulunuyorum; Yüce Meclisi, şahsım ve hükümetimiz adına saygıyla selamlıyorum.

Değerli milletvekilleri, bilindiği üzere, bölücü terör örgütünün 1984 yılı ağustos ayında başlayan, silahlı eylemlerin önlenmesi amacıyla, bölgedeki terörle mücadele çalışmaları 19 Temmuz 1987 tarihine kadar sıkıyönetim uygulaması kapsamında yürütülmüştür. 19 Temmuz 1987 tarihinde Diyarbakır, Bingöl, Hakkâri, Mardin ve Siirt İllerinde sıkıyönetim uygulamasının sona erdirilmesiyle birlikte, 285 sayılı kanun hükmünde kararnameyle Olağanüstü Hal Bölge Valiliği ihdas edilmiş, aynı kanun hükmünde kararnameyle Bingöl, Diyarbakır, Elazığ, Hakkâri, Mardin, Siirt, Tunceli ve Van illeri, bölge valiliği kapsamına alınarak, bu illerde olağanüstü hal uygulamasına geçilmiştir. Başbakanlık onayı ile de Adıyaman, Bitlis ve Muş İlleri, aynı yasa uyarınca mücavir il olarak tespit edilmiştir.

Zaman içerisinde terörle mücadelede elde edilen başarılar neticesinde, olağanüstü hal ve mücavir illerin durumları yeniden gözden geçirilerek, statüleri belirlenmektedir ve malumları olduğu üzere, halen Diyarbakır, Hakkâri, Şırnak ve Tunceli İllerimiz olağanüstü hal; Batman, Bingöl, Bitlis, Mardin, Muş, Siirt ve Van İllerimiz ise, mücavir il statüsünde bulunmaktadır.

Değerli milletvekilleri, ülkemizde olağanüstü hal uygulaması zaruretlerin sonucu doğmuştur. Bölücü terör örgütü, insanı insanlığından utandıracak şekilde sergilediği vahşet eylemleriyle, ülkemizde yıllarca yaşlı, genç, kadın, çocuk ve hatta bebek ayrımı yapmadan, hain emellerini gerçekleştirmek için katliamlar yapmış, ülkeyi ve bölgeyi kan gölüne çevirmiştir. İşlenen bu insanlık dışı cinayetler sonucu, bölge insanına hizmet götürmek için çırpınan, aralarında pek çok öğretmen ve sağlık personelinin de bulunduğu kamu görevlileriyle birlikte binlerce vatandaşımız hayatını kaybetmiştir. Yine, asker, polis ve geçici köy korucusu binlerce güvenlik görevlimiz de şehit olmuştur.

Ülkenin, milyar dolarla ifade edilebilecek ekonomik kaynak, tesis ve araçları tahrip edilmiştir. Türkiye'yle olan çeşitli hesaplarını gerçekleştirme sevdasına kapılan bazı dış güçlerden de aldığı destekle, bu eşkiya çetesi bölücü hayallere kapılmıştır; bu yolda, bin yıldan fazla bir zamandır kavgasız ve nizasız, bir arada, kardeşçe yaşayan vatandaşlarımızı yıkıcı ve bölücü söylemlerle birbirlerine düşürmeye çalışmıştır; ancak, milletimiz bu oyunlara düşmemiştir. Atılan ayrılık tohumlarının tarihin hiçbir döneminde yeşermesine izin vermeyen aziz Anadolu insanı, tıpkı Kurtuluş Savaşı destanında olduğu gibi, birlik ve beraberliğini bir kez daha tüm dünyaya ilan etmiştir. Devletimizin aldığı etkin tedbirler, millî iradenin sembolü Yüce Parlamentomuzun destekleri, kahraman güvenlik güçlerimizin üstün gayreti, bölgede yaşayan vatandaşlarımızın teröre karşı dirayetli tutumu ve yurt dışında yürütülen kararlı ve ısrarlı diplomatik gayretler sonucu, bugün, bölücü örgüt çok büyük ölçüde etkisiz hale getirilmiştir.

Son üç yılda bölgede meydana gelen olayları analiz ettiğimizde;

1999 yılında bölgede 1 282 olay meydana gelirken, bu olaylarda 185 güvenlik görevlisi şehit olmuş, 513 güvenlik görevlisi yaralanmış, 51 vatandaşımız hayatını kaybetmiş, 91 vatandaşımız da yaralanmıştır. Gerçekleştirilen operasyonlarda, 975'i ölü olmak üzere, toplam 1 255 terörist ele geçirilmiştir.

2000 yılında bölgede meydana gelen 221 olayda ise, 26 güvenlik görevlisi şehit olmuş, 81 güvenlik görevlisi yaralanmış, 20 vatandaşımız hayatını kaybetmiş, 29 vatandaşımız da yaralanmıştır. Gerçekleştirilen operasyonlarda, 362'si ölü olmak üzere, toplam 535 terörist etkisiz hale getirilmiştir.

1 Ocak 2001-17 Kasım 2001 tarihleri arasını kapsayan dönemde ise, bölgede 185 olay meydana gelirken, bu olaylarda 22 güvenlik görevlisi şehit olmuş, 54 güvenlik görevlisi yaralanmış, 10 vatandaşımız hayatını kaybetmiş, 27 vatandaşımız da yaralanmıştır. Gerçekleştirilen operasyonlarda ise, 113'ü ölü olmak üzere toplam 343 terörist etkisiz hale getirilmiştir.

Dönemlerarası mukayese yapıldığında, meydana gelen terör olaylarında 1999-2000 yılları arasında yüzde 83 oranında azalma tespit edilirken, 2001 yılında ise, 2000 yılına nazaran yüzde 26 oranında azalma olduğu görülmektedir.

Değerli milletvekilleri, Ağustos 1999'dan itibaren bölgede terör eylemlerinde büyük bir düşüş gözlenmekteyse de, terörle ilgili analitik değerler ve bölücü örgütün bugünkü imkân ve kabiliyetleri dikkate alındığında, bölgede, kamu düzenini bozabilecek terörist faaliyetlerin ve bunlarla ilgili emarelerin henüz ortadan kalkmadığı gözükmektedir. Silahlı unsurlar, eylem yapmakta acz içerisine düşmüş olmalarına rağmen, eski misyonuyla varlığını korumakta ve halen bölücü örgütün gövdesini oluşturmaya devam etmektedirler.

Yurtdışı kamplarında, her türlü silahlı, siyasî eğitimleri ile barınma ve lojistik malzeme temini faaliyetleri de sürdürülmektedir. Taban oluşturmak ve sempatizan kitleyi canlı tutmak için, legal iltisakları aracılığıyla, bugüne kadar sürdürdüğü faaliyetlerini daha da boyutlandırmaya çalıştığı bilinmektedir.

Değerli milletvekilleri, anlaşılacağı üzere, bölgede, terörün şiddet boyutunda azalma sağlanmıştır; ancak, bölücü örgütün tehdidi, silahlı unsurları ve fırsat buldukça eylem yapan kadrolarıyla da devam etmektedir; üstelik, buna, taktik ve stratejilerini legal alanda hak ve hürriyetleri kötüye kullanarak uygulayan unsurların yoğunlaşan faaliyetlerini de katmaktadır.

Öte yandan, bölücü terör örgütünün yanı sıra, özellikle Güneydoğu ve Doğu Anadolu Bölgelerimizde son yıllarda etkinliğini artırarak birçok cinayet işleyen Hizbullah terör örgütüne de, güvenlik güçlerimizin son dönemde yaptığı çok başarılı operasyonlarla, lideri ve üst düzey kadrosu bertaraf edilmek suretiyle, büyük darbeler indirilmiş ve 2000 yılı başından bugüne kadar, 4 739 örgüt mensubu yakalanmış, 461 faali meçhul olay aydınlatılmıştır.

En son, Adana İlimizde düzenlenen operasyonla, örgütün muhtemel yeni lideri ölü olarak ele geçirilerek, önemli bir darbe daha indirilmesine rağmen, bu terör örgütünün de yeniden toparlanma faaliyetlerini sürdürmeye çalıştığı, intikal eden bilgilerdendir.

Değerli milletvekilleri, her ne şekilde ve şartta olursa olsun, halkımızın huzurunu ve güvenliğini tehdit eden her türlü harekete karşı, bugüne kadar olduğu gibi, bundan sonra da büyük bir kararlılıkla mücadele edilecektir.

Her karış toprağı aziz şehitlerimizin mübarek kanlarıyla yoğrulan vatanımızı bölmeye, birliğimizi bozmaya, devletimizin üniter yapısını değiştirmeye yönelik her girişimin, her türlü tahrik ve çabanın üzerine hassasiyetle gidilecek, ülkemizde çeşitli oyunları sergilemek için fırsat kollayanlara, milletimizden aldığımız güçle, asla bu fırsat verilmeyecektir.

Başta gelen hedefimiz ve aslî sorumluluğumuz, Büyük Atatürk'ün bize gösterdiği yolda, demokrasi ve hukuk içinde laik cumhuriyetimizi ebediyete kadar taşımaktır. Kimse, terörle mücadeledeki kararlılığımızı sınamaya kalkmasın. Umarız ki, bizce malum ülkeler, hem terörü kınayan açıklamalar yapmak hem de terörist faaliyetlere ülkelerinde hareket kabiliyeti sağlamak, teröristlere kucak açmak, kamp temin etmek ve silahlı eğitim vermek ikiyüzlülüğünden artık vazgeçerler. Unutulmamalıdır ki, bir insanlık suçu olan terörizm sorununun çözümü için en önemli noktalardan biri, ülkelerin terörizmi siyasî emel ve çıkarlarına alet etmemeleri ve kendilerine yönelik tehditlere karşı gösterdiği hassasiyeti başka ülkeler için de göstermeleridir.

Değerli milletvekilleri, yıllardır süren terör, binlerce güvenlik görevlimizi, kamu personelimizi ve vatandaşlarımızı kaybetmemize neden olmakla kalmamış, bölge insanımızın sosyoekonomik yaşamını ve toplumsal dokusunu da ciddî oranda sarsmıştır. Bu nedenle, en önemli görevimiz, terörün ortadan kaldırılması kadar, bozulan ekonomik ve toplumsal dinamikleri çağdaş standartlarla yeniden kurmaktır. Biz, bölgede yaşayan vatandaşlarımızın her türlü meselesini çözmeye, yaralarını sarmaya kararlıyız. Bu çerçevede, terör baskısı yüzünden arzu edilen hizmete kavuşamamış olan bölge sakinlerinin yaralarını sarmak amacıyla hükümetimizce gerekli tedbirler alınmaya devam etmektedir.

Doğu ve Güneydoğu Anadolu Eylem Planı çerçevesinde eğitim, sağlık, sosyoekonomik ve kültürel alanlarda çalışmalar sürdürülmektedir. 4'ü olağanüstü hal ve 7'si mücavir 11 ilimizde kasım 2001 itibariyle 104 yatılı ilköğretim bölge okulu, 32 pansiyonlu ilköğretim okulu ve 4 484 okulöncesi ve ilköğretim okulu ile 273 lisede 1 209 779 öğrenci eğitim görmektedir.

Geçen yılın kasım ayıyla mukayese edildiğinde, okulöncesi kurum sayısı yüzde 53, aynı kurumlardaki derslik sayısı yüzde 96, öğretmen sayısı yüzde 94 ve öğrenci sayısı yüzde 100 artmıştır. İlköğretimde okul sayısı yüzde 3, derslik sayısı yüzde 28, öğretmen sayısı yüzde 10 ve öğrenci sayısı yüzde 11 artmış olup, aynı kurumlardaki kız öğrencilerde artış oranı yüzde 15'tir. Ortaöğretimde toplam okul sayısı yüzde 6, derslik sayısı yüzde 9, öğretmen sayısı yüzde 4 ve öğrenci sayısı yüzde 12 artmıştır. Bölgede 8 600'ü kız, 21 000'i erkek toplam 29 600 yükseköğrenim öğrencisi mevcut olup, geçen yıla göre yüzde 10 artış vardır.

Eğitim hizmetlerinin iyileştirilmesi kapsamında, ek derslik inşaatlarıyla beraber 8 yatılı ilköğretim bölge okulu -ki bunlardan 3'ünün inşaatı geçici kabul aşamasına gelmiştir- 1 pansiyonlu ilköğretim okulu ve 72 ilköğretim okulu inşaatı devam etmektedir.

2001 yılı içerisinde, 195 derslikli 11 yatılı ilköğretim bölge okulu, 12 derslikli 1 pansiyonlu ilköğretim okulu, 404 derslikli 19 ilköğretim okulu açılarak 2001-2002 eğitim-öğretim döneminde eğitim hizmeti vermeye başlamıştır.

2001 yılında 6 sağlıkocağı ve 6 sağlıkevinin inşaatı bitirilerek hizmete açılmıştır. 27 devlet hastanesi ve 23 sağlık ocağı inşaatı da devam etmektedir.

Diyarbakır, Mardin ve Van organize sanayi bölgelerinde işyeri sayısı 145, çalışan işçi sayısı 4 180'dir. Kamulaştırma işlemleri yapılanlarla birlikte toplam 8 ilimizde organize sanayi bölgesi inşaatları devam etmektedir.

Bölgedeki 20 küçük sanayi sitesinde, işyeri sayısı 2 974, çalışan işçi sayısı 12 180'dir. Yine, 15 küçük sanayi sitesi inşaatı devam etmektedir.

Son bir yıl içerisinde Bitlis ve Siirt'te 310 işçi istihdam edilen 2 küçük sanayi sitesi, inşaatı bitirilerek faaliyete geçmiştir.

Ayrıca, sulama, enerji ve diğer altyapı yatırımları ve uygulanan kredi ve teşvik sistemleriyle bölge ekonomisinin canlandırılmasına çalışılmaktadır.

Diğer taraftan, yaşadığı köyünden, evinden terör sebebiyle ayrılmak zorunda kalan insanlarımız, terörün etkisinin ortadan kalması üzerine, artık tekrar yaşadıkları yerlere, evlerine dönmeye başlamışlardır.

Köye Dönüş Projesi üzerinde hassasiyetle durulmaktadır. 2001 yılı için, bu projelere, 3 trilyon 200 milyarı İçişleri Bakanlığı bütçesinden, 1 trilyon 285 milyarı GAP Bölge Kalkınma İdaresi bütçesinden olmak üzere 4 triyon 485 milyar lira ödenek verilmiş ve harcanmıştır. 2002 yılı İçişleri Bakanlığı bütçesinde ise, söz konusu proje için 5 trilyon 615 milyar lira ayrılması öngörülmüştür.

Diyarbakır-İslamköy'de 50, Van-Konalga'da 383, Şırnak-Kaymakamçeşme'de 68, Başağaç'ta 106, Siirt-Dağdöşü'nde 32, Çetinkol'da 30, Hakkari Kaymaklı'da 100 konut bitirilmiştir. Yine, Siirt- Dağdöşünde 70, Hakkâri-Üzümlü'de 125, İkiyaka'da 200, Bitlis-Çalıdüzü'nde 40 konut inşası devam etmektedir. Yani, bölgede, programlı geri dönüş kapsamında halen 11 yerleşim yerinde 769 konut yaptırılmış, 435 konutun ise inşaatı devam etmektedir.

Asayiş ve ekonomik yönden dönülmesinde sakınca görülmeyen yerleşim birimlerine kendi isteğiyle yapılan dönüşlerde ise son dönemde büyük bir yoğunluk yaşanmaktadır. Bu tip yerleşim yerlerinin altyapısı devletçe yapılmaktadır. Konut yapımı veya tamiri köylülerce yapılmakta olup idare gerekli malzeme yardımıyla katkıda bulunmaktadır. Olağanüstü hal illeriyle, mücavir illerde, bu kapsamda, 2001 yılı ekim ayında 75 köy, 19 mezraya 709 hane, 4 803 nüfus geri dönüş yapmıştır. Böylece, Haziran 2000-Ekim 2001 tarihleri arasında 393 köy, 163 mezraya 35 227 nüfuslu 6 082 hanenin geri dönüşü sağlanmıştır.

Vatandaşlarımızı, eskiden yaşadığı yerlere iskân ederken, bir eğitim seferberliğiyle birlikte, onları yeniden üretici hale getirecek projeler de mülkî idare amirlerinin koordinesinde yürütülmektedir.

Köye dönenlere öncelik verilerek, gelir ve istihdamı artırmak, işsizliği azaltmak için 1.1.1999-26.10.2001 tarihleri arasında 10 522 kişiye 723 983 fidan,  2 734 kişiye 36 335 küçükbaş hayvan, 1 003 kişiye 2 201 büyükbaş hayvan, 8 350 kişinin çalıştığı 4 221 halı ve kilim tezgâhı, 2 034 kişiye 20 958 arılı kovan, 762 kişiye 771 sera dağıtılmıştır. Dağıtılanların parasal değeri 5 trilyon 789 milyar Türk Lirasıdır.

Değerli arkadaşlarım, bunları sadece şundan söyledim: Buraya çıkan değerli konuşmacılar, bütün hükümet üyelerinin burada olmasını, bu konuda bilgi vermesini istediler. Bütün hükümet üyeleri de burada olduğu zaman, bu 20 dakikanın içerisinde bu bilgileri vereceğiz. Kaldı ki, konumuz, sadece olağanüstü halin uzatılması konusu. Eğer, denildiği gibi, sadece bu bölgeyle ilgili bir araştırma isteniyorsa, böyle bir konuşma isteniyorsa, talep edildiği takdirde, burada bunları yapabiliriz; ama, burada, özellikle "buradan cevap verilsin" denildiği için, cevap vermek için değil, sadece Yüce Meclisi aydınlatmak için, konuşmacıların birkaç sorusuna cevap verip gündemi bitirmek istiyorum.

Evvela, gazete haberlerinden, komutanların, helikopterle çoluğunu çocuğunu geziye götürdüklerinin burada dile getirilmesini fevkalade yadırgadım. Bugün, orada, olağanüstü hal bölgesinde bütün kalkan helikopterlerin her uçuşu, uçuş planıyla Ankara'ya bildirilmektedir; hiç kimse, çoluğunu çocuğunu gezi maksadıyla herhangi bir yere götürmez. Kaldı ki, hiç unutmayınız ki, o bölgede, hangi vesileyle olursa olsun, hasta olan insanların taşınması o helikopterlerle yapıldığı anda bile bunların izni buradan alınmaktadır.

Bir teröristin imhasının 10 trilyon liraya mal olmasının dile getirilmesi yine bir şanssızlıktır; çünkü, 35 000 şehidimiz var; biz, 35 000 şehidimizin kanını neyle ödeyebileceğimizi hâlâ düşünüyoruz.

Sayın Çelik, burada, Van Valisinin kendisini telefonla aradığını söyledi... Ben, Van Valisini telefonla arattım ve bana verdiği bilgi şu şekilde: Sayın Çelik, bir toplantı yapmak üzere üniversiteye müracaat eder, bu toplantının gündemini ve konularını da valiliğe bildirir. Gündemin içerisinde doğu ve güneydoğu sorunlarının tartışılması gibi bir madde yok- olağanüstü hal konusuyla ilgili dile getirdi- Vali, gündemde olmayan böyle bir maddenin orada tartışılmaya başlaması üzerine, Doğu ve Güneydoğu Anadolu'nun sorunlarının, kendisi tarafından da daha aydınlatıcı bilgi verilmek üzere -ki, gayet haklıdır- kendisine bildirilmediği gerekçesiyle durdurduğunu söylemiştir. Bana verdiği bilgi budur. Üniversiteye verilen konular arasında olup olmadığını da kendisi bilmemektedir. Bu tip müracaatların valiliğe yapılırken bütün konuların bildirilmesi gerektiğine inanıyorum.

Ayrıca, ben, daha önce, Sayın Çelik'in, bir başka konuda bir başka toplantı için müsaade istemesi ve verilmemesinden dolayı böyle bir şeye geçtiğini de söylemiştir; ama, ben, onu burada gündeme getirmiyorum.

Yine, burada, bütün arkadaşlarımızın gündeme getirdiği ve provokasyondur dediği Doğubeyazıt olaylarıyla ilgili iki cümle söylemek istiyorum. Hakikaten, bu tip hassas konularda, hiçbir zaman, konuyu, bir provokasyon haline getirip gündeme getirmemek lazım. Doğubeyazıt'ta -Sayın Hatiboğlu'nun da dediği gibi- takip edilen bir şahsın girdiği evin kapısının çalınması üzerine, içeriden ateşle karşılık verilmesi üzerine meydana gelen olayda 1 vatandaşımız ölmüştür ve o olayda ihmali olan kişiler hakkında soruşturma açılmıştır. O olayda adı geçen bütün polislerin yerleri oradan değiştirilmiştir. Olay da, şiddetle, bizim tarafımızdan takip edilmektedir. Vatandaşlarımıza da, sağduyuyla hareket etmeleri tavsiye edilmiştir. Vatandaşlarımız da sağduyuyla hareket etmişlerdir. Ben, Doğubeyazıt'taki bütün vatandaşlarımıza, buradan teşekkür ediyorum; ama, aradan bunca gün geçtikten sonra, tekrar, bu konunun burada gündeme getirilmesini de, ben, ülke menfaatına görmediğimi ifade etmek istiyorum.

Yine, kaybolan...

HÜSEYİN ÇELİK (Van) - Beytüşşebap meselesi...

İÇİŞLERİ BAKANI RÜŞTÜ KÂZIM YÜCELEN (Devamla) - Beytüşşebap meselesi üzerinde de, hayhay, memnuniyetle, bilgi vereyim.

Van'da ikamet eden 5 vatandaş tarafından, Van Cumhuriyet Başsavcılığına ve İçişleri Bakanlığına verilen dilekçede, yakınları olan Halit Aslan ve Abuziyet Aslan isimli şahısların 7.9.2001 tarihinde Beytüşşebap İlçesine gitmek üzere evden ayrıldıkları, 15.9.2001 tarihinde ise, bu şahısların, Beytüşşebap-Yeşilöz Köyü Geçitli Mezraında öldürülmüş bir şekilde bulunduklarını öğrendikleri beyan edilmiş ve konunun tahkik edilmesi istenmiştir.

Konu, İstanbul Milletvekili Mehmet Fuat Fırat tarafından İçişleri Bakanlığına yazıyla iletilmiş ve kendisine cevap verilmiştir. Konuyla ilgili yapılan araştırmada, 23 üncü Jandarma Sınır Tümen Komutanlığından gelen cevabi mesajda, Şırnak Güvenlik Komutanlığına bağlı birliklerce 10 Eylül 2001 günü Beytüşşebap İlçesi Faraşin (Yeşilöz) bölgesinde bir operasyon icraına başlandığı, 12 Eylül 2001 günü bir grup teröristle temas sağlandığı ve çıkan çatışmada, 2 teröristin, 1 adet kalaşnikov piyade tüfeğiyle ve 13 Eylül 2001 günü ise, 1 teröristin, 1 adet çalışır durumda gece görüş dürbünüyle ölü olarak ele geçirildiği bildirilmiş...

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN - Sayın Bakan, toparlar mısınız efendim.

İÇİŞLERİ BAKANI RÜŞTÜ KÂZIM YÜCELEN (Devamla) -  Teröristlerin kimliklerinin tespit edilemediği, bölgenin, sarp, kayalık ve karla kaplı olması nedeniyle, bugüne kadar cesetlere ulaşılamadığı bildirilmiştir.

Ayrıca bildirmek istiyorum ki, Faraşin (Yeşilöz) bölgesi, terör örgütünün geçiş güzergâhı ve barınma bölgesi olarak kullanıldığı için, son bir yıl içinde üç ayrı çatışmada 2 güvenlik görevlisi şehit olmuş, 8 güvenlik görevlisi yaralanmış ve 25 terörist aynı bölgede ölü olarak ele geçirilmiştir. Bu bölge de güvenlik açısından riskli bölge olup, kaymakamlıkça, bölge halkına da, riskli bölge olduğu duyurulmuştur. Bu konuyla ilgili olarak da, 12 Eylül günü çıkan çatışmada, biraz önce bahsettiğim olay meydana gelmiştir. Şimdi, bunu da ben, yazılı olarak zaten arkadaşımıza cevap verdim.

Değerli milletvekilleri, bir şeyi daha söylemek istiyorum. Gene arkadaşlarımız "bu kontrollerde, hakikaten terörist yakalanıyor mu?" buyurdular. Herhalde hafızalar unutuyor; bu kontrollerde, yüzlerce yataklık yapan, olaya karışan teröristler yakalanmaktadır. En son, iki ay öncesinde, Diyarbakır'da normal bir kontrolde, bir otobüsten bir polisimize ateş açılmış; ama, silah ateş almadığı için de terörist yaralı olarak ele geçirilmiş ve polisimizce hastaneye kaldırılmıştır.

Değerli milletvekilleri, 29 Haziran 2001 tarihinde, Yüce Heyetinize hitap ederken de belirttiğim üzere, bölgedeki terörle mücadele için ilan edilmiş ve toplam, 10 ilden 4'e indirilmiş bulunan olağanüstü hal uygulamasının tamamen kaldırılması, esasen, bölgenin ekonomik, sosyal ve kültürel gelişimini öngören stratejimizin bir parçasıdır; ancak, takdir edersiniz ki, bunun için terör tehdidi ve tedirginliğinin tamamen ortadan kalkması zorunludur.

Ekonomik ve sosyal tedbirlerin ve projelerin uygulanabilirliği ve müessiriyeti, ancak ve ancak, terörle mücadelede yakalanan başarının, sağlanan huzur ve güven ortamının devam ettirilebilmesiyle mümkündür.

Konuşmamın başında yapmış olduğum değerlendirmeler de göstermektedir ki, bölgede bir müddet daha olağanüstü halin sürdürülme gereği vardır; çünkü, tehdit bitmemiştir.

Bu düşüncelerle, olağanüstü halin Diyarbakır, Hakkâri, Şırnak ve Tunceli İllerinde 30 Kasım 2001 tarihinden itibaren dört ay daha uzatılmasına ilişkin hükümet tezkeresini Yüce Meclisimizin takdirlerine sunuyorum.

Bugüne kadar yüce milletimizin ve Parlamentomuzun kahraman güvenlik güçlerine verdiği desteğe şükran borçluyuz.

Sözlerime burada son verirken, bölgede büyük bir fedakârlıkla görev yapan mülkî idare amirlerimiz, güvenlik güçlerimiz ve diğer kamu görevlilerimize şükranlarımı sunuyorum. Devletimizin ülkesi ve milletiyle bölünmez bütünlüğünü korumak için hayatlarını veren şehitlerimizi minnet, şükran ve rahmetle, kahraman gazilerimizi de saygıyla anıyor, Yüce Meclisi saygılarımla selamlıyorum. (ANAP, DSP, MHP ve DYP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN -Teşekkür ederim Sayın Bakan.

Gruplar ve hükümet adına konuşmalar tamamlanmıştır.

Şahısları adına... Evet, Sayın Genç, biliyorsunuz, İçtüzük de, Anayasa da, bu konuda tartışmalı; ama, ben, sizin konuşabileceğiniz kanaatiyle, size...

KAMER GENÇ (Tunceli) - Sayın Başkan, oyumun rengini belirteceğim. Başkanvekilleri, herhangi bir konuda oylarının rengini belirtebilirler.

BAŞKAN - Sayın Başkan, Sayın Genç, oyunuzun rengini belirtmek üzere değil, şahsınız adına konuşmak üzere...

KAMER GENÇ (Tunceli) -Efendim, şahsım adına konuşurken, oyumun rengini de belirteceğim.

Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; yeni bir olağanüstü halin uzatılması tezkeresiyle baş başayız.

Şimdi, benim anladığım kadarıyla, bu hükümet, olağanüstü halin ne olduğunu bilmiyor; yıllardır, olağanüstü hali, hiç, sudan sebeplerle uzatıyorlar. Olağanüstü hal demek, o bölgede olağan yönetimle ülkenin yönetilmesinin mümkün olmaması, eldeki güvenlik kuvvetlerinin buna yeterli olmaması gibi nedenlerle olağanüstü rejimlere başvurup, orada yaşayan halkın temel hak ve özgürlükleri askıya alınarak, oradaki insanları, âdeta yaşanmaz bir hayat baskısı altında yaşatan bir rejimdir. Şimdi, maalesef, Bakanımızı dinledik, iktidar gruplarını dinledik... Bakın, değerli milletvekilleri, belki 91'lerde, 92'lerde, 93'lerde, 94'lerde olağanüstü halin uzatılmasının şartları vardı; ama, bugün, iki senedir, doğu ve güneydoğuda, özellikle benim ilimde, çok ufak tefek olaylar oluyor. Şimdi, yani, bu olağanüstü halin uzatılmasının tek nedeni, bana göre, burada, iktidar, çok keyfî paralar harcamaktadır; katrilyonlara varan... Yani, bu olağanüstü hali uzatıyorsunuz ya, bunun devlete maliyeti katrilyon. Katrilyonlara varan derecede birtakım keyfî harcamalar yapıyor.

Şimdi, bir yerde olağanüstü hali ilan ediyorsunuz, insanların temel hak ve özgürlüklerini askıya alıyorsunuz, onları yaşanmaz bir baskı rejimi altına sokarken, bari, hiç olmazsa, oraya bir yatırım da getirin, o insanlara iş temin edin, onlara, birtakım özel, başka yerlerde uygulamadığınız ekonomik tedbirler uygulayın. Bakın, ben size kısa bir not vereyim: Şimdi, Tunceli'de, benim ilimde şu anda bir baraj inşaatı var, bir de bu baraj inşaatı dolayısıyla su altında kalan bir karayolu inşaatı var. Onun dışında, 1954 yılında, Ovacık'ta kazmayla, kürekle başlamış 22 kilometre uzunluğunda bir Ovacık Sulama Suyu inşaatı var, bugüne kadar bitirilmemiştir. Tunceli'nin Çemişkezek, Mazgirt bölgelerinde tamamı 9 000 hektar olan bir arazinin sulama kanalının -1996 ve 2000 yatırım ve uygulama programlarında vardır- hâlâ ihalesi yapılmamıştır. Orada bir deprem meydana gelmiştir; ama, 1991'den beri, bu depremde hak sahipliği tespit edilmiş insanların bir kısmının konutları yapılmamıştır. 1991-1992 yıllarında, meydana gelen terör nedeniyle, köyleri yakılan insanlar gelmiş, Ovacık'ın köylerinde tek gözlü barakalarda kalmış, bizim burada yıllarca bağırmamız üzerine, daha geçen sene 80 kişiye ev yapılmış, gerisi yapılmamıştır.

Değerli milletvekilleri, Tunceli'nin, bugün kuzey ile güney arasında çok önemli bir coğrafik yapısı vardır. Pülümür Dağındaki karayolu ve bu karayolunu Elazığ'a bağlayan -Keban Barajı dolayısıyla meydana gelen- Pertek Köprüsü vardır; bunun maliyeti 35 000 000 dolardır ve bu yolun da, şu anda 60 kilometre kısaltıldığı, burada bakanlar tarafından ifade edildi. Bir tek yere bir kazma vurulmamaktadır, bir tek yatırım gitmemektedir. Âdeta, bu hükümet, maalesef buraya şaşıgözle bakmaktadır.

Şimdi, biz, olağanüstü halin kaldırılmamasına niye karşıyız?.. Ben, size bu yazın yapılan uygulamaları belirteyim: Bu sene, Tunceli'de bir Monzur Festivali yapıldı. Monzur Festivaline dünyanın her tarafından insanlar geldi; Avrupa'nın her tarafından geldi, Amerika'dan geldi, Avustralya'dan geldi ve Türkiye'nin her tarafından insanlar geldi; 35 000-40 000 kişi geldi. Birtakım tahrikler oldu, bazı partiler geldi, burada olay yaratmaya çalıştılar. O sırada polisimiz de askerimiz de çok büyük bir basiret gösterdi, kendilerine teşekkür ediyorum, gerçekten basiretli bir yönetim gösterdiler ve büyük olaylar önlendi; ama, ertesi gün onbinlerce insan çıktı, Ovacık İlçesine gitti. Ovacık İlçesine saat 06.00'da gittiler; ben, 12.30'da gittim. Askerleri koymuşlar yolun üzerine; onbinlerce insan orada bekliyor, yedi saat bekliyor. Yahu kardeşim niye bekliyorsunuz? "Efendim müsaade yok!" Neyse ilgililerle görüştük; ondan sonra, Ovacık'a gittiler, Ovacık'ta bırakmıyorlar bu defa. Neyse, onlarla, yine gittiler, Ovacık gözelerine gidiyorlar; dönüşte, yine aynı şekilde insanların yolları kesildi, saatlerce bekletildi. O akşam, konser, saat 01.00'de bitti; bu defa insanlar köylerine gidecekler, yatma yerlerine gidecekler, "yasak" dediler. Sayın İçişleri Bakanı burada... Gece saat 1'den sabah saat 6'ya kadar da, ben de o insanların yanında durdum. İçişleri Bakanını aradım, bulamadım; valiyi arıyorum, bulamıyorum; kumandanı arıyorum, bulamıyorum.

MÜKERREM LEVENT (Niğde) - Sen film çevirmeye gidiyorsun oralara. Yeşilçam'a git!..

KAMER GENÇ (Devamla) - Sizin aklınız ermez buraya. Lütfen konuşmayın, süremi de çalmayın!

Ondan sonra, ertesi gün... Ve ben de orada dedim ki, bir milletvekili olarak: 500 insan, asfalt üzerinde çoluğuyla çocuğuyla yatıyor. Sabaha kadar bekledim. Televizyonları aradım, çıkmadı televizyonlar da; NTV'ye bağlanmak istedim, NTV beni programa çıkarmadı, çıkarsaydı milletvekilliğinden de istifa edecektim. Ben, eğer, bir milletvekili olarak, bir davar çobanı kadar kendi ilimin insanlarına hizmet yapamıyorsam, benim milletvekilliğimin Allah belasını versin arkadaşlar. (DYP sıralarından alkışlar) Ondan sonra, ertesi gün Millî Savunma Bakanı geldi; dedim ki: "Sayın Bakan, bakın, ben bu gece yatmadım; lütfen, karşımıza hükümet olarak çıkın."

Arkadaşlar, ertesi gün, yine gittim, o insanlar gitmedi, Tunceli'de bıraktılar. Sabah saat 5.30'da, bir baktım, ilerde 30 kilometrede yine kesmişler vatandaşların yolunu. Gittim, orada askere dedim ki: "Kardeşim şu silahı ver, ben kendimi vurayım."

Şimdi, bakın, değerli milletvekilleri, olağanüstü halde -güvenlik kuvvetleri içinde çok kaliteli insanlarımız var; ama- orada herkes bir başbakan gibi. Bakın, bundan daha on gün önce, on gün önce, Tunceli Belediye Başkanı ile Pülümür Belediye Başkanı, saat 11.00'de Ovacık'tan geliyorlar Tunceli'ye gidecekler; Tornova Karakolunda oradaki kumandan bırakmıyor tam dörtbuçuk saat. Valiyi uyandırıyor, müsaade etmiyor... Keşke İsmail Beyin karşısına böyle çıkarsınlar da, bakalım o kendisine bu muameleyi yapanları tebrik mi eder, yoksa tepki mi gösterir?!

Değerli milletvekilleri, terörü hepimiz lanetliyoruz. Türkiye Cumhuriyeti Devletinin birliğini, bütünlüğünü korumak, bizim hepimizin namus görevidir; ama, lütfen, yani, bir Ege Bölgesindeki insanların sahip olduğu hak ve özgürlüklere benim ilimdeki insan da sahip olsun. Niye?... Biz kaçıncı sınıf vatandaşız?!

Şimdi, bu hükümet, gelip de, bakın, insanların en ufak problemleriyle ilgilenmiyor. Değerli arkadaşlarım, bir uygulama yapıyorlar, diyorlar ki... Yazın, dediler ki köylülere "gidin, kendi köylerinizde, efendim, meyvelerinizi toplayın, otlarınızı biçin." Adamların bir kısmına da "ev yapın" dediler; gittiler, orada ev yaptılar. Şimdi, kışın, gelmişler "çıkacaksınız" diyorlar. Yahu, arkadaşlar, eğer çıkacaksanız, Sayın Bakan, çıksın, desin "yalan"; çıksın desin arkadaşlar, yani "yalan" desin. Şimdi, adam, gitmiş, orada evini yapmış, hayvanının ahırını yapmış. Hadi, kışın çık bakalım, istediğin yere git!.. Nereye gidecek bu adamlar? Nereye gidecek arkadaşlar?!. Yani, o zaman, eğer, çık git diyorsanız, bu adamlara bir yer vereceksiniz, bir yer kiralayacaksınız.

Bakın, 1995 yılında, Çemişkezek'te 15 vatandaşın evi yandı; hâlâ, o evi yananlara en ufak bir yardım yapılmadı.

Efendim, Çemişkezek'in feribotu, bugün, 45 dakikada gidip geliyor. Bu feribota küçük bir yatırım yapmak suretiyle, bu mesafeyi 6 dakikaya indiriyoruz; hiçbir yatırım yok.

Şimdi, değerli milletvekilleri, bakın, biz, burada, bu olayları dile getirirken, lütfen, gelin, görün o insanların içinde yaşadığı sıkıntıyı. Ben milletvekiliyim, gidiyorum, bir köye gidiyorum... Daha onbeş gün önce gittim Mazgirt'in Kızılkale Köyüne. Bakıyorum, Jandarma oraya barikat kurmuş. Yahu, kardeşim, bu köyün her tarafı açık; yani, bu yola niye barikat kuruyorsun?!

Şimdi, uygulamalar böyle; bu uygulamaların bitmesi lazım. Artık, o insanların da temel hak ve özgürlüklerden yararlanması lazım. Hiçbir hizmet gitmiyor oraya. Daha geçen gün, işte, gittim; bölge yatılı okullarının, daha, yiyecek ve ısınma paraları gitmemiş.

Ayrıca, arkadaşlar, tabiî, orada olağanüstü hal olunca, kamu görevlileri, üst bürokratlar, valisiymiş, şuymuş, buymuş, beğenmediği kamu görevlisini, hemen, Olağanüstü Hal Kanunundan yararlanarak, bölge dışına çıkarıyor; sürgünler var. 21 inci Yüzyılda, bu insanlara, bu Türkiye Cumhuriyetine, böyle, anti hukuk uygulamalar, hukuk dışı uygulamaları yakışır mı? Şimdi, bunları tasvip ediyorsanız edersiniz.

Ben, hayatımda, çıkıp da burada yalan söylemem. İşte, devletin bakanı; çıksın söylesin ki, yalan.

Bırakın Tunceli'deki, doğu, güneydoğudaki uygulamaları; geçen gün Mersin'de, 15 tane, bizim o tarafın doktorları, şunları bunları göç ettirdiler. Efendim, bakın, bu ikilikli düşüncelerinizden vazgeçin. Türkiye Cumhuriyeti Devleti bir bütündür. Bu bütünlüğü korumak, hepimizin onur ve şeref meselesidir. Lütfen, böyle uygulamalara artık son verin. Olağanüstü hali de kaldıralım değerli milletvekilleri; bir kaldıralım yahu! Şimdi, orada polisimiz de var, askerimiz de var. Eğer bir şey olursa, o arkadaşlarımız yine aynı görevi yaparlar; ama, olağanüstü halde insanların yaşamlarına çok kötü müdahale var...

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

KAMER GENÇ (Devamla) - Adam koyununu çıkaracak.

BAŞKAN - Bir dakika içinde toparlayınız Sayın Genç.

KAMER GENÇ (Devamla) - Efendim, başkasına 2 dakika verdiniz de...

BAŞKAN - 1 dakika verdim.

KAMER GENÇ (Devamla) - Neyse...

Adam koyununu çıkaracak, önüne güvenlik kuvveti çıkıyor, götüremezsin diyor. Bakın, burada, Anayasa oylamasında... 45 000 koyun Erzurum'dan gelmiş, kendi memleketine, Tunceli'ye geçecek üç gün beklettiler değerli milletvekilleri! Yani, bu insanlar nasıl yaşayacak bu bölgede, nasıl yaşayacak?! Hayvan beslemeyecek... Yaylaların üzerindeki yasaklar kalkmadı.

Değerli arkadaşlarım, inanmıyorsanız, buyurun gidelim, bölgeyi beraber gezelim; ondan sonra, çıkın, burada deyin ki, siz yalan söylüyorsunuz. Bugün belediyeler...

MÜKERREM LEVENT (Niğde) - Yalan söylüyorsun!..

KAMER GENÇ (Devamla) - Ben yalan söylemeyi en büyük haysiyetsizlik kabul ederim; ama, bana yalan söylüyorsun diyen adam da en büyük haysiyetsizdir.

Bakın,  sevgili milletvekilleri, şu anda belediyelerimiz para almıyor. Darıkent Belediyesine gittim, 18 aydır belediyede çalışanlar para almıyor. Şu anda, Tunceli belediyesinde, kaç aydır, memurlar, işçiler para almıyor, grevde. Şimdi, siz kendi yandaşlarınız belediyeleri kurtarıyorsunuz da, onlar da insan değil mi? Hesabına geldiği zaman, devleti hortumlayanları hemen rahatlatmak için kanun çıkarıyorsunuz.

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

 KAMER GENÇ (Devamla) - O zaman, bu insanların da durumunu düzeltecek kanunlar çıkarın, düzeltmeler yapın.

Sayın Başkan...

BAŞKAN - Usulüm böyle benim Sayın Genç.

KAMER GENÇ (Devamla) - Son cümlemi söyleyeceğim efendim.

BAŞKAN - Hayır, veremiyorum efendim. Teşekkür ederim; sağ olun.

KAMER GENÇ (Devamla) - Kıbrısla ilgili bir şey söyleyeceğim.

BAŞKAN - Kıbrıs nereden çıktı efendim?

KAMER GENÇ (Devamla) - TÜSİAD'ın, Kıbrıs Cumhurbaşkanı Denktaş'la ilgili  değerlendirmesini şiddetle kınıyorum ve şunu herkesin bilmesini istiyorum ki...

BAŞKAN - Sayın Genç...

KAMER GENÇ (Devamla) -  ...Türkiye Cumhuriyeti Devleti, hiçbir surette, Kıbrıs Türkünü Rumlara katletme zevkini kimseye yaşatmayacaktır.

Hepinize saygılar sunuyorum. (DYP ve SP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN - Şahsı adına, Adıyaman Milletvekili Dengir Fırat; buyurun. (AK Parti sıralarından alkışlar)

Süreniz 10 dakika.

DENGİR MİR MEHMET FIRAT (Adıyaman) - Sayın Başkanım, değerli milletvekili arkadaşlarım; hepinizi saygıyla selamlıyorum ve size, Anayasamızın "Başlangıç" kısmından bir paragraf okumak istiyorum.

Türkiye Cumhuriyeti Anayasasının "Başlangıç" kısmında, "her Türk vatandaşının bu Anayasadaki hak ve hürriyetlerden eşitlik ve sosyal adalet gereklerince yararlanarak millî kültür, medeniyet ve hukuk düzeni içinde onurlu bir hayat sürdürme ve maddî ve manevî varlığını bu yönde geliştirme hak ve yetkisine doğuştan sahip olduğu" belirtilmektedir ve devamla,  "topluca Türk vatandaşlarının millî gurur ve iftiharlarda, millî sevinç ve kederlerde, millî varlığa karşı hak ve ödevlerde, nimet ve külfetlerde ve millet hayatının her türlü tecellisinde ortak olduğu, birbirinin hak ve hürriyetlerine kesin saygı, karşılıklı içten sevgi ve kardeşlik duygularıyla ve 'Yurtta sulh, cihanda sulh' arzu ve inancı içinde, huzurlu bir hayat talebine hakları bulunduğu" belirtilmektedir.

Yine Anayasamızın 1 inci maddesinde, Türkiye Cumhuriyetinin demokratik bir hukuk devleti olduğundan bahsedilmekte, 5 inci maddesinde ise, devletin temel amaç ve görevleri belirtilmekte ve "kişilerin ve toplumun refah, huzur ve mutluluğunu sağlamak; kişinin temel hak ve hürriyetlerini sosyal hukuk devleti ve adalet ilkeleriyle bağdaşmayacak surette sınırlayan siyasal, ekonomik ve sosyal engelleri kaldırmaya, insanın maddî ve manevî varlığının gelişmesi için gerekli şartları hazırlamaya çalışmaktadır" denilmektedir. Yani, burada, devlete, bu vatandaşlara neler vermesi gerektiğini açık ve kesin olarak belirtmektedir. Eğer, bu insanların, belli bir bölgede yaşayan insanların temel hak ve hürriyetlerinin sınırlandırılması ve kullanılmasının durdurulması 44 kez bu Meclise getirilerek uzatılmış ise ve askıya alınmış ise, Anayasanın bu 5 inci maddesi ihlal edilmiştir; çünkü, bu kadar uzun bir süre içerisinde, eğer bir bölgede asayiş sorunu var ise, eğer bir bölgede ekonomik sorun var ise ve bugüne kadarki hükümetler ve devlet bunu ortadan kaldıramamış ise, o zaman sorgulanması gereken, o bölgedeki insanlar değil, devlet ve devleti yürüten hükümetlerdir.

Siz, 25 yaşına gelmiş olan insanların, Türkiye Cumhuriyeti Anayasasında belirtilmiş olan temel hak ve özgürlüklerden istifade etmemiş bir şekilde büyümesini, belli bir bölge insanına, Türkiye Cumhuriyeti hudutları içerisinde yaşayan insanlara yükümlülük olarak getiremezsiniz. Bunun hesabını birilerinin vermesi gerekir; ama, bana şunu soracak olursanız: Türkiye'de olağanüstü halin devamı gerekir mi gerekmez mi? Evet, bana göre, Türkiye'de olağanüstü halin devamı mutlak surette gereklidir. Anayasamız, olağanüstü halin hangi hallerde ilan edileceğini ve hangi hallerde devam ettirileceğini belirtmiştir ve 119 uncu madde,  tabiî afet ve ağır ekonomik bunalım sebebiyle, olağanüstü hal ilanını gerektirir diyor. Bence, tabiî afet lafını biraz daha geniş almak lazım, afet olarak almak lazım. Afet, bazen tabiî olabilir, bazen de yapay olabilir, siyasî afetler de olabilir ve insanların veya grupların yaratmış olduğu afetler de olabilir.

Bugün, Türkiye'nin şu andaki ekonomik şartları içerisinde bir olağanüstü halin gerekliliğine inanıyor muyuz, inanmıyor muyuz? Eğer, Türkiye Büyük Millet Meclisinin içerisinde, vatandaşlar, ekonomik sıkıntıdan dolayı, o binanın üzerine çıkıp kendilerini atmaya çalışıyorlarsa, eğer Başbakanlığın önü kapatılmışsa, orada kasalar atılabiliyorsa, orada insanlar kendilerini yakmaya çalışıyorlarsa, o zaman, doğrudur, Türkiye'nin 81 vilayetinde, acilen ve derhal, olağanüstü hal ilan edilmesi gerekir (AK Parti sıralarından alkışlar) ama, 4 ilin sırtına, Türkiye'nin bu günahını veya siyasîlerin bu günahını yüklemek, vicdanlara sığdırabilmek mümkün değildir.

Her seferinde, buraya getirilmiş olan bu uzatmaların son olduğu söyleniyor. Bunu söyleyenler sıradan vatandaşlar değil. Olağanüstü hali yaşamamış olanların, o bölgede yaşamamış olanların olağanüstü halle ilgili bir konuşma yapmasının mantığına da ben varamıyorum. Düşünün ki, temel hak ve özgürlüklerinizin temeli, tümü ortadan kaldırılmış. Bu ülkede, zaten, temel hak ve hürriyetlerin, insan hak ve hürriyetlerinin ne kadar kullanıldığı, olağanüstü hal dışında ne kadar kullanıldığı şüpheliyken ve bunun münakaşaları yapılırken, olağanüstü hal bölgesinde bunların nasıl tatbik edildiğini, o bölgede yaşayan insanların ne durumda olduğunu anlayabilmek, bu sıralarda oturarak izah edilebilmesi mümkün olan bir olay değildir. İnsanları yerlerinden sökerek, Türkiye'nin dört bir tarafına, geçim kaynaklarını ortadan kaldırarak saldıktan sonra, "Köye Dönüş Projesi" adı altında, 3 000, 4 000 kişinin geri dönüşünü burada bir başarı olarak izah etmenin anlamını veya huzurunu duyabilmeyi ve vicdana sığdırılabilmesini kabul edemiyorum.

Bırakın orayı, bırakın 4 tane ili; Sayın Bakanın kendi memleketinde, İçel'de, Mersin'de, tek bir günahı doğu ve güneydoğulu olmak olan 9 doktoru sürgün edebiliyorsa bu zihniyet, oradaki insanlara ne gibi bir muamele yapıldığının hesabını nasıl vereceksiniz? (AK Parti sıralarından alkışlar) Evet, yanlışlık oldu ve onlar hakkında takibat yapıldı. Bastınız bir yeri; ama, yanlışlık oldu, öldürüldü. E, gerekli tahkikat açılmıştır. Ama, ümit etmiyorum ki, sizin yakınınız, sizin akrabanız için böyle bir temennide bulunulsun veya başına böyle bir olay gelsin. Önce vur, sonra sorgula. Yok böyle bir şey; dünyanın hiçbir yerinde yok. Devletin görevi bu değil; devletin görevi, yakalamak, sorgulamak, adalete teslim etmektir. Öldürerek, yargısız infaz müessesesini işleterek Türkiye'yi bir yere vardırabilmek mümkün değil, bununla kimsenin övünebilmesi de mümkün değil.

Dolayısıyla, şahsen, bugüne kadar olduğu gibi, bundan sonra da, olağanüstü halin uzatılmasıyla ilgili -4 il için diyorum- bu tezkereye ret oyu vereceğim; ama, Türkiye'de ekonomik bir olağanüstü halin ilanını getirirseniz, inanın ki sizinle beraber kabul oyu vereceğim ve yapabileceğiniz en doğru harekettir.

Saygılarımı sunuyorum. (AK Parti sıralarından alkışlar)

BAŞKAN - Teşekkür ederiz Sayın Fırat.

Evet, görüşmeler tamamlanmıştır.

Şimdi, Başbakanlık tezkeresini tekrar okutup, oylarınıza sunacağım:

 

22.11.2001

Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına

Türkiye Büyük Millet Meclisinin 29.6.2001 tarihli ve 721 sayılı Kararı uyarınca Diyarbakır, Hakkâri, Şırnak ve Tunceli İllerinde devam etmekte olan olağanüstü halin, 30.11.2001 günü saat 17.00'den geçerli olmak üzere 4 ay süreyle uzatılmasının Türkiye Büyük Millet Meclisine arzı, Bakanlar Kurulunca 6.11.2001 tarihinde kararlaştırılmıştır.

Gereğinin yapılmasını saygılarımla arz ederim.

   Bülent Ecevit

         Başbakan

BAŞKAN - Evet, tezkereyi kabul edenler... Etmeyenler... Tezkere kabul edilmiştir.

Gündemin "Özel Gündemde Yar Alacak İşler" kısmına geçiyoruz.

1 inci sırada yer alan, Kütahya Milletvekili Ahmet Derin ve 22 arkadaşının, yumurta üreticilerinin sorunlarının araştırılarak alınması gereken tedbirlerin belirlenmesi amacıyla Anayasanın 98 inci, İçtüzüğün 104 ve 105 inci maddeleri uyarınca kurulmuş bulunan (10/8) esas numaralı Meclis araştırması komisyonunun 596 sıra sayılı raporu üzerindeki görüşmeye başlayacağız.

 

IV. - GENSORU, GENEL GÖRÜŞME, MECLİS SORUŞTURMASI VE

MECLİS ARAŞTIRMASI

A) GÖRÜŞMELER

1. - Yumurta Üreticilerinin Sorunlarının Araştırılarak Alınması Gereken Tedbirlerin Belirlenmesi Amacıyla Anayasanın 98 inci, İçtüzüğün 104 ve 105 inci Maddeleri Uyarınca Bir Meclis Araştırması Açılmasına İlişkin Önergesi ve Meclis Araştırması Komisyonu Raporu (10/8) (S. Sayısı: 596)

BAŞKAN - Komisyon?.. Yok.

Ertelenmiştir.

2 nci sırada yer alan, Saadet  Partisi Grubu Adına Grup Başkanvekilleri Konya Milletvekili Veysel Candan ve Diyarbakır Milletvekili Ömer Vehbi Hatipoğlu'nun, ekonomi yönetiminde başarılı olmayarak ekonomik çöküş sürecini hızlandırdığı ve dış ekonomik ilişkilerde Türkiye'yi küçük düşürücü davranışlar sergilediği iddiasıyla Devlet Bakanı  Kemal Derviş hakkındaki (11/23) esas numaralı gensoru önergesinin gündeme alınıp alınmayacağı hususundaki görüşmelere başlıyoruz.

2. - Saadet  Partisi Grubu Adına Grup Başkanvekilleri Konya Milletvekili Veysel Candan ve Diyarbakır Milletvekili Ömer Vehbi Hatipoğlu'nun, Ekonomi Yönetiminde Başarılı Olmayarak Ekonomik Çöküş Sürecini Hızlandırdığı ve Dış Ekonomik İlişkilerde Türkiye'yi Küçük Düşürücü Davranışlar Sergilediği İddiasıyla Devlet Bakanı Kemal Derviş Hakkında Gensoru Açılmasına İlişkin Önergesi (11/23)

BAŞKAN - Hükümet?.. Hazır.

Önergeyi, daha önce bastırılıp dağıtıldığı ve okunduğu için, tekrar okutmuyorum.

Sayın milletvekilleri, Anayasanın 99 uncu maddesine göre, bu görüşmede, önerge sahiplerinden bir üyeye, siyasî parti grupları adına birer milletvekiline ve Bakanlar Kurulu adına Başbakan veya bir bakana söz verilecektir.

Konuşma süreleri, önerge sahibi için 10 dakika, gruplar ve hükümet için 20'şer dakikadır.

İlk söz, tabiî ki, önerge sahibi olarak...

YASİN HATİBOĞLU (Çorum) - Sayın Bekâroğlu konuşacaklar efendim; aynı zamanda Grup sözcümüzdür kendileri.

BAŞKAN - Önerge sahibi olarak ve SP Grubu adına Sayın Bekâroğlu; buyurun efendim.

Süreniz 30 dakikadır.

SP GRUBU ADINA MEHMET BEKÂROĞLU (Rize) -  Teşekkür ediyorum Sayın Başkan.

Değerli milletvekilleri, Devlet Bakanı Sayın Kemal Derviş hakkında Saadet Partisi Grubu tarafından verilen gensorunun gerekçelerini açıklamak üzere, Grubum adına söz almış bulunmaktayım. Yüce Heyetinizi saygıyla selamlıyorum.

Önce, Sayın Başbakanın muhalefetle ilgili daha önce söylediklerini tartışmak istiyorum. Sayın Ecevit, bizi, Anayasa ve İçtüzüğü istismar etmek, devletin işleyişini sabote etmekle suçluyor. Devletin işleyişi ne anlama geliyor, Sayın Başbakan bu sözüyle ne demek istemiştir, bilemiyorum; ama, kendisinin, bu sözleriyle demokrasiyi sabote ettiği açıktır. Ben böyle düşünüyorum. Sayın Başbakanın birçok şeyi içine sindiremediği biliniyor. Bu çıkışıyla öyle anlaşılmıştır ki, en çok muhalefeti, yani, demokrasiyi içine sindiremiyorlar. Daha geçen yıl, İçtüzüğü değiştirerek, parlamenter demokratik işleyişi siz sabote ettiniz. Hatırlayınız, bu yüce çatıda bir milletvekili arkadaşımız öldü. Size anlatmaya çalışmıştık o zaman, milletin kürsüsünü milletin temsilcilerine kapatmayın demiştik; ama, dinlemediniz. Şimdi, milletin geleceğini tayin eden yasa maddeleri üzerine, demokratik sistemin vazgeçilmez unsurları olan siyasî partiler ancak 5 dakika konuşabiliyor, milletvekilleri ise hiç konuşamıyor. Siz, milletvekillerinin konuşma hakkını gasp ettiniz. Bu, demokrasinin ruhunu yok etmektir. Milletvekillerine milletin kürsüsünü yasaklayan bir sistem demokrasi olamaz. Böyle bir demokrasi, dünyanın hiçbir yerinde yoktur değerli arkadaşlarım. (SP sıralarından alkışlar)

Dahası var değerli arkadaşlarım. Hükümet, Türkiye Büyük Millet Meclisinin denetleme görevini engellemektedir. İktidar, çoğunluğuna dayanarak, sözlü soru, araştırma ve genel görüşme önergelerini burada görüştürmüyor. Sayın Bakanlar iki yıl önce sorduğumuz sorulara bile henüz yanıt vermiş değiller. Şimdi, biz, Anayasa ve İçtüzüğün vermiş olduğu hakkı kullanıyoruz; gensoru ve soruşturma önergeleriyle, iktidarı millet adına denetliyoruz. Sayın Başbakan rahatsız olsa da, biz, bu kürsüden milletin sorunlarını anlatmaya devam edeceğiz. Sayın Başbakan da şunu unutmamalı ki, kendisi, demokrasiyle idare edilen bir ülkenin başbakanıdır, diktatör değildir. (SP sıralarından alkışlar)

Değerli milletvekilleri, ekonomik kriz bütün şiddetiyle devam ediyor. Tedbir adına yapılan tüm uygulamalar, krizi durdurmak şöyle dursun, ülke ekonomisini iflasın eşiğine daha da yaklaştırmaktadır. Elbette, bu olanlardan Sayın Başbakan ve tüm bakanlarıyla 57 nci hükümet sorumludur; ancak, sayın bakanlardan biri var ki, o, hepsinden çok sorumludur; Sayın Kemal Derviş. 13 Mart 2001 tarihinden bu yana, Sayın Derviş, tek patron olarak ve devlet bakanı sıfatıyla ekonomi yönetiminin başında bulunmaktadır. İktidar partileri, kendisinin her istediğini yapmışlardır. Öyle ki, Sayın Derviş'e ayak uyduramıyor gerekçesiyle bakanlar bile istifa ettirilmiştir. Cumhuriyet tarihinde, olağanüstü dönemler dahil, hiçbir bakan bu kadar yetkiyle donatılmamış, Sayın Derviş kadar rahat hareket edememiştir. Bu nedenle, Saadet Partisi olarak, Devlet Bakanı Sayın Derviş hakkında gensoru önergesi verdik. Öyle inanıyorum ki, bu davranışımızla, sadece muhalefet partileri değil, iktidar partileri milletvekillerinin de isteklerini yerine getirmiş oluyoruz.

Değerli arkadaşlarım, önce, kasım ve şubat krizlerine nasıl gelindiğini hatırlatmak istiyorum. Türkiye ekonomisinin iflasın eşiğine gelmesi, Türk halkının açlık ve sefalete mahkûm edilmesi, siyaset bilimcileri tarafından "postmodern darbe" diye tanımlanan bir olağanüstü dönemde gerçekleşmiştir. 28 Şubat süreci, demokrasinin, esas ve özü itibariyle askıya alındığı; ancak, şeklen devam ettiği bir dönemdir. Bu dönemin en temel özelliği, demokratik denetim yollarının bütünüyle tıkanmış olmasıdır. Bu dönem, toplumsal muhalefetin susturulduğu bir dönemdir. 54 üncü Erbakan Hükümetinden sonra kurulan tüm hükümetlerin alternatifsiz olduğunun ilan edildiğine şahit olduk. 18 Nisan seçimleri aynı baskı ortamında yapılmış, sonrasında işbaşına gelen hükümet de alternatifsizlik iddiasıyla kurulmuştur; yani, seçmenin de, seçilmişlerin de iradesine müdahale edilmiştir. Yine, ülkeyi batıran sözde istikrar programları da alternatifi yoktur diye takdim edilmiş ve uygulanmıştır; yani, deniliyor ki, Türkiye'nin batmaktan başka çaresi yoktur.

Değerli milletvekilleri, böyle bir ortamda görev yapan 55 inci ve 56 ncı hükümetler döneminde büyük bir kamu yağması yaşanmıştır. Ardından gelen ve kendi enkazını devralan 57 nci hükümet, herhangi bir program üretemeyince, IMF programlarına mecbur olmuştur. Bu IMF programı, aslında, bir tuzaktı; ama, 57 nci hükümet, tüm uyarılara rağmen, bu programı eksiksiz bir şekilde uygulamıştır. Dışarıdan sıcakpara girişi ve sabit kur uygulamasına dayalı olan bir program uygulanmıştır 2000 yılında. Sürdürülemez düzeyde açık vermeyen bir ekonomiye, 2000 yılında, neredeyse millî gelirin yüzde 10'u kadar dışarıdan sıcakpara girişi olmuştur. Bunun tamamının malî sektörde kalması, ekonominin ateşini aşırı derecede yükseltmiştir. Bu ısınma, kasım ve şubat krizlerini hazırlayan ve yönetilemez hale getiren en önemli sebeplerdir.

Öte yandan, kur çıpası nedeniyle TL'nin aşırı değerlenmesi, iç fiyatlarda ihracat yapmayı zorlaştırmış, ithalatı özendirmiş ve tırmandırmıştır. Neticede, 2000 yılında dışticaret açığı 27 milyar dolara, cari açıksa 10 milyar dolara ulaşmıştır ki, bu rakamlar, cumhuriyet tarihinin en yüksek açıklarıdır. Bu arada, bankalar açıklarını kapatmak için Merkez Bankasından yüksek miktarda döviz talep edince, döviz kurunun kontrol altında tutulabileceğine dair güven ortadan kalkmış ve kasım krizi ortaya çıkmıştır. Şubat 2001'de Sayın Başbakanın devlet krizi ilan etmesiyle de ipler kopmuştur. Güvenin bütünüyle ortadan kalkması ve döviz talebinin sistemin kaldıramayacağı düzeye ulaşması, hükümeti paniğe sürüklemiştir. Sonra, dövizler eriyecek, batacağız endişesiyle kur çıpasından vazgeçilerek döviz dalgalanmaya bırakılmıştır. İşte, yaşananın bundan sonraki adı, felakettir.

Malî sektörde oluşan bu deprem hızlı bir şekilde reel sektörü vurmuş, bir anda yüzde 40'ları, 50'leri bulan devalüasyon ve kredi faizlerinin 10 ilâ 20 kat artması, Türk reel sektörünün ocağına incir ağacı dikmiştir. Bu arada, eski kurla satılan dövizler, yüzde 7 500 faizle devlet bankalarına para satılması gibi fırsatçılıklar yapılmış; suların her bulandığında olduğu gibi, tatlı; ama, ahlaksızca kazançlar elde edenler olmuştur. Ne hazindir ki, bütün bunları yapanlar, televizyonların karşısına çıkarak "vah vah benim ülkem" diyebilmişlerdir.

Sahi, Sayın Başbakanım, o bir hafta içinde eski kurla döviz alarak ve devlet bankalarına yüzde 7 500 faizle para satarak bu milletin 4-5 milyar dolarını kaldıranlar kimlerdir; bu isimleri, bunları millete açıklamayı düşünüyor musunuz? Bu soruyu, size, millet adına soruyum Sayın Başbakanım.

Değerli milletvekilleri, Türkiye ekonomisi, IMF tarafından, bile bile batırılmıştır. Hükümet ettiklerini iddia edenler de, alternatifsiz olduklarını söyleye söyleye, yaptıkları yanlış tercihlerden sonra yanlış ve kötü uygulamalarla ülke ekonomisinin batışını seyretmişlerdir. İddia ediyorum, IMF ve Dünya Bankası, tüm sorunlarına rağmen görece dengede olan bir ekonomiyi bilinçli bir şekilde krize sürüklemiştir. Bunu, Sayın Başbakanın da, yardımcısı Sayın Yılmaz'ın da, bu kadar kesin bir dille olmasa bile, ifade ettiklerini hatırlıyorum. IMF, şubat krizinin baş sorumlusu olmasına rağmen hâlâ bu ülkedeyse, bunun sebebi, krize sürüklenen Türkiye'nin buna mecbur edilmiş olmasıdır. Yine, eğer bu hükümet hâlâ işbaşındaysa, bunun sebebi de, bu hükümetin bundan sonra denileni yapmaya mecbur bir hükümet olmasından kaynaklanıyor. Hiç itiraz etmeyin değerli arkadaşlarım. Siz, denilen her şeyi yapa yapa, kendinizi bağladınız; bundan sonra, denilecek her şeyi yapmak zorundasınız.

Sayın Kemal Derviş'in Dünya Bankasından gelmesi, gelir gelmez hükümetin dördüncü ortağı olması, hatta neredeyse tek başına söz sahibi olması; bütün bunları neyle izah edeceğiz?! Garip bir tesadüf mü diyeceğiz, bilemiyorum; ama, şimdi, Türkiye'nin reel sektörünün, sanayi ve tarımsal üretiminin köküne kibrit suyu döken kararların mimarı olan Sayın Kemal Derviş, bu yaptıklarını, yıllar önce, Dünya Bankası adına hazırlamış olduğu bir raporda Türkiye'ye önermektedir. İşin garipliği sadece Kemal Derviş'le sınırlı değil. Türkiye'ye bunları öneren Sayın Kemal Derviş, 1977 yılında, aynı zamanda, o zamanın güçlü ismi Sayın Bülent Ecevit'in danışmanıdır. Bakınız ne diyor Sayın Derviş 1977 yılında: "Türkiye, sanayileşme stratejisini değiştirmelidir. Kimya, temel makine ve imalat, madenleri işletme gibi ağır sanayilerde gelişme beklenmemelidir. Kaynaklar ihracata yönelik hafif sanayi dallarına kaydırılmalı, sürekli devalüasyonlarla fiyat rekabeti yapılmalı, ağır sanayiden vazgeçilmelidir." Böyle diyordu 1977'de Sayın Kemal Derviş.

Dikkatinizi çekiyorum değerli arkadaşlarım; Sayın Derviş'in bunu önerdiği dönem, önemli bir dönemdir. 50'li ve 60'lı yıllarda kendisini yetiştirmiş, 60'lı yılların sonu ve 70'li yılların başlarından itibaren DPT ve çeşitli bakanlıklarda kendilerine yer bulmuş yurtsever, idealist insanlar işbaşındadır ve bu ülkenin sanayileşmesi için, sanayinin Anadolu'ya yayılması için, canla başla çalışıyorlar o dönemler.

1974'te CHP-MSP koalisyonu vardır ve Sayın Erbakan, ısrarla "ağır sanayi" demektedir. O günler, çok önemli günlerdir. İdealist kadro bu çalışmaları yaparken, ülkede sağ sol çatışması vardır. Bu idealist kadroların bir kısmı komünist diye, bir kısmı takunyalı diye, bir kısmı da faşist diye devre dışı bırakılmaya çalışılmaktadır o yıllarda.

Yine, 70'li yılların sonunda, Amerikan iş çevrelerine sunulan bir raporda şöyle deniliyor...

YASİN HATİBOĞLU (Çorum) - Sayın Başkan, Sayın Bakanın dinlemesine imkân hazırlar mısınız.

MEHMET BEKÂROĞLU (Devamla) - Sayın Bakanın bizi dinlemeye ihtiyacı yok. Sayın Bakan Türkiye'ye her şeyi bilerek gelmişlerdir; dinlemesine gerek yok.

YASİN HATİBOĞLU (Çorum) - Asgarî saygı gereği...

MEHMET BEKÂROĞLU (Devamla) - Saygı da kendisiyle ilgili bir konu.

MUSTAFA GÜVEN KARAHAN (Balıkesir) - Saygıyı sizden mi öğrenecek?!

ÖMER VEHBİ HATİPOĞLU (Diyarbakır) - Ayıp yahu, böyle bakan olur mu?!

BAŞKAN - Buyurun Sayın Bekâroğlu.

MEHMET BEKÂROĞLU (Devamla) - Değerli milletvekilleri, bilindiği gibi, Sayın Ecevit o dönemde solcuydu; danışmanı Derviş Beyi dinlemediler. Ülkede anarşi ve terör tırmandı. O zaman, montajcılık yapıp içpiyasaya kalitesiz tenekeler satan, şimdi hepsi rantiyeci olan İstanbul dukalığı, gazete ilanları verdi, hatırlayacaksınız. Ecevit hükümeti gitmek zorunda kaldı, Erbakan devredışı bırakıldı ve sonra 12 Eylül geldi.

Değerli milletvekilleri, Sayın Ecevit, yirmi yıl sonra pes etmiş ve Dünya Bankasının memuru Kemal Derviş'e Türkiye ekonomisini teslim etmiştir; ama, şimdi dünya değişmiştir. Artık, sistem, finans kapitalizmidir. Şimdi, mal ve hizmet dolaşımı değil, paranın dolaşımı esastır. O nedenle, şimdi, Sayın Derviş, sadece sanayi üretimini değil, tarımsal üretimi de bitirecek tedbirleri almakta; finans sektörüne yönelerek, Türkiye'yi borç ve faizlerle sömürülen bir ülke haline getirmektedir.

Bugün burada yapacağımız görüşmeler, aynı zamanda, bir tarihî hesaplaşmadır değerli arkadaşlarım. Burada önemli bir millî davayı tartışıyoruz. Bu tartışmada, bir tarafta, Türkiye'nin sanayileşmesi, gelişmesi ve bağımsız bir ülke olmasını savunanlar olacak; diğer tarafta da, Türkiye'nin gelişmiş ülkelerin çevre ülkesi olarak kalmasını isteyenler olacaktır. (SP sıralarından alkışlar) Bu gensoru tartışması, bir büyük mücadelenin 2001 yılındaki hesaplaşmasıdır. Bundan hiç kimsenin kuşkusu olmasın.

Sayın Kemal Derviş'in, şimdi, Türkiye'de olması ve bütün bunları yapıyor olması, bir programın, bir planın sonucudur; asla tesadüf değildir. Tersini iddia ediyorsanız, soruyorum: 350 milletvekili arasında ekonomiyi okuyan, bu işleri bilen tek bir kişi yok mu? Haydi milletvekilleri bilmiyor; bunca uzman, bürokrat, askılısı askısızı iktisatçılar, onlar da mı bir şey bilmiyor?

Elbette tüm yapılanlarda yasal süreçler yerine getirilmiştir. Sayın Kemal Derviş, Türk vatandaşıdır; milletvekili seçilme şartlarını haizdir; Sayın Başbakan, bakan olarak önermiş ve Sayın Cumhurbaşkanı atamıştır; kendisi yemin etmiştir; ama, size soruyorum, özellikle iktidar partisi milletvekillerine soruyorum: Bu durumu, gerçekten, içinize sindirebiliyor musunuz? Sayın Derviş'in bu gücünü nereden aldığını tahmin ediyorsunuz? Nasıl oluyor da milletin temsilcilerini küçümsüyor, suçluyor, onlara "iş takipçileri" diyor da, hiç kimsenin sesi çıkmıyor?

Değerli milletvekilleri, IMF ve Dünya Bankası, uluslararası finans çevrelerinin paralarını garanti altına alacak tedbirler önerir; onların para satmalarının en iyi koşullarını hazırlar; bu paraların tahsilatının araçlarını oluşturur. IMF, girdiği ülkelerin ekonomilerini borç-faiz-borç sarmalına düşürür. IMF ve Dünya Bankası, finans kapitalizminin raconunu yerine getirmek üzere vardır. Bu işin raconu budur değerli arkadaşlarım.

Bakınız Türkiye'de neler oldu; Sayın Derviş'in Türkiye'ye geldiğindeki rakamlar ile sekiz ay sonraki; yani, bugünkü rakamları karşılaştıralım; birkaç tane rakam: İçborç stoku Şubat 2001'de 44 katrilyondu; bugün, 105 katrilyon lirayı aşmıştır değerli arkadaşlarım. 2001 yılında içborç için 30 milyar dolar faiz ödeyeceğiz; bu, ayrı bir konu. Dışborç stoku Şubat 2001'de 100 milyar dolardı; bugün, 112 milyar dolar oldu değerli arkadaşlarım. Sayın Derviş geldiğinde 670 000 liraydı dolar; şimdi, 1,5 milyon lira. Enflasyon TÜFE'de yüzde 33, TEFE'de yüzde 26 iken; şimdi, TÜFE'de yüzde 66, TEFE'de yüzde 81 olmuştur.

Değerli arkadaşlarım, altı aylık, sekiz aylık bir süreyi konuşuyoruz. Bakın, Türkiye'nin içborcu, on yılda, 1990 ile 2000 arasında 20 milyar dolar artmıştır. Sadece 2000 yılında, sizin hükümet ettiğiniz, o birinci programı uyguladığınız dönemde 1 kat, 20 milyar artmıştır; ama, sadece, Sayın Kemal Derviş'in görev yapmış olduğu altı ayda 20 milyar dolar daha artmıştır değerli arkadaşlarım. Bu, Sayın Derviş'in bu ülkeye niçin geldiğini, ne yapmak istediğini açık ve net bir şekilde ortaya koymaktadır. Bu, Türkiye'de rant ekonomisini yerleştirmenin dışında hiçbir şey değildir.

Değerli arkadaşlarım, Sayın Derviş geldiğinde Türkiye'de toplanmış olan vergilerin yüzde 77'si faiz ödemelerine gidiyordu; şimdi, vergilerin tamamı gidiyor, yetmiyor; yüzde 109 değerli arkadaşlarım. Biraz daha borç alarak vergi ödüyoruz. Derviş geldikten sonra Türkiye'nin büyümesi durmuştur, küçülme başlamıştır. 2000 yılında yüzde 10 küçülme olacaktır; bu da, cumhuriyet tarihinin en büyük küçülmesidir.

Bu olup bitenler sonucunda bu ülkede yüzbinlerce insan işinden çıkarılmıştır. Bu dönemde çalışanlara ve tarıma para verilmediğinden dolayı esnaf iş yapamaz olmuş; yüzlerce, binlerce, onbinlerce esnaf işi bırakmak zorunda kalmıştır. Asıl darbe ise tarıma vurulmuştur. Tarımda desteğin çekilmesi bir yana, çıkarılan yasalarla, sizlerin almış olduğu kararlarla, Türk çiftçisinin kendi arazisini ekmesi yasaklanmıştır. Sonuçta, Türk çiftçisinin açlığa mahkûm edilmesi bir yana, yerli üretime kapatılan piyasa, yabancı, çokuluslu şirketlere açılmış; Türkiye, tarım ürünleri dışalım satım dengesinde açık veren bir ülke haline gelmiştir. Şimdi, milyarlarca dolarımız, Amerikan çiftçisine, Fransız çiftçisine gidiyor.

Sonra, Sayın Derviş'in serbest piyasacılığı da doğru değildir. Sayın Derviş, şirketlerin durumlarını bağımsız ekonomi kuruluşlarına değil, Millî İstihbarat Teşkilâtına soruyor. Ben, şu anda Sayın Derviş'e soruyorum: MİT, hangi ekonomik alanda uzmandır? Burada mesele, Türkiye'nin sanayiinin, millî lastik sanayiinin -dikkatinizi çekiyorum- baltalanmasıdır. Burada, haksız rekabet ortamı oluşturulmuştur. İrtica suçlamalarıyla, Anadolu sermayesi devredışı bırakılmaya çalışılmıştır. Yanlış mı? MHP'li arkadaşlara soruyorum; siz, bunu benden iyi biliyorsunuz; yanlış mı? (SP sıralarından alkışlar)

Sayın Kemal Derviş'in tek sorumlu olarak ekonomiyi yönetmeye başlamasından sekiz ay sonra, şimdi, insanlarımız aç ve açıktadır; ucuz ekmek, iftar çadırı, yardım paketi kuyruklarında perişandır. 3 000 000 liralık asker ailesi yardımı için bile, yüzlerce insan kuyruğa girmektedir. İnsanlar, odun, kömür, çocuklarına çanta, ayakkabı, defter, kalem alamadılar. Bebeklerimiz, çocuklarımız ölüyor ve raporlarında, ölüm sebebinin açlık olduğu yazılıyor değerli arkadaşlarım. Evet, sizin döneminizde, ilk defa sizin döneminizde, ölen çocukların ölüm sebebi açlık olarak kayda düştü; bu ayıp size yeter değerli arkadaşlarım.

Değerli milletvekilleri, Türkiye her söyleneni yapacak şekilde çökertildikten sonra, Kemal Derviş Türkiye'ye gönderilmiştir. Sayın Derviş aylarca beklemiştir, bir türlü tedbirlerini açıklamamıştır. Bu arada, 800 000 lira olan dolar, 1 300 000 liraya çıkmıştır. Oyalama devam etmiş, panik büyüyüp, yeteri kadar para dışarıya kaçtıktan sonra, beyefendiler Amerika'ya gitmişler ve oradan "15 yasa, 15 günde çıkacak; aksi halde, 13 milyar dolar gelmez, Türkiye batar" demişlerdir. Bu arada, Türkiye'den kaç milyar dolar kaçtı; onu, kimse bilmiyor.

15 günde değil, ama, makul sürede bu yasalar çıktı; fakat, Sayın Kemal Derviş, kredinin her diliminde tehditler savurmaya devam etti: "Şunu yapmazsanız, şu olmaz; şu bakanı değiştirmezseniz, şu olmaz; şu millî kuruluşumuza şunları atamazsanız, şu olmaz." Sürekli şekilde Amerika'ya giderek, oradan tehditler savurarak, bu ülkenin ekonomisini, bu ülkenin tarımını, sanayiini, esnafını bitirecek kararlar aldırmıştır değerli arkadaşlarım.

Sayın Başkan, değerli arkadaşlarım; bakınız, bu olup bitenler, aynı zamanda, Afganistan'daki olaylarla örtüşmüştür. Şimdi, yeni 10 milyar dolarlık bir yardım diliminden söz ediliyor. Bakınız, Sayın Derviş "ekonomide işler yoluna girmiştir; bu sebepten dolayı para veriliyor" diyor; ama, kim ne derse desin, Türk Halkı, asker gönderme ile gelecek dolarlar arasında ilişki kurmaktadır ve bundan kahrolmaktadır.

Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; IMF'nin girdiği ülkeler arasında, reel sektörü çökmeyen, halkı fakirleşmeyen, açlığa mahkûm edilmeyen, kargaşa ve sosyal patlama yaşanmayan tek ülke yoktur. Malî sektör düzeltilecektir denilmiştir; ama, hiçbir ülkenin malî sektörü de düzeltilmemiştir. Biz, bütün bunları, Türkiye'de yaşadığımız bu acı gerçekle biliyoruz. Ödenen bunca bedele rağmen, açlığa, sefalete, sanayi ve tarımın bitmesine, millet olarak onurumuzun kırılmasına rağmen, tünelin ucunda ışık gözükmüyor. IMF'nin, Dünya Bankasının her istediği yerine getirilerek, alınan kredilerin tamamı malî sektöre yatırılmıştır; ama, malî sektörde de herhangi bir düzelme yoktur.

Değerli arkadaşlarım, Sayın Kemal Derviş borç idaresini de beceremiyor; çünkü, Derviş'in malî sektöre yönelik uygulamaları sonucunda, herhangi bir düzelme olmamıştır. Rakamlar ortadadır; faizdışı bütçe harcamaları kısılmış, vergilerle, zamlarla toplanan paralar ve alınan yardımlar, borçlar, borç faizlerine yatırılmış; ama, borç stokları artmaya devam etmiştir. Bu nasıl bir hesap, kimse bilemiyor. AB standartlarına göre, borçlarının toplamı millî gelirinin yüzde 60'ını aşan ülke batmıştır. Bakınız, ne oldu; Sayın Derviş'in uyguladığı politikalarla, toplam borç stoku, millî gelirin yüzde 80'i iken, şimdi yüzde 130'una çıkmıştır. Yani, Sayın Derviş geldikten sonra, Türkiye çok daha kötü duruma gelmiştir.

Şimdi diyor ki "ocak ayında işler düzelecek" ama, nasıl; geleceği söylenilen yeni 10 milyar dolar borçla mı?! Bunun 5 milyar dolarının zaten eski borçlara mahsup edileceği biliniyor. Kalanın nereye gideceği de belli. Sayın Derviş, kendi, sözde, güçlü ekonomiye geçiş programı içerisinde de çelişkilerle doludur. Öncelikle, Türkiye şubat krizine gelirken, bu krizin ilk günlerinde, bazı rantiye kesimleri, milyarlarca dolar haksız kazanç elde etmişlerdir. Sayın Derviş, uygulamış olduğu programda, bu rantiye kesimlerine asla herhangi bir fatura çıkarmamıştır; aksine, onları ödüllendirmiştir; geçen haziran ayında, içborcu dolara çevirmiştir. Bu şekilde, onları, kat kat faizlerden sonra, bir de kur farkıyla ödüllendirmiştir. Sayın Kemal Derviş göreve başladığı dönemde, Merkez Bankasında 18,5 milyar dolar döviz rezervi vardı. Panik alımlar sonucunda dolar ekonomik temelli olmayan artışa geçtiğinde, Sayın Derviş Merkez Bankasından döviz satmayı yasaklamıştır. Bunun sonucunda, milyarlarca dolar dışarıya kaçmıştır; ama, bunu hangi ekonomik temellere bağlı olarak yaptığını hiçbir zaman söylememiştir. Ben söyleyeyim; çünkü, IMF, dışarıdan alacaklara karşılık, döviz rezervlerinin orada tutulmasını istiyor da, o sebeple bütün bunlar oldu.

Bankaların kurtarılması iddiası da doğru değildir. Yapılmak istenen, mevcut zararları devlete kalmak ve kredileri devlet tarafından garanti edilmek suretiyle, bankaların yok pahasına yabancılara satılmasıdır. Devlet bankalarının, görev zararları, yani çiftçiye, esnafa ve küçük sanayiciye verdikleri destekler dolayısıyla zor durumda oldukları, devletin bunun için battığı iddia edilmektedir. Bu, yalanların en büyüğüdür. Devlet bankalarının niçin battığı, hangi kredilerin geri dönmediği, rantiye sınıfının bu bankalardan ne kadar çaldığını kimse bilmiyor, bu, devlet sırrı diye, kimseye açıklanmıyor. Kimse, serbest piyasa, liberalizasyon demesin; siz, düpedüz, elinizdeki devlet gücünü geniş halk kitlelerinin aleyhine kullanıyorsunuz. Kararlarınızla, halktan alıp, iç ve dış sermaye çevrelerine aktarıyorsunuz. Yani, tercihiniz halktan değil, rantiyeden yanadır. Sayın Derviş, kamu bankalarının başına, bu bankalara yüzlerce milyon dolar borcu olan bir bankanın genel müdürünü getirmiştir. Bu zat da, kilit noktalara, son görev yerleri yine yolsuzluklardan dolayı batmış olan bir başka banka olan kişileri getirmiştir. Dönen dolapları çok iyi bilen Ziraat Bankası, Halk Bankası ve Emlak Bankasının çalışanları ve özellikle de müfettişleri devredışı edilmişlerdir. Belli ki, Sayın Derviş ve devlet bankalarının başına getirdiği kişiler, bir şeyleri saklamaya çalışmaktadırlar. Nitekim, Sayın Derviş, Vakıfbank, Halkbank ve Ziraat Bankası için Ankara Cumhuriyet Savcılığının istemiş olduğu soruşturma iznini vermemektedir.

Değerli arkadaşlarım, Sayın Derviş'in bilmemesi mümkün değil; bütün bunları biliyor. Elbette biliyor; ama, yapılanların tamamı bir tercih meselesidir. Böyle krizlerde en büyük tehlike, yabancı ve yerli sermayenin ülkeyi terk etmesidir. Nitekim, şubat-ağustos döneminde Türkiye'den 17 milyar dolar çıkmıştır ve bunun için de, Sayın Derviş hiçbir şey yapmamıştır, sadece seyretmiştir. Malezya, bu konuda tedbirler almıştır 1997 krizinde ve bunu önlemiştir. Niçin böyle davranmıştır; Sayın Derviş'in, bunu, burada, sizlere ve millete açıklaması gerekiyor.

Değerli arkadaşlarım, Sayın Derviş 1977'de Sayın Ecevit'e önerdiklerini şimdi tek tek yapıyor, hem de sizlerin desteğiyle; evet, Milliyetçi Hareket Partililer, sizlerin desteğiyle yapıyor. Türkiye'nin istediği, Türkiye'deki idealistlerin istediği, sizin istediklerinizle Sayın Derviş'in istediği ve yaptığı bir değil. Biz, Türkiye'nin kalkınmasını, gelişmesini, sanayileşmesini istiyoruz, bunun mümkün olduğuna inanıyoruz; siz de, öyle değil mi değerli arkadaşlarım?! Ama, Sayın Derviş ve onun gibi düşünenler ise bunun mümkün olmadığını söylüyorlar; siz sanayileşemezsiniz, gelişmiş ülkeler düzeyine gelemezsiniz diyorlar. Bize önerdikleri, gelişmiş merkezlerin kıyısında ufak tefek işleri yapan kıytırık bir ekonomi olmaktır.

Değerli arkadaşlarım, bizi yalanlarla boğuyorlar. Bu ülkede belki de hantal işleyen bürokratik bir yapı var; ama, kamuda istihdamın fazla olduğu, işçi ve memurun çok olduğu, çiftçi ve esnafa büyük paralar verildiği doğru değildir.

Değerli arkadaşlarım, büyüme olmadan borçları ödeyemeyiz. Borçlar katlanarak artar ve batarız, batıyoruz da. İhracata evet; ama, böyle bir krizde ekonominin büyümeye geçmesi, ancak iç talebin uyarılmasıyla mümkündür. Bu da, ancak, çarpan etkisi yüksek kamu harcamalarıyla sağlanabilir. Derviş'in göreve geldiği günden beri yaptığı yanlışlardan biri de, faizdışı bütçe harcamalarının sınırlandırılmasına çalışmaktır. 2002 yılı bütçesinde faizdışı bütçe harcamalarının payı daha da azalacaktır ve millî gelirin yüzde 20'sinin altında kalması öngörülüyor. Faiz dışı fazla hiçbir ekonomiyi büyütmez; bu oranın yükselmesi, o ekonominin borç-faiz-borç ekonomisi olduğunu gösterir. Avrupa Birliği ülkelerinde faizdışı bütçe harcamalarının millî gelire oranı yüzde 40'tır, ABD'de ise yüzde 35'tir.

Değerli milletvekilleri, iddia ediyorum ve uyarıyorum; amaç, devletin bütün gelirlerini iç ve dışborç ödemelerine tahsis etmek; sonuçta, devletin bütün sosyal ve ekonomik fonksiyonları tasfiye edilerek, Türk halkı, uluslararası tekeller için ucuz işgücü ve Türkiye, uluslararası tekeller için pazar haline getirilecek. 

Bakınız, iddialı konuşuyorum, ısrar ediyorum; ülkenin ekonomik durgunluktan çıkması, Türk Halkının işsizlik, yoksulluk ve açlıktan kurtulması, faizdışı devlet harcamalarının artırılmasıyla mümkündür, yani, IMF'in, Dünya Bankasının ve Sayın Derviş'in yaptıklarının tam tersiyle. Bunun yapılabilmesi, bugün, bu gensoruyu desteklemenizle, Sayın Derviş'in geldiği yere, yani, Dünya Bankası Yoksulluklarla Mücadeleden Sorumlu Başkan Yardımcılığına gönderilmesiyle mümkündür.

Bakınız, geçen gün, bir TV kanalında, Ankara Altındağ'da, yardım paketi kuyruğunda bekleyen yaşlı bir kişi ne diyor: "Mazot almamızı engellediler, tarlalarımızı ekemedik, tohumluk almamızı engellediler, köyümüzde geçinemedik, tarlamızı, evimizi bırakarak buralara geldik. Şimdi, burada, şehirde açız. Yardım kuyruklarında onurlarımız kırılıyor, perişan oluyoruz." Bu durumdan memnun musunuz değerli arkadaşlarım?! İşte, sizin ve Derviş'in eseri.

Evet, Türkiye'nin büyük sorunları vardır; ama, sizin tahribatınıza rağmen, Türkiye'nin sorunları çözülebilir. Nasıl mı; örnekleri var. Yukarıdan beri bunu anlatmaya çalışıyorum. Ayrıca, bu, Türkiye'de denenmiştir. 54 üncü Erbakan Hükümeti, bütün bunları yapıyordu; denk bütçe, artan faizdışı bütçe harcamaları, memura, işçiye, çiftçiye, emekliye fazlası verilmiş, ekonomi, üretim canlanmış, esnaf altın yılını yaşıyor; ama, bütün bunlara rağmen borç stokları azalıyor, faiz oranları, enflasyon düşüyor. Sayın Derviş "nasıl mı oldu?" diye soruyor. Aslında, bunu bilir; ama, bilmiyorsa, gelsin, kendisine bunu anlatalım.

Değerli arkadaşlarım, rantiye sınıfı bu durumdan rahatsız oldu. Tatlı kârlara alışık olanlar, devleti içborç-faiz sarmalıyla sarmalıyanlar, bunların dışarıdaki bağlantıları rahatsız oldu. Yaşananları biliyorsunuz, işte gelinen yer...

Şimdi, Sayın Derviş, ekonomiyi siyasetten ayırmaktan söz ediyor "artık ayırdık" diyor; yabancılara "yurtseverler iktidara gelse bile, sanayileşmeyle, gelişmeyle uğraşamazlar, bunu yapamazlar; bu işi Türkiye'de bitirdik. Oluşturduğumuz siyasetle, yani, Türkiye Büyük Millet Meclisinden bağımsız, lâyüsel üst kurullarla bunu sağladık. Türkiye'yi, artık, bunlar yönetecekler; sizin istediğiniz gibi yönetecekler" diyor.

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN - Sayın Bekâroğlu, 2 dakika içerisinde toparlar mısınız.

MEHMET BEKÂROĞLU (Devamla) - Değerli arkadaşlarım, Sayın Derviş bu şekilde sadece ekonomimizi tahrip etmiyor, demokrasimizi de tahrip ediyor ve sizlerin hiç sesi çıkmıyor. Sizleri tahrip ediyor, siyaseti tahrip ediyor, Türkiye Büyük Millet Meclisini tahrip ediyor... Ne demek siyaseti ekonomiden ayırmak?! Bu memleketin geleceğiyle ilgili kararları kim alacak; bürokratlar mı alacak, Dünya Bankasının, IMF'nin bürokratları mı alacak, Sayın Kemal Derviş'ler mi alacak? Hayır değerli arkadaşlarım, bu memleketin geleceğiyle ilgili kararları, bu milletin temsilcileri, yani bizler alacağız. (SP sıralarından alkışlar)

Sözlerimi bitirirken, Milliyetçi Hareket Partili arkadaşlarıma şunu söylemek istiyorum: "Bağımsızlık" diyorsunuz, AB'ye karşı çıkıyorsunuz, Anayasanın 90 ıncı maddesinin değiştirilmesine karşı çıktınız, reddettiniz. Peki, bağımsızlık nedir değerli arkadaşlarım? Ekonomik bağımsızlığın, varlığımızın anlamı yok mu? Bu konuda, tüm dayatmalara "evet" dediniz. Şimdi, torunlarımızın üreteceklerine bile ipotek konulmuş durumdadır ve bunlar, siz milliyetçilerin döneminde olmuştur değerli arkadaşlarım; bunu, oturup düşünmek durumundasınız.

DSP'li arkadaşlarıma da bir cümle söyleyerek kürsüden iniyorum. 1970li yıllardaki Ecevit artık yok değerli arkadaşlarım; o, şimdi Derviş'e danışıyor, size değil. (SP sıralarından alkışlar)

Sayın Ecevit'in, köykent nostaljileriyle, Mesudiye köylerine bakkal açmasına, o bakkallardan bir tanesinin üzerinde "market" yazmasına bakmayın. Sayesinde, artık, Türk köylüsü, toprağında efendi değildir, kent varoşlarında köledir, açlığın pençesinde kıvranmaktadır ve bütün bunları siz yaptınız... (SP sıralarından alkışlar; DSP ve MHP sıralarından gürültüler)

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN - Teşekkür ederiz.

MEHMET BEKÂROĞLU (Devamla) - Değerli arkadaşlarım, liberal arkadaşlarım, milliyetçi arkadaşlarım, milletin seçmiş olduğu temsilciler, buyurun, gelin, Sayın Derviş'i geldiği yere gönderelim ve ülke derin bir nefes alsın. (SP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN - Teşekkür ederiz Sayın Bekâroğlu.

Sayın milletvekilleri, çalışma süremizin sonuna geldik; konuşmacı arkadaşıma söz versem bile süresi yarıda kalacak, konuşmanın bütünlüğü bozulacak.

Bu nedenle, yumurta üreticilerinin sorunlarının araştırılması amacıyla kurulmuş bulunan Meclis Araştırması Komisyonu raporunu, Devlet Bakanı Kemal Derviş hakkındaki gensoru önergesini ve kanun tasarı ve tekliflerini sırasıyla görüşmek için, 28 Kasım 2001 Çarşamba günü, alınan karar gereğince saat 12.00'de toplanmak üzere, birleşimi kapatıyorum.

Kapanma Saati : 15.51

Türkiye Büyük Millet Meclisi Resmi internet Sitesi
© 2009 T.B.M.M.