Yazılı ve Sözlü Sorular Araştırma Komisyonları Soruşturma Komisyonları
                                                                      Son Tutanak Tutanak Sorgu Tutanak Metinleri Gizli Oturum Tutanakları
                                                                                                                                            Uluslararası Komisyonlar Dostluk Grupları
                                                                                      Genel Sekreterlik Mevzuat Telefon Rehberi Etik Komisyon Duyurular

DÖNEM : 21        CİLT : 75       YASAMA YILI : 4

 

 

 

T. B. M. M.

TUTANAK DERGİSİ

 

 

21 inci Birleşim

15 . 11 . 2001 Perşembe

 

 

İ Ç İ N D E K İ L E R

                                                      Sayfa    

 

  I. - GEÇEN TUTANAK ÖZETİ

 II. - GELEN KÂĞITLAR

III. - BAŞKANLIĞIN GENEL KURULA SUNUŞLARI

A) OTURUM BAŞKANLARININ KONUŞMALARI

1. - TBMM Başkanvekili Mustafa Murat Sökmenoğlu'nun, kendi kaderini belirleme hakkına, özgürlük ve bağımsızlığına kavuşan Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyetinin 18 inci kuruluş yıldönümünü; Millî Futbol Takımımızın Avusturya Millî Futbol Takımını yenerek Dünya Kupası maçlarına katılma hakkını kazanması nedeniyle Millî Takım Teknik Direktörü, oyuncuları ve teknik ekibini TBMM adına kutladığına ilişkin konuşması

B) GENSORU, GENEL GÖRÜŞME, MECLİS SORUŞTURMASI VE MECLİS ARAŞTIRMASI ÖNERGELERİ

1. - İstanbul Milletvekili Mehmet Ali Şahin ve 55 arkadaşının, bakanlığı döneminde usulsüzlük ve suiistimallere yol açtığı ve göz yumduğu, gerekli tedbirleri almayarak görevini kötüye kullandığı ve bu eylemlerinin Türk Ceza Kanununun 228, 230, 240 ve 346 ncı maddelerine uyduğu iddiasıyla Bayındırlık ve İskân eski Bakanı Koray Aydın hakkında Meclis soruşturması açılmasına ilişkin önergesi (9/4)

2. - Karaman Milletvekili Zeki Ünal ve 23 arkadaşının, denizcilik politikası konusunda Meclis araştırması açılmasına ilişkin önergesi (10/217)

C) TEZKERELER VE ÖNERGELER

1. - Şanlıurfa Milletvekili Mehmet Yalçınkaya'nın (6/1457), (6/1458) ve (6/1462) esas numaralı sözlü sorularını geri aldığına ilişkin önergesi (4/429)

2. - Avrupa Parlamentosunca 26-27 Kasım 2001 tarihinde Brüksel'de yapılacak "Avrupa Birliğinin Genişleme Süreci Çerçevesinde Halk Sağlığı Politikaları" konulu seminere TBMM'yi temsilen iki üyenin katılmasına ilişkin TBMM Başkanlığı tezkeresi (3/925)

IV. - ÖNERİLER

A) DANIŞMA KURULU ÖNERİLERİ

1. - Genel Kurulun 20 Kasım 2001 Salı günü 12.00 - 16.00 saatleri arasında çalışmasına ve "Özel Gündemde Yer Alacak İşler" kısmındaki 697 ve 596 sıra sayılı araştırma komisyonları raporlarının görüşülmesine, 21 Kasım 2001 Çarşamba ve 22 Kasım 2001 Perşembe günleri de 12.00-16.00 saatleri arasında çalışmalarını sürdürmesine; 21 Kasım 2001 Çarşamba günkü birleşimde sözlü soruların görüşülmemesine ilişkin Danışma Kurulu önerisi

V. - KANUN TASARI VE TEKLİFLERİYLE KOMİSYONLARDAN GELEN DİĞER İŞLER

1. - İzmir Milletvekili Rifat Serdaroğlu'nun; İstanbul Milletvekili Bülent Akarcalı'nın; Amasya Milletvekili Ahmet İyimaya'nın; Ankara Milletvekili Yıldırım Akbulut'un; Şırnak Milletvekili Mehmet Salih Yıldırım'ın; Gaziantep Milletvekili Ali Ilıksoy, Konya Milletvekili Ömer İzgi ve Ankara Milletvekili Nejat Arseven'in; İstanbul Milletvekili Ziya Aktaş ve 42 Arkadaşının; Zonguldak Milletvekili Hasan Gemici'nin ve İzmir Milletvekili Işılay Saygın'ın; Türkiye Büyük Millet Meclisi İçtüzüğünde Değişiklik Yapılmasına Dair İçtüzük Teklifleri ve Anayasa Komisyonu Raporu (2/94, 2/232, 2/286, 2/307, 2/310, 2/311, 2/325, 2/442, 2/449) (S.Sayısı : 527)

2. - Türk Medenî Kanunu Tasarısı ile Türk Kanunu Medenisinde Değişiklik Yapılması Hakkında Kanun Tasarısı ve Ankara Milletvekili Yücel Seçkiner'in; Ankara Milletvekili Esvet Özdoğu ve Dört Arkadaşının; Aynı Kanunda Değişiklik Yapılması Hakkında Kanun Teklifleri ve Adalet Komisyonu Raporu (1/611, 1/425, 2/361, 2/680) (S. Sayısı: 723)

VI. - SORULAR VE CEVAPLAR

A) YAZILI SORULAR VE CEVAPLARI

1. - Şanlıurfa Milletvekili Mustafa Niyazi Yanmaz'ın, hac organizasyonundaki THY bilet fiyatlarına ilişkin Başbakandan sorusu ve Devlet Bakanı ve Başbakan Yardımcısı H.Hüsamettin Özkan'ın cevabı (7/4782)

2. - Şanlıurfa Milletvekili Mehmet Yalçınkaya'nın, Şanlıurfa'da serbest bölge kurulması için yapılan çalışmalara ilişkin Başbakandan sorusu ve Devlet Bakanı Tunca Toskay'ın cevabı (7/4794)

3. - Bursa Milletvekili Ertuğrul Yalçınbayır'ın;

Eğitim reformu projelerine,

Hukukî ve kurumsal düzenlemeler kapsamındaki projelere,

Kurumsal Düzenlemeler kapsamındaki çevre projelerine,

Bölgesel gelişme ve fizikî planlama kapsamındaki projelere,

Devlet işletmeciliğinde yapısal değişim kapsamındaki projelere,

Özelleştirme kapsamındaki projelere,

Alt yapı hizmetlerindeki yapısal değişim kapsamındaki turizm projelerine,

Alt yapı hizmetlerindeki yapısal değişim kapsamındaki kırsal alt yapı projelerine,

Alt yapı hizmetlerindeki yapısal değişim kapsamındaki haberleşme projelerine,

Alt yapı hizmetlerindeki yapısal değişim kapsamındaki ulaştırma projelerine,

Alt yapı hizmetlerindeki yapısal değişim kapsamındaki enerji projelerine,

Mahallî İdarelerin güçlendirilmesi reformu kapsamındaki projelere,

Kamu hizmetlerinde etkinliğin artırılması kapsamındaki adalet ve güvenlik projelerine,

Kamu hizmetlerinde etkinliğin artırılması ve ücret adaletinin sağlanması kapsamındaki projelere,

Sosyal güvenlik kapsamındaki projelere,

Yasal düzenlemeler kapsamındaki vergi projelerine,

Finans reformu, malî piyasalarda etkinliğin artırılması, dünya ile entegrasyon, mülkiyetin tabana yayılması kapsamındaki projelere,

Tüketicinin korunması ile ilgili projelere,

Bilgi sağlama ve kullanma ile ilgili projelere,

İstihdam ve işgücü piyasasında etkinliğin artırılması kapsamındaki projelere,

Nüfus ve aile planlaması kapsamındaki projelere,

Sağlık reformu kapsamındaki projelere,

Fikrî ve sinaî haklar ile ilgili projelere,

Rekabet hukuku ile ilgili projelere,

Dışa açılım ve dünyaya entegrasyon kapsamındaki AB uyum projelerine,

Bilim ve teknolojide atılım kapsamındaki projelere,

Sanayileşme yaklaşımı kapsamındaki imalat sanayii projelerine,

Sanayi yaklaşımı kapsamındaki madencilik projelerine,

Tarımsal politikalarla ilgili yapısal değişim kapsamındaki projelere,

İlişkin Başbakandan soruları ve Devlet Bakanı ve Başbakan Yardımcısı Devlet Bahçeli'nin cevabı (7/4853, 4854, 4855, 4856, 4857, 4858, 4859, 4860, 4861, 4862, 4863, 4864, 4865, 4866, 4867, 4868, 4869, 4870, 4871, 4872, 4873, 4874, 4875, 4876, 4877, 4878, 4879, 4880, 4881)

4. - Adıyaman Milletvekili Mahmut Göksu'nun, TRT'nin gazete seçimine ilişkin sorusu ve Devlet Bakanı Yılmaz Karakoyunlu'nun cevabı (7/4898)

5. - Rize Milletvekili Mehmet Bekaroğlu'nun, Rize İlindeki camilere ilişkin sorusu ve Devlet Bakanı ve Başbakan Yardımcısı H.Hüsamettin Özkan'ın cevabı (7/4904)

6. - Rize Milletvekili Mehmet Bekaroğlu'nun, Rize İlindeki imam ve müezzin sayısına ilişkin sorusu ve Devlet Bakanı ve Başbakan Yardımcısı H.Hüsamettin Özkan'ın cevabı (7/4909)

7. - Rize Milletvekili Mehmet Bekaroğlu'nun;

Rize Devlet Hastanesi inşaatına,

Fındıklı Guatr Hastanesi inşaatına,

Rize İlinde yürütülen projelere,

İlişkin soruları ve Sağlık Bakanı Osman Durmuş'un cevabı (7/4932,4933)

8. - Diyarbakır Milletvekili Osman Aslan'ın, Diyarbakır Ergani İlçesinin imam-hatip ihtiyacına ilişkin sorusu ve Devlet Bakanı ve Başbakan Yardımcısı H.Hüsamettin Özkan'ın cevabı (7/4948)

9. - Bursa Milletvekili Faruk Çelik'in, Bursa İlinin hastane ihtiyacına ilişkin sorusu ve Sağlık Bakanı Osman Durmuş'un cevabı (7/4972)

10. - Karabük Milletvekili Mustafa Eren'in, Karabük Turizm İl Müdürlüğünün personel sorununa ve bazı turizm projelerine ilişkin Turizm Bakanından sorusu ve Devlet Bakanı ve Turizm Bakanı Vekili Mehmet Keçeciler'in cevabı (7/4978)

 

I. - GEÇEN TUTANAK ÖZETİ

TBMM Genel Kurulu saat 14.00'te açılarak iki oturum yaptı.

İstanbul Milletvekili Mehmet Ali İrtemçelik, Avrupa Birliği Komisyonunca açıklanan İlerleme Raporu ve Strateji Belgesine,

Mardin Milletvekili Metin Musaoğlu, Mardin İlinin ekonomik sorunlarına;

İlişkin gündemdışı birer konuşma yaptılar.

Türkiye Büyük Millet Meclisi Saymanlığının Nisan, Mayıs ve Haziran 2001 Ayları Hesabına (5/16) (S. Sayısı: 767),

Türkiye Büyük Millet Meclisi Saymanlığının Temmuz, Ağustos ve Eylül 2001 Ayları Hesabına (5/17) (S. Sayısı: 768);

Ait Türkiye Büyük Millet Meclisi Hesaplarını İnceleme Komisyonu Raporları Genel Kurulun bilgisine sunuldu.

(10/10) esas numaralı Meclis Araştırması Komisyonunun 14.11.2001 tarihli Gelen Kâğıtlarda yayımlanan ve aynı tarihte dağıtılan 697 sıra sayılı raporu ile; (10/8) esas numaralı Meclis Araştırması Komisyonunun 596 sıra sayılı raporunun, gündemin "Özel Gündemde Yer Alacak İşler" kısmının 1 inci ve 2 nci sırasında yer almasına ve görüşmelerinin 20.11.2001 Salı günkü birleşimde yapılmasına ilişkin Danışma Kurulu önerisi kabul edildi.

Adalet ve Kalkınma Partisi Grubu Adına Grup Başkanvekilleri Van Milletvekili Hüseyin Çelik, İstanbul Milletvekili Mehmet Ali Şahin ve Kayseri Milletvekili Salih Kapusuz'un, başarılı eğitim politikaları uygulayamadığı, bakanlığında idareci ve öğretmen kıyımı yaptığı ve yükseköğretimi yapılandırıp yönlendirmediği iddialarıyla Millî Eğitim Bakanı Metin Bostancıoğlu Hakkında gensoru açılmasına ilişkin önergesinin (11/21) gündeme alınmasının, yapılan görüşmelerden sonra, kabul edilmediği,

Saadet Partisi Grubu Adına Grup Başkanvekilleri Çorum Milletvekili Yasin Hatiboğlu, Konya Milletvekili Veysel Candan ve Diyarbakır Milletvekili Ömer Vehbi Hatipoğlu'nun, ekonomi yönetiminde başarılı olmayarak ekonomik çöküş sürecini hızlandırdığı ve dış ekonomik ilişkilerde Türkiye'yi küçük düşürücü davranışlar sergilediği iddiasıyla Devlet Bakanı Kemal Derviş hakkında gensoru açılmasına ilişkin önergesinin (11/22) önerge sahipleri imzalarını geri aldıklarından, işlemden kaldırıldığı;

Açıklandı.

TBMM Başkanlık Divanında boş bulunan ve Anavatan Partisi Grubuna düşen İdare Amirliğine Muş Milletvekili Erkan Kemaloğlu,

Dışişleri Komisyonunda boş bulunan ve Anavatan Partisi Grubuna düşen bir üyeliğe Adana Milletvekili Mehmet Ali Bilici;

Seçildiler.

Gündemin "Kanun Tasarı ve Teklifleri ile Komisyonlardan Gelen Diğer İşler" kısmında bulunan:

TBMM İçtüzüğünde Değişiklik Yapılmasına Dair İçtüzük Teklifleri ve Anayasa Komisyonu Raporu (2/94, 2/232, 2/286, 2/307, 2/310, 2/311, 2/325, 2/442, 2/449) (S.Sayısı: 527) görüşmeleri, daha önce geri alınan maddelere ilişkin Komisyon raporu henüz hazırlanmadığından,

 

İçtüzüğün 91 inci maddesi kapsamında değerlendirilerek temel kanun olarak bölümler halinde görüşülmesi kararlaştırılmış bulunan Türk Medeni Kanunu Tasarısının (1/611, 1/425, 2/361, 2/680) (S. Sayısı: 723),

Türkiye Cumhuriyeti Anayasasının Bir Maddesinin Değiştirilmesi Hakkında Kanun Teklifinin (2/818) (S. Sayısı : 753 ve 753'e 1 inci Ek),

Kamu Kurum ve Kuruluşlarının Yurtdışı Teşkilâtı Hakkında 189 Sayılı Kanun Hükmünde Kararnameye İlişkin (1/53) (S. Sayısı: 433),

Sosyal Güvenlik Kurumu Teşkilâtının Kurulması ile Bazı Kanun ve Kanun Hükmünde Kararnamelerde Değişiklik Yapılması Hakkında 618 Sayılı Kanun Hükmünde Kararname; Sosyal Güvenlik Kurumu Teşkilâtının Kuruluş ve Görevleri Hakkında (1/755, 1/689, 2/699) (S. Sayısı: 666),

Türkiye İş Kurumunun Kurulması ile Bazı Kanun ve Kanun Hükmünde Kararnamelerde Değişiklik Yapılması Hakkında 617 Sayılı Kanun Hükmünde Kararname; Türkiye İş Kurumu (1/754, 1/692) (S. Sayısı: 675),

Kanun Tasarılarının görüşmeleri, ilgili komisyon yetkilileri Genel Kurulda hazır bulunmadıklarından;

Ertelendi.

Devlet Güvenlik Mahkemelerinin Kuruluş ve Yargılama Usulleri Hakkında Kanun, 18.11.1992 Tarihli ve 3842 Sayılı Kanun ile Çıkar Amaçlı Suç Örgütleriyle Mücadele Kanununda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Tasarısı (1/923) (S. Sayısı: 769) üzerindeki görüşmeler tamamlandı; tasarının kabul edilip kanunlaştığı açıklandı.

15 Kasım 2001 Perşembe günü, alınan karar gereğince saat 14.00'te toplanmak üzere, birleşime 18.17'de son verildi.

Mustafa Murat Sökmenoğlu

 

 

Başkanvekili

 

 

 

Şadan Şimşek

Mehmet Ay

 

Edirne

Gaziantep

 

Kâtip Üye

Kâtip Üye


                                                                                                                               No. : 32

II. - GELEN KÂĞITLAR

15.11.2001 PERŞEMBE

Teklifler

1. - Zonguldak Milletvekili Ömer Üstünkol ve 2 Arkadaşının; 4.6.1985 tarih ve 3213 Sayılı Maden Kanununa Bir Ek Madde Eklenmesi Hakkında Kanun Teklifi (2/829) (Sanayi, Ticaret, Enerji, Tabiî Kaynaklar, Bilgi ve Teknoloji Komisyonuna) (Başkanlığa geliş tarihi: 9.11.2001)

2. - Kırklareli Milletvekili Necdet Tekin ve 3 Arkadaşının; 657 Sayılı Devlet Memurları Kanununun Bir Maddesinde Değişiklik Yapılması Hakkında Kanun Teklifi (2/830) (Plan ve Bütçe Komisyonuna) (Başkanlığa geliş tarihi: 9.11.2001)

3. - Denizli Milletvekili Salih Erbeyin'in; Bazı Kamu Görevlilerine Nakdi Tazminat Verilmesi ve Aylık Bağlanması Hakkında Kanunda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Teklifi (2/831) (Milli Savunma ve Plan ve Bütçe Komisyonlarına) (Başkanlığa geliş tarihi: 9.11.2001)

4. - Denizli Milletvekili Salih Erbeyin'in; Bazı Kurum ve Kuruluşların Korunması ve Güvenliklerinin Sağlanması Hakkında Kanunun Bir Maddesinin Yürürlükten Kaldırılması Hakkında Kanun Teklifi (2/832) (İçişleri Komisyonuna) (Başkanlığa geliş tarihi: 9.11.2001)

5. - Ardahan Milletvekili Saffet Kaya'nın; Kurtlapa Adıyla Bir İlçe Kurulması Hakkında Kanun Teklifi (2/833) (İçişleri ve Plan ve Bütçe Komisyonlarına) (Başkanlığa geliş tarihi: 9.11.2001)

6. - Kayseri Milletvekilleri Hasan Basri Üstünbaş, Sabahattin Çakmakoğlu ile Hamdi Baktır'ın;  Gesi Adıyla Bir İlçe Kurulması Hakkında Kanun Teklifi (2/834) (İçişleri ve Plan ve Bütçe Komisyonlarına) (Başkanlığa geliş tarihi: 12.11.2001)

7. - Kayseri Milletvekilleri Hasan Basri Üstünbaş, Sabahattin Çakmakoğlu ile Hamdi Baktır'ın; Erkilet Adıyla Bir İlçe Kurulması Hakkında Kanun Teklifi (2/835) (İçişleri ve Plan ve Bütçe Komisyonlarına) (Başkanlığa geliş tarihi: 12.11.2001)

8. - Kayseri Milletvekili Hasan Basri Üstünbaş, Sabahattin Çakmakoğlu ile Hamdi Baktır'ın; Dadaloğlu Adıyla Bir İlçe Kurulması Hakkında Kanun Teklifi (2/836) (İçişleri ve Plan ve Bütçe Komisyonlarına) (Başkanlığa geliş tarihi: 12.11.2001)

Tezkereler

1. - Ağrı Milletvekili Nidai Seven'in Yasama Dokunulmazlığının Kaldırılması Hakkında Başbakanlık Tezkeresi (3/923) (Anayasa ve Adalet Komisyonları Üyelerinden Kurulu Karma Komisyona) (Başkanlığa geliş tarihi: 14.11.2001)

2. - Hava Alanı Yatırımları Hakkında Sayıştay Raporunun Sunulduğuna İlişkin Sayıştay Başkanlığı Tezkeresi (3/924) (Plan ve Bütçe Komisyonuna) (Başkanlığa geliş tarihi: 14.11.2001)

Sözlü Soru Önergeleri

1. - Samsun Milletvekili Musa Uzunkaya'nın, Türk Patent Enstitüsüne ilişkin Sanayi ve Ticaret Bakanından sözlü soru önergesi (6/1622) ( Başkanlığa geliş  tarihi: 14.11.2001)

2. - Şanlıurfa Milletvekili Yahya Akman'ın, Şanlıurfa-Viranşehir İlçesi sulama projesine ilişkin Devlet Bakanından (Mustafa Yılmaz) sözlü soru önergesi (6/1623) (Başkanlığa geliş tarihi: 14.11.2001)

3. - Şanlıurfa Milletvekili Yahya Akman'ın, Şanlıurfa İlindeki hayvancılığın desteklenmesine ilişkin Devlet Bakanından (Mustafa Yılmaz) sözlü soru önergesi (6/1624) (Başkanlığa geliş tarihi: 14.11.2001)

4. - Şanlıurfa Milletvekili Yahya Akman'ın, GAP-Baziki sulama projesine ilişkin Devlet Bakanından (Mustafa Yılmaz) sözlü soru önergesi (6/1625) (Başkanlığa geliş tarihi: 14.11.2001)

5. - Şanlıurfa Milletvekili Yahya Akman'ın, Şanlıurfa-Harran İlçesi sulama projesine ilişkin Devlet Bakanından (Mustafa Yılmaz) sözlü soru önergesi (6/1626) (Başkanlığa geliş tarihi: 14.11.2001)

6. - Şanlıurfa Milletvekili Yahya Akman'ın, Şanlıurfa-Ceylanpınar İlçesi sulama projesine ilişkin Devlet Bakanından (Mustafa Yılmaz) sözlü soru önergesi  (6/1627) (Başkanlığa geliş tarihi: 14.11.2001)

Yazılı Soru Önergeleri

1. - Ankara Milletvekili Saffet Arıkan Bedük'ün, Bonn Büyükelçiliğimizdeki bir vitray esere ilişkin Dışişleri Bakanından yazılı soru önergesi (7/5082) (Başkanlığa geliş tarihi: 13.11.2001)

2. - İstanbul Milletvekili Zafer Güler'in, İstanbul Bezm-i Alem Sultan Vakıf Gureba Hastanesine ilişkin Çalışma ve Sosyal Güvenlik  Bakanından yazılı soru önergesi (7/5083) (Başkanlığa geliş tarihi. 14.11.2001)

3. - Karaman Milletvekili Zeki Ünal'ın, eğitime katkı payı uygulamasına ilişkin Millî Eğitim Bakanından yazılı soru önergesi (7/5084) (Başkanlığa geliş tarihi: 14.11.2001)

4. - Kayseri Milletvekili Sadık Yakut'un, Özelleştirme İdaresine ilişkin Devlet Bakanından (Kemal Derviş) yazılı soru önergesi (7/5085) (Başkanlığa geliş tarihi: 14.11.2001)

5. - Karaman Milletvekili Zeki Ünal'ın, Karaman-Sarıveliler-Dumlugöze Köyü arazilerinin tapu ve kadastro sorununa ilişkin Orman Bakanından yazılı soru önergesi (7/5086) (Başkanlığa geliş tarihi: 14.11.2001)

6. - Kırıkkale Milletvekili Kemal Albayrak'ın, emeklilerin malî durumlarına ilişkin Başbakandan yazılı soru önergesi (7/5087) (Başkanlığa geliş tarihi: 14.11.2001)

7. -  Kırıkkale Milletvekili Kemal Albayrak'ın, bütçeden  emeklilere ayrılan paya ilişkin Maliye Bakanından yazılı soru önergesi (7/5088) (Başkanlığa geliş tarihi: 14.11.2001)

8. - Kırıkkale Milletvekili Kemal  Albayrak'ın, emeklilerle ilgili yasa çalışmalarına ilişkin Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanından yazılı soru önergesi (7/5089) (Başkanlığa geliş tarihi: 14.11.2001)

9. - Kırıkkale Milletvekili Kemal Albayrak'ın, emeklilerin sağlık sorunlarına ilişkin Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanından yazılı soru önergesi (7/5090) (Başkanlığa geliş tarihi: 14.11.2001)

10. - İstanbul Milletvekili Bülent Akarcalı'nın, RTÜK'e olan borçları nedeniyle kapatılan radyo ve televizyonlara ilişkin  Başbakandan yazılı soru önergesi (7/5091) (Başkanlığa geliş tarihi: 14.11.2001)

11. -  İstanbul Milletvekili Bülent Akarcalı'nın, yeni telefon rehberinin ne zaman yayımlanacağına ilişkin Ulaştırma Bakanından yazılı soru önergesi (7/5092) (Başkanlığa geliş tarihi: 14.11.2001)

12. - İstanbul Milletvekili Bülent Akarcalı'nın, Spor Toto Genel Müdürlüğünün iletişim araçları aracılığı ile müşterek bahis oynatmak için açtığı ihaleye ilişkin  Ulaştırma Bakanından yazılı soru önergesi (7/5093) (Başkanlığa geliş tarihi: 14.11.2001)

13. - İstanbul Milletvekili Bülent Akarcalı'nın, Spor Toto Genel Müdürlüğünün iletişim araçları ile müşterek bahis oynatmak için açtığı ihaleye  ilişkin  Devlet Bakanından (Fikret Ünlü) yazılı soru önergesi (7/5094) (Başkanlığa geliş tarihi: 14.11.2001)

Meclis Araştırması  Önergesi

1. - Karaman Milletvekili Zeki Ünal ve 23 arkadaşının, denizcilik  politikası konusunda  Anayasanın 98 inci, İçtüzüğün 104 ve 105 inci maddeleri uyarınca bir Meclis araştırması açılmasına ilişkin önergesi (10/217) (Başkanlığa geliş tarihi: 13.11.2001)

BİRİNCİ OTURUM

Açılma Saati: 14.00

15 Kasım 2001 Perşembe

BAŞKAN: Başkanvekili Mustafa Murat SÖKMENOĞLU

KÂTİP ÜYELER: Mehmet AY (Gaziantep), Şadan ŞİMŞEK (Edirne)

BAŞKAN- Sayın milletvekilleri, Türkiye Büyük Millet Meclisinin 21 inci Birleşimini açıyorum.

Toplantı yetersayısı vardır.

HÜSEYİN KARAGÖZ (Çankırı) - Nerede var Sayın Başkan?!

BAŞKAN - Efendim, vardır... Şimdi, açtık bir kere...

Sayın milletvekilleri, geç kalmamın sebebini izah edeyim. Birkaç dakika Yüce Heyetinizi beklettim; sebebine gelince:

Sizlere de gelmiştir herhalde, binlerce faks yağıyor, telefon yağıyor; çünkü, ÖSYM imtihanını kazanan, üniversiteye gidecek çocuklarımız, Türkiye Cumhuriyeti kimlik numarası almak mecburiyetinde imiş. Bu sebepten dolayı da, kayıtlarını yaptıramıyorlar. Nüfus idarelerinin önünde kuyruklar var. Salı gününe kadar, eğer, bunu halledemezlerse, kayıtlar bitiyor.

Ben, sizden ve Yüce Heyetinizden de izin alarak ve güç alarak, ÖSYM Başkanından, lütfen, kayıtların, bir hafta, on gün ertelenmesini... Belki, internette var diyeceklerdir; ama, Türkiye'de her yerde internet yok. Türk köylüsü çocuğuna internet alacak halde değil, internete de giremez; onun için, bu kimlik numaraları...

BOZKURT YAŞAR ÖZTÜRK (İstanbul) - Sayın Başkan, süre 1 ay uzatılsın, ne olacak...

BAŞKAN - Efendim, bendeniz, işte, sizin delaletinizle, Yüce Heyetinizin, Yüce Meclisin delaletiyle -Sayın Bakan da, hükümet de burada- belki, hükümet nezdinde YÖK Başkanı da bu konuda harekete geçer; yoksa, binlerce insan, yüzbinlerce çocuk kayıt yaptıramayacak. Türkiye Cumhuriyeti kimlik numarası alınması gerektiği daha evvel ilan edilmemiş. İlan edilmediği için, kimlik numarasını almak için nüfus idarelerinde kuyruklarda bekliyorlar. Bu imkânı talebelerimize, geleceğimizin teminatı olan gençlerimize verirsek, herhalde, hayırlı bir iş yapmış oluruz.

BOZKURT YAŞAR ÖZTÜRK (İstanbul) - Teşekkür ediyoruz Sayın Başkan.

III. - BAŞKANLIĞIN GENEL KURULA SUNUŞLARI

A) OTURUM BAŞKANLARININ KONUŞMALARI

1. - TBMM Başkanvekili Mustafa Murat Sökmenoğlu'nun, kendi kaderini belirleme hakkına, özgürlük ve bağımsızlığına kavuşan Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyetinin 18 inci kuruluş yıldönümünü; Millî Futbol Takımımızın Avusturya Millî Futbol Takımını yenerek Dünya Kupası maçlarına katılma hakkını kazanması nedeniyle Millî Takım Teknik Direktörü, oyuncuları ve teknik ekibini TBMM adına kutladığına ilişkin konuşması

BAŞKAN - Sayın milletvekilleri, uzun müddettir morale hasret milletimize moral veren, harikalar yaratan, millî refleksimizi bize hatırlatan Millî Takımımızın gösterdiği başarıyı Türkiye Büyük Millet Meclisi adına, Yüce Heyetiniz adına kutluyorum. (Alkışlar)

Yıldırımlar yaratan Yıldıray, Hakan, Okan, Arif'in golleriyle taçlandırılan bu başarıda payı olan Millî Takım Teknik Direktörü ve ekibine teşekkür ediyorum.

Bu başarının, Dünya Kupası finallerinde de kendini göstereceğine inancım sonsuzdur. Cenabı Allah'tan millîlerimizin başarılarının devamını niyaz ediyorum efendim.

Sayın milletvekilleri, gündemimizin yoğun olması sebebiyle, bugün, gündemdışı söz verme imkânımız maalesef olmamıştır.

Bilindiği gibi, bugün, Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyetinin 18 inci Kuruluş Yıldönümünü idrak ediyoruz. Gruplardan arkadaşlarımız bu konuda gündemdışı konuşma istemişlerdir; ama, Medenî Kanunumuzun bitirilmesiyle ilgili olduğu için bu imkânı tanımadım ve arkadaşlarımdan özür diliyorum.

Sayın milletvekilleri, malumları olduğu üzere, 1974 Kıbrıs Barış Harekâtından sonraki sürecin tarihî bir neticesi olarak 15 Kasım 1983 tarihinde Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti kurulmuş ve Kıbrıs Türk Halkı kendi kaderini belirleme hakkına, özgürlük ve bağımsızlığına kavuşmuştur. Bu uğurda hayatlarını feda eden aziz şehitlerimizi, bir kere daha, rahmet ve minnetle anarken, kahraman gazilerimize en derin saygı ve şükranlarımı sunuyorum.

Temeli pek çok şehit kanıyla sulanmış ve Türk Milletinin millî davası olan Kıbrıs sorununun çözümünde, Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyetinin ve garantör devlet olarak Türkiye Cumhuriyeti Devletinin rıza ve iradesi dışında hiçbir oldubittinin kabul edilmeyeceği kararlılığımız açıktır. Bu, haklı ve onurlu davadan taviz verilmesi de mümkün değildir.

Başta, Güney Kıbrıs Rum Yönetimi olmak üzere, komşumuz Yunanistan'a ve üyelik için ilişkilerimizi sürdürdüğümüz Avrupa Birliği camiasına, artık, gerçekleri görmelerini, yararsız, uyuşmaz, gayri samimî tavır ve dayatmalardan vazgeçerek, akıl ve sağduyunun gereklerini yerine getirmelerini salık veriyoruz.

Bu tarihî ve mutlu günde, yavru vatan Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyetinin 18 inci kuruluş yıldönümünü, Türkiye Büyük Millet Meclisimiz adına yürekten kutluyor; Kıbrıslı Türk soydaşlarımıza, her zaman yanlarında olacağımızı bir kere daha ifade ederek, mutluluk ve esenlikler dileklerim ile içten sevgi ve saygılarımı sunuyorum efendim. (Alkışlar)

Sayın milletvekilleri, Başkanlığın Genel Kurula diğer sunuşları vardır.

Meclis soruşturması önergesi vardır; önerge bastırılıp sayın üyelere dağıtılmıştır.

Meclis soruşturması önergesini okutuyorum:

B) GENSORU, GENEL GÖRÜŞME, MECLİS SORUŞTURMASI VE MECLİS ARAŞTIRMASI ÖNERGELERİ

1. - İstanbul Milletvekili Mehmet Ali Şahin ve 55 arkadaşının, bakanlığı döneminde usulsüzlük ve suiistimallere yol açtığı ve göz yumduğu, gerekli tedbirleri almayarak görevini kötüye kullandığı ve bu eylemlerinin Türk Ceza Kanununun 228, 230, 240 ve 346 ncı maddelerine uyduğu iddiasıyla Bayındırlık ve İskân eski Bakanı Koray Aydın hakkında Meclis soruşturması açılmasına ilişkin önergesi (9/4)

Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına

Bayındırlık ve İskân Bakanlığı yaptığı dönemde, usulsüzlüklere, suiistimallere yol açtığı ve göz yumduğu, bu hususlarla ilgili gerekli tedbirleri almayarak görevini kötüye kullanması sebebiyle, Türk Ceza Kanununun 228, 230, 240, 346 ncı maddelerini ihlal ettiğinden dolayı, Bayındırlık ve İskân Bakanı Koray Aydın hakkında, Anayasanın 100 üncü ve İçtüzüğün 107 nci maddeleri uyarınca Meclis soruşturması açılması gereğini saygılarımızla arz ve teklif ederiz.                6.11.2001

  1. Mehmet Ali Şahin

(İstanbul)

  2. Faruk Çelik

(Bursa)

  3. Mehmet Ergün Dağcıoğlu

(Tokat)

  4. Şükrü Ünal

(Osmaniye)

  5. Mehmet Vecdi Gönül

(Kocaeli)

  6. Mehmet Altan Karapaşaoğlu

(Bursa)

  7. Ahmet Nurettin Aydın

(Siirt)

  8. Mahfuz Güler

(Bingöl)

  9. Hüseyin Çelik

(Van)

10. Zeki Ergezen

(Bitlis)

11. İsmail Alptekin

(Bolu)

12. İlyas Arslan

(Yozgat)

13. Özkan Öksüz

(Konya)

14. Ali Sezal

(Kahramanmaraş)

15. Mahmut Göksu

(Adıyaman)

16. Eyüp Fatsa

(Ordu)

17. Sabahattin Yıldız

(Muş)

18. Sait Açba

(Afyon)

19. Mehmet Necati Çetinkaya

(Manisa)

20. Osman Aslan

(Diyarbakır)

21. Eyyüp Sanay

(Ankara)

22. Salih Kapusuz

(Kayseri)

23. Tevhit Karakaya

(Erzincan)

24. İsmail Özgün

(Balıkesir)

25. Zülfükar İzol

(Şanlıurfa)

26. Osman Pepe

(Kocaeli)

27. Mehmet Çiçek

(Yozgat)

28. Nevzat Yalçıntaş

(İstanbul)

29. Nurettin Aktaş

(Gaziantep)

30. Akif Gülle

(Amasya)

31. Maliki Ejder Arvas

(Van)

32. Kemal Albayrak

(Kırıkkale)

33. Azmi Ateş

(İstanbul)

34. Hüseyin Kansu

(İstanbul)

35. Mustafa Baş

(İstanbul)

36. Abdullah Gül

(Kayseri)

37. Yahya Akman

(Şanlıurfa)

38. Zeki Ünal

(Karaman)

39. Cemil Çiçek

(Ankara)

40. Mehmet Elkatmış

(Nevşehir)

41. Dengir Mir Mehmet Fırat

(Adıyaman)

42. Sadık Yakut

(Kayseri)

43. Lütfi Yalman

(Konya)

44. Bülent Arınç

(Manisa)

45. Ali Coşkun

(İstanbul)

46. Ali Er

(İçel)

47. Abdülkadir Aksu

(İstanbul)

48. Musa Uzunkaya

(Samsun)

49. İrfan Gündüz

(İstanbul)

50. Abdüllatif Şener

(Sıvas)

51. Mehmet Özyol

(Adıyaman)

52. Mehmet Özcan

(İzmir)

53. Avni Doğan

(Kahramanmaraş)

54. Mehmet Mail Büyükerman

(Eskişehir)

55. Mustafa Düz

(İstanbul)

56. Ramazan Toprak

(Aksaray)

 

Gerekçe:

 

Yolsuzluk, suiistimal ve usulsüzlükler, özellikle 57 nci hükümet döneminde âdeta ayyuka çıkmış, bakanlar istifa etmek zorunda kalmış, onlarca bürokrat görevden alınmış, bunlardan birçoğu tutuklanmış, intiharlara varan olaylar yaşanmıştır.

Bütün bu olaylar incelendiğinde, altından işadamı-bürokrat-siyasetçi ilişkisi çıkmaktadır.

5 Eylül 2001 tarihine kadar Sayın Koray Aydın'ın bakan olarak başında bulunduğu Bayındırlık ve İskân Bakanlığında ihalelere fesat karıştırıldığı ve haksız kazançlar elde edildiğine dair iddialar, kamu vicdanını rahatsız edici boyutlara ulaşmıştı. Nitekim 13.2.2001 tarihinde Koray Aydın hakkında gensoru önergesi verilmiş, Bakanlık bünyesinde olup bitenler Meclis kürsüsünden dile getirilmiş; ancak, iktidar partilerine mensup milletvekillerinin oylarıyla reddedilmiş, ciddiye alınmamıştı.

Çok geçmeden Ankara DGM Cumhuriyet Başsavcılığınca başlatılan "vurgun operasyonu" iddiaları çorap söküğü gibi çözüp, Bayındırlık ve İskân Bakanlığındaki yolsuzluk ve suiistimaller birer birer ortaya çıkınca, Sayın Koray Aydın, hem bakanlıktan hem de milletvekilliğinden istifa etmek zorunda kalmıştı.

Bayındırlık ve İskân Bakanlığındaki yolsuzluklarla ilgili cumhuriyet tarihimizin en çok sanıklı davalarından biri sayılabilecek kamu davası, 13.10.2000 tarihinde açıldı.

İçinde, Bakanlığın üst düzey bürokratlarının da bulunduğu 361 sanıklı davada, sanıklar, çıkar amaçlı suç örgütü kurmak, yönetmek, örgüt adına faaliyette bulunmak, bilerek hizmet yürütmek, üye olmak, devlet alım-satımında ihaleye fesat karıştırarak çıkar sağlamak, görevi kötüye kullanmak, ihaleye fesat karıştırmak, 3628 sayılı Yasaya muhalefet suçlarından yargılanmaktadırlar.

Ayrıca, soruşturma boyutları itibariyle birkısım sanıklar yönünden devam etmektedir.

Bütün bu olaylardan ve suiistimallerden Sayın Koray Aydın'ın haberi olmadığı, rolünün bulunmadığı düşünülemez. Nitekim, DGM yedek hâkimliğinde Müsteşar Sedat Aban "ihalelerde Bakan, kendisi bir firma adı vererek, ihalede bunu da değerlendirin diye bana veya Genel Müdüre söyleyebildiği gibi, Danışmanı Sadettin Dinçer vasıtasıyla bu şekilde talimatları olmaktadır" demek suretiyle bu ilişkiyi teyit etmiştir.

İddianamede, eski Bakan Koray Aydın'ın isminin geçmemesi, Anayasanın 100 üncü maddesi sebebiyledir. Sayın Bakan ile ilgili soruşturma görevi TBMM'nindir.

Kaldı ki, Anayasanın 112 nci maddesi "Her bakan, kendi yetkisi içindeki işlerden ve emri altındakilerin eylem ve işlemlerden de sorumludur" hükmünü amirdir.

Diğer yandan 13.12.1983 tarihli ve 180 sayılı Bayındırlık ve İskan Bakanlığının Teşkilat ve Görevleri Hakkında Kanun Hükmünde Kararnamenin 5 inci maddesinin ikinci fıkrası "Bakan, emri altındakilerin faaliyet ve işlemlerinden sorumlu olup, Bakanlık Merkez ve Taşra Teşkilatı ile Bağlı Kuruluşunun faaliyetlerini, işlemlerini ve hesaplarını denetlemekle görevli ve yetkilidir" demektedir.

Bayındırlık ve İskan eski Bakanı Sayın Aydın, Anayasanın ve yasaların kendisine yüklediği görevlerini layıkıyla yerine getirmemiş ve kamu davasına konu olan suiistimal ve vurgunların meydana gelmemesi için üzerine düşeni yapmamıştır. Ayrıca Bakanlığındaki tüm olumsuzluklardan bizzat haberdar olduğu ve bu işlerin bilgisi dahilinde yapıldığı kanaatindeyiz.

Sayın Aydın, sadece DGM davasına konu Yapı İşleri Genel Müdürlüğündeki ihale yolsuzluklarından değil, afet kararnamelerindeki partizanlıklardan, İller Bankasınca yapılan yatırımlardaki suiistimallerden, deprem bölgesinde iş yapan müteahhitlerle ortak olduğu firması kanalı ile gerçekleştirdiği menfaat ilişkilerinden de sorumludur. Sayın Aydın'ın eylemleri TCK'nın 228, 230, 240 ve 346 ncı maddelerine girdiği gibi, 4422 sayılı Yasa hükümlerine göre de değerlendirilmelidir.

Bütün bu sebeplerle, Bayındırlık ve İskan eski Bakanı Sayın Koray Aydın hakkında Meclis soruşturması açılmalıdır.

BAŞKAN - Bilgilerinize sunulmuştur efendim.

Anayasanın 100 üncü maddesinde ifadesini bulan "Meclis, bu istemi en geç bir ay içinde görüşür ve karara bağlar" hükmü uyarınca, soruşturma önergesinin görüşülme gününe dair Danışma Kurulu kararı daha sonra Genel Kurulun onayına sunulacaktır.

Sayın milletvekilleri, bir adet de Meclis araştırması önergesi vardır; okutuyorum efendim:

2. - Karaman Milletvekili Zeki Ünal ve 23 arkadaşının, denizcilik politikası konusunda Meclis araştırması açılmasına ilişkin önergesi (10/217)

Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına

Ülkemiz, üç tarafı denizlerle çevrili, aynı zamanda, kıtalararası bir köprü konumunda olmasına rağmen, bu avantajları yeterince değerlendirebildiğimizi söylemek mümkün değildir. Ekonomideki küçülmenin tartışıldığı şu günlerde, bu imkân ve nimetleri değerlendirmek ve denizcilik sektörüne yeni bir vizyon kazandırmanın önemini de artırmaktadır.

Bu amaçla, Anayasanın 98 inci ve 104 üncü maddesi gereğince bir araştırma önergesi hazırlamış bulunmaktayız.

Gereğini arz eder, saygılar sunarız.

  1. Zeki Ünal

(Karaman)

  2. Mahmut Göksu

(Adıyaman)

  3. Özkan Öksüz

(Konya)

  4. Osman Aslan

(Diyarbakır)

  5. İlyas Arslan

(Yozgat)

  6. İsmail Özgün

(Balıkesir)

  7. Mehmet Çiçek

(Yozgat)

  8. Zeki Ergezen

(Bitlis)

  9. Şükrü Ünal

(Osmaniye)

10. Nurettin Aktaş

(Gaziantep)

11. Ali Sezal

(Kahramanmaraş)

12. Faruk Çelik

(Bursa)

13. Kemal Albayrak

(Kırıkkale)

14. Hüseyin Kansu

(İstanbul)

15. Eyüp Fatsa

(Ordu)

16. Ramazan Toprak

(Aksaray)

17. Tevhit Karakaya

(Erzincan)

18. Eyyüp Sanay

(Ankara)

19. Mehmet Elkatmış

(Nevşehir)

20. Maliki Ejder Arvas

(Van)

21. Dengir Mir Mehmet Fırat

(Adıyaman)

22. Mehmet Necati Çetinkaya

(Manisa)

23. İsmail Alptekin

(Bolu)

24. Musa Uzunkaya

(Samsun)

Gerekçe:

Türkiye bir deniz ülkesi olmasına rağmen, biz onu hâlâ denizci bir ülke konumuna getiremedik. Denizden ve içindeki varlıklardan yeterince faydalanmayı sağlayamadığımız gibi, onun ne kıymetli bir doğal zenginlik olduğunu da halen idrak etmiş değiliz.

Denizden faydalanmak denildiği zaman, sadece denizyolu ulaştırması akla gelmemelidir. Denizcilik, ideal bir ulaşım alanı olması yanında, balıkçılık (doğal çiftlik), kumculuk, henüz yararlanamadığımız denizaltı madenciliği, turizm ve hatta bazı ülkelerin kullandığı enerji kaynağı olma gibi özelliklerini de hesaba katmalıyız.

Türkiye'de, ulaştırma konusunda denizcilik, yük taşımacılığının yüzde 3'ünü, yolcu taşımacılığının ise binde 1'ini oluşturmaktadır. Halbuki, yapılan araştırma sonuçları, taşımacılığın yüzde 30'unun denizlerden yapılabileceğini göstermektedir.

Deniz taşımacılığı, bir defada çok daha fazla miktar yük taşınması, yük kayıplarının en aza indirgenmesi, güvenlik, ucuzluk, trafik sorunlarının hemen hemen hiç sorun olmadığı, daha rahat bir yolculuk gibi sebeplerle çok daha fazla tercih edilmesi gereken bir ulaşım biçimi olması kanaatleri güç kazanmaktadır.

Denizcilik, ulaştırmadaki fonksiyonelliği yanında, istihdam potansiyeli ve ekonomiye itici bir güç olma özelliği yönüyle de ciddî bir öneme sahiptir. Özellikle, sektörün stratejik boyutunun bir devlet politikası olarak ele alınmasının gerekliliği kaçınılmazdır. Bunun için, hedefleri ve ilkeleri netleştirip, gelişmiş ülkelerin denizcilik birikimlerinden yararlanarak, en rasyonel bir biçimde değerlendirmeler yapma zorunluluğu bulunmaktadır.

Coğrafî konumu itibariyle benzerlikler gösteren komşumuz Yunanistan ile ülkemizin, dünya denizciliğini de nazarı dikkate alarak bir mukayesesinin yapılması konuya daha da netlik kazandırır diye düşünebiliriz.

Dünya deniz ticaret filosu 767 milyon DWT kapasitededir. Bu filoyla her yıl 5,7 milyar ton yük taşınmaktadır. Dahilî taşımacılıkla bu rakam 10 milyar tona çıkabilmektedir. Bu taşımacılıktan dünyadaki denizci ülkeler 300 milyar dolar gelir sağlamaktadır. Komşumuz Yunanistan 151 milyon DWT'lik 3 548 gemisiyle bu pastadan 60 milyar dolarla yaklaşık yüzde 20'lik bir pay elde etmektedir. Türkiye, bu pastadan 8,5 milyon DWT'lik filoyla, 3 milyar dolar gibi oldukça düşük bir gelirle, yüzde 1'lik bir pay alabilmektedir. Ayrıca, sektörde hizmet gören gemilerimizin, dünya filosunun yaş ortalamasının üzerinde olması ve son yıllarda dünya çapında önplana çıkan güvenlik ve çevre mülahazaları nedeniyle yaşlı ve standart dışı gemilerin limanlarına kabul edilmemesi kararları söz konusu olmaktadır. Ne yazık ki, denizcilik filomuzun yaş ortalaması 20'nin üzerindedir ve yenilenmeye muhtaçtır. Bütün bu olumsuz şartlar çerçevesinde bile, Türk Denizcilik Odası bilgilerine göre, denizciliğimizden halen 9,5 milyar dolarlık döviz girdisi sağlanmaktadır. Tedbirler alınması halinde bu girdinin 24 milyar dolar seviyesine ulaşması mümkün olacaktır.

Denizciliğimizin, sunulan bu teknik bilgiler dışında, dünyayla olan organik bağları yönüyle de eşsiz bir konuma sahiptir. Boğazlar vasıtasıyla, Karadenizde sahili bulunan ülkelere, Ortaasya'ya ve Uzaktoğu'ya, Doğu Akdeniz'deki konumu itibariyle Ortadoğu'ya, Kuzey Afrika'ya, Avrupa'ya, Cebelitarık'la Atlantik'e, Süveyş Kanalıyla Hint Okyanusuna ve Uzakdoğu'ya açılan bir bağlantısı vardır. Kara, hava ve denizyolu ulaşımı ve deniz avantajı konusunda ülkemiz kadar zengin olan, dünyada çok az ülke olduğu kanaatindeyiz. Bu durumun da en güzel bir biçimde değerlendirilmesi gerektiğini düşünüyoruz.

Sekizinci Beş Yıllık Kalkınma Planı, ulaştırmaya ilişkin özel ihtisas komisyonu raporuna göre, denizciliğimiz 57 kanun, 1 kanun hükmünde kararname, 29 tüzük, 41 yönetmelik ve 18 kararnameyle, denizcilikten sorumlu Bakanımızın bir açıklamasına göre, 10 bakan tarafından yönetildiği şeklindedir. Bütün bu dağınık görev ve yetki dağılımı ve sorumlulukların değişik ellerde olması, hedef belirleme ve kullanımında olumsuz bir etki oluşturduğu muhakkaktır. Bundan dolayı yetkilerin bir çatı altında toplanması bir zorunluluk haline gelmektedir.

Doğal deniz kaynaklarımızı, deniz taşımacılığı, her türlü altyapı tesislerinden meydana gelen kirlilik ve aşırı kullanımdan kaynaklanan degradasyonel ekosistem değişimlerinin önüne geçilerek, 2872 sayılı Çevre Kanununun içeriğine, gelişmiş ülkelerin çevreyle alakalı kazanımlarını da katarak adil, pratik ve etkin bir yapı kazandırılması ve bu sektörden azamî yararlanma ve aynı zamanda, ekolojik dengeyi koruyarak yeni bir denizcilik anlayışı ve sistemi geliştirmek ciddî görev durumuna gelmiştir. Konuya, Meclisimizin duyarlılık göstereceğine ve gerekli tedbirleri alacağına inanıyoruz.

BAŞKAN- Bilgilerinize sunulmuştur.

Önerge, gündemde yerini alacak ve Meclis araştırması açılıp açılması konusundaki öngörüşme, sırası geldiğinde yapılacaktır.

Sözlü soru önergesinin geri alınmasına dair bir önerge vardır; okutuyorum:

C) TEZKERELER VE ÖNERGELER

1. - Şanlıurfa Milletvekili Mehmet Yalçınkaya'nın (6/1457), (6/1458) ve (6/1462) esas numaralı sözlü sorularını geri aldığına ilişkin önergesi (4/429)

Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına

TBMM Genel Kurul gündeminde bulunan; (6/1457), (6/1458) ve (6/1462) sayılı sözlü soru önergelerimin cevabını aldığımdan geri çekiyorum.

Gereğini bilgilerinize arz ederim. 14.11.2001

           Mehmet Yalçınkaya

          Şanlıurfa

BAŞKAN- Sözlü soru önergesi geri verilmiştir.

Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığının bir tezkeresi vardır; okutup, oylarınıza sunacağım:

2. - Avrupa Parlamentosunca 26-27 Kasım 2001 tarihinde Brüksel'de yapılacak "Avrupa Birliğinin Genişleme Süreci Çerçevesinde Halk Sağlığı Politikaları" konulu seminere TBMM'yi temsilen iki üyenin katılmasına ilişkin TBMM Başkanlığı tezkeresi (3/925)

14 Kasım 2001

Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına

Avrupa Parlamentosundan alınan mektupta, 26-27 Kasım 2001 tarihleri arasında Brüksel'de AB üyesi ve AB'ye aday ülkelerin parlamenterlerinin katılımıyla "Avrupa Birliğinin Genişleme Süreci Çerçevesinde Halk Sağlığı Politikaları" konulu seminer düzenleneceği belirtilerek, söz konusu seminere, TBMM'yi  temsilen iki üye davet edilmektedir.

Anılan davete icabet edilmesi hususu, Türkiye Büyük Millet Meclisinin Dış İlişkilerinin Düzenlenmesi Hakkındaki 3620 sayılı Kanunun 9 uncu maddesi uyarınca Genel Kurulun tasviplerine sunulur.

        Ömer İzgi

           Türkiye Büyük Millet Meclisi

            Başkanı

BAŞKAN- Tezkereyi oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler... Kabul etmeyenler... Kabul edilmiştir.

Danışma Kurulunun bir önerisi vardır; okutup, oylarınıza sunacağım:

IV. - ÖNERİLER

A) DANIŞMA KURULU ÖNERİLERİ

1. - Genel Kurulun 20 Kasım 2001 Salı günü 12.00 - 16.00 saatleri arasında çalışmasına ve "Özel Gündemde Yer Alacak İşler" kısmındaki 697 ve 596 sıra sayılı araştırma komisyonları raporlarının görüşülmesine, 21 Kasım 2001 Çarşamba ve 22 Kasım 2001 Perşembe günleri de 12.00-16.00 saatleri arasında çalışmalarını sürdürmesine; 21 Kasım 2001 Çarşamba günkü birleşimde sözlü soruların görüşülmemesine ilişkin Danışma Kurulu önerisi

Danışma Kurulu Önerisi

No: 91              15.11.2001

Genel Kurulun 20 Kasım 2001 Salı günü 13.00-16.00 ve 18.00'den Özel Gündemde yer alan 697 ve 596 sıra sayılı araştırma komisyonu raporlarının görüşmelerinin bitimine kadar; 21 Kasım 2001 Çarşamba ve 22 Kasım 2001 Perşembe günleri de 13.00-16.00; 18.00-20.00 saatleri arasında çalışmalarını sürdürmesinin; 21 Kasım 2001 Çarşamba günkü Birleşimde sözlü soruların görüşülmemesinin Genel Kurulun onayına sunulması Danışma Kurulunca uygun görülmüştür.

 

Ömer İzgi

 

 

 

Türkiye Büyük Millet Meclisi

 

 

 

Başkanı

 

 

 

Aydın Tümen

İsmail Köse

Turhan Güven

 

DSP Grubu Başkanvekili

MHP Grubu Başkanvekili

DYP Grubu Başkanvekili

 

Beyhan Aslan

Mehmet Ali Şahin

Veysel Candan

 

ANAP Grubu Başkanvekili

AK Parti Grubu Başkanvekili

SP Grubu Başkanvekili

BAŞKAN - Efendim, öneri hakkında söz isteyen?.. Yok.

Danışma Kurulu önerisini oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler... Etmeyenler... Kabul edilmiştir efendim.

Gündemin "Kanun Tasarı ve Teklifleri ile Komisyonlardan Gelen Diğer İşler" kısmına geçiyoruz.

Önce, yarım kalan işlerden başlıyoruz.

V. - KANUN TASARI VE TEKLİFLERİYLE KOMİSYONLARDAN

GELEN DİĞER İŞLER

1. - İzmir Milletvekili Rifat Serdaroğlu'nun; İstanbul Milletvekili Bülent Akarcalı'nın; Amasya Milletvekili Ahmet İyimaya'nın; Ankara Milletvekili Yıldırım Akbulut'un; Şırnak Milletvekili Mehmet Salih Yıldırım'ın; Gaziantep Milletvekili Ali Ilıksoy, Konya Milletvekili Ömer İzgi ve Ankara Milletvekili Nejat Arseven'in; İstanbul Milletvekili Ziya Aktaş ve 42 Arkadaşının; Zonguldak Milletvekili Hasan Gemici'nin ve İzmir Milletvekili Işılay Saygın'ın; Türkiye Büyük Millet Meclisi İçtüzüğünde Değişiklik Yapılmasına Dair İçtüzük Teklifleri ve Anayasa Komisyonu Raporu (2/94, 2/232, 2/286, 2/307, 2/310, 2/311, 2/325, 2/442, 2/449) (S.Sayısı : 527)

BAŞKAN - Türkiye Büyük Millet Meclisi İçtüzüğünde Değişiklik Yapılmasına Dair İçtüzük Teklifinin raporu gelmediği için, görüşmelerini erteliyoruz.

Türk Medenî Kanunu Tasarısı ile Türk Kanunu Medenîsinde Değişiklik Yapılması Hakkında Kanun Tasarısı ve Ankara Milletvekili Yücel Seçkiner'in; Ankara Milletvekili Esvet Özdoğu ve Dört Arkadaşının; Aynı Kanunda Değişiklik Yapılması Hakkında Kanun Teklifleri ve Adalet Komisyonu raporunun görüşmelerine kaldığımız yerden devam ediyoruz.

2. - Türk Medenî Kanunu Tasarısı ile Türk Kanunu Medenisinde Değişiklik Yapılması Hakkında Kanun Tasarısı ve Ankara Milletvekili Yücel Seçkiner'in; Ankara Milletvekili Esvet Özdoğu ve Dört Arkadaşının; Aynı Kanunda Değişiklik Yapılması Hakkında Kanun Teklifleri ve Adalet Komisyonu Raporu (1/611, 1/425, 2/361, 2/680) (S. Sayısı: 723) (1)

BAŞKAN - Komisyon?.. Burada.

Hükümet?.. Burada.

Yedinci Bölüm üzerinde görüşmeler tamamlanmıştı.

Şimdi, Yedinci Bölümü oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler...

HÜSEYİN KARAGÖZ (Çankırı) - Karar yetersayısı istiyoruz.

VEYSEL CANDAN (Konya) - Sayın Başkan, biz, karar yetersayısının aranılmasını istemiştik.

BAŞKAN - Kabul etmeyenler... Kabul edilmiştir.

Efendim "kabul edenler" dedikten sonra...

VEYSEL CANDAN (Konya) - Karar yetersayısını söylemiştik.

BAŞKAN - Ne zaman söylemiştiniz efendim?

VEYSEL CANDAN (Konya) - 10 dakika önce yine söyledik efendim.

BAŞKAN - Efendim, oylama yaptım.

VEYSEL CANDAN (Konya) - Hayır efendim...

BAŞKAN - Nasıl hayır?..

VEYSEL CANDAN (Konya) - Söyledik efendim.

BAŞKAN - Kime söylediniz efendim?

ÖMER VEHBİ HATİPOĞLU (Diyarbakır) - Zatıâlinize söylediler de, duymadınız efendim.

VEYSEL CANDAN (Konya) - Söyledik Sayın Başkan. Gerek yok ki!.. Lüzum yok ki!..

BAŞKAN - Oylamaya geçtikten sonra söylediniz efendim.

VEYSEL CANDAN (Konya) - Hayır efendim. Siz buraya yazı gönderdiniz, kabul etmediğimizi söylemedik biz.

BAŞKAN - Efendim, sonra, cevap almayınca...

VEYSEL CANDAN (Konya) - Hayır efendim...

BAŞKAN - Oyladım efendim; bitti.

VEYSEL CANDAN (Konya) - Hayır...

BAŞKAN - Efendim, oyladım. İstirham ederim Sayın Candan...

VEYSEL CANDAN (Konya) - Toplantı yetersayısı yok. Bir kere, usulsüz açtınız. İkincisi, karar yetersayısı istedik.

BAŞKAN - Efendim, affedersiniz, Bütçe Komisyonu çalışıyor. Bütçe Komisyonuna üye arkadaşlarımız var...

VEYSEL CANDAN (Konya) - Onları da getirseniz yine sayı yetmez.

BAŞKAN - Efendim, oylamaya geçtim, "kabul edenler" dedikten sonra Sayın Milletvekili istedi.

VEYSEL CANDAN (Konya) - Hayır Sayın Başkan... Hayır, hayır...

Efendim, bakmadınız; biz el kaldırdık burada...

BAŞKAN - Efendim, geçtim oylamaya; istirham ederim yani...

VEYSEL CANDAN (Konya) -Hayır, geçmediniz.

BAŞKAN - Geçtim efendim... Nasıl hayır...

VEYSEL CANDAN (Konya) - Geçmediniz efendim... Biz sizi uyardığımızda geçmemiştiniz.

BAŞKAN - Efendim, buyurun; zabıtları getirteyim, bakın efendim. Ara vereyim, zabıtları getirteyim...

VEYSEL CANDAN (Konya) - Hayır, geçmediniz Sayın Başkan.

BAŞKAN - Efendim, zabıtları getireyim...

VEYSEL CANDAN (Konya) - Niye usulsüzlüğü âdet haline getiriyorsunuz?!

BAŞKAN - Efendim, ben, usulsüzlüğü hiç âdet haline getirmedim; istirham ederim...

VEYSEL CANDAN (Konya) - Getiriyorsunuz işte...

HÜSEYİN KARAGÖZ (Çankırı) - Sayın Başkan, yangından mal kaçırır gibi oylama yapıyorsunuz.

BAŞKAN - İstirham ederim efendim... Zabıtları getireyim, bakın. Eğer siz, oylamaya geçtikten sonra "kabul edenler" dedikten sonra demediyseniz, ben, bu oturum yönetmekten vazgeçiyorum efendim. (MHP ve DSP sıralarından alkışlar)

VEYSEL CANDAN (Konya) - Peki; siz burada...

BAŞKAN - İstirham ederim... Yapmayın... Zabıtlar var...

VEYSEL CANDAN (Konya) - Hayır... Hayır...

BAŞKAN - Sayın Candan, zabıtlar var... İstirham ederim...

VEYSEL CANDAN (Konya) - Getirtin o zaman; ara verin toplantıya, getirin.

BAŞKAN - Ben devam ediyorum efendim; zabıtları getirteceğim.

Sayın Candan, hiç, bir başkanvekilinin talimatıyla zabıtlar değişir mi?! İstirham ederim yani...

VEYSEL CANDAN (Konya) - Değişir demedim, getirtin, bakın dedim.

BAŞKAN - Efendim, Sekizinci Bölüm üzerindeki görüşmelere başlıyoruz.

Sekizinci Bölüm, dördüncü kitap, eşya hukuku kısmının 683 ilâ 778 inci maddelerini kapsamaktadır.

Bu bölümde de, konuşma süreleri, gruplar, Komisyon ve Hükümet için 20'şer dakikadır.

Sekizinci Bölüm üzerinde söz isteyenler?..

Adalet ve Kalkınma Partisi Grubu adına, Şanlıurfa Milletvekili Sayın Yahya Akman; buyurun. (AK Parti sıralarından alkışlar)

AK PARTİ GRUBU ADINA YAHYA AKMAN (Şanlıurfa) - Sayın Başkanım, değerli milletvekilleri; 723 sıra sayılı Medenî Kanun Tasarısının Sekizinci Bölümü üzerinde Ak Parti Grubunun görüşlerini izah etmek üzere söz almış bulunuyorum; bu vesileyle, Yüce Heyetinizi saygıyla selamlıyorum.

Değerli milletvekilleri, görüşmekte olduğumuz Medenî Kanun Tasarısının, önemli bir tasarı olduğu, çok kişiyi ilgilendirdiği bu kürsüden defalarca izah edildi. Ben de ifade ediyorum ki, kapsama alanı ülkenin her metrekaresi, hatta, bazen yurtdışı; kapsadığı kişiler, Türkiye Cumhuriyeti vatandaşlarının tamamı, hatta, bazen, birkısım yabancılar; kapsama süresi de, insanın ana rahmine düşmesinden, ölümden sonraki zamana kadar uzayan, çok geniş bir yelpazeye hitap eden bir yasa tasarısını görüşüyoruz.

Değerli milletvekilleri, dünya tarihinde her zaman için hukuk var olmuştur. Kimi zaman, bu hukuk kuralları, yazılı hukuk kuralları şeklinde olmuş, kimi zaman da, yazılı olmayan hukuk kuralları tatbik edilmiş, uygulanagelmiştir. Bilhassa, Medenî Kanun gibi sosyal içeriği yüksek olan, insanların büyük kesimini ilgilendiren yasaların kaynağı bilim adamları tarafından izah edildiği zaman şunu söylerler: Derler ki, bu kanunlar, tarih süzgecinden damıtılarak gelen kanunlardır. Öyle ki, o milletlerin örf ve adetleri, dinî inanışları, yaşantıları, bu kanunların oluşmasında etkin olan kurallardır ve bu kanunlar, bunlardan mülhem olarak, ilham alarak hazırlanır. Yani, insanlık tarihine baktığımız zaman, daha önce sözlü olarak, insanlar arasında ayıp karşılanan, yasak karşılanan birtakım kuralların, zaman içerisinde yazılı hale dönüştürülerek, hukuk kuralları haline getirildiğini, tarih süreci içerisinde görüyoruz. Bunların en belli başlılarından, en belirgin örneklerinden bir tanesi de, medenî hukuk alanı dediğimiz, insanların yaşantısını, hatta, ölüm sonrasını, mirasını ve birbirleriyle olan ilişkilerini ilgilendiren yasa kurallarıdır.

Peki, bu görüşmekte olduğumuz Medenî Kanun Tasarısı, bu arz ettiğimiz ölçüler içerisinde, hukuk fakültesinde bize öğretilen kanunların hazırlanış tekniğine uygun olarak, hakikaten, toplumun hayatından, toplumun geçmişinden damıtılarak süzülüp gelen kurallar halinde bir yasa tasarısı mıdır, yoksa, diğer türlü bir yasa tasarısı mıdır? Buna, doğrusu, olumlu cevap vermek mümkün değil.

Bildiğiniz üzere, cumhuriyet tarihimizle beraber, cumhuriyetin kuruluşundan aşağı yukarı üç yıl sonra, yeni kurulan cumhuriyete bir medenî kanun hazırlığı için araştırmalar yapılmış ve o günkü şartlarda, İsviçre Medenî Kanununun ülkemiz için ve insanlarımız için en uygun kanun olacağı varsayılarak, bu Kanun, iktibas yoluyla, tercüme edilmek suretiyle hukukumuza kazandırılmış ve gelmiştir.

Yetmişbeş yıl önce, böyle bir kanunun tercüme edilerek hukuk sahamıza kazandırılmış olmasını anlamak mümkün; çünkü, o tarihlerde, hakikaten, savaştan çıkmış olan bir millet, ilim adamlarının çoğu da, daha önceki hukuk sahasında yetişmiş olan ilim adamları. Yeni bir hukuk anlayışı, yeni bir cumhuriyet, yeni bir demokrasi, yeni bir anlayış adapte edilmek isteniyor; bunu, o çağın gereklerine göre anlamak, doğru bulmak mümkün; fakat, geldiğimiz noktada, eğer yanlış bilmiyorsam, şu gün, Türkiye'de faal olan 27 tane hukuk fakültemiz var. Bu hukuk fakültelerinde profesör, doçent ve çeşitli kademelerde hocalık yapan binlerce hukukçu akademisyenimiz var. Yine, bunun yanında, sayıları binlerle ifade edilen, belki onbinlerle ifade edilen uygulayıcılarımız var. Bunlar, savunma alanındaki uygulayıcılar olduğu gibi, mahkeme hâkimlerimiz, yüksek yargıçlarımız, birinci sınıfa ayrılmış yargıçlarımız, eser yazan uygulayıcılarımızdır. Bütün bu envantere sahipken, bu gibi bir birikime sahipken, yetmişbeş yıl sonra, oturup da, bu ilim adamlarımız, yetmişbeş yıllık uygulamaları da göz önüne alarak, acaba, yeni bir medenî yasayı önümüze getirmiş olsalardı daha isabetli olmaz mıydı diye düşünmeden edemiyoruz. Kanaatimce, isabetlisi bu olurdu; ama, ne yazık ki, yine, İsviçre Medenî Kanununun zaman içerisinde değişen birkısım maddeleri de dikkate alınmak suretiyle, bugün İsviçre'de yürürlükte olan Medenî Kanunun, aynen, âdeta satır satır tercüme edilerek önümüze getirildiğine şahit oluyoruz. Ben, milletimiz adına, bu husustan, doğrusu, üzüntü duyduğumu ifade etmek istiyorum. Sosyal içeriği ağır olan, toplumun her kesimini yakından ilgilendiren bir yasanın böyle hazırlanmaması gerekirdi. Takdir edersiniz ki, bugün, Türkiye'nin bir vilayeti büyüklüğündeki İsviçre'nin, Türk toplumuyla doğrudan doğruya örtüşen kaç yönünün olduğunu sorarsanız, doğrusu, buna cevap veremem; eğitim seviyeleri, ekonomik seviyeleri, tarihteki geçmişleri, dinleri, örf ve âdetleri itibariyle bizimle ne kadar uyuştukları şüpheli bir konu. Yani, ben, ekonomik alanda hazırlanmış olan bir yasanın İsviçre'den veya diğer bir Batı ülkesinden alınmasını anlarım; teknolojik alandaki bir gelişmeyi öngören bir yasanın oradan alınmasını anlarım; ama, Medenî Kanunun, doğrudan doğruya milletin öz malı olarak hazırlanması gereken, yerli malı olarak hazırlanması gereken yasa olmasına rağmen, bu cihete gidilmemiştir.

Tabiî, benim, bunları ifade ederken, şunu da ifade etmem lazım: Burada değerli hocalarımız var; bu işe emek vermiş komisyonlarımız var. Ben, bunların emeklerinin tamamını, çarpı sıfır kabul etme, hiçbir şey yapılmamış gibi kabul etme nezaketsizliğinde bulunmak istemiyorum. Elbette ki, bu eleştirilerim, doğrudan doğruya hükümetimizedir, bu işin siyasî sorumluluğunu üzerine almış olan insanlarımızadır. İlim adamlarımız, çeşitli dilleri öğrenmiş, onlardan tercüme yapabilecek kabiliyet ve bilgi birikimine sahip olmuşlar; bu, bizim için sevindirici bir olay. Onlardan istifade etmek de mümkün; o yabancı dilleri bildikleri için. Sadece İsviçre'yi değil, mesela, İspanya'nın Medenî Kanunu, bilebildiğim kadarıyla çok daha yeni bir kanun. Söylendiğine göre -ben, şahsen okuma imkânına sahip olmadım- bu, İsviçre Medenî Kanunundan filan da çok daha güzel düzenlemeler içeriyor; ama, yine, bilebildiğim kadarıyla, ülkemizde İspanyolca bilen ilim adamı olmadığından o kanun tercüme edilmemiş ve ondan istifade edilmemiş. Belki, bu anlamdaki birçok kanun harmanlanarak bir şey hazırlanıp, yine, içinden bir yerli malı çıkarılmaya çalışılsaydı daha isabetli olurdu kanaatindeyim; ama, tekrar ifade ediyorum: Bu hususta emeği geçmiş olan, belki onlarca ilim adamımızın emeğini kesinlikle inkâr etmek istemiyorum; hakikaten, aylarca, yıllarca yapılmış olan bir çalışma var karşımızda. Bu çalışmanın bazı açılarını her ne kadar tenkit ediyor olsak da, bu bir emeğin ürünüdür, bunu takdir etmemek de mümkün değildir.

Değerli arkadaşlar, bu yolla alınmış olan Medenî Yasaya baktığımız zaman şöyle bir soru da aklımıza gelmiyor değil; yani, acaba, aldığımız aptes ürküttüğümüz kurbağaya değdi mi gibi bir soru da kafamıza takılmıyor değil. Şöyle bir bakıyorum, 1926 yılında kabul etmiş olduğumuz yasa, ana hatlarıyla korunmuş. Hatta, şu çok tartışma konusu edilen mal rejimini, aile hukukuna ilişkin bazı düzenlemeleri istisna tutarsanız, genel anlamda, aynısı, tercüme yoluyla, yeniden yenilenmiş. Peki, ben şimdi düşünüyorum, bu yenilemede madde numaraları değişti.

Değerli arkadaşlar, Medenî Kanun gibi kanunların birkısım maddeleri, çoğu zaman, Anayasa maddelerinden bile daha çok tekrarlanan maddelerdir. Özellikle uygulayıcı arkadaşlar, bu maddeleri, içerikleriyle birlikte, numaralarıyla birlikte ezberden bilirler; hâkimler için böyle, avukatlar için böyle... Sadece bu açısını bile düşündüğüm zaman, ben, uygulayıcılara bir külfet getirildiğini düşünüyorum; eski 153 üncü madde de, yeni ikiyüz bilmem kaçıncı madde gibi, sürekli, onunla bunu karşılaştıracak şeyler meydana gelecek ve belki, hafızaların tazelenmesi, yeni bir bilgi edinme ihtiyacı hissedecekler; ama, bu çok olumlu anlamda bir gelişme olmayacak doğrusunu isterseniz.

Diliyle ilgili değişiklikler yapılmış. Bu, diliyle ilgili değişiklikler burada çok uzun uzadıya tartışıldı; doğrusu, ben, teferruatına girmeyeceğim; ama, onunla ilgili şunu söylemek istiyorum: Bildiğiniz gibi, bir kelimenin bir sözlük anlamı vardır, bir de ıstılah anlamı, yani, ilmî sahada kullanılan anlamı vardır. Burada, dilin Türkçeleştirilmesi adına, ıstılah anlamında, yani, hukuktaki kullanılan anlamında birçok kelimede değişiklik yapılmış. Yapılan yeni değişiklikler her ne kadar öztürkçe gibi görünüyorsa da, aslolan, hukuk diliyle ona yüklenen anlamdır. Ona yüklenen anlam, eğer, yeni bir izahı gerektiriyorsa, bırakın, eskisi kalsın; yani, onu uygulamak zorunda olan, onu okuyup anlamak zorunda olan insanlar buna ihtiyaç duyacaklarına göre, bırakın öyle kalsın. Bu anlamda da, doğrusu, aşırıya kaçıldığını düşünüyorum. Tabiî ki, dilinde, bugünkü Türkçede kullanılmayan birkısım kelimeler var. Doğrudan doğruya onları karşılayan kelimelerle bunun ifade edilmesine karşı değilim; ama, bir kısmının da bunu karşılamadığını örnekleriyle benden önceki arkadaşlar da izah ettiler, ben bunun teferruatına girmek istemiyorum.

Değerli arkadaşlar, bu yasa tasarısında, değiştirilmiş olan bir madde dikkatimi çekti. Nedir bu; evlenme yaşını düzenleyen, yeni tasarıdaki 124 üncü madde. Doğu bölgelerine mensup bir milletvekili arkadaşınızım ve uygulamadan gelen bir arkadaşınızım. 124 üncü maddede, kanun hükmüyle evlenme yaşı yukarıya çıkarıldı; yani, şu anda, 18 yaşına basmamış olan kadın-erkek, hiç kimse resmen evlenme imkânına sahip değil. Peki, bunun gerekçesine bakıyorsunuz; niye hazırlandı, niye yapıldı böyle bir değişiklik diye. Bu değişikliğin hazırlanma gerekçesinde, efendim, işte küçük yaştaki kızların evlendirilmesinin biyolojik, psikolojik açıdan olumsuz etkiler gösterdiği görülmüş de, bu nedenle yapılmış.

Değerli arkadaşlar, yani erken evleneyim diye, küçük yaşta evleneyim diye hiç kimsenin özel bir gayret sarf etmediği malum. Bu işin tabiî bir seyridir, yani insanlar çeşitli nedenlerle evlenme ihtiyacı hissetmişlerse, evlenecek olanlar kendini bu konuda yeterli görmüşse, aileler bu konuda muvafakat etmiş ve belli bazı şartlar meydana gelmişse, bu evlenme olayı meydana geliyor; eğer olmamışsa, zaten meydana gelmiyor. Peki, daha önceki, daha düşük yaşta, evlenmeye müsaade edilmesinin ne gibi faydaları vardır ve bugün getirilmiş olan değişikliğin ne gibi mahzurları var?

 Şunu ifade etmem lazım: Bir kere bu düzenleme -bana göre- son derece isabetsiz olmuştur. Çünkü, 18 yaşından küçük evlenmiş kişiler nikâh kıymadıklarından dolayı, ceza kanunundaki ırza tecavüz suçunu işlemek durumunda kalmış olacaklar. Ayrıca, çoğunlukla toplumumuzda, çok yaygın şekilde uygulandığı üzere imam nikâhı veya dinî nikâh kıydıkları için de, hem kendileri hem bu nikâhları kıyan insanlar suçlu duruma düşecekler. Yani, bir bakıyorsun, fiilen bir imam nikâhıyla evlenmeyle beraber üç ceza davasını aynı anda insanların karşısına getirmiş oluyorsunuz.

Yine, resmî nikâh, öteden bu yana, özellikle kadınlarımız için bir güvence olarak kabul edilir; onların istikballeri için, malları için, o mallara ortak olabilmeleri için, vesaireleri için. Küçük yaşta evlenme engellendiğine göre, fiilen yapılmış olan dinî nikâhlı evlenmelerde, kadınlarımız, kızlarımız, iyilik yapalım derken, bu haklardan da mahrum bırakılmış oluyorlar.

Başka bir mahzuruna dikkat çekmek istiyorum. Benim, şahsen, uygulamada karşılaşmış olduğum bir husustur. Bazı durumlarda, öyle olur ki, erkek ve kız bir şekilde birbirlerini severler. Diyelim ki, 16 yaşındaki bir kız ve 17 yaşındaki bir erkek. Bunlar, bir şekilde, beraber bir ilişkiye de girerler; ama, bilhassa doğu toplumlarında; yani, bizim ülkemizin doğu kesiminde veya daha muhafazakâr yaşayan toplumlarda, tabiî ki, doğal olarak, nikâh olmayan, ailenin haberi olmayan bu tip beraberlikler çok kötü karşılanır. Üzülerek ifade etmemiz lazım ki, bazen bunlar çok kötü sonuçlara da neden olur; öyle ki, kızın ve erkeğin öldürülmesi gibi sonuçlara da neden olur. Bu bir realite. Bunu tasvip etmek adına filan söylemiyoruz kesinlikle; ama, bu bir realite. Böyle bir durumda, baktığınız zaman, yine örneklerden gördüğümüz gibi, iki aile haberdar oluyor; ama, topluma henüz yansımamışsa böyle bir konu, bir şekilde bir resmî nikâh kıyılarak, normal, kız istenmiş, alınmış gibi yapılmak suretiyle o insanların hayatının kurtarıldığına ben şahsen birçok örneğiyle şahit oldum. Şimdi bu imkân ortadan kaldırılıyor. Böyle bir olay vuku bulduğunda, ya insanlar doğrudan doğruya toplumsal baskının altında yaşamayı göze alacaklar -ki, bu çok zor bir konu. Yani, namusu elden gitmiş bir aile, bir insan, en asgarî şartıyla, yerinden göç etmiş olmak, çeşitli çeşitli kötü şeylere maruz kalmak suretiyle bunu yaşar durumda kalacak- veya o kızı ve o erkeği öldürmek durumunda kalacak ki, bence, tartıldığı zaman, bir teraziye konulduğu zaman, celp edilen menfaat, defedilen zarardan çok daha düşük düzeyde kalıyor ki, bir tarafta insan hayatı, bir tarafta, varsa eğer, çok düşük düzeyde -ki, artık, bugün, toplumumuzda yaygın değil; hele bu ekonomik şartları da düşündüğünüz zaman- küçük yaştaki evliliklerin meydana getireceği psikolojik bozukluklar... İnsan hayatıyla bir yerde karşı karşıya kalıyor bu durum.

Değerli arkadaşlar, bu ve diğer evlenme ve mal rejimiyle ilgili hükümleri beraber değerlendirdiğimiz zaman, kanaatime göre, gayrimeşru beraberlik, metres hayatı ve benzeri şekildeki olaylarda artışlar meydana gelecek. Severek, isteyerek bir hayatı paylaşma gibi güzel bir duygunun yerini, kötü niyetli, mal mülk düşünceli resmî evlilikler alacak.

Evliliği düşünmek, mahkeme kapılarında beklemekle eşanlamlı hale gelecek. Neredeyse, her evlilik, ihtilafsız dahi olsa, mahkemeye gitmekle karşı karşıya kalacak.

Medeni hukuk reformu, mahkemenin iş yükünü ve ihtilafları azaltıcı nitelikte olması gerekirken, mahkemenin iş yükünü katlayacak bir reform olarak anılacak.

Özel hayatın gizliliği, özel eşyalar ve hatıralar, çoğu zaman, mahkeme zabıtlarında ve belki, yedieminlerde sergilenir duruma gelecek.

Evlenme yaşından dolayı psikolojik ve biyolojik rahata kavuşacak olanların yanında, iş yükü nedeniyle bunalacak olan hâkim, savcı ve adliye çalışanlarının psikolojik sorunları ve aile problemleri önplana çıkacak.

Değerli arkadaşlar, özellikle bu yaptığım tenkit, demin verdiğim örnek, mal rejimi ve aile hukukuyla ilgili getirilen diğer yeni düzenlemelerle beraber düşünüldüğünde, maalesef, karşımıza çıkacak olan mahzurlardır.

Ben bir adaletsizliğe daha şahsen dikkat çekmek istiyorum, o da şu; kendi kafamda bir misal düşündüm: Ayşe Hanım -bir hanımdan örnek alalım- evliyken ve 4 çocuk sahibiyken, onun kocasının bir şekilde vefat ettiğini düşünelim. Vefat eden kocasından, menkul olarak, para olarak ciddî miktarda bir mal kaldığını düşünelim. Ayşe Hanımın, bir süre sonra da Ahmet Bey diye bir zatla evlenmiş olacağını düşündüm, böyle bir örnek tasarladım. Bu ahvalde, Ayşe Hanım, daha önce ailesinin artırmış olduğu mal varlığı kayıtdışında da olduğu için, farz edelim ki, Ahmet Beyle evlendikten sonra, 8 daireli bir apartman almış olsun; bu 8 daireli apartmanı aldıktan bir süre sonra da, hatta, kısa bir süre sonra da bu sefer Ayşe Hanım vefat etmiş olsun; Ayşe Hanımın vefat etmesi durumunda, o 8 daireli mal varlığından -ki, bütün menkullerini, daha önce kayıtdışı olan menkullerini daireye çevirerek, 8 daireli bir apartmana sahip olduğunu düşünüyoruz- Ahmet Bey, belki bir yıllık evlilik neticesinde yeni düzenlemeye göre 4 daireyi otomatikman yeni mal rejimi icabı almış olacak. Bir de tabiî, yasal miras icabı da "sağ eş" sıfatıyla 1 daire daha almış olacak, yani, 8 dairenin 5 dairesi Ahmet Beye, geriye kalan 3 dairesi de 4 çocuğa kalmış olacak. Ben bunu şöyle bir özdeyişle ifade etmek istiyorum: "Kurt yapmaz bu taksimi, kuzulara şah olsa." Yani, böyle bir çarpıcı örnekle bu işi canlandırmak istedim.

Sayın Başkanım, 2 dakika müsaade ederseniz...

BAŞKAN - Daha süreniz bitmedi ki... Hele bir bitirin bakalım...

YAHYA AKMAN (Devamla) - Değerli arkadaşlar, daha çok, bundan önce görüşülmüş olan bölümler üzerinde görüşlerimi arz ettim; zira, bu görüşmekte olduğumuz Sekizinci Bölümle ilgili olarak dişe dokunur, ciddî anlamda bir değişiklik yapılmadığını, ben şahsen ifade etmek istiyorum. Yapılmış olan değişiklik birkaç maddeyle sınırlı; bunlar da İsviçre Medenî Kanununa bir şekilde sonradan girmiş olan veya daha önce eksik tercüme edilmiş olan maddelerin dahil edilmesi ve geneli için söylemiş olduğumuz diliyle ilgili yapılmış olan bazı değişiklikler var; burada, bilhassa, 710 uncu maddede, bu heyelanla ilgili olarak yapılmış olan yeni düzenleme, kanaatimce, olumlu bir düzenlemedir...

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN - Şimdi, buyurun.

YAHYA AKMAN (Devamla) - Yine, 712 nci maddede dikkatimi çekti; "nizasız" sözcüğü yerine "davasız" ifadesi yer almış, belki diliyle ilgili yapılan birçok eleştiriye bunu da eklemek mümkün. Bu "niza" kelimesi, her halükârda "dava" anlamına gelmiyor, daha çok "anlaşmazlık" anlamına gelen bir kelime. Biraz diliyle ilgili zorlama bazı değişiklikler yapıldığını söylemek mümkün. Yine, sözlerimin başında ifade etmiş olduğum mesela "iştirak halinde mülkiyet" yerine "elbirliği mülkiyeti", "müşterek mülkiyet" yerine "paylı mülkiyet" bu bölümde konulmuş ki, ben şahsen, yani, hukukla ilgili olmayan herhangi bir vatandaşımızın sadece  "paylı mülkiyet" dediğin zaman veya sadece "elbirliği mülkiyeti" dediğin zaman, bunun, hukukta ifade ettiği anlamı anlayacağını varsaymıyorum, böyle bir şey düşünmüyorum; o, yine, bir açıklamaya muhtaç. Bakacak, Medenî Kanun anlamında bu "elbirliği mülkiyeti" ne anlama geliyor, nedir diye. Hukukçular da şunu diyecek: Bu elbirliği mülkiyeti, iştirak halinde mülkiyet vardı ya, işte bu yine o; diğeri de paylı mülkiyet de, müşterek mülkiyettir diye, tekrar, tercümenin tercümesinin yapılacağı bir durumla karşı karşıyayız.

Değerli arkadaşlar, sürem doldu. Ben, dediğim gibi, tümden karşı olmamakla beraber, uygulamada ciddî anlamda mahzurları olacak bir tasarıyla karşı karşıya olduğumuzu düşünüyorum.

Beni sabırla dinlediğiniz için hepinize saygılar sunuyorum. (AK Parti sıralarından alkışlar)

BAŞKAN - Ben teşekkür ediyorum efendim.

Efendim, şimdi söz sırası Saadet Partisinde.

Konya Milletvekili Sayın Veysel Candan; buyurun efendim. (SP sıralarından alkışlar)

SP GRUBU ADINA VEYSEL CANDAN (Konya) - Sayın Başkan, sayın milletvekilleri; görüşülmekte olan 723 sıra sayılı Türk Kanunu Medenisinin Dördüncü Kitap Birinci Kısmı üzerinde Saadet Partisi Grubu adına söz aldım; şahsım ve Grubum adına Muhterem Heyetinizi saygıyla selamlıyorum.

Sayın Başkan, şu anda müzakereler, Medeni Kanun Tasarısı usulsüz görüşülmeye devam edilmektedir. Şu an salonda karar yetersayısı yoktur. Sayın Başkanın, üyelerin, Plan ve Bütçe Komisyonunda bulunduğunu ifade etmesi de, gerekçesi de ayrıca bir usulsüzlüktür.

Değerli arkadaşlar, Dördüncü Kitap, eşya hukukuyla ilgilidir ve üç bölümden oluşmaktadır: "Mülkiyet Kısmı", "Sınırlı Aynî Haklar Kısmı" ve "Zilyetlik ve Tapu Sicili Kısmı" olmak üzere.

Tasarı, dikkatle incelenince, ciddî bir değişikliğin olmadığı anlaşılmaktadır. İki konu dikkat çekmektedir: Bir, Türkçeleştirme; iki, belirsizlikleri giderme şeklindedir.

Değerli arkadaşlar, bazı maddeler üzerinde önemli gördüğüm, dikkat çekici konuların altını çizmek istiyorum.

623 üncü maddede, "müşterek mülkiyet" yerine, "birlikte" veya "paylı mülkiyet" kelimesi konmuştur. Halbuki, Arapça bilen birisi çok iyi bilir ki "müşterek" kelimesinin kapsamı çok daha geniş, "birlikte" ve "paylı mülkiyet" olarak değiştirilen kelimeler de bu kelimenin yerini tam anlamıyla tutmaz. Yapılan değişiklik yanlıştır.

689 uncu maddede, pay sahiplerinin, kendi aralarında anlaşarak, yararlanma, kullanma ve yönetime ait kanun hükümlerinden farklı düzenleme yapmalarına imkân sağlamaktadır. Bu olumlu bir maddedir.

Değerli arkadaşlar, yine 688, 696 ve 723 üncü maddelerde "temlik" kelimesi güya Türkçeleştirilmiştir. 688'de "temlik edilebilir" ibaresi "devredilebilir", "temlik etmesi" ibaresi "devretmesi", "temlik edilemeyen" ifadesi de "devredilemeyen" şeklinde, gayet gülünç, uyduruk bir Türkçeyle değiştirildiği ifade ediliyor. Halbuki "temlik" kelimesi yıllardır bütün hukuk kitaplarında yazılı bir ifadedir. Dolayısıyla, bu değişikliği de anlamak mümkün değildir.

733 üncü maddede "önalım" yani, şufa hakkı için, bir ay ve beş yıl olan süreler, üç ay ve iki yıl olarak değiştirilmektedir.

767 nci maddede "ihraz" kelimesi "sahiplenme" olarak değiştiriliyor. Artık ihraz da tarihe karışıyor. Acaba, sormak gerekir, hem ihrazı hem de sahiplenmeyi bu millet öğrenseydi, bilseydi ne olurdu?

Yine, 812 nci maddede "muhafazası" kelimesi "korunması" şeklinde değiştirilmektedir.

Bakın Sayın Başkan, bugün Plan ve Bütçe Komisyon toplantısı da yok. Dolayısıyla, üyelerin orada olduğu da doğru değil. Zannediyorum bir yanlış bilgilenme oldu.

641 inci madde hazine arazileriyle ilgili. "Aksi sabit olmadıkça, menfaati umuma ait sular ile ziraata elverişli olmayan yerler, kayalar, tepeler, dağlar ve onlardan çıkan kaynaklar kimsenin malı değildir" maddesine de "buzullar" kelimesi ilave edilmiştir. Yani, Hazine mallarını korumaya yönelik bir ifadedir. "Ayrıca, hiçbir şekilde özel mülkiyete konu olamaz" şeklinde de bir pekiştirme olduğu ifade edilmektedir.

Yeri gelmişken hemen ifade edelim. Anayasanın 169 uncu maddesinde de "devlet ormanları özel mülkiyet olamaz" denildiği halde, birçok devlet ormanı, mesela, en son, İstanbul Kemerburgaz'da 2 000 dönümlük orman arazisi özel sektöre devredilmiştir. Demek ki, yasaları düzenlemek yetmiyor, uygulaması daha önemlidir.

683 üncü maddede "Bir şeye malik olan kimse, o şeyde, kanun dairesinde dilediği gibi tasarruf etme hakkına sahiptir" denilmekte, burada "tasarruf etme" ibaresine "kullanma" ve "yararlanma" kelimeleri ilave edilmektedir. Böylece, bunun da pekiştirildiği söyleniyor. Bu yapılan değişiklik, bize göre, bir yerde dili küçültme anlamı taşır, bunun dışında getirdiği hiçbir fayda yoktur.

683 üncü maddede "haksız olarak o şeye vazıyet eden herhangi bir kimseye karşı istihkak davası ikame ve her nevi müdahaleyi men edebilir" bölümü "malik, malını haksız olarak elinde bulunduran kimseye karşı istihkak davası açabileceği gibi, her türlü haksız elatmanın önlenmesini de dava edebilir." Yani, birinin eşyasına, gayrimenkulüne, birisi müdahale ettiği zaman dava açma hakkını getirmektedir.

650 nci madde de, arazi mülkiyetinin malzeme sahibine devredilmesi... Bu, gecekondularla ilgilidir. Hazine arazileri üzerine yapılan binalarda, bina sahipleri, arazileri satın alma talebinde bulunmaktadır. Bu madde de buna imkân tanımaktadır. Ümit ediyoruz ki, hazine arazilerinin değerlendirmeleri yapılırken çok dikkatli fiyat tespiti yapılmalıdır; çünkü, biz biliyoruz ki, yap-işlet-devret modeliyle yapılan birçok turistik tesis, hazine arazisi olarak, çıkan yasayla, peşkeş çekilmektedir; çok kötü bir örnek olmuştur.

Değerli arkadaşlar, kanunlar ve tasarılar mutlaka anlaşılır olmalıdır. Bu tasarıda anlaşılmayan, muğlak birtakım ifadeler vardır.

31.12.2000 tarihi itibariyle ülkemizde 7 834 mahkeme bulunmaktadır. Bunlardan 3 145 tanesi hukuk mahkemesidir ve adalet hizmetlerinin yürütülmesinde de sıkıntılar vardır; bu sıkıntılar da böyle yasal boşluklar bulunan tasarıların kanunlaşmasından ileri gelmektedir.

Değerli arkadaşlar, yine, Devlet Planlama Teşkilatının hazırladığı ve Sekizinci Beş Yıllık Kalkınma Planında Adalet Hizmetleri Etkinlik Özel İhtisas Komisyon raporundaki talepler de gündeme getirilmelidir. Bu raporu özetle takdim edersek, adalet teşkilatından nitelikli eleman çözümü, yargı bağımsızlığı, yargıç güvencesi, yargıç-savcı ayırımı yapılması önerileri üzerinde durulmalıdır.

Değerli arkadaşlar, buraya kadar takdim etmeye çalıştığım eşya hukukuyla ilgili konular üzerindeydi. Buraya kadar anlattığım konuları dikkatle takip ettiğimiz zaman, 4 temel gerekçe görmekteyiz:

1. Boşluk hissedilen konuların doldurulması. Kanunda bu var. Şimdi, ben, merak ediyorum; boşluk hissedilen konuların doldurulması... Acaba, yetmişbeş yıl nasıl dolduruldu?!

2. Yanlış anlaşılması muhtemel tereddütler giderilmeye çalışılıyor deniliyor. Bu muhtemel tereddütler, yetmişbeş yıl nasıl giderildi?!

3. Anlaşılması güç kelimelerin Türkçeleştirilmesi söz konusu.

4. Bazı yeni ilaveler yapılıyor denilmektedir.

Değerli arkadaşlar, şimdi, tasarı, ciddî yenilikler getirmekte midir veya uygulamada kargaşa endişesi var mıdır? Birkısım hukukçunun buna cevabı, ciddî bir yenilik yoktur, özellikle mal edinme konusunda kargaşa endişesi fazladır.

"Medenî Kanun hazırlanırken, nelere dikkat edilmelidir" sorusunun cevabı bizim için çok önemlidir; toplumun millî ve manevî değerlerine geçmiş hukukuna, örf ve âdetlerine dikkat edilmelidir. Bu tasarıda buna dikkat edilmiş midir; hayır, dikkat edilmemiştir; bu bir cehalettir, çıkış noktamız yanlıştır. Önce, bu kürsüde, bir tespiti de önemle yapmak istiyorum; yani, bu, bir yerde, bir hakkın teslimidir, bir görev olarak bildiğim için, şu satırların özellikle tutanaklara geçmesi gerekir: Tasarı gerekçesinde tenkit edilen ve iptidaî olarak nitelendirilen Mecelle, aklıselim sahibi herkes tarafından bilinen ve kabul edilen bir hukuk abidesidir. Bugün, görüştüğümüz Medenî Kanun ise Roma hukukundan, onun da kaynağı Hıristiyanlıktan alınmıştır. "Peki, doğrusu neydi, ne yapılması gerekirdi" sorusu çok önemlidir. Halkımızın, kendi inancı, örf ve âdetleri, kültürü, tarihiyle örtüşen bir medenî kanun yapmak gerekliydi. Siz ise, bunun yerine, yetmişbeş yıl önce tercüme edilen bir metni, yeniden makyajla, toplumun önüne getiriyorsunuz; bu bir kolaycılıktır. Binlerce hukukçumuz var, üniversitelerimiz var, hukuk fakültelerimiz var; ama, sonuç, kopya çekmek olmamalıydı diye düşünüyoruz. Bu tartışmalara bakılırsa, Kanunu Medeninin, en azından bir bölümünün, en kısa zamanda tekrar Parlamento gündemine yeniden geleceği anlaşılmaktadır.

Değerli arkadaşlar, acaba çok tartışılan tasarının dili, Türkçeleşiyor muydu veya Sayın Bakanın dediği gibi, kullanılan dil, hukuk dilini yansıtıyor muydu, buna özen gösteriliyor muydu?

Bu, doğru değil; "dilin arıtılması"adı altında uydurma kelimeler metne giriyor; bilinen hukuk terimleri, uydurma kelimelerle değiştiriliyor; uydurması bulunamayanlar da, uydurulunca değiştirileceği ifade edilmektedir değerli arkadaşlar. Bu durum, tasarı dilini anlaşılmaz hale getirmektedir.

Örnek vermek gerekirse; "iddia" yerine "olgu", "istifa" yerine "çıkma", "tahsis" yerine "özgülenme", "sorumluluk" yerine "yükleme" gibi, ne anlama geldiği belli olmayan, isteyenin istediği gibi yorumlayacağı şekilde kelimeler uydurularak düzenlemeler yapılmıştır. Bu davranış, geçmişle köprüleri atma, yani, "reddi miras" anlamına gelir; dilin yeniden yapılanması" adı altında, bozulması anlamına gelir. Dildeki değişimler, toplum çoğunluğunun kabulüne bağlıdır. Bu davranış, bize göre, tarihe hakarettir; topluma da ayrıca saygısızlıktır.

Tasarı gerekçesinde geçmişle ilgili söylenen bir iki paragrafı da gündeme getirmek istiyorum değerli arkadaşlar. Özellikle "Türk toplumunun çağdaş dünyayla bağdaşmayan noktaları görülüyorsa, bu, milletin beceriksizliğinden değil, onu sarıp sarmalayan ortaçağ örgütü ve dinsel bazı düzenlemelerden..." denmektedir. Burada kasıt, doğrudan, İslam hedef alınmaktadır; bu ifadeler, külliyen yalandır ve iftiradır.

Aynı paragrafta "gelenek ve göreneklere bağlı kalmak davası, insanlığın en ilkel ve ileri götürmeyecek bir anlayıştır" diyerek, tüm gelenek ve göreneklerimizi reddetmektedir; bu anlayışı da kabul etmiyoruz.

Ayrıca "halkın kaderi, belli ve yerleşmiş bir adalet esasına değil, rastlantı ve talihe bağlı, ortaçağ fıkıh kurallarına bağlı..." denilmektedir; fıkıh kuralları kelimesiyle, İslam hukuku kastedilmektedir, bu ifadeleri de reddettiğimizi ifade etmek istiyorum.

Tasarı gerekçesi mutlaka redaksiyona tabi tutulmalıdır, bununla ilgili teklifimiz, Genel Kurulun Oturum Başkanlığına biraz sonra verilecektir. Sayın Bakanın, Meclis Başkanıyla görüşmesine rağmen, bu ifadeler üzerinde direnmesini gereksiz ve lüzumsuz olarak gördüğümüzü ifade etmek istiyorum.

Değerli arkadaşlar, şimdi, tasarı üzerinde birkaç şey daha ifade etmek istiyorum: Acaba, bu tasarı içerisinde tasvip etmediğimiz konulardan ve endişe duyduğumuz birkaç hususun da altını çizmek istiyorum, özellikle 186 ncı madde, aile reisliği konusunda... "Eşler, konutu birlikte seçerler, beraberce yönetirler, giderlere de güçleri oranında katılırlar." Madde 186.

Değerli arkadaşlar, tasarının bu maddesiyle, yapılmak istenilen değişiklik, toplumun çekirdeği olan aile yapısını temelinden sarsacak, anlaşmazlıklara sebep olacaktır. Görünüşte, kadın-erkek eşitliği hususunda bir adım gibi görünse de, derinliğine düşünüldüğü zaman, ailede, birlik, beraberlik, mutluluk yıkılmakta, âdeta aile kurumu başsız ve yöneticisiz bırakılmaktadır. Aile, toplumun çekirdeğini oluşturmaktadır, bu küçük yapının da bir yöneticiye ihtiyacı vardır. Bu yöneticinin görevi, aile menfaatlarını korumak, nizam ve intizamı sağlamaktır. Konuyu, eşlerden birinin diğeri üzerine üstünlüğü şeklinde algılamak fevkalade yanlıştır. Aile reisliği kavramı, kadın-erkek ayrımı yapmadan, aile yapısını korumak ve haklarını muhafaza için korumaya mecbur olduğumuz bir kavramdır.

Değerli arkadaşlar, itiraz ettiğimiz maddelerden bir tanesi de "Yasal mal rejimi" başlıklı 202 nci maddedir. Tasarının 202 nci maddesiyle getirilmek istenen mal rejiminde değişiklik, düzen bozucu, evlilik dışı beraberliği teşvik edici, aileyi temelinden sarsıcı niteliktedir. Evlilik öncesi kazanılmış malları yasal mal rejimi kabul etmek, aile yapısına şirket niteliği kazandırır. Evlenmeyi şirket kurma, boşanmayı da şirket tasfiyesi şeklinde düşünürseniz, eşlerin birbirinden mal saklaması, mal kaçırması, evlenmeye gerek duyulmaması mahzurunu ortaya çıkarır.  Ayrıca, iktisadî amaçla boşanmalar da artar; gayri resmî, gayri ahlakî birlikte yaşamalar çoğalır; şimdi, tıpkı tercüme ettiğiniz İsviçre'de olduğu gibi.

Değerli arkadaşlar, ekonomik tahribat aileyi zaten yıkmıştır. 2000 yılında boşanma davası 150 000'dir. Yılda asgari 35 000 çift boşanmaktadır. Şimdi, bu tasarı kanunlaşınca, bugünkü tarih itibariyle aldığımız rakamlarla iki yıl sonraki rakamları karşılaştırdığımız zaman, Sayın Bakanın getirdiği tasarının bu maddesiyle, aile yapısındaki vahametin, bozukluğun ve boşanmaların maliyetini, faturasını, doğrusu, kim ödeyecek sorusu cevap beklemektedir.

Değerli arkadaşlar, tasarıda, vakıflara, her şeyden evvel, kuşkuyla bakılıyor; 109 ve 116 ncı maddelerde birtakım sınırlamalar getiriliyor. "Vakıflar, Vakıflar Genel Müdürlüğü dışında, cumhuriyet savcısı talebi ve mahkeme kararıyla kapatılır" denilmektedir. Bu durum, vakıflara müdahaleyi açık hale getirir, muğlak ifadelerle vakıflar kapatılır; buna zemin hazırlanmaktadır. Bu durum, vakıfların sürekliliğine ve hukukî teminatına vurulan bir darbedir.

Ayrıca, yine, burada, 112 nci maddeye "haklı sebepler varsa, mahkeme..." Bu haklı sebeplerin ne olduğu belli değil. Sayın Bakana, komisyon müzakereleri sırasında soruluyor; diyor ki: "Hâkimin takdiridir." Her hâkime göre haklı sebep ayrı ayrı olabilir. Belirsiz olan, belirsizliklerden insanlara ceza vermek veya sivil toplum örgütlerini kapatmak, dayatmacı jakoben zihniyetin eseridir.

Vakfın yetkili organı veya denetim makamının talebi üzerine, vakfın teşkilatını, yönetimini değiştiriyor. Doğrudan vakfın yönetimini ve yetkililerini değiştirme hakkı elde ediliyor ve burada, çok enteresandır "örgüt" kelimesi "vakıf" kelimesiyle eşanlamlı kullanılıyor. Ya, PKK da örgüttür, sosyal yardım vakfı da örgüt olarak kullanılmaktadır. Fevkalade yanlış bir kelime seçilmiştir.

Ayrıca, ifade ettiğim gibi, ben, buradan, bu muğlak ifadelerin kullanılmasından şöyle anlıyorum. Arzu edilmeyen vakıfları kapatmak için, bu madde böyle yazılmıştır. Böyle takdir olmaz. Yasalar, açık, vazıh, net olmalıdır; hangi hâkim okursa, aynı şeyi anlamak mecburiyetindedir Sayın Bakan, öyle dediğiniz gibi takdirle değil. O zaman, niye bu kadar metin, madde madde getiriyorsunuz; bırakın her şeyi takdire, bakın o zaman memleket ne hal olur.

Değerli arkadaşlar, eski metinde vakıflarla ilgili şu vardı: "Hukuka, ahlaka, millî birliğe, millî menfaatlara aykırı veya belli bir ırkı, cemaat mensuplarını desteklemek amacıyla vakıf kurulamaz." Doğrudur. Şimdi ne ilave ediliyor, bakın: "Cumhuriyetin niteliklerine ve Anayasanın temel ilkelerine aykırı vakıf kurulamaz." Şimdi, bu da bir doğru da, bunun ne olduğunun net ve vazıh yazılması lazım. Hatırlarsınız, bir dönemde, omzunda yıldız olan askerler de birilerini salonlara topladı, ondan sonra bir takım kanun maddeleri, 312'ler başka cezalar yazmaya başladı. Onun için, burada da, bu cemaatlerin ne olduğu, Lozan'da yazılan cemaatler midir, azınlıklar mı kast ediliyor, onların da ortaya konulması lazım. Hangi teşebbüsler... Acaba bir yerde vakıf kurmak, acaba bir Kur'an kursu açmak veya bir sosyal yardım vakfı açmak... Birisi çıkar da bunlar da cumhuriyetin temel niteliklerine aykırı derse, o zaman ne olacak?! Tabiî ki, ülkenin bölünmez bütünlüğü, üniter yapısı hepimiz için önemlidir; nitelikler de önemlidir. Biz, istismara karşıyız. Onun için, Sayın Bakanın, müzakereler sırasında "bu konu hâkimin takdirindedir" sözünü, kendisini, bir hukukçu olarak, esefle karşıladığımızı ifade etmek istiyorum.

Sayın Bakan geldiler, burada konuşma yaptılar; "hiç kimse bu çalışmayı küçümsememeli..." Sayın Bakan ve arkadaşlarına söylüyorum; ben, bu çalışmayı küçümsüyorum. Kanunun temel yasa olarak görüşülüyor olması, kabul edileceği anlamına gelmez.

Sayın Bakan, bir milletvekiline cevaben bu kürsüde şunları ifade ettiler: "Çağdaş düşünce adına, insaflı olmaları gerekiyor; tasarının gereği kadar kavranmadığı... " Burayı bir kere daha ifade edeyim: "Çağdaş düşünce adına, insaflı olmaları gerekir milletvekillerinin  -itiraz edenlere söylüyor- tasarının gereği kadar kavranmadığı..." Aynı şeyi, Sayın Bakan için, ben, burada söylüyorum: Sayın Bakanın bu tasarının ne getirdiğini tam anlamıyla, maalesef, tam toplumun gerçekleri açısından kavramadığını veya hususen kavramamaya çalıştığını anlamaya çalışıyoruz. Komisyon Başkanı, burada, çıktılar, ifade ettiler: "Elli yıllık çalışma ürünü..." Ben diyorum ki: Yazık olmuş bu elli yıla!

Netice itibariyle, gerekçesiyle geçmiş hukuka, örf ve âdetlerimize hakaret eden, kullandığı diliyle güzel Türkçemizi yozlaştıran, hukuk dilini katleden, bazı maddelerde belirsiz ifadeleriyle vatandaşa yasal tuzaklar kuran, 186 ncı maddesiyle aile reisliğine kargaşa getiren, 202 nci maddede edinilmiş mal paylaşımıyla aile yapısını şirkete döndüren, 109-116 ncı maddeleriyle vakıfları potansiyel suçlu gören ve daha benzeri sebeplerle, oyumuz rettir.

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

VEYSEL CANDAN (Devamla) - Sayın Bakanın söylediği gibi değil; üretim ve emek mahsulü de görmüyoruz. Kopya edilmiş bir metne "hayır" diyoruz.

Son söz söylemek gerekirse, tasarıları hazırlarken kolaycılıktan vazgeçin, toplumun örf ve âdet ve gelenekleri ile geçmiş hukukuna mutlaka saygı duyun. Bu milletin tarihî geçmişi, kültür birikimi ve hukuk birikimi, İsviçre Medenî Kanunundan daha iyi hazırlayacak birikime sahiptir.

Hükümete ve Adalet Bakanına da bir çift sözüm var: Bu tasarı için harcadığınız süreye yazık. Bu süre içinde, kendi öz malımız diyebileceğimiz, başkalarının bizden tercüme edeceği bir tasarı hazırlanabilirdi. Yani, özetle, bu hükümet ve Bakanlığınız, ikinci ve kötü bir kopyacısınız. Gelecek nesiller, sizden böyle bahsedecektir.

Saygılarımla. (SP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN - Şimdi, söz sırası, Milliyetçi Hareket Partisinde.

Trabzon Milletvekili Sayın Orhan Bıçakçıoğlu; buyurun efendim. (MHP sıralarından alkışlar)

MHP GRUBU ADINA ORHAN BIÇAKÇIOĞLU (Trabzon) - Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; hepinizi saygıyla selamlıyorum.

Öyle anlaşılıyor ki, 75 yıldır yürürlükte olan Türk Medenî Kanunu bu çalışmalarımızın sonunda yasalaşacaktır. Gerek iktidar, gerek muhalefet partilerine mensup milletvekili arkadaşlarımız, birçok konularda kanuna eleştiriler getirmiştir. Tabiî, zaman zaman, şahsımın da, Adalet Komisyonunda bu kanunla daha çok haşır neşir olduğu için ve içeriğini biraz daha ayrıntılı görme fırsatım olduğu için, eleştirileri olmuştur. Eleştirilerim mahfuz kalmak şartıyla, konuşmama başlıyorum.

Maalesef, Türk kamuoyunda, basınımız bazen pireyi deve, deveyi de pire yapar niteliktedir; bu Medenî Kanunda da -ki, Sayın Bakanın tabiriyle devrim niteliğinde olan bu kanunda da- izlediği tutum hayret ve ibret vericidir. Özellikle bazı köşe yazarlarımız, bu kanunun önemine binaen köşelerinde yer vermiş, Sayın Adalet Bakanımızın görüşlerine yer vermiş, kendisinin seçim bölgesinden örnekler vermiş, biraz esprili, biraz dokundurucu satırlar kaleme almışlardır.

Elimde, Sayın Yavuz Donat'ın, Sabah Gazetesinde 25.10.2001 tarihinde yayımlanan yazısı var. Sayın Adalet Bakanıyla, tahmin ediyorum, ya telefonla ya yüz yüze yapmış olduğu bir mülakatta bu kanunla ilgili kendisine birtakım sorular yöneltiyor ve diyor ki: "Siz Trabzon Milletvekilisiniz -biliyorsunuz, ben de Trabzon Milletvekiliyim- bu malın mülkün yarısını Karadeniz uşağı karısına vermeye ne diyor?" Tabiî, Adalet Bakanı buna cevap veriyor; ama, ben de, buradan, bir Trabzon Milletvekili olarak diyorum ki, biz, zaten, malımızın mülkümüzün tamamını eşimize vermişizdir Karadenizliler olarak.

Yine, bu yazıda, kadın erkek arasındaki eşitliğe, getirdiler, bu 1030 maddelik Medenî Kanun Tasarısını oturttular. Bu Mecliste, bu çatı altında, kadın ile erkeğin eşit olmadığını veya eşit olmaması gerektiğini savunan mı var?! Yine, Karadeniz uşağı olarak şunu söylüyorum: Ezelden nasılsa, ebede kadar, yine, kadın, bizim ailemizin reisi olacaktır; siz, bu kanunda değiştirseniz de.

HALİL ÇALIK (Kocaeli) - Zaten öyle...

ORHAN BIÇAKÇIOĞLU (Devamla) - Sayın Yavuz Donat'ın, NTV'de yapmış olduğu programlarını -yine kendisi gibi değerli iki köşe yazarıyla beraber- yakinen takip ediyorsunuz. Bu programlarında, genelde, Türkiye'deki bürokrasiden, Türkiye'deki sistemden şikâyet ediyorlar.

Yine, 6 Kasım 2001 tarihinde yayımladığı yazısında, "İki Profesör" başlığı altında, Sayın Adalet Bakanımızla ilgili ve bir de Almanya'da yaşayan Sayın Bakanımızın hocasıyla ilgili bir yazı var. Ona biraz sonra geleceğim; ama, Sayın Donat -mutlaka, benim bu konuşmamı dinleyecektir- siz, yıllardır, Türkiye'nin bürokrat devlet yapısından yakınan yazılar yazdınız, hatta, son zamanlarda, Romanya'daki teşvikleri örnek göstererek, Türkiye'deki yatırımcıların Romanya'ya kaçtığından bahsettiniz. Şimdi, ben de size diyorum ki, bu gelen kanun, Türkiye'de bürokrasiyi tam bir arapsaçına döndürecektir, tam bir bürokrat kanunudur. Biraz önceki konuşmacı ve bu kanun tasarısı üzerinde söz alan bütün konuşmacılar -tutanaklar incelenirse görülecektir- "elli yıllık bir çalışma ürünü" babından sözler ettiler. Bence, bu tasarı, sadece ve sadece, bir aylık bir çalışmanın ürünüdür, elli yıllık falan değildir. Sebebini biraz sonra açıklayacağım.

Yine o yazıda, Sayın Donat, yine o bahsettiğim televizyon programında, son günlerdeki Avrupa Birliği tartışmaları gündeme gelince, Türkiye'deki üniversitelerde AB kürsülerinin henüz kurulmamış olduğundan yakınıyor. Ben, şimdi, buradan, sizlere ve beni izleyenlere soruyorum: Türkiye'de 8'i özel, 22 tane hukuk fakültesi var ve bu hukuk fakültelerinin tamamında medenî hukuk kürsüleri var. Ne oldu bu medenî hukuk kürsüleri kuruldu da, onların görüşlerine bu Meclis, bu Komisyon, bu tasarıyı hazırlayan bürokratlar değer verdiler mi?! Vermediler; çünkü, onların yapmış olduğu uzun süreli bir çalışmanın sonucunda ortaya konulan Türk Medenî Kanunu Tasarısı,  55 inci hükümet zamanında Meclise sevk edildiği zaman  -Sayın Adalet Bakanımız da o hükümette görevliydi, altında imzası var- kanunun omurgası niteliğinde sayılan mal rejimiyle ilgili kısım değiştirildi. Benim görüşüme göre, o tasarıda içerikte bir, nitelikte de iki değişiklik yapılmıştır. Tabiî, bu omurgada yapılan değişiklik, kanunun ayakta durmasını uygulama safhasında engelleyecektir. Bunu, ben, bugün, bu kürsüden söylüyorum; ümit ederim, zaman beni haklı çıkarmaz.

Türkiye'deki medenî hukuk kürsülerinin ve Adalet Bakanlığının oluşturmuş olduğu komisyonun... Yine Sayın Donat'ın buradan kulaklarını çınlatarak okuyacağım; onu yazar...

BAŞKAN - Sayın Bıçakçıoğlu, bu kürsüden cevap hakkı olmayan insan hakkında konuşmayalım.

ADALET KOMİSYONU BAŞKANI EMİN KARAA (Kütahya) - Yavuz Donat aşağı, Yavuz Donat yukarı; nedir bu yahu!

ORHAN BIÇAKÇIOĞLU (Devamla) - 55 inci hükümet zamanında sunulan tasarının genel gerekçesinde, 232 nci maddesiyle ilgili "Çok karmaşık bir sistem ve evlilik birliğinin sona ermesinde son derece güç bir tasfiye yöntemi öngören bu rejim, ayrıntılı bir şekilde incelenmiş ve ülkemiz şartlarına uymadığı kanısına varılmıştır" deniyor ve iki yıl sonra da, hazırlanan  ve Adalet Bakanlığınca değiştirilen mal rejimiyle bu terk ediliyor ve tamamen tersine dönülüyor.

Şimdi, Sayın Tuğrul Ansay'ın, iki ay önce, komisyon üyelerimizin bir çoğuna çektiği bir faks var. Sayın Adalet Bakanımız "kendisi benim hocamdır" diyor bu yazıda. Sayın Tuğrul Ansay, Almanya'da bir öğretim üyesi; Sayın Bakan gibi, Türkiye'deki birçok hukukçunun hocası. "Görüşlerinden yararlanacağım" diye buyuruyorsunuz Sayın Bakanım. Hocanız şöyle buyuruyor: "Tasarı hazırlanırken, dünyadaki ve özellikle Avrupa Birliğindeki gelişmelerin de dikkate alınmadığı anlaşılıyor."

Yine, bir yerinde "Edinilmiş Mallara Katılma başlığı altında düzenlenen bu yasal rejim artık değerin tespit edilmesini gerektirdiğinden, uygulamada sorunlar yaratacak ve davaların yıllarca uzaması sonucu doğacaktır" diyor.

Yine, Sayın Ansay, 24.9.2001'de, şahsıma çekmiş olduğu faksta "kişisel olarak, Medenî Kanun Tasarısının tümüyle ve bu şekille kanunlaşmasının yerinde olmayacağı kanısındayım. Eğer, tüm tasarının yasalaşmasında ısrar edilecekse, farklı görüş sahibi hukuk uzmanlarının fikirlerinin alınması, aksaklıkları gidermekte yardımcı olacaktır" buyuruyor.

Grubum adına almış olduğum sözde, Medenî Kanun Tasarısının 683 ve 779 uncu maddeleri arasını kapsayan "Eşya Hukuku" üzerindeki görüşlerimi de konuşmamın bu bölümünde sizlere aktarmak istiyorum.

Bu kısımda, tasarı, dil itibariyle, diğer kitaplarda olduğu gibi arılaştırılmış ve terminoloji konusunda terim birliğinin sağlanmasına azamî dikkat ve titizlik gösterilmiştir.

"Birden ziyade kimselerin bir şey üzerinde mülkiyeti" deyimi "birlikte mülkiyet" şeklinde ifade edilmiş, bu tür mülkiyetin türlerinden "müşterek mülkiyet" bu kez "paylı mülkiyet", "iştirak halinde mülkiyet" ise "elbirliği mülkiyeti" olarak değiştirilmiştir. Bu yeni terimler, ilgili oldukları kurumları eskisinden daha iyi ifade etmektedirler. Nitekim, Türk hukuk doktrininde ve uygulamada, uzun süredir, bu terimler, özellikle "paylı mülkiyet" terimi kullanılmaktadır. Aynı şekilde "mütemmim cüz" terimi "bütünleyici parça", "teferruat" terimi "eklenti" şekline dönüştürülerek, yeni nesillerin bu metinleri okuyup anlamasının kolaylaştırılmasına çalışılmıştır. Keza "gayrimenkul" terimi "taşınmaz", "menkul" terimi "taşınır" şeklinde arılaştırılmıştır. "Şufa hakkı" "önalım hakkı", "iştira hakkı" "alım hakkı" ve "vefa hakkı" da "geri alım hakkı" olarak, anlaşılabilir hale getirilmiştir.

Tasarı, paylı mülkiyeti düzenlerken, mevcut madde hükümlerinin günümüz ihtiyaçlarına ve şartlarına uygun hale getirilmesini sağlamıştır. Nitekim, yeni getirilen 689 uncu maddeyle, paydaşların kendi aralarında oybirliğiyle anlaşarak yararlanma, kullanma ve yönetime ilişkin olarak kanun hükümlerinden farklı bir düzenleme yapmalarına imkân sağlanmıştır.

Tasarının 693 üncü maddesi yeniden düzenlenmiş olup, payla ilişkin yararlanma, kullanma, koruma esasları düzenlenmektedir.

695 inci madde, tamamen yeni bir maddedir. Bu maddeyle, paydaşların yararlanma, kullanma ve yönetime ilişkin konularda yaptıkları düzenleme ve aldıkları kararlar ile mahkemece verilen kararların sonradan paydaş olanları veya pay üzerinde aynî hak kazananları bağlayacağı ve bunun için de, taşınmazlarda paydaşların aldıkları kararların tapu siciline şerh edilmesi gereği getirilmiştir.

698 inci maddeyle, taşınmazlarda paylı mülkiyetin devamına ilişkin sözleşmelerin resmî şekilde yapılması ve bunun tapuya şerh edilebilmesi öngörülmüş, böylece eskiden ortaya çıkan tereddütler giderilmek istenilmiştir.

Yeni getirilen 700 üncü maddeyle, pay üzerinde bir intifa hakkı kurulması durumunda, bir paydaş, üç ay içerisinde paylaşma isteminde bulunursa, satış yoluyla paylaşmada, pay üzerinde intifa hakkı bulunmaksızın satış yapılması hükme bağlanmıştır.

Taşınmaz mülkiyeti bölümünde, taşınmazlar sayılırken, mevcut Kanundaki "madenler" metinden çıkarılmış, bunun yerine "kat mülkiyetine kayıtlı bağımsız bölümler" alınmıştır.

708 inci maddeye eklenen bir hükümle, yeni oluşan ve devlete ait olan arazinin, kamusal bir sakınca bulunmayan hallerde, öncelikle, arazisi kayba uğrayan veya bu araziyle bitişik olan arazi sahibine devredilmesine imkân sağlanmıştır.

710 uncu madde de, tamamen yeni bir maddedir. Bu maddeyle, ülkemizde, özellikle Karadeniz Bölgesinde sık sık meydana gelen heyelan dikkate alınarak "arazi kaymasının sınır değişikliklerine yol açmayacağı" ilkesinin, yetkili makamlar tarafından, heyelan bölgesi ilan edilen yörelerde uygulanmayacağı kabul edilmiştir.

711 inci maddeyle de, bir sınırın arazi kayması yüzünden gerçeği yansıtmaması halinde, ilgili taşınmaz maliklerinin sınırın yeniden belirlenmesini isteyecekleri hükme bağlanmıştır.

Olağanüstü zamanaşımıyla taşınmaz mülkiyetin kazanılmasını düzenleyen 713 üncü madde, kısmen hüküm değişikliği yapılmak suretiyle yeniden kaleme alınmıştır. Bu arada, birinci fıkrada belirtilen yolla kazanmanın, taşınmazın tamamı, bir parçası veya bir payı üzerinde de olabileceği kabul edilmiştir. Üçüncü fıkrayla, tescil davasının, hazine ve ilgili kamu tüzelkişileri ile varsa tapuda malik gözüken kişinin mirasçılarına karşı da açılması zorunluluğu getirilmiştir. Mülkiyet hakkının hangi zamanda kazanılmış olacağı sorunu, doktrin ve uygulamada çok tartışmalıydı. Bu sorun, beşinci fıkrayla halledilmiş ve mülkiyetin, birinci fıkrada öngörülmüş olan bütün şartların gerçekleştiği anda kazanılmış olacağı -yani, hâkimin vereceği tescil kararının geriye dönük sonuç doğuracağı- hükme bağlanmıştır.

Önalım hakkının yeniden düzenlenmesinde, 733 ve 734 olmak üzere, iki yeni madde getirilmiştir.

733 üncü maddede, önalım hakkının, paylı mülkiyetteki payın cebri icra yoluyla satılması halinde kullanılamayacağı belirtilmiştir. Aynı maddede, önalım hakkından feragatın resmî şekilde yapılması ve tapuya şerh verilmesi zorunluluğu getirilmiştir.

Yeni 734 üncü maddeyle, önalım hakkının dava açılmak suretiyle kullanılması esası getirilmiştir.

748 inci madde birinci ve ikinci fıkrasında, zorunlu geçit dışında kalan geçici geçitler ile kırsal alanda ihtiyaç duyulan hayvan sulama yolu, kış geçidi, saban yolu, tomruk kaydırma yolu ve oluğu ve benzerleri gibi diğer geçitlerin özel kanun hükümlerine tabi olduğu; özel kanun yoksa, yerel âdetin uygulanacağı hükme bağlanmıştır.

754 üncü madde, tamamen yeni bir maddedir. Bu maddeyle, taşınmaz mülkiyetin kamu hukuku kısıtlamaları düzenlenmektedir. Örneğin, eski eserler, doğal güzellikler, manzaralar, seyirlik noktaları ve ender doğa anıtları ile içmeler, ılıcalar, maden ve kaynak sularının korunmasına ilişkin mülkiyet sınırlamaları, özel kanun hükümlerine tabi olacaktır.

760 ıncı madde de yeni bir maddedir. Bununla, özel mülkiyete tabi arazide bulunan kaynak, kuyu veya derelerden, komşuların ve diğerlerinin yararlanmalarının özel kanuna tabi olduğu; özel kanun yoksa, genel âdetin uygulanacağı belirtilmektedir.

683 ve 779 uncu maddeler arasında yer alan, eşya hukukuna ait değişiklikleri kısaca böyle özetlemiş oldum.

Bildiğiniz gibi, Sayın Bakanımız, her bölümün sonunda, gerek konuşmacı arkadaşlara gerekse anlaşılamayan konularda cevaplar vermektedir. Ben de, kendisinden, bu bölümün sonunda yapacak olduğu konuşmada, kafamda tereddüt oluşturan bir konuda açıklık getirmesini istirham ediyorum. Bildiğiniz gibi, İsviçre Medenî Kanunundan bire bir bunu biz alıyoruz. İsviçre'de bu kanun 1984 yılında halkoylamasına sunuldu ve kabul edildi; fakat, İsviçre, kabul ettiği bu kanunu 1988'de yürürlüğe koydu. Yani, dört yıllık bir geçiş süreci vardı. Acaba, biz neden 1 yıl koyuyoruz, yoksa, Türk hukuk sistemi, Türk adliye yapısı, bürokrasimiz, İsviçre'den daha sağlam, daha tıkır tıkır işleyen bir bürokrasi mi? Adliyelerdeki bu kadar iş yükünü de göz önünde bulundurarak Sayın Bakanımın da bu konuda Yüce Meclisini aydınlatmasını, bilgilendirmesini istiyorum.

Eşya hukuku üzerinde, Milliyetçi Hareket Partisi adına yaptığım konuşmamı burada tamamlıyor, şahsım ve Partim adına Yüce Heyeti ve bizi izleyenleri saygıyla selamlıyorum.

BAŞKAN - Teşekkür ederim.

Kalın dosyayı görünce eyvah, 20 dakikayı geçecek dedim.

ORHAN BIÇAKÇIOĞLU (Trabzon) - Sayın Başkan, daha önce bunları vermiştim.

BAŞKAN - Poz olsun diye taşıyorsunuz.

Şimdi, sıra Demokratik Sol Partide.

Ankara Milletvekili Sayın Ayşe Gürocak, buyurun efendim. (DSP sıralarından alkışlar)

DSP GRUBU ADINA AYŞE GÜROCAK (Ankara) - Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; sözlerime başlarken, hepinizi, Demokratik Sol Parti adına saygıyla selamlıyorum.

Bugün, burada, Türk hukuk devriminin simgesi olan bir kanunda, Türk Medenî Kanununda hükümet tasarısı olarak gündeme getirilmiş bulunan geniş kapsamlı değişiklikleri görüşmeye devam ediyoruz. Onun, cumhuriyetin temellerini oluşturan, özüne dokunulmadan, değişen koşullara göre ve çağdaş bir anlayışla yenilenmesi üzerinde çalışıyoruz; ama, konuşmacı bir arkadaşımın evlilik yaşının yükseltilmesi konusundaki kaygılarına katılmam mümkün değil. Çocuk yaşta yapılan evliliklerin ne mantıkî ne de vicdanî yanı vardır.

Yürürlükteki Medenî Kanun, Mecelle ile başlayan özel hukuktaki dinî esaslardan kopuş sürecinin en önemli noktasıydı; hukuk devrimimizin köşe taşlarından biriydi; cumhuriyetimizin dinî esaslarla ilişkisinin laiklik ilkesi çerçevesinde olacağının en somut göstergelerinden biriydi; kadının eşit vatandaş, eşit insan, eşit mirasçı olarak kabulünü sağlayan temel bir kanundu. Cumhuriyetimizin kuruluşundan getirilen temel ilkeler, aradan geçen 75 yıla rağmen, bugün de aynen geçerlidir; ancak, aradan geçen 75 yılda dünya değişmiş, toplum yaşamı değişmiş, ilişkiler ve ihtiyaçlar değişmiştir. Cumhuriyetin temel ilkelerini yaşatan kanunlara sahip olabilmek için, kanunlarda değişiklik yapmak gerekli hale gelmiştir. Buna karşılık, 1951'den bu yana üzerinde çalışılmasına rağmen, Medenî Kanun, yeterli düzeyde yenilenmiş değildir; çünkü, medenî kanun yapmak gibi, değiştirmek de güç bir iştir.

Üzerinde görüşmekte olduğumuz tasarı, bu güç işin başarılmış olduğunu ortaya koyan, görünür kılan somut bir üründür. Bu nedenle, bu değerli ürünün ortaya çıkmasında, en büyüğünden en küçüğüne, katkı yapmış bulunan herkese, buradan, bu kürsüden, Grubum ve şahsım adına, bir kez daha şükranlarımı sunuyorum.

Tasarının "Aile Hukuku" bölümünde yer alan yeni düzenlemeler, sadece gelişmiş aile yaşamımızın gereklerini yerine getirmekle kalmamakta, Türkiye'nin dünyadaki yeri ve saygınlığı açısından da önem kazanmaktadır; çünkü, tasarının aile hukukunda öngördüğü yeni düzenlemeler, 1920'lerin koşullarında dünya ölçeğinde çok ileri olan, ancak, bugün aşılmış bulunan hükümleri değiştirmektedir. Toplumsal eşitlik, herkesi insan olarak gören toplum ve aile için bir kez daha atılım yapılmaktadır; çünkü, demokrasinin beşiği ailedir. Aile içindeki eşitlikçi davranış sağlanmadan ülkede tam bir demokrasi oluşturulamaz. Eşler arası eşitliğin yaşandığı bir ailede yetişen çocuklar, toplumda eşitlik açısından en doğru bireysel denetim organını oluşturacak gücü kazanmaktadır.

Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; görüşmekte olduğumuz tasarı çok geniş kapsamlıdır; ancak, bu geniş kapsamlı içerik, kamuoyuna tam olarak yansımamıştır. Tasarının kamuoyuna en çok yansıyan tarafı, aile hukukuna ilişkin kısımları olmuştur. Bu durumun, kanun değişikliğinin çok geniş olan kapsamı karşısında bir haksızlık olduğunu düşünmekten edemiyorum. Evet, doğrudur; aile hukukuna ilişkin kitabın, özellikle de evlilik hukukuna ilişkin birinci kısmında yapılması öngörülen değişiklikler, ülkemizde yıllardır talep edilen ve çok beklenen, çok çok önemli değişikliklerdir. Biraz önce de vurguladığım gibi, kadınlar ve toplumumuz açısından önemli, eşitlikçi değişikliklerdir.

Kamuoyumuz, tasarının evlilik hukuku dışındaki bölümlerinin içeriği hakkında yeterli düzeyde bilgi sahibi olamamıştır. Hatta, kamuoyu, evlilik hukuku hakkında bile tam bilgi sahibi olamamıştır; çünkü, tasarıya ilişkin değerlendirme ve tartışmalar, neredeyse, sadece eşler arasındaki mal rejimine odaklanmıştır. Bu, önemli bir eksikliktir. Bu eksiğin, kanunun yayımıyla birlikte başlanacak yaygın bilgilendirme ve eğitim çalışmalarıyla giderileceğini umuyor; Adalet Bakanlığımızın bu yönde hazırlıklar yapmakta olduğunu duymaktan memnun oluyoruz.

Kamuoyunun hakkında yeterince bilgi sahibi olmadığı bölümlerden biri de, tasarının eşya hukukuna ilişkin bölümüdür. Bu oturumda üzerinde görüşmeye başladığımız bölüm de, kişinin eşya üzerine sahip olduğu haklar bakımından ilişkilerini, hak ve yetkilerini düzenleyen bölümdür. Bilindiği gibi, eşya hukuku "mülkiyet", "sınırlı aynî haklar" ve "zilyet ve tapu sicili" olmak üzere üç kısımdan oluşmaktadır. Tasarı hakkındaki görüşmelerimizin sekizinci bölümü olan bu bölümde, eşya hukukunun mülkiyete ilişkin birinci kısmı üzerinde duruyoruz.

Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; mülkiyete ilişkin olarak tasarıyla getirilen en önemli yenilik, uzun yıllardır birikmiş ve içtihadı birleştirme kararıyla çözümlenmiş kurumların kanuna yerleştirilmesidir. Böylece, yaşamın içinde yürürlüğe girmiş olan yargı kararları kanuna yansımakta; ayrıca, yargı üzerindeki dava yükü hafifletilmektedir. Yerleşik içtihadın kanuna yerleştirilmesine örnek olarak, tasarıda yer alan, taksim edilmesi mümkün olmayan taşınmazlarda anlaşmazlık çıkaran paydaşın hissesinin nakit olarak belirlenmesi yoluyla anlaşmazlığın giderilmesi gösterilebilir.

Tasarı, ayrıca, zaman içinde çıkarılmış çok sayıda yeni kanunla ve mevcut kanunları yenileyen değişikliklerle Medenî Kanun arasındaki ilişkileri gözden geçirmiş, sağlıklı ve doğru temellere oturtmuştur. Örneğin, tasarının 729 uncu maddesinde kullanılan "orman" kavramı, Orman Kanunundaki "orman" kavramıyla aynı kılınmıştır.

Tasarının mülkiyete ilişkin kısmındaki bir diğer en önemli özellik, dildeki arılaştırma, Türkçeleştirmedir. Mülkiyet, sadece, arazi, arsa, bina ve benzeri taşınmaz malları kapsayan bir kavram değildir. Bir çift çoraptan bir su bardağına, her şey, mülkiyetin nesnesidir. Örneğin, taksitli satış yoluyla edinilen eşyalar da taşınır mülkiyetin konularındandır.

Mülkiyetin herkesin ilişkili olduğu bir konu olması nedeniyle, tasarıyla getirilen kanun dilindeki yalınlaşma, her vatandaşın yararına önemli bir gelişmedir. Yürürlükteki Medenî Kanunda yer alan "Lûkata" sözcüğünü anlamak mümkün değildir; buna karşılık, tasarıda yer alan "buluntu eşyayı" da  anlamamak...

Tasarının mülkiyet kısmındaki yeniliklerden önemli olan birkaçını özellikle vurgulamak istiyorum. 689, 690 ve 691 inci maddelerde, paylı mülkiyetle ilgili yönetim hakkı ayrıntılı şekilde düzenlenmektedir. Böylece, paydaşlığın kaldırılamayacak ve sınırlandırılamayacak hak ve yetkilerine açıklık kazandırılmış; ayrıca, olağan ve önemli yönetim işlerinin özelliklerine uygun kurallarla düzenlenmesi sağlanmıştır.

Yeni arazi oluşmasını düzenleyen 708 inci maddeyle, yeni oluşan ve devlete ait olan arazinin, kamusal bir sakınca bulunmadığı takdirde, öncelikle arazisi kayba uğrayana veya yeni oluşan arazinin bitişik arazi malikine devredilmesine olanak sağlanmıştır.

709 uncu maddeyle, ülkemizde sık karşılaşılan heyelan olayları göz önünde tutularak, arazi kaymasının sınır değişikliğine yol açması önlenmiştir. Böylece, doğal afetlere karşı korunma sağlanmıştır. Bir başka maddeyle, bir ülkenin yetkili makamlarınca heyelan bölgesi olduğu kararlaştırılan yörelerde uygulanmayabileceği kabul edilmiştir. Ayrıca, tapu planlarıyla arz üzerindeki işaretlerin birbirini tutmaması halinde, plandaki sınıra itibar edileceği kuralının da heyelan bölgelerinde uygulanmaması öngörülmüştür.

Önalım hakkının kullanılmasına ilişkin satış tarihinden itibaren on yıllık uzun bir süreyi kapsayan zamanaşımı beş yıla indirilmektedir.

Yürürlükteki Medenî Kanunda 1 lira olan buluntu eşyanın kolluk kuvvetine veya muhtara bildirilmesini gerektiren değer, günümüzde anlamını yitirdiğinden değiştirilmektedir. Bu değişiklik, 1 liralık değer yerine konacak her miktarın enflasyon nedeniyle zamanla anlamını yitireceği düşünülerek, önemli ölçüde değer şeklinde yapılmıştır. Böylece, söz konusu değerin sık sık değiştirilmesi gereği ortadan kaldırılmış, hem de buluntu eşyanın bildirilmesini zorunlu kılan değerin, günün değeri olmasına imkân yaratılmıştır.

Kamu hukuku kısıtlamalarına ilişkin 754 üncü maddeyle, ülke koşulları da göz önüne alınarak, doğal afetler madde metnine eklenmiştir. Böylece, maddede sayılan kısıtlamalar özel kanun hükümlerine tabi olduğundan, özellikle, eski eserler, kültür ve tabiat varlıklarına ilişkin kanunlarımızın uygulama alanı genişletilmiştir.

Sözlerimi tamamlamadan önce, görüşmekte olduğumuz Medenî Kanun Değişiklik Tasarısına katkıda bulunan herkese tekrar teşekkür ediyorum.

Demokratik Sol Parti Grubu adına bir kez daha belirtmek istiyorum ki, çağdaş Medenî Kanuna ulaşmak için bu tasarıya desteğimizi sürdüreceğiz. Medenî Kanunda değişiklik kısa bir sürede Genel Kurulumuzdan çıkacak, gerçekleşecektir; yalnız, değişikliklerin yürürlüğe girmesinde de eşitlikçi davranmalıyız. Bu ülkede evlilik tarihlerine göre farklı farklı medenî kanunların uygulanmasına yol açmamalıyız. Aile mahkemelerini en kısa sürede kurarak, değişikliklerin uygulanmasını kolaylaştırmalıyız.

Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; hepinizi, bir kez daha saygıyla selamlıyorum. (DSP, MHP, ANAP ve DYP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN - Teşekkür ediyorum efendim.

Şimdi söz sırası, Doğru Yol Partisi Grubu adına, Bingöl Milletvekili Sayın Necati Yöndar'a aittir.

Buyurun efendim. (DYP sıralarından alkışlar)

DYP GRUBU ADINA NECATİ YÖNDAR (Bingöl) - Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; görüşülmekte olan 723 sıra sayılı Türk Medenî Kanunu Tasarısının "Eşya Hukuku" başlıklı sekizinci bölümü üzerinde Doğru Yol Partisi Grubu adına söz almış bulunuyorum; şahsım ve Grubum adına hepinizi saygıyla selamlıyorum.

Sözlerime başlarken, daha önce söz alan hatiplerce de dile getirildiği ve tasarı hakkında komisyon üyelerince kaleme alınan muhalefet şerhlerinde de belirtildiği üzere, tasarının dili hususunda, zabıtlara geçmesi açısından düşüncelerimi belirtmek istiyorum:

Tasarının gerekçesinde "tasarıda kullanılan dil, oldukça arılaştırılmış; yürürlükteki kanunun günümüzde geçerli olan dile oranla eskimiş olan ifadeleri kolay anlaşılabilir bir ifadeye dönüştürülmüştür. Tasarıda, genellikle, Anayasada kullanılan dil esas alınmıştır" denilmektedir. Hâlâ yürürlükte bulunan eski tarihli kanunların dilinin sadeleştirilmesi gerektiği konusunda her kesimde görüş birliği vardır; ancak, dili, ideolojik amaçlara araç kılmak, hiç kimsenin hakkı değildir. Hatta, hile, tehdit, ikametgâh, tahsis, istifa, müşterek kelimeleri anlaşılmıyor mu ki, yerine yeni arayışa gidilmiş ve kaos yaratılmıştır. "İkametgâh" yerine kullanılan "yerleşim yeri" ifadesi, uygulamada, hukukî sorunlar yaratacaktır. Henüz vakit varken, tasarı dilindeki bu tahrifat ve tahribat giderilmelidir.

İkinci bir husus ise, madde gerekçelerinde sık sık karşılaşılan şekliyle, maddenin, İsviçre Medenî Kanunundaki aslına göre düzenlendiği veya bu kanunda yapılan değişiklik nedeniyle değişikliğe gidilmiş olduğu belirtiliyor; bunu yadırgadığımı belirtmek istiyorum. Zira, cumhuriyetin kuruluş yıllarında ülkemizin içinde bulunduğu koşullar, eğitim ve kültür durumu, ekonomik hayatın geriliği gibi etkenler ile çağdaş uygarlık seviyesine ulaşma hedefinin etkisi sonucunda, İsviçre Medenî Kanunu tercüme edilerek, Türk Medenî Kanununun yürürlüğe konulması, bir zaruretin sonucudur. Ancak, ülkemizin, aradan geçen yetmişbeş yıl içerisinde elde ettiği birikim ve tecrübenin, Türk Medenî Kanununu, kendi sosyal bünyemizin icaplarına göre değiştirmeye ve ilavelerde bulunmaya muktedir olduğunu düşünüyorum.

Sayın Başkan, sayın milletvekilleri; Grubumun görüşlerini ifade etmek üzere söz aldığım Türk Medenî Kanunu Tasarısının "Eşya Hukuku" başlıklı Dördüncü Kitabı, hâlâ yürürlükte bulunan kanunumuzda "Aynî Haklar" olarak anılmaktadır. Başlıkta yapılan değişiklik, kapsamı ve anlamı açısından olumludur.

Bu bölümde yer alan ve değişiklik öngörülen maddeler hakkındaki görüşlerimi tek tek ifade etmek istiyorum:

Medenî Kanunumuzun 618 inci maddesi, yeni tasarıda 683 üncü maddedir. Dilinin sadeleştirilmesi dışında bir değişiklik yoktur.

Mütemmim cüzü, 684 üncü maddede "bütünleyici parça" olarak düzenlenmiştir.

Tabiî semere veya doğal ürün, 685 inci maddede düzenlenmiştir. Bu maddede yer alan "özgüleme", tahsis kelimesi yerine kullanılmış ise de, yaygın kullanımının bulunmaması nedeniyle, isabetli bir seçim olmamıştır. Keza, teferruatın yerine kullanılan "eklenti" başlıklı 686 ncı maddede "sarih" kelimesi yerine kullanılan "anlaşılabilen" kelimesi de isabetli değildir; ancak, bu maddede yer alan "temliki tasarruflar" ibaresinden "temlik"in kaldırılmış olmasını, taahhüt işlemlerini (borçlandırıcı işlemleri) de kapsaması yönünden olumlu buluyoruz.

"Paylı mülkiyet" olarak ifade edilen müşterek mülkiyette, hissedarların kendi aralarında oybirliğiyle anlaşarak, müşterek mülkün yararlanma, kullanma ve yönetimine ilişkin konularda kanunda öngörülen farklı düzenleme yapmaları imkânı getirilmiş; ancak, bu anlaşmanın kanunda iki bent halinde sayılan hallerde hissedarların hak ve yetkilerini kaldırmadığı gibi, sınırlandırılmadığı belirtilmiştir. Hissedarlara yeni düzenleme yapma imkânları getirildiğinden, bu değişikliği olumlu karşılamaktayız. Keza, bir diğer olumlu yenilik de, müşterek mülkiyette işletme usulünün veya tarım türünün değiştirilmesi, kiraya verilmesi veya feshi gibi işlemlerde pay ve paydaşların eşitliği halinde, hâkime, hissedarlardan veya dışarıdan kayyım atama yetkisini tanımış olmasıdır.

Müşterek mülkiyeti sona erdiren hallerden biri olan taksim davası, tasarıda "paylaşma istemi" olarak yer almıştır. Madde gerekçesinde, paydaşların dava açmadan da kendi aralarında paydaşlardan birinin istemi üzerine paylaşma yapabileceklerini belirterek, istemin davayı da içerisine alan daha geniş bir sözcük olması nedeniyle tercih edildiği belirtilmiştir. Hissedarlar arasındaki bu anlaşmanın resmî şekilde olmasında, gelecekte meydana gelebilecek ihtilafların önlenmesi açısından yarar ve zaruret vardır. Bu nedenle, tasarının 698 inci maddesinin ikinci fıkrasına "devamına" ibaresinden sonra gelmek üzere "ve sona ermesini" ibaresinin eklenmesinin gerekli olduğu kanısındayım.

Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; tasarının 707 nci maddesinin ikinci fıkrası ile karşılığı olan 635 inci maddenin ikinci fıkrasında yer alan "müseccel olmayan bir arzın işgali sahipsiz şeylere dair olan hükümlere tabidir" hükmüne "tapuya kayıtlı olmayan taşınmazlar üzerinde işgal yoluyla mülkiyet kazanılamaz" denilerek açıklık getirilmiştir. Tasarının 708 inci maddesinde, yeni arazi oluşması hali düzenlenmiştir, yürürlükteki kanunumuzun 636 ncı maddesinin karşılığıdır. Mevcut uygulamada, göl veya nehir kenarlarında birikme, dolma veya kayma suretiyle meydana gelen araziden istifade mümkünse, Hazine adına tescil edilmektedir. Devlet bu yerleri, genel hükümlere göre değerlendirmektedir. Nehirlerin veya göllerin yatak değiştirmesi veya taşması, bilahara eski mecralarına çekilmesi halinde, bu yerlerin daha önce kendisine ait olduğunu ispat eden kimse istirdat edebilmektedir.

Tasarının 708 inci maddesinde, birikme, dolma veya kayma suretiyle meydana gelen arazinin, kanunsal bir sakınca bulunmadığı takdirde, öncelikle arazisi kayba uğrayana veya bitişik arazi malikine devletçe devredileceği hükmüne yer verilmiştir. Bu değişiklik olumludur; fakat, cevaplandırılması gereken hususlar vardır. Arazisi kayba uğrayan kapsamına kimler girecektir? Öncelik kime aittir? Devir bedelli mi bedelsiz mi olacaktır?

Tasarının 709 uncu, 710 uncu ve 711 inci maddeleri, özellikle heyelana maruz kalan yerlerde taşınmazı bulunan vatandaşlarımızı yakından ilgilendirmektedir.

709 uncu maddenin karşılığı olarak, yürürlükteki kanunumuzda 637 nci madde mevcut olup, arazi kaymasının, sınırın değiştirilmesini gerektirmeyeceği hükmü yer almıştı.

710 uncu maddede, arazi kaymasının sınır değişikliğine yol açmayacağı ilkesinin, heyelan bölgesi olarak belirlenen ve tapu kütüğünün beyanlar sütununa yazılan taşınmazlarda uygulanmayacağı; 711 inci maddede ise, arazi kayması sebebiyle oluşan sınır gerçeği yansıtmıyorsa, sınırın yeniden tespitinin isteneceği, fazlalık ve eksikliklerin denkleştirileceği hükmüne yer verilmiştir.

Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; tasarının 712 nci ve 713 üncü maddelerinde, olağan ve olağanüstü kazandırıcı zamanaşımı düzenlenmiştir. Her iki halde de, şartlardan biri olarak, yürürlükte bulunan kanunumuzda yer alan "niza" sözcüğünün belirsizliği, uygulamada, noter aracılığıyla gönderilen protestonun fiilî müdahale veya çatışmanın niza olarak nitelendirilebildiği; oysa, ancak, zilyede karşı istihkak veya müdahalenin meni davası açılmış olmasının niza sayılacağı, 3091 sayılı Taşınmaz Mal Zilyetliğine Yapılan Tecavüzlerin Önlenmesi Hakkında Kanuna göre idarî makamlar nezdinde zilyetliğe yapılan tecavüzün önlenmesinin istenmesinin buradaki anlamda niza sayılmayacağı, bu itibarla zilyetliğin kesintiye uğramış olmayacağı belirtilerek "niza" sözcüğü yerine "davasız" sözcüğü kullanılmıştır.

Tasarının 713 üncü maddesi kanunlaşsa dahi hukuken uygulama imkânı yoktur. Şöyle ki: 9.7.1987 tarihinde yürürlüğe giren 3402 sayılı Kadastro Kanununun tapuda kayıtlı olmayan taşınmaz mallara ilişkin 14 üncü maddesi, bu kanunun 33 üncü maddesinin üçüncü fıkrası gereğince genel hükümdür. Dolayısıyla, açılacak bir tescil davasında, 713 üncü madde, 14 üncü maddeye aykırı olmayan ve hüküm bulunmayan hallerde uygulanacaktır. Bu maddede ise "niza" değil "çekişmesiz" ifadesi kullanılmıştır. Muradımız mutlaka "davasız" demek ise, öncelikle 14 üncü maddede gerekli değişikliğin yapılması gerekmektedir.

Medenî Kanunumuzda kamu malları 641 inci maddede düzenlenmiştir. Bu maddede "sahipsiz şeyler ile menfaatı umuma ait olan mallar devletin hüküm ve tasarrufu altında" olup, bunların kazanılması, işletilmesi ve kullanılması hakkında Medenî Kanun hükümlerinin uygulanmayacağı, kamu hukuku kurallarına tabi olduğu belirtilmiştir. Keza, bu maddede bazı kamu mallarına örnekler verilmiştir. Mevcut kanunumuzda "buzul" tabiri yer almazken, İsviçre Medenî Kanununda yer almasından dolayı ülkemizde buzul varmış gibi buna da yer verilmesi, mehaz, yani kaynak kanunun etkisinde fazla kalınmış olabileceğini göstermektedir. Diğer taraftan, tasarıda "sahipsiz yerler ile yararı kamuya ait mallar" dan söz edilmektedir. Doktrinde ve yargısal içtihatlarda benimsendiği şekliyle kamu mallarını oluşturan kategorilerin açık bir şekilde ifade edilerek "sahipsiz mallar, orta malları ve hizmet malları devletin hüküm ve tasarrufu altındadır" demek daha isabetli ve karışıklığı giderici olacaktır diye düşünüyorum.

Tasarının 716 ncı maddesi, yürürlükteki kanunda "tescili icbar davası" olarak bilinen, 642 nci maddede düzenlenen hususları karşılamak amacıyla düzenlenmiş; ancak, sadeleştirme yapmak amacıyla "mülkiyetin kendisine aidiyetine" ibaresinin karşılığı olarak "mülkiyetin kendi adına tescilini istemek" gibi bir yanlışlığa düşülmüştür. Zira, tescili istenen mülkiyet değil, taşınmazdır. Mülkiyet, tescil edilecek bir obje, nesne değildir; bu yanlışlığın düzeltilmesi gerektiği kanısındayım.

Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; tasarının 719 uncu maddesi, yürürlükteki kanunun 645 inci maddesinin karşılığı olarak düzenlenmiştir. Burada yer alan hüküm şöyledir: "Taşınmazın sınırları, tapu planları ve arz üzerindeki sınır işaretiyle belirlenir."

Yürürlükteki kanunda yer alan "plan" ibaresinin kapsamı "tapu planı" olarak açıklığa kavuşturulmak istenmişse de, kanaatimizce bir yanlışlık yapılmıştır. Zira, kadastro yapılan yerlerde, 3402 sayılı Kadastro Kanununun 7 nci maddesi gereğince, taşınmazın sınırları, kadastral harita veya büyütülmüş fotoğraf veya röperli kroki üzerinde gösterilir. Kadastro yapılan yerlerde, kadastral harita veya kadastro paftası sınırı belirler; ancak, kadastro geçmemiş yerlerin varlığı da dikkate alındığında, buralarda, evrakı müsbite arasında tapu planı bulunmayabilir -ki, çoğunlukla bulunmaz- bu itibarla, ibarenin eski şekliyle kalmasında yarar vardır.

Tasarının 732 ve 733 üncü maddelerinde, müşterek mülkiyette, paylı mülkiyette söz konusu olan ve "önalım hakkı" olarak sade ifade edilen "şüfa hakkı" ile ilgili düzenlemeler yer almıştır. Buna göre, bir hissedarın hissesini -tamamen veya kısmen- hissedar olmayan bir kişiye satması halinde, diğer hissedarlar, satışın kendilerine bildirildiği tarihten itibaren bir ay içerisinde şüfa hakkını kullanabileceklerdir.

Cebrî icrada şüfa hakkının kullanılmayacağı uygulamada benimsenmiş bir kuraldı; kanunda açık bir şekilde ifade edilmesi yerinde olmuştur; ancak, kanunlarda süre zikredilirken, uygulamada sorunlara yol açmamak için sürenin ay yerine gün olarak ifade edilmesi daha isabetli olacaktır. Bu cümleden olarak, 733 üncü maddedeki "bir ay" ibaresinin otuz gün olarak düzeltilmesi daha uygun olur düşüncesindeyim.

Tasarının 734 üncü maddesi yürürlükteki kanunda bulunmamakla birlikte, uygulamada doktrin ve içtihatlarla istikrar bulmuş olan şufa hakkının nasıl kullanılacağına ilişkin hususu düzenlemektedir. Bu maddenin ilavesi yerindedir.

Tasarının "zorunlu geçit hakkını" düzenleyen 747 nci maddesinin ikinci fıkrasında murat edilen husus daha iyi bir şekilde ifade edilebilirdi.

Sayın Başkan, sayın milletvekilleri; tasarının 751 inci maddesinde kastedilmek istenen hususun ne olduğunu şahsen ben anlayamadım. Maddede öngörüldüğü şekliyle bir olayın ülkemizde vuku bulabileceğini imkân dahilinde görmüyorum. Hangi yetkili makam, bitki örtüsünü korumak amacıyla başkasının özel ormanına veya özel otlakiyesine girmeyi yasaklayacak? Maddede mana ve ifade sakatlığı vardır. Oysa, ikinci fıkra şu şekilde ifade edilebilir: "Yerel âdetlerin izin verdiği ölçüler içerisinde kalmak kaydıyla herkes başkasının orman ve merasına girebilir ve oralarda yetişen yabanî meyve, mantar ve benzeri şeyleri toplayabilir."

Tasarının 769 uncu maddesinde eski deyişle "lükata", yeni ifadeyle "bulunmuş eşya" hususu düzenlenmiştir. Yürürlükteki kanunun 693 üncü maddesine göre, kaybolan bir malı bulan kişi, sahibine haber vermek zorundadır. Sahibini bilmiyorsa, güvenlik görevlilerine haber verecek veya durumu ilan ettirecektir. Malın değeri 1 liradan fazla ise, güvenlik görevlilerine haber vermek zorundadır. Tasarının gerekçesinde belirli bir miktardan söz edilmemesinin sebebinin, konulabilecek bir miktarın her zaman sübjektif olabileceği ve zaman içerisinde değersiz hale gelebileceği  olduğu belirtilmiş, çözüm olarak da "bulunan eşya önemli ölçüde değerliyse" ifadesine yer verilmiştir. Buradaki ifadenin de sübjektif olduğunda tereddüt yoktur.Tereddütlere yol açmayacak bir ibarenin kullanılması yerinde olacaktır.

Sayın Başkan, sayın milletvekilleri; konuşmamın son bölümünde bir temennimi de belirtmek istiyorum. Görüşmekte olduğumuz Medenî Kanun, kişinin maddî ve manevî alandaki hakları ile toplumumuzun temelini oluşturan ailedeki ve de vatandaşlarımız arasındaki ilişkileri düzenleyen kuralları içermesi nedeniyle en önemli kanunlardan biridir. Yüce Parlamentonun bu tasarıyı en mütekâmil hale getirerek yürürlüğe koyacağından şüphemiz yoktur; ancak, bir kanun ne kadar mütekâmil olsa da sonuçta uygulamanın önemli olduğu da bilinen bir gerçektir. Uygulamayı yapacak olan hâkimlerimizin büyük fedakârlıklarla görev yaptıkları her türlü takdirin üzerindedir.

Hâkimlerimizin işyükü dolayısıyla adalet mekanizmasının işleyişinde zaman zaman aksamalar ve gecikmeler olduğu da bir gerçektir. Bunu gidermenin yolu, kaliteli hukuk eğitimi, sayıca yeterli ve özlük hakları iyileştirilmiş yargı mensuplarının varlığı ve hızlı işleyen usul kurallarıdır. Yüce Heyetinizin bu sorunlara da el atarak bir çözüm bulacağına olan inancım tamdır. İster yöneten ister yönetilen olsun hukuk, günü geldiğinde herkes için gereklidir. İyi işleyen hukuk kuralları ve adalet mekanizmasının hepimiz açısından en önemli güvenceyi oluşturduğunda kuşku yoktur.

Bu duygu ve düşüncelerle, tasarının milletimize hayırlı ve uğurlu olmasını diliyor, Yüce Heyetinizi saygıyla selamlıyorum. (DYP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN - Teşekkür ediyorum efendim.

Şimdi, gruplar adına son söz, Anavatan Partisi Grubu adına, Afyon Milletvekili Sayın Halil İbrahim Özsoy'da.

Buyurun Sayın Özsoy. (ANAP sıralarından alkışlar)

ANAP GRUBU ADINA HALİL İBRAHİM ÖZSOY (Afyon) - Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; Türk Kanunu Medenisinin yerini alacak olan ve günlerdir üzerinde konuştuğumuz, Grupların bölüm bölüm fikirlerini ifade etmeye çalıştıkları Türk Medenî Kanunu Tasarısının eşya hukuku konusundaki maddeleri üzerinde söz almış bulunuyorum; Grubum ve şahsım adına Yüce Meclisi saygıyla selamlıyorum.

Değerli milletvekilleri, insan sosyal bir varlıktır. Hepinizin bildiği ve yaşadığı gibi, bu varlığın, hayatta kaldığı müddetçe, yaşamını devam ettirmek için ve meslekleri nedeniyle çeşitli taşınır veya taşınmaz eşya veya mülke sahip olacağı da bir gerçektir. Bir gerçek de şudur: Sosyal bir varlık olan insan, yakınları, çevresi ve içinde bulunduğu toplumla çeşitli kademelerde ilişki içerisindedir. Bu ilişkilerde, müşterek taşınmaz mal edinildiği gibi, kullanma, gelir temin etme veya taşınır mal ve varlıkların korunması, paylaşımı veya başkalarına ait mal ve varlıklarla olan ilişkisi, işte bu bölümün maddelerinde ifade edilmektedir. Medenî Kanunun Dördüncü Kitabını oluşturan Eşya Hukuku "Mülkiyet", "Sınırlı Aynî Haklar", "Zilyetlik ve Tapu Sicili" başlıklarını taşıyan 3 kısımdan oluşmaktadır.

İnsanlar, toplum hayatına ayak uydururken, beraber yaşama icabı, kuram ve kurallarla zaman zaman çatışmaktadır. Bu çatışmalardaki ilişki ve derece, ileri bir anlayışla tasarıya yerleştirilmeye çalışılmıştır. Mal ve can güvenliği, anayasal teminat altında bulunan bireyler arasındaki mal ilişkilerinin paylı olması, zaman zaman çıkan anlaşmazlıklara da sebep olmaktadır. Bu kanun maddelerinde, bu anlaşmazlıklara çözüm getirilmektedir. İşte bu anlayışla, birinci kısmın birinci bölümünde genel hükümlerle, bu konular ifade edilmeye çalışılmıştır. İfade etmeye çalışacağım kısım, 683 üncü maddeden başlayarak, 779 uncu maddede son bulmaktadır. Genel hükümlerde, özellikle mülkiyet hakkının tarifi, içeriği, hukuk düzeni sınırları içinde bireyin maliki olduğu malın üzerinde dilediği gibi kullanma, yararlanma ve tasarrufta bulunma yetkisi ifade edilmeye çalışılmıştır. Ayrıca, aynı maddede, malikin, malı haksız olarak elinde bulunduran kimseye karşı istihkak davası açabileceği ifade edilmiştir. Eğer, birey bir mala sahipse, o malın bütünleyici parçalarına da sahip olur. Bütünleyici parça, yerel âdetlere göre, asıl şeyin temel unsuru olan ve kanun maddesinde "şey" olarak ifade edilen; yok edilmedikçe, zarara uğratılmadıkça veya yapısı değiştirilmedikçe ondan ayrılmasına olanak bulunmayan parça olarak madde 648'de ifade edilmiştir.

Bu madde, yürürlükteki kanunun 619 uncu maddesini karşılamaktadır ve İsviçre Medenî Kanununun 642 nci maddesine paralel olarak düzenlenmiştir. Kişi bir şeyin malikiyse, onun ürünlerinin de sahibi olur. 685 inci maddede, ürünün, dönemsel olarak elde edilen doğal veya hukukî ürünler ve bunların asıl şeyden ayrılıncaya kadar bütünleyici parçası olduğu ifade edilmektedir. 686 ncı maddede ise, eklentinin tanımı, kapsamı anlatılmakta. Nelerin eklenti sayılmayacağı ise, 687 nci maddede düzenlenmektedir.

Değerli milletvekilleri, yürürlükteki kanunun 623 üncü maddesine karşılık düzenlenen 688 inci maddede "birden ziyade kimselerin bir şey üzerindeki mülkiyeti" deyimi "Birlikte Mülkiyet" başlığı şeklinde değiştirilmiştir. Bu başlık da, hem paylı mülkiyetin hem de elbirliği mülkiyetinin daha iyi anlatılabileceği gerekçesine dayandırılmaktadır. Böylece, yürürlükteki kanunun maddelerinin kenar başlığında yer alan "müşterek mülkiyet" deyimi "paylı mülkiyet" olarak değiştirilmiştir.

688 inci maddede paylı mülkiyetin tanımı yapılmakta, özellikleri ifade edilirken de "başka türlü belirlenmedikçe paylar eşit sayılır" denilerek, genel bir ifade kullanılmaktadır. Pay sahibi veya diğer bir deyimle paydaşlardan her biri, kendi payı bakımından malik hak ve yükümlülüklerine sahip olur, payın temlik edilebileceği, rehnedilebileceği, alacaklılar tarafından haczedilebileceği bu maddede düzenlenmiştir.

689 uncu madde, İsviçre Kanununun 647 nci maddesinden alınmış olup, bu kanunda yeni getirilmiştir. Bu maddede, paydaşların, kendi aralarında oybirliğiyle anlaşarak, paylı mülkiyetten yararlanma, kullanma ve yönetime ilişkin konularda kanun hükümlerinden farklı bir düzenleme yapılmasına olanak sağlanmıştır. Maddenin fıkralarında ifade edilen anlaşmalar, noterlikçe tasdikini zorunlu kılmakta, paydaşlardan birinin başvurusu üzerine tapu kütüğüne şerh edilmesi konusu açık bir şekilde düzenlenmektedir. 690, 691 ve 692 nci maddelerde paylı mülkiyetin yönetim şekilleri ve paydaşların buna nasıl iştirak edecekleri, paydaşların yükümlülükleri düzenlenmeye çalışılmıştır. 693 ve 694 üncü maddelerde ise, paylı müştereklerden yararlanma, kullanma ve koruma ile masraflara iştirak şekilleri düzenlenmiştir.

Değerli milletvekilleri, 696 ve 697 nci maddelerde paylı mülkiyetten paydaşların ve diğer hak sahiplerinin çıkarılmalarına ilişkin hükümler bulunmaktadır. 698 ve 699 uncu maddelerde, paylı mülkiyetin paylaşma biçimleriyle, 700 üncü maddede ise, intifa hakkı sahibinin durumuyla ilgili hükümler getirilmiştir. Madde 701'den itibaren elbirliği mülkiyetinin tanımı, kaynakları, niteliği ile 703 üncü maddede elbirliği mülkiyetinin sona erdirilmesi konuları hükme bağlanmaktadır.

Çağdaş toplumlarda toplumsal yaşamanın bir gereği olarak ortaya çıkan anlaşmazlıkların sona erdirilmesi için düzenlenen bu maddelerden sonra, ikinci bölümde taşınmaz mülkiyet konuları işlenmiştir. İkinci bölümün birinci ayırımında, taşınmaz mülkiyetin konusu, kazanılması, kaybı gibi içerikler, 704 üncü maddeden itibaren maddeler halinde düzenlenmiş, özellikle de 707 nci maddede, tapuya kayıtlı olmayan taşınmazların durumu açıklıkla ortaya konulmaya çalışılmıştır. Tapuya kayıtlı olmayan taşınmazlar üzerinde işgal yoluyla mülkiyet kazanılmayacağı ifade edilmiş, 708 inci maddede de yeni arazi oluşumları, bunların kişi veya devlet malı niteliği taşıyıp taşımadığına, hangi şartlarda devletin bunu kişilere devredeceğine açıklık getirilmiştir.

709 uncu maddeden itibaren ise, arazi sınırlarındaki ihtilafları önlemek için hangi hallerde sınır değişikliğinin gerektiği ve 711 inci maddede de sınırların yeniden belirlenmesi konusu düzenlenmiştir.

Değerli milletvekilleri, günlük hayatımızda hemen hemen her gün karşılaştığımız, özellikle hukukî ve ceza davalarında çok sıklıkla önümüze çıkan zamanaşımı -eski tabiriyle müruruzaman- konusu, burada, olağan ve olağanüstü zamanaşımı başlığı altında 712, 713, 714 ve 715 inci maddelerde ifade edilmiştir.

716 ncı maddede ise, tescil isteme hakkı işlenmiş, 717 nci maddede taşınmaz mülkiyetin kaybı konusu düzenlenmiştir.

718 inci maddeden başlayarak devam eden ve mülkiyet hakkının sorumluluğu, kısıtlanmaları, dinimizce de üzerinde çok durulan komşuluk hakkı gibi konular madde 737'ye kadar tanımlanmış ve şekillendirilmeye çalışılmıştır.

Değerli milletvekilleri, 718 inci maddede arazi üzerindeki mülkiyet, kullanılmasında yarar olduğu ölçüde, üstündeki hava ve altındaki arz katmanlarını kapsadığı; bu kapsama, yasal sınırlamalar saklı kalmak üzere yapılar, bitkiler ve kaynakların da girdiği ifade edilmektedir. Ayrıca, taşınmazların sınırlarının, tapu planları ve arz üzerindeki sınır işaretleriyle belirlenebileceği madde 719'da yazılmakta, bunun heyelan bölgelerinde uygulanamayacağı farkı getirilmektedir. Her arazi maliki komşusunun isteği üzerine belli olmayan sınırların belirlenmesi için tapu planlarının düzeltilmesine veya arz üzerine sınır işaretleri konulmasına katkıda bulunmakla yükümlüdür.

İki taşınmazı birbirinden ayıran duvar, parmaklıklar, çit vesaire gibi sınırlar, aksi ispat edilmedikçe, her iki komşunun müşterek, yani, diğer bir tabirle, paylı malı sayılır denilmekte ve müşterekliğe de geniş bir şekilde açıklık getirilmektedir.

Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; arazi üzerindeki yapıların kullanılmasında ve yapılmasında başkalarına veya komşuya ait malzeme kullanılması, bunun tespiti, sökülüp geri verilmesi veya doğacak tazminatın belirlenmesi, ödenmesi 722, 723 ve 724 üncü maddelerde ifade edilmiştir.

725 inci maddede ise, bir yapının başkasına ait araziye taşırılan kısmı, eğer yapıyı yapan malik taşırılan arazi üzerinde bir irtifak hakkına sahip bulunuyorsa, ona ait taşınmazın bütünleyici parçası olur denilmektedir. İrtifak hakkı yoksa, zarar gören taraf, taşmayı öğrendiği tarihten başlayarak, 15 gün içerisinde itiraz etmediği, aynı zamanda, durum ve koşullar da haklı gösterdiği takdirde, yapan kimse, uygun bir bedel karşılığında parçanın mülkiyetinin devrini sağlayabilir denilmektedir. Burada, özellikle "uygun bir bedel" yoruma açık bir ifade olup, daha belirleyici bir ifade, özellikle rayiç bedel üzerinden veya taraflar arasında anlaşmaya varılacak bir miktar üzerinden şeklinde yazılabilirdi diye düşünüyoruz.

Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; müteakip maddelerde, genel anlamda, kazı ve kuralları ifade edildiği gibi, başka maliklerin arazilerinden geçiş ve geçit hakları ile bunlara katılma yükümlülüğü getirilmektedir. Bunların yanı sıra, madde 751'den itibaren ifade edildiği gibi, başkasının arazisine girme hakkı başlığı altında, orman ve meraya girme hakkını ve tarafların sorumlulukları maddeleştirilmektedir. Ayrıca, bu bölümde, kamu hukuku kısıtlamaları ve toprağın iyileştirilmesi konuları işlenilmekte ve maddeler şeklinde şekillendirilmektedir.

Günlük hayatla iç içe olan, komşu, ilgili ve ilişkili kişiler arasında her zaman tartışma, kavga veya bir hesaplaşmaya kadar giden, çatışmalara sebep olan kaynak ve yeraltı sularının durumu ise 756 ncı maddeden başlayarak incelenmiş ve maddeleştirilmiştir. Kaynak ve yeraltı sularının mülkiyet ve irtifak hakları, kaynaklara zarar vermekten doğan tazminatlar, aynı kaynaktan beslenen kaynakların durumu ve paylaşımı ve bunların hakkındaki özel kanun hükümleri ve nerelerde yerel âdetlerin tatbik edileceği konuları ise, 760 ve 761 inci maddede açık bir şekilde ifade edilmiştir.

İnsanların taşınmaz malları ve mülkiyetleri yanında, bir de, elde ettikleri veya değişik yollardan intikal eden taşınırların durumları da, fevkalade önem arz ettiği bir gerçektir. İşte, "Taşınır Mülkiyeti" başlığı altında incelenen ve maddeleştirilen konular, zilyetliğin devri, mülkiyetin saklı tutulması ve canlı taşınırlar üzerindeki mülkiyeti saklı tutma sözleşmesinin yapılamayacağı konuları, 763 üncü maddeden itibaren incelenmektedir. Özellikle "İhraz" başlığı altında, sahipsiz eşyalar, sahipsiz duruma gelen hayvanlar, "Bulunmuş eşya" başlığı altında, bulunan eşyaların korunması, iadesi, tabi tutulacakları muameleler ve satma gibi konular 769 ve 770 inci maddelerde incelenerek, ifade edilmiştir. Ayrıca, define, bilimsel değeri olan eşyalar, düşen veya su, rüzgâr, çığ gibi doğal güçlerin etkisiyle sürüklenen malların durumları, 773 ve 774 üncü maddelerde incelenmiştir. Bu malların nasıl bir işleme tabi tutulacağı, karışma ve birleşmeyle kazandırıcı zamanaşımı ve kaydedilmesi konuları 777 ve 778 inci maddelerde incelenerek, ifade edilmiştir.

Değerli milletvekilleri, kısaca, günlük hayatımızın birer parçası olan ve her gün karşılaştığımız işlemlerin hakka ve hukuka dayalı bir şekilde yürütülmesi, bu kanun sayesinde olacaktır. Güçlünün ve kuvvetlinin değil, haklının ve hak edenin önplana çıktığı, saygı duyulduğu bir toplum yaratmak için, Medeni Kanunun yenileştirilmesine ihtiyaç vardı ve yapılmaktadır. Bu vesileyle, bu tasarının hazırlanmasında emeği geçenlere Grubum adına teşekkür ediyor ve milletimize, memleketimize hayırlara vesile olmasını diliyorum; millî takımımızı kutluyor, ayrıca, ramazanı şerifinizi de, hayırlara vesile olması dileğiyle tebrik ediyorum.

Saygılar sunuyorum. (Alkışlar)

BAŞKAN - Teşekkür ediyorum.

Sayın Bakan, buyurun.

ADALET BAKANI HİKMET SAMİ TÜRK (Trabzon) - Sayın Başkan, değerli milletvekilleri, Türk Medenî Kanunu Tasarısının Dördüncü Kitabını oluşturan eşya hukuku üzerinde söz alan arkadaşlarımızın bir bölümü, gerçekten, bu konu üzerinde çok yararlı açıklamalar yaptılar, kendilerine teşekkür ediyorum; bazı arkadaşlarımız ise, konuşmalarının ağırlığını, daha önce görüşülmüş olan konulara, bunlar arasında, tasarının hazırlanışına, tasarıda 1926 gerekçesine yer verilmiş olmasına, tasarının diline, tasarının aile hukukuyla ilgili hükümlerine ayırmışlardır. Bunlar, aslında, daha önce değerlendirilmiş olan konulardı.

Yalnız, burada, tasarıyı açıkça küçümsediğini ifade eden ya da tasarının elli yılın emeğinin ürünü değil, bir ayda hazırlanmış bir çalışma olduğunu belirten arkadaşlarımızın sözleriyle ilgili bazı açıklamalar yapmak istiyorum: Bu tasarı, gerçekten, elli yıllık bir çalışmanın ürünüdür ve bu çalışmada, Türkiye'nin bütün hukuk fakültelerindeki medenî hukuk profesörleri katkıda bulunmuşlardır. Adalet Bakanlığının kurmuş olduğu uzmanlık komisyonunda, 1951'den itibaren, çeşitli dönemler itibariyle, ülkemizin seçkin medenî hukukçuları yer almışlardır. Tasarı tamamlandıktan sonra da, bütün üniversitelerimize gönderilmiştir. Tıpkı, tasarının hazırlanışında yüksek yargı organları mensupları ve sivil toplum örgütleri temsilcileri yer aldığı gibi, tasarı, daha sonra, üniversitelerin yanında, bakanlıklara ve sivil toplum örgütlerine, bu arada barolara da gönderilmiştir; onların görüşleri de alınmıştır.

Şimdi, bu tasarının gerekçesinde, 1926 tarihli, dönemin Adalet Bakanı tarafından kaleme alınmış olan gerekçeye yer verilmiş olmasına ilişkin eleştiriler arasında, bizim bir reddi miras anlayışı içerisinde olduğumuz iddia edilmektedir. Şunu söyleyeyim ki, 1926 gerekçesi, Türkiye'de hukuk devriminin gerekçesidir, cumhuriyet hukukunun gerekçesidir, dinî kurallara dayalı bir hukuk sisteminden laik temellere dayalı bir hukuk sistemine geçişin gerekçesidir ve bu gerekçe, görüşmekte olduğumuz tasarının da hareket noktasıdır. O nedenle, bir tarihî belge olarak, şimdiki tasarının gerekçesinde özet olarak 1926 gerekçesine de yer verilmiştir. Eğer, bazı arkadaşlarımızın istediği gibi, 1926 gerekçesi üzerinde değişiklik yapma yoluna gidilecek olursa, bir tarihî belgede değişiklik yapma yoluna gidilecek olursa, işte, reddi miras o zaman gerçekleşmiş olur.

Şimdi, huzurunuza getirmiş olduğumuz tasarı, 1926'da Türkiye'de hukuk devrimini gerçekleştiren Türk Kanunu Medenîsinin 21 inci Yüzyıl koşularında gözden geçirilmiş, geliştirilmiş şeklidir. O nedenle, bir reddi miras değil, tersine, bir devrimin bugünkü koşullarda devamı söz konusudur. Bunun tersini söyleyenler, yetmişbeş yıl öncesinin hukuk sistemine dönüşümü istiyorlar; teokratik hukuk devletinin özlemi mi dile getiriliyor? Ben, bu kürsüden, hiçbir milletvekilimizin, böyle bir anlayışı dile getirmek istediğini düşünemiyorum. Bu bakımdan, onların bu yöndeki eleştirilerinin, kendilerinin de ifade etmek istemedikleri bir düşünceyi dile getirdiğini kabul ediyorum. Sanıyorum ki, hiç kimse, yetmişbeş yıl öncesinin hukukuna dönmeyi düşünmez; çünkü, hukuk değişiyor, çağlar değişiyor, anlayışlar değişiyor ve zaten, 1926 gerekçesinde de ifade edilen buydu. Hukukun değişmesi zorunluluğu, o kanunun kabul edilmesinin gerekçesiydi. Bugün de, yeni ihtiyaçlara göre yeni kurallar getiriliyor; ama, temelde, 1926'da gerçekleştirilen hukuk devriminin devamı niteliğinde kurallar getiriliyor.

Dil konusu ise, yetmişbeş yıl içinde ülkemizde meydana gelen değişikliklere uygun olarak, Türkçenin evrimine uygun olarak, bugün yerleşmiş hukuk terminolojisiyle tasarının hazırlanması şeklinde özetlenebilir. Bugün, genç kuşakların, hatta, bazı milletvekili arkadaşlarımızın dahi telaffuz etmekte güçlük çektikleri eski sözcükler yerine, anlaşılır, sokaktaki insanın da kolayca ne olduğunu anlayabileceği bir terminoloji kullanılmıştır.

Değerli milletvekilleri, tasarının Dördüncü Kitabı "Eşya Hukuku", "Mülkiyet", "Sınırlı Aynî Haklar", "Zilyetlik" ve "Tapu Sicili" başlıklarını taşıyan üç kısımdan oluşmaktadır. Birinci kısım mülkiyetle ilgilidir. Bu kısımda "Genel Hükümler", "Taşınmaz Mülkiyeti" ve "Taşınır Mülkiyeti"bölümleri yer almaktadır.

Genel hükümleri arasında yer alan konulardan biri, mülkiyet kavramıyla ilgili bazı yan kavramları içermektedir. Bunlar arasında "eklenti" ya da eski terimle "teferruat" konusunda, yürürlükteki kanunun 621 inci maddesinde geçen "temlikî tasarruflar" terimi taahhüt işlemlerini kapsamadığından, onun yerine, yeni 686 ncı maddede "tasarruflar" terimi kullanılmıştır.

Yürürlükteki kanunun 623 üncü maddesinin "birden ziyade kimselerin bir şey üzerinde mülkiyeti ve müşterek mülkiyeti" şeklindeki üst ve kenar başlıkları, bu maddeyi karşılayan 688 inci maddede "birlikte mülkiyet" ve "paylı mülkiyet" şeklinde değiştirilmiştir. Burada "birlikte mülkiyet" terimi, birden ziyade kimselerin bir şey üzerinde mülkiyeti kavramını karşılamaktadır. Yoksa, bu müşterek mülkiyet ya da tasarının kullandığı terimle paylı mülkiyet karşılığı değildir.

Birlikte mülkiyetin diğer bir türü de elbirliği mülkiyetidir. Seçilen birlikte mülkiyet terimi, her iki tür mülkiyeti daha iyi bir biçimde ifade etmektedir. Doktrin ve uygulamada da "müşterek mülkiyet" yerine "paylı mülkiyet" "iştirak halinde mülkiyet" yerine "elbirliği mülkiyeti" terimleri yerleşmiş terimler olarak kullanılmaktadır.

İsviçre Medenî Kanununun paylı mülkiyete ilişkin hükümleri, 1 Ocak 1965'te yürürlüğe giren, 19 Ocak 1963 tarihli kanunla köklü bir değişikliğe uğramıştır. Paylı mülkiyete ilişkin yeni düzenlememizde, İsviçre'deki bu değişiklikler de gözönünde tutularak, bu mülkiyet türü günün koşullarına uygun hale getirilmiştir. Paylı mülkiyet, yeni bir düzenlemeye tabi tutulduğu için, yürürlükteki kanunun 623 üncü maddesinin "hissedarlar arasındaki münasebetler" biçimindeki kenar başlığı, yeni 689 uncu maddede "genel kurallar" şeklinde değiştirilmiştir.Tasarıyla getirilen 689 uncu maddede, paydaşların kendi aralarında oybirliğiyle anlaşarak, paylı mülkiyette yönetim ve yararlanmayla ilgili olarak kanun hükümlerinden farklı düzenleme yapmalarına olanak tanınmıştır.

Tasarının yürürlükteki kanunda karşılığı bulunmayan 693 üncü maddesi, paylı mala ilişkin yararlanma, kullanma ve koruma esaslarını belirlemektedir.

Kaynak İsviçre Medenî Kanununun 647 nci maddesinden alınan 695 inci maddede, yararlanma, kullanma ve yönetime ilişkin konularda paydaşların yaptıkları düzenleme ve aldıkları kararlar ile mahkemece verilen kararların, sonradan paydaş olanları veya pay üzerinde aynî hak kazananları bağlayacağı; bunun için, taşınmazlarda yararlanmaya, kullanmaya ve yönetime ilişkin kararların tapu kütüğüne şerh edilmesi gerektiği belirtilmiştir.

Yürürlükteki kanunun 627 nci maddesinin karşılığı olan yine 698 inci maddenin ikinci fıkrasıyla, taşınmazlarda paylı mülkiyetin devamına ilişkin sözleşmelerin resmî şekilde yapılması ve bunun tapu kütüğüne şerh edilebilmesi öngörülmüştür.

Böylece, söz konusu sözleşmelerin sonraki paydaşlara etkili olmasının nasıl sağlanacağı hususunda yürürlükteki kanun döneminde ortaya çıkan tereddütlere son verilmiştir.

Yürürlükteki kanunda, tasarının 700 üncü maddesini karşılayan bir madde bulunmamaktadır.

Paylı mülkiyette, pay üzerinde intifa hakkı kurulmasının yarattığı huzursuzlukları önlemek amacıyla getirilen bu yeni madde, bir pay üzerinde intifa hakkı kurulması halinde, diğer paydaşlardan biri, durumun kendisine bildirilmesinden itibaren üç ay içinde paylaşma isteminde bulunursa, satış yoluyla yapılacak paylaşmada intifa hakkının, söz konusu paya düşen bedel üzerinde devam etmesi öngörülmüştür. Üç ayı geçtikten sonra yapılacak paylaşma istemleri ise, pay üzerindeki intifa hakkını etkilemeyecektir.

Yürürlükteki kanunun 630 uncu maddesinin yerini alan 702 nci maddeye eklenen dördüncü fıkrayla, elbirliği ortaklığında, ortaklardan her birinin, topluluğa giren hakların korunmasını sağlayabileceği ve korumadan bütün ortakların yararlanacağı açıklanmıştır.

İkinci Bölüm, taşınmaz mülkiyetiyle ilgilidir. Bu bölümde, "taşınmaz mülkiyetinin konusu, kazanılması, kaybı" ve "taşınmaz mülkiyetinin içeriği ve kısıtlamaları" başlıklarını taşıyan iki ayırım bulunmaktadır. Birinci ayırımda, yürürlükteki kanunun 632 nci maddesinden farklı olarak, tasarının 704 üncü maddesinin ikinci bendine, bağımsız ve sürekli hakların taşınmaz sayılabilmesi için "tapu kütüğünde ayrı sayfaya kaydedilmiş olma" unsuru eklenilmiştir.

Maddenin üçüncü bendinde, 634 sayılı Kat Mülkiyeti Kanunuyla getirilen, yeni bir taşınmaz konusu olan kat mülkiyeti kütüğüne kayıtlı bağımsız bölümler de, taşınmaz mülkiyetin konusunu oluşturan varlıklar arasına alınmıştır.

Yürürlükteki 632 nci maddenin üçüncü bendinde yer alan madenler, 3213 sayılı Maden Kanunuyla özel bir rejime tabi tutulmuş olduğundan, metinden çıkarılmıştır.

Tasarının, taşınmaz mülkiyetinin kazanılması yollarına ilişkin ilk maddesi niteliğindeki 706 ncı maddenin kenar başlığı, yürürlükteki kanunun 634 üncü maddesindeki "mülkiyeti nakleden akitler" yerine, "hukukî işlem" şeklinde kaleme alınmıştır; çünkü, mülkiyetin kazanılması, tek taraflı işlemle, örneğin, vasiyet yoluyla da gerçekleşebilmektedir.

Yeni arazi oluşmasını düzenleyen tasarının 708 inci maddesine eklenilen bir fıkrayla, yürürlükteki kanunun 636 ncı maddesinden farklı olarak, yeni oluşan ve devlete ait olan arazinin kamusal bir sakınca bulunmayan hallerde, öncelikle, arazisi kayba uğrayana veya bu araziye bitişik olan arazi sahibine devredilebilmesine olanak sağlanmıştır.

Ayrıca, yeni arazi oluşumunda, toprak parçalarının kendi arazisinden koptuğunu kanıtlayan malik de, bunları, durumu öğrenme tarihinden itibaren bir yıl ve herhalde bu arazi oluşumunun gerçekleşmesinden itibaren on yıl içinde geri alabilecektir.

Yürürlükteki kanunun 637 nci maddesinin karşılığı olan yeni 709 uncu madde de, ülkemizde sık sık karşılaşılan heyelan olayları gözönünde tutularak, arazi kaymasının sınır değişikliğine yol açmayacağı belirtilmiştir. Ancak, İsviçre Medenî Kanunun 660/A maddesinden alınan 710 uncu maddeyle, bu ilkenin, yetkili makamlar tarafından heyelan bölgesi olduğu belirlenen yörelerde uygulanmayacağı kabul edilmiştir. Aynı maddenin üçüncü fıkrasıyla, bir taşınmazın böyle bir yerde bulunduğunun ilgililere bildirilmesi ve o taşınmazın kayıtlı bulunduğu tapu kütüğünün beyanlar sütununa yazılması zorunluluğu getirilmiş ve böylece, tapuya güven ilkesi korunmuştur.

Tasarıyla getirilen yeni 711 inci maddeyle, bir sınırın arazi kayması sebebiyle artık gerçeği yansıtmaması durumunda ilgili taşınmazın maliklerinin, sınırın yeniden belirlenmesini isteyebilecekleri hükme bağlanmıştır.

Yürürlükteki kanunun olağan zamanaşımıyla ilgili 638 inci maddesinde geçen "nizasız" terimi, bu maddeyi karşılayan yeni 712 nci maddede "davasız" şeklinde ifade edilmiştir. Böylece, taraflar arasında her türlü nizanın, her türlü uyuşmazlığın değil, ancak dava şeklindeki uyuşmazlıkların zamanaşımı yoluyla kazanmayı engelleyeceği vurgulanmıştır. Dava dışı uyuşmazlıklar, mülkiyeti kazanacak kişinin iyi niyetini ortadan kaldırmayacaktır.

Yürürlükteki kanun, olağanüstü zamanaşımıyla ilgili 639 uncu maddesi, tasarının bu maddeyi karşılayan 713 üncü maddesinde kısmen hüküm değişikliği yapılmak suretiyle, yeniden kaleme alınmıştır.

Birinci fıkrada, doktrinde savunulan görüşlere paralel olarak belirtilen yolla kazanmanın taşınmazın tamamı, bir parçası veya bir payı üzerinde de olabileceği kabul edilmiştir.

Maddenin üçüncü fıkrasında yapılan değişiklikle, tescil davasında sadece Hazine ve ilgili kamu tüzelkişilerinin değil, varsa tapuda malik görünen kişinin mirasçılarının da davalı gösterilmesi zorunluluğu getirilmiştir. "Üç kez gazeteyle ilan" koşulu "bir kez ilan" şeklinde değiştirilmiş, buna karşılık gazete dışında uygun araçlarla ilanda "üç kez ilan" koşulu değiştirilmemiştir.

Beşinci fıkrayla, doktrinde ve uygulamada uzun süredir tartışmalı olan bir konu açıklığa kavuşturulmuştur. Gerçekten, mülkiyet hakkının hangi anda kazanmış olacağı sorusunu cevaplayan bu yeni hükme göre, mülkiyet birinci fıkrada öngörülen bütün koşulların gerçekleştiği anda kazanılmış olacak; yani, hâkimin vereceği tescil kararı geçmişe etkili sonuç doğuracaktır. Yedinci fıkra, kararda tescili istenen taşınmazın niteliği, sınırları ve yüzölçümünün belirtileceğini ve karara uzmanlarca düzenlenen teknik bilgileri içeren krokisinin ekleneceğini hükme bağlamaktadır.

Yürürlükteki Kanunun 640 ıncı maddesinin karşılığı olan yeni 714 üncü maddede kazandırıcı zamanaşımı sürelerinin hesaplanması, kesilmesi ve durmasında Borçlar Kanununun zamanaşımına ilişkin hükümlerinin kıyas yoluyla uygulanacağı açıklığa kavuşturulmuştur.

İkinci Ayırımın yürürlükteki Kanunda "Gayrimenkul Mülkiyetinin Hükümleri" şeklindeki başlığı, Tasarıda ayırımın içeriğine ve kaynak İsviçre Medenî Kanununa uygun olarak "Taşınmaz Mülkiyetinin İçeriği ve Kısıtlamaları" şeklinde değiştirilmiştir.

Heyelan konusunda Tasarının 710 uncu maddesiyle getirilen hükme paralel olarak, yürürlükteki Kanunun 645 inci maddesini karşılayan 719 uncu maddeye yeni bir cümle eklenerek, tapu planlarıyla arz üzerindeki işaretlerin birbirini tutmaması halinde plandaki sınıra itibar edileceği kuralının heyelan bölgesi olduğu ilan edilen yerlerde uygulanmayacağı öngörülmüştür.

Yürürlükteki Kanunun 650 nci maddesini karşılayan Tasarının 724 üncü maddesiyle getirilen değişiklikle, yapının değerinin açıkça arazinin değerinden fazla olması halinde, malzeme sahibine, yapının ve arazinin tamamının veya yeterli bir kısmının verilebileceği kabul edilmiş, böylece uygulamada kısmî devir konusunda ortaya çıkan tereddüt giderilmiştir.

Tasarının 725 inci maddesinde, yürürlükteki Kanunun 651 inci maddesinden farklı olarak bir irtifak hakkına dayanarak yapılan taşkın yapılar ile böyle bir irtifaka dayanmadan yapılanlar aynı fıkrada düzenlenerek konuya açıklık getirilmiştir.

BAŞKAN - Sayın Bakan, toparlar mısınız, süreniz bitmek üzere.

ADALET BAKANI HİKMET SAMİ TÜRK (Devamla) - Yürürlükteki Kanunun 655 inci maddesinde olduğu gibi, Tasarının 729 uncu maddesinde ağaçlar ve ormanların üst hakkına konu olamayacağı öngörülmüştür. Burada "orman" terimi, 6831 sayılı Orman Kanunundaki anlamıyla kullanılmıştır.

Yürürlükteki Kanunun 656 ncı maddesinin yerini alan ve taşınmaz malikinin sorumluluğunu düzenleyen 730 uncu maddeye eklenen yeni bir fıkrayla, iki koşulun bir arada bulunması halinde, taşınmaz malikinin, taşkınlıklardan doğan sorumluluğunda çatışan yararların denkleştirilmesine olanak sağlanmıştır. Aranan koşullardan birincisi, taşkınlığın "yerel âdete uygun olması", ikincisi, bu taşkınlığın "kaçınılmaz olması"dır. Böylece, yürürlükteki maddenin bir boşluğu doldurulmuştur.

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN - Sayın Bakan...

ADALET BAKANI HİKMET SAMİ TÜRK (Devamla) - Sayın Başkan, 2 dakika izin verirseniz...

BAŞKAN - Takdir sizin efendim; buyurun.

ADALET BAKANI HİKMET SAMİ TÜRK (Devamla) - Yürürlükteki Kanunda şufa (önalım) hakkının düzenlendiği maddeleri karşılayan İsviçre Medenî Kanununun 681 ilâ 683 üncü maddelerinde, 1 Ocak 1965'te yürürlüğe giren Kanunla önemli değişiklikler yapılmıştır. Bu değişiklikler göz önünde tutulmak suretiyle Tasarıda yeni hükümlere yer verilmiştir.

Yürürlükteki Kanunun 659 uncu maddesinden farklı olarak ve uygulamadaki durum dikkate alınarak, yeni 732 nci maddede, paylı mülkiyette herhangi bir paydaşın kendi payını kendi payını, ister tamamen, ister kısmen bir başkasına satması halinde diğer paydaşların önalım haklarını kullanabilecekleri öngörülmüştür. Böylece, önalım hakkının, bir payın üçüncü kişiye tamamen veya kısmen satılması durumunda da kullanılabileceği vurgulanmıştır.

Tasarıyla getirilen yeni 733 üncü maddenin birinci fıkrasında, önalım hakkının paylı mülkiyetteki payın cebrî artırmayla satışında kullanılamayacağı belirtilmiştir. İkinci fıkrada, önalım hakkından feragatın resmî şekilde yapılması ve tapuya şerh verilmesi zorunluluğu getirilmiştir. Buna karşılık, böyle bir haktan feragatı içermeyen, sadece belirli bir satışta önalım hakkını kullanmaktan vazgeçmenin yazılı şekle tabi olduğu ve bu vazgeçmenin satıştan önce veya sonra yapılabileceği kabul edilmiştir. Üçüncü fıkra, satışın alıcı veya satıcı tarafından diğer paydaşlara noter aracılığıyla bildirilmesini, dördüncü fıkra, önalım hakkının, satışın hak sahibine bildirildiği tarihten itibaren üç ay ve her halde satıştan itibaren iki yıl geçmekle düşüleceğini hükme bağlamıştır. Bu son fıkrada yürürlükteki 658 inci maddede öngörülen on yıllık süre, oldukça uzun görülerek iki yıla indirilmiştir.

Yürürlükteki kanunda karşılığı olmayan yeni 734 üncü maddede, önalım hakkının dava açılması suretiyle kullanılması esası getirilmiştir. Yürürlükteki hükümler uyarınca önalım hakkı, davadışı bir beyanla kullanılabilmektedir. Ancak, sonuçta, bu beyanla istenilen sonucun elde edilebilmesi, dava açılmasını gerektirmektedir. O nedenle, bu durum bir kanun hükmü haline getirilmiştir.

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

ADALET BAKANI HİKMET SAMİ TÜRK (Devamla) - Sayın Başkan, bir dakikanızı daha istirham ediyorum.

Maddenin ikinci fıkrası, önalım bedelinin depo edilmesi konusunda uygulamada kabul edilen esası kanun hükmü haline getirmektedir.

Tasarının 748 inci maddesinin birinci ve ikinci fıkraları, yürürlükteki kanunda bulunmamaktadır. Bu fıkralarda, zorunlu geçit dışında kalan geçici nitelikteki geçitler ile kırsal alanlarda ihtiyaç duyulan diğer geçitlerin özel kanunla düzenleneceği, özel kanun hükmü yoksa yerel âdetin uygulanacağı belirtilmiştir. Yürürlükteki kanunun 672 nci maddesini karşılayan, fakat yeniden kaleme alınan üçüncü fıkrayla doğrudan doğruya kanundan kaynaklanan geçit haklarının tescilsiz olarak durduğu kabul edilmiş, bunlar arasında sürekli nitelikte olanların tapu kütüğünün beyanlar sütununda gösterilmesi öngörülmüştür.

Tasarının 754 üncü maddesinin karşılığı da yürürlükteki kanunda yoktur. Kaynak İsviçre Medenî Kanununun 702 nci maddesi göz önünde tutularak kaleme alınan bu yeni maddede sayılan kısıtlamaların özel kanun kurallarına tabi olduğu vurgulanmıştır. Dolayısıyla, bu konuda özellikle eski eserler, kültür ve tabiat varlıklarına ilişkin kanunlarımız uygulama alanı bulacaktır.

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

ADALET BAKANI HİKMET SAMİ TÜRK (Devamla) - Tamamlıyorum Sayın Başkanım.

Ayrıca, ülke koşulları göz önünde tutularak doğal afetler de madde metnine eklenmiştir.

Yürürlükteki Kanunda karşılığı bulunmayan ve 1984 tarihli öntasarıdaki düzenleme de göz önünde tutularak kaleme alınan Tasarının 760 ncı maddesinde özel mülkiyete tabi arazide bulunan kaynak, kuyu veya derelerden, komşuların ve diğer kişilerin yararlanmalarının özel kanun hükümlerine tabi olduğu, özel kanun hükmü yoksa yerel âdetin uygulanacağı belirtilmiştir.

Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; görüldüğü gibi, eşya hukukunun mülkiyetle ilgili hükümleri, ülkemizde, ihtiyaçları karşılayan ve zaman içinde uygulamada ortaya çıkan tereddütleri gideren hükümler içermektedir.

Yüce Meclisi saygıyla selamlıyorum. (DSP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN - Sayın milletvekilleri, Sekizinci Bölümdeki görüşmeler tamamlanmıştır.

Sekizinci Bölüm üzerinde 1 adet önerge vardır; okutup işleme alacağım:

Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına

Görüşülmekte olan Türk Medenî Kanunu tasarısının 707 nci maddesinin birinci fıkrasının aşağıdaki şekilde düzenlenmesini arz ve teklif ederiz.

Saygılarımla.

 

Fethullah Erbaş

Cevat Ayhan

 

Van

Sakarya

Tapu kütüğünde kayıtlı bir taşınmazın mülkiyetinin işgal yoluyla kazanılması, ancak kaydının malikinin istemiyle terkin edilmiş olmasına bağlıdır.

BAŞKAN - Komisyon katılıyor mu efendim?

ADALET KOMİSYONU BAŞKANI EMİN KARAA (Kütahya) - Çoğunluğumuz olmadığı için katılamıyoruz.

BAŞKAN - Hükümet katılıyor mu?

ADALET BAKANI HİKMET SAMİ TÜRK (Trabzon) - Sayın Başkan, değişiklik önergesi, tasarının 707  nci maddesinin birinci fıkrasını değişik sözcüklerle ifade etmektedir. Biz, burada, bir imla düzeltmesiyle -iki yerde imla düzeltmesiyle- bu önergeye katılacağımızı ifade ediyoruz. Bunlar da "tapu kütüğüne" şeklinde ve "malikin istemiyle" biçiminde düzeltme yapılacaktır. Bu kayıtla, önergeye katılıyoruz.

BAŞKAN - Efendim, biz, düzeltmeyle okuduk zaten.

Hükümet katıldı efendim. Siz konuşacak mısınız? (SP sıralarından "yok yok" sesleri)

Hükümetin katıldığı önergeyi oyluyorum...

SACİT GÜNBEY (Diyarbakır) - Karar yetersayısının aranılmasını istiyoruz.

VEYSEL CANDAN (Konya) - Karar yetersayısının aranılmasını istiyoruz Sayın Başkan

BAŞKAN - Karar yetersayısının aranılmasını isteyeceğinizi biliyorum efendim. 

Komisyonun çoğunluk olmadığı için katılmadığı, Hükümetin katıldığı önergeyi oylayacağım.

Oylamayı elektronik cihazla yapacağım. Oylama için 3 dakika süre vereceğim. Bu süre içinde elektronik sisteme giremeyen arkadaşlar pusula gönderebilir.

Oylama işlemini başlatıyorum.

(Elektronik cihazla oylamaya başlanıldı)

BAŞKAN - Odalarından milletvekilleri gelsin diye yarım saattir anons ediyorum; Sayın Candan'a mahcup olduk demin.

VEYSEL CANDAN (Konya)- Yine mahcup olacaksınız Sayın Başkan.

BAŞKAN - Yok, onu bilmem; beni hiç alakadar etmez; benim vazifem, bu Meclisi çalıştırmak.

VEYSEL CANDAN (Konya) - Biz de onu istiyoruz.

BAŞKAN - Hayır, siz de çalıştırmak için, zaten, arkadaşları uyarıyorsunuz.

Hem bizi 13.00'te çağırıyorlar, sonra gelmiyorlar; bizim günahımız ne?! Doğru yapıyorsunuz, ben bir şey demedim.

ÖMER VEHBİ HATİPOĞLU (Diyarbakır) - Bütün arkadaşların katkısı olsun Sayın Başkan.

MUSTAFA GÜVEN KARAHAN (Balıkesir) - 14.00'te geliyoruz.

(Elektronik cihazla oylamaya devam edildi)

BAŞKAN -Efendim, bu arada, Danışma Kurulunda karar almışsınız, yazıya dökerken de yanlış yazmışsınız, nasıl düzelteceğiz şimdi biz onu; olmaz ki, kaide var!

VEYSEL CANDAN (Konya) - Hükümetin yaptığının hepsi öyle zaten.

BAŞKAN - Efendim, size söylemiyorum ben, Genel Kurula söylüyorum. Alışkanlığım bu tarafa, muhalefetten geldim diyorum yüz kere size, ben bu sırada oturmuşum ne yapayım, ille bu tarafa bakamam ki!

VEYSEL CANDAN (Konya) - İyi de, yapanlara bakacaksınız.

ÖMER VEHBİ HATİPOĞLU (Diyarbakır) - Sayın Başkan, oylama bitmedi mi?

BAŞKAN - Bir dakika efendim, yani, sayalım.

Sayın Pak?.. Burada.

Sayın Sipahi?.. Burada.

VEYSEL CANDAN (Konya) - Çifte oy olmasın Sayın Başkan!

BAŞKAN - Kaç dakika ara vereyim efendim?

Karar yetersayısı yok efendim, kaç dakika ara vereyim, ben onu soruyorum.

İSMAİL KÖSE (Erzurum) - 10 dakika.

BAŞKAN - Herhalde, 10 arkadaşımız gelir; komisyon odalarında oturmayın, gelin efendim, 10 kişi eksik, lütfen...

10 dakika ara veriyorum efendim.

 

Kapanma Saati: 16.45


İKİNCİ OTURUM

Açılma Saati: 17.02

BAŞKAN: Başkanvekili Mustafa Murat SÖKMENOĞLU

KÂTİP ÜYELER: Mehmet AY (Gaziantep), Şadan ŞİMŞEK (Edirne)

BAŞKAN - Sayın milletvekilleri, 21 inci Birleşimin İkinci Oturumunu açıyorum.

723 sıra sayılı kanun tasarısının görüşmelerine kaldığımız yerden devam edeceğiz.

V. - KANUN TASARI VE TEKLİFLERİYLE KOMİSYONLARDAN

GELEN GİDER İŞLER (Devam)

1. - Türk Medenî Kanunu Tasarısı ile Türk Kanunu Medenisinde Değişiklik Yapılması Hakkında Kanun Tasarısı ve Ankara Milletvekili Yücel Seçkiner'in; Ankara Milletvekili Esvet Özdoğu ve Dört Arkadaşının; Aynı Kanunda Değişiklik Yapılması Hakkında Kanun Teklifleri ve Adalet Komisyonu Raporu (1/611, 1/425, 2/361, 2/680) (S. Sayısı: 723) (Devam)

BAŞKAN- Komisyon ve Hükümet yerinde.

Sekizinci Bölümde, Sayın Fethullah Erbaş tarafından verilen önergenin oylanması sırasında karar yetersayısı bulunamamıştı. Önergenin oylamasını tekrarlıyorum ve oylama için 3 dakika süre veriyorum.

Elekronik cihazla oyunu kullanamayan sayın milletvekillerinin pusulalarını bu süre zarfında göndermelerini rica ediyorum.

(Elektronik cihazla oylama yapıldı)

BAŞKAN -Karar yetersayısı vardır, önerge kabul edilmiştir.

Sekizinci Bölümü kabul edilen önerge doğrultusunda oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler... Kabul etmeyenler... Kabul edilmiştir.

Efendim, biraz evvelki oylamada sayın grup başkanvekillerine bir hususu arz etmiştim. Danışma Kurulunda alınmış olan kararda bir yazım hatası var. Yeni bir Danışma Kurulu kararı alsanız da düzeltmemiz mümkün değil. Onun için bu düzeltmeyi ben okuyarak zabıtlara geçireceğim efendim. Çalışma saatlerinin 12.00-16.00 arası olması gerekirken, acayip bir karar almışlar. Bütçeye kadar Ramazan seansını düzelteceğiz efendim. Tamam mıdır?.. (DYP,AK Parti ve Saadet Partisi sıralarından "Evet, doğru" sesleri)

Sayın milletvekilleri, buna göre Genel Kurulun 20 kasım 2001 Salı günü saat 12.00'den 16.00'ya kadar gündemin "Özel Gündemde Yer Alacak İşler" kısmındaki  697 ve 596 sıra sayılı araştırma komisyonu raporlarının görüşülmesinin bitimine kadar; 21 Kasım 2001 Çarşamba ve 22 Kasım 2001 Perşembe günleri de 12.00-16.00 saatleri arasında çalışmalarını sürdürmesinin; 21 Kasım 2001 Çarşamba günkü birleşimde sözlü soruların görüşülmemesinin Genel Kurulun onayına sunulması Danışma Kurulunca uygun görülmüştür.

 

Ömer İzgi

 

 

 

Türkiye Büyük Millet Meclisi

 

 

 

Başkanı

 

 

 

Aydın Tümen

İsmail Köse

Turhan Güven

 

DSP Grubu Başkanvekili

MHP Grubu Başkanvekili

DYP Grubu Başkanvekili

 

Beyhan Aslan

Mehmet Ali Şahin

Veysel Candan

 

ANAP Grubu Başkanvekili

AK Parti Grubu Başkanvekili

SP Grubu Başkanvekili

Efendim, bir konuyu da açıklığa kavuşturmak lazım; çünkü, "salı günü saat 12.00-16.00" diyorsunuz; ama, ayrıca, "araştırma komisyonu raporlarının görüşmelerinin bitimine kadar" da diyorsunuz. Saat 16.00'ya kadar mı, yoksa, 16.00'dan sonra; yani, iftardan sonra da devam  edecek misiniz?

VEYSEL CANDAN (Konya) - Hayır, 16.00'ya kadar efendim.

BAŞKAN - 16.00'ya kadar. Tamam efendim.

Çarşamba günü Anayasanın 86 ncı maddesinin oylaması var; onu da, özellikle, altını çizerek hatırlatırım efendim.

Dokuzuncu Bölümü...

YAHYA AKMAN (Şanlıurfa) - Oylama yapmadık...

BAŞKAN - Oylama yaptık efendim; Sekizinci Bölümü kabul ettik.

YAHYA AKMAN (Şanlıurfa) - Danışma Kurulu önerisini oylamadık Sayın Başkan.

BAŞKAN - Danışma Kurulu önerisi oylanmıştı efendim; yazım hatası olduğu için düzelttik, niye oylayacağız?..

MEHMET ALİ ŞAHİN (İstanbul) - Oylandı efendim; yazım hatası düzeltildi.

BAŞKAN -  Dokuzuncu Bölümün görüşmelerine başlıyoruz.

Anavatan Partisi Grubu adına, Manisa Milletvekili Sayın Ekrem Pakdemirli; buyursunlar efendim. (ANAP sıralarından alkışlar)

ANAP GRUBU ADINA EKREM PAKDEMİRLİ (Manisa) - Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; 723 sıra sayılı Türk Medenî Kanunu Tasarısının, Eşya Hukuku İkinci Kısım üzerinde Grubum adına söz aldım, sözlerime başlarken hepinize saygılar sunuyorum. Bu bölüm, 779 ilâ 938 inci maddeler arasındaki bölümdür.

Değerli milletvekilleri, İkinci Kısım, Sınırlı Aynî Haklardır. Bu kısımda bulunan Birinci ve İkinci Bölüm üzerinde Grubumun görüşlerini sizlerle paylaşmak istiyorum. Bölümlere geçmeden önce, ben de, bu kanunun geneli üzerinde birkaç kelime ile fikrimi belirtmek isterim. 21 inci yüzyılın başında, Cumhuriyetimizin 78 inci yılında, bir cumhuriyet dönemi çocuğu olarak, ne mazimden, ne tarihimden ve hele hele ne de inançlarımdan utanacak bir duygu içinde değilim. Devrin Adalet Bakanının o günkü şartlarda gerekçeye koyduğu "ulusumuz, 13 yüzyılın kendisini çeviren hastalıklı inançlarından ve kargaşadan kurtulmuş, eski uygarlığın kapılarını kapayarak yaşam ve verimlilik getiren çağdaş uygarlığın içine girmiş bulunacaktır" ibaresini kabul etmek mümkün değildir. Zaten bu tasarının 1028 inci maddesiyle, Türk Kanunu Medenîsini kaldırdığımıza göre, kaldırdığımız bir kanunun vaktiyle yazılmış bir gerekçesini aynen almak bir çelişki değil midir? Temennim, bu cümlenin gerekçeden çıkarılarak, "aradan geçen 78 yıl içinde zaman aşımına uğramış ve yeni gelişen şartlara uyum sağlamak ve dili de Anayasa diline çevirmek için bu tasarının hazırlanmış olduğunu" ibaresinin ilavesidir. Tarihimizle barışık olmak, gelişmeyi önlemez; bilakis, önünü açar diye düşünüyorum.

Türk Ulusu, ilk çağlardan itibaren devlet kurmuştur. Osmanlı Devleti, dünyaya, idare hukukunu hediye etmiş ve bunun anısına, ABD Senatosu toplantı salonuna, Kanunî Sultan Süleyman'ın, "Muhteşem Süleyman" adıyla bir büstü konulmuştur. Büstün niye konulduğu sorulduğunda "biz ABD'yi kurarken, idare hukuku ilhamını Muhteşem Süleyman'dan aldık" cevabıyla karşılaşıyorsunuz.

Metinler, tıpkı, canlı varlıklar gibidir; doğar, büyür ve ölür. Mecelle de bu mukadderattan kurtulamamıştır.

Eşya hukukunda, birçok kişi tarafından yaygın olarak bilinenin aksine, mecellede, kadının mülkiyet, kazanç ve gayrimenkul yönetiminde, bugünkü haklarından daha fazla hakkı bulunuyordu. Mesela, ev eşyasında, erkek ile kadın arasında, aidiyeti konusunda ihtilaf olsa, kadının şahitliği, yani söylemi esas alınır. Mesela, kadın, erkeğin izni olmaksızın işyeri açabilir ve kazancı kendisine ait olur ve bu gelirinin 2/3'üne kadar olan kısmını dilediği gibi, hiç kimseye hesap vermeden harcama yetkisine sahipti.

Bir başka örnek, kadının kendine ait olan evi bulunur ve kendisi bu evde oturmak istese, erkek, o evin rayiç kirasını eşine ödemekle mükelleftir.

Bir başka örnek, kadının bir eşyası üçüncü bir şahısta olsa, eşinin iznini almadan o eşyasını geri alabilirdi.

Bu örneklerdeki haklar, şimdi yaptığımız değişiklikle, kadınlarımıza yeni verilecektir, verilmeye çalışılmaktadır. Mecellede bulunan "ekber evlat" kavramı, aynen, İngiltere Medenî Kanununda olup, arazinin miras yoluyla bölünmesini önlemiştir. Keşke, bizde de böyle bir düzenleme olsaydı da, tarım arazilerinin ekonomik ölçekte kalmasını sağlasaydık.

Size bir örnek veriyorum: 1928 yılında, arkasında 1 000 dönüm arazi bırakarak vefat eden kimsenin torunlarının, bugün, sadece 3'er dönümlük arazileri vardır. Bu arazilerin ekonomik işlenmesi mümkün değildir, olamaz da. Tarım reformu yapmak, arazilerin verimli çalıştırılmasını istiyorsak, ya İngiliz hukukundaki büyük evladın arazi üzerindeki miras paylaşım şeklini kabul eder veyahut mecelle paralelinde bir değişiklik yapma şartı vardır.

Elbette ki, mecelle, çağında önemli bir medenî kanun olmasına rağmen, zamanla geliştirilemediği için ölmüş, yerine İsviçre'den tercüme ettiğimiz bu kanun gelmiştir. Bugün, hâlâ, arazi ve kadın mülkiyeti hakkı, İsrail'de, mecellede yazıldığı gibi  kullanılmaktadır. Aslında, 1980'li yılların ortasına kadar İsrail, mecelleyi tümüyle uygulamaktaydı.

Elimizdeki İsviçre Kanunu Medenîsinden, çok büyük oranda tercüme yapılmış olan Medenî Kanunun lisanını arılaştırmak, eksik bazı yönlerini tamamlamak, zamanla Batı toplumlarında gelişen yeni kavramları içine almak için yeniden kanunlaştırıyoruz. Yani, 4.4.1926 tarihinde Resmî Gazetede yayımlanan Medenî Kanun gidiyor, zamana daha uyumlu; ama, lisanı biraz sorunlu bir kanun geliyor. Bazı yerlerinde ifrat derecesine götürülmüş bulunan dilin arılaştırılma iddiası, maalesef, İkinci Kısmın Birinci Bölümünü Anayasamızın yazılım dilinin dışına çıkarmıştır.

Bakınız, Birinci Bölümün başlığı hızlı okunduğunda: "İrtifak haklarının taşınmaz yükü" denilmektedir. Bu cümlecikten, "irtifak hakları, insana taşınmaz yük getirmektedir" anlamı çıkmıyor mu? Ben, dil üzerinde fazla durmuyorum; çünkü, zamanla bu konuda kullandığımız dil de eskiyecek ve yenilenme ihtiyacı ortaya çıkacaktır; belki, elli sene sonra, yetmişbeş sene sonra tekrar dili arılaştırmak gerekebilecektir.

Değerli milletvekilleri, İkinci kısmın Birinci Bölümü, 3 ayırımdan, İkinci Bölümü de 4 ayırımdan oluşup, her ikisi de Eşya Hukukuna aittir. Bu bölümlerde mevcut düzenlemeden farklı olan hükümleri, sizlere, kısaca açıklamak istiyorum

Birinci Bölüm, İrtifak Hakları ve Taşınmaz Yükü olup, bunun da Taşınmaz Lehine İrtifak Hakkı 15 madde, İntifa Hakkı ve Diğer İrtifak Hakları 45 madde, Taşınmaz Yükü -yani mükellefiyeti- 1 madde olmak üzere, bir düzenleme yapılmaktadır.

İkinci Bölüm, Taşınmaz Rehni, Birinci Ayırımı Genel Hükümler 31 madde, İkinci Ayırımı İpotek 17 madde, Üçüncü Ayırımı İpotekli Borç Senedi ve İrat Senedi kısmı da 31 madde, Dördüncü Ayırımda da Taşınmaz Rehniyle Güvence Altına Alınan Ödünç Senetleri 9 madde olarak, önümüze gelmiştir.

Bu iki bölümde bulunan toplam 160 maddenin 81 maddesinin, aynen, sadece dili sadeleştirilerek yazıldığı, 79 madde ise, dili arılaştırılırken, ya ilaveler yapılmış veya meali (içeriği) aynı kalarak, farklı bir cümle kurularak kaleme alınmıştır. Bu kısımda, sadece 10 maddenin, ya yeniden veya içeriği;  yani, meali değiştirilerek yazılmış olduğunu görüyoruz.

Şimdi, bu 10 maddeye bakacak olursak, şu özeti yapmak mümkündür: Mevcut yasada, bu tasarının 789 uncu maddesini karşılayabilecek bir düzenleme yoktu; yani, bu, yeni bir madde olup, İsviçre kaynak kanununun 740 ıncı maddesidir. 1926'da mevzuatımıza alınmamış bir düzenlemedir.

Yeni yaptığımız düzenleme, tarla yolu, yaya veya araba geçidi gibi geçit hakları ile hayvan otlatma, hayvan sulama, tarlalara veya arklara su alma gibi hakların tespitinde, taraflar arasında anlaşma veya özel kanun hükümleri yoksa, yerel adetlerin uygulanacağını öngörmektedir. Zaten, genel hukuk hükmüdür. Bir konuda kanunî düzenleme yoksa, toplumun âdetlerine uygun karar verilmesi esastır.

Madde 795 ile, mevcut Kanundaki 719 uncu madde ortadan kaldırılmaktadır. Bu madde "gayrimenkul üzerindeki kanunî intifa hakkının, tapu siciline kaydedilmemiş olsa bile, ona muttali olanlara dermeyan edilebilir, tescil yapılmış ise, herkese karşı dermeyan edilebilir" hükmüdür.

Yeni düzenlemenin 818 inci maddesi kaynak metinde olmayıp, mevcut Medenî Kanunun 742 nci maddesinin dilinin arılaştırılmasından ibarettir.

Maddeyle, orman üzerinde intifa hakkına sahip olan kimsenin, ondan faydalanması, tabiî afetle, yararlanma önemli ölçüde aşınmışsa, ormanın, bu kaybı telafi edici biçimde işletilebilmesi hükme bağlanmaktadır.

Değerli arkadaşlar, görüştüğümüz tasarının 830 uncu maddesi, mevcut yasanın 752/d maddesini karşılamakta olup, taşınmazın ilk sahibince, kalan üstyapı dolayısıyla ödenecek bir tazminat kararlaştırılmış ise, bunun resmî senette gösterilmesinin yanında, tapuya da tescil ettirilebileceği düzenlemesini getirmektedir.

Madde 857, yürürlükteki 772 nci maddeyi karşılayıp, buna bir fıkra eklentisi getirmektedir. Bu fıkrayla, bir veya birkaç pay üzerine rehin konulduktan sonra, o taşınmazın tümü üzerinde rehin kurulması yasaklanmaktadır. Böyle bir hükümle, bir rehnin paraya çevrilmesinde karşılaşılacak zorluklar önlenecektir.

Madde 870, yürürlükteki Kanunun 785 inci maddesini karşılamaktadır. İpoteğin derecesi, rehnin ifade ettiği kuvveti ortaya koyar. Bu, yeni bir açık yazılım şeklinden ibarettir.

Değerli arkadaşlar, mevcut tasarıda 875 inci madde, yürürlükteki 790 ıncı maddeye karşılık olup, son paragrafıyla bir yenilik getirilmektedir. Eski metinde, faiz, yüzde 5'lik bir tavanla sınırlanmışken, yeni metinde "daha önce belirlenmiş olan faiz oranı, sonradan gelen alacaklıların zararına olarak artırılamaz" fıkrasıyla sınır kaldırılmış olmaktadır.

Madde 882, yürürlükteki kanunun 797 nci maddesini karşılamaktadır. Miktarı belirli olmayan veya değişebilen alacaklarda, belli rehin derecesine yerleştirilmesi hüküm altına alınmaktadır. Bilindiği gibi, ülkemiz, 1971 yılından beri iki haneli enflasyonla yaşamaktadır. Son otuz yılın ortalama enflasyonunun yüzde 55 olduğu hatırlanırsa, rehnedilen bir gayrimenkul, beş yıl sonra, pek bir anlam taşımayacağından, alacaklının borçludan başka teminatlar göstermesini istemesine yol açabilmektedir.

Globalleşen dünyada, ülke sınırlarının dışında bulunan kaynaklardan yararlanmamız kaçınılmazdır. Bunu sağlamanın yolu, taşınmazın, gayrimenkulün, yabancı paralar cinsinden rehnedilebilmesine bağlıdır. Böyle bir değişikliği yapmakta büyük isabet vardır. Tabiî ki, böyle bir değişiklik, Borçlar Kanununda paralel bir değişikliği getirecektir. Bu türden bir değişiklik, gerçek ve tüzelkişilerin, yurt dışından bir banka aracılığı olmadan kaynak bulabilmesinin önünü açacaktır. Öğrendiğim kadarıyla, bu değişikliği sağlayabilecek bir önerge verilmiş bulunmaktadır. Önergenin kabulünü, Yüce Heyetinizin takdirine sunuyorum.

Madde 892, yürürlükteki kanunda olmayıp, yeni bir düzenlemedir. Bu madde, kaynak kanunda olup, aksi, kanunda belirtilmedikçe, kanundan doğan ipotek haklarının doğması için tapuya tescil zorunlu sayılmamıştır.

Mevcut tasarıda, 906 ncı maddedeki ikinci fıkra yenidir. Bu fıkra "kanunda öngörülen haller dışında, alacaklı, ancak her on yıllık dönemin sonu için, bir yıl önce bildirmek suretiyle, borcun ödenmesini isteyebilir" hükmüyle, mükellefiyetten kurtulmayı sürelere bağlamıştır.

İkinci Kısmın ülkemize hayırlı olmasını diliyor, bu konuda çalışanlara saygılarımı ve teşekkürlerimi arz ediyorum. (ANAP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN - Sayın Pakdemirli, teşekkür ediyorum.

Adalet ve Kalkınma Partisi Grubu adına, Adıyaman Milletvekili Sayın Göksu; buyurun efendim.

AK PARTİ GRUBU ADINA MAHMUT GÖKSU (Adıyaman) - Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; Türk Medenî Kanunu Tasarısı ile Türk Kanunu Medenîsinde Değişiklik Yapılması Hakkında Kanun Tasarısının Dokuzuncu Bölümü üzerinde, AK Parti Grubu adına söz almış bulunmaktayım; hepinizi saygıyla selamlıyorum.

Medenî Kanun, kişi istese de istemese de, doğumundan ölümüne kadar, kendisine ve hukukî ilişkilerine uygulanacak düzenlemeler olması bakımından çok önemlidir. Bu sebeple, bu kanun hazırlanırken, toplumun her kesiminin görüşleri ve uygulamada ortaya çıkan aksaklıkların dikkate alınması gerekirdi. Günlerdir tartışmakta olduğumuz Medenî Kanun Tasarısının, ne kadar halkın ihtiyaçlarını gözettiği ve ne kadar, toplumun bütün kesimlerini kuşatma çabası içinde olup olmadığı konusunda, doğrusu tereddütlerimiz vardır.

Değerli milletvekilleri, kaynak olarak aldığımız İsviçre Medenî Kanununun hazırlanması görevi verilen Prof. Eugen Huber, bu konuda, dört ciltlik "İsviçre Özel Hukukunun Sistemi ve Tarihi" adlı bir eser yazmış ve ülkesinin mevcut hukuk ve toplum yapısı üzerine uzun bir araştırma yapmıştır ve bu kanun, İsviçre'de böyle hazırlanmıştır. Ne var ki, biz, bu kanunu, 1926 yılında, bazı değişikliklerle, tercüme ederek almışız.

Şimdi, tekrar, bu kanunu yeniden çıkarıyoruz. Buradan, Sayın Bakana sormak istiyorum: Acaba, 75 yıldan beri uygulanan bu kanunun, toplumun ihtiyaçlarına ne ölçüde uyduğu veya ne ölçüde tatbik edildiğine dair bir araştırma yaptı mı?

Değerli milletvekilleri, tasarının, sınırlı aynî haklarla ilgili düzenlemelerinin, eski kanunun bir sadeleştirmesi olduğunu görmekteyiz. Eski kanunda yer alan, birtakım yanlış anlamalara mahal verecek ifadelerin düzeltildiğini, birkaç yeni hükmün konulduğunu görsek de, esas olan, sadece sadeleştirmedir.

Tasarıda, tartışmaların başından beri yoğun eleştirilere yol açan dil konusunda da çok gereksiz zorlamalar olduğunu görmekteyiz. Hatta, yerleşmiş bazı hukukî terimlerin, sırf sadeleştirme uğruna değiştirildiği bir vakıadır. Nedense, bazı kesimler, dilimizde hep var olan Arapça kelimelere -ki, bunlar, artık, Türkçeye mal olmuş kelimelerdir- karşı mesafeli olmayı, hatta, biliyorsa, bu kelimelerin yerine İngilizce, Fransızca gibi, yine, yabancı bir kelimeyi kullanmayı çağdaşlık olarak benimsemişlerdir. Herhalde, Sayın Adalet Bakanı da bu furyaya kapılarak, asırlardır yaşayan, hatta, hukukî terim haline gelmiş bazı kelimeleri de kaldırarak zoraki bir sadeleştirme yoluna gitmiştir.

Değerli milletvekilleri, bir kelimeyi katlettiniz mi, onun bütün farklı anlamları ile mecazlarını ve deyimlerini de ortadan kaldırmış oluruz. Geçen hafta bu kanun hakkında konuşan bir arkadaşımız kanunun ismi üzerinde durmuştu. Niçin Türk Medenî Kanunu, o zaman, Türk Uygarlık Yasası niye denilmedi diye sormuştu ve Sayın Bakan da "uygarlık" sözcüğünün buradaki "medenî" sözcüğünü karşılamadığını, buradaki "medenî" sözcüğünün "medine" kelimesinden geldiğini izah etmişti. Demek ki, kaldırdığımız bir kelimenin, Türkçemizdeki farklı anlamlarını da birlikte kaldırdığı ortaya çıkmaktadır.

Kelimeler, yabancı kökten gelmiş olsalar bile sesleriyle millî olurlar. Türkçe, tıpkı İngilizce gibi bir imparatorluk dilidir. Fethedilen topraklardan çok sayıda kelime alınmış; ama, bu kelimeler, Türkçenin sesleriyle yoğrularak yeni manalar kazanmıştır. Türkçe, bizim, hem mazimiz hem bağımızdır hem de Türkiye hudutları dışında yaşayan diğer Türklerle irtibatımızı kuran bir kültür köprüsüdür. Eğer, biz "hâkimiyet", "vilayet", "medeniyet", "mesela", "hikâye", "vazife", "nihayet", "mektep" ve "cemiyet" gibi kelimeleri değiştirmeye kalkarsak, o zaman, Türkiye hudutları dışında yaşayan soydaşlarımızla köprüleri atmış oluruz. Dolayısıyla, bu kelimeleri değiştirmenin yanlış olduğu kanaatindeyim.

Hem, zaten, Sayın Bakanın, eğer, Arapça kökenli bazı kelimelere karşı antipatisi varsa "hikmet" ve "sami" kelimeleri de Arapça kökenlidir; buradan başlaması lazım diye düşünüyorum; ki, çok da güzel bir ismi var Türkçeleştirdiğimiz zaman. "Hikmet" doğru ve güzel söz demektir; "sami" ise yüce. O zaman, Sayın Bakanın ismini Türkçeleştirirsek, doğru ve güzel söyleyen Yüce Türk demektir. (AK Parti sıralarından gülüşmeler)

Değerli arkadaşlar, elbette, böyle bir Türkçeleştirmeye gitmeye nasıl gülüyorsak, işte, bu tasarıda da bazı sadeleştirmeler bizi güldürmektedir.

Değerli arkadaşlar, kanun yapmak ciddî bir iştir. Hukuk tarihinde zikri geçen kanunlaştırmalar, büyük medeniyetler ve büyük şahsiyetler tarafından yapılmıştır.

Bir milletin dilinin inceliklerini ileri derecede bilmeyenler, sosyal yapısını, psikolojisini kavramayanlar, tarihini tanımayanlar gerçek kanunlaştırma yapamazlar, sadece, kanun çıkarırlar; bunları bir süre uygularlar; ama, o kanun, değişeceği günü bekler.

Değerli milletvekilleri, bu tasarı gündeme geldiği günden beri "kadına itibarı iade edildi; kanun taslağıyla aile içindeki erkek egemenliğine son verildi; Medenî Kanunda kadın-erkek eşitliğine aykırı olan tüm maddeler ayıklandı" gibi ifadeler yazıldı, söylenildi. Şimdi, sormak lazım. Hukuk inkılabıyla bütün problemler çözülmemiş miydi?! Kadın-erkek eşitliği mutlak olarak sağlanmamış mıydı?! Devrim tarihi kitapları yalan mı yazıyor?! Şimdi, kadına itibarı nasıl iade ediliyor?! Kadının itibarını kim elinden almıştı ki, şimdi itibarını iade edenler, onun itibarını kaybettirdiklerini mi söylemek istiyorlar?!

Değerli milletvekilleri, bu kanun ilk çıktığı zaman devrin Adliye Vekili Mahmut Esat Mecliste şu tarzda bir sunuşta bulunuyordu: "Türk Medenî Kanunu Tasarısı yürürlüğe konulduğu gün, milletimiz, eski medeniyetin kapılarını kapayarak hayat ve feyiz bahşeden çağdaş medeniyetin içine girmiş olacaktır."

Evet, o gün, Adliye Vekili Mahmut Esat böyle diyordu. Bu kanunu kabul etmekle, çağdaş medeniyete ulaşacağımızı ifade ediyordu; ama, bugün, ben de diyorum ki, Türk Medenî Kanunu yürürlüğe konulduğu gün 1 dolar 1,68 kuruştu; bugün 1 dolar 1 600 000 liradır; yani, o günden bugüne Türk Lirası, dolar karşısında 1 000 000 defa erimiş ve küçülmüştür. Türk Medenî Kanunu yürürlüğe konulduğu yıllarda, Türkiye, yüzde 10 büyümeyi gerçekleştirirken, şimdi yüzde 10 küçülen bir Türkiye olmuştur. Hani çağdaş medeniyete kavuşacaktık?!. Bugün, çağdaş medenî ülkeler deyince, zengin, refah seviyesi oldukça yüksek, eğitim sağlık, altyapı gibi sorunlarını halletmiş ülkeler akla geliyor; yoksa, bir yerlerden alıp tercüme ettiğimiz, adına da Medenî Kanun dediğimiz yasalarla çağdaşlık olmuyor.

Yine, kapılarını kapatmakla övündüğü eski medeniyetin kapısını biraz aralamak istiyorum. İşte, aralamak istediğim kapı, Kültür Bakanlığımızın çıkarmış olduğu kültür serisi kitaplarından "Medeniyetin İzi" adlı bir kitap, 262 nci sayfada.

Değerli arkadaşlar, bakın, burada şöyle diyor... Yani, kapatmakla övündüğü o medeniyet, aslında, bizim bir iftihar tablomuzdur. Hatta, bunun bir vesikasını, Sayın Başbakan 2000 yılında Amerika'ya giderken, bir iftihar tablosu olarak eline aldı ve Clinton'a götürdü. Bosna-Hersek'in Osmanlı Devleti topraklarına katılmasının ardından Hırvat Hıristiyanlar dağlara kaçarak, âdeta inzivaya çekilmişlerdi; Osmanlı askerlerinin kendilerini kesip dipsiz kuyulara atacağından korkan bu insanlar, Fatih Sultan Mehmet'in Ahidnamesinin huzur ve güveniyle yerlerine, yurtlarına dönmeye razı olmuşlardır.

İnsan Hakları Evrensel Bildirgesinden 485 yıl, Fransız İhtilalindin 326 yıl, bugün dünyanın süper gücü olan Amerika'nın keşfinden 29 yıl önce Katolik kilisesine 1463 tarihinde gönderilen Ahidnamede Fatih şöyle diyordu: "Ben Fatih Sultan Mehmet Han, bütün dünyaya ilan ediyorum ki; kendilerine bu padişah fermanı verilen Bosnalı Fransiskenler himayem altındadır ve emrediyorum: Hiç kimse bu insanların hayatlarına, mallarına ve kiliselerine saldırmasın, hor görmesin veya tehlikeye atmasın; hatta, bu insanlar, başka ülkelerden devletime birisini getirirlerse, onlar da aynı haklara sahiptir." Evet, Kültür Bakanlığımızın yayımlamış olduğu eserden okuyorum. İşte, bu Ahidname'yi 2000 yılında, Sayın Başbakan, Clinton'a bir iftihar tablosu olarak götürmüştür. Demek ki, Mahmut Esat Bozkurt'un kapatmakla övündüğü o tarihî medeniyet, bugün bile bizim iftihar tablomuzu oluşturmaktadır.

Değerli arkadaşlar, millet olarak bizim, üç büyük düşmanımız vardır: Cehalet, ihtilaf ve bir de fakirliktir. İşte, Osmanlıyla cumhuriyetin buluşmasını engelleyen en büyük mâni, millî düşmanımız olan cehalet, yani, tarihi doğru bilmemektir.

İşte, bu tespiti yapanlardan biri de rahmetli Adnan Kahveci'dir. Merhum şöyle diyor: "Eğitim hayatında Osmanlı Devletiyle ilgili doğru bilgiler öğrenememiş ve aleyhte öğrendiğim bilgilerin yanlışlığını ve tarihimizi toptan inkârın zararlarını, ancak, Amerika'daki tahsil hayatımda anlamıştım. Bizim, Osmanlıyı batıran kurum diye gördüğümüz iltizam usulünü, Amerika'nın, vergi tahsilinde kullanmak istediği modern bir iktisat teorisi olarak mastır derslerinde görünce şaşırdım ve tekrar Osmanlıyı incelemeye başladım."

Değerli arkadaşlar, yeniliklere açık olmak, geçmişi inkâr etmek değildir. Bizim tarihimiz, iftihar tablolarıyla doludur. Dolayısıyla, o günün Adalet Bakanının bu sözlerini, ben, şiddetle reddediyorum. Üzerinde görüşme yaptığımız bu Medenî Yasada, yine, altıyüz yıl Osmanlı İmparatorluğu dünyaya adaleti, barışı ve kardeşliği götüren bir devlet olarak, elbette yanlışları olmuştur; ama, onu bütünüyle reddetmek, reddi mirasta bulunmak, hiçbir Türk'e yaraşmaz ve yakışmaz diye düşünüyorum.

Değerli arkadaşlar, Osmanlı toplumunda önemli bir yer tutan, bir hukuk abidesi olan Mecelleyi bir kenara bırakarak, örfü, âdeti, aile hayatı Türk toplumuna hiç benzemeyen, İsviçre gibi küçük bir ülkeye uyarlanmış yasaların, dün olduğu gibi bugün de tercüme edilerek milletimize dayatılması, işte, yanlış buradadır diyorum.

Bu yanlışlığın altını, bir aydınımız, rahmetli Uğur Mumcu şöyle çiziyor; diyor ki: "Biz Türkler, İsviçre Medenî Kanununa göre evlenen, İtalya Ceza Kanununa göre hüküm giyen, Fransa idare hukukuna göre yönetilen ve İslam kurallarına göre mezara konulan bir milletiz."

Değerli milletvekilleri, yine, tarihimizden örnek verirsek, Ortaasya'da 1071'de Türk Karahanlı hükümdarı için yazılmış bir siyaset kitabı olan Kutadgu Bilik'te şöyle der: "Ey hâkim, memlekette uzun müddet hüküm sürmek istersen, kanununu doğru yürütmeli ve halkı korumalısın -ve yine devam ederek- kanun karşısında herkes eşittir." Buradan da anlaşıldığı gibi, hangi çağda olursa olsun, bir devletin yönetilmesinin adil olması, halkıyla barışık olmasıyla ancak gerçekleşebilir. Adil olabilmek için de, devletin, vatandaşın can güvenliğini, mal güvenliğini, namus, şeref ve haysiyetinin güvenliğini, din ve vicdan özgürlüğünü ve akıl güvenliğini sağlaması lazımdır. Eğer, bunları sağlayamıyorsa, adaleti zamanında tecelli ettiremiyorsa, o devlet adil değildir. O zaman, o devletin halkı inliyor demektir. Bugün, ülkemizde de, maalesef, adalet zamanında tecelli etmiyor. Ortalama bir dava dosyasının sonuçlanması, asliye ticaret mahkemelerinde 372 gün, kadastro mahkemelerinde 590 gün, Danıştayda 401 gün, icra müdürlüklerinde 443 gün, Yargıtay Cumhuriyet Savcılığında 486 gündür. Bu, adaletin nasıl ağır aksak yürüdüğünün en bariz örneğidir.

Değerli milletvekilleri, kanunları yapmak yeterli değildir; önemli olan, onları herkese karşı eşit ve adil bir şekilde uygulamaktır; yani, önemli olan, kanun değil, onun uygulanışıdır. Adalet süratli bir şekilde gerçekleşmiyorsa, orada adalet yok demektir.

Değerli milletvekilleri, biz, haftalardır, günlerdir, Medenî Kanunu çıkarmaya uğraşırken, milletin gündeminde böyle bir kanunun olup olmadığını sormamız lazımdı. Ben diyorum ki, milletin gündeminde böyle bir kanun yoktur. Niçin; çünkü, bugün, halkımız, maalesef, perişan ve umutsuz bir vaziyettedir. Zira, Türkiye yangın yerine dönmüştür; esnafı, çiftçisi, işçisi, memuru, sanayicisi, emeklisi, işsizi ağlıyor, kan ağlıyor. Her gün işsizler ordusuna insanlar katılıyor ve bu, çığ gibi büyüyor.

Geçen sene kasım ayında tetiklenen kriz, Başbakan eliyle, şubatta, milleti can evinden vurdu; ülke halkı bir gecede, maalesef, fakirleşiverdi. Evet, ekonomik felaket, en fazla, aile kurumunu vurdu. Her gün sayısız yuva yıkılırken, boşanmalar hızla artarken, Medenî Kanunu değiştirmeyle uğraşmak halkın gündemini bilmemektir. Herhalde, halkından bu derece kopuk bir hükümete cumhuriyet tarihi şahit olmamıştır. Halkın, Medenî Kanun diye bir sorunu, bir beklentisi zaten yok. Bu kanun milletin hangi sorununu çözecek; hangi derdine derman olacak; hükümete karşı ortadan kalkan güven mi tazelenecek; yurt dışına kaçan sermaye mi geri gelecek; yatırım ve üretim hız mı kazanacak; esnafın işi mi düzelecek; -uzatmayalım- gece saat 3'te ekmek kuyruğuna giren zavalı insanıma çare mi olacak; Meclis çatısına çıkıp da "açım" diye bağıran gence umut mu olacak; yoksa, Meclis bahçesinde kendini asan simitçi geri mi gelecek?! Evet, dolayısıyla, halkın gündeminde bunlar vardır. Meclisimizin de, halkın gündemine dönmesi gerektiğine inanıyorum.

Değerli milletvekilleri, aile bir kurumdur. Siz, başsız ve başkansız bir kurum düşünebiliyor musunuz?! Güya, eşler arasında eşitlik ilkesine dayanarak aile reisliği mefhumu ortadan kaldırılıyor. Aslında, şimdiye kadar  kocaya ait olan birçok görev ve sorumluluğa kadını da ortak ederek, ona hak etmediği ağır bir yük yükleniyor; artık, bu yasadan sonra, söz, karı ve kocada bitmeyecektir; söz, mahkemede bitecektir. Yılda 35 000 çiftin boşandığı bir ülkede bundan sonra aile geçimsizlikleri daha da artacak ve aile birliğine büyük darbe vuracaktır; bundan da en çok çocuklar mağdur olacaktır. Ailenin nizamını sağlamak için aile reisliği kavramını kadın erkek ayırımı yapmadan korumamız gerekir; değilse, kutsal aile yapımız ticarî bir şirkete dönüşecek, boşanma ise bir şirketin tasfiyesi olacaktır; bu da, eşler arasında olması gereken sevgi, saygı ve güveni ortadan kaldıracaktır. Mal rejimine ait hükümler başlıbaşına içinden çıkılamaz problemler getirecektir. Kaldı ki, evine ekmek bulamayan ailede mal paylaşımı olsa ne olur, olmasa ne olur; zira, olmayan malın paylaşımı da yoktur. Ayrıca, sütbağıyla ilgili evlenme engeli bu tasarıda yer almamıştır. Türk Milletinin inanç anlayışıyla bağdaşmayan, sütkardeşler, sütanne ve çocukları arasındaki kesin evlenme engeline açıklık getirilmemesinin de izahı yoktur.

Değerli milletvekilleri, halkına kulak vermeyen bir iktidar güçsüzdür, boşluktadır. Demokrasilerde zoraki iktidar olunmadığı gibi, zoraki iktidarda da kalınamaz. Belki, bu hükümetin de yapacağı en medenî tavır, milleti daha fazla incitmeden iktidarı bırakıp gitmesidir; o gün, belki yeniden millet, yok olan umutlarını canlandıracak ve o günden sonra, bu Meclisin çıkaracağı kanunlar daha da anlam kazanacaktır.

Her şeye rağmen, sözlerimi uzatmadan, çıkacak yasanın milletimize hayırlı olmasını diliyor ve bütün halkımızın mübarek ramazanını tebrik ediyor, ülkemize ve insanlığa hayırlar getirmesini niyaz ediyor, hepinizi saygıyla selamlıyorum.(AK Parti sıralarından alkışlar)

BAŞKAN - Teşekkür ederim efendim.

Şimdi, söz sırası Doğru Yol Partisinde.

Doğru Yol Partisi Grubu adına, İstanbul Milletvekili Sayın Hayri Kozakçıoğlu. (DYP sıralarından alkışlar)

NİDAİ SEVEN (Ağrı) - Sayın Başkan, ben kaçıncı sıradayım?

BAŞKAN - Efendim, siz, 4 üncü sıradasınız.

Sayın Kozakçıoğlu 3 üncü sıraya geldi, kendisi gidecek efendim.

HAYRİ KOZAKÇIOĞLU (İstanbul) - Teşekkür ederim Sayın Başkanım.

BAŞKAN - Ben, süreyi 10 dakikaya göre ayarlayayım da, yine takdir kendilerinin.

Buyurun Sayın Kozakçıoğlu.

DYP GRUBU ADINA HAYRİ KOZAKÇIOĞLU (İstanbul) - Sayın Başkan, sayın milletvekilleri; sözlerime başlamadan önce hepinize saygılar sunuyorum. Ben, sizlere, Türk Medenî Kanunu Tasarısının Dokuzuncu Bölümü konusunda, Doğru Yol Partisinin görüşlerini sunmaya çalışacağım.

Benden önceki konuşmacıların da çok net belirttikleri gibi, Medenî Kanun, gerçekten, çok geniş bir sahaya hitap etmesi yanında, toplumun her yönünü çok yakından ilgilendiren, bu nedenle topluma şekil veren, toplumdaki ilişkileri düzenleyen ve bazı yönleriyle de toplumun geleceğini tespit eden önemli bir yasa.

Bugün, bu yasayı, burada, çok rahat konuşuyoruz, tartışıyoruz; bazı hükümlerini beğeniyoruz beğenmiyoruz. Şöyle, geriye doğru dönüp baktığımızda, 17 Şubat 1926 tarihinde 743 sayıyla Türkiye Büyük Millet Meclisinde, halen yürürlükte bulunan Türk Kanunu Medenisi kabul edildi ve 4 Ekim 1926 tarihinde de yürürlüğe girdi.

Türk Kanunu Medenisi, o gün, hangi şartlarda ve nasıl kabul edildi? Toplumun alışkanlıkları vardı. Toplumun yıllardan beri uyguladığı pek çok değerler vardı. Bu değerleri değiştirmek, topluma yeni bir yön vermek çok kolay bir olay değildi. Taaddüdü zevcat, kadın-erkek eşitliği, kadınların gerek yargı sistemindeki aldıkları önem veya verilen değer gerekse kadının miras hukukundaki yeri; bunları değiştirmek çok kolay bir olay değildi. İşte, Büyük Atatürk'ün önderliğinde, bana göre, onunla beraber çalışan o kadro, Türk toplumunda en büyük reformu yaptı, büyük bir hukuk reformunu ortaya koydu ve dünyada çok ender görülen, hem hızlı hem de çok köklü bir değişimi Türk toplumu yaşadı.

Şimdi, olayı bu şekilde ortaya koyduktan sonra, bir de uygulamaya bakalım. Evet, çok güzel bir kanun çıktı; ama, bir taraftan, yine hukukçular diyor ki, kanunun iyisi veya kötüsü olmaz, kanunun iyi veya kötü uygulaması olur. Bu güzel kanunun uygulanması konusunda, toplum, zaman zaman zorlandı. Hâlâ, Medenî Kanuna uymayan uygulamaların, pek çok yöremizde olduğunu görürüz.

Ben, şunu söylüyorum, şunu söylemek istiyorum: Şimdi, yeni bir Medenî Kanun hazırlıyoruz. Medenî Kanun Tasarısının büyük bölümü, eski kanunun hükümlerinin biraz Türkçeleştirilmesinden, biraz sadeleştirilmesinden, biraz da gelişen toplum şartlarına uygun hale getirilmesinden ibaret. Yoksa, yeni bir reform değil; büyük, köklü bir değişiklik yok. Bazı bölümlerde var; ama, tasarının tamamı, toplumun bütün yaşayış düzenini ve anlayışını ve âdetlerini de toptan değiştirmiyor; ama, buna rağmen, miras hukuku başta olmak üzere, pek çok konuda yenilik var. Şimdi, bu yeniliğe, toplumun mutlaka alıştırılması, değişik bir tabirle, topluma bu yeniliğin her kademeye kadar süratle götürülmesi lazım. Bu, tek başına Adalet Bakanlığının görevi değil. Adalet Bakanlığının koordinatörlüğünde, bence, Türkiye'deki, Millî Eğitim Bakanlığı ve toplum iletişim araçlarıyla birlikte, köyümüze, kasabamıza kadar, her yaştaki kadınımıza, kızımıza, erkeğimize kadar, bu yeni uygulamayı mutlaka götürmek zorundayız. Bugün kışlalarda bulunan genç erkekler, bana göre en büyük hedef kitledir. Onlar başta olmak üzere, Medenî Kanunun getirdiği bu yeni hükümleri mutlaka insanımıza öğretmemiz lazım. İnsanımız bunu yanlış öğrendiği takdirde, hatalı öğrendiği takdirde, toplum içerisinde değil, önce aile içerisinde pek çok problemler çıkacaktır, boşanma davalarında artmalar olacaktır. İşte, o zaman, iyilik yapalım, toplumu daha güzel noktalara götürelim derken, biz, kendi elimizle, toplumun huzurunu bozacağız, ailenin huzurunu bozacağız ve pek çok kişi, nereden bu kanunu çıkardılar, biz, ne güzel, eski kanuna alışmıştık ve onu da uyguluyorduk diyebilir. Bu nedenle, Parlamento görevini yapacak, yasayı çıkaracak; ama, bundan sonra, uygulayıcı kurumlara, bakanlıklara çok büyük görev düşüyor. Yine tekrarlamak istiyorum. Koordinatörlüğünü Adalet Bakanlığı yapacak; ama, Türk toplumu eğitilecek ve bu yeni yasa, o zaman daha rahat, daha güzel uygulanır hale gelmiş olacak.

Şimdi, bu tür kanunların yeni yazımında, kanunların adaptesinde bazı kurallara dikkat etmemiz gerekiyor. Hukuk, bir norm sistemi; hukuk, bir disiplin sistemi. Hukukta, normlara ve disipline mutlaka uymanız lazım. Bunun başında da, hukukta kavramlar var, hukukta bir dil var ve zaman zaman da kullandığımız bir hukuk lügati var. Biz, hukuk lügatine, toplumun fertleri olarak başvurmak zorunda kalıyorsak, demek ki, toplum için düzenlenmiş, ayrı bir hukukî terimler vardır. Şimdi, bu kanunda -pek çok konuşmacı da belirtti- hukukî terimlerin yenileştirilmesinde, bana göre, çok fazla isabetli davranılmamış. Toplumun benimsediği kavramları, alıştıra alıştıra, kullana kullana topluma vermek lazım.

Şimdi, şöyle bakın: Müruruzaman; şimdi, herkes zamanaşımına alıştı. Eskiden, müddei umumî vardı; şimdi, herkes savcıyı kullanıyor; ama, toplum bunu benimsedi. Bunun yanında da, toplumun benimsemediği kavramlar da var. Toplumun benimsemediği kavramları da fazla zorlamamak fazla zorlamamak lazım. O bakımdan, tasarının yazımında kullanılan kelimelerde bence biraz ekstreme kaçılmış, biraz daha uçlara kaçılmış. Bana göre, bunun daha normal olmasında yarar vardı.

Bir diğeri de, şimdi, hukukta, maddelerin tanıtımı madde numarasıyla olur. Madde numarasına göre avukatlar konuşurlar; madde numarasına göre hukukçular birbirleriyle anlaşırlar. Türk Ceza Kanunundan bir örnek vereyim: Görevi suiistimalle ilgili iki madde vardır, Türk Ceza Kanunu 228 veya 240. Şimdi, konuştuğumuz zaman, bu dosya 240 dersiniz, hukuk dilinde herkes anlar; bu dosya 228 dersiniz, herkes anlar. Bilgisayarları ona göre tasnif edilmiştir. İtirazları, temyizleri ona göre olur. Şimdi, Medenî Kanunun da oturmuş maddeleri vardı, bu maddelere göre tasnif edilmişti; herkes, o maddelere göre hukuk diliyle konuşuyordu. Bence, o maddeler değişmemeliydi. Eski Medenî Kanunun bütün maddeleri muhafaza edilmeli, yeni gelen maddeler bunlara eklenmek suretiyle Medenî Kanunun temel iskeleti bozulmamalıydı. Bu, bu uygulamada daha kolaylık olurdu. Hukukçu açısından da ve hukuku yeni öğrenenler açısından çok yararlı olurdu. Şimdi, ben, öyle zannediyorum ki, eski hukukçular çok zorlanacaklar, eski avukatlar çok zorlanacaklar, mahkemeler zorlanacak, bilgisayarlar da şaşıracak. Hele, hangi maddedeki suçlar nedir diye iki sene sonra istatistik çıkarmaya kalkarsanız, karmakarışık bir tablo çıkacak ortaya. O bakımdan, eski maddelerin muhafazasının, ben, yine de yararlı olduğunu düşünüyorum.

Benim ileri sürmek istediğim, benim anlatmak istediğim konu aynî haklarla ilgili. Aynî haklar, mülkiyet hakkıyla birlikte irtifak hakkı, yeni ismiyle taşınmaz yükü ve rehin hakları olarak kanunumuzda yer alıyor. Mülkiyet hakkı, eskiden beri savunulan, insan hakları bildirgelerine girmiş ve mutlaka korunması gereken bir hak. İşte, aynî haklar da, mülkiyet hakkı gibi onun yanında mutlaka dikkat edilmesi gereken konular. Ben Sayın Başkana söz verdim 10 dakika konuşacağım diye. Bu nedenle, süratle konuşup ve bazı bölümleri de atlamak suretiyle gitmeye çalışıyorum.

Şimdi, bir kere, mülkiyet hakkı, bir gayrimenkulden yararlanabilmesi maksadıyla o mal üzerinde kişiye hâkimiyet kurmasını sağlamak için kanunun tanıdığı yetkilerin tümünü mülkiyet hakkı olarak tarif edebiliriz; ama, bunun yanındaki diğer aynî haklar, mülkiyet hakkı gibi değil. Bunları iki bölümde toplayabiliriz: Bir bölümü, o gayrimenkul üzerinde hâkimiyet sağlayan veya kısmî yetki sağlayan haklar, irtifak hakları, intifa hakları gibi. Bir bölümü de, o gayrimenkulün satışından veya hâsılatından elde edilecek gelir üzerinde söz sahibi olan haklardır; bunlar da, ipotek gibi ve buna benzer haklardır.

Şimdi, yeni getirilen tasarı, eski kanunun aynı sistematiğini devam ettirmiş, aynı bölümleri devam ettirmiş; ama, bazı yerlerde kelimeler değişmiş, bazı yerlerde cümleler değişmiş.

Burada, üzerinde durmak istediğim bir konu var. Tasarının 779 uncu -eski kanunda 703 üncü- maddesi, irtifak haklarıyla ilgili, irtifak haklarının nasıl kullanılacağını belirtiyor. Bu maddenin altında bir cümle var: "Yapma borçları, irtifaka başlı başına konu olamaz; ona ancak yan edim olarak bağlanabilir." "Yan edim" diye bir tabir getirilmiş. Şimdi, eski kanuna bakıyorum, eski kanunda "ferî" olarak getirilmiş. "Aslî" ve "ferî" tabirleri, hukukta oturmuş tabirlerdir, herkes tarafından rahatça anlaşılır; ama, bu "yan edim" tabirini anlamakta da anlatmakta da, zannediyorum, bir hayli sıkıntı çekilecek. Oysaki, tasarının devam eden maddelerine bakıyorum; 782'de, 783'te "malik" demişiz "tescil" demişiz "terkin" demişiz; yani, eski, alışılmış kelimelerin bir kısmını muhafaza etmişiz; ama, nedense "ferî" kelimesine biraz kızmışız galiba, hemen kesmiş atmışız.

789 uncu maddede, bana göre, güzel olan bir hüküm var. Bu, İsviçre kanununda vardı. İsviçre kanunu, kanunî hükümler bulunmadığı halde, kantondaki kanunlara ve örflere müracaat hakkını tanıyordu. Tasarıyla, su arklarıyla ilgili, su yollarıyla ilgili diğer geçişlerle ilgili olarak güzel bir hüküm getirilmiş. Bu, yeni bir hükümdür. Bu yeni hüküm, gerektiğinde, özel, kamu hükümlerine, kanun hükümlerine ve yerel âdetlere başvurulmasını getirmiş ki, özellikle Anadolu'nun pek çok yerinde su arkları, su kanallarıyla ilgili yıllardan beri, asırlardan beri uygulanan örfler var; bu örfler, böylece ayakta kalmış olacak.

Yeni tasarıda bir diğer madde var, çok dikkatimi çekti, 817 nci madde, özgülenme yönü...

ALİ ŞEVKİ EREK (Tokat) - Tahsis...

HAYRİ KOZAKÇIOĞLU (Devamla) - "Tahsis" gayet güzel... Eski kanunda "tahsis edildiği cihet" deniliyordu, şimdi "özgülenme yönü" diyoruz.

Özgülenme yönünü ben... Tabiî, çok zorlarsanız "özgü" kelimesinden falan gitmek suretiyle, belki bir şeyler çıkarabiliyorsunuz; ama, herkesin bildiği "tahsisi" değiştirmenin bir anlamı yoktu.  

 Orman arazilerinin kullanılmasında eski kanunda "bir tertip" deniliyordu, yenisi onu biraz daha düzeltmiş "bir tertip" yerine "işletme planı çerçevesinde yararlanabilir" haline getirilmiş. Bana göre, güzel bir uygulama; bu uygulamayı da yürürlüğe geçirmekte yarar var.

Üst hakkını, eski kanun 20 yıl olarak kabul etmişti, yeni kanun bunu 30 yıla çıkarmış. Bu, biraz daha uzun süre oluyor; ama, bana göre, daha makul bir süre olmuş olabilir.

Burada dikkati çeken bir şey var: Taşınmaz yükü konusunda eski kanun, sadece Türk parasını kabul etmişti, taşınmaz yükünün değeri "Türk parasıyla tespit edilecek" denilmişti. Şimdi yeni kanunda, bakın ne diyoruz; "tescilde taşınmaz yükünün değeri olarak Türk parası veya yabancı para birimiyle belirlenmiş" diyoruz. Türkiye Cumhuriyeti hudutları içerisinde resmî olarak Türk paramız var, gayrimenkullerin değerini de Türk parasıyla tespit etmemiz lazım. Hani, ilerideki rehin gibi, ipotek gibi maddelerde, dışarıdan gelen yabancı dövizle alınmış ve beş yıldan uzun vadeli borçlarda yabancı kur üzerinden, döviz üzerinden bir ipotek konuluyor; ama, bu, öyle bir olay değil. Bu, Türkiye'de bulunan gayrimenkulün tapuya kaydı sırasında değerinin tespiti. Bunda yabancı paraya gitmek, bana göre, Türk parasını ikinci plana atmak gibi bir olay olur ki, ben, onu haklı görmüyorum, ben, onu pek doğru görmüyorum. Türk parasının değerini elbirliğiyle düşürmeye kalktığımız takdirde, ileride, öyle zaman gelir ki, bu parayı kaldıralım, hiç gerek yok; artık, kanunda da başka paraları kullandığımıza göre, tapu tescilinde de başka paraları kullandığımıza göre, o halde, başka bir ülkenin parasını, biz, gelelim, kullanalım gibi çok yanlış bir yola gireriz. Oysaki, ülkenin egemenlik haklarından bir tanesinin bir ayağı da, o ülkenin parasıdır. O ülkenin parasını başka bir şeyle kolay kolay değiştiremeyiz. Ben, bu hususun düzeltilmesini, bu hususun dikkate alınmasını özelikle talep ediyorum.

Hoşgörüleri için Sayın Başkana çok çok teşekkür ediyor, hepinize saygılar sunuyorum efendim. (DYP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN - Sayın Kozakçıoğlu'na, ben teşekkür ediyorum efendim.

Efendim, Milliyetçi Hareket Partisi Grubu adına, Antalya Milletvekili Sayın Nesrin Ünal.

Nesrin Hanım önce direndi; ama, bilmem ne yapar?..

NESRİN ÜNAL (Antalya) - Süremi kullanmak istiyorum Sayın Başkanım.

BAŞKAN - Dayatma yok!

Buyurun efendim.

MHP GRUBU ADINA NESRİN ÜNAL (Antalya) - Sayın Başkan, sayın milletvekillerim; Medenî Kanun Tasarısının 9 uncu bölümünde grubum adına söz almış bulunuyorum; Heyetinizi Milliyetçi Hareket Partisi adına saygıyla selamlıyorum.

Yüce Heyetinizin, Türk Milletinin ve İslam âleminin ramazanı hayırlı olsun.

Grup adına söz aldım; ama, birazcık olsa da kendi fikirlerimi sizlerle paylaşmak istiyorum. Bu arada, tasarının tümü üzerine fikirlerimi açıklarken, Sayın Adalet Bakanımız Hikmet Sami Türk'ün yüksek hoşgörülerine sığınıyorum.

Büyük lider Kemal Atatürk'ün sözleriyle konuşmama başlıyorum: "Bir toplumda hürriyet, eşitlik ve adaletin devamlı olarak sağlanması, ancak, millî egemenliğin kurulmuş olmasıyla mümkündür. Öyleyse, hürriyetin de, eşitliğin de, adaletin de dayandığı nokta millî egemenliktir. Hiç şüphe yok ki, devletimizin, memleketimizin kuvvetlenmesi, milletimizin refah ve mutluluğu hayatımız, şerefimiz, namusumuz ve geleceğimiz için bütün kuvvetimizle millî egemenliğimizi savunacağız. Millî egemenlik düşmanlığı şerefli bir milletin her şeyini bir anda yok etmek cürmünden başka bir şey değildir."

Türk Medenî Kanununun bugünlere gelmesinde, olgunlaşmasında emeği geçen milletvekili arkadaşlarıma, bilim adamlarına, sivil toplum örgütlerine aracılığınızla teşekkürlerimi iletiyorum. Medenî Kanun, bizlere, 75 yıl hizmet etti, yaşlandı, toplumun ihtiyaçlarına cevap veremez hale geldi; sonuçta, değişme ihtiyacı doğdu. Uygarlık yolunda düzenli olarak ilerlememiz için, çağdaş bilim ve kültür birikimimizin oluşturulması ve bunların öncülüğünde toplumdaki siyaset, hukuk ve kanun yönetimi kurum ve kurallarını oluşturmamız gerekiyor. Sürekli ve istikrarlı bir siyaset ortamı yaratılmadan, özellikle mülkiyet ve sermaye alanlarında hukukî güvenceler bulunmazsa, büyük ve uzun ömürlü yatırımlara ihtiyaç duyan sanayileşme olamaz. Ekonomilerin de düzelmesi için üç ana şart vardır: Asgarî siyasî bir istikrar; hukukî düzen; temel eğitim düzeyine sahip toplum.

Kurumlar ve kurallar da sağlam ve sağlıklı olmalıdır. Toplu yaşam kuralları ve kurumları yeniden ve akıllı bir biçimde yapılanmalıdır. İşte, bugün, aileden topluma Türk Milletini şekillendiren temel kanunu tartışıyoruz. Kanun yapmak ciddî bir iştir. Kanunlar büyük medeniyetler ve büyük şahsiyetler tarafından yapılır. Kanuni Sultan Süleyman'ı önemli kılan, muhteşem Süleyman yapan, ABD Senatosunda dünya tarihinde kanun yapan birkaç kişiden biri olarak mozolesinin bulunmasını sağlayan onun kanun yapması ve kanuna verdiği önemden dolayıdır.

Kanunlar tercüme olmamalıdır. Yaptığımız kanunla toplumsal hayatını şekillendireceğimiz milletin, dilinin inceliklerini, sosyal yapısını, tarihini, inancını bilemezsek, tanımazsak, dikkate almazsak sağlıklı ve uzun ömürlü kanunlar yapamayız.

Hukuk, insan ile insan topluluklarının hayatını düzenler. Bu yüzden kanunlar sadece parmak hesabıyla yapılmamalıdır. Neden İsviçre Medenî Kanunu, neden İtalya Ceza Kanunu, neden Fransa İdare Hukuku tamamen örnek alınıyor ve neden bunlar çıkış noktasında sivil toplum örgütlerinin hukukçu temsilcilerince bile "İsviçre Medenî Kanununda bile böyle" diye örnek gösteriliyor?

Biz, Söğüt'e diktiği çınarla insanlığa medeniyet dağıtan, İslamiyeti en doğru şekilde uygulayan, kültür ve tarihî birikimi olan, bin yıllardan süzülüp gelen bir milletin devamıyız.

Bizlerin mensubu olduğu İslamiyette, kadının koca önündeki öneminden bir olayla bahsetmek istiyorum. Peygamber Efendimiz Berat Kandilinde, namaz kılmak ve dua etmek için eşinden izin istiyor. Mübarek bir gece, mübarek bir insan, ibadet özgürlüğünü eşiyle sınırlandırıyor. İlk toplusözleşmeyi yapan, ilk defa insan hakları beyannamesini yazan, milattan önceki tarihlerde yapıtlarında kanunlara rastladığımız Muhteşem Kanunî Sultan Süleyman'ın torunlarının; yani, bizlerin, başka ülkelerin örnek alacağı Türk Ceza Kanunu, Türk İdare Kanunu niye yok?! Ben bunu anlamakta zorluk çekiyorum ve bunu anlatmakta da zorlanıyorum.

Üstelik, bizler, 1934'te kadına seçme ve seçilme hakkını tanıdığımızda, bizler 800'lü ve 1300'lü yıllarda kadını sultan ve hakan yaptığımızda, bizim şimdi örnek aldığımız ülkelerde kadının adı bile yoktu; kadın insan bile kabul edilmiyor "acaba şeytan mı" diye yakılıyordu. Yine de, inşallah bugün hazırladığımız ve 21 inci Dönem Meclisinde kabul edilen Medenî Kanun, bağımsız, demokratik Türkiye Cumhuriyetine uzun on yıllar hizmet eder ve Türk Milletinin daha mutlu, daha refah yaşamasına katkıda bulunur.

Medenî Kanun, kişi hukukuyla dernekler ve vakıfları; miras hukuku, eşya hukuku ve aile hukukuyla toplumu 7'den 70'e, çocuktan yaşlısına, erkekten kadına ilgilendiren temel bir kanundur, Türk toplumunu şekillendirecektir; ancak, biz bu kanun tasarısının, hep, boşanma ve eşlerarası mal paylaşımına takılı kaldık. Aç kapa, yaz çiz, konuş tartış; boşanma oldu. Bugün, sokakta çevirdiğimiz insanlara "Medenî Kanunla neler değişiyor" diye sorarsak, istisnasız, boşanma ve kadın-erkek arasındaki mal paylaşımından söz edecektir.

Medenî Kanun hazırlanırken, kanuna, sadece, boşanırken kadınlar artık mağdur olmasın anlayışıyla yaklaştık; boşanmayla yattık, boşanmayla kalktık. Bu doğru ve gerekli bir bakış açısıydı; ama, eksik bir bakış açısıydı; çünkü, bu kanun, kadın kadar, ailesi olan veya olmayan, kimseli veya kimsesiz veya evlat edinilen çocukları, derneklerde, vakıflarda ve ailede yaşayan, toplumun bir bireyi olan erkekleri ve çocuğu olmayan aileleri de ilgilendiren bir kanundur.

Kanun olgunlaşırken, kişi hukuku, miras hukuku, eşya hukuku ve aile hukukundan mal paylaşımı dışında olanlar, toplumun önünde yeterince tartışılıp, olgunlaşmadı. Herhalde amacımız, aileyi bozmaktan çok, yaşatmak, çocuğuyla, anasıyla, babasıyla mutlu ve uzun ömürlü olmasını sağlamaktır. Amaç, evlilik birliğini, eşit insanların saygı ve sevgi birliği durumuna getirecek ortamı oluşturmaktır. Evlilik, boşanma üzerine değil, sevgi üzerine kurulmalıdır. Boşanma amacıyla yapılan evlilik, evlilik değildir. Evlilik asla kâr amacı gütmemelidir. Bir yazarın söylediği gibi "inşallah, sevgiyi yasayla öldürmüyoruz." Aslında, biz, gençlere boşanmanın faziletini değil, sevginin ve birlikteliğin faziletini öğretmeliyiz. Zaten, sevgi varsa insan paylaşır, sevginin yerini kavga aldıysa, insan, kavga ettiğine ne mal vermek ister ne de selam.

Hepimizin kızı var, oğlu var. Bu kanuna o yüzden tek perspektiften bakmamalıyız. Mal paylaşılacaksa, yine, bizim çocuklarımız paylaşacaktır ve istediğim zaman evlenirim, istediğim zaman kapının önüne koyarım mantığı yok olacaktır. Aslında, boşanmayla paylaşılan şey, sadece, mal değildir; ortak yaşanan, yıllarca süren aynı emeklerin, aynı acıların, aynı zor günlerin, aynı mutlu anıların, aynı duyguların, aynı yıpranmışlığın paylaşımıdır.

Amacımız, Türk kültürüne, inancımıza ve doğru geleneklerimize göre aile yapısını korumak, yaşatmak, tüm Türk Milletinin temelini oluşturan aileyi korumak ve sağlam tutmaktır. Toplumu şekillendirecek bu yasa, mümkün olduğu kadar hatasız, uzun ömürlü, ahenkli ve kulağa hoş gelir şekilde oluşmalıdır. İnşallah, bu yasayla birlikte, uzun yıllardır oluşan yetmişbeş yıllık hukuk kültürümüze zarar vermiyoruzdur.

Benim üzerinde söz alıp konuştuğum Dokuzuncu Bölüm, Medenî Kanunun madde 703'ten başlayan bölümü, tasarıda 779 uncu maddeyle başlamaktadır. Birçok madde Medenî Kanunla ayın hükmü içermekle birlikte, dilde ciddî bir arılaştırmaya gidilmiş, uygulayıcıların dışında halkın da anlayacağı bir dil tercih edilmeye çalışılmış.

Tasarının 789 uncu maddesini karşılayan bir hüküm yürürlükteki kanunda mevcut değildir. Kaynak olan İsviçre Medenî Kanununun 740 ıncı maddesi eksiklik olarak algılanmış ve bu kanuna 789 uncu madde olarak konulmuştur. Bu maddede "tarla yolu, yaya veya araba geçti gibi geçidi hakları ile hayvan otlatma, hayvan sulama, tarlalara veya arklara su alma hakları ve benzeri hakların kapsamını belirlemede taraflar arasındaki anlaşma veya özel kanun hükümleri, yoksa yerel âdet uygulanır" denmektedir. Burada, taraflar arasında uzun süreden beri davasız ve iyiniyetli kullanım kabul görmüş, benimsenmiş ve bu hüküm getirilmiştir.

Tasarının 797 nci maddesi, yürürlükteki kanunun 721 inci maddesini karşılamaktadır. Madde, intifa hakkı sahibinin gerçek kişi veya tüzelkişi olmasına göre intifa hakkı süresini düzenlemiş, bu çerçevede tüzelkişilerde intifa hakkının en çok yüz yıl devam edebileceği ifade edilmiştir.

Tasarının 808 inci maddesi, kanunun 732 nci maddesini karşılamaktadır. Bu madde, İsviçre Medenî Kanunun 760 ncı maddesine uygun olarak üç fıkra halinde düzenlenmiştir: Birinci fıkrada, malikin, haklarının tehlikeye düştüğünü ispat ederek intifa hakkı sahibinden güvence isteyebileceği; ikinci fıkrada, tüketilebilen şey veya kıymetli evrak söz konusu olduğunda tehlikenin ispatına gerek olmadan teslimden önce de güvence istenebileceği; son fıkrada ise, kıymetli evrakın bir yere tevdi edilmesinin güvence yerine geçeceği ifade edilmiştir.

Yürürlükteki kanunun 733 üncü maddesini karşılayan, tasarının 809 uncu maddesi, bağışlayanın, intifa hakkı kendisinde kalmak üzere, yaptığı bağışlamalar bakımından kendisinden güvence istenemeyeceği esasını getirmiş, maddeden farklı olarak kanunî intifa hakkı düzenlenmediğinden sadece bağışlama esas alınarak kaleme alınmıştır.

Bana göre, Medenî Kanun hazırlanırken kavramlar bazen derinliğini kaybetmiş, yüzeyelleşmiş ve sığlaşmıştır. Bir ülkenin kanunları sadece hukukî metinler olarak kabul edilemez, aynı zamanda o ülkenin edebî ifade gücünü ve güzelliğini yansıtan sanat eserleridir. Geçmiş ile gelecek arasındaki en önemli bağ, yaşayan Türkçedir. Bugün biz, cumhuriyetin kuruluşundaki Meclis zabıtlarını anlamıyorsak, dilin yok edilmesindendir ve geçmiş ile geleceğin bağının koparılmasındandır. Her seferinde "anlamıyoruz" diye Türkçeyi fakirleştirip, kuşa çeviriyoruz. Sonuçta, bizim çocuklarımız bizi, biz annelerimizi, Türkiye'deki Türkler diğer topraklardaki Türkleri anlamaz hale geliyor. Biz, hep kolayını seçiyoruz; anlamıyorsak, "at gitsin" diyoruz. Aslında, doğru olanı, zengin Türkçeyi anlayan nesiller yetiştirmektir. Bugün, İngiltere'de, hâlâ, yeni nesil yüzyıllar öncesi Shakespeare'ini okuyup anlamakta ise, demek ki onlar işin kolay değil zor yolunu seçmişlerdir.

Aslında, derneklerle ilgili bu kadar ayrıntıya gerek yoktu; çünkü, dernekler insan gibidir, toplumun ihtiyacına göre değişir. Toplumun ihtiyaçları, iletişim ve bilgi çağında, çok hızlı da değişmektedir. Keşke, derneklerle ilgili temel kurallar Medenî Kanuna konulsaydı ve Medenî Kanun sürekli değişmek zorunda kalmasaydı.

Son olarak, kadınlarımıza, onlardan biri, kardeşleri olarak seslenmek istiyorum: Nasıl olsa ortaklık geldi, malları paylaşacağız, nasıl olsa boşanırsam malın yarısı benim diye üretmekten, çalışmaktan, okumaktan, meslek edinmekten vazgeçmeyin. Bu değişiklik sizi tembelliğe itmesin.

Bir de, yiğidi öldürüp hakkını vermek lazım. İplerin erkeklerin elinde olduğu Mecliste Medenî Kanun çıkmaz diye çok yazılıp çizildi; ama, yüzde 96'sı erkek olan Meclisten Medenî Kanun geçiyor. Milletvekili arkadaşlarıma teşekkür ediyorum. (MHP, DSP, ANAP ve DYP sıralarından alkışlar)

"Erkeklerde, ya hanımlarımız haklarına düşeni alıp bizi terk ederse korkuları başladı" deniyor. Bence, aynı şey, çalışan ve üreten binlerce kadın için de geçerli "ya kocalarımız haklarına düşeni alıp bizi terk ederse" diye. Yani, sonuçta, mutlaka, risk varsa, kadın ve erkek için vardır.

Kanun, eksiğiyle artısıyla, doğrusuyla yanlışıyla çıkıyor. Bu haliyle tüm toplum için geçerli olmalıdır. Faydasını birkısım kullanıp, diğer kısım mağdur olmamalıdır. Zararını, anca beraber kanca beraber çekmek zorundayız. Zaten, şimdi, bir aile mutlu, huzurlu yaşarken, ne erkek ne kadın "hadi notere gidelim de boşanırken hangi mal rejimini benimseyelim" diyemez. Eğer, bir taraf böyle bir teklifte bulunursa, diğer tarafın aklına binbir türlü şey gelir, şüphe girer; "bu da nereden çıktı" diye "yoksa"lar başlar, "yoksa"lar çoğalır ve mutlu bir aile yok olur, dağılır gider.

Burada parantez açıyorum ve şahsî fikrimi söylüyorum: Medenî Kanunun yeniden düzenlenmesinin, gerekçesinde, günümüze kadar okuyamayan, meslek sahibi olamayan, erkeklerle rekabet edemeyen mağdur kadınlarımız için olduğu yazılıydı. Bu yüzden, bu kanun, gelecekten çok, geçmişi ilgilendirmektedir; çünkü, 21 inci Yüzyılda, kadınlar, erkekler ve çocuklar daha bilinçli, daha çalışkan, daha üretken olacaktır ve cinslerin korunmaya ihtiyacı kalmayacaktır.

Sadece Medenî Kanunun değişmesi yetmez; bunun sağlıklı ve minimum hatayla uygulanabilmesi için, aile mahkemeleri kurulması gerekir. Eşit paylaşımda oluşabilecek zorluklara pratik çözümler ortaya konulmalıdır. Aile şirketleri, ayrılık halinde, inatlaşma uğruna kapatılacak ve muhtemelen ekonomik ve istihdam kayıpları olacaktır. Köylerde de tarlalar bölünecek, ekilip biçilmeyecektir.

Ayrıca, Ceza Kanunu da değiştirilmelidir; çünkü, Medenî Kanunda, erkekle beraber toplumun eşit bireyi yaptığımız kadın, Ceza Kanununda ise, öncelikle, babanın ve kocanın mülkiyetinde ve sorumluluğunda görülmektedir.

Son olarak şunları söylemek istiyorum: Medenî Kanunu yapmakla medenî olunmaz; önemli olan, kafaların medenî olmasıdır. Problemleri çözmenin yolu, sadece mükemmel kanunlar çıkarmak değildir. Bir düşünürün dediği gibi "kusurlu insanları, kusursuz kurumlar kurarak kurtarmak hayaldir." İnsanlarımızı, köklü tarihinden, kültüründen, dilinden, dininden koparmadan eğitir yetiştirirsek, bu kanunlara daha az müracaat edeceğimizi düşünüyorum.

Konuşmamı, Medenî Kanundan ne anlıyorsunuz diye sorduğumda, Antalya'dan bir yörük kadının doğal cümleleriyle bu kanunu yorumlamasını sunarak bitiriyorum: "Erkekler, tereyağından kıl çeker gibi, allem eder kallem eder, bu parayı, bu malı gene bize yedirtmezler."

Hepinize saygılarımı sunuyorum. (MHP, DSP ve ANAP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN - Teşekkür ederim Sayın Ünal.

Efendim, şimdi söz sırası, Demokratik Sol Parti Grubunda.

İstanbul Milletvekili Sayın İsmail Aydınlı; buyurun. (DSP sıralarından alkışlar)

DSP GRUBU ADINA İSMAİL AYDINLI (İstanbul) - Sayın Başkan, 10 dakika konuşacağım; ama, biraz sarkarsa, müsaade edin...

BAŞKAN - Tabiî efendim; ben, 10 dakikaya göre ayarlayayım, sonra...

İSMAİL AYDINLI (Devamla) - Sayın Başkan, Yüce Parlamentonun değerli üyeleri; DSP Grubu adına Medenî Yasa Tasarısının 9 uncu Bölümüyle ilgili söz almış bulunuyorum; sözlerime başlamadan evvel, şahsım ve Grubum adına hepinizi saygıyla selamlarım.

Bildiğiniz gibi, Türk hukuk devriminin temel taşlarından biri olan Türk Kanunu Medenisi, Türkiye Büyük Millet Meclisi tarafından 17 Şubat 1926 tarihinde kabul edilmiş ve 4 Ekim 1926 tarihinde yürürlüğe girmiştir. Ondan önce, yalnız, hayatın dar bir alanındaki ilişkileri düzenleyen, 1 851 maddeden oluşan ve 1876 tarihinde tamamlanarak yürürlüğe girmiş Mecelle vardır; onun da, ancak 300 maddesi o günkü koşullarda ihtiyaçlara cevap verir niteliktedir. Geriye kalan kısmı, ülkemizin değişen ve gelişen koşullarında ihtiyaçlara cevap vermekten uzak, ilkel kurallardan oluşmaktadır.

Bugün, ne yazık ki, harcı ulusal Kurtuluş Savaşıyla atılmış Türkiye Büyük Meclisi çatısı altında, eskiye özlem duyan ve din istismarcılığı yapan ve Meclis kürsüsündeki yeminine bağlı kalmayan, takıyye yapan bazı grup sözcüleri ve milletvekilleri, olayı çeşitli yönlerden çarpıtmak için, uygarlığın ve demokratikleşmenin, kadın-erkek eşitliğinin bir göstergesi olan bu kanun tasarısı üzerinde bile, sömürme olayına devam ediyorlar.

Değerli milletvekilleri, insanlık tarihî, sosyal mücadeleler tarihî olduğu kadar, bir uygarlık yarışı tarihidir. Bu uygarlık yarışında geride kalmak, ekonomik, siyasal, sosyal ve kültürel anlamda hâlâ ortaçağ zihniyetini taşımak, bu Yüce ulusun kaderi değildir. Bunu bilen Büyük Önder Mustafa Kemal Atatürk, mayasında laiklik ve laik yaşam olan Türk Ulusuna, cumhuriyetinin kurulması, hilafetin kaldırılması, latin alfabesinin kabul edilmesi sonucu, laiklik kadar önemli olan, aile hukuku ve özel hukuk alanında çağının ihtiyaçlarına cevap veren bu yasayı da armağan etmiştir; çünkü, biz biliyoruz ki, Mecelle, Medenî Kanunun içerisine giren sorunları çözmekten uzaktı. Ayrıca, hâkimlerimiz, Medenî Kanun konusu ihtilafları çözmek için, yetersiz eski hukuk kaynaklarından ve dinî esaslardan çıkarılan kurallarla, bilgilerle yargısal çözüme ulaşamıyorlardı. Ayrıca, aynı konu hakkında, ülkenin bir yerinde verilen kararlar ile diğer yerinde verilen kararlar, aslında, birbirleriyle çelişiyordu. Cumhuriyet yönetimi, adaleti, bu karışıklıktan, ilkel durumdan kurtarmak için, Türk devrimine ve uygarlığın gereklerine uyan yeni bir Medenî Kanunu bu ulusun hizmetine sunmuştur. Ayrıca, Türk Ulusunun ihtiyaçları ile uygarlık ailesinin diğer üyeleri arasında, ulusların ihtiyaçları açısından bir farklılık yoktur. Ayrıca, bütün aydınlanma süreci boyunca toplumsal yarar açısından zorunlu olan bu değişikliklere, çıkarı bozulan, halkı cehaletin eşiğinde bırakıp, onu sorunlarını ve çözümünü anlama hususundan yoksun bırakmayı amaçlayan, kutsal din kurallarını politikasının aracı haline getiren çıkar grupları oluşmuştur ki, bu gruplar dün olduğu gibi bugün de vardır; ancak, ne çare ki, çağdaş uygarlığı ve yaşamı benimsemiş, onu aşma hedefini amaç haline getirmiş Türk Ulusunun büyük çoğunluğu, bunlara prim vermeyecektir.

Gerçekten, çağdaş uygarlık ile Mecelle hükümleri bağdaşmaz. Ayrıca, Mecelle ile Türk insanının yaşamının da bağdaşmayacağı açıktır.

Ayrıca, bu kanun tasarısının hazırlanmasında emeği geçen hukuk komisyonu üyelerine, Adalet Bakanlığı mensuplarına ve benim de içinde bulunduğum çeşitli partilere mensup Adalet Komisyonu üyelerine ve bize katkılarını sunan kadın kuruluşu derneklerimize teşekkür ediyorum.

Bu arada şu hususa da değinmek istiyorum: Gerek kanun tasarısının hazırlanmasında ve gerek komisyon tartışmalarında dile getirilen Türk dili ve sözcüklerine büyük önem verilmiş, her şeye rağmen, Türk Medenî Kanununun yürürlüğe girdiği dönem ve koşulları nazara alındığında, yalnız hukuk fakültesinde okuyan değerli öğrencilerimizin anlayacağı bir dil olmaktan öte, bugün de vatandaşlarımızın anlayacağı bir şekilde yürürlüğe girmesine özen gösterilmiştir.

Sayın Başkan, değerli üyeler; elimde, çeşitli zamanlarda ulaşmış, ilgili tarafların mektupları, faksları, uyarıları var. Katılımcı ve çoğulcu bir demokrasinin uygulanmaya çalışıldığı ülkemizde, sorumlu milletvekilleri olarak, gelen uyarıları da nazara almak zorunda olduğumuzu düşünüyorum.

Birinci olarak, bazı pasajlarını okuyacağım Kadın Araştırmaları Derneğinden gelen Sayın Prof. Necla Arat imzalı mektupta, bakınız, Sayın Hocamız ne diyor: "17 Şubat, Türk toplumunda kadınların tarihi açısından çok önemli bir gün; çünkü, kadınlar, yetmişbeş yıl önce 17 Şubat 1926'da kabul edilen Medenî Kanunla (Yurttaşlar Yasası) toplumsal yaşamda görünür olmanın ilk adımını atmış oldular. Şeriat hukukunu silip ortadan kaldıran, kadının binlerce yıllık alışılmış boyun eğmişliğini ve ikinciliğini sarsan 1926'nın Medenî Kanunu, kuşkusuz, kabul edildiği yıllarda, çağının toplumsal, kültürel koşullarında, bu toprağın kızları için çok ilerici bir nitelik taşıyan bir devrim kanunu idi. Gerçekten, Türk hukukunu, özel hukuk alanında dinsel hukuk sisteminden çıkarıp, kara Avrupası hukukları grubuna geçiren bu kanun, Atatürk devriminin temel taşlarından biri olarak, Türkiye'deki aydınlanmanın, çağdaşlaşmanın, âdeta, dinamosu ve itici gücü oldu. Türk kadınları, din ve dünya otoritelerinin ayrılığı ilkesi ile devletin her çeşit din karşısında -ben buna mezhepleri de dahil ediyorum- yansız olması ilkesini benimseyen laik karakterli bu kanunla, medenî haklara sahip bireyler olarak yeni bir toplumsal statü kazandılar. Örneğin, mecburî medenî evlenme, tek eşlilik, yargıç hükmüyle boşanma, mirasçılıkta kadın-erkek eşitliği ve benzeri gibi yeni haklara sahip oldular. Bu nedenle, her 17 Şubatta, Medenî Kanunun, özellikle de içerdiği laiklik niteliğinin kendileri için taşıdığı anlam ve değerin bilinciyle, Büyük Atatürk'ü ve dava arkadaşlarını minnet ve saygıyla anıyorlar."

Gerçekten, hızla değişen bir dünyada yaşıyoruz. Toplumumuz da, bu değişikliklere çağdaş uygarlık doğrultusunda ayak uydurarak, gerekli dönüşümleri yapmak zorundadır. Toplumsal, siyasal, yasal ve kültürel anlamda yapılacak dönüşüm ve değişimler, hem demokratikleşmenin hem de çağdaş anlamda kadın-erkek eşitliğinin bir gereğidir. Aynı zamanda, Atatürk'ün "devrimin tamamlanması gerekir" vasiyetine de uygundur.

Ayrıca, Yüce Meclis, yapmış olduğu son anayasa değişiklikleriyle, Anayasanın "kanun önünde eşitlik" ilkesine uygun olarak, 10 uncu madde doğrultusunda "ailenin korunması" başlığını taşıyan madde 41'e eklemede bulunarak "aile, Türk toplumunun temelidir" ibaresine "ve eşler arasında eşitliğe dayanır" ibaresini eklemiştir. Bu değişiklik, Anayasamızın lafzına ve özüne uygundur; Sayın Cumhurbaşkanı tarafından da onaylanarak, Resmî Gazetede yayımlandıktan sonra yürürlüğe girmiştir.

Diğer yandan, Medenî Kanunumuzdaki bu değişiklikler, eşlerin eşit haklardan yararlanma ilkesi çerçevesinde yeniden ele alınırken, hukuksal olarak, Anayasamızdaki eşitlik ilkesi ve cinsler arasındaki ayırımcılığı yasaklayan maddelere dayandığı gibi, Türkiye Cumhuriyeti Devletinin imzaladığı ve her birinin bağlayıcılığı olan uluslararası insan hakları sözleşmeleri, Kadınlara Karşı Her Türlü Ayırımcılığın Ortadan Kaldırılması Sözleşmesi ve Kadınların İlerlemesi İçin Geleceğe Yönelik Nairobi Stratejiler Belgesi de önemli dayanaklardır. Örneğin, Nairobi Belgesinin "Temel Stratejilerin Ulusal Düzlemde Yerine Getirilmesi İçin Alınacak Anayasal ve Yasal Önlemler" başlığı altındaki 68 inci paragrafı, açıkça "Medenî Kanun, özellikle aile hukukuna ilişkin bölümü, kadınların ikincil olduğu ayırımcı uygulamalar ortadan kaldırılmak üzere yeniden gözden geçirilmelidir. Evli kadının yasal durumu, ona eşit hak ve yükümlülükler sağlayacak biçimde yeniden incelenmelidir" diyor.

Bu arada, Atatürk'ün 19 Ocak 1923 tarihinde İzmit'te, İzmit Sinemasında halka yaptığı konuşmadan pasajlar sunmak istiyorum:

"Efendiler, bizim milletimizin adalet duygusu yok değildir. Biz, düşmanların dediği gibi, vahşi ve canavar değiliz; aksine, onlardan çok yüksek adalet duygusuna, ahlakî yüceliğe ve merhamete sahibiz; fakat, uygulama, zaman zaman bu gerçeği reddeder şekilde görülmektedir. Bana bu soruyu soran bir avukat arkadaşımızdır ve adliye mensubudur. Onlar ve diğer arkadaşlarımız bilirler ki, bizim, esas olarak, bir Mecellemiz vardır. Bu Mecelle, Mithat Paşa zamanında yapılmıştı.

Efendiler, yine o Mecellenin içinde, o Mecellenin dayanağını oluşturan bir şey vardır. Her şeyin devam ve sürekliliği, herhangi bir şeyin korunması veya kaldırılması, zamanın gereklerine göredir. Zamanın değişmesiyle hükümler değişir ve değişmelidir. Bundan on sene, yirmi sene, yüz sene ve bin sene önce geçerli olan hükümler bugün yürürlükte olsun iddiasında bulunamayız. Kanunlarımızı inceleyelim ve bunların dayanak noktalarını, önce ülkemizin koşullarıyla, durumuyla ve milletimizin gerçek toplumsal ihtiyaçları ve vicdanıyla; fakat, aynı zamanda, ilerleyen dünyayla ilişkilerinden doğan zorunluluğu da dikkate alarak iyileştirmek gereklidir.

Biz Türkiye Halkı, insanlık dünyasından soyutlanarak, başlıbaşımıza yaşayamayız; bütün dünyayla, bütün insanlıkla beraber yaşarız ve yürürüz ve hiç olmazsa, onlarla bir hizada yürümeye mecburuz. Yapacaklarımızı ona göre yapmak zorundayız."

(Gazi ve İnkılap, Siirt Mebusu Mahmut Soydan)

(Milliyet Gazetesi 1929'da başlayan yazı dizisi)

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN - Buyurun Sayın Aydınlı.

İSMAİL AYDINLI (Devamla) - Sayın üyeler, Medenî Yasada yapılan en önemli değişiklik, aile hukukuna ilişkindir. Tasarıda karı ve kocaya farklı görev ve sorumluluklar veren, kanun önünde eşitsizliğe neden olan maddeler değiştirilerek "eşlerin, eşit haklara sahip olmaları" sağlanmıştır. Bunlara örnek verecek olursak, tasarıdaki 186 ncı madde kapsamında "eşler evlilik birliğini beraberce yönetirler, oturacakları konutu birlikte seçerler, eşler evlilik birliğinin giderlerine emek ve malvarlıklarıyla katılırlar" hükmüne yer verilmiştir.

Ayrıca "koca ailenin reisidir" hükmü kaldırılmış, evlilik yaşı olarak -kadın ve erkek ayrımı yapılmaksızın- 17 yaşın doldurulması koşulu getirilmiştir. Ayrıca, evlilik birliğini, eşler eşit hak sorumluluk esasına göre temsil ederler.

Ancak, Meclis Genel Kurulunda görüşülmekte olan aile hukuku sorunlarına ilişkin tasarıdaki -tabiî hepsi komisyonlardan geldiği gibi yasalaşırsa- takdir yetkisi yargıçlarımıza ait olmak üzere, birer ihtisas alanı olan ve aile hukukundan doğan sorunların çözümü, birer uzmanlık alanı olacağından, bir an önce aile mahkemelerinin kurulması gereklidir.

Laik ve eşitlikçi hukuk düzeninin güçlenmesi, kadın hakları için değil, toplum ve demokratikleşmesi, demokrasimiz açısından da büyük önem taşımaktadır.

Ayrıca, bu kanun tasarısının yasalaşması halinde, Türk toplumunun kutsal aile yapısının bozulacağı, evlilik bireylerini bir şirket haline getireceği iddiaları da doğru değildir; ancak, boşanma halinde, kapı önüne konulan, onlarca yıllık hizmeti bir kalemde silinen kadınlarımızı, bir an olsun ferahlatmak ve güvenceye kavuşturmak için asıl ve kanunî mal rejimi olarak "edinilmiş mallara katılma" rejimi kabul edilmiştir.

Ben inanıyorum ki, hiçbir Türk erkeği ve erkeklerin büyük çoğunluğu bu iyileştirmelere karşı çıkmaz. Sonuç olarak onlar da bir ananın evladıdır. Tabiî ki, gözü maldan başka bir şey görmeyen, kadınlarımızı bir döl yatağı olarak gören erkek vatandaşlarımız yukarıdaki çoğunluğun dışındadır.

Bugün, ülkemizde bu tasarı yürürlüğe girinceye kadar, kanunî mal rejimi, mal ayrılığı esasına dayanan mal rejimidir.

Yukarıdaki mal rejimine ilişkin madde, Türkiye Büyük Millet Meclisi Genel Kurulunda uzun tartışmalardan sonra kabul edilmiştir. Tüm üye arkadaşlara duyarlılıklarından dolayı teşekkür ediyorum.

Kanun tasarısının bu şekliyle, o da, 1 Ocak 2002 tarihî itibariyle yürürlüğe girecek olması, kamuoyunda büyük tartışmalara ve tepkilere neden olmakta ve olacaktır.

Kadın kuruluşlarımızdan bize ulaşan yukarıdaki tarihe kadar geçecek dönem için bugüne dek kadınlar açısından oldukça olumsuz sonuçlar doğurduğu tartışmasız olan eski mal ayrılığı rejimi aynen uygulanacaktır" denildikten sonra, kısaca "bir elle verilen diğer elle geri alınmaktadır" diyorlar.

Ayrıca, Medenî Yasanın yürürlüğe giriş tarihiyle ilgili bir başka yasa tasarısında, hükümetten gelen tasarının aksine, 10 uncu maddesinde yapılan bir değişiklik söz konusu. Edinilmiş mallara katılma rejiminin, evliliklerin, yasanın yürürlük tarihinden sonraki dönemi için uygulanması kabul edildi. Bu durum, ancak yasanın yürürlük tarihinden sonraki evliliklere uygulanacağı, geçmiş evliliklere uygulanamayacağı sonucunu doğurmakta olup, eşitlik kavramına ters sonuçlar verecektir.

Ayrıca, 10 uncu madde, komisyondan geçtiği şekliyle yasalaşırsa, eski yasanın yetmişaltı yıllık uygulamasının mağduru olan milyonlarca kadının mağduriyeti giderilmeyecek, sadece kadınlar ve erkekler arasında değil, eski yasaya tabi kadınlarla, yeni yasaya tabi kadınlar arasında eşitsizlikler ve ayrımcılıklar yaratılacaktır. Bu durum, yukarıda belirttiğim gibi, Anayasanın eşitlik ilkesine ve Türkiye'nin imza attığı uluslararası sözleşmelere de aykırılık teşkil etmektedir. Bu nedenle, edinilmiş mallara katılma rejiminin, eşlerin eski ve yeni evliliklerine bakılmaksızın, evlenme tarihinden itibaren uygulanması gerekir.

Yüce Parlamentonun değerli üyelerinin, yürürlük tarihiyle ilgili madde görüşüldüğünde gerekli duyarlılıkları göstereceğine inanıyor, hepinize şimdiden teşekkür ediyorum. (DSP sıralarından alkışlar)

Ancak, bir husus var. Bu da, sporcu kardeşlerimizle ilgili. Ben, Karate Federasyonunun fahrî başkanıyım. Bu federasyon, ülkemize, 1998'de takım halinde bayanlar Avrupa ve dünya şampiyonluğu, 1999'da takım halinde bayanlar Avrupa şampiyonluğu, 2000'de takım halinde bayanlar Avrupa şampiyonluğu, 2001'de gençler ve erkekler takım halinde dünya şampiyonluğu, 2001 yılı kasım ayında, benim de bulunduğum Sofya'daki Balkan Şampiyonasında, minik yıldızlarda en fazla madalya ve takım halinde (kız-erkek) birincilik kazandırmıştır. Bu spor dalımıza gerekli desteğin verilmesini istiyorum; basınımızın da bu konuda gerekli ilgiyi göstereceğine inanıyorum.

Beni dinleme zahmetinde bulunduğunuz için hepinize teşekkür ediyorum. (DSP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN- Sayın Aydınlı, teşekkür ediyorum efendim. İki kere teşekkür ediyorum bu temenninizden dolayı.

Şimdi söz sırası Saadet Partisinde efendim.

Birinci bölüm için Sakarya Milletvekili Sayın Cevat Ayhan; buyurun efendim.

Sayın milletvekilleri, bundan sonra Sayın Bakan konuşacak, daha sonra oylama yapacağız; haberiniz olsun, bir yere kıpırdamayın.

Sayın Ayhan, siz, 10 dakika kullanacaksınız değil mi?

CEVAT AYHAN (Sakarya) - Evet Sayın Başkan.

BAŞKAN - Buyurun.

SP GRUBU ADINA CEVAT AYHAN (Sakarya) - Muhterem Başkan, muhterem üyeler; Saadet Partisi adına, 723 sıra sayılı Medenî Kanun Tasarısı üzerinde, Dokuzuncu Bölümde konuşmak üzere söz almış bulunuyorum.

Konuşmaya başlarken, mübarek ramazan ayına girmemiz sebebiyle, oruçlar, teravih namazları, dualarla geçecek olan ramazan ayının, aziz milletimize, İslam âlemine ve bütün insanlığa hayırlı olmasını ve saadetler getirmesini diliyorum.

Muhterem arkadaşlar, Medenî Kanun Tasarısı 1030 maddedir. Tabiî, bu kadar uzun bir kanun tasarısının görüşülmesinin vakit alacağı düşünülerek, İçtüzükte milletvekillerinin maddeler üzerinde konuşmasının engellenmesine rağmen -bu hükümet, iktidar tarafından- yine de kısaltılmış, bölümler halinde müzakeresi Meclis gündemine alınmış bulunmaktadır.

Benim konuşmam, dokuzuncu bölüm üzerinde olacak. Bu bölüm, Birinci Bölüm, irtifak hakları ve taşınmaz yüküyle ilgili, 779 uncu maddeden 849 uncu maddeye kadar olan kısımdır. İkinci Bölüm, taşınmaz rehniyle ilgili, 850 inci maddeden 938 inci maddeye kadar olan bölümdür. Takriben 150 civarında madde. Tabiî, 20 dakikada ne kadar konuşulur, o kadar konuşacağız. Maddeler üzerinde teknik teferruata inmek, bu süre içinde, çok değerli hukukçu arkadaşlarımız için dahi mümkün değildir. Onun için, bu bölüm başlıklarından sonra, kanun tasarısıyla ilgili tartışmalar hakkında bazı hususları dikkatinize arz etmek istiyorum.

Tabiî, değerli arkadaşlar, tasarının itiraz edilen hususlarından biri, kullanılan kelimelerdir, lisanıdır, dilidir. İkinci husus da, tasarının -şahsen, bunu arz ediyorum- bütününü değiştirmek yerine, bugün için uygulamada, tatbikatta sıkıntı veren maddeler, eksiklikler neyse onlarla ilgili bir tadilat metni getirilir, 1 030 madde yerine -bu 30'dur, 40'tır, 50'dir, her ne ise- sınırlı bir tasarı kabul edilir ve kanun, şikâyetçi olunan eksiklikleri giderilmiş vaziyette uygulanmaya devam ederdi.

Bendeniz, hukukçu değilim, mühendisim; ama, tabiî, bir kişi olarak, okumuş yazmış bir insan olarak, devamlı dinlemişizdir, okumuşuzdur -bunu hukukçular daha iyi bilir- kanunların eskiliği makbuldür, kanunun yenisi makbul değildir. Niye; kanunlar eskidikçe onların tatbikatıyla ilgili hem tatbik eden hukukçular hem de vatandaş bakımından kanunun manası, medlulü anlaşılır ve ona göre herkes hayatını, işini -neyse, kanun neyi ilgilendiriyorsa- ticaretini ona göre düzenler; ama, siz kanunları ikide bir değiştirdiğiniz zaman, hele hele, kelimeleri de değiştirdiğiniz zaman, kanunun tatbikini zorlaştırırsınız.

1960 darbesinden sonra, hatırlıyorum, o zaman anayasa değişikliği gündeme gelmişti. İstanbul Üniversitesinden hukukçu bir grup üniversite hocaları yeni bir anayasa yapmak için toparlanmışlardı. O zaman Anayasa Ordinaryüs Profesörü Ali Fuat Başgil Hoca vardı. Kendisi, o günlerde, bir seri makale yazdı; dedi ki: "Anayasaların eskiliği makbuldür." Batı anayasalarından misaller verdi; demokratik ülkelerden, demokrasinin, hukukun yerleştiği ülkelerden misaller verdi. Tabiî, onun o ilmî mütalaaları sebebiyle kendisi ihtilal idaresi tarafından tevkif edildi, Balmumcu'da haftalarca, aylarca hapsedildi. Tahammülsüz bir anlayış tabiî.

Biz 60 Anayasasını değiştirdik; ama, 80'e geldik, olmadı dedik, yırttık attık, bir daha değiştirdik; şimdi, tekrar, 20 madde, 30 madde değiştiriyoruz. Geçmişte, bu Mecliste yine tartışıldı; uzun anayasa yerine, kısa, ana prensipleri vaz eden anayasamız olsun. Bunu şunun için söylüyorum: 1 030 maddelik Medenî Kanun yerine, ihtiyaç olan noktalarda değişiklik yapılırdı, bu tartışmalar da olmazdı. Hâkim alışmış, savcı alışmış, vatandaş alışmış, avukat alışmış. Mesele budur.

İkincisi; tasarının diliyle ilgili bir hususu arz etmek istiyorum, müsaade ederseniz. Bakın, burada, bu bölümün ilk maddesi 779 uncu madde, eskisinde 703 üncü madde; okudum ve mana itibariyle anlamaya çalıştım. Bu madde, irtifak haklarıyla ilgili bir madde. Bu maddenin ikinci fıkrası "Yapma borçları, irtifaka başlı başına konu olamaz; ona ancak yan edim olarak bağlanabilir" diyor. Meri olan maddede de benzeri ifade var. Bunun ne manaya geldiğine baktım. Bununla ilgili olarak Meclis içerisinde bulunan iki arkadaşla görüştüm. İkisi de bana manasını söyleyemedi. Kelime olarak manasını anlıyorsunuz da, medlulü nedir, bunun içinde ne var, neyi düzenliyor bu bilemediler. Ayıp mı bu; değil. Medenî hukuk sahasında, hâkim olarak, savcı olarak, avukat olarak bu davalara girip çıkmamış bir insan bu şeyleri, maddenin şeyini bilmeyebilir; hukukçu bilmiyor bunu. Bunu, şunun için söylüyorum: Efendim, kelimeleri değiştirdik yeni nesiller anlamıyor. Burada muhterem Bakanımız da ifade ettiler. Yani, şimdi, ben mühendis olarak bunun içini bilemiyorum. Yani, manasını anlıyorum kelime kelime; ama, bir avukat da bunu bilemiyor şey itibariyle. Şuraya gelmek istiyorum: Yani, siz, üniversite mezunu, hatta üniversite hocası, çok iyi, Türkçeyi kullanan, bilen, okuyan yazan insan olabilirsiniz; ama, felsefeci değilseniz, önünüze bir felsefî metin konduğu zaman onu çözemezsiniz, hukukçu değilseniz onu çözemezsiniz, doktor değilseniz, hekimliğe -doktorluğa- ait bir şeyi çözemezsiniz, mühendis değilseniz belli sahada, bir mühendislik ibaresini çözemezsiniz. Yani, onun için "efendim, üniversiteye gelenler anlamıyor; avukatlar yahut hukukta okuyanlar anlamıyor." Bunu söylemeye hakkımız yok. Çünkü, her mesleğin bir meslek terminolojisi, dili vardır; onu, o mesleğe giren insan öğrenir, benimser ve onunla yaşar hale gelir. Üniversiteye gelen hocalarımız, Sayın Bakan burada ifade ettiler, bir hocadan naklen "efendim, gelen talebelere -öğrencilere- tercümanlık yapıyoruz." Bunun iki sebebi vardır. Kelimeyi bilmiyorsa, mükellefiyeti bilmiyorsa, demek ki, o, lisede iyi bir eğitim almamış. Sokak Türkçesiyle lise mezunu olur, gelirse, kendi kültürünü, Fuzuli'yi, Yahya Kemal'i, Çalıkuşu'nu, bunları anlayamıyorsa, okuyamıyorsa -bizim kültürümüze ait eserleri- onların kelimelerine, manasına girememişse, elbette anlamaz. Onun için, dönüp burada, lise eğitiminde, üniversiteye öğrenci hazırlayan eğitimde, kendi kültürümüzü, kendi eserlerimizi okuyacak, anlayacak insan yetiştirmemiz lazım.

BAŞKAN - Sayın Ayhan, süreniz bitmek üzere.

CEVAT AYHAN (Devamla) - Teşekkür ederim.

Müsaade ederseniz veyahut arkadaşımız müsaade ederse bir iki dakikada bitirebilirim.

BAŞKAN - Sayın Pamukçu da sıkıştırıyor efendim.

Size de saygımız sonsuz. Bugün beni kırmayacağınızı ümit ediyorum.

CEVAT AYHAN (Devamla) - Siz, kendi kontenjanınızdan lütfedin Muhterem Başkan.

Şimdi, size şunu söyleyeyim: Bugün Shakespeare'in şu şeyini anlamıyor diye İngiliz çocukları, Shakespeare'in eserlerini mi değiştirirsiniz?! Yani, biz, bugün, eğer, Reşat Nuri Güntekin'in Çalışıkuşu'nu anlayamayan, Halide Edip'in eserlerini anlayamayan, Yahya Kemal'in eserlerini anlayamayan öğrenci yetiştiriyorsak, liseden, bu, bizim eğitimimizin zayıflığıdır; dönüp bu noktaya bakmamız lazım. Yani, öğrenciler anlamıyor, değiştirelim; ne olacak; on sene sonra bir daha değiştirilecek.

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

CEVAT AYHAN (Devamla) - Biraz daha süre verirseniz...

BAŞKAN - Efendim, tabiî, ben size vereceğim; Sayın Bakan bile kırmadı, bundan sonra yarısını konuşacaktı; siz de uyarsınız tahmin ediyorum.

CEVAT AYHAN (Devamla) - Peki, teşekkür ediyorum.

İkinci bir husus olarak da şunu arz etmek istiyorum: Reddi miras meselesi. Değerli arkadaşlar, Türkiye, ikiyüz yıldır büyük bir değişimin içinden geçiyor. Tanzimat dönemi, cumhuriyete kadar, selektif bir uygulama dönemiydi. Yani, iki kültür bir aradaydı; Batı'dan gelen, bizim kendi kültürümüz arasında seleksiyon. Tabiî bir değişimdi bu, tedricî  bir değişimdi; ama, cumhuriyetten sonra zecri bir değişim dönemi oldu. Tercihtir... Geçmişe ait bütün şeyler değiştirildi; Medenî Kanun, Ticaret Kanunu, her şey değiştirildi ve tabiî, imparatorluktan cumhuriyete geçerken de, kendi iddiaları için o dönemde öyle olma ihtiyacı vardı; ama, aradan yetmişsekiz yıl geçmiş. Bu milletin tarihi de yetmişsekiz yıl değil ki. Biz, bin yıldır Anadolu'dayız. Ondan önce de başka mekânlarda vardık, bugün de o mekânlarda kardeşlerimiz var. Onun için, bir devletin, bir milletin, büyük devlet ve millet olması, geçmişten geleceğe uzanmasına bağlıdır.

Yahya Kemal'e "sen harabisin, harabatisin" dendiği zaman "ben ne harabiyim ne harabatiyim, kökü mazide olan atiyim" derdi.

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN - Efendim, 2 dakikalık eksüre de bitti, herhalde toparlarsınız.

CEVAT AYHAN (Devamla) - Yani, bir Adalet Bakanlığının da, hukuk camiasının da, devleti idare eden kademede bulunan insanların da millet kültürüne bir bütünlük içinde bakma ihtiyacı var.

1920'lerin konjonktürü farklıydı, bugün farklı. Şimdi CHP kuruluyor; DSP, getirsin, altı oku alsın bakayım parti programına... Atatürk zamanında, o, hem Halk Partisinin, fırkasının programıydı hem de Anayasada vardı. Getirin, koyun bakayım... Bugünkü maslahata uymuyor. Ne yapacaksınız? Bu, reddi miras mı oluyor yani?! Bugünün ihtiyaçları neyse, kanunları buna göre düzenlemeye mecbursunuz. Katı kalıplarla, dar kafalarla meseleye yaklaşmayın diyorum.

Hepinizi hürmetle selamlıyorum. (SP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN - Teşekkür ediyorum efendim.

Saadet Partisi Grubu adına ikinci söz, Bayburt Milletvekili Sayın Suat Pamukçu'da. (SP sıralarından alkışlar)

Buyurun Sayın Pamukçu.

Efendim, size, 10 dakika, ben kendi kontenjanımdan verdim; kontenjan da yok ya... Başkalarından kestik, Sayın Ayhan'a verdik.

SP GRUBU ADINA SUAT PAMUKÇU (Bayburt) - Teşekkür ederim Sayın Başkan.

Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; Yüce Heyetinizi saygıyla selamlıyorum.

Medenî Kanunun sınırlı aynî haklarla ilgili düzenlemeler içeren bölümü üzerinde, Saadet Partimiz Grubunun görüşlerini iletmek üzere söz aldım. Sözlerime başlarken, Yüce Heyetinizin ve aziz milletimizin ramazanı şerifini tebrik ediyor, hayırlara vesile olmasını diliyorum.

Bölümle ilgili görüşlerimize geçmeden önce, birkaç kavram üzerinde durmayı, konunun aydınlanması ve Partimizin görüşlerinin kamuoyumuza ve Yüce Heyetinize arzını uygun bulduk.

Eşya üzerindeki intifa ve tasarruf yetkisine hak diyoruz ve bu tanımdan hareketle, hakları üçe ayırabiliriz. Bunlardan birincisi, eşya üzerinde hem rakabe hem de intifa hakkı tanıyan tam mülkiyet hakkıdır; bir diğeri, sadece intifa hakkı tanıyan menfaat mülkiyetidir; bir diğeri de, ayn'a bağlı olarak, yani, irtifak hakkı dediğimiz haklardır. Konumuzla ilgisi dolayısıyla, konuşmamızda, yalnızca, intifa hakkı ve irtifak hakkı üzerinde duracağız; ancak, önce, hakkın kaynağı nedir, nereden neşet eder, önemine binaen ve görüşlerimizin daha iyi anlaşılması açısından izah etmek ihtiyacını duyduk.

Hakkın kaynağı açısından iki ayrı görüş ifade edilir. Bunlardan birincisi, maddeci görüştür; Batı'nın görüşüdür ki, bunlara göre, hak, dört şeyden doğar. Birincisi, kuvvet- Batı anlayışına göre, kuvvet- bir hak sebebidir; ikincisi, çıkar, hak sebebidir; üçüncüsü, çoğunluk, hak sebebidir ve dördüncüsü de, imtiyaz, hak sebebidir. Bugün yaşadığımız birtakım olaylara da baktığımız zaman, tarihteki olaylarla birlikte değerlendirdiğimiz zaman, bunların ne anlama geldiğini ayrıca izah etmeye gerek kalmaz inancındayım.

Diğer bir hak anlayışına göre -ki, biz, Saadet Partisi olarak bu anlayıştayız- yine, hakkın dört kaynağı var. Bunlardan birincisi, insanların doğuştan ya da yaradılış itibariyle sahip olduğu haklardır ki, bunlara biz, insan hakları da diyoruz. Mesela, yaşama hakkı, mülkiyet hakkı, inanma ve inancını yaşama, yaşatma hakkı gibi.

Bize göre bir diğer hak sebebi, emek karşılığı hak. Yani, bir kimse, bir emek sarf etmiş, alınteri dökmüş; bu kişinin bir şey talep etmesi, hakkıdır.

Diğer bir hak sebebi de, sözleşmelerden doğan haklardır. İster kişiler arasında olsun ister devletler arasında olsun, yapılan sözleşmelerden haklar doğar.

Dördüncüsü de, adalet gereği olan haklardır; eşit işe eşit ücret gibi.

Konumuzla ilgili bölümde, tabiî, kanun, kendi içerisinde bir tasnif yapmış, bu tasnifin detayına girecek değilim; ancak, konumuzla alakalı olduğunu söylediğim intifa ve irtifak haklarıyla ilgili bazı hususları ifade etmek isterim.

İntifa hakkını, şahsî yararlanma anlamında da tanımlayabiliriz. Bu hak, şu şekillerde tesis edilmektedir: Yetkili merci tarafından verilen izinle, özel mülk sahibinin eşyadan faydalanmaya izin ve ruhsat vermesiyle, intifa hakkı veren akit ve tasarruflarla bu hak tesis edilebilmektedir. Bu hakkın özellikleriyle ilgili de şunları söylemek mümkün: Zaman, yer ve vasıf yönünden sınırlandırılmaları mümkündür. Miras yoluyla intikal etmezler. İntifa hakkı sahibi, yararlandığı eşyayı kasten telef ederse, tazmin etmekle yükümlü olur. İntifa hakkı bedelsiz elde edilmişse, yararlanılan eşyanın koruma masrafları intifa edene ait olur. İntifa hakkı sona erince, malın veya eşyanın rakabesi de malikine rücu eder.

Bu hak, şu hallerde de son bulmaktadır: Şahsa bağlı olanlarda hak sahibinin ölümüyle, kiralarda mal sahibinin ölümüyle, intifa süresinin dolmasıyla, intifa konusu eşyanın zayi olmasıyla sona ermektedir.

İrtifak haklarına gelince: Bunları da, bir gayrimenkul üzerinde, başka bir şahsa ait diğer bir gayrimenkulün yararına olarak tesis edilen haklar diye tanımlamak mümkün. Bu haklar da, akit içindeki hükümlerle; yani, bir gayrimenkulü içerisinde bulunan irtifak haklarıyla birlikte satın almak gibi bir akit yapılmışsa, bu şekilde irtifak hakları tesis edilebilir; bizatihi irtifak haklarının satın aktiyle, devriyle mümkündür, kamu mallarından toplumun istifade etmesiyle mümkündür -mesela yol, cadde, sokak gibi- vasiyet, zamanaşımı, izin, komşuluk hak ve kat hakkı yoluyla da tesisi mümkündür.

Bu hakkın başlıcalarını sıralarsak, bunların içerisinde, özellikle, kaynak irtifakı, mecra ve kirli suları akıtma irtifakı, geçit irtifakı, üst hakkı, kat irtifakını saymak mümkündür.

Özellikleriyle ilgili de, irtifak hakları süreklidir, miras yoluyla intikal edebilir ve devredilmesi mümkündür.

Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; görüşmekte olduğumuz kanunun adı üzerinde de birkaç cümleyle durmak istiyorum. Kanunun adı niçin Türk Medenî Kanunudur? Tamamen İsviçre Medenî Kanunundan tercüme edilmiş bir kanun. "Medenî" kelimesinin tanımı nedir? Hars ile alakasıyla bu kanunun hülasası, tamamen Batı medeniyetidir. Türk insanının harsı yok mudur? Bin yıllık tarihî seyir içerisinde oluşmuş bir kültür var iken, bu kültürden hareketle bir medenî kanun hazırlanıp, Yüce Heyetimizin huzuruna getirmek var iken, hiçbir şekilde izahı mümkün olmayan bir davranışla İsviçre Medenî Kanununun tercüme edilerek buraya getirilmesi, bu millete ve Yüce Meclise yakıştıramayacağımız bir husustur.

Kaldı ki, yasanın çok kötü bir şekilde tercüme edilmesiyle de orijinalinden uzak, Türk insanının anlaması mümkün olmayan bir hilkat garibesine dönüşmüş olması da ayrıca düşündürücüdür.

"Medenî" kelimesi, uygar, çağdaş, kültürlü anlamındaysa, bu kelimenin de tanımı yapılmalıdır. Sayın Başkan "şehirli" anlamına geldiğini ifade ettiler bir konuşmalarında, burada; doğrudur; ancak, bu, çok basit bir tanımlama olur. Yani "şehirli" anlamına geliyor derseniz, sanki köyde oturan yurttaşlarımız bu kanun kapsamı dışında kalıyor gibi bir anlam çıkabilir. Halbuki, Araplarda, Medineli yani şehirli olanlara, aynı zamanda, kültürlü, bilgili ve anlayışlı anlamına gelen "medenî" de denilmiştir. Çok kısa ve dar anlamda, medenî olmayı, bir parkta bank üzerinde oturup elma yiyen bir kimsenin, yediği elmanın en az yarısını yanında oturan kişiye ikram eden veya komşusu açken tok uyumayan ya da...

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

SUAT PAMUKÇU (Devamla) - Çok kısa, bitireceğim efendim.

BAŞKAN - Buyurun efendim.

SUAT PAMUKÇU (Devamla) - ...kendisi için istediği bir güzelliği, diğer insanlar için de isteyen kişinin davranışı diye tanımlayabiliriz. Bu tanımlardan hiçbirisine İsviçre veya Batı kültürüyle yetişmiş bir insan giremez. "Medenî" kelimesini başka şekilde de tanımlayabiliriz. Mesela, insan niçin vardır, insanı diğer varlıklardan ayıran özellikler var mıdır, varsa nelerdir sorularına cevap aradığımız zaman, medenî insanı da tanımlamış oluruz. İnsanla diğer varlıklar arasında dört önemli fark var: İnsan, diğer varlıklardan farklı olarak, iyi ile kötüyü, güzel ile çirkini, faydalı ile zararlıyı, adalet ile zulmü ayırt etme özellikleriyle yaratılmıştır. Dolayısıyla, bir insan, iyinin, güzelin, faydalının ve adaletin hâkim olması, üstün olması için ne kadar çaba harcıyorsa o derece medenîdir; böyle bir gayreti yoksa, tam aksine, kötünün, çirkinin, zararlının ve zulmün hâkim olması için çalışıyorsa veya çalışanlara destek oluyorsa yahut sessiz kalıyorsa, bu insana medenî denilemez. İsviçreli ya da Batılı, bu tanımlamanın hiçbirisine uymamaktadır.

Gönül isterdi ki, Saadet Partisi olarak Grubumuzun talebi, Medenî Kanunun izah ettiğimiz temel görüşlerimiz esas alınarak hazırlanması ve bütün insanlığın saadetine vesile olacak böyle bir kanunun bu Mecliste kabul edilmesidir.

Sayın Başkan, Medenî Kanunun görüşmeleri vesilesiyle, Partimizin görüşlerini açıklamamıza imkân verdiğiniz için, size teşekkür ediyorum. Sizi ve değerli milletvekillerimizi saygıyla selamlıyorum, aziz milletimize saadetler diliyorum. (SP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN - Teşekkür ediyorum Sayın Pamukçu.

Sayın Bakan, buyurun efendim.

Sayın Bakan, ifadenize göre ayarlayayım mı?

10 dakika... Buyurun.

ADALET BAKANI HİKMET SAMİ TÜRK (Trabzon) - Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; gruplar adına yapılan konuşmalarda, çok değerli görüşler açıklandı. Bu arada, hâlâ, kanunun geneli üzerinde de görüşler açıklanmaya devam ediliyor. Öyle anlaşılıyor ki, 1926'da neden Türk Medenî Kanununun yapıldığı, bu kanunun neden İsviçre Medenî Kanunundan alındığı, hâlâ, soru konusu oluyor. Aslında, bütün bunlar, şimdi huzurunuzda bulunan Türk Medenî Kanunu Tasarısının gerekçesine alınan 1926 gerekçesinde ayrıntılı olarak anlatılmıştır. Sadece bu dahi, o gerekçenin bu tasarının gerekçesinde de yer almasının ne kadar gerekli olduğunu ortaya koymaktadır.

"Medenî Kanun" terimi, yalnız Türkiye'de değil, hemen hemen bütün dünyada kullanılan bir terimdir. Kişiler hukuku, aile hukuku, miras hukuku, eşya hukuku, hatta, bazı ülkelerde borçlar hukuku, hatta, ticaret hukuku dahi bu başlık altında, büyük kanunnamelerde toplanmaktadır; bizde de yapılan budur. Daha önce, adı hakkında, ben etimolojik açıklama yapmıştım. Bir kez daha söylemek gerekirse, Medenî Kanun, bir sitede, bir şehirde, bir ülkede yaşayan insanların -yurttaş olmaları gerekli değil- hepsinin ortak kanunu anlamında kullanılmaktadır. Biz, "Türk Medenî Kanunu" terimini koruduk. Bu dahi, dil sadeleştirilmesinde ne kadar ölçülü davranıldığını gösterir. Aşırılığa gidilmemiştir, yaşayan terimler kullanılmıştır, yaşayan hukuk dili bu kanun tasarısında ifadesini bulmuştur.

Şunu da söyleyeyim ki, bazı arkadaşlarımızın belirli konulardaki tereddütlerini gidermek için, miras hukukunda, tarımsal arazinin bölünmesini önleyici yeterli hükümler getirilmiştir. Yürürlükteki Medenî Kanunda da belli bir ölçüde bu hükümler vardı, yeni kanun tasarısında da bu hükümler daha güçlendirilmiş olarak getirilmiştir. Ayrıca, evlilik birliğindeki mal rejimlerinin de işletmelerin bütünlüğünün bozulmasına yol açmaması konusunda tasarıda hükümler bulunmaktadır.

Yeni tasarıda mal rejimleri, aile birliğini, evlilik birliğini bir şirkete dönüştürmeyi amaçlamamaktadır; aksine, evlilik birliğinin maddî temellerinde de eşitliği sağlamaktadır. Böylece, evlilik birliği, her yönden eşit insanların mutluluğunu ifade eden bir kavram haline gelmektedir.

Türk Medenî Kanun tasarısı çıktıktan sonra, mutlaka çok yoğun bir eğitim programı uygulamak gerekir. Biz, Adalet Bakanlığı olarak, kanun tasarısı Yüce Meclis tarafından kabul edildikten hemen sonra, hâkimlerimiz ve cumhuriyet savcılarımız için yoğun bir hizmetiçi program uygulamaya başlayacağız. Bu program, özellikle, hukuk hâkimlerimize yönelik olacaktır; ama, bu programı sadece hâkimlerimizle sınırlı tutmamak gerekir, bütün milletimize bu kanunun getirdiği yenilikleri anlatmak zorundayız. Bunun için, bir konuşmacı arkadaşımızın söylediği gibi, diğer bakanlıklarla işbirliği yapmak suretiyle ve çağdaş iletişim araçlarından yararlanmak suretiyle, yeni Türk Medenî Kanununun bütün milletimize tanıtılması için gerekenleri yapacağız.

Tasarının Dördüncü Kitabının İkinci Kısmı, sınırlı aynî haklarla ilgilidir. Bu kısım"İrtifak Hakları ve Taşınmaz Yükü" , "Taşınmaz Rehni" ve "Taşınır Rehni" başlıklarını taşıyan üç bölümden oluşmaktadır.

Birinci Bölümde, ayırım başlıkları itibariyle "Taşınmaz Lehine İrtifak Hakkı" , "İntifa Hakkı ve Diğer İrtifak Hakları" ile "Taşınmaz Yükü" düzenlenmiştir.

Yürürlükteki kanunda karşılığı bulunmayan yeni 789 uncu maddede, tarla yolu, yaya veya araba geçidi gibi geçit hakları ile hayvan otlatma, hayvan sulama, tarlalara ve arklara su alma hakları gibi haklar bakımından, özellikle, ülkemizde kendini gösteren bir ihtiyacı karşılamak üzere ve ülkemizin yapısına uygun düşecek şekilde, söz konusu hakların kapsamını belirlemede, taraflar arasındaki anlaşma veya özel kanun hükümlerinin, yoksa, yerel âdetin uygulanacağı hükmü getirilmiştir.

Yürürlükteki kanunun 713 üncü maddesinin karşılığı olan yeni 790 ıncı maddenin birinci fıkrasında, kaynak kanunun 741 inci maddesi göz önünde tutulmak suretiyle, irtifak hakkının kullanılması için gerekli tesislerin bakımının, yararlanan taşınmaz malikine ait olacağı belirtilmiştir.

Ormanlar üzerindeki intifa hakkını düzenleyen ve yürürlükteki kanunun 742 nci maddesini karşılayan 818 inci maddede, intifa hakkı sahibinin, ormandan, ancak özel kanun hükümlerine uygun bir işletme planı çerçevesinde yararlanabileceği vurgulanmıştır.

Yürürlükteki kanunun 755 inci maddesinden farklı olarak, tasarının 840 ıncı maddesiyle, taşınmaz yükünün tapuya tescilinde, taşınmaz yükünün değeri olarak, Türk parasının yanı sıra, yabancı parayla belirlenmiş bir miktar gösterilme olanağı da getirilmiştir. Bu, yabancı sermaye girişini, dış kaynaklı kredi bulunmasını kolaylaştırmayı amaçlayan bir hükümdür.

İkinci Bölümde, taşınmaz rehniyle ilgili hükümlere yer verilmektedir. Bu bölümde, ayırım başlıkları itibariyle, "Genel Hükümler", "İpotek", "İpotekli Borç Senedi ve İrat Senedi" ile "Taşınmaz Rehniyle Güvence Altına Alınan Ödünç Senetleri" düzenlenmiştir.

Yürürlükteki kanunun 766 ve 766/a maddelerini karşılayan 851 inci maddede, yabancı para üzerinden taşınmaz rehni kurulabilmesine olanak tanıyan hükümlerle, yine, yabancı para cinsinden kredi bulunması, dış kaynaklı kredi bulunması kolaylaştırılmak istenmiştir.

Yürürlükteki Kanunun 772 nci maddesini karşılayan 857 nci maddeye eklenen yeni bir hükümle, bir veya birkaç pay üzerinde rehin kurulduktan sonra, o taşınmazın tümü üzerinde rehin kurulması yasaklanmıştır. Bu hükümle, öyle bir rehnin paraya çevrilmesinde karşılaşılacak zorlukların önlenmesi amaçlanmıştır.

İpotek ve ipotekli borç senedi ve irat senedi konularında, yürürlükteki Kanun hükümleri esas alınmış, kaynak kanun hükümleri de dikkate alınarak, bazı düzeltme ve değişikliklere yer verilmiştir.

Tasarının, yürürlükteki Kanunda karşılığı bulunmayan 892 nci maddesinde, aksi Kanunda belirtilmedikçe, Kanundan doğan ipotek haklarının doğumu için tapuya tescil zorunlu sayılmamıştır.

Kaybedilen senedin iptali konusunda, yürürlükteki Kanunun 839 uncu maddesini karşılayan Tasarının 925 inci maddesinde, Türk Ticaret Kanununun 575 inci maddesi göz önüne alınarak, iptal kararı verilmesi için, yürürlükteki Kanunda sözü edilen itiraz müddeti yerine, ibraz süresinin bir yıl olduğu belirtilmiştir.

Yüce Meclisi saygıyla selamlıyorum. (DSP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN - Sayın Bakanım, teşekkür ediyorum.

"Sayın Bakan kısa konuşmaz" diyenleri de mahcup ettiniz; çok teşekkür ediyorum efendim.

ÖMER VEHBİ HATİPOĞLU (Diyarbakır) - Karar yetersayısının aranılmasını istiyoruz Sayın Başkan.

BAŞKAN - Teravi vardı, gitmediniz mi?!

CEVAT AYHAN (Sakarya) - Teravi saat 19.00'da başladı Sayın Başkan.

BAŞKAN - Buradaki mescitte de kılabilirdiniz efendim.

CEVAT AYHAN (Sakarya) - Lütfedip ara verirseniz, gideriz Sayın Başkan.

BAŞKAN - Efendim, neyin karar yetersayısını istediniz; bana anlatın bakalım!..

CEVAT AYHAN (Sakarya) - Bölümün oylaması için.

BAŞKAN - Ben daha önergeleri okutmadım ki, neyi oylayacağım?! Daha oylamıyorum efendim; istirham ederim... Size bağlı; çalışma süremizin bitmesine 1 saat var; isterseniz çalışırsınız, Medenî Kanun Tasarısının 10 uncu bölümüne geçmiş oluruz, istemezseniz çalışmayız.

Şimdi, 9 uncu bölümle ilgili; yani, 840 ve 851 inci maddeleri değiştiren 2 adet önerge vardır; bu önergeleri geliş sıralarına göre okutup, madde numaralarına göre de işleme alacağım efendim.

Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına

Görüşülmekte olan 723 sıra sayılı kanun tasarısının 851 inci maddesinin ikinci fıkrasının birinci cümlesinin aşağıdaki şekilde değiştirilmesini arz ve teklif ederiz.

 

Aydın Tümen

İsmail Köse

Yaşar Dedelek

 

Ankara

Erzurum

Eskişehir

 

Nesrin Nas

Melda Bayer

Sulhiye Serbest

 

İstanbul

Ankara

İstanbul

"Yurt içinde veya dışında faaliyette bulunan kredi kuruluşlarınca yabancı para üzerinden veya yabancı para ölçüsü ile verilen kredileri güvence altına almak için yabancı para üzerinden taşınmaz rehni kurulabilir."

BAŞKAN - İkinci önergeyi okutup, işleme alacağım.

Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına

Görüşülmekte olan 723 sıra sayılı yasa tasarısının 840 ıncı maddesinin ikinci fıkrasındaki "veya yabancı para ile" ibaresinin madde metninden çıkarılmasını arz ve teklif ederiz.

 

Fethullah Erbaş

Suat Pamukçu

Rıza Ulucak

 

Van

Bayburt

Ankara

 

Cevat Ayhan

Yakup Budak

 

 

Sakarya

Adana

 

BAŞKAN - Komisyon?..

ADALET KOMİSYONU BAŞKANI EMİN KARAA (Kütahya) - Katılmıyoruz Sayın Başkan.

BAŞKAN - Hükümet?..

ADALET BAKANI HİKMET SAMİ TÜRK (Trabzon) - Katılmıyoruz.

BAŞKAN - Sayın Fethullah Erbaş, gerekçeyi mi okuyalım efendim?

FETHULLAH ERBAŞ (Van) - Cevat Ayhan Bey konuşacak efendim.

BAŞKAN - Sayın Cevat Ayhan, buyurun.

CEVAT AYHAN (Sakarya) - Muhterem Başkan, muhterem üyeler; önergemiz, 840 ıncı maddeyle ilgilidir. Burada "tescilde, taşınmaz yükünün değeri olarak Türk parası veya yabancı para ile belirlenmiş bir miktar gösterilir" deniliyor. Bu "yabancı para" ibaresinin çıkarılmasını istiyoruz. Bir taraftan, hükümet, Türk parasını güçlendirelim diye kampanya yürütürken, -zaten, Türk parasının değeri, fevkalade kaybolmuş gitmiş- bir de yabancı para alternatifini getirirsek, ceplerimizde dolaşan dolarları, markları, bir de kanunun içine koyarak, teşvik etmiş oluruz. Onun için, bunun çıkarılmasını istiyoruz. Önergemizin mahiyeti budur.

Tabiî, bu vesileyle, şunu da, müsaadenizle arz etmek istiyorum: Burada konuşan arkadaşlar, mecelleden Medenî Kanuna geçişi izah ederken, mecellenin saçma sapan birtakım bölümleri olduğunu ifade ettiler.

Değerli arkadaşlar, tabiî, beğenirsiniz beğenmezsiniz, tercih edebilirsiniz; Roma hukukunu alırsınız, İslam hukukunu alırsınız, başka hukuku alırsınız; bu, sizin iradeniz dahilindedir; ama, beğenmediğinizi tahkir etmeye hakkınız yok, onu söylüyorum.

Şimdi, bakın, merhum Ömer Nasuhi Bilmen'in, eski Diyanet İşleri Başkanının bir eseri vardır, hukukçu arkadaşlar bilirler, benim de kütüphanemde var; bu "Hukuk-u İslâmiyye ve Islahat-ı Fıkhiyye Kâmûsu" diye, 8 ciltlik bir eserdir.

İstanbul Üniversitesi, daha 1950'den önce, bunu Ömer Nasuhi Hocaya havale etmiş, rica etmiş, böyle bir eserin yazılması için; o da yazmış ve bu esere takriz olarak, önsözde, Ordinaryüs Prof. Sıddık Sami Onar'ın, Prof. Hüseyin Naili Kubalı'nın ve Prof. Hıfzı Veldet Velidedeoğlu'nun önsözleri var, hepsi 3-5 sayfa, uzun, onları anlatacak değilim.

Burada, Sıddık Sami Hoca diyor ki: "Bu eser, gelecekte kanun vazıılarına -yani, kanun hazırlayacaklar için- fevkalade mühim bir kaynaktır." Bir şey daha söylüyor, Hüseyin Naili Kubalı Hocanın "Roma hukuku ölü hukuktur; ama, İslam hukuku canlı bir hukuktur, birçok ülkede, Ortadoğu'da uygulanmaktadır" sözü, eserin değerini ortaya koyan fikirlerini de ifade ediyor.

Tabiî, mecelle İslam hukukudur; bu bahsettiğim eser de, yine İslam hukukunun esaslarını ortaya koyan eserdir.

Medenî Kanuna geçiş, 20 nci Yüzyılın başında, cumhuriyet kurulduğu zaman, o zamanki Meclisin tercihidir. Kendi mantığı içerisinde haklılığı olabilir; ama, oradaki önsözü de, bugün nakledilmiş olan yeni önsözü de tasvip etmiyorum, onu ifade edeyim. Biraz önce konuşmamda da arz ettim.

Biz, binlerce yılın bir milletiyiz; geçici bir döneme ait değerlendirmeleri bütün millet kültürüne ve değerlerine teşmil etmek mümkün değil. Bir tez vardır, antitez vardır, ondan sonra da sentez vardır. Bugün, Türkiye, sentez dönemindedir. Eğer, biz bu sentezi, Türkiye'de yapabilirsek, Türkiye'nin önünü açarız; yapamazsak, birbiriyle inatlaşan, birbirine kapalı kesimler halinde Türkiye'yi de yer bitiririz, kendimizi de yer bitiririz diyorum, tekrar hürmetlerimi arz ediyorum.

Teşekkür ederim. (SP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN - Efendim, Hükümetin ve Komisyonun katılmadığı önergeyi oylarınıza sunacağım...

LÜTFÜ ESENGÜN (Erzurum) - Karar yetersayısı...

BAŞKAN - Sizden evvel istedi Sayın Hatipoğlu.

Karar yetersayısının aranılması istendi efendim. Karar yetersayısının aranılması istendiği için, oylamayı, elektronik cihazla yapacağım.

Odalarında olan sayın milletvekilleri, evlerine gidenler teşrif etsinler; bu Medenî Kanun Tasarısının müzakerelerini bitirelim efendim, dört hafta oldu, son bölüme geçiyoruz...

Oylama için 5 dakika süre veriyorum ve oylamayı başlatıyorum:

(Elektronik cihazla oylama yapıldı)

BAŞKAN - Karar yetersayısı yoktur.

Birleşime 10 dakika ara veriyorum.

 

Kapanma Saati: 19.15


ÜÇÜNCÜ OTURUM

Açılma Saati: 19.29

BAŞKAN: Başkanvekili Mustafa Murat SÖKMENOĞLU

KÂTİP ÜYELER: Mehmet AY (Gaziantep), Şadan ŞİMŞEK (Edirne)

BAŞKAN - Sayın milletvekilleri, 21 inci Birleşimin Üçüncü Oturumunu açıyorum.

723 sıra sayılı kanun tasarısının görüşmelerine kaldığımız yerden devam edeceğiz.

V. - KANUN TASARI VE TEKLİFLERİYLE KOMİSYONLARDAN

GELEN DİĞER İŞLER (Devam)

2. - Türk Medenî Kanunu Tasarısı ile Türk Kanunu Medenisinde Değişiklik Yapılması Hakkında Kanun Tasarısı ve Ankara Milletvekili Yücel Seçkiner'in; Ankara Milletvekili Esvet Özdoğu ve Dört Arkadaşının; Aynı Kanunda Değişiklik Yapılması Hakkında Kanun Teklifleri ve Adalet Komisyonu Raporu (1/611, 1/425, 2/361, 2/680) (S. Sayısı: 723) (Devam)

BAŞKAN - Komisyon ve Hükümet yerinde.

Fethullah Erbaş ve arkadaşlarının önergesinin oylanması sırasında karar yetersayısı bulunamamıştı.

Komisyon ve hükümetin katılmadığı önergeyi tekrar oylarınıza sunacağım, karar yetersayısını arayacağım; gene bulamazsam, gene ara verip, gene arayacağım efendim.

Benim hakkım üç sefer efendim. İstirham ederim. 120 arkadaşımız burada bekliyorsa, ben de beklerim.

Oylamayı başlatıyorum.

(Elektronik cihazla oylamaya başlanıldı)

İHSAN ÇABUK (Ordu) - Sayın Başkan, hani nerede Fethullah Erbaş?

BAŞKAN - Fethullah Erbaş burada efendim.

Fethullah Erbaş çok ciddî bir milletvekilimizdir; her zaman hazır ve nazırdır.

Onların da hakkı tabiî... Herkes hakkını kullanacak; bu akşam ben de kullanıyorum. Belki, sayın bakanlar -15 bakan- gelse, bu işi bitireceğiz. Sesimi duyuyorlar mı duymuyorlar mı, bilmiyorum.

Efendim, 15 bakan gelse, vekâleten oy kullansa, iş bitecek.

Medenî Kanun Tasarısının sonuna yaklaştık, bitti, bitiyordu.

FETHULLAH ERBAŞ (Van) - Perşembeye kadar bitiririz, söz.

BAŞKAN - Efendim, perşembe günü son bölümü ancak görüşürüz; çünkü, malum, mübarek ramazan başladı, perşembe günü 12.00 ile 16.00 saatleri arasında çalışacağımıza göre... Bugün, eğer, bunu bitirebilme hünerini gösterebilseydik, gelecek perşembe günü tasarının görüşmelerini tamamlayabilirdik. Böylece, Türk Milletinin yarısının heyecanla beklediği, yarısının beklemediği kanun da çıkmış olacaktı. (SP sıralarından "Doğru" sesleri) Yani, Sezar'ın hakkını Sezar'a veriyorum; tümünü demedim.

Efendim, elektronik cihaza giremeyenler pusula gönderebilirler. Vekâleten oy kullanacak Sayın Bakan varsa, kullansınlar.

ÖMER VEHBİ HATİPOĞLU (Diyarbakır) - Bakanlar yok!

BAŞKAN - Bugün Sayın Çağan'dan başka Bakanımız yok. Daha nasıl anons edeyim.

Efendim, karar yetersayısı bulunamazsa, bir daha ara verip, bekleyeceğim. Bunun faydası, hiç olmazsa, gelecek perşembe Medenî Kanun görüşülürken, 10 uncu bölüme, son bölüme geçiş imkânı sağlamış olacağız; daha çabuk bitirme imkânımız olur. Onun için, kendi yetkimi kullanacağım müsaade ederseniz...

(Elektronik cihazla oylamaya devam edildi) 

BAŞKAN - Efendim, çok az eksiğimiz kaldı; onun için, 10 dakika ara vereceğim, daha çalışma süremiz var.

Karar yetersayısı bulunamadığı için, birleşime 10 dakika ara veriyorum.

 

Kapanma Saati : 19.35


DÖRDÜNCÜ OTURUM

Açılma Saati: 19.40

BAŞKAN: Başkanvekili Mustafa Murat SÖKMENOĞLU

KÂTİP ÜYELER: Mehmet AY (Gaziantep), Şadan ŞİMŞEK (Edirne)

BAŞKAN - Sayın milletvekilleri, 21 inci Birleşimin Dördüncü Oturumunu açıyorum.

723 sıra sayılı kanun tasarısının görüşmelerine kaldığımız yerden devam ediyoruz.

 

V. - KANUN TASARI VE TEKLİFLERİYLE KOMİSYONLARDAN

GELEN DİĞER İŞLER (Devam)

2. - Türk Medenî Kanunu Tasarısı ile Türk Kanunu Medenisinde Değişiklik Yapılması Hakkında Kanun Tasarısı ve Ankara Milletvekili Yücel Seçkiner'in; Ankara Milletvekili Esvet Özdoğu ve Dört Arkadaşının; Aynı Kanunda Değişiklik Yapılması Hakkında Kanun Teklifleri ve Adalet Komisyonu Raporu (1/611, 1/425, 2/361, 2/680) (S. Sayısı: 723) (Devam)

BAŞKAN- Komisyon ve Hükümet yerinde.

Fethullah Erbaş ve arkadaşlarının önergesinin oylanmasında karar yetersayısı bulunamamıştı.

Komisyon ve Hükümetin katılmadığı önergeyi tekrar oylarınıza sunmadan evvel, Sayın Fethullah Erbaş'ın bir ifadesi var.

Buyurun efendim.

FETHULLAH ERBAŞ (Van) - Sayın Başkanım, Meclisin bu saatte kilitlenmesine gönlüm razı olmadığı için, önergemi geri çekiyorum efendim. (DSP, MHP ve ANAP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN - Teşekkür ediyorum efendim.

İşte, demokrasi bu; uzlaşma rejimi bu.

Efendim, diğer önergeyi okutuyorum:

Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına

Görüşülmekte olan 723 sıra sayılı kanun tasarısının 851 inci maddesinin ikinci fıkrasının birinci cümlesinin aşağıdaki şekilde değiştirilmesini arz ve teklif ederiz.

  Aydın Tümen

             Ankara

   ve arkadaşları

"Yurt içinde veya dışında faaliyette bulunan kredi kuruluşlarınca yabancı para üzerinden veya yabancı para ölçüsü ile verilen kredileri güvence altına almak için yabancı para üzerinden taşınmaz rehni kurulabilir."

BAŞKAN - Komisyon?..

ADALET KOMİSYONU BAŞKANI EMİN KARAA (Kütahya) - Çoğunluğumuz olmadığı için katılamıyoruz; takdire bırakıyoruz.

BAŞKAN - Hükümet?..

ADALET BAKANI HİKMET SAMİ TÜRK (Trabzon) - Katılıyoruz.

BAŞKAN - Komisyonun takdire bıraktığı, hükümetin kabul ettiği önergeyi oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler... Kabul etmeyenler... Kabul edilmiştir efendim.

Dokuzuncu bölümü kabul edilen önerge doğrultusundaki değişik şekliyle oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler... Etmeyenler... Kabul edilmiştir.

Sayın milletvekilleri, dokuzuncu bölüm 779 ilâ 938 inci maddeleri kapsamakta idi; bunlar görüşülmüş ve kabul edilmiştir efendim.

Sayın milletvekilleri, süremiz dolmak üzere, onun için, aziz milletimizin ramazanı şerifini kutluyor ve alınan karar gereğince, tekstil ve konfeksiyon sektörünün sorunlarının araştırılması amacıyla kurulan (10/10) esas numaralı Meclis Araştırması Komisyonu raporu ile yumurta üreticilerinin sorunlarının araştırılması amacıyla kurulan (10/8) esas numaralı Meclis Araştırması Komisyonu raporlarını görüşmek için, 20 Kasım 2001 Salı günü saat 12.00'de toplanmak üzere, birleşimi kapatıyorum.

Hayırlı geceler efendim.

                                                                                           Kapanma Saati : 19.44

Türkiye Büyük Millet Meclisi Resmi internet Sitesi
© 2009 T.B.M.M.