DÖNEM
: 21 CİLT : 75 YASAMA YILI : 4 T. B. M. M. TUTANAK DERGİSİ 21 inci Birleşim 15 . 11 . 2001 Perşembe İ
Ç İ N D E K İ L E R Sayfa I. - GEÇEN TUTANAK
ÖZETİ II. - GELEN KÂĞITLAR III. -
BAŞKANLIĞIN GENEL KURULA SUNUŞLARI A) OTURUM
BAŞKANLARININ KONUŞMALARI 1. - TBMM Başkanvekili Mustafa Murat
Sökmenoğlu'nun, kendi kaderini belirleme hakkına, özgürlük ve bağımsızlığına
kavuşan Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyetinin 18 inci kuruluş yıldönümünü; Millî
Futbol Takımımızın Avusturya Millî Futbol Takımını yenerek Dünya Kupası
maçlarına katılma hakkını kazanması nedeniyle Millî Takım Teknik Direktörü,
oyuncuları ve teknik ekibini TBMM adına kutladığına ilişkin konuşması B) GENSORU,
GENEL GÖRÜŞME, MECLİS SORUŞTURMASI VE MECLİS ARAŞTIRMASI ÖNERGELERİ 1. - İstanbul Milletvekili Mehmet Ali
Şahin ve 55 arkadaşının, bakanlığı döneminde usulsüzlük ve suiistimallere yol
açtığı ve göz yumduğu, gerekli tedbirleri almayarak görevini kötüye kullandığı
ve bu eylemlerinin Türk Ceza Kanununun 228, 230, 240 ve 346 ncı maddelerine
uyduğu iddiasıyla Bayındırlık ve İskân eski Bakanı Koray Aydın hakkında Meclis
soruşturması açılmasına ilişkin önergesi (9/4) 2. - Karaman Milletvekili Zeki Ünal ve 23
arkadaşının, denizcilik politikası konusunda Meclis araştırması açılmasına
ilişkin önergesi (10/217) C)
TEZKERELER VE ÖNERGELER 1. - Şanlıurfa Milletvekili Mehmet
Yalçınkaya'nın (6/1457), (6/1458) ve (6/1462) esas numaralı sözlü sorularını
geri aldığına ilişkin önergesi (4/429) 2. - Avrupa Parlamentosunca 26-27 Kasım
2001 tarihinde Brüksel'de yapılacak "Avrupa Birliğinin Genişleme Süreci
Çerçevesinde Halk Sağlığı Politikaları" konulu seminere TBMM'yi temsilen
iki üyenin katılmasına ilişkin TBMM Başkanlığı tezkeresi (3/925) IV. -
ÖNERİLER A) DANIŞMA
KURULU ÖNERİLERİ 1. - Genel Kurulun 20 Kasım 2001 Salı günü
12.00 - 16.00 saatleri arasında çalışmasına ve "Özel Gündemde Yer Alacak
İşler" kısmındaki 697 ve 596 sıra sayılı araştırma komisyonları
raporlarının görüşülmesine, 21 Kasım 2001 Çarşamba ve 22 Kasım 2001 Perşembe
günleri de 12.00-16.00 saatleri arasında çalışmalarını sürdürmesine; 21 Kasım
2001 Çarşamba günkü birleşimde sözlü soruların görüşülmemesine ilişkin Danışma
Kurulu önerisi V. - KANUN
TASARI VE TEKLİFLERİYLE KOMİSYONLARDAN GELEN DİĞER İŞLER 1. - İzmir Milletvekili Rifat
Serdaroğlu'nun; İstanbul Milletvekili Bülent Akarcalı'nın; Amasya Milletvekili
Ahmet İyimaya'nın; Ankara Milletvekili Yıldırım Akbulut'un; Şırnak Milletvekili
Mehmet Salih Yıldırım'ın; Gaziantep Milletvekili Ali Ilıksoy, Konya
Milletvekili Ömer İzgi ve Ankara Milletvekili Nejat Arseven'in; İstanbul
Milletvekili Ziya Aktaş ve 42 Arkadaşının; Zonguldak Milletvekili Hasan
Gemici'nin ve İzmir Milletvekili Işılay Saygın'ın; Türkiye Büyük Millet Meclisi
İçtüzüğünde Değişiklik Yapılmasına Dair İçtüzük Teklifleri ve Anayasa Komisyonu
Raporu (2/94, 2/232, 2/286, 2/307, 2/310, 2/311, 2/325, 2/442, 2/449) (S.Sayısı
: 527) 2. - Türk Medenî Kanunu Tasarısı ile Türk
Kanunu Medenisinde Değişiklik Yapılması Hakkında Kanun Tasarısı ve Ankara
Milletvekili Yücel Seçkiner'in; Ankara Milletvekili Esvet Özdoğu ve Dört
Arkadaşının; Aynı Kanunda Değişiklik Yapılması Hakkında Kanun Teklifleri ve
Adalet Komisyonu Raporu (1/611, 1/425, 2/361, 2/680) (S. Sayısı: 723) VI. -
SORULAR VE CEVAPLAR A) YAZILI
SORULAR VE CEVAPLARI 1. - Şanlıurfa Milletvekili Mustafa Niyazi
Yanmaz'ın, hac organizasyonundaki THY bilet fiyatlarına ilişkin Başbakandan
sorusu ve Devlet Bakanı ve Başbakan Yardımcısı H.Hüsamettin Özkan'ın cevabı
(7/4782) 2. - Şanlıurfa Milletvekili Mehmet
Yalçınkaya'nın, Şanlıurfa'da serbest bölge kurulması için yapılan çalışmalara
ilişkin Başbakandan sorusu ve Devlet Bakanı Tunca Toskay'ın cevabı (7/4794) 3. - Bursa Milletvekili Ertuğrul
Yalçınbayır'ın; Eğitim reformu projelerine, Hukukî ve kurumsal düzenlemeler
kapsamındaki projelere, Kurumsal Düzenlemeler kapsamındaki çevre
projelerine, Bölgesel gelişme ve fizikî planlama
kapsamındaki projelere, Devlet işletmeciliğinde yapısal değişim
kapsamındaki projelere, Özelleştirme kapsamındaki projelere, Alt yapı hizmetlerindeki yapısal değişim
kapsamındaki turizm projelerine, Alt yapı hizmetlerindeki yapısal değişim
kapsamındaki kırsal alt yapı projelerine, Alt yapı hizmetlerindeki yapısal değişim
kapsamındaki haberleşme projelerine, Alt yapı hizmetlerindeki yapısal değişim
kapsamındaki ulaştırma projelerine, Alt yapı hizmetlerindeki yapısal değişim
kapsamındaki enerji projelerine, Mahallî İdarelerin güçlendirilmesi reformu
kapsamındaki projelere, Kamu hizmetlerinde etkinliğin artırılması
kapsamındaki adalet ve güvenlik projelerine, Kamu hizmetlerinde etkinliğin artırılması
ve ücret adaletinin sağlanması kapsamındaki projelere, Sosyal güvenlik kapsamındaki projelere, Yasal düzenlemeler kapsamındaki vergi
projelerine, Finans reformu, malî piyasalarda
etkinliğin artırılması, dünya ile entegrasyon, mülkiyetin tabana yayılması
kapsamındaki projelere, Tüketicinin korunması ile ilgili
projelere, Bilgi sağlama ve kullanma ile ilgili
projelere, İstihdam ve işgücü piyasasında etkinliğin
artırılması kapsamındaki projelere, Nüfus ve aile planlaması kapsamındaki
projelere, Sağlık reformu kapsamındaki projelere, Fikrî ve sinaî haklar ile ilgili
projelere, Rekabet hukuku ile ilgili projelere, Dışa açılım ve dünyaya entegrasyon
kapsamındaki AB uyum projelerine, Bilim ve teknolojide atılım kapsamındaki
projelere, Sanayileşme yaklaşımı kapsamındaki imalat
sanayii projelerine, Sanayi yaklaşımı kapsamındaki madencilik
projelerine, Tarımsal politikalarla ilgili yapısal
değişim kapsamındaki projelere, İlişkin Başbakandan soruları ve Devlet
Bakanı ve Başbakan Yardımcısı Devlet Bahçeli'nin cevabı (7/4853, 4854, 4855,
4856, 4857, 4858, 4859, 4860, 4861, 4862, 4863, 4864, 4865, 4866, 4867, 4868,
4869, 4870, 4871, 4872, 4873, 4874, 4875, 4876, 4877, 4878, 4879, 4880, 4881) 4. - Adıyaman Milletvekili Mahmut
Göksu'nun, TRT'nin gazete seçimine ilişkin sorusu ve Devlet Bakanı Yılmaz
Karakoyunlu'nun cevabı (7/4898) 5. - Rize Milletvekili Mehmet
Bekaroğlu'nun, Rize İlindeki camilere ilişkin sorusu ve Devlet Bakanı ve
Başbakan Yardımcısı H.Hüsamettin Özkan'ın cevabı (7/4904) 6. - Rize Milletvekili Mehmet
Bekaroğlu'nun, Rize İlindeki imam ve müezzin sayısına ilişkin sorusu ve Devlet
Bakanı ve Başbakan Yardımcısı H.Hüsamettin Özkan'ın cevabı (7/4909) 7. - Rize Milletvekili Mehmet
Bekaroğlu'nun; Rize Devlet Hastanesi inşaatına, Fındıklı Guatr Hastanesi inşaatına, Rize İlinde yürütülen projelere, İlişkin soruları ve Sağlık Bakanı Osman
Durmuş'un cevabı (7/4932,4933) 8. - Diyarbakır Milletvekili Osman
Aslan'ın, Diyarbakır Ergani İlçesinin imam-hatip ihtiyacına ilişkin sorusu ve
Devlet Bakanı ve Başbakan Yardımcısı H.Hüsamettin Özkan'ın cevabı (7/4948) 9. - Bursa Milletvekili Faruk Çelik'in,
Bursa İlinin hastane ihtiyacına ilişkin sorusu ve Sağlık Bakanı Osman Durmuş'un
cevabı (7/4972) 10. - Karabük Milletvekili Mustafa
Eren'in, Karabük Turizm İl Müdürlüğünün personel sorununa ve bazı turizm
projelerine ilişkin Turizm Bakanından sorusu ve Devlet Bakanı ve Turizm Bakanı
Vekili Mehmet Keçeciler'in cevabı (7/4978) I. - GEÇEN
TUTANAK ÖZETİ TBMM Genel Kurulu saat 14.00'te açılarak
iki oturum yaptı. İstanbul Milletvekili Mehmet Ali
İrtemçelik, Avrupa Birliği Komisyonunca açıklanan İlerleme Raporu ve Strateji
Belgesine, Mardin Milletvekili Metin Musaoğlu, Mardin
İlinin ekonomik sorunlarına; İlişkin gündemdışı birer konuşma yaptılar. Türkiye Büyük Millet Meclisi Saymanlığının
Nisan, Mayıs ve Haziran 2001 Ayları Hesabına (5/16) (S. Sayısı: 767), Türkiye Büyük Millet Meclisi Saymanlığının
Temmuz, Ağustos ve Eylül 2001 Ayları Hesabına (5/17) (S. Sayısı: 768); Ait Türkiye Büyük Millet Meclisi
Hesaplarını İnceleme Komisyonu Raporları Genel Kurulun bilgisine sunuldu. (10/10) esas numaralı Meclis Araştırması
Komisyonunun 14.11.2001 tarihli Gelen Kâğıtlarda yayımlanan ve aynı tarihte
dağıtılan 697 sıra sayılı raporu ile; (10/8) esas numaralı Meclis Araştırması
Komisyonunun 596 sıra sayılı raporunun, gündemin "Özel Gündemde Yer Alacak
İşler" kısmının 1 inci ve 2 nci sırasında yer almasına ve görüşmelerinin
20.11.2001 Salı günkü birleşimde yapılmasına ilişkin Danışma Kurulu önerisi
kabul edildi. Adalet ve Kalkınma Partisi Grubu Adına
Grup Başkanvekilleri Van Milletvekili Hüseyin Çelik, İstanbul Milletvekili
Mehmet Ali Şahin ve Kayseri Milletvekili Salih Kapusuz'un, başarılı eğitim
politikaları uygulayamadığı, bakanlığında idareci ve öğretmen kıyımı yaptığı ve
yükseköğretimi yapılandırıp yönlendirmediği iddialarıyla Millî Eğitim Bakanı
Metin Bostancıoğlu Hakkında gensoru açılmasına ilişkin önergesinin (11/21)
gündeme alınmasının, yapılan görüşmelerden sonra, kabul edilmediği, Saadet Partisi Grubu Adına Grup
Başkanvekilleri Çorum Milletvekili Yasin Hatiboğlu, Konya Milletvekili Veysel
Candan ve Diyarbakır Milletvekili Ömer Vehbi Hatipoğlu'nun, ekonomi yönetiminde
başarılı olmayarak ekonomik çöküş sürecini hızlandırdığı ve dış ekonomik
ilişkilerde Türkiye'yi küçük düşürücü davranışlar sergilediği iddiasıyla Devlet
Bakanı Kemal Derviş hakkında gensoru açılmasına ilişkin önergesinin (11/22)
önerge sahipleri imzalarını geri aldıklarından, işlemden kaldırıldığı; Açıklandı. TBMM Başkanlık Divanında boş bulunan ve
Anavatan Partisi Grubuna düşen İdare Amirliğine Muş Milletvekili Erkan
Kemaloğlu, Dışişleri Komisyonunda boş bulunan ve
Anavatan Partisi Grubuna düşen bir üyeliğe Adana Milletvekili Mehmet Ali
Bilici; Seçildiler. Gündemin "Kanun Tasarı ve Teklifleri
ile Komisyonlardan Gelen Diğer İşler" kısmında bulunan: TBMM İçtüzüğünde Değişiklik Yapılmasına
Dair İçtüzük Teklifleri ve Anayasa Komisyonu Raporu (2/94, 2/232, 2/286, 2/307,
2/310, 2/311, 2/325, 2/442, 2/449) (S.Sayısı: 527) görüşmeleri, daha önce geri
alınan maddelere ilişkin Komisyon raporu henüz hazırlanmadığından, İçtüzüğün 91 inci maddesi kapsamında
değerlendirilerek temel kanun olarak bölümler halinde görüşülmesi kararlaştırılmış
bulunan Türk Medeni Kanunu Tasarısının (1/611, 1/425, 2/361, 2/680) (S. Sayısı:
723), Türkiye Cumhuriyeti Anayasasının Bir
Maddesinin Değiştirilmesi Hakkında Kanun Teklifinin (2/818) (S. Sayısı : 753 ve
753'e 1 inci Ek), Kamu Kurum ve Kuruluşlarının Yurtdışı
Teşkilâtı Hakkında 189 Sayılı Kanun Hükmünde Kararnameye İlişkin (1/53) (S.
Sayısı: 433), Sosyal Güvenlik Kurumu Teşkilâtının
Kurulması ile Bazı Kanun ve Kanun Hükmünde Kararnamelerde Değişiklik Yapılması
Hakkında 618 Sayılı Kanun Hükmünde Kararname; Sosyal Güvenlik Kurumu
Teşkilâtının Kuruluş ve Görevleri Hakkında (1/755, 1/689, 2/699) (S. Sayısı:
666), Türkiye İş Kurumunun Kurulması ile Bazı
Kanun ve Kanun Hükmünde Kararnamelerde Değişiklik Yapılması Hakkında 617 Sayılı
Kanun Hükmünde Kararname; Türkiye İş Kurumu (1/754, 1/692) (S. Sayısı: 675), Kanun Tasarılarının görüşmeleri, ilgili
komisyon yetkilileri Genel Kurulda hazır bulunmadıklarından; Ertelendi. Devlet Güvenlik Mahkemelerinin Kuruluş ve
Yargılama Usulleri Hakkında Kanun, 18.11.1992 Tarihli ve 3842 Sayılı Kanun ile
Çıkar Amaçlı Suç Örgütleriyle Mücadele Kanununda Değişiklik Yapılmasına Dair
Kanun Tasarısı (1/923) (S. Sayısı: 769) üzerindeki görüşmeler tamamlandı;
tasarının kabul edilip kanunlaştığı açıklandı. 15 Kasım 2001 Perşembe günü, alınan karar
gereğince saat 14.00'te toplanmak üzere, birleşime 18.17'de son verildi.
No. : 32 II. - GELEN KÂĞITLAR 15.11.2001 PERŞEMBE Teklifler 1. - Zonguldak
Milletvekili Ömer Üstünkol ve 2 Arkadaşının; 4.6.1985 tarih ve 3213 Sayılı
Maden Kanununa Bir Ek Madde Eklenmesi Hakkında Kanun Teklifi (2/829) (Sanayi,
Ticaret, Enerji, Tabiî Kaynaklar, Bilgi ve Teknoloji Komisyonuna) (Başkanlığa
geliş tarihi: 9.11.2001) 2. - Kırklareli
Milletvekili Necdet Tekin ve 3 Arkadaşının; 657 Sayılı Devlet Memurları Kanununun
Bir Maddesinde Değişiklik Yapılması Hakkında Kanun Teklifi (2/830) (Plan ve
Bütçe Komisyonuna) (Başkanlığa geliş tarihi: 9.11.2001) 3. - Denizli Milletvekili
Salih Erbeyin'in; Bazı Kamu Görevlilerine Nakdi Tazminat Verilmesi ve Aylık
Bağlanması Hakkında Kanunda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Teklifi (2/831)
(Milli Savunma ve Plan ve Bütçe Komisyonlarına) (Başkanlığa geliş tarihi:
9.11.2001) 4. - Denizli Milletvekili
Salih Erbeyin'in; Bazı Kurum ve Kuruluşların Korunması ve Güvenliklerinin
Sağlanması Hakkında Kanunun Bir Maddesinin Yürürlükten Kaldırılması Hakkında
Kanun Teklifi (2/832) (İçişleri Komisyonuna) (Başkanlığa geliş tarihi:
9.11.2001) 5. - Ardahan Milletvekili
Saffet Kaya'nın; Kurtlapa Adıyla Bir İlçe Kurulması Hakkında Kanun Teklifi (2/833)
(İçişleri ve Plan ve Bütçe Komisyonlarına) (Başkanlığa geliş tarihi: 9.11.2001) 6. - Kayseri
Milletvekilleri Hasan Basri Üstünbaş, Sabahattin Çakmakoğlu ile Hamdi
Baktır'ın; Gesi Adıyla Bir İlçe
Kurulması Hakkında Kanun Teklifi (2/834) (İçişleri ve Plan ve Bütçe
Komisyonlarına) (Başkanlığa geliş tarihi: 12.11.2001) 7. - Kayseri
Milletvekilleri Hasan Basri Üstünbaş, Sabahattin Çakmakoğlu ile Hamdi
Baktır'ın; Erkilet Adıyla Bir İlçe Kurulması Hakkında Kanun Teklifi (2/835)
(İçişleri ve Plan ve Bütçe Komisyonlarına) (Başkanlığa geliş tarihi:
12.11.2001) 8. - Kayseri Milletvekili
Hasan Basri Üstünbaş, Sabahattin Çakmakoğlu ile Hamdi Baktır'ın; Dadaloğlu
Adıyla Bir İlçe Kurulması Hakkında Kanun Teklifi (2/836) (İçişleri ve Plan ve
Bütçe Komisyonlarına) (Başkanlığa geliş tarihi: 12.11.2001) Tezkereler 1. - Ağrı Milletvekili
Nidai Seven'in Yasama Dokunulmazlığının Kaldırılması Hakkında Başbakanlık
Tezkeresi (3/923) (Anayasa ve Adalet Komisyonları Üyelerinden Kurulu Karma
Komisyona) (Başkanlığa geliş tarihi: 14.11.2001) 2. - Hava Alanı
Yatırımları Hakkında Sayıştay Raporunun Sunulduğuna İlişkin Sayıştay Başkanlığı
Tezkeresi (3/924) (Plan ve Bütçe Komisyonuna) (Başkanlığa geliş tarihi:
14.11.2001) Sözlü Soru Önergeleri 1. - Samsun Milletvekili
Musa Uzunkaya'nın, Türk Patent Enstitüsüne ilişkin Sanayi ve Ticaret Bakanından
sözlü soru önergesi (6/1622) ( Başkanlığa geliş tarihi: 14.11.2001) 2. - Şanlıurfa
Milletvekili Yahya Akman'ın, Şanlıurfa-Viranşehir İlçesi sulama projesine
ilişkin Devlet Bakanından (Mustafa Yılmaz) sözlü soru önergesi (6/1623)
(Başkanlığa geliş tarihi: 14.11.2001) 3. - Şanlıurfa
Milletvekili Yahya Akman'ın, Şanlıurfa İlindeki hayvancılığın desteklenmesine
ilişkin Devlet Bakanından (Mustafa Yılmaz) sözlü soru önergesi (6/1624) (Başkanlığa
geliş tarihi: 14.11.2001) 4. - Şanlıurfa
Milletvekili Yahya Akman'ın, GAP-Baziki sulama projesine ilişkin Devlet
Bakanından (Mustafa Yılmaz) sözlü soru önergesi (6/1625) (Başkanlığa geliş
tarihi: 14.11.2001) 5. - Şanlıurfa
Milletvekili Yahya Akman'ın, Şanlıurfa-Harran İlçesi sulama projesine ilişkin
Devlet Bakanından (Mustafa Yılmaz) sözlü soru önergesi (6/1626) (Başkanlığa
geliş tarihi: 14.11.2001) 6. - Şanlıurfa
Milletvekili Yahya Akman'ın, Şanlıurfa-Ceylanpınar İlçesi sulama projesine
ilişkin Devlet Bakanından (Mustafa Yılmaz) sözlü soru önergesi (6/1627) (Başkanlığa geliş tarihi:
14.11.2001) Yazılı Soru Önergeleri 1. - Ankara Milletvekili
Saffet Arıkan Bedük'ün, Bonn Büyükelçiliğimizdeki bir vitray esere ilişkin
Dışişleri Bakanından yazılı soru önergesi (7/5082) (Başkanlığa geliş tarihi:
13.11.2001) 2. - İstanbul
Milletvekili Zafer Güler'in, İstanbul Bezm-i Alem Sultan Vakıf Gureba
Hastanesine ilişkin Çalışma ve Sosyal Güvenlik
Bakanından yazılı soru önergesi (7/5083) (Başkanlığa geliş tarihi.
14.11.2001) 3. - Karaman Milletvekili
Zeki Ünal'ın, eğitime katkı payı uygulamasına ilişkin Millî Eğitim Bakanından
yazılı soru önergesi (7/5084) (Başkanlığa geliş tarihi: 14.11.2001) 4. - Kayseri Milletvekili
Sadık Yakut'un, Özelleştirme İdaresine ilişkin Devlet Bakanından (Kemal Derviş)
yazılı soru önergesi (7/5085) (Başkanlığa geliş tarihi: 14.11.2001) 5. - Karaman Milletvekili
Zeki Ünal'ın, Karaman-Sarıveliler-Dumlugöze Köyü arazilerinin tapu ve kadastro
sorununa ilişkin Orman Bakanından yazılı soru önergesi (7/5086) (Başkanlığa
geliş tarihi: 14.11.2001) 6. - Kırıkkale
Milletvekili Kemal Albayrak'ın, emeklilerin malî durumlarına ilişkin
Başbakandan yazılı soru önergesi (7/5087) (Başkanlığa geliş tarihi: 14.11.2001) 7. - Kırıkkale Milletvekili Kemal Albayrak'ın,
bütçeden emeklilere ayrılan paya
ilişkin Maliye Bakanından yazılı soru önergesi (7/5088) (Başkanlığa geliş
tarihi: 14.11.2001) 8. - Kırıkkale
Milletvekili Kemal Albayrak'ın,
emeklilerle ilgili yasa çalışmalarına ilişkin Çalışma ve Sosyal Güvenlik
Bakanından yazılı soru önergesi (7/5089) (Başkanlığa geliş tarihi: 14.11.2001) 9. - Kırıkkale
Milletvekili Kemal Albayrak'ın, emeklilerin sağlık sorunlarına ilişkin Çalışma
ve Sosyal Güvenlik Bakanından yazılı soru önergesi (7/5090) (Başkanlığa geliş
tarihi: 14.11.2001) 10. - İstanbul
Milletvekili Bülent Akarcalı'nın, RTÜK'e olan borçları nedeniyle kapatılan
radyo ve televizyonlara ilişkin
Başbakandan yazılı soru önergesi (7/5091) (Başkanlığa geliş tarihi:
14.11.2001) 11. - İstanbul Milletvekili Bülent Akarcalı'nın,
yeni telefon rehberinin ne zaman yayımlanacağına ilişkin Ulaştırma Bakanından
yazılı soru önergesi (7/5092) (Başkanlığa geliş tarihi: 14.11.2001) 12. - İstanbul
Milletvekili Bülent Akarcalı'nın, Spor Toto Genel Müdürlüğünün iletişim
araçları aracılığı ile müşterek bahis oynatmak için açtığı ihaleye ilişkin Ulaştırma Bakanından yazılı soru önergesi
(7/5093) (Başkanlığa geliş tarihi: 14.11.2001) 13. - İstanbul
Milletvekili Bülent Akarcalı'nın, Spor Toto Genel Müdürlüğünün iletişim araçları
ile müşterek bahis oynatmak için açtığı ihaleye ilişkin Devlet Bakanından
(Fikret Ünlü) yazılı soru önergesi (7/5094) (Başkanlığa geliş tarihi:
14.11.2001) Meclis Araştırması
Önergesi 1. - Karaman Milletvekili
Zeki Ünal ve 23 arkadaşının, denizcilik
politikası konusunda Anayasanın
98 inci, İçtüzüğün 104 ve 105 inci maddeleri uyarınca bir Meclis araştırması
açılmasına ilişkin önergesi (10/217) (Başkanlığa geliş tarihi: 13.11.2001) BİRİNCİ OTURUM Açılma Saati: 14.00 15 Kasım 2001 Perşembe BAŞKAN: Başkanvekili Mustafa Murat SÖKMENOĞLU KÂTİP ÜYELER: Mehmet AY (Gaziantep), Şadan ŞİMŞEK (Edirne) BAŞKAN- Sayın
milletvekilleri, Türkiye Büyük Millet Meclisinin 21 inci Birleşimini açıyorum. Toplantı yetersayısı
vardır. HÜSEYİN KARAGÖZ (Çankırı)
- Nerede var Sayın Başkan?! BAŞKAN - Efendim,
vardır... Şimdi, açtık bir kere... Sayın milletvekilleri,
geç kalmamın sebebini izah edeyim. Birkaç dakika Yüce Heyetinizi beklettim;
sebebine gelince: Sizlere de gelmiştir
herhalde, binlerce faks yağıyor, telefon yağıyor; çünkü, ÖSYM imtihanını
kazanan, üniversiteye gidecek çocuklarımız, Türkiye Cumhuriyeti kimlik numarası
almak mecburiyetinde imiş. Bu sebepten dolayı da, kayıtlarını yaptıramıyorlar.
Nüfus idarelerinin önünde kuyruklar var. Salı gününe kadar, eğer, bunu
halledemezlerse, kayıtlar bitiyor. Ben, sizden ve Yüce
Heyetinizden de izin alarak ve güç alarak, ÖSYM Başkanından, lütfen,
kayıtların, bir hafta, on gün ertelenmesini... Belki, internette var
diyeceklerdir; ama, Türkiye'de her yerde internet yok. Türk köylüsü çocuğuna
internet alacak halde değil, internete de giremez; onun için, bu kimlik
numaraları... BOZKURT YAŞAR ÖZTÜRK
(İstanbul) - Sayın Başkan, süre 1 ay uzatılsın, ne olacak... BAŞKAN - Efendim,
bendeniz, işte, sizin delaletinizle, Yüce Heyetinizin, Yüce Meclisin
delaletiyle -Sayın Bakan da, hükümet de burada- belki, hükümet nezdinde YÖK
Başkanı da bu konuda harekete geçer; yoksa, binlerce insan, yüzbinlerce çocuk
kayıt yaptıramayacak. Türkiye Cumhuriyeti kimlik numarası alınması gerektiği
daha evvel ilan edilmemiş. İlan edilmediği için, kimlik numarasını almak için
nüfus idarelerinde kuyruklarda bekliyorlar. Bu imkânı talebelerimize,
geleceğimizin teminatı olan gençlerimize verirsek, herhalde, hayırlı bir iş
yapmış oluruz. BOZKURT YAŞAR ÖZTÜRK
(İstanbul) - Teşekkür ediyoruz Sayın Başkan. III. -
BAŞKANLIĞIN GENEL KURULA SUNUŞLARI A) OTURUM
BAŞKANLARININ KONUŞMALARI 1. - TBMM
Başkanvekili Mustafa Murat Sökmenoğlu'nun, kendi kaderini belirleme hakkına,
özgürlük ve bağımsızlığına kavuşan Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyetinin 18 inci
kuruluş yıldönümünü; Millî Futbol Takımımızın Avusturya Millî Futbol Takımını
yenerek Dünya Kupası maçlarına katılma hakkını kazanması nedeniyle Millî Takım
Teknik Direktörü, oyuncuları ve teknik ekibini TBMM adına kutladığına ilişkin
konuşması BAŞKAN - Sayın
milletvekilleri, uzun müddettir morale hasret milletimize moral veren,
harikalar yaratan, millî refleksimizi bize hatırlatan Millî Takımımızın
gösterdiği başarıyı Türkiye Büyük Millet Meclisi adına, Yüce Heyetiniz adına
kutluyorum. (Alkışlar) Yıldırımlar yaratan
Yıldıray, Hakan, Okan, Arif'in golleriyle taçlandırılan bu başarıda payı olan
Millî Takım Teknik Direktörü ve ekibine teşekkür ediyorum. Bu başarının, Dünya
Kupası finallerinde de kendini göstereceğine inancım sonsuzdur. Cenabı
Allah'tan millîlerimizin başarılarının devamını niyaz ediyorum efendim. Sayın milletvekilleri,
gündemimizin yoğun olması sebebiyle, bugün, gündemdışı söz verme imkânımız
maalesef olmamıştır. Bilindiği gibi, bugün,
Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyetinin 18 inci Kuruluş Yıldönümünü idrak ediyoruz.
Gruplardan arkadaşlarımız bu konuda gündemdışı konuşma istemişlerdir; ama,
Medenî Kanunumuzun bitirilmesiyle ilgili olduğu için bu imkânı tanımadım ve
arkadaşlarımdan özür diliyorum. Sayın milletvekilleri,
malumları olduğu üzere, 1974 Kıbrıs Barış Harekâtından sonraki sürecin tarihî
bir neticesi olarak 15 Kasım 1983 tarihinde Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti
kurulmuş ve Kıbrıs Türk Halkı kendi kaderini belirleme hakkına, özgürlük ve bağımsızlığına
kavuşmuştur. Bu uğurda hayatlarını feda eden aziz şehitlerimizi, bir kere daha,
rahmet ve minnetle anarken, kahraman gazilerimize en derin saygı ve
şükranlarımı sunuyorum. Temeli pek çok şehit
kanıyla sulanmış ve Türk Milletinin millî davası olan Kıbrıs sorununun
çözümünde, Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyetinin ve garantör devlet olarak Türkiye
Cumhuriyeti Devletinin rıza ve iradesi dışında hiçbir oldubittinin kabul
edilmeyeceği kararlılığımız açıktır. Bu, haklı ve onurlu davadan taviz
verilmesi de mümkün değildir. Başta, Güney Kıbrıs Rum
Yönetimi olmak üzere, komşumuz Yunanistan'a ve üyelik için ilişkilerimizi
sürdürdüğümüz Avrupa Birliği camiasına, artık, gerçekleri görmelerini,
yararsız, uyuşmaz, gayri samimî tavır ve dayatmalardan vazgeçerek, akıl ve
sağduyunun gereklerini yerine getirmelerini salık veriyoruz. Bu tarihî ve mutlu günde,
yavru vatan Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyetinin 18 inci kuruluş yıldönümünü,
Türkiye Büyük Millet Meclisimiz adına yürekten kutluyor; Kıbrıslı Türk
soydaşlarımıza, her zaman yanlarında olacağımızı bir kere daha ifade ederek,
mutluluk ve esenlikler dileklerim ile içten sevgi ve saygılarımı sunuyorum
efendim. (Alkışlar) Sayın milletvekilleri,
Başkanlığın Genel Kurula diğer sunuşları vardır. Meclis soruşturması önergesi
vardır; önerge bastırılıp sayın üyelere dağıtılmıştır. Meclis soruşturması
önergesini okutuyorum: B) GENSORU,
GENEL GÖRÜŞME, MECLİS SORUŞTURMASI VE MECLİS ARAŞTIRMASI ÖNERGELERİ 1. -
İstanbul Milletvekili Mehmet Ali Şahin ve 55 arkadaşının, bakanlığı döneminde
usulsüzlük ve suiistimallere yol açtığı ve göz yumduğu, gerekli tedbirleri
almayarak görevini kötüye kullandığı ve bu eylemlerinin Türk Ceza Kanununun
228, 230, 240 ve 346 ncı maddelerine uyduğu iddiasıyla Bayındırlık ve İskân
eski Bakanı Koray Aydın hakkında Meclis soruşturması açılmasına ilişkin
önergesi (9/4) Türkiye Büyük Millet
Meclisi Başkanlığına Bayındırlık ve İskân
Bakanlığı yaptığı dönemde, usulsüzlüklere, suiistimallere yol açtığı ve göz
yumduğu, bu hususlarla ilgili gerekli tedbirleri almayarak görevini kötüye
kullanması sebebiyle, Türk Ceza Kanununun 228, 230, 240, 346 ncı maddelerini
ihlal ettiğinden dolayı, Bayındırlık ve İskân Bakanı Koray Aydın hakkında,
Anayasanın 100 üncü ve İçtüzüğün 107 nci maddeleri uyarınca Meclis soruşturması
açılması gereğini saygılarımızla arz ve teklif ederiz. 6.11.2001
Gerekçe: Yolsuzluk, suiistimal ve
usulsüzlükler, özellikle 57 nci hükümet döneminde âdeta ayyuka çıkmış, bakanlar
istifa etmek zorunda kalmış, onlarca bürokrat görevden alınmış, bunlardan
birçoğu tutuklanmış, intiharlara varan olaylar yaşanmıştır. Bütün bu olaylar
incelendiğinde, altından işadamı-bürokrat-siyasetçi ilişkisi çıkmaktadır. 5 Eylül 2001 tarihine
kadar Sayın Koray Aydın'ın bakan olarak başında bulunduğu Bayındırlık ve İskân
Bakanlığında ihalelere fesat karıştırıldığı ve haksız kazançlar elde edildiğine
dair iddialar, kamu vicdanını rahatsız edici boyutlara ulaşmıştı. Nitekim
13.2.2001 tarihinde Koray Aydın hakkında gensoru önergesi verilmiş, Bakanlık
bünyesinde olup bitenler Meclis kürsüsünden dile getirilmiş; ancak, iktidar
partilerine mensup milletvekillerinin oylarıyla reddedilmiş, ciddiye
alınmamıştı. Çok geçmeden Ankara DGM
Cumhuriyet Başsavcılığınca başlatılan "vurgun operasyonu" iddiaları
çorap söküğü gibi çözüp, Bayındırlık ve İskân Bakanlığındaki yolsuzluk ve
suiistimaller birer birer ortaya çıkınca, Sayın Koray Aydın, hem bakanlıktan hem
de milletvekilliğinden istifa etmek zorunda kalmıştı. Bayındırlık ve İskân
Bakanlığındaki yolsuzluklarla ilgili cumhuriyet tarihimizin en çok sanıklı
davalarından biri sayılabilecek kamu davası, 13.10.2000 tarihinde açıldı. İçinde, Bakanlığın üst
düzey bürokratlarının da bulunduğu 361 sanıklı davada, sanıklar, çıkar amaçlı
suç örgütü kurmak, yönetmek, örgüt adına faaliyette bulunmak, bilerek hizmet
yürütmek, üye olmak, devlet alım-satımında ihaleye fesat karıştırarak çıkar
sağlamak, görevi kötüye kullanmak, ihaleye fesat karıştırmak, 3628 sayılı
Yasaya muhalefet suçlarından yargılanmaktadırlar. Ayrıca, soruşturma
boyutları itibariyle birkısım sanıklar yönünden devam etmektedir. Bütün bu olaylardan ve
suiistimallerden Sayın Koray Aydın'ın haberi olmadığı, rolünün bulunmadığı
düşünülemez. Nitekim, DGM yedek hâkimliğinde Müsteşar Sedat Aban
"ihalelerde Bakan, kendisi bir firma adı vererek, ihalede bunu da
değerlendirin diye bana veya Genel Müdüre söyleyebildiği gibi, Danışmanı
Sadettin Dinçer vasıtasıyla bu şekilde talimatları olmaktadır" demek
suretiyle bu ilişkiyi teyit etmiştir. İddianamede, eski Bakan
Koray Aydın'ın isminin geçmemesi, Anayasanın 100 üncü maddesi sebebiyledir.
Sayın Bakan ile ilgili soruşturma görevi TBMM'nindir. Kaldı ki, Anayasanın 112
nci maddesi "Her bakan, kendi yetkisi içindeki işlerden ve emri
altındakilerin eylem ve işlemlerden de sorumludur" hükmünü amirdir. Diğer yandan 13.12.1983
tarihli ve 180 sayılı Bayındırlık ve İskan Bakanlığının Teşkilat ve Görevleri
Hakkında Kanun Hükmünde Kararnamenin 5 inci maddesinin ikinci fıkrası
"Bakan, emri altındakilerin faaliyet ve işlemlerinden sorumlu olup,
Bakanlık Merkez ve Taşra Teşkilatı ile Bağlı Kuruluşunun faaliyetlerini,
işlemlerini ve hesaplarını denetlemekle görevli ve yetkilidir" demektedir.
Bayındırlık ve İskan eski
Bakanı Sayın Aydın, Anayasanın ve yasaların kendisine yüklediği görevlerini
layıkıyla yerine getirmemiş ve kamu davasına konu olan suiistimal ve
vurgunların meydana gelmemesi için üzerine düşeni yapmamıştır. Ayrıca Bakanlığındaki
tüm olumsuzluklardan bizzat haberdar olduğu ve bu işlerin bilgisi dahilinde
yapıldığı kanaatindeyiz. Sayın Aydın, sadece DGM
davasına konu Yapı İşleri Genel Müdürlüğündeki ihale yolsuzluklarından değil,
afet kararnamelerindeki partizanlıklardan, İller Bankasınca yapılan
yatırımlardaki suiistimallerden, deprem bölgesinde iş yapan müteahhitlerle
ortak olduğu firması kanalı ile gerçekleştirdiği menfaat ilişkilerinden de
sorumludur. Sayın Aydın'ın eylemleri TCK'nın 228, 230, 240 ve 346 ncı maddelerine
girdiği gibi, 4422 sayılı Yasa hükümlerine göre de değerlendirilmelidir. Bütün bu sebeplerle,
Bayındırlık ve İskan eski Bakanı Sayın Koray Aydın hakkında Meclis soruşturması
açılmalıdır. BAŞKAN - Bilgilerinize
sunulmuştur efendim. Anayasanın 100 üncü
maddesinde ifadesini bulan "Meclis, bu istemi en geç bir ay içinde görüşür
ve karara bağlar" hükmü uyarınca, soruşturma önergesinin görüşülme gününe
dair Danışma Kurulu kararı daha sonra Genel Kurulun onayına sunulacaktır. Sayın milletvekilleri,
bir adet de Meclis araştırması önergesi vardır; okutuyorum efendim: 2. - Karaman Milletvekili Zeki Ünal ve 23 arkadaşının,
denizcilik politikası konusunda Meclis araştırması açılmasına ilişkin önergesi
(10/217) Türkiye Büyük Millet
Meclisi Başkanlığına Ülkemiz, üç tarafı
denizlerle çevrili, aynı zamanda, kıtalararası bir köprü konumunda olmasına
rağmen, bu avantajları yeterince değerlendirebildiğimizi söylemek mümkün
değildir. Ekonomideki küçülmenin tartışıldığı şu günlerde, bu imkân ve
nimetleri değerlendirmek ve denizcilik sektörüne yeni bir vizyon kazandırmanın
önemini de artırmaktadır. Bu amaçla, Anayasanın 98
inci ve 104 üncü maddesi gereğince bir araştırma önergesi hazırlamış
bulunmaktayız. Gereğini arz eder,
saygılar sunarız.
Gerekçe: Türkiye bir deniz ülkesi
olmasına rağmen, biz onu hâlâ denizci bir ülke konumuna getiremedik. Denizden
ve içindeki varlıklardan yeterince faydalanmayı sağlayamadığımız gibi, onun ne
kıymetli bir doğal zenginlik olduğunu da halen idrak etmiş değiliz. Denizden faydalanmak
denildiği zaman, sadece denizyolu ulaştırması akla gelmemelidir. Denizcilik,
ideal bir ulaşım alanı olması yanında, balıkçılık (doğal çiftlik), kumculuk,
henüz yararlanamadığımız denizaltı madenciliği, turizm ve hatta bazı ülkelerin
kullandığı enerji kaynağı olma gibi özelliklerini de hesaba katmalıyız. Türkiye'de, ulaştırma
konusunda denizcilik, yük taşımacılığının yüzde 3'ünü, yolcu taşımacılığının
ise binde 1'ini oluşturmaktadır. Halbuki, yapılan araştırma sonuçları,
taşımacılığın yüzde 30'unun denizlerden yapılabileceğini göstermektedir. Deniz taşımacılığı, bir
defada çok daha fazla miktar yük taşınması, yük kayıplarının en aza
indirgenmesi, güvenlik, ucuzluk, trafik sorunlarının hemen hemen hiç sorun
olmadığı, daha rahat bir yolculuk gibi sebeplerle çok daha fazla tercih
edilmesi gereken bir ulaşım biçimi olması kanaatleri güç kazanmaktadır. Denizcilik, ulaştırmadaki
fonksiyonelliği yanında, istihdam potansiyeli ve ekonomiye itici bir güç olma
özelliği yönüyle de ciddî bir öneme sahiptir. Özellikle, sektörün stratejik
boyutunun bir devlet politikası olarak ele alınmasının gerekliliği
kaçınılmazdır. Bunun için, hedefleri ve ilkeleri netleştirip, gelişmiş
ülkelerin denizcilik birikimlerinden yararlanarak, en rasyonel bir biçimde
değerlendirmeler yapma zorunluluğu bulunmaktadır. Coğrafî konumu itibariyle
benzerlikler gösteren komşumuz Yunanistan ile ülkemizin, dünya denizciliğini de
nazarı dikkate alarak bir mukayesesinin yapılması konuya daha da netlik
kazandırır diye düşünebiliriz. Dünya deniz ticaret
filosu 767 milyon DWT kapasitededir. Bu filoyla her yıl 5,7 milyar ton yük
taşınmaktadır. Dahilî taşımacılıkla bu rakam 10 milyar tona çıkabilmektedir. Bu
taşımacılıktan dünyadaki denizci ülkeler 300 milyar dolar gelir sağlamaktadır.
Komşumuz Yunanistan 151 milyon DWT'lik 3 548 gemisiyle bu pastadan 60 milyar
dolarla yaklaşık yüzde 20'lik bir pay elde etmektedir. Türkiye, bu pastadan 8,5
milyon DWT'lik filoyla, 3 milyar dolar gibi oldukça düşük bir gelirle, yüzde
1'lik bir pay alabilmektedir. Ayrıca, sektörde hizmet gören gemilerimizin,
dünya filosunun yaş ortalamasının üzerinde olması ve son yıllarda dünya çapında
önplana çıkan güvenlik ve çevre mülahazaları nedeniyle yaşlı ve standart dışı
gemilerin limanlarına kabul edilmemesi kararları söz konusu olmaktadır. Ne
yazık ki, denizcilik filomuzun yaş ortalaması 20'nin üzerindedir ve yenilenmeye
muhtaçtır. Bütün bu olumsuz şartlar çerçevesinde bile, Türk Denizcilik Odası
bilgilerine göre, denizciliğimizden halen 9,5 milyar dolarlık döviz girdisi
sağlanmaktadır. Tedbirler alınması halinde bu girdinin 24 milyar dolar
seviyesine ulaşması mümkün olacaktır. Denizciliğimizin, sunulan
bu teknik bilgiler dışında, dünyayla olan organik bağları yönüyle de eşsiz bir
konuma sahiptir. Boğazlar vasıtasıyla, Karadenizde sahili bulunan ülkelere,
Ortaasya'ya ve Uzaktoğu'ya, Doğu Akdeniz'deki konumu itibariyle Ortadoğu'ya,
Kuzey Afrika'ya, Avrupa'ya, Cebelitarık'la Atlantik'e, Süveyş Kanalıyla Hint
Okyanusuna ve Uzakdoğu'ya açılan bir bağlantısı vardır. Kara, hava ve denizyolu
ulaşımı ve deniz avantajı konusunda ülkemiz kadar zengin olan, dünyada çok az
ülke olduğu kanaatindeyiz. Bu durumun da en güzel bir biçimde değerlendirilmesi
gerektiğini düşünüyoruz. Sekizinci Beş Yıllık
Kalkınma Planı, ulaştırmaya ilişkin özel ihtisas komisyonu raporuna göre,
denizciliğimiz 57 kanun, 1 kanun hükmünde kararname, 29 tüzük, 41 yönetmelik ve
18 kararnameyle, denizcilikten sorumlu Bakanımızın bir açıklamasına göre, 10
bakan tarafından yönetildiği şeklindedir. Bütün bu dağınık görev ve yetki
dağılımı ve sorumlulukların değişik ellerde olması, hedef belirleme ve
kullanımında olumsuz bir etki oluşturduğu muhakkaktır. Bundan dolayı yetkilerin
bir çatı altında toplanması bir zorunluluk haline gelmektedir. Doğal deniz
kaynaklarımızı, deniz taşımacılığı, her türlü altyapı tesislerinden meydana gelen
kirlilik ve aşırı kullanımdan kaynaklanan degradasyonel ekosistem
değişimlerinin önüne geçilerek, 2872 sayılı Çevre Kanununun içeriğine, gelişmiş
ülkelerin çevreyle alakalı kazanımlarını da katarak adil, pratik ve etkin bir
yapı kazandırılması ve bu sektörden azamî yararlanma ve aynı zamanda, ekolojik
dengeyi koruyarak yeni bir denizcilik anlayışı ve sistemi geliştirmek ciddî
görev durumuna gelmiştir. Konuya, Meclisimizin duyarlılık göstereceğine ve
gerekli tedbirleri alacağına inanıyoruz. BAŞKAN- Bilgilerinize
sunulmuştur. Önerge, gündemde yerini
alacak ve Meclis araştırması açılıp açılması konusundaki öngörüşme, sırası
geldiğinde yapılacaktır. Sözlü soru önergesinin
geri alınmasına dair bir önerge vardır; okutuyorum: C)
TEZKERELER VE ÖNERGELER 1. -
Şanlıurfa Milletvekili Mehmet Yalçınkaya'nın (6/1457), (6/1458) ve (6/1462)
esas numaralı sözlü sorularını geri aldığına ilişkin önergesi (4/429) Türkiye Büyük Millet
Meclisi Başkanlığına TBMM Genel Kurul
gündeminde bulunan; (6/1457), (6/1458) ve (6/1462) sayılı sözlü soru
önergelerimin cevabını aldığımdan geri çekiyorum. Gereğini bilgilerinize
arz ederim. 14.11.2001 Mehmet Yalçınkaya Şanlıurfa BAŞKAN- Sözlü soru
önergesi geri verilmiştir. Türkiye Büyük Millet
Meclisi Başkanlığının bir tezkeresi vardır; okutup, oylarınıza sunacağım: 2. - Avrupa
Parlamentosunca 26-27 Kasım 2001 tarihinde Brüksel'de yapılacak "Avrupa
Birliğinin Genişleme Süreci Çerçevesinde Halk Sağlığı Politikaları" konulu
seminere TBMM'yi temsilen iki üyenin katılmasına ilişkin TBMM Başkanlığı
tezkeresi (3/925) 14 Kasım 2001 Türkiye Büyük Millet
Meclisi Başkanlığına Avrupa Parlamentosundan
alınan mektupta, 26-27 Kasım 2001 tarihleri arasında Brüksel'de AB üyesi ve
AB'ye aday ülkelerin parlamenterlerinin katılımıyla "Avrupa Birliğinin
Genişleme Süreci Çerçevesinde Halk Sağlığı Politikaları" konulu seminer
düzenleneceği belirtilerek, söz konusu seminere, TBMM'yi temsilen iki üye davet edilmektedir. Anılan davete icabet
edilmesi hususu, Türkiye Büyük Millet Meclisinin Dış İlişkilerinin Düzenlenmesi
Hakkındaki 3620 sayılı Kanunun 9 uncu maddesi uyarınca Genel Kurulun
tasviplerine sunulur. Ömer İzgi Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanı BAŞKAN- Tezkereyi
oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler... Kabul etmeyenler... Kabul edilmiştir. Danışma Kurulunun bir
önerisi vardır; okutup, oylarınıza sunacağım: IV. -
ÖNERİLER A) DANIŞMA
KURULU ÖNERİLERİ 1. - Genel
Kurulun 20 Kasım 2001 Salı günü 12.00 - 16.00 saatleri arasında çalışmasına ve
"Özel Gündemde Yer Alacak İşler" kısmındaki 697 ve 596 sıra sayılı
araştırma komisyonları raporlarının görüşülmesine, 21 Kasım 2001 Çarşamba ve 22
Kasım 2001 Perşembe günleri de 12.00-16.00 saatleri arasında çalışmalarını
sürdürmesine; 21 Kasım 2001 Çarşamba günkü birleşimde sözlü soruların görüşülmemesine
ilişkin Danışma Kurulu önerisi Danışma Kurulu Önerisi No: 91 15.11.2001 Genel Kurulun 20 Kasım
2001 Salı günü 13.00-16.00 ve 18.00'den Özel Gündemde yer alan 697 ve 596 sıra
sayılı araştırma komisyonu raporlarının görüşmelerinin bitimine kadar; 21 Kasım
2001 Çarşamba ve 22 Kasım 2001 Perşembe günleri de 13.00-16.00; 18.00-20.00
saatleri arasında çalışmalarını sürdürmesinin; 21 Kasım 2001 Çarşamba günkü
Birleşimde sözlü soruların görüşülmemesinin Genel Kurulun onayına sunulması
Danışma Kurulunca uygun görülmüştür.
BAŞKAN - Efendim, öneri
hakkında söz isteyen?.. Yok. Danışma Kurulu önerisini
oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler... Etmeyenler... Kabul edilmiştir efendim. Gündemin "Kanun
Tasarı ve Teklifleri ile Komisyonlardan Gelen Diğer İşler" kısmına
geçiyoruz. Önce, yarım kalan
işlerden başlıyoruz. V. - KANUN
TASARI VE TEKLİFLERİYLE KOMİSYONLARDAN GELEN DİĞER
İŞLER 1. - İzmir
Milletvekili Rifat Serdaroğlu'nun; İstanbul Milletvekili Bülent Akarcalı'nın;
Amasya Milletvekili Ahmet İyimaya'nın; Ankara Milletvekili Yıldırım Akbulut'un;
Şırnak Milletvekili Mehmet Salih Yıldırım'ın; Gaziantep Milletvekili Ali
Ilıksoy, Konya Milletvekili Ömer İzgi ve Ankara Milletvekili Nejat Arseven'in;
İstanbul Milletvekili Ziya Aktaş ve 42 Arkadaşının; Zonguldak Milletvekili
Hasan Gemici'nin ve İzmir Milletvekili Işılay Saygın'ın; Türkiye Büyük Millet
Meclisi İçtüzüğünde Değişiklik Yapılmasına Dair İçtüzük Teklifleri ve Anayasa
Komisyonu Raporu (2/94, 2/232, 2/286, 2/307, 2/310, 2/311, 2/325, 2/442, 2/449)
(S.Sayısı : 527) BAŞKAN - Türkiye Büyük
Millet Meclisi İçtüzüğünde Değişiklik Yapılmasına Dair İçtüzük Teklifinin
raporu gelmediği için, görüşmelerini erteliyoruz. Türk Medenî Kanunu
Tasarısı ile Türk Kanunu Medenîsinde Değişiklik Yapılması Hakkında Kanun
Tasarısı ve Ankara Milletvekili Yücel Seçkiner'in; Ankara Milletvekili Esvet
Özdoğu ve Dört Arkadaşının; Aynı Kanunda Değişiklik Yapılması Hakkında Kanun
Teklifleri ve Adalet Komisyonu raporunun görüşmelerine kaldığımız yerden devam
ediyoruz. 2. - Türk
Medenî Kanunu Tasarısı ile Türk Kanunu Medenisinde Değişiklik Yapılması
Hakkında Kanun Tasarısı ve Ankara Milletvekili Yücel Seçkiner'in; Ankara
Milletvekili Esvet Özdoğu ve Dört Arkadaşının; Aynı Kanunda Değişiklik
Yapılması Hakkında Kanun Teklifleri ve Adalet Komisyonu Raporu (1/611, 1/425,
2/361, 2/680) (S. Sayısı: 723) (1) BAŞKAN - Komisyon?..
Burada. Hükümet?.. Burada. Yedinci Bölüm üzerinde
görüşmeler tamamlanmıştı. Şimdi, Yedinci Bölümü
oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler... HÜSEYİN KARAGÖZ (Çankırı)
- Karar yetersayısı istiyoruz. VEYSEL CANDAN (Konya) -
Sayın Başkan, biz, karar yetersayısının aranılmasını istemiştik. BAŞKAN - Kabul
etmeyenler... Kabul edilmiştir. Efendim "kabul
edenler" dedikten sonra... VEYSEL CANDAN (Konya) -
Karar yetersayısını söylemiştik. BAŞKAN - Ne zaman
söylemiştiniz efendim? VEYSEL CANDAN (Konya) -
10 dakika önce yine söyledik efendim. BAŞKAN - Efendim, oylama
yaptım. VEYSEL CANDAN (Konya) -
Hayır efendim... BAŞKAN - Nasıl hayır?.. VEYSEL CANDAN (Konya) -
Söyledik efendim. BAŞKAN - Kime söylediniz
efendim? ÖMER VEHBİ HATİPOĞLU
(Diyarbakır) - Zatıâlinize söylediler de, duymadınız efendim. VEYSEL CANDAN (Konya) -
Söyledik Sayın Başkan. Gerek yok ki!.. Lüzum yok ki!.. BAŞKAN - Oylamaya
geçtikten sonra söylediniz efendim. VEYSEL CANDAN (Konya) -
Hayır efendim. Siz buraya yazı gönderdiniz, kabul etmediğimizi söylemedik biz. BAŞKAN - Efendim, sonra,
cevap almayınca... VEYSEL CANDAN (Konya) -
Hayır efendim... BAŞKAN - Oyladım efendim;
bitti. VEYSEL CANDAN (Konya) -
Hayır... BAŞKAN - Efendim,
oyladım. İstirham ederim Sayın Candan... VEYSEL CANDAN (Konya) -
Toplantı yetersayısı yok. Bir kere, usulsüz açtınız. İkincisi, karar
yetersayısı istedik. BAŞKAN - Efendim,
affedersiniz, Bütçe Komisyonu çalışıyor. Bütçe Komisyonuna üye arkadaşlarımız
var... VEYSEL CANDAN (Konya) -
Onları da getirseniz yine sayı yetmez. BAŞKAN - Efendim,
oylamaya geçtim, "kabul edenler" dedikten sonra Sayın Milletvekili
istedi. VEYSEL CANDAN (Konya) -
Hayır Sayın Başkan... Hayır, hayır... Efendim, bakmadınız; biz
el kaldırdık burada... BAŞKAN - Efendim, geçtim
oylamaya; istirham ederim yani... VEYSEL CANDAN (Konya)
-Hayır, geçmediniz. BAŞKAN - Geçtim
efendim... Nasıl hayır... VEYSEL CANDAN (Konya) - Geçmediniz
efendim... Biz sizi uyardığımızda geçmemiştiniz. BAŞKAN - Efendim,
buyurun; zabıtları getirteyim, bakın efendim. Ara vereyim, zabıtları
getirteyim... VEYSEL CANDAN (Konya) -
Hayır, geçmediniz Sayın Başkan. BAŞKAN - Efendim,
zabıtları getireyim... VEYSEL CANDAN (Konya) -
Niye usulsüzlüğü âdet haline getiriyorsunuz?! BAŞKAN - Efendim, ben,
usulsüzlüğü hiç âdet haline getirmedim; istirham ederim... VEYSEL CANDAN (Konya) -
Getiriyorsunuz işte... HÜSEYİN KARAGÖZ (Çankırı)
- Sayın Başkan, yangından mal kaçırır gibi oylama yapıyorsunuz. BAŞKAN - İstirham ederim
efendim... Zabıtları getireyim, bakın. Eğer siz, oylamaya geçtikten sonra
"kabul edenler" dedikten sonra demediyseniz, ben, bu oturum
yönetmekten vazgeçiyorum efendim. (MHP ve DSP sıralarından alkışlar) VEYSEL CANDAN (Konya) -
Peki; siz burada... BAŞKAN - İstirham
ederim... Yapmayın... Zabıtlar var... VEYSEL CANDAN (Konya) -
Hayır... Hayır... BAŞKAN - Sayın Candan,
zabıtlar var... İstirham ederim... VEYSEL CANDAN (Konya) -
Getirtin o zaman; ara verin toplantıya, getirin. BAŞKAN - Ben devam
ediyorum efendim; zabıtları getirteceğim. Sayın Candan, hiç, bir
başkanvekilinin talimatıyla zabıtlar değişir mi?! İstirham ederim yani... VEYSEL CANDAN (Konya) -
Değişir demedim, getirtin, bakın dedim. BAŞKAN - Efendim,
Sekizinci Bölüm üzerindeki görüşmelere başlıyoruz. Sekizinci Bölüm, dördüncü
kitap, eşya hukuku kısmının 683 ilâ 778 inci maddelerini kapsamaktadır. Bu bölümde de, konuşma
süreleri, gruplar, Komisyon ve Hükümet için 20'şer dakikadır. Sekizinci Bölüm üzerinde
söz isteyenler?.. Adalet ve Kalkınma
Partisi Grubu adına, Şanlıurfa Milletvekili Sayın Yahya Akman; buyurun. (AK
Parti sıralarından alkışlar) AK PARTİ GRUBU ADINA
YAHYA AKMAN (Şanlıurfa) - Sayın Başkanım, değerli milletvekilleri; 723 sıra
sayılı Medenî Kanun Tasarısının Sekizinci Bölümü üzerinde Ak Parti Grubunun
görüşlerini izah etmek üzere söz almış bulunuyorum; bu vesileyle, Yüce
Heyetinizi saygıyla selamlıyorum. Değerli milletvekilleri,
görüşmekte olduğumuz Medenî Kanun Tasarısının, önemli bir tasarı olduğu, çok
kişiyi ilgilendirdiği bu kürsüden defalarca izah edildi. Ben de ifade ediyorum
ki, kapsama alanı ülkenin her metrekaresi, hatta, bazen yurtdışı; kapsadığı
kişiler, Türkiye Cumhuriyeti vatandaşlarının tamamı, hatta, bazen, birkısım
yabancılar; kapsama süresi de, insanın ana rahmine düşmesinden, ölümden sonraki
zamana kadar uzayan, çok geniş bir yelpazeye hitap eden bir yasa tasarısını
görüşüyoruz. Değerli milletvekilleri,
dünya tarihinde her zaman için hukuk var olmuştur. Kimi zaman, bu hukuk
kuralları, yazılı hukuk kuralları şeklinde olmuş, kimi zaman da, yazılı olmayan
hukuk kuralları tatbik edilmiş, uygulanagelmiştir. Bilhassa, Medenî Kanun gibi
sosyal içeriği yüksek olan, insanların büyük kesimini ilgilendiren yasaların
kaynağı bilim adamları tarafından izah edildiği zaman şunu söylerler: Derler
ki, bu kanunlar, tarih süzgecinden damıtılarak gelen kanunlardır. Öyle ki, o
milletlerin örf ve adetleri, dinî inanışları, yaşantıları, bu kanunların
oluşmasında etkin olan kurallardır ve bu kanunlar, bunlardan mülhem olarak,
ilham alarak hazırlanır. Yani, insanlık tarihine baktığımız zaman, daha önce
sözlü olarak, insanlar arasında ayıp karşılanan, yasak karşılanan birtakım
kuralların, zaman içerisinde yazılı hale dönüştürülerek, hukuk kuralları haline
getirildiğini, tarih süreci içerisinde görüyoruz. Bunların en belli
başlılarından, en belirgin örneklerinden bir tanesi de, medenî hukuk alanı
dediğimiz, insanların yaşantısını, hatta, ölüm sonrasını, mirasını ve birbirleriyle
olan ilişkilerini ilgilendiren yasa kurallarıdır. Peki, bu görüşmekte
olduğumuz Medenî Kanun Tasarısı, bu arz ettiğimiz ölçüler içerisinde, hukuk
fakültesinde bize öğretilen kanunların hazırlanış tekniğine uygun olarak,
hakikaten, toplumun hayatından, toplumun geçmişinden damıtılarak süzülüp gelen
kurallar halinde bir yasa tasarısı mıdır, yoksa, diğer türlü bir yasa tasarısı
mıdır? Buna, doğrusu, olumlu cevap vermek mümkün değil. Bildiğiniz üzere,
cumhuriyet tarihimizle beraber, cumhuriyetin kuruluşundan aşağı yukarı üç yıl
sonra, yeni kurulan cumhuriyete bir medenî kanun hazırlığı için araştırmalar
yapılmış ve o günkü şartlarda, İsviçre Medenî Kanununun ülkemiz için ve
insanlarımız için en uygun kanun olacağı varsayılarak, bu Kanun, iktibas yoluyla,
tercüme edilmek suretiyle hukukumuza kazandırılmış ve gelmiştir. Yetmişbeş yıl önce, böyle
bir kanunun tercüme edilerek hukuk sahamıza kazandırılmış olmasını anlamak
mümkün; çünkü, o tarihlerde, hakikaten, savaştan çıkmış olan bir millet, ilim
adamlarının çoğu da, daha önceki hukuk sahasında yetişmiş olan ilim adamları.
Yeni bir hukuk anlayışı, yeni bir cumhuriyet, yeni bir demokrasi, yeni bir
anlayış adapte edilmek isteniyor; bunu, o çağın gereklerine göre anlamak, doğru
bulmak mümkün; fakat, geldiğimiz noktada, eğer yanlış bilmiyorsam, şu gün,
Türkiye'de faal olan 27 tane hukuk fakültemiz var. Bu hukuk fakültelerinde
profesör, doçent ve çeşitli kademelerde hocalık yapan binlerce hukukçu
akademisyenimiz var. Yine, bunun yanında, sayıları binlerle ifade edilen, belki
onbinlerle ifade edilen uygulayıcılarımız var. Bunlar, savunma alanındaki
uygulayıcılar olduğu gibi, mahkeme hâkimlerimiz, yüksek yargıçlarımız, birinci
sınıfa ayrılmış yargıçlarımız, eser yazan uygulayıcılarımızdır. Bütün bu
envantere sahipken, bu gibi bir birikime sahipken, yetmişbeş yıl sonra, oturup
da, bu ilim adamlarımız, yetmişbeş yıllık uygulamaları da göz önüne alarak,
acaba, yeni bir medenî yasayı önümüze getirmiş olsalardı daha isabetli olmaz
mıydı diye düşünmeden edemiyoruz. Kanaatimce, isabetlisi bu olurdu; ama, ne
yazık ki, yine, İsviçre Medenî Kanununun zaman içerisinde değişen birkısım
maddeleri de dikkate alınmak suretiyle, bugün İsviçre'de yürürlükte olan Medenî
Kanunun, aynen, âdeta satır satır tercüme edilerek önümüze getirildiğine şahit
oluyoruz. Ben, milletimiz adına, bu husustan, doğrusu, üzüntü duyduğumu ifade
etmek istiyorum. Sosyal içeriği ağır olan, toplumun her kesimini yakından
ilgilendiren bir yasanın böyle hazırlanmaması gerekirdi. Takdir edersiniz ki,
bugün, Türkiye'nin bir vilayeti büyüklüğündeki İsviçre'nin, Türk toplumuyla
doğrudan doğruya örtüşen kaç yönünün olduğunu sorarsanız, doğrusu, buna cevap
veremem; eğitim seviyeleri, ekonomik seviyeleri, tarihteki geçmişleri, dinleri,
örf ve âdetleri itibariyle bizimle ne kadar uyuştukları şüpheli bir konu. Yani,
ben, ekonomik alanda hazırlanmış olan bir yasanın İsviçre'den veya diğer bir
Batı ülkesinden alınmasını anlarım; teknolojik alandaki bir gelişmeyi öngören
bir yasanın oradan alınmasını anlarım; ama, Medenî Kanunun, doğrudan doğruya
milletin öz malı olarak hazırlanması gereken, yerli malı olarak hazırlanması
gereken yasa olmasına rağmen, bu cihete gidilmemiştir. Tabiî, benim, bunları
ifade ederken, şunu da ifade etmem lazım: Burada değerli hocalarımız var; bu işe
emek vermiş komisyonlarımız var. Ben, bunların emeklerinin tamamını, çarpı
sıfır kabul etme, hiçbir şey yapılmamış gibi kabul etme nezaketsizliğinde
bulunmak istemiyorum. Elbette ki, bu eleştirilerim, doğrudan doğruya
hükümetimizedir, bu işin siyasî sorumluluğunu üzerine almış olan
insanlarımızadır. İlim adamlarımız, çeşitli dilleri öğrenmiş, onlardan tercüme
yapabilecek kabiliyet ve bilgi birikimine sahip olmuşlar; bu, bizim için
sevindirici bir olay. Onlardan istifade etmek de mümkün; o yabancı dilleri
bildikleri için. Sadece İsviçre'yi değil, mesela, İspanya'nın Medenî Kanunu,
bilebildiğim kadarıyla çok daha yeni bir kanun. Söylendiğine göre -ben, şahsen
okuma imkânına sahip olmadım- bu, İsviçre Medenî Kanunundan filan da çok daha
güzel düzenlemeler içeriyor; ama, yine, bilebildiğim kadarıyla, ülkemizde
İspanyolca bilen ilim adamı olmadığından o kanun tercüme edilmemiş ve ondan
istifade edilmemiş. Belki, bu anlamdaki birçok kanun harmanlanarak bir şey
hazırlanıp, yine, içinden bir yerli malı çıkarılmaya çalışılsaydı daha isabetli
olurdu kanaatindeyim; ama, tekrar ifade ediyorum: Bu hususta emeği geçmiş olan,
belki onlarca ilim adamımızın emeğini kesinlikle inkâr etmek istemiyorum;
hakikaten, aylarca, yıllarca yapılmış olan bir çalışma var karşımızda. Bu
çalışmanın bazı açılarını her ne kadar tenkit ediyor olsak da, bu bir emeğin
ürünüdür, bunu takdir etmemek de mümkün değildir. Değerli arkadaşlar, bu
yolla alınmış olan Medenî Yasaya baktığımız zaman şöyle bir soru da aklımıza
gelmiyor değil; yani, acaba, aldığımız aptes ürküttüğümüz kurbağaya değdi mi
gibi bir soru da kafamıza takılmıyor değil. Şöyle bir bakıyorum, 1926 yılında
kabul etmiş olduğumuz yasa, ana hatlarıyla korunmuş. Hatta, şu çok tartışma
konusu edilen mal rejimini, aile hukukuna ilişkin bazı düzenlemeleri istisna
tutarsanız, genel anlamda, aynısı, tercüme yoluyla, yeniden yenilenmiş. Peki,
ben şimdi düşünüyorum, bu yenilemede madde numaraları değişti. Değerli arkadaşlar,
Medenî Kanun gibi kanunların birkısım maddeleri, çoğu zaman, Anayasa
maddelerinden bile daha çok tekrarlanan maddelerdir. Özellikle uygulayıcı
arkadaşlar, bu maddeleri, içerikleriyle birlikte, numaralarıyla birlikte
ezberden bilirler; hâkimler için böyle, avukatlar için böyle... Sadece bu
açısını bile düşündüğüm zaman, ben, uygulayıcılara bir külfet getirildiğini
düşünüyorum; eski 153 üncü madde de, yeni ikiyüz bilmem kaçıncı madde gibi,
sürekli, onunla bunu karşılaştıracak şeyler meydana gelecek ve belki,
hafızaların tazelenmesi, yeni bir bilgi edinme ihtiyacı hissedecekler; ama, bu
çok olumlu anlamda bir gelişme olmayacak doğrusunu isterseniz. Diliyle ilgili
değişiklikler yapılmış. Bu, diliyle ilgili değişiklikler burada çok uzun
uzadıya tartışıldı; doğrusu, ben, teferruatına girmeyeceğim; ama, onunla ilgili
şunu söylemek istiyorum: Bildiğiniz gibi, bir kelimenin bir sözlük anlamı
vardır, bir de ıstılah anlamı, yani, ilmî sahada kullanılan anlamı vardır.
Burada, dilin Türkçeleştirilmesi adına, ıstılah anlamında, yani, hukuktaki
kullanılan anlamında birçok kelimede değişiklik yapılmış. Yapılan yeni
değişiklikler her ne kadar öztürkçe gibi görünüyorsa da, aslolan, hukuk diliyle
ona yüklenen anlamdır. Ona yüklenen anlam, eğer, yeni bir izahı gerektiriyorsa,
bırakın, eskisi kalsın; yani, onu uygulamak zorunda olan, onu okuyup anlamak
zorunda olan insanlar buna ihtiyaç duyacaklarına göre, bırakın öyle kalsın. Bu
anlamda da, doğrusu, aşırıya kaçıldığını düşünüyorum. Tabiî ki, dilinde,
bugünkü Türkçede kullanılmayan birkısım kelimeler var. Doğrudan doğruya onları
karşılayan kelimelerle bunun ifade edilmesine karşı değilim; ama, bir kısmının
da bunu karşılamadığını örnekleriyle benden önceki arkadaşlar da izah ettiler,
ben bunun teferruatına girmek istemiyorum. Değerli arkadaşlar, bu
yasa tasarısında, değiştirilmiş olan bir madde dikkatimi çekti. Nedir bu;
evlenme yaşını düzenleyen, yeni tasarıdaki 124 üncü madde. Doğu bölgelerine
mensup bir milletvekili arkadaşınızım ve uygulamadan gelen bir arkadaşınızım.
124 üncü maddede, kanun hükmüyle evlenme yaşı yukarıya çıkarıldı; yani, şu anda,
18 yaşına basmamış olan kadın-erkek, hiç kimse resmen evlenme imkânına sahip
değil. Peki, bunun gerekçesine bakıyorsunuz; niye hazırlandı, niye yapıldı
böyle bir değişiklik diye. Bu değişikliğin hazırlanma gerekçesinde, efendim,
işte küçük yaştaki kızların evlendirilmesinin biyolojik, psikolojik açıdan
olumsuz etkiler gösterdiği görülmüş de, bu nedenle yapılmış. Değerli arkadaşlar, yani
erken evleneyim diye, küçük yaşta evleneyim diye hiç kimsenin özel bir gayret
sarf etmediği malum. Bu işin tabiî bir seyridir, yani insanlar çeşitli
nedenlerle evlenme ihtiyacı hissetmişlerse, evlenecek olanlar kendini bu konuda
yeterli görmüşse, aileler bu konuda muvafakat etmiş ve belli bazı şartlar
meydana gelmişse, bu evlenme olayı meydana geliyor; eğer olmamışsa, zaten
meydana gelmiyor. Peki, daha önceki, daha düşük yaşta, evlenmeye müsaade
edilmesinin ne gibi faydaları vardır ve bugün getirilmiş olan değişikliğin ne
gibi mahzurları var? Şunu ifade etmem lazım: Bir kere bu düzenleme
-bana göre- son derece isabetsiz olmuştur. Çünkü, 18 yaşından küçük evlenmiş
kişiler nikâh kıymadıklarından dolayı, ceza kanunundaki ırza tecavüz suçunu
işlemek durumunda kalmış olacaklar. Ayrıca, çoğunlukla toplumumuzda, çok yaygın
şekilde uygulandığı üzere imam nikâhı veya dinî nikâh kıydıkları için de, hem
kendileri hem bu nikâhları kıyan insanlar suçlu duruma düşecekler. Yani, bir
bakıyorsun, fiilen bir imam nikâhıyla evlenmeyle beraber üç ceza davasını aynı
anda insanların karşısına getirmiş oluyorsunuz. Yine, resmî nikâh, öteden
bu yana, özellikle kadınlarımız için bir güvence olarak kabul edilir; onların
istikballeri için, malları için, o mallara ortak olabilmeleri için, vesaireleri
için. Küçük yaşta evlenme engellendiğine göre, fiilen yapılmış olan dinî
nikâhlı evlenmelerde, kadınlarımız, kızlarımız, iyilik yapalım derken, bu
haklardan da mahrum bırakılmış oluyorlar. Başka bir mahzuruna
dikkat çekmek istiyorum. Benim, şahsen, uygulamada karşılaşmış olduğum bir
husustur. Bazı durumlarda, öyle olur ki, erkek ve kız bir şekilde birbirlerini
severler. Diyelim ki, 16 yaşındaki bir kız ve 17 yaşındaki bir erkek. Bunlar,
bir şekilde, beraber bir ilişkiye de girerler; ama, bilhassa doğu
toplumlarında; yani, bizim ülkemizin doğu kesiminde veya daha muhafazakâr
yaşayan toplumlarda, tabiî ki, doğal olarak, nikâh olmayan, ailenin haberi
olmayan bu tip beraberlikler çok kötü karşılanır. Üzülerek ifade etmemiz lazım
ki, bazen bunlar çok kötü sonuçlara da neden olur; öyle ki, kızın ve erkeğin
öldürülmesi gibi sonuçlara da neden olur. Bu bir realite. Bunu tasvip etmek
adına filan söylemiyoruz kesinlikle; ama, bu bir realite. Böyle bir durumda,
baktığınız zaman, yine örneklerden gördüğümüz gibi, iki aile haberdar oluyor;
ama, topluma henüz yansımamışsa böyle bir konu, bir şekilde bir resmî nikâh kıyılarak,
normal, kız istenmiş, alınmış gibi yapılmak suretiyle o insanların hayatının
kurtarıldığına ben şahsen birçok örneğiyle şahit oldum. Şimdi bu imkân ortadan
kaldırılıyor. Böyle bir olay vuku bulduğunda, ya insanlar doğrudan doğruya
toplumsal baskının altında yaşamayı göze alacaklar -ki, bu çok zor bir konu.
Yani, namusu elden gitmiş bir aile, bir insan, en asgarî şartıyla, yerinden göç
etmiş olmak, çeşitli çeşitli kötü şeylere maruz kalmak suretiyle bunu yaşar
durumda kalacak- veya o kızı ve o erkeği öldürmek durumunda kalacak ki, bence,
tartıldığı zaman, bir teraziye konulduğu zaman, celp edilen menfaat, defedilen
zarardan çok daha düşük düzeyde kalıyor ki, bir tarafta insan hayatı, bir
tarafta, varsa eğer, çok düşük düzeyde -ki, artık, bugün, toplumumuzda yaygın
değil; hele bu ekonomik şartları da düşündüğünüz zaman- küçük yaştaki
evliliklerin meydana getireceği psikolojik bozukluklar... İnsan hayatıyla bir
yerde karşı karşıya kalıyor bu durum. Değerli arkadaşlar, bu ve
diğer evlenme ve mal rejimiyle ilgili hükümleri beraber değerlendirdiğimiz
zaman, kanaatime göre, gayrimeşru beraberlik, metres hayatı ve benzeri
şekildeki olaylarda artışlar meydana gelecek. Severek, isteyerek bir hayatı
paylaşma gibi güzel bir duygunun yerini, kötü niyetli, mal mülk düşünceli resmî
evlilikler alacak. Evliliği düşünmek,
mahkeme kapılarında beklemekle eşanlamlı hale gelecek. Neredeyse, her evlilik,
ihtilafsız dahi olsa, mahkemeye gitmekle karşı karşıya kalacak. Medeni hukuk reformu,
mahkemenin iş yükünü ve ihtilafları azaltıcı nitelikte olması gerekirken,
mahkemenin iş yükünü katlayacak bir reform olarak anılacak. Özel hayatın gizliliği,
özel eşyalar ve hatıralar, çoğu zaman, mahkeme zabıtlarında ve belki,
yedieminlerde sergilenir duruma gelecek. Evlenme yaşından dolayı
psikolojik ve biyolojik rahata kavuşacak olanların yanında, iş yükü nedeniyle
bunalacak olan hâkim, savcı ve adliye çalışanlarının psikolojik sorunları ve
aile problemleri önplana çıkacak. Değerli arkadaşlar,
özellikle bu yaptığım tenkit, demin verdiğim örnek, mal rejimi ve aile
hukukuyla ilgili getirilen diğer yeni düzenlemelerle beraber düşünüldüğünde,
maalesef, karşımıza çıkacak olan mahzurlardır. Ben bir adaletsizliğe
daha şahsen dikkat çekmek istiyorum, o da şu; kendi kafamda bir misal düşündüm:
Ayşe Hanım -bir hanımdan örnek alalım- evliyken ve 4 çocuk sahibiyken, onun
kocasının bir şekilde vefat ettiğini düşünelim. Vefat eden kocasından, menkul
olarak, para olarak ciddî miktarda bir mal kaldığını düşünelim. Ayşe Hanımın,
bir süre sonra da Ahmet Bey diye bir zatla evlenmiş olacağını düşündüm, böyle
bir örnek tasarladım. Bu ahvalde, Ayşe Hanım, daha önce ailesinin artırmış
olduğu mal varlığı kayıtdışında da olduğu için, farz edelim ki, Ahmet Beyle
evlendikten sonra, 8 daireli bir apartman almış olsun; bu 8 daireli apartmanı
aldıktan bir süre sonra da, hatta, kısa bir süre sonra da bu sefer Ayşe Hanım
vefat etmiş olsun; Ayşe Hanımın vefat etmesi durumunda, o 8 daireli mal
varlığından -ki, bütün menkullerini, daha önce kayıtdışı olan menkullerini
daireye çevirerek, 8 daireli bir apartmana sahip olduğunu düşünüyoruz- Ahmet
Bey, belki bir yıllık evlilik neticesinde yeni düzenlemeye göre 4 daireyi
otomatikman yeni mal rejimi icabı almış olacak. Bir de tabiî, yasal miras icabı
da "sağ eş" sıfatıyla 1 daire daha almış olacak, yani, 8 dairenin 5
dairesi Ahmet Beye, geriye kalan 3 dairesi de 4 çocuğa kalmış olacak. Ben bunu
şöyle bir özdeyişle ifade etmek istiyorum: "Kurt yapmaz bu taksimi,
kuzulara şah olsa." Yani, böyle bir çarpıcı örnekle bu işi canlandırmak
istedim. Sayın Başkanım, 2 dakika
müsaade ederseniz... BAŞKAN - Daha süreniz
bitmedi ki... Hele bir bitirin bakalım... YAHYA AKMAN (Devamla) -
Değerli arkadaşlar, daha çok, bundan önce görüşülmüş olan bölümler üzerinde
görüşlerimi arz ettim; zira, bu görüşmekte olduğumuz Sekizinci Bölümle ilgili
olarak dişe dokunur, ciddî anlamda bir değişiklik yapılmadığını, ben şahsen
ifade etmek istiyorum. Yapılmış olan değişiklik birkaç maddeyle sınırlı; bunlar
da İsviçre Medenî Kanununa bir şekilde sonradan girmiş olan veya daha önce
eksik tercüme edilmiş olan maddelerin dahil edilmesi ve geneli için söylemiş
olduğumuz diliyle ilgili yapılmış olan bazı değişiklikler var; burada,
bilhassa, 710 uncu maddede, bu heyelanla ilgili olarak yapılmış olan yeni düzenleme,
kanaatimce, olumlu bir düzenlemedir... (Mikrofon otomatik cihaz
tarafından kapatıldı) BAŞKAN - Şimdi, buyurun. YAHYA AKMAN (Devamla) -
Yine, 712 nci maddede dikkatimi çekti; "nizasız" sözcüğü yerine
"davasız" ifadesi yer almış, belki diliyle ilgili yapılan birçok
eleştiriye bunu da eklemek mümkün. Bu "niza" kelimesi, her halükârda
"dava" anlamına gelmiyor, daha çok "anlaşmazlık" anlamına
gelen bir kelime. Biraz diliyle ilgili zorlama bazı değişiklikler yapıldığını
söylemek mümkün. Yine, sözlerimin başında ifade etmiş olduğum mesela
"iştirak halinde mülkiyet" yerine "elbirliği mülkiyeti",
"müşterek mülkiyet" yerine "paylı mülkiyet" bu bölümde
konulmuş ki, ben şahsen, yani, hukukla ilgili olmayan herhangi bir vatandaşımızın
sadece "paylı mülkiyet" dediğin
zaman veya sadece "elbirliği mülkiyeti" dediğin zaman, bunun, hukukta
ifade ettiği anlamı anlayacağını varsaymıyorum, böyle bir şey düşünmüyorum; o,
yine, bir açıklamaya muhtaç. Bakacak, Medenî Kanun anlamında bu "elbirliği
mülkiyeti" ne anlama geliyor, nedir diye. Hukukçular da şunu diyecek: Bu
elbirliği mülkiyeti, iştirak halinde mülkiyet vardı ya, işte bu yine o; diğeri
de paylı mülkiyet de, müşterek mülkiyettir diye, tekrar, tercümenin
tercümesinin yapılacağı bir durumla karşı karşıyayız. Değerli arkadaşlar, sürem
doldu. Ben, dediğim gibi, tümden karşı olmamakla beraber, uygulamada ciddî
anlamda mahzurları olacak bir tasarıyla karşı karşıya olduğumuzu düşünüyorum. Beni sabırla dinlediğiniz
için hepinize saygılar sunuyorum. (AK Parti sıralarından alkışlar) BAŞKAN - Ben teşekkür
ediyorum efendim. Efendim, şimdi söz sırası
Saadet Partisinde. Konya Milletvekili Sayın
Veysel Candan; buyurun efendim. (SP sıralarından alkışlar) SP GRUBU ADINA VEYSEL
CANDAN (Konya) - Sayın Başkan, sayın milletvekilleri; görüşülmekte olan 723
sıra sayılı Türk Kanunu Medenisinin Dördüncü Kitap Birinci Kısmı üzerinde
Saadet Partisi Grubu adına söz aldım; şahsım ve Grubum adına Muhterem
Heyetinizi saygıyla selamlıyorum. Sayın Başkan, şu anda
müzakereler, Medeni Kanun Tasarısı usulsüz görüşülmeye devam edilmektedir. Şu
an salonda karar yetersayısı yoktur. Sayın Başkanın, üyelerin, Plan ve Bütçe
Komisyonunda bulunduğunu ifade etmesi de, gerekçesi de ayrıca bir
usulsüzlüktür. Değerli arkadaşlar,
Dördüncü Kitap, eşya hukukuyla ilgilidir ve üç bölümden oluşmaktadır:
"Mülkiyet Kısmı", "Sınırlı Aynî Haklar Kısmı" ve
"Zilyetlik ve Tapu Sicili Kısmı" olmak üzere. Tasarı, dikkatle
incelenince, ciddî bir değişikliğin olmadığı anlaşılmaktadır. İki konu dikkat
çekmektedir: Bir, Türkçeleştirme; iki, belirsizlikleri giderme şeklindedir. Değerli arkadaşlar, bazı
maddeler üzerinde önemli gördüğüm, dikkat çekici konuların altını çizmek
istiyorum. 623 üncü maddede,
"müşterek mülkiyet" yerine, "birlikte" veya "paylı
mülkiyet" kelimesi konmuştur. Halbuki, Arapça bilen birisi çok iyi bilir
ki "müşterek" kelimesinin kapsamı çok daha geniş,
"birlikte" ve "paylı mülkiyet" olarak değiştirilen
kelimeler de bu kelimenin yerini tam anlamıyla tutmaz. Yapılan değişiklik
yanlıştır. 689 uncu maddede, pay
sahiplerinin, kendi aralarında anlaşarak, yararlanma, kullanma ve yönetime ait
kanun hükümlerinden farklı düzenleme yapmalarına imkân sağlamaktadır. Bu olumlu
bir maddedir. Değerli arkadaşlar, yine
688, 696 ve 723 üncü maddelerde "temlik" kelimesi güya
Türkçeleştirilmiştir. 688'de "temlik edilebilir" ibaresi
"devredilebilir", "temlik etmesi" ibaresi
"devretmesi", "temlik edilemeyen" ifadesi de
"devredilemeyen" şeklinde, gayet gülünç, uyduruk bir Türkçeyle
değiştirildiği ifade ediliyor. Halbuki "temlik" kelimesi yıllardır
bütün hukuk kitaplarında yazılı bir ifadedir. Dolayısıyla, bu değişikliği de
anlamak mümkün değildir. 733 üncü maddede
"önalım" yani, şufa hakkı için, bir ay ve beş yıl olan süreler, üç ay
ve iki yıl olarak değiştirilmektedir. 767 nci maddede
"ihraz" kelimesi "sahiplenme" olarak değiştiriliyor. Artık
ihraz da tarihe karışıyor. Acaba, sormak gerekir, hem ihrazı hem de
sahiplenmeyi bu millet öğrenseydi, bilseydi ne olurdu? Yine, 812 nci maddede
"muhafazası" kelimesi "korunması" şeklinde
değiştirilmektedir. Bakın Sayın Başkan, bugün
Plan ve Bütçe Komisyon toplantısı da yok. Dolayısıyla, üyelerin orada olduğu da
doğru değil. Zannediyorum bir yanlış bilgilenme oldu. 641 inci madde hazine
arazileriyle ilgili. "Aksi sabit olmadıkça, menfaati umuma ait sular ile
ziraata elverişli olmayan yerler, kayalar, tepeler, dağlar ve onlardan çıkan
kaynaklar kimsenin malı değildir" maddesine de "buzullar"
kelimesi ilave edilmiştir. Yani, Hazine mallarını korumaya yönelik bir
ifadedir. "Ayrıca, hiçbir şekilde özel mülkiyete konu olamaz"
şeklinde de bir pekiştirme olduğu ifade edilmektedir. Yeri gelmişken hemen
ifade edelim. Anayasanın 169 uncu maddesinde de "devlet ormanları özel
mülkiyet olamaz" denildiği halde, birçok devlet ormanı, mesela, en son, İstanbul
Kemerburgaz'da 2 000 dönümlük orman arazisi özel sektöre devredilmiştir. Demek
ki, yasaları düzenlemek yetmiyor, uygulaması daha önemlidir. 683 üncü maddede
"Bir şeye malik olan kimse, o şeyde, kanun dairesinde dilediği gibi
tasarruf etme hakkına sahiptir" denilmekte, burada "tasarruf
etme" ibaresine "kullanma" ve "yararlanma" kelimeleri
ilave edilmektedir. Böylece, bunun da pekiştirildiği söyleniyor. Bu yapılan
değişiklik, bize göre, bir yerde dili küçültme anlamı taşır, bunun dışında
getirdiği hiçbir fayda yoktur. 683 üncü maddede
"haksız olarak o şeye vazıyet eden herhangi bir kimseye karşı istihkak
davası ikame ve her nevi müdahaleyi men edebilir" bölümü "malik,
malını haksız olarak elinde bulunduran kimseye karşı istihkak davası
açabileceği gibi, her türlü haksız elatmanın önlenmesini de dava
edebilir." Yani, birinin eşyasına, gayrimenkulüne, birisi müdahale ettiği
zaman dava açma hakkını getirmektedir. 650 nci madde de, arazi
mülkiyetinin malzeme sahibine devredilmesi... Bu, gecekondularla ilgilidir.
Hazine arazileri üzerine yapılan binalarda, bina sahipleri, arazileri satın
alma talebinde bulunmaktadır. Bu madde de buna imkân tanımaktadır. Ümit
ediyoruz ki, hazine arazilerinin değerlendirmeleri yapılırken çok dikkatli
fiyat tespiti yapılmalıdır; çünkü, biz biliyoruz ki, yap-işlet-devret modeliyle
yapılan birçok turistik tesis, hazine arazisi olarak, çıkan yasayla, peşkeş
çekilmektedir; çok kötü bir örnek olmuştur. Değerli arkadaşlar,
kanunlar ve tasarılar mutlaka anlaşılır olmalıdır. Bu tasarıda anlaşılmayan,
muğlak birtakım ifadeler vardır. 31.12.2000 tarihi
itibariyle ülkemizde 7 834 mahkeme bulunmaktadır. Bunlardan 3 145 tanesi hukuk
mahkemesidir ve adalet hizmetlerinin yürütülmesinde de sıkıntılar vardır; bu
sıkıntılar da böyle yasal boşluklar bulunan tasarıların kanunlaşmasından ileri
gelmektedir. Değerli arkadaşlar, yine,
Devlet Planlama Teşkilatının hazırladığı ve Sekizinci Beş Yıllık Kalkınma
Planında Adalet Hizmetleri Etkinlik Özel İhtisas Komisyon raporundaki talepler
de gündeme getirilmelidir. Bu raporu özetle takdim edersek, adalet
teşkilatından nitelikli eleman çözümü, yargı bağımsızlığı, yargıç güvencesi,
yargıç-savcı ayırımı yapılması önerileri üzerinde durulmalıdır. Değerli arkadaşlar,
buraya kadar takdim etmeye çalıştığım eşya hukukuyla ilgili konular
üzerindeydi. Buraya kadar anlattığım konuları dikkatle takip ettiğimiz zaman, 4
temel gerekçe görmekteyiz: 1. Boşluk hissedilen
konuların doldurulması. Kanunda bu var. Şimdi, ben, merak ediyorum; boşluk
hissedilen konuların doldurulması... Acaba, yetmişbeş yıl nasıl dolduruldu?! 2. Yanlış anlaşılması
muhtemel tereddütler giderilmeye çalışılıyor deniliyor. Bu muhtemel
tereddütler, yetmişbeş yıl nasıl giderildi?! 3. Anlaşılması güç
kelimelerin Türkçeleştirilmesi söz konusu. 4. Bazı yeni ilaveler
yapılıyor denilmektedir. Değerli arkadaşlar,
şimdi, tasarı, ciddî yenilikler getirmekte midir veya uygulamada kargaşa
endişesi var mıdır? Birkısım hukukçunun buna cevabı, ciddî bir yenilik yoktur,
özellikle mal edinme konusunda kargaşa endişesi fazladır. "Medenî Kanun
hazırlanırken, nelere dikkat edilmelidir" sorusunun cevabı bizim için çok
önemlidir; toplumun millî ve manevî değerlerine geçmiş hukukuna, örf ve
âdetlerine dikkat edilmelidir. Bu tasarıda buna dikkat edilmiş midir; hayır,
dikkat edilmemiştir; bu bir cehalettir, çıkış noktamız yanlıştır. Önce, bu
kürsüde, bir tespiti de önemle yapmak istiyorum; yani, bu, bir yerde, bir
hakkın teslimidir, bir görev olarak bildiğim için, şu satırların özellikle
tutanaklara geçmesi gerekir: Tasarı gerekçesinde tenkit edilen ve iptidaî
olarak nitelendirilen Mecelle, aklıselim sahibi herkes tarafından bilinen ve
kabul edilen bir hukuk abidesidir. Bugün, görüştüğümüz Medenî Kanun ise Roma
hukukundan, onun da kaynağı Hıristiyanlıktan alınmıştır. "Peki, doğrusu
neydi, ne yapılması gerekirdi" sorusu çok önemlidir. Halkımızın, kendi
inancı, örf ve âdetleri, kültürü, tarihiyle örtüşen bir medenî kanun yapmak
gerekliydi. Siz ise, bunun yerine, yetmişbeş yıl önce tercüme edilen bir metni,
yeniden makyajla, toplumun önüne getiriyorsunuz; bu bir kolaycılıktır. Binlerce
hukukçumuz var, üniversitelerimiz var, hukuk fakültelerimiz var; ama, sonuç,
kopya çekmek olmamalıydı diye düşünüyoruz. Bu tartışmalara bakılırsa, Kanunu
Medeninin, en azından bir bölümünün, en kısa zamanda tekrar Parlamento
gündemine yeniden geleceği anlaşılmaktadır. Değerli arkadaşlar, acaba
çok tartışılan tasarının dili, Türkçeleşiyor muydu veya Sayın Bakanın dediği
gibi, kullanılan dil, hukuk dilini yansıtıyor muydu, buna özen gösteriliyor
muydu? Bu, doğru değil;
"dilin arıtılması"adı altında uydurma kelimeler metne giriyor;
bilinen hukuk terimleri, uydurma kelimelerle değiştiriliyor; uydurması
bulunamayanlar da, uydurulunca değiştirileceği ifade edilmektedir değerli
arkadaşlar. Bu durum, tasarı dilini anlaşılmaz hale getirmektedir. Örnek vermek gerekirse;
"iddia" yerine "olgu", "istifa" yerine
"çıkma", "tahsis" yerine "özgülenme",
"sorumluluk" yerine "yükleme" gibi, ne anlama geldiği belli
olmayan, isteyenin istediği gibi yorumlayacağı şekilde kelimeler uydurularak
düzenlemeler yapılmıştır. Bu davranış, geçmişle köprüleri atma, yani,
"reddi miras" anlamına gelir; dilin yeniden yapılanması" adı
altında, bozulması anlamına gelir. Dildeki değişimler, toplum çoğunluğunun
kabulüne bağlıdır. Bu davranış, bize göre, tarihe hakarettir; topluma da ayrıca
saygısızlıktır. Tasarı gerekçesinde
geçmişle ilgili söylenen bir iki paragrafı da gündeme getirmek istiyorum
değerli arkadaşlar. Özellikle "Türk toplumunun çağdaş dünyayla bağdaşmayan
noktaları görülüyorsa, bu, milletin beceriksizliğinden değil, onu sarıp
sarmalayan ortaçağ örgütü ve dinsel bazı düzenlemelerden..." denmektedir.
Burada kasıt, doğrudan, İslam hedef alınmaktadır; bu ifadeler, külliyen
yalandır ve iftiradır. Aynı paragrafta "gelenek
ve göreneklere bağlı kalmak davası, insanlığın en ilkel ve ileri götürmeyecek
bir anlayıştır" diyerek, tüm gelenek ve göreneklerimizi reddetmektedir; bu
anlayışı da kabul etmiyoruz. Ayrıca "halkın
kaderi, belli ve yerleşmiş bir adalet esasına değil, rastlantı ve talihe bağlı,
ortaçağ fıkıh kurallarına bağlı..." denilmektedir; fıkıh kuralları
kelimesiyle, İslam hukuku kastedilmektedir, bu ifadeleri de reddettiğimizi
ifade etmek istiyorum. Tasarı gerekçesi mutlaka
redaksiyona tabi tutulmalıdır, bununla ilgili teklifimiz, Genel Kurulun Oturum
Başkanlığına biraz sonra verilecektir. Sayın Bakanın, Meclis Başkanıyla
görüşmesine rağmen, bu ifadeler üzerinde direnmesini gereksiz ve lüzumsuz
olarak gördüğümüzü ifade etmek istiyorum. Değerli arkadaşlar, şimdi,
tasarı üzerinde birkaç şey daha ifade etmek istiyorum: Acaba, bu tasarı
içerisinde tasvip etmediğimiz konulardan ve endişe duyduğumuz birkaç hususun da
altını çizmek istiyorum, özellikle 186 ncı madde, aile reisliği konusunda...
"Eşler, konutu birlikte seçerler, beraberce yönetirler, giderlere de
güçleri oranında katılırlar." Madde 186. Değerli arkadaşlar,
tasarının bu maddesiyle, yapılmak istenilen değişiklik, toplumun çekirdeği olan
aile yapısını temelinden sarsacak, anlaşmazlıklara sebep olacaktır. Görünüşte,
kadın-erkek eşitliği hususunda bir adım gibi görünse de, derinliğine
düşünüldüğü zaman, ailede, birlik, beraberlik, mutluluk yıkılmakta, âdeta aile
kurumu başsız ve yöneticisiz bırakılmaktadır. Aile, toplumun çekirdeğini
oluşturmaktadır, bu küçük yapının da bir yöneticiye ihtiyacı vardır. Bu
yöneticinin görevi, aile menfaatlarını korumak, nizam ve intizamı sağlamaktır.
Konuyu, eşlerden birinin diğeri üzerine üstünlüğü şeklinde algılamak fevkalade
yanlıştır. Aile reisliği kavramı, kadın-erkek ayrımı yapmadan, aile yapısını
korumak ve haklarını muhafaza için korumaya mecbur olduğumuz bir kavramdır. Değerli arkadaşlar,
itiraz ettiğimiz maddelerden bir tanesi de "Yasal mal rejimi"
başlıklı 202 nci maddedir. Tasarının 202 nci maddesiyle getirilmek istenen mal
rejiminde değişiklik, düzen bozucu, evlilik dışı beraberliği teşvik edici,
aileyi temelinden sarsıcı niteliktedir. Evlilik öncesi kazanılmış malları yasal
mal rejimi kabul etmek, aile yapısına şirket niteliği kazandırır. Evlenmeyi
şirket kurma, boşanmayı da şirket tasfiyesi şeklinde düşünürseniz, eşlerin
birbirinden mal saklaması, mal kaçırması, evlenmeye gerek duyulmaması mahzurunu
ortaya çıkarır. Ayrıca, iktisadî amaçla
boşanmalar da artar; gayri resmî, gayri ahlakî birlikte yaşamalar çoğalır;
şimdi, tıpkı tercüme ettiğiniz İsviçre'de olduğu gibi. Değerli arkadaşlar,
ekonomik tahribat aileyi zaten yıkmıştır. 2000 yılında boşanma davası 150
000'dir. Yılda asgari 35 000 çift boşanmaktadır. Şimdi, bu tasarı kanunlaşınca,
bugünkü tarih itibariyle aldığımız rakamlarla iki yıl sonraki rakamları
karşılaştırdığımız zaman, Sayın Bakanın getirdiği tasarının bu maddesiyle, aile
yapısındaki vahametin, bozukluğun ve boşanmaların maliyetini, faturasını,
doğrusu, kim ödeyecek sorusu cevap beklemektedir. Değerli arkadaşlar,
tasarıda, vakıflara, her şeyden evvel, kuşkuyla bakılıyor; 109 ve 116 ncı
maddelerde birtakım sınırlamalar getiriliyor. "Vakıflar, Vakıflar Genel
Müdürlüğü dışında, cumhuriyet savcısı talebi ve mahkeme kararıyla
kapatılır" denilmektedir. Bu durum, vakıflara müdahaleyi açık hale
getirir, muğlak ifadelerle vakıflar kapatılır; buna zemin hazırlanmaktadır. Bu
durum, vakıfların sürekliliğine ve hukukî teminatına vurulan bir darbedir. Ayrıca, yine, burada, 112
nci maddeye "haklı sebepler varsa, mahkeme..." Bu haklı sebeplerin ne
olduğu belli değil. Sayın Bakana, komisyon müzakereleri sırasında soruluyor;
diyor ki: "Hâkimin takdiridir." Her hâkime göre haklı sebep ayrı ayrı
olabilir. Belirsiz olan, belirsizliklerden insanlara ceza vermek veya sivil
toplum örgütlerini kapatmak, dayatmacı jakoben zihniyetin eseridir. Vakfın yetkili organı
veya denetim makamının talebi üzerine, vakfın teşkilatını, yönetimini
değiştiriyor. Doğrudan vakfın yönetimini ve yetkililerini değiştirme hakkı elde
ediliyor ve burada, çok enteresandır "örgüt" kelimesi
"vakıf" kelimesiyle eşanlamlı kullanılıyor. Ya, PKK da örgüttür,
sosyal yardım vakfı da örgüt olarak kullanılmaktadır. Fevkalade yanlış bir
kelime seçilmiştir. Ayrıca, ifade ettiğim
gibi, ben, buradan, bu muğlak ifadelerin kullanılmasından şöyle anlıyorum. Arzu
edilmeyen vakıfları kapatmak için, bu madde böyle yazılmıştır. Böyle takdir
olmaz. Yasalar, açık, vazıh, net olmalıdır; hangi hâkim okursa, aynı şeyi
anlamak mecburiyetindedir Sayın Bakan, öyle dediğiniz gibi takdirle değil. O
zaman, niye bu kadar metin, madde madde getiriyorsunuz; bırakın her şeyi
takdire, bakın o zaman memleket ne hal olur. Değerli arkadaşlar, eski
metinde vakıflarla ilgili şu vardı: "Hukuka, ahlaka, millî birliğe, millî
menfaatlara aykırı veya belli bir ırkı, cemaat mensuplarını desteklemek
amacıyla vakıf kurulamaz." Doğrudur. Şimdi ne ilave ediliyor, bakın:
"Cumhuriyetin niteliklerine ve Anayasanın temel ilkelerine aykırı vakıf
kurulamaz." Şimdi, bu da bir doğru da, bunun ne olduğunun net ve vazıh
yazılması lazım. Hatırlarsınız, bir dönemde, omzunda yıldız olan askerler de
birilerini salonlara topladı, ondan sonra bir takım kanun maddeleri, 312'ler
başka cezalar yazmaya başladı. Onun için, burada da, bu cemaatlerin ne olduğu,
Lozan'da yazılan cemaatler midir, azınlıklar mı kast ediliyor, onların da
ortaya konulması lazım. Hangi teşebbüsler... Acaba bir yerde vakıf kurmak,
acaba bir Kur'an kursu açmak veya bir sosyal yardım vakfı açmak... Birisi çıkar
da bunlar da cumhuriyetin temel niteliklerine aykırı derse, o zaman ne olacak?!
Tabiî ki, ülkenin bölünmez bütünlüğü, üniter yapısı hepimiz için önemlidir;
nitelikler de önemlidir. Biz, istismara karşıyız. Onun için, Sayın Bakanın,
müzakereler sırasında "bu konu hâkimin takdirindedir" sözünü, kendisini,
bir hukukçu olarak, esefle karşıladığımızı ifade etmek istiyorum. Sayın Bakan geldiler,
burada konuşma yaptılar; "hiç kimse bu çalışmayı küçümsememeli..."
Sayın Bakan ve arkadaşlarına söylüyorum; ben, bu çalışmayı küçümsüyorum.
Kanunun temel yasa olarak görüşülüyor olması, kabul edileceği anlamına gelmez. Sayın Bakan, bir
milletvekiline cevaben bu kürsüde şunları ifade ettiler: "Çağdaş düşünce
adına, insaflı olmaları gerekiyor; tasarının gereği kadar kavranmadığı...
" Burayı bir kere daha ifade edeyim: "Çağdaş düşünce adına, insaflı
olmaları gerekir milletvekillerinin
-itiraz edenlere söylüyor- tasarının gereği kadar kavranmadığı..."
Aynı şeyi, Sayın Bakan için, ben, burada söylüyorum: Sayın Bakanın bu tasarının
ne getirdiğini tam anlamıyla, maalesef, tam toplumun gerçekleri açısından
kavramadığını veya hususen kavramamaya çalıştığını anlamaya çalışıyoruz.
Komisyon Başkanı, burada, çıktılar, ifade ettiler: "Elli yıllık çalışma
ürünü..." Ben diyorum ki: Yazık olmuş bu elli yıla! Netice itibariyle,
gerekçesiyle geçmiş hukuka, örf ve âdetlerimize hakaret eden, kullandığı
diliyle güzel Türkçemizi yozlaştıran, hukuk dilini katleden, bazı maddelerde
belirsiz ifadeleriyle vatandaşa yasal tuzaklar kuran, 186 ncı maddesiyle aile
reisliğine kargaşa getiren, 202 nci maddede edinilmiş mal paylaşımıyla aile
yapısını şirkete döndüren, 109-116 ncı maddeleriyle vakıfları potansiyel suçlu
gören ve daha benzeri sebeplerle, oyumuz rettir. (Mikrofon otomatik cihaz
tarafından kapatıldı) VEYSEL CANDAN (Devamla) -
Sayın Bakanın söylediği gibi değil; üretim ve emek mahsulü de görmüyoruz. Kopya
edilmiş bir metne "hayır" diyoruz. Son söz söylemek
gerekirse, tasarıları hazırlarken kolaycılıktan vazgeçin, toplumun örf ve âdet
ve gelenekleri ile geçmiş hukukuna mutlaka saygı duyun. Bu milletin tarihî
geçmişi, kültür birikimi ve hukuk birikimi, İsviçre Medenî Kanunundan daha iyi
hazırlayacak birikime sahiptir. Hükümete ve Adalet
Bakanına da bir çift sözüm var: Bu tasarı için harcadığınız süreye yazık. Bu
süre içinde, kendi öz malımız diyebileceğimiz, başkalarının bizden tercüme
edeceği bir tasarı hazırlanabilirdi. Yani, özetle, bu hükümet ve Bakanlığınız,
ikinci ve kötü bir kopyacısınız. Gelecek nesiller, sizden böyle bahsedecektir. Saygılarımla. (SP
sıralarından alkışlar) BAŞKAN - Şimdi, söz
sırası, Milliyetçi Hareket Partisinde. Trabzon Milletvekili
Sayın Orhan Bıçakçıoğlu; buyurun efendim. (MHP sıralarından alkışlar) MHP GRUBU ADINA ORHAN
BIÇAKÇIOĞLU (Trabzon) - Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; hepinizi saygıyla
selamlıyorum. Öyle anlaşılıyor ki, 75
yıldır yürürlükte olan Türk Medenî Kanunu bu çalışmalarımızın sonunda
yasalaşacaktır. Gerek iktidar, gerek muhalefet partilerine mensup milletvekili
arkadaşlarımız, birçok konularda kanuna eleştiriler getirmiştir. Tabiî, zaman
zaman, şahsımın da, Adalet Komisyonunda bu kanunla daha çok haşır neşir olduğu
için ve içeriğini biraz daha ayrıntılı görme fırsatım olduğu için, eleştirileri
olmuştur. Eleştirilerim mahfuz kalmak şartıyla, konuşmama başlıyorum. Maalesef, Türk
kamuoyunda, basınımız bazen pireyi deve, deveyi de pire yapar niteliktedir; bu
Medenî Kanunda da -ki, Sayın Bakanın tabiriyle devrim niteliğinde olan bu
kanunda da- izlediği tutum hayret ve ibret vericidir. Özellikle bazı köşe
yazarlarımız, bu kanunun önemine binaen köşelerinde yer vermiş, Sayın Adalet
Bakanımızın görüşlerine yer vermiş, kendisinin seçim bölgesinden örnekler
vermiş, biraz esprili, biraz dokundurucu satırlar kaleme almışlardır. Elimde, Sayın Yavuz
Donat'ın, Sabah Gazetesinde 25.10.2001 tarihinde yayımlanan yazısı var. Sayın
Adalet Bakanıyla, tahmin ediyorum, ya telefonla ya yüz yüze yapmış olduğu bir
mülakatta bu kanunla ilgili kendisine birtakım sorular yöneltiyor ve diyor ki:
"Siz Trabzon Milletvekilisiniz -biliyorsunuz, ben de Trabzon Milletvekiliyim-
bu malın mülkün yarısını Karadeniz uşağı karısına vermeye ne diyor?"
Tabiî, Adalet Bakanı buna cevap veriyor; ama, ben de, buradan, bir Trabzon
Milletvekili olarak diyorum ki, biz, zaten, malımızın mülkümüzün tamamını
eşimize vermişizdir Karadenizliler olarak. Yine, bu yazıda, kadın
erkek arasındaki eşitliğe, getirdiler, bu 1030 maddelik Medenî Kanun Tasarısını
oturttular. Bu Mecliste, bu çatı altında, kadın ile erkeğin eşit olmadığını
veya eşit olmaması gerektiğini savunan mı var?! Yine, Karadeniz uşağı olarak
şunu söylüyorum: Ezelden nasılsa, ebede kadar, yine, kadın, bizim ailemizin
reisi olacaktır; siz, bu kanunda değiştirseniz de. HALİL ÇALIK (Kocaeli) -
Zaten öyle... ORHAN BIÇAKÇIOĞLU
(Devamla) - Sayın Yavuz Donat'ın, NTV'de yapmış olduğu programlarını -yine
kendisi gibi değerli iki köşe yazarıyla beraber- yakinen takip ediyorsunuz. Bu
programlarında, genelde, Türkiye'deki bürokrasiden, Türkiye'deki sistemden
şikâyet ediyorlar. Yine, 6 Kasım 2001
tarihinde yayımladığı yazısında, "İki Profesör" başlığı altında,
Sayın Adalet Bakanımızla ilgili ve bir de Almanya'da yaşayan Sayın Bakanımızın
hocasıyla ilgili bir yazı var. Ona biraz sonra geleceğim; ama, Sayın Donat
-mutlaka, benim bu konuşmamı dinleyecektir- siz, yıllardır, Türkiye'nin bürokrat
devlet yapısından yakınan yazılar yazdınız, hatta, son zamanlarda, Romanya'daki
teşvikleri örnek göstererek, Türkiye'deki yatırımcıların Romanya'ya kaçtığından
bahsettiniz. Şimdi, ben de size diyorum ki, bu gelen kanun, Türkiye'de
bürokrasiyi tam bir arapsaçına döndürecektir, tam bir bürokrat kanunudur. Biraz
önceki konuşmacı ve bu kanun tasarısı üzerinde söz alan bütün konuşmacılar
-tutanaklar incelenirse görülecektir- "elli yıllık bir çalışma ürünü"
babından sözler ettiler. Bence, bu tasarı, sadece ve sadece, bir aylık bir
çalışmanın ürünüdür, elli yıllık falan değildir. Sebebini biraz sonra
açıklayacağım. Yine o yazıda, Sayın
Donat, yine o bahsettiğim televizyon programında, son günlerdeki Avrupa Birliği
tartışmaları gündeme gelince, Türkiye'deki üniversitelerde AB kürsülerinin
henüz kurulmamış olduğundan yakınıyor. Ben, şimdi, buradan, sizlere ve beni
izleyenlere soruyorum: Türkiye'de 8'i özel, 22 tane hukuk fakültesi var ve bu
hukuk fakültelerinin tamamında medenî hukuk kürsüleri var. Ne oldu bu medenî
hukuk kürsüleri kuruldu da, onların görüşlerine bu Meclis, bu Komisyon, bu
tasarıyı hazırlayan bürokratlar değer verdiler mi?! Vermediler; çünkü, onların
yapmış olduğu uzun süreli bir çalışmanın sonucunda ortaya konulan Türk Medenî
Kanunu Tasarısı, 55 inci hükümet
zamanında Meclise sevk edildiği zaman
-Sayın Adalet Bakanımız da o hükümette görevliydi, altında imzası var-
kanunun omurgası niteliğinde sayılan mal rejimiyle ilgili kısım değiştirildi.
Benim görüşüme göre, o tasarıda içerikte bir, nitelikte de iki değişiklik
yapılmıştır. Tabiî, bu omurgada yapılan değişiklik, kanunun ayakta durmasını
uygulama safhasında engelleyecektir. Bunu, ben, bugün, bu kürsüden söylüyorum;
ümit ederim, zaman beni haklı çıkarmaz. Türkiye'deki medenî hukuk
kürsülerinin ve Adalet Bakanlığının oluşturmuş olduğu komisyonun... Yine Sayın
Donat'ın buradan kulaklarını çınlatarak okuyacağım; onu yazar... BAŞKAN - Sayın
Bıçakçıoğlu, bu kürsüden cevap hakkı olmayan insan hakkında konuşmayalım. ADALET KOMİSYONU BAŞKANI
EMİN KARAA (Kütahya) - Yavuz Donat aşağı, Yavuz Donat yukarı; nedir bu yahu! ORHAN BIÇAKÇIOĞLU
(Devamla) - 55 inci hükümet zamanında sunulan tasarının genel gerekçesinde, 232
nci maddesiyle ilgili "Çok karmaşık bir sistem ve evlilik birliğinin sona
ermesinde son derece güç bir tasfiye yöntemi öngören bu rejim, ayrıntılı bir
şekilde incelenmiş ve ülkemiz şartlarına uymadığı kanısına varılmıştır"
deniyor ve iki yıl sonra da, hazırlanan
ve Adalet Bakanlığınca değiştirilen mal rejimiyle bu terk ediliyor ve
tamamen tersine dönülüyor. Şimdi, Sayın Tuğrul
Ansay'ın, iki ay önce, komisyon üyelerimizin bir çoğuna çektiği bir faks var.
Sayın Adalet Bakanımız "kendisi benim hocamdır" diyor bu yazıda.
Sayın Tuğrul Ansay, Almanya'da bir öğretim üyesi; Sayın Bakan gibi, Türkiye'deki
birçok hukukçunun hocası. "Görüşlerinden yararlanacağım" diye
buyuruyorsunuz Sayın Bakanım. Hocanız şöyle buyuruyor: "Tasarı
hazırlanırken, dünyadaki ve özellikle Avrupa Birliğindeki gelişmelerin de
dikkate alınmadığı anlaşılıyor." Yine, bir yerinde
"Edinilmiş Mallara Katılma başlığı altında düzenlenen bu yasal rejim artık
değerin tespit edilmesini gerektirdiğinden, uygulamada sorunlar yaratacak ve
davaların yıllarca uzaması sonucu doğacaktır" diyor. Yine, Sayın Ansay,
24.9.2001'de, şahsıma çekmiş olduğu faksta "kişisel olarak, Medenî Kanun
Tasarısının tümüyle ve bu şekille kanunlaşmasının yerinde olmayacağı
kanısındayım. Eğer, tüm tasarının yasalaşmasında ısrar edilecekse, farklı görüş
sahibi hukuk uzmanlarının fikirlerinin alınması, aksaklıkları gidermekte
yardımcı olacaktır" buyuruyor. Grubum adına almış
olduğum sözde, Medenî Kanun Tasarısının 683 ve 779 uncu maddeleri arasını
kapsayan "Eşya Hukuku" üzerindeki görüşlerimi de konuşmamın bu
bölümünde sizlere aktarmak istiyorum. Bu kısımda, tasarı, dil
itibariyle, diğer kitaplarda olduğu gibi arılaştırılmış ve terminoloji
konusunda terim birliğinin sağlanmasına azamî dikkat ve titizlik
gösterilmiştir. "Birden ziyade
kimselerin bir şey üzerinde mülkiyeti" deyimi "birlikte
mülkiyet" şeklinde ifade edilmiş, bu tür mülkiyetin türlerinden
"müşterek mülkiyet" bu kez "paylı mülkiyet", "iştirak
halinde mülkiyet" ise "elbirliği mülkiyeti" olarak
değiştirilmiştir. Bu yeni terimler, ilgili oldukları kurumları eskisinden daha
iyi ifade etmektedirler. Nitekim, Türk hukuk doktrininde ve uygulamada, uzun
süredir, bu terimler, özellikle "paylı mülkiyet" terimi
kullanılmaktadır. Aynı şekilde "mütemmim cüz" terimi
"bütünleyici parça", "teferruat" terimi "eklenti"
şekline dönüştürülerek, yeni nesillerin bu metinleri okuyup anlamasının
kolaylaştırılmasına çalışılmıştır. Keza "gayrimenkul" terimi
"taşınmaz", "menkul" terimi "taşınır" şeklinde
arılaştırılmıştır. "Şufa hakkı" "önalım hakkı", "iştira
hakkı" "alım hakkı" ve "vefa hakkı" da "geri alım
hakkı" olarak, anlaşılabilir hale getirilmiştir. Tasarı, paylı mülkiyeti
düzenlerken, mevcut madde hükümlerinin günümüz ihtiyaçlarına ve şartlarına
uygun hale getirilmesini sağlamıştır. Nitekim, yeni getirilen 689 uncu
maddeyle, paydaşların kendi aralarında oybirliğiyle anlaşarak yararlanma,
kullanma ve yönetime ilişkin olarak kanun hükümlerinden farklı bir düzenleme
yapmalarına imkân sağlanmıştır. Tasarının 693 üncü
maddesi yeniden düzenlenmiş olup, payla ilişkin yararlanma, kullanma, koruma
esasları düzenlenmektedir. 695 inci madde, tamamen
yeni bir maddedir. Bu maddeyle, paydaşların yararlanma, kullanma ve yönetime
ilişkin konularda yaptıkları düzenleme ve aldıkları kararlar ile mahkemece
verilen kararların sonradan paydaş olanları veya pay üzerinde aynî hak kazananları
bağlayacağı ve bunun için de, taşınmazlarda paydaşların aldıkları kararların
tapu siciline şerh edilmesi gereği getirilmiştir. 698 inci maddeyle,
taşınmazlarda paylı mülkiyetin devamına ilişkin sözleşmelerin resmî şekilde
yapılması ve bunun tapuya şerh edilebilmesi öngörülmüş, böylece eskiden ortaya
çıkan tereddütler giderilmek istenilmiştir. Yeni getirilen 700 üncü
maddeyle, pay üzerinde bir intifa hakkı kurulması durumunda, bir paydaş, üç ay
içerisinde paylaşma isteminde bulunursa, satış yoluyla paylaşmada, pay üzerinde
intifa hakkı bulunmaksızın satış yapılması hükme bağlanmıştır. Taşınmaz mülkiyeti
bölümünde, taşınmazlar sayılırken, mevcut Kanundaki "madenler"
metinden çıkarılmış, bunun yerine "kat mülkiyetine kayıtlı bağımsız
bölümler" alınmıştır. 708 inci maddeye eklenen
bir hükümle, yeni oluşan ve devlete ait olan arazinin, kamusal bir sakınca
bulunmayan hallerde, öncelikle, arazisi kayba uğrayan veya bu araziyle bitişik
olan arazi sahibine devredilmesine imkân sağlanmıştır. 710 uncu madde de,
tamamen yeni bir maddedir. Bu maddeyle, ülkemizde, özellikle Karadeniz
Bölgesinde sık sık meydana gelen heyelan dikkate alınarak "arazi
kaymasının sınır değişikliklerine yol açmayacağı" ilkesinin, yetkili
makamlar tarafından, heyelan bölgesi ilan edilen yörelerde uygulanmayacağı
kabul edilmiştir. 711 inci maddeyle de, bir
sınırın arazi kayması yüzünden gerçeği yansıtmaması halinde, ilgili taşınmaz
maliklerinin sınırın yeniden belirlenmesini isteyecekleri hükme bağlanmıştır. Olağanüstü zamanaşımıyla taşınmaz
mülkiyetin kazanılmasını düzenleyen 713 üncü madde, kısmen hüküm değişikliği
yapılmak suretiyle yeniden kaleme alınmıştır. Bu arada, birinci fıkrada
belirtilen yolla kazanmanın, taşınmazın tamamı, bir parçası veya bir payı
üzerinde de olabileceği kabul edilmiştir. Üçüncü fıkrayla, tescil davasının,
hazine ve ilgili kamu tüzelkişileri ile varsa tapuda malik gözüken kişinin
mirasçılarına karşı da açılması zorunluluğu getirilmiştir. Mülkiyet hakkının
hangi zamanda kazanılmış olacağı sorunu, doktrin ve uygulamada çok
tartışmalıydı. Bu sorun, beşinci fıkrayla halledilmiş ve mülkiyetin, birinci
fıkrada öngörülmüş olan bütün şartların gerçekleştiği anda kazanılmış olacağı
-yani, hâkimin vereceği tescil kararının geriye dönük sonuç doğuracağı- hükme
bağlanmıştır. Önalım hakkının yeniden
düzenlenmesinde, 733 ve 734 olmak üzere, iki yeni madde getirilmiştir. 733 üncü maddede, önalım
hakkının, paylı mülkiyetteki payın cebri icra yoluyla satılması halinde
kullanılamayacağı belirtilmiştir. Aynı maddede, önalım hakkından feragatın
resmî şekilde yapılması ve tapuya şerh verilmesi zorunluluğu getirilmiştir. Yeni 734 üncü maddeyle,
önalım hakkının dava açılmak suretiyle kullanılması esası getirilmiştir. 748 inci madde birinci ve
ikinci fıkrasında, zorunlu geçit dışında kalan geçici geçitler ile kırsal
alanda ihtiyaç duyulan hayvan sulama yolu, kış geçidi, saban yolu, tomruk
kaydırma yolu ve oluğu ve benzerleri gibi diğer geçitlerin özel kanun
hükümlerine tabi olduğu; özel kanun yoksa, yerel âdetin uygulanacağı hükme
bağlanmıştır. 754 üncü madde, tamamen
yeni bir maddedir. Bu maddeyle, taşınmaz mülkiyetin kamu hukuku kısıtlamaları
düzenlenmektedir. Örneğin, eski eserler, doğal güzellikler, manzaralar,
seyirlik noktaları ve ender doğa anıtları ile içmeler, ılıcalar, maden ve
kaynak sularının korunmasına ilişkin mülkiyet sınırlamaları, özel kanun
hükümlerine tabi olacaktır. 760 ıncı madde de yeni
bir maddedir. Bununla, özel mülkiyete tabi arazide bulunan kaynak, kuyu veya
derelerden, komşuların ve diğerlerinin yararlanmalarının özel kanuna tabi
olduğu; özel kanun yoksa, genel âdetin uygulanacağı belirtilmektedir. 683 ve 779 uncu maddeler
arasında yer alan, eşya hukukuna ait değişiklikleri kısaca böyle özetlemiş
oldum. Bildiğiniz gibi, Sayın
Bakanımız, her bölümün sonunda, gerek konuşmacı arkadaşlara gerekse
anlaşılamayan konularda cevaplar vermektedir. Ben de, kendisinden, bu bölümün
sonunda yapacak olduğu konuşmada, kafamda tereddüt oluşturan bir konuda açıklık
getirmesini istirham ediyorum. Bildiğiniz gibi, İsviçre Medenî Kanunundan bire
bir bunu biz alıyoruz. İsviçre'de bu kanun 1984 yılında halkoylamasına sunuldu
ve kabul edildi; fakat, İsviçre, kabul ettiği bu kanunu 1988'de yürürlüğe
koydu. Yani, dört yıllık bir geçiş süreci vardı. Acaba, biz neden 1 yıl koyuyoruz,
yoksa, Türk hukuk sistemi, Türk adliye yapısı, bürokrasimiz, İsviçre'den daha
sağlam, daha tıkır tıkır işleyen bir bürokrasi mi? Adliyelerdeki bu kadar iş
yükünü de göz önünde bulundurarak Sayın Bakanımın da bu konuda Yüce Meclisini
aydınlatmasını, bilgilendirmesini istiyorum. Eşya hukuku üzerinde,
Milliyetçi Hareket Partisi adına yaptığım konuşmamı burada tamamlıyor, şahsım
ve Partim adına Yüce Heyeti ve bizi izleyenleri saygıyla selamlıyorum. BAŞKAN - Teşekkür ederim. Kalın dosyayı görünce
eyvah, 20 dakikayı geçecek dedim. ORHAN BIÇAKÇIOĞLU
(Trabzon) - Sayın Başkan, daha önce bunları vermiştim. BAŞKAN - Poz olsun diye
taşıyorsunuz. Şimdi, sıra Demokratik
Sol Partide. Ankara Milletvekili Sayın
Ayşe Gürocak, buyurun efendim. (DSP sıralarından alkışlar) DSP GRUBU ADINA AYŞE
GÜROCAK (Ankara) - Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; sözlerime başlarken,
hepinizi, Demokratik Sol Parti adına saygıyla selamlıyorum. Bugün, burada, Türk hukuk
devriminin simgesi olan bir kanunda, Türk Medenî Kanununda hükümet tasarısı
olarak gündeme getirilmiş bulunan geniş kapsamlı değişiklikleri görüşmeye devam
ediyoruz. Onun, cumhuriyetin temellerini oluşturan, özüne dokunulmadan, değişen
koşullara göre ve çağdaş bir anlayışla yenilenmesi üzerinde çalışıyoruz; ama, konuşmacı
bir arkadaşımın evlilik yaşının yükseltilmesi konusundaki kaygılarına katılmam
mümkün değil. Çocuk yaşta yapılan evliliklerin ne mantıkî ne de vicdanî yanı
vardır. Yürürlükteki Medenî
Kanun, Mecelle ile başlayan özel hukuktaki dinî esaslardan kopuş sürecinin en
önemli noktasıydı; hukuk devrimimizin köşe taşlarından biriydi;
cumhuriyetimizin dinî esaslarla ilişkisinin laiklik ilkesi çerçevesinde
olacağının en somut göstergelerinden biriydi; kadının eşit vatandaş, eşit
insan, eşit mirasçı olarak kabulünü sağlayan temel bir kanundu.
Cumhuriyetimizin kuruluşundan getirilen temel ilkeler, aradan geçen 75 yıla
rağmen, bugün de aynen geçerlidir; ancak, aradan geçen 75 yılda dünya değişmiş,
toplum yaşamı değişmiş, ilişkiler ve ihtiyaçlar değişmiştir. Cumhuriyetin temel
ilkelerini yaşatan kanunlara sahip olabilmek için, kanunlarda değişiklik yapmak
gerekli hale gelmiştir. Buna karşılık, 1951'den bu yana üzerinde çalışılmasına
rağmen, Medenî Kanun, yeterli düzeyde yenilenmiş değildir; çünkü, medenî kanun
yapmak gibi, değiştirmek de güç bir iştir. Üzerinde görüşmekte
olduğumuz tasarı, bu güç işin başarılmış olduğunu ortaya koyan, görünür kılan
somut bir üründür. Bu nedenle, bu değerli ürünün ortaya çıkmasında, en
büyüğünden en küçüğüne, katkı yapmış bulunan herkese, buradan, bu kürsüden,
Grubum ve şahsım adına, bir kez daha şükranlarımı sunuyorum. Tasarının "Aile
Hukuku" bölümünde yer alan yeni düzenlemeler, sadece gelişmiş aile
yaşamımızın gereklerini yerine getirmekle kalmamakta, Türkiye'nin dünyadaki
yeri ve saygınlığı açısından da önem kazanmaktadır; çünkü, tasarının aile
hukukunda öngördüğü yeni düzenlemeler, 1920'lerin koşullarında dünya ölçeğinde
çok ileri olan, ancak, bugün aşılmış bulunan hükümleri değiştirmektedir.
Toplumsal eşitlik, herkesi insan olarak gören toplum ve aile için bir kez daha
atılım yapılmaktadır; çünkü, demokrasinin beşiği ailedir. Aile içindeki
eşitlikçi davranış sağlanmadan ülkede tam bir demokrasi oluşturulamaz. Eşler
arası eşitliğin yaşandığı bir ailede yetişen çocuklar, toplumda eşitlik
açısından en doğru bireysel denetim organını oluşturacak gücü kazanmaktadır. Sayın Başkan, değerli
milletvekilleri; görüşmekte olduğumuz tasarı çok geniş kapsamlıdır; ancak, bu
geniş kapsamlı içerik, kamuoyuna tam olarak yansımamıştır. Tasarının kamuoyuna
en çok yansıyan tarafı, aile hukukuna ilişkin kısımları olmuştur. Bu durumun,
kanun değişikliğinin çok geniş olan kapsamı karşısında bir haksızlık olduğunu
düşünmekten edemiyorum. Evet, doğrudur; aile hukukuna ilişkin kitabın,
özellikle de evlilik hukukuna ilişkin birinci kısmında yapılması öngörülen
değişiklikler, ülkemizde yıllardır talep edilen ve çok beklenen, çok çok önemli
değişikliklerdir. Biraz önce de vurguladığım gibi, kadınlar ve toplumumuz
açısından önemli, eşitlikçi değişikliklerdir. Kamuoyumuz, tasarının
evlilik hukuku dışındaki bölümlerinin içeriği hakkında yeterli düzeyde bilgi
sahibi olamamıştır. Hatta, kamuoyu, evlilik hukuku hakkında bile tam bilgi
sahibi olamamıştır; çünkü, tasarıya ilişkin değerlendirme ve tartışmalar,
neredeyse, sadece eşler arasındaki mal rejimine odaklanmıştır. Bu, önemli bir
eksikliktir. Bu eksiğin, kanunun yayımıyla birlikte başlanacak yaygın
bilgilendirme ve eğitim çalışmalarıyla giderileceğini umuyor; Adalet
Bakanlığımızın bu yönde hazırlıklar yapmakta olduğunu duymaktan memnun
oluyoruz. Kamuoyunun hakkında
yeterince bilgi sahibi olmadığı bölümlerden biri de, tasarının eşya hukukuna
ilişkin bölümüdür. Bu oturumda üzerinde görüşmeye başladığımız bölüm de,
kişinin eşya üzerine sahip olduğu haklar bakımından ilişkilerini, hak ve
yetkilerini düzenleyen bölümdür. Bilindiği gibi, eşya hukuku
"mülkiyet", "sınırlı aynî haklar" ve "zilyet ve tapu
sicili" olmak üzere üç kısımdan oluşmaktadır. Tasarı hakkındaki
görüşmelerimizin sekizinci bölümü olan bu bölümde, eşya hukukunun mülkiyete
ilişkin birinci kısmı üzerinde duruyoruz. Sayın Başkan, değerli
milletvekilleri; mülkiyete ilişkin olarak tasarıyla getirilen en önemli
yenilik, uzun yıllardır birikmiş ve içtihadı birleştirme kararıyla çözümlenmiş
kurumların kanuna yerleştirilmesidir. Böylece, yaşamın içinde yürürlüğe girmiş
olan yargı kararları kanuna yansımakta; ayrıca, yargı üzerindeki dava yükü
hafifletilmektedir. Yerleşik içtihadın kanuna yerleştirilmesine örnek olarak,
tasarıda yer alan, taksim edilmesi mümkün olmayan taşınmazlarda anlaşmazlık
çıkaran paydaşın hissesinin nakit olarak belirlenmesi yoluyla anlaşmazlığın
giderilmesi gösterilebilir. Tasarı, ayrıca, zaman
içinde çıkarılmış çok sayıda yeni kanunla ve mevcut kanunları yenileyen
değişikliklerle Medenî Kanun arasındaki ilişkileri gözden geçirmiş, sağlıklı ve
doğru temellere oturtmuştur. Örneğin, tasarının 729 uncu maddesinde kullanılan
"orman" kavramı, Orman Kanunundaki "orman" kavramıyla aynı
kılınmıştır. Tasarının mülkiyete
ilişkin kısmındaki bir diğer en önemli özellik, dildeki arılaştırma,
Türkçeleştirmedir. Mülkiyet, sadece, arazi, arsa, bina ve benzeri taşınmaz
malları kapsayan bir kavram değildir. Bir çift çoraptan bir su bardağına, her
şey, mülkiyetin nesnesidir. Örneğin, taksitli satış yoluyla edinilen eşyalar da
taşınır mülkiyetin konularındandır. Mülkiyetin herkesin
ilişkili olduğu bir konu olması nedeniyle, tasarıyla getirilen kanun dilindeki
yalınlaşma, her vatandaşın yararına önemli bir gelişmedir. Yürürlükteki Medenî
Kanunda yer alan "Lûkata" sözcüğünü anlamak mümkün değildir; buna
karşılık, tasarıda yer alan "buluntu eşyayı" da anlamamak... Tasarının mülkiyet
kısmındaki yeniliklerden önemli olan birkaçını özellikle vurgulamak istiyorum.
689, 690 ve 691 inci maddelerde, paylı mülkiyetle ilgili yönetim hakkı
ayrıntılı şekilde düzenlenmektedir. Böylece, paydaşlığın kaldırılamayacak ve
sınırlandırılamayacak hak ve yetkilerine açıklık kazandırılmış; ayrıca, olağan
ve önemli yönetim işlerinin özelliklerine uygun kurallarla düzenlenmesi sağlanmıştır.
Yeni arazi oluşmasını
düzenleyen 708 inci maddeyle, yeni oluşan ve devlete ait olan arazinin, kamusal
bir sakınca bulunmadığı takdirde, öncelikle arazisi kayba uğrayana veya yeni
oluşan arazinin bitişik arazi malikine devredilmesine olanak sağlanmıştır. 709 uncu maddeyle,
ülkemizde sık karşılaşılan heyelan olayları göz önünde tutularak, arazi
kaymasının sınır değişikliğine yol açması önlenmiştir. Böylece, doğal afetlere
karşı korunma sağlanmıştır. Bir başka maddeyle, bir ülkenin yetkili makamlarınca
heyelan bölgesi olduğu kararlaştırılan yörelerde uygulanmayabileceği kabul
edilmiştir. Ayrıca, tapu planlarıyla arz üzerindeki işaretlerin birbirini
tutmaması halinde, plandaki sınıra itibar edileceği kuralının da heyelan
bölgelerinde uygulanmaması öngörülmüştür. Önalım hakkının
kullanılmasına ilişkin satış tarihinden itibaren on yıllık uzun bir süreyi
kapsayan zamanaşımı beş yıla indirilmektedir. Yürürlükteki Medenî
Kanunda 1 lira olan buluntu eşyanın kolluk kuvvetine veya muhtara
bildirilmesini gerektiren değer, günümüzde anlamını yitirdiğinden
değiştirilmektedir. Bu değişiklik, 1 liralık değer yerine konacak her miktarın
enflasyon nedeniyle zamanla anlamını yitireceği düşünülerek, önemli ölçüde
değer şeklinde yapılmıştır. Böylece, söz konusu değerin sık sık değiştirilmesi
gereği ortadan kaldırılmış, hem de buluntu eşyanın bildirilmesini zorunlu kılan
değerin, günün değeri olmasına imkân yaratılmıştır. Kamu hukuku
kısıtlamalarına ilişkin 754 üncü maddeyle, ülke koşulları da göz önüne
alınarak, doğal afetler madde metnine eklenmiştir. Böylece, maddede sayılan
kısıtlamalar özel kanun hükümlerine tabi olduğundan, özellikle, eski eserler,
kültür ve tabiat varlıklarına ilişkin kanunlarımızın uygulama alanı
genişletilmiştir. Sözlerimi tamamlamadan
önce, görüşmekte olduğumuz Medenî Kanun Değişiklik Tasarısına katkıda bulunan
herkese tekrar teşekkür ediyorum. Demokratik Sol Parti
Grubu adına bir kez daha belirtmek istiyorum ki, çağdaş Medenî Kanuna ulaşmak
için bu tasarıya desteğimizi sürdüreceğiz. Medenî Kanunda değişiklik kısa bir
sürede Genel Kurulumuzdan çıkacak, gerçekleşecektir; yalnız, değişikliklerin
yürürlüğe girmesinde de eşitlikçi davranmalıyız. Bu ülkede evlilik tarihlerine
göre farklı farklı medenî kanunların uygulanmasına yol açmamalıyız. Aile
mahkemelerini en kısa sürede kurarak, değişikliklerin uygulanmasını
kolaylaştırmalıyız. Sayın Başkan, değerli
milletvekilleri; hepinizi, bir kez daha saygıyla selamlıyorum. (DSP, MHP, ANAP
ve DYP sıralarından alkışlar) BAŞKAN - Teşekkür
ediyorum efendim. Şimdi söz sırası, Doğru
Yol Partisi Grubu adına, Bingöl Milletvekili Sayın Necati Yöndar'a aittir. Buyurun efendim. (DYP
sıralarından alkışlar) DYP GRUBU ADINA NECATİ
YÖNDAR (Bingöl) - Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; görüşülmekte olan 723
sıra sayılı Türk Medenî Kanunu Tasarısının "Eşya Hukuku" başlıklı
sekizinci bölümü üzerinde Doğru Yol Partisi Grubu adına söz almış bulunuyorum;
şahsım ve Grubum adına hepinizi saygıyla selamlıyorum. Sözlerime başlarken, daha
önce söz alan hatiplerce de dile getirildiği ve tasarı hakkında komisyon
üyelerince kaleme alınan muhalefet şerhlerinde de belirtildiği üzere, tasarının
dili hususunda, zabıtlara geçmesi açısından düşüncelerimi belirtmek istiyorum: Tasarının gerekçesinde
"tasarıda kullanılan dil, oldukça arılaştırılmış; yürürlükteki kanunun
günümüzde geçerli olan dile oranla eskimiş olan ifadeleri kolay anlaşılabilir
bir ifadeye dönüştürülmüştür. Tasarıda, genellikle, Anayasada kullanılan dil
esas alınmıştır" denilmektedir. Hâlâ yürürlükte bulunan eski tarihli
kanunların dilinin sadeleştirilmesi gerektiği konusunda her kesimde görüş
birliği vardır; ancak, dili, ideolojik amaçlara araç kılmak, hiç kimsenin hakkı
değildir. Hatta, hile, tehdit, ikametgâh, tahsis, istifa, müşterek kelimeleri
anlaşılmıyor mu ki, yerine yeni arayışa gidilmiş ve kaos yaratılmıştır.
"İkametgâh" yerine kullanılan "yerleşim yeri" ifadesi,
uygulamada, hukukî sorunlar yaratacaktır. Henüz vakit varken, tasarı dilindeki
bu tahrifat ve tahribat giderilmelidir. İkinci bir husus ise, madde
gerekçelerinde sık sık karşılaşılan şekliyle, maddenin, İsviçre Medenî
Kanunundaki aslına göre düzenlendiği veya bu kanunda yapılan değişiklik
nedeniyle değişikliğe gidilmiş olduğu belirtiliyor; bunu yadırgadığımı
belirtmek istiyorum. Zira, cumhuriyetin kuruluş yıllarında ülkemizin içinde
bulunduğu koşullar, eğitim ve kültür durumu, ekonomik hayatın geriliği gibi
etkenler ile çağdaş uygarlık seviyesine ulaşma hedefinin etkisi sonucunda,
İsviçre Medenî Kanunu tercüme edilerek, Türk Medenî Kanununun yürürlüğe
konulması, bir zaruretin sonucudur. Ancak, ülkemizin, aradan geçen yetmişbeş
yıl içerisinde elde ettiği birikim ve tecrübenin, Türk Medenî Kanununu, kendi
sosyal bünyemizin icaplarına göre değiştirmeye ve ilavelerde bulunmaya muktedir
olduğunu düşünüyorum. Sayın Başkan, sayın
milletvekilleri; Grubumun görüşlerini ifade etmek üzere söz aldığım Türk Medenî
Kanunu Tasarısının "Eşya Hukuku" başlıklı Dördüncü Kitabı, hâlâ
yürürlükte bulunan kanunumuzda "Aynî Haklar" olarak anılmaktadır.
Başlıkta yapılan değişiklik, kapsamı ve anlamı açısından olumludur. Bu bölümde yer alan ve
değişiklik öngörülen maddeler hakkındaki görüşlerimi tek tek ifade etmek
istiyorum: Medenî Kanunumuzun 618
inci maddesi, yeni tasarıda 683 üncü maddedir. Dilinin sadeleştirilmesi dışında
bir değişiklik yoktur. Mütemmim cüzü, 684 üncü
maddede "bütünleyici parça" olarak düzenlenmiştir. Tabiî semere veya doğal
ürün, 685 inci maddede düzenlenmiştir. Bu maddede yer alan
"özgüleme", tahsis kelimesi yerine kullanılmış ise de, yaygın kullanımının
bulunmaması nedeniyle, isabetli bir seçim olmamıştır. Keza, teferruatın yerine
kullanılan "eklenti" başlıklı 686 ncı maddede "sarih"
kelimesi yerine kullanılan "anlaşılabilen" kelimesi de isabetli
değildir; ancak, bu maddede yer alan "temliki tasarruflar"
ibaresinden "temlik"in kaldırılmış olmasını, taahhüt işlemlerini
(borçlandırıcı işlemleri) de kapsaması yönünden olumlu buluyoruz. "Paylı
mülkiyet" olarak ifade edilen müşterek mülkiyette, hissedarların kendi
aralarında oybirliğiyle anlaşarak, müşterek mülkün yararlanma, kullanma ve
yönetimine ilişkin konularda kanunda öngörülen farklı düzenleme yapmaları
imkânı getirilmiş; ancak, bu anlaşmanın kanunda iki bent halinde sayılan
hallerde hissedarların hak ve yetkilerini kaldırmadığı gibi, sınırlandırılmadığı
belirtilmiştir. Hissedarlara yeni düzenleme yapma imkânları getirildiğinden, bu
değişikliği olumlu karşılamaktayız. Keza, bir diğer olumlu yenilik de, müşterek
mülkiyette işletme usulünün veya tarım türünün değiştirilmesi, kiraya verilmesi
veya feshi gibi işlemlerde pay ve paydaşların eşitliği halinde, hâkime,
hissedarlardan veya dışarıdan kayyım atama yetkisini tanımış olmasıdır. Müşterek mülkiyeti sona
erdiren hallerden biri olan taksim davası, tasarıda "paylaşma istemi"
olarak yer almıştır. Madde gerekçesinde, paydaşların dava açmadan da kendi
aralarında paydaşlardan birinin istemi üzerine paylaşma yapabileceklerini
belirterek, istemin davayı da içerisine alan daha geniş bir sözcük olması
nedeniyle tercih edildiği belirtilmiştir. Hissedarlar arasındaki bu anlaşmanın
resmî şekilde olmasında, gelecekte meydana gelebilecek ihtilafların önlenmesi
açısından yarar ve zaruret vardır. Bu nedenle, tasarının 698 inci maddesinin
ikinci fıkrasına "devamına" ibaresinden sonra gelmek üzere "ve
sona ermesini" ibaresinin eklenmesinin gerekli olduğu kanısındayım. Sayın Başkan, değerli
milletvekilleri; tasarının 707 nci maddesinin ikinci fıkrası ile karşılığı olan
635 inci maddenin ikinci fıkrasında yer alan "müseccel olmayan bir arzın
işgali sahipsiz şeylere dair olan hükümlere tabidir" hükmüne "tapuya
kayıtlı olmayan taşınmazlar üzerinde işgal yoluyla mülkiyet kazanılamaz"
denilerek açıklık getirilmiştir. Tasarının 708 inci maddesinde, yeni arazi
oluşması hali düzenlenmiştir, yürürlükteki kanunumuzun 636 ncı maddesinin
karşılığıdır. Mevcut uygulamada, göl veya nehir kenarlarında birikme, dolma
veya kayma suretiyle meydana gelen araziden istifade mümkünse, Hazine adına
tescil edilmektedir. Devlet bu yerleri, genel hükümlere göre
değerlendirmektedir. Nehirlerin veya göllerin yatak değiştirmesi veya taşması,
bilahara eski mecralarına çekilmesi halinde, bu yerlerin daha önce kendisine
ait olduğunu ispat eden kimse istirdat edebilmektedir. Tasarının 708 inci
maddesinde, birikme, dolma veya kayma suretiyle meydana gelen arazinin,
kanunsal bir sakınca bulunmadığı takdirde, öncelikle arazisi kayba uğrayana
veya bitişik arazi malikine devletçe devredileceği hükmüne yer verilmiştir. Bu
değişiklik olumludur; fakat, cevaplandırılması gereken hususlar vardır. Arazisi
kayba uğrayan kapsamına kimler girecektir? Öncelik kime aittir? Devir bedelli
mi bedelsiz mi olacaktır? Tasarının 709 uncu, 710
uncu ve 711 inci maddeleri, özellikle heyelana maruz kalan yerlerde taşınmazı
bulunan vatandaşlarımızı yakından ilgilendirmektedir. 709 uncu maddenin
karşılığı olarak, yürürlükteki kanunumuzda 637 nci madde mevcut olup, arazi
kaymasının, sınırın değiştirilmesini gerektirmeyeceği hükmü yer almıştı. 710 uncu maddede, arazi
kaymasının sınır değişikliğine yol açmayacağı ilkesinin, heyelan bölgesi olarak
belirlenen ve tapu kütüğünün beyanlar sütununa yazılan taşınmazlarda
uygulanmayacağı; 711 inci maddede ise, arazi kayması sebebiyle oluşan sınır
gerçeği yansıtmıyorsa, sınırın yeniden tespitinin isteneceği, fazlalık ve
eksikliklerin denkleştirileceği hükmüne yer verilmiştir. Sayın Başkan, değerli
milletvekilleri; tasarının 712 nci ve 713 üncü maddelerinde, olağan ve
olağanüstü kazandırıcı zamanaşımı düzenlenmiştir. Her iki halde de, şartlardan
biri olarak, yürürlükte bulunan kanunumuzda yer alan "niza"
sözcüğünün belirsizliği, uygulamada, noter aracılığıyla gönderilen protestonun
fiilî müdahale veya çatışmanın niza olarak nitelendirilebildiği; oysa, ancak,
zilyede karşı istihkak veya müdahalenin meni davası açılmış olmasının niza sayılacağı,
3091 sayılı Taşınmaz Mal Zilyetliğine Yapılan Tecavüzlerin Önlenmesi Hakkında
Kanuna göre idarî makamlar nezdinde zilyetliğe yapılan tecavüzün önlenmesinin
istenmesinin buradaki anlamda niza sayılmayacağı, bu itibarla zilyetliğin
kesintiye uğramış olmayacağı belirtilerek "niza" sözcüğü yerine
"davasız" sözcüğü kullanılmıştır. Tasarının 713 üncü
maddesi kanunlaşsa dahi hukuken uygulama imkânı yoktur. Şöyle ki: 9.7.1987
tarihinde yürürlüğe giren 3402 sayılı Kadastro Kanununun tapuda kayıtlı olmayan
taşınmaz mallara ilişkin 14 üncü maddesi, bu kanunun 33 üncü maddesinin üçüncü
fıkrası gereğince genel hükümdür. Dolayısıyla, açılacak bir tescil davasında,
713 üncü madde, 14 üncü maddeye aykırı olmayan ve hüküm bulunmayan hallerde
uygulanacaktır. Bu maddede ise "niza" değil "çekişmesiz"
ifadesi kullanılmıştır. Muradımız mutlaka "davasız" demek ise,
öncelikle 14 üncü maddede gerekli değişikliğin yapılması gerekmektedir. Medenî Kanunumuzda kamu
malları 641 inci maddede düzenlenmiştir. Bu maddede "sahipsiz şeyler ile
menfaatı umuma ait olan mallar devletin hüküm ve tasarrufu altında" olup,
bunların kazanılması, işletilmesi ve kullanılması hakkında Medenî Kanun
hükümlerinin uygulanmayacağı, kamu hukuku kurallarına tabi olduğu
belirtilmiştir. Keza, bu maddede bazı kamu mallarına örnekler verilmiştir.
Mevcut kanunumuzda "buzul" tabiri yer almazken, İsviçre Medenî
Kanununda yer almasından dolayı ülkemizde buzul varmış gibi buna da yer
verilmesi, mehaz, yani kaynak kanunun etkisinde fazla kalınmış olabileceğini
göstermektedir. Diğer taraftan, tasarıda "sahipsiz yerler ile yararı
kamuya ait mallar" dan söz edilmektedir. Doktrinde ve yargısal
içtihatlarda benimsendiği şekliyle kamu mallarını oluşturan kategorilerin açık
bir şekilde ifade edilerek "sahipsiz mallar, orta malları ve hizmet
malları devletin hüküm ve tasarrufu altındadır" demek daha isabetli ve
karışıklığı giderici olacaktır diye düşünüyorum. Tasarının 716 ncı
maddesi, yürürlükteki kanunda "tescili icbar davası" olarak bilinen,
642 nci maddede düzenlenen hususları karşılamak amacıyla düzenlenmiş; ancak,
sadeleştirme yapmak amacıyla "mülkiyetin kendisine aidiyetine"
ibaresinin karşılığı olarak "mülkiyetin kendi adına tescilini
istemek" gibi bir yanlışlığa düşülmüştür. Zira, tescili istenen mülkiyet
değil, taşınmazdır. Mülkiyet, tescil edilecek bir obje, nesne değildir; bu
yanlışlığın düzeltilmesi gerektiği kanısındayım. Sayın Başkan, değerli
milletvekilleri; tasarının 719 uncu maddesi, yürürlükteki kanunun 645 inci
maddesinin karşılığı olarak düzenlenmiştir. Burada yer alan hüküm şöyledir:
"Taşınmazın sınırları, tapu planları ve arz üzerindeki sınır işaretiyle
belirlenir." Yürürlükteki kanunda yer
alan "plan" ibaresinin kapsamı "tapu planı" olarak açıklığa
kavuşturulmak istenmişse de, kanaatimizce bir yanlışlık yapılmıştır. Zira,
kadastro yapılan yerlerde, 3402 sayılı Kadastro Kanununun 7 nci maddesi
gereğince, taşınmazın sınırları, kadastral harita veya büyütülmüş fotoğraf veya
röperli kroki üzerinde gösterilir. Kadastro yapılan yerlerde, kadastral harita
veya kadastro paftası sınırı belirler; ancak, kadastro geçmemiş yerlerin
varlığı da dikkate alındığında, buralarda, evrakı müsbite arasında tapu planı
bulunmayabilir -ki, çoğunlukla bulunmaz- bu itibarla, ibarenin eski şekliyle
kalmasında yarar vardır. Tasarının 732 ve 733 üncü
maddelerinde, müşterek mülkiyette, paylı mülkiyette söz konusu olan ve
"önalım hakkı" olarak sade ifade edilen "şüfa hakkı" ile
ilgili düzenlemeler yer almıştır. Buna göre, bir hissedarın hissesini -tamamen
veya kısmen- hissedar olmayan bir kişiye satması halinde, diğer hissedarlar,
satışın kendilerine bildirildiği tarihten itibaren bir ay içerisinde şüfa
hakkını kullanabileceklerdir. Cebrî icrada şüfa
hakkının kullanılmayacağı uygulamada benimsenmiş bir kuraldı; kanunda açık bir
şekilde ifade edilmesi yerinde olmuştur; ancak, kanunlarda süre zikredilirken,
uygulamada sorunlara yol açmamak için sürenin ay yerine gün olarak ifade
edilmesi daha isabetli olacaktır. Bu cümleden olarak, 733 üncü maddedeki
"bir ay" ibaresinin otuz gün olarak düzeltilmesi daha uygun olur
düşüncesindeyim. Tasarının 734 üncü
maddesi yürürlükteki kanunda bulunmamakla birlikte, uygulamada doktrin ve
içtihatlarla istikrar bulmuş olan şufa hakkının nasıl kullanılacağına ilişkin
hususu düzenlemektedir. Bu maddenin ilavesi yerindedir. Tasarının "zorunlu
geçit hakkını" düzenleyen 747 nci maddesinin ikinci fıkrasında murat
edilen husus daha iyi bir şekilde ifade edilebilirdi. Sayın Başkan, sayın
milletvekilleri; tasarının 751 inci maddesinde kastedilmek istenen hususun ne
olduğunu şahsen ben anlayamadım. Maddede öngörüldüğü şekliyle bir olayın
ülkemizde vuku bulabileceğini imkân dahilinde görmüyorum. Hangi yetkili makam,
bitki örtüsünü korumak amacıyla başkasının özel ormanına veya özel otlakiyesine
girmeyi yasaklayacak? Maddede mana ve ifade sakatlığı vardır. Oysa, ikinci
fıkra şu şekilde ifade edilebilir: "Yerel âdetlerin izin verdiği ölçüler
içerisinde kalmak kaydıyla herkes başkasının orman ve merasına girebilir ve
oralarda yetişen yabanî meyve, mantar ve benzeri şeyleri toplayabilir." Tasarının 769 uncu
maddesinde eski deyişle "lükata", yeni ifadeyle "bulunmuş
eşya" hususu düzenlenmiştir. Yürürlükteki kanunun 693 üncü maddesine göre,
kaybolan bir malı bulan kişi, sahibine haber vermek zorundadır. Sahibini
bilmiyorsa, güvenlik görevlilerine haber verecek veya durumu ilan ettirecektir.
Malın değeri 1 liradan fazla ise, güvenlik görevlilerine haber vermek
zorundadır. Tasarının gerekçesinde belirli bir miktardan söz edilmemesinin
sebebinin, konulabilecek bir miktarın her zaman sübjektif olabileceği ve zaman
içerisinde değersiz hale gelebileceği
olduğu belirtilmiş, çözüm olarak da "bulunan eşya önemli ölçüde
değerliyse" ifadesine yer verilmiştir. Buradaki ifadenin de sübjektif
olduğunda tereddüt yoktur.Tereddütlere yol açmayacak bir ibarenin kullanılması
yerinde olacaktır. Sayın Başkan, sayın
milletvekilleri; konuşmamın son bölümünde bir temennimi de belirtmek istiyorum.
Görüşmekte olduğumuz Medenî Kanun, kişinin maddî ve manevî alandaki hakları ile
toplumumuzun temelini oluşturan ailedeki ve de vatandaşlarımız arasındaki
ilişkileri düzenleyen kuralları içermesi nedeniyle en önemli kanunlardan
biridir. Yüce Parlamentonun bu tasarıyı en mütekâmil hale getirerek yürürlüğe
koyacağından şüphemiz yoktur; ancak, bir kanun ne kadar mütekâmil olsa da
sonuçta uygulamanın önemli olduğu da bilinen bir gerçektir. Uygulamayı yapacak
olan hâkimlerimizin büyük fedakârlıklarla görev yaptıkları her türlü takdirin
üzerindedir. Hâkimlerimizin işyükü
dolayısıyla adalet mekanizmasının işleyişinde zaman zaman aksamalar ve
gecikmeler olduğu da bir gerçektir. Bunu gidermenin yolu, kaliteli hukuk
eğitimi, sayıca yeterli ve özlük hakları iyileştirilmiş yargı mensuplarının
varlığı ve hızlı işleyen usul kurallarıdır. Yüce Heyetinizin bu sorunlara da el
atarak bir çözüm bulacağına olan inancım tamdır. İster yöneten ister yönetilen
olsun hukuk, günü geldiğinde herkes için gereklidir. İyi işleyen hukuk
kuralları ve adalet mekanizmasının hepimiz açısından en önemli güvenceyi
oluşturduğunda kuşku yoktur. Bu duygu ve düşüncelerle,
tasarının milletimize hayırlı ve uğurlu olmasını diliyor, Yüce Heyetinizi
saygıyla selamlıyorum. (DYP sıralarından alkışlar) BAŞKAN - Teşekkür
ediyorum efendim. Şimdi, gruplar adına son
söz, Anavatan Partisi Grubu adına, Afyon Milletvekili Sayın Halil İbrahim
Özsoy'da. Buyurun Sayın Özsoy.
(ANAP sıralarından alkışlar) ANAP GRUBU ADINA HALİL
İBRAHİM ÖZSOY (Afyon) - Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; Türk Kanunu
Medenisinin yerini alacak olan ve günlerdir üzerinde konuştuğumuz, Grupların
bölüm bölüm fikirlerini ifade etmeye çalıştıkları Türk Medenî Kanunu
Tasarısının eşya hukuku konusundaki maddeleri üzerinde söz almış bulunuyorum;
Grubum ve şahsım adına Yüce Meclisi saygıyla selamlıyorum. Değerli milletvekilleri,
insan sosyal bir varlıktır. Hepinizin bildiği ve yaşadığı gibi, bu varlığın,
hayatta kaldığı müddetçe, yaşamını devam ettirmek için ve meslekleri nedeniyle
çeşitli taşınır veya taşınmaz eşya veya mülke sahip olacağı da bir gerçektir.
Bir gerçek de şudur: Sosyal bir varlık olan insan, yakınları, çevresi ve içinde
bulunduğu toplumla çeşitli kademelerde ilişki içerisindedir. Bu ilişkilerde,
müşterek taşınmaz mal edinildiği gibi, kullanma, gelir temin etme veya taşınır
mal ve varlıkların korunması, paylaşımı veya başkalarına ait mal ve varlıklarla
olan ilişkisi, işte bu bölümün maddelerinde ifade edilmektedir. Medenî Kanunun
Dördüncü Kitabını oluşturan Eşya Hukuku "Mülkiyet", "Sınırlı
Aynî Haklar", "Zilyetlik ve Tapu Sicili" başlıklarını taşıyan 3
kısımdan oluşmaktadır. İnsanlar, toplum hayatına
ayak uydururken, beraber yaşama icabı, kuram ve kurallarla zaman zaman
çatışmaktadır. Bu çatışmalardaki ilişki ve derece, ileri bir anlayışla tasarıya
yerleştirilmeye çalışılmıştır. Mal ve can güvenliği, anayasal teminat altında
bulunan bireyler arasındaki mal ilişkilerinin paylı olması, zaman zaman çıkan
anlaşmazlıklara da sebep olmaktadır. Bu kanun maddelerinde, bu anlaşmazlıklara
çözüm getirilmektedir. İşte bu anlayışla, birinci kısmın birinci bölümünde
genel hükümlerle, bu konular ifade edilmeye çalışılmıştır. İfade etmeye
çalışacağım kısım, 683 üncü maddeden başlayarak, 779 uncu maddede son
bulmaktadır. Genel hükümlerde, özellikle mülkiyet hakkının tarifi, içeriği,
hukuk düzeni sınırları içinde bireyin maliki olduğu malın üzerinde dilediği
gibi kullanma, yararlanma ve tasarrufta bulunma yetkisi ifade edilmeye
çalışılmıştır. Ayrıca, aynı maddede, malikin, malı haksız olarak elinde
bulunduran kimseye karşı istihkak davası açabileceği ifade edilmiştir. Eğer,
birey bir mala sahipse, o malın bütünleyici parçalarına da sahip olur.
Bütünleyici parça, yerel âdetlere göre, asıl şeyin temel unsuru olan ve kanun
maddesinde "şey" olarak ifade edilen; yok edilmedikçe, zarara
uğratılmadıkça veya yapısı değiştirilmedikçe ondan ayrılmasına olanak
bulunmayan parça olarak madde 648'de ifade edilmiştir. Bu madde, yürürlükteki
kanunun 619 uncu maddesini karşılamaktadır ve İsviçre Medenî Kanununun 642 nci
maddesine paralel olarak düzenlenmiştir. Kişi bir şeyin malikiyse, onun
ürünlerinin de sahibi olur. 685 inci maddede, ürünün, dönemsel olarak elde
edilen doğal veya hukukî ürünler ve bunların asıl şeyden ayrılıncaya kadar
bütünleyici parçası olduğu ifade edilmektedir. 686 ncı maddede ise, eklentinin
tanımı, kapsamı anlatılmakta. Nelerin eklenti sayılmayacağı ise, 687 nci
maddede düzenlenmektedir. Değerli milletvekilleri,
yürürlükteki kanunun 623 üncü maddesine karşılık düzenlenen 688 inci maddede
"birden ziyade kimselerin bir şey üzerindeki mülkiyeti" deyimi
"Birlikte Mülkiyet" başlığı şeklinde değiştirilmiştir. Bu başlık da,
hem paylı mülkiyetin hem de elbirliği mülkiyetinin daha iyi anlatılabileceği
gerekçesine dayandırılmaktadır. Böylece, yürürlükteki kanunun maddelerinin
kenar başlığında yer alan "müşterek mülkiyet" deyimi "paylı
mülkiyet" olarak değiştirilmiştir. 688 inci maddede paylı
mülkiyetin tanımı yapılmakta, özellikleri ifade edilirken de "başka türlü
belirlenmedikçe paylar eşit sayılır" denilerek, genel bir ifade
kullanılmaktadır. Pay sahibi veya diğer bir deyimle paydaşlardan her biri,
kendi payı bakımından malik hak ve yükümlülüklerine sahip olur, payın temlik
edilebileceği, rehnedilebileceği, alacaklılar tarafından haczedilebileceği bu
maddede düzenlenmiştir. 689 uncu madde, İsviçre
Kanununun 647 nci maddesinden alınmış olup, bu kanunda yeni getirilmiştir. Bu
maddede, paydaşların, kendi aralarında oybirliğiyle anlaşarak, paylı
mülkiyetten yararlanma, kullanma ve yönetime ilişkin konularda kanun
hükümlerinden farklı bir düzenleme yapılmasına olanak sağlanmıştır. Maddenin
fıkralarında ifade edilen anlaşmalar, noterlikçe tasdikini zorunlu kılmakta,
paydaşlardan birinin başvurusu üzerine tapu kütüğüne şerh edilmesi konusu açık
bir şekilde düzenlenmektedir. 690, 691 ve 692 nci maddelerde paylı mülkiyetin
yönetim şekilleri ve paydaşların buna nasıl iştirak edecekleri, paydaşların
yükümlülükleri düzenlenmeye çalışılmıştır. 693 ve 694 üncü maddelerde ise,
paylı müştereklerden yararlanma, kullanma ve koruma ile masraflara iştirak
şekilleri düzenlenmiştir. Değerli milletvekilleri,
696 ve 697 nci maddelerde paylı mülkiyetten paydaşların ve diğer hak
sahiplerinin çıkarılmalarına ilişkin hükümler bulunmaktadır. 698 ve 699 uncu
maddelerde, paylı mülkiyetin paylaşma biçimleriyle, 700 üncü maddede ise,
intifa hakkı sahibinin durumuyla ilgili hükümler getirilmiştir. Madde 701'den
itibaren elbirliği mülkiyetinin tanımı, kaynakları, niteliği ile 703 üncü
maddede elbirliği mülkiyetinin sona erdirilmesi konuları hükme bağlanmaktadır. Çağdaş toplumlarda
toplumsal yaşamanın bir gereği olarak ortaya çıkan anlaşmazlıkların sona
erdirilmesi için düzenlenen bu maddelerden sonra, ikinci bölümde taşınmaz
mülkiyet konuları işlenmiştir. İkinci bölümün birinci ayırımında, taşınmaz
mülkiyetin konusu, kazanılması, kaybı gibi içerikler, 704 üncü maddeden
itibaren maddeler halinde düzenlenmiş, özellikle de 707 nci maddede, tapuya
kayıtlı olmayan taşınmazların durumu açıklıkla ortaya konulmaya çalışılmıştır.
Tapuya kayıtlı olmayan taşınmazlar üzerinde işgal yoluyla mülkiyet
kazanılmayacağı ifade edilmiş, 708 inci maddede de yeni arazi oluşumları,
bunların kişi veya devlet malı niteliği taşıyıp taşımadığına, hangi şartlarda
devletin bunu kişilere devredeceğine açıklık getirilmiştir. 709 uncu maddeden
itibaren ise, arazi sınırlarındaki ihtilafları önlemek için hangi hallerde
sınır değişikliğinin gerektiği ve 711 inci maddede de sınırların yeniden
belirlenmesi konusu düzenlenmiştir. Değerli milletvekilleri,
günlük hayatımızda hemen hemen her gün karşılaştığımız, özellikle hukukî ve
ceza davalarında çok sıklıkla önümüze çıkan zamanaşımı -eski tabiriyle
müruruzaman- konusu, burada, olağan ve olağanüstü zamanaşımı başlığı altında
712, 713, 714 ve 715 inci maddelerde ifade edilmiştir. 716 ncı maddede ise,
tescil isteme hakkı işlenmiş, 717 nci maddede taşınmaz mülkiyetin kaybı konusu
düzenlenmiştir. 718 inci maddeden
başlayarak devam eden ve mülkiyet hakkının sorumluluğu, kısıtlanmaları,
dinimizce de üzerinde çok durulan komşuluk hakkı gibi konular madde 737'ye
kadar tanımlanmış ve şekillendirilmeye çalışılmıştır. Değerli milletvekilleri,
718 inci maddede arazi üzerindeki mülkiyet, kullanılmasında yarar olduğu
ölçüde, üstündeki hava ve altındaki arz katmanlarını kapsadığı; bu kapsama,
yasal sınırlamalar saklı kalmak üzere yapılar, bitkiler ve kaynakların da
girdiği ifade edilmektedir. Ayrıca, taşınmazların sınırlarının, tapu planları
ve arz üzerindeki sınır işaretleriyle belirlenebileceği madde 719'da
yazılmakta, bunun heyelan bölgelerinde uygulanamayacağı farkı getirilmektedir.
Her arazi maliki komşusunun isteği üzerine belli olmayan sınırların
belirlenmesi için tapu planlarının düzeltilmesine veya arz üzerine sınır
işaretleri konulmasına katkıda bulunmakla yükümlüdür. İki taşınmazı birbirinden
ayıran duvar, parmaklıklar, çit vesaire gibi sınırlar, aksi ispat edilmedikçe,
her iki komşunun müşterek, yani, diğer bir tabirle, paylı malı sayılır
denilmekte ve müşterekliğe de geniş bir şekilde açıklık getirilmektedir. Sayın Başkan, değerli
milletvekilleri; arazi üzerindeki yapıların kullanılmasında ve yapılmasında
başkalarına veya komşuya ait malzeme kullanılması, bunun tespiti, sökülüp geri
verilmesi veya doğacak tazminatın belirlenmesi, ödenmesi 722, 723 ve 724 üncü
maddelerde ifade edilmiştir. 725 inci maddede ise, bir
yapının başkasına ait araziye taşırılan kısmı, eğer yapıyı yapan malik
taşırılan arazi üzerinde bir irtifak hakkına sahip bulunuyorsa, ona ait
taşınmazın bütünleyici parçası olur denilmektedir. İrtifak hakkı yoksa, zarar
gören taraf, taşmayı öğrendiği tarihten başlayarak, 15 gün içerisinde itiraz
etmediği, aynı zamanda, durum ve koşullar da haklı gösterdiği takdirde, yapan
kimse, uygun bir bedel karşılığında parçanın mülkiyetinin devrini sağlayabilir
denilmektedir. Burada, özellikle "uygun bir bedel" yoruma açık bir
ifade olup, daha belirleyici bir ifade, özellikle rayiç bedel üzerinden veya
taraflar arasında anlaşmaya varılacak bir miktar üzerinden şeklinde
yazılabilirdi diye düşünüyoruz. Sayın Başkan, değerli
milletvekilleri; müteakip maddelerde, genel anlamda, kazı ve kuralları ifade
edildiği gibi, başka maliklerin arazilerinden geçiş ve geçit hakları ile
bunlara katılma yükümlülüğü getirilmektedir. Bunların yanı sıra, madde 751'den
itibaren ifade edildiği gibi, başkasının arazisine girme hakkı başlığı altında,
orman ve meraya girme hakkını ve tarafların sorumlulukları
maddeleştirilmektedir. Ayrıca, bu bölümde, kamu hukuku kısıtlamaları ve
toprağın iyileştirilmesi konuları işlenilmekte ve maddeler şeklinde
şekillendirilmektedir. Günlük hayatla iç içe
olan, komşu, ilgili ve ilişkili kişiler arasında her zaman tartışma, kavga veya
bir hesaplaşmaya kadar giden, çatışmalara sebep olan kaynak ve yeraltı
sularının durumu ise 756 ncı maddeden başlayarak incelenmiş ve
maddeleştirilmiştir. Kaynak ve yeraltı sularının mülkiyet ve irtifak hakları,
kaynaklara zarar vermekten doğan tazminatlar, aynı kaynaktan beslenen
kaynakların durumu ve paylaşımı ve bunların hakkındaki özel kanun hükümleri ve
nerelerde yerel âdetlerin tatbik edileceği konuları ise, 760 ve 761 inci
maddede açık bir şekilde ifade edilmiştir. İnsanların taşınmaz
malları ve mülkiyetleri yanında, bir de, elde ettikleri veya değişik yollardan
intikal eden taşınırların durumları da, fevkalade önem arz ettiği bir
gerçektir. İşte, "Taşınır Mülkiyeti" başlığı altında incelenen ve
maddeleştirilen konular, zilyetliğin devri, mülkiyetin saklı tutulması ve canlı
taşınırlar üzerindeki mülkiyeti saklı tutma sözleşmesinin yapılamayacağı
konuları, 763 üncü maddeden itibaren incelenmektedir. Özellikle
"İhraz" başlığı altında, sahipsiz eşyalar, sahipsiz duruma gelen
hayvanlar, "Bulunmuş eşya" başlığı altında, bulunan eşyaların
korunması, iadesi, tabi tutulacakları muameleler ve satma gibi konular 769 ve
770 inci maddelerde incelenerek, ifade edilmiştir. Ayrıca, define, bilimsel
değeri olan eşyalar, düşen veya su, rüzgâr, çığ gibi doğal güçlerin etkisiyle
sürüklenen malların durumları, 773 ve 774 üncü maddelerde incelenmiştir. Bu
malların nasıl bir işleme tabi tutulacağı, karışma ve birleşmeyle kazandırıcı
zamanaşımı ve kaydedilmesi konuları 777 ve 778 inci maddelerde incelenerek,
ifade edilmiştir. Değerli milletvekilleri,
kısaca, günlük hayatımızın birer parçası olan ve her gün karşılaştığımız
işlemlerin hakka ve hukuka dayalı bir şekilde yürütülmesi, bu kanun sayesinde
olacaktır. Güçlünün ve kuvvetlinin değil, haklının ve hak edenin önplana
çıktığı, saygı duyulduğu bir toplum yaratmak için, Medeni Kanunun
yenileştirilmesine ihtiyaç vardı ve yapılmaktadır. Bu vesileyle, bu tasarının
hazırlanmasında emeği geçenlere Grubum adına teşekkür ediyor ve milletimize,
memleketimize hayırlara vesile olmasını diliyorum; millî takımımızı kutluyor,
ayrıca, ramazanı şerifinizi de, hayırlara vesile olması dileğiyle tebrik
ediyorum. Saygılar sunuyorum.
(Alkışlar) BAŞKAN - Teşekkür
ediyorum. Sayın Bakan, buyurun. ADALET BAKANI HİKMET SAMİ
TÜRK (Trabzon) - Sayın Başkan, değerli milletvekilleri, Türk Medenî Kanunu
Tasarısının Dördüncü Kitabını oluşturan eşya hukuku üzerinde söz alan
arkadaşlarımızın bir bölümü, gerçekten, bu konu üzerinde çok yararlı
açıklamalar yaptılar, kendilerine teşekkür ediyorum; bazı arkadaşlarımız ise,
konuşmalarının ağırlığını, daha önce görüşülmüş olan konulara, bunlar arasında,
tasarının hazırlanışına, tasarıda 1926 gerekçesine yer verilmiş olmasına,
tasarının diline, tasarının aile hukukuyla ilgili hükümlerine ayırmışlardır.
Bunlar, aslında, daha önce değerlendirilmiş olan konulardı. Yalnız, burada, tasarıyı
açıkça küçümsediğini ifade eden ya da tasarının elli yılın emeğinin ürünü
değil, bir ayda hazırlanmış bir çalışma olduğunu belirten arkadaşlarımızın
sözleriyle ilgili bazı açıklamalar yapmak istiyorum: Bu tasarı, gerçekten, elli
yıllık bir çalışmanın ürünüdür ve bu çalışmada, Türkiye'nin bütün hukuk
fakültelerindeki medenî hukuk profesörleri katkıda bulunmuşlardır. Adalet
Bakanlığının kurmuş olduğu uzmanlık komisyonunda, 1951'den itibaren, çeşitli
dönemler itibariyle, ülkemizin seçkin medenî hukukçuları yer almışlardır.
Tasarı tamamlandıktan sonra da, bütün üniversitelerimize gönderilmiştir. Tıpkı,
tasarının hazırlanışında yüksek yargı organları mensupları ve sivil toplum
örgütleri temsilcileri yer aldığı gibi, tasarı, daha sonra, üniversitelerin
yanında, bakanlıklara ve sivil toplum örgütlerine, bu arada barolara da
gönderilmiştir; onların görüşleri de alınmıştır. Şimdi, bu tasarının
gerekçesinde, 1926 tarihli, dönemin Adalet Bakanı tarafından kaleme alınmış
olan gerekçeye yer verilmiş olmasına ilişkin eleştiriler arasında, bizim bir
reddi miras anlayışı içerisinde olduğumuz iddia edilmektedir. Şunu söyleyeyim
ki, 1926 gerekçesi, Türkiye'de hukuk devriminin gerekçesidir, cumhuriyet
hukukunun gerekçesidir, dinî kurallara dayalı bir hukuk sisteminden laik
temellere dayalı bir hukuk sistemine geçişin gerekçesidir ve bu gerekçe,
görüşmekte olduğumuz tasarının da hareket noktasıdır. O nedenle, bir tarihî
belge olarak, şimdiki tasarının gerekçesinde özet olarak 1926 gerekçesine de
yer verilmiştir. Eğer, bazı arkadaşlarımızın istediği gibi, 1926 gerekçesi
üzerinde değişiklik yapma yoluna gidilecek olursa, bir tarihî belgede
değişiklik yapma yoluna gidilecek olursa, işte, reddi miras o zaman
gerçekleşmiş olur. Şimdi, huzurunuza
getirmiş olduğumuz tasarı, 1926'da Türkiye'de hukuk devrimini gerçekleştiren
Türk Kanunu Medenîsinin 21 inci Yüzyıl koşularında gözden geçirilmiş,
geliştirilmiş şeklidir. O nedenle, bir reddi miras değil, tersine, bir devrimin
bugünkü koşullarda devamı söz konusudur. Bunun tersini söyleyenler, yetmişbeş
yıl öncesinin hukuk sistemine dönüşümü istiyorlar; teokratik hukuk devletinin
özlemi mi dile getiriliyor? Ben, bu kürsüden, hiçbir milletvekilimizin, böyle
bir anlayışı dile getirmek istediğini düşünemiyorum. Bu bakımdan, onların bu
yöndeki eleştirilerinin, kendilerinin de ifade etmek istemedikleri bir
düşünceyi dile getirdiğini kabul ediyorum. Sanıyorum ki, hiç kimse, yetmişbeş
yıl öncesinin hukukuna dönmeyi düşünmez; çünkü, hukuk değişiyor, çağlar
değişiyor, anlayışlar değişiyor ve zaten, 1926 gerekçesinde de ifade edilen
buydu. Hukukun değişmesi zorunluluğu, o kanunun kabul edilmesinin gerekçesiydi.
Bugün de, yeni ihtiyaçlara göre yeni kurallar getiriliyor; ama, temelde,
1926'da gerçekleştirilen hukuk devriminin devamı niteliğinde kurallar
getiriliyor. Dil konusu ise, yetmişbeş
yıl içinde ülkemizde meydana gelen değişikliklere uygun olarak, Türkçenin
evrimine uygun olarak, bugün yerleşmiş hukuk terminolojisiyle tasarının
hazırlanması şeklinde özetlenebilir. Bugün, genç kuşakların, hatta, bazı
milletvekili arkadaşlarımızın dahi telaffuz etmekte güçlük çektikleri eski
sözcükler yerine, anlaşılır, sokaktaki insanın da kolayca ne olduğunu
anlayabileceği bir terminoloji kullanılmıştır. Değerli milletvekilleri,
tasarının Dördüncü Kitabı "Eşya Hukuku", "Mülkiyet",
"Sınırlı Aynî Haklar", "Zilyetlik" ve "Tapu
Sicili" başlıklarını taşıyan üç kısımdan oluşmaktadır. Birinci kısım
mülkiyetle ilgilidir. Bu kısımda "Genel Hükümler", "Taşınmaz
Mülkiyeti" ve "Taşınır Mülkiyeti"bölümleri yer almaktadır. Genel hükümleri arasında
yer alan konulardan biri, mülkiyet kavramıyla ilgili bazı yan kavramları
içermektedir. Bunlar arasında "eklenti" ya da eski terimle
"teferruat" konusunda, yürürlükteki kanunun 621 inci maddesinde geçen
"temlikî tasarruflar" terimi taahhüt işlemlerini kapsamadığından,
onun yerine, yeni 686 ncı maddede "tasarruflar" terimi
kullanılmıştır. Yürürlükteki kanunun 623
üncü maddesinin "birden ziyade kimselerin bir şey üzerinde mülkiyeti ve
müşterek mülkiyeti" şeklindeki üst ve kenar başlıkları, bu maddeyi
karşılayan 688 inci maddede "birlikte mülkiyet" ve "paylı
mülkiyet" şeklinde değiştirilmiştir. Burada "birlikte mülkiyet"
terimi, birden ziyade kimselerin bir şey üzerinde mülkiyeti kavramını
karşılamaktadır. Yoksa, bu müşterek mülkiyet ya da tasarının kullandığı terimle
paylı mülkiyet karşılığı değildir. Birlikte mülkiyetin diğer
bir türü de elbirliği mülkiyetidir. Seçilen birlikte mülkiyet terimi, her iki
tür mülkiyeti daha iyi bir biçimde ifade etmektedir. Doktrin ve uygulamada da
"müşterek mülkiyet" yerine "paylı mülkiyet" "iştirak
halinde mülkiyet" yerine "elbirliği mülkiyeti" terimleri
yerleşmiş terimler olarak kullanılmaktadır. İsviçre Medenî Kanununun
paylı mülkiyete ilişkin hükümleri, 1 Ocak 1965'te yürürlüğe giren, 19 Ocak 1963
tarihli kanunla köklü bir değişikliğe uğramıştır. Paylı mülkiyete ilişkin yeni
düzenlememizde, İsviçre'deki bu değişiklikler de gözönünde tutularak, bu
mülkiyet türü günün koşullarına uygun hale getirilmiştir. Paylı mülkiyet, yeni
bir düzenlemeye tabi tutulduğu için, yürürlükteki kanunun 623 üncü maddesinin
"hissedarlar arasındaki münasebetler" biçimindeki kenar başlığı, yeni
689 uncu maddede "genel kurallar" şeklinde değiştirilmiştir.Tasarıyla
getirilen 689 uncu maddede, paydaşların kendi aralarında oybirliğiyle
anlaşarak, paylı mülkiyette yönetim ve yararlanmayla ilgili olarak kanun
hükümlerinden farklı düzenleme yapmalarına olanak tanınmıştır. Tasarının yürürlükteki
kanunda karşılığı bulunmayan 693 üncü maddesi, paylı mala ilişkin yararlanma,
kullanma ve koruma esaslarını belirlemektedir. Kaynak İsviçre Medenî
Kanununun 647 nci maddesinden alınan 695 inci maddede, yararlanma, kullanma ve
yönetime ilişkin konularda paydaşların yaptıkları düzenleme ve aldıkları
kararlar ile mahkemece verilen kararların, sonradan paydaş olanları veya pay
üzerinde aynî hak kazananları bağlayacağı; bunun için, taşınmazlarda
yararlanmaya, kullanmaya ve yönetime ilişkin kararların tapu kütüğüne şerh
edilmesi gerektiği belirtilmiştir. Yürürlükteki kanunun 627
nci maddesinin karşılığı olan yine 698 inci maddenin ikinci fıkrasıyla,
taşınmazlarda paylı mülkiyetin devamına ilişkin sözleşmelerin resmî şekilde
yapılması ve bunun tapu kütüğüne şerh edilebilmesi öngörülmüştür. Böylece, söz konusu
sözleşmelerin sonraki paydaşlara etkili olmasının nasıl sağlanacağı hususunda
yürürlükteki kanun döneminde ortaya çıkan tereddütlere son verilmiştir. Yürürlükteki kanunda,
tasarının 700 üncü maddesini karşılayan bir madde bulunmamaktadır. Paylı mülkiyette, pay
üzerinde intifa hakkı kurulmasının yarattığı huzursuzlukları önlemek amacıyla
getirilen bu yeni madde, bir pay üzerinde intifa hakkı kurulması halinde, diğer
paydaşlardan biri, durumun kendisine bildirilmesinden itibaren üç ay içinde
paylaşma isteminde bulunursa, satış yoluyla yapılacak paylaşmada intifa
hakkının, söz konusu paya düşen bedel üzerinde devam etmesi öngörülmüştür. Üç
ayı geçtikten sonra yapılacak paylaşma istemleri ise, pay üzerindeki intifa
hakkını etkilemeyecektir. Yürürlükteki kanunun 630
uncu maddesinin yerini alan 702 nci maddeye eklenen dördüncü fıkrayla,
elbirliği ortaklığında, ortaklardan her birinin, topluluğa giren hakların
korunmasını sağlayabileceği ve korumadan bütün ortakların yararlanacağı
açıklanmıştır. İkinci Bölüm, taşınmaz
mülkiyetiyle ilgilidir. Bu bölümde, "taşınmaz mülkiyetinin konusu,
kazanılması, kaybı" ve "taşınmaz mülkiyetinin içeriği ve
kısıtlamaları" başlıklarını taşıyan iki ayırım bulunmaktadır. Birinci
ayırımda, yürürlükteki kanunun 632 nci maddesinden farklı olarak, tasarının 704
üncü maddesinin ikinci bendine, bağımsız ve sürekli hakların taşınmaz
sayılabilmesi için "tapu kütüğünde ayrı sayfaya kaydedilmiş olma"
unsuru eklenilmiştir. Maddenin üçüncü bendinde,
634 sayılı Kat Mülkiyeti Kanunuyla getirilen, yeni bir taşınmaz konusu olan kat
mülkiyeti kütüğüne kayıtlı bağımsız bölümler de, taşınmaz mülkiyetin konusunu
oluşturan varlıklar arasına alınmıştır. Yürürlükteki 632 nci
maddenin üçüncü bendinde yer alan madenler, 3213 sayılı Maden Kanunuyla özel
bir rejime tabi tutulmuş olduğundan, metinden çıkarılmıştır. Tasarının, taşınmaz
mülkiyetinin kazanılması yollarına ilişkin ilk maddesi niteliğindeki 706 ncı
maddenin kenar başlığı, yürürlükteki kanunun 634 üncü maddesindeki
"mülkiyeti nakleden akitler" yerine, "hukukî işlem"
şeklinde kaleme alınmıştır; çünkü, mülkiyetin kazanılması, tek taraflı işlemle,
örneğin, vasiyet yoluyla da gerçekleşebilmektedir. Yeni arazi oluşmasını
düzenleyen tasarının 708 inci maddesine eklenilen bir fıkrayla, yürürlükteki
kanunun 636 ncı maddesinden farklı olarak, yeni oluşan ve devlete ait olan
arazinin kamusal bir sakınca bulunmayan hallerde, öncelikle, arazisi kayba
uğrayana veya bu araziye bitişik olan arazi sahibine devredilebilmesine olanak
sağlanmıştır. Ayrıca, yeni arazi
oluşumunda, toprak parçalarının kendi arazisinden koptuğunu kanıtlayan malik
de, bunları, durumu öğrenme tarihinden itibaren bir yıl ve herhalde bu arazi
oluşumunun gerçekleşmesinden itibaren on yıl içinde geri alabilecektir. Yürürlükteki kanunun 637
nci maddesinin karşılığı olan yeni 709 uncu madde de, ülkemizde sık sık
karşılaşılan heyelan olayları gözönünde tutularak, arazi kaymasının sınır
değişikliğine yol açmayacağı belirtilmiştir. Ancak, İsviçre Medenî Kanunun
660/A maddesinden alınan 710 uncu maddeyle, bu ilkenin, yetkili makamlar
tarafından heyelan bölgesi olduğu belirlenen yörelerde uygulanmayacağı kabul
edilmiştir. Aynı maddenin üçüncü fıkrasıyla, bir taşınmazın böyle bir yerde
bulunduğunun ilgililere bildirilmesi ve o taşınmazın kayıtlı bulunduğu tapu
kütüğünün beyanlar sütununa yazılması zorunluluğu getirilmiş ve böylece, tapuya
güven ilkesi korunmuştur. Tasarıyla getirilen yeni
711 inci maddeyle, bir sınırın arazi kayması sebebiyle artık gerçeği
yansıtmaması durumunda ilgili taşınmazın maliklerinin, sınırın yeniden
belirlenmesini isteyebilecekleri hükme bağlanmıştır. Yürürlükteki kanunun
olağan zamanaşımıyla ilgili 638 inci maddesinde geçen "nizasız"
terimi, bu maddeyi karşılayan yeni 712 nci maddede "davasız" şeklinde
ifade edilmiştir. Böylece, taraflar arasında her türlü nizanın, her türlü
uyuşmazlığın değil, ancak dava şeklindeki uyuşmazlıkların zamanaşımı yoluyla
kazanmayı engelleyeceği vurgulanmıştır. Dava dışı uyuşmazlıklar, mülkiyeti
kazanacak kişinin iyi niyetini ortadan kaldırmayacaktır. Yürürlükteki kanun,
olağanüstü zamanaşımıyla ilgili 639 uncu maddesi, tasarının bu maddeyi
karşılayan 713 üncü maddesinde kısmen hüküm değişikliği yapılmak suretiyle,
yeniden kaleme alınmıştır. Birinci fıkrada,
doktrinde savunulan görüşlere paralel olarak belirtilen yolla kazanmanın
taşınmazın tamamı, bir parçası veya bir payı üzerinde de olabileceği kabul
edilmiştir. Maddenin üçüncü
fıkrasında yapılan değişiklikle, tescil davasında sadece Hazine ve ilgili kamu
tüzelkişilerinin değil, varsa tapuda malik görünen kişinin mirasçılarının da
davalı gösterilmesi zorunluluğu getirilmiştir. "Üç kez gazeteyle
ilan" koşulu "bir kez ilan" şeklinde değiştirilmiş, buna
karşılık gazete dışında uygun araçlarla ilanda "üç kez ilan" koşulu
değiştirilmemiştir. Beşinci fıkrayla,
doktrinde ve uygulamada uzun süredir tartışmalı olan bir konu açıklığa
kavuşturulmuştur. Gerçekten, mülkiyet hakkının hangi anda kazanmış olacağı
sorusunu cevaplayan bu yeni hükme göre, mülkiyet birinci fıkrada öngörülen
bütün koşulların gerçekleştiği anda kazanılmış olacak; yani, hâkimin vereceği
tescil kararı geçmişe etkili sonuç doğuracaktır. Yedinci fıkra, kararda tescili
istenen taşınmazın niteliği, sınırları ve yüzölçümünün belirtileceğini ve
karara uzmanlarca düzenlenen teknik bilgileri içeren krokisinin ekleneceğini
hükme bağlamaktadır. Yürürlükteki Kanunun 640
ıncı maddesinin karşılığı olan yeni 714 üncü maddede kazandırıcı zamanaşımı
sürelerinin hesaplanması, kesilmesi ve durmasında Borçlar Kanununun
zamanaşımına ilişkin hükümlerinin kıyas yoluyla uygulanacağı açıklığa
kavuşturulmuştur. İkinci Ayırımın
yürürlükteki Kanunda "Gayrimenkul Mülkiyetinin Hükümleri" şeklindeki
başlığı, Tasarıda ayırımın içeriğine ve kaynak İsviçre Medenî Kanununa uygun
olarak "Taşınmaz Mülkiyetinin İçeriği ve Kısıtlamaları" şeklinde
değiştirilmiştir. Heyelan konusunda
Tasarının 710 uncu maddesiyle getirilen hükme paralel olarak, yürürlükteki
Kanunun 645 inci maddesini karşılayan 719 uncu maddeye yeni bir cümle
eklenerek, tapu planlarıyla arz üzerindeki işaretlerin birbirini tutmaması
halinde plandaki sınıra itibar edileceği kuralının heyelan bölgesi olduğu ilan
edilen yerlerde uygulanmayacağı öngörülmüştür. Yürürlükteki Kanunun 650
nci maddesini karşılayan Tasarının 724 üncü maddesiyle getirilen değişiklikle,
yapının değerinin açıkça arazinin değerinden fazla olması halinde, malzeme
sahibine, yapının ve arazinin tamamının veya yeterli bir kısmının
verilebileceği kabul edilmiş, böylece uygulamada kısmî devir konusunda ortaya
çıkan tereddüt giderilmiştir. Tasarının 725 inci
maddesinde, yürürlükteki Kanunun 651 inci maddesinden farklı olarak bir irtifak
hakkına dayanarak yapılan taşkın yapılar ile böyle bir irtifaka dayanmadan
yapılanlar aynı fıkrada düzenlenerek konuya açıklık getirilmiştir. BAŞKAN - Sayın Bakan,
toparlar mısınız, süreniz bitmek üzere. ADALET BAKANI HİKMET SAMİ
TÜRK (Devamla) - Yürürlükteki Kanunun 655 inci maddesinde olduğu gibi,
Tasarının 729 uncu maddesinde ağaçlar ve ormanların üst hakkına konu
olamayacağı öngörülmüştür. Burada "orman" terimi, 6831 sayılı Orman
Kanunundaki anlamıyla kullanılmıştır. Yürürlükteki Kanunun 656
ncı maddesinin yerini alan ve taşınmaz malikinin sorumluluğunu düzenleyen 730
uncu maddeye eklenen yeni bir fıkrayla, iki koşulun bir arada bulunması
halinde, taşınmaz malikinin, taşkınlıklardan doğan sorumluluğunda çatışan
yararların denkleştirilmesine olanak sağlanmıştır. Aranan koşullardan
birincisi, taşkınlığın "yerel âdete uygun olması", ikincisi, bu
taşkınlığın "kaçınılmaz olması"dır. Böylece, yürürlükteki maddenin
bir boşluğu doldurulmuştur. (Mikrofon otomatik cihaz
tarafından kapatıldı) BAŞKAN - Sayın Bakan... ADALET BAKANI HİKMET SAMİ
TÜRK (Devamla) - Sayın Başkan, 2 dakika izin verirseniz... BAŞKAN - Takdir sizin
efendim; buyurun. ADALET BAKANI HİKMET SAMİ
TÜRK (Devamla) - Yürürlükteki Kanunda şufa (önalım) hakkının düzenlendiği
maddeleri karşılayan İsviçre Medenî Kanununun 681 ilâ 683 üncü maddelerinde, 1
Ocak 1965'te yürürlüğe giren Kanunla önemli değişiklikler yapılmıştır. Bu
değişiklikler göz önünde tutulmak suretiyle Tasarıda yeni hükümlere yer
verilmiştir. Yürürlükteki Kanunun 659
uncu maddesinden farklı olarak ve uygulamadaki durum dikkate alınarak, yeni 732
nci maddede, paylı mülkiyette herhangi bir paydaşın kendi payını kendi payını,
ister tamamen, ister kısmen bir başkasına satması halinde diğer paydaşların
önalım haklarını kullanabilecekleri öngörülmüştür. Böylece, önalım hakkının,
bir payın üçüncü kişiye tamamen veya kısmen satılması durumunda da
kullanılabileceği vurgulanmıştır. Tasarıyla getirilen yeni
733 üncü maddenin birinci fıkrasında, önalım hakkının paylı mülkiyetteki payın
cebrî artırmayla satışında kullanılamayacağı belirtilmiştir. İkinci fıkrada,
önalım hakkından feragatın resmî şekilde yapılması ve tapuya şerh verilmesi
zorunluluğu getirilmiştir. Buna karşılık, böyle bir haktan feragatı içermeyen,
sadece belirli bir satışta önalım hakkını kullanmaktan vazgeçmenin yazılı şekle
tabi olduğu ve bu vazgeçmenin satıştan önce veya sonra yapılabileceği kabul
edilmiştir. Üçüncü fıkra, satışın alıcı veya satıcı tarafından diğer paydaşlara
noter aracılığıyla bildirilmesini, dördüncü fıkra, önalım hakkının, satışın hak
sahibine bildirildiği tarihten itibaren üç ay ve her halde satıştan itibaren
iki yıl geçmekle düşüleceğini hükme bağlamıştır. Bu son fıkrada yürürlükteki
658 inci maddede öngörülen on yıllık süre, oldukça uzun görülerek iki yıla
indirilmiştir. Yürürlükteki kanunda
karşılığı olmayan yeni 734 üncü maddede, önalım hakkının dava açılması
suretiyle kullanılması esası getirilmiştir. Yürürlükteki hükümler uyarınca
önalım hakkı, davadışı bir beyanla kullanılabilmektedir. Ancak, sonuçta, bu
beyanla istenilen sonucun elde edilebilmesi, dava açılmasını gerektirmektedir.
O nedenle, bu durum bir kanun hükmü haline getirilmiştir. (Mikrofon otomatik cihaz
tarafından kapatıldı) ADALET BAKANI HİKMET SAMİ
TÜRK (Devamla) - Sayın Başkan, bir dakikanızı daha istirham ediyorum. Maddenin ikinci fıkrası,
önalım bedelinin depo edilmesi konusunda uygulamada kabul edilen esası kanun
hükmü haline getirmektedir. Tasarının 748 inci
maddesinin birinci ve ikinci fıkraları, yürürlükteki kanunda bulunmamaktadır.
Bu fıkralarda, zorunlu geçit dışında kalan geçici nitelikteki geçitler ile
kırsal alanlarda ihtiyaç duyulan diğer geçitlerin özel kanunla düzenleneceği,
özel kanun hükmü yoksa yerel âdetin uygulanacağı belirtilmiştir. Yürürlükteki
kanunun 672 nci maddesini karşılayan, fakat yeniden kaleme alınan üçüncü
fıkrayla doğrudan doğruya kanundan kaynaklanan geçit haklarının tescilsiz
olarak durduğu kabul edilmiş, bunlar arasında sürekli nitelikte olanların tapu
kütüğünün beyanlar sütununda gösterilmesi öngörülmüştür. Tasarının 754 üncü
maddesinin karşılığı da yürürlükteki kanunda yoktur. Kaynak İsviçre Medenî
Kanununun 702 nci maddesi göz önünde tutularak kaleme alınan bu yeni maddede
sayılan kısıtlamaların özel kanun kurallarına tabi olduğu vurgulanmıştır.
Dolayısıyla, bu konuda özellikle eski eserler, kültür ve tabiat varlıklarına
ilişkin kanunlarımız uygulama alanı bulacaktır. (Mikrofon otomatik cihaz
tarafından kapatıldı) ADALET BAKANI HİKMET SAMİ
TÜRK (Devamla) - Tamamlıyorum Sayın Başkanım. Ayrıca, ülke koşulları
göz önünde tutularak doğal afetler de madde metnine eklenmiştir. Yürürlükteki Kanunda karşılığı
bulunmayan ve 1984 tarihli öntasarıdaki düzenleme de göz önünde tutularak
kaleme alınan Tasarının 760 ncı maddesinde özel mülkiyete tabi arazide bulunan
kaynak, kuyu veya derelerden, komşuların ve diğer kişilerin yararlanmalarının
özel kanun hükümlerine tabi olduğu, özel kanun hükmü yoksa yerel âdetin
uygulanacağı belirtilmiştir. Sayın Başkan, değerli
milletvekilleri; görüldüğü gibi, eşya hukukunun mülkiyetle ilgili hükümleri,
ülkemizde, ihtiyaçları karşılayan ve zaman içinde uygulamada ortaya çıkan
tereddütleri gideren hükümler içermektedir. Yüce Meclisi saygıyla
selamlıyorum. (DSP sıralarından alkışlar) BAŞKAN - Sayın
milletvekilleri, Sekizinci Bölümdeki görüşmeler tamamlanmıştır. Sekizinci Bölüm üzerinde
1 adet önerge vardır; okutup işleme alacağım: Türkiye Büyük Millet
Meclisi Başkanlığına Görüşülmekte olan Türk
Medenî Kanunu tasarısının 707 nci maddesinin birinci fıkrasının aşağıdaki
şekilde düzenlenmesini arz ve teklif ederiz. Saygılarımla.
Tapu kütüğünde kayıtlı
bir taşınmazın mülkiyetinin işgal yoluyla kazanılması, ancak kaydının malikinin
istemiyle terkin edilmiş olmasına bağlıdır. BAŞKAN - Komisyon
katılıyor mu efendim? ADALET KOMİSYONU BAŞKANI
EMİN KARAA (Kütahya) - Çoğunluğumuz olmadığı için katılamıyoruz. BAŞKAN - Hükümet
katılıyor mu? ADALET BAKANI HİKMET SAMİ
TÜRK (Trabzon) - Sayın Başkan, değişiklik önergesi, tasarının 707 nci maddesinin birinci fıkrasını değişik
sözcüklerle ifade etmektedir. Biz, burada, bir imla düzeltmesiyle -iki yerde
imla düzeltmesiyle- bu önergeye katılacağımızı ifade ediyoruz. Bunlar da
"tapu kütüğüne" şeklinde ve "malikin istemiyle" biçiminde
düzeltme yapılacaktır. Bu kayıtla, önergeye katılıyoruz. BAŞKAN - Efendim, biz,
düzeltmeyle okuduk zaten. Hükümet katıldı efendim.
Siz konuşacak mısınız? (SP sıralarından "yok yok" sesleri) Hükümetin katıldığı
önergeyi oyluyorum... SACİT GÜNBEY (Diyarbakır)
- Karar yetersayısının aranılmasını istiyoruz. VEYSEL CANDAN (Konya) -
Karar yetersayısının aranılmasını istiyoruz Sayın Başkan BAŞKAN - Karar
yetersayısının aranılmasını isteyeceğinizi biliyorum efendim. Komisyonun çoğunluk
olmadığı için katılmadığı, Hükümetin katıldığı önergeyi oylayacağım. Oylamayı elektronik
cihazla yapacağım. Oylama için 3 dakika süre vereceğim. Bu süre içinde
elektronik sisteme giremeyen arkadaşlar pusula gönderebilir. Oylama işlemini
başlatıyorum. (Elektronik cihazla
oylamaya başlanıldı) BAŞKAN - Odalarından
milletvekilleri gelsin diye yarım saattir anons ediyorum; Sayın Candan'a mahcup
olduk demin. VEYSEL CANDAN (Konya)-
Yine mahcup olacaksınız Sayın Başkan. BAŞKAN - Yok, onu bilmem;
beni hiç alakadar etmez; benim vazifem, bu Meclisi çalıştırmak. VEYSEL CANDAN (Konya) -
Biz de onu istiyoruz. BAŞKAN - Hayır, siz de
çalıştırmak için, zaten, arkadaşları uyarıyorsunuz. Hem bizi 13.00'te
çağırıyorlar, sonra gelmiyorlar; bizim günahımız ne?! Doğru yapıyorsunuz, ben
bir şey demedim. ÖMER VEHBİ HATİPOĞLU
(Diyarbakır) - Bütün arkadaşların katkısı olsun Sayın Başkan. MUSTAFA GÜVEN KARAHAN
(Balıkesir) - 14.00'te geliyoruz. (Elektronik cihazla
oylamaya devam edildi) BAŞKAN -Efendim, bu
arada, Danışma Kurulunda karar almışsınız, yazıya dökerken de yanlış
yazmışsınız, nasıl düzelteceğiz şimdi biz onu; olmaz ki, kaide var! VEYSEL CANDAN (Konya) -
Hükümetin yaptığının hepsi öyle zaten. BAŞKAN - Efendim, size
söylemiyorum ben, Genel Kurula söylüyorum. Alışkanlığım bu tarafa, muhalefetten
geldim diyorum yüz kere size, ben bu sırada oturmuşum ne yapayım, ille bu
tarafa bakamam ki! VEYSEL CANDAN (Konya) -
İyi de, yapanlara bakacaksınız. ÖMER VEHBİ HATİPOĞLU
(Diyarbakır) - Sayın Başkan, oylama bitmedi mi? BAŞKAN - Bir dakika
efendim, yani, sayalım. Sayın Pak?.. Burada. Sayın Sipahi?.. Burada. VEYSEL CANDAN (Konya) -
Çifte oy olmasın Sayın Başkan! BAŞKAN - Kaç dakika ara
vereyim efendim? Karar yetersayısı yok
efendim, kaç dakika ara vereyim, ben onu soruyorum. İSMAİL KÖSE (Erzurum) -
10 dakika. BAŞKAN - Herhalde, 10
arkadaşımız gelir; komisyon odalarında oturmayın, gelin efendim, 10 kişi eksik,
lütfen... 10 dakika ara veriyorum
efendim. Kapanma Saati: 16.45 İKİNCİ OTURUM Açılma Saati: 17.02 BAŞKAN: Başkanvekili Mustafa Murat SÖKMENOĞLU KÂTİP ÜYELER: Mehmet AY (Gaziantep), Şadan ŞİMŞEK (Edirne) BAŞKAN - Sayın
milletvekilleri, 21 inci Birleşimin İkinci Oturumunu açıyorum. 723 sıra sayılı kanun
tasarısının görüşmelerine kaldığımız yerden devam edeceğiz. V. - KANUN TASARI VE TEKLİFLERİYLE KOMİSYONLARDAN GELEN GİDER İŞLER (Devam) 1. - Türk Medenî Kanunu Tasarısı ile Türk Kanunu Medenisinde
Değişiklik Yapılması Hakkında Kanun Tasarısı ve Ankara Milletvekili Yücel
Seçkiner'in; Ankara Milletvekili Esvet Özdoğu ve Dört Arkadaşının; Aynı Kanunda
Değişiklik Yapılması Hakkında Kanun Teklifleri ve Adalet Komisyonu Raporu
(1/611, 1/425, 2/361, 2/680) (S. Sayısı: 723) (Devam) BAŞKAN- Komisyon ve
Hükümet yerinde. Sekizinci Bölümde, Sayın
Fethullah Erbaş tarafından verilen önergenin oylanması sırasında karar
yetersayısı bulunamamıştı. Önergenin oylamasını tekrarlıyorum ve oylama için 3
dakika süre veriyorum. Elekronik cihazla oyunu
kullanamayan sayın milletvekillerinin pusulalarını bu süre zarfında
göndermelerini rica ediyorum. (Elektronik cihazla
oylama yapıldı) BAŞKAN -Karar yetersayısı
vardır, önerge kabul edilmiştir. Sekizinci Bölümü kabul
edilen önerge doğrultusunda oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler... Kabul
etmeyenler... Kabul edilmiştir. Efendim, biraz evvelki
oylamada sayın grup başkanvekillerine bir hususu arz etmiştim. Danışma
Kurulunda alınmış olan kararda bir yazım hatası var. Yeni bir Danışma Kurulu
kararı alsanız da düzeltmemiz mümkün değil. Onun için bu düzeltmeyi ben
okuyarak zabıtlara geçireceğim efendim. Çalışma saatlerinin 12.00-16.00 arası
olması gerekirken, acayip bir karar almışlar. Bütçeye kadar Ramazan seansını
düzelteceğiz efendim. Tamam mıdır?.. (DYP,AK Parti ve Saadet Partisi
sıralarından "Evet, doğru" sesleri) Sayın milletvekilleri,
buna göre Genel Kurulun 20 kasım 2001 Salı günü saat 12.00'den 16.00'ya kadar
gündemin "Özel Gündemde Yer Alacak İşler" kısmındaki 697 ve 596 sıra sayılı araştırma komisyonu
raporlarının görüşülmesinin bitimine kadar; 21 Kasım 2001 Çarşamba ve 22 Kasım
2001 Perşembe günleri de 12.00-16.00 saatleri arasında çalışmalarını
sürdürmesinin; 21 Kasım 2001 Çarşamba günkü birleşimde sözlü soruların
görüşülmemesinin Genel Kurulun onayına sunulması Danışma Kurulunca uygun
görülmüştür.
Efendim, bir konuyu da
açıklığa kavuşturmak lazım; çünkü, "salı günü saat 12.00-16.00"
diyorsunuz; ama, ayrıca, "araştırma komisyonu raporlarının görüşmelerinin
bitimine kadar" da diyorsunuz. Saat 16.00'ya kadar mı, yoksa, 16.00'dan
sonra; yani, iftardan sonra da devam
edecek misiniz? VEYSEL CANDAN (Konya) -
Hayır, 16.00'ya kadar efendim. BAŞKAN - 16.00'ya kadar.
Tamam efendim. Çarşamba günü Anayasanın
86 ncı maddesinin oylaması var; onu da, özellikle, altını çizerek hatırlatırım
efendim. Dokuzuncu Bölümü... YAHYA AKMAN (Şanlıurfa) -
Oylama yapmadık... BAŞKAN - Oylama yaptık
efendim; Sekizinci Bölümü kabul ettik. YAHYA AKMAN (Şanlıurfa) -
Danışma Kurulu önerisini oylamadık Sayın Başkan. BAŞKAN - Danışma Kurulu
önerisi oylanmıştı efendim; yazım hatası olduğu için düzelttik, niye
oylayacağız?.. MEHMET ALİ ŞAHİN
(İstanbul) - Oylandı efendim; yazım hatası düzeltildi. BAŞKAN - Dokuzuncu Bölümün görüşmelerine başlıyoruz. Anavatan Partisi Grubu
adına, Manisa Milletvekili Sayın Ekrem Pakdemirli; buyursunlar efendim. (ANAP
sıralarından alkışlar) ANAP GRUBU ADINA EKREM
PAKDEMİRLİ (Manisa) - Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; 723 sıra sayılı
Türk Medenî Kanunu Tasarısının, Eşya Hukuku İkinci Kısım üzerinde Grubum adına
söz aldım, sözlerime başlarken hepinize saygılar sunuyorum. Bu bölüm, 779 ilâ
938 inci maddeler arasındaki bölümdür. Değerli milletvekilleri,
İkinci Kısım, Sınırlı Aynî Haklardır. Bu kısımda bulunan Birinci ve İkinci
Bölüm üzerinde Grubumun görüşlerini sizlerle paylaşmak istiyorum. Bölümlere
geçmeden önce, ben de, bu kanunun geneli üzerinde birkaç kelime ile fikrimi
belirtmek isterim. 21 inci yüzyılın başında, Cumhuriyetimizin 78 inci yılında,
bir cumhuriyet dönemi çocuğu olarak, ne mazimden, ne tarihimden ve hele hele ne
de inançlarımdan utanacak bir duygu içinde değilim. Devrin Adalet Bakanının o
günkü şartlarda gerekçeye koyduğu "ulusumuz, 13 yüzyılın kendisini çeviren
hastalıklı inançlarından ve kargaşadan kurtulmuş, eski uygarlığın kapılarını
kapayarak yaşam ve verimlilik getiren çağdaş uygarlığın içine girmiş
bulunacaktır" ibaresini kabul etmek mümkün değildir. Zaten bu tasarının
1028 inci maddesiyle, Türk Kanunu Medenîsini kaldırdığımıza göre, kaldırdığımız
bir kanunun vaktiyle yazılmış bir gerekçesini aynen almak bir çelişki değil
midir? Temennim, bu cümlenin gerekçeden çıkarılarak, "aradan geçen 78 yıl
içinde zaman aşımına uğramış ve yeni gelişen şartlara uyum sağlamak ve dili de
Anayasa diline çevirmek için bu tasarının hazırlanmış olduğunu" ibaresinin
ilavesidir. Tarihimizle barışık olmak, gelişmeyi önlemez; bilakis, önünü açar
diye düşünüyorum. Türk Ulusu, ilk çağlardan
itibaren devlet kurmuştur. Osmanlı Devleti, dünyaya, idare hukukunu hediye
etmiş ve bunun anısına, ABD Senatosu toplantı salonuna, Kanunî Sultan
Süleyman'ın, "Muhteşem Süleyman" adıyla bir büstü konulmuştur. Büstün
niye konulduğu sorulduğunda "biz ABD'yi kurarken, idare hukuku ilhamını
Muhteşem Süleyman'dan aldık" cevabıyla karşılaşıyorsunuz. Metinler, tıpkı, canlı
varlıklar gibidir; doğar, büyür ve ölür. Mecelle de bu mukadderattan
kurtulamamıştır. Eşya hukukunda, birçok
kişi tarafından yaygın olarak bilinenin aksine, mecellede, kadının mülkiyet,
kazanç ve gayrimenkul yönetiminde, bugünkü haklarından daha fazla hakkı
bulunuyordu. Mesela, ev eşyasında, erkek ile kadın arasında, aidiyeti konusunda
ihtilaf olsa, kadının şahitliği, yani söylemi esas alınır. Mesela, kadın, erkeğin
izni olmaksızın işyeri açabilir ve kazancı kendisine ait olur ve bu gelirinin
2/3'üne kadar olan kısmını dilediği gibi, hiç kimseye hesap vermeden harcama
yetkisine sahipti. Bir başka örnek, kadının
kendine ait olan evi bulunur ve kendisi bu evde oturmak istese, erkek, o evin
rayiç kirasını eşine ödemekle mükelleftir. Bir başka örnek, kadının
bir eşyası üçüncü bir şahısta olsa, eşinin iznini almadan o eşyasını geri
alabilirdi. Bu örneklerdeki haklar,
şimdi yaptığımız değişiklikle, kadınlarımıza yeni verilecektir, verilmeye
çalışılmaktadır. Mecellede bulunan "ekber evlat" kavramı, aynen,
İngiltere Medenî Kanununda olup, arazinin miras yoluyla bölünmesini önlemiştir.
Keşke, bizde de böyle bir düzenleme olsaydı da, tarım arazilerinin ekonomik
ölçekte kalmasını sağlasaydık. Size bir örnek veriyorum:
1928 yılında, arkasında 1 000 dönüm arazi bırakarak vefat eden kimsenin
torunlarının, bugün, sadece 3'er dönümlük arazileri vardır. Bu arazilerin
ekonomik işlenmesi mümkün değildir, olamaz da. Tarım reformu yapmak, arazilerin
verimli çalıştırılmasını istiyorsak, ya İngiliz hukukundaki büyük evladın arazi
üzerindeki miras paylaşım şeklini kabul eder veyahut mecelle paralelinde bir
değişiklik yapma şartı vardır. Elbette ki, mecelle,
çağında önemli bir medenî kanun olmasına rağmen, zamanla geliştirilemediği için
ölmüş, yerine İsviçre'den tercüme ettiğimiz bu kanun gelmiştir. Bugün, hâlâ,
arazi ve kadın mülkiyeti hakkı, İsrail'de, mecellede yazıldığı gibi kullanılmaktadır. Aslında, 1980'li yılların
ortasına kadar İsrail, mecelleyi tümüyle uygulamaktaydı. Elimizdeki İsviçre Kanunu
Medenîsinden, çok büyük oranda tercüme yapılmış olan Medenî Kanunun lisanını
arılaştırmak, eksik bazı yönlerini tamamlamak, zamanla Batı toplumlarında
gelişen yeni kavramları içine almak için yeniden kanunlaştırıyoruz. Yani,
4.4.1926 tarihinde Resmî Gazetede yayımlanan Medenî Kanun gidiyor, zamana daha
uyumlu; ama, lisanı biraz sorunlu bir kanun geliyor. Bazı yerlerinde ifrat
derecesine götürülmüş bulunan dilin arılaştırılma iddiası, maalesef, İkinci
Kısmın Birinci Bölümünü Anayasamızın yazılım dilinin dışına çıkarmıştır. Bakınız, Birinci Bölümün
başlığı hızlı okunduğunda: "İrtifak haklarının taşınmaz yükü"
denilmektedir. Bu cümlecikten, "irtifak hakları, insana taşınmaz yük
getirmektedir" anlamı çıkmıyor mu? Ben, dil üzerinde fazla durmuyorum;
çünkü, zamanla bu konuda kullandığımız dil de eskiyecek ve yenilenme ihtiyacı
ortaya çıkacaktır; belki, elli sene sonra, yetmişbeş sene sonra tekrar dili
arılaştırmak gerekebilecektir. Değerli milletvekilleri,
İkinci kısmın Birinci Bölümü, 3 ayırımdan, İkinci Bölümü de 4 ayırımdan oluşup,
her ikisi de Eşya Hukukuna aittir. Bu bölümlerde mevcut düzenlemeden farklı
olan hükümleri, sizlere, kısaca açıklamak istiyorum Birinci Bölüm, İrtifak
Hakları ve Taşınmaz Yükü olup, bunun da Taşınmaz Lehine İrtifak Hakkı 15 madde,
İntifa Hakkı ve Diğer İrtifak Hakları 45 madde, Taşınmaz Yükü -yani
mükellefiyeti- 1 madde olmak üzere, bir düzenleme yapılmaktadır. İkinci Bölüm, Taşınmaz
Rehni, Birinci Ayırımı Genel Hükümler 31 madde, İkinci Ayırımı İpotek 17 madde,
Üçüncü Ayırımı İpotekli Borç Senedi ve İrat Senedi kısmı da 31 madde, Dördüncü
Ayırımda da Taşınmaz Rehniyle Güvence Altına Alınan Ödünç Senetleri 9 madde
olarak, önümüze gelmiştir. Bu iki bölümde bulunan
toplam 160 maddenin 81 maddesinin, aynen, sadece dili sadeleştirilerek
yazıldığı, 79 madde ise, dili arılaştırılırken, ya ilaveler yapılmış veya meali
(içeriği) aynı kalarak, farklı bir cümle kurularak kaleme alınmıştır. Bu
kısımda, sadece 10 maddenin, ya yeniden veya içeriği; yani, meali değiştirilerek yazılmış olduğunu görüyoruz. Şimdi, bu 10 maddeye
bakacak olursak, şu özeti yapmak mümkündür: Mevcut yasada, bu tasarının 789
uncu maddesini karşılayabilecek bir düzenleme yoktu; yani, bu, yeni bir madde
olup, İsviçre kaynak kanununun 740 ıncı maddesidir. 1926'da mevzuatımıza
alınmamış bir düzenlemedir. Yeni yaptığımız
düzenleme, tarla yolu, yaya veya araba geçidi gibi geçit hakları ile hayvan
otlatma, hayvan sulama, tarlalara veya arklara su alma gibi hakların
tespitinde, taraflar arasında anlaşma veya özel kanun hükümleri yoksa, yerel
adetlerin uygulanacağını öngörmektedir. Zaten, genel hukuk hükmüdür. Bir konuda
kanunî düzenleme yoksa, toplumun âdetlerine uygun karar verilmesi esastır. Madde 795 ile, mevcut
Kanundaki 719 uncu madde ortadan kaldırılmaktadır. Bu madde "gayrimenkul
üzerindeki kanunî intifa hakkının, tapu siciline kaydedilmemiş olsa bile, ona
muttali olanlara dermeyan edilebilir, tescil yapılmış ise, herkese karşı
dermeyan edilebilir" hükmüdür. Yeni düzenlemenin 818
inci maddesi kaynak metinde olmayıp, mevcut Medenî Kanunun 742 nci maddesinin
dilinin arılaştırılmasından ibarettir. Maddeyle, orman üzerinde
intifa hakkına sahip olan kimsenin, ondan faydalanması, tabiî afetle, yararlanma
önemli ölçüde aşınmışsa, ormanın, bu kaybı telafi edici biçimde işletilebilmesi
hükme bağlanmaktadır. Değerli arkadaşlar,
görüştüğümüz tasarının 830 uncu maddesi, mevcut yasanın 752/d maddesini
karşılamakta olup, taşınmazın ilk sahibince, kalan üstyapı dolayısıyla ödenecek
bir tazminat kararlaştırılmış ise, bunun resmî senette gösterilmesinin yanında,
tapuya da tescil ettirilebileceği düzenlemesini getirmektedir. Madde 857, yürürlükteki
772 nci maddeyi karşılayıp, buna bir fıkra eklentisi getirmektedir. Bu
fıkrayla, bir veya birkaç pay üzerine rehin konulduktan sonra, o taşınmazın
tümü üzerinde rehin kurulması yasaklanmaktadır. Böyle bir hükümle, bir rehnin
paraya çevrilmesinde karşılaşılacak zorluklar önlenecektir. Madde 870, yürürlükteki
Kanunun 785 inci maddesini karşılamaktadır. İpoteğin derecesi, rehnin ifade
ettiği kuvveti ortaya koyar. Bu, yeni bir açık yazılım şeklinden ibarettir. Değerli arkadaşlar,
mevcut tasarıda 875 inci madde, yürürlükteki 790 ıncı maddeye karşılık olup,
son paragrafıyla bir yenilik getirilmektedir. Eski metinde, faiz, yüzde 5'lik
bir tavanla sınırlanmışken, yeni metinde "daha önce belirlenmiş olan faiz
oranı, sonradan gelen alacaklıların zararına olarak artırılamaz"
fıkrasıyla sınır kaldırılmış olmaktadır. Madde 882, yürürlükteki
kanunun 797 nci maddesini karşılamaktadır. Miktarı belirli olmayan veya
değişebilen alacaklarda, belli rehin derecesine yerleştirilmesi hüküm altına
alınmaktadır. Bilindiği gibi, ülkemiz, 1971 yılından beri iki haneli
enflasyonla yaşamaktadır. Son otuz yılın ortalama enflasyonunun yüzde 55 olduğu
hatırlanırsa, rehnedilen bir gayrimenkul, beş yıl sonra, pek bir anlam
taşımayacağından, alacaklının borçludan başka teminatlar göstermesini
istemesine yol açabilmektedir. Globalleşen dünyada, ülke
sınırlarının dışında bulunan kaynaklardan yararlanmamız kaçınılmazdır. Bunu
sağlamanın yolu, taşınmazın, gayrimenkulün, yabancı paralar cinsinden
rehnedilebilmesine bağlıdır. Böyle bir değişikliği yapmakta büyük isabet
vardır. Tabiî ki, böyle bir değişiklik, Borçlar Kanununda paralel bir
değişikliği getirecektir. Bu türden bir değişiklik, gerçek ve tüzelkişilerin,
yurt dışından bir banka aracılığı olmadan kaynak bulabilmesinin önünü
açacaktır. Öğrendiğim kadarıyla, bu değişikliği sağlayabilecek bir önerge
verilmiş bulunmaktadır. Önergenin kabulünü, Yüce Heyetinizin takdirine
sunuyorum. Madde 892, yürürlükteki
kanunda olmayıp, yeni bir düzenlemedir. Bu madde, kaynak kanunda olup, aksi,
kanunda belirtilmedikçe, kanundan doğan ipotek haklarının doğması için tapuya
tescil zorunlu sayılmamıştır. Mevcut tasarıda, 906 ncı
maddedeki ikinci fıkra yenidir. Bu fıkra "kanunda öngörülen haller
dışında, alacaklı, ancak her on yıllık dönemin sonu için, bir yıl önce
bildirmek suretiyle, borcun ödenmesini isteyebilir" hükmüyle,
mükellefiyetten kurtulmayı sürelere bağlamıştır. İkinci Kısmın ülkemize
hayırlı olmasını diliyor, bu konuda çalışanlara saygılarımı ve teşekkürlerimi
arz ediyorum. (ANAP sıralarından alkışlar) BAŞKAN - Sayın
Pakdemirli, teşekkür ediyorum. Adalet ve Kalkınma
Partisi Grubu adına, Adıyaman Milletvekili Sayın Göksu; buyurun efendim. AK PARTİ GRUBU ADINA
MAHMUT GÖKSU (Adıyaman) - Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; Türk Medenî
Kanunu Tasarısı ile Türk Kanunu Medenîsinde Değişiklik Yapılması Hakkında Kanun
Tasarısının Dokuzuncu Bölümü üzerinde, AK Parti Grubu adına söz almış
bulunmaktayım; hepinizi saygıyla selamlıyorum. Medenî Kanun, kişi istese
de istemese de, doğumundan ölümüne kadar, kendisine ve hukukî ilişkilerine
uygulanacak düzenlemeler olması bakımından çok önemlidir. Bu sebeple, bu kanun
hazırlanırken, toplumun her kesiminin görüşleri ve uygulamada ortaya çıkan
aksaklıkların dikkate alınması gerekirdi. Günlerdir tartışmakta olduğumuz
Medenî Kanun Tasarısının, ne kadar halkın ihtiyaçlarını gözettiği ve ne kadar,
toplumun bütün kesimlerini kuşatma çabası içinde olup olmadığı konusunda,
doğrusu tereddütlerimiz vardır. Değerli milletvekilleri,
kaynak olarak aldığımız İsviçre Medenî Kanununun hazırlanması görevi verilen
Prof. Eugen Huber, bu konuda, dört ciltlik "İsviçre Özel Hukukunun Sistemi
ve Tarihi" adlı bir eser yazmış ve ülkesinin mevcut hukuk ve toplum yapısı
üzerine uzun bir araştırma yapmıştır ve bu kanun, İsviçre'de böyle
hazırlanmıştır. Ne var ki, biz, bu kanunu, 1926 yılında, bazı değişikliklerle,
tercüme ederek almışız. Şimdi, tekrar, bu kanunu
yeniden çıkarıyoruz. Buradan, Sayın Bakana sormak istiyorum: Acaba, 75 yıldan
beri uygulanan bu kanunun, toplumun ihtiyaçlarına ne ölçüde uyduğu veya ne
ölçüde tatbik edildiğine dair bir araştırma yaptı mı? Değerli milletvekilleri,
tasarının, sınırlı aynî haklarla ilgili düzenlemelerinin, eski kanunun bir
sadeleştirmesi olduğunu görmekteyiz. Eski kanunda yer alan, birtakım yanlış
anlamalara mahal verecek ifadelerin düzeltildiğini, birkaç yeni hükmün
konulduğunu görsek de, esas olan, sadece sadeleştirmedir. Tasarıda, tartışmaların
başından beri yoğun eleştirilere yol açan dil konusunda da çok gereksiz
zorlamalar olduğunu görmekteyiz. Hatta, yerleşmiş bazı hukukî terimlerin, sırf
sadeleştirme uğruna değiştirildiği bir vakıadır. Nedense, bazı kesimler,
dilimizde hep var olan Arapça kelimelere -ki, bunlar, artık, Türkçeye mal olmuş
kelimelerdir- karşı mesafeli olmayı, hatta, biliyorsa, bu kelimelerin yerine
İngilizce, Fransızca gibi, yine, yabancı bir kelimeyi kullanmayı çağdaşlık
olarak benimsemişlerdir. Herhalde, Sayın Adalet Bakanı da bu furyaya kapılarak,
asırlardır yaşayan, hatta, hukukî terim haline gelmiş bazı kelimeleri de
kaldırarak zoraki bir sadeleştirme yoluna gitmiştir. Değerli milletvekilleri,
bir kelimeyi katlettiniz mi, onun bütün farklı anlamları ile mecazlarını ve
deyimlerini de ortadan kaldırmış oluruz. Geçen hafta bu kanun hakkında konuşan
bir arkadaşımız kanunun ismi üzerinde durmuştu. Niçin Türk Medenî Kanunu, o
zaman, Türk Uygarlık Yasası niye denilmedi diye sormuştu ve Sayın Bakan da
"uygarlık" sözcüğünün buradaki "medenî" sözcüğünü
karşılamadığını, buradaki "medenî" sözcüğünün "medine"
kelimesinden geldiğini izah etmişti. Demek ki, kaldırdığımız bir kelimenin,
Türkçemizdeki farklı anlamlarını da birlikte kaldırdığı ortaya çıkmaktadır. Kelimeler, yabancı kökten
gelmiş olsalar bile sesleriyle millî olurlar. Türkçe, tıpkı İngilizce gibi bir
imparatorluk dilidir. Fethedilen topraklardan çok sayıda kelime alınmış; ama,
bu kelimeler, Türkçenin sesleriyle yoğrularak yeni manalar kazanmıştır. Türkçe,
bizim, hem mazimiz hem bağımızdır hem de Türkiye hudutları dışında yaşayan
diğer Türklerle irtibatımızı kuran bir kültür köprüsüdür. Eğer, biz
"hâkimiyet", "vilayet", "medeniyet", "mesela",
"hikâye", "vazife", "nihayet", "mektep"
ve "cemiyet" gibi kelimeleri değiştirmeye kalkarsak, o zaman, Türkiye
hudutları dışında yaşayan soydaşlarımızla köprüleri atmış oluruz. Dolayısıyla,
bu kelimeleri değiştirmenin yanlış olduğu kanaatindeyim. Hem, zaten, Sayın
Bakanın, eğer, Arapça kökenli bazı kelimelere karşı antipatisi varsa
"hikmet" ve "sami" kelimeleri de Arapça kökenlidir; buradan
başlaması lazım diye düşünüyorum; ki, çok da güzel bir ismi var
Türkçeleştirdiğimiz zaman. "Hikmet" doğru ve güzel söz demektir;
"sami" ise yüce. O zaman, Sayın Bakanın ismini Türkçeleştirirsek,
doğru ve güzel söyleyen Yüce Türk demektir. (AK Parti sıralarından gülüşmeler) Değerli arkadaşlar,
elbette, böyle bir Türkçeleştirmeye gitmeye nasıl gülüyorsak, işte, bu tasarıda
da bazı sadeleştirmeler bizi güldürmektedir. Değerli arkadaşlar, kanun
yapmak ciddî bir iştir. Hukuk tarihinde zikri geçen kanunlaştırmalar, büyük
medeniyetler ve büyük şahsiyetler tarafından yapılmıştır. Bir milletin dilinin
inceliklerini ileri derecede bilmeyenler, sosyal yapısını, psikolojisini
kavramayanlar, tarihini tanımayanlar gerçek kanunlaştırma yapamazlar, sadece,
kanun çıkarırlar; bunları bir süre uygularlar; ama, o kanun, değişeceği günü
bekler. Değerli milletvekilleri,
bu tasarı gündeme geldiği günden beri "kadına itibarı iade edildi; kanun
taslağıyla aile içindeki erkek egemenliğine son verildi; Medenî Kanunda
kadın-erkek eşitliğine aykırı olan tüm maddeler ayıklandı" gibi ifadeler
yazıldı, söylenildi. Şimdi, sormak lazım. Hukuk inkılabıyla bütün problemler
çözülmemiş miydi?! Kadın-erkek eşitliği mutlak olarak sağlanmamış mıydı?!
Devrim tarihi kitapları yalan mı yazıyor?! Şimdi, kadına itibarı nasıl iade
ediliyor?! Kadının itibarını kim elinden almıştı ki, şimdi itibarını iade edenler,
onun itibarını kaybettirdiklerini mi söylemek istiyorlar?! Değerli milletvekilleri,
bu kanun ilk çıktığı zaman devrin Adliye Vekili Mahmut Esat Mecliste şu tarzda
bir sunuşta bulunuyordu: "Türk Medenî Kanunu Tasarısı yürürlüğe konulduğu
gün, milletimiz, eski medeniyetin kapılarını kapayarak hayat ve feyiz bahşeden
çağdaş medeniyetin içine girmiş olacaktır." Evet, o gün, Adliye
Vekili Mahmut Esat böyle diyordu. Bu kanunu kabul etmekle, çağdaş medeniyete
ulaşacağımızı ifade ediyordu; ama, bugün, ben de diyorum ki, Türk Medenî Kanunu
yürürlüğe konulduğu gün 1 dolar 1,68 kuruştu; bugün 1 dolar 1 600 000 liradır;
yani, o günden bugüne Türk Lirası, dolar karşısında 1 000 000 defa erimiş ve
küçülmüştür. Türk Medenî Kanunu yürürlüğe konulduğu yıllarda, Türkiye, yüzde 10
büyümeyi gerçekleştirirken, şimdi yüzde 10 küçülen bir Türkiye olmuştur. Hani
çağdaş medeniyete kavuşacaktık?!. Bugün, çağdaş medenî ülkeler deyince, zengin,
refah seviyesi oldukça yüksek, eğitim sağlık, altyapı gibi sorunlarını
halletmiş ülkeler akla geliyor; yoksa, bir yerlerden alıp tercüme ettiğimiz,
adına da Medenî Kanun dediğimiz yasalarla çağdaşlık olmuyor. Yine, kapılarını
kapatmakla övündüğü eski medeniyetin kapısını biraz aralamak istiyorum. İşte,
aralamak istediğim kapı, Kültür Bakanlığımızın çıkarmış olduğu kültür serisi
kitaplarından "Medeniyetin İzi" adlı bir kitap, 262 nci sayfada. Değerli arkadaşlar,
bakın, burada şöyle diyor... Yani, kapatmakla övündüğü o medeniyet, aslında,
bizim bir iftihar tablomuzdur. Hatta, bunun bir vesikasını, Sayın Başbakan 2000
yılında Amerika'ya giderken, bir iftihar tablosu olarak eline aldı ve Clinton'a
götürdü. Bosna-Hersek'in Osmanlı Devleti topraklarına katılmasının ardından
Hırvat Hıristiyanlar dağlara kaçarak, âdeta inzivaya çekilmişlerdi; Osmanlı
askerlerinin kendilerini kesip dipsiz kuyulara atacağından korkan bu insanlar,
Fatih Sultan Mehmet'in Ahidnamesinin huzur ve güveniyle yerlerine, yurtlarına
dönmeye razı olmuşlardır. İnsan Hakları Evrensel
Bildirgesinden 485 yıl, Fransız İhtilalindin 326 yıl, bugün dünyanın süper gücü
olan Amerika'nın keşfinden 29 yıl önce Katolik kilisesine 1463 tarihinde
gönderilen Ahidnamede Fatih şöyle diyordu: "Ben Fatih Sultan Mehmet Han,
bütün dünyaya ilan ediyorum ki; kendilerine bu padişah fermanı verilen Bosnalı
Fransiskenler himayem altındadır ve emrediyorum: Hiç kimse bu insanların
hayatlarına, mallarına ve kiliselerine saldırmasın, hor görmesin veya tehlikeye
atmasın; hatta, bu insanlar, başka ülkelerden devletime birisini getirirlerse,
onlar da aynı haklara sahiptir." Evet, Kültür Bakanlığımızın yayımlamış
olduğu eserden okuyorum. İşte, bu Ahidname'yi 2000 yılında, Sayın Başbakan,
Clinton'a bir iftihar tablosu olarak götürmüştür. Demek ki, Mahmut Esat
Bozkurt'un kapatmakla övündüğü o tarihî medeniyet, bugün bile bizim iftihar
tablomuzu oluşturmaktadır. Değerli arkadaşlar,
millet olarak bizim, üç büyük düşmanımız vardır: Cehalet, ihtilaf ve bir de
fakirliktir. İşte, Osmanlıyla cumhuriyetin buluşmasını engelleyen en büyük
mâni, millî düşmanımız olan cehalet, yani, tarihi doğru bilmemektir. İşte, bu tespiti
yapanlardan biri de rahmetli Adnan Kahveci'dir. Merhum şöyle diyor:
"Eğitim hayatında Osmanlı Devletiyle ilgili doğru bilgiler öğrenememiş ve
aleyhte öğrendiğim bilgilerin yanlışlığını ve tarihimizi toptan inkârın
zararlarını, ancak, Amerika'daki tahsil hayatımda anlamıştım. Bizim, Osmanlıyı
batıran kurum diye gördüğümüz iltizam usulünü, Amerika'nın, vergi tahsilinde
kullanmak istediği modern bir iktisat teorisi olarak mastır derslerinde görünce
şaşırdım ve tekrar Osmanlıyı incelemeye başladım." Değerli arkadaşlar,
yeniliklere açık olmak, geçmişi inkâr etmek değildir. Bizim tarihimiz, iftihar
tablolarıyla doludur. Dolayısıyla, o günün Adalet Bakanının bu sözlerini, ben,
şiddetle reddediyorum. Üzerinde görüşme yaptığımız bu Medenî Yasada, yine,
altıyüz yıl Osmanlı İmparatorluğu dünyaya adaleti, barışı ve kardeşliği götüren
bir devlet olarak, elbette yanlışları olmuştur; ama, onu bütünüyle reddetmek,
reddi mirasta bulunmak, hiçbir Türk'e yaraşmaz ve yakışmaz diye düşünüyorum. Değerli arkadaşlar,
Osmanlı toplumunda önemli bir yer tutan, bir hukuk abidesi olan Mecelleyi bir
kenara bırakarak, örfü, âdeti, aile hayatı Türk toplumuna hiç benzemeyen,
İsviçre gibi küçük bir ülkeye uyarlanmış yasaların, dün olduğu gibi bugün de
tercüme edilerek milletimize dayatılması, işte, yanlış buradadır diyorum. Bu yanlışlığın altını,
bir aydınımız, rahmetli Uğur Mumcu şöyle çiziyor; diyor ki: "Biz Türkler,
İsviçre Medenî Kanununa göre evlenen, İtalya Ceza Kanununa göre hüküm giyen,
Fransa idare hukukuna göre yönetilen ve İslam kurallarına göre mezara konulan
bir milletiz." Değerli milletvekilleri,
yine, tarihimizden örnek verirsek, Ortaasya'da 1071'de Türk Karahanlı hükümdarı
için yazılmış bir siyaset kitabı olan Kutadgu Bilik'te şöyle der: "Ey
hâkim, memlekette uzun müddet hüküm sürmek istersen, kanununu doğru yürütmeli
ve halkı korumalısın -ve yine devam ederek- kanun karşısında herkes
eşittir." Buradan da anlaşıldığı gibi, hangi çağda olursa olsun, bir
devletin yönetilmesinin adil olması, halkıyla barışık olmasıyla ancak
gerçekleşebilir. Adil olabilmek için de, devletin, vatandaşın can güvenliğini,
mal güvenliğini, namus, şeref ve haysiyetinin güvenliğini, din ve vicdan
özgürlüğünü ve akıl güvenliğini sağlaması lazımdır. Eğer, bunları
sağlayamıyorsa, adaleti zamanında tecelli ettiremiyorsa, o devlet adil
değildir. O zaman, o devletin halkı inliyor demektir. Bugün, ülkemizde de,
maalesef, adalet zamanında tecelli etmiyor. Ortalama bir dava dosyasının
sonuçlanması, asliye ticaret mahkemelerinde 372 gün, kadastro mahkemelerinde
590 gün, Danıştayda 401 gün, icra müdürlüklerinde 443 gün, Yargıtay Cumhuriyet
Savcılığında 486 gündür. Bu, adaletin nasıl ağır aksak yürüdüğünün en bariz
örneğidir. Değerli milletvekilleri,
kanunları yapmak yeterli değildir; önemli olan, onları herkese karşı eşit ve
adil bir şekilde uygulamaktır; yani, önemli olan, kanun değil, onun
uygulanışıdır. Adalet süratli bir şekilde gerçekleşmiyorsa, orada adalet yok
demektir. Değerli milletvekilleri,
biz, haftalardır, günlerdir, Medenî Kanunu çıkarmaya uğraşırken, milletin
gündeminde böyle bir kanunun olup olmadığını sormamız lazımdı. Ben diyorum ki,
milletin gündeminde böyle bir kanun yoktur. Niçin; çünkü, bugün, halkımız,
maalesef, perişan ve umutsuz bir vaziyettedir. Zira, Türkiye yangın yerine
dönmüştür; esnafı, çiftçisi, işçisi, memuru, sanayicisi, emeklisi, işsizi
ağlıyor, kan ağlıyor. Her gün işsizler ordusuna insanlar katılıyor ve bu, çığ
gibi büyüyor. Geçen sene kasım ayında
tetiklenen kriz, Başbakan eliyle, şubatta, milleti can evinden vurdu; ülke
halkı bir gecede, maalesef, fakirleşiverdi. Evet, ekonomik felaket, en fazla,
aile kurumunu vurdu. Her gün sayısız yuva yıkılırken, boşanmalar hızla
artarken, Medenî Kanunu değiştirmeyle uğraşmak halkın gündemini bilmemektir.
Herhalde, halkından bu derece kopuk bir hükümete cumhuriyet tarihi şahit
olmamıştır. Halkın, Medenî Kanun diye bir sorunu, bir beklentisi zaten yok. Bu
kanun milletin hangi sorununu çözecek; hangi derdine derman olacak; hükümete
karşı ortadan kalkan güven mi tazelenecek; yurt dışına kaçan sermaye mi geri
gelecek; yatırım ve üretim hız mı kazanacak; esnafın işi mi düzelecek;
-uzatmayalım- gece saat 3'te ekmek kuyruğuna giren zavalı insanıma çare mi
olacak; Meclis çatısına çıkıp da "açım" diye bağıran gence umut mu
olacak; yoksa, Meclis bahçesinde kendini asan simitçi geri mi gelecek?! Evet,
dolayısıyla, halkın gündeminde bunlar vardır. Meclisimizin de, halkın gündemine
dönmesi gerektiğine inanıyorum. Değerli milletvekilleri,
aile bir kurumdur. Siz, başsız ve başkansız bir kurum düşünebiliyor musunuz?!
Güya, eşler arasında eşitlik ilkesine dayanarak aile reisliği mefhumu ortadan
kaldırılıyor. Aslında, şimdiye kadar
kocaya ait olan birçok görev ve sorumluluğa kadını da ortak ederek, ona
hak etmediği ağır bir yük yükleniyor; artık, bu yasadan sonra, söz, karı ve
kocada bitmeyecektir; söz, mahkemede bitecektir. Yılda 35 000 çiftin boşandığı
bir ülkede bundan sonra aile geçimsizlikleri daha da artacak ve aile birliğine
büyük darbe vuracaktır; bundan da en çok çocuklar mağdur olacaktır. Ailenin
nizamını sağlamak için aile reisliği kavramını kadın erkek ayırımı yapmadan
korumamız gerekir; değilse, kutsal aile yapımız ticarî bir şirkete dönüşecek,
boşanma ise bir şirketin tasfiyesi olacaktır; bu da, eşler arasında olması
gereken sevgi, saygı ve güveni ortadan kaldıracaktır. Mal rejimine ait hükümler
başlıbaşına içinden çıkılamaz problemler getirecektir. Kaldı ki, evine ekmek
bulamayan ailede mal paylaşımı olsa ne olur, olmasa ne olur; zira, olmayan malın
paylaşımı da yoktur. Ayrıca, sütbağıyla ilgili evlenme engeli bu tasarıda yer
almamıştır. Türk Milletinin inanç anlayışıyla bağdaşmayan, sütkardeşler,
sütanne ve çocukları arasındaki kesin evlenme engeline açıklık getirilmemesinin
de izahı yoktur. Değerli milletvekilleri,
halkına kulak vermeyen bir iktidar güçsüzdür, boşluktadır. Demokrasilerde
zoraki iktidar olunmadığı gibi, zoraki iktidarda da kalınamaz. Belki, bu
hükümetin de yapacağı en medenî tavır, milleti daha fazla incitmeden iktidarı
bırakıp gitmesidir; o gün, belki yeniden millet, yok olan umutlarını
canlandıracak ve o günden sonra, bu Meclisin çıkaracağı kanunlar daha da anlam
kazanacaktır. Her şeye rağmen,
sözlerimi uzatmadan, çıkacak yasanın milletimize hayırlı olmasını diliyor ve
bütün halkımızın mübarek ramazanını tebrik ediyor, ülkemize ve insanlığa
hayırlar getirmesini niyaz ediyor, hepinizi saygıyla selamlıyorum.(AK Parti
sıralarından alkışlar) BAŞKAN - Teşekkür ederim
efendim. Şimdi, söz sırası Doğru
Yol Partisinde. Doğru Yol Partisi Grubu
adına, İstanbul Milletvekili Sayın Hayri Kozakçıoğlu. (DYP sıralarından
alkışlar) NİDAİ SEVEN (Ağrı) -
Sayın Başkan, ben kaçıncı sıradayım? BAŞKAN - Efendim, siz, 4
üncü sıradasınız. Sayın Kozakçıoğlu 3 üncü
sıraya geldi, kendisi gidecek efendim. HAYRİ KOZAKÇIOĞLU
(İstanbul) - Teşekkür ederim Sayın Başkanım. BAŞKAN - Ben, süreyi 10
dakikaya göre ayarlayayım da, yine takdir kendilerinin. Buyurun Sayın
Kozakçıoğlu. DYP GRUBU ADINA HAYRİ
KOZAKÇIOĞLU (İstanbul) - Sayın Başkan, sayın milletvekilleri; sözlerime
başlamadan önce hepinize saygılar sunuyorum. Ben, sizlere, Türk Medenî Kanunu
Tasarısının Dokuzuncu Bölümü konusunda, Doğru Yol Partisinin görüşlerini
sunmaya çalışacağım. Benden önceki
konuşmacıların da çok net belirttikleri gibi, Medenî Kanun, gerçekten, çok
geniş bir sahaya hitap etmesi yanında, toplumun her yönünü çok yakından
ilgilendiren, bu nedenle topluma şekil veren, toplumdaki ilişkileri düzenleyen
ve bazı yönleriyle de toplumun geleceğini tespit eden önemli bir yasa. Bugün, bu yasayı, burada,
çok rahat konuşuyoruz, tartışıyoruz; bazı hükümlerini beğeniyoruz beğenmiyoruz.
Şöyle, geriye doğru dönüp baktığımızda, 17 Şubat 1926 tarihinde 743 sayıyla
Türkiye Büyük Millet Meclisinde, halen yürürlükte bulunan Türk Kanunu Medenisi kabul
edildi ve 4 Ekim 1926 tarihinde de yürürlüğe girdi. Türk Kanunu Medenisi, o
gün, hangi şartlarda ve nasıl kabul edildi? Toplumun alışkanlıkları vardı.
Toplumun yıllardan beri uyguladığı pek çok değerler vardı. Bu değerleri
değiştirmek, topluma yeni bir yön vermek çok kolay bir olay değildi. Taaddüdü
zevcat, kadın-erkek eşitliği, kadınların gerek yargı sistemindeki aldıkları
önem veya verilen değer gerekse kadının miras hukukundaki yeri; bunları
değiştirmek çok kolay bir olay değildi. İşte, Büyük Atatürk'ün önderliğinde,
bana göre, onunla beraber çalışan o kadro, Türk toplumunda en büyük reformu
yaptı, büyük bir hukuk reformunu ortaya koydu ve dünyada çok ender görülen, hem
hızlı hem de çok köklü bir değişimi Türk toplumu yaşadı. Şimdi, olayı bu şekilde
ortaya koyduktan sonra, bir de uygulamaya bakalım. Evet, çok güzel bir kanun
çıktı; ama, bir taraftan, yine hukukçular diyor ki, kanunun iyisi veya kötüsü
olmaz, kanunun iyi veya kötü uygulaması olur. Bu güzel kanunun uygulanması
konusunda, toplum, zaman zaman zorlandı. Hâlâ, Medenî Kanuna uymayan
uygulamaların, pek çok yöremizde olduğunu görürüz. Ben, şunu söylüyorum,
şunu söylemek istiyorum: Şimdi, yeni bir Medenî Kanun hazırlıyoruz. Medenî
Kanun Tasarısının büyük bölümü, eski kanunun hükümlerinin biraz
Türkçeleştirilmesinden, biraz sadeleştirilmesinden, biraz da gelişen toplum
şartlarına uygun hale getirilmesinden ibaret. Yoksa, yeni bir reform değil;
büyük, köklü bir değişiklik yok. Bazı bölümlerde var; ama, tasarının tamamı,
toplumun bütün yaşayış düzenini ve anlayışını ve âdetlerini de toptan
değiştirmiyor; ama, buna rağmen, miras hukuku başta olmak üzere, pek çok konuda
yenilik var. Şimdi, bu yeniliğe, toplumun mutlaka alıştırılması, değişik bir
tabirle, topluma bu yeniliğin her kademeye kadar süratle götürülmesi lazım. Bu,
tek başına Adalet Bakanlığının görevi değil. Adalet Bakanlığının
koordinatörlüğünde, bence, Türkiye'deki, Millî Eğitim Bakanlığı ve toplum
iletişim araçlarıyla birlikte, köyümüze, kasabamıza kadar, her yaştaki
kadınımıza, kızımıza, erkeğimize kadar, bu yeni uygulamayı mutlaka götürmek
zorundayız. Bugün kışlalarda bulunan genç erkekler, bana göre en büyük hedef
kitledir. Onlar başta olmak üzere, Medenî Kanunun getirdiği bu yeni hükümleri
mutlaka insanımıza öğretmemiz lazım. İnsanımız bunu yanlış öğrendiği takdirde,
hatalı öğrendiği takdirde, toplum içerisinde değil, önce aile içerisinde pek
çok problemler çıkacaktır, boşanma davalarında artmalar olacaktır. İşte, o
zaman, iyilik yapalım, toplumu daha güzel noktalara götürelim derken, biz,
kendi elimizle, toplumun huzurunu bozacağız, ailenin huzurunu bozacağız ve pek
çok kişi, nereden bu kanunu çıkardılar, biz, ne güzel, eski kanuna alışmıştık
ve onu da uyguluyorduk diyebilir. Bu nedenle, Parlamento görevini yapacak,
yasayı çıkaracak; ama, bundan sonra, uygulayıcı kurumlara, bakanlıklara çok
büyük görev düşüyor. Yine tekrarlamak istiyorum. Koordinatörlüğünü Adalet
Bakanlığı yapacak; ama, Türk toplumu eğitilecek ve bu yeni yasa, o zaman daha
rahat, daha güzel uygulanır hale gelmiş olacak. Şimdi, bu tür kanunların
yeni yazımında, kanunların adaptesinde bazı kurallara dikkat etmemiz gerekiyor.
Hukuk, bir norm sistemi; hukuk, bir disiplin sistemi. Hukukta, normlara ve
disipline mutlaka uymanız lazım. Bunun başında da, hukukta kavramlar var,
hukukta bir dil var ve zaman zaman da kullandığımız bir hukuk lügati var. Biz,
hukuk lügatine, toplumun fertleri olarak başvurmak zorunda kalıyorsak, demek
ki, toplum için düzenlenmiş, ayrı bir hukukî terimler vardır. Şimdi, bu kanunda
-pek çok konuşmacı da belirtti- hukukî terimlerin yenileştirilmesinde, bana
göre, çok fazla isabetli davranılmamış. Toplumun benimsediği kavramları,
alıştıra alıştıra, kullana kullana topluma vermek lazım. Şimdi, şöyle bakın:
Müruruzaman; şimdi, herkes zamanaşımına alıştı. Eskiden, müddei umumî vardı;
şimdi, herkes savcıyı kullanıyor; ama, toplum bunu benimsedi. Bunun yanında da,
toplumun benimsemediği kavramlar da var. Toplumun benimsemediği kavramları da
fazla zorlamamak fazla zorlamamak lazım. O bakımdan, tasarının yazımında
kullanılan kelimelerde bence biraz ekstreme kaçılmış, biraz daha uçlara
kaçılmış. Bana göre, bunun daha normal olmasında yarar vardı. Bir diğeri de, şimdi,
hukukta, maddelerin tanıtımı madde numarasıyla olur. Madde numarasına göre
avukatlar konuşurlar; madde numarasına göre hukukçular birbirleriyle
anlaşırlar. Türk Ceza Kanunundan bir örnek vereyim: Görevi suiistimalle ilgili
iki madde vardır, Türk Ceza Kanunu 228 veya 240. Şimdi, konuştuğumuz zaman, bu
dosya 240 dersiniz, hukuk dilinde herkes anlar; bu dosya 228 dersiniz, herkes
anlar. Bilgisayarları ona göre tasnif edilmiştir. İtirazları, temyizleri ona
göre olur. Şimdi, Medenî Kanunun da oturmuş maddeleri vardı, bu maddelere göre
tasnif edilmişti; herkes, o maddelere göre hukuk diliyle konuşuyordu. Bence, o
maddeler değişmemeliydi. Eski Medenî Kanunun bütün maddeleri muhafaza edilmeli,
yeni gelen maddeler bunlara eklenmek suretiyle Medenî Kanunun temel iskeleti
bozulmamalıydı. Bu, bu uygulamada daha kolaylık olurdu. Hukukçu açısından da ve
hukuku yeni öğrenenler açısından çok yararlı olurdu. Şimdi, ben, öyle
zannediyorum ki, eski hukukçular çok zorlanacaklar, eski avukatlar çok
zorlanacaklar, mahkemeler zorlanacak, bilgisayarlar da şaşıracak. Hele, hangi
maddedeki suçlar nedir diye iki sene sonra istatistik çıkarmaya kalkarsanız,
karmakarışık bir tablo çıkacak ortaya. O bakımdan, eski maddelerin
muhafazasının, ben, yine de yararlı olduğunu düşünüyorum. Benim ileri sürmek
istediğim, benim anlatmak istediğim konu aynî haklarla ilgili. Aynî haklar,
mülkiyet hakkıyla birlikte irtifak hakkı, yeni ismiyle taşınmaz yükü ve rehin
hakları olarak kanunumuzda yer alıyor. Mülkiyet hakkı, eskiden beri savunulan,
insan hakları bildirgelerine girmiş ve mutlaka korunması gereken bir hak. İşte,
aynî haklar da, mülkiyet hakkı gibi onun yanında mutlaka dikkat edilmesi
gereken konular. Ben Sayın Başkana söz verdim 10 dakika konuşacağım diye. Bu
nedenle, süratle konuşup ve bazı bölümleri de atlamak suretiyle gitmeye
çalışıyorum. Şimdi, bir kere, mülkiyet
hakkı, bir gayrimenkulden yararlanabilmesi maksadıyla o mal üzerinde kişiye
hâkimiyet kurmasını sağlamak için kanunun tanıdığı yetkilerin tümünü mülkiyet
hakkı olarak tarif edebiliriz; ama, bunun yanındaki diğer aynî haklar, mülkiyet
hakkı gibi değil. Bunları iki bölümde toplayabiliriz: Bir bölümü, o gayrimenkul
üzerinde hâkimiyet sağlayan veya kısmî yetki sağlayan haklar, irtifak hakları,
intifa hakları gibi. Bir bölümü de, o gayrimenkulün satışından veya
hâsılatından elde edilecek gelir üzerinde söz sahibi olan haklardır; bunlar da,
ipotek gibi ve buna benzer haklardır. Şimdi, yeni getirilen
tasarı, eski kanunun aynı sistematiğini devam ettirmiş, aynı bölümleri devam
ettirmiş; ama, bazı yerlerde kelimeler değişmiş, bazı yerlerde cümleler
değişmiş. Burada, üzerinde durmak
istediğim bir konu var. Tasarının 779 uncu -eski kanunda 703 üncü- maddesi,
irtifak haklarıyla ilgili, irtifak haklarının nasıl kullanılacağını belirtiyor.
Bu maddenin altında bir cümle var: "Yapma borçları, irtifaka başlı başına
konu olamaz; ona ancak yan edim olarak bağlanabilir." "Yan edim"
diye bir tabir getirilmiş. Şimdi, eski kanuna bakıyorum, eski kanunda
"ferî" olarak getirilmiş. "Aslî" ve "ferî"
tabirleri, hukukta oturmuş tabirlerdir, herkes tarafından rahatça anlaşılır;
ama, bu "yan edim" tabirini anlamakta da anlatmakta da, zannediyorum,
bir hayli sıkıntı çekilecek. Oysaki, tasarının devam eden maddelerine
bakıyorum; 782'de, 783'te "malik" demişiz "tescil" demişiz
"terkin" demişiz; yani, eski, alışılmış kelimelerin bir kısmını
muhafaza etmişiz; ama, nedense "ferî" kelimesine biraz kızmışız
galiba, hemen kesmiş atmışız. 789 uncu maddede, bana
göre, güzel olan bir hüküm var. Bu, İsviçre kanununda vardı. İsviçre kanunu,
kanunî hükümler bulunmadığı halde, kantondaki kanunlara ve örflere müracaat hakkını
tanıyordu. Tasarıyla, su arklarıyla ilgili, su yollarıyla ilgili diğer
geçişlerle ilgili olarak güzel bir hüküm getirilmiş. Bu, yeni bir hükümdür. Bu
yeni hüküm, gerektiğinde, özel, kamu hükümlerine, kanun hükümlerine ve yerel
âdetlere başvurulmasını getirmiş ki, özellikle Anadolu'nun pek çok yerinde su
arkları, su kanallarıyla ilgili yıllardan beri, asırlardan beri uygulanan
örfler var; bu örfler, böylece ayakta kalmış olacak. Yeni tasarıda bir diğer
madde var, çok dikkatimi çekti, 817 nci madde, özgülenme yönü... ALİ ŞEVKİ EREK (Tokat) -
Tahsis... HAYRİ KOZAKÇIOĞLU
(Devamla) - "Tahsis" gayet güzel... Eski kanunda "tahsis
edildiği cihet" deniliyordu, şimdi "özgülenme yönü" diyoruz. Özgülenme yönünü ben...
Tabiî, çok zorlarsanız "özgü" kelimesinden falan gitmek suretiyle,
belki bir şeyler çıkarabiliyorsunuz; ama, herkesin bildiği "tahsisi"
değiştirmenin bir anlamı yoktu. Orman arazilerinin kullanılmasında eski
kanunda "bir tertip" deniliyordu, yenisi onu biraz daha düzeltmiş
"bir tertip" yerine "işletme planı çerçevesinde
yararlanabilir" haline getirilmiş. Bana göre, güzel bir uygulama; bu
uygulamayı da yürürlüğe geçirmekte yarar var. Üst hakkını, eski kanun
20 yıl olarak kabul etmişti, yeni kanun bunu 30 yıla çıkarmış. Bu, biraz daha
uzun süre oluyor; ama, bana göre, daha makul bir süre olmuş olabilir. Burada dikkati çeken bir
şey var: Taşınmaz yükü konusunda eski kanun, sadece Türk parasını kabul
etmişti, taşınmaz yükünün değeri "Türk parasıyla tespit edilecek"
denilmişti. Şimdi yeni kanunda, bakın ne diyoruz; "tescilde taşınmaz
yükünün değeri olarak Türk parası veya yabancı para birimiyle belirlenmiş"
diyoruz. Türkiye Cumhuriyeti hudutları içerisinde resmî olarak Türk paramız
var, gayrimenkullerin değerini de Türk parasıyla tespit etmemiz lazım. Hani,
ilerideki rehin gibi, ipotek gibi maddelerde, dışarıdan gelen yabancı dövizle
alınmış ve beş yıldan uzun vadeli borçlarda yabancı kur üzerinden, döviz
üzerinden bir ipotek konuluyor; ama, bu, öyle bir olay değil. Bu, Türkiye'de
bulunan gayrimenkulün tapuya kaydı sırasında değerinin tespiti. Bunda yabancı
paraya gitmek, bana göre, Türk parasını ikinci plana atmak gibi bir olay olur
ki, ben, onu haklı görmüyorum, ben, onu pek doğru görmüyorum. Türk parasının
değerini elbirliğiyle düşürmeye kalktığımız takdirde, ileride, öyle zaman gelir
ki, bu parayı kaldıralım, hiç gerek yok; artık, kanunda da başka paraları
kullandığımıza göre, tapu tescilinde de başka paraları kullandığımıza göre, o
halde, başka bir ülkenin parasını, biz, gelelim, kullanalım gibi çok yanlış bir
yola gireriz. Oysaki, ülkenin egemenlik haklarından bir tanesinin bir ayağı da,
o ülkenin parasıdır. O ülkenin parasını başka bir şeyle kolay kolay
değiştiremeyiz. Ben, bu hususun düzeltilmesini, bu hususun dikkate alınmasını
özelikle talep ediyorum. Hoşgörüleri için Sayın
Başkana çok çok teşekkür ediyor, hepinize saygılar sunuyorum efendim. (DYP
sıralarından alkışlar) BAŞKAN - Sayın
Kozakçıoğlu'na, ben teşekkür ediyorum efendim. Efendim, Milliyetçi
Hareket Partisi Grubu adına, Antalya Milletvekili Sayın Nesrin Ünal. Nesrin Hanım önce
direndi; ama, bilmem ne yapar?.. NESRİN ÜNAL (Antalya) -
Süremi kullanmak istiyorum Sayın Başkanım. BAŞKAN - Dayatma yok! Buyurun efendim. MHP GRUBU ADINA NESRİN
ÜNAL (Antalya) - Sayın Başkan, sayın milletvekillerim; Medenî Kanun Tasarısının
9 uncu bölümünde grubum adına söz almış bulunuyorum; Heyetinizi Milliyetçi
Hareket Partisi adına saygıyla selamlıyorum. Yüce Heyetinizin, Türk
Milletinin ve İslam âleminin ramazanı hayırlı olsun. Grup adına söz aldım;
ama, birazcık olsa da kendi fikirlerimi sizlerle paylaşmak istiyorum. Bu arada,
tasarının tümü üzerine fikirlerimi açıklarken, Sayın Adalet Bakanımız Hikmet
Sami Türk'ün yüksek hoşgörülerine sığınıyorum. Büyük lider Kemal
Atatürk'ün sözleriyle konuşmama başlıyorum: "Bir toplumda hürriyet,
eşitlik ve adaletin devamlı olarak sağlanması, ancak, millî egemenliğin
kurulmuş olmasıyla mümkündür. Öyleyse, hürriyetin de, eşitliğin de, adaletin de
dayandığı nokta millî egemenliktir. Hiç şüphe yok ki, devletimizin,
memleketimizin kuvvetlenmesi, milletimizin refah ve mutluluğu hayatımız,
şerefimiz, namusumuz ve geleceğimiz için bütün kuvvetimizle millî
egemenliğimizi savunacağız. Millî egemenlik düşmanlığı şerefli bir milletin her
şeyini bir anda yok etmek cürmünden başka bir şey değildir." Türk Medenî Kanununun
bugünlere gelmesinde, olgunlaşmasında emeği geçen milletvekili arkadaşlarıma,
bilim adamlarına, sivil toplum örgütlerine aracılığınızla teşekkürlerimi
iletiyorum. Medenî Kanun, bizlere, 75 yıl hizmet etti, yaşlandı, toplumun
ihtiyaçlarına cevap veremez hale geldi; sonuçta, değişme ihtiyacı doğdu.
Uygarlık yolunda düzenli olarak ilerlememiz için, çağdaş bilim ve kültür
birikimimizin oluşturulması ve bunların öncülüğünde toplumdaki siyaset, hukuk
ve kanun yönetimi kurum ve kurallarını oluşturmamız gerekiyor. Sürekli ve
istikrarlı bir siyaset ortamı yaratılmadan, özellikle mülkiyet ve sermaye
alanlarında hukukî güvenceler bulunmazsa, büyük ve uzun ömürlü yatırımlara
ihtiyaç duyan sanayileşme olamaz. Ekonomilerin de düzelmesi için üç ana şart
vardır: Asgarî siyasî bir istikrar; hukukî düzen; temel eğitim düzeyine sahip
toplum. Kurumlar ve kurallar da
sağlam ve sağlıklı olmalıdır. Toplu yaşam kuralları ve kurumları yeniden ve
akıllı bir biçimde yapılanmalıdır. İşte, bugün, aileden topluma Türk Milletini
şekillendiren temel kanunu tartışıyoruz. Kanun yapmak ciddî bir iştir. Kanunlar
büyük medeniyetler ve büyük şahsiyetler tarafından yapılır. Kanuni Sultan
Süleyman'ı önemli kılan, muhteşem Süleyman yapan, ABD Senatosunda dünya
tarihinde kanun yapan birkaç kişiden biri olarak mozolesinin bulunmasını
sağlayan onun kanun yapması ve kanuna verdiği önemden dolayıdır. Kanunlar tercüme
olmamalıdır. Yaptığımız kanunla toplumsal hayatını şekillendireceğimiz
milletin, dilinin inceliklerini, sosyal yapısını, tarihini, inancını
bilemezsek, tanımazsak, dikkate almazsak sağlıklı ve uzun ömürlü kanunlar
yapamayız. Hukuk, insan ile insan
topluluklarının hayatını düzenler. Bu yüzden kanunlar sadece parmak hesabıyla
yapılmamalıdır. Neden İsviçre Medenî Kanunu, neden İtalya Ceza Kanunu, neden
Fransa İdare Hukuku tamamen örnek alınıyor ve neden bunlar çıkış noktasında
sivil toplum örgütlerinin hukukçu temsilcilerince bile "İsviçre Medenî
Kanununda bile böyle" diye örnek gösteriliyor? Biz, Söğüt'e diktiği
çınarla insanlığa medeniyet dağıtan, İslamiyeti en doğru şekilde uygulayan,
kültür ve tarihî birikimi olan, bin yıllardan süzülüp gelen bir milletin
devamıyız. Bizlerin mensubu olduğu
İslamiyette, kadının koca önündeki öneminden bir olayla bahsetmek istiyorum.
Peygamber Efendimiz Berat Kandilinde, namaz kılmak ve dua etmek için eşinden
izin istiyor. Mübarek bir gece, mübarek bir insan, ibadet özgürlüğünü eşiyle
sınırlandırıyor. İlk toplusözleşmeyi yapan, ilk defa insan hakları beyannamesini
yazan, milattan önceki tarihlerde yapıtlarında kanunlara rastladığımız Muhteşem
Kanunî Sultan Süleyman'ın torunlarının; yani, bizlerin, başka ülkelerin örnek
alacağı Türk Ceza Kanunu, Türk İdare Kanunu niye yok?! Ben bunu anlamakta
zorluk çekiyorum ve bunu anlatmakta da zorlanıyorum. Üstelik, bizler, 1934'te
kadına seçme ve seçilme hakkını tanıdığımızda, bizler 800'lü ve 1300'lü
yıllarda kadını sultan ve hakan yaptığımızda, bizim şimdi örnek aldığımız
ülkelerde kadının adı bile yoktu; kadın insan bile kabul edilmiyor "acaba
şeytan mı" diye yakılıyordu. Yine de, inşallah bugün hazırladığımız ve 21
inci Dönem Meclisinde kabul edilen Medenî Kanun, bağımsız, demokratik Türkiye
Cumhuriyetine uzun on yıllar hizmet eder ve Türk Milletinin daha mutlu, daha
refah yaşamasına katkıda bulunur. Medenî Kanun, kişi
hukukuyla dernekler ve vakıfları; miras hukuku, eşya hukuku ve aile hukukuyla
toplumu 7'den 70'e, çocuktan yaşlısına, erkekten kadına ilgilendiren temel bir
kanundur, Türk toplumunu şekillendirecektir; ancak, biz bu kanun tasarısının,
hep, boşanma ve eşlerarası mal paylaşımına takılı kaldık. Aç kapa, yaz çiz,
konuş tartış; boşanma oldu. Bugün, sokakta çevirdiğimiz insanlara "Medenî
Kanunla neler değişiyor" diye sorarsak, istisnasız, boşanma ve kadın-erkek
arasındaki mal paylaşımından söz edecektir. Medenî Kanun
hazırlanırken, kanuna, sadece, boşanırken kadınlar artık mağdur olmasın
anlayışıyla yaklaştık; boşanmayla yattık, boşanmayla kalktık. Bu doğru ve
gerekli bir bakış açısıydı; ama, eksik bir bakış açısıydı; çünkü, bu kanun,
kadın kadar, ailesi olan veya olmayan, kimseli veya kimsesiz veya evlat
edinilen çocukları, derneklerde, vakıflarda ve ailede yaşayan, toplumun bir
bireyi olan erkekleri ve çocuğu olmayan aileleri de ilgilendiren bir kanundur. Kanun olgunlaşırken, kişi
hukuku, miras hukuku, eşya hukuku ve aile hukukundan mal paylaşımı dışında
olanlar, toplumun önünde yeterince tartışılıp, olgunlaşmadı. Herhalde amacımız,
aileyi bozmaktan çok, yaşatmak, çocuğuyla, anasıyla, babasıyla mutlu ve uzun
ömürlü olmasını sağlamaktır. Amaç, evlilik birliğini, eşit insanların saygı ve
sevgi birliği durumuna getirecek ortamı oluşturmaktır. Evlilik, boşanma üzerine
değil, sevgi üzerine kurulmalıdır. Boşanma amacıyla yapılan evlilik, evlilik
değildir. Evlilik asla kâr amacı gütmemelidir. Bir yazarın söylediği gibi
"inşallah, sevgiyi yasayla öldürmüyoruz." Aslında, biz, gençlere
boşanmanın faziletini değil, sevginin ve birlikteliğin faziletini öğretmeliyiz.
Zaten, sevgi varsa insan paylaşır, sevginin yerini kavga aldıysa, insan, kavga
ettiğine ne mal vermek ister ne de selam. Hepimizin kızı var, oğlu
var. Bu kanuna o yüzden tek perspektiften bakmamalıyız. Mal paylaşılacaksa,
yine, bizim çocuklarımız paylaşacaktır ve istediğim zaman evlenirim, istediğim
zaman kapının önüne koyarım mantığı yok olacaktır. Aslında, boşanmayla
paylaşılan şey, sadece, mal değildir; ortak yaşanan, yıllarca süren aynı
emeklerin, aynı acıların, aynı zor günlerin, aynı mutlu anıların, aynı
duyguların, aynı yıpranmışlığın paylaşımıdır. Amacımız, Türk kültürüne,
inancımıza ve doğru geleneklerimize göre aile yapısını korumak, yaşatmak, tüm
Türk Milletinin temelini oluşturan aileyi korumak ve sağlam tutmaktır. Toplumu
şekillendirecek bu yasa, mümkün olduğu kadar hatasız, uzun ömürlü, ahenkli ve
kulağa hoş gelir şekilde oluşmalıdır. İnşallah, bu yasayla birlikte, uzun
yıllardır oluşan yetmişbeş yıllık hukuk kültürümüze zarar vermiyoruzdur. Benim üzerinde söz alıp
konuştuğum Dokuzuncu Bölüm, Medenî Kanunun madde 703'ten başlayan bölümü, tasarıda
779 uncu maddeyle başlamaktadır. Birçok madde Medenî Kanunla ayın hükmü
içermekle birlikte, dilde ciddî bir arılaştırmaya gidilmiş, uygulayıcıların
dışında halkın da anlayacağı bir dil tercih edilmeye çalışılmış. Tasarının 789 uncu
maddesini karşılayan bir hüküm yürürlükteki kanunda mevcut değildir. Kaynak
olan İsviçre Medenî Kanununun 740 ıncı maddesi eksiklik olarak algılanmış ve bu
kanuna 789 uncu madde olarak konulmuştur. Bu maddede "tarla yolu, yaya
veya araba geçti gibi geçidi hakları ile hayvan otlatma, hayvan sulama,
tarlalara veya arklara su alma hakları ve benzeri hakların kapsamını
belirlemede taraflar arasındaki anlaşma veya özel kanun hükümleri, yoksa yerel
âdet uygulanır" denmektedir. Burada, taraflar arasında uzun süreden beri
davasız ve iyiniyetli kullanım kabul görmüş, benimsenmiş ve bu hüküm
getirilmiştir. Tasarının 797 nci
maddesi, yürürlükteki kanunun 721 inci maddesini karşılamaktadır. Madde, intifa
hakkı sahibinin gerçek kişi veya tüzelkişi olmasına göre intifa hakkı süresini
düzenlemiş, bu çerçevede tüzelkişilerde intifa hakkının en çok yüz yıl devam
edebileceği ifade edilmiştir. Tasarının 808 inci
maddesi, kanunun 732 nci maddesini karşılamaktadır. Bu madde, İsviçre Medenî
Kanunun 760 ncı maddesine uygun olarak üç fıkra halinde düzenlenmiştir: Birinci
fıkrada, malikin, haklarının tehlikeye düştüğünü ispat ederek intifa hakkı
sahibinden güvence isteyebileceği; ikinci fıkrada, tüketilebilen şey veya
kıymetli evrak söz konusu olduğunda tehlikenin ispatına gerek olmadan teslimden
önce de güvence istenebileceği; son fıkrada ise, kıymetli evrakın bir yere
tevdi edilmesinin güvence yerine geçeceği ifade edilmiştir. Yürürlükteki kanunun 733
üncü maddesini karşılayan, tasarının 809 uncu maddesi, bağışlayanın, intifa
hakkı kendisinde kalmak üzere, yaptığı bağışlamalar bakımından kendisinden
güvence istenemeyeceği esasını getirmiş, maddeden farklı olarak kanunî intifa
hakkı düzenlenmediğinden sadece bağışlama esas alınarak kaleme alınmıştır. Bana göre, Medenî Kanun
hazırlanırken kavramlar bazen derinliğini kaybetmiş, yüzeyelleşmiş ve
sığlaşmıştır. Bir ülkenin kanunları sadece hukukî metinler olarak kabul
edilemez, aynı zamanda o ülkenin edebî ifade gücünü ve güzelliğini yansıtan
sanat eserleridir. Geçmiş ile gelecek arasındaki en önemli bağ, yaşayan
Türkçedir. Bugün biz, cumhuriyetin kuruluşundaki Meclis zabıtlarını
anlamıyorsak, dilin yok edilmesindendir ve geçmiş ile geleceğin bağının
koparılmasındandır. Her seferinde "anlamıyoruz" diye Türkçeyi
fakirleştirip, kuşa çeviriyoruz. Sonuçta, bizim çocuklarımız bizi, biz
annelerimizi, Türkiye'deki Türkler diğer topraklardaki Türkleri anlamaz hale
geliyor. Biz, hep kolayını seçiyoruz; anlamıyorsak, "at gitsin"
diyoruz. Aslında, doğru olanı, zengin Türkçeyi anlayan nesiller yetiştirmektir.
Bugün, İngiltere'de, hâlâ, yeni nesil yüzyıllar öncesi Shakespeare'ini okuyup
anlamakta ise, demek ki onlar işin kolay değil zor yolunu seçmişlerdir. Aslında, derneklerle
ilgili bu kadar ayrıntıya gerek yoktu; çünkü, dernekler insan gibidir, toplumun
ihtiyacına göre değişir. Toplumun ihtiyaçları, iletişim ve bilgi çağında, çok
hızlı da değişmektedir. Keşke, derneklerle ilgili temel kurallar Medenî Kanuna
konulsaydı ve Medenî Kanun sürekli değişmek zorunda kalmasaydı. Son olarak,
kadınlarımıza, onlardan biri, kardeşleri olarak seslenmek istiyorum: Nasıl olsa
ortaklık geldi, malları paylaşacağız, nasıl olsa boşanırsam malın yarısı benim
diye üretmekten, çalışmaktan, okumaktan, meslek edinmekten vazgeçmeyin. Bu
değişiklik sizi tembelliğe itmesin. Bir de, yiğidi öldürüp
hakkını vermek lazım. İplerin erkeklerin elinde olduğu Mecliste Medenî Kanun
çıkmaz diye çok yazılıp çizildi; ama, yüzde 96'sı erkek olan Meclisten Medenî
Kanun geçiyor. Milletvekili arkadaşlarıma teşekkür ediyorum. (MHP, DSP, ANAP ve
DYP sıralarından alkışlar) "Erkeklerde, ya
hanımlarımız haklarına düşeni alıp bizi terk ederse korkuları başladı"
deniyor. Bence, aynı şey, çalışan ve üreten binlerce kadın için de geçerli
"ya kocalarımız haklarına düşeni alıp bizi terk ederse" diye. Yani,
sonuçta, mutlaka, risk varsa, kadın ve erkek için vardır. Kanun, eksiğiyle
artısıyla, doğrusuyla yanlışıyla çıkıyor. Bu haliyle tüm toplum için geçerli
olmalıdır. Faydasını birkısım kullanıp, diğer kısım mağdur olmamalıdır.
Zararını, anca beraber kanca beraber çekmek zorundayız. Zaten, şimdi, bir aile
mutlu, huzurlu yaşarken, ne erkek ne kadın "hadi notere gidelim de
boşanırken hangi mal rejimini benimseyelim" diyemez. Eğer, bir taraf böyle
bir teklifte bulunursa, diğer tarafın aklına binbir türlü şey gelir, şüphe
girer; "bu da nereden çıktı" diye "yoksa"lar başlar,
"yoksa"lar çoğalır ve mutlu bir aile yok olur, dağılır gider. Burada parantez açıyorum
ve şahsî fikrimi söylüyorum: Medenî Kanunun yeniden düzenlenmesinin,
gerekçesinde, günümüze kadar okuyamayan, meslek sahibi olamayan, erkeklerle
rekabet edemeyen mağdur kadınlarımız için olduğu yazılıydı. Bu yüzden, bu
kanun, gelecekten çok, geçmişi ilgilendirmektedir; çünkü, 21 inci Yüzyılda,
kadınlar, erkekler ve çocuklar daha bilinçli, daha çalışkan, daha üretken
olacaktır ve cinslerin korunmaya ihtiyacı kalmayacaktır. Sadece Medenî Kanunun
değişmesi yetmez; bunun sağlıklı ve minimum hatayla uygulanabilmesi için, aile
mahkemeleri kurulması gerekir. Eşit paylaşımda oluşabilecek zorluklara pratik
çözümler ortaya konulmalıdır. Aile şirketleri, ayrılık halinde, inatlaşma
uğruna kapatılacak ve muhtemelen ekonomik ve istihdam kayıpları olacaktır.
Köylerde de tarlalar bölünecek, ekilip biçilmeyecektir. Ayrıca, Ceza Kanunu da
değiştirilmelidir; çünkü, Medenî Kanunda, erkekle beraber toplumun eşit bireyi
yaptığımız kadın, Ceza Kanununda ise, öncelikle, babanın ve kocanın
mülkiyetinde ve sorumluluğunda görülmektedir. Son olarak şunları
söylemek istiyorum: Medenî Kanunu yapmakla medenî olunmaz; önemli olan,
kafaların medenî olmasıdır. Problemleri çözmenin yolu, sadece mükemmel kanunlar
çıkarmak değildir. Bir düşünürün dediği gibi "kusurlu insanları, kusursuz
kurumlar kurarak kurtarmak hayaldir." İnsanlarımızı, köklü tarihinden,
kültüründen, dilinden, dininden koparmadan eğitir yetiştirirsek, bu kanunlara
daha az müracaat edeceğimizi düşünüyorum. Konuşmamı, Medenî
Kanundan ne anlıyorsunuz diye sorduğumda, Antalya'dan bir yörük kadının doğal
cümleleriyle bu kanunu yorumlamasını sunarak bitiriyorum: "Erkekler,
tereyağından kıl çeker gibi, allem eder kallem eder, bu parayı, bu malı gene
bize yedirtmezler." Hepinize saygılarımı
sunuyorum. (MHP, DSP ve ANAP sıralarından alkışlar) BAŞKAN - Teşekkür ederim
Sayın Ünal. Efendim, şimdi söz
sırası, Demokratik Sol Parti Grubunda. İstanbul Milletvekili
Sayın İsmail Aydınlı; buyurun. (DSP sıralarından alkışlar) DSP GRUBU ADINA İSMAİL
AYDINLI (İstanbul) - Sayın Başkan, 10 dakika konuşacağım; ama, biraz sarkarsa,
müsaade edin... BAŞKAN - Tabiî efendim;
ben, 10 dakikaya göre ayarlayayım, sonra... İSMAİL AYDINLI (Devamla)
- Sayın Başkan, Yüce Parlamentonun değerli üyeleri; DSP Grubu adına Medenî Yasa
Tasarısının 9 uncu Bölümüyle ilgili söz almış bulunuyorum; sözlerime başlamadan
evvel, şahsım ve Grubum adına hepinizi saygıyla selamlarım. Bildiğiniz gibi, Türk
hukuk devriminin temel taşlarından biri olan Türk Kanunu Medenisi, Türkiye
Büyük Millet Meclisi tarafından 17 Şubat 1926 tarihinde kabul edilmiş ve 4 Ekim
1926 tarihinde yürürlüğe girmiştir. Ondan önce, yalnız, hayatın dar bir alanındaki
ilişkileri düzenleyen, 1 851 maddeden oluşan ve 1876 tarihinde tamamlanarak
yürürlüğe girmiş Mecelle vardır; onun da, ancak 300 maddesi o günkü koşullarda
ihtiyaçlara cevap verir niteliktedir. Geriye kalan kısmı, ülkemizin değişen ve
gelişen koşullarında ihtiyaçlara cevap vermekten uzak, ilkel kurallardan
oluşmaktadır. Bugün, ne yazık ki, harcı
ulusal Kurtuluş Savaşıyla atılmış Türkiye Büyük Meclisi çatısı altında, eskiye
özlem duyan ve din istismarcılığı yapan ve Meclis kürsüsündeki yeminine bağlı
kalmayan, takıyye yapan bazı grup sözcüleri ve milletvekilleri, olayı çeşitli
yönlerden çarpıtmak için, uygarlığın ve demokratikleşmenin, kadın-erkek
eşitliğinin bir göstergesi olan bu kanun tasarısı üzerinde bile, sömürme
olayına devam ediyorlar. Değerli milletvekilleri,
insanlık tarihî, sosyal mücadeleler tarihî olduğu kadar, bir uygarlık yarışı
tarihidir. Bu uygarlık yarışında geride kalmak, ekonomik, siyasal, sosyal ve
kültürel anlamda hâlâ ortaçağ zihniyetini taşımak, bu Yüce ulusun kaderi
değildir. Bunu bilen Büyük Önder Mustafa Kemal Atatürk, mayasında laiklik ve
laik yaşam olan Türk Ulusuna, cumhuriyetinin kurulması, hilafetin kaldırılması,
latin alfabesinin kabul edilmesi sonucu, laiklik kadar önemli olan, aile hukuku
ve özel hukuk alanında çağının ihtiyaçlarına cevap veren bu yasayı da armağan
etmiştir; çünkü, biz biliyoruz ki, Mecelle, Medenî Kanunun içerisine giren
sorunları çözmekten uzaktı. Ayrıca, hâkimlerimiz, Medenî Kanun konusu
ihtilafları çözmek için, yetersiz eski hukuk kaynaklarından ve dinî esaslardan
çıkarılan kurallarla, bilgilerle yargısal çözüme ulaşamıyorlardı. Ayrıca, aynı
konu hakkında, ülkenin bir yerinde verilen kararlar ile diğer yerinde verilen
kararlar, aslında, birbirleriyle çelişiyordu. Cumhuriyet yönetimi, adaleti, bu karışıklıktan,
ilkel durumdan kurtarmak için, Türk devrimine ve uygarlığın gereklerine uyan
yeni bir Medenî Kanunu bu ulusun hizmetine sunmuştur. Ayrıca, Türk Ulusunun
ihtiyaçları ile uygarlık ailesinin diğer üyeleri arasında, ulusların
ihtiyaçları açısından bir farklılık yoktur. Ayrıca, bütün aydınlanma süreci
boyunca toplumsal yarar açısından zorunlu olan bu değişikliklere, çıkarı
bozulan, halkı cehaletin eşiğinde bırakıp, onu sorunlarını ve çözümünü anlama
hususundan yoksun bırakmayı amaçlayan, kutsal din kurallarını politikasının
aracı haline getiren çıkar grupları oluşmuştur ki, bu gruplar dün olduğu gibi
bugün de vardır; ancak, ne çare ki, çağdaş uygarlığı ve yaşamı benimsemiş, onu
aşma hedefini amaç haline getirmiş Türk Ulusunun büyük çoğunluğu, bunlara prim
vermeyecektir. Gerçekten, çağdaş
uygarlık ile Mecelle hükümleri bağdaşmaz. Ayrıca, Mecelle ile Türk insanının
yaşamının da bağdaşmayacağı açıktır. Ayrıca, bu kanun
tasarısının hazırlanmasında emeği geçen hukuk komisyonu üyelerine, Adalet
Bakanlığı mensuplarına ve benim de içinde bulunduğum çeşitli partilere mensup
Adalet Komisyonu üyelerine ve bize katkılarını sunan kadın kuruluşu
derneklerimize teşekkür ediyorum. Bu arada şu hususa da
değinmek istiyorum: Gerek kanun tasarısının hazırlanmasında ve gerek komisyon
tartışmalarında dile getirilen Türk dili ve sözcüklerine büyük önem verilmiş,
her şeye rağmen, Türk Medenî Kanununun yürürlüğe girdiği dönem ve koşulları
nazara alındığında, yalnız hukuk fakültesinde okuyan değerli öğrencilerimizin
anlayacağı bir dil olmaktan öte, bugün de vatandaşlarımızın anlayacağı bir
şekilde yürürlüğe girmesine özen gösterilmiştir. Sayın Başkan, değerli
üyeler; elimde, çeşitli zamanlarda ulaşmış, ilgili tarafların mektupları,
faksları, uyarıları var. Katılımcı ve çoğulcu bir demokrasinin uygulanmaya
çalışıldığı ülkemizde, sorumlu milletvekilleri olarak, gelen uyarıları da
nazara almak zorunda olduğumuzu düşünüyorum. Birinci olarak, bazı
pasajlarını okuyacağım Kadın Araştırmaları Derneğinden gelen Sayın Prof. Necla
Arat imzalı mektupta, bakınız, Sayın Hocamız ne diyor: "17 Şubat, Türk
toplumunda kadınların tarihi açısından çok önemli bir gün; çünkü, kadınlar,
yetmişbeş yıl önce 17 Şubat 1926'da kabul edilen Medenî Kanunla (Yurttaşlar
Yasası) toplumsal yaşamda görünür olmanın ilk adımını atmış oldular. Şeriat
hukukunu silip ortadan kaldıran, kadının binlerce yıllık alışılmış boyun
eğmişliğini ve ikinciliğini sarsan 1926'nın Medenî Kanunu, kuşkusuz, kabul
edildiği yıllarda, çağının toplumsal, kültürel koşullarında, bu toprağın
kızları için çok ilerici bir nitelik taşıyan bir devrim kanunu idi. Gerçekten,
Türk hukukunu, özel hukuk alanında dinsel hukuk sisteminden çıkarıp, kara
Avrupası hukukları grubuna geçiren bu kanun, Atatürk devriminin temel
taşlarından biri olarak, Türkiye'deki aydınlanmanın, çağdaşlaşmanın, âdeta,
dinamosu ve itici gücü oldu. Türk kadınları, din ve dünya otoritelerinin
ayrılığı ilkesi ile devletin her çeşit din karşısında -ben buna mezhepleri de
dahil ediyorum- yansız olması ilkesini benimseyen laik karakterli bu kanunla,
medenî haklara sahip bireyler olarak yeni bir toplumsal statü kazandılar.
Örneğin, mecburî medenî evlenme, tek eşlilik, yargıç hükmüyle boşanma,
mirasçılıkta kadın-erkek eşitliği ve benzeri gibi yeni haklara sahip oldular.
Bu nedenle, her 17 Şubatta, Medenî Kanunun, özellikle de içerdiği laiklik
niteliğinin kendileri için taşıdığı anlam ve değerin bilinciyle, Büyük
Atatürk'ü ve dava arkadaşlarını minnet ve saygıyla anıyorlar." Gerçekten, hızla değişen
bir dünyada yaşıyoruz. Toplumumuz da, bu değişikliklere çağdaş uygarlık
doğrultusunda ayak uydurarak, gerekli dönüşümleri yapmak zorundadır. Toplumsal,
siyasal, yasal ve kültürel anlamda yapılacak dönüşüm ve değişimler, hem
demokratikleşmenin hem de çağdaş anlamda kadın-erkek eşitliğinin bir gereğidir.
Aynı zamanda, Atatürk'ün "devrimin tamamlanması gerekir" vasiyetine
de uygundur. Ayrıca, Yüce Meclis,
yapmış olduğu son anayasa değişiklikleriyle, Anayasanın "kanun önünde
eşitlik" ilkesine uygun olarak, 10 uncu madde doğrultusunda "ailenin
korunması" başlığını taşıyan madde 41'e eklemede bulunarak "aile,
Türk toplumunun temelidir" ibaresine "ve eşler arasında eşitliğe
dayanır" ibaresini eklemiştir. Bu değişiklik, Anayasamızın lafzına ve
özüne uygundur; Sayın Cumhurbaşkanı tarafından da onaylanarak, Resmî Gazetede
yayımlandıktan sonra yürürlüğe girmiştir. Diğer yandan, Medenî
Kanunumuzdaki bu değişiklikler, eşlerin eşit haklardan yararlanma ilkesi
çerçevesinde yeniden ele alınırken, hukuksal olarak, Anayasamızdaki eşitlik
ilkesi ve cinsler arasındaki ayırımcılığı yasaklayan maddelere dayandığı gibi,
Türkiye Cumhuriyeti Devletinin imzaladığı ve her birinin bağlayıcılığı olan
uluslararası insan hakları sözleşmeleri, Kadınlara Karşı Her Türlü
Ayırımcılığın Ortadan Kaldırılması Sözleşmesi ve Kadınların İlerlemesi İçin
Geleceğe Yönelik Nairobi Stratejiler Belgesi de önemli dayanaklardır. Örneğin,
Nairobi Belgesinin "Temel Stratejilerin Ulusal Düzlemde Yerine Getirilmesi
İçin Alınacak Anayasal ve Yasal Önlemler" başlığı altındaki 68 inci
paragrafı, açıkça "Medenî Kanun, özellikle aile hukukuna ilişkin bölümü,
kadınların ikincil olduğu ayırımcı uygulamalar ortadan kaldırılmak üzere
yeniden gözden geçirilmelidir. Evli kadının yasal durumu, ona eşit hak ve
yükümlülükler sağlayacak biçimde yeniden incelenmelidir" diyor. Bu arada, Atatürk'ün 19
Ocak 1923 tarihinde İzmit'te, İzmit Sinemasında halka yaptığı konuşmadan
pasajlar sunmak istiyorum: "Efendiler, bizim
milletimizin adalet duygusu yok değildir. Biz, düşmanların dediği gibi, vahşi
ve canavar değiliz; aksine, onlardan çok yüksek adalet duygusuna, ahlakî
yüceliğe ve merhamete sahibiz; fakat, uygulama, zaman zaman bu gerçeği reddeder
şekilde görülmektedir. Bana bu soruyu soran bir avukat arkadaşımızdır ve adliye
mensubudur. Onlar ve diğer arkadaşlarımız bilirler ki, bizim, esas olarak, bir
Mecellemiz vardır. Bu Mecelle, Mithat Paşa zamanında yapılmıştı. Efendiler, yine o
Mecellenin içinde, o Mecellenin dayanağını oluşturan bir şey vardır. Her şeyin
devam ve sürekliliği, herhangi bir şeyin korunması veya kaldırılması, zamanın
gereklerine göredir. Zamanın değişmesiyle hükümler değişir ve değişmelidir.
Bundan on sene, yirmi sene, yüz sene ve bin sene önce geçerli olan hükümler
bugün yürürlükte olsun iddiasında bulunamayız. Kanunlarımızı inceleyelim ve bunların
dayanak noktalarını, önce ülkemizin koşullarıyla, durumuyla ve milletimizin
gerçek toplumsal ihtiyaçları ve vicdanıyla; fakat, aynı zamanda, ilerleyen
dünyayla ilişkilerinden doğan zorunluluğu da dikkate alarak iyileştirmek
gereklidir. Biz Türkiye Halkı,
insanlık dünyasından soyutlanarak, başlıbaşımıza yaşayamayız; bütün dünyayla,
bütün insanlıkla beraber yaşarız ve yürürüz ve hiç olmazsa, onlarla bir hizada
yürümeye mecburuz. Yapacaklarımızı ona göre yapmak zorundayız." (Gazi ve İnkılap, Siirt Mebusu
Mahmut Soydan) (Milliyet Gazetesi
1929'da başlayan yazı dizisi) (Mikrofon otomatik cihaz
tarafından kapatıldı) BAŞKAN - Buyurun Sayın
Aydınlı. İSMAİL AYDINLI (Devamla)
- Sayın üyeler, Medenî Yasada yapılan en önemli değişiklik, aile hukukuna ilişkindir.
Tasarıda karı ve kocaya farklı görev ve sorumluluklar veren, kanun önünde
eşitsizliğe neden olan maddeler değiştirilerek "eşlerin, eşit haklara
sahip olmaları" sağlanmıştır. Bunlara örnek verecek olursak, tasarıdaki
186 ncı madde kapsamında "eşler evlilik birliğini beraberce yönetirler,
oturacakları konutu birlikte seçerler, eşler evlilik birliğinin giderlerine
emek ve malvarlıklarıyla katılırlar" hükmüne yer verilmiştir. Ayrıca "koca ailenin
reisidir" hükmü kaldırılmış, evlilik yaşı olarak -kadın ve erkek ayrımı
yapılmaksızın- 17 yaşın doldurulması koşulu getirilmiştir. Ayrıca, evlilik
birliğini, eşler eşit hak sorumluluk esasına göre temsil ederler. Ancak, Meclis Genel
Kurulunda görüşülmekte olan aile hukuku sorunlarına ilişkin tasarıdaki -tabiî
hepsi komisyonlardan geldiği gibi yasalaşırsa- takdir yetkisi yargıçlarımıza
ait olmak üzere, birer ihtisas alanı olan ve aile hukukundan doğan sorunların
çözümü, birer uzmanlık alanı olacağından, bir an önce aile mahkemelerinin
kurulması gereklidir. Laik ve eşitlikçi hukuk
düzeninin güçlenmesi, kadın hakları için değil, toplum ve demokratikleşmesi,
demokrasimiz açısından da büyük önem taşımaktadır. Ayrıca, bu kanun
tasarısının yasalaşması halinde, Türk toplumunun kutsal aile yapısının
bozulacağı, evlilik bireylerini bir şirket haline getireceği iddiaları da doğru
değildir; ancak, boşanma halinde, kapı önüne konulan, onlarca yıllık hizmeti
bir kalemde silinen kadınlarımızı, bir an olsun ferahlatmak ve güvenceye
kavuşturmak için asıl ve kanunî mal rejimi olarak "edinilmiş mallara
katılma" rejimi kabul edilmiştir. Ben inanıyorum ki, hiçbir
Türk erkeği ve erkeklerin büyük çoğunluğu bu iyileştirmelere karşı çıkmaz.
Sonuç olarak onlar da bir ananın evladıdır. Tabiî ki, gözü maldan başka bir şey
görmeyen, kadınlarımızı bir döl yatağı olarak gören erkek vatandaşlarımız
yukarıdaki çoğunluğun dışındadır. Bugün, ülkemizde bu
tasarı yürürlüğe girinceye kadar, kanunî mal rejimi, mal ayrılığı esasına
dayanan mal rejimidir. Yukarıdaki mal rejimine
ilişkin madde, Türkiye Büyük Millet Meclisi Genel Kurulunda uzun tartışmalardan
sonra kabul edilmiştir. Tüm üye arkadaşlara duyarlılıklarından dolayı teşekkür
ediyorum. Kanun tasarısının bu
şekliyle, o da, 1 Ocak 2002 tarihî itibariyle yürürlüğe girecek olması,
kamuoyunda büyük tartışmalara ve tepkilere neden olmakta ve olacaktır. Kadın kuruluşlarımızdan
bize ulaşan yukarıdaki tarihe kadar geçecek dönem için bugüne dek kadınlar
açısından oldukça olumsuz sonuçlar doğurduğu tartışmasız olan eski mal ayrılığı
rejimi aynen uygulanacaktır" denildikten sonra, kısaca "bir elle
verilen diğer elle geri alınmaktadır" diyorlar. Ayrıca, Medenî Yasanın
yürürlüğe giriş tarihiyle ilgili bir başka yasa tasarısında, hükümetten gelen
tasarının aksine, 10 uncu maddesinde yapılan bir değişiklik söz konusu.
Edinilmiş mallara katılma rejiminin, evliliklerin, yasanın yürürlük tarihinden
sonraki dönemi için uygulanması kabul edildi. Bu durum, ancak yasanın yürürlük
tarihinden sonraki evliliklere uygulanacağı, geçmiş evliliklere
uygulanamayacağı sonucunu doğurmakta olup, eşitlik kavramına ters sonuçlar
verecektir. Ayrıca, 10 uncu madde,
komisyondan geçtiği şekliyle yasalaşırsa, eski yasanın yetmişaltı yıllık
uygulamasının mağduru olan milyonlarca kadının mağduriyeti giderilmeyecek,
sadece kadınlar ve erkekler arasında değil, eski yasaya tabi kadınlarla, yeni
yasaya tabi kadınlar arasında eşitsizlikler ve ayrımcılıklar yaratılacaktır. Bu
durum, yukarıda belirttiğim gibi, Anayasanın eşitlik ilkesine ve Türkiye'nin
imza attığı uluslararası sözleşmelere de aykırılık teşkil etmektedir. Bu
nedenle, edinilmiş mallara katılma rejiminin, eşlerin eski ve yeni
evliliklerine bakılmaksızın, evlenme tarihinden itibaren uygulanması gerekir. Yüce Parlamentonun
değerli üyelerinin, yürürlük tarihiyle ilgili madde görüşüldüğünde gerekli
duyarlılıkları göstereceğine inanıyor, hepinize şimdiden teşekkür ediyorum.
(DSP sıralarından alkışlar) Ancak, bir husus var. Bu
da, sporcu kardeşlerimizle ilgili. Ben, Karate Federasyonunun fahrî başkanıyım.
Bu federasyon, ülkemize, 1998'de takım halinde bayanlar Avrupa ve dünya
şampiyonluğu, 1999'da takım halinde bayanlar Avrupa şampiyonluğu, 2000'de takım
halinde bayanlar Avrupa şampiyonluğu, 2001'de gençler ve erkekler takım halinde
dünya şampiyonluğu, 2001 yılı kasım ayında, benim de bulunduğum Sofya'daki
Balkan Şampiyonasında, minik yıldızlarda en fazla madalya ve takım halinde
(kız-erkek) birincilik kazandırmıştır. Bu spor dalımıza gerekli desteğin
verilmesini istiyorum; basınımızın da bu konuda gerekli ilgiyi göstereceğine inanıyorum.
Beni dinleme zahmetinde
bulunduğunuz için hepinize teşekkür ediyorum. (DSP sıralarından alkışlar) BAŞKAN- Sayın Aydınlı,
teşekkür ediyorum efendim. İki kere teşekkür ediyorum bu temenninizden dolayı. Şimdi söz sırası Saadet
Partisinde efendim. Birinci bölüm için
Sakarya Milletvekili Sayın Cevat Ayhan; buyurun efendim. Sayın milletvekilleri,
bundan sonra Sayın Bakan konuşacak, daha sonra oylama yapacağız; haberiniz
olsun, bir yere kıpırdamayın. Sayın Ayhan, siz, 10
dakika kullanacaksınız değil mi? CEVAT AYHAN (Sakarya) -
Evet Sayın Başkan. BAŞKAN - Buyurun. SP GRUBU ADINA CEVAT
AYHAN (Sakarya) - Muhterem Başkan, muhterem üyeler; Saadet Partisi adına, 723
sıra sayılı Medenî Kanun Tasarısı üzerinde, Dokuzuncu Bölümde konuşmak üzere
söz almış bulunuyorum. Konuşmaya başlarken,
mübarek ramazan ayına girmemiz sebebiyle, oruçlar, teravih namazları, dualarla
geçecek olan ramazan ayının, aziz milletimize, İslam âlemine ve bütün insanlığa
hayırlı olmasını ve saadetler getirmesini diliyorum. Muhterem arkadaşlar,
Medenî Kanun Tasarısı 1030 maddedir. Tabiî, bu kadar uzun bir kanun tasarısının
görüşülmesinin vakit alacağı düşünülerek, İçtüzükte milletvekillerinin maddeler
üzerinde konuşmasının engellenmesine rağmen -bu hükümet, iktidar tarafından- yine
de kısaltılmış, bölümler halinde müzakeresi Meclis gündemine alınmış
bulunmaktadır. Benim konuşmam, dokuzuncu
bölüm üzerinde olacak. Bu bölüm, Birinci Bölüm, irtifak hakları ve taşınmaz
yüküyle ilgili, 779 uncu maddeden 849 uncu maddeye kadar olan kısımdır. İkinci
Bölüm, taşınmaz rehniyle ilgili, 850 inci maddeden 938 inci maddeye kadar olan
bölümdür. Takriben 150 civarında madde. Tabiî, 20 dakikada ne kadar konuşulur,
o kadar konuşacağız. Maddeler üzerinde teknik teferruata inmek, bu süre içinde,
çok değerli hukukçu arkadaşlarımız için dahi mümkün değildir. Onun için, bu
bölüm başlıklarından sonra, kanun tasarısıyla ilgili tartışmalar hakkında bazı
hususları dikkatinize arz etmek istiyorum. Tabiî, değerli
arkadaşlar, tasarının itiraz edilen hususlarından biri, kullanılan
kelimelerdir, lisanıdır, dilidir. İkinci husus da, tasarının -şahsen, bunu arz
ediyorum- bütününü değiştirmek yerine, bugün için uygulamada, tatbikatta
sıkıntı veren maddeler, eksiklikler neyse onlarla ilgili bir tadilat metni
getirilir, 1 030 madde yerine -bu 30'dur, 40'tır, 50'dir, her ne ise- sınırlı
bir tasarı kabul edilir ve kanun, şikâyetçi olunan eksiklikleri giderilmiş
vaziyette uygulanmaya devam ederdi. Bendeniz, hukukçu
değilim, mühendisim; ama, tabiî, bir kişi olarak, okumuş yazmış bir insan
olarak, devamlı dinlemişizdir, okumuşuzdur -bunu hukukçular daha iyi bilir-
kanunların eskiliği makbuldür, kanunun yenisi makbul değildir. Niye; kanunlar
eskidikçe onların tatbikatıyla ilgili hem tatbik eden hukukçular hem de
vatandaş bakımından kanunun manası, medlulü anlaşılır ve ona göre herkes
hayatını, işini -neyse, kanun neyi ilgilendiriyorsa- ticaretini ona göre
düzenler; ama, siz kanunları ikide bir değiştirdiğiniz zaman, hele hele,
kelimeleri de değiştirdiğiniz zaman, kanunun tatbikini zorlaştırırsınız. 1960 darbesinden sonra,
hatırlıyorum, o zaman anayasa değişikliği gündeme gelmişti. İstanbul
Üniversitesinden hukukçu bir grup üniversite hocaları yeni bir anayasa yapmak
için toparlanmışlardı. O zaman Anayasa Ordinaryüs Profesörü Ali Fuat Başgil
Hoca vardı. Kendisi, o günlerde, bir seri makale yazdı; dedi ki:
"Anayasaların eskiliği makbuldür." Batı anayasalarından misaller
verdi; demokratik ülkelerden, demokrasinin, hukukun yerleştiği ülkelerden
misaller verdi. Tabiî, onun o ilmî mütalaaları sebebiyle kendisi ihtilal
idaresi tarafından tevkif edildi, Balmumcu'da haftalarca, aylarca hapsedildi.
Tahammülsüz bir anlayış tabiî. Biz 60 Anayasasını
değiştirdik; ama, 80'e geldik, olmadı dedik, yırttık attık, bir daha
değiştirdik; şimdi, tekrar, 20 madde, 30 madde değiştiriyoruz. Geçmişte, bu
Mecliste yine tartışıldı; uzun anayasa yerine, kısa, ana prensipleri vaz eden
anayasamız olsun. Bunu şunun için söylüyorum: 1 030 maddelik Medenî Kanun
yerine, ihtiyaç olan noktalarda değişiklik yapılırdı, bu tartışmalar da
olmazdı. Hâkim alışmış, savcı alışmış, vatandaş alışmış, avukat alışmış. Mesele
budur. İkincisi; tasarının
diliyle ilgili bir hususu arz etmek istiyorum, müsaade ederseniz. Bakın,
burada, bu bölümün ilk maddesi 779 uncu madde, eskisinde 703 üncü madde; okudum
ve mana itibariyle anlamaya çalıştım. Bu madde, irtifak haklarıyla ilgili bir
madde. Bu maddenin ikinci fıkrası "Yapma borçları, irtifaka başlı başına
konu olamaz; ona ancak yan edim olarak bağlanabilir" diyor. Meri olan
maddede de benzeri ifade var. Bunun ne manaya geldiğine baktım. Bununla ilgili
olarak Meclis içerisinde bulunan iki arkadaşla görüştüm. İkisi de bana manasını
söyleyemedi. Kelime olarak manasını anlıyorsunuz da, medlulü nedir, bunun
içinde ne var, neyi düzenliyor bu bilemediler. Ayıp mı bu; değil. Medenî hukuk
sahasında, hâkim olarak, savcı olarak, avukat olarak bu davalara girip çıkmamış
bir insan bu şeyleri, maddenin şeyini bilmeyebilir; hukukçu bilmiyor bunu.
Bunu, şunun için söylüyorum: Efendim, kelimeleri değiştirdik yeni nesiller
anlamıyor. Burada muhterem Bakanımız da ifade ettiler. Yani, şimdi, ben
mühendis olarak bunun içini bilemiyorum. Yani, manasını anlıyorum kelime
kelime; ama, bir avukat da bunu bilemiyor şey itibariyle. Şuraya gelmek
istiyorum: Yani, siz, üniversite mezunu, hatta üniversite hocası, çok iyi,
Türkçeyi kullanan, bilen, okuyan yazan insan olabilirsiniz; ama, felsefeci
değilseniz, önünüze bir felsefî metin konduğu zaman onu çözemezsiniz, hukukçu
değilseniz onu çözemezsiniz, doktor değilseniz, hekimliğe -doktorluğa- ait bir
şeyi çözemezsiniz, mühendis değilseniz belli sahada, bir mühendislik ibaresini
çözemezsiniz. Yani, onun için "efendim, üniversiteye gelenler anlamıyor;
avukatlar yahut hukukta okuyanlar anlamıyor." Bunu söylemeye hakkımız yok.
Çünkü, her mesleğin bir meslek terminolojisi, dili vardır; onu, o mesleğe giren
insan öğrenir, benimser ve onunla yaşar hale gelir. Üniversiteye gelen
hocalarımız, Sayın Bakan burada ifade ettiler, bir hocadan naklen
"efendim, gelen talebelere -öğrencilere- tercümanlık yapıyoruz."
Bunun iki sebebi vardır. Kelimeyi bilmiyorsa, mükellefiyeti bilmiyorsa, demek
ki, o, lisede iyi bir eğitim almamış. Sokak Türkçesiyle lise mezunu olur,
gelirse, kendi kültürünü, Fuzuli'yi, Yahya Kemal'i, Çalıkuşu'nu, bunları
anlayamıyorsa, okuyamıyorsa -bizim kültürümüze ait eserleri- onların
kelimelerine, manasına girememişse, elbette anlamaz. Onun için, dönüp burada,
lise eğitiminde, üniversiteye öğrenci hazırlayan eğitimde, kendi kültürümüzü,
kendi eserlerimizi okuyacak, anlayacak insan yetiştirmemiz lazım. BAŞKAN - Sayın Ayhan,
süreniz bitmek üzere. CEVAT AYHAN (Devamla) -
Teşekkür ederim. Müsaade ederseniz veyahut
arkadaşımız müsaade ederse bir iki dakikada bitirebilirim. BAŞKAN - Sayın Pamukçu da
sıkıştırıyor efendim. Size de saygımız sonsuz.
Bugün beni kırmayacağınızı ümit ediyorum. CEVAT AYHAN (Devamla) -
Siz, kendi kontenjanınızdan lütfedin Muhterem Başkan. Şimdi, size şunu
söyleyeyim: Bugün Shakespeare'in şu şeyini anlamıyor diye İngiliz çocukları,
Shakespeare'in eserlerini mi değiştirirsiniz?! Yani, biz, bugün, eğer, Reşat
Nuri Güntekin'in Çalışıkuşu'nu anlayamayan, Halide Edip'in eserlerini
anlayamayan, Yahya Kemal'in eserlerini anlayamayan öğrenci yetiştiriyorsak,
liseden, bu, bizim eğitimimizin zayıflığıdır; dönüp bu noktaya bakmamız lazım.
Yani, öğrenciler anlamıyor, değiştirelim; ne olacak; on sene sonra bir daha
değiştirilecek. (Mikrofon otomatik cihaz
tarafından kapatıldı) CEVAT AYHAN (Devamla) -
Biraz daha süre verirseniz... BAŞKAN - Efendim, tabiî,
ben size vereceğim; Sayın Bakan bile kırmadı, bundan sonra yarısını
konuşacaktı; siz de uyarsınız tahmin ediyorum. CEVAT AYHAN (Devamla) -
Peki, teşekkür ediyorum. İkinci bir husus olarak
da şunu arz etmek istiyorum: Reddi miras meselesi. Değerli arkadaşlar, Türkiye,
ikiyüz yıldır büyük bir değişimin içinden geçiyor. Tanzimat dönemi, cumhuriyete
kadar, selektif bir uygulama dönemiydi. Yani, iki kültür bir aradaydı; Batı'dan
gelen, bizim kendi kültürümüz arasında seleksiyon. Tabiî bir değişimdi bu, tedricî bir değişimdi; ama, cumhuriyetten sonra
zecri bir değişim dönemi oldu. Tercihtir... Geçmişe ait bütün şeyler
değiştirildi; Medenî Kanun, Ticaret Kanunu, her şey değiştirildi ve tabiî,
imparatorluktan cumhuriyete geçerken de, kendi iddiaları için o dönemde öyle
olma ihtiyacı vardı; ama, aradan yetmişsekiz yıl geçmiş. Bu milletin tarihi de
yetmişsekiz yıl değil ki. Biz, bin yıldır Anadolu'dayız. Ondan önce de başka
mekânlarda vardık, bugün de o mekânlarda kardeşlerimiz var. Onun için, bir
devletin, bir milletin, büyük devlet ve millet olması, geçmişten geleceğe
uzanmasına bağlıdır. Yahya Kemal'e "sen
harabisin, harabatisin" dendiği zaman "ben ne harabiyim ne
harabatiyim, kökü mazide olan atiyim" derdi. (Mikrofon otomatik cihaz
tarafından kapatıldı) BAŞKAN - Efendim, 2
dakikalık eksüre de bitti, herhalde toparlarsınız. CEVAT AYHAN (Devamla) -
Yani, bir Adalet Bakanlığının da, hukuk camiasının da, devleti idare eden
kademede bulunan insanların da millet kültürüne bir bütünlük içinde bakma
ihtiyacı var. 1920'lerin konjonktürü
farklıydı, bugün farklı. Şimdi CHP kuruluyor; DSP, getirsin, altı oku alsın
bakayım parti programına... Atatürk zamanında, o, hem Halk Partisinin,
fırkasının programıydı hem de Anayasada vardı. Getirin, koyun bakayım...
Bugünkü maslahata uymuyor. Ne yapacaksınız? Bu, reddi miras mı oluyor yani?!
Bugünün ihtiyaçları neyse, kanunları buna göre düzenlemeye mecbursunuz. Katı
kalıplarla, dar kafalarla meseleye yaklaşmayın diyorum. Hepinizi hürmetle
selamlıyorum. (SP sıralarından alkışlar) BAŞKAN - Teşekkür
ediyorum efendim. Saadet Partisi Grubu
adına ikinci söz, Bayburt Milletvekili Sayın Suat Pamukçu'da. (SP sıralarından
alkışlar) Buyurun Sayın Pamukçu. Efendim, size, 10 dakika,
ben kendi kontenjanımdan verdim; kontenjan da yok ya... Başkalarından kestik,
Sayın Ayhan'a verdik. SP GRUBU ADINA SUAT
PAMUKÇU (Bayburt) - Teşekkür ederim Sayın Başkan. Sayın Başkan, değerli
milletvekilleri; Yüce Heyetinizi saygıyla selamlıyorum. Medenî Kanunun sınırlı
aynî haklarla ilgili düzenlemeler içeren bölümü üzerinde, Saadet Partimiz
Grubunun görüşlerini iletmek üzere söz aldım. Sözlerime başlarken, Yüce
Heyetinizin ve aziz milletimizin ramazanı şerifini tebrik ediyor, hayırlara
vesile olmasını diliyorum. Bölümle ilgili
görüşlerimize geçmeden önce, birkaç kavram üzerinde durmayı, konunun
aydınlanması ve Partimizin görüşlerinin kamuoyumuza ve Yüce Heyetinize arzını
uygun bulduk. Eşya üzerindeki intifa ve
tasarruf yetkisine hak diyoruz ve bu tanımdan hareketle, hakları üçe
ayırabiliriz. Bunlardan birincisi, eşya üzerinde hem rakabe hem de intifa hakkı
tanıyan tam mülkiyet hakkıdır; bir diğeri, sadece intifa hakkı tanıyan menfaat
mülkiyetidir; bir diğeri de, ayn'a bağlı olarak, yani, irtifak hakkı dediğimiz
haklardır. Konumuzla ilgisi dolayısıyla, konuşmamızda, yalnızca, intifa hakkı
ve irtifak hakkı üzerinde duracağız; ancak, önce, hakkın kaynağı nedir, nereden
neşet eder, önemine binaen ve görüşlerimizin daha iyi anlaşılması açısından
izah etmek ihtiyacını duyduk. Hakkın kaynağı açısından
iki ayrı görüş ifade edilir. Bunlardan birincisi, maddeci görüştür; Batı'nın
görüşüdür ki, bunlara göre, hak, dört şeyden doğar. Birincisi, kuvvet- Batı
anlayışına göre, kuvvet- bir hak sebebidir; ikincisi, çıkar, hak sebebidir;
üçüncüsü, çoğunluk, hak sebebidir ve dördüncüsü de, imtiyaz, hak sebebidir.
Bugün yaşadığımız birtakım olaylara da baktığımız zaman, tarihteki olaylarla
birlikte değerlendirdiğimiz zaman, bunların ne anlama geldiğini ayrıca izah
etmeye gerek kalmaz inancındayım. Diğer bir hak anlayışına
göre -ki, biz, Saadet Partisi olarak bu anlayıştayız- yine, hakkın dört kaynağı
var. Bunlardan birincisi, insanların doğuştan ya da yaradılış itibariyle sahip
olduğu haklardır ki, bunlara biz, insan hakları da diyoruz. Mesela, yaşama
hakkı, mülkiyet hakkı, inanma ve inancını yaşama, yaşatma hakkı gibi. Bize göre bir diğer hak
sebebi, emek karşılığı hak. Yani, bir kimse, bir emek sarf etmiş, alınteri
dökmüş; bu kişinin bir şey talep etmesi, hakkıdır. Diğer bir hak sebebi de,
sözleşmelerden doğan haklardır. İster kişiler arasında olsun ister devletler
arasında olsun, yapılan sözleşmelerden haklar doğar. Dördüncüsü de, adalet
gereği olan haklardır; eşit işe eşit ücret gibi. Konumuzla ilgili bölümde,
tabiî, kanun, kendi içerisinde bir tasnif yapmış, bu tasnifin detayına girecek
değilim; ancak, konumuzla alakalı olduğunu söylediğim intifa ve irtifak
haklarıyla ilgili bazı hususları ifade etmek isterim. İntifa hakkını, şahsî
yararlanma anlamında da tanımlayabiliriz. Bu hak, şu şekillerde tesis
edilmektedir: Yetkili merci tarafından verilen izinle, özel mülk sahibinin
eşyadan faydalanmaya izin ve ruhsat vermesiyle, intifa hakkı veren akit ve
tasarruflarla bu hak tesis edilebilmektedir. Bu hakkın özellikleriyle ilgili de
şunları söylemek mümkün: Zaman, yer ve vasıf yönünden sınırlandırılmaları
mümkündür. Miras yoluyla intikal etmezler. İntifa hakkı sahibi, yararlandığı
eşyayı kasten telef ederse, tazmin etmekle yükümlü olur. İntifa hakkı bedelsiz
elde edilmişse, yararlanılan eşyanın koruma masrafları intifa edene ait olur.
İntifa hakkı sona erince, malın veya eşyanın rakabesi de malikine rücu eder. Bu hak, şu hallerde de
son bulmaktadır: Şahsa bağlı olanlarda hak sahibinin ölümüyle, kiralarda mal
sahibinin ölümüyle, intifa süresinin dolmasıyla, intifa konusu eşyanın zayi
olmasıyla sona ermektedir. İrtifak haklarına
gelince: Bunları da, bir gayrimenkul üzerinde, başka bir şahsa ait diğer bir
gayrimenkulün yararına olarak tesis edilen haklar diye tanımlamak mümkün. Bu
haklar da, akit içindeki hükümlerle; yani, bir gayrimenkulü içerisinde bulunan
irtifak haklarıyla birlikte satın almak gibi bir akit yapılmışsa, bu şekilde
irtifak hakları tesis edilebilir; bizatihi irtifak haklarının satın aktiyle,
devriyle mümkündür, kamu mallarından toplumun istifade etmesiyle mümkündür
-mesela yol, cadde, sokak gibi- vasiyet, zamanaşımı, izin, komşuluk hak ve kat
hakkı yoluyla da tesisi mümkündür. Bu hakkın başlıcalarını
sıralarsak, bunların içerisinde, özellikle, kaynak irtifakı, mecra ve kirli
suları akıtma irtifakı, geçit irtifakı, üst hakkı, kat irtifakını saymak
mümkündür. Özellikleriyle ilgili de,
irtifak hakları süreklidir, miras yoluyla intikal edebilir ve devredilmesi
mümkündür. Sayın Başkan, değerli
milletvekilleri; görüşmekte olduğumuz kanunun adı üzerinde de birkaç cümleyle
durmak istiyorum. Kanunun adı niçin Türk Medenî Kanunudur? Tamamen İsviçre
Medenî Kanunundan tercüme edilmiş bir kanun. "Medenî" kelimesinin
tanımı nedir? Hars ile alakasıyla bu kanunun hülasası, tamamen Batı
medeniyetidir. Türk insanının harsı yok mudur? Bin yıllık tarihî seyir
içerisinde oluşmuş bir kültür var iken, bu kültürden hareketle bir medenî kanun
hazırlanıp, Yüce Heyetimizin huzuruna getirmek var iken, hiçbir şekilde izahı
mümkün olmayan bir davranışla İsviçre Medenî Kanununun tercüme edilerek buraya
getirilmesi, bu millete ve Yüce Meclise yakıştıramayacağımız bir husustur. Kaldı ki, yasanın çok
kötü bir şekilde tercüme edilmesiyle de orijinalinden uzak, Türk insanının
anlaması mümkün olmayan bir hilkat garibesine dönüşmüş olması da ayrıca
düşündürücüdür. "Medenî"
kelimesi, uygar, çağdaş, kültürlü anlamındaysa, bu kelimenin de tanımı
yapılmalıdır. Sayın Başkan "şehirli" anlamına geldiğini ifade ettiler
bir konuşmalarında, burada; doğrudur; ancak, bu, çok basit bir tanımlama olur.
Yani "şehirli" anlamına geliyor derseniz, sanki köyde oturan
yurttaşlarımız bu kanun kapsamı dışında kalıyor gibi bir anlam çıkabilir.
Halbuki, Araplarda, Medineli yani şehirli olanlara, aynı zamanda, kültürlü,
bilgili ve anlayışlı anlamına gelen "medenî" de denilmiştir. Çok kısa
ve dar anlamda, medenî olmayı, bir parkta bank üzerinde oturup elma yiyen bir
kimsenin, yediği elmanın en az yarısını yanında oturan kişiye ikram eden veya
komşusu açken tok uyumayan ya da... (Mikrofon otomatik cihaz
tarafından kapatıldı) SUAT PAMUKÇU (Devamla) -
Çok kısa, bitireceğim efendim. BAŞKAN - Buyurun efendim. SUAT PAMUKÇU (Devamla) -
...kendisi için istediği bir güzelliği, diğer insanlar için de isteyen kişinin
davranışı diye tanımlayabiliriz. Bu tanımlardan hiçbirisine İsviçre veya Batı
kültürüyle yetişmiş bir insan giremez. "Medenî" kelimesini başka
şekilde de tanımlayabiliriz. Mesela, insan niçin vardır, insanı diğer
varlıklardan ayıran özellikler var mıdır, varsa nelerdir sorularına cevap
aradığımız zaman, medenî insanı da tanımlamış oluruz. İnsanla diğer varlıklar
arasında dört önemli fark var: İnsan, diğer varlıklardan farklı olarak, iyi ile
kötüyü, güzel ile çirkini, faydalı ile zararlıyı, adalet ile zulmü ayırt etme
özellikleriyle yaratılmıştır. Dolayısıyla, bir insan, iyinin, güzelin,
faydalının ve adaletin hâkim olması, üstün olması için ne kadar çaba harcıyorsa
o derece medenîdir; böyle bir gayreti yoksa, tam aksine, kötünün, çirkinin,
zararlının ve zulmün hâkim olması için çalışıyorsa veya çalışanlara destek oluyorsa
yahut sessiz kalıyorsa, bu insana medenî denilemez. İsviçreli ya da Batılı, bu
tanımlamanın hiçbirisine uymamaktadır. Gönül isterdi ki, Saadet
Partisi olarak Grubumuzun talebi, Medenî Kanunun izah ettiğimiz temel
görüşlerimiz esas alınarak hazırlanması ve bütün insanlığın saadetine vesile
olacak böyle bir kanunun bu Mecliste kabul edilmesidir. Sayın Başkan, Medenî
Kanunun görüşmeleri vesilesiyle, Partimizin görüşlerini açıklamamıza imkân
verdiğiniz için, size teşekkür ediyorum. Sizi ve değerli milletvekillerimizi
saygıyla selamlıyorum, aziz milletimize saadetler diliyorum. (SP sıralarından
alkışlar) BAŞKAN - Teşekkür
ediyorum Sayın Pamukçu. Sayın Bakan, buyurun
efendim. Sayın Bakan, ifadenize
göre ayarlayayım mı? 10 dakika... Buyurun. ADALET BAKANI HİKMET SAMİ
TÜRK (Trabzon) - Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; gruplar adına yapılan
konuşmalarda, çok değerli görüşler açıklandı. Bu arada, hâlâ, kanunun geneli
üzerinde de görüşler açıklanmaya devam ediliyor. Öyle anlaşılıyor ki, 1926'da
neden Türk Medenî Kanununun yapıldığı, bu kanunun neden İsviçre Medenî
Kanunundan alındığı, hâlâ, soru konusu oluyor. Aslında, bütün bunlar, şimdi
huzurunuzda bulunan Türk Medenî Kanunu Tasarısının gerekçesine alınan 1926
gerekçesinde ayrıntılı olarak anlatılmıştır. Sadece bu dahi, o gerekçenin bu
tasarının gerekçesinde de yer almasının ne kadar gerekli olduğunu ortaya
koymaktadır. "Medenî Kanun"
terimi, yalnız Türkiye'de değil, hemen hemen bütün dünyada kullanılan bir
terimdir. Kişiler hukuku, aile hukuku, miras hukuku, eşya hukuku, hatta, bazı
ülkelerde borçlar hukuku, hatta, ticaret hukuku dahi bu başlık altında, büyük
kanunnamelerde toplanmaktadır; bizde de yapılan budur. Daha önce, adı hakkında,
ben etimolojik açıklama yapmıştım. Bir kez daha söylemek gerekirse, Medenî
Kanun, bir sitede, bir şehirde, bir ülkede yaşayan insanların -yurttaş olmaları
gerekli değil- hepsinin ortak kanunu anlamında kullanılmaktadır. Biz,
"Türk Medenî Kanunu" terimini koruduk. Bu dahi, dil
sadeleştirilmesinde ne kadar ölçülü davranıldığını gösterir. Aşırılığa
gidilmemiştir, yaşayan terimler kullanılmıştır, yaşayan hukuk dili bu kanun
tasarısında ifadesini bulmuştur. Şunu da söyleyeyim ki,
bazı arkadaşlarımızın belirli konulardaki tereddütlerini gidermek için, miras
hukukunda, tarımsal arazinin bölünmesini önleyici yeterli hükümler
getirilmiştir. Yürürlükteki Medenî Kanunda da belli bir ölçüde bu hükümler
vardı, yeni kanun tasarısında da bu hükümler daha güçlendirilmiş olarak
getirilmiştir. Ayrıca, evlilik birliğindeki mal rejimlerinin de işletmelerin
bütünlüğünün bozulmasına yol açmaması konusunda tasarıda hükümler
bulunmaktadır. Yeni tasarıda mal
rejimleri, aile birliğini, evlilik birliğini bir şirkete dönüştürmeyi
amaçlamamaktadır; aksine, evlilik birliğinin maddî temellerinde de eşitliği
sağlamaktadır. Böylece, evlilik birliği, her yönden eşit insanların mutluluğunu
ifade eden bir kavram haline gelmektedir. Türk Medenî Kanun
tasarısı çıktıktan sonra, mutlaka çok yoğun bir eğitim programı uygulamak
gerekir. Biz, Adalet Bakanlığı olarak, kanun tasarısı Yüce Meclis tarafından
kabul edildikten hemen sonra, hâkimlerimiz ve cumhuriyet savcılarımız için
yoğun bir hizmetiçi program uygulamaya başlayacağız. Bu program, özellikle,
hukuk hâkimlerimize yönelik olacaktır; ama, bu programı sadece hâkimlerimizle
sınırlı tutmamak gerekir, bütün milletimize bu kanunun getirdiği yenilikleri
anlatmak zorundayız. Bunun için, bir konuşmacı arkadaşımızın söylediği gibi,
diğer bakanlıklarla işbirliği yapmak suretiyle ve çağdaş iletişim araçlarından yararlanmak
suretiyle, yeni Türk Medenî Kanununun bütün milletimize tanıtılması için
gerekenleri yapacağız. Tasarının Dördüncü
Kitabının İkinci Kısmı, sınırlı aynî haklarla ilgilidir. Bu kısım"İrtifak
Hakları ve Taşınmaz Yükü" , "Taşınmaz Rehni" ve "Taşınır
Rehni" başlıklarını taşıyan üç bölümden oluşmaktadır. Birinci Bölümde, ayırım
başlıkları itibariyle "Taşınmaz Lehine İrtifak Hakkı" , "İntifa
Hakkı ve Diğer İrtifak Hakları" ile "Taşınmaz Yükü"
düzenlenmiştir. Yürürlükteki kanunda
karşılığı bulunmayan yeni 789 uncu maddede, tarla yolu, yaya veya araba geçidi
gibi geçit hakları ile hayvan otlatma, hayvan sulama, tarlalara ve arklara su
alma hakları gibi haklar bakımından, özellikle, ülkemizde kendini gösteren bir
ihtiyacı karşılamak üzere ve ülkemizin yapısına uygun düşecek şekilde, söz
konusu hakların kapsamını belirlemede, taraflar arasındaki anlaşma veya özel
kanun hükümlerinin, yoksa, yerel âdetin uygulanacağı hükmü getirilmiştir. Yürürlükteki kanunun 713
üncü maddesinin karşılığı olan yeni 790 ıncı maddenin birinci fıkrasında,
kaynak kanunun 741 inci maddesi göz önünde tutulmak suretiyle, irtifak hakkının
kullanılması için gerekli tesislerin bakımının, yararlanan taşınmaz malikine
ait olacağı belirtilmiştir. Ormanlar üzerindeki
intifa hakkını düzenleyen ve yürürlükteki kanunun 742 nci maddesini karşılayan
818 inci maddede, intifa hakkı sahibinin, ormandan, ancak özel kanun
hükümlerine uygun bir işletme planı çerçevesinde yararlanabileceği
vurgulanmıştır. Yürürlükteki kanunun 755
inci maddesinden farklı olarak, tasarının 840 ıncı maddesiyle, taşınmaz yükünün
tapuya tescilinde, taşınmaz yükünün değeri olarak, Türk parasının yanı sıra,
yabancı parayla belirlenmiş bir miktar gösterilme olanağı da getirilmiştir. Bu,
yabancı sermaye girişini, dış kaynaklı kredi bulunmasını kolaylaştırmayı
amaçlayan bir hükümdür. İkinci Bölümde, taşınmaz
rehniyle ilgili hükümlere yer verilmektedir. Bu bölümde, ayırım başlıkları
itibariyle, "Genel Hükümler", "İpotek", "İpotekli Borç
Senedi ve İrat Senedi" ile "Taşınmaz Rehniyle Güvence Altına Alınan
Ödünç Senetleri" düzenlenmiştir. Yürürlükteki kanunun 766
ve 766/a maddelerini karşılayan 851 inci maddede, yabancı para üzerinden
taşınmaz rehni kurulabilmesine olanak tanıyan hükümlerle, yine, yabancı para
cinsinden kredi bulunması, dış kaynaklı kredi bulunması kolaylaştırılmak
istenmiştir. Yürürlükteki Kanunun 772
nci maddesini karşılayan 857 nci maddeye eklenen yeni bir hükümle, bir veya
birkaç pay üzerinde rehin kurulduktan sonra, o taşınmazın tümü üzerinde rehin
kurulması yasaklanmıştır. Bu hükümle, öyle bir rehnin paraya çevrilmesinde
karşılaşılacak zorlukların önlenmesi amaçlanmıştır. İpotek ve ipotekli borç
senedi ve irat senedi konularında, yürürlükteki Kanun hükümleri esas alınmış,
kaynak kanun hükümleri de dikkate alınarak, bazı düzeltme ve değişikliklere yer
verilmiştir. Tasarının, yürürlükteki
Kanunda karşılığı bulunmayan 892 nci maddesinde, aksi Kanunda belirtilmedikçe,
Kanundan doğan ipotek haklarının doğumu için tapuya tescil zorunlu
sayılmamıştır. Kaybedilen senedin iptali
konusunda, yürürlükteki Kanunun 839 uncu maddesini karşılayan Tasarının 925
inci maddesinde, Türk Ticaret Kanununun 575 inci maddesi göz önüne alınarak,
iptal kararı verilmesi için, yürürlükteki Kanunda sözü edilen itiraz müddeti
yerine, ibraz süresinin bir yıl olduğu belirtilmiştir. Yüce Meclisi saygıyla
selamlıyorum. (DSP sıralarından alkışlar) BAŞKAN - Sayın Bakanım,
teşekkür ediyorum. "Sayın Bakan kısa
konuşmaz" diyenleri de mahcup ettiniz; çok teşekkür ediyorum efendim. ÖMER VEHBİ HATİPOĞLU
(Diyarbakır) - Karar yetersayısının aranılmasını istiyoruz Sayın Başkan. BAŞKAN - Teravi vardı,
gitmediniz mi?! CEVAT AYHAN (Sakarya) -
Teravi saat 19.00'da başladı Sayın Başkan. BAŞKAN - Buradaki
mescitte de kılabilirdiniz efendim. CEVAT AYHAN (Sakarya) -
Lütfedip ara verirseniz, gideriz Sayın Başkan. BAŞKAN - Efendim, neyin
karar yetersayısını istediniz; bana anlatın bakalım!.. CEVAT AYHAN (Sakarya) -
Bölümün oylaması için. BAŞKAN - Ben daha
önergeleri okutmadım ki, neyi oylayacağım?! Daha oylamıyorum efendim; istirham
ederim... Size bağlı; çalışma süremizin bitmesine 1 saat var; isterseniz
çalışırsınız, Medenî Kanun Tasarısının 10 uncu bölümüne geçmiş oluruz,
istemezseniz çalışmayız. Şimdi, 9 uncu bölümle
ilgili; yani, 840 ve 851 inci maddeleri değiştiren 2 adet önerge vardır; bu
önergeleri geliş sıralarına göre okutup, madde numaralarına göre de işleme
alacağım efendim. Türkiye Büyük Millet
Meclisi Başkanlığına Görüşülmekte olan 723
sıra sayılı kanun tasarısının 851 inci maddesinin ikinci fıkrasının birinci
cümlesinin aşağıdaki şekilde değiştirilmesini arz ve teklif ederiz.
"Yurt içinde veya
dışında faaliyette bulunan kredi kuruluşlarınca yabancı para üzerinden veya
yabancı para ölçüsü ile verilen kredileri güvence altına almak için yabancı
para üzerinden taşınmaz rehni kurulabilir." BAŞKAN - İkinci önergeyi
okutup, işleme alacağım. Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına Görüşülmekte olan 723
sıra sayılı yasa tasarısının 840 ıncı maddesinin ikinci fıkrasındaki "veya
yabancı para ile" ibaresinin madde metninden çıkarılmasını arz ve teklif
ederiz.
BAŞKAN - Komisyon?.. ADALET KOMİSYONU BAŞKANI
EMİN KARAA (Kütahya) - Katılmıyoruz Sayın Başkan. BAŞKAN - Hükümet?.. ADALET BAKANI HİKMET SAMİ
TÜRK (Trabzon) - Katılmıyoruz. BAŞKAN - Sayın Fethullah
Erbaş, gerekçeyi mi okuyalım efendim? FETHULLAH ERBAŞ (Van) -
Cevat Ayhan Bey konuşacak efendim. BAŞKAN - Sayın Cevat
Ayhan, buyurun. CEVAT AYHAN (Sakarya) -
Muhterem Başkan, muhterem üyeler; önergemiz, 840 ıncı maddeyle ilgilidir.
Burada "tescilde, taşınmaz yükünün değeri olarak Türk parası veya yabancı
para ile belirlenmiş bir miktar gösterilir" deniliyor. Bu "yabancı
para" ibaresinin çıkarılmasını istiyoruz. Bir taraftan, hükümet, Türk
parasını güçlendirelim diye kampanya yürütürken, -zaten, Türk parasının değeri,
fevkalade kaybolmuş gitmiş- bir de yabancı para alternatifini getirirsek,
ceplerimizde dolaşan dolarları, markları, bir de kanunun içine koyarak, teşvik
etmiş oluruz. Onun için, bunun çıkarılmasını istiyoruz. Önergemizin mahiyeti budur.
Tabiî, bu vesileyle, şunu
da, müsaadenizle arz etmek istiyorum: Burada konuşan arkadaşlar, mecelleden
Medenî Kanuna geçişi izah ederken, mecellenin saçma sapan birtakım bölümleri
olduğunu ifade ettiler. Değerli arkadaşlar,
tabiî, beğenirsiniz beğenmezsiniz, tercih edebilirsiniz; Roma hukukunu
alırsınız, İslam hukukunu alırsınız, başka hukuku alırsınız; bu, sizin iradeniz
dahilindedir; ama, beğenmediğinizi tahkir etmeye hakkınız yok, onu söylüyorum. Şimdi, bakın, merhum Ömer
Nasuhi Bilmen'in, eski Diyanet İşleri Başkanının bir eseri vardır, hukukçu
arkadaşlar bilirler, benim de kütüphanemde var; bu "Hukuk-u İslâmiyye ve
Islahat-ı Fıkhiyye Kâmûsu" diye, 8 ciltlik bir eserdir. İstanbul Üniversitesi,
daha 1950'den önce, bunu Ömer Nasuhi Hocaya havale etmiş, rica etmiş, böyle bir
eserin yazılması için; o da yazmış ve bu esere takriz olarak, önsözde,
Ordinaryüs Prof. Sıddık Sami Onar'ın, Prof. Hüseyin Naili Kubalı'nın ve Prof.
Hıfzı Veldet Velidedeoğlu'nun önsözleri var, hepsi 3-5 sayfa, uzun, onları anlatacak
değilim. Burada, Sıddık Sami Hoca
diyor ki: "Bu eser, gelecekte kanun vazıılarına -yani, kanun
hazırlayacaklar için- fevkalade mühim bir kaynaktır." Bir şey daha
söylüyor, Hüseyin Naili Kubalı Hocanın "Roma hukuku ölü hukuktur; ama,
İslam hukuku canlı bir hukuktur, birçok ülkede, Ortadoğu'da
uygulanmaktadır" sözü, eserin değerini ortaya koyan fikirlerini de ifade
ediyor. Tabiî, mecelle İslam
hukukudur; bu bahsettiğim eser de, yine İslam hukukunun esaslarını ortaya koyan
eserdir. Medenî Kanuna geçiş, 20
nci Yüzyılın başında, cumhuriyet kurulduğu zaman, o zamanki Meclisin
tercihidir. Kendi mantığı içerisinde haklılığı olabilir; ama, oradaki önsözü
de, bugün nakledilmiş olan yeni önsözü de tasvip etmiyorum, onu ifade edeyim.
Biraz önce konuşmamda da arz ettim. Biz, binlerce yılın bir
milletiyiz; geçici bir döneme ait değerlendirmeleri bütün millet kültürüne ve
değerlerine teşmil etmek mümkün değil. Bir tez vardır, antitez vardır, ondan
sonra da sentez vardır. Bugün, Türkiye, sentez dönemindedir. Eğer, biz bu
sentezi, Türkiye'de yapabilirsek, Türkiye'nin önünü açarız; yapamazsak,
birbiriyle inatlaşan, birbirine kapalı kesimler halinde Türkiye'yi de yer
bitiririz, kendimizi de yer bitiririz diyorum, tekrar hürmetlerimi arz
ediyorum. Teşekkür ederim. (SP
sıralarından alkışlar) BAŞKAN - Efendim,
Hükümetin ve Komisyonun katılmadığı önergeyi oylarınıza sunacağım... LÜTFÜ ESENGÜN (Erzurum) -
Karar yetersayısı... BAŞKAN - Sizden evvel
istedi Sayın Hatipoğlu. Karar yetersayısının
aranılması istendi efendim. Karar yetersayısının aranılması istendiği için,
oylamayı, elektronik cihazla yapacağım. Odalarında olan sayın
milletvekilleri, evlerine gidenler teşrif etsinler; bu Medenî Kanun Tasarısının
müzakerelerini bitirelim efendim, dört hafta oldu, son bölüme geçiyoruz... Oylama için 5 dakika süre
veriyorum ve oylamayı başlatıyorum: (Elektronik cihazla
oylama yapıldı) BAŞKAN - Karar
yetersayısı yoktur. Birleşime 10 dakika ara
veriyorum. Kapanma Saati: 19.15 ÜÇÜNCÜ OTURUM Açılma Saati: 19.29 BAŞKAN: Başkanvekili Mustafa Murat SÖKMENOĞLU KÂTİP ÜYELER: Mehmet AY (Gaziantep), Şadan ŞİMŞEK (Edirne) BAŞKAN - Sayın
milletvekilleri, 21 inci Birleşimin Üçüncü Oturumunu açıyorum. 723 sıra sayılı kanun
tasarısının görüşmelerine kaldığımız yerden devam edeceğiz. V. - KANUN TASARI VE TEKLİFLERİYLE KOMİSYONLARDAN GELEN DİĞER İŞLER (Devam) 2. - Türk Medenî Kanunu Tasarısı ile Türk Kanunu Medenisinde
Değişiklik Yapılması Hakkında Kanun Tasarısı ve Ankara Milletvekili Yücel
Seçkiner'in; Ankara Milletvekili Esvet Özdoğu ve Dört Arkadaşının; Aynı Kanunda
Değişiklik Yapılması Hakkında Kanun Teklifleri ve Adalet Komisyonu Raporu
(1/611, 1/425, 2/361, 2/680) (S. Sayısı: 723) (Devam) BAŞKAN - Komisyon ve
Hükümet yerinde. Fethullah Erbaş ve
arkadaşlarının önergesinin oylanması sırasında karar yetersayısı bulunamamıştı. Komisyon ve hükümetin
katılmadığı önergeyi tekrar oylarınıza sunacağım, karar yetersayısını
arayacağım; gene bulamazsam, gene ara verip, gene arayacağım efendim. Benim hakkım üç sefer
efendim. İstirham ederim. 120 arkadaşımız burada bekliyorsa, ben de beklerim. Oylamayı başlatıyorum. (Elektronik cihazla
oylamaya başlanıldı) İHSAN ÇABUK (Ordu) -
Sayın Başkan, hani nerede Fethullah Erbaş? BAŞKAN - Fethullah Erbaş
burada efendim. Fethullah Erbaş çok ciddî
bir milletvekilimizdir; her zaman hazır ve nazırdır. Onların da hakkı tabiî...
Herkes hakkını kullanacak; bu akşam ben de kullanıyorum. Belki, sayın bakanlar
-15 bakan- gelse, bu işi bitireceğiz. Sesimi duyuyorlar mı duymuyorlar mı,
bilmiyorum. Efendim, 15 bakan gelse,
vekâleten oy kullansa, iş bitecek. Medenî Kanun Tasarısının
sonuna yaklaştık, bitti, bitiyordu. FETHULLAH ERBAŞ (Van) -
Perşembeye kadar bitiririz, söz. BAŞKAN - Efendim,
perşembe günü son bölümü ancak görüşürüz; çünkü, malum, mübarek ramazan
başladı, perşembe günü 12.00 ile 16.00 saatleri arasında çalışacağımıza göre...
Bugün, eğer, bunu bitirebilme hünerini gösterebilseydik, gelecek perşembe günü
tasarının görüşmelerini tamamlayabilirdik. Böylece, Türk Milletinin yarısının heyecanla
beklediği, yarısının beklemediği kanun da çıkmış olacaktı. (SP sıralarından
"Doğru" sesleri) Yani, Sezar'ın hakkını Sezar'a veriyorum; tümünü
demedim. Efendim, elektronik
cihaza giremeyenler pusula gönderebilirler. Vekâleten oy kullanacak Sayın Bakan
varsa, kullansınlar. ÖMER VEHBİ HATİPOĞLU
(Diyarbakır) - Bakanlar yok! BAŞKAN - Bugün Sayın
Çağan'dan başka Bakanımız yok. Daha nasıl anons edeyim. Efendim, karar
yetersayısı bulunamazsa, bir daha ara verip, bekleyeceğim. Bunun faydası, hiç
olmazsa, gelecek perşembe Medenî Kanun görüşülürken, 10 uncu bölüme, son bölüme
geçiş imkânı sağlamış olacağız; daha çabuk bitirme imkânımız olur. Onun için,
kendi yetkimi kullanacağım müsaade ederseniz... (Elektronik cihazla
oylamaya devam edildi) BAŞKAN - Efendim, çok az
eksiğimiz kaldı; onun için, 10 dakika ara vereceğim, daha çalışma süremiz var. Karar yetersayısı
bulunamadığı için, birleşime 10 dakika ara veriyorum. Kapanma Saati : 19.35 DÖRDÜNCÜ OTURUM Açılma Saati: 19.40 BAŞKAN: Başkanvekili Mustafa Murat SÖKMENOĞLU KÂTİP ÜYELER: Mehmet AY (Gaziantep), Şadan ŞİMŞEK (Edirne) BAŞKAN - Sayın
milletvekilleri, 21 inci Birleşimin Dördüncü Oturumunu açıyorum. 723 sıra sayılı kanun
tasarısının görüşmelerine kaldığımız yerden devam ediyoruz. V. - KANUN TASARI VE TEKLİFLERİYLE KOMİSYONLARDAN GELEN DİĞER İŞLER (Devam) 2. - Türk Medenî Kanunu Tasarısı ile Türk Kanunu Medenisinde
Değişiklik Yapılması Hakkında Kanun Tasarısı ve Ankara Milletvekili Yücel
Seçkiner'in; Ankara Milletvekili Esvet Özdoğu ve Dört Arkadaşının; Aynı Kanunda
Değişiklik Yapılması Hakkında Kanun Teklifleri ve Adalet Komisyonu Raporu
(1/611, 1/425, 2/361, 2/680) (S. Sayısı: 723) (Devam) BAŞKAN- Komisyon ve
Hükümet yerinde. Fethullah Erbaş ve
arkadaşlarının önergesinin oylanmasında karar yetersayısı bulunamamıştı. Komisyon ve Hükümetin
katılmadığı önergeyi tekrar oylarınıza sunmadan evvel, Sayın Fethullah Erbaş'ın
bir ifadesi var. Buyurun efendim. FETHULLAH ERBAŞ (Van) -
Sayın Başkanım, Meclisin bu saatte kilitlenmesine gönlüm razı olmadığı için,
önergemi geri çekiyorum efendim. (DSP, MHP ve ANAP sıralarından alkışlar) BAŞKAN - Teşekkür
ediyorum efendim. İşte, demokrasi bu;
uzlaşma rejimi bu. Efendim, diğer önergeyi
okutuyorum: Türkiye Büyük Millet
Meclisi Başkanlığına Görüşülmekte olan 723
sıra sayılı kanun tasarısının 851 inci maddesinin ikinci fıkrasının birinci
cümlesinin aşağıdaki şekilde değiştirilmesini arz ve teklif ederiz. Aydın Tümen Ankara ve arkadaşları "Yurt içinde veya
dışında faaliyette bulunan kredi kuruluşlarınca yabancı para üzerinden veya
yabancı para ölçüsü ile verilen kredileri güvence altına almak için yabancı
para üzerinden taşınmaz rehni kurulabilir." BAŞKAN - Komisyon?.. ADALET KOMİSYONU BAŞKANI
EMİN KARAA (Kütahya) - Çoğunluğumuz olmadığı için katılamıyoruz; takdire
bırakıyoruz. BAŞKAN - Hükümet?.. ADALET BAKANI HİKMET SAMİ
TÜRK (Trabzon) - Katılıyoruz. BAŞKAN - Komisyonun
takdire bıraktığı, hükümetin kabul ettiği önergeyi oylarınıza sunuyorum: Kabul
edenler... Kabul etmeyenler... Kabul edilmiştir efendim. Dokuzuncu bölümü kabul
edilen önerge doğrultusundaki değişik şekliyle oylarınıza sunuyorum: Kabul
edenler... Etmeyenler... Kabul edilmiştir. Sayın milletvekilleri,
dokuzuncu bölüm 779 ilâ 938 inci maddeleri kapsamakta idi; bunlar görüşülmüş ve
kabul edilmiştir efendim. Sayın milletvekilleri,
süremiz dolmak üzere, onun için, aziz milletimizin ramazanı şerifini kutluyor
ve alınan karar gereğince, tekstil ve konfeksiyon sektörünün sorunlarının
araştırılması amacıyla kurulan (10/10) esas numaralı Meclis Araştırması
Komisyonu raporu ile yumurta üreticilerinin sorunlarının araştırılması amacıyla
kurulan (10/8) esas numaralı Meclis Araştırması Komisyonu raporlarını görüşmek
için, 20 Kasım 2001 Salı günü saat 12.00'de toplanmak üzere, birleşimi
kapatıyorum. Hayırlı geceler efendim. Kapanma
Saati : 19.44 |
|