DÖNEM : 21 CİLT : 65 YASAMA
YILI : 3 T. B. M. M. TUTANAK
DERGİSİ 112 nci
Birleşim 5 . 6 . 2001 Salı İ Ç İ N D E K İ L E R Sayfa I. - GEÇEN TUTANAK ÖZETİ II. - GELEN KÂĞITLAR III. - YOKLAMALAR IV. - BAŞKANLIĞIN GENEL KURULA SUNUŞLARI A) GÜNDEMDIŞI KONUŞMALAR 1. - Aksaray Milletvekili Kürşat Eser’in, son günlerde Kıbrıs’ta yaşanan
sorunlara ilişkin gündemdışı konuşması 2. - Batman Milletvekili Burhan İsen’in, 5 Haziran Dünya Çevre Gününe
ilişkin gündemdışı konuşması 3. - Şırnak Milletvekili M. Sait Değer’in, Habur Sınır Kapısına ilişkin
gündemdışı konuşması B) TEZKERELER VE ÖNERGELER 1. - İstifa eden ve istifası kabul edilen Yüksel Yalova’dan boşalan
Devlet Bakanlığına, yeni bir atama yapılıncaya kadar, Devlet Bakanı Mehmet
Keçeciler’in vekâlet etmesinin uygun görülmüş olduğuna ilişkin Cumhurbaşkanlığı
tezkeresi (3/833) 2. - Avrupa Kıtası Habitat Global Parlamenterler Bölgesel Konsey
Başkanının vaki daveti üzerine Amerika Birleşik Devletlerine gidecek olan Çevre
Komisyonu Başkanı Ediz Hun’un başkanlığındaki Parlamento heyetinde yer alacak
milletvekillerine ilişkin Başkanlık tezkeresi (3/839) 3. - Adana Milletvekili Arif Sezer’in Kamu İktisadî Teşebbüsleri
Komisyonu üyeliğinden geri çekildiğine ilişkin DSP Grup Başkanlığı tezkeresi
(4/383) 4. - Kütahya Milletvekili Ahmet Derin’in Plan ve Bütçe Komisyonu
üyeliğinden geri çekildiğine ilişkin FP Grup Başkanlığı tezkeresi (4/384) 5. - İzmir Milletvekili Işılay Saygın’ın, Orman Kanununda Değişiklik
Yapılması Hakkında Kanun Teklifini geri aldığına ilişkin önergesi (4/385) 6. - Sivas Milletvekili Musa Demirci’nin, Tarımsal Altyapı ve Sulama
Genel Müdürlüğü Teşkilât ve Görevleri Hakkında Kanun Teklifinin (2/351)
doğrudan gündeme alınmasına ilişkin önergesi (4/386) 7. - Ankara Milletvekili Saffet Arıkan Bedük’ün, Ankara İlinde Batıkent
Adıyla Bir İlçe Kurulması Hakkında Kanun Teklifinin (2/115) doğrudan gündeme
alınmasına ilişkin önergesi (4/387) 8. - Tokat Milletvekili Reşat Doğru’nun, Tokat İlinde Hasanşeyh Adıyla
Bir İlçe Kurulması Hakkında Kanun Teklifinin (2/593) doğrudan gündeme
alınmasına ilişkin önergesi (4/388) C) GENSORU, GENEL GÖRÜŞME, MECLİS
SORUŞTURMASI VE MECLİS ARAŞTIRMASI ÖNERGELERİ 1. - Osmaniye Milletvekili Şükrü Ünal ve 19 arkadaşının, Osmaniye İlinin
turizm potansiyelinin değerlendirilmesi ve sorunlarının tespiti ile çözüm
yollarının araştırılması amacıyla Meclis araştırması açılmasına ilişkin
önergesi (10/203) V. - ÖNERİLER A) SİYASÎ PARTİ GRUBU ÖNERİLERİ 1. - Genel Kurulun çalışma gün ve saatleriyle gündemdeki sıralamanın
yeniden düzenlenmesine ilişkin DSP, MHP ve ANAP Gruplarının müşterek önerisi VI. - GENSORU, GENEL GÖRÜŞME, MECLİS
SORUŞTURMASI VE MECLİS ARAŞTIRMASI A) ÖNGÖRÜŞMELER 1. - Bitlis Milletvekili İbrahim Halil Oral ve 67 arkadaşının,
Bitlis-Ahlat İlçesinin tarihî, kültürel ve turistik değerlerinin araştırılarak
ekonomik ve sosyal yönden kalkınması için alınması gereken önlemlerin
belirlenmesi amacıyla Meclis araştırması açılmasına ilişkin önergesi (10/124) 2. - Konya Milletvekili Veysel Candan ve 23 arkadaşının, Emekli
Sandığının sorunlarının araştırılarak yeniden yapılandırılması için alınması
gereken tedbirlerin belirlenmesi amacıyla Meclis araştırması açılmasına ilişkin
önergesi (10/12) VII. - SORULAR VE CEVAPLAR A) YAZILI SORULAR VE CEVAPLARI 1. - Antalya Milletvekili Mehmet Zeki Okudan’ın, Merkez Bankasından kamu
bankalarına ve kuruluşlarına kullandırılan kredilere ilişkin Başbakandan sorusu
ve Devlet Bakanı Kemal Derviş’in cevabı (7/4101) 2. - Adıyaman Milletvekili Mehmet Özyol’un, Adıyaman İlindeki tütün
üreticilerinin sorunlarına ilişkin sorusu ve Devlet Bakanı Yüksel Yalova’nın
cevabı (7/4103) 3. - Karaman Milletvekili Zeki Ünal’ın, kamuya ait taşınmazların
belediyelere devriyle ilgili iddialara ilişkin sorusu ve Devlet Bakanı Yüksel
Yalova’nın cevabı (7/4105) 4. - Adıyaman Milletvekili Mehmet Özyol’un, Adıyaman-Malatya yoluna ve
köprü ihtiyacına ilişkin sorusu ve Bayındırlık ve İskân Bakanı Koray Aydın’ın
cevabı (7/4114) 5. - İstanbul Milletvekili Aydın Ayaydın’ın, İstanbul Silivri İlçesine F
tipi cezaevi yapılıp yapılmayacağına ilişkin sorusu ve Adalet Bakanı Hikmet
Sami Türk’ün cevabı (7/4142) 6. - Konya Milletvekili Lütfi Yalman’ın, bakanlıkta çalışan danışman ve
başdanışmanlara ilişkin sorusu ve Devlet Bakanı Hasan Gemici’nin cevabı
(7/4154) 7. - Nevşehir Milletvekili Mehmet Elkatmış’ın, özelleştirme
uygulamalarından elde edilen gelire ilişkin Başbakandan sorusu ve Devlet Bakanı
Yüksel Yalova’nın cevabı (7/4171) 8. - Nevşehir Milletvekili Mehmet Elkatmış’ın, bakanlığın bazı dernek ve
kuruluşlarla yaptığı işbirliği çalışmalarına ilişkin sorusu ve Devlet Bakanı
Hasan Gemici’nin cevabı (7/4172) 9. - Adıyaman Milletvekili Mehmet Özyol’un, Adıyaman Küçük Sanayi Sitesi
ve Organize Sanayi Bölgesi çalışmalarına ilişkin sorusu ve Sanayi ve Ticaret
Bakanı Ahmet Kenan Tanrıkulu’nun cevabı (7/4183) 10. - Kocaeli Milletvekili Meral Akşener’in, 1980 - 2000 yılları
itibariyle bütçe ile ilgili istatistiki bilgilere ilişkin Başbakandan sorusu ve
Devlet Bakanı Kemal Derviş’in cevabı (7/4200) 11. - Samsun Milletvekili Musa Uzunkaya’nın, F4 Phantom savaş uçaklarına
ilişkin Başbakandan sorusu ve Millî Savunma Bakanı Sabahattin Çakmakoğlu’nun
cevabı (7/4202) 12. - Rize Milletvekili Mehmet Bekaroğlu’nun, tutuklu ve hükümlülere
işkence yapıldığı iddialarına ilişkin sorusu ve İçişleri Bakanı Sadettin
Tantan’ın cevabı (7/4211) 13. - Balıkesir Milletvekili İlhan Aytekin’in, Esnaf ve Kefalet Kredi
Kooperatifleri faizlerine ilişkin Başbakandan sorusu ve Sanayi ve TicaretBakanı
Ahmet Kenan Tanrıkulu’nun cevabı (7/4215) 14. - Ankara Milletvekili Uluç Gürkan’ın, Sağlık Bakanlığına bağlı bazı
eğitim hastanelerinde yapılan şef ve şef yardımcılığı sınavına ilişkin sorusu
ve Sağlık Bakanı Osman Durmuş’un cevabı (7/4217) 15. - Kırıkkale Milletvekili Nihat Gökbulut’un, Emniyet Genel
Müdürlüğünce yapılacak tabanca ithaline ilişkin sorusu ve İçişleri Bakanı
Sadettin Tantan’ın cevabı (7/4218) 16. - Konya Milletvekili Lütfi Yalman’ın, Anadolu Bankası A.Ş.’nin
uyguladığı özel emeklilik hakkındaki iddialara ilişkin sorusu ve Devlet Bakanı
Faruk Bal’ın cevabı (7/4230) 17. - Rize Milletvekili Mehmet Bekaroğlu’nun, İstanbul-Yenibosna’da
Yetmişbeşinci Yıl Karakolunda bir kız çocuğuna kötü muamele yapıldığı
iddialarına ilişkin sorusu ve İçişleri Bakanı Sadettin Tantan’ın cevabı
(7/4238) 18. - Elazığ Milletvekili Ahmet Cemil Tunç’un; Elazığ-Palu-Gökdere Beldesinin ulaşımına, Elazığ-Karakoçanlar İlçesine bağlı bazı köy yollarına, Elazığ İline bağlı bazı köylerin yollarına, Elazığ İli köylerinin içme suyu sorununa, İlişkin soruları ve Devlet Bakanı Mustafa Yılmaz’ın cevabı (7/4247,
4248, 4249, 4250) 19. - Aksaray Milletvekili Ramazan Toprak’ın, 2000 yılı pancar ürün
bedellerine ilişkin sorusu ve Sanayi ve Ticaret Bakanı Ahmet Kenan
Tanrıkulu’nun cevabı (7/4256) 20. - Erzincan Milletvekili Tevhit Karakaya’nın, şeker pancarı bedeli
üzerinden yapılan kesintiye ilişkin sorusu ve Sanayi ve TicaretBakanı Ahmet
Kenan Tanrıkulu’nun cevabı (7/4257) 21. - Samsun Milletvekili Musa Uzunkaya’nın, TÜPRAŞ’ın özelleştirilmesi
için verilen ilan ve reklamlara ilişkin sorusu ve Devlet Bakanı Yüksel
Yalova’nın cevabı (7/4261) 22. - Samsun Milletvekili Musa Uzunkaya’nın, POAŞ ihalesiyle ilgili
iddialara ilişkin sorusu ve Devlet Bakanı Yüksel Yalova’nın cevabı (7/4263) 23. - Samsun Milletvekili Musa Uzunkaya’nın, TÜPRAŞ’ın özel bankalardaki
hesaplarına ilişkin Başbakandan sorusu ve Devlet Bakanı Yüksel Yalova’nın
cevabı (7/4266) 24. - Yozgat Milletvekili İlyas Arslan’ın, Yozgat İlindeki tarihi
konakların restorasyonuna ilişkin sorusu ve Kültür Bakanı M. İstemihan Talay’ın
cevabı (7/4287) 25. - Karabük Milletvekili Mustafa Eren’in, DMS’nı kazanan bayan adayların
DHMİ’ne alınmamalarının nedenine ilişkin sorusu ve Devlet Bakanı Recep Önal’ın
cevabı (7/4288) 26. - Kütahya Milletvekili Ahmet Derin’in, bakanlığın web sitesinde
Kütahya İline dair geniş yer verilmesine ilişkin sorusu ve Kültür Bakanı M.
İstemihan Talay’ın cevabı (7/4329) I. – GEÇEN TUTANAK ÖZETİ TBMM Genel Kurulu saat 14.00'te açılarak dört oturum yaptı. İstanbul Milletvekili Nazif Okumuş, İstanbul'un fethinin 548 inci
yıldönümüne, İzmir Milletvekili Işılay Saygın, yurtdışındaki temsilciliklerimizde
görev yapan personelin hizmetdışı felsefelerinin geliştirilmesi ve
verimliliklerinin sağlanmasına, Sivas Milletvekili M. Cengiz Güleç, günümüzde, siyaset kurumu ve
siyasetçilere gösterilen tepkilere, İlişkin gündemdışı birer konuşma yaptılar. Samsun Milletvekili Musa Uzunkaya'nın (6/727, 6/1318, 6/1340, 6/1353,
6/1384, 6/1385), Bursa Milletvekili Teoman Özalp'in (6/1423), Nevşehir Milletvekili Mükremin Taşkın'ın (6/1395), Esas numaralı sözlü sorularını geri aldıklarına ilişkin önergeleri okundu;
sözlü soruların geri verildiği bildirildi. Karaman Milletvekili Zeki Ünal ve 20 arkadaşının, okullarda meydana
gelen taciz ve tecavüz olaylarının araştırılarak alınması gereken tedbirlerin
belirlenmesi amacıyla Meclis araştırması açılmasına ilişkin önergesi (10/202)
Genel Kurulun bilgisine sunuldu; önergenin gündemdeki yerini alacağı ve
öngörüşmesinin, sırası geldiğinde yapılacağı açıklandı. Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığınca Tarım, Orman ve Köyişleri
Komisyonuna havale edilmiş bulunan Kara Avcılığı Kanunu Tasarısının, Tarım,
Orman ve Köyişleri Komisyonu da uygun gördüğünde, İçtüzüğün 34 üncü maddesine
göre kendi komisyonuna havalesini isteyen Çevre Komisyonuna görüşünü bildirmek
üzere gönderileceğine ilişkin Başkanlıkça duyuruda bulunuldu. Çek Cumhuriyeti Parlamentosu Millet Meclisi Dış İlişkiler Komisyonu
Başkanı Lubomir Zaoralek'in davetine icabetle bu ülkeyi ziyaret edecek olan
Dışişleri Komisyonu Başkanı Kâmran İnan Başkanlığındaki Parlamento heyetinde
yer alacak milletvekillerine ilişkin Başkanlık tezkeresi Genel Kurulun
bilgisine sunuldu. Gündemin "Kanun Tasarı ve Teklifleri ile Komisyonlardan Gelen Diğer
İşler" kısmında bulunan: TBMM İçtüzüğünde Değişiklik Yapılmasına Dair İçtüzük Teklifleri ve
Anayasa Komisyonu raporunun (2/94, 2/232, 2/286, 2/307, 2/310, 2/311, 2/325,
2/442, 2/449) (S. Sayısı : 527) görüşmeleri, daha önce geri alınan maddelere
ilişkin Komisyon raporu henüz hazırlanmadığından; Ceza İnfaz Kurumları ve Tutukevleri İzleme Kurulları Kanunu Tasarısının
(1/851) (S. Sayısı : 669) görüşmeleri, ilgili komisyon yetkilileri Genel
Kurulda hazır bulunmadığından; Ertelendi. Radyo ve Televizyonların Kuruluş ve Yayınları Hakkında Kanun, Basın
Kanunu, Gelir Vergisi Kanunu ile Kurumlar Vergisi Kanununda Değişiklik
Yapılmasına Dair Kanun Tasarısının (1/705) (S. Sayısı : 682) görüşmelerine
devam olunarak, çerçeve 17 nci maddeye bağlı ek 2 nci maddesi kabul edildi, ek
3 üncü maddesi üzerinde bir süre görüşüldü, İstanbul Milletvekili Erol Al, Tunceli Milletvekili Kamer Genç'in,
şahsına sataştığı iddiasıyla bir konuşma yaptı. Çerçeve 17 nci maddeye bağlı ek madde 3 üzerinde verilen bir önergenin
oylanmasından önce, istem üzerine, elektronik cihazla yapılan yoklamalar
sonucunda Genel Kurulda toplantı yetersayısı bulunmadığı anlaşıldığından, 5
Haziran 2001 Salı günü, saat 15.00'te toplanmak üzere, birleşime 17.20'de son
verildi.
No.
: 155 II. – GELEN KÂĞITLAR 1.6.2001 CUMA Sözlü Soru Önergesi 1. – Şanlıurfa Milletvekili Yahya Akman'ın, Şanlıurfa-Bozova İlçesinin
hastane ihtiyacına ilişkin Sağlık Bakanından sözlü soru önergesi (6/1523)
(Başkanlığa geliş tarihi : 31.5.2001) Yazılı Soru Önergeleri 1. – Karabük Milletvekili Mustafa Eren'in, basın çalışanlarının sendika
haklarının verilip verilmeyeceğine ilişkin Başbakandan yazılı soru önergesi
(7/4423) (Başkanlığa geliş tarihi : 30.5.2001) 2. – İstanbul Milletvekili M. Murat Sökmenoğlu'nun, Ziraat Bankası'nın
bazı şubelerinin kapatılmasına ilişkin Devlet Bakanı ve Başbakan Yardımcısından
(H. Hüsamettin Özkan) yazılı soru önergesi (7/4424) (Başkanlığa geliş tarihi :
31.5.2001) 3. – Denizli Milletvekili Mehmet Gözlükaya'nın, Tasarruf Mevduatı
Sigorta Fonuna devredilen bankalar ile kamu bankalarının görev zararlarına
ilişkin Başbakandan yazılı soru önergesi (7/4425) (Başkanlığa geliş tarihi :
31.5.2001) 4. – Hatay Milletvekili Namık Kemal Atahan'ın, valilerin meslek
gruplarına göre dağılımına ilişkin İçişleri Bakanından yazılı soru önergesi
(7/4426) (Başkanlığa geliş tarihi : 31.5.2001) 5. – İstanbul Milletvekili Emre Kocaoğlu'nun, Siirt-Eruh-Bayraklı
Köyünde bir subayın cinayet işlediği iddialarına ilişkin Başbakandan yazılı
soru önergesi (7/4427) (Başkanlığa geliş tarihi : 31.5.2001) 6. – Adana Milletvekili Ali Gören'in, ders kitaplarında "Bilinçli
Tasarım" konusuna yer verilip verilmeyeceğine ilişkin Millî Eğitim
Bakanından yazılı soru önergesi (7/4428) (Başkanlığa geliş tarihi : 31.5.2001) 7. – Konya Milletvekili Lütfi Yalman'ın, TRT Genel Müdürünün bir
yakınının Antalya Bölge Müdürlüğünde emekli olduktan sonra yeniden işe
başlatıldığı iddiasına ilişkin Devlet Bakanından (Rüştü Kazım Yücelen) yazılı
soru önergesi (7/4429) (Başkanlığa geliş tarihi : 31.5.2001) 8. – Şanlıurfa Milletvekili Yahya Akman'ın, Şanlıurfa-Bozova-Killik Köyü
Sakız ve Bozuk mevkilerinin Yaylak Projesi kapsamına alınmasına ilişkin Enerji
ve Tabiî Kaynaklar Bakanından yazılı soru önergesi (7/4430) (Başkanlığa geliş
tarihi : 31.5.2001) 9. – Kayseri Milletvekili Abdullah Gül'ün,TRT personeline ilişkin Devlet
Bakanından (Rüştü Kazım Yücelen) yazılı soru önergesi (7/4431) (Başkanlığa
geliş tarihi : 31.5.2001) 10. – Konya Milletvekili T. Rıza Güneri'nin, Eti Holding AŞ.'nin
özelleştirme kapsamından çıkarılmasına ilişkin Başbakandan yazılı soru önergesi
(7/4432) (Başkanlığa geliş tarihi : 30.5.2001) 11. – Konya Milletvekili T. Rıza Güneri'nin, Bayındır Holding'in Eti
Soda AŞ.'deki hisselerinin Vakıfbank'a devrine ilişkin Başbakandan yazılı soru
önergesi (7/4433) (Başkanlığa geliş tarihi : 30.5.2001) No.
: 156 4.6.2001 PAZARTESİ Tasarılar 1. – Türkiye Cumhuriyeti ile Gürcistan Arasında Ortak Sınırın
Anti-Personel Mayınlardan Arındırılması ve Bunların Gelecekte Sınır Koruma
Amacıyla Kullanılmaması İçin Bir İkili Rejim Tesis Edilmesi Hakkında Anlaşmanın
Onaylanmasının Uygun Bulunduğuna Dair Kanun Tasarısı (1/867) (Millî Savunma ve
Dışişleri Komisyonlarına) (Başkanlığa geliş tarihi : 29.5.2001) 2. – Türkiye Cumhuriyeti ve Slovak Cumhuriyeti Arasında Yatırımların
Karşılıklı Teşviki ve Korunmasına İlişkin Anlaşmanın Onaylanmasının Uygun
Bulunduğuna Dair Kanun Tasarısı (1/868) (Plan ve Bütçe ve Dışişleri
Komisyonlarına) (Başkanlığa geliş tarihi : 29.5.2001) Tezkereler 1. – Abdullah Aksel Hakkındaki Ölüm Cezasının Yerine Getirilmesine Dair
Başbakanlık Tezkeresi (3/836) (Adalet Komisyonuna) (Başkanlığa geliş tarihi :
29.5.2001) 2. – Cumhurbaşkanlığı 2000 Malî Yılı Kesinhesap Cetvelinin Sunulduğuna
İlişkin Cumhurbaşkanlığı Genel
Sekreterliği Tezkeresi (3/837) (Türkiye Büyük Millet Meclisi Hesaplarını
İnceleme Komisyonuna) (Başkanlığa geliş tarihi : 30.5.2001) Rapor 1. – Konut Müsteşarlığının Kurulması ve Arsa Ofisi Kanununda Değişiklik
Yapılması Hakkında Kanun Tasarısı ve Bayındırlık, İmar, Ulaştırma ve Turizm ve
Plan ve Bütçe Komisyonları Raporları (1/857) (S. Sayısı : 698) (Dağıtma tarihi
: 4.6.2001) (GÜNDEME) Sözlü Soru Önergeleri 1. – Şırnak Milletvekili Abdullah Veli Seyda'nın, Şırnak-Beytüşşebap
İlçesinde hayvancılığın geliştirilmesi yönündeki çalışmalara ilişkin Tarım ve
Köyişleri Bakanından sözlü soru önergesi (6/1524) (Başkanlığa geliş tarihi :
1.6.2001) 2. – Şırnak Milletvekili Abdullah Veli Seyda'nın, Şırnak-Beytüşşebap
İlçesinin okul sorununa ilişkin Millî Eğitim Bakanından sözlü soru önergesi
(6/1525) (Başkanlığa geliş tarihi : 1.6.2001) 3. – Şırnak Milletvekili Abdulah Veli Seyda'nın, Şırnak-Beytüşşebap
İlçesi ve köylerindeki kadastro çalışmalarına ilişkin Devlet Bakanından (Şuayip
Üşenmez) sözlü soru önergesi (6/1526) (Başkanlığa geliş tarihi : 1.6.2001) 4. – Şırnak Milletvekili Abdullah Veli Seyda'nın, Şırnak-Beytüşşebap
Devlet Hastanesinin sağlık personeli ihtiyacına ilişkin Sağlık Bakanından sözlü
soru önergesi (6/1527) (Başkanlığa geliş tarihi : 1.6.2001) 5. – Şırnak Milletvekili Abdullah Veli Seyda'nın, Şırnak-Beytüşşebap
İlçesine bağlı köylerin ulaşım sorununa ilişkin Devlet Bakanından (Mustafa
Yılmaz) sözlü soru önergesi (6/1528) (Başkanlığa geliş tarihi : 1.6.2001) Yazılı Soru Önergeleri 1. – Afyon Milletvekili İsmet Attila'nın, vergi kanunlarında yeni
düzenlemeler yapılıp yapılmayacağına ilişkin Başbakandan yazılı soru önergesi
(7/4434) (Başkanlığa geliş tarihi : 1.6.2001) 2. – Yozgat Milletvekili Mehmet Çiçek'in, Marmaris'te kurulan baraj katı
atık ve çöp arıtma tesisleri ihalesine ilişkin Devlet Bakanından (Kemal Derviş)
yazılı soru önergesi (7/4435) (Başkanlığa geliş tarihi : 1.6.2001) 3. – Yozgat Milletvekili Mehmet Çiçek'in, Tahkim Yasası çıkarıldıktan
sonra yapılan enerji ihalelerine ilişkin Enerji ve Tabiî Kaynaklar Bakanından
yazılı soru önergesi (7/4436) (Başkanlığa geliş tarihi : 1.6.2001) 4. – Konya Milletvekili Veysel Candan'ın, Vakıflar Bankasının
Romanya'daki bir bankaya verdiği krediye ilişkin Devlet Bakanından (Kemal
Derviş) yazılı soru önergesi (7/4437) (Başkanlığa geliş tarihi : 1.6.2001) 5. – Karaman Milletvekili Zeki Ünal'ın, orman yangınlarına müdahale
amacıyla kiralanan helikopterlere ilişkin Orman Bakanından yazılı soru önergesi
(7/4438) (Başkanlığa geliş tarihi : 1.6.2001) 6. – Karaman Milletvekili Zeki Ünal'ın, Sayıştay'ın 2000 Malî Yılı
Raporunda yer alan Ziraat Bankasının borç ve görev zararına ilişkin Devlet
Bakanından (Kemal Derviş) yazılı soru önergesi (7/4439) (Başkanlığa geliş
tarihi : 1.6.2001) 7. – Karaman Milletvekili Zeki Ünal'ın, yazılı basında yayımlanan
"Bir'den Enerji Andıçı" başlıklı habere ilişkin Enerji ve Tabiî
Kaynaklar Bakanından yazılı soru önergesi (7/4440) (Başkanlığa geliş tarihi :
1.6.2001) 8. – Erzurum Milletvekili Fahrettin Kukaracı'nın, Manisa-Salihli'de
meydana gelen tarihi eser kaçakçılığına ilişkin İçişleri Bakanından yazılı soru
önergesi (7/4441) (Başkanlığa geliş tarihi : 1.6.2001) 9. – Erzurum Milletvekili Fahrettin Kukaracı'nın, DMS'nı kazanan İmam
Hatip Lisesi mezunu bir adayın Erzincan TEDAŞ'ta işe alınmadığı iddiasına
ilişkin Enerji ve Tabiî Kaynaklar Bakanından yazılı soru önergesi (7/4442)
(Başkanlığa geliş tarihi : 1.6.2001) No. : 157 5.6.2001 SALI Yazılı Soru Önergeleri 1. – Kocaeli Milletvekili Mehmet Batuk'un, Türk Telekom Genel Müdür
Yardımcısı hakkındaki iddialara ve atamalara ilişkin Ulaştırma Bakanından
yazılı soru önergesi (7/4443) (Başkanlığa geliş tarihi : 4.6.2001) 2. – Elazığ Milletvekili Mustafa Gül'ün, Tasarruf Mevduatı Sigorta
Fonuna devredilen bankalara ve yöneticilerine ilişkin Devlet Bakanından (Kemal
Derviş) yazılı soru önergesi (7/4444) (Başkanlığa geliş tarihi : 4.6.2001) 3. – Samsun Milletvekili Musa Uzunkaya'nın, kamu bankalarının yönetim
kurulu başkanlığına atanan bürokrata ve Emlakbank'ın batık kredilerine ilişkin
Devlet Bakanından (Kemal Derviş) yazılı soru önergesi (7/4445) (Başkanlığa
geliş tarihi : 1.6.2001) Meclis Araştırması Önergesi 1. – Osmaniye Milletvekili Şükrü Ünal ve 19 arkadaşının, Osmaniye İlinin
turizm potansiyelinin değerlendirilmesi ve sorunlarının tespiti ile çözüm
yollarının araştırılması amacıyla Anayasanın 98 inci, İçtüzüğün 104 ve 105 inci
maddeleri uyarınca bir Meclis araştırması açılmasına ilişkin önergesi (10/203)
(Başkanlığa geliş tarihi : 30.5.2001) Geri Alınan Yazılı Soru Önergesi 1. – İstanbul Milletvekili Bülent Akarcalı, iş kazalarına ilişkin
Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanından yazılı soru önergesini 5.6.2001 tarihinde
geri almıştır (7/4333) BİRİNCİ OTURUMAçılma Saati : 15.00 5 Haziran 2001 Salı BAŞKAN : Başkanvekili Mustafa Murat SÖKMENOĞLU KÂTİP ÜYELER : Yahya AKMAN (Şanlıurfa), Melda BAYER
(Ankara) BAŞKAN - Sayın milletvekilleri, Türkiye Büyük Millet Meclisinin 112 nci
Birleşimini açıyorum. Toplantı yetersayısı vardır; görüşmelere başlıyoruz. Gündeme geçmeden önce, üç arkadaşıma gündemdışı söz vereceğim. Gündemdışı ilk söz, Kıbrıs konusunda söz isteyen, Aksaray Milletvekili
Kürşat Eser'e aittir. Buyurun Sayın Eser. (MHP sıralarından alkışlar) Süreniz 5 dakika. IV. - BAŞKANLIĞIN GENEL KURULA SUNUŞLARI A) GÜNDEMDIŞI KONUŞMALAR 1. - Aksaray Milletvekili Kürşat Eser’in,
son günlerde Kıbrıs’ta yaşanan sorunlara ilişkin gündemdışı konuşması KÜRŞAT ESER (Aksaray) - Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; ülkemiz
ve dünya kamuoyunun gündemini sıkça işgal eden Kıbrıs sorunuyla ilgili olarak
söz almış bulunuyorum; Yüce Heyetinizi saygıyla selamlıyorum. Türkiye'nin Avrupa Birliğine adaylığı ve oldukça ileri bir aşamaya gelen
Güney Kıbrıs Rum yönetimi-Avrupa Birliği katılma müzakereleri dikkate
alındığında, önümüzdeki dönemin büyük bir mücadeleye sahne olacağını tahmin
etmek güç değildir. Bu kapsamda, ilk olarak, birtakım hukukî değerlendirmeler
yapmak yerinde olacaktır. Güney Kıbrıs Rum yönetiminin 3 Temmuz 1990 tarihinde Avrupa Birliğine
tek taraflı olarak yapmış olduğu tam üyelik müracaatı ve Avrupa Birliği
organlarının bu müracaatı kabul ederek ileri aşamalara götürmesi, 1960 Kıbrıs
Cumhuriyetini kuran antlaşmalara ve uluslararası hukuka aykırıdır. 1960 düzenlemeleri, Kıbrıs'ta, uluslararası hukuk bakımından üçüncü
tarafların da saygı göstermek durumunda oldukları objektif bir statü
oluşturmuştur. Bu statüyü hayata geçiren ortaklaşa iradenin tarafları, üç
garantör ülke (Türkiye, Yunanistan, İngiltere) ve birer uluslararası hukuk
kişisi olarak kabul edilen Kıbrıs Türk ve Rum toplumlarıdır. Söz konusu antlaşmaların temelinde yatan anlayış, Kıbrıs Türk ve Rum
halklarının eşitliğidir. Siyasî eşitlik çerçevesinde, Rum tarafı ne ölçüde
egemenlik haklarına sahipse, Kıbrıs Türk tarafı da aynı ölçüde egemenlik
haklarına sahiptir. Kıbrıs Türk ve Rum halkları ile Türkiye, Yunanistan ve İngiltere'nin
taraf olduğu 1959-1960 antlaşmaları ve bu antlaşmalara dayanan Kıbrıs
Cumhuriyeti Anayasası, kısıtlı yetkiye sahip bu ülkenin, garantör ülkelerin her
ikisinin de dahil olmadığı uluslararası yapılanmalara katılamayacağını
öngörmekte ve Rumların Yunanistan'a katılma hayalini engellemektedir. Kıbrıs Cumhuriyetinin, Avrupa Birliğine üye olmak açısından hukukî
ehliyeti dahi bulunmamaktadır. 1960 Anayasası ve anayasal düzenin bir parçasını
teşkil eden kurucu antlaşmalar, Kıbrıs Cumhuriyetinin AB'ye üye olmasına engel
teşkil etmektedir. Buna ek olarak, Kıbrıs Cumhuriyeti olarak adlandırılmaya
devam edilen Rum yönetiminin meşru bir anayasası da bulunmamaktadır. Bu
durumda, Güney Kıbrıs Rum yönetiminin, Kopenhag siyasî kriterlerine uygun bir
aday olmadığı açıktır. Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; yukarıda bahsettiklerime ek
olarak, Birleşmiş Milletler Barış Gücünün konuşlandırıldığı ve Birleşmiş
Milletler Genel Sekreterinin iyiniyet misyonu çerçevesinde çözüme yönelik
çabaların devam ettirildiği Ada'da bu olağanüstü koşulların varlığı gözardı
edilerek, Ada'da yaşayanların tek temsilcisi olarak Güney Kıbrıs Rum
yönetiminin tanınması ve Kıbrıs Türkleri ile Türkiye hakkında sıkça aleyhte
kararlar alınması, kalıcı çözüm bulma sürecine zarar vermekte ve taraflar
arasındaki ilişkileri keskinleştirmektedir. Dış dünyanın Rum-Yunan tarafının uygulamaya koyduğu ambargoya uyması,
çözüme varmayı geciktiren bir başka yanlıştır. Avrupa Birliği üyesi ülkelerin
ve Avrupa Birliği organlarının, bir yandan, Güney Kıbrıs Rum yönetimini tek
taraflı olarak üye almaya çalışırken, diğer yandan, Kuzey Kıbrıs Türk
Cumhuriyetine ambargo uygulaması, açık bir çelişkidir. Rum tarafının üyelik başvurusunun amacı, Birleşmiş Milletlerin belirlediği
siyasî eşitlik ve iki kesimlilik gibi parametreleri ortadan kaldırmaktır.
Kıbrıs Rumları, arkalarına Avrupa Birliği üyesi Yunanistan'ın desteğini de
alarak, bu siyasî hedefe odaklanmış bulunmaktadırlar. Bu nedenle, Ada'da
bulunabilecek ve tarafların eşitliğine dayanacak bir çözümün kendi amaçlarına
hizmet etmeyeceğini açıkça görmektedirler. Sonuç olarak, Güney Kıbrıs Rum yönetimi, tüm enerjisini uluslararası
kamuoyunu etkileme ve üyeliği önündeki engelleri kaldırma amacı üzerinde
yoğunlaştırmıştır. Bu son derece hassas ve karmaşık sorun, Avrupa Birliği
gündemine ithal edilecek, Türkiye ile Avrupa Birliği karşı karşıya getirilecek
ve Doğu Akdenizdeki hassas dengeler kendi lehlerine bozulacaktır. (Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı) BAŞKAN - Buyurun Sayın Eser. KÜRŞAT ESER (Devamla) - Diğer taraftan, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi,
Güney Kıbrıs Rum yönetiminin 3 Mart 1995 tarihinde Türkiye'ye karşı yapmış
olduğu başvuruyu, 10 Mayıs 2001 tarihinde, Türkiye'nin aleyhine, karara
bağlamış bulunmaktadır. Söz konusu karar, daha önce Türkiye'ye karşı açılan
davalarda alınan kararların tekrarı niteliğindedir. Türkiye, Kıbrıs
gerçeklerine aykırı, yasal dayanaktan yoksun ve haksız nitelikteki bu karara
muhatap olmaktan son derce üzüntü duymaktadır. Türkiye bakımından uygulanma
kabiliyeti bulunmayan söz konusu karar, Kıbrıs Adasında yıllardır yaşanan
olağanüstü durumu gözardı etmekte, Rum tarafının haklarını koruma adına, Ada'da
yaşayan Türklerin geçmişteki ve günümüzdeki mağduriyetlerini hesaba katmamaktadır. Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; konuşmamın başında da belirttiğim
gibi, oldukça zorlu bir döneme giriyoruz. Artık, iç hesaplaşmaları bırakıp bir
araya gelmeli ve uluslararası alanda haklarımızı savunacak yeni stratejiler
geliştirmeliyiz. Devlet geleneği ve siyasî zekâ bakımından atalarına layık Türk
Ulusundan beklenen de budur. Kıbrıs sorununda savunduğumuz hukukî ve siyasî tezlerin, uluslararası
arenada meydana gelen en son gelişmelerin bilinmesi gerekmektedir. Bu amaçla,
eşbaşkanı bulunduğum Türkiye-Avrupa Birliği Karma Parlamento Komisyonu
bünyesinde görev alan tüm arkadaşlarımın mutabakatıyla, konu hakkındaki en son
gelişmeleri, siyasî açılımları ve beklentileri ilk elden öğrenmek amacıyla,
Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti Cumhurbaşkanı Sayın Rauf Denktaş'ı Meclisimize
davet etmiş bulunuyoruz. Kendisi, yarın, Meclisimizi ziyaret edecek, konu
hakkında bilgilenmek isteyen tüm milletvekillerimizin hazır bulunacağı bir
toplantıda Kıbrıs sorununu anlatacak ve daha sonra da, Gazi Üniversitesinde bir
konferansa katılacaklardır. Tam anlamıyla partilerüstü bir niteliğe bürünen Kıbrıs sorunu hakkında
bilgilenmek isteyen tüm arkadaşlarımızı bu etkinliğe katılmaya ve destek
vermeye davet ediyoruz. NEVZAT YALÇINTAŞ (İstanbul) - Saat kaçta?.. KÜRŞAT ESER (Devamla) - Sayın Cumhurbaşkanımız, yarın, saat 10.30'da
eski Senato salonunda hitap edeceklerdir, saat 14.00'te de Gazi Üniversitesi
konferans salonunda hitap edeceklerdir. Yüce Heyetinizi saygıyla selamlıyorum. (Alkışlar) BAŞKAN - Teşekkür ederim efendim. Saat 10.00'da da, Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanı Sayın Ömer
İzgi'yi ziyaret edecekler efendim. Gündemdışı ikinci söz, 5 Haziran Dünya Çevre Günü nedeniyle söz isteyen
Batman Milletvekili Burhan İsen'e aittir. Bugün önemli bir gün, çevre günü. Bütün çevrelerin temiz olması
gerekiyor. Buyurun Sayın İsen. (ANAP sıralarından alkışlar) 2. – Batman Milletvekili Burhan İsen’in,
5 Haziran Dünya Çevre Gününe ilişkin gündemdışı konuşması BURHAN İSEN (Batman) - Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; 5 Haziran
Dünya Çevre Günü nedeniyle gündemdışı söz almış bulunmaktayım. Yüce Heyetinizi
saygıyla selamlıyorum. Konuşmama başlamadan önce, yurdun dört bir yanından gelip, bugün Sıhhiye
Meydanını dolduran meslektaşlarımın, eczacıların demokratik taleplerini
destekliyor ve eczacıların sorunlarına Sağlık Bakanımızın duyarlı olacağına
inanıyorum. Değerli milletvekilleri, 18 inci Yüzyılın ortalarında çevreyle ilgili
sorunların farkına varan ülkelerin, 20 nci Yüzyılın özellikle son çeyreğinde,
yaşadıkları çevreye ilişkin ürkütücü gerçeklerle karşı karşıya kaldıkları fark
edilmiştir. 21 inci Yüzyılın ise, gelişmenin, kalkınmanın yanında, çevre
sorunlarını da beraberinde getirdiği, bir gerçektir. Bu gerçekler, sonuçları, boyutları: Dünyanın ısınmasına yol açan sera
etkisi, toprak erozyonu, çölleşme, su kaynaklarının kirlenmesi ve yağmur
ormanları başta olmak üzere ormansızlaşma, öncelikli sorunlardır. Bunun
yanında, sera etkisi yaratan gazların atmosfere bırakılması, ozon tabakasındaki
incelme, insanlığı ve diğer yaşam türlerini ciddî biçimde tehdit etmektedir.
Her geçen gün, büyük miktarda bitki, hayvan ve diğer yaşam türlerinin çeşidi
yok olmakta, insan hayatı için gerekli olan temel dengeler değişmektedir. Bu
sorunlar, sınırları aşan nitelikte ve boyuttadır. Artık, hiçbir ülkenin gücü,
bu sorunları tek başına çözmeye yetmemektedir. İşte, bu sebeplerin ortadan kaldırılması için, çevreyle ilgili
uluslararası politikaların dönüm noktası olarak kabul edilen 5 Haziran 1972
tarihinde gerçekleşen Stockholm Konferansıyla 113 ülkenin, çevre konusunda
yaygın bir politika izlenmesi ve çevre sorunlarına evrensel düzeyde sahip
çıkılması zorunluluğunu imza altına almaları, dünyamız için son derece
önemlidir. Bu konferans sonucunda, yayımlanan deklarasyonla, 5 Haziranın
"Dünya Çevre Günü" olarak ilan edilmesiyle, ülkemizde ve dünyada
çevre korumacılığına, bilinçli katılımın sağlanması amacıyla önemli mesafeler
kaydedilmiştir. Ülkemizde, çevre bilincinin Anayasamızın 56 ncı maddesiyle oluşturulması
ve bunun Çevre Bakanlığımızla desteklenmesi yanında, sivil toplum
kuruluşlarının ve toplumun her kesiminin... Bunlar, çevre bilincinin yerleşmesi
açısından son derece umut verici gelişmelerdir. 1992 yılında Rio'da gerçekleşen ve Türkiye'nin de aralarında bulunduğu
Rio Bildirgesindeki ülkeler, devletlerin, toplumların ve bireylerin bu yöndeki
çabalarını çok boyutlu, dinamik, demokratik yaklaşımlarla gerçekleştirmelerini öngörmektedir.
Rio Bildirgesini imzalayan ülkemiz de, bu çerçevede, uluslararası
sorumluluklarını yerine getirme çabalarını artırmış ve ulusal çevre stratejisi
ile eylem planını tamamlayarak uygulamaya koymuştur. Değerli milletvekilleri, ekonomik sürdürülebilirlik kavramı üzerinde
özellikle durmak istiyorum. Bu kavram, yaşamın sürdürülebilirliğiyle doğru
orantılıdır; dünya nüfusunun giderek artmasıyla da yakın irtibatı
bulunmaktadır. Sürdürebilirlik, tabiatın bize verebileceğinden daha fazlasını
talep etmemek anlamına gelmektedir. Kalkınmanın, yaşadığımız çevrenin
tahribatına yol açmaması gerektiği bilinci, işte, bu bakımdan önemlidir. Bu
bağlamda, üzerimize düşen görev, çevreyle barışık teknolojileri üretimin her
alanına yaymaktır. Bunu başarabiliriz. Devletler, üreticiler, tüketiciler ve
sivil toplum kuruluşları arasında ortak bir işbirliği anlayışı oluşmasını
sağlayabilirsek, sadece çevreyi korumakla kalmayacağız, insanın yaşam
kalitesinin yükseltilmesine de katkıda bulunmuş olacağız. Bu husus, bizim gibi
gelişmekte olan ülkeler için büyük önem taşımaktadır. Tabiatıyla, çevrenin
korunması, çevre bilincinin eğitimi ve yaygınlaştırılması, bu konuda gerekli
hukukî altyapının tamamlanması ve çağdaş bir yaptırım mekanizmasının
kurulabilmesi açısından, devlete ve Parlamentomuza büyük görevler düşmektedir.
Ancak, bir kere daha tekrarlamak istiyorum ki, çağdaş devlet, sürdürülebilir
kalkınma, refah ve zenginleşme sürecinde düzenleyici bir rol oynayarak, kendi
aslî unsurlarını teşkil eden eğitim, sağlık, çevre gibi temel konular, yeni bir
güçle dönmek durumundadır. Devletin, ekonomi ve ticaretten tümüyle çekilerek
küçülmesi denilen olay da, aslında, budur. Esasen, Türkiye'de, bu konuda
gereken uzlaşı da mevcuttur. Devletin yeniden yapılanma süreci, diğer bir
deyişle, devlet reformu, bu açıdan da, süratle yerine getirilmesi gereken bir
husustur. Değerli milletvekilleri, 21 inci Yüzyıla, insanlığın ve dünyanın bekası
için yeni bir sorumluluk anlayışıyla hazırlanmamız gerekmektedir. Amacımız,
ekolojik açıdan sağlıklı ve ekonomik sürdürülebilirliği olan yeni yaşam
alanları yaratmak olmalıdır. Aksi takdirde, bu dünyada yaşayacak olan gelecek
nesillerin yaşamlarını da tehdit altına almış oluruz. Daha temiz, daha yeşil
bir dünyada yaşamak, gelecek nesillerin en doğal hakkıdır. Onların haklarını
gözetmek de bizlerin sorumluluğundadır. Bu sorumluluğumuzu mutlaka yerine
getirmek zorundayız. Dünya Çevre Gününün kutlanmasına ilişkin etkinliklerin, insanlığın bu
yöndeki çabalarının güçlendirilmesine ışık tutacağı temennisiyle, Yüce
Heyetinize saygılar sunuyorum. (ANAP, FP ve DYP sıralarından alkışlar) BAŞKAN - Teşekkür ederim efendim. Şimdi, önemli bir konu... Gündemdışı üçüncü söz, Habur Sınır Kapısı
konusunda söz isteyen, Şırnak Milletvekili Mehmet Sait Değer'e aittir. (DYP, FP
ve ANAP sıralarından alkışlar) Buyurun Sayın Değer. 3. – Şırnak Milletvekili M. Sait
Değer’in, Habur Sınır Kapısına ilişkin gündemdışı konuşması M. SAİT DEĞER (Şırnak) - Sayın Başkan, değerli milletvekilleri;
Güneydoğu Anadolu Bölgemizi ve Türkiye ekonomisini yakından ilgilendiren Habur
sınır kapısıyla ilgili gündemdışı söz almış bulunmaktayım; Yüce Heyetinizi
saygılarımla selamlarım. Değerli milletvekilleri, bölge halkı, yıllardır yaşadıkları
olumsuzluklar karşısındaki tek çıkış noktalarının, Habur sınır kapısının birkaç
kişinin tekeline girmesinin mücadelesini veriyor. Aslında, bütün bu olumsuzluklar, bazı ilgilerce gündem saptırılarak,
esas sorunların yerinde saymasına yol açıyor. Sayın Başbakana, son Şırnak
gezisinde, tüm halk tarafından, eğitim konusu, sağlık sorunları ile anayasal
çerçevedeki vatandaşlık konuları dile getirilirken, biraz önce bahsettiğim
konular dile bile getirilmemiştir. Bu mücadeleyi onlarla birlikte, birbuçuk yıldan beri, tüm bakanlarımıza,
eski cumhurbaşkanımıza ve parti başkanlarına, bizzat hazırladığım raporlarla,
ikili görüşmelerimle, halkın mağduriyetini, halkın devletimizin menfaatlarının
daima yanında olduğunu anlatarak, bir noktaya getirmeye çalıştım. 1999 yılı verilerine göre, kişi başına düşen gayri sâfî yurtiçi hâsılada
902 dolarla, Şırnak, tüm iller arasında sondan üçüncü sırada. Halen 1 100
öğretmen açığı, 877 sağlık personeli açığı olan ilimizde durum böyleyken bile
devletine güven duyan halkımız, yaşadığımız deprem felaketinden tutun da,
millet olarak dayanışmaya, birliğe ihtiyaç duyduğumuz her konuda, her yerde
elinden gelen gayreti göstermiştir. Değerli milletvekilleri, ilk defa, güneydoğunun ekonomisine katkıda
bulunmak ve bölge halkının yararlanmasını sağlamak amacıyla, 500 litre petrol
taşıma fırsatı verilmiştir. Daha sonra, varını yoğunu satarak, bu yolda, kamyon ve TIR alıp, sadece
her şeyini kaybetmiş bir vatandaş grubunun, dilleri ne şekilde olursa olsun...
Yani, bu konumdaki dillerinden bahsediyorum. Ben, sizin huzurunuzda, sizi
bilgilendirmek gayesiyle sergilemek istiyorum. Hepimizin bildiği gibi, bölgede ne tarım kaldı ne hayvancılık kaldı; bu
dilden bahsediyorum. Bu durumda, elbette, Habur sınır kapısı, âdeta, ilimizin
dört tekerlekli fabrikası haline geldi. Sınır ticareti, bölgede, halkın,
çiftçinin, oto tamircisinden lokantalara, dinlenme tesislerine kadar esnafın,
kısaca, bütün vatandaşın tek ekmek parası haline gelmiştir. Bölgede yapılan sınır ticaretinin, milletimize, ülkemize, ekonomiye,
sosyal gelişmeye, terörün önlenmesine, istihdama, eğitime, sağlığa olan
katkılarını saymaya, anlatmaya, ne yazık ki, vaktim müsait değil. Bütün bu gelişmelerin karşısında, Millî Güvenlik Kurulunun tavsiyeleri
üzerine Bakanlar Kurulu kararıyla yeni düzenlemeler getirildi. Tabiî, bu
düzenlemelerin temelinde gerek bölgenin ve gerekse iktidar partilerinin üst
düzeylerinin katkısı küçümsenemez. En önemlisi, yıllardır Türk Silahlı
Kuvvetlerimizin doğu ve güneydoğuda verdiği her türlü hizmet ve olumlu
katkıları inkâr edilemez. Huzurlarınızda, burada görev yapan gerek bürokrasi ve
gerekse Türk Silahlı Kuvvetleri personeline ayrı ayrı şükranlarımı sunmak
istiyorum. Alınan karara göre, Habur sınır kapısından, mutat depo kapsamında
motorin getirilmesine karar verilerek, bu akaryakıt dolum tesislerinin
işletilmesi, sözde TPAO'nun yan kuruluşu olan TPIC'e verilmiştir. TPIC, TPAO'nun yurtdışı işlerini yürütmek üzere ve uluslararası faaliyet
göstermek amacıyla 3 milyon Amerikan Doları sermayesiyle İngiltere'de, Jersey
Adalarında kurulmuş bir reprezantör şirkettir. TPIC, faaliyet konusu olmamasına
rağmen, bölgede motorin alım satımını ne amaçla yapıyor?. Üstelik, gerek
kapasite açısından gerekse teknolojik olarak rafineri statüsünde değildir.
Ülkemizde rafineri statüsünde TÜPRAŞ gibi kurumlar varken, neden TPIC'e
verilmiştir? (Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı) M.SAİT DEĞER (Devamla) - TPIC'in bölgedeki depolama tesislerinin
yetersizliği, 47 500 kamyon ve TIR sahibini çileli bir duruma getirmiştir;
çünkü, TPIC devreye girmeden önce, Habur sınır kapısından Kuzey Irak'a günlük 1
200 araç seviyesinde araç yaparken ve bir araç iki ayda bir sefer yapmaktayken,
şimdi ise, günlük araç sayısı 250 civarında olup, bir araç, ancak dört ayda bir
sefer yapmaktadır. Ayrıca, TPIC, bölgede, istediği gibi fiyatlandırma yapmakta; bu motorin
alım satımında en büyük kârı TPIC ve bir elin parmaklarını geçmeyen dağıtım
şirketleri almaktadır. TPIC'in trilyonları bulan bu kârının ne kadarı
devletimizin kasasına giriyor? Bunların, mutlaka açıklanması gerekmektedir. TPIC'in, hukuksal olarak, KDV alma, almama veya fiyat belirleme yetkisi
yoktur. Dikkatinizi çekiyorum; TPIC bir İngiliz firmasıdır. Bu şekilde kurulmuş
şirketin bu yetkileri kullanması hukuksal değildir. Dünya hukukunda bile buna
yer verilemez. Bu 47 500 eski araçla yapılan
ticarette, her şey yolunda gitse bile maddî finansman 50 trilyonu
geçmemektedir. Oysaki, Habur sınır kapısından, köşe yazarlarımıza göre 3 milyar
dolar, dünya basınına göre 3-3,5 milyar dolar ve bizim edindiğimiz bilgiye göre
2 milyar dolar devletimizin kaybı vardır. Bu paraları, kim alıyor, ne şekilde
alıyor ve en önemlisi, alınmasına nasıl müsaade ediliyor? Bütün bunlar, biraz
evvel bahsettiğim 47 500 araç sahibinin sırtına yüklenmekte; cezası bunlara
çektirilmektedir. 47 500 araç, sadece bölge arabası olmayıp, tüm Türkiye'den gelen
arabalardır. Bu da gösteriyor ki, olay, sadece güneydoğu olayı değil, Türkiye
olayıdır. Bazı bahaneler ileri sürülerek bu gerçeklerden kaçmak mümkün
değildir. Habur sınır kapısındaki bugünkü oluşum, şüphesiz ki, Türkiye'nin
geleceğini menfi yoldan etkileyecektir. Bu oluşum, bazı siyasiler ve bölgedeki
her şeyi kişisel egoizminin altında gören kişilerce meydana getirilmiştir. Bu
perdeyi aralayacak olan, siz değerli milletvekilleri, Türkiye aydınları ve
medya kuruluşlarıdır. Bizler, el ele vererek, devletin istihbarat ve teftiş
kurullarını harekete geçirerek, olayı çözüme götürebiliriz. Fuel-oil konusuna gelince; Petrol İşleri Genel Müdürlüğü ve Dış Ticaret
Müsteşarlığı tarafından tahsis edilen 1 450 000 ton fuel-oilin 1 milyon tonu,
bölgedeki taşeron firmalara dağıtılmıştır; 450 000 ton fuel-oil ise, TPIC'e
tahsis edilmiştir. TPIC, bu fuel-oilin dağıtımını yapması gerekirken, hangi
amaçla, kimlerin baskısıyla elinde tutuyor? Geçen yıl ithal edilen bu
fuel-oilin ton başına fon değer ve vergileri 58 000 000 Türk Lirasıdır. Bu,
direkt devletimizin kasasına giren paradır. Oysa TPIC, bu 450 000 ton fuel-oil
elinde tutarak, trilyonları bulan bu paraların devletin kasasına girmesine
engel olmaktadır. IMF'ye avuç açtığımız, aylardır ekonomik krizin pençesinden
kurtulmaya çalıştığımız, 1 kuruşa ihtiyacımızın olduğu bugünlerde, bu paraya,
acaba, ülkemizin ihtiyacı yok mudur? Hampetrolle ilgili diğer bir konu da, TPIC tarafından satın alınan
hampetrolün dolum tesislerinden, TÜPRAŞ VE BOTAŞ terminallerine, karayoluyla,
tankerlerle nakledilmesidir. Bu nakil işlemi için hazırlanan şartname, bilinçli
olarak, bölge halkının gücünü aşacak şekilde düzenlenmiştir. Oysaki, sadece
belli bir kesimin faydalanmasını sağlamak yerine, koşulların normal bir
seviyeye çekilerek herkesin istifade etmesi gereği ortaya çıkmaktadır. Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; sonuç olarak, bölgede, şu anda
durum, güneydoğunun kaderinde büyük rol oynayan, Silopi, Habur ve Şırnak
menfaat üçgeninde son derece metotlu bir menfaat oluşumunun olmasıdır. Amacım, bu kadar çarpık, bu kadar gerçeklerden uzak, yöre halkını mağdur
eden ve temelde devleti milyar dolarlar seviyesinde zarara uğratan durumun
ortaya konmasını sağlamaktır. Halkımızın devletinden beklentisi; sınır ticaretinin geliştirilmesi,
Habur'un devamlı halka açık tutulması, gerek vatandaşın gerekse devletin yarar
sağladığı bir sisteme oturtularak bölge, ülke olarak kalkınmasıdır. Bu kadar
samimî duygular içinde olan hemşerilerimizin maruz kaldığı menfî uygulamaların
engellenmesi, başta devletimizin olmak üzere, herkesin yararına olacaktır. Konuşmama son verirken, Sayın Başbakanımızın hafta sonu Şırnak'ta
verdiği ikinci sınır kapısı sözünün, bölgede yıllardır, bir türlü açılamayan ve
sayılarını unuttuğumuz kalkınma paketlerine benzememesini temenni ediyor; Yüce
Heyetinize saygılar sunuyorum.(DYP sıralarından alkışlar) BAŞKAN -Teşekkür ederim Sayın Değer. Yerinizden, buyurun Sayın Tuğmaner. MUSTAFA KEMAL TUĞMANER (Mardin)- Sayın Başkan, değerli milletvekilleri;
3 Haziran 2001 tarihinde Sayın Başbakanımızla yaptığımız Mardin ve Şırnak
gezisi, Habur Kapısı açısından çok verimli geçmiştir. Habur Sınır Kapısı,
hakikatenın Güneydoğu Anadolu Bölgesinin can damarıdır, kalbidir. Sayın
Başbakanımızın sayesinde, 50 000 tona düşürülen mutat depoyla getirilen
akaryakıt, 75 000 tona çıkarılma sözü alınmıştır. Bugün Bakanlar Kurulu
toplanmış olsaydı, bu karar alınacaktı; inşallah, çarşamba günü bu karar
alınacaktır. Sayın milletvekilimin belirttiği fuel oil ve hampetrolün TPIC tarafından
iyi yönetilmediği konusundaki görüşler, ilgili valiler tarafından Sayın
Başbakanımıza iletilmiştir. Sayın Başbakanımız da, bu konuda Ankara'da bir
toplantı yapılması gerektiğini iletmiştir. Hepinize teşekkür ediyorum. BAŞKAN - Teşekkür ederim efendim. Efendim, diğer sunuşlara geçiyoruz. Sayın milletvekilleri, sunuşlar çok uzun olduğu için, Kâtip Üyenin
oturarak okuması hususunu oylarınıza sunuyorum : Kabul edenler... Kabul
etmeyenler... Kabul edilmiştir. Cumhurbaşkanlığının bir tezkeresi vardır, okutuyorum: B) TEZKERELER VE ÖNERGELER 1. – İstifa eden ve istifası kabul edilen
Yüksel Yalova’dan boşalan DevletBakanlığına, yeni bir atama yapılıncaya kadar,
Devlet Bakanı Mehmet Keçeciler’in vekâlet etmesinin uygun görülmüş olduğuna
ilişkin Cumhurbaşkanlığı tezkeresi (3/833) Türkiye
Büyük Millet Meclisi Başkanlığına 31 Mayıs 2001 İlgi : Başbakanlığın, 31 Mayıs 2001 tarihli ve
B.02.0.PPG.0.12-300-02/8710 sayılı yazısı İstifa eden ve istifası kabul edilen Yüksel Yalova'dan
boşalan Devlet Bakanlığına, yeni bir atama yapılıncaya kadar Devlet Bakanı
Mehmet Keçeciler'in vekâlet etmesi, Türkiye Cumhuriyeti Anayasasının 113 üncü
maddesi uyarınca uygun görülmüştür. Bilgilerinize sunarım.
BAŞKAN - Bilgilerinize sunulmuştur. Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığının bir tezkeresi vardır,
okutuyorum: 2. – Avrupa Kıtası Habitat Global
Parlamenterler Bölgesel Konsey Başkanının vaki daveti üzerine Amerika Birleşik
Devletlerine gidecek olan Çevre Komisyonu Başkanı Ediz Hun’un başkanlığındaki
Parlamento heyetinde yer alacak milletvekillerine ilişkin Başkanlık tezkeresi
(3/839) 5 Haziran 2001 Türkiye
Büyük Millet Meclisi Genel Kuruluna Avrupa Kıtası Habitat Global Parlamenterler Bölgesel Konsey Başkanı
Peter Götz'ün vaki davetine icabetle, 5-8 Haziran 2001 tarihlerinde Amerika'nın
New York kentinde düzenlenecek "Birleşmiş Milletler Genel Kurulu İstanbul
+5 Özel Oturumu"na İstanbul Milletvekili Türkiye Büyük Millet Meclisi
Çevre Komisyonu Başkanı Ediz Hun Başkanlığında bir parlamenter heyet ile icabet
edilmesi hususu Türkiye Büyük Millet Meclisinin Dış İlişkilerinin Düzenlenmesi
Hakkındaki 3620 sayılı Kanunun 6 ncı maddesi uyarınca Genel Kurulun 24.5.2001
tarih ve 108 sayılı Birleşiminde kabul edilmiştir. Anılan kanunun 2 nci maddesi uyarınca siyasî parti gruplarınca
bildirilen isimler Genel Kurulun bilgilerine sunulur.
Adı Soyadı Seçim
İli Ediz Hun (İstanbul) Sedat Çevik (Ankara) BAŞKAN - Bilgilerinize sunulmuştur. Demokratik Sol Parti Grup Başkanlığının bir tezkeresi vardır,
okutuyorum: 3. – Adana Milletvekili Arif Sezer’in
Kamu İktisadî Teşebbüsleri Komisyonu üyeliğinden geri çekildiğine ilişkin DSP
Grup Başkanlığı tezkeresi (4/383) 25.5.2001 Türkiye
Büyük Millet Meclisi Başkanlığına İlgi: Kan. Kar. Md. 15 Mayıs 2001 tarih ve 10260 sayılı yazısı İlgi yazı ile istenen, Kamu İktisadî Teşebbüsleri Komisyonu
üyelerimizden Adana Milletvekilimiz Arif Sezer'in üyeliği geri çekilmiştir. Gereğini saygıyla arz ederim.
BAŞKAN - Bilgilerinize sunulmuştur. Fazilet Partisi Grup Başkanlığının bir tezkeresi vardır; okutuyorum: 4. – Kütahya Milletvekili Ahmet Derin’in
Plan ve Bütçe Komisyonu üyeliğinden geri çekildiğine ilişkin FP Grup Başkanlığı
tezkeresi (4/384) 16.5.2001 Türkiye
Büyük Millet Meclisi Başkanlığına İlgi: Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığı Genel Sekreterliği Kan.
Kar. Md'lüğünün 15 Mayıs 2001 tarih ve A.01.0.GNS.0, 10.00.02-10259 sayılı
yazısı. Değişen oranlar nedeniyle Plan ve Bütçe Komisyonu üyeliğinden Grubumuzdan
Kütahya Milletvekili Ahmet Derin'in ayrılması uygun görülmüştür. Gereğini saygılarımla arz ederim.
BAŞKAN - Bilgilerinize sunulmuştur. Bir Meclis araştırması önergesi vardır, okutuyorum: C) GENSORU, GENEL GÖRÜŞME, MECLİS
SORUŞTURMASI VE MECLİS ARAŞTIRMASI ÖNERGELERİ 1. – Osmaniye Milletvekili Şükrü Ünal ve
19 arkadaşının, Osmaniye İlinin turizm potansiyelinin değerlendirilmesi ve
sorunlarının tespiti ile çözüm yollarının araştırılması amacıyla Meclis araştırması
açılmasına ilişkin önergesi (10/203) Türkiye
Büyük Millet Meclisi Başkanlığına Osmaniye'nin turizm potansiyelinin değerlendirilmesi ve Osmaniye
turizminin sorunlarının tespit edilmesi ve sorunların çözüm yollarının
araştırılması için Anayasanın 98 nci ve Meclis İçtüzüğünün 104 ve 105 inci
maddeleri gereğince bir Meclis araştırması açılmasını arz ederiz.
Gerekçe: Osmaniye İli, ekonomik yapısı itibariyle tarıma dayalı bir görünüm arz
etmektedir. Son yıllarda uygulanan ekonomik politikalar, Osmaniye tarımını
gerilettiği gibi, tarıma dayalı sanayi ve ticareti de olumsuz etkilemiştir. Bu
durum karşısında Osmaniye'de yaratılan katmadeğer de azalmıştır. Osmaniye'nin
gayri safî millî hâsılası, Türkiye ortalamasının çok altına gerilemiştir. Konumu itibariyle Çukurova gibi Türkiye'nin en verimli arazisi üzerine
kurulmuş, Ortadoğu'ya bağlanan kara ve demiryolları üzerinde bulunan, denizyolu
bağlantısı düşünülürse İskenderun ve Mersin limanlarına yakın olan Osmaniye'nin
ekonomik yaşam seviyesinin Türkiye ortalamasının altında olması düşündürücüdür. Olumsuz ekonomik şartların tarım, ticaret ve sanayi sektörlerine darbe
indirmesi; alternatif sektörlerin ekonomiye kazandırılmasını gerekli
kılmaktadır. Osmaniye ve Türkiye ekonomisine katkı sağlayacak sektörlerin başında da
turizm gelmektedir. Bugün, Osmaniye birçok yönden Batı Anadolu bölgelerinde
mevcut turizm potansiyeline sahiptir. Buna rağmen, mevcut potansiyel bugüne
kadar değerlendirilememiş, Osmaniye ve Türkiye, turizmin kazandıracağı ve
getireceği gelişmelerden mahrum kalmıştır. Yaşanan son ekonomik kriz,
Türkiye'nin her yanındaki esnaf, çiftçi, sanayici ve tüccarı bitirme noktasına
getirmiştir. Bilindiği gibi, son kriz öncesi Türkiye'nin dışticaret açığı rekor
seviyesine çıkmıştır. Devalüasyon nedeniyle bu yıl içinde dışticaret dengesinin
pozitife yöneleceği beklenmektedir. Dışticaret dengesini olumlu etkileyecek
sektörlerden olan turizm sektörünün canlanması ve gelen turist sayısının
çoğalması ile birlikte Türkiye ekonomisinde bir canlanma olacağı
belirtilmektedir. Doğrusu, Türkiye'nin belirli bölgelerine turizm yatırımı yapılmakta,
diğer bölgeler (Osmaniye gibi) ihmal edilerek veya bunlara önem verilmeyerek bu
bölgelerin turizm kapasitesinden yararlanılmamaktadır. Gerçekte belirli
bölgelerin de turizm kapasitesinin sınırı olup, belirli kapasiteden fazla
gelecek turistlere yeni yerleri, bölgeleri tanıtmak ve bu bölgeleri turizme
kazandırmak ve kalıcı turistik yerler yapmak kaçınılmaz olmaktadır. Osmaniye'nin yeterince turizm potansiyeli bulunmaktadır ve bu konumdan
şimdiye kadar gereği gibi istifade edilmemiştir. Osmaniye'ye gelen yerli ve
yabancı turist sayısı, Türkiye ortalamasının çok altındadır. 1- Arslantaş Açık Hava Müzesi, 2- Tarihî Karatepe kilimleri ve kilim tezgahları, 3- Tarihî kaleler, 4- Arslantaş Baraj Gölü, Kalecik Baraj Gölü (su sporları turizmi), 5- Haruniye Kaplıcaları, 6- Açıkhava tiyatrosu, 7- Yayla turizmi (Osmaniye'nin yüzölçümünün yüzde 45'i ormanlık),
(Zorkun, Olukbaşı, Almanpınarı, Yarpuz vesaire 19 yayla), 8- Çona Çayı ve Karaçay vadileri, 9- Diğer doğal güzellikler ve festivaller, Osmaniye'nin turizm sektörünü önplana çıkaran yerler arasında
bulunmaktadır. Turistik yerlerin, Osmaniye'nin turizm yönünün tanıtımında
yetersizlikler ve güçlükler bulunmaktadır. Turistik yerlere ulaşım güç
koşullarda yapılmaktadır. Turistik yerlerin tanınmasında ve gelişiminde önemli
unsur olan sosyal ve dinlenme tesisleri bulunmamaktadır. Bu noktalarda Bakanlığın
harekete geçmesi gerekmektedir. Ödenek yetersizliğinden dolayı, il müdürlüğünün
çabaları yetersiz kalmaktadır. Özellikle, önemli turizm merkezlerinden olan
Haruniye Kaplıcalarının düzenlenmesi ve arazisi genişletilmelidir.
Yaylacılığın, turizm kapsamına alınmasıyla birlikte, il turizmine bir canlılık
getireceği muhakkaktır. Osmaniye'nin turizm potansiyeli bugüne kadar değerlendirilmemiş, hem
bölge hem de Türkiye ekonomisi için büyük kayıp olmuştur. Turizmin
canlanmasının önündeki engel teşkil eden sorunların belirlenmesi ve gerekli
tedbirlerin alınması için bir Meclis araştırması açılması faydalı olacaktır. Yüce Meclisin takdirine sunarız. BAŞKAN - Bilgilerinize sunulmuştur. Önerge gündemdeki yerini alacak, Meclis araştırması açılıp açılmaması
konusundaki öngörüşme, sırası geldiğinde yapılacaktır. Kanun teklifinin geri alınmasına dair bir önerge vardır; okutuyorum: B) TEZKERELER VE ÖNERGELER (Devam) 5. – İzmir Milletvekili Işılay Saygın’ın,
Orman Kanununda Değişiklik Yapılması Hakkında Kanun Teklifini geri aldığına
ilişkin önergesi (4/385) Türkiye
Büyük Millet Meclisi Başkanlığına 1.5.2001 tarihinde vermiş olduğum 07-01/151 sıra sayılı Orman Kanununda
Değişiklik Yapılması Hakkında Kanun
teklifimi geri alıyorum. Saygılarımla.
BAŞKAN - Adalet Komisyonunda bulunan kanun teklifi geri verilmiştir
efendim. Demokratik Sol Parti, Milliyetçi Hareket Partisi ve Anavatan Partisi
Gruplarının, İçtüzüğün 19 uncu maddesine göre verilmiş müşterek önerileri
vardır; önce tümünü okutup işleme alacağım, sonra ayrı ayrı okutup oylarınıza
sunacağım efendim. V. – ÖNERİLER A) SİYASÎ PARTİ GRUBU ÖNERİLERİ 1. – Genel Kurulun çalışma gün ve
saatleriyle gündemdeki sıralamanın yeniden düzenlenmesine ilişkin DSP, MHP ve
ANAP Gruplarının müşterek önerisi Türkiye
Büyük Millet Meclisi Başkanlığına Danışma Kurulunun 5 Mayıs 2001 Salı günü (bugün) yaptığı toplantıda,
Siyasî parti grupları arasında oybirliği sağlanamadığından, Gruplarımızın
ekteki müşterek önerilerinin, Genel Kurulun onayına sunulmasını arz ve teklif
ederiz. Saygılarımızla.
Öneriler: 1- Gündemin "Kanun Tasarı ve Teklifleriyle Komisyonlardan Gelen
Diğer İşler" Kısmının 19 uncu sırasında yer alan 579 sıra sayılı kanun
tasarısının, bu kısmın 10 uncu sırasına, 217 nci sırasında yer alan 608 sıra
sayılı kanun tasarısının 11 inci sırasına alınması önerilmiştir. 2- Genel Kurulun 5 Haziran 2001 Salı günü 15.00-19.00; 20.00-24.00; 6
Haziran 2001 Çarşamba ve 7 Haziran 2001 Perşembe günleri 14.00-20.00 saatleri
arasında çalışması; 5 Haziran 2001 Salı ve 6 Haziran 2001 Çarşamba günleri
sözlü soruların görüşülmemesi, 5 Haziran 2001 Salı günü (10/12) ve (10/124)
esas numaralı Meclis araştırması önergelerinin görüşmelerinin tamamlanmasından
sonra kanun tasarı ve tekliflerinin görüşülmesi, 6 Haziran 2001 Çarşamba günü
gündemin 10 uncu sırasına kadar olan tasarı ve tekliflerin görüşmelerinin
tamamlanmasına kadar çalışma süresinin uzatılması önerilmiştir. TURHAN GÜVEN (İçel) - Sayın Başkan, aleyhinde söz istiyorum. BAŞKAN - Efendim, sizden evvel, aleyhinde Sayın Bülent Arınç söz
istediler. Sayın Arınç, buyurun efendim. (FP sıralarından alkışlar) BÜLENT ARINÇ (Manisa) - Sayın Başkan, değerli arkadaşlarım; hepinizi
saygıyla selamlıyorum, çalışmalarımızın hayırlı olmasını diliyorum. Hükümet ortağı partiler, müştereken bir öneri getirdiler, Danışma
Kurulunda beraberlik sağlanamadı. Bu öneriye niçin karşı olduğumuzu birkaç
cümleyle ifade etmek istiyorum. Takip ederken belki dikkatlerden kaçmıştır, bu önerinin özünde şu var:
Bugün 15.00-19.00, 20.00-24.00 saatleri arasında çalışacağız. Bugün iki Meclis
araştırması önergesi görüşülecek. Bunlardan birisi, Emekli Sandığıyla ilgili
bir Meclis araştırması önergesiydi, yarım kaldı, o bitirilecek. Bir diğeri de,
bir değerli arkadaşımızın ve arkadaşlarının verdikleri Bitlis-Ahlat'la ilgili
bir araştırma önergesidir, o da bugün görüşülecek. Takiben, geçtiğimiz
haftalardan bugüne devam eden Radyo Televizyon Üst Kuruluyla ilgili tasarının
görüşülmesine devam edilecek. Yarın 14.00'te başlayacak çalışmalar, RTÜK
tasarısının bitimine kadar, saat konulmaksızın devam edecek. Perşembe günü de
Kamu Görevlileri Sendikaları Kanunu Tasarısının görüşülmesine başlanacak. Değerli arkadaşlarım, ayrıca, Millî Savunma Komisyonundan gelen iki
tasarıya öncelik verilmektedir ve Türk Silahlı Kuvvetlerinde İstihdam Edilecek
Sözleşmeli Subay ve Astsubaylar Hakkında Kanun Tasarısı 10 uncu sıraya,
Askerlik Kanununda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Tasarısı da 11 inci sıraya
alınmaktadır. Bu kanun tasarılarına öncelik verilmesine rağmen, bu hafta
görüşülmeyeceği ve perşembe günü, daha arka sıralarda yer alan Kamu Görevlileri
Sendikaları Kanunu Tasarısına başlanacağı da, hükümet ortağı partilerin grup
başkanvekilleri tarafından ifade edilmiştir. Değerli arkadaşlarım, böyle bir düzenlemeye şu açıdan karşıyız:
Bildiğiniz gibi, öneri kabul edildiği takdirde, RTÜK'le ilgili tasarının
görüşülmesinde üçüncü haftaya başlanacaktır; yani, RTÜK tasarısı, Meclisimizin
gündemini üç haftadan beri meşgul etmektedir. Bu tasarının niçin bu dönemde
getirildiği, hiçbir acil ve gerekli sebep olmadan görüşülmeye başlandığı,
maddeler ve önergeler üzerindeki konuşmalar sırasında defalarca ifade
edilmiştir, Genel Kurulun da bilgileri dahilindedir. İnat ve ısrarla, bu hafta
da, RTÜK tasarısı mutlaka bitirilecektir, düşüncesiyle, yarın, çalışma
saatleri, bu tasarının bitimine kadar uzatılmaktadır. Değerli arkadaşlarım, zaman zaman karar ve toplantı yetersayıları,
hükümet ortağı partilerin milletvekilleriyle birlikte, sağlanamamakta ve
çalışma süresi yarıda kalmaktadır. İştahsız, isteksiz, gerçekte karşı çıkan;
ama, içeride oylamalar sırasında düşüncesinin aksine oy kullanmak
mecburiyetinde olduğunu ifade eden pek çok milletvekili arkadaşımız, bu
tasarının geri çekilmesini beklemekte; ancak, liderler, bu tasarının mutlaka
çıkması konusunda, kendi gruplarına, doğrudan veya dolaylı baskı yapmaktadır. İçinde yaşadığımız krizin ve bu krizden çıkış sebeplerinin hiçbirisi, bu
tasarının içerisinde mevcut değildir; güncel değildir, önemli değildir, makul
değildir, haklı değildir ve sadece, bu tasarıyı getiren hükümet ortağı
partilerin sayın genel başkanlarından -belki hepsini de itham etmek doğru
değil- bazılarının arzu ettiği bir tasarıdır. Bu tasarıya, RTÜK'ün kendisi
karşıdır, milletvekillerimizin büyük çoğunluğu karşıdır, bakanlar karşıdır,
kamuoyundan büyük bir tepki vardır, ulusal kanallar, yerel televizyon
kanalları, radyolar tepkilidirler, basın çalışanları tepkilidirler; böylece,
bir sansür yasasının getirildiği ve bunun özerkliği ortadan kaldıran bir
yapılanmaya doğru gittiği, alabildiğine ağır cezalarla basının gerçekte yok
sayılmaya çalışıldığı bir tasarıyla karşı karşıyayız. Fazilet Partisi adına,
bunun görüşülmesine hiçbir şart altında evet demiyoruz. O yüzden, prensip
olarak, böylesine zorlama ve dayatmayı bünyesinde bulunduran ve onbeş günden
beri takip ettiğimiz şekilde, Genel Kurulun da gerçekte reddettiği bir
tasarının geri çekilmemiş olmasını bir talihsizlik olarak kabul ediyoruz. Değerli arkadaşlarım, ikinci ifade edeceğim konu, Millî Savunmayla
ilgili iki kanun tasarısının ön
sıralara alınmış olmasıdır. Sayın Millî Savunma Bakanı, geçtiğimiz haftalarda
grupları ziyaret ederek, bu konuda bilgi sunmuşlardır; kendilerine
müteşekkirim. Ancak, bu kanun tasarıları, şu veya bu sebeple, bu hafta
görüşülmeyecektir. Bunun yerine, henüz komisyonlardan gelen, öncelik sırası
alan, Kamu Görevlileri Sendikaları Kanunu Tasarısı görüşülecektir. Basılı gündeme baktığımız zaman, acilen görüşülmesi gereken başka kanun
tasarıları da dikkatimizi çekiyor. Bakınız, yarım kalan bir tasarı var: Ceza İnfaz Kurumları ve Tutukevleri
İzleme Kurulları Kanunu Tasarısı; bildiğim kadarıyla, 4 üncü maddesinde
görüşmeler yarım kaldı; onbeş günden beri, RTÜK tasarısı sebebiyle de tekrar
başlanamıyor. Şimdi, halk arasında "bu ne perhiz, bu ne lahana turşunu"
denen sözü hatırlamak mümkündür; çünkü, bildiğiniz gibi, bu yarıda kalan
tasarı, bir üçlü tasarılar demetinin parçasıydı. Önce, Terörle Mücadele
Kanununun bir maddesi değiştirildi; arkadan, infaz hâkimliği kurulmasıyla
ilgili kanun geldi. Cezaevleri ve izleme kurullarının teşekkülü de aynı
bütünlük içerisinde düşünülmüştü. Dolayısıyla, Türkiye'nin gündeminde acil
olarak görülen cezaevleri meselesinin çözümü, eğer, bu kanunun çıkmasına ve
yasal düzenleme yapılmasına bağlıysa, bu, RTÜK'ten de önemlidir başka şeylerden
de önemlidir. Niçin, Adalet Bakanı, kendi tasarısına sahip çıkmıyor, bunu
görüşmüyor? Her gün, cezaevlerinde şu kadar insan öldü diye kamuoyunda büyük
tepkiler varken ve bir taraftan da tartışmalara, yurt dışından gelen birtakım
parlamenterler ve birtakım kurum ve kuruluşlar katılıyorken, Türkiye'nin bu
konuda ihmalde ve hatta kasıtta bulunduğu ileri sürülüyorken, bir yasal
düzenlemenin geciktirilmesi ve onun önüne başka tasarıların getirilmiş olmasını
fevkalade yanlış buluyorum. Basılı gündemin ikinci maddesinde -uzundur, sadece başını okuyacağım:
"Emekli Sandığı Kanunu ve Nakdî Tazminat Aylık Bağlanması..." diye devam
ediyor- haftalardır konuşulmayan, üzerinde durulmayan bir tasarı daha var; bu
da, şehitlerin ve gazilerin dul ve yetimlerinin maaşlarının düzenlenmesi
konusudur. Bildiğiniz gibi, geçtiğimiz ağustos, eylül aylarında, kararnameyle
düzenlenmişti; ama, önce yetki kanununun, daha sonra buna bağlı olarak
çıkarılan kararnamelerin Anayasa Mahkemesi tarafından iptal edilmesi üzerine,
gruplar süratle bir araya geldiler, bu düzenlemenin yapılması gereği üzerinde
durdular; ancak, görüyoruz ki -içerisinde bizim grup başkanvekili
arkadaşlarımızla birlikte diğer grup başkanvekillerinin imzası vardır, ama-
bugün, şehitlerimizin dul ve yetimlerinin gerçekten hayat standartları
içerisinde maaşlarını artırabilecek olan bu tasarının görüşülmesine maalesef
başlanamamaktadır. Hayvanları Koruma Kanunu Tasarısı, Çiftçi Mallarının Korunması Hakkında
Kanun Tasarısı, Karayolu Taşıma Kanunu Tasarısı da gündemde yer almakla
birlikte, maalesef, bunlar da henüz görüşülmeye başlanamamıştır. Değerli arkadaşlarım, gündemde yerini alan ve haftalar öncesinden acil
olduğu üzerinde arkadaşlarımızın ikaz edildiği ve görüşmesinin yapılıp
yasalaşması üzerinde de mutabık kaldığımız pek çok tasarının görüşülmesine
başlanamıyor; ama, maalesef, RTÜK tasarısı görüşülmeye devam ediliyor ve bunda
ısrar ediliyor. Kamuoyunun dikkatini hükümetin bu yanlışı üzerine çekmek
istiyorum. Değerli arkadaşlarım, gündemin 13 üncü sırasında yer alan ve bugünkü
düzenlemeyle 15 inci sıraya düşecek olan Kamu Görevlileri Sendikaları Kanunu
Tasarısının görüşülmesine gelince; bu, önemli bir tasarıdır ve memurlar bunu
bekliyorlar. Bu Parlamentoda da, yıllardan beri bu tasarının çıkarılması
konusunda adımlar atılmıştır; hatta, görüşmeler sırasında da geri çekilmiştir.
Bunun sorumlusu, ne geçmişte ne bugün, bizim temsil ettiğimiz siyasî partiler
olmadı. Biz, kamu görevlilerinin kanun tasarısının; yani, sendikalaşmaları
konusundaki kanun tasarısının yeterli biçimde düzenlenmesini istiyoruz; yani,
toplusözleşmeden başlayarak, sendikaları bir dernek hüviyetinden kurtaracak,
gerçekten bir sosyal sınıf olarak çalışan memurların ve sözleşmelilerin
haklarını görüp gözetecek bir kanun olarak çıkmasını istiyoruz; yani, yıllar
sonra bu önümüze geldiyse, en mükemmel şekliyle çıkmasını temin etmek, bizim
Parlamento olarak görevimizdir. Bildiğiniz gibi... (Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı) BAŞKAN - Buyurun. BÜLENT ARINÇ (Devamla) - ... öncelikle Sağlık, Aile, Çalışma ve Sosyal
İşler Komisyonunda görüşüldü, bir düzenleme yapıldı; daha sonra Plan ve Bütçe
Komisyonuna gitti, birtakım etkilerle, bu tasarı, maalesef, o komisyondan gelen
şeklinden farklı olarak düzenlendi. Bu konunun tarafları olan sendikalar var; hiçbirisini, diğerinden farklı
bir konuma oturtamayız; hepsi, memurları, çalışanları temsil ediyorlar ve
ileriye sürdükleri çok haklı, çok gerekçeli sebepler var. Şu anda, bu
sendikalardan sadece birisinin takip ettiği ve bu şekilde çıkmasını arzu ettiği
bir tasarıya, yine aynı taraftaki iki sendika, haklı gerekçelerle karşı
çıkmaktadır. Dolayısıyla, çalışma barışının kurulabilmesi, sosyal taraflarla
birlikte Parlamentonun, bu tasarıyı, yeterince ele almasına bağlıdır. Bu konuda uzlaşma çalışmaları devam ederken, yangından mal
kaçırırcasına, bunu, Perşembe günü görüşmeye başlamak veya bitirilmesi için
görüşmeye devam etmek, bizce doğru ve haklı sayılamaz. Kanun, bu şekliyle
çıkarsa, eksik olarak çıkacaktır, yanlış olarak çıkacaktır; ne tarafları tatmin
edecek ne de Parlamento, memurların sendikalaşmasında önemli bir kazanım oldu
diye sevinebilecektir. Dolayısıyla -bugün Danışma Kurulunda da arkadaşlarımdan ricamız oldu- bu
konuda, sendikalar arasında ve Parlamentodaki partiler arasında bir mutabakat
sağlayabiliriz, bunun için zamana ihtiyacımız var. Bu çalışmalar bitirildikten
sonra, eğer bir uzlaşma söz konusu olacaksa, bunu bir temel kanun olarak
görüşmek de mümkün veya aynı şekilde, süratle görüşülmesine başlamak ve
bitirmek de mümkün. Ancak, bu düşünce ve ifadelerimize, maalesef, diğer hükümet
ortağı partilerin yanaşmadığını gördük. Dolayısıyla, bu şekilde ele alınmasına
da, biraz evvel arz ettiğim gerekçelerle, karşı çıktığımızı ifade ediyorum. Değerli arkadaşlarım, Türkiye'nin gündeminde kriz var, krizin
derinleşmesi var. Bu konuda alınan ve yeterince tartışılmayan kararlar maalesef
yetersiz ve açıklıkla bilinmiyor ve geçtiğimiz günlerde, bir Sayın Bakanın
sözleri bahane edilerek yeniden borsaların düştüğü, maalesef, faizlerin arttığı
ve doların yükseldiği ifade edildi. Sadece birkaç söz ve davranışla bile
yerinden oynayan dengelerin bugün iyice tespit edilemediği ve bu konuda
yeterince bir çalışma yapılmadığı ortaya çıkıyor. BAŞKAN - Sayın Arınç, toparlar mısınız efendim. BÜLENT ARINÇ (Devamla) - Toparlıyorum Sayın Başkanım. Dolayısıyla, Türkiye Büyük Millet Meclisi önemli yapısal ve kurumsal
çalışmaları süratle yerine getirmek ve bu yangını söndürebilmek amacıyla,
aylarca öncesinden, acil kanunlar veya krizi çözebilecek düzenlemelere
odaklanmıştı. Üç haftadan beri, Türkiye Büyük Millet Meclisi RTÜK tasarısına
kilitlenmiştir; görülüyor ki, bundan sonra da, üzerinde uzlaşma olmayan,
mesela, Kamu Görevlileri Sendikaları Kanun Tasarısına kilitlenecektir; temmuza
da şu anda çok az bir zaman kalmıştır. Hükümet ortağı partilerin insafla ve vicdanla hareket etmelerini, makul
düşünmelerini ve Parlamentomuzun verimli çalışmalar yaparak ülkemizi bu
sıkıntılardan kurtarmasını diliyor, hepinize saygılar sunuyorum. (FP ve DYP
sıralarından alkışlar) BAŞKAN - Teşekkür ederim efendim. Aleyhte ikinci söz, Sayın Turhan Güven'de. Buyurun Sayın Güven. (DYP sıralarından alkışlar) TURHAN GÜVEN (İçel) - Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; Doğru Yol
Partisi Grubu adına, hepinizi sevgi ve saygıyla selamlıyorum. Bir süreden beri ağızlardan düşmeyen bir laf: Tasarruf, tasarruf,
tasarruf... Peki, tasarruf deyince, nereden başlamak lazım acaba; nasıl örnek
vereceksiniz millete? Evvela, hükümetten tasarruf etmeyle başlamak lazım;
çünkü, bakınız, şu gündem, kâğıt tasarrufu olsa 17-18 sayfa; ama, hükümet
hiçbir şeyi dikkate almadığı için 58 sayfa... Demek, evvela, kâğıttan tasarruf
yapmak istiyorsanız, şu denetim günlerini gündeme getirin. 600-700 küsur soru
var burada; evvela bunların bir cevabını hükümet verir, 30-40 sayfadan tasarruf
edersiniz, kâğıt tasarrufu olur; devletin parası da bu kâğıtla birlikte çarçur
edilmemiş olur. Tasarruf mu diyorsunuz; işte, şurada genel görüşme ve Meclis
araştırmaları var. Bakınız, kaç sayfa; bunlara lütfedip de bir cevap vermek
varsa veya şurada görüştürmek varsa, gelin, şunları görüştürelim; bunları
gündemden kaldıralım; Meclis, aslî görevi olan denetimini icra etsin, ifa etsin
burada; o zaman, tasarrufu da millete biz göstermiş olalım. Bunları yapmıyorsunuz. Denetimi yok ettiniz. Her hafta pazartesi günü
saat 13.00'te, eğer işiniz aceleyse saat 11.00'de Danışma Kurulunu toplantıya
çağıracaksınız, o haftanın gündemini -her hafta- değiştireceksiniz; bunun
ciddiyetle uzaktan yakından bir ilgisi var mı değerli milletvekilleri?!
Cumhuriyet tarihinde, her hafta Danışma Kurulu toplanıp da, böyle, durmadan
gündem değiştirilmesi hiç görülmedi; ama, bir inat var; sizin de tasvip
etmediğiniz, onaylamadığınız bir kanun tasarısı tam onbeş gündür bu Mecliste.
İçinizden buna ret vermek geliyorsa onu yapın... Onu yapın... Bazılarının
Türkiye'de yapmak istediklerini değil, milletin istediklerini yapın. Değerli milletvekilleri, siz, kendi elinizle, hür iradenizi yürütmenin
emrine vermeye imkân yaratmayın. Hani, kuvvetler ayrılığı prensibi nerede
kaldı? Meclisi fason kanun üretir hale getirmeye kimsenin hakkı yok değerli
milletvekilleri. Birileri istiyor diye kanun çıkarılmaz; gerektiği için ve
millete yararı olacağı inancıyla kanunlar getirilir; ama, siz, uzun süreden
beri, kendi iradenizi ve kendi oylarınızı daha değişik yönde kullanma durumunda
kalıyorsunuz. Hükümet, evvela getirdi, kanun çıkardı; "yanlış" dedi,
bir daha getirdi; mesela, Bankalar Kanununda olduğu gibi. Derken, Türkiye'ye
bir Derviş geldi; bu defa -dikkat edin- Büyük Millet Meclisinin kanunlarını
değil, Derviş'in kanunlarını çıkardık; bakanlarınız bile "Derviş
kanunu" diye isimlendiriyor onları. Hiç kimse "bu Meclisin, Türkiye
Cumhuriyetinin, Meclisin çıkardığı kanun" demiyor artık. Siz, niye kendi
iradenizi başka şekilde yansıtmaya çalışıyorsunuz. Şu üstkurullar olayı. Kurul, kurul, kurul... Meclis, niye kendi
iradesini, kendi hakkını, kendi yetkisini ve kendi görevini başkasına
devrediyor?! Değerli milletvekilleri, yapmayın! İşte, RTÜK Kanunu bunlardan
birisi. Bu Mecliste iktidar her zaman olur, bir ülkede de iktidar her zaman
olur; ama, orada muhalefet yoksa, orada demokrasi yoktur. RTÜK Kanunu hazırlanırken
iktidarıyla, muhalefetiyle demokrasinin örneği verilerek bir kanun çıkarılmış
ve 9 üyenin belirli bir bölümü hükümete, bir bölümü muhalefete tahsis
edilmiştir. Siz, bundan vazgeçeceksiniz ve ısrarla vazgeçmek niyetindesiniz. Bu
kanunun uygunluğunu, uygulanabilirliğini içinize sindiremediğiniz halde veya
bütün bir kamuoyu için değil de sadece birkaç kişi için olduğunu bile bile bu
kanuna oy vermek, bu Meclise yakışmayan bir olaydır diye düşünüyorum. Değerli milletvekilleri, bu nedenle, bu kadar önemli konular varken,
hapsen tazyik kararları köylünün kapısını çalmışken, ellerine kelepçe vurulduğu
iddiaları ve gerçekleri varken, Ziraat Bankasına olan borçlarını ödeyemedikleri
bir gerçek içindeyken, Halk Bankasına olan esnaf borçları ödenmezken,
çıkardığınız 300'lerden sonra, tekrar normal hale değil de, 65'lere getirince
kendinize övünme payı ayırırken, bunlar dururken, bunlar için kanun çıkarmak
varken, bunların, Türk vatandaşının mevcut durumunu daha iyileştirmek
gerekirken, bunları bir tarafa bırakacaksınız; ama, ısrarla bazı kanunları
çıkaracaksınız. Şimdi, bakınız -biraz evvel Sayın Arınç da ifade buyurdular-
Millî Savunma Bakanı arkadaşımız, çok centilmen, nazik bir insan. En azından,
bu Meclisten geçirmek istediği kanun tasarılarını getirip anlatma ihtiyacını
hissediyor, nezaketini gösteriyor. Bunu birkaç defa da yaptı; geldi, bize, altı
tane kanun tasarısının, önemine binaen geçmesinin uygun olacağını ifade etti.
Kendisine de onay verdik, biri hariç ve bunu da açıkyüreklilikle söyledik, o da
açıkyüreklilikle kabul etti; ama, bugün Danışma Kurulu toplantıya çağırıldı;
millî savunmayla ilgili iki tane kanun tasarısını 10 ve 11 inci sıraya
alıyoruz; güzel; ama, arkadan diyoruz ki, biz bunları görüşmeyeceğiz. Geçen
hafta Danışma Kurulunda bizim getirdiğimiz kanun tasarısının perşembe günü
görüşülebileceğini ifade buyuruyorlar arkadaşlarımız. Peki, o zaman, niye
bunları getiriyorsunuz, göstermelik olsun diye mi?! Eğer, bunların, kamuda
çalışan memur sendikalarıyla ilgili tasarının önceden görüşülmesini
istiyorsanız, biz, hatta, şu RTÜK ile ilgili tasarıyı da keselim, onu görüşelim
dedik. Onu kabul edin... Gelin, onu
kabul edin. İBRAHİM YAŞAR DEDELEK (Eskişehir) - Sayın Güven, merak etmeyin, tatile
kadar hepsi çıkacak. TURHAN GÜVEN (Devamla) - Ben merak etmiyorum, merakım sizler için;
çünkü, ilerde bana merak etme diyemeyecek halde olacaksınız. Değerli arkadaşlarım, bakın, olay şu: İki yıldan beri bekliyor bu kanun
tasarısı. Temel kanun mu; temel kanun. Kabul ediyoruz; çünkü, milyonlarca memuru
ve onun çevresini ilgilendiren bir kanun tasarısı mı; tamam, getirin; ama,
önüne iki tane tasarı koyacaksınız, hiçbir gerekçe göstermeyeceksiniz ve
diyeceksiniz ki, o gün Millî Savunma Bakanının başka işi varmış da, biz, bunu
yine koyalım. Bu, sadece gündemi doldurmadır. Yapmayın... Yapmayın... Asıl
maksadınızı söyleyin. Gece saat 24.00'e kadar çalışma, bitinceye kadar
çalışma... Değerli arkadaşlarım, eğer sizler de güvenmiyorsanız, inanmıyorsanız...
Zaten gelmiyorsunuz, en disipline edilmiş parti görüntüsü veren partili
arkadaşlarımız bile, salona artık itibar etmiyorlar, iltifat etmiyorlar, onlar
bile artık gelmiyorlar ve bir oylamada yüreğini ortaya koyabilen 13-14 basın
mensubu arkadaşlarımız çıkıyor -oradan gelen
milletvekili arkadaşlarımız var- onlar yüreklerinden gelen şeyi ve
görevlerini yapıyorlar. Yine, biliyorsunuz, basında, bugüne kadar 4 000 yaklaşan genç, fikir
adamı niteliğini haiz pırıl pırıl insanların görevlerine son verildi. Niye; bu
ekonomik sıkıntı... Daha dün bir yerden 11-12 arkadaşımız görevinden çıkarıldı,
işinden çıkarıldı. Gelin, bunlara çare arayalım. Aş ve iş vermek, Anayasaya
göre, devletin görevidir. Devletin temsilcisi hükümet mi; hükümet bunlarla
meşgul olmalıdır. Hükümet birileri için kanun çıkarma yerine, birilerinin
peşine takılma yerine, gelin, bu kanunları çıkarmak için gayret göstersin; canı
gönülden biz de destek verelim; çünkü, bu memlekette, her "Türk
vatandaşıyım" diyebilen insanın, yüreğinde sızı bırakmamak lazım. Aş ve iş
istiyorsa, onlara aş ve iş bulma mecburiyetindesiniz; ama, siz, başka konularla
ilgilenirseniz, yani, ehemmi mühime tercih olayını gündeme getirirseniz, ne
olacağını ilerideki günler gösterir; çünkü, bu, yürümüyor. Bu iş, böyle,
yürümüyor. Bunu, böyle kabul etseniz de, etmeseniz de yürümüyor. Bir kere daha,
bu devleti, bu milleti bir yere toslatmaya, hiç kimsenin hakkı yoktur. İleriki
günlerde, gelecek günlerde "ben, efendim, ne yaptımsa, karşımdaki insanlar
dinlemedi, bu nedenle ayrıldım da, siyasî hayata geçiyorum" diyebilecek
olan insanların yanında "ne yapalım kardeşim, bundan da bir şeyler
ummuştuk da, bütün görevlerimizi buna tevdi etmiştik de, bu da beceremedi"
demek hakkına ve lüksüne sahip değilsiniz. Onun için, gelin, tedbirleri şimdiden
alalım. Hepimiz bu memleketin çocuğuyuz. Bu memleketin çocuğu olmak gibi bir
itibarlı noktada, hepimize düşen de bir itibarlı görev vardır; doğruları
araştırmak, doğruları bulmak. Hepinize saygılar sunuyorum. (DYP sıralarından alkışlar) BAŞKAN - Öneriler üzerinde lehte söz talebi var mı efendim? Yok. YAKUP BUDAK (Adana) - Karar yetersayısının aranılmasını istiyoruz
efendim. MEHMET ERGÜN DAĞCIOĞLU (Tokat) - Sayın Başkan, karar yetersayısının
aranılmasını istiyorum. BAŞKAN - Önerileri tek tek okutup, oylarınıza sunacağım: Öneriler: 1- Gündemin "Kanun Tasarı ve Teklifleriyle Komisyonlardan Gelen
Diğer İşler" kısmının 19 uncu sırasında yer alan 579 sıra sayılı kanun
tasarısının, bu kısmın 10 uncu sırasına, 217 nci sırasında yer alan 608 sıra
sayılı kanun tasarısının 11 inci sırasına alınması önerilmiştir. BAŞKAN - Kabul edenler... Kabul etmeyenler... MEHMET ERGÜN DAĞCIOĞLU (Tokat) - Sayın Başkan, üç kişi karar yetersayı
istedi... BAŞKAN - Biliyorum efendim... Karar yetersayısı olmadığından, birleşime 10 dakika ara veriyorum. Kapanma Saati : 16.07 İKİNCİ OTURUM Açılma Saati: 16.25 BAŞKAN : Başkanvekili Mustafa Murat
SÖKMENOĞLU KÂTİP ÜYELER : Yahya AKMAN (Şanlıurfa),
Melda BAYER (Ankara) BAŞKAN - Sayın milletvekilleri, Türkiye Büyük Millet Meclisinin 112 nci
Birleşimin İkinci Oturumunu açıyorum. V. - ÖNERİLER (Devam) A) SİYASÎ PARTİ GRUBU ÖNERİLERİ (Devam) 1. - Genel Kurulun çalışma gün ve
saatleriyle gündemdeki sıralamanın yeniden düzenlenmesine ilişkin DSP, MHP ve
ANAP Gruplarının müşterek önerisi (Devam) BAŞKAN - Bir önceki oturumda, Grup önerilerinden 1 incisinin
oylanmasında karar yetersayısı bulunamamıştı. Şimdi, 1 inci öneriyi tekrar
oylarınıza sunup, karar yetersayısı arayacağım: Öneriyi kabul edenler... Kabul
etmeyenler... Öneri kabul edilmiştir. 2 nci öneriyi okutuyorum: 2- Genel Kurulun 5 Haziran 2001 Salı günü 15.00-19.00; 20.00-24.00; 6
Haziran 2001 Çarşamba ve 7 Haziran 2001 Perşembe günleri 14.00-20.00 saatleri
arasında çalışması; 5 Haziran 2001 Salı ve 6 Haziran 2001 Çarşamba günleri
sözlü soruların görüşülmemesi, 5 Haziran 2001 Salı günü (10/12) ve (10/124)
esas numaralı Meclis araştırması önergelerinin görüşmelerinin tamamlanmasından
sonra kanun tasarı ve tekliflerinin görüşülmesi, 6 Haziran 2001 Çarşamba günü
gündemin 10 uncu sırasına kadar olan tasarı ve tekliflerin görüşmelerinin
tamamlanmasına kadar çalışma süresinin uzatılması önerilmiştir. BAŞKAN - Öneriyi oylarınıza sunuyorum efendim: Kabul edenler... Kabul
etmeyenler... Öneri kabul edilmiştir. İçtüzüğün 37 nci maddesine göre verilmiş, 3 adet doğrudan gündeme alma
önergesi vardır; ayrı ayrı okutup, işleme alacağım ve oylarınıza sunacağım: İlk önergeyi okutuyorum: IV. – BAŞKANLIĞIN GENEL KURULA SUNUŞLARI
(Devam) B) TEZKERELER VE ÖNERGELER (Devam) 6. - Sivas Milletvekili Musa Demirci’nin,
Tarımsal Altyapı ve Sulama Genel Müdürlüğü Teşkilât ve Görevleri Hakkında Kanun
Teklifinin (2/351) doğrudan gündeme alınmasına ilişkin önergesi (4/386) Türkiye
Büyük Millet Meclisi Başkanlığına (2/351) esas nolu Tarımsal Alt Yapı ve Sulama Genel Müdürlüğü Teşkilat
ve Görevleri Hakkında Kanun Teklifim havale edildiği komisyonlarda 45 günlük
süre geçmiş olmasına rağmen görüşülmemiştir. İçtüzüğün 37 nci maddesine göre doğrudan gündeme alınabilmesi için
gereğinin yapılmasını saygılarımla arz ederim.
BAŞKAN - Önerge üzerinde, Sayın Musa Demirci; buyurun efendim. (FP
sıralarından alkışlar) MUSA DEMİRCİ (Sıvas) - Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; Tarımsal
Alt Yapı ve Sulama Genel Müdürlüğünün yeniden kurulması için hazırladığımız
kanun teklifi, ilgili komisyonlarda zamanında görüşülmediği için, İçtüzüğün 37
nci maddesine göre doğrudan gündeme alınması için huzurlarınıza getirdim. Huzurlarınıza getirdiğim kanun teklifi, Toprak Kanunu Teklifidir. Bu
bakımdan, bütün insanlarımızı, halkımızı yakından ilgilendiren bir tekliftir.
Milletimiz, toprağı "toprak vatandır, toprak anadır ve toprak
canlıdır" şekliyle mütalaa etmektedir, tarif etmektedir. Bazı ilim
adamları toprağı şöyle tarif ediyorlar: Toprak, kayaların ve organik maddelerin
parçalanması sonucu oluşan, oluşması yüzyıllar süren, biyolojik ve genetik
kaynaklarla bitkilere yaşama, beslenme ve gelişme ortamı oluşturan, hayatın
düzenli sürmesini sağlayan, yok edilebilir, bozulabilir canlı bir kaynaktır. Değerli milletvekilleri, canımızdan aziz bildiğimiz topraklarımızın
yeniden üretilmesi, yeniden kazandırılması imkânsızdır. Bu bakımdan, muhafaza
edilmelidir ve mutlaka, bir kanunla korunmalıdır. Ancak, asırlardan beri,
topraklarımız, yanlış kullanım sonucunda, erozyonlarla elden çıkmaktadır; diğer
bir deyimle, maalesef, topraklarımız, gözümüzün önünde, ayağımızın altından
kaymaktadır. Değerli milletvekilleri, yılda 500 milyon ton toprak erozyon ve buna
benzer yollarla kaybolmakta ve ülke topraklarını, ülkeyi terk etmektedir. Bu
bakımdan, hiçbir arkadaşımızın buna seyirci kalması mümkün değildir. Topraklarımızı
korumak, geliştirmek ve verimli kılmak için, mutlaka, yasal düzenlemeye
gidilmesi zarureti vardır. Değerli milletvekilleri, toprağın suyla münasebetlerini bir örnekle
açıklamak istiyorum. Bildiğiniz gibi, GAP, proje olarak milletimizin gururudur
ve milletimizin her ferdi, GAP'la iftihar etmektedir. Atatürk Barajı bitti; 26
kilometre uzunluğunda, çift olarak iki tünel hizmete açıldı; Harran Ovası suya
kavuştu. Bu mutluluğu, millet olarak hepimiz yaşadık. Asırların susuz ve
kavrulmuş toprakları suya kavuştu; ama, gelin, görün ki, suyun iyi
kullanılmaması neticesinde, toprakta drenajın yapılmaması ve arazide tesviyenin
olmaması yüzünden, maalesef, 3 000 dekar arazi, bugün, çoraklaşmış ve 3 000
dekar arazi elden çıkmıştır. Dikkatinizi şuraya çekmek istiyorum: Dün, susuzluk
nasıl bir felaketse; bugün, suyun yanlış kullanılmasından, iyi
kullanılmamasından dolayı büyük bir felaketle karşı karşıyayız. Bu bakımdan,
mutlaka, toprak yasasının çıkması lazım ve toprak muhafaza tedbirlerinin
alınması gerekir. Topraklarımızın, mutlaka, yalnızca Harran Ovasında değil, Anadolu'nun
her zemininde muhafaza edilmesi gerekir. Anadolu'nun her zemini, hem rüzgâr
erozyonuna hem de sel ve buna benzer erozyonlara açıktır. Gün olmuyor ki,
ülkemizde bazı sel felaketlerini hep beraber yaşıyoruz ve üzülüyoruz. Öyleyse,
millet olarak buna seyirce kalamayız, milletvekilleri olarak buna seyirci
kalamayız. Mutlaka, tedbirler alınmalıdır, toprak muhafaza tedbirleri
alınmalıdır. Bakınız, 1959 yılında, Toprak Su Kanunu çıkmış. Hakikaten, o kanunla
beraber, ülkemizde çok önemli toprak muhafaza tedbirleri alınmış; ama, hangi
sebeplerden bilinmez, 1984 yılında, Toprak Su Kanunu lağvedildi. O günden
bugüne, ülkemizde, böyle, gözle görülür, elle tutulur bir toprak muhafaza
tedbiri alınamadı (Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı) MUSA DEMİRCİ (Devamla) - Sayın Başkanım... Bu bakımdan, yeniden bu teşkilatın kurulması lazım; yeniden
topraklarımıza sahip çıkılması gerekir diyorum ve mutlaka, bu kanun teklifinin
gündeme alınması, kanunlaşması da önemli değil, kanunlaşmasının yanında,
ülkemizde, topraklarımızın korunması bakımından millî seferberliğin ilan
edilmesi lazım. Bugün, Tarım Bakanlığının bir hazırlığı var, biliyorum; toprak
su teşkilatını şu anda bünyesinde barındıran Köy Hizmetlerinin bir hazırlığı
var ve en önemlisi de, TEMA Vakfının bu konuda hazırlamış olduğu kanun
taslakları var. Bunlar birleştirilmek suretiyle, mutlaka topraklarımızın
korunması gerekir diyorum. Teklife desteklerinizi bekliyor, hepinizi saygıyla selamlıyorum. Sağ olun efendim. (Alkışlar) BAŞKAN - Teşekkür ederim efendim. Eskişehir Milletvekili Sayın Necati Albay; buyurun efendim. (DSP
sıralarından alkışlar) NECATİ ALBAY (Eskişehir) - Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; Sıvas
Milletvekilimiz Sayın Musa Demirci'nin, Tarımsal Altyapı ve Sulama Genel
Müdürlüğü Teşkilat ve Görevleri Hakkında Kanun Teklifinin İçtüzüğümüzün 37 nci
maddesine göre doğrudan gündeme alınmasına ilişkin önergesi üzerinde söz almış
bulunuyorum; sizleri saygıyla selamlıyorum. Su ve toprak ayrılmaz bir ikilidir; hayat bunların varlığıyla olasıdır.
Eğer, su ve toprak kontrol edilebilir, belirli bir rejime bağlanabilirse,
insanlık bundan elbette büyük hizmetler alacaktır, yararlanacaktır. Değerli milletvekilleri, ülke toprakları gerçekten kutsaldır, ihmal
edilmemesi lazımdır. Ülke kaynaklarımızı, alabildiğince, kullanılabilir son
noktaya kadar doğru bir şekilde kullanmak zorundayız. Yurdumuzun nüfusu her yıl
artmaktadır. Artık, bu çağda topraklarımız genişlemeyeceğine göre, mevcut
kaynaklarımıza sahip çıkmak zorundayız. Değerli arkadaşlarım, yurdumuzda, elbette ihtiyaçtan doğan ve 1960'lı
yıllardan itibaren, toprak su teşkilatı adı altında bir kuruluşumuz vardı. Bu
teşkilatın, tarlaiçi hizmetlerinin verilmesinde köylümüze çok büyük hizmetleri
dokunmuştur. Küçük çapta sulamaların yapılması, tarlaiçi hizmetlerinin
developmanı ve köylümüze toprak ve suyun bilinçli bir şekilde, azamî derecede
nasıl yararlanacağını öğreten ve bu konuda çok başarılı olmuş bir
kuruluşumuzdu. Maalesef, 1984 senesinde bu kuruluş kapatıldı. Bu kuruluşumuz
"Köyişleri Bakanlığı" adı altında dört genel müdürlükten oluşuyordu.
Köyişleri Bakanlığının bünyesinde toprak su teşkilatı, YSE teşkilatı, toprak
iskân ve kooperatifler genel müdürlüğü vardı. Biz, bu bakanlığı kapatarak,
bugün "Köy Hizmetleri Genel Müdürlüğü" adı altında sadece tek genel
müdürlüğe sığıştırdık; ancak, hizmet verilemez noktaya gelindi. Bu kuruluşumuz,
maalesef, siyasîlerin elinde, zamanla, istihdam merkezi haline de dönüştü. Bunu
hepimiz yakından biliyoruz. Türkiye topraklarının bu şekilde sahipsiz kalması, sularımızın kontrol
edilememesi, elbette, ülkemiz insanlarının yararına değildir. Zaman zaman,
yurdumuzda pek çok sel felaketi yaşıyoruz ve bunlarla, biz insanlar üzülüyoruz.
Burada eksik olan şu var... Akarsularımızı kontrol altına almak,
topraklarımızın erozyonla denizlere taşınmasını önlemek, elbette, bizim birinci
görevimizdir. Anadolu, bugün, çıplak kalmıştır. Mevcut su toplama havzalarımız
bakımsız ve ilgisizdir. Eğer, su toplama havzalarında, biz, gerekli altyapı
çalışmalarını yaparsak hem su kaynaklarına kavuşacağız hem de toprak
erozyonunun önüne geçilmiş olacak. Değerli Milletvekili Arkadaşımız Musa Demirci'nin getirmiş olduğu bu
teklif yerindedir; bu teklifi elbirliğiyle desteklememiz gerekir. Yurdumuzun sulanabilir arazi potansiyeli 8 milyon hektardır; ancak, biz,
bunun, bugüne kadar yüzde 45-50'sini sulayabilmişiz. Potansiyelimiz vardır. Bu
asır da, su çağı olacaktır. Dolayısıyla, mevcut sularımızı, mevcut
havzalarımızı ıslah ederek, bunu, Türk yurttaşlarının, hatta komşularımızın
yararına sunmamız kolaydır, zor değildir. Bu konuda elbirliği yaparak,
Türkiye'nin kaynaklarının daha rasyonel kullanılmasını temin etmek hepimizin
borcudur. Değerli arkadaşlarım, konuyu gündeme getirdiği için sayın
milletvekilimize teşekkür ediyorum ve bu teklifin gündeme alınması için lehte
oy vereceğimi belirtiyor, sizleri saygıyla selamlıyorum efendim. (Alkışlar) BAŞKAN - Teşekkür ederim efendim. Buyurun Sayın Gönül. ALİ RIZA GÖNÜL (Aydın) - Sayın Başkanım, teşekkür ediyorum. Değerli milletvekilleri, Muhterem Heyetinizi saygıyla selamlıyorum. Gerçekten, değerli iki milletvekili arkadaşımız, kanun teklifi üzerinde
fevkalade önemli şeyler söylediler. Ülkemizin geleceğini yakından ilgilendiren,
toprak varlığımızın korunması ve muhafazası açısından fevkalade önem taşıyan
bir kanun teklifinin gündeme alınması için İçtüzük 37'ye göre bir talep vuku
bulmuştur. Hakikaten, bugün, ülkemizde sahip olduğumuz toprak varlığı her gün,
özellikle erozyon nedeniyle azalmakta ve milyonlarca metreküp toprak varlığımız
yok olup gitmektedir. Mesele, sadece erozyonla toprak kaybı meselesi değil,
aynı zamanda, yanlış sulamadan dolayı da topraklarımızın verimsiz hale gelmesi,
çoraklaşması, yine, bir ölçüde toprak varlığımızın kaybıdır. Türk tarımının, Türk
Milletinin ve vatanımızın geleceği açısından fevkalade önemli bir özelliğe
sahip olan bu yasa teklifini yerinde görüyoruz ve özellikle de bu konuda etkin
çalışmalarda bulunan TEMA Vakfı yöneticilerine buradan teşekkür etmeyi bir borç
biliyoruz. Biz, Doğru Yol Partisi olarak, toprak varlığımızın korunmasına yönelik
bu yasa teklifinin arkasındayız, destekliyoruz ve gündeme alınması konusunda
olumlu oy vereceğimizi Muhterem Heyetinize arz ediyor, saygılar sunuyorum. BAŞKAN - Teşekkür ederim efendim. Buyurun Sayın Aksu. MİHRALİ AKSU (Erzincan) - Sayın Başkan, saygıdeğer milletvekilleri;
hepinizi saygıyla selamlıyorum. Sıvas Milletvekili Sayın Musa Demirci'nin, Tarımsal Alt Yapı ve Sulama
Genel Müdürlüğü Teşkilatının kurulmasıyla ilgili vermiş olduğu kanun teklifini
yerinde görüyor ve destekliyoruz; çünkü, toprak ve su, tarımın çok önemli iki
unsuru olup, gerek toprak konusunda ve gerekse su konusunda günümüze kadar
gerekli yasal düzenlemeler yapılmadığı için, toprağın muhafazası konusunda
ciddî bir sıkıntı yaşadığımız bilinmektedir. Her yıl, erozyonla, Kıbrıs kadar
bir toprağı kaybettiğimiz bilinmektedir. Yine, suyun planlı kullanımı noktasında yasal bir düzenleme olmadığı
için, günümüzde stratejik ürün olarak tarif edilen suda da ciddî sıkıntılar
yaşanmaktadır. Bu iki önemli unsurun yasal düzenlemesi olmadığı için, farklı
teşkilatlar bünyesinde yapılanmanın bir sonucu olarak, Türkiye her yıl ciddî
sıkıntılar yaşamaktadır. Böyle bir genel müdürlüğün kurulmasıyla, toprağın,
suyun planlı ve programlı bir şekilde kullanımı ve aynı teşkilat bünyesinde yer
alması bizim için önemlidir. Tarım ve Köyişleri Bakanlığının da, bu konuda
müspet çalışmaları olduğunu biliyorum. Bu genel müdürlüğün kurulmasının sadece gündeme alınması yeterli değil,
bugün, grupların burada uzlaştığı mantıkla, Meclisin gündemine getirilip
yasalaştırılmasını da arzu ediyor, başta Sayın Başkanımı ve Yüce Heyetinizi
saygılarımla selamlıyorum. (MHP sıralarından alkışlar) BAŞKAN - Teşekkür ederim efendim. Önergeyi oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler... Kabul etmeyenler...
Önerge kabul edilmiştir efendim. İkinci önergeyi okutuyorum: 7. - Ankara Milletvekili Saffet Arıkan
Bedük’ün, Ankara İlinde Batıkent Adıyla Bir İlçe Kurulması Hakkında Kanun
Teklifinin (2/115) doğrudan gündeme alınmasına ilişkin önergesi (4/387) Türkiye
Büyük Millet Meclisi Başkanlığına 28.6.1999 tarihinde TBMM Başkanlığına sunmuş olduğum, Ankara İlinde
Batıkent Adıyla Bir İlçe Kurulmasına Dair Kanun Teklifim, havale edildiği
komisyonlarda bugüne kadar görüşülemediğinden, İçtüzüğün 37 nci maddesine göre
doğrudan gündeme alınması hususunda gereğini arz ederim. Saygılarımla. 16.3.2001
BAŞKAN - Sayın Bedük, buyurun efendim. (DYP sıralarından alkışlar) SAFFET ARIKAN BEDÜK (Ankara) - Sayın Başkan, değerli milletvekilleri;
Ankara İlinde Batıkent Adıyla Bir İlçe Kurulmasına Dair Kanun Teklifimin,
İçtüzüğün 37 nci maddesine göre doğrudan gündeme alınması hususunda vermiş
olduğum önergem üzerinde söz almış bulunuyorum; sözlerime başlamadan önce, söz
veren Sayın Başkanımıza ve siz Değerli Heyete saygılarımı sunuyorum. Değerli milletvekilleri, yine sözlerime başlamadan önce, bugün 5 Haziran
Dünya Çevre Günü; temiz ve verimli bir toprak, temiz bir su, temiz bir hava,
yeşil bir Türkiye'nin temel unsurlarını ihtiva etmektedir. Dolayısıyla,
geleceğimizin teminatı olan yavrularımız için yeşil bir Türkiye olduğu kadar,
verimli, bereketli toprakları gündeme getirmek ve onu işleyebilecek konuma
getirmek üzere de gerekli altyapıyı hazırlamak hepimizin boynunun borcudur.
Temenni ediyorum ki, daha nice 5 Haziranları kutlamakla birlikte, çevre
sorunlarını, erozyonu, kirliliği, her türlü kirliliği ortadan kaldıran bir
Türkiye, çağdaş Türkiye'nin en önemli müjdecisi olacaktır. Bu anlayış içerisinde, Ankaramızda, Mogan ve Eymir Göllerinin gerek
kirliliği ve gerekse dolması ihtimaline binaen, Çevre Bakanlığımız tarafından,
konunun önemle ele alınmasını, Mogan ve Eymir Göllerinin, artık, meselelerinin
çözümlenmiş bir noktaya getirilmesini de ayrıca temenni ediyorum. Değerli milletvekilleri, Ankara, çeşitli medeniyetlere merkez olmuş bir
yerdir. Ankara'nın başkent olmakla birlikte, hem diplomasinin hem siyasetin hem
de ticaretin merkezî konumunda olması düşünülmüştür ve tarih boyunca da ehemmiyetini
her zaman korumaya devam etmiştir. Dünyadaki büyük başkentlerde olduğu gibi,
Ankara'da da yapısal gelişmelere paralel olarak mahallî idarelerin önemi
artmaktadır. Bu artışın nedeni, bu idarelerin, mahallî hizmetlerin daha iyi
götürülmesinde ve demokratik kültürün gelişmesinde oynadığı önemli roldür.
Ankara, cumhuriyetin kuruluşunun temel taşıdır, cumhuriyet kimliğiyle özdeştir;
ancak, cumhuriyetin kurulduğu günlerden bugüne kadar Başkent, beklenenin ve
planlananın çok üstünde gelişme göstermiş ve yeni yerleşim alanları ve
peykkentler oluşmuştur. Gelişen ve genişleyen Ankaramızın sayılı, imarlı,
planlı, programlı ve altyapısı tamamlanmış yerleşim birimlerinden önemlisi
kuşkusuz Batıkent'tir. Batıkent, 10 milyon dönüm arazi üzerine, yüzde 50'si konut, geri kalan
yüzde 50'si ise konutdışı olarak kullanılmak üzere 50 000 konut ve 250 000
nüfus olarak planlanmış ve 1979 tarihinde de dünyada yapılan -özellikle-
yarışmada en önemli ve gerçekten fevkalade üzerinde durulması gereken bir proje
olarak kabul edilmiş ve ödüllendirilmiştir. Batıkent'in hemen bitişiğinde olan Yuvaköy'ünde de 130 060 nüfusun
yerleşim alanı olacak 30 515 konutun inşaı da devam etmektedir. Yine, ayrıca, Batıkent hudutları içerisinde 35 000 kişiye istihdam
sağlayan OSTİM Organize Sanayi Bölgesi bulunmaktadır. Toplam 370 500 vatandaşın yerleşik olarak yaşadığı Batıkent bölgesi
bugün halen muhtarlık aracılığıyla yönetilmektedir. İdarî olarak Yenimahalle
İlçesi sınırlarına dahil olan Batıkent'te oturan bir vatandaşımız, herhangi bir
iş takibi için Yenimahalle'ye birkaç araç değiştirmek suretiyle gitmek
mecburiyetindedir. Oysa, modern idarî anlayışta, hem anlayış bakımından hem de
idarî taksimat ve mekanizmalar bakımından kamu hizmetlerinin daha süratli, daha
verimli ve daha etkili bir şekilde vatandaşın hizmetine sunulması esastır,
asıldır ve mutlak surette yerine getirilmesi gereken bir görevdir. Bu görevi
sadece genel idare değil, yerel yönetimlerle de bir bütünlük içerisinde yerine
getirmek mecburiyeti vardır. Rasyonel hizmet üretimi her şeyden önce iyi teşkilatlanmaya bağlıdır.
Bugün, artık, metropol olmuş Ankaramızın idarî taksimatı maalesef yetersiz
konuma gelmiştir; ama, Batıkent'te bir taraftan sosyal konutlar yapılmakla
birlikte, bir taraftan da buranın ilçe olabileceği ihtimaline dayalı olarak,
hemen hemen, sporla ilgili kültürel, ekonomik, sosyal ve devletin tüm
kurumlarını içerisine alacak şekilde hem alanlar ayrılmış hem de binaların
tamamı bitmiştir. Hizmet binalarının tamamının tamamlanmış olduğu bir noktadan
sonra, devlete fazla yük getirmeyeceği gerekçesiyle, Batıkent'in ilçe olması
hususundaki kanun teklifimin olumlu karşılanacağı ümidini taşımaktayım. (Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı) BAŞKAN - Lütfen tamamlayın Sayın Bedük. SAFFET ARIKAN BEDÜK (Devamla) - Değerli milletvekilleri, artık,
yapılması gereken şey, Batıkent'i Yenimahalle'den ayırmak, müstakil bir ilçe
haline getirmek ve vatandaşların ayağına hizmeti götürebilecek, modern, çağdaş,
gelişmiş teknoloji ve bilimsel bakımdan da gelişmiş toplumlarda olduğu gibi,
vatandaşı daha iyi şartlarda barındırmak, ikâmet ettirmek, rahatına
kavuşturmak, huzur ve güvenliğini temin etmek bakımından fevkalade önem arz
etmektedir. Bu anlayış içerisinde, Batıkent'te bir ilçe kurulması hususundaki kanun
teklifimin olumlu karşılanacağı ümidiyle Yüce Heyetinizi saygıyla selamlıyorum,
teşekkür ediyorum. (DYP, FP ve MHP sıralarından alkışlar) BAŞKAN - Teşekkür ederim efendim. Sayın Zeki Çelik, buyurun efendim. MEHMET ZEKİ ÇELİK (Ankara) - Sayın Başkan, değerli milletvekilleri;
Sayın Bedük'ün, Batıkent'in ilçe olmasıyla ilgili vermiş olduğu kanun
teklifinin doğrudan gündeme alınması konusundaki önergeyi -daha önce biz de
böyle bir kanun teklifi vermiştik- Fazilet Partisi olarak biz de destekliyoruz. Ancak, hükümetin uygulamalarıyla; yani, bugünkü birtakım ekonomik
tedbirlerle bu işin olamayacağı veya gecikebileceği gözüküyor. Onun için, en
azından, yeni hazırlanan Mahallî İdareler Yasa Tasarısında, hiç olmazsa, ilçe
olmadan belediye olma imkânı tanıma gibi bir husus eğer gündeme getirilirse,
belki çok daha faydalı olacaktır. Biz de katılıyoruz. Hayırlı olmasını diliyor, saygılar sunuyorum. BAŞKAN - Teşekkür ederim efendim. Sayın Mehmet Arslan, buyurun efendim. MEHMET ARSLAN (Ankara) - Sayın Başkan, çok değerli milletvekilleri;
hepinizi saygıyla selamlıyorum. Benim de -Milliyetçi Hareket Partisi olarak- Batıkent'in ilçe olmasıyla
ilgili bir kanun teklifim var. Biz de bu görüşü destekliyoruz, sayın milletvekilime
de bu teklifinden dolayı teşekkür ediyoruz. Yenimahalle kurulduğunda çok ufak bir ilçeydi; ama, yıllar sonra,
Yenimahalle, Batıkent'in oluşmasıyla, OSTİM'in oluşmasıyla, Çayyolu'nun,
Ümitköy'ün oluşmasıyla, gerçekten, Türkiye'deki çoğu şehrimizden daha büyük bir
ilçe konumuna gelmiştir. Bu durumda, hizmetin götürülmesinde büyük aksaklıklar
oluşmakta. Bu aksaklığın giderilmesi için, Batıkent'in ilçe olarak
kurulmasının, müstakil bir ilçe olmasının, Yuvaköyü hatta civardaki diğer
köyleri de Batıkent'le birleştirerek, Batıkent adında bir ilçenin oluşmasının,
hizmetin devamlılığı, sürekliliği
açısından ve hizmetin daha iyi gitmesi açısından, burada yaşayan insanlarımıza
Ankaramızın metropol bir ilçesi olarak daha kaliteli hizmet verilmesi yönünden
faydalı olacağı kanaatindeyiz. Biz, bu önergeyi destekliyoruz; sayın milletvekilime de teşekkür
ediyorum. Hepinize saygılar sunuyorum. (Alkışlar) BAŞKAN- Teşekkür ederim efendim. Sayın Dedelek; buyurun efendim. İBRAHİM YAŞAR DEDELEK (Eskişehir)- Sayın Başkan, değerli arkadaşlar;
Sayın Saffet Arıkan Bedük Beyin vermiş olduğu önergeye, öncelikle, partim adına
destek verdiğimizi ifade ederek sözlerime başlıyorum. Ankaramızın son yıllarda genişlemesi ve büyük bir potansiyele sahip
olması sonucu bölünmesi bir zaruret haline gelmiştir. Batıkent de, geçmişte,
planlı, programlı bir proje çerçevesinde gelişmesini tamamlayan; ancak, bu
hızlı gelişmede, mahalle olarak gelişmesini tamamlayan büyük bir mahalledir. Bu
geniş yerleşim yerinin mahalle niteliğinden çıkarılıp ilçe kurulması halinde,
daha planlı, programlı ve sağlıklı bir altyapıya kavuşmasıyla güzel bir ilçe
vücuda gelecektir. Ben, kendi içerisinde gelişmesiyle birlikte, burada, spor, kültür,
ekonomisinin gelişeceği gibi, var olan sanayiinin de buraya yeni bir güç
kazandıracağı inancındayım. İdarî gelişim, sanayide gelişim ve hizmet
sektörünün burada gelişmesi, istikbale dayalı buranın da büyümesine ve sağlıklı
bir ilçe olmasına neden olacaktır. Ben, bu duygular içerisinde, değerli milletvekilimin vermiş olduğu
önergeye partim adına destek verdiğimizi bir sefer daha ifade ediyorum ve
hepinize saygılarımı sunuyorum. BAŞKAN- Teşekkür ediyorum efendim. Sayın Melda Bayer de, Ankara Milletvekili olarak, Demokratik Sol Parti
olarak desteklediklerini ifade ediyorlar; Sayın Başkan da öyle; fakat, Sayın
Bayer'e Kâtip Üye olarak oturdukları için söz veremiyorum; kendileri adına ben,
hislerine tercüman oldum efendim. RIZA ULUCAK (Ankara)- Bendeniz de, bu çok yerinde teklifi desteklediğimi
arz ediyorum. BAŞKAN- Peki, efendim; teşekkür ediyorum. Öneriyi oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler... Etmeyenler... Kabul
edilmiştir. Sayın Ankara milletvekilleri, bu kanun teklifi 500 üncü sırada kalmasın,
mademki iktidar partileri de destekliyor, bir an evvel getirin, çıkaralım;
yani, lafta kalmasın. Üçüncü önergeyi okutuyorum: 8. - Tokat Milletvekili Reşat Doğru’nun,
Tokat İlinde Hasanşeyh Adıyla Bir İlçe Kurulması Hakkında Kanun Teklifinin
(2/593) doğrudan gündeme alınmasına ilişkin önergesi (4/388) Türkiye
Büyük Millet Meclisi Başkanlığına (2/593) esas nolu kanun teklifimin, 45 günde görüşülmediği için,
İçtüzüğün 37 nci maddesi gereği doğrudan gündeme alınmasını saygılarımla arz
ederim.
BAŞKAN - Önerge sahibi olarak, Tokat Milletvekili Sayın Reşat Doğru,
buyurun efendim. REŞAT DOĞRU (Tokat) - Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; Tokat
İlinde Hasanşeyh Adıyla Bir İlçe Kurulmasına Dair 2/593 esas nolu Kanun
Teklifim hakkında, İçtüzüğün 37 nci maddesine göre, söz almış bulunuyorum; Yüce
Heyetinizi saygıyla selamlıyorum. Ben de, 5 Haziran Dünya Çevre Günü münasebetiyle bu günü kutluyorum. 20
nci Yüzyılda sanayi toplumunun süratle geliştiği dünyada ülkemize ve çevreye
gerekli önem verilmemiştir. Hakikaten, 21 inci Yüzyıla geldiğimiz şu dönemde,
insan ve çevre unsurunun en önemli özellik olduğu bu toplumda da, artık,
çevreye gerekli önem ve değer verilmesi gerekir diye düşünüyorum. Değerli milletvekilleri, Tokat İlimiz, gelişmesiyle şöyle bir bakıldığı
zaman, geri kalmış illerin başında gelmektedir. Orta Karadeniz Bölgesinde, İç
Anadolu'nun son kısımlarında bulunan bu ilimizde son yıllarda büyük oranda göç
başlamış ve devamlı göç nedeniyle de birçok beldesi boş kalmıştır. Hatta, 1998
yılında çıkarılan kalkınmada öncelikli illere yapılan teşviklerle ilgili 4325
sayılı Kanundan faydalanmamış olması dolayısıyla da çok büyük oranda kan kaybetmiş
olan illerimizin başında gelmektedir. İşte, Tokat İlinin Reşadiye İlçesinin
Hasanşeyh beldesi de bu bölgelerden bir tanesidir. Bu bölge, Reşadiye'nin en
büyük beldelerinden birisidir. Son sayımlardaki nüfusu da aşağı yukarı 9 000'i
geçen bir beldemizdir. Hasanşeyhimiz, çok eski tarihlerde, Selçuklular zamanında kurulan
beldelerden bir tanesidir; son zamanlarda da, büyük atılımlar içindedir. Tarihî
güzelliklerinin yanında, kendi fizikî ve tabiat güzellikleri de vardır. Bu
bölgemizden de çok değerli insanlar -Tokat'ta olduğu gibi- yetişmiştir. Bu bölgemiz, Reşadiye İlçemize yaklaşık 23 kilometre mesafede, 1 335
rakımlı çok yüksek bir bölgededir. Tokat şehir merkezine uzaklığı ise 123
kilometre civarındadır. Bu bölgemiz, yine, 6 Haziran 1972 tarihinde belediye
olmuş en eski beldelerimizden bir tanesidir. Hasanşeyh'in, etrafındaki köy ve beldelere eşit mesafede olması, burayı,
belli bir noktada, merkez durumuna getirmiştir. Bu merkeziyet, etrafta yaşayan
ve tabiî şartlarla boğuşan yöre halkını yeni bir idarî yapıda bütünleşmeleri
gerektiği sonucuna da götürmüştür. Bütün altyapı çalışmaları; yol, elektrik, su
gibi ihtiyaçları tamamen giderilmiştir. Son zamanlardaki atılımlarıyla beraber
de Hasanşeyh, aşağı yukarı, fizikî konumunu tamamen tamamlamış olan bölgelerin
başında gelmektedir. Hasanşeyhimizde, özellikle, tekrar "geriye göç"
dediğimiz tablo olmaya başlamıştır. İnsanlar, artık, tekrar, Hasanşeyh'e birçok
bölgeden göç etmeye başlamışlar ve buraya yerleşmeye başlamışlardır. Yöre
halkıyla yapmış olduğumuz görüşmelerde, bu bölgede farklı bir tablonun olması
noktasında herkes hep beraber hemfikirdir. Bu bölgede her yıl büyük şenlikler yapılmaktadır. Bu bölgemizin, birçok şehirlerimizde
-Ankara, İstanbul, İzmir gibi- birçok bölgelerde, özellikle Hasanşeyhlilerin,
kurmuş oldukları dernekler vardır. Bu dernekler, yapmış oldukları festivallerde
Hasanşeyh'le ilgili ciddî çalışmalar olmasını ve buranın da ilçe olmasını
beklediklerini ifade etmektedirler. Yöre milletvekilleri olarak bizlere bu
isteklerini ve dileklerini her platformda anlatmaları dolayısıyla, biz de bu
bölgenin konularını Türkiye Büyük Millet Meclisine taşıma ihtiyacı hissettik ve
bu yönde de kanun teklifi hazırladık. Değerli milletvekilleri, özellikle bu bölgemizde, kışın da birçok
problemler yaşanmaktadır. Yüksek bir bölge olması münasebetiyle, kış, bu
bölgelerde çok ağır geçmekte ve özellikle de merkezlere çok uzak olması
münasebetiyle, bir de ormanlık bir arazide bulunması dolayısıyla, kışın geçiş
tamamen zorlaşmakta, hatta bazı zamanlarda hastanelere bile ulaşmakta çok büyük
zorluklarla karşılaşılmaktadır. Hatta, bazı zamanlarda, bu bölgedeki
insanlarımızın bu ciddî sağlık problemlerinin ölümle bile neticelendiği
görülmektedir. Ondan dolayı da bu bölge insanlarının, artık, fizikî noktalarda belirli
bir mesafeye gelinmiş olunması münasebetiyle, hep beraber, Yüce Meclisimizden
istekleri, bu bölgenin ilçe yapılması noktasındadır. Ben, Yüce Meclisimizin bu
konuya duyarlı olacağı kanaatindeyim; çünkü, bu bölgedeki insanlar, artık,
Anadolu'nun birçok yerinde olduğu gibi, tarım kentlerinin kurulmaya
çalışıldığı, köy kentlerinin kurulmaya çalışıldığı bir ortamda, tamamen, kendi
bölgelerine doğru, geriye doğru büyük bir göçle karşı karşıyadırlar. Yani,
insanlar, artık, birçok yerden, Ankara'dan, İstanbul'dan, Türkiye'nin birçok
varoş yerlerinden -sadece emekliliğin dışında değil- aileleriyle beraber, oraya
gidip tekrar yerleşmeye başlamışlardır. Dolayısıyla, buradaki insanlarımıza,
Türkiye Büyük Millet Meclisinin bu noktadaki desteğinin, inanıyorum ki, bir
örnek teşkil edeceği kanaatindeyim. Ondan dolayı, bu değerli hemşerilerimizin seslerine kulak verileceği
kanaatiyle, Yüce Meclisimizi saygıyla, hürmetle selamlıyorum. Sağ olun efendim. (Alkışlar) BAŞKAN - Teşekkür ederim efendim. Sayın Bakanım, buyurun; pusulamı da okuyun. ALİ ŞEVKİ EREK (Tokat) - Değerli Başkanım, değerli milletvekili
arkadaşlarım; Sayın Başkanımızın, söz istemime, kürsüye davet ederek verdiği
lütufkâr imkândan dolayı, huzurlarınızda şükranlarımı sunuyorum. Değerli arkadaşım, milletvekili arkadaşım ve hemşerimin, Reşadiye
İlçemizin Hasanşeyh Kasabası hakkındaki teklifini, o yörenin bir çocuğu olarak
ve Doğru Yol Partisi Grubu olarak aynen desteklediğimizi, her şeyden önce,
peşinen, yüce takdire arz etmek isterim. Değerli arkadaşlarım, sadece Hasanşeyh Kasabamız değil, Tokatımızın
gerçekten ilçe olmaya layık, daha evvel ilçe olup da, 1950'den evvel bucak
yapılan Çamlıbel Kasabası, Yazıcık Kasabası, Karayaka Kasabası, Bereketli
Kasabası ve Bozçalı Kasabası hakkında, 1999 seçimlerinden evvel verdiğim; ama,
1999 seçimlerinden sonra kadük olan, 1999 seçimlerinden sonra yenilediğim
tasarılar da, İçişleri Komisyonunda, maalesef, beklemektedir. Değerli arkadaşlarımın gündeme getirmesini, aynen, doğru bir hareket
olarak telakki ettiğimi belirterek, bu 5 kasabamızın ilçe olması konusunda
İçişleri Komisyonunda bekleyen teklifimi niye buraya getirmediğime de, bir
nebze, temas etmek istiyorum. Temenni ederiz ki, bu teklifler, Türkiye Büyük
Millet Meclisimizin gündeminde göstermelik kalmasın. Maalesef, hem iktidar
partisine mensup milletvekili arkadaşlarımızın hem de hakkıyla, muhalefet
partisine mensup milletvekili arkadaşlarımızın bu doğrultuda verdikleri teklifler,
500'ü aşkın sıra içinde, göstermelik olmaktan ileri gidememektedir. Birkısım
arkadaşlar, çiftçinin içinde bulunduğu korkunç bunalım dolayısıyla borçların
ertelenmesi doğrultusunda teklifler getirdiler. Bu teklifleri getirenlerin
içinde iktidar partisi milletvekili arkadaşlarımız da vardı. Esnaflar konusunda
da aynı teklifi, iktidar partisi milletvekili arkadaşlarımız getirdiler. Muhalefet
olarak, bu teklifleri, bütünüyle destekledik; aynen, şimdi, iktidar partisi
milletvekili arkadaşımızın teklifini desteklediğimiz gibi. Önümüzdeki Danışma
Kurulunda, iktidar ve muhalefetin üzerinde oybirliği halinde karara vardıkları
bu teklifi hemen ve hemen gündeme getirelim ve bunları elbirliğiyle çıkaralım.
Hiçbir konuda, muhalefetin peşin oyunun, Türkiye Büyük Millet Meclisi
zabıtlarına bu derece açık ve net ifade edildiği görülmemiştir. Tabiî, bize şu soru da sorulabilir: Türkiye Cumhuriyeti, bugün bir sırat
köprüsünden geçiyor, maddî ve manevî olarak korkunç büyük bir bunalımın içinden
geçiyor; bu, doğru mudur değil midir diye de müzakere edilebilir. Ancak, hemen
ifade edelim ki, aynen Tokat'ta Zile'nin, Turhal'ın, Niksar'ın ve Erbaa'nın, 50
000-60 000 nüfuslu, nüfusu 100 000'i geçen ilçeler olması itibariyle vilayet
talepleri varken, Türkiye'de, şu anda 120'ye yakın ilçemizin il olma talebi
varken, 250'ye yakın nahiyemizin, beldemizin ilçe olma talebi varken, Yüce
Meclisin, en azından, bu dönemde bu meseleyi külliyen ele alıp, muhalefet ve
iktidarın birlikte varacakları bir kararla, halkımızın bu beklentisine cevap
vermesi de fevkalade isabetli olur düşüncesindeyim. Bu duygular altında, değerli arkadaşımızın teklifini, benim İçişleri
Komisyonunda bekleyen tekliflerimin de bir an evvel gündeme getirilmesi
dileğiyle, Doğru Yol Partisi ve şahsım adına destekliyor, Değerli Başkanımı, bu
fırsatı verdiği için, Yüce Meclisi de, lütfedip dinlediği için, sevgilerimle,
saygılarımla selamlıyorum. (Alkışlar) BAŞKAN - Teşekkür ederim Sayın Erek. Sayın Dağcıoğlu, siz, mecburen yerinizden konuşacaksınız. Kürsüden ancak
2 milletvekiline söz verebiliyorum. Sayın Uzunkaya, siz, ne münasebetle söz isteyeceksiniz; Samsun
milletvekili olarak mı, yoksa, Anayasanın 80 inci maddesine göre mi? MUSA UZUNKAYA (Samsun) - Samsun milletvekili olarak da ve Anayasanın 80
inci maddesine göre de efendim. BAŞKAN - Evvela, Sayın Dağcıoğlu'na söz vereyim; buyurun. MEHMET ERGÜN DAĞCIOĞLU (Tokat) - Efendim, Musa Bey, aynı zamanda Tokat
milletvekili de sayılır; çünkü, lise tahsilini Tokat'ta tamamladığı için... BAŞKAN - Ben de, Anayasanın 80 inci maddesine göre, seçilen
milletvekili, sadece yörenin değil, Türkiye'nin milletvekili olduğu için diye
hatırlatma yaptım; ama, Sayın Dağcıoğlu, siz, Tokat Milletvekili olarak buyurun
efendim. MEHMET ERGÜN DAĞCIOĞLU (Tokat) - Sayın Başkan, değerli üyeler;
hakikaten, bugün, çok güzel bir anı hep birlikte yaşıyoruz; çünkü... BAŞKAN - Aman! Allah nazardan saklasın... MEHMET ERGÜN DAĞCIOĞLU (Tokat) - Amin, amin! Sağ olun. ... Tokat Milletvekilimiz Reşat Doğru Beyin vermiş olduğu teklif, çok
önemli bir teklif olarak Meclis gündemindedir. Ali Şevki Erek Beyin de
desteklemesini ve ifadelerinin altını çiziyorum; inşallah, hep birlikte, bu
bölgemizde yapılması gereken çalışmaları ortak bir hizmet platformu halinde
toplarsak, zannediyorum ki, Tokat'ın birçok problemini bir celsede çözmüş
oluruz. Şimdi, Reşadiye İlçemiz, bizim Tokatımızın nadide köşelerinden
birisidir. Ancak, o bölge, o kadar kurak topraklara sahip, o kadar kıraç
topraklara sahiptir ki, o bölgede yaşayan insanlarımıza, hiçbir iş yapmasa
bile, o bölgede hâlâ yaşamaya devam ettiği için, yöre topraklarını, orada,
hâlâ, en ücra köşesine kadar temsil eden, koruyan insanların yaşadığı yerler
olduğu için, madalyaya layık insanlar olarak, her konuşmamda ifade ederim.
Burada da, Mecliste de aynı ifademi tekrarlamak istiyorum. Neden derseniz;
topraklar, çalışmaya ve işlemeye müsait olmadığı için, mütemadiyen göç veren
bir bölgenin insanlarından, Ankara'ya, İstanbul'a, İzmir'e ve yurtdışına çok
büyük göç veren bir ilçenin insanlarından bahsediyoruz. Şimdi, bu insanlar
oralardan göç ediyorlar; ama, Allah'a şükür, Reşadiyeli olduklarını
unutmuyorlar. Reşadiyeliler, Ankara'da ve özellikle de İstanbul'da, çok önemli
toplantılarla, çok önemli birlikteliklerle Reşadiye'yi her an hissediyorlar ve
yardımına koşuyorlar. Bunu şunun için söyledim: Memleketinin bu kadar kıraç toprakları
olmasına rağmen, hâlâ, toprağına bağlı, ata yurduna, anayurduna bağlı bu
insanların, memleket sevgisiyle gönlü yanan bu insanların, mutlaka, moral
değerlerinin yükseltilmesi, bu çalışmalarının motive edilmesi gerekir kanaatimi
ifade etmek istiyorum. Bakın, ismi bahsedilen Hasanşeyh... Buralar, Hasanşeyhler, Nebişeyhler,
İbrahimşeyhler, hep "şeyh" ismi, takısı alan bu yerler, bir
coğrafyanın beldeleridir. Bu, şu demektir: Alperenler, Orta Asya'dan Anadolu'ya
doğru gelerek, her birisi bir köşeye yerleşen, o Bizans topraklarını kutsal
vatan toprağı haline getiren, çok eskilerden bugüne kadar, tahammül ederek,
direnerek ve o zor tabiat şartlarıyla mücadele ederek bugüne kadar gelen bu
insanlar, hâlâ, orayı terk etmemiş; ama, bu kadar hamiyetli insanlar,
milletinden, devletinden yardım alabilmiş mi diye baktığımızda, maalesef, aynı
kanaati paylaşmak mümkün değildir. İşte, bu pencereden olayı değerlendirerek, ilçe yapılması gereken
yerlerimizi ilçe yaparak; ancak, sadece ilçe ve belde veya şehir yapmakla
kalmayıp, o bölgelere sosyal, ekonomik ve sanayie dönük yardımların ve
yatırımların da yapılmasını teşvik etmek suretiyle, birbirini tamamlayan
çalışmalar organizasyonuyla, ben, bu işin hayırlı bir çalışma olarak
sonuçlanacağına inanıyorum. BAŞKAN - Teşekkür ediyorsunuz herhalde... MEHMET ERGÜN DAĞCIOĞLU (Tokat) - Bu manada, milletvekilimizin teklifini
destekliyor ve bir an evvel hayırlı bir sonuç üretmek için yanında olduğumuzu
ifade etmek istiyorum. Hepinize saygılar sunuyorum. (Alkışlar) BAŞKAN - Teşekkür ediyorum efendim. Sayın Uzunkaya, buyurun efendim. MUSA UZUNKAYA (Samsun) - Sayın Başkan, değerli arkadaşlar; ben de,
teklife, Fazilet Partisi Samsun Milletvekili; ama, az önce Ergün Beyin de
söylediği gibi, ortaöğrenimini Tokat'ta geçirmiş, oranın suyunu içmiş, ekmeğini
yemiş, havasını teneffüs etmiş bir fert olarak da destek verdiğimi ifade
ediyorum. ALİ ŞEVKİ EREK (Tokat) - Ne mutlu... Ne mutlu... MUSA UZUNKAYA (Samsun) - Ancak, burada bir şeyi söylemek istiyorum: Daha
önce, burada, zaman zaman, hemen her hafta, bir ilçe kurulması, milletvekili
arkadaşlarımız tarafından teklif ediliyor. Hani, meşhur bir söz var
-darbımeseldir- Araplar için derler ki: "Araplar, ittifak etmemekte ittifak
ettiler." Yani, hep ihtilaf üzerinde ittifak ettiler. Sanki, olmayacak
şeylerde ittifak ediyoruz Parlamento olarak. Bu önergeleri veren arkadaşlarım
da çok iyi biliyorlar ki, bu ilçeler kurulamayacak. Açık söylüyorum; milleti
umuda, umut gemisine bindirmeye hakkımızın olmadığını düşünüyorum. Burada
samimiyetle sadakat imtihanındayız, muhalefetiyle, iktidarıyla "evet"
diyoruz. "Evet" diyorsak, buyurun; önce Mahallî İdareler Reform
Yasası denilen yasayı getirelim, kriterleri koyalım, milleti boşuna avundurmayalım;
yani, hep seçim yatırımı... Açık söylüyorum; yanlış yapıyoruz. Şu dönemde bu önerge verildi. İktidardan geldi, ben teşekkür ediyorum
Değerli Doğru kardeşimize; ancak, bir şeyi görmek lazım; o zaman hükümet
tasarısı olarak getirilsin, bunlar bir liste halinde getirilsin, iktidarla
muhalefetin ittifak edip etmediğini burada test etmiş olalım... BAŞKAN - Biraz sabır işi bu biliyorsunuz. Sabreden derviş, muradına
ermiş.Biz de ereceğiz inşallah. MUSA UZUNKAYA (Samsun) - Değerli Başkan, sabır da; ama, bakın şimdi,
biz, birkısım insanların sabrını ve umutlarını istismar ediyoruz. Ancak, umuyor
ve temenni ediyorum ki... İnşallah, iktidar ve muhalefetiyle, keşke biraz sonra
görüşeceğimiz yasada da böyle ittifak edebilecek bir zemin oluşturulsaydı; ama,
bu, biraz, olmayacak şeyde ittifak gibi gözüküyor. Filhakika, biz, burada
muhalefet olarak da, Fazilet Partisi milletvekilleri olarak da... BAŞKAN - Daha yasaya gelmedik, 2 tane araştırmamız var, hiç aklınıza
getirmeyin, bakalım Cenabı Allah ne getirecek. MUSA UZUNKAYA (Samsun) - İnşallah, Cenabı Hak hayırlısını nasip etsin
diyorum, teşekkür ediyorum. BAŞKAN - Ben teşekkür ediyorum efendim. Önergeyi oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler... Etmeyenler... Kabul
edilmiştir. Teşekkür ediyorum. Nihayet... Efendim, alınan karar gereğince sözlü soruları görüşmüyoruz ve gündemin
"Genel Görüşme ve Meclis Araştırması Yapılmasına Dair Öngörüşmeler"
kısmına geçiyoruz. Genel Kurulun 29.5.2001 tarihli 109 uncu Birleşiminde alının karar
gereğince, bu kısmın 99 uncu sırasında yer alan, Bitlis Milletvekili İbrahim
Halil Oral ve 67 arkadaşının, Bitlis-Ahlat İlçesinin tarihî, kültürel ve
turistik değerlerinin araştırılarak ekonomik ve sosyal yönden kalkınması için
alınması gereken önlemlerin belirlenmesi amacıyla Anayasanın 98 inci, İçtüzüğün
104 ve 105 inci maddeleri uyarınca bir Meclis araştırması açılmasına ilişkin
önergesinin öngörüşmelerine başlıyoruz. VI. – GENSORU, GENEL GÖRÜŞME, MECLİS SORUŞTURMASI VE MECLİS ARAŞTIRMASI A) ÖNGÖRÜŞMELER 1. – Bitlis Milletvekili İbrahim Halil
Oral ve 67 arkadaşının, Bitlis-Ahlat İlçesinin tarihî, kültürel ve turistik
değerlerinin araştırılarak ekonomik ve sosyal yönden kalkınması için alınması
gereken önlemlerin belirlenmesi amacıyla Meclis araştırması açılmasına ilişkin
önergesi (10/124) BAŞKAN - Hükümet?.. TURHAN GÜVEN (İçel)- Yok. BAŞKAN - Burada efendim, telaşlanmayın. Burada efendim, ben biliyorum. Buyurun efendim... Teşrif ederseniz... TURHAN GÜVEN (İçel)- Sayın Başkan, böyle sümmettedarik iş olmaz. BAŞKAN- Niye efendim?.. MUSTAFA GÜL (Elazığ)- Otur yahu! Sen de her şeye itiraz ediyorsun. TURHAN GÜVEN (İçel)- "Geçerken uğradım..." gibi bir şey oluyor
efendim... BAŞKAN- Hayır efendim; Recep Bey, en devamlı Bakanımız. İstirham ederim.
Hiç "geçerken uğradım" demez. Efendim, İçtüzüğümüze göre, Meclis araştırması açılıp açılmaması
hususunda, sırasıyla, hükümete, siyasî parti gruplarına ve önergedeki birinci
imza sahibine veya onun göstereceği bir diğer imza sahibine söz verilecektir. Konuşma süreleri, hükümet ve gruplar için 20'şer dakika, önerge sahibi
için 10 dakikadır. Söz alan sayın üyelerin isimlerini okumadan evvel, hükümet konuşacak mı
efendim?.. Usulen öyle; ama, konuşmayacaksanız... DEVLET BAKANI RECEP ÖNAL (Bursa)- Konuşacağım efendim. HÜSAMETTİN KORKUTATA (Bingöl)- Konuşmaya gerek yok. BAŞKAN- Gereği var, niye yok Sayın Korkutata!.. Buyurun Sayın Bakan. DEVLET BAKANI RECEP ÖNAL (Bursa)- Sayın Başkan, değerli milletvekilleri;
Bitlis Milletvekili Sayın İbrahim Halil Oral ve 67 arkadaşının, Bitlis-Ahlat
ilçesinin tarihî, kültürel ve turistik değerlerinin araştırılarak, ekonomik ve
sosyal yönden kalkınması için alınması gereken önlemlerin belirlenmesi amacıyla
bir Meclis araştırması açılmasına ilişkin önergesiyle ilgili olarak hükümetimiz
adına söz almış bulunuyorum; bu vesileyle Yüce Meclisi saygılarımla selamlıyorum.
Bitlis, geçmişi Milattan Önce 2000'li yıllara dayanan bir yerleşim
merkezidir. İl sınırları içinde Urartu, Pers, Makedonya Krallığı, Roma, Bizans
dönemlerine ait izlere rastlanmaktadır. Halife Hazreti Ömer zamanında (Milattan
Sonra 641) İslamiyetle tanışmıştır. Emevîler, Abbasiler ve Mervanîlerin
yönetiminde kalmıştır. Selçuklu ve Eyyubî Türkleriyle birlikte bölgeye gelen
Müslüman Türklerden önce, bölge, Türk iskânını Anadolu'da İslamiyetle tanışan
prototürklerle birlikte, Sultan Alparslan'dan beşbuçuk asır önce görmüştür. Bitlis, Müslüman Türklerin Anadolu'ya giriş tarihi olan 1071'den
itibaren Osmanlı İmparatorluğunun bölgeye hâkim oluşuna kadar geçen dönemde Safevî, Selçuklu, Eyyubî, Akkoyunlu,
Karakoyunlu Devletleri, Ahlatşahlar, Candaroğulları, Şerefhanbey gibi çeşitli
Türk devlet ve beyliklerinin idaresinde kalmıştır. Bitlis, 17, 18 ve 19 uncu Yüzyıllarda bölgenin kültür ve sanat merkezi
olmuştur. Dönemin medrese, cami, külliye, han ve hamam gibi yapıları, bugün,
ilin geçmişteki o parlak döneminin kanıtı olarak dimdik ayakta durmaktadır.
Bunlardan il merkezinde büyük bir alanı kaplayan Bitlis Kalesi, Anadolu Türk
mimarisinin en eski örneklerinden Ulu Camii, Osmanlı döneminde yapılmış
olmasına rağmen Selçuklu mimarî özelliklerini taşıyan Şerefiye Camii, taç
kapısı ve süslemeleriyle dikkati çeken İhlasiye ve Hatibiye Medreseleri,
Anadolu'nun en büyük kervansarayı olan Eleman(Rahva) Hanı, Ahlat Selçuklu
Mezarlığı ve mezartaşları, ünlü kişiler için yaptırılan türbe ve kümbetler,
kaleler, köprüler, Urartu dönemine ışık tutan Adilcevaz Kef Kalesi ve Urartu
kayamezarları, sanat tarihi ve Türk kültürü bakımından başlıca önemli
eserlerdir. Ahlat'ta bulunan 6 adet mezarlık, Selçuklu taş işçiliğinin en güzel
örneklerinin sergilendiği bir açıkhava müzesi görünümündedir. Buradaki
mezartaşları, Ahlat'ın, bir döneminde parlak bilim, sanat, kültür
merkezlerinden biri olduğunun kanıtıdır. Ahlat mezarları çatma lahitler,
şahidesiz, yani, mezarın ayak ve başucunda dikilen taş levhaları bulunmayan
prizma sandukalar ve şahideli mezarlar biçimindedir. 12 inci ve 14 üncü Yüzyıllar arasında yapılmış olan bu mezar taşlarında,
döneminde usta sanatçıların imzaları bulunmaktadır. Taşların yüzeyleri kûfî, nesih ve rumî yazılarla, geometrik bitkisel
malzemelerle yıldız, kandil ve ejder motifleriyle kaplanmıştır. Bir milletin varlığını sürdürmesi, onun benliği olan kültürünün
devamıyla mümkündür. Türk mezar taşları da, millî kültürümüzün nesiller boyu devam edegelmiş
belgeleridir. Onlar, halkımızın duygu ve düşüncelerinin, sanat zevkinin
yansımalarıdır. Mezar taşları, sadece bir milletin yayıldığı ülkelerdeki kültür
birliğini göstermekle kalmaz, aynı zamanda, o milletin menşeini de ortaya
koyar. Onlar, şehirlerin tapu senedidir. Mezar taşları, tarihî olmaları nedeniyle de birer belge özelliği
taşımaktadırlar. Kısaca, mezar taşları, yapıldıkları çevrenin ve devrin
inançlarının, âdetlerinin, sanat geleneklerinin, tabiî, iktisadî ve sosyal
şartlarının ortak ürünüdür. Bu bakımdan, sanat tarihimiz için olduğu kadar,
kültür tarihimiz için de büyük önem taşımaktadırlar. Anadolu'yu fetheden Türkler, burada, bir taraftan eski mezar
geleneklerini sürdürürken, bir taraftan da tabiî ve doğal faktörlerin etkisinde
bazı yerel örnekler meydana getirmişlerdir. Türkiye'nin, hatta bütün İslam âleminin en büyük tarihî mezarlıkları
Ahlat'tadır. Buradaki mezar taşları, hem ölçü hem de içerik bakımından bir anıt
karakterindedir. Ayrıca, bunlar üzerinde sanatkâr imzalarının bulunması, bu
eserlere ayrı bir önem kazandırmaktadır. Mezar taşları üzerindeki bilgiler, Ahlat'ın, pek çok kadı, ilim adamı ve
sanatkâr yetiştirmiş bir bilim ve kültür merkezi olduğunu ortaya çıkarmaktadır.
Beldeye "Kubbet-ül-İslam" denmesi de, bu özelliğinden kaynaklanıyor
olmalıdır. Meydanlık Kabristanında, 12 nci Yüzyıl başından 15 inci Yüzyıla kadar
tarihlenen çeşitli tiplerde yaklaşık 1 000 kadar mezar taşı bulunmaktadır. Bu
taşların üzerinde yer alan kûfî ve sülüs hatlar, kıvrık dal, rumî ve
palmetlerden oluşan bitkisel bezemeler, kandil motifleri, yıldız ağları, en
eski örneklerini Çin'de bulduğumuz ejder motifleri, dönemin gelişmiş yüksek
sanat örneklerini oluşturmaktadır. Bitlis ve Ahlat'ın Türk tarihi için taşıdığı önemin bilincinde olarak,
Kültür Bakanlığımız Halk Kültürlerini Araştırma ve Geliştirme Genel
Müdürlüğünce 1-12 Ağustos 1999 tarihleri arasında ilçe merkezi ve 3 köyünde
(Oltuyazı, Güzelsu ve Uludere) el sanatları; Ahlat taşından yapılan mimari (ev,
çeşme, cami ve benzeri) yapıyla ilgili ve mimariye bağlı gelenekler derlenmiş,
halen faaliyette olan taş ocakları incelenmiştir. Dokuma örnekleri tespit edilerek, üretim şekilleri, kullanılan hammadde,
renklendirme, kullanım alanları, motifler ve benzeri; yörede terzilik yapan,
giyen ve konuyu bilen kaynak kişilerle çalışılmış, bulunabilen örnekler
çekilip, kalıpları çıkarılmıştır. Ayrıca, baston yapımı, kullanılan ağaç çeşitleri, yapım teknikleri,
süsleme ve benzeri Ahlat Selçuklu Mezarlığı, kümbetler, halk mezarlığı,
geleneksel mimarî örnekleri görüntülenmiştir. Merkez ilçede, halk edebiyatının çeşitli konuları ile bölgenin
tarihçesi, ayrıca, evlenme, çeyiz, doğum ve ölüm gelenekleri konularında
derlemeler yapılmıştır. Merkezde, halk mutfağı, halk hekimliği, halk takvimi ve meteorolojisi,
halk bayraktarlığı, halk ekonomisi, kirvelik, kardeşlik, yani halk hukuku
konularında 7-14 Ağustos 1999 tarihleri arasında Ahlat ve Adilcevaz İlçelerinde
halk müziği konusunda derlemeler yapılmıştır. Kına, askerlik, sevda ve ayrılık üzerine yakılmış yaklaşık 46 türkü
derlenmiş ve notaya alınmıştır. Derlenen türküler TRT Türk halk müziği
repertuarında bulunmaktadır. Yerel sanatçıların dışında, âşıklık geleneğini yaşatan kişilerle de
derleme yapılmıştır. Araştırma sonucu 47 adet ses bandı, 600 kare slayt, 5 adet kadın-erkek
kıyafet çizimi elde edilmiş ve HAGEM halk kültürü ihtisas arşivine
kaydedilmiştir. Yine, Kültür Bakanlığımız Halk Kültürlerini Araştırma ve Geliştirme
Genel Müdürlüğünce periyodik olarak her yıl çeşitli illerde düzenlenen iğne
oyası ve baston yarışmalarında, Bitlis ve Ahlat'a da yer verilmiştir. Yarışma
sonucu ödül alan ve satın alınmaya değer bulunan malzemeler, HAGEM
koleksiyonuna dahil edilerek, Genel Müdürlükçe düzenlenen yurtiçi ve yurtdışı
geleneksel el sanatları sergilerinde teşhir edilmektedir. Turizm Bakanlığımızca çeşitli kuruluşların görüş ve önerileri de
alınarak yaptırılan inanç turizmi envanterinde, Ahlat kümbetleri ve mezarlığı
da yer almaktadır. Ayrıca, Turizm Bakanlığımızca 4 dilde hazırlatılan ve yurtdışına
dağıtımı yapılan inanç turizmi rehber kitapçığında da Ahlat'a yer verilmiştir. Ahlat'ta bulunan kümbetler ve mezarlığın çevre düzenleme projesi valilik
tarafından hazırlatılmış olup, Turizm Bakanlığımız da, bu projenin uygulanması
için, 1996-2001 yılları arasında ödenek aktarmıştır. Ayrıca, 1991 yılında, Bitlis-Ahlat'ın Van Gölü kıyısının bir bölümü
turizm merkezi olarak ilan edilmiştir. Yörenin turizm potansiyelinin ve
öncelikli altyapı sorunlarının belirlenmesi amacıyla, bir teknik heyet, haziran
ayı içerisinde, mahallinde incelemeler yapmak üzere görevlendirilecektir. Ahlat'ta, Turizm Bakanlığımızdan, üç yıldızlı işletme belgeli bir tesis
ile yatırım belgeli bir tesis bulunmaktadır. Bitlis İline bağlı Ahlat İlçesinin, kültür mirasımız olan tarihî eserlerinin
korunması, turistik değerlerinin geliştirilmesi ve ilçenin sosyal ve ekonomik
yönden kalkındırılması amacıyla, gerekli çalışmalar, hükümetimizce hızlandırılarak
sürdürülecektir. Bu vesileyle, Bitlisli hemşehrilerime ve Yüce Meclise en içten
saygılarımı sunuyorum. (Alkışlar) BAŞKAN - Anavatan Partisi Grubu adına, Balıkesir Milletvekili Sayın Agâh
Oktay Güner. (ANAP sıralarından alkışlar) Buyurun efendim. ANAP GRUBU ADINA AGÂH OKTAY GÜNER (Balıkesir) - Sayın Başkan, sayın
milletvekilleri; Muhterem Heyetinizi, Anavatan Partisi Grubu ve şahsım adına
saygıyla selamlıyorum. Sayın İbrahim Halil Oral arkadaşımızı gönülden kutluyorum; Türkiye'nin
çok büyük bir yanlışını aralama imkânını ve burada konuşma imkânını bize
verdikleri için. Değerli arkadaşlarım, bu büyük yanlış, ülkemizde, hâlâ, kültürün
ağırlığının, kalkınma ve kültür ilişkisinin ne olduğunun layık olduğu şekilde
görülmemesinden kaynaklanıyor. İnsanına yabancılaşmış bir sistem, insanının
kültür değerlerinden kopmuş bir sistem, Batı'ya açılırken, dünyaya açılırken,
ne yazık ki, çok büyük kimlik sancıları meydana getiriyor. Aslında, günlerce
oturup, bu Mecliste konuşmamız gereken; hangi tarihlerde, bu millet, hangi işte
başarılı oldu, o başarının sırrı neydi, bugünkü başarısızlığımızın sırrı ne... Sayın Bakanımızın, büyük bir dikkatle, burada okudukları metni dinledim,
kendilerine teşekkür ediyorum; ama, bu metinde de, hükümetin olaya bakışında
da, kültürün, kalkınmayla ilişkisini, bu kültüre değer vermezsek bizim ne
olacağımız sancısını bulmak ve duymak mümkün değildir. Kültür, bir milleti
yaratır, bir milletin yaşama üslubudur, bir milletin varlık sebebidir. Dikkat buyurunuz, Balkanlarda Sırplar Bosna'yı topa tuttukları zaman,
Sırp topçusunun ilk hedefi, Osmanlı yazma eserlerinin toplu olarak bulunduğu
tarihî kütüphane oldu, orayı yerle bir ettiler. Bunu çok iyi görmek zorundayız.
Neden fabrikaları, neden otelleri, neden evleri, neden okulları yıkmadılar da,
Bosna'daki elyazmalarının bulunduğu kütüphaneyi yıktılar; çünkü, o
elyazmalarının bulunduğu kütüphane, Balkanlardaki Müslüman Türkün, bizim
kimliğimizin hafızasıydı, o hafızayı yok etmek, amaçtı. Bugün, Anadolu'yu geziniz, sevgili Ahlat'a gidiniz, viranedir. Şair
Zihni'nin ifadesiyle "Vardım ki, yurdumdan ayağ göçürmüş." Evet, binlerce tarihî eser yok olmakla karşı karşıyadır. Halbuki, Ahlat,
bizim, Anadolu'daki varlığımızın ilk mührüdür. Buraya geldiğimiz zaman, bütün
kültür değerlerimiz, güzelliklerimiz, ilmimiz, irfanımız ve yüksek kültür
değerlerimizle gelmişiz. Bir milletin kültürünün en önemli kurumu, en zirve
kurumu mimaridir. Bu mimarinin en güzel örneklerini biz, Ahlat'ta görüyoruz ve
Selçuklu mimarisinin rönesansı Bitlis'tedir, Ahlat'tadır. Değerli ilim
adamlarımızın çeşitli eserlerle ortaya koydukları bu büyük gerçek, tarihî bir
vakıadır. Değerli arkadaşlarım, Anadolu'nun en çok tanınmaya, en çok bilinmeye ve
bildiğimiz ölçüde bizi güçlendirmeye götürecek olan beldelerinin başında Ahlat
geliyor. Bizim varlığımız, kültürümüzü kuşaktan kuşağa aktarmamızla mümkündür
ve bir büyük edebiyat adamının ifadesiyle, Merhum Ahmet Hamdi Tanpınar'ın,
"Köke bağlı kalarak zaman içinde değişmeyi bilmek." Elbette ki,
rönesans, önce kendisini bilir ve sonra zamanın getirdiği değişiklikleri kendi
bünyesi içinde ifade eder. Türk kültürü, tarih şuuruyla, millî değerler sistemiyle bir bütündür ve
Türk toplumuna hayat gücü veren, dinamizm veren, sıkıştığımız zaman kurtuluş
ışığı gibi parlayan bu kültürdür. Memleketin içerisinde bulunduğu ağır ekonomik
buhranı, ekonomiden sorumlu sayın bakan "Türk ailesinin iç yapısındaki
direnişle aşacağız"diyor. İşte, bu, kültüre sarılmaktır; ama, siz, bu iç
yapıyı güçlendirici bütün tedbirleri ihmal ederseniz, bunları kendi kaderine
bırakırsanız, buna sarılmak istediğiniz zaman eliniz sadece boşlukta kalır. Değerli arkadaşlarım, 1015 yıllarında Selçuklular Anadolu'yu fethe
başladılar ve 1086 yılına kadar geçen yarım yüzyıl, Anadolu'yu elinde
bulunduran Bizans ile Selçuklu Türkünün kavgasıydı. Bu mücadele, Türklerin,
Anadolu'yu vatan kılmasıyla son buldu ve Türk kitleleri, Moğol baskısına, Moğol
hunharlığına karşı, Anadolu'ya dalga dalga gelirken, Selçuklu sultanlarının
temel sancısı, bunları, kendi kültür değerleriyle Anadolu'ya yerleştirmek oldu.
Hiç şüphesiz ki, savaşlarda beldeler yıkıldı, köyler yandı; ama, hızla,
bir imar faaliyetine girildi. Huzurunuzda üzülerek ifade ediyorum ki, bugüne kadar, Türk
üniversitelerinden hiç birisi, Ahlat'ta, bir mimarlık fakültesi kurmayı
düşünmemiştir ve biz, buradaki Türk kültürünün en önemli odağı olan millî
kültür edebiyatı ve o edebiyatın maddede ifade zirvesi olan mimarlık sanatını,
layık olduğu şekilde değerlendiremedik. Cami, kümbet, medrese, köprü, han,
hamam, mezarlık ve binlerce eser yoğun olarak Ahlat'tayken, bunun kıymetini
bilemedik. Aziz arkadaşlarım, şimdi, bu birikimi idrak etmek, bu birikimin şuuruna
varmak ve sonra, bunu, gelecek nesillere intikal ettirebilmek... Bugün sahip
çıkmamız gereken kültür mirasının bazıları, Ahlat'ta olduğu gibi, ihmalimizle,
depremle yıkılırken, erirken, büyük baraj projeleriyle, GAP bölgesinde, baraj
suları altında kalıyor; bu kültür mirası da kurtarılmayı bekliyor. Hiç şüphesiz
ki, bunları, bütün kaynaklarımızı seferber ederek kurtarmalıyız. Arkadaşım, içborcumuz şuna çıktı, dışborcumuz buna çıktı demek çare
değildir; Mısır, Türkiye'den çok fakir bir memleket. Nil üzerindeki Assuan
Barajı sebebiyle pek çok piramit sular altında kalacaktı, uluslararası yardım
kuruluşlarından, vakıflardan sağlanan fonlarla, o, binlerce yıllık piramitleri
nakletmeyi başardılar; ancak, bunu yaparken, bizim büyük bir eksiğimiz var. O
da, her millî varlığının şuurunda olan ve millî haysiyeti olan ülkenin,
uluslararası yardım alırken göstermesi gereken dikkat ve hassasiyet. Biz, bu
dikkate, bu hassasiyete sahip miyiz, lütfen bir soralım. Bunun için, önce, bir millî program lazım. Türkiye, ne yazık ki, tarihî
eserleriyle ilgili millî bir programa sahip olmadığı için, yapılan bütün
çalışmalar, uluslararası kuruluşların insafına terk edilmiştir. Almanlar,
kendilerinin Truva şehrinden geldiğini, Truva kökenli olduğunu; bizim
Çanakkale'nin, onların kökü olduğunu yıllardır iddia ve ifade eden
vakıflarıyla, Çanakkale'de tarihî araştırmalar yaparlar. Kültür Bakanı olarak Alman Büyükelçisi beni ziyarete geldiği zaman, bu
meseleyi kendisiyle saatlerce konuştum ve bu meseledeki ilmî yanlışlıkları ona
anlattım; ama, gördüm ki, Alman, Avrasya'daki hâkimiyetine gerekçe
hazırlayabilmek için, Çanakkale'yi kendisine vatan kılmak yolundadır. Şimdi, biz, kazılar yaptırıyoruz ve bunlar yapılırken millî
hassasiyetimiz, millî ölçümüz olmadığı için, mesela, Ahlat'tan hiç
düşünmediğimiz uluslararası kuruluşlardan yardım sağlamayı... Belkıs'a onlar
cömertçe aktarıyorlar; ama, ne yazık ki, binlerce yıllık Belkıs'ın adı, Zeugma
oluyor. Batı, Türkiye'de her tarihî esere yardım ederken, kendi kültür ufkuna,
kendi kültür gerekçelerine ve kendisinin dış politikasına yardım edecek taşları
dikkatle koyuyor. Onun için, bizim, hükümetimizden, hükümetlerimizden
beklediğimiz, millî bir program hazırlanmasıdır. İstanbullular çok iyi bilirler; İstanbul Adliye Sarayının yanında 468
odalı bir konak vardı; ama, birtakım gayretkeşler, bu konağın temelinde Bizans
hamamı var dediler, asırlardır ayakta durmuş 468 odalı Osmanlı konağı yıkıldı
ve bu kürsü kadar kerpiç yığınından, Bizans hamamının kalıntısı çıkarıldı. Değerli arkadaşlarım, bu programda, öncelikler listesi olmalıdır ve bu,
yurt dışından gelen yardımlarla, yardım eden vakıflarla, yurt içinde buna
önayak olan vakıfların hangi işleri, hangi gayeleri takip ettikleri dikkatle
izlenmelidir. Dördüncüsü de, çok iyi bir ekip yetiştirilmelidir. Bu, bir bilgi işidir,
bir uzmanlık işidir. Şimdi, biz, barajlar yapabiliriz, elektrik üretimimizi
bunun 10 misline çıkarırız, çok daha kaliteli yollar yaparız; ama, biz, eğer,
bizi biz yapan değerleri ihmal edersek, bu topraklar üzerinde ayrı bir kimlikle
yaşamaya kendi kendimizi mahkûm ederiz. Şimdi, Türkiye'de, ne yazık ki, ciddî
bir kültür zemini olmadığı için; doğru dil, doğru din ve doğru tarih öğrenimi
vatan çocuklarından esirgendiği için, Türkiye, çok çürük bir kültür zemini
üzerindedir. Bu çürük kültür zemini üzerinde sağlam iş yapmak da, ne yazık ki,
mümkün değildir. Değerli arkadaşlarım, Anadolu'ya gelen Türkler, kendi şehir modellerini
getirdiler. Bu model, müthiştir. İşte, Ahlat'ın üstünlüğü burada başlıyor.
Ahlat, sadece Türklerin kendi kültür değerleriyle imar ettikleri, ayağa
kaldırdıkları bir medeniyet beldesi değil, aynı zamanda, yetiştirdiği çok
değerli şahsiyetlerle bütün Anadolu'ya bu kültür değerlerini inşa eden, örnek
veren bir kaynak kimliğine de sahip. Çok ciddî araştırmaların sonunda, 28
müstesna şahsiyet tespit edilmiştir. Bunlar, Anadolu'yu baştan ayağa ihya
etmişlerdir. Selçuklu payitahtındaki, Konya Ulu Camideki minber, Ahlatlı Mekki
(bin vergi-verginin atası) adını taşıyan sanatkârın eseridir; ama, depremler,
istilalar Ahlat'ı kaç defa yerle bir etmiş; ama, öyle bir hayat gücü, öyle bir
dinamizm var ki, yeniden kurmuş. Nevşehir - Ankara arasındaki Alay Hanın mimarı da yine bir Ahlatlı. Bu
kervansaray, diğer kervansaraylardan çok daha şanlı, çok daha görkemlidir. Divriği'deki bütün Selçuklu eserlerinin en müstesnası olan külliye de,
yine Ahlatlı bir sanatkârın eseridir. Evliya Çelebi diyor ki "Ahlat'ta 5 000 hamam var." Diyelim ki,
sevgili Çelebimiz biraz mübalağa üstadıdır; 500 hamam olsun. Bu, Ahlat'ın ne
kadar ileri bir belde olduğunun kesin ifadesidir. Türkler suyu her yere götürdüler. Bu 500 rakamı hiç kimseye garip
gelmesin. Yolunuz Budapeşte'ye düşerse, hâlâ Macarların ay'ımızı taşıyan Türk
hamamlarında yıkandığını görürsünüz. Avusturyalılar, Türk düşmanlığıyla, İkinci
Viyana Muhasarasından sonra bütün Türk eserlerini yıkmışlar; ama, Macarlar,
hamamlar çok işlerine geldiği için onları Avusturyalılara yıktırmamışlardır. Doğu Türkistan'da tümülüs tarzında Türk mezarları vardır; Ahlat'ta da
tümülüs tarzında mezarlar var. Ahlat'ta "akıt" dediğimiz tümülüs
tarzındaki mezarlar, bizim, Doğu Türkistan'dan Anadolu'ya getirdiğimiz mezar
tipleridir. İnsanlar, mezar geleneğinde çok muhafazakârdırlar; hatta,
Anadolu'nun başka yerlerinde rastlamadığımız "uzun mezar" denilen
mezar tipleri de Ahlat'tadır. Demek ki, Ahlat, Anadolu'ya gelmeden önceki
kültürümüzün devamı ve buradan Anadolu'ya yayılmasında müstesna hizmet
görmüştür. Ahlat mezarlığı, bütün Türkiye'nin dış tanıtım belgelerinde
iftiharla sergilediğimiz müstesna güzellikleri taşıyan mezar taşlarını
kucaklamış bulunuyor. Şimdi, son zamanda da huzurunuzda ifade etmek istediğim pek çok mesele
var; ama, neler yapılabiliri biraz söylemek istiyorum. Değerli arkadaşlarım,
Ruslar, büyük reform hareketiyle Sovyetler Birliği İmparatorluğunu çözdükten
sonra, bürokrasilerinde hızla reform yaptılar. Dünyada ilk planlamayı kuran
Ruslardır. Marksist plan, binlerce girdi ve çıktının kanaviçesidir. Fransızlar,
bundan demokratik planlamayı aldı, biz de Fransızları örnek alarak bir planlama
teşkilatı kurduk. Şimdi, planın babası olan Rusya, gost planı yıktı, bunun yerine,
ekonomide yol gösteren, rapor hazırlayan, başbakana bilgi sunan dinamik bir
birim teşkil etti. Bizim Planlamada olduğumuz yıllarda uzman sayısı beliydi;
ama, ne yazık ki, şimdi, plan, bu Meclis kürsüsünde hiç bahsedilmeyen bir
doküman haline düştü. Bunu, hiç şüphesiz, siyasî iktidarlar yaptılar. Planlama,
bugün Türkiye'de, bir tapu dairesi kadar kalabalık. Yapılacak bir tek şey var, birkaç defa bu kürsüde ifade ettiğim; ama, ne
yazık ki, duyuramadığım, merkezî hükümet teşkilatını, reformunu yapmak. Kendi
vatandaşına 1 milyon lira hizmet götürmek için 1 milyon lira masraf yapan bu
devlet teşkilatıyla bir yere varmamız mümkün değil. İşte, Planlama, burada,
başbakana, günlük ekonomik olayları ve uzun vadeli ekonomik gelişmeleri
bildirecek bir beyin, bir merkez haline getirilmeli. Oradaki ordu çapındaki
bürokratlar da, bütün vilayetlere, valilerin yanına, ekonomi danışmanı olarak
gönderilmeli. Aksi halde, kalkınma planı içinde olması gereken ve Anayasasında
kalkınmanın planla yazılacağı belirtilmiş olan Türkiye, plana rağmen programlar
yapar. Eğer, bizde plan ciddîyeti olsaydı, hükümetin yapması gereken, revize
plan yapmaktı, mevcut kalkınma planının içerisine bir geçiş programı koymaktı. İşte bu sebeple diyorum ki, şehircilik anlayışımıza kendi kültür
değerlerimizi getirmeliyiz. Bursa'ya gittiğiniz zaman yanıyorsunuz, bütün
tarihî eserlerin arası asfalt kaplı! Halbuki, Osmanlı, bu yolları taşla
yapardı. Ahlat'ta da aynı felaketi yaşayacağız. Ahlat'ın kurtuluşu, bir büyük
turizm merkezi, kültür turizmi merkezi olması, tarımda sulamanın sağlanarak
verimin 5 katına çıkarılması mümkün; sonra, şehrin tarihî mekânlarını
bozmayacak sanayi siteleri kurmak elzem. Meseleler bu... Osmanlı, dehasıyla, Van Gölünde yaşayan balıkları her yıl defterdar
eliyle ihaleye çıkarıp İranlılara satmış ve o bölgedeki askerin masrafını o
balıklarla sağlamış; biz, Van Gölünü kirletmişiz, balıkları öldürmüşüz! İşte,
Osmanlıyla farkımız bu! Biz, yok etmekte çok mahiriz! Şimdi, yapılacak iş nedir: Van Gölü, Doğu Anadolu'nun bir şaheseridir.
Deprem felaketinden sonra çok değerli çalışmalarını bir kere de huzurunuzda
ifade etmek istediğim Maden Tetkik Arama Enstitüsünün, parsel parsel Türkiye
arazi etütlerini yaptığını gördük. Ne yazık ki, onlar nerede "zemin
kaygandır, alüvyon tabakasının üstünde 60 metre kalınlığında bir kaya var,
burası yarın sallanır" dediyse, biz, şehirlerimizi oraya kurmuşuz! Ee,
şimdi gelin, Ahlat'ta bu yanlışı yapmayalım. Turizm adına, sahillerimizi, İspanya gibi, beton yığını haline çevirdik.
Ahlat'ta, Türk şehir modeli var. Nedir bu model; bir geniş alan, onun etrafında
evler, bahçeler ve müşterek mekânlar; mescidi, camii, su sarnıcı, dergâhı, o
günkü kültür müesseselerinin hepsi var. Ee, şimdi, biz, Türkiye'ye getirdiğimiz
şehir planıyla bunu yıktık; insanlarımız, yaşarken hapishanedeler. Yeşil alan
yok, müşterek dinlenme mekânı yok, eğlence mekânı yok. Hiç olmazsa, sayın
hükümet, Ahlat için, bizim tarihî şehirciliğimize dayanan bir şehirleşme
modelini getirmeli, ölmek istemeyen mazi ile doğmak isteyen istikbali
kucaklaştırmalıdır. Ahlat'ta nereye kazma vursanız tarihî bir eser var; ama,
Ahlat'ın da yaşaması lazım. Bir zamanlar nüfusu 300 000 olan bir şehir, sonra,
sancak merkezine bağlanıyor. Moğol istilasıyla perişan oluyor ve Celalettin
Harzemşah'ın, bu yiğit büyük Türk hükümdarının siyasî gafletiyle de -onun
eliyle de- perişan oluyor. (Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı) AGÂH OKTAY GÜNER (Devamla) - Sayın Başkanım, müsaade ediyor musunuz? BAŞKAN - Efendim, böyle tarihî bir konuşmayı kesmeyecek kadar tarih
düşkünüyüm. Buyurun. (MHP, FP ve ANAP sıralarından alkışlar) AGÂH OKTAY GÜNER (Devamla) - Çok zarifsiniz Sayın Başkanım. Şükranlarımı
arz ediyorum. Değerli arkadaşlarım, şehirlerimizi, biz, perişan ettik. Halbuki,
kurtarabildiğimizi, artık, kâr bilmemiz gereken bir çizgideyiz. Nedir buranın
tarihî mekânı? Ahlat, bence, özel bir kanunla, özel bir şehir planına
kavuşturulmalıdır. Ahlat'a 4 tane plan yapmışlar, 3'ünü tespit edebildim
-Değerli milletvekilim benden iyi biliyor- herhalde 4 olmuş. Ahlat'ın gölle
irtibatı kesilmiş; halbuki, göl, Ahlat'ın hayatı. Bakınız, beni iyi anlamanız için, istirham ediyorum, Karadenizi düşünün.
Eski Ordu durur, yeni Ordu durur. Eski Ordu'da evler öyle kondurulmuştur ki,
bütün evler denizi görür; yeni Ordu'da evler tek sıralı saf halindedir; birinci
saftakiler görür, ikinci saftakiler nefes alamaz; tıpkı, İzmir'in Kordon'u
gibi. Demek ki, bizim, bir büyük zihniyet değişmesine ihtiyacımız var
arkadaşlarım. O zihniyet değişmesi nedir; "ben neyim" sorusunu
sormaktır. Devlet yönetiminden maksat, vatandaşına huzur vermektir. Vatandaş, önce
evinde, köyünde, kasabasında, ilçesinde, şehrinde mutlu olmalıdır. Bir insanın
bugünkü şehir hayatında mutlu olması mümkün mü?! Ankara gibi, kışın donduğunuz,
yazın yandığınız bir şehirde, kamu kurumları, serapâ cam bina yapıyorlar.
Halbuki, bizim ecdadımız, Ahlat'ta bunun en güzel örneklerini vermiş. Görünüşü
küçük; ama, içeriye doğru genişleyen pencereler yapmışlar. Böylece, içerisi
mükemmel güneş alıyor; soğuğa karşı da korunmuş oluyor. Erzurum aynı haldedir; Erzurum'u perişan ettik. Değerli arkadaşlarım, Erzurum'da tabyalar var. Çok istirham ediyorum,
ziyaret ediniz. Tabyaların her birisi, her Osmanlı hükümdarının, bir top
mesafesinde, Rus sınırına yaptırdığı askerî kışladır. Bir alay, atıyla,
malzemesiyle, eriyle, assubayıyla, subayıyla oraya sığıyor ve Osmanlı
hükümdarlarının hepsi, kendi keselerinden bunu yaptırıyorlar. Rus sınırına
kadar gidiyor. Şimdi, ben, tabyaları, Kültür Bakanıyken görebildim; itiraf ediyorum.
Ondan önce "tabya" denildiği zaman, belli toprak yığını ve üzerinde
top zannediyordum. Çok değerli bir albay bize izahat verdi ve içim yandı.
Atatürk Üniversitesini inşa edenleri rahmetle yâdediyorum, şükranla
yâdediyorum; ama, bence, Atatürk Üniversitesi tabyalarda kurulmalıydı. Her bir
tabya bir fakülte olurdu ve muhteşem bir tarihî zenginlik kazanırdı. Bakınız, feodalite dönemini yaşayan Avrupa -biz feodaliteyi yaşamadık,
bizim sosyal yapımız farklı- şatolarını yıkmadı değerli arkadaşlarım. Gidiniz
Fransa'ya, gidiniz İngiltere'ye, gidiniz Belçika'ya, gidiniz İtalya'ya,
İspanya'ya; bütün tarihî eserlerin hepsi güncel hale getirilmiştir, yaşayan
hale getirilmiştir. Bizim de, bu tarihî eserleri... Ne oluyor; devlet, adamın evine tarihî
eser diyor. Garibanın bir tane evi var, hiçbir şey yapamıyor. Halbuki, yapmamız
gereken "kardeşim, senin evin tarihî eserdir; ben, bunun rayiç bedelini
sana ödüyorum, kamulaştırıyorum" demek. Şimdi, biz -bir vesileyle inşallah genişçe görüşürüz- devletin yaptığı
israfı önlesek; bu para Türkiye'de var. Onun için, Ahlat'ta, bir özel kanun çıkarıp -bana göre- bütün
üniversitelerle işbirliği yaparak, bizim şehrimiz ne olmalıdır?.. Lütfen, gözünüzün önüne Brüksel'i getirin. Asırlar öncesinin esnaf
teşkilatının binası olduğu gibi Brüksel'de duruyor ve bütün törenler onun
önünde yapılıyor. Vatikan'ı gözünüzün önüne getirin, Venedik'i gözünüzün önüne
getirin; tarihin orada dipdiri yaşadığını görüyorsunuz. Şimdi, biz, bunu yapmazsak, bize niye turist gelsin; beton binanın âlâsı
onda var, cam binanın dikâlâsı onda var; ama, biz, bunu, önce kendimiz, sonra
bu kültür mirasını nakletmek sorumluluğunu taşıdığımız çocuklarımız ve bütün
dünya için yapmalıyız. UNESCO, 1956'da bir kanun kabul etti, bütün milletlerin
parlamentolarından geçti; her tarihî eser, olduğu yerde korunmalıdır diye; ama,
görüyorsunuz ki, Balkanlar, bir saat zembereği gibi fırlayan milliyetçilikle,
ne tarih tanıyor, ne eser tanıyor. 24,5 milyon kilometrekareydi bizim coğrafyamız IV. Murat'ın gününde.
Şimdi, onun otuzda 1'inde, 776 000 kilometrekaredeyiz. 24,5 milyon
kilometrekaredeki eserleri koruyamayız; ama, hiç olmazsa, bu vatan coğrafyasındakileri
koruyalım. Değerli kardeşlerim, Ahlat'taki depremden sonra, tetkik edebildiğim bazı
eserler 12 000, bazı eserler 1 000 ailenin Kahire'ye nakledildiğini söylüyor.
Dikkat buyurun, o günün şartlarında 1 000 aileyi Ahlat'tan alıp Kahire'ye
götüren devlet veya 12 000 aileyi götüren devlet!.. Bu ne müthiş bir iradedir!
Biz, o kültürün, o tarihin insanlarıyız; Muhterem Heyetiniz, muhterem
varlığınız, bunun en kesin delili. Bu görüşmenin, yeni bir kültür ufkuna açılmamız ve kendi değerlerimizle kucaklaşmamız
için hayırlı bir başlangıç olmasını temenni ediyor, Sayın Başkanın anlayışına,
sizlerin dikkatlerine şükranlarımı saygılarımla sunuyorum efendim. (Alkışlar) BAŞKAN - Teşekkür ederim efendim. Sayın milletvekilleri, birleşime, saat 18.00 kadar ara veriyorum. Kapanma Saati : 17.52 ÜÇÜNCÜ OTURUMAçılma Saati: 18.05 BAŞKAN : Başkanvekili Mustafa Murat
SÖKMENOĞLU KÂTİP ÜYELER : Yahya AKMAN (Şanlıurfa),
Melda BAYER (Ankara) BAŞKAN - Sayın milletvekilleri, 112 nci Birleşimin Üçüncü Oturumunu
açıyorum. (10/124) esas numaralı Meclis araştırması önergesi üzerindeki
görüşmelere kaldığımız yerden devam ediyoruz. VI. - GENSORU, GENEL GÖRÜŞME, MECLİS SORUŞTURMASI VE MECLİS ARAŞTIRMASI (Devam) A) ÖNGÖRÜŞMELER (Devam) 1. - Bitlis Milletvekili İbrahim Halil
Oral ve 67 arkadaşının, Bitlis-Ahlat İlçesinin tarihî, kültürel ve turistik
değerlerinin araştırılarak ekonomik ve sosyal yönden kalkınması için alınması
gereken önlemlerin belirlenmesi amacıyla Meclis araştırması açılmasına ilişkin
önergesi (10/124) (Devam) BAŞKAN - Hükümet yerinde. Milliyetçi Hareket Partisi Grubu adına, Bitlis Milletvekili Sayın
İbrahim Halil Oral görüşecek efendim. (MHP sıralarından alkışlar) Buyurun. MHP GRUBU ADINA İBRAHİM HALİL ORAL (Bitlis) - Sayın Başkan, değerli
milletvekilleri; Bitlis İline bağlı Ahlat İlçesinin tarihî ve turistik
değerlerinin araştırılarak kültür mirasımız olan eserlerin korunması,
geliştirilmesi, ilçenin sosyal ve ekonomik yönden kalkınması amacıyla bir
Meclis araştırması açılması hakkında, Milliyetçi Hareket Partisi Grubu adına
söz almış bulunuyorum; Yüce Heyetinizi saygıyla selamlarım. Sözlerime başlamadan önce, Yüce Meclisimize ve Parlamentoda grubu
bulunan beş siyasî partimizin grup yönetimi ve milletvekillerine, Bitlisliler
ve Ahlatlılar adına şükran ve minnet duygularımı iletmek istiyorum. Zira,
Milliyetçi Hareket Partisi Sayın Genel Başkanı ve Başbakan Yardımcımız Dr.
Devlet Bahçeli'nin anlamlı talimatlarıyla şahsım ve arkadaşlarım tarafından
Yüce Meclise arz edilen araştırma önergesi teklifimiz, Meclisimizin yoğun
çalışmalarına rağmen, kısa bir sürede, beş siyasî parti grup başkanvekilinin
tümünün ortak kararıyla gündeme alınmıştır. Yüce Parlamentonun ecdat şehrimiz
Ahlat için göstermiş oldukları bu yakın ilgi ve hassasiyetlerini, bir kez daha
gönülden tebrik ediyorum. Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; Türk tarihinin altın sayfalarına
uzandığımızda, millî kültür zenginliklerimizi gururla seyredebileceğimiz, bizi,
millet olarak, kültürümüz, tarihimiz, mimarimiz, sanatımız, dilimiz ve
edebiyatımızla bir kez daha hatırlatacak ve yaşatacak çok önemli emanetlerimiz
bulunmaktadır. Bunlardan biri de, hiç şüphesiz ki, Ahlat'tır. Ahlat'ın tarihi milattan önce 1500 yıllarına kadar uzanır. Sahip olduğu
doğal güzellikleri nedeniyle, tarihin her döneminde çeşitli uygarlıklara
merkezlik yapmıştır. Urartular, Medler, Persler, Babil, Roma, İskit, Oğuz
Türkleri, Araplar, Selçuklular, Eyyubiler, Akkoyunlular ve nihayet 1555 yılında
Osmanlı egemenliğine girmiştir. Ahlat ve çevresinin Türklerle ilk tanışması da, daha Malazgirt
Zaferinden yüzyıllarca önceye rastlamaktadır. Ünlü Türk seyyahı Evliya Çelebi, Ahlat'ın (Dar-ı- Bele) "Oğuz
Taifesi Şehri" olarak anıldığını belirtmektedir. Daha, milattan önce
609'da, İskit Türkleri, yaptıkları akınlarla tüm Urartu ülkeleriyle birlikte
Ahlat'ı ele geçirirler. Türk-İskit sanatında egemen olan geleneksel bozkır
hayvan üslubuna, daha o dönemin kalıntılarında, Ahlat, Bitlis, Van ve Doğu
dokümanlarında rastlanmaktadır. Oğuz Türklerinin Ahlat'a yerleşmesini müteakip, miladî 217 yılında,
Türkistan'dan gelen Namık ve Konak Şehzadeler, Ahlat'ta beylik kurmuşlardır. Bu
dönemde, Ahlat'a gelen Oğuzların içinden yerleşen Ahlat'ın yiğit melikesi
Turunç Hatun'un cengaverliği sonucunda, merkezi Ahlat olmak üzere, geniş bir
bölgeye "Koç-Koyunlu Yurdu" denilmiştir. Selçuklular, Anadolu'yu, dolayısıyla Ahlat'ı tamamen Türk yurdu haline
getirinceye kadar, bu ilk Türk akınlarından sonra, 11 inci Asırda Anadolu'ya
gelen Türkler, Ahlat'ı Anadolu fetihlerinde müstahkem bir üs haline
getirmişlerdir ve Ahlat'ta yeşeren ve alevlenen nizamı âlem ülküsü, Küçük
Asya'yı Türke vatan olarak armağan etmiştir. Selçukluların, hem Anadolu'da yeni bir yurt tutmak hem de Türkmenlere
yeni iskân sahaları açmak için, daha 1018'de, Malazgirt Zaferinden yıllar önce,
büyük hükümdar Çağrı Bey, Van Gölü Havzasına bir keşif akınında bulunmuştur. Bu
keşif akını sonucunda, Selçuklular, Anadolu'nun bir yurt ve vatan olmaya müsait
olduğunu anlamışlardır. İşte, Ahlat ve çevresi, artık, bütün bir tarih süzgeci içinde,
Türk boylarının kültür değerlerini ilmek ilmek izlediği bir Türk yurdu haline
gelmiştir. Türklerden önce birçok topluluk Ahlat'a egemen olmasına rağmen,
hiçbirisi, Türkler kadar, bu toprakları, yüksek bir kültürün ürünü olan eşsiz
eserlerle süsleyip vatan haline getirememiştir. Ahlat, Ortaasya'dan Anadolu'ya bir kültür köprüsü oluşturmaktadır.
Ahlat'taki Türk sanat eserlerinde Göktürk, Karahanlı, Gazneli ve Büyük Selçuklu
sanatının etkilerini ve izlerini görmek mümkündür. Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; bütün bu Türk izlerinden sonra,
Ahlat'ın Türk tarihinde zirveleştiği iki önemli dönem bulunmaktadır. Birincisi,
Anadolu'nun ebedî Türk yurdu haline gelmesine sebep olan Malazgirt Zaferi
öncesi ve sonrası Ahlat'ın konumudur. Ahlat'ı yurt edinen Türklerin Anadolu akınları, Bizans İmparatoru
Diojen'i sürekli tedirgin ediyordu. Bu amaçla, Diojen, Ahlat'ı almak ve Türk
Başkentine ulaşmak için, 1071 Malazgirt Zaferinden önce, kalabalık ordularla,
Anadolu'ya üç kez sefer yapmıştır; çünkü, Türklerin bu önemli hareket üssü
Ahlat alınır ve buralardaki kaleler ele geçirilirse, Türkleri Anadolu'ya
sokmadan çıkarmak o derecede kolay olurdu. Bizans orduları, Ahlat'tan çıkan
Türk emirleri sayesinde, değil Ahlat'ı almak, Türklerin Anadolu akınlarının
bile önüne geçememiş, Malatya, Kayseri ve Konya'nın yağmalanmalarını
önleyememiş ve nihayet, 1070'te Sıvas'ta Türklere yenilmiştir. Anadolu içlerine
yapılan akınlar sonucunda, hareket üssü olan Ahlat'a dönen ünlü Selçuklu Emiri
Afşin Bey, Alpaslan'a bir mektup yazarak, Bizans hakkında geniş bilgi
vermiştir. Bunun üzerine, Sultan Alpaslan, daha 1070 yılında, Selçuklu hareket
üssü olan Ahlat'a gelir. Bu arada, Diojen, Erzurum üzerinden Malazgirt'e inmiş,
şehri teslim alarak, orada bulunan bütün Türkleri katletmiştir ve tek hedefi
Ahlat'ı almak için savaş planları hazırlar. Malazgirt Zaferi öncesinde yapılan
üç öncü muharebesinde, Ahlat'taki Selçuklu birlikleri ve Ahlat'ın kudretli
komutanı Emir Sanduk, zafer elde etmiş ve Türk Birliklerinin moralini Malazgirt
Savaşı öncesi artırmıştır. Bugünkü Ahlat-Malazgirt karayolundan Malazgirt'e
ulaşan ve Malazgirt Ovasında kazanılan bu zaferle, Anadolu, ebedî bir Türk
yurdu haline getirilmiştir. 1071 Malazgirt Zaferinin kazanılmasında, hiç
şüphesiz ki, Ahlat ve Ahlatlıların payı
çok büyüktür. Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; Ahlat'ın Türk tarihindeki ikinci
önemli konumu ise, Osmanoğullarının ata yurdu olmasıdır; çünkü, Kayı Boyu,
Anadolu'ya girişinde çok uzun yıllar Ahlat'ta kalmıştır. Ahlat'ın, bu bakımdan,
Türk tarihinde müstesna bir yeri vardır. Anadolu'ya giren her Türk boyu, önce
Ahlat'ta nefeslenmiş ve ilk yerleşmesini burada yapmıştır. Malazgirt Zaferinden
sonra, Ahlat'a, Türk boylarından, Avşar, Kaçar, Yazır, Salur, Kınık, Kayı,
Böğdüz, Çepni, Çavındır, Kuman, Karakoyunlu, Akkoyunlu gibi Türkmen boyları
gelip yerleşmişlerdir. Osmanlı padişahları, çıktıkları her İran ve doğu seferinde Ahlat'a
uğramayı gelenek haline getirmişler ve Ahlat'a ayrı bir önem vermişlerdir.
Yavuz, Kanuni ve Dördüncü Murat bizzat Ahlat'a gelerek, ecdat mezarlarını
ziyaret etmişlerdir. Ayrıca, Yavuz ve Kanuni'nin emirleri gereği, Mimar
Sinan'ın projesiyle, Koca Zal Paşa tarafından, Ahlat'a, bugünkü Sahil Kalesi
yapılmıştır. Bütün bunların nedeni, Ahlat'ın Osmanoğullarının ata yurdu
olmasıdır. Kayı Boyu uzun yıllar Ahlat'ta ikametinden sonra, Ahlat'a benzeyen
Söğüt'ü yurt tutmuşlar; ancak, Kayı Aşiretine mensup birkısım insanlar,
aileler, Ahlat'ta ikamete devam etmişlerdir. Anadolu'nun Türklere kapılarının açılmasından sonra, Karakoyunlular,
Akkoyunlular, Ahlatşahlar, Eyyubiler, İlhanlılar, Anadolu Selçukluları gibi
kurulan bütün beylikler ve devletlerde, Ahlat, hep tarihî önemini korumuştur ve
ne acı ki, zaman zaman da, istilalarla yerle bir edilmiştir. Anadolu Selçuklu Sultanı Alaeddin Keykubat'ın Harzemşah hükümdarı
Celalettin'e yazdığı mektup, Ahlat'ın önemini anlamlı bir şekilde
yansıtmaktadır. Mektupta, İslam kültürünün merkezi, âlim, zahit ve sanatkârlar
yurdu, kubbet-ül-İslam Ahlat'ın muhasarasından vazgeçmesini istiyor; 30 katır
yükü kıymetli eşya, 30 atlı köle, 100 at ve 50 katır yükü hediyeler ile elçi
göndererek, Ahlat'ta bulunan bu kıymetli eserlerin muhafazasını istemiştir. Ortaçağın muhteşem kendi Ahlat, tarihinin en büyük katliamını ve
tahribini, ne acı ki, Osmanlı-Safevi mücadelesinde, Safevi Hükümdarı Şah
Tahmasp zamanında yaşamıştır. Halk kılıçtan geçirilmiş, şehir yerle bir
edilmiştir. Kayı Boyunun yaşadığı bu ata yurdundaki tahribat nedeniyle, Kanuni
Sultan Süleyman, sırf bu maksatla İran seferine çıkmış ve Ahlat yeniden imar
edilmeye çalışılmıştır. Cumhuriyetimizin kurulmasıyla birlikte, 1929 yılında Van İline ve 1936
yılında Bitlisimizin il yapılmasıyla da Bitlis'in bir ilçesi haline
getirilmiştir. Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; tarih sahnesine çıkışından bugüne
kadar, milletimizin kader çizgisinde silinmez yeri bulunan Ahlat ve çevresinde
bulunan Adilcevaz, Tatvan, Bitlis, Mutki, Hizan ve Güroymak gibi Türk iskânının
bulunduğu yerlerinin bugünkü konumunu, durumunu ve bugüne kadar ulaşabilen
tarihî mirasımızın ve kültür değerlerimizin bir tahlilinin yapılmasını, bu
araştırma önergesi için en önemli gerekçe olarak sizlere sunmak istiyorum. Ahlat, tarihimizde kılıç ile kalemi çok iyi kullanan bir Türk şehridir.
Ahlat'ın ve çevresindeki ilçelerimizin geçmişteki ihtişamına bugün şahadet ve
tanıklık eden ve günümüzde de, üzülerek belirteyim ki, yalnız bir kısmı ayakta
durabilen abidelerin en önemlileri "kümbet" denilen mezar
anıtlarıdır. Bunlardan Ahlat'ta bulunanlardan; Usta Şakird, Hasan Padişah, Emir
Bayındır, Erzen Hatun, Boğatay Aka, Şirin Hatun, Hüseyin Timur, Mirza Muhammed,
Şeyh Necmeddin Habi, Emir Ali, Çifte Kümbet, Alimoğlu Hurşit Kümbetleri ile
Dede Maksut ve Yüce Peygamberimizin sahabesi Abdurrahman Muazbincebel'in oğlu
Abdurrahman Gazi Türbesi, Bayındır Mescidi, Kadı Mahmut Camii, İskender Paşa
Camii, Osmanlı Kalesi, Çifte Hamam, Harabe Şehir Hamamı, Bayındır Köprüsü ve
birçok tarihi eseri içinde barındıran Ahlat, bu yönüyle, bir açık hava müzesi
konumundadır. Ahlat'ın haricinde, Bitlis İlimizin sınırları içerisinde, günümüze kadar
gelebilmiş, özellikle Selçuklu ve Osmanlı Dönemine ait eserler de oldukça
fazladır. Bunlardan, il merkezimizde büyük bir alanı kapsayan, Anadolu Türk
mimarisinin en eski örneklerinden olan Bitlis Kalesi, Ulu Cami, Şerefiye Camii,
taç kapısı ve süslemeleriyle bir sanat harikası olan İhlasiye ve Hatibiye
Medreseleri, Anadolu'nun en büyük kervansarayı olan ve bugün, yoklukla,
yalnızlıkla karşı karşıya olan Eleman Hanı, Başhan ve Duhan Hanları;
Adicevaz'da bulunan Sahil Kalesi, Ertuğrul Camii, Ulu Camii, Paşa Cami, Kef
Kalesi ve Urartu Kaya Mezarlığı, Tatvan Kalesi, Mutki Zeydan Kalesi, Dölek
Kalesi, Hizan Tağ Kalesi, Kelha Sinbani Kalesi ve Güroymak Aşağı Kolbaşı
Mezarlığı, Ahlat'daki Selçuklu mezarlığının bir benzeridir ve Gevaş'taki
Selçuklu mezarlığı ve kümbeti de, bu eserlerden yalnızca bir kısmını
oluşturmaktadır. Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; 13 üncü Yüzyılda, 15 kilometre
uzunluğunda ve 4,5 kilometre genişliğindeki bir alanda 300 000 civarında
nüfusuyla büyük bir Türk şehri olan Ahlat, ne acı ki, 1940 yılında nüfusu 3
000, 1980 yılında 10 040 iken, bugün, göçler nedeniyle, ilçe merkezinin nüfusu
40 000'i aşmış durumdadır. Van Gölünün kuzeybatı sahillerinde Nemrut ve Süphan
Dağlarının eteklerine yaslanmış, Urartulardan günümüze tarihin canlandığı kent
olmuştur. Van Gölünün kıyısından başlayarak, Süphan ve Nemrut'a kadar uzanan
platoda, gizemli doğal güzellikleriyle, dağ, göl, yeşil ve tarihin kucaklaştığı
efsane bir kent ve yeryüzü cennetidir. Ahlat, Adilcevaz ve Tatvan İlçelerimizle birlikte, Van Gölünde 150
kilometrelik bir kıyı şeridi ve sayısız küçük ölçülerde plajları bulunan;
Türkiye'nin en büyük, dünyanın sayılı krater göllerinden biri olan ve 3 050
metre yükseklikteki, sıcak ve soğuk 5 gölü bulunan Nemrut Krater Gölüyle, eşi
az bulunan bir tabiat harikasıdır. Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; bilim ve sanat merkezi olmasından
dolayı -kıymetli milletvekilleri, bu konuya dikkatinizi çekmek için, özellikle
vurgulamak istiyorum- "Kubbet-ül İslam" unvanı verilerek Ortaçağ
İslam dünyasının üç büyük kentinden biri olan Ahlat'ta, Türk sanatının ve
kültür tarihinin sekizyüz yıllık belgeleri, mezar anıtları kabul edilen, Türk
dünyasının, hatta, bütün İslam âleminin en büyük tarihî mezarlıkları
bulunmaktadır. Bu mezarlıkların en büyüğü, 210 000 metrekare alanı kapsayan
Meydan Mezarlığıdır. Tahtı Süleyman Mezarlığı, Kırklar Mezarlığı, (Kayı)
Erkizan Mezarlığı da, atalarımızın bize bıraktığı en büyük mirastır. Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; ne acı ki, sevgilerin, umutların
simgeleri, Orhon Abidelerinin Anadolu'daki kardeşleri Selçuklu mezar taşları,
kümbetleri yok olup gitmektedir. Bütün bu tarihî mirasımız için yapılması
gereken işlerin, sosyal ve ekonomik açıdan alınması gereken tedbirlerin
bazıları şöyle sıralanabilir: Kültür Bakanlığımız ve ilgili kuruluşlar tarafından, özellikle,
mezarlıkların kültürel önemini vurgulayan çalışmalar yapılmalıdır. Bütün mezar taşlarının kataloğu yapılmalı, taşları temizlenerek
fotoğrafları çekilmeli, yazıtları okunmalı ve film bankası oluşturulmalıdır. Mezar taşlarının korunması için, yeni gelişen teknoloji araştırılmalı,
yerinde korunması için analiz ve tedbirler alınmalı, bütün taş ve eserlere
tanıtıcı levhalar konulmalı, restorasyonlar, kesinlikle, bilimsel kuruluşlarca
yapılmalıdır. En önemlisi, şehir merkezi ve tarihî eserlerin yoğun olduğu yerler SİT
alanı kapsamına alınmasına rağmen, bu eşsiz hazinelerin korunması ve yok
olmaktan kurtarılarak gelecek kuşaklara taşınması için yapılacak restorasyon ve
kamulaştırma çalışmaları için ihtiyaç duyulan ödenekler Kültür Bakanlığınca
acilen gönderilmeli ve özel bir kanunla, destekleyici fon oluşturulması
sağlanmalıdır. Yaşadığımız iki büyük deprem felaketiyle yerle bir olan şehirlerimizi,
köylerimizi, el ele vererek yeniden imar eden Türk Devleti, Türk Milleti ve
Yüce Parlamento, Türklüğün Anadolu'daki tapu senetleri olan eserlerimizin,
onarılmadığı için gözlerimizin önünde yok olup gitmesine seyirci kalmayacaktır.
Bu bağlamda uygulanan SİT alanı uygulamaları mevzuatı da acilen yeniden gözden
geçirilmelidir. Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; bölgeyi genel olarak ele
aldığımızda ise, Ahlat, Adilcevaz, Tatvan ve Bitlis başta olmak üzere, inanç
turizmine canlılık kazandırmak için, il ve bu ilçelerimizin, kamu
hizmetlerinden ve sivil toplum örgütleri ile özel kuruluşların desteklerinden
daha çok yararlanmaları için, hizmetlerde önceliklerin iyi tespit edilmesi
gerekir. Bir turizm cenneti olan Van Gölünün kirlenmesinin önlenmesi maksadıyla,
bir an önce, Ahlat, Adilcevaz, Tatvan ve Van Gölüne kıyısı bulunan ilçelerin
kanalizasyon ve arıtma tesislerinin tamamlanıp bitirilmesi gerekmektedir. Ahlat ve çevresinin uluslararası kongre turizmine dönüşebilmesi için,
sosyal konaklama tesislerinin yaptırılması ve on yıldır inşaatı devam eden
Ahlat ve diğer ilçelerimizdeki kültür saraylarının acilen bitirilmesi
gerekmektedir. Türk tarihinin bütün dönemlerini simgeleştirerek anlatan bir açık hava
müze projesi oluşturulmalıdır. Yüzüncü Yıl Üniversitesinin en az iki fakültesinin, Ahlat, Adilcevaz,
Tatvan ya da Bitlis'te, üniversite yetkililerince uygun görülen mekânlarda
açılması için çalışmalar acilen hızlandırılmalıdır. Ahlat gibi eşine az rastlanan doğal hazinenin, UNESCO'nun dünya mirası
listesine alınması sağlanmalıdır. Tatvan-Ahlat arasında yapımı planlanan havaalanının bir an önce
gerçekleşmesi sağlanmalıdır. Uzun süredir yarım kalan, Van Gölünün kirlenmesine ve Tatvan halkının
sağlığının ciddî şekilde bozulmasına neden olan Tatvan sahil tahkimatının
acilen bitirilmesi gerekir. Bir doğa harikası olan Nemrut Dağı ve krater gölü, millî park haline
getirilmelidir. Gülçindağ ve Otluyazı maden sularının işletilmesi için destek
sağlanmalıdır. (Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı) İBRAHİM HALİL ORAL (Devamla) - Ahlat ve Adilcevaz'da, eşine az rastlanan
sayısız kuş türünün barındığı sazlık alanların kuş cenneti statüsüne
dönüştürülmesi, Orman Bakanlığınca sağlanmalıdır. Bölgedeki hayvancılık ve sulu tarım desteklenmelidir. Ahlat taş işçiliği ve bastonculuğunun geliştirilmesi için yeni projeler
hazırlanmalıdır. Yüzme ve kayak sporuna özel bir ilgisi olan gençlerimiz için bir kapalı
yüzme havuzu ve Bitlis ile Nemrut Dağı kayak projelerinin bir an önce hayata
geçirilmesi sağlanmalıdır. Belediyeler tarafından yeniden ilçelerin nâzım planı çıkarılmalıdır. Açıklamaya çalıştığım bütün bu gerekçelerle, Ahlat İlçesi ile çevresinin
sorunları konusunda bir Meclis araştırması komisyonu kurulmasında büyük yarar
bulunmaktadır. Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; ecdat şehri, ata yadigârı, yedi
göbek öteden yedi nesil geleceğe uzanan, bin yılın tarih belgelerini, bağrında
barındırdığı mukaddes emanetleri, asırlardır, bir namus timsali ana gibi
koruyan; asırlarca, beyliklere, devletlere, medeniyetlere ışık tutan, yol
gösteren; yediyüz yıllık bir cihan imparatorluğunu dirilten ruh, yetmişyedi
yıllık genç Türkiye Cumhuriyetimizi oluşturan millî karakter ve kültür hazinesi
"Kayı" mekânı Türk yurdu, istiklalimizin ilham kaynağı Ahlat, ne acı
ki, bugün, âdeta, ölümü yaşayan kent görünümündedir. Bağrında büyüttüğü
evlatları tarafından terk edilen bir ihtiyar, doğurduğu çocukları tarafından
ihaneti yaşayan bir anadır Ahlat. Gelin, hep birlikte, millî iradenin temsilcisi Yüce Parlamento olarak
üzerimize düşen görevi yerine getirelim; Anadolu'ya Türk mührünün vurulduğu
Ahlat'ı ve çevresini, herkesin okuyabileceği temiz sayfalarla yeniden yazalım;
Ahlat'ı yeniden inşa edelim ve tarihteki hak ettiği yere, layık olduğu tahtına
yeniden oturtalım. Bu duygu ve düşüncelerle, hepinizi saygıyla selamlıyorum. (Alkışlar) BAŞKAN - Teşekkür ederim efendim. Şimdi, söz sırası Fazilet Partisi Grubunda. Bitlis Milletvekili Sayın Zeki Ergezen, buyurun. (FP sıralarından
alkışlar) FP GRUBU ADINA ZEKİ ERGEZEN (Bitlis) - Sayın Başkan, sayın
milletvekillerimiz; Ahlat, Anavatan ve MHP sözcülerinin söylediği kadar güzel
bir ilçedir. Ahlatlılar da çok iyidirler, çok iyi insanlardır. Ahlat'ın
coğrafyası da güzeldir. Ahlat, kümbetleriyle, kalesiyle, Van Gölüyle, sağ
tarafında Nemrut Dağıyla, sol tarafında Süphan Dağıyla, kuzeyinde Süte
Yaylasıyla (Malazgirt Savaşının yapıldığı yer) ve dünyanın en büyük İslam
mezarlığının olduğu, yeraltındaki şehri ile yerüstündeki değerleriyle gerçekten
güzel bir ilçe, araştırmaya değer bir ilçe. Tabiî, benim kanaatime göre, bu araştırma önergesi eksik bir önerge.
MHP'den 67 arkadaşla beraber, Ahlatlı hemşerim Bitlis Milletvekili Sayın
Oral'ın vermiş olduğu araştırma önergesi, Malazgirtsiz olamaz; çünkü, Türklerin
Anadolu'ya açılışının, Müslümanlığın yayılışının kapısı olan ve doğuda birçok
zafere ev sahipliği yapan Ahlat, Malazgirt'le beraber Ahlat olmuştur.
Dolayısıyla, ben, Başkanlığa teklif ediyorum, bu araştırmanın içine Malazgirt
dahil edilmelidir; çünkü, Ahlat, Malazgirt Zaferiyle Ahlat olmuştur. Her ne
kadar, Malazgirt Savaşının bütün şehitleri oraya defnedilmişse de; her ne
kadar, orası mekân edilmişse de; her ne kadar, Mimar Sinan'ın yaptığı
Türkiye'nin en önemli kalesi oradaysa da; bunların kaynağı Malazgirt'tir.
Dolayısıyla, Malazgirt'i içine alan bir araştırma, siyaseten daha anlamlı olur
kanaatindeyim; bir. İkincisi, ekonomik ve sosyal yönden araştırmada, bana göre bir yanlışlık
var; ama, her halde tarihî misyonundan dolayı sadece Ahlat ele alınmıştır. Aksi
halde, Bitlis İlinin ekonomik ve sosyal yönünün araştırılmasıyla ilgili bir teklif
verilmeliydi, Ahlat bunun içerisinde ağırlık merkezi olmalıydı; ama, her halde
tarihî misyonundan dolayı böyle bir öncelik tanınmış oldu. İnşallah, ilimizdeki
diğer ilçeler, Van Gölü havzasındaki yerleşim birimleri, bundan alınganlık
göstermezler temennisiyle sözlerimi devam ettirmek istiyorum. Bu araştırma, temenni ediyoruz, diğer araştırmalar gibi araştırma
olmaktan öteye gider, araştırma olmakla kalmaz ve yine temenni ediyorum ki, bu
araştırma, tozlanmış raflardaki sırasıyla noktalanmış olmaz, harekete
geçirilir; çünkü, artık, millet, konuşan siyasetçiler değil, iş yapan, sözünün
eri siyasetçiler, sözünün eri hükümetler istiyor; çünkü, çok konuştunuz, çok
konuştuk, çok vaatlerde bulunduk; kahramanlığı, tarihi, dini kimseye vermedik,
okşadık âdeta milleti meydanlarda, televizyon ekranlarında, bu kürsüden. Çok
milliyetçi kesildik, çok dindar kesildik, çok ekonomist kesildik, çok dürüst
kesildik; ama, bunlar görülmedi. Onun için Kızılay'a rahat inemiyorsunuz, seçim
bölgelerine rahat gidemiyorsunuz. Böyle bir yanlışlıkla karşı karşıyayız, bunun
düzeltilmesi lazım. Sayın hükümetimiz burada, işte, Kültür Bakanlığının Pprogramını
getirdim. "Tarihî mirasımız" dediğiniz "Türkiye'nin Doğu
Anadolu'daki tapusu" dediğiniz Ahlat'a, 2001 yılında ayrılan para 40
milyar lira -yani, tarihî eserler için ayrılan para 40 milyar lira. Kültür
binası için demiyorum, Ahlat Kalesi için ayrılan para 40 milyar lira- bu 40
milyar lirayla, siz, Ahlat'ı kırk yılda kurtaramazsınız. Anlayış bu, 40
milyar!.. Aslında, Ahlat, bilinmeyen bir yer değil, Ahlat bilinen bir yerdir;
ancak, yönetim anlayışlarındaki çarpıklıklar, bürokrasinin tarihimize ve
kültürümüze bakış gözlüğü bizi tarihimize yabancı kıldı, tarihimize sırt
döndürdü. Memleketimizdeki gâvurların, gayri müslümlerin kültürüne ve tarihine
verdiğimiz önem kadar, kendi tarihimize ve kültürümüze önem veremedik,
vermedik; onların tarihî eserlerine ayırdığımız ödenek kadar, kendi tarihimize
de ödenek ayıramadık bütçelerimizden maalesef. Demin Agâh Beyin dediği gibi, sadece Ahlat değil, tarihî birçok yerimiz
vardır. Ben, Ahlat'la ilgili araştırma önergesi verildiğini anlayınca
-Diyarbakır'daydım- hemen üç gün önce Hasankeyf'e gittim, oraya koşma
ihtiyacını hissetim. Arkadaşlar, orada bir araştırma yaptım. Geçtiğimiz
perşembe günü, yetkilileri de ziyaret ettik; ama, maalesef, Hasankeyf'i
yabancılar korumaya başladı; yani, biz, baraj ile tarihi bir arada yaşatmayı
beceremiyor muyuz?! Alternatif projelerimiz yok mu? Ne zaman tarihi,
ekonomiye... Yani, ekonomi için tarihimizi yok ediyoruz. Yani, alternatif baraj
projeleri olmasına rağmen, elimizi taşın altına koymuyoruz, zahmetlere
katlanmıyoruz; yabancılar geliyor, Hasankeyf'i korumaya kalkıyor, Hasankeyf'e
onlar sahip çıkıyor. Bizim tarihimizle alakamız kesilmiştir, kültürümüzle alakamız
kesilmiştir. Kompleksli bir milliyetçiyiz, kompleksli bir Müslümanız,
kompleksli bir Türk vatandaşı olmuşuz. Biz, inandıklarımızı gerçekten yürekten
savunan, onun gereklerini yerine getiren karakterimizi yitirmişiz; bu gerçeğin
altını çizmek mecburiyetindeyiz. Sahip çıkamamışız. Kompleksli, ürkek
"acaba ne derler" hayatını hep acabalarla sürdüren Türk vatandaşları
olmaktan kurtulmalı ve onurlu olmalıyız bana göre. Şimdi, bu gerekçede diyorsunuz ki: "Ahlat'ın ekonomisini..."
Onun için diyoruz ki... "Havaalanı" diyorsunuz. Arkadaşlar, yani,
burada havaalanı araştırılmaz; havaalanı programdadır, hükümet, gider,
havaalanını yapar. 1997'de projesi yapılmış, geçen sene geriye kalan arsaların
parası ödenmiş; Bitlis'e 1 milyar para çıkarılmış. Siz, havaalanını
araştırmakla değil, havaalanını yapmakla mükellefsiniz. Kültür binasını -sağ
olsun- CHP-Doğru Yol hükümeti döneminde, Fikri Sağlar programa koymuş, Anavatan
iktidarı döneminde de o yatırımın projesi yapılmıştır. Siz kültür binasının neyini
araştıracaksınız?! Siz kültür binasına ödenek bulur, o binayı bitirirsiniz. Siz barajdan bahsediyorsunuz. Programa girmiş, Doğru Yol-CHP iktidarı
döneminde; Plan ve Bütçe Komisyonunda benim tarafımdan verilen önergeyle
programa alınmış, Necmettin Erbakan'ın Başbakanlığı döneminde ihale edilmiş.
Devam eden bir işin neyini araştırıyorsunuz?! Size düşen görev, gider, para
bulur, o barajı bitirirsiniz. Ahlat-Malazgirt yolu, 1997'de karayollarına dahil edilmiş, altyapısı
hazırlanmış. Size düşen görev onu araştırmak değil; o yolu bir an evvel
bitirip, iki tarihî ilçenin ulaşımını sağlamaktır. Burada dikkat edilmesi gereken çok önemli bir konu var; kanalizasyonun
araştırılması... Kanalizasyonu yapacaksınız, hükümetsiniz, bunlar araştırılmaz.
İller Bankasının programında, ihale edilmiş; sizin göreviniz, Van Gölünü
kirletmeyelim diye, proje üretmeniz lazım. Bunun yeri de araştırma değil; bunun
yeri İller Bankasıdır, Çevre Bakanlığıdır. Neyini araştıracaksınız?! Temenni
ediyorum, bu araştırmalar Ahlat şenliklerinde bir malzeme olarak kullanılmaktan
öteye geçer; temenni ediyorum. (FP sıralarından alkışlar) Bana göre, üzerinde durulması gereken önemli konular var. SİT alanı
demişsiniz, yıllardan beri SİT alanı. Bir taraftan SİT alanı diyorlar,
vatandaşlara ev yaptırmıyorlar, vatandaş ev yaptığı zaman vatandaşı cezaevine
koyuyorlar; diğer taraftan da Hasankeyf gibi bir ilçeyi, baraj adı altında yok
ediyorlar. Böyle çarpık bir anlayıştan çok fazla şey beklemek mümkün değildir. Dikkat edilmesi gereken bir şey var; kardeşimden ve özellikle onun
mensubu olduğu partiye mensup bakanlardan rica ediyorum; Türk cumhuriyetleriyle
ilgili bir demiryolu geçişi var. Yaşar Bey, Ulaştırma Bakanıyken programa
koymuştu, şu anda ANAP'taki arkadaşımız. Herkesin hakkını vermek lazım. Hangi
proje kimin zamanında, ne zaman programa girdi?.. Sayın Demirel'in Başbakanlığı
zamanında, Yaşar Okuyan Bakan iken programa girdi. İBRAHİM YAŞAR DEDELEK (Eskişehir) - Yaşar Topçu... ZEKİ ERGEZEN (Devamla) - Yaşar Topçu... Özür dilerim. Düzelttiğiniz için
teşekkür ederim. Yaşar Topçu zamanında; çünkü, o zaman Plan ve Bütçe Komisyonu
üyesiydim. Türk cumhuriyetleriyle ilgili bir demiryolu; Tatvan'dan, Ahlat üzerinden
geçecek. Burada dikkat edilmesi gereken bir şey var: Ahlat'ın dokusunu, tarihini
bozmayacaksınız. Demiryolunu öyle bir yerden geçireceksiniz ki, Ahlat'a
dokunulmaması lazım. Ben, o projeyi durdurdum; Ahlat'ın içinden geçen kesimini
durdurdum. Bakanlıkta ciddî bir mücadelem olmuştur; dün de, gittim
müteahhidiyle görüştüm, ne yaptınız dedim. "Ahlat'ın yerleşimi içindeki
kısmını durdurup, diğer taraflarını tamamladık; Ulaştırma Bakanlığının çare
bulması lazım" diyor. Haluk Karamağaralı, yeraltındaki, toprağın altındaki tarihi toprağın
üstüne çıkardı. Keşke çıkarmasaydı; çünkü, tarih yok oldu. O hamamlar, o
saraylar, o darphaneler yıkıldı gitti, o camiler yok oldu. Çıkardınız tarihi,
çıkardıysanız sahip çıkın, taşlarını taş üstüne koyun. Yanlışlar yapılıyor,
yanlış üstüne yanlışlar yapılıyor. İBRAHİM HALİL ORAL (Bitlis)- Bu araştırma onun için Sayın Ergezen. ZEKİ ERGEZEN (Devamla)- İşte, araştırmayla değil, bunlar araştırılmış,
çıkarılmış, getirilmiş; hazır lokma. Siz, para bulacaksınız. NİDAİ SEVEN (Ağrı)- Destek verin o zaman... ZEKİ ERGEZEN (Devamla)- 15 milyar dolar için 15 yasa çıkaran hükümet
buna para bulamaz!.. Her yasayı 1 milyar dolara çıkaran, IMF'nin emriyle icraat
yapan hükümet, buraya para bulamaz!.. Bulduğunuz para 40 milyar işte!.. Seneye
de 40 milyar koyacaksınız, öbür sene 40 milyar koyacaksınız; başka bir şey
koyamazsınız. Paranız yok, pulunuz yok, bir şeyiniz yok!.. Araştırma
yapacaksınız, koyacaksınız!.. Ha, bulun, kaynak bulun, kaynak bulun, kaynak
bulun sizi destekleyelim. Koskoca, burada, göklere çıkardığınız Ahlatımla
ilgili, bütçeden, Kültür Bakanlığından tarihî eserler için ayırdığınız para 40
milyar... Keşke bunu koymasaydınız da, bir zengine gidip yalvarsaydık biz,
herhalde, 80 milyar buraya verirdi tahmin ediyorum, kendi itibarı için, kendi
propagandası için, kendi reklamı için. Devlet, bu küçük paralarla artık
uğraşmasın, ciddî olarak işe el atsın. Onun için, ben, 67 arkadaşıma ve Oral arkadaşıma diyorum ki,
havaalanının projesi yapılmıştır. Yine, şu anda Anavatanlı, o günün Millî
Savunma Bakanıyla beraber projeyi biz çözdük. Proje çözüldü; çünkü, Türk
Silahlı Kuvvetlerini ilgilendiren bölümü vardı. Ulaştırma Bakanına ricada
bulunacaksınız havaalanını ihale edecek; başka bir şey yapılmayacak. Ahlat ile
Bulanık arasındaki yolu yapacaksınız; yani, böyle kazma vurarak yol yapılmaz;
devlet ciddiyetiyle yolu yapacaksınız, bitireceksiniz; ama, bunlar, sadece,
burada söylenecekse, tutanaklara geçecekse, olmaz. Şimdi, siz, Ahlatlıdan bahsettiniz; araştırma yapacaksınız... Ahlat'a
gittiğinizde, sizden rica ediyorum, lütfen bir sorun; bu sene kaç kişi
tarlasına gübre atabildi; bir de bunu araştırın. Ben, dün geldim. Hasankeyf'ten
Ahlat'a geçtim, bu iki ilçenin bir mukayesesini yapmak için; ama, başka
şeylerle karşılaştık; kendi İlçemizde "bu sene hiç gübre
kullanamadık" diyorlar. Şimdi, siz, ülkenin ekonomisinden bahsediyorsunuz, tarihi kurtaracağız
diyorsunuz; inşallah, temenni ediyoruz, kurtarırsınız. Ben, bu araştırma
önergesini destekliyorum, partim destekliyor, desteklemeye devam edeceğiz;
ancak, temenni ediyoruz, bunlar, raflar arasında kalmaz. Temenni ediyoruz,
turistik bir seyahat olmaktan öteye geçer. Temenni ediyoruz, Ahlat Şenlikleri
bittikten sonra, bir kenara atılmaz. Temenni ediyoruz, bu konuda samimî olunur,
bu işin takipçisi olunur, para bulunur. Hakikaten, Türklerin ve Müslümanların
en önemli merkezi olan ve Selçukluların Anadolu'ya açılışının kapısı olan ve
Malazgirt Zaferinin şehitlerinin toplandığı Ahlat'a gerekli önem verilir,
gerekli yatırımlar yapılır ve güzelim Ahlat da güzel olur diyor, hepinize
saygılar sunuyorum. (FP ve DYP sıralarından alkışlar) BAŞKAN - Doğru Yol Partisi Grubu adına, Bitlis Milletvekili Sayın Yahya
Çevik.(DYP sıralarından alkışlar) DYP GRUBU ADINA YAHYA ÇEVİK (Bitlis) - Sayın Başkan, sayın
milletvekilleri; Bitlis Milletvekili Sayın İbrahim Halil Oral Bey ve 67
arkadaşının, Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına vermiş oldukları Meclis
araştırması önergesi üzerinde Grubum adına söz almış bulunuyorum; Yüce Meclisi
saygıyla selamlarım. Konuşmama başlamadan önce, Meclis araştırmasının çok yerinde ve hayırlı
bir iş olduğunu düşünüyor ve buna olumlu bakacağınızı ümit ediyorum. Şahsım
adına, İbrahim Halil Beyi tebrik eder, ayrıca, kendilerine yardımcı olan
Grubuna, 67 arkadaşına teşekkür eder, kendilerine tekraren saygılarımı sunarım.
(MHP sıralarından alkışlar) Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; Ahlat veya Ahlat Şehri,
Türkiyemizin, tarihin, insanlığın, savaşların nokta hareketleri ve aynı
zamanda, Müslüman Türklerin Anadolu'ya girişlerinin ve vatan edinmelerinin
tarihidir ve bir tarih şehridir. Sayın Başkan, sayın milletvekilleri; tarihî şehrimiz Ahlat'tan
bahsederken, tarihimize ışık tutmuş, camileriyle, medreseleriyle,
kervansaraylarıyla meşhur, dertlere deva olacak müthiş ve muazzam doğasıyla
Bitlis'in tarihini de unutmamak ve sahip çıkmak gerekir diye düşünüyorum. Burada,
Meclis araştırması önergesi verilirken ve üzerinde konuşulurken, Bitlis'in de
içinde olması gerektiğine inanıyorum. Bana öyle geliyor ki ve görüyorum ki,
Bitlis'teki tarih, bizlere "beni Ahlatımdan, Ahlatı benden
ayıramazsınız" diye sesleniyor. Ben de, bu sesin arzu ve emirlerine saygı
duyarak, önümüzdeki günlerde, arkadaşım İbrahim Halil Oral Beyin, Zeki Ergezen
Beyin ve Bakanımız Safder Gaydalı Beyin bilgi ve destekleriyle birlikte,
Grubumuzun ve siz değerli milletvekillerimizin de desteklerini talep ederek,
konuyu Meclisin gündemine getirmek istiyorum. Sayın Başkan, sayın milletvekilleri; Ahlat İlçemiz, Doğu Anadolu'nun
Yukarı Murat-Van bölümünde yer alır; yüksek dağlarla çevrilmiş, Van Gölüne
doğru eğimli platolar üzerinde kurulmuştur. Aynı zamanda, Van Gölüne akan Sor,
Karga ve Karmuç Çayları, Ahlat tarihine güzellik katar. Ahlat, Tatvan,
Adilcevaz ve önemli tarihî şehrimiz Malazgirt ile komşudur. Ahlat, Nemrut ve
Süphan Dağları dışında, Doğu Anadolu Bölgesinin önemli ovalarından birine
sahiptir ve gölüyle, manzarasıyla, âdeta, insanı, tarihin derinliklerine
götüren şirin bir ilçemizdir; aynı zamanda, açık ve güneşli bir iklime
sahiptir. Sosyoekonomik yapı olarak, Ahlat, nüfusu dışarıya göç vermesine rağmen,
nüfus hareketlerinin köyden kente göçmesiyle, şehrin nüfusu biraz daha
yükselmektedir. Sayın Başkan, sayın milletvekilleri; Ahlat, tarihin her döneminde, doğal
güzellikleri itibariyle, çeşitli uygarlıklara ikamet ve merkez görevini yerine
getirmiştir. Ahlat'a, Urartular, Halads; Ermeniler Saliad; Süryaniler, Kelath;
Araplar, Hilat; Türkler ise, Ahlat adını vermişlerdir. Ünlü seyyah Evliya
Çelebi, Ahlat'ı, Dar'ı Bele (Oğuz taifesi şehri) olarak adlandırmıştır. Ahlat'ı bir üs haline getiren Türkmen emirleri, 1071 yılına kadar
Bizansın gücünü kırarak, birçok yerlere akın etmişlerdir. 1070 yılında Bizans'a
ağır darbe indiren Avşin Bey, Ahlat'a ulaşmıştır. Alparslan zamanında Ahlat
Şehri, Türklerin Bizanslılara yaptıkları seferlerin hareket merkezî olmuştur;
yani, Ahlat, Malazgirt Zaferini hazırlayan en önemli üstlerden biridir. Ahlat'ta, birçok Eyyubî döneminden de bahsedilebilir. Zaman itibariyle
sadece isimlerini zikrediyorum: Necmeddin Evhat dönemi, Melik Eşref dönemi,
Muhammed El-Kâmil dönemi, Şahabeddin Gazi dönemi ve sonraları Celalettin
Alaaddin Keykubat dönemi; Moğol istilaları, Karakoyunlular dönemi, Akkoyunlular
dönemi ve nihayet, Ahlat çevresinin Osmanlı Devletine ilhakı; tarihte böyle
zikredilmektedir. Sayın Başkan, sayın milletvekilleri; bunları, Ahlat'ın ne kadar tarihî
bir şehir olduğunu, tarihe ve insanlığa ne kadar çok hizmet verdiğini ve bugün,
bu hizmetlerin karşılığını alamadığını ve tarihin derin gözleriyle bizlere
kızdığını anlatmak için söylüyorum. Ahlat'ın karanlık çağlarına ışık tutacak çok sayıda mağara araştırılmayı
beklemektedir. Ortaasya'da önemli bir mezar geleneğine sahip olan Türkler, bu
geleneği, Ahlat'ta da göstermiştir. Aynı zamanda, Bitlis'in bir ilçesi
Güroymak'ta da, aynı şekilde kümbetler görülmüştür. Ahlat mezarlıklarını
araştırma gereği ve mecburiyeti vardır. Mezar taşları, iktisat zenginliğinin
azaldığı zamanlarda bile çok süslü olarak yapılmıştır. Ahlat mezar taşlarında,
ölen kişinin biyografisi, ayet kuşakları, ölümü ve insanlığı hatırlatan,
işleyen ustaların isimleri, sanatkâr kitabesi, geometrik şekiller, bitkisel
motifler, rumî pulmetler ve Türk süslemeleri yer almaktadır. Ahlat Meydanlık Mezarlığı, tarihe büyük bir ışık tutmaktadır. Kırklar
Mezarlığı, Kale Mezarlığı, Harp Şehri Mezarlığı, Kayı Mezarlığı, Erki Kızan
Mezarlığı olarak tarihe ışık tutacak, araştırılmaya değer eserler mevcuttur. Ahlat kümbetlerinin tarihte ayrı bir yeri ve önemi vardır. Şeyh
Necmettin Kümbeti, Erzen Hatun Kümbeti, Çifte Kümbet, Şirin Hatun Kümbeti,
Anonim Kümbeti, Emir Ali Kümbeti, Dede Maksut Türbesi, Mirza Bey Kümbeti,
Bayındır Kümbeti bunlardan birkaçıdır. Bayındır Kümbeti, tarzı, mimarisinin
zarafeti ve abidevî ölçüleriyle Ahlat'ın simgesi durumuna gelmiştir. Tarih kokan Ahlat, kaleleriyle de ünlüdür. Eski Kale, Osmanlı Kalesi
bunlara örnektir. Ahlat, hamamlarıyla da, tarihte insanlarımızın ve ecdadımızın
temizliğe verdikleri önemi göstermektedir. Ahlat, aynı zamanda, bir kültür ve medeniyet şehridir. Ahlat'taki taş
eserler herkesin malumudur. Hürremşah, Osman-Bin Hasan, M. Davut, Ahmet
El-Mezeyn ünlü Ahlat mimarları ve sanatkârlarındandır. Şeyh Seyit Hüseynî Ahlatî, Dede Maksut, Ahlatlı şair Harar, Fahrettin
Ahlatî, birçok padişah ve astronomlara ders veren değerli bilim adamlarıdır. Ahlat'ta, halen, milattan önce 2000 yıllarına ve Osmanlı son dönemine
ait kültür varlıklarının sergilendiği ve 1970 yılında kurulmuş olan bir
arkeoloji ve etnografya müzesi mevcuttur. Sayın Başkan, sayın milletvekilleri; tüm bunların yanı sıra, bölgenin
sosyoekonomik ve eğitim sorunlarından da bahsetmek istiyorum. Burada,
gerçekten, Fazilet Partili Milletvekili arkadaşımız Zeki Beyin de söylediği
gibi -ben de katılıyorum- o sorunların araştırılmaya değer bir tarafı yok, o
sorunlar, yapılması gereken şeylerdir, okuldur, sudur, kanalizasyondur, yoldur.
Bu araştırmanın dışında tutarak, gerçekten, Bitlis İlinin ekonomisini kısaca
gözler önüne sermeye çalışacağım. Ahlat'ın merkez ve köylerinde olduğu gibi, Bitlis nüfusunun da çoğunluğu
tarımla geçimini sağlamaktadır. Tarım ve hayvancılık faaliyetleri bölgenin en
önemli geçim kaynaklarındandır. Hayvancılık, bölgede yaşanan olumsuz olaylardan
dolayı büyük zarar görmüş, yayla yasakları dolayısıyla da tamamıyla bitme
noktasına gelmiştir. Şeker ve Tütün Yasalarıyla ise, halkımız, âdeta, açlığa ve
sefalete mahkûm edilmiştir. Başka hiçbir gelir kaynağı olmayan ilimizde, insanlar,
şekerpancarı ve tütün yerine ne üreteceklerini bilememekte, hükümetin bir yol
göstermemesi nedeniyle de büyük bir sıkıntı ve telaş yaşamaktadır. Sayın Başkan, sayın milletvekilleri; Ahlat, eğitim ve öğretime önem
veren bir ilçemizdir. 1900 yılında, Ahlat'ta bir rüştiye, iki yerleşim yerinde
ise bir er iptidaî mektep vardı. Cumhuriyet döneminde okullaşmaya daha da önem
verilmiştir. Bugün, Ahlat'ın bütün köylerinde, daha ziyade Bitlis İlinin birçok
yerinde okul olmasına rağmen, taşımalı sistem nedeniyle, yeterli sayıda çocuk
okuyamamaktadır. Ahlat'ta okuma yazma oranı yüzde 95'lerdedir. Şu anda,
Ahlat'ta, Yüzüncü Yıl Üniversitesine bağlı olarak bir meslek yüksekokulu
vardır; ancak, Atatürk'ün vasiyeti olmasına rağmen "şark
üniversitesi" adı altında bir üniversite kurulmamış ve halk, bu imkândan
mahrum bırakılmıştır. Hepimizin çok iyi bildiği gibi, Bitlis'te, esasen tüm
Doğu ve Güneydoğu Anadolu'da çözülmesi gereken ilk ve en büyük sorun, eğitim
sorunudur. Sayın Başkan, sayın milletvekilleri; Tatvan İlçemiz ve Adilcevaz
İlçemiz, doğa güzelliğiyle, turizmiyle, sahiliyle, âdeta, bakımsızlığa,
perişanlığa rağmen, tüm azamet ve ihtişamıyla merhamet beklemektedir ve hizmet
karşılığını da alamamaktadır. Tatvan'ın, yıllar önce yapımına başlanan sahil
yolu halen bitirilememiştir. 100 000'e yakın nüfusu olmasına rağmen,
kanalizasyon sorunu hâlâ çözüm bulamamıştır. Yakınında nehir olmasına rağmen,
su sorunu büyük ölçüde mevcuttur. Tatvan'a gelen Nazik Gölü su kanalı ve suyun
gelmeyişi başka bir sorundur. Sayın Başkan, sayın milletvekilleri; Mutki İlçemiz ise, âdeta, kaderine
terk edilmiş, insanları unutulmuş, apayrı bir sorun yumağı halindedir. Güroymak
İlçemiz bunlardan farklı bir durumda değildir. Sayın Başkan, sayın milletvekilleri; sağlık konusu, Bitlis'te, olumlu
bir şekilde değildir. İlçemizde yüzde 90'ı biten hastane inşaatları
bitirilememiştir. Faaliyette olan devlet hastanelerimizde çok az sayıda uzman
doktor mevcuttur. Sağlık konusu, doğunun her ilinde olduğu gibi, Bitlis'te de
içler acısıdır. BAŞKAN - Efendim, toparlar mısınız lütfen. YAHYA ÇEVİK (Devamla) - Sayın Başkan, sayın milletvekilleri; Türkiye'de
olduğu gibi, belediyelerimizin sorunları içler acısıdır. Özellikle muhalefette
olan, iktidar partisine mensup olmayan belediyelerimizin hali perişandır. Bu
haliyle hizmetten ziyade eza içerisindedirler. Belediyelerimizi mutlaka ama
mutlaka hükümetimizin dikkate almasını rica ediyoruz. Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; temennimiz ve ricamız,
söylediklerimizin hükümetimizce nazarı dikkate alınması, devletine bağlı,
ülkesini seven Bitlisli vatandaşlarımızın, bu araştırma münasebetiyle, geniş
kapsamda işsizliği de gözönüne alınarak, bir çözüm aşamasına getirilmesidir. Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; şu anda görüşmekte olduğumuz
önerge için desteklerinize şimdiden teşekkür eder, hepinizi saygılarımla
selamlarım. (Alkışlar) BAŞKAN - Sayın Çevik teşekkür ediyorum. Sayın milletvekilleri, çalışma süremiz dolmuştur. Saat 20.00'de
toplanmak üzere, birleşime ara veriyorum. Kapanma Saati : 18.59 DÖRDÜNCÜ OTURUMAçılma Saati: 20.00 BAŞKAN : Başkanvekili Mustafa Murat
SÖKMENOĞLU KÂTİP ÜYELER : Yahya AKMAN (Şanlıurfa),
Melda BAYER (Ankara) BAŞKAN - 112 nci Birleşimin Dördüncü Oturumunu açıyorum. (10/124)
esas numaralı araştırma önergesi üzerindeki görüşmelere kaldığımız yerden devam
ediyoruz. VI. - GENSORU, GENEL GÖRÜŞME, MECLİS
SORUŞTURMASI VE MECLİS ARAŞTIRMASI (Devam) A) ÖNGÖRÜŞMELER (Devam) 1. - Bitlis Milletvekili İbrahim Halil
Oral ve 67 arkadaşının, Bitlis-Ahlat İlçesinin tarihî, kültürel ve turistik
değerlerinin araştırılarak ekonomik ve sosyal yönden kalkınması için alınması
gereken önlemlerin belirlenmesi amacıyla Meclis araştırması açılmasına ilişkin
önergesi (10/124) BAŞKAN - Hükümet?... Yerinde. DSP Grubu adına, Adana Milletvekili Sayın Ali Tekin; buyurun
efendim.(Alkışlar) DSP GRUBU ADINA ALİ TEKİN (Adana) - Sayın Başkan, değerli
milletvekilleri; öncelikle, kendi adıma ve DSP Grubu adına hepinizi saygıyla,
sevgiyle selamlarım. Bitlis Milletvekili Sayın İbrahim Halil Oral ve 67 arkadaşının, Bitlis
İlinin Ahlat İlçesinde bulunan tarihî ve kültürel değerleri dikkate alarak, bu
ilçemizin, ekonomik ve sosyal yönden ne şekilde kalkındırılabileceği konusunda
alınması gereken önlemlerin belirlenmesi amacıyla bir Meclis araştırması
açılması önerisi vardır. Öncelikle, parti olarak, bu öneriyi desteklediğimizi
hemen belirteyim. Aslında, bu konuda, partimizin Muş Milletvekili Sayın Zeki Eker konuşmak
istiyordu; ancak, kendisinin kızı, bugün, öğleden sonra aniden rahatsızlandı ve
dolayısıyla, bu konuşmayı ben yapıyorum ve sizlere, Sayın Eker'in sevgi ve
saygılarını iletmek istiyorum. Tabiî, bu arada, Ahlatlılara, Bitlislilere ve
Muşlulara da sayın milletvekilimin selam ve saygıları var; bunu da iletmek
istiyorum. Benden önceki konuşmacıların da belirttiği gibi, Ahlat, Van Gölü
kıyısında, gerçekten son derece şirin, tarihî bir ilçemiz. Milattan önce 2000
yıllarına kadar gidebiliyor. Diyarbakır-Van yolu üzerindeki tek geçit ve
konaklama yeri Ahlat. Asurlardan, Urartulardan başlayan çok derin bir tarih ve
kültür mirasına sahip. Bölge, İslamiyetle Hazreti Ömer döneminde, yani milattan
sonra 641 yılında, yani Türklerin Anadolu'ya gelmesinden yaklaşık 550 yıl önce
tanışmıştır. Türklerin Anadolu'ya girişi sırasında, Ahlat, önemli bir merkez
olma özelliğini devam ettirmiştir. Aslına bakılırsa, Anadolu'daki ilk Türk
iskânı, Kayı Boyunun ilk yerleşim mekânı olarak Ahlat'tır. Ahlat'ta, Meydanlık
Kabristanında, 12 nci Yüzyıldan başlayan ve 15 inci Yüzyıla kadar tarihlenebilen,
çok çeşitli tiplerde anıt mezarlar vardır. Bunlar, yaklaşık 1 000 tanedir. Bu
mezarlardan anlaşılıyor ki, Ahlat'ta, pek çok kadı, bilim adamı ve sanatkâr
yetişmiştir. Zaten, bundan dolayıdır ki, bu şirin beldeye "Kubbetül
İslam" adı verilmiştir. Ahlat'ın nüfusu, daha 8 inci Yüzyılda, yaklaşık
300 000 civarındaydı; bugün ise, ne yazık ki, 22 000 sayısına kadar inmiş
durumdadır. Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; Ahlat'ın tarihî ve turistik
değerlerinin daha belirgin hale getirilmesi, aslında, neredeyse sonsuz
sayılabilecek tarihî ve kültürel değerlere sahip olan Anadolumuz için de önemli
bir örnek teşkil edecektir. Ülkemiz, henüz, tarihî ve turistik değerlerinden
yeterince yararlanabilmiş değildir. Bu bağlamda, özellikle, geri kalmış
yörelerimizdeki saf, bozulmamış kültürel miras kullanılmak durumundadır. Kalkınmanın sanayileşmekle eşanlama gelmediğini, artık, anlamak
zorundayız. Elbette, sanayileşmek de kalkınmak olabilir; ama, kalkınmayı,
sadece sanayileşmekten ibaret sayan bir anlayış, artık, geçmişte kalmıştır.
Kalkınma, özü itibariyle, sahip olduğumuz kaynakların en etkin biçimde
kullanılabilmesini gerektirir. Elimizde, sahip olduğumuz bu kaynaklar, zaman
zaman, tarihsel, kültürel kaynaklar da olabilir. Dolayısıyla, Van Gölü
çevresinde, çoğunlukla atıl durumda olan kültürel varlıklarımızdan, tarihsel
varlıklarımızdan yararlanmak durumundayız. Bölgenin turizm potansiyeli,
kültürel potansiyeli, buraya, yabancı misyonlarca sık sık yapılan ziyaretlerden
de anlaşılabileceği gibi, gerçekten büyüktür. Bir diğer konu, tarihî arkeolojik değerlerin ortaya konulup
değerlendirilebilmesi için, arkeoloji çalışmalarının daha fazla desteklenmesi
gereğidir. Bu konuda, yabancı bilim adamlarından yararlanılması konusunda aşırı
bir tutuculuk içinde olmamamız gerektiğini düşünüyorum; çünkü, yabancı
arkeologlar, ülkemize, bir yandan kazılar için finansman getirmekte, malî
kaynaklar getirmekte, bir yandan da teknik bilgi getirip, bunları, Türk
meslektaşlarıyla paylaşmaktadırlar. Elbette, yabancı yatırımlar konusunda
olduğu gibi -yabancı yatırımlar, nasıl ülkenin bir sanayileşme politikası varsa
ve o politika bağlamında söz konusu oluyorsa, çok daha yararlı oluyorsa-
yabancı arkeologların ülkemizdeki çalışmaları da, bir kültür politikamız olması
durumunda, ulusal kültür politikamız olması durumunda, bu politikaya
yapabileceği katkılar bağlamında eğer düzenlenirse, çok büyük yararlar
sağlayacaktır. Bir diğer konu, büyük bir
ekonomik krizden geçtiğimiz bugünlerde, ülkemizin, her zamankinden daha fazla
yabancı turiste ihtiyacı olduğudur. Yabancı turistler, bir taraftan Antalya
gibi denizinden ve güneşinden yararlanmak istedikleri yörelere giderlerken, bir
taraftan da Kapadokya'da olduğu gibi, Nemrut Dağında olduğu gibi tarihî
kalıtlar talep etmektedirler. Ayrıca, Van Gölü havzasının ilginç doğa yapısı,
kültürel çeşitliliği, sıcak- kanlı insanları, yabancı turistler için çok çekici
bir bileşim olarak karşımızdadır. Bölgenin tarihî ve turistik değerlerinin daha iyi ortaya konulması,
ayrıca, içturizmi de canlandıracaktır. Bu da, bölgenin yaşam düzeyinde önemli
bir sıçramaya yol açabilecek, bölgenin diğer bölgelerle olan etkileşimini daha
da artırabilecektir. Bölgesel gelir dağılımı eşitsizliğini azaltmanın bir yolu
olarak da, bu konuyu mutlaka göz önünde tutmak zorundayız. Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; son birkaç on yıldır dominant
hale gelen globalleşme olgusunu hepimiz biliyoruz. Globalleşme ya da diğer
adıyla küreselleşme, insanların, toplumların, piyasaların ve devletlerin
giderek daha standart hale gelmeleri yönünde bir baskı uygulamaktadır. Süreç,
bilinçli ya da bilinçsiz bir biçimde - tabiî ki, bu tartışılabilir- insan ve
toplumların, ulusların birbirlerine daha çok benzemeleri yönünde çalışmaktadır.
Küreselleşme, elbette bir vakıadır, bir olgudur ve ondan kaçmaya
çalışmak, içine kapanmak, çıkar yol değildir. Önemli olan, küreselleşmeye ayak
uydururken, ortak kültüre, ortak uygarlığa, kendi ulusal renklerimizi
olabildiğince vurmaktan geçer. İşte, bu çabalar nedeniyle, küreselleşme, kendi ikizi olarak, yerelleşme
diyebileceğimiz bir süreçle birlikte ortaya çıkmıştır. Yerelleşme, elbette, çok
farklı formlar alabiliyor. Hatta, zaman zaman, istikrarsızlıklara yol açan mikromilliyetçilik
biçiminde de ortaya çıkabiliyor. Oysa, Atatürk cumhuriyetinin insanları olarak
bizler, yerelleşmeyi, kendi kültürel değerlerimizi daha iyi bir şekilde
kavramak olarak almak durumundayız. Önümüze çıkan küresel ampirik sorunlara
yaklaşırken, sahip olduğumuz, paylaştığımız ortak tarih ve kültür
değerlerimizden, bu kültür değerlerimizin bize verdiği perspektiften
yararlanmanın huzuru içinde olmak durumundayız. Tarihi ve kültürü, bizleri
birleştiren, kaynaştıran ortak değerler olarak kabul etmeliyiz. Bu değerler,
küresel dünyada, Türkiye'nin renkleri olarak hak ettiği yeri, mutlaka, ama
mutlaka almalıdır. Bu da, en etkin bir biçimde, hepimiz biliyoruz ki,
ülkemizin, çağdaş uygarlığa giderek daha da yaklaşması, onu yakalaması ve
Atatürk'ün söylediği gibi, onu geçmesiyle daha iyi bir biçimde mümkün
olacaktır. Zaten, son on yılda ortaya çıkan postmodern toplumbilim anlayışı da,
artık, toplumların, siyasetin ve ekonominin anlaşılabilmesi için, kültürel
yapıların, kültürel dokuların da daha iyi anlaşılması gerektiğini
söylemektedir. Bu yaklaşım, üzerinde özenle durulması gereken bir yaklaşımdır. Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; Ahlat, Bitlis ve daha genel
olarak Van havzasının, kültürel ve tarihî değerlerinin harekete geçirilerek,
nasıl kullanılabileceğine de burada değinmek gerekir. Birincisi: Bu konuda, Turizm Bakanlığı, ilk adımı atmalıdır; Van
havzasının turizm potansiyelini inceleyip, bu havzadaki kültürel ve tarihî
değerlerin daha iyi bir şekilde nasıl kullanılabileceğini, buraya, daha fazla
sayıda nasıl turist çekilebileceğini, belki de, adına "Van havzası turizm
projesi" denilebilecek bir projeyle çalışmalıdır; bunun öncüsü Turizm
Bakanlığı olmalıdır. İkincisi: Kültür Bakanlığı, bölgedeki kazı ve restorasyon faaliyetlerini
genişletmeli ve hızlandırmalıdır. Zaten, bölgenin bir açık hava müzesi gibi
olduğu düşünülürse, bu tür çalışmaların ne kadar önemli olduğu ve kısa sürede
verimli bir biçimde ortaya çıkacağı kendiliğinden anlaşılır. Elbette, Kültür
Bakanlığı ve Turizm Bakanlığı bu faaliyetler sırasında işbirliği yapmalıdır.
Çoğu zaman gördüğümüz gibi, farklı bakanlıklar, aynı konuda birbirine benzer
çalışmalar yaparak, sahip olduğumuz kıt kaynakları etkin olmayan bir şekilde
kullanma yoluna gitmemelidir. Üçüncüsü: Elbette, Çevre Bakanlığı da, bir bütün olarak Van Gölünü
mercek altına almalıdır. Bu doğa harikası gölün kirlenmeye maruz kalmaması
için, gerekli planlama ve altyapı çalışmaları hızla başlatılıp, başlatılmış
olanları bitirilmelidir. Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; benden önce konuşan diğer sayın
konuşmacılar, Ahlat'ın, Bitlis'in ve Van Gölü havzasının yerel sorunlarını
yeterince dile getirdiler. Bölge için yapılması gereken, yapılması düşünülen
her türlü girişimin, faaliyetin arkasındayız. Türkiye, mutlaka, Van Gölü
çevresinde yeni bir çekim merkezi yaratmalıdır. Bu çekim merkezinin özü, tarih
ve kültürel değerler üzerine inşa edilmiş bir turizm bölgesi anlayışı
olmalıdır. Yeniden, bu konuda konuşmak isteyen Muş Milletvekilimiz Sayın Zeki
Eker'in saygılarını ve sevgilerini sizlere bir kez daha iletmek istiyorum ve
kendi adıma da sevgi ve saygılarımı sunuyorum. İyi akşamlar. (Alkışlar) BAŞKAN - Sayın Tekin, teşekkür ederim efendim. Efendim, gruplar adına konuşmalar bitmiştir. Şimdi, şahsı adına, önerge sahibi olarak, Elazığ Milletvekili Sayın
Mustafa Gül'ü davet ediyorum efendim. (MHP sıralarından alkışlar) MUSTAFA GÜL (Elazığ) - Sayın Başkan, sayın milletvekilleri; (10/124)
esas nolu önergeyle ilgili olarak, şahsım adına söz almış bulunmaktayım.
Milliyetçi Hareket Partisi Bitlis Milletvekili İbrahim Halil Oral'ın, Bitlis
İline bağlı Ahlat İlçesinin tarihî ve turistik değerlerinin araştırılarak,
kültür mirasımız olan eserlerin korunması, geliştirilmesi, ilçenin sosyal ve
ekonomik yönden kalkınması amacıyla, Anayasanın 98 inci, İçtüzüğün 104 ve 105
inci maddeleri uyarınca bir Meclis araştırması açılmasına ilişkin -benim de
imzamın bulunduğu- önergesi hakkında, siz değerli milletvekillerini
bilgilendirmek ve aynı zamanda, desteklerini almak maksadıyla
huzurlarınızdayım. Değerli milletvekilleri, arkadaşım, benden önce size gerekli bilgileri
sunduğu için, ben, mümkün olduğunca, Anadolu'nun Türkleşmesi ve bugünkü Türkiye
Cumhuriyeti Devletinin temelini teşkil etmesine rağmen, Ahlat'ın sahipsizliğinden
ve Ahlat'a olan ilgisizlikten bahsetmek istiyorum. 1965 yılından itibaren Prof. Dr. Beyhan Karamağralı'nın yörede
başlattığı tarihî ve arkeolojik araştırmalar bir süre devam ettikten sonra,
ödenek ayrılmaması sebebiyle, bu faaliyetler tümüyle durdurulmuştur. Neyse ki,
bir SİT Kanunu var da, onun sayesinde, Anadolu'nun tapu senedi kıymetindeki bu
eserler, cüzî de olsa, korunmuştur. İnsanlarımızın ve yetkililerimizin bu
eserlerin korunmasında hiçbir hassasiyetlerinin olmayışı nedeniyle, bu
eserleri, tabiatın insafına terk etmek suretiyle, âdeta, bizleri kurtarın
dercesine bir yakarış içerisinde görmekteyiz. Ben, özellikle mezarlıklardan ve buradaki mezar taşlarından bahsetmek
istiyorum. Ahlat'daki bu mezar taşları, kültür tarihi, sanat tarihi, arkeoloji
ve siyasî tarihin çok önemli kaynakları arasında yer almaktadır. Bu mezar
taşları, toplumun inançlarını, âdetlerini, gelenek ve göreneklerini, sanat
anlayışlarını, sosyal ve kültürel yapılarını aksettirmektedir. Yapıları ve
büyüklükleriyle görkemli bir tesir uyandıran bu mezarlar, 900 senelik bir
Türk-İslam şehri olan Ahlat'ta toplanmıştır. Ahlatşahlar, Eyyubiler ve çoğunluğu İlhanlılar dönemine ait olan bu
mezar taşları, şâhideli mezarlar, şâhidesiz prizmatik sandukalar ve çatma
lahitler olmak üzere üç sınıfta mütalaa edilmektedirler. Sayıları bin civarında olan şâhideli mezarlar, özellikle, alışılmış
ölçülerden çok büyük, 3,5 metre yüksekliğine varan ve her cephesinde süsleme
bulunan, dikdörtgen prizma şeklindeki Ahlat mezar taşlarını karakterize
etmektedir. Dünyanın en sayılı anıt mezarlarından olan bu mezarlıklar,
sırasıyla, şöyle tanımlanmaktadır: Harabeşehir Kabristanı. Bu mezarlık Selçuklu kalesi içerisinde,
Harabaşehir'de bulunmaktadır. Taht-ı Süleyman Kabristanı. Karaşeyh Mezarlığı da denilmektedir. 14 üncü
Yüzyıla ait bir mezarlıktır; şâhideli mezar taşlarıyla süslenmiştir. Kırklar Kabristanı. Burada da, 13 ve 14 üncü Yüzyıla ait kabirler
bulunmaktadır. Meydan Kabristanı (Selçuklu mezarlığı). 12 nci Yüzyıldan 16 ncı Yüzyıla
kadar tarihlenen, muhtelif tiplerde, tahminen bin kadar mezar taşı
bulunmaktadır. Bu mezar taşlarının üzerinde, çeşitli tezyinî şekiller,
semboller, edebî metinler ve buna benzer birçok işaretler bulunmaktadır.
Ayrıca, halkın "akıt" dediği tümülüs mezarlar da bulunmaktadır.
Bunların çok azı, Prof. Dr. Beyhan Karamağralı başkanlığındaki bir heyet
tarafından araştırılmış, gün yüzüne çıkarılmış. Yine, benden önce bu kürsüde
sizlere hitap eden Bitlis Milletvekili, değerli kardeşim Zeki Bey, bunların
tahrip edildiğinden bahsetmişlerdi; maalesef, doğrudur. Merkez Kabristanı (Erkizan). Diğer adıyla da, Kayı Mezarlığı olarak
adlandırılmaktadır. Özbeöz Türklerin burada yattığı bilinmektedir. Şeyh
Necmettin, Erzen Hatun kümbetlerinin bulunduğu yerdir burası. Bu mezarların
çoğu tahrip edilmiştir. Kale Kabristanı. Kalenin etrafında, burada Osmanlı dönemine ait mezarlar
bulunmaktadır. Kubbetül İslam olarak bilinen Ahlat'ın en büyük özelliği, Müslüman
Türkün şahadetparmakları gibi gökyüzüne doğru yükselen mezar taşları ve mezar
sandukalarıdır. Bu mezar taşları ile kümbetler, Ahlat'ı, dünyanın en büyük açık
hava müzesi konumuna getirmiştir. Anadolu'nun Türkleşmesinde sürekli Türk göçü olan Ahlat'ta, Ortaasya'dan
beri süregelen geleneksel Türk mezar kültürünün her adımına rastlamak
mümkündür. Bu anıtlar, çatmalı lahitler, şahidesiz prizmatik sandukalar,
şahideli mezarlar olarak isimlendirilmektedir. Çeşitli mimarî özellikler arz eden bu mezarlar, kûfî yazılar, geometrik
şekiller, rumî ile karışık yazı tezyinatı, palmet örgüler, yıldız ağları ve
yıldız motifleri, ejder ve ejder başlıkları, bordürler, nebatî motifler, dinî
metin, ayetler ve sanatkâr kitabeleriyle süslenmiştir. Tarihî bakımdan büyük zenginlikler arz eden Anadolu'nun özellikle
Urartu, Hitit, Asur, Roma, Bizans ve sair eserlerini araştırmak, bulunan
eserleri onarmak ve muhafaza etmek adına büyük gayretler sarf edilmektedir.
Oysa, Side, Aspendos, Perge, Sart, Efes, Kaonos gibi Roma ve Bizans dönemlerine
ait bu eserlerin restorasyonu ve korunması için yapılan çalışmalar ve yapılan harcamaların küçük bir miktarı
dahi, Anadolu'nun tapu senedi hüviyetindeki bu ata yadigârı varlıklarımızın
araştırılması, restorasyonu ve korunması için, zannediyorum, yeterli olacaktır.
Değerli milletvekilleri, böylesine önemli bir konuyu Meclis gündemine
taşıyan, Bitlis Milletvekili değerli arkadaşım Halil İbrahim Oral Beyi
kutluyor, kendisine teşekkür ediyorum. Kültür Bakanlığının, bu yörede, 2001
yılı için programa aldığı bazı hususların altını çizmek istiyorum. Ben, elbette ki, Bizans, Roma ve buna benzer kültürlerden bahsederken,
bu varlıkları korumayalım demiyorum, elbette bu varlıklar gün yüzüne çıkarılacak,
elbette bu varlıklar dünya insanlarının görmesine ve bunların tetkikine sunulacaktır;
ancak, bir hususu da arz etmekten kendimi alıkoyamıyorum. Kültür Bakanlığının,
bu yörede Anzaf, Urartu, Ayanis, Yoncatepe ve Nekropolü Kalelerinde araştırma
yaparken, Ahlat'ta herhangi bir yatırımı, bu yıl için, öngörülmemektedir. Bunu
da dikkatlerinize sunuyorum ve yine huzurlarınızda, teşekkürle bir hususu
hatırlatarak sözlerime son vermek istiyorum; o da şu: Bugün öğrendiğime göre,
bu önergenin gündeme gelmesiyle birlikte, Kültür Bakanlığının değerli
yetkilileri, Van'a, oradan da Ahlat'a hareket etmişlerdir. İnşallah, çalışmalar
hayırlı olacaktır. Bu nedenle, saygıdeğer milletvekillerimizin, önergeye gerekli
hassasiyeti göstereceklerini ve gerekli desteği vereceklerini umut eder,
hepinize saygılarımı sunarım. (MHP ve ANAP sıralarından alkışlar) BAŞKAN - Sayın Gül, teşekkür ederim efendim. Değerli milletvekilleri, Meclis araştırması önergesi üzerindeki
öngörüşmeler tamamlanmıştır. Şimdi, Meclis araştırması açılıp açılmaması hususunu oylarınıza
sunacağım. Meclis araştırması açılmasını kabul edenler... Kabul etmeyenler...
Meclis araştırması açılması kabul edilmiştir. Hayırlı olsun derim. Sayın milletvekilleri, Meclis araştırması yapacak komisyonun 13 üyeden
kurulmasını oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler... Etmeyenler... Kabul
edilmiştir. Komisyonun çalışma süresinin, başkan, başkanvekili, sözcü ve kâtip
üyenin seçimi tarihinden başlamak üzere üç ay olmasını oylarınıza sunuyorum:
Kabul edenler... Etmeyenler... Kabul edilmiştir. Komisyonun, gerektiğinde Ankara dışında da çalışabilmesi hususunu
oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler... Etmeyenler... Kabul edilmiştir. Hayırlı uğurlu olsun diyorum; uzlaşma kültüründen dolayı da, demek ki,
bazı meseleler gündeme rahatlıkla gelebiliyor diyorum. Sayın Bakanım, teşekkür ederim. Şimdi, Konya Milletvekili Veysel Candan ve 23 arkadaşının, Emekli
Sandığının sorunlarının araştırılarak yeniden yapılandırılması için alınması
gereken tedbirlerin belirlenmesi amacıyla Anayasanın 98 inci, İçtüzüğün 104 ve
105 inci maddeleri uyarınca bir Meclis araştırması açılmasına ilişkin önergenin
öngörüşmelerine kaldığımız yerden devam ediyoruz. 2. – Konya Milletvekili Veysel Candan ve
23 arkadaşının, Emekli Sandığının sorunlarının araştırılarak yeniden
yapılandırılması için alınması gereken tedbirlerin belirlenmesi amacıyla Meclis
araştırması açılmasına ilişkin önergesi (10/12) (1) BAŞKAN - Hükümet?.. YASİN HATİBOĞLU (Çorum) - Sayın Başkan, biz, bir Meclis araştırması
önergesi görüştük ve sayın hükümet, temsilen oturdu. Hiç uygun düşmez... Rica
ediyorum... BAŞKAN - Ben, böyle bir şey demedim efendim. YASİN HATİBOĞLU (Çorum) - Siz demediniz de... BAŞKAN - Hükümeti yerine davet ediyorum efendim. Belki Sayın Bakan
yoruldu, başka bir bakanımız teşrif eder diye düşündüm. YASİN HATİBOĞLU (Çorum) - Efendim, sayın hükümeti davet ederken, bir
koluna da ben gireyim de götürelim dedim. BAŞKAN - Hayır... Hayır... Hükümetimiz gelir. YASİN HATİBOĞLU (Çorum) - Hiç şık kaçmaz yani. BAŞKAN - Neyse, tamam, peki efendim. Hükümet yerine oturdu. Önerge üzerinde hükümet ile Anavatan Partisi ve Fazilet Partisi Grupları
adına yapılan konuşmalar tamamlanmıştı. Şimdi, söz sırası, Doğru Yol Partisi Grubu adına, Aksaray Milletvekili
Sayın Murak Akın'da. Sayın Akın, buyurun. (DYP sıralarından alkışlar) DYP GRUBU ADINA MURAT AKIN (Aksaray) - Sayın Başkan, değerli
milletvekilleri; Konya Milletvekili Veysel Candan ve 23 arkadaşının, Emekli
Sandığının sorunlarının araştırılarak yeniden yapılandırılması için alınması
gereken tedbirlerin belirlenmesi amacıyla verdikleri (10/12) esas numaralı
Meclis araştırması önergesi üzerinde söz almış bulunmaktayım; bu vesileyle,
Grubum ve şahsım adına hepinizi saygıyla selamlıyorum. Değerli milletvekilleri, Emekli Sandığı Genel Müdürlüğü, 1950 yılında,
5434 sayılı Kanunla, kamu kesiminde çalışan memurlar ile askerî personelin
emekliliklerinde ve maluliyetlerinde, kendilerinin ölümleri halinde ise dul ve
yetimlerinin sosyal güvenliklerini sağlamak amacıyla kurulmuştur. (1) (10/12) esas numaralı Meclis araştırması açılmasına
ilişkin önergenin öngörüşmelerine 8.5.2001 tarihli 97 nci Birleşimde
başlanıldı. Başlangıçta sadece memurlar ve askerî personel sandığın kapsamında iken,
daha sonra çeşitli kanunlarla, belediye başkanları, il daimî encümen üyeleri,
milletvekilleri, askerî okul öğrencileri ve çeşitli kuruluşlarda sözleşmeli çalışanları
kapsamına dahil etmiştir. Emekli Sandığının, 5434 sayılı Kanunda belirtilen görevlerinden, emekli
keseneği ve kurum karşılığı almak suretiyle yaptığı ödemeler, emekli, malullük,
dul ve yetim aylıklarıdır. Sandık, 1 304 246 emekli, dul ve yetime, 2000 yılında, 2 katrilyon 3
trilyon lira aylık ödemiş; bu miktarın 75 trilyon lirası, Hazine adına ödenen
kadrosuzluk tazminatı ve makam tazminatıdır. Değerli milletvekilleri, Sandık, çeşitli kanunlarla verilen görevler
dolayısıyla, Hazine ve diğer kurumlar adına, emekli ikramiyesi, ölüm yardımı
vermekte; vatanî hizmet, şeref madalyası, Kore ve Kıbrıs şehit ve gazileri için
aylık ödemektedir; bunların tutarı da, 2000 yılında, 392 trilyon lira olarak
gerçekleşmiştir. Diğer yandan, Sandık, aynı yılda, 2022 sayılı Kanunla, 954 444
kişiye de, 142 trilyon 7 milyar lira ödeme yapmıştır. Sigortalının, emekli dul
ve yetimlerine ve bakmakla yükümlü oldukları aile fertlerine -herhangi bir ek
prim almadan- yaptığı sağlık yardımları nedeniyle, yine, 616 trilyon 2 milyar
lira ödeme yapmıştır. 2001 yılı itibariyle, Emekli Sandığı ödemeleri için de, yine, bütçe
kanununda tespit edilen miktarlarda aktarmalar yapılmıştır. Genel bütçeden,
Emekli Sandığına, 2001 yılı ocak ayında
300 trilyon lira, şubat ayında 260 trilyon lira, mart ayında 130 trilyon
lira, nisan ayında ise 190 trilyon lira olmak üzere, dört aylık kümülatif
aktarma 880 trilyon lira olmuştur. Değerli milletvekilleri, önergenin çok önceleri verilmiş olması
nedeniyle, önergede belirtilen Emekli Sandığındaki eksikliklerin büyük bir
kısmı, kurum tarafından giderilmiştir. Bunlardan, ana yönetmeliğin günün
şartlarına göre değiştirilmesi Maliye Bakanlığına teklif edilmiş; yine, Emekli Sandığına bağlı huzurevi
inşaatlarından, 2001 yılında 1500 kişilik huzurevi hizmete açılmış ve 350 yatak
kapasiteli Ankara 75. Yıl Dinlenme ve Bakımevi tesisi de hizmete açılacak
duruma gelmiştir. Emekli Sandığının emekli primlerinin tahsil edilememesine yönelik
araştırma önergesinde belirtilen husus ise, daha ziyade, belediye bulunan
yerlerde Emekli Sandığına dahil iştirakçilerin maaşlarından yapılan
kesintilerin Emekli Sandığına belediyeler tarafından yatırılamaması ki,
bilindiği üzere, belediyelerimizin büyük bir kısmı, maddî zorluk içerisinde
olmaları nedeniyle, SSK, Emekli Sandığı ve vergi borçlarını umumiyetle
yatıramamaktadır. Bu, sadece Emekli Sandığının bir meselesi değil, sosyal
güvenlik kuruluşlarının tamamının bir meselesidir ve bu kurumların takibi ise,
6183 sayılı Amme Alacaklarının Tahsil Usulü Hakkında Kanun çerçevesinde, yine
bu kurum tarafından alacağın tahsili cihetine gidilmektedir; ancak, konulan
haczin, haczedilemeyecek sınırla bağlı kalması nedeniyle, belirli bir maktu
miktara hem Bağ-Kurun hem SSK'nın ve Maliyenin, diğer yandan da Emekli
Sandığının haciz koyması, cüzî bir istihkakın yine cüzî bir miktarının
tahsilini gerekli kılmaktadır ki, bu da, bu primin gecikme zammının tahsilini
dahi kapsamamaktadır. Değerli milletvekilleri, aslında, Emekli Sandığı, kendi üzerine düşen
görevi, yine, kanun çerçevesinde yerine getirmektedir. Esas, Emekli Sandığına
mensup kişilerin, bilhassa bu hükümetin istikrar programını uyguladığı 2000
yılından itibaren çok zorluk ve sıkıntı içerisinde olma durumunun burada
araştırılmasının daha faydalı olacağı kanaatindeyim. DPT tarafından hazırlanıp hükümetçe uygulamaya konulan 2001 programında
belirtildiği gibi, 2000 yılında memurlar, emekliler ve düşük ücretle çalışan
işçilerin gelirlerinde ciddî gerilemeler olmuş ve enflasyona yenik düşen bu
kesimler önemli ölçüde gelir kaybına uğramışlardır. Değerli milletvekilleri, 2000 yılında, memur maaşlarında en az yüzde
11,2; asgarî ücretli işçilerde yüzde 14,1; Emekli Sandığı, SSK ve Bağ-Kur
emeklilerinde ise yüzde 12 ilâ 14 oranında reel gelir azalması gerçekleşmiştir.
Uygulanan ekonomik programın sıkıntısını dar ve sabit gelirliler çekmek zorunda
bırakılmıştır. Bu kesimlerin satın alma gücü ciddî şekilde kayba uğramış ve
enflasyona ezdirilmiştir. Hükümetin gelirler politikası sosyal içerikten
yoksun. Bu yanlış politikalar, dar ve sabit gelirlilerin geçim sıkıntısını
günden güne artırmaktadır. Son üç yılda alınan memur sayısı 200 000'i aşmıştır. Buna karşılık,
memurlara, onurlu bir yaşam düzeyi sağlayacak ölçüde yeterli maaş
verilmemiştir. Oysa ki, iktidarda olduğumuz, Doğru Yol Partisinin iktidarda
olduğu 1996 ve 1997 yıllarında memur ve emekli maaşlarında yapılan artışlar
enflasyonun üzerinde gerçekleşmiş, maaşlarda reel bazda önemli artışlar
kaydedilmiştir. Bu yıllarda, memurlar enflasyona karşı korunmuş ve geçim
şartları nispeten iyileştirilmiştir. Nisan 2001 ayında dört kişilik bir ailenin asgarî gıda harcaması 236
milyon liraya çıkmıştır. Bu rakama elektrik, su, giyecek, ulaşım, sağlık,
eğitim ve kira gibi harcamalar da eklendiğinde, ihtiyaç duyulan gelir tutarı
daha da artmakta. Nitekim, son verilere göre, yoksulluk sınırı 600 milyon
liraya dayanmıştır. İşçi, memur ve emeklilerin bugün almakta olduğu ücretlerle
geçinmeleri mümkün değildir. Dar ve sabit gelirli milyonlarca insanımızı geçim
sıkıntısıyla karşı karşıya bırakan bu hükümet, herhalde, derin bir vicdan azabı
çekmektedir. Değerli milletvekilleri, 1997 ve 1998 yıllarında yaşanan krizlerden
sonra önemli ölçüde daralan dünya ekonomisinde toparlanma, beklenenden daha
hızlı gerçekleşmiş; Uluslararası Para Fonunun 1999 yılında yaptığı tahminlere
göre yılda 2,2 büyüyeceği öngörülen dünya hâsılası, Nisan 2000 tarihinde
yayımlanan verilere göre yüzde 3,3 oranında büyümüştür. 2000 yılında dünya
hâsılası yüzde 4,3 oranında büyümüş; yine 2001 yılında da 5,4 nispetinde
büyüyeceği tahmin edilmektedir. Değerli milletvekilleri, ülkemizde, 2000 yılı içinde döndürülen sıcak
para hacminin yıllık 200 milyar lirayı aştığı ifade edilmektedir. Merkez
Bankası kaynaklarından derlenen verilere göre, bankacılık kesiminin dış kredi
brüt giriş hacmi, ayda ortalama 10 milyar dolar civarında seyretmekte;
spekülatif olarak süren devinim içinde seyreden bu tür işlemlerin yıllık bazda
hacminin, 1993 ve 1999 yılında 120 milyar doları aştığı görülmekte; 2000
yılının ödeme dengesi istatistiklerine ait ilk sonuçları, bankacılık kesiminin
yurtdışından almış olduğu kredi hacminin baş döndürücü bir boyutta olduğunu,
209 milyara ulaştığını göstermekte; 2000 yılının geçici ilk sonuçlarına göre
bankacılık kesiminin geri ödediği kredi hacmi ise, 204 milyar dolardır. Diğer
bir ifadeyle, ulusal piyasalarda reel faiz kur aşınması arbitrajına dayanarak
2000 yılı içinde döndürülen sıcak para işlemi hacmi, gayri safî millî
hâsılanın, yani Türkiye'de mal ve hizmet üretiminin yıllık toplamını
aşmaktadır. Hükümetin uygulamış olduğu 2000 yılının ilk aylarına isabet eden
ekonomik istikrar paketi içerisinde, ülkeye dışarıdan -giren çıkan para aylar
itibariyle toplandığı zaman- 209 milyar dolar para girmiş ve 204 milyar dolar
da para çıkmıştır. Ülkenin gayri safî millî hâsılası 190 milyar dolar olduğuna
göre, bu rakamın, ülkeye giren ve çıkan sıcak paranın, gayri safî millî
hâsılanın üzerinde olduğu görülmektedir. Değerli milletvekilleri, sıcak para çalışmalarıyla tanınan
araştırmacılara göre, böylesi bir işlem hacminin -niteleyebileceğimiz tek
sözcük- ulusal ekonominin spekülatif bir baskı altında kaldığı ve reel üretim
ve yatırım kararlarında son derece büyük bir belirsizlik ve istikrarsızlık
tehdidi oluşturduğudur. Bu haliyle, kısa vadede sermaye giriş ve çıkış işlem
hacminin büyüklüğü karşısında, ulusal malî piyasalar bağımsızlığını yitirmekte ve özgün gelişmiş olanaklarını
ortadan kaldırmaktadır. Değerli milletvekilleri, Türkiye ekonomisinin en kırılgan olduğu bu
günlerde, Hazineden sorumlu Sayın Bakan, maalesef, İstanbul'da, balayı yaşar
şekilde, o kabulden bu kabule gitmekte; ama, ülkedeki sıkıntı, üretim sektörü,
yani, reel sektör bıçak üstünde hayatiyetini devam ettirmeye çalışmaktadır.
Sadece mayıs ve haziran ayları içerisinde, dış ve içborç dahil, Hazine, 37
milyar dolar ödemek mecburiyetindedir. Bunun 20 milyar dolarının turizm
gelirlerinden elde edileceği tahmin edilmektedir. Değerli milletvekilleri, hakikaten, ülkede her kesim büyük bir sıkıntı
içerisinde yaşamaktadır. Şu günlerde hazırlandığını duyduğumuz ekbütçeye göre,
sadece altı yedi bankanın açığını kapatmak için, onlara verilen devlet tahvili
ve hazine bonolarının faizlerinin itfasında kullanılmak üzere bütçeye 9
katrilyon ek bir ödenek konulacağı hesaplanmaktadır. Yine, işçi ve memura bu
maaş farklarından dolayı ekbütçeye 6 katrilyon civarında ilave bir ödenek
konulacağı hesaplamalarda ifade edilmektedir. Dolayısıyla, gelecek olan
ekbütçenin 15 katrilyondan oluşacağı görülmekte; ancak, bunun içerisinde cari
harcamalar ile yatırım harcamalarına ilişkin herhangi bir ödenek tutarı
telaffuz edilmemektedir. Değerli milletvekilleri, bu ödenekler acaba nereden karşılanacak? Yine,
maliye politikasına gelir açısından baktığımızda, bunun vergi gelirleriyle
karşılanmasının mümkün olmadığını görmekteyiz. Değerli milletvekilleri, 2001 yılının dört aylık kümülatif olarak vergi
gelirleri, tahakkuk eden miktar 14 katrilyon 784 trilyon 2 milyar, buna mukabil
tahsilat 9 katrilyon 783 trilyon 904 milyar. Bunlardan Kurumlar Vergisine baktığımızda,
1 katrilyon 435 trilyon 795 milyar tahakkuk etmiş, tahsilat 440 trilyon değerli
milletvekilleri; yani, tahakkuk 1 katrilyon 435 trilyon, tahsilat 440 trilyon.
2000 yılının aynı dört ayına baktığımızda, Kurumlar Vergisinde tahakkuk 1
katrilyon 295 trilyon, tahsilat 835 trilyon. 2000 yılında dört aylık tahsilat
835 trilyon, 2001 yılında tahsilat 440 trilyon. Peki, bu açık nereden
kapanacak; bu açık, işte, Merkez Bankasının, Hazinenin karşılıksız olarak basmış
olduğu devlet tahvili ve hazine bonolarıyla karşılanacak. Değerli milletvekilleri, bu durum, 2000 yılındaki kasım ayı krizi ile
2001 yılı şubat ayında yaşanan krizden daha şiddetli üçüncü bir krizin
gelmesinin ön işaretleridir. Eğer, bir bütçede ödenekler, bir karşılık mukabili
temin edilmiyorsa -üründür, altındır, dövizdir; borçlanma suretiyle temin
edilmiyorsa- sadece, basılan devlet tahvili ve hazine bonosuyla, bunun
karşılığı ödemeler de Merkez Bankasından alınacak kısa veya uzun vadeli
avanslarla kapatılacaksa, bu "hiper enflasyon" diye tabir edilen,
2001 yılında dört nala bir enflasyonla bu ülkenin karşı karşıya gelmesi elden
değildir. Değerli milletvekilleri, mutlaka ve mutlaka bu uygulama devam
ettiği zaman, eylül ekim aylarında yine
döviz kurlarında bir zıplama olacaktır. Yalnız, hükümet, bundan habersiz;
hükümetin başı, etrafında olandan habersiz ve ülkenin ekonomik açıdan nereye
gittiği belli değil; ancak, hükümet, eğer IMF'ye verilen taahhüt mektuplarında
sapmalar olursa, sapmalara yönelik konuşmalar olursa, sadece, o bakanların, bir
günde, 1 saatte, 5 saatte kellesini almakta mahir, beceriklidir. Değerli milletvekilleri, çiftçiye, geçmiş dönemlerde, hep, ürün
karşılığı avans olarak, alımlarda ödemeler yapılırdı ve bu ödemeler, hiçbir
zaman, ekonomi literatüründe enflasyona sebep olmazdı; bunun karşılığı,
üründür. Ürün bedelini, Toprak Mahsulleri Ofisi sattığı zaman, getirir,
Hazineye tevdi eder; Hazine de, o kısa vadeli avanslarını Merkez Bankasına
ödemek suretiyle açığını kapatırdı. Ancak, şimdi, hortumlanan 6-7 bankanın
açığını, karşılıksız... (Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı) BAŞKAN - Sayın Akın, sürenizi uzatmayacağım; çünkü, zatıâlileriniz,
Emekli Sandığı yerine, genel politikayı anlattınız. MÜKERREM LEVENT (Niğde) - Çiftçiler 657'ye geçmiş!.. LÜTFİ YALMAN (Konya) - Sayın Başkan, 1 dakika verin, selamlasın. BAŞKAN - Efendim, teşekkür ediyorum. MURAT AKIN (Devamla) - 1 dakika verin... BAŞKAN - Hayır efendim. Teşekkür ediyorum. Ben, sözünüzü kesmedim; 20 dakikanızı doldurdunuz. Emekli Sandığı
yerine, bütçeyi, çiftçiyi, işçiyi, Derviş'i konuştunuz. MURAT AKIN (Devamla) - Başta konuştuk... BAŞKAN - Yok efendim, hayır. Affedersiniz... MUSTAFA ÖRS (Burdur) - Sayın Başkan, her zaman başkalarına böyle
yapmıyordunuz. BAŞKAN - Hiç müsamaha etmiyorum efendim. Teşekkür ediyorum. MURAT AKIN (Devamla) - 3 sayfa konuştum burada, zabıtlarda var. BAŞKAN - Efendim, 1,5 sayfa konuştunuz, gördüm; ama, diğerini kesmedim. Lütfen... Teşekkür ediyorum. MUSTAFA ÖRS (Burdur) - Murat Bey, siz devam edebilirsiniz anlatmaya. BAŞKAN - Buyurun. MURAT AKIN (Devamla) - Değerli milletvekilleri, çiftçi, işçi, Emekli
Sandığı, bunun hepsi, bu ülkenin... BAŞKAN - Ama, araştırma önergesinin konusu Emekli Sandığı... Bir başka
araştırma önergesi verin, çiftçiyi konuşun. Yarım yarım oldu mu, olmuyor. MURAT AKIN (Devamla) - Çiftçinin, Emekli Sandığıyla alakası yok mu
yani?! BAŞKAN - Emekli Sandığıyla mı; hayır. Daha şimdiye kadar çiftçiyi Emekli
Sandığına bağlayan hükümet gelmedi. Belki gelir, bilmem. MURAT AKIN (Devamla) - Peki, çiftçi... Emekli olunca Emekli Sandığından,
çiftçilik yapamaz mı? BAŞKAN - Aman efendim, çiftçiler, Emekli Sandığına mı Bağ-Kura mı
bağlı?! İstirham ederim, yapmayın yani! (DSP ve MHP sıralarından alkışlar) MURAT AKIN (Devamla) - Sayın Başkan, Emekli Sandığından emekli olduktan
sonra çiftçilik yapan... BAŞKAN - Sayın Akın, Sayın Uzunkaya'ya söz verdim bugün; maşallah, nazar
değmesin, bu iş böyle bitecek dedim. Zatıâlileriniz teşekkür edin, oturun lütfen. MURAT AKIN (Devamla) - Emekli Sandığından emekli olan kişi çiftçilik
yapamaz mı dedim; siz "çiftçi, Emekli Sandığından emekli olmaz"
diyorsunuz. BAŞKAN - Hayır, hayır. Emekli Sandığının sorunlarını görüşmemiz
gerektiğini ifade ediyorum efendim. Sayın Akın, teşekkür ederim. 1,5 dakika da böyle geçti. Görev bitmiştir
efendim. MURAT AKIN (Devamla) - Değerli milletvekilleri, ülkenin her kesimi
sıkıntıda, sadece Emekli Sandığına mensup kişiler değil. Ancak, Sayın Başkan,
tabiî, hükümetin tenkit edilmesinden çok rahatsız oluyor... BAŞKAN - Aman efendim, 15 dakika tenkit ettiniz. Doğru söyleyene hiç
karışmam. MURAT AKIN (Devamla) - Demek ki, bu hükümet bir an evvel seçime gider de
koltuğumdan olurum telaşı ve düşüncesiyle herhalde... Hepinizi saygıyla selamlıyorum. (DYP sıralarından alkışlar) BAŞKAN - Sayın Akın, ömrümde koltuğa yapışmadım biliyorsunuz, çok
rahatlıkla da bıraktım. Keşke, benim gibi olsanız, bıraksanız; bir bırakan daha
çıksa, elini öpeceğim. (MHP sıralarından alkışlar) Maksat şu: İmtizacı bozmayalım. LÜTFİ YALMAN (Konya) - Hoşgörünüz için teşekkür ederiz. BAŞKAN - Estağfurullah efendim... Şimdi, Milliyetçi Hareket Partisi Grubu adına, Bursa Milletvekili Sayın
Orhan Şen. Buyurun efendim. (MHP sıralarından alkışlar) MHP GRUBU ADINA ORHAN ŞEN (Bursa) - Sayın Başkan, değerli
milletvekilleri; görüşülmekte olan, Emekli Sandığının sorunlarının
araştırılarak yeniden yapılandırılması için alınması gereken tedbirlerin
belirlenmesi amacıyla Meclis araştırması açılmasına ilişkin önerge hakkında,
Milliyetçi Hareket Partisi Grubunun görüşlerini açıklamak üzere söz almış
bulunuyorum. Konuşmama başlamadan önce, Yüce Heyetinizi, Grubum ve şahsım adına
saygıyla selamlıyorum. Değerli milletvekilleri, günümüzde, idare sistemi ve ideolojisi ne
olursa olsun, bütün ülkelerin, yeterli veya yetersiz de olsa, kurumsal bir
sosyal güvenlik sistemi vardır. Sosyal güvenlik, modern bir devletin olmazsa
olmaz şartlarından biridir. Milletlerarası insan hakları belgelerinde, sosyal
güvenliğin bir insan hakkı olduğu kabul edilmiştir. Bu itibarla, çağdaş, modern
bir devletin esas görevlerinden biri de, sosyal güvenliği sağlamaktır. Her devlet, kendi sosyal güvenlik sistemini kurarken, iki faktörü
gözardı edemez; bu faktörler, iç ve dış faktörlerdir. Dış faktörleri, sosyal
güvenlikle ilgili milletlerarası sözleşmelerle öngörülen seviyeye ulaşmak
olarak özetleyebiliriz. İç faktörler ise, ülkenin kendi şartlarının dikkate
alınmasıdır; çünkü, sosyal güvenlik, sosyal, siyasî ve ekonomik hayatın pek çok
yönüyle etkileşim halinde olan bir sistemdir. Sosyal güvenlik sisteminin
sağladığı haklar ve kapsamı tayin edilirken, pek tabiîdir ki, ülkenin ekonomik
ve sosyal gelişmişlik seviyesi ve kaynakları da dikkate alınmalıdır. Aksi
takdirde, kalkınmış bir ülke standardında oluşturulan bir sosyal güvenlik
sistemi, uzun dönemde ülke ekonomisinde olumsuz sonuçlara sebebiyet verebilir.
Kısacası, sürdürülebilir, yani istikrarlı sosyal güvenlik politikalarına
ihtiyaç bulunmaktadır. Bugün, Türk sosyal güvenlik sistemi, hizmet akdiyle
çalışanları, yani işçileri kapsayan SSK, kamu görevlilerini kapsayan Emekli
Sandığı ve bağımsız çalışanları kapsayan Bağ-Kur şeklinde organize olmuştur.
Konumuz Emekli Sandığı olduğu için, öncelikle Emekli Sandığının içerisinde
bulunduğu durumu Yüce Heyetinize arz etmeye çalışacağım. Değerli milletvekilleri, dünyadaki sosyal güvenlik gelişmelerine paralel
olarak Osmanlı Devleti de, 1866 yılında askerî personel için, 1880 yılında da
idarî personel için ayrı ayrı sandık kurmak suretiyle, kamu personeline,
ölümleri halinde de dul ve yetimlerine aylık bağlanmasını sağlamıştır. 1909
yılına kadar yürürlükte kalan bu sandıklar, 1909 yılında "Askerî ve Mülkî
Memurlar Sandığı" adı altında birleştirilmiş ve 1930 yılına kadar da
yürürlükte kalmıştır. Gelirleri iştirakçileri ile kurumlarından alınan
kesenekler ve karşılıklardan oluşan söz konusu sandığın gelirlerinin
giderlerini karşılayamaz duruma gelmesi sonucu, bu sistemden vazgeçilerek,
giderleri devlet bütçesinden karşılanmak üzere, 1930 yılında yürürlüğe giren
1683 sayılı Kanunla "Askerî ve Mülkî Memurlara Mahsus Tekaüt Sandığı"
adı altında yeni bir sandık kurulmuştur. Kurulan bu sandık, ilk özel idareleri
ile belediyeler ve kamu iktisadî teşebbüslerinde çalışan personeli kapsam
dışında bıraktığından, bu personel için de 1934 ile 1947 yılları arasında
çıkarılan çeşitli kanunlarla "Tekaüt Sandığı" veya "Emekli
Sandığı" adı altında çeşitli sandıklar kurulmuştur; ancak, kamu personelinin
farklı sandıklara tabi olması ve her sandığın farklı yükümlülükler getirerek
farklı haklar sağlaması zaman içinde birtakım sakıncalar doğurmuş ve bu
sakıncaları bertaraf etmek amacıyla, kamu personelinin emekli sandıklarını
düzenleyen tüm yasalar ilga edilerek,
genel ve katma bütçeli dairelerle, il özel idareleri, belediyeler ve
kamu iktisadi teşebbüslerinde çalışan tüm personeli kapsamak üzere, 8.6.1949
tarihinde kabul edilen 5434 sayılı Kanunla, Türkiye Cumhuriyeti Emekli Sandığı
kurulmuştur. 1.1.1950 tarihinde yürürlüğe giren bu kanunun kapsamına, daha
sonra çeşitli kanunlarla, memur statüsüne sahip bulunmayan belediye başkanı, il
daimî encümen üyeleri, milletvekilleri, askerî yüksekokul öğrencileri ile
KİT'lerde ve çeşitli mevzuat hükümlerine göre diğer kuruluşlarda sözleşmeli
çalışanlar da dahil edilmişlerdir. Bu arada, 1101 sayılı Yasaya göre vatanî hizmet tertibinden aylık
alanların, 1005 sayılı Yasaya göre şeref aylığı bağlananların, vatanî hizmet
tertibinden aylık alan Kore ve Kıbrıs gazilerinin, 2022 sayılı Yasaya göre maaş
alan 65 yaşını doldurmuş muhtaç, güçsüz, kimsesiz ve sakat kişilerin tüm
işlemleri de görev olarak Emekli Sandığına verilmiştir. Emekli Sandığından emeklilik ve malullük aylığı ile dul ve yetim aylığı
bağlanan toplam dosya sayısı 1999 yılında 1 099 305 iken, 2000 yılında 1 154
515'e ulaşmıştır. Buna karşılık, iştirakçi olarak çalışan sayısı ise, 1999
yılında 2 118 085 iken, 2000 yılında 2 163 698 olmuştur. Sandıktan emeklilik ve
malullük aylığı alanlar ile dul ve yetim aylığı bağlananların toplam sayısı
yönünden bakıldığında ise; 1999 yılında sandıktan aylık alan kişi 1 239 314
iken, 2000 yılında bu sayı 1 296 935'e ulaşmıştır. 20.2.1992 tarih ve 3774 sayılı Kanunla emekli olabilmek için yaş
sınırının kaldırılması nedeniyle, 20 fiilî hizmet yılını dolduran kadın
iştirakçilerin 38 yaşında, 25 fiilî hizmet yılını dolduran erkek iştirakçilerin
ise 43 yaşında emekliye ayrılabilmeleri sonucunda, emekli olabilmek için
başvuran iştirakçi sayısında büyük artışlar olmuştur. Kanunun yürürlük
tarihinden önceki 1982 ile 1991 yılları arasındaki sekiz yıllık dönemde yılda
ortalama 28 806 kişi emeklilik için başvururken, bu rakam, 1992 ile 1999
yılları arasındaki sekiz yıllık dönemde yılda ortalama 62 205'e yükselmiştir. Emeklilik için asgarî yaş sınırının kaldırılması ve sandığın gelirlerini
artıracak diğer önlemlerin alınmaması sandığın finansman yapısını olumsuz yönde
etkilemiştir. 5434 sayılı Kanunun bazı maddelerini değiştiren 25.8.1999 tarih ve 4447
sayılı Kanunla, ilk defa iştirakçi olanların emekli olabilmeleri için yaş
sınırı getirilerek, 25 fiilî hizmet yılını dolduran kadınların 58, erkeklerin
60 yaşını doldurmaları kuralı getirilmiş ve hizmet yıllarına göre kademeli
geçiş imkânı tanınmıştır; ancak, emekliliğine iki yıldan az süresi kalanların
bu hadiseden etkilenmemesi, sandığın gelirlerini artırıcı hiçbir önlemin
alınmaması nedeniyle finansman yapısını yine olumsuz yönde etkilemeye devam
edeceği anlaşılmaktadır. Bu arada, belirtmeden geçemeyeceğim: Anayasa Mahkemesinin yeni Sosyal
Güvenlik Yasasının kademeli geçişini öngören maddelerini iptal etmesi
çalışanları tedirginliğe sevk etmiştir. Çalışanlar, konuyla ilgili yeni bir
yasal düzenlemenin en kısa zamanda yapılmasını beklemektedirler. Gerek Emekli Sandığını gerek diğer sosyal güvenlik kuruluşlarını da olumsuz
yönde etkileyen faktörlerin başında hizmet borçlanması gelmektedir.
Borçlandırılan sürelerin karşılığı her ne kadar tahsil edilse de, tahakkuk
ettirilen borç tutarı ile bu borçlandırılan süre nedeniyle erken emekliye
ayrılana ödenen emekli aylığı arasında büyük farklar bulunmaktadır. Bir örnekle
açıklarsak: 20 aylık hizmetini borçlanan bir iştirakçi, 2000 yılı rakamlarına
göre yaklaşık 1 milyar lira borç ödemekte, ama, 20 ay erken emekli olması
nedeniyle, sandıkça, bu süre için alt sınır aylığını baz dahi alsak, 2,5 milyar
liraya yakın ödeme yapılmaktadır. Buradan hareketle, özellikle borçlanma
kanunlarının yeniden gözden geçirilerek, gerekli düzenlemelerin yapılması
gerekmektedir. Emekli Sandığının kanayan yaralarından bir diğeri de, hizmet
ihyalarıdır. Hizmet ihyalarında uygulanan faiz oranı yüzde 5'tir. Ancak, bu
faiz oranı, Emekli Sandığı Kanununun yürürlüğe girdiği 1950 yılında tespit
edilen faiz oranı olup, o tarihte banka faiz oranları yüzde 2 ilâ 3
oranındadır. Bugünkü banka faiz oranlarını dikkate aldığımızda Sandığın ne
kadar büyük kayıplarının olduğu ortaya çıkacaktır. Hazine adına Sandık tarafından yapılan faturalı ödemelerin karşılıkları
da ilgili kuruluşlarca zamanında Sandığa ödenmemekte, yıl içinde yapılacak
Sandık yönetim giderlerinin ise müteakip yılın haziran ayı sonuna kadar
ödenmesi de, ayrıca, yıl içinde finansman sıkıntısı yaratmaktadır. Sandık,
yasal mükellefiyetlerini zamanında yerine getirmekle, alacaklarının süresinde
tahsil edilememesi nedeniyle zaman zaman nakit sıkıntısına düşüldüğünde Ziraat
Bankası ödemeleri aksatmamakta, fakat, yapılan protokol uyarınca bu ödemelere
kredi faizi uygulanmaktadır. Emekli Sandığına 2000 yılında 9 trilyon lira
civarında faiz tahakkuk ettirilmiştir. 5434 sayılı Kanunun 4049 sayılı Kanunla değişik ek 68 inci maddesi
gereği makam tazminatı ile yüksek hâkimlik tazminatı ödemesini gerektiren
görevlerde toplam iki yıl bulunduktan sonra emekliye ayrılanlara bu
tazminatları en üst görevleri esas alınarak ödenmektedir. Bu tazminatlar,
ölenlerin aylığa müstahak dul ve yetimlerine de kanunda belirtilen oranlarda
intikal etmektedir. Sandık, bu ödemelerin yapılmasını müteakip iki ay içinde
Hazineden veya ilgili kuruluşlardan faturası karşılığı tahsil etmektedir. Burada esas olarak vurgulamak istediğim, emekli aylıklarının bir
bölümünün primsiz sisteme taşınmasıdır. Almadan vermek Allah'a mahsustur. Bu
nedenle, ilgililere emekli olduklarında yapılan her türlü ödemenin, primli
sisteme dahil edilmesi hususunda gerekli çalışmaların mümkün olan en kısa
sürede yapılması gerekmektedir. Aksi takdirde, sosyal güvenlik açıkları her
geçen gün artarak devam edecek ve ekonominin kanayan yarası olacaktır. 5434
sayılı Kanunun 3715 sayılı Kanunla değişik geçici 139 uncu maddesine göre,
kanunla düzenlenecek genel sağlık sigortası kapsamına alınacakları tarihe kadar
emekli, adi veya vazife malulü aylığı bağlanmış olanlar, bunların kanunen
bakmakla yükümlü oldukları aile fertleri ile dul ve yetim aylığı alanlar,
hastalanmaları halinde, tüzükte belirlenecek usul ve esaslara göre muayene ve
tedavi edilmektedirler. Sandığın genel sağlık sigortası çıkıncaya kadar
görevlendirildiği bu hizmetlerine karşılık yaptığı ödeme, 1998 yılında 187
trilyon lira iken, 2000 yılında 616 trilyon liraya ulaşmıştır. Burada esas
olarak vurgulamak istediğim nokta, 1971 yılında, Emekli Sandığına geçici olarak
verilen bu görevin, aradan yedi yıl geçmesine rağmen, gerekli kanunî
düzenlemelerin yapılmaması sebebiyle Sandık açıklarında en büyük harcama
kalemini oluşturmaya devam etmesidir. Bu durumda, bir taraftan emekli sayısının
hızla artması, diğer taraftan sağlık harcamalarındaki hızlı yükseliş sebebiyle
Sandığın 1998 yılındaki görev zararı 195 trilyon lira iken, 2000 yılındaki bu
görev zararı 962 trilyon 979 milyar liraya yükselmiştir. Ülkemizin en derli toplu sosyal güvenlik kuruluşu olarak bilinen Emekli
Sandığının dahi yukarıda arz ettiğim sebeplerden dolayı, 1998-2000 yılları
arasındaki görev zararlarındaki artış oranı yüzde 500'dür. Emekli Sandığının önemli bir sorunu ise personel sıkıntısıdır. Emekli
Sandığında çalışan personel sayısı, 1998 yılında 3 132 iken, 2000 yılında 2
819'a düşmüştür. Yani, her yıl iştirakçi ve emekli sayısı artarken, çalışan personel sayısı
azalmaktadır. Bu arada, fedakârca çalışan Emekli Sandığı çalışanlarının bir
mağduriyetini de belirtmeden geçemeyeceğim. 213 sayılı Vergi Usul Kanununun ek 13 üncü maddesi uyarınca Maliye
Bakanlığı Merkez Teşkilatı personeline ödenmekte olan eködeme, Maliye
Bakanlığına bağlı bir başka kuruluş olan Emekli Sandığı personeline ödenmemektedir.
Sandığın her geçen gün artan iş hacmine karşı, yetişmiş personel sayısı her
geçen gün azalmaktadır. İşlerin sağlıklı gitmesi, mevcut personelin elde
tutulması ve daha verimli çalıştırılması bakımından benzer kurumlar arasındaki
ek bir ödemesi olmayan tek kurum olarak kalan Emekli Sandığı Genel Müdürlüğü
elemanlarına da aynı eködemenin yapılmasının uygun olacağını düşünüyorum.
Böylece, bir adaletsiz uygulamaya da son verilmiş ve Emekli Sandığı
çalışanlarının da mağduriyetleri önlenmiş olacaktır. Konuyu Değerli Maliye
Bakanımızın dikkatlerine arz ediyorum. Değerli milletvekilleri, Emekli Sandığının da içinde bulunduğu Türk
sosyal güvenlik sisteminin pek çok sıkıntısı vardır. Biz, Milliyetçi Hareket
Partisi olarak, bir sacayağını teşkil eden bu üç sosyal güvenlik kuruluşumuzu;
yani, Emekli Sandığı, SSK ve Bağ-Kuru ayrı ayrı düşünmek yerine, bir bütün
olarak düşünmenin ve çözümünü de bu yönde aramanın faydalı olacağına
inanıyoruz. Şartlar ve gerçekler onu göstermektedir ki, 21 inci Yüzyılın
ihtiyaçlarına cevap verecek yeni bir sosyal güvenlik sisteminin kurulmasına
acilen ihtiyaç vardır. Ülkemizdeki sosyal güvenlik sistemi çok başlıdır. SSK ve Bağ-Kur Çalışma
ve Sosyal Güvenlik Bakanlığına, Emekli Sandığı ise Maliye Bakanlığına bağlıdır.
Merkezî idaredeki bu çokbaşlılık, devletin, sağlıklı ve istikrarlı politikalar
üretme ve icra etmesine imkân tanımamaktadır. Bu sebeple, sosyal güvenlikten
sorumlu bakanlık teke indirilmeli ve sosyal güvenlikle ilgili bütün kurumlar bu
bakanlığa bağlanmalıdır. Halen mevcut olan Emekli Sandığı, Sosyal Sigortalar
Kurumu ve Bağ-Kur, "Emekli Sandığı" adı altında birleştirilmelidir.
Yeni oluşturulacak emekli sandığı, vatandaşlarımızın, yaşlılık, malullük ve
ölüm risklerine karşı sosyal güvenliğini sağlamalı, sandıkta, tek gösterge ve
tek oranlı prim sistemi geçerli olmalıdır ve istisnasız bütün vatandaşlarımız
sandığa dahil edilmeli ve kayıtdışılığa asla müsaade edilmemelidir. Sosyal güvenlik sistemimizin sağlıkla ilgili olan kısmı da "Sağlık
Sandığı" adı altında kurulacak yeni bir sandıkta toplanmalıdır. Sağlık
sandığı, doğumdan itibaren bütün vatandaşları, hastalık, analık, iş kazası ve
meslek hastalıkları riskine karşı sosyal güvenlik şemsiyesi oluşturmalıdır. Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; ülkemizin çözüm bekleyen çok
önemli meseleleri vardır. Bunların en önemlilerinden biri, belki de en
önemlisi, insanlarımızın, yarınlarından emin olmalarının ve yakınlarının,
kendisinden sonraki hayatlarında sıkıntı çekmemelerinin garantisi olan sosyal
güvenliktir. Mevcut sosyal güvenlik sistemiyle -buna Emekli Sandığı da
dahildir- bu amacı gerçekleştirmek mümkün olamayacağı gibi, bu haliyle,
sistemi, norm ve standart birliğe kavuşturmak ve kara delik olmaktan kurtarmak
da çok zordur. Bu manada, 57 nci cumhuriyet hükümetinin ve Çalışma ve Sosyal
Güvenlik Bakanlığının, bir ayağı eksik de olsa, Bağ-Kur ve SSK'nın bir çatı
altında birleştirilmesi çalışmalarının olduğunu da sevinçle müşahede ediyoruz
ve olumlu bir adım olarak kabul ediyoruz. Milliyetçi Hareket Partisi olarak, Emekli Sandığını ya da çökmekte olan
sosyal güvenlik sistemimizi, palyatif tedbirlerle ya da Meclis araştırma
komisyonları marifetiyle rayına oturtmaya uğraşacağımıza, yeni yüzyılın
ihtiyaçlarına cevap verecek şekilde yeniden yapılandırmaya çalışmamızın,
radikal, köklü ve kalıcı çözümler üretmemizin daha akılcı ve uygun olacağına
inanıyoruz. Bu duygu ve düşünceler içerisinde, Yüce Heyetinizi saygıyla
selamlıyorum. (MHP sıralarından alkışlar) BAŞKAN - Teşekkür ederim Sayın Şen. Demokratik Sol Parti Grubu adına, Uşak Milletvekili Sayın Mehmet Yaşar
Ünal; buyurun efendim. (DSP alkışlar) DSP GRUBU ADINA MEHMET YAŞAR ÜNAL (Uşak) - Sayın Başkan, sayın
milletvekilleri; Emekli Sandığının sorunlarının araştırılarak yeniden
yapılandırılması için alınması gereken tedbirlerin belirlenmesi amacıyla
verilen bir Meclis araştırması önergesi üzerinde, Demokratik Sol Parti Grubu
adına söz aldım; sizleri saygıyla selamlıyorum Türkiye Cumhuriyeti Emekli Sandığı, ülkemizin en önemli sosyal güvenlik
kurumlarından biridir. Emekli Sandığı Genel Müdürlüğü, 1950 yılında, 5434
sayılı Yasayla, kamu kesiminde çalışan memurlar ile askerî personelin
emekliliklerinde ve maluliyetlerinde kendilerinin, ölümleri halindeyse dul ve
yetimlerinin sosyal güvenliklerini sağlamak amacıyla kurulmuştur. Daha sonraki
yıllarda çıkarılan yasalarla, bu kapsam ve görev alanı genişletilmiş, belediye
başkanları, il daimî encümen üyeleri, milletvekilleri, askerî okul öğrencileri
de Emekli Sandığına bağlanmıştır. Sandığın görevlerini şu şekilde açıklamak olanaklıdır: Emekli, adi
malullük, vazife malullüğü, dul ve yetim aylığı bağlamak ve ödemek; kesenek
iadesi, toptan ödeme yapmak; emeklilik ve evlenme ikramiyesi vermek; 2022
sayılı Kanuna göre yaşlı, muhtaç ve sakatlara aylık bağlamak; sağlık yardımı
yapmak, ölüm yardımı ödemek, harp malulleri ve vazife malullerine özel
kanunlarına göre gerekli yardımda bulunmak;emekli dul ve yetimlerin vergi
iadesi işlemlerini yürütmek. Emekli Sandığı, bu görevlerini yürütebilmek için kurum olarak; Yönetim
Kurulu, Sağlık Kurulu ve Genel Müdürlükten oluşmaktadır. Yönetim Kurulu,
sandığın en üst seviyede yetkili ve sorumlu karar organıdır. Söz konusu kurul,
genel müdürün başkanlığında, iki genel müdür yardımcısı; başkanın önerisiyle
atanan bir, Maliye Bakanının önerisiyle atanan iki üye olmak üzere, altı
kişiden oluşur. Sağlık Kurulu ise; Millî Savunma ve Sağlık Bakanlıklarının
birer uzman hekimi ile Sandık kadrosundan bir uzman hekim olmak üzere üç üyeden
oluşur. Kurulun görevi, maluliyet raporlarını inceleyerek karara bağlamaktır.
Emekli Sandığı, merkez ve taşra teşkilatında sorumluluklarını yerine
getirmektedir. Merkez teşkilatında, Teftiş Kurulu Başkanlığı, Hukuk
Müşavirliği, Sivil Savunma Uzmanlığı ve onbeş daire başkanlığıyla
faaliyetlerini sürdürmektedir. Bunun haricinde, İstanbul, İzmir, Adana, Bursa,
Samsun, Diyarbakır, Erzurum ve Afyon illerimizde de bölge müdürlükleri
bulunmaktadır ve Emekli Sandığının hem merkez ve hem de taşra teşkilatında 2000
yılı itibariyle, toplam, 4 520 kadrosu bulunmaktadır. Sandığa emekli keseneği ödeyen iştirakçi sayısı 1950 yılında 199 825
iken, 1998 yılında 2 071 867'ye, 1999'da 2 118 085'e ve 2000 yılında da 2 163
698'e yükselmiştir. İştirakçilerin en yoğun olduğu yaş grubu da, 24-35 yaş
grubudur; bu grup, tüm iştirakçilerin 1 114 528'ini oluşturmaktadır. Genç yaş
grubunun oransal olarak fazla olması da, ileriki yıllarda aktuaryel denge
açısından önemli olacaktır. Maaş ödemeleri; yıllar itibariyle aylık bağlananların sayısı 1950'de 3
692 iken, 2000 yılında bu sayı 84 810'a yükselmiş ve bu yıl, 3774 Sayılı
Kanundaki yaş sınırı kaldırılmıştır. 1998 yılında 1 172 741 emekli, dul ve yetime 895 trilyon 662 milyar lira
ödenmiştir. Kasım 1999 tarihi itibariyle emekli, dul ve yetim sayısı 1 251 124'e yükselmiş; ödenen aylık 1
katrilyon 439 trilyon 723 milyar lira olmuştur. 2000 yılı itibariyle bu
sayı 1 296 935'e yükselmiştir. Emekli Sandığına tabi hizmeti olup, diğer sosyal güvenlik
kuruluşlarından aylık alanlar, 1980'de 41 653 kişi iken, bugünkü verilere göre
2000 yılında 278 913'e çıkmıştır. Emekli Sandığının görevlerine devam edecek olursak, 1971 yılında sandık
kanununa eklenen geçici bir maddeyle, genel sağlık sigortası sistemi
kuruluncaya kadar emekli, dul ve yetimlerin sağlık ödemelerinin yapılması
görevi de sandığımıza verilmiştir. Bu ödemeler karşılığında ilgililerden
herhangi bir kesenek alınmamaktadır. 1998 yılında sağlık yardımı olarak 187
trilyon 40 milyar lira ödenmesine karşın, bu tutar, 1999 yılında 359 trilyon
447 milyar lira olarak gerçekleşmiştir, 2000 yılındaysa 616 trilyon 249 milyara
çıkmıştır. 1998 yılında sağlık yardımı yapılan kişi sayısı 1 998 000 iken, 1999 yılında bu 2 088 000'e, 2000 yılındaki kişi sayısıysa
2 203 000'e çıkmıştır; bu da demek oluyor ki, yüzbinin üzerinde
vatandaşımız daha sağlık yardımından yararlanmaya başlamıştır. Kesenek ve karşılık gelirleri üzerinde de bir şeyler söylememiz
gerekirse; 1998 yılında kesenek, karşılık, fiilî ve itibari hizmet zammı gibi
Sandık kaynaklarından 911 trilyon lira gelir sağlanmıştır. Bu kaynaklardan 1999
yılında sağlanan gelir ise 1 katrilyon 82 trilyon liradır. Yatırım geliri olarak 1998 yılında otel ve tatil köylerinden 3 trilyon
561 milyar lira, işhanlarından 594 milyar lira, otogarlardan 32 milyar lira,
diğer rant tesislerinden de 638 milyar lira olmak üzere toplam 4 trilyon 825
milyar lira gelir elde edilmiştir. 1999 yılında ise otel ve tatil köylerinden
498 milyar 579 milyon lira, işhanlarından 572 milyar lira, otogarlardan 34
milyar lira ve diğer rant tesislerinden de 2 milyar 930 milyon lira gelir elde
edilmiştir. Hazine ve diğer kurumların adına yapılan ödemeler: Sandığın, yukarıda belirtilen aslî faaliyetlerinin yanında, çeşitli
kanunlarla verilen görevler dolayısıyla Hazine ve diğer kurumlar adına
yürüttüğü faaliyetler de bulunmaktadır. 1998 yılında emekli ikramiyesi, ölüm
yardımı, vatanî hizmet, şeref, Kore ve Kıbrıs aylıklarıyla benzeri ödemelerin
tutarı 172 trilyon 804 milyar lira olarak gerçekleşmiştir. Bu rakam, 1999
yılında 258 trilyon 339 milyar liraya yükselmiştir. Diğer yandan 2022 sayılı 65 Yaşını Doldurmuş Muhtaç, Güçsüz ve Kimsesiz
Türk Vatandaşlarına Aylık Bağlanması Hakkında Kanun gereğince, 1998 yılı içinde
920 455 kişiye 47 trilyon 359 milyar lira ödenmiştir. 1999 yılında kişi sayısı 931 000'e, ödeme tutarı da 68 trilyon
liraya ulaşmıştır. Emekli Sandığının aylık bağlama ve ödeme işlemlerinde, sağlık yardımıyla
ilgili ödemelerde bilgisayar teknolojisinden etkin bir biçimde
yararlanılmaktadır. Sağlık hizmetlerini; eczane, optik, tıbbî malzeme satan
firmalar, görüntüleme merkezleri ve hastaneleri online sistemiyle sandığa
bağlamak suretiyle etkin bir şekilde yürütme çalışmalarının tamamlandığı da
memnuniyet verici bir husustur. Halen, 9 308 eczane, 82 resmî, 247 özel sağlık
kuruluşu ve 969 optikçiyle online bağlantısı kurulmuştur. Yakında akıllı kart
sistemine geçileceği müjdesini de, Sayın Bakanımız konuşmalarında vermiştir. Araştırma önergesinde dile getirilen birçok sorun, Emekli Sandığında
elbette vardır; diğer sosyal güvenlik kurumlarının sorunları da, zaten buna
paralellik arz etmektedir. Emekli Sandığının sorunları hakkındaki inceleme amaçlarından bir tanesi,
Emekli Sandığına bağlı huzurevi inşaatlarının uzun yıllar tamamlanamadığı ve
bunun için de, sıra bekleyen çok sayıda insanın açıkta kaldığı hususudur.
Emekli Sandığının temel kuruluş amacına uygun olarak, kamu personelinin sosyal
güvenliğiyle ilgili hizmetleri yürütmek olan Türkiye Cumhuriyeti Emekli
Sandığına, 1982 yılından itibaren, yasayla, huzurevleri tesis etme ve işletme
görevi de verilmiştir. Bu çerçevede, ilk olarak, 1985 yılında, emekli
nüfusumuzun en yoğun olduğu İstanbul'da 550 yatak kapasiteli bir dinlenme ve
bakımevi hizmete açılmıştır. İkinci olarak, 1992'de yapımına başlanılan ve 1
500 kişiye hizmet sunacak olan İzmir Narlıdere Dinlenme ve Bakımevi Tesisi de,
2001 yılının ocak ayında hizmete açılmıştır. Ayrıca, yaklaşık 350 yatak
kapasiteli Ankara 75 inci Yıl Dinlenme ve Bakımevi Tesisi de önümüzdeki aylar
içinde hizmete açılacaktır. Bunu da, Sayın Bakan, burada, konuşmalarında
tekrarlamışlardı. Bir başka konu, kurumun gelir-gider dengesinin her yıl açık verdiği,
sağlık giderlerinin arttığı, meydana gelen bu artışın kurum üzerindeki yükünü
azaltmak için Yedinci Beş Yıllık Kalkınma Planında öngörülen sağlık finansmanı
kurumu kanununun çıkarılamadığıdır. Emekli Sandığından aylık alanların ve
bunların bakmakla yükümlü olduğu kimselerin muayene ve tedavilerinin
sağlanması, genel sağlık sigortası kanunu çıkarılıncaya kadar yapılmak üzere,
geçici olarak, 1971 yılında, Emekli Sandığına verilmiştir. Sandık, kesenek
almaksızın kanunla geçici olarak kendisine verilen, ancak, bugüne kadar devam
eden görevlendirme dolayısıyla emekli, dul ve yetimleri ile diğer hak
sahiplerine sağlık hizmetini, ilgili sağlık kuruluşlarından hizmet satın alarak
vermektedir. Sağlık ödemesi 1997'de 84; 1998'de 187,7; 1999'da 359,4; 2000'de
ise 624 trilyon dolayındadır. Toplam sandık açığı 1997'de 108,2; 1998'de 196;
1999'da 507,6; 2000'de 885 trilyon civarındadır. Sağlık ödemeleri, sandık
açığının yüzde 71'ini oluşturmaktadır. Tabiî, Yedinci Beş Yıllık Kalkınma Planında öngörülen sağlık finansmanı
kurumu kanununun bir an önce yürürlüğe konulması, burada verilen açıkların
azaltılmasında yarar sağlayacaktır. Süresinde tahsil edilemeyen sandık alacaklarının zamanında tahsil
edilebilmesi için gerekli önlemlerin alınmadığı yönünde de bir iddia vardır. 5434 sayılı Emekli Sandığı Kanununun 17 nci maddesi uyarınca, kurumlar,
emekli kesenek ve karşılıklarını aylık veya ücretlerin ödeme gününü takip eden
günden itibaren yedi gün içinde Emekli Sandığına göndermek zorundadırlar.
Tabiî, bu, her zaman gerçekleşmiyor, emekli kesenek ve karşılıklarını bu süre
içinde göndermeyenlerden, bu paralar yüzde 20 gecikme zammıyla birlikte
alınmakta ve tahsili 6183 sayılı Kanun hükümleri çerçevesinde mahallî maliye
teşkilatlarınca yapılmaktadır. 2000 yılı sonu itibariyle tahsil edilemeyen; ancak, halen takibi
sürmekte olan bu tür alacaklar şöyledir: Katma bütçeli kurumlardan 19 trilyon 553 milyar, belediyelerden 27
trilyon 313 milyar, özel idarelerden 96 milyar, KİT'lerden 10 trilyon olmak
üzere; toplam 56 trilyon 962 milyar 755 milyon 873 bin Türk Lirasıdır. Bir başka konu da, kurum gelirlerinin yetmediği durumlarda kredi
kullanılmakta ve yüksek ticarî faiz ödenmektedir; bu, yasal değildir. Bu
yüzden, Ziraat Bankası, Maliye Bakanlığı ve Hazine Müsteşarlığı arasında
yapılacak görüşmelerle, bu konuda sağlam bir zeminin hazırlanması gerekirken
bunun yapılmadığı hususu... 1997 yılından itibaren artan bir seyirle oluşmaya
başlayan Sandık gider fazlaları, 5434 sayılı Kanunun geçici 146 ncı maddesine
göre, Maliye Bakanlığı bütçesinin sosyal transferler bölümüne konulan ödenekten
karşılanmaktadır. Emekli dul ve yetimlerin aylıklarının ödenememesi üzerine, bu ödeneğin
vaktinde ödenmesi için, faiz ödenmek suretiyle Ziraat Bankası kaynaklarına
başvurma zorunluluğu da zaman zaman doğmuştur. Bu faiz borcunun tamamı, 1998
yılı içerisinde Maliye Bakanlığından alınan eködenek ile tamamen tasfiye
edilmiştir. Son durum itibariyle, Emekli Sandığımızın bu türden herhangi bir
faiz borcu olmadığını memnuniyetle görmekteyiz. Ayrıca 1998 yılından itibaren, Sandık, Maliye Bakanlığı ve Hazine
arasındaki çok yakın bir eşgüdüm ve koordinasyon da kurulmak suretiyle, gerekli
ödeneklerin zamanından önce bankaya yatırılması sağlanarak, bankadan kredi
kullanılması yoluna gidilmemiştir. Bir başka konu da, Sandığın doğrudan hizmetleriyle ilgili olmayan
gayrimenkullerin satışına ilişkin 4227 sayılı Kanun hakkında. Anayasa
Mahkemesinin satışa ilişkin usul ve esasların Bakanlar Kurulu kararıyla değil
yasayla tespit edilmesi gerektiği gerekçesiyle Anayasa aykırı bulduğu ve
yürütmeyi durdurma kararı verdiği söz konusu kanuna işlerlik kazandırılmadığı
ve kurum gayrimenkullerinin sürekli zarar ettiği konusu dile getirilmiştir.
Anayasa Mahkemesinin iptal gerekçesi göz önünde bulundurularak, konuya ilişkin
hazırlanan yeni kanun taslağının, Maliye Bakanlığı tarafından sunulma
aşamasında olduğu bildirilmiştir. Bundan da memnuniyet duyacağız. Kurumun iştiraklerinden kâr payı alınamadığı için, bu iştiraklerin
değerlendirilerek ilgili kuruma devredilmesi gerektiği konusu da vardır. Sandık
iştiraklerinden kâr edenlerden, her yıla ait kârlar ya sermaye artışlarına
mahsup edilerek veya nakden tahsil edilmek suretiyle alınmaktadır. Bu konuyla ilgili birkaç örnek de vermek istiyorum. Sandığın 1998-1999
yıllarında Emek İnşaat ve İşletme Anonim Şirketi ve Taksim Otelcilik Anonim
Şirketinden olan yıllık kâr payları, bu şirketlerin sermaye artırımlarına
mahsup edilmiştir. Ayrıca, Eskişehir Çimento ve Merkez Bankasından olan Sandık
kâr payları ise, bu kurumlardan tahsil edilmektedir. Kâr elde edilemeyen ortaklıklar da vardır. Petlas, Deniz Nakliyat ve
Yeditepe Otel Turizm Ticaret Anonim Şirketi ise, zarar ettiklerinden dolayı bu
kurumlardan kâr payı alınamamıştır. Diğer yandan, Sandık iştiraklerinden PETKİM ve Türkiye Petrolleri Anonim
Ortaklığı ise, özelleştirme kapsamına alındıklarından, bu kurumlardaki Sandık
hisseleri de özelleştirme kapsamında değerlendirilmiştir. Bunun üzerine, Sandık
hisselerinin özelleştirme kapsamı dışına alınabilmesi talebiyle de bir dava
açılmıştır. Bunlardan PETKİM için olanı Sandık lehine sonuçlanmış olup, 2000
yılı sonu itibariyle, birikmiş kâr payı, yasal faiziyle birlikte, 15 trilyon
olarak tahsil edilmiştir. TPAO hakkında açılan dava ise halen devam etmektedir. Sosyal tesisler, özellikle de otel işletmeleri için ayrılan paralar,
Sandık hissesi olarak harcandığı halde, işletme kâr paylarının alınamadığı ve
devamlı kurum aleyhine işleyen zararın durdurulamadığı ve otel işletmeciliğine
son verilmesi gerektiği hususu da dile getirilmiştir. Sandık otellerinin daha
rantabl olarak işletilmesini sağlamak amacıyla, 2000 yılında yapılan
uluslararası ihale neticesinde, Emekli Sandığının başlıca otellerinin, dünyanın
önemli otel zincirleriyle protokol yapılarak devredilmesi konusunda
çalışmaların devam ettiğini Sayın Bakan burada, iki hafta önceki görüşmelerinde
belirtmişlerdi. Bu konuşmadan sonra, "İzmir-Efes ve Bursa-Çelik Palas
Otelleri Swissotel, Ankara ve Tarabya Otelleri Hotel Milenium'a, Maçka ve Stad Otelleri
de Radison Sas adıyla hizmet veren otellere verilecektir ve bu konuda bir
protokol yapılmıştır" şeklinde basında haberler çıktı. Değerli milletvekilleri, Emekli Sandığının sorunları, aynı şekilde,
diğer sosyal güvenlik kurumlarının sorunlarıyla aynıdır. Bunlara verilen
görevler, kendilerine ayrılan ödeneklerle karşılanamamakta ve kurumlar, sürekli
zarar etmektedirler. Burada, en akılcı çözüm yolu, sosyal güvenlik kurumlarının
bir çatı altında birleştirilmeleridir.
Türkiye'deki herkesin de sağlık sigortası güvence kapsamına alınması
gerekmektedir. Zaten, 3 güvenlik kurumuyla beraber, yeşil kart uygulaması da
bunu, aşağı yukarı, kapsamaktadır. Bu konuda, bu dönem Meclisin önemli bir adım
atacağına inanıyorum. Emekli Sandığının sorunlarını ise, bütün partilerin konuşmacıları dile
getirdiler. Tekrar, ayrıca bir araştırma yapılması için komisyon kurulmasının
gerekli olduğu kanaatinde değiliz. Hepinizi saygılarla selamlarım. (DSP sıralarından alkışlar) BAŞKAN - Teşekkür ederim Sayın Ünal. Önerge sahipleri adına, Ankara Milletvekili Sayın Zeki Çelik; buyurun.
(FP sıralarından alkışlar) MEHMET ZEKİ ÇELİK (Ankara)
- Değerli Başkan, değerli
milletvekilleri; Fazilet Partisi olarak, Emekli Sandığının sorunlarının
araştırılarak, yeniden yapılandırılması için alınması gereken tedbirlerle
ilgili bir önerge vermiştik, bunun üzerinde, önerge sahipleri adına söz almış
bulunuyorum; hepinizi saygıyla selamlıyorum. Ancak, şunu hatırdan çıkarmayalım: Bu teklif, iki yıl önce haziran
ayında verilmiş olan bir teklifti; yani, iki yıl sonra ancak görüşme imkânını
elde edebiliyoruz. Emekli Sandığının katrilyonlara varan özvarlıklarının rant çevrelerinin
ağzını sulandırdığını da biliyoruz. Emekli Sandığı, 1999 yılında 616 trilyon;
2000 yılında da 1 katrilyona yakın zarar etmiş. Sayın Genel Müdürün ifadesine
göre, bu zarar, kurumun memurlara verdiği emekli ikramiyelerinden veya onlara
sunulan hizmetlerden kaynaklanmıyor. Ya?.. Bu zarar, devletin kuruma verdiği
özel görevden kaynaklanıyor. Şimdi, kuruma, Hazine adına ödemeler yaptırıldığı ifade ediliyor. Sayın Bakandan soruyoruz, bu kuruma yaptırılan özel ödemeler nelerdir ve
bu görev ödemelerini de bilmek, herhalde hepimizin hakkıdır. Değerli arkadaşlar, Sekizinci Beş Yıllık Kalkınma Planına baktığımız
zaman, çalışma hayatıyla ilgili bölümün 994 üncü sırasında "memurlara
sendikalaşma kanunu çıkarılamamıştır" deniliyor. Ayrıca, 954 üncü sırada
da "kamu istihdamındaki karmaşayı ve ücret adaletsizliğini giderecek
devlet personel reformu gerçekleştirilememiştir" diye ifade ediliyor. Şimdi, çalışanınıza sahip çıkmadığınız bir hengâmede, emeklinize ne
hizmet sunuyorsunuz? Bir defa, insanımızın bu emekli maaşıyla geçinmesi mümkün
değil. Ayrıca, aldığı maaş ev kirasına dahi yetmez bir durumdadır. Yıllarca bu
ülkeye hizmet eden insanımızın mükâfatı bu olmamalıdır. Bakınız, son üç ay içerisinde, akaryakıta; yani, benzine, mazota, LPG'ye
yüzde 100'lerin üzerinde zam yapılmıştır. Ekmekten şekere, çaydan yağa kadar
her şey zamlanmıştır. Bir mutfak tüpünün 13-14 milyon lira olduğunu kabul
ederseniz, bu insanlar mutfak ihtiyaçlarını nasıl gidereceklerdir? İlçelerimize yaptığımız gezilerde esnafa soruyoruz; ekmek satışlarınızda
bir gerileme var mı; inanın yüzde 50 azaldığını söylüyorlar. Niçin; ya ekmek
alamıyor veya artık çoğu tüp alamadığı için, bahçesinde odun yakmak suretiyle
ve almış olduğu unla ekmek yapma durumunda kalmaktadır. Enflasyon, nisan ve mayıs aylarında yüzde 15'ler seviyesindeyken, siz,
memura, yüzde 2,5; yüzde 5 vereceğiz diye basına açıklamalar yapıyorsunuz.
Şimdi, yüzde 100'lerin üzerindeki bu enflasyon karşısında yüzde 2,5'lerden,
yüzde 5'lerden bahsetmek, herhalde çok makul olmayacaktır. Memura, çalışana
vermeyince, tabiî ki emeklinin eline de bir şey geçmiyor değerli arkadaşlar. Biz "ver" deyince de "var da mı vermiyoruz"
diyorsunuz. Vallahi, biz var olduğunu biliyoruz; çünkü, her gün trilyonlarca
lirayı, 100 trilyon liranın üzerinde bir ödemeyi rantiyecilere, faizcilere
ödüyorsunuz, onlara para bulabiliyorsunuz; demek ki var; ama, memura, emekliye,
köylüye, esnafa gelince "yok" diyorsunuz. Değerli arkadaşlar, eğer bu insanlar banka hortumcusu, enerji
yolsuzcusu, paraşüt ipçisi, balina yağcısı olsalardı, herhalde farklı şeyler
alacaklardı. Sizin bu yolsuz idareniz, işi, öyle içerisinden çıkılmaz bir hale getirdi ki, artık, kamuda, devlet
dairesinde de iş yapılmaz hale geldi; memurlar, iş yapmaya, imza atmaya bile
korkar hale geldiler. Bu başarı bile sizlere yeter! Değerli arkadaşlar, Sayın Derviş, Fazilet Partisi Genel Başkanımızı
ziyaret etti ve programıyla ilgili açıklamalar yaptı bundan birkaç gün önce.
Tabiî ki, programa bakıyorsunuz, adı "ulusal program" arkasından
"ekonomik istikrar tedbirleri" adı altında sunuyorsunuz. Böyle bir
ekonomik istikrar programında, yatırım olur, üretim olur, istihdam olur ve
ihracat olur; ama, bunlardan hiçbirisi yok, sadece, malî sektörü, bankaları
desteklemek var. Siz, eğer, programınızda halka yer vermiyorsanız, insan
merkezli değilse bu programınız, burada, başarı elde etmeniz mümkün değil. Burada en önemli problem, devletin millete, milletin de devlete
güvenmemesidir. Bakınız, yetmişyedi
yetmişsekiz yıllık cumhuriyet dönemi boyunca, devlet ile millet, el ele
vererek bir Osmanlı rüyası gerçekleştirmek yerine, kılığından, kıyafetinden,
müziğine kadar hep birbiriyle mücadele vermiş ve sıkıntılar yaşamıştır. Değerli arkadaşlar, şu anda, ülkenin en büyük problemi, insan hakları
ihlalidir, hukukun siyasallaşmasıdır, özgürlüklerin kısıtlanması ve
demokrasinin hazmedilemeyişidir. Yaşanan ekonomik sıkıntılar sonunda sosyal
sıkıntılara yol açılmakta, ahlaksızlıklar süratle yayılmakta, intiharlar
artmakta, boşanmalar çoğalmakta, içki ve uyuşturucu madde kullanımı başdöndürcü
hızla çoğalmaktadır. Bölünmüş aileler sebebiyle çocuklar perişan olmaktadır.
İşte, sosyal devlet olmanın gereği, bunları ortadan kaldırmaktır. Bunların
Emekli Sandığıyla en alakası var demeyiniz; çünkü, eğer emeklimiz, memurumuz
yeterli bir gelir seviyesine sahip olamıyorsa, bu insanlara insan gibi
yaşayacakları bir gelir seviyesi sağlanmıyorsa, bunların hepsi olacaktır. O halde, önergenin gayesi, Emekli Sandığını daha iyi hizmet veren bir
kurum haline getirmektir. İşte, biz, Fazilet Partisi olarak, bu önergeyi bunun
için verdik. Değerli arkadaşlar, biz istiyoruz ki, Emekli Sandığına işlerlik
kazandırılsın ve sağlık hizmetini bihakkın yerine getirsin. İkincisi, SSK, Bağ-Kur, Emekli Sandığı gibi sosyal hizmet kuruluşları bir çatı altında
toplansın; sağlık hizmetleri ile emeklilik hizmetleri de birbirinden ayrılarak,
daha rahat bir hizmet üretilsin; insanımıza, kaliteli sağlık hizmeti ve iyi, tatmin
edici bir ücret verilsin. Tabiî ki, Emekli Sandığının önemli işlevler yaptığını ve daha önce,
işte, bu keseneklerden toplanan paralarla birtakım gayrimenkuller edindiğini ve
bu arada da birçok otelin sahibi olduğunu biliyoruz; ama, bir bakıyoruz ki, bu
otellerin şu anda kiralanması söz konusu oldu; sırf, bir danışman firmaya 800
000 dolar para verilmek suretiyle, bunların kiralanması söz konusu oldu.
Yüzbinlerce memur emeklisinin sandığı olan böylesi bir yerde, bu tür bir hizmet
için -zaten, bu otelleri kiralamak için, insanlar, firmalar, kuruluşlar can
atmakta- ayrıca, tutup, böyle firmalara para vererek bu insanların hakları
çarçur edilmemelidir. Bir de geçtiğimiz günlerde, Sağlık Hizmetleri Dairesi Başkanının
imzasıyla hastanelere gizli bir genelge gönderildi. Burada, tedavi
hizmetlerinden birçoğu ödeme tablosundan çıkarılıyor; yani, memur emeklileri,
artık, kullandıkları serumun, yaptırdıkları enjeksiyonun veya aşının,
pansumanın parasını ödeyecek deniliyor. Bu arada, bir memurun en fazla iki kez
yeniden canlandırma işlemine tabi tutulabileceğine hakkı olduğuna karar
veriliyor; yani, adamın üçüncü bir defa bu işlemi yaptırması gerekirse, hayır,
biz seni ölüme terk edeceğiz denilecektir. Böyle bir anlayış olamaz değerli
arkadaşlar. İşçiden memura, esnaftan çiftçiye, işadamından bankalara kadar herkesin
belli özverilerde bulunmasını istiyorsunuz. Bütün bunlar tamam; ama, bırakın
Emekli Sandığının sıradan bir bürokratını, bu ülkenin ne bir bakanı ne Başbakanı,
herhangi bir vatandaşın kazanılmış bir hakkını elinden alma hakkına sahip
değildir. Bu arada, tabiî ki, memurumuza sahip çıkmadığımız zaman, harama el
açmayla karşı karşıya kaldığını ve çoluk çocuğunu imkânlar içerisinde
yetiştirmek isteyen çok üst seviyede bürokratların daha farklı işlerde çalışmak
mecburiyetinde kaldığını görüyoruz. Eğer, bu insanlar, maaşları düşük olsa da,
mesai mefhumundan uzak bir halde gece gündüz çalışıyorlarsa, ülkenin her karış
toprağını şerefli vatan toprağı belleyip ömür törpülese de bu memurlarımız
bütün bunlara niçin katlanıyorlar; işte, ömürlerinin sonunda yaşlandıkları
zaman aç kalmamak için ve emekli olma hakkını elde ederek, hastalandıklarında
kendilerine sahip bir elin çıkmasını sağlamak için. Şimdi, buradan, oturduğunuz
yerden emir vereceksiniz "biz, size sağlık hizmetlerini yeteri kadar
vermeyeceğiz" ve bu insanların bu hakkını ellerinden alacaksınız. BAŞKAN - Sayın Çelik, toparlar mısınız... Süreniz bitmek üzere efendim. MEHMET ZEKİ ÇELİK (Devamla) - Tabiî ki, bu arada, değerli arkadaşlar,
ülkemizde şu anda yaşanan bu ekonomik sıkıntılar sebebiyle, gerçekten,
insanımız çok büyük mağduriyetler içerisinde yaşıyor ve şu anda bu sıkıntıların
giderilmesi için hep birlikte el ele vermemiz gerekiyor. Cumartesi günü
Sincan'da Sanayici ve İşadamları Derneğinin genel kuruluna katılmıştım. (Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı) MEHMET ZEKİ ÇELİK (Devamla) - Kaymakamın ifadesidir; Sincan bölgesinde
182 tane fabrikanın sadece 6 tanesinin yarım yamalak çalıştığını, 7 000'in
üzerinde insanın işten çıkarıldığını söylüyor. 182 fabrikanın sadece 6'sı...
Bu, hakikaten, çok üzüntü verici bir tablodur ve bununla ilgili tedbirlerin
mutlaka alınması lazım. Yoksa, sosyal sıkıntılar hepimizin karşısına gelip
dikilecektir. Değerli arkadaşlar, biz, insanımızın, memurumuzun, emeklimizin, demin
sözlerimin başında söylediğim gibi, Fazilet Partisi olarak, Emekli Sandığının
sağlıklı bir denetime tabi tutulmasını, güvenlik kuruluşlarının bir çatı
altında toplanmasını, sağlık hizmetleri ile emeklilik hizmetlerinin birbirinden
ayrılmasını ve insanımıza sağlık hizmeti sunularak tatmin edici bir maaş
verilmesini arzu ediyoruz. Bu konuda, bu araştırmaya destek vermenizi diliyor,
hepinizi saygıyla selamlıyor, hayırlı akşamlar diliyorum. (FP sıralarından
alkışlar) BAŞKAN - Teşekkür ederim Sayın Çelik. Efendim, bugünkü, ikinci Meclis araştırması önergesi üzerindeki
öngörüşmeler de tamamlanmıştır. III. - Y O K L A M A BAŞKAN - Şimdi, Meclis araştırması açılıp açılmaması hususunu oylarınıza
sunacağım; ancak, arkadaşlarımızdan bir yoklama talebi var. Yoklama isteyen sayın milletvekillerinin Genel Kurul salonunda bulunup
bulunmadıklarını araştıracağım. Sayın Azmi Ateş?.. Burada. Sayın Sacit Günbey?.. Burada. Sayın Latif Öztek?.. Burada. Sayın İsmail Özgün?.. Burada. Sayın Mahfuz Güler?.. Burada. Sayın Mehmet Elkatmış?.. Burada. Sayın Osman Pepe?.. Burada. Sayın Yakup Budak?.. Burada. Sayın Rıza Ulucak?.. Burada. Sayın Ali Oğuz?.. Burada. Sayın Nezir Aydın?.. Burada. Sayın Zeki Çelik?.. Burada. Sayın Nevzat Yalçıntaş?.. Burada. Sayın Hüseyin Kansu?.. Burada. Sayın Tevhit Karakaya?.. Burada. Sayın Veysel Candan?.. Burada. Sayın Özkan Öksüz?.. Burada. Sayın Remzi Çetin?.. Burada. Sayın Zeki Okudan?.. Burada. Sayın Osman Aslan?.. Burada. Yoklamayı elektronik cihazla yapacağım efendim. Yoklama için 3 dakika süre veriyorum. (Elektronik cihazla yoklama yapıldı) BAŞKAN - Toplantı yetersayısı yoktur; birleşime 10 dakika ara veriyorum
efendim. Kapanma Saati : 21.48 BEŞİNCİ
OTURUM Açılma Saati : 22.00 BAŞKAN : Başkanvekili Mustafa Murat
SÖKMENOĞLU KÂTİP ÜYELER : Yahya AKMAN (Şanlıurfa),
Melda BAYER (Ankara) BAŞKAN - Sayın milletvekilleri, Türkiye Büyük Millet Meclisinin 112 nci
Birleşimin Beşinci Oturumunu açıyorum. III. - YOKLAMA BAŞKAN - Yoklama işlemini tekrarlayacağız efendim. Yoklama için 3 dakika süre veriyorum. Yoklama işlemini başlatıyorum. (Elektronik cihazla yoklama yapıldı) BAŞKAN - Sayın milletvekilleri, toplantı yetersayısı yoktur. Kanun tasarı ve tekliflerini sırasıyla görüşmek için, 6 Haziran 2001
Çarşamba günü alınan karar gereğince saat 14.00'te toplanmak üzere, birleşimi
kapatıyorum. Hayırlı geceler efendim. Kapanma Saati :22.04 VII. – SORULAR VE CEVAPLAR A) YAZILI SORULAR VE CEVAPLARI |
|