Yazılı ve Sözlü Sorular Araştırma Komisyonları Soruşturma Komisyonları
                                                                      Son Tutanak Tutanak Sorgu Tutanak Metinleri Gizli Oturum Tutanakları
                                                                                                                                            Uluslararası Komisyonlar Dostluk Grupları
                                                                                      Genel Sekreterlik Mevzuat Telefon Rehberi Etik Komisyon Duyurular

DÖNEM : 21        CİLT : 62       YASAMA YILI : 3

 

 

 

T. B. M. M.

TUTANAK DERGİSİ

 

 

94 üncü Birleşim

1 . 5 . 2001 Salı

 

 

İ Ç İ N D E K İ L E R

                                                      Sayfa    

  I. - GEÇEN TUTANAK ÖZETİ

 II. - GELEN KÂĞITLAR

III. - BAŞKANLIĞIN GENEL KURULA SUNUŞLARI

A) Tezkereler ve Önergeler

1.- Çanakkale Milletvekili Mustafa Cumhur Ersümer'in istifasıyla boşalan Enerji ve Tabiî Kaynaklar Bakanlığına, yeni bir atama yapılıncaya kadar, Maliye Bakanı Sümer Oral'ın vekâlet etmesinin uygun görülmüş olduğuna ilişkin Cumhurbaşkanlığı tezkeresi (3/807)

2.- Balıkesir Milletvekili İsmail Özgün'ün, (6/1332) ve (6/1333) esas numaralı sözlü sorularını geri aldığına ilişkin önergesi (4/362 )

3.- Bratislava'da düzenlenecek olan AB üye ve aday ülkeler meclis başkanları toplantısı için, Slovakya Meclis Başkanı Jozef Mıgas'ın vaki davetine, TBMM Başkanını temsilen bir Başkanvekilinin icabet etmesine ilişkin Başkanlık tezkeresi (3/808)

4.- Rusya Federasyonuna resmî ziyarette bulunan Turizm Bakanı Erkan Mumcu'ya  refakat eden heyete, Ankara Milletvekili Aydın Tümen, Antalya Milletvekili Metin Şahin, Çanakkale Milletvekili Nevfel Şahin, Elazığ Milletvekili Mustafa Gül, Eskişehir Milletvekili İbrahim Yaşar Dedelek ve Hatay Milletvekili Mehmet Şandır'ın da iştirak etmelerinin uygun görüldüğüne ilişkin Başbakanlık tezkeresi (3/809)

B) Gensoru, Genel Görüşme, Meclİs SoruşturmasI ve Meclİs AraştIrmasI Önergelerİ

1.- Aksaray Milletvekili Ramazan Toprak ve 27 arkadaşının, son ekonomik krizlerde bazı kamu bankalarından şaibeli döviz satışı yapıldığı iddialarının araştırılarak, haksız kazanç sağlayanların ve sorumlularının ortaya çıkarılması amacıyla Meclis araştırması açılmasına ilişkin önergesi (10/195)

2.- Hatay Milletvekili Metin Kalkan ve 23 arkadaşının, Türkiye Şoförler ve Otomobilciler Federasyonu (TŞOF) hakkındaki yolsuzluk iddialarının araştırılması amacıyla Meclis araştırması açılmasına ilişkin önergesi (10/196)

IV.- ÖNERİLER

A) DanIşma Kurulu Önerİlerİ

1.- Ülke ekonomisinde krize ve tahribata yol açarak esnaf ve sanatkârı tarihî bir çöküşe ve halkı fakirleşmeye sürüklediği iddiasıyla Başbakan Bülent Ecevit hakkında verilen ve Genel Kurulun 26.4.2001 tarihli 92 nci Birleşiminde okunmuş bulunan (11/12) esas numaralı gensoru önergesinin, gündemin "Özel Gündemde Yer Alacak İşler" kısmında yer almasına ve gündeme alınıp alınmayacağı hususundaki görüşmelerin 1.5.2001 Salı günkü birleşimde yapılmasına ilişkin Danışma Kurulu önerisi

B) Sİyasî Partİ Grubu Önerİlerİ

1.- Genel Kurulun çalışma gün ve saatleriyle gündemdeki sıralamanın yeniden yapılmasına ilişkin DSP, MHP ve ANAP Gruplarının müşterek önerisi

V.- GENSORU, GENEL GÖRÜŞME, MECLİS SORUŞTURMASI VE MECLİS ARAŞTIRMASI

A) Görüşmeler

1.- Doğru Yol Partisi Grubu adına, Grup Başkanvekilleri Sakarya Milletvekili Nevzat Ercan, Aydın Milletvekili Ali Rıza Gönül ve İçel Milletvekili  Turhan Güven'in, ülke ekonomisinde krize ve tahribata yol açarak esnaf ve sanatkârı tarihî bir çöküşe ve halkı fakirleşmeye sürüklediği iddia-sıyla Başbakan Bülent Ecevit hakkında gensoru açılmasına ilişkin önergesi (11/12)

VI.- KANUN TASARI VE TEKLİFLERİYLE KOMİSYONLARDAN GELEN DİĞER İŞLER

1.- İzmir Milletvekili Rıfat Serdaroğlu'nun; İstanbul Milletvekili Bülent Akarcalı'nın; Amasya Milletvekili Ahmet İyimaya'nın; Ankara Milletvekili Yıldırım Akbulut'un; Şırnak Milletvekili Mehmet Salih Yıldırım'ın; Gaziantep Milletvekili Ali Ilıksoy, Konya Milletvekili Ömer İzgi ve Ankara Milletvekili Nejat Arseven'in; İstanbul Milletvekili Ziya Aktaş ve 42 Arkadaşının;  Zonguldak Milletvekili Hasan Gemici'nin ve İzmir Milletvekili Işılay Saygın'ın; Türkiye Büyük Millet Meclisi İçtüzüğünde Değişiklik Yapılmasına Dair İçtüzük Teklifleri ve Anayasa Komisyonu Raporu (2/94, 2/232, 2/286, 2/307, 2/310, 2/311, 2/325, 2/442, 2/449) (S.Sayısı : 527)

2.- Kamu Kurum ve Kuruluşlarının Yurtdışı Teşkilâtı Hakkında 189 Sayılı Kanun Hükmünde Kararname ve Dışişleri Komisyonu Raporu (1/53) (S. Sayısı : 433)

3.- Türkiye Cumhuriyeti Emekli Sandığı Kanunu ile Nakdî Tazminat ve Aylık Bağlanması Hakkında Kanunda Değişiklik Yapılmasına İlişkin 624 Sayılı Kanun Hükmünde Kararname ile Fazilet Partisi Grup Başkanvekili Kahramanmaraş  Milletvekili Avni Doğan ve 7 Arkadaşının; Anavatan Partisi Grup Başkanvekilleri Bartın Milletvekili Zeki Çakan, Denizli Milletvekili Beyhan Aslan, Eskişehir Milletvekili İ. Yaşar Dedelek ile Antalya Milletvekili Cengiz Aydoğan'ın Aynı Mahiyetteki Kanun Teklifleri ve İçişleri, Millî Savunma ve Plan ve Bütçe Komisyonları Raporları (1/757, 2/603, 2/605) (S. Sayısı : 592)

4.- Ekonomik, Kültürel, Eğitim ve Teknik İşbirliği Başkanlığı Kurulması, 206 Sayılı Kanun Hükmünde Kararnamenin İki Maddesinin Değiştirilmesi ve 190 Sayılı Kanun Hükmünde Kararnamenin Eki Cetvellere Bir İlave Yapılması Hakkında 480 Sayılı Kanun Hükmünde Kararname ile Bu Kanun Hükmünde Kararname ve Devlet Memurları Kanununda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Tasarısı ve Dışişleri ve Plan ve Bütçe Komisyonları raporları (1/206, 1/779) (S. Sayısı : 639)

5.- Terörle Mücadele Kanununun Bir Maddesinde Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Tasarısı ve Adalet Komisyonu Raporu (1/850) (S. Sayısı : 664)

6.- Avukatlık Kanununda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Tasarısı ile Avukatlık Kanununa Bazı Maddelerin Eklenmesine Dair Kanun Tasarısı ve Kütahya Milletvekili Emin Karaa'nın, 1136 Sayılı Avukatlık Kanununun Bazı Maddelerinin Değiştirilmesi ve Bu Kanuna Bazı Maddeler Eklenmesine Dair Kanun Teklifi ve Adalet Komisyonu Raporu (1/422, 1/411, 2/317) (S.Sayısı: 413)

VII.- SORULAR VE CEVAPLAR

A) YazIlI Sorular ve CevaplarI

1.- Karaman Milletvekili Zeki Ünal'ın, Etibank'ın eski sahiplerine ilişkin Başbakandan sorusu ve Orman Bakanı ve Devlet Bakanı Vekili Nami Çağan'ın cevabı (7/3826)

2.- Nevşehir Milletvekili Mehmet Elkatmış'ın, Nevşehir Ayhanlar Barajı projesine ilişkin sorusu ve Enerji ve Tabiî Kaynaklar Bakanı Cumhur Ersümer'in cevabı (7/3835)

3.- Aksaray Milletvekili Ramazan Toprak'ın, Egebank A.Ş. hakkında düzenlenen rapora ilişkin sorusu ve Adalet Bakanı Hikmet Sami Türk'ün cevabı (7/3842)

4.- Ankara Milletvekili Saffet Arıkan Bedük'ün, Ankara Trafik Hastanesine ilişkin sorusu ve Sağlık Bakanı Osman Durmuş'un cevabı (7/3869)

5.- Erzincan Milletvekili Tevhit Karakaya'nın, ülkemizde faaliyet gösteren yabancı bankalara ilişkin Başbakandan sorusu ve Orman Bakanı ve Devlet Bakanı Vekili Nami Çağan'ın cevabı (7/3942)

6.- Bingöl Milletvekili Hüsamettin Korkutata'nın, Doğu ve Güneydoğu Anadolu bölgelerindeki yatırım projelerine ilişkin Başbakandan sorusu ve Orman Bakanı ve Devlet Bakanı Vekili Nami Çağan'ın cevabı (7/3970)

7.- Şanlıurfa Milletvekili Zülfikar İzol'un, çırçır ve iplik fabrikalarına işletme kredisi verilmemesine ilişkin Başbakandan sorusu ve Orman Bakanı ve Devlet Bakanı Vekili Nami Çağan'ın cevabı (7/3974)

8.- Konya Milletvekili Lütfi Yalman'ın, personel atamalarına ilişkin sorusu ve Devlet Bakanı Fikret Ünlü'nün cevabı (7/3999)

9.- Konya Milletvekili Lütfi Yalman'ın, personel atamalarına ilişkin sorusu ve Kültür Bakanı İstemihan Talay'ın cevabı (7/4009)

10.- Konya Milletvekili Lütfi Yalman'ın, personel atamalarına ilişkin sorusu ve Turizm Bakanı Erkan Mumcu'nun cevabı (7/4010)

11.- Konya Milletvekili Lütfi Yalman'ın, personel atamalarına ilişkin sorusu ve Devlet Bakanı Mehmet Keçeciler'in cevabı (7/4016)

12.- Konya Milletvekili Lütfi Yalman'ın, personel atamalarına ilişkin sorusu ve Devlet Bakanı ve Başbakan Yardımcısı Devlet Bahçeli'nin cevabı (7/4020)


I. – GEÇEN TUTANAK ÖZETİ

 

TBMM Genel Kurulu saat 14.00'te açılarak iki oturum yaptı.

 

Elektronik cihazla yapılan yoklamalar sonucunda Genel Kurulda toplantı yeter sayısı bulunmadığı anlaşıldığından, 1 Mayıs 2001 Salı günü saat 15.00'te toplanmak üzere, birleşime 14.11'de son verildi.

Nejat Arseven

 

 

 

Başkanvekili

 

 

 

 

Hüseyin Çelik

 

Cahit Savaş Yazıcı

 

Van

 

İstanbul

 

Kâtip Üye

 

Kâtip Üye

 

                                                                                                              
                                                                              No. : 131

II. – GELEN KÂĞITLAR

30. 4. 2001 Pazartesİ

Yazılı Soru Önergeleri

1.- Manisa Milletvekili Rıza Akçalı'nın, Merkez Bankasının 19-21 Şubat tarihlerindeki döviz satışlarına ilişkin Devlet Bakanından (Kemal Derviş) yazılı soru önergesi (7/4138) (Başkanlığa geliş tarihi : 27.4.2001)

2.- Manisa Milletvekili   Rıza Akçalı'nın, eğitime katkı payı hesaplarına ilişkin Millî Eğitim Bakanından yazılı soru önergesi (7/4139) (Başkanlığa geliş tarihi : 24.4.2001)

3.- Manisa Milletvekili Rıza Akçalı'nın, Ziraat Bankasının özel bir bankadan aldığı borca ilişkin  Devlet Bakanından (Kemal Derviş) yazılı soru önergesi (7/4140) (Başkanlığa geliş tarihi : 27.4.2001)

4.- Muğla Milletvekili Fikret Uzunhasan'ın, orman yangınlarıyla mücadeleye ilişkin Orman Bakanından yazılı soru önergesi (7/4141) (Başkanlığa geliş tarihi : 27.4.2001)

5.- İstanbul Milletvekili Aydın Ayaydın'ın, İstanbul-Silivri İlçesine F tipi cezaevi yapılıp yapılmayacağına ilişkin Adalet  Bakanından yazılı soru önergesi (7/4142) (Başkanlığa geliş tarihi : 27.4.2001)

6.- Kırıkkale Milletvekili Kemal Albayrak'ın, Halk Bankasından kredi alan esnafların borçlarına ilişkin Başbakandan yazılı soru önergesi (7/4143) (Başkanlığa geliş tarihi : 27.4.2001)

7.- Karaman  Milletvekili Zeki Ünal'ın, kadınları küçük düşürücü savlar içeren Darwin teorilerinin okullarda ders olarak okutulmasına ilişkin Devlet Bakanından (Hasan Gemici) yazılı soru önergesi (7/4144) (Başkanlığa geliş tarihi : 27.4.2001)

8.- Erzurum  Milletvekili Aslan Polat'ın,  kamu bankalarının 2000 yılı sonu görev zararlarına ilişkin Devlet Bakanından (Kemal Derviş) yazılı soru önergesi (7/4145) (Başkanlığa geliş tarihi : 27.4.2001)

 

                                                                                                                 No. :132

1. 5. 2001 SALI

Raporlar

1.- Ozon Tabakasını İncelten Maddelere Dair Montreal Protokolü Değişikliğinin Onaylanmasının Uygun Bulunduğu Hakkında Kanun Tasarısı ve Dışişleri Komisyonu Raporu (1/827)        (S. Sayısı : 659) (Dağıtma tarihi : 1.5.2001) (GÜNDEME)

2.- Türkiye Cumhuriyeti ile Ukrayna Arasında Hukuki Konularda Adli Yardımlaşma ve İşbirliği Anlaşmasının Onaylanmasının Uygun Bulunduğuna Dair Kanun Tasarısı ve Dışişleri Komisyonu Raporu (1/829) (S. Sayısı : 660) (Dağıtma tarihi : 1.5.2001) (GÜNDEME)

3.- Kırşehir Milletvekili Ramazan Mirzaoğlu ve 3 Arkadaşının, Yükseköğretim Kurumları Teşkilâtı Hakkında 41 Sayılı Kanun Hükmünde Kararnamenin Değiştirilerek Kabulüne Dair 2809 Sayılı Kanun ile 78 ve 190 Sayılı Kanun Hükmünde Kararnamelerde Değişiklik Yapılması Hakkında Kanun Teklifi ve İçtüzüğün 37 nci Maddesine Göre Doğrudan Gündeme Alınmasına İlişkin Önergesi (2/233) (S. Sayısı : 661) (Dağıtma tarihi : 1.5.2001) (GÜNDEME)

4.- Hatay Milletvekili Namık Kemal Atahan'ın İki İlçe ve Bir İl Kurulması Hakkında Kanun Teklifi ve İçtüzüğün 37 nci Maddesine Göre Doğrudan Gündeme Alınmasına İlişkin Önergesi (2/476) (S. Sayısı : 662) (Dağıtma tarihi : 1.5.2001) (GÜNDEME)

5.- İçel Milletvekili İstemihan Talay ve 11 Arkadaşının, Üç İlçe ve Bir İl Kurulması ile 190 Sayılı Kanun Hükmünde Kararnamenin Eki Cetvellerde Değişiklik Yapılması Hakkında Kanun Teklifi ve İçtüzüğün 37 nci Maddesine Göre Doğrudan Gündeme Alınmasına İlişkin Önergesi (2/545) (S. Sayısı : 663) (Dağıtma tarihi : 1.5.2001) (GÜNDEME)

 

Yazılı Soru Önergeleri

1.- İstanbul Milletvekili Azmi Ateş'in, Etibank'ın satışıyla ilgili iddialara ilişkin Devlet Bakanından (Kemal Derviş) yazılı soru önergesi (7/4146) (Başkanlığa geliş tarihi :30.4.2001)

2.- Ankara Milletvekili Saffet Arıkan Bedük'ün, Ankara Atakule'deki işyerlerinin kiralarına ilişkin Başbakandan yazılı soru önergesi (7/4147) (Başkanlığa geliş tarihi : 27.4.2001)

3.- Konya Milletvekili Lütfi Yalman'ın, Bakanlıkta çalışan danışman ve başdanışmanlara ilişkin Devlet Bakanı ve Başbakan Yardımcısından (Devlet Bahçeli) yazılı soru önergesi (7/4148) (Başkanlığa geliş tarihi : 30.4.2001)

4.- Konya Milletvekili Lütfü Yalman'ın, emekli iki orgeneral hakkında yapılan suç duyurusuna ilişkin Başbakandan yazılı soru önergesi (7/4149) (Başkanlığa geliş tarihi : 30.4.2001)

5.- Konya Milletvekili Lütfi Yalman'ın, belediyelere yapılan yardımlara ilişkin Çevre Bakanından yazılı soru önergesi (7/4150) (Başkanlığa geliş tarihi : 30.4.2001)

6.- Konya Milletvekili Lütfi Yalman'ın, Bakanlıkta çalışan danışman ve başdanışmanlara ilişkin Devlet Bakanından (Abdulhaluk Mehmet Çay) yazılı soru önergesi (7/4151) (Başkanlığa geliş tarihi : 30.4.2001)

7.- Konya Milletvekili Lütfi Yalman'ın, Bakanlıkta çalışan danışman ve başdanışmanlara ilişkin Devlet Bakanından (Fikret Ünlü) yazılı soru önergesi (7/4152) (Başkanlığa geliş tarihi : 30.4.2001)

8.- Konya Milletvekili Lütfi Yalman'ın, Bakanlıkta çalışan danışman ve başdanışmanlara ilişkin Devlet Bakanından (Şuayip Üşenmez) yazılı soru önergesi (7/4153) (Başkanlığa geliş tarihi:30.4.2001)

9.- Konya Milletvekili Lütfi Yalman'ın, bakanlıkta çalışan danışman ve başdanışmanlara ilişkin Devlet Bakanından (Hasan Gemici) yazılı soru önergesi (7/4154) (Başkanlığa geliş tarihi : 30.4.2001)

10.- Konya Milletvekili Lütfi Yalman'ın, bakanlıkta çalışan danışman ve başdanışmanlara ilişkin Devlet Bakanından (Edip Safder Gaydalı) yazılı soru önergesi (7/4155) (Başkanlığa geliş tarihi : 30.4.2001)

11.- Konya Milletvekili Lütfi Yalman'ın, bakanlıkta çalışan danışman ve başdanışmanlara ilişkin Devlet Bakanından (Ramazan Mirzaoğlu) yazılı soru önergesi (7/4156) (Başkanlığa geliş tarihi : 30.4.2001)

12.- Konya Milletvekili Lütfi Yalman'ın, bakanlıkta çalışan danışman ve başdanışmanlara ilişkin Devlet Bakanından (Mustafa Yılmaz) yazılı soru önergesi (7/4157) (Başkanlığa geliş tarihi : 30.4.2001)

13.- Konya Milletvekili Lütfi Yalman'ın, bakanlıkta çalışan danışman ve başdanışmanlara ilişkin Devlet Bakanından (Rüştü Kâzım Yücelen) yazılı soru önergesi (7/4158) (Başkanlığa geliş tarihi : 30.4.2001)

14.- Konya Milletvekili Lütfi Yalman'ın, bakanlıkta çalışan danışman ve başdanışmanlara ilişkin Devlet Bakanından (Şükrü Sina Gürel) yazılı soru önergesi (7/4159) (Başkanlığa geliş tarihi : 30.4.2001)

15.- Konya Milletvekili Lütfi Yalman'ın, bakanlıkta çalışan danışman ve başdanışmanlara ilişkin Devlet Bakanından (Faruk Bal) yazılı soru önergesi (7/4160) (Başkanlığa geliş tarihi : 30.4.2001)

16.- Konya Milletvekili Lütfi Yalman'ın, bakanlıkta çalışan danışman ve başdanışmanlara ilişkin Devlet Bakanından (Yüksel Yalova) yazılı soru önergesi (7/4161) (Başkanlığa geliş tarihi : 30.4.2001)

17.- Konya Milletvekili Lütfi Yalman'ın, bakanlıkta çalışan danışman ve başdanışmanlara ilişkin Devlet Bakanından (Tunca Toskay) yazılı soru önergesi (7/4162) (Başkanlığa geliş tarihi : 30.4.2001)

18.- Konya Milletvekili Lütfi Yalman'ın, bakanlıkta çalışan danışman ve başdanışmanlara ilişkin Devlet Bakanından (Recep Önal) yazılı soru önergesi (7/4163) (Başkanlığa geliş tarihi : 30.4.2001)

19.- Konya Milletvekili Lütfi Yalman'ın, bakanlıkta çalışan danışman ve başdanışmanlara ilişkin Devlet Bakanından (Mehmet Keçeciler) yazılı soru önergesi (7/4164) (Başkanlığa geliş tarihi : 30.4.2001)

20.- Konya Milletvekili Lütfi Yalman'ın, bakanlıkta çalışan danışman ve başdanışmanlara ilişkin Devlet Bakanından (Kemal Derviş) yazılı soru önergesi (7/4165) (Başkanlığa geliş tarihi : 30.4.2001)

21.- Konya Milletvekili Lütfi Yalman'ın, bakanlıkta çalışan danışman ve başdanışmanlara ilişkin Devlet Bakanı ve Başbakan Yardımcısından (H.Hüsamettin Özkan) yazılı soru önergesi (7/4166) (Başkanlığa geliş tarihi : 30.4.2001)

22.- Konya Milletvekili Lütfi Yalman'ın, bakanlıkta çalışan danışman ve başdanışmanlara ilişkin Devlet Bakanı ve Başbakan Yardımcısından (A.Mesut Yılmaz) yazılı soru önergesi (7/4167) (Başkanlığa geliş tarihi : 30.4.2001)

23.- Nevşehir Milletvekili Mehmet Elkatmış'ın, yoksulluk ve açlık sınırının tespitine ilişkin Başbakandan yazılı soru önergesi (7/4168) (Başkanlığa geliş tarihi : 30.4.2001)

24.- Nevşehir Milletvekili Mehmet Elkatmış'ın, Irak'la olan sınır ticaretine ilişkin Başbakandan yazılı soru önergesi (7/4169) (Başkanlığa geliş tarihi : 30.4.2001)

25.- Nevşehir Milletvekili Mehmet Elkatmış'ın, Sivil Toplum Kuruluşları Birliğinin statüsüne  ilişkin İçişleri  Bakanından yazılı soru önergesi (7/4170) (Başkanlığa geliş tarihi : 30.4.2001)

26.- Nevşehir Milletvekili Mehmet Elkatmış'ın, özelleştirme uygulamalarından elde edilen gelire ilişkin Başbakandan yazılı soru önergesi (7/4171) (Başkanlığa geliş tarihi : 30.4.2001)

27.- Nevşehir Milletvekili Mehmet Elkatmış'ın, bakanlığın bazı dernek ve kuruluşlarla yaptığı işbirliği çalışmalarına  ilişkin Devlet Bakanından (Hasan Gemici) yazılı soru önergesi (7/4172) (Başkanlığa geliş tarihi : 30.4.2001)

28.- Nevşehir Milletvekili Mehmet Elkatmış'ın, Sağlık Eğitim Vakfı ve Türkiye Korunmaya Muhtaç Çocuklar Vakfı'nın statülerine ilişkin İçişleri Bakanından yazılı soru önergesi (7/4173) (Başkanlığa geliş tarihi : 30.4.2001)

29.- Karaman Milletvekili Zeki Ünal'ın, Merve Safa Kavakçı'nın milletvekilliği sıfatını kaybetmesine ilişkin Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanından yazılı soru önergesi (7/4174) (Başkanlığa geliş tarihi : 1.5.2001)

Meclis Araştırması Önergeleri

1.- Aksaray Milletvekili Ramazan Toprak ve 27 arkadaşının, son ekonomik krizlerde bazı kamu bankalarından şaibeli döviz satışı yapıldığı iddialarının araştırılarak haksız kazanç sağlayanların ve sorumlularının ortaya çıkarılması amacıyla Anayasanın 98 inci, İçtüzüğün 104 ve 105 inci maddeleri uyarınca bir Meclis araştırması açılmasına ilişkin önergesi (10/195) (Başkanlığa geliş tarihi : 24.4.2001)

2.- Hatay Milletvekili Metin Kalkan ve 23 arkadaşının, TŞOF hakkındaki yolsuzluk iddialarının araştırılması amacıyla Anayasanın 98 inci, İçtüzüğün 104 ve 105 inci maddeleri uyarınca bir Meclis araştırması açılmasına ilişkin önergesi. (10/196) (Başkanlığa geliş tarihi : 25.4.2001)

Süresi  İçinde Cevaplandırılmayan Yazılı  Soru Önergeleri

1.- Afyon Milletvekili Sait Açba'nın, 2000 yılında işyeri kapatan esnaflara ilişkin Başbakandan yazılı soru önergesi (7/3774)

2.- Erzurum Milletvekili Aslan Polat'ın, galvanizli tel fiyatlarındaki artışa ve 2000 yılı inşaat birim fiyatlarına ilişkin Bayındırlık ve İskân Bakanından yazılı soru önergesi (7/3775)

3.- Samsun Milletvekili Musa Uzunkaya'nın, Sinop-Merkezde kesin kabulü yapılmadığı, genel eksik ve sağlık açısından sakıncalı bulunduğu halde öğrenim yapılan bir okula ilişkin Millî Eğitim Bakanından yazılı soru önergesi (7/3777)

4.- Şanlıurfa Milletvekili Zülfükar İzol'un, Şanlıurfa-Birecik-Mezra Beldesinin atık su deresine ve kanalizasyon ihtiyacına ilişkin Bayındırlık ve İskân Bakanından yazılı soru önergesi (7/3779)

5.- Hatay Milletvekili  Metin Kalkan'ın, Başbakanlık Kriz Merkezine  ilişkin  Başbakandan yazılı soru önergesi (7/3783)

6.- Erzincan  Milletvekili Tevhit Karakaya'nın Erzincan İlindeki bazı yatırım projelerine ilişkin Bayındırlık ve İskân Bakanından  yazılı soru önergesi (7/3784)

7.- Gaziantep Milletvekili Nurettin Aktaş'ın, son ekonomik krizde Ziraat Bankasının zarar ettirildiği iddiasına ilişkin Başbakandan yazılı soru önergesi (7/3794)

8.- Erzincan Milletvekili Tevhit Karakaya'nın, Erzincan İlindeki camilere ilişkin Devlet Bakanı ve Başbakan Yardımcısından (H. Hüsamettin Özkan) yazılı soru önergesi (7/3799)

9.- Erzincan Milletvekili Tevhit Karakaya'nın, Erzincan İlindeki hastanelerin onarımı için ayrılan ödenek miktarına ilişkin Sağlık Bakanından yazılı soru önergesi (7/3801)

10.- Ankara Milletvekili  M.Zeki Çelik'in, Ankara İlindeki imam ve müezzin sayısına ilişkin Devlet Bakanı ve Başbakan Yardımcısından (H. Hüsamettin Özkan) yazılı  soru önergesi (7/3803)

11.- Karaman Milletvekili Zeki Ünal'ın,  son ekonomik krizden sonra bazı bankaların usulsüz kazanç sağladıkları iddiasına ilişkin Devlet Bakanından (Kemal Derviş) yazılı soru önergesi (7/3825)

12.- Kütahya Milletvekili İsmail Karakuyu'nın, esnaf ve sanatkârların kredi borçlarına ilişkin Devlet  Bakanından (Kemal Derviş) yazılı soru önergesi (7/3827)

13.- Kütahya Milletvekili İsmail Karakuyu'nın Kütahya-Hisarcık İlçesinin 2. Altı Aylık Kanun Hükmünde Kararname Kapsamına alınıp alınmayacağına ilişkin Bayındırlık ve İskân Bakanından yazılı soru önergesi (7/3828)

14.- Samsun Milletvekili Musa Uzunkaya'nın, YÖK'ün Fatih Üniversitesi ile ilgili olarak aldığı karara ilişkin Başbakandan yazılı soru önergesi (7/3830)

15.- Kırıkkale Milletvekili Kemal Albayrak'ın, son ekonomik krizin etkilerine ilişkin Başbakandan yazılı soru önergesi (7/3832)

16.- Nevşehir Milletvekili Mehmet Elkatmış'ın,  Nevşehir Devlet Hastanesi inşaatı projesine ilişkin Sağlık Bakanından yazılı soru önergesi (7/3834)

17.- Nevşehir Milletvekili Mehmet Elkatmış'ın,  İstiklâl ve Çanakkale Savaşı şehitlerine ilişkin Başbakandan yazılı soru önergesi (7/3836)

18.- Erzincan Milletvekili Sebahattin Karakelle'nin, Fatih  Üniversitesi'nin YÖK  tarafından  cezalandırılmasına ilişkin Millî Eğitim Bakanından yazılı soru önergesi (7/3855)

 19.- Van Milletvekili Hüseyin Çelik'in, YÖK'ün Fatih Üniversitesine bir yıl öğrenci kontenjanı vermeme kararına ilişkin Millî Eğitim  Bakanından yazılı soru önergesi (7/3856)

 

 


BİRİNCİ OTURUM

Açılma Saati:15.00

1 Mayıs 2001 Salı

BAŞKAN :Başkanvekili Ali ILIKSOY

KÂTİP ÜYELER : Şadan ŞİMŞEK (Edirne), Yahya AKMAN (Şanlıurfa)

BAŞKAN - Sayın milletvekilleri, Türkiye Büyük Millet Meclisinin 94 üncü Birleşimini açıyorum.

Toplantı yetersayımız vardır.

Gündeme geçiyoruz.

Başkanlığın Genel Kurula sunuşları vardır; ancak, sunuşların epeyce zaman alacağı dikkate alındığından, kâtip üye arkadaşımızın oturarak sunuşları sizlere sunması hususunu oylarınıza sunuyorum : Kabul edenler... Etmeyenler... Kabul edilmiştir.

Cumhurbaşkanlığının bir tezkeresi vardır; okutuyorum:

III. - BAŞKANLIĞIN GENEL KURULA SUNUŞLARI

A) Tezkereler ve Önergeler

1.- Çanakkale Milletvekili Mustafa Cumhur Ersümer'in istifasıyla boşalan Enerji ve Tabiî Kaynaklar Bakanlığına, yeni bir atama yapılıncaya kadar, Maliye Bakanı Sümer Oral'ın vekâlet etmesinin uygun görülmüş olduğuna ilişkin Cumhurbaşkanlığı tezkeresi (3/807)

                                        Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına       27 Nisan 2001

İLGİ: Başbakanlığın, 27 Nisan 2001 tarihli ve B.02.0.PPG.0.12-300-02/6773 sayılı yazısı.

İstifa eden ve istifası kabul edilen M.Cumhur Ersümer'den boşalan Enerji ve Tabiî Kaynaklar Bakanlığına, yeni bir atama yapılıncaya kadar Maliye Bakanı Sümer Oral'ın vekâlet etmesi, Türkiye Cumhuriyeti Anayasasının 113 üncü maddesi uyarınca uygun görülmüştür.

Bilgilerinize sunarım.

         Ahmet Necdet Sezer

       Cumhurbaşkanı

BAŞKAN - Bilgilerinize sunulmuştur.

Bilgilerinize sunulan bu tezkereye göre, Enerji ve Tabiî Kaynaklar Bakanlığından istifa etmiş bulunan Cumhur Ersümer hakkında verilmiş bulunan (11/13) esas numaralı gensoru önergesinin görüşülmesine gerek kalmamıştır. Bu nedenle, söz konusu (11/13) esas numaralı gensoru önergesi işlemden kaldırılmıştır.

İki adet Meclis araştırması önergesi vardır; okutuyorum:

B) Gensoru, Genel Görüşme, Meclİs SoruşturmasI ve Meclİs AraştIrmasI Önergelerİ

1.- Aksaray Milletvekili Ramazan Toprak ve 27 arkadaşının, son ekonomik krizlerde bazı kamu bankalarından şaibeli döviz satışı yapıldığı iddialarının araştırılarak, haksız kazanç sağlayanların ve sorumlularının ortaya çıkarılması amacıyla Meclis araştırması açılmasına ilişkin önergesi (10/195)

Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına

22 Kasım 2000 ve 19-22 Şubat 2001 tarihlerinde üç ay arayla iki kez meydana gelen ekonomik krizlerde, bazı kamu bankalarının ve üst düzey yöneticilerinin ciddî şaibelere konu eylem ve davranışlarıyla, bazı gerçek ve tüzel kişilere milyarlarca dolar tutarında döviz aktardıkları, gerek kendilerine gerekse yandaşlarına haksız kazanç sağladıkları iddialarının araştırılması ve sorumluluğu bulunan görevliler hakkında gerekli işlemlerin başlatılması amacıyla TC Anayasasının 98 inci maddesi ile İçtüzüğün 104 ve 105 inci maddeleri gereğince Meclis araştırması açılmasını arz ve teklif ederiz. 20.04.2001

 

1- Ramazan Toprak                                (Aksaray)

2- Avni Doğan                                (Kahramanmaraş)

3- Maliki Ejder Arvas                                (Van)

4- Ahmet Demircan                                (Samsun)

5- Nezir Aydın                                (Sakarya)

6- Ahmet Karavar                                (Şanlıurfa)

7- Nurettin Aktaş                                (Gaziantep)

8- M. Ergün Dağcıoğlu                                (Tokat)

9- Sait Açba                                (Afyon)

10- Özkan Öksüz                                (Konya)

11- Rıza Ulucak                                (Ankara)

12- Ali Oğuz                                (İstanbul)

13- Mustafa Geçer                                (Hatay)

14- M. Zeki Çelik                                (Ankara)

15- Musa Uzunkaya                                (Samsun)

16- Fethullah Erbaş                                (Van)

17- Lütfi Yalman                                (Konya)

18- Şükrü Ünal                                (Osmaniye)

19- Remzi Çetin                                (Konya)

20- Veysel Candan                                (Konya)

21- Tevhit Karakaya                                (Erzincan)

22- Dengir Mir Mehmet Fırat                                (Adıyaman)

23- Mehmet Özyol                                (Adıyaman)

24- Aslan Polat                                (Erzurum)

25- Mehmet Batuk                                (Kocaeli)

26- Süleyman Arif Emre                                (İstanbul)

27- İsmail Alptekin                                (Bolu)

28- Bülent Arınç                                (Manisa)

Gerekçe:

Kara Çarşamba olarak anılan 22 Kasım 2000 tarihli kriz esnasında, İMKB'nin 10 günde yüzde 35 değer kaybettiği, bazı bankaların kamu bankalarından 10 gün içinde 4 milyar USD döviz aldığı; Merkez Bankasının açık piyasa işlemleri süresini uzatarak saat 16.50'de iki küçük bankaya yüzde 210 faizle 1,3 katrilyon TL ile ertesi gün 708 trilyon TL olmak üzere toplam 2 katrilyon 8 trilyon TL verdiği, aynı gün gecelik repo faizinin yüzde 50 olduğu bir gerçektir.

Kasım 2000 krizi akabinde krizi değerlendiren Hazine Müsteşarı Selçuk Demiralp "Türkiye'nin, sektörü zamanında regüle edemediği için şimdi bedel ödediğini", Merkez Bankası Başkanı Gazi Erçel "dedikodunun aylarca sürdüğünü ve sonunda birinin tetiği çektiğini", Devlet Bakanı Sayın Recep Önal "söylenti çıkararak kazanç umanların ağır bedel ödeyeceğini", Başbakan Sayın Bülent Ecevit "yüksek enflasyon ve yüksek faiz lobisinin çalıştığını, buna karşı önlem alacaklarını, ekonominin sağlam olduğunu" belirtmişlerdir.

19 Şubat 2001 pazartesi günü, çıkartılan devlet krizini takip eden iki saat içinde İMKB'den 8 milyar USD çekildiği; endeksin yüzde 15 düşüşle 10 169'dan 8 683'e düştüğü; gecelik reponun yüzde 760'a yükseldiği; Salı günü bir önceki hazine borçlanmasında yüzde 65 olan faiz oranının hazinece yüzde 144,2'ye yükseltilerek hazinenin 1,7 katrilyon TL borçlandığı; para ve döviz akışının durduğu Çarşamba günü gecelik reponun yüzde 4 500'e fırladığı; nihayet Perşembe günü Merkez Bankasının açık piyasa işlemleri süresini gecenin ilerleyen saatlerine kadar uzattığı, gecelik reponun yüzde 7 600'e fırladığı, aynı gecede ABD Dolarının 685 000 TL'den 1 050 000 TL'ye, Alman Markının 320 000 TL'den 450 000 TL'ye fırladığı bir gerçektir.

Üç ay arayla gerçekleşen iki krizle ilgili ciddî bir adlî kovuşturma açıldığı görülmemiştir.

Çıkarılan krizlerle ilgili olarak yetkili ağızlarca "birilerinin tetiği çektiği ve bunların ağır bedel ödeyecekleri" ifade edildiği halde aradan geçen süre zarfında bu konuda 57 nci hükümet tarafından krizin boyutlarıyla orantılı herhangi bir araştırma veya soruşturmaya girişilmediği de gözlemlenmektedir. Bu durum ise, bir günde yüzde 50'lere varacak her iki krizle birlikte yüzde 100'lere varacak ölçüde fakirleştirilen 70 milyon Türk insanının şeref ve onurunu kırmakta, yüzbinlerce esnaf, işçi, memur ve üretici kesimleri haftalarca sokaklara dökmektedir.

1958 ekonomik krizi sonrasında 1960 ihtilalinin gerçekleştirildiği, 1970 krizi akabinde 1971 muhtırasının verildiği, 1979 krizi nedeniyle alınan 24 Ocak 1980 kararları akabinde 12 Eylül 1980 ihtilalinin gerçekleştirildiği hususları göz önüne alındığında, parlamenter sistem dışı arayışlara son vermenin tek yolu geçmişteki hataları tekrar etmemekten geçiyor. Bu yol, önceki ekonomik krizleri yaratan; ancak, her defasında yargının pençesinden yakasını kurtaran saygın soyguncuların bu kez yakalarından tutulması, 70 milyon Türk insanının gasp edilen kaynaklarının kurtarılması, hiç değilse bu kez yargı organları önünde hesap sorulmasından geçmektedir.

Siyaset kurumlarının ve siyasetçilerinin son zamanlarda azalan itibarını yükseltmenin bizce ilk şartı, önünde düğme iliklenen saygın soyguncuları Meclisin denetim yollarını işleterek ortaya çıkarmaktır.

Meclis araştırma önergemizle, gerek Kasım 2000 gerekse Şubat 2001 tarihlerindeki krizlerle, Türk Devleti ve Milletine karşı tarihinin en büyük vurgununu ve soygununu gerçekleştirenleri ortaya çıkarmayı hedeflemekteyiz.

BAŞKAN- Önerge, bilgilerinize sunulmuş olup, gündemdeki yerini alacak ve Meclis araştırması açılıp açılmaması hususundaki öngörüşme, sırası geldiğinde yapılacaktır.

Diğer önergeyi okutuyorum:

2.- Hatay Milletvekili Metin Kalkan ve 23 arkadaşının, Türkiye Şoförler ve Otomobilciler Federasyonu (TŞOF) hakkındaki yolsuzluk iddialarının araştırılması amacıyla Meclis araştırması açılmasına ilişkin önergesi (10/196)

Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına

Türkiye Şoförler ve Otomobilciler Federasyonu, 17.7.1964 tarih ve 507 sayılı Esnaf ve Sanatkârlar Kanununa göre faaliyet gösteren, kamu kurumu niteliğinde tüzelkişiliğe sahip bir meslek kuruluşudur. Esnaf ve sanatkârların müşterek ihtiyaçlarını karşılamak, meslekî faaliyetlerini kolaylaştırmak, mesleğin genel menfaatlarına uygun olarak gelişmesini sağlamak, meslekî disiplini ve meslek ahlâkını korumak amacıyla kurulan Türkiye Şoförler ve Otomobilciler Federasyonu, son yıllarda, şoför esnafından tamamen kopuk, 2918 sayılı Karayolları Trafik Kanununun kendisine tanıdığı tekel yetkisi sayesinde evrak ve plâka üretip satan, elde edilen gelirlerin rant amaçlı kullanıldığı, yolsuzluk iddialarının basın yayın organlarına ve resmî teftiş raporlarına yansıdığı bir kuruluş haline gelmiştir.

Bu yolsuzluk iddialarını ve Federasyonun aslî amaçlarını yerine getiren bir meslek kuruluşu haline dönüştürülmesi hususlarını araştırmak üzere, Anayasanın 98 ve İçtüzüğün 104 ve 105 inci maddeleri gereğince Meclis araştırması açılmasını arz ederiz.

1. Metin Kalkan                                (Hatay)

2. Salih Kapusuz                                (Kayseri)

3. Abdullatif Şener                                (Sivas)

4. Avni Doğan                                (Kahramanmaraş)

5. Ali Sezal                                (Kahramanmaraş)

6. Mustafa Niyazı Yanmaz                                (Şanlıurfa)

7. Şeref Malkoç                                (Trabzon)

8. Ahmet Karavar                                (Şanlıurfa)

9. Yakup Budak                                (Adana)

10. Zeki Ergezen                                (Bitlis)

11. İsmail Alptekin                                (Bolu)

12. Cevat Ayhan                                (Sakarya)

13. Mehmet Zeki Okudan                                (Antalya)

14. Yaşar Canbay                                (Malatya)

15. Latif Öztek                                (Elazığ)

16. İrfan Gündüz                                (İstanbul)

17.Mehmet Bekaroğlu                                (Rize)

18. Bahri Zengin                                (İstanbul)

19. Sacit Günbey                                (Diyarbakır)

20. Mehmet Altan Karapaşaoğlu                                (Bursa)

21. Tevhit Karakaya                                (Erzincan)

22. Temel Karamollaoğlu                                 (Sivas)

23. Musa Uzunkaya                                (Samsun)

24. Ayşe Nazlı Ilıcak                                (İstanbul)

Gerekçe:

Türkiye Şoförler ve Otomobilciler Federasyonu, Karayolları Trafik Kanununun kendisine tanıdığı tekel yetkisi sayesinde resmî evrak basımı ve plaka üretimi konusunda trilyonlarca lira gelir elde eden bir kuruluş haline gelmiştir.

Malîye, İçişleri ve Sanayi ve Ticaret Bakanlığı Teftiş Kurulu raporları ile basın yayın organlarına yansıdığı kadarıyla, son yıllarda federasyonun, kuruluş amacından saptığı, elde edilen gelirlerin rant amaçlı kullanıldığı, federasyon imkânlarının yönetici kadro tarafından kendi çıkarları için kullanıldığı iddiaları sıkça gündeme getirilmiştir. Şoför esnafının en büyük örgütü olan ve kamu kurumu niteliğindeki bu meslek kuruluşu hakkında ileri sürülen iddialardan bazıları şunlardır:

1- 1993, 1996, 1999 yıllarına ait genel kurullarda çoğunluğun aranmayıp ikinci toplantılara bırakıldığı, toplantılarda birtakım usulsüzlüklerin yapıldığı, bütçe denetim ve çalışma raporlarının okunmadığı, toplantılara bakanlık temsilcisi olarak hep aynı kişinin görevlendirildiği, bazı delegelerin toplantıya alınmadığı, 1999 yılı kongresinde 642 odadan 233'ünün toplantıya hiç katılmadığı, 89 odanın ise bütün üyeleriyle katıldığı, seçimlerden önce bazı odalarda bazı üyelerin kayıtlarının silindiği, bu veriler ışığında genel kurul seçimlerinin şaibeli hale geldiği,

2- Federasyonun toplam gelirlerin 1996 yılında yüzde 91'inin, 1999'da yüzde 86'sının kanunun tanıdığı plâka ve değerli kâğıt üretim ve satış tekelinden oluştuğu, aynı şekilde vatandaşların ve sürücü kurslarının almak durumunda kaldığı plâka ve değerli kağıtların piyasa fiyatlarının 20 ila 44 katına kadar fahiş fiyatla satıldığı, bu satışlardan trilyonlarla ifade edilecek miktarlarda paranın federasyona aktarıldığı,

3- Plâka ve değerli kağıt bedellerinin elde edilen gelirin yüzde 60'ının T.Ş.O.F'ça Trafik Hizmetleri Geliştirme Fonuna aktarılması gereken 1 068 053 392 000 TL'nın aktarılmadığı, bazı kurumlara otomobil hibe edildiği, böylece fon idaresi ile Malîye Bakanlığının devre dışı bırakıldığı, sahte dosya ve evrak kullanımının fona aktarılması gereken payda azalmaya neden olduğu,

4- Plâka AŞ'nin bazı kişi ve kuruluşlara haksız kazanç sağladığı,

5- TŞOF'nun gelirlerinin yüzde 20'sinin şoför esnafının meslekî eğitiminde kullanılması gerekirken, bu payın "eğitim tesisi" adı altında benzin istasyonları inşaatına harcandığı, eğitim birimi bilançosu gelirlerinin 1999 yılında 7 trilyon 487 milyar TL olduğu, bunun 7 trilyon 126 milyar lirasının benzin istasyonları inşaatına harcandığı,

6- Bir meslek kuruluşu olan TŞOF'nun bir rant kuruluşuna dönüştüğü, 1999 yılında Genel Başkanın Odadan elde ettiği yıllık gelirin 63 milyar lirayı, Genel Sekreterin yıllık gelirlerinin 27 milyar lirayı aştığı, 1999 yılına kadar beş yılda 35 yurtdışı seyahat düzenlendiği, bu gezilerin Federasyona maliyetinin 810 000 dolar olduğu, gezilere katılanlara, bütün ihtiyaçları Federasyonca karşılandığı halde 500-1 000 dolar gibi fahiş günlük harcırahlar ödendiği, yurtdışı gezilerin Federasyonun amaçlarıyla bir ilgisinin bulunmadığı, son beş yılda 131 milyar liralık eşantiyon harcaması yapıldığı,

7- Federasyonca plâka ve basılı kâğıt işlemlerinin ihalesiz olarak yaptırıldığı, Federasyon yönetiminin kararları ve icraatlarıyla bazı kişilere haksız menfaat sağladıkları, böylece görevlerini kötüye kullandıkları iddia edilmektedir.

Bu iddiaların doğruluğunun değerlendirilmesi ve bir meslek kuruluşunun, idarecilerinin rant alanı olmaktan çıkarılması için gereken idarî ve yasal düzenlemelerin neler olduğunun ortaya konulması açısından, TŞOF'nun ve faaliyetlerinin araştırılması gerekmektedir.

BAŞKAN - Bilgilerinize sunulmuştur.

Önerge, gündemde yerini alacak ve Meclis araştırması açılıp açılmaması konusundaki öngörüşme, sırası geldiğinde yapılacaktır.

Sözlü soruların geri alınmasına dair önerge vardır; okutuyorum:

A) Tezkereler ve Önergeler (Devam)

2.- Balıkesir Milletvekili İsmail Özgün'ün, (6/1332) ve (6/1333) esas numaralı sözlü sorularını geri aldığına ilişkin önergesi (4/362 )

Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına

Gündemin "Sözlü Sorular" kısmının 610 ve 611 inci sıralarında yer alan (6/1332) ve (6/1333) esas numaralı sözlü soru önergelerimi geri alıyorum.

Gereğini saygılarımla arz ederim.

   İsmail Özgün

          Balıkesir

BAŞKAN - Sözlü soru önergeleri geri verilmiştir.

Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığının bir tezkeresi vardır; okutup, oylarınıza sunacağım:

3.- Bratislava'da düzenlenecek olan AB üye ve aday ülkeler meclis başkanları toplantısı için, Slovakya Meclis Başkanı Jozef Mıgas'ın vaki davetine, TBMM Başkanını temsilen bir Başkanvekilinin icabet etmesine ilişkin Başkanlık tezkeresi (3/808)

       Türkiye Büyük Millet Meclisi Genel Kuruluna

Dışişleri Bakanlığından alınan bir yazıda, Slovakya Meclis Başkanı Jozef Mıgas'ın TBMM Başkanı Sayın Ömer İzgi'ye hitaben gönderdiği mektupta, 27-29 Mayıs 2001 tarihlerinde Bratislava'da düzenlenecek olan "AB Üye ve Aday Ülkeler Meclis Başkanları Toplantısı"na TBMM Başkanını davet ettiği bildirilmektedir.

Söz konusu davete TBMM Başkanını temsilen bir başkanvekilinin icabet etmeleri hususu, Türkiye Büyük Millet Meclisinin Dışilişkilerinin Düzenlenmesi Hakkındaki 3620 sayılı Kanunun 9 uncu maddesi uyarınca Genel Kurulun tasviplerine sunulur.

                Ömer İzgi

       Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanı

BAŞKAN - Kabul edenler... Etmeyenler... Kabul edilmiştir.

Başbakanlığın, Anayasanın 82 nci maddesine göre verilmiş bir tezkeresi vardır; okutup, oylarınıza sunacağım:

4.- Rusya Federasyonuna resmî ziyarette bulunan Turizm Bakanı Erkan Mumcu'ya  refakat eden heyete, Ankara Milletvekili Aydın Tümen, Antalya Milletvekili Metin Şahin, Çanakkale Milletvekili Nevfel Şahin, Elazığ Milletvekili Mustafa Gül, Eskişehir Milletvekili İbrahim Yaşar Dedelek ve Hatay Milletvekili Mehmet Şandır'ın da iştirak etmelerinin uygun görüldüğüne ilişkin Başbakanlık tezkeresi (3/809)

Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına

Turizm Bakanı Erkan Mumcu'nun, 28-31 Mart 2001 tarihlerinde Moskova'da düzenlenen MITT Moskova Turizm Fuarına katılmak üzere bir heyetle birlikte 27 Mart-1 Nisan 2001 tarihleri arasında Rusya Federasyonuna yaptığı resmî ziyarette, ekli listede adları yazılı milletvekillerinin de iştirak etmesi uygun görülmüş ve bu konudaki Bakanlar Kurulu kararının sureti ilişikte gönderilmiştir.

Anayasamızın 82 nci maddesine göre gereğini arz ederim.                                                                                              Bülent Ecevit

                 Başbakan

Liste:

Aydın Tümen                                 (Ankara)

Metin Şahin                                    (Antalya)

Nevfel Şahin                                    (Çanakkale)

Mustafa Gül                                   (Elazığ)

İbrahim Yaşar Dedelek                                                   (Eskişehir)

Mehmet Şandır                                                      (Hatay)

BAŞKAN - Oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler... Etmeyenler... Kabul edilmiştir.

Danışma Kurulunun bir önerisi vardır; önce okutup işleme alacağım, sonra oylarınıza sunacağım:

IV.- ÖNERİLER

A) DanIşma Kurulu Önerİlerİ

1.- Ülke ekonomisinde krize ve tahribata yol açarak esnaf ve sanatkârı tarihî bir çöküşe ve halkı fakirleşmeye sürüklediği iddiasıyla Başbakan Bülent Ecevit hakkında verilen ve Genel Kurulun 26.4.2001 tarihli 92 nci Birleşiminde okunmuş bulunan (11/12) esas numaralı gensoru önergesinin, gündemin "Özel Gündemde Yer Alacak İşler" kısmında yer almasına ve gündeme alınıp alınmayacağı hususundaki görüşmelerin 1.5.2001 Salı günkü birleşimde yapılmasına ilişkin Danışma Kurulu önerisi

 

Danışma Kurulu Önerisi

No:71    Tarihi: 1.5.2001

Ülke ekonomisinde krize ve tahribata yol açarak esnaf ve sanatkârı tarihî bir çöküşe ve halkı fakirleşmeye sürüklediği iddiasıyla Başbakan Bülent Ecevit hakkında verilen ve Genel Kurulun 26.4.2001 tarihli 92 nci Birleşiminde okunmuş bulunan (11/12) esas numaralı gensoru önergesinin gündemin "Özel Gündemde Yer Alacak İşler" kısmında yer almasının ve Anayasanın 99 uncu maddesi gereğince gündeme alınıp alınmayacağı hususundaki görüşmelerin 1.5.2001 Salı günkü birleşimde yapılmasının Genel Kurulun onayına sunulması Danışma Kurulunca uygun görülmüştür.

                       

Ömer İzgi

 

 

 

 

Türkiye Büyük Millet Meclisi

 

 

 

Başkanı

 

 

 

M. Emrehan Halıcı

 

Mehmet Şandır

 

DSP Grup Başkanvekili

 

MHP Grup Başkanvekili

 

Avni Doğan

 

İbrahim Yaşar Dedelek

 

FP Grup Başkanvekili

 

ANAP Grup Başkanvekili

 

 

Ali Rıza Gönül

 

 

 

DYP Grup Başkanvekili

 

 

BAŞKAN - Öneri üzerinde söz isteği?.. Yok.

Öneriyi yeniden okutup, oylarınıza sunacağım:

Danışma Kurulu Önerisi

No:71                    Tarihi: 1.5.2001

Ülke ekonomisinde krize ve tahribata yol açarak esnaf ve sanatkârı tarihî bir çöküşe ve halkı fakirleşmeye sürüklediği iddiasıyla Başbakan Bülent Ecevit hakkında verilen ve Genel Kurulun 26.4.2001 tarihli 92 nci Birleşiminde okunmuş bulunan (11/12) esas numaralı gensoru önergesinin gündemin "Özel Gündemde Yer Alacak İşler" kısmında yer almasının ve Anayasanın 99 uncu maddesi gereğince gündeme alınıp alınmayacağı hususundaki görüşmelerin 1.5.2001 Salı günkü birleşimde yapılmasının Genel Kurulun onayına sunulması Danışma Kurulunca uygun görülmüştür.

                               

Ömer İzgi

 

 

 

 

Türkiye Büyük Millet Meclisi

 

 

 

Başkanı

 

 

 

M. Emrehan Halıcı

 

Mehmet Şandır

 

DSP Grup Başkanvekili

 

MHP Grup Başkanvekili

 

Avni Doğan

 

İbrahim Yaşar Dedelek

 

FP Grup Başkanvekili

 

ANAP Grup Başkanvekili

 

 

Ali Rıza Gönül

 

 

 

DYP Grup Başkanvekili

 

 

BAŞKAN - Kabul edenler... Etmeyenler... Kabul edilmiştir.

Demokratik Sol Parti, Milliyetçi Hareket Partisi ve Anavatan Partisi Gruplarının, İçtüzüğün 19 uncu maddesine göre verilmiş müşterek önerileri vardır; önce tümünü okutup işleme alacağım, sonra ayrı ayrı okutup, oylarınıza sunacağım:

B) Sİyasî Partİ Grubu Önerİlerİ

1.- Genel Kurulun çalışma gün ve saatleriyle gündemdeki sıralamanın yeniden yapılmasına ilişkin DSP, MHP ve ANAP Gruplarının müşterek önerisi

Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına

Danışma Kurulunun 1 Mayıs 2001 Salı günü (bugün) yaptığı toplantıda siyasî parti grupları arasında oybirliği sağlanamadığından, gruplarımızın ekteki müşterek önerilerinin Genel Kurulun onayına sunulmasını arz ve teklif ederiz.

Saygılarımızla.

 

M. Emrehan Halıcı

Mehmet Şandır

İ.Yaşar Dedelek

DSP Grup Başkanvekili

MHP Grup Başkanvekili

ANAP Grup Başkanvekili

 

 

Öneriler:

1- Gündemin "Kanun Tasarı ve Teklifleriyle Komisyonlardan Gelen Diğer İşler" kısmının 252 nci sırasında yer alan 664 sıra sayılı kanun tasarısının bu kısmın 5 inci sırasına, 5 inci sırasında yer alan 413 sıra sayılı kanun tasarısının 6 ncı sırasına, 24 üncü sırasında yer alan 104 sıra sayılı kanun tasarısının 7 inci sırasına, 7 inci sırasında yer alan 205 sıra sayılı kanun tasarısının 8 inci sırasına, 6 ncı sırasında yer alan 89 sıra sayılı kanun tasarısının 9 uncu sırasına, 11 inci sırasında yer alan 593 sıra sayılı kanun tasarısının 10 uncu sırasına, 10 uncu sırasında yer alan 599 sıra sayılı kanun tasarısının 11 inci sırasına, 97 inci sırasında yer alan 348 sıra sayılı kanun tasarısının 12 nci sırasına, 240 ıncı sırasında yer alan 635 sıra sayılı kanun tasarısının 13 üncü sırasına, 229 uncu sırasında yer alan 619 sıra sayılı kanun tasarısının 14 üncü sırasına, 213 üncü sırasında yer alan 602 sıra sayılı kanun tasarısının 15 inci sırasına alınması önerilmiştir.

2- Genel Kurulun; 1 Mayıs 2001 Salı günü 15.00 - 20.00, 02 Mayıs 2001 Çarşamba ve 03 Mayıs 2001 Perşembe günleri 14.00 - 20.00 saatleri arasında çalışması; 1 Mayıs 2001 Salı günü (11/12) esas numaralı gensoru önergesinin görüşmelerinin tamamlanmasından sonra kanun tasarı ve tekliflerinin görüşülmesi, 1 Mayıs 2001 Salı ve 2 Mayıs 2001 Çarşamba günü sözlü soruların görüşülmemesi; 1 Mayıs 2001 Salı günü gündemin 7 nci sırasına, 2 Mayıs 2001 Çarşamba günü 639 sıra sayılı kanun tasarısının görüşmelerinin tamamlanmasına kadar çalışma süresinin uzatılması önerilmiştir.

BAŞKAN - Önerinin lehinde, aleyhinde söz isteği var mı?.. Sayın Ali Rıza Gönül. (DYP sıralarından alkışlar)

Aleyhinde mi efendim?

ALİ RIZA GÖNÜL (Aydın) - Sayın Başkan, imzamız olmadığına göre aleyhinde.

BAŞKAN - Efendim, biz her ihtimale karşı soralım.

Buyurun Sayın Gönül.

ALİ RIZA GÖNÜL (Aydın) - Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; Yüce Heyetinizi saygıyla selamlıyorum.

Tabiî, bugün, iktidar partileri, yine bir öneriyle Genel Kurulun huzuruna geldiler. Şüphesiz, çıkarılması, yani, yasalaştırılması istenen kanun tasarı ve teklifleri üzerindeki görüşlerimiz, temelde üst üste çakışmaktadır. Biz de, ülkemizin, milletimizin ve insanlarımızın bugün ihtiyaç duyduğu kanun tasarı ve tekliflerinin bir an önce Genel Kurulda görüşülmesi, Genel Kurulda kabulü görüşünü ve düşüncesini paylaşıyoruz; ama, sizinle paylaşmadığımız tek konu, bu çalışma saatlerini verimli olarak kullanmadığınız Genel Kurulun gerek toplanmasında gerekse karar yetersayısı aranması halinde yeterli çoğunluğu sağlamamak suretiyle, almış olduğunuz kararlara aykırı bir tavır sergilemiş olmanızdır. Bizim sizden şikâyetimiz, özellikle özündeki tenkitlerimiz bunlardır. Özellikle yarın veya öbür gün görüşülecek olan bir kanun tasarısı var. Ben, bundan üç hafta evvel Yüce Heyetinizin huzuruna geldiğimde, 4081 sayılı Çiftçi Mallarının Korunması Hakkındaki Yasa Tasarısının, artık büyük bir müstaceliyet kesbettiğini, büyük bir ihtiyaç haline geldiğini, çiftçinin mahsulünün ve tarım alanlarının korunmasında muhtarlarımızın, daha doğrusu çiftçi malları koruma heyetlerinin güçsüz kaldığını ifade etmiştim. Bugün getirilmiş olan öneride, bu hafta içinde bu kanun tasarısının görüşülmesinin istenmesinden dolayı memnuniyetimi belirtmek istiyorum ve biz de, Doğru Yol Partisi olarak, bunu, grup önerileriyle buraya getirmekle, memleketimiz için, özellikle tarım kesimi için çok iyi düşündüğümüze, iyi işler yapmaya çalıştığımıza inanıyorum.

Yalnız, sayın milletvekilleri, burada özellikle söylemek istediğim bir konu var; o da -Sayın bakanlar da burada iken, eğer beni dinlerlerse, eminim ki bu soruna da çare bulabilirler- şudur: Biliyorsunuz, Türkiye'de seçilmiş, ama, en güç şartlarda görev yapan insanlar muhtarlardır. Hepimiz biliriz ki, muhtarların, köyünden kasabaya veya ilçeye, tapu müdürü çağırır, gider, kaymakam çağırır, gider, karakol komutanı çağırır, gider, nüfus memuru çağırır, gider, tanıklık yapacaktır, gider; neredeyse haftanın yedi gününün dört gününü ilçede geçirir, geri kalan günlerde de misafiri boldur, köyünde veya mahallesinde misafir ağırlar. Şimdi bu insanlara verdiğimiz aylık ücret, 50 milyon lira civarında. Bakıyorsunuz, bir tarafta Bağ-Kur için ödediği prim miktarı da 60 milyon liraya yakın. O nedenle, bu insanların mağduriyetini gidermek, biraz olsun ekonomik olarak katkıda bulunmak için, özellikle hükümetten istirham ediyoruz, Doğru Yol Partisi olarak istirham ediyoruz. Muhtar maaşlarının günün koşullarına uygun hale getirilmesinde büyük fayda vardır. Kamu için, köyü için, toplumu için koşan, çalışan bu insanların bu mağduriyetlerine son vermek lazım.

Diğer bir konuyu, yine, özellikle sayın bakanları burada bulmuşken ifade etmek istiyorum.

Değerli arkadaşlarım, Bakanlar Kurulu toplanıyor, özellikle esnaf yürüyüşlerinden sonra Bakanlar Kurulu toplanıyor ve Bakanlar Kurulu toplantısı sonrası, hükümet sözcüsü basının önüne geçip, bu esnaf kredi faizlerinin yüzde 55 olarak ödeneceğini ilan ediyor. Şimdi, günlerden beri, Anadolu'dan, şehirlerden, kasabalardan esnaf vatandaşlar telefon ediyor, faks çekiyorlar. Esnaf kefalet kooperatifi marifetiyle kullanmış oldukları bu kredilerin faizlerinin ödenmesine gelindiğinde, yüzde 55 ile değil, yüzde 95, yüzde 97 ile tahsil edildiğini şikâyet olarak bizlere iletiyorlar. Şimdi, vatandaş, oradan telefonla veya göndermiş olduğu faksla soruyor: "Ben, hükümetimin aldığı karara inanmayacağım da, kime inanacağım?! Ben, Türkiye Cumhuriyeti Hükümetinin sözcüsü bir sayın bakanın basının önüne çıkıp söylemiş olduğu, taahhüt ettiği, vaat ettiği kredi faizinin yüzde 55 olarak ödeneceğine inandım, gittim Halk Bankasına 'istersen öde, istersen ödeme; yarın daha fazla faizle alırız' dediler ve faizini yüzde 95'ten hesap edip, ödemek zorunda kaldım. Ben kime güveneceğim" diyor. Ben de, buradan, Sayın Bakanlara şunu soruyorum: Bu kararın -bu, temenni kararı olsun, yazılı olsun, sözlü olsun;  Bakanlar Kurulunda böyle bir karar alındıysa- arkasında durmak, Bakan için bir onurdur. Eğer bunun aksi yapılıyorsa, vatandaş, elbette, siyasetçiye de, hükümete de, bakana da inanmaz. O nedenle, bu meselenin acilen çözümünde fayda gördüğümüzü de ifade etmek istiyorum.

Değerli milletvekilleri, bugün, özellikle pamuk ekiminin yapıldığı alanlarda, süratle, tarlaların ekime hazırlanması çalışmaları yapılıyor. İktidar milletvekilleri, muhalefet milletvekilleri olarak hepiniz biliyorsunuz; bu sene gübrenin temininde büyük güçlük çekildi. Bu sorumluluk Tarım ve Köyişleri Bakanınındır, onundur, bunundur; ama, neticede, hükümetin bir sorumluluğudur. Mazot fiyatları 650 000 lirayı geçmiş. Tarım girdilerinin fiyatları bu sene fevkalade yüksek. Vatandaş, bu şartlar altında, özellikle, tarım yapamadığı gibi, pamuk ekiminde de, 2001-2002 sezonunda büyük düşüş görülecektir; ama, ülke ihtiyacı dikkate alındığında, bunun bedelini, biz, ülke olarak, millet olarak, çok acı ödeyeceğiz. Taahhüdünüz var; "kilo başına 9 sent ödeyeceğiz" dediniz pamuk üreticisine. Ekimin yapılacağı aya girildiği şu günlerde, hükümetten -parasını da ayırdık, demiştiniz- pamuk üreticisine, 9 sent, bu primlerin ödenmesini ve bunun hızlandırılmasını özellikle istiyoruz.

ALİ ŞEVKİ EREK (Tokat) - Pancar parasını da versinler.

ALİ RIZA GÖNÜL (Devamla) - Çünkü, bu ekonomik şartlar altında esnafıyla, çiftçisiyle, memuruyla, emeklisiyle insanların, yaşam gücünü artık kaybetmeye başladığı, bedbin ve bitkin olduğu her haliyle görülmektedir. O nedenle, Yüce Heyetinize arz ettiğim bu üç konuda hükümetin ilgisini ve duyarlılığını özellikle istirham ediyorum.

Yüce Heyetinize saygılar sunuyorum. (DYP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN - Teşekkür ederiz Sayın Gönül.

Başka söz isteği?.. Yok.

Önerileri ayrı ayrı okutup, oylarınıza sunacağım:

Öneriler:

1- Gündemin "Kanun Tasarı ve Teklifleriyle Komisyonlardan Gelen Diğer İşler" kısmının 252 nci sırasında yer alan 664 sıra sayılı kanun tasarısının bu kısmın 5 inci sırasına, 5 inci sırasında yer alan 413 sıra sayılı kanun tasarısının 6 ncı sırasına, 24 üncü sırasında yer alan 104 sıra sayılı kanun tasarısının 7 nci sırasına, 7 nci sırasında yer alan 205 sıra sayılı kanun tasarısının 8 inci sırasına, 6 ncı sırasında yer alan 89 sıra sayılı kanun tasarısının 9 uncu sırasına, 11 inci sırasında yer alan 593 sıra sayılı kanun tasarısının 10 uncu sırasına, 10 uncu sırasında yer alan 599 sıra sayılı kanun tasarısının 11 inci sırasına, 97 nci sırasında yer alan 348 sıra sayılı kanun tasarısının 12 nci sırasına, 240 ıncı sırasında yer alan 635 sıra sayılı kanun tasarısının 13 üncü sırasına, 229 uncu sırasında yer alan 619 sıra sayılı kanun tasarısının 14 üncü sırasına, 213 üncü sırasında yer alan 602 sıra sayılı kanun tasarısının 15 inci sırasına alınması önerilmiştir.

BAŞKAN - Birinci öneriyi oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler... Etmeyenler... Birinci öneri kabul edilmiştir.

İkinci öneriyi okutuyorum:

2- Genel Kurulun; 1 Mayıs 2001 Salı günü 15.00-20.00, 2 Mayıs 2001 Çarşamba ve 3 Mayıs 2001 Perşembe günleri 14.00-20.00 saatleri arasında çalışması; 1 Mayıs 2001 Salı günü (11/12) esas numaralı gensoru önergesinin görüşmelerinin tamamlanmasından sonra kanun tasarı ve tekliflerinin görüşülmesi, 1 Mayıs 2001 Salı ve 2 Mayıs 2001 Çarşamba günü sözlü soruların görüşülmemesi; 1 Mayıs 2001 Salı günü gündemin 7 nci sırasına, 2 Mayıs 2001 Çarşamba günü de 639 sıra sayılı kanun tasarısının görüşmelerinin tamamlanmasına kadar çalışma süresinin uzatılması önerilmiştir.

BAŞKAN - İkinci öneriyi oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler... Etmeyenler... İkinci öneri de kabul edilmiştir.

Sayın milletvekilleri, alınan karar gereğince, gündemin "Özel Gündemde Yer Alacak İşler" kısmına geçiyoruz.

Doğru Yol Partisi Grubu adına Grup Başkanvekilleri Sakarya Milletvekili Nevzat Ercan, Aydın Milletvekili Ali Rıza Gönül ve İçel Milletvekili Turhan Güven'in, ülke ekonomisinde krize ve tahribata yol açarak esnaf ve sanatkârı tarihî bir çöküşe ve halkı fakirleşmeye sürüklediği iddiasıyla Başbakan Bülent Ecevit hakkındaki (11/12) esas numaralı gensoru önergesinin gündeme alınıp alınmayacağı hususundaki görüşmelere başlıyoruz.

V.- GENSORU, GENEL GÖRÜŞME, MECLİS SORUŞTURMASI VE

MECLİS ARAŞTIRMASI

A) Görüşmeler

1.- Doğru Yol Partisi Grubu adına, Grup Başkanvekilleri Sakarya Milletvekili Nevzat Ercan, Aydın Milletvekili Ali Rıza Gönül ve İçel Milletvekili  Turhan Güven'in, ülke ekonomisinde krize ve tahribata yol açarak esnaf ve sanatkârı tarihî bir çöküşe ve halkı fakirleşmeye sürüklediği iddia-sıyla Başbakan Bülent Ecevit hakkında gensoru açılmasına ilişkin önergesi (11/12)

BAŞKAN - Hükümet?.. Hazır.

Önerge daha önce okunduğu için tekrar okutmuyorum.

Sayın milletvekilleri, Anayasanın 99 uncu maddesine göre, bu görüşmede, önerge sahiplerinden bir üyeye, siyasî parti grupları adına birer milletvekiline ve Bakanlar Kurulu adına Başbakan veya bir bakana söz verilecektir.

Konuşma süreleri; önerge sahipleri için 10, gruplar ve hükümet için 20'şer dakikadır.

Şimdi, söz alan sayın üyelerin isimlerini okuyorum: Önerge sahibi sıfatıyla İzmir Milletvekili Ufuk Söylemez...

ALİ RIZA GÖNÜL (Aydın) - Sayın Başkan, bir konuyu özellikle arz etmek istiyorum. Sanıyorum, grup adına da ilk sırada Doğru Yol Partisi olarak biz varız...

BAŞKAN - Süreyi birleştirerek mi kullanacaksınız?

ALİ RIZA GÖNÜL (Aydın) - Evet efendim, birleştirerek...

BAŞKAN - Peki, yarım saatlik süresini veriyorum efendim.

Buyurun. (DYP sıralarından alkışlar)

Sayın Söylemez, önerge sahibi ve Doğru Yol Partisi Grubu adına, 30 dakikalık sürenizi başlatıyorum.

DYP GRUBU ADINA H. UFUK SÖYLEMEZ (İzmir) - Teşekkür ederim efendim.

Sayın Başkan, Yüce Meclisin saygıdeğer üyeleri; ülke ekonomisinde krize ve tahribata yol açarak, esnaf ve sanatkârları tarihî bir çöküşe ve halkı fakirleşmeye sürüklediği gerekçesiyle, Doğru Yol Partisi Grup Başkanvekilleri tarafından hükümet aleyhine verilen  gensoru önergesi hakkında söz almış bulunuyorum. Konuşmamın başında, Sayın Başkanı ve Yüce Heyetinizi en derin saygılarımla selamlıyorum efendim.

Sayın Başkan, saygıdeğer milletvekilleri; hepinizin malumları olduğu üzere, önce Kasım 2000, bilahara Şubat 2001 tarihlerinde üst üste birer tsunami dalgası gibi gelen iki büyük krizin üzerinden aylar geçmiş; ancak, esnaf, çiftçi, çalışan kesimler, küçük işletmeler, emekliler, ekonomideki yangını söndürebilecek, piyasalardaki tıkanıklığı aşabilecek, acil müdahale imkânı verebilecek hiçbir düzenleme ve tedbirin alınmadığını görmenin üzüntüsü içindeyiz. Bugün, hem finans sektörü ve bankacılık sektörü hem de reel sektör, gerçek anlamda bir çıkmaz sokağa itilmiş ve Türkiye cumhuriyet tarihinin en ağır ekonomik kriziyle, maalesef karşı karşıya bırakılmıştır.

Değerli milletvekilleri, üretemeyen, satamayan, borcunu ödeyemeyen, çekini senedini ödeyemeyen, yatırım yapamayan, istihdam yaratamayan, gelir düzeyi sürekli düşen bir ekonomide alım gücü yok olan, yoksullaşan geniş halk kitleleri ve bunlar içinde de en ağır tahribatı ve en ağır sıkıntıyı üstlenmek zorunda bırakılan, sayıları 4 milyonu aşan esnaf ve sanatkârımız... Gerçekten, son yılların bu yanlış politikalarından en ağır etkilenen kesim, bu esnaf ve sanatkâr kesimi olmuş; sadece son birbuçuk yılda 378 000 esnaf kepengini indirmiş ve Esnaf ve Sanatkârlar Konfederasyonu verilerine göre ise, 159 000 esnaf da TESK'teki kayıtlarını silmek zorunda kalmıştır. Gerçekten de, kendi mütevazı imkânlarıyla üreten, istihdam yaratan, vergi ödeyen, borcuna sadık, vatanını, milletini, devletini her şeyin üzerinde tutan bu sağduyulu büyük kitle, bugün krizi en şiddetle yaşayan, savunmasız ve sahipsiz bir hale getirilmiştir.

Değerli milletvekilleri, eğer bir toplumda, hem ekonominin hem toplumun moral değerlerinin temel taşı niteliğinde olan esnaf ve sanatkârlar tükenme noktasına getirilirse, eğer bu kesimin haklı talepleri ve feryatları gözardı edilirse, esnaf ve sanatkâr tasfiye noktasına getirilerek tasfiye edilmek istenirse, işte o zaman, ne ekonomik istikrardan ne de toplumsal barış, sosyal barış ve huzurdan bahsetmek mümkündür.

SSK, Bağ-Kur prim borçlarını ödeyemeyen, siftah dahi yapamayan, çek-senet borçları yüzünden icralık hale gelen, Halkbanktan kullandığı kısıtlı kredilerin yerine yenisini kullanamayan, yüksek temerrüt faizleri karşısında takip ve icrayla karşı karşıya kalan esnaf ve sanatkârımızın artık takatı ve dayanma gücü kalmamıştır.

Haksız rekabetle uluslararası ve yerli tekellerin, hiper ve grossmarketlerin yıkıcı rekabeti karşısında savunmasız bırakılan esnaf ve sanatkârımız, öte yandan, üretim ve ticaret sektöründen bir türlü çekilemeyen, özelleşmesini yapamayan devletin de haksız rekabeti altında tam bir kıskaca alınmış vaziyettedir.

Ekmek kapısı olan dükkânlarını kapatarak, kepengini indirerek, hak aramak için demokratik yollardan meydanlara inmek zorunda bırakılan esnaf ve sanatkârımızın bugün içine sokulduğu bu durumu hiç de hak etmediğini belirtmek isterim. (DYP sıralarından alkışlar)

Bugün, Türkiye'nin hemen her yerinde binlerce, onbinlerce, yüzbinlerce esnaf ve sanatkârımız, ekonomik krizi ve politikaları, hükümetin ekonomik politikalarını, fakirleşmeyi, ekonomik çöküntüyü protesto etmek amacıyla, demokratik hukuk devletinin kendilerine verdiği en tabiî anayasal haklarını kullanmak üzere, cumhuriyet tarihinde ilk kez sokaklara dökülmüşler ve hükümeti istifaya davet etmişlerdir; ama, hükümet, birkaç provokatörün yaptıklarını fırsat bilerek, esnaf ve sanatkârımıza karşı son derece tahammülsüz davranmış, onların en tabiî anayasal haklarını dahi, toplantı ve gösteri yürüyüşlerini dahi yasaklayarak, bu sıkıntıları görmezden gelmiştir. (DYP sıralarından alkışlar)

Her zaman toplumsal barıştan, beraberlikten, ortak değerlerden yana olan, vefakâr, çalışkan, namuslu ve sağduyulu bir büyük kitle olan esnaf ve sanatkârımız, bugün, sıkıntılıdır ve infial halindedir; maddî olarak tükenme noktasına gelmiş, manevî olarak, moralini ve teşebbüs gücünü yitirmek üzeredir.

Siftah yapamayan, şehir içinde açılan dev marketlerle rekabet edemeyen; kazanmadığı halde vergi ödemek, peşin vergi ve hayat standardı altında sıkıntıya sokulmak zorunda bırakılan; Halk Bankasından kredi alamayan, aldığı kredileri yenileyemeyen; Bağ-Kur, SSK primlerindeki artışları karşılayamayan; çekini, senedini ödeyemeyen; dükkânına, rafına giren malın yerine yenisini koyamayan esnaf ve sanatkârımızı bu hale getiren, onları yok sayan, onların sokağa çıkmalarına sebebiyet veren, alım gücünü yok eden, hatalı ekonomik politikalarla, çöken istikrar programıyla Türkiye'yi ekonomide küme düşüren, esnaf ve sanatkârı böylece tükenme noktasına getiren bu iktidar hakkında gensoru verilmesi, esnaf ve sanatkârımız ve milletimiz adına kaçınılmaz hale gelmiştir ve Doğru Yol Partisi de, artık kimsenin güvenmediği bu siyasal iktidara bu gensoruyu vererek, en demokratik denetim hakkını kullanmaktadır. (DYP sıralarından alkışlar)

İç ve dış piyasalarda kredibilitesi kaybolan, milletin nazarında inandırıcılığı ve itibarı kalmayan, ekonomiyi çökerten, halkı fakirleştiren, Türkiye'yi ekonomide fakir Afrika ülkelerinin düzeyine düşüren bu iktidara, artık kim inansın, niye inansın, neden inansın. Aynı, çiftçiler, esnaflar, çalışanlar, KOBİ'ler, tüm milletimiz gibi, biz de inanmıyoruz, biz de artık güvenmiyoruz.

Doğru Yol Partisi iktidarları döneminde, esnaf ve sanatkârlarımızın, ekonominin omurgası olduğunun, üretim yapan, risk alan, vergi ödeyen, istihdam yaratan bir büyük sağduyulu kitle olduğunun farkında olan bizler, DYP'nin iktidarda olduğu koalisyonlar döneminde, bu büyük kitleyi, her şart altında kayıtsız ve şartsız desteklemeyi, ülke ekonomisine de, ülke huzur ve barışına da en büyük katkı olarak gördük, bundan sonra da böyle görmeye devam edeceğiz.

Bir yandan 800'ü aşkın esnaf ve sanatkârlar kefalet kooperatifinin ve 29 adet esnaf ve sanatkârlar bölge birliğinin oluşturduğu Esnaf ve Sanatkârlar Merkez Birliğiyle, diğer yandan sayıları 4 milyonu aşan esnafımızın örgütlendiği Türkiye Esnaf ve Sanatkârlar Konfederasyonuyla, esnafımızın meseleleri konusunda, her zaman, yakın işbirliği ve dostluk ilişkisi içerisinde olduk. Esnaf vefalıdır; kendisine yapılan desteği de kendisine yapılan her türlü arka çıkışı da hiçbir zaman unutmaz; çünkü, esnaf, bu anlamda, toplumsal değerlerin de savunucusudur.

Değerli milletvekilleri, Türkiye'de, ihmal edilen, unutulan esnaf ve sanatkârımıza, özellikle, 1993-1997 yılları arasında, cumhuriyet tarihinin en büyük kredi desteğini vermenin haklı gururu içerisindeyiz. Bu krediler, gerçek anlamda, esnaf ve sanatkârın Halk Bankasından kullandığı kredilerdir ve sayıları yüzbinlerle ifade edilen büyük bir kitleye kullandırılmıştır. Bu kredilerde, sadece, kredi kullandırmakla kalmadık, gümrük birliği sonrası, esnaf ve sanatkârları, küçük ve orta boylu işletmeleri desteklemek amacıyla, Sayın Çiller'in talimatlarıyla, esnaf ve sanatkârın temsilcisi TESK Genel Sekreterini Halk Bankası yönetimine aldık; yetmedi, küçük ve orta boylu işletmeleri temsilen de, Türkiye Odalar ve Borsalar Birliğinin bir temsilcisini de Halk Bankası yönetimine alarak bir yönetim özelleşmesi modelini başlattık. Amacımız, ikinci aşamada, Halk Bankasının hissedar yapısını değiştirmek, başta Halk Bankasının çalışanları olmak üzere, esnaf ve sanatkârı, küçük ve orta boylu işletmeleri, bunların üst örgütlerini, Dünya Halk Bankaları Birliğini ve nihayet halkımızı da, yapılacak bir halka arzla, geniş bir tabanda, Halk Bankasının özelleştirilmesinde birleştirmek olacaktı; ancak, bugün Halk Bankasına yapılanlar, bir özelleştirme değil, iki üç bankanın bir araya getirilerek tarıma ve esnafa verilen tüm desteğin ortadan kaybedildiği, âdeta, bir aşureye, bir çorbaya dönüştürüldüğü çok yanlış ve sakıncalı bir modeldir. Bu model yanlıştır, bu model hatalıdır. (DYP sıralarından alkışlar) Mantık doğrudur; elbette, Halk Bankasında, esnaf ve KOBİ'lere finansman sağlayacak, onların, yönetiminde etkin olduğu, pay sahibi olduğu, geniş tabana yayılmış bir sermaye ortaklığının hayata geçirilmesi doğrudur; ama, yapılmak istenen bu değildir.

İzin verirseniz, size, Halk Bankasında esnaf ve sanatkârın kullandığı kredilerdeki artış oranlarını gösteren bir grafik göstermek istiyorum:

Bu grafikte, Halk Bankasından esnaf ve sanatkârlarımıza son on yılda kullandırılan kredilerin yıllık artış oranlarını görebilirsiniz. Görüleceği üzere, 1993-1997 yılları arasında, cumhuriyet tarihinin en büyük kredi ve plasman artışları, Halk Bankasında esnafa verilmiştir. 1992-1993 yıllarında 300 000 civarında olan bu krediden faydalanan esnaf sayısı, aradan geçen üçbuçuk sene içerisinde 750 000'e çıkmıştır.

ALİ RIZA GÖNÜL (Aydın) - Doğru Yol Partisi döneminde.

H. UFUK SÖYLEMEZ (Devamla) - 2 trilyon lira olan rakamlar 150 trilyona çıkmıştır. Rakam yetersizdir; ama, artış oranları reeldir, enflasyonun da, devalüasyonun da üzerindedir; Doğru Yol Partisi, esnaf ve sanatkârı böyle desteklemiştir. (DYP sıralarından alkışlar)

Nitekim, 1997 Haziranından itibaren, DYP-Refah Koalisyonu iktidardan ayrıldıktan sonra, esnaf ve sanatkâra kullandırılan krediler ortalama yüzde 48-yüzde 50'lere inmiş ve maalesef, esnaf ve sanatkâr, enflasyonun da devalüasyonun da altında, hak etmediği bir kredi artışıyla karşı karşıya kalmıştır. İşte, onları sokağa indiren, onları canları pahasına gösteri yapmaya kadar iten ve kepenk kapattırıp, ekmek teknesini kapattırıp sokaklarda yürüyüş yapmalarına sebep olan tablonun görüntüsü grafiklere bu şekilde yansımaktadır.

Değerli milletvekilleri, esnaf ve sanatkâra kullandırılan kredilerin enflasyonun sebebi olduğu, görev zararları yüzünden Türkiye'nin ekonomik krize girdiği biçiminde, bana göre eksik ve yanlış bilgiye dayanılan, haksız bir kampanya yürütülmektedir. Halk Bankasından esnaf ve sanatkârın 2000 yılı sonu itibariyle kullandığı kredi miktarı 450 trilyonun altındadır. Bugün ise, bu rakam, yapılan tahsilatın yeniden verilmemesi nedeniyle bunun da altındadır. Bu 450 trilyon lira rakamı, batan veya batma noktasına getirilen 13 bankadan herhangi birinin risk ve zararlarından daha azdır. (DYP sıralarından alkışlar) Yani, bir Egebankın, bir İktisat Bankasının risk ve zararları, 1 milyon esnafın bugün kullandığı 400-450 trilyonluk kredinin neredeyse tamamına eşittir. Dolayısıyla, esnaf ve sanatkâra kullandırılan kredileri bir zarar, bir enflasyon sebebi gibi görmek, Türk ekonomisini, Türk esnaf ve sanatkârını hiç anlamamak, hiç anlayamamak demektir. (DYP sıralarından alkışlar)

Halk Bankasının görev zararları, özellikle son dört senede Halk Bankasına Hazineden gerekli desteğin sağlanmaması, yeterli sermaye desteğinin sağlanmaması, yaşanan krizler ve yanlış politikalarla yüzde 1 000'lerle, yüzde 7 500'lerle piyasa koşullarında borçlanmak zorunda kalması yüzünden artmıştır; yoksa, bizim 200 trilyonla devrettiğimiz Halk Bankasının görev zararlarının dört sene içinde 6,5 katrilyona çıkması imkânsızdır, mümkün değildir değerli arkadaşlarım.

Şimdi, size, Halk Bankasının görev zararlarının seyrini gösteren bir grafik göstermek istiyorum; Halk Bankasının esnaf kredilerindeki gelir kaybı ve görev zararlarına ilişkin iki tablo:

Tablo, ekonomiden, bankacılıktan anlamaya gerek duyulmayacak kadar açık ve sarihtir. Bu rakam, 200 trilyondur 1997'de; bu rakam, yönetilebilir bir rakamdır; bu rakam, idare edilebilir, bütçeye konulabilir ve karşılığı Hazinede gösterilir bir rakamdır. 1997'nin Haziranında 340 trilyona çıkmış, dört sene içinde 6,5 katrilyona çıkmıştır; bunun hiçbir haklı gerekçesi yoktur değerli arkadaşlarım. (DYP sıralarından alkışlar) Bu rakamın bu noktaya çıkması, yüzde 1 000'lere varan, yüzde 7 500'lere varan faizlerdir. Dolar bazında da, bugün 6,5 milyar dolar olan hadisenin, o gün 500 milyon doların altında olduğunu söyleyebilirim. Hepsinin rakamlarını, dileyen değerli milletvekillerine, ister dolar bazında, ister grafik bazında takdim etmeye hazırım konuşmamdan sonra.

Değerli milletvekilleri, esnaf ve sanatkârın meselesini Türkiye'nin ekonomik meselesinden ayırmak elbette mümkün değildir. Bugün, Türkiye, üretemeyen, satamayan, buna rağmen fiyat artışlarını kontrol edemeyen, hayat pahalılığını kontrol edemeyen, fiyatlar genel seviyesi yükselirken durgunluğun olduğu bir süreç yaşıyor; buna ekonomi dilinde, stagflasyon derler. Üretemiyorsunuz, satamıyorsunuz, buna rağmen fiyat artışlarını da önleyemiyorsunuz. İşte, nisan enflasyonu geliyor; göreceğiz ki, çift haneye çıkacaktır. 2001'de enflasyonu yüzde 10'a indireceğiz diyenler, 2001'in sadece bir ayında, nisan ayında enflasyonu yüzde 10'a çıkarmış olacaklardır. İşte bu, programın da, politikaların da, bir siyasal heyetin iflasının da tam anlamıyla tercümesidir. (DYP sıralarından alkışlar)

Değerli milletvekilleri, en iyi programı yapsanız, en düzgün teknisyenleri getirseniz, en doğru hesapları yapsanız dahi, eğer, itibarı, inandırıcılığı, güvenilirliği kalmamış, yani, ekonomi dilinde kredibilitesi kalmamış bir hükümetle bunları yapmaya kalkarsanız, başarılı olma şansınız son derece azdır. (DYP sıralarından alkışlar)

Kredibilite çok önemlidir. Amerikan Hazine Bakanı O'Neil'in sözleri, hepimizin içini burkmuştur. Amerikan Hazine Bakanı O'Neil, iki gün önce The New York Tımes'te yayımlanan makalede ne diyor: "Türkiye'ye yardım yapacağız -yardım diyor; kredi demiyor- bu yardımı yaparken, Amerikalı marangozların, muslukçuların paralarını, yanlış ekonomik politikalara bir daha vermek istemiyoruz, ayağınızı denk alın" diyor. Bu, ulusal gururumuzu rencide eden, Türkiye'yi hiç hak etmediği bir noktaya sokan yanlış yönetimin, yanlış siyasal anlayışın, yanlış ekonomik politikaların, Türk Milletine hak etmeden dayattığı kötü bir faturadır; biz, bunu reddediyoruz. (DYP sıralarından "Bravo" sesleri, alkışlar)

Değerli milletvekilleri, bugün, Türkiye'de yeniden bir bayram havası yaratılıyor. Türkiye, 10 milyar dolar daha -kredi değil- yardım alıyor. Türkiye gitmiş, Yunanistan'ın, Fransa'nın önünde diz çökmüş, yardım arıyor... "Kredi" demiyorlar; bakın "yardım" diyorlar!.. Elimde uluslararası kredi kuruluşlarının raporları var. Ben, şimdi, size bir rakam vereceğim: Türkiye'de dış borç stokunun takibi, biliyorsunuz, 1983 yılından sonra yapılmaya başlamıştır. 1983 yılından itibaren Türkiye, Hazine tarafından dış borç stoklarını takibe başlamıştır. Dışborç stoklarının takip edildiği geçen on beş yılda, 1997'ye kadar Türkiye'nin kamu dış borcu, yani kamunun direkt olarak aldığı veya kamunun hazine garantisi verdiği dış borçların toplamı, hiçbir zaman 50 milyar doları aşmamıştır; yani, 1985'ten 1997'ye kadar toplam kamu dış borcu 50 milyar dolardır. Bugün, alınacak bu krediyle beraber, son bir senede 75 milyar dolara çıkacaktır; yani, 17 senede 50 milyar dolar, 3 sene içerisinde 25 milyar dolar!..

Peki, bu para nereye gitmiştir; bununla fabrika mı yapıldı, yol mu yapıldı, ihracata destek mi verildi; hayır; bu para, yüzde 7 500 faizlerle, gecelik devalüasyonlarla Türkiye'den kaçan paranın yerine ikame edilmek için gelmektedir. Yılbaşında 28 milyar dolar olan Türkiye'nin döviz rezervleri -Merkez Bankasının döviz rezervleri- bugün 18 milyar dolara inmiştir. 28 milyar dolarlık bir rezervle kendi ekonomisini krize sokup, 10 milyar dolar, üzerine bir 10 milyar dolar daha borç alan başka bir ülke ekonomisi ve başka bir siyasal iktidar dünyada yoktur.

Bugün, borsadaki çıkışa da sevinmektedirler. Borsadaki çıkışın sağlıklı olması elbette hepimizi sevindirir, kalıcı, sıcak para olmayan paranın, spekülatif olmayan paranın borsaya yatırım diye gelmesi elbette bizleri memnun eder; ama, bugün, borsaya gelen paranın, bilin ki, kuruluş değerlerinin dahi altına düşen pırıl pırıl şirketleri -Türk şirketlerini- tam anlamıyla bedavaya, ucuza kapatmaktan, âdeta batan geminin malını almaktan farkı yoktur. Türkiye, bu 10 milyar doları aldım diye veya borsa 2 puan yükseldi diye sevinmek yerine, bunu enine boyuna düşünse çok daha iyi eder diye düşünüyoruz değerli milletvekilleri.

Bugün 1 Mayıs; işçiler meydanlardaydı, tüm işçilerin ve çalışanların 1 Mayıs bayramlarını biz de kutluyoruz; ancak, bugün elimize geçen, Türk-İşin, işçilerin ve Türk insanının geçim şartlarına, yaşam şartlarına ilişkin aylık istatistikleri hepimizin içini burkmuştur.

Değerli milletvekilleri, Türk-İşin Nisan 2001 raporunda, 4 kişilik bir ailenin zorunlu aylık gıda harcaması 206 milyon lira; yine, 4 kişilik bir ailenin insanca yaşamak için gerekli olan asgarî harcama tutarı 628 milyon lira. Bir tanesi açlık sınırı, 206 milyon; bir tanesi de yoksulluk sınırı kabul ediliyor dünyada, o da 628 milyon. Türkiye, işte böyle bir tabloyla bugün 1 Mayısa giriyor, böyle bir tabloyla 18 inci stand-by'ını yapmak için yine pembe tablolar uyguluyor.

Değerli milletvekilleri, Sayın Derviş'in açıkladığı, hükümetin de desteklediği ekonomik programda elbette doğru ve haklı bazı tespitler var; örneğin, Merkez Bankası Kanununun çıkması ve özerkleşmesi, daha fazla özerkleşmesi; örneğin, ihale yasasının bir an önce çıkması, şeffaf ihale döneminin başlaması gibi; ama, çok temel eksikler ve yanlışlar da var. Sayın Derviş'in programında enflasyon hedefi -TEFE- yüzde 57,6 gözüküyor.

Değerli milletvekilleri, yüzde 57,6, kabaca yüzde 60'tır. Türkiye'nin son yirmi yirmibeş yılında enflasyonun zaten yüzde 60 dolayında olduğunu hepimiz biliyoruz. Bunun anlamı, yüzde 60 enflasyon hedefi koyan bir hükümetin, Türkiye'de üç dört yıldan beri kemer sıktıran, fakirleştiren, insanlardan fedakârlık isteyen, "enflasyonla mücadele ediyoruz" diye Türkiye'yi cendereye sokan, küme düşüren bu politikalarına rağmen, enflasyonla mücadele hedefinden vazgeçmesi demektir. Türkiye, bunca sıkıntının, fedakârlığın, yoksullaşmanın ardından, enflasyonla mücadele hedefini bir kenara koyamaz, alınan bunca parayı çarçur edip israfa kadar gidemez. Türkiye, 17 yılda 50 milyar dolar dış borç alacak; siz, gelip, iki ayda bunun 20 milyar dolarını israf edeceksiniz, sonra da "ben enflasyonla mücadeleden vazgeçtim" diyeceksiniz; buna, kimsenin hakkı yok, buna, elbette, ne bu hükümetin ne de başka bir hükümetin hakkı yok diye düşünüyoruz. (DYP sıralarından alkışlar)

Değerli milletvekilleri, Türkiye, önce 1998 yılında IMF'yle yakın izleme anlaşması imzaladı -Staff Monıtoring Program- fiyaskoyla sonuçlandı; ardından, 1999 yılında büyük iddialarla, yanlış, içerisinde insan olmayan, kura baskı yapan, bütün ikazlarımıza rağmen düzeltilmeyen -revize edilmeyen- bir ekonomik programla tarihî çöküşe gitti, bugün, 18 inci stand-by için Amerika'da; Amerika da diyor ki "size kredi değil, yardım ederiz; bir daha da yapmayız, ayağınızı denk alın." Türkiye, dış dünyayla, uluslararası kredi kuruluşlarıyla, elbette, seviyeli, onurlu ve ülkenin çıkarlarını gözeten diyalog ve ilişkilerini sürdürecektir ve sürdürmelidir; ama, Türkiye, hiçbir zaman, bugünkü gibi, yabancı dünyanın önünde çaresiz ve ne yapacağını bilemeden diz çökmemişti. Türkiye'ye bunu yaşatmaya kimsenin hakkı yoktu; bana göre, bu tükenmiş iktidarın da hiç hakkı yok; içler acısı bu iktidarın, Türkiye'ye verebileceği hiçbir şey yok. (DYP sıralarından alkışlar)

Bakınız, elimizde, yabancı yatırım bankalarının, Türkiye'ye kredi veren firmaların ve denetim şirketlerinin raporları var; JP Morgan, yüzde 86 enflasyondan bahsediyor; Merill Lynch "minimum yüzde 75 olur; ama, bugün olduğu gibi para basarsanız, bu, yüzde 100'e çıkar" diyor.

Değerli milletvekilleri, kamu bankalarına görev zararları karşılığı verilen 14 katrilyon liranın 13 katrilyonu, bugün, Merkez Bankasından repo yapılmaktadır; bu, para basmanın dolaylı yöntemidir; bunun riski ise, hiper enflasyondur. Şimdi, siz, Merkez Bankasını, kendi borçlanmanızda para basma makinesi olarak kullanırsanız, görev zararlarını ortadan kaldıracağım derken, çok daha büyük risklerle karşılaşırsanız, Türkiye'de tarımı tasfiye etmeye, Türkiye'de esnaf ve sanatkârı tasfiye etmeye sakın kalkışmayın; bunun sosyo ekonomik sonuçlarını bir kez daha düşünün diyoruz. (DYP sıralarından alkışlar)

Türkiye, enflasyonunu artıran, üretimini ve ticaretini artıramayan, piyasaların durduğu, çek-senet sirkülasyonunun kilitlendiği, itimadın piyasalarda kaybolduğu, bankacılık sektörünün kredi vermediği, verdiği kredileri geri alamadığı bir büyük malî sabıkalılar ordusunun yaratıldığı bir dönem yaşıyor. Çek ve senetleri ödenemeyen, çek ve senetleri karşılıksız çıkan ve protesto olan yüzlerce ticaret erbabı, yatırımcı, esnaf ve sanatkâr, bugün, bizden bir şey bekliyor. Biz, Doğru Yol Partisi olarak, bu kürsüden, milletin kürsüsünden, hükümete ve Millet Meclisine bir çağrıda bulunmak istiyoruz: Ekonomik kriz ve hatalı politikalar, esnafın, ticaret erbabının, sanayicinin günahı değildi. Ekonomik kriz ve hatalı ekonomik politikalarla ülkeyi çıkmaz sokağa sürükleyen, ekonomide Türkiye'yi küme düşüren bu iktidarın milletten bir özür borcu vardır. Bunlardan birincisi ise, çeklerini ödeyemeyip çek ödeme yasağına giren, karşılıksız çek nedeniyle ticarî itibarı sarsılan, protesto olmuş senetleri nedeniyle bankalardan kredi alamayan ticaret erbabına, esnaf-sanatkâra, sanayiciye bir malî sicil affı getirilmelidir; çek ödeme yasakları kaldırılmalı, protesto kayıtları silinmelidir; bunlara, yeniden, ödemeleri, ticarete başlamaları için -piyasaların açılması için- yeni bir şans verilmelidir. (DYP sıralarından alkışlar) Biz, Doğru Yol Partisi olarak, bu kürsüden söz veriyoruz ki; eğer bunu siz yapmazsanız, biz gelip, Doğru Yol Partisi olarak biz yapacağız. (DYP sıralarından "Bravo" sesleri, alkışlar)

Bugün, Türkiye'nin içborç stoku 51 katrilyondur değerli arkadaşlarım. 1997 Haziran ayında 4,2 katrilyonla devrettiğimiz içborçlanma dört sene içinde 51 katrilyona nasıl çıkmıştır?!. Nasıl bir hesapsız borçlanmadır bu?!. Nasıl olur da siz, bütün bu yanlışları, son on yıla, son yirmi yıla, tüm Meclise, tüm Parlamentoya fatura edersiniz?!.

"15 günde 15 yasa çıkmazsa kriz düzelmez" diyenlere şunu söylemek istiyorum: Eğer, kamu yönetimi zaaf içindeyse, kamu açıklarınız çoksa, bürokrasiniz hantalsa, çok yasa çıkmaya başlar; ama, çok yasa çıkması, keşke, krizi ve enflasyonu önlemeye yetseydi. Bu Meclis, ülke yararına olan her kanunu çıkarmakta bir gün gecikmemiştir. Biz de, Doğru Yol Partisi olarak, demokratik ve pozitif muhalefet anlayışıyla, özelleştirmede, tahkimde, geçen gün çıkardığımız Merkez Bankası Kanununda, her zaman yapıcı katkılarımızla ve oylarımızla destek verdik; ülke yararına, millî ekonomi yararına, millet yararına olacak konularda, muhalefet olma anlayışımızı bu yönde kullandık. Meclisin günahı yoktur; Meclise gelen yasalar, bazen de yeterince iyi tartışılmadan, yeterince üzerinde uzlaşılmadan, alelacele çıkarılmaktadır; ama, inanın, çok sayıda çıkmaktadır, fazlasıyla çıkmaktadır.

Enflasyon da, kriz de, yanlış ekonomik politikalardan çıkmıştır. Türkiye'de, ekonomik krizi onbeş-yirmi yıla yaymak, yaşanan ekonomik politikalardan pay almamak, işi sadece işi bırakıp kaçan birkaç bürokratın sırtına yüklemek, siyasal iktidarın bu sorumluluğunu, hukuken de, vicdanen de, ahlaken de ortadan kaldırmaz. (DYP sıralarından alkışlar)

Değerli milletvekilleri, Türkiye, siyasetinde de demokratikleşmeyi, demokraside de hoşgörüyü mutlaka sağlamak zorundadır. Biz, Doğru Yol Partisi olarak, geçmiş dönemlerde yaşanan birtakım yanlışların, hukukun siyasallaşmasının peşinde hiç olmadık, özellikle bu Parlamento döneminde, hukuku siyasallaştıracak, siyasî husumeti Parlamentoya taşıyacak birtakım önergelerle kişisel suçlamalara hiç kalkışmadık; ülke ve millet yararına gördüğümüz konularda Meclis denetim mekanizmalarını da çalıştırdık.

Bakınız, Davos'ta, Cooper's şirketi, Türkiye'deki yolsuzluğun boyutlarını dünyaya rapor ediyor; bakınız, beyaz enerji iddianamesinde sayın bakan hakkında iddialarda bulunuyor. O zaman, yapılması gereken şey, Meclisin bu konularda duyarlı olmasıdır. Meclis, hiçbir zaman hukuku siyasallaştırmamalı, hiçbir zaman kişisel husumetlerle siyasî rekabeti siyasî husumete dönüştürerek bu kürsüleri kullanmamalıdır; bu konuda hemfikiriz; ama, yapılması gereken bir tek şey vardır: Kamuoyuna mal olmuş, raporlarla sabit olmuş, yargıya intikal etmiş bu konularda da, artık, hâkimlerle, savcılarla, hukukla kavga etmemek, bağımsız yargıya mutlaka güvenmek ve bağımsız yargının önünü tıkamayarak, yargı ile yasama ya da yürütme arasında tartışma çıkarmamaktır. (DYP sıralarından alkışlar) Biz, Doğru Yol Partisi olarak, bu ilkeyi ve bu çizgiyi sürdürme kararlığında olduğumuzu bildiriyoruz. Türkiye'nin, demokratik, tam demokrasi içinde liberal piyasa ekonomisini uygulayacağı, yeniden büyüyeceği, böyle ekonomik krizlerle, böyle duvara toslamalarla, böyle fakirleşme, yoksullaşmalarla bir daha karşılaşmayacağı bir düzen, mutlaka, Türkiye'de, ilk seçimlerden sonra kurulacaktır.

Seçim Yasasını, Siyasî Partiler Yasasını değiştirelim. Gelin, siyasetteki tıkanmayı da, Meclis olarak, demokratik yollardan böyle açalım ve taze bir başlangıca gidelim. Türkiye, içler acısı haline düşürülmüş bu ekonomisiyle, bu tükenmiş iktidarla, bu kredibilitesi bitmiş iktidarla hiçbir yere gidemez. (DYP sıralarından alkışlar) Bu, iktidar için de bir kurtuluştur. Gelin, demokratik yollardan taze bir başlangıç yapalım. Esnaf ve sanatkârın, KOBİ'lerin, köylünün, işsizin, gencin feryadı dinsin; Türkiye'yi, yönetebilecek, ekonomiyi büyütebilecek, dışa diz çökmeden, Türkiye'nin millî onuruyla, Türkiye'nin gücüyle ayağa kalkmayı bilebilecek, doğru, işi bilen, kararlı kadrolar gelsin, Doğru Yol Partisi gelsin diyorum. Hepinizi, önergemizi desteklemek için, önergeye "evet" oyu vermeye davet ediyorum. Nezaket ve sabırla dinlediğiniz için ayrıca teşekkür ediyor; Doğru Yol Partisi Grubu adına, saygılarımı sunuyorum.

Sağ olun, var olun. (DYP ve FP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN - Teşekkür ederiz Sayın Söylemez.

Fazilet Partisi Grubu adına, Bursa Milletvekili Sayın Faruk Çelik; buyurun. (FP sıralarından alkışlar)

Süreniz 20 dakika.

FP GRUBU ADINA FARUK ÇELİK (Bursa)- Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; Doğru Yol Partisi Grubu adına, ekonomik kriz ve tahribatı hakkında Sayın Başbakan Bülent Ecevit hakkında verilmiş olan gensoru önergesi üzerinde, Fazilet Partisi Grubu adına söz almış bulunuyorum; Yüce Meclisi saygıyla selamlıyorum.

Değerli milletvekilleri, ülkemiz, özellikle son üç dört yıldır vurgunlar, soygunlar ülkesi haline getirildi. Bu dönem baskıcı bir dönemdir. Bu dönem, basiretsiz yöneticilerin işbaşında olduğu bir dönemdir. Bu dönem, statükoya teslim olan partilerin iktidarda olduğu bir dönemdir. Bu dönem, aydınlık adına ülkenin karanlığa gömüldüğü bir dönemdir. Bu dönem, vurgun, soygun ve hortumlama dönemidir. Bu dönem, ülkenin yangın alanına çevrildiği, halkın tüm kesimlerinin, esnafın, sanatkârın, çiftçinin, memurun, işçinin, işverenin, emeklinin perişan edildiği, fakirleştirildiği bir dönemdir.

Değerli milletvekilleri, bu perişanlığın, soygunların ve fakirleşmenin altında, seçimlerden önce, emekçiden ve temiz yönetimden yana olduğunu söyleyen; fakat, iktidarda emekçilere sırtını dönen, emekçileri aldatan, temiz yönetimi unutan Sayın Ecevit ve partisi vardır. Bu perişanlığın, vurgunların ve fakirleşmenin altında, seçimlerden önce, yolsuzlukla mücadele edeceğini söyleyen, iktidara gelince susan, göz yuman ve her defasında ikna edilen, tepkisiz Sayın Devlet Bahçeli ve partisi vardır. (FP sıralarından alkışlar) Bu perişanlığın, hortumlamaların, fakirleşmenin altında "sessiz çoğunluğun sesi olacağız" diyen; fakat, iktidarda sesli azınlığın sesi olan -rantiyeden yana, şaibelerden yana- yolsuzluk iddialarından hiçbir zaman yakası kurtulmayan Sayın Mesut Yılmaz ve Anavatan Partisi vardır. (FP sıralarından "Bravo" sesleri, alkışlar)

BEYHAN ASLAN (Denizli) - Kormaz Yiğit'e parayı kim verdi? 3 Haziran 1997'de Korkmaz Yiğit'e parayı siz verdiniz. Nasıl konuşuyorsunuz?! Kormaz Yiğit'e parayı siz verdiniz...

FARUK ÇELİK (Devamla) - Değerli milletvekilleri, bu hükümetin ülkeyi getirdiği tabloya bir bakalım. Bildiğiniz gibi, Aralık 1999 yılında yürürlüğe konulan, IMF destekli, sözde istikrar programıyla kamu harcamaları kısılacak, yapısal reformlar gerçekleştirilecek, yüzde 25'lik enflasyona endeksli sabit kur uygulamalarıyla faiz ve enflasyon düşürülecek ve kontrol altına alınacaktı; ama, olmadı. Çünkü, hükümetin dışarıdan izlediği, doğru kavramadığı, doğru değerlendiremediği, takibini bürokrasiye havale ettiği otuzaltı aylık program ondördüncü ayında iflas etti, ekonomi çöktü. Ülke, cumhuriyet tarihinin en ağır ekonomik krizi ve bilinçli iflasıyla karşı karşıya bırakıldı. Bu programda, insan unsuru, sivil inisiyatif, reel sektör, üretim ve halk yoktu. Sabit kur sistemiyle ihracat çökertildi. 14 milyar dolarlık dışticaret açığı 27 milyar dolara yükseltildi. Yine, 3 milyar dolarlık cari işlemler açığı 10 milyar dolara, sürdürülemez açık noktasına ulaştırıldı. Dolayısıyla, işçi, memur yoksulluk sınırına itildi, emekli açlığa mahkûm edildi, işverenler iflas ettirildi, esnaf kepenk indirmek zorunda bırakıldı.

Değerli milletvekilleri, ülkemizde toplam hizmet ve imalat sektöründeki kuruluşların yaklaşık yüzde 98'ini küçük ve orta ölçekli işletmeler, başka bir ifadeyle, esnaf ve sanatkârlar oluşturmaktadır. Ekonomiye dinamizm kazandıran, istihdam sağlayan, yeni iş imkânları ve sahaları açan, toplumun belkemiği ve sosyal dengenin en önemli unsuru olan, devletine, milletine bağlı esnaf ve sanatkârlarımız, 57 nci hükümetin teslimiyetçi politikaları yüzünden âdeta çileden çıktı ve tarihinde ilk kez sokağa döküldü.

Esnaf, sokağa keyfinden dolayı çıkmadı. Bugüne kadar, esnaf, hep veren el oldu. Dünyanın hiçbir yerinde, vergi oranlarını ve adetlerini artırarak kalkınan hiçbir ülke yoktur. Esnafa, yeni vergi yükleri, geriye dönük vergiler, hayat standardı, deprem vergisi gibi vergiler getirdiniz. Esnafımızı, Bağ-Kur primlerini ödeyemez duruma getirdiniz. SSK primlerinin oranlarını anormal bir şekilde artırdınız. Parasını üretimde ve ticarette değerlendirmeyen rantiyeye üç ayda 1,5-2 katrilyon verirken, birikimini ve emeğini üretim ve ticarette değerlendiren esnafımıza, yüzde 250'ler, yüzde 1 000'ler noktasında faiz baskısı uyguladınız.

Hâlâ, kredi faiz oranları belirsizliğini korumaktadır. Esnaf, bu konuda muhatap bulamamaktadır; ciddî sıkıntılarla karşı karşıyadır. Ayrıca, esnafımızın, talep daralmasının meydana getirdiği gelir kayıpları da ortadadır.

Diğer taraftan, kent merkezlerinde her gün bir yenisi açılan hipermarketlerle rekabet edemeyen binlerce esnafımız kepengini kapatmakta ve işsizler ordusuna katılmaktadır. Kredi faiz borçları, Bağ-Kur ve SSK primleri, piyasanın durgunluğundan dolayı ticarî ödemelerdeki sıkıntılar, binlerce esnafımızın, maalesef, cezaevlerine girmesine, intiharlara ve hatta aile facialarına sebep olmaktadır.

Değerli milletvekilleri, oysa, esnaf sanatkârımız toplam üretimin yüzde 40'ını, ihracatın yüzde 20'sini, yatırımların yüzde 27'sini gerçekleştirmekte, vergilerin yüzde 60'ını ödemektedir. Buna karşılık, toplam kredilerden aldıkları pay ise, sadece yüzde 4'tür. Kredi payları Fransa'da yüzde 48, Japonya'da yüzde 50, Amerika Birleşik Devletlerinde yüzde 43, Hindistan'da bile yüzde 15 iken, bizde yüzde 4 olması, esnafın nasıl ihmal edildiğinin açık bir göstergesidir. Oysa, Anayasamızın 173 üncü maddesinde "Devlet esnaf ve sanatkârı koruyucu tedbirleri alır" denilmektedir. Ne yazık ki, bu açık Anayasa hükmünün hukuk, sosyal ve ekonomik hayatımızda pratiğe geçirilemediğini görmekteyiz.

Değerli milletvekilleri, esnaf, ülkemizin düzlüğe çıkması için şimdiye kadar her türlü fedakârlığı, özveriyi göstermiştir; fakat, IMF destekli sözde istikrar programınızda her defasında bedel ödeyecek kesimler olarak esnaf ve çiftçiler öne çıkarılmaktadır. Ne esnafın ne de çiftçinin bedel ödeyecek takatı kalmamıştır. Kaldı ki, soygun, vurgun ve bankaları boşaltanlar da esnaf ve çiftçiler değildir; yani, bedel ödeme ortamına sebep olanlar, rantiye kesimidir ve rantiyeye bu ortamı hazırlayanlar da, siz iktidar partisi mensuplarısınız. Bedeli siz ödeyeceksiniz, bedeli rantiye ödemelidir. (FP sıralarından "Bravo" sesleri, alkışlar)

Alınteriyle üretim yapan, pazarlama yapan esnafa, çiftçiye yeni faturalar kesmeye kalkmayın. Geçimini teminde zorlanan esnaf ve çiftçi, toplumun üçte ikisini temsil etmektedir. Bu ülkenin imkânları var, sizin gibi basiretsiz yöneticiler yüzünden rantiyeye bu imkânlar peşkeş çekilmektedir. Ülkenin bu imkânlarını reel sektöre, esnafa, çiftçiye aktaracak basiretli yönetime ihtiyaç var; ama, bu, sizin işiniz değil. Onun için, esnaf, caddelerde "hükümet istifa" diye yürüyor. Esnafın bu haklı tepkisini de baskı altına aldınız. Esnafın derdine derman olacağınıza, polisiye tedbirlere ve copa sarıldınız. Bu tepkileri bastırdığınızı zannediyorsunuz; oysa, toplumun bütün kesimleri infial halinde. Toplumsal barışı dinamitliyorsunuz, farkında değilsiniz; sizde bunu görecek göz, bunu duyacak kulak ve bunu hissedecek vicdan, maalesef kalmamıştır. (FP sıralarından alkışlar)

Değerli milletvekilleri, yönetime güven esastır; ama, siz 57 nci hükümete, milletimizin hiçbir kesiminin güveni kalmamıştır; çünkü, 57 nci hükümeti oluşturan sizler -yani, DSP-MHP-ANAP olarak- seçimlerden önce ve seçimlerden sonra verdiğiniz sözlerin arkasında durmadınız. "Aydınlık yarınlar" dediniz, ülkeyi karanlığa gömdünüz; "yoksulluk ve yoklukla mücadele" dediniz, milleti yoksulluğa ve sefalete mahkûm ettiniz; "aş" dediniz "iş" dediniz, insanımızı açlığa, işsizliğe mahkûm ettiniz; "büyüme" dediniz, cumhuriyet tarihinin en büyük küçülmesini gerçekleştirdiniz; "enflasyonu, faizleri aşağı çekeceğiz" dediniz, enflasyonu, faizi çıldırttınız.

Dışticaret açığında 27 milyar dolarla rekor kırdınız, iç borçlanmada 51 katrilyonla rekor kırdınız; bankaların hortumlanmasına çanak tuttunuz, bankacılık sistemini çökerttiniz; siyaseti ve bürokrasiyi mahkeme kapılarına götürdünüz; yolsuzluk belgeleriniz bit pazarına düştü; siyaset müessesesine güveni sarstınız; devletin zirvesinde kavgayı sizler başlattınız.

Özelleştirmenin lafını yaptınız. Özelleştirme kapsamındaki kamu kurumlarının trilyonlarca zararına sebep oldunuz; milletimizi yüzde 100 fakirleştirdiniz; eğitimi perişan ettiniz, üniversiteleri kışlaya çevirdiniz; demokratikleşme ve insan haklarındaki iyileştirmeleri aklınıza bile getirmediniz. Bunlar da yetmiyormuş gibi, milletin vermediği iradeyi, Sayın Kemal Derviş'e devrettiniz. (FP sıralarından "Bravo" sesleri, alkışlar) Ülkeyi, yangın alanına çevirdiniz. Yaşanan tüm bu olumsuzluklara karşı, istifa etmeniz gerekirken, büyük bir pişkinlikle, sıkılmadan, alternatifinizin olmadığını söyleyebilmektesiniz. Daha, bu millet için, hangi kötülükleri düşünüyorsunuz ki, oturduğunuz koltuklardan kalkmıyorsunuz?! Peki, tüm bu olumsuzlukların sorumlusu kim? Esnaf mı, memur mu, çiftçi mi, işçi mi, emekli mi, muhalefet mi; yoksa, topyekûn bir millet mi bunların hesabını verecek; tabiî ki, siz vereceksiniz. Hiçbir şey olmamış gibi o koltuklarda oturamazsınız. Olup bitenleri artık görün, düşün milletin yakasından diyoruz; çekip gidin ve milleti rahat bırakın. Bunalımdan çıkışın birinci adımı, bu hükümetin çekip gitmesidir, istifa etmesidir. (FP sıralarından alkışlar) Fakat, siz "yeniden yapılanma, güçlü ekonomiye geçiş, ulusal program" gibi güzel ambalajlı sözlerle yeni senaryolar yazıyorsunuz. Açıkladığınız programın içeriğine baktığımızda, programda, dışfinansman yok, para politikası yok, maliye politikası yok, gelirler politikası yok; buna, nasıl, program denir?! Siz de diyemiyorsunuz. Her şeyi, Sayın Kemal Derviş'e endekslemişsiniz; Sayın Derviş de, Dünya Bankası ve IMF'ye endekslenmiş; doğrusu, yoklar politikası olan bu programdan, kimse bir şey beklememelidir. Siz, bu programla, güçlü ekonomiye geçemezsiniz; olsa olsa, sadece, güçlülerin ekonomisini korursunuz. (FP sıralarından alkışlar)

Oysa, ülke ekonomisini çökerten, IMF programları ve bu programları uygulayan sizlersiniz. IMF'ye kayıtsız şartsız teslim olan sizler, ülkeyi iflas ettirdiniz. Bu iflasın sonunda, Sayın Başbakan, çıktı  "IMF'nin çağdışı olduğunu" Sayın Mesut Yılmaz da "IMF programlarının ülkeyi batırdığını" ifade etti; Sayın Devlet Bahçeli de, her zaman olduğu gibi, susarak bunlara destek verdi. Bütün bunların sonunda, hiçbir şey olmamış gibi, yine ülkeyi IMF'ye teslim ediyorsunuz. Siz, Allahaşkına ne söylediğinizin ve ne yaptığınızın farkında mısınız?

Sayın Kemal Derviş "ticaretin serbestleştirilmesi" adı altında bazı yasaların mutlaka çıkması gerektiğini, aksi takdirde Dünya Bankası ve IMF desteğinin gelmeyeceğini ısrarla ifade etmektedir. Bu yasaların, bu aziz milletin işçisine, çiftçisine, esnafına, alınteri ve emeğiyle çalışanlarına maliyetinin ne olacağını hiç düşündünüz mü?!

Son aldığınız kararlarla Ziraat Bankası ve Halk Bankasının görev zararlarının önlenmesi bahanesiyle çiftçi ve esnafa kredileri durdurdunuz. Acaba, iktidara mensup milletvekillerimiz bunu biliyor mu? Bunun sonucunu düşünebiliyor musunuz?!

Şeker ve Tütün Yasasıyla, üreticiye destek veremeyeceğinizi ifade ediyorsunuz. Peki, 25 milyonluk tarım kesimi ne olacak, geçimini nereden temin edecek? İşsizler ordusu yaratarak, milleti, çok uluslu şirketlerin ırgatı ve kölesi mi yapmak istiyorsunuz?

Değerli milletvekilleri, geçen ABD ziyaretinde 15 günde 15 yasa çıkarma talimatı veren Sayın Derviş şimdi de Amerika Birleşik Devletleri'nden "Bankalar Yasası, Telekom ve Eti Holding ile ilgili yasalar çıkmazsa 14 milyar doları unutun" diyor.

Sayın Derviş'e sesleniyorum; siz, her ABD seyahatinde oradan Parlamentoya talimatlar yağdırıyorsunuz; siz, Türkiye Cumhuriyetinin bakanı mısınız, yoksa Dünya Bankası ve IMF'nin sözcüsü müsünüz? (FP sıralarından "Bravo" sesleri, alkışlar) Bunlar, sizin, burada aklınıza gelmiyor da Amerika Birleşik Devletlerine gidince mi aklınıza geliyor? Kim, ABD'ye gidince, bunları size fısıldıyor?

Siz, hükümet olarak, itibar, onur ve inisiyatifinizi kaybetmiş olabilirsiniz; ama, milletin onur ve haysiyetiyle hiç kimsenin oynamaya hakkı yoktur. (FP sıralarından "Bravo" sesleri, alkışlar) Parlamento olarak, milletin temsilcileri olarak, milletimizle beraber bu onursuz gidişata dur demek mecburiyetindeyiz.

Yine, Sayın Derviş'e buradan seslenmek istiyorum: Bazı şartlar karşılığında 10-15 milyar dolar geleceğini ifade etmektesiniz. Hangi şartlarda gelecek bu 10-15 milyar dolar? Endişelerimiz ve kuşkularımız var.

Sayın Derviş, ülkenin sabit değerlerini peşkeş mi çekiyorsunuz; Türkiye'yi ayağımızın altından mı kaydırıyorsunuz; Kıbrıs ve Ege'den taviz mi veriyorsunuz; GAP'ta neler oluyor; Kuzey Irak'ta hangi hesaplar yapılıyor; gelin, başka yerde değil, milletin Meclisinde bunları konuşalım.

Ayrıca, geleceğini varsaydığınız bu parayı, dipsiz kuyulara, karadeliklere, rantiyeye mi; yoksa, reel sektöre mi, KOBİ'lere mi, esnafa mı, nereye vereceksiniz; gelin, bunu burada ifade edin.

Değerli milletvekilleri, Sayın Başbakan, her fırsatta ekonomik kurtuluş savaşından bahsediyor. Bu millet, İngiliz ve Amerikan mandacılarına rağmen ulusal Kurtuluş Savaşını kazanmış bir millettir. Bugün yaşanan bu ekonomik kurtuluş savaşını da, ekonomide IMF ve Dünya Bankası mandacılığını savunan bu 57 nci hükümete rağmen kazanacak güçtedir bu aziz millet. Millet, bu mandacıları iyi tanımaktadır. İstiklal Savaşında, İngiliz ve Amerikan mandacılığını savunanlarla bugün ekonomide IMF ve Dünya Bankası mandacılığını savunan zihniyetin aynı zihniyet olduğu aziz milletimiz tarafından bilinmektedir. Ekonomik mandacıların, ekonomik kurtuluş savaşından bahsetmeye hakları yoktur.

Değerli milletvekilleri, ulusal ekonomik programdan, güçlü ekonomiye geçiş programından bahsediyorsunuz. Güçlü siyaset olmadan güçlü ekonomi olmaz; güçlü demokrasi olmadan güçlü ekonomi olmaz. Siz, hâlâ, 21 inci Yüzyılda, toplumu baskı altına alacak yasalara el kaldırıyorsunuz, bu memleketin çocukları arasında ayırım yapıyorsunuz; kimin polis olup olmayacağına, kimin okuyup okumayacağına burada, maalesef, siz karar veriyorsunuz. Millî iradeye, milletin taleplerine, milletin değerlerine rağmen, uygulamalarınız, siyasete olan güveni de sarsmıştır. Millî iradeyi hiçe sayan yasal düzenlemeleriniz, demokrasinin alanlarını daraltmak isteyenlere, âdeta çanak tutmaktadır, bilmem farkında mısınız?

Güçlü demokrasiye Demokratik Sol Partiyle mi geçeceğiz? İki gün önce büyük kongrenizi gördük; ne demokrasi, ne demokrasi!.. Kongrede aday çıkmayacak, çıkarsa konuşturulmayacak; konuşmaya kalkarsa da dayak yiyecek! Vay Türkiyem, vay! Türkiye'yi kimlere emanet etmişiz!

MEHMET EMREHAN HALICI (Konya) - Günah... Günah...

FARUK ÇELİK (Devamla) - Bütün Türkiye izledi.. Bütün Türkiye izledi bunu. Demokrasinin D'sinden nasibini almayanlar, maalesef, bugün, ülkemiz yönetiminde söz sahibidirler.

Güçlü demokrasiyi ANAP mı kuracak? Bugün statükoya ve derin güçlere imada bulunan, hukukun siyasallaştığını söyleyen Sayın Mesut Yılmaz, dört yıl önce "gelin siyasete sahip çıkalım" dendiğinde, acaba neredeydiler? Sayın Yılmaz'la mı bu güçlü demokrasi kurulacak?

Demokrasiyi töreyle özdeşleştiren MHP'ye burada bir şey söylemek istemiyorum. Bu anlayıştaki partilerden güçlü bir demokrasi, güçlü bir ekonomi programı zaten çıkmazdı; çünkü, demokrasiyi algılayışları ortadadır.

Değerli milletvekilleri, sonuç olarak, milletçe yaşadığımız ekonomik ve sosyal sıkıntıların temelinde, devletin ideolojik yapılanması yatmaktadır.

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN - 1 dakika içerisinde toparlayınız efendim, buyurun.

FARUK ÇELİK (Devamla) - Bugünkü bu olumsuz tablolar, her şeyi ideolojik bir anlayışla tanzim etmek isteyen bir iradenin sonucudur. Bir yandan serbest piyasa ekonomisinden bahsedeceksiniz, öte yandan ekonomiye ideolojik müdahalelerde bulunacaksınız; sermayeyi renklere ayıracaksınız: Faydalı sermaye-zararlı sermaye, faydalı müteşebbis-zararlı müteşebbis diyeceksiniz. Kendi müteşebbisinizi devlet eliyle batıracaksınız; sonra da ekonomik kriz tellallığı yapacaksınız!

Değerli milletvekilleri, unutulmamalıdır ki, ekonomiyi ideolojik bir anlayışla tanzim etmek isteyenler, şimdi, Moskova'da Kızıl Meydanda dilenci olarak gezmektedirler. (FP sıralarından alkışlar) Açıkça ifade ediyorum ki, biz, ekonomide mandacılığı da, ideolojik dayatmacılığı da reddediyoruz; gerçek anlamda, serbest piyasa ekonomisinden yanayız.

Çare; Sayın Hükümete seslenmek istiyorum; ama, faydası olacağı kanaatinde olmadığım için Sayın Kemal Derviş'e sesleniyorum;

Sayın Derviş'e, çare, ABD'de, Almanya'da, Fransa'da, İsrail'de değil; çare, Ankara'da, Diyarbakır'da, Konya'da, Bursa'da, İzmir'de, Adana'da, Edirne'de olduğunu belirtiyor, gensoruya destek vereceğinizi umuyor, hepinize saygılar sunuyorum. (FP sıralarından "Bravo"sesleri, alkışlar)

BAŞKAN - Şu ana kadar başka söz isteyen?..Yok.

Sayın Hükümet, konuşacak mısınız?.. Sayın Bakan, konuşacak mısınız?

ORMAN BAKANI İ. NAMİ ÇAĞAN (İstanbul)- Evet.

BAŞKAN - Buyurun. (DSP sıralarından alkışlar)

Sayın Bakan, süreniz 20 dakikadır.

ORMAN BAKANI İ. NAMİ ÇAĞAN (İstanbul)- Sayın Başkan, sayın milletvekilleri; Doğru Yol Partisi Grup başkanvekilleri tarafından, ekonomik gelişmelerle, esnaf ve sanatkârların sorunlarına ilişkin olarak Başbakanımız Sayın Bülent Ecevit hakkında verilmiş olan gensoru önergesinin öngörüşmesi dolayısıyla Hükümetimiz adına söz almış bulunuyorum; sizleri, şahsım ve Hükümetimiz adına saygıyla selamlıyorum.

Sayın milletvekilleri, ekonomik bakımdan sıkıntılı bir dönemden geçmekteyiz. Başta, esnaf ve sanatkârlarımız, memurlarımız, işçilerimiz, çiftçilerimiz, emeklilerimiz olmak üzere, toplumun bütün kesimleri olarak bu sıkıntıyı yaşamaktayız. Ancak, belirtmek gerekir ki, çekilen sıkıntıların kaynağı, sadece bugünün sorunları değildir. Yıllardan beri sorunların çözümsüz kalması, bizi bu noktaya getirmiştir.

ALİ RIZA GÖNÜL (Aydın) - Dört yıldan beri iktidardasınız Sayın Bakan!

ORMAN BAKANI İ.NAMİ ÇAĞAN (Devamla) - Böyle bir usulümüz var mı Sayın Gönül?!

ALİ RIZA GÖNÜL (Aydın) - Dört yıldan beri hükümetsiniz!..

BAŞKAN - Sayın Gönül, lütfen!

Sayın Bakanım, siz devam edin.

 Buyurun.

ORMAN BAKANI İ.NAMİ ÇAĞAN (Devamla) - Bu dönemi atlatıp, ülkemizi dünyanın güçlü ve saygın bir ülkesi yapacak program hazırlanmıştır ve bu program uygulamaya konulmuştur. Yani, Türkiye, nereye gideceğini, nasıl gideceğini belirlemiş, çıkış yolunu çizmiştir.

Başta esnaf ve sanatkârlarımız olmak üzere, toplumun bütün kesimlerinin sıkıntılarını azaltacak, bu geçiş dönemini kolay atlatabilmelerine yardımcı olacak çeşitli önlemler alınmıştır, bu önlemler alınmaya devam etmektedir.

Sayın milletvekilleri, yaklaşık yirmibeş yıldır, ulusumuz, yüksek enflasyonla birlikte yaşamaktadır. Makroekonomik dengesizliklere neden olan pek çok köklü sorun, yıllardan beri çözümsüz bırakıldı; hatta, çoğu zaman, bunlar, sorun olarak bile görülmedi. Yine, uzun yıllar, toplum olarak, üretmeden kazanmaya, kazandığımızın üstünde tüketmeye yöneldik.

1990'ların başından itibaren, kamu gelirlerinde, vergilendirme yerine borçlanma temel tercih olmuş ve bu süreç, yapısal bozukluklarla birleşince, ekonomi, artık, sürdürülemez noktaya gelmiştir. Türkiye, kaynaklarının izin verdiği sınırın ötesinde kamu harcaması yapagelmiştir.

1990 yılında yüzde 29 olan kamu kesimi toplam borcunun gayri safî millî hâsılaya oranı, 1999 yılı sonunda yüzde 61'e ulaşmıştır. İçborçların gayri safî millî hâsılaya oranıysa, aynı dönemde yüzde 6'dan yüzde 42'ye yükselmiştir. 1992-1999 arasında yıllık büyüme hızı, ortalama yüzde 4'ün altında kalmış, iç borçlanma reel faiz oranı yüzde 32 olarak gerçekleşmiştir. Bu durum, bir borç-faiz kısır döngüsünün açık göstergesidir. Bu kısır döngünün doğal sonucu olarak, 1990 yılında, toplanan her 100 liralık vergi gelirinin 32 lirası faize giderken, 1999 yılında bu miktar 72 liraya ulaşmıştır.

Bütün bu olumsuzluklar üzerine, bir de, dünyadaki ekonomik krizler ve her bakımdan yıkıcı iki büyük deprem yaşadık. Böylece, 57 nci hükümet, ekonomik sıkıntıları daha da ağırlaşmış olarak önünde bulmuştur.

Sayın Başkan, sayın milletvekilleri; başka hükümetler döneminde yapıldığı gibi, hükümetimiz de, yüzeysel birkısım önlemlerle sorunları geçiştirmeyi deneyebilirdi, günü kurtarıp, gelecekte ne olursa olsun demek kolaycılığına sapabilirdi; ancak, 57 nci hükümet bunu yapmıyor; kolay olanı değil, zor olanı seçtik, yani, ülkemiz, ulusumuz ve geleceğimiz için gerekli olanı, doğru olanı benimsedi, ciddî, tutarlı ve pek çok zorlukla karşılaşabileceği bilinen kapsamlı bir ekonomik program hazırlayarak, 2000 yılı başından itibaren uygulamaya koydu. Programın 2001 Şubat ayı ortalarına kadar uygulanması sonucunda, önemli sayılabilecek başarılar da sağlandı. Kamu maliyesi bakımından, 2000 yılında, hemen hemen bütün hedefler tutturuldu; faiz dışı fazla beklenenden daha yüksek, bütçe açığı daha düşük miktarda gerçekleşti; enflasyon, 2001 Şubat ayı sonunda 12 aylık toptan eşya fiyatlarında yüzde 26,5'e, tüketici fiyatlarında yüzde 33,4'e geriledi. Böylece, bir yılda, enflasyon, TEFE'de 41, TÜFE'de 26,3 puan düştü; son 14 yılda, enflasyon, ilk kez yüzde 30'un altına inmiş oldu.

1999 yılında yüzde 6,4 küçülen ekonomi, 2000 yılında 6,1 büyüdü. 2000 yılında ihracat, yüzde 2,8, ithalat, yüzde 32,7 oranında arttı. İhracattaki artışın sınırlı kalması, bir ölçüde, euronun dolar karşısında değer yitirmesinden kaynaklandı. 2000 yılında turizm gelirlerimiz yüzde 46,7 oranında yükseldi. İhracattaki sınırlı artışa karşılık ithalattaki yüksek artış, 2000 yılında, carî işlemler dengesinin 9,7 milyar dolar açıkla sonuçlanmasına yol açtı.

Hükümetimiz döneminde pek çok alanda yeniden yapılanma gerçekleşti. Bankacılık, sosyal güvenlik, gümrük, uluslararası tahkim, iletişim, sermaye piyasası, tarım satış kooperatifleri, tarımda yeniden yapılanma, fonların tasfiyesi, elektrik piyasası ve son olarak da, doğalgaz, şeker, sivil havacılık, Merkez Bankası, kamulaştırmayla ilgili düzenlemeler gerçekleştirildi; TÜPRAŞ, Petrol Ofisi, cep telefonu lisans satışı gibi özelleştirme uygulamalarında başarılı sonuçlar alındı.

Genel olarak görülen bu olumlu gelişmelere karşın, enflasyonun öngörülen hızla düşmemesi sonucu, Türk Lirası aşırı değer kaybetti. Bunun yanında, carî işlemlerdeki yüksek açık, kamu bankalarının içinde bulunduğu sorunlar ve öteki bazı nedenler, 2000 yılının ikinci yarısında, dış kaynak girişinin azalmasına ve mevcut kaynakların dışarıya çıkmasına yol açtı.

Sonuçta, oluşan likitide sıkışıklığı, önce, kasım ayında, ardından da, ödemeler sisteminin  kilitlenmesi suretiyle, şubat ayında yaşadığımız krizlere neden oldu.

Programın temel unsurlarından biri olan döviz çıpası modelinden dalgalı kur modeline geçilmesiyle, genel olarak, ekonomik programın yenilenmesi gerekti. 14 Mart 2001 tarihinde "Güçlü Ekonomiye Geçiş Programı" adıyla açıklanan yeni programımızın temel amacı, güven ve istikrarı yeniden sağlamak, aynı zamanda, kamu yönetimini ve ekonomiyi geri dönülmeyecek biçimde yeniden yapılandırmaktır. Bu programla, enflasyonla mücadelenin kararlı bir biçimde sürdürülmesi, kamu bankaları başta olmak üzere, bankacılık sisteminin hızla yeniden yapılandırılması, böylece, bankacılık sektörü ile reel sektör arasında sağlıklı bir ilişki kurulması, kamu finansman dengesinin sağlanması, özverinin bütün kesimlerce hakça bir biçimde paylaşılmasını öngören, uzlaşmaya dayalı ve enflasyon hedefleriyle uyumlu bir gelirler politikasının sürdürülmesi, etkinlik, esneklik ve saydamlık için yasal altyapının oluşturulması hedeflenmektedir. Başta, Başbakanımız Sayın Bülent Ecevit olmak üzere, Kabinenin bütün üyeleri, programın uygulanmasında tam bir kararlılık içindedir.

Sayın milletvekilleri, malî sektörün yeniden yapılandırılması, ekonomik programda büyük önem taşımaktadır. Bu kapsamda, Bankalar Yasasında değişiklikler öngören tasarı Bakanlar Kurulu üyelerinin imzasına açılmıştır. Merkez Bankasında yönetim bakımından tam özerkliği sağlayacak yasa Genel Kurulumuzda kabul edilmiştir. Bundan böyle, kamu bankalarına zarar oluşturacak görev verilmeyecektir. Gerekli görüldüğünde kamu bankaları kanalıyla verilecek destek, bütçeye konulacak ödeneklerle karşılanacaktır. Kamu bankalarının sermayeleri yeterli düzeye getirilmektedir. Bu bankalar hizmetlerini etkinlik ve verimlilik ilkelerine uygun olarak sürdürecektir. Bu çerçevede, Emlak Bankası ile Ziraat Bankası birleştirilmektedir. Kamu bankalarının yönetimi, ortak bir yönetim kuruluna devredilmiştir. Bu kurul, bankaları hızla yeniden yapılandıracak ve özelleştirmeye hazırlayacaktır. Kamu bankalarının verimsiz şubeleri kapatılacak, personel azaltılacaktır.

Esnaf ve sanatkârlarımızın, Türkiye Halk Bankasının özelleştirilmesi aşamasında, hisselerinin, Esnaf ve Sanatkârlar Kredi Kooperatiflerine devri önerisi, hükümetimizce değerlendirilmektedir.

Öte yandan, devlette saydamlığı artıracak ve kamu finansmanını güçlendirecek düzenlemeler üzerinde önemle durulmaktadır.

Bu bağlamda, KİT'lerin faaliyetlerinde zarar oluşturacak görevlerin en aza indirilmesi hedeflenmektedir.

Hazırlanmakta olan kamu borçlanma yasasıyla, devlette saydamlık ve hesap verilebilirlik amaçlanmakta, kamu borç yönetiminin sınırları açık kurallara bağlanmaktadır.

Genel Kurulumuzda kabul edilen Kamulaştırma Yasasıyla, yeterli ödenek sağlanmadan kamulaştırma işlemlerine başlanmaması öngörülmekte, anlaşma sağlanamaması durumunda, kamulaştırma bedelinin mahkemece saptanması ilkesi getirilmektedir.

Kamu ihalesi yasasıyla, daha rekabetçi, saydam ve etkin bir ihale sistemi oluşturulması ve bu alanda uluslararası standartlara uyum sağlanması amaçlanmaktadır.

Kapatılan 52 fona ek olarak, 17 fonun daha kapatılmasını öngören yasa tasarılarıyla ilgili çalışmalar sürdürülmektedir.

Ekonomide rekabeti ve etkinliği artıracak düzenlemelerden, Şeker Yasası çıkarılmıştır, tütün yasasıyla ilgili hazırlık çalışmaları ilgili bakanlıkça sürdürülmektedir, Doğalgaz Yasası Mecliste görüşülerek kabul edilmiştir, Türk Telekomun özelleştirilmesini hızlandırmak amacıyla, ilgili kuruluşlarca bir yasa tasarısı hazırlanmaktadır, Hava Yollarının iç hat uçuş fiyatlarının serbestçe belirlenmesine olanak sağlayan, sivil havacılıkla ilgili yasa çıkarılmıştır.

Şehiriçinde kurulan, insan ve araç trafiğiyle çevreyi olumsuz etkileyen büyük alışveriş merkezleri, esnaf ve sanatkârlarımızı haksız rekabetle karşı karşıya bırakmaktadır. İlgili meslek kuruluşlarının görüşleri alınmak ve dünyadaki benzer uygulamaları da gözönünde bulundurulmak suretiyle Tüketim Maddeleri ve İhtiyaç Malzemelerinin Satışıyla İştigal Eden Büyük Mağazaların Kurulmaları Hakkında Yasa Tasarısı hazırlanmış ve Başbakanlığa sunulmuştur.

Sosyal dayanışmayı güçlendirmek amacıyla Ekonomik ve Sosyal Konsey Yasası çıkarılmıştır. İş güvencesi yasasıyla ilgili olarak Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığı ile sosyal taraflar arasında bir anlaşmaya varılma noktasına gelinmiştir. Böylece, ekonomik programda hızla çıkarılması öngörülen 15 yasadan 4'ü yürürlüğe konulmuştur, 3'ü Mecliste görüşülerek Sayın Cumhurbaşkanımızın onayına sunulmuştur, kalan 8'i ise ardı ardına Meclisimize getirilecektir.

Kur modelinde yapılan değişiklikle birlikte enflasyonda şu sıralar bir sıçrama yaşıyoruz; ancak, rekabet gücünde kazanılan iyileşme ve ekonomik programın uygulanmasıyla ekonomide görülen daralma, yılın ikinci yarısında yeniden büyümeye dönecektir. Özellikle, turizm gelirleri ile ihracatta beklenen artış ekonomide canlanmaya önemli katkılar sağlayacaktır.

Ayrıca, yılın ikinci yarısında, fiyat artışlarının yeniden yavaşlama eğilimine girmesi beklenmektedir. Bu doğrultuda, 2001 yılının bütününde yüzde 3 azalması beklenen gayri safî millî hâsılanın 2002 yılında yüzde 5 büyümesi, 2001 yılında yüzde 50'nin üzerinde olacağı tahmin edilen enflasyonun 2002 yılında yüzde 16 ile 20 arasında gerçekleşmesi, 2000 yılında yüzde 2,8 olan faizdışı fazlanın gayri safî millî hâsılaya oranının, 2001 yılında yüzde 5,5; 2002 yılında ise yüzde 6,5 olması hedeflenmektedir.

Öte yandan, kamu kesiminde personel istihdamından sağlık giderlerine, taşıt kullanımından lojmanlara ve sosyal tesislere, yatırımlardan demirbaşlara ve kırtasiye kullanımına kadar her alanda tasarrufa gidilmesi, kamu hizmetlerinde etkinliğin ve verimliliğin sağlanması amacıyla köklü ve kalıcı önlemler alınmaktadır. Kısaca belirtmek gerekirse, Türkiye, bu geçiş döneminden çıkış için planını yapmıştır; Türkiye'nin yolu açıktır, Türkiye'nin geleceği aydınlıktır.

Sayın Başkan, sayın milletvekilleri; gensoru önergesinde üzerinde çokça durulan esnaf ve sanatkârlar, hükümetimizin de sorunlarına her zaman duyarlılıkla eğildiği bir kesimdir. Hükümet programımızda, esnaf ve sanatkârlar ile küçük ve orta ölçekli işletmelere daha çok kaynak ayrılması öngörülmüştür. Bu temel yaklaşım doğrultusunda, son üç yılda, Türkiye Halk Bankasınca esnaf ve sanatkârlara verilen krediler yüzde 234,6 artışla 420 trilyon liraya çıkmıştır. Halk Bankası kaynaklarından kullandırılan ve 1997 yılında 50 milyar lira olan KOBİ kredileri limiti, her yıl artırılarak, 400 milyar liraya çıkarılmıştır. KOBİ'lerde istihdam artırmayı, teknoloji yenilemeyi amaçlayan KOBİ teşvik kredileri 1997 yılında 17,6 trilyon lirayken 2000 yılı sonunda 132 trilyon liraya yükselmiş, krediden yararlanan firma sayısı 1 401'den      6 366'ya ulaşmıştır. Halk Bankası tarafından KOBİ'lere açılan kredi tutarı, son üç yılda, 96,5 trilyon liradan 757 trilyon liraya yükselmiştir. Sektörel büyüme kredisi, ürün geliştirme kredisi, bilgisayar yazılımı kredisi, spot kredi, işyeri yenileme ve edindirme kredisi adlarıyla, KOBİ'lere yönelik yeni krediler verilmeye başlamıştır. Deprem bölgesinde Halk Bankasından kredi kullanan 12 244 firmanın 15 trilyon lira borcu ertelenmiş, 23 000 firmaya 60 trilyon lira tutarında, uygun koşullu, yeni kredi verilmiştir.

Yaşadığımız bu dönemin çeşitli toplum kesimlerine getirdiği yüklerin olanak ölçüsünde hafifletilmesi için çeşitli önlemler alınmıştır. Bu çerçevede, birikmiş vergi borçlarının ödenmesinde kolaylık sağlamak üzere, uygun koşullu, tecil ve taksitlendirme olanağı getirilmiş; son olarak, uygulamadan yararlanmak için başvurma süresi nisan ayı sonuna kadar uzatılmıştır. Benzer bir kolaylığın SSK ve Bağ-Kur'un prim borçları için de getirilmesi Bakanlar Kurulumuzca kararlaştırılmıştır. Bu yöndeki uygulamaya kısa sürede başlanacaktır.

Öte yandan, artan kredi faiz oranlarından esnaf ve sanatkârlar ile çiftçilerimizin etkilenmemesi İçin, eski kredi borçlarına, bugünkü yüksek faiz oranları yerine, daha önce geçerli olan oranların uygulanması öngörülmüş, bunun için de bütçeye 400 trilyon lira kaynak konulmuştur.

Uygulanmakta olan program çerçevesinde, ülkemiz nüfusunun yüzde 40'ını oluşturan tarım kesimine de ayrıca özel önem veriyoruz. Yüksek maliyetli ve çiftçiye ulaşmayan mevcut tarımsal destekleme politikaları yerine, küçük çiftçilere doğrudan gelir desteği ödemesi yapılması amacıyla 2001 yılı malî bütçesine 500 trilyon lira dolayında ödenek konulmuştur. Bu çalışmalara ek olarak arz fazlası olan ürünlerle iştigal eden çiftçilerin arz açığı ürünlere yönlenmesinin teşvik edilmesi amacıyla, alternatif ürün projesi çalışmaları tamamlanma aşamasındadır. Söz konusu çalışmalar için uluslararası kuruluşların da desteği sağlanmıştır. O amaçla Dünya Bankasından 600 milyon dolar tutarında kaynak sağlanma aşamasındadır.

Esnaf ve sanatkârlarımız çiftçilerimiz ve diğer toplum kesimleri mali olanaklar ölçüsünden elbette desteklenecektir. Ancak, bu desteğin karşılığı mutlaka bütçeye ödenek olarak konulacaktır. Karşılıksız destek dönemi artık sona ermiştir.

Sayın Başkan, sayın milletvekilleri; konuşmamın başında da belirttiğim gibi, ekonomimiz ciddî bir süreçten geçmektedir. Ancak, bu durumu "cumhuriyet tarihinin en büyük ekonomik bunalımı" gibi ifadelerle nitelemek doğru olmadığı gibi, aynı zamanda büyük bir haksızlıktır. Burada geçmişi kötülemek, siz şöyle yaptınız, biz böyle yaptık gibi anlamsız karşılaştırmalar yapmak niyetinde değilim. Ancak, gensoru önergesini veren arkadaşlarımızın mensubu olduğu partinin ekonomiyi yönettiği 1994 kriziyle ilgili bazı istatistiklere bakarsak, böyle bir gensorunun her hafta verilmesini çok anlamlı görmediğimi belirtmek isterim. 1994 yılında Türk Lirası, yüzde 146,7 oranında devalüe edilmişti. Bir önceki yıl yüzde 58,4 olan toptan eşya fiyatları enflasyonu, 1994 yılında yüzde 120,7'ye, yüzde 66,1 olan TÜFE enflasyonu, yüzde 106,3'e yükselmişti. Sadece, Nisan 1994'te, bir aylık enflasyon TEFE'de 32,8 olmuştu. Bu dönemde, ekonomide, cumhuriyet tarihimizin bütün olumsuzluk rekorları kırılmıştı. Uygulanan programa karşın, yüksek enflasyon, 1995'te de devam etmiş, fiyat artışları, toptan eşyada yüzde 86, tüketici fiyatlarında yüzde 88 olmuştu.

Sayın Başkan, sayın milletvekilleri; amacımız, kısa vadede güven ortamını oluşturarak ekonomiyi yeniden canlandırmaktır; bu yolda önemli gelişmeler sağlandığını da görüyoruz. Orta ve uzun vadede ise hedef, çağımızın koşullarına uygun bir ekonomik yapılanmayı gerçekleştirerek enflasyonu düşürmek, istikrarlı bir biçimde büyümeyi sürdürmek, aynı zamanda hakça bir düzen oluşturarak sosyal adaleti sağlamaktır. Artık, üretmeden tüketme, hak etmeden refaha ulaşmaya çalışma dönemi bitmiştir. Bundan sonra, ulus olarak, kaynaklarımız ölçüsünde, fakat, aynı zamanda, kaynaklarımızı artırmanın yoğun çabası içinde hareket etmek zorundayız. Hükümetimiz, toplumun bütün kesimlerinin refahını yükseltecek şekilde hazırlanan ekonomik programın uygulanmasına hızla devam edecektir.

Piyasada gözlemlenen diğer olumlu gelişmelerin yanı sıra, Hazine ihalelerinde gerçekleşen faiz oranlarından da kolaylıkla anlaşılacağı gibi, alınan önlemler ve açıklanan programın ekonomi üzerinde olumlu etkileri şimdiden süratle görülmeye başlamıştır.

ALİ RIZA GÖNÜL (Aydın) - Nerede Sayın Bakan, nerede yahu!..

ORMAN BAKANI İ. NAMİ ÇAĞAN (Devamla) - Şunu da belirtmeliyim ki, artık, halkımız, kayıkçı kavgasından bıkmıştır. Yurttaşlarımız, vatandaşlarımız, yıkıcı olanların değil, yapıcı olanların yanındadır. (DSP sıralarından alkışlar)

ALİ RIZA GÖNÜL (Aydın) - Millet, sizi dinliyor, hiç merak etmeyin; kapı kapı para dilendiğinizi de biliyor.

ORMAN BAKANI İ. NAMİ ÇAĞAN (Devamla) - 57 nci hükümet olarak, muhalefetten beklediğimiz de yıkıcılık değil, yapıcılıktır.

MUSTAFA ÖRS (Burdur) - Avuç açarak mı?!

ORMAN BAKANI İ. NAMİ ÇAĞAN (Devamla) - Bu düşüncelerle, Yüce Meclisimizi en içten saygılarımla selamlıyorum. (DSP, MHP ve ANAP sıralarından alkışlar)

MUSTAFA ÖRS (Burdur) - Dilenciler!..

BAŞKAN - Teşekkür ederiz Sayın Bakan.

Sayın milletvekilleri, Başbakan Sayın Bülent Ecevit hakkındaki (11/12) esas numaralı gensoru önergesinin gündeme alınıp alınmayacağı hususundaki görüşmeler tamamlanmıştır.

Şimdi, gensoru önergesinin gündeme alınıp alınmayacağı hususunu oylarınıza sunacağım:

Gensoru önergesinin gündeme alınmasını kabul edenler... Etmeyenler... Gensoru önergesinin gündeme alınması kabul edilmemiştir. (DSP, MHP ve ANAP sıralarından alkışlar, FP ve DYP sıralarından alkışlar [!])

Alınan karar gereğince "sözlü sorular" ile diğer denetim konularını görüşmüyor ve gündemin "Kanun Tasarı ve Teklifleriyle Komisyonlardan Gelen Diğer İşler" kısmına geçiyoruz.

Önce, yarım kalan işlerden başlayacağız.

VI.- KANUN TASARI VE TEKLİFLERİYLE KOMİSYONLARDAN

GELEN DİĞER İŞLER

1.- İzmir Milletvekili Rıfat Serdaroğlu'nun; İstanbul Milletvekili Bülent Akarcalı'nın; Amasya Milletvekili Ahmet İyimaya'nın; Ankara Milletvekili Yıldırım Akbulut'un; Şırnak Milletvekili Meh-met Salih Yıldırım'ın; Gaziantep Milletvekili Ali Ilıksoy, Konya Milletvekili Ömer İzgi ve Ankara Milletvekili Nejat Arseven'in; İstanbul Milletvekili Ziya Aktaş ve 42 Arkadaşının;  Zonguldak Milletvekili Hasan Gemici'nin ve İzmir Milletvekili Işılay Saygın'ın; Türkiye Büyük Millet Meclisi İçtüzüğünde Değişiklik Yapılmasına Dair İçtüzük Teklifleri ve Anayasa Komisyonu Raporu (2/94, 2/232, 2/286, 2/307, 2/310, 2/311, 2/325, 2/442, 2/449) (S.Sayısı : 527)

BAŞKAN - 10.1.2001 tarihli 42 nci Birleşimde, İçtüzüğün 88 inci maddesine göre, Komisyona geri verilen Türkiye Büyük Millet Meclisi İçtüzüğünde Değişikli Yapılmasına Dair İçtüzük Tekliflerinin görüşülmeyen maddeleriyle ilgili komisyon raporu Başkanlığa verilmediğinden, teklifin müzakeresini erteliyoruz.

Kamu Kurum ve Kuruluşlarının Yurtdışı Teşkilâtı Hakkında 189 Sayılı Kanun Hükmünde Kararnameyle ilgili tasarının müzakeresine başlayacağız.

 2.- Kamu Kurum ve Kuruluşlarının Yurtdışı Teşkilâtı Hakkında 189 Sayılı Kanun Hükmünde Kararname ve Dışişleri Komisyonu Raporu (1/53) (S. Sayısı : 433)

BAŞKAN - Komisyon?.. Yok.

Ertelenmiştir.

Türkiye Cumhuriyeti Emekli Sandığı Kanunu ile Nakdî Tazminat ve Aylık Bağlanması Hakkında Kanunda Değişiklik Yapılmasına İlişkin 624 Sayılı Kanun Hükmünde Kararname ile Fazilet Partisi Grup Başkanvekili Kahramanmaraş  Milletvekili Avni Doğan ve 7 Arkadaşının; Anavatan Partisi Grup Başkanvekilleri Bartın Milletvekili Zeki Çakan, Denizli Milletvekili Beyhan Aslan, Eskişehir Milletvekili İ. Yaşar Dedelek ile Antalya Milletvekili Cengiz Aydoğan'ın Aynı Mahiyetteki Kanun Teklifleri ve İçişleri, Millî Savunma ve Plan ve Bütçe Komisyonları raporlarının müzakeresine başlayacağız.

3.- Türkiye Cumhuriyeti Emekli Sandığı Kanunu ile Nakdî Tazminat ve Aylık Bağlanması Hakkında Kanunda Değişiklik Yapılmasına İlişkin 624 Sayılı Kanun Hükmünde Kararname ile Fazilet Partisi Grup Başkanvekili Kahramanmaraş  Milletvekili Avni Doğan ve 7 Arkadaşının; Anavatan Partisi Grup Başkanvekilleri Bartın Milletvekili Zeki Çakan, Denizli Milletvekili Beyhan Aslan, Eskişehir Milletvekili İ. Yaşar Dedelek ile Antalya Milletvekili Cengiz Aydoğan'ın Aynı Mahiyetteki Kanun Teklifleri ve İçişleri, Millî Savunma ve Plan ve Bütçe Komisyonları Raporları (1/757, 2/603, 2/605) (S. Sayısı : 592)

BAŞKAN - Komisyon?.. Yok.

Ertelenmiştir.

Ekonomik, Kültürel, Eğitim ve Teknik İşbirliği Başkanlığı Kurulması, 206 Sayılı Kanun Hükmünde Kararnamenin İki Maddesinin Değiştirilmesi ve 190 Sayılı Kanun Hükmünde Kararnamenin Eki Cetvellere Bir İlave Yapılması Hakkında 480 Sayılı Kanun Hükmünde Kararname ile Bu Kanun Hükmünde Kararname ve Devlet Memurları Kanununda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Tasarısı ve Dışişleri ve Plan ve Bütçe Komisyonları raporlarının müzakeresine başlayacağız.

4.- Ekonomik, Kültürel, Eğitim ve Teknik İşbirliği Başkanlığı Kurulması, 206 Sayılı Kanun Hükmünde Kararnamenin İki Maddesinin Değiştirilmesi ve 190 Sayılı Kanun Hükmünde Kararnamenin Eki Cetvellere Bir İlave Yapılması Hakkında 480 Sayılı Kanun Hükmünde Kararname ile Bu Kanun Hükmünde Kararname ve Devlet Memurları Kanununda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Tasarısı ve Dışişleri ve Plan ve Bütçe Komisyonları Raporları (1/206, 1/779) (S. Sayısı : 639)

BAŞKAN - Komisyon?.. Yok.

Ertelenmiştir.

Terörle Mücadele Kanununun Bir Maddesinde Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Tasarısı ve Adalet Komisyonu Raporunun müzakeresine başlıyoruz.

5.- Terörle Mücadele Kanununun Bir Maddesinde Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Tasarısı ve Adalet Komisyonu Raporu (1/850) (S. Sayısı: 664) (1)

BAŞKAN - Komisyon?.. Burada.

Hükümet?.. Burada.

Komisyon raporu 664 sıra sayısıyla bastırılıp dağıtılmıştır.

Tasarının tümü üzerinde, Doğru Yol Partisi Grubu adına İstanbul Milletvekili Hayri Kozakçıoğlu; buyurun efendim. (DYP sıralarından alkışlar)

Süreniz 20 dakika.

DYP GRUBU ADINA HAYRİ KOZAKÇIOĞLU (İstanbul) - Sayın Başkan, sayın milletvekilleri; Terörle Mücadele Kanununun bir maddesinin değiştirilmesi konusuyla ilgili olarak, Doğru Yol Partisi Grubu adına görüşlerimizi sizlere sunmaya çalışacağım; sözlerime başlarken, sizlere saygılar sunuyorum.

İnsanların toplum halinde, birlikte yaşamaya başladıkları günden bugüne kadar, yani eski çağlardan beri, suç, ceza ve cezanın infazı kavramları hayata geçmiştir ve bugüne dek, demokratik yönetim anlayışı ve özgürlükler kavramlarının gelişmesiyle nitelik değiştirerek, bir anlamda, insan haklarına daha saygılı, özgürlüklere daha bağlı bir ortama bürünerek bugüne kadar gelmiştir.

Eski ceza ve infaz anlayışında, daha ziyade, suç işleyen kişinin, suç işlediği ölçülere göre, özellikle, eza ve cefa çekmesi, cezalandırılması, bir anlamda hareketinin kefaretini ödemesi kıstası vardır. Oysaki, modern ve çağdaş anlayışta, artık, cezanın infazında, her şeyden önce, ıslah kavramı ve ıslah müessesesi, en önde yer almaktadır; yani, toplumun nizamına, toplumun kurallarına ters düşerek, bu kuralları ihlal ederek, bir anlamda topluma ters davranan kişinin, tekrar eğitilerek, ıslah edilerek topluma kazandırılması, hatta bir adım daha ileri gidilerek, kendisine iş imkânı yaratılması, kendisinin iş kurabilme ortamına ulaştırılması söz konusudur. İşte, genel anlamdaki infazda gördüğümüz bu tabloyu, Terörle Mücadele Yasasındaki infazla mukayese ederek, beraber değerlendirerek sizlere sunmaya çalışacağım.

Terörle Mücadele Kanununun 16 ncı maddesindeki değişiklik, esasında, terör suçlarının infaz şeklini değiştiren bir taslaktır. Terör suçu, bu yasaya göre, belirli kurallara ve diğer suçlardan farklı esaslara göre infaz olunmaktadır.

Bu konuda daha iyi değerlendirme yapabilmek için, her şeyden önce, terörün ne olduğunu, terör suçlusunun ne olduğunu ve bunun niteliklerini ortaya koymamız gerekmektedir. Terör, cebir, şiddet ve silah kullanmak suretiyle, Anayasamızda tarif edilen, belirtilen cumhuriyet yönetiminin esaslarını değiştirmek, ülkeyi bölmek, parçalamak, devletin varlığını tehlikeye düşürmek, temel hak ve özgürlükleri yok etmek, iç ve dış güvenliği bozmak ve kamu düzenini zor kullanmak suretiyle ihlal etmeye yönelik eylemlerden oluşmaktadır.

Terör suçunu oluşturabilmek için bir diğer önemli kıstas da, terör örgütünün varlığıdır; iki veya daha fazla kişinin, terör amacıyla bir örgüt kurması gerekmektedir. Terör örgütünün yanında, bu suçu işleyen kişinin terör örgütüyle bağı da çok önemlidir. Kanunumuza göre terör suçu sayılabilmesi için, kişinin ve terör örgütünün bağlantısının şu şekilde değerlendirilmesi gerekir: Örgüt mensubu olan bir kişinin suç işlemesi, yani, yukarıda belirttiğimiz suçlardan birini işlemesi terör suçunu doğurmaktadır veyahut suç işlemediği halde, doğrudan doğruya suç işlemek amacıyla kurulan terör örgütü üyesiyse, yine, yaptığı eylem terör suçuna girmektedir. Üçüncüsü de, eğer, örgüt mensubu olmasa dahi, örgüt adına suç işliyorsa, bunun da suçu terör suçudur.

Şimdi, terör suçlarının kaynağını bu şekilde belirledikten sonra, terör suçunun bir de niteliğine bakmak lazım. Terör suçu nasıl meydana geliyor ve terörist hangi şartlarda suçu işlemeye yönlendiriliyor? Terörü yaratmak amacıyla, terör amacına ulaşmak amacıyla kurulan örgüt, değişik tarzlarda eğitim programları uygulamaktadır. Bunlar, bazen, karşımıza, siyasî eğitim, bazen de, karşımıza, silahlı eğitim, yani, askerî eğitim olarak çıkmaktadır. İşte, terör örgütleri de bu eğitim programlarına bağlı olarak iki büyük sıfatla karşımıza çıkar; birisi, parti niteliğinde bulunan terör örgütünün bir bölümü, bir diğeri de, bu örgütün silahlı eylem grubudur.

Terör amacıyla suç işlemek için hazırlanan kişi, uzun süre siyasî ve silahlı eğitimden geçirilmektedir; yani, suç işlemek için belirli bir hazırlık yapılmaktadır, suç işlemek için belirli bir fizikî ve fikrî noktaya ulaşılmaktadır. Bu nedenle, bütün dünyada olduğu gibi, ülkemizde de, terör suçlarıyla ilgili cezaların infazı özel bir statüye bağlanmıştır. Değiştirilmesi düşünülen Terörle Mücadele Kanununun 16 ncı maddesine baktığımızda, kanun kapsamına giren suçları işleyen suçluların iki veya üç kişilik oda sistemine göre inşa edilen özel infaz kurumlarında bulunacakları, bunlara açık bunlara açık görüş yaptırılmayacağı, bunların birbirleriyle irtibatlarının bulunmayacağı ve diğer hükümlülerle haberleşmelerine engel olunması esası getirilmiştir. Dünyanın pek çok ülkesinde terörle ilgili suçların infazında da bu tür özel uygulamalar bulunmaktadır. Şimdi, yeni hazırlanan tasarıyla bu yöntemde değişiklik yapılmaktadır.

Arada şunu da belirteyim: Terörle Mücadele Kanunu, bu infazın, tek kişilik veya üç kişilik oda sistemine göre inşa edilen özel infaz kurumlarında yapılmasını emretmiş; ancak, ülkemizde bu oranda, bu miktarda, bu şekle göre hazırlanmış cezaevi olmadığı için, aynı yasanın geçici 6 ncı maddesine göre, bunlar yapılıncaya kadar, infazın, diğer cezaevlerinde sürdürüleceği de hükme bağlanmıştır.

Şimdi, yeni inşa edilen cezaevleriyle birlikte uygulanmaya başlanan yeni sistemin ana hatları da, şekilleri de ortaya çıkmaktadır. Taslağa göre, terör suçlarına yeni imkânlar, terör suçlarına insan haklarına uygun ve insana saygı kuralına uygun yeni uygulamalar getirilmektedir. Bu yeni gelecek tasarıya göre, terör suçluları, işledikleri suçlara, davranışlarına, yeteneklerine göre gruplara ayrılacaklar ve gruplara ayrıldıktan sonra da eğitim, spor, meslek kazandırma, sosyal ve kültürel faaliyetlere katılma gibi imkânlardan faydalanacaklardır. Ayrıca, kendileri, açık görüş yapabilme olanaklarına da ulaşacaklardır.

Burada, biraz önce belirttiğimiz gibi, artık, infaz sistemindeki yeni anlayışın, terör suçlarında da uygulamaya konulacağı görülmektedir; yani, terör suçu işleyen kişilerin tekrar topluma kazandırılması için, eğitim faaliyetine tabi tutulmaları, sanat ve kültürel faaliyetlere katılabilmeleri, sportif eylemlerde bulanabilmeleri ve beceri kazandırma gibi dallarda eğitimden geçirilmeleri gündeme gelmektedir.

Burada, tabiî ki, dikkat edilmesi gereken bir konu vardır. Terör suçlusu, uzun yıllar, siyasî eğitim görmüş, silahlı eğitim görmüş ve suç işlemek için hazırlanmış bir kişidir. Bu nedenle, kendisi, bazı ideolojik bağlantılara saplanmıştır; fırsat bulduğu zaman da, tekrar suç işlemeye dönebilecek bir yapı kazanmıştır. İşte, bunun değiştirilmesi için, eğitim programlarının, gerçekten, teknik ve ilmî özellik kazanması, eğitim programlarında mutlaka uzmanlardan yararlanılması gerekmektedir. Ancak, bunun yanında, önemli olan, cezaevi güvenliğinin ve cezaevinde iç güvenin de sağlanmasıdır; çünkü, cezaevine giren suçlu, terörist dahi olsa, canını, can güvenliğini, bir anlamda, devlete, ülkenin yönetimine teslim etmiş kişi demektir. Bu nedenle, içeride bu programlar uygulanırken, hem cezaevinin genel güvenliği hem de içeride bulunan hükümlü veya tutukluların da genel güvenliğinin mutlaka özen altında bulunması gerekmektedir.

Bütün ülkeler, bu esasa çok riayet etmektedirler, etmeye çalışmaktadırlar. Bu bir denge meselesidir. Bir taraftan, insan haklarına ve özgürlüklere saygılı bir yönetim; bir taraftan, içerideki terör suçlusunu eğiterek, sportif veya kültürel sanat faaliyetlerine katarak, onları ıslah etmek; bir taraftan da, cezaevinin güvenliğini ve içeride bulunan hükümlü ve tutukluların can güvenliğini sağlayabilecek bir sistemin de ayakta kalması gerekmektedir. İşte, bu dengenin mutlaka iyi sağlanması gerekiyor.

Burada, artık, bu yasa kabul edildikten sonra, işin önemli tarafı, yasamadan ziyade uygulayıcıya çıkmaktadır. Bu yasayı en iyi şekilde uygulamak, bu dengeyi iyi sağlamak, çeşitli eğitimlerden geçerek, bir anlamda, suç işlemeye hazır hale getirilmiş terör suçlusunu, içeride, tekrar, daha gelişmiş, daha uygar eğitimlere tabi tutarak ,topluma kazandırmak, suç işleme ideolojisinden mutlaka ayırmak ve uzaklaştırmak gerekmektedir. Bu nedenle, cezaevindeki ıslah çalışmalarının, eğitim çalışmalarının çok dikkatli yürütülmesi, gelişerek yürütülmesi ve o kişilerin topluma en iyi şekilde kazandırılması büyük önem taşımaktadır.

Yasa tasarısı incelenirken dikkatimizi çeken bir de konu var. Eski yasada, açık görüşme yoktu. Eski yasada, kişilerin tek veya üç kişilik odalarda devamlı bulunmaları ve beraber, bir araya gelmelerine imkân verilmiyordu; ancak, tüzük hükümlerine göre, buna rağmen, yine de, eğitim programları yapılması gerekiyordu, eğitim programlarının uygulanması gerekiyordu. Sayın hükümet yetkililerinin, Sayın Bakanın, burada, eski sistemde, yani, tek veya üç kişilik hücrelerde -eğer uygulanmış ise- eğitim programları uygulanabilmiş midir; bu eğitim programlarından istenilen sonuç alınabilmiş midir; bu eğitim programlarının aksayan tarafları veya güvenliği bozan yönleri var mıdır; bunu açıklamasında bence yarar vardır diyorum ve bundan sonraki programlar da tanzim edilirken, bu konuların dikkate alınması büyük önem taşımaktadır.

Olaya daha geniş açıdan baktığımızda, esasında, Türkiye Büyük Millet Meclisinin önüne büyük bir yargı reformu gelmeliydi; çünkü, bağımsız yargı ve yargının verdiği cezaların infaz sistemi, cezaevi yönetimi birbirinden ayrı düşünülemez. Parça parça yasalarla cezaevi yönetimini düzeltmek yerine, yargıyı ve infaz sistemini bir bütün halinde ele alarak düzeltmekte büyük yarar vardır. Bu nedenle, bizim hükümetten beklediğimiz, her yönüyle, sadece kâğıt üzerinde kalmış değil, yargı görevlileriyle birlikte toplumda yaşayan herkesin içine sindirdiği, herkesin beyninde özümleyebildiği bir bağımsız yargı sisteminin mutlaka kurulması, bunun uygulamaya geçirilmesi büyük önem taşımaktadır.

Bağımsız yargı geliştikçe, Türkiye'de pek çok taşın yerine oturacağına, Türkiye'de pek çok çivinin yerini bulacağına ve pek çok kurumun yeniden gelişerek oluşacağına candan inanıyorum. İşte, bu bağımsız yargıya bağlı olarak, yeniden, infaz sisteminin ve cezaevi yönetiminin düzenlenmesine gerek vardır. Artık, cezaevleri, diğer dünya ülkeleri örneklerinde olduğu gibi, iç ve dış güvenlikleri aynı örgüt tarafından götürülen, yönetilen, modern bir güvenlik sistemine, özel bir güvenlik sistemine kavuşmalıdır.

Cezaevlerinin iç yönetiminde uzmanların ağırlığı, uzmanların sözünün geçer hale gelmesi sağlanmalı ki, böylece, içeriye giren herkes, ister hükümlü ister tutuklu olsun, can güvenliğini, her türlü güvenliğini ve her türlü hakkını cezaevi yönetimine rahatça bırakabilmeli; cezaevinden çıktığı zaman da, yaptığı hareketten pişman olduğu noktaya ulaşmalı, topluma tekrar intibak edebilecek noktaya gelmeli, hatta, cezaevinden çıkmadan önce, kendisine iş imkânı, kendisine iş kurma imkânı ve kendisine dışarıda çalışabilecek ortam sağlanmalıdır. Böylece, Türkiye, modern bir infaz sistemine kavuşmalıdır. Bunu, topyekûn gerçekleştirdiğimiz zaman, inanıyorum ki, geciken yargı olmayacak; inanıyorum ki, hızlı çalışan, herkesi tatmin eden, herkesin rahatlıkla başvurabileceği ve başka müesseselere, başka yollara, başka şekillere gitmeye gerek kalmayacak bir yargı sisteminin Türkiye'de kurulabileceği mutlak olacaktır. Buna bağlı modern bir infaz sistemiyle de Türkiye, çağdaş dünyadaki çağdaş yerini alacak ve uzun zamandan beri tenkit edilen, uzun zamandan beri işkence denilen, uzun zamandan beri vatandaşa kötü muamele denilen, suimuamele denilen pek çok uygulama, diğer kamu kurumlarından da, birlikte kalkmış olacaktır.

Ben, bunu, bu konuda bir adım olarak kabul ettiğimiz için, bu yasa tasarısına uygun görüşle baktığımızı ve destek vereceğimizi belirtiyor; hepinize saygılar sunuyorum. (DYP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN - Teşekkür ederiz Sayın Kozakçıoğlu.

Fazilet Partisi Grubu adına, Rize Milletvekili Sayın Mehmet Bekâroğlu; buyurun. (FP sıralarından alkışlar)

FP GRUBU ADINA MEHMET BEKÂROĞLU (Rize) - Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; görüşülmekte olan 664 sıra sayılı, Terörle Mücadele Kanununun Bir Maddesinde Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Tasarısı ve Adalet Komisyonu raporu üzerinde, Fazilet Partisi Grubu adına söz aldım; hepinizi, saygıyla selamlıyorum.

Değerli milletvekilleri, Türk cezaevlerinde önemli sorunların bulunduğundan hareketle bu değişiklik teklifi Meclise sunuldu kanaatindeyim.

Cezaevleriyle ilgili yapılan şikâyetleri, şu 4 maddede sıralayabiliriz:

Bunlardan bir tanesi, yıllardan beri cezaevlerinde devam eden olumsuz koşullar, kötü hijyen şartları, bakım, iaşe gibi sorunlar.

İkincisi, cezaevlerinde uygulanan baskılar; zayıf olan tutuklu ve hükümlülerin, güçlülerin tahakkümü altında olması, suç örgütlerinin, mafya liderlerinin, koğuş ağalarının insafına bırakılmış olması.

Üçüncüsü, özellikle büyük cezaevlerinde, her türlü usulsüzlüğün, yolsuzluğun yapıldığı, buraların birer rant merkezi haline geldiği, isteyenin istediği silahı sokabildiği, uyuşturucuyu, telefonu cezaevine sokabildiği; dolayısıyla, burada, devletin bu cezaevlerine hâkim olmadığı gibi bir şikâyet var.

Dördüncüsü; bazı cezaevlerinin terör örgütlerinin eğitim merkezi haline geldiği şeklinde şikâyet mevcut.

Nihayet, devam eden açlık grevleri ve ölüm oruçları... Bildiğiniz gibi, açlık grevleri ve ölüm oruçları dolayısıyla, bazı cezaevlerine güvenlik güçleri müdahale etmiş, bu müdahalede 32 kişi ölmüş, daha sonra da ölüm oruçları bitirilememiş ve ölüm orucu dolayısıyla da, o günden bugüne 20 tutuklu ve hükümlü yaşamını kaybetmiştir. Bu tasarıyla, bu değişiklikle, öyle umut ediyorum ki, cezaevlerinde devam etmekte olan açlık grevleri ve ölüm oruçları da bitirilecek; böyle bir amaç da, burada var gibi görünüyor.

O halde, konuşmama başlarken, Sayın Bakanıma, şu iki soruyu sormak istiyorum:

Çıkarılmış olan Af Yasasına rağmen, 25 000 civarında insanın cezaevinden çıkmış olmasına rağmen, şu anda, cezaevlerinde 57 875 tutuklu ve hükümlü bulunmaktadır. Bunların, sadece 9 136'sı terör nitelikli; bunların büyük bir çoğunluğu da PKK davasından yatıyor ve bunlar, henüz, F tipi cezaevlerine taşınmış değiller. Peki, cezaevi reformunun ilk ayağı diye sunulan bu yasa tasarısı, acaba, tüm bu tutuklu ve hükümlüleri kapsıyor mu; yani, adlî suçlular dediğimiz tutuklu ve hükümlüleri kapsıyor mu? Büyük çoğunluk da bu adlî suçlular olduğuna göre ve onların cezaevlerinde çok daha büyük sıkıntı içerisinde yaşadıklarını bilmemize rağmen, nerede cezaevi reformunun bu önemli ayağı diye, Sayın Bakanıma soruyorum.

İkinci bir soru; Sayın Bakan, niçin, bu yasa tasarısını sevk etmek için bu kadar beklediler? Eğer, bu yaptığınız doğruysa, doğru olduğuna inanıyorsanız ve bu değişikliğin, ölüm oruçlarının bitirilmesine bir katkı sağlayacağını düşünüyorsanız, niçin bu tasarıyı 20 kişi ölmeden önce Meclis Genel Kuruluna sevk etmediniz? Bu soruya da cevap vermek durumundasınız.

Değerli milletvekilleri, bu tasarıyla yapılmak istenilenleri açık bilmek gerekiyor. Bu tasarı, Terörle Mücadele Kanununun 16 ncı maddesi gereği inşa edilen F tipi cezaevlerinin işleyişini düzenlemek için hazırlanmıştır. F tipi cezaevleri, bilindiği gibi, 1 ve 3 kişilik hücreler ile buralarda kalacak olan hükümlülerin ortak kullanımı için yapılan kütüphane, iş yurdu ve çok amaçlı salonlardan oluşmaktadır. Şu anda mevcut yasaya göre, bu çok amaçlı salonların, çok amaçlı alanların kullanılması mümkün değil. İşte, bu yasa tasarısıyla, bu çok amaçlı salonların, kütüphanelerin ve iş yurtlarının kullanılmasına, bir şekilde imkân sağlanmış olacak.

Ancak, burada önemli bir sorun var değerli milletvekilleri; o da şu: Tasarı, bu ortak kullanım alanlarının kullanılmasını şarta bağlıyor, diyor ki "kendileri için hazırlanmış iyileştirme ve eğitim programı çerçevesinde..." Yani, tasarı eğer yasalaşırsa, bu cezaevlerinde kalan insanlar için hazırlanmış olan iyileştirme ve eğitim programları uygulanacak; bu programların uygulanması sırasında ve bu programlara uyanlar, bu ortak kullanım alanlarından istifade edecek.

Değerli milletvekilleri, Türkiye'nin bir terör sorununun olduğunu biliyoruz, çok iyi biliyoruz; bunun için, yakın tarihte, bu milletin büyük bir bedel ödediğini de biliyoruz. Her devletin, güvenliği için, terör karşısında tedbirler alması gerektiğini de biliyoruz. Yine, cezaevlerinin örgütsel ilişkilere uygun olduğunu, terör eylemlerinin cezaevleriyle bağlantılı olarak devam ettirildiğini de biliyoruz; ancak, Avrupa Birliği diyoruz, demokrasi diyoruz, insan hakları diyoruz, hukuk diyoruz. O halde, güvenlikle ilgili alacağımız tedbirlerin demokrasiyle, hukukla, insan haklarıyla ters düşmemesi gerekir.

Değerli arkadaşlarım, hiçbir demokratik ülkenin cezaevlerinde 9 136 terör nitelikli tutuklu ve hükümlü yoktur. Eğer, aftan çıkarılan 1 000 kişiyi, 1 500 kişiyi eklerseniz, 11 000'e yakın terör nitelikli tutuklu ve hükümlü..

Değerli arkadaşlarım, eğer, Türkiye cezaevlerinde, gerçek anlamda  10 000 civarında tutuklu ve hükümlü varsa, bu terör örgütlerinin dışarıda iki misli sempatizanı, üyesi olduğuna göre, 50 000 civarında terörist var demektir. Buna, ne Türkiye ne de demokratik başka bir ülke dayanabilir. Hiçbir demokratik ülkede, 30 000, 40 000, 50 000 terörist olamaz. Eğer, gerçekten, 65 milyonluk ülkede, bu sayıda, 30 000, 40 000 terörist varsa, işimiz çok zor demektir.

Değerli milletvekilleri, önce, terör ve terörist kavramlarını değiştirmemiz gerekiyor, sonra da, Türkiye'de suçlu üreten, terörist üreten toplumsal ve siyasal yapıyı onarmak zorundayız. Terörle Mücadele Kanununun 1 inci maddesi terörü tanımlıyor, 2 nci maddesinde bu tanım genişletiliyor -terör suçu işlemese dahi, örgütle ilişkisi olanlar- 8 inci maddede, yazılı ve sözlü propaganda yapanlar, toplantı, gösteri ve yürüyüş yapanlar diye, terör ve terörist kavramı giderek genişletiliyor. Ayrıca, Türk Ceza Kanununun 168 inci maddesinin ikinci fıkrasında "terörün sair efradı" diye, hukuk olarak çok tartışılabilecek bir madde mevcuttur.

Size şöyle bir örnek vereyim değerli arkadaşlarım: Bir lise öğrencisi, diyelim eğitim politikalarıyla ilgili bir protesto gösterisine katılmış ve taşıdığı pankart bir örgütün renklerine uygunsa, siz, Terörle Mücadele Kanunu çerçevesinde, Türk Ceza Kanununun 168 inci maddesinin ikinci fıkrası gereğince, bu gence, bu çocuğa onbeş yıla kadar ceza verebilirsiniz ve bu çocuk, yine, Terörle Mücadele Yasası gereği infazı daha düşük olacağından dolayı adlî tutuklu ve hükümlülerden, dokuz ya da oniki yıl cezaevinde yatacak, sadece pankart astığı için, sadece bir protesto gösterisine katılmış olduğundan dolayı ve bu çocuk, F tipi cezaevinde yatmak zorunda kalacak. Yine, diyelim ki, bir üniversite hocası, bir profesör ya da bir sendikacı, bir yazar, yazdığı bir yazı dolayısıyla, asla hiçbir terör yöntemi kullanmamış olmasına rağmen, Terörle Mücadele Kanununun 8 inci maddesi gereği hüküm giyecek ve üç sene F tipi cezaevinde yatmak zorunda kalacaktır.

Şimdi, size soruyorum, Sayın Bakanıma soruyorum: Bunlara ne diyeceğiz? Bunlar teröristse, bırakın toplumsal ve siyasal yapıyı, yasalarımız ve yorumlarıyla yargıçlarımız da terörist üretmektedir ki, bunu ciddî bir şekilde gözden geçirmek mecburiyetindeyiz. Biz, Af Yasası görüşülürken bu konuyu Sayın Başbakana götürdük, Sayın Bakana götürdük; ayrıca, Genel Kurulda değişiklik önergesi verdik. Dedik ki: Terör kavramını, terör tanımını değiştirelim, yasaları, herkesi terörist yapabilen, yoruma göre, ilgisi olmayan insanları terörist yapabilen yasaları değiştirelim. Dolayısıyla, bu çocukları cezaevine göndermeyelim. Bu şekilde, içeride, cezaevlerinde ağa gibi yaşayan örgüt liderlerini işsiz bırakalım diye teklif ettik; ama, maalesef, bu teklifimiz dikkate alınmadı.

Değerli milletvekilleri, suçluların, hükümlülerin eğitilip topluma kazandırılmasına itiraz eden yok; ama, Sayın Bakanın getirdiği bu tasarıyla, politik suçlular, düşünce suçluları da ıslah edilecek, iyileştirilecek. Bu iyileştirme nasıl olacak değerli arkadaşlarım?! Biraz evvel örnek olarak verdiğim insanlar, nasıl ıslah edilecekler, ne yaparlarsa bu insanlar ıslah olmuş, iyileşmiş kabul edilecekler? Sonra, bu ıslah programlarını kimler uygulayacak? Bu programlar nasıl uygulanacak? Şu anda cezaevinde görev yapan infaz koruma memurları, gardiyanlar mı uygulayacak bunları?

Değerli milletvekilleri, kimse kusura bakmasın, bu, ilkel bir zihniyettir. Bu, farklı düşüneni, muhalif olanı hasta sayan bir anlayıştır. Sovyetler Birliğinde, komünist olmayanlara, muhalif olanlara, yıllarca, hasta oldukları iddiasıyla, psikiyatrik kliniklerinde antipsikotik ilaçlar verildi, bunlara elektroşoklar yapıldı. Biz, belki elektroşok yapmayacağız, ilaçlar vermeyeceğiz; ama, daha sofistike yöntem ve araçlarla iyileştireceğiz; çünkü, biz de, farklı düşünceleri hasta olarak görüyoruz değerli arkadaşlarım.

Cezaevlerinde bir zindancı anlayış var. Şu anda, cezaevlerindeki düzenlemeleri kapsayan kapsamlı, geniş, iyi düşünülmüş bir mevzuat yok, bir zindancı anlayış. Cezaevine düşen insanlar, cezaevi yöneticilerinin insafına bırakılmış durumdadır. Bir yönetici geliyor, şöyle kurallar uygulanıyor; bir başka yönetici geliyor, başka kurallar uygulanıyor. Böyle zindancı anlayışın hâkim olduğu cezaevlerinde, siz, bu yöneticilere, bu şekilde bir imkân verirseniz, kendileri gibi düşünmeyen insanları hasta kabul edecekler ve icat edeceği yöntemlerle onları tedavi etmeye kalkacaklar ki, bu, demokrasiyle, insan haklarıyla bağdaşmayan bir konudur.

Bu tasarı yasalaşırsa, bu ıslah programına uymayanları, eğitim, spor, meslek kazandırma, işyurdu çalışmalarıyla diğer sosyal ve kültürel faaliyetlerden faydalandırmayacağız; yani, insanları tecrit edeceğiz.

Değerli arkadaşlarım, bu, ceza içinde ceza uygulamanın bir sonucudur; bu, doğru değildir. Tecrit, izolasyon, insan varlığına, insanın bedensel, ruhsal ve sosyal bütünlüğüne terstir. İnsanlar suçlu olabilirler, farklı da olabilirler, terör suçu işlemiş de olabilirler; ama, onlar insandırlar ve Türkiye Cumhuriyetinin yurttaşlarıdır; dolayısıyla, cezaevi şartlarında gerekli olan tüm haklarını sağlamak devletin, çağdaş bir devletin, demokratik bir devletin görevidir; bunu yapmak zorundayız.

Değerli milletvekilleri, şu anda F tipi cezaevlerinde devam eden açlık grevleri ve ölüm oruçlarında bulunan insanların -tutuklu ve hükümlülerin- çok değişik politik amaçlı talepleri de oldu; bu talepler tartışılabilir. "DGM'ler kalksın" dediler, Avrupa Birliği de diyor. Bunlar tartışılabilir; ama, şu anda cezaevlerinde devam etmekte olan ölüm oruçlarının temel sebebi tecrit uygulamasıdır, izolasyondur. Sayın Bakan da, Adalet Bakanlığının bürokratları da, İşkenceyi Önleme Komitesi ve Af Örgütü gibi uluslararası kuruluşlar da, F tipi cezaevlerinde şu anda fiilî bir tecrit durumunun bulunduğunu kabul etmektedirler.

Nitekim, bu tasarı, mevcut fiilî tecrit durumunu ortadan kaldırmak için Sayın Bakanımız tarafından sevk edildi. Bana göre, bu tasarıyla, tecrit bütünüyle ortadan kalkmıyor, ortak kullanım alanlarının şartlı açılması ve hazırlanacak olan ıslah programları, cezaevlerinde, yeni sorunlara sebep olacak; hem tecrit ortadan kalkmıyor hem de cezaevlerinde 1980'li yıllarda tek tip elbise uygulamasında olduğu gibi, çok ciddî yeni sorunlara, yeni kargaşalara, yeni inatlaşmalara sebep olacaktır.

Değerli milletvekilleri, şu anda cezaevlerinde bulunan ve bu tasarıyla şartlı olarak açılacak olan alanlar, esasında sessiz alanlardır. Bu alanlarda; yani, kütüphanede, tiyatroda, iş yurdunda, sinemada, spor salonunda insanlar paylaşamazlar, birbirleriyle insanca ilişkilere giremezler; dolayısıyla, bunlar sessiz alanlardır, bunlar şartsız bir şekilde açılsalar bile, tecridi, izolasyonu ortadan kaldırmazlar. Elbette, bu alanların şartsız olarak açılması -ki, bu doğrultuda önergemiz var, destek istiyorum- olumlu bir adım olacak. Bu, ölüm oruçlarının bitirilmesini de kolaylaştıracak bir girişimdir; ancak, Sayın Bakan, 9 Aralıkta yapmış olduğu açıklamaya geri dönmek durumundadır. Sayın Bakan 9 Aralık 2000 tarihinde, toplumsal mutabakat arayacağını söylemişti. İlgili kamu kurumu niteliğindeki sivil toplum örgütleriyle görüşüp, günün belli saatlerinde ve makul sayıdaki insanın bir araya gelmesini sağlayacak koşulların hazırlanmasına çalışılacağını söylemişti. O günle bugün arasında sadece 32; 20 daha 52 ölü var; onun dışında değişen bir şey yok, şartlar aynen olduğu gibi duruyor. Çok geç kalındı; ama, bu iş bir an önce yapılmalı ve bir an önce bu ölümlerin önüne geçilmelidir.

Tecridi kaldırmak için açacağımız bu ortak kullanım alanları -elbette, bunları, şartsız açmamız gerekiyor- eğer yetmiyorsa, yine, yeni ortak alanlar düşünülmelidir. Örneğin yemekhane gibi, örneğin ortak havalandırma gibi, tecridi bütünüyle ortan kaldıracak, insanların, insanca ilişkisini sağlayacak yeni ortak kullanım alanları düşünülmelidir.

Değerli milletvekilleri, elbette, terörle mücadele edilmelidir. Teröre karşı en etkili yöntemler bulunmalı ve kullanılmalıdır; ancak bu yöntemler, asla hukukun dışına çıkamaz; hukuk dediğimiz zaman, sadece yürürlükteki yasaları anlamayalım. Yasalar, altına imza koyduğumuz uluslararası belgelere uygun olmak zorundadır. Demokrasilerde, parlamentolar, her konuda yasa çıkarabilirler; yeter ki, bu yasalar, Anayasaya uygun olsun; ama, en az bunun kadar önemli olan bir başka konu daha var: Demokrasilerde, parlamentolar, insan haklarına aykırı, temel insan haklarından birini ya da birkaçını askıya olan yasa çıkaramaz değerli arkadaşlarım; demokrasinin en temel özelliklerinden bir tanesi de budur. Evet, millet yönetir; evet, millet iradesi; ama, millet iradesi bile, çoğunluk iradesi bile, insan haklarına aykırı olan bir yasa çıkaramaz; demokrasi bu demektir değerli arkadaşlarım. Yani, güvenliğimizi, terörle mücadeleyi, hukukun içerisinde, uluslararası belgelere uygun olarak, hak ihlallerine sebebiyet vermeden yapmak zorundayız.

Şimdi, şöyle bir eleştiriyi duyar gibiyim: Terörist, vuruyor, kırıyor, öldürüyor, hak ihlalinde bulunuyor; nasıl oluyor da, bunların haklarını savunuyorsunuz tipinde eleştirilerle karşılaşıyoruz. Bu eleştirinin başı doğru; ancak, sonu yanlıştır. Onlar, zaten adı üzerinde, teröristtir. Devlet ise, kurallara uymak zorundadır. Devlet, kurallara uygun olarak güç kullandığından dolayı bu güç, meşru güç olarak kabul ediliyor ve tek meşru güç kullanma, bu şekilde, devlete, Anayasanın, yasaların vermiş olduğu yetkiyle olan güçtür. Bu güç kullanımı, kurallara uygun olduğundan dolayı meşru güçtür. Bu kurallar, evrensel hukuk normlarına ne kadar uygunsa, devlet de o kadar demokratik meşruiyetini kazanıyor.

Değerli arkadaşlarım, son bir söz olarak, Sayın Bakan "devlet, teröristlerle pazarlık yapmaz" diyor; doğrudur. Elbette, Türkiye Cumhuriyeti Devleti teröristlerle pazarlık yapacak değildir; yapmasın. Kimse, teröristle pazarlık yapmayı zaten istemiyor; ama, devlet, ama çağdaş devlet, çağdaş devletin görevlileri yurttaşlarla konuşur, görüşür, yurttaşların dertlerini dinler, çareler arar. Devlet etmek, hükümet etmek, iktidarda bulunmak, yurttaşların sorunlarını çözmek içindir. Siz, kalkıyorsunuz, diğer yurttaşlarla, işçilerle, memurlarla, bankacılarla, esnafla oturup konuşuyorsunuz -doğru da yapıyorsunuz- sorunlarını tartışıyorsunuz -doğru da yapıyorsunuz- ve çözüm yolları arıyorsunuz; o halde, cezaevlerinde bulunan insanlar da sizin yurttaşlarınızdır, Türkiye Cumhuriyeti Devletinin yurttaşlarıdır, bu yurttaşları da dinlemek zorundasınız; hem de diğer yurttaşlardan daha çok dinlemek zorundasınız;. çünkü, bunların güvenliği, bakımı, sizin denetiminizdedir. Cezaevlerinde bulunduklarından dolayı, bunlardan, diğer yurttaşlardan çok, siz sorumlusunuz. O halde "bu insanlar teröristtir, pazarlık yapmam" düşüncesini, bu ilkel düşünceyi bir tarafa bırakıp, çağdaş bir düşünceyle bu insanları dinleyip, sorunlarını almak ve bunu çözüme ulaştırmak mecburiyetindeyiz.

Değerli arkadaşlarım, değerli milletvekilleri, sadece insanî vicdanlarımız bundan rahatsız olmuyor; bakınız, şu anda, hem dünya kamuoyu hem Türk kamuoyu, bu insanlar niçin açlık grevi yapıyor, niye ölüm orucu tutuyor diye soruyor, şu anda cezaevlerinden çıkan tabutlarla ilgileniyor ve insanlar, ciddî bir şekilde bundan rahatsız.

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN - Sayın Bekâroğlu, 1 dakika içerisinde toparlayınız.

MEHMET BEKÂROĞLU (Devamla) - Eğer, vicdanlarımız susuyorsa, bir şekilde körelmişse, başka sebeplerden dolayı vicdanı bir tarafa bırakmışsak, o zaman, ülkenin geleceğini düşünelim değerli milletvekilleri. Ülkenin geleceği için de, bu olanlarda, bu tabutlarda bir hayır yok. Gerçekten, Batılı ülkelerden, dışarıdan baktığımız zaman, bu tabutlar insanları çok rahatsız ediyor. Bu tabutlar, bu ölüler, çocuklarımızı da rahatsız ediyor; dolayısıyla, geleceğe yönelik toplumsal barışımızı da bozuyor; ekonomik olarak da, Türkiye'ye çok ciddî sorunlar ortaya çıkarabilir.

Dolayısıyla, çağdaş bir devlet olarak, gerçekten hükümet ediyorsanız, gerçekten idare ediyorsanız, siyasî irade kullanıyorsanız, bu konuya eğilin ve bu konuyu çözün diyor, hepinizi saygıyla selamlıyorum. (FP, DSP ve ANAP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN - Teşekkür ederiz Sayın Bekâroğlu.

Gruplar adına başka söz istemi?.. Yok.

Şahsı adına, Aksaray Milletvekili Ramazan Toprak; buyurun. (FP sıralarından alkışlar)

RAMAZAN TOPRAK (Aksaray) - Sayın Başkan, Yüce Meclisin değerli üyeleri; hepinizi saygıyla selamlıyorum.

Görüşmekte olduğumuz tasarı, Terörle Mücadele Yasasının 16 ncı maddesinde değişikliği içeriyor. Terörle Mücadele Yasasındaki 16 ncı madde, 1991 yılında getirilmişti; 2001 yılındayız, aradan 10 yıl geçmiş. on yıl sonra ne getiriliyor, biliyor musunuz? On yıl önce, tek kişilik ve 3 kişilik oda şeklinde tanzim edilen hapishanelerin, bugünkü adıyla F tipi cezaevlerinin ne getirdiğini ne götürdüğünü genel hatlarıyla ortaya koymadan önce, bir iki hususa temas etmek istiyorum.

Öncelikle, cezaevlerindeki sorunu, sağlıklı olarak ortaya koymak lazım. Getirdiğimiz tasarı, cezaevindeki 58 000 hükümlü ve tutuklunun sadece 9 000'ini kapsayan hükümler içeriyor, iyileştirmeler getiriliyor. Yani, 20 ölümden sonra, sadece 9 000 kişiye yönelik iyileştirme getiriliyor. Oysa, cezaevlerinde iyileştirme bekleyen 49 000 hükümlü ve tutuklu var. Geçtiğimiz bir, birbuçuk takvim yılı içinde dört beş kere af yasası çıkarıldı, neredeyse, cezaevindeki insan adedi, geçen yılki sayısı kadar. Yani, biz, sadece bugünü kurtarmaya çalışıyoruz.

Hükümet bu tasarıyı getirirken güzel gerekçeler ileri sürmüş. Bu gerekçeleri ileri sürerken, bir de günah çıkarmış: Terörle Mücadele Yasasında ve Çıkar Amaçlı Suç Örgütleriyle Mücadele Yasasında, cezaevine konulan insanların nasıl bir iyileştirme ve eğitim programlarına tâbi tutulacağına ilişkin hükümler bulunmadığını itiraf etmiş. Sayın hükümet, 2 artı 2 yıl olmak üzere toplam 4 yıldır iktidarda. "20 tane ölüm gerçekleştikten sonra mı bu tasarı gelecekti" şeklindeki sorumuza, Sayın Bakanın Komisyondaki ifadesi: "Biz bu tasarıya Haziran 2000 tarihinde başladık."

Değerli arkadaşlar, tasarı tek maddelik. Yani, bir takvim yılında tek maddelik bir düzenleme getirecek idiyseniz; Sayın Bakanım, uygulamadan gelen kişiler olarak bunu bize sorsaydınız, biz, bunu size bir günde verirdik, bir yılda değil. 15 günde 15 tane devasa kanunu çıkarmaya muktedir bir hükümetin, bir yıl içinde tek maddelik bir kanunu önümüze getirdiğini düşündüğüm zaman, ifade edecek kelime bulamıyorum.

Değerli arkadaşlar, yöneticilerin sade vatandaştan bir farkı vardır. Yönetici öngörür, sade vatandaş görür. Yönetici öngörerek iş yapar, sade vatandaş gördükten sonra iş yapar. İkisinin arasındaki mesafe ise yıllardır arkadaşlar; uzun yıllar vardır ikisinin arasındaki mesafede. İşte, yöneticinin üstün vasfı gereğidir bu öngörmek. Oysa, biz, gerçek bir öngörüsüzlüğü yaşıyoruz.

Değerli arkadaşlar, bu tarz şeylerin siyasî mülahazalarla ilgisi yok. Şunu ifade edeyim: Eğer, cezaevinde kanayan bir yara varsa, günübirlik tedbirlerle bunu ortadan kaldıramazsınız.

Tasarı ne getiriyor; 1991 yılında, tek kişilik ve 3 kişilik oda şeklinde tanzim edilen F tipi cezaevlerine, evet, tam on yıldır esirgenen bir iyileştirme getiriyor. Toplam 368 kişi kapasitelik F tipi cezaevlerinde 8 tane iş atölyesi var, kütüphane, spor salonu şeklinde 3 tane de ortak yaşam alanı var, toplam 11 yaşam alanı...

Değerli arkadaşlar, tam on yıldır, 11 adet ortak yaşam alanı bu insanlardan esirgendiği için, insanlar tek kişilik modern hücrelerde, modern mezarlarda kaldığı için bu sese kulak verilmedi, 20 kişi öldükten sonra hükümet kulağını açtı; yani, gördükten sonra, öngördükten sonra değil; sade vatandaştan hiçbir farkı kalmadı. Keşke bugünlere gelinmeseydi.

Dün, Avrupa Parlamentosundan 2 kişilik heyet geldi, benim cezaevimdeki 20 kişinin ölmesiyle ilgili, resmî makamlarımı sorguluyor. Ben utanç duyuyorum.

Değerli arkadaşlar, cezaevine koyduğunuz insan, hukuk devleti diye çerçevesini çizdiğimiz devletin teminatı altındadır. Kişiliği, kimliği, cinsi, cibiliyeti, ırkı, dini ne olursa olsun, hukuk devletinin teminatı, garantisi altındadır.

Bir kez cezaevine düşen insan için, devlet iki temel şeyi düşünmek zorundadır. Birincisi, cezayı çektirme amacı; ikincisi, bu kişiyi topluma kazandırma amacıdır. İster terörist olsun ister siyasî bir yazı yazdığı için cezaevine tıkılan ünlü bir yazar olsun, belediye başkanı olsun, kim olursa olsun, kişiyi tekrar topluma kazandırma hedefi, uygar ülkelerde birinci öncelikli hedeftir. Cezayı çektirmek zaten elinizin altında; dört duvar arasına  kapatmışsınız, o cezayı çekecektir; ama, devlete düşen, hukuk devletine düşen, uygar bir devlete düşen, dört duvar arasına girmiş insanı yeniden topluma kazandırmanın çaresini bulmaktır; bu, birinci öncelikli hedeftir.

Ancak, uygar ülkelerde aranan bu birinci öncelikli hedefin, bizim cezaevlerinde yıllarca uygulanan politikalara baktığımızda, hiç de hedefler arasında olmadığını görüyoruz. Örnek mi; on yıl önce getirilen Terörle Mücadele Yasasında, kişiyi tekrar topluma kazandırmaya yönelik... Evet, bu tasarıyla getirilen hükümler, on yıldır, devletin teminatı altına, iki dudağı arasına terk edilen insanlardan esirgenmiş. Sonuç; ölümler.

Şunu ifade edeyim: Cezaevleri, yanlış politikalar nedeniyle, iki temel hastalık üzerine oturmuştur. Birincisi, cezaevleri, denetimsizlik, kontrolsüzlük nedeniyle birtakım çıkar örgütlerinin rant merkezleri haline gelmiştir; bu, vurdumduymazlığın kaçınılmaz, birinci sonucudur. İkincisi, cezaevleri terör örgütlerinin eğitim yuvası haline gelmiştir. Yani, bu sorunların üzerinden hep atlanarak geçildiği için, üzerinden her defasında atlanarak geçildiği için veya kafa çevrilerek geçildiği için, sorun, kartopu yumağı gibi, yuvarlanarak büyüdü, önümüze geldi. 20 kişi değil, belki daha fazla kişi ölebilirdi. Şu andan itibaren, bu ölümlerin son bulmasını temenni ediyorum; ancak, iş bu kadar net tabloyla ortadayken, bu, gerçek bir vurdumduymazlıkla, bir kenara itildi.

Bu iki haklı nedenle hareket edilerek... Evet, bu iki neden, iki tespit doğrudur, haklıdır; ama, doğru şeylerden hareket ederek yanlış sonuçlara varmak da, akıllı insanın işi değil. Hiçbir zaman doğru şeyler yanlış şeylerin gerekçesi olamaz, olmamalı. Bu yanlış şeyleri hepimiz kabul ediyoruz. Sayın hükümete bu konuda yakışan bir tek husus vardı; 4 yıl gecikmeli olarak -kendi dönemleri itibarıyla ifade ediyorum- geçmiş dönem, 10 yıl itibariyle, bu tasarıyı Yüce Meclisin gündemine kim getirmediyse, hepsini de sorumlu tutuyorum; ancak, öncelikle, 4 yıldır; 2 artı 2, toplam 4 yıldır iktidarda olan bu hükümet, bu düzenlemeyi savsaklamak suretiyle, bana göre, 20 kişinin ölümüne neden olmuştur. Şu andan tezi yok, yapılması gereken tek bir husus vardır, cezaevindeki insanlara, nasıl olsa elime düştü istediğim gibi muamele ederim düşüncesiyle değil bu, ortaçağdan kalma ilkel bir anlayıştır. Zaten cezalarını çekmek üzere dört odanın içerisine tıkılmış bu insanları -evet, siyasî yelpazenin en sağından, en soluna, hepsi bizim insanımız- tekrar, topluma kazandırma amacını birinci öncelikli amaç haline getirmektir. Tasarı, bu anlamda olumlu bir adımdır; desteklediğimi ifade ediyor, hepinizi saygıyla selamlıyorum. (FP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN - Teşekkür ederiz Sayın Toprak.

Hükümet adına, Adalet Bakanı Sayın Hikmet Sami Türk; buyurun Sayın Bakanım.(DSP sıralarından alkışlar)

MAHFUZ GÜLER (Bingöl) - İkinci konuşmacı yok mu?

BAŞKAN - Sayın Bakandan sonra İkinci söz hakkını kullanma olanağı doğacaktır, merak buyurmayın efendim; Hükümetin önceliği var, istediği zaman veriyoruz, biliyorsunuz.

ADALET BAKANI HİKMET SAMİ TÜRK (Trabzon) - Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; görüşülmekte olan tasarı, ülkemizde cezaevleri sorununun çözümü yolunda atılmış önemli bir adım niteliğindedir. İnfaz hukukunun amacı, suç işlemiş insanı, kim olursa olsun, suçu ne olursa olsun, yeniden topluma kazandırmaktır. İnfaz hukukunun amacı, suç işleyen insanları dört duvar arasına kapatmak değildir.

Türkiye'de cezaların infazı, genel olarak, Cezaların İnfazı Hakkında Kanunda düzenlenmiştir. Bu kanunun uygulanmasıyla ilgili bir de tüzük vardır; ancak, bazı suçlar bakımından özel infaz hükümleri getirilmiştir. Bu hükümlerden bir bölümü, Terörle Mücadele Kanununda yer almaktadır. Gerçekten, Terörle Mücadele Kanununun 16 ncı maddesine göre "bu kanun kapsamına giren suçlardan mahkûm olanların cezaları, tek kişilik veya üç kişilik oda sistemine göre inşa edilen özel infaz kurumlarında infaz edilir. Bu kurumlarda açık görüş yaptırılmaz. Hükümlülerin birbirleriyle irtibatına ve diğer hükümlülerle haberleşmesine engel olunur." Çıkar Amaçlı Suç Örgütleriyle Mücadele Kanununun 13 üncü maddesinde de, bu hükme yollama yapılmıştır. Dolayısıyla, gerek Terörle Mücadele Kanununa göre gerek Çıkar Amaçlı Suç Örgütleriyle Mücadele Kanununa göre hüküm giyen veya tutuklananlar, tek ve 3 kişilik odalardan oluşan özel infaz kurumlarında cezalarını çekerler; ancak, biraz önce de okuduğum gibi, bu kurumlarda cezalarını çekenlerin birbirleriyle irtibatına ve diğer hükümlülerle haberleşmesine engel olunması gerekmektedir ve bu kurumlarda açık görüş yaptırılmaması öngörülmüştür.

Bu anlayış, çağımızın infaz hukuku anlayışına uymamaktadır. Getirilen tasarı, işte, çağımızın anlayışına uygun bir anlayışı ifade etmektedir.

Burada söz alan milletvekillerimiz, tasarıyla ilgili açıklamalarda bulundular veya tasarıya yönelik sorular sordular. Bunlar, diğer suçlular, yani, Terörle Mücadele Kanunu ve Çıkar Amaçlı Suç Örgütleriyle Mücadele Kanunu kapsamı dışında kalan suçlular hakkında hangi hükümlerin uygulandığıyla ilgiliydi. Söylediğim gibi, bu konuda, yürürlükteki genel hükümler, yani, Cezaların İnfazı Hakkında Kanun ve Ceza infaz Kurumları ile Tevkifevlerinin Yönetimine ve İnfazına Dair Tüzük hükümleri uygulanmaktadır. Cezaevlerindeki insanı topluma yeniden kazandırmak, onların cezaevlerindeki zamanlarının değerlendirilmesini gerektirmektedir. Bu değerlendirme, onların eğitim görmesi, çalışması, spor yapması, toplumsal ve kültürel etkinliklere katılmalarıyla sağlanır. Getirilen tasarı, bunu, Terörle Mücadele Kanunu ve Çıkar Amaçlı Suç Örgütleriyle Mücadele Kanunu kapsamındaki suçlular bakımından gerçekleştirmeyi amaçlamaktadır; ama, diğer suçlular bakımından, biraz önce de değindiğim gibi, genel hükümler uygulanmaktadır. Örneğin, Ceza İnfaz Kurumları ile Tevkifevlerinin Yönetimine ve İnfazına Dair Tüzüğün 110 ile 116 ncı maddeleri arasında, iyileştirme ve eğitim çalışmaları ya da teknik deyimle, tretman düzenlenmiş bulunmaktadır. Türkiye'de, maalesef, bütün cezaevlerimizde bu iyileştirme ve eğitim çalışmalarını yürütememekteyiz. Bütün cezaevlerimizi bu çalışmaları gerçekleştirecek duruma getirmek amacımızdır; ama, öncelikli olarak, şimdi, bu tasarıyla, tek kişilik ve 3 kişilik odalarda kalan hükümlü ve tutukluların, iyileştirme ve eğitim programlarından yararlanmalarını sağlamak istiyoruz. Diğer hükümlü ve tutuklular, genel hükümler çerçevesinde, zaten, bu tür iyileştirme ve eğitim programlarından var olan olanaklar ölçüsünde yararlanmaktadırlar. Bunların yeterli olduğunu söyleyemeyiz; ama, bunları bütün hükümlü ve tutuklulara sağlamak bizim amacımızdır.

Türkiye'de, Terörle Mücadele Kanununun, bu kanun gereğince hüküm giyen veya tutuklananların barındırılmaları için özel bir infaz sistemi öngörülmesinin belirli nedenleri vardır. Türkiye'de, koğuş sistemi içinde, çok sayıda insanın bir arada bulunduğu ortamda, güçlü olanlar, zayıflar üzerinde egemenlik kurabilmektedir. Bu, sosyolojik bir olgudur. Terör örgütleri söz konusu olduğu zaman, bu örgütler, koğuşları, kendi ideolojik amaçlı eğitimleri için kullanabilmekte ve yandaşları üzerinde çok katı bir disiplin uygulayabilmektedir. İşte, bunu önlemek için tek kişilik ve 3 kişilik odalardan oluşan özel infaz kurumları öngörülmüştür. Bu konudaki düzenleme 1991 yılında yapıldığı halde, bunu gerçekleştiren ceza infaz kurumlarının inşaatı 1999 yılında başlamıştır. Bunlar, kamuoyunda F tipi olarak bilinen cezaevleridir. Halen bu cezaevlerinden 6'sının inşaatı tamamlanmıştır, 4'ü kullanılmaya başlanmıştır; 5 adet F tipi cezaevi daha ihale edilmiş olup, inşaatları devam etmektedir; ancak, bu cezaevlerinin mimarisinde, hükümlü ve tutukluların birlikte çalışabilmeleri, birlikte eğitim görmeleri, birlikte spor yapabilmeleri, birlikte toplumsal ve kültürel etkinliklere katılabilmeleri için özel yerler öngörülmüştür, örneğin, her F tipi cezaevinde 8 iş atölyesi, 1 çokamaçlı spor salonu ile 1 açıkhava spor alanı bulunmaktadır; onun yanında, kütüphane ve okuma salonu vardır. İşte, hükümlü ve tutuklular bu alanlarda bir araya gelerek iyileştirme ve eğitim çalışmalarına katılacaklardır.

Bunun bazı koşullara bağlı olması eleştiri konusu yapıldı. Şimdi, cezaevleri turistik tesis değildir; elbette, bu cezaevlerinin bir düzeni olacaktır. Bu programların başarıyla uygulanabilmesi için onların belirli bir çerçeve içinde yürütülmesi gerekir; işte, o çerçeveyle ilgili kurallar, bu etkinliklerin yürütülmesi için, aranan koşullardır. Eğer, bunlara uyum gösterilmezse, bu takdirde, uyum göstermeyenler için, ya bir başka program uygulanacak ya da programa son verilecektir. Bunu, hükümlü ve tutuklunun siyasî kimliğini değiştirmek olarak yorumlamak yanlıştır. Orada yapılacak olan çalışmalar, insanların bilgisini artırmak, insanlara bir meslek kazandırmak, beceri kazandırmak, spor yaptırmak amacıyla yaptırtılan çalışmalardır. Bu çalışmalara hiç kimsenin itirazı olamaz.

Bütün bu çalışmalarla, hükümlü ve tutuklular, cezaevinden ayrıldıktan sonra, topluma, yeniden, üretken ve onurlu bireyler olarak dönebileceklerdir.

Türkiye'de "terör suçlusu" olarak adlandırılan herkesin, gerçekte, terör suçlusu olmadığı görüşü ifade edildi. Yürürlükteki kanunlarımızı, bu arada, Türk Ceza Kanununu yeniden gözden geçiriyoruz ve Türk ceza kanunu tasarısı, kısa bir zamanda Bakanlar Kuruluna, uygun görüldüğü takdirde de Yüce Meclise sunulacaktır.

Bugünkü sistemde, çok çeşitli kategoriden suçları işlemiş olanlar, genel bir adla "terör suçlusu" olarak adlandırılmakta ve cezaevlerinde aynı koğuşları paylaşmaktadırlar. İşte, bunun sonucunda, biraz önce sözünü ettiğim sakıncalar ortaya çıkabilmektedir. Böylece, örneğin, bir duvara afiş astığı için örgüt mensubu kabul edilen ya da bölücü propaganda yaptığı ya da terör örgütlerinin propagandasını yaptığı kabul edilen genç, orada tabi tutulduğu eğitim sonucunda, aşırı bir militan olarak karşımıza çıkabilmektedir. İşte, F tipi cezaevleri, Terörle Mücadele Kanununa göre ve Çıkar Amaçlı Suç Örgütleriyle Mücadele Kanununa göre hüküm giyen ve tutuklananların gruplandırılmasını ve buna göre, tek kişilik veya 3 kişilik odalara konulmasını öngörmektedir; ancak, bu, günün makul bir süresi içinde, onların, iyileştirme ve eğitim çalışmalarına katılmalarına engel olmamalıdır; ama, yürürlükteki Terörle Mücadele Kanununun 16 ncı maddesinin ikinci fıkrası, buna olanak vermemektedir. Bunu, idarî bir düzenlemeyle aşma olanağı da yoktur. Şimdi görüşmekte olduğumuz kanun tasarısı, bunu sağlayacaktır.

F tipi cezaevleri, aslında, Birleşmiş Milletler cezaevleri minimum standartları ile Avrupa Konseyinin cezaevleri standartlarına uygun olarak yapılmıştır. Getirilen düzenleme de, yine, bu çağdaş anlayışa uygun olarak hazırlanmış bulunmaktadır.

Size, örnek olarak, Avrupa Konseyi Bakanlar Komitesinin tehlikeli suçlarla ilgili R (82) 17 sayılı Tavsiye Kararından bir bölümü okumak isterim. Bu bölümde, üye ülkelerin hükümetlerine, güvenliğin olanak tanıdığı ölçüde eğitim, meslekî eğitim, iş ve boş vakit meşguliyetleriyle diğer faaliyetleri sağlamaları tavsiye edilmektedir. Dolayısıyla, getirilen tasarı, çağdaş normlara uygun bir tasarıdır.

Aslında, bu tasarı, cezaevleriyle ilgili olarak hazırlanan bir dizi yasa tasarısının sadece bir tanesidir. Yüce Meclise sunduğumuz başka tasarılar da önümüzdeki günlerde komisyonda ve sanıyorum ki, Genel Kurulda ele alınacaktır.

Şimdi, bugün görüşmekte olduğumuz tasarı, bu yolda bir öncü tasarı niteliğindedir; ama, cezaevlerindeki bütün uygulamaları yargı denetimine almak amacıyla, İnfaz Hâkimliği Kanunu Tasarısı Adalet Komisyonu gündemindedir. Cezaevlerindeki yaşam koşullarını, oradaki uygulamaları sivil toplum denetimine açmak için, İzleme Kurulu Kanunu Tasarısı da Adalet Komisyonu gündemindedir. Öte yandan, ceza infaz kurumları personelinin meslekiçi eğitimlerini ve meslekte yükselme eğitimlerini sağlamak amacıyla hazırlanan tasarı da, Türkiye Büyük Millet Meclisi Plan ve Bütçe Komisyonundadır. Bu tasarılar, hepsi bir bütündür. Bu tasarılarla, cezaevlerinde çağdaş anlayışa uygun infaz gerçekleştirilecektir.

Şimdi, halen yürütülmekte olan açlık grevleri ve ölüm oruçları, ülkemizin önemli sorunları arasındadır. Bu eylemler, belirli terör örgütleri tarafından yürütülmektedir. Halen, bu eylemlerin arkasında, 19 terör örgütü bulunmaktadır. Bunların bir bölümü, yurt dışından eylemi yönlendirmektedir. Onların istekleri, sadece cezaevleriyle ilgili değildir. Cezaevleriyle ilgili isteklerin bir bölümü, zaten, bu çağdaş anlayışla hazırlanan düzenlemelerin içindedir; ama, onun dışında kabul etmemiz olanağı bulunmayan istekler vardır, bunları Yüce Meclisin kürsüsünden tekrarlamak istemiyorum; ama, bu yasadışı örgütler, birçok kimseye, bu arada belki sizlere de gönderdikleri elektronik posta mesajlarında, isteklerinde hâlâ ısrar ettiklerini ifade etmektedirler. Devlet, elbette, bütün yurttaşlarıyla görüşecektir. Bu, zaten yapılıyor; çok çeşitli şekillerde bu gerçekleşmektedir. Örneğin, şimdiye kadar, biz, Türkiye Büyük Millet Meclisi İnsan Haklarını İnceleme Komisyonunun oluşturduğu bir alt komisyonun, ülkemizin tanınmış yazarlarının, kamu kurumu niteliğinde meslek kuruluşlarının, eylemi yürütenlerle görüşmesine olanak tanıdık. Aynı biçimde, Bakanlığımızın elemanları sık sık cezaevlerine giderek, hükümlü ve tutuklularla görüşmektedirler. Bunlar arasında insanî istekler her zaman karşılanmaktadır; ama, bazı görüşmelerde söylenen, sadece, onların siyasî temsilcileriyle görüşme yapılması şeklindedir. Bunların çoğu, kendilerini, zaten tutsak olarak nitelendirmektedir. Yani, bizim, ceza infaz terminolojisinde kullandığımız tutuklu ya da hükümlü değil, kendilerini, tutsak, başka bir deyişle esir olarak nitelendirmektedirler ve onların talepleri de, çoğu zaman, bu çerçeve içinde siyasî bir program niteliği taşımaktadır.

İşte, bizim görüşme yapamayacağımızı söylediğimiz...

(Mikrofon elektronik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN - Sayın Bakanım, 2 dakika içinde toparlar mısınız.

ADALET BAKANI HİKMET SAMİ TÜRK (Devamla) - Teşekkür ederim Sayın Başkan.

Bunları, Türkiye'de, hiçbir hükümet görüşme konusu yapamaz; ama, insanî olan isteklere her zaman açığız. Örneğin, koşulları varsa, cezaların ertelenmesi konusunda, biz, üzerimize düşeni yaparız. Koşulları varsa, tedavisi olanağı bulunmayan hastalıklar bakımından, Sayın Cumhurbaşkanının af yetkisini kullanması için, biz, üzerimize düşeni yaparız. Cezaevlerindeki yaşam koşullarının iyileştirilmesi için getirdiğimiz tasarı, sadece, bunu izleyecek olan başka tasarıların öncüsü niteliğindedir. Önümüzdeki günlerde, başka tasarılarla huzurlarınıza geleceğiz ve bu arada, yeni Ceza İnfaz Kanunu hazırlanmaktadır; dolayısıyla, belki yıllardan beri ihmal edilenleri, şimdi, 57 nci hükümet yerine getirmeye çalışmaktadır.

Buna destek veren bütün partilerimize ve Yüce Meclise teşekkürlerimi sunuyorum; Yüce Meclisi saygıyla selamlıyorum. (DSP, MHP ve ANAP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN- Teşekkürler Sayın Bakan.

Şahsı adına, Adıyaman Milletvekili Dengir Fırat; buyurun efendim. (FP sıralarından alkışlar)

DENGİR MİR MEHMET FIRAT (Adıyaman)- Sayın Başkan, değerli milletvekili arkadaşlarım; hepinizi saygıyla selamlıyorum.

Terörle Mücadele Yasasının 16 ncı Maddesinin Değiştirilmesiyle İlgili Yasa Tasarısı üzerinde şahsım adına söz almış bulunuyorum.

Şimdi, bir şansım oldu; Sayın Bakanı, geneli üzerinde yapılan konuşmalar bitmeden önce dinleme imkânı olduğu için, Sayın Bakanı da bazı yönlerden cevaplandırabilme imkânı doğmuştur; o bakımdan, Sayın Bakanımın bu aceleciliğine de biraz teşekkür etmek istiyorum.

Adalet Komisyonunda bu yasa tasarısı konuşulurken fikirlerimi orada beyan etmiştim ve şunu söylemiştim: "Temelde -her zaman yapıldığı gibi- esasla ilgili, hastalıkla ilgili doğru bir teşhis koyup, bu teşhisin gerektirdiği ilaçları tatbik etmek yerine, daima yaptığımız gibi, çok ciddî bir hastalığı, bir pansumanla veya bir aspirinle geçiştirmeye çalışıyoruz."

Bugün, burada görüşmekte olduğumuz yasa için, Türkiye Büyük Millet Meclisi İnsan Haklarını İnceleme Komisyonunun, şurada, size göstermiş olduğum, bu konuyla ilgili; yani, ceza infaz kurumlarıyla ilgili çok detaylı çalışması olmuştur. Başka hiçbir şeye dönüp bakmanın gereği yok. Çünkü, uluslararası kontrol mekanizmalarının da, inanıyorum ki, Türk ceza infaz kurumlarıyla ilgili bunun beş altı katı bir müktesebatı vardır. Eğer, Adalet Bakanlığı olarak, Türkiye Büyük Millet Meclisinin bir komisyonunun, büyük emekler vererek, ceza ve tutukevlerinde yapmış olduğu şu araştırmalar incelenmiş olsaydı, sebepleri ve nedenleri ve bu nedenlerin nasıl çözüleceğinin ilacını bulabilmek mümkün olabilirdi ve inanıyorum ki, o zaman, sadece bir pansuman olan, sadece toplumu kandırabilmek için, belki, bir yerde de dışarıya mesajlar verebilmek veya Kızıl Danny'in buradaki denetimine bir cevap verebilmek için böylesine bir yasa tasarısıyla Türkiye Büyük Millet Meclisinin karşısına çıkılmazdı. (FP sıralarından alkışlar) Çünkü, öncelikle ve öncelikle üzerinde durulması gereken olay şu: Türkiye, anormal bir süreçten geçmiştir; onbeş yıl geriye doğru baktığımızda, Türkiye, hakikaten, anormal bir dönem yaşamıştır ve anormal dönemin gerektirdiği yasal düzenlemeler ve yargısal düzenlemeler de yapılmıştır; bunu kabul etmek lazım. Bunlar, hukuksal normlara uymayan yasalardır ve yöntemlerdir; ancak, çözüm, artık, Türkiye'nin normalleştirilmesi sürecinden geçecektir. Bu sürecin başlangıcı, öncelikle Terörle Mücadele Yasasının, detaylı olarak, yeniden gözden geçirilerek, dünya standartlarına uygun ve Terörle Mücadele Yasasının 1 inci maddesinde çok güzel şekilde tespit edilen terör anlayışı içerisinde, yeni bir yasa düzenlemesine gidilmesi lazım. Bu yapılmamıştır, 4422 sayılı bir Yasa daha çıkarılmıştır. O yasayla ilgili, burada çok uzun konuşmalarım oldu ve bu yasanın doğuracağı neticelerin Türk hukuk sistemi içerisinde yaratacağı yaraların neler olduğunu, o gün defaaatle söyledim; ancak, dinletebilmek mümkün olmadı.

Bugün, 4422 sayılı Yasanın tatbikatından, başta hükümet mensupları olmak üzere, avaz avaz bağırıyorlar ve yarın da, 4422 sayılı Yasanın, bu şekilde, kime tatbik edileceğini ve bunun sonuçlarının neler olacağını da kestirebilmek maalesef mümkün değildir.

Çok kolaycı bir yol seçiyoruz; yok yasa, yap yasa. Eğer, cezaları artırarak, infaz sistemini şiddetlendirerek suçları önleyebilmek mümkün olabilseydi, o zaman, bugün, burada veya hukuk tarihi içerisinde, engizisyon mahkemelerinin, alkışlanarak, en iyi hukuk kurumları olduğunu ifade etmemiz gerekirdi; ama, hukuk tarihi, engizisyon mahkemelerini lanetliyor bugün. Bugün, insanlığın artık belirli normları var; artık, kendimize has normlar icat etmek durumunda değiliz; evrensel hukuk sistemini kabul etmek zorundayız, evrensel, mahkumiyetin infazı, infaz yasalarını kabul etmek zorundayız. Yasaların, cezaların veya infazın bir ibreti müessire olduğunu veya bir kefaret esası olduğunu kabul edebilmemiz, artık, modern infaz sistemi içerisinde düşünülemez. Hatta, bazı suçlar için ıslahı dahi düşünebilmek mümkün değil.

Şu yasanın 8 inci maddesinde, düşünen insanı, pankart açan insanı ve gençliğin verdiği o heyecanla, bir harekette afiş asan bir insanı siz terör suçlusu olarak kabul ediyorsanız, o zaman, bu toplumda, bu yasanın adı "Terörle Mücadele Yasası" olarak nitelendirilemez, terörist üretme yasası olarak nitelendirilebilir.

Eğer, 52 000 tutuklu ve mahkûm içerisinden, siz, 11 000 kişiyi terör suçlusu olarak nitelendirebiliyorsanız, o zaman, modern ülkelerin size soracağı bir sual olacaktır, bu sual de şudur: Siz, halkınıza, özel terör eğitimi mi veriyorsunuz?

Toplum ve suç... Bunun arasındaki ilişkiyi çok iyi düzenleyebilmek lazımdır. Aksi halde, terör suçundan siyasî suç düşüncesine gidersiniz, 21 inci Yüzyılda kabul edilemeyen siyasî suç düşüncesine gidersiniz ki, ceza sisteminizi izah edebilmek ve modern ülkelerin, sizin hukuk sisteminize müdahalesine mâni olabilmeniz mümkün olmaz; çünkü, benden önce konuşan bir psikiyatr hocasının söylediği gibi, siz, düşünce suçu işlemiş bir insanı nasıl ıslah edeceksiniz?.. Hem, kimle ıslah edeceksiniz?.. Ortaokul mezunu olan infaz memuruyla mı?..

Onu, düşünen insanı bir şekilde ıslah edebilirsiniz; düşünce yeteneğini ortadan kaldırırsınız. O da benim bildiğim kadarıyla, bazı ilaçlarla ve elektroşokla mümkün olabiliyor. Yoksa, hapishanede tek kişilik bir hücreye koymakla bunları ıslah edebilmenin ve hele, ibreti müessire olarak kullanabilmenin mümkün olduğu kanısında değilim. İnanıyorum ki, hocam bunu çok iyi bilir, Adalet Bakanlığı da çok iyi bilir; çünkü, Adalet Bakanlığı, giderek Adalet Bakanlığı vasfından çıkarak, infaz bakanlığı haline geliyor.

FETHULLAH ERBAŞ (Van) - Bravo!

DENGİR MİR MEHMET FIRAT (Devamla) - Çünkü, ilgilendiği tek konu ve tek sorun, Türkiye'de yaratılan tek sorun, infaz sisteminin, bugün, bu hale getirilmesidir ve Adalet Bakanlığının bütün işlevinin yüzde 90'ı da artık infaz müesseseleriyle olmaktadır. Adalet Bakanlığının, aslında, bunun dışında, çok daha büyük fonksiyonları vardır.

Peki, bana söyleyebilir misiniz; bir suçun şahsî oluşunun dışında, infazın da şahsiliği prensibi evrensel bir hukuk kaidesi değil midir? Beni, bir şekilde sorgulayabilirsiniz; eğer, suçu işlemişsem, sorumlu olan benim. O suçu işlemişsem, infaz sistemi içerisinde de, benim iyi olup olmadığım, ancak, uzman kişilerin kararıyla olur; yoksa, kanun hükmüyle olmaz. Kanun hükmüyle, siz, bir kişiye, belli bir infaz sistemini, daha genel bir infaz sistemini uygulama hakkına sahip değilsiniz. Ben, bunun modern hukuk infaz sisteminde de yeri olduğu kanısında değilim. Kaldı ki, tutuklu olan bir kişiyle, yani, hakkında kesin hüküm oluşmamış bir kişi ile hüküm yemiş olan bir insanı aynı kefeye nasıl koyarsınız?.. Bu, Ceza Muhakemeleri Usulü Kanununun inkârı değil mi?.. Ceza Muhakemesi Usulü Yasasında, tutuklulukla ilgili çok geniş düzenlemelerimiz var. Nedir; geçici bir tedbirdir.

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

DENGİR MİR MEHMET FIRAT (Devamla) - 1 dakika daha rica edebilir miyim...

BAŞKAN - Buyurun, 1 dakika içinde toparlayın.

DENGİR MİR MEHMET FIRAT (Devamla) - Suçlu olduğu kesin olmayan, sadece, geçici bir tedbir olan tutukluluk halini, siz, kalkıp, Terörle Mücadele Yasasının 16 ncı maddesi içerisinde mütalaa ederek, hüküm yemiş insanlar gibi aynı işleme tabi tutabilmenin, hukuk mantığında nerede yeri vardır; eğer, hukukçu olarak bunu izah edebilirseniz, Ceza Muhakemeleri Usulü Kanununa göre izah edebilirseniz, bir hukukçu olarak, bundan sonra, hukukçu olmadığımı daima ifade edeceğim.

İleride, maddeler üzerinde görüşülürken düşüncelerimi izaha devam edeceğim, hepinizi saygıyla selamlıyorum, teşekkür ediyorum. (FP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN - Teşekkürler Sayın Fırat.

Buyurun Sayın Aydınlı; sorunu alayım.

İSMAİL AYDINLI (İstanbul) - Sayın Başkan, aracılığınızla, Sayın Adalet Bakanımıza şu soruların sorulmasını talep ediyorum.

1- İstanbul İli Silivri İlçesine, tüm siyasî parti temsilcileri, sivil toplum kuruluşları ve yerel yönetimlerin muhalefetine rağmen, (F) tipi cezaevi yapılması için düğmeye basılmış mıdır?

2- 2000 yılında bizzat keşfe gittiğiniz Büyükçavuşlu, Çatalca ve Çorlu'ya yapılması düşünülen cezaevinin, turistik bir belde olan Silivri'ye yapılması uygun mudur?

3- Bölgedeki araziler 1 000 000 ile 900 000 lira arasında satılırken, aynı yerde, cezaevi için ayrılan arazinin sahibi Türkiye Petrol Ofisinin yerinin istimlak edilmesi bir adaletsizlik örneği değil midir?

4- Ayrıca, metrekarede 4 200 000 bin TL ödenerek, toplam 4 trilyon TL'nin, o da peşin ödenmesinden, devlet zarara uğratılmamış mıdır?

5- Rantçılarla mücadeleyi amaç edinen 57 nci Türkiye Cumhuriyeti hükümetimizin programıyla bu uygulama çelişmemekte midir?

6- Ayrıca, satın alınan bu arazide, daha önce bu arazinin davasına bakan bir hâkimimizin hissesi var mıdır? Bu arsa sahipleri kimlerdir? Bu rant olayının arkasındaki devlet adamları ve bürokratlar kimlerdir? Bir işlem yapmayı ve soruşturma açtırmayı düşünüyor musunuz?

7- Ayrıca, Orman İdaresi arsa vermek istemesine rağmen, özellikle bu ekonomik kriz döneminde, böyle bir uygulamaya gidilmesi doğru mudur?

Teşekkür ediyorum.

BAŞKAN - Buyurun Sayın Bakanım.

ADALET BAKANI HİKMET SAMİ TÜRK (Trabzon) - Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; İstanbul-Silivri'de bir arsayı kamulaştırdığımız doğrudur. İstanbul, Türkiye'nin en büyük şehridir, Türkiye nüfusunun altıda 1'ini barındırmaktadır, en çok suç işlenen şehrimizdir; dolayısıyla, İstanbul'da cezaevi ve tutukevi yaptırmak zorundayız. Bunun için, İstanbul'da, uzun zamandan beri arayış içindeyiz; fakat, nerede bir arsa bulsak, orada -değerli milletvekilimizin sözünü ettiği gibi- sivil toplum kuruluşları, yerel yönetimler, böyle bir cezaevi isteğine karşı çıkmaktadır.

Öte yandan, var olan cezaevlerimizin, örneğin, Türkiye'nin en büyük cezaevi olan, bir ilçe nüfusu kadar insanı barındıran Bayrampaşa Cezaevinin, oradan kaldırılması istenmektedir. Türkiye'nin en büyük şehri olarak, İstanbul'a, mutlaka, kendi il sınırları içerisinde, cezaevi ve tutukevi yapılmak durumundadır; çünkü, suçun işlendiği yerde suçlu yargılanır. Dolayısıyla, Türkiye'nin en çok suç işlenen ilinde cezaevleri ve tutukevleri yaptırmamız kaçınılmazdır. Bugünkü cezaevleri ve tutukevleri yetersizdir. Yapılan işlemler, tamamıyla yasaların öngördüğü çerçevede yapılmıştır. Sayın milletvekilinin söylediği gibi, hiçbir kimseye bir rant sağlanması söz konusu değildir.

İstanbul'da cezaevi yaptırmamıza, herkesin yardımcı olması gerekir. İstanbul, büyük şehir olmanın bütün avantajlarını yaşarken, onun sonuçlarına da katlanmak zorundadır. Türkiye'de en çok suç işlenen bir şehirde, biz, eğer, cezaevi ve tutukevi yapamazsak, o zaman, Adalet Bakanlığı olarak görevimizi nasıl yerine getireceğiz?

Söylediklerinizin gerçekle hiçbir ilgisi yoktur. Doğru olan, sadece Silivri'de bir kamulaştırma yaptırmış olmamızdır. Bu işlemler de tamamen Kamulaştırma Kanununa uygun olarak gerçekleşmiştir ve bunun gereği yapılmıştır; ama, bir (F) tipi cezaevi yapılması değil, bir genel tipte cezaevi yapılması amaçlanmaktadır.

İstanbul'da cezaevi yeri arayışlarımız devam etmektedir, cezaevi yeri bulmak zorundayız. Başka türlü, İstanbul'da, Adalet Bakanlığı olarak, cezaevleri ve tutukevleri yönünden görevlerimizi yerine getiremeyiz. O nedenle, değerli milletvekillerimizin, bizim karşımıza, bu konuda, gerçeğe uygun olmayan birtakım iddialarla çıkmaları değil, bize yardımcı olmaları gerekir; çünkü, burada sağlamak istediğimiz, suçun önlenmesidir, suçluların yargılanmasıdır. Eğer, tutukevlerimiz yoksa, biz, suçluları, yargılanıncaya kadar, hüküm giyinceye kadar nerede barındıracağız? Eğer, cezaevimiz yoksa, biz, hüküm giyenleri nereye koyacağız? Bu konuda, mutlaka, bir yer bulmak zorundayız. Anadolu'da birçok küçük kasaba, kendi kasabalarında cezaevi yapılması için ısrar etmektedirler; ama, İstanbul'a gelince, durum değişmektedir; çünkü, orada, turizm bakımından gelişme potansiyeli olduğu söylenmektedir; Anadolu'da ise, ekonomik bakımdan bir katkı getirebileceği düşünülmektedir.

Bu bakımdan, suçluların suç işledikleri yerde yargılanabilmelerini sağlamak için gerekli tutukevlerini yapmak ve hüküm giyenlerin cezalarını çekmelerini sağlamak için cezaevi inşa etmek üzere, özellikle, en büyük ilimizde, çağdaş anlamda, aşırı büyüklükte olmayan, 500 kişiyi geçmeyecek kapasitede en az 10 cezaevi yapmak zorundayız. Bu konuda, değerli İstanbul milletvekillerinin bize yardımcı olmalarını bekliyoruz.

İSMAİL AYDINLI (İstanbul) - Sayın Bakanım, biz, cezaevi yapılmasına karşı değiliz; ama, değeri 900 000 ile 1 000 000 lira arasındaki arsaların 4 200 000 gibi yüksek fiyatla satın alınmasına, hazine arazileri dururken özel şahıslardan yüksek fiyatla arsa satın alınmasına karşıyız.

ADALET BAKANI HİKMET SAMİ TÜRK (Trabzon) - Sayın milletvekilim, bütün bulduğumuz hazine arazilerinin hiçbiri uygun düşmedi, hepsine benzeri gerekçelerle karşı çıkıldı. Yapılan işlem, Kamulaştırma Kanununa göre yapılmıştır, pazarlık usulüyle değil; yargı denetimine de açıktır. Bütün işlemlerimiz tamamıyla yürürlükteki mevzuata uygundur.

BAŞKAN - Teşekkür ederiz.

Buyurun Sayın Erbaş.

FETHULLAH ERBAŞ (Van) - Sayın Başkanım, aracılığınızla Sayın Bakanımdan aşağıdaki sorularımın cevaplandırılmasını istirham ediyorum.

Terörle Mücadele Kanununun 16 ncı maddesinde yapılan değişiklik, (F) tipi cezaevlerini protesto için başlatılan ölüm oruçlarını sona erdirmek için mi çıkarılıyor? Bakanlık, bu oruçların sona erdirilmesi konusunda ne gibi çalışmalar yapıyor?

Arz ederim efendim.

BAŞKAN - Sayın Bakanım, 1 dakika içerisinde cevaplandırınız; buyurun.

ADALET BAKANI HİKMET SAMİ TÜRK (Trabzon) - Sayın Başkan, bu tasarı yasalaştığı takdirde, açlık grevleri ve ölüm oruçlarını sürdürenlerin gerekçelerinden biri tamamıyla ortadan kalkmış olacaktır; çünkü, gerekçelerden biri, (F) tipi cezaevlerinin insanları tecrite yönelik olduğu şeklindedir. Gerçi, üç kişinin bir araya geldiği durumda, uluslararası ölçülere göre tecrit söz konusu değildir; ama, yine, biz, tabiî, yapılacak olan her etkinliğin niteliğine uygun sayıda olmak üzere, ama, herhalde üçten daha çok insanın da bir araya gelerek, birlikte çalışmalarına, birlikte eğitim görmelerine, birlikte spor yapmalarına, birlikte toplumsal ve kültürel etkinliklere katılmalarına olanak verecek bir düzenleme getirmiş bulunuyoruz. Yüce Meclis bunu kabul ettiği takdirde, gerekçelerden biri ortadan kalkmış olacaktır. Diğer tasarılarımız bu tasarıyı izleyecektir.

Ben, eylemi sürdürenlerin, bunları çok iyi değerlendirmeleri gerektiği düşüncesindeyim ve buradan da, bu eylemleri sona erdirme zamanının çoktan geldiğine bir kez daha işaret etmek isterim; bu eylemlerin en kısa zamanda sona erdirilmesini ve eylemcilerin, eylemleri yönlendirenlerin emirlerine değil, ama, ülkenin sesine, insanlarımızın sesine, bu eylemlere son verme yolundaki çağrılara kulak vermelerini dilerim.

FETHULLAH ERBAŞ (Van) - Teşekkür ederim.

BAŞKAN - Teşekkür ederiz Sayın Bakan.

Soru ve cevap işlemi tamamlanmıştır.

Böylece, tasarının tümü üzerindeki görüşmeleri de tamamlamış bulunuyoruz.

Tasarının maddelerine geçilmesi hususunu oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler... Etmeyenler... Kabul edilmiştir.

1 inci maddeyi okutuyorum:

TERÖRLE MÜCADELE KANUNUNUN BİR MADDESİNDE DEĞİŞİKLİK

YAPILMASINA DAİR KANUN TASARISI

MADDE 1. - 12.4.1991 tarihli ve 3713 sayılı Terörle Mücadele Kanununun 16 ncı maddesinin ikinci ve üçüncü fıkraları aşağıdaki şekilde değiştirilmiştir.

"Bu kurumlarda hükümlüler, işledikleri suçlara, kurumdaki davranışlarına, ilgi ve yeteneklerine göre gruplandırılarak, güvenlik bakımından tehlike yaratmadığı ölçüde, kendileri için hazırlanmış iyileştirme ve eğitim programları çerçevesinde eğitim ve spor, meslek kazandırma ve işyurdu çalışmaları ile diğer sosyal ve kültürel faaliyetlere katılırlar. Programların süresi ve katılacak hükümlülerin sayısı, her programın özelliği, güvenlik koşulları ve kurumun olanakları dikkate alınarak belirlenir. İyileştirme ve eğitim programlarının amaca aykırı sonuçlar verdiği belirlenen hükümlüler yönünden bu uygulamaya son verilebilir veya gerekli değişiklikler yapılabilir. Haklarında kınama dışında disiplin cezası uygulanan hükümlülere bu ceza kaldırılıncaya kadar açık görüş yaptırılmaz.

Bu kurumlarda cezalarının en az üçte birini iyi halle geçiren veya 25.3.1988 tarihli ve 3419 sayılı Bazı Suç Failleri Hakkında Uygulanacak Hükümlere Dair Kanun ve değişikliklerinden yararlanan hükümlüler, diğer infaz kurumlarına nakledilebilirler."

BAŞKAN - 1 inci maddeyle ilgili olarak, Doğru Yol Partisi Grubu adına, Kayseri Milletvekili Sayın Sevgi Esen...

Buyurun Sayın Esen. (DYP sıralarından alkışlar)

Süreniz 5 dakika efendim.

DYP GRUBU ADINA SEVGİ ESEN (Kayseri) - Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; Terörle Mücadele Yasasının bir maddesinin değiştirilmesi nedeniyle, Doğru Yol Partisi Grubu ve şahsım olarak görüşlerimizi bildirmek üzere söz almış bulunmaktayım; bu vesileyle, hepinizi, en derin saygılarımla selamlıyorum.

Bu tasarıyla, biraz evvel okunduğu üzere, 16 ncı maddenin ikinci ve üçüncü fıkrası değiştirilmektedir. Peki, bu değiştirilince neler getirilmek isteniyor, kısaca değinmek istiyorum.

Öncelikle, hükümlülerin, işledikleri suçlara göre, yeteneklerine göre, gruplandırma esası içerisinde, iyileştirme ve eğitim programı çerçevesinde, eğitim, spor, meslek kazandırma, işyurdu faaliyetleri yapabilecek sosyal ve kültürel etkinliklere katılmaları amaçlanıyor.

Diğer bir iyileştirme de açık görüş yönünden getiriliyor. Eski yasadaki açık görüş yaptırılamayacağı kuralı disiplin cezası kıstasına bağlanarak, kınama cezası haricindeki disiplin suçları alanlara cezaları kaldırılıncaya kadar açık görüş yaptırılamayacağı hükmü getirilerek, bir nevî, açık görüş temin edilmiş oluyor.

Değerli milletvekilleri, çok tabiî ki, bu tasarıyla ilgili görüşlerimizi ortaya koyarken, olaya çok boyutlu bakmak mecburiyeti vardır. Bu boyutların en önemlisi ise, demokrasi ve insan haklarıdır. Esasen, bu ikili, birbirini takip eden, bir anlamda birbirini tamamlayan, biri olmazsa diğeri olmayacak kavramlardır. Diğer taraftan, insan hakları, çağa damgasını vuran, tarih boyunca mücadelelere sahne olan, hatta, günümüzün büyülü bir kavramı haline gelmiştir. İnsan haklarını şöyle bir açacak olursak, temelinde insan olgusu yatmaktadır. Sadece biyolojik olarak değil, akıl taşıyan, düşünen, aynı zamanda psikolojik varlık olarak, insanın, sırf insan olması nedeniyle doğuştan bazı haklarının olduğu düşüncesi, insan haklarını ve mücadelesini tarihe taşımıştır.

Sayın üyeler, artık, dünyamızda kesin olarak bilinmektedir ki, gelişmiş ülke ve az gelişmiş ülke olmak ile insan hakları kavramı doğru orantılıdır. Öyle ki, gayri safî millî hâsılayla bir dünya ortalaması belirlenerek gelişmiş ülke olmanın ölçüsü tayin edilmiştir. Günümüzde toplumsal hayatımızdan bir kesit vermek ve bir değerlendirme yapmak gerekirse, vatandaşlarımızın çoğunun açlık sınırlarının altındaki yaşamları ile sahip oldukları insan hakları, bugün, maalesef, tartışılır hale gelmiştir. Anayasamızdaki, yasalardaki, sözleşmelerdeki haklara rağmen, bu kutsal yaşama hakkı tehlikeye düşen çiftçimizin, esnafımızın, işçimizin, iş bulamayanlarımızın, memurlarımızın durumunu bir kere daha acilen gözden geçirmek mecburiyeti vardır; hükümet etme sorumluluğu bunu gerektirmektedir.

Değerli milletvekilleri, insan hakları öyle bir haktır ki, ancak genel teori olarak başka bir insanın haklarıyla ancak sınırlanabilir. Bu yüzden, Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi, insan haklarının sınırlanabileceği, ancak, hiçbir surette ihlal edilemeyeceği ilkeleri bir bir sıralamıştır; bunlar, yaşama hakkıdır, işkence ve insanlık dışı aşağılatıcı ceza ve işkencelere uğramama hakkıdır, cezaların geriye yürümeme hakkıdır. Öyleyse, terörün bu haklardan uzaklaştığı sınırı belirlemekte fayda vardır.

Kendisini karşı karşıya getirecek hiçbir suçu, günahı olmayan insanlara karşı, insanın yaşama hakkına doğrudan müdahale olan terör, bugün, dünyanın her yerinde bir sorun, bir şiddet hareketidir ve tüm masum insanlığı tehdit eden, planlı, maksatlı, sistematik, örgütlü, olağandışı, insancıl düşünceden kopuk, can yakan ve mutlaka önlenmesi gereken, uluslararası işbirliği gerektiren bir davranış biçimidir; çünkü, terörün maksadı korkutmak, yıldırmaktır. Böyle bir konumda, terörü önlemeye yönelik yasaların temel amacı da başka insanların insan hakkını korumaktır. İşte, bu nokta, çok ince ve çok nazik bir çizgidir. Her teröristin de bir insan olduğu ve insan hakları bulunduğu çizgisiyle, başka insanların yaşama hakkının korunmasına ilişkin alınacak önlemlerde çok objektif ve hassas olmak gerekliliği vardır. Esasen, cezanın amacı, ıslah etmek ve yeniden kazanmaktır; toplumla uyumunu sağlayabilmektir ve tabiî ki, bu, çok zor ve uzun bir yoldur. O nedenle, suçluyu yaratan ortamın veya fizyolojik, psikolojik faktörlerin ortadan kaldırılması, hem daha insancıl hem de daha ekonomiktir. Alınması gereken bu önlemler, sadece terör suçları ve suçluları için değil, tüm suç ve suçlular için geçerlidir.

Değerli milletvekilleri, devlet olmanın en önemli fonksiyonu, vatandaşlarının can ve mal güvenliğini sağlamaktır ve uyguladığı kurallar bakımından da otorite sağlamaktır...

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN - Sayın Esen, 1 dakika içinde toparlar mısınız efendim.

Buyurun.

SEVGİ ESEN (Devamla) - Bu bakımdan, hükümlülerin kaçmalarına veya düzeni bozmalarına mani olacak önlemi almak, en başta vazifesi olduğu kadar, sosyal devlet olmanın da gereğidir. Bu nedenle, korumak ve kollamak arasında denge, ciddî denetim mekanizmalarına ihtiyacı vardır.

Değerli milletvekilleri, zamanım kalmadığı için kısa geçmek durumundayım. Biliyorsunuz, çok yakın zamanda bir af yasası çıkarmıştık ve bu yasayla da geldiğimiz sonucu bir karşılaştırırsak, nerelerde olduğumuz ve iddialarımızın ne kadar doğru olduğu da ortaya çıkacaktır. Halen cezaevlerinde 57 000 tutuklu ve hükümlünün olması ve bunlardan da 9 000'inin terör suçlu olması, hem dışarıda hem içeride alınacak önlemleri ve işin ciddiyetini gözler önüne sermektedir. Böyle bir yasayı konuşurken de 35 000 terör mağdurumuzu unutmamak gerekir. Unutmamalıdır ki, içinde yaşamak ve avantajlarından yararlanmak istedikleri demokratik toplumun koyduğu...

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

SEVGİ ESEN (Devamla) - Bir dakika daha....

BAŞKAN - Sayın Esen, prensibim...

SEVGİ ESEN (Devamla) - Sonuca gelmem lazım.

TURHAN GÜVEN (İçel) - Ama, bağlayacak efendim, ciddî şeyler... Af çıkardık da, daha fazla mı acaba tutuklu adam var cezaevlerinde şu anda, daha mı az var?!

BAŞKAN - Sayın Güven, konu o değil; konu, bir prensiptir; bugüne kadar uygulamadığım bir yöntemi bana uygulatmaya kalkışmayınız.

Teşekkür ederiz Sayın Esen.

SEVGİ ESEN (Devamla) - Peki, teşekkür ederim. (DYP sıralarından alkışlar)

TURHAN GÜVEN (İçel) - Yani, gerçeklerin duyulmasını istemiyorsunuz... Gerçekleri duyacaksınız... Gerçekleri saklaya saklaya bu hale getirdiniz Türkiye'yi.

BAŞKAN - Fazilet Partisi Grubu adına, Adıyaman Milletvekili Dengir Mir Mehmet Fırat; buyurun. (FP sıralarından alkışlar)

Süreniz 5 dakika efendim.

FP GRUBU ADINA DENGİR MİR MEHMET FIRAT (Adıyaman) - Sayın Başkan, değerli milletvekili arkadaşlarım; Terörle Mücadele Yasasının 16 ncı maddesinin değiştirilmesiyle ilgili kanun tasarısı üzerinde Grubum adına söz aldım; hepinizi saygıyla selamlıyorum.

Şahsım adına geneli üzerinde yapmış olduğum konuşmanın devamı niteliğinde olacak olan bu konuşmamı sabırla dinlemenizi rica ediyorum.

 Şimdi, her şeyin ötesinde, infaz sistemi, aslında, bir yargılama sürecinin neticesinde meydana gelen cezanın bir infazı sistemidir. Dolayısıyla, infaz sistemini iyi anlayabilmek veya infaz sistemindeki noksanlıkları giderebilmek için, yargı sistemini ve ceza sistemini çok  iyi irdelememiz gerekiyor.

Şimdi, her şeyin ötesinde, daha evvel söylediğim üzere, mutlak surette, Türkiye'nin yasal olarak bir normalleşme sürecine girmesi lazım. Olağanüstü dönemlerde -ki, 1921'lerden itibaren çeşitli dönemlerde- olağanüstü yasalar çıkarılmış; ancak, belli bir süre tatbik edildikten sonra, ülke normal şartlara geldiğinde, bu yasalar ya tamamen yürürlükten kaldırılmış veya hiç tatbik edilmemiştir.

Aynı şekilde, bu süreç içerisinde, Türkiye'de de, daha evvel bahsetmiş olduğumuz, üzerinde görüşmüş olduğumuz Terörle Mücadele Kanunu da bu kapsam içerisinde irdelenmesi gereken bir yasadır ve çok enteresandır, Anayasa Mahkemesinin en  çok iptal kararı vermiş olduğu yasalardan birisi de, maalesef, Terörle Mücadele Yasasıdır. Bu, şunu göstermektedir ki: Bir anormal dönemin yasasının, mutlak surette, normal bir süreç içerisine getirilmesi gerekir. Kaldı ki, düşünceye özgürlük olarak nitelendirdiğimiz ve Avrupa İnsan Hakları Mahkemesinin kıstas olarak koymuş olduğu -ki, bugün, kıstasları çok açıktır; ki, bunu sizlere arz etmekte fayda görüyorum- divana göre, düşünceyi açıklama özgürlüğü, demokratik toplumun başlıca temel taşlarındandır, kişinin ilerleyip gelişmesi için temel koşuldur -sınırlamalara ilişkin ikinci fıkra hükmü saklı kalmak kaydıyla- önemsiz sayılan haberler ya da fikirler bakımından değil; aynı zamanda, devlet yahut halkın bir bölümü için aykırı, kuraldışı, şaşırtıcı veya endişe verici olanlar için de geçerlidir hükmünü getirmektedir. Demek ki, fikir suçunun anlayabileceğimiz kapsamı, belki devleti, belki topluluğun büyük bir kesimini rahatsız eden fikirlere de açık olabilmek ve bunu, suç olarak, suç unsuru olarak ortadan kaldırmaktır. Bunu tatbik ettiğimiz zaman, inanıyorum ki, 16 ncı maddenin değiştirilmesine gerek yoktur. O zaman, hapishanelerdeki sorunun büyük bir kısmı mutlak surette halledilmiş olacaktır.

Sayın Bakanımızın, biraz evvel, bir İstanbul milletvekilimizin sorusu üzerine vermiş olduğu cevabı dinledim. Şimdi, her şeyin ötesinde, daha sonra üstünde duracağımız konu, cezaevi ve tutukevlerini -ki, bu iki unsuru birbirinden ayırmamız gerekir- mutlak surette ayırmamız gerekir. Doğrudur, yargılamanın, suçun işlendiği mahalde yapılması gerekir, yasamız bunu gerektirir. Dolayısıyla, tutukevlerinin, şehirlerde, kasabalarda veya ilçelerde olması normaldir; ancak, dünyadaki infaz sistemi içerisine baktığımız zaman, yargılama süreci sonucunda kesin hüküm verildikten sonra, hüküm kesinleştikten sonra, hükümlülerin, bölge cezaevlerine, büyük miktardaki, büyük kapasiteli ve çok geniş bir alan içerisinde, dolayısıyla emniyet tedbirlerinin alınmış olduğu bir alan içerisinde ki, bunlar, genelde, değersiz ve kıymetsiz arazilerdir- bu bölgeler içerisinde cezaevlerinin yapılmasının prensip olduğunu görüyoruz. Ancak, ne yazık ki, bizim ceza sistemimiz içerisinde, nedense, İstanbul gibi, Ankara gibi illerde çok kıymetli araziler istimlak edilerek buralara hükümlüler konulmakta ve burada emniyet sağlanmaya çalışılmaktadır. Peki, niye Konya'nın o uçsuz bucaksız steplerindeki devletin malı olan yerlerde, istimlaka gerek olmaksızın 3 000 kişilik, 4 000 kişilik, hakikaten, tam bir kompleks halinde kurulabilecek olan cezaevleri düşünülmüyor da, İstanbul'un göbeğinde, en kıymetli yerlerde cezaevi kurulması düşünülüyor. Tabiî olarak, biraz evvel, milletvekili arkadaşımın da kafasında oluşan sualler mutlak surette oluşur diyor; hepinize saygılar sunuyorum.

Teşekkür ediyorum. (FP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN - Teşekkür ederiz Sayın Fırat.

Anavatan Partisi Grubu adına, İstanbul Milletvekili Sayın Yılmaz Karakoyunlu; buyurun. (ANAP sıralarından alkışlar)

Konuşma süreniz 5 dakika efendim.

ANAP GRUBU ADINA YILMAZ KARAKOYUNLU (İstanbul) - Değerli arkadaşlarım, Sayın Başkanım; Terörle Mücadele Kanununun 16 ncı maddesinin değiştirilmesine ilişkin genel müzakereler sırasında, Sayın Bakanımız, sürekli olarak "hükümlü ve tutuklular" ifadesini kullandı. Aslında, genel görüşme sırasında söz alabilmek imkânım olsaydı, bu meseleyi, daha ayrıntılı olarak sizlerle tartışmak imkânı elde edebilecektim; ama, bu 5 dakika içerisine de sığdırmamızda yarar var.

Sayın Bakanın konuşmasından anladığımıza göre, 16 ncı maddenin derpiş ettiği esaslar, hem tutuklular için söz konusudur hem de hükümlüler için. Dolayısıyla, hem tutukluların hem de hükümlülerin bu değişikliklerden yararlanacağı öngörüldüyse, madde metninde "hükümlüler ve tutuklular" ifadesinin sarahate kavuşturulması lazım. Eğer, sadece, hükümlüler deyimiyle kabul edecek olursanız, F tipi cezaevlerinde tutuklu olarak bulunanların bu madde kapsamından istifade etmesi mümkün değildir. Cezaevi yönetiminin müsamahalarıyla da böylesine imkândan istifade etmelerini düşünmemiz de söz konusu değildir. Dolayısıyla, bu maddeyle ilgili olarak, kabulünüz sırasında ya bunun değiştirilmesi yolunda hareket etmeliyiz ya da heyete redaksiyon yetkisi vererek düzeltilmesini temin etmeliyiz.

Diğer bir konu da, buradaki ifade. Hükümetin göndermiş olduğu metindeki "gözlem" kelimesi; yani, eski dilde müşahede, ne olup bittiğini seyretme hadisesi, komisyonda, isabetli bir değişiklikle "tespit"e dönüştürülmüş. "Tespit" kelimesi, kendinden sonraki gelecek eylemde, mutlak surette sarahat tarifi ister. "Gözlem" gibi değil, seyir keyfî yaratmıyor. Dolayısıyla, eğer "belirlenen" kelimesiyle bu maddeyi düzenliyorsanız, onun arkasından gelecek olan tertibin de "tespit" olarak tespit edildiği noktada, artık "gerekli değişiklik" gibi afakî bir noktaya talik edemezsiniz.

Ne demek, gerekli değişiklik? Bir adamı yaptınız ve tespit ettiniz... Saçını mı keseceksiniz; öğlen nafakasını mı vermeyeceksiniz; görüşmeden mi mahrum edeceksiniz, ne yapacaksınız? Elbisesini mi değiştireceksiniz? Yüzlerce, binlerce, milyonlarca şart talik edebilirsiniz. Dolayısıyla, eğer "tespit" kelimesini seçtinizse, nasıl ki, bunlarla ilgili ceza hükümlerinde neler yapılacağı, ne tarif edilmişse, burada da tarif edilmesi lazım.

Dolayısıyla, kanunda "tespit" ifadesini mademki değiştirdiniz, mademki komisyonun bu değişikliğini kabul ettiniz -yine, tabiî değerli komisyon üyelerimiz de burada açıklama yapmak imkânına sahiptirler- gerekli değişiklikten maksadın ne olduğunun belirtilmesi lazım.

Cezaevi yönetimi, bu tespiti yaptığı anda, bu uygulamaya son verme yetkisiyle donatılmış durumda; ama, o uygulamaya son verme yetkisiyle donatıldığı noktadan sonra ne yapacağına ilişkin hiçbir hüküm yok.

Sayın Başkanım, değerli arkadaşlarım; 5 dakika içerisinde görüşlerimi özetledim. Bu konuda bir değişiklik yapılması lazım geldiğine inanıyorum; bunu da, sizin takdirlerinize sunuyorum. Bir ihtimaldir ki, Sayın Bakanımız, biraz evvel, bu kürsüden yaptığı açıklamalarda işaret ettiği gibi, hükümlü ve tutuklu ifadesiyle kastedilenlerin tamamının bu madde kapsamından derpiş edilmiş esaslara uygun istifadeler sağlayacağını belirleyen bir redaksiyon yapabilir ya da bununla ilgili olarak bir değişiklik önergesi verip, gerekli maddenin isabetli düzenlenmesi sağlanabilir.

Hepinize saygılar sunarım, teşekkür ederim. (Alkışlar)

BAŞKAN - Teşekkür ederiz Sayın Karakoyunlu.

ADALET BAKANI HİKMET SAMİ TÜRK (Trabzon) - Sayın Başkan, kısa bir açıklama yapabilir miyim?

BAŞKAN - Buyurun Sayın Bakanım; kısa bir açıklama...

ADALET BAKANI HİKMET SAMİ TÜRK (Trabzon) - Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; görüşmekte olduğumuz tasarının 1 inci maddesi, Terörle Mücadele Kanununun 16 ncı maddesinin ikinci ve üçüncü fıkralarının değiştirilmesini öngörmektedir. Oysa, Terörle Mücadele Kanununun 16 ncı maddesi, aslında, dört fıkradan oluşmaktadır ve bu dördüncü fıkrada şu hüküm yer almaktadır: "Bu Kanun kapsamına giren suçlardan tutuklananlar da, birinci fıkrada gösterilen şekilde inşa edilmiş tutukevlerinde muhafaza edilirler. İkinci fıkra hükümleri tutuklular hakkında da uygulanır." Dolayısıyla, burada, ikinci fıkrada, sadece hükümlülerden söz edilmesi, getirilen düzenlemenin sadece onlara uygulanacağı, tutuklulara uygulanamayacağı anlamına gelmez; çünkü, dördüncü fıkrada -burada olmayan, değiştirilmesine gerek duyulmayan dördüncü fıkrada- zaten, bu hükümlerin tutuklulara uygulanacağı öngörülmüş bulunmaktadır.

Sayın Dengir Fırat, İstanbul ve Ankara gibi büyük illerde çok değerli araziler kamulaştırılırken, neden Konya Ovasında cezaevi inşa edilmediğini sordular. Şunu hatırlatmakta yarar görürüm: Ceza Muhakemeleri Usulü Kanununun 8 inci maddesine göre, davaya bakma yetkisi, suçun işlendiği yer mahkemesine aittir. Dolayısıyla, İstanbul'da işlenen suçları, biz, İstanbul'da dava konusu yapmak durumundayız; suçluları, İstanbul mahkemeleri önüne çıkarmak durumundayız. Konya'dan İstanbul'a suçlu getirmenin ne kadar zor ve riskli olacağını tahmin edersiniz.

Teşekkür ederim.

BAŞKAN - Teşekkür ederiz Sayın Bakanım.

Madde üzerinde 3 adet önerge vardır; önergeleri, önce, geliş sıralarına göre okutacağım; aykırılık derecelerine göre de işleme alacağım.

İlk önergeyi okutuyorum:

           Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına

Görüşülmekte olan 664 sıra sayılı kanun tasarısının çerçeve 1 inci maddesiyle değiştirilen Terörle Mücadele Kanununun 16 ncı maddesinin ikinci fıkrasının üçüncü cümlesinde geçen "belirlenen" kelimesinin "tespit edilen" şeklinde değiştirilmesini teklif ederiz.

 

Aydın Tümen

İsmail Köse

Beyhan Aslan

 

Ankara

Erzurum

Denizli

 

Süleyman Yağız

 

Esvet Özdoğu

 

İstanbul

 

Ankara

 

BAŞKAN - İkinci önergeyi okutuyorum:

Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına

Görüşülmekte olan 664 sıra sayılı Terörle Mücadele Kanununun Bir Maddesinde Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Tasarısının çerçeve 1 inci maddesiyle değiştirilen 16 ncı maddenin ikinci fıkrasının aşağıdaki gibi değiştirilmesini arz ve teklif ederiz. 1.5.2001

 

Mehmet Bekâroğlu

Dengir Mir Mehmet Fırat

Mehmet Ali Şahin

 

Rize

Adıyaman

İstanbul

 

Ramazan Toprak

Fahrettin Kukaracı

Nazlı Ilıcak

 

Aksaray

Erzurum

İstanbul

 

"Bu kurumlarda hükümlüler, eğitim ve spor, meslek kazandırma ve işyurdu çalışmaları ile diğer sosyal ve kültürel faaliyetlere katılırlar. Haklarında kınama dışında disiplin cezası uygulanan hükümlülere bu ceza kaldırılıncaya kadar  açık görüş yaptırılmaz."

BAŞKAN - Okutacağım üçüncü önerge, aynı zamanda en aykırı önerge olup, okuttuktan sonra işleme alacağım:

Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına

Görüşülmekte olan 664 sıra sayılı Terörle Mücadele Kanununun Bir Maddesinde Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Tasarısının çerçeve 1 inci maddesinin aşağıdaki gibi değiştirilmesini arz ve teklif ederiz. 1.5.2001

 

Mehmet Bekâroğlu

Dengir Mir Mehmet Fırat

Mehmet Ali Şahin

 

Rize

Adıyaman

İstanbul

 

Ramazan Toprak

Fahrettin Kukaracı

Nazlı Ilıcak

 

Aksaray

Erzurum

İstanbul

 

MADDE 1- "12.04.1991 tarihli ve 3713 sayılı Terörle Mücadele Kanununun 16 ncı maddesinin ikinci ve üçüncü fıkraları aşağıdaki şekilde değiştirilmiş ve dördüncü fıkrası yürürlükten kaldırılmıştır."

BAŞKAN - Sayın Komisyon katılıyor musunuz?..

ADALET KOMİSYONU BAŞKANI EMİN KARAA (Kütahya) - Katılmıyoruz Sayın Başkan.

BAŞKAN - Sayın Hükümet?..

ADALET BAKANI HİKMET SAMİ TÜRK (Trabzon) - Katılmıyoruz.

Eğer, bu kaldırılırsa, getirilen düzenlemenin tutuklulara uygulanma olanağı kalmayacaktır.

BAŞKAN - Önerge sahipleri, gerekçeyi mi okutalım?..

MEHMET ALİ ŞAHİN (İstanbul) - Konuşacağız efendim.

BAŞKAN - Buyurun Sayın Şahin.

MEHMET ALİ ŞAHİN (İstanbul) - Sayın Başkan, değerli arkadaşlarım; hepinize saygılarımı sunuyorum.

Önergemizin mahiyetini kısaca siz değerli arkadaşlarıma izah etmek istiyorum. Önergemiz, mahiyet itibariyle, görüşmekte olduğumuz Terörle Mücadele Kanununun 16 ncı maddesinin son fıkrasının kaldırılmasından ibarettir.

Saygıdeğer arkadaşlarım, bilindiği gibi, Terörle Mücadele Kanununun 16 ncı maddesinin kenar başlığı "Cezaların İnfazı ve Tutukluların Muhafazası" şeklinde düzenlenmiştir. Biraz önce, Sayın Bakan, açıklama yaparken "biz, Terörle Mücadele Kanununun 16 ncı maddesinin son fıkrasının kaldırılmasına karşıyız; çünkü, getirilen bu düzenlemelerden tutuklular aksi halde istifade edemez, tutuklular hakkında bunu uygulayamayız" dedi. Tabiî, bu cümleden çıkan sonuç şudur: Sayın Bakana göre ve şu anda yürürlükte bulunan kanunun son fıkrasına göre, tutuklu ile hükümlü arasında hiçbir fark yoktur. Acaba, böyle midir? Hükümlü ile tutuklu aynı şey midir sonuç itibariyle? Bize göre değildir; çünkü, Anayasanın 15 inci maddesinin ikinci fıkrası aynen şöyledir: "...suçluluğu mahkeme kararı ile saptanıncaya kadar kimse suçlu sayılamaz." Yine, Anayasanın 38 inci maddesinin dördüncü fıkrası: "Suçluluğu hükmen sabit oluncaya kadar, kimse suçlu sayılamaz." Şimdi, tutuklu, henüz sanık durumundadır, bir suçu işlediği iddiasıyla yargılanmaktadır; Ceza Muhakemeleri Usulü Kanununun 104 üncü maddesi gereği yargıcın tutuklanmasına karar verdiği bir kişidir; dolayısıyla, bu kişi, ileride beraat da edebilir. O bakımdan, ileride beraat etme ihtimali olan bir kişiyi, sanki hakkındaki iddia sabit olmuş, mahkeme de karar vermiş, hükmü de kesinleşmiş gibi değerlendiremezsiniz. Bu, Anayasanın biraz önce okuduğum hem 15 inci maddesine hem 38 inci maddesine aykırıdır. Bu maddenin bu fıkrası, hiç şüphesiz ki, Terörle Mücadele Kanunu yürürlüğe girdiği andan beri de madde içerisindedir ve benim kanaatime göre de, Anayasaya aykırı şekilde düzenlenmiş bu fıkra hâlâ madde metni içerisinde bulunmaktadır. Biz, vermiş olduğumuz bu değişiklik önergesiyle, Anayasaya aykırı görmüş olduğumuz bu fıkranın madde metninden çıkarılmasını istiyoruz.

Terör, Türkiye'nin en önemli sorunlarından biridir. Gerek Sayın Bakan gerek biraz önce grupları adına konuşan arkadaşlarımız, terörün ve terörle mücadelenin ne anlama geldiğini ifade ettiler. Hiç şüphesiz ki, Türkiye Cumhuriyeti Devleti olarak terörden çok çektik, yirmi yıla yakın bir süredir terör için büyük kayıplar verdik, maddî kayıplar, şehitler verdik, binlerce insan, terörle mücadelede hayatını kaybetti. Hiç şüphesiz ki, güçlü devlet, kendisine içeriden ve dışarıdan gelen her türlü tehlikeyi anında önleyebilen devlettir. Hiç şüphesiz ki, terörle mücadelede gayret etmiş olan güvenlik güçlerimizi, bir kez daha, buradan tebrik etmek ve takdirlerimizi sunmak görevimizdir; ancak, güçlü devlet, aynı zamanda, hukuk sınırları içerisinde hareket eden devlet demektir.

Biz, geleneğimizde, düşmanımıza dahi insan haklarına uygun davranmayı göstermiş olan bir milletiz. O bakımdan, 16 ncı maddenin ikinci ve üçüncü fıkrasıyla getirilen iyileştirmeleri, anamuhalefet partisi olarak desteklediğimizi -eksik olmakla birlikte- ifade ettik; ama, son fıkranın; yani, hükümlü eşittir tutuklu, aynı kefeye konulmasını kabul etmemiz mümkün değildir. Bu değişiklik önergesini bunun için verdik. Sanıyorum, buradaki tüm milletvekili arkadaşlarımız, tutuklu ile hükümlünün aynı anlama gelmediği fikrindedirler. Bu değişlik önergemizi destekleyecekleri kanaatindeyim. Bunu mutlaka düzenlemek durumundayız.

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

MEHMET ALİ ŞAHİN (Devamla) - Sayın Başkan, 1 dakika daha lütfederseniz, konuşmamı tamamlayacağım.

BAŞKAN - Buyurun Sayın Şahin. 

MEHMET ALİ ŞAHİN (Devamla) - Ayrıca, Ceza Muhakemeleri Usulü Kanununun 116 maddesinde "tutuklunun ayrı bir mekânda tutulması gerektiği, tutuklu hakkında, ancak tutuklamayla gözetilen gayeyi ve tutukevinin düzenini sağlayacak kadar kayıtlamada bulunulur" denilmektedir. Siz, böyle bir düzenlemeyi, Ceza Muhakemeleri Usulü Kanununda, tutuklular ile hükümlüleri aynı yerde muhafaza etmeme gibi bir düzenleme getireceksiniz; ama, Terörle Mücadele Kanununda buna aykırı bir düzenleme getireceksiniz; bu çelişki, bugün, burada ortadan kaldırılmalıdır.

Genel Kurulun, Anayasaya da aykırı olan, Terörle Mücadele Kanununun 16 ncı maddesinin son fıkrasını yürürlükten kaldırıcı mahiyetteki bunu öngören önergemize destek vereceğine inanıyor, hepinize saygılar sunuyorum efendim. (FP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN - Teşekkür ederiz Sayın Şahin.

Komisyonun ve Hükümetin katılmadığı, gerekçesini Sayın Şahin'den dinlediğiniz değişiklik önergesini oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler... Etmeyenler... Önerge kabul edilmemiştir.

İkinci önergeyi okutuyorum:

Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına

Görüşülmekte olan 664 sıra sayılı Terörle Mücadele Kanununun Bir Maddesinde Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Tasarısının çerçeve 1 inci maddesiyle değiştirilen 16 ncı maddenin ikinci fıkrasının aşağıdaki gibi değiştirilmesini arz ve teklif ederiz. 1.5.2001

                        Mehmet Bekâroğlu

                                              (Rize)

                                  ve arkadaşları

"Bu kurumlarda hükümlüler, eğitim ve spor, meslek kazandırma ve işyurdu çalışmaları ile diğer sosyal ve kültürel faaliyetlere katılırlar. Haklarında kınama dışında disiplin cezası uygulanan hükümlülere bu ceza kaldırılıncaya kadar açık görüş yaptırılmaz."

BAŞKAN - Sayın Komisyon?..

ADALET KOMİSYONU BAŞKANI EMİN KARAA (Kütahya) - Katılmıyoruz Sayın Başkan.

BAŞKAN - Sayın Hükümet?..

ADALET BAKANI HİKMET SAMİ TÜRK (Trabzon) - Katılmıyoruz.

BAŞKAN - Önerge sahibi olarak Sayın Bekâroğlu konuşacaklar.

Buyurun Sayın Bekâroğlu. (FP sıralarından alkışlar)

MEHMET BEKÂROĞLU (Rize) - Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; Türkiye Büyük Millet Meclisi üyesi milletvekili arkadaşlarımın ne yapmak için burada bulunduklarını gerçekten merak ediyorum. Kanunları sadece bürokratlar yapacaklarsa, sadece seçkinler tarafından bir yerlerde, bir mahfillerde bu kanunlar yazılacak, çizilecek ve biz burada sadece parmak kaldıracaksak niye buradayız değerli arkadaşlarım?! Niçin biz, ayda, milletin 2 100 000 000 lirasını alıyoruz, gerçekten merak ediyorum?!

Bakınız, değerli arkadaşlarım, biraz evvel vermiş olduğumuz değişiklik önergesi, gerçekten on seneden beri devam eden çok ciddî bir hukuk yanlışını düzeltiyordu; ama, maalesef hiç okumadınız bile, Bakanınız böyle istediği için, hükümet bu şekilde sevk ettiği için reddettiniz. Canınız sağ olsun.

İkinci vermiş olduğumuz bu önerge de son derece önemli bir önerge. Tasarının geneliyle ilgili yapmış olduğum konuşmada belirttiğim gibi, bu ortak kullanım alanlarının açılması şarta bağlanıyor ve gerçekten ıslah edilme konusu tartışılabilecek, iyileştirilme konusu tartışılabilecek insanların, birtakım programlardan geçirileceği, bu programlardan geçmezlerse, ortak kullanım alanlarını kullanamayacaklarını, buralardan istifade edemeyeceklerini söylemiştim.

Sayın Bakan, yapmış olduğu konuşmada, Birleşmiş Milletler Cezaevleri Minimum Sözleşmesinden, Avrupa Birliğinin konuyla ilgili belgelerinden söz etti ve "Avrupa da, tehlikeli hükümlüler için birtakım özel koşulların getirilmesini, kuralların uygulanmasını öngörüyor" dedi. İşte, burada aldatıcı davranıyoruz, burada yanılıyoruz.

Değerli milletvekilleri, evet, Avrupa da, dünya da özel durumu olan hükümlülere özel infaz şartları getiriyor; ama, bu insanlar, ruhsal bozuklukları olanlar, psikiyatrik bozuklukları olanlar, suç işleme eğilimi bulunanlar, psikopatlar, sosyopatlardır. Peki, size soruyorum: Düşünce suçundan dolayı burada bulunan bir insan, afiş astığından dolayı F tipi cezaevinde bulunan bir genç, psikopat mıdır, sosyopat mıdır; bunu, nasıl eğiteceksiniz, nasıl iyileştireceksiniz? O zaman, çıkın, açıkça söyleyin, deyin ki, biz, Türkiye'yi F tipi cezaevi yapacağız, aykırı düşünen herkesi bir şekilde kısıtlayacağız, okullara girmesini önleyeceğiz, memuriyet yapmasını önleyeceğiz, başka şeyleri önleyeceğiz; yapmadı mı, ceza kanunu maddelerini uygulayacağız, hapsedeceğiz; hapsini de özel infaz kurumlarında yapacağız, orada ıslah etmeye çalışacağız, düzeltmeye çalışacağız, düzelmezse de hücrelerde çürüteceğiz. Bunun anlamı bu değerli arkadaşlarım.

Bakınız, burada 1968 kuşağından insanlar var, burada 1980 sonrasında tezgâhlardan geçenler var; şimdi, şurada, karşımızda oturan bazı arkadaşlar var. Onlar, cezaevlerinde siyasî tutuklu ve hükümlüyken, ben cezaevi doktoruydum, psikiyatri uzmanıydım. Sağıyla, soluyla nasıl tezgâhlardan geçtiklerini, işkenceden geçtiklerini, birtakım ruhsal sorunları olan ilkokul mezunu insanların, düşük ücret almalarından dolayı evine, çocuğuna kızamayan insanların onlara nasıl işkence ettiklerini, kötü muamele ettiklerini, ben, orada, psikiyatri uzmanı olarak gördüm, kendileri de gördüler ve yaşadılar; ama, şimdi buna el kaldırıyorlar. Yarın buralara kimin gireceğini kimse bilmiyor değerli arkadaşlarım.

Bakınız, Avrupa'da böyle bir şey yok. Sayın Bakanımız, sürekli olarak bu teklifleri getirerek, Avrupa'yı da, Türkiye kamuoyunu da yanıltıyor. Kusura bakmasın, özür diliyorum kendisinden; ama, çok hafif bir şey kullanıyorum, yanıltıyor diyorum. Bakınız, böyle değil; burada yapmaya çalıştığınız düzenleme tecridi ortadan kaldırmıyor. Tecridi ortadan kaldırmadığı gibi "bu düzenleme şartlı" diyerek, siz, zaten, keyfî uygulamalar bulunan cezaevlerinde... Keyfî uygulamalar diyorum; bu keyfî uygulamaları -bu Meclisin İnsan Hakları İnceleme Komisyonunun yapmış olduğu çalışmalarla, ciltlerle kitaplar şeklinde rapor ettik değerli arkadaşlarım- bunlar, bu cezaevlerinde yaşanıyor. Şimdi, bu cezaevinde bulunan insanlara "güvenlik gerekçesiyle" dediğiniz zaman, istediği davranışı yapabilir. "Güvenlik gerekçesiyle seni şuraya göndermiyorum" der ve hiç kimse de bir şey söyleyemez değerli arkadaşlarım.

Sonra, bu ıslah programlarını, iyileştirme programlarını kim uygulayacak? Hangi yetişmiş insanınız var Sayın Bakanım? Cezaevlerini biliyoruz, orada çalışan personeli biliyoruz; bunlar, bu programları nasıl uygulayacaklar? Bakınız, siz, burada sorun çözmüyorsunuz, yeni bir sorun ortaya çıkarıyorsunuz.

Değerli milletvekili arkadaşlarım, o nedenle, bu önergeyi destekleyin. Bu önerge, Sayın Bakanımızın "yaptım" dediği şeyi yapmasını sağlıyor; ama, Sayın Bakanımızın sakladıklarını da ortaya koyuyor. Bu ortak kullanım alanları tecridi ortadan kaldırmaz; ama, eğer bizim yapmış olduğumuz değişikliğe destek verirseniz kısmen bir iyileştirme sağlanır.

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN - Sayın Bekâroğlu, söz vereceğim; yalnız, bir hususu açıklığa kavuşturmanızı ben özellikle istiyorum: Cezaevlerinde psikiyatri uzmanı doktor olarak işkencelere tanık olduğunuzu ifade ettiniz. O konuda tuttuğunuz tutanak varsa, onu da kamuoyuna deklare etmenizi rica ediyorum. (DSP ve MHP sıralarından alkışlar)

Buyurun Sayın Bekâroğlu.

MEHMET BEKÂROĞLU (Devamla) - Evet, tuttuğumuz tutanak var, açılmış davalar var Sayın Başkanım. İstediğiniz zaman bunu size getirebiliriz.

BAŞKAN - Teşekkür ederim.

MEHMET BEKÂROĞLU (Devamla) - Açılmış davalar var, cezaevinde yapılan işkencelerle ilgili açılmış davalar var, açılması gereken davalar var Sayın Başkanım.

Değerli arkadaşlarım, eğer, biz bu önergeyi desteklersek, amaç sağlanır, cezaevlerinde mevcut ortak kullanım alanları kullanıma açılır.

Ülkücü kardeşlerim, ben, cezaevlerinde sizlerin görmüş olduğu işkenceyi de rapor ettim.

Değerli arkadaşlarım, arz eder, saygılar sunarım. (FP sıralarından alkışlar)

ORHAN BIÇAKÇIOĞLU (Trabzon) - Biz onu yaşadık, yaşadık...

BAŞKAN - Ben, tabiî, olayın açıklığa kavuşması bakımından söyledim; tutmuşsa, insanî görevini yapmıştır, ettiği yemine sadık kalmıştır diye söylüyorum.

Önergeye, Komisyon ve Hükümet katılmadı; gerekçesini de Sayın Bekâroğlu'dan dinledik.

Önergeyi oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler... Etmeyenler... Önerge kabul edilmemiştir.

Üçüncü önergeyi okutuyorum:

Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına

Görüşülmekte olan 664 sıra sayılı kanun tasarısının çerçeve 1 inci maddesiyle değiştirilen Terörle Mücadele Kanununun 16 ncı maddesinin ikinci fıkrasının üçüncü cümlesinde geçen "belirlenen" kelimesinin "tespit edilen" şeklinde değiştirilmesini arz ve teklif ederiz.

         Aydın Tümen

                  (Ankara)

          ve arkadaşları

BAŞKAN - Sayın Komisyon?..

ADALET KOMİSYONU BAŞKANI EMİN KARAA (Kütahya) - Katılıyoruz Sayın Başkanım.

TURHAN GÜVEN (İçel) - Sayın Başkan, katılamaz; takdire bırakması lazım.

ADALET KOMİSYONU BAŞKANI EMİN KARAA (Kütahya) - Efendim, takdire bırakıyoruz.

BAŞKAN - Sayın Hükümet?..

ADALET BAKANI HİKMET SAMİ TÜRK (Trabzon) - Katılıyoruz Sayın Başkan.

BAŞKAN - Önergeyi oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler... Etmeyenler... Önerge kabul edilmiştir.

1 inci maddeyi, kabul edilen önerge doğrultusundaki değişik şekliyle oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler... Etmeyenler... 1 inci madde kabul edilmiştir.

2 nci maddeyi okutuyorum:

MADDE 2.- Bu Kanun yayımı tarihinde yürürlüğe girer.

BAŞKAN - 2 nci maddeyi oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler... Etmeyenler... 2 nci madde kabul edilmiştir.

3 üncü maddeyi okutuyorum:

MADDE 3.- Bu Kanun hükümlerini Bakanlar Kurulu yürütür.

BAŞKAN - 3 üncü maddeyi oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler... Etmeyenler... Kabul edilmiştir.

Sayın milletvekilleri, İçtüzüğün 86 ncı maddesine göre söz isteği var.

Aleyhte, İstanbul Milletvekili Sayın Ali Oğuz konuşacaklar.

Sayın Oğuz, 3 dakika içerisinde oyunuzun rengini belli etmek üzere, buyurun.

ALİ OĞUZ (İstanbul) - Sayın Başkan, değerli arkadaşlar; hikâye, malum... Adam damdan düşmüş de telaş içinde doktor arıyorlarmış. Demiş ki: "Bana bir damdan düşen bulun, benim halimden o anlar." Şimdi, Agâh Bey "konuşma Ali ağabey" dedi de... Emrin olur, sen benim hapishane arkadaşımsın; çünkü, bu çileleri orada beraber çektik. Bu işleri ancak biz anlarız; ama, oraya girmemiş, oraları tanımamış insanın, onun ıstırabını bilmesi mümkün değil.

İHSAN ÇABUK (Ordu) - Ali Bey, sen de mi oradaydın?

ALİ OĞUZ (Devamla) - Evet efendim, 7 ay 23 gün; sayenizde... (Gülüşmeler)

Sayın Başkanım, her şeyden evvel, 22 kişi ölünceye kadar kimsenin kılı kıpırdamadı. Halbuki, onların da aileleri vardı, çoluk çocuğu vardı; onlar da bu ıstırabı çekiyorlardı. 22 kişi öldükten sonra, ancak şu tedbirler akla geldi. Tabiî ki, düşünülmüş ve ortaya konulmuş olan ferahlandırma veya tedbirler, o insanlara bir parça ferahlık getirmek ve onların insan haysiyetine uygun bir şekilde orada kalmalarını temin etmek içindi.

Mehmet Ali Bey çok haklı söyledi. Sayın Bakanım niye taraftar olmadı, ben onu anlayamadım ve hâlâ anlamış değilim. Mevkuf olmak ile mahkûm olmak çok ayrı şey. Mahkûma infaz tatbik edersiniz; mevkuf ise, tevkif edilmiştir. Tevkif sebepleri, Usul Kanununun 104 üncü maddesinde bir tedbir olarak zikredilir; kaçması ihtimaline binaen, delillerin değiştirilmesi ihtimaline binaen düşünülür. Halbuki, bunlar nazara alınmalıydı. Bir profesör olan hocamızın, bu ayrılığı, bu inceliği ortaya koyması ve hiç olmazsa, bunların imkânsızlık sebebiyle nazara alındığını veya mecburiyet tahtında böyle tatbik edildiğini ifade etmesi ancak bizi ferahlatırdı.

Değerli kardeşlerim, şunu ifade etmek lazım ki, oradaki infaz sistemi içerisinde bir insan olan ve bir insan haysiyetine yakışır bir şekilde muhafaza edilen insanlara, tatbik edilen muamelelerin, her şeyden evvel, yarın bize de tatbik edileceği ihtimali düşünülerek ve nazara alınarak müzakere edilmesi lazım. Biz, senatördük, milletvekiliydik. Bir gün baktık ki, ne Parlamento var ne Senato var ne Millet Meclisi var. Kendimizi bir anda hapishanede bulduk. Onun için, o da, bir gün, Allah korusun, sizin başınıza gelebilir. Bunları nazara alarak düşünün. Men dakka dukka... Bugün başkasının başına geldiyse, yarın da, Allah muhafaza, sizin başınıza gelebilir. İnsaf ölçüleri içerisinde bunları müzakere edin diyorum.

Saygılar sunuyorum. (FP, MHP, ANAP ve DYP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN - Oyunuzun rengini belli etmediniz Sayın Oğuz.

ALİ OĞUZ (İstanbul) - Ettim efendim, ettim; düzeltin diyorum işte.

BAŞKAN - "Düzeltin, karşıyım" diyorsunuz.

ALİ OĞUZ (İstanbul) - Evet.

BAŞKAN - Peki efendim.

Lehte olmak üzere...

MEHMET BEKÂROĞLU (Rize) - Sayın Başkan, bir üyeyle niçin cümlelerinizle alay ediyorsunuz? Sayın Başkan, siz, Türkiye Büyük Millet Meclisinin Başkanısınız, şu anda oturumu yönetiyorsunuz...

BAŞKAN - Sayın Bekâroğlu, size söz vermedim.

Lehte mi, aleyhte mi olduğunu belli etsin. "Düzeltin" deme hakkı yok. Lehte misiniz, aleyhte misiniz...

MEHMET BEKÂROĞLU (Rize) - Bir üyeye bu şekilde davranma hakkına sahip değilsiniz. Meclisin saygınlığını azaltıyorsunuz Sayın Başkan, uyarıyorum sizi.

BAŞKAN - Siz oturun; ben, size söz vermedim.

MEHMET BEKÂROĞLU (Rize) - Ben konuştum.

BAŞKAN - Lehte mi, aleyhte mi olduğunu belli etmek zorunda. İçtüzüğü de bilmeniz lazım.

MEHMET BEKÂROĞLU (Rize) - Alay etme hakkınız yok.

BAŞKAN - Lehte olmak üzere, Sayın Orhan Bıçakçıoğlu; buyurun. (MHP sıralarından alkışlar)

Süreniz 3 dakika efendim.

ORHAN BIÇAKÇIOĞLU (Trabzon) - Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; hepinizi saygıyla selamlıyorum.

Bugün burada çıkaracak olduğumuz kanun, cezaevlerinde yatmakta olan 1 100 terör suçlusuyla ilgilidir. Mevcut cezaevlerimizde, 57 000 hükümlü ve tutuklu bulunmaktadır. Bunların 9 000'i terör suçlusu ve bunların da 1 100'ü F tipi cezaevlerindedir. Peki, bu cezaevlerinde yatan insanlar kimlerdir; bu cezaevlerinde yatan insanlar, F tipi cezaevlerinde yatan insanlar, terör suçlusu olan insanlar, devlete karşı isyan bayrağını açmış, devletle mücadeleyi ideolojilerinin bir gereği olarak kabul etmiş olan kişilerdir. Bunlar, hükümetten, devletten istediklerini, taleplerini, bildiriler şeklinde, ilgili makamlara resmî yollardan ulaştırmaktadırlar ve kendilerine "savaş suçlusu, tutsak" demektedirler. Biz, bu 1 100 kişi için burada bir düzenleme yapıyoruz.

Şimdi, ben, bu taleplerdeki istekleri burada sıralamak istemiyorum; ama, isteyen arkadaşıma da verebilirim.

1984 yılında, 1985 yılında da bu cezaevlerinde bu tip olaylar olmuştu. Biz, bu filmi, 12 Eylülden sonra, birkaç kez, cezaevlerinde yaşadık, seyrettik. O zamanlar "tek tip elbise" adı altında bu uygulamalar yapılıyordu; açlık grevi, ölüm oruçları cezaevlerinde yaygınlaştırılmıştı. Fakat, siz zannetmeyin ki, bu düzenlemeden sonra bu uygulamalar sona erecektir; ermeyecektir; çünkü, "sivil toplum örgütleri" gibi isimler altında birtakım yandaşların, birkısım medyamızın bunlara samimî desteği devam ettiği sürece, bu tip eylemleri devam edecektir.

Şimdi, burada, vicdanları bunlar için sızlayanların, bu kapıdan çıkan, cezaevi kapısından çıkan tabutlara vicdanları sızlayanların, şehit olan devlet görevlileri için de, devletin kapısından çıkan tabutlar için de sızlaması gerekir. (MHP ve DYP sıralarından alkışlar)

Hükümet günah çıkarmıyor; sadece, 4 F tipi cezaevinde dört ay önce... ki, bunlar 19 Aralıktan sonra F tipi cezaevlerine nakledilmişlerdir.  Bu 4 F tipi cezaevini normal infaz kurumları içerisine dahil ediyor. Yani, bugün diğer cezaevlerindeki uygulama nasılsa, F tipi cezaevindeki uygulamalar da, bundan böyle, böyle olacak.

Yani, burada utanç duyulacak bir şey de yok; çünkü, cezaevlerinin, terör örgütlerinin eğitim yuvası olmaktan kurtarılması lazımdır. 57 nci hükümet, Türkiye Cumhuriyeti sınırları içerisindeki cezaevlerini zapturapt altına almıştır. (MHP sıralarından alkışlar)

MEHMET BEKÂROĞLU (Rize) - Tam da zapturapt ediyor!

ORHAN BIÇAKÇIOĞLU (Devamla) - Buralar ne bir turistik tesistir ne de bir örgüt kampıdır; buralar cezaevidir. Cezaevi demek, cezaların çekildiği, infaz edildiği kurumlar demektir. Devlet otoritesi, cezaevlerinde hiçbir zaman zafiyete uğratılmayacaktır. Bunu, bazı arkadaşlarımızın maksatlarının üzüm yemek değil, bağcı dövmek olduğunu bildiğim için, bu şekilde konuşmak zorundayım.

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN - Sayın Bıçakçıoğlu, 1 dakika içinde toplayın ve oyunuzun rengini belli edin efendim.

Buyurun.

ORHAN BIÇAKÇIOĞLU (Devamla)  - Cezaevlerinde görev yapan psikologlar, Avrupa ve Amerika'daki cezaevlerinde uygulamaların nasıl olduğunu gayet iyi bilirler.

1991 yılında çıkarılan Terörle Mücadele Yasası madem bugüne kadar gecikmiştir, 1996 yılında iktidardınız, niye değiştirmediniz? 57 nci hükümet, bir eksikliği gidermektedir; Terörle Mücadele Yasasının 16 ncı maddesini, dört ay gibi kısa bir sürede gündeme getirmiş ve değiştirmiştir.

Ben, bu yasanın hayırlı olmasını diliyorum ve cezaevinde yatan o 49 000 kader kurbanına da Allah kurtarsın diyor, oyumun renginin beyaz olacağını açıklıyor, hepinize saygılar sunuyorum. (MHP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN - Teşekkür ederiz.

YAŞAR TOPÇU (Sinop)- Sayın Başkanım, oyumun rengi için söz istemiştim; söz sırası gelmedi. Bu yasa, F tipi cezaevlerini bugünkü cezaevlerine çevirecektir, teröristlere imkân verecektir. Bu kanuna karşıyım. Bunu söylemek istedim.

BAŞKAN - O takdir sizin tabiî. Ben, İçtüzüğe göre, ancak birer arkadaşa lehte veya aleyhte söz verebiliyorum.

Tasarının tümünü oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler... Etmeyenler... Tasarı kabul edilmiş ve yasalaşmıştır; hayırlı olsun.

Avukatlık Kanununda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Tasarısı ile Avukatlık Kanununa Bazı Maddelerin Eklenmesine Dair Kanun Tasarısı ve Kütahya Milletvekili Emin Karaa'nın, 1136 sayılı Avukatlık Kanununun Bazı Maddelerinin Değiştirilmesi ve Bu Kanuna Bazı Maddeler Eklenmesine Dair Kanun Teklifi ve Adalet Komisyonu raporunun görüşmelerine başlıyoruz.

6. – Avukatlık Kanununda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Tasarısı ile Avukatlık Kanununa Bazı Maddelerin Eklenmesine Dair Kanun Tasarısı ve Kütahya Milletvekili Emin Karaa'nın, 1136 Sayılı Avukatlık Kanununun Bazı Maddelerinin Değiştirilmesi ve Bu Kanuna Bazı Maddeler Eklenmesine Dair Kanun Teklifi ve Adalet Komisyonu Raporu (1/422, 1/411, 2/317) (S.Sayısı : 413) (1)

BAŞKAN - Komisyon?... Hazır.

Hükümet?... Hazır.

Komisyon raporu, 413 sıra sayısıyla bastırılıp dağıtılmıştır.

Sayın milletvekilleri, Genel Kurulun 16.2.2001 tarihli 60 ıncı Birleşiminde alınan karar gereğince, İçtüzüğün 91 inci maddesi kapsamında değerlendirilen bu kanun tasarısının yapılacak görüşme ve oylamalarında, tasarının 25'er maddelik 4 bölüm halinde görüşülmesi; tasarının tümü üzerinde gruplar, komisyon ve hükümet adına yapılacak konuşmaların 20'şer dakikayla, kişisel konuşmaların 10 dakikayla sınırlanmış olması; bölümler üzerinde gruplar, komisyon ve hükümet adına yapılacak konuşmaların 10'ar dakika olması; bölümler üzerinde gruplar, komisyon ve hükümetin 1'er, milletvekillerinin de 1'er önerge verebilmesi; maddeler okunmaksızın, sadece bölümlerin ayrı ayrı oylanması ve bölümler üzerinde verilen önergelerin kabulü halinde, o bölümün, kabul edilen önergeyle birlikte oylanması kabul edilmiştir. Bu karar, Türkiye Büyük Millet Meclisi Genel Kurul Gündeminin iç kapağında da yer almaktadır.

Tasarının tümü üzerinde söz isteyen arkadaşların isimlerini okuyorum: Milliyetçi Hareket Partisi Grubu adına, Nevşehir Milletvekili Sayın İsmail Çevik; Doğru Yol Partisi Grubu adına, Amasya Milletvekili Sayın Ahmet İyimaya; Demokratik Sol Parti Grubu adına, Ankara Milletvekili Sayın Tayfun İçli; Fazilet Partisi Grubu adına, Adıyaman Milletvekili Sayın Dengir Mir Mehmet Fırat; şahısları adına, Sayın Bülent Arınç, Sayın Kamer Genç, Sayın Fahrettin Kukaracı, Sayın Aslan Polat, Sayın İsmail Alptekin, Sayın Masum Türker, Sayın Edip Özgenç, Sayın Murat Akın, Sayın Lütfi Yalman, Sayın Salih Çelen, Sayın Sadri Yıldırım ve Sayın Mükerrem Levent söz isteminde bulunmuşlardır.

Sayın milletvekilleri, bu açıklamalardan sonra, saat 20.00'de toplanmak üzere, birleşime ara veriyorum.

        Kapanma Saati: 19.18


İKİNCİ OTURUM

Açılma Saati: 20.05

BAŞKAN : Başkanvekili Ali ILIKSOY

KÂTİP ÜYELER: Yahya AKMAN (Şanlıurfa), Şadan ŞİMŞEK (Edirne)

BAŞKAN - Sayın milletvekilleri, Türkiye Büyük Millet Meclisinin 94 üncü Birleşiminin İkinci Oturumunu açıyorum.

Görüşmelere kaldığımız yerden devam ediyoruz.

VI. – KANUN TASARI VE TEKLİFLERİYLE KOMİSYONLARDAN

GELEN DİĞER İŞLER (Devam)

6. – Avukatlık Kanununda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Tasarısı ile Avukatlık Kanununa Bazı Maddelerin Eklenmesine Dair Kanun Tasarısı ve Kütahya Milletvekili Emin Karaa'nın, 1136 Sayılı Avukatlık Kanununun Bazı Maddelerinin Değiştirilmesi ve Bu Kanuna Bazı Maddeler Eklenmesine Dair Kanun Teklifi ve Adalet Komisyonu Raporu (1/422, 1/411, 2/317) (S.Sayısı : 413) (Devam)

BAŞKAN - Komisyon?.. Hazır.

Hükümet?.. Hazır.

Milliyetçi Hareket Partisi Grubu adına, Sayın İsmail Çevik; buyurun. (Alkışlar)

MHP GRUBU ADINA İSMAİL ÇEVİK (Nevşehir) - Sayın Başkan, Yüce Meclisin değerli üyeleri, 1136 sayılı Avukatlık Kanununda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Tasarısı hakkında söz almış bulunuyorum; Yüce Heyetinizi saygıyla selamlıyorum.

Sayın Başkan, saygıdeğer milletvekilleri, bağımsız yargı, ancak bağımsız savunmayla mümkündür. Türkiye Büyük Millet Meclisinin gündeminde bulunan Avukatlık Yasasında değişiklik yapan tasarı, Türkiye Büyük Millet Meclisi Adalet Komisyonunda dört aydan fazla süren görüşmeler sonunda Genel Kurula sevk edilmiştir.

101 maddede değişiklik öngören tasarı, sadece Avukatlık mesleği adına olmayıp, hukuk alanında çağdaş dünyayı yakalamada bir gösterge olacaktır.

Adalet Komisyonundaki çalışmalarda, Parlamentoda grubu bulunan tüm siyasî partilerin temsilcisi olan üye arkadaşlarımızın büyük katkıları olmuştur.

Savunmanın işlevinin belirginleştirilmesi, ortak avukatlık bürolarının açılması, çalışma alanlarının genişletilmesi, mesleğe girişte sınav sisteminin getirilmesi, meslek ahlakının güçlendirilmesi, adlî yardımın kurumsallaşması, Avukatlık Yasası değişiklik tasarısıyla getirilen önemli düzenlemelerdir.

Tasarıyla, bağımsız yargının savunma kanadı avukatlık mesleği, bakanlık vesayetinden kurtarılarak, yasal düzenlemelerle gerçek bağımsızlığa sahip kılınmış; malî ve meslekî yönden güçlü, güvenceli bir statüye kavuşturulması öngörülmüştür.

Demokratik bir toplumda adlî yargılama süreci, eşitler arasındaki medenî bir tartışmayı gerektirdiğinden, iddia, savunma ve karar üçgeninde, savunmanın, demokratik hukuk düzeni için vazgeçilmez olduğunu ve bu ölçüde de önemli olduğunu belirtmek isterim. Adaletin hızlı, etkin ve adil bir şekilde gerçekleşmesi için, bu unsurlar arasında ideal düzeyde dayanışma olmalıdır. Avukatlar, hukuk diyalektiğinin önemli ve zorunlu unsurlarıdır.

Değerli milletvekilleri, tasarının 3 üncü maddesiyle avukatlık sınavı getirilmektedir. Mesleğe kabul için sınav zorunluluğunun getirilmesi, avukatlığın bilgi düzeyi yüksek kişilerce icra edilmesini temin edecektir. Ayrıca, artan hukuk fakültesi sayısı ve bunun neticesinde avukat sayısının denetimsiz olarak artmasının önüne geçilecek, belirli bir kalite elde edilebilecektir. Bununla birlikte, bir gerçek daha vardır ki, o da, dava konusu olayların aynı oranda artmadığıdır. Durum böyle olunca da, avukatlar arasında rekabet aşırı oranda artmakta, birkısım meslektaşlarımız, hiçbir avans ve masraf dahi almaksızın dava kabul etmekte veya düşük ücretlerle işi kabul edebilmektedirler. Bu sert rekabet şartlarına ayak uyduramayan birçok avukat, işsizlik sorunu yaşamakta ve gelir sıkıntısı içerisinde bulunmaktadır.

Getirilmek istenilen sınav bu adaletsizlikleri düzeltecek mahiyette olup, bu vesileyle avukatların sık sık yakındığı bir adaletsizlik giderilmiş olacaktır. Objektifliği sağlamak amacıyla sınavların Öğrenci Seçme ve Yerleştirme Merkezi tarafından yapılması esası getirilmiş olup, bu konu her kesimden olumlu tepki almıştır. Hukuk fakültelerinin sayılarının çoğalması ve avukatlık mesleğine olan zarurî talebin artması, birçok ülkede var olan sınav sistemini zorunlu kılmıştır.

Tasarının 5 inci maddesiyle, daha önce var olan düzenlemeye açıklık getirilmekte ve avukatlığa engel suçlar sayılmaktadır. İkinci fıkrada, bu nedenlerle verilen cezaların ertelenmiş olması veya affa uğramış olmaları dahi avukatlığa engel kabul edilmektedir ki, bu düzenleme hukuka aykırıdır; erteleme süresi iyi halle geçirilirse veya af halinde mahkûmiyet tüm neticeleriyle ortadan kalkacağından, buna göre bir düzenleme yapılması hukuka ve hakkaniyete uygun düşecektir.

Bilindiği üzere, hukuk fakültesini bitiren ve avukatlık stajına başlayan bir kimsenin staj süresince avukatlıkla bağdaşmayan bir işte çalışması yasaklanmış olup, staja başlayan bir kimsenin çalıştığı işten ayrılması bir zorunluluktur. Bu durumda stajyer avukatın geçim sıkıntısına düşmesi sonucu ortaya çıkmaktadır ki, bu uygulama eskiden beri tenkit edilen bir husustur. İşte uygulamadan doğan bu sorunu gidermek amacıyla, tasarıyla, staj süresince, stajyerlere, barolarca kredi verilmesi imkânı getirilmiştir. Barolara, bu krediyi sağlayabilmeleri için ek gelir temin edilmesi amacıyla yeni düzenlemeler yapılmıştır.

Sayın Başkan, saygıdeğer milletvekilleri; tasarının 35/a maddesiyle, avukatlara, aldıkları işlerde dava açılmadan veya dava açılmışsa duruşmaya başlanmadan önce uzlaşma sağlanması hususunda, karşı tarafı davet etme yetkisi verilmektedir. Bu hükümle, tarafların mahkemeye başvurmadan uzlaşmalarına imkân verilmektedir. Uzlaşma sonucu taraflar ve avukatlarınca imzalanacak olan tutanağın ilam niteliğinde olması esası getirilmiş olup, bu düzenlemeyle, çağdaş ülkelerde var olan bir düzenleme hukukumuza kazandırılmaktadır. Bu düzenlemeyle, mahkemelerin iş yükünün hafifletilmesi, zaman ve paradan tasarruf edilmesi amaçlanmıştır.

Tasarının 86 ve 87 nci maddelerinde, adlî yardım konusu düzenlenmiştir. Hukuk devletinde, herkesin, hak arama özgürlüğünden ve savunma hakkından eşit olarak yararlanması temel ilkelerdendir. Bu bakımdan, ekonomik ve parasal nedenlerle bu haklardan yararlanamamak hukuka aykırıdır. Tasarıyla, hak aramada eşitlik sağlanabilmesi öngörülmüştür.

Tasarıyla düzenlenen adlî yardım bürosunun işlevini tam olarak yerine getirebilmesinin sağlanması amacıyla, maddî kaynak temin edilmiştir. Bu şekilde, adlî yardım hizmetlerinin sağlıklı bir biçimde yürütülmesi amaçlanmıştır. Böylece, Ceza Muhakemeleri Usulü Kanunundaki zorunlu müdafiliğe paralel bir düzenleme getirilmiştir.

Tasarıda, Avukatlık Kanununun uygulanmasından doğan bazı aksaklık ve boşlukların giderilmesi için gerekli birçok düzenleme yapılmıştır. Tasarıyla, şirketleşmeye ilişkin hükümler öngörülmüştür.

Zamanımızda, ülkelerin teknolojik ve ekonomik büyüklükleri önemli ölçüde artmış olup, ülkeler arasındaki para, emek, sermaye, insan hareketleri yoğun bir şekilde hızlanmıştır. Özellikle, sermaye için sınırlar âdeta ortadan kalkmıştır.

Bütün bunların sonucunda, ülkeler arasındaki her türlü ilişkiler artmış, sosyal ve ekonomik işbirliği faaliyetleri yoğunlaşmıştır. Bu yoğunlaşmalar sonucunda büyük şirketler ortaya çıkmış, ülke nüfuslarında artış, sosyoekonomik gelişmeler ve değişmeler sonunda, hukukî yardım talebi önemli bir unsur haline gelmiştir. Artan taleplere cevap verilebilmesi, bugün yürürlükteki Avukatlık Kanunuyla mümkün olamamıştır. Sistemin oturması ve işleyişi için, avukatların bir şirkette birleşmek suretiyle mesleklerini icra etmeleri gereği ortaya çıkmıştır. İşte bu ihtiyacın giderilmesi için, avukatlara, bir avukatlık şirketinde birleşerek mesleklerini icra edebilmeleri imkânı getirilmiştir.

Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; tasarıda, avukatlık mesleğinin özellikleri dikkate alınarak, ancak Avukatlık Kanununda sayılan işleri yapabilmeleri ve sadece avukatların kurabileceği, kendine özgü bir avukatlık şirketi modeli öngörülmüştür. Avukatlık şirketiyle ilgili olarak, ortaklığın bulunduğu yer barosuna kayıtlı olan avukatlarca kurulabilmesi ve ortak olunması, belirli bir nakdin, para niteliği olmayan şeylerin, ad ve şöhret ile şahsî emeğin sermaye olarak konulabilmesi, ortaklığın tüzel kişiliğe sahip bulunması, ortaklığın teşkilatı, temsilî oy hakkı, payın devri, ortaklık hak ve sıfatının yitirilmesi, kâr payı hakkı, ortakların sorumlulukları, ortaklığın infisahı gibi düzenlemeler getirilmiştir.

Avukatlık şirketinin tüzelkişilik kazanabilmesi için, sözleşmenin ortaklarının bağlı olduğu baro yönetim kurulunca onaylanması ve barolarca tutulan avukatlık şirketi kütüğüne tescil edilmesi esası benimsenmiştir. Avukatlık şirketinin, yurtdışı hariç, merkezinin bulunduğu yer dışında büro açamaması öngörülmüş olup; bu hükümle, haksız rekabet ortamı oluşması engellenmiştir. Bugün, ülkemizde çokuluslu şirketlerin avukatlık büroları faaliyet gösterebilmekte olup, bu, ülkemiz avukatları arasında sıkıntıya yol açmıştır. Düzenlemeyle, aynı haklar, ülkemiz avukatlarına da tanınmaktadır.

Şirket ortakları avukatlar kendi adına vekâletname alamayacak, ancak avukatlık şirketi adına alabileceklerdir. Tebligatlar şirkete yapılacak, ortaklardan birine yapılan tebligat şirkete yapılmış sayılacaktır. Avukatların avukatlık şirketi adı altında çok farklı hükümler içeren ortaklık şekilleri teşkil etmelerinin uygulamada sıkıntılara neden olabileceği düşünüldüğünden, tasarıda, avukatlık şirket sözleşmesinin ancak avukatlık şirketi tip ana sözleşmesi çerçevesinde düzenlenmesi öngörülmüştür. Avukatlık şirketi tip ana sözleşmesinin düzenleme yetkisi Türkiye Barolar Birliğine verilmektedir. Tasarıyla, tip ana sözleşmesine aykırı olarak düzenlenen avukatlık şirketi sözleşmesinin tescilinin yapılmayacağı öngörülmüştür.

Avukatlık şirketi, avukatlar için öngörülmüş olup, amaç, avukatlık mesleğinin iyi bir şekilde yürütülmesinin sağlanmasıdır. Amaç bu olduğuna göre, avukatlık şirketi ortağının pay devrine yasak koyabilmeleri imkânı öngörülmüş olup, ortaklık payının avukat olmayan üçüncü kişilere intikali yasaklanmıştır.

Avukatlık şirketinin kurulmasına ilişkin düzenlemeyle, avukatlık bürolarının kurumsallaşmasının yolu açılmakta, avukatların sağlık gibi özel nedenlerle geçici iş göremezlik durumlarında hem kendilerinin hem de müvekkillerinin zarara uğramaları önlenmektedir.

Avukatların mesleklerini bir avukatlık şirketi bünyesinde icra etmeleri sonucu, malî endişeler yüzünden avukatlık mesleğini tercih edemeyen hukukçuların önü açılacak, düzenli ve disiplinli bir çalışma ortamı oluşturulacak, şirket ortakları arasında ihtisaslaşma sağlanacak, hakkın teslimi ve davaların sonuçlandırılması süreleri kısalacaktır.

Tasarının kanunlaşması halinde, avukatlık mesleğini icra etmekte bulunan veya bu sahada çalışmayı düşünen hukukçularımızın uzun zamandan beri olan beklentileri de karşılanmış olacaktır.

Tasarının 36 ncı maddesiyle, avukatlar veya avukatlık ortaklığının başka bir avukatı veya avukatlık ortaklığını tevkil ederken noterden vekâletname verme yerine, bu vekâletname yerine geçecek yetki belgesi verebilmesi imkânı getirilmiştir. Bu düzenlemeyle, zaman ve paradan tasarruf edildiği gibi, mesleğe saygınlık da kazandırılmıştır.

Tasarının bütün bu olumlu yanları yanında, düzeltilmesi gerektiğine inandığım bazı noktalara temas etmek istiyorum.

Avukatlık mesleğinin günümüz koşullarına göre en iyi şekilde yapılabilmesi için, tasarıyla, avukatlara görevlerini yerine getirmelerinde yardımcı olacak kuruluşlara açıklık getirilerek, bu kuruluşlardan bilgi ve belge toplama yetkisi verilmektedir. Bu konu, yıllardan beri avukatlar arasında devamlı dile getirilen bir sorunun giderilmesini sağlayacaktır.

Tasarının 2 nci maddesinin üçüncü fıkrasındaki bu düzenleme yerinde olmakla birlikte, bu fıkraya özel ve kamuya ait haberleşme şirketlerinin kayıtlarının da eklenmesi, adres tespitlerinde büyük kolaylık sağlayacaktır.

Kanun tasarısının 16 ncı maddesinin dördüncü fıkrasının kaldırılması ve beşinci fıkrasından "geri ödemeden gelen paralar ile kredi ödemelerinden sonra arta kalan miktarın barolar ve Türkiye Barolar Birliği arasında dağıtım ve sarf esasları ve diğer hususlar" ibaresinin çıkarılması hukuka ve hakkaniyete uygun olacaktır; çünkü, değişikliğin önemli bir yanı da, kredi harcamalarından artan bölümün barolar ile Türkiye Barolar Birliğinin genel giderlerine harcanabileceğidir. Avukatlar, muntazam aidat ödeyen meslek grubu içindedir; ödemediklerinde de önemli yaptırımlarla karşılaşmaktadırlar. Aidatlar da memur maaş katsayısına endekslidir. Avukattan gizli vergi veya aidat şeklinde alınacak pul bedellerinin kullanılmasının yönetiminin de Barolar Birliğine bırakılması, kanun değişikliğine rengini veren Barolar Birliği hâkimiyeti ve keyfîliğinin bir göstergesi mahiyetinde algılanmaktadır. Kaldı ki, barolar ve Barolar Birliğinin kanunla düzenlenmiş gelirleri mevcuttur.

Kanun tasarısının 17 nci maddesiyle, Avukatlık Kanununun mülga 28 inci maddesinin sonuna "sınav yazılı usule tabidir" ibaresinin eklenmesi, bir boşluğu dolduracağı gibi, zihinlerde oluşabilecek soruların da cevabını bulması sağlanacaktır. Sınavın yapılış şeklinin Barolar Birliğince belirlenecek olması, ÖSYM sınavı dışında sözlü sınav olarak da değerlendirilebilir. Bu konu sübjektif uygulamalara açık olup, sözlü sınavın kabulü mümkün değildir. Sınavın yazılı yapılacak olması, mesleğe girmeye aday avukatların kamuoyu nezdinde herhangi bir kayırma veya hukukdışı yollarla sınav sonucunun etkilenemeyeceği kanaatinin de yerleştirilmesi bakımından zarurîdir. 

Bilindiği üzere, stajyer avukatın avukatlıkla bağdaşmayan bir işte çalışması yasaklanmıştır; ancak, uygulamada, geçimini temin etmek zorunda olan bir stajyer avukat gizli de olsa çalışmakta, yakalanmazsa stajını bitirmekte, yakalandığı takdirde ise stajı yanmaktadır. Konuyu, uzun yıllar avukat olarak görev yaptığım için yakından biliyorum. İşte bu durumda olanlar için tasarıya bir ek madde eklenerek, 1136 sayılı Kanunun 11 inci maddesi hükmü uyarınca avukatlık stajıyla bağdaşmayan bir işte çalışması nedeniyle stajları sayılmayan ve adları staj listesinden silinenlere yeni bir hak tanınması, hakkaniyete uygun olacaktır. Kaldı ki, bu konuda önemli bir eksiklik görüldüğü için, gündemimizde bulunan bu tasarıda stajyer avukatlara staj süresince kredi verilmesi öngörülmektedir.

Söz konusu tasarıyı, eksiklerine rağmen destekliyor ve ülkemize, milletimize, avukatlarımıza hayırlı olması dileğiyle, Yüce Heyetinizi saygıyla selamlıyorum. (MHP ve DSP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN - Teşekkür ederiz Sayın Çevik.

Doğru Yol Partisi Grubu adına, Amasya Milletvekili Sayın Ahmet İyimaya; buyurun efendim. (DYP sıralarından alkışlar)

Süreniz 20 dakika.

DYP GRUBU ADINA AHMET İYİMAYA (Amasya) - Teşekkür ediyorum Sayın Başkanım.

Sayın Başkan, Yüce Parlamentonun değerli üyeleri; sözlerimin başında, şahsım ve Partim adına, Muhterem Meclisi selamlıyorum.

Değerli arkadaşlar, şu anda, hukukun üstünlüğü bakımından özel bir anlamı olan tasarıyı müzakere ediyoruz; savunma hakkının müeyyidelendirildiği kurumsal kuralları gözden geçiriyoruz; yargı bağımsızlığının temel ölçütlerinden birisi olan, kökten bir değişikliğin ele alındığı bir tasarıyla karşı karşıyayız.

Türk avukatlık mesleği, hukuk bazında, henüz iki asra ulaşamamıştır. Gelişmiş ülkelerin bu meslekleri, savunma örgütleri, yediyüz yıllık, sekizyüz yıllık bir evrim tecrübesiyle karşı karşıyadırlar. 1969 yılından -ki, kurumsal kanunun, Wolf Çernis'in önemli projesidir- bu yana Avukatlık Yasası, savunma mesleğini geliştirici ve özgürleştirici ciddî bir değişiklik görmedi.

Bu tasarı, Türk avukatlarının ve baroların aşağı yukarı dört yıl mutfak çalışmasını yaptığı ve içinde bulunma onurunu taşıdığım ciddî bir emeğin ürünüdür. Yetmedi bakanlıkta, yetmedi çevre barolarında, yetmedi kamuoyunda genişçe tartışıldı.

Aslında bu tasarı bağlamında, Türk yasama organının kanunlaştırma noktasındaki esnekliği veya hızı rahat rahat test edilebilir. Bu kanun, en az dört yıl öncesinde yürürlüğe girmeli ve şu anda müzakere ediyor olmamalıydık. Bu anlamda, bekleme odasında yaşlanmış ve henüz tam anlamıyla güncelleştirilmemiş bir tasarıyla karşı karşıyayız.

Bir reform tasarısı mıdır; elbette ki hayır. Reform sözcüğü, belki söylenilmesi kolay; ama, alanında bu değişikliğin yapılması öyle kolay olan bir  gayretin adı değil. Mükemmel mi; elbette ki değil; ama, önemli sorunlarımızı çözüyor.

Getirdiklerini anlattıktan sonra, olması gereken avukatlık kodifikasyonunun, savunma mesleği örgütünün ve savunma mesleğinin temel esaslarının, öznelerinin tabi bulundukları rejimin bazı özelliklerini siz değerli milletvekili arkadaşlarımla paylaşmak istiyorum:

Değerli arkadaşlar, bu tasarı, evvela, avukatın statüsünü önemli ölçüde yeniden düzenliyor. Staj ve avukatlığa giriş yepyeni bir disipline tabi tutuluyor. Devlet desteğinde veya kamu garantisinde olan, çok önemli savunma görevini üstlenecek avukatların veya adayların sınavdan geçmeleri, aşağı yukarı evrensel değerde kabul edilmiş bir prensiptir. Avukat, bu tasarıdan sonra, artık, savunma hakkının bihakkın ortaya çıkarılması için, özel yasa hükümleri ve sırlar alanı hariç, kamudaki ve kimi kuruluşlardaki, kurumlardaki belgelere ve bilgilere doğrudan ulaşabilecektir. Savunma dokunulmazlığı yeni bir tanıma tabi tutuluyor.

Bu tasarı, baroyu yeniden ele alıyor; Anayasanın meslek örgütleri tanımındaki daraltıcı sınırlar içerisinde yeniden bir baro tanımını getiriyor. Gerçekten, şu anda, baro veya Barolar Birliği, Adalet Bakanlığının yasal vesayeti altında bulunan, bağımsız karar alma organları niteliğinde değil; bu kaldırılıyor ve aşağı yukarı, baroya, Barolar Birliğine, vesayet tanımlarına girmeyen esnek bir karar alma mekanizması geliştiriliyor.

Değerli arkadaşlar, bu noktada dikkatlerinize sunmam gereken bir husus, barolar ve Barolar Birliğinin şu ana kadar avukatlık tarihimizde üstlenmediği bir görev veriliyor kendilerine; o da, insan haklarının korunması ve insan haklarının baro bakımından ve o araçla üstünlüğünün ortaya konulması için gereken önlemlerin alınması görevi.

Bu görev, gerçekten, bu yasaya reform mührünü veya damgasını vurdurtacak önemli bir yeniliktir. İnsan haklarının ihlal edildiği hallerde -ceza olsun, hukuk davası olsun, diğer davalar olsun, eylem olsun, işlem olsun, hatta yasa olsun- baronun ve Barolar Birliğinin doğrudan müdahale hakkı ortaya konulmaktadır. O hakla, o yetkiyle donatılmış olmaktadır ki, Türk insan haklarının, bizim insan hakları rejimimizin dönüştürmesini sağlayacak önemli manivelalardan, dinamiklerden birisidir ve bu özgün önerinin mimarı olarak değerli kardeşim Ali Arabacı'yı gönülden kutluyorum.

Yeni tasarı, bazı kurumları da düzenliyor; zorunlu avukatlık -vaktim olsa, genişçe anlatsam- avukatlık şirketi, avukatlık sözleşmesi ve baro pulu gibi kurumlar...

Değerli arkadaşlar, aslında, hukuk ihlalleri, koruyucu avukatlık yoluyla, koruyucu hukuk yoluyla daha asgariye indirilebilir; sınırlı şekilde zorunlu avukatlık getirilmiştir. Avukatlık şirketi, bir Avrupa Birliğine entegrasyon normu niteliğindedir. Avukatlık sözleşmesi, bu yasa tasarısında ilk defa geliştirilmiş, özgün bir kurumdur ve şu ana kadarki vekâlet akdi tanımından, avukatlık sözleşmesi tanımından, unsurları itibariyle, tabi bulunduğu yargı yolu itibariyle ve diğer noktalar açısından, tamamen yepyeni bir kurumdur.

Baro pulu, bizzat avukatın, vekâletle işlem yapması sırasında, vekâletnameye yapıştırılan harç miktarı kadar alması gereken, vekâletnameye yapıştırması gereken ve geliri, meslek örgütüne, meslek amaçları için kullanılmak üzere sağlanan bir malî imkândır. En fazla eleştiri alan hükümlerden biri budur. Aslında, bu hükmü eleştirmenin olanağı yoktur; çünkü, bu yasa tasarısı, stajı yeni düzene tabi kılmakta, sınav zorunluluğunu getirmekte ve belki de aşağıda anlatacağım staj akademileri gibi önemli, savunma mesleği bakımından önemli bir kurumu da bünyesinde taşıyabilmektedir. Bunlar büyük giderlere bağlı hedeflerdir. Bu, bizzat özkaynaktır; avukatın bizzat kendi cebinden vereceği, meslek örgütüne ve meslekî verimin ve meslek düzeninin mükemmelleşmesi için harcanması gereken bir değerdir; herhangi bir müvekkile veya davada taraf olana yüklenmesi mümkün olmayan bir parasal kaynaktır.

Arkadaşlar, yasa tasarısının getirdikleri, ana hatlarıyla bunlar. Bunları detaylandırabiliriz, ayrıntıya inebiliriz; fakat, bu Parlamento, şu suale cevap vermelidir: Bu yasayla, Türk savunma mesleği, tüm sorunlarını hukukî düzenleme temelinde çözmekte midir? Bu yasa tasarısı, bir reform tasarısı mıdır? Bu yasa, gerçekten, şu andaki ihtiyaçları tamamen karşılayabilmekte midir?

Doğru Yol Partisi olarak, çıkacak bu yasayı savunuyoruz ve ihtiyaçları önemli ölçüde karşıladığına inanıyoruz; ancak, itiraf edeyim, sarahatle ifade edeyim ki, bu yasa, bir reform yasası olmaktan uzaktır.

Değerli arkadaşlar, reform yasası olabilmesi için, bu yasanın, gerçekten bir savunma kodifikasyonu niteliğinde olması lazım. Kamu avukatlığı, serbest avukatlık farklıdır. Avukatlarla ve savunma mesleğiyle ilgili hükümler, çeşitli kanunlarda, parça parça, bölünmüş; elbette ki, Türk avukatlık mesleği veya savunma mesleği, aynen Medenî Kanunda olduğu gibi, bir savunma kodifikasyonu ihtiyacıyla karşı karşıyadır. Ayrıca, savunma hakkının ve millet hakkının, hukukun kamuda egemen kılınması için, bağımsız kamu avukatları kurumunun kurumsal olarak ihdas edilmesi şarttır. Bilinçle söylüyorum, aynen, bugün, demokratik ülkelerde, gelişmiş ülkelerde, kamuda hukuku ve demokrasiyi ikame etmenin kurumsal çaresi, bağımsız idarî otoritelerdir. RTÜK gibi, Rekabet Kurulu gibi, Bankacılık Düzenleme ve Denetleme Kurumu gibi, aynen, bütün kamu kurumlarının hukuk işlerinin, dava ikamesi, savunma, mütalaa verilmesi vesaire için, bağımsız bir kamu avukatları kurumunun teşekkülü şarttır ve o zaman yolsuzlukların önüne geçeriz, o zaman şeffaflığı kurumsal anlamda gerçekleştirebiliriz. Gerçek bir savunma mesleği reformu içerisinde, böyle bir düzenlemenin zorunluluğuna inanmaktayız. Kamu avukatları, şu anda, gerçekten bir malî felaketle, bir statü felaketiyle karşı karşıyadırlar. Aşağı yukarı, 1988 yılında yargıç ile kamu avukatı arasında malî haklar bakımından en ufak bir fark yoktu. Diyoruz ki, savunmayla yargı, yargıçla kamu avukatı arasında malî statü bakımından farklılık yaratan bir düzenin kamuda hukuku, kamuda şeffaflığı ve kamuda demokrasiyi ikame etmek bakımından önemli sorunlar taşıdığı rahat rahat söylenilebilir.

Değerli arkadaşlar, gerçek bir reform tasarısını çıkarabilmemiz için Türk savunma akademisinin bu yasayla kurulmuş olması gerekir. Ben avukatım yirmi yıl, yirmibeş yıl, öbürü avukat otuz yıl, kırk yıl... Kurumsallaşabilmek için kurumları oluşturmak lazımdır. Bugün, avukatlığı bilgi temelinde destekleyen, savunma mesleğini evrim ve dönüşüm temelinde destekleyen temel kurumlardan birisi savunma akademisi olmalıydı, olmalıdır. Zannediyorum, yakın gelecekte olmasa bile, uzak olmayan geleceklerde bu ihtiyacın farkına varılacak ve savunma mesleğinin, savunma hakkıyla eklemlenmesini sağlayacak, bilgiyle hukuku buluşturacak ve hukukta güncel dönüşümü sağlayacak böyle bir yapıya, Türk avukatlığı Türk savunma mesleği kavuşabileceklerdir.

Bu yasanın Avrupa Birliği yolculuğu için zorunlu entegrasyon ayağı kopuktur. Belki şirketler tamam, belki hizmetin belli ölçüde serbest dönüşümü tamam; ama, bu açıdan, bu yasa, öyle zannediyorum ki, çok uzak olmayan bir gelecekte, yine, bir değişiklik olarak önümüze gelecektir. Yine, ben isterdim ki, bu yasada bağdaşmazlıklar yeniden düzenlensin ve milletvekilliği gibi onurlu bir görevi üstlenen avukatın veya avukatların, milletvekilliği döneminde avukatlık mesleğini icra edememeleri hükmü derpiş edilmiş olsun veya normatif bağdaşmazlık konulmuş olsun.

İhtisas avukatlığının önünün açılmasını isterdim.

Barolar Birliğinin ve baroların, bazı davalarda, bizzat, temsilden çok doğrudan doğruya el atma yetkilerinin verilmesini isterdim.

Değerli arkadaşlar, reform için bu kısa birkaç öngörüden sonra, bizi dinlediklerine kuşku duymadığım Türk avukatlarına ve barolara düşen bazı görevleri dile getirmek istiyorum.

Değerli arkadaşlar, her avukatın ve baronun, hukukumuzu, içhukukumuzu, Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesine uygunluğu ve Anayasaya uygunluğu bakımından yükümlülükleri var; çünkü, hukuku sadece parlamento, hukuku sadece yargı dönüştüremez. Türk avukatlarının ve hukukun evriminde savunma mesleğinin hukuku dönüştüren büyük hizmetleri vardır.

İtiraf edeyim ki, Barolar Birliğimiz, evrim çizgisinde sorunlara daha çok devlet gözlüğüyle ve ideokratik (ideoloji yönetimi) yaklaşımla hüküm biçmiş, değer biçmiştir. Aslında, saygı duyduğumuz, aynı çatı altında bulunduğumuz cumhuriyeti koruyanlarımız çok; legal koruyanlar var, illegal koruyanlar var; ama, bugün, baroların, ama, bugün avukatların en büyük misyonlarından birisi, sorunlara demokratik çoğulculuk içerisinde yaklaşıp, özgürlüklerin yanında yer alabilmeleridir. Bu bağlamda da, barolarımızın, avukatlarımızın kayda değer çok önemli hizmetleri olmuştur; zamanım, vaktim elverseydi de, onlara değinebilseydim; ama, bugün, içinde bulunduğumuz şartlar gereği, Türkiye'nin en fazla muhtaç olduğu ortak değer hukuktur, hukukun üstünlüğüdür, demokratik çoğulculuktur ve özgürlük fukaralığından kurtulmaktır. Barolarımızın ve avukatların bu konudaki, bu sorundaki misyonları bir tarafa atılamaz ve o idrak noktalarına gelmeleri en büyük temennimizdir.

Yine, bilimi, gelişmeyi yakından takip eden ve seven Değerli Adalet Bakanımdan, Barolar Birliğiyle bağlantı kurarak, şu Bakanlığın alt katındaki mahzende nemlerle karşı karşıya bıraktığımız tarihî belgeleri, o odadaki barolara, avukatlara ait olan Birinci Meşrutiyetten bu yana kadarki o kıymetli belgeleri -bir protokol mu yaparlar, bir anlaşma mı yaparlar- Barolar Birliğine tevdi etmeleri ve savunma ortak arşivinin oluşturulması yönünde asgarî gayretleri esirgememeleri temennisinde bulunuyorum.

Değerli arkadaşlar, bin defa ölsem, yüzbin defa doğsam seçeceğim tek meslek savunma mesleğidir. Savunma gereği gibi yapılırsa, savunma, hak savunuculuğu cesaretle yapılırsa, savunma milletle yapılırsa o milletin yapamayacağı, o milletin ilerleyemeyeceği, o milletin varamayacağı bir nokta asla yoktur. Yine, Barolar Birliğinden, İkinci Meşrutiyetteki ünlü Muhamat Dergisini Türkçeye çevirerek günümüz avukatlarının bilgisine sunmaları temennimizdir.

Değerli arkadaşlar, Türk savunma mesleğinin ve avukatlık kanunlarının teşekkülünde büyük hizmetleri olan Ali Haydar Özkent'i, Feridun Fikri'yi, Faruk Erem'i, Vasfi Raşit Sevig'i, Volf Çernis'i ve Feridun Müderrisoğlu'nu, bu dev insanları rahmetle anıyorum.

Avukatlık mesleğinin ve kodifikasyonunun günlük savunucuları, emektarları ve mimarları olan...

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN - Sayın İyimaya, 1 dakika içerisinde bitirin ve teşekkür edin.

AHMET İYİMAYA (Devamla) - Peki efendim.

... genç hukukçular Nejat Ada'yı, Meral Sungurtekin'i, aziz milletimize ait olan bu kürsüden anmakla, büyük bir sevinç duyduğumu ifade etmek istiyorum.

Bu tasarının, savunma mesleği için, hukukun üstünlüğü için, yargı bağımsızlığı için, en sonunda da meslektaşlarımız için, hayırlı, uğurlu olmasını diliyor, daha büyük reformlara imza atmamızı temenni ediyorum.

Saygılar sunuyorum efendim. (Alkışlar)

BAŞKAN - Teşekkür ediyoruz Sayın İyimaya.

Demokratik Sol Parti Grubu adına, Ankara Milletvekili Sayın Tayfun İçli; buyurun. (DSP sıralarından alkışlar)

DSP GRUBU ADINA HÜSEYİN TAYFUN İÇLİ (Ankara) - Teşekkür ediyorum Sayın Başkan.

Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; 1136 Sayılı Avukatlık Yasasında Değişiklik Yapılmasına ve Bazı Maddelerin Eklenmesine Dair Yasa Tasarısı hakkında Demokratik Sol Parti Grubu adına söz almış bulunuyorum; şahsım ve Grubum adına saygılarımı sunuyorum.

Değerli milletvekilleri, avukat, mesleğin niteliği ve işlevi gereği yargının bağımsız unsuru savunmayı, dolayısıyla, halkın savunmada odaklaşan hak arama özgürlüğünü temsil eder. Savunma hakkının kutsallığı ve temel hakların başında yer alışı, savunmayı temsil eden avukatın tam anlamıyla bağımsız olmasını gerektirmektedir. Avukatın bağımsızlığı, görevleri sırasında kendisine baskı yapılmaması, bu hakkın güvence altına alınması ve korunması anlamındadır. Bu bağımsızlık, iş sahibine, meslek örgütüne, devlete ve hatta topluma karşı bağımsızlıktır. Avukat bağımsız ise, savunma hakkını, hakkıyla koruyabilir, müvekkilinin haklarını savunabilir. Avukat, mesleğini icra ederken bu bağımsızlığa sahip değilse, görevini gerçek anlamda yerine getiremiyor demektir. Nitekim, Uluslararası Barolar Birliğinin, Eylül 1990'da, New York Genel Kurulunda benimsediği kararlarda, avukatların, müvekkillerinin yasal işlemlerini gerçekleştirirken tam bağımsız olacaklarını, hiçbir kişi ya da kurumun baskı ve yasaklarına maruz kalmayacaklarını, toplum ve idare önünde hiçbir avukatın müvekkili ya da aldığı davalarla özdeş tutulamayacağını, avukatların meslekî yükümlülüklerini yerine getirebilmek için birtakım ayrıcalıklarla donatılması gerektiği, bunlardan birinin avukatın görevine ilişkin özgürce araştırma ve bilgi edinme hakkının sağlanması olduğu benimsenmiştir.

Dünyada avukatlık mesleğine bu denli önem verilmesi boşuna değildir. Bir ülkede avukatlar ne kadar bağımsız faaliyet gösterebiliyorlarsa, o ülkede, o kadar hukukun üstünlüğü var demektir. Savunma mesleğine tanınması gereken özgürlük, yasama, yürütme, yargı organlarına ve tüm güç odaklarına karşı sağlanması gereken bağımsızlık, avukat için değil, hak arama özgürlüğü için tanınmış bir güvencedir. Çünkü, hiç kimsenin savunma hakkından uzak kalması mümkün değildir. İnsanlar suç işlemeyebilirler. Suç işlememek ellerindedir; ama, itham edilmemek ellerinde değildir. İtham edilen insanın başvuracağı tek müessese de budur.

Avukatlık mesleğinin, kendine özgü yapısı nedeniyle, savunma, yargının temel öğelerinden biridir. Bağımsız yargı hukuk devletinin temeli ise, özgür savunma da bağımsız yargının tamamlayıcısıdır. Bu nedenledir ki, avukatın, görevini yaparken bağımsız olabilmesi için savunma dokunulmazlığından yararlanması zorunludur. Avukatın dokunulmazlığından, bir davayla ilgili olmak koşuluyla sarf ettiği sözlerden dolayı avukatın cezaî kovuşturmaya uğramaması anlaşılmaktadır. Unutmayalım ki, vatandaşın en son sığınağı, avukattır. Bu bağlamda, avukatlık mesleği, düşünce özgürlüğünün tanındığı, hukuk devleti ve hukukun üstünlüğünün egemen olduğu bir toplumda gelişebilir, anlamını uygun icra edilebilir.

Sayın milletvekilleri, 1969 yılında kabul edilen Avukatlık Yasası, birçok yasalarımızda olduğu gibi, acil ve esaslı değişiklikleri gerektirmekteydi. Başkalarının haklarını savunmakla görevli olan avukatlar, kendi haklarını savunamaz duruma düştükleri gibi, mesleklerini icra ederken de çeşitli zorluklarla karşılaşıyorlardı. Savunma mesleğinin yılmaz savunucuları avukatlar, yıllardır, Anayasadan kaynaklanan meslekî bu haklı ve zorunlu taleplerini dile getiriyorlar; ancak, bu talepleri, ne yazık ki, karşılanamıyordu. 21 inci Dönem bu Meclis, işte, yine, bir inanılmazı başardı; yoğun gündemine rağmen, Avukatlık Yasasında esaslı değişikliği getiren -geçici maddeler hariç- 98 maddeden ibaret bu yasa tasarısını temel yasa kabul ederek gündemine aldı. Bu yasa tasarısını Meclisimize sevk eden 57 nci hükümete, Sayın Bakanımıza, mensubu olmaktan onur duyduğum Demokratik Sol Parti Grubu milletvekilleri başta olmak üzere, koalisyon ortaklarımız milletvekilleri ile muhalefet partisi milletvekillerine, bir avukat olarak, şükranlarımı sunuyorum.

Sayın milletvekilleri, demokratik ve sosyal hukuk devletinde, herkes, hak arama özgürlüğünden ve savunma hakkından eşit olarak yararlanmalıdır. Anayasamızda ve yasalarımızdaki bu eksikliklerin süratle giderilmesi gereklidir. Bu amaçla, öncelikle, evrensel insan hakları belgelerinde olduğu gibi, savunmanın, yargının temel unsurlarından biri olduğu anayasa hükmü haline getirilmeli, meslek kuruluşlarının dayanışması ve siyasal katılımını engelleyen Anayasamızın 135 inci maddesi, zaman geçirilmeksizin değiştirilmelidir.

Sayın milletvekilleri, bu yasa tasarısı, avukatlara, görevlerini yerine getirmelerinde kolaylık sağlayıcı, ayrıca, mesleğin kalitesini artırıcı düzenlemelere yer verdiği gibi, reform niteliğinde düzenlemeler de içermektedir.

Değerli milletvekilleri, iddia, savunma ve yargı makamları eşit, eşit olduğu kadar bağımsız olmalıdır. Nitekim, bu yasa tasarısıyla barolar üzerindeki Adalet Bakanlığı vesayeti kaldırılmakta, avukatın, serbest ve bağımsız çalışması için gerekli meslek ve kuralların uygulayıcısı olan baroların ve Türkiye Barolar Birliğinin de bağımsızlığı sağlanmaktadır. Vesayet makamı olmaktan çıkan Adalet Bakanlığınca, baroların ve Türkiye Barolar Birliği kararları aleyhine, gerek görüldüğünde idarî yargı yoluna başvurma hakkı korunmaktadır. Adlî yardım, avukatların uzlaşmaya davet yetkisi ve bunun gibi pek çok konuda düzenlemeler yer almaktadır. Ayrıca, yıllardır avukatların meslek hayatlarında büyük sorun olan şirketleşme yasağı kaldırılmaktadır. Yeni bir kurum olarak, tüzelkişiliğe sahip avukatlık ortaklığı getirilmektedir. Ayrıca, staj sonunda, Öğrenci Seçme ve Yerleştirme Kurumu tarafından yapılacak sınavla, stajyerlere, belli bir seviyede hukuk bilgisi ve nosyonu kazandırılmak istenmiştir. Staj süresince, stajyerlere barolarca kredi verilmesi olanağı getirilmekte ve barolara, bu krediyi sağlayabilmeleri için, yeni gelir kaynağı yaratılmaktadır. Bu nedenle de, gerçekten, avukatlık yapamayacak kişilerin staj başvuruları önlenmek istenmiştir.

Değerli milletvekilleri, yukarıda özetlediğim bu çok önemli değişikliklerin yanı sıra, aşağıdaki konuların da gündeme gelmesinde ve çözüm bulunmasında yarar vardır.

Bugün, serbest meslek icra eden avukatların hiçbir sosyal güvenceleri bulunmamaktadır. Sosyal Sigorta Kurumuna yüksek düzeyde ödenen primler, düşük emeklilik aylığından başka hiçbir hak tanımamakta, avukatlar, sağlık ve bunun gibi sosyal haklardan yoksun bulunmaktadır.

Malî yönden çok büyük yetki kullanmak ve sorumluluk üstlenmek durumunda bulunan kamu hukukçuları, idare aleyhine, adlî ve idarî yargı mercilerinde açılan milyarlarca liralık tazminat davalarını bizzat takip etmektedirler. İdarenin yargısal denetiminde, yargı organları nezdinde sayın bakanı temsilen idarenin savunması görevini üstlenen kamu hukukçuları, öncelikle temsil tazminatı alması gereken kamu görevlilerindendir. Tüzük, yönetmelik, genelge gibi idarî düzenleyici işlemler ile idare tarafından yasama organına sunulan kanun tasarılarının hazırlanmasına doğrudan katılan, görüş oluşturan; idarenin yapmış olduğu iş ve işlemlerde danışmanlık yapmak ve mütalaa vermek suretiyle uygulamaya yön veren ve yol gösteren; idarenin daha etkin ve hukuka uygun çalışmasına önemli katkı sağlayan ve yüksek disiplin kurulu, disiplin kurulu gibi kurullarda yer alan kamu hukukçularının, statü ve malî hakları bakımından görevlerinin ve sorumluluklarının ağırlığıyla orantılı bir seviyede yer almaları büyük önem taşımaktadır.

Kamu hukukçularının görevlerinin kapsamı, niteliği, önemi, kullandıkları yetki ve üstlendikleri sorunun ağırlığı dikkate alınarak, statü ve malî haklarında iyileştirme sağlanmadığı takdirde, bir süre sonra, kamuda nitelikli ve yeterli sayıda hukukçu istihdamında sıkıntı yaşanılması kaçınılmazdır.

Bu duygularla sözlerime son veriyor, Yüce Meclise saygılarımı sunuyor, Avukatlık Yasasının hayırlı olmasını diliyorum. (Alkışlar)

BAŞKAN - Teşekkür ederiz Sayın İçli.

Fazilet Partisi Grubu adına, Adıyaman Milletvekili Sayın Dengir Mir Mehmet Fırat; buyurun. (FP sıralarından alkışlar)

FP GRUBU ADINA DENGİR MİR MEHMET FIRAT (Adıyaman) - Sayın Başkanım, değerli arkadaşlar; hepinizi saygıyla selamlıyorum; Avukatlık Yasası üzerinde yapılan değişikliğin geneli hakkında Grubum adına söz almış bulunuyorum.

Tabiî, benden önce grupları adına konuşan çok saygıdeğer meslektaşlarımdan sonra söz almış olmak benim bir handikabım; çünkü, hakikaten, tasarıyı çok güzel irdelediler ve çok önemli noktalara parmak bastılar. Benim şu anda yapacağım şey, onların bütün söylemiş olduklarına iştirak ile belki, bazı ekler yapabilmek.

Malumları olduğu üzere, 1969 tarih ve 1136 sayılı Yasayla, bugüne kadar savunma müessesesini götürmek durumunda kaldık. Aslında, yargı sistemi içerisinde, savunma olsun, sav olsun ve karar mercii olsun, maalesef, yeterli yasalarla idare edildiklerini söyleyebilmek mümkün değil. İnşallah, Avukatlık Yasasındaki bu değişiklikten sonra, iddia makamının; yani, savcıların ve bunun yanında da hâkimlerin, gerek özlük hakları gerekse eğitimleri ve görev süresi içerisinde geliştirilmeleri konusundaki yasaların da Adalet Bakanlığı tarafından en kısa süreç içerisinde Yüce Parlamentoya getirilerek, adalet mekanizmasının güncel hale getirilmesi ve ayaklandırılması gerektiği kanısındayım. Aslında, bugün yaşamış olduğumuz  ekonomik sorunların ve usulsüzlüklerin temelinde yatan asıl sorun, adalet mekanizmasının, halen, otuz kırk yıllık yasalarla idare edilme çabası içerisinde olunmasıdır.

Tabiî olarak, her şeyin ötesinde, adalet mekanizmasının ve yargılama sürecinin, mutlak surette bir yenilemeye tabi tutulması gerekir ve ne yazık ki, YÖK'ün Türkiye'ye vermiş olduğu zararların en kötüsünü, en güncel olanını, hukuk eğitimi üzerinde görmek mümkün. Adalet Bakanlığı tarafından hâkim ihtiyacını karşılamak için açılmış olan sınavlara müracaat eden 600 kişinin üzerinde hukuk mezununun, yapılan test sınavı sonuçlarında, ancak 60 kişinin; yani, yüzde 10'unun asgarî şartları haiz olduğunun ortaya çıkması, aslında, Türkiye için üzücü bir olaydır. Her şeyin ötesinde, dört sınıf ve birkaç tane hocayla birlikte Türkiye'nin her yerine yetersiz hukuk fakültelerinin açılması sonucunda, hukuk sisteminde, hukuku idame ettiren avukatıyla, savcısıyla, hâkimiyle giderek düşen bir kalitenin mevcudiyetini hissetmemek mümkün değildir.

Aslında, yapılmak istenilen bu değişiklikte, temel olarak, tek bir sınav değil, ikili bir sınavı önermiştik. İkili sınavı önermemizin temelinde yatan olay ise; biraz evvel izah etmiş olduğum hukuk eğitiminin Türkiye'deki yetersizliğinden dolayıdır. Ancak, Sayın Adalet Bakanlığı, nedense, buna karşı çıktılar; çünkü, hukuk fakültesini bitiren her öğrencinin, her kişinin, mutlak suretle, avukat olması, hâkim olması veya savcı olması gerekmiyor. Bir bilim disiplinini bitirmiş olan insanın belli bir görevi, belli bir mesleği icra etme mecburiyeti diye bir mecburiyeti düşünebilmesi mümkün değildir. Mutlak suretle bu hizmetleri götürecek olan insanların asgarî bir yeterliliğe sahip olması gerekmektedir ki, bugün Avrupa'daki sistemle aynıdır.

Aslında, ikinci bir önerimiz de, avukat, savcı veya hâkimlik için müracaat eden kişilerin, toptan bir sınava tabi tutularak, birbuçuk yıl bir ön stajdan geçirilmesi ve bu ön staj dönemi içerisinde malî imkânların devlet tarafından veya yaratılacak olan kaynaklardan karşılanması idi; çünkü, savı yargıdan veya savı iddiadan ayırabilmek veya kalite farklılığını düşünebilmek mümkün değildir. Mutlak suretle bunlarda en üst seviyeyi tutturmak zorunda idik; çünkü, adalet dağıtan mekanizmanın birer bireyleriydi ve birbirlerinden de çok büyük bir farklılık arz etmediği kanısındaydım. Ancak, Sayın Adalet Bakanlığımız bu talebimizi yerine getirmediler. Zira, birbuçuk yıllık bir eğitimden sonra, bu staj döneminde, stajyerlere soru sorulabilirdi, mesleklerini tercih edebilirlerdi ve ondan sonra altı aylık veya bir senelik bir süreç içerisinde de avukat olarak eğitilebilirlerdi, savcı olarak eğitilebilirlerdi veya yargıç olarak eğitilebilirlerdi. Bu, bir kere, mutlak suretle bir standart getirecekti ve bu üstün bir standart olacaktı; fakat, Sayın Adalet Bakanlığıyla anlaşamadığımız bir konu var; çünkü, bu bir yaklaşım meselesi. Bunun mümkün olmadığı, öncelikle kaynağın yetersiz olduğu savı ortaya atıldı. Bu sav, Adalet Komisyonu tarafından kaynakların sağlanabileceği şeklinde kendilerine götürüldüğü halde, en son anlaşamadığımız tek bir söz söylenmiştir, hâkimlerin ve savcıların birer devlet memuru olduğu söylenmiştir. Bir kere, kesinlikle bu fikrin karşısındayız. Biz, yargı erkine mensup olan kişilerin, gerek hâkim olsun gerek savcı olsun, devletten maaş almalarına rağmen, bir erkin mensupları olduğunu; yani, nasıl ki, bizler, yasama meclisinin, yasama erkinin birer görevlisiysek, hâkimler ve savcıların da, hatta, avukatların da yargı erkinin birer mensubu olduğunu, bir devlet memuru olarak düşünülemeyeceğini mutlak surette kabul etmemiz gerektiği düşüncesindeydik.

Avukatlık, hakikaten çok mühim bir meslek; çünkü, hukuk devletinin temeli olan yargı bağımsızlığı olsun adil yargılama olsun ve evrensel hukuka uygunluk ilkeleri olsun, bunların mutlak surette tatbikatında, avukatların, kesin ve kesin, mutlak surette etkileri vardır ve bu etkilerin sonucunda da adil bir yargılamanın neticesinin alınmasının vazgeçilmez bir unsurudur. Ancak, Türkiye'de, nedense, bugüne kadar, avukatlık müessesesi ve savunma, belki, Osmanlı İmparatorluğunun tebaa anlayışından bugüne kadar gelişimizden dolayı olsa gerek, çok önemsenmemiş, bir nevi savsaklanan, bir nevi usulen tatbik edilen bir müessese olarak görülmüş ve her zaman da üvey evlat muamelesi görmüştür. Hele bir yerde, yargılamada sav ile savunmayı birbirinden ayırabilmek, bir hukukçunun dediği gibi, sadece, olsa olsa bir marangozluk hatasından ibarettir. Bu marangozluk hatasının da mutlak surette giderilmesi lazım; çünkü, savunma ile savın aynı kategoride düşünülmesi gerekir. Yoksa, yargılamanın tarafsızlığından, yargılamanın adil olmasından bahsedebilmek mümkün değildir. Bu da, gerek usul yasalarımızda gerekse hukuk yasalarımızda temelli bazı değişikliklerin acilen gündeme getirilmesi sonucunu doğurmaktadır.

Bugün görüşmekte olduğumuz yasa tasarısı, toplum tarafından ve Mecliste mevcut bütün siyasî parti grupları tarafından bir mutabakat içerisinde anlayışla karşılanmış ve hakikaten, Türkiye için bir gereklilik olarak kabul edilmiştir ve bunun neticesi olarak da, Meclisimizde, 90'ın üzerinde madde temel yasa olarak görüşülmeye başlanmıştır.

Hakikaten, Adalet Komisyonunu da, o dönemde o komisyonda görev almış bir arkadaşınız olarak, kutlamam gerekir. Hakikaten, bu yasa tasarısı üzerinde, çok detaylı bir çalışma yapılmıştır. Şunu ifade edebilirim ki, sadece alt komisyonun zabıtlarına biraz evvel baktığımda, 80 sayfanın üzerinde bir çalışma yapıldığını ve her maddenin çok iyi irdelendiğini ve birçok değişikliğin ilave edildiğini ve geliştirildiğini görmek beni mutlu etmiştir. Dolayısıyla, gerek Adalet Komisyonunun değerli üyelerini ve gerekse alt komisyonda görev almış diğer arkadaşları candan kutluyorum.

Tasarıyı genel olarak incelediğimiz zaman -diğer arkadaşlarımın daha çok irdelemesine rağmen- temelde ve birinci olarak, Anayasanın öngördüğü meslek kuruluşlarının vesayeti konusundaki sınırların en son noktasına kadar gidilerek, barolar ve Barolar Birliğinin bağımsızlığı sağlanmıştır. Bence, bu yasa tasarısının getirmiş olduğu en önemli değişikliklerden birisi budur. Bunun altında, biraz evvel izah etmiş olduğum eğitim noksanlığını gidermekte ve özellikle avukat stajyerlerinin, staj dönemleri içerisinde maddî sıkıntılar nedeniyle başka yerde çalışma durumları nazara alınarak bir fon yaratılmakta ve bu fon ile bu arkadaşlar kredilendirilmekte ve bu staj süresi içerisinde, kendilerini, tamamen mesleklerine adamaları temin edilmektedir.

Ayrıca, avukatlara belge temininde kolaylık ve avukatlar olarak tarafların uzlaşması sağlanarak, uzlaşma metninin bir mahkeme kararı şeklinde kabulü ile mahkemelerin büyük yükünün hafifletilmesi sonucu ortaya çıkmaktadır. Avukatlık ücretinin ve avukatlık şirketlerinin, ortak avukat bürolarının statülerinin açık ve kesin olarak bir tüzelkişilik kazandırılarak derpiş edilmesi ise, tasarının çok yenilikçi olaylarından birisidir; ancak, bunun yanında da avukatların disiplin suçları ciddiyetle ele alınmış ve mesleğin disipline edilebilmesi için yeni suç unsurları, yeni disiplin unsurları ortaya getirmiş ve bunların cezalandırılması -ki, ağır cezalarla cezalandırılması- konusu da derpiş edilmiştir; ancak, bunun yanında, hakikaten büyük bir ekonomik sıkıntı içerisinde olan geniş halk kitlelerine, özellikle, evrensel hukuka pek de uygun olmayan yasalarımız karşısında savunmasız olan insanlarımıza adlî yardımı geliştirmiş ve bu adlî yardım müessesesinin malî imkânlarını da yaratmış bulunmaktadır. Kaldı ki, avukatlara, adlî yardımdan kaçınmama zorunluluğu getirilerek bu görevin, biraz evvel söylemiş olduğum gibi, avukatlığın bir kamu hizmeti olma unsuru nazara alınmış ve gözden uzak tutulmamıştır.

İnanıyorum ki, bazı çevrelerin bu yasayı belli bir meslek grubunu, ki, özellikle bu Mecliste bulunan hukuk fakültesi veya hukuk kökenli bazı arkadaşlarımızın, bir meslek kayırmacılığı içerisinde, böyle bir yasayı geçirme fikrini empoze eden ve bunu devamlı olarak, özellikle basına yansıtmakta bir mahzur görmeyen arkadaşlarımın da hatalarının farkına varacakları kanısındayım.

KAMER GENÇ (Tunceli) - Var var, burada var, okusaydın. Zaten biraz sonra konuşacağım.

DENGİR MİR MEHMET FIRAT (Devamla) - Evet, hayatımda ilk defa, bir toplu, bir komisyonda rüşvetle karşı karşıya kaldık. Onun bir kısmını, biraz da tutanaklara istinaden okumak istiyorum.

Bir mesleği yapabilmek için belli bir ilim disiplinine sahip bir okulu bitirmiş olmanız şarttır; bu, temeldir. Bunun haricinde, bir eczacının, eczacılık fakültesi mezununun bir hukukçu olmasını veya bir hukukçunun doktorluk yapmasını nasıl isteyemezseniz hukuk eğitimi görmemiş bir kişinin veya kişilerin, başka bir okuldan çıkmış olan kişilerin de hâkim, avukat veya savcı olabilmesini talep edebilmek mümkün değildir.

Hatırladığım  kadarıyla komisyonda hiç hoş olmayan bir durumla karşı karşıya kalmıştık. Hukuk menşeli olmayan, ancak idarî yargı içerisinde görev yapan başka kaynaklı olan insanlara, belli bir süreç içerisinde bu kurumlarda hizmet etmeleri neticesinde avukat olma hakkının tanınması istenmişti. Bunun, bilimsel olarak mümkün olmadığı söylendiği andan itibaren de, maalesef, bir tepkiyle karşılaştık ve bu tepkinin sonucunda da, aynen tutanaklara geçtiği gibi, eğer bu talep kabul edilmediği takdirde, konunun mümkün olduğunca engelleneceğini...

KAMER GENÇ (Tunceli) - Var mı  tutanakta öyle? Göstermek zorundasınız. Tutanakta öyle bir şey yok.

DENGİR MİR MEHMET FIRAT (Devamla) - Kamer Bey, ben sizden bahsetmedim.

KAMER GENÇ (Tunceli) - Komisyonda bir tek ben vardım.

BAŞKAN - Sayın Genç, lütfen...

KAMER GENÇ (Tunceli) - Tutanakta varsa söylesin. Bana iftirada bulundu.

BAŞKAN - Şahsınıza ilişkin bir şey söylemedi efendim.

KAMER GENÇ (Tunceli) - Benim şahsıma söylendi.

ORHAN BIÇAKÇIOĞLU (Trabzon) - Ama Adalet Komisyonundaki üyeleri zan altında bırakıyor Sayın Başkan; Kamer Bey haklı.

KAMER GENÇ (Tunceli) - Ben kastediliyorum efendim.

DENGİR MİR MEHMET FIRAT (Devamla) - Efendim, o zaman şunu söyleyebilirim: 18.11.1999 tarihli Türkiye Büyük Millet Meclisi Adalet Komisyonunun Tutanak Dergisini incelediğiniz zaman -ki, bu herkese açıktır, topluma açıktır- görmek mümkün olabilir. Ancak, burada bulunan -hatırladığım kadarıyla- 83 hukuk fakültesi kökenli veya avukat kökenli arkadaşı, basın önünde bir arkadaşımızın da suçlamasını kabul edebilmenin mümkün olmadığı kanısındayım. (Alkışlar)

Bu 83 arkadaşınızdan birisi de benim. 1967 yılında fakülteyi bitirdim, 1971 yılında baroya kaydoldum, 1980 yılında da avukatlığı bıraktım ve inanıyorum ki, benimle aynı mesleği icra etmiş olan veya bu fakülteden mezun olan birçok insan da belki avukatlık yapmamıştır veya halen de şu anda avukatlık yapmıyorlardır; ancak, belli bir meslek grubunu bu şekilde suçlamayı da, özellikle Türkiye Büyük Millet Meclisinin manevî şahsiyetine bir hakaret olarak addettiğimi de belirtiyor; bu tasarıya, Fazilet Partisi Grubu olarak destek vereceğimizi beyan ediyor; hepinizi saygıyla selamlıyorum.

Teşekkür ederim. (Alkışlar)

BAŞKAN - Teşekkür ederiz Sayın Fırat.

KAMER GENÇ (Tunceli) - Sayın Başkan, sataşmadan dolayı söz istiyorum.

Hem Türkiye Büyük Millet Meclisi üyelerine hakaret ediyor...

BAŞKAN - Şahsınıza ilişkin bir şey yok. Biraz sonra konuşacaksınız, ifade edersiniz.

ANAP Grubu adına...

KAMER GENÇ  (Tunceli) - Efendim, bir dakika. Sataşmadan dolayı söz istiyorum.

BAŞKAN - Şahsınıza ilişkin bir şey söylemedi efendim.

KAMER GENÇ (Tunceli) - Burada kastedilen kişi benim.

BAŞKAN - Sayın Fırat...

KAMER GENÇ (Tunceli) - Tabiî benim efendim.

BAŞKAN - Efendim, siz, o zaman, niye alınganlık gösteriyorsunuz?

KAMER GENÇ (Tunceli) - Adalet Komisyonu üyeleri biliyor.

BAŞKAN - Efendim, Sayın Bıçakçıoğlu da itiraz buyurdular.

KAMER GENÇ (Tunceli) - Sayın Başkan, burada kastedilen kanun Adalet Komisyonunda müzakere edilirken, 25 kişiden, tek başıma ben karşı koydum, altı hafta, ben, bunu önledim; fakat, burada, böyle bir laf geçmedi; "bana bu hakkı tanımazsanız, ben, bunu engellerim" demedim. Bunu söyleyen onursuz bir insandır. Ben, böyle bir şey söylemedim; ama, burada, kürsüde de konuşmak zorundayım.

BAŞKAN - Sayın Genç, şahsınıza ilişkin...

KAMER GENÇ (Tunceli)- Hayır efendim.

BAŞKAN - Şahsınızı hedef alan bir konuşma yok.

KAMER GENÇ (Tunceli) - Bu konuşmayı beni hedef alarak yaptı.

Ben, 85 hukuk...

BAŞKAN - Sayın Fırat, Sayın Genç'i mi hedef aldınız efendim? Sayın Genç'i hedef alarak mı konuştunuz efendim?

DENGİR MİR MEHMET FIRAT (Adıyaman) - Hayır efendim.

BAŞKAN - "İsim vermedim" diyor efendim.

KAMER GENÇ (Tunceli) - Söylesin kimi kastettiğini.

BAŞKAN - Sayın Genç, isim vermiyor, niye alınganlık gösteriyorsunuz?

DENGİR MİR MEHMET FIRAT (Adıyaman) - Efendim, eğer, zorla isim verdirmek istiyorsa, o, ayrı bir konu.

KAMER GENÇ (Tunceli) - Onurlu davranmak zorundayız, doğrusunu söylemek zorundayız. Adalet Komisyonunda kastettiğiniz kişi ben değil miyim?

BAŞKAN - ANAP Grubu adına, Denizli Milletvekili Sayın Beyhan Aslan.

KAMER GENÇ (Tunceli) - Sayın Başkan, Sayın Fırat'ın bahsettiği tutanağı, lütfen, bulun ve bana gönderin.

BAŞKAN - Buyurun Sayın Aslan. (ANAP sıralarından alkışlar)

ANAP GRUBU ADINA BEYHAN ASLAN (Denizli) - Sayın başkan, değerli milletvekilleri; Anavatan Partisi Grubu ve şahsım adına Yüce Meclisi  saygıyla selamlıyorum.

Avukatlık Kanununda değişiklik yapan tasarı, çok yorgun bir tasarı; 1970'li yıllardan itibaren, Türkiye Büyük Millet Meclisine bir gelmiş, bir düşmüş, bir gelmiş bir düşmüş, her dönem Parlamento bunu konuşmuş; fakat, bir türlü onu ayağa kaldıramamış, çıkaramamış; ama, bugün, 21 inci Dönem Parlamentosu, 55 inci hükümet döneminde sevk edilen ve 57 nci hükümetin Başbakanı tarafından yenilenen Avukatlık Kanunu Tasarısı ile Kütahya Milletvekilimiz Sayın Emin Karaa ve arkadaşlarının verdiği kanun teklifini Adalet Komisyonunda değerlendirmiş ve Adalet Komisyonu raporuyla birlikte, bu metin, Yüce Meclisin huzuruna gelmiştir.

Öncelikle, ben de mesleğin bir mensubu olarak Yüce Parlamentoya teşekkür ediyorum, bütün parti gruplarına teşekkür ediyorum; çünkü, 99 maddeden ibaret olan bu tasarıyı, bütün grupların anlayışıyla, temel kanun kabul edip, dört bölüm halinde görüşülmesini sağlamak özverisini gösteren saygıdeğer gruplara teşekkür ediyorum, milletvekili arkadaşlara teşekkür ediyorum. Bu kanun tasarısının onurunu bu Meclis taşıyacaktır, meslektaşlarım adına teşekkür ediyorum. Yine, bu Yüce Meclisi, bu özverisinden dolayı tekrar selamlıyorum.

Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; insanlık tarihiyle başlayan ve bir insanlık onuru olan hak arama, uygarlığın gelişimine paralel olarak gelişen bir kavramdır. Hak aramanın, Magna Carta'dan günümüze uzanan macerasında gelinen nokta, demokratik anayasalarda ve uluslararası sözleşmelerde ifade edildiği gibi, hak arama, bireyin vazgeçilmez, devredilmez, dokunulmaz, hak ve özgürlükleri arasında yer alır.

Bizim Anayasa mevzuatımıza bakarsak, bu temel hakka; yani, savunma hakkına, 1876 tarihli Kanunuesasînin 83, 1924 Anayasasının 59, 1961 Anayasasının 31 inci maddelerinde yer verilmiştir.

Yürürlükteki 1982 Anayasamızın ise, 36 ncı maddesinde anlatım bulan "Hak arama özgürlüğü" başlığı altında yapılan düzenlemeye göre "Herkes, meşru vasıta ve yollardan faydalanmak suretiyle yargı mercileri önünde davacı veya davalı olarak iddia ve savunma hakkına sahiptir."

Ne yazık ki, bizdeki savunma hakkı mücadelesinin, diğer ülkelerle kıyasladığımız zaman, tarihi çok yenidir. Hak arama özgürlüğünün bir sonucu, hakkın savunulmasıdır. Bireyin kendini savunması ya da savunmada başkalarından yardım istemesi, başkalarına görev vermesi, avukatlık mesleğinin varlık gerekçesidir.

Meslek olarak günümüz avukatlığına, kurum olarak savunmaya, meslekî örgüt olarak baroların ulaştığı çağdaş düzeyden arkamıza bakarsak, hayli mücadelenin verilmiş olduğu gerçeğini de inkâr edemeyiz.

Cumhuriyet öncesi kadılık dönemlerini bir tarafa bırakırsak, cumhuriyet döneminde, 3 Nisan 1924 tarihli, 460 sayılı Muhamat Kanunu, gerçek ve tüzelkişiler adına savunma hakkını kullanma yetkisini muhamilere -bugünkü adıyla avukatlara- vermiştir. 1969 yılında yürürlüğe giren 1136 sayılı Avukatlık Yasasında "uyuşmazlıkların adalet ve hakkaniyete uygun olarak çözümlenmesinde vekil sıfatıyla sadece avukatlar görev yapabilirler" denilmekle, savunma hakkıyla avukat özdeşleşmiştir. Avukat dediğimiz zaman savunma hakkı, savunma hakkı dediğimiz zaman da avukat akla gelmektedir.

Yürürlükteki 1136 sayılı Avukatlık Yasasısın, sosyal, ekonomik, teknolojik değişim ve gelişime, hukukun ulaştığı düzeye paralel olarak yeniden ele alınması bir zarurettir. Aslında, bu değişim ihtiyacı, 25 yıldır hukuk dünyamızın, 1978 yılı başlarından itibaren Türkiye Büyük Millet Meclisinin gündemindedir. Önceki meclislerin iyiniyetli gayretlerine rağmen, bu yasa, bir türlü çıkarılamamıştır. Avukatlarla birlikte tüm yargı dünyamız beklenti içine itilmiştir. Bir meslek mensubu düşünün ki, staj döneminde, staja başlarken Avukatlık Yasasını tartışmış ve emekli olduğu zaman da mesleğe veda ederken, yine, Avukatlık Yasasını tartışmış. İşte, o kadar uzun bir tartışma dönemini içine alan bir yasa tasarısını görüşüyoruz.

Bugün, 21 inci Dönem Türkiye Büyük Millet Meclisinde temsil edilen tüm siyasî partilerin gayret ve katkılarıyla Meclis İçtüzüğümüzün 91 inci maddesindeki şartlar çerçevesinde temel yasa kabul edilen bu tasarıyla, 21 inci Dönem Türkiye Büyük Millet Meclisinin sayın üyeleri, Avukatlık Yasasında günümüz şartlarına uygun kapsamlı değişikliği yapmanın sorumluluğunu ve onurunu paylaşacaklardır. Bu olay, 21 inci Dönem Türkiye Büyük Millet Meclisinin tartışmasız başarısıdır.

Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; doğru, güvenli ve adil yargılanma hakkının korunması, geliştirilmesi, güçlendirilmesinin teminatı savunmadır. Savunma deyince, akla avukat gelir. Avukatlar, yargılanmanın vazgeçilmez öğesidirler. Bu nedenledir ki, birey için kutsallığı tartışılmaz temel hak savunma hakkını kullanacak olan avukatlık mesleği onurlu ve soylu bir meslektir. Doğru, güvenli ve adil yargılanmanın gerçekleşmesi için, işin sorumluluğunu taşıyan, mesleğin etik kurallarına bağlı, nitelikli, bilgisine güvenen yürekli avukatlara ihtiyaç vardır. Kişilikli, sorumluluk şuuruna sahip, demokrasiden, hukukun üstünlüğünden, insan hak ve özgürlüklerinden taviz vermeyen, bilgisiyle ve meslekî etik kurallarla donatılmış örnek avukatlar, toplumun dinamik unsurları, toplumun, toplum gelişiminin öncüleridir.

Avukatların savunma hakkını hakkıyla kullanabilmesi için, avukatların bağımsızlığı şarttır. Avukatın bağımsızlığı, müvekkilinin çıkarlarını koruması ve her aşamada savunmasının temel şartıdır. Bir ülkede avukatlar bağımsız ise, o ülkede hukukun üstünlüğü vardır, temel hak ve özgürlükler güvence altındadır; aksi halde, birey ve toplum, adaletsiz bir dünyaya mahkûmdur, kaderciliğe terk edilmiştir. Görevi kamu hizmeti yapmak olan avukat, devletin memuru değildir. Avukatın devlete karşı bağımsızlığı mesleğe kabulde başlar; mesleğe girişte devletin takdiri yoktur. Avukatın bağımsızlığının sınırı yargı disiplinidir, yargılamaya ilişkin yasal kurallardır. Avukat, görevini yaparken hür ve müstakildir, hiçbir makamdan onay almaz, görevini yaparken hiçbir makam engel olamaz, hakkı savunma noktasında hiçbir üst tanımaz. Avukatın bağımsızlığı konusunda, en veciz ifadeyle, Molierac diyor ki: "Görevimizi yaparken kimseye, ne müvekkile ne hâkime ne iktidara tabiyiz. Bizim aşağımızda kişilerin varlığı iddiasında değiliz; fakat, hiçbir hiyerarşik üst de tanımıyoruz. En kıdemsizin en kıdemliden veya isim yapmış olandan farkı yoktur. Avukatlar esir kullanmadılar; fakat, efendileri de olmadı"

Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; hukuk devletinin teminatı ve vazgeçilmez unsuru yargının bağımsızlığının gerçekleşmesi, adil yargılanmanın sağlanması için yargının kurucu unsurlarından biri olan savunmanın etkinliğinin artırılması, bu yasa değişikliğinin genel gerekçesidir. Yapılan değişiklikle, avukatın görevini yerine getirebilmesi için, bütün kurum ve kuruluşlar savunmaya yardımcı olacaklardır. Mahkemelerden alınacak müzekkere karşılığında, avukat, bilgi ve belgelere ulaşabilecektir. Tatbikatta, maalesef ki, ceza davalarında, savcılar, sanıkların aleyhine olan tüm delilleri toplarlar; ama, lehine olan hiçbir delili toplama gayretine girmezler. Onlar için dava açmak esastır. Aslında, aleyhe delilleri toplamak göreviyken, lehine delilleri de toplasa, savcılık safhasındayken açılmayacak çok fazla dava vardır; ama, bu iş benim elimden çıksın, ben davayı açayım, hâkime gitsin de gerisi ne olursa olsun zihniyeti, maalesef, hukukumuzun en büyük çilelerinden biridir. Bu nedenle, avukata delil toplama yetkisinin verilmesi, bu gerçeği belki biraz olsun değiştirebilir diye düşünüyorum.

Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; meslekî disiplin ve kuralları koyup, uygulayan baroların ve Türkiye Barolar Birliğinin bağımsızlığını sağlamakla da, Adalet Bakanlığının barolar üzerinde var olan vesayeti kaldırılmaktadır. Barolar ve Barolar Birliği kararları aleyhine Adalet Bakanlığınca idarî yargı yolu açılmakta; ama, yine Adalet Bakanlığının kararlarına karşı da barolar yargı yoluna başvurabilmektedir.

Avukatın uzlaşmaya daveti ve uzlaşmayı sağlaması, yargı yükünü azaltacaktır; yani, uzlaşma metninin hüküm ifade etmesi ve mahkeme kararından sayılması, mahkemelerimizin iş yoğunluğunu hayli büyük oranda azaltacaktır.

Başarılı avukat olmanın şartı, iyi bir hukukçu olmaktır. Yasayla getirilen ÖSYM tarafından yapılacak sınav, hukuk bilgisi ve misyonu var olan kişilere avukatlık mesleğini kazandıracaktır. Her isteyen avukat olamayacak, savunma mesleği avukatlığa bilimsellik hâkim olacaktır. Hele stajdan sonra sınavın yapılması -ki, bu, komisyonda çok tartışılmıştır; sınav, staj öncesi mi olsun, yoksa staj sonrası mı olsun diye çok tartışılmıştır; ama, bana göre, staj sonrası olmalı- stajdaki ciddiyeti artıracak, teorik bilgilerinin yanında, staj yapan avukat adayının bu işi çok ciddiye almasını sağlayacaktır.

Yasayla, yeni bir kurum olan tüzelkişiliğe sahip avukatlık ortaklığı getirilmekte; bu ortaklığın tip sözleşmesi, Türkiye Barolar Birliğince düzenlenecektir; tüzel kişiliği haiz ortaklık, bağlı bulunduğu baro tarafından denetlenecektir. Bu düzenlemeyle, avukatlık büroları kurumsallaşmakta, herhangi bir sebeple avukat çalışamaz hale geldiğinde ya da vefatı halinde, hem kendisinin hem de müvekkilinin hakları korunacaktır. Bugün, tatbikatta, avukat vefat ettiği zaman ya da avukat başına gelmiş bir kazayla çalışamaz duruma düştüğü zaman, müvekkiller mağdur olmakta, dosyalarını nereye verecekleri telaşıyla herkes büyük bir gayret içine düşmektedir. Avukatın ailesi de telaş içine düşmekte ve müvekkiller de telaş içine düşmektedir; ama, kurumsallaşmakla, avukatın çalışamaz hale gelmesinde ya da vefatı halinde, bu şirketin diğer mensupları aynı sorumluluğu taşıdığından dolayı, müvekkillerin hiçbir mağduriyeti söz konusu olmayacaktır.

Avukatların bürolarının aranmasında cumhuriyet savcılarının yanında baro temsilcisinin de bulunması zorunluluğu getirilmiştir; ki, bu da, fevkalade isabetli, avukatlık mesleğinin onuruna paralel bir düzenlemedir.

Baro kuruluşlarında gerekli olan avukat sayısı, 15'ten 30'a çıkarılmıştır. Bunun, baroların daha ciddiyetle disipline altına alınması, arkadaşlık duygularının, sübjektif duyguların öne geçmeden, objektif kriterlerle kurumsal olarak baronun işlevini daha da artırdığını düşünüyorum.

Avukat ile müvekkil arasındaki ücret uyuşmazlıklarında tahkim yolu benimsenmiştir. Yargı çevresindeki en kıdemli asliye hukuk hâkiminin başkanlığında iki avukattan oluşacak hakem heyeti, uyuşmazlık çözümünde görev yapacaklardır. Bu da, avukat ile müvekkilleri arasındaki ilişkiyi düzenleyecek ve avukatların daha bir disipline altına alınmalarını sağlayacaktır.

Zorunlu vekâlet ve savunma sistemine yönelik olarak adlî yardım büroları yeniden düzenlenmekte, ödeme gücü bulunmayan yurttaşların, adlî yardımdan yararlanmaları yoluyla hak aramada da eşitlik sağlanmaktadır; yani, yoksul, avukat tutma imkânı bulunmayan vatandaşlarımızın hakkının savunulması noktasında bu yasa çok daha büyük yenilikler getirmekte ve herkesin, savunma hakkından yararlanması imkânını sağlamaktadır; bu da, fevkalade ciddî ve önemli bir düzenlemedir.

Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; bağımsızlık, avukatlık mesleğinin olmazsa olmaz şartı olunca, meslekî örgüt olan baroların ve üst kuruluşu Barolar Birliğinin karakteri de bağımsızlık olmalıdır. Barolar, avukatlık mesleğinin gelişimini, mesleğin disipline edilmesini, mesleğin etik değerlerinin ve meslekî kuralların uygulanmasını, mesleğin özenle, doğruluk ve dürüstlük içinde yapılmasını ve denetlenmesini sağlayan örgütler olduğu gibi demokratik topluma, toplumun modernleşmesine katkılar sağlayan baskı grubudur da. Bu özelliğiyle, çağdaş demokratik ülkelerde barolar, savunma hakkının, hak arama özgürlüğünün, hukukun üstünlüğünün, hukukun evrensel kurallarının etkin biçimde uygulanmasının en büyük takipçisi ve güvencesidir.

Barolar, hak aramanın, savunmanın, yargılamanın önemli bir unsuru olmasına rağmen, kurum olarak, Anayasamızın, maalesef, yargı bölümünde düzenlenmemiştir; Anayasanın yargı bölümünde düzenlenmesi gerekirdi. Savcı iddianın öznesi, hâkim hükmün öznesi ise, savunmanın öznesi de avukattır. Bu üç ayağın, Anayasamızın yargı bölümünde düzenlenmesinde büyük fayda var idi. İnşallah, yeni bir anayasa düzenlemesinde, savunma mesleğinin de, savunmanın da, iddia ve hüküm gibi Anayasamızın o bölümünde yer almasını sağlarız.

Yargının iki ayağından; yani, hüküm ve iddiadan savunmayı ayırmak, fevkalade isabetsiz bir düşünce tarzıdır.

Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; hakkın savunulması gibi kutsal bir görev ifa eden avukatların düsturu, hukukun üstünlüğüne inanmak, aklın ve bilimin verileri ışığında, özenle, dürüstlük içinde mesleklerini yapmalarının esas olmasıdır. Ne var ki, her meslekte olduğu gibi, meslek kurallarını hiçe sayan, meslekî kişilik ve sorumluluk bilincini yitiren, çeteyle, mafyayla işbirlikçi, âdeta onların emrine giren, yasadışı örgütlerin uşaklığın tercih eden, cezaevlerine suç aleti sokup, örgüt üyeleri arasında kuryelik yapıp, adı avukat olan kişilerin varlığı, çok, ama çok az da olsa, inkâr edilemez. Baroların, meslekî nitelikten, ahlakî kurallardan ve mesleğin etik kurallarından yoksun bu kişileri bünyelerinde barındırmayacaklarına ve avukatların, nitelikli avukatların, ahlakî ve meslekî kurallara bağlı avukatların, bu tip kişilerle birlikte meslek icra etmeyeceklerine olan inancımız tamdır; bu gibi kişilere, barolar disiplin kurulları daha dikkatli davranarak, ciddî uyarılarda bulunacaklardır diye düşünüyorum.

Değerli arkadaşlar, kamu avukatlarının inisiyatifi yoktur. Kamu avukatları, ciddiyetle ele alınmalıdır. Bakın, kamu avukatlığından bir örnek anlatacağım.

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN - Sayın Aslan, bir dakika içerisinde toparlar mısınız efendim.

BEYHAN ASLAN (Devamla) - Bir kamu avukatı, bir dava açar, mahkeme davayı aynen kabul eder; ama, kamu avukatı temyiz eder. "Niçin temyiz ediyorsun" dediğiniz zaman "müfettiş soruşturma açar" der. Şimdi, böyle avukatlık olmaz; davayı kabul edeceksin, bütün taleplerini mahkeme kabul edecek; ama, sen, hâlâ davayı temyiz edeceksin. Bütün bunların, ciddiyetle, yeniden ele alınması gerekir.

Bu yasa tasarısı, elbette, bir reform değildir; ama, atılmış ciddî bir adımdır. Ben, bu adımın hayırlı olmasını diliyorum ve her zamanda ve zeminde, her olayda, iftiranın, çirkinliğin, kaba kuvvetin, demagojinin yerine, hakkın, hukukun kazanmasını diliyorum ve savunma hakkından yoksun olduğu için çile çekenleri selamlıyorum, Yüce Meclise saygılar sunuyorum. (Alkışlar)

BAŞKAN - Teşekkür ederiz Sayın Aslan.

Gruplar adına konuşmalar tamamlanmıştır.

Şahsı adına, Manisa Milletvekili Bülent Arınç.

Buyurun Sayın Arınç. (FP sıralarından alkışlar)

Süreniz 10 dakika efendim.

BÜLENT ARINÇ (Manisa) - Sayın Başkan, değerli arkadaşlarım; hepinizi saygıyla selamlıyorum, hayırlı akşamlar diliyorum.

1136 sayılı Avukatlık Kanununda değişiklik yapan tasarıyı görüşüyoruz. Uzun süreden beri çalışması devam ediyordu. Şubat ayından bu yana da özel gündemle görüşülmesi kabul edilmişti. Bugün, nihayet görüşmeye başladık; hayırlı olmasını diliyorum.

Arkadaşlarımızın pek çoğu da, bu tasarının geçirdiği safahattan ve 1969 yılından bu yana yapılması gerekli bazı değişikliklerin, çok uzun zaman geçmesine rağmen yapılamamasından şikâyet ettiler; onları tekrarlamayacağım. Bugün geldiğimiz nokta olumludur; tasarıyı görüşüyoruz ve arkadaşlarımızın tümü de olumlu katkılarda bulunuyorlar.

Ben, gerçekten, Meclise girdiğim günden bu yana, bu kanun tasarısını takip eden bir arkadaşınız olarak, bir şükran borcunu ifade etmek istiyorum. Bu tasarının bugün önümüze gelmesinde olumlu katkıları bulunan, başta Sayın Bakanımız olmak üzere, çok büyük çaba ve gayretlerini gördüğüm Sayın Komisyon Başkanımıza ve Adalet Komisyonumuzun yeni ve eski üyelerine huzurlarınızda teşekkür ederim. Aynı zamanda, beş siyasî parti, bu tasarının böyle bir özel gündemle görüşülmesini de kabul etmiştir; bu da, uzlaşmanın güzel bir örneğidir.

Şüphesiz, çok mükemmel bir tasarı önümüzde yok. Biraz sonra ifade edeceğim, bazı eksiklikleri ve yanlışlıkları da içinde taşıyor; ama, gelinen nokta başarılıdır; hem uygulama içerisinde bazı konuları değiştirmek düşünülebilir hem de zaman içerisinde değişime uygun olarak, Avukatlık Kanununda bazı yeni reformlar yapmak gerekebilir; ancak, içerisinde pek çok yeniliği taşıyan Avukatlık Kanununun, 45 000'e yaklaşan avukatlar camiasına ve binlerce hukuk öğrencisine şimdiden hayırlı olmasını diliyorum.

Değerli arkadaşlarım, biraz sonra, birinci bölüm üzerinde de Partimizin görüşlerini ifade edeceğim; dolayısıyla, sadece geneli üzerinde bazı konulara dikkatinizi çekmek istiyorum.

Bir defa, bu tasarıyla, önemli yenilikler getirilmektedir; bir tanesi, hemen Avukatlık Kanununun başında, savunmanın, yargının kurucu unsurlarından birisi olduğu açıkça yazılmaktadır. Aynı zamanda, yargı organları yanında, emniyet makamları, kamu kurum ve kuruluşları, kamu iktisadî teşebbüsleri, özel ve kamu bankaları, noterler, sigorta şirketleri, vakıflara, avukatların görevlerinin yerine getirilmesinde yardımcı olma yükümlülüğü getirilmektedir. Yeniden staj ve sınav düzenlemeleri getirilmektedir. Staj döneminde, stajyerlere kredi verilmesi öngörülmektedir. Adlî yardım kurumu güçlendirilmektedir. Ücret tarifelerinin, Bakanlık yerine Barolar Birliği tarafından düzenleneceği ve nispî tarifedeki sınırlamanın kaldırılacağı öngörülmektedir. Anonim şirketler ve kooperatiflerin bir kısmına hukuk müşaviri bulundurma zorunluluğu getirilmektedir. Avukatların katıldığı uzlaşma tutanaklarına, İcra ve İflas Kanununun 38 inci maddesi gereğince, ilam gücü tanınmaktadır ve önemli bir yenilik de, avukatlık ortaklığı kurumu getirilmektedir.

Değerli arkadaşlarım, şahsım adına bu konuşmada, üç noktayı dikkatlerinize arz edeceğim: Bir tanesi, hukuk fakültelerinin ve mezunlarının sayısı olağanüstü artmaktadır. Bu sebeple, avukat sayısı, iş hacminin ve ihtiyacın da maalesef üzerindedir; buna karşılık, kalitenin de günden güne düştüğü müşahede edilmektedir. Hukuk fakültelerinin sayısı, eğitimin kalitesi, sınav sonuçları, avukatların ekonomik durumları, mesleğin geleceği, avukatları derin derin düşündürmektedir. Belki, bir ölçüde, avukatlık sınavının olumlu katkıları bu konuda sağlanabilecektir; ama, özellikle küçük şehirlerdeki iş hacminin günden güne azaldığı da bir gerçektir.

Değerli arkadaşlarım, avukatlık mesleğinin içinde bulunduğu sorunlar, aslında, yargının içinde bulunduğu sorunlarla, eğitimin içinde bulunduğu sorunlarla da doğrudan ilişkilidir; yani, hâkim ve savcıların durumları, sayıları, kaliteleri, adliye binaları, Adalet Bakanlığına bütçeden ayrılan ödenekler, af çıkarılan kanunlar, Ceza Usulü Muhakemeleri Kanunu uygulamaları vesaire, yargı sorunları olarak önümüzde ne duruyorsa, bunun bir parçası da avukatların ve avukatlık mesleğinin sorunlarıdır.

Değerli arkadaşlarım, şunu ifade etmeliyim ki; YÖK'ten bugün aldığım bilgiler Türkiye'deki hukuk fakültelerinin hem sayılarını hem de öğrencilerinin sayısını ortaya koymaktadır. 1966 ile 1970 yılları arasında Ankara Hukuk Fakültesi öğrencisi bulunan bendeniz, o zaman, sadece İstanbul ve Ankara Hukuk Fakültelerinin bulunduğunu biliyor, hatta bir başka yerde hukuk fakültesi açılacak denildiğinde eylem ve boykot yapıyorduk. Şu anda, 14 devlet üniversitesinde hukuk fakültesi var. 11 tane özel vakıf üniversitesinde hukuk fakültesi var. Akdeniz Üniversitesinin Alanya'da hukuk fakültesi var -bilmeyenler olabilir, enteresan bir bilgidir- Anadolu, Ankara, Atatürk, Dicle, Dokuz Eylül, Galatasaray, Gazi, İstanbul, Kırıkkale, Kocaeli, Marmara, Selçuk ve Uludağ Üniversitelerinde hukuk fakülteleri var; Bahçeşehir, Başkent, Çankaya, İstanbul Bilgi, İstanbul Kültür, Maltepe, Ufuk, Yaşar, Yeditepe diye vakıf üniversitelerinin de hukuk fakülteleri var. Böylece, 25'e yakın hukuk fakültesi bulunuyor. 1990 ilâ 2000 yılları arasındaki öğrenci sayısı ve mezun sayısı da takriben şudur: 1990'lı yıllarda 15 000 civarında hukuk fakültesi öğrencisi var, 10 000'i erkek 4 000'i küsuru bayan olmak üzere. Bu sayı 2000-2001 döneminde 23 000'e ulaşmış. 1990 yılında 2 000 civarında olan mezun sayısı, 1999-2000 öğrenim yılında 3 500'e yaklaşmış. Böylece, yıllardan beri, hukuk fakültesinden mezun olan öğrencilerin sayısının ne kadar yükseklerde olduğu görülmektedir.

Şüphesiz, gelişmekte olan bir ülkede sadece avukatlık, sadece hâkimlik ve savcılık değil, özellikle yönetimde ve diğer meslek dallarında çalışması, hatta ticaret yapması bile mümkün olabilen hukuk fakültesi mezunlarının büyük bir kısmının avukatlığı seçebileceğini düşünürsek, Türkiye'nin bugün içinde bulunduğu şartlarda bu kadar mezun vermenin, âdeta ters orantılı birtakım sonuçlar ve sorunlar ortaya çıkardığını söylemem gerekir. Dolayısıyla, bu tablo karşısında, hukuk fakültelerinin sayısı sınırlandırılmalıdır; teori ve pratik açısından eğitimi, kadro, kariyer açısından da güçlendirilmelidir. Bir zamanlar, Erzincan Hukuk Fakültesinde, Alanya Hukuk Fakültesinde lise öğretmenlerinin ders verdiğini duyar da inanmazdık. Bu kadar hukuk fakültesi varsa, bunların kaç tanesi profesör ve doçent seviyesinde öğretim üyesine sahiptir, o da ayrı bir incelemeyi gerektiriyor. Yani, bu kanunu çıkarmakla sorunları çözmüyoruz, aslında kaynaktan bu yana da kalitenin temini mutlaka sağlanmalıdır.

Değerli arkadaşlarım, ikinci bir konu da, tasarının genelinde baroları ve Barolar Birliğini güçlendirme düşüncesi yer almaktadır. Bir bakıma, Adalet Bakanlığının vesayeti daraltılmaktadır. Türkiye Barolar Birliği, mahallindeki baroların bir üstkuruluşudur ve Anayasanın 135 inci maddesine göre kamu kurumu niteliğindeki meslek kuruluşlarından birisidir. Kamuoyunda, Türkiye Barolar Birliği üzerinde bir olumsuz imajın bulunduğunu üzülerek düşünüyorum. Türkiye Barolar Birliğinin tarafsızlığını yitirdiği ve politize bir kuruluş haline geldiği kanaatı yaygındır, özellikle başkanın şahsında, siyasî düşünce ve ideoloji önplanda kalmaktadır. Bu, elbette üzüntü verici bir olaydır; çünkü, bir meslek kuruluşunun, önce kendi meslektaşlarının çıkarlarını düşünme ve onları kollama açısından görevi vardır; bir ikincisi, temsil ettiği savunma gücü karşısında, Türkiye'de söylenebilecek ve yapılabilecek pek çok şey vardır.

Değerli arkadaşlarım, Türkiye'de uzunca bir yıldan bu yana insan hakları ihlalleri, düşünce ve ifade özgürlüğü, uluslararası hukuk standartları konuşuluyor ve özgürlükler savunuluyor. Anayasa Mahkemesi Başkanı, değişik vesilelerle, Yargıtay Başkanı, değişik vesilelerle özgürlüklerden, sivil ve demokratik bir anayasa yapılmasından, uluslararası hukuk normlarına Türkiye'nin kavuşması gerektiğinden bahsederken, Sayın Başkanın, adlî yıl açılış törenlerinde, bir yasakçı zihniyetin temsilcisi gibi, kılık kıyafet yasaklamalarını savunması ve sürekli irticadan bahsetmesinin dikkat çekici olduğunu ifade etmek istiyorum. İrticadan bu kadar çok bahseden ve hemen her konuşmasında yasakçılıkla ünlenmiş bir kişinin, bir zamanlar, bir mecmuada yayınlanan haberinin, yüzümü kızarttığını ifade etmek istiyorum. Kocaman bir başlıkla "çetelerin gölgesi baroların üzerinde" diye bir haber okumuştum. Merak edip içeriğine baktığımda, İş Bankasından Erol Evcil'e sağlanan 150 milyon dolarlık batık kredinin, normal usule ve prosedüre uygun olduğu mütalaasının altında, bugünkü Barolar Birliği Başkanının imzasının bulunduğunu görmüştüm.

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN - Sayın Arınç, 1 dakika içinde toparlar mısınız.

Buyurun.

BÜLENT ARINÇ (Devamla) - Değerli arkadaşlarım, Sayın Başkan benim hukuk fakültesinden hocamdır, kişiliğine bir şey demiyorum; ama, kırkbinden fazla avukatın temsil edildiği bir Barolar Birliğinin başında bulunan kişinin, halkın değerlerine yabancı olmaması, hatta düşman olmaması gerekir. Türkiye Barolar Birliği, mutlaka yeni bir yönetime kavuşmalı; çünkü, çok yakında kongresini yapacaktır ve Barolar Birliğini, başında bulunan ve yanındaki çalışma arkadaşlarıyla birlikte tek amacı ve hedefi, Türkiye'de hukukun üstünlüğünü sağlamak ve savunmak olan kişiler temsil etmelidir.

Değerli arkadaşlarım, bir üçüncü konu da, getirdiğimiz bu düzenlemelerin dışında kalan bir eksiklik var, avukatlar açısından en önemli problem sağlık sigortasıdır. Serbest meslek erbabı olan avukatların SSK'lı olması başlıbaşına bir garabettir. Bu nedenle, avukatlar, Bağ-Kur kapsamına alınmalı veya bir şekilde, sağlık sigortası yardımından istifade edecek bir düzenleme içerisine girmelidir.

Bölüm üzerinde ayrıca konuşacağım.

Hepinizi saygıyla selamlıyorum. (FP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN - Teşekkür ederiz Sayın Arınç.

Hükümet adına, Adalet Bakanı Sayın Hikmet Sami Türk konuşacaklar.

Buyurun Sayın Bakanım. (DSP sıralarından alkışlar)

ADALET BAKANI HİKMET SAMİ TÜRK (Trabzon) - Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; Avukatlık Kanununda değişiklik yapılmasına ilişkin tasarı üzerinde söz alan bütün konuşmacılara içtenlikle teşekkür ederim; çünkü, bütün konuşmacılar, partilerarası bir görüş birliğini de ifade ederek, bu tasarıyla getirilen değişikliklerin önemini, niteliğini belirttiler.

Halen, ülkemizde, hukuk sistemimizi yenilemek yolunda çok önemli çalışmalar yapıyoruz, yargı sistemimizde yeni bir yapılanmaya gidiyoruz. Böyle olunca, yargının ayrılmaz bir parçası olan savunma mesleğinde de gerekli düzenlemelerin yapılması şarttır. Aslında, yürürlükteki Avukatlık Kanunu, 32 yıllık bir uygulamadan geçmiş bulunmaktadır. Bu kanunda zaman zaman çeşitli vesilelerle, çeşitli gereksinmelerle değişiklikler yapılmıştır; ama, şimdi en kapsamlı değişiklik gerçekleşmektedir.

Bu tasarıyla, 98 madde ve 3 geçici madde içerisinde çok önemli yeni hükümler getirilmektedir. Şüphesiz, bu yenilikler, bir reform olarak da nitelenebilir; reform sözcüğü kullanılmasa bile, çok önemli değişiklikler yapıldığı bir gerçektir.

Tasarı, ülkemizde sadece avukatları ilgilendirmiyor. Bu tasarı, aslında, herkesi ilgilendiriyor; çünkü, her insan, hak arama özgürlüğüne ve adil yargılanma hakkına sahiptir. Her insan, hakkını aramak zorunda kalabilir, yargılanmak durumunda kalabilir. İşte, o zaman, insanı savunacak olan avukattır.

Türkiye Cumhuriyeti, bir hukuk devletidir. Hukuk devletinin gerçekleşmesinde en önemli görevlerden biri de avukatlara düşmektedir. Avukatlar, müvekkillerini savunurken, aynı zamanda, insan haklarını savunmaktadırlar. Yargı yetkisi, Anayasamıza göre, bağımsız mahkemelerce yerine getirilir. Avukatlık, yargının ayrılmaz bir parçası olan savunmayı temsil ettiğine göre, bu mesleğin de bağımsız olması gereği açıktır.

Avukatlık mesleği de, Anayasanın 135 inci maddesi çerçevesinde kamu kurumu niteliğinde bir meslek kuruluşu olan barolar ve onların üst kuruluşu olan Türkiye Barolar Birliği şeklinde örgütlenmiş bulunmaktadır. Halen, ülkemizde, Mayıs 2001 tarihî itibariyle, 74 baromuz vardır. Bu barolara kayıtlı olan avukat sayısı 45 265'tir. Avukatlarımızın 13 392'si kadın, 31 873'ü erkektir. Üç büyük baromuz Ankara, İstanbul ve İzmir'de bulunmaktadır. Ankara Barosuna 6 905, İstanbul Barosuna 15 218, İzmir Barosuna 4 194 avukatımız kayıtlı bulunmaktadır. Böylece, üç büyük ilimizdeki toplam avukat sayısı 26 317'dir.

Yeni tasarının belirgin bazı özellikleri üzerinde durmak istiyorum. Her şeyden önce, bu tasarı, yürürlükteki Kanunun, avukatlık mesleğini, bir kamu hizmeti olarak nitelendirmesinden farklı olarak, avukatı, yargının kurucu unsurlarından olan bağımsız savunmayı serbestçe temsil eden kişi olarak tanımlamaktadır. Bu, genellikle, sav, savunma ve karar üçlüsü biçiminde ifade edilen bütünlüğü çok güzel bir şekilde belirtmektedir. Bu yeni anlayışa uygun olarak, avukatlara, görevlerini yerine getirmede bazı kolaylıklar tanınmıştır. Her şeyden önce, avukatların mesleklerini icra ederken kendilerine yardımcı olacak kuruluşlar, daha açık ifadelerle ve bir kapsam genişletilmesiyle, belirtilmiştir. Bu çerçevede, avukatlara, belge toplama yetkisi verilmiştir. Davaların açılmasını kolaylaştırmak, dava açılmadan önce bütün delilleri mahkemeye sunabilecek duruma gelmek ve böylece, davaların daha çabuk görülmesini sağlamakta, bu yeni hükümlerin önemli bir yarar sağlayacağını düşünüyoruz.

Avukatlık mesleği, staj döneminden itibaren, ciddî bir biçimde düzenlenmiş bulunmaktadır. Her şeyden önce, avukatlık stajının sonunda bir sınav konulmuştur. Sınavın, stajın sonunda öngörülmesi, stajın ciddî olarak yürütülmesini sağlamakta önemli bir etken olacaktır.

Öte yandan, avukat stajyerlerinin bir an önce uygulamaya başlayabilmelerini sağlamak için, onların girebilecekleri dava ve işler yeniden düzenlenmiştir. Altıncı aydan itibaren, avukat stajyerleri, iş ve dava takip etme şansına sahip olacaklardır.

Öte yandan, staj süresince, stajyerlere, barolarca kredi verilmesi olanağı getirilmiştir. Baroların bu krediyi verebilmeleri için, kendilerine yeni kaynak sağlanmıştır.

Yeni tasarı, avukatların mesleki örgütü olan baroları yeniden tanımlamaktadır. Ayrıca, baroları yetki itibariyle güçlendirmektedir. Örneğin, baroların üst kuruluşu olan Türkiye Barolar Birliğince belirlenen meslek kurallarına uyma, yasal zorunluluk haline getirilmektedir.

Bu arada, Türkiye Barolar Birliğinin, itirazlar üzerine vereceği kararların, Adalet Bakanlığına ulaştığı tarihten itibaren, iki ay içinde bir karar verilmediği veya karar verildiği takdirde kesinleşmesi; ancak, Adalet Bakanlığının uygun bulmadığı kararları, bir daha görüşülmek üzere, gerekçesiyle birlikte, Türkiye Barolar Birliğine geri göndermesi, geri gönderilen bu kararların Türkiye Barolar Birliği Yönetim Kurulunca üçte iki çoğunlukla aynen kabul edilmesi durumunda onaylanmış; aksi takdirde, onaylanmamış sayılması ve Türkiye Barolar Birliği tarafından Adalet Bakanlığına bildirilmesi esası getirilmektedir. İşte, yıllardan beri sözü edilen, Adalet Bakanlığının, barolar üzerindeki vesayeti, bu düzenlemelerle, çok geniş ölçüde kaldırılmaktadır. Barolarımızın ve Türkiye Barolar Birliğinin kendilerine tanınan bu yeni yetkileri en iyi biçimde kullanacaklarından şüphe etmiyoruz.

Yeni tasarının önemli özelliklerinden biri de, bazı ticaret ortaklıkları için, zorunlu avukat kurumunun getirilmesidir. Gerçekten, Türk Ticaret Kanununda öngörülen sermaye miktarının beş katı veyahut daha çok esas sermayesi bulunan; yani, halen 25 milyar liradan fazla sermayesi bulunan anonim ortaklıklar ile 100'den çok üyesi bulunan kooperatifler bakımından avukat bulundurma zorunluluğu getirilmektedir. Bu zorunluluk bir açıdan eleştirilebilir; ancak, getirilen hüküm, koruyucu hekimlik gibi, uyuşmazlıklar bakımından önleyici niteliktedir; çünkü, bu zorunlu avukatlık kurumuyla, sözü edilen anonim ortaklıkların ve kooperatiflerin bütün işlemlerini hukuka uygun biçimde yapmaları güvence altına alınmaktadır. Dolayısıyla, bu düzenleme, bu anonim ortaklıklar ve kooperatifler bakımından da, aslında, onları, olası uyuşmazlıklardan koruyucu niteliktedir.

Öte yandan, avukatlara, aldıkları işlerde, dava açılmadan önce veya dava açılmışsa duruşmaya başlanmadan önce karşı tarafla uzlaşma sağlama konusunda çağrıda bulunma yetkisi verilmektedir. Uzlaşma sonucu düzenle-necek ve taraf vekilleri ile müvekkiller tarafından imzalanacak olan tutanağın ilam niteliğinde olması öngörülmüştür. Bu hüküm de, yargının yükünü önemli ölçüde azaltacak bir özellik taşımaktadır. Gerçekten, böylece, birçok uyuşmazlık, doğrudan doğruya, mahkemece karara bağlanmasına gerek kalmadan, avukatların uzlaşma girişimiyle sonuçlanabilecektir.

Yeni tasarının çok önemli bir yeniliği de, ortak avukatlık bürosunun yanında, avukatlık ortaklığı şeklinde çalışmaya da olanak sağlamasıdır. Hepsi aynı baronun üyesi olan avukatlarca kurulacak olan bu avukatlık ortaklıkları, ilgili baro tarafından, baro avukatlık siciline tescil edilmekle tüzel kişilik kazanacaktır.

Günümüzde, bireysel avukatlık, çoğu zaman, müvekkillerin gereksinmelerini karşılamakta yetersiz kalmaktadır. İnsanlar, bir avukatlık bürosuna gittiği zaman, orada, kendisinin her çeşit hukukî sorununa bakabilecek, ona çözüm getirebilecek, gerektiğinde yargı önünde takip edebilecek avukat aramaktadırlar. İşte, şimdi, bu kanun tasarısıyla düzenlenen avukatlık ortaklığı, avukatların güçlerini birleştirerek uzmanlaşmalarını sağlayacaktır. Bir avukatlık ortaklığında, ayrı ayrı avukatların çeşitli konularda uzmanlaşması; örneğin, bir bölümünün hukuk davalarında, bir bölümünün ceza davalarında, bir bölümünün idarî davalarda, bir bölümünün vergi davalarında uzmanlaşması böylelikle gerçekleşebilecektir. Bu durumda, bir avukatlık ortaklığı ile ilişki kuran müvekkil de, her bir uyuşmazlık için ayrı ayrı avukatlara gitmek zorunda kalmayacaktır. Ayrıca, bu sistem, ülkemizin hukuk alanında dünya ile bütünleşmesini, Avrupa Birliği ile bütünleşmesini de kolaylaştıracaktır; çünkü, ancak bu güçlü avukatlık ortaklıkları sınır aşan ilişkileri kurabilecek güçte olabilecektir. Yabancı avukatlık ortaklıklarına da, karşılaştırmalı hukuk açısından, hizmet vermek üzere karşılıklılık ilkesine, yani mütekabiliyet ilkesine uygun olarak ülkemizde çalışma olanağı getirilmektedir.

Avukatlara tanınan kolaylıklar arasında, cezaevlerinde ve karakollarda müvekkilleriyle görüşmeleri için ayrı bir yer sağlanması da sayılabilir. Öte yandan avukat yazıhaneleri ve konutlarının, ancak, mahkeme kararıyla ve cumhuriyet savcılarının denetiminde, baro temsilcisinin katılımıyla aranabileceği de hükme bağlanmıştır. Bu avukatların mesleklerini bağımsız, serbestçe icra etmeleri bakımından önemli bir hükümdür.

Bütün bunlarla avukatlık mesleğinin bütün sorunları çözülmüş değildir. Bu çok önemli bir düzenleme olmakla birlikte, bazı arkadaşlarımızın konuşmalarında sözünü ettikleri düzenlemelerin bundan sonra yapılması gerekmektedir. Bir arkadaşımız, Sayın İyimaya, Türk savunma akademisinin kurulması gereğinden söz etti. Gerçekten, bazı ülkelerde, avukatların meslekiçi eğitimlerini sağlamak üzere, avukatlık akademileri vardır; örneğin, Almanya'da durum böyledir.

Hemen şunu söylemek isterim ki, halen Plan ve Bütçe Komisyonunda bulunan Türkiye adalet akademisi tasarısı, hâkimlerimiz ve cumhuriyet savcılarımız yanında, avukatlarımıza da meslekiçi eğitim olanağı sağlamaktadır. Avukatlarımız da, istedikleri takdirde, bu tasarıya göre, Türkiye adalet akademisi tarafından hazırlanacak olan programlara katılabileceklerdir. Böylece, yargıda kalitenin yükseleceğine inanıyoruz.

Bunun yanında, Türkiye'de de, artık, avukatlıkta şirketleşmeyle birlikte gelecek olan uzmanlaşmaya paralel olarak uzman avukat kurumunun düzenlenmesi zamanı gelmiştir. Nasıl, hekimlikte uzman doktorlar varsa, avukatlıkta da uzman avukatlar olabilmelidir.

Öte yandan, avukatların sosyal güvenlik sorunu tatmin edici bir çözüme henüz bağlanmamıştır. Kamu hukukçularının durumu, ivedi çözüm bekleyen bir sorun olarak önümüzde durmaktadır.

Sayıları gittikçe artan hukuk fakültelerinde öğretim kalitesinin yükseltilmesi, avukatlık mesleğinin temelindeki yükseköğretim kurumlarının vermeleri gereken hizmetin en iyi biçimde yapılması bakımından zorunludur.

Bütün bunlar, halen görüşülmekte olan Avukatlık Kanununda değişiklik tasarısıyla her sorunun çözülmediğini açıkça ortaya koymaktadır; ancak, bu, şu anda bütün partilerin desteğiyle ve görüş birliğiyle yasalaşacak olan kanun tasarısının önemini azaltmaz. Bu tasarı, 1969'dan bu yana, Avukatlık Kanununda yapılan en önemli değişikliktir. Bu değişikliğin, avukatlık mesleğine, bütün avukatlarımıza, barolarımıza, Türkiye Boralar Birliğine ve genel olarak Türk yargı sistemine, ülkemize hayırlı olmasını diliyor, hepinizi saygıyla selamlıyorum. (Alkışlar)

BAŞKAN - Teşekkürler Sayın Bakan.

Şahsı adına, Tunceli Milletvekili Sayın Kamer Genç.

Sayın Genç, süreniz 10 dakika.

Buyurun.

KAMER GENÇ (Tunceli) - Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; 413 sıra sayılı Avukatlık Yasa Tasarısıyla ilgili kişisel söz almış bulunuyorum; hepinizi saygıyla selamlıyorum. Evvela, bugün, 1 Mayıs bayramı; bütün emekçilerin bu bayramını kutluyorum.

Değerli milletvekilleri, şimdi, tabiî, bu yasa tasarısının, evvela, Plan ve Bütçe Komisyonuna gitmesi lazımdı; çünkü, bunun içinde vergi var; bunun içinde, devlet bütçesinden 25 trilyon Barolar Birliğine verme var. Tabiî, burası her ne yaparsa oluyor ya; onun için, hak, hukuk, her taraf ayağa kaldırılıyor... Bunlar yapılmadı; zaten, bu komisyonda... Ben, biraz sonra, sataşmadan dolayı Sayın Dengir'e cevap vermek için söz isteyeceğim; ama, şimdi, konuşmamı o konuyla ilgili kullanmak da istemiyorum.

Şimdi, değerli milletvekilleri, bu yasa tasarısıyla, bir defa, Barolar Birliği imparator yapılıyor; yani, Barolar Birliği, kırmızı plakalı Adalet Bakanının üstüne çıkıyor. Bundan sonra -soru da soracağım- Adalet Bakanı, bu kanun çıktıktan sonra, acaba, makamını, Barolar Birliği Başkanına verecek mi vermeyecek mi? Çünkü, artık, Barolar Birliğinin aldığı karara Adalet Bakanı uymak zorundadır. Barolar Birliği ne kararlar alıyor biliyor musunuz; benim, sizin, vatandaşın adalet hizmetinin bedelini o tayin ediyor; avukatlık ücretini o tayin ediyor, asgarî tarifeleri o tayin ediyor; yani, eğer benim cebime dokunmasa, hay hay! Yani, avukatları kimse kötülemiyor. Avukatlık, serbest meslek kazancıdır; yani, savunmanın bu tarafına da bakmak lazım; serbest meslek kazanç sağlamaktır; her çalışan kişide de kazanç sağlama esası ön plana çıkar.

Şimdi, Yeminli Malî Müşavirler Kanunu çıktı. Yeminli Malî Müşavirlere faturaları onaylama yetkisini verince, biliyorsunuz, birçok yeminli malî müşavirler hileli naylon faturalar düzenledi ve devleti katrilyonlarca lira zarara soktu. Şimdi bu tasarıda da avukatlara, kamu tüzelkişisinde, yani, bir hâkimde, bir denetim elemanında bulunan yetkiyi veriyoruz. Yani, gidecek, özel, bankadaki hesaplarınızı inceleyecek, sigortadaki hesaplarınızı inceleyecek, tapudaki işlemlerinizi inceleyecek, görecek ve bir de vekaletname getirecek. Alın, 2 nci maddeyi okuyun değerli milletvekilleri.

YEKTA AÇIKGÖZ (Samsun) - Davayla ilgili...

KAMER GENÇ (Devamla) - Hayır efendim, davayla ilgili bir şey yok.

Bakın, benim zamanımı almayın. Ben söylüyorum, siz ne yaparsanız yapın.

Değerli milletvekilleri, ben inanıyorum ki, Sayın Cumhurbaşkanı bu kanunu veto eder. Burada 98 madde var ve her madde vatandaşın temel hak ve özgürlüklerine dokunuyor, cebinden bir şey alıp götürüyor ve biz, bunların maddelerini incelemiyoruz. Burada avukatlar, hukukçular birleşmişler, bizi baskı altına alıyorlar; neredeyse, bizi vatan haini ilan ediyorlar, biz de bu psikoloji içinde burada görev yapıyoruz.

Bu tasarıyla Barolar Birliğine pul basma yetkisi veriliyor.

Değerli milletvekilleri, ben, stajyer avukata niye para vereyim. Kendi aralarında meslek dayanışması yapsınlar. Yani, benim cebime dokunuyorsa, benden bir şey alıyorsa, ben bunun aksini söyleme hakkına sahip değil miyim? Diğer meslek kuruluşları da var; doktoru var, mühendisi var, mimarı var, çeşitli meslek mensupları var; peki, siz, vatandaşın cebinden birtakım paraları alıp onlara veriyor musunuz; vermiyorsunuz. O halde, benim cebimden, vatandaşın cebinden parayı alıp vereceksin ondan sonra da bunu söyleyenler ne kadar... Yani, tabiî, işin böyle cafcaflı taraflarını söylemek kolay; ama, vatandaşa ne külfet getiriyorsunuz?

Biraz önce Adalet Bakanı burada açıkladı, 26 000 avukat var dedi; 26 000 de tam faal değil. İnanmanızı istiyorum, 20 000'i geçmez.

YEKTA AÇIKGÖZ (Samsun) - 45 000 avukat var.

KAMER GENÇ (Devamla) - Neyse efendim, ne varsa var.

Bakın, ortak sayısı 100'ü geçen yapı kooperatifi avukat tutmak zorunda. Yahu sana ne! Ben, eğer, avukat tutarsam, tutarım; menfaatım varsa tutarım, tutmazsam sana ne! Bir yapı kooperatifinin tasfiyesi elli sene sürer; yirmi sene sürsün... Ben, yirmi sene, niye avukata, durup dururken, hem de hiçbir denetime tabi olmayan Barolar Birliğinin tayin ettiği ücreti ödeyeyim?

Yine, tasarı, sermayesi 25 milyarı aşan anonim şirketlere avukat tutma zorunluluğu getiriyor. Arkadaşlar, 25 milyar ne biliyor musunuz? Geçen gün burada söyledim; Başbakanlıkta bir proje denetim başkanına ayda 5 000 dolar ücret veriyorsunuz; beş aylık 25 000 dolar eder. O zaman, bu şirketler avukata mı para versin; yoksa, ticarî faaliyet mi yapsın?

Bakın, her yerde herkesin dürüst olmak zorunluluğu var. Eğer, sen, haksız olarak, vatandaşın cebinden parayı gasp ediyorsan, o zaman banka hortumcularını niye suçluyoruz? Onun da gücü yetmiş, gitmiş bankayı hortumlamış, getirmiş. Benim de gücüm yetiyor, kanun çıkaracağım, kendime avantaj sağlayacağım!.. Böyle bir mantık olur mu efendim? Başkaları avantaj sağladığı zaman suç işliyor da, suçlu oluyor da, ben niye olmuyorum? Bunun ismi kıyak avukatlık.

Biraz önce bir arkadaşımız "milletvekili olanlar avukatlık yapmasın" dedi. Geldi işte, verin önergenizi! Milletvekilleri avukatlık yapamaz... Verin bakalım önergenizi, kabul edin, o zaman ben sizin doğru olduğunuzu kabul edeyim. Bunları söylediğimiz zaman suçlu mu oluyoruz?

Avukatın üstü aranılmayacakmış, evi aranılmayacakmış... Savcılık getirecek, ancak baro temsilcisi gelecek...

Değerli milletvekilleri, baro temsilcisi, aramada -ben kimsenin aranılmasını istemiyorum- Anayasada eşitlik ilkesi  var. Benim üstümü arıyorsun, mühendisin üstünü  arıyorsun, iktisatçının üstünü arıyorsun, avukata gelince, yok, imtiyazlı...

Şimdi, Sayın Bakana soruyorum: Bu Anayasanın 135 inci maddesi nerede Sayın Bakan?

Sayın Bakan, bu kanun tasarısı Adalet Komisyonunda müzakere edilirken komisyona gelme cesaretini  kendisinde bulmadı. İşte, komisyon üyeleri burada... Gelmedi... Bürokratlara bıraktılar, tabiî ki onlar da hukukçu; hukukçu da olunca, yarın öbürgün kendilerini de ilgilendiren bir kanun olabilir diye...

Tasarı, hem Anayasaya aykırı hem de vatandaşın cebinden haksız olarak para alınıyor değerli milletvekilleri.

Devlet bütçesinden, adalet harçlarından -idarî para cezaları hariç- bir parayı Barolar Birliğine veriyorsunuz. Barolar Birliği bu parayı alıyor, istediği gibi kullanıyor: Adlî müzaheret bürosunu kuracak, istediği adamları getirecek, ondan sonra, orada istihdam edecek ve ondan sonra da ne olacak? Peki, baroları kim denetleyecek? Yani, bugün, bakanlar suiistimal yaptığı zaman Yüce Divana gidiyor. Baroları kim denetleyecek; kim onları denetleyecek? Bakın...

EDİP ÖZGENÇ (İçel) - Adalet Bakanlığı...

KAMER GENÇ (Devamla) - Efendim, Adalet Bakanlığından yetkiyi alıyorsunuz. Adalet Bakanı çıksın... Kendisinden yetkiyi alıyorsunuz, tamamen Barolar Birliğine veriyorsunuz. Barolar Birliği her şeyin başı geliyor.

ALİ ARABACI (Bursa) - Oku, ondan sonra, bilerek konuş.

KAMER GENÇ (Devamla) - Efendim, bakın, bu tasarı, bu kadar, böyle toplu maddelerle müzakere edilemez. Hakikaten....

Bakın, Türkiye'yi, yabancı sermayenin, yabancıların sömürecekleri bir düzen alemi haline getirdiniz; şimdi, biraz da Türkiye'deki birtakım yaşayanların sömürü düzeni alanı haline getiriyoruz. Bu Meclis, böyle kanunlar çıkaramaz değerli milletvekilleri.

Tasarıyı enine boyuna tartışalım. Hangi maddede ne getiriyor; kime, ne külfetler getiriyor?

Bakın, ben, altı hafta, komisyonda bu kanuna tek başıma karşı koydum, niye; başta gelen metinde, efendim, araba mı satacaksınız, avukat gelecek; noterde mukavele mi imzalayacaksınız, avukat gelecek; tapuda gayrîmenkul mü satacaksınız, avukat gelecek... Yahu, avukatınız zaten 20 000 kişi. Nerede?.. Her gün, milyonlarca işlem yapılıyor. Bunları direte direte, bazı düzeltmeler yaptık; ama...

Değerli milletvekilleri, bizi hedef aldılar; yani, ben, burada çıkıyorum, bu kürsüde bazı doğru şeyleri söylüyorum; bakıyoruz, insanlar alay ediyor. Yani, aslında, alay edilecek kendileri. Bu memleket, bizim memleketimiz. Bu memlekette, insanları, yarına, dava açma... İnsanları, dava açma hakkından mahrum edecekler. Yani, en ufak bir davayı, adam 500-600 milyonla açacaksa, niye açsın efendim? Niye açsın?!

Sonra, avukatların görevlerini ihmalde, kim vatandaşı koruyacak? Esasında, avukat, tabiî, hukuk bilgisi olan arkadaştır; ama, onun karşısında, zavallı, hukuk bilgisi olmayan, hukukî himayeye mazhar insanın hakkını nasıl koruyacağız? Barolar Birliği siyasî bir makamdır; barolar, siyasî bir makamdır. Bunları barolar cezalandıracak diyoruz; ama, güçlü avukatlar her türlü şekilde hareket edebilir ve vatandaşları da her türlü şekilde mağdur edebilir.

Sevgili milletvekilleri, bu tasarı, gerçekten, bazı yönleriyle iyi; ama, hep, avukatların durumunu güçlendirmiş, Barolar Birliğinin durumunu güçlendirmiş; ama, vatandaşın canına okumuş; yani, benim kesemden birileri zengin ediliyor efendim. Anonim şirketlerin bünyesinde zaten hukuk yeteri kadar gelişmiş, niye anonim şirketler avukat tutma zorunluluğunda tutulsun? Böyle şey olmaz ki değerli milletvekilleri.

Onun ücretini kim tayin edecek?  Efendim, çıksınlar söylesinler; Barolar Birliği, dava açmada, avukata asgarî ücreti kendisi takdir edecek. İtiraz da edemezsiniz, mercii yok. Ondan sonra da, Barolar Birliğinin birtakım kararları Adalet Bakanlığına gidecek. Eskiden, Adalet Bakanlığı, idarenin bir denetim kurumuydu. Anayasanın 135 inci maddesinde "kamu kurumu niteliğindeki meslek kuruluşları üzerindeki idarî ve malî vesayet esastır" deniliyor.

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN - Sayın Genç, 1 dakika içerisinde toparlayınız efendim.

Buyurun.

KAMER GENÇ (Devamla) - Peki, Sayın Bakan, bu Anayasanın 135 inci maddesindeki idarî ve malî vesayeti nasıl kaldırırsınız? O zaman, barolar, avukatın her menfaatına uygun geldiği şeyde kararı alacak ve ondan sonra da yargıya gidecek. Yargıya gidemez ki... İdarî yargıya, ancak, kamu tüzelkişisi olanlar gidecek; bunlar, kamu tüzelkişisi değil ki; bunlar, kamu kurumu niteliğindeki meslek kişileridir. Bunları bilmek lazım. En azından, anayasal terimleri bilmek lazım, hukuku bilmek lazım. Kamu kurumu nedir, idare nedir?.. Anayasada yönetmelik çıkarma yetkisi idarenindir. Yönetmeliğin kimin tarafından çıkarılacağı Anayasanın 124 üncü maddesinde belirtilmiş; ama, tabiî, bu kanunları incelemiyoruz değerli milletvekilleri. Hesabımıza gelince, hakkı, hukuku, Anayasayı, İçtüzüğü bir tarafa bağlıyoruz; çıksın... Çıksın da, peki, bu millete ne olacak?

Siz, esnaf yürüdü, memur yürüdü, polis yürüdü, öğretmen yürüdü, onların ücretlerini niye artırmıyorsunuz da, 20 000  avukatın durumunu düzeltmek için gecenin bu saatlerine kadar bizi çalıştırıyorsunuz? Onlar insan değil mi? Onlar Türkiye Cumhuriyeti vatandaşı değil mi? Siz kimden yanasınız, onu bir bilelim bakalım.

Hepinize saygılar sunuyorum. (DYP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN - Teşekkürler Sayın Genç.

Komisyon Başkanı Sayın Emin Karaa, buyurun efendim.

ADALET KOMİSYONU BAŞKANI EMİN KARAA (Kütahya) - Sayın Başkan, sayın milletvekilleri; 1997 yılından beri üzerinde çalışılmakta olan bir yasa tasarısını görüşüyoruz. 20 nci Dönemde görüşülmeye başlanılan; ancak, kadük olan avukatlık yasa tasarısı, 21 inci Dönemde tekrar ele alınmıştır. Sözü edilen avukatlık yasa tasarısı, Türkiye Büyük Millet Meclisinde ender görülecek bir biçimde, bütün grupların, üzerinde hemfikir oldukları, üzerinde tamamen uzlaştıkları bir metin haline dönüşmüştür. Bu yasa tasarısı Komisyonda görüşülürken, Sayın Genç'in ileri sürdüğü gibi, kimsenin konuşmasına, fikirlerine, tartışmalarına...

KAMER GENÇ (Tunceli) - Sayın Başkan, beni engellediniz, bana söz hakkı vermediniz; tutanaklar burada...

BAŞKAN - Sayın Karaa, siz buyurun efendim.

ADALET KOMİSYONU BAŞKANI EMİN KARAA (Kütahya) - Efendim, iftiharla söyleyebilirim ki, keşke, Türkiye Büyük Millet Meclisinde görüşülen tüm yasa tasarıları, bu kadar geniş kapsamlı olarak bir komisyonda ele alınabilsin, tartışılabilsin. Şu anda elimde göstermiş olduğum klasör, sadece 21 inci Dönemdeki altı aylık görüşmenin zabıtlarıdır. Hiç kimsenin konuşmasına engel olunmamıştır.

Değerli konuşmacılar avukatlık yasa tasarısı üzerindeki görüşlerini beyan ettiler. Bunlara ilave edecek değilim, buna vaktimiz de yok; fakat, şunun altını çizmek mecburiyetindeyim ki, kimi verilen bilgiler doğrultusunda kamuoyu yanıltılmaktadır. Bize yapılan başvurularda, Avukatlık Yasasıyla, tüm muamelelerin, artık, avukatlar marifetiyle yapılacağı, noterlerdeki muamelelerin avukatlar tarafından yapılacağı, tapu takip muamelelerinin avukatlar tarafından yapılacağı, tüm şirketlerin, tüm kooperatiflerin, bu arada, trafik muamelelerinin dahi avukatlar tarafından yapılacağı şeklinde yurttaşlardan eleştiriler gelmektedir. Oysa, böyle bir şey yoktur. Biraz sonra görüleceği üzere, sadece anonim şirketlerin sermayelerinin 5 katı tutarında olan, ki, Türkiye genelinde, Sanayi Bakanlığından alınan rakamlar çerçevesinde, 6 352 anonim şirketin, hukuk müşaviri olarak avukat tutmak mecburiyeti vardır; bunların büyük bir kısmının da halen avukatı vardır.

Sayısı 100 ve 100'den fazla olan yapı kooperatiflerinin sayısı 3 342'dir. Yapmış olduğumuz araştırmalarda, genel müdürlük seviyesinde yapmış olduğumuz, uzmanlardan almış olduğumuz görüşlerde herkes hemfikir ki, yapı kooperatifi üyelerinin haklarının ve hukuklarının çiğnenmemesi için, onların haklarının savunulabilmesi için, hukuk müşaviri olarak avukatın bulundurulmasının son derece yerinde olduğu da, hep, bize rapor edilmiştir.

Bütün bunlar yargının üzerindeki yükün azalmasına neden olacaktır. Burada maksat, denildiği üzere, kimileri tarafından ileri sürüldüğü üzere, avukata pazar yaratmak, avukata çıkar sağlamak amacına yönelmek değildir. Burada amaç, yargının üzerindeki yükün azaltılmasına, mahkemelerin iş yükünün azaltılmasına, sürati sağlamaya yöneliktir. Keşke, Türkiye, bugüne kadar, yargı reformunu tam anlamıyla bir paket halinde yapabilmiş olsaydı. Bu, bugüne kadar sağlanabilmiş değildir; ama, şu anda çağdaş bir avukatlık yasası yapılıyor olması demek, yargının üç unsurundan biri olan savunmayı çağdaş bir hale getiriyor olmamızın temelini teşkil etmektedir. Avukatlar, bulundukları hal üzere, ellerindeki avukatlık yasası çerçevesinde kendi işlerini yaparlar, davalarını görürler, müvekkilleriyle olan münasebetlerini de tanzim ederler. Onların bu konuda bir beklentileri yoktur. Beklenti, sadece, çağdaş bir Avukatlık Yasası, bağımsız olan savunmayı daha güçlendirme amacına yönelmektedir.

Teşekkür ediyorum.

BAŞKAN - Teşekkür ederim.

KAMER GENÇ (Tunceli) - Sayın Başkan, son söz istiyorum.

BAŞKAN - Buyurun Sayın Genç, sorunuzu sorun.

KAMER GENÇ (Tunceli) - Efendim, soru sormuyorum; son söz istiyorum. Komisyon konuştu; son söz, milletvekiline aittir.

BAŞKAN - Komisyondan sonra son söz olur mu Sayın Genç?!

KAMER GENÇ (Tunceli) - İçtüzüğe baksanıza...

BAŞKAN - Baktım efendim.

KAMER GENÇ (Tunceli) - Bak bakalım İçtüzüğe.

BAŞKAN - Sayın Genç, hükümet konuşsaydı, dediğiniz doğru...

KAMER GENÇ (Tunceli) - Efendim, hükümet değil... Komisyon ve hükümet konuştuktan sonra son söz milletvekilinindir. Açın ilgili maddeyi, okuyun.

BAŞKAN - Ben okudum efendim. Siz, sorunuzu soruyor musunuz? Sorunuz varsa buyurun.

KAMER GENÇ (Tunceli) - Canım, zoraki zaten orayı yönetiyorsun. Şey değil ki yani... Buyurun, soralım. Peki...

Sayın Başkan, aracılığınızla, Sayın Bakana birkaç tane soru sormak istiyorum.

Birincisi, Anayasanın 135 inci maddesine göre, meslek kuruluşları üzerinde devletin idarî ve malî denetimine ilişkin kurallar kanunla düzenleniyor. Sayın Bakanın da biraz önce kürsüde açıkladığı gibi, Türkiye Barolar Birliğinin 3'e 2 kararla aldığı kararlara karşı Adalet Bakanlığının direnme hakkı yok. Bu, Anayasanın 135 inci maddesine aykırı değil midir? Birinci sorum bu.

İki; barolara karşı idare mahkemesine dava açmak hukuka uygun mudur? Çünkü, idare mahkemesine veya Danıştaya, ancak kamu kurum ve kuruluşlarının işlemlerine karşı dava açılabilir, idarenin işlemlerine karşı dava açılabilir. Halbuki, Barolar Birliği, kamu kurumu niteliğinde meslek kuruluşudur. Meslek kuruluşu olunca da, kamu idaresi sayılamaz.

Ayrıca, bu kanun tasarısının 2 nci maddesiyle, avukatların özel bankalardan, özel sigorta şirketlerinden, her türlü kamu kurum ve kuruluşlarından istedikleri belgeleri inceleme yetkisini getiriyorsunuz. Burada, mesela, bir bankadaki herhangi bir vatandaşın hesabının özetini bir avukat gidip alabilir mi veyahut bir tapu kaydını gidip de -efendim, ben bununla vekâletini alacağım- alabilir mi veyahut da defter kaydını, bilançosunu; mesela, vergi dairesinden alabilir mi? Bu konuda bir açıklama yapmanızı istiyorum.

Ayrıca da, avukatların asgarî ücretleri nasıl belirleniyor? Bunu kontrol eden kimdir? Şimdi, maddede deniliyor ki "ihtilaf konusu meblağın yüzde 25'ine kadar avukatlık ücreti kararlaştırılabilir." Bu yüzde 25, sizce büyük bir rakam değil midir?

Şimdilik bu kadar efendim.

BAŞKAN - Buyurun Sayın Bakanım.

ADALET BAKANI HİKMET SAMİ TÜRK (Trabzon) - Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; Anayasamızın 135 inci maddesine göre, kamu kurumu niteliğinde meslek kuruluşları olan barolar üzerinde de devletin idarî ve malî denetimine ilişkin kuralların kanunla düzenlenmesi gerekir. Bu genel kural, barolar hakkında da geçerlidir.

Şimdi, burada, tartışma konusu olan, belirli konularda Türkiye Barolar Birliğinin aldığı kararların Adalet Bakanlığınca doğrudan doğruya onaylanması sistemi yerine, Bakanlığın onaylamadığı, uygun görmediği kararları gerekçesiyle birlikte Barolar Birliğine geri göndermesi konusudur. Eğer, Barolar Birliği üçte 2 çoğunlukla ilk kararında ısrar edecek olursa, o zaman, bunu, Adalet Bakanlığına bildirecektir. Bu karara karşı, gerek ilgililerin gerek Adalet Bakanlığının dava açma hakkı bulunmaktadır.

Şimdi, burada, bir denetim yapılmaktadır; yani, bu yeni getirilen düzenleme, denetimi ortadan kaldırmamaktadır. Barolar Birliğinin gönderdiği karar, Adalet Bakanlığınca incelenmektedir ve Adalet Bakanlığı o kararı uygun görmüyorsa, bunu, gerekçesiyle birlikte Barolar Birliğine bildirmektedir.

Ayrıca, halen yürürlükteki kanunda bir ek 4 üncü madde vardır. Bu maddeye göre, Adalet Bakanlığı, barolar ve Türkiye Barolar Birliği organlarının görevlerini kanun hükümlerine uygun olarak yapıp yapmadıklarını ve malî işlemlerini yönetmelikte belirlenecek esaslara göre denetlemeye yetkilidir. Bu idarî ve malî denetim adalet müfettişlerince yapılır. Halen bu denetim yapılmaktadır. Dolayısıyla, kamu kurumu niteliğinde meslek kuruluşu olarak barolar üzerinde Adalet Bakanlığının idarî ve malî denetim yetkisi devam etmektedir.

KAMER GENÇ (Tunceli) - Bu maddeyle kalkmıyor mu Sayın Bakan?

ADALET BAKANI HİKMET SAMİ TÜRK (Trabzon) - Hayır, kalkmıyor...

Barolara karşı idare mahkemesinde dava açılmasının Anayasaya uygun olup olmadığı soruldu. Bilindiği gibi, idarenin her türlü eylem ve işlemi yargı denetimine tabidir. İdarenin her türlü eylem ve işlemine karşı, idarî yargıda dava açılabilir. Burada, barolar da, bir kamu kurumu niteliğinde meslek kuruluşu olarak idarî yargı denetimine tabidir.

Her türlü belgeyi inceleme yetkisi, bu tasarıda, kanunlardaki özel hükümler saklı kalmak kaydıyla tanınmıştır. Nitekim, tasarının çerçeve 2 nci maddesiyle önerilen 2 nci madde değişikliğinde "kanunlardaki özel hükümler saklı kalmak kaydıyla, bu kurumlar -yani, avukatın istemi üzerine kendilerine belge verecek olan kurumlar- avukatın gerek duyduğu bilgi ve belgeleri incelemesine sunmakla yükümlüdür. Bu belgelerden örnek alınması vekâletname ibrazına bağlıdır" denilmektedir. Görüldüğü gibi, burada, ilgili kanunlardaki özel hükümler saklı tutulmuştur. Örneğin, bankalar bakımından, banka sırrını saklı tutan hükümler vardır; bunlara dokunulmamaktadır. O hükümler saklı kalmak kaydıyla, bu bilgi ve belgeleri inceleme yetkisi tanınmaktadır.

Baroların ücret tarifeleri, Türkiye Barolar Birliği tarafından hazırlanarak Adalet Bakanlığına sunulur. Bugün yürürlükte olan sisteme göre, Adalet Bakanının onayıyla bu tarifeler gerçekleşir; ama, yeni tasarıda, Bakanlık bu tarifeyi uygun bulmadığı takdirde, bunu, gerekçesiyle birlikte Türkiye Barolar Birliğine geri gönderecektir.

KAMER GENÇ (Tunceli) - Vatandaşın güvencesi nerede?..

ADALET BAKANI HİKMET SAMİ TÜRK (Trabzon) - Burada bitmiyor tabiî...

Türkiye Barolar Birliği, eğer, kararında yönetim kurulunun üçte 2 çoğunluğuyla ısrar edecek olursa, ona karşı, ilgililerin ve vatandaşın idarî yargıda dava açma hakkı vardır.

BAŞKAN - Sayın Bakanım, bir dakika...

Sayın Günay, buyurun.

ALİ GÜNAY (Hatay) - Sayın Başkan, Sayın Genç yaptığı konuşmada kendisini dinleyen yurttaşlarımıza...

BAŞKAN - Siz soru soracaksınız efendim.

ALİ GÜNAY (Hatay) - Soru soracağım; sorumun nedenini söylüyorum.

KAMER GENÇ (Tunceli) - Sayın Başkan, bana da konuşma hakkı vereceksiniz...

ALİ GÜNAY (Hatay) -...kaygılandıracak yanlış bilgiler vermiştir.

 KAMER GENÇ (Tunceli) - Hayır efendim...

BAŞKAN - Sayın Günay, bir dakika... Siz, Sayın Bakana soru soracak mısınız?!

ALİ GÜNAY (Hatay) - Soracağım... Soracağım...

BAŞKAN - Efendim, Sayın Bakana soru sorun; Sayın Genç'in eylemiyle ilgili bir görüş bildirmeyin lütfen!

ALİ GÜNAY (Hatay) - Onun yaptığı konuşmaya dayanarak sorular soracağım...

BAŞKAN - Efendim, siz, Sayın Bakana sualinizi tevcih ediniz!

ALİ GÜNAY (Hatay) - Şu iki sorumun, aracılığınızla, cevabının Sayın Bakanımdan alınmasını rica ediyorum.

Tasarının 16 ncı ve 22 nci maddelerine göre, stajyerlere verilecek kredinin kaynağı nedir ve kişiler, açmak istedikleri davalarda avukat tutmak zorunda mıdır değil midir? Bunlara, kısaca cevap verilmesini istiyorum.

BAŞKAN - Teşekkür ederim.

Kaynağını yasanın kendisi belirtiyor zaten.

ALİ GÜNAY (Hatay) - Yanlış bilgi verdiler.

BAŞKAN - Efendim, kaynağı burada belli! Ödenen harçların, alınan harçların bir bölümü kredi olarak kullandırılacak. Bu sorunun sorulmasının bir gereği var mı?!

NECDET SARUHAN (İstanbul) - Kamuoyu bilmiyor ki...

BAŞKAN - Buyurun Sayın Bakan.

ADALET BAKANI HİKMET SAMİ TÜRK (Trabzon) - Sayın Başkan, değerli milletvekilleri...

MEHMET GÖZLÜKAYA (Denizli) - Sayın Başkan, bu görüşmeler sırasında...

BAŞKAN - Bir dakika... Sayın Bakana söz hakkı...

MEHMET GÖZLÜKAYA (Denizli) - Efendim, soru sorulmasına müsaade etmediniz; yanlış yapıyorsunuz. Bu sorular sorulsun ki, aydınlığa kavuşsun ki...

BAŞKAN - Sayın Bakan açıklıyor efendim.

MEHMET GÖZLÜKAYA (Denizli) - Sanki, avukatlar üçkâğıtçı; herkes, vatandaşın...

BAŞKAN - Estağfurullah efendim, niye üçkâğıtçı olsunlar; en onurlu insanlardır.

MEHMET GÖZLÜKAYA (Denizli) - Bu intibaı, bu iddiaları ortadan kaldıralım.

BAŞKAN - Efendim, avukatlık mesleği, savunma mesleği en onurlu mesleklerden birisidir. Biraz önce Sayın Aslan ifade ettiler; ne kimsenin kölesi oldular ne de efendisi oldular.

Buyurun Sayın Bakanım.

ADALET BAKANI HİKMET SAMİ TÜRK (Trabzon) - Sayın Başkan, tasarının çerçeve 16 ncı maddesiyle değiştirilen Avukatlık Kanununun 27 nci maddesi, Sayın Günay'ın birinci sorusunu cevaplandırmaktadır. Bu maddeye göre, staj süresince, stajyerlere, Türkiye Barolar Birliğince kredi verilir. Ödenecek kredinin kaynağı, avukatların yetkili mercilere sunduğu vekâletnamelere avukatın yapıştıracağı pul bedelleri ile geri ödemeden gelen paralar ve bunların gelirleridir. Bu pullar, Türkiye Barolar Birliğince bastırılır. Yapıştırılacak pulun değeri, 2.7.1964 tarihli 492 sayılı Harçlar Kanununun yargı harçları bölümünde yer alan vekâletname örnekleri için kullanılan harç tarifesi kadardır. Avukatlarca vekâletname sunulan merciler, pul yapıştırılmamış veya pulu noksan olan vekâletname ve örneklerini kabul edemez, gerektiğinde ilgiliye on günlük süre verilerek, bu süre içinde pul tamamlanmadıkça, vekâletname işleme konulamaz. İşte, stajyerlere verilecek olan kredinin kaynağı, bu hükümlerde gösterilmiş bulunmaktadır.

Şimdi, tasarının çerçeve 22 nci maddesiyle değiştirilen 35 inci maddede şu hükümler yer almaktadır: "Kişiler, kendi davasına ait evrakı düzenleyebilir, davasını bizzat açabilir ve işini takip edebilir." Benzeri hükümler, yürürlükteki kanunda da yer almaktadır. Avukat tutma zorunluluğu, sadece, yasal sermaye miktarının 5 katı esas sermayesi olan anonim ortaklıklar, yani, yürürlükteki duruma göre en az 25 milyar veya daha çok esas sermayesi olan anonim ortaklıklar ile 100'den çok üyesi bulunan kooperatifler bakımından söz konusudur; ama, onun dışında, bütün vatandaşlar kendi davalarını açabilir ve takip edebilirler.

BAŞKAN - Teşekkür ederiz Sayın Bakanım.

Soru sorma işlemi tamamlanmıştır.

Tasarının tümü üzerindeki görüşmeler tamamlanmıştır.

Maddelerine geçilmesini oylayacağım; ancak, Sayın Genç tarafından Başkanlığa iletilen, karar yetersayısı aranılması istemi var; o hususu da dikkate alacağım ve karar yetersayısını arayacağım.

Tasarının maddelerine geçilmesini oylarınıza sunacağım; ancak, oylamayı elektronik cihazla yapacağım ve karar yetersayısını arayacağım.

Oylama için 5 dakika süre veriyorum.

(Elektronik cihazla oylama yapıldı)

BAŞKAN - Sayın milletvekilleri, karar yetersayısı vardır; tasarının maddelerine geçilmesi kabul edilmiştir.

KAMER GENÇ (Tunceli) - İçtüzüğün 61 inci maddesini okuyun; son söz milletvekilinin mi değil mi; bir oku!

BAŞKAN - Biz okuduk Sayın Genç.

KAMER GENÇ (Tunceli) - Çıkar, şurada, aç oku; nasıl okudun?! Şurada diyor ki, son söz milletvekilinin, komisyondan sonra... Yani, nasıl okudun?!

BAŞKAN - Sayın milletvekilleri, alınan karar gereğince, Birinci Bölümün görüşmelerine başlıyoruz.

AVUKATLIK KANUNUNDA DEĞİŞİKLİK YAPILMASINA DAİR KANUN TASARISI

BAŞKAN - Birinci Bölüm, 1 ilâ 25 inci maddeleri kapsamaktadır. Bölümde, konuşma süreleri, gruplar, Komisyon ve Hükümet için 10'ar dakikadır.

Birinci Bölüm üzerinde söz isteyen arkadaşların isimlerini okuyorum: Doğru Yol Partisi Grubu adına, Sayın Mehmet Gözlükaya; Fazilet Partisi Grubu adına, Sayın Bülent Arınç.

Doğru Yol Partisi Grubu adına, Denizli Milletvekili Sayın Mehmet Gözlükaya; buyurun efendim. (DYP sıralarından alkışlar)

DYP GRUBU ADINA MEHMET GÖZLÜKAYA (Denizli) - Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; sözlerimin başında, Doğru Yol Partisi Grubu adına hepinizi saygıyla selamlıyorum.

Kitabî laflara geçmeyeceğim; ama, şunu söylemek zorundayım: Avukatlık müessesesi, yargının çok önemli unsurlarından birisidir, üç ayağından birisidir; bazılarının, bunu ciddiye almasını öneriyorum, bu kutsal müesseseye yerli yersiz dil uzatılmamasını özellikle öneriyorum.

Değerli arkadaşlarım, nasıl, yargının bağımsızlığını savunuyorsak, onun aslî unsurlarından birisi olan savunmanın da bağımsızlığını savunmamız ve sağlamamız gerektiğini ifade ediyorum.

Bu arada, hepimiz, genç avukat olarak başladık. Genç avukatlara da, hâkimlerimizin, savcılarımızın biraz daha yardımcı olmalarını ve yol göstermelerini, onları soğutmamalarını istirham ediyorum.

Ayrıca, asıl bölüme geçmeden önce, maddelere geçmeden önce, yargıyı mutlaka bağımsız kılmalıyız; ama, son zamanlarda şunu gördük ki, gerçekten, savcılara, haddini aşma veyahut da fazla ileri gidiyorsun anlamında birtakım sataşmalarda, hatta, bize göre, talimat vermelerde veya tehditlerde bulunulur gibi olmaktadır. Bunu, hele Türkiye'yi yönetenlerin yapmaması gerektiğini bilhassa belirtiyorum. Savcılarla, yargı mensuplarıyla siyasîler arasında bir savaş olmaması gerektiğini ifade ediyorum.

Ayrıca, bir şey söylemek istiyorum; yargı, bağımsız olduğu kadar hızlı da olmalıdır. Düşünün, aylarca, bir siyasî partinin kapatılıp kapatılmayacağı belli değil. Tabiî, birtakım rivayetler ortada dolaşmakta. Yargı bundan yara almaktadır. Bu bakımdan, bu konuda, nasıl karar verilecekse verilir; ama, yargıya gölge düşürecek şekilde birtakım dedikodulara yer verilmemesi gerektiğini ifade ediyorum.

Değerli arkadaşlarım, Birinci Bölümde birtakım yenilikler var. Bu yeniliklerin başında, avukatlara görevleriyle ilgili olarak, eski kanunda sadece resmî kurumlar ve yargıda yardım edilmesi önerilirken, yasada öyle bir hüküm varken, bugün, artık tadat edilmiş, yargıda, emniyette, diğer kamu kurum ve kuruluşlarında olduğu gibi, KİT'lerde, özel ve kamuya ait bankalarda, noterlerde, sigorta şirketlerinde, görevleriyle ilgili bilgi ve belgeleri toplama imkânı verilmiştir. Bu, sanılmasın ki, o bankanın veya o kurumum bütün evraklarını avukat gözden geçirecektir... Öyle bir yanlış anlatmaya gerek olmadığını ifade ediyorum. Ancak, bakmakta oldukları davalarla ilgili belgeleri toplayabilirler.

Ayrıca, bir sınav usulü getirilmekte. Bu sınav, iki yılda dört defa yapılacak; ama, ben, bu konuda şunu öneriyorum: İki yılda yine olsun; ama, altı defa imtihan hakkının tanınmasında fayda olduğu mülahazasındayım.

Değerli arkadaşlarım, ayrıca, 5 inci maddede, mutlak ağır hapis cezasından mahkûm olanların avukatlık yapmama pozisyonları varken, bu yeni tasarıda, iki yıl hapis -tabiî, taksirli suçlar hariç oluyor- ve bir yıldan fazla ağır hapis cezasına mahkum olanların avukatlık yapmalarına, avukatlığa kabullerine imkân verilmiyor.

Ayrıca, bu tasarıyla suçlar da artırılmış. Yani, istimal ve istihlak kaçakçılığı dışındaki kaçakçılık suçları, ertelenmiş veya affedilmiş olsalar dahi, avukatlığa mâni suçlardan sayılmaktadır.

Değerli arkadaşlarım, avukatlar açısından çok önemli bir konu da, eski yasamızın 14 üncü maddesinde, hâkimler ve savcılar, son görev yaptıkları yerlerde, iki yıl içinde davalara bakamıyorlardı; yani, görev yaptıkları mahkemelerde bakamıyorlardı. Bu, bir yanlışlıktı. Şimdi, bu, tasarının ilgili maddesinde, savcı ve hâkimler, beş yıl içinde, o yargı çevresinde, görev yaptıkları yargı çevresindeki mahkemelerde avukatlık görevi yapamamaktadırlar. Bu, doğru bir maddedir; çünkü, avukatlar arasında haksız rekabete meydan vermekteydi. Düşünün, bir ağır ceza reisi, bir başsavcı, iki yıl görev yapmış, gelmiş, o adliyede avukatlık yapmakta... Bunun birtakım suiistimallere açık olabileceğini -oldu demiyorum, ama- ifade ediyorum. Bu da, doğru bir düzenlemedir şeklinde düşünüyorum.

Değerli arkadaşlarım, stajyerlere, gerçekten imkânlar getiriliyor; bu da yerinde bir değişikliktir.

Kooperatif ve şirketlerle ilgili düzenleme vardır. Tabiî ki, bu yönde birtakım istismarlar yapılmıştır; ama, zaten, büyük sermaye şirketlerinin hepsinin avukatları var. Sanılmasın ki, avukatlar, bunlarla milyarlarca lira para kazanacaklar. Pazarlık esas... Ücret sözleşmesi, baro ve Barolar Birliğince, hatta itiraz edildiğinde Adalet Bakanlığınca tespit edilecek bir olaydır. Yani, avukatlar, bütün şirketlerden milyarlarca liralık ücret alarak büyük kazanç sağlayacaklar gibi bir durum söz konusu değildir. Özel sektördeki bütün şirketleri, küçük şirketleri veya diğer müesseseleri de ürkütmenin anlamının olmadığını ifade ediyorum.

Sevgili arkadaşlarım, kooperatiflerin birçoğundan mağdur olmayan insan yok. Gerçekten yıllarca sürüyor, birtakım suiistimaller oluyor. Hepinizin ve bizim dışımızdaki bütün vatandaşların başlarına geldi bu. Onun için, bunu da, ben, doğru bulduğumu ifade ediyorum. Tabiî ki, 100 üyelik bir sınırlama da doğrudur.

Değerli arkadaşlar, tabiî, bu maddelerin hepsinde de söylenecek çok şey var, birtakım güzellikler var; ama, bunları ifade imkânımız yok.

Son olarak şunu söylüyorum: Avukatlarla uzlaşma meselesi var. Hani, filmlerde görüyorsunuz Amerika'da. Bu, eskiden de vardı; yani, avukatlar arasında görüşmeler olurdu; ama, buna bir resmiyet verilmiş. Yani, avukatlar müvekkillerini buluşturup, hatta bir araya getirip, gerçekten bir yetkiyle bunları yapabilme imkânına kavuşmuşlardır. Ben, bu bakımdan, bu bölümdeki değişikliklerin doğru olduğunu ifade ediyorum.

Tabiî, gönlümüz ister ki, dünyada gördüğümüz gibi, avukatlar daha güçlü olsunlar, tabiî, toplum daha güçlü olsun, avukata ücret verirken daha rahat verebilsinler diye düşünüyoruz. İnşallah, o günlere de geliriz. Dünyanın birçok yerinde danışma ücretleri vardır. Avukat, basar teybine, konuştuğu saat kadar ücret alır. Ben, pratikte hiçbir avukat arkadaşımızın doğru dürüst danışma ücreti aldığını bilmem, hele siyasî avukatlar hiç almaz.

YASİN HATİBOĞLU (Çorum) - Ödediği harçlardan haber ver...

MEHMET GÖZLÜKAYA (Devamla) - Sayın Hatiboğlu "harçları da öderiz" der.

Bu bakımdan, herhangi bir şekilde, avukatların, haklarını suiistimal edeceği kimsenin aklına gelmesin. Benim bir lafım var; inşallah, hukukçulardan da bir Başbakan olur temennisiyle hepinize saygılar sunuyorum. (DYP ve FP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN - Teşekkür ederiz Sayın Gözlükaya.

Fazilet Partisi Grubu adına, Manisa Milletvekili Sayın Bülent Arınç; buyurun efendim. (FP sıralarından alkışlar)

Süreniz 10 dakika efendim.

FP GRUBU ADINA BÜLENT ARINÇ (Manisa) - Sayın Başkan, değerli arkadaşlarım; hepinizi tekrar saygıyla selamlıyorum.

Birinci Bölüm üzerinde Fazilet Partisi Grubu adına söz aldım. Bildiğiniz gibi, Birinci Bölüm, 1 inci maddeden 26 ncı maddeye kadar olan kısımdır. Kendi bölümümle ilgili olarak birkaç noktayı dikkatlerinize sunmak istiyorum.

Biraz önceki konuşmamda da ifade ettim, bu bölümün başında, avukatlık kurumunun, yargının temel unsurlarından olan bağımsız savunmayı temsil ettiği kabul edildi; bu, güzel bir cümleyle yer aldı.

2 nci maddede, avukatlığın amacı yeniden düzenlendi ve avukatlar görevlerini yaparken, kendisine yardımcı olmakla görevli olan kurumlar tek tek sayılmak suretiyle gösterildi.

Değerli arkadaşlarım, bunun dışında, birkaç madde üzerinde durmak istiyorum. Bir tanesi 9 uncu madde. Avukatlık Kanununun 12 (b) maddesinde, bildiğiniz gibi, öğretmenler -hemen hemen her seviyede- aynı zamanda avukatlık yapabiliyorlardı; bu, yeni getirilen tasarıda değiştirildi ve öğretmenlerin avukatlık yapma hakları ortadan kaldırıldı. Tartışılabilir; ama, böyle uygun görüldü. Biz de, lehindeki ve karşı görüşleri tarttığımız zaman, mümkün olabileceğini düşünüyoruz; ancak, tasarıda, herhangi bir maddede, kazanılmış haklar konusunda bir düzenleme mevcut değil. Bu nedenle, en azından, kazanılmış hakların korunmasına yönelik bir düzenleme getirilmeliydi; ancak, bu şekilde getirilmiş olmasından, şu anda öğretmenlik yapan avukatların tekrar görevlerine devam edebilecekleri anlaşılıyor; ben, aksi bir hüküm görmüyorum; ancak, doğal olanı, kazanılmış hakların da bir madde içerisinde gösterilmesi ve bir düzenleme yapılmasıydı.

Değerli arkadaşlarım, 16 ncı madde, Avukatlık Kanununun 27 nci maddesinde değişiklik yapıyor ve avukatlık stajyerlerine kredi verilmesi imkânı getiriliyor. Bildiğiniz gibi, avukat stajyerleri, staj süresince herhangi bir işte çalışmıyorlar. Bu yüzden, maddî durumları müsait olmayan; ama, istidatlı ve arzulu gençler, staj yapamıyorlar ve avukat olamıyorlar. Tasarının bu maddesi, avukatlık stajı yaparken kredi sistemini öngörmektedir. Herhalde herkese yardım yapılması mümkün olmadığına göre, yeni düzenleme daha rasyonel ve akılcıdır; ancak, kaynak temininde benimsenen yöntem acaba yerinde mi? Bildiğiniz gibi, ihdas edilen vekâletname pulu yöntemi, zaten altından kalkılamaz hale gelmiş olan yargı masraflarını biraz daha ağırlaştıracaktır. Bunun yerine, mevcut vekâletname suret harçları doğrudan bu fona aktarılsa, kaynak olarak kabul edilse veya Adalet Teşkilatını Güçlendirme Fonu kaynaklarından muayyen birkısım stajyer kredilerinde kullanılabilse, daha mı uygun olurdu; şahsen, biz, bu görüşteyiz. Dolayısıyla, bugün, tenkidi yapılan bazı konularda, belki biraz abartılarak ve büyütülerek, ama, yeni bir yargı gideri doğurulmamalı ve Adalet Teşkilâtını Güçlendirme Fonundan, onun kaynaklarından bir miktar aktarılabilmeliydi diye düşünüyorum.

Değerli arkadaşlarım, avukatlık sınavı eskiden de vardı, bir ara ilga edildi. Şimdi, bu mülga hükümler yeniden ihdas edilmektedir ve avukatlık sınavı tekrar konulmaktadır. Biraz önceki konuşmamda, hukuk fakültelerinin sayısı ve buradan mezun olan gençlerimizin sayısı ortaya konulmuş ve gerçekten, hem avukatlığa bir kalite kazandırabilmek hem de nispeten yığılmaları önleyebilmek açısından sınav sisteminin faydalı olabileceği öngörülmüştü. Yeniden sınav ihdas edilmektedir; ama, staj bitim belgesi aldıktan sonra.

Burada, esas itibariyle, olumlu bir düzenleme olduğunu görüyoruz; ama, tasarının genelinde mevcut olan Barolar Birliğini güçlendirme düşüncesi, burada da, açıkça kendisini gösteriyor. Sınav konusunda tasarıda belirsizlikler var. Bütün bunların bir yönetmelikle düzenlenebileceği öngörülmüş; ama, keşke, tasarının içerisine konabilseydi. Çünkü, avukatlığa başlayabilme, bu sınavı kazanma şartına denk getirildiğine göre, böyle önemli bir sınavın şartları, koşulları, ne şekilde yapılacağı kanunda açıkça yazılmalıydı diye düşünüyorum. Gerçi, Avukatlık Kanununda, barolara yönetmelik çıkarma yetkisi verilmiş; ama, ilk defa ihdas edilen böyle bir sınavın ilkelerinin kanunda gösterilmiş olması çok daha iyi olacaktı.

Bu sınavla neyin ve nasıl ölçüleceği çok belli değil. Gerçi, tasarının 19 uncu maddesinde "avukatlık sınavının amacı, stajyerin meslek kuralları bilgisi ile hukuk ilkelerini ve mevzuat hükümlerini olaylara uygulayabilme yeterliliğini değerlendirmektir" deniliyor. Bu, şüphesiz, sınavla ilgili yönetmelik ortaya çıktığında, somut olarak da ortaya konulmalıdır.

Bu sınav ne şekilde yapılacaktır? Sınav sorularını kim hazırlayacaktır? Sınav usulünün yasada düzenlenmediği ve yönetmeliğe bırakıldığı dikkate alınırsa, şunları, düşüncemiz olarak ifade edebilirim: Kanaatimizce, sınav, mutlaka, yazılı olarak yapılmalı, sözlü usulde sınav yapılmamalıdır. Yazılı sınav tamamen test veya klasik usulde yapılabileceği gibi, kısmen test, kısmen de klasik usulde, karma bir yazılı yöntem de benimsenebilir. Sınavda, hukuk fakültelerinde okutulan derslerle ilgili bilgiler ölçülmelidir. Sınav soru ve cevaplarını, hukuk fakülteleri öğretim üyelerinden oluşturulacak bir sınav komisyonu belirlemelidir. Bu arada, biraz evvel isimlerini okuduğum, hukuk fakültesi işliğinde, hukuk fakülteleri içerisinde, muayyen, belirli hukuk fakültesi mezunlarına avantaj sağlamamak bakımından, komisyon üyeleri de, muhtelif hukuk fakültelerinden seçilmelidir; daha objektif olur diye düşünüyorum.

Değerli arkadaşlarım, sınav zamanı da değiştirilebilir. Tasarıda, sınav, avukatlık stajının sonunda düşünülmüştür. Böyle bir düzenleme, bize göre zaman ve emek kaybı demektir. Şüphesiz, bunlar, komisyon görüşmeleri sırasında da ifade edilmiştir; ama, bir ölçüde uzlaşma sağlayabilmek, tasarı ve teklifleri birleştirebilmek açısından, sınavın staj sonunda yapılması kabul edilmiştir. Ancak, söylediğimiz gibi olduğu takdirde, yani, stajın sonunda sınav yapılabilseydi, bu zaman ve emek kaybını önlemiş olacaktı. Şimdi, bir yıl staj süresi var, kaybedilen zaman ve emek buna göre değerlendirilebilir. Sınav, staja başlamadan önce yapılmalı, sınavı başaramayan da staja kabul edilmemeliydi.

Öte yandan, sınav, fakültelerin mezun verdikleri ve erkek adayların askere alındıkları aylara göre yapılabilir. Buna göre, ağustos, kasım, şubat ve mayıs aylarında olmak üzere, yılda dört kez sınav yapılması uygun olabilir. Fakülteyi bitiren aday, çıkış belgesi veya diplomayla doğrudan ÖSYM'ye başvurmalı, ilgili baronun, sınava giriş belgesi tanzim etmesi gibi bir zorunluluk bulunmamalıdır. Sınav usulünün ve soruların barolar birliğince belirlenmesi, sınava girecek adayların barolarca tespit edilmesi benimsenirse, aday tarafından açılacak davalarda, muhatap, barolar veya birlik olacaktır. Bu da, avukatlar ile baro ve birlik arasındaki iyi ilişkilerin zedelenmesine yol açabilecektir.

Değerli arkadaşlarım, bir önemli düzenleme de, tasarının 23 üncü maddesinde "uzlaşma sağlama" başlığı altında, avukatların katıldığı uzlaşma tutanakları, İcra ve İflas Kanununun 38 inci maddesine göre ilam mahiyetindedir. Bu, doğru ve yerinde bir düzenlemedir; ama, aynı şekilde bir düzenlemenin de avukatlık ücret sözleşmelerinde yapılması uygun olurdu. Avukatlık ücret sözleşmeleri ilam niteliğinde belge sayılabilseydi, hiç olmazsa ihtilaflar büyük ölçüde ortadan kalkardı. Yoksa, vekâlet ücretine ilişkin dava ve uyuşmazlıklar, maalesef, yıllarca sürmektedir. Bunu bilen müvekkiller de davanın belli bir aşamasında avukatı azletmekte ve ücretin tahsilatında büyük sıkıntılar doğmaktadır. Uzlaşma tutanağına ilam gücünü veren tasarı, avukatlık ücret sözleşmesi konusunda, maalesef, bir ihmalde bulunmuştur.

Değerli arkadaşlarım, yasada buna benzer pek çok düzenleme var, üzerinde tartışılabilecek noktalar var; ama, genel olarak meseleye baktığımızda, bu düzenlemenin faydalı, yararlı olabileceğini ve uygulama sırasında, yine, ihtiyaç duyulursa, bazı maddelerinin değiştirilebilmesi imkânı olacağını düşünüyorum.

Hem bu yasa tasarısına karşı hem de avukatlık mesleğine karşı haksız ve ağır eleştiriler yapılıyor; doğrusu, bunları kabul etmek mümkün değil. Avukatlar da bir meslek icra ediyorlar; her meslek sahibi insanlar gibi, bunun içerisinde de görevini yapmayan veya ihmal eden kişiler bulunabilir.

Avukatlar ile milletvekillerinin kaderini, ben, bir benzerlik içerisinde görüyorum. Avukatlar, toplumun içerisinde ve toplumla beraberdir, onların sorunlarını en iyi bilen ve onlarla birebir karşı karşıya kalan insanlardır. Milletvekillerine yöneltilen ne kadar haksız suçlama varsa, bir ölçüde de avukatlara bunlar yapılmaktadır. Ben, hukuk fakültesini bitirdim, kaymakamlık stajına başladım -burs almıştım- sonra avukatlığa döndüğüm zaman, en yakınımda ailemden başlayarak, insanlar, bana, bu mesleği niçin seçtiğim konusunda hep tarizde bulundular.

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN - Sayın Arınç, 1 dakika içinde toparlar mısınız efendim.

BÜLENT ARINÇ (Devamla) - Avukatlar, bir yalancı meslek olarak, kamuoyunda, haklı veya haksız, bir itibar yıpranmasına maruz kalmıştır; ama, milletvekillerinin maaşı da, dokunulmazlığı da, lojmanları da, her gün, haksız bir şekilde eleştiriliyor. Şüphesiz, avukatların kendi kendilerini yenilemeleri, sağlıklı ve kaliteli görev yapmaları, içinde bulundukları hayat şartlarının düzeltilmesi, kendilerine yasalarca tanınan imkânlar yanında, kendi meslek kuruluşları içerisinde de sürekli eğitimin ve kalitenin kollanmış olması, herhalde, toplumdaki beklentilerin de karşılığını bulmasına yol açacaktır.

Bu mesleğin bir savunma mesleği olduğunu biliyor ve mesleğin güçlendirilmesi gerektiği üzerinde, sanıyorum, fikir beraberliği içinde bulunuyoruz.

Ben, tekrar, bu maddelerin, yani, sorumlu olduğum bölümün avukatlık mesleğine ve hukuk camiasına hayırlı olmasını diliyor; hepinize hayırlı akşamlar diliyorum. (Alkışlar)

BAŞKAN - Teşekkür ederiz Sayın Arınç.

Bu bölümle ilgili üç önerge vardır. Önce, geliş sırasına göre okutacağım, sonra da aykırılık sırasına göre işleme alacağım.

Birinci önergeyi okutuyorum:

Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına

413 sıra sayılı kanun tasarısının çerçeve 18 inci maddesiyle yeniden düzenlenmesi öngörülen Avukatlık Kanununun 29 uncu maddesinin ikinci fıkrasındaki "dört defa" ibaresinin "altı defa" olarak, aynı maddenin üçüncü fıkrasındaki "üç yıl" ibaresinin ise "dört yıl" olarak değiştirilmesini, çerçeve 19 uncu maddesiyle yeniden düzenlenmesi öngörülen Avukatlık Kanununun 30 uncu maddesinin üçüncü fıkrasına "duyurulması" ibaresinden sonra gelmek üzere "hiçbir surette mülakat içermeksizin" ibaresinin eklenmesini Grubumuz adına saygıyla arz ederiz.

 

Nevzat Ercan

Ali Rıza Gönül

 

Turhan Güven

 

Sakarya

Aydın

İçel

 

 

BAŞKAN - Diğer önergeyi okutuyorum:

Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına

Görüşülmekte olan 413 sıra sayılı kanun tasarısının, çerçeve 4 üncü maddesiyle değiştirilen Avukatlık Kanununun 4 üncü maddesinin birinci fıkrasına "savcılıklarında," kelimesinden sonra gelmek üzere "Anayasa Mahkemesi raportörlüklerinde, Danıştay üyeliklerinde," ibaresinin eklenmesini,

Çerçeve 16 ncı maddesiyle değiştirilen Avukatlık Kanununun 27 nci maddesinin beşinci fıkrasının aşağıdaki şekilde değiştirilmesini ve aşağıdaki fıkranın altıncı fıkra olarak eklenmesini,

"Bu kredinin ilke ve koşulları, kimlere verileceği, miktarı, geri ödeme şekli, geri ödemeden gelen paralar ile kredi ödemelerinden sonra arta kalan miktarın barolar ve Türkiye Barolar Birliği arasında dağıtım ve sarf esasları ve diğer hususlar Türkiye Barolar Birliği Yönetim Kurulunca hazırlanacak ve Adalet Bakanlığınca onaylanacak yönetmelikte gösterilir.

Pul bedelleri ile geri ödemeden gelen paralar ve bunların gelirleri, kredi ödemelerinden arta kalan miktarın dağıtımı ve sarfı, her yıl Adalet Bakanlığı tarafından ek 4 üncü maddedeki esas ve usullere göre denetlenir."

Çerçeve 18 inci maddesiyle yeniden düzenlenen Avukatlık Kanununun mülga 29 uncu maddesinin birinci fıkrasının aşağıdaki şekilde, ikinci fıkrasındaki "dört defa" ibaresinin "altı defa", üçüncü fıkrasındaki "üç yıl içinde" ibaresinin "dört yıl içinde" şeklinde değiştirilmesini,

"Sınava girecek olanlara, stajyer listesinde yazılı oldukları baro yönetim kurulunca sınav başvuru belgesi verilir ve bunların listesi Türkiye Barolar Birliğine bildirilir."

Çerçeve 19 uncu maddesiyle yeniden düzenlenen Avukatlık Kanununun mülga 30 uncu maddesinin son fıkrasında geçen "sınavın yapılış şekli," ibaresinin "sınav konuları" şeklinde değiştirilmesini,

Çerçeve 22 nci maddesinin aşağıdaki şekilde değiştirilmesini, arz ve teklif ederiz.

MADDE 22. - Avukatlık Kanununun 35 inci maddesinin üçüncü fıkrasına aşağıdaki hükümler eklenmiştir.

"Ancak, 29.6.1956 tarih ve 6762 sayılı Türk Ticaret Kanununun 272 nci maddesinde öngörülen esas sermaye miktarının beş katı veya daha fazla esas sermayesi bulunan anonim şirketler ile üye sayısı yüz veya daha fazla olan yapı kooperatifleri sözleşmeli bir avukat bulundurmak zorundadır. Bu fıkra hükmüne aykırı davranan kuruluşlara mahallin büyük mülkî idare amiri tarafından sözleşmeli avukat tayin etmedikleri her ay için, sanayi sektöründe çalışan onaltı yaşından büyük işçiler için suç tarihinde yürürlükte bulunan, asgarî ücretin bir aylık brüt tutarı kadar para cezası verilir. Verilen para cezalarına dair kararlar ilgililere Tebligat Kanunu hükümlerine göre tebliğ edilir. Bu cezalara karşı tebliğ tarihinden itibaren en geç yedi gün içinde yetkili sulh ceza mahkemesine itiraz edilebilir. İtiraz üzerine verilen karar kesindir. Bu cezalar 21.7.1953 tarih ve 6183 sayılı Amme Alacaklarının Tahsil Usulü Hakkında Kanuna göre tahsil edilir ve Hazineye gelir kaydedilir."

 

Emrehan Halıcı

Mehmet Nacar

Beyhan Aslan

 

Konya

Kilis

Denizli

 

Dengir Fırat

Ahmet İyimaya

Mehmet Gözlükaya

 

Adıyaman

Amasya

Denizli

 

KAMER GENÇ (Tunceli) - Sayın Başkan, bu önergeyi işleme koyamazsınız; çünkü, bakın burada "gruplar önerge verebilir" deniliyor. Önergeyi her gruptan bir milletvekili imzalamış.

BAŞKAN - Grup başkanvekilleri veriyor efendim.

KAMER GENÇ (Tunceli) - Olur mu?..

BAŞKAN - Okutacağım üçüncü önerge, aynı zamanda, en...

KAMER GENÇ (Tunceli) - Sayın Başkan, biraz önce okuttuğunuz önergeyi işleme koyamazsınız. Her gruptan bir milletvekili var.

BAŞKAN - Grup başkanvekilleri veriyor efendim.

KAMER GENÇ (Tunceli) - Efendim, grup başkanvekilleri olarak verebilir, başka gruplarla birlikte veremez. Onun için, bu, grup önergesi olmaz ki. Yani, bu İçtüzüğü biraz öğrenerek çıkın o kürsüye canım! Allah Allah!.. Bakın, önerileri okuyun: "Gruplar önerge verebilir" deniliyor.

BAŞKAN - Efendim, üçüncü önerge, aynı zamanda en aykırı önergedir; okutup, işleme alacağım:

Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına

Görüşülmekte olan 413 sıra sayılı Avukatlık Kanununda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Tasarısı ile Avukatlık Kanununa Bazı Maddelerin Eklenmesine Dair Kanun Tasarısı ve Kütahya Milletvekili Emin Karaa'nın 1136 sayılı Avukatlık Kanununun Bazı Maddelerinin Değiştirilmesi ve Bu Kanuna Bazı Maddeler Eklenmesine Dair Kanun Teklifinin;

1, 2, 3, 4, 5, 6 ve 7 nci maddelerinin, 8 inci maddesinin 1 inci fıkrasından "Avukat kimliği resmî belge niteliğindedir" ibaresinin,

9, 10, 12, 13, 14, 15, 16, 17, 18, 19, 20, 22 ve 24 üncü maddelerinin metinden çıkarılmasını,

25 inci maddesinin aşağıdaki şekilde değiştirilmesini arz ve teklif ederim.                                                                      Kamer Genç                                                                                    Tunceli

Madde 25 - Tayin olunun avukat, daha önce Türkiye Barolar Birliğince bölgeleri itibariyle belirlenerek Adalet Bakanlığınca onaylanan ücret karşılığında işi takip etmek zorundadır.

BAŞKAN - Sayın Komisyon önergeye katılıyor musunuz?

ADALET KOMİSYONU BAŞKANI EMİN KARAA (Kütahya) - Katılmıyoruz Sayın Başkan.

BAŞKAN - Sayısal çoğunluğunuz yok; takdire bırakıyorsunuz.

Sayın Hükümet?..

ADALET BAKANI HİKMET SAMİ TÜRK (Trabzon) - Katılmıyoruz.

BAŞKAN - Sayın Genç?..

KAMER GENÇ (Tunceli) - Sayın Başkan, benim bu önergemin,  aslında, 2 nci maddede işleme konulması lazımdı; ama... Neyse, kürsüde açıklayayım.

BAŞKAN - Sayın Genç, önergeyi ikinci bölümde mi işleme alalım?

KAMER GENÇ (Tunceli) - Hayır efendim, her bölümde... Şimdi açıklayayım...

BAŞKAN - Efendim, önergeniz 1 inci maddeden itibaren de, onun için...

Buyurun Sayın Genç.

Süreniz 5 dakika.

KAMER GENÇ (Tunceli) - Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; şimdi, bakın, biraz önce, Komisyon konuştu; ben, arkasından söz istedim; -İçtüzükte, son söz milletvekilinin- Başkan vermedi.

Şimdi, Sayın Başkan, burası DSP kongresi değil, istediğinize söz vereceksiniz, istemediğinize vermeyeceksiniz... (DSP sıralarından gürültüler)

MUSTAFA GÜVEN KARAHAN (Balıkesir) - Ne alakası var?! Bırak allahaşkına!..

KAMER GENÇ (Devamla) - Doğru; yani, İçtüzük açık...

İkincisi, Sayın milletvekilleri, ben, bu kanun tasarısının üzerinde, yazın çalıştım; tam 100 küsur önerge hazırladım ve her maddede de... Orada var... Şimdi, Kanunlar Müdürlüğündeki arkadaşlar, getirmiş, bir maddeye hasretmişler. Bakın, böyle bir kanun olmaz; 25 madde üzerinde bir önerge verilmez; aklı olan, izanı olan herkes bunu kabul eder. Böyle bir kanun müzakeresi oldu mu?! Siz, 25 tane maddeyi birleştireceksiniz; bu, her bir maddede... Toplumda ferdi çok yakından ilgilendiren bir konu.

Şimdi, 2 nci maddeyi açın bakın; avukatlar... Bakın, arkadaşlar, ben avukatlara saygı duyuyorum; ama, bazı yetkileri verdiğiniz zaman, kötü niyetli insanlar kötüye kullanabilir. Bir zamanlar, Merkez Bankasının başlık yazısı alınarak, gümrüklerden, sanki ithalat müsaadesi alınmış gibi, kaçak mal sokuldu Türkiye'ye. Şimdi, burada da, Avukatlara bazı yetkiler tanınıyor. Bu tanınan yetkiler, icabında hatalı kullanılır; kullanıldığı takdirde de avukatlık müessesesi yıpranır. Bunun ortasını bulmak lazım. Şimdi, avukat, gidip de resmî daireden bir belge aldığı zaman -yüzde 1'i de olsa- zavallı vatandaş bunu bilemez ki; ya, hatalı bir belge getirdi; ne yapacaksınız? Hak yenilmiş olur. Bunlar ifrat-tefrit meselesi; ama, burada, getirilmiş, birçok madde birleştiriliyor, ondan sonra önerge veriliyor... Bakın, ben biraz önce burada konuştuğum zaman dedim ki, kardeşim, ben, bir fert olarak kendi davamı açmalıyım. Ben eğer biliyorsam hanımımın da davasını açmalıyım, oğlumun da davasını açmalıyım. Yani, niye gidip bir avukat tutayım? Benim bir aile gelirim var, niye tutayım?! "Yok, ille gidip bir avukat tutacaksın..." Böyle bir şey olur mu yani?!. Olmaz. Mademki şeyiz... Niye?.. "İlle avukata para vereceksin." O zaman da insanlar avukat tutmaktan vazgeçiyor.

NECDET SARUHAN (İstanbul) - Böyle bir şey yok; nereden çıkartıyorsun bunları?!

KAMER GENÇ (Devamla) - Aç 35 inci maddeyi oku.

NECDET SARUHAN (İstanbul) - Herkes dava açma hakkına sahip.

KAMER GENÇ (Devamla) - Ben diyorum ki, hem kendimin hem eşimin hem çocuğumun davasını açayım.

NECDET SARUHAN (İstanbul) - Anlatma bunları kamuoyuna; demin Bakan da söyledi.

KAMER GENÇ (Devamla) - Doğrusunu söylüyorum. Çıksın Bakan da söylesin, Komisyon Başkanı da söylesin. Sen ne biçim avukatlık yaptın? Bir kişi ancak kendisine dava açabilir. Oğluna açamaz, karısına açamaz, babasına açamaz. Yani, bunu bilmiyorsanız.. Gelip de oy veriyorsunuz.

NECDET SARUHAN (İstanbul) - Mevcut yasada açabilir misiniz?

KAMER GENÇ (Devamla) - Efendim, yani, yasayı o şekilde değiştirelim, vatandaşın lehine değiştirelim.

BAŞKAN - Sayın Saruhan, lütfen...

KAMER GENÇ (Devamla) - Arkadaşlar, bakın, neye oy verdiğinizi dahi bilmiyorsunuz. Ben diyorum ki...

EDİP ÖZGENÇ (İçel) - Derdin ne senin?! Ne derdin var bu avukat arkadaşlarla?!

KAMER GENÇ (Devamla) - Vatandaşın hakkını savunmayacak mıyım?

Sayın Başkan, bunlar ne diyorlar?!

BAŞKAN - Sayın Genç, Sayın Özgenç, lütfen...

KAMER GENÇ (Devamla) - Ben avukatlardan bir şey istemiyorum ki... Ben vatandaşın hakkını savunuyorum.

NECDET SARUHAN (İstanbul) - O zaman, doğruyu söyle!

KAMER GENÇ (Devamla) - Diyorum ki, vatandaşın hakkından kendinize para almayın.

Siz avukatsınız, lehinize kanun çıkartıyorsunuz. Biraz önce dedim ki, banka hortumlayan insanların gücü bankaya yetti; biz de milletvekilleri olarak kendi lehimize kanun çıkartırsak, o hortumculardan ne farkımız olur?! Ben de bunu diyorum. Bu kıyak avukatlıktır. Verin bir önerge "milletvekilleri bundan yararlanmaz" deyin.

Biraz önce Komisyon Başkanı burada yanlış bir bilgi verdi, dedi ki: " 6 000 tane anonim şirket var." Hayır, 50 000'in üzerinde anonim şirket var. Ben Sanayi Bakanına sordum. Aşağı yukarı, 40 000'e yakın da 100 kişiyi geçen kooperatif var. Yani, buraya getirip de yanlış bilgi vermek suretiyle, böyle olayı küçülterek burada yanlış kanun çıkarılır mı sayın milletvekilleri?! Gecenin bu saatinde 98 maddelik bir kanunu böyle 5 dakikada çıkarın da, ondan sonra vatandaşın canı yansın. Böyle kanun çıkarırsanız, bu kanun doğru dürüst uygulanmaz memlekette, memlekete fayda yerine zarar getirir, avukatlık müessesesini de yıpratır.

Biraz önce dedim; bakın, yeminli malî müşavirlere tuttunuz fatura tasdik etme yetkisi verdiniz, bana göre hatalı verildi; ama, o yeminli malî müşavirlerin birçoğu naylon faturayı tasdik etti, gidildi, trilyonlarca, katrilyonlarca lira hayalî ihracattan vergi alındı. Bakın, serbest meslek sahibi olarak faaliyette bulunan insanlara çok büyük yetki verdiğiniz zaman, bunların bazıları kendi cebini düşünür; bunu kabul etmek lazım. İnsanlar kendi menfaatlarını zaman zaman  her şeyin üstünde tutabilirler.

Burada da getirilen tasarı yanlış. 2 nci maddeyle getirilen yanlış. Benim cebimden, vatandaşın cebinden, harç pulunu Barolar Birliğine çıkarma yetkisi vermek yanlış. Bunları söylüyorum. Çıkarıyorsunuz; zaten çoğunluk var.

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN - Sayın Genç, toparlar mısınız.

KAMER GENÇ (Devamla) - Bakın, biz, burada, bu kadar yoksulluk içinde olan memura, adliyede çalışan zabıt kâtibine, hademeye, odacıya bir şey çıkarıyor muyuz, öğretmene bir şey çıkarıyor muyuz... Öğretmene bir şey  çıkarıyor muyuz; yok. Bu saatte 20 000 avukatın durumunu düzeltmek için kanun çıkarıyoruz. Bunun anlamı budur. Benim hazmedemediğim budur. Yoksa, benim avukatlarla bir alacağım, vereceğim yok.  Benim bir davam olsa kendim de savunuyorum; ama, bu halk her şeyi bilsin.

EDİP ÖZGENÇ (İçel) - Herkesin müstakil dava açma hakkı  var.

KAMER GENÇ (Devamla) - Bu halk her şeyi bilsin ki, desin ki: Bu milletvekilleri bu saatte bunu çıkarıyor. İşte, Parlamentonun itibarını böyle zedeliyoruz.

Bakın, doğruları söyleyince hoşunuza gitmiyor tabiî.

Peki, saygılar sunarım.(DYP sıralarından alkışlar)

Karar yetersayısının aranılmasını istiyorum.

EDİP ÖZGENÇ (İçel) - Millete yanlış bilgi veriyorsunuz, başka bir şey yapmıyorsunuz.

ADALET KOMİSYONU BAŞKANI EMİN KARAA (Kütahya) - Sayın Başkan...

BAŞKAN - Buyurun Sayın Karaa.

ADALET KOMİSYONU BAŞKANI EMİN KARAA (Kütahya) - Sayın Başkan, sayın milletvekilleri; Sayın Genç'in söylediği gibi, Komisyon Başkanının yanlış bilgiler vermesi söz konusu olamaz.

KAMER GENÇ (Tunceli) - Soralım Sanayi Bakanlığından.

ADALET KOMİSYONU BAŞKANI EMİN KARAA (Kütahya) - Sayın Genç başkasıyla bizi karıştırıyor.

Mevcut kanunun 35 inci maddesin de zaten... Kamuoyunun yakından bilmesinde yarar var. Sayın Genç, öyle ithamlarda bulunuyor ki, bütün yurttaşların dava açmak için avukat tutma mecburiyeti olduğunu söylüyor. Oysa, mevcut kanunun 35 inci maddesi "dava açmaya yeteneği olan herkes kendi davasına ait evrakı düzenleyebilir, davasını bizzat açabilir ve işini takip edebilir..."

KAMER GENÇ (Tunceli) - Ben onu demedim. Anlamıyorsun Komisyon olarak. Ben, çocuklarımın davasını açayım dedim.

ADALET KOMİSYONU BAŞKANI EMİN KARAA (Kütahya) - Bu yürürlükteki kanun metni, aynen tasarıda da mevcuttur.

Bizim sözünü etmiş olduğumuz rakamların yanlış olduğunu ileri süren Genç'i, tekrar, buradan ikaz ediyorum. Türkiye'de, sermayesi 25 milyar liranın üzerinde olan şirket sayısı 6 252'dir; onun söylediği gibi 50 000'in üzerinde değildir.

KAMER GENÇ (Tunceli) - Ben de sordum.

ADALET KOMİSYONU BAŞKANI EMİN KARAA (Kütahya) - 6 252'dir. Burada, resmî yazı var.

Ayrıca, üye sayısı 100 üyeden fazla olan yapı kooperatiflerinin adedi 3 342'dir. Onun söylediği gibi, yüzbinlerce kooperatif söz konusu değildir.

Bu hususların bilinmesinde yarar görüyorum.

Teşekkür ederim. (DSP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN - Teşekkür ederiz.

KAMER GENÇ (Tunceli) - Karar yetersayısının aranılmasını istemiştim Sayın Başkan.

BAŞKAN - Sayın milletvekilleri, komisyonun takdire bıraktığı, Hükümetin katılmadığı, gerekçesini dinlediğiniz önergeyi oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler... Kabul etmeyenler... Karar yetersayısı vardır; önerge kabul edilmemiştir.

İkinci önergeyi okutuyorum:

Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına

Görüşülmekte olan 413 sıra sayılı kanun tasarısının çerçeve 4 üncü maddesiyle değiştirilen Avukatlık Kanununun 4 üncü maddesinin birinci fıkrasına "savcılıklarında," kelimesinden sonra gelmek üzere "Anayasa Mahkemesi raportörlüklerinde, Danıştay üyeliklerinde," ibaresinin eklenmesini,

Çerçeve 16 ncı maddesiyle değiştirilen Avukatlık Kanununun 27 nci maddesinin beşinci fıkrasının aşağıdaki şekilde değiştirilmesini ve aşağıdaki fıkranın altıncı fıkra olarak eklenmesini,

"Bu kredinin ilke ve koşulları, kimlere verileceği, miktarı, geri ödeme şekli, geri ödemeden gelen paralar ile kredi ödemelerinden sonra arta kalan miktarın barolar ve Türkiye Barolar Birliği arasında dağıtım ve sarf esasları ve diğer hususlar Türkiye Barolar Birliği Yönetim Kurulunca hazırlanacak ve Adalet Bakanlığınca onaylanacak yönetmelikte gösterilir.

Pul bedelleri ile geri ödemeden gelen paralar ve bunların gelirleri, kredi ödemelerinden arta kalan miktarın dağıtımı ve sarfı, her yıl Adalet Bakanlığı tarafından ek 4 üncü maddedeki esas ve usullere göre denetlenir."

Çerçeve 18 inci maddesiyle yeniden düzenlenen Avukatlık Kanununun mülga 29 uncu maddesinin birinci fıkrasının aşağıdaki şekilde, ikinci fıkrasındaki "dört defa" ibaresinin "altı defa", üçüncü fıkrasındaki "üç yıl içinde" ibaresinin "dört yıl içinde" şeklinde değiştirilmesini,

"Sınava girecek olanlara, stajyer listesinde yazılı oldukları baro yönetim kurulunca sınav başvuru belgesi verilir ve bunların listesi Türkiye Barolar Birliğine bildirilir."

Çerçeve 19 uncu maddesiyle yeniden düzenlenen Avukatlık Kanununun mülga 30 uncu maddesinin son fıkrasında geçen "sınavın yapılış şekli," ibaresinin "sınav konuları" şeklinde değiştirilmesini,

Çerçeve 22 nci maddesinin aşağıdaki şekilde değiştirilmesini arz ve teklif ederiz.

 "Madde 22.- Avukatlık Kanununun 35 inci maddesinin üçüncü fıkrasına aşağıdaki hükümler eklenmiştir.

Ancak, 29.6.1956 tarih ve 6762 sayılı Türk Ticaret Kanununun 272 nci maddesinde öngörülen esas sermaye miktarının beş katı veya daha fazla esas sermayesi bulunan anonim şirketler ile üye sayısı yüz veya daha fazla olan yapı kooperatifleri sözleşmeli bir avukat bulundurmak zorundadır. Bu fıkra hükmüne aykırı davranan kuruluşlara mahallin en büyük mülkî idare amiri tarafından sözleşmeli avukat tayin etmedikleri her ay için, sanayi sektöründe çalışan onaltı yaşından büyük işçiler için suç tarihinde yürürlükte bulunan, asgarî ücretin bir aylık brüt tutarı kadar para cezası verilir. Verilen para cezalarına dair kararlar ilgililere Tebligat Kanunu hükümlerine göre tebliğ edilir. Bu cezalara karşı tebliğ tarihinden itibaren en geç yedi gün içinde yetkili sulh ceza mahkemesine itiraz edilebilir. İtiraz üzerine verilen karar kesindir. Bu cezalar 21.7.1953 tarih ve 6183 sayılı Amme Alacaklarının Tahsil Usulü Hakkında Kanuna göre tahsil edilir ve Hazineye gelir kaydedilir."

Mehmet Emrehan Halıcı

                  (Konya)

          ve arkadaşları

BAŞKAN - Sayın Komisyon?..

ADALET KOMİSYONU BAŞKANI EMİN KARAA (Kütahya) - Takdire bırakıyoruz Sayın Başkan.

BAŞKAN - Sayın Hükümet?..

ADALET BAKANI HİKMET SAMİ TÜRK (Trabzon) - Katılıyoruz.

BAŞKAN - Sayın Grup Başkanvekilim, gerekçeyi okumaya gerek kalmadı; çünkü, Hükümetimiz katılıyor.

MEHMET EMREHAN HALICI (Konya) - Evet...

BAŞKAN - Komisyonun takdire bıraktığı, hükümetin katıldığı önergeyi oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler... Etmeyenler... Önerge kabul edilmiştir.

KAMER GENÇ (Tunceli) - Sayın Başkan, yine yanlış yapıyorsunuz... Komisyon katılamaz, çoğunluğu olmadığı için...

ADALET KOMİSYONU BAŞKANI EMİN KARAA (Kütahya) - Takdire bırakıyoruz.

BAŞKAN - Takdire bırakıyor efendim.

KAMER GENÇ (Tunceli) - İçtüzüğü açın, okuyun; rica ediyorum... Gerekçesinin orada okunması lazım. Arkadaşlar, doğrusunu söylüyorum; doğrusu bu... Takdire bırakmış; gerekçeyi okuması lazım.

BAŞKAN - Üçüncü önergeyi okutuyorum...

Sayın milletvekilleri, okutacağım bu önergenin bir cümlesi, yani, tasarının 18 inci maddesi ve 29 uncu maddesiyle ilgili bölümler, bir önceki önergenin aynısıydı, kabul edildi; o nedenle, bu önergeyi;

"413 sıra sayılı kanun tasarısının 19 uncu maddesiyle yeniden düzenlenmesi öngörülen Avukatlık Kanununun 30 uncu maddesinin üçüncü fıkrasına "duyurulması" ibaresinden sonra gelmek üzere "hiçbir surette mülakat içermeksizin" ibaresinin eklenmesini saygıyla arz ederiz.

   Nevzat Ercan

          Sakarya"

Şeklinde düzeltiyorum; çünkü, daha önceki kabul edilen bölümde onu çıkarmış oluyoruz.

Sayın Komisyon, bu haliyle önergeye katılıyor musunuz efendim?

ADALET KOMİSYONU BAŞKANI EMİN KARAA (Kütahya) - Katılmıyoruz Sayın Başkan.

BAŞKAN - Sayın Hükümet?..

ADALET BAKANI HİKMET SAMİ TÜRK (Trabzon) - Katılmıyoruz.

BAŞKAN - Sayın Başkan...

TURHAN GÜVEN (İçel) - Neden katılmadıklarını onlar açıklasınlar. İçtüzükte "açıklama yaparlar" deniliyor; yapsınlar efendim. Hukuk var...

BAŞKAN - Sayın Bakan, neden katılmadığınızı ifade buyurun efendim.

ADALET BAKANI HİKMET SAMİ TÜRK (Trabzon) - Çünkü, burada, sınavın, Öğrenci Seçme ve Yerleştirme Merkezine yaptırılacağı öngörülmüştür. Öğrenci Seçme ve Yerleştirme Merkezi tarafından yaptırılan sınavlar, bilindiği gibi, çoktan seçmeli sınavlardır, bunlar yazılıdır. Dolayısıyla, bu sınavlarda, hiçbir biçimde, mülakat zaten söz konusu değildir.

BAŞKAN - Teşekkür ederiz.

Komisyonun katılmadığı, Hükümetin katılmadığı ve biraz önce Sayın Bakanın da katılmama gerekçesini dinlediğiniz önergeyi yeniden oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler... Etmeyenler... Önerge kabul edilmemiştir.

Birinci bölümü, kabul edilen değişiklik önergesi doğrultusunda oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler... Etmeyenler... Birinci bölüm kabul edilmiştir.

Sayın milletvekilleri, ikinci bölüm üzerindeki görüşmelere başlıyoruz.

İkinci bölüm, 26 ilâ 50 nci maddeleri kapsamaktadır. Bu bölümde de konuşma süreleri, gruplar, hükümet ve komisyon için 10'ar dakikadır.

Şimdi, söz isteklerini söylüyorum: Doğru Yol Partisi Grubu adına, Kayseri Milletvekili Sayın Sevgi Esen; Fazilet Partisi Grubu Adına, Ankara Milletvekili Sayın Cemil Çiçek.

Doğru Yol Partisi Grubu adına, Sayın Sevgi Esen, buyurun. (DYP sıralarından alkışlar)

Süreniz 10 dakikadır.

DYP GRUBU ADINA SEVGİ ESEN (Kayseri) - Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; bugün, huzurlarınızda, Avukatlık Kanunu tasarısını görüşmek üzere gündem oluşturulmuş bulunmaktadır. Ben de, bu mesleğe otuz yılını vermiş bir arkadaşınız olarak, Doğru Yol Partisi Grubu adına görüşlerimi bildirmek üzere söz almış bulunmaktayım; bu vesileyle, hepinizi en derin saygılarımla selamlıyorum.

Özellikle, bu tasarının öncelikli ve temel kanun olarak görüşülmesi nedeniyle, başta Sayın Bakan olmak üzere, tüm parti gruplarına, Adalet Komisyonu Başkan ve üyelerine, Barolar Birliğine, Ankara Barosunun değerli Başkan ve üyelerine teşekkür ediyorum.

Değerli milletvekilleri, birçok kanun gibi, avukatlık mesleğini düzenleyen ve halen yürürlükte olan Avukatlık Kanunu da 1969 tarihli ve eski bir kanundur. Hukuk sistemimizin esasını oluşturan ve düzenleyen kanunlarımızın çoğunun 1920'li ve 1930'lu yıllarda yapıldığı gerçeği karşısında, bugün geldiğimiz noktayı ve etrafımızda olan biteni ve bu tasarı nedeniyle bir kere daha gözlemlemek ve sorunların kaynağını bulmak zarureti vardır. Evet, sorunların kaynağını tespit etmek zarureti vardır. Bugünün Türkiye Büyük Millet Meclisinde birçoğumuz, Türkiye Cumhuriyetinin kuruluş aşamasını bilmesek de o büyük olayın ve yapılan reformların nimetlerinin eserleri olarak, bugün buradayız ve bu kürsüden demokrasi, daha çok demokrasi talebinde bulunuyoruz. Dileğimiz, yeni reformların kapısını hemen ve ivedilikle aralamaktır.

Ben, şahsen, bir cumhuriyet kadını olarak, henüz dünyanın "demokrasi" ve "cumhuriyet" sözcüklerine dahi tahammülü olmadığı ve hatta, tepkili olduğu bir dönemde meslek sahibi olmamızı ve görevlerin en yücesi Türkiye Büyük Meclisi üyesi olmamızı sağlayan, o büyük reformlara, hukuk reformuna imza atan başta Mustafa Kemal Atatürk ve büyük mücadelenin ufku açık öncülerini, huzurlarınızda, bir kere daha minnetle anıyor ve saygılarımı sunuyorum.

Hemen günümüze gelmek istiyorum ve soruyorum: Bugün ülkemizde neler oluyor? Her gün kalktığımızda öğrendiğimiz hangimizi mutlu ediyor? Bu nedenle, cumhuriyeti bize emanet edenlere karşı daha çok görevlerimiz olduğunu düşünüyorum.

Değerli milletvekilleri, Türkiye Cumhuriyetinin anayasalarında vazgeçilmeyen başlık şudur: "Türkiye Cumhuriyeti, demokratik, laik ve sosyal bir hukuk devletidir" ve bunun hemen arkasından da bir doğal sonuç olarak şu cümleler dökülür: "Herkes hak arama özgürlüğünden ve savunma hakkından eşit olarak yararlanmalıdır." Şöyle bir tarihe gidelim. Ülkemiz, 1948 tarihli İnsan Hakları Evrensel Bildirgesine imza koymuştur. Bugün, dünyada yükselen değer olan her türlü demokratik sisteme onay vermiştir; ancak, geçen zaman içerisinde, dünya dahi  demokratik gelişmelere ayak uyduramamıştır. İçimizi karartan gazete manşetleri, milletimizi üzen haberlerin olmayacağı, yolsuzluk ve yoksulluğun olamayacağı, birey haklarının önplanda olacağı, devletin tüm vatandaşlara hizmet için kurulduğu inancının var olacağı bir sistem için bir düzen istiyorsak, bir tek çözüm yolu vardır; o da, hukukun üstünlüğünü kabul etmektir, hukuk devletini değil, hukukun üstünlüğünün hâkim kılındığı devleti inşa etmektir. Kim bu gerçekten bugün kaçabilir? Biraz uzayabilir, derin yaralar açabilir, birtakım mağdurlar doğabilir; ancak, Atatürk Türkiyesi, temelindeki o helal harç nedeniyle, mutlaka demokrasinin egemen olduğu, bireylerin hakkının en üst hak olduğu, hukukun üstülüğünün hâkim olduğu günlere mutlaka gelecektir. Milletin bir kuruşu dahi haram midelere inmeyecektir; çünkü, sistem buna izin vermeyecektir.

Değerli milletvekilleri, hepimizin bu çağda tartışmasız kabul ettiği gerçek, hukukun temelini adaletin oluşturmasıdır. Bireyler arasındaki ilişkiye "adalet" demek, birey ile devlet ilişkisindeki adalete de "hukuk devleti" demek, çağı ifade etmek olacaktır. Hiç şüphesiz, adaletin ve hukuk devletinin kaynağı, pınarı, ahlak ölçüleridir; kanunlarımızda yerini bulan ifadesiyle "genel ahlak ve adaptır." Bu bakımdan, avukatı tarif ederken, hukuka uyum, bilgi, deneyim, özen, doğruluk ve onur içinde görev yapma yükümlülüğü başlıkları ayrı bir anlam taşımaktadır.

Değerli üyeler, Avukatlık Kanunuyla ilgili tasarı, yıllardır beklenen ve özlenen bir tasarıdır. Doğru Yol Partisi Grubu, bu tasarıya baştan beri ilgi göstermiş, şahsım da dahil olmak üzere, Grup üyelerimiz, tasarının Adalet Komisyonunda ve alt komisyonda görüşülmesi sırasında hem görev almış hem de destek vermiştir. Doğru Yol Partisinin verdiği destek, hukukun üstün kılınmasına, insan haklarına, devletin millet için olduğuna, her ferdin hiçbir ayırım gözetmeksizin eşit olduğuna ve savunmanın kutsallığına verdiği destektir.

Avukatlık Kanunuyla ilgili tasarı yasalaştığında, staj sonrası sınavla, mesleğe kabulde daha bir özen ve titizlik getirilmiş olacaktır; fakülte ve üniversite arasındaki öğrenim farklılıkları giderilerek, belirli bir birikimle hak savunmasına çıkılması sağlanmış olacaktır. İlaveten, stajın Barolar Birliğince düzenlenecek yönetmelikle yapılması, bütün barolarda işlem birliği ve düzen sağlayacaktır. Ayrıca, staj süresinde maddî destek sağlanmasıyla da, barolarımız, aldığımız bu konudaki mesajlara cevap vermiş olacaklardır. Kaldı ki, bu kredi kaynağının yine avukatlar tarafından ve harç pullarından alınması, sisteme ve mesleğe bütünlük getirecektir. Bunun yanında, ortak avukat bürosunun müvekkile karşı birlikte sorumluluğu ve çalışma disiplinine ilişkin savunma görevini verenlerin haklarını korumasıyla da ayrı bir önem kazanmaktadır.

Önemli bir husus da, CMUK'taki zorunlu müfettişliğe paralel bir düzenlemeyle, yargılamada taraf olan ve ödeme gücü bulunmayan yurttaşların da, avukatların hukukî yardımından yararlanmalarına olanak sağlanmış olacaktır.

Çok sayın üyeler, birçok değerli milletvekilinin de ifade ettiği gibi, bu tasarı, bu mesleğe getirilen kendi iç disiplini yanında, toplumu var eden bireylerin haklarının korunması noktasında da bir nevi teminattır. O nedenle ki, Grubumuzdan tasvip görmüştür.

Şahsım ve Grubum olarak, bu kanunun, birtakım eksiklikleri olmasına rağmen, tüm hukuk sistemimize ve değerli meslektaşlarıma hayırlı uğurlu olmasını diliyor; saygılar sunuyorum. (Alkışlar)

BAŞKAN - Çok teşekkür ediyoruz Sayın Esen.

Fazilet Partisi Grubu adına, Ankara Milletvekili Sayın Cemil Çiçek; buyurun efendim. (FP sıralarından alkışlar)

Süreniz 10 dakika efendim.

FP GRUBU ADINA CEMİL ÇİÇEK (Ankara) - Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; hepinizi saygıyla selamlıyorum.

Gecenin bu ilerlemiş saatinde önemli bir yasa tasarısını konuşuyoruz. Bu tasarının önemi, evvela bütün grupların ittifakıyla gündeme gelmiş olmasındandır ve bir temel yasa olarak kabul edilmesinden kaynaklanıyor. Belli ki, içerisine, muhtevasına baktığımızda, buradaki düzenlemeler önemli bir ihtiyacı karşılayacak.

İkincisi, bu tasarının önemi, hukuk hayatımızla alakalı olmasıdır. Anayasamızın 2 nci maddesinde, Türkiye Cumhuriyeti Devletinin laik bir devlet olduğu, demokratik bir devlet olduğu, sosyal bir devlet olduğu, hukuk devleti olduğu yazılıdır. Bu kavramların hepsi, başlı başına önem ifade ediyor. Bunlar, Anayasada yazılmamış olsaydı dahi, günümüz dünyasında çağdaş devletler bu nitelikleri taşıyor. Gerçekten önemli kavramlar. Bunların Anayasaya yazılmış olması yetmez, bunların hayata intikali, yazılmasından daha da önemlidir.

İçinden geçtiğimiz sürece baktığımızda, Türkiye, bugün, demokrasi ve hukuk açığıyla karşı karşıyadır. Gerçekten de, ülkemizde, hukuk ve demokrasi en azından oksijen kadar zarurîdir. O sebeple, bu tasarı, hukuk hayatımıza katkı sağlayacak, hak arama özgürlüğünün ve hak arama hakkının sağlanabilmesi bakımından, önemli düzenlemeleri getiriyor.

Gerçekten de, yaşadığımız olaylara baktığımızda, Türkiye, bir hukuk krizi yaşıyor. Bu hukuk krizinin aşılabilmesi noktasında, bu tasarı, önemli bir adım. Yaşadığımız sıkıntılar ile Türkiye'deki hukuk krizi arasında -belki çoğumuz yeterince üzerinde duramıyoruz; ama- doğrudan doğruya bir bağlantı var. Türkiye'de hukuk uygulanabilseydi, hukuk gerçekten öne çıkarılabilseydi, belki, yaşadığımız sıkıntıların önemli bir kısmını da yaşamamış durumda olabilirdik; çünkü, Türkiye, geçtiğimiz sürece baktığımızda, ruhsatlı bir hukuk ve ruhsatlı bir adalet anlayışını, maalesef, sergilemeye devam ediyor.

Esas itibariyle, dünyada iki tip devlet var: Bunlardan bir kısmına -özellikle, Batı demokrasilerinde- hukuk devleti diyoruz. Bir de polis devleti var. Hukuk devleti ile polis devleti arasında ne fark vardır derseniz; görüştüğümüz tasarı açısından baktığımızda, savunma hakkının en emin bir şekilde kullanılabildiği devlet, hukuk devletidir; bu hakkın kısıtlandığı, önüne engellerin çıkarıldığı devlet de, polis devletidir. Gerçekten, Anayasamızda yazıldığı şekliyle, Türkiye gerçek anlamda bir hukuk devleti olacaksa, savunma hakkının kullanılabilmesi açısından ne gibi sıkıntılar varsa, ne gibi engeller varsa, bunların bir an evvel ortadan kaldırılması gerekiyordu. İnanıyorum ki, bu tasarı, savunma hakkının kullanılabilmesi açısından bazı kolaylıkları getirmektedir.

Peki, Türkiye'de hukuk öne çıkmazsa, hukukun üstünlüğü sağlanamazsa ve Anayasada yazıldığı şekliyle hukuk devleti öne çıkmazsa... O zaman, mafya öne çıkar, mafya türü usuller Türkiye'de geçerli olur. Onunla da hakkın tecelli etmesi mümkün değildir.

Günümüz dünyasında en önemli kavramlardan bir tanesi şeffaflıktır. Geldiğimiz noktada şeffaflık, bir hukuk kurumu haline gelmiştir. Eğer, bir ülkede şeffaflık sağlanacaksa, bunun teminatı da savunma mesleğinin güçlendirilmesinden geçmektedir; çünkü, bugün bizim hukukumuz, devleti koruyan bir hukuk, onu öne çıkarıyor. Halbuki, çağdaş devlet felsefesinde ve siyaset anlayışında esas itibariyle öne çıkması gereken, bireyin hak ve hukukudur. Bireyin hak ve hukukunu kim koruyacak; evvela kendisi koruyacak; ama, yeterli bilgiye sahip değilse, donanıma sahip değilse... İşte, savunma mesleği burada öne çıkıyor. Eğer, savunma mesleğine birkısım kısıtlamalar getirilmişse, bu yeterince kullanılamıyorsa, bazı zorlukları varsa, o takdirde, bu demektir ki, bireyin hakkını korumada o ülkede bazı zorluklar var.

İşte, belki de bunun sonucudur ki, bugün, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesinde Sovyet Rusya'dan sonra en fazla aleyhinde dava açılan ülke, Türkiye'dir. 1987'den bu yana 4 127 kişi, Türkiye aleyhine, Türkiye'deki uygulamalar aleyhine, hukuksuzluk aleyhine, hukuk açığından doğan sıkıntılar sebebiyle dava açmıştır. Türkiye, bu davalardan sadece 3'ünü kazanmış, 138'inde kaybetmiştir. Böylece, Türkiye, Avrupa Birliğine üye ülkeler bakımından, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesine müracaat hakkını elde etmiş ülkeler bakımından, gerçekten, kötü bir görüntü, olumsuz bir görüntü sergilemektedir. Bu da, belli ki, Türkiye'de, savunma mesleğinin, savunma hakkının kullanımında ve icraında ciddî zorluklar var demektir.

Yine, ülkemizde üzerinde durulması gereken konulardan bir tanesi, yargının bağımsızlığı ve en az onun ki kadar da önemli olan, yargının tarafsızlığıdır. Yargının bağımsızlığını, bir manada, yasalarla temin etmeniz mümkündür. Peki, yargının tarafsızlığını nasıl temin edeceksiniz; yargı taraf tutma durumunda olduğu takdirde, kişinin hak ve hukukunu kim koruyacak, nasıl koruyacak? Bu, bir teknik meseledir; bunu koruyacak olan da, savunma mesleğinin mensuplarıdır. Bu manada, getirilen tasarı, önemli bir adım teşkil ediyor.

Kaldı ki, Türkiye'de en fazla şikâyet edilen konu, adaletin zamanında ve süratli temin edilememesidir. Vatandaşlar, kendi hak ve hukuklarını koruma noktasında yargıya gittiklerinde, aylar ve yıllar sürmüş olması sebebiyle, adaletin tecellisi bakımından, o zaman, hukukdışı yollara tevessül etmekte; özellikle, şahıs hukukundan doğan alacak verecek davalarında, mafyaya gitmek suretiyle alacağını tahsil etme yoluna gitmektedir. Eğer, biz, savunma hakkını ve savunma mesleğini bugünkünden daha kolay işleyebilir hale getirebilirsek, onu daha itibarlı hale getirebilirsek, gerekli donanımları sağlayabilirsek, o takdirde, yargıdan tecelli edecek olan adalete vatandaşın güveni artacaktır; dolayısıyla, hukuk devleti kavramı, Türkiye'de işlerliğe kavuşmuş olacaktır.

Şimdi, üzerinde konuştuğumuz maddeler, 26'dan 51 inci maddeye kadar olan kısım. Burada, daha çok, teknik düzenlemeler var. Bunların hepsi doğru, yerinde, isabetli; ama, üzerinde en fazla durulması gereken konu, 46 ncı maddedir.

Şimdi, buradan, meslek kuruluşu olan baroya ve Barolar Birliğine, bir iki hususu ifade etmek istiyorum. Bugün Mecliste grubu bulunan beş parti, bunu bir temel yasa kabul etmiş, öneminden dolayı. Şu fikir, bu fikir ayırımı yapmadan, bir ittifak halinde bu yasa tasarısını geçiriyorlar. İnşallah, bu kuruluşlar, bu ittifakın kıymetini bilir, kendilerine sağlanan desteği, kendi tatbikatlarında, aynen, buradaki birlik ve beraberlik havası içerisinde yansıtmaya çalışırlar.

46 ncı maddede, barolara yüklenen görevler var; "Barolar, avukatlık mesleğini geliştirmek, meslek mensuplarının birbirleri ve iş sahipleriyle olan ilişkilerinde dürüstlüğü ve güveni sağlamak; meslek düzenini, ahlakını, saygınlığını, hukukun üstünlüğünü, insan haklarını savunmak..." diye başlayan bir görev maddesidir.

Ben, temenni ediyorum, inanıyorum ki, barolarımız ve özellikle Barolar Birliğimiz, ideolojik saplantı içerisinde olmazlar. İdeolojileri öne çıkarmak yerine, hukuku öne çıkarırlar, hukukun üstünlüğünü öne çıkarırlar. Eğer, Türkiye'de barolar taraf olacaksa, ideolojilerden yana değil, hukuktan yana, hukukun üstünlüğünden yana taraf olurlar. Mademki, bu kadar desteği sağlıyoruz, destek vermeye çalışıyoruz, bazı noksanlıklarını ve bazı olumsuz yansımalarını da burada dile getirmek bizim hakkımızdır. Maalesef, Barolar Birliği, şu ana gelinceye kadar, bu konuda olumlu bir görüntü sergilememiştir, olumlu bir sınavdan da geçmemiştir. 46 ncı madde, bu manada fevkalade önemlidir; çünkü, insan haklarını savunmak ve korumak... Eğer, Barolar Birliği, yöneticilerinin ideolojisinde olanların hakkını hukukunu koruyacak, oraya gelince ayağa kalkacak, kendi fikrinde olmayanların insan hakkı söz konusu olduğunda suspus olacak ise, o takdirde, 46 ncı maddenin hem metnine hem de ruhuna aykırı davranmış olur. Dolayısıyla, bu 46 ncı madde, bu bölümün en önemli maddesidir, en önemli düzenlemesidir.

Temenni ediyoruz ve inanıyoruz ki, hem barolarımız hem de onun üst kurumu olan Barolar Birliği, bu 46 ncı maddede kendilerine yüklenen görev ve sorumluluğun idraki içerisinde olurlar, böylece, hukuk hayatımıza da, demokrasimize de önemli bir katkı sağlamış olurlar.

Bu düşüncelerle, bu yasanın hukuk camiasına hayırlı olmasını temenni ediyor, hepinize saygılar sunuyorum. (FP ve DYP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN - Teşekkür ederiz Sayın Çiçek.

Bölümle ilgili 3 adet önerge vardır. Önergeleri, geliş sırasına göre okutup aykırılık derecesine göre işleme alacağım.

İlk önergeyi okutuyorum:

Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına

Görüşülmekte olan tasarının çerçeve 29 uncu maddesiyle, Avukatlık Yasasının 43 üncü maddesinin ikinci fıkrasına aşağıdaki iki cümle eklenmiştir.

"Avukatlık ortaklığı yurt içinde şube açamaz. Milletvekilleri, milletvekilliği boyunca avukatlık yapamazlar."

 

Turhan Güven

 

Ali Rıza Gönül

 

İçel

 

Aydın

 

DYP Grup Başkanvekili

 

DYP Grup Başkanvekili

 

Ahmet İyimaya

Sadri Yıldırım

Salih Çelen

 

Amasya

Eskişehir

Antalya

 

Mustafa Örs

 

Mustafa Düz

 

Burdur

 

İstanbul

 

BAŞKAN - Diğer önergeyi okutuyorum:

Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına

Görüşülmekte olan 413 sıra sayılı kanun tasarısının çerçeve 30 uncu maddesiyle değiştirilen Avukatlık Kanununun 44 üncü maddesinin (B) fıkrasının ikinci paragrafının ve (c) bendinin aşağıdaki şekilde değiştirilmesini,

Çerçeve 34 üncü maddesiyle, Avukatlık Kanununun 50 nci maddesine eklenen fıkranın iki cümlesinin aşağıdaki şekilde değiştirilmesini,

Çerçeve 37 nci maddesinin aşağıdaki şekilde değiştirilmesini,

Çerçeve 40 ıncı maddesinin aşağıdaki şekilde değiştirilmesini,

Çerçeve 43 üncü maddesiyle değiştirilen Avukatlık Kanununun 72 nci maddesinin birinci fıkrasının (c) bendinden "63 üncü maddenin ikinci fıkra hükmü saklıdır" ibaresinin çıkarılmasını,

Çerçeve 46 ncı maddesiyle değiştirilen Avukatlık Kanununun 76 ncı maddesinin birinci fıkrasının aşağıdaki şekilde değiştirilmesini,

Çerçeve 47 nci maddesinden "ve beşinci" ibaresinin ve bu madde ile değiştirilen Avukatlık Kanununun 77 nci maddesinin beşinci fıkrasının tasarı metninden çıkarılmasını arz ve teklif ederiz.

 

Emrehan Halıcı

Mehmet Nacar

Beyhan Aslan

 

Konya

Kilis

Denizli

 

DSP Grup Başkanvekili

 

ANAP Grup Başkanvekili

 

Dengir Fırat

Ahmet İyimaya

Mehmet Gözlükaya

 

Adıyaman

Amasya

Denizli

 

30 uncu madde ile değiştirilen 44 üncü maddenin (B) fıkrasının ikinci paragrafı:

"Ana sözleşmesi tip ana sözleşmeye uygun olarak düzenlenen avukatlık ortaklığı, kurucularının kayıtlı bulunduğu baro yönetim kurulu tarafından Baro Avukatlık Ortaklığı Siciline yazılmasıyla tüzel kişilik kazanır. Yazılma istemi, ancak kanuna ve tip ana sözleşmeye aykırılık gerekçesiyle reddedilebilir. Bu durumda 8 inci madde hükümleri kıyasen uygulanır. Ana sözleş-menin bir örneği Türkiye Barolar Birliğine gönderilir."

(c) bendi:

Avukatlık ortaklığı tip ana sözleşmesinde bulunması gereken; ortakların kimlik bilgileri, ortaklığın unvanı ve adresi, ortaklık payları, ortaklar arasındaki ilişkiler, iş ve davalarla ilgili işbölümü, yönetici ortakların yetkileri, ortaklığın yönetimi ve temsili, ortaklar kurulu, kurulun görev ve yetkileri, gelir ve giderin paylaşılması, denetim, ortaklıktan çıkma, çıkarılma, pay devri, ortaklığın sona ermesi, fesih, infisah ve tasfiye gibi hususların esas, şekil ve şartları Türkiye Barolar Birliği Yönetim Kurulunca hazırlanıp Adalet Bakanlığınca onaylanarak Resmî Gazetede ilan edilen yönetmelikte düzenlenir."

34 üncü maddeyle değiştirilen 50 nci maddeye eklenen fıkranın ikinci cümlesi:

"Bu yerlerin bakım ve onarımı ilgisine göre Adalet ve İçişleri Bakanlıklarınca yaptırılır."

"Madde 37.- Avukatlık Kanununun 58 inci maddesinin birinci fıkrası aşağıdaki şekilde değiştirilmiştir.

"Avukatların avukatlık veya Türkiye Barolar Birliği ya da baroların organlarındaki görevlerinden doğan veya görev sırasında işledikleri suçlardan dolayı haklarında soruşturma, Adalet Bakanlığının vereceği izin üzerine, suçun işlendiği yer cumhuriyet savcısı tarafından yapılır. Avukat yazıhaneleri ve konutları ancak mahkeme kararıyla ve kararda belirtilen olayla ilgili olarak Cumhuriyet savcısı denetiminde ve baro temsilcisinin katılımıyla aranabilir. Ağır cezayı gerektiren suçüstü halleri dışında avukatın üzeri aranamaz."

"Madde 40.- Avukatlık Kanununun 63 üncü maddesinin birinci fıkrasına aşağıdaki cümle eklenmiştir.

46 ncı maddeyle değiştirilen 76 ncı maddenin birinci fıkrası:

"Barolar; avukatlık mesleğini geliştirmek, meslek mensuplarının birbirleri ve iş sahipleriyle olan ilişkilerinde dürüstlüğü ve güveni sağlamak; meslek düzenini, ahlakını, saygınlığını, hukukun üstünlüğünü, insan haklarını savunmak ve korumak, avukatların ortak ihtiyaçlarını karşılamak amacıyla tüm çalışmaları yürüten tüzel kişiliği bulunan, çalışmalarını demokratik ilkelere göre sürdüren kamu kurumu niteliğinde meslek kuruluşlarıdır."

BAŞKAN - Bu okutacağım önerge, aynı zamanda en aykırı önerge olup, okuttuktan sonra işleme alacağım.

Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına

Görüşülmekte olan 413 sıra sayılı Avukatlık Kanununda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Tasarısı ile Avukatlık Kanununa Bazı Maddelerin Eklenmesine Dair Kanun Tasarısı ve Kütahya Milletvekili Emin Karaa'nın 1136 sayılı Avukatlık Kanununun Bazı Maddelerinin Değiştirilmesi ve Bu Kanuna Bazı Maddeler Eklenmesine Dair Kanun Tasarısının 27, 37 ve 39 uncu maddesinin, 41 inci maddesinin ikinci fıkrasının, 42 nci maddesinin üçüncü fıkrasının, 46 ve 48 inci maddesinin metinden çıkarılmasını,

30 uncu maddesinin 5 numaralı bendinin (c) alt bendinin sonundaki "Türkiye Barolar Birliği Yönetim Kurulunca" ibaresinin çıkarılarak yerine "Adalet Bakanlığınca" ibaresinin konulmasını arz ve teklif ederim.

    Kamer Genç

            Tunceli  

BAŞKAN - Sayın Komisyon, önergeye katılıyor musunuz?

ADALET KOMİSYONU BAŞKANI EMİN KARAA (Kütahya) - Katılmıyoruz Sayın Başkan.

BAŞKAN - Sayın Hükümet?..

ADALET BAKANI HİKMET SAMİ TÜRK (Trabzon) - Katılmıyoruz.

BAŞKAN - Sayın Genç?..

KAMER GENÇ (Tunceli) - Söz istiyorum Sayın Başkan.

BAŞKAN - Buyurun Sayın Genç.

Süreniz 5 dakika.

KAMER GENÇ (Tunceli) - Teşekkür ederim Sayın Başkan.

Sayın milletvekilleri, demin de söylediğim gibi, ben bu tasarıyı yazın incelemiştim, 100'ün üzerinde önerge hazırlamıştım. Tabiî, garip bir İçtüzük değişikliği oldu. Bu İçtüzük değişikliğiyle, emsali olmayan bir uygulamaya girdik, 25 maddeyi birden görüşüyoruz. Sağ olsun, Kanunlardaki arkadaşlar, verdiğimiz ilgili bölümdeki önergeleri birleştirmişler kısmen. Tabiî, kısmen de bizim amacımız dışında.

Tabiî, bu tasarıyla barolara ve avukatlara çok istisnaî imtiyazlar getirilmiş. Avukatın üstü aranamaz, evi aranamaz; ancak, Barolar Birliği temsilcisi olmadan... Şimdi, Barolar Birliği temsilcisini arama gereken hallerde savcılık nereden bulacak veya buldu "gelmem" dedi; çünkü, aynı meslek kuruluşları içindedir, kolay kolay şey eder mi?! Yani, kanunları düzenlerken bunların uygu-lanabilirlik vasıflarını da araştırmak lazım.

Peki, yine, bir doktorun üzerini arıyorsunuz, bir mühendisin üzerini arıyorsunuz, evini de arıyorsunuz, işyerini de arıyorsunuz; ama, avukata gelince... Avukatın ne imtiyazı var? Yani, avukatın imtiyazı, şu anda Türkiye Büyük Millet Meclisinde avukatların çoğunluk teşkil etmesinden midir?! Bunun başka bir gerekçesi var mıdır; yani, varsa, o zaman öteki vatandaştan niye?.. Hani, Anayasada eşitlik ilkesinden bahsediyorsunuz. Barolar Birliği Başkanı gidecek, cumhuriyet başsavcısının yanında, bayramlarda protokolde yerini alacak, öte tarafta, Tabipler Birliği Başkanı gidecek, halkın içinde kalacak. Yani, böyle bir mantıksızlık olur mu?! Belirli meslek gruplarına böyle imtiyaz getiriyorsunuz, ondan sonra ötekilere... Söyledik işte, burada da söyledik. Komisyon başkanı da "efendim, işte, biz hukukçular burada çoğunluktayız, istediğimiz kanunu çıkaracağız..." Çıkarırsanız biz de buna karşı düşüncelerimizi söyleyeceğiz; ama, DSP'li arkadaşlarımız da bundan çok rahatsız oluyorlar "yok, sen niye avukatlara düşmanlık yapıyorsun..." Yahu, niye düşmanlık yapayım kardeşim; ben burada hukuku savunuyorum, ben burada eşitliği savunuyorum, burada doğruları savunuyorum. Sizler yıllarca Barolar Birliği Başkanlığını yaptınız, geldiniz, meslek şovenizmiyle kendi mesleğinize en büyük imtiyazları getirmek için bizi alet ediyorsunuz. Böyle bir şey olmaz ki. Türkiye Büyük Millet Meclisinde böyle şey olur mu yahu?!.

1960'larda Nadir Nadi'nin meşhur bir yazısı var. O zaman da Avukatlık Kanunu çıktığı zaman, Meclisteki bütün avukatlar birleşmişler, istedikleri süratte ve birtakım imtiyazlarla kanun çıkarmışlar; ki, aslında, çıkan kanundaki birçok şey de çok yanlış. "Bu milletvekilleri halkı düşünmüyorlar mı? Halkın bu kadar sıkıntısı varken, hukukçulara, avukatlara bu kadar imtiyaz tanınan bir kanun çıkarılır mı" diyor. Rahmetli Nadir Nadi, bunları, 1960'larda söylemiş. Bunun yazısı da var Cumhuriyet'te.

Şimdi, burada ne yapıyoruz; burada -demin de söylediğim gibi- bir tasarı getiriyoruz; ama, tasarının maddelerini müzakere edemiyoruz. Kime ne getiriyor, kime ne götürüyor belli değil. Biraz önce, Komisyon Başkanı bize birkaç tane rakam verdi: Ben de, inanmanızı istiyorum, bakın -yazdığım muhalefet gerekçemde- Sanayi Bakanlığından sorduğumda 150 000 ilâ 200 000 anonim şirket olduğunu öğrendim. Şimdi, böyle olunca, tabiî, hakikaten, 50 000 avukat olsa, bu kanun çıktıktan sonra hâkim bulamazsınız. Yani, hâkim niye, gitsin, 400-500 milyon liraya çalışsın canım?! Gelir bir avukatlık bürosu açar, üç tane beş tane anonim şirketin avukatlığını alır, üç beş tane kooperatifin avukatlığını alır, ayda 1'er milyardan 5-10 milyar lira para alır. Yani, hazine avukatı niye avukatlık yapsın? Yani, birtakım kanunları getirirken, bu memleketimize ne getirir ne götürür hesaba katmıyoruz, kendi meslek şovenizmimizle hareket ediyoruz; ondan sonra da, memleket... Ne olacak canım, işte, zaten, memleketi kim düşünür!.. Maalesef, Türkiye'de olan ve cereyan eden olaylar bunlardır.

Biz de istiyoruz ki... Burada doğru şeyler çıkarsa, biz de çıkar, doğru şeyleri herhalde överiz. Yani, biz de bu memleketin bir yerlerinden gelen insanlarız; ama, burada, böyle, her şeyi, kendi menfaatımıza uygun şeyleri, istediğimiz şekilde, hakkı, adaleti, hukuku bir tarafa iterek çıkarmaya çalışırsak, elbette ki, bunlar, milletvekilliğine de, bir milletvekilinde bulunmaması gereken tarafsızlığa da yakışmayan bir davranıştır.

Onun için, ben, bu kanunun Cumhurbaşkanı tarafından veto edileceğine inanıyorum. Eğer, önergelerim tek tek işleme konulsaydı, hakikaten, ilgili kuruluşlarla temas ederek, yani, uygulamayı bilen insanlarla da konuşarak önergelerimi hazırladım, ama, tabiî, 25 madde üzerinde bir önerge birleştirip vermek büyük bir kehanet

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN - Buyurun Sayın Genç.

KAMER GENÇ (Devamla) - Bu İçtüzük değişikliği sırasında söyledik bunu. Ondan sonra da, böyle bir kehanete dayalı fazla bir kabiliyet de göstermek mümkün değil. O bakımdan, hakikaten, çok kötü bir uygulamaya başladık.

Aslında, temel kanunlar, üzerinde uzun uzadıya tartışılması, görüşülmesi gereken kanunlardır ve vatandaşın günlük hayatıyla yakından ilgili olan kanunlardır. Bunların uygulamalarını bilmek, uygulamada kime ne zarar getireceğini, ne götüreceğini anlamak lazım, yoksa, böyle kanunlar çıkaracaksak, o zaman, Bakanlar Kurulu, hiç Meclise getirmeden, orada çıkarsın; daha rahat olur, daha iyi olur; ne birbirimizi üzeriz, ne birbirimize karşı bir kırıcı hareketimiz olur. Zaten, hükümetimiz, her şeyi, maşallah, çok iyi yapıyor, Türkiye'yi de iyi batırıyor; biraz da bunlar batırsın, ne olacak.

Saygılar sunarım. (DYP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN - Hükümetin ve Komisyonun katılmadığı, gerekçesini dinlediğiniz önergeyi oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler... Etmeyenler... Önerge kabul edilmemiştir.

Diğer önergeyi okutuyorum:

Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına

Görüşülmekte olan 413 sıra sayılı kanun tasarısının çerçeve 30 uncu maddesiyle değiştirilen Avukatlık Kanununun 44 üncü maddesinin (B) fıkrasının ikinci paragrafının ve (c) bendinin aşağıdaki şekilde değiştirilmesini,

Çerçeve 34 üncü maddesiyle, Avukatlık Kanununun 50 nci maddesine eklenen fıkranın iki cümlesinin aşağıdaki şekilde değiştirilmesini,

Çerçeve 37 nci maddesinin aşağıdaki şekilde değiştirilmesini,

Çerçeve 40 ıncı maddesinin aşağıdaki şekilde değiştirilmesini,

Çerçeve 43 üncü maddesiyle değiştirilen Avukatlık Kanununun 72 nci maddesinin birinci fıkrasının (c) bendinden "63 üncü maddenin ikinci fıkra hükmü saklıdır" ibaresinin çıkarılmasını,

Çerçeve 46 ncı maddesiyle değiştirilen Avukatlık Kanununun 76 ncı maddesinin birinci fıkrasının aşağıdaki şekilde değiştirilmesini,

Çerçeve 47 nci maddesinden "ve beşinci" ibaresinin ve bu madde ile değiştirilen Avukatlık Kanununun 77 nci maddesinin beşinci fıkrasının tasarı metninden çıkarılmasını arz ve teklif ederiz.

Mehmet Emrehan Halıcı

                  (Konya)

          ve arkadaşları

30 uncu maddeyle değiştirilen 44 üncü maddenin (B) fıkrasının ikinci paragrafı:

"Ana sözleşmesi tip ana sözleşmeye uygun olarak düzenlenen avukatlık ortaklığı, kurucularının kayıtlı bulunduğu baro yönetim kurulu tarafından Baro Avukatlık Ortaklığı Siciline yazılmasıyla tüzel kişilik kazanır. Yazılma istemi, ancak kanuna ve tip ana sözleşmeye aykırılık gerekçesiyle reddedilebilir. Bu durumda 8 inci madde hükümleri kıyasen uygulanır. Ana sözleşmenin bir örneği Türkiye Barolar Birliğine gönderilir."

(c) bendi: Avukatlık ortaklığı tip ana sözleşmesinde bulunması gereken; ortakların kimlik bilgileri, ortaklığın unvanı ve adresi, ortaklık payları, ortaklar arasındaki ilişkiler, iş ve davalarla ilgili işbölümü, yönetici ortakların yetkileri, ortaklığın yönetimi ve temsili, ortaklar kurulu, kurulun görev ve yetkileri, gelir ve giderin paylaşılması, denetim, ortaklıktan çıkma, çıkarılma, pay devri, ortaklığın sona ermesi, fesih, infisah ve tasfiye gibi hususların esas, şekil ve şartları Türkiye Barolar Birliği Yönetim Kurulunca hazırlanıp Adalet Bakanlığınca onaylanarak Resmî Gazetede ilan edilen yönetmelikte düzenlenir."

34 üncü maddeyle değiştirilen 50 nci maddeye eklenen fıkranın ikinci cümlesi:

"Bu yerlerin bakım ve onarımı ilgisine göre Adalet ve İçişleri Bakanlıklarınca yaptırılır."

"Madde 37.- Avukatlık Kanununun 58 inci maddesinin birinci fıkrası aşağıdaki şekilde değiştirilmiştir.

"Avukatların avukatlık veya Türkiye Barolar Birliği ya da baroların organlarındaki görevlerinden doğan veya görev sırasında işledikleri suçlardan dolayı haklarında soruşturma, Adalet Bakanlığının vereceği izin üzerine, suçun işlendiği yer cumhuriyet savcısı tarafından yapılır. Avukat yazıhaneleri ve konutları ancak mahkeme kararıyla ve kararda belirtilen olayla ilgili olarak cum-huriyet savcısı denetiminde ve baro temsilcisinin katılımıyla aranabilir. Ağır cezayı gerektiren suçüstü halleri dışında avukatın üzeri aranamaz."

"Madde 40.- Avukatlık Kanununun 63 üncü maddesinin birinci fıkrasına aşağıdaki cümle eklenmiştir.

46 ncı maddeyle değiştirilen 76 ncı maddenin birinci fıkrası:

"Barolar; avukatlık mesleğini geliştirmek, meslek mensuplarının birbirleri ve iş sahipleriyle olan ilişkilerinde dürüstlüğü ve güveni sağlamak; meslek düzenini, ahlakını, saygınlığını, hukukun üstünlüğünü, insan haklarını savunmak ve korumak, avukatların ortak ihtiyaçlarını karşılamak amacıyla tüm çalışmaları yürüten tüzel kişiliği bulunan, çalışmalarını demokratik ilkelere göre sürdüren kamu kurumu niteliğinde meslek kuruluşlarıdır."

BAŞKAN - Sayın Komisyon, önergeye katılıyor musunuz?

ADALET KOMİSYONU BAŞKANI EMİN KARAA (Kütahya) - Çoğunluğumuz olmadığı için takdire bırakıyoruz Sayın Başkan.

BAŞKAN - Sayın Hükümet?..

ADALET BAKANI HİKMET SAMİ TÜRK (Trabzon) - Katılıyoruz.

BAŞKAN - Komisyonun takdire bıraktığı, Hükümetin katıldığı önergeyi oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler... Etmeyenler... Önerge kabul edilmiştir.

Üçüncü önergeyi okutuyorum:

Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına

Görüşülmekte olan tasarının çerçeve 29 uncu maddesiyle Avukatlık Yasasının 43 üncü maddesinin ikinci fıkrasına aşağıdaki iki cümle eklenmiştir.

"Avukatlık ortaklığı yurt içinde şube açamaz. Milletvekilleri, milletvekilliği boyunca avukatlık yapamazlar."                                                                                                                   Turhan Güven

                (İçel)

   ve arkadaşları

BAŞKAN - Sayın Komisyon?..

ADALET KOMİSYONU BAŞKANI EMİN KARAA (Kütahya) - Efendim, çoğunluğumuz olmadığı için  katılamıyoruz, takdire bırakıyoruz.

BAŞKAN - Sayın Hükümet?..

ADALET BAKANI HİKMET SAMİ TÜRK (Trabzon) - Sayın Başkan, katılamıyoruz. Gerekçemi açıklamak isterim.

BAŞKAN - Buyurun Sayın Bakanım.

ADALET BAKANI HİKMET SAMİ TÜRK (Trabzon) - Anayasamızın    82 nci maddesinde, Türkiye Büyük Millet Meclisi üyeliğiyle bağdaşmayan işler gösterilmiştir. Bu maddenin son fıkrasında "Türkiye Büyük Millet Meclisi üyeliği ile bağdaşmayan diğer görev ve işler kanunla düzenlenir" hükmü yer almaktadır. Dolayısıyla, böyle bir kanunda, milletvekilliğinin avukatlıkla bağdaşmadığı belirtilebilir, buna bir engel yok; ama, bu konudaki madde birinci bölümde yer almaktaydı; çünkü, yürürlükteki Avukatlık Kanununun 12 nci maddesinde, avukatlıkla birleşebilen işler gösterilmiştir. Bu maddenin (a) bendinde, avukatlıkla birleşebilen işler arasında milletvekilliği, il genel meclisi ve belediye meclisi üyeliği yer almaktadır.   12 nci maddeyle ilgili bir hüküm tasarıda yer almaktaydı; ama, o zaman bu önerge verilmemişti. Şimdi, tasarının 29 uncu maddesiyle değiştirilmek istenilen 43 üncü madde, büro edinme zorunluluğuyla ilgili bir hükümdür. Orada "avukatlık ortaklığı yurt içinde şube açamaz" hükmü zaten yer almaktadır. Milletvekilleri bakımından eğer böyle bir hüküm konulacak olursa, daha önce geçmiş bulunan ve halen yürürlükte bulunan kanunda yer alan 12 nci maddeyle çelişen bir hüküm ortaya çıkacaktır. Bu nedenle, katılmamıza olanak yoktur.

MUSTAFA ÖRS (Burdur) - Sayın Bakan, milletvekilleri mühendislik yapamıyor. Onların ne şeyi var; onlar hırsız mı?! Müteahhitlik yapamıyor; niye?..

BAŞKAN - Buyurun Sayın Güven.

TURHAN GÜVEN (İçel) - Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; çok önemli bir kanun tasarısını, bugün, hep birlikte kanunlaştırmak üzereyiz; ama, bugün, Türkiye'de, siyasetin üzerine, bir karabasan gibi, birtakım iddialar, gerçekdışı beyanlar geldi.

Bundan kurtulmak, hep birlikte olacaktır. Münferit davranışların herhangi bir yararı olmadığı görülmektedir. Bu nedenle, milletvekillerinin özellikle kirli siyaset içinde olmadıkları noktasındaki fikri geliştirmek, kamuoyu yaratma bakımından...

MÜKERREM LEVENT (Niğde) - Yeri burası mı?!

TURHAN GÜVEN (Devamla) - Yeri burası veya değil... Sayın Bakan şunu deseydi, ben buna daha rahat katılırdım; bir tekriri müzakereyle bunu orada çözeriz deseler, daha memnun olurdum.

Şimdi, milletvekilliği devamı süresince, zaten, yalnız avukatlık yapan arkadaşlarımız değil, diğer meslek mensuplarının da o meslekten ari olmaları, daha doğrusu, Türkiye'de serbest ticaret erbabı için bir kayyımlık müessesesinin getirilmesi çok uygun olur. Dünyada, bu böyledir.

Biz ne yapıyoruz; milletvekilleri nüfuz ticareti yaptı intibaından kurtarmak istiyoruz milletvekilini; yani, Meclisi bundan kurtarmak istiyoruz. Buna hayır diyecek insan olur mu?!

Yani, milletvekilleri, haberi bile olmadan, kendileri adına birtakım işler yürütülebiliyor; avukatlık mesleğini icra ederken, kendi adlarını kullanmak üzere bazı çirkin olaylar olabiliyor. Bunlardan nasıl kurtulur Millet Meclisi ve değerli avukat arkadaşlarımız, milletvekili arkadaşlarımız; işte, bu maddeyi getirerek kurtulur. O bakımdan, burada nüfuz ticareti yaptığı iddiasını ortadan kal-dırmak istiyorsanız, avukatlık, milletvekilliği süresince yapmasın. Anayasadaki eşitlik ilkesi, doğru. Aslında, bu maddeyi,diğer mesleklerde de -milletvekilinin yapamayacağı işlerde de- tamamına teşmil etmek lazım. Doğru; kanunla düzenlenirse, bu da kanun. Avukatlığın kanunu bu ise, bu maddenin burada yerleşmesi, oturması, gerçekleşmesi daha uygun olur diye düşündük ve eğer Sayın Bakan biraz evvelki beyanında ısrarlı ise, o zaman Sayın Bakandan bir ricamız var, bir tekriri müzakere talep etsinler hükümet olarak, madde neredeyse orada olsun, orada görüşülsün.

Değerli arkadaşlarım, hepimizi bundan kurtaralım. Bu yersiz, mesnetsiz, siyasetin üzerine bir hışımla gelen ve kamuoyunda bayağı da yoğunlaşan, ciddî birtakım endişeleri de beraberinde getiren olaylardan kurtulmanın yollarından birisi de budur diye düşünüyorum.

Hepinize saygılar sunuyorum. (DYP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN - Teşekkür ederiz Sayın Güven.

MUSTAFA ÖRS (Burdur) - Sayın Başkan, mühendisler ile müteahhitler de mesleklerini icra edemiyorlar, doğrudur. Ben de bir milletvekili olarak, bu çerçevede, milletime verdiğim sözü tutarak yapmayacağım; ama, diğer arkadaşlar yapmak isteseler de yapamıyorlar, sayıları da çok fazla. Bunun, yeri burası değilse, Sayın Bakandan ve Komisyondan, bütün meslekler için de geçerli olmak kaydıyla düzeltilmesini talep ediyorum.

Saygılar sunuyorum.

BAŞKAN - Teşekkür ederim.

YASİN HATİBOĞLU (Çorum) - Sayın Başkan, bir şey de ben söylemek istiyorum.

BAŞKAN - Buyurun Sayın Hatiboğlu.

YASİN HATİBOĞLU (Çorum) - Sayın Başkanım, arkadaşlarımızın verdiği önerge, bana göre, eğer kabule şayan olursa, avukatlık mesleği bir onur daha kazanır; Parlamento, gerçekten kendisi üzerine düşürülmek istenen gölgeyi sıyırabilir. Bendeniz, 1973'ten bu tarafa Parlamentoyla içli dışlıyım, yasaklı dönemler hariç. Türkiye siyaseti bellidir; bazen mebus olursunuz, bazen mahpus olursunuz; ben iki dönemi de geçirdim; ama, ne zaman milletvekilliği adayı olmayı kafama koydumsa, avukatlık görevini yerine getirmeyeceğime dair, maliyenin vergi dairesine gidip beyanda bulundum, avukatlık yapmadım; çünkü, özel vekillikle, para getiren vekillikle -ki, o doğal haktır, ona bir itirazım yok- genel vekillik yan yana geldiği zaman -bu, her insanda vardır- para kazanma arzusu ağır basar; genel vekillik işi tavsar, savsatılır. Bunun için de, milletvekili arkadaşlarım görevlerini hakkıyla yerine getiremeyebilirler. Ben kendime göre söylüyorum. Bu sebeple, Sayın Bakanımız ve Sayın Komisyon, bu önergenin, bu teklif edildiği bölümde kabulüne bence anayasal engel olmadığına göre, bir meseleyi aynı kanunun şu maddesinde düzenleyeceğine, bir başka ilişki sebebiyle şu maddesinde düzenlemeye bir engel yoktur. Dolayısıyla, teklif edilen maddede düzenlenmesi için bir sakınca olmadığını düşünüyorum. Gereğinin buna göre yapılması konusunda Sayın Komisyon Başkanını ve Sayın Bakanı yardıma ve desteğe davet ediyorum.

Teşekkür ederim Sayın Başkan.

BAŞKAN- Efendim, teşekkür ediyorum.

Ben de, 31.12.1995 tarihi itibariyle serbest avukatlıktan ayrıldığımı maliyeye bildirerek buraya geldim.

YASİN HATİBOĞLU (Çorum) - Aman ne güzel.

BAŞKAN- Bütün arkadaşlarımızın genellikle böyle hareket ettiğini biliyo-rum.

MUSTAFA ÖRS (Burdur) - O zaman, yapalım gereğini Sayın Başkan.

İLYAS YILMAZYILDIZ (Balıkesir) - O zaman, yasal hale getirelim Sayın Başkan.

BAŞKAN- Efendim, Genel Kurul inşallah getirir. Ben bir şey diyemem yani.

MEHMET SADRİ YILDIRIM (Eskişehir) - Tekriri müzakere yapalım.

BAŞKAN - Sayın milletvekilleri, Komisyonun takdire bıraktığı, hükümetin katılmadığı, gerekçesini biraz önce dinlediğiniz önergeyi oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler... Etmeyenler... Önerge kabul edilmiştir. (DYP sıralarından alkışlar)

İkinci bölümü, kabul edilen değişiklik önergeleri doğrultusunda oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler... Etmeyenler... İkinci bölüm kabul edilmiştir.

Üçüncü bölüm üzerindeki görüşmelere başlıyoruz.

Üçüncü bölüm, 51 ila 75 inci maddeyi kapsamaktadır. Bu bölümde de konuşma süreleri, gruplar, komisyon ve hükümet için dakikadır.

Üçüncü bölümde, Doğru Yol Partisi Grubu adına, Antalya Milletvekili Salih Çelen; buyurun Sayın Çelen.

DYP GRUBU ADINA SALİH ÇELEN (Antalya) - Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; öncelikle, az önce Doğru Yol Partisinin vermiş olduğu önergeye destek vermiş olmanızdan dolayı hepinize ayrı ayrı çok  teşekkür ediyorum.

Değerli milletvekilleri, öncelikle ifade etmek gerekir ki, sav, savunma ve yargı olmak üzere üç unsurdan oluşan yargımızın çok önemli bir ayağını teşkil eden savunma mesleğinin mühim sorunlarına çözüm getirmek üzere getirilen bu tasarının üzerinde söz aldığım konuları oluşturan bölümünde düzenlenen hususların büyük bir kısmı, bizim de katıldığımız ve gerçekten de yapılması gerekli olan değişikliklerdir. Tasarının, Doğru Yol Partisinin de katkısıyla, Meclis Danışma Kurulunda temel yasa olarak kabul edilmesine rağmen, iki ayı aşkın bir zamandır anlaşılmaz bir şekilde gündeme alınmaması, hem bizi hem de üyesi olmaktan onur duyduğum camiayı fevkalade üzmüştür. Gecikmeli de olsa, bugün getirilmiş olması nedeniyle, başta Sayın Bakanımız ve Komisyon Başkanımız olmak üzere, gündeme alınmasında emeği geçenlere ayrı ayrı tekrar teşekkür ediyorum.

Değerli milletvekilleri, Doğru Yol Partisi olarak biz, tasarıya destek vermekle birlikte, tasarının tümüne madde madde katılmamız mümkün değildir. Az sonra ifade edeceğim üzere, tasarı, çeşitli hususlarda yeterli olmaktan uzaktır; ancak, yanlışlarının yanında doğrularının daha fazla olması nedeniyle, biz, savunmanın yaralarına kısmen de olsa merhem olması nedeniyle, bu tasarıya destek veriyoruz.

Değerli milletvekilleri, avukatın, sadece müvekkiline karşı değil, aynı zamanda meslek örgütüne karşı da sorumluluğunun düzenlenmesi, Türkiye Barolar Birliği Başkanının protokolde Yargıtay Başsavcısının yanında yer alacağının hükme bağlanmış olması, fevkalade isabetli ve gerekli olan bir değişikliktir. 50 000'e  yaklaşan sayıda seçkin mensubu olan bir meslek kuruluşunun seçimle gelmiş başkanının protokoldeki bu yer düzenlemesi, bizce de uygun ve gerekli bir düzenlemedir.

Ayrıca, bu tasarıyla, barolar, Barolar Birliği, yeterli olmasa da, eskiye nazaran daha güçlendirilmektedir. Baroların güçlendirilmesi demek, mülkün temeli olan adaletin güçlendirilmesi demektir. Zira, barolarımız yansız organlardır, meslektaşlarına eşit mesafededir, ideolojilerin yanında veya karşısında değil, hukukun yanında kuruluşlardır. (DYP sıralarından alkışlar)

Barolarımız, bulunduğu kentin temel sorunlarıyla yakından ilgilenen, çevre korumacılarının yanında yer alan, çevre ihlallerine karşı çıkan, imar yolsuzluk ve yağmalamalarına karşı çıkan, kültür mirasımızın gelecek kuşaklara bozulmadan kalmasını sağlamayı kendisine görev edinen kuruluşlardır.

Yakın geçmişte Türkiye Barolar Birliğinin düzenlediği Anayasa Hukuku Sempozyumu, Ankara Baromuzun değerli Başkan ve üyelerinin düzenlemiş olduğu Hukuk 2000 Paneli, anılmaya değer çalışmalardır. Bu bakımdan, tasarının barolarımıza güç veren hükümlerine olan desteğimiz tamdır.

Değerli milletvekilleri, bu kanun tasarısı, toplumun tamamını yakından ilgilendiren, hatta Türk Milleti yanında uluslararası kuruluşlar ve yabancıların dahi takip ettiği Türkiye'deki yolsuzlukların bitirilmesine imkân sağlayabilecek ayrı bir fırsatı da önümüze getirmiştir. Gerçekten de son dört yıldan bu tarafa Türkiye, yolsuzluk cenneti haline gelmiştir. Son dört yılda Türkiye, yolsuzlukta dünya sıralamasının en başlarında yer almıştır. Bu tasarı, yolsuzlukla mücadele için bulunmaz bir fırsat olabilirdi. Gerçekten de bu tasarıyla, avukatlara, sınırlı da olsa, delil toplama yetkisi verilmektedir. Şu ana kadar Türkiye'de avukatların delil toplama yetkisi yoktu; ancak, bu tasarıyla getirilen delil toplama yetkisi, avukatlara tebligat yapma yetkisiyle tamamlansaydı, çok daha yararlı olabilir, davaların gereksiz yere uzaması, yargının tıkanması önlenebilirdi.

Değerli savcılarımız, gerçi, bir yandan zor şartlar altında özveri göstererek çalışmakta, iyi niyetle görevlerini yapmakta, diğer yandan da hükümetten gelen baskıları göğüslemektedirler. Ölüm tehdidi  dahil her türlü tehdidi alma-sına rağmen korkmadan, yılmadan çalışarak yolsuzlukları ortaya çıkarmaya çalışan savcılarımıza yardımcı olunacağı yerde, yürütmenin başında bulunan-ların köstek olduğu, çalışmalarını akamete uğrattığı, kamuoyu önünde küçük düşürülmeye çalışıldığı, statükoculuk ve art niyetle suçlandığı gözetilerek, şayet, bağımsız savunmaya bu yetki ve görev verilebilseydi, özellikle kamu menfaatının gerektirdiği yerlerden, avukatlarımız, bağımsızca delil toplama imkânına kavuşturulabilseydi, bu kanun tasarısı, yolsuzlukla mücadelenin temel unsuru haline gelebilirdi.

Değerli milletvekilleri, vakit geç değildir. Gelin, bir değişiklik yaparak, avukatlarımıza, derdest davalarda bile, hâkim müzekkeresi olmaksızın, bağımsızca delil toplama yetkisi verelim; avukatlarımıza, tebligat yapabilme yetkisi verelim; avukatlarımıza, noterlik benzeri geniş yetkiler verelim ve savunmayı yolsuzlukla mücadelenin bir unsuru haline getirelim. Gerçi, bu yetkiler, sadece Türkiye'ye has değil, dünyanın bütün çağdaş demokrasilerinde avukatlara verilmiş yetkilerdir. Türkiye'nin de bu yönde değişiklik yapmasında acil ihtiyaç bulunmaktadır. Bu tür bir değişiklik, aynı zamanda, yargının hızlı işlemesi neticesini doğuracak, davaların gereksiz uzamasını da önleyecektir.

Gerçi, koalisyon partilerimiz -DSP, MHP ve ANAP- af kanunu çıkararak, yargının iş yükünü biraz olsun hafifletmiştir; hırsızı, kapkaççıyı affederek, onlarla ilgili olarak açılmış davalarda yargının iş yükünde bir azalma sağlamışsa da, bu yeterli olmamıştır; çünkü, af kanunuyla cezaevlerinden çıkan bu mahkûmlar, yeniden suç işlemişler, suç oranları eskiye nazaran yüzde 100'den fazla artış göstermiştir. Bu nedenle açılan davalar sebebiyle yargımız yine iş yükü altında ezilmekte, altından kalkamamaktadır.

Değerli milletvekilleri, geçtiğimiz yasama döneminde 55 inci hükümet tarafından Meclise sevk edilen tasarının ilk hali, Avukatlık Kanununa bazı maddelerin eklenmesine dair, içerik olarak da avukatlık mesleğinin şirket veya avukatlık ortaklığı şeklinde yapılabilmesine imkân veren, meslek açısından gerçekten gerekli ve önemli düzenlemeler getirmekteydi. Daha sonra ise, avukatlık stajına ve mesleğe giriş sınavı ile adlî yardım hizmetlerine ilişkin düzenlemeler içeren tasarıyla yapılmak istenen düzenlemelerin kapsamı daha da genişletilmiştir. Bugün önümüzde bulunan ve Adalet Komisyonu tarafından kabul edilmiş bulunan metin, komisyondaki bir teklifin de dahil edilmesiyle, çok daha geniş bir şekilde, stajdan sınav şartına, baroların Bakanlıkça idarî denetiminden baro genel kurul toplantılarına, yönetim seçimlerine kadar pek çok konuyu içine alacak şekilde genişletilmiş bulunmaktadır.

Burada, yasa yapma yöntemi olarak, şekil olarak, şu tespitimi Yüce Heyetinize arz etmek istiyorum: Nedense, hukuken gerçek ihtiyaç olan düzenlemeleri yaparken, gereksiz yere, neredeyse, her maddeyi değiştirmeyi, kanun yapmak zannediyoruz.

Önümüzdeki tasarıyla değiştirilmek istenen kanunun hepsi, 200 maddelik bir kanundur. Bizim yaptığımız ve değişiklik öngören madde sayısı ise 98'dir; yani, 200 maddelik bir kanunu yeniden revize etsek, 50-60 maddelik bir temel kanun ortaya çıkabilir; ama, biz, bunu yapmıyoruz, 98 maddelik bir değişiklik öngörüyoruz; sonra da diyoruz ki, bu bir temel kanundur, o nedenle, İçtüzüğün 91 inci maddesine göre özel bir görüşme yöntemi belirlenmelidir. Mademki bu değişiklikler yapılacaktır, kanunu yeniden ele alıp geçirsek, tekrar yazsak, bu kanun 50 maddeye inebilecektir; işte o zaman, tasarıyı, gerçek anlamda bir temel kanun kabul etmek mümkün olabilecektir.

Yine, bakıyorum, bu üçüncü bölümde, değişiklik içeren 25 maddeden 15 adedi, Komisyonda bulunan bir tekliften ya aynen ya da değiştirilerek kabul edilmiş. Tasarı, 65 maddelik bir tasarıyken, komisyonda 98 maddeye çıkınca mı temel kanun statüsüne kavuştu; bu değişiklikler gerekliyse, tasarıda neden öngörülmedi; bunların üzerinde de durulması gerektiği inancındayım.

Diğer bir husus da, bu tasarıların, Meclise gönderildiği 10.8.1997 tarihinden bu tarafa neden bir türlü görüşülemediği konusudur. Bu düzenlemeler yapılırken, kamuoyunda şöyle bir hava yaratılmaktadır: Bunlar reform niteliğinde temel değişikliklerdir; o nedenle, mutlak surette, acilen yapılmalıdır. Meclise geldiği tarihten bu tarafa dört yıla yakın bir süre geçmiş olmasına rağmen, mevcut iktidar partilerinin dışında bir hükümet gelmemiştir; o halde, geçen bu kadar sürede bu ihtiyaçlar yok muydu; daha önce bunlar Meclisin önüne getirilemez miydi; bunun da sorumluluğunun, mevcut koalisyon partilerinde olduğunu düşünüyorum.

Diğer taraftan, bu düzenlemeler üzerinde, Adalet Komisyonunda kabul edilen şekliyle, bazı hususlara da kısaca değinmek istiyorum.

Üçüncü bölümdeki düzenlemeler, genel olarak, disiplin, baro genel kurulu ve yönetim organlarına ilişkin hükümlerdir.

Avukatlık Kanununun 86 ncı maddesinde çerçeve 51 inci maddeyle yapılmak istenilen değişiklikle, baro levhasına kayıtlı avukatların genel kurul toplantılarında oy kullanmamaları halinde para cezasıyla cezalandırılmaları öngörülmektedir. Tasarıyla, mevcut yasa hükmündeki ceza miktarları artırılmak istenilmektedir. Para cezası miktarı, baro keseneğinin üçte 1'i oranına getirilmektedir.

Sayın milletvekilleri, genel kurulda oy kullanmak, demokratik bir hakkın kullanılmasıdır; bu demokratik hakkın kullanılmasını da demokratik bir hak olarak kabul etmek, zannediyorum demokrasi anlayışına daha uygun bir yaklaşım olacaktır.

 (Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

SALİH ÇELEN (Devamla) - Bitiriyorum Sayın Başkanım.

Bu nedenle, mevcut kanunda öngörülen sembolik miktarı artırarak, bir anlamda bunu gelir kaynağı haline getirmek, kabul edilir bir anlayış olmamalıdır diye düşünüyorum.

Bu duygu ve düşüncelerle, parlamenter sistem içerisinde, yasama, yürütme ve yargı erkleri arasındaki ilişkilerin gündemde olduğu bugünlerde, yargıya müdahale edildiği tartışmalarının en üst seviyelerde olduğu bu ortamda, savunma makamı ve onun yargıdaki temsilcisi olan avukatlık mesleğiyle ilgili olarak yapılacak düzenlemelerin hayırlı olması dileklerimle, kanunun çıkmasında ve gündeme alınmasında emeği geçenlere tekrar teşekkür ediyor; Yüce Heyetinizi saygıyla selamlıyorum. (Alkışlar)

BAŞKAN - Teşekkür ederiz Sayın Çelen.

Fazilet Partisi Grubu adına, Şanlıurfa Milletvekili Sayın Yahya Akman; buyurun efendim. (FP sıralarından alkışlar)

Süreniz 10 dakikadır.

FP GRUBU ADINA YAHYA AKMAN (Şanlıurfa) - Sayın Başkan, sayın milletvekilleri; 1136 sayılı Avukatlık Kanununda değişiklik öngören yasa tasarısı üzerinde söz almış bulunuyorum; bu vesileyle Yüce Heyetinizi saygıyla selamlıyorum.

Yıllardır çeşitli maddelerinin değiştirilmesi gündeme gelen, fakat bir türlü kapsamlı değişiklik yapılamayan Avukatlık Yasası, bugün, Genel Kurulun gündemine gelebilmiştir. Doğrusu, yakın bir tarih öncesine kadar bile, bizden biraz daha tecrübeli arkadaşlarımıza, Avukatlık Yasa Tasarısını görüştük, komisyondan geçti dediğimiz zaman, bir türlü inanmak istemiyorlardı; ama, bunun bugün realize olmasından memnuniyet duyduğumu ifade etmek istiyorum; tasarıya katkısı olmuş bir arkadaşınız olarak bu memnuniyetimi ifade ediyorum.

Değerli milletvekilleri, bir ülkede demokrasinin var olduğunun en önemli göstergelerinden birisi, kuvvetler ayrımı prensibidir. Yargı ise, bu kuvvetlerin en önemli sacayaklarından biridir. Bağımsız ve adil bir yargıdan söz edebilmek, ancak adaletin iddia, yargı ve savunma ayaklarının sağlam temeller üzerine oturmuş olmasına bağlıdır. Dünyanın en geri kalmış ülkelerinde bile, şeklen de olsa, iddia ve yargı vardır. Hatta, bazı ülkelerde, göstermelik de olsa, bir savunma kurumundan da söz etmek mümkündür; fakat, gelişmiş ve insan haklarına dayalı demokrasiyi tesis edebilmiş ülkelerin en önemli özelliği, bağımsız ve geniş haklarla donatılmış bir savunmanın varlığıdır. Ülkemizin de gelişmiş demokratik bir ülke olabilmesinin önkoşulu, tam anlamıyla bağımsız ve geniş yetkiler verilmiş bir savunmanın var olabilmesine bağlıdır.

Önümüzdeki tasarı, bu anlamda atılacak bir adımdır. Tasarı, avukatlarımızın meslekî dayanışmasıyla kendi meslektaşlarına imkân getiren bir yasa olarak değerlendirmek, son derece yanlıştır. Savunma, aynı zamanda, halkın, daha doğrusu güçsüz olanın, otorite olan güce karşı savunmasını da üstlenen kurumdur. Savunmanın güçlendirilmesi, zayıfın kuvvetliye karşı korunmasını sağlamak demektir. Bu da, Avrupa Birliği sürecindeki Türkiye için yapılması gereken bir değişikliktir. Zira, hemen tüm Avrupa Birliği ülkelerinde, avukatlık kurumu çok daha geniş yetkilerle donatılmıştır. Unutmamak gerekir ki, mesleğin icrasında avukata gösterilen her kolaylık, vatandaşın bizzat kendisine gösterilmiş kolaylık demektir.

Bu tasarıya bakıldığında, önemli bir bölümün, barolara ve avukatlara prestij niteliğinde bazı kazanımlar ve yetkiler verdiğini görmekteyiz. Yine, mesleğe yeni başlayan ve bu alanda -tabiri caizse- tutunmaya çalışan meslektaşların tutunabilmesi için bazı imkânlar öngörülmektedir. Bu anlamda, stajyer avukata barodan kredi imkânı verilmesi, avukatların bir araya gelerek meslekî şirket kurabilmesi, üstlerinin aranması ve yargılamaları konularındaki iyileştirmeler, mesleğin icrasında kolaylık niteliğindeki düzenlemelerdir. Avukatların delil toplayabilmesi, yine, bu anlamdaki bir kolaylıktır.

Dava açılmadan evvel avukatın uzlaşma sağlama yetkisine sahip olması, yargının işini hafifletici nitelikte bir adımdır.

Bu arada, birçok konuda, Barolar Birliğine, yönetmelik çıkarma yetkisi verilmektedir. Benim temennim odur ki, bu kanunun ruhuna ve özellikle görüşmeler sırasında serdedilen beyanlara itibar edilerek, kanunun ruhuna uygun bazı yönetmeliklerin Barolar Birliği tarafından çıkarılmasıdır.

Sayın Başkan, sayın milletvekilleri, bu tasarı vesilesiyle ifade etmek gerekiyor ki, avukatların beklediği birçok konuyla ilgili dertlerine çare de olunamamıştır. Örneğin, meslektaşlarımızın, bugün, sağlık hizmetlerinden yararlanabilmek için, zorunlu olan topluluk sigortası priminin yanında, ayrıca, sağlık primi ödeme zorunlulukları vardır. Bilhassa, meslekte yeni olan arkadaşlarımız için, bu, son derece büyük güçlük ifade etmektedir. Bunun için, çözüm olarak, ben şahsen, meslektaşlarımızın Bağ-Kur ile ilgilendirilmesi gereğini öneriyorum. Yine, meslektaşların yeni vergi kanunuyla hayat standardına tabi tutulması, özellikle yeni mesleğe başlayanlar açısından ciddî bir külfet teşkil etmektedir.

Tasarıyla getirilen sınav şartıyla ilgili olarak da, Komisyonda da ifade ettiğim üzere, ben şahsen, yapılması arzulanan sınavın stajdan önce yapılmasına taraftarım. Zira, hukuk fakültesinden yeni mezun olmuş bir insanın taze bilgilerle teorik bir sınavdan geçmesinin daha doğru olduğunu düşünüyorum. İnsanları bir yıllık stajdan sonra sınava tabi tutmak, onların asgarî bir yılının, hele, birinci hakta sınavı kazanmadığını varsayarsanız, birkaç yılının kaybolması anlamına gelmektedir.

Avukatların, Avrupa ülkelerinde olduğu gibi, kendilerine verilen vekâletnamelerini kendilerinin onaylama yetkisi olmaması bir eksikliktir; ama, önümüzdeki düzenlemeyle, bir defa almış oldukları vekâletnameleri daha sonra tevkil yoluyla diğer avukatlara verme imkânının verilmiş olmasını da bir yenilik olarak kabul etmek gerekiyor.

Sayın Başkan, sayın milletvekilleri; belirtmem gereken önemli hususlardan biri de, devlet güvenlik mahkemesinin görevi kapsamında kabul edilen suçlarla ilgili olarak hazırlık soruşturmasında avukatların bulundurulmaması konusudur. Her geçen gün görev alanı değiştirilen devlet güvenlik mahkemeleri, bugün, istisna değil, tüm önemli suçlara bakan aslî bir mahkeme durumuna gelmiştir. Bu durumdaki bir mahkeme, özellikle Türk Ceza Kanununun birçok maddesini kapsam içerisine alan, Terörle Mücadele Kanunu, Organize Suçlarla Mücadele Kanunu gibi birçok kanunu görev alanı içerisine alan devlet güvenlik mahkemelerinin hazırlık aşamalarında avukat bulundurulmaması olayı, bana göre ciddî bir eksiklik. İlgili kanunlarda değişiklik yapılmak suretiyle, bugün görüşmekte olduğumuz kanunun ruhuna uygun olarak bir değişiklik yapılması, en önemli temennilerimdendir.

Yine, duruşma sırasında, aynı eğitimi almış olan savcıların beyanlarının doğrudan zapta geçirilmesi, bunun yanında avukatların beyanlarının hâkim aracılığıyla zapta geçirilmesi, savunma aleyhine olan bir kuraldır. Avukatlık ruhsatı almış her meslektaşımız, diyeceklerini, yazdırabilecek ve gereken hukukî dille ifade edebilecek durumdadır. Bazen, çok önemli beyanların dahi, hâkimler tarafından "iddiaları kabul etmiyorum" yahut "davanın reddini talep ediyorum" şeklinde sözde özetlenerek zapta geçirildiğine şahit oluyoruz. Adil bir sacayağından bahsedebilmek için, avukatlar, hem yargının hazırlık soruşturması dahil her aşamasında bulunmalı hem de savunduğu kişilerin arzularını, bir hukukçu olarak kendi ifadeleriyle zapta geçirebilmelidirler.

Sayın Başkan, sayın milletvekilleri; görüşülmekte olan Avukatlık Yasası vesilesiyle belirtmem gerekir ki, toplumun her kesimi gibi yargı camiasının da tüm mensupları ciddî ekonomik sıkıntılar içerisindedir. Hâkim ve savcıların ücret durumları, yaptıkları görevin önemiyle orantılı olmadığı gibi, birinci sınıfa ayrılmış olanlar ve olmayanlar arasında son düzenlemelerle meydana getirilen dengesizlik, yargı camiasında ciddî bir huzursuzluğa neden olmuştur. Bu durumun telafisi, birinci sınıfa ayrılmamış her kademedeki hâkim ve savcıların ücretlerinde yapılacak iyileştirmeyle mümkündür. Yargı camiasında müdür, kâtip, mübaşir ve benzeri unvanlarla çalışan memurların da durumu, bütün memurlarda olduğu gibi acınacak haldedir.

Yine, kamuda çalışan avukatların durumu da yaptıkları görevin önemiyle bağdaşmamaktadır. Hâkim ve savcılarla aynı eğitimi almış olan kamu avukatlarının, ücret bakımından geri bırakılmış olması doğru değildir. Kamunun her sahasında çalışan avukatların devlet adına takip ettikleri davaların maddî ve manevî değerleri düşünüldüğünde, çoğu zaman avukatlar, bu ağırlığın altında âdeta ezilir durumda bırakılmaktadır. Hele serbest çalışan meslektaşlarıyla dava itibariyle durumları kıyaslandığında, kamu avukatı, bu işi icra etmekten dolayı ruhen bunalıma girmektedir. Kamu adına hükmedilen vekâlet ücretinin avukatlara bırakılması veya en azından, önemli bir kısmının bırakılması, bu konuda bir çözüm olarak düşünülebilir.

Değerli milletvekilleri, görüşmekte olduğumuz bölümle ilgili olarak söyleyebileceğim şey, özellikle 55 inci maddede ve 59 uncu maddede ifadesini bulan "hukukun üstülüğünü ve insan haklarını savunmak, korumak ve bu kavramlara işlerlik kazandırmak" gibi bir görev, avukatlara, barolara ve Barolar Birliğine tanınmaktadır. Bu tanınmış olan hakların çok doğru ve isabetli bir şekilde kullanılacağına inanıyorum ve önemli bir değişiklik olduğunu düşünüyorum.

40 000 civarındaki avukatın yıllardır beklemiş olduğu, aynı zamanda, yolu bir şekilde mahkemeye düşen veya düşebilecek nitelikteki bütün insanlarımızı ilgilendiren bu kanunun hayırlı olmasını diliyor, hepinize saygılar sunuyorum. (Alkışlar)

BAŞKAN - Teşekkür ederiz Sayın Akman.

Üçüncü bölümle ilgili bir önerge vardır; okutup, işleme alacağım:

Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına

Tasarının çerçeve 56 ncı maddesinin Avukatlık Kanununun 96 ncı maddesinin birinci fıkrası son cümlesinden sonra gelmek üzere "ancak görev süresi iki dönemden fazla olamaz" şeklinde ve "maddenin ikinci ve üçüncü fıkraları aşağıdaki şekilde değiştirilmiştir" biçiminde olmasını arz ve teklif ederiz.

 

Mehmet Nacar

Ali Arabacı

Yasin Hatiboğlu

 

Kilis

Bursa

Çorum

 

Turhan Tayan

Aydın A. Ayaydın

Necdet Saruhan

 

Bursa

İstanbul

İstanbul

 

BAŞKAN - Sayın Komisyon, önergeye katılıyor musunuz?

ADALET KOMİSYONU BAŞKANI EMİN KARAA (Kütahya) - Katılmıyoruz Sayın Başkan.

BAŞKAN - Sayın Bakanım?..

ADALET BAKANI HİKMET SAMİ TÜRK (Trabzon) - Önerge bize ulaşmadı.

BAŞKAN - Efendim, Sayın Bakanıma tevdi edin önergeyi, okusunlar.

ADALET BAKANI HİKMET SAMİ TÜRK (Trabzon) - Katılmıyoruz Sayın Başkan.

BAŞKAN - Katılmıyorsunuz...

Önergenin gerekçesini okutuyorum:

Gerekçe: Teklif, demokratikleşme yolunun açılmasını amaçlamaktadır.

BAŞKAN - Komisyonun ve Hükümetin katılmadığı önergeyi oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler... Etmeyenler... Kabul edilmiştir.

Kabul edilen önerge doğrultusunda, üçüncü bölümü oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler... Etmeyenler... Üçüncü bölüm kabul edilmiştir.

Sayın milletvekilleri, dördüncü bölüme geçmeden önce, birleşime, 00.30'da toplanmak üzere, ara veriyorum.

    Kapanma Saati: 00.28


ÜÇÜNCÜ OTURUM

Açılma Saati: 00.33

BAŞKAN : Başkanvekili Ali ILIKSOY

KÂTİP ÜYELER: Yahya AKMAN (Şanlıurfa), Melda BAYER (Ankara)

BAŞKAN - Sayın milletvekilleri, Türkiye Büyük Millet Meclisinin 94 üncü Birleşiminin Üçüncü Oturumunu açıyorum.

Görüşmelere kaldığımız yerden devam ediyoruz.

VI. – KANUN TASARI VE TEKLİFLERİYLE KOMİSYONLARDAN

GELEN DİĞER İŞLER (Devam)

6. – Avukatlık Kanununda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Tasarısı ile Avukatlık Kanununa Bazı Maddelerin Eklenmesine Dair Kanun Tasarısı ve Kütahya Milletvekili Emin Karaa'nın, 1136 Sayılı Avukatlık Kanununun Bazı Maddelerinin Değiştirilmesi ve Bu Kanuna Bazı Maddeler Eklenmesine Dair Kanun Teklifi ve Adalet Komisyonu Raporu (1/422, 1/411, 2/317) (S.Sayısı : 413) (Devam)

BAŞKAN - Komisyon ve Hükümet yerinde.

Dördüncü Bölüm, 76 ncı madde ile daha sonraki maddeleri kapsamaktadır. Bu bölümde de konuşma süreleri, Hükümet, gruplara ve Komisyona 10'ar dakikadır.

Doğru Yol Partisi Grubu adına, Eskişehir Milletvekili Sayın Sadri Yıldırım; buyurun efendim.

DYP GRUBU ADINA MEHMET SADRİ YILDIRIM (Eskişehir) - Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; 413 sıra sayılı Avukatlık Kanununda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Tasarısının Dördüncü Bölümü üzerinde, Doğru Yol Partisi Grubu adına söz almış bulunuyorum; bu vesileyle, Yüce Heyetinize, tüm adalet camiasına, değerli meslektaşlarım avukatlarımıza ve aziz milletimize Doğru Yol Partisi Grubu ve şahsım adına saygılarımı sunuyorum.

Konuşmama başlamadan evvel, biraz evvel vermiş bulunduğumuz avukatların milletvekilliği süresince avukatlık yapamamalarına dair önergenin, Yüce Meclisçe kabul edilmesinden dolayı sayın üyelerimize teşekkür ediyorum.

Değerli milletvekilleri, toplum, adalet, hukuk ve demokrasi adına çok önemli bir kanun tasarısını görüşüyoruz; çünkü, devletin varlık sebebi adalettir. Adalet devletin meşruiyet temelidir. Adalet, ancak demokratik hukuk devletiyle mümkündür. Adalet, hukukunun üstünlüğüne inanmak ve uygulamakla mümkündür. Adalet, toplumsal barışın güvencesidir; yani, bir toplumda demokrasi yoksa, hukuk yoksa adalet de yoktur. Öyleyse, Anayasamızın 2 nci maddesinde belirtildiği gibi Türkiye Cumhuriyeti bir hukuk devletidir. Egemenlik, mutlak surette milletindir. Üstünlük, sadece, Anayasa ve kanunlarda mevcuttur. Yargı gücü, devletin, egemenlik haklarındandır; hakkın, hukukun ve adaletin sağlanması ise, temel görevlerindendir.

Değerli milletvekilleri, yargı, usul kanunlarımıza göre, iddia, savunma ve karar makamından teşekkül etmektedir. Yoksa, yargı denilince, sadece, hâkim akla gelmemelidir. Hâkimin karar vermesinde, ona ışık tutacak, delil toplayacak ve delillerin değerlendirilmesinde yardımcı olacak iddia makamında oturan cumhuriyet savcılarımız ve yine, hâkimin karar vermesinde delilleri sunacak olan, hâkime adaletin tecellisi için yardımcı olan, hak ve hukuku koruyan, savunan, savunma makamında oturan avukatlarımız vardır. Kısacası, adalet terazisinin düzgün, eşit, hak ve hukuka uygun, adil bir biçimde tartması için, karar makamında oturan hâkim, iddia makamında oturan cumhuriyet savcısı ve savunma makamında oturan avukat, üçü birlikte yargının unsurlarıdır; yani, üçlü sacayağıdır.

Önemini arza çalıştığım adaletin, ülkede hâkim olabilmesi için, evvela, yargı bağımsızlığının ve yargıç güvencesinin teminatı şarttır; bugüne kadar hep bunu savunduk, yine savunacağız. Ancak, yukarıda izah ettiğim sebeplere ve tüm uygar ülkelerde kabul edilen ilkeye göre, avukatların ve baroların bağımsız olmadığı bir ülkede, yargı, bağımsız olarak kabul edilemez. Bu nedenle, barolar ve Barolar Birliği üzerindeki Adalet Bakanlığı vesayeti de kaldırılmaktadır.

Öyleyse, tam yargı bağımsızlığından bahsedebilmek için, hâkim, cumhuriyet savcısı ve avukat bağımsız olmalıdır. Her üçü birlikte bağımsız olduğu takdirde, tarafsızlık da sağlanır. Yani, yargı bağımsız ve tarafsız olduğu takdirde, adalete güven gelir ve adaletin kestiği parmak acımaz düşüncesi toplumda sağlanmış olur.

Değerli milletvekilleri, 1136 sayılı Avukatlık Kanununun 1 inci maddesinde "avukatlık, kamu hizmeti ve serbest bir meslektir. Avukat, görevini yerine getirmekte bağımsızdır" denilmektedir. Yine, 2 nci maddesinde ise, avukatlığın amacı izah edilmiştir. 34 üncü maddesinde "avukatlar, yüklendikleri görevleri, bu görevin kutsallığına yakışır bir şekilde özen, doğruluk ve onur içinde yerine getirmek ve avukatlık unvanının gerektirdiği saygı ve güvene yakışır bir şekilde hareket etmekle yükümlüdürler" denilerek, avukatlığın önemli ve kutsal bir meslek olduğu belirtilmiştir. Yani, hâkimlik ülkemizde nasıl onurlu, şerefli, kutsal bir görev ise, adaletin tecellisinde mahkemeye ve hâkime yardımcı olan ve her fedakârlığa katlanan, bir nevi amme hizmeti gören avukatlık da kutsal, onurlu ve şerefli bir görevdir. Çünkü, adaletin tecellisinde avukatın görevi hem zor ve hem de çok önemlidir; çünkü, insan haklarını savunmaktadır; çünkü, mağdurların hakkını aramaktadır. Öyleyse, avukat, halkla iç içe olmalı, toplumun dert ve sıkıntılarını bilmeli ve milletle yargıyı kucaklaştırmalı ve halka adaleti benimseterek sevdirmelidir; yani, avukat, halkla yargı arasında diyalogu sağlayarak köprü görevi görmelidir. Türk Milleti, zaten, kanunlara saygılıdır, adalete de güveni tamdır.

İşte, avukatların görevlerinin önemi gözönüne alınarak, savunmanın, yargının temel unsurlarından biri olduğu düşüncesinden hareketle, avukatlık mesleğinin günümüz koşullarına göre en iyi şekilde yapılabilmesi için avukatlara görevlerini yerine getirmelerinde yardımcı olacak kuruluşlara açıklık getirilerek, bu kuruluşlardan bilgi ve belge toplama yetkisi verilmektedir.

Tasarıyla getirilen diğer bir değişiklik de, demokratik ve sosyal hukuk devletinde, herkes, hak arama özgürlüğünden ve savunma hakkından eşit olarak yararlanmalıdır. Bu bakımdan, ekonomik ve parasal nedenler engelleyici rol oynamamalıdır. Evrensel insan hakları belgelerinde olduğu gibi, Anayasamızda da yer alan bu anlayış uygulanarak, adlî yardım yoluyla hak aramada eşitlik sağlanabilecektir.

Avukatlık Kanununda yeni düzenlemeler yapılması ihtiyacı, uzun süreden beri kendini hissettirmiştir. Avukat, mesleğini icra ederken, bağımsız olmalıdır. Tabiî, avukatın meslek kuruluşu olan baroların da, bağımsız ve yeterli gelir kaynağına sahip kurumlar olması zorunludur. Avukatlık mesleği ve barolar, Avrupa Birliği standartlarına ulaştırılmalıdır. Türkiye'nin Avrupa Birliğiyle entegrasyonunda atılması gerekli olan adımlardan biri de bu yasal düzenlemedir.

Değerli milletvekilleri, tabiî ki, sadece Avukatlık Yasasında yapılan düzenlemelerle yetinilmemeli ve paralel düzenlemeler, ceza muhakemeleri usulü ve hukuk usulünde de yapılmalıdır.

Avukatlık mesleği, tüm dünya ülkelerinde saygın ve vazgeçilmez bir meslektir. İnsan haklarının temel unsurlarından biri savunmadır. Savunma yoksa, hukuk da yoktur; hukuk ve savunma yoksa, hak ve adalet de yoktur, demokrasi de yoktur. Onun için, savunma çok önemlidir. Moliere "avukatlar esir kullanmadılar; fakat, efendiler de olmadı" diyerek, savunmanın önemini belirtmiştir.

Bu tasarının, ülkemize, demokrasimize, adaletimize, insan haklarına, yargımıza, insan haklarını can pahasına savunan ve savunmayı temsil eden avukatlarımıza, barolara ve Barolar Birliğimize hayırlı ve uğurlu olmasını diler, Yüce Heyetinize, tüm adalet camiasına, avukatlara, barolara ve Barolar Birliğine, Doğru Yol Partisi Grubu ve şahsım adına saygılar sunarım. (Alkışlar)

BAŞKAN - Teşekkür ederiz Sayın Yıldırım.

Fazilet Partisi Grubu adına, Aksaray Milletvekili Sayın Ramazan Toprak; buyurun efendim. (FP sıralarından alkışlar)

Süreniz 10 dakika.

FP GRUBU ADINA RAMAZAN TOPRAK (Aksaray) - Sayın Başkan, Yüce Meclisin değerli üyeleri; hepinizi saygıyla selamlıyorum.

Sözlerime, bu tasarıya olumlu yaklaştığımı, olumlu oy vereceğimi, yargının üç süjesinden birisinin bir parça daha güçlendirildiğini ifade etmekle başlıyorum; ancak, yargının üç süjesinden birisi olan, üç kurucu unsurundan birisi olan avukatlık söz konusu olunca, yani yargının, bugün gelinen nokta itibariyle, gerçekten dikkat edilmesi gereken noktası avukatlık olunca, bu noktadan hareketle biraz yargıya, yargının ne durumda olduğuna birkaç cümleyle temas etmek arzusundayım.

Tasarı, avukatlıkta iyileştirme getiriyor. Peki, avukatlık, hukuk devleti anlayışında, bizim sistemimizde nerede yer alıyor? Hukuk devletinde yasama, yürütme, yargı diye üç erk vardır. Her erk kendi görev sınırları içinde bağımsızdır; ancak, her bir erk diğer erkle görev sınırları kesiştiği takdirde karşılıklı ve dengeli bağımlılık söz konusudur; tam bağımsızlık değil. Peki, bu, nerede?. Uygar ülkelerde. Gelişmemiş ülkelerde ise, bu, karşılıklı ve tam bağımlılık ilkesi yerini bir başka anlama, bir başka kavrama terk eder. Biraz önce ifade ettiğim husus uygar ülkelerde, gelişmiş ülkelerdedir ve kuvvetler ayrılığı ilkesi ile ifade edilir; yani, yasama, yürütme, yargı birbirinden tamamen ayrı, bağımsız, kesiştiği noktalarda karşılıklı, dengeli bağımlılık vardır. Peki, bizde, bu, böyle mi? Maalesef, bunu söyleyemeyeceğiz. Şöyle ifade edeyim: Bizde, yürütme, hükümeti ifade eder. Yürütmenin başı Sayın Cumhurbaşkanıdır ve Bakanlar Kurulu yürütmeyi ifade eder. Yürütmeyi eline geçiren, yürütmede bulunan her birim, maalesef, önce yasamayı, sonra yargıyı dilediği gibi kontrol edebiliyor. Bu, bize mahsus bir anlayış. Uygar ülkelerdeki kuvvetler ayrılığı ilkesi, bizde, kuvvetler birliği ilkesine dönüşüyor; yani, yürütmede bulunan gerek yasamayı ve gerekse yargıyı çok rahatlıkla kontrol edebiliyor. Bunun sonuçları nelerdir; bizde, yürütmenin yargı ve yasama üzerindeki somut örneklemelerini ifade etmek gerekirse, maalesef, yasamanın, ciddî anlamda bir karşı koyuşunu, bir irade ortaya koyuşunu gözlemliyemiyorum. Sayın hükümetin getirdiği bütün tasarılar, istisnasız, el kaldırıp indirmek suretiyle, kanuna dönüşüyor.

Bir diğerini, yargıya olan müdahalesini ifade edeceğim. Yargının üç süjesinden bahsetmiştik. Bunlardan bir tanesi iddia makamıdır; yani, savcıları ifade eder. Diğeri yargı makamıdır, hâkimler ve mahkemeler... İşte, tasarının 1 inci maddesiyle, yargının üç kurucu unsurundan birisi olarak kabul edilen avukatlar, savunma makamını temsil ediyor, avukatlar için birtakım iyileştirmeler getiriliyor. Gelişmiş ülkelerde en sade vatandaşın, bütün resmî veya özel kurumlardan bilgi edinme hakkı vardır, bilgi kaynaklarına ulaşma en doğal, en temel haktır. Oysa bizde, bırakın sade vatandaşı, savunma makamında bulunan avukat için bilgi edinme ancak bu tasarıyla getirilebiliyor; yani, uygar ülkelerde en sade vatandaşın en doğal hakkı, bizde, savunma makamındaki avukatlara ancak bu tasarıyla; yani, bir kanunla getirilebiliyor. Tasarıda bu konudaki hükümler, uygarlığın neresinde olduğumuzun bir başka ifadesidir.

Savunma bu durumda, peki yargıya gelelim: Yargıtayın eski bir başkanı "hâkimlerimiz, savcılarımız vicdanıyla cüzdanı arasında sıkışmış vaziyette" diye ifade etmişti.

Gelelim yargının üçüncü unsuruna: Bu da iddia makamı; yani, savcı. Savcılar ne kadar teminata sahipler, ne kadar bağımsızlar, ne kadar tarafsız görev yapabiliyorlar. Bununla ilgili hususlar ifade edildiğinde çok yüksek sesler çıkıyor. Devletin zirvesinden, yüksek yargı organlarının başkanlarına kadar istisnasız herkes bu konuda aynı şeyi söylüyor.

Üç ay önceki birkaç gazete başlığını okumak istiyorum: "Danıştay Başkanının ifadesi; idare yargıya uymalı", "Keyfi idareye isyan", "Savcı Şalk'ın baskılara maruz kaldığı hususlar" Yine, gazete kupürlerinden okuyorum: "Sayın Ecevit; Talat Şalk yetkilerini aştı", "Savcıya baskı", "Dışişleri şok etti", "Dışişleri Bakanlığı tüm yargı kurumlarına mektup yazarak 'her olayda cezaî işlem uygulamayın' diye uyardı", "Savcı Şalk'a soruşturma", "Savcı Şalk'a üçlü oyun", "Yargıya müdahale..." Bunlar üç ay önceki birkaç başlıktı, aradan üç ay geçti, başlıklar çok mu değişti; hayır. Bugün, yine bir gazetenin başlığı: "Şok iddialar" Yine, bu konudaki bir gazete haberi: "Statükocuların bazen savcı, hâkim bazen gazeteci bazen bilirkişi olduğu..."

Değerli arkadaşlar, yargının üç süjesinden bir tanesi olan savcıların, bugün, rahat şartlarda görev yaptığını ifade etmek mümkün değil, hâkimlerin bağımsız ve tarafsız görev yaptığını ifade etmek mümkün değil. Yargının üç süjesinden birisi olağanüstü sıkıntı yaşarken diğer süjesine birtakım iyileştirmeler getirmek elbette bir iyiniyet ifadesi; ama, ben, diğer iki süjesinin bu konuda unutulduğunu görüyorum. Bunun özellikle gözönünde bulundurulması gereken bir husus olduğunu ifade ediyorum.

Yine, beyaz enerji soruşturmasında Sayın Şalk'ın ilk hazırladığı iddianamenin onbir sayfasının eksik olarak mahkemeye tevdi edildiği hususu iddiaları hâlâ açıklığa kavuşmuş değil.

Değerli milletvekilleri, sözlerimi bir iki konuya temas ederek bağlıyorum.

Gelişmiş ülkelerde bir yanlış bütün doğruları alıp götürüyor; geri kalmış ülkelerde ise, bir doğru, bütün yanlışları alıp götürüyor. Çok ters bir mantık. Uygarlığın neresinde olduğumuzun bir cümleyle çok somut ifadesidir. Bu konuda tutarlı olmak lazım.

Değerli milletvekilleri, anlıyorum, bu saatte, elbette dikkatler dağıldı.

Son cümlemi ifade ediyorum. Her kişi ve kurum, meşruiyetini hukuk kurallarından alır. Hukuk kuralları, her kişi ve kurumu bağlar. Hukuk, bazen bazıları için değil; hukuk, her zaman herkes için gerekli bir öğedir.

Tasarının hayırlı, uğurlu olmasını temenni ediyor, hepinize saygılar sunuyorum. (Alkışlar)

BAŞKAN - Teşekkür ederiz Sayın Toprak.

Sayın milletvekilleri, maddeyle ilgili 2 önerge vardır; geliş sırasına göre okutup, aykırılık sırasına göre işleme alacağım.

Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına

Görüşülmekte olan 413 sıra sayılı kanun tasarısının geçici 1 inci maddesi ile 97 nci maddesinin aşağıdaki şekilde değiştirilmesini arz ve teklif ederiz.

 

Emrehan Halıcı

Mehmet Nacar

Beyhan Aslan

 

Konya

Kilis

Denizli

 

Dengir Fırat

Ahmet İyimaya

Mehmet Gözlükaya

 

Adıyaman

Amasya

Denizli

 

"GEÇİCİ MADDE 1.- Bu Kanunla getirilen avukatlık staj sonu sınavına ilişkin hükümler bu Kanunun yayımından sonra avukatlık stajına başvuruda bulunanlar hakkında uygulanır.

Bu maddenin yürürlüğe girdiği tarihten önce 1136 sayılı Avukatlık Kanununun 11 inci maddesi hükmü uyarınca, avukatlık  ve avukatlık stajıyla birleşmeyen diğer işlerde bulunulması sebebine dayanılarak, yapmış oldukları stajın geçerli sayılmamasından dolayı aynı Kanunun 72 nci maddesinin (b) bendi uyarınca adları baro levhasından silinmiş bulunanlarla staj bitim belgesi almış oldukları halde aynı sebeple baro levhasına yazılma istemleri reddedilenler, levhaya yazılmalarına dair baro yönetim kurulu kararları Adalet Bakanlığınca onaylanmayanlar veya baro levhasına yazılmamış olanlar, başvurdukları takdirde avukatlıkla birleşmeyen işlerinden ayrılmış olmaları ve başkaca engellerin bulunmaması kaydıyla baro levhasına yazılırlar. Bu şekilde avukatlık stajı yaptıktan sonra baro levhasına yazılmış bulunanların da avukatlıkla birleşmeyen bir işle uğraşmamaları ve başkaca engellerin bulunmaması şartı ile kayıtları silinmez. Adları staj listesinden silinenler, avukatlıkla birleşmeyen işlerinden ayrılmış oldukları ve başkaca engelleri bulunmadığı takdirde bu Kanunun yayımı tarihinden itibaren üç ay içinde başvurmaları halinde yeniden staj listesine yazılırlar ve silme kararından önce yaptıkları staj geçerli sayılarak stajlarına devam ederler. Bunlardan adları staj listesinden silinmesi gerekenler hakkında başkaca engelleri yoksa silme işlemi yapılmaz.

Bu Kanunun yürürlüğe girdiği tarihten önce avukatlıkla bağdaşmayan bir işle uğraştıkları sırada avukatlık stajını yapan ve yapmakta bulunanlar hakkında;

a) Cezaî takibat yapılmaz.

b) Daha önce başlamış olan takibatlar durdurulur.

Hükmolunan cezalar ceza mahkûmiyetlerinin sonuçlarını da kapsamak üzere affedilmiştir.

Bu suretle cezaları bütün sonuçlarıyla affedilmiş olan avukat ve avukat stajyerleri hakkında, bu mahkûmiyetlerine dayanılarak Avukatlık Kanununun avukatlığa kabul edilmemeye ve ruhsatnameleri geri alınmak suretiyle iptal ve adları bir daha yazılmamak üzere levhadan silinmeye dair hükümleri uygulanmaz."

"Madde 97.- Bu Kanunun 9 uncu maddesi yayımı tarihinden bir yıl sonra, 22 nci maddesi yayımı tarihinden altı ay sonra, diğer hükümleri ise yayımı tarihinde yürürlüğe girer"

BAŞKAN - Diğer önergeyi okutuyorum:

Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına

Görüşülmekte olan 413 sıra sayılı Avukatlık Kanununda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Tasarısı ile Avukatlık Kanununa Bazı Maddelerin Eklenmesine Dair Kanun Tasarısı ve Kütahya Milletvekili Emin Karaa'nın 1136 sayılı Avukatlık Kanununun Bazı Maddelerinin Değiştirilmesi ve Bu Kanuna Bazı Maddeler Eklenmesine Dair Kanun Tasarısının 78, 79, 84, 88, 90 ıncı maddelerinin tasarı metninden çıkarılmasını, 77 nci maddesinin birinci fıkrasının aşağıdaki gibi değiştirilmesini arz ve teklif ederim.

            Kamer Genç

                    Tunceli

Madde 164 - Fıkra 1.- Avukatlık ücreti, avukatın yaptığı hizmetin karşılığı olan bir meblağdır.

BAŞKAN - Sayın milletvekilleri, arkadaşlarımız son anda bir önerge getirdiler.

Görüşülmekte olan 413 sıra sayılı yasa tasarısının 122 nci maddesinin birinci fıkrasının son cümlesinin aşağıdaki şekilde değiştirilmesini arz ve talep teklif ederiz.

"Yeniden seçilmek caizdir; ancak, bu süre iki dönemden fazla olamaz."

BAŞKAN - Biraz önce, üçüncü bölümü, yani, bu maddenin yer alması gereken bölümü görüştük ve tamamladık. Komisyon metninde de böyle bir madde yoktur; kaldı ki, Komisyonun çoğunluğu da hazır değildir. O nedenle, görüşme imkânımız yoktur.

Okuttuğum son önerge, aynı zamanda en aykırı önergeydi.

Sayın Komisyon, Sayın Kamer Genç'in önergesine katılıyor musunuz?

ADALET KOMİSYONU BAŞKANI EMİN KARAA (Kütahya) - Katılmıyoruz Sayın Başkan.

BAŞKAN - Sayın Hükümet?..

ADALET BAKANI HİKMET SAMİ TÜRK (Trabzon) - Katılmıyoruz Sayın Başkan.

BAŞKAN - Sayın Genç, buyurun. (DYP sıralarından alkışlar)

KAMER GENÇ (Tunceli) - Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; tabiî, 25 madde halinde görüşünce -bu arada bir sürü önerge de verildi- kanun tamamen, karma karışık oldu, ne olduğu belli değil. Böyle bir yasa çıkarmak, bilmiyorum, şimdiye kadar görülmemiştir.

SEDAT ÇEVİK (Ankara) - Kanun için önerge verdik...

KAMER GENÇ (Devamla) - Bir dinle kardeşim; ne anlatıyorum ben!..

Bu yeni getirilen sistemle, avukatlık ücretinin miktarını barolar birliği belirliyor. Barolar birliği, avukatlık ücretinin miktarını belirleyince, vatandaşı düşünmez, avukatı düşünür. Yani, ben, getirdiğim önergede diyorum ki, yine eski sistem olsun; Barolar Birliği avukatlık ücretini belirlemesin, bunun en son mercii Adalet Bakanlığı olsun; ama, getirilen bu sistemle, Barolar Birliği avukatlık ücretini belirliyor, Adalet Bakanlığına gönderiyor, Adalet Bakanlığı, eğer, Barolar Birliğinin gönderdiği bu rakama uymadığı zaman, Barolar Birliğinin önerisini kabul etmeyince, Barolar Birliğine tekrar geri gönderiyor ve Barolar Birliği Yönetim Kurulunca üçte iki çoğunlukla kabul edilince, bu, kesinleşiyor. Böyle bir sistem, bana göre hatalıdır; çünkü, bu, vatandaşın cebinden çıkan paradır; cebinden çıkan parayı da... Avukatın menfaatı düşünülerek... Barolar Birliği, siyasî bir mercidir, dolayısıyla, herhalde, kendi mensubunu düşünür, vatandaşını düşünmez. Onun için, bunun daha objektif ölçülere bağlı olması lazım. Bu önergemin birinci kısmı bu.

İkincisi, bütçeden bu kurula; yani, Barolar Birliğine, bugünkü parayla, aşağı yukarı 25 trilyon civarında bir para veriyoruz; yani, 492 sayılı Harçlar Kanununun 1, 2, 3 nolu çizelgeleri ve idarî para cezaları hariç, para cezalarının yüzde 3'ünü veriyoruz, bu da aşağı yukarı 25 trilyon civarında bir paradır. Bunları, Barolar Birliği istediği gibi kullanıyor. Burada, nasıl kullanacağı, nasıl vereceği konusunda bir düzenleme de yok; ancak, işte, adlî müzaheret için avukatlar tutacak... Avukatları da, icabında, Barolar Birliği kendi yandaşlarından tutar, yüksek ücretler verir. Yani, kanun vazının amacı... Bunları mademki burada düzeltiyorsak, her şeyi ayrıntılı belirleyelim ve doğru dürüst de kanun çıksın. Bu saatlere kadar, çıkıp da neyi kaçırıyoruz, yangından mal mı kaçırıyoruz? Burada, dediğim gibi, daha baştan beri söylediğim gibi, 20 000 avukatın durumunu düzeltmek için, bu saatlere kadar bu Meclisin çalıştırılmasına da gerek yok, böyle bir kanun çıkmasına da gerek yok.

Dolayısıyla, benim cebimden verdiğim vergiyi, niye getirip de bilmem birtakım meslek kuruluşlarına verelim ve onlar da istediği gibi kullansınlar; memlekette bu kadar sıkıntı varken... Bunları söylüyoruz. Bunları söylemek size niye bu kadar ters geliyor, ben de anlamıyorum.

İşin özü, bir defa, bu Barolar Birliğine bütçeden aktarılan paranın kesilmesi lazım bana göre.

YUSUF KIRKPINAR (İzmir) - Ben de katılıyorum.

KAMER GENÇ (Devamla) - İkincisi, Barolar Birliğinin tespit ettiği avukatlık ücretini Adalet Bakanlığının belirlemesi lazım. Aksi takdirde, vatandaşın cebinden gidiyor. Vatandaşı koruyan bir merci olması lazım; önce Meclistir, o da idaredir; ama, siz, ister kabul edersiniz ister kabul etmezsiniz. Dolayısıyla, önergelerimde ben bunları vurguluyorum. Kanuna her yönüyle de karşı olduğumu söyledim. Evet, teknik birtakım düzenlemeler gerekli; ama, bu kanun bu şekilde çıkmaz.

Bakın, burada birçok önerge verildi ve değiştirildi. Ben, şahsen, bir milletvekili olarak, ne değişti bilmiyorum; çünkü, burada, komisyonda bazı şeyleri önledik; ama, barolarda başkanlık yapan arkadaşlarımız, bu komisyonda etkili, gruplarında da etkili. Birtakım önergeler verdiler; bir yandan gürültü, bir yandan da biz... Vatandaşa ne getiriyor; bizim korkumuz o. Vatandaşa yeni yeni mükellefiyetler, yeni yeni cebindeki paradan alma şeklindeki önergeler veriliyorsa, bunları önlemek lazım.

YEKTA AÇIKGÖZ (Samsun) - Gelmiyor...

KAMER GENÇ (Devamla) - Bence, bu saatte, bu kanunu bırakmak lazımdı, yarına -ne olur, zamanımız vardı- uzun uzadıya tartışabilirdik; ama, görüyorum ki, tabiî, bizim konuşmalarımız vatandaşın hoşuna gidiyor; ama, sizlerin hoşuna gitmiyor. Yarın o vatandaşın karşısına gideceğiz. Zaten, herkes de bizi dinliyor. Bir önerge kabul edildi, iyi oldu; milletvekilliği yapanlar avukatlık da yapmasınlar. En azından, bizim bu konuşmamızın biraz etkisi oldu; yani, hani, dedim ya, kıyak avukatlıktır... Şimdi, kıyak avukatlık kısmı milletvekilleri yönünden çıktı.

Önergem budur; kabul ederseniz, memnun olurum.

Saygılar sunarım.

YAŞAR TOPÇU (Sinop) - Efendim, Sayın Başkanım, Komisyonda 11 kişi vardı. Zatıâliniz dediniz ki: "Toplantı yetersayısı yok." Komisyon üçte birle toplanır.

BAŞKAN - Hayır efendim, salt çoğunlukla...

YAŞAR TOPÇU (Sinop) - Hayır efendim...

BAŞKAN - Madde değişikliğine ilişkin efendim...

YAŞAR TOPÇU (Sinop) - Hayır efendim...

BAŞKAN - O geçti efendim, o madde...

YAŞAR TOPÇU (Sinop) - Hayır efendim.. Hayır... Hayır efendim...

BAŞKAN - Sayın Topçu, madde metninde...

YAŞAR TOPÇU (Sinop) - Sayın Başkanım, toplantı yetersayısı her yerde aynıdır; yukarıda ayrı, burada ayrı değil.

KAMER GENÇ (Tunceli) - Efendim, burada ayrı hüküm var. Salt çoğunlukla diyor, salt çoğunluk...

YAŞAR TOPÇU (Sinop) - Olmaz öyle şey... Toplantı yetersayısı 8'dir efendim.

KAMER GENÇ (Tunceli) - Hayır... Hayır... Uygulama doğru.

BAŞKAN - Salt çoğunluk 13'tür Sayın Genç.

YAŞAR TOPÇU (Sinop) - Olmaz efendim... 8'dir efendim... Madde burada. "Madde 27.- Komisyonlar, başkanlarının yönetiminde çalışır. Başkanın bulunmadığı zaman başkanvekili, o da yoksa sözcü, komisyona başkanlık eder."

BAŞKAN - Sayın Topçu...

YAŞAR TOPÇU (Sinop) - Bir dakika efendim...

"Komisyonlar, üye tamsayısının üçte biri ile toplanır..."

BAŞKAN - Sayın Topçu, toplanma ile Genel Kuruldaki faaliyetler arasında fark var. Bakınız...

YAŞAR TOPÇU (Sinop) - Efendim, fark olmaz.

BAŞKAN - Bir dakika efendim... Siz de dinleyin; ben sizi dinledim.

YAŞAR TOPÇU (Sinop) - Buyurun.

BAŞKAN - Açınız 87 nci maddeyi...

YAŞAR TOPÇU (Sinop) - Evet, buyurun.

BAŞKAN - "Görüşülmekte olan tasarı veya teklife konu kanunun, komisyon metninde bulunmayan, ancak tasarı veya teklif ile çok yakın ilgisi bulunan bir maddesinin değiştirilmesini isteyen ve komisyonun salt çoğunlukla katıldığı önergeler üzerinde yeni bir madde olarak görüşme açılır." Salt çoğunluk 13'tür efendim; 25 kişi...

YAŞAR TOPÇU (Sinop) - Efendim, izin verir misiniz... Sayın Başkanım, benim cümlemin sonunu beklemeden siz araya girdiniz, onun için itiraz ettim.

BAŞKAN - Buyurun efendim.

YAŞAR TOPÇU (Sinop)- 27 nci maddeye devam ediyorum, onların arasında fark yok.  "... üye tamsayısının üçte biri ile toplanır ve hazır bulunan üyelerin salt çoğunluğu ile karar verir." Salt çoğunluk odur.

BAŞKAN - Hayır efendim, o komisyon toplantıları sırasında...

YAŞAR TOPÇU (Sinop) - Hayır efendim.

BAŞKAN - Efendim, biz öyle kabul ediyoruz.

Evet, Sayın Kamer Genç'in önergesini oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler... Etmeyenler... Önerge kabul edilmemiştir.

Diğer önergeyi okutuyorum:

Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına

Görüşülmekte olan 413 sıra sayılı Kanun Tasarısının Geçici 1 inci maddesiyle 97 nci maddesinin aşağıdaki şekilde değiştirilmesini arz ve teklif ederiz.

Mehmet Emrehan Halıcı

                  (Konya)

ve arkadaşları                               

Geçici Madde 1. - Bu Kanunla getirilen avukatlık staj sonu sınavına ilişkin hükümler bu Kanunun yayımından sonra avukatlık stajına başvuruda bulunanlar hakkında uygulanır.

Bu maddenin yürürlüğe girdiği tarihten önce 1136 sayılı Avukatlık Kanununun 11 inci maddesi hükmü uyarınca, avukatlık ve avukatlık stajıyla birleşmeyen diğer işlerde bulunulması sebebine dayanılarak, yapmış oldukları stajın geçerli sayılmamasından dolayı aynı Kanunun 72 nci maddesinin (b) bendi uyarınca adları baro levhasından silinmiş bulunanlarla staj bitim belgesi almış oldukları halde aynı sebeple baro levhasına yazılma istemleri reddedilenler, levhaya yazılmalarına dair baro yönetim kurulu kararları Adalet Bakanlığınca onaylanmayanlar veya baro levhasına yazılmamış olanlar, başvurdukları takdirde avukatlıkla birleşmeyen işlerinden ayrılmış olmaları ve başkaca engellerin bulunmaması kaydıyla baro levhasına yazılırlar. Bu şekilde avukatlık stajı yaptıktan sonra baro levhasına yazılmış bulunanların da avukatlıkla birleşmeyen bir işle uğraşmamaları ve başkaca engellerinin bulunmaması şartı ile kayıtları silinmez. Adları staj listesinden silinenler, avukatlıkla birleşmeyen işlerinden ayrılmış oldukları ve başkaca engelleri bulunmadığı takdirde bu Kanunun yayımı tarihinden itibaren üç ay içinde başvurmaları halinde yeniden staj listesine yazılırlar ve silme kararından önce yaptıkları staj geçerli sayılarak stajlarına devam ederler. Bunlardan adları staj listesinden silinmesi gerekenler hakkında başkaca engelleri yoksa silme işlemi yapılmaz.

Bu Kanunun yürürlüğe girdiği tarihten önce avukatlıkla bağdaşmayan bir işle uğraştıkları sırada avukatlık stajını yapan veya yapmakta bulunanlar hakkında;

Cezaî takibat yapılmaz,

Daha önce başlamış olan takibatlar durdurulur

Hükmolunan cezalar ceza mahkûmiyetlerinin sonuçlarını da kapsamak üzere affedilmiştir.

Bu suretle cezaları bütün sonuçlarıyla affedilmiş olan avukat ve avukat stajyerleri hakkında, bu mahkûmiyetlerine dayanılarak Avukatlık Kanununun avukatlığa kabul edilmemeye ve ruhsatnameleri geri alınmak suretiyle iptal ve adları bir daha yazılmamak üzere levhadan silinmeye dair hükümleri uygulanmaz."

"Madde 97- Bu kanunun 9 uncu maddesi yayımı tarihinden bir yıl sonra, 22 nci maddesi yayımı tarihinden altı ay sonra, diğer hükümleri ise, yayımı tarihinde yürürlüğe girer."

BAŞKAN- Sayın Komisyon?..

KAMER GENÇ (Tunceli)- Sayın Başkan "yürürlük maddesinde önerge verilmez" diye İçtüzük değişikliği var. Şimdi, bunları ya uygulayın ya uygulamayın.

BAŞKAN- Sayın Genç, aslında, ben de sizin görüşünüzdeydim; ama...

KAMER GENÇ (Tunceli)- Hayır efendim...

BAŞKAN- Bir  dakika efendim, ben de izah edeyim.

Bunu, özel bir görüşme usulüne tabi tuttukları için...

KAMER GENÇ (Tunceli)- Özel gündemi...

BAŞKAN- Gündem demeyelim de, özel görüşme usulüne tabi tutmuşlar; o nedenle, o bölümle ilgili önergeyi vermişler. Biz onu o şekliyle kabul ediyoruz.

KAMER GENÇ (Tunceli)- Böyle şey olur mu!

BAŞKAN- Sayın Komisyon?..

ADALET KOMİSYONU BAŞKANI EMİN KARAA (Kütahya)- Efendim, çoğunluğumuz olmadığı için katılamıyoruz, takdire bırakıyoruz.

BAŞKAN- Sayın Bakan?..

ADALET BAKANI HİKMET SAMİ TÜRK (Trabzon)- Katılıyoruz.

BAŞKAN- Komisyonun takdire bıraktığı, Hükümetin katıldığı önergeyi oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler... Etmeyenler... Önerge, kabul edilmiştir.

Dördüncü Bölümü, kabul edilen bu değişiklik önergesi doğrultusunda oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler... Etmeyenler... Dördüncü Bölüm, kabul edilmiştir.

Sayın milletvekilleri, tasarının tümünü oylarınıza sunacağım; ancak, biraz önce, Üçüncü Bölümde çerçeve 56 ncı maddede, Avukatlık Kanununun 96 ncı maddesinin birinci fıkrasına "ancak, görev süresi iki dönemden fazla olamaz" cümlesi eklenmiştir. Ana temada bir değişiklik yapmıyor, redaksiyon yetkisiyle birlikte "bu maddenin ikinci ve üçüncü fıkraları aşağıdaki şekilde değiştirilmiştir" ibareleri aynı kalmak üzere bir redaksiyon yetkisi istiyoruz. Bununla birlikte...

ADALET KOMİSYONU BAŞKANI EMİN KARAA (Kütahya)- Sayın Başkan, bir ikazımız daha var efendim.

BAŞKAN- Buyurun.

ADALET KOMİSYONU BAŞKANI EMİN KARAA (Kütahya)- Çerçeve 55 inci maddenin 22 numaralı bendinde "avukatlık ortaklığı anasözleşmesinin tip anasözleşmeye uygunluğunu onaylamak ve avukatlık ortaklığı siciline tesciline karar vermek" şeklinde geçmiş. Sehven yazılmış. "Onaylamak" yerine "incelemek" olacak efendim.

BAŞKAN- Neresi efendim?

ADALET KOMİSYONU BAŞKANI EMİN KARAA (Kütahya) - Çerçeve 55 inci maddenin 22 nci bendi, 83 üncü sayfada; "onaylamak" yerine "incelemek" olacak Sayın Başkan.

BAŞKAN - Evet, bu hususta da redaksiyon yetkisinin verilmesi suretiyle, tasarının tümünü oylarınıza sunacağım; ama, ondan önce, Sayın Genç'in aleyhte olmak üzere, 86 ncı maddeye göre, söz isteği vardır.

Buyurun Sayın Genç. (DYP sıralarından alkışlar)

Sayın Genç, 3 dakika içinde oyunuzun rengini belirtirseniz...

KAMER GENÇ (Tunceli) - Sayın Başkan, sayın milletvekilleri; aslında, ben, anlamadım; bir yandan, avukatlar, bu kanun tasarısını destekliyor; çıkıyor, 10'ar dakika da konuşuyor; yani, ben, karşıyım, baştan beri söyledim; karşı olduğum için kendi düşüncelerimi dile getirmek durumundayım; ama, ben, bu kanun tasarısının hem tümünde hem de maddelerinde düşüncelerimi söyledim. Hakikaten, vatandaşın kesesine yeni yeni mükellefiyetler getiriyor, adalet hizmetini pahalılaştırıyor; hukuku bilmeyen sokaktaki saf vatandaşın da hakkını korumayan, onu koruyacak yeni yeni hükümler de getirmeyen bir tasarıdır. Barolar Birliğine padişahlık yetkisi veriyor. Ben, Sayın Adalet Bakanının yerinde olsam, Barolar Birliği Başkanını da getirtir Adalet Bakanlığına oturturum; zaten, yetkiyi hep ona verdi; ondan sonra rahat rahat otururum. Onun için, tasarıya "ret" veriyorum.

Saygılar sunarım efendim. (DYP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN - Teşekkür ederiz Sayın Genç.

Lehte olmak üzere, Sayın Masum Türker. (DSP sıralarından alkışlar)

Buyurun Sayın Türker.

MASUM TÜRKER (İstanbul) - Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; sözlerime başlamadan önce, Yüce Heyeti saygılarımla selamlıyorum.

Ben avukat değilim. Şu ana kadar, bu tasarı konusunda söz alanların çoğunluğu avukattı; ama, avukat olmayan bir kişi olarak söylüyorum, bu Meclis, Türkiye'de, çok önemli olan bir savunma hakkını kullanan, yargıda vatandaşın yanında yer alan kesimle ilgili düzenlemeleri, gecikmiş olsak bile, eksik de olsa, bazı yanlışlıkları da olsa gerçekleştirdiği için 21 inci Dönem Meclis olarak büyük bir onur taşıyor. (DSP sıralarından alkışlar)

Göç yolda düzelir. Buradaki birçok eksikliklerin gelecekte, başta dönemdeki meclisler tarafından düzeltilmesini umuyorum ve bu tasarının çıkmasında çok önemli bir ayrıntıya da dikkati çekmek istiyorum: Başta, Komisyon Başkanı Sayın Emin Karaa, Sayın Namık Kemal Atahan, Sayın Ali Arabacı ve Sayın Çetin Bilgir, bunlar benim bildiğim baro başkanlığı yapmış milletvekili arkadaşlarımız ve diğer bütün hukukçu arkadaşlarımız bu yasanın oluşmasına büyük bir katkı sunmuşlardır. Dileğimiz, her meslek örgütünün, her meslek mensubunun, yılların birikimiyle oluşmuş olan sorunlarını çözecek yasal düzenlemeleri bu Meclise taşımalarıdır.

Ben, avukat olmadığım halde, savunmayı düzenleyecek böylesine bir kanun tasarısının lehinde oy kullandığım için de mutlu olduğumu sizinle paylaşmak istiyorum, saygılar sunuyorum. (Alkışlar)

BAŞKAN - Teşekkür ederiz Sayın Türker.

Tasarının tümünü, biraz önce ifade ettiğim redaksiyon yetkileriyle birlikte oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler... Etmeyenler... Tasarı kabul edilmiş ve yasalaşmıştır; hayırlı olsun, özellikle hukuk camiasına.

Kanun tasarı ve tekliflerini sırasıyla görüşmek için, 2 Mayıs 2001 Çarşamba günü, alınan karar gereğince  saat 14.00'te toplanmak üzere birleşimi kapatıyor, hepinize iyi akşamlar diliyorum.

                                                                                        Kapanma Saati: 01.11

 

Türkiye Büyük Millet Meclisi Resmi internet Sitesi
© 2009 T.B.M.M.