DÖNEM : 21 CİLT : 50 YASAMA
YILI : 3 T. B. M. M. TUTANAK
DERGİSİ 35 inci
Birleşim 18 . 12 . 2000 Pazartesi İ Ç İ N D E K İ L E R Sayfa I. –
GEÇEN TUTANAK ÖZETİ II. – GELEN KÂĞITLAR III. –
KANUN TASARI VE TEKLİFLERİYLE KOMİSYONLARDAN GELEN DİĞER İŞLER 1. – 2001 Malî Yılı Genel ve Katma Bütçeli
İdareler ve Kuruluşlar Bütçe Kanunu Tasarıları ile 1999 Malî Yılı Genel ve
Katma Bütçeli İdare-ler ve Kuruluşlar Kesinhesap Kanunu Tasarıları (1/764,
1/765, 1/740, 3/642, 1/741, 3/643) (S. Sayıları : 552, 553, 554, 555) A) ENERJİ
VE TABİÎ KAYNAKLAR BAKANLIĞI 1. – Enerji ve Tabiî Kaynaklar Bakanlığı
2001 Malî Yılı Bütçesi 2. – Enerji ve Tabiî Kaynaklar Bakanlığı
1999 Malî Yılı Kesinhesabı a) PETROL
İŞLERİ GENEL MÜDÜRLÜĞÜ 1. – Petrol İşleri Genel Müdürlüğü 2001
Malî Yılı Bütçesi 2. – Petrol İşleri Genel Müdürlüğü 1999
Malî Yılı Kesinhesabı b) DEVLET
SU İŞLERİ GENEL MÜDÜRLÜĞÜ 1. – Devlet Su İşleri Genel Müdürlüğü 2001
Malî Yılı Bütçesi 2. – Devlet Su İşleri Genel Müdürlüğü 1999
Malî Yılı Kesinhesabı B)
DIŞİŞLERİ BAKANLIĞI 1. – Dışişleri Bakanlığı 2001 Malî Yılı
Bütçesi 2. – Dışişleri Bakanlığı 1999 Malî Yılı
Kesinhesabı C) TARIM VE
KÖYİŞLERİ BAKANLIĞI 1. – Tarım ve Köyişleri Bakanlığı 2001
Malî Yılı Bütçesi 2. – Tarım ve Köyişleri Bakanlığı 1999
Malî Yılı Kesinhesabı a) TARIM
REFORMU GENEL MÜDÜRLÜĞÜ 1. – Tarım Reformu Genel Müdürlüğü 2001
Malî Yılı Bütçesi 2. – Tarım Reformu Genel Müdürlüğü 1999
Malî Yılı Kesinhesabı D) ADALET
BAKANLIĞI 1. – Adalet Bakanlığı 2001 Malî Yılı
Bütçesi 2. – Adalet Bakanlığı 1999 Malî Yılı
Kesinhesabı E) YARGITAY
BAŞKANLIĞI 1. – Yargıtay Başkanlığı 2001 Malî Yılı
Bütçesi 2. – Yargıtay Başkanlığı 1999 Malî Yılı
Kesinhesabı IV. –
SORULAR VE CEVAPLAR A) YAZILI
SORULAR VE CEVAPLARI 1. – Bursa Milletvekili Ertuğrul
Yalçınbayır’ın, kamu yatırımlarına ilişkin Başbakandan sorusu ve Devlet Bakanı
ve Başbakan Yardımcısı Devlet Bahçeli’nin cevabı (7/2878) 2. – Bursa Milletvekili Ertuğrul
Yalçınbayır’ın, Bursa İlindeki kamu yatırımlarına ilişkin Başbakandan sorusu ve
Devlet Bakanı ve Başbakan Yardımcısı Devlet Bahçeli’nin cevabı (7/2877) 3. – Erzurum Milletvekili Fahrettin
Kukaracı’nın, Meteoroloji Genel Müdürlüğünün milletvekillerine bilgi vermediği
iddiasına ilişkin Başbakandan sorusu ve Devlet Bakanı Ramazan Mirzaoğlu’nun
cevabı (7/3100) 4. – İstanbul Milletvekili Bülent
Akarcalı’nın, kamu bankalarından verilen kredilere ilişkin Başbakandan sorusu
ve Devlet Bakanı Recep Önal’ın cevabı (7/2872) 5. – Erzurum Milletvekili İsmail Köse’nin,
İstanbul 8 inci Vergi Mahkemesi üyesi hakkında açılan soruşturmaya ilişkin
sorusu ve Adalet Bakanı Hikmet Sami Türk’ün cevabı (7/2986) 6. – Adana Milletvekili M. Halit
Dağlı’nın, özelleştirilen kurumların personeline ilişkin sorusu ve Devlet
Bakanı Yüksel Yalova’nın cevabı (7/2979) 7. – Kırıkkale Milletvekili Kemal
Albayrak’ın, Kırıkkale merkezde bulunan baz istasyonuna ilişkin sorusu ve
Sağlık Bakanı Osman Durmuş’un cevabı (7/3057) 8. – Van Milletvekili Maliki Ejder
Arvas’ın, tarım sektöründe uygulanacak olan doğrudan gelir destek programına
ilişkin sorusu ve Tarım ve Köyişleri Bakanı Hüsnü Yusuf Gökalp’in cevabı
(7/3070) 9. – Diyarbakır Milletvekili Sacit
Günbey’in; Ülkemize kaçak olarak et ve canlı hayvan
girdiği iddialarına, - Antalya Milletvekili Mehmet Baysarı’nın; Sağlıksız etlerin hangi yollarla ülkeye
girdiğine, Kaçak ve sağlıksız et ile et ürünlerine İlişkin soruları ve Tarım ve Köyişleri
Bakanı Hüsnü Yusuf Gökalp’in cevabı (7/3059, 3063, 3064, 3065) 10. – Aksaray Milletvekili
RamazanToprak’ın, pancar üretiminde uygulanan kotaya ilişkin sorusu ve Tarım ve
Köyişleri Bakanı Hüsnü Yusuf Gökalp’in cevabı (7/3015) I. – GEÇEN
TUTANAK ÖZETİ TBMM Genel Kurulu saat 11.00’de açılarak
altı oturum yaptı. Kuzeyden Keşif Harekâtının görev süresinin
31.12.2000 tarihinden itibaren altı ay süreyle uzatılmasına ilişkin Başbakanlık
tezkeresi, yapılan görüşmelerden sonra kabul edildi. 2001 Malî Yılı Genel ve Katma Bütçeli
İdareler ve Kuruluşlar Bütçe Kanunu Tasarıları ile 1999 Malî Yılı Genel ve
Katma Bütçeli İdareler ve Kuruluşlar Kesinhesap Kanunu Tasarılarının (1/764,
1/765, 1/740, 3/642, 1/741, 3/643) (S. Sayıları : 552, 553, 554, 555)
görüşmelerine devam olunarak; Turizm Bakanlığı, Millî Eğitim Bakanlığı, Yükseköğretim Kurulu (YÖK), Üniversiteler (53 adet), 2001 Malî Yılı Bütçe Kanunu Tasarıları ile
1999 Malî Yılı Kesinhesap Kanunu Tasarıları kabul edildi. Alınan karar gereğince, 18 Aralık 2000
Pazartesi günü saat 11.00’de toplanmak üzere, birleşime 23.48’de son verildi.
No. : 51 II. – GELEN KÂĞITLAR 18 . 12 . 2000 PAZARTESİ Sözlü Soru Önergesi 1. – İstanbul Milletvekili Ahmet Güzel’in,
İstanbul’da bazı dolmuş hatlarında sahte plaka ile araç çalıştırıldığı
iddiasına ilişkin İçişleri Bakanından sözlü soru önergesi (6/1116) (Başkanlığa
geliş tarihi : 16.12.2000) Yazılı Soru Önergesi 1. – Bolu Milletvekili Necmi Hoşver’in,
çevik kuvvet polisleri için İsrail’den tabancı ithal edileceği iddiasına
ilişkin İçişleri Bakanından yazılı soru önergesi (7/3215) (Başkanlığa geliş
tarihi : 15.12.2000) Süresi İçinde Cevaplandırılmayan Yazılı Soru Önergeleri 1. – Hatay Milletvekili Mustafa Geçer’in,
Türkiye’deki yabancı okullara ilişkin Millî Eğitim Bakanından yazılı soru
önergesi (7/2829) 2. – Muğla Milletvekili Nazif
Topaloğlu’nun, Muğla Yatağan Termik Santraline ilişkin Enerji ve Tabiî
Kaynaklar Bakanından yazılı soru önergesi (7/2842) 3. – Muğla Milletvekili Nazif
Topaloğlu’nun, Muğla’daki bazı termik santrallerin özelleştirilmelerine yönelik
çalışmalara ilişkin Enerji ve Tabiî Kaynaklar Bakanından yazılı soru önergesi
(7/2844) 4. – Hatay Milletvekili Mustafa Geçer’in,
görevden alınan imam-hatip lisesi müdürlerine ilişkin Millî Eğitim Bakanından
yazılı soru önergesi (7/2866) BİRİNCİ
OTURUM Açılma Saati : 11.00 18 Aralık 2000 Pazartesi BAŞKAN : Başkanvekili
Mehmet Vecdi GÖNÜL KÂTİP ÜYELER : Cahit
Savaş YAZICI (İstanbul), Levent MISTIKOĞLU (Hatay) BAŞKAN - Türkiye Büyük
Millet Meclisinin 35 inci Birleşimini en iyi dileklerimle açıyor, hepinize
saygılar sunuyorum. Sayın milletvekilleri,
2001 Malî Yılı Genel ve Katma Bütçe Kanunu Tasarıları ile 1999 Malî Yılı Genel
ve Katma Bütçe Kesinhesap Kanunu Tasarıları üzerindeki görüşmelere devam
edeceğiz. Şimdi, bütçe
görüşmelerine başlıyoruz. Program uyarınca, bugün
iki tur görüşme yapacağız. Devam etmeden hemen
söyleyeyim; bazı arkadaşlar, cihaz açıldı diye girmeye başladılar. ALİ ŞEVKİ EREK (Tokat) -
Girdik bile... BAŞKAN - Onun için,
bütçeleri saymadan, eşitlik sağlamak bakımından, sizlere de bilgi vereyim... Onikinci turda
görüşeceğimiz bütçeler; Enerji ve Tabiî Kaynaklar Bakanlığı, Petrol İşleri
Genel Müdürlüğü, Devlet Su İşleri Genel Müdürlüğü, Dışişleri Bakanlığı
bütçeleri. III. – KANUN TASARI VE
TEKLİFLERİYLE KOMİSYONLARDAN 1. – 2001 Malî Yılı Genel ve Katma Bütçeli İdareler ve
Kuruluşlar Bütçe Kanunu Tasarıları ile 1999 Malî Yılı Genel ve Katma Bütçeli
İdareler ve Kuruluşlar Kesinhesap Kanunu Tasarıları (1/764, 1/765, 1/740,
3/642, 1/741, 3/643) (S. Sayıları : 552, 553, 554, 555) (1) A) ENERJİ VE TABİÎ KAYNAKLAR BAKANLIĞI 1. – Enerji ve Tabiî Kaynaklar Bakanlığı 2001 Malî Yılı
Bütçesi 2. – Enerji ve Tabiî Kaynaklar Bakanlığı 1999 Malî Yılı
Kesinhesabı a) PETROL İŞLERİ GENEL MÜDÜRLÜĞÜ 1. – Petrol İşleri Genel Müdürlüğü 2001 Malî Yılı Bütçesi 2. – Petrol İşleri Genel Müdürlüğü 1999 Malî Yılı
Kesinhesabı b) DEVLET SU İŞLERİ GENEL MÜDÜRLÜĞÜ 1. – DevletSu İşleri Genel Müdürlüğü 2001 Malî Yılı Bütçesi 2. – Devlet Su İşleri Genel Müdürlüğü 1999 Malî Yılı
Kesinhesabı B) DIŞİŞLERİ BAKANLIĞI 1. – Dışişleri Bakanlığı 2001 Malî Yılı Bütçesi 2. – Dışişleri Bakanlığı 1999 Malî Yılı Kesinhesabı BAŞKAN - Komisyon?..
Yerinde. Hükümet?.. Yerinde. Sayın milletvekilleri,
sorularla ilgili hususu, biraz evvel arz etmiştim. Şimdi, onikinci turda,
grupları ve şahısları adına söz alan sayın üyelerin isimlerini okuyorum : Gruplar adına :
Milliyetçi Hareket Partisi Grubu adına, Gümüşhane Milletvekili Sayın Bedri
Yaşar, Konya Milletvekili Sayın Ali Gebeş, Aksaray Milletvekili Sayın Kürşat
Eser, Osmaniye Milletvekili Sayın Birol Büyüköztürk; Demokratik Sol Parti Grubu
adına, İstanbul Milletvekili Sayın Ahmet Güzel, Diyarbakır Milletvekili Sayın
Abdulsamet Turgut, Adana Milletvekili Sayın Tayyibe Gülek, Tekirdağ
Milletvekili Sayın Ahmet Zamantılı; Anavatan Partisi Grubu adına, Aydın Milletvekili
Sayın Cengiz Altınkaya, İstanbul Milletvekili Sayın Bülent Akarcalı; Doğru Yol
Partisi Grubu adına, Burdur Milletvekili Sayın Mustafa Örs, Kahramanmaraş
Milletvekili Sayın Mehmet Sağlam; Fazilet Partisi Grubu adına, Konya
Milletvekili Sayınteoman Rıza Güneri, Ankara Milletvekili Sayın Oya Akgönenç
Muğisuddin, Şahısları adına : Lenide,
Ankara Milletvekili Sayın Oya Akgönenç Muğisuddin, Erzurum Milletvekili Sayın
AslanPolat; aleyhinde, İstanbul Milletvekili Sayın Hüseyin Kansu, Erzurum
Milletvekili Sayın Lütfü Esengün. Sayın milletvekilleri,
ilk söz, Milliyetçi Hareket Partisi Grubu adına, Gümüşhane Milletvekili Sayın
Bedri Yaşar’a ait. Sayın Yaşar, süreyi eşit
mi kullanacaksınız? BEDRİ YAŞAR (Gümüşhane) -
Evet. BAŞKAN - Buyurun. (MHP
sıralarından alkışlar) Süreniz 7 dakika efendim. MHP GRUBU ADINA BEDRİ
YAŞAR (Gümüşhane) - Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; Enerji ve Tabiî
KaynaklarBakanlığı bütçesi üzerinde, Milliyetçi Hareket Partisi Grubu adına söz
almış bulunmaktayım; Grubum ve şahsım adına, hepinizi saygılarımla
selamlıyorum. Yeni nesillere iş
imkânları sağlamak, refah düzeyini yükseltmek, istihdamı artırmak ve
sanayileşmenin beraberinde getirdiği enerji talebinin hızla artmasına karşılık,
enerji üretiminin de hızla artması gerekmektedir. Oysa, Türkiye’nin enerji
kaynaklarına bakıldığında bu talebi karşılayacak yeterli üretim
gözükmemektedir. Ülkemiz enerji talebinin,
2000 ılında 129 kilovat/saat olarak gerçekleşmesi beklenmektedir. 2005 yılı
talebi 195 milyar, 2010 yılı talebi ise 287 milyar kilovat/saat olarak
hedeflenmiştir. 2000 yılı enerji talep artış oranı ise, yüzde 8,9 olarak
beklenmektedir. Önümüzdeki on yılda bu
enerji talebini karşılamak için, her yıl ortalam 4,5 milyar dolar enerji
yatırımı yapmamız gerekmektedir. Mevcut bütçe kaynaklarıyla bunu yapmak mümkün
değildir. Enerji yatırımını desteklemek maksadıyla, yerli ve yabancı özel
sektör yatırımcılarının enerji sektörüne daha fazla yatırım yapmasını sağlamak
amacıyla, yap-işlet-devlet; yap-işlet; işletme hakkı devri ve otoprodüktör gibi
modeller yanında, hükümetler arası ikili işbirliği anlaşmaları çerçevesinde,
yüzde 10 dışkredili anahtar teslimi projelerin de çalışmalarına başlanmıştır.
Bütün bu projelerin önünü açmak maksadıyla, Yüce Meclisimiz, uluslararası
tahkim konusuyla ilgili sayal düzenlemeleri yapmış ve enerji yatırımlarının
önünü açmıştır. Ülkemiz enerji
kaynaklarının daha akılcı kullanılması, yeni teknolojilerle enerji
hizmetlerinin çeşitlendirilmesi, alternatif enerji kaynaklarının hizmete
sunulduğu bir enerji geleceğini kurabilmek en büyük hedefimiz olmalıdır. Alternatif
enerji kaynaklarından da yararlanılması konusunda, başta, rüzgâr enerjisi olmak
üzere, yenilenebilir enerji kaynaklarının da yap-işlet-devret modeli kapsamında
değerlendirilmesine önem verilmelidir. Enerjiyle ilgili ilk
rüzgâr enerji santralimiz 1,5 megavat gücünde Çeşme-Alaçatı’da
gerçekleştirilmiş olup, 2001-2002 yıllarında 16 proje üzerinde çalışmaları
devam edip, 2004 yılında bu devreye girdiği takdirde, 1 100 megavatlık bir güce
ulaşılacaktır. Rüzgâr enerjisinin yanı
sıra, termik santrallar, hidroelektrik santralları ve yap-işlet-devret
modeliyle Devlet Planlamada bekleyen projelerin de bir an önce vücut bulmasının
Türkiye’nin menfaatına olduğu kanaatindeyim. Şu ana kadar yap-işlet-devret
modeli kapsamında 12 hidroelektrik santral, 4 doğalgaz santralı, 2 rüzgâr
santralı işletmeye alınmış olup, son olarak, 672 megavat kurulu gücündeki
Birecik santralının 112 megavatlık ilk ünitesi deneme üretimine alınmıştır. Geçmiş yıllarda,
özellikle 1990'lı yılların ikinci yarısında enerjiyle ilgili gerekli yatırımlar
yapılmamış olup, Türkiye, enerji darboğazıyla karşı karşıya gelmiştir. Şu an,
2000 yılı itibariyle 3,3 milyar kilovat/saat enerji ithalatı gerçekleşmektedir.
Bir de 3,5-4 sent ithalat rakamlarını dikkate alırsak, Türkiye'nin her yıl
1,3-1,4 milyar doları ithalata gitmektedir. 1 megavatın da 1 milyon dolara mal
olduğunu düşünürsek, her yıl 100 megavat gücünde 10 santralımızı ithalata
ödediğimizin altını çizmek isterim. Bütün bu üretimin diğer
bir boyutu da dağıtımdır. Dağıtım ihalelerimiz 29 bölge olup, 4 tanesi daha
önceden imzalanmıştı hepinizin malumu olduğu üzere. 1997 yılından beri bu 25
bölgenin dağıtım ihaleleri, maalesef, sonuçlandırılamamıştır. Yüzde 18'ler
mertebesinde olan 1997 yılı kayıp kaçak kullanım oranı, bugün itibariyle yüzde
20'lerin üzerine çıkmış olup, bugün, 100 milyar kilovat/saat enerji
ürettiğimizi düşünürseniz, yüzde 3'lük kayıp kaçak kullanım oranının 3
milyarlara tekabül ettiğini; bunun da, Türkiye'nin enerji ithalatına eşit bir
rakam olduğunun altını çizmek isterim. Her yıl milyar dolar
seviyesinde kayba ulaştığımız bu dağıtım işletme haklarının devirlerinin bir an
önce sonuçlandırılması gerekmektedir. Tabiî, bunun yanı sıra, bununla ilgili
problemler de, maalesef, devam etmektedir. Devir bedeliyle ilgili
olarak fatura kesilip kesilmeyeceği, KDV yükümlülüğü, enerji hâsılatından
indirim yapılıp yapılmayacağı, kredi olarak alınan işletme hakkı devir
bedelinin, gerek Elektrik Enerjisi Fonunda gerekse şirketin bilançolarında
nasıl gösterileceği gibi hususlarda tam bir açıklık yoktur. Yine, bunun yanı sıra,
hatlara yapılacak yatırımların bu maliyetlerle ilgili hiçbir kıstas
olmadığından dolayı, bu yatırımların boyutlarının daha sonra nasıl olacağı
bilinmemektedir. Bunun da, bir an önce bir neticeye bağlanması lazım. Diğer bir önemli husus
da, kayıp kaçak kullanım oranlarıdır. Kayıp kaçak kullanım oranı olan yüzde
20'nin içerisinde, özellikle yüzde 2 ve yüzde 3'e tekabül eden cadde
aydınlatmaları, sokak aydınlatmaları ve umumî aydınlatmalarda nihai hedeflerde
önemli rakamlar; yani, işletme haklarının devriyle beraber yüzde 9 ve yüzde
10'lar hedeflenmektedir; şu an yüzde 20'lerde, yüzde 2 ve yüzde 3 bir anlam
ifade etmese bile, nihai hedeflerde bu yüzde 2 ve yüzde 3'ler bir anlam ifade
edeceği için, TEDAŞ ile işletme hakkını devralan firmalar arasında ciddî problemlerin
olacağı kanaatindeyim. Bütün bunların yanı sıra,
Türkiye'de enerji çeşitliliği ve projelerin hayata geçirilmesi için enerji
borsasının kurulması zaruret haline gelmiştir; bir an önce, enerji borsasının
kurulacağı kanaatindeyim. Bu projelerin daha hızlı ve daha ekonomik boyutlarda
tesis edileceği hepimizce malumdur. Değerli milletvekilleri,
son olarak, boru hatları üzerinde durmak istiyorum: Şu an, doğalgaz miktarı,
maalesef, istediğimiz seviyede değil. Türkiye'ye gelen gaz miktarı, Romanya
üzerinden aldığımız 14 milyar metreküp, 10 milyar metreküp İran hattından
aldığımız... (Mikrofon otomatik cihaz
tarafından kapatıldı) BAŞKAN - Sayın Yaşar,
lütfen toparlar mısınız. BEDRİ YAŞAR (Devamla) -
16 milyar metreküp de Mavi Akım üzerinden alacağımız miktarla Türkiye bu
talebini karşılayacaktır; ama, şu an, İran projesinde ciddî bir sıkıntı
olmadığını bili-yoruz; kuzeyde ciddî problem olmadığını biliyoruz. İnşallah,
2001 yılı sonunda Mavi Akımın da devreye gireceğini yetkililer söylemektedir;
ama, Türkiye'de, bütün bu gaz taleplerini karşılayacak yeraltı depolarının
oluşturulması da gerekmektedir. Yoksa, hepimizin bildiği gibi, en son, Hamitabat
çevrim santralındakı gaz kesintisinden dolayı, mazotla çalıştırmak zorunda
kaldık; 5-6 sent civarında olan enerji maliyetinin, bundan dolayı, 17-18
sentlere çıkarak, Türkiye hazinesine verdiği zarar da hepinizin malumudur. Bu kadar kısa süre
içerisinde konulara değinmek mümkün değil. Ben, arkadaşlarımın hakkına tecavüz
etmemek için, konuşmama burada son veriyor, Enerji Bakanlığı bütçesinin
devletimize ve milletimize hayırlı olmasını diliyor, yaklaşan bayramımızın ve
yeni yılımızın ülkemize hayırlı olmasını diliyor, hepinize saygılar sunuyorum.
(MHP, DSP ve ANAP sıralarından alkışlar) BAŞKAN - Teşekkür
ediyorum Sayın Yaşar. MHP Grubu adına ikinci
söz, Sayın Ali Gebeş'e ait. Buyurun efendim. (MHP
sıralarından alkışlar) Süreniz 7 dakika efendim. MHP GRUBU ADINA ALİ GEBEŞ
(Konya) - Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; Enerji ve Tabiî Kaynaklar
Bakanlığı ve Devlet Su İşlerinin bütçeleri hakkında Milliyetçi Hareket Partisi
Grubu adına söz almış bulunuyorum. Grubum ve şahsım adına, Yüce Meclisi, yüce
milletimizi saygı ve sevgiyle selamlıyorum. Tarım sektörünün
ekonomideki önemi, besinsel gereksinimleri karşılama işlevinden
kaynaklanmaktadır. 1990 yılında 5 milyar olan nüfus, günümüzde 6 milyara
ulaşmış ve 2025 yılında bu rakamın 8,3 milyar olacağı tahmin edilmektedir. Günümüzde,
dünyadaki toplam yıllık gıda maddeleri üretimi, dünya tüketimini
karşılayabilecek düzeydedir; ancak, çeşitli bölgeler arasında kişi başına düşen
üretim miktarı yönünden farklılıklar vardır. Nüfusun ortalama yüzde 7'si tarım
sektöründe faaliyette bulunan sanayileşmiş ülkelerde, bir çiftçi ailesi,
kendisine ilave olarak, tarım dışı sektörlerde faaliyette bulunan 50 kişinin
gıda ihtiyacını karşılayabilmektedir. Nüfusunun yüzde 60'ı tarım sektöründe
faaliyette bulunan gelişmekte olan ülkelerde ise, bu değer, kişi başına 2 kişiyle
sınırlı bulunmaktadır. Tarım sektörünün bir
diğer işlevi ise, kalkınmanın finansmanını sağlamasıdır. Ekonomik kalkınmada
sanayie öncelik verilmesi ve gelişen sanayi sektörünün tarım sektörünü
geliştirmesi; sanayiin gelişmesi için gerekli fon, ancak, tarım sektöründen
sağlanabilecektir. Öte yandan dünyada gıda
üretimi, yılda ortalama 103,3'lük bir hızla artarken, Türkiye'de yüzde 2,1
olarak gerçekleşmektedir. Örneğin, tarımda çalışan kişi başına yaratılan
katmadeğer, Danimarka'da 47 000 dolar, Hollanda'da 44 000 dolar, Fransa'da 35
000 dolar iken, ülkemizde, bu, 2 000 dolar civarındadır. Bu tarımsal verimlilik
farkının en önemli nedeni olarak, sulanan alanların azlığı olduğu söylenebilir.
Örneğin, Konya-Çumra'da, hububat üretiminde, sulamadan sonra yüzde 213 ortalama
verim artışı sağlanabilmiştir. Türkiye'nin yüzölçümü, 78
milyon hektar olup, tarım arazileri, bu alanın yaklaşık üçte 1'i, yani, 28
milyon hektar mertebesindedir. Türkiye'de, tarım arazilerinin yüzde 93'ünde,
optimum verim için sulama gereklidir. Diğer bir deyişle, Doğu Karadeniz kıyı
şeridi hariç, diğer bölgelerde sulama yapılması şarttır. Yapılan etütlere göre,
potansiyel yeraltı ve yerüstü su kaynakları dikkate alındığında, ekonomik olarak
sulanabilecek alan, Türkiye yüzölçümünün yüzde 11'i olan 8,5 milyon hektardır. Türkiye'de, tarım
altyapısına en büyük yatırımlar, çiftçimizin çok yakından tanıdığı, Devlet Su
İşleri Genel Müdürlüğü tarafından gerçekleştirilmiştir. DSİ, kuruluşundan bu
yana geçen 46 yılda, ülkemizin ekonomik olarak sulanabilecek 8,5 milyon hektar
alan toprak kaynağından 2,6 milyon hektarını sulamaya açabilmiştir. Bu, bir
yılda, ortalama 55 000 hektarın sulamaya açılması demektir. DSİ sulamaları
içinde, yeraltı suyuyla yapılan sulamalar, yüzde 17 paya sahiptir. Toplam, 435
000 hektar alan, yeraltı suyuyla sulanmaktadır. 1954 yılında, 6200 sayılı
Yasayla kurulan DSİ Genel Müdürlüğü, yurdumuzda su ve toprak kaynaklarını
geliştirmek amacıyla kurulmuştur. Ülkemizde, bu alanlarda büyük çapta
yatırımlara, ancak DSİ'nin kurulmasından sonra başlanabilmiştir. DSİ, 1955
yılında, yalnızca 38 megavat olan enerji kurulu gücünü, 2000 yılında, 10 820
megavata çıkarmıştır. Enerji kurulu gücündeki gelişme, yılda, ortalama olarak,
235 megavat artışı temsil etmektedir. 2000 yılı başı itibariyle, ülkemizde, 204
adet baraj, 339 adet gölet işletmede bulunmaktadır. Türkiye nüfusunun üçte
1'ini barındıran 12 kentin içmesuyu, DSİ'nin yaptırdığı baraj, isale hattı ve
arıtma tesisleriyle sağlanmaktadır. DSİ, bugüne kadar, 29 000 adet sondaj
kuyusunda 3,6 milyon metre derinlikte sondaj yapabilmiştir. Türkiye'nin içerisinde
bulunduğu ekonomik zorluklar nedeniyle, yatırıma ayrılan paylar sürekli olarak
azalmış ve sulama sektöründe en etkin kuruluş olan DSİ de bundan etkilenmiştir.
DSİ, 90'lı yılların başında, devlet yatırım bütçesinin yüzde 35'ini
kullanırken, günümüzde, bu oran yüzde 25'lere düşmüştür. Çiftçinin gelir
seviyesini artıracak temel faktör, DSİ'nin tüm Türkiye'ye yayılmış tarım
sektörü yatırımlarının bir an önce tamamlanmasına bağlıdır. 1,7 milyon hektar
arazinin sulanacağı GAP, nasıl, Güneydoğu Anadolu Bölgemizi kalkındıracaksa,
650 000 hektar arazinin sulanacağı KOP, Konya Ovası Projesi de İç Anadolu
çiftçisinin özlemini duyduğu bir projedir. Projenin yüzde 49'u işletmede, yüzde
5,6'sı inşa halindedir. Bu projede, Derebucak Barajında tutulan sularla 3 750 hektar
sulanacak ve mansabında Gembos derivasyon kanallarıyla, yılda 130 milyon
metreküp su Beyşehir Gölüne akacaktır. Beyşehir Gölünde düzenlenen ve Soğla
depolamasına BSA kanalı vasıtasıyla iletilen sular, buradan Çumra ovalarını
sulayacak Apa Barajı Gölüne bırakılacaktır. 1994 yılında ihalesi
yapılan, sonradan ihalesi iptal edilen Mavi Tünel ihalesi tekrar yapılmalıdır.
Mavi Tünel, 17 kilometre uzunluğunda, 4 metre çapında ve 450 milyon metreküp
suyu Konya Ovasına akıtacaktır. Arazi şartlarında, gece
gündüz demeden, doğal felaketlerin yaralarını sarmak, ülkemizin su ve toprak
kaynaklarını geliştirmek için çaba sarf eden DSİ personelinin çok ciddî
ekonomik sıkıntıları vardır. Diğer kamu ve özel sektör kurumlarında çalışan
teknik elemanlara göre, DSİ'deki mühendisler en düşük ücretleri almaktadır. (Mikrofon otomatik cihaz
tarafından kapatıldı) BAŞKAN - Toparlar mısınız
lütfen. ALİ GEBEŞ (Devamla) -
Aynı bakanlığa bağlı TEAŞ'ta yaklaşık 1,5-2 misli fazla ücret uygulaması
mevcuttur. Bu nedenle, birçok personel başka kurumlara geçme gayreti
içerisindedir. Teknik ağırlıklı olarak hizmet yürütülen teşkilatta, kurumlar ve
sınıflar arasındaki ücretlerdeki dengesizlik ciddî moral bozukluğu
yaratmaktadır. DSİ'nin hizmet anlayışı, hizmette kaliteyi önplanda tutmaktan
geçer. Geçen yıl deprem bölgesinde işletme halindeki baraj ve göletlerle diğer
DSİ tesislerinde herhangi bir hasar meydana gelmemiş olması, bu anlayışın gurur
duyulan bir göstergesidir; ancak, teknik personelin çalışma şevkini azaltan
ücret durumu, DSİ'nin alışılmış olan kaliteli hizmet üretme anlayışında
erozyona neden olacaktır. Bu amaçla, kanun hükmünde kararnameyle, mutlaka, bu
ücret dengesizliği giderilmelidir. Bu duygularla, bütçenin
hayırlı olmasını diliyor, saygılar sunuyorum. (MHP sıralarından alkışlar) BAŞKAN - Teşekkür
ediyorum Sayın Gebeş. Üçüncü konuşma Sayın
Kürşat Eser'e ait. Buyurun Sayın Eser. (MHP
sıralarından alkışlar) Konuşma süreniz 7
dakikadır. MHP GRUBU ADINA KÜRŞAT
ESER (Aksaray) - Sayın Başkan, sayın milletvekilleri; Dışişleri Bakanlığı
bütçesi üzerinde Milliyetçi Hareket Partisi Grubu adına konuşmak üzere kürsüye
gelmiş bulunmaktayım; hepinizi saygıyla selamlıyor; ramazanınızı ve şeker
bayramınızı en içten dileklerimle kutluyorum. Türkiye, dışpolitikada
çok hassas bir dönemden geçmektedir. Meclisimiz, bu hassas dönemde dışpolitika
konularına daha aktif olarak katılarak, diplomasimize güç vermek durumundadır;
çünkü, Türk diplomasisinin güçlü ve dolayısıyla başarılı olması demek
dışpolitika sorunlarının barışçıl yoldan çözülmesi demektir. Krizlerin ve
gerginliklerin ortadan kalkması ekonomik, sosyal, kültürel ilişkilerin
sıklaşması demektir. Milliyetçi Hareket Partisinin istediği budur. Sadece
Partimizin değil, Yüce Meclisimizin çatısı altında bulunan bütün partilerimizin
de bu görüşte olduğundan şüphem yoktur. Sayın Başkan, sayın
milletvekilleri; Türkiye, önü açık bir ülkedir, Türkiye, geniş ufuklara
yürümenin eşiğindedir, Türkiye, istikbale ümitle bakan bir ülkedir; tabiî ki,
bu konumda olmanın bir bedeli vardır, yol açtığı durumlar, problemler vardır.
Sayın Clinton'ın, 21 inci Yüzyılda Türkiye'nin öne çıkacağını söylemesi
gururumuzu okşamıştır; ancak, Türkiye'nin güçlenmesinden rahatsız olanlar, bu
ifadeden kendilerine görevler çıkarmışlardır Türkiye'nin önünü nasıl keseriz,
Türkiye'yi nasıl durdururuz diye. Sayın Başkan, sayın
milletvekilleri; Türk dışpolitikasını Türkiye'nin jeopolitiğiyle birlikte
mütalaa etmek gerekir. Türkiye'nin jeopolitiğini dikkate almayan
değerlendirmeler eksik olacak, ülkemize yarar yerine zarar getirecektir. Balkanlar,
Kafkaslar, Ortadoğu üçgeninin tam ortasında yer alan Anadolu coğrafyası, bu üç
coğrafyayı da kontrol imkânını verir. Kuzeyindeki Hazar bölgesi enerji kaynakları
ve güneyindeki Ortadoğu enerji kaynakları nedeniyle, Anadolu coğrafyası, âdeta,
enerji denizine uzanmış bir iskele gibidir. Türkiye'nin önüne engel çıkaranlar,
Türkiye'nin bu enerji merkezlerini ve taşıma yollarını kontrol edebilecek bir
coğrafî konuma sahip olduğunu unutmamaktadırlar. İktidardaki koalisyon
hükümetini oluşturan partilerden birinin milletvekili olarak, burada,
açıkyüreklilikle ifade ediyorum, dışpolitikamızı gözden geçirmek, bir durum
değerlendirmesi yaparak, üzerimizdeki baskıları savuşturacak çıkış noktalarını
bulmak ve önde olacağımız senaryoları üretmek durumundayız. Dışişleri
Bakanlığımız, nerelerde, hangi hataları yaptığını kendi kendine sormak, bir
özeleştiri yapmak durumundadır; hem geçmiş olaylardan dersler çıkarmalı hem de
gelişmeleri yakından izleyerek, devletimize, gerekli tedbirleri zamanında almak
için imkân ve fırsat vermelidir. Eğer, Dışişleri Bakanlığımızın bazı ihtiyaç ve
eksikleri var ve bunlar yüzünden görevlerini tam olarak yapamıyorsa, bunları
karşılarız, karşılamak durumundayız. Sayın Başkan, sayın
milletvekilleri; içinde bulunduğumuz dönem ve önümüzdeki dönem, Dışişleri
Bakanlığının aktif olarak devrede bulunması gereken bir dönemdir. Dostumuz ve
müttefikimiz Amerika Birleşik Devletlerinin, Türkiye'yi de ilgilendiren
politikalarındaki gelişmeler dikkat çekicidir. Aynı şekilde, Avrupa Birliğiyle
ilgili gelişmelerde de dikkat çekici olaylar vardır. Rusya Federasyonunda,
Putin'in, iktidara gelişiyle birlikte yaptıkları gözlerden kaçmaktadır.
Ortaasya ve Kafkaslarda izlediği politikalar, siyasî ve idarî yapısında yaptığı
reformlar, Türk kamuoyunda yeteri kadar takip edilmemekte ve
tartışılmamaktadır. Dünya siyasetinde her gün
biraz daha öne çıkan Çin'in, son dönemde Ortadoğuya gösterdiği ilgi de,
gözlerden kaçmış gözükmektedir. Sayın Başkan, değerli
milletvekilleri; genç Türkiyemiz kurulduğu günden beri yüzünü Batı'ya dönmüş,
onun bütün kurumlarında yer almış, AB ile ilgili ilişkileri de yarım yüzyıla
yaklaşmıştır; ama, maalesef, bugün geldiğimiz noktada, Avrupa Birliği,
samimiyetsiz bir tavır ortaya koymaktadır. 8 Kasım 2000'de yayımlanan Katılım
Ortaklığı Belgesi, Helsinki'deki bazı kazanımlarımızı ortadan kaldırmak
istemiş, ardından da, Avrupa Birliğinin, geçtiğimiz günlerde Fransa'nın Nice
Kentinde yapılan zirvede Türkiye'nin adı geçmemiş, Türkiye'nin adaylığının on
yıl geriye bırakıldığı izlenimleri doğmuştur. Batı Avrupa Birliğinin
dağılmasından sonra, Türkiye, Avrupa'nın savunma ve güvenlik yapılarında da
yoktur. Avrupa ile ilgili bu gelişmelerin Türkiye'yi nasıl etkileyebileceği
üzerinde durmak gerekir. Türkiye, onurlu bir
şekilde, kendisine yakışır bir şekilde Avrupa Birliğine dahil olmak
istemektedir; çünkü, Türkiye'nin Avrupa Birliğine dahil olmasında karşılıklı
menfaati olduğuna inanıyoruz. Böylece Türkiye,
Avrupa'daki oluşuma yeni bir tat, yeni bir çeşni katacak ve tüm Türk İslam
dünyasının gelişmiş ülkeler ligindeki sözcüsü ve temsilcisi olacaktır. Avrupa
Birliği ise, kendisinden farklı bir kültürü kabul ettiği, içine sindirebildiği
ölçüde gerçek bir uygarlığın temelini atacak duruma gelecek ve içindeki ilkel,
ırkçı, radikal sesleri bertaraf etmeyi başaracaktır. Ancak, kimse, Avrupa
Birliğine girmek için, Türkiye'nin, bugün, millî bir dava haline gelmiş olan
Kıbrıs konusunda da taviz vermesini bekleyemez. Kuzey Irak'ta çok ciddî
gelişmeler yaşanmaktadır. Kuzey Irak konusunda sürprizlerle karşılaşmamak için,
Türkiye'nin tedbirli olmasında yarar vardır. Milliyetçi Hareket
Partisi olarak, biz, ülke menfaatlerinin peşindeyiz. Sayın Genel Başkanımın da
müteaddit defalar ifade ettiği gibi, bizim için ülke menfaatleri asıldır.
Partimizin menfaatleri ve hele hele kişisel menfaatlerimiz çok sonra gelir.
Biz, iç politikaya dönük olarak dış politikaya yaklaşan bir parti değiliz ve
olmayacağız. Atatürk'ün daha zor ve olumsuz koşullar altında
gerçekleştirdiklerini, günümüz Türkiyesi fazlasıyla gerçekleştirebilecek
durumdadır; bunda, kimsenin kuşkusu yoktur. Türkiye, Dışişleri
Bakanlığımız, önümüzdeki dönemde bunları başaracaktır. Buna inanıyor ve bu
inançla Dışişleri Bakanlığımız bütçesinin ülkemize hayırlı olması dileğiyle,
hepinize saygılar sunuyorum. (MHP sıralarından alkışlar) BAŞKAN - Teşekkür
ediyorum Sayın Eser. Milliyetçi Hareket
Partisi Grubu adına, son söz Osmaniye Milletvekili Sayın Birol Büyüköztürk'e
ait. Buyurun efendim. Süreniz 9 dakika. MHP GRUBU ADINA BİROL
BÜYÜKÖZTÜRK (Osmaniye) - Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; Dışişleri
Bakanlığıyla ilgili olarak Milliyetçi Hareket Partisi Grubu adına söz almış
bulunuyor, hepinizi saygıyla selamlıyorum. Diplomatik ilişkiler
hakkında milletlerarası ilk düzenleme, 19 Mart 1815 tarihindeki Viyana
Nizamnamesidir. İkinci Dünya Savaşından sonra ticaretin olağanüstü gelişmesi,
emek ve sermaye dolaşımındaki serbestleşme, para piyasalarının bütünleşmesi
gibi gelişmeler, diplomasi açısından çok taraflı diplomasi veya parlamenter
diplomasi kavramını ortaya çıkarmıştır. Böylece, büyükelçilikler diplomasinin
yürütüldüğü tek kanal olmaktan çıkmıştır. Şu anda, belli başlı milletlerarası
kuruluşlar açısından, askerî olarak NATO, ekonomik olarak da Avrupa Birliği,
NAFTA ve APEC'i sayabiliriz. Ayrıca, resmî elçilik sıfatı taşımayan birtakım
gönüllüler, örneğin Türklere yurt olmadan önce Anadolu'ya gelen eren ve
dervişler, Avrupalı misyonerler, ülkeleri için küçümsenmeyecek ölçüde önemli
görevler üstlenmişlerdir. Gelelim şimdiki
yaşadıklarımıza: Bu konuda kimseyi suçlamak istemiyorum. Öncelikle
belirtmeliyim ki, hiçbir iktidar, ülkesi aleyhine veya ülkesi lehine birtakım
eksiklikleri bilerek yapmaz; ama, şu andaki tabloyu değerlendirirsek, istediğimiz
veya özlediğimiz bir tablo olmadığında, inanıyorum ki, hepimiz hemfikiriz. Bir yerde Avrupa Birliği,
bir yerde Ermeni sorunu; diğer tarafta komşu bölgeler, Balkanlar, Kafkaslar,
Ortadoğu ve Asya'da Türk ülkeleriyle, eski dost ve müttefik birtakım ülkelerle
olan sorunlar... Dikkat ederseniz, tüm bu sorunları aynı zaman diliminde
yaşamaktayız. Tüm bu sorunların aynı zamanda olmasını tesadüf diye yorumlamak,
zannedersem, biraz saflık olur ve yine tüm bu sorunları, bizim dışımızdaki
etmenlere bağlayıp, kendimizi auta atmak da olmaz. Öyleyse, olayları biraz
irdeleyelim, bizdeki eksiklikler nedir... Burada, tüm suçu Dışişlerine ihale
etmek de haksızlık olur. Bilim adamlarımız, aydınlarımız, işadamlarımız,
bürokratlarımız; yani, topluma yön veren bütün katmanların, biz nerede eksiklik
yaptık diye kendi kendini sorgulamaları lazım. Üzülerek belirtmeliyim ki, kendi
ülkesini jurnallayarak ödül alanlar, bu konuda en fazla düşünmesi gerek
olanlardır. Bu sorunlu bölgede,
geçmişte dörtyüz yıl sükûneti ve huzuru sağlayan insanlığın timsali bizim
atalarımız değil miydi? Yine, beşyüz yıl önce İspanya'da engizisyona,
yakınçağda Almanya'da soykırıma uğrayan bir topluma kucak açan yine bizim
atalarımız değil miydi? Böyle iken, şimdi, atalarımız soykırımla suçlanıyor.
Buna üzülmek yetmez, neyi eksik yaptık, ne yapmalıyız, neyi yanlış yaptık diye
kendi kendimizi de sorgulamalıyız. Peki, ne yapabiliriz?..
Yukarıda belirttiğim gibi, gönüllü elçiler, tarihte, büyük bir sorumluluk
içerisinde ülkelerine büyük faydalar sağlamışlardır ve biz, bu konuda
avantajlıyız. Resmî 4 milyon, gayri resmî 5 milyonu aşan vatandaşımız dış
dünyada ikamet etmektedir. Bu insanlarımızı, maalesef, bu zamana kadar yeterli
bir şekilde motive edemedik. Dış elçilikler, bu zamana kadar, vatandaşla, resmî
işin dışında sıcak ortam kuramadılar ve onları koordine etmekte yetersiz
kaldılar. Öyleyse, burayı, sorgulamak lazım. Niye; elçilerimizin sayısı mı
yetersiz, tecrübe, bilgi, motivasyonları mı, yoksa sistem mi yetersiz? Zannedersem,
hepsinden biraz; ama, en fazla, dünya devleti olan Türkiyemiz için, sistemde
yetersiz bir yapılanma var. Bu boşluğu dolduracak, insanlarımızı koordine
edecek, onları devamlı zinde tutacak, onlara devletin sıcak yüzünü gösterecek,
onların motivasyonunu sağlayıp, bilgilendirip, yalnız sıkıntılı anlarımızda
değil, normal zamanlarda da onların Türkiye lehine propaganda yaparak, olumlu
kamuoyu oluşturmalarını sağlayacak yeni bir yapılanmaya ihtiyaç olduğuna
inanıyorum. İşte, bu yapılanmada,
oluşacak olan yurtdışı bölge milletvekilliği oluşumunun büyük faydası
olacaktır. Büyükelçilerimiz var, buna ne ihtiyaç derseniz; birincisi, bu zamana
kadarki yetersizliktir; ikincisi, Türkiyemizde, her bölgede, devletin her kurum
ve kuruluşu varken, bölge milletvekilliklerine ne gerek var demiyor, onların
bölgeleri için ne kadar faydalı olduğuna müşahede ediyorsak, yurtdışı bölge
milletvekilliklerine de aynı gerekçeyle ihtiyaç vardır diyorum. Ayrıca, artık, yeni bir
çağdayız. Şöyle, geriden, tarih süzgecinden gelirsek, önce, ülkeler, sürekli
olmayan elçilerle münasebet kurarlardı; gün geldi, ilişkilerin yoğunlaşması
sürekli elçiliği oluşturdu. Yine, gün geldi, sürekli elçilikten, ayrıca,
çoktaraflı diplomasi veya parlamenter diplomasi ortaya çıktı ve şimdi,
bilgisayar, yani, bilgi çağı geldi. Artık, yeni bir ihtiyacın veya kavramın
oluşma süreci de başladı. Adına ne derseniz deyin, evden eve diplomasi,
internet diplomasisi veya bilgisayar diplomasisi; bunun için şimdiden hazırlık
yapmalı ve bu konuda projeler üretmeliyiz. Gelelim dış etmenlere...
Ne olmuştu da, aynı zaman diliminde, AB'deki olumsuzluklar, Ermeni soykırımı
iddiaları ve çevremizdeki, Balkanlar, Kafkaslar, Ortadoğu'da, yani, dörtyüz yıl
Osmanlı sınırları içerisinde kalan bölgedeki huzursuzluklar, yine Ortaasya'daki
Türk devletleri ve dost, müttefik ülkelerle olan olumsuz gelişmeler... Kim veya
kimler düğmeye peşi sıra basmak suretiyle, hep Türkiye'nin aleyhindeki bu
gelişmelere sebep teşkil edenler... Bir yerden şuurlu olarak ve kapsamlı bir
plan dahilinde olan bu olaylar, neden böyle gelişti, niye bu ihtiyaç duydular?
Düşünün, bu ülkelerle ilişkiler gayet iyi. Yirmi yıl öncesine gidelim; bu
bölgedeki ülkeler için, Türkiye, büyük, dost, kendilerine her zaman el
uzatacak, kendilerine en yakın gördükleri ülke, yani, bu ülkelerin ortak yakın
ülkesi; diğer bir deyişle, onlara lokomotif olacak ülke Türkiye. Böyle bir
Türkiye ne yapabilir; evet, böyle bir Türkiye, yeni bir birliğin oluşma
ihtimalinin mimarı ve lokomotifi olabilir. Unutmayalım ki, bu bölgeler, dünyanın
en fazla ihtiyaç duyacağı enerjiyi topraklarında bulunduran, dünyanın en genç
nüfusuna sahip bir bölge; düşünün böyle bir gücü, böyle bir Avrasya Birliğini
iyi düşünün. Sayın milletvekilleri, bu
bağlamda, hiçbir mazeret, başarısızlığın sebebi olamayacağı gibi, hiçbir şey,
imkânsızı oluşturacak kadar geç değildir diyorum. Böyle bir girişimin
neticelenmesi ve hatta neticelenme ihtimali dahi, Avrupa Birliği ve dış
dünyayı, Türkiye ile ilgili alacakları kararlarda bu kadar fütursuz yapmayacak
ve AB, bu negatifliği bırakıp, Türkiye'ye kapılarını daha kolay açacaktır.
Ayrıca, iki bölge arasında, Türkiye, köprü vazifesi oluşturarak, hem kendi
gücünü artıracak hem de bölgelerdeki farklı kültürlerin kaynaşmasıyla, dünya
barışına önemli bir katkı sağlayacaktır. Sayın milletvekilleri,
çok kısa olarak, son gelişmeler hakkında bir şeyler söylemek istiyorum. 8 Kasım
Katılım Ortaklığı Belgesi yayımlandıktan sonra, ülkemizde, haklı olarak, bir
tepki oluştu. Bundan, yaklaşık, onbeş gün kadar sonra, ne olduysa, ekonomik
olarak birtakım olumsuzluklar yaşadık ve arkasından, bir kuruluşumuz, Avrupa
Birliğine girmemizin şart olduğunu vurgulayarak, bunun için gerekenin
yapılmasını istedi ve üstelik, Atatürk'ün "çağdaş ülkeler seviyesine
çıkmalıyız" sözünü, Avrupa Birliğine girmeliyiz sözüyle eşdeğer olarak
yorumlamaya başladılar. Sayın milletvekilleri,
sorarım size; niye seksen yıl sıkıntıyı çektik o zaman? O zaman da gelişmiş
ülkelere aynı tavizi versek, yani, teslimiyetçiliği mi kabul etseydik? Lütfen,
kimse, Türkiye'nin kurtuluşunu sağlayan Atatürkümüzün sözlerini istediği gibi
yorumlamaya çalışmasın, O'nu anlamaya çalışsın diyor, hepinize saygılar
sunuyorum. (MHP, DSP ve ANAP sıralarından alkışlar) BAŞKAN - Teşekkür
ediyorum Sayın Büyüköztürk. Demokratik Sol Parti
Grubu adına, ilk söz, İstanbul Milletvekili Sayın Ahmet Güzel'e ait. Buyurun Sayın Güzel. (DSP
sıralarından alkışlar) Süreleri eşit mi
kullanacaksınız efendim? AHMET GÜZEL (İstanbul) -
Evet Sayın Başkan. BAŞKAN - Buyurun efendim;
süreniz 7 dakika. DSP GRUBU ADINA AHMET
GÜZEL (İstanbul) - Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; Enerji ve Tabiî
Kaynaklar Bakanlığı bütçesi üzerinde, Demokratik Sol Parti Grubu adına söz
almış bulunuyorum; hepinizi, şahsım ve Grubum adına saygıyla selamlarım. Saygıdeğer
milletvekilleri, uzun yıllardır, ülkemizde, hem siyasî alanda hem de ekonomik
alanda yaşanan istikrarsızlık, enerji sektörümüzü de etkilemiştir. Ülkemizde
bugün yaşanan enerji krizinin, 1990'lı yıllarda yaşanan ekonomik ve siyasal
istikrarsızlık nedeniyle yapılamayan yatırımlardan kaynaklandığı düşünülürse,
57 nci cumhuriyet hükümetiyle sağlanan istikrar, hiçbir zaman küçümsenmemeli ve
inkâr edilmemelidir. Bugün elde edilen siyasî ve ekonomik başarılar da, bu, uyumlu, dengeli ve
özverili ortamda gerçekleşmiştir. 21 inci Dönem Meclisi,
Türkiye'de en hızlı çalışan Meclis olmuş ve 57 nci cumhuriyet hükümeti de Dünya
Bankası Başkanı Sayın Wolfensohn'un da dediği gibi, şu anda, dünyanın en hızlı
çalışan hükümeti olmuştur. Bu uyumun sağlanması, Demokratik Sol Parti Genel Başkanı ve Başbakanımız
Sayın Bülent Ecevit'in, ülkemize ve toplumumuza kazandırdığı uzlaşma kültürünün
bir eseridir. Son zamanlarda, bu istikrarı bozmaya çalışan, kimi zaman saygı
sınırlarını zorlayan ölçülerde değerlendirmeler yapılmakta, sözler söylenmektedir.
Bu da, bazı çevrelerin, toplumumuz tarafından onaylanan uzlaşı ortamını henüz
algılayamadıklarını göstermektedir. Bu, çok doğaldır. Herkes, aynı doğruları,
aynı anda algılamış olsaydı, ülkemiz de, bugün, bu durumda olmaz ve bütün
mazlum ulusların, kurtuluş mücadelelerinde önder olarak gösterdikleri Büyük
Önder Mustafa Kemal Atatürk'ün gösterdiği çağdaş uygarlık yolunda daha çok
mesafe alabilirdik. Sayın Başkan, değerli
milletvekilleri; Türkiye, 20 nci Yüzyıla elinde gaz lambasıyla girmişti, şimdi
de, 2000'li yıllara, elektrik sıkıntısı ve doğalgaz problemleriyle giriyor.
Enerji sistemimiz, tedbir alınmazsa, çökmek üzeredir. Bilgi ve teknoloji
çağında, bilgisayarlarınız, internetiniz, elektronik ticaret için
oluşturduğunuz web sayfalarınız, elektrik olmazsa ne işe yarayacaktır?
Milyonlarca dolar ödeyerek yapılan fabrikalar, enerji olmazsa ne işe yarayacaktır?
Bu kriz, maalesef, bağıra bağıra gelmiş ve bu konuda üzerlerine düşen görevi
yapması gerekenler görevlerini yapmamışlardır. Son on yıldır enerjiye gerekli
yatırımı yapmayan hükümetler, bu konuda sorumluluk taşımaktadırlar; ama, olan
olmuştur, yine, sıkıntıyı, halkımız ve sanayicimiz çekmektedir. Ülkemizin 2010-2025
yıllarındaki enerji ihtiyacı için Enerji Bakanlığının rakamları ile Devlet
Planlama Teşkilatının rakamları birbirini tutmamakta ve ülkemizin enerji
ihtiyacı konusunda iki kurum arasında anlaşmazlık yaşanmaktadır. Bu nedenle,
ülkemizin enerji sorununa çözüm bulunması için alınması gereken önlemlerin
araştırılarak, yeni bir enerji politikası belirlenmesi amacıyla, Demokratik Sol
Partili 23 milletvekili arkadaşımız Meclis Başkanlığımıza araştırma önergesi
vermiştir. Hızlı kalkınan ülkemizin
gelecek yıllardaki enerji ihtiyacının bugünkünden daha fazla olacağı göz önüne
alınırsa, vakit kaybetmeden ve ülkemiz üzerindeki bu ağır yükü kaldırabilmek
veya hafifletebilmek yönünde tedbirler alınmalıdır. 21 inci Yüzyılda, hiçbir
kimsenin veya kurumun, ülkemizi, aydınlık Türkiye'yi karanlığa gömmeye hakkı
yoktur. Demokratik Sol Parti
olarak, "katı yakıt" dediğimiz kömür ve linyitle beraber, doğalgaz,
hidroelektrik enerji, rüzgâr enerjisi, güneş enerjisi gibi yenilenebilir ve
çevre dostu enerjilerden de yararlanılması gerektiğine inanıyoruz. Giderek
ağırlaşan çevre sorunları ve küresel ısınmaya karşı, 21 inci Yüzyılın enerjisi
kabul edilen hidrojen enerjisinin gözardı edilmemesini ve bu hidrojen çağına
ülkemizin hazırlıklı olması gerektiğine inanıyoruz. Sayın Başkan, değerli
milletvekilleri; Enerji ve Tabiî Kaynaklar Bakanlığının, ülkemizin bu geçiş
döneminde, fevkalade önemli görevleri ve sorumlulukları vardır. Hiçbir dönemde,
hiçbir bakana nasip olmayan boyutta ve büyüklükte, ülke gündemini belirleyen,
büyük bir çalışma ortamı olmamıştır. Kurumlara baktığımızda, TEAŞ, TEDAŞ,
BOTAŞ, TÜPRAŞ, DSİ gibi, şu anda ülkemizde tüm kesimleri ilgilendiren dev
boyutlardaki kuruluşların, 55 inci hükümetle başlayan, 56 ncı ve 57 nci
hükümetle devam eden büyük dönüşüm projeleri, ülkemiz için öncelikli
projelerdir. 21 inci Dönem
Meclisimizin ülkemiz için verdiği tarihî kararlardan biri de, bu projelerin
aksamadan devam etmesi için, "yap-işlet-devret" ya da
"yap-işlet" diye tanımlanan modellere, anayasa değişikliğiyle
işlerlik kazandırılması olmuştur. Bu arada, dağıtım
sisteminde herkesi rahatsız eden ve yargıya da intikal etmiş olan kötü
örnekleri ve uygulamaları ortadan kaldıran çalışmaları Bakanlığımız yapmak
zorundadır. Hazar Geçişli
Türkmenistan-Türkiye Doğalgaz Boru Hattı ile Bakü-Ceyhan Hampetrol Boru Hattı
Projeleri, hem ülkemiz hem de dünya için büyük önem taşımaktadır. Bu konuda
imzalanan Bakü-Ceyhan Hampetrol Boru Hattı Projesi gibi mega projelerin, tarih
ve kültür birliğimiz olan Orta-asya ve Kafkasya'daki kardeş ülkelerle birlikte,
net politikalar üreterek, bir an önce gerçekleşmesi sağlanmalıdır. Bu projenin
hayata geçmesiyle, İstanbul Boğazında her ay meydana gelen ve her defasında çok
ucuz atlatılan tanker kazaları olmayacak, İstanbul ve Boğaziçi emniyet altına
alındığı gibi, halkımıza yeni iş ve aş olanakları da sağlanacaktır. (Mikrofon otomatik cihaz
tarafından kapatıldı) BAŞKAN - Lütfen toparlar
mısınız. AHMET GÜZEL (Devamla) -
Bu arada, sahip olduğumuz kaynaklarımızı, en son noktasına dek, verimli
kullanmadan ve yeterince değerlendirmeden kalkınmamızı sağlayamayız. Ülkemizde
madenciliğin geliştirilmesi için geçtiğimiz aylarda çıkardığımız yasadan sonra,
görev, ülkemizi seven işadamlarımızındır. Bakanlığımızın bir görevi
de, toprakla suyu buluşturmaktır. Toprakla su, âdeta iki sevgili gibidir.
Toprakla suyun buluşması ülkemizi cennete çevirecek bir olgudur. Toprağın suyla
bütünleştiği yörelerde insanımızın kara yazgısı da değişmektedir. Tüm
insanlarımızın kara yazgısı da, ülkemizde; ancak, demokratik sol bir düzen
anlayışıyla değişecektir. Bu inançla saygılarımı sunar, Bakanlık bütçemizin
ülkemize ve Bakanlık çalışanlarına hayırlı olması dileklerimle, hepinize
saygılar sunarım. (DSP, MHP ve ANAP sıralarından alkışlar) BAŞKAN - Teşekkür ederim
Sayın Güzel. İkinci söz, Diyarbakır
Milletvekili Sayın Abdulsamet Turgut'a ait. Buyurun efendim. (DSP
sıralarından alkışlar) Süreniz 7 dakika. DSP GRUBU ADINA
ALDULSAMET TURGUT (Diyarbakır) - Sayın Başkan, sayın milletvekilleri; Enerji ve
Tabiî Kaynaklar Bakanlığının bağlı kuruluşların olan Devlet Su İşleri ve Petrol
İşleri Genel Müdürlüklerinin 2001 yılı bütçeleri üzerinde Demokratik Sol Parti
Grubu adına söz almış bulunuyorum; şahsım ve Grubum adına hepinize saygılar
sunuyorum. 21 inci Yüzyılın başında
ülkemizin en önemli sorunlarından birisinin enerji sorunu olduğu he-pimizin
malumudur. Uluslararası Enerji Ajansının tahminlerine göre, gelişmekte olan
ülkelerin enerji kullanımı 2010 yılında ikiye katlanmış ve bu ülkelerin enerji
kullanımlarının dünya toplamındaki payı ise, yine, 2010 yılında yüzde 40'a
ulaşmış olacaktır. Bu göstergeler, gelişmenin bir işareti olarak görülebilirse
de, özellikle gelişmekte olan ülkeler için bazı tehlikeleri de içerisinde
barındırmaktadır. Gelişmekte olan bir ülke
konumundaki Türkiye’mizde de enerji ihtiyacı günden güne artmakta ve günümüzde,
enerji yetersizliğinden kaynaklanan bir sıkıntı yaşanmaktadır. Ekonomik ve
sosyal yaşamımızın temel girdileri arasında yerini alan ve sanayileşme
sürecinde olan ülkemizde en çok ihtiyaç duyulan enerjide yaşanan sorunlar, son
zamanlarda gündemin baş sıralarına oturmuştur. Ülkemizde, mevcut enerji
kaynakları ihtiyacımızı karşılayamadığı için, tüketimimizin yüzde 60'ından
fazlasını petrol, doğalgaz ve elektrik olarak, ithalat yoluyla karşılamaktayız.
Bu nedenle, sahip olduğumuz kaynakları iyi değerlendirip, iyi bir planlamayla,
pahalıya mal olan bu ithalatı en aza indirmek zorundayız. Bunun için de, iç
üretimi artırmak ve çeşitlendirmek durumundayız. Çevrenin de korunması ve
ülkemiz kaynaklarını kullanabilme açılarından, yenilenebilir enerji denilen su,
güneş, rüzgâr, deniz ve jeotermal enerji türlerinin desteklenmesi ve daha çok
üretim yapılabilir hale getirilmesi çok önemlidir. Hızla kalkınan ülkemizin,
gelecek yıllarda enerji ihtiyacının bugünkünden çok daha fazla olacağı göz
önüne alınırsa, zaman kaybetmeden, ülkemizin üzerindeki bu ağır yükü
kaldırabilmek veya hafifletebilmek yönünde tedbirler alınması zorunlu hale
gelmektedir. Yakıt ve elektrik enerjisi talebinin kesintisiz, güvenli ve uygun
maliyetlerle karşılanabilmesi için, enerji yatırımlarının planlı ve istikrarlı bir
biçimde sürdürülmesi gerekmektedir. Türkiye, çok büyük rüzgâr
ve güneş potansiyeliyle, tarım ve otlak olarak kullanılamayacak olan, yerleşime
açılmamış geniş alanlara sahiptir. Özellikle, Orta Anadolu'nun kıraç
yaylalarındaki verimsiz toprakların bir kısmı, güneş ve rüzgâr çiftliklerinin
kurulmasıyla oldukça verimli duruma getirilebilir. Doğanın ve çevrenin
korunması göz önüne alındığında, yeni ve yenilenebilir enerji kaynaklarının
daha fazla devreye sokulması, ülkemizin yararına ve çıkarına olacaktır. Buna
bağlı olarak, dışa bağımlılığımız da azalacaktır. Sayın Başkan, sayın
milletvekilleri; Devlet Su İşleri, cumhuriyetimizin ilk yıllarında Su İdareleri
adı altında kurulmuştur. Toplumun sosyoekonomik ilerlemesini ve refahını
sağlamak, üretimi artırmak, iklim koşullarının kötü etkilerini azaltmak ve
ortadan kaldırmak, güvenli hidroelektrik enerjiyi sağlamak ve su temin etmek
amaçlarıyla, suyla ilişkili projelerin çevreyle barışık bir şekilde fizibilite
çalışmalarını yapmak, katî projelerini hazırlamak, bunları inşa etmek, işletmek
veya işletme bakım hizmetlerini devretmek, bu önemli kuruluşumuzun esas
görevleri arasında yer almaktadır. Devlet Su İşleri Genel
Müdürlüğümüz, nüfusunun önemli bir kısmı hâlâ tarımla uğraşan ülkemiz için çok
önemli bir kuruluşumuzdur. Buna karşın, Devlet Su İşleri, son yıllarda yeterli
yatırım yapamamıştır. Hidrolik potansiyelimizin henüz yarısı bile
değerlendirilememiştir. Bu nedenle, daha fazla geç kalmadan, boşa akıp giden
sularımızdan ülkemizin ihtiyacı olan enerjiyi elde etmek için elimizden gelen
çabayı harcamamız gerekmektedir. Bugüne kadar inşa ettiği
204 baraj, 339 gölet ve yeraltı sularıyla 2,5 milyon hektardan fazla alanı
sulamaya kavuşturan Devlet Su İşleri, çok yararlı hizmetlere imza atmıştır.
Bunların en önemlisi, bildiğiniz gibi, Güneydoğu Anadolu Projesinde (GAP)
gerçekleştirdikleridir. GAP, Dicle ve Fırat
Nehirlerinin aşağı kısımları ile bunlar arasında uzanan ovaları kapsamaktadır.
Gaziantep, Adıyaman, Şanlıurfa, Diyarbakır, Mardin, Siirt, Batman ve Şırnak
illerinin tamamı veya bir kısmı, proje alanı içinde kalmaktadır. GAP,
Türkiye'nin en büyük ve çok yönlü bir gelişme projesidir. GAP, Fırat ve Dicle
Nehirleri üzerinde yapımı öngörülen barajlar, hidroelektrik santrallar ve
sulama tesislerinin yanı sıra, tarım, ulaştırma, sanayi, eğitim, sağlık ve diğer
sektörlerin gelişmesini ve hizmetlerini de kapsamaktadır. GAP, yöredeki
ekonomik ve sosyal yaşamı büyük ölçüde
etkileyerek, tarım ve sanayi alanlarına geniş iş olanakları da sağlayacaktır. Yeri gelmişken, burada,
gerek Güneydoğu Anadolu Bölgemiz gerekse ülkemizin tümü için çok önemli olan
iki projeden bahsetmek istiyorum. Bunlardan birincisi, Dicle Nehri üzerinde yer
alacak olan ılısu barajı ve hidroelektrik santralı tesisleridir. Ilısu
barajıyla üretilecek olan enerji, şu anda, ülkemizde, hidroelektrik santrallar
aracılığıyla üretilen ve üretilecek olan enerjinin yüzde 10'unu oluşturacaktır.
Ilısu barajı ve hidroelektrik tesisleri, tek başına bir proje değildir; Cizre
barajı ve hidroelektrik tesisleriyle entegre bir projedir. 2000 yılı
fiyatlarıyla, Cizre barajıyla, yılda, elektrik enerjisinden 33 trilyon,
sulamadan 68 trilyon, Ilısu barajından üretilecek olan enerjiyle de yılda 122
trilyon olmak üzere, toplam 223 trilyon fayda sağlanacaktır. Ayrıca, inşa
halinde, 15 000 kişiye, inşadan sonra ise 22 000 kişiye istihdam olanağı
sağlanarak, işsizlik sorunu had safhada olan bölge insanımıza büyük bir katkı
sağlanacaktır. Barajdan etkilenecek olan tarihî Hasankeyf İlçesindeki kültür
varlıkları da, Kültür Bakanlığının katkıla-rıyla, devlet müzelerine
nakledilecektir. Güneydoğu için çok büyük önem ta-şıyan Ilısu barajının bir an
önce hayata geçirilmesi, her açıdan gereklidir. Sulama açısından bütün
GAP Projesinin yüzde 15'lik bölümünü oluşturan Batman-Silvan Projesi de bölge
için çok önemlidir. Silvan barajı ve hidroelektrik santralı projesi içindeki 7
adet barajın arazi etütleri ve planlama çalışmaları devam etmektedir. Kuru
tarımdan sulu tarıma geçişin yanı sıra, ülke ekonomisine büyük katkı sağlayacak
olan elektrik enerjisi üretimiyle de, sanayileşme yolunda olan ülkemize büyük
bir avantaj sağlayacaktır. Bu projenin, bir an önce bitirilmesi için,
hükümetimizin, gereken katkıyı yapacağına inanıyorum. Sayın Başkan, değerli
milletvekilleri; Enerji Bakanlığımıza bağlı katma bütçeli bir kuruluş olan
Petrol İşleri Genel Müdürlüğü, devletimizin petrol politikası ile Petrol Kanunu
ve Petrol Kanunu dışında kalan akaryakıt faaliyetleri ve petrol ürünleri
alım-satım ve fiyatlandırma esasları ile Akaryakıt İstikrar Fonunun işleyişi
hakkındaki kararnamenin yürütülmesinden sorumludur. Petrol, uzun yıllardan bu
yana, Türkiye'nin maden ithalatında en önemli yeri tutan ve gelecek yıllarda da
bu önemini koruması beklenen bir enerji kaynağıdır. Söz konusu bu enerji
kaynağının ülkemizdeki azlığı göz önüne alınırsa, zaman kaybedilmeden,
ülkemizde, yer üstüne çıkarılmamış bulunan bu enerjinin ortaya çıkarılması
için, gereken altyapının oluşturulması büyük önem arz etmektedir. Enerji, ekonomik ve
sosyal kalkınma için temel girdilerden birisidir. Artan nüfus, kentleşme,
sanayileşme, teknolojinin yaygınlaşması ve refah artışına koşut olarak, enerji
tüketimi de kaçınılmaz bir şekilde artmaktadır; ancak, dünyadaki enerji
kaynakları sınırsız değildir. Enerji kaynaklarının, üretim ve temin maliyeti
çok yüksektir. (Mikrofon otomatik cihaz
tarafından kapatıldı) BAŞKAN - Sayın Turgut,
lütfen toparlayınız. ABDULSAMET TURGUT
(Devamla) - Ayrıca, enerji projeleri, uzun bir planlama, gelişim ve yatırım
süresi ile ileri teknoloji gerektiren yatırımlardır. Bu nedenle, enerjiyi,
tasarruflu ve verimli kullanmak gerekmektedir. Ülkemizin enerji
sorununun, kesinlikle, ne olursa olsun, çözülmesi gerekmektedir. Bu konuda da,
çeşitliliğe, rekabete, şeffaflığa ve demokrasiye uygun her türlü yeni mevzuatın
geliştirilmesi ve uygulamaya konulması, hükümetimizin ve Meclisimizin birlikte
görevidir. Son olarak, göreve
geldiği günden beri, ülkemizin kalkınması ve çağdaş bir ülke olması yolunda
gece gündüz uğraş veren, yolsuzlukların ortaya çıkarılmasında en büyük rolü
oynayan Sayın Başbakanımıza son günlerde yapılan haksız eleştirileri kınıyor,
Demokratik Sol Partili milletvekilleri olarak, kendisine olan inancımızı bir
kez daha belirterek, Enerji Bakanlığının 2001 yılı bütçesinin hayırlı olmasını
diliyor; Yüce Heyetinize saygılar sunuyorum. (DSP, MHP ve ANAP sıralarından
alkışlar) BAŞKAN - Teşekkür
ediyorum Sayın Turgut. Söz sırası, Adana
Milletvekili Sayın Tayyibe Gülek'te. (DSP sıralarından alkışlar) Süreniz 7 dakika efendim;
buyurun. DSP GRUBU ADINA TAYYİBE
GÜLEK (Adana) - Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; Dışişleri Bakanlığının
2001 Yılı Bütçe Kanunu Tasarısının görüşülmesi vesilesiyle, Demokratik Sol
Parti Grubunun görüşlerini açıklamak üzere söz almış bulunuyorum; Yüce
Heyetinizi saygıyla selamlıyorum. Türkiye, bugün, soğuk
savaş sonrası döneminin belirleyici özelliği olan küreselleşmenin,
dışpolitikanın siyasî ve güvenlik boyutlarının üzerine eklediği ekonomik ve
sosyal boyutun bilinciyle, bölgesinde, işbirliğinin öncülüğünü üstlenmiştir.
Türkiye, değişen güvenlik ortamının içerisinde, izlediği istikrarlı ve ilkeli
dışpolitika sayesinde, bölgesinde bir barış, denge ve istikrar unsuru
oluşturmuştur. Üstlenilen bu sorumluluk bilincinin en çarpıcı örneklerini, son
birkaç yıldır Balkanlarda, Karadeniz havzasında, Kafkasya'da ve de Ortaasya'da
görmekteyiz. Geçtiğimiz yıl, daha yoğunlaşan aktif politikayla Ortadoğu da bu
gruba eklenmiştir. Ortadoğu barış sürecinde
bu yıl yaşanan üzücü gelişmeler, bölge ülkeleriyle yakın tarihî ve kültürel
bağları bulunan ve de mevcut ihtilafın, tarafların güvenine sahip olan
Türkiye'nin, yine aynı sorumluluk bilinciyle, ilgili taraflar arasında bir
güven unsuru olarak önplana çıkmasına yol açmıştır. Hükümetimizin izlediği çok
boyutlu, etkin ve ilkeli politikalarla, Türkiye'nin, gerginliğin giderilmesinde
ve müzakerelerin yeniden başlatılmasına etkin katkılar yapabileceği
görülmüştür. Türkiye, bölge
ülkeleriyle ve özellikle komşularıyla, ikili ilişkilerin gereken düzeye
çıkarılmasında öncü olmaya devam edecektir. Bu yaklaşım, Türkiye'nin çevresinde
olan bütün ülkeler açısından da geçerlidir. Suriye'nin yanı sıra Irak,
Yunanistan, Bulgaristan, Gürcistan ve Karadeniz'de komşu Ukrayna ve Rusya
Federasyonu'yla ilişkilerde bugün vardığımız aşama, Türkiye'nin, girişimlerine
olumlu yankı bulması sayesinde olmuştur. Kuşkusuz, burada önemli olan, ikili
ilişkileri sorunlardan arındırıp işbirliği alanları yaratma iradesinin
karşılıklı olmasıdır. Komşularımız arasında bir
istisna olan Ermenistan'ın Türkiye ile ilişkilere yaklaşımıyla, ne yazık ki,
üzerinde durmamız gereken en sorunlu alanlardan birisidir. Sözde Ermeni
soykırımı iddialarının diğer ülkelerin parlamentolarında kabulü girişimlerine
son zamanlarda verilen ivmenin, Ermenistan yönetiminin, geniş maddî imkânlara
sahip diaspora Ermenileri eliyle ülkemiz aleyhine yürüttüğü politikanın bir
ürünü olduğu açıktır. Tarihî gerçekleri yansıtmayan, onurlu Türk Milletinin
tarihini çarpıtmaya çalışan haksız ve dayanaksız iddiaların, dost ve müttefik
bildiğimiz ülkelerin parlamentolarında yankı buluyor olması, çok
düşündürücüdür. Yüzyıllarca beraber yaşadığımız Ermeniler ve Ermenistan
Halkıyla bir sorunumuz yoktur. Ermenistan hükümetinin, izlediği husumet
politikalarına bir an önce son vermesi gerekmektedir. Ermenistan'ın bu tutumu,
Kafkasya'da özlenen barış ve istikrarın sağlanmasına hizmet etmediği gibi,
Ermenistan'ın bağımsızlığının pekiştirilmesine de yardımcı olmamaktadır. Biz,
tüm bölgede, halklar arasında barış, hoşgörü, anlayış ve işbirliğinden yanayız.
Tarihi saptırmalara, haksız iddialara hiçbir zaman müsaade edemeyiz. Sayın Başkan, değerli
milletvekilleri; Türkiye'nin, ABD'yle olan stratejik ortaklık ilişkisinin
giderek güçlendiğini, Türk dışpolitikasının temel hedeflerinden olan Avrupa'yla
bütünleşme yolunda önemli mesafeler katedildiğini görmek, memnuniyet vericidir. 1997 yılındaki Lüksemburg
Zirvesinden sonra zor bir dönemden geçen Türkiye-Avrupa Birliği ilişkileri,
hükümetimizin izlediği kararlı politika sonucunda yeni bir perspektif kazanmış
ve de Aralık 1999'da Helsinki Zirvesini izleyen dönemde, bu ilişkilerde önemli
gelişmeler yaşanmıştır. 8 Kasımda Türkiye'ye
ilişkin Katılım Ortaklığı Belgesinin açıklanmasıyla birlikte, Türkiye'nin
Avrupa Birliğine üyelik sürecinde yeni bir aşamaya gelinmiştir. Ülkemizin, Avrupa Birliği
açısından yükümlülüklerini tanımlayan Katılım Ortaklığı Belgesinde, Kıbrıs ve
Ege sorunlarının çözümü konusunda hangi kapsamda yer verileceğine ilişkin konu,
hükümetimizin etkin girişimleri sayesinde sonuçsuz kalmıştır. Katılım Ortaklığı Belgesinde, siyasal
kriterler çerçevesinde belirtilen hususlar, aslında, ülkemizde, insan hakları
ve demokrasi alanındaki standartlarını yükseltmeye yönelik çabalarla
bağdaşmaktadır. Ekonomik kriterlere uyum çalışmaları da, ülkemizin, gümrük
birliği kapsamındaki yükümlülükleri çerçevesinde, zaten, müktesebat açısından
büyük ölçüde gerçekleştirdiği ve de üzerinde önemle durduğu bir husustur. Hükümetimizin bu alandaki
ciddî atılımları, bu ilerlemelerin, dış dünyadan ziyade, kendi insanımıza
borçlu olduğumuz için gerçekleştirmek arzusundan kaynaklanmaktadır. Zaten,
Sayın Başbakanımız Bülent Ecevit'in önderliğinde 57 nci hükümetimiz ve bu en
çok çalışan Parlamentomuz, bu kriterlerle ilgili birçok yasayı geçirmiştir. Katılım Ortaklığı
Belgesinin, Türkiye'yi rahatsız eden ifadelerden arındırılarak kabulü,
Türkiye-Avrupa Birliği ilişkilerinde yeni bir dönem açmaktadır. Bu belgede yer
alan beklentiler çerçevesinde hazırlanacak olan ulusal programın, hükümet
ortakları arasında ele alınmış olması, ulusal düzeydeki hazırlıklarımızın ilk
adımlarının atılmakta olduğunu göstermektedir. Bölgesinde tek demokratik
ve laik Müslüman ülke Türkiye, Ulu Önder Atatürk'ün vizyonu doğrultusunda,
bölgenin istikrarı için i-deal bir örnek teşkil etmektedir. Kuşkusuz, ulusal
programımızın hazırlandığı bu aşamada, Türkiye'nin, bu bölgede, belli unsurlar
arasında denge kur-maya çalışan ülkeler için bir model olması gerektiğini,
Avrupa Birliği fark etmelidir. Belgede öngörülen
hedeflere ulaşılması yönünde, ülkemizin olduğu kadar, Avrupa Birliğinin de yükümlülükleri
vardır. Avrupa Birliğinin, Türkiye'nin üyelik sürecinde yapması beklenen uyum
çalışmaları için gerekli malî olanakları, diğer aday ülkelerle eşit şartlar
içerisinde sağlaması gerekmektedir. Bu, içerisinde bulunduğumuz süreci
hızlandıracaktır. Bu bağlamda, ulusal
davamız Kıbrıs, dışpolitikamızda öncelikli konumunu korumaktadır. Kıbrıs Barış
Harekâtından beri, Kıbrıs Türk Halkı, ilk defa barış içerisinde
yaşayabilmiştir. Bazı yabancı çevrelerin, bu gerçekleri ve tarihi saptıran
yaklaşımları ve Kıbrıs konusunu, Avrupa Birliği veya Avrupa İnsan Hakları
Mahkemesi gibi uluslararası kuruluşlara ithal ederek gerçekçi olmayan çözümlere
zorlama çabalarını kabul etmemiz mümkün değildir. Kuzey Kıbrıs Türk
Cumhuriyetinin eşit, egemen varlığını temel almayan herhangi bir çözümün kalıcı
olması mümkün değildir. Kıbrıs davamız aynı titizlikle ve inançla
sürdürülecektir. Nice Zirvesinde, Avrupa
Birliğinin genişlemesi bakımından, ilk on yıl içerisinde Türkiye'nin üyeliğinin
öngörülmemiş olmasını, karşımıza çıkarılan yeni bir engel olarak düşünmek
istemiyoruz. Bu sorunun da, Türkiye'nin kendi hazırlıklarını tamamlama hızına
bağlı olarak, yakın gelecekte aşılabileceğini değerlendiriyor ve bu
değerlendirmemizde haklı çıktığımızı görmek istiyoruz. (Mikrofon otomatik cihaz
tarafından kapatıldı) BAŞKAN - Buyurun,
toparlayın. TAYYİBE GÜLEK (Devamla) -
Teşekkür ederim efendim. Avrupa güvenlik ve
savunma kimliği, Türkiye'nin ve diğer Avrupa Birliği üyesi olmayan NATO üyesi
ülkelerin, özellikle kendi bölgelerinde yer alacak ve de NATO imkânlarından
faydalanacak askerî hareketlerin karar mekanizmasında yer almamalarını
öngördükçe Türkiye tarafından kabul edilemez. Avrupa Birliği üyeleri, bizim
tutumumuzun, NATO'nun, başta Washington Zirvesi olmak üzere, önceki
kararlarıyla tamamen uyumlu olduğunu görüyorlar. Özellikle son bir yıl
içerisinde, geleneksel olarak komşularımızla olan ilişkilerimizdeki
ilerlemelerin yanı sıra, Çin'den Küba'ya, Baltık ülkelerinden Afrika'ya kadar
çok geniş bir alanda kurulan yeni bağlar, Kuzey Afri-ka'da ve Arap
Yarımadasında ise güçlendirilen ilişkiler, geleceğe dönük ümit vaat eden
anlaşmalar, bu bölgenin bellibaşlı ülkeleriyle ilişkilerimizin ve
işbirliğimizin geliştirilmesine yönelik sağlam adımların atılmış olmasının
göstergesidir. Dışpolitika konularının
her gün daha geniş bir alana yayıldığı ve de daha fazla kaynak ve elemanla
yürütülmesi ihtiyacının ortaya çıktığı bir dönemde Yüce Meclisten... (Mikrofon otomatik cihaz
tarafından kapatıldı) BAŞKAN - Son cümleniz
için açıyorum. TAYYİBE GÜLEK (Devamla) -
Son cümlemi... Lütfen... ...Dışişleri
Bakanlığımızın üzerine düşen görevleri layıkıyla yerine getirebilmesi amacıyla,
gerekli tüm katkıları esirgememelerini talep ediyor, Dışişleri Bakanlığının
2001 yılı bütçesinin ülkemize ve Bakanlığa hayırlı olmasını diliyorum. Yüce Heyetinize saygılar
sunarım. (Alkışlar) BAŞKAN - Teşekkür
ediyorum Sayın Gülek. Son söz, Tekirdağ
Milletvekili Ahmet Zamantılı'ya ait; buyurun efendim.(DSP sıralarından
alkışlar) Süreniz 8 dakika. DSP GRUBU ADINA AHMET
ZAMANTILI (Tekirdağ) - Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; Dışişleri
Bakanlığının 2001 yılı bütçe tasarısıyla ilgili Demokratik Sol Parti Grubunun
görüşlerini bildirmek üzere söz almış bulunuyorum. Demokratik Sol Parti ve
şahsım adına, hepinizi saygıyla selamlarım. Cumhuriyetin kuruluşundan
bu yana dışpolitikamızın temel ilkelerini oluşturan istikrar, barış, akılcılık,
süreklilik ve atılımcılık ilkeleri, bugün de ülkemizin uluslararası ilişkilere
yaklaşımına egemen olmaya devam etmektedir. Türk dışpolitikası 1960'lardan
itibaren Avrupa'daki bütünleşme sürecine yakın ilgi göstermiştir. Hükümetimizin
2000'li yıllardaki en önemli dışpolitika hedeflerinden biri, Avrupa Birliğine
üyeliktir. Avrupa Birliğine üyelik derken, Türkiye'nin, Avrupa'nın bütün
kurumlarında etkin biçimde yer alması, Batının benimsemiş olduğu hukukun
üstünlüğü, temel insan hak ve özgürlüklerine saygı, demokratikleşme gibi
kavramları paylaşması, Avrupa'yla her anlamda bütünleşmesi olarak gördüğümüzü
vurgulamak istiyorum. Türkiye'nin, Avrupa
Birliğine üyelik sürecinde her zaman ulusal çıkarlarımızın ve değerlerimizin
gözönünde tutulacağı ve bundan sonraki aşamalarda da aynı titizliğin
sürdürüleceği tabiîdir. Aralık 1999'daki Helsinki
Zirvesini izleyen dönem, Türkiye-Avrupa Birliği ilişkileri bakımından önemli
gelişmelere sahne olmuştur. Helsinki Zirvesinde Türkiye'nin adaylığı, diğer
aday ülkelerle aynı şartlar altında ve herhangi bir önkoşul olmaksızın, resmen
tescil edilmiş ve ülkemize Avrupa Birliğine tam üyelik yolu açılmıştır. Öte
yandan, Türkiye-Avrupa Birliği Ortaklık Konseyinin üç yıllık bir aradan sonra
yeniden toplanması da, ilişkilerimiz açısından bir diğer dönüm noktası
olmuştur. 8 Kasımda Türkiye'ye ilişkin Katılım Ortaklığı Belgesinin Avrupa
Birliği Komisyonu tarafından açıklanmasıyla birlikte, Türkiye'nin Avrupa
Birliğine üyelik sürecinde önemli yeni bir aşamaya gelinmiştir. Öte yandan, Yunanistan'ın
Kıbrıs sorununun Katılım Ortaklığı Belgesinin kısa vadeli, Ege sorunlarının
çözümü konusunu da orta vadeli siyasî hedefler arasına dahil ettirmeye yönelik
çabaları, Nice Zirvesinde Türkiye lehine düzeltilmiş, taraflar arası siyasî
diyalog anlayışı benimsenmiştir. Katılım Ortaklığı
Belgesine, halen tarafımızdan hazırlanmakta olan Ulusal Program eşlik
edecektir. Programda, Katılım Ortaklığı Belgesinde yer alan hedeflerin
gerçekleştirilebilmesi için bir takvim belirlenecektir. Bu belge üzerindeki
çalışmalar sürmekte olup, belgenin Ocak 2001'de tamamlanması öngörülmektedir.
Belgede öngörülen hedeflere ulaşılması yönünden, ülkemizin olduğu kadar Avrupa
Birliğinin de bazı yükümlülükleri olduğu açıktır. Avrupa Birliğinin
Türkiye'ye uyum süreci için gerekli malî olanakları sağlaması, Birliğe giriş
süresini hızlandırıcı bir rol oynayacaktır. Bu amaçla siyasî ve ekonomik
istikrarın sürekli hale getirilmesi ve demokrasi, insan hakları, hukukun
üstünlüğü, serbest piyasa ekonomisi gibi evrensel değerlerin toplumda hâkim
kılınması yolundaki çalışmalarımızın, uzlaşmacı ve hoşgörülü bir anlayışla
sürdürülmesi gerektiğine inanıyoruz. Unutulmamalıdır ki,
Türkiye, kendi içinde huzur ve istikrar ortamını sağlamlaştırdığı ve çağdaş
anlamda demokratik toplum düzenini pekiştirdiği sürece, dışpolitikasında daha
emin ve etkili adımlar atabilecektir. Sayın Başkan, değerli
milletvekilleri; Türkiye, Birleşmiş Milletler Genel Sekreterinin inisiyatifinde
başlatılan aracılı görüşmeleri, Kıbrıs sürecinin çözümünde önemli bir adım
olarak değerlendirmektedir. Bu görüşmeler çerçevesinde meydana gelen bazı
talihsiz gelişmeler, tarafların eşit statüsünün halen kabul edilmediğini
göstermekte ve Kıbrıslı Türkleri 1960 Anayasasından kaynaklanan haklarından
bile geriye götürmektedir. Bu olumsuz gelişmelere
ilave olarak, Güney Kıbrıs Rum Yönetimini tek taraflı olarak Avrupa Birliğine
sokma çabaları da sürmektedir. Kıbrıs konusundaki
politikamızdan hiçbir taviz vermeden çözüm yolundaki çabalara katkıda
bulunulmaya devam edileceği kuşkusuzdur; ancak, Kıbrıs'ta, bugün, Ada'nın iki
halkını temsil eden iki eşit egemen ve demokratik devletin varlığının, artık,
herkes tarafından kabul edilmesinin zamanı gelmiştir. Aksi takdirde, Kıbrıs'ta
uzlaşı sağlanması mümkün değildir. Türkiye'nin çok yönlü
dışpolitikasının en önemli alanlarından birini oluşturan, Ortaasya ve Güney
Kafkasya'da yeni bağımsızlığını kazanan ülkelerle ilişkilerimiz, belirli bir
durgunluk döneminden sonra, son dönemde ivme kazanmıştır. Soğuk savaş
yıllarının kanat ülkesi olan Türkiye, günümüzde, artık, Avrasya'da önemli bir
merkez ülkedir ve bölgesinde, barış, denge ve istikrar unsuru olarak etkin bir
rol üstlenmiştir. Ülkemizin Kafkasya ve Ortaasya'daki devletlerle,
bağımsızlıklarından bu yana, sağlam bir temel üzerinde sürdürülen ilişkilerin,
artık, kurumsal bir çerçeveye oturtulmuş olması, bu ülkelerle ilişkilerimizin
daha planlı ve programlı bir biçimde geliştirilmesine hizmet edecektir.
Türkiye, bugüne kadar olduğu gibi, bundan sonra da karşılıklı anlayış ve
dayanışma ruhu içerisinde, bu ülkelerle mevcut ilişkilerini ve işbirliğini
güçlendirmek, bağımsızlıklarını pekiştirmek ve dünya ekonomileriyle
bütünleşmelerinde gerekli katkılarda bulunmak amacıyla, her türlü çabayı sarf
edecektir. Türkiye'nin, uluslararası
ve bölgesel planda üstlendiği rolün daha iyi anlaşılması gereken bir başka
bölge de Balkanlardır. Balkanlarda, özellikle Yugoslavya Federal
Cumhuriyetindeki yönetim değişikliğini takiben, barış ve istikrarın tesisi
yönünde yeni umutlar ortaya çıkmıştır. Soğuksavaş sonrası dönemin ortaya
çıkardığı siyasî dengelerin önce Bosna-Hersek'te, ardından da Kosova'da ortaya
çıkan çalkantıları, ülkemiz için son derece önemlidir. Türkiye, Bosna-Hersek'te,
Kosova'da yaşanan trajedilerin diplomatik yollardan çözümü konusunda yer aldığı
gibi, şimdi de, bölgenin yeniden imarı için yapılan işbirliğinde kendine düşen
sorumluluğu üstlenmiştir. Türkiye, Balkan
ülkeleriyle ilişkilerini hızla geliştirmekte, diğer taraftan da, bölgeye
yönelik uluslararası oluşumlar içerisinde aktif şekilde yer almakta, Balkanlara
kalıcı barış, istikrar ve güvenliğin getirilmesine yönelik çabalar kapsamında
geliştirilen "Güneydoğu Avrupa İstikrar Paktını" da kuvvetle
desteklemektedir. Ülkemiz, Balkanlarda istikrarın hâkim kılınarak, demokrasinin
yerleşmesine, bölge ülkelerinin ekonomik kalkınmalarının sağlanmasına ve
güvenlik gereksinimlerinin karşılanmasına katkı sağlamaktadır. Yeni bir yüzyılın
eşiğinde, daha dinamik ve çok boyutlu bir nitelik kazanan dışpolitikamızın
layıkıyla yürütülmesi için, daha fazla nitelikli eleman ile malî kaynaklara
duyulan ihtiyaç giderek artmaktadır. Türkiye'nin, yeni dünya düzeninin sunduğu
olanaklardan gereğince yararlanabilmesi ve içinde bulunduğu geniş coğrafyada
karşılaştığı sorunlarla baş edilmesinde, Dışişleri Bakanlığının rolü son derece
önemlidir. Dışişleri Bakanlığımızın, çağdaş yerleşim koşulları ve teknik
donanım ile yeterli sayıda nitelikli elemana olan ihtiyacının eskisine oranla
çok daha fazla olduğu, Yüce Meclisimizce takdir buyurulacaktır. Hükümetimizden
ve Yüce Meclisten, halihazırda çalışmalarını kısıtlı olanaklarıyla sürdüren
Dışişleri Bakanlığımızın üstlendiği ağır iş yükünü layıkıyla karşılayabilmesi
amacıyla, gerekli tüm katkıları esirgememesini ümit ediyorum. Bu düşüncelerle,
Dışişleri Bakanlığının 2001 yılı bütçesinin, ülkemiz için hayırlı olmasını
diler, hepinizi saygıyla selamlarım. (Alkışlar) BAŞKAN - Teşekkür
ediyorum Sayın Zamantılı. Anavatan Partisi Grubu
adına ilk söz, Aydın Milletvekili Sayın Cengiz Altınkaya'ya ait. (ANAP
sıralarından alkışlar) Sayın Altınkaya, eşit mi
paylaştınız efendim; 15 dakika?.. CENGİZ ALTINKAYA (Aydın)
- Evet, 15'er dakika. BAŞKAN - Buyurun efendim. ANAP GRUBU ADINA CENGİZ
ALTINKAYA (Aydın) - Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; Anavatan Partisi
Grubu adına en içten saygılarımı sunuyor, hepinize hayırlı günler temenni
ediyorum. Enerji ve Tabiî Kaynaklar
Bakanlığı ile Devlet Su İşleri ve Petrol İşleri Genel Müdürlüğü bütçelerinin
hayırlı, uğurlu olması temennisiyle, ben de, Grubum adına görüşlerimi ifade
etmeye çalışacağım. Sözlerimin başında, 15
Aralık günü, bir doğal afette, depremde hayatını kaybeden vatandaşlarımıza
başsağlığı, yaralılara acil şifalar diliyor ve görevlilerimize de başarılar
temenni ediyorum. Toplum hayatında, modern
hayatta, enerjinin yerini, önemini, hele hele, zaman zaman bizi ürperten
pozisyondan ötürü elektrik enerjisinin önemini izah etmeye gerek yok.
Türkiye'de, bütün dünyada, bu konu, yönetimlerin birinci sorumluluğu, her türlü
tedbirin, planın, programın titizlikle yapıldığı, uygulandığı ve en ufak bir
aksamaya dahi mahal vermeyecek şekilde bu hizmetin görüldüğü bir ortam, ideal
bir ortam. Türkiyemizde, tabiî, ne yaşamak isteriz ne de anmak isteriz; ama,
1980 öncesi siyasî kargaşalar, sıkıntılar, bu sektörde kısıntı yapılmasına ve
dolayısıyla da, büyük sıkıntılara sebep olmuştu. Daha sonraki dönemde, 1983'ten
1991'e kadar geçen sürede, Türkiye, her türlü projelerinde olduğu gibi enerji
projelerini de dört dörtlük gözetmiş, programın dahi önünde izlediği yatırım
sistemleriyle, enerji arzı bakımından dünyada en güvenilen ülkelerden biri
noktasına gelmiştir. Plan ve Bütçe
Komisyonundaki bütün konuşmalarda ve bilimsel toplantılardaki bütün
konuşmalarda tespit edildiği gibi, 1992'den sonraki dönemde, ne yazık ki,
gerekli yatırımlar yapılmamış, bu sektör gözetilmemiş ve boş geçen o günlerin
sonunda, 1990'lı yılların başlarında yedek kapasitemiz tamamen bitirilmiş ve
sonunda, ithalatla dengelenmiş. Son iki üç yıldan beri de, ithalatın da sonuna
dayanılması neticesinde, bu yıl, önümüzdeki yıl, biz, bu sektörde tasarruf uygulamak
zorunda kalıyoruz. Bugün, tasarruf tedbirleri sayesinde ayaktayız. Biraz da,
tatillerimiz sayesinde yaptığımız tasarruflarla, bu hizmeti ucu ucuna
verebilmekteyiz. Bu noktada, büyük
gayretler sarf eden bugünkü Bakanımıza ve teşkilatına, personeline teşekkür
etmemiz gerekirken, onların bu heyecanını, gayretini desteklememiz gerekirken,
yarım yamalak bilgilerle, işin aslını bilmeden, acımasızca onları yıpratmaya,
onları eleştirmeye gayret edenleri görüyoruz. Bir ülkede, eleştirmek, bilmeden
eleştirmek, iftira üretmek, herhalde, bühtan olması lazım. Değerli arkadaşlarım,
bugün çok tartışılan konuların başında, özellikle, yap-işlet-devret formülüyle
yapılmış tesislerin fiyat tarifeleri gelmektedir. Evet, bugün, TEAŞ'ımız,
çeşitli fiyatlarla elektrik ürettirmektedir, elektrik satın almaktadır; ama,
şöyle samimî bir gözle bu tesisleri incelediğimiz zaman görüyoruz ki, en uygun
fiyatlar, en düşük fiyatlar, en son ihale edilmiş, en son bağıtlanmış, en son
devreye girmiş olan tesislerden gelmektedir. Geriye doğru gittikçe; yani,
1998'e gittikçe, 1996'ya gittikçe, 1993'e gittikçe, fiyatların, yap-işlet-devret
piyasasındaki anlaşmaların fiyatlarının, belki de, bugün fahiş olarak dahi
nitelenebilecek kadar yüksek olduğunu görüyoruz. İşte, bu tesisler, o yıllarda
anlaşması yapılmış, bağıtları yapılmış olan, Trakya'da özellikle kurulmuş olan
gaz çevrim santralları ve bugün için bu piyasada dedikoduya sebep olan tesisler
de bunlardır. Elektrik üzerine verilen
bir araştırma önergesinden bahsetti arkadaşlarımız. Göreceğiz, araştırma
esnasında bunlar net, pırıl pırıl ortaya çıkacak ve o günlerde, bu anlaşmayı
yapanların, yeterli rekabet ortamı yaratmadan, açıklık içinde yapmadan bu
işleri yapmış olmalarını da birlikte göreceğiz. Belki de, haklı noktaları
vardır. Belki de, o günün şartlarında, Türkiye'de siyasî stabilitenin çok
zorlandığı şartlarda, Türkiye'ye kredi notlarının düşürüldüğü şartlarda, ancak,
bu teklifleri bulabilmişlerdir; onu da orada göreceğiz. Eğer böyleyse, o günkü
yöneticileri de kınamaya hakkımız yok; ama, bugün, bilip bilmeden, yarım
bilgilerle, özellikle, bugünün yönetimini suçlamanın çok büyük haksızlık
olduğuna inanıyorum. Türkiye'de, enerji
sektörüne, enerji hizmetine gereken ehemmiyeti veren anlayış, açık söylüyorum
ve iddia ediyorum, Anavatan Partisidir. Bugün, Türkiye'nin doğalgazla
tanışmasının 15 inci yılındayız ve Türkiye, hâlâ 15 yıl önce döşediği
borulardan doğalgaz almaktadır. Herkesin, şapkasını önüne koyup düşünmesi
lazım. 1986'da, Türkiye, doğalgazla tanıştı ve bir boru döşedi. O boruya ilave
bir tek metreküp daha gaz taşıyacak boru hattına henüz sahip değiliz; ama, çok
kısa sürede sahip olacağız. Bu konuda emeği geçenlere, 2001 Temmuzundan
itibaren İran gazını Türkiye'ye ulaştıracak olan sistemi kuranlara, 2001
sonunda, 2002'de Rus gazını Türkiye'ye kavuşturacak olanlara, huzurunuzda, bir
kere, teşekkür etmek istiyorum. Değerli arkadaşlarım,
ülkemizin avantajları var; ülkemizin coğrafî avantajları var, doğal avantajları
var. Bunları yeteri kadar kullanamadığımızı biliyoruz. Hidrolik
potansiyelimizi, kömür potansiyelimizi, rüzgar potansiyelimizi yeteri kadar
kullanmadığımızı hepimiz bilmekteyiz. Buralarda alınacak tedbirler var,
geliştirilecek mevzuatlar var. Özellikle, rüzgar enerjisini, bazı ülkelerde
olduğu gibi, niye serbest bırakmadığımızı, açıkçası, ben de anlamış değilim. Belli
bir tarifeyle, burayı, hodri meydan haline getirmenin zor olmadığını
zannediyorum. Bu potansiyelin süratle devreye girmesinin de, Türkiye için büyük
avantaj olduğunu düşünüyorum. Bir büyük
avantajımızın... Akdeniz’e akan, bize, milletimize, ülkemize gerekli faydayı
sağladıktan sonra Akdeniz’e akan sularımız var; Seyhan var, Ceyhan var, Göksu
var ve bu güzel potansiyelin insanlık âlemine daha faydalı olabilmesi için
güzel bir projemiz var, Barışsuyu adıyla andığımız bir projemiz var. Devamlı
gündemde tutmamızın, ülkemizin özellikle dışpolitikası açısından da önemli bir
kozu olacağına inanıyorum, bir hümanist davranış olduğuna inanıyorum ve boşa akmasındansa,
komşu ülkelerdeki insanlara faydalı olmasının daha doğru olacağına inanıyorum.
Üstelik, finansman meselesinin kolay çözülebileceği ortada olan bu projeyi
gündemde tuttuğumuz takdirde, Ortadoğu'da barışa karşı olan birtakım direniş
odaklarının da kısa sürede yıkılacağına inanıyorum. Manavgat Projemizin ve
Barışsuyu Projemizin sürekli gündemde tutulmasının şart olduğuna inananlardan
birisiyim. Bugün gündeme
getirilmedi; ama, nükleer enerjinin de Türkiye'nin potansiyelleri arasına
katılması şarttır. Bugün, dünyada, nükleer enerjiyi bütün gelişmiş ülkeler
kullanmakta; en yoğun kullananlar Avrupa'da, en çok kullanan Amerika. Biz,
nasip oldu, Çernobil Santralının kapanış töreninde bulunma imkânına kavuştuk.
Ancak, o bir sembolik olaydır. O ülke -Ukrayna- dahi, bugün nükleer enerjiyi
kullanmakta ve tüketiminin neredeyse dörtte 1'ini bu yolla karşılamaktadır. Çok
eskiyeni elbette devre dışına almışlardır; ama, bir mesajdır. Bu sektörün;
yani, nükleer enerji teknolojisi kullanılırken çevreye duyarlı olunması
gerektiği mesajı bu şekilde verilmiştir. Değerli arkadaşlar,
Enerji ve Tabiî Kaynaklar Bakanlığının, tabiî ki, teşkilatlanması çok geniş. O
bakımdan, her genel müdürlükle teker teker ilgilenmemiz ve burada dile
getirmemiz mümkün değil. Geçen seneki büyük depremler esnasında, TEAŞ'ın,
TEDAŞ'ın, tabiî ki kurtarma faaliyetlerinde Devlet Su İşlerinin, bu Bakanlığa
bağlı tüm genel müdürlüklerin, o felaket anındaki davranışlarından, o esnadaki
emeklerinden, çabalarından ve ilk günden itibaren aydınlatma gayretlerinin
neticesini vermiş olmasından ötürü, bir kere daha, buradan teşekkür ediyorum,
tebrik edi-yorum. Değerli arkadaşlar,
ülkemizin önemli idarî sorunları var, merkezî yönetim ve yerel yönetim
tartışmaları var. Türkiye'de, verimliliğin, kaynak yaratmanın uygun yollarından
birisi, fonlar yaratmak, fonlar teşkil etmektir. Onları, tahsis edildiği
konularda harcamakla, çok verimli hizmetler yapılabildiğini biliyoruz. Türkiye'de, bugün,
maalesef, 1992'den sonra yeni bir uygulama var. Zaten hantal olan merkezî
yönetim, bu yerinden yönetimin bir mekanizması olan bütün fonları konsolide
bütçenin içine dahil etmiş ve oradan, bazen verip bazen vermemek suretiyle
-işte Toplu Konut İdaresi gibi, diğer fonlar gibi- tam bir merkezî kıskaç içine
almıştır. Bugün, ülkemizde, önemli
potansiyellerden birisi, yeraltında madenlerimizdir. Bu sektördeki mevzuatların
geliştirilmesi ve bu sektöre tahsis edilmiş olan Madencilik Fonunun serbest
bırakılması şarttır. Madencilik Fonunun Maliye Bakanlığı bütçesinde ne işi
vardır; mevcut bütün fonlar gibi, enerji fonu gibi veya ulaştırma sektöründe
karayollarıyla ilgili fonlarda olduğu gibi. Bunların, yerinden yönetim ilkesi
doğrultusunda, kuruldukları amaca hizmet etmek üzere, kuruldukları amaç
doğrultusunda kullanılması için Maliye Bakanlığı bütçesinden çıkarılması
şarttır. Özellikle, madencilik sektöründe daha ileri adımlar atılacaksa, bunun,
bilenleri tarafından, uzmanları tarafından yerli yerinde kullanılmasının şartı
budur. Atatürk Barajı, Güneydoğu
Anadolu Projesi, Türkiye'nin, elbette gurur duyması gereken projeleridir;
ancak, gene son on yıldaki siyasî istikrarsızlıklar ve ekonomik istikrarsızlık
nedeniyle sulama projelerinin istediğimiz süratle gerçekleşmiyor olması
hepimizi üzmektedir. Sadece GAP'ta değil, Türkiye'nin ekonomik olarak
sulanabilecek olan bütün diğer tarım arazilerinde sulama faaliyetlerinin
yavaşlamış olmasından ötürü üzgünüz. Bu yılki bütçede,
özellikle Devlet Su İşlerine tahsis edilen ödeneklerin bu müesseseye layık
düzeyde olmadığını hepimiz biliyoruz. Dileğimiz, en azından bu yıl, bu az
tahsisli yılların sonuncusu olsun ve ülkemizin güzel iklimi, güzel toprakları,
hasret duydukları sularla buluşsun ve aziz milletimiz, köylümüz, çiftçimiz bu
tanınan imkânla ekonomik şartlarını iyileştirsin, memleketimize daha yararlı
konuma getirsin. Sözlerimin sonuna doğru
bir kere daha hatırlatmak istediğim bir şey var. Her şeyi fazlasıyla üretmek,
yedeklemek belki mümkün; ama, yerli yerinde, doğru ve tasarruflu kullanmak daha
önemli. Buradan kastım şudur: Bugünkü teknolojiyle yetinmemek, daha ileri
teknolojileri kullanarak üretmek, daha iyi teknolojileri kullanarak tüketmek,
vazgeçilmez ilkemiz olmalıdır. Başkanım, 1 dakika verirseniz,
toparlayacağım. (Mikrofon otomatik cihaz
tarafından kapatıldı) BAŞKAN - Buyurun,
tamamlayın efendim. CENGİZ ALTINKAYA
(Devamla) - Bugün, aydınlatma teknolojisinde, yapı teknolojisinde, daha az
enerji sarf eden mekanizmalar var, malzemeler var, teçhizatlar var. Bunların
teşvik edilmesi, bunların tanıtılması, enerji arzı için gayret sarf edenleri
daha az zorlayacaktır. O bakımdan, araştırma geliştirme faaliyetlerine önem
verilmesini, enerjinin kullanılmasında ve
tüketilmesinde maksimum tasarrufu sağlayacak olan yapı teknolojisinin ve
aydınlatma teknolojisinin kazanılmasında yarar olduğunu bir kere daha ifade
etmek istiyorum. Personelimizin daha
verimli çalışması, özellikle teknik personelin, mühendislerimizin layık
oldukları hayat standardında yaşaması için, bugünkü ücret skalasının süratle
toparlanması için, herkesin gayret gösterdiğini biliyoruz ve bir kere daha,
buradan, değerli meslektaşlarımıza bugün için layık olmayan personel
ücretlerinin süratle düzeltilmesini hükümetimizden beklediğimizi ifade
ediyorum. 2001 yılı
bütçesinin, Bakanlığımıza, Bakanlığımız
tüm çalışanlarına ve bu faaliyetlerden hizmet bekleyen aziz milletimize
hayırlı, uğurlu olmasını temenni ediyorum; hepinizi saygıyla selamlıyorum.
(Alkışlar) BAŞKAN - Teşekkür
ediyorum Sayın Altınkaya. İkinci söz, İstanbul
Milletvekili Sayın Bülent Akarcalı'ya ait. Buyurun efendim. (ANAP
sıralarından alkışlar) Süreniz 15 dakika. ANAP GRUBU ADINA BÜLENT
AKARCALI (İstanbul) - Sayın Başkan, değerli arkadaşlarım; Anavatan Partisi
Grubu adına, dışpolitika konusunda görüşlerimizi sunacağız. Değerli arkadaşlarım,
geçtiğimiz haftalar, dışpolitika konusunda oldukça canlı haftalardı. Önce,
Birleşmiş Milletlerdeki görüşmelerde, Sayın Denktaş'ın Rum kesiminin tutumu
karşısında görüşmelerden çekilmesi gerekti. Bunun yanında, Bakanlar Kurulu, son
derece önemli, ama, kamuoyuna fazla yansımayan bir karar aldı. Bu kararla,
Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyetinin, yükseköğrenim, transit ticaret, hafif
endüstri ve turizm dalında bir merkez haline getirilmesi kararlaştırıldı. Bu,
bir eylem planına bağlandı ve bununla ilgili gerekli bütçenin ortaya
çıkarılması da kararlaştırıldı. Takiben, bildiğiniz gibi, hükümet, Katılım
Ortaklığı Belgesi konusunda hazırlanacak ulusal planı görüştü ve bu ulusal
planın da, belirli bir süre içerisinde çıkma çalışmalarını başlattı. Bu arada,
Sayın Başbakanın, Nice zirvesinde, diğer adaylarla ve diğer aday ülke
başbakanlarıyla eşit koşullarda katıldığını tespit ettik. Öte yandan, Clinton,
Sayın Başbakana Avrupa ordusunun kurulması hakkında bir mektup gönderdi ve
alması gereken cevabı Sayın Başbakandan aldı ve en sonunda da, Sayın Dışişleri
Bakanı, Brüksel'de Avrupa ordusunun kurulmasını sağlayacak Savunma ve Güvenlik
Kimliği Toplantısında, Türkiye'nin dışlanmasına haklı bir şekilde karşı çıkıp,
Türkiye'nin vetosunu kullanmasını sağladı. Değerli arkadaşlarım, bu
son nokta son derece önemlidir. Türkiye, ilk defa, ciddî bir şekilde,
dışpolitikada çıkarları söz konusu olduğunda "Hayır" demesini
bilmiştir. Aynı şekilde, hatırlarsınız, zamanında General Rogers diye birisi bizi
avutmuştu ve onun sayesinde de elimizdeki çok büyük bir koz olan Yunanistan'ın
NATO'ya dönmesini engelleyebilecek olan imkânı kullanmamıştık ve tarihî bir
fırsatı kaçırmıştık. Dolayısıyla hükümetin, Dışişleri Bakanının, Dışişleri Bakanlığının
Brüksel'deki bu tavrının tarihî ve önemli bir tavır olduğunu çok ciddî bir
şekilde vurgulamamız gerekir. Vurgulamamız gerekir ki, bu kararın yalnız ve
yalnız bir hükümet kararı, bir bakan kararı olmadığını, arkasında Türkiye Büyük
Millet Meclisinin bulunduğunu, o ülkelere ve özellikle bu karara karşı çıkan
-birazdan da açıklayacağım- Fransa'ya iyice bildirmiş, belirtmiş olalım. Tabiî, en son önemli
gelişme de, Amerika Başkanlığındaki değişikliktir. Bush'un seçimi kazandığı
ortaya çıkmıştır ve bu seçimin kazanılmasından da, takip eden günlerde
Türkiye'yi etkileyecek hususlar gelişecektir. Bu başlıkları açtığımız
takdirde şunları söyleyebiliriz: Yeni Amerika Başkanı döneminde, Türk-Amerikan
ilişkilerinde Clinton'la pekleşen stratejik ortaklık kavramının değişmesini pek
beklemiyoruz. Bu arada, müspet
diyebileceğimiz bir husus da, Sayın Denktaş'ın görüşmelerden çekilmesinden
sonra, Denktaş'a yönelik olarak ağır suçlamalarda bulunan Clinton ekibinden
Richard Holbrooke'un da, artık Amerikan dışpolitikasında eski ağırlığının
kalmayacağı ortadadır ve dolayısıyla etkisini bitirecek olan bu kişinin de,
Kıbrıs konusunda Rum yanlı tavrının da fazla bir etkisi kalmayacaktır. Bunu,
müspet bir gelişme olarak kaydedebiliriz. Ayrıca, Başkan Bush'un
seçim döneminde yapmış olduğu konuşmalara baktığımızda da, Amerika'nın
Kıbrıs'ta çözüm konusunda fazla etkin olmaması gerektiği yönündeki
konuşmalarını hatırladığımızda, bunun da yine Türkiye lehinde olduğunu söyleyebiliriz;
çünkü, Amerika'nın fazla etkin olması demek, ister istemez, Amerika'daki Rum ve
diğer lobilerin Türkiye aleyhine tavır içerisine girmeleri demek olmaktadır. Buna karşın, yeni
yönetimin, bizi ilgilendiren Kosova, Bosna-Hersek gibi konularda da etkin
olmama tavrı olduğunu düşünerek, buna yönelik ilgili tavırları, politikaları,
hazırlamamız şarttır. Bizi rahatsız edebilecek
bir konu, yeni yönetimin, özellikle Bağdat konusunda çok sert ve haşin bir
politika güdeceğidir. Bunun sinyallerini vermişlerdir. Türkiye'nin de burada,
dengeleyici ve Amerikan yönetimini gerçeklere yaklaştıracak, daha yumuşatıcı
politikalar gütmesi gerekecektir. Bakû-Ceylan konusunda da,
bu yönetimin Amerikan petrol şirketlerine çok daha yakın olması, Bakû-Ceyhan
projesini şu veya bu şekilde muhakkak etkiyecektir. Şu anda, yeni yönetimin
Türkiye'yi müspet bir şekilde etkileyen en önemli noktası, Brüksel'de
Türkiye'yi dışlayarak kurmak istedikleri Avrupa savunma ve güvenlik kimliğine
ait yeni Avrupa ordusuna Amerika'nın da net bir şekilde karşı çıkmasıdır. Dün
akşam haberlerde dinlemişsinizdir, bugün gazetelerde de yazıyordu. Başkana
yakın çevreler, böyle bir ordunun kurulmasına karşı çıkmanın ötesinde, bunu,
NATO'nun sırtına saplanmış bir hançer olarak görüyorlardı. Hafızalarınızı tazelemek
için belirteyim. Değerli arkadaşlarım, Avrupa Birliğinin kurmak istediği ordu
şu şekilde: Diyorlar ki "biz bir ordu kuracağız; bu ordu, her türlü NATO
imkânlarından yararlansın; ama, NATO üyelerinden Avrupa Birliği üyesi
olmayanlar bu kararlara karışmasın." Yani, bizim mutfağımıza gelip, her
türlü yemeği yapacaklar edecekler, malzemeleri kullanacaklar, belki bizden
sarfiyata katılmamızı isteyecekler; ama, ne o yemeği hazırlarken ne de yemekten
sonra, Türkiye'nin bunun içerisinde olmasını istemeyecekler. Buna, Sayın
Bakanımızın Brüksel'de vermiş olduğu cevap, son derece yeterlidir. Bu, vicdana
da sığmaz, mantığa da sığmaz. Türkiye, bunun arkasında duracaktır. Türkiye Büyük
Millet Meclisi de bu tavrın arkasında duracaktır. Bu vesileyle, müsaade
ederseniz, Fransa'nın politikalarına dikkatinizi çekmek istiyorum. Bildiğiniz
gibi, Fransa'da gerek Başbakan Jospin gerekse Cumhurbaşkanı Chirac'ın
desteğiyle -çünkü, arkalarında işlenen bir suça gözlerini kapamaları, o suça
iştiraktir- senatoda, olmayan bir tarihî hadiseyi, Türkiye'yi suçlayarak,
varmış gibi kabul ettirmek istediler. Değerli arkadaşlarım,
bunun arkasından, Katılım Ortaklığı Belgesinde, yine olmaması gereken,
Kıbrıs'la ilgili, Yunanistan'la ilgili 2 maddeyi, düzeltmeden, sanki Türkiye
lehine düzeltmiş gibi, Türkiye'ye jest yapmış olarak gösterdiler ve Nice
Zirvesinde, Türkiye'ye yakın bir tavır takındıkları izlenimini verdikten sonra,
Sayın Başbakanın ayrılmasını takiben, Nice Zirvesinde, genişleyecek olan Avrupa
Birliğindeki yeni oy ağırlıkları sisteminde, yani artık her ülkenin vetosuyla
değil, oy çokluğuyla işleyecek olan yeni Avrupa düzeninde, Türkiye'yi, 2010
yılına kadar, bu ağırlıklı oy sistemi dışında tuttular. Tabiî, Avrupa Birliğinin
politikalarına göre, ev sahipliği yapan bu politikaları geliştirir ve uygular.
Aynen Katılım Ortaklığı Belgesinin kabulünde olduğu gibi, Fransa'nın
liderliğiyle kabul edilen Katılım Ortaklığı Belgesinde de, bu hususta
Türkiye'nin kenarda tutulmasının, hatta ve hatta, Türkiye'ye, önceden, ciddî
bir şekilde, bu hususta bilgi verilmemesinin müsebbibi olarak da Fransa'yı
görebiliriz. Aynı Fransa, Brüksel'de, bu kez, Türkiye'yi, Avrupa Savunma ve
Güvenlik Kimliği hususunda, yeni kurulacak Avrupa Birliği ordusunun dışında
tutabilmek için ciddî gayret gösterdi ve yabancı basına da yerli basına da
yansıyan husus, o toplantının, âdeta, bir Fransız ve Türk çekişmesi şeklinde
geçtiğidir. Değerli arkadaşlarım,
bunları şundan söylüyorum: 16 veya 18 Ocak tarihinde, Fransız Meclisi, ciddî
bir şekilde, Ermeni soykırımı tasarısını tekrar ele alacaktır. Bu sefer,
Başkanlığını, UDF Partisi çekmektedir. Her seferinde aralarında paslaşıyorlar;
Sosyalist Parti Yaptı, Jacques Chirac'ın başkanlığını yaptığı parti yaptı. Bu
parti de, Yunan hayranlığıyla bilinen ve geçmişte Diktatör Bocasso'dan
külliyetli miktarda elmas ve pırlanta hediyesi aldığı bilinen, Türk düşmanlığı
yapmada kendini ortaya çıkaran, Avrupa'da Türkiye'nin yeri olmadığını fazla
şekilde tekrar eden Valery Giscard d'Estaing'in partisidir. UDF bunun
başkanlığını çekmektedir; ama, bu Fransa'nın nasıl, iki değil, üç dört yüzlü
olduğu hususunda da şunu söyleyeyim; eğer bilgim yanlışsa Sayın Dışişleri
düzeltsin: Bu partinin de şu anda başkanı ya da önde geleni Raymond Barre
Türkiye'ye çok dostça görünür, Galatasaray Üniversitesinde yönetim
kurulundadır, Ermenilerin en yoğun olduğu Lyon bölgesinin de belediye
başkanıdır ve Sayın Raymond Barre'ın bütün bu işlerin içinde olmasını da
çözebilmek mümkün değildir. Dolayısıyla, Türkiye'nin, Fransa'nın bu fazla yanar
döner, fazla sağa sola döner politikası hususunda ciddî bir tutum içine girmesi
gerekiyor; çünkü, Fransa'nın Türkiye'ye yönelik tavırları, artık, küstahlığa
yaklaşan politikalara girmekte. Özellikle, ocak ayında,
16 veya 18 Ocakta Fransız Meclisinde ele alınacak olan Ermeni soykırımı
tasarısı konusunda, şimdiden ciddî girişimlerde bulunulması şarttır. Aklı en
kıt Fransızın anlayacağı şekilde bir tavır gösterilmesi gerektiğine kesinlikle
inanıyorum. Değerli arkadaşlarım,
Avrupa Birliği konusuna gelince; Türkiye, tabiî ki, Katılım Ortaklığı Belgesindeki
hususları dikkate alarak, kendi iradesiyle, kendi yorumuyla, ulusal programını
hazırlayacaktır. Sayın hükümet bu konuda görüşünü bildirmiştir. Meclisin de,
Türk kamuoyunun da genelde buna yaklaşık tavırları olduğu da anlaşılmaktadır. Benim görüşüm şudur:
Katılım Ortaklığı Belgesinde birkaç tane tuzak madde vardır; Kıbrıs meselesi,
Ege meselesi, azınlıklar meselesi vesaire... Bence, Türkiye'nin, bu tuzak
maddeleri elinin tersiyle bir kenara itip, esas, diğer maddeler üzerinde -ki,
bu da, kısa vadeli önceliklere baktığımızda, kriterlere baktığımızda 60'a yakın
maddedir- geri kalan 50-55 madde üzerinde yoğunlaşıp, hızlı bir şekilde, bu
programını yerine getirmesidir. Bu neden şarttır değerli
arkadaşlarım; Sayın Dışişleri Bakanımız, dün bir beyanat verdi; doğrudur;
yabancı dışpolitikayı izleyen gazetecilere verdiği bir toplantıda söz etti.
Müzakerelere başlayabilmek için en iyi dönem, 2001 sonu 2002 başıdır, bir;
mevcut olan imkânı kaçırmamak için; ama, ikincisi, değerli arkadaşlarım,
Katılım Ortaklığı Belgesine cevaben ulusal programımızı hızlı hazırlayıp, hızlı
uygulamanın -biraz önce belirttiğim tuzak maddeleri bir kenara koyarak- temel şartı şudur: Yunanistan ve Kıbrıs Rum
Kesimi, bütün senaryolarını, bütün politikalarını, Türkiye'nin ulusal
programını geç uygulayacak, geç hazırlayacak politikalarına dayandırmaktadır.
Bunların politikaları şudur : Türkiye, kısa vadede kendini hazırlayamayacak,
buna karşın, Kıbrıs Rum kesimi, kısa vadede kendini tam üyeliğe hazırlamış
olacak ve Kıbrıs Rum kesiminin, Türkiye'den önce Avrupa Birliğine girmesi
hususunda büyük tazyik başlatacaklar, Türkiye'nin de bunu önlemek istemesine
karşın Türkiye'den taviz koparacaklar. Yunanlıların ve Rumların, bu, yıllardır
uyguladıkları senaryoyu önleyebilmenin en iyi yolu, Türkiye'nin "ben
müzakerelere hazırım" noktasına bir an önce gelmesidir. Türkiye, bunu
sağladığı takdirde -ki, sağlayabilir- gündemi ele geçirecektir; edilgin
olmaktan etkin olmaya, pasiflikten aktifliğe geçecektir, gündemi kendisi tayin
edecektir. "Ben tam üyeliğe hazırım" diyen Türkiye, Yunanistan'ın ve
Kıbrıs Rum kesiminin, Avrupa Birliğine giden yolunu, kesinlikle kesebilecektir;
direksiyona hâkim olacaktır; ancak, tersi olduğu takdirde, Türkiye, kendi iç
gailelerinden dolayı, Katılım Ortaklığı Belgesinde öngörülen ulusal programın
uygulanmasını geciktirirse, benim kanaatim, bu, yalnız ve yalnız, Yunanlıların
işine yarayacaktır. Değerli arkadaşlarım,
bunu neden söylüyorum. Şu anda, kim ne derse desin, Kıbrıs Rum kesi-mi, Avrupa
Birliğiyle Türkiye'den daha önce ve öncelikli bir işbirliğine girmiş
durumdadır. Bize düşen, bir an önce bunu kesmedir ve bunu kesmenin yolu da,
ulusal programı, Türkiye'nin bir an önce uygulamaya koymasıdır. Tekrarlıyorum:
Bu ulusal program, Türkiye'nin zaten kendisinin yapmayı hedeflediği, bütün
siyasî partilerin programlarında çoğu maddelerinin bulunduğu bir programdır ve
bu programda, tuzak maddeler diye adlandırdığım, bizim ulusal çıkarlarımızla
bağdaşmayanları da bir kenara koyarak, Türkiye, bunu, Avrupa Birliğinde
müzakere edebilecek güçtedir. Benim kesin inancım bu yöndedir. Bunu yaptığımız
takdirde- tekrar ediyorum- Rum'un ve Yunan'ın oyununu bozmanın, bütün
hesaplarını altüst etmenin en etkin yolu bu olacaktır; yani, kendimizi tam
üyeliğe hazırlamak. Tam üyeliğe hazırladığımız takdirde, müzakerelerde de
dizginleri Türkiye eline geçirmiş olacaktır; Avrupa Birliğine kendi görüşünü
empoze etme imkânı büyük bir şekilde ortaya çıkacaktır. Ben, müsaade ederseniz,
konumu, bambaşka bir noktayla bitirmek istiyorum. Değerli arkadaşlarım, vize
konusu, bütün vatandaşlarımızı rencide eden bir konudur... (Mikrofon otomatik cihaz
tarafından kapatıldı) BAŞKAN - Sayın Akarcalı,
lütfen toparlayınız. BÜLENT AKARCALI (Devamla)
- 2 dakikada toparlıyorum Sayın Başkanım; fazla değil. BAŞKAN - Buyurun,
lütfen... BÜLENT AKARCALI (Devamla)
- Meclise gelirken, işte dün olduğu gibi, ister pazar sabahı olsun ister ondan
önceki cumartesi sabahı olsun, elçiliklerin önünden geçtiğiniz zaman, binlerce
vatandaşımızı, işte karda kışta, güneşte perişan bir şekilde, elçiliklerin
önünde vize dilencisi olarak görmek durumunda oluyoruz. Bu vize verilmelerinin,
hiçbir uluslararası değere uygun uygulamaları yoktur, hepsi keyfîdir. Kelle
vergisi gibi vize vermektedirler. Hiçbir elçiliğin, Türk vatandaşına, şu
şartlara uyduğun takdirde kesinlikle vize alabilirsin diyerek bir yaklaşımı
yoktur; ama, buna karşın... Efendim, arkadaşlarım
konuşmalarını bitirirse, dinleyebilecekler beni! Değerli arkadaşlarım,
ben, konuşmalarınızın bitmesini bekleyemeyeceğim; çünkü, sürem kısaldı. Onun
için, müsaade ederseniz, şu vize konusunu dinlerseniz... Çünkü, seçmenleriniz
de size geliyor; çoğunuz da sonra bizlere geliyorsunuz "yardımcı olur
musunuz" diyerek. Değerli arkadaşlarım,
Bulgaristan, bunu, bir şeref meselesi, izzeti- nefis meselesi yaptı ve
Bulgaristan, son iki senedir, Avrupa Birliği nezdinde inanılmaz bir politika
yürüttü, hükümetiyle, bakanlığıyla, milletvekilleriyle, üniversiteleriyle,
basınıyla ve sonunda, bundan kısa bir süre önce, Bulgaristan'a vize kaldırıldı,
Schengen vizesi Bulgaristan'a kaldırıldı. Bulgar vatandaşları, artık, olması
gereken çağdaş vatandaşlar gibi, Avrupa Birliği ülkelerine gidip
gelmelerinde... Benim Sayın Bakanlığa
verdiğim yazılı soru önergelerinden öğrendiğime göre, 141 ülke Türkiye'ye vize
uygulamakta. Bir de, vize veren ülkeler... Yani, yüzbinlerce kişi müracaat
ediyor da verilmiyor mu hususuna gelince, istatistiklere bakınca, değerli
arkadaşlar, mesela, en yoğun ilişkilerimiz olan Almanya'ya yönelik vize talep
sayısı ayda 6 000-7 000'dir. Bunun zaten yarısı işadamıdır. Ben şöyle özetliyorum,
Dışişleri Bakanlığımızın, haysiyetimizi gerçekten rencide eden, âdeta, Türk
pasaportu taşımanın sakıncalı bir pasaport olduğu görünümünü veren bu hususa
öncelikle el atmasını hassaten rica ediyor; kendilerine ve sizlere bu konudan
dolayı saygılarımı ifade ediyorum. Teşekkür ederim.
(Alkışlar) BAŞKAN - Teşekkür
ediyorum Sayın Akarcalı. Sayın milletvekilleri,
çalışma süremizin bitmesine 15 dakika var. Doğru Yol Partisi Grubunun ise,
yarım saatlik süreyi kullanması söz konusu. Doğru Yol Partisi
Grubunun sözcülerinin sözlerinin hitamına kadar çalışma süremizin uzatılmasını
oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler.... Kabul etmeyenler... Kabul edilmiştir. İlk söz, Burdur
Milletvekili Sayın Mustafa Örs'e ait. Buyurun efendim. (DYP
sıralarından alkışlar) Sayın Örs, süreyi eşit mi
kullanacaksınız? MUSTAFA ÖRS (Burdur) -
Evet. BAŞKAN - 15 dakika... Buyurun efendim. DYP GRUBU ADINA MUSTAFA
ÖRS (Burdur) - Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; 2001 yılı Enerji ve Tabiî
Kaynaklar Bakanlığı bütçesi üzerinde Doğru Yol Partisi Grubunun görüşlerini
açıklamak üzere söz almış bulunuyorum; şahsım ve Grubum adına, sizleri ve aziz
milletimizi saygıyla selamlıyorum. Enerji ve tabiî
kaynaklarla ilgili hedef ve politikaların ülkemizin güvenliği ve refahı, ulusal
ekonominin gelişmesi ve güçlenmesi doğrultusunda tespitine yardımcı olan,
Enerji ve Tabiî Kaynaklar Bakanlığıdır. Bu amaçlar doğrultusunda kurulan
Bakanlık, DSİ, Petrol İşleri Genel Müdürlüğü, Elektrik İşleri Etüt İdaresi gibi
bağlı kuruluşları, TEAŞ, TEDAŞ, Türkiye Taşkömürü İşletmesi, Demir-Çelik
İşletmeleri, Türkiye Petrolleri Anonim Ortaklığı, BOTAŞ gibi önemli kuruluşları
bünyesinde barındırmaktadır. Hızla gelişen ülkemizde,
sanayileşme neticesinde hızla artan enerji ve tabiî kaynak talebinin, ekonomik
olarak, zamanında, güvenilir ve çevre şartları dikkate alınarak karşılanması
gerekmektedir. Son yıllarda gerekli yatırımların yapılmaması nedeniyle, ülkemiz
bir enerji darboğazına girmiştir. Doğal olarak bu durum, 2001 yılı bütçesini
görüştüğümüz Enerji ve Tabiî Kaynaklar Bakanlığını da ilgi odağı haline
getirmiştir. Özellikle son yıllarda sanayimizin üretimine kesintisiz devam
edebilmesi için, enerji krizine dönüşmeden geçiştirilmeye gayret edilen enerji
darboğazını aşma hususunda, gerek Enerji ve Tabiî Kaynaklar Bakanlığı gerekse
hükümet düzeyinde alınması kararlaştırılan politikalar ve önlemler, kamuoyu
tarafından özellikle izlenmektedir. Sayın Başkan, sayın
milletvekilleri; 21 inci Yüzyılın önemli enerji kaynağı ve sanayiin de üretim
girdilerinden olan elektrik enerjisine olan talep, ülke nüfusunun artış hızı ve
ekonomik kalkınma süreciyle paralellik arz eder. Kişi başına tüketilen elektrik
enerjisi, ülkelerin gelişmişlik göstergelerinden biri olarak
değerlendirilmelidir. Ülkemizde kişi başına 2 878 dolar gayri safî millî
hâsıla, enerji üretimi 1 860 kilovat/saat iken, OECD ülkeleri 6 991
kilovat/saat, Avrupa Birliği ülkeleri 5 630 kilovat/saat ortalamaya sahiptir. Ülkemizde artan enerji
talebi, yap-işlet-devret, işletme hakkı ve hizmet alımı modelleri uygulanarak
karşılanmaya çalışılmaktadır. Sayın Başkan, değerli
milletvekilleri; enerjide, yönetim krizi ve çok başlılık hâkimdir. Özellikle
Enerji ve Tabiî Kaynaklar Bakanlığı, TEAŞ, TEDAŞ, TKİ, DSİ, Elektrik İşleri
Etüt İdaresi, MTA, BOTAŞ, Devlet Planlama Teşkilatı ve Hazine Müsteşarlığı
arasında koordinasyon eksikliği vardır. Ülkemiz, bugün, 26 300 megavatlık
kurulu gücü ve 160 milyar kilovat/saatlik yıllık üretim kapasitesine rağmen, 18
bin megavatlık puant değerini ve 118 milyar kilovat/saatlik ülke ihtiyacını
karşılayamıyorsa, burada sorgulanması gereken, enerji yetmezliği değil, enerji
bürokrasisidir. Ülkemizde tüketime
sunulan her 100 birim enerjinin yüzde 23'ü kayıp olmaktadır. Bu, gelişmiş
ülkelerde ve OECD'de 6 ile 10 arasındadır; yani, yıllık üretimimiz baz
alındığında, 21 milyar kilovat/saatlik enerji, kötü dağıtım hatlarıyla kaybolmaktadır;
bu da, 2 adet 1 000 megavatlık nükleer enerji santralına tekabül etmektedir. Sayın Başkan, sayın milletvekilleri;
termik santrallarımıza göz atacak olursak, kapasite kullanım oranında, gelişmiş
ülkelere nazaran yüzde 15-20 gerisinde olduğumuzu görmekteyiz. Bu santral-lara
yapılacak yatırımlarla, 1 000 megavatlık nükleer santral üretimine eşdeğer
üretim artışı sağlanılabilir. Ülkemizde elektrik enerjisi tüketiminde
kullanılabilir linyit potansiyeli 105; taşkömürü potansiyeli 15,7; hidrolik
potansiyel 125 milyar kilovat/saat/yıldır; diğerlerinde ise bu oran sınırlıdır.
Sayın Başkan, sayın
milletvekilleri, Sekizinci Beş Yıllık Kalkınma Planında enerji stratejisiyle
ilgili, enerji talebinin güvenilir ve sürekli düşük maliyetle karşılanması,
ifadeleri yer almıştır. Özellikle de, sanayimizin enerji talebinin tam ve ucuz
bir şekilde karşılanmasının, ülkemizin kalkınması için ne derece bir stratejik
önemi olduğu, tartışılmaz derecede açıktır.
Enerjinin temin ve üretim maliyeti çok yüksektir. Enerji projeleri de genellikle,
uzun ve orta vadeli yüksek düzeyde teknoloji, finansman gerektiren projelerdir;
ama, yine de enerji yatırımları kalkınma stratejileri bakımından her zaman
öncelikli yatırımlar olması gerekirken, son yıllarda bu önceliklere gerekli
önemin verilmemesi nedeniyle, ülkemiz, bir enerji darboğazına doğru
sürüklenmektedir. Enerji üretimimiz son
otuz yılda 2 kat artarken, tüketimimiz 4 kat artarak üretim hızının gerisinde
kalmıştır. Şu anda da tükettiğimiz enerjinin yüzde 62'sini dışarıdan temin
etmekteyiz. Enerji tüketimimizdeki çeşitliliğe baktığımızda, son yıllarda
doğalgaza olan talebin ve buna bağlı olarak da doğalgaz tüketiminin toplam
içindeki payının arttığını görüyoruz; ama, büyük pay yüzde 43'le petrolündür;
yüzde 17'yle doğalgaz, yüzde 28'le linyit ve taşkömürü, yüzde 12'yle odun,
bitki ve hayvan artıkları gibi diğer kaynaklardan enerji talebi
karşılanmaktadır. Sayın Başkan, sayın
milletvekilleri; bu arada enflasyonu düşürdüğünü iddia eden hükümetin, taşıt
alım satım vergilerinde yüzde 75, LPG'li araç vergisinde yüzde 400 oranında
artış yapmasını da anlamak mümkün değildir. Ayrıca, köylümüz, sulama ve
kalkınma kooperatifleri, elektrik borçlarını ve gecikme cezalarını ödeyemez
duruma düşmüştür. Sayın Başkan, sayın
milletvekilleri, ülkemizin enerji kaynaklarına baktığımızda, petrol bakımından
pek zengin olmayan ülkemizde, kaynak varlığını ve üretimi artırıcı çalışmalar
sürdürülmektedir. 1991 yılında yerli hampetrol üretimimiz 4,4 milyon ton iken,
1998 yılında 3,2 milyon tona düşmüştür. Bunun nedeni, arama ve sondaj
çalışmalarına gerekli yatırım ve ödenek verilmemesindendir. Yıllık 28,125
milyon ton olan tüketimimizin, ancak yüzde 11'ini yerli üretimle karşılama
imkânına sahip olmaktayız. Türkiye, dünya petrol
politikalarının hızla değiştiği bir ortamda, bu değişime paralel olarak petrol
sektörünü bir bütün olarak ele almalı, devletin ticaret yapmasından çok, teşvik
eden, düzenleyen ve kontrol eden fonksiyonlarının ağırlık kazanması
sağlanmalıdır. Doğalgaz: Ülkemizde
tespit edilen doğalgaz rezervi 17 milyar metreküp, üretilebilir toplam gaz 11,5
milyar metreküp olup, açılan sondajlardan, bugüne kadar 2,7 milyar metreküp
doğalgaz üretimi sağlanmıştır. Bunun yanında, ülkemizde, 1999 sonu itibariyle
enerji üretim santralları, meskenler ve sanayide tüketilen doğalgaz miktarı 10
milyar metreküpe ulaşmaktadır. Doğalgaza olan talebin
yüzde 60 -yüzde 70'i enerji üretimi amaçlıdır. Bu nedenle, elektrik enerjisi
üretiminde doğalgaz arz güvenliği, son derece önem arz etmektedir. Doğalgaz
arzında herhangi bir gecikme ya da istikrarsızlık, tüm ülkeyi bir karabasanla
karşı karşıya getirecektir. Hükümetler, kısa sürede devreye girdiği için,
doğalgaz çevrim santrallarına önem vermektedir; fakat, burada dikkat edilmesi
gereken 3 nokta vardır: Doğalgaz kaynakları Türkiye için emin midir? Ülkemize
gelene kadar geçtiği bölgelerde istikrar var mıdır? Fiyatları uygun mudur? Kömür: Nükleer enerji
dışındaki enerji kaynaklarını oluşturan hampetrol ve doğalgaz benzeri rezervler
içerisinde kömür, yüzde 70'lik bir payla, geleceğin enerji kaynağı olmaya aday
bir kaynaktır. Dünya petrol rezervlerinin bugünkü kullanım hızıyla 40 yıl,
doğalgaz rezervlerinin 65 yıl sonra biteceği tahmin edilirken, linyit
rezervlerinin 158 yıl, taşkömürü rezervlerinin 425 yıl sonra biteceği tahmin
edilmektedir. Ülkemizde 8,3 milyar ton linyit rezervi, yıllık 50 milyon ton
tüketim kapasitesi de 160 yıl yetecek konumdadır. Üretilebilir taşkömürü
rezervi ise 490 milyon ton civarında olup, bu da, 100 yıl yetecek seviyededir. Ülkemizde, yılda 11
milyon ton kömür ithal edilmekte ve 800 milyon dolar döviz ödenmektedir. Bu da,
yerli kömür üreticisini haksız rekabete sevk etmektedir. Türkiye'de üretilen
linyitin yüzde 77'si, santrallarda elektrik enerjisi üretiminde
kullanılmaktadır. Türkiye, en kısa zamanda nükleer santrallardan yararlanmaya
başlayıp, ülkenin enerji talebinin önemli bir kısmını nükleer santral
sağlamalıdır. Bugün, dünyanın karşı
karşıya kaldığı en ciddî, büyük çevre sorununun kaynağı, küresel ısınmaya sebep
olduğu için, oluşturduğu sera etkisiyle tehlikeli iklim değişikliklerine neden
olan fosil yakıtların kullanımıdır. Bilindiği gibi, fosil yakıtların yanma
emisyonlarının karbondioksit gibi sera gazlarını içermesi nedeniyle atmosferde
oluşan sera etkisi, bir küresel ısınmanın başlamasına neden olmuş ve bu durum,
dünyamızı, önünün alınması güç bir çevre felaketi tehlikesinin eşiğine
getirmiştir. Bu sorunun çözümü, nükleer enerjiyle, yeni ve yenilenebilir enerji
kaynaklarına yönelmektir. Bugün, gelişmiş Fransa ve
diğer gelişmiş ülkelerin başkentlerinde ve önemli enerji kaynaklarında nükleer
santrallardan faydalanılmaktadır; ama, maalesef, ülkemizde, henüz santral
kurulmuş değildir. Nükleer santralları, sadece enerji elde etmek olarak
görmemek lazımdır. Nükleer teknolojiyi ülkemize taşıyabilmek, teknolojiyi
kullanabilmek, her alanda insanlığa yararlı bir biçimde kullanmak
gerekmektedir. Bizim hükümetimiz, nükleer enerji ve santrallar kurulması
yönünde, daha önceleri karar vermiş, kıt kaynaklarımızla proje ve fizibilite
çalışmaları yaptırmıştı, ihalesi de yaptırılmıştı. Kim ne derse desin, nükleer
enerji, herkesin içine sindireceği, hazmedeceği bir konu olmalıdır. Doğru Yol
Partisi Grubu olarak, nükleer enerjiyi, tüm kontrolleri ve teknik özellikleri
sağlanmak kaydıyla, bir an önce kullanmak yönünde çalışma yapılması
kanaatindeyiz. Sayın Başkan, sayın
milletvekilleri; yeni ve yenilenebilir enerji kaynaklarına göz atarsak ki,
bunları kısa geçmek mecburiyetindeyim, süremi kullanmak için. Güneş enerjisi;
ülkemiz, konumu itibariyle müsaittir. Rüzgâr enerjisi. Jeotermal enerji, sadece
sera ve konutlarda değil, elektrik enerjisi üretiminde de kullanılmalıdır.
Hidrojen ve biomas enerji de diğerleridir. Sayın Başkan, sayın
milletvekilleri; ülkemizin, içinde bulunduğu coğrafya nedeniyle sahip olduğu
avantajlardan biri, hatta en önemlisi de, enerji terminali ve enerji köprüsü
olarak oynayabileceği roldür. Ülkemizin, Avrupa ile Asya arasında doğalgaz ve
petrol boru hatlarının geçmesi için cazip alternatifleri ve coğrafî konumunu
çok iyi değerlendirilmelidir. Bugün, ülkemizden geçen ve geçmesi söz konusu
olabilecek çok sayıda projelerden söz edecek olursak, bunlardan biri,
Irak-Türkiye hampetrol boru hattıdır; Körfez Savaşından sonra, Irak'a uygulanan
ambargo aracı haline getirilerek, Irak'la birlikte Türkiye'ye de ambargo
uygulaması sonucunu doğurmuş ve ülkemiz, milyonlarca dolarlık kira ve depolama
gelirinden mahrum bırakılmıştır. Ülkemizden geçen ikinci hat,
Rusya-Avrupa-Türkiye doğalgaz boru hattıdır. Bu hattan Türkiye'nin almış olduğu
doğalgaz, özellikle, kış aylarında konutlardaki fazla talep nedeniyle ihtiyaca
cevap vermemekte ve yeni kaynak arayışına girilmektedir. Coğrafî konumumuzla
kader, bizi, tarihteki İpek Yolu hattına yaptığımız ev sahipliği fonksiyonunun
avantajlarıyla yeniden karşı karşıya bırakmıştır. Bu avantaj, eğer iyi kullanılırsa,
bize çok büyük imkânların kapılarını açabilecek niteliktedir. Bu durum,
ülkemizi dünya enerji kaynaklarının çok büyük rezervlerinin yer aldığı Ortaasya
ile dünya enerji talebinin en büyük potansiyelinin yer aldığı Avrupa arasında
bir enerji terminali ve köprüsü olmaya namzet kılmaktadır. Yapım ve planlama aşamasında
bulunan projeler: Rusya-Karadeniz- Türkiye Mavi Akım Doğalgaz Boru Hattı
Projesi, Türkmenistan-Hazar-Türkiye-Avrupa Doğalgaz Boru Hattı Projesi,
Transbalkan Doğalgaz Boru Hattı Projesi, İran-Türkiye Doğalgaz Boru Hattı
Projesi, Rusya-Gürcistan-Türkiye Doğalgaz Boru Hattı Projesi, Hazar-Akdeniz
Hampetrol Boru Hattı. 25 milyon ton/yıl Azerbaycan petrolü ile 20 milyon
ton/yıl Kazakistan petrolünün, Bakü-Ceyhan Petrol Boru Hattı Projesiyle, Hazar
Havzasında bulunan Kazakistan, Türkmenistan ve Azerbaycan gibi ülkelerde
üretilen hampetrolün Ceyhan terminaline taşınması, buradan da dünya pazarlarına
nakledilmesi amaçlanmaktadır. Ortaasya Türk Cumhuriyetleri ülkelerindeki mevcut
bulunan zengin petrollerin... Bu kısımları kısa kesiyorum Devlet Su İşlerine
geçmek için. Sayın Başkan, değerli
milletvekilleri; Ortaasya cumhuriyetlerinden Azerbaycan, Türkmenistan ve
Kazakistan'dan alınacak olan petrol ve doğalgazın sadece enerji boyutuna bakmak
hatalı olmaktadır. Türkiye, ciddî bir Ermeni sorunuyla karşı karşıya bulunmaktadır.
Avrupa'da ve ABD Parlamentosunda, sözde Ermeni soykırım iddialarını kabul edip
ya da gündemlerine alıp, Türkiye'nin tarihini sorgulamak cüretinde
bulunmaktadırlar. Rusya, Ermenistan'a yapılacak hareketlere karşı orayı
garantiye almaktadır. Eski Sovyet Cumhuriyetleriyle de Birleşik Devletler
çatısı altında sıkı bir bağ oluşturmaya çalışmaktadır. Bunu da, Ortaasya Türk
Cumhuriyetlerinin kaynaklarını Moskova üzerinden pazarlamalarını sağlayarak
yapmaktadır; eğer, bu devletler, kaynakları Moskova dışında bir güzergâhtan
pazarlama şansı bulurlarsa, bağımsızlıklarını da güvence altına alma şansına
sahip olacaklardır. Hükümet, Mavi Akım boru hattıyla, doğalgazı öncelikli
olarak Rusya Federasyonundan almaya çalışmaktadır. hükümetlerimiz, Mavi Akım
boru hattıyla, doğalgazı öncelikli olarak Rusya Federasyonundan almaya
çalışmaktadırlar; sonuçta da, Türk Cumhuriyetlerinde sıkıntılar meydana
gelmektedir. Türkiye'nin önümüzdeki yüzyılda perspektifi açısından Türk
cumhuriyetleri çok önem arz etmektedir. Bizim, onların ekonomik olarak
bağımsızlıklarına kavuşmalarını desteklememiz şarttır. Rusya, doğalgaz ve enerji
konusunda Türkiye pazarlarına tek başına hâkim olmak istemektedir. Eğer,
Türkiye, doğalgaz ve enerjide tek kaynağa bağımlı olursa, her zaman riske açık
konumda olacaktır. Rusya'nın -Mavi Akım
projesi- hükümetimizle olan anlaşmasına çok kısa değinmek istiyorum. Bu
projeyle ilgili 15.12.1997 tarihli anlaşmanın bir maddesinde, Türkiye
Cumhuriyeti sınırlarında kalan kısmın sadece bizim şirketlerimiz tarafından
inşa edilmesi ve tarafsız sahaların ortak inşa edilmesi gerekirken, anlaşmaya
duyarsız kalınarak, egemenlik haklarımızdan taviz verildiği kanaatindeyiz. Bir
de, konsorsiyuma, ihale şartı aranmaksızın firmalar dahil edilmiş, tek bir çivi
dahi çakılmadan 50 milyon dolar civarında avans verilerek BOTAŞ zarara
uğratılmıştır. Sürem bittiği için, Sayın
Başkanım, iki dakika müsaade ederseniz, çok kısa olarak Devlet Su İşlerinden de
bahsetmek istiyorum. Devlet Su İşleri, baraj
yatırımlarının yanında, tarım sektörüne hayat verecek sulamalar yapmaktadır.
Ülkemizin önemli yatırımlarını yapan, GAP; KOP gibi projelerle çok büyük
hizmetler yapan bir kuruluşumuzdur; fakat, son zamanlardaki, gerek ödenek
yetersizlikleri gerekse yetersiz çalışmalardan dolayı, Örneğin, Burdur Karaçal
Barajı.... (Mikrofon otomatik cihaz
tarafından kapatıldı) BAŞKAN - Sayın Örs,
lütfen, toparlayınız. MUSTAFA ÖRS (Devamla) -
... bu şekilde devam edecek ödeneklerle, yaklaşık 25-30 yılda bitirilecektir.
Dolayısıyla, bu konuda çok daha ciddî çalışmaların yapılması şarttır. Yine, bölgemdeki bir
baraj bitmiş olmasına rağmen, üç yıldır, maalesef, sulama kanalları, sulamaya
hâlâ başlatılamamıştır. Bu, tabiî ki, hem müteahhitleri hem milletimiz hem de
hükümetimizi zarara sokmaktadır. Zira, oradaki kalıcı masraflar ve daha başka
projelerin başlatılamaması hepi-mizin zararına olacaktır. Sayın Başkan, sayın
milletvekilleri; yine, biraz önce konuşan eski bir bakanımızın bahsettiği gibi,
önemli su kaynaklarımız vardır, bunların mutlaka değerlendirilmesi
gerekmektedir, barış suyu projesi, Manavgat suyu projesi, Sakarya Nehri ulaşım
projesi gibi. Burada, çok kısa olarak
birkaç önerimi daha söyleyip, sözlerimi bitirmek istiyorum. Türkiye, ar-ge için
ayırdığı kaynakları, mutlaka artırmalıdır. İhalesi yapılmış ve
yapılmakta olan elektrik ve üretim dağıtım sistemlerinin rehabilitasyonu ve modernizasyonu bir an önce sağlanmalıdır.
Enerji piyasası kanunu
ivedilikle çıkarılmalıdır. Enerji tasarruf kanunu
çıkarılarak, israf ekonomisinden tasarruf verim ekonomisine geçilmelidir. Tüm tarafların temsil
edilebileceği enerji konseyi ve enstitüsü oluşturulmalıdır. İhaleler anahtar teslimi
ve şeffaf olarak yapılmalıdır. Devlet Su İşlerinin
elindeki mevcut barajlar bir an önce bitirilmeli ve bundan zarar görülmemesi
sağlanmalıdır. Devlet Su İşlerinde
çalışan mühendislerin, ekonomik ve sosyal yönden sıkıntılarının giderilmesi
sağlanmalıdır. Yaptığı iş ve taşıdıkları sorumluluğa göre aldıkları ücretler
yeniden gözden geçirilmeli ve yaşam seviyeleri yükseltilmelidir. Sayın Başkan, değerli
milletvekilleri; ülkemiz, gerçekten çok önemli kaynaklara sahiptir. Bunların bir an önce milletimizin
kullanımına açılması, inşallah bizlere nasip olacak diyorum; bilgimizin,
tecrübemizin, bazılarının dediği gibi, yarım değil, tam, belki de başkalarından
daha çok olduğunu arz ediyor, buradan sizlere saygılarımı sunarken, aziz
milletimizin ve sizlerin yeni yılını bayramını
kutluyor, saygılar sunuyor, Başkanıma da teşekkür ediyorum. (DYP
sıralarından alkışlar) BAŞKAN - Teşekkür
ediyorum Sayın Örs. İkinci söz, Kahramanmaraş
Milletvekili Sayın Mehmet Sağlam'a ait. Buyurun Sayın Sağlam.
(DYP sıralarından alkışlar) Süreniz 15 dakika. DYP GRUBU ADINA MEHMET
SAĞLAM (Kahramanmaraş) - Sayın Başkan, sayın milletvekilleri; Dışişleri
Bakanlığımızın 2001 malî yılı bütçesi üzerinde Doğru Yol Partisi Grubunun
görüşlerini açıklamak üzere huzurunuzdayım; Yüce Meclisi saygıyla selamlıyorum.
Bugünkü gazetelerde,
Dışişleri Bakanlığımızın, Avrasya, Avrupa Birliği, Avrupa Güvenlik ve Savunma
Kimliği ve Kıbrıs'la ilgili büyük bir atak başlatacağına dair haberler var.
Elbette ki, ilk önce, bugüne kadar neredeydiniz diye sormak gerekiyor. İlk
önce, bu konuda, eğer bu konuda, eğer, Dışişleri Bakanlığımız bir atak
yapacaksa, bunu şükranla karşıladığımızı burada belirtmek isterim. Ancak, çok
geç kalmış durumdalar, onu da ilave etmek zorundayım; çünkü, Sayın Bakanımız,
bütçe konuşmalarında Türk dış politikasının iki temel unsura dayandığını
söyledi; birisi Avrasya, öbürü Avrupa Birliği. Şimdi, Avrasya ile Avrupa
Birliğinde Bakanlığımızın faaliyetlerine, dış politikamızın durumuna bir göz
atmamızda fayda var. Avrasya ile, bildiğiniz
gibi, çok yakın ilişkilerimiz var veya olması gerekiyor; en azından, orada
tarihî, kültürel, soydaşlık bağlarıyla bağlı olduğumuz 5 ayrı devlet var.
Şimdi, bunlarla ilişkiler, başlangıçtaki romantizmi bir tarafa bırakırsanız, en
azından, kültürel alanda ve ekonomik alanda gayet iyi gidiyordu. Halbuki, son
günlerde bakıyorsunuz, 1996 yılına oranla 1999 yılı rakamları, bunlarla olan
dış ticaretimizde ve ihracatımızda gerileme olduğunu gösteriyor. Örneğin,
1996'daki 751 milyon dolarlık ihracat, 1999'da 579 milyon dolara düşmüş. Şimdi,
bunlarla olan ilişkilerimizi geliştirme bir yana, yerinde bile sayamadığımız
anlaşılıyor. Buradan getirdiğimiz binlerce öğrencinin büyük sorunlarla karşı
karşıya olduğunu ve Türkî devletler ile Türkiye ilişkisinde çimento görevi
yapacağını düşündüğümüz bu gençlerin, bugün, büyük sorunlarla problem yaratma
durumuna geldiğini görüyoruz. Kafkasya ile
ilişkilerimize bakarsanız, güney Kafkasya'nın kapısı olan ve 1994, 1995
yıllarında ayrı bir devlet olarak Ruslarla anlaşmalar yapan, imzalar atan
Çeçenistan, bugün, Putin'in atadığı bir yöneticinin emrine bırakılmış durumdadır. Ortadoğu'da
Filistin-İsrail anlaşmazlığında adımız yok, Kahire'deki toplantıya
çağırılmadık. Kuzey Irak'taki oluşumlardan uzaktayız. Kuzey Irak'ın
oluşumlarıyla ilgili Ankara süreci devredışı kaldı. Bugün, orada neler olduğunu
bilmiyoruz. Yeni yönetimin Saddam ile olan ilişkileri nereye varacak, çok iyi
değerlendirmemiz gerekiyor; ama, en azından, Ortadoğu'da ihracat yaptığımız
İslam ülkeleriyle olan ilişkilerimizde de fazla bir gelişme yok. Balkanlarda,
Bosna-Hersek'te bütün çabalarımıza rağmen, Bosna-Hersek'in, Güney Kıbrıs ile
ilişki kuracak kadar başıboş kaldığını, arkasından da Kosova'da seçimlerde
Türklerin, Yugoslavya Anayasasındaki haklarının bile dikkate alınmadığını
esefle görüyoruz. Kısacası, hükümetimizin,
Orta Asya'da, Kafkasya'da, Ortadoğu'da, Balkanlarda güçlü ve büyük bir devlete
yakışan bir dinamik dışpolitikayı sürdüremediği ortadadır. Ortaklar arasındaki
sözde harika uyum, gerçekte, açıkça görülen uyumsuzluk, anlaşamama,
kararsızlık, ciddî ve cesur bir dışpolitikaya imkân vermemektedir. İstikrar
değil; birbirinin işine karışmamak suretiyle, âdeta, birden çok hükümet gibi
bir koalisyon idaresi söz konusudur. Sayın milletvekilleri,
Avrupa Birliğiyle ilişkilerimize göz attığımızda da, aşağı yukarı, yukarıdaki
dağınık politikayı görürüz. Avrupa'daki maceramız, 1959'larda merhum
Menderes'in müracaatıyla başlıyor, 1963'te Ankara Antlaşması var; 1987'de
merhum Özal'ın müracaatı var, 1995'te gümrük birliğine giriyoruz. Avrupa
Katılım Ortaklığı Belgesine bakarsanız, en az eleştirildiğimiz konu, ekonomik
ilişkilerle ilgili konudur. Gümrük birliğiyle beraber Türk ekonomisi, Avrupa'nın
vaat ettiği malî kaynaklar harekete getirilmemiş olmasına rağmen, ayakta
durabilmiştir ve bugün, bunun sonucu olarak da, büyük ölçüde ekonomik konuda
yapacaklarımız konusunda, diğer aday ülkelere oranla, Türkiye'den daha fazla
bir şey de beklenmemektedir; ama, Avrupa Birliği Genel Sekreterliği kurulması
dışında, Katılım Ortaklığı Belgesinin bildirilmesinden önceki, Helsinki
sürecinden bugüne kadar geçen 11 ay içerisinde, hükümetimizin, dışpolitikada
neler yaptığının en güzel belgesi ilerleme raporunda belirtilen şu satırlarda
gizlidir. İlerleme raporu, 2000 yılı için diyor ki, açıkça : "Türkiye
insan haklarında ve demokratikleşmede yavaşlığını sürdürmektedir." Değerli arkadaşlar, şimdi,
bir taraftan, biraz önceki, ataklar başladı derken, geç kalınmasındaki
maksadımız buydu. Avrupa Birliği, ilerleme raporunda bunu söylüyor. Katılım
Ortaklığı Belgesinde, yine, aynı şekilde, siyaset, ekonomi, çevre, ulaşım,
tarım, balıkçılık gibi benden önceki sözcü arkadaşlarımızın da belirlediği
gibi, birçok konu bulunmasına rağmen, biz, sadece hassas olduğumuz Kıbrıs, Ege
ve azınlık hakları gibi konularla meşgulken, bu konularda en azından yapılması
gereken ödevlerimizi zamanında yapmadığımız ortadadır. Onbir aylık dönemde
sadece bir genel sekreterliğin kurulmasının dışında fazla bir ilerleme yok. Bunlar içerisinde, elli
yıllık millî davamız Kıbrıs'ın, Helsinki dönem başkanı olduğu zamanda
Finlandiya Başbakanının yazdığı mektupla önceliklerden, siyasî önceliklerden,
şartlardan çıkarıldığı ileri sürüldü. Arkasından görüşmeler oldu; ama, en son,
yine, Brüksel'de ve Nice toplantısında bunlar bir siyasî diyalog şekline
dönüştürülmesine rağmen, Türkiye'nin lehine halledildi gibi bir durumla şu anda
oyalanıyoruz. Ama, kim temin eder ki, tekrar, aynen, Helsinki'de yaptıklarını,
mektuplarla bu işten vazgeçtik demelerine rağmen, Nice'teki kararlardan sonra
da yarın karşımıza çıkarmasınlar. Çünkü, Ege sorunu, Kıbrıs sorunu konusunda
Yunanistan hiç boş durmuyor. Daha evvel, Katılım Ortaklığı Belgesinin
hazırlanmasından önce, Fransa'daki bir şehirde yapılan toplantıda büyük ölçüde
gayret gösterdiler. Yunanlılar orada buna muvaffak olamadılar; ama, yılmadılar,
Katılım Ortaklığı Belgesine, Helsinki'ye bunu koydurmak üzere çalışmalar
yaptılar. Ama, aslında, bizim, bütün bu çalışmaları seyrettiğimiz, ancak
belgeler ortaya çıktıktan sonra, sanki Helsinki'yi bilmiyoruz da, katılım
ortaklığında ilk önce bu konular ortaya çıktı gibi bir durum içerisinde
kaldığımız açıktır. Sayın milletvekilleri,
Türkiye, yetmişbeş yıllık demokrasi dersindeki yavaşlığını ve Avrupa Birliğiyle
olan kırk yıllık flörtündeki gidişatını gözden geçirip, diğer adayların yerine
getirip de, kendisinden de istenilen şartları yerine getirip getirmeyeceğine
bir an önce karar vermeli ve bunu, açık yüreklilikle Yüce Millete ya da Yüce
Meclise açıklamalıdır. Avrupa Birliği ise, hem
üyelerinin hem de diğer adayların büyük ölçüde yerine getirdiği şartlardan daha
fazlasını Türkiye'den istememelidir. Değerli arkadaşlarım,
Ermeni meselesiyle ilgili birçok ülkenin parlamentosunda kararlar alındı.
Bunların, ta başından itibaren, Amerikan eyaletlerinde görüşülmeleri sırasında,
bizim de yapmamız gereken şeyler vardı. Malî yardım konusunda,
Avrupa, bizden isteklerine rağmen, kendi görevlerini yerine getirmiyor. Bunu,
bunların yüzlerine ciddî bir biçimde haykırmanın zamanı gelmiştir; ancak, en
son Nice'deki yeni düzenlemede yine görüyoruz ki, Avrupa, bizi büyük ölçüde,
yeni yapılanmanın dışında bırakmak niyetindedir. Şimdi, bize düşen, bu yeni
yapılanmanın dışında kalmanın sonucuna razı olup, bir an evvel, işimizi yarıda
bırakmak değildir. Bazı sözcü arkadaşlarımız
da dile getirdi, Türkiye, Katılım Ortaklığı Belgesinde -kendi yurttaşlarına
olan saygısı gereği- yapması gereken şeyleri bir an önce yapmak zorundadır.
Bakınız, bugünkü durum, Türkiye'nin girmesini istemeyenlerin yanında,
Türkiye'nin girmesini isteyenlerin de bulunduğunu kabul ederseniz, Avrupa'da,
üçüncü gruba bizi iten bir yaklaşımın içindeyiz gibi gözüküyor; o da "size
şartlar bildirilmiştir; şartları yerine getirirseniz girersiniz, getirmezseniz
giremezsiniz." Şimdi, bunu, kamuoyuna açıkça söylemek lazım. Bu işlerden
daha evvel sorumlu, koalisyon hükümetine mensup bir eski bakanımız, bir
milletvekilimiz diyor ki: "Sorumluların zihinlerinin karışık olduğunu
görüyor ve bundan büyük üzüntü duyuyorum." Hükümet, bir an önce, bu zihin
karışıklığından kurtulmalı ve ne yapacağına karar vermelidir. (DYP sıralarından
alkışlar) Değerli arkadaşlarım,
biz, Doğru Yol Partisi olarak, Kıbrıs konusunda, Ege konusunda, üniter devlet
yapısının korunması konusunda hassasız; ancak, insan hakları ve tam demokrasi,
bizim geleneksel misyonumuzdur, ekonomik liberalizm, pazar ekonomisi, bizim
geleneksel misyonumuzdur. Her türlü demokratik açılımları destekleriz, her
türlü bireysel özgürlükleri destekleriz ve Türkiye'nin tam demokrasiye gitmesi,
bizim misyonumuzun başında gelir. Bu konuda yapılacak olan her türlü desteğe
varız ve bunların yapılması zamanı da gelmiştir, geçmektedir. Millî meselelerde, üniter
devlet yapısı, demokratikleşme ve Türkiye'ye karşı oynanan oyunlar, üç önemli faktör olarak dikkate alınmalı ve
millî mutabakatla bu konular çözüme ulaşmalıdır. Üniter devlet korunduğu sürece,
demokratikleşmenin her türlü açılımı bu millete layık görüldüğü sürece ve
Türkiye'ye karşı oynanan oyunlar -Ermeni oyunu veya bir başkası- dikkate
alınarak politika tespit edildiği sürece, millî mutabakatla, dışpolitikaları,
bu Meclis, her zaman desteklemeye hazırdır; yeter ki, siz, Meclisi devreye
sokunuz, Meclis bu işlerin içinde bulunsun. Bakınız, Meclisimizde 16
daimî komisyon var, bir 17 ncisinin kurulması için Tüzük değişikliğiyle ilgili
tasarıda teklifte bulundum. Sadece, Avrupa Birliğine girme konusunda
koordinasyon sağlanmasının, bunun hızlanmasının dışında hiçbir politik
düşüncemiz yoktur. Meclisimizin, doğrudan doğruya olayın daha fazla içinde
olması, birçok ülkenin Meclisinin -Ermeni meselelerinde olduğu gibi- aldıkları
karara karşılık, bu Yüce Meclisin de, muktedir bir biçimde dışpolitikayı
tartışıp, dışpolitikayla, Avrupa Birliğiyle ilişkilerde, kendi kararlarını
alabilmesi gerek. İşte, böyle bir komisyon, bunun için gereklidir. (DYP
sıralarından alkışlar) Şimdi, hükümete sormak
lazım: Sekizinci Beş Yıllık Plana Türkiye'nin yol haritasını neden koymadınız
Sayın Bakanım? Sayın Başbakanımız,
neden, Avrupa Birliğinin hiç olmazsa, önemli ülkelerini -Almanya, İngiltere,
Fransa gibi- bir an evvel ziyaret edip, tezimizi bir an evvel ortaya
koymadılar? Yine sormak lazım, Ermeni
tasarıları birbiri arkasına gelirken neredeydiniz? Katılım Ortaklığına esas
olan ilerleme raporu hazırlanırken, Morillion Raporu, Kıbrıs Raporu
hazırlanırken neredeydiniz? (DYP sıralarından alkışlar) Eğer hükümet aramazsa,
dışpolitikadaki, millî menfaatlardaki haklarımız kim arayacak değerli
arkadaşlarım? İstiklal Marşımızı bile
okumayanların "bölücü değiliz" demelerine ne kadar inanacağız? Müstemleke müfettişliği
yapanlar ile belediye başkanına büyükelçilik izafe edenlere söyleyecek sözünüz
yok mudur? (DYP sıralarından "Bravo" sesleri, alkışlar) Siz, istikrar diyen bir
hükümet olarak, yoksa, sadece, birbirinin işine karışmayan 3 ayrı hükümet
şeklinde mi ülkeyi yönetmeye çalışıyorsunuz? Dışpolitikada olsun, sizleri,
işbirliğine ve birbirinizi desteklemeye çağırıyoruz. Heybeliada'da ruhban
okulunu yeniden açmayı savunanlar, Vatikan'ın Ermenistan'la işbirliğini ibretle
görmüyorlar mı? Ermenistan Patriğinin Papa'nın yanında ne işi vardı? Cebinde
Türkiye'yi, yine, büyük ölçüde soykırımla suçlayan bir kararla Papa'nın
yanından döndü Ermeni patriği; biz, hâlâ, Ermenistan'la iyi ilişkilerden söz
edebiliyoruz. Şimdi, değerli
arkadaşlarım, yolsuzlukla mücadele edeceğiz diyenler -ki, buna saygı duyu-yoruz- yabancı uzman raporlarında, hele de
Türkiye'nin 2000 ilerleme raporunda, Türkiye'de rüşvet hâlâ gündemdedir
deniliyor. Bunun, hiç olmazsa, bu "corruption" kelimesinin altından
kalkmıyorlar mı, rahatsız olmuyorlar mı?! (DYP sırasından alkışlar) Sayın milletvekilleri,
Katılım Ortaklığı Belgesinin, Kıbrıs ve muhtemelen Ege konusunda sadece
Türkiye'nin yükümlülükleri kapsamında görülmesi, hükümetin AB ilişkilerini
yeniden gözden geçirebileceğine dair sert tepkisine yol açtı. Şimdi bize düşen
Avrupa Birliği fikrinden uzaklaşmadan, Kıbrıs bahanesiyle Kopenhag kriterlerinden
ya da Avrupa Konseyi gibi, Birleşmiş Milletler gibi, bizim esasen
yükümlülüğümüz altında olan insan haklarıyla ilgili konuları bir an evvel
ortaya koymaktır, bu Meclisin gündemine getirmektir. Türkiye-Avrupa Birliği
ilişkilerinde, gelişme noktasında, küçümsenemeyen bir noktaya gelmiş
durumdayız. Şimdi yapılması gereken görevlerimiz var. Akdeniz ve Güneydoğu
Avrupa'da güvenlik ve istikrarın temelinde Lozan'da kurulan Türk-Yunan
dengesinin yattığını, Londra ve Zürih Anlaşmalarının hâlâ yürürlükte olduğunu
unutmadan, Kıbrıs konusu ile Avrupa Birliğini birbirine alternatif gibi sunma
hatasını asla yapmamalıyız. Avrupa Birliğine Türkiye de girecektir, siyasî
eşitlik ve iki devlet temelinde çözüme kavuşturulmak şartıyla, Kıbrıs da
girecektir. Helsinki'yle, Avrupa Birliği kazanımının Nice Zirvesiyle bugünkü
geldiğimiz durumunda, biraz daha gayret gösterilmesinin, bizim siyasî irademizle
yapmamız gerekenlerin bir an önce yapılmasının zamanıdır. (Mikrofon otomatik cihaz
tarafından kapatıldı) BAŞKAN - Sayın Sağlam,
lütfen toparlayınız. MEHMET SAĞLAM (Devamla) -
Teşekkür ederim Sayın Başkan. Unutmamalıyız ki,
Türkiye'nin Avrupa yolunda ilerlemesi, ekonomik ve siyasî istikrar demektir,
demokrasi ve hukuk devleti demektir. Türkiye, 1970'lerde Avrupa yolundan iki
kere şaştı, üçüncü kere şaşmasın. Avrupa'da köprüleri atmak, Avrupa için
özellikle nasıl bir hata olursa, bizim için de aynı şekilde bir hata olur.
Unutmamalıyız ki, Yunanistan, Portekiz, İspanya, 1961 yılında Türkiye ile aynı
düzeydeyken, bugün Birleşmiş Milletler insanî endeksinde, Türkiye 21 inci
sıradadır, bu üç ülke 25 inci sıraya yükselmiş durumdadır. Çağımızda küresel
entegrasyonların dışında kalmak, daha çok fakirlik, daha çok otoriter baskı,
daha çok toplumsal tepki, daha çok iç kavga demektir. Türkiye'nin, bir
medeniyet projesi olan Avrupa perspektifini kaybetmemesi gerekir, soğutmaması
gerekir. Sayın milletvekilleri,
Türkiye bir yol kavşağında; ya her taşın altında bir düşman görerek 21 inci
Yüzyıl serüvenini kör topal sürdürecek ya da Atatürk'ün hedef gösterdiği
Batılılaşma rüyasını, kendi kültüründen, kimliğinden kopmadan, evrensel
demokratik değerleri de özümseyerek geliştirecek ve bölgesinde örnek ve
istikrarlı, itibarlı bir ülke haline gelecektir. Seçim bizimdir. (DYP
sıralarından alkışlar) Değerli arkadaşlarım, bu
yol ayırımında Meclise düşen görevler vardır. Kim ne derse desin, Türkiye Büyük
Millet Meclisini devrede tutmak, dış ilişkiler konusunda bilgilendirmek, Sayın
Bakanımızın da dediği gibi, kendilerinin Türk dışpolitikasını yürütmekte daha
bir güçlenmeleri, daha bir kuvvetlenmeleri sonucunu doğurur. Dolayısıyla, bunu
hiçbir zaman gözden uzak tutmamak lazım. Son zamanlarda,
Türkiye'de, idare var, siyaset yok. "Tam bir siyasî mutabakat
halindeyiz" diyen hükümetimiz, idarî kuruluşların başkanlarına hükümet
politikasını açıklattırıyor, kendisi susuyor. Değerli milletvekilleri,
Türkiye'de, idare, siyasetin emrinde olacaktır; hangi düzeyde olursa olsun,
emrinde olacaktır. (Mikrofon otomatik cihaz
tarafından kapatıldı) MEHMET SAĞLAM (Devamla) -
2 dakika daha alabilir miyim Sayın Başkan? BAŞKAN - 2 dakika
vermiştim. Son cümleniz için, mikrofonu açıyorum. MEHMET SAĞLAM (Devamla) -
Hangi düzeyde olursa olsun, Türkiye'de siyaset idarenin önünde olmalıdır.
Hükümet politikaları idarenin başkanları tarafından açıklanmamalıdır; hükümet
politikalarını hükümetler açıklar; hükümetler, ülkelerin siyasî ve millî
menfaatlarını kovalar. Bugün, Türkiye'de, milletin davasını yürüten bir
iktidara, milletin davasını kovalayan bir iktidara ihtiyaç var. Aksi takdirde,
tarih, millî davalarında randevularına geç kalan siyasileri affetmemiştir. Saygılar sunuyorum. (DYP
sıralarından alkışlar) BAŞKAN - Teşekkür
ediyorum Sayın Sağlam. Sayın milletvekilleri,
saat 14.00'te toplanmak üzere, birleşime ara veriyorum. Kapanma Saati : 13.23 İKİNCİ OTURUM Açılma Saati: 14.00 BAŞKAN: Başkanvekili Mehmet Vecdi GÖNÜL KÂTİP ÜYELER: Cahit Savaş YAZICI (İstanbul), Hüseyin ÇELİK
(Van) BAŞKAN - Türkiye Büyük
Millet Meclisinin 35 inci Birleşiminin İkinci Oturumunu açıyorum. Görüşmelere kaldığımız
yerden devam edeceğiz III. – KANUN TASARI VE TEKLİFLERİYLE KOMİSYONLARDAN 1. – 2001 Malî Yılı Genel ve Katma Bütçeli İdareler ve
Kuruluşlar Bütçe Kanunu Tasarıları ile 1999 Malî Yılı Genel ve Katma Bütçeli
İdareler ve Kuruluşlar Kesinhesap Kanunu Tasarıları (1/764, 1/765, 1/740,
3/642, 1/741, 3/643) (S. Sayıları : 552, 553, 554, 555) (Devam) A) ENERJİ
VE TABİÎ KAYNAKLAR BAKANLIĞI (Devam) 1. – Enerji
ve Tabiî Kaynaklar Bakanlığı 2001 Malî Yılı Bütçesi 2. – Enerji
ve Tabiî Kaynaklar Bakanlığı 1999 Malî Yılı Kesinhesabı a) PETROL
İŞLERİ GENEL MÜDÜRLÜĞÜ (Devam) 1. – Petrol
İşleri Genel Müdürlüğü 2001 Malî Yılı Bütçesi 2. – Petrol
İşleri Genel Müdürlüğü 1999 Malî Yılı Kesinhesabı b) DEVLET
SU İŞLERİ GENEL MÜDÜRLÜĞÜ (Devam) 1. – Devlet
Su İşleri Genel Müdürlüğü 2001 Malî Yılı Bütçesi 2. – Devlet
Su İşleri Genel Müdürlüğü 1999 Malî Yılı Kesinhesabı B)
DIŞİŞLERİ BAKANLIĞI (Devam) 1. –
Dışişleri Bakanlığı 2001 Malî Yılı Bütçesi 2. –
Dışişleri Bakanlığı 1999 Malî Yılı Kesinhesabı BAŞKAN - Komisyon?...
Hazır. Hükümet?... Hazır. Hatırlanacağı üzere, 12
nci turda, Enerji ve Tabiî Kaynaklar Bakanlığı, Petrol İşleri Genel Müdürlüğü,
Devlet Su İşleri Genel Müdürlüğü ile Dışişleri Bakanlığının bütçelerinin
görüşülmesine başlanmıştı. Bu meyanda, gruplar
adına, Milliyetçi Hareket Partisi, Demokratik Sol Parti, Anavatan Partisi ve
Doğru Yol Partisi Gruplarının sözcüleri, partilerinin görüşlerini ifade
etmişlerdi. Şimdi, söz sırası,
Fazilet Partisi Grubu adına Konya Milletvekili Rıza Güneri'de; buyurun efendim. Buyurun efendim. Süreyi eşit mi
paylaşacaksınız Sayın Güneri? T. RIZA GÜNERİ (Konya)-
Evet Sayın Başkan. BAŞKAN- Süreniz 15
dakikadır. Buyurun efendim. FP GRUBU ADINA T. RIZA
GÜNERİ (Konya)- Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; Fazilet Partimizin,
görüşülmekte olan Enerji ve Tabiî Kaynaklar Bakanlığı bütçesi hakkındaki
görüşlerini arz etmek üzere huzurlarınızdayım; hepinizi saygılarımla
selamlıyorum. Değerli milletvekilleri,
öncelikle, Afyon ve Konya bölgesini etkileyen depremde vefat eden
vatandaşlarımıza Allah'tan rahmet dileyerek ve bilhassa, o bölgede şu anda
mağdur vatandaşlarımızın durumunu da ifade ederek sözlerimi açıyorum. Bölgede,
bilhassa, şu anda televizyonlarda gösterildiğinin çok daha üzerinde sıkıntı
var. Evlerin neredeyse yüzde 80'i, Akşehir'in bazı beldelerinde, köylerinde,
oturulmayacak durumda. Bilhassa, Bayındırlık Bakanlığının ilgili birimlerinin,
süratle, bölgede tespit yapıp, kış öncesinde, hemen, vatandaşlarımızın sıkıntılarını
gidermeleri gerekliliğini de ifade ediyorum. Değerli milletvekilleri,
enerji konusunun çağımızda ne kadar önemli olduğunu, yine diğer
konuşmacılarımızın da ifade ettiği gibi, uzun uzadıya anlatmaya gerek yok;
ancak, şu anda Türkiye, gerçekten, önemli bir enerji krizinin içerisinde. Krizi tarif etmekte fayda
var. Nedir bu kriz, niçin oluşmuştur ve krizin etkileri nelerdir, bunları
görmek gerekiyor. Şu anda pek çok sanayi
kuruluşu müracaat ettiği halde kendilerine elektrik enerjisi verilememekte.
Hayatımızdaki etkilerini kısıtlamalarla görüyoruz, sanayiin önündeki engel
olarak görüyoruz ve hatta, Türkiye'ye yatırım yapacak pek çok yabancı firma da,
belki, elektrik enerjisindeki şu andaki durumumuzu görüp bu yatırımdan
vazgeçmekte. Öyleyse, Türkiye, derhal, bu enerji darboğazını aşmak için gerekli
tedbirleri almak mecburiyetindedir. Şu anda, Türkiye'deki bu
enerji krizinin sebebini, niçin bu noktaya geldiğimizi de görmek durumundayız.
1991 yılına kadar, enerjide, ciddî yatırımların yapıldığı bir gerçektir ve 1991
yılı sonu itibariyle, enerjide, kapasitenin yüzde 30'u üzerinde bir yedek
enerjimiz söz konusuydu. Ancak, 1992'de -1991'in sonunda- göreve gelen,
bilhassa, Demirel Hükümeti döneminde -ki, bu ismin altını özellikle çizerek
ifade etmek istiyorum; Sayın Demirel, bütün siyasî hayatı boyunca, enerjideki
yatırımlarıyla övünmüş bir siyasetçimiz, bir cumhurbaşkanımız, başbakanımız-
Sayın Demirel'in göreve geldiği dönemde, belki bu yedek enerjiye de
güvenilerek, yatırımlara ara verildiğini, yatırımların oranının, miktarının,
ciddî miktarda düşürüldüğünü görüyoruz. Değerli milletvekilleri,
sonra, yeniden yatırımların tırmandığı yıl olarak, 1996-1997 yıllarını, hep
beraber gözlemliyoruz. 1996-1997 yıllarına gelindiğinde, ancak, tabiî
sıkıntılar başlamıştı; yedeklenen yüzde 30 kapasite bitti ve kısıtlamalar
başladı. 1996-1997'de, çok ciddî yeni yatırımlar planlandı, ihaleler yapılmaya
başlandı. Tabiî, 1996-1997'de Türkiye, enerjide, yeni bir yol da seçti; daha
önce devlet eliyle yapılan yatırımların, özel sektör eliyle yapılması da,
artık, yeni yol olarak gündeme girdi; ancak, bunun altyapısının hazırlanması
süreci, maalesef, henüz bitmediğinden, her nedense, bugüne kadar
bitirilmediğinden de, şu anda, maalesef, yine, yatırımlarda, büyük aksamalar
olmaktadır. O dönem için yapılan enerji yatırımlarına, projelendirilenlere
şöyle bir baktığımızda, 1996 yılında, 1 500 megavat gücünde, 4 tane büyük HES
santralının -Ilısu, Cizre, Çine ve Manyas baraj santralları- planlandığını
görüyoruz. Bunun yanında, 4 adet termik santral -ki, toplam güçleri, takriben 2
500 megavat civarında- Seyitömer, Çan, Afşin, Elbistan fuel-oil santrallarının,
termik santrallarının planlandığını görüyoruz. 1997'de, yine, HES olarak, 1 287
megavat gücünde santralın planlandığını görüyoruz ve yine, 1997'de 1 650
megavat gücünde 4 adet termik santralın da planlandığını görüyoruz. Sonrasında, yine, bu
planlamalar devam etmiş; ancak, bugüne kadar, özel sektörün önünde engel olduğu
söylenen konularda, Meclis, her zaman gerekli desteği verdiği halde, siyasî
iktidar, bir türlü, bu yatırımların başlatılmasını, sonuçlandırılmasını
sağlayamamış, becerememiştir. Burada tahkimi görüşeli
onaltı ay oldu. Tahkim konusu, bu konuda bir engel olarak hep gösterildi,
önümüze sürüldü. Onaltı ay önce, bu Meclis, büyük bir konsensüsle, tahkimi,
Anayasa değişikliğini gerçekleştirdi; ama, buna rağmen, hâlâ, çok ciddî
yatırımların olamadığını görüyoruz. Şimdi de önümüze ne
çıkıyor; Dünya Bankası, enerji sektöründe liberalleşmeyi istiyor. Bununla
ilgili bakanlık, bir kanunu Meclisin huzuruna getirmek üzere. Nedir bu kanun,
liberalleşme kanunu; tercüme bir kanun. Bakanlığa soruyorum; bu kadar önemli
olan, güncel olan bu konuda, kaç üniversitenin görüşü alındı? Hangi
platformlarda bu kanun tartışıldı? Hayır; birkaç ay içerisinde, alelacele,
sadece ve sadece, birkısım yabancı yatırımcılara, acaba, bir ön açar mıyız,
onları Türkiye'ye getirmeyi sağlar mıyız düşüncesiyle yapılmış bir çalışmadır.
Sonucunu burada hep beraber göreceğiz, tartışacağız; çok maddesini anlamakta
bile güçlük çekeceğiz. Değerli milletvekilleri,
enerji konusuna girince, tabiî ki, nükleer enerjiyi burada ifade etmeden geçmek
mümkün değil. Nükleer enerji, ucuz ve devamlı enerjidir; sanayii patlatıcı etki
yapar. Bir yabancı yatırımcı, bir ülkede enerji garantisi yoksa, gelip o ülkede
yatırım yapmaz; nükleer enerji, bu etkiyi yapabilir. Türkiye, vakit geçirmeden,
nükleer enerji santralını kurmalıdır. Her ne kadar Sayın
Ecevit, birkısım çevresel endişelerle, bu santralın yapımını iptal ettiği, tehir
ettiği gibi bir izlenim meydana getirmişse de nükleer enerji santralı
ihalesinde sona kalan 3 firmanın üç ayrı siyasî partimizle ilişkileri,
irtibatları ve sonunda, hükümet içerisinde, bu önemli projede, bir uyumsuzluk
endişesinden dolayı Sayın Ecevit'in şu anda bu konuyu rafa kaldırdığı endişesi
içerisindedir kamuoyu. Çevre endişesi gereksiz
bir endişedir. Tabiî ki, kalkınmanın, büyümenin bir kısım riskleri vardır. Bu
riskleri göze almak durumundayız. Nitekim, Fransa şu anda enerjisinin yüzde
76'sını nükleer santrallardan elde etmektedir ve Fransa, bizim ürettiğimiz
enerji kadar, nükleer santrallardan elde ettiği enerjiyi ihraç etmektedir. Ne görüyoruz bu nükleer
santrallar etrafında; çölleşmiş bir Fransa mı; hayır, tam tersine, o santral-ların
etrafı bizim Çukurovamız gibi. Santrallardan çıkan sıcak su seracılıkta
kullanılıyor; dönüyor, yeniden, aynı sular santrallarda kullanılıyor. Bunun
yanında, diğer Avrupa ülkelerinde yüzde 10 ile 40 civarında enerji bugün
nükleer santrallardan elde ediliyor. Yine bunun yanında, bizim çevremizde,
Bulgaristan'da 6 tane, İran'da 1 tane, Ermenistan'da 2 tane nükleer santral
var, Rusya'dakilerin sayısı bile belli değil. Eğer riskse, çevremiz tamamen
risklerle dolu; ancak, bu riskleri yaşamamıza rağmen bunun nimetinden
istifadeden sürekli uzak tutulmuşuz. Değerli milletvekilleri,
Türkiye'nin bütün yerli kaynaklarının tamamını harekete geçirdiğimizde, yıllık
245 milyar kilovat/saatlik üretim imkânımız, kapasitemiz var. Halbuki, bizim,
2020 yılı için öngördüğümüz ihtiyacımız 550 milyar kilovat/saat. Öyleyse,
güvenilir enerji kaynaklarına başvurmak zorundayız. Bunlardan birisi de nükleer
enerjidir. Her ne kadar, bazı
ülkelerde nükleer enerji santrallerinin kapatıldığına dair haberler yayımlansa
da, bu santralların ekonomik ömürlerini doldurduğunu bilmekteyiz ve Türkiye'de,
yıllık ihtiyaç artışımız, talep artışımız yüzde 8 ile 11 civarında; ama, o
ülkelerde talep artışı, yılık yüzde 1 civarında; yani, nükleer santrallarını
devam ettirmese bile, başka imkânlarıyla o açığı kapatma durumu var. Nükleer
santralların artıları var, eksileri var; ama, spesifik düşündüğümüzde,
Türkiye'nin artıları fazladır. Bunu Değerli Heyetinizin bilgilerine arz
ediyorum. Değerli milletvekilleri,
Enerji ve Tabiî Kaynaklar Bakanlığımızın önemli ve tarihî bir görevi de
madencilik sektöründeki hizmetleridir. Madencilik sektöründeki
durumumuzu bilmek durumundayız: Takriben 3 trilyon dolarlık rezervimiz var;
bunun yılda sadece 2,5 milyar dolarlık kısmını işliyoruz, 500 milyon dolarlık
kısmını da ihraç ediyoruz. Madencilik konusu şu anda
öyle bölünmüş ki, ben, Sayın Bakanlarımızdan bu işin sorumlusunu sormak
istiyorum. Madenciliğin bir kısmı Enerji Bakanlığı bünyesinde kalmış, mesela
Maden İşleri Genel Müdürlüğü Enerji Bakanlığı bünyesinde, Eti Holding bir
Devlet Bakanlığımızın bünyesinde, MTA bir başka Devlet Bakanlığımızın
bünyesinde... Bunun yanında, Özelleştirme İdaresinin bağlı olduğu bakanlık
sanki depo bakanlık. Ülke için önemli pek çok tesisin yanında, madenciliğimizin
önemli motor tesisleri de şirketleri de yine görüyoruz ki Özelleştirme İdaresi
Başkanlığına verilmiş: Ferrokrom Antalya ve Elazığ, Kütahya Gümüş, Demir-Çelik
İşletmeleri, Küre Bakır, Karadeniz Bakır; bunların hepsi Özelleştirme
İdaresinin kontrolünde. Tabiî ki bu Bakanlığımızın, bütün bunların yönetiminde
etkin olması, ülke menfaatlarını gözeten çalışmalar yapabilmiş olması mümkün
değil. Tabiî ki, madencilik
konusu içerisinde ülkemizin en önemli madeni olan bor ve tronaya birkaç
cümleyle değinmeden geçmek mümkün değil. Şu anda, ülkede, dünya bor rezervinin
yüzde 70'ini bulunduruyoruz; dünyada, rezerv olarak birinci, üretim olarak
ikinci sıradayız. Buradan, çok önem
verdiğim bir örneği bilgilerinize sunmak istiyorum ki, bor madeninin hem
önemini hem de bor madeni üzerinde durmanın ayrıca önemini size arz etmek için.
Bor madeni, bizde, yıllık
1 250 000 ton civarında ihraç ediliyor; bunun 700 000 tonu ham bor olarak ihraç
ediliyor. Dünyada, ham bor ihraç eden tek ülkeyiz. Amerikan US boraks firması,
bir kilo dahi, ham olarak bu boru ihraç etmiyor; ama, Türkiye, maalesef, ham
olarak ihraç ediyor. Ne farkı var peki; ham ihraç etmek ile işleyerek ihraç
etmek arasında ne fark var? Bakınız, ben, size, sadece bir tesisten örnek
vereyim: Bakanlığımız döneminde, 1996-1997'de, Bigadiç'te bir öğütme tesisi
kurduk, sembolik bir tesis, 90 000 ton/yıl kapasiteli bir tesis; sadece 3
milyon dolara mal oldu. Bu öğütme işlemini yapmadan önce, 250 dolara sattığımız
bu mamulü, öğüttükten sonra, sadece, 20 dolar civarında ton başına maliyet
ilave ederek, 450 ilâ 500 dolara satar hale geldik. Ton başına, takriben 200
dolarlık ilave kâr... Üretimde de, ilk sattığımız mamulde de kâr var; o hariç,
ilave kâr, ton başına 200 dolar, kapasite 90 000 ton; yani, yılda 18 milyon
dolarlık ilave kâr. Yatırım tutarı ne kadar, hatırlatıyorum, sadece 3 milyon
dolar; ama, maalesef, bugün, bu türlü yatırımların hepsinin önüne geçildiğini,
devam ettirilmediğini görüyoruz. Ha keza, yine, Emet'te başlattığımız ve bir
yıl, birbuçuk yılda bitirmeyi hedeflediğimiz tesis, şu anda, ikibuçuk yıl
olmasına rağmen bitirilememiştir, dört yılda da bitirilecek gibi
görülmemektedir. Tabiî, doğalgaz konusunda
da birkaç cümle etmekte fayda görüyorum. Hükümet, belki, göreve geldiğinden
beri -ki, biz, 55, 56, 57 nci hükümetleri bir hükümet olarak saymaya devam
ediyoruz- üzerinde en iddialı olduğu konulardan biri doğalgaz konusu. Alınan
mesafeye bakıyoruz, maalesef, bir hiç. Bir İran doğalgazının getirilmesinin iki
yıl geciktirilmesinin vebalini bu hükümet ödeyemez. Bugün çektiğimiz sıkıntıların
hepsinin altında bu var. (Mikrofon otomatik cihaz
tarafından kapatıldı) BAŞKAN - Sayın Güneri,
lütfen toparlayınız. T. RIZA GÜNERİ (Devamla)
- Teşekkür ederim efendim. İran doğalgazı, Kasım
1999'da Ankara'ya, Konya'ya ulaşmış olacaktı; ancak, şu andaki, yine, hedeflere
göre, İran'dan alınan ilave sürelere göre, Temmuz 2001 hedeflenmektedir; ancak,
takip ettiğimiz kadarıyla, henüz kompresör istasyonunun bitirilmesi bile o
dönemde mümkün değildir ve bu doğalgazda da, maalesef, büyük bir hiçle karşı karşıyayız.
Mavi Akım Projesinin
üzerinde bu kürsüden çok konuşuldu. Mavi Akımla ilgili, hükümetin, Sayın
Bakanın, hep, verdiği süre sözleri geçersiz kaldı bugüne kadar, hiçbirisi
gerçekleşmedi. Türkiye, bugün, bu enerji darboğazını çok rahatlıkla aşabilirdi;
ama, vurdumduymazlıktan ve de daha ötesi, endişemiz o ki, maalesef, endişe
ettiğimiz birkısım ilişkilerden dolayı gerçekleşemedi. Biz bunu söyleyince,
hemen, bunu nereden çıkarıyorsunuz deniliyor. Bakınız değerli milletvekilleri,
İran'dan gazı, Ankara'ya, Konya'ya taşıyacak olan hattın ihalesi, 1997 yılının
haziran ayında yapıldı. Ne oldu peki; 55 inci hükümet, gelir gelmez, iptal etti
bir uydurma sebeple; dedi ki, çapı 40'tan 48 inçe çıkaracağım, onun için...
Ben, size bir bilgi veriyorum, İran'dan gelen gaz, İran hattı, sadece 40 inç;
önüne koyacağınız 48 inç ne yapacak?! Bunun yanında -bunlar
iptal edilen ihaleler- burada, bir gerçeği dikkatlerinize sunuyorum ki, çıkar
ilişkileri var mı yok mu, bunun takdirini size bırakıyorum. Erzurum'a kadar
gelen hattın ihalesi yapılmıştı ve 48 inçe çıkarıldı; bir eksözleşme yapılması
gerekiyordu; daha sonraki hatların ihalesi gününün bir gün öncesi bu eksözleşme
yapıldı. Bir gün daha beklenseydi, daha sonraki hatlara ne fiyat verildiği
görülecek ve ülke çıkarı korunacaktı. Bunun beklenmemesi dahi bize ciddî bir
işaret vermektedir ki, birkısım çıkar ilişkileri, maalesef, şu anda, sadece
bizim değil bütün kamuoyunun endişesidir. (Mikrofon otomatik cihaz
tarafından kapatıldı) T. RIZA GÜNERİ (Devamla)
- Toparlıyorum Sayın Başkan. BAŞKAN - Son cümleniz
için açıyorum efendim. T. RIZA GÜNERİ (Devamla)
- Ben, Grubum adına, bütçenin ve Enerji ve Tabiî Kaynaklar Bakanlığı Bütçesinin
ülkemize hayırlar getirmesini diliyor, hepinize saygılar sunuyorum. (FP, ANAP
ve DYP sıralarından alkışlar) BAŞKAN - Teşekkür
ediyorum Sayın Güneri. İkinci söz, Ankara
Milletvekili Sayın Oya Akgönenç'e ait. (FP sıralarından alkışlar) Sayın Akgönenç, şahısları
adına ilk söz de sizin, süreyi birleştirerek mi konuşacaksınız? OYA AKGÖNENÇ MUĞİSUDDİN
(Ankara) - Lütfen efendim. BAŞKAN - O zaman, süreniz
25 dakika efendim. Buyurun. FP GRUBU ADINA OYA
AKGÖNENÇ MUĞİSUDDİN (Ankara) - Sayın Başkan, sayın milletvekilleri; Dışişleri
Bakanlığı Bütçesi üzerinde Fazilet Partisi Grubu adına konuşmak üzere söz almış
bulunuyorum; hepinizi, kendim ve partim adına saygıyla selamlıyorum. Türkiye, bugün, 77 yıllık
cumhuriyet tarihinin belki de en kritik dönemlerinden birini yaşamaktadır.
Ekonomisinin son derece sıkıntılı bir darboğazda bulunduğu şu sıralarda, Türkiye,
çeşitli iç ve dış problemlerle, âdeta, bir kuşatma halindedir. İşte bu kritik
dönemde, Türkiye, Millet Meclisinin ve halk desteğinin tümünü arkasına alarak
karar vermek ve ona göre hareket etmek durumundadır; yani, kısacası, olaylara
tepki politikası yerine, ülkenin öncelikleri ve millî çıkarları göz önünde
tutularak geliştirilmiş akılcı ve gerçekçi politikalar uygulanması
gerekmektedir. Alınacak tavır ve izlenecek politikalar çok dikkatle seçilmeli,
geniş bir perspektif içinde uygulamaya konulmalıdır. Türkiye'nin, mutlaka,
kısa, orta ve uzun vadeli dışpolitika planları hazırlanmalıdır. Dünya konjonktürünün bu
kadar hızla değiştiği bir dönemde, Türkiye'nin öncelikleri ve yürüteceği
stratejiler, yeni şartlara süratle adapte olabilecek ve Türkiye'ye avantaj
sağlayacak şekilde düzenlenmelidir. Bugün, karşımızda, acil ve doğru çözüm
bekleyen birden fazla problem mevcuttur. Türkiye, bugün, 8 sınır komşusuyla,
hakikaten zor bir dışpolitika uygulama ve stratejisiyle karşı karşıyadır.
Etrafındaki bölgeler, dünyanın en olaylı bölgeleri arasındadır. Balkanlar,
Kafkaslar, Ortadoğu, son 200 yılın en önemli siyasî gelişmelerine damgasını
vurmuş olan olayların cereyan ettiği bölgeler arasında öne çıkmaktadır. Böyle bir konuma rağmen,
Türkiye, olmaması gereken daha doğrusu, olması gerekenin çok gerisinde bir
etkinlik sergilemektedir. Son 100 yıl içinde, adeta, kalıplaşan bir dışpolitika
anlayışının, Türkiye’nin ihtiyaçlarını karşıladığı pek de söylenemez. Bulunduğu
konuma büyük avantajlara ve büyük bir tarihî mirasa sahip olduğu halde,
Türkiye’nin tam ve etkili olarak avantajlarını kullandığı pek de iddia
edilemez. Sayın Başkan, sayın
milletvekili arkadaşların; burada tartışılacak konular pek çoktur; fakat, hepsi
için de zaman yoktur. Şimdi, bu konuların
bazılarında hükümetin tutumuna katıldığımızı belirtmek isterim;lakin -burası
önemli- yapılan doğru işlemleri desteklerken, eksikliklerinin de
belirtilmesinde fayda gördüğümüzü tekrar tekrar vurgulamalıyım. Fazilet Partisi, her
zaman olduğu gibi, vatan ve milletin hayrına olacak tüm girişim ve çalışmalarda
hükümeti desteklemiş, yapıcı bir muhalefet olduğunu göstermiştir. Fazilet
Partisi olarak, bizler için önemli olan, partilerarası inatlaşıp, restleşmeler
değildir; mühim olan, Türkiye ve Türk Milleti için doğru ve hayırlı olacak
politikalar üzerinde uzlaşmaların sağlanmasıdır. Ben, burada belli bazı
konular üzerinde durmak istiyorum; çünkü, bir zaman kısıtlaması mevcut. Şimdi, bunlardan
birincisi; Avrupa Birliğine girme çabaları, günümüzün en önemli olaylarının başında
gelmektedir. Türkiye, Avrupa Birliği katılım kararlılığı içinde bulunduğu bir
dönemde yaşamaktadır. Katılım Ortaklık Belgesi, bugünlerde, Türkiye’de en çok
tartışılan konulardan birisi olmasına rağmen, bu katılımı aynı heyecanla
istemeyen pek çok kişi veya kurum faaliyetleri de dikkatle izlenmelidir.
Değişen ve gelişen çağdaş dünyaya ayak uydurmaya çalışan bir Türkiye’de, kendi
çıkarlarının kısıtlanacağından endişelenen bazı grupların, bu gidişatı
engelleme çabaları, asla, gözden kaçmamalı ve buna göre tedbirler alınmalıdır. Türkiye, Kopenhag
Kriterlerine uymayı, her şeyden önce, kendi insanlarına sağlayacağı avantaj ve
rahatlama sebebiyle istemelidir. Avrupa Birliğine katılım
çabası, eğer, Türkiye’de daha geniş kapsamlı bir demokrasi, daha iyi insan
hakları ve bunlara saygı ortamı gerçekleştirmeyi başaracaksa, o zaman, bu
katılımın bir mana ve değeri olabilir. Bu hedefler için, hepimiz tüm
gayretimizle çalışmalıyız. Bütün bunları söyledikten
sonra hemen ilave edilmesi gereken husus da şudur : Türkiye’nin önüne konulan
Katılım Ortaklık Belgesi (KOB), hazırlandığı ve sunulduğu şekliyle, kabul
edilmez bir belgedir. Bu belge, Türkiye’nin millî çıkarlarına aykırı olduğu
kadar, Helsinki Sözleşmesinin ruhuna, Avrupa devletlerince Türkiye’ye verilen
sözlere de aykırıdır. Bu konuda, Dışişleri Bakanı Sayın İsmail Cem’in düşünce
ve ifadelerine katılmamak mümkün değildir. KOB’da yapılan ikinci
açıklama ve yapılan düzeltmelere rağmen, Türkiye, bunu, nihaî bir zafer gibi
kabul etmemelidir. Bu sıkıntıların olacağı, daha, Helsinki Anlaşmasının yazılış
ve yapılış şekliyle belliydi. Bunu hatırlatmakta ve yazılı değil de sözlü
olarak verilen vaatlerin, zaman ve şartlar değişince, nasıl üzerinde
oynanabileceğini, bir kere daha, ispatladığını hatırlatmakta fayda görmekteyim.
Burada bulunan değerli milletvekillerimizin bazıları, bu konuları, zaten, o
zaman da bu şekilde ifade etmişlerdi. Şimdi ise, Türkiye, KOB çerçevesi içinde,
onbeş veya yirmibeş yıl sonrasında ne yapılmak isteniyor düşüncesini ve
planını, çok dikkatle gözden geçirmelidir ve incelemeye almalıdır. Tüm vaatlere rağmen, 2010
yılına kadar Türkiye’nin Avrupa Birliğinde düşünülmemesi pek de sürpriz teşkil
etmedi. Belki, hazırlıkların gelişmesi yahut da pazarlıkların yapılması, yedi,
sekiz ve hatta on yıl alabilir; diğer ülkeler için de böyle olmuştur. Mesela,
İspanya, yaklaşık sekiz sene kadar bu süreci yaşamıştır; fakat, bir farkla;
İspanya'ya ne baştan hevesini kıracak sözler söylenmiş ne de AB'ye girmeden
önce, ETA veya BASK problemini çözüp, halletmesi şartı koşulmuştur. Bütün bu karşılaştırmalar
yapılınca, âdeta, Türk mizacını bilen birisinin, kasıtlı olarak böyle bir tutum
sergilediği akla gelmektedir. Hatta, bunun Fransa tarafından söylenmiş olması,
tam da sözde Ermeni kırımı krizinden sonra, Fransız Senatosunca kabul
olunmasının ardından gerçekleşmesi de oldukça düşündürücü bir husustur. Benim, bu konuda Yüce
Meclisimize sunmak istediğim bir teklif mevcuttur; bizler de Meclise gelerek,
gerek Fransa ve gerek İtalya hakkında bir genel görüşme açmamız ve 1870'lerden
itibaren, bu ülkelerin neler gerçekleştirdiklerini tartışmamız ve bu konuda bir
karara varmamız lazım. Niçin sadece onlar Türkiye hakkında tartışma açsınlar?
Biz de aynı şeyi yapmalıyız ve millî gururumuz için, kendimiz için, kendimize
olan güvenimiz için, tarihteki yerimiz için bunu yapmaya mecburuz. (FP
sıralarından alkışlar) Bu konuda sizlerin takdir ve desteklerinizi
beklemekteyim. Şimdi, ikinci hususa
gelmek istiyorum, ki bu da Avrupa güvenlik kimliği konusudur. Türkiye'nin
Avrupa'ya katılımı sadece ekonomik, sosyal yönlerden değil, aynı zamanda siyasî
ve askerî yönleriyle de çok mühimdir. Avrupa, kendi problemlerini halletmek
için siyasî ve askerî kriz saldırılarını durdurmak amacıyla, bir askerî güç
ihdas etme çalışmaları içerisindedir. Bu gücün merkezi Almanya ve Fransa'dır.
İkisi arasında ciddî bir liderlik rekabeti de yaşanmaktadır. Almanya, liderlik
rolünden pek vazgeçeceğe benzememektedir. Diğer taraftan, Fransa, uzun
yıllardır kırmaya çalıştığı Amerikan askerî üstünlüğü ve etkisini azaltmaya
uğraştığı için, NATO karşıtı işlemleriyle de çok büyük bir dikkatle
izlenmelidir. Uzun yıllar AB oluşumunda yaptığı maddî katkılar ve kendi içinde
geliştirdiği kuvvetli ekonomisiyle Almanya liderlik rolünü Fransa'ya kaptırmak
istememektedir. Üstelik, Almanya'nın
yanında, İspanya ve Hollanda tam destek vermektedirler. O halde, Avrupa'da
özellikle Almanya'da ve Hollanda'da milyonlarca vatandaşı yaşayan Türkiye'nin,
aynı zamanda, NATO içindeki ağırlığı da düşünülürse, bu konunun, bu ülkeler
için ne kadar mühim olduğu derhal ortaya çıkar ve bir bakıma, Avrupa
ülkelerinin neden ayak sürüdükleri de bir nebze açıklanmış olur. Türkiye, bugün için henüz
AB üyesi olmadığı gerekçesiyle, yeni gelişen Avrupa Güvenlik Savunma Kimliği
çerçevesi dışında bırakılmıştır. Buna karşılık, aynı kuvvet, NATO'dan, icap
ettiği her anda yardım ve desteği istemek azmindedir. Buna da "Güvenceli
Erişim Plan ve Metodu" adı verilmektedir. Özellikle, Batı Avrupa
Birliğindeki bu konu tartışıldıkça, Türkiye, kendi karar mekanizması içinde
olmadığı için, hiçbir uygulamaya katılamayacağını defalarca belirtmiştir. Şimdi, bu noktada
dikkatinizi çekmek istiyorum: Demek istedikleri, etkili, tavsiye, katılımcı
gibisinden bir kavram; yani, Türkiye, karar mekanizmasının içinde olmayacak;
ama, kararları etkileyen süreç içinde, telkin ve konuşmalarla fikirlerini ifade
edecek, lakin hiçbir şekilde oy hakkı bulunmayacak. Burada en önemli husus,
esas AGİT'in açıklanmayan hedef ve planlarıdır. Bu gelişim, AB'ye giriş kadar,
hatta ondan da daha bir öncelik taşımalıdır; çünkü, şu anda, Avrupa Birliği
üyesi olan ülkeler, burada söz ve veto hakkına sahip olacakları gibi, ileride
hangi yönde, ne gibi bir karar alabileceklerini de asla ve asla
anlatmamaktadırlar; yani, tehlike anlayışı nedir, bunlar neyi tehlike kabul
edeceklerdir söylenmemektedir; ama, buna karşılık, bizim körü körüne, onlara katılmamız
ve destek vermemiz, NATO çerçevesi içinde istenmektedir. Türkiye'ye karşı daha
katı bir yaklaşım güdülmektedir. Mesela, "Norveç'i açık kollarla karşılarız"
derken "Türkiye henüz beklemelidir" denilmektedir. O halde, bu
davranış, sadece bir formalite veya legalite işi değildir, bunun dışında çok
daha kapsamlı bir planın bir parçasıdır. Türkiye, bu kararı, NATO
içinde veto etmiştir, karar doğrudur, bütünüyle destekliyoruz, haklı buluyoruz.
Yalnız, her geçen gün, dozu artacak olan baskılar altında hükümetin yumuşayıp,
kabul eğilimine girmemesini istiyoruz.
Bu, bir tek Dışişleri Bakanlığının direnmesiyle olmaz; arkasında, tüm hükümet
ve tüm Parlamento bulunmalıdır. Şimdi, hatırlanacağı
gibi, yıllar önce, Yunanistan, bir öfke sonucu, bir gösteri olarak NATO'dan
çekilmişti; sonra pişman olup, dönüp geldiğinde, karşısındaki en büyük engel
Türkiye'ydi. Bizler, o zaman, dışarıdan
yapılan telkinlerin ve içeride Yunan'dan ziyade Yunancı olan birtakım kişilerin
etkisiyle, meşhur jestlerimizden birisini gerçekleştirdik ve Yunanistan'ı,
tekrar NATO'ya aldık; hem de hiçbir karşılık almadan. İşte, bugün, Avrupa
Birliği sürecinde, Kıbrıs krizinde bunun semeresini görüyoruz ve Yunan-Avrupa
mantalitesinin en iyi şekilde sergilenişine ilk elden şahit oluyoruz. Diğer bir jestimiz de,
Yunanistan ve Ermenistan'ı Karadeniz Ekonomik İşbirliğine sokma jestimiz oldu.
Bugün, Yunanistan, Balkanlarda, bizim hazırladığımız çerçeve içinde en iyi kârı
gerçekleştirmektedir. Ermenistan ise, tüm dünyada, büyük gayretlerle, sözde
Ermeni katliamını, devlet ve meclislere kabul ettirmekte ve kendi adlarına
anıtlar diktirmektedir. Bu sebeple, hükümetin,
hiçbir şart altında, hiçbir baskı altında NATO'daki vetoyu kaldırmaya razı
olmamasını istiyoruz ve tekrar tekrar bunun önemini vurguluyoruz. Üçüncü konu : Üçüncü
konu, Batı'da, Ege ve Kıbrıs sorunudur; bunun üstünde durmakta fayda görüyorum.
Bu konuyu, Balkanlardan ayırmakta fayda vardır. Balkanlar, Avrupa'yla
bağlantımızın üstünden geçtiği bir köprüdür; buradaki ilişkiler üç konuda ele
alınabilir : Yunanistan-Ege-Kıbrıs,
Eski Yugoslavya ve yeni cumhuriyetler, bir de ondan sonra kalan grup; yani,
Romanya, Bulgaristan ve diğerleri... Ben, bugün, Yunanistan
üzerinde durmak istiyorum. Yunanistan, devamlı taviz peşinde koşan,
doymazlığıyla sürekli yalan propaganda üreten bir ülke olarak, daima ve daima,
Türkiye'nin önüne set çekme çabaları içinde olan bir ülkedir; bu, 1839'lardan
beri böyledir. Bu taktik ve politikalarla, topraklarını tam 10 misli
genişletmişlerdir. Avrupa kafası ve düşünce tarzını çok iyi bilen Yunanlılar,
propaganda taktikleriyle, Avrupalıları Türklere karşı, sürekli olarak şartlandırmaktadır.
Bu ülkenin, pek yakında, Kıbrıs olmasa bile, Girit'e S-300'leri yerleştirdiğini
hatırlamakta fayda vardır. Batı Trakya'da, Ege adalarında, tüm anlaşmaları hiçe
saydığını, tektaraflı olarak Ege karasularını 12 mile çıkardığını, FIR hattını
10 mile çıkarma çabaları içinde olduğunu, PKK vesaire gibi Türkiye karşıtı
terör örgütlerine kamp ve askerî eğitim imkânları sağladığını ve Güney
Kıbrıs'ı, hâlâ, Enosis düşünceleriyle idare ettiğini unutmamak gerekmektedir. Türkiye, 1999 büyük
deprem sonrası esen dostluk rüzgarlarının, son derece sathî ve geçici olduğunu
ve bu dostlukların, bir sirtaki oyununda kırılan tabaklar kadar bile değeri
olmadığını ve gerçeği yansıtmadığını daima hatırlamalıdır. (FP ve DYP
sıralarından alkışlar) Türk politikası, bütün bunları aşabilecek bir şekilde
hazırlanmalıdır. Bu bağlamda, Kıbrıs'ta
sürdürülen barış görüşmelerinde Rumların takındığı taviz vermez tavır ve dış
dünyanın, sadece Türk tarafından istediği tavizler serisi, artık, sınırı aşmış
durumdadır. Sayın Denktaş'ın
konuşmalardan çekilmesi fevkalade yerinde bir jesttir, gerçekçidir; hepimiz,
bunun arkasında durmalıyız. Kıbrıs'a, sadece, bir ekonomik yük olarak bakmak
eğiliminde olan bazı kimselerin, bu bakışlarını bırakarak, olaya çok daha
geniş, jeostratejik bir açıdan bakmaları gerekmektedir. Türkiye, hiçbir şart
altında, kendini ateş çemberi içine yerleştirmeye razı olmamalıdır. Hükümetten,
adalar konusunda, FIR hattı konusunda, Ege sorununda son derece kararlı
olmalarını ve bu konuların üstüne gitmelerini talep etmekteyiz. Dördüncü konumuz, daha
doğrusu, benim, üstünde durmak istediğim dördüncü konu, Ortaasya ve
Kafkaslardaki durumumuz. Türkiye, 1992'den sonra, Kafkasya ve Ortaasya'da
kazandığımız birçok hususu, âdeta, kaybetmiş durumdadır. Her nasılsa, bu husus,
hiçbir şekilde, hiçbir yerde dile getirilmemektedir. Bu kayıplar, büyük ölçüde,
yanlış hükümet politikalarının sonucudur. Birkaç örnek vermek icap ederse,
sadece Türkmenistan'daki doğalgaz politikamızla ne kadar kişiyi kızdırıp
kırdığımızı düşünecek olsak, olayın ölçütünü anlamamız için yeterli olur. Daha
ucuza ve direkt olarak, bize yakın olan Türkmenistan'dan satın alacağımıza,
âdeta, Ruslara taviz verircesine veya kimbilir belki de jest yaparcasına, onlardan
almaya çalışmamız, anlatılamaz bir tutumdur. Aynı şekilde, bizim tarafta daha
tek kazması vurulmamış Mavi Akım Projesine verilen kredileri de anlamak veya
anlatmak mümkün değildir. Bağımsızlığını almış olan
Ortaasya'daki cumhuriyetler, tek tek veya toplu olarak Rusya'yla yaklaşma
politikaları içine girmiş bulunmaktadırlar. Putin'in çalışmaları sonuç vermeye
başlamıştır. Sayın Cumhurbaşkanı Sezer'in,
son derece faydalı olduğuna inandığım ziyareti dışında, bu bölgelere
hükümetin gösterdiği hiçbir ilgi ve çalışma dikkat çekmemektedir. Halbuki,
Türkiye'nin enerji sorunları göz önünde tutulacak olursa, bu bölgelerdeki
çalışmaların, en az, Avrupa Birliği kadar önem taşıdığını herhalde sizler de
benim gibi derhal kabul edersiniz. Şimdi size, nedense, ne
basında ne de Mecliste dile getirilmeyen; ama, sonuç itibariyle çok daha vahim
olan bir durumu; yani, Kafkasya'yla olan gelişmeleri anlatmak istiyorum.
Bilindiği gibi, Çeçenistan olayları gittikçe kangrenleşmekte. Çeçenistan'da
gerçekleştirilen katliam ve Jenosit, dikkatlerden uzak tutulmakta, hatta
gündeme bile gelmemektedir. Oysa durum, her zamankinden daha vahim, daha
kritiktir. Rusya, bütün gücüyle dünyaya şu propagandayı yürütmektedir:
"Çeçenler teröristtir, fundamentalisttir, bölge sulhuna tehlike teşkil
etmektedir." Bunu, ısrarla ve mütemadiyen, her ortamda tekrar
etmektedirler. Aynen, aynen Yunanlıların, bizim için: "Türk Ordusu
Kıbrıs'ta işgalcidir" veya bizim, sürekli olarak insan haklarını ihlal
ettiğimiz propagandasını yaptıkları gibi. Bu anda size, Yunanistan, Ermenistan
ve Rusya arasındaki işbirliğini hatırlatmak ve buna dikkatinizi çekmek
istiyorum. (FP sıralarından alkışlar) Ruslar, Çeçenistan'ı
tamamen mahvetmişlerdir ve öyle bırakmak azmindedirler. Kendi yandaşları
olabilecek kişileri başa geçirterek, bir kukla hükümet kurmak istemektedirler.
Buna karşı, biz ne yapmaktayız; hiçbir şey! Hatta, Çeçenistan'dan kaçıp
kurtulabilen, Türkiye'ye sığınmak isteyen mültecileri almakta imtina ettiğimiz
zamanlar bile olmuştur. Sebep mi; sebep, çok yıllar önce, Avrupalıların bize
imzalatmış oldukları, doğudan gelecek muhacirlerin kabulüyle ilgili bir
kanundur. Bu sıkıntılı durum, ancak, sayısız defa, Sayın Cem'e başvurmamız ve
taleplerimiz üzerine, bizzat kendisinin müdahalesiyle çözülebilmiştir; ama,
hükümetin tutumunda hiçbir değişiklik olmamıştır. Acaba böyle mi olmalıdır? O
zaman, şöyle bir sual çıkar ortaya: Hükümet tam olarak kime hizmet vermektedir?
Rusya, bugün, tekrar
Gürcistan'dadır, Ermenistan'dadır; üslerini alarak, aynen soğuk savaş
dönemindeki kadar, sınırlarımıza yaklaşmıştır. Azerbaycan'ın zaten yüzde
21'i Ermeni işgali altındadır. Hükümet, sözde Ermeni soykırımı feryatlarıyla,
her yerde propaganda yapan, her yerde lobi faaliyetlerinde bulunan Ermeniler
karşısında, Azerbaycan'da olanları, tek bir defa bile gündeme getirmiş midir?
Bu husus, pek kolay bir şekilde anlaşılır bir durum değildir. Sevgili arkadaşlar,
Rusya, bugünlerde, her zamankinden daha da tehlikeli bir oyun içerisine
girmiştir. Bildiğiniz gibi, Kafkasya, zaten, Kuzey ve Güney Kafkasya diye
ayrılmıştır; fakat, şimdi, Rusya, Doğu ve Batı Kafkasya olarak yeni bir konsept
geliştirmektedir. Doğu Kafkasya'yı, Çeçenistan'ın bir kısmını ve Dağıstan'la
birlikte, daha çok, Hazar petrolleriyle ilgilenen Amerikan şirketlerinin ilgi
ve etki alanına bırakıyor; yani, Müslüman kesimi, birazcık, daha çok
Amerikalılara bırakıyor. Kendisi, daha çok, batı tarafında, Çerkezler, Adigeler
ve diğerlerini içerisine alan sahada hegemonyasını ilerletiyor ve böylece,
Karadeniz kıyılarındaki etkinliğini artırıyor. Arkadaşlar, şimdi, daha
tehlikeli bir noktaya dikkatinizi çekmek istiyorum : Bana ulaşan bilgilere
göre, Ruslar, Türkiye içine kadar uzanmaktadırlar. Buradaki mevcut Hıristiyan
Çerkezlere hitaben bir göç programı uygulaması başlatmış bulunmaktadırlar.
Çifte vatandaşlık vaat ederek, toprak vererek bazı Çerkezleri oraya çekmeye ve
Batı Kafkasya'yı tamamen kendilerine bağlı gruplarla nüfuslandırmaya
çalışmaktadırlar. Bu konularda, hükümet ve Dışişleri Bakanlığı neler
yapmaktadır? Bizim, karşıt programlarımız var mıdır; yoksa, sadece seyirci
kalarak, en son dakika, neler oluyor diye bir tutum içerisine mi gireceğiz? Dernekler, faydalı sivil
toplum örgütleridir ve resmî makamların yapamadığı birçok şeyi
yapabilmektedirler. Ne var ki, şu anda, bazı dernekler, âdeta, hükümetten ve
özellikle de Mavi Akımcıların teşvikiyle, birer Rus Lobisi gibi çalışma
yapmaktadırlar. Bu tehlikeli gidişatın durdurulması gerekmektedir ve insan,
ister istemez, bu ülkenin istihbarat servisi ne yapıyor sualini sormak
durumundadır. Bu konu, çok ciddîdir,
çok önemlidir ve bizim emniyetimizi direkt olarak etkilemektedir. Hükümetten,
bu konuda, daha büyük bir hassasiyet istemekteyiz. Değineceğim son konu,
Ortadoğu olaylarıdır. Kuzey Irak'taki gelişmeler, Türkiye açısından, âdeta,
hayatî önem taşımakla beraber, ne Mecliste ne medyada, bu konuda, sağlam ve
kapsamlı tartışmalar olmamaktadır. Türk halkı, bu konularda fazla
aydınlatılmamaktadır. Katılım Ortaklığı Belgesi içerisinde Türkiye'ye sunulan
bazı şartlar, Irak'ta, Türkiye devredışı bırakılarak yapılmaya çalışılan bir
girişimi göstermektedir. Türkiye'nin geleceğini, bu, çok yakından ilgilendirmektedir.
Bu konuya, büyük önem verilmesi gerekmektedir. Diğer taraftan, yedi
yıllık Ortadoğu barış sürecini yok eden Filistin olayları, gittikçe vahamet
kazanmaktadır. Türkiye'nin, bazı anlaşmalarla İsrail'e tanımış olduğu avantajlar,
sadece onların; yani, İsrail'in lehine çalışan avantajlar olmaktan
çıkarılmalıdır ve birçok hususta, bu durumlar, Türkiye'yi zor durumda
bırakmaktadır. GAP yöresindeki bazı satın alma olaylarını ve orada yabancılar
tarafından gösterilen yoğun ilgi, birçok hususlar, göz önünde tutularak incelenmeli,
dikkatle izlenmelidir. Bu olayların, yine o bölgelerden geçecek olan, özellikle
enerji hatları düşünülürse, ne kadar önemli olduğu, bir kere daha ortaya çıkar. Türkiye, bir bölge gücü
olmak yolundadır. Bunun gerektirdiği pek çok işlem, yani, bunun gerektirdiği
politika ve uygulamalar, ne yazık ki, gerektiği ölçüde yapılmamaktadır. Süratle
bu eksikler giderilmelidir. Büyük devlet olmanın bir şartı da, o devletin
etrafındaki etki sahalarının mevcudiyeti ve bunların zaman içinde
genişletilmesidir. Türkiye bunu yapmalıdır, hem de vakit kaybetmeden
yapmalıdır. Belki de, bir Meclis istişare kurulunun bu şekilde kurulmasında ve
hepimizin desteğinin alınmasında bir fayda vardır. Bu düşüncelerle, hepinizi
saygıyla selamlıyorum, bütçenin hayırlı olmasını temenni ediyorum. (Alkışlar) BAŞKAN - Teşekkür
ediyorum... Zamanında tamamladığınız için de teşekkür ediyorum. Sayın milletvekilleri,
Sayın Akgönenç, hem Grubu adına hem de şahsı adına konuştu. Şimdi, söz, hükümetin
fikirlerini ve görüşlerini açıklamak üzere, ilk olarak, Enerji ve Tabiî
Kaynaklar Bakanımız Sayın Cumhur Ersümer'de. Buyurun Sayın Ersümer.
(ANAP sıralarından alkışlar) Eşit mi kullanacaksınız? ENERJİ VE TABİÎ KAYNAKLAR
BAKANI MUSTAFA CUMHUR ERSÜMER (Çanakkale) - Evet, Sayın Başkan. BAŞKAN - Süreniz 15
dakika. ENERJİ VE TABİÎ KAYNAKLAR
BAKANI MUSTAFA CUMHUR ERSÜMER (Çanakkale) - Sayın Başkan, sayın
milletvekilleri; sizleri, öncelikle, saygıyla selamlıyorum. 15 dakikalık bir süre
içinde, burada söylenilenlerin hepsine cevap vermenin zorluğu, yine, benden
önceki konuşmacıların da düşüncelerini 15 dakika içinde ifade edebilmelerindeki
sıkıntıyla bir araya geliyor; ancak, burada, benden önce konuşma yapan grup
temsilcilerine de ayrı ayrı teşekkür ediyorum. Konuşmalarıyla katkıda
bulunmuşlar, önerileriyle de önümüzü aydınlatmışlardır. 2001 bütçesine şöyle bir
baktığımızda karşımıza çıkan rakam, bütçenin, bütün yatırımlara ayrılan payının
5 milyar dolar kadar olduğunu görüyoruz. Yine, burada da belirtildi, Enerji
Bakanlığının da her yıl yüzde 10 artan talebi karşılayabilmesi için hem yeni
yatırımlar hem de halihazırdaki yatırımların rehabilitasyonu bakımından, hemen
hemen bu miktarda, yani, 5 milyar dolarlık bir yatırım yapması gerekiyor. Burada ortaya çıkan sonuç
şudur ki, gerçekten, Türkiye Cumhuriyeti bütçesinin, uzun yıllardan beri,
yatırımların tamamını karşılayabilecek bir miktarda olamadığı, en önemli
eksiğinin de kaynak noksanlığı olduğunu hep birlikte tespit ediyoruz. Bu, hep
birlikte yaptığımız tespiti de, geçtiğimiz yıl -doğrudur- anayasa
değişikliğiyle tahkim imkânının önemli altyapı yatırımlarına kullanabilme
imkânı getirerek de yine gerçekleştirdik. Ancak, yine burada ifade
edildi; sadece ve sadece anayasanın değiştirilerek uluslararası tahkim
imkânının önemli projelere sağlanması, bu problemi, tabiî ki, çözmüyordu.
Müteakiben, biz, Meclisimizden, muhalefetin karşı çıkmasına rağmen "uyum
yasaları" adı altında bir paket geçirdik. Bizim, Meclisten geçirdiğimiz bu
uyum yasalarıyla ilgili, yine, anamuhalefet partimiz, Anayasa Mahkemesine dava
açtı ve Anayasa Mahkemesinde açılan bu dava 20 Temmuz 2000 tarihinde sonuçlandı.
Yani, buraya gelip de, işte "biz size destek verdik, anayasa değişikliğini
sağladık; ama, siz, hiçbir şey yapmadınız, yapamadınız" demek yanlıştır. Tabiî, bu uyum
yasalarının çıkarılması ve yine bu uyum yasalarında verilen süreler söz konusudur.
Geçtiğimiz günlerde bir meslek kuruluşumuzun başkanı da, bu nevi iddialar ileri
sürdü; ama, gözden kaçırılan bu hususu, hem Meclisimizin hem milletimizin
bilgisine sunmak zarureti hâsıl oldu; onun için, ifade etmek durumunda kaldım. Tabiî, Türkiye, kaynak
meselesini, bu yasaları çıkarıp halledebildi mi; hayır, halledemedi. Yine, bu
kaynak problemini halledebilmesi noktasında çalışmalarımızı sürdürüyoruz ve
Türkiye, bir yandan, dünya piyasalarıyla bütünleşeceğim diyecek, bir yandan,
işte, globalleşen, küreselleşen dünyanın
bir parçası olacağım diyecek ve diğer yönden de, çağdaşlaşma arzusunu
ortaya koyacak, değişim arzusunu ortaya koyacak, hızla artan nüfusunun
ihtiyacını, hızla sanayileşen ülkenin ihtiyaçlarını karşılayabilme çabasını
sürdürecek; diğer yandan, geriye dönüp baktığımızda, yine bu kürsüden ifade
edildi; Türkiye, bütün yerli kaynaklarını kullansa dahi, neticede, enerji ihtiyacını
karşılayamayacak durumda olacak... Bununla ilgili,
Türkiye'nin projeleri var. Bizden önceki hükümetlerin başlattığı, devam
ettirdiği, bizim başlattığımız, devam ettirdiğimiz projeler var; ancak, bu
projelerin gerçekleşmesi konusunda, burada, bazı iddialar ileri sürüldü. Bir
kısmı doğrudur; yani, madencilik sektörünü geliştirebilmek noktasında, şimdiye
kadar bizden önceki hükümetlerin de ileri sürdüğü hususlar var. Bizim, 57 nci
hükümet olarak, fikir birliği içinde olduğumuz bir husus var; işte, üç ayrı
bakanlık temsilcileri bir araya geldiler, bir toplantı düzenlendi; madencilik
sektörünün tek elde toplanması konusunda bir mutabakatımız söz konusu ve
inşallah, 57 nci hükümet, Türkiye'de bundan önce gerçekleştirdiği birçok ilkte
olduğu gibi, bu konuda da, bir madencilik bakanlığının kurulmasında ve sektörün
problemlerinin halledilmesi noktasında önemli ve tarihî bir adımı da atacaktır
diye düşünüyorum. Tabiî, enerji piyasasının
yeniden düzenlenmesi, bir yandan anayasa değişikliği... Biz, Enerji Bakanlığı
olarak, anayasa değişikliğini takip ettik; müteakiben uyum kanunlarının
Meclisten geçirilebilmesi konusunu takip ettik. Şimdi de, masanın bütün
ayaklarının tamamlanabilmesi bakımından, enerji piyasası kanunu tasarısını
Meclisimizin huzurlarına getirdik. Gerçekten tablo tamamlanmış olacak ve
neticede, Türkiye'de, 57 nci hükümet döneminde ve Türkiye Büyük Millet Meclisinin
vermiş olduğu anayasa değişikliği kararına paralel olarak, artık, elektriğin
üretiminin de, dağıtımının da, satışının da bir rekabet ortamı içinde, şeffaf
bir ortamda ve neticede liberal bir ekonomi şartları dahilinde
gerçekleştirilebilmesi ve neticede de, burada sağlanacak olan rekabet nedeniyle
tüketiciye ulaşacak elektrikteki fiyat düşmeleri, kalitenin sağlanması
noktasında da önemli bir adım atılacak. Tabiî, bu tasarıyla
ilgili çalışmalar 1997 senesinde başladı. Meslek kuruluşlarıyla görüştük.
Çeşitli platformlarda tartışarak geliyoruz; yani, bir yasa tasarısıyla ilgili,
üniversitelerin görüşlerinin alınması usulden değildir; ancak, bu tasarının
tartışıldığı platformlarda, her zaman, üniversitelerden temsilciler de oldu,
akademik çevrelerin de bu konuda değerlendirmelerini alabilme imkânımız oldu. Tabiî, burada
değerlendirilen konulara kısa kısa değinmek istiyorum; çünkü, biz, bunları
değerlendirmediğimiz, değinmediğimiz zaman da deniliyor ki, bu işi duymazlığa
geldi. Şimdi, ben, önce şu
üzüntümü dile getirmek istiyorum : Bir hükümette bakanlık görevi yapmış bir
arkadaşımızın, bu kürsüden, gelip, "birtakım çıkar ilişkileri" diye,
çok genel, çok afakî bir değerlendirme yapması, gerçekten, hoş değil; siyaset
adına hoş değil. Geçtiğimiz günlerde bu Mecliste buna benzer şeyler, iddialar
ileri sürüldü; ama, neticesi hiç kimse için iyi olmadı. Doğru olan şudur : Kim ne
biliyorsa, nerede ne varsa, çıkacak söyleyecek. Meclis denetimi herkese açıktır
ve bu arkadaşımızın üyesi olduğu grubun da, bu denetimleri yerine getirebilme
konusunda sayısal bir sıkıntısı da yoktur. Şimdi, efendim, İran
doğalgazının Türkiye'ye getirilmesiyle ilgili, biz, ihaleyi iptal ettik;
doğrudur. Doğubeyazıt-Erzurum arasındaki ihaleyi iptal edemedik. Niye edemedik;
benden önceki Sayın Bakan, hükümetten ayrılmadan bir gün önce önemli bir avansı
ödediği için iptal edemedik. Ben, şimdi "o Sayın Bakan, bu firmayla bir
ilişki içindeydi, hükümetten ayrılmış olmasına rağmen, şu kadar avansı ödedi,
bir çıkar ilişkisi içinde" dersem, hiç hoş olur mu; olmaz... Biz, bu ihaleleri iptal
ettik ve iptal ettiğimiz ihalelere hemen tekrar çıktık. Tabiî, kredi temini, bu
kredilerin Hazinece tasdikiyle ilgili belli bir süre geçti. Şimdi, hep bizim
tarafta birtakım gecikmelerin olduğu dile getiriliyor da, nedense, öbür tarafta
herhangi bir gecikmenin olduğu dile getirilmiyor. Aslında, orada da gecikmeler
söz konusudur. Bir araya gelinerek, bir mutabakata varılmıştır, bir karar
verilmiştir. Yani, siz, düşünebiliyor
musunuz, komşu devletimiz, gazı sınıra getirip yaktığında, her yıl 120 milyon
dolar take or pay alma imkânı varken, şunun veya bunun hatırı için bu imkânı
kullanmadı; hayır... Orada da yapılması gereken imalatlar henüz bitmemişti. O
nedenle, bir mutabakata vardık. Gazın işletilmesi konusunda varılan bu
mutabakat neticesi, 2001 yılında gazın Türkiye'ye gelmesini sağlayacaktır.
Buradaki gecikmenin ana sebepleri meydandadır. Açıkça ifade ediyorum ve
şunu söylemek istiyorum: İran gazıyla ilgili ihaleyi biz devam ettirseydik ve
Türkmenistan ile yapmış olduğumuz 16 milyar metreküplük gaz anlaşmasıyla ilgili
yeni bir boru hattı inşa etseydik, o zaman, bu kürsüye gelip, bize "daha
dün orada ihale ettiniz; o ihaleyi iptal etseydiniz de, yeniden bu boru hattını
inşa etmeseydiniz, daha doğru olmaz mıydı" diye soracaktınız. Bunları bir
arada düşünmek lazım. Türkmenistan'dan alınan gazı, bir arada, aynı boruda
taşıma imkânı elinde olan bir hükümet, bir bakan, herhalde bu imkânı
görmezlikten de gelemezdi. Netice itibariyle,
bütçemiz üzerindeki değerlendirmeleri, kısa kısa, yine, dile getirmek
istiyorum. Burada, artık, moda
haline geldi; Mavi Akımla ilgili her şey söyleniyor. Mavi Akımı, bu kürsüde biz
tartıştık. Şimdi ifade edemeyeceğim tarzda da tartıştık. O tartışmalar
esnasında da, biz, ileri sürülen iddialarla ilgili net, açık, anlaşılabilir
gerekçeleri, sebepleri ortaya koyduk; ama, şimdi, bir başka arkadaşımız
geliyor, hâlâ, Mavi Akım nedeniyle verilen bir krediden bahsediyor. Mavi Akımla
ilgili biz kimseye hiçbir kredi vermedik, hiç öyle bir arzu içinde de olmadık.
Ha, avans denmeye çalışılıyorsa yanlış bilgi nedeniyle; o gün verilen avans, 52
milyon dolara yakın bir avanstı, bugün, Mavi Akımla ilgili yapılan harcamalar
260 milyon doları buldu. Yani, kredi verilmesi ayrı şey, avansın verilmesi ayrı
şey; avansa dayanılarak yapılan harcamaların denetlenmesi, değerlendirilmesi
yine ayrı şey. Yine, bir sayın
konuşmacımız, burada, sanayicimize elektrik verilmediğinden bahsetti. Doğrudur,
enerji konusunda bir darboğazdayız. Dikkatli bir yönetimle, titiz bir takiple
bu darboğazı, Allah'ın yardım ve desteğiyle de, aşacağımız kanaatindeyiz. Ama,
açıkça ifade ediyorum; benden elektrik talep edip de, vermediğim tek bir
sanayici yok. Kimse o sanayici, lütfen, gelsin; şu andan itibaren istediği
kadar elektriği kendisine verebilme imkânına sahibiz. Yani, olmayan birtakım
olayları, var gibi göstererek, var olan, yaşanılan birçok olayı da görmezliğe
gelerek bu işin içinden sıyrılmak hiç de mümkün değil. Netice itibariyle, biz,
Enerji Bakanlığı olarak, 21 inci Yüzyıla giren Türkiye'nin, 21 inci Yüzyıla
yakışır bir Türkiye olabilmesi noktasında çalışmalarımızı hızla sürdürüyoruz ve
neticede hedefimiz şudur ki, inşallah, petrol yasa tasarısını da, elektrik
piyasası yasa tasarısında olduğu gibi, çağdaş ve liberal bir yasa tasarısı,
serbest ekonomiye dayalı bir yasa tasarısı olarak huzurlarınıza getireceğiz. Neticede, gerek elektrik
piyasasında, gerek petrol piyasasında, devletin müdahalesini minimize edeceğiz.
Hatta, ortadan kaldıracağız ve sağladığımız bu serbest rekabet ortamı içinde
de, tabiî ki, onbeş yıldır sadece 5 ile gidebilen doğalgazı, 57 ilimize
ulaştırabilme imkânına kavuşmuş olacağız. Değişen, yenileşen bu Türkiye'de, bu
dev gibi projelerle, bir yandan, Hazar'ın doğalgazına ve petrolüne ev sahipliği
yapacak; diğer yandan da, Avrupa'ya girme kapısında -daha önce de ifade ettim-
bir ınnogate programı çerçevesinde bir elinde doğalgaz bir elinde petrol olan
bir ülke olarak hedeflerimizi gerçekleştirme çabasını sürdürüyoruz. Ben, Meclisimizin,
şimdiye kadar olduğu gibi, bundan sonra da, enerji projelerine olan desteğini
sürdüreceğine inanıyorum. Bu bütçe imkânlarıyla gerçekleştirebileceğimiz projeler
ortadadır; ama, bu bütçe imkânlarının dışında, hazırlanan bu yasal zemine,
hazırlanan yasal temel üzerine oturtabileceğimiz projelerimizle ve daha önce,
yine Meclisten geçen yasalarla gerçekleştirme çabası içinde olduğumuz
projelerle, Türkiye -tekraren ifade ediyorum- 2020 yılına doğru giden bir süreç
içinde, sıcak ve soğuk yedeğiyle ve bir daha enerji sıkıntısı çekmeyecek bir
ülke olma vasfını, bölgesinde önemli ve lider ülke olma vasfını sürdürecektir;
buna inanarak çalışmalarımızı sürdürüyoruz. Beni dinlediğiniz için
sizlere teşekkür ediyor, hepinizi saygıyla selamlıyorum. (ANAP, DSP, MHP ve FP
sıralarından alkışlar) BAŞKAN - Teşekkür
ediyorum Sayın Bakan. KAMER GENÇ (Tunceli) -
Sayın Başkan, Sayın Bakanın daha 12 dakikası var... ENERJİ VE TABİÎ KAYNAKLAR
BAKANI MUSTAFA CUMHUR ERSÜMER (Çanakkale) - Seni niye ilgilendiriyor ki?.. BAŞKAN -Şimdi de,
Hükümetin Dışişleriyle ilgili görüşlerini, Dışişleri Bakanı Sayın İsmail Cem
ifade edeceklerdir; Buyurun. (DSP, MHP ve ANAP sıralarından alkışlar) Konuşma süreniz 15
dakika. DIŞİŞLERİ BAKANI İSMAİL
CEM (Kayseri) - Sayın Başkan, sayın milletvekilleri; Dışişleri Bakanlığımızın
bütçesini görüşürken, önce, başta Büyük Millet Meclisimiz, bütün siyasî
partilerimiz, temsilcileri; hepinize teşekkür etmek istiyorum; çünkü,
dışpolitikada ve dışişlerinde güçlü olmak, sadece bir bakanlığın yapabileceği,
tek başına yapabileceği bir iş değildir ve bizim gücümüz, Meclisimizdir; bizim
gücümüz, her zaman birlikte çalıştığımız Meclisimizin Dışişleri Komisyonudur;
Meclisimizin, özellikle Avrupa Birliği Parlamentosuyla ortak komisyonudur,
Avrupa Konseyindeki milletvekili arkadaşlarımızdır ve elbette, dışpolitika
dediğimiz zaman, bir ülkenin işçisidir, emekçisidir, bir ülkenin işadamıdır,
bir ülkenin hocasıdır, bir ülkenin mühendisidir; yani, bütün olarak bizim
toplumumuzdur ve biz, bugün, belli işleri belli ölçüde yapabilmekteysek,
Türkiyemizin ortak gücü sayesinde yapmaktayız ve bu güce dayanarak yapmaktayız.
15 dakika içerisinde
konuları özetlemeye ve üzerinde daha çok durulan konulara değinmeye
çalışacağım. Avrupa Birliğiyle ilişkilerimiz, zaman zaman hepimizin, zaman
zaman benim de yakındığım kadar fena sayılmaz. Yani, Avrupa Birliğiyle ilişkilerimiz,
belli bir doğrultuya, belli bir çerçeveye, belli bir çizgiye oturmuştur ve bu
çok önemlidir. Biz, bu Katılım Ortaklığı Belgesiyle, bir büyük dönemeci almış
vaziyetteyiz. Bu belgeden sonra, şimdi, ilgili devlet bakanlığımızın, ilgili
genel sekreterliğimizin, elbette Dışişlerinin katkısıyla, katılımıyla
hazırlamakta olduğu, hazırlayacağı büyük çalışma, Türkiye'nin Avrupa Birliği
sürecinde önemli bir dönüm noktası olacaktır. Yine değinildiği için
söylüyorum, bu, NATO'daki son tartışmalar, son görüşmeler... Bu, bir hayli
hassas bir konu, savunma boyutu olan bir konu ve sonuç itibariyle, bizim
düşündüğümüzün bir bölümünü gerçekleştirebildik, o da şuydu: Son toplantıda
karar almak, daha sonra da müzakereye başlamak düşüncesi vardı NATO
çevrelerinde. Biz ise, önce müzakere olsun, müzakerenin gelişmesine göre, biz
karar alırız; yoksa, peşinen hiçbir şeye evet demeyiz dedik. Bir hayli de zorlu
bir tartışma oldu; Türkiyemiz açısından, iyi sayılabilecek bir şekilde
sonuçlandı. Şimdi, umuyorum, önümüzdeki dönemde, bu müzakere sürecinde, daha
olumlu, daha iyi bir noktaya birlikte ulaşırız NATO içerisinde, NATO'daki
ortaklarımızla. Yine, bu Avrupa
Birliği... Avrupa, NATO bağlamında, daha doğrusu Avrupa Birliği bağlamında...
Burada, önemli olan çizgidir; önemli olan, ortak bir hedefin paylaşılmasıdır;
önemli olan, Türkiye'nin azminin, Türkiye'nin uzun yıllardan beri devamedegelen
iddiasının menziline ulaştırılmasıdır. Menzil derken, zaman zaman, bunu çok
yazmıştım, bir daha tekrarlamak istiyorum. Türkiye olarak, biz, hele Atatürk'ü
de katmaktaysak; Atatürk, hiçbir zaman, Türkiye'nin amacı, iddiası
Batılılaşmaktır dememiştir. Atatürk, muasır medeniyetten söz etmiştir, Batı
medeniyeti değil; muasır medeniyet sözünü etmiştir. (DSP sıralarından alkışlar)
Ayrıca, medeniyet dediğimiz vakit, Atatürk'ün bir başka sözü de vardır. Atatürk,
dünyada çok sayıda millet mevcuttur; ama, tek bir medeniyet vardır, o da insan
medeniyetidir... Bu da, Atatürk'ün görüşüdür. Dolayısıyla, Atatürk'ün medeniyet
anlayışı, şu ya da bu medeniyet modeline bina edilmiş değildir; insan
medeniyetidir. Bizim, bu muasır medeniyet ki, muasır medeniyeti paylaşmaktır
aslı, muasır medeniyete ulaşmak da değil, muasır medeniyeti paylaşmak,
Türkiyemiz açısından, şu ya da bu organizasyonun üyesi olmaya bağımlı değildir;
ama, Türkiyemizin, Avrupa Birliğiyle beraberliği, birlikteliği kendi amacımıza
götüren yolun kısalması ve kolaylaşması anlamını taşıyor. Bizim bu büyük
mücadelemize dış etkenlerin olumlu bir şekilde yansımasını getiriyor. Bu açıdan
çok önemlidir. Eminim, hükümetimiz, bunun gereğini yapacaktır. Bu Avrupa
Birliği meselesini, şimdi, koalisyon liderlerine ilgili devlet bakanlığı
tarafından sunulmuş olan ulusal programı, millî programı bizim hükümetimiz ve
hepimiz, umuyorum, böyle bir ayrışmak, birbirimizle çelişmek için değil,
Türkiyemizi daha da bütünleştirmek, milletimizi daha da bütünleştirmek, şu
Büyük Millet Meclisinde temsil olan bütün düşünceleri daha fazla birleştirmek,
bütünleştirmek yolunda bunu kullanacaktır. Sayın milletvekilleri,
kusuruma bakmayın, ben, biraz da, yeni, ağır bir gripten kurtulduğum için
burada su içtim, niyetli olan arkadaşlarımızdan özür diliyorum. Şimdi, bizim, değinilen
konulardan bir tanesi Ortadoğu, bir tanesi Ortaasya. Eleştiri elbette olmalı;
ama, bence, haksızlık da olmamalı. Şimdi, Ortaasya ülkeleriyle... Bir defa,
Ortaasya kolay bir bölge değil. Ortaasya'dan... İşte, zannediliyor ki, Rusya
çekildi, gitti, ondan sonra şimdi de geri dönüyor! Yok böyle bir şey. Sizin
Ortaasya ülkeleri dediğiniz, en büyüklerden bir tanesinin nüfusunun yüzde
35-40'ı zaten Rus, bir başkasının bir başka oranda aynı şekilde; yani, o kadar
kolay değil Ortaasya ve Ortaasya'da bizden önceki hükümetlerin hepsi çok iyi
çalıştı, çok iyi temaslar, ilişkiler kurdu; biz, bunları geliştirmekteyiz ve
biz, şimdi, daha ileri bir aşamaya, daha akılcı bir aşamaya, daha hesaplı bir
aşamaya ulaştırmaktayız Ortaasya ülkeleriyle ilişkilerimizi ve bir şey daha
eklemek istiyorum. Şimdi, mesela, bir sayın
sözcümüz diyor ki, 1996-1999 yılları arasında Türkiye'nin ihracatı 700 milyon
dolardan 600 milyon dolara veyahut 800'den 700'e düştü, bu nasıl olur; demek
ki, biz ilgi göstermedik, demek ki, biz gerilemekteyiz. Şimdi, bunu söylemek
için, Ortaasya ülkelerinin ithalatı ne olmuş acaba 1996-1999 yılları arasında,
bir de ona bakmak lazım. O dönemde, Rusya'da ekonomik kriz oluyor ve bu ekonomik
bunalım nedeniyle, Ortaasya cumhuriyetlerinin, Türkî cumhuriyetlerin ekonomisi
perişan oluyor, ne ithalat kalıyor ne bir şey kalıyor ve bu arada, doğal
olarak, Türkiye'nin de ihracatı belli bir ölçüde gerilemiş oluyor. Şimdi, biz,
bunu, Türkiye'nin ilgisizliğine, başarısızlığına örnek diye getirirsek, bu
yanlış olur. Sonra, denildi ki,
Ortaasya'yla ilgilenilmiyor! Yani, gerçekten, bunlar doğru değil. Şimdi,
Gürcistan ile Azerbaycan'ı, ben, artık, tam anlamıyla -hani komşu kapısı
denilir- komşu kapısı gibi görüyorum; kaç defa gittiğimin, Gürcü Dışişleri
Bakanının ve Azeri Dışişleri Bakanının kaç defa bana geldiğinin âdeta hesabını
tutamamaktayım, fevkalade yakın ilişkiler içindeyiz. En son, Azerbaycan'ın
hayatî olarak nitelediği, doğru olarak hayatî gördüğü bir konuda -bunu ben
söylemiyorum, Sayın Cumhurbaşkanı Aliyev, kendisi, Azerbaycan'da ilan ediyor-
Avrupa Konseyine Azerbaycan'ın katılmasında Türkiye'nin büyük katkısı için
Sayın Aliyev bize teşekkürler ediyor; bizim Azerbaycan'la ilişkilerimiz bu
düzeyde. Aynı şekilde, Gürcistan, Türkmenistan, Kırgızistan, Özbekistan,
Kazakistan; en yakın ilişkiler içerisindeyiz. Son zamanlarda, bu ülkelerin hepsine
gittim, bu ülkelerin dışişleri bakanları geldi. Özbekistan'la aramızda bir
soğukluk mevcuttu -haklı, haksız nedenler, ona girmiyorum- bu soğukluğu ortadan
kaldırdığımız gibi... Bunda, sadece Dışişleri Bakanlığının değil, İçişleri
Bakanlığının da büyük payı vardır, elbette Silahlı Kuvvetlerimizin de payı
vardır; ama, biz, Özbekistan'la bugün, Sayın Cumhurbaşkanımızın imzaladığı çok
önemli bir güvenlik anlaşması içindeyiz. Aynı tarzda bir anlaşmayı, aynı tarzda
mekanizmaları Kırgızistan'la da oluşturduk. Bugün, artık, Özbekistan ve
Kırgızistan, kendi bütünlüğüne yönelik tehditlere karşı, Türkiye'yi çok ciddî
bir güvence olarak görmektedir. Kazakistan'la aynı şey... Kazakistan, eskiden,
Bakü-Ceyhan'ın sözünü etmezken, Kazakistan, bugün, Bakü-Ceyhan'ın olması
halinde, kendi petrolünün belli bir bölümünü, o güzergâhtan taşıyacağının
sözünü vermekte, konuşmasını yapmakta, açıklamasını yapmaktadır; yani, bizim
Ortaasya ile ilişkilerimiz iyi gidiyor. Mükemmel mi; değil...
Daha iyisi yapılamaz mı; elbette daha iyisi de yapılabilir; fakat, bir gelişme
içinde baktığımızda, Ortaasya kardeş cumhuriyetlerimizle, hakikaten iyi
ilişkiler içerisindeyiz. Ortadoğu ve İslam
dünyasında, Arap dünyasında da, artık, neredeyse, hakikaten bir alınganlık
olacak; çünkü, eğer biz, bir alanda, bir konuda, sadece bir konuda başarılı
olabilmişsek, işte, bu konuda başarılı olduk. Yani, hâlâ bize, bir sayın
sözcünün söylediği gibi, İslamlarla gelişme yok, Ortadoğu'da,Şarm-el-Şeik'te
yokuz, Ortadoğu'da hiçbir şey yapamıyoruz gibi bir yaklaşım... El insaf yani,
nereden nereye geldik!... Ortadoğu dediğimiz, bundan iki buçuk, üç yıl önce, İslam
Konferansında, Türkiye aleyhindeki paragrafların yumuşatılması için kulis
yapıyorduk. Ben yapıyordum, yaptım bu kulisi; gittim, rica ettim, ne olur, ya
ayıptır, siz nasıl böyle laflar söylersiniz Türkiye hakkında diye... Son İslam
Zirvesinde, son İslam Örgütü Konferansında, zirvede bütün karar suretlerinin,
kararların yazımını, işte bizim arkadaşlarımız yazdı. İslam Konferansında
alınan kararların son şeklinde en etkili bizim Türkiyemiz oldu. (DSP sıralarından
alkışlar) O toplantıda oluşan düşüncelere biz öncülük ettik, o toplantıda
herkes bize müteşekkir kaldı. Nereden yola çıktık, ne-reye geldik; yani,
özellikle, bu Ortadoğu... Mesela, ben, son dört
hafta sonumu Körfez'de geçirdim. Hafta sonlarından bir tanesinde Suudi
Arabistan'ın başkenti Riyad'daydık; yedi yıldır gitmemiş bir Dışişleri Bakanı!
Suudi Arabistan'la ilişkilerimiz düzeliyor, o uzun bir gerginlik döneminden
sonra. Bir başka hafta sonu -yani, hafta sonu, tabiî, tatil geçirmeye değil,
malum, oralarda çalışılıyor, bizim cumartesi, pazarımızda- Oman'ın Başkenti
Muskat'taydık; bir başka hafta sonu Doha'daydık; bir başka hafta sonu Kudüs'te
ve Kahire'deydik; yani, Türkiye, bugün, Ortadoğu'da, belki de yakın tarihinde
olmadığı ölçüde etkili. Şimdi, söylemesi bana
düşmez; ama, geçen gün de tesadüfî, aynı güne denk geldi; mesela, Filistinli
Bakan Nabil Şaath -Arafat'ın bu görüşmelerini sürdüren ekibinin başında- Al
Hayat Gazetesinde ve El Şarkel Avsat Gazetesinde yayımlanan demecinde diyor ki:
"Filistin Halkının uluslararasında bir korumaya sahip olmasında, Türkiye,
fevkalade önemli bir rol oynamıştır. Türkiye, El Halil'e gelen Türk
kuvvetlerinin deneyiminden faydalanarak, bütün Filistin'i kapsayacak bir model
geliştirmiştir. -Bunu biz açıklamıyorduk, onlar açıkladı- 9 uncu Cumhurbaşkanı
Sayın Süleyman Demirel vasıtasıyla barış sürecinde çok önemli bir rol
oynamaktadır Türkiye." Bunu kim söylüyor; Filistin söylüyor. Aynı gün,
İsrail Dışişleri Bakanı Ben Ami de konuşuyor, demeç veriyor ve diyor ki ... (Mikrofon otomatik cihaz
tarafından kapatıldı) BAŞKAN - Lütfen tamamlar
mısınız. DIŞİŞLERİ BAKANI İSMAİL
CEM (Devamla) - "Türkiye, Ortadoğu barış görüşmelerinde de ilerleme
sağlayacak başlıca ülkedir" bunu da, İsrail söylüyor. Çokuluslu Güç'ün,
devamlılığı konusunda, genişletilmesi konusunda önemli bir işlev taşımaktadır.
Bölgenin kilit ülkelerinden biri olarak, hem Filistinlilerin hem de
İsraillilerin bu kadar yakını, dostu olmanın Türkiye'ye, eşsiz bir rol
kazandırdığını belirtmekteyim. Biz mi yokuz Ortadoğu'da; yani, eğer, bu, yok
olmaksa, biz nasıl var olalım?! Sayın milletvekilleri,
Türkiye, aslında, iyi yoldadır. Hiçbir zaman daha iyisi yapılmaz. Her şey
mükemmel iddiasında değiliz, böyle bir iddia zaten boş olur; ama, Türkiye'nin
dışpolitikası, kendinden emin bir şekilde gelişmektedir. Türkiyemizin kendinden
emin olmasıyla bağlantılıdır. Türkiye, dış siyasette, nereye, niçin, nasıl
gitmek istediğini bilen bir Türkiye'dir. Hedefimiz vardır, hedefimize
güvenmeliyiz, güvenimizi devam ettirmeliyiz. 21 inci Yüzyılda Türkiyemize
önemli işlevler düşmektedir. Bu, hem kendimize karşı bir mükellefiyettir hem
insanlık alemine hem de kendi tarihî coğrafyamıza; yani, daha Kuzey Afrika'dan,
Balkanlardan başlayıp, Ortadoğu'ya, Kafkasya'ya, Ortaasya'ya uzanan tarihî
coğrafyamızdaki insanlara karşı Türkiye'nin mükellefiyeti, sorumluluğu vardır
ve Türkiyemiz, kendine güvenerek, asla ve asla kendini büyük görmeyerek; ama,
hiçbir zaman, böyle, işaretlerini gördüğümüz sömürgeci zihniyetlerin tuzağına
düşmeyerek, kendi yolunda, kendi büyüklüğü ve kendi ciddîyeti içerisinde ... (Mikrofon otomatik cihaz
tarafından kapatıldı) BAŞKAN - Mikrofonu, son
cümlenizi söylemeniz için açıyorum efendim. DIŞİŞLERİ BAKANI İSMAİL
CEM (Devamla) - Türkiyemiz, kendini elbette büyütmeyerek; yani kendi gözünde
büyütmeyerek; ama, Türkiyemiz, zaman zaman uç veren, kendimizi hiçbir şeye
layık görmeyen; hep başkaları akıllı, biz akılsız; onlar bizi saptıracak biz
sapacağız; onlar bize gösterecek, biz uyuyacağız şeklindeki bu sömürgeci
zihniyetinden, şartlanmasından da asla ve asla pay biçmeyerek kendine, kendi
doğrultusunda, kendi büyüklüğü içinde, kendi tarihi içinde, kendi tarihî
çizgisi doğrultusunda, her şeyin en güzeline, her şeyin en iyisine Türk Halkını
ulaştıracaktır. Bu inançla, bu güvenle,
hepinize saygılar sunuyor, teşekkürler ediyorum efendim. (DSP, MHP, ANAP ve FP
sıralarından alkışlar) BAŞKAN - Teşekkür
ediyorum Sayın Bakan. Müzakerenin son
konuşması, şahsı adına, İstanbul Milletvekili Sayın Hüseyin Kansu'ya aittir. Buyurun Sayın Kansu. (FP
sıralarından alkışlar) Süreniz 10 dakika. HÜSEYİN KANSU (İstanbul)
- Sayın Başkan, sayın milletvekilleri; Dışişleri Bakanlığı 2001 yılı bütçesi
üzerinde, şahsım adına, aleyhte söz almış bulunuyorum, Genel Kurulu saygıyla
selamlıyorum. Bu vesileyle, ben, son
günlerde dışpolitika gündemimizin birinci sırasına yükselen, anlaşıldığı
kadarıyla da önümüzdeki yılların gündemini belirleyecek olan Avrupa Birliği
üyelik sürecimiz ve Katılım Ortaklığı Belgesi hakkındaki görüşlerimi arz etmek
istiyorum. Sayın Başkan, sayın
milletvekilleri; yazılı ve görsel basınımıza göz attığımızda, Katılım Ortaklığı
Belgesi tartışmalarıyla, şu beş meselenin önplana çıktığını görüyoruz: Bu
meseleler, Kıbrıs meselesi, Ege meselesi, Kürtçe televizyon meselesi, Millî
Güvenlik Kurulunun Türk siyasetindeki rolü ve idam meseleleridir. Belgenin
insan hakları ve özgürlüklerle, ekonomik ve sosyal boyutları, maalesef,
kamuoyumuzda yeterince tartışılmamış, tartışılsa bile, bu beş meselenin
gölgesinde kalmıştır. Oysa, Katılım Ortaklığı Belgesi, bu beş meseleden ibaret
değildir. Evet, belki en çok tartışma doğuracak olanlarıdır bunlar; ama,
cımbızla ayıklamaya kalksak da, ancak bunları bulurduk belgede. Katılım Ortaklığı Belgesi
taslağının "Kısa Vade 2001 Güçlendirilmiş Siyasî Diyalog ve Siyasî
Kriterler" başlığının büyük bir kısmının, insan hakları ve özgürlüklerin
geliştirilmesi konusuna hasredilmiş olduğunu görüyoruz. Ekonomik ve sosyal
konularda da, değişik toplumsal kesimlerimizce, çok geniş bir kabule şayan
olabilecek kriterler ve ifadelerin yer aldığını görüyoruz. Çalışan
kesimlerimizin de dile getirdiği gibi, ilk defa, bu belgede, çok kapsamlı
sosyal boyut içerilmiş, zaten, bugün, Türkiyemizde, tartıştığımız, çözüm
yolları aradığımız sorunlar sıralanmıştır. Sayın Başkan, sayın
milletvekilleri; öyle görülüyor ki, Katılım Ortaklığı Belgesi, hem Avrupa
Birliğinin hem de Türkiye'nin birbirleri hakkında samimiyetini test etmeye
sağlayacak bir süreci başlattı ve bu süreç devam ediyor. Avrupa Birliğinin
Türkiye hakkındaki samimiyetinin test edildiği nokta, özellikle, Kıbrıs
meselesi ve Yunanistan'la aramızdaki sorunlar vesilesiyle belirgin hale
gelmektedir. Kıbrıs meselesinin
çözümünü ve Yunanistan'la Ege'deki anlaşmazlıklarımızı Türkiye'nin Birliğe
girme şartı olarak koyacaksınız; ama, bir yandan, Yunanistan Birliğin
içerisinde olacak, diğer yandan, bütün bunlara rağmen, Güney Kıbrıs'ı da
Birliğe dahil etme niyet ve kararlılığında olacaksınız. Bu durumda, Kıbrıs'ın,
Yunanistan'ın sorunları kiminle veya tersinden söylersek, Türkiye'nin sorunları
kiminle diye sormak lazım. Bu gerçek ortadayken, bir tarafa "evet"
öbür tarafa "sorunlarını hallet, öyle gel" derseniz, bu, Güney Kıbrıs
ve Yunanistan'ın elini güçlendirmek olur; elbette, samimiyetiniz tartışılır. Yine, vize ve serbest
dolaşım konusunda kendi vatandaşlarınızın Türkiye'ye gelmesi için en ince
ayrıntıları düzenleyeceksiniz; ama, bizim vatandaşlarımızın Birliğe üye
ülkelere girmesini önlemek için, engeller sıralayacaksınız, serbest dolaşım
hakkı vermeyeceksiniz. Türkiye, Avrupa
Birliğiyle ilişkilerinin sürdürülebilirliğini dikkate alarak, her iki konudaki
tezlerinde de ısrarcı olmalıdır. Sayın Başkan, sayın
milletvekilleri; Avrupa Birliğiyle ilişkilerimizde her geçen gün daha
belirginleşen, bizim samimiyetsizliğimiz ise, Batı'yla ilişkilerimizi, hatta,
çağdaşlaşma ve batılılaşma hedeflerimizi bile sorgulanır hale getirecek
boyutlar kazanmaktadır. Hepinizin malumudur ki, Türkiye'nin yakın tarihi, büyük
ölçüde, batılılaşmaya verilen farklı cevapların ve bu cevapların birbiriyle
etkileşiminin tarihidir. Evet, batılılaşma; yani, Osmanlılardan itibaren İttihat
Terakkiye, milliyetçilikten İslamcılığa kadar, Türkiye'de siyasî hareketlerin
temel duruşlarını belirleyen ana konu olagelmiştir daima. Ancak, batılılaşmanın,
bugün, kamuoyumuzda sergilenen ikircikli, samimiyetsiz tavırları da
belirlediğini düşündüğüm bir yönü daha vardır. Batılılaşma tabirimi mazur
görün; hep, devletin halkı adam ettiği bir denetim mekanizması olarak algılanmış,
kullanılmıştır bugüne kadar. Belki de bu yüzden, Batı'nın devletimizin
varlığını ve bölünmez bütünlüğünü tehdit ettiğine ilişkin bir zihnî travma da,
hep, var olagelmiştir aramızda. Bu travmayla, en batıcımız bile, Batı'dan korkmuş,
batılılaşmayı Batı'ya karşı bir savunma mekanizması olarak algılamıştır. Oysa,
bugünün Türkiye'sinde, batılılaşma, devletin halkı adam ettiği bir denetim
mekanizması olmaktan çıkıp, halkın devleti denetlemesine imkân veren bir anlam
kazanıyor artık. Belki de bu yüzden, bu süreç, en batıcılarımızı bile ürküten
bir hal almaya başladı. Belki de, Katılım Ortaklığı Belgesi tartışmalarıyla
kamuoyumuzda bir kez daha hissettiğimiz samimiyetsizlik bu yüzden; sudan
bahanelerle oyundan kaçmaya çalışmak, mızıkçılık etmek bu yüzden. Oysa, her
alanda birbirine gittikçe daha bağımlı hale gelen, entegre olan, küreselleşen
bir dünyada, Türkiye'nin, içe kapalı bir siyaset ve toplum yapısıyla ayakta kalamayacağını,
artık, görmemiz ve ona göre hareket etmemiz gerek. O halde, izlememiz gereken,
ya hep ya hiç siyaseti değil, yol boyunca siyasetidir. Bu açıdan bakınca, bizim
için, mesele, Avrupa Birliğine girip girememe meselesi değildir aslında, Avrupa
Birliğiyle ilişkilerimizi devam ettirip ettirememe meselesidir. Zaten, meseleye
böyle yaklaşırsak, önümüzün daha açık olduğunu da göreceğimizi umuyorum. Nitekim, Avrupa
Birliğinin oluşum ve gelişimi ile bizimle olan ilişkilerinin tarihine bakınca,
hep bu yol boyu siyasetinin izlendiğini görürüz. Belki, başarılarının sırrını
da burada aramak gerekir. Evet, Avrupa Birliği kendi arasındaki ilişkileri, hep
birkaç boyutta götürerek bugünlere gelmiştir. O yüzden, dar anlamda bir
ekonomik işbirliğiyle başlayan birliktelik, bugün gelinen noktada, sosyal ve
siyasal birlikteliği de kapsar hale gelmiştir. Bu boyutlardan birisinde işler
tıkanınca, hemen sürece yayılmış; ama, diğer alanlarda ilişkiler derinleştirilerek
sürdürülmüştür; yani, ya hep ya hiç denilmemiştir hiçbir zaman. Mesela, siyasî
boyut tıkanmışsa, ekonomik boyutu önce çıkarak, yollarına devam etmişlerdir. Bu açıdan bakıldığında,
90'lı yıllara kadar, Avrupa Birliğinin ortak bir sosyal politikasının
oluşturulamadığını görürüz; ama, bugün var; ortak bir güvenlik politikasını,
bugün, daha yeni oluşturmaya çalışıyorlar. Ortak bir dışpolitikası bugün hâlâ
yok; ama, bu, yarın olmayacak anlamına gelmiyor. Sayın Başkan, sayın
milletvekilleri; Avrupa Birliğinin Türkiye ile ilişkilerinde, hep bu yol boyu
siyasetini görüyoruz. Belki de bu yüzden, iki yıl önce Lüksemburg'ta
sergiledikleri tavır ile iki yıl sonra Helsinki'de sergiledikleri taban tabana
zıt tavrı anlayamıyor, belki de şaşırıyoruz. Oysa, bunda şaşıracak bir şey yok.
Avrupa Birliği, bugün, Avrasya'nın tam merkezindeki konumu ve bu potansiyeliyle
Türkiye'yi görmezlikten gelemez; nitekim, gelememiştir ve gelemiyor. Belki, bu
hazmı zor bünyeyi arasına katmayı göze alamıyor; ama, tekrar ediyorum, bizim
için, mesele, Avrupa Birliğine girip girememe meselesi değil, Avrupa Birliğiyle
ilişkilerimizi devam ettirip, ettirememe meselesidir; mesele, ilişkilerimizin
sürdürülebilirliğidir. Bu sebeple, süreci doğru algılayıp, Avrupa Birliği ile
hangi alanda, ne kadar gidebileceğimize, toplumsal bir uzlaşmayla, artık, karar
vermeliyiz. Unutmayalım ki, en kötü karar, kararsızlıktan daha iyidir. Zira,
yönümüzü Batı'ya döneli iki yüz yıl, Avrupa Birliğine baş vuralı kırk küsur yıl
olmuşken; bu projenin sonucunu göremeyen nesillerimizden sonra, bizim
neslimizin kafasında da, artık, soru işaretleri oluşuyor. O yüzden, bu
kararımız ilişkilerimizin sürdürülebilirliği yönünde olmalı, tepkisellikten
uzak kalarak, ya hep ya hiç biçiminde tezahür etmemelidir. Bu düşüncelerle
sözlerimi tamamlarken, 2001 Malî Yılı Dışişleri Bakanlığı Bütçesinin
milletimize hayırlı, uğurlu olmasını diliyor, Genel Kurulu saygıyla selamlıyor,
milletimizin yaklaşmakta olan bayramlarını ve sizlerin bayramlarınızı da tebrik
ediyor, saygılar sunuyorum. (FP sıralarından alkışlar) BAŞKAN - Teşekkür ederim
Sayın Kansu. Sayın milletvekilleri,
böylece 12 nci tur görüşmeleri tamamlanmış bulunmaktadır. Şimdi sorulara geçiyoruz. KAMER GENÇ (Tunceli) -
Sayın Başkan, ben buradan soru sormuştum, geçen gün zatıâlinize de sordum; ama,
biz burada olmadığımız zaman, arkadaşlar geliyorlar, soru sorup gidiyorlar. Bu
arkadaşlar kendilerini çocuk bahçesinde zannediyorlarsa, biz kendilerine bir
oyuncak verelim, gitsinler, çocuk bahçesinden oynasınlar! BAŞKAN - Sayın Genç, o
ihtimale karşı, giren arkadaşları, biz, kayda aldık; silinse dahi, biz, buradan
okuyacağız; ama, tabiî, mikrofonun açılmasında problemler çıkacak. Temenninize,
tavsifinize katılmadan, katılıyorum efendim. KAMER GENÇ (Tunceli) -
Siz katılmayabilirsiniz:ama... MURAT SÖKMENOĞLU
(İstanbul) - Burada elektronik fareler var. BAŞKAN - Hayır,
temenninize katılıyorum; ama, tavsifinize katılmadan katılıyorum. Şimdi, biliyorsunuz 20
dakikamız var; bunun 10 dakikası soru, 10 dakikası cevap olacak. 30 arkadaşımız
soru sormak üzere elektronik cihaza girmiş bulunuyor. Ben yalnız 12 tanesinin
ismini okuyacağım: Sayın Seyda, Sayın Levent, Sayın Erek, Sayın Dayanıklı,
Sayın Çelik, Sayın Sökmenoğlu, Sayın Kılınç, Sayın Gönül, Sayın Şen, Sayın
Öztek, Sayın Yıldırım, Sayın Bozyel. Şimdi, Sayın Seyda'dan
başlayacağız. Yalnız, biz tekrarlamaktan bıktık, siz de dinlemekten bıktınız
zannediyorum; lütfen, gerekçesiz, kanaat ve mütalaa eklemeksizin, yalın bir
şekilde soruları soralım ki, diğer arkadaşlarımıza da zaman kalsın. Sayın Seyda, lütfen, kime
yönelteceğinizi de belirterek sorunuzu sorunuz. Buyurun efendim. ABDULLAH VELİ SEYDA
(Şırnak)- Sayın Başkanım, delaletinizle, Sayın Enerji Bakanımızdan, aşağıdaki
sorularımın cevabını talep ediyorum: 1. Silopi Ovasını
sulayacak olan Çağlayan Barajının, güvenlik nedeniyle faaliyeti durdurulmuştu.
Faaliyeti durdurulan Çağlayan Barajı ne zaman işletmeye açılacaktır? 2. Ülkemizde serbest
piyasa ekonomisi uygulanmakta iken, Habur Sınır Kapısında TPIC'in tekelci
uygulamalarını ne zaman kaldırmayı düşünüyorsunuz? 3. Şırnak TEDAŞ İl
Müdürlüğünde personel yetersizliği nedeniyle hizmetler aksamaktadır. Örneğin,
Hakkâri TEDAŞ İl Müdürlüğünde 250 personel varken, Şırnak'ta sadece 130
personel vardır. Yeni personel ataması yapmayı ne zaman düşünüyorsunuz? Teşekkür ediyorum. BAŞKAN- Teşekkür
ediyorum. Sayın Levent, buyurun. MÜKERREM LEVENT (Niğde)-
Sayın Başkan, aracılığınızla, Sayın Bakanlarıma aşağıdaki soruları
yöneltiyorum: Sayın Bakanım, Niğde'de,
patates köylüsünün TEDAŞ'a olan 2000 yılı borçları bu ayın sonunda
istenmektedir; ancak, bu köylülerin patatesi ambarlarda; daha satılmadı. Köylüm
zor durumda. Sizden, Niğdeliler adına, bu borçların şubat sonuna kadar
ertelenmesini rica ediyorum. Niğde'de devam eden
Gebere-2 ile Postallı Barajlarına 2001 ödeneğini, bu sene bitirecek şekilde
verecek misiniz? Zira, on senedir devam ediyor. Azatlı Baraj Gölü için
Konya bölgesi etütleri yapıldı. Bu sene Sayın Genel Müdürüm söz verdi. 2001
programına alınması müjdesini veriyor musunuz? Dikilitaş Barajının
sulama kanalları 2001'de bitecek mi? Niğde, doğalgaza ne zaman
kavuşacak? Şirketlerini kurduk, sizden müjde bekliyoruz. Adana Eyner bölgesinde
ihalesi yapılan ve İmamoğlu Ovasını sulayacak Yedigöze barajı inşası ne zaman
başlayacak? Adana Milletvekili Metanet Çulhaoğlu tarafından bana yönlendirildi.
Teşekkür ediyorum,
saygılar sunuyorum. BAŞKAN- Teşekkür ederim. Sayın Erek, buyurun
efendim. ALİ ŞEVKİ EREK (Tokat)-
Sayın Başkanım, Dışişleri Bakanımıza ve Enerji Bakanımıza sorularımı arz
ediyorum: 1. Putin'in birkısım Türk
cumhuriyetlerini ziyaretle, ekonomik ve savunma içerikli anlaşmalar yapması,
acaba, ileride, Türk cumhuriyetleri ile Rusya arasında "tek para, tek
ordu" gibi bir tehlikeyi beraberinde getirir mi? 2. Üç yılı aşkın
Dışişleri Bakanlığınız sırasında, Türk cumhuriyetlerine, ayrı ayrı, kaç
ziyaretiniz oldu? 3. "Avrupa Birliğine
bir iki yılda gireriz" şeklindeki beyanlarınız muvacehesinde, yeni
genişlemede, on yıllık perspektif içinde mütalaa edildiğimizde, Türkiye
Cumhuriyetinin on yıllık perspektifin dışında kalması, bir iki yılda girme
sözüyle ne ölçüde bağdaşıyor? Enerji Bakanımıza da
sorularım var efendim. 54 üncü hükümetten evvel
ele alınan Bakü-Ceyhan petrol boru hattının, dört yıldan beri -aynen ifade
ediyorum- "tamam, bitti; bitti, tamam" şeklindeki müjdeleri sonunda,
çok önemli bir aşamaya geldiğini, Sayın Bakanın ağzından öğreniyoruz. Gerçekte,
Bakü-Ceyhan Boru Hattı Konsorsiyumunun ekonomik problemlerinin halledildiğine
inanıyor musunuz? Bu konudaki kesinliği, Türkiye Büyük Millet Meclisinin
huzurunda teyit edebilir misiniz? Mavi Akım Projesi devreye
girdiğinde, Türkiye Cumhuriyeti, doğalgaz bakımından, hangi ülkelere, ne ölçüde
bağımlı kalacaktır? Son sorum,
Tokat-Ormandibi-Katarak dere ıslahı, Tokat-Sulusaray-Alpudere Barajı,
Tokat-Çamlıbel-Güzelce Barajı, Tokat, Yozgat ve Amasya'yı kapsayan Yukarı
Çekerek Barajı, Tokat-Yukarı Yeşilırmak-Kazova İkinci Merhale projelerine 2000
yılında kaç lira harcadınız, 2001 yılında kaç lira harcamayı kararlaştırdınız?
Bu projelerin, şu an itibariyle, parasal ve fiziksel gerçekleşme yüzdesi ne
kadardır? Teşekkür ederim. BAŞKAN - Teşekkür ederim. Sayın Dayanıklı... BAYRAM FIRAT DAYANIKLI
(Tekirdağ) - Sayın Başkan, aracılığınızla, Enerji Bakanımıza şu soruları
yöneltmek istiyorum: 1. Rusya'nın BOTAŞ'a
sattığı 10 milyar metreküp doğalgazın 4 milyar metreküpünün farklı bir fiyatla
BOTAŞ'a satıldığı doğru mu? Neden? 2. Amerika Birleşik
Devletleri Hükümetinin petrol işlerinden sorumlu temsilcisi John Wolfe tarafından,
dünyada en çok konuşulan -parantez içinde söylüyorum- kâğıt boru hattı; yani,
Bakü-Ceyhan Projesinin ekonomik yönünün henüz tam olarak açıklığa kavuşmadığı
söyleniyor. Yorumunuz nedir? 3. Doğalgaz boru
hatlarına finansman sağlayan şirketler, sağladıkları krediler için, bu
piyasada, dolar bazında yüzde kaç kazanç bekliyorlar? 4. Türkmen Doğalgaz
Projesinin gerçekleşmesi, Rusya'nın Türkmenistan'la taahhüde girmesi ve
Türkmenbaşı'nın Hazar geçişli projelere destek bulamaması nedeniyle zor görünüyor;
katılıyor musunuz? 5. Belediyeler, doğalgaz
dağıtımı ve işletmesiyle ilgili özel sektör ortaklıklı şirketler kuruyor.
Ülkemizde, tüm belediyelerin, bu kurdukları ortaklık şirketlerinin yapıları ve
sermayeleri konusundaki tüm bilgileri internet sitenizde yayınlayabilir
misiniz? 6. Yap-işlet-devret
modeli kapsamındaki projelerde, firmalar, toplam olarak 313 milyon dolar
indirim yapmış. Hangi projede ne indirim yapılmıştır? İşletme hakkı devri
projelerinde, firmalar, fizibilitelerinde belirtilen kredi faiz oranları
altında kredi temin edebildikleri takdirde, aradaki farkı teklif fiyatlarından
düşeceklerini taahhüt etmiş. Bugüne kadar, kimler, hangi koşulda, ne kadar
kredi temin etmiş ve hangi indirimi yapmıştır? 7. Doğalgaz fiyatları
gittikçe yükseliyor. Değişik sanayicilerin, farklı fiyatlardan doğalgaz
aldıkları iddiası var. Milletvekili olduğunuz bölgenizdeki Çanakkale Seramik
Fabrikası, yüksek fiyattan doğalgaz aldığı için, üretimi durduracakmış;
haberiniz var mı? BAŞKAN - Bitirelim
efendim. Lütfen... BAYRAM FIRAT DAYANIKLI
(Tekirdağ) - Son bir iki sorum... Azerbaycan Şah Denizinde,
1999 yılında, önemli gaz yatakları bulundu. Bakü-Ceyhan petrol boru hattının
yapımı, gaz boru hatlarıyla eşleştirilmez ise, EBRD; yani, Avrupa Bankası, bu
projeyi destekleyeceğini söylüyor. Yorumunuz nedir? Son olarak da şunu
soruyorum: Enerji Bakanlığı icraatları konusunda halkı bilgilendirme,
şeffaflaşma yolunda önümüzdeki dönemde hangi adımlar atılacaktır? Özellikle web
sitenizin, bu şeffaflaşmaya faydalı olması yönünde katkılarınızı bekliyorum. Teşekkür ederim. BAŞKAN - Teşekkür ederim. Efendim, Sayın Çelik,
kürsüde olduğu için, sırasını Sayın Yıldırım'a veriyor. Buyurun Sayın Yıldırım. MEHMET SADRİ YILDIRIM
(Eskişehir) - Sayın Başkan, aracılığınızla aşağıdaki sorularımı Sayın Enerji
Bakanından sormak istiyorum: 1. Ülkemiz bir tarım
ülkesidir. Verim alabilmek ve sulama yapmak için yeni barajlara ve sulama
göletlerine öncelik vermeyi düşünüyor musunuz? Ayrıca, tarlada sulama için
kullanılan elektrik ücretlerini düşürmeyi düşünüyor musunuz? 2. Elektrik trafo ve
şebekelerin yıprandığı ve eskidiği sizce de malumdur. Ülkeyi karanlıkta
bırakmamak için, acilen, köylerin, ilçelerin ve şehirlerin hat ve şebekelerini
yenilemeyi düşünüyor musunuz? 3. Türkiye'deki petrol
aramalarının son durumu nedir? Hangi firmalara arama izni verilmiştir? Türkiye
Petrolleri Anonim Ortaklığının yurtdışı faaliyetleri ne aşamadadır? 4. Bilindiği üzere,
enerji kayıpları yüzde 21'ler civarındadır. Bu oranın düşürülmesi için ne gibi
tedbirler alınmaktadır? Yüksel gerilim hatlarına yeni ilaveler var mıdır? Teşekkür ediyorum. BAŞKAN - Teşekkür
ediyorum. Buyurun Sayın Sökmenoğlu. MURAT SÖKMENOĞLU
(İstanbul) - Sayın Başkanım, delaletinizle Sayın Bakandan şu sorumu sormak
istiyorum: Üç sayın genel başkanın
acil plana alınmasında hemfikir olduğu Hatay Amik Ovası Reyhanlı Barajının
akıbeti niçin meçhule terk edildi? Yap-işlet-devret yöntemi niçin bu konuda
düşünülmüyor? Saygılarımla. BAŞKAN - Teşekkür ederim. Buyurun Sayın Kılınç. HİDAYET KILINÇ (İçel) -
Sayın Başkan, aracılığınızla Sayın Enerji Bakanımızın aşağıdaki sorularımı
cevaplandırmasını arz ederim: Silifke Göksu Nehri
üzerinde kurulması düşünülen Gayrektepe Baraj çalışması yirmibeş yıldır devam
etmektedir. Hatta, sosyal tesisleri dahi bitirilmiştir; ama, barajın yapımı
konusunda hiçbir ciddî faaliyet yoktur. Sayın Bakanım, bu baraj yapılacak mı?
Yapılacaksa temel atma tarihi belli midir? İkinci sorum da şudur:
Anamur Dragon Çayı üzerindeki Alaköprü Barajı yapılacak mı? Yapılacaksa, genel
bütçeden mi yapılacak, yoksa, yap-işlet-devret modeliyle mi yapılacaktır ve
temel atma tarihi belli midir? Teşekkür ediyorum. BAŞKAN - Teşekkür ederim. Sayın Ali Rıza Gönül
adına, Sayın Kemal Çelik; buyurun. KEMAL ÇELİK (Antalya) -
Sayın Başkanım, her iki bakanıma da ayrı ayrı sorularım var ve ilk sorum Sayın
Dışişleri Bakanımıza. Hükümetinizce, Kuzey Irak
politikasında, Irak'ın toprak bütünlüğünü korumak ilkesi çerçevesinde Saddam'la
ilişkileri geliştirmeye yönelik adımlar atılmıştır. Bu arada, Ankara sürecinden
ayrılınması sonucunda, Kuzey Irak'ta, millî parası, bayrağı ve eğitim
sistemiyle yeni bir devlet oluşumu hızla yol almaktadır. Bu kapsamda, Türkmenlerin
de devre dışı bırakıldığını esefle izlemekteyiz. Oysa, Ankara sürecinde,
Türkmenler, Kürtlerle eşit statüde masaya oturmuşlardı. Sorum şu : Yeni Amerikan
hükümetinin Saddam'lı bir Irak düşünmediği göz önüne alınarak, Türkmenlerin de
yeniden devreye girebileceği bir Kuzey Irak politikanız var mı? Varsa, bu
politikanın ana hatlarını sözlü veya yazılı olarak tarafıma açıklayabilir
misiniz? Sayın Enerji Bakanıma
sorularımı arz ediyorum. Bilindiği üzere,
yap-işlet-devret projelerinin önünü kesen hukukî problemler, Ocak 2000
tarihinde 4501 sayılı Kanunla ortadan kaldırılmıştır. Üzerinden, yaklaşık bir
yıl geçmesine rağmen, hangi projelerin temeli atılmıştır? Atılmamış ise
nedenleri nelerdir? Yine, bilindiği üzere,
yap-işlet projeleri 1997 tarihinde ihale edilmiştir. Bu projelerin ihale
şartnamesine göre, herhangi bir değişikliğin yapılması önlenmişti. Halihazırda
imzalanan bu sözleşmelerde değişiklik yapılmış mıdır? Yapılmışsa, ne gibi
değişiklikler yapılmıştır? Ne karşılığında yapılmıştır? Yine, 3096 sayılı Kanuna
göre yapılan işletme hakkı devir ihalesine göre, Yatağan, Yeniköy, Kemerköy
projeleri ayrı ayrı ihaleye çıkmışken, bir firmanın, üç tesise birden teklif
vererek, daha ucuz elektrik fiyatı vermesi nedeniyle tercih edilmesi, ihalenin
ruhuna uygun mudur? Eğer uygunsa, diğer firmalardan da böyle bir teklif alınmış
mıdır; ki, 3096'ya göre mümkündür? Alınmamış ise, bu firmanın, dönemin etkin
kişi ve makamlarına yakınlığının rolü olmuş mudur? Teşekkür ederim. BAŞKAN - Teşekkür ederim. Sorular için ayırdığımız
süre aşıldı. Şimdi cevapları
bekliyoruz. MURAT SÖKMENOĞLU
(İstanbul) - Sayın Başkan, Enerji Bakanından başlayalım. BAŞKAN - Sayın Enerji
Bakanından başlıyormuşuz. Buyurun Sayın Bakan. ENERJİ VE TABİÎ KAYNAKLAR
BAKANI MUSTAFA CUMHUR ERSÜMER (Çanakkale) - Sayın Başkan, kıymetli üyeler, soru
soran arkadaşlara teşekkür ediyorum. Gerçekten, çok geniş, uzun cevap
gerektiren sorularla karşılaştım. Tabiî, soruların, burada ceaplandırabileceğim
kısmını burada cevaplandıracağım, diğerlerini de yazılı olarak sunacağım. Sayın Başkan Yardımcımız
Reyhanlı Barajıyla ilgili bir soru sordu. Bu baraj, gerçekten, DSİ olarak bizim
de yapmayı düşündüğümüz, planladığımız bir proje, Amik Ovası bakımından önemli
bir proje; ancak, biz, Devlet Planlama Teşkilatına ihale izni için yazı yazdık,
henüz bir cevap alamadık. Bu projenin yüzde 10'unu bize tahsis ederlerse, biz
ihalesini yapmaya hazırız. Yap-işlet-devret tarzında
sulama projelerine pek talip olmuyor; ancak, ikili anlaşmalarla,
hükümetlerarası protokollerle, tamamı kredili, anahtar teslimi yapılması
konusunda, ülkeler arasında imzalanan protokollerden birine teklif edilmesi,
Bakanlar Kuruluna tarafımdan iletilecek. Eğer kabul görürse, bu yöntemle, bu
projenin gerçekleştirilmesi mümkün olur diye düşünüyorum. MURAT SÖKMENOĞLU
(İstanbul) - Teşekkür ederim Sayın Bakan. ENERJİ VE TABİÎ KAYNAKLAR BAKANI MUSTAFA CUMHUR ERSÜMER
(Çanakkale) - Tabiî, özellikle, tarımsal sulama borçları hepimizin merak
konusu. Bu konuyu, özellikle çiftçilerimizin yakinen takip ettiği bir konu
olduğu için dile getirmeye çalışıyorum. Ben, üç yıla yakın bir süredir Enerji
Bakanlığı yapıyorum. Her yıl, Enerji Bakanlığında ve çiftçilerimizde bir
alışkanlık var; bir önceki yılın borçlarını, bir sonraki yılın, genellikle ekim
ayına erteliyoruz. Biz, yıllardır, bu ertelemeyi yaparak bugüne geldik; ancak,
uygulamakta olduğumuz istikrar programı ve KİT'ler arasında imzalanmış olan
protokol nedeniyle, bizim, TEDAŞ Genel Müdürlüğümüzce veya Enerji Bakanlığı
olarak bu ertelemeyi yapabilmemiz söz konusu değil. Şu anda, bendeki rakamlar,
toplam 79 trilyon liradır. Bu 79 trilyon liranın 42 trilyon lirası ana borç ve
37 trilyon lirası da faiz borcudur. TEDAŞ Genel Müdürlüğümüz, bu ertelemeyle
ilgili bir çalışma yapıp Bakanlığa intikal ettirmiştir. 20 Haziran 2001
tarihine kadar ana borcun ödenmesi kaydıyla, burada bir erteleme yapılabilmesi
hususunu bize ilettiler. Ben de konuyu Başbakanlığa ileteceğim. Neticede, eğer
hükümetimiz gerekli görürse, bir Bakanlar Kurulu kararıyla bu borç
ertelemesinin yapılabileceğinin mümkün olduğunu belirtmek istiyorum. TEDAŞ'ın yapmış olduğu
yatırımlar, 2001 yılı itibariyle yüzde 35 artarak, gerçekleşmektedir ve toplam
350 trilyon liralık bir yatırım gerçekleştirmeyi planlıyoruz. Sayın Dayanıklı'nın
belirttiği hususları, biz, elimizden geldiğince, zaten, kamuoyuyla paylaşma
çabası içinde oluyoruz. Diğer belirttiğiniz
hususlarla ilgili yazılı cevap vereceğim; ancak, doğalgaz dağıtımıyla ilgili
kurulmuş bulunan belediye şirketlerinin içyapılarının benim tarafımdan
internette yayınlanması mümkün değil. Çünkü, bu kurulan şirketlerin Enerji
Bakanlığıyla uzaktan yakından hiçbir ilgisi yok ve kurulan hiçbir belediye
şirketine Enerji Bakanlığınca da hiçbir imtiyaz hakkı verilmemiştir; zaten,
verilemez, bizim böyle bir yetkimiz de yok. Kurulmuş bulunan şirketler, bütün
mahallî idarelerin yapması gerektiği gibi, bir anonim şirkete üye olabilmeleri,
ortak olabilmeleriyle ilgili bir yetki alımıdır. Yani, bunlar müracaat
ediyorlar, İçişleri Bakanlığının teklifiyle Bakanlar Kurulundan yetki alıyorlar.
Şu anda hükümetimizde
tartışılan önemli konulardan biridir. Eğer, petrol yasasıyla getirmeye
çalıştığımız liberal ortamı sağlayabilirsek ve petrol denetleme kurulunu
kurabilirsek, neticede, bütün bu işlemler bu kurul tarafından gerçekleştirilecektir.
İki yol vardır önümüzde; ya Enerji Bakanlığı bünyesinde bütün bu müracaatları değerlendirerek,
gerçekten bir yıl sonra doğalgaza kavuşacak, doğalgaz boru hattı önlerinden
geçen illerimizde ve ilçelerimizde bu şirketleri kuracağız ve bu şirketlerle
ilgili bir ihale ortamı hazırlayacağız veyahut da petrol kanununda verilecek
olan yetkiyle BOTAŞ'ın ikiye bölünmesi ve neticede bu sonucun alınması
sağlanacak. O nedenle, benim bu hususta internette yayınlayabileceğim herhangi
bir husus söz konusu değildir. Değindiğiniz diğer
konularla ilgili de, elimdeki bütün bilgileri, gerek Meclisle gerek kamuoyuyla
her zaman, her zeminde paylaşma imkânını zaten araştırıyorum, bu önerinizi
yerine getireceğim, hiçbir endişeniz olmasın. BAŞKAN - Tamamlıyor
musunuz efendim, süremiz doldu. ENERJİ VE TABİÎ KAYNAKLAR
BAKANI MUSTAFA CUMHUR ERSÜMER (Çanakkale) - Doldu mu efendim?.. BAŞKAN - Evet, lütfen,
süratle... ENERJİ VE TABİÎ KAYNAKLAR
BAKANI MUSTAFA CUMHUR ERSÜMER (Çanakkale) - Bir de Bakü-Ceyhan'la ilgili, yine,
genelde merak edildiği için, bir hususu dile getirmeye uğraşacağım. Biz, Enerji
Bakanlığı görevini deruhte ettiğimizden bu yana, hiç, öyle, bizden önceki hükümetlerin
yaptığı gibi, ne Ortaasya projelerini ne de Bakü-Ceyhan projesini, bitti,
bitiyor, şöyle oldu veya böyle oldu manasında, içpolitikada malzeme yapmak
ihtiyacında olmadık, şimdiye kadar yapmadık, bundan sonra da yapmayacağız; ama,
açıkça ifade ediyorum, gerçekten, geçtiğimiz ay Devlet Konukevinde imzalamış
olduğumuz sponsor anlaşması, bu konuda yapılacak son anlaşmadır, başka herhangi
bir anlaşma yapılmasına ihtiyaç yoktur ve yine, şu anda, bu sponsorlar,
belirtilen takvime uygun olarak, temel mühendislik çalışmalarına, arazi
çalışmalarına başlamışlardır. Müteakiben, yine, programa uygun olarak, detay
mühendislik, inşa ve kredi temin çalışmaları da sürdürülecektir. Şu ana kadar bir
gecikme söz konusu değildir. Bundan sonra da bir gecikmenin olmaması için,
Türkiye Cumhuriyeti Devleti olarak, sadece Enerji Bakanlığı olarak değil, bir
yanda Dışişleri Bakanlığımız, bir yanda Türkî cumhuriyetlerden sorumlu Bakanlığımız
ve devletimizin bütün birimleri olarak bir işbirliği, bir fikirbirliği içinde
çalışmalarımızı sürdürüyoruz. Saygılarımla arz ederim. BAŞKAN - Teşekkür
ediyorum Sayın Bakan. Buyurun Sayın Dışişleri
Bakanımız, 5 dakika süreniz var efendim. DIŞİŞLERİ BAKANI İSMAİL
CEM (Kayseri) - Teşekkür ederim Sayın Başkan. Bir iki konuya değineyim
izninizle. Herhalde, bir yanlış izleme olsa gerek; ben, hiçbir zaman, bir iki
yılda Avrupa Birliğine gireceğiz diye bir söz etmedim, hiç böyle bir şey de
düşünmedim. Bu da gerçekdışıdır. Herhalde bir başkasıyla karıştırıldım, onu
bilemiyorum. On yıldır plandan
bahsettiniz, bu, en son Nice zirvesinde... Şimdi, o, zannedildiği kadar önemli
bir olay olmamakla birlikte, yanlış bir iş yaptılar. O tarz bir planın
açıklanmasına da lüzum yoktu. Her ne kadar söyledikleri doğru ise de, yani
"sadece müzakereye başlamış ülkeleri biz bu projeksiyonun içine
aldık" demişlerse de, Avrupa Birliğinin bunun, Türkiye'de olumsuz bir
yankı yapacağını düşünmesi icap ederdi; ancak, şunu söyleyeyim; kendilerinin de
belirttiği gibi, bu, ne oradaki ülkelerin o zaman içinde üye olacağını
gösteriyor, ne de o listede olmayan ülkelerin daha kısa sürede üye olmayacağını
gösteriyor. Yani, bir hesaplama için yapılmış bir liste; fakat, bunu, bu
şekilde çıkarmaları ortaya, yanlıştır, bana göre düşüncesizliktir. Şimdi, Kuzey Irak'taki
politikamız... Bir defa, bizim, Kuzey Irak ve Irak politikamız, Irak'ın
toprağıyla, ülkesiyle, milletiyle bölünmezliği anlayışına dayanır. Bu, bizim,
sadece Irak konusunda değil, bütün uluslararası alanda, Türkiyemizin önde gelen
ilkesi, önde gelen yaklaşımı, uzun yıllardan beri, ülkelerin toprak bütünlüğüne
saygı duymaktır ve bunu bölmeye, böldürtmeye dönük akımlara karşı çıkmaktır.
Dolayısıyla, bir defa, Irak'taki temel politika budur. Bu bağlamda, elbette,
bir yeni devlet oluşumunun, oluşturulmasının, Türkiye, her zaman karşısındadır;
çünkü, bir komşu ülkesinin bölünmesi anlamına gelen oluşumlara, Türkiye, hiçbir
zaman yeşil ışık yakmaz ve bunları özendirmez. Burada, Türkmenlerin
konumuna değindiniz. Türkmenlerin konumu, gerçekten, çok ciddidir. Bana göre,
biz, hâlâ tam yardımcı olamamaktayız Türkmenlere; çünkü, Türkmenler iki yönden
sıkıntı içindedir. Birincisi, kuzeydeki KDP oluşumu, Türkmenlerin hayat alanını
daraltmakta ve baskı uygulamakta, zaman zaman çok ciddî şekilde baskı
uygulamakta; ikincisi, güneyde ise, Irak Devletinin, kendi etkili olduğu
topraklarda, bölgelerde, Türkmenlere karşı, bize göre olumsuzluklar içeren
yaklaşımları olmaktadır. Şimdi, biz, bu her iki konuda da, "ne
yapabiliriz" üzerinde uğraşıyoruz, çalışıyoruz. Türkmenlerin temsilcileri
geldi, ben de kendileriyle uzun uzun konuştum ve izliyoruz olayları. Her iki
konuda da elimizden geleni yapıyoruz. Hatta, sanırım, güneyde, biraz düzelmeye
doğru işaretler var, yeterli olmamakla beraber. Türkiye olarak, biz, bunları
yapıyoruz. Tabiî, burada sorulacak
sual şu: Tamam, iyi, güzel, yapıyoruz da, neden gönlümüzce sonuç alamıyoruz,
neden, tam olarak, hakkıyla sahip çıkamıyoruz? Orada şunu belirtmem lazım.
Maalesef, dışsiyasette, yapabileceğiniz şeylerin belli bir limiti ve belli bir
sınırı oluyor ve onu yapmaya çalışıyorsunuz, onu aşmaya çalışıyorsunuz; ama,
tam da istediğiniz gibi olmayabiliyor. Son olarak, biz,
özellikle, bu Kuzey Irak'la ilgili -sanırım sadece Kuzey Irakla değil, aynı
zamanda Irak'taki, daha güneydeki Türkmenlerin de konumu dahil olmak üzere-
Bakanlığımızda çok ciddî bir çalışma yaptık, neler yapılabileceğini, nasıl daha
fazlasının yapılabileceğini araştırdık. Tabiî, bu konu, sadece dışpolitika
konusu değil, aynı zamanda bunun bir de güvenlik boyutu var. Bunu, sanırım bu
hafta Başbakanımıza sunacağız, onun için, bütün çalışmalarımızı bitirdik.
Önümüzdeki dönemde daha etkili olma beklentisindeyiz. Diğer soruları da,
müsaadenizle yazılı olarak cevaplayacağım efendim. Teşekkür ederim. BAŞKAN - Teşekkür
ediyorum Sayın Bakan. MURAT AKIN (Aksaray) -
Sayın Başkan, Sayın Bakana, pancar üreticilerinin elektrik borçlarının tehir
edilmesiyle ilgili yazılı olarak soru sormuştum... Acaba, Sayın Bakana sorumu
intikal ettirdiniz mi? BAŞKAN - Süremiz doldu,
ona da yazılı olarak cevap versinler, müsaade edersiniz... Sorunuzu intikal
ettirdik. ENERJİ VE TABİÎ KAYNAKLAR
BAKANI MUSTAFA CUMHUR ERSÜMER (Çanakkale) - Sayın Başkan, çiftçi borçlarıyla
ilgili açıklama yaptık zaten. BAŞKAN - Şimdi, sırasıyla
onikinci turda yer alan dört bütçenin bölümlerine geçilmesini ve bölümlerini,
ayrı ayrı okuttuktan sonra oylarınıza sunacağım. Enerji ve Tabiî Kaynaklar
Bakanlığı 2001 malî yılı bütçesinin bölümlerine geçilmesini oylarınıza
sunuyorum: Kabul edenler... Etmeyenler... Kabul edilmiştir. Bölümleri okutuyorum: A) ENERJİ VE TABİÎ KAYNAKLAR BAKANLIĞI 1.- Enerji ve Tabiî Kaynaklar Bakanlığı 2001 Malî Yılı
Bütçesi
BAŞKAN- Kabul edenler...
Etmeyenler... Kabul edilmiştir. Enerji ve Tabiî Kaynaklar
Bakanlığı 2001 malî yılı bütçesinin bölümleri kabul edilmiştir. 2.- Enerji ve Tabiî Kaynaklar Bakanlığı 1999 Malî Yılı
Kesinhesabı BAŞKAN- Enerji ve Tabiî
Kaynaklar Bakanlığı 1999 malî yılı kesinhesabının bölümlerine geçilmesini
oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler... Etmeyenler... Kabul edilmiştir. (A) cetvelinin genel
toplamını okutuyorum : Enerji ve Tabiî Kaynaklar
Bakanlığı 1999 Malî Yılı Kesinhesabı
BAŞKAN- (A) cetvelini
kabul edenler... Etmeyenler... Kabul edilmiştir. Enerji ve Tabiî Kaynaklar
Bakanlığı 1999 malî yılı kesinhesabının bölümleri kabul edilmiştir. Petrol İşleri Genel
Müdürlüğü 2001 malî yılı bütçesinin bölümlerine geçilmesini oylarınıza
sunuyorum: Kabul edenler... Etmeyenler... Kabul edilmiştir. Bölümleri okutuyorum: a) PETROL İŞLERİ GENEL MÜDÜRLÜĞÜ 1.- Petrol İşleri Genel Müdürlüğü 2001 Malî Yılı Bütçesi
BAŞKAN- (A) cetvelini
kabul edenler... Etmeyenler... Kabul edilmiştir. Dışişleri Bakanlığı 1999
malî yılı kesinhesabının bölümleri
kabul edilmiştir. Sayın milletvekilleri,
böylece, görüşmekte olduğumuz 4 bütçe de kabul edilmiş bulunmaktadır;
kurumlarına, ülkemize, hayırlı olmasını diliyorum. Birleşime, saat 18.00'de
tekrar bir araya gelmek üzere, ara veriyorum. Kapanma Saati : 16.05 ÜÇÜNCÜ OTURUM Açılma Saati:
18.00 BAŞKAN:
Başkanvekili Mehmet Vecdi GÖNÜL KÂTİP ÜYELER:
Cahit Savaş YAZICI (İstanbul), Levent MISTIKOĞLU (Hatay) BAŞKAN - Türkiye Büyük Millet Meclisinin 35 inci
Birleşiminin Üçüncü Oturumunu açıyorum. Sayın milletvekilleri, onüçüncü tur görüşmelerine
başlıyoruz. Onüçüncü turda, Tarım ve Köyişleri Bakanlığı, Tarım
Reformu Genel Müdürlüğü, Adalet Bakanlığı ve Yargıtay Başkanlığı bütçeleri yer
almaktadır. III. - KANUN TASARI
VE TEKLİFLERİYLE KOMİSYONLARDAN GELEN DİĞER
İŞLER (Devam) 1.- 2001 Malî Yılı Genel ve Katma Bütçeli
İdareler ve Kuruluşlar Bütçe Kanunu Tasarıları ile 1999 Malî Yılı Genel ve
Katma Bütçeli İdareler ve Kuruluşlar Kesinhesap Kanunu Tasarıları (1/764;
1/765; 1/740, 3/642; 1/741, 3/643) (S.Sayıları: 552, 553, 554, 555) (Devam) C) TARIM VE
KÖYİŞLERİ BAKANLIĞI 1.- Tarım ve
Köyişleri Bakanlığı 2001 Malî Yılı Bütçesi 2.- Tarım ve
Köyişleri Bakanlığı 1999 Malî Yılı
Kesinhesabı a) TARIM
REFORMU GENEL MÜDÜRLÜĞÜ 1.- Tarım Reformu
Genel Müdürlüğü 2001 Malî Yılı Bütçesi 2.- Tarım Reformu
Genel Müdürlüğü 1999 Malî Yılı Kesinhesabı D) ADALET
BAKANLIĞI 1.- Adalet
Bakanlığı 2001 Malî Yılı Bütçesi 2.- Adalet
Bakanlığı 1999 Malî Yılı Kesinhesabı E) YARGITAY
BAŞKANLIĞI 1.- Yargıtay
Başkanlığı 2001 Malî Yılı Bütçesi 2.- Yargıtay
Başkanlığı 1999 Malî Yılı Kesinhesabı BAŞKAN - Komisyon?.. Yerinde. Hükümet?.. Yerini aldı. Bu turda söz alanların isimlerini okumadan evvel, soru
sorma işlemi için "start" düğmesine basıyorum; ona göre,
arkadaşlarımız eşit bir şekilde sisteme girmeye gayret etsinler. ALİ ŞEVKİ EREK (Tokat) - Sayın Başkan, kayıt sıramızı
okur musunuz. BAŞKAN - 8 inci sıradasınız Sayın Erek. ALİ RIZA GÖNÜL (Aydın) - Sayın Başkanım, mevcut durum
itibariyle, 1 inci sıradan 10 uncu sıraya kadar sıralamayı okuyabilir misiniz?! BAŞKAN - Efendim, rahat etmeniz için Divan da öyle
diyor, ben de aynı fikirdeyim ilk 10 kişiyi okuyayım: Sayın Enginyurt, Sayın
Coşkuner, Sayın Aslan, Sayın Şen, Sayın Seven, Sayın Gönül, Sayın Çelebi, Sayın
Erek, Sayın Nesrin Ünal, Sayın Gözlükaya. Bilgilerinize arz olunur. AYŞE NAZLI ILICAK (İstanbul) - Sayın Başkan,
arkadaşımın yerini alabilir miyim? BAŞKAN - Efendim, sisteme girin; sırasını size versin. OSMAN ASLAN (Diyarbakır) - Soru sorma hakkımı, Nazlı
Hanıma devrettim efendim. BAŞKAN - Osman Bey "devrediyorum" diye iki
satır yazı gönderir misiniz; sonra ihtilaf çıkmasın. Sayın milletvekilleri, onüçüncü turda söz alan sayın
milletvekillerinin adlarını arz ediyorum: Önce gruplar adına konuşmalar
yapılacak. Demokratik Sol Parti Grubu adına, Bursa Milletvekili Sayın Orhan
Ocak, İzmir Milletvekili Sayın Burhan Bıçakçıoğlu, Ankara Milletvekili Sayın
Tayfun İçli, İstanbul Milletvekili Sayın Necdet Saruhan; Anavatan Partisi Grubu
adına, Edirne Milletvekili Sayın Evren Bulut, İstanbul Milletvekili Sayın Sühan
Özkan; Doğru Yol Partisi Grubu adına, Erzurum Milletvekili Sayın Zeki Ertugay,
Eskişehir Milletvekili Sayın M. Sadri Yıldırım; Fazilet Partisi Grubu adına,
Elazığ Milletvekili Sayın Latif Öztek, Trabzon Milletvekili Sayın Şeref Malkoç,
İstanbul Milletvekili Sayın Mehmet Ali Şahin; Milliyetçi Hareket Partisi Grubu
adına, Gaziantep Milletvekili Sayın Ali Özdemir, Afyon Milletvekili Sayın
Abdülkadir Akcan, Denizli Milletvekili Sayın Salih Erbeyin, Nevşehir
Milletvekili Sayın İsmail Çevik; şahısları adına, lehinde, Eskişehir
Milletvekili Sayın Mehmet Sadri Yıldırım, Iğdır Milletvekili Sayın Ali Güngör;
aleyhinde, Erzurum Milletvekili Sayın Fahrettin Kukaracı, Aksaray Milletvekili
Sayın Ramazan Toprak, İstanbul Milletvekili Sayın Nevzat Yalçıntaş... Bilginiz veçhile, yalnız bir kişiye lehte ve aleyte söz
vereceğiz. Buyurun sayın başkanım. AYDIN TÜMEN (Ankara) - Sayın Başkan, ilk iki
arkadaşımız 5'er dakika, sonraki iki arkadaşımız ise 10'ar dakika konuşacaklar. BAŞKAN - Hayhay efendim. Gruplar adına ilk söz, Demokratik Sol Parti Grubunun
görüşlerini ifade edecek olan Bursa Milletvekili Sayın Orhan Ocak'a aittir. Buyurun Sayın Ocak. (DSP sıralarından alkışlar) Süreniz 5 dakika. DSP GRUBU ADINA ORHAN OCAK (Bursa) - Sayın Başkan,
sayın milletvekilleri; Tarım ve Köyişleri Bakanlığı bütçesi üzerinde Demokratik
Sol Parti Grubu adına söz aldım; bu vesileyle, Grubum ve şahsım adına, Yüce
Heyetinizi saygıyla selamlıyorum. Gerek geçmişte gerekse günümüzde tarım, insanlığın
vazgeçilmez uğraşı olmuştur, olmaya da devam edecektir. Bütün ülkeler, gıda
sorunları başka ülkelere bağımlı kalmasın diye azamî gayret içerisindedirler. Geçtiğimiz yüzyılda, ülkemizde tarımın gayri safî millî
hâsıladaki payı yüzde 90'lardan yüzde 15'lere düşmüştür. Bu tabloda, gelişen
diğer sektörlerin payı olsa da, tarıma gereken önemin verilmediği ortadadır.
Hayatî önem taşıyan bu sektörün, ülkemizdeki sorunları, maalesef, gelişmiş
ülkelere göre oldukça fazladır. Son yirmi yılda, sektörde kişi başına düşen
millî gelir, diğer sektörlere oranla yüzde 60 daha azalmıştır. Ülkemizde kişi
başına düşen millî gelir 3 400 dolar civarındayken, tarımda 1 430 doları
bulmamaktadır. Gelir dağılımındaki bu dengesizliğin giderilebilmesi için,
tarımdaki sorunların acilen çözülmesi gerekir. Ülke tarımının bugünkü durumuna baktığımızda, ilk göze
çarpan, millî tarım politikamızı oluşturacak tarım yasasının olmayışıdır; yani,
ülkemiz tarımının yeniden yapılanması zorunludur. Bu yapılanma içerisinde yer
alması gereken konular, sırasıyla, ürün planlaması, tarım arazilerinin miras
yoluyla bölünmesinin önlenmesi ve korunması, tarımsal veri tabanının
oluşturulması, kooperatifleşme ve birlikleri teşvik ederek pazarlama
organizasyonunun geliştirilmesi, tarımsanayi entegrasyonunun sağlanması,
tarımsal üretimde hayvancılığın payının artırılması, ürün sigorta sisteminin
oluşturulması gelmektedir. Üretim planlamasında, özellikle, ülkemizde üretim
fazlası sonucu stoklar oluşturan ürünlerin yerine, yağ bitkileri, hayvansal yem
bitkileri gibi alternatif ürünleri yetiştirerek ürün mozaiğinin sağlanması
gerekmektedir. Millî afet politikası içerisinde tarım sigorta
sistemini oluşturarak, doğal afetlerde, kaynak sorunuyla karşılaşmadan ya da
bütçeyi sıkıntıya sokmadan çiftçinin zararının karşılanması gerekmektedir. Bugünkü çalışmalarda adı ne olursa olsun yıllar
öncesinde, Sayın Başbakanımız Bülent Ecevit'in köykent projesi adı altında,
ülke tarımının bütün sorunlarını çözmeye yönelik yaptığı çalışmalar, bir an
önce hayata geçirilerek, bugün tartışma konusu olan tarımda sanayileşme,
kooperatif ve birliklerin oluşturulması, ürün planlaması, girdileri
ucuzlatılmış bilimsel hayvancılığın yapılması ve pazarlama organizasyonunun
kurulması gerekmektedir. Ülkemizde et ve süt ürünleri gibi bazı ürünlerin
fiyatları, dünya piyasalarının üzerindedir. Bu durum, bu ürünlerin
kaçakçılığını gündeme getirdiği gibi, kendi üreticimizi de haksız rekabete
zorlamaktadır. Bunun en büyük sebebi de, girdileri oluşturan kalemlerin arz
talep dengesinin bozuk olmasıdır. Şöyle ki, ülkemizde var olan hayvan sayısına
göre yıllık kaba yem ihtiyacı 40 milyon ton iken, bugünkü şartlarda
üretebildiğimiz ancak 27 milyon tondur. Bu da, yem fiyatlarının aşırı
yükselmesine neden olmaktadır. Sayın Başkan, sayın milletvekilleri; Sayın Bakanımızın
geçen dönem ve bu dönem yaptığı başarılı çalışmalarla bu sorunlara el atılmış
olup, önümüzdeki yıllarda hayvancılığın sorunları da büyük ölçüde aşılmış
olacaktır. Ülkemizde tarım ürünlerinin miktar ve fiyat
belirlemelerinin tek elden yapılmamasının doğurduğu sorunların, yine
Bakanlığımızın önderliğinde oluşturulan Tarım Destekleme ve Yönlendirme Kurulu
tarafından yapılacağı da, tarım açısından önemli bir gelişmedir. Bu gibi verimli çalışmalara olanak sağlayacak olan 2001
yılı bütçesinin ülkemiz tarımına hayırlı ve uğurlu olmasını diler; Grubum ve
şahsım adına, Yüce Heyetinizi saygıyla selamlarım. (DSP, MHP ve ANAP
sıralarından alkışlar) BAŞKAN - Teşekkür ediyorum Sayın Ocak. İkinci söz, İzmir Milletvekili Sayın Burhan
Bıçakçıoğlu'na aittir. Buyurun efendim. (DSP ve MHP sıralarından alkışlar) Süreniz 5 dakika. DSP GRUBU ADINA BURHAN BIÇAKÇIOĞLU (İzmir) - Sayın
Başkan, değerli milletvekilleri; Tarım ve Köyişleri Bakanlığı 2001 yılı bütçesi
hakkında Demokratik Sol Partinin görüşlerini açıklamak için söz almış
bulunuyorum. Konuşmama başlamadan önce, Partim adına, hepinizi saygıyla
selamlıyorum. Tarım, bitkisel ve hayvansal üretimi kapsayan bir
bütündür. Tarım üretimini, bu iki ana üretim dalını birbirinden ayırarak
düşünmek olanaksızdır. Malumlarınız olduğu üzere, tarım sektörü, toplumun
beslenme, giyim, barınma gibi temel ihtiyaç maddelerini yeterli ve nitelikli
olarak sağlamanın yanında, en önemli sorun olan istihdama katkıda bulunmak ve
diğer sektörlere hammadde temin ederek önemli bir görevi yerine getirmektedir.
Cumhuriyetin kuruluşundan günümüze kadar gıda, tarım sektörü, ülkemizin
ekonomik ve sosyal gelişmesinde önemli görevler üstlenmiştir. Yıllardır, ülkemizde, çiftçi ile köylünün aynı olduğu
kabul edilmiş ve temel hata hep bu kavram kargaşası nedeniyle yapılmıştır.
Köylü, kırsal kesimde yaşayan kişidir. Köyde yaşayıp herhangi bir işyerinde
çalışıyor olabileceği gibi, çiftçilik de yapıyor olabilir. Çiftçi ise, meslek
sahibi, tarımsal üretim yapan kişidir; tarımla uğraşarak, bitkisel ve hayvansal
ürün üreten, bütün bu üretim konusunda bilgi ve deneyim sahibi olan kimsedir.
Ülkemizin tarımsal potansiyelini kullanan ve değerlendiren Türk çiftçisi, bunu
etkin bir biçimde yapabilmek için eğitilmeli ve gerekli donanımlara sahip
kılınmalı ve desteklenmelidir. Ülkemiz istatistiklerinden edindiğimiz bilgilere göre,
toplam istihdamın bugün yaklaşık yüzde 45'i, diğer bir ifadeyle 9,6 milyon kişi
tarım sektöründe çalışmaktadır. Halen tarım işletmelerimizin yüzde 67'si 50
dekarın altında, yüzde 85'i 100 dekarın altındadır. Bu küçük işletme ve dağınık
yapı, tarımda teknoloji kullanımını zorlaştırmakta, girdilerden istenilen
verimin alınmasını engellemektedir. Bu durum, çiftçilerin gelirlerini azaltmış,
refah seviyelerini düşürmüş ve köyden kente göçü hızlandırmıştır. Bunun
önlenebilmesi için de, köy-kent uygulaması yaygınlaştırılmalı, küçük işletmeler
ve dağınık yapı verimli hale getirilmelidir. Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; Sayın
Bakanımızın Plan ve Bütçe Komisyonunda yaptığı konuşmasında da ifade ettiği
üzere, tarımda yeniden yapılanma programını takdirle karşılıyor ve
destekliyoruz. Tarımda en önemli sorunlardan biri de, tarımsal
ürünlerin üretiminin yurtiçi ve yurtdışı talep doğrultusunda yönlendirilememiş
olması, uygulanan destekleme politikalarının yönlendiricilikten uzak olmasıdır.
Bunun sonucunda, bazı tarımsal ürünlerimizde talep fazlasına, yani stoka
yönelik Özellikle hayvansal ürünlerde müdahale kuruluşu olarak
görev yapan Süt Endüstrisi Kurumu ve Et ve Balık Kurumu ile hayvancılığa girdi
sağlayan Yem Sanayiinin rehabilite edilmeden özelleştirilmiş olması hayvansal
ürünlerin pazarlanmasında var olan altyapı eksikliğine neden olmuştur.
Hayvancılığımız üzerinde bu özelleştirmenin olumsuz etkileri de görülmüştür. Hayvancılığın ülke ekonomisine yüklediği fonksiyonları
yerine getirebilmesi, ülke et ihtiyacını karşılayabilmesi, sektörün ekonomik
bir işleve kavuşturulabilmesi kaçınılmaz olmuştur. Daha önceki hükümetlerce
bilinçsiz bir şekilde ithal edilen ve dağıtılan sığırlar ülkemize adapte
olamamış ve büyük zararlara uğrayan üreticiler, bu hayvanları kasaplara satmak
zorunda kalmışlardır. Hayvancılığımızı geliştirebilmek için işletme yapıları
iyileştirilmeli, ihtisaslaşmış, modern hayvancılık işletmeleri kurularak
işletme başına düşen hayvan sayısı artırılmalı, yem bitkisi üretebilecek
bölgelerde köy-kent uygulamasıyla organize hayvancılık bölgeleri kurulmalıdır.
Süte uygulanan teşvikte prim miktarının tespitinde arpasüt fiyat paritesi
dikkate alınmalıdır. Kaçak hayvan girişini ve kesimini önlemek için, kesimi
kombine mezbahalara çekmek amacıyla daha önce uygulamaya konulan ve daha sonra
kaldırılan kesim prim uygulaması tekrar başlatılmalıdır. Hayvancılık sektöründe
ekonomide bulunan hayvan yetiştiricisi ve besicisinin ürünlerinin
pazarlanmasında ticaret borsalarına etkinlik kazandırılmalı ve ihtisaslaşmış
ürün borsaları teşvik edilmelidir. Burada sözlerime son verirken, Grubum adına, Tarım ve
Köyişleri Bakanlığı bütçesinin ülkemize hayırlı olmasını diler, hepinize
saygılarımı sunarım. (DSP, MHP ve ANAP sıralarından alkışlar) BAŞKAN - Teşekkür ediyorum Sayın Bıçakçıoğlu. Üçüncü söz, Ankara Milletvekili Sayın Tayfun İçli'ye
ait. (DSP sıralarından alkışlar) Buyurun.Konuşma süreniz 10 dakika. DSP GRUBU ADINA HÜSEYİN TAYFUN İÇLİ (Ankara) - Sayın
Başkan, değerli milletvekilleri; Adalet Bakanlığının 2001 yılı bütçesi
üzerinde, Demokratik Sol Parti Grubunun görüşlerini sunmak üzere söz aldım;
Yüce Meclisi saygıyla selamlıyorum. Adalet Bakanlığı, yargı hizmetlerinin yerine
getirilmesi amacıyla gerekli teşkilatlanmayı gerçekleştirirken, adaletin eşit
ve süratli bir şekilde yerine getirilmesi için de, dünyada ve ülkemizde meydana
gelen gelişmelere uygun mevzuat düzenlemeleri ve değişiklikleri yapmakla
görevlidir. Türkiye Cumhuriyetinin değiştirilemeyecek temel niteliklerinden
biri olan hukuk devleti ilkesinin tam olarak gerçekleştirilmesi, bu görevlerin
zamanında ve etkin bir şekilde yerine getirilmesine bağlıdır. "Gecikmiş adalet, adaletsizliğe yol açar"
ilkesinden hareketle, yargı yetkisini Türk ulusu adına kullanan
mahkemelerimizin adil ve süratli karar vermesi, hak arama özgürlüğü ve adil
yargılanma hakkının en iyi ve kaliteli düzeyde gerçekleşmesi için, hukuk
reformunun, çağdaş gelişmelere ve değişen anlayış ve ihtiyaçlara uygun olarak,
en kısa sürede hayata geçirilmesi gerekmektedir. Değerli milletvekilleri, bir yandan 1926'dan itibaren
ülkemizdeki büyük hukuk devrimini gerçekleştiren temel yasalar, acil olarak,
gelişen ve değişen toplum yapısının ihtiyacına cevap verecek şekilde yeniden
gözden geçirilerek çağcıl bir yapıya kavuşturulmalı, diğer yandan da yargıda
yeni bir yapılanmaya gidilerek, hukuk reformunun yanında yargı reformu da acil
olarak hayata geçirilmelidir. Bu reformları gerçekleştirmenin onurunu, Başbakan
Sayın Bülent Ecevit'in başkanlığında 57 inci hükümet ile Türkiye Büyük Millet
Meclisinin 21 inci Dönem siz değerli milletvekillerinin birlikte taşıyacağına
inanmaktayız. Sayın milletvekilleri, Adalet Bakanlığının teşkilat
kanunuyla üstlendiği görevlerin başında, yasalarda öngörülen mahkemeleri açmak
ve teşkilatlandırmak gelmektedir. Mahkemelerin görevlerini gerektiği gibi
yapabilmesi ise, öncelikle yeterli sayıda yargıç ve cumhuriyet savcısı ile adlî
personelin varlığına bağlıdır. Mevcut yargıç, cumhuriyet savcısı ve diğer yargı
personeli kadrolarıyla, davaların hızlı, etkili ve isabetli bir şekilde çözüme
kavuşturulmasına olanak bulunmamaktadır. Öte yandan, yargıç, cumhuriyet
savcıları ve diğer yargı personelinin idarî, malî ve sosyal haklarının süratle
iyileştirilmesi de gerekmektedir. Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; Demokratik Sol
Parti, yargının her türlü siyasal etki alanının dışında çalışmasını, yargı
mensuplarının Adalet Bakanlığının vesayetinden kurtulmasını, yargı
bağımsızlığının temel koşulu olarak görmektedir. Bu temel koşuldan hareketle,
Hâkimler ve Savcılar Yüksek Kurulunun yapısı ve işleyişi bir an evvel değiştirilmeli,
gerçek anlamda mahkemelerin bağımsızlığı ve yargıç teminatı sağlanmalıdır. Değerli milletvekilleri, iddia, savunma ve yargı
makamları eşit, eşit olduğu kadar da bağımsız olmalıdır. Avukatlık mesleği ve
onun örgütü olan barolar, yürütmenin vesayetinden kurtulmalı, hür, bağımsız ve
de eşit haklara sahip olmalıdır. Bugün, serbest meslek icra eden avukatların
hiçbir sosyal güvenceleri bulunmamaktadır. Sosyal Sigortalar Kurumuna yüksek
düzeyde ödenen primler, düşük emeklilik aylığından başka hiçbir hak
tanımamakta, avukatlar, sağlık ve bunun gibi haklardan yoksun bulunmaktadır. Değerli milletvekilleri, hükümetimiz, memur ve diğer
kamu görevlileri hakkında bazı yasalarda değişiklik yapılmasına dair yetki yasa
tasarısını, Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına sevk etmiştir. Anayasa
Komisyonunda görüşülen, Plan ve Bütçe Komisyonunda görüşülmekte olan bu yetki
yasa tasarısıyla, başta, 657 sayılı Devlet Memurları Yasası, 2802 sayılı
Hâkimler ve Savcılar Yasası olmak üzere, bazı yasalarda, hükümetimiz, kanun
hükmünde kararnamelerle düzenleme yaparak, memurlar ve diğer kamu
görevlilerinin çalışmalarında etkinliği artırmak ve kamu hizmetlerinin düzenli,
süratli, verimli ve ekonomik bir şekilde yürütülmesini temin etmek amacıyla,
memur ve kamu görevlilerinin idarî, malî ve sosyal hakları arasındaki
adaletsizlikleri gidermeyi amaçlamıştır. Kanun hükmünde kararnameyle yapılacak
değişikliklerde, yargıç ve cumhuriyet savcılarının malî ve sosyal haklarında
yapılacak iyileştirmelere paralel olarak, kamu hukukçuları ve kamu
avukatlarının da malî ve sosyal haklarının iyileştirileceğini, yargıç,
cumhuriyet savcısı ve kamu hukukçuları arasında yıllar önce bozulan idarî, malî
ve sosyal haklar dengesinin tekrar eşitleneceğini beklemekteyiz. Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; Türkiye'de,
cezaevlerinin çağdaş, uluslararası normlara ve standartlara uygun hale
getirilmesi ve infaz sisteminin yenilenmesi, ertelenemeyecek bir zorunluluk
haline gelmiştir. İnfaz sisteminin, hükümlülerin topluma kazandırılmasının yanı
sıra, infazın etkinleştirilmesini sağlayacak şekilde yeniden düzenlenmesi
gerekmektedir. Hükümlü ve tutukluların, ceza infaz kurumları ve
tutukevlerindeki hak ve yükümlülükleri belirlenerek, alternatif ceza infaz
yöntemleri geliştirilmelidir. Mevcut ceza infaz kurumlarının çoğunun beklenen
amaçları karşılamaktan uzak bulunması, kamuoyunun gündemini meşgul etmektedir.
Uzun yılların birikimi olan olumsuzlukların giderilerek, cezaevlerinin, eğitim
düzeyi yüksek personelin görev aldığı, uluslararası standartlara uygun duruma
getirilmesi çalışmalarına yoğun bir şekilde devam edilmelidir. Bu arada, infaz
mevzuatının yenilenmesine ilişkin yasal düzenlemeler ve ceza infaz kurumlarında
yeni bir yapılanmayla ilgili çalışmalara da devam olunmalıdır. Ceza infaz
kurumları, dünyanın her tarafında başlı başına bir sorundur. Önemli olan, ceza
infaz kurumlarının insan onuruna yaraşır koşullarda, ama, suç işleyenlerin
topluma yeniden kazandırılmasını sağlayacak biçimde kurulması ve
yönetilmesidir. Bu nedenle, ceza infaz hukuku çağın gereklerine uygun olarak
yeniden ele alınmalı, bu çerçeve içerisinde, bir yandan hükümlü ve tutukluların
ceza infaz kurumlarındaki ve tutukevlerindeki hakları ve yükümlülükleri
belirlenmeli, bir yandan da, cezaların caydırıcılığı mutlaka sağlanmalıdır. Değerli milletvekilleri, Türkiye'de, bu konuda şimdiye
kadar yapılması gerekenler, ne yazık ki yıllardır yapılamamıştır. Cezaevlerinin
bugün karşı karşıya bulunduğu fizikî mekân sorunları, nicelik ve nitelik
bakımından personel yetersizliği sorunları, malî kaynak sorunları ve mevzuat
yetersizliği sorunları vardır. Bunların hepsini aşmak durumundayız ve
aşacağımıza olan inancımız tamdır; ancak, gerek fizikî yetersizliğin
giderilmesi gerek diğer açılardan malî kaynak eksikliğinin ortadan
kaldırılması, Yüce Meclisin bu amaçla Adalet Bakanlığına tahsis edeceği ödeneğe
bağlıdır. Yıllarca süren olumsuzluklar sonucunda, kanayan bir yara haline gelen
cezaevleri sorununun çözümü, öncelikle
infaz hizmetleriyle ilgili her konuda yeterli malî kaynak aktarılmasına bağlıdır.
Gereksinimlerin giderilmesine yönelik cari ve yatırım harcamalarının ödenek
yokluğu nedeniyle zamanında yapılamaması, cezaevleri sorununun her geçen gün
artarak büyümesine neden olmaktadır. Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; kuvvetler
ayrılığı ilkesini benimseyen Anayasamıza göre, üç kuvvetten birini temsil eden
yargının görevlerini eksiksiz yerine getirmesi için yeterli malî Bu duygu ve düşüncelerle, Adalet Bakanlığının 2001 yılı
bütçesinin Bakanlığımıza ve ülkemize hayırlı uğurlu olmasını diler, saygılarımı
sunarım. (DSP ve MHP sıralarından alkışlar) BAŞKAN - Teşekkür ederim Sayın İçli. Demokratik Sol Parti Grubunun son sözcüsü İstanbul
Milletvekili Sayın Necdet Saruhan'dır. Buyurun efendim. (DSP sıralarından alkışlar) Konuşma süreniz 10 dakikadır. DSP GRUBU ADINA NECDET SARUHAN (İstanbul) - Sayın
Başkan, sayın milletvekilleri; Demokratik Sol Parti Meclis Grubunun Yargıtay
bütçesi hakkındaki görüşlerini arz etmek üzere Değerli arkadaşlarım, Anayasamızın 9 uncu maddesinde,
yargı yetkisinin, yargı erkinin, Türk Milleti adına bağımsız mahkemelerce
kullanılacağı yazılıdır. Yine, Anayasamızın Üçüncü Bölümünde, Yargıtay, yüksek
mahkemelerimiz arasında değerlendirilmiş bulunmaktadır. Değerli arkadaşlarım, Yargıtay bütçesi üzerinde
sağlıklı görüşler arz edebilmek için, Yargıtayın kuruluşu, işleyişi, işlevleri,
görevleri, yetkileri ve gereksinimleri konusunda bazı irdelemeler yapmak
gerekir kanısındayım; bu nedenle, derlediğim bazı istatistikî bilgileri ve sair
verileri, Sayın Heyetinize arz etmeyi gerekli görüyorum. Bu arada, bu
bilgileri, bu verileri derlerken bana son derece yardımcı olan Yargıtay Genel
Sekreterimiz Hukuk Doktoru Sayın Uğur İbrahimhakkıoğlu Beye teşekkür etmeyi bir
borç addediyorum. Değerli arkadaşlarım, Yargıtayımız 1868 yılında
İstanbul'da kurulmuş; daha sonra, sırasıyla, Sıvas'ta, Eskişehir'de ve nihayet,
1935 yılından itibaren de Ankara'da faaliyetlerini sürdüregelmiştir.
Yargıtayımız, Anayasamızın 154 üncü ve Yargıtay Yasamızın gerekli maddeleri
uyarınca, 11 ceza dairesinden, 21 hukuk dairesinden müteşekkildir; her dairenin
1 başkanı ve 4 üyesi vardır. Ceza dairelerinin tümü Ceza Genel Kurulunu, yargı
dairelerinin tümü de Hukuk Genel Kurulunu teşekkül ettirirler. Yargıtay, adalet mahkemelerinden, yerel mahkemelerden,
temyiz yoluyla veya tashihi karar yoluyla kendisine gelen dosyaları, önce,
kanuna ve hukuka uygunlukları bakımından, sonra da, ceza davaları açısından
suçun sübutu, hukuk davaları açısından iddianın ispatı yönlerinden tetkik eder
ve inceler, dolayısıyla yükü bir hayli ağırdır. Arkadaşlarım, Türkiye'de, daha 1924 yılına kadar
istinaf mahkemeleri vardı. Bu mahkemeler, yerel mahkemelerle Yargıtay arasında
bir süzgeç görevini görüyordu. Ancak, istinaf mahkemelerinin, Türkiye'deki
adaletin geç tecelli ettiği gerekçesiyle, 1924 yılında kapatılması sonucu,
Yargıtayımızın yükü, daha da bir arttı. Bu nedenle, istinaf mahkemelerinin
behemehal kurulması ve Yargıtayın yükünün azaltılması gerekir. Arkadaşlarım, Yargıtayın asıl görevi, içtihat
üretmektir. Ceza daireleri kendi aralarında, genel kurullarında; hukuk
daireleri de, kendi genel kurullarında içtihatlar üretirler. Bir de, büyük
genel kurulda üretilen içtihatlar vardır. Yargıtayın tevhidi içtihat kararları
ise kanun hükmündedir, özellikle bu sözümün altını çizmek istiyorum; yani,
Yargıtay, dolaylı da olsa, nadir hallerde de olsa, Yasama Organına koşut bir
biçimde kanun yapabilmekte, kanun hükmü üretebilmektedir. Değerli arkadaşlarım, Yargıtayımızın Cumhuriyet
Başsavcılığına gelince: Bu başsavcılık, Anayasa Mahkemesinde, Yargıtay
Cumhuriyet Başsavcısı olarak bulunur, ceza kurullarının duruşmalı işlerinde
görev yapar. Yine, Yargıtay başsavcıları, genel kurul tarafından
tespit edilen, seçilen 5 kişi arasından Cumhurbaşkanınca tercih edilerek
seçilir. Bugün, birkaç saat önce, Yargıtay Başsavcılığına seçilen Değerli arkadaşlarım, 1999 yılında Yargıtaya, ceza
masalarına 152 573 yeni iş gelmiştir. Ceza masaları, kendilerine intikal eden
bu dosyaların büyük bir bölümünü ilgili ceza dairelerine yollamış, ancak 100
000'in üstündeki dosya bir sonraki yıla devredilmiştir. Yine, hukuk dairelerine intikal eden dosya sayısı 245
667'dir. Yargıtay, büyük bir gayretle bunların çoğunu karara bağlamıştır. Yine,
Yargıtay ceza dairelerine ve hukuk
dairelerine gelen dosya
adetleri de 1 500'e yakındır. Takdir edersiniz ki, verdiğim bu rakamlara
göre, bir hukuk veya bir ceza dairesinin, 1 günde asgarî 50 dosyayı karara
bağlaması gerekmektedir. Bu koşullar altında süratli bir yargıdan, etkin bir
yargıdan, hatta, sağlıklı bir yargıdan bahsedebilmeye olanak yoktur. O halde,
Yargıtaya ayrılan bu yılki bütçe ki, bu rakam 8 trilyon 924 milyar 958 milyon
liradır, bu Değerli arkadaşlarım, yine, Yargıtayın teknolojik
çağda, günümüzde, donanımları yönünden, binasının gereksinimleri yönünden bir
hayli paraya ihtiyacı olduğu da sabittir. Değerli arkadaşlarım, halen Plan ve Bütçe
Komisyonumuzda beklemekte olan Yargıtayın kadro isteklerinin bir an evvel
yerine getirilmesinde yargımız yönünden fayda olacaktır. Yine, Devlet Personel Başkanlığındaki kadro tahsisi
işlemlerinin ki, yaklaşık bunlar bir yılda çıkabilmektedir hızlandırılması
gerekir. Aksi takdirde, Yargıtayın boşalan kadrolarında eleman olmadığı için
görevler aksamakta, hele hele atanacak personelin eğitim kadrosu düşükse, işler
iyice çıkmaza girmektedir. Ben, meslek hayatımdan bir örnek vermek istiyorum: Bir
ara duruşmada "muarazanın giderilmesi" tabirini kullanmıştım; zabıt
kâtibi arkadaşım, bunu "münazaranın giderilmesi" diye yazmıştı. Yine,
maalesef, bizim, bana ve Hatay Barosu Başkanı arkadaşıma, İstanbul Barosu
yerine Kadıköy Barosu, Hatay Barosu yerine İskenderun Barosu başlığı altında
tebligat çıkaran adliye kâtiplerimiz vardı. Bunların düzeltilebilmesi için hem
eğitim gereklidir hem de ekonomik güç gereklidir. Değerli arkadaşlarım, dünyamız, çok hızlı bir gelişim,
değişim, küreselleşme ve bilişim sürecinden geçmektedir. Dolayısıyla, bizim
yargı sistemimizin de, özellikle Avrupa Birliğine girmeye hazırlandığımız bu
dönemlerde, yine milletlerarası sözleşmelerin birçoğunun altına taraf olarak
imza attığımız için, hız vermemiz gerekmekte, yargı reformu yapmamız
gerekmektedir. 57 nci hükümetin Programında, Demokratik Sol Partinin seçim
bildirgelerinde ve parti programlarında yapılacak yargı reformunun esasları ve
özü açıklanmaya çalışılmıştır. Bunları çok kısa süre içerisinde anlatmama
olanak yoktur. Sayın arkadaşlarım, yine, Yargıtayda çalışan 102 savcı,
373 tetkik hâkimi, 238 yüksek hâkim ve 841 personelin ekonomik olanakları da
yerinde değildir. Biraz önce Tayfun İçli arkadaşım da söyledi; inşallah, bugün
Anayasa Komisyonundan geçen yetki yasa tasarısıyla bu adaletsizlikler bir an
önce giderilmiş olacaktır. Arkadaşlarım, biraz önce söylediğim gibi,
yargıçlarımızın ve hâkimlerimizin ekonomik durumları iyi değildir. Ancak,
bendeniz, 28 yıllık bir avukat olarak, Türk yargıçlarının, Türk hâkimlerinin,
en kötü ekonomik şartlar altın dahi... (Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı) BAŞKAN - Sayın Saruhan, lütfen toparlayınız. NECDET SARUHAN (Devamla) - Teşekkür ederim efendim. ... geçmişte olduğu gibi, yarınlarda da, kararlarını,
cüzdanlarına göre değil, vicdanlarına göre vereceklerine dair inancım
sonsuzdur, bu kürsüden kendilerine şükranlarını arz ediyorum. Değerli arkadaşlarım, inşallah, ekonomik sorunlarımızı
ulusça el ele vererek bir an önce çözer ve gelecek yıllarda Yüce Türk Milletine
yakışır nitelikte Yargıtay bütçeleri yapma olanağını yakalarız. Beni dinlediğiniz için teşekkür eder, Partim ve şahsım
adına hepinize tekrar saygı ve sevgilerimi sunarım. (DSP, MHP ve ANAP
sıralarından alkışlar) BAŞKAN - Teşekkür ediyorum Sayın Saruhan. Anavatan Partisi Grubu adına, ilk söz, Edirne
Milletvekili Sayın Evren Bulut'a ait. Sayın Bulut, süreyi eşit mi kullanacaksınız? EVREN BULUT (Edirne) - Evet Sayın Başkan. BAŞKAN - 15 dakika süreniz var. Buyurun Sayın Bulut. ANAP GRUBU ADINA EVREN BULUT (Edirne) - Sayın Başkan,
çok değerli milletvekilleri; Anavatan Partisi Grubu adına, Tarım Bakanlığımızın
bütçesi üzerinde söz almış bulunuyorum; şahsım ve Grubum adına, hepinizi
saygıyla selamlıyorum. Tabiî, seneden seneye, gruplarımız, tarımı, burada, 10
dakika, 15 dakika dilleri erdiği kadar konuşuyorlar; fakat, tarım, Türkiye'de
bir bütündür. Bugün, bizim, demokrasi işleyişimizde de Türkiye'nin tarımı,
yalnız Tarım Bakanlığına bağlı değildir. Dünyada olan değişimlerle ve ülkemizdeki alınan
kararlarla, tarım, dokuz senede çok değişikliklere uğramıştır. Birinci mesele,
desteklemeler kaldırılmıştır. Rahmetli Özal'ın zamanında, ekonominin dünyaya
açılmasıyla beraber, Türk tarımı da yeniden bir yapılanmaya geçmiştir. Nedir bunlar;
gübrede destek, sütte destek, yemde destek; hatırladığınız gibi. Bu destekler
bir ara gitti; 1990'dan sonra da, bu desteklerde bazı spekülasyonlar oldu.
Bunlar, tabiî, çiftçiye mal edilip, tekrar başka zemine kaydırıldı; ama, bugün,
o desteklerin de faydası yoktur. Çünkü, Avrupa Birliğiyle Avrupa'ya katılım
ortaklığımız Dünya Bankasıyla anlaşmalarımız, bizi, bazı başka şeylere itti. Ben, burada, Tarım Bakanlığının bütçesi üzerinde önemli
şeylere değiniyorum. Bu hükümetin programında olan tarım sigortası, prim
sistemi ve Türkiye'nin kadastrosu... Bu üç olay... Buradan 200'e yakın kanun
çıkardık; ama, inanıyorum ki, 18 aydır, şunlardan bir tanesini çıkaraydık, hiç
olmazsa, Türk çiftçisine ve Türk Devletine faydalı olacaktı. (DYP sıralarından
alkışlar) MEHMET GÖZLÜKAYA (Denizli) - Çiftçiyi unuttu bunlar... EVREN BULUT (Devamla) - Şimdi, devletimiz, hükümetimiz,
dört tane destekleme üzerinde karar kılmıştır. Bunlardan biri hububat, biri
şekerpancarı, biri çeltiktir; ama, bizim vazgeçemeyeceğimiz temel gıda
maddelerimizden dört tane önemli gıda maddemiz vardır; biri hububat, biri
pirinç, biri ayçiçek yağı, biri de şekerpancarıdır. Ben, burada, sekiz ay evvel bir gündemdışı konuşması
yaparak, devletimiz ihracatı destekleyen kararlar almıştır, bu arada da, Türk
tarımını, tarıma dayalı sanayinin gelişmesi için de, ihraç kayıtlı tarım
ürünleri ithal edilmesini gündeme getirmiştim; ama, gelin görün ki, Türkiye'de
öyle bir ithalat baskını olmuştur ki, hatta, devam etmektedir. Bugün,
Türkiye'ye doğudan canlı hayvan, batıdan kaçak et, hatta, 2000 yılında da,
Bakanlığımızın, Koruma Kontrol Genel Müdürlüğünden verdiği izinlere baktığımız
zaman, Türkiye'de, bize, tarım yapmayın diyorlar. Aklınıza ne gelirse, maruldan
tutun patatese kadar, patlıcana kadar, hatta, kanatlı hayvanların her türünden,
domuz etine kadar Türkiye'ye giriş olmuş. Bunlar, tespitli girişler; ama,
bugün, iki sene evvel 1 milyon ton şeker stoku kalan Türkiye'de, düşünün ki,
kayıtsız giren nebati yağın, ayçiçeğin, pirincin, şekerin haddi hesabı yok. Ne
olmuş; pancarcılık gitmiş. 28 tane şeker fabrikamızı özelleştirmeye açmışız, üç
tanesi o zaman özelleşmiş, sistem tıkanmış, şimdi, pancar ekilmeyecek hale
gelmiş. Bakın, her sene 16 milyon ile 20 milyon ton arasında buğday üretilir
Türkiye'de. Biz, bunların tohumlarını bölgelerimize göre geliştirelim. Hatta,
burada, genel müdürlük mevkiinde bulunan bir arkadaşımızın da yetiştirdiği bir
Trakya buğdayı için Sayın Bakanıma dedik ki, bu, birinci sınıf buğdaydır, buna
102 000 lira verelim; Bakanımız da, Ofise talimat verdiği halde, dinletemedi
herhalde. Trakya'da, yağışların iyiliğinden, verimin iyiliğinden, bu sene 85
000 lira, 90 000 lira olan Trakya buğdayı, bugün, borsalarda 125 000 liradır;
ama, Trakya çiftçisinin cebinden 60 trilyon alınmıştır. Bizim burada
söylediklerimiz yalnız çiftçi içindir. Pancar... Pancara kota koymuşuz. Niye koymuşuz; ithal
şekerden dolayı; 220 dolara şeker ithal etmiş, Türkiye'de 750 dolara satmış,
satmış gibi göstermiş, vergi iadelerini almış; bunları, basında, daima takip ediyoruz.
Şimdi, demişsin ki, Trakya'ya kota koydum; işte, 30 ton
pancar getirirsen, bunun 20 tonu bugünkü fiyattan, 10 tonu da yarı fiyattan...
Ama, bugün, Alpullu veya Adapazarı'ndan ve Konya'dan 100 000 ton pancar
gelmektedir; bunun için 7 000 lira, 10 000 lira, 15 000 lira da nakliye
ödemektedir. Bu devlette, tarımla ilgili genel bir politikamız yoktur. (DYP
sıralarından alkışlar) Şimdi, bakanımız, çıkıyor, geçmişten bazı şeyler
söylüyor, diyor ki: Geçmişte yanlış yapıldı, geçmişte şu yapıldı; onun için,
ben, bu yükü aldım... Ben 8 bakan gördüm, 8 bakana da yardımcı oldum. Bazı
bakanlarımız, bizimle, bölgelerimizin milletvekilleriyle istişare etme
zahmetine katlanmıyor; hatta, komisyonlardan gelen, buradan geçen kanunlar dahi
bizlere sorulmuyor. Patates ayrı bir bölgedir, pirinç ayrı bir bölgedir,
narenciye ayrı bir bölgedir... (DYP sıralarından alkışlar) Bunu niçin
söylüyorum; bu, Türk çiftçisinin menfaatınadır. Bakın, 1998 senesinde, buğday çiftçisinin 232 dolar
geliri vardı, 2000 yılında 153 dolar geliri var. Hani, geçmiş seneler kötüydü?!
Yine ki, ben, o fiyatlardan dolayı Sayın Başbakana ve bakanlarımıza teşekkür
ediyorum Trakya'da 120 000 lira olarak açıklanan ayçiçeği fiyatı, hâlâ, şu anda
135 000 liradır; aradan üç, üçbuçuk sene geçmiştir; ama, tüketicimiz bu yağı 3
katına yiyor. Bakın, ayçiçeğinde, o zaman 372 dolar olan çiftçinin geliri,
bugün 219 dolara inmiş; pancarda aynı, fındıkta daha feci. 1998'de fındık 1 222
dolarken, bugün 514 dolara inmiş. Biz, bunu, şunun bunun kimisi Ticaret Bakanını, kimisi
başka bakanları ilgilendiriyor için söylemiyoruz. Çiftçi bugün zor durumdadır;
bugün çiftçi, cumhuriyet tarihinde ilk defa hapse düşmüştür; cumhuriyet
tarihinde ilk defa, 6 gün hapis yatmaktadır. (DYP sıralarından alkışlar) Bir
de, 1940'lı yıllarda, tekpartili dönemde, babalarımız, 6 lira yol parasını
ödemedi diye hapis yatmıştı; biz, onun için demokrat olmuştuk. Şunu ifade etmek istiyorum: Türk tarımına iyi şeyler
vermek için, biz, Bakanımızın her zaman yanındayız. Tarım kredi kooperatiflerini
Büyük Önder Atatürk kurmuştur, 2 milyon üyesi vardır, bunlar ufak çiftçidir.
Yalnız, tarım kredi kooperatiflerinin, bugün, 1 051 000 üyesi icradadır, 648
trilyon borcu vardır. Bu, patatesçidir geçen sene patates 15 000 liraya
inmiştir fındıkçıdır; güneydoğuludur kurak olmuştur Trakyalıdır. Hatta,
Bakanımın seçim bölgesi olan Sıvas'ta bile, 36 000 çiftçimiz icradadır. Bu
icralarda, çiftçi müteselsil kefildir; yani, eğer, bir kişi borcunu ödemezse,
20 kişiye icra muamelesi yapılmaktadır, 20 kişi borç alamamaktadır, 20 kişi mal
alamamaktadır. Bu tarımsal sulama borçları bugün de geçti ve tarım kredi
kooperatiflerinin borçları mutlaka ertelenmelidir. Bizim, hükümetimize, bu oluşumlar olurken, şahsî
gayretlerimizle yaptığımız çok önemli şeyler var. Hayvan yetiştirici
birliklerini biz kurduk; Edirne, Adapazarı, Bursa, Kırklareli, Tekirdağ,
Burdur... Şimdi 60 ilde Sayın Bakanım bu hafta geldi, gördü ama, bunlara destek
olmuyoruz. Afyon'da halıcıya, Urfa'da inşaatçıya kredi vermemek lazım; bu ufak
birlikleri, 100 x 2 hayvancılığı desteklememiz lazım. Türkiye'de tarımın yeniden entegre olması için, İzmir
Ticaret Odası bir yenilik başlatmıştır. Sayın Bakanımın, Hazineye 8 sent teklif ettiği ayçiçek
primi, maalesef, 5 ve 6 sentte kaldı, bu sene yılbaşında ayçiçek primini 10
sent olarak açıkladığımız zaman, bütün pancar üreticileri -bu Konya'dan,
Çorum'dan, Samsun'dan tutun, 30 ilde ekilmektedir- bunun yerine mutlaka
ayçiçeği almalıdır. Biz ayçiçek ve pirinç ithalatına 1 milyar dolar ödüyoruz.
Biz, bu değişim olduğu zaman Türkiye tarım ürünlerine 50 milyon dolar öderken,
bugün ödediğimiz miktar, 3 milyar dolardır, kaçak gelenler hariçtir. Türkiye tarımdan dışlanmak istenmektedir. Bazı
bürokratlarımızın yanlış tutumlarını gördükçe bundan kuşku duymaktayım; yani,
Türkiye tarımı yabancı tarıma teslim edilmektedir. Bundan 6 ay evvel, 5
partiden, 5 arkadaşımızı Kore'ye çağırdılar. 31 tane gelişmekte olan tarımla
geçinen ülkeler, arada bir hafta süreyle bir araya geldik. Bir gördük ki,
buraya geldik, kime bize demiyor ki, bu tarım komisyonunun başkanı, MHP'lisi,
ANAP'lısı, DYP'lisi, eski bakanı gitmişsiniz, siz orada ne yaptınız... Aynı
Tarım Satış Kooperatifleri Kanunu gibi; 30 senelik bir devri devre dışı
bırakıyoruz, bir gecede, işte IMF istedi, şu istedi, bu istedi, Tarım Satış
Kooperatifleri Kanunu çıktı, ortaklık paylarını zor kurtardık, aynı bu tarım
satış kooperatifleri de... CEMAL ENGİNYURT (Ordu) -Bakan imzalamadı onu sadece... EVREN BULUT (Devamla) - Ben herkese konuşuyorum. (DYP
sıralarından alkışlar) ...iki sene sonra Pankobirlik'in şeker fabrikaları ne
hale gelecekse, Ordu'nun fındıkçısı, Trakya'nın ayçiçekçisi, Ege'nin
zeytincisi... Bugün zeytin üreticisi perişandır; Allah vermemiştir. Ama, bizim,
mutlaka tarımda prim sistemini getirip, burada üç beş tane vurguncuya, üç beş
tane devleti soyana değil, 30 milyon insana bunları aktarmamız lazımdır. Bizim
burada olmamızın amacı da odur. Tarım politikası, bence, partiler üstü yapılmalıdır.
Ben Sayın Bakanımı üç kere Edirne'ye getirdim. Toprak Reformu 9 uncu Bölge
Müdürlüğünü kurdum ben orada; ama, aldılar Bakanımın haberi var mı yok mu en
işlek bölgeden; çünkü, memurlar Edirne'de oturacak. 200 000 dönüm arazi o
bölgede vardı. Yine bu hafta gitti, Hayvan Yetiştirici Birliğini
gördü; ama, bugün, o birlik, bir yerden 8 hayvan sattı, Ziraat Bankası ona
kredi vermiyor. CEMAL ENGİNYURT (Ordu) - Bakanın suçu ne? EVREN BULUT (Devamla) Hayır, Bakanla ilgili
konuşmuyorum; ben, tarımın özeleştirisini yapıyorum. OKTAY VURAL (İzmir) - Kendi eleştirisi... EVREN BULUT (Devamla) - Benim kendi eleştirim. Ama,
unutmayın ki, şurada ziraat odaları kanunu tasarısı, birbuçuk senedir Tarım
Komisyonunda duruyor. Bizi bırakın, tarım satış kooperatifleri, tarım satış
birlikleri, ziraat odaları, çiftçinin kuruluşudur. Devletin bunda 1 lirası
yoktur. Eczacılar birliği olacak, avukatlar birliği olacak, odalar birliği
olacak, TÜSİAD gelecek hükümete direktif verecek... Biz 30 milyon insan, bu memlekette hiçbir zaman daha
çok kazanalım istemiyoruz. Türk çiftçisi, yalnız, geçinmeyi istiyor. (DYP
sıralarından alkışlar) Bugün bunların çocukları polistir, ebedir, orta
sınıftır. İşte ekonominin kaderi de, çiftçinin gelir düzeyindendir. Bugün desteklemelere 200 trilyon para veriliyor, bugün
200 trilyon bütün prim sistemine ve-riliyor. Bugün 200 trilyon nedir? Ama, ben
çiftçiye buradan bunu söylüyorum. 200 000 kişinin başkanlığını yaptım; Afyon'un
Emirdağ'ından, Polatlı'dan Edirne'ye kadar. Çiftçi, kendi örgütlerinde ve kendi
meselelerinde birleşip hakkını aramadığı müddetçe, hiç zannetmesin ki... Çünkü,
biz, milletvekilleri olarak da, bölgelerimizin dertlerini, bazı bakanlara
anlatamıyoruz; bakanlarımız havada... (DYP sıralarından "Bravo"
sesleri, alkışlar) Bu, bizim, hepimizin, boynumuzun borcudur. Kars'ta ne
olduğunu ben bilemem, Adana'da ne olduğunu ben bilemem, Afyon'da ne olduğunu
ben bilemem; tartışılacak yer burasıdır. Türk çiftçisinin, 2001 yılında işte, kuraklık vardır;
Orta Anadolu'da vardır, Trakya'da vardır buğday ekimi iyi olmamıştır; iyi
çıkmamıştır; Zabruskurdu başlamıştır. Bu uzay sistemini yapamıyorsan...
Şuradan, bankolara giderken, eğer, rüzgâr, mayıs aylarında Dikmen kapısından
eserse, 16 milyon ton buğday alırsın; Çankaya'dan eserse, 20 milyon ton
alırsın; artık, biz, bunlara sığınıyoruz. (Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı) BAŞKAN - Sayın Bulut, lütfen toparlayınız. EVREN BULUT (Devamla)
- Bitiriyorum efendim. Bu Bakanlığımızın 317 trilyonluk bütçesinin, zaten, 55
trilyonu yatırımlaradır. Ülkemize ve bölgemize hayırlı olmasını diliyorum. 14
Mayıs çiftçi bayramıdır; inşallah, o zaman görüşeceğiz çiftçinin durumu iyi mi
değil mi. Hepinize saygılar sunuyorum. (ANAP ve DYP sıralarından
alkışlar) BAŞKAN - Teşekkür ediyorum Sayın Bulut. İkinci söz, İstanbul Milletvekili Sayın Sühan Özkan'a
ait. Buyurun Sayın Özkan. Süreniz 15 dakika. ANAP GRUBU ADINA İ. SÜHAN ÖZKAN (İstanbul) - Sayın
Başkan, Yüce Meclisin değerli üyeleri; Adalet Bakanlığı ve Yargıtay Başkanlığı
bütçeleri konusunda, Anavatan Partisi Grubu adına söz almış bulunuyorum; Yüce
Heyetinizi, en derin saygılarımla selamlarım. Adalet hizmetleri, hızlı, etkin, toplumsal barışı
sağlayacak gerçek bir adalet düzenini gerçekleştirmek için, mutlaka, ülkemizin
önündeki en önemli problemlerden biri olarak nazarı itibara alınmalı ve
üzerindeki çalışmalar sürdürülmelidir. Yüce Meclis, acil bir adalet reformunu
ve yeniden yapılanmayı hayata geçirme çabalarını hızlandırarak, gerçekleştirmek
zorundadır. Bu toplumsal zaruret, uzun yıllardan bu yana, siyasetin gündemini
işgal etmesine rağmen, ne yazıktır ki, gerekli çalışmalar henüz
tamamlanamamıştır. Adalet hizmetlerini iyileştirme çalışmaları, Üçüncü Beş
Yıllık Plan çalışmalarında yer almaya başlamış, o günden bu yana, bütün plan
çalışmalarındaki hedefler arasındaki yerini muhafaza etmiştir. Bugün, ne yazık
ki, hukuk ve yargı boyutu yönünden, plan çalışmalarının, temel hedeflere
ulaştığını ileriye sürmek mümkün değildir. Bir önceki plan eki, hukuksal ve kurumsal düzenlemeler
bölümünde, adalet reform projesi kapsamında öngörülen kanunlardaki çalışmalar,
henüz hayata geçirilememiştir. Sekizinci Beş Yıllık Plan, bir uygarlık projesi olup,
bu projenin hukuk boyutu, stratejik olarak, mutlaka öne çıkarılmalıdır. Adalet
hizmetini, alelade bir kamu hizmeti olarak değerlendirmekten vazgeçilmelidir.
Kamusal düzende, bütün kamu hizmetleri önem taşırlar; ama, adalet hizmeti,
toplumsal barışın temeli olması nedeniyle, önceliğe sahip olmalıdır ve
uygarlığın bugün geldiği noktada, en yüksek düzeyde gerçekleştirilmelidir. Ekonomik ve sosyal kalkınma, gerçek bir hukuksal
altyapı olmadan gerçekleştirilemez. Avrupa Birliği gündemindeki, 100 000
sayfayı bulan hukukî metnin, mevzuatımıza uyarlanması gerektiği gerçeği, adalet
hizmetlerimizin, gerek düzenleme gerekse nitelik olarak, nasıl, zor ve acil bir
çalışmaya ihtiyaç gösterdiğini ortaya koymaktadır. Uygarlık ve toplum düzeni, gerçek bir hukuk barışının
üzerinde durur; bunu sağlayan temel organ mahkemelerdir. Hızlı çalışıp,
adaletli sonuçlara daha rahat ulaşmalarını sağlayacak şartları, devlet, en
temel görevlerinden biri olarak, acilen gerçekleştirmelidir; her türlü fizikî
ve maddî imkânları, yetişmiş personel ihtiyacı, çağa uyan bütün donanımları,
norm kadro, iş ve personel sayısındaki çağdaş ölçütleri nazara almalı ve
acilen, kesinlikle tatbikata geçirmelidir. Sayın Başkan, sayın üyeler; adliyemizin, iş yoğunluğu
bakımından sorunları vardır. Mahkemelerimizin bakmaları gereken dosya sayısı,
kendi bakmaları gereken, olması gereken sayının fevkalade fevkindedir. Çok
sayıda ve çeşitli ihtilaf, dava dosyası olarak mahkemelerin önüne gelmekte ve
sadeleştirilmesi, daha seri hale getirilmesi gereken yargılama usulleri
nedeniyle, davalar birikerek, karara varmaları zaman almaktadır. Bu konuda,
Avrupa Konseyi Bakanlar Komitesinin, adaletin işleyişini geliştirici, hukuk
yargılama usulü ilkeleri hakkındaki 5 sayılı tavsiye kararı mutlaka
değerlendirilmelidir. Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesinin 6 ncı maddesiyle
güvence altına alınan adalete başvuru hakkı demokratik toplumun en temel
niteliklerinden birisidir. Yargılama usulünün bazı kuralları modern toplumun
ihtiyaçlarının gerisinde kaldığından adalet hizmetlerinin etkin bir biçimde
gerçekleştirilmesi engellenmektedir. Demokratik bir toplum için gerekli yüksek
düzeydeki adalet icraatını sağlamak, her türlü tedbirleri alarak bunu
gerçekleştirmek devletin en temel görevidir. Avrupa Konseyi Bakanlar Kurulunun
bahse konu tavsiye kararının Hâkimler ve yardımcı personelin, uygun teknik
vasıtalardan yararlanması, bilgisayar kullanımı, veri bankaları, hukukun
çeşitli kaynaklarına çabuklukla başvuru imkânını sağlayacak bilgi işlem
merkezleri mutlaka sağlanmalıdır. Yargının infaz konusunda ciddî sorunları vardır. Fizikî
olarak cezaevleri kadın, çocuk, erkek bugün modern ceza hukukunun öngördüğü
fonksiyonları ifa etmekten tamamen uzağa düşmüşlerdir; mutlaka yeniden
değerlendirilmeli ve düzenlenmelidirler. Yargı, ceza ve infaz kavramları birbirlerinden
ayrılamaz. İnfaz konusundaki mevzuat yetersizliği yargı erkini zedelemektedir.
Ceza ve İnfaz Kurumlarının İdaresine Dair Kanun, 647 sayılı İnfaz Kanunu, ceza
infaz kurumları ve tevkifevlerinin yönetimine dair tüzük ve genelgeler tipik
bir mevzuat dağınıklığı göstermekte ve cezanın sağlıklı bir şekilde infazına
hizmet edememektedirler. Kısaca ifade etmeye çalıştığım, maddî, fizikî
imkânsızlıklar içerisinde Türk hukukuna olağanüstü katkılar sağlayan, adalet
hizmetinin bütün taraflarına, mübaşirinden en yüksek yargıcına, savcılarına,
hakkın takipçisi olan avukatlara, kararların ve içtihatların oluşmasına katkıda
bulunan herkese teşekkürlerimi, minnetlerimi ifade etmeyi bir borç biliyorum. Sayın Başkan, sayın üyeler; çağımızda, uygarlığın bu
safhasında hukuk devleti kavramı muhteva değiştirmiş ve artık sosyal hukuk
devleti kavramı geçerli olmuştur. Devlet, artık, sadece can ve mal güvenliğini sağlamakla
yükümlü olmayıp, hukuk yoluyla toplum yaşamını yeniden yapılandırarak adaletli
bir toplum düzenini sağlamak durumundadır. Hukuk devletinde güvence altına alınan hukuk düzeni,
hukuka tabi bireylerin birbirlerini saldırılarından koruma gücüne sahip olan
bir düzendir. Hukuk devleti, çağımızda, sosyal hukuk devleti vasfını da mutlaka
ihtiva etmek zorundadır. Anayasa Mahkemesi, sosyal hukuk devleti kriterlerini, güçsüzleri
güçlüler karşısında koruyarak gerçek eşitliği, yani sosyal adaleti ve toplumsal
adaleti sağlamakla yükümlü adalet olarak içtihat etmiştir. Sayın Başkan, değerli üyeler; hukuk devleti, kişi temel
hak ve özgürlüklerine, eşitliğe, adalete aykırı düzenlemeler, yasalar yapamaz.
Eğer, yasama tasarrufları bu kurallara aykırı sonuçlar doğurabilecekse, devlet,
hukuk devleti olma vasfını kaybetmeye başlar. O zaman, kanun yapan, ama sadece
kendi yaptığı kanunun devleti olur ki, sosyal bir hukuk devleti olması gereken
devlet, sıradan bir kanun devleti olma yoluna girer. Sayın Başkan, sayın üyeler; yasaların bir özü ve ruhu
vardır. Bir yasanın anlatımı, toplum psikolojisine takdimidir; yani, yasama
etkinliğinin nihai gayesidir, her normun toplumsal amacıdır. İktidar, yasama organı vasıtasıyla toplum içinde
yaşamak durumunda olan bireylerin, vatandaşların sıkıntılarını,
tedirginliklerini ortadan kaldırmaya çalışmakla yükümlüdür. Yasanın hayat
soluğu, özü, ruhu, yasama tasarrufunun kalitesi en önemli ölçüttür. Bu öz ve
ruh, vatandaşın ihtiyaçlarına cevap veren, adalete uygun bir toplum düzenine
ulaşma özlemini ifade eden bir yasa olmalıdır. Adaletli bir toplum düzenine
hizmet eden yasalar, vatandaşların sıkıntılarını giderici, vatandaşların
durumlarını iyileştirici, kargaşa ve düzensizlikleri ortadan kaldırmaya yönelik
yasalar olmalıdır. Toplumun adalet ihtiyacının, son derece kısıtlı bütçe
imkânlarıyla, neredeyse sadece mahkemelerimizin, yargımızın, adalet
teşkilatlarımızın değerli mensuplarının fedakarlığıyla karşılanmaya çalışılması
son derce üzüntü vericidir. Türkiye Cumhuriyeti Devletinde, bütçe imkânları dahil,
hiçbir mazeret, adalet hizmetlerinin eksik icraının nedeni olmamalıdır. Sayın Başkan, değerli üyeler, gündemimizin en önemli
maddelerinden biri olan Af Yasasına ve bu muhtevadaki yasama tasarruflarının
ceza infazına etkisi konusunu gözden geçirmekte fayda mülahaza ediyorum. Yukarıda da ifade etmeye çalıştığım gibi, yargı, ceza
ve infaz kavramları arasında, modern ceza düşüncesinde, çok önemli bir bağ
bulunmaktadır. Bugün, Af Yasası, yargı bağımsızlığını önemli ölçüde
etkilemektedir ve bu yasama tasarrufu, yargı bağımsızlığına ciddî bir müdahale
olmaktadır. Bu Af Yasasının veya af yasası kavramının, af yasası tasarrufunun
kuvvetler ayrılığı prensibinde ortaya koyduğu mahzurlar özellikle şunlardır: Cezaların mutlaka uygulanması gerektiği ilkesi
zedelenmektedir. Cezaların caydırıcı özellikleri ortadan kalkmaktadır. Toplumun adalete olan inancı azalmaktadır. Toplumda eşitlik ilkesi zaafa uğramaktadır. Af tercihi, başlı başına bir eşitsizlik tercihi
olmaktadır. Kuvvetler ayrılığıyla devlet erklerinin eşit ve
bağımsız olmaları ilkesi ihlal edilmektedir. Bağımsız yargının verdiği karar, mahkûmiyet safhasında
ortadan kaldırılmaktadır, hatta yargılanması gereken fiillerin yargıya intikal
etmesi önlenmekte ve yargı bağımsızlığına müdahale edilmektedir. Devletin pozitif ve teorik gelişmesinde en önemli
düşüncelerden biri, toplumun yasama erkine, sadece cezalandırma yetkisini
devrettiğini ileri sürmektedir. Devredilen yetki, cezalandırma yetkisidir. Ceza
teorisinde, cezanın etkisinin, onun ağırlığı ve şiddetiyle ilgili olmayıp,
mutlaka uygulanabilir olmasıyla çok yakın ilgisi vardır, genel kabul bu
yöndedir. Af tasarrufu yetkisi, Anayasamızın 87 nci maddesinde
ifadesini bulan Türkiye Büyük Millet Meclisi yetkileri arasında sayılmıştır.
Türkiye Büyük Millet Meclisine, Anayasa, af yetkisi tanımış; fakat, bu yetkinin
objektif kriterlerini belirlememiştir. 1961 Anayasası 64 üncü maddesiyle, 1924
Anayasası 26 ncı maddesiyle, aynı yetkileri farklı ölçütlerde tanımışlardır. Cumhuriyetin anayasalarının Türkiye Büyük Millet
Meclisine verdiği af yetkisinin şümulü hakkında anayasal anlamda bir gelenek
oluşmamıştır. Türkiye Büyük Millet Meclisi, bu durumu çözmek zorundadır. Af tasarısı, af tasarrufu, iyiniyetle, toplumsal barışa
katkı sağlamak amacıyla yapılmış olmasına rağmen, uzun vadede önemli sakıncalar
doğurmaktadır. Sayın Başkan, değerli üyeler; Yargıtayın, toplumda,
toplumsal adaletin tesisinde çok önemli bir rolü vardır; yurtta, içtihat
birliğini sağlamak için düşünülmüş ve kabul edilmiş bir hukukî denetim yoludur
ve tek mahkemedir. Yargıtayın iş yükünü hafifletmek ve gerçek bir içtihat
mahkemesi olarak görev yapmasını sağlamak için, her şeyden önce, ceza ve usul
hükümlerinde, davaların uzamasına neden olan hükümler üzerinde çalışmak ve bu
hükümleri ayıklamak gerekmektedir. Hak arama özgürlüğünün anayasal özüne dokunmaksızın,
yargı ve Yargıtaya gelecek işlerin kaynağında sınırlanması çalışmaları mutlaka
yapılmalıdır. Bugüne kadar, Yargıtayın, akademik bir içtihat mahkemesi olarak
çalışabilmesi için, istinaf mahkemelerinin gerekip gerekmediği, Yargıtay
başkanlarının gündemindeki yerini korumaktadır. Bazı başkanlar konuya, Yargıtay
incelemesine tabi işlerin azaltılarak, ihtisaslaşması ve adaletin
çabuklaştırılması noktasından bakmaktadırlar; mevcut başkansa, 1966 New York
Medenî ve Siyasal Haklar Sözleşmesi madde 14 gereği üst mahkemeye başvuruyu;
yani, istinafı, bu hakkın tanınmasını ve böylece, Türkiye'de adalet sisteminin,
üst mahkemeleriyle, yargı kolluğuyla, akademisiyle Türkiye'ye yakışan yetkin
bir adlî yargı olmasını temenni etmektedir. 1978-1982 yılları arasındaki Dördüncü Beş Yıllık
Kalkınma Planında, 1973-1977 yılları arasındaki Üçüncü Beş Yıllık Kalkınma
Planında ve bugüne kadar gelen bütün planlarda, adalet hizmetlerinin
iyileştirilmesi konusu gündeme getirilmiştir; bu konularda muhtelif kanun
tasarıları hazırlanmış ve Türkiye Büyük Millet Meclisinin gündemine getirilmeye
çalışılmıştır. 1996-2000 yılları arasındaki Yedinci Beş Yıllık
Kalkınma Planı, aynı amaçlar arasında istinaf konusuna yeniden ve açıkça yer
vermiştir. 2000 yılı programında "ilk derece mahkemeleri ile Yargıtay
arasında, üst ve istinaf mahkemelerinin kurulması sağlanacaktır" kesin
ifadesi kullanılmıştır. Sonuç olarak, istinaf mahkemeleri, kalkınma planları ve
bunlara dayalı yıllık programlarda, olumlu yönde, açıkça yer almaktadırlar. Bu
konuların da mutlaka değerlendirilmesi ve bir neticeye ulaştırılması
gerekmektedir. Geçmiş hükümet dönemlerinde, hükümet programlarında,
yargının hızlı ve yetkin işleyişi konusu programlara alınmıştır; ama, bugün
geldiğimiz noktada, bu konuda öngörülen hedeflere ulaşılmamış olduğunu
görüyoruz. Sayın Başkan, değerli üyeler; bugün, Türkiye Büyük
Millet Meclisi, Anayasayla kendisine ve-rilen yasama yetkisini kullanırken çok
ciddî sorunlar ortaya çıkmaktadır. (Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı) BAŞKAN - Sayın Özkan, lütfen toparlayınız. İ. SÜHAN ÖZKAN (Devamla) - Toparlıyorum Sayın Başkan. Kanunlar, yasama tasarrufları, Anayasa Mahkemesinin
denetiminde ve Cumhurbaşkanının denetiminde sıkıntılara uğramaktadır. Yasama
organının verdiği yetkiye dayanılarak çıkarılan kanun hükmündeki kararnameler,
yine, Anayasa Mahkemesinde ve Cumhurbaşkanının denetiminde çok ciddî hukuksal
anlamda tartışmaya açılmaktadır. Burada yasama organına çok önemli bir görev
düşmektedir. Yasaların toplumsal fonksiyonunu sağlayıcı düzenlemeleri, Türkiye
Büyük Millet Meclisi olarak elbirliğiyle almak zorundayız; elbirliğiyle,
Türkiye Büyük Millet Meclisinin yasama kalitesini yükseltmek zorundayız. Bu düşüncelerle, bu bütçeler Yargıtay Başkanlığına ve
Adalet Bakanlığımız hizmetlerine çok az imkânlar sağlamış olsa da, yine, bu
mesleğin fedakâr insanları tarafından karşılanacağına ve Türk hukukunun yine,
ülkeye toplumsal adalet adına çok önemli katkılar sağlayacağına inanıyor; Yüce
Heyetinizi saygıyla selamlıyorum. (ANAP, DYP ve FP sıralarından alkışlar) BAŞKAN- Teşekkür ediyorum Sayın Özkan. Doğru Yol Partisi Grubu adına, ilk söz, Erzurum
Milletvekili Sayın Zeki Ertugay'a ait. Buyurun Sayın Ertugay. (DYP sıralarından alkışlar) Sayın Ertugay, süreyi eşit mi kullanacaksınız? ZEKİ ERTUGAY (Erzurum) - Evet. BAŞKAN- 15'er dakika. Buyurun. DYP GRUBU ADINA ZEKİ ERTUGAY (Erzurum) - Sayın Başkan,
değerli milletvekilleri; Tarım Bakanlığının 2001 yılı bütçesi üzerinde söz
almış bulunuyorum; sözlerime başlamadan önce, Grubum ve şahsım adına Yüce
Heyetinizi saygıyla selamlarım. Neredeyse, bütçesi tamamen personel harcamalarından
ibaret hale gelmiş olan bir bakanlığın bütçesi üzerinde konuşulacak çok şey
olduğu kanaatinde değilim. Bu nedenle, bu konuşmamda, ülke tarımının bugün
geldiği noktayı ve üreticinin karşı karşıya bulunduğu şartları sizlere arz
etmeye çalışacağım. Daha önce, çok çeşitli vesilelerle Yüce Mecliste yaptığım
konuşmalarda, Türk tarımının dünden bugüne kadar içinde bulunduğu makro ve
mikro sorunları, yeniden yapılanma ihtiyacını ve kısa ve uzun vadede alınması
gereken tedbirleri arz etmiştim. Ancak, daha önce, müsaadenizle, konuşmama geçmeden
önce, geçtiğimiz günlerde Sayın Tarım Bakanının Yüce Mecliste yaptığı bir
konuşmaya bir atıfta, hatta bir tarizde bulunmak istiyorum. Sayın Bakan
6.12.2000 tarihinde bu Mecliste yaptığı konuşmada aynen şöyle diyor:
"Şimdi, sormak lazım: 1938, yüce kurtarıcının vefatından sonra, 1938-1950
yılları arasında tarımda hangi politika oluşturulmuştur; üretim için ne
yapılmıştır, çiftçi için ne yapılmıştır; onu buraya getirmek lazım." Sonra
da, 1960-1970 arasında, 1970-1980 arasında, 1980-1990 arasında ve nihayet
geliyor, 1990 ile 1999 Mayıs 28'i arasındaki dönemde hiçbir şey yapılmadığını
ifade ediyor. Bu suretle, Sayın Bakan, Türk tarımını değerlendirirken milat
olarak, hükümetin güvenoyu aldığı, kurulduğu, 28 Mayıs 1999'u alıyor, daha
önceki dönemleri, âdeta, yok sayıyor; ancak, başlangıcı da, cumhuriyeti değil
de, Ulu Önder Mustafa Kemal Atatürk'ün ölüm yılı olan 1938'i alıyor, 1938
yılından, kendilerinin göreve geldiği döneme kadar, hiçbir şeyin yapılmadığını,
âdeta,ifade ediyor. Sayın Bakana teşekkür ediyorum, hiç olmazsa, Mustafa
Kemal Atatürk'ün, hak ve hukuku açısından adaletli davranmış. Aslında, Sayın
Bakan, cumhuriyetin kuruluşundan kendisine kadar olan dönemde hiçbir şey
yapılmamıştır diyecekti de, herhalde, Atatürkçülüğüne halel gelir diye, böyle
düşündü. (DYP sıralarından alkışlar) Değerli milletvekilleri, cumhuriyetten bugüne kadar
Türk tarımına hizmet veren, Aydın Ovasındaki çiftçiden Erzurum'daki besiciye
kadar, en aşağı birimde çalışan Tarım Bakanlığı personelinden en üstteki ziraat
mühendisine ve bakanına kadar hizmeti geçenlere şükranlarımı sunu-yorum. Sayın
Bakan yok saysa da, rahmete kavuşmuş Nedim Ökten'i, Bahri Dağdaş'ı şükranla
anıyorum. (DYP sıralarından alkışlar) Sayın Sebahattin Özbek'e, Hüsnü Doğan'a
ve ismini sayamadığım diğer başarılı bakanlara ve bu bakanlara katkı sağlayan
tüm tarım camiasına şükran duygularımı iletiyor; yaşayanlara sıhhat, vefat
edenlere rahmet diliyorum. Sayın milletvekilleri, Türk tarımındaki yapısal
bozuklukları, zorlukları, ihmalleri, bir meslek mensubu olarak, bu Yüce
Mecliste en çok dile getiren arkadaşlarınızdan biriyim; ancak, düne, bu kadar
haksızlık etmeye kimsenin hakkı yoktur zannediyorum. Bugün, tarımda gelinen
noktanın çiftçinin hayat standardının vardığı noktanın dünden çok kötü olduğunu
Yüce Meclisiniz çok iyi bilmektedir. (DYP sıralarından alkışlar) Tarımın dünden bugüne kadar süregelmiş birçok sorunu
olmasına rağmen, özellikle, 1950'lerden sonra bu kesimde küçümsenemeyecek
gelişmeler, düzenlemeler ve iyileştirmelerin yapıldığı da malumunuzdur. Birçok
alanda olduğu gibi bu alanda da elde edilmiş birçok başarının altında, ülkenin
40 yılına damgasını vurmuş siyasî iradenin, Demokrat Partiden Doğru Yol
Partisine uzanan misyonunun imzası vardır. (DYP sıralarından alkışlar) Cumhuriyetin başlangıcında 10 milyona bakamayan
Türkiye, bugün 70 milyonu beslemektedir. İşlenmiş tarım ürünleriyle birlikte,
ihracatı 5 milyar doların üzerindedir. 1950'lerde 1 000 hektara 1 olan traktör
sayısı, tam 33 misli artmış ve bugün 1 milyona ulaşmıştır. 1925'lerde 1 milyon
ton olan buğday üretimi, 1990'lı yıllarda 20 milyon tonlara ulaşmıştır.
1960'larda 100 000 ton olan gübre tüketimi 6 milyon tona çıkmıştır. 1950'lerde
70 000 - 80 000 hektar olan sulanabilir alan, bugün GAP'la birlikte 6 milyon
hektara yükselmiştir. Bu rakamları elbette ki çoğaltmak mümkün; vaktim sınırlı
olduğu için bunları geçiyorum. Ancak, cumhuriyet hükümetlerinin ve bu siyasî
iradelerin en büyük tercihleri de, hiç şüpheniz olmasın ki, bugün dünyanın
gıptayla seyrettiği ve 35 milyar dolar harcanarak gerçekleştirilen GAP
harikasıdır. En önemlisi, bugün var mı yok mu belli olmayan demokrasiyle Türk
çiftçisi tanıştırılmış ve onun nimetlerinden istifade ettirilmiştir. Geçmişi
sürekli kötüleyerek başarı sağlandığı hiç görülmemiştir. (DYP sıralarından
alkışlar) Sayın milletvekilleri, yine Yüce Mecliste çeşitli
vesilelerle yaptığım konuşmalarda, Türkiye tarımında işgücü fazlalığına, çok
parçalı ve uygun olmayan arazi yapısına, küçük ve dağınık işletme sayısının
fazlalığına dikkatleri çekerek ve tarım kesimine hizmet götürmenin zorluğuna da
işaret ederek, tarımda yeniden yapılanmanın şart olduğunu ifade etmiştim. Bugün
gelinen noktadaysa, bırakınız tarımda yeniden yapılanmayı, reform yapmayı,
çiftçinin hayat standardını yükseltmeyi; mevcut durum korunamayıp daha da geri
götürülerek, tarım hem yok edilmiştir hem de çiftçi pe-rişan edilmiştir. Hani
"iki iyilikten biri" derler ya, aynen böyle; bugün tarım ihya
edilememiştir; ama, imha edilmiştir. (DYP sıralarından alkışlar) Sayın milletvekilleri, Tarım Bakanlığının
sorumluluğunda olmasa bile, tarımın ve çiftçinin içinde bulunduğu duruma önemli
bir örnek olması bakımından ifade ediyorum; bakınız, üç yıldan beri uygulanan
kota ve düşük fiyat politikası sonucu, 20 milyon ton civarında olan
şekerpancarı üretimimiz 10 milyon tona düşmüş, önümüzdeki yıl da 6 milyon tona
indirilmektedir. "Şeker üretimi fazla, şeker fazla" denilebilir,
bunun çok çeşitli izahları var; ama, Türkiye pancar tarımından vazgeçemez.
Böylece, pancar konusunda, hatta modern ve entansif tarım konusunda
ihtisaslaşmış Türk çiftçisi tarımdan tasfiye edilmektedir. Nasıl mı; bir
taraftan pancar üretimine kota konularak, şeker üretimi frenlenmeye çalışılırken,
diğer taraftan, özel izin ve imtiyazlar sağlanarak sunî şeker üretimi teşvik
edilmektedir. Üzülerek belirtmek istiyorum ki, Türkiye'nin pancar
üretimi, yabancı sermayenin sunî şeke-rine peşkeş çekilmiştir. Türkiye'de
kurulan 3 sunî şeker, sunî tatlandırıcı fabrikasının, izoglikoz üreten
fabrikanın toplam kapasitesi ve üretimi 500 000 ton civarındadır. Avrupa'da, bu
fabrikalarda, kota dahilinde üretimine izin verilen izoglikoz, Fransa'da 5
milyon ton şeker üretimi vardır, ancak 15 000 tonla sunî tatlandırıcı üretimi
sınırlıdır. Halbuki, Türkiye'de 2 milyon ton şekerpancarı şekeri üretimi vardır
ve 500 000 ton miktara müsaade edilmektedir. Bununla ilgili olarak, bunun pancar üretimine, çiftçiye
bir ihanet olduğunu; çünkü, izogli-kozun, sunî tatlandırıcının bir virüs
olduğunu düşünüyorum; girdiği her yerde pancar ziraatını bitirdiğini
düşünüyorum; ayrıca, halkın sağlığını tehdit ettiği de cabası. (DYP
sıralarından alkışlar) Bugün, maalesef, Türkiye'de tarımın ve tarımda
çalışanların kaderi, IMF direktifleri doğrultusunda tayin edilmektedir. IMF
şart koşuyor, pancar ziraatı bitiriliyor; IMF söylüyor, TMO devre dışı
bırakılıyor, tarım bitiriliyor. Görünün köy kılavuz istemez, bu suretle
verimliliği ve üretim yüzdesi yüksek olan Avrupa ülkeleri ve Amerika'ya,
Türkiye'de pazar açılıyor; çünkü, bu ülkelerin tahıl stokları vardır, tereyağı,
peynir dağları vardır, süt gölleri vardır; bunlara pazar lazım. Sonuçta, 57 nci hükümetin günü kurtarma hesabı pahasına
ülkenin geleceği ipotek altına alınıyor, çiftçi, üretici tasfiye oluyor. Cumhuriyet tarihinin hiçbir döneminde hayvan yemi olan
samanın fiyatı, insan gıdası olan bağdayın fiyatının üzerine çıkmamıştır.
Köylü, buğdayını samana katarak hayvana yedirmektedir; çünkü, tek varlığı,
elindeki bir deri bir kemik kalan hayvanıdır, o kalmıştır. 93 000 liraya
buğdayını satan Erzurumlu üretici, hayvanına yedirmek için 100 000 liraya
dışarıdan saman getirmektedir. Son yıllarda uygulanan yanlış politikalar sonucu,
hayvancılık can çekişir duruma getirilmiş ve bir taraftan, Türkiye'de, önemli
bir kırmızı et açığı varken, diğer taraftan hayvancı hayvanını satamıyor. Ciddî
bir fiyat ve pazarlama problemi var, bu problem had safhada. Bakınız,
Türkiye'de, yıllık et üretimi 550 000 ton, et tüketimi 1 250 000 ton; 700 000
ton açık var; ithalat yasak. Peki, bu hükümet, bu açığı bilmiyor mu; elbette biliyor.
Bu kadar açığı olan bir ülkeye, kaçak bufalo eti de girer, at eti de girer.
Marifet birkaç yüz kilogram kaçak eti yakalamak değil, marifet, geçmişte olduğu
gibi, başarılı projeler uygulayarak et üretimini artırmak; daha önemlisi, kaçak
et girişini önlemektir. Burada, yeri gelmişken, bir ikazda bulunmak istiyorum.
Kaçak et getirip satanların, bütün kamuoyuna teşhir edilmesini istiyorum;
çünkü, bugün, Türkiye'deki namuslu sanayici şaibe altındadır. Bu ülkede süt sığırcılığına, et sığırcılığına ait tek
bir proje, son üç yıldan beri uygulanamamıştır. Bıkarınız köylüye düşük faizli
hayvancılık kredisi vermeyi, yeni projeleri devreye sokmayı, alınteriyle
yetiştirdiği hayvanını, tertemiz etini satmaktan aciz duruma düşürülmüştür Türk köylüsü. MEHMET GÖZLÜKAYA (Denizli) - Hayvancılar batırıldı! ZEKİ ERTUGAY (Devamla) - Bir başka husus, Türkiye'de
olmayan bir hastalık yüzünden, Türk çiftçisi ve sanayicisi, sektörel bir kriz
yaşamaktadır. Bu krizin sebebi, hükümetin beceriksizliğidir. Oysa, Türkiye, Avrupa'da
var olan ve bizde hiç olmayan bu hastalığı fırsat bilerek, tarımı için bir
avantaj, üretimi için bir avantaj
olarak kullanabilirdi. Bugün, çiftçinin yarısı, evet yarısı sayın
milletvekilleri, geçmiş yıl borçlarından dolayı mahkemeliktir, icralıktır.
Batık bankaların götürdüğü milyarlarca doları karşılamaya çabalayan hükümet,
çiftçi borçlarının ertelenmesi konusunda kılını bile kıpırdatmamaktadır.
Hükümetin af yasasını çıkarmadaki ısrarının önemli sebeplerinden biri de,
herhalde, hapishaneleri boşaltarak, köylüye yer açmak olmalı. (DYP sıralarından
alkışlar) Bugün gelinen noktada, 57 nci hükümetin siyasî tercihi
olarak, tarımsal destekler tamamen kaldırılmıştır; artık, çiftçiye kredi
desteği yoktur, girdi desteği yoktur, tabanfiyat desteği yoktur. Sadece, yeni
bir pilot uygulamadan bahsediliyor; dönüm başı 5 dolar, 20 dönüme kadar; yani,
çiftçi başına, toplam -daha pilot uygulama olarak- 100 dolar. Dünyanın hiçbir
yerinde, hele gelişmiş ülkelerde, böyle bir verimsiz destekleme modeli yoktur.
Bu, üretimi teşvik değil, üretimi önleyen bir modeldir; direkt destek bu
değildir; ürün bazında, üretim bazında yapılan destektir. Türk çiftçisi de,
ayrıca, sadaka değil, alınterinin hakkının verilmesini istemektedir. (DYP
sıralarından alkışlar) Bakın, sayın milletvekilleri, tarım, çok riskli ve
meşakkatli bir iş olduğu kadar, stratejik önemi, insanlık açısından
vazgeçilmezliği yüksek olan bir sektördür. Bunun içindir ki, başta sanayileşmiş
ülkeler, çok ciddî rakamlarla, 350 milyonluk Avrupa Birliği ailesi, 15 milyonluk
tarım nüfusuna 50 milyar ECU'lük destek sağlamaktadır. Çiftçiye iyi veya kötü
kredi desteği veren bir Ziraat Bankamız vardı; o da özelleştirildi. Peki,
bundan sonra, bu üreticiye krediyi kim verecek? Sayın milletvekilleri, çiftçinin, gayri safî millî
hâsıladan 1998'de aldığı 500 dolar, 1999'da 300 dolara, 2000'de 153 dolara
düşmüştür. Bu rakam açlık sınırının altıdır. 2001 yılında çiftçi yoktur. Artık,
çiftçilerimiz üzülmesin; çünkü, tarım diye bir dertleri olmayacaktır! Türkiye
tarımdan vazgeçiyor!.. Diyeceksiniz ki, bütün bunlar, son birbuçuk yılda mı
oldu? Türk tarımı son birbuçuk yılda mı bu duruma geldi? Evet, bütün problemler
bugünün problemleri değil; ama, bugün, Türk tarımına ve Türk çiftçisine vurulan
darbe, hiçbir dönemde vurulmadı. (DYP sıralarından alkışlar) Siz, yüzde 25
enflasyonu hedefleyeceksiniz; üreticinin ürününe, bu oranı aşmayan fiyat
vereceksiniz; ama, gübresi yüzde 80, mazotu yüzde 100, ekmeği yüzde 100
artacak; kredi vermeyeceksiniz, verdiğinize de tüketici faizlerinin üzerinde
faiz uygulayacaksınız. Üreticiyi, verimi çok yüksek, maliyeti düşük Avrupa
Birliği ülkeleriyle, dünya fiyatlarıyla rekabete zorlayacaksınız; gücünüz
yettiği ve musluk elinizde olduğu için, memura işçiye verdiğinizi yüzde 10'la,
çiftçiye verdiğinizi yüzde 25'le sınırlayacaksınız. İşte, tarım ve çiftçi böyle
bitti sayın milletvekilleri. Bu ağır ekonomik faturanın, gücü olanın sırtına
vurulması yerine, çiftçinin sırtına vurulması, seksen yıllık çiftçinin
birikimini ve kazanımını yok etti. Durum, bundan başka türlü açıklanamaz diye
düşünüyorum. Sayın milletvekilleri, Türkiye'de, köylünün ve tarım
kesiminin uğradığı haksızlığı, Sayın Cumhurbaşkanı, tarafsız bir insan olarak,
aynen şöyle ifade ediyor: "Son bir yıl boyunca, çiftçilerin sattığı
ürünlerin bedeli, yıllık enflasyon oranının yüzde 20-25 altında kalmaktadır.
Çiftçilerin geliri enflasyona yenik düşmektedir. Çiftçilerin satın aldığı
akaryakıt, gübre gibi kimi girdilerin fiyat artışları da, ortalama enflasyonun
çok üzerindedir. Ek olarak, birçok ürünün bedeli zamanında ödenememekte,
çiftçiler, geç ödeme nedeniyle ağır kayba uğramaktadırlar." Bu
değerlendirme ve tespitler bana ait değil, Sayın Cumhurbaşkanına aittir. İşte rakamlar, işte buğday fiyatı; biraz önce
açıkladım, teferruatına girmiyorum. Türk çiftçisi bunu hak etmedi. Böyle bir
ülkede, yarın, ihtiyacınız olduğu zaman, bu zor işle iştigal edecek insan
bulunamayacaktır. 57 nci hükümetin başlangıçta attığı önemli bir adım
vardı, alkışladık ve bu Yüce Mecliste destek verdik. Sayın Bakan, göreve gelir
gelmez kolları sıvadı, derhal ortaya bir tarımsal reform ve tarımda yeniden
yapılanma programı koydu; umutlandık ve destek verdik. Tarım hizmetlerinin
düzenlenmesi hakkında kanun tasarıları hazırlandı. Şimdi soruyorum, birbuçuk
yıldır yapılan bu çalışmalar nerede, kanun tasarıları nerede?!. (Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı) BAŞKAN - Sayın Ertugay, lütfen toparlayınız. ZEKİ ERTUGAY (Devamla) - Teşekkür ederim. Tarımsal Destekleme ve Garanti Fonu nerede? Tarım
sayımı için neler yapıldı? Hiçbir şey yok, tasarı da yok, sadece lafı var.
Bırakın tarımda yeni bir program ortaya koymayı ve yeniden yapılanmayı, bu
Mecliste geçtiğimiz dönem tarıma ait ciddî bir yasa görüşmedik; bunların
içerisinde Hayvan Islahı Kanun Tasarısı da bulunmaktadır. Sayın milletvekilleri, gelinen noktada bu kötü tablonun
sorumlusu olarak, asla, tek başına, Sayın Bakanı suçlamıyorum; zira, bu
hükümette tarıma ait kararları Tarım Bakanı vermiyor, hükümetin Hazine kanadı,
IMF ve Mr. Cottarelli veriyor! (DYP sıralarından alkışlar) Bunu, yüreğim
sızlayarak ifade ediyorum. Elbette, bütün cumhuriyet hükümetleri dönemlerinde
IMF'yle anlaşmalar yapılmıştır; ama, bu kadar keskin virajların alındığı, bu
kadar acı reçetelerin uygulandığı, bu kadar teslimiyet içerisinde olunduğu
hiçbir dönem yaşanmamıştır. (DYP sıralarından MEHMET GÖZLÜKAYA (Denizli) - Hükümette inisiyatif
kullanma diye bir şey yok ki! ZEKİ ERTUGAY (Devamla) - Sayın milletvekilleri, 2001
yılı bütçesini görüşürken, tarım, 2000'li yılların en stratejik sektörüdür;
bunu hatırlatıyorum. Bu yüzyılda tarımsal üretim bakımından dışa bağımlı
olmamak, gıda maddeleri ihracatçısı olmak, çok önemli bir üstünlüktür. Bu
nedenle, Allah'ın bir lütfu olarak altın bir coğrafyada yer alan Türkiye'de,
tarıma öncelik vermek, her türlü siyasî düşüncenin ötesinde, reel politik bir
mecburiyettir. Geleceğimiz için, ülkemiz için bunu yapmak zorundayız. 2001 yılı bütçesinin, ülkemiz için, tarımımız için
hayırlı olması temennisiyle, Türk tarımına hizmet etmiş bütün tarım camiasını, tekrar, şükranlarımla anıyorum ve
yüce milletimizin yaklaşan Ramazan Bayramını ve yeni yıllarını tebrik ediyor;
Yüce Heyetinizi saygılarımla selamlıyorum. (DYP ve FP sıralarından alkışlar) BAŞKAN - Teşekkür ediyorum Sayın Ertugay. İkinci söz, Eskişehir Milletvekili Sayın Sadri
Yıldırım'a ait; buyurun efendim. (DYP sıralarından alkışlar) Süreniz 15 dakikadır. DYP GRUBU ADINA MEHMET SADRİ YILDIRIM (Eskişehir) -
Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; Adalet Bakanlığı ve Yargıtay Başkanlığı
bütçeleri üzerinde Doğru Yol Partisi Grubu adına söz almış bulunuyorum; bu
vesileyle, Yüce Heyetinizi ve televizyonları başında Meclisi takip eden aziz
milletimizi engin saygılarımla selamlıyorum. Değerli milletvekilleri, devletin varlık sebebi
adalettir. Adalet, devletin meşruiyet temelidir. Ancak adil bir devlet,
insanlık onuruna, çağdaş insanî
değerlere saygılı bir düzeni gerçekleştirebilir. Adalet, ancak demokratik hukuk
devletiyle mümkündür. Adalet, toplumsal barışın güvencesidir. Kamusal alanda,
adalet ve hakkaniyet hakimse, toplumsal barış sağlam temellere oturuyor de- Değerli milletvekilleri, Anayasamızın 2 nci maddesinde
belirtildiği gibi, Türkiye Cumhuriyeti bir hukuk devletidir. Sistem olarak da
kuvvetler ayrılığı esası kabul edilmiştir. Egemenlik, mutlak surette,
milletindir. Millet adına, yasama, yürütme ve yargı yetkisini kullanan organlar
arasında bir üstünlük sıralaması yoktur. Yetki ve görevlerin kullanılmasında
çağdaş bir işbölümü ve işbirliği vardır. Üstünlük, sadece anayasa ve kanunlarda
mevcuttur. Yargı gücü, devletin egemenlik haklarındandır. Hakkın, hukukun,
adaletin sağlanması ise, devletin temel görevlerindendir. Ehemmiyetini arza çalıştığım adaletin ülkede hâkim
olabilmesi için, evvela, yargı bağımsızlığının ve yargıç güvencesinin teminatı
şarttır. Yargının, etkin, objektif, doğru ve hızlı çalışabilmesi için de,
sorunlarından arındırılması lazımdır. Anayasamıza göre mahkemeler bağımsızdır. Ülkemizin
imzaladığı uluslararası sözleşmelerde de, mahkemelerin bağımsız olması gereği
vurgulanmaktadır; ancak, bir mahkeme için "bağımsızdır" demekle,
bağımsızlık sağlanamaz. Bağımsızlığı sağlayacak temel ilkelerin, yasa hükmü
haline getirilmesi gereklidir. Bunun için de, en azından şu koşulların
sağlanması gerekir: Adalet Bakanı ile Bakanlık Müsteşarı, Hâkimler ve
Savcılar Yüksek Kurulunda üye olarak yer almamalıdır. Hâkimler ve Savcılar
Yüksek Kurulunun kendi personel müdürlüğü ve teftiş kurulu başkanlığı
kurulmalı, bu görevleri Adalet Bakanlığının yerine getirmesi usulünden
vazgeçilmelidir. Günümüzde, tüm uygar ülkelerde kabul edilen ilkeye
göre, avukatların ve baroların bağımsız olmadığı bir ülkede, yargı, bağımsız
olarak kabul edilemez. Bu nedenle, barolar ve Türkiye Barolar Birliği
üzerindeki Adalet Bakanlığı vesayeti de kaldırılmalıdır. Yeni avukatlık yasa
tasarısında, bu konuda, kısmen de olsa, yapılması düşünülen sınırlı vesayet
yetkisini olumlu bir adım olarak görü-yoruz. Adalet Bakanlığının, yeterli malî olanaklara
kavuşturulması gereklidir. Bina, araç ve gereç ihtiyaçları, çağdaş düzeyde
karşılanmalıdır. Pul yokluğu, keşif gideri ve tutuklu sanıkların sevkinin
malî yokluklar nedeniyle karşılanmaması,
adliyeye müracaatla hak arayan vatandaşlarımızı mağdur etmektedir. Bu da,
yargının yerini, yasadışı örgütlerin almasına neden olmaktadır. Mahkemelerimiz, çok yoğun bir iş yükü altında
çalışmaktadırlar. Bu iş yükü de, sonuçta, hem davaların uzamasına neden olmakta
hem de yargıçların dosya inceleme için yeterli zaman bulamamaları nedeniyle
adlî hatalar artmaktadır. Bu sakıncaları önlemek için, yeni kadrolar alınarak,
yeni mahkemelerin kurulması ve mahkeme başına düşen dava sayısının makul bir
düzeye indirilmesi zorunludur. Tüm uygar ülkelerde ceza, artık, bir kısas aracı
olmaktan çıkmış, cezanın amacı, ıslah olarak kabul edilmiştir; ancak,
ülkemizde, cezaevlerinin olumsuz koşulları nedeniyle, cezanın ıslah amacı
sağlanamamaktadır; aksine, koğuş sisteminin getirdiği bu olumsuzluk ortaya
çıkmakta ve cezaevlerimiz, âdeta bir suç okulu işlevi görmektedirler. Cezanın
gerçek ve çağdaş amacının sağlanması için, hücre niteliği olmayan oda sistemine
geçilmesi, buna uygun cezaevlerinin yapılandırılması zorunludur. Yargı reformu yapılırken, yargının bir öğesi olan
savunmanın sorunlarının da çözüme kavuşturulması gerekir. Bunun için de,
avukatlık yasa tasarısının bir an evvel yasalaşması zorunludur. Adalet hizmetlerinin verildiği adliye binaları da son
derece yetersiz bir konumdadır. Eskimiş olan bu mevzuatın yenilenerek, yargının
işlemesini hızlandıracak, basitleştirecek ve herkesin anlamasını sağlayacak
yeni bir sistemin ve mevzuatın getirilmesinde zaruret vardır. Adliyelerdeki malzeme ve ödenekler hususuna gelince;
insanlığın yeni binyıla girdiği şu günlerde, hâlâ eski daktilolar kullanılmakta
ve işler gecikmektedir. Yukarıda beyan ettiğim gibi, acilen, adliyelerin,
bilgisayar sistemini kurması gerekir. Hâkimlik, kutsal bir görev olduğu kadar, vicdanî bir
meslektir de. Öyleyse, hâkim ve savcılarımızı, tek ayağı kırık sandalye ve
koltuğa oturtmayalım. Diğer personeli, kâtipleri, vatandaştan kâğıt ve kalem
istemekten kurtaralım. Adliyelerde ödenek konusu da yürekler acısıdır; çünkü,
tutuklu olarak cezaevinde yatan, davası görülen kişilerin dosyaları, pul
yokluğu nedeniyle Yargıtaya zamanında gönderilmemekte, dava sürüncemede
kalmakta ve vatandaş mağdur olmaktadır. Değerli milletvekilleri, mağdur durumda bulunan adliye
personelinin ücret durumunu mutlaka iyileştirmeliyiz. Hâkim ve savcılarımızın
ücretlerini de, mutlaka, geçinebilecek seviyeye acilen getirmeliyiz. Sayın Bakanım, toplumun en son güvencesi olan ve
topluma adalet dağıtan hâkimlere, savcılara insanca yaşama hakkı tanımazsanız,
adaleti tenkit etmeye hakkınız olmaz. O zaman, sizin adalet ölçünüz bu
demektir. Mafya ve çetelerden şikâyet edemezsiniz. Öyleyse, mutlaka, ücretlerde
iyileştirme yapmak mecburiyetindesiniz. Değerli arkadaşlarım, her şeyden önce, adalet reformunu
gerçekleştirmeliyiz. Bu hususta, Doğru Yol Partisinin ikinci demokrasi
paketinde getirmiş olduğu çözüm önerileri hükümet tarafından dikkate
alınmalıydı. Bu pakette, yargı bağımsızlığı, yargıç teminatı, adlî zabıtası,
mahkemelerin iş yoğunluğu, adlî yardım, meslekî şartların iyileştirilmesi gibi
hususlar düzenlenmiştir. Adlî reform yapılmadığı sürece, yargıç teminatı ve
yargı bağımsızlığını muhafaza etmeniz ve adaleti sağlamanızın imkânı yoktur.
Ülkemizde toplum ve adaletin birçok sorunu varken, hükümet, ülkenin ve adaletin
sorunlarını daha da artırmakta, içinden çıkılmaz bir duruma, yani, ülkeyi kaosa
sürüklemektedir. "Türkiye'de cezaevlerinin çağdaş, uluslararası
normlara ve standartlara uygun hale getirilmesi ve infaz sisteminin
yenilenmesi, ertelenemeyecek bir zorunluluk haline gelmiştir" diyen Adalet
Bakanı, baskıyla, sonradan fikir değiştirmiştir. Ülkemizde, yıllarca süren bir cezaevi sorunu mevcuttur.
Bakanlık, yüksek güvenlikli F tipi cezaevleri projesine başlamış, 30.12.1999
tarihinde ihaleleri yapılan, Ankara, İzmir, Kocaeli, Adana İllerinde yapımları
biten, diğer grup cezaevi ihaleleri yapılmak üzere iken, mahkûmların sevkleri
yapılamamış ve eylemleri neticesinde, ölüm orucuna dönüşmesi nedeniyle,
hükümet, F tipi cezaevlerinin yapımını ertelemiştir. Hükümetin bu erteleme
kararı yanlıştır... Yanlıştır... Biz, Doğru Yol Partisi olarak asla tasvip
etmiyoruz. Adalet Bakanlığına ve ülkeye yeni bir sorun daha çıkarılmıştır. Bu
erteleme, devletimizin itibarını zedelemiştir; devletin, çetelere karşı
teslimiyetini göstermiştir. Bu hadiseden sonra, Adalet Bakanı, görevini derhal
terk etmesi gerekirken, maalesef, bırakın istifayı, içinden çıkılmaz, ülkeyi
kaosa sürükleyecek yeni bir sorun daha çıkarmıştır. Değerli milletvekilleri, 1999 seçimlerinden evvel ülke
gündemine atılan bir af meselesi çıktı; ancak, hükümet kurulduktan sonra, 17
Ağustos depreminin enkazları kaldırılmadan üç gün sonra Meclise af kanunu
getirildi. Ülke şartlarının ve zamanın müsait olmaması, eşitlik ilkelerine
aykırı olması nedeniyle Doğru Yol Partisi bu affa karşı çıkmış, ancak,
hükümetin oy çokluğu nedeniyle af kanunu çıkarılmıştır. Buna mukabil,
Anayasanın eşitlik ilkesi ihlali ve kamu vicdanının rahatsızlığı sebebiyle,
Sayın Cumhurbaşkanımız tarafından, yeniden görüşülmek üzere geri
gönderilmiştir. Bu vetodan sonra, bir yıl, Adalet Komisyonunun raflarında
beklerken, acilen birilerinin uyarı ve ısrarları sonucunda, Hükümet tarafından,
aralık ayı başında Meclise yeniden getirilerek ülkede sosyoekonomik bunalıma
sebep olmuştur. Mecliste grubu bulunan partilerin içinde, adaleti ve
demokrasiyi savunan, memleketin gerçeklerini, ülkenin içinde bulunduğu şartları
ve yine getirilen affın eşitlik ilkesine aykırı olması nedeniyle, Doğru Yol
Partisi, kararlı olarak, affa şiddetle karşı çıkmıştır. Affın yanlışlarını, vatandaşın tepkisini hukuk
kurallarıyla birlikte inceleyen Sayın Cumhurbaşkanımız, bu affı da haklı olarak
veto etmiştir. Buradan, Sayın Cumhurbaşkanımıza, hukuk ve adalet adına, ülke ve
milletim adına, demokrasi adına minnet ve şükranlarımı sunuyorum. Bu vetoya rağmen, hükümet ortaklarının aldıkları, aynen
geri gönderme kararını anlamak mümkün değildir. Sayın hükümete ve Adalet
Bakanına sesleniyorum: Milletin istemediği, ülkenin aleyhine ve kamu düzenini
bozacak olan bu affı geri çekin; bir daha Meclise getirmeyin. Biz, Doğru Yol
Partisi olarak, yanlıştan dönmenin erdem olduğunu kabul ederiz; ancak,
yaptığınız yanlıştır. Gelin, bu yanlıştan dönün... Sayın Hükümete bir şeyi hatırlatmak istiyorum. Bakınız,
1977 yılında, Sayın Ecevit tarafından kurulan 22 aylık azınlık hükümetine,
ekonominin çökmesinden dolayı TÜSİAD'ın yayımladığı deklarasyon sonrası, Sayın
Ecevit, hükümeti bırakmıştı. Bugün de TÜSİAD'ın tenkit ve eleştirilerine tüm
ülke şahit oldu. Şu anda, tüm ülke huzursuz ve millet şikâyetçi. Öyleyse,
hükümet ya çekilecek; yani, istifa edecek veya kabinede değişiklik yapmak
mecburiyetindesiniz. Değerli milletvekilleri, eğer hükümet bunları yapmazsa;
yani, hükümet afta ısrarlı olursa, Sayın Bakanım, memleket ve millet adına
gelin bir iyilik yapın; siz istifa edin. Memlekete kaosa sürüklemekten
kurtarın; yoksa, bu vebalin altından kalkamaz, bu sorumluluktan
kurtulamazsınız. Neticede "bu ülkede Adalet Bakanları ne zaman istifa
etmez" başlıklı yazılara daha çok muhatap olursunuz diyor; Yüce
Heyetinize, Doğru Yol Partisi Grubu ve şahsım adına, saygılar sunuyorum. (DYP
sıralarından alkışlar) BAŞKAN - Teşekkür ediyorum Sayın Yıldırım. Fazilet Partisi Grubu adına ilk söz, Elazığ
Milletvekili Sayın Latif Öztek'e ait. Buyurun efendim. (FP sıralarından alkışlar) Sayın Öztek, 12 dakika konuşacaksınız. FP GRUBU ADINA LATİF ÖZTEK (Elazığ) - Sayın Başkan,
değerli milletvekilleri; görüşülmekte olan Tarım ve Köyişleri Bakanlığının 2001
yılı bütçesi üzerinde, Fazilet Partisinin görüşlerini arz etmek üzere
huzurlarınızda bulunuyorum; şahsım ve Grubum adına, hepinizi saygıyla
selamlıyorum. Bütçeler, bir iktidarın, bir yıl içinde izleyeceği
hukukî, sosyal, siyasal, malî ve iktisadî faaliyetlerin en önemli belgeleridir.
Bütçe görüşmelerinde hükümetler, geçen bir yıl içinde yaptıklarını ve gelecek
yılda da yapacaklarını Türkiye Büyük Millet Meclisinde açıklarlar. IMF'nin isteklerini yerine getirme gayreti içindeki 57
nci hükümetin 2000 yılı icraatlarındaki başarısızlığının 2001 yılında da
süreceği kaanati, toplumun tüm kesimlerine hâkimdir. 57 nci hükümetin şevksiz,
heyecansız, vizyonsuz görüntüsü, bütçenin komisyonda ve Genel Kurulda
görüşülmesine de yansımıştır. Bütçe görüşmeleri, âdeta zamanla yarışır şekilde
yapılmakta; gruplar tenkitlerini, görüş ve önerilerini yapmak için yeterli
zamanı bulamamaktadır. Tarım Bakanlığı gibi büyük bir kuruluşun bütçesi
görüşülürken her parti grubuna 10-15 dakika zaman ayrılmaktadır. Diğer
bakanlıkların bütçelerinin görüşülmesi için ayrılan süre de bundan fazla
değildir. Bana tanınan süre içerisinde, Tarım Bakanlığıyla ilgili bazı konuları
bilgilerinize sunmak istiyorum. Tarım, gıda üretiminin temelini oluşturduğundan, hemen
her insanı ilgilendirmektedir. Günlük konuşmalarda, birçok kere, tarım, sadece
bu işle iştigal edenleri, çiftçileri ilgilendiriyor gibi bir hava oluşmaktadır.
Şu hususun bilinmesi gerekir: Gıda üretiminin temeli, tarımsal üretime dayanır.
Bu yüzden tarım, dünyada her insanı ilgilendiren bir sektördür. Gıda maddeleri
stratejik önemi olan maddelerdir. Bu yüzden bütün ülkeler, tarım sektörüne önem
verirler ve gıda ihtiyaçlarını karşılamaya çalışırlar. Nitekim, İkinci Cihan
Harbinden sonra, Avrupa ülkeleri, sadece sütte, bir parça da ette kendilerine
yeterli haldeyken, Avrupa Birliğini oluşturarak, bugün gıda üretimi yönünden
kendi kendilerine yetecek hale geldiler, hatta gıda stokları var, fazla
ürünlerini satacak yer arıyorlar. Aynı şey, Amerika Birleşik Devletleri için de
doğrudur. Kısaca, Atlantik'in iki yakasında büyük gıda stokları vardır. Bu gıda
stoklarını eritmek için birbirleriyle de kıyasıya bir rekabet içinde bulunan bu
gelişmiş ülkeler, altını çizerek söylüyorum, üretimi azaltmak dahil, her türlü
tedbiri almaktadırlar. Türkiye, tarımsal potansiyeli yüksek bir ülkedir;
çünkü, hepimiz biliyoruz ki, tarımsal üretimin üç temel öğeye ihtiyacı vardır;
bunlar, toprak, su ve güneştir. Diğer öğelerin hepsi taşınabilir, dışarıdan
getirilebilir. Örneğin, ilacı dışarıdan getirebilirsiniz, gübreyi satın
alabilirsiniz; ama, bu temel öğeler yoksa, bunları bulmanız mümkün değildir.
Ülkemizde toprak da, su da, güneş de vardır. Bunlara ilaveten, yetişmiş insan
gücümüz de vardır. O halde, biz, tarımsal üretimi artırmak için her türlü
imkâna sahibiz, bunu en kısa zamanda da yapabilecek durumdayız. Amerika'yı yeniden keşfetmeye, yeni arayışlar içine
girmeye gerek yoktur. Gelişmiş ülkelerin dediğini değil, yaptığını ya da
uyguladığını, aynen ülke şartlarına adapte ederek uygulamamız gerekir. Eğer
bunu uygulamaya gidecek olursak, ben eminim, Hollanda gibi, küçük bir ülke,
nasıl bir yılda tarımsal ihracattan yaklaşık 40 milyar dolar gelir elde ediyor
ise, Türkiye'nin de bunu kazanmaması için hiçbir sebep yoktur. Türkiye'de tarımsal üretimin ve çiftçinin sorunları
gerçekten çoktur. Bu sorunların tamamının, henüz birbuçuk yılını dolduran 57
nci hükümet tarafından çözülmesini beklemiyorduk; ama, Türk çiftçisinin gelir
düzeyini artırmak da dahil, tarımın çözülebilecek sorunları ya da çözülmesi
mümkün olan sorunları vardır. Bunlar, bu süre içerisinde çözülebilirdi ya da en
azından çözüm yoluna konabilirdi. Tarım ve Köyişleri Bakanlığının bütçesinin Plan ve
Bütçe Komisyonunda görüşülmesi sırasında Sayın Bakanımız, Bakanlığının bir
yıllık icraatlarını anlatıp, projeleri hakkında bilgiler verdiler. Bu arada,
tamamlanan ve uygulamaya hazır projeler kapsamında 7, uygulamaya konulan
projeler kapsamında da 7 adet olmak üzere, toplam 14 proje hakkında geniş
malumatlar verdiler. Bunların içerisinde çiftçimizi ilgilendireni, doğrudan
gelir desteği projesidir; bu proje de çok tartışmalıdır. Zamanımız olmadığı
için bu tartışmaya girmiyorum. Ancak, şunu ifade etmek istiyorum: Proje
çalışmalarında para gerektirenlerinin bir iki tanesi deneme mahiyetinde
uygulanmıştır. 2001 yılında yurt sathında uygulanmaya başlanınca aksaklıklar
görülecektir. Birçoğunun uygulanmasından da vazgeçilecektir. Tarım ve Köyişleri Bakanlığının 2001 yılı bütçesi, çok
yetersizdir. Bütün bütçemizin miktarı 48 katrilyon 360 trilyondur. Tarım
Bakanlığının bütçesi ise, 2000 yılına göre yüzde 34 artırılmıştır ve 317,6
trilyondur. Yani, bütçenin, yaklaşık, binde 6'sıdır. Bunun yatırıma ayrılan
kısmı da, 55,5 trilyondur; bu miktar çok azdır. Yatırıma ayrılan paranın
azlığı, çiftçiye götürülecek hizmetin az olması demektir. Zaten, Sayın Bakan
da, Tarım Bakanlığının bütçesi için teklif ettikleri rakamın, yatırım
bütçesinde, yüzde 8,6'sını, transfer bütçe teklifinin ise, yüzde 9,8'ini
alabildiklerini ifade ediyorlar; yani, her ikisinde de yüzde 10'un altında,
istediklerini ancak alabilmişler. Bu parayla, bu işler yapılamaz diyorum. Tarım Bakanlığının başlattığı veya başlatmayı
planladığı projelerin başarılı sonuçlanmasını diliyorum; ama, finansman
konusunun kolayca çözülebileceği kanaatinde olmadığımı da açıkça belirtmek
istiyorum. Bu yüzden diyorum, projelerin birçoğu gerçekleşmeyecek, sadece,
kâğıt üzerinde kalacak ya da temenniden öteye gitmeyecektir. Evet, on onbeş yıl öncesine kadar et, canlı hayvan,
peynir, buğday, şeker ihraç eden Türkiye gibi, tarım ve hayvancılığa müsait bir
ülke, bugün, sayılan bu malların bir kısmını ithal ediyorsa, bunun sebebini
aramak ve çözümünü bulmak gerekir. Bunun sebebi bize göre, uygulanan hatalı
politikalardır. Yoksa, Türkiye'nin kaynakları kaybolmamıştır, yerindedir. Şunu
unutmamamız gerekir: Ekonomik faaliyetlerin amacı, verilen emeğe karşılık en
yüksek kârı sağlamaktır. Tarımda bunun temini için iki yol vardır: Birincisi,
üretime iştirak eden girdi fiyatlarını düşük tutmak; ikincisi de, her üretilen ürüne
yüksek taban fiyatı vermektir. Her iki husus da, üreticinin kontrolünün dışında
gerçekleşmektedir. Bunları, devletler, millî politikaları gereği kontrol
ederler. Amerika Birleşik Devletleri de, Avrupa Topluluğu ülkeleri de,
üreticilerini, tarım sektörünü sübvanse etmektedirler. Amerika Birleşik
Devletlerinde, bir yılda tarıma yapılan sübvansiyon 15 milyar dolar;
Japonya'da, 25 milyar dolar ve Avrupa Birliği ülkelerinde 45 milyar ECU iken,
Türkiye'de 2,7 milyar dolardır. 2000 yılında verilen taban fiyatlar düşüktür. 1999
yılına göre, şekerpancarı, çay, tütün ve diğer ürünlerde, genelde, yüzde 25
artış yapılmıştır. Açıklanan buğday taban fiyatlarının, IMF'nin istekleri
doğrultusunda değil, ülke gerçekleri doğrultusunda belirlenmesini çok arzu
ederdik; ama, ne yazık ki, bizim ve Türk köylüsünün bu arzusu gerçekleşmedi.
Son bir yılda, mazota yüzde 108, gübreye -çeşide göre değişmek üzere- yüzde 71
ilâ yüzde 87, tohumluk ve ziraî mücadele ilaçlarına yüzde 100 ile yüzde 150
arasında zam gelmiştir; ama, buğdaya, yüzde 27,5 artış yapılmıştır. Bakınız arkadaşlar, bu hükümetin, öngördüğü enflasyon
oranını tutturamayacağını, tüm muhalefet milletvekilleri söylemişti. Değerleme
emsalinde olduğu gibi, TÜFE'ye göre ortalama enflasyonu esas alarak, taban
fiyatlarda artış yapılması, üreticiyi memnun edecek uygulamadır. Bunu
yapmıyorsanız, tasarlanan TÜFE'ye göre yapıyorsanız, üreticiyi mağdur
edeceğinizi baştan kabullenin. Başbakan dahil tüm yetkililer, enflasyonun, hedeflenen
düzeye düşmeyeceğini kabullendiler ve memur maaşlarında, 2000 yılı Haziran ayı
sonundan itibaren, yüzde 4,1 bir artış öngördüler ve bunu uygulamaya koydular.
Yılın ikinci yarısı için de, biliyorsunuz, hedefler tutmadı. Şimdi, yüzde Unutmayınız, belirlenen taban fiyatlar, müdahale
fiyatlarıdır; piyasanın teşekkülünde doğrudan etkilidir. Hepiniz biliyorsunuz,
tüccar, Toprak Mahsulleri Ofisinden, daha düşük fiyata buğday almaktadır.
Toprak Mahsulleri Ofisinin verdiği fiyat düşük olunca, çiftçi ürününü tüccara
satmaktadır. Toprak Mahsulleri Ofisinin son üç yılda aldığı hububat miktarları
bunun en güzel kanıtıdır. Bakınız, 1998'de -iki bakanımız da buradalar- 8
milyon 303 bin ton hububat satın alınmış. Fiyat düşürüldüğü için, bu miktar,
1999'da 5 milyon 493 bin tona düşmüştür. Bu sene daha da düşürüldüğü için, 2000
yılında 3 milyon 539 bin ton, ancak hububat alınabilmiştir. Sayın Bakanımız, Toprak Mahsulleri Ofisinin aldığı
hububatın parasını zamanında ödediklerini ve bu yönden milletvekillerinden
şikâyet gelmediğini her vesileyle söylüyorlar; doğrudur, kendilerini tebrik
ediyoruz; ama, milletvekilleri “verilen taban fiyatını yeterli bulduk, üretici
memnun” dediklerini hiçbir zaman söylemiyor; çünkü, taban fiyatlardan tüm
üreticiler müştekidir. 2000 yılında, rantiyecilere 21,1 katrilyon ayıran, batan
bankaların zararlarını üstlenen 57 nci hükümet, çiftçimizin, köylümüzün
alınterinin karşılığını vermeyi de düşünmelidir, hiç değilse, 2001 yılında
çiftçimizi mağdur etmemelidir. 2001 yılında memura yapılacak maaş artışı, IMF'nin
istekleri doğrultusunda yüzde 10 olarak öngörülmektedir. Bu artış, memurumuzu
perişan edecektir. Eğer, aynı düşünceyle taban fiyatları belirlenirse,
çiftçimizin mağduriyeti de daha fazla olacaktır. Hükümetimizi, şimdiden
uyarıyorum; taban fiyatlarını, hasattan önce değil; ekimden önce açıklayınız ve
çiftçimizin son üç yıldaki mağduriyetini de giderecek, onun yüzünü güldürecek
fiyat politikası izleyiniz. IMF'nin önerileri doğrultusunda hareket ederseniz,
çiftçi tarlasını süremeyecek ve tohumunu ekemeyecektir. Bu yanlışlığın sonucu,
üretim düşüklüğü olacaktır ve artan gıda açığını kapatmak için, ithalat yapmak
mecburiyeti ortaya çıkacaktır. Sübvansiyonlar artırılmalıdır; ama, maalesef,
hükümetin imkânları bunu gerçekleştirmeye yeterli değildir. Gübredeki sübvansiyonlar, hepinizin bildiği gibi,
1997'de yüzde 50 iken, kilogram da maktu değerlere bağlandığından, bugün, yüzde
15-20 gibi sembolik noktaya düşmüştür; bunun, tekrar yüzde 50'ye yükseltilmesi
gerekir. Kredi faizleri çok yüksektir; düşürülmelidir. 57 nci
hükümet, 55 inci hükümetin yüzde 70'lere çıkardığı faizleri yüzde 30-yüzde 40'a
düşürdük diye övünüyordu. Sayın milletvekilleri, ziraî kredi faizleri, yüzde
70'ler düzeyinde olduğundan, ticarî kredi faizleri yüzde 100'ün üzerindeydi, hatta
yüzde 120, yüzde 130'lardaydı. Geçen ay yaşadığımız ekonomik krizden önce ev ve
araba kredileri yüzde 35, yüzde 40'lara düşmüştü, ticarî kredi faizleri de
yüzde 40'lar düzeyindeydi. Ticarî kredi faizleri ile tarım kesimindeki krediler
aynı düzeydedir. Bu, yanlış bir uygulamadır. (Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı) BAŞKAN - Lütfen, toparlayınız. LATİF ÖZTEK (Devamla) - Ziraî kredilerin faiz oranları
düşürülmelidir. Çiftçilerin kredi borçları ertelenerek mağduriyetleri
önlenmelidir. Tohumluk fiyatları, özellikle sebze tohumlarının fiyatı
çok yüksektir, hatta birçok kereler, altın fiyatının gram olarak 2 katıdır.
Tohumculuk teşvik edilerek, Türkiye'de kaliteli tohum üretilmesi ve tohumluk
fiyatlarının düşürülmesi gerekir. Yine, seracılıkta teşvikler artırılarak
yaygınlaştırmaya gidilmelidir. Beyaz et üretiminde olduğu gibi, kırmızı et üretiminde
de entegre tesislerin kurulması teşvik edilmelidir. Aynı şekilde, süt
üretiminde de entegre projeler devreye konulmalıdır. Fazilet Partisi olarak, çok önemli gördüğümüz bir husus
da, tarım sigortası kanununun bir an önce çıkarılmasıdır. Bakanlığımızın da bu
konuda çalışmaları var, önümüzdeki günlerde inşallah Parlamentoya getirirler. Tarım arazilerinin amaç dışı kullanılması
engellenmelidir. Bu duygularla, Tarım Bakanlığımızın 2001 yılı
bütçesinin çiftçimize, milletimize ve Bakanlık personeline hayırlı olmasını
diliyor, hepinize saygılar sunuyorum. (FP sıralarından alkışlar) BAŞKAN - Teşekkür ediyorum Sayın Öztek. İkinci söz, Rize Milletvekili Sayın Mehmet Bekâroğlu'na
ait. Buyurun efendim. (FP sıralarından alkışlar) FP GRUBU ADINA MEHMET BEKÂROĞLU (Rize) - Sayın Başkan,
değerli milletvekilleri; Adalet Bakanlığı bütçesi üzerinde Grubumun görüşlerini
açıklamak üzere söz almış bulunuyorum; Yüce Heyetinizi saygıyla selamlıyorum. Sözlerime başlamadan önce, bugün, İstanbul Ticaret
Odası Başkanı Sayın Mehmet Yıldırım'ın yapmış olduğu bir açıklama konusunda
birkaç cümle söylemek istiyorum. Sayın Yıldırım, yaptığı açıklamada, Millî
Güvenlik Kurulunu, bir teknokrat hükümet kurmaya çağırdı. Buna benzer bir
açıklama da birkaç gün önce geldi; Af Yasasının Cumhurbaşkanınca Meclise
iadesini alkışlayan ve Türkiye Büyük Millet Meclisini küçük düşürücü sözler
söyleyen yargıç ve savcılar... Değerli arkadaşlarım, bu iki açıklamayı ve
tutumu şiddetle kınıyorum. (Alkışlar) Hem, Sayın Adalet Bakanını, bu anayasal
suçlar konusunda soruşturma başlatmaya çağırıyorum; ayrıca, Türkiye Büyük
Millet Meclisini, Meclise ve milletin haklarına sahip çıkmaya çağırıyorum. (Alkışlar) Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; demokrasi, ülke
yönetimine ilişkin temel kararların, halk tarafından doğrudan ya da dolaylı
olarak alınabildiği siyasal sistemin adıdır. Demokrasilerde, halkın kamu
siyasetini belirleme yetkisinin, insan hakları dışında hiçbir sınırı yoktur.
Değerli bilim adamı Prof. Dr. Mustafa Erdoğan "Anayasal Demokrasi"
adlı eserinde, bu demokratik idealiyle, anayasacılık doktrinini birleştiren bir
model önermektedir. Değerli arkadaşlarım, çoğunlukçu demokrasinin birçok sorunu
ortaya çıkmıştır. Çoğunluğun mutlak hâkimiyeti, farklı olan için yaşamı
çekilmez hale getirdiğinden, bu sorunları ortadan kaldıracak arayışlar
sürdürülmektedir. İşte, anayasal demokrasi, bu anlamda önemli bir kapı
açmaktadır. Bilindiği gibi, anayasacılık düşüncesinin özü, devlet iktidarının,
kapsamı ve kullanımı bakımından yazılı bir anayasayla sınırlanmasıdır; yani,
temel hakların, anayasal olarak tanınıp, güvence altına alınması, devlet
iktidarının kullanımının belli hukuk kurallarına bağlanması, devletin temel
işlevlerinin farklı organlar arasında paylaştırılması ve bütün bu hususların
nihaî güvencesi olarak bağımsız mahkemelerin tesisidir. Burada amaç, bireylerin
dokunulmaz alanlarının korunması, bunun için, siyasî iktidarın tahdit altına
alınmasıdır. Değerli milletvekilleri, dünya yönünü anayasal
demokrasiye doğru çevirmiştir. Bu anayasal demokrasinin temel özellikleri,
insan hakları, hukuk devleti ve özgür piyasa ekonomisidir. Bu nedenle,
günümüzün yükselen değerleri değişmektedir; eşitlik, bağımsızlık, hürriyet
kavramları, insan hakları, bireysel özgürlükler, hukuk ve hukukun üstünlüğü
kavramlarına doğru değişmektedir. Anayasal demokrasinin en temel koşulu, hiç kuşku yok
ki, hukuk devleti, hukukun üstünlüğüdür. Hukuk devletinde, siyasî idarî otorite
üstünde bir hukukilik anlayışına dayanan ve önceden belli edilmiş genel
kurallara bağlı olarak faaliyet gösterir. Bu kuralları; yani, anayasa, yasa ve
diğer mevzuatı milletin temsilcileri yapar. Ancak, anayasal demokraside, bu
tespit konusunda parlamento sınırlıdır. Neyle sınırlıdır; evrensel hukuk
normları ve insan haklarıyla sınırlıdır. Anayasal demokraside parlamento, insan
haklarına, örneğin insanın düşünce ve ifade hakkına ters düşen bir yasa
çıkaramaz; yani, anayasal demokrasilerde, demokrasilerin ceza kanunlarında bir
312 nci madde yoktur. Değerli arkadaşlarım, burada, yeni bütçe
görüşmelerinde, devletin kutsallığıyla ilgili tartışmalar yaşanmıştı. Bu
tartışmaları yeniden başlatmak istemiyorum; ancak şu bilinmeli ki; hukuk
devletinin olmazsa olmazı hukukla kayıtlanmış ve hukuk çerçevesinde hareket
ediyor olmasıdır. Bundan dolayı hukuk devleti, yetkili değil, görevli; muktedir
değil, memurdur ve anayasal demokrasilerde kutsal olan bireydir, insandır.
Devlet, sadece, kutsal olan bireyin haklarını koruma konusunda görevli ve
memurdur. Değerli arkadaşlarım, anayasa denmeyi hak eden bir
hukuk belgesinin temel amacı, devleti, insan haklarıyla ve evrensel hukuk
ilkeleriyle kayıtlamaktır; yani, anayasa, bireysel ve toplumsal ha-yatı
düzenlemek için değil, sivil toplum karşısında; yani, birey ve toplum
karşısında devleti sınırlamak ve kayıtlamak için yapılır. Değerli arkadaşlarım, anayasal demokrasilerde, kanunlar
ve diğer mevzuat ile uygulamalar da bu çerçeveye uymak zorundadır. Anayasal
demokrasilerde, insan haklarına dayalı olan hukuk kuralları dışında hiçbir
uygulama yapılamaz. Peki, Türkiye'de neler oluyor: Sayın Bakanım, sizi
tanıyorum, son günlerde sizi daha çok tanıma fırsatı buldum. İnsanî yanlarınızı
biliyorum, demokrat kişiliğinizin de tanığıyım. Sizin; yani, Sayın Adalet
Bakanının birkaç uygulamasını, Türkiye'nin anayasal demokrasiden ne kadar uzak
olduğunu göstermek için örnek olarak vermek istiyorum. Bakınız Sayın Bakanım,
yaptığınız bu uygulamalarla, nasıl, anayasal demokrasiyi, hukuk önünde
eşitliği, herkesin hukukî güvenliğini, kanunsuz suç ve ceza olamaz ilkesini,
yargı bağımsızlığını, yargıç güvencesini ve toplumsal barışı zedeliyorsunuz. Elimde, Adalet Bakanlığından çıkan bir yazı var. Adalet
Bakanlığı Adalet Başmüfettişliğinin 3.10.2000 gün ve 149 sayılı yazısı. Bu
yazıda bir yargıç suçlanıyor ve şunlarla suçlanıyor: "Sosyal ve ailevî
yaşantınız ile eşinizin yakın zamana kadar benimsediği çağdaş olmayan giyim
tarzı itibariyle laiklik karşıtı düşüncelere yakınlık duyduğunuz hususunda
kanaat uyandığından..." diye devam etmektedir. Yine, sizin onayınızla ortaya konulan bir başka yazıda,
yine başka yargıçlar hakkında, sosyal ve özel yaşantıları ve eşlerinin kapalı
ve başörtülü giyim tarzı nedeniyle, çevrede olumsuz imaj yarattıkları dolayısıyla
soruşturma açılmaktadır. Sayın Başkanım, Sayın Bakanım, değerli milletvekilleri;
nerede kaldı yargı bağımsızlığı; nerede kaldı yargı güvencesi; nerede hukukun
üstünlüğü ve hukuk devleti? Sayın Başkan, değerli arkadaşlarım; son gönlerin önemli
tartışma konusu olan ölüm oruçları ve F tipi cezaevleriyle ilgili de birkaç
cümle söylemek istiyorum. Bildiğiniz gibi, Türkiye'nin bu konudaki temel
sorunu, demokratik bir ülke olan Türkiye'de 11 000 siyasî ve terör nitelikli
tutuklu ve hükümlünün bulunmasıdır. Hiçbir demokratik ülkede bu sayıda, bu
oranda siyasî ve terör nitelikli tutuklu ve hükümlü yoktur. Türkiye'nin temel
problemi budur, önce buna el atmak gerekir. F tipi cezaevine gelince, F tipi cezaevleriyle ilgili,
bildiğiniz gibi, Bakanlık ve bunu eleştirenlerin karşıt iki görüşü var.
Bakanlık; yani, devlet, devlet güvenliğini esas almaktadır, terörle mücadeleyi
esas almaktadır ve terörle mücadelenin bir parçası olarak, yüksek güvenlikli
cezaevleri olarak F tipi cezaevlerini geliştirmiştir. Tutuklu ve hükümlülerce
ise, can güvenliği ve tutuklu haklarını ihlal ettiği gerekçesiyle bu duruma
karşı çıkılmaktadır. Sayın Bakanımız son günlerde önemli bir adım atmıştır
"bu uygulamayı toplumsal mutabakata ulaşıncaya kadar erteledim"
demiştir. Biraz evvel eleştirildi; ancak, bu, önemli bir adımdır. Bu adımından
dolayı Sayın Bakanı ve hükümeti kutluyorum. Ancak, bu toplumsal mutabakat bu
pro-jeye başlanmadan evvel yapılsaydı, şimdi şu zor, sıkıntılı durumda
olmayacaktık. Değerli arkadaşlarım, ölümle bitebilecek ciddî bir
sorunla karşı karşıyayız. Burada, bu sorunu, ölüm olmadan evvel çözmeliyiz;
çünkü, ölümler, insanî vicdanımızı zedeleyecektir; ölümler, ülkeyi kaosa
sürükleyecektir. Ne ülkedeki demokratik kamuoyuna ne de dünya kamuoyuna bu
ölümleri anlatamayacağız. Lütfen sağduyu... Bu sorunu sağduyuyla çözmek
zorundayız ve çözmeliyiz. (Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı) BAŞKAN - Sayın Bekaroğlu, Lütfen toparlayınız. MEHMET BEKAROĞLU (Devamla) - Bağlıyorum efendim. BAŞKAN - Peki efendim, buyurun. MEHMET BEKAROĞLU (Devamla) - Hiçbir şey insan
hayatından kıymetli değildir. Ülke güvenliği de, burada, insan hayatının
korunmasına bağlıdır. Değerli arkadaşlarım, devletin itibarını kimse
zedelemiyor. Devlet böyle bir sorunu çözerek itibarını azaltmayacaktır; tam
tersine, devletin itibarı artacaktır. Değerli arkadaşlarım, geçen gün, bu konuyla ilgili
olarak yapmış olduğumuz girişimler nedeniyle, saygı duyduğum bir milletvekili
arkadaşımız, ağzımızdan çıkan "içerideki arkadaşlar" terimi üzerinden
hareketle, bizi eleştirmiştir; yanlış yapmıştır. Bu gibi tavırlar, bu problemi
çözmenin lehine değil, aleyhinedir. Ben, bir kere daha, sizlere, Sayın Bakanıma ve hükümete
seslenmek istiyorum. Bu sorunu çözebiliriz, bu sorunu çözmek için ciddî bir
siyasî irade gerekiyor. Ölümler, cezaevlerinden çıkacak tabutlar bu ülkenin
menfaatına değildir. Bunu bildiriyor; hepinize saygılar sunuyorum. (FP ve DYP
sıralarından alkışlar) BAŞKAN - Teşekkür ediyorum Sayın Bekaroğlu. Son söz, İstanbul Milletvekili Sayın Mehmet Ali Şahin'e
aittir. Buyurun efendim. (FP sıralarından alkışlar) Sayın Şahin, süreniz 10 dakikadır. FP GRUBU ADINA MEHMET ALİ ŞAHİN (İstanbul) - Sayın
Başkan, değerli arkadaşlarım; Yargıtay Başkanlığı bütçesi üzerinde Fazilet
Partisi Grubunun görüşlerini arz etmek için huzurunuzdayım; bu münasebetle
muhterem heyetinizi saygıyla selamlıyorum. Değerli arkadaşlarım, genelde yargı organlarımızın,
özelde Yargıtayımızın içerisinde bulunduğu sorunlarla ilgili olarak benden önce
söz alan farklı siyasî partilere mensup arkadaşlarımız, kıymetli
değerlendirmelerde bulundular. Yargı organlarımızın ve özellikle Yargıtayımızın
içerisinde bulunduğu fiziksel imkânsızlıklardan söz ettiler; mekân sorununu
dile getirdiler; araç, gereç problemlerinden söz ettiler; yargı mensuplarımızın
özlük haklarının iyileştirilmesinin gerekliliğini vurguladılar; belki de en
önemlisi, yargı bağımsızlığıyla ilgili düşüncelerini dile getirdiler. Bu tespit ve düşüncelere Fazilet partisi Grubu olarak
biz de büyük ölçüde katılıyoruz; çünkü, inanıyoruz ki, insanın vicdanında
adalet duygusu kadar köklü hiçbir duygu
yoktur ve yine,
inanı-yoruz ki, adalet, en üstün ortak değerimizdir ve bu yüzden, yargı,
milletçe hepimizin ilgi alanıdır. Özellikle Yargıtay, adlî yargımızın üst dereceli
mahkemesidir; adaletin yerine gelmesinde ve vatandaşın vicdanen müsterih
kılınmasında mahallî mahkemeler tarafından verilen kararları yeniden gözden
geçirerek önemli bir görev ifa etmektedir; ama, değerli arkadaşlarım,
Yargıtayımızın sorunları vardır. Görev yaptığı üç eski bina arasında dosyaları
el arabalarıyla mekik dokuyan bir Yargıtay gerçeği vardır. İntikal eden dosya
çokluğu nedeniyle âdeta yorgun düşmüş, bunalmış bir Yargıtay gerçeği vardır. İş
yoğunluğu ve yer darlığı sebebiyle evlerine iş götürmek zorunda bırakılmış
Yargıtay üyelerimiz vardır. Belki de, bu sorunların bir gecikmeye yol açması ve
bu sebeple de, yargının siyasallaştığı şeklinde bir kaygının da varlığı en
önemli sorunlarımızdan biridir. Saygıdeğer arkadaşlarım, ne gariptir ki, bu sorunlar her
yıl konuşulur, şimdi de konuşuyoruz. İstinaf mahkemelerinin gerekliliği
vurgulanır; fizikî mekân, araç, gereç sorunlarının çözümü istenir; özlük
haklarının iyileştirilmesi, yargı bağımsızlığının sağlanması dile getirilir;
ama, bütçeler gelir, bütçeler gider, bu sorunlar da bir türlü gitmez ve bitmez.
Dün, Yargıtay Başkanımız Sayın Sami Selçuk, bir özel
televizyonda, canlı yayındaydı. Buyurdular ki "1961 Anayasasının 134 ve
1982 Anayasasının 140 ıncı maddelerine göre yargı bağımsızlığı ve yargıç
güvencesi ölçütlerine göre çıkarılması zorunlu özel yasa kırk yıldır çıkmadı.
Bu konudaki çalışmalarımızı hükümete sunmuştuk. Hükümet de bir tasarı hazırladı
ve yıl sonuna kadar, bu yılın sonuna kadar, sorunun kökünden çözüleceği sözünü
verdi. Biz de, bunu bir açık çek olarak kabul ettiğimizi söyledik. İşte, yıl
bitiyor, yeni yıla giriyoruz, ortada henüz bir şey yok; korkarım bu açık çek
karşılıksız çıkacak." Değerli arkadaşlarım, hükümetimiz, bu sorunların
çözümüne yardımcı olmada oldukça maalesef duyarsız kalmaktadır; bu durum da,
adalet adına çok üzücüdür. Geçtiğimiz yıl, Yargıtaya bütçeden ayrılan para 6
trilyon 735 milyar 680 milyon liraymış, bu yıl 8,9 katrilyon lira, yani, yüzde
32,5'lik bir artış var. Bu para, Yargıtayımızın fiziksel problemlerini, mekân
problemlerini çözer mi, araç gereç ihtiyaçlarını halleder mi, bilemiyorum;
Yargıtayımız ne kadar ödenek istedi, hükümetimiz ne kadar verdi; elimde bu
konuda bir bilgi yok. Değerli arkadaşlarım, kaldı ki -sizler de işin
farkındasınız- yargı mensuplarımız pek konuşmazlar, kendi sorunlarını da pek
gündeme taşımak istemezler; onlar, genellikle, senede bir defa, adlî yılın
açılışlarında düşüncelerini dile getirirler. Ben de, küçük çaplı bir araştırma
yaptım. Yargı yılı açılışlarında, yargı adına yapılan konuşmalarda hangi
sorunlar dile getirilmiş, hükümetimizden, Parlamentodan neler istenilmiş, adlî
yıl açılışlarında hangi konular gündeme getirilmiş; bunları araştırdım. Değerli arkadaşlarım, bu konuşmalarda, yargıçlarımız,
kendi sorunları üzerinde pek durmamışlar, para istememişler, araç gereç
talebinde bulunmamışlar, ödeneklerinin artışını da talep etmemişler; başka
şeyler istemişler, Meclisimizden, hükümetlerden, öncelikle, neler
beklediklerini bu konuşmalarda dile getirmişler. Elimde, 1999-2000 adlî yıl
açılışında, Yargıtay adına, Yargıtay Birinci Başkanı sıfatıyla yapılan konuşma
var; bu konuşmadan birkaç cümle okumak istiyorum izin verirseniz, Yargıtay
Başkanı sıfatıyla yapılan bu konuşmalarda, şu hususlara dikkat çekilmiş:
"İçleri boşaltılmamış, sulandırılmamış, evrensel kavramlarla düşünen ve
üreten, dünyanın kıyısında köşesinde değil, odağında yer alan, tarihe maruz
kalan değil, tarihi yapan, çağın ruhuna denk düşen bir Türkiye istiyorum"
denilmiş. "Düşük yoğunluklu, yozlaşmış, büyük ağabeylerin vesayetindeki
demokrasiyi reddediyorum" denilmiş. "Eşit bireylerden oluşmuş, özgür
halkın, özgür halk tarafından, özgür halk için yönetimi anlamında çıtası en
yüksek demokrasiyi istiyorum" denilmiş. "Hoşgörünün de ötesinde,
öteki benim eşitim diyen, birbirlerine meydan okuyarak saygı
duyan, berikiler ile ötekilerin
hak ve özgürlükleri çiğnendiğinde, kendilerinin hak ve özgürlükleri
çiğnenmişçesine çiğneyenlere karşı çıkma ortak bilincini, akılcı eleştiri,
tartışma, sorgulama, algılama kapılarını açık tutma yeteneklerini kazanmış,
özgür ve demokrat insanların yaşadığı demokratik cumhuriyet istiyorum"
denilmiş. "Düşünceleri, inançları yasaklamayan, yalnızca barış içerisinde
tartıştırıp, yarıştıran, adalet imbiğinden geçmiş ve insanları özgürleştiren
bir hukuk, böyle bir hukukun egemenliğinde düşünce ve inançlara eşit uzaklıkta,
karar süreçlerine kattığı halkına güvenen, yansız ve meşruluğunu hukuktan alan
güçlü bir devlet istiyorum" denilmiş ve bunlar, böyle uzayıp gidiyor. Özetle, yargı ve Yargıtayımız, bizden, öncelikle,
evrensel standartlarda bir Anayasa istiyor. Demokrasinin çıtasının
yükseltilmesini, insan haklarının dar kalıplara hapsedilmesini önleyecek yasal
düzenlemeler yapmamızı istiyor ve tam anlamıyla, bir demokratik cumhuriyet
uygulaması istiyor. Değerli arkadaşlarım, bilmeliyiz ki, bu konuda
yapılacak iyileştirme, yargının sorunlarının da çözümünün yolunu açacaktır;
ama, biz de, milletimizin vekilleri olarak, yargımızdan, Yargıtayımızdan,
buralarda görev yapan değerli yargıçlarımızdan, adaletin tecellisinde daha
titiz, daha adil kararlar vermesini bekliyoruz, milletimiz de bunu bekliyor; özellikle, yargının
siyasallaştığı iddialarını boşa çıkaracak uygulama ve davranışlar bekliyor. Elimde, Dokuz Eylül Üniversitesi Hukuk Fakültesi Ceza
Hukuku Kriminoloji ve İnsan Hakları Derneğince yapılmış ve başkanlığını Prof.
Dr. Sayın Öztürk'ün yaptığı bir anket var; bu anket de Sürem doluyor... Bugün, Yargıtayımızda bir seçim yapıldı. Bu seçim
sonucunda, 11 inci Ceza Dairesi Başkanı Sayın Sabih Kanadoğlu Yargıtay
Cumhuriyet Başsavcılığı görevine seçildi; kendisini tebrik ediyor, hukukun
üstünlüğü ilkesine dayalı başarılı görevler diliyorum ve bekliyoruz. Değerli arkadaşlarım, Yargıtay bütçesinin, yargı ve
Yargıtay camiamız için ve milletimiz için hayırlı olmasını diliyor, tekrar,
hepinizi saygıyla selamlıyorum efendim. (FP sıralarından alkışlar) BAŞKAN - Teşekkür ediyorum Sayın Şahin. Milliyetçi Hareket Partisi Grubu adına, ilk söz,
Gaziantep Milletvekili Sayın Ali Özdemir'e ait. Süreyi eşit mi kullanacaksınız Sayın Özdemir. ALİ ÖZDEMİR (Gaziantep) - Evet efendim. BAKAN - Peki, süreniz 7 dakika. Buyurun Sayın Özdemir. (MHP sıralarından alkışlar) MHP GRUBU ADINA ALİ ÖZDEMİR (Gaziantep) - Sayın Başkan,
değerli milletvekilleri; Tarım ve Köyişleri Bakanlığı 2001 malî yılı bütçesinin
görüşülmesi nedeniyle, Milliyetçi Hareket Partisi Grubu adına söz almış bulunmaktayım;
Grubum ve şahsım adına Yüce Heyetinizi saygıyla selamlıyorum. Sayın milletvekilleri, tarım sektörü, millî hâsıla,
nüfus, faal nüfus, iç ve dış ticaretteki paylar dikkate alınarak, ülke
ekonomisine yaptığı katkıyla, önemini koruyan bir sektördür. Nüfusumuzun yaklaşık yüzde 35'i tarım sektöründe
bulunurken, faal işgücünün de yüzde 45'i bu sektörde istihdam edilmektedir.
Tarım, bugünkü durumuyla, nüfusumuzun yarısının âdeta yaşam biçimidir. Yani,
tarım, ekonomik olduğu kadar, sosyal bir sektördür. Tarımda çalışan nüfusumuzu
-gelişmiş ülkelerde olduğu gibi- süratle, yüzde 10 civarına indirmemiz şarttır.
Bu, Türkiye için çok büyük bir transformasyon demektir ve Türkiye çağdaş bir
ülke olmak istiyorsa, bu transformasyonu gerçekleştirmek zorundadır. Saygıdeğer milletvekilleri, tarım, üstü açık bir
fabrikadır. Bu haliyle doğal, ekonomik, sosyal ve kişisel risklerin en çok
etkilendiği ve bağımlı kaldığı bir sektördür. Türk tarımının geleceğine yönelik
çeşitli stratejilerin belirlenmesi ve politikalar geliştirilmesi zorunludur.
Plansız ve tutarsız tarım politikaları dünyanın sayılı tarım ülkelerinden biri
olan Türkiye'yi, tarımsal ve hayvansal ürünlerde kendi kendine yetmez bir
konuma düşürmekte, daha da üzücü olanı, tarım ürünleri ithal eder duruma doğru
götürmektedir. Toplam ihracatımız içerisindeki tarım ürünlerinin oranı
düşmektedir. Bugün, toplam ihracat içerisinde tarım ürünlerinin payı yüzde
11'dir, bu oran içerisindeki hububat ve bakliyat ürünlerinin oranlarında önemli
azalmalar olduğu bilinmektedir. Bu durum, ileriki yıllar için hiç de iç açısı
de-ğildir. Değerli milletvekilleri, Türk tarımı geçmiş hükümetler
döneminde ihmal edilmiş, buna bağlı olarak problemler üst üste yığılmış,
çiftçi, köylü, üretici siyasî hesapların içerisinde âdeta biçare durumu
düşmüştür. Tarımı günübirlik ve popülist politikaların bir arenası haline
getirmenin sonucu, dibe vuran bir tarımsal yapı karşımıza çıkmış bulunmaktadır.
Tarım politikaları bir ülkenin millî eğitim ve dışpolitikaları gibi uzun vadeli
ve stabil politikalar olmayabilir; ama, bunları değişen dünyanın, ülke
şartlarının ve çiftçi taleplerinin bir bileşkesi haline koyabilmek önemli bir
zaru- Sayın milletvekilleri, 21 inci Yüzyıldaki hedefimiz,
tarım sektöründeki sorunların ortadan kaldırılarak, tarımımızı gelişmiş ülkeler
düzeyine çıkarmak olacaktır. Bu hedeflere ulaşırken, öncelikle verimlilik,
sürdürebilirlilik, katılımcılık, örgütlülük ilkeleri esas alınacaktır. Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; Büyük Atatürk'ün
"tarım toprakları kutsaldır, kaderine terk edilemez" diye
nitelendirdiği sektörü hükümetimiz ciddî olarak ele almakta, tarımda çağdaş
yöntemleri de kullanarak etkin bir üretim planlamasını gerçekleştirme ve
çiftçiye destek sağlayan kamu örgütlenmelerinde rasyonelliği geliştirici,
çiftçi yararına gerekli düzenlemeleri yapma, tarım reformunu ve tarımda yeniden
yapılanmayı tam manasıyla gerçekleştirme kararlılığındadır. 57 nci hükümet ve tabiî, Tarım ve Köy İşleri
Bakanlığımız, hayvancılığı, bitkisel üretimi, toprağı, suyu, ilacı, gübresiyle
tarımda bütün alanlardaki problemleri ortadan kaldırabilmek, üretimde birim
başına elde edilen verimi yükseltebilmek, modern, teknik imkânlardan istifade
edilmesini sağlamak ve köylümüzün, çiftçimizin hayat standardını, gelir
seviyesini yükseltebilmek için tam bir mesai anlayışıyla çalışmaktadır. Sayın milletvekilleri, Tarım ve Köyişleri Bakanlığının
köylere yönelik olarak yürüttüğü hizmetler, Köy Hizmetleri Genel Müdürlüğünün
Başbakanlığa, yani, Devlet Bakanlığına bağlanmasıyla sona ermiştir. Bakanlık,
mevcut işlevine uygun biçimde, Tarım Bakanlığı olarak adlandırılmalıdır. Değerli milletvekilleri, dünyanın en verimli iklim
kuşağında yer alan Türkiye'nin, önemli büyüklükteki tarım alanları, konut,
sanayileşme, turizm amaçlı imara açılmalar ve muhtelif nedenlerle yapılan
kamulaştırmalar nedeniyle daralmakta olduğundan marjinal sınırlara ulaşmıştır.
Tarımsal üretimi olumsuz yönde etkileyen tarım arazilerindeki bölünmenin
önlenmesi, tarım arazilerinin esas olarak tarımda kullanılması, toprağın
verimli bir şekilde işletilmesi, birim alanında azamî ekonomik verim alınması
ve toplulaştırmanın mümkün olduğu yerlerde zorunlu toplulaştırma mutlaka
yapılmalıdır. Üretimi artırmak, verimliliği artırmaktan geçmektedir.
Bunun için, topraklarımız analiz edilerek, ıslah edilmiş, sertifikalı anaç
tohum kullanımı ve beraberinde toprağın yapısına uygun gübre kullanımı
sağlanmalıdır. Arz fazlası olan ürünlerin üretimleri, ürün kalitesi ve tipleri,
arazi durumu gibi kriterler de dikkate alınmak suretiyle ekim alanları sınırlandırılmalı,
bunların yerine, iç ve dış talep olan ürünlerin üretimine yönlenilmelidir. Düşük verime bağlı olarak, çiftçimizin yaşadığı
sıkıntıları hafifletmek için, ürün maliyetini düşürecek girdiler olan gübre,
ilaç, tohum ve mazot sübvanse edilmelidir. Bildiğiniz gibi, son yıllarda, ülke genelinde
yağışların az olması nedeniyle kuraklık yaşanmış, birçok ürün türünde yüksek
oranlarda hasar tespit edilmiştir. Bu iklim değişikliği, sulu tarıma geçmemizi
zorunlu kılmaktadır; bunun için de, tarımsal amaçlı sulamaya elverişli
barajların bir an önce bitirilmesi şarttır. Doğru ve etkili tarım için, çiftçilerimizi
bilgilendirmeye yönelik eğitici faaliyetler yaygınlaştırılarak sürdürülmelidir.
Ziraat mühendisi, veteriner hekim ve alanında görev alacak tekniker ve
teknisyen ihtiyacı süratle karşılanmalıdır. Buna mukabil, mühendis ve teknik
elemanlar, masa başında değil, çiftçinin, üreticinin yanında tarıma katkı
sağlayacak şekilde çalıştırılmalıdır. Sayın milletvekilleri, tarım sektörünün geliştirilmesi,
genel bütçeden Tarım ve Köyişleri Bakanlığına ayrılan payla yakından ilgilidir. (Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı) BAŞKAN - Lütfen, toparlar mısınız Sayın Özdemir. ALİ ÖZDEMİR (Devamla) - Toparlıyorum Sayın Başkan. Bütçe imkânlarının zorluklarına rağmen, Tarım ve
Köyişleri Bakanlığı bütçesini artırma yoluna gidilmeli ve yeterli parasal
kaynak sağlanmalıdır. Bu duygu ve düşüncelerle, Tarım ve Köyişleri Bakanlığı
bütçesinin, ülkemize, milletimize hayırlı olmasını temenni ediyor; Yüce
Heyetinizi ve ekran başında bizi izleyen tüm vatandaşlarımızı saygıyla
selamlıyorum. (MHP, DSP ve ANAP sıralarından alkışlar) BAŞKAN - Teşekkür ediyorum Sayın Özdemir. İkinci söz, Afyon Milletvekili Sayın Abdülkadir Akcan'a
ait; buyurun Sayın Akcan. (MHP sıralarından alkışlar) Süreniz 7 dakika. MHP GRUBU ADINA ABDÜLKADİR AKCAN (Afyon) - Sayın
Başkan, değerli milletvekilleri; Tarım Reformu Genel Müdürlüğü 2001 malî yılı
bütçesi üzerinde, Milliyetçi Hareket Partisi Grubu adına söz almış bulunuyorum;
Yüce Heyetinizi saygıyla selamlıyorum. Bu vesileyle, geçtiğimiz günlerde şehit
olan polislerimize Tanrı'dan rahmet, kederli ailelerine başsağlığı diliyorum.
Aynı şekilde, merkez üssü, doğup büyüdüğüm yer Bolvadin olan deprem nedeniyle
tüm hemşerilerimize geçmiş olsun dileklerimi sunuyor, bu deprem felaketinde
kaybettiğimiz insanlarımıza da Yüce Allah'tan rahmet diliyorum. Sayın milletvekilleri, tarım reformu, tarımın
bünyesindeki temel aksaklıkları gidermeye yönelmiş, teknolojik gelişme ve
iktisadî verimliliği dikkate alan ve çiftçi gelirlerinin yükseltilmesini
amaçlayan tedbirlerin tamamıdır şeklinde özetlenebilir. Tarım reformu uygulamalarının geçmişine şöyle bir göz
atıldığında, konunun önemine rağmen henüz arzu edilen seviyeye ulaşılamadığı
görülmektedir. Tarımsal işletmelerde verimlilik büyük ölçüde, verimliliği
düşüren arazi parçalanması, miras ve intikal, hisseli ve bölünerek yapılan
satışlar, kiracılık ve ortakçılık, muhtelif amaçlarla yapılan kamulaştırmalar,
tarım kesimindeki yüksek nüfus yoğunluğu gibi faktörler tarafından
etkilenmektedir. Tarımsal üretimi büyük ölçüde olumsuz yönde etkileyen, tarım
arazilerindeki parçalılığın giderilmesi, küçük işletmelerin desteklenerek
yüksek gelirli işletmelere dönüştürülmesi, hazine arazileriyle az topraklı veya
topraksız çiftçilerin topraklandırılması, toprak, su kaynaklarının teknolojik
ve ekonomik gereklere göre kullanılması ve kullanma haklarının düzenlenmesi,
toprağın verimli şekilde işletilmesi, birim alandan en yüksek seviyede ekonomik
verimin sağlanması, yeni yerleşim yerleri kurulması, mevcut yerleşim yerlerine
eklemeler yapılması, tarım arazisinin esas olarak tarımda kullanılması, tarım
arazisinin tarım dışı amaçlara tahsisinin dikkatli bir şekilde sağlanması,
toplulaştırmanın uygun görüldüğü yerlerde zorunlu toplulaştırma yapmak gibi
görevler, Bakanlar Kurulu kararıyla, belirlenen uygulama bölgelerinde, Tarım
Reformu Genel Müdürlüğü tarafından yürütülmektedir. Bu çerçevede, arazi
toplulaştırılması, çeşitli nedenlerle ekonomik tarım yapılmasına imkân
vermeyecek biçimde veya toprak muhafaza ve ziraî sulama tedbirlerinin
alınmasını güçleştirecek derecede parçalanmış, dağılmış, şekilleri bozulmuş
parsellerin muntazam şekiller halinde bir araya getirilerek, tarla içi gelişme
hizmetleriyle birlikte planlanması, projelendirilmesi ve uygulanması işlemidir. Tarla içi geliştirme hizmetleri yapılmadan
toplulaştırma projelerinin ülkemizde tatbiki hemen hemen mümkün değildir;
çünkü, toplulaştırmanın genel sloganı, her parsel, kendi yoluna ve kendi suyuna
kavuşacak şekilde olmalıdır. Arazi toplulaştırması, entegre bir projedir ve
tamamlandığı zaman, üretim artışı ve sosyal barış sağlanmış olacaktır.
Toplulaştırmanın, tarımsal bünye üzerinde sağladığı faydalar ise, nüfus artışı,
miras, alım satım, kiracılık ve ortakçılık gibi nedenlerle ortaya çıkan arazi
parçalılığını ve dağınıklılığını ortadan kaldırarak, işletmelerin rasyonel
büyüklüğe getirilmesi, sulama ve ulaşım randımanının artırılması, parsellerde
müştereklikten doğan huzursuzlukların giderilmesi, varsa dağınık ve müşterek
haldeki hazine arazisinin birleştirilerek dağıtıma hazır hale getirilmesidir. Tarım Reformu Genel Müdürlüğünün diğer önemli
görevlerinden biri de, toprak dağıtımıdır. Tarım Reformu Genel Müdürlüğü
tarafından bugüne kadar yapılan toprak dağıtımlarıyla optimum büyüklükte
işletme büyüklüğünün elde edilmesiyle, bölgedeki işsizliğe bir miktar çözüm
getirilmesi ve köylerdeki sosyoekonomik dengelerde düzelme olması
hedeflenmiştir. Yine, Tarım Reformu Genel Müdürlüğü tarafından
yürütülen arazi kullanım planlamasıyla, planlama yapılan bir alanın en uygun
bitki deseninin tespit edilmesini sağlamak, belirli bir düzen içinde, tarım
toprakları, orman ve rekreasyon alanları, sanayi alanları ve buna benzer
arazinin mevcut durumunu tespit ederek, gelecekteki kullanım durumunu
belirlemek, amaçdışı ve yanlış arazi kullanımını önlemek amaçlanmıştır. Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; daha önce de
belirttiğim gibi, tarım reformu, tarımın bünyesindeki temel aksaklıkları
gidermeye yönelmiş, teknolojik gelişme ve iktisadî verimliliği dikkate alan,
çiftçi gelirlerinin yükseltilmesini amaçlayan tedbirlerin bütünü şeklinde
tanımlanabilir olmasına karşılık, Tarım Reformu Genel Müdürlüğü, bugüne kadar,
ağırlıklı olarak toprak reformu üzerinde çalışmış ve varlığını tarımsal
reformlar alanında hissettirememiştir. Örneğin, her vesileyle ifade edildiği
gibi, tarımsal faaliyet içinde bitkisel ve hayvansal üretim olmasına rağmen,
Tarım Reformu Genel Müdürlüğü, hayvancılıkla ilgili herhangi bir reformsal
çalışma içine girememiştir. Bu nedenle, Genel Müdürlüğün, varlığını, adına
uygun faaliyetlerde de hissettirmesi gerektiği kanaatimi belirtmek isterim. Şüphesiz, bu kurumun, fonksiyonunu tam olarak ifa edip
arzu edilen performansı gösterebilmesi için, teknik ve elemanla ilgili
altyapısı bakımından güçlendirilmesi gerekmektedir. Biz, böyle bir
güçlendirmenin zorunlu olduğunu ifade ederken, Başbakanlık Makamı, Köy
Hizmetleri Genel Müdürlüğünün, Devlet Su İşleri Genel Müdürlüğünün ve Tarım ve
Köyişleri Bakanlığının çalışan geçici işçilerini sürekli kadrolarda istihdamına
imkân verecek tedbirleri alırken, Tarım Reformu Genel Müdürlüğünün emrindeki
355 geçici işçinin bu uygulamanın dışında bırakılmış olmasını, bir eksiklik
olarak mütalaa etmekteyiz. Sayın Başkan, değerli milletvekilleri, bu duygu ve
düşüncelerle, Tarım Reformu Genel Müdürlüğünün 2001 malî yılı bütçesinin
ülkemize, tarım sektörüne hayırlı olmasını diler, hepinizi saygıyla selamlarım. (MHP, DSP ve ANAP sıralarından
alkışlar) BAŞKAN - Teşekkür ederim Sayın Akcan. Üçüncü söz, Denizli Milletvekili Sayın Salih
Erbeyin'in. (MHP ve DSP sıralarından alkışlar. Süreniz 7 dakika. Buyurun efendim. MHP GRUBU ADINA SALİH ERBEYİN (Denizli) - Sayın Başkan,
değerli milletvekilleri; Adalet Bakanlığı bütçesi üzerinde, Milliyetçi Hareket
Partisi Grubunun görüşlerini arz etmek üzere huzurlarınızdayım. 2001 malî yılı bütçesinin, ülkemize, Yüce Türk
Milletine hayırlara vesile
olmasını diler, hepinizi saygıyla selamlarım. Geçen yasama döneminde, Meclis Dilekçe Komisyonu
Başkanı olarak görev yaptığımda, vatandaşlarımızdan gelen dilekçeleri, 1997
yılından itibaren bir tasnife tabi tuttuğumuzda, karşımıza ilginç bir tablo
çıkmıştır. Buna göre, toplumun birinci şikâyeti, işsizliktir; ikinci şikâyeti,
adaletin geç tecelli etmesi ve geç tecelli etmesinin sebepleri olan teknik ve
fizikî eksikliklerdir. Mülkün temeli saydığımız adaletin sağlanmasını ve
dağıtılmasını üstlenmiş olan Adalet Bakanlığımızın genel durumu hakkında birkaç
şey söylemek istiyorum. Kuvvetler ayrılığı ilkesini benimsemiş olan
Anayasamızın Üçüncü Bölümünde yargı düzenlenmiştir. Adalet Bakanlığı, 2992
sayılı Teşkilat Kanunuyla, bu kapsam içerisinde verilen görevleri ifa
etmektedir. Yeni bir yüzyıla girmeye hazırlandığımız bu günlerde,
adalet hizmetlerinin çağdaş, süratli ve adil bir şekilde sunulması
kaçınılmazdır. Bilgi çağında, adalet hizmetlerinin, çağdaş gelişmelerden uzak
kalması düşünülemez. Adalet hizmetlerinin yerine getirilmesinde görevli,
ülkemizin her köşesinde yaygın bir teşkilata ve kadroya sahip olan adlî mekanizmanın
içerisinde bulunduğu zorlukları ve sıkıntıları kısaca arz etmek istiyorum:
Özellikle, birçok ilde birden fazla mahkeme teşkilatının bulunması, özellikle,
avukatlar açısından, avukatlık görevinin yerine getirilmesini imkânsız hale
getirmektedir. Bu sebeple, bunların bir binada toplanarak, günün şartlarına
uygun, çağdaş adliye binaları bir an önce yapılmalıdır. Adlî yargı 854 il ve ilçe merkezinde 3 866 mahkemeyle,
idarî yargı ise 128 mahkemeyle hizmet vermektedir. Bütçe imkânlarına bağlı olarak, 75 merkezde adlî
teşkilat kurulamamış, 12 merkezde de adlî teşkilat kurulmuş olmasına rağmen
faaliyetlere geçememiştir. 9 408 yasal hâkim ve cumhuriyet savcısı kadrosundan 8
569 adedi dolu olup, 839 hâkim ve savcı kadrosu halen boştur. Mevcut maddî
imkânlar ve hâkim ve savcı kadrolarıyla, davaların hızlı, etkili ve adil bir
çözüme kavuşturulması imkânı bulunmamaktadır. Mahkemelerde hızlı kararlar
verilememesi, yargının yükünü artırmaktadır. 1999 yılında Yargıtayımıza 405 000 dosya gelmiş, yerel
mahkemelerde ceza, hukuk toplam Yapılan bir araştırmaya göre azamî iş haddiyle hâkim,
savcı ve diğer personel yönünden verimli bir sonuç alınabilmesi için, 1999 yılı
iş durumu esas alındığında, 1 997 yeni mahkemeye, 3 868 hâkim ve savcıya
ihtiyaç duyulmaktadır. Halen, 23 892
adliye personeli yasal kadrosundan 3 400 adedi boştur. Değerli milletvekilleri, arz etmeye çalıştığım
meselelerle birlikte, infaz kurumlarımızda da mutlak ıslahı gereken sıkıntılar
yaşanmaktadır. Bayrampaşa Cezaevinde başlayıp, Ulucanlar, Uşak ve diğer
cezaevlerinde devam eden, hiçbir biçimde kabul edilemeyecek olaylar, kanayan
bir yaradır. Her ne şekilde olursa olsun, suç işleyen, fiili işlemiş, yasa
hükmünü ihlal etmiş ve mahkûm olmuş, devletin, cezanın infazı amacıyla
cezaevine koyduğu, ıslah etmeye çalıştığı tutuklu ve hükümlü, devlete
başkaldırıyor, devletin görevlisini rehin alıyor, devletle pazarlığa
kalkışıyor... İnfaz sistemimizden ve infaz hizmetlerinden, ne iddia, ne yargı,
ne savunma, ne tutuklu, ne hükümlü, ne de kamuoyu olmak üzere hiçbir kesim
memnun değildir. İnfaz kurumlarında, yasaklanmış her türlü silah, uyuşturucu ve
diğerleri mevcuttur. Tutuklu ve hükümlüler, bu şartlar altında, canlarından
endişe etmektedirler. Cezaevlerinde can güvenliğinden bahsetmek zordur. Kamuoyunda, infaz kurumlarında, parası olanın
ayrıcalıklı olacağı ve rahat edeceği gibi bir kanaat yaygındır. İnfaz
kurumlarında, tutuklular ve hükümlüler arasında bu manada eşitlik söz konusu
değildir, parası olmayan mahkûm, paralı mahkûma hizmetçilik etmektedir.
Eşitliğin olmadığı yerde, adalet zedelenmiş, yara almıştır. Bu duruma
gelinmesinin nedenlerinden biri de, infaz mevzuatımızın, maddî hükümler
açısından yetersiz olmasıdır. 647 sayılı Cezaların İnfazı Hakkında Kanunun
değiştirilmesi gerekmektedir. Adalet hizmetlerinin, hızlı ve etkin, adil sunulmasını
kolaylaştırmak ve yargının yükünün azaltılması inancıyla, bu yükü azaltmanın
yakın çarelerinden birkaçını huzurlarınızda arz etmek istiyorum: İdarî para cezalarının kapsamı mutlaka
genişletilmelidir. Devletin taraf olduğu yüzbinlerce hukuk dosyasını
önleyici idarî ve yasal önlemler bir an önce getirilmelidir. Hazine avukatlığı, dava takibinde başarı sağlayacak
şekilde oluşturulmalıdır. Küçük ve işi az yerlere adlî teşkilat kurulmamalı,
görevli dağılımı dengelenmelidir. Savcıların görev ve etkinliği artırılırsa, birbiriyle
zincirleme ilişkileri nedeniyle, faili meçhul suçlar büyük ölçüde çözülür,
yönetime ve yargıya güven artar. Mesleğin kaynağı ilim yuvaları hukuk fakültelerine ve
mensuplarına gerekli imkânlar sağlanmalıdır. Geleceğin hukukçuları iyi
yetiştirilmelidir, meslekî eğitimleri geliştirilmelidir. Küçülen dünyada
yerimizi alırken, hukukumuzun ve hukukçularımızın iyi yetişmesi ve dünyaya
entegrasyonu şarttır. Ceza etkinliğini çürüten para cezalarının komik durumu,
geçen yasama döneminde Parlamento tarafından düzeltilmiştir; bunu, iyi bir
gelişme olarak arz etmek istiyorum. İstinaf mahkemeleri, haklara güvenceyi artırıcı,
Yargıtayın içtihat yapma işlevine daha çok zaman ve imkân sağlayıcı bir ara
yargı kuruluşudur. Bu hususta gereken yapılmalıdır. Yargı yerleri, işin önemine, mensuplarının onuruna
uygun hale getirilmelidir. Mahkemelerin bağımsızlığı ve hâkimlerin teminatı,
öneminden dolayı Anayasayla düzenlenmiştir. Bağımsızlık ve teminat, kuşkusuz,
keyfiliğe yol açacak kavramlar değildir. "Hâkimler, Anayasaya, kanuna ve
hukuka uygun olarak vicdanî kanaatlerine göre hüküm verirler" denilmek
suretiyle, Anayasa bağımsızlığı düzenlenmiştir. Kanunlar, kalıcı ve toplumun değişen ihtiyaçlarına
mümkün olan en uzun süre için cevap verebilecek anlayış içinde hazırlanmalı,
sık sık kanun değişikliğine gitmekten kaçınılmalıdır. Amaç adalet olduğuna
göre, geciken adalet, adalet imajının silinmesi uğruna hukuk ve teknoloji
beraberliğini yoğunlaştıracak ciddî ve kalıcı önlemlerin bir an önce hayata
geçirilmesi gerekmektedir. (Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı) BAŞKAN - Sayın Erbeyin, lütfen toparlayınız. SALİH ERBEYİN (Devamla) - İnsan hak ve özgürlüklerinin
kurulması, demokratik parlamenter devlet anlayışının yerleşmesi ve hukukun
üstünlüğü ilkesinin zaafa uğratılmaması amacıyla, sağlıklı, güvenilir ve
erişimi kolay bilgi sistemleriyle donatılmış yargı düşüncesinin süratle hâkim
kılınması gerekmektedir. Adlî sicilde bilgisayar kullanımı düşüncesiyle
geliştirilen iletişim ağındaki başarılı sonuçlar, yargıda da bilgi
teknolojisinden yararlanma konusunda cesaret vermektedir. Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; burada bir
hususa dikkatinizi çekmek istiyorum. Görülmekte olan bir dava hakkında basının,
kurumların ve şahısların fikir beyan etmeleri, açıklama ve yorum yapmaları,
toplumsal bir hastalığımızdır. Bu hususta, Yüce Parlamento tarafından ele
alınacak, caydırıcı müeyyidelerle donatılmış yasa düzenlemeleri gerektiği
inancındayım. Özellikle basınımızın, mahkeme hükmünden önce, yargısız infaz
niteliğini taşıyacak beyanlardan kaçınması, basına olan güveni artıracak ve
basınımız, hak ettiği saygıyı kazanacaktır. Bu duygu ve düşüncelerle, 2001 malî yılı bütçesinin,
Adalet Bakanlığına, çalışanlarına, mensuplarına ve Türk Milletine hayırlara
vesile olmasını diliyor, hepinizi saygıyla selamlıyorum. (MHP ve DSP
sıralarından alkışlar) BAŞKAN- Teşekkür ediyorum Sayın Erbeyin. Milliyetçi Hareket Partisi Grubu adına son söz,
Nevşehir Milletvekili Sayın İsmail Çevik'e ait. Buyurun efendim. (MHP sıralarından alkışlar) Süreniz 9 dakikadır. MHP GRUBU ADINA İSMAİL ÇEVİK (Nevşehir)- Sayın Başkan,
değerli milletvekilleri, Milliyetçi Hareket Partisi Grubu adına, Yargıtay
bütçesi üzerinde söz aldım; Heyetinizi saygıyla selamlıyorum. Yargıtay, adlî yargının vermiş olduğu kararları, temyiz
edilmesi halinde inceleyen ve sonuçlandıran bir üst derece mahkemesidir.
Yargıtayın, yasayla verilmiş görevleri yerine getirirken, içinde bulunduğu
sıkıntılardan, iş yükünden ve çözüm önerilerinden bahsetmek istiyorum. Yargıtayımıza, 1997 yılında, 404 410 dosya gelmiş, aynı
yıl, yerel mahkemelerde, ceza ve hukuk, toplam 3 655 284 davaya bakılmış ve
savcılıklarda, 2 293 547 hazırlık evrakı işlem görmüştür ve her yıl bu sayı
artmaktadır. Değerli milletvekilleri, gün geçtikçe iş yükü ve dosya
sayısı artan adliyelerimizde ve Yargıtayda tıkanmanın önlenmesi ve adaletin
gecikmeden sağlanması, adaletin tez verilmesi için, acilen bir reform
çalışmasına ihtiyaç vardır; ancak, hiç zaman geçirilmeden, devletin taraf
olduğu yüzbinlerce hukuk davasını önleyici, yönetsel ve yasal önlemler derhal
getirilmelidir. Hazine avukatlığı, dava takibinde başarı sağlayacak şekilde
donatılmalıdır. Cumhuriyet savcılarına bağlı adlî zabıta, mutlaka kurulmalı;
böylece, idarî zabıta yoluyla yürütmenin yargıya müdahalesi görüntüsü
önlenmeli, iş, gerçek ehline teslim edilmelidir. Savcıların görev etkinliği artırılırsa, birbirleriyle
zincirleme ilişkileri nedeniyle, faili meçhul suçlar büyük ölçüde çözülür ve
yönetime ve yargıya güven artar. Meslekî eğitim geliştirilmelidir. Kaymakam adaylarında
olduğu gibi, 12 aylık yurtdışı dil eğitiminden sonra göreve başlama olanağı,
hâkimlik ve savcılık mesleğinde de sağlanıp, uygulanmalıdır. Küçülen dünyadaki
yerimizi alırken, hukukumuzun ve hukukçularımızın, buna uygum sağlaması
zorunludur. Ceza etkinliğini çürüten diğer bir aksaklık da, para
cezalarının sağlıklı bir sisteme kavuşturulmamış olması sorunudur. Örneklersek,
saldırgan sarhoşlukta birkaç yüzbin lira, namus, şöhret, vakar ve haysiyete
taarruzda, hakarette birkaç milyon lira olan komik para cezası ve benzeri
niceleri, düzeni bozucu, yargıyı küçümsetici "bu parayı öderim, sövmeye devam
ederim" biçimindeki durumları ortaya çıkarmaktadır. İstinaf mahkemeleri, haklara güvenceyi artırıcı,
Yargıtayın içtihat yapma işlevine daha çok zaman ve imkân sağlayıcı bir ara
yargı kuruluşudur. Bilim ve uygulama gereklilik konusunu tez elden
sonuçlandırmalı, gereği yapılmalıdır. Çağdaş ülkelerin başvurduğu kanun hakemi, arabuluculuk,
uzlaşma gibi kurumlar, sağlıklı biçimde mevzuatımıza kazandırılmalıdır. Yargı yerleri, işin önemine, mensuplarının onuruna
uygun halde değildir. Taşrada, karanlık ve kiralık han köşelerinde, Yargıtayda
altı yedi hâkimin, savcının bir odada, iki üç metrekarelik bir mekânda görev
uğruna ömür çürüttüğünü, yardımcı personelin, her yönden çok daha perişan ve iç
karartıcı durumda bulunduğunu açıklamaya kelimeler yetmez. Gereğini,
ilgililerin sağduyularına ve görev anlayışlarına havale ediyorum. Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; Anayasamızın 36
ncı maddesindeki hak arama hürriyeti bağlamında, iş yükü altında bunalmış
mahkemeler ve Yargıtayın iş yükünün kısmen azaltılabilmesi, köklü çözümler ve
reform çalışmaları yapılıncaya kadar alınması gereken tedbirler üzerinde de
kısaca durmak istiyorum. Yargılamamızda, şahsî dava kapsamı genişletilmeli, bu
kuruma işlerlik kazandırılmalı, cumhuriyet savcılarının, kamu adına takibe
mecbur olduğu suç sayısı azaltılmalı, bazı suçların da, kamu adına takip
edilemeyeceği, sadece, şahsî dava yoluyla takibin mümkün olduğu hükmü
getirilmelidir; ancak, asılsız şahsî dava açılması halinde, şahsî davacıya
müessir malî yükümlülükler getirilerek, bunun istismar edilmesi önlenmelidir. Genel olarak, hemen ifade etmeliyim ki, kanunların
gelişigüzel değiştirilmesi fevkalade mahzurludur; çünkü, kanunlar bir sisteme
oturtulmuş kurallar manzumesidir. Bu itibarla, değişiklikler, tatbikat
mahkemelerinin, bu mahkemelerin zirvesi ve içtihat mahkemesi olan Yargıtayın ve
diğer yüksek mahkemeler ile baroların görüşü alınarak, uygulama ve doktrin
mezcedilmek suretiyle, modern hukukun gereklerine uyularak, sistem zedelenmeden
yapılırsa, yararlı ve verimli olur kanaatindeyiz. Kanun değişiklikleriyle ilgili olarak Yargıtayın ve
baroların görüşlerini belirleyecek ve teklifler üretecek komisyonlar
kurulmalıdır. Böylece, uygulamadan doğacak aksaklıklar, Yargıtayın ve baroların
değerli üyeleri tarafından, en doğru ve en detaylı şekilde belirlenerek,
çözümleri de gösterilebilecektir. Devamlılık arz edecek olan bu çalışmalara, en
kısa zamanda başlanmalı, ilgili kurum ve kuruluşlar, özellikle Adalet
Bakanlığıyla bu konudaki işbirliği geliştirilmelidir. Asliye ve sulh mahkemelerinden verilmekte olan kesin
kararların değer ölçüsünün, ekonomik gelişme ve enflasyon nazara alınarak
çoğaltılması yolunda usul yasalarında değişiklik yapılmalıdır. Bedele ilişkin
uyuşmazlıkların sayısı süratle artmaktadır. Uzun süren davalar sonucunda
hak sahibine ödenen paralar,
değerdeki düşüşler sebebiyle hak sahibinin kaybını telafiden pek uzak
kalmaktadır. Değer tespitini gerçekçi ölçülerde belirleyecek yöntemlerin ve
tedbirlerin idarî aşamada tespiti, uyuşmazlıkları büyük ölçüde azaltacaktır. Kadastro çalışmalarının yapıldığı yerlerde, devletin
gerçek manada hak sahibi bulunduğu yerler iyice tespit edilip, devletin
hakkının olmadığı yerlerde vatandaşlarla lüzumsuz ve haksız yere ihtilaf
yaratma alışkanlığından vazgeçilmelidir. Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; bahsetmeye
çalıştığım sorun ve çözümlerin yanında, Milliyetçi Hareket Partisi olarak
hassasiyetlerimizden olan yargı bağımsızlığı ve yargıç teminatı konusuna da
kısaca değinmek istiyorum. Mahkemelerin bağımsızlığı ve hâkimlik teminatı,
öneminden dolayı Anayasayla düzenlenmiştir. Bağımsızlık ve teminat, kuşkusuz,
keyfiliğe yol açacak kavramlar da değildir. "Hâkimler, kanuna ve hukuka
uygun olarak vicdanî kanaatlerine göre hüküm verirler" demek suretiyle,
Anayasa, bağımsızlığı düzenlemiştir. Adalet, ancak, bağımsız yargı ve teminatlı
yargıçlarla sağlanabilir. Hâkimlerin bağımsız olduğunun yazılması, yargının
bağımsızlığı için yeterli değildir. Bu bağımsızlığı sağlayacak çarelere,
teminatlara ihtiyaç vardır. Bu teminatlardan en önemlisi, Anayasamızın 159 uncu
maddesinde yer alan Hâkimler ve Savcılar Yüksek Kurulunda köklü değişiklikler
yapılmalı; adlî yargı ve idarî yargıya mensup hâkim ve savcılar yönünden ayrı
ayrı kurullar oluşturulmalıdır. Seçimler, doğrudan doğruya ilgili genel kurullarca
yapılmalı, kurulun asıl üyelerinin yüksek mahkemeyle ilişkileri geçici olarak
kesilmeli, ayrı bir bütçesi ve sekreteryası olmalıdır. Hâkimlerin özlük haklarında Bakanlar Kurulu kararıyla
bazı iyileştirmeler yapılmışsa da, hâkimlerin özlük hakları belirlenirken,
yasama ve yargının eşitliği ilkesinden hareket edilmeli ve özlük hakları
konusunda yasayla düzenlemelerde bulunulmalıdır. Günümüz yüksek mahkeme üyelerinin özlük hakları ile
bazı Batılı ülkelerde parlamento üyelerinin özlük hakları denge içerisinde
otomatik hale getirilmiş, bazılarında ise üstünde tutulmuştur. Bu konularda,
yasama ve yargının eşitliği ilkesinden hareketle, dengeli bir düzenleme
getirmek, anayasal bir zorunluluktur. Değerli milletvekilleri, hâkim ve savcılarımız ile adliye
çalışanlarının çalışmalarında etkinliği artırmak, hizmetlerinin süratli,
verimli ve ekonomik bir şekilde yürütülmesini temin etmek amacıyla, malî ve
sosyal haklarının artırılmasını, kamudaki adaletsiz gelir dağılımının
düzeltilmesini, 57 nci hükümetimizden hassaten arz ediyoruz. Bu vesileyle, 2001 malî yılı bütçesinin milletimize
hayırlı olmasını diliyor, hepinizi saygıyla selamlıyorum. (MHP, DSP ve ANAP
sıralarından alkışlar) BAŞKAN - Teşekkür ediyorum Sayın Çevik. Böylece, gruplar adına konuşmalar tamamlanmış oldu, Şahıslar adına ilk söz, lehinde olmak üzere, Eskişehir
Milletvekili Sayın Mehmet Sadri Yıldırım'a ait. Buyurun Sayın Yıldırım. (DYP sıralarından alkışlar) Süreniz 10 dakika efendim. MEHMET SADRİ YILDIRIM (Eskişehir) - Sayın Başkan,
değerli milletvekilleri; Tarım ve Köyişleri Bakanlığının 2001 yılı bütçesi
üzerinde, şahsım adına, söz almış bulunuyorum; Yüce Heyetinizi ve
televizyonları başında bizi izleyen, alınteri ve elemeğiyle geçinen, hakkına
razı olan, ülkenin kalkınmasında büyük katkısı olan, şu anda mağdur duruma
düşen çiftçi kardeşlerimi ve aziz milletimi, Doğru Yol Partisi ve şahsım adına,
sevgi ve saygılarımla selamlıyorum. Tarımın, ülke nüfusunun yarısını oluşturan sektör
olduğunu, dünyanın her yerinde korunduğunu, devlet desteğine ihtiyaç duyduğunu;
istihdamda yüzde 43, gayri safî millî hâsılada yüzde 14, ihracatta yüzde 11
paya sahip bulunduğunu; yılda ortalama yüzde 1,5 artan nüfusun gıda maddeleri
talebini karşıladığını, ülkenin ekonomik gelişmesine katkıda bulunduğunu hepimiz
bilmekteyiz. Dünyanın en gelişmiş liberal ülkelerinde bile, tarımda
serbest piyasa şartları henüz oluşmamıştır. Gelişmiş ülkelerin, kendi tarım
sektörlerini desteklerken, bizde tarıma yönelik desteklerin azaltılmasını,
hatta kaldırılmasını istemelerine bir anlam vermek mümkün değildir; çünkü,
Türkiye'de, tarım kesiminde çalışan nüfusun kişi başına 40 dolar, Avrupa
Birliği ülkelerinde 2 605 dolar, Amerika Birleşik Devletlerinde 4 570 dolar aldığını görüyoruz. Hal böyleyken;
IMF, stand-by anlaşmasıyla; Dünya Bankası ise, Türkiye'ye kullandıracağı
yapısal uyum kredisi kapsamında, tarıma yönelik desteklerin azaltılmasını
istemektedir. Tarım bütçesi, yatırımdan uzak, faiz ve borç ödeme
bütçesidir. Böylece, bütçede tarıma ayrılan paranın az olması, Türk köylüsünün
ve Türk Milletinin üretiminin az olması demektir. Üretim az olunca, ülke
ekonomisi, tarım ve çiftçi zarar görür; neticede, millet zarar görür. Kısacası,
bu bütçe, köylüyü ve tarımı kalkındırma bütçesi değil, çiftçiyi tamamen ortadan
kaldırma ve yok etme bütçesidir. Değerli milletvekilleri, ülkemiz, bir tarım ülkesidir;
bundan vazgeçmek mümkün değildir; ancak, yıllar geçtikçe üretim düşmekte, tarım
çökmekte, tarım ve hayvan üreticilerimiz perişan olmaktadır. Öyleyse, ülkenin,
çiftçinin bu hale gelmesinde, dört yıldır iktidarda olan hükümet suçludur. Sayın Hükümet, bugüne kadar, çiftçinin tarlasını nasıl
süreceğini, nasıl ekeceğini, nasıl hasat edeceğini, nasıl satacağını hiç
düşündünüz mü? Allahaşkına söyleyin, hiç, bugüne kadar, çiftçinin durumunu
iyileştirecek bir karar aldınız mı?.. Bir kanun çıkardınız mı?.. Sayın Bakanım, çiftçinin sorunlarını tespit edebilmek
için, köyü, köylüyü ve tarımı iyi tanımak; tanımak için de, bizzat, bu
insanların içinde bulunmak ve yaşamak gerekir. Hükümet ve iktidar partileri,
vatandaşın içine girip, dert ve sıkıntılarını dinlememiş, yol gösteren
muhalefeti de yok saymıştır. Meydanlara inen ve hakkını arayan binlerce
çiftçinin feryatlarını da dinlemediniz; çünkü, dört yıldan beri, çiftçinin
alınterinin ve elemeğinin karşılığını vermediniz. NİDAİ SEVEN (Ağrı) -
Lehinde, böyle konuşma mı olur?!. MEHMET SADRİ YILDIRIM (Devamla) - Sayın Bakanım, bu
nedenle, Türk çiftçisinin en iyi dönemleri Doğru Yol Partisinin hükümette
olduğu yıllardır. Neden derseniz, bakın, izah edeyim... (DYP sıralarından
alkışlar) NİDAİ SEVEN (Ağrı) - Sayın Başkan, lehte söz almadı
mı?!. MEHMET SADRİ YILDIRIM (Devamla) - Dinleyin, bir
dinleyin... Yılsonu gelmiş olmasına rağmen, 57 inci hükümet, pancar
fiyatlarını daha yeni açıklayabildi. Açıkladığınız fiyat da, maalesef,
maliyetin altındadır; çünkü, maliyeti 38 000 lirayken, 33 700 lira verdiniz.
Yine, buğday tabanfiyatı olarak, 126 000 lira maliyeti varken, 102 000 lira
fiyat verdiniz. BAŞKAN - Sayın Yıldırım, lehte konuşuyorsunuz değil mi
efendim... MEHMET SADRİ YILDIRIM (Devamla) - Ancak, Anadolu
çiftçisi, mahsulünü 90 000 liraya satmıştır; yani, çiftçi mağdur olmuştur.
İşte, bunun için, buğday, pancar ve diğer tarım ürünlerine, Doğru Yol
Partisinin hükümette olduğu dönemlerde, en yüksek fiyatlar verilmiştir. Bugün, gelin görün ki, çiftçimizin hali içler açısı.
Çiftçimiz, belki de hiç olmadığı kadar zor durumda. Öldürdünüz çiftçiyi,
öldürdünüz!.. Bu nedenle, çiftçi hakkında sizin konuşmaya hakkınız yok. (DYP
sıralarından "Bravo" sesleri, alkışlar) ADNAN FATİN ÖZDEMİR (Adana) - Çiftçi sizi de biliyor,
bizi de biliyor... MEHMET SADRİ YILDIRIM (Devamla) - Bizim iktidarlarımız
döneminde, çiftçimiz, 1 litre mazotu 6 kilogram pancarla alabilirken, bugün, 16
kilogramla alamamaktadır. Yine, 1 litre mazotu 2 kilogram buğdayla alabilirken,
bugün, 4-5 kilogram buğdayla ancak alabilmektedir. Doğru Yol Partisi döneminde, gübrede uygulanan yüzde
50'lik destek, bu hükümet döneminde yüzde 18'ler seviyesine düşürülmüş, bundan
sonra da, tamamen kaldırılmış olacaktır. Böylece, Türk çiftçisi, kendi
kaderiyle baş başa bırakılacaktır. Türkiye, bir zamanlar canlı hayvan ve et
ihraç eder konumdayken, bugün, canlı hayvan ve et ithal eder duruma düşürülmüş
olup, vatandaşlarımıza ne idiği belirsiz et ve et ürünlerini yedirdiniz; bu
nedenle, hayvancılığı da bitirdiniz. Değerli milletvekilleri, ülke ekonomisi çökmüş, 1999
yılında kalkınma eksi 6,4'e düşmüş; yani, ülke gerilemiş; çiftçi perişan, esnaf
perişan, sanayiciler perişan; açılan dükkanlar ve firmalar kapanıyor; memur ve
emekli her gün Kızılay meydanında, işçi emeklisi sürünüyor. Hal böyle iken,
hükümetimiz ve Tarım Bakanımız, bugüne kadar milletin ve çiftçinin lehine
hiçbir karar almadığı gibi, icraat da yapmamıştır. Çıkarılan kanunlar milletin
aleyhine olup, vergi veya zam kanunlarıdır. Sayın Bakan, çiftçinin nasıl kredi
aldığını bilmiyor. Sayın Bakan, Mart, Nisan 2000 tarihinde çiftçiye renkli
ucuz mazot sözü verdiniz; hâlâ yerine getirmediniz. Çiftçi, ben köylere gidince
soruyor, "Bakan Bey, bizim ucuz mazotu ne yaptı acaba?.." diyor. (DYP
sıralarından alkışlar) "Bize sözü vardı, yerine getirsin" diyor.
Sayın Bakan, bu hususta karar ve kanun tasarısı hazırladığını ve Bakanlar
Kurulunda olduğunu söylüyor. Sayın Bakanım, çiftçi "tasarı karın
doyurmuyor, bize icraat lazım" diyor (DYP sıralarından alkışlar) İcraat
olmayınca, haliyle isyan ediyor çiftçi. Yine Sayın Bakanımız devam ediyor ve "1938-1950;
1950 - 1960; 1970 - 1980 arası hükümetler tarım için, çiftçi için, üretim için
ne yapmıştır" diyerek geçmiş hükümetleri suçluyor. Bakın, bir dinleyin... Değerli milletvekilleri, bakınız, 1938 - 1950 arası
ülke harpten çıkmış olmasına rağmen, çiftçinin, ülkenin durumu bugünkü durumdan
daha iyiydi. Allah, o günleri ülkemize bir daha göstermesin. 1950 - 1960 arasındaki Demokrat Parti iktidarında ülke
kalkınmaya girmiş, köylümüz, halkımız insanca yaşamaya başlamış, çiftçi saman
devrinden duman devrine geçmiş; ilk defa Türkiye'ye Marshall yardımından
traktör, biçer-döver girmiş, köylümüz sabandan kurtularak teknik tarıma
geçmiştir. Kısacası, çiftçi altın devrini yaşamıştır. Onun için, bu devri
tenkit edemezsiniz, hakkınız da yok! (DYP sıralarından "Bravo"
sesleri, alkışlar) 1960 ile 1980 arasında, Adalet Partisi zaman zaman
işbaşında, çiftçi altın yıllarını yaşamıştır. Hele o devri hiç tenkit
edemezsiniz; çünkü, tarlaya sulamayı getiren, çiftçiye insanca yaşama hakkı
tanıyan geçmiş hükümetlerin bakanlarına ve hükümetlerine teşekkür ediyorum.
Önce size çiftçiler isyan eder, siz o devri tanımıyorsunuz demektir. Yine, Bakanımız, muhalefete, yani bize hitaben devam
ediyor: "Ben size gülüp geçiyorum, ben çiftçiyi tanıyor muyum, tanımıyor
muyum..." Bakınız, dinleyin: Sayın Bakanım, çiftçiyi ve köylüyü ne siz ne
de hükümet tanıyor. Acaba, hükümet "malının bedelini peşin ödeyeceğim"
diye alıp, dört beş ay sonra taksit taksit ödediğiniz ve parasını geç
almasından dolayı mağdur ettiğiniz, traktörünü ve tarlasını satmak zorunda
bırakılan... SÜLEYMAN COŞKUNER (Burdur) - Nerede sattı be!.. MEHMET SADRİ YILDIRIM (Devamla) - ...bir yılda 131 defa
akaryakıta zam yapmanız nedeniyle traktörüne mazot koyamayan, tarlasına gübre
atamayan, evine icra gönderdiğiniz, borç batağına düşürdüğünüz, cezaevine
kapattığınız, ülkesi için her fedakârlığa katlanan, üretim yapana ceza
yazdığınız, yoksul duruma düşürdüğünüz, öldürdüğünüz bağrı yanık bu insanları
hakikaten siz tanır mısınız?! Görseniz selam verir misiniz?! (DYP sıralarından
alkışlar) Nasırlı ellerini sıkar mısınız?!. (DYP sıralarından alkışlar, MHP
sıralarından alkışlar [!]) Hayır, hayır!.. Tanımıyorsunuz, tanımıyorsunuz!..
Evet, eğer tanısaydınız, çiftçiye bu eziyeti etmezdiniz, ülkenin temeli olan bu
çiftçiyi bitirmezdiniz. İşte, onun için, Türk çiftçisinin her zaman yanında
olan ve Türk çiftçisinin dostu ve sigortası olan Doğru Yol Partisidir... (DYP
sıralarından alkışlar, MHP sıralarından "Bravo" sesleri, alkışlar
[!]) ADNAN FATİN ÖZDEMİR (Adana) - Hayatında traktöre bindin
mi?! MEHMET SADRİ YILDIRIM (Devamla) - Sayın hükümet, 500
Ziraat Bankası şubesini kapatıyorsunuz, satıyorsunuz, böylece çiftçiye hep
darbe vuruyorsunuz. Gelin, çiftçinin borçları için affı çıkaralım. Ne olur, bir
kere de çiftçi lehine bir iş yapalım!.. (DYP sıralarından alkışlar, MHP
sıralarından gürültüler) Eğer yapmazsanız, bu çiftçi, bu millet, sandıkta size
öyle bir tokat atar ki, on sene o tokadın acısını unutamazsınız... (DYP
sıralarından alkışlar, MHP sıralarından "Bravo" sesleri [!]) (Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı) BAŞKAN - Sayın Yıldırım, bir dakika... MEHMET SADRİ YILDIRIM (Devamla) - Bitiriyorum efendim. BAŞKAN - Mikrofonunuzu açacağım; yalnız, bir şey
hatırlatmak istiyorum: Zatıâliniz lehte konuşmak için söz almıştınız... (MHP
sıralarından alkışlar) MEHMET SADRİ YILDIRIM (Devamla) - Tamam efendim... BAŞKAN - Peki efendim, tamamlayın lütfen. MEHMET SADRİ YILDIRIM (Devamla) - Sayın Başkanım, ben,
milletin lehine, ülkenin lehine konuşuyorum. (DYP ve FP sıralarından alkışlar, MHP sıralarından alkışlar [!]) Öyleyse, sayın hükümet, gelin, bu ülkeyi, bu insanları
kurtaralım. IMF'nin emirlerine boyun eğmeyin. Yetkiyi elinize alın; artık,
çiftçiyi, esnafı ve tüm milleti ezmeyin; ezdirmeyin; yazık etmeyin bu ülkeye
diyor; Doğru Yol Partisi ve şahsım adına Yüce Heyetinize saygılar sunuyorum.
(DYP sıralarından "Bravo" sesleri alkışlar, FP sıralarından alkışlar)
BAŞKAN - Teşekkür ederim. Sayın Yıldırım, şahsınız adına söz almıştınız, Doğru
Yol Partisi Grubu adına değil. MEHMET SADRİ YILDIRIM (Eskişehir) - Ben, Doğru Yol
Partisinin milletvekiliyim... BAŞKAN - Peki... Teşekkür ediyorum. Hükümet, konuşmayı arzu ediyor mu? TARIM VE KÖYİŞLERİ BAKANI HÜSNÜ YUSUF GÖKALP (Sıvas) -
Evet efendim. BAŞKAN - Tarım Bakanı Sayın Hüsnü Yusuf Gökalp
konuşacaklar. (MHP sıralarından alkışlar) Sayın Bakanımızdan istirhamımız, konuşma metinleri 47
sayfa; ancak, süreleri kesin olarak 15 dakikadır; onu hatırlatıyorum efendim. Buyurun. TARIM VE KÖYİŞLERİ BAKANI HÜSNÜ YUSUF GÖKALP (Sıvas) -
Değerli Başkan, değerli milletvekilleri; hepinizi saygıyla selamlıyorum. Tarım ve Köyişleri Bakanlığı bütçesi üzerinde
görüşlerini sunan değerli parti temsilcilerimize ve şahısları adına söz
alanlara teşekkür ediyorum. Sayın Başkan, müsaade ederseniz, sizin de belirttiğiniz
gibi, Tarım ve Köyişleri Bakanlığı görevine geldiğimiz 1999 Haziranının ilk
haftasından bugüne kadar yapılanları, gayretlerimizi, Türkiye'nin imkânları
ölçüsünde oluşturduklarımızı ve oluşturmaya çalıştıklarımızı bu kitapçıkta
yazdık; hem Plan ve Bütçe Komisyonunun değerli üyelerine takdim ettik hem de
Yüce Meclisimize. Ben, özellikle, bugünkü, bu değerli fikirlerinden
dolayı, sayın milletvekillerimizin sorularına, yapıcı tenkitlerine kısaca cevap
vermek istiyorum. Yalnız, öncelikle şunu söyleyeyim: Ben köylü çocuğuyum,
köyde doğdum, köyde oturuyorum; ama, bazıları gibi "ben köylü çocuğu muyum
ki köyde oturayım, elbet yalıda oturacağım" felsefesine yaklaşıp da...
(MHP ve DSP sıralarından alkışlar, DYP sıralarından gürültüler) MEHMET GÖZLÜKAYA (Denizli) - Ne alakası var?!. TARIM VE KÖYİŞLERİ BAKANI HÜSNÜ YUSUF GÖKALP (Devamla)
- ... nasırlı ellerden böyle bahsetmeyelim. Ağrıda, bir değerli politikacı, bir gün, konuşurken,
öyle konuşuyor ki, nutuk atıyor. Oradan bir vatandaşımız "ben seni
tanırım, bunlar hiçbir zaman olmadı" deyince "sen işine bak, bu bir
nutuktur" diyor. Lütfen, bu nutukları, bu Yüce Meclisin çatısı altında,
gerçeklerden uzak bir şekilde vermeyelim. ALİ ŞEVKİ EREK (Tokat) - Ne ucuz politika!.. HACI FİLİZ (Kırıkkale) - Sizin, son seçimde yaptığınız
gibi... TARIM VE KÖYİŞLERİ BAKANI HÜSNÜ YUSUF GÖKALP (Devamla)
- Değerli milletvekilleri, sırf tarımın meselesini ve tarımdaki, yıllardır,
çiftçimizin, üreticimizin, dolayısıyla tüketicimizin, dolayısıyla tüm
milletimizin içerisinde bulunduğu sıkıntıları göstermek ve Yüce Meclisin çatısı
altında da, yerinde tespit edilen bazı hususları, müsaade ederseniz belirtmek
istiyorum. Bunu, getirip de, son bir yıla, birbuçuk yıla, dört - beş yıla
yaslamak pek doğru olmuyor. 18 Temmuz 1996... Biraz önce, değerli konuşmacımızın
birisi aynen şunu söyledi: "Elli senedir, Türk çiftçisine, bu Yüce Meclis,
demokratik hakları çıkarmamıştır." Bu, biraz önce konuşan değerli bir
milletvekilimizin çok yerinde bir tespiti; tarih 1996... Demokratik haklardan
bahsederken, örgütlenmeden bahsediyor. Ben, hemen bunun cevabını veriyorum:
Üretici birlikleri yasa tasarısı, Başbakanlığımıza arz edilmiştir. Şimdi, bu
sunduğumuz yasaların sayısını da ve Meclisin gündeminde olan yasa tasarılarını
da, isterseniz, isim olarak, sayı olarak da burada vermeye çalışacağım. MEHMET GÖZLÜKAYA (Denizli) - Gündemde olması yetmiyor
ki, buraya gelmedikten sonra, gündemde olsa ne yazar. TARIM VE KÖYİŞLERİ BAKANI HÜSNÜ YUSUF GÖKALP (Devamla)
- Ama, biz, Bakanlık olarak Meclise getirdik. Tabiî, Meclisin öncelikleri
belirleniyor ve bunlara da sıra gele-cektir. Bakınız, yine, 18 Temmuz 1996... O zaman bu tarafta
oturan değerli bir konuşmacı "dünyada yeni politikalarla tarım kesimi zor
durumdadır..." Yani, 1996'da da, bugünkü söylediklerine benzer cümleler
söyleniyor. Ben, bunları niçin söylediniz diye tenkit etmiyorum. Demek ki,
1996'da da böyle, 1995'te de böyle. Yine, 18 Temmuz 1996 konuşmasında, bu değerli
hatibimiz... ZEKİ ERTUGAY (Erzurum) - Sayın Bakan, kim? TARIM VE KÖYİŞLERİ BAKANI HÜSNÜ YUSUF GÖKALP (Devamla)
- "Biz, Meclisten geçirerek değil, hükümetin yetki yasasına dayanarak,
Gümrük Birliği Yasasına koyarak, yalnız tarım kredi kooperatiflerini
demokratikleştirdik" diyor. Yalnız, tarım kredi kooperatiflerinin
demokratikleşmesinden söz edilirken, biz de diyoruz ki, tarım satış
kooperatifleri birliklerini de, bu yasayı çıkararak, üyelerinin idare edeceği,
üyelerinin karar vereceği, siyasî günlük mülahazaların dışına, bu Yüce Meclis
çıkarmıştır. Yine, değerli konuşmacı, buradan devam ederek diyor ki:
"Birlikler, mutlaka, kendi seçilmiş insanlarıyla yönetilmelidir."
Tarım satış kooperatifleri birliklerinin yasasını bu Meclis çıkardı. Bu,
1996'da söylendi; 1997, 1998, 1999 üzerinden geçti; 6 Haziran 2000 tarihinde,
iktidarıyla muhalefetiyle, bu Yüce Meclis çıkardı değerli arkadaşlarım. TURHAN ALÇELİK (Giresun) - Muhalefet değil, Sayın
Bakanım; muhalefet onaylamadı. TARIM VE KÖYİŞLERİ BAKANI HÜSNÜ YUSUF GÖKALP (Devamla)
- Onun için, lütfen, bu hükümete ve bu değerli Meclise, muhalefetiyle
iktidarıyla, hak ettiği teşekkürü verme mecburiyetimiz var ve yerinde olur. TURHAN ALÇELİK (Giresun) - Sayın Bakanım, o kanunu
muhalefet onaylamadı. TARIM VE KÖYİŞLERİ BAKANI HÜSNÜ YUSUF GÖKALP (Devamla)
- Yine devam ediliyor... Şunu söylemek istiyorum ki, otuz senedir ekmeğini
topraktan kazanan birisi olarak, bugün, Türk tarımının nasıl olacağını ve
sıkıntılı olduğunu burada vurguluyorlar. Değerli Başkanım, şimdi, değerli konuşmacı bugün
diyordu ki: "Tarım Satış Kooperatifleri Kanunu 30 senelik bir devri
devredışı bırakıyor. Bir gecede, işte, IMF istedi, şu istedi, bu istedi diye
Tarım Satış Kooperatifleri Kanunu çıkarılıyor." 1996'da üzülürken niçin
çıkaramadık? Ancak tarım satış kooperatifleri merkez birliğini
demokratikleştirebildik denirken, bu hükümet, gelmiş, buna Tarım Satış
Kooperatifleri Birliğini de eklemiş, 1996'daki o üzüntü 2000 yılında yerine getirilmiş. 11 Mart 1997 tarihinde, yine, DYP Grubu adına değerli
konuşmacımız, Toprak Mahsulleri Ofisi araştırma önergelerinin iki tane
olduğunu, bunlardan birisinin 1991 seçimlerinden sonra Doğru Yol Partisi ve SHP
hükümeti zamanında, Anavatan Partisi iktidarını kapsayan, o zamanki Toprak
Mahsulleri Ofisi Genel Müdürü Ahmet Özgüneş'in dönemini ilgilendiren bir kısım
olduğunu söylüyor ve devamla diyor ki: "1991 senesine kadar, Türkiye'de,
çeltik üreticisini kaderinden, işinden, tarlasından, mesleğinden soğutan o
ithal pirinçlerin sahipleri, tahmin ediyorum, yine devreye girdiler." Bu
tarih de 11 Mart 1997. Bakınız, o zamanki haksız ithalatlar, haksız uygulamalar
ve bu haksız uygulamalardan dolayı çeltik üreticisinin üzerine düştüğü durum gösteriliyor.
Ama, ben buradan soruyorum, muhalefetteki, iktidardaki milletvekillerine
soruyorum: Bu sene Toprak Mahsulleri Ofisinin önünde bekledim, buğdayımı
satamadım, çeltiğimi satamadım ve sattığım ürünün de parasını 20 günden sonra
aldım diyen, herhangi bir şikâyette bulunan bir çiftçi adı bana verebilirler
mi?! (MHP ve DSP sıralarından alkışlar) MEHMET GÖZLÜKAYA (Denizli) - 80 liraya buğday sattı, 70
liraya arpa sattı. MEHMET ERGÜN DAĞCIOĞLU (Tokat) - 110 lira dediğiniz
buğdayı 60 liradan sattı. TARIM VE KÖYİŞLERİ BAKANI HÜSNÜ YUSUF GÖKALP (Devamla)
- 1995 senesinde, Tarım Bakanlığının... 1994'ten beri hükümetlerimiz, tarım
satış kooperatifleri dahil, kararnameyle fiyatları açıklıyorlardı; ancak,
açıklanan bu fiyatlardan dolayı çiftçinin memnun olmadığı burada belirtiliyor. Yine, burada, ne yazık ki, Anavatan Partisi zamanında,
bütün milletvekilleri görmüştür ki -duvarlarında "Ofis, çiftçinin karagün
dostu" yazar, ama- 1991 senesine kadar, bu karagün dostunun ne olduğunu,
Türk çiftçisi iyi bilmektedir. Burada, hiçbir partiyi, hiçbir partideki
arkadaşlarımızı, eksik yaptılar, yanlış yaptılar deme açısından söylemiyorum.
Ben, bu göreve geldikten bu tarafa diyorum ki, çiftçinin meselesi iyi değil,
tarımcının meselesi iyi değil. Onun için, benim, geçmişe karşı, az yapıldı,
hatalı yapıldı diye aşırı bir tenkitim yoktur; ancak, şunu söyledim: Tarımda
hangi politikalar oluşmuşsa 1938-1950 arası, 1950-1960 arası, 1960-1970,
1980-1990 arası, bu politikalar üzerinde tartışalım. Evet, söylediğim cümle
şudur: Yoksa, tarımda ne yapıldıysa, önemli ölçüde, 1938'e kadar Yüce Atatürk
zamanında yapılmıştır dedim ve şunu ekledim: 1926 yılında çıkan Hayvan Islahatı
Kanunu, ancak son yıllarda ele alınmıştır. Yoksa, hiçbir zaman, tarımda hizmet
veren, tarım teşkilatında çalışan değerli mühendislerimizi, veteriner
hekimlerimizi, tarım bakanlarımızı ve değerli çiftçilerimizi, kati surette, bir
şey yapılmamıştır diye bir tenkitim olmadı. Hele hele Türk çiftçisi... Türk
çiftçisinin alınteri üzerinde siyaset yapmak haramdır dedim. Özellikle, Türk
çiftçisi, tırnağıyla toprağı kazıyarak üretmektedir. (MHP sıralarından
alkışlar) Şunu da belirtmek istiyorum: Burada söylenecek sözler
çok; yalnız, müsaade ederseniz, hayvan kaçakçılığı konusunda, et kaçakçılığı
konusunda da, yine değerli milletvekillerimizin geçmiş yıllarda, 1996 ve
1997'de söylediklerini buradan duyurmak istiyorum. "Maalesef, 1982'den
bugüne kadar Büyük Millet Meclisinde, bu Parlamentoda bütün siyasî partiler,
Türk çiftçisini oy deposu olarak görmüşler; onları belediye reisi yapmış, il
genel meclisi üyesi yapmış; onlar için şu yapılmış, bu yapılmış, oyları
alınmış; fakat, kendi paralarıyla ve alınteriyle oluşturdukları bu
kooperatiflere sahip olamamışlardır." Bunun tarihi, 11 Haziran 1997. Türk çiftçisinin, bu kanunla beraber, tarım satış
kooperatiflerinin devletten ayrılması; malı mülkü bu üreticinin olan bu
müessesenin özelleştirilmesi gibi konulardan bahsedilmiş... NİDAİ SEVEN (Ağrı) - 94 yılı borçları ne olacak? Çiftçi
icra daireleriyle karşı karşıya?.. TARIM VE KÖYİŞLERİ BAKANI HÜSNÜ YUSUF GÖKALP (Devamla)
- Özellikle de hayvan ithalatının, et kaçakçılığının geçmiş yıllarda başladığı
ve bugünlere kadar geldiği tutanaklarda belirtilmiştir. Değerli Başkan, sayın milletvekilleri; tarım konusunda
yapılanları, oluşturulan projeleri, müsaade ederseniz, burada tek tek
sıralamayacağım. Yalnız, son birbuçuk yıldır ne yapılmıştır, hangi kanunlar,
hangi yönetmelikler üzerinde çalışılmıştır; onları da, müsaadenizle, vermek
istiyorum. 6 Haziran 1999-23 Kasım 2000 dönemleri arasında
kanunlaşan yasalar 2 tane, Türkiye Büyük Millet Meclisi Genel Kurulunda olan
yasa tasarıları 5 adet. Bunlar Genel Meclisin gündemindedir. Türkiye Büyük
Millet Meclisi komisyonlarında görüşülmekte olan yasa tasarıları 2 adet.
Başbakanlığa sunulan yasa tasarıları -bunları, özellikle tüm konuşmacılar
üzerinde durdukları için belirtmek istiyorum- Tarımsal Üretici Birlikleri
Kanunu Tasarısı, tarım hizmetlerinin düzenlenmesi hakkında kanun tasarısı,
Toprak Sulama ve Tarım Reformu Genel Müdürlüğünün kuruluşu ve görevleriyle
ilgili kanun tasarısı, yeni bitki çeşitlerine ait ıslah şartlarının korunması
hakkındaki tasarı, hayvan sağlığı ve zabıtası kanunu tasarısı olmak üzere 7
adet, üzerinde çalışılan yasa tasarıları 6 adet, yayımlanan Bakanlar Kurulu
kararları 24 adet. Bunların içerisinde özellikle tarımda yeniden yapılandırma
ve destekleme kurulunun oluşturulmasını, tabiî afetlerden zarar gören
çiftçilerin borçlarının ertelenmesini, çiftçilerin 1999 yılı hasat döneminde
tarım satış kooperatifleri ve Ziraat Bankasına olan borçlarına karşılık
tarımsal kredi borçlarının mahsubu kararnamesini, tarımda kullanılan kimyevî
gübrelerin yurt içinden ve yurt dışından tedarikindeki yeni oluşturulan
kararname. Değerli Başkan, değerli milletvekilleri; özellikle
gübrede, Türk çiftçisinin çektiği sıkıntı
hepimizin malumudur. Gübreyi ithal etmek, içerdeki üretimi artırmak
için, Tarım ve Köyişleri Bakanlığının, kendisine direkt bir sorumluluk
verilmemiş olmasına rağmen, çalışmalarını sizler takdir ediyorsunuz diye düşünüyorum. Yine, Meclisimizde, Bakanlar Kuruluna sunulan kararname
tasarıları 9 adet, üzerinde çalışılan Bakanlar Kurulu kararları 3 adet. Bunlar
içerisinde, özellikle, Bakanlar Kuruluna sunulan kararname tasarıları
içerisinde, 99-2000 üretim sonunda tarımsal faaliyetlerde kullanılan mazot için
üreticilere verilecek destekler hakkında karar taslağı... Bu proje, Bakanlar
Kurulumuz tarafından uygun görülmüştür; ancak, geçen, bu kürsüden de
belirttiğim gibi, bunlar bir imkân meselesidir, ekonomik imkân meselesidir.
Muhakkak surette kaynak aramaları devam ediyor. Yine, üzerinde çalışılan Bakanlar Kurulu kararları 3
adet, yayımlanan yönetmelikler 30 adet, yayımlanan tebliğler 37 adet. Bunlara
bir göz attığımız zaman ve geçmişle de mukayese ettiğimizde, son birbuçuk yıl
içerisinde, Tarım ve Köyişleri Bakanlığının özellikle mevzuat çalışmalarına hız
verdiği görülmektedir. Doğru Yol Partisi Grubu adına konuşan sayın
konuşmacının birkaç sorusuna cevap vermek istiyorum müsaade ederseniz. Sayın Başkan, şu rakamları, konuşmaların kaynaklarının
doğruluğunun çek edilmesi açısından söylüyorum. (Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı) BAŞKAN - Sayın Bakanım, süreniz bitti. 2 dakika
uzatacağım, daha fazla uzatma imkânına sahip değilim; aksi takdirde, Sayın
Adalet Bakanımızın rızasını almam gerekecek. Lütfen, 2 dakika içinde tamamlayınız. TURHAN ALÇELİK (Giresun) - Sayın Başkanım, Sayın
Bakanın mikrofonunu açmadan önce, bir hususu arz etmek istiyorum. Sayın Bakan konuşması sırasında, muhalefetin de
desteğiyle 6 Haziranda çıkan bir birlik yasasından bahsetti. Biz, muhalefet
olarak, anamuhalefet olarak bu yasayı desteklemediğimiz gibi, iptal için
Anayasa Mahkemesine götürdük. Sayın Bakandan, burada, bir hususu açıklamasını arz
ediyorum. Bu kanunla, 2001 yılından itibaren devlet desteğini kaldırdılar.
Devlet desteği verecekler mi? SEDAT ÇEVİK (Ankara) - Sayın Başkan, böyle bir usulümüz
var mı? TURHAN ALÇELİK (Giresun) - Bir de, Fiskobirlikten 1 550
işçinin çıkarılacağı söyleniyor, çıkarılacak mı? BAŞKAN - Böyle usulümüz yok efendim; ama, Sayın Bakan,
arzu ederse temas ederler. Sayın Bakan, 2 dakika süreniz var, lütfen toparlayınız. TARIM VE KÖYİŞLERİ BAKANI HÜSNÜ YUSUF GÖKALP (Devamla)
- Değerli Başkanım, burada, izoglikozdan bahsedildi, yapay şeker,
tatlandırıcılardan bahsedildi, pancar üretim alanlarından bahsedildi, Toprak
Mahsulleri Ofisinin belirlediği ürün fiyatlarından bahsedildi, çiftçinin ne
zaman parayı aldığından bahsedildi. Ben, tüm bu rakamların ve tarihlerin
doğruluğuna ve iddialara bir cevap olması açısından, pancar üretiminin son on
yıllık ekim alanını ve üretilen miktarı veriyorum; bu, tüm diğerlerine de
teşmildir. 1990, üretim alanı 380 000 hektar, üretilen 15 milyon ton; 1991, 400
000 hektar, üretilen 16 milyon ton; 1992, 400 000 hektar, üretilen 16 milyon
ton; 1993, 423 000 hektar, üretilen 16,6 milyon ton. 1991,1992, 1993'te kimin
koalisyonda olduğunu Yüce Milletimiz biliyor; DYP-SHP koalisyonu. 1994'te,
üretilen alan 412 000 hektar, üretilen miktar 13,8 milyon ton; 1995'te, 412 000
hektardan 312 000 hektara düşmüş, üretilen miktar 11 milyon ton; 1996'da üretim
alanı 422 000 hektar, üretilen miktar 14 milyon ton; 1997'de üretim alanı MEHMET ERGÜN DAĞCIOĞLU (Tokat) - 1995-1996'da
yükseldiğini de söyleyin Sayın Bakan. TARIM VE KÖYİŞLERİ BAKANI HÜSNÜ YUSUF GÖKALP (Devamla)
- 1998 yılını söylüyorum; üretim alanı 515 000 hektar, üretilen 22 milyon ton.
(MHP sıralarından alkışlar) Şimdi, üretim alanları da ortada, üretilen
miktarlar da ortada. Et kaçakçılığı, ürün kaçakçılığı yapanların listesi
basına açıklanmıştır, televizyonlardan verilmiştir, gazetelerde yayımlanmıştır.
Kati suretle, namuslu sanayicimiz zan altında bırakılmamıştır. (Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı) TARIM VE KÖYİŞLERİ BAKANI HÜSNÜ YUSUF GÖKALP (Devamla)
- Bursa'daki yapay tatlandırıcı üreticisinin arkasında kim olduğunu iki gün
önceki Şafak Gazetesine bakarsanız, yıllarca peşinden koştuğunuz ve isminin,
sizin yakinen tanıdığınız bir partinin olduğunu bilirsiniz. (DYP sıralarından
gürültüler) BAŞKAN - Efendim veda cümleniz için mikrofonu açtım. TARIM VE KÖYİŞLERİ BAKANI HÜSNÜ YUSUF GÖKALP (Devamla)
- Saygılarımı arz ediyorum.(MHP sıralarından alkışlar) BAŞKAN - Çok teşekkür ediyorum efendim. ZEKİ ERTUGAY (Erzurum) - 3 fabrika var, diğerlerini siz
söyleyin. MEHMET ERGÜN DAĞCIOĞLU (Tokat) - Sayın Alçelik'in
söylediği konu önemli değil mi sizce Sayın Bakan? Yanlış bilgi aktardığınızı
söylediler. BAŞKAN - Sayın Adalet Bakanımızı dinliyoruz. (DSP; MHP
ve ANAP sıralarından alkışlar) Süreniz 15 dakika efendim. ADALET BAKANI HİKMET SAMİ TÜRK (Trabzon) - Sayın
Başkan, değerli milletvekilleri; 2001 Malî Yılı Bütçe Kanunu Tasarısının Adalet
Bakanlığına ilişkin bölümü üzerinde, grupları adına görüşlerini açıklayan
değerli milletvekillerine, konuşmalarında dile getirdikleri değerlendirme ve
temenniler için teşekkürlerimi sunuyorum. Bakanlığımızın temel görevi, yargı yetkisini Türk
Milleti adına kullanan mahkemelerimizin adil, süratli karar vermek suretiyle,
adalete ulaşmada etkin sonuç alınmasını ve yargı kararlarının uygulanmasını
sağlayacak teşkilatı kurmak, gerek dünyada gerek ülkemizde meydana gelen
gelişmelere uygun yasal düzenlemeleri ve değişiklikleri hazırlamaktır.
Cumhuriyetimizin değiştirilemeyecek temel niteliklerinden birisi olan hukuk
devleti ilkesinin tam olarak gerçekleşmesi ve aksamadan işleyen adil bir yargı
sisteminin uygulanması büyük önem taşımaktadır. Mahkemelerimizin teknolojik gelişmelere uygun araç ve
gereçlerle donatılmalarının yanı sıra, bazı yönleriyle eskimiş bulunan temel
kanunların çağdaş gelişmelere uygun olarak değiştirilmesi ve reform niteliğinde
yeni düzenlemeler yapılması gerekmektedir. Bu değişiklik ve düzenlemelerin kısa
zamanda gerçekleştirilmesi, demokratikleşme sürecinin başarıyla yürütülmesinde
önemli rol oynayacaktır. Bakanlığımız, bu amaca yönelik önemli çalışmalar
yapmaktadır. Özellikle, merkez teşkilata ilişkin bölümü ihale edilen Ulusal
Yargı Ağı Projesinin mahkemelere ilişkin bölümünün 2001 yılı yatırım programına
alınması, adalet hizmetlerinin süratli bir şekilde yerine getirilmesini
sağlayacak ve yargının geç işlediğine yönelik yakınmaların önüne geçmiş
olacaktır. Bakanlığımız, bütün temel kanunların, çağdaş
gelişmelere ve değişen ihtiyaçlara uygun olarak yeni bir anlayışla gözden
geçirilerek bir hukuk reformunu gerçekleştirmesi için, çeşitli komisyonlar
oluşturmuştur. Yargıda kalitenin yükselmesine büyük katkıda bulunacak çok
amaçlı bir eğitim ve araştırma kurumu olarak, Türkiye adalet akademisinin
kurulmasına ilişkin kanun tasarısı, Yüce Meclise sevk edilmiştir. Halen, Türkiye Büyük Millet Meclisinin ilgili
komisyonlarında bulunan çeşitli kanun tasarılamızdan bazıları şunlardır: Ceza
İnfaz Kurumları ve Tutukevleri Eğitim Merkezleri Kanunu Tasarısı, Türk Medenî
Kanunu Tasarısı, Kamu Denetçiliği Kurumu Kanunu Tasarısı; ayrıca, Ceza
Muhakemeleri Usulü Kanunu Tasarısı ve Milletlerarası Tahkim Kanunu Tasarısı,
bakanlıklarla ilgili kurum ve kuruluşların görüşüne sunulmuştur. Türk Ceza Kanunu, Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanunu ve
İcra İflas Kanunu gibi, gelişen dünyanın getirdiği sorunların çözümünde
yetersiz kalan temel kanunların yeniden düzenlenmesi ya da bu kanunlarda köklü
değişiklikler yapılmasına, adlî yargıda yeni bir yapılanmaya gidilmesine, bu
arada, istinaf mahkemesi niteliğinde bölge adliye mahkemelerinin kurulmasına
yönelik çalışmalar, Bakanlığımız bünyesinde kurulmuş komisyonlarda
sonuçlandırılmak üzeredir. Borçlar Kanunu ve Türk Ticaret Kanunuyla ilgili
çalışmalar devam etmektedir. Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; adlî yargı
hizmetleri, 854 il ve ilçe merkezinde toplam 3 852 mahkeme; idarî yargı
hizmetleri ise, toplam 127 mahkeme tarafından yürütülmektedir. Kadro sıkıntısı
ve bütçe olanaklarının kısıtlı olması nedeniyle, 11 merkezde adlî teşkilat
kurulmuş olmasına rağmen, bugüne kadar faaliyete geçirilememiş, 77 merkezde ise
adlî teşkilat kurulamamıştır. 9 408 yasal hâkim ve cumhuriyet savcısı
kadrosundan 8 739'u dolu olup, 669 hâkim ve cumhuriyet savcısı kadrosu boştur.
Halen, adlî yargıda 1 138, idarî yargıda 1 olmak üzere, toplam 1 139 hâkim ve
savcı adayı staj yapmaktadır. Standart kadro ve 1999 yılı iş durumları esas
alındığında, Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; halen, değişik
kapasitelerde toplam 556 ceza infaz kurumunda, 72 841 hükümlü ve tutuklu
barındırılmaktadır. Bunların 61 574'ü adlî suçlardan, Yüce Meclisin kabul ettiği; ancak, Sayın
Cumhurbaşkanının bir kez daha görüşülmek üzere geri gönderdiği, 23 Nisan 1999
Tarihine Kadar İşlenen Suçlardan Dolayı Şartla Salıverilmeye, Dava ve Cezaların
Ertelenmesine Dair Kanun yürürlüğe girmiş olsaydı, bundan, ceza infaz
kurumlarındaki hükümlü ve tutuklulardan yaklaşık 35 000, zaman içerisinde 40
000 kişi yararlanacaktı. Adalet hizmetlerinden beklenen yararın alınabilmesi,
etkin bir infaz hizmetinin yerine getirilmesine bağlıdır; ancak, infaz
sistemimiz ciddî sorunlarla karşı karşıya bulunmaktadır. Ceza infaz
kurumlarında, kamuoyunu sık sık rahatsız eden ve derinden yaralayan olaylarla
karşılaşılmaktadır. Bunların önlenmesi için, ceza infaz sistemimizde,
ivedilikle, çeşitli hukukî ve fizikî düzenlemeler yapılması gerekmektedir.
Bakanlığımız, bir yandan, infaz mevzuatının yenilenmesine ve yeni düzenlemeler
yapılmasına, öbür yandan ceza infaz kurumlarının yeniden yapılandırılmasına
yönelik çalışmalarını sürdürmektedir. Bu bağlamda, çoğu kalabalık koğuş
sistemine göre inşa edilmiş mevcut cezaevlerinin fizikî altyapılarının oda
sistemine göre düzenlenmesi ve güvenlik sistemlerinin güçlendirilmesi, bu
arada, oda sistemine uygun ve yüksek güvenlikli yeni cezaevlerinin yapılması
çalışmaları devam etmektedir. 20 adet E tipi ve 22 adet özel tip cezaevinin
tamamen oda sistemine dönüştürülmesine yönelik ihaleler yapılmıştır.
Bakanlığımızca, Birleşmiş Milletler cezaevleri minimum standartları ve Avrupa
Konseyi cezaevleri kuralları çerçevesinde geliştirilen F tipi cezaevleri
projesine uygun olarak yapılan Ankara, İzmir, Bolu, Kocaeli, Tekirdağ ve Edirne
F tipi kapalı cezaevlerinin geçici kabulleri yapılmıştır. 30.12.1999 tarihinde
ihaleleri yapılan Ankara, İzmir, Kocaeli, Tekirdağ ve Adana İllerinde bulunan F
tipi cezaevleri de 2001 yılında tamamlanacaktır. Bununla birlikte, 23 Nisan
1999 Tarihine Kadar İşlenen Suçlardan Dolayı Şartla Salıverilmeye, Dava ve
Cezaların Ertelenmesine Dair Kanunun yeniden kabul edilmesi durumunda, mevcut
cezaevlerinde kazanılacak yer genişlemesi, F tipi cezaevlerinin nakilleri ivedi
bir sorun olmaktan çıkarmaktadır. O nedenle, F tipi cezaevlerinin hizmete
açılması, konunun her yönüyle kamuoyundaki duyarlılıklar, eleştiriler ve
öneriler dikkate alınarak, ilgili kamu kurumu niteliğindeki meslek
kuruluşlarının da katılımıyla çağdaş, evrensel ölçülere göre yeniden
değerlendirilmesi ve bir toplumsal mutabakat sağlanması amacıyla ertelenmiştir.
Bu arada, bir yandan F tipi cezaevlerinde ortak yaşam alanlarının
kullanılmasına olanak sağlamaya, öbür yandan ceza infaz kurumlarındaki her
türlü uygulamaları yargı denetimine almak ve sivil toplum denetimine açmak
amacıyla infaz hâkimlikleri ve izleme kurulları kurulmasına yönelik yasa
tasarıları Yüce Meclise sunulacaktır. Bunlar ceza infaz sistemimizi çağdaş bir
anlayışla tümüyle yenileyecek bir hukuk ve cezaevleri reformunun unsurları
arasında yer almaktadır. Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; adalet
hizmetlerinin yerine getirildiği binaların büyük çoğunluğu, yapı, mefruşat ve
teknik donanım bakımından son derece yetersizdir. 965 adliye binasından sadece
123'ü Bakanlığımıza ait, bağımsız binalardır. 2000 yılı içinde, Bursa, Kocaeli,
Muğla, Tunceli, Simav, Körfez ve Oltu adliye sarayları hizmete sokulmuş, Ünye
ve Alanya yeni adliye binalarının temeli atılmıştır. Kayseri idarî yargı hizmet
binası ile adlî yargı ek hizmet binası ve Karabük, Şalpazarı ve Denizli Güney
yeni adliye binalarının tefrişiyle ilgili çalışmalar devam etmekte olup, bu
binalar yakında hizmete açılacaktır. İzmir, Adana, Kastamonu, Söke, Bandırma ve
Tekirdağ adliye binalarının inşaatları devam etmektedir. Yatırım programında
yer almakla birlikte, yeterli ödenek bulunmaması nedeniyle, Aksaray, Bozöyük,
Çorum, Rize, Denizli, Erzurum ve Sungurlu adliye binalarının inşaatlarına henüz
başlanılamamıştır. Yargı hizmetlerinin adil ve süratli bir şekilde yerine
getirilmesi için, hizmet binalarındaki fizikî koşulların iyileştirilmesi ve
temel kanunlarda köklü düzenlemeler yapılması yanında, yargılama sürecinin en
iyi ve kaliteli düzeyde gerçekleştirilmesi için, hâkim, savcı ve diğer yargı
personeli için hizmetiçi eğitim programları uygulanması zorunludur.
Uluslararası standartlara göre, bir yıl içinde eğitimden geçirilen personel
sayısı, toplam personel sayısının yüzde 20'si oranında olmalıdır.
Bakanlığımızca uygulanan eğitim programları bu orana ulaşmaya olanak sağlayacak
şekilde planlanmaktadır; ancak, bütçe ödeneklerinin yetersizliği, hazırlanan
programların tam anlamıyla uygulanmasına olanak vermemektedir. 2000 yılında,
sadece 79 hâkim ve cumhuriyet savcısı Yargıtayda kurs görmüş, 3 701 yargı ve
ceza infaz personeli, adalet komisyonları aracılığıyla eğitimden geçirilmiştir.
Öte yandan, yargı hizmetini yerine getiren personelin
mevzuatla ilgili düzenlemelerden en kısa sürede haberdar olmasını sağlamak
amacıyla, Kasım 1996'dan bu yana Yargı Mevzuatı Bülteni yayımlanmaktadır. Bunun
yanında, yayımına uzun süre ara verilen Adalet Dergisi 1999'dan, Adlî Tıp
Dergisi ise, 2000'den itibaren yeniden yayımlanmaya başlamıştır. Hâkim ve Savcı Adayları Eğitim Merkezi, eskiden
Altındağ Adliyesi olarak kullanılan binada faaliyet göstermektedir. Bu
merkezde, yabancı dil laboratuvarı ve spor salonu bulunmamakta, dersler,
100-150 kişilik dersanelerde verilmektedir. Türkiye'deki hâkim ve cumhuriyet
savcısı açığı dikkate alındığında, merkezin, kapasite ve fizikî koşulları
itibariyle çağdaş bir yapıya sahip olmadığı açıktır. O nedenle, Türkiye Büyük
Millet Meclisine sevk edilen Türkiye Adalet Akademisi Kanunu Tasarısının bir an
önce yasalaştırılmasında büyük yarar vardır. Avrupa Birliği müktesebatına uyum çalışmaları
çerçevesinde ulusal programın hazırlanması ve Türkiye raporları için gerekli
bilgi akışının sağlanmasıyla ilgili Bakanlığımızın önemli görevleri
bulunmaktadır. Bu çerçevede, Avrupa Birliği - Türkiye Fikrî Sınaî Hak İhtisas
Mahkemeleri Projesi imzalanmıştır. Hâkim ve cumhuriyet savcılarının Avrupa
Birliği hukuku alanında yetiştirilmeleri amacıyla, yurtiçi ve yurtdışı kurs ve
eğitim programları hazırlanmaktadır. Bakanlığımızca, bakan düzeyinde Moğolistan'a yapılan
resmî ziyaret sırasında Türkiye ve Moğolistan, Romanya Adalet Bakanının
ülkemize yaptığı resmî ziyaret sırasında Türkiye ve Romanya, Ukrayna
Cumhurbaşkanı ve Adalet Bakanının ülkemize yaptıkları resmî ziyaret sırasında
Türkiye ve Ukrayna Adalet Bakanlıkları arasında, işbirliği protokolleri
imzalanmıştır. Daha önceki yıllarda imzalanan Türkiye ve Kazakistan
Cumhuriyetleri arasında Cezaî Konularda Adlî Yardımlaşma ve Suçluların İadesi
Anlaşması, Türkiye ile Makedonya Cumhuriyetleri Arasında Hukukî ve Cezaî
Konularda Adlî Yardımlaşma Anlaşması ve Türkiye ile Kuveyt Arasında Hususî
Hukuk, Ticaret ve Ceza Hukuku Konularında Hukukî Adlî İşbirliği Anlaşması bu
yıl içinde yürürlüğe girmiş, Türkiye ve Ukrayna Arasında Hukukî Konularda Adlî
Yardımlaşma ve İşbirliği Anlaşması imzalanmıştır. Bakanlığımız, çeşitli
uluslararası toplantı ve konferanslara bakan düzeyinde katılarak, ülkemizin
görüşlerini açıklamıştır. Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; 2001 Malî Yılı
Bütçe Kanunu Tasarısında Bakanlığımıza ayrılan toplam ödenek, genel bütçenin
sadece binde 9,96'sına tekabül etmektedir. Bu, adalet hizmetlerinin en iyi ve
kaliteli düzeyde, çağdaş ölçülere uygun biçimde gerçekleştirilmesi için gerekli
olan miktarın çok altındadır. 1961 öncesinde olduğu gibi, genel bütçeden
Bakanlığımıza en az yüzde 3 oranında ödenek ayrılması gerekir. Her şeye rağmen,
harcamalarda tasarruf ilkesine titizlikle uyan Bakanlığımız, adalet
hizmetlerini ayrılan ödeneklerle mümkün olan en iyi biçimde yerine getirmeye
çalışacaktır. Bu düşüncelerle, Adalet Bakanlığı bütçesinin ülkemize
hayırlı olmasını diler, Yüce Meclisi saygıyla selamlarım. (Alkışlar) BAŞKAN - Sayın Adalet Bakanımıza teşekkür ediyorum. Görüşmekte olduğumuz bütçeler üzerindeki son söz,
Erzurum Milletvekili Sayın Fahrettin Kukaracı'ya aittir. Sayın Kukaracı aleyhte konuşacaklar. Sayın Kukaracı, buyurun. (FP sıralarından alkışlar) Süreniz 10 dakika. FAHRETTİN KUKARACI (Erzurum) - Sayın Başkan, sayın
milletvekilleri; görüşülmekte olan 2001 malî yılı Adalet Bakanlığı bütçesi
üzerinde kişisel görüşlerimi açıklamak üzere huzurunuzdayım; bu vesileyle, Yüce
Meclisimize saygılar sunuyorum. Muhterem milletvekilleri "adalet mülkün
temelidir" sözü, bir inancın, büyük bir tecrübenin, bilgi ve birikimin
sonucunda ifade edilmiş, toplum ve insan hayatını düzenleyen önemli
düsturlardan birisidir. Adalet Bakanlığı, acaba, mülke temel teşkil eden
adaletin önemiyle mütenasip bir bütçeye sahip midir? Denilebilir ki, Türkiye'de
önemiyle mütenasip olmayan bütçelerden birisi, hatta birincisi, Adalet
Bakanlığı bütçesidir. Adalet Bakanının ifadesiyle, 1961 yılına kadar genel
bütçeden yüzde 3 pay alan Bakanlık, son yıllara kadar yüzde 1 civarında
alırken, 2000 yılında binde 7,7 almıştır. Plan ve Bütçe Komisyonunda bir miktar
artış sağlanarak binde 9'a yükseltilmiş olan bu bütçe de sadra şifa değildir. Devlet, sürekli adaletten kısmakla tasarruf etmiş
sayılamaz. Adaletten tasarruf olmayacağı herkesçe bilinmelidir. Ödenek yetersizliğinden zamanında yapılamayan
tebligatın, kâğıt yokluğundan yazımı geciken kararın, zabıt kâtibinin eski
daktilo makinesiyle yaptığı mücadelenin faturası elbette ağır olacaktır. Mahkemeler açmak, teşkilatlandırmak, ceza infaz
kurumları, icra iflas daireleri gibi kurumlar kurmak, bunların gözetim ve
denetimini yapmak, adalet ve ceza infaz kurumlarının binalarını yapmak,
personelini temin etmek gibi geniş görevlerle yüklü olan bir Bakanlığın,
elbette problemleri de büyük olacaktır. Muhterem Bakanın ifadesiyle, halen 669 hâkim ve savcı
kadrosu, 4 087 personel kadrosu boş bulunmaktadır. 1 211 mahkemede, 2 041 hâkim
ve savcı ile 5 852 yeni yargı personeline ihtiyaç vardır. Mevcut 965 adliye
binasının sadece 123 adedinin Bakanlığa ait bağımsız binada olduğu düşünülürse,
problemin büyüklüğü daha kolay anlaşılacaktır. Problemlerin büyüklüğü nispetinde bütçe ayrılamamış
olması, adaletin hızlı bir şekilde tevziini güçleştirmektedir. Problemler
sadece bunlar değildir. Ceza infaz kurumlarında bulunan 72 841 tutuklu ve
hükümlüye her yıl 5 000 dolayında ilave gelmektedir. Bunların iaşe ve ibatesi
kaynak sarfına sebep olmakta, idaresi ise başlı başına çözülmesi gereken bir
mesele olarak önümüzde bulunmaktadır. Ne acıdır ki, hükümet, ceza ve tevkif evlerinde otorite
tesis edememiştir. Nuriş kardeşler çıkmakta, devletle, âdeta, alay eder gibi
cezaevi müdürünün koltuğuna oturmak suretiyle, görüntü dilini de kullanarak
"buranın hâkimi benim" dercesine devlet güçlerine meydan okumaktadır.
Yargının mahkûm ettiği kimseler, kendilerini cezaevinin hâkimi görüyor, devlet
otoritesini yok sayarak eşkıya kanunlarını orada geçerli kılıyor, diğer
mahkûmları kendi kurallarına göre cezalandırıyorlarsa, orada devlet
hakimiyetinden bahsedilemez. Bu olaylar karşısında, ilgili bakanların nasıl
ellerinin ayaklarına dolaştığını milletimiz ibretle müşahede etmiştir. Bu kadar
hadiseden sonra, bir başka yere nakledilen suçlunun cebinden tabanca çıkması
ise üzücü, üzücü olduğu kadar da ibretamiz bir hadisedir. Ayrıca, cezaevlerinde
sık sık başvurulan ve halen devam etmekte olan ölüm oruçlarının da, idarî
problemleri artırdığını kabul etmek gerekir. Değerli arkadaşlarım, Adalet Bakanlığı bütçesi
görüşülürken, bir başka hususa daha dikkat çekmek istiyorum. Bugün, icra iflas
dairelerinde 8 milyon, diğer mahkemelerde 30 milyon dosya bulunduğu
söylenmektedir. Tarafları hesaba katıldığında, nüfusun tamamı davacı veya
davalı olarak karşımıza çıkmaktadır. Hem adlî sistemin yavaşlığı hem de ülkede
ekonomik ve sosyal çöküntü, bu kadar insanı mahkemelik etmiştir; mahkemelik
etmeye de devam etmektedir. Sistem, çözüm üreterek suç, suçlu ve davaları
azaltmak yerine, mevcuda yeni davalar ve suçlular katmaktadır. Artan bu iş
kapasitesi nedeniyle, zaten çok yetersiz olan hâkim, savcı, yardımcı personel,
ceza infaz memuruna ilave olarak yeni personel istihdam etmek zorunda
kalınmaktadır. Adalet Bakanlığının sorunlarının önemli bir bölümü
yargının sorunlarıdır. Yargının sorunları çözülmeden, olgun bir yargılama ve
adil bir ortama sahip olmamız mümkün değildir. Yargının sorunlarının başında
hukuk eğitimi gelmektedir. Avrupa Birliğine girme çalışmalarının yoğunlaştığı
şu günlerde, hukuk adamlarının Avrupa Birliğinin mevzuatını da uygulayabilecek
yetenek ve yeterlilikte yetişmeleri önem arz etmektedir. İster AB'ye girelim
ister girmeyelim, demokratik ve evrensel hukukun bir şekilde ülkemizde
uygulanacağı muhakkaktır. Bu nedenle, hâkim, savcı, hatta, yardımcı personelin
bu yolda ve yönde yetiştirilmesi projelerine acilen başlamak lazımdır. Hukuk eğitimi yapan bazı fakültelerin, mesleğin
önemiyle mütenasip olarak, öğretim görevlisi bulmakta güçlük çektikleri bir
vakıadır. Fizikî imkânları yeterli olmayan yerlerde, siyasî mülahazalarla,
eğitim standardını düşürecek fakülteler açmamak lazımdır. Gerekirse, bu standardı
yükseltmek için, öğrenim yılını beş yıla çıkarmak, bu yönde tedbirler
geliştirmek gerekmektedir. İyi bir hukuk uygulaması ve iyi bir hukuk sistemi
arzu ediyorsak, önce, iyi hukukçular yetiştirmek zorundayız. Sorunların
çözümüne, hukuk eğitimini düzelterek başlamak lazımdır. Fizikî imkânsızlıklar, yargı ve adalet sistemimizin
önemli handikaplarından biridir. Adalet tevzi edilen mekânlar, adliye binaları,
hâkim, savcı ve yardımcı personelin rahat çalışmalarına imkân veren yerler
değildir. Nerede, eski, köhne bir bina varsa, oranın adliye binası olduğu
kesindir. Bir hâkim ya da savcının odası, bir başka bakanlıktaki şefin odası
kadar çalışmaya ve yaşamaya elverişli değildir. Yargı mensupları ve personelin maddî durumları,
önemleri ölçüsünde düzenlenmelidir; cüzdan ile vicdan arasında ezilmeleri
önlenmelidir. Bir başka sorun, mevzuatla ilgilidir. Halen yürürlükte
bulunan 12 000 civarındaki kanun sayısı, yeni kanunlarla her geçen biraz daha
artmaktadır. Temel konularda çağın gereklerine uygun değişiklikler ve topyekûn
bir adlî reform yapılmalı, adlî kolluk bir an önce kurulmalıdır. İhtisas
mahkemeleri yaygınlaştırılmalı, meslekî eğitime önem verilmelidir. İstinaf
mahkemeleri kurulmalı, komisyondan geçmiş bulunan avukatlık kanun tasarısı bir
an önce Genel Kurula indirilmelidir. Halen asıl komisyonda bulunan Adalet Bakanlığı Teşkilat
Kanunu değişiklikleriyle, bilgiişlem daire başkanlığı kurulmaktadır. Merkezden
taşraya uzanan ve bilgisayar ağıyla donatılmış bir yargı sistemi, heyecan
verici bir düşüncedir. Kararlar verilirken son içtihatlar takip edilecek,
hukukî yardımlar alabilme, tecrübelerden yararlanma imkânı doğacak, kararlarda
sürat sağlanacak, yüksek mahkemelerin yükü azalacak, teknolojik gelişmeler,
adil yargının oluşmasında büyük etken olacaktır. Ancak, aynı düzenleme
içerisinde memur kıyım yasasına paralel olarak kurulmak istenen bir başka daire
vardır ki, birincisi ne kadar heyecan ve mutluluk veriyorsa, ikincisi de, o
nispette korku ve endişe vermektedir. Kurulacak değerlendirme ve destekleme
daire başkanlığıyla bağımsız ve tarafsız karar verecek hâkim, savcı ve diğer
personelin keyfî yöntemlerle etkisiz hale getirileceği, görevden
alınabilecekleri endişesi hâkimdir. Mevcut halde bile hâkim teminatı
sağlanamamış, keyfî uygulamalar devam ederken, kurulacak bu daire, yargıç
güvenliğini tamamen yok edecek, yargı mensuplarını güvensiz bir ortama
sürükleyecek ve yarınından endişe eder hale getirecektir. Hukuk devleti olmak, hukukun üstünlüğü prensibine
ulaşmak için, yargı mensuplarının kişilikli, dirençli ve hukuk adamı nosyonuna
yakışır tavırlar sergilemeleri, son derece önemlidir. Kuvvetler ayrılığı
prensibine uygun olarak, yürütme veya bir başka güçten etkilenmemelidirler.
Eğer, ideolojik ve taraflı yayınlardan, brifing ve andıçlardan, telkin, tavsiye
ve müdahalelerden etkilenir, hukuk adamından çok, görev adamı profili
çizerlerse, hukukun üstünlüğüne ulaşmamız mümkün olmayacaktır. İftiharla ifade
edebilirim ki, istisnalar olmakla birlikte, bu memlekette de hâkimler vardır ve
onlar, geleceğimizin de teminatıdırlar. Bu duygu ve düşüncelerle, Bakanlık bütçesinin ülkemize
hayırlı olmasını diler, Yüce Heyetinize saygılar sunarım. (FP sıralarından
alkışlar) BAŞKAN - Teşekkür ediyorum Sayın Kukaracı. Sayın milletvekilleri, onüçüncü turdaki görüşmeler
tamamlanmıştır. Şimdi sorulara geçiyoruz. Başlangıçta söylemiştim, soruların sırasında bazı sıra
devirleri var, onları arz ediyorum: 3 üncü sıradaki Sayın Osman Aslan, Sayın Nazlı
Ilıcak'a; 15 inci sıradaki Sayın Sadri Yıldırım, Sayın Saffet Arıkan Bedük'e;
22 nci sıradaki Sayın Hasan Suna, Sayın Eyüp Doğanlar'a; 6 ncı sıradaki Sayın
Ali Rıza Gönül, Sayın Hacı Filiz'e sıralarını devretmişlerdir. Sıra geldiği
takdirde, buna göre uygulama yapılacaktır. Şimdi, ilk soru, Sayın Enginyurt'un. Buyurun efendim. CEMAL ENGİNYURT (Ordu) - Sayın Başkan, aracılığınızla,
Sayın Tarım Bakanına ve Adalet Bakanına birer soru sormak istiyorum. Tarım Bakanlığının bütçesi görüşülürken, muhalefet
olsun diye muhalefet yapma alışkanlığını edinmiş olanların, sürekli, muhalefet
adına, iyi yapılan şeyleri de görmezlikten gelmesi, ister istemez, eskilere
gitmemi gerektirdi ve bir meseleyi... BAŞKAN - Sorunuz lütfen... CEMAL ENGİNYURT (Ordu) - Soruyu soracağım, sormak için
de meseleyi bir izah edeyim önce. MEHMET ERGÜN DAĞCIOĞLU (Tokat) - Muhalefetin vaktini
çalıyorlar efendim... Muhalefetin sorularının vaktini çalıyorlar... BAŞKAN - Biz anlarız efendim, siz, sorunuzu sorun
lütfen. CEMAL ENGİNYURT (Ordu) - Sizin anlamanızdan ziyade,
birilerinin anlaması gerekiyor. "Köyden gelmedim ki, tabiî ki yalıda
oturacağım" diyerek, Türkiye'de hükümet olmuş birileri tarafından, 1994
yılında... TURHAN GÜVEN (İçel) - Sayın Başkan, yapmayın bunu...
Derhal mikrofonu kesin efendim; sizin göreviniz mikrofonu kesmektir burada. BAŞKAN - Sayın Bakana yöneltiyorsunuz, değil mi
efendim? CEMAL ENGİNYURT (Ordu) - Tabiî, tabiî, Sayın Bakana
soruyorum. TURHAN GÜVEN (İçel) - Bakanımız hani, nerede oturuyor?
Hangisi oturuyor? Böyle şey olmaz canım... CEMAL ENGİNYURT (Ordu) - ... besicilere yüzde sıfır
faizle kredi verildi. RAMAZAN GÜL (Isparta) - Bunlar prim yapmıyor... CEMAL ENGİNYURT (Ordu) - Kredi, o günün şartlarında, Et
ve Balık Kurumu fiyatları baz alınarak, yani ona endekslenerek verildi. O yıl
Et ve Balık Kurumunun özelleşmesi münasebetiyle, bir yıl sonra bu krediyi
ödemek zorunda olanlar, bir yıl önceki et fiyatları baz alınarak, et
fiyatlarının yüzde 100 artmasına rağmen, zararla bu krediyi ödemek
mecburiyetinde kaldılar. Sayın Bakan, besicilerin o gün meydana gelen bu
zararlarını karşılamak için yeni bir kredi veya 1994 yılında, köyden gelmeyip
yalıda oturan hanımefendinin yaptığı gibi, seçim yatırımı olarak yeni bir kredi
vermeyi düşünüyor mu? TURHAN GÜVEN (İçel) - Paran varsa, sen de otur
kardeşim; oturdun da, hayır mı dediler sana?!. CEMAL ENGİNYURT (Ordu) - İkinci sorum Sayın Adalet
Bakanımıza. Sayın Bakanım, 1980'li yıllardan sonra başlayan şartlı
ceza indirimleri infaz uygulamalarıyla birlikte, cezaevlerini değişik
zamanlarda boşalttık; en son 1991 yılında; ama, 2000 yılına geldiğimizde
görüyoruz ki, cezaevlerinde 72 841 mahkûm var ve bunun 61 504'ü de adi mahkûm
olarak kabul edilen suçlulardan; bunlar yoğun bir şekilde cezaevlerine
dolmuşlar. Bu da gösteriyor ki, ceza infaz yasalarında yapılacak
değişikliklerden ziyade, yargıda acele bir şekilde reforma gidilmesi gerekiyor,
Türk Ceza Kanununda değişikliklerin köklü bir şekilde yapılması gerekiyor.
Bunun en açık örneklerinden birisi de... (DYP sıralarından "Oooo"
sesleri) ALİ ŞEVKİ EREK (Tokat) - Sayın Başkan!.. MEHMET ERGÜN DAĞCIOĞLU (Tokat) - Sayın Başkan, bir kişi
kaç dakika soru soruyor? BAŞKAN - Sorunuz... CEMAL ENGİNYURT (Ordu) - Soruyu soruyorum; soru
zaten... BAŞKAN - 2,5 dakika oldu, 3 dakikaya geliyor efendim! MEHMET ERGÜN DAĞCIOĞLU (Tokat) - Biz soru soramıyoruz o
zaman Sayın Başkan! CEMAL ENGİNYURT (Ordu) - ...F tipi cezaevleriyle
ilgili, Avrupa ülkeleri de aynı sistemi uygulamasına rağmen, bundan vazgeçmeyi
düşünüyor musunuz? Türk Ceza Kanununda değişiklikler yapmayı düşünüyor musunuz?
Yargı reformuyla ilgili önümüzdeki günlerde Meclise getireceğiniz yeni bir
çalışmanız olacak mı? Teşekkür ediyorum. BAŞKAN - Teşekkür ediyorum. Sayın Coşkuner, buyurun. SÜLEYMAN COŞKUNER (Burdur) - Sayın Başkanım,
aracılığınızla, Sayın Tarım Bakanıma sorularımı arz ediyorum: Gıda, tarım ve hayvan ürünleri konusunda ithalat ve
sınır ticaretimiz ne durumdadır? Hayvancılık sektörünün etkin ve verimli hale
gelmesi için hangi projeleri uyguluyorsunuz? Hayvancılık konusunda etkin bir
yere sahip olan Burdur İlimizde hayvancılığın daha da geliştirilmesi konusunda
neler yapmayı düşünüyorsunuz? Tarım-sanayi entegrasyonunu sağlamak için
projeleriniz nelerdir? 1990'lı yıllardan bugüne kadar yapılan gübre
yolsuzlukları ve tarım kredi kooperatiflerinin yanlış politikalarının tespiti
konusunda çalışmalarınız var mıdır? Teşekkür ediyorum. BAŞKAN - Teşekkür ederim. Sayın Ilıcak, buyurun. AYŞE NAZLI ILICAK (İstanbul) - Sayın Başkan,
delaletinizle, Sayın Adalet Bakanına aşağıdaki soruları sormak istiyorum. Samsun İdare Mahkemesi üyeleri Sıtkı Keleş, Fatih
Terzi, Resul Çomoğlu, Recep Taş, Hasan Önal, Samsun İdare Mahkemesinin eski
üyeleri Cafer Ergen ve Nermin Kurt hakkında soruşturma açılmıştır. Soruşturma maddesinin izahı şu şekildedir:
"Adıgeçen hâkimlerin eşlerinin kapalı ve başörtülü giyim tarzını
benimsedikleri, sosyal ve özel yaşantılarında mesleğe yakışmayan davranışlarda
bulundukları, toplu halde cuma ve teravi namazlarına gittikleri anlaşılmıştır.
Bu kişilerin Samsun Üniversitesinden uzaklaştırılan başörtülü kızların
açtıkları davalarda iptal kararı vermesi, özel yaşantılarına
bağlanmıştır." Bu ayıplı belgenin altında Sayın Bakanım sizin de imzanız
vardır ve bu kişilerin Hâkimler ve Savcılar Yüksek Kuruluna gönderilmesi ve
meslekten ihraç edilmeleri talep edilmektedir. Ben şimdi şunu size sormak istiyorum: Bir hâkimin cuma
namazına veya teravi namazına gitmesi, laik bir devlette suç mudur? Hâkimlerin
karısı başörtülü olamaz mı? Bölge idare mahkemesinin kararlarının hatalı olup
olmadığını Danıştay mı değerlendirecektir, yoksa müfettişler mi? Bu ayıplı belge tek değildir. Bir başka örnek; mesela,
Ahmet Güler, İstanbul 8. Vergi Mahkemesi üyesi; orada da "sosyal ve ailevî
yaşantınız ile eşinizin yakın zamana kadar benimsediği çağdaş olmayan giyim
tarzı itibariyle laiklik karşıtı düşüncelere yakınlık duyduğunuz, evinizde
haremlik - selamlık oturduğunuz ve radyo ve teypten dinî yayınlar ve ilahiler
dinlediğiniz ileri sürülmektedir" denilerek, kendilerinden savunma
istenmiştir. Laik bir devlette insanların bu kadar haremi ismetine girmek doğru
mudur? İkinci sorum, Haluk Kırcı ve şartlı salıvermeyle
ilgili. Şartlı salıvermeden Haluk Kırcı da yararlandırılmadı, Eşber
Yağmurdereli de yararlandırılmadı. Oysa, Aktüel Gazetesinde, bakın, bir solcu
profesör olan Uğur Alacakaptan dahi "Haluk Kırcı'ya haksızlık
yapılıyor" demekte. Acaba, siz, DSP'liler ile MHP'liler aranızda anlaşıp,
Sayın Rahşat Ecevit'in de onayını alıp, hem Eşber Yağmurdereli'ye hem de Haluk
Kırcı'ya yapılan bu haksızlığı gidermeyi düşünüyor musunuz? Üçüncü ve son sorum: Adana Cumhuriyet Savcısı Sacit
Kayasu, Kenan Evren hakkında bir iddianame tanzim etmiş ve kendisinin 12
Eylülde yaptığı darbeden dolayı yargılanmasını istemiştir. Şimdi, bu
iddianameye karşılık, yargılama yoluna gitmeden, takipsizlik kararı
verilmiştir. Acaba, hukuken bir iddianamenin şikâyet dilekçesi gibi mütalaa
edilip, hakkında takipsizlik kararı verilmesi doğru mudur? İkincisi, Sacit Kayasu hakkında, Türk Silahlı
Kuvvetlerine hakaretten dava açılmıştır. Acaba, böyle bir savcının iddianame
tanzim etme hakkı yok mudur darbe yapanlara karşı? Acaba niçin bu savcı
hakkında, Türk Silahlı Kuvvetlerine hakaretten dava açılmıştır? Çok teşekkür ediyorum. BAŞKAN- Teşekkür ederim. Sayın Orhan Şen, buyurun. ORHAN ŞEN (Bursa)- Sayın Başkanım, aracılığınızla,
aşağıdaki sorularımın sayın bakanlarımız tarafından cevaplandırılmasını arz
ediyorum. Öncelikle Sayın Adalet Bakanımıza sormak istiyorum. Nüfusu köyleriyle birlikte 180 000 civarında olan Bursa
İnegöl İlçesinde mevcut cezaevi 44 kişilik olup, çok yetersizdir. Arsası hazır
olan İnegöl İlçemize yeni bir cezaevi yaptırılması düşünülmekte midir? İkinci sorum: Polis ve askerlerimizin ve bazı memur
sınıflarımızın yararlandırıldığı görevde yıpranma hakkından cezaevi
personelinin de faydalandırılmasını düşünüyor musunuz? Sayın Tarım Bakanımıza sormak istiyorum: Bursa'nın güneydoğusu olarak sıfatlandırılan ve sürekli
göç veren Orhaneli, Büyükorhan, Keles ve Harmancık İlçeleriyle ilgili havza
geliştirme projesinin ne zaman hayata geçirileceğini öğrenmek istiyorum. Son sorum: Tarım Bakanlığı bünyesinde çalışan veteriner
teknisyenler, 2 yıllık yüksekokulu bitirdikten sonra veteriner sağlık teknikeri
unvanı aldıkları halde, teknikerliğin ekgöstergelerini ve diğer haklarını
alamamaktadırlar. Dolayısıyla, maaşlarında ve emeklilik ikramiyelerinde önemli
zararları olmaktadır. Veteriner sağlık teknikerlerinin mağduriyetlerini
düzeltmeyi düşünüyor musunuz? Teşekkür ederim. BAŞKAN- Teşekkür ederim. Sayın Nidai Seven, buyurun. NİDAİ SEVEN (Ağrı)- Sayın Başkanım, aracılığınızla,
bakanlarıma aşağıdaki soruları sormak istiyorum. Tarım Bakanına sorum: Sayın Bakanım, 1994 yılından beri
Ziraat Bankasından kredi alan çiftçilerimiz bugün icra daireleriyle karşı
karşıya bırakılmıştır. O günkü yanlış politikalar neticesinde "bu borçlar
affa uğrayacak" diye, çiftçiye, köylüye krediler verilmiş ve sahip de
çıkılmamıştır; acaba, bu konuda bir projeniz var mı? İkinci sorum; yine, terör ve yanlış politikalar sonucu,
Doğu ve Güneydoğu Anadolu'da hayvancılık bitmiş, meralar boş kalmış, yaylalar
boş kalmış ve kaçak hayvan, kaçak et bu memlekete sokularak, özellikle geçim
kaynağı hayvancılık olan insanlarımız mağdur edilmiştir; bu yanlış politikalar,
uzun zamandır devam edegelmiş. Bugün, Doğu ve Güneydoğu Anadolu'da
hayvancılığın gelişmesi konusunda ne yapmayı düşünmektesiniz? Adalet Bakanıma sormak istiyorum. Sayın Bakanım,
Ağrı'da, adliye binası -ilçeler dahil olmak üzere- gerek teknik donanım gerekse
fizikî donanım bakımından yetersiz ve çok kötü durumda; hatta, orada çalışan
personel, tamamıyla, arşiv dosyaları içerisinde çalışmaktadırlar. Oraya atanan kişiler ise, çocuklarını bırakacak bir yer bulamamaktadırlar. Bu
adliye binalarının, teknik donanım bakımından ve fizikî donanım bakımından
iyileştirilmesi konusunda bir düşünceniz var mı? Adlî personele, çocuklarını
kreşe bırakmaları konusunda yardımcı olmayı düşünüyor musunuz? Teşekkür ederim. BAŞKAN - Teşekkür ederim. Sayın Ali Rıza Gönül yerine, Sayın Filiz; buyurun
efendim. HACI FİLİZ (Kırıkkale) - Sayın Başkanım, aracılığınızla,
Sayın Bakanıma sorular soracağım. 30 Temmuz 1999 ile 15 Mayıs 2000 tarihleri arasında, 31
il müdürü, 22 genel müdür yardımcısı, 7 genel müdür, 4 müsteşar yardımcısı
gibi, 84 üst bürokrat görevlisini görevden aldınız mı ve bunların yerine, 166
atama yaptınız mı? BAŞKAN - Hangi bakana soruyorsunuz? HACI FİLİZ (Kırıkkale) - Tarım Bakanımıza soruyorum. Yine, mahkemeden yürütmeyi durdurma kararı olan üst
düzey bürokratları, Kars, Ardahan, Ağrı gibi yerlere geçici görevle gönderdiniz
mi? Yine, Ankara Tarım İl Müdürlüğü emrine, 7 genel müdür
yardımcısı, 2 genel müdür, 2 müsteşar yardımcısı atadınız mı? Bu
görevlendirdiğiniz kişileri, orada, görev yeri olarak, ot kurutma odalarında
beklettiniz mi? Eğer beklettiyseniz, Sayın Bakanım -bu bakanlık geçici, sizden
sonra da bakanlar gelecek- sizin atadıklarınızı da, başka bakanlar, aynı
şekilde, görevden alıp, ot kurutma odalarında görevlendirirlerse, bundan memnun
olur musunuz? Teşekkür ediyorum. BAŞKAN - Teşekkür ediyorum. Soru sorma süremiz tamamlanmıştır. 5'er dakikayla, lütfen, Sayın Bakanlarımız cevap
versinler. ALİ ŞEVKİ EREK (Tokat) - Sayın Başkanım, böyle adalet
olur mu? MEHMET GÖZLÜKAYA (Denizli) - Bu, bir hakkın suiistimali
Sayın Başkan. BAŞKAN - Efendim, 13 dakika oldu. MEHMET GÖZLÜKAYA (Denizli) - Ama, böyle olur mu?! BAŞKAN - Genel Kurul kararı bu; benim yapacağım bir şey
yok. SAFFET ARIKAN BEDÜK (Ankara) - Böyle şey olur mu?! BAŞKAN - Saffet Bey, sizin sorunuz 15 inci sırada;
zaten gelmesi mümkün değil. MEHMET ERGÜN DAĞCIOĞLU (Tokat) - Efendim, iktidar
partilerini, hiç değilse, birazcık kısa sormaya yönlendirmelisiniz. Etik olarak
doğru değil. BAŞKAN - Efendim, onu ayarlamam mümkün değil. SAFFET ARIKAN BEDÜK (Ankara) - Sayın Başkan... BAŞKAN - Buyurun Saffet Bey. SAFFET ARIKAN BEDÜK (Ankara) - Sayın Başkan, soruları
yazılı olarak verelim ve Sayın Bakanlar da, bize, yazılı olarak cevap
versinler. BAŞKAN - Efendim, tercih ettiğimiz yollardan biri de o.
Eğer hemen hazırlar verirseniz, biz kendilerine ulaştıralım. MEHMET GÖZLÜKAYA (Denizli) - Sayın Başkan, Sıvas'tan,
Sayın Bakanın çiftçi bölgesinden, Talat Aygün adlı birisi, Sadri Yıldırım Beyin
konuşmasından sonra bir telgraf çekmiş. Hiç olmazsa bunu söyleyeyim de... BAŞKAN - Efendim, söylemiş oldunuz. MEHMET GÖZLÜKAYA (Denizli) - Söylemedim... BAŞKAN - Söylemiş oldunuz. MEHMET GÖZLÜKAYA (Denizli) - Bakınız ne diyor... BAŞKAN - Hayır... Hayır... MEHMET GÖZLÜKAYA (Denizli) - "Bu sene, Sıvas'ta
buğdayın kilosu 90 000 lira, samanın kilosu 110 000 lira; Denizli'de 80 000
lira..." ADNAN FATİN ÖZDEMİR (Adana) - Sayın Başkanım, vakit
dolduruyorlar. SÜLEYMAN COŞKUNER (Burdur) - Sayın Başkan, böyle bir
usul yok. BAŞKAN - Efendim, mikrofonunu açmadım; yapacağımız
başka bir şey yok. MEHMET GÖZLÜKAYA (Denizli) - Diyor ki: "Hazreti
Adem'den bu yana, ilk defa, hayvan yiyeceği, insan yiyeceğinden daha pahalı
oldu. Bakanın istifa değil, intihar etmesi lazım." Buyurun!.. Teşekkür ederim. BAŞKAN - Efendim, teşekkür ediyorum. Sayın Bakanlarımız cevap verecekler. Lütfen, 5'er dakika içerisinde cevap verin efendim. Buyurun. TARIM VE KÖYİŞLERİ BAKANI HÜSNÜ YUSUF GÖKALP (Sıvas) -
Sayın Başkan, teşekkür ediyorum. Sayın Cemal Enginyurt'un sorusuna şu cevabı vermek
istiyorum: Özellikle hayvancılığı geliştirme kararnamesinde, süt sığırcılığına
ve yem bitkileri üretimine verdiğimiz desteğin yanında, Ben birkaç ili misal vermek istiyorum: Bugün Balıkesir
ilinde 1 trilyona yakın bir para, Burdur ilinde 500 milyara yakın bir para,
Edirne'de 354 milyar lira gibi bir para çiftçimize karşılıksız olarak
dağıtılmaktadır; ancak, 1994 yılında besicilere yüzde sıfır faizle verilen
kredilerin geri dönmediği ve bunların da köylülerin eline gitmediği bir
vakıadır. Süleyman Çoşkuner'in sorduğu sorulara cevap veriyorum: Göreve geldiğimiz günden itibaren "sınır
ticareti" adı altında ülkemize giren, başta fındık, fıstık, elma, çeşitli
sebzeler, meyveler olmak üzere 52 çeşit ürünün girişine; hayvan ve et
ithalatına -göreve geldiğimizde yoktu- yasak getirilmiştir. 21 Ağustos
1997'deki Meclis kayıtlarından da anlaşıldığı üzere, o gün söylendiği gibi,
senelerdir hayvan ithalatı yapılıyor, hayvanlar kesiliyor, kaçak et giriyordu.
İşte, bizim yaptığımız budur. Bugün, kamuoyunun da yakınen bildiği buffola
operasyonları, paraşüt operasyonları, Tarım ve Köyişleri Bakanlığının
titizlikle çalışmaları sonucunda ortaya çıkarılmıştır. 3 Kasım 1999 tarihinde
yüce hükümetimize götürerek dağıttığımız bültende, kimin yıllarca et kaçakçılığı,
hayvan kaçakçılığı yaptığının kayıtları
vardır. Yine, Sayın Coşkuner'in sorduğu sorulardan birisine de
şu şekilde cevap vermek istiyorum: Yürürlüğe koymaya çalıştığımız projeler içerisinde
tarım ve köykent projeleri, sanayicinin Anadolu'ya yayılma projeleri vardır ki,
bu konuda özellikle büyük firmalarımıza buradan teşekkür etmek istiyorum.
Şanlıurfa'da, GAP kapsamında yapılan tesisler dünya ölceğinde tesislerdir. Yakında
Şanlıurfa'da 1 tane büyük süt ve et fabrikasının da temelini özel sektörle
beraber atacağız. Bir taraftan, Türkiye Cumhuriyeti hükümetleri
özelleştirmeyi kendisine prensip edinirken, maalesef, bunun yerine, özel
sektörü tarım sanayiine çekememiştir. İşte biz agro endüstri oluşturmaya
çalışıyoruz. Aynı zamanda, TİGEM'in özel sektöre açılması bizim
zamanımızda cesaretle aldığımız bir karardır; ancak, burada, TİGEM'in arazileri
hiçbir kimseye peşkeş çekilmeyecek, özel sektörle beraber devlet birlikte kullanacaklardır.
(MHP sıralarından alkışlar) Gübre konusundaki tekeli, nereden gelirse gelsin, ne
pahasına olursa olsun, Yüce Meclisin çatısı altında söz veriyorum, kıracağız ve
Türk köylüsüne de ucuz gübre vereceğiz. Bunun ucu da kime dayanırsa dayansın...
(MHP sıralarından "Bravo" sesleri, alkışlar) Sayın Orhan Şen'in sorduğu soruya şu cevabı vermek
istiyorum: Bugün değişik illerimizde, merkezden gönderdiğimiz mühendislerimizin
ve veteriner hekimlerimizin de önderliğinde, o bölgede çalışan teknik elemanlarımızca
yöreye uygun havza projeleri hazırlanmaktadır. Özellikle bu projelere, Sosyal
Yardımlaşma ve Dayanışma Vakfının imkânlarını da kanalize etmek istiyoruz. Bu
Vakfın ve Devlet Planlama Teşkilatından geçirdiğimiz projelerin bir bütünlük
içerisinde ve imkânların boşa gitmemesi için harcamaya dikkat ediyoruz. Özellikle kooperatifler konusunda, yine, uygulama
projeleri olarak şunu misal vermek istiyorum: Geçen yıllarda kooperatiflere
verilen destekler 10-20 arasında seyrederken, bu sene, birkısım kooperatifimize
işletme sermayesi, birkısım kooperatifimize de hayvancılık, soğuk hava deposu
tesisleri kurma ve süt işleme konularında 93 kooperatifimize destek
verilmiştir. Veteriner teknisyenlerine teknikerlik unvanı verilmesi
geçmişte bir tebliğle yapılmıştır; ancak, bunun mevzuatta bir yeri yoktur;
yani, veteriner teknisyeninin teknikerliği diye bir husus yoktur. Bu konu
üzerinde duruyoruz. Olmayan bir makam, olmayan bir unvan verilmiş; ama, bu
olmayan unvanın karşılığındaki haklar verilmemiş; unvan verilmiş de haklar
verilmemiş; bunu çözmeye çalışıyoruz. Sayın Nidai Seven'e cevabım: 94'ten bu tarafa Ziraat
Bankasına olan borçların temerrüt faizleri, bugün, çiftçinin asıl belini büken
borçlardır. Bu konuda çiftçilerimizin Türkiye Cumhuriyet Ziraat Bankası ve
tarım kredi kooperatiflerine olan tarımsal kredi borçlarının üç yıl süreyle
ertelenmesi ve altışar ay taksitlerle bu biriken borçlarının ödenmesi
konusunda, bizim, aylar önce, hükümetimize sunduğumuz bir kararname taslağı
vardır. Bir de, yine, Milliyetçi Hareket Partisi Grubu Başkanvekili Sayın
İsmail Köse'nin ve tüm Grup üyelerinin imzaladığı bir kanun teklifi vardır.
Burada şunu söylemek istiyorum: Sonuç ne oldu? Sonuç olarak bizim yaklaşımımız,
bu borçların ertelenmesidir; bunların temerrüt faizlerinin bir kısmının
silinmesidir. Ancak, Yüce Meclisin kürsüsünden her zaman dile getirdiğim gibi,
kaynakların bulunması gerekli. Bunun üzerinde çalışıyoruz. İHSAN ÇABUK (Ordu) - Sayın Başkan, Adalet Bakanı
konuşmayacak mı? TARIM VE KÖYİŞLERİ BAKANI HÜSNÜ YUSUF GÖKALP (Sıvas) -
Hacı Filiz'in sorularına yazılı cevap vereceğim. Yalnız, biz, Şap
Enstitüsündeki jeoloji mühendisinin tayinini de bu kapsamda çıkardık. (MHP
sıralarından alkışlar) Genel müdürlük de hiçbir zaman padişahlık değildir. İşe
kişi atıyoruz. Yazılı cevap vereceğim. O söylediğiniz rakamlar da tamamen
yanlıştır. Teşekkür ediyorum (MHP sıralarından alkışlar) BAŞKAN - Teşekkür ediyorum. Sayın Adalet Bakanımızı dinliyoruz efendim. TURHAN ALÇELİK (Giresun) - Sayın Başkanım, Fiskobirlik
çalışanın durumu ne olacak; Sayın Bakan buna cevap vermedi; işten
çıkarılacaklar mı, çıkarılmayacaklar mı? BAŞKAN - Yazılı olarak cevap vereceğini söyledi
efendim. TURHAN ALÇELİK (Giresun) - 2001'de tarıma destek var
mı, yok mu? Eğer "bu işçiler çıkarılmayacak" diyorsa, burada, kesin
söz versin bize. BAŞKAN - Efendim, yazılı olarak cevap vereceğini
söyledi. Yapacağımız başka bir şey yok. TURHAN ALÇELİK (Giresun) - Efendim, mikrofondan
söylesin, "Fiskobirlikteki çalışanları çıkarmayacağım" desin. BAŞKAN - Turhan Bey, başka yapacağımız bir şey yok. TURHAN ALÇELİK (Giresun) - Ama diyemiyor. MEHMET ERGÜN DAĞCIOĞLU (Tokat) - Yani bu "cevap
veremiyorum" manasına mı geliyor efendim? BAŞKAN - Takdir sizin efendim. MEHMET GÖZLÜKAYA (Denizli) - Geçici işçiler iki aydır
maaş alamıyor. Bu işçiler niye çalıştırılıyor? BAŞKAN - Efendim, Adalet Bakanımızı dinleyeceğiz. TARIM VE KÖYİŞLERİ BAKANI HÜSNÜ YUSUF GÖKALP (Sıvas) -
Mevsimlik işçiler ilk defa bizim zamanımızda kadroya geçiriliyor. MEHMET ERGÜN DAĞCIOĞLU (Tokat) - Fiskobirlik'i soruyor,
Fiskobirlik'i... TARIM VE KÖYİŞLERİ BAKANI HÜSNÜ YUSUF GÖKALP (Sıvas) -
Mevsimlik işçiler, geçmişte de, sekiz dokuz ay üzerinden çalışıyorlardı. Bu
sene Tarım ve Köyişleri Bakanlığında, Devlet Su İşlerinde, Köy Hizmetlerinde
çalışan 40 000'den fazla mevsimlik işçi, 57 nci cumhuriyet hükümeti zamanında
aslî kadrolarına atanıyorlar ve gelecekleri, çoluk çocukları garantiye
alınıyor. (MHP sıralarından alkışlar) TURHAN ALÇELİK (Giresun) - Fiskobirlikteki işçiler
işten çıkarılacak deniliyor.. BAŞKAN - Sayın Adalet Bakanımızı dinliyoruz efendim. Buyurun. ADALET BAKANI HİKMET SAMİ TÜRK (Trabzon) - Sayın
Başkan, değerli milletvekilleri; bana yöneltilen soruların cevaplarını arz
ediyorum. Sayın Enginyurt'un sorularına cevaplar: Yeni bir ceza
kanunu tasarısı hazırlanmış bulunmaktadır. Tasarı görüş için bütün
bakanlıkların, yüksek yargı organlarının, kamu kurumu niteliğinde meslek
kuruluşlarının ve üniversitelerin görüşüne sunulmuştur. Bu görüşler geldikten
sonra son şeklini alacak tasarı, önce Bakanlar Kuruluna, uygun görüldüğü
takdirde Yüce Meclise sunula- Cezaların İnfazı Hakkında Kanun değiştirilmek üzeredir;
bu konuda oluşturduğumuz komisyon yakında çalışmalarına başlayacaktır.
Cezaların İnfazı Hakkında Kanun, hem cezaların etkinliğini sağlayacak hem ceza
infaz kurumlarında hükümlü ve tutukluların haklarını ve yükümlülüklerini bir
insan hakları katalogu olarak gösterecek biçimde yeniden düzenlenecektir. F tipi cezaevlerinden vazgeçmek söz konusu değildir. F
tipi cezaevleri, cezaevleri reformunun bir parçasıdır. Yalnız, F tipi
cezaevlerinin bir tartışma ortamında hizmete girmesinde yarar görmüyoruz. O
nedenle, konuşmamda da açıklamaya çalıştığım gibi, bu konuda ilgili kamu kurumu
niteliğinde meslek kuruluşlarının da katılımıyla çağdaş, evrensel ölçülere
uygun yeni bir değerlendirme yapılmasını ve bir toplumsal mutabakat
sağlanmasını amaçlıyoruz. O çerçeve içinde ve bazı yasal güvencelerini de
yaptıktan sonra, F tipi cezaevleri hizmete girmeye başlayacaktır. Sayın Ilıcak'ın sorularına geçiyorum: Burada
hâkimlerimize ait disiplin işlemlerinin görüşülmesinin doğru olmayacağını
düşünüyorum. Bu konunun buraya getirilmesinin de doğru olmadığını
düşünüyorum. Çünkü, hâkimlerimiz ve
savcılarımız hakkında disiplin yönünden gerekli incelemeyi Adalet
müfettişleriyle yaptırma yetkisi, Adalet Bakanlığını aittir; ama, bu konuda
karar verecek olan, Hâkimler ve Savcılar Yüksek Kuruludur. MEHMET ERGÜN DAĞCIOĞLU (Tokat) - Savunulacak bir şey
olmayınca, mecburen böyle geçiliyor. ADALET BAKANI HİKMET SAMİ TÜRK (Trabzon) - Bazı
hükümlüler hakkında, onların, şartla salıverilmeden yararlanması hakkındaki
soruya gelince; zaten, konu, önümüzdeki günlerde tekrar Yüce Mecliste ele
alınacaktır, bu vesileyle, cevaplandırılmasında yarar görmüyorum. Adana Cumhuriyet Savcısı tarafından açılan davaya
gelince; biliyorsunuz, Anayasanın geçici 15 inci maddesinin birinci fıkrası,
Millî Güvenlik Konseyi üyeleri hakkında cezaî dava açılmasını engellemektedir,
o nedenle, bu konuda hiçbir yargı merciine başvurulamayacağı, Anayasanın geçici
15 inci maddesinde belirtilmiştir. Dolayısıyla, böyle bir davanın açılması,
bugünkü mevzuatımıza göre, Anayasa hükümlerine göre mümkün değildir. AYŞE NAZLI ILICAK (İstanbul) - Bir de, ne için
yargılanıyor diye sordum Sacit Kaya. ADALET BAKANI HİKMET SAMİ TÜRK (Trabzon) - Sayın Orhan
Şen'in sorusuna gelince, İnegöl'de bir cezaevi yapılması düşünülmektedir, bu
konuda çalışmalar devam etmektedir. MEHMET ERGÜN DAĞCIOĞLU (Tokat) - Sacit Kaya ulaşmadı mı
efendim? ADALET BAKANI HİKMET SAMİ TÜRK (Trabzon) - Sayın Nidai
Seven'in sorusuna geliyorum: Ağrı'da, bir adliye sarayı yapılması konusunda
henüz bir çalışma yok; ama, Ağrı'ya layık bir adliye sarayının en kısa zamanda
yapılması için çalışmalar başlatılacaktır. NİDAİ SEVEN (Ağrı) - Teşekkür ederim Sayın Bakan. ADALET BAKANI HİKMET SAMİ TÜRK (Trabzon) - Adliye
personeli çocuklarının kreşlerde barındırılması bizim amacımızdır; ama, gerek
adliye binalarının yaptırılması gerek bu çeşit çağdaş olanaklardan
yararlanılması, Adalet Bakanlığının dar bütçesi içerisinde
gerçekleştirilmektedir. Bütçemiz biraz daha genişlediği takdirde, bu
hizmetleri, daha rahat bir biçimde sunacağız. BAŞKAN - Teşekkür ediyorum efendim. Şimdi, sırasıyla, 13 üncü turda yer alan bütçelerin
bölümlerine geçilmesi hususunu, sonra da bölümleri ayrı ayrı okutup, oylarınıza
sunacağım: Tarım ve Köyişleri Bakanlığı 2001 malî yılı bütçesinin
bölümlerine geçilmesini oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler... Etmeyenler...
Kabul edilmiştir. Bölümleri okutuyorum: C) TARIM VE KÖYİŞLERİ BAKANLIĞI 1. - Tarım ve
Köyişleri Bakanlığı 2001 Malî Yılı Bütçesi
BAŞKAN- Kabul edenler... Etmeyenler... Kabul
edilmiştir. Tarım ve Köyişleri Bakanlığı 2001 malî yılı bütçesinin
bölümleri kabul edilmiştir. 2. - Tarım ve
Köyişleri Bakanlığı 1999 Malî Yılı Kesinhesabı BAŞKAN - Tarım ve Köyişleri Bakanlığı 1999 malî yılı
kesinhesabının bölümlerine geçilmesini oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler...
Etmeyenler... Kabul edilmiştir. (A) cetvelinin genel toplamını okutuyorum: Tarım ve Köyişleri
Bakanlığı 1999 Malî Yılı Kesinhesabı
BAŞKAN- (A) cetvelini kabul edenler... Etmeyenler...
Kabul edilmiştir. Tarım ve Köyişleri Bakanlığı 1999 malî yılı
kesinhesabının bölümleri kabul
edilmiştir. Tarım Reformu Genel Müdürlüğü 2001 malî yılı bütçesinin
bölümlerine geçilmesini oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler... Etmeyenler...
Kabul edilmiştir. Bölümleri okutuyorum: a ) TARIM
REFORMU GENEL MÜDÜRLÜĞÜ 1.- Tarım
Reformu Genel Müdürlüğü 2001 Malî Yılı Bütçesi
BAŞKAN- Kabul edenler... Etmeyenler... Kabul
edilmiştir. (B) cetvelini okutuyorum:
BAŞKAN- Kabul edenler... Etmeyenler... Kabul
edilmiştir. Tarım Reformu Genel Müdürlüğü 2001 malî yılı bütçesinin
bölümleri kabul edilmiştir. 2.- Tarım
Reformu Genel Müdürlüğü 1999 Malî Yılı Kesinhesabı BAŞKAN- Tarım Reformu Genel Müdürlüğü 1999 malî yılı kesinhesabının
bölümlerine geçilmesini oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler... Etmeyenler...
Kabul edilmiştir. (A) cetvelinin genel toplamını okutuyorum: Tarım Reformu Genel Müdürlüğü 1999 Malî Yılı
Kesinhesabı
BAŞKAN- (B)
cetvelini kabul edenler... Etmeyenler... Kabul edilmiştir. Tarım Reformu Genel Müdürlüğü 1999 malî yılı
kesinhesabının bölümleri kabul edilmiştir. Adalet Bakanlığı 2001 malî yılı bütçesinin bölümlerine
geçilmesini oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler... Etmeyenler... Kabul
edilmiştir. Bölümleri okutuyorum: D) ADALET BAKANLIĞI 1.- Adalet
Bakanlığı 2001 Malî Yılı Bütçesi
BAŞKAN- Kabul edenler... Etmeyenler... Kabul
edilmiştir. Adalet Bakanlığı 2001 malî yılı bütçesinin bölümleri
kabul edilmiştir. 2.- Adalet
Bakanlığı 1999 Malî Yılı Kesinhesabı BAŞKAN- Adalet Bakanlığı 1999 malî yılı kesinhesabının
bölümlerine geçilmesini oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler... Etmeyenler...
Kabul edilmiştir. (A) cetvelinin genel toplamını okutuyorum:
BAŞKAN- (A) cetvelini kabul edenler... Etmeyenler...
Kabul edilmiştir. Adalet Bakanlığı 1999 malî yılı kesinhesabının
bölümleri kabul edilmiştir. Yargıtay Başkanlığı 2001 malî yılı bütçesinin
bölümlerine geçilmesini oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler... Etmeyenler...
Kabul edilmiştir. Bölümleri okutuyorum: E ) YARGITAY
BAŞKANLIĞI 1.- Yargıtay
Başkanlığı 2001 Malî Yılı Bütçesi
BAŞKAN- Kabul edenler... Etmeyenler... Kabul
edilmiştir. Yargıtay Başkanlığı 2001 malî yılı bütçesinin bölümleri
kabul edilmiştir. 2.- Yargıtay
Başkanlığı 1999 Malî Yılı Kesinhesabı BAŞKAN- Yargıtay Başkanlığı 1999 malî yılı
kesinhesabının bölümlerine geçilmesini oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler...
Etmeyenler... Kabul edilmiştir. (A) cetvelinin genel toplamını okutuyorum: Yargıtay Başkanlığı 1999 Malî Yılı Kesinhesabı
BAŞKAN- (A) cetvelini kabul edenler... Etmeyenler...
Kabul edilmiştir. Yargıtay Başkanlığı 1999 malî yılı kesinhesabının
bölümleri kabul edilmiştir. Sayın milletvekilleri, Tarım ve Köyişleri Bakanlığı,
Tarım Reformu Genel Müdürlüğü, Adalet Bakanlığı ve Yargıtay Başkanlığının 2001
malî yılı bütçeleri ile 1999 malî yılı kesinhesapları kabul edilmiştir. Hayırlı
olmasını diliyorum. 13 üncü tur görüşmeler tamamlanmıştır. Programa göre, Maliye Bakanlığının bütçe ve kesinhesabı
ile gelir bütçesini sırasıyla görüşmek için, 19 Aralık 2000 Salı günü saat
11.00'de toplanmak üzere birleşimi kapatıyor, hepinize hayırlı akşamlar
diliyorum. Kapanma Saati
: 22.23 |
|