Yazılı ve Sözlü Sorular Araştırma Komisyonları Soruşturma Komisyonları
                                                                      Son Tutanak Tutanak Sorgu Tutanak Metinleri Gizli Oturum Tutanakları
                                                                                                                                            Uluslararası Komisyonlar Dostluk Grupları
                                                                                      Genel Sekreterlik Mevzuat Telefon Rehberi Etik Komisyon Duyurular

DÖNEM : 21        CİLT : 50       YASAMA YILI : 3

 

 

 

T. B. M. M.

TUTANAK DERGİSİ

 

 

35 inci Birleşim

18 . 12 . 2000 Pazartesi

 

 

İ Ç İ N D E K İ L E R

                                                      Sayfa    

 

  I. – GEÇEN TUTANAK ÖZETİ

 II. – GELEN KÂĞITLAR

III. – KANUN TASARI VE TEKLİFLERİYLE KOMİSYONLARDAN GELEN DİĞER İŞLER

1. – 2001 Malî Yılı Genel ve Katma Bütçeli İdareler ve Kuruluşlar Bütçe Kanunu Tasarıları ile 1999 Malî Yılı Genel ve Katma Bütçeli İdare-ler ve Kuruluşlar Kesinhesap Kanunu Tasarıları (1/764, 1/765, 1/740, 3/642, 1/741, 3/643) (S. Sayıları : 552, 553, 554, 555)

A) ENERJİ VE TABİÎ KAYNAKLAR BAKANLIĞI

1. – Enerji ve Tabiî Kaynaklar Bakanlığı 2001 Malî Yılı Bütçesi

2. – Enerji ve Tabiî Kaynaklar Bakanlığı 1999 Malî Yılı Kesinhesabı

a) PETROL İŞLERİ GENEL MÜDÜRLÜĞÜ

1. – Petrol İşleri Genel Müdürlüğü 2001 Malî Yılı Bütçesi

2. – Petrol İşleri Genel Müdürlüğü 1999 Malî Yılı Kesinhesabı

b) DEVLET SU İŞLERİ GENEL MÜDÜRLÜĞÜ

1. – Devlet Su İşleri Genel Müdürlüğü 2001 Malî Yılı Bütçesi

2. – Devlet Su İşleri Genel Müdürlüğü 1999 Malî Yılı Kesinhesabı

B) DIŞİŞLERİ BAKANLIĞI

1. – Dışişleri Bakanlığı 2001 Malî Yılı Bütçesi

2. – Dışişleri Bakanlığı 1999 Malî Yılı Kesinhesabı

C) TARIM VE KÖYİŞLERİ BAKANLIĞI

1. – Tarım ve Köyişleri Bakanlığı 2001 Malî Yılı Bütçesi

2. – Tarım ve Köyişleri Bakanlığı 1999 Malî Yılı Kesinhesabı

a) TARIM REFORMU GENEL MÜDÜRLÜĞÜ

1. – Tarım Reformu Genel Müdürlüğü 2001 Malî Yılı Bütçesi

2. – Tarım Reformu Genel Müdürlüğü 1999 Malî Yılı Kesinhesabı

D) ADALET BAKANLIĞI

1. – Adalet Bakanlığı 2001 Malî Yılı Bütçesi

2. – Adalet Bakanlığı 1999 Malî Yılı Kesinhesabı

E) YARGITAY BAŞKANLIĞI

1. – Yargıtay Başkanlığı 2001 Malî Yılı Bütçesi

2. – Yargıtay Başkanlığı 1999 Malî Yılı Kesinhesabı

IV. – SORULAR VE CEVAPLAR

A) YAZILI SORULAR VE CEVAPLARI

1. – Bursa Milletvekili Ertuğrul Yalçınbayır’ın, kamu yatırımlarına ilişkin Başbakandan sorusu ve Devlet Bakanı ve Başbakan Yardımcısı Devlet Bahçeli’nin cevabı (7/2878)

2. – Bursa Milletvekili Ertuğrul Yalçınbayır’ın, Bursa İlindeki kamu yatırımlarına ilişkin Başbakandan sorusu ve Devlet Bakanı ve Başbakan Yardımcısı Devlet Bahçeli’nin cevabı (7/2877)

3. – Erzurum Milletvekili Fahrettin Kukaracı’nın, Meteoroloji Genel Müdürlüğünün milletvekillerine bilgi vermediği iddiasına ilişkin Başbakandan sorusu ve Devlet Bakanı Ramazan Mirzaoğlu’nun cevabı (7/3100)

4. – İstanbul Milletvekili Bülent Akarcalı’nın, kamu bankalarından verilen kredilere ilişkin Başbakandan sorusu ve Devlet Bakanı Recep Önal’ın cevabı (7/2872)

5. – Erzurum Milletvekili İsmail Köse’nin, İstanbul 8 inci Vergi Mahkemesi üyesi hakkında açılan soruşturmaya ilişkin sorusu ve Adalet Bakanı Hikmet Sami Türk’ün cevabı (7/2986)

6. – Adana Milletvekili M. Halit Dağlı’nın, özelleştirilen kurumların personeline ilişkin sorusu ve Devlet Bakanı Yüksel Yalova’nın cevabı (7/2979)

7. – Kırıkkale Milletvekili Kemal Albayrak’ın, Kırıkkale merkezde bulunan baz istasyonuna ilişkin sorusu ve Sağlık Bakanı Osman Durmuş’un cevabı (7/3057)

8. – Van Milletvekili Maliki Ejder Arvas’ın, tarım sektöründe uygulanacak olan doğrudan gelir destek programına ilişkin sorusu ve Tarım ve Köyişleri Bakanı Hüsnü Yusuf Gökalp’in cevabı (7/3070)

9. – Diyarbakır Milletvekili Sacit Günbey’in;

Ülkemize kaçak olarak et ve canlı hayvan girdiği iddialarına,

- Antalya Milletvekili Mehmet Baysarı’nın;

Sağlıksız etlerin hangi yollarla ülkeye girdiğine,

Kaçak ve sağlıksız et ile et ürünlerine

İlişkin soruları ve Tarım ve Köyişleri Bakanı Hüsnü Yusuf Gökalp’in cevabı (7/3059, 3063, 3064, 3065)

10. – Aksaray Milletvekili RamazanToprak’ın, pancar üretiminde uygulanan kotaya ilişkin sorusu ve Tarım ve Köyişleri Bakanı Hüsnü Yusuf Gökalp’in cevabı (7/3015)


I. – GEÇEN TUTANAK ÖZETİ

 

TBMM Genel Kurulu saat 11.00’de açılarak altı oturum yaptı.

Kuzeyden Keşif Harekâtının görev süresinin 31.12.2000 tarihinden itibaren altı ay süreyle uzatılmasına ilişkin Başbakanlık tezkeresi, yapılan görüşmelerden sonra kabul edildi.

2001 Malî Yılı Genel ve Katma Bütçeli İdareler ve Kuruluşlar Bütçe Kanunu Tasarıları ile 1999 Malî Yılı Genel ve Katma Bütçeli İdareler ve Kuruluşlar Kesinhesap Kanunu Tasarılarının (1/764, 1/765, 1/740, 3/642, 1/741, 3/643) (S. Sayıları : 552, 553, 554, 555) görüşmelerine devam olunarak;

Turizm Bakanlığı,

Millî Eğitim Bakanlığı,

Yükseköğretim Kurulu (YÖK),

Üniversiteler (53 adet),

2001 Malî Yılı Bütçe Kanunu Tasarıları ile 1999 Malî Yılı Kesinhesap Kanunu Tasarıları kabul edildi.

Alınan karar gereğince, 18 Aralık 2000 Pazartesi günü saat 11.00’de toplanmak üzere, birleşime 23.48’de son verildi.

 

Murat Sökmenoğlu

 

 

Başkanvekili

 

 

 

 

 

 

Burhan Orhan

Sebahattin Karakalle

 

Bursa

Erzincan

 

Kâtip Üye

Kâtip Üye


                                           No. : 51

II. – GELEN KÂĞITLAR

18 . 12 . 2000 PAZARTESİ

 

Sözlü Soru Önergesi

1. – İstanbul Milletvekili Ahmet Güzel’in, İstanbul’da bazı dolmuş hatlarında sahte plaka ile araç çalıştırıldığı iddiasına ilişkin İçişleri Bakanından sözlü soru önergesi (6/1116) (Başkanlığa geliş tarihi : 16.12.2000)

Yazılı Soru Önergesi

1. – Bolu Milletvekili Necmi Hoşver’in, çevik kuvvet polisleri için İsrail’den tabancı ithal edileceği iddiasına ilişkin İçişleri Bakanından yazılı soru önergesi (7/3215) (Başkanlığa geliş tarihi : 15.12.2000)

Süresi İçinde Cevaplandırılmayan Yazılı Soru Önergeleri

1. – Hatay Milletvekili Mustafa Geçer’in, Türkiye’deki yabancı okullara ilişkin Millî Eğitim Bakanından yazılı soru önergesi (7/2829)

2. – Muğla Milletvekili Nazif Topaloğlu’nun, Muğla Yatağan Termik Santraline ilişkin Enerji ve Tabiî Kaynaklar Bakanından yazılı soru önergesi (7/2842)

3. – Muğla Milletvekili Nazif Topaloğlu’nun, Muğla’daki bazı termik santrallerin özelleştirilmelerine yönelik çalışmalara ilişkin Enerji ve Tabiî Kaynaklar Bakanından yazılı soru önergesi (7/2844)

4. – Hatay Milletvekili Mustafa Geçer’in, görevden alınan imam-hatip lisesi müdürlerine ilişkin Millî Eğitim Bakanından yazılı soru önergesi (7/2866)


BİRİNCİ OTURUM

Açılma Saati : 11.00

18 Aralık 2000 Pazartesi

BAŞKAN : Başkanvekili Mehmet Vecdi GÖNÜL

KÂTİP ÜYELER : Cahit Savaş YAZICI (İstanbul), Levent MISTIKOĞLU (Hatay)

BAŞKAN - Türkiye Büyük Millet Meclisinin 35 inci Birleşimini en iyi dileklerimle açıyor, hepinize saygılar sunuyorum.

Sayın milletvekilleri, 2001 Malî Yılı Genel ve Katma Bütçe Kanunu Tasarıları ile 1999 Malî Yılı Genel ve Katma Bütçe Kesinhesap Kanunu Tasarıları üzerindeki görüşmelere devam edeceğiz.

Şimdi, bütçe görüşmelerine başlıyoruz.

Program uyarınca, bugün iki tur görüşme yapacağız.

Devam etmeden hemen söyleyeyim; bazı arkadaşlar, cihaz açıldı diye girmeye başladılar.

ALİ ŞEVKİ EREK (Tokat) - Girdik bile...

BAŞKAN - Onun için, bütçeleri saymadan, eşitlik sağlamak bakımından, sizlere de bilgi vereyim...

Onikinci turda görüşeceğimiz bütçeler; Enerji ve Tabiî Kaynaklar Bakanlığı, Petrol İşleri Genel Müdürlüğü, Devlet Su İşleri Genel Müdürlüğü, Dışişleri Bakanlığı bütçeleri.

III. – KANUN TASARI VE TEKLİFLERİYLE KOMİSYONLARDAN
GELEN DİĞER İŞLER

1. – 2001 Malî Yılı Genel ve Katma Bütçeli İdareler ve Kuruluşlar Bütçe Kanunu Tasarıları ile 1999 Malî Yılı Genel ve Katma Bütçeli İdareler ve Kuruluşlar Kesinhesap Kanunu Tasarıları (1/764, 1/765, 1/740, 3/642, 1/741, 3/643) (S. Sayıları : 552, 553, 554, 555) (1)

A) ENERJİ VE TABİÎ KAYNAKLAR BAKANLIĞI

1. – Enerji ve Tabiî Kaynaklar Bakanlığı 2001 Malî Yılı Bütçesi

2. – Enerji ve Tabiî Kaynaklar Bakanlığı 1999 Malî Yılı Kesinhesabı

a) PETROL İŞLERİ GENEL MÜDÜRLÜĞÜ

1. – Petrol İşleri Genel Müdürlüğü 2001 Malî Yılı Bütçesi

2. – Petrol İşleri Genel Müdürlüğü 1999 Malî Yılı Kesinhesabı

b) DEVLET SU İŞLERİ GENEL MÜDÜRLÜĞÜ

1. – DevletSu İşleri Genel Müdürlüğü 2001 Malî Yılı Bütçesi

2. – Devlet Su İşleri Genel Müdürlüğü 1999 Malî Yılı Kesinhesabı

B) DIŞİŞLERİ BAKANLIĞI

1. – Dışişleri Bakanlığı 2001 Malî Yılı Bütçesi

2. – Dışişleri Bakanlığı 1999 Malî Yılı Kesinhesabı

BAŞKAN - Komisyon?.. Yerinde.

Hükümet?.. Yerinde.

Sayın milletvekilleri, sorularla ilgili hususu, biraz evvel arz etmiştim.

Şimdi, onikinci turda, grupları ve şahısları adına söz alan sayın üyelerin isimlerini okuyorum :

Gruplar adına : Milliyetçi Hareket Partisi Grubu adına, Gümüşhane Milletvekili Sayın Bedri Yaşar, Konya Milletvekili Sayın Ali Gebeş, Aksaray Milletvekili Sayın Kürşat Eser, Osmaniye Milletvekili Sayın Birol Büyüköztürk; Demokratik Sol Parti Grubu adına, İstanbul Milletvekili Sayın Ahmet Güzel, Diyarbakır Milletvekili Sayın Abdulsamet Turgut, Adana Milletvekili Sayın Tayyibe Gülek, Tekirdağ Milletvekili Sayın Ahmet Zamantılı; Anavatan Partisi Grubu adına, Aydın Milletvekili Sayın Cengiz Altınkaya, İstanbul Milletvekili Sayın Bülent Akarcalı; Doğru Yol Partisi Grubu adına, Burdur Milletvekili Sayın Mustafa Örs, Kahramanmaraş Milletvekili Sayın Mehmet Sağlam; Fazilet Partisi Grubu adına, Konya Milletvekili Sayınteoman Rıza Güneri, Ankara Milletvekili Sayın Oya Akgönenç Muğisuddin,

Şahısları adına : Lenide, Ankara Milletvekili Sayın Oya Akgönenç Muğisuddin, Erzurum Milletvekili Sayın AslanPolat; aleyhinde, İstanbul Milletvekili Sayın Hüseyin Kansu, Erzurum Milletvekili Sayın Lütfü Esengün.

Sayın milletvekilleri, ilk söz, Milliyetçi Hareket Partisi Grubu adına, Gümüşhane Milletvekili Sayın Bedri Yaşar’a ait.

Sayın Yaşar, süreyi eşit mi kullanacaksınız?

BEDRİ YAŞAR (Gümüşhane) - Evet.

BAŞKAN - Buyurun. (MHP sıralarından alkışlar)

Süreniz 7 dakika efendim.

MHP GRUBU ADINA BEDRİ YAŞAR (Gümüşhane) - Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; Enerji ve Tabiî KaynaklarBakanlığı bütçesi üzerinde, Milliyetçi Hareket Partisi Grubu adına söz almış bulunmaktayım; Grubum ve şahsım adına, hepinizi saygılarımla selamlıyorum.

Yeni nesillere iş imkânları sağlamak, refah düzeyini yükseltmek, istihdamı artırmak ve sanayileşmenin beraberinde getirdiği enerji talebinin hızla artmasına karşılık, enerji üretiminin de hızla artması gerekmektedir. Oysa, Türkiye’nin enerji kaynaklarına bakıldığında bu talebi karşılayacak yeterli üretim gözükmemektedir.

Ülkemiz enerji talebinin, 2000 ılında 129 kilovat/saat olarak gerçekleşmesi beklenmektedir. 2005 yılı talebi 195 milyar, 2010 yılı talebi ise 287 milyar kilovat/saat olarak hedeflenmiştir. 2000 yılı enerji talep artış oranı ise, yüzde 8,9 olarak beklenmektedir.

Önümüzdeki on yılda bu enerji talebini karşılamak için, her yıl ortalam 4,5 milyar dolar enerji yatırımı yapmamız gerekmektedir. Mevcut bütçe kaynaklarıyla bunu yapmak mümkün değildir. Enerji yatırımını desteklemek maksadıyla, yerli ve yabancı özel sektör yatırımcılarının enerji sektörüne daha fazla yatırım yapmasını sağlamak amacıyla, yap-işlet-devlet; yap-işlet; işletme hakkı devri ve otoprodüktör gibi modeller yanında, hükümetler arası ikili işbirliği anlaşmaları çerçevesinde, yüzde 10 dışkredili anahtar teslimi projelerin de çalışmalarına başlanmıştır. Bütün bu projelerin önünü açmak maksadıyla, Yüce Meclisimiz, uluslararası tahkim konusuyla ilgili sayal düzenlemeleri yapmış ve enerji yatırımlarının önünü açmıştır.

Ülkemiz enerji kaynaklarının daha akılcı kullanılması, yeni teknolojilerle enerji hizmetlerinin çeşitlendirilmesi, alternatif enerji kaynaklarının hizmete sunulduğu bir enerji geleceğini kurabilmek en büyük hedefimiz olmalıdır. Alternatif enerji kaynaklarından da yararlanılması konusunda, başta, rüzgâr enerjisi olmak üzere, yenilenebilir enerji kaynaklarının da yap-işlet-devret modeli kapsamında değerlendirilmesine önem verilmelidir.

Enerjiyle ilgili ilk rüzgâr enerji santralimiz 1,5 megavat gücünde Çeşme-Alaçatı’da gerçekleştirilmiş olup, 2001-2002 yıllarında 16 proje üzerinde çalışmaları devam edip, 2004 yılında bu devreye girdiği takdirde, 1 100 megavatlık bir güce ulaşılacaktır.

Rüzgâr enerjisinin yanı sıra, termik santrallar, hidroelektrik santralları ve yap-işlet-devret modeliyle Devlet Planlamada bekleyen projelerin de bir an önce vücut bulmasının Türkiye’nin menfaatına olduğu kanaatindeyim. Şu ana kadar yap-işlet-devret modeli kapsamında 12 hidroelektrik santral, 4 doğalgaz santralı, 2 rüzgâr santralı işletmeye alınmış olup, son olarak, 672 megavat kurulu gücündeki Birecik santralının 112 megavatlık ilk ünitesi deneme üretimine alınmıştır.

Geçmiş yıllarda, özellikle 1990'lı yılların ikinci yarısında enerjiyle ilgili gerekli yatırımlar yapılmamış olup, Türkiye, enerji darboğazıyla karşı karşıya gelmiştir. Şu an, 2000 yılı itibariyle 3,3 milyar kilovat/saat enerji ithalatı gerçekleşmektedir. Bir de 3,5-4 sent ithalat rakamlarını dikkate alırsak, Türkiye'nin her yıl 1,3-1,4 milyar doları ithalata gitmektedir. 1 megavatın da 1 milyon dolara mal olduğunu düşünürsek, her yıl 100 megavat gücünde 10 santralımızı ithalata ödediğimizin altını çizmek isterim.

Bütün bu üretimin diğer bir boyutu da dağıtımdır. Dağıtım ihalelerimiz 29 bölge olup, 4 tanesi daha önceden imzalanmıştı hepinizin malumu olduğu üzere. 1997 yılından beri bu 25 bölgenin dağıtım ihaleleri, maalesef, sonuçlandırılamamıştır. Yüzde 18'ler mertebesinde olan 1997 yılı kayıp kaçak kullanım oranı, bugün itibariyle yüzde 20'lerin üzerine çıkmış olup, bugün, 100 milyar kilovat/saat enerji ürettiğimizi düşünürseniz, yüzde 3'lük kayıp kaçak kullanım oranının 3 milyarlara tekabül ettiğini; bunun da, Türkiye'nin enerji ithalatına eşit bir rakam olduğunun altını çizmek isterim.

Her yıl milyar dolar seviyesinde kayba ulaştığımız bu dağıtım işletme haklarının devirlerinin bir an önce sonuçlandırılması gerekmektedir. Tabiî, bunun yanı sıra, bununla ilgili problemler de, maalesef, devam etmektedir.

Devir bedeliyle ilgili olarak fatura kesilip kesilmeyeceği, KDV yükümlülüğü, enerji hâsılatından indirim yapılıp yapılmayacağı, kredi olarak alınan işletme hakkı devir bedelinin, gerek Elektrik Enerjisi Fonunda gerekse şirketin bilançolarında nasıl gösterileceği gibi hususlarda tam bir açıklık yoktur.

Yine, bunun yanı sıra, hatlara yapılacak yatırımların bu maliyetlerle ilgili hiçbir kıstas olmadığından dolayı, bu yatırımların boyutlarının daha sonra nasıl olacağı bilinmemektedir. Bunun da, bir an önce bir neticeye bağlanması lazım.

Diğer bir önemli husus da, kayıp kaçak kullanım oranlarıdır. Kayıp kaçak kullanım oranı olan yüzde 20'nin içerisinde, özellikle yüzde 2 ve yüzde 3'e tekabül eden cadde aydınlatmaları, sokak aydınlatmaları ve umumî aydınlatmalarda nihai hedeflerde önemli rakamlar; yani, işletme haklarının devriyle beraber yüzde 9 ve yüzde 10'lar hedeflenmektedir; şu an yüzde 20'lerde, yüzde 2 ve yüzde 3 bir anlam ifade etmese bile, nihai hedeflerde bu yüzde 2 ve yüzde 3'ler bir anlam ifade edeceği için, TEDAŞ ile işletme hakkını devralan firmalar arasında ciddî problemlerin olacağı kanaatindeyim.

Bütün bunların yanı sıra, Türkiye'de enerji çeşitliliği ve projelerin hayata geçirilmesi için enerji borsasının kurulması zaruret haline gelmiştir; bir an önce, enerji borsasının kurulacağı kanaatindeyim. Bu projelerin daha hızlı ve daha ekonomik boyutlarda tesis edileceği hepimizce malumdur.

Değerli milletvekilleri, son olarak, boru hatları üzerinde durmak istiyorum: Şu an, doğalgaz miktarı, maalesef, istediğimiz seviyede değil. Türkiye'ye gelen gaz miktarı, Romanya üzerinden aldığımız 14 milyar metreküp, 10 milyar metreküp İran hattından aldığımız...

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN - Sayın Yaşar, lütfen toparlar mısınız.

BEDRİ YAŞAR (Devamla) - 16 milyar metreküp de Mavi Akım üzerinden alacağımız miktarla Türkiye bu talebini karşılayacaktır; ama, şu an, İran projesinde ciddî bir sıkıntı olmadığını bili-yoruz; kuzeyde ciddî problem olmadığını biliyoruz. İnşallah, 2001 yılı sonunda Mavi Akımın da devreye gireceğini yetkililer söylemektedir; ama, Türkiye'de, bütün bu gaz taleplerini karşılayacak yeraltı depolarının oluşturulması da gerekmektedir. Yoksa, hepimizin bildiği gibi, en son, Hamitabat çevrim santralındakı gaz kesintisinden dolayı, mazotla çalıştırmak zorunda kaldık; 5-6 sent civarında olan enerji maliyetinin, bundan dolayı, 17-18 sentlere çıkarak, Türkiye hazinesine verdiği zarar da hepinizin malumudur.

Bu kadar kısa süre içerisinde konulara değinmek mümkün değil. Ben, arkadaşlarımın hakkına tecavüz etmemek için, konuşmama burada son veriyor, Enerji Bakanlığı bütçesinin devletimize ve milletimize hayırlı olmasını diliyor, yaklaşan bayramımızın ve yeni yılımızın ülkemize hayırlı olmasını diliyor, hepinize saygılar sunuyorum. (MHP, DSP ve ANAP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN - Teşekkür ediyorum Sayın Yaşar.

MHP Grubu adına ikinci söz, Sayın Ali Gebeş'e ait.

Buyurun efendim. (MHP sıralarından alkışlar)

Süreniz 7 dakika efendim.

MHP GRUBU ADINA ALİ GEBEŞ (Konya) - Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; Enerji ve Tabiî Kaynaklar Bakanlığı ve Devlet Su İşlerinin bütçeleri hakkında Milliyetçi Hareket Partisi Grubu adına söz almış bulunuyorum. Grubum ve şahsım adına, Yüce Meclisi, yüce milletimizi saygı ve sevgiyle selamlıyorum.

Tarım sektörünün ekonomideki önemi, besinsel gereksinimleri karşılama işlevinden kaynaklanmaktadır. 1990 yılında 5 milyar olan nüfus, günümüzde 6 milyara ulaşmış ve 2025 yılında bu rakamın 8,3 milyar olacağı tahmin edilmektedir. Günümüzde, dünyadaki toplam yıllık gıda maddeleri üretimi, dünya tüketimini karşılayabilecek düzeydedir; ancak, çeşitli bölgeler arasında kişi başına düşen üretim miktarı yönünden farklılıklar vardır. Nüfusun ortalama yüzde 7'si tarım sektöründe faaliyette bulunan sanayileşmiş ülkelerde, bir çiftçi ailesi, kendisine ilave olarak, tarım dışı sektörlerde faaliyette bulunan 50 kişinin gıda ihtiyacını karşılayabilmektedir. Nüfusunun yüzde 60'ı tarım sektöründe faaliyette bulunan gelişmekte olan ülkelerde ise, bu değer, kişi başına 2 kişiyle sınırlı bulunmaktadır.

Tarım sektörünün bir diğer işlevi ise, kalkınmanın finansmanını sağlamasıdır. Ekonomik kalkınmada sanayie öncelik verilmesi ve gelişen sanayi sektörünün tarım sektörünü geliştirmesi; sanayiin gelişmesi için gerekli fon, ancak, tarım sektöründen sağlanabilecektir.

Öte yandan dünyada gıda üretimi, yılda ortalama 103,3'lük bir hızla artarken, Türkiye'de yüzde 2,1 olarak gerçekleşmektedir. Örneğin, tarımda çalışan kişi başına yaratılan katmadeğer, Danimarka'da 47 000 dolar, Hollanda'da 44 000 dolar, Fransa'da 35 000 dolar iken, ülkemizde, bu, 2 000 dolar civarındadır. Bu tarımsal verimlilik farkının en önemli nedeni olarak, sulanan alanların azlığı olduğu söylenebilir. Örneğin, Konya-Çumra'da, hububat üretiminde, sulamadan sonra yüzde 213 ortalama verim artışı sağlanabilmiştir.

Türkiye'nin yüzölçümü, 78 milyon hektar olup, tarım arazileri, bu alanın yaklaşık üçte 1'i, yani, 28 milyon hektar mertebesindedir. Türkiye'de, tarım arazilerinin yüzde 93'ünde, optimum verim için sulama gereklidir. Diğer bir deyişle, Doğu Karadeniz kıyı şeridi hariç, diğer bölgelerde sulama yapılması şarttır. Yapılan etütlere göre, potansiyel yeraltı ve yerüstü su kaynakları dikkate alındığında, ekonomik olarak sulanabilecek alan, Türkiye yüzölçümünün yüzde 11'i olan 8,5 milyon hektardır.

Türkiye'de, tarım altyapısına en büyük yatırımlar, çiftçimizin çok yakından tanıdığı, Devlet Su İşleri Genel Müdürlüğü tarafından gerçekleştirilmiştir. DSİ, kuruluşundan bu yana geçen 46 yılda, ülkemizin ekonomik olarak sulanabilecek 8,5 milyon hektar alan toprak kaynağından 2,6 milyon hektarını sulamaya açabilmiştir. Bu, bir yılda, ortalama 55 000 hektarın sulamaya açılması demektir. DSİ sulamaları içinde, yeraltı suyuyla yapılan sulamalar, yüzde 17 paya sahiptir. Toplam, 435 000 hektar alan, yeraltı suyuyla sulanmaktadır.

1954 yılında, 6200 sayılı Yasayla kurulan DSİ Genel Müdürlüğü, yurdumuzda su ve toprak kaynaklarını geliştirmek amacıyla kurulmuştur. Ülkemizde, bu alanlarda büyük çapta yatırımlara, ancak DSİ'nin kurulmasından sonra başlanabilmiştir. DSİ, 1955 yılında, yalnızca 38 megavat olan enerji kurulu gücünü, 2000 yılında, 10 820 megavata çıkarmıştır. Enerji kurulu gücündeki gelişme, yılda, ortalama olarak, 235 megavat artışı temsil etmektedir. 2000 yılı başı itibariyle, ülkemizde, 204 adet baraj, 339 adet gölet işletmede bulunmaktadır. Türkiye nüfusunun üçte 1'ini barındıran 12 kentin içmesuyu, DSİ'nin yaptırdığı baraj, isale hattı ve arıtma tesisleriyle sağlanmaktadır. DSİ, bugüne kadar, 29 000 adet sondaj kuyusunda 3,6 milyon metre derinlikte sondaj yapabilmiştir.

Türkiye'nin içerisinde bulunduğu ekonomik zorluklar nedeniyle, yatırıma ayrılan paylar sürekli olarak azalmış ve sulama sektöründe en etkin kuruluş olan DSİ de bundan etkilenmiştir. DSİ, 90'lı yılların başında, devlet yatırım bütçesinin yüzde 35'ini kullanırken, günümüzde, bu oran yüzde 25'lere düşmüştür.

Çiftçinin gelir seviyesini artıracak temel faktör, DSİ'nin tüm Türkiye'ye yayılmış tarım sektörü yatırımlarının bir an önce tamamlanmasına bağlıdır. 1,7 milyon hektar arazinin sulanacağı GAP, nasıl, Güneydoğu Anadolu Bölgemizi kalkındıracaksa, 650 000 hektar arazinin sulanacağı KOP, Konya Ovası Projesi de İç Anadolu çiftçisinin özlemini duyduğu bir projedir. Projenin yüzde 49'u işletmede, yüzde 5,6'sı inşa halindedir. Bu projede, Derebucak Barajında tutulan sularla 3 750 hektar sulanacak ve mansabında Gembos derivasyon kanallarıyla, yılda 130 milyon metreküp su Beyşehir Gölüne akacaktır. Beyşehir Gölünde düzenlenen ve Soğla depolamasına BSA kanalı vasıtasıyla iletilen sular, buradan Çumra ovalarını sulayacak Apa Barajı Gölüne bırakılacaktır.

1994 yılında ihalesi yapılan, sonradan ihalesi iptal edilen Mavi Tünel ihalesi tekrar yapılmalıdır. Mavi Tünel, 17 kilometre uzunluğunda, 4 metre çapında ve 450 milyon metreküp suyu Konya Ovasına akıtacaktır.

Arazi şartlarında, gece gündüz demeden, doğal felaketlerin yaralarını sarmak, ülkemizin su ve toprak kaynaklarını geliştirmek için çaba sarf eden DSİ personelinin çok ciddî ekonomik sıkıntıları vardır. Diğer kamu ve özel sektör kurumlarında çalışan teknik elemanlara göre, DSİ'deki mühendisler en düşük ücretleri almaktadır.

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN - Toparlar mısınız lütfen.

ALİ GEBEŞ (Devamla) - Aynı bakanlığa bağlı TEAŞ'ta yaklaşık 1,5-2 misli fazla ücret uygulaması mevcuttur. Bu nedenle, birçok personel başka kurumlara geçme gayreti içerisindedir. Teknik ağırlıklı olarak hizmet yürütülen teşkilatta, kurumlar ve sınıflar arasındaki ücretlerdeki dengesizlik ciddî moral bozukluğu yaratmaktadır. DSİ'nin hizmet anlayışı, hizmette kaliteyi önplanda tutmaktan geçer. Geçen yıl deprem bölgesinde işletme halindeki baraj ve göletlerle diğer DSİ tesislerinde herhangi bir hasar meydana gelmemiş olması, bu anlayışın gurur duyulan bir göstergesidir; ancak, teknik personelin çalışma şevkini azaltan ücret durumu, DSİ'nin alışılmış olan kaliteli hizmet üretme anlayışında erozyona neden olacaktır. Bu amaçla, kanun hükmünde kararnameyle, mutlaka, bu ücret dengesizliği giderilmelidir.

Bu duygularla, bütçenin hayırlı olmasını diliyor, saygılar sunuyorum. (MHP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN - Teşekkür ediyorum Sayın Gebeş.

Üçüncü konuşma Sayın Kürşat Eser'e ait.

Buyurun Sayın Eser. (MHP sıralarından alkışlar)

Konuşma süreniz 7 dakikadır.

 

MHP GRUBU ADINA KÜRŞAT ESER (Aksaray) - Sayın Başkan, sayın milletvekilleri; Dışişleri Bakanlığı bütçesi üzerinde Milliyetçi Hareket Partisi Grubu adına konuşmak üzere kürsüye gelmiş bulunmaktayım; hepinizi saygıyla selamlıyor; ramazanınızı ve şeker bayramınızı en içten dileklerimle kutluyorum.

Türkiye, dışpolitikada çok hassas bir dönemden geçmektedir. Meclisimiz, bu hassas dönemde dışpolitika konularına daha aktif olarak katılarak, diplomasimize güç vermek durumundadır; çünkü, Türk diplomasisinin güçlü ve dolayısıyla başarılı olması demek dışpolitika sorunlarının barışçıl yoldan çözülmesi demektir. Krizlerin ve gerginliklerin ortadan kalkması ekonomik, sosyal, kültürel ilişkilerin sıklaşması demektir. Milliyetçi Hareket Partisinin istediği budur. Sadece Partimizin değil, Yüce Meclisimizin çatısı altında bulunan bütün partilerimizin de bu görüşte olduğundan şüphem yoktur.

Sayın Başkan, sayın milletvekilleri; Türkiye, önü açık bir ülkedir, Türkiye, geniş ufuklara yürümenin eşiğindedir, Türkiye, istikbale ümitle bakan bir ülkedir; tabiî ki, bu konumda olmanın bir bedeli vardır, yol açtığı durumlar, problemler vardır. Sayın Clinton'ın, 21 inci Yüzyılda Türkiye'nin öne çıkacağını söylemesi gururumuzu okşamıştır; ancak, Türkiye'nin güçlenmesinden rahatsız olanlar, bu ifadeden kendilerine görevler çıkarmışlardır Türkiye'nin önünü nasıl keseriz, Türkiye'yi nasıl durdururuz diye.

Sayın Başkan, sayın milletvekilleri; Türk dışpolitikasını Türkiye'nin jeopolitiğiyle birlikte mütalaa etmek gerekir. Türkiye'nin jeopolitiğini dikkate almayan değerlendirmeler eksik olacak, ülkemize yarar yerine zarar getirecektir. Balkanlar, Kafkaslar, Ortadoğu üçgeninin tam ortasında yer alan Anadolu coğrafyası, bu üç coğrafyayı da kontrol imkânını verir. Kuzeyindeki Hazar bölgesi enerji kaynakları ve güneyindeki Ortadoğu enerji kaynakları nedeniyle, Anadolu coğrafyası, âdeta, enerji denizine uzanmış bir iskele gibidir. Türkiye'nin önüne engel çıkaranlar, Türkiye'nin bu enerji merkezlerini ve taşıma yollarını kontrol edebilecek bir coğrafî konuma sahip olduğunu unutmamaktadırlar.

İktidardaki koalisyon hükümetini oluşturan partilerden birinin milletvekili olarak, burada, açıkyüreklilikle ifade ediyorum, dışpolitikamızı gözden geçirmek, bir durum değerlendirmesi yaparak, üzerimizdeki baskıları savuşturacak çıkış noktalarını bulmak ve önde olacağımız senaryoları üretmek durumundayız. Dışişleri Bakanlığımız, nerelerde, hangi hataları yaptığını kendi kendine sormak, bir özeleştiri yapmak durumundadır; hem geçmiş olaylardan dersler çıkarmalı hem de gelişmeleri yakından izleyerek, devletimize, gerekli tedbirleri zamanında almak için imkân ve fırsat vermelidir. Eğer, Dışişleri Bakanlığımızın bazı ihtiyaç ve eksikleri var ve bunlar yüzünden görevlerini tam olarak yapamıyorsa, bunları karşılarız, karşılamak durumundayız.

Sayın Başkan, sayın milletvekilleri; içinde bulunduğumuz dönem ve önümüzdeki dönem, Dışişleri Bakanlığının aktif olarak devrede bulunması gereken bir dönemdir. Dostumuz ve müttefikimiz Amerika Birleşik Devletlerinin, Türkiye'yi de ilgilendiren politikalarındaki gelişmeler dikkat çekicidir. Aynı şekilde, Avrupa Birliğiyle ilgili gelişmelerde de dikkat çekici olaylar vardır.

Rusya Federasyonunda, Putin'in, iktidara gelişiyle birlikte yaptıkları gözlerden kaçmaktadır. Ortaasya ve Kafkaslarda izlediği politikalar, siyasî ve idarî yapısında yaptığı reformlar, Türk kamuoyunda yeteri kadar takip edilmemekte ve tartışılmamaktadır.

Dünya siyasetinde her gün biraz daha öne çıkan Çin'in, son dönemde Ortadoğuya gösterdiği ilgi de, gözlerden kaçmış gözükmektedir.

Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; genç Türkiyemiz kurulduğu günden beri yüzünü Batı'ya dönmüş, onun bütün kurumlarında yer almış, AB ile ilgili ilişkileri de yarım yüzyıla yaklaşmıştır; ama, maalesef, bugün geldiğimiz noktada, Avrupa Birliği, samimiyetsiz bir tavır ortaya koymaktadır. 8 Kasım 2000'de yayımlanan Katılım Ortaklığı Belgesi, Helsinki'deki bazı kazanımlarımızı ortadan kaldırmak istemiş, ardından da, Avrupa Birliğinin, geçtiğimiz günlerde Fransa'nın Nice Kentinde yapılan zirvede Türkiye'nin adı geçmemiş, Türkiye'nin adaylığının on yıl geriye bırakıldığı izlenimleri doğmuştur. Batı Avrupa Birliğinin dağılmasından sonra, Türkiye, Avrupa'nın savunma ve güvenlik yapılarında da yoktur. Avrupa ile ilgili bu gelişmelerin Türkiye'yi nasıl etkileyebileceği üzerinde durmak gerekir.

Türkiye, onurlu bir şekilde, kendisine yakışır bir şekilde Avrupa Birliğine dahil olmak istemektedir; çünkü, Türkiye'nin Avrupa Birliğine dahil olmasında karşılıklı menfaati olduğuna inanıyoruz.

Böylece Türkiye, Avrupa'daki oluşuma yeni bir tat, yeni bir çeşni katacak ve tüm Türk İslam dünyasının gelişmiş ülkeler ligindeki sözcüsü ve temsilcisi olacaktır. Avrupa Birliği ise, kendisinden farklı bir kültürü kabul ettiği, içine sindirebildiği ölçüde gerçek bir uygarlığın temelini atacak duruma gelecek ve içindeki ilkel, ırkçı, radikal sesleri bertaraf etmeyi başaracaktır. Ancak, kimse, Avrupa Birliğine girmek için, Türkiye'nin, bugün, millî bir dava haline gelmiş olan Kıbrıs konusunda da taviz vermesini bekleyemez.

Kuzey Irak'ta çok ciddî gelişmeler yaşanmaktadır. Kuzey Irak konusunda sürprizlerle karşılaşmamak için, Türkiye'nin tedbirli olmasında yarar vardır.

Milliyetçi Hareket Partisi olarak, biz, ülke menfaatlerinin peşindeyiz. Sayın Genel Başkanımın da müteaddit defalar ifade ettiği gibi, bizim için ülke menfaatleri asıldır. Partimizin menfaatleri ve hele hele kişisel menfaatlerimiz çok sonra gelir. Biz, iç politikaya dönük olarak dış politikaya yaklaşan bir parti değiliz ve olmayacağız. Atatürk'ün daha zor ve olumsuz koşullar altında gerçekleştirdiklerini, günümüz Türkiyesi fazlasıyla gerçekleştirebilecek durumdadır; bunda, kimsenin kuşkusu yoktur.

Türkiye, Dışişleri Bakanlığımız, önümüzdeki dönemde bunları başaracaktır. Buna inanıyor ve bu inançla Dışişleri Bakanlığımız bütçesinin ülkemize hayırlı olması dileğiyle, hepinize saygılar sunuyorum. (MHP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN - Teşekkür ediyorum Sayın Eser.

Milliyetçi Hareket Partisi Grubu adına, son söz Osmaniye Milletvekili Sayın Birol Büyüköztürk'e ait.

Buyurun efendim.

Süreniz 9 dakika.

MHP GRUBU ADINA BİROL BÜYÜKÖZTÜRK (Osmaniye) - Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; Dışişleri Bakanlığıyla ilgili olarak Milliyetçi Hareket Partisi Grubu adına söz almış bulunuyor, hepinizi saygıyla selamlıyorum.

Diplomatik ilişkiler hakkında milletlerarası ilk düzenleme, 19 Mart 1815 tarihindeki Viyana Nizamnamesidir. İkinci Dünya Savaşından sonra ticaretin olağanüstü gelişmesi, emek ve sermaye dolaşımındaki serbestleşme, para piyasalarının bütünleşmesi gibi gelişmeler, diplomasi açısından çok taraflı diplomasi veya parlamenter diplomasi kavramını ortaya çıkarmıştır. Böylece, büyükelçilikler diplomasinin yürütüldüğü tek kanal olmaktan çıkmıştır. Şu anda, belli başlı milletlerarası kuruluşlar açısından, askerî olarak NATO, ekonomik olarak da Avrupa Birliği, NAFTA ve APEC'i sayabiliriz. Ayrıca, resmî elçilik sıfatı taşımayan birtakım gönüllüler, örneğin Türklere yurt olmadan önce Anadolu'ya gelen eren ve dervişler, Avrupalı misyonerler, ülkeleri için küçümsenmeyecek ölçüde önemli görevler üstlenmişlerdir.

Gelelim şimdiki yaşadıklarımıza: Bu konuda kimseyi suçlamak istemiyorum. Öncelikle belirtmeliyim ki, hiçbir iktidar, ülkesi aleyhine veya ülkesi lehine birtakım eksiklikleri bilerek yapmaz; ama, şu andaki tabloyu değerlendirirsek, istediğimiz veya özlediğimiz bir tablo olmadığında, inanıyorum ki, hepimiz hemfikiriz.

Bir yerde Avrupa Birliği, bir yerde Ermeni sorunu; diğer tarafta komşu bölgeler, Balkanlar, Kafkaslar, Ortadoğu ve Asya'da Türk ülkeleriyle, eski dost ve müttefik birtakım ülkelerle olan sorunlar... Dikkat ederseniz, tüm bu sorunları aynı zaman diliminde yaşamaktayız. Tüm bu sorunların aynı zamanda olmasını tesadüf diye yorumlamak, zannedersem, biraz saflık olur ve yine tüm bu sorunları, bizim dışımızdaki etmenlere bağlayıp, kendimizi auta atmak da olmaz. Öyleyse, olayları biraz irdeleyelim, bizdeki eksiklikler nedir... Burada, tüm suçu Dışişlerine ihale etmek de haksızlık olur. Bilim adamlarımız, aydınlarımız, işadamlarımız, bürokratlarımız; yani, topluma yön veren bütün katmanların, biz nerede eksiklik yaptık diye kendi kendini sorgulamaları lazım. Üzülerek belirtmeliyim ki, kendi ülkesini jurnallayarak ödül alanlar, bu konuda en fazla düşünmesi gerek olanlardır.

Bu sorunlu bölgede, geçmişte dörtyüz yıl sükûneti ve huzuru sağlayan insanlığın timsali bizim atalarımız değil miydi? Yine, beşyüz yıl önce İspanya'da engizisyona, yakınçağda Almanya'da soykırıma uğrayan bir topluma kucak açan yine bizim atalarımız değil miydi? Böyle iken, şimdi, atalarımız soykırımla suçlanıyor. Buna üzülmek yetmez, neyi eksik yaptık, ne yapmalıyız, neyi yanlış yaptık diye kendi kendimizi de sorgulamalıyız.

Peki, ne yapabiliriz?.. Yukarıda belirttiğim gibi, gönüllü elçiler, tarihte, büyük bir sorumluluk içerisinde ülkelerine büyük faydalar sağlamışlardır ve biz, bu konuda avantajlıyız. Resmî 4 milyon, gayri resmî 5 milyonu aşan vatandaşımız dış dünyada ikamet etmektedir. Bu insanlarımızı, maalesef, bu zamana kadar yeterli bir şekilde motive edemedik. Dış elçilikler, bu zamana kadar, vatandaşla, resmî işin dışında sıcak ortam kuramadılar ve onları koordine etmekte yetersiz kaldılar. Öyleyse, burayı, sorgulamak lazım. Niye; elçilerimizin sayısı mı yetersiz, tecrübe, bilgi, motivasyonları mı, yoksa sistem mi yetersiz? Zannedersem, hepsinden biraz; ama, en fazla, dünya devleti olan Türkiyemiz için, sistemde yetersiz bir yapılanma var. Bu boşluğu dolduracak, insanlarımızı koordine edecek, onları devamlı zinde tutacak, onlara devletin sıcak yüzünü gösterecek, onların motivasyonunu sağlayıp, bilgilendirip, yalnız sıkıntılı anlarımızda değil, normal zamanlarda da onların Türkiye lehine propaganda yaparak, olumlu kamuoyu oluşturmalarını sağlayacak yeni bir yapılanmaya ihtiyaç olduğuna inanıyorum.

İşte, bu yapılanmada, oluşacak olan yurtdışı bölge milletvekilliği oluşumunun büyük faydası olacaktır. Büyükelçilerimiz var, buna ne ihtiyaç derseniz; birincisi, bu zamana kadarki yetersizliktir; ikincisi, Türkiyemizde, her bölgede, devletin her kurum ve kuruluşu varken, bölge milletvekilliklerine ne gerek var demiyor, onların bölgeleri için ne kadar faydalı olduğuna müşahede ediyorsak, yurtdışı bölge milletvekilliklerine de aynı gerekçeyle ihtiyaç vardır diyorum.

Ayrıca, artık, yeni bir çağdayız. Şöyle, geriden, tarih süzgecinden gelirsek, önce, ülkeler, sürekli olmayan elçilerle münasebet kurarlardı; gün geldi, ilişkilerin yoğunlaşması sürekli elçiliği oluşturdu. Yine, gün geldi, sürekli elçilikten, ayrıca, çoktaraflı diplomasi veya parlamenter diplomasi ortaya çıktı ve şimdi, bilgisayar, yani, bilgi çağı geldi. Artık, yeni bir ihtiyacın veya kavramın oluşma süreci de başladı. Adına ne derseniz deyin, evden eve diplomasi, internet diplomasisi veya bilgisayar diplomasisi; bunun için şimdiden hazırlık yapmalı ve bu konuda projeler üretmeliyiz.

Gelelim dış etmenlere... Ne olmuştu da, aynı zaman diliminde, AB'deki olumsuzluklar, Ermeni soykırımı iddiaları ve çevremizdeki, Balkanlar, Kafkaslar, Ortadoğu'da, yani, dörtyüz yıl Osmanlı sınırları içerisinde kalan bölgedeki huzursuzluklar, yine Ortaasya'daki Türk devletleri ve dost, müttefik ülkelerle olan olumsuz gelişmeler... Kim veya kimler düğmeye peşi sıra basmak suretiyle, hep Türkiye'nin aleyhindeki bu gelişmelere sebep teşkil edenler... Bir yerden şuurlu olarak ve kapsamlı bir plan dahilinde olan bu olaylar, neden böyle gelişti, niye bu ihtiyaç duydular? Düşünün, bu ülkelerle ilişkiler gayet iyi. Yirmi yıl öncesine gidelim; bu bölgedeki ülkeler için, Türkiye, büyük, dost, kendilerine her zaman el uzatacak, kendilerine en yakın gördükleri ülke, yani, bu ülkelerin ortak yakın ülkesi; diğer bir deyişle, onlara lokomotif olacak ülke Türkiye. Böyle bir Türkiye ne yapabilir; evet, böyle bir Türkiye, yeni bir birliğin oluşma ihtimalinin mimarı ve lokomotifi olabilir. Unutmayalım ki, bu bölgeler, dünyanın en fazla ihtiyaç duyacağı enerjiyi topraklarında bulunduran, dünyanın en genç nüfusuna sahip bir bölge; düşünün böyle bir gücü, böyle bir Avrasya Birliğini iyi düşünün.

Sayın milletvekilleri, bu bağlamda, hiçbir mazeret, başarısızlığın sebebi olamayacağı gibi, hiçbir şey, imkânsızı oluşturacak kadar geç değildir diyorum. Böyle bir girişimin neticelenmesi ve hatta neticelenme ihtimali dahi, Avrupa Birliği ve dış dünyayı, Türkiye ile ilgili alacakları kararlarda bu kadar fütursuz yapmayacak ve AB, bu negatifliği bırakıp, Türkiye'ye kapılarını daha kolay açacaktır. Ayrıca, iki bölge arasında, Türkiye, köprü vazifesi oluşturarak, hem kendi gücünü artıracak hem de bölgelerdeki farklı kültürlerin kaynaşmasıyla, dünya barışına önemli bir katkı sağlayacaktır.

Sayın milletvekilleri, çok kısa olarak, son gelişmeler hakkında bir şeyler söylemek istiyorum. 8 Kasım Katılım Ortaklığı Belgesi yayımlandıktan sonra, ülkemizde, haklı olarak, bir tepki oluştu. Bundan, yaklaşık, onbeş gün kadar sonra, ne olduysa, ekonomik olarak birtakım olumsuzluklar yaşadık ve arkasından, bir kuruluşumuz, Avrupa Birliğine girmemizin şart olduğunu vurgulayarak, bunun için gerekenin yapılmasını istedi ve üstelik, Atatürk'ün "çağdaş ülkeler seviyesine çıkmalıyız" sözünü, Avrupa Birliğine girmeliyiz sözüyle eşdeğer olarak yorumlamaya başladılar.

Sayın milletvekilleri, sorarım size; niye seksen yıl sıkıntıyı çektik o zaman? O zaman da gelişmiş ülkelere aynı tavizi versek, yani, teslimiyetçiliği mi kabul etseydik? Lütfen, kimse, Türkiye'nin kurtuluşunu sağlayan Atatürkümüzün sözlerini istediği gibi yorumlamaya çalışmasın, O'nu anlamaya çalışsın diyor, hepinize saygılar sunuyorum. (MHP, DSP ve ANAP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN - Teşekkür ediyorum Sayın Büyüköztürk.

Demokratik Sol Parti Grubu adına, ilk söz, İstanbul Milletvekili Sayın Ahmet Güzel'e ait.

Buyurun Sayın Güzel. (DSP sıralarından alkışlar)

Süreleri eşit mi kullanacaksınız efendim?

AHMET GÜZEL (İstanbul) - Evet Sayın Başkan.

BAŞKAN - Buyurun efendim; süreniz 7 dakika.

DSP GRUBU ADINA AHMET GÜZEL (İstanbul) - Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; Enerji ve Tabiî Kaynaklar Bakanlığı bütçesi üzerinde, Demokratik Sol Parti Grubu adına söz almış bulunuyorum; hepinizi, şahsım ve Grubum adına saygıyla selamlarım.

Saygıdeğer milletvekilleri, uzun yıllardır, ülkemizde, hem siyasî alanda hem de ekonomik alanda yaşanan istikrarsızlık, enerji sektörümüzü de etkilemiştir. Ülkemizde bugün yaşanan enerji krizinin, 1990'lı yıllarda yaşanan ekonomik ve siyasal istikrarsızlık nedeniyle yapılamayan yatırımlardan kaynaklandığı düşünülürse, 57 nci cumhuriyet hükümetiyle sağlanan istikrar, hiçbir zaman küçümsenmemeli ve inkâr edilmemelidir. Bugün elde edilen siyasî ve ekonomik  başarılar da, bu, uyumlu, dengeli ve özverili ortamda gerçekleşmiştir.

21 inci Dönem Meclisi, Türkiye'de en hızlı çalışan Meclis olmuş ve 57 nci cumhuriyet hükümeti de Dünya Bankası Başkanı Sayın Wolfensohn'un da dediği gibi, şu anda, dünyanın en hızlı çalışan hükümeti olmuştur. Bu uyumun sağlanması, Demokratik  Sol Parti Genel Başkanı ve Başbakanımız Sayın Bülent Ecevit'in, ülkemize ve toplumumuza kazandırdığı uzlaşma kültürünün bir eseridir. Son zamanlarda, bu istikrarı bozmaya çalışan, kimi zaman saygı sınırlarını zorlayan ölçülerde değerlendirmeler yapılmakta, sözler söylenmektedir. Bu da, bazı çevrelerin, toplumumuz tarafından onaylanan uzlaşı ortamını henüz algılayamadıklarını göstermektedir. Bu, çok doğaldır. Herkes, aynı doğruları, aynı anda algılamış olsaydı, ülkemiz de, bugün, bu durumda olmaz ve bütün mazlum ulusların, kurtuluş mücadelelerinde önder olarak gösterdikleri Büyük Önder Mustafa Kemal Atatürk'ün gösterdiği çağdaş uygarlık yolunda daha çok mesafe alabilirdik.

Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; Türkiye, 20 nci Yüzyıla elinde gaz lambasıyla girmişti, şimdi de, 2000'li yıllara, elektrik sıkıntısı ve doğalgaz problemleriyle giriyor. Enerji sistemimiz, tedbir alınmazsa, çökmek üzeredir. Bilgi ve teknoloji çağında, bilgisayarlarınız, internetiniz, elektronik ticaret için oluşturduğunuz web sayfalarınız, elektrik olmazsa ne işe yarayacaktır? Milyonlarca dolar ödeyerek yapılan fabrikalar, enerji olmazsa ne işe yarayacaktır? Bu kriz, maalesef, bağıra bağıra gelmiş ve bu konuda üzerlerine düşen görevi yapması gerekenler görevlerini yapmamışlardır. Son on yıldır enerjiye gerekli yatırımı yapmayan hükümetler, bu konuda sorumluluk taşımaktadırlar; ama, olan olmuştur, yine, sıkıntıyı, halkımız ve sanayicimiz çekmektedir.

Ülkemizin 2010-2025 yıllarındaki enerji ihtiyacı için Enerji Bakanlığının rakamları ile Devlet Planlama Teşkilatının rakamları birbirini tutmamakta ve ülkemizin enerji ihtiyacı konusunda iki kurum arasında anlaşmazlık yaşanmaktadır. Bu nedenle, ülkemizin enerji sorununa çözüm bulunması için alınması gereken önlemlerin araştırılarak, yeni bir enerji politikası belirlenmesi amacıyla, Demokratik Sol Partili 23 milletvekili arkadaşımız Meclis Başkanlığımıza araştırma önergesi vermiştir.

Hızlı kalkınan ülkemizin gelecek yıllardaki enerji ihtiyacının bugünkünden daha fazla olacağı göz önüne alınırsa, vakit kaybetmeden ve ülkemiz üzerindeki bu ağır yükü kaldırabilmek veya hafifletebilmek yönünde tedbirler alınmalıdır. 21 inci Yüzyılda, hiçbir kimsenin veya kurumun, ülkemizi, aydınlık Türkiye'yi karanlığa gömmeye hakkı yoktur.

Demokratik Sol Parti olarak, "katı yakıt" dediğimiz kömür ve linyitle beraber, doğalgaz, hidroelektrik enerji, rüzgâr enerjisi, güneş enerjisi gibi yenilenebilir ve çevre dostu enerjilerden de yararlanılması gerektiğine inanıyoruz. Giderek ağırlaşan çevre sorunları ve küresel ısınmaya karşı, 21 inci Yüzyılın enerjisi kabul edilen hidrojen enerjisinin gözardı edilmemesini ve bu hidrojen çağına ülkemizin hazırlıklı olması gerektiğine inanıyoruz.

Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; Enerji ve Tabiî Kaynaklar Bakanlığının, ülkemizin bu geçiş döneminde, fevkalade önemli görevleri ve sorumlulukları vardır. Hiçbir dönemde, hiçbir bakana nasip olmayan boyutta ve büyüklükte, ülke gündemini belirleyen, büyük bir çalışma ortamı olmamıştır. Kurumlara baktığımızda, TEAŞ, TEDAŞ, BOTAŞ, TÜPRAŞ, DSİ gibi, şu anda ülkemizde tüm kesimleri ilgilendiren dev boyutlardaki kuruluşların, 55 inci hükümetle başlayan, 56 ncı ve 57 nci hükümetle devam eden büyük dönüşüm projeleri, ülkemiz için öncelikli projelerdir.

21 inci Dönem Meclisimizin ülkemiz için verdiği tarihî kararlardan biri de, bu projelerin aksamadan devam etmesi için, "yap-işlet-devret" ya da "yap-işlet" diye tanımlanan modellere, anayasa değişikliğiyle işlerlik kazandırılması olmuştur.

Bu arada, dağıtım sisteminde herkesi rahatsız eden ve yargıya da intikal etmiş olan kötü örnekleri ve uygulamaları ortadan kaldıran çalışmaları Bakanlığımız yapmak zorundadır.

Hazar Geçişli Türkmenistan-Türkiye Doğalgaz Boru Hattı ile Bakü-Ceyhan Hampetrol Boru Hattı Projeleri, hem ülkemiz hem de dünya için büyük önem taşımaktadır. Bu konuda imzalanan Bakü-Ceyhan Hampetrol Boru Hattı Projesi gibi mega projelerin, tarih ve kültür birliğimiz olan Orta-asya ve Kafkasya'daki kardeş ülkelerle birlikte, net politikalar üreterek, bir an önce gerçekleşmesi sağlanmalıdır. Bu projenin hayata geçmesiyle, İstanbul Boğazında her ay meydana gelen ve her defasında çok ucuz atlatılan tanker kazaları olmayacak, İstanbul ve Boğaziçi emniyet altına alındığı gibi, halkımıza yeni iş ve aş olanakları da sağlanacaktır.

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN - Lütfen toparlar mısınız.

AHMET GÜZEL (Devamla) - Bu arada, sahip olduğumuz kaynaklarımızı, en son noktasına dek, verimli kullanmadan ve yeterince değerlendirmeden kalkınmamızı sağlayamayız. Ülkemizde madenciliğin geliştirilmesi için geçtiğimiz aylarda çıkardığımız yasadan sonra, görev, ülkemizi seven işadamlarımızındır.

Bakanlığımızın bir görevi de, toprakla suyu buluşturmaktır. Toprakla su, âdeta iki sevgili gibidir. Toprakla suyun buluşması ülkemizi cennete çevirecek bir olgudur. Toprağın suyla bütünleştiği yörelerde insanımızın kara yazgısı da değişmektedir. Tüm insanlarımızın kara yazgısı da, ülkemizde; ancak, demokratik sol bir düzen anlayışıyla değişecektir. Bu inançla saygılarımı sunar, Bakanlık bütçemizin ülkemize ve Bakanlık çalışanlarına hayırlı olması dileklerimle, hepinize saygılar sunarım. (DSP, MHP ve ANAP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN - Teşekkür ederim Sayın Güzel.

İkinci söz, Diyarbakır Milletvekili Sayın Abdulsamet Turgut'a ait.

Buyurun efendim. (DSP sıralarından alkışlar)

Süreniz 7 dakika.

DSP GRUBU ADINA ALDULSAMET TURGUT (Diyarbakır) - Sayın Başkan, sayın milletvekilleri; Enerji ve Tabiî Kaynaklar Bakanlığının bağlı kuruluşların olan Devlet Su İşleri ve Petrol İşleri Genel Müdürlüklerinin 2001 yılı bütçeleri üzerinde Demokratik Sol Parti Grubu adına söz almış bulunuyorum; şahsım ve Grubum adına hepinize saygılar sunuyorum.

21 inci Yüzyılın başında ülkemizin en önemli sorunlarından birisinin enerji sorunu olduğu he-pimizin malumudur. Uluslararası Enerji Ajansının tahminlerine göre, gelişmekte olan ülkelerin enerji kullanımı 2010 yılında ikiye katlanmış ve bu ülkelerin enerji kullanımlarının dünya toplamındaki payı ise, yine, 2010 yılında yüzde 40'a ulaşmış olacaktır. Bu göstergeler, gelişmenin bir işareti olarak görülebilirse de, özellikle gelişmekte olan ülkeler için bazı tehlikeleri de içerisinde barındırmaktadır.

Gelişmekte olan bir ülke konumundaki Türkiye’mizde de enerji ihtiyacı günden güne artmakta ve günümüzde, enerji yetersizliğinden kaynaklanan bir sıkıntı yaşanmaktadır. Ekonomik ve sosyal yaşamımızın temel girdileri arasında yerini alan ve sanayileşme sürecinde olan ülkemizde en çok ihtiyaç duyulan enerjide yaşanan sorunlar, son zamanlarda gündemin baş sıralarına oturmuştur. Ülkemizde, mevcut enerji kaynakları ihtiyacımızı karşılayamadığı için, tüketimimizin yüzde 60'ından fazlasını petrol, doğalgaz ve elektrik olarak, ithalat yoluyla karşılamaktayız. Bu nedenle, sahip olduğumuz kaynakları iyi değerlendirip, iyi bir planlamayla, pahalıya mal olan bu ithalatı en aza indirmek zorundayız. Bunun için de, iç üretimi artırmak ve çeşitlendirmek durumundayız.

Çevrenin de korunması ve ülkemiz kaynaklarını kullanabilme açılarından, yenilenebilir enerji denilen su, güneş, rüzgâr, deniz ve jeotermal enerji türlerinin desteklenmesi ve daha çok üretim yapılabilir hale getirilmesi çok önemlidir.

Hızla kalkınan ülkemizin, gelecek yıllarda enerji ihtiyacının bugünkünden çok daha fazla olacağı göz önüne alınırsa, zaman kaybetmeden, ülkemizin üzerindeki bu ağır yükü kaldırabilmek veya hafifletebilmek yönünde tedbirler alınması zorunlu hale gelmektedir. Yakıt ve elektrik enerjisi talebinin kesintisiz, güvenli ve uygun maliyetlerle karşılanabilmesi için, enerji yatırımlarının planlı ve istikrarlı bir biçimde sürdürülmesi gerekmektedir.

Türkiye, çok büyük rüzgâr ve güneş potansiyeliyle, tarım ve otlak olarak kullanılamayacak olan, yerleşime açılmamış geniş alanlara sahiptir. Özellikle, Orta Anadolu'nun kıraç yaylalarındaki verimsiz toprakların bir kısmı, güneş ve rüzgâr çiftliklerinin kurulmasıyla oldukça verimli duruma getirilebilir.

Doğanın ve çevrenin korunması göz önüne alındığında, yeni ve yenilenebilir enerji kaynaklarının daha fazla devreye sokulması, ülkemizin yararına ve çıkarına olacaktır. Buna bağlı olarak, dışa bağımlılığımız da azalacaktır.

Sayın Başkan, sayın milletvekilleri; Devlet Su İşleri, cumhuriyetimizin ilk yıllarında Su İdareleri adı altında kurulmuştur. Toplumun sosyoekonomik ilerlemesini ve refahını sağlamak, üretimi artırmak, iklim koşullarının kötü etkilerini azaltmak ve ortadan kaldırmak, güvenli hidroelektrik enerjiyi sağlamak ve su temin etmek amaçlarıyla, suyla ilişkili projelerin çevreyle barışık bir şekilde fizibilite çalışmalarını yapmak, katî projelerini hazırlamak, bunları inşa etmek, işletmek veya işletme bakım hizmetlerini devretmek, bu önemli kuruluşumuzun esas görevleri arasında yer almaktadır.

Devlet Su İşleri Genel Müdürlüğümüz, nüfusunun önemli bir kısmı hâlâ tarımla uğraşan ülkemiz için çok önemli bir kuruluşumuzdur. Buna karşın, Devlet Su İşleri, son yıllarda yeterli yatırım yapamamıştır. Hidrolik potansiyelimizin henüz yarısı bile değerlendirilememiştir. Bu nedenle, daha fazla geç kalmadan, boşa akıp giden sularımızdan ülkemizin ihtiyacı olan enerjiyi elde etmek için elimizden gelen çabayı harcamamız gerekmektedir.

Bugüne kadar inşa ettiği 204 baraj, 339 gölet ve yeraltı sularıyla 2,5 milyon hektardan fazla alanı sulamaya kavuşturan Devlet Su İşleri, çok yararlı hizmetlere imza atmıştır. Bunların en önemlisi, bildiğiniz gibi, Güneydoğu Anadolu Projesinde (GAP) gerçekleştirdikleridir.

GAP, Dicle ve Fırat Nehirlerinin aşağı kısımları ile bunlar arasında uzanan ovaları kapsamaktadır. Gaziantep, Adıyaman, Şanlıurfa, Diyarbakır, Mardin, Siirt, Batman ve Şırnak illerinin tamamı veya bir kısmı, proje alanı içinde kalmaktadır. GAP, Türkiye'nin en büyük ve çok yönlü bir gelişme projesidir. GAP, Fırat ve Dicle Nehirleri üzerinde yapımı öngörülen barajlar, hidroelektrik santrallar ve sulama tesislerinin yanı sıra, tarım, ulaştırma, sanayi, eğitim, sağlık ve diğer sektörlerin gelişmesini ve hizmetlerini de kapsamaktadır. GAP, yöredeki ekonomik ve sosyal yaşamı  büyük ölçüde etkileyerek, tarım ve sanayi alanlarına geniş iş olanakları da sağlayacaktır.

Yeri gelmişken, burada, gerek Güneydoğu Anadolu Bölgemiz gerekse ülkemizin tümü için çok önemli olan iki projeden bahsetmek istiyorum. Bunlardan birincisi, Dicle Nehri üzerinde yer alacak olan ılısu barajı ve hidroelektrik santralı tesisleridir. Ilısu barajıyla üretilecek olan enerji, şu anda, ülkemizde, hidroelektrik santrallar aracılığıyla üretilen ve üretilecek olan enerjinin yüzde 10'unu oluşturacaktır. Ilısu barajı ve hidroelektrik tesisleri, tek başına bir proje değildir; Cizre barajı ve hidroelektrik tesisleriyle entegre bir projedir. 2000 yılı fiyatlarıyla, Cizre barajıyla, yılda, elektrik enerjisinden 33 trilyon, sulamadan 68 trilyon, Ilısu barajından üretilecek olan enerjiyle de yılda 122 trilyon olmak üzere, toplam 223 trilyon fayda sağlanacaktır. Ayrıca, inşa halinde, 15 000 kişiye, inşadan sonra ise 22 000 kişiye istihdam olanağı sağlanarak, işsizlik sorunu had safhada olan bölge insanımıza büyük bir katkı sağlanacaktır. Barajdan etkilenecek olan tarihî Hasankeyf İlçesindeki kültür varlıkları da, Kültür Bakanlığının katkıla-rıyla, devlet müzelerine nakledilecektir. Güneydoğu için çok büyük önem ta-şıyan Ilısu barajının bir an önce hayata geçirilmesi, her açıdan gereklidir.

Sulama açısından bütün GAP Projesinin yüzde 15'lik bölümünü oluşturan Batman-Silvan Projesi de bölge için çok önemlidir. Silvan barajı ve hidroelektrik santralı projesi içindeki 7 adet barajın arazi etütleri ve planlama çalışmaları devam etmektedir. Kuru tarımdan sulu tarıma geçişin yanı sıra, ülke ekonomisine büyük katkı sağlayacak olan elektrik enerjisi üretimiyle de, sanayileşme yolunda olan ülkemize büyük bir avantaj sağlayacaktır. Bu projenin, bir an önce bitirilmesi için, hükümetimizin, gereken katkıyı yapacağına inanıyorum.

Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; Enerji Bakanlığımıza bağlı katma bütçeli bir kuruluş olan Petrol İşleri Genel Müdürlüğü, devletimizin petrol politikası ile Petrol Kanunu ve Petrol Kanunu dışında kalan akaryakıt faaliyetleri ve petrol ürünleri alım-satım ve fiyatlandırma esasları ile Akaryakıt İstikrar Fonunun işleyişi hakkındaki kararnamenin yürütülmesinden sorumludur.

Petrol, uzun yıllardan bu yana, Türkiye'nin maden ithalatında en önemli yeri tutan ve gelecek yıllarda da bu önemini koruması beklenen bir enerji kaynağıdır. Söz konusu bu enerji kaynağının ülkemizdeki azlığı göz önüne alınırsa, zaman kaybedilmeden, ülkemizde, yer üstüne çıkarılmamış bulunan bu enerjinin ortaya çıkarılması için, gereken altyapının oluşturulması büyük önem arz etmektedir.

Enerji, ekonomik ve sosyal kalkınma için temel girdilerden birisidir. Artan nüfus, kentleşme, sanayileşme, teknolojinin yaygınlaşması ve refah artışına koşut olarak, enerji tüketimi de kaçınılmaz bir şekilde artmaktadır; ancak, dünyadaki enerji kaynakları sınırsız değildir. Enerji kaynaklarının, üretim ve temin maliyeti çok yüksektir.

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN - Sayın Turgut, lütfen toparlayınız.

ABDULSAMET TURGUT (Devamla) - Ayrıca, enerji projeleri, uzun bir planlama, gelişim ve yatırım süresi ile ileri teknoloji gerektiren yatırımlardır. Bu nedenle, enerjiyi, tasarruflu ve verimli kullanmak gerekmektedir.

Ülkemizin enerji sorununun, kesinlikle, ne olursa olsun, çözülmesi gerekmektedir. Bu konuda da, çeşitliliğe, rekabete, şeffaflığa ve demokrasiye uygun her türlü yeni mevzuatın geliştirilmesi ve uygulamaya konulması, hükümetimizin ve Meclisimizin birlikte görevidir.

Son olarak, göreve geldiği günden beri, ülkemizin kalkınması ve çağdaş bir ülke olması yolunda gece gündüz uğraş veren, yolsuzlukların ortaya çıkarılmasında en büyük rolü oynayan Sayın Başbakanımıza son günlerde yapılan haksız eleştirileri kınıyor, Demokratik Sol Partili milletvekilleri olarak, kendisine olan inancımızı bir kez daha belirterek, Enerji Bakanlığının 2001 yılı bütçesinin hayırlı olmasını diliyor; Yüce Heyetinize saygılar sunuyorum. (DSP, MHP ve ANAP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN - Teşekkür ediyorum Sayın Turgut.

Söz sırası, Adana Milletvekili Sayın Tayyibe Gülek'te. (DSP sıralarından alkışlar)

Süreniz 7 dakika efendim; buyurun.

DSP GRUBU ADINA TAYYİBE GÜLEK (Adana) - Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; Dışişleri Bakanlığının 2001 Yılı Bütçe Kanunu Tasarısının görüşülmesi vesilesiyle, Demokratik Sol Parti Grubunun görüşlerini açıklamak üzere söz almış bulunuyorum; Yüce Heyetinizi saygıyla selamlıyorum.

Türkiye, bugün, soğuk savaş sonrası döneminin belirleyici özelliği olan küreselleşmenin, dışpolitikanın siyasî ve güvenlik boyutlarının üzerine eklediği ekonomik ve sosyal boyutun bilinciyle, bölgesinde, işbirliğinin öncülüğünü üstlenmiştir. Türkiye, değişen güvenlik ortamının içerisinde, izlediği istikrarlı ve ilkeli dışpolitika sayesinde, bölgesinde bir barış, denge ve istikrar unsuru oluşturmuştur. Üstlenilen bu sorumluluk bilincinin en çarpıcı örneklerini, son birkaç yıldır Balkanlarda, Karadeniz havzasında, Kafkasya'da ve de Ortaasya'da görmekteyiz. Geçtiğimiz yıl, daha yoğunlaşan aktif politikayla Ortadoğu da bu gruba eklenmiştir.

Ortadoğu barış sürecinde bu yıl yaşanan üzücü gelişmeler, bölge ülkeleriyle yakın tarihî ve kültürel bağları bulunan ve de mevcut ihtilafın, tarafların güvenine sahip olan Türkiye'nin, yine aynı sorumluluk bilinciyle, ilgili taraflar arasında bir güven unsuru olarak önplana çıkmasına yol açmıştır. Hükümetimizin izlediği çok boyutlu, etkin ve ilkeli politikalarla, Türkiye'nin, gerginliğin giderilmesinde ve müzakerelerin yeniden başlatılmasına etkin katkılar yapabileceği görülmüştür.

Türkiye, bölge ülkeleriyle ve özellikle komşularıyla, ikili ilişkilerin gereken düzeye çıkarılmasında öncü olmaya devam edecektir. Bu yaklaşım, Türkiye'nin çevresinde olan bütün ülkeler açısından da geçerlidir. Suriye'nin yanı sıra Irak, Yunanistan, Bulgaristan, Gürcistan ve Karadeniz'de komşu Ukrayna ve Rusya Federasyonu'yla ilişkilerde bugün vardığımız aşama, Türkiye'nin, girişimlerine olumlu yankı bulması sayesinde olmuştur. Kuşkusuz, burada önemli olan, ikili ilişkileri sorunlardan arındırıp işbirliği alanları yaratma iradesinin karşılıklı olmasıdır.

Komşularımız arasında bir istisna olan Ermenistan'ın Türkiye ile ilişkilere yaklaşımıyla, ne yazık ki, üzerinde durmamız gereken en sorunlu alanlardan birisidir. Sözde Ermeni soykırımı iddialarının diğer ülkelerin parlamentolarında kabulü girişimlerine son zamanlarda verilen ivmenin, Ermenistan yönetiminin, geniş maddî imkânlara sahip diaspora Ermenileri eliyle ülkemiz aleyhine yürüttüğü politikanın bir ürünü olduğu açıktır. Tarihî gerçekleri yansıtmayan, onurlu Türk Milletinin tarihini çarpıtmaya çalışan haksız ve dayanaksız iddiaların, dost ve müttefik bildiğimiz ülkelerin parlamentolarında yankı buluyor olması, çok düşündürücüdür. Yüzyıllarca beraber yaşadığımız Ermeniler ve Ermenistan Halkıyla bir sorunumuz yoktur. Ermenistan hükümetinin, izlediği husumet politikalarına bir an önce son vermesi gerekmektedir. Ermenistan'ın bu tutumu, Kafkasya'da özlenen barış ve istikrarın sağlanmasına hizmet etmediği gibi, Ermenistan'ın bağımsızlığının pekiştirilmesine de yardımcı olmamaktadır. Biz, tüm bölgede, halklar arasında barış, hoşgörü, anlayış ve işbirliğinden yanayız. Tarihi saptırmalara, haksız iddialara hiçbir zaman müsaade edemeyiz.

Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; Türkiye'nin, ABD'yle olan stratejik ortaklık ilişkisinin giderek güçlendiğini, Türk dışpolitikasının temel hedeflerinden olan Avrupa'yla bütünleşme yolunda önemli mesafeler katedildiğini görmek, memnuniyet vericidir.

1997 yılındaki Lüksemburg Zirvesinden sonra zor bir dönemden geçen Türkiye-Avrupa Birliği ilişkileri, hükümetimizin izlediği kararlı politika sonucunda yeni bir perspektif kazanmış ve de Aralık 1999'da Helsinki Zirvesini izleyen dönemde, bu ilişkilerde önemli gelişmeler yaşanmıştır.

8 Kasımda Türkiye'ye ilişkin Katılım Ortaklığı Belgesinin açıklanmasıyla birlikte, Türkiye'nin Avrupa Birliğine üyelik sürecinde yeni bir aşamaya gelinmiştir.

Ülkemizin, Avrupa Birliği açısından yükümlülüklerini tanımlayan Katılım Ortaklığı Belgesinde, Kıbrıs ve Ege sorunlarının çözümü konusunda hangi kapsamda yer verileceğine ilişkin konu, hükümetimizin etkin girişimleri sayesinde sonuçsuz kalmıştır.  Katılım Ortaklığı Belgesinde, siyasal kriterler çerçevesinde belirtilen hususlar, aslında, ülkemizde, insan hakları ve demokrasi alanındaki standartlarını yükseltmeye yönelik çabalarla bağdaşmaktadır. Ekonomik kriterlere uyum çalışmaları da, ülkemizin, gümrük birliği kapsamındaki yükümlülükleri çerçevesinde, zaten, müktesebat açısından büyük ölçüde gerçekleştirdiği ve de üzerinde önemle durduğu bir husustur.

Hükümetimizin bu alandaki ciddî atılımları, bu ilerlemelerin, dış dünyadan ziyade, kendi insanımıza borçlu olduğumuz için gerçekleştirmek arzusundan kaynaklanmaktadır. Zaten, Sayın Başbakanımız Bülent Ecevit'in önderliğinde 57 nci hükümetimiz ve bu en çok çalışan Parlamentomuz, bu kriterlerle ilgili birçok yasayı geçirmiştir.

Katılım Ortaklığı Belgesinin, Türkiye'yi rahatsız eden ifadelerden arındırılarak kabulü, Türkiye-Avrupa Birliği ilişkilerinde yeni bir dönem açmaktadır. Bu belgede yer alan beklentiler çerçevesinde hazırlanacak olan ulusal programın, hükümet ortakları arasında ele alınmış olması, ulusal düzeydeki hazırlıklarımızın ilk adımlarının atılmakta olduğunu göstermektedir.

Bölgesinde tek demokratik ve laik Müslüman ülke Türkiye, Ulu Önder Atatürk'ün vizyonu doğrultusunda, bölgenin istikrarı için i-deal bir örnek teşkil etmektedir. Kuşkusuz, ulusal programımızın hazırlandığı bu aşamada, Türkiye'nin, bu bölgede, belli unsurlar arasında denge kur-maya çalışan ülkeler için bir model olması gerektiğini, Avrupa Birliği fark etmelidir.

Belgede öngörülen hedeflere ulaşılması yönünde, ülkemizin olduğu kadar, Avrupa Birliğinin de yükümlülükleri vardır. Avrupa Birliğinin, Türkiye'nin üyelik sürecinde yapması beklenen uyum çalışmaları için gerekli malî olanakları, diğer aday ülkelerle eşit şartlar içerisinde sağlaması gerekmektedir. Bu, içerisinde bulunduğumuz süreci hızlandıracaktır.

Bu bağlamda, ulusal davamız Kıbrıs, dışpolitikamızda öncelikli konumunu korumaktadır. Kıbrıs Barış Harekâtından beri, Kıbrıs Türk Halkı, ilk defa barış içerisinde yaşayabilmiştir. Bazı yabancı çevrelerin, bu gerçekleri ve tarihi saptıran yaklaşımları ve Kıbrıs konusunu, Avrupa Birliği veya Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi gibi uluslararası kuruluşlara ithal ederek gerçekçi olmayan çözümlere zorlama çabalarını kabul etmemiz mümkün değildir.

Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyetinin eşit, egemen varlığını temel almayan herhangi bir çözümün kalıcı olması mümkün değildir. Kıbrıs davamız aynı titizlikle ve inançla sürdürülecektir.

Nice Zirvesinde, Avrupa Birliğinin genişlemesi bakımından, ilk on yıl içerisinde Türkiye'nin üyeliğinin öngörülmemiş olmasını, karşımıza çıkarılan yeni bir engel olarak düşünmek istemiyoruz. Bu sorunun da, Türkiye'nin kendi hazırlıklarını tamamlama hızına bağlı olarak, yakın gelecekte aşılabileceğini değerlendiriyor ve bu değerlendirmemizde haklı çıktığımızı görmek istiyoruz.

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN - Buyurun, toparlayın.

TAYYİBE GÜLEK (Devamla) - Teşekkür ederim efendim.

Avrupa güvenlik ve savunma kimliği, Türkiye'nin ve diğer Avrupa Birliği üyesi olmayan NATO üyesi ülkelerin, özellikle kendi bölgelerinde yer alacak ve de NATO imkânlarından faydalanacak askerî hareketlerin karar mekanizmasında yer almamalarını öngördükçe Türkiye tarafından kabul edilemez. Avrupa Birliği üyeleri, bizim tutumumuzun, NATO'nun, başta Washington Zirvesi olmak üzere, önceki kararlarıyla tamamen uyumlu olduğunu görüyorlar. Özellikle son bir yıl içerisinde, geleneksel olarak komşularımızla olan ilişkilerimizdeki ilerlemelerin yanı sıra, Çin'den Küba'ya, Baltık ülkelerinden Afrika'ya kadar çok geniş bir alanda kurulan yeni bağlar, Kuzey Afri-ka'da ve Arap Yarımadasında ise güçlendirilen ilişkiler, geleceğe dönük ümit vaat eden anlaşmalar, bu bölgenin bellibaşlı ülkeleriyle ilişkilerimizin ve işbirliğimizin geliştirilmesine yönelik sağlam adımların atılmış olmasının göstergesidir.

Dışpolitika konularının her gün daha geniş bir alana yayıldığı ve de daha fazla kaynak ve elemanla yürütülmesi ihtiyacının ortaya çıktığı bir dönemde Yüce Meclisten...

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN - Son cümleniz için açıyorum.

TAYYİBE GÜLEK (Devamla) - Son cümlemi... Lütfen...

...Dışişleri Bakanlığımızın üzerine düşen görevleri layıkıyla yerine getirebilmesi amacıyla, gerekli tüm katkıları esirgememelerini talep ediyor, Dışişleri Bakanlığının 2001 yılı bütçesinin ülkemize ve Bakanlığa hayırlı olmasını diliyorum.

Yüce Heyetinize saygılar sunarım. (Alkışlar)

BAŞKAN - Teşekkür ediyorum Sayın Gülek.

Son söz, Tekirdağ Milletvekili Ahmet Zamantılı'ya ait; buyurun efendim.(DSP sıralarından alkışlar)

Süreniz 8 dakika.

DSP GRUBU ADINA AHMET ZAMANTILI (Tekirdağ) - Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; Dışişleri Bakanlığının 2001 yılı bütçe tasarısıyla ilgili Demokratik Sol Parti Grubunun görüşlerini bildirmek üzere söz almış bulunuyorum. Demokratik Sol Parti ve şahsım adına, hepinizi saygıyla selamlarım.

Cumhuriyetin kuruluşundan bu yana dışpolitikamızın temel ilkelerini oluşturan istikrar, barış, akılcılık, süreklilik ve atılımcılık ilkeleri, bugün de ülkemizin uluslararası ilişkilere yaklaşımına egemen olmaya devam etmektedir. Türk dışpolitikası 1960'lardan itibaren Avrupa'daki bütünleşme sürecine yakın ilgi göstermiştir. Hükümetimizin 2000'li yıllardaki en önemli dışpolitika hedeflerinden biri, Avrupa Birliğine üyeliktir. Avrupa Birliğine üyelik derken, Türkiye'nin, Avrupa'nın bütün kurumlarında etkin biçimde yer alması, Batının benimsemiş olduğu hukukun üstünlüğü, temel insan hak ve özgürlüklerine saygı, demokratikleşme gibi kavramları paylaşması, Avrupa'yla her anlamda bütünleşmesi olarak gördüğümüzü vurgulamak istiyorum.

Türkiye'nin, Avrupa Birliğine üyelik sürecinde her zaman ulusal çıkarlarımızın ve değerlerimizin gözönünde tutulacağı ve bundan sonraki aşamalarda da aynı titizliğin sürdürüleceği tabiîdir.

Aralık 1999'daki Helsinki Zirvesini izleyen dönem, Türkiye-Avrupa Birliği ilişkileri bakımından önemli gelişmelere sahne olmuştur. Helsinki Zirvesinde Türkiye'nin adaylığı, diğer aday ülkelerle aynı şartlar altında ve herhangi bir önkoşul olmaksızın, resmen tescil edilmiş ve ülkemize Avrupa Birliğine tam üyelik yolu açılmıştır. Öte yandan, Türkiye-Avrupa Birliği Ortaklık Konseyinin üç yıllık bir aradan sonra yeniden toplanması da, ilişkilerimiz açısından bir diğer dönüm noktası olmuştur. 8 Kasımda Türkiye'ye ilişkin Katılım Ortaklığı Belgesinin Avrupa Birliği Komisyonu tarafından açıklanmasıyla birlikte, Türkiye'nin Avrupa Birliğine üyelik sürecinde önemli yeni bir aşamaya gelinmiştir.

Öte yandan, Yunanistan'ın Kıbrıs sorununun Katılım Ortaklığı Belgesinin kısa vadeli, Ege sorunlarının çözümü konusunu da orta vadeli siyasî hedefler arasına dahil ettirmeye yönelik çabaları, Nice Zirvesinde Türkiye lehine düzeltilmiş, taraflar arası siyasî diyalog anlayışı benimsenmiştir.

Katılım Ortaklığı Belgesine, halen tarafımızdan hazırlanmakta olan Ulusal Program eşlik edecektir. Programda, Katılım Ortaklığı Belgesinde yer alan hedeflerin gerçekleştirilebilmesi için bir takvim belirlenecektir. Bu belge üzerindeki çalışmalar sürmekte olup, belgenin Ocak 2001'de tamamlanması öngörülmektedir. Belgede öngörülen hedeflere ulaşılması yönünden, ülkemizin olduğu kadar Avrupa Birliğinin de bazı yükümlülükleri olduğu açıktır.

Avrupa Birliğinin Türkiye'ye uyum süreci için gerekli malî olanakları sağlaması, Birliğe giriş süresini hızlandırıcı bir rol oynayacaktır. Bu amaçla siyasî ve ekonomik istikrarın sürekli hale getirilmesi ve demokrasi, insan hakları, hukukun üstünlüğü, serbest piyasa ekonomisi gibi evrensel değerlerin toplumda hâkim kılınması yolundaki çalışmalarımızın, uzlaşmacı ve hoşgörülü bir anlayışla sürdürülmesi gerektiğine inanıyoruz.

Unutulmamalıdır ki, Türkiye, kendi içinde huzur ve istikrar ortamını sağlamlaştırdığı ve çağdaş anlamda demokratik toplum düzenini pekiştirdiği sürece, dışpolitikasında daha emin ve etkili adımlar atabilecektir.

Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; Türkiye, Birleşmiş Milletler Genel Sekreterinin inisiyatifinde başlatılan aracılı görüşmeleri, Kıbrıs sürecinin çözümünde önemli bir adım olarak değerlendirmektedir. Bu görüşmeler çerçevesinde meydana gelen bazı talihsiz gelişmeler, tarafların eşit statüsünün halen kabul edilmediğini göstermekte ve Kıbrıslı Türkleri 1960 Anayasasından kaynaklanan haklarından bile geriye götürmektedir.

Bu olumsuz gelişmelere ilave olarak, Güney Kıbrıs Rum Yönetimini tek taraflı olarak Avrupa Birliğine sokma çabaları da sürmektedir.

Kıbrıs konusundaki politikamızdan hiçbir taviz vermeden çözüm yolundaki çabalara katkıda bulunulmaya devam edileceği kuşkusuzdur; ancak, Kıbrıs'ta, bugün, Ada'nın iki halkını temsil eden iki eşit egemen ve demokratik devletin varlığının, artık, herkes tarafından kabul edilmesinin zamanı gelmiştir. Aksi takdirde, Kıbrıs'ta uzlaşı sağlanması mümkün değildir.

Türkiye'nin çok yönlü dışpolitikasının en önemli alanlarından birini oluşturan, Ortaasya ve Güney Kafkasya'da yeni bağımsızlığını kazanan ülkelerle ilişkilerimiz, belirli bir durgunluk döneminden sonra, son dönemde ivme kazanmıştır. Soğuk savaş yıllarının kanat ülkesi olan Türkiye, günümüzde, artık, Avrasya'da önemli bir merkez ülkedir ve bölgesinde, barış, denge ve istikrar unsuru olarak etkin bir rol üstlenmiştir. Ülkemizin Kafkasya ve Ortaasya'daki devletlerle, bağımsızlıklarından bu yana, sağlam bir temel üzerinde sürdürülen ilişkilerin, artık, kurumsal bir çerçeveye oturtulmuş olması, bu ülkelerle ilişkilerimizin daha planlı ve programlı bir biçimde geliştirilmesine hizmet edecektir. Türkiye, bugüne kadar olduğu gibi, bundan sonra da karşılıklı anlayış ve dayanışma ruhu içerisinde, bu ülkelerle mevcut ilişkilerini ve işbirliğini güçlendirmek, bağımsızlıklarını pekiştirmek ve dünya ekonomileriyle bütünleşmelerinde gerekli katkılarda bulunmak amacıyla, her türlü çabayı sarf edecektir.

Türkiye'nin, uluslararası ve bölgesel planda üstlendiği rolün daha iyi anlaşılması gereken bir başka bölge de Balkanlardır. Balkanlarda, özellikle Yugoslavya Federal Cumhuriyetindeki yönetim değişikliğini takiben, barış ve istikrarın tesisi yönünde yeni umutlar ortaya çıkmıştır. Soğuksavaş sonrası dönemin ortaya çıkardığı siyasî dengelerin önce Bosna-Hersek'te, ardından da Kosova'da ortaya çıkan çalkantıları, ülkemiz için son derece önemlidir. Türkiye, Bosna-Hersek'te, Kosova'da yaşanan trajedilerin diplomatik yollardan çözümü konusunda yer aldığı gibi, şimdi de, bölgenin yeniden imarı için yapılan işbirliğinde kendine düşen sorumluluğu üstlenmiştir.

Türkiye, Balkan ülkeleriyle ilişkilerini hızla geliştirmekte, diğer taraftan da, bölgeye yönelik uluslararası oluşumlar içerisinde aktif şekilde yer almakta, Balkanlara kalıcı barış, istikrar ve güvenliğin getirilmesine yönelik çabalar kapsamında geliştirilen "Güneydoğu Avrupa İstikrar Paktını" da kuvvetle desteklemektedir. Ülkemiz, Balkanlarda istikrarın hâkim kılınarak, demokrasinin yerleşmesine, bölge ülkelerinin ekonomik kalkınmalarının sağlanmasına ve güvenlik gereksinimlerinin karşılanmasına katkı sağlamaktadır.

Yeni bir yüzyılın eşiğinde, daha dinamik ve çok boyutlu bir nitelik kazanan dışpolitikamızın layıkıyla yürütülmesi için, daha fazla nitelikli eleman ile malî kaynaklara duyulan ihtiyaç giderek artmaktadır. Türkiye'nin, yeni dünya düzeninin sunduğu olanaklardan gereğince yararlanabilmesi ve içinde bulunduğu geniş coğrafyada karşılaştığı sorunlarla baş edilmesinde, Dışişleri Bakanlığının rolü son derece önemlidir. Dışişleri Bakanlığımızın, çağdaş yerleşim koşulları ve teknik donanım ile yeterli sayıda nitelikli elemana olan ihtiyacının eskisine oranla çok daha fazla olduğu, Yüce Meclisimizce takdir buyurulacaktır. Hükümetimizden ve Yüce Meclisten, halihazırda çalışmalarını kısıtlı olanaklarıyla sürdüren Dışişleri Bakanlığımızın üstlendiği ağır iş yükünü layıkıyla karşılayabilmesi amacıyla, gerekli tüm katkıları esirgememesini ümit ediyorum.

Bu düşüncelerle, Dışişleri Bakanlığının 2001 yılı bütçesinin, ülkemiz için hayırlı olmasını diler, hepinizi saygıyla selamlarım. (Alkışlar)

BAŞKAN - Teşekkür ediyorum Sayın Zamantılı.

Anavatan Partisi Grubu adına ilk söz, Aydın Milletvekili Sayın Cengiz Altınkaya'ya ait. (ANAP sıralarından alkışlar)

Sayın Altınkaya, eşit mi paylaştınız efendim; 15 dakika?..

CENGİZ ALTINKAYA (Aydın) - Evet, 15'er dakika.

BAŞKAN - Buyurun efendim.

ANAP GRUBU ADINA CENGİZ ALTINKAYA (Aydın) - Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; Anavatan Partisi Grubu adına en içten saygılarımı sunuyor, hepinize hayırlı günler temenni ediyorum.

Enerji ve Tabiî Kaynaklar Bakanlığı ile Devlet Su İşleri ve Petrol İşleri Genel Müdürlüğü bütçelerinin hayırlı, uğurlu olması temennisiyle, ben de, Grubum adına görüşlerimi ifade etmeye çalışacağım.

Sözlerimin başında, 15 Aralık günü, bir doğal afette, depremde hayatını kaybeden vatandaşlarımıza başsağlığı, yaralılara acil şifalar diliyor ve görevlilerimize de başarılar temenni ediyorum.

Toplum hayatında, modern hayatta, enerjinin yerini, önemini, hele hele, zaman zaman bizi ürperten pozisyondan ötürü elektrik enerjisinin önemini izah etmeye gerek yok. Türkiye'de, bütün dünyada, bu konu, yönetimlerin birinci sorumluluğu, her türlü tedbirin, planın, programın titizlikle yapıldığı, uygulandığı ve en ufak bir aksamaya dahi mahal vermeyecek şekilde bu hizmetin görüldüğü bir ortam, ideal bir ortam. Türkiyemizde, tabiî, ne yaşamak isteriz ne de anmak isteriz; ama, 1980 öncesi siyasî kargaşalar, sıkıntılar, bu sektörde kısıntı yapılmasına ve dolayısıyla da, büyük sıkıntılara sebep olmuştu. Daha sonraki dönemde, 1983'ten 1991'e kadar geçen sürede, Türkiye, her türlü projelerinde olduğu gibi enerji projelerini de dört dörtlük gözetmiş, programın dahi önünde izlediği yatırım sistemleriyle, enerji arzı bakımından dünyada en güvenilen ülkelerden biri noktasına gelmiştir.

Plan ve Bütçe Komisyonundaki bütün konuşmalarda ve bilimsel toplantılardaki bütün konuşmalarda tespit edildiği gibi, 1992'den sonraki dönemde, ne yazık ki, gerekli yatırımlar yapılmamış, bu sektör gözetilmemiş ve boş geçen o günlerin sonunda, 1990'lı yılların başlarında yedek kapasitemiz tamamen bitirilmiş ve sonunda, ithalatla dengelenmiş. Son iki üç yıldan beri de, ithalatın da sonuna dayanılması neticesinde, bu yıl, önümüzdeki yıl, biz, bu sektörde tasarruf uygulamak zorunda kalıyoruz. Bugün, tasarruf tedbirleri sayesinde ayaktayız. Biraz da, tatillerimiz sayesinde yaptığımız tasarruflarla, bu hizmeti ucu ucuna verebilmekteyiz.

Bu noktada, büyük gayretler sarf eden bugünkü Bakanımıza ve teşkilatına, personeline teşekkür etmemiz gerekirken, onların bu heyecanını, gayretini desteklememiz gerekirken, yarım yamalak bilgilerle, işin aslını bilmeden, acımasızca onları yıpratmaya, onları eleştirmeye gayret edenleri görüyoruz. Bir ülkede, eleştirmek, bilmeden eleştirmek, iftira üretmek, herhalde, bühtan olması lazım.

Değerli arkadaşlarım, bugün çok tartışılan konuların başında, özellikle, yap-işlet-devret formülüyle yapılmış tesislerin fiyat tarifeleri gelmektedir. Evet, bugün, TEAŞ'ımız, çeşitli fiyatlarla elektrik ürettirmektedir, elektrik satın almaktadır; ama, şöyle samimî bir gözle bu tesisleri incelediğimiz zaman görüyoruz ki, en uygun fiyatlar, en düşük fiyatlar, en son ihale edilmiş, en son bağıtlanmış, en son devreye girmiş olan tesislerden gelmektedir. Geriye doğru gittikçe; yani, 1998'e gittikçe, 1996'ya gittikçe, 1993'e gittikçe, fiyatların, yap-işlet-devret piyasasındaki anlaşmaların fiyatlarının, belki de, bugün fahiş olarak dahi nitelenebilecek kadar yüksek olduğunu görüyoruz. İşte, bu tesisler, o yıllarda anlaşması yapılmış, bağıtları yapılmış olan, Trakya'da özellikle kurulmuş olan gaz çevrim santralları ve bugün için bu piyasada dedikoduya sebep olan tesisler de bunlardır.

Elektrik üzerine verilen bir araştırma önergesinden bahsetti arkadaşlarımız. Göreceğiz, araştırma esnasında bunlar net, pırıl pırıl ortaya çıkacak ve o günlerde, bu anlaşmayı yapanların, yeterli rekabet ortamı yaratmadan, açıklık içinde yapmadan bu işleri yapmış olmalarını da birlikte göreceğiz. Belki de, haklı noktaları vardır. Belki de, o günün şartlarında, Türkiye'de siyasî stabilitenin çok zorlandığı şartlarda, Türkiye'ye kredi notlarının düşürüldüğü şartlarda, ancak, bu teklifleri bulabilmişlerdir; onu da orada göreceğiz. Eğer böyleyse, o günkü yöneticileri de kınamaya hakkımız yok; ama, bugün, bilip bilmeden, yarım bilgilerle, özellikle, bugünün yönetimini suçlamanın çok büyük haksızlık olduğuna inanıyorum.

Türkiye'de, enerji sektörüne, enerji hizmetine gereken ehemmiyeti veren anlayış, açık söylüyorum ve iddia ediyorum, Anavatan Partisidir. Bugün, Türkiye'nin doğalgazla tanışmasının 15 inci yılındayız ve Türkiye, hâlâ 15 yıl önce döşediği borulardan doğalgaz almaktadır. Herkesin, şapkasını önüne koyup düşünmesi lazım. 1986'da, Türkiye, doğalgazla tanıştı ve bir boru döşedi. O boruya ilave bir tek metreküp daha gaz taşıyacak boru hattına henüz sahip değiliz; ama, çok kısa sürede sahip olacağız. Bu konuda emeği geçenlere, 2001 Temmuzundan itibaren İran gazını Türkiye'ye ulaştıracak olan sistemi kuranlara, 2001 sonunda, 2002'de Rus gazını Türkiye'ye kavuşturacak olanlara, huzurunuzda, bir kere, teşekkür etmek istiyorum.

Değerli arkadaşlarım, ülkemizin avantajları var; ülkemizin coğrafî avantajları var, doğal avantajları var. Bunları yeteri kadar kullanamadığımızı biliyoruz. Hidrolik potansiyelimizi, kömür potansiyelimizi, rüzgar potansiyelimizi yeteri kadar kullanmadığımızı hepimiz bilmekteyiz. Buralarda alınacak tedbirler var, geliştirilecek mevzuatlar var. Özellikle, rüzgar enerjisini, bazı ülkelerde olduğu gibi, niye serbest bırakmadığımızı, açıkçası, ben de anlamış değilim. Belli bir tarifeyle, burayı, hodri meydan haline getirmenin zor olmadığını zannediyorum. Bu potansiyelin süratle devreye girmesinin de, Türkiye için büyük avantaj olduğunu düşünüyorum.

Bir büyük avantajımızın... Akdeniz’e akan, bize, milletimize, ülkemize gerekli faydayı sağladıktan sonra Akdeniz’e akan sularımız var; Seyhan var, Ceyhan var, Göksu var ve bu güzel potansiyelin insanlık âlemine daha faydalı olabilmesi için güzel bir projemiz var, Barışsuyu adıyla andığımız bir projemiz var. Devamlı gündemde tutmamızın, ülkemizin özellikle dışpolitikası açısından da önemli bir kozu olacağına inanıyorum, bir hümanist davranış olduğuna inanıyorum ve boşa akmasındansa, komşu ülkelerdeki insanlara faydalı olmasının daha doğru olacağına inanıyorum. Üstelik, finansman meselesinin kolay çözülebileceği ortada olan bu projeyi gündemde tuttuğumuz takdirde, Ortadoğu'da barışa karşı olan birtakım direniş odaklarının da kısa sürede yıkılacağına inanıyorum. Manavgat Projemizin ve Barışsuyu Projemizin sürekli gündemde tutulmasının şart olduğuna inananlardan birisiyim.

Bugün gündeme getirilmedi; ama, nükleer enerjinin de Türkiye'nin potansiyelleri arasına katılması şarttır. Bugün, dünyada, nükleer enerjiyi bütün gelişmiş ülkeler kullanmakta; en yoğun kullananlar Avrupa'da, en çok kullanan Amerika. Biz, nasip oldu, Çernobil Santralının kapanış töreninde bulunma imkânına kavuştuk. Ancak, o bir sembolik olaydır. O ülke -Ukrayna- dahi, bugün nükleer enerjiyi kullanmakta ve tüketiminin neredeyse dörtte 1'ini bu yolla karşılamaktadır. Çok eskiyeni elbette devre dışına almışlardır; ama, bir mesajdır. Bu sektörün; yani, nükleer enerji teknolojisi kullanılırken çevreye duyarlı olunması gerektiği mesajı bu şekilde verilmiştir.

Değerli arkadaşlar, Enerji ve Tabiî Kaynaklar Bakanlığının, tabiî ki, teşkilatlanması çok geniş. O bakımdan, her genel müdürlükle teker teker ilgilenmemiz ve burada dile getirmemiz mümkün değil. Geçen seneki büyük depremler esnasında, TEAŞ'ın, TEDAŞ'ın, tabiî ki kurtarma faaliyetlerinde Devlet Su İşlerinin, bu Bakanlığa bağlı tüm genel müdürlüklerin, o felaket anındaki davranışlarından, o esnadaki emeklerinden, çabalarından ve ilk günden itibaren aydınlatma gayretlerinin neticesini vermiş olmasından ötürü, bir kere daha, buradan teşekkür ediyorum, tebrik edi-yorum.

Değerli arkadaşlar, ülkemizin önemli idarî sorunları var, merkezî yönetim ve yerel yönetim tartışmaları var. Türkiye'de, verimliliğin, kaynak yaratmanın uygun yollarından birisi, fonlar yaratmak, fonlar teşkil etmektir. Onları, tahsis edildiği konularda harcamakla, çok verimli hizmetler yapılabildiğini biliyoruz.

Türkiye'de, bugün, maalesef, 1992'den sonra yeni bir uygulama var. Zaten hantal olan merkezî yönetim, bu yerinden yönetimin bir mekanizması olan bütün fonları konsolide bütçenin içine dahil etmiş ve oradan, bazen verip bazen vermemek suretiyle -işte Toplu Konut İdaresi gibi, diğer fonlar gibi- tam bir merkezî kıskaç içine almıştır.

Bugün, ülkemizde, önemli potansiyellerden birisi, yeraltında madenlerimizdir. Bu sektördeki mevzuatların geliştirilmesi ve bu sektöre tahsis edilmiş olan Madencilik Fonunun serbest bırakılması şarttır. Madencilik Fonunun Maliye Bakanlığı bütçesinde ne işi vardır; mevcut bütün fonlar gibi, enerji fonu gibi veya ulaştırma sektöründe karayollarıyla ilgili fonlarda olduğu gibi. Bunların, yerinden yönetim ilkesi doğrultusunda, kuruldukları amaca hizmet etmek üzere, kuruldukları amaç doğrultusunda kullanılması için Maliye Bakanlığı bütçesinden çıkarılması şarttır. Özellikle, madencilik sektöründe daha ileri adımlar atılacaksa, bunun, bilenleri tarafından, uzmanları tarafından yerli yerinde kullanılmasının şartı budur.

Atatürk Barajı, Güneydoğu Anadolu Projesi, Türkiye'nin, elbette gurur duyması gereken projeleridir; ancak, gene son on yıldaki siyasî istikrarsızlıklar ve ekonomik istikrarsızlık nedeniyle sulama projelerinin istediğimiz süratle gerçekleşmiyor olması hepimizi üzmektedir. Sadece GAP'ta değil, Türkiye'nin ekonomik olarak sulanabilecek olan bütün diğer tarım arazilerinde sulama faaliyetlerinin yavaşlamış olmasından ötürü üzgünüz.

Bu yılki bütçede, özellikle Devlet Su İşlerine tahsis edilen ödeneklerin bu müesseseye layık düzeyde olmadığını hepimiz biliyoruz. Dileğimiz, en azından bu yıl, bu az tahsisli yılların sonuncusu olsun ve ülkemizin güzel iklimi, güzel toprakları, hasret duydukları sularla buluşsun ve aziz milletimiz, köylümüz, çiftçimiz bu tanınan imkânla ekonomik şartlarını iyileştirsin, memleketimize daha yararlı konuma getirsin.

Sözlerimin sonuna doğru bir kere daha hatırlatmak istediğim bir şey var. Her şeyi fazlasıyla üretmek, yedeklemek belki mümkün; ama, yerli yerinde, doğru ve tasarruflu kullanmak daha önemli. Buradan kastım şudur: Bugünkü teknolojiyle yetinmemek, daha ileri teknolojileri kullanarak üretmek, daha iyi teknolojileri kullanarak tüketmek, vazgeçilmez ilkemiz olmalıdır.

Başkanım, 1 dakika verirseniz, toparlayacağım.

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN - Buyurun, tamamlayın efendim.

CENGİZ ALTINKAYA (Devamla) - Bugün, aydınlatma teknolojisinde, yapı teknolojisinde, daha az enerji sarf eden mekanizmalar var, malzemeler var, teçhizatlar var. Bunların teşvik edilmesi, bunların tanıtılması, enerji arzı için gayret sarf edenleri daha az zorlayacaktır. O bakımdan, araştırma geliştirme faaliyetlerine önem verilmesini, enerjinin kullanılmasında ve  tüketilmesinde maksimum tasarrufu sağlayacak olan yapı teknolojisinin ve aydınlatma teknolojisinin kazanılmasında yarar olduğunu bir kere daha ifade etmek istiyorum.

Personelimizin daha verimli çalışması, özellikle teknik personelin, mühendislerimizin layık oldukları hayat standardında yaşaması için, bugünkü ücret skalasının süratle toparlanması için, herkesin gayret gösterdiğini biliyoruz ve bir kere daha, buradan, değerli meslektaşlarımıza bugün için layık olmayan personel ücretlerinin süratle düzeltilmesini hükümetimizden beklediğimizi ifade ediyorum.

2001 yılı bütçesinin,  Bakanlığımıza, Bakanlığımız tüm çalışanlarına ve bu faaliyetlerden hizmet bekleyen aziz milletimize hayırlı, uğurlu olmasını temenni ediyorum; hepinizi saygıyla selamlıyorum. (Alkışlar)

BAŞKAN - Teşekkür ediyorum Sayın Altınkaya.

İkinci söz, İstanbul Milletvekili Sayın Bülent Akarcalı'ya ait.

Buyurun efendim. (ANAP sıralarından alkışlar)

Süreniz 15 dakika.

ANAP GRUBU ADINA BÜLENT AKARCALI (İstanbul) - Sayın Başkan, değerli arkadaşlarım; Anavatan Partisi Grubu adına, dışpolitika konusunda görüşlerimizi sunacağız.

Değerli arkadaşlarım, geçtiğimiz haftalar, dışpolitika konusunda oldukça canlı haftalardı. Önce, Birleşmiş Milletlerdeki görüşmelerde, Sayın Denktaş'ın Rum kesiminin tutumu karşısında görüşmelerden çekilmesi gerekti. Bunun yanında, Bakanlar Kurulu, son derece önemli, ama, kamuoyuna fazla yansımayan bir karar aldı. Bu kararla, Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyetinin, yükseköğrenim, transit ticaret, hafif endüstri ve turizm dalında bir merkez haline getirilmesi kararlaştırıldı. Bu, bir eylem planına bağlandı ve bununla ilgili gerekli bütçenin ortaya çıkarılması da kararlaştırıldı. Takiben, bildiğiniz gibi, hükümet, Katılım Ortaklığı Belgesi konusunda hazırlanacak ulusal planı görüştü ve bu ulusal planın da, belirli bir süre içerisinde çıkma çalışmalarını başlattı. Bu arada, Sayın Başbakanın, Nice zirvesinde, diğer adaylarla ve diğer aday ülke başbakanlarıyla eşit koşullarda katıldığını tespit ettik. Öte yandan, Clinton, Sayın Başbakana Avrupa ordusunun kurulması hakkında bir mektup gönderdi ve alması gereken cevabı Sayın Başbakandan aldı ve en sonunda da, Sayın Dışişleri Bakanı, Brüksel'de Avrupa ordusunun kurulmasını sağlayacak Savunma ve Güvenlik Kimliği Toplantısında, Türkiye'nin dışlanmasına haklı bir şekilde karşı çıkıp, Türkiye'nin vetosunu kullanmasını sağladı.

Değerli arkadaşlarım, bu son nokta son derece önemlidir. Türkiye, ilk defa, ciddî bir şekilde, dışpolitikada çıkarları söz konusu olduğunda "Hayır" demesini bilmiştir. Aynı şekilde, hatırlarsınız, zamanında General Rogers diye birisi bizi avutmuştu ve onun sayesinde de elimizdeki çok büyük bir koz olan Yunanistan'ın NATO'ya dönmesini engelleyebilecek olan imkânı kullanmamıştık ve tarihî bir fırsatı kaçırmıştık. Dolayısıyla hükümetin, Dışişleri Bakanının, Dışişleri Bakanlığının Brüksel'deki bu tavrının tarihî ve önemli bir tavır olduğunu çok ciddî bir şekilde vurgulamamız gerekir. Vurgulamamız gerekir ki, bu kararın yalnız ve yalnız bir hükümet kararı, bir bakan kararı olmadığını, arkasında Türkiye Büyük Millet Meclisinin bulunduğunu, o ülkelere ve özellikle bu karara karşı çıkan -birazdan da açıklayacağım- Fransa'ya iyice bildirmiş, belirtmiş olalım.

Tabiî, en son önemli gelişme de, Amerika Başkanlığındaki değişikliktir. Bush'un seçimi kazandığı ortaya çıkmıştır ve bu seçimin kazanılmasından da, takip eden günlerde Türkiye'yi etkileyecek hususlar gelişecektir.

Bu başlıkları açtığımız takdirde şunları söyleyebiliriz: Yeni Amerika Başkanı döneminde, Türk-Amerikan ilişkilerinde Clinton'la pekleşen stratejik ortaklık kavramının değişmesini pek beklemiyoruz.

Bu arada, müspet diyebileceğimiz bir husus da, Sayın Denktaş'ın görüşmelerden çekilmesinden sonra, Denktaş'a yönelik olarak ağır suçlamalarda bulunan Clinton ekibinden Richard Holbrooke'un da, artık Amerikan dışpolitikasında eski ağırlığının kalmayacağı ortadadır ve dolayısıyla etkisini bitirecek olan bu kişinin de, Kıbrıs konusunda Rum yanlı tavrının da fazla bir etkisi kalmayacaktır. Bunu, müspet bir gelişme olarak kaydedebiliriz.

Ayrıca, Başkan Bush'un seçim döneminde yapmış olduğu konuşmalara baktığımızda da, Amerika'nın Kıbrıs'ta çözüm konusunda fazla etkin olmaması gerektiği yönündeki konuşmalarını hatırladığımızda, bunun da yine Türkiye lehinde olduğunu söyleyebiliriz; çünkü, Amerika'nın fazla etkin olması demek, ister istemez, Amerika'daki Rum ve diğer lobilerin Türkiye aleyhine tavır içerisine girmeleri demek olmaktadır.

Buna karşın, yeni yönetimin, bizi ilgilendiren Kosova, Bosna-Hersek gibi konularda da etkin olmama tavrı olduğunu düşünerek, buna yönelik ilgili tavırları, politikaları, hazırlamamız şarttır.

Bizi rahatsız edebilecek bir konu, yeni yönetimin, özellikle Bağdat konusunda çok sert ve haşin bir politika güdeceğidir. Bunun sinyallerini vermişlerdir. Türkiye'nin de burada, dengeleyici ve Amerikan yönetimini gerçeklere yaklaştıracak, daha yumuşatıcı politikalar gütmesi gerekecektir.

Bakû-Ceylan konusunda da, bu yönetimin Amerikan petrol şirketlerine çok daha yakın olması, Bakû-Ceyhan projesini şu veya bu şekilde muhakkak etkiyecektir.

Şu anda, yeni yönetimin Türkiye'yi müspet bir şekilde etkileyen en önemli noktası, Brüksel'de Türkiye'yi dışlayarak kurmak istedikleri Avrupa savunma ve güvenlik kimliğine ait yeni Avrupa ordusuna Amerika'nın da net bir şekilde karşı çıkmasıdır. Dün akşam haberlerde dinlemişsinizdir, bugün gazetelerde de yazıyordu. Başkana yakın çevreler, böyle bir ordunun kurulmasına karşı çıkmanın ötesinde, bunu, NATO'nun sırtına saplanmış bir hançer olarak görüyorlardı.

Hafızalarınızı tazelemek için belirteyim. Değerli arkadaşlarım, Avrupa Birliğinin kurmak istediği ordu şu şekilde: Diyorlar ki "biz bir ordu kuracağız; bu ordu, her türlü NATO imkânlarından yararlansın; ama, NATO üyelerinden Avrupa Birliği üyesi olmayanlar bu kararlara karışmasın." Yani, bizim mutfağımıza gelip, her türlü yemeği yapacaklar edecekler, malzemeleri kullanacaklar, belki bizden sarfiyata katılmamızı isteyecekler; ama, ne o yemeği hazırlarken ne de yemekten sonra, Türkiye'nin bunun içerisinde olmasını istemeyecekler. Buna, Sayın Bakanımızın Brüksel'de vermiş olduğu cevap, son derece yeterlidir. Bu, vicdana da sığmaz, mantığa da sığmaz. Türkiye, bunun arkasında duracaktır. Türkiye Büyük Millet Meclisi de bu tavrın arkasında duracaktır.

Bu vesileyle, müsaade ederseniz, Fransa'nın politikalarına dikkatinizi çekmek istiyorum. Bildiğiniz gibi, Fransa'da gerek Başbakan Jospin gerekse Cumhurbaşkanı Chirac'ın desteğiyle -çünkü, arkalarında işlenen bir suça gözlerini kapamaları, o suça iştiraktir- senatoda, olmayan bir tarihî hadiseyi, Türkiye'yi suçlayarak, varmış gibi kabul ettirmek istediler.

Değerli arkadaşlarım, bunun arkasından, Katılım Ortaklığı Belgesinde, yine olmaması gereken, Kıbrıs'la ilgili, Yunanistan'la ilgili 2 maddeyi, düzeltmeden, sanki Türkiye lehine düzeltmiş gibi, Türkiye'ye jest yapmış olarak gösterdiler ve Nice Zirvesinde, Türkiye'ye yakın bir tavır takındıkları izlenimini verdikten sonra, Sayın Başbakanın ayrılmasını takiben, Nice Zirvesinde, genişleyecek olan Avrupa Birliğindeki yeni oy ağırlıkları sisteminde, yani artık her ülkenin vetosuyla değil, oy çokluğuyla işleyecek olan yeni Avrupa düzeninde, Türkiye'yi, 2010 yılına kadar, bu ağırlıklı oy sistemi dışında tuttular.

Tabiî, Avrupa Birliğinin politikalarına göre, ev sahipliği yapan bu politikaları geliştirir ve uygular. Aynen Katılım Ortaklığı Belgesinin kabulünde olduğu gibi, Fransa'nın liderliğiyle kabul edilen Katılım Ortaklığı Belgesinde de, bu hususta Türkiye'nin kenarda tutulmasının, hatta ve hatta, Türkiye'ye, önceden, ciddî bir şekilde, bu hususta bilgi verilmemesinin müsebbibi olarak da Fransa'yı görebiliriz. Aynı Fransa, Brüksel'de, bu kez, Türkiye'yi, Avrupa Savunma ve Güvenlik Kimliği hususunda, yeni kurulacak Avrupa Birliği ordusunun dışında tutabilmek için ciddî gayret gösterdi ve yabancı basına da yerli basına da yansıyan husus, o toplantının, âdeta, bir Fransız ve Türk çekişmesi şeklinde geçtiğidir.

Değerli arkadaşlarım, bunları şundan söylüyorum: 16 veya 18 Ocak tarihinde, Fransız Meclisi, ciddî bir şekilde, Ermeni soykırımı tasarısını tekrar ele alacaktır. Bu sefer, Başkanlığını, UDF Partisi çekmektedir. Her seferinde aralarında paslaşıyorlar; Sosyalist Parti Yaptı, Jacques Chirac'ın başkanlığını yaptığı parti yaptı. Bu parti de, Yunan hayranlığıyla bilinen ve geçmişte Diktatör Bocasso'dan külliyetli miktarda elmas ve pırlanta hediyesi aldığı bilinen, Türk düşmanlığı yapmada kendini ortaya çıkaran, Avrupa'da Türkiye'nin yeri olmadığını fazla şekilde tekrar eden Valery Giscard d'Estaing'in partisidir. UDF bunun başkanlığını çekmektedir; ama, bu Fransa'nın nasıl, iki değil, üç dört yüzlü olduğu hususunda da şunu söyleyeyim; eğer bilgim yanlışsa Sayın Dışişleri düzeltsin: Bu partinin de şu anda başkanı ya da önde geleni Raymond Barre Türkiye'ye çok dostça görünür, Galatasaray Üniversitesinde yönetim kurulundadır, Ermenilerin en yoğun olduğu Lyon bölgesinin de belediye başkanıdır ve Sayın Raymond Barre'ın bütün bu işlerin içinde olmasını da çözebilmek mümkün değildir. Dolayısıyla, Türkiye'nin, Fransa'nın bu fazla yanar döner, fazla sağa sola döner politikası hususunda ciddî bir tutum içine girmesi gerekiyor; çünkü, Fransa'nın Türkiye'ye yönelik tavırları, artık, küstahlığa yaklaşan politikalara girmekte.

Özellikle, ocak ayında, 16 veya 18 Ocakta Fransız Meclisinde ele alınacak olan Ermeni soykırımı tasarısı konusunda, şimdiden ciddî girişimlerde bulunulması şarttır. Aklı en kıt Fransızın anlayacağı şekilde bir tavır gösterilmesi gerektiğine kesinlikle inanıyorum.

Değerli arkadaşlarım, Avrupa Birliği konusuna gelince; Türkiye, tabiî ki, Katılım Ortaklığı Belgesindeki hususları dikkate alarak, kendi iradesiyle, kendi yorumuyla, ulusal programını hazırlayacaktır. Sayın hükümet bu konuda görüşünü bildirmiştir. Meclisin de, Türk kamuoyunun da genelde buna yaklaşık tavırları olduğu da anlaşılmaktadır.

Benim görüşüm şudur: Katılım Ortaklığı Belgesinde birkaç tane tuzak madde vardır; Kıbrıs meselesi, Ege meselesi, azınlıklar meselesi vesaire... Bence, Türkiye'nin, bu tuzak maddeleri elinin tersiyle bir kenara itip, esas, diğer maddeler üzerinde -ki, bu da, kısa vadeli önceliklere baktığımızda, kriterlere baktığımızda 60'a yakın maddedir- geri kalan 50-55 madde üzerinde yoğunlaşıp, hızlı bir şekilde, bu programını yerine getirmesidir.

Bu neden şarttır değerli arkadaşlarım; Sayın Dışişleri Bakanımız, dün bir beyanat verdi; doğrudur; yabancı dışpolitikayı izleyen gazetecilere verdiği bir toplantıda söz etti. Müzakerelere başlayabilmek için en iyi dönem, 2001 sonu 2002 başıdır, bir; mevcut olan imkânı kaçırmamak için; ama, ikincisi, değerli arkadaşlarım, Katılım Ortaklığı Belgesine cevaben ulusal programımızı hızlı hazırlayıp, hızlı uygulamanın -biraz önce belirttiğim tuzak maddeleri bir kenara koyarak-  temel şartı şudur: Yunanistan ve Kıbrıs Rum Kesimi, bütün senaryolarını, bütün politikalarını, Türkiye'nin ulusal programını geç uygulayacak, geç hazırlayacak politikalarına dayandırmaktadır. Bunların politikaları şudur : Türkiye, kısa vadede kendini hazırlayamayacak, buna karşın, Kıbrıs Rum kesimi, kısa vadede kendini tam üyeliğe hazırlamış olacak ve Kıbrıs Rum kesiminin, Türkiye'den önce Avrupa Birliğine girmesi hususunda büyük tazyik başlatacaklar, Türkiye'nin de bunu önlemek istemesine karşın Türkiye'den taviz koparacaklar. Yunanlıların ve Rumların, bu, yıllardır uyguladıkları senaryoyu önleyebilmenin en iyi yolu, Türkiye'nin "ben müzakerelere hazırım" noktasına bir an önce gelmesidir. Türkiye, bunu sağladığı takdirde -ki, sağlayabilir- gündemi ele geçirecektir; edilgin olmaktan etkin olmaya, pasiflikten aktifliğe geçecektir, gündemi kendisi tayin edecektir. "Ben tam üyeliğe hazırım" diyen Türkiye, Yunanistan'ın ve Kıbrıs Rum kesiminin, Avrupa Birliğine giden yolunu, kesinlikle kesebilecektir; direksiyona hâkim olacaktır; ancak, tersi olduğu takdirde, Türkiye, kendi iç gailelerinden dolayı, Katılım Ortaklığı Belgesinde öngörülen ulusal programın uygulanmasını geciktirirse, benim kanaatim, bu, yalnız ve yalnız, Yunanlıların işine yarayacaktır.

Değerli arkadaşlarım, bunu neden söylüyorum. Şu anda, kim ne derse desin, Kıbrıs Rum kesi-mi, Avrupa Birliğiyle Türkiye'den daha önce ve öncelikli bir işbirliğine girmiş durumdadır. Bize düşen, bir an önce bunu kesmedir ve bunu kesmenin yolu da, ulusal programı, Türkiye'nin bir an önce uygulamaya koymasıdır. Tekrarlıyorum: Bu ulusal program, Türkiye'nin zaten kendisinin yapmayı hedeflediği, bütün siyasî partilerin programlarında çoğu maddelerinin bulunduğu bir programdır ve bu programda, tuzak maddeler diye adlandırdığım, bizim ulusal çıkarlarımızla bağdaşmayanları da bir kenara koyarak, Türkiye, bunu, Avrupa Birliğinde müzakere edebilecek güçtedir. Benim kesin inancım bu yöndedir. Bunu yaptığımız takdirde- tekrar ediyorum- Rum'un ve Yunan'ın oyununu bozmanın, bütün hesaplarını altüst etmenin en etkin yolu bu olacaktır; yani, kendimizi tam üyeliğe hazırlamak. Tam üyeliğe hazırladığımız takdirde, müzakerelerde de dizginleri Türkiye eline geçirmiş olacaktır; Avrupa Birliğine kendi görüşünü empoze etme imkânı büyük bir şekilde ortaya çıkacaktır.

Ben, müsaade ederseniz, konumu, bambaşka bir noktayla bitirmek istiyorum.

Değerli arkadaşlarım, vize konusu, bütün vatandaşlarımızı rencide eden bir konudur...

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN - Sayın Akarcalı, lütfen toparlayınız.

BÜLENT AKARCALI (Devamla) - 2 dakikada toparlıyorum Sayın Başkanım; fazla değil.

BAŞKAN - Buyurun, lütfen...

BÜLENT AKARCALI (Devamla) - Meclise gelirken, işte dün olduğu gibi, ister pazar sabahı olsun ister ondan önceki cumartesi sabahı olsun, elçiliklerin önünden geçtiğiniz zaman, binlerce vatandaşımızı, işte karda kışta, güneşte perişan bir şekilde, elçiliklerin önünde vize dilencisi olarak görmek durumunda oluyoruz. Bu vize verilmelerinin, hiçbir uluslararası değere uygun uygulamaları yoktur, hepsi keyfîdir. Kelle vergisi gibi vize vermektedirler. Hiçbir elçiliğin, Türk vatandaşına, şu şartlara uyduğun takdirde kesinlikle vize alabilirsin diyerek bir yaklaşımı yoktur; ama, buna karşın...

Efendim, arkadaşlarım konuşmalarını bitirirse, dinleyebilecekler beni!

Değerli arkadaşlarım, ben, konuşmalarınızın bitmesini bekleyemeyeceğim; çünkü, sürem kısaldı. Onun için, müsaade ederseniz, şu vize konusunu dinlerseniz... Çünkü, seçmenleriniz de size geliyor; çoğunuz da sonra bizlere geliyorsunuz "yardımcı olur musunuz" diyerek.

Değerli arkadaşlarım, Bulgaristan, bunu, bir şeref meselesi, izzeti- nefis meselesi yaptı ve Bulgaristan, son iki senedir, Avrupa Birliği nezdinde inanılmaz bir politika yürüttü, hükümetiyle, bakanlığıyla, milletvekilleriyle, üniversiteleriyle, basınıyla ve sonunda, bundan kısa bir süre önce, Bulgaristan'a vize kaldırıldı, Schengen vizesi Bulgaristan'a kaldırıldı. Bulgar vatandaşları, artık, olması gereken çağdaş vatandaşlar gibi, Avrupa Birliği ülkelerine gidip gelmelerinde...

Benim Sayın Bakanlığa verdiğim yazılı soru önergelerinden öğrendiğime göre, 141 ülke Türkiye'ye vize uygulamakta. Bir de, vize veren ülkeler... Yani, yüzbinlerce kişi müracaat ediyor da verilmiyor mu hususuna gelince, istatistiklere bakınca, değerli arkadaşlar, mesela, en yoğun ilişkilerimiz olan Almanya'ya yönelik vize talep sayısı ayda 6 000-7 000'dir. Bunun zaten yarısı işadamıdır.

Ben şöyle özetliyorum, Dışişleri Bakanlığımızın, haysiyetimizi gerçekten rencide eden, âdeta, Türk pasaportu taşımanın sakıncalı bir pasaport olduğu görünümünü veren bu hususa öncelikle el atmasını hassaten rica ediyor; kendilerine ve sizlere bu konudan dolayı saygılarımı ifade ediyorum.

Teşekkür ederim. (Alkışlar)

BAŞKAN - Teşekkür ediyorum Sayın Akarcalı.

Sayın milletvekilleri, çalışma süremizin bitmesine 15 dakika var. Doğru Yol Partisi Grubunun ise, yarım saatlik süreyi kullanması söz konusu.

Doğru Yol Partisi Grubunun sözcülerinin sözlerinin hitamına kadar çalışma süremizin uzatılmasını oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler.... Kabul etmeyenler... Kabul edilmiştir.

İlk söz, Burdur Milletvekili Sayın Mustafa Örs'e ait.

Buyurun efendim. (DYP sıralarından alkışlar)

Sayın Örs, süreyi eşit mi kullanacaksınız?

MUSTAFA ÖRS (Burdur) - Evet.

BAŞKAN -  15 dakika...

Buyurun efendim.

DYP GRUBU ADINA MUSTAFA ÖRS (Burdur) - Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; 2001 yılı Enerji ve Tabiî Kaynaklar Bakanlığı bütçesi üzerinde Doğru Yol Partisi Grubunun görüşlerini açıklamak üzere söz almış bulunuyorum; şahsım ve Grubum adına, sizleri ve aziz milletimizi saygıyla selamlıyorum.

Enerji ve tabiî kaynaklarla ilgili hedef ve politikaların ülkemizin güvenliği ve refahı, ulusal ekonominin gelişmesi ve güçlenmesi doğrultusunda tespitine yardımcı olan, Enerji ve Tabiî Kaynaklar Bakanlığıdır. Bu amaçlar doğrultusunda kurulan Bakanlık, DSİ, Petrol İşleri Genel Müdürlüğü, Elektrik İşleri Etüt İdaresi gibi bağlı kuruluşları, TEAŞ, TEDAŞ, Türkiye Taşkömürü İşletmesi, Demir-Çelik İşletmeleri, Türkiye Petrolleri Anonim Ortaklığı, BOTAŞ gibi önemli kuruluşları bünyesinde barındırmaktadır.

Hızla gelişen ülkemizde, sanayileşme neticesinde hızla artan enerji ve tabiî kaynak talebinin, ekonomik olarak, zamanında, güvenilir ve çevre şartları dikkate alınarak karşılanması gerekmektedir. Son yıllarda gerekli yatırımların yapılmaması nedeniyle, ülkemiz bir enerji darboğazına girmiştir. Doğal olarak bu durum, 2001 yılı bütçesini görüştüğümüz Enerji ve Tabiî Kaynaklar Bakanlığını da ilgi odağı haline getirmiştir. Özellikle son yıllarda sanayimizin üretimine kesintisiz devam edebilmesi için, enerji krizine dönüşmeden geçiştirilmeye gayret edilen enerji darboğazını aşma hususunda, gerek Enerji ve Tabiî Kaynaklar Bakanlığı gerekse hükümet düzeyinde alınması kararlaştırılan politikalar ve önlemler, kamuoyu tarafından özellikle izlenmektedir.

Sayın Başkan, sayın milletvekilleri; 21 inci Yüzyılın önemli enerji kaynağı ve sanayiin de üretim girdilerinden olan elektrik enerjisine olan talep, ülke nüfusunun artış hızı ve ekonomik kalkınma süreciyle paralellik arz eder. Kişi başına tüketilen elektrik enerjisi, ülkelerin gelişmişlik göstergelerinden biri olarak değerlendirilmelidir. Ülkemizde kişi başına 2 878 dolar gayri safî millî hâsıla, enerji üretimi 1 860 kilovat/saat iken, OECD ülkeleri 6 991 kilovat/saat, Avrupa Birliği ülkeleri 5 630 kilovat/saat ortalamaya sahiptir.

Ülkemizde artan enerji talebi, yap-işlet-devret, işletme hakkı ve hizmet alımı modelleri uygulanarak karşılanmaya çalışılmaktadır.

Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; enerjide, yönetim krizi ve çok başlılık hâkimdir. Özellikle Enerji ve Tabiî Kaynaklar Bakanlığı, TEAŞ, TEDAŞ, TKİ, DSİ, Elektrik İşleri Etüt İdaresi, MTA, BOTAŞ, Devlet Planlama Teşkilatı ve Hazine Müsteşarlığı arasında koordinasyon eksikliği vardır. Ülkemiz, bugün, 26 300 megavatlık kurulu gücü ve 160 milyar kilovat/saatlik yıllık üretim kapasitesine rağmen, 18 bin megavatlık puant değerini ve 118 milyar kilovat/saatlik ülke ihtiyacını karşılayamıyorsa, burada sorgulanması gereken, enerji yetmezliği değil, enerji bürokrasisidir.

Ülkemizde tüketime sunulan her 100 birim enerjinin yüzde 23'ü kayıp olmaktadır. Bu, gelişmiş ülkelerde ve OECD'de 6 ile 10 arasındadır; yani, yıllık üretimimiz baz alındığında, 21 milyar kilovat/saatlik enerji, kötü dağıtım hatlarıyla kaybolmaktadır; bu da, 2 adet 1 000 megavatlık nükleer enerji santralına tekabül etmektedir.

Sayın Başkan, sayın milletvekilleri; termik santrallarımıza göz atacak olursak, kapasite kullanım oranında, gelişmiş ülkelere nazaran yüzde 15-20 gerisinde olduğumuzu görmekteyiz. Bu santral-lara yapılacak yatırımlarla, 1 000 megavatlık nükleer santral üretimine eşdeğer üretim artışı sağlanılabilir. Ülkemizde elektrik enerjisi tüketiminde kullanılabilir linyit potansiyeli 105; taşkömürü potansiyeli 15,7; hidrolik potansiyel 125 milyar kilovat/saat/yıldır; diğerlerinde ise bu oran sınırlıdır.

Sayın Başkan, sayın milletvekilleri, Sekizinci Beş Yıllık Kalkınma Planında enerji stratejisiyle ilgili, enerji talebinin güvenilir ve sürekli düşük maliyetle karşılanması, ifadeleri yer almıştır. Özellikle de, sanayimizin enerji talebinin tam ve ucuz bir şekilde karşılanmasının, ülkemizin kalkınması için ne derece bir stratejik önemi olduğu, tartışılmaz derecede açıktır.  Enerjinin temin ve üretim maliyeti çok yüksektir. Enerji projeleri de genellikle, uzun ve orta vadeli yüksek düzeyde teknoloji, finansman gerektiren projelerdir; ama, yine de enerji yatırımları kalkınma stratejileri bakımından her zaman öncelikli yatırımlar olması gerekirken, son yıllarda bu önceliklere gerekli önemin verilmemesi nedeniyle, ülkemiz, bir enerji darboğazına doğru sürüklenmektedir.

Enerji üretimimiz son otuz yılda 2 kat artarken, tüketimimiz 4 kat artarak üretim hızının gerisinde kalmıştır. Şu anda da tükettiğimiz enerjinin yüzde 62'sini dışarıdan temin etmekteyiz. Enerji tüketimimizdeki çeşitliliğe baktığımızda, son yıllarda doğalgaza olan talebin ve buna bağlı olarak da doğalgaz tüketiminin toplam içindeki payının arttığını görüyoruz; ama, büyük pay yüzde 43'le petrolündür; yüzde 17'yle doğalgaz, yüzde 28'le linyit ve taşkömürü, yüzde 12'yle odun, bitki ve hayvan artıkları gibi diğer kaynaklardan enerji talebi karşılanmaktadır.

Sayın Başkan, sayın milletvekilleri; bu arada enflasyonu düşürdüğünü iddia eden hükümetin, taşıt alım satım vergilerinde yüzde 75, LPG'li araç vergisinde yüzde 400 oranında artış yapmasını da anlamak mümkün değildir. Ayrıca, köylümüz, sulama ve kalkınma kooperatifleri, elektrik borçlarını ve gecikme cezalarını ödeyemez duruma düşmüştür.

Sayın Başkan, sayın milletvekilleri, ülkemizin enerji kaynaklarına baktığımızda, petrol bakımından pek zengin olmayan ülkemizde, kaynak varlığını ve üretimi artırıcı çalışmalar sürdürülmektedir. 1991 yılında yerli hampetrol üretimimiz 4,4 milyon ton iken, 1998 yılında 3,2 milyon tona düşmüştür. Bunun nedeni, arama ve sondaj çalışmalarına gerekli yatırım ve ödenek verilmemesindendir. Yıllık 28,125 milyon ton olan tüketimimizin, ancak yüzde 11'ini yerli üretimle karşılama imkânına sahip olmaktayız.

Türkiye, dünya petrol politikalarının hızla değiştiği bir ortamda, bu değişime paralel olarak petrol sektörünü bir bütün olarak ele almalı, devletin ticaret yapmasından çok, teşvik eden, düzenleyen ve kontrol eden fonksiyonlarının ağırlık kazanması sağlanmalıdır.

Doğalgaz: Ülkemizde tespit edilen doğalgaz rezervi 17 milyar metreküp, üretilebilir toplam gaz 11,5 milyar metreküp olup, açılan sondajlardan, bugüne kadar 2,7 milyar metreküp doğalgaz üretimi sağlanmıştır. Bunun yanında, ülkemizde, 1999 sonu itibariyle enerji üretim santralları, meskenler ve sanayide tüketilen doğalgaz miktarı 10 milyar metreküpe ulaşmaktadır.

Doğalgaza olan talebin yüzde 60 -yüzde 70'i enerji üretimi amaçlıdır. Bu nedenle, elektrik enerjisi üretiminde doğalgaz arz güvenliği, son derece önem arz etmektedir. Doğalgaz arzında herhangi bir gecikme ya da istikrarsızlık, tüm ülkeyi bir karabasanla karşı karşıya getirecektir. Hükümetler, kısa sürede devreye girdiği için, doğalgaz çevrim santrallarına önem vermektedir; fakat, burada dikkat edilmesi gereken 3 nokta vardır: Doğalgaz kaynakları Türkiye için emin midir? Ülkemize gelene kadar geçtiği bölgelerde istikrar var mıdır? Fiyatları uygun mudur?

Kömür: Nükleer enerji dışındaki enerji kaynaklarını oluşturan hampetrol ve doğalgaz benzeri rezervler içerisinde kömür, yüzde 70'lik bir payla, geleceğin enerji kaynağı olmaya aday bir kaynaktır. Dünya petrol rezervlerinin bugünkü kullanım hızıyla 40 yıl, doğalgaz rezervlerinin 65 yıl sonra biteceği tahmin edilirken, linyit rezervlerinin 158 yıl, taşkömürü rezervlerinin 425 yıl sonra biteceği tahmin edilmektedir. Ülkemizde 8,3 milyar ton linyit rezervi, yıllık 50 milyon ton tüketim kapasitesi de 160 yıl yetecek konumdadır. Üretilebilir taşkömürü rezervi ise 490 milyon ton civarında olup, bu da, 100 yıl yetecek seviyededir.

Ülkemizde, yılda 11 milyon ton kömür ithal edilmekte ve 800 milyon dolar döviz ödenmektedir. Bu da, yerli kömür üreticisini haksız rekabete sevk etmektedir. Türkiye'de üretilen linyitin yüzde 77'si, santrallarda elektrik enerjisi üretiminde kullanılmaktadır. Türkiye, en kısa zamanda nükleer santrallardan yararlanmaya başlayıp, ülkenin enerji talebinin önemli bir kısmını nükleer santral sağlamalıdır.

Bugün, dünyanın karşı karşıya kaldığı en ciddî, büyük çevre sorununun kaynağı, küresel ısınmaya sebep olduğu için, oluşturduğu sera etkisiyle tehlikeli iklim değişikliklerine neden olan fosil yakıtların kullanımıdır. Bilindiği gibi, fosil yakıtların yanma emisyonlarının karbondioksit gibi sera gazlarını içermesi nedeniyle atmosferde oluşan sera etkisi, bir küresel ısınmanın başlamasına neden olmuş ve bu durum, dünyamızı, önünün alınması güç bir çevre felaketi tehlikesinin eşiğine getirmiştir. Bu sorunun çözümü, nükleer enerjiyle, yeni ve yenilenebilir enerji kaynaklarına yönelmektir.

Bugün, gelişmiş Fransa ve diğer gelişmiş ülkelerin başkentlerinde ve önemli enerji kaynaklarında nükleer santrallardan faydalanılmaktadır; ama, maalesef, ülkemizde, henüz santral kurulmuş değildir. Nükleer santralları, sadece enerji elde etmek olarak görmemek lazımdır. Nükleer teknolojiyi ülkemize taşıyabilmek, teknolojiyi kullanabilmek, her alanda insanlığa yararlı bir biçimde kullanmak gerekmektedir. Bizim hükümetimiz, nükleer enerji ve santrallar kurulması yönünde, daha önceleri karar vermiş, kıt kaynaklarımızla proje ve fizibilite çalışmaları yaptırmıştı, ihalesi de yaptırılmıştı. Kim ne derse desin, nükleer enerji, herkesin içine sindireceği, hazmedeceği bir konu olmalıdır. Doğru Yol Partisi Grubu olarak, nükleer enerjiyi, tüm kontrolleri ve teknik özellikleri sağlanmak kaydıyla, bir an önce kullanmak yönünde çalışma yapılması kanaatindeyiz.

Sayın Başkan, sayın milletvekilleri; yeni ve yenilenebilir enerji kaynaklarına göz atarsak ki, bunları kısa geçmek mecburiyetindeyim, süremi kullanmak için. Güneş enerjisi; ülkemiz, konumu itibariyle müsaittir. Rüzgâr enerjisi. Jeotermal enerji, sadece sera ve konutlarda değil, elektrik enerjisi üretiminde de kullanılmalıdır. Hidrojen ve biomas enerji de diğerleridir.

Sayın Başkan, sayın milletvekilleri; ülkemizin, içinde bulunduğu coğrafya nedeniyle sahip olduğu avantajlardan biri, hatta en önemlisi de, enerji terminali ve enerji köprüsü olarak oynayabileceği roldür. Ülkemizin, Avrupa ile Asya arasında doğalgaz ve petrol boru hatlarının geçmesi için cazip alternatifleri ve coğrafî konumunu çok iyi değerlendirilmelidir. Bugün, ülkemizden geçen ve geçmesi söz konusu olabilecek çok sayıda projelerden söz edecek olursak, bunlardan biri, Irak-Türkiye hampetrol boru hattıdır; Körfez Savaşından sonra, Irak'a uygulanan ambargo aracı haline getirilerek, Irak'la birlikte Türkiye'ye de ambargo uygulaması sonucunu doğurmuş ve ülkemiz, milyonlarca dolarlık kira ve depolama gelirinden mahrum bırakılmıştır. Ülkemizden geçen ikinci hat, Rusya-Avrupa-Türkiye doğalgaz boru hattıdır. Bu hattan Türkiye'nin almış olduğu doğalgaz, özellikle, kış aylarında konutlardaki fazla talep nedeniyle ihtiyaca cevap vermemekte ve yeni kaynak arayışına girilmektedir. Coğrafî konumumuzla kader, bizi, tarihteki İpek Yolu hattına yaptığımız ev sahipliği fonksiyonunun avantajlarıyla yeniden karşı karşıya bırakmıştır. Bu avantaj, eğer iyi kullanılırsa, bize çok büyük imkânların kapılarını açabilecek niteliktedir. Bu durum, ülkemizi dünya enerji kaynaklarının çok büyük rezervlerinin yer aldığı Ortaasya ile dünya enerji talebinin en büyük potansiyelinin yer aldığı Avrupa arasında bir enerji terminali ve köprüsü olmaya namzet kılmaktadır.

Yapım ve planlama aşamasında bulunan projeler: Rusya-Karadeniz- Türkiye Mavi Akım Doğalgaz Boru Hattı Projesi, Türkmenistan-Hazar-Türkiye-Avrupa Doğalgaz Boru Hattı Projesi, Transbalkan Doğalgaz Boru Hattı Projesi, İran-Türkiye Doğalgaz Boru Hattı Projesi, Rusya-Gürcistan-Türkiye Doğalgaz Boru Hattı Projesi, Hazar-Akdeniz Hampetrol Boru Hattı. 25 milyon ton/yıl Azerbaycan petrolü ile 20 milyon ton/yıl Kazakistan petrolünün, Bakü-Ceyhan Petrol Boru Hattı Projesiyle, Hazar Havzasında bulunan Kazakistan, Türkmenistan ve Azerbaycan gibi ülkelerde üretilen hampetrolün Ceyhan terminaline taşınması, buradan da dünya pazarlarına nakledilmesi amaçlanmaktadır. Ortaasya Türk Cumhuriyetleri ülkelerindeki mevcut bulunan zengin petrollerin... Bu kısımları kısa kesiyorum Devlet Su İşlerine geçmek için.

Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; Ortaasya cumhuriyetlerinden Azerbaycan, Türkmenistan ve Kazakistan'dan alınacak olan petrol ve doğalgazın sadece enerji boyutuna bakmak hatalı olmaktadır. Türkiye, ciddî bir Ermeni sorunuyla karşı karşıya bulunmaktadır. Avrupa'da ve ABD Parlamentosunda, sözde Ermeni soykırım iddialarını kabul edip ya da gündemlerine alıp, Türkiye'nin tarihini sorgulamak cüretinde bulunmaktadırlar. Rusya, Ermenistan'a yapılacak hareketlere karşı orayı garantiye almaktadır. Eski Sovyet Cumhuriyetleriyle de Birleşik Devletler çatısı altında sıkı bir bağ oluşturmaya çalışmaktadır. Bunu da, Ortaasya Türk Cumhuriyetlerinin kaynaklarını Moskova üzerinden pazarlamalarını sağlayarak yapmaktadır; eğer, bu devletler, kaynakları Moskova dışında bir güzergâhtan pazarlama şansı bulurlarsa, bağımsızlıklarını da güvence altına alma şansına sahip olacaklardır. Hükümet, Mavi Akım boru hattıyla, doğalgazı öncelikli olarak Rusya Federasyonundan almaya çalışmaktadır. hükümetlerimiz, Mavi Akım boru hattıyla, doğalgazı öncelikli olarak Rusya Federasyonundan almaya çalışmaktadırlar; sonuçta da, Türk Cumhuriyetlerinde sıkıntılar meydana gelmektedir. Türkiye'nin önümüzdeki yüzyılda perspektifi açısından Türk cumhuriyetleri çok önem arz etmektedir. Bizim, onların ekonomik olarak bağımsızlıklarına kavuşmalarını desteklememiz şarttır. Rusya, doğalgaz ve enerji konusunda Türkiye pazarlarına tek başına hâkim olmak istemektedir. Eğer, Türkiye, doğalgaz ve enerjide tek kaynağa bağımlı olursa, her zaman riske açık konumda olacaktır.

Rusya'nın -Mavi Akım projesi- hükümetimizle olan anlaşmasına çok kısa değinmek istiyorum. Bu projeyle ilgili 15.12.1997 tarihli anlaşmanın bir maddesinde, Türkiye Cumhuriyeti sınırlarında kalan kısmın sadece bizim şirketlerimiz tarafından inşa edilmesi ve tarafsız sahaların ortak inşa edilmesi gerekirken, anlaşmaya duyarsız kalınarak, egemenlik haklarımızdan taviz verildiği kanaatindeyiz. Bir de, konsorsiyuma, ihale şartı aranmaksızın firmalar dahil edilmiş, tek bir çivi dahi çakılmadan 50 milyon dolar civarında avans verilerek BOTAŞ zarara uğratılmıştır.

Sürem bittiği için, Sayın Başkanım, iki dakika müsaade ederseniz, çok kısa olarak Devlet Su İşlerinden de bahsetmek istiyorum.

Devlet Su İşleri, baraj yatırımlarının yanında, tarım sektörüne hayat verecek sulamalar yapmaktadır. Ülkemizin önemli yatırımlarını yapan, GAP; KOP gibi projelerle çok büyük hizmetler yapan bir kuruluşumuzdur; fakat, son zamanlardaki, gerek ödenek yetersizlikleri gerekse yetersiz çalışmalardan dolayı, Örneğin, Burdur Karaçal Barajı....

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN - Sayın Örs, lütfen, toparlayınız.

MUSTAFA ÖRS (Devamla) - ... bu şekilde devam edecek ödeneklerle, yaklaşık 25-30 yılda bitirilecektir. Dolayısıyla, bu konuda çok daha ciddî çalışmaların yapılması şarttır.

Yine, bölgemdeki bir baraj bitmiş olmasına rağmen, üç yıldır, maalesef, sulama kanalları, sulamaya hâlâ başlatılamamıştır. Bu, tabiî ki, hem müteahhitleri hem milletimiz hem de hükümetimizi zarara sokmaktadır. Zira, oradaki kalıcı masraflar ve daha başka projelerin başlatılamaması hepi-mizin zararına olacaktır.

Sayın Başkan, sayın milletvekilleri; yine, biraz önce konuşan eski bir bakanımızın bahsettiği gibi, önemli su kaynaklarımız vardır, bunların mutlaka değerlendirilmesi gerekmektedir, barış suyu projesi, Manavgat suyu projesi, Sakarya Nehri ulaşım projesi gibi.

Burada, çok kısa olarak birkaç önerimi daha söyleyip, sözlerimi bitirmek istiyorum. Türkiye, ar-ge için ayırdığı kaynakları, mutlaka artırmalıdır.

İhalesi yapılmış ve yapılmakta olan elektrik ve üretim dağıtım sistemlerinin rehabilitasyonu  ve modernizasyonu bir an önce sağlanmalıdır.

Enerji piyasası kanunu ivedilikle çıkarılmalıdır.

Enerji tasarruf kanunu çıkarılarak, israf ekonomisinden tasarruf verim ekonomisine geçilmelidir.

Tüm tarafların temsil edilebileceği enerji konseyi ve enstitüsü oluşturulmalıdır.

İhaleler anahtar teslimi ve şeffaf olarak yapılmalıdır.

Devlet Su İşlerinin elindeki mevcut barajlar bir an önce bitirilmeli ve bundan zarar görülmemesi sağlanmalıdır.

Devlet Su İşlerinde çalışan mühendislerin, ekonomik ve sosyal yönden sıkıntılarının giderilmesi sağlanmalıdır. Yaptığı iş ve taşıdıkları sorumluluğa göre aldıkları ücretler yeniden gözden geçirilmeli ve yaşam seviyeleri yükseltilmelidir.

Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; ülkemiz, gerçekten çok önemli kaynaklara sahiptir.  Bunların bir an önce milletimizin kullanımına açılması, inşallah bizlere nasip olacak diyorum; bilgimizin, tecrübemizin, bazılarının dediği gibi, yarım değil, tam, belki de başkalarından daha çok olduğunu arz ediyor, buradan sizlere saygılarımı sunarken, aziz milletimizin ve sizlerin yeni yılını bayramını  kutluyor, saygılar sunuyor, Başkanıma da teşekkür ediyorum. (DYP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN - Teşekkür ediyorum Sayın Örs.

İkinci söz, Kahramanmaraş Milletvekili Sayın Mehmet Sağlam'a ait.

Buyurun Sayın Sağlam. (DYP sıralarından alkışlar)

Süreniz 15 dakika.

DYP GRUBU ADINA MEHMET SAĞLAM (Kahramanmaraş) - Sayın Başkan, sayın milletvekilleri; Dışişleri Bakanlığımızın 2001 malî yılı bütçesi üzerinde Doğru Yol Partisi Grubunun görüşlerini açıklamak üzere huzurunuzdayım; Yüce Meclisi saygıyla selamlıyorum.

Bugünkü gazetelerde, Dışişleri Bakanlığımızın, Avrasya, Avrupa Birliği, Avrupa Güvenlik ve Savunma Kimliği ve Kıbrıs'la ilgili büyük bir atak başlatacağına dair haberler var. Elbette ki, ilk önce, bugüne kadar neredeydiniz diye sormak gerekiyor. İlk önce, bu konuda, eğer bu konuda, eğer, Dışişleri Bakanlığımız bir atak yapacaksa, bunu şükranla karşıladığımızı burada belirtmek isterim. Ancak, çok geç kalmış durumdalar, onu da ilave etmek zorundayım; çünkü, Sayın Bakanımız, bütçe konuşmalarında Türk dış politikasının iki temel unsura dayandığını söyledi; birisi Avrasya, öbürü Avrupa Birliği.

Şimdi, Avrasya ile Avrupa Birliğinde Bakanlığımızın faaliyetlerine, dış politikamızın durumuna bir göz atmamızda fayda var.

Avrasya ile, bildiğiniz gibi, çok yakın ilişkilerimiz var veya olması gerekiyor; en azından, orada tarihî, kültürel, soydaşlık bağlarıyla bağlı olduğumuz 5 ayrı devlet var. Şimdi, bunlarla ilişkiler, başlangıçtaki romantizmi bir tarafa bırakırsanız, en azından, kültürel alanda ve ekonomik alanda gayet iyi gidiyordu. Halbuki, son günlerde bakıyorsunuz, 1996 yılına oranla 1999 yılı rakamları, bunlarla olan dış ticaretimizde ve ihracatımızda gerileme olduğunu gösteriyor. Örneğin, 1996'daki 751 milyon dolarlık ihracat, 1999'da 579 milyon dolara düşmüş. Şimdi, bunlarla olan ilişkilerimizi geliştirme bir yana, yerinde bile sayamadığımız anlaşılıyor. Buradan getirdiğimiz binlerce öğrencinin büyük sorunlarla karşı karşıya olduğunu ve Türkî devletler ile Türkiye ilişkisinde çimento görevi yapacağını düşündüğümüz bu gençlerin, bugün, büyük sorunlarla problem yaratma durumuna geldiğini görüyoruz.

Kafkasya ile ilişkilerimize bakarsanız, güney Kafkasya'nın kapısı olan ve 1994, 1995 yıllarında ayrı bir devlet olarak Ruslarla anlaşmalar yapan, imzalar atan Çeçenistan, bugün, Putin'in atadığı bir yöneticinin emrine bırakılmış durumdadır.

Ortadoğu'da Filistin-İsrail anlaşmazlığında adımız yok, Kahire'deki toplantıya çağırılmadık. Kuzey Irak'taki oluşumlardan uzaktayız. Kuzey Irak'ın oluşumlarıyla ilgili Ankara süreci devredışı kaldı. Bugün, orada neler olduğunu bilmiyoruz. Yeni yönetimin Saddam ile olan ilişkileri nereye varacak, çok iyi değerlendirmemiz gerekiyor; ama, en azından, Ortadoğu'da ihracat yaptığımız İslam ülkeleriyle olan ilişkilerimizde de fazla bir gelişme yok.

Balkanlarda, Bosna-Hersek'te bütün çabalarımıza rağmen, Bosna-Hersek'in, Güney Kıbrıs ile ilişki kuracak kadar başıboş kaldığını, arkasından da Kosova'da seçimlerde Türklerin, Yugoslavya Anayasasındaki haklarının bile dikkate alınmadığını esefle görüyoruz.

Kısacası, hükümetimizin, Orta Asya'da, Kafkasya'da, Ortadoğu'da, Balkanlarda güçlü ve büyük bir devlete yakışan bir dinamik dışpolitikayı sürdüremediği ortadadır. Ortaklar arasındaki sözde harika uyum, gerçekte, açıkça görülen uyumsuzluk, anlaşamama, kararsızlık, ciddî ve cesur bir dışpolitikaya imkân vermemektedir. İstikrar değil; birbirinin işine karışmamak suretiyle, âdeta, birden çok hükümet gibi bir koalisyon idaresi söz konusudur.

Sayın milletvekilleri, Avrupa Birliğiyle ilişkilerimize göz attığımızda da, aşağı yukarı, yukarıdaki dağınık politikayı görürüz. Avrupa'daki maceramız, 1959'larda merhum Menderes'in müracaatıyla başlıyor, 1963'te Ankara Antlaşması var; 1987'de merhum Özal'ın müracaatı var, 1995'te gümrük birliğine giriyoruz. Avrupa Katılım Ortaklığı Belgesine bakarsanız, en az eleştirildiğimiz konu, ekonomik ilişkilerle ilgili konudur. Gümrük birliğiyle beraber Türk ekonomisi, Avrupa'nın vaat ettiği malî kaynaklar harekete getirilmemiş olmasına rağmen, ayakta durabilmiştir ve bugün, bunun sonucu olarak da, büyük ölçüde ekonomik konuda yapacaklarımız konusunda, diğer aday ülkelere oranla, Türkiye'den daha fazla bir şey de beklenmemektedir; ama, Avrupa Birliği Genel Sekreterliği kurulması dışında, Katılım Ortaklığı Belgesinin bildirilmesinden önceki, Helsinki sürecinden bugüne kadar geçen 11 ay içerisinde, hükümetimizin, dışpolitikada neler yaptığının en güzel belgesi ilerleme raporunda belirtilen şu satırlarda gizlidir. İlerleme raporu, 2000 yılı için diyor ki, açıkça : "Türkiye insan haklarında ve demokratikleşmede yavaşlığını sürdürmektedir."

Değerli arkadaşlar, şimdi, bir taraftan, biraz önceki, ataklar başladı derken, geç kalınmasındaki maksadımız buydu. Avrupa Birliği, ilerleme raporunda bunu söylüyor. Katılım Ortaklığı Belgesinde, yine, aynı şekilde, siyaset, ekonomi, çevre, ulaşım, tarım, balıkçılık gibi benden önceki sözcü arkadaşlarımızın da belirlediği gibi, birçok konu bulunmasına rağmen, biz, sadece hassas olduğumuz Kıbrıs, Ege ve azınlık hakları gibi konularla meşgulken, bu konularda en azından yapılması gereken ödevlerimizi zamanında yapmadığımız ortadadır. Onbir aylık dönemde sadece bir genel sekreterliğin kurulmasının dışında fazla bir ilerleme yok.

Bunlar içerisinde, elli yıllık millî davamız Kıbrıs'ın, Helsinki dönem başkanı olduğu zamanda Finlandiya Başbakanının yazdığı mektupla önceliklerden, siyasî önceliklerden, şartlardan çıkarıldığı ileri sürüldü. Arkasından görüşmeler oldu; ama, en son, yine, Brüksel'de ve Nice toplantısında bunlar bir siyasî diyalog şekline dönüştürülmesine rağmen, Türkiye'nin lehine halledildi gibi bir durumla şu anda oyalanıyoruz. Ama, kim temin eder ki, tekrar, aynen, Helsinki'de yaptıklarını, mektuplarla bu işten vazgeçtik demelerine rağmen, Nice'teki kararlardan sonra da yarın karşımıza çıkarmasınlar. Çünkü, Ege sorunu, Kıbrıs sorunu konusunda Yunanistan hiç boş durmuyor. Daha evvel, Katılım Ortaklığı Belgesinin hazırlanmasından önce, Fransa'daki bir şehirde yapılan toplantıda büyük ölçüde gayret gösterdiler. Yunanlılar orada buna muvaffak olamadılar; ama, yılmadılar, Katılım Ortaklığı Belgesine, Helsinki'ye bunu koydurmak üzere çalışmalar yaptılar. Ama, aslında, bizim, bütün bu çalışmaları seyrettiğimiz, ancak belgeler ortaya çıktıktan sonra, sanki Helsinki'yi bilmiyoruz da, katılım ortaklığında ilk önce bu konular ortaya çıktı gibi bir durum içerisinde kaldığımız açıktır.

Sayın milletvekilleri, Türkiye, yetmişbeş yıllık demokrasi dersindeki yavaşlığını ve Avrupa Birliğiyle olan kırk yıllık flörtündeki gidişatını gözden geçirip, diğer adayların yerine getirip de, kendisinden de istenilen şartları yerine getirip getirmeyeceğine bir an önce karar vermeli ve bunu, açık yüreklilikle Yüce Millete ya da Yüce Meclise açıklamalıdır.

Avrupa Birliği ise, hem üyelerinin hem de diğer adayların büyük ölçüde yerine getirdiği şartlardan daha fazlasını Türkiye'den istememelidir.

Değerli arkadaşlarım, Ermeni meselesiyle ilgili birçok ülkenin parlamentosunda kararlar alındı. Bunların, ta başından itibaren, Amerikan eyaletlerinde görüşülmeleri sırasında, bizim de yapmamız gereken şeyler vardı.

Malî yardım konusunda, Avrupa, bizden isteklerine rağmen, kendi görevlerini yerine getirmiyor. Bunu, bunların yüzlerine ciddî bir biçimde haykırmanın zamanı gelmiştir; ancak, en son Nice'deki yeni düzenlemede yine görüyoruz ki, Avrupa, bizi büyük ölçüde, yeni yapılanmanın dışında bırakmak niyetindedir. Şimdi, bize düşen, bu yeni yapılanmanın dışında kalmanın sonucuna razı olup, bir an evvel, işimizi yarıda bırakmak değildir.

Bazı sözcü arkadaşlarımız da dile getirdi, Türkiye, Katılım Ortaklığı Belgesinde -kendi yurttaşlarına olan saygısı gereği- yapması gereken şeyleri bir an önce yapmak zorundadır. Bakınız, bugünkü durum, Türkiye'nin girmesini istemeyenlerin yanında, Türkiye'nin girmesini isteyenlerin de bulunduğunu kabul ederseniz, Avrupa'da, üçüncü gruba bizi iten bir yaklaşımın içindeyiz gibi gözüküyor; o da "size şartlar bildirilmiştir; şartları yerine getirirseniz girersiniz, getirmezseniz giremezsiniz." Şimdi, bunu, kamuoyuna açıkça söylemek lazım. Bu işlerden daha evvel sorumlu, koalisyon hükümetine mensup bir eski bakanımız, bir milletvekilimiz diyor ki: "Sorumluların zihinlerinin karışık olduğunu görüyor ve bundan büyük üzüntü duyuyorum." Hükümet, bir an önce, bu zihin karışıklığından kurtulmalı ve ne yapacağına karar vermelidir. (DYP sıralarından alkışlar)

Değerli arkadaşlarım, biz, Doğru Yol Partisi olarak, Kıbrıs konusunda, Ege konusunda, üniter devlet yapısının korunması konusunda hassasız; ancak, insan hakları ve tam demokrasi, bizim geleneksel misyonumuzdur, ekonomik liberalizm, pazar ekonomisi, bizim geleneksel misyonumuzdur. Her türlü demokratik açılımları destekleriz, her türlü bireysel özgürlükleri destekleriz ve Türkiye'nin tam demokrasiye gitmesi, bizim misyonumuzun başında gelir. Bu konuda yapılacak olan her türlü desteğe varız ve bunların yapılması zamanı da gelmiştir, geçmektedir.

Millî meselelerde, üniter devlet yapısı, demokratikleşme ve Türkiye'ye karşı oynanan oyunlar,  üç önemli faktör olarak dikkate alınmalı ve millî mutabakatla bu konular çözüme ulaşmalıdır. Üniter devlet korunduğu sürece, demokratikleşmenin her türlü açılımı bu millete layık görüldüğü sürece ve Türkiye'ye karşı oynanan oyunlar -Ermeni oyunu veya bir başkası- dikkate alınarak politika tespit edildiği sürece, millî mutabakatla, dışpolitikaları, bu Meclis, her zaman desteklemeye hazırdır; yeter ki, siz, Meclisi devreye sokunuz, Meclis bu işlerin içinde bulunsun.

Bakınız, Meclisimizde 16 daimî komisyon var, bir 17 ncisinin kurulması için Tüzük değişikliğiyle ilgili tasarıda teklifte bulundum. Sadece, Avrupa Birliğine girme konusunda koordinasyon sağlanmasının, bunun hızlanmasının dışında hiçbir politik düşüncemiz yoktur. Meclisimizin, doğrudan doğruya olayın daha fazla içinde olması, birçok ülkenin Meclisinin -Ermeni meselelerinde olduğu gibi- aldıkları karara karşılık, bu Yüce Meclisin de, muktedir bir biçimde dışpolitikayı tartışıp, dışpolitikayla, Avrupa Birliğiyle ilişkilerde, kendi kararlarını alabilmesi gerek. İşte, böyle bir komisyon, bunun için gereklidir. (DYP sıralarından alkışlar)

Şimdi, hükümete sormak lazım: Sekizinci Beş Yıllık Plana Türkiye'nin yol haritasını neden koymadınız Sayın Bakanım?

Sayın Başbakanımız, neden, Avrupa Birliğinin hiç olmazsa, önemli ülkelerini -Almanya, İngiltere, Fransa gibi- bir an evvel ziyaret edip, tezimizi bir an evvel ortaya koymadılar?

Yine sormak lazım, Ermeni tasarıları birbiri arkasına gelirken neredeydiniz?

Katılım Ortaklığına esas olan ilerleme raporu hazırlanırken, Morillion Raporu, Kıbrıs Raporu hazırlanırken neredeydiniz? (DYP sıralarından alkışlar)

Eğer hükümet aramazsa, dışpolitikadaki, millî menfaatlardaki haklarımız kim arayacak değerli arkadaşlarım?

İstiklal Marşımızı bile okumayanların "bölücü değiliz" demelerine ne kadar inanacağız?

Müstemleke müfettişliği yapanlar ile belediye başkanına büyükelçilik izafe edenlere söyleyecek sözünüz yok mudur? (DYP sıralarından "Bravo" sesleri, alkışlar)

Siz, istikrar diyen bir hükümet olarak, yoksa, sadece, birbirinin işine karışmayan 3 ayrı hükümet şeklinde mi ülkeyi yönetmeye çalışıyorsunuz? Dışpolitikada olsun, sizleri, işbirliğine ve birbirinizi desteklemeye çağırıyoruz.

Heybeliada'da ruhban okulunu yeniden açmayı savunanlar, Vatikan'ın Ermenistan'la işbirliğini ibretle görmüyorlar mı? Ermenistan Patriğinin Papa'nın yanında ne işi vardı? Cebinde Türkiye'yi, yine, büyük ölçüde soykırımla suçlayan bir kararla Papa'nın yanından döndü Ermeni patriği; biz, hâlâ, Ermenistan'la iyi ilişkilerden söz edebiliyoruz.

Şimdi, değerli arkadaşlarım, yolsuzlukla mücadele edeceğiz diyenler  -ki, buna saygı duyu-yoruz- yabancı uzman raporlarında, hele de Türkiye'nin 2000 ilerleme raporunda, Türkiye'de rüşvet hâlâ gündemdedir deniliyor. Bunun, hiç olmazsa, bu "corruption" kelimesinin altından kalkmıyorlar mı, rahatsız olmuyorlar mı?! (DYP sırasından alkışlar)

Sayın milletvekilleri, Katılım Ortaklığı Belgesinin, Kıbrıs ve muhtemelen Ege konusunda sadece Türkiye'nin yükümlülükleri kapsamında görülmesi, hükümetin AB ilişkilerini yeniden gözden geçirebileceğine dair sert tepkisine yol açtı. Şimdi bize düşen Avrupa Birliği fikrinden uzaklaşmadan, Kıbrıs bahanesiyle Kopenhag kriterlerinden ya da Avrupa Konseyi gibi, Birleşmiş Milletler gibi, bizim esasen yükümlülüğümüz altında olan insan haklarıyla ilgili konuları bir an evvel ortaya koymaktır, bu Meclisin gündemine getirmektir.

Türkiye-Avrupa Birliği ilişkilerinde, gelişme noktasında, küçümsenemeyen bir noktaya gelmiş durumdayız. Şimdi yapılması gereken görevlerimiz var. Akdeniz ve Güneydoğu Avrupa'da güvenlik ve istikrarın temelinde Lozan'da kurulan Türk-Yunan dengesinin yattığını, Londra ve Zürih Anlaşmalarının hâlâ yürürlükte olduğunu unutmadan, Kıbrıs konusu ile Avrupa Birliğini birbirine alternatif gibi sunma hatasını asla yapmamalıyız. Avrupa Birliğine Türkiye de girecektir, siyasî eşitlik ve iki devlet temelinde çözüme kavuşturulmak şartıyla, Kıbrıs da girecektir. Helsinki'yle, Avrupa Birliği kazanımının Nice Zirvesiyle bugünkü geldiğimiz durumunda, biraz daha gayret gösterilmesinin, bizim siyasî irademizle yapmamız gerekenlerin bir an önce yapılmasının zamanıdır.

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN - Sayın Sağlam, lütfen toparlayınız.

MEHMET SAĞLAM (Devamla) - Teşekkür ederim Sayın Başkan.

Unutmamalıyız ki, Türkiye'nin Avrupa yolunda ilerlemesi, ekonomik ve siyasî istikrar demektir, demokrasi ve hukuk devleti demektir. Türkiye, 1970'lerde Avrupa yolundan iki kere şaştı, üçüncü kere şaşmasın. Avrupa'da köprüleri atmak, Avrupa için özellikle nasıl bir hata olursa, bizim için de aynı şekilde bir hata olur. Unutmamalıyız ki, Yunanistan, Portekiz, İspanya, 1961 yılında Türkiye ile aynı düzeydeyken, bugün Birleşmiş Milletler insanî endeksinde, Türkiye 21 inci sıradadır, bu üç ülke 25 inci sıraya yükselmiş durumdadır.

Çağımızda küresel entegrasyonların dışında kalmak, daha çok fakirlik, daha çok otoriter baskı, daha çok toplumsal tepki, daha çok iç kavga demektir. Türkiye'nin, bir medeniyet projesi olan Avrupa perspektifini kaybetmemesi gerekir, soğutmaması gerekir.

Sayın milletvekilleri, Türkiye bir yol kavşağında; ya her taşın altında bir düşman görerek 21 inci Yüzyıl serüvenini kör topal sürdürecek ya da Atatürk'ün hedef gösterdiği Batılılaşma rüyasını, kendi kültüründen, kimliğinden kopmadan, evrensel demokratik değerleri de özümseyerek geliştirecek ve bölgesinde örnek ve istikrarlı, itibarlı bir ülke haline gelecektir. Seçim bizimdir. (DYP sıralarından alkışlar)

Değerli arkadaşlarım, bu yol ayırımında Meclise düşen görevler vardır. Kim ne derse desin, Türkiye Büyük Millet Meclisini devrede tutmak, dış ilişkiler konusunda bilgilendirmek, Sayın Bakanımızın da dediği gibi, kendilerinin Türk dışpolitikasını yürütmekte daha bir güçlenmeleri, daha bir kuvvetlenmeleri sonucunu doğurur. Dolayısıyla, bunu hiçbir zaman gözden uzak tutmamak lazım.

Son zamanlarda, Türkiye'de, idare var, siyaset yok. "Tam bir siyasî mutabakat halindeyiz" diyen hükümetimiz, idarî kuruluşların başkanlarına hükümet politikasını açıklattırıyor, kendisi susuyor.

Değerli milletvekilleri, Türkiye'de, idare, siyasetin emrinde olacaktır; hangi düzeyde olursa olsun, emrinde olacaktır.

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

MEHMET SAĞLAM (Devamla) - 2 dakika daha alabilir miyim Sayın Başkan?

BAŞKAN - 2 dakika vermiştim. Son cümleniz için, mikrofonu açıyorum.

MEHMET SAĞLAM (Devamla) - Hangi düzeyde olursa olsun, Türkiye'de siyaset idarenin önünde olmalıdır. Hükümet politikaları idarenin başkanları tarafından açıklanmamalıdır; hükümet politikalarını hükümetler açıklar; hükümetler, ülkelerin siyasî ve millî menfaatlarını kovalar. Bugün, Türkiye'de, milletin davasını yürüten bir iktidara, milletin davasını kovalayan bir iktidara ihtiyaç var. Aksi takdirde, tarih, millî davalarında randevularına geç kalan siyasileri affetmemiştir.

Saygılar sunuyorum. (DYP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN - Teşekkür ediyorum Sayın Sağlam.

Sayın milletvekilleri, saat 14.00'te toplanmak üzere, birleşime ara veriyorum.

 

Kapanma Saati : 13.23

 

İKİNCİ OTURUM

Açılma Saati: 14.00

BAŞKAN: Başkanvekili Mehmet Vecdi GÖNÜL

KÂTİP ÜYELER: Cahit Savaş YAZICI (İstanbul), Hüseyin ÇELİK (Van)

BAŞKAN - Türkiye Büyük Millet Meclisinin 35 inci Birleşiminin İkinci Oturumunu açıyorum.

Görüşmelere kaldığımız yerden devam edeceğiz

III. – KANUN TASARI VE TEKLİFLERİYLE KOMİSYONLARDAN
GELEN DİĞER İŞLER

1. – 2001 Malî Yılı Genel ve Katma Bütçeli İdareler ve Kuruluşlar Bütçe Kanunu Tasarıları ile 1999 Malî Yılı Genel ve Katma Bütçeli İdareler ve Kuruluşlar Kesinhesap Kanunu Tasarıları (1/764, 1/765, 1/740, 3/642, 1/741, 3/643) (S. Sayıları : 552, 553, 554, 555) (Devam)

A) ENERJİ VE TABİÎ KAYNAKLAR BAKANLIĞI (Devam)

1. – Enerji ve Tabiî Kaynaklar Bakanlığı 2001 Malî Yılı Bütçesi

2. – Enerji ve Tabiî Kaynaklar Bakanlığı 1999 Malî Yılı Kesinhesabı

a) PETROL İŞLERİ GENEL MÜDÜRLÜĞÜ (Devam)

1. – Petrol İşleri Genel Müdürlüğü 2001 Malî Yılı Bütçesi

2. – Petrol İşleri Genel Müdürlüğü 1999 Malî Yılı Kesinhesabı

b) DEVLET SU İŞLERİ GENEL MÜDÜRLÜĞÜ (Devam)

1. – Devlet Su İşleri Genel Müdürlüğü 2001 Malî Yılı Bütçesi

2. – Devlet Su İşleri Genel Müdürlüğü 1999 Malî Yılı Kesinhesabı

B) DIŞİŞLERİ BAKANLIĞI (Devam)

1. – Dışişleri Bakanlığı 2001 Malî Yılı Bütçesi

2. – Dışişleri Bakanlığı 1999 Malî Yılı Kesinhesabı

BAŞKAN - Komisyon?... Hazır.

Hükümet?... Hazır.

Hatırlanacağı üzere, 12 nci turda, Enerji ve Tabiî Kaynaklar Bakanlığı, Petrol İşleri Genel Müdürlüğü, Devlet Su İşleri Genel Müdürlüğü ile Dışişleri Bakanlığının bütçelerinin görüşülmesine başlanmıştı.

Bu meyanda, gruplar adına, Milliyetçi Hareket Partisi, Demokratik Sol Parti, Anavatan Partisi ve Doğru Yol Partisi Gruplarının sözcüleri, partilerinin görüşlerini ifade etmişlerdi.

Şimdi, söz sırası, Fazilet Partisi Grubu adına Konya Milletvekili Rıza Güneri'de; buyurun efendim.

Buyurun efendim.

Süreyi eşit mi paylaşacaksınız Sayın Güneri?

T. RIZA GÜNERİ (Konya)- Evet Sayın Başkan.

BAŞKAN- Süreniz 15 dakikadır.

Buyurun efendim.

FP GRUBU ADINA T. RIZA GÜNERİ (Konya)- Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; Fazilet Partimizin, görüşülmekte olan Enerji ve Tabiî Kaynaklar Bakanlığı bütçesi hakkındaki görüşlerini arz etmek üzere huzurlarınızdayım; hepinizi saygılarımla selamlıyorum.

Değerli milletvekilleri, öncelikle, Afyon ve Konya bölgesini etkileyen depremde vefat eden vatandaşlarımıza Allah'tan rahmet dileyerek ve bilhassa, o bölgede şu anda mağdur vatandaşlarımızın durumunu da ifade ederek sözlerimi açıyorum. Bölgede, bilhassa, şu anda televizyonlarda gösterildiğinin çok daha üzerinde sıkıntı var. Evlerin neredeyse yüzde 80'i, Akşehir'in bazı beldelerinde, köylerinde, oturulmayacak durumda. Bilhassa, Bayındırlık Bakanlığının ilgili birimlerinin, süratle, bölgede tespit yapıp, kış öncesinde, hemen, vatandaşlarımızın sıkıntılarını gidermeleri gerekliliğini de ifade ediyorum.

Değerli milletvekilleri, enerji konusunun çağımızda ne kadar önemli olduğunu, yine diğer konuşmacılarımızın da ifade ettiği gibi, uzun uzadıya anlatmaya gerek yok; ancak, şu anda Türkiye, gerçekten, önemli bir enerji krizinin içerisinde.

Krizi tarif etmekte fayda var. Nedir bu kriz, niçin oluşmuştur ve krizin etkileri nelerdir, bunları görmek gerekiyor.

Şu anda pek çok sanayi kuruluşu müracaat ettiği halde kendilerine elektrik enerjisi verilememekte. Hayatımızdaki etkilerini kısıtlamalarla görüyoruz, sanayiin önündeki engel olarak görüyoruz ve hatta, Türkiye'ye yatırım yapacak pek çok yabancı firma da, belki, elektrik enerjisindeki şu andaki durumumuzu görüp bu yatırımdan vazgeçmekte. Öyleyse, Türkiye, derhal, bu enerji darboğazını aşmak için gerekli tedbirleri almak mecburiyetindedir.

Şu anda, Türkiye'deki bu enerji krizinin sebebini, niçin bu noktaya geldiğimizi de görmek durumundayız. 1991 yılına kadar, enerjide, ciddî yatırımların yapıldığı bir gerçektir ve 1991 yılı sonu itibariyle, enerjide, kapasitenin yüzde 30'u üzerinde bir yedek enerjimiz söz konusuydu. Ancak, 1992'de -1991'in sonunda- göreve gelen, bilhassa, Demirel Hükümeti döneminde -ki, bu ismin altını özellikle çizerek ifade etmek istiyorum; Sayın Demirel, bütün siyasî hayatı boyunca, enerjideki yatırımlarıyla övünmüş bir siyasetçimiz, bir cumhurbaşkanımız, başbakanımız- Sayın Demirel'in göreve geldiği dönemde, belki bu yedek enerjiye de güvenilerek, yatırımlara ara verildiğini, yatırımların oranının, miktarının, ciddî miktarda düşürüldüğünü görüyoruz.

Değerli milletvekilleri, sonra, yeniden yatırımların tırmandığı yıl olarak, 1996-1997 yıllarını, hep beraber gözlemliyoruz. 1996-1997 yıllarına gelindiğinde, ancak, tabiî sıkıntılar başlamıştı; yedeklenen yüzde 30 kapasite bitti ve kısıtlamalar başladı. 1996-1997'de, çok ciddî yeni yatırımlar planlandı, ihaleler yapılmaya başlandı. Tabiî, 1996-1997'de Türkiye, enerjide, yeni bir yol da seçti; daha önce devlet eliyle yapılan yatırımların, özel sektör eliyle yapılması da, artık, yeni yol olarak gündeme girdi; ancak, bunun altyapısının hazırlanması süreci, maalesef, henüz bitmediğinden, her nedense, bugüne kadar bitirilmediğinden de, şu anda, maalesef, yine, yatırımlarda, büyük aksamalar olmaktadır. O dönem için yapılan enerji yatırımlarına, projelendirilenlere şöyle bir baktığımızda, 1996 yılında, 1 500 megavat gücünde, 4 tane büyük HES santralının -Ilısu, Cizre, Çine ve Manyas baraj santralları- planlandığını görüyoruz. Bunun yanında, 4 adet termik santral -ki, toplam güçleri, takriben 2 500 megavat civarında- Seyitömer, Çan, Afşin, Elbistan fuel-oil santrallarının, termik santrallarının planlandığını görüyoruz. 1997'de, yine, HES olarak, 1 287 megavat gücünde santralın planlandığını görüyoruz ve yine, 1997'de 1 650 megavat gücünde 4 adet termik santralın da planlandığını görüyoruz.

Sonrasında, yine, bu planlamalar devam etmiş; ancak, bugüne kadar, özel sektörün önünde engel olduğu söylenen konularda, Meclis, her zaman gerekli desteği verdiği halde, siyasî iktidar, bir türlü, bu yatırımların başlatılmasını, sonuçlandırılmasını sağlayamamış, becerememiştir.

Burada tahkimi görüşeli onaltı ay oldu. Tahkim konusu, bu konuda bir engel olarak hep gösterildi, önümüze sürüldü. Onaltı ay önce, bu Meclis, büyük bir konsensüsle, tahkimi, Anayasa değişikliğini gerçekleştirdi; ama, buna rağmen, hâlâ, çok ciddî yatırımların olamadığını görüyoruz.

Şimdi de önümüze ne çıkıyor; Dünya Bankası, enerji sektöründe liberalleşmeyi istiyor. Bununla ilgili bakanlık, bir kanunu Meclisin huzuruna getirmek üzere. Nedir bu kanun, liberalleşme kanunu; tercüme bir kanun. Bakanlığa soruyorum; bu kadar önemli olan, güncel olan bu konuda, kaç üniversitenin görüşü alındı? Hangi platformlarda bu kanun tartışıldı? Hayır; birkaç ay içerisinde, alelacele, sadece ve sadece, birkısım yabancı yatırımcılara, acaba, bir ön açar mıyız, onları Türkiye'ye getirmeyi sağlar mıyız düşüncesiyle yapılmış bir çalışmadır. Sonucunu burada hep beraber göreceğiz, tartışacağız; çok maddesini anlamakta bile güçlük çekeceğiz.

Değerli milletvekilleri, enerji konusuna girince, tabiî ki, nükleer enerjiyi burada ifade etmeden geçmek mümkün değil. Nükleer enerji, ucuz ve devamlı enerjidir; sanayii patlatıcı etki yapar. Bir yabancı yatırımcı, bir ülkede enerji garantisi yoksa, gelip o ülkede yatırım yapmaz; nükleer enerji, bu etkiyi yapabilir. Türkiye, vakit geçirmeden, nükleer enerji santralını kurmalıdır.

Her ne kadar Sayın Ecevit, birkısım çevresel endişelerle, bu santralın yapımını iptal ettiği, tehir ettiği gibi bir izlenim meydana getirmişse de nükleer enerji santralı ihalesinde sona kalan 3 firmanın üç ayrı siyasî partimizle ilişkileri, irtibatları ve sonunda, hükümet içerisinde, bu önemli projede, bir uyumsuzluk endişesinden dolayı Sayın Ecevit'in şu anda bu konuyu rafa kaldırdığı endişesi içerisindedir kamuoyu.

Çevre endişesi gereksiz bir endişedir. Tabiî ki, kalkınmanın, büyümenin bir kısım riskleri vardır. Bu riskleri göze almak durumundayız. Nitekim, Fransa şu anda enerjisinin yüzde 76'sını nükleer santrallardan elde etmektedir ve Fransa, bizim ürettiğimiz enerji kadar, nükleer santrallardan elde ettiği enerjiyi ihraç etmektedir.

Ne görüyoruz bu nükleer santrallar etrafında; çölleşmiş bir Fransa mı; hayır, tam tersine, o santral-ların etrafı bizim Çukurovamız gibi. Santrallardan çıkan sıcak su seracılıkta kullanılıyor; dönüyor, yeniden, aynı sular santrallarda kullanılıyor. Bunun yanında, diğer Avrupa ülkelerinde yüzde 10 ile 40 civarında enerji bugün nükleer santrallardan elde ediliyor. Yine bunun yanında, bizim çevremizde, Bulgaristan'da 6 tane, İran'da 1 tane, Ermenistan'da 2 tane nükleer santral var, Rusya'dakilerin sayısı bile belli değil. Eğer riskse, çevremiz tamamen risklerle dolu; ancak, bu riskleri yaşamamıza rağmen bunun nimetinden istifadeden sürekli uzak tutulmuşuz.

Değerli milletvekilleri, Türkiye'nin bütün yerli kaynaklarının tamamını harekete geçirdiğimizde, yıllık 245 milyar kilovat/saatlik üretim imkânımız, kapasitemiz var. Halbuki, bizim, 2020 yılı için öngördüğümüz ihtiyacımız 550 milyar kilovat/saat. Öyleyse, güvenilir enerji kaynaklarına başvurmak zorundayız. Bunlardan birisi de nükleer enerjidir.

Her ne kadar, bazı ülkelerde nükleer enerji santrallerinin kapatıldığına dair haberler yayımlansa da, bu santralların ekonomik ömürlerini doldurduğunu bilmekteyiz ve Türkiye'de, yıllık ihtiyaç artışımız, talep artışımız yüzde 8 ile 11 civarında; ama, o ülkelerde talep artışı, yılık yüzde 1 civarında; yani, nükleer santrallarını devam ettirmese bile, başka imkânlarıyla o açığı kapatma durumu var. Nükleer santralların artıları var, eksileri var; ama, spesifik düşündüğümüzde, Türkiye'nin artıları fazladır. Bunu Değerli Heyetinizin bilgilerine arz ediyorum.

Değerli milletvekilleri, Enerji ve Tabiî Kaynaklar Bakanlığımızın önemli ve tarihî bir görevi de madencilik sektöründeki hizmetleridir.

Madencilik sektöründeki durumumuzu bilmek durumundayız: Takriben 3 trilyon dolarlık rezervimiz var; bunun yılda sadece 2,5 milyar dolarlık kısmını işliyoruz, 500 milyon dolarlık kısmını da ihraç ediyoruz.

Madencilik konusu şu anda öyle bölünmüş ki, ben, Sayın Bakanlarımızdan bu işin sorumlusunu sormak istiyorum. Madenciliğin bir kısmı Enerji Bakanlığı bünyesinde kalmış, mesela Maden İşleri Genel Müdürlüğü Enerji Bakanlığı bünyesinde, Eti Holding bir Devlet Bakanlığımızın bünyesinde, MTA bir başka Devlet Bakanlığımızın bünyesinde... Bunun yanında, Özelleştirme İdaresinin bağlı olduğu bakanlık sanki depo bakanlık. Ülke için önemli pek çok tesisin yanında, madenciliğimizin önemli motor tesisleri de şirketleri de yine görüyoruz ki Özelleştirme İdaresi Başkanlığına verilmiş: Ferrokrom Antalya ve Elazığ, Kütahya Gümüş, Demir-Çelik İşletmeleri, Küre Bakır, Karadeniz Bakır; bunların hepsi Özelleştirme İdaresinin kontrolünde. Tabiî ki bu Bakanlığımızın, bütün bunların yönetiminde etkin olması, ülke menfaatlarını gözeten çalışmalar yapabilmiş olması mümkün değil.

Tabiî ki, madencilik konusu içerisinde ülkemizin en önemli madeni olan bor ve tronaya birkaç cümleyle değinmeden geçmek mümkün değil. Şu anda, ülkede, dünya bor rezervinin yüzde 70'ini bulunduruyoruz; dünyada, rezerv olarak birinci, üretim olarak ikinci sıradayız.

Buradan, çok önem verdiğim bir örneği bilgilerinize sunmak istiyorum ki, bor madeninin hem önemini hem de bor madeni üzerinde durmanın ayrıca önemini size arz etmek için.

Bor madeni, bizde, yıllık 1 250 000 ton civarında ihraç ediliyor; bunun 700 000 tonu ham bor olarak ihraç ediliyor. Dünyada, ham bor ihraç eden tek ülkeyiz. Amerikan US boraks firması, bir kilo dahi, ham olarak bu boru ihraç etmiyor; ama, Türkiye, maalesef, ham olarak ihraç ediyor. Ne farkı var peki; ham ihraç etmek ile işleyerek ihraç etmek arasında ne fark var? Bakınız, ben, size, sadece bir tesisten örnek vereyim: Bakanlığımız döneminde, 1996-1997'de, Bigadiç'te bir öğütme tesisi kurduk, sembolik bir tesis, 90 000 ton/yıl kapasiteli bir tesis; sadece 3 milyon dolara mal oldu. Bu öğütme işlemini yapmadan önce, 250 dolara sattığımız bu mamulü, öğüttükten sonra, sadece, 20 dolar civarında ton başına maliyet ilave ederek, 450 ilâ 500 dolara satar hale geldik. Ton başına, takriben 200 dolarlık ilave kâr... Üretimde de, ilk sattığımız mamulde de kâr var; o hariç, ilave kâr, ton başına 200 dolar, kapasite 90 000 ton; yani, yılda 18 milyon dolarlık ilave kâr. Yatırım tutarı ne kadar, hatırlatıyorum, sadece 3 milyon dolar; ama, maalesef, bugün, bu türlü yatırımların hepsinin önüne geçildiğini, devam ettirilmediğini görüyoruz. Ha keza, yine, Emet'te başlattığımız ve bir yıl, birbuçuk yılda bitirmeyi hedeflediğimiz tesis, şu anda, ikibuçuk yıl olmasına rağmen bitirilememiştir, dört yılda da bitirilecek gibi görülmemektedir.

Tabiî, doğalgaz konusunda da birkaç cümle etmekte fayda görüyorum. Hükümet, belki, göreve geldiğinden beri -ki, biz, 55, 56, 57 nci hükümetleri bir hükümet olarak saymaya devam ediyoruz- üzerinde en iddialı olduğu konulardan biri doğalgaz konusu. Alınan mesafeye bakıyoruz, maalesef, bir hiç. Bir İran doğalgazının getirilmesinin iki yıl geciktirilmesinin vebalini bu hükümet ödeyemez. Bugün çektiğimiz sıkıntıların hepsinin altında bu var.

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN - Sayın Güneri, lütfen toparlayınız.

T. RIZA GÜNERİ (Devamla) - Teşekkür ederim efendim.

İran doğalgazı, Kasım 1999'da Ankara'ya, Konya'ya ulaşmış olacaktı; ancak, şu andaki, yine, hedeflere göre, İran'dan alınan ilave sürelere göre, Temmuz 2001 hedeflenmektedir; ancak, takip ettiğimiz kadarıyla, henüz kompresör istasyonunun bitirilmesi bile o dönemde mümkün değildir ve bu doğalgazda da, maalesef, büyük bir hiçle karşı karşıyayız.

Mavi Akım Projesinin üzerinde bu kürsüden çok konuşuldu. Mavi Akımla ilgili, hükümetin, Sayın Bakanın, hep, verdiği süre sözleri geçersiz kaldı bugüne kadar, hiçbirisi gerçekleşmedi. Türkiye, bugün, bu enerji darboğazını çok rahatlıkla aşabilirdi; ama, vurdumduymazlıktan ve de daha ötesi, endişemiz o ki, maalesef, endişe ettiğimiz birkısım ilişkilerden dolayı gerçekleşemedi. Biz bunu söyleyince, hemen, bunu nereden çıkarıyorsunuz deniliyor. Bakınız değerli milletvekilleri, İran'dan gazı, Ankara'ya, Konya'ya taşıyacak olan hattın ihalesi, 1997 yılının haziran ayında yapıldı. Ne oldu peki; 55 inci hükümet, gelir gelmez, iptal etti bir uydurma sebeple; dedi ki, çapı 40'tan 48 inçe çıkaracağım, onun için... Ben, size bir bilgi veriyorum, İran'dan gelen gaz, İran hattı, sadece 40 inç; önüne koyacağınız 48 inç ne yapacak?!

Bunun yanında -bunlar iptal edilen ihaleler- burada, bir gerçeği dikkatlerinize sunuyorum ki, çıkar ilişkileri var mı yok mu, bunun takdirini size bırakıyorum. Erzurum'a kadar gelen hattın ihalesi yapılmıştı ve 48 inçe çıkarıldı; bir eksözleşme yapılması gerekiyordu; daha sonraki hatların ihalesi gününün bir gün öncesi bu eksözleşme yapıldı. Bir gün daha beklenseydi, daha sonraki hatlara ne fiyat verildiği görülecek ve ülke çıkarı korunacaktı. Bunun beklenmemesi dahi bize ciddî bir işaret vermektedir ki, birkısım çıkar ilişkileri, maalesef, şu anda, sadece bizim değil bütün kamuoyunun endişesidir.

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

T. RIZA GÜNERİ (Devamla) - Toparlıyorum Sayın Başkan.

BAŞKAN - Son cümleniz için açıyorum efendim.

T. RIZA GÜNERİ (Devamla) - Ben, Grubum adına, bütçenin ve Enerji ve Tabiî Kaynaklar Bakanlığı Bütçesinin ülkemize hayırlar getirmesini diliyor, hepinize saygılar sunuyorum. (FP, ANAP ve DYP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN - Teşekkür ediyorum Sayın Güneri.

İkinci söz, Ankara Milletvekili Sayın Oya Akgönenç'e ait. (FP sıralarından alkışlar)

Sayın Akgönenç, şahısları adına ilk söz de sizin, süreyi birleştirerek mi konuşacaksınız?

OYA AKGÖNENÇ MUĞİSUDDİN (Ankara) - Lütfen efendim.

BAŞKAN - O zaman, süreniz 25 dakika efendim.

Buyurun.

FP GRUBU ADINA OYA AKGÖNENÇ MUĞİSUDDİN (Ankara) - Sayın Başkan, sayın milletvekilleri; Dışişleri Bakanlığı Bütçesi üzerinde Fazilet Partisi Grubu adına konuşmak üzere söz almış bulunuyorum; hepinizi, kendim ve partim adına saygıyla selamlıyorum.

Türkiye, bugün, 77 yıllık cumhuriyet tarihinin belki de en kritik dönemlerinden birini yaşamaktadır. Ekonomisinin son derece sıkıntılı bir darboğazda bulunduğu şu sıralarda, Türkiye, çeşitli iç ve dış problemlerle, âdeta, bir kuşatma halindedir. İşte bu kritik dönemde, Türkiye, Millet Meclisinin ve halk desteğinin tümünü arkasına alarak karar vermek ve ona göre hareket etmek durumundadır; yani, kısacası, olaylara tepki politikası yerine, ülkenin öncelikleri ve millî çıkarları göz önünde tutularak geliştirilmiş akılcı ve gerçekçi politikalar uygulanması gerekmektedir. Alınacak tavır ve izlenecek politikalar çok dikkatle seçilmeli, geniş bir perspektif içinde uygulamaya konulmalıdır. Türkiye'nin, mutlaka, kısa, orta ve uzun vadeli dışpolitika planları hazırlanmalıdır.

Dünya konjonktürünün bu kadar hızla değiştiği bir dönemde, Türkiye'nin öncelikleri ve yürüteceği stratejiler, yeni şartlara süratle adapte olabilecek ve Türkiye'ye avantaj sağlayacak şekilde düzenlenmelidir. Bugün, karşımızda, acil ve doğru çözüm bekleyen birden fazla problem mevcuttur. Türkiye, bugün, 8 sınır komşusuyla, hakikaten zor bir dışpolitika uygulama ve stratejisiyle karşı karşıyadır. Etrafındaki bölgeler, dünyanın en olaylı bölgeleri arasındadır. Balkanlar, Kafkaslar, Ortadoğu, son 200 yılın en önemli siyasî gelişmelerine damgasını vurmuş olan olayların cereyan ettiği bölgeler arasında öne çıkmaktadır.

Böyle bir konuma rağmen, Türkiye, olmaması gereken daha doğrusu, olması gerekenin çok gerisinde bir etkinlik sergilemektedir. Son 100 yıl içinde, adeta, kalıplaşan bir dışpolitika anlayışının, Türkiye’nin ihtiyaçlarını karşıladığı pek de söylenemez. Bulunduğu konuma büyük avantajlara ve büyük bir tarihî mirasa sahip olduğu halde, Türkiye’nin tam ve etkili olarak avantajlarını kullandığı pek de iddia edilemez.

Sayın Başkan, sayın milletvekili arkadaşların; burada tartışılacak konular pek çoktur; fakat, hepsi için de zaman yoktur.

Şimdi, bu konuların bazılarında hükümetin tutumuna katıldığımızı belirtmek isterim;lakin -burası önemli- yapılan doğru işlemleri desteklerken, eksikliklerinin de belirtilmesinde fayda gördüğümüzü tekrar tekrar vurgulamalıyım.

Fazilet Partisi, her zaman olduğu gibi, vatan ve milletin hayrına olacak tüm girişim ve çalışmalarda hükümeti desteklemiş, yapıcı bir muhalefet olduğunu göstermiştir. Fazilet Partisi olarak, bizler için önemli olan, partilerarası inatlaşıp, restleşmeler değildir; mühim olan, Türkiye ve Türk Milleti için doğru ve hayırlı olacak politikalar üzerinde uzlaşmaların sağlanmasıdır.

Ben, burada belli bazı konular üzerinde durmak istiyorum; çünkü, bir zaman kısıtlaması mevcut.

Şimdi, bunlardan birincisi; Avrupa Birliğine girme çabaları, günümüzün en önemli olaylarının başında gelmektedir. Türkiye, Avrupa Birliği katılım kararlılığı içinde bulunduğu bir dönemde yaşamaktadır. Katılım Ortaklık Belgesi, bugünlerde, Türkiye’de en çok tartışılan konulardan birisi olmasına rağmen, bu katılımı aynı heyecanla istemeyen pek çok kişi veya kurum faaliyetleri de dikkatle izlenmelidir. Değişen ve gelişen çağdaş dünyaya ayak uydurmaya çalışan bir Türkiye’de, kendi çıkarlarının kısıtlanacağından endişelenen bazı grupların, bu gidişatı engelleme çabaları, asla, gözden kaçmamalı ve buna göre tedbirler alınmalıdır.

Türkiye, Kopenhag Kriterlerine uymayı, her şeyden önce, kendi insanlarına sağlayacağı avantaj ve rahatlama sebebiyle istemelidir.

Avrupa Birliğine katılım çabası, eğer, Türkiye’de daha geniş kapsamlı bir demokrasi, daha iyi insan hakları ve bunlara saygı ortamı gerçekleştirmeyi başaracaksa, o zaman, bu katılımın bir mana ve değeri olabilir. Bu hedefler için, hepimiz tüm gayretimizle çalışmalıyız.

Bütün bunları söyledikten sonra hemen ilave edilmesi gereken husus da şudur : Türkiye’nin önüne konulan Katılım Ortaklık Belgesi (KOB), hazırlandığı ve sunulduğu şekliyle, kabul edilmez bir belgedir. Bu belge, Türkiye’nin millî çıkarlarına aykırı olduğu kadar, Helsinki Sözleşmesinin ruhuna, Avrupa devletlerince Türkiye’ye verilen sözlere de aykırıdır. Bu konuda, Dışişleri Bakanı Sayın İsmail Cem’in düşünce ve ifadelerine katılmamak mümkün değildir.

KOB’da yapılan ikinci açıklama ve yapılan düzeltmelere rağmen, Türkiye, bunu, nihaî bir zafer gibi kabul etmemelidir. Bu sıkıntıların olacağı, daha, Helsinki Anlaşmasının yazılış ve yapılış şekliyle belliydi. Bunu hatırlatmakta ve yazılı değil de sözlü olarak verilen vaatlerin, zaman ve şartlar değişince, nasıl üzerinde oynanabileceğini, bir kere daha, ispatladığını hatırlatmakta fayda görmekteyim. Burada bulunan değerli milletvekillerimizin bazıları, bu konuları, zaten, o zaman da bu şekilde ifade etmişlerdi. Şimdi ise, Türkiye, KOB çerçevesi içinde, onbeş veya yirmibeş yıl sonrasında ne yapılmak isteniyor düşüncesini ve planını, çok dikkatle gözden geçirmelidir ve incelemeye almalıdır.

Tüm vaatlere rağmen, 2010 yılına kadar Türkiye’nin Avrupa Birliğinde düşünülmemesi pek de sürpriz teşkil etmedi. Belki, hazırlıkların gelişmesi yahut da pazarlıkların yapılması, yedi, sekiz ve hatta on yıl alabilir; diğer ülkeler için de böyle olmuştur. Mesela, İspanya, yaklaşık sekiz sene kadar bu süreci yaşamıştır; fakat, bir farkla; İspanya'ya ne baştan hevesini kıracak sözler söylenmiş ne de AB'ye girmeden önce, ETA veya BASK problemini çözüp, halletmesi şartı koşulmuştur.

Bütün bu karşılaştırmalar yapılınca, âdeta, Türk mizacını bilen birisinin, kasıtlı olarak böyle bir tutum sergilediği akla gelmektedir. Hatta, bunun Fransa tarafından söylenmiş olması, tam da sözde Ermeni kırımı krizinden sonra, Fransız Senatosunca kabul olunmasının ardından gerçekleşmesi de oldukça düşündürücü bir husustur.

Benim, bu konuda Yüce Meclisimize sunmak istediğim bir teklif mevcuttur; bizler de Meclise gelerek, gerek Fransa ve gerek İtalya hakkında bir genel görüşme açmamız ve 1870'lerden itibaren, bu ülkelerin neler gerçekleştirdiklerini tartışmamız ve bu konuda bir karara varmamız lazım. Niçin sadece onlar Türkiye hakkında tartışma açsınlar? Biz de aynı şeyi yapmalıyız ve millî gururumuz için, kendimiz için, kendimize olan güvenimiz için, tarihteki yerimiz için bunu yapmaya mecburuz. (FP sıralarından alkışlar) Bu konuda sizlerin takdir ve desteklerinizi beklemekteyim.

Şimdi, ikinci hususa gelmek istiyorum, ki bu da Avrupa güvenlik kimliği konusudur. Türkiye'nin Avrupa'ya katılımı sadece ekonomik, sosyal yönlerden değil, aynı zamanda siyasî ve askerî yönleriyle de çok mühimdir. Avrupa, kendi problemlerini halletmek için siyasî ve askerî kriz saldırılarını durdurmak amacıyla, bir askerî güç ihdas etme çalışmaları içerisindedir. Bu gücün merkezi Almanya ve Fransa'dır. İkisi arasında ciddî bir liderlik rekabeti de yaşanmaktadır. Almanya, liderlik rolünden pek vazgeçeceğe benzememektedir. Diğer taraftan, Fransa, uzun yıllardır kırmaya çalıştığı Amerikan askerî üstünlüğü ve etkisini azaltmaya uğraştığı için, NATO karşıtı işlemleriyle de çok büyük bir dikkatle izlenmelidir. Uzun yıllar AB oluşumunda yaptığı maddî katkılar ve kendi içinde geliştirdiği kuvvetli ekonomisiyle Almanya liderlik rolünü Fransa'ya kaptırmak istememektedir.

Üstelik, Almanya'nın yanında, İspanya ve Hollanda tam destek vermektedirler. O halde, Avrupa'da özellikle Almanya'da ve Hollanda'da milyonlarca vatandaşı yaşayan Türkiye'nin, aynı zamanda, NATO içindeki ağırlığı da düşünülürse, bu konunun, bu ülkeler için ne kadar mühim olduğu derhal ortaya çıkar ve bir bakıma, Avrupa ülkelerinin neden ayak sürüdükleri de bir nebze açıklanmış olur.

Türkiye, bugün için henüz AB üyesi olmadığı gerekçesiyle, yeni gelişen Avrupa Güvenlik Savunma Kimliği çerçevesi dışında bırakılmıştır. Buna karşılık, aynı kuvvet, NATO'dan, icap ettiği her anda yardım ve desteği istemek azmindedir. Buna da "Güvenceli Erişim Plan ve Metodu" adı verilmektedir. Özellikle, Batı Avrupa Birliğindeki bu konu tartışıldıkça, Türkiye, kendi karar mekanizması içinde olmadığı için, hiçbir uygulamaya katılamayacağını defalarca belirtmiştir.

Şimdi, bu noktada dikkatinizi çekmek istiyorum: Demek istedikleri, etkili, tavsiye, katılımcı gibisinden bir kavram; yani, Türkiye, karar mekanizmasının içinde olmayacak; ama, kararları etkileyen süreç içinde, telkin ve konuşmalarla fikirlerini ifade edecek, lakin hiçbir şekilde oy hakkı bulunmayacak.

Burada en önemli husus, esas AGİT'in açıklanmayan hedef ve planlarıdır. Bu gelişim, AB'ye giriş kadar, hatta ondan da daha bir öncelik taşımalıdır; çünkü, şu anda, Avrupa Birliği üyesi olan ülkeler, burada söz ve veto hakkına sahip olacakları gibi, ileride hangi yönde, ne gibi bir karar alabileceklerini de asla ve asla anlatmamaktadırlar; yani, tehlike anlayışı nedir, bunlar neyi tehlike kabul edeceklerdir söylenmemektedir; ama, buna karşılık, bizim körü körüne, onlara katılmamız ve destek vermemiz, NATO çerçevesi içinde istenmektedir.

Türkiye'ye karşı daha katı bir yaklaşım güdülmektedir. Mesela, "Norveç'i açık kollarla karşılarız" derken "Türkiye henüz beklemelidir" denilmektedir. O halde, bu davranış, sadece bir formalite veya legalite işi değildir, bunun dışında çok daha kapsamlı bir planın bir parçasıdır.

Türkiye, bu kararı, NATO içinde veto etmiştir, karar doğrudur, bütünüyle destekliyoruz, haklı buluyoruz. Yalnız, her geçen gün, dozu artacak olan baskılar altında hükümetin yumuşayıp, kabul eğilimine  girmemesini istiyoruz. Bu, bir tek Dışişleri Bakanlığının direnmesiyle olmaz; arkasında, tüm hükümet ve tüm Parlamento bulunmalıdır.

Şimdi, hatırlanacağı gibi, yıllar önce, Yunanistan, bir öfke sonucu, bir gösteri olarak NATO'dan çekilmişti; sonra pişman olup, dönüp geldiğinde, karşısındaki en büyük engel Türkiye'ydi. Bizler, o zaman,  dışarıdan yapılan telkinlerin ve içeride Yunan'dan ziyade Yunancı olan birtakım kişilerin etkisiyle, meşhur jestlerimizden birisini gerçekleştirdik ve Yunanistan'ı, tekrar NATO'ya aldık; hem de hiçbir karşılık almadan. İşte, bugün, Avrupa Birliği sürecinde, Kıbrıs krizinde bunun semeresini görüyoruz ve Yunan-Avrupa mantalitesinin en iyi şekilde sergilenişine ilk elden şahit oluyoruz.

Diğer bir jestimiz de, Yunanistan ve Ermenistan'ı Karadeniz Ekonomik İşbirliğine sokma jestimiz oldu. Bugün, Yunanistan, Balkanlarda, bizim hazırladığımız çerçeve içinde en iyi kârı gerçekleştirmektedir. Ermenistan ise, tüm dünyada, büyük gayretlerle, sözde Ermeni katliamını, devlet ve meclislere kabul ettirmekte ve kendi adlarına anıtlar diktirmektedir.

Bu sebeple, hükümetin, hiçbir şart altında, hiçbir baskı altında NATO'daki vetoyu kaldırmaya razı olmamasını istiyoruz ve tekrar tekrar bunun önemini vurguluyoruz.

Üçüncü konu : Üçüncü konu, Batı'da, Ege ve Kıbrıs sorunudur; bunun üstünde durmakta fayda görüyorum. Bu konuyu, Balkanlardan ayırmakta fayda vardır. Balkanlar, Avrupa'yla bağlantımızın üstünden geçtiği bir köprüdür; buradaki ilişkiler üç konuda ele alınabilir :  Yunanistan-Ege-Kıbrıs, Eski Yugoslavya ve yeni cumhuriyetler, bir de ondan sonra kalan grup; yani, Romanya, Bulgaristan ve diğerleri...

Ben, bugün, Yunanistan üzerinde durmak istiyorum. Yunanistan, devamlı taviz peşinde koşan, doymazlığıyla sürekli yalan propaganda üreten bir ülke olarak, daima ve daima, Türkiye'nin önüne set çekme çabaları içinde olan bir ülkedir; bu, 1839'lardan beri böyledir. Bu taktik ve politikalarla, topraklarını tam 10 misli genişletmişlerdir. Avrupa kafası ve düşünce tarzını çok iyi bilen Yunanlılar, propaganda taktikleriyle, Avrupalıları Türklere karşı, sürekli olarak şartlandırmaktadır. Bu ülkenin, pek yakında, Kıbrıs olmasa bile, Girit'e S-300'leri yerleştirdiğini hatırlamakta fayda vardır. Batı Trakya'da, Ege adalarında, tüm anlaşmaları hiçe saydığını, tektaraflı olarak Ege karasularını 12 mile çıkardığını, FIR hattını 10 mile çıkarma çabaları içinde olduğunu, PKK vesaire gibi Türkiye karşıtı terör örgütlerine kamp ve askerî eğitim imkânları sağladığını ve Güney Kıbrıs'ı, hâlâ, Enosis düşünceleriyle idare ettiğini unutmamak gerekmektedir.

Türkiye, 1999 büyük deprem sonrası esen dostluk rüzgarlarının, son derece sathî ve geçici olduğunu ve bu dostlukların, bir sirtaki oyununda kırılan tabaklar kadar bile değeri olmadığını ve gerçeği yansıtmadığını daima hatırlamalıdır. (FP ve DYP sıralarından alkışlar) Türk politikası, bütün bunları aşabilecek bir şekilde hazırlanmalıdır.

Bu bağlamda, Kıbrıs'ta sürdürülen barış görüşmelerinde Rumların takındığı taviz vermez tavır ve dış dünyanın, sadece Türk tarafından istediği tavizler serisi, artık, sınırı aşmış durumdadır.

Sayın Denktaş'ın konuşmalardan çekilmesi fevkalade yerinde bir jesttir, gerçekçidir; hepimiz, bunun arkasında durmalıyız. Kıbrıs'a, sadece, bir ekonomik yük olarak bakmak eğiliminde olan bazı kimselerin, bu bakışlarını bırakarak, olaya çok daha geniş, jeostratejik bir açıdan bakmaları gerekmektedir. Türkiye, hiçbir şart altında, kendini ateş çemberi içine yerleştirmeye razı olmamalıdır. Hükümetten, adalar konusunda, FIR hattı konusunda, Ege sorununda son derece kararlı olmalarını ve bu konuların üstüne gitmelerini talep etmekteyiz.

Dördüncü konumuz, daha doğrusu, benim, üstünde durmak istediğim dördüncü konu, Ortaasya ve Kafkaslardaki durumumuz. Türkiye, 1992'den sonra, Kafkasya ve Ortaasya'da kazandığımız birçok hususu, âdeta, kaybetmiş durumdadır. Her nasılsa, bu husus, hiçbir şekilde, hiçbir yerde dile getirilmemektedir. Bu kayıplar, büyük ölçüde, yanlış hükümet politikalarının sonucudur. Birkaç örnek vermek icap ederse, sadece Türkmenistan'daki doğalgaz politikamızla ne kadar kişiyi kızdırıp kırdığımızı düşünecek olsak, olayın ölçütünü anlamamız için yeterli olur. Daha ucuza ve direkt olarak, bize yakın olan Türkmenistan'dan satın alacağımıza, âdeta, Ruslara taviz verircesine veya kimbilir belki de jest yaparcasına, onlardan almaya çalışmamız, anlatılamaz bir tutumdur. Aynı şekilde, bizim tarafta daha tek kazması vurulmamış Mavi Akım Projesine verilen kredileri de anlamak veya anlatmak mümkün değildir.

Bağımsızlığını almış olan Ortaasya'daki cumhuriyetler, tek tek veya toplu olarak Rusya'yla yaklaşma politikaları içine girmiş bulunmaktadırlar. Putin'in çalışmaları sonuç vermeye başlamıştır. Sayın Cumhurbaşkanı Sezer'in,  son derece faydalı olduğuna inandığım ziyareti dışında, bu bölgelere hükümetin gösterdiği hiçbir ilgi ve çalışma dikkat çekmemektedir. Halbuki, Türkiye'nin enerji sorunları göz önünde tutulacak olursa, bu bölgelerdeki çalışmaların, en az, Avrupa Birliği kadar önem taşıdığını herhalde sizler de benim gibi derhal kabul edersiniz.

Şimdi size, nedense, ne basında ne de Mecliste dile getirilmeyen; ama, sonuç itibariyle çok daha vahim olan bir durumu; yani, Kafkasya'yla olan gelişmeleri anlatmak istiyorum. Bilindiği gibi, Çeçenistan olayları gittikçe kangrenleşmekte. Çeçenistan'da gerçekleştirilen katliam ve Jenosit, dikkatlerden uzak tutulmakta, hatta gündeme bile gelmemektedir. Oysa durum, her zamankinden daha vahim, daha kritiktir. Rusya, bütün gücüyle dünyaya şu propagandayı yürütmektedir: "Çeçenler teröristtir, fundamentalisttir, bölge sulhuna tehlike teşkil etmektedir." Bunu, ısrarla ve mütemadiyen, her ortamda tekrar etmektedirler. Aynen, aynen Yunanlıların, bizim için: "Türk Ordusu Kıbrıs'ta işgalcidir" veya bizim, sürekli olarak insan haklarını ihlal ettiğimiz propagandasını yaptıkları gibi. Bu anda size, Yunanistan, Ermenistan ve Rusya arasındaki işbirliğini hatırlatmak ve buna dikkatinizi çekmek istiyorum. (FP sıralarından alkışlar)

Ruslar, Çeçenistan'ı tamamen mahvetmişlerdir ve öyle bırakmak azmindedirler. Kendi yandaşları olabilecek kişileri başa geçirterek, bir kukla hükümet kurmak istemektedirler. Buna karşı, biz ne yapmaktayız; hiçbir şey! Hatta, Çeçenistan'dan kaçıp kurtulabilen, Türkiye'ye sığınmak isteyen mültecileri almakta imtina ettiğimiz zamanlar bile olmuştur. Sebep mi; sebep, çok yıllar önce, Avrupalıların bize imzalatmış oldukları, doğudan gelecek muhacirlerin kabulüyle ilgili bir kanundur. Bu sıkıntılı durum, ancak, sayısız defa, Sayın Cem'e başvurmamız ve taleplerimiz üzerine, bizzat kendisinin müdahalesiyle çözülebilmiştir; ama, hükümetin tutumunda hiçbir değişiklik olmamıştır. Acaba böyle mi olmalıdır? O zaman, şöyle bir sual çıkar ortaya: Hükümet tam olarak kime hizmet vermektedir?

Rusya, bugün, tekrar Gürcistan'dadır, Ermenistan'dadır; üslerini alarak, aynen soğuk savaş dönemindeki kadar, sınırlarımıza yaklaşmıştır.

Azerbaycan'ın zaten yüzde 21'i Ermeni işgali altındadır. Hükümet, sözde Ermeni soykırımı feryatlarıyla, her yerde propaganda yapan, her yerde lobi faaliyetlerinde bulunan Ermeniler karşısında, Azerbaycan'da olanları, tek bir defa bile gündeme getirmiş midir? Bu husus, pek kolay bir şekilde anlaşılır bir durum değildir.

Sevgili arkadaşlar, Rusya, bugünlerde, her zamankinden daha da tehlikeli bir oyun içerisine girmiştir. Bildiğiniz gibi, Kafkasya, zaten, Kuzey ve Güney Kafkasya diye ayrılmıştır; fakat, şimdi, Rusya, Doğu ve Batı Kafkasya olarak yeni bir konsept geliştirmektedir. Doğu Kafkasya'yı, Çeçenistan'ın bir kısmını ve Dağıstan'la birlikte, daha çok, Hazar petrolleriyle ilgilenen Amerikan şirketlerinin ilgi ve etki alanına bırakıyor; yani, Müslüman kesimi, birazcık, daha çok Amerikalılara bırakıyor. Kendisi, daha çok, batı tarafında, Çerkezler, Adigeler ve diğerlerini içerisine alan sahada hegemonyasını ilerletiyor ve böylece, Karadeniz kıyılarındaki etkinliğini artırıyor.

Arkadaşlar, şimdi, daha tehlikeli bir noktaya dikkatinizi çekmek istiyorum : Bana ulaşan bilgilere göre, Ruslar, Türkiye içine kadar uzanmaktadırlar. Buradaki mevcut Hıristiyan Çerkezlere hitaben bir göç programı uygulaması başlatmış bulunmaktadırlar. Çifte vatandaşlık vaat ederek, toprak vererek bazı Çerkezleri oraya çekmeye ve Batı Kafkasya'yı tamamen kendilerine bağlı gruplarla nüfuslandırmaya çalışmaktadırlar. Bu konularda, hükümet ve Dışişleri Bakanlığı neler yapmaktadır? Bizim, karşıt programlarımız var mıdır; yoksa, sadece seyirci kalarak, en son dakika, neler oluyor diye bir tutum içerisine mi gireceğiz?

Dernekler, faydalı sivil toplum örgütleridir ve resmî makamların yapamadığı birçok şeyi yapabilmektedirler. Ne var ki, şu anda, bazı dernekler, âdeta, hükümetten ve özellikle de Mavi Akımcıların teşvikiyle, birer Rus Lobisi gibi çalışma yapmaktadırlar. Bu tehlikeli gidişatın durdurulması gerekmektedir ve insan, ister istemez, bu ülkenin istihbarat servisi ne yapıyor sualini sormak durumundadır.

Bu konu, çok ciddîdir, çok önemlidir ve bizim emniyetimizi direkt olarak etkilemektedir. Hükümetten, bu konuda, daha büyük bir hassasiyet istemekteyiz.

Değineceğim son konu, Ortadoğu olaylarıdır. Kuzey Irak'taki gelişmeler, Türkiye açısından, âdeta, hayatî önem taşımakla beraber, ne Mecliste ne medyada, bu konuda, sağlam ve kapsamlı tartışmalar olmamaktadır. Türk halkı, bu konularda fazla aydınlatılmamaktadır. Katılım Ortaklığı Belgesi içerisinde Türkiye'ye sunulan bazı şartlar, Irak'ta, Türkiye devredışı bırakılarak yapılmaya çalışılan bir girişimi göstermektedir. Türkiye'nin geleceğini, bu, çok yakından ilgilendirmektedir. Bu konuya, büyük önem verilmesi gerekmektedir.

Diğer taraftan, yedi yıllık Ortadoğu barış sürecini yok eden Filistin olayları, gittikçe vahamet kazanmaktadır. Türkiye'nin, bazı anlaşmalarla İsrail'e tanımış olduğu avantajlar, sadece onların; yani, İsrail'in lehine çalışan avantajlar olmaktan çıkarılmalıdır ve birçok hususta, bu durumlar, Türkiye'yi zor durumda bırakmaktadır. GAP yöresindeki bazı satın alma olaylarını ve orada yabancılar tarafından gösterilen yoğun ilgi, birçok hususlar, göz önünde tutularak incelenmeli, dikkatle izlenmelidir. Bu olayların, yine o bölgelerden geçecek olan, özellikle enerji hatları düşünülürse, ne kadar önemli olduğu, bir kere daha ortaya çıkar.

Türkiye, bir bölge gücü olmak yolundadır. Bunun gerektirdiği pek çok işlem, yani, bunun gerektirdiği politika ve uygulamalar, ne yazık ki, gerektiği ölçüde yapılmamaktadır. Süratle bu eksikler giderilmelidir. Büyük devlet olmanın bir şartı da, o devletin etrafındaki etki sahalarının mevcudiyeti ve bunların zaman içinde genişletilmesidir. Türkiye bunu yapmalıdır, hem de vakit kaybetmeden yapmalıdır. Belki de, bir Meclis istişare kurulunun bu şekilde kurulmasında ve hepimizin desteğinin alınmasında bir fayda vardır.

Bu düşüncelerle, hepinizi saygıyla selamlıyorum, bütçenin hayırlı olmasını temenni ediyorum. (Alkışlar)

BAŞKAN - Teşekkür ediyorum... Zamanında tamamladığınız için de teşekkür ediyorum.

Sayın milletvekilleri, Sayın Akgönenç, hem Grubu adına hem de şahsı adına konuştu.

Şimdi, söz, hükümetin fikirlerini ve görüşlerini açıklamak üzere, ilk olarak, Enerji ve Tabiî Kaynaklar Bakanımız Sayın Cumhur Ersümer'de.

Buyurun Sayın Ersümer. (ANAP sıralarından alkışlar)

Eşit mi kullanacaksınız?

ENERJİ VE TABİÎ KAYNAKLAR BAKANI MUSTAFA CUMHUR ERSÜMER (Çanakkale) - Evet, Sayın Başkan.

BAŞKAN - Süreniz 15 dakika.

ENERJİ VE TABİÎ KAYNAKLAR BAKANI MUSTAFA CUMHUR ERSÜMER (Çanakkale) - Sayın Başkan, sayın milletvekilleri; sizleri, öncelikle, saygıyla selamlıyorum.

15 dakikalık bir süre içinde, burada söylenilenlerin hepsine cevap vermenin zorluğu, yine, benden önceki konuşmacıların da düşüncelerini 15 dakika içinde ifade edebilmelerindeki sıkıntıyla bir araya geliyor; ancak, burada, benden önce konuşma yapan grup temsilcilerine de ayrı ayrı teşekkür ediyorum. Konuşmalarıyla katkıda bulunmuşlar, önerileriyle de önümüzü aydınlatmışlardır.

2001 bütçesine şöyle bir baktığımızda karşımıza çıkan rakam, bütçenin, bütün yatırımlara ayrılan payının 5 milyar dolar kadar olduğunu görüyoruz. Yine, burada da belirtildi, Enerji Bakanlığının da her yıl yüzde 10 artan talebi karşılayabilmesi için hem yeni yatırımlar hem de halihazırdaki yatırımların rehabilitasyonu bakımından, hemen hemen bu miktarda, yani, 5 milyar dolarlık bir yatırım yapması gerekiyor.

Burada ortaya çıkan sonuç şudur ki, gerçekten, Türkiye Cumhuriyeti bütçesinin, uzun yıllardan beri, yatırımların tamamını karşılayabilecek bir miktarda olamadığı, en önemli eksiğinin de kaynak noksanlığı olduğunu hep birlikte tespit ediyoruz. Bu, hep birlikte yaptığımız tespiti de, geçtiğimiz yıl -doğrudur- anayasa değişikliğiyle tahkim imkânının önemli altyapı yatırımlarına kullanabilme imkânı getirerek de yine gerçekleştirdik.

Ancak, yine burada ifade edildi; sadece ve sadece anayasanın değiştirilerek uluslararası tahkim imkânının önemli projelere sağlanması, bu problemi, tabiî ki, çözmüyordu. Müteakiben, biz, Meclisimizden, muhalefetin karşı çıkmasına rağmen "uyum yasaları" adı altında bir paket geçirdik. Bizim, Meclisten geçirdiğimiz bu uyum yasalarıyla ilgili, yine, anamuhalefet partimiz, Anayasa Mahkemesine dava açtı ve Anayasa Mahkemesinde açılan bu dava 20 Temmuz 2000 tarihinde sonuçlandı. Yani, buraya gelip de, işte "biz size destek verdik, anayasa değişikliğini sağladık; ama, siz, hiçbir şey yapmadınız, yapamadınız" demek yanlıştır.

Tabiî, bu uyum yasalarının çıkarılması ve yine bu uyum yasalarında verilen süreler söz konusudur. Geçtiğimiz günlerde bir meslek kuruluşumuzun başkanı da, bu nevi iddialar ileri sürdü; ama, gözden kaçırılan bu hususu, hem Meclisimizin hem milletimizin bilgisine sunmak zarureti hâsıl oldu; onun için, ifade etmek durumunda kaldım.

Tabiî, Türkiye, kaynak meselesini, bu yasaları çıkarıp halledebildi mi; hayır, halledemedi. Yine, bu kaynak problemini halledebilmesi noktasında çalışmalarımızı sürdürüyoruz ve Türkiye, bir yandan, dünya piyasalarıyla bütünleşeceğim diyecek, bir yandan, işte, globalleşen, küreselleşen dünyanın  bir parçası olacağım diyecek ve diğer yönden de, çağdaşlaşma arzusunu ortaya koyacak, değişim arzusunu ortaya koyacak, hızla artan nüfusunun ihtiyacını, hızla sanayileşen ülkenin ihtiyaçlarını karşılayabilme çabasını sürdürecek; diğer yandan, geriye dönüp baktığımızda, yine bu kürsüden ifade edildi; Türkiye, bütün yerli kaynaklarını kullansa dahi, neticede, enerji ihtiyacını karşılayamayacak durumda olacak...

Bununla ilgili, Türkiye'nin projeleri var. Bizden önceki hükümetlerin başlattığı, devam ettirdiği, bizim başlattığımız, devam ettirdiğimiz projeler var; ancak, bu projelerin gerçekleşmesi konusunda, burada, bazı iddialar ileri sürüldü. Bir kısmı doğrudur; yani, madencilik sektörünü geliştirebilmek noktasında, şimdiye kadar bizden önceki hükümetlerin de ileri sürdüğü hususlar var. Bizim, 57 nci hükümet olarak, fikir birliği içinde olduğumuz bir husus var; işte, üç ayrı bakanlık temsilcileri bir araya geldiler, bir toplantı düzenlendi; madencilik sektörünün tek elde toplanması konusunda bir mutabakatımız söz konusu ve inşallah, 57 nci hükümet, Türkiye'de bundan önce gerçekleştirdiği birçok ilkte olduğu gibi, bu konuda da, bir madencilik bakanlığının kurulmasında ve sektörün problemlerinin halledilmesi noktasında önemli ve tarihî bir adımı da atacaktır diye düşünüyorum.

Tabiî, enerji piyasasının yeniden düzenlenmesi, bir yandan anayasa değişikliği... Biz, Enerji Bakanlığı olarak, anayasa değişikliğini takip ettik; müteakiben uyum kanunlarının Meclisten geçirilebilmesi konusunu takip ettik. Şimdi de, masanın bütün ayaklarının tamamlanabilmesi bakımından, enerji piyasası kanunu tasarısını Meclisimizin huzurlarına getirdik. Gerçekten tablo tamamlanmış olacak ve neticede, Türkiye'de, 57 nci hükümet döneminde ve Türkiye Büyük Millet Meclisinin vermiş olduğu anayasa değişikliği kararına paralel olarak, artık, elektriğin üretiminin de, dağıtımının da, satışının da bir rekabet ortamı içinde, şeffaf bir ortamda ve neticede liberal bir ekonomi şartları dahilinde gerçekleştirilebilmesi ve neticede de, burada sağlanacak olan rekabet nedeniyle tüketiciye ulaşacak elektrikteki fiyat düşmeleri, kalitenin sağlanması noktasında da önemli bir adım atılacak.

Tabiî, bu tasarıyla ilgili çalışmalar 1997 senesinde başladı. Meslek kuruluşlarıyla görüştük. Çeşitli platformlarda tartışarak geliyoruz; yani, bir yasa tasarısıyla ilgili, üniversitelerin görüşlerinin alınması usulden değildir; ancak, bu tasarının tartışıldığı platformlarda, her zaman, üniversitelerden temsilciler de oldu, akademik çevrelerin de bu konuda değerlendirmelerini alabilme imkânımız oldu.

Tabiî, burada değerlendirilen konulara kısa kısa değinmek istiyorum; çünkü, biz, bunları değerlendirmediğimiz, değinmediğimiz zaman da deniliyor ki, bu işi duymazlığa geldi.

Şimdi, ben, önce şu üzüntümü dile getirmek istiyorum : Bir hükümette bakanlık görevi yapmış bir arkadaşımızın, bu kürsüden, gelip, "birtakım çıkar ilişkileri" diye, çok genel, çok afakî bir değerlendirme yapması, gerçekten, hoş değil; siyaset adına hoş değil. Geçtiğimiz günlerde bu Mecliste buna benzer şeyler, iddialar ileri sürüldü; ama, neticesi hiç kimse için iyi olmadı.

Doğru olan şudur : Kim ne biliyorsa, nerede ne varsa, çıkacak söyleyecek. Meclis denetimi herkese açıktır ve bu arkadaşımızın üyesi olduğu grubun da, bu denetimleri yerine getirebilme konusunda sayısal bir sıkıntısı da yoktur.

Şimdi, efendim, İran doğalgazının Türkiye'ye getirilmesiyle ilgili, biz, ihaleyi iptal ettik; doğrudur. Doğubeyazıt-Erzurum arasındaki ihaleyi iptal edemedik. Niye edemedik; benden önceki Sayın Bakan, hükümetten ayrılmadan bir gün önce önemli bir avansı ödediği için iptal edemedik. Ben, şimdi "o Sayın Bakan, bu firmayla bir ilişki içindeydi, hükümetten ayrılmış olmasına rağmen, şu kadar avansı ödedi, bir çıkar ilişkisi içinde" dersem, hiç hoş olur mu; olmaz...

Biz, bu ihaleleri iptal ettik ve iptal ettiğimiz ihalelere hemen tekrar çıktık. Tabiî, kredi temini, bu kredilerin Hazinece tasdikiyle ilgili belli bir süre geçti. Şimdi, hep bizim tarafta birtakım gecikmelerin olduğu dile getiriliyor da, nedense, öbür tarafta herhangi bir gecikmenin olduğu dile getirilmiyor. Aslında, orada da gecikmeler söz konusudur. Bir araya gelinerek, bir mutabakata varılmıştır, bir karar verilmiştir.

Yani, siz, düşünebiliyor musunuz, komşu devletimiz, gazı sınıra getirip yaktığında, her yıl 120 milyon dolar take or pay alma imkânı varken, şunun veya bunun hatırı için bu imkânı kullanmadı; hayır... Orada da yapılması gereken imalatlar henüz bitmemişti. O nedenle, bir mutabakata vardık. Gazın işletilmesi konusunda varılan bu mutabakat neticesi, 2001 yılında gazın Türkiye'ye gelmesini sağlayacaktır. Buradaki gecikmenin ana sebepleri meydandadır.

Açıkça ifade ediyorum ve şunu söylemek istiyorum: İran gazıyla ilgili ihaleyi biz devam ettirseydik ve Türkmenistan ile yapmış olduğumuz 16 milyar metreküplük gaz anlaşmasıyla ilgili yeni bir boru hattı inşa etseydik, o zaman, bu kürsüye gelip, bize "daha dün orada ihale ettiniz; o ihaleyi iptal etseydiniz de, yeniden bu boru hattını inşa etmeseydiniz, daha doğru olmaz mıydı" diye soracaktınız. Bunları bir arada düşünmek lazım. Türkmenistan'dan alınan gazı, bir arada, aynı boruda taşıma imkânı elinde olan bir hükümet, bir bakan, herhalde bu imkânı görmezlikten de gelemezdi.

Netice itibariyle, bütçemiz üzerindeki değerlendirmeleri, kısa kısa, yine, dile getirmek istiyorum.

Burada, artık, moda haline geldi; Mavi Akımla ilgili her şey söyleniyor. Mavi Akımı, bu kürsüde biz tartıştık. Şimdi ifade edemeyeceğim tarzda da tartıştık. O tartışmalar esnasında da, biz, ileri sürülen iddialarla ilgili net, açık, anlaşılabilir gerekçeleri, sebepleri ortaya koyduk; ama, şimdi, bir başka arkadaşımız geliyor, hâlâ, Mavi Akım nedeniyle verilen bir krediden bahsediyor. Mavi Akımla ilgili biz kimseye hiçbir kredi vermedik, hiç öyle bir arzu içinde de olmadık. Ha, avans denmeye çalışılıyorsa yanlış bilgi nedeniyle; o gün verilen avans, 52 milyon dolara yakın bir avanstı, bugün, Mavi Akımla ilgili yapılan harcamalar 260 milyon doları buldu. Yani, kredi verilmesi ayrı şey, avansın verilmesi ayrı şey; avansa dayanılarak yapılan harcamaların denetlenmesi, değerlendirilmesi yine ayrı şey.

Yine, bir sayın konuşmacımız, burada, sanayicimize elektrik verilmediğinden bahsetti. Doğrudur, enerji konusunda bir darboğazdayız. Dikkatli bir yönetimle, titiz bir takiple bu darboğazı, Allah'ın yardım ve desteğiyle de, aşacağımız kanaatindeyiz. Ama, açıkça ifade ediyorum; benden elektrik talep edip de, vermediğim tek bir sanayici yok. Kimse o sanayici, lütfen, gelsin; şu andan itibaren istediği kadar elektriği kendisine verebilme imkânına sahibiz. Yani, olmayan birtakım olayları, var gibi göstererek, var olan, yaşanılan birçok olayı da görmezliğe gelerek bu işin içinden sıyrılmak hiç de mümkün değil.

Netice itibariyle, biz, Enerji Bakanlığı olarak, 21 inci Yüzyıla giren Türkiye'nin, 21 inci Yüzyıla yakışır bir Türkiye olabilmesi noktasında çalışmalarımızı hızla sürdürüyoruz ve neticede hedefimiz şudur ki, inşallah, petrol yasa tasarısını da, elektrik piyasası yasa tasarısında olduğu gibi, çağdaş ve liberal bir yasa tasarısı, serbest ekonomiye dayalı bir yasa tasarısı olarak huzurlarınıza getireceğiz.

Neticede, gerek elektrik piyasasında, gerek petrol piyasasında, devletin müdahalesini minimize edeceğiz. Hatta, ortadan kaldıracağız ve sağladığımız bu serbest rekabet ortamı içinde de, tabiî ki, onbeş yıldır sadece 5 ile gidebilen doğalgazı, 57 ilimize ulaştırabilme imkânına kavuşmuş olacağız. Değişen, yenileşen bu Türkiye'de, bu dev gibi projelerle, bir yandan, Hazar'ın doğalgazına ve petrolüne ev sahipliği yapacak; diğer yandan da, Avrupa'ya girme kapısında -daha önce de ifade ettim- bir ınnogate programı çerçevesinde bir elinde doğalgaz bir elinde petrol olan bir ülke olarak hedeflerimizi gerçekleştirme çabasını sürdürüyoruz.

Ben, Meclisimizin, şimdiye kadar olduğu gibi, bundan sonra da, enerji projelerine olan desteğini sürdüreceğine inanıyorum. Bu bütçe imkânlarıyla gerçekleştirebileceğimiz projeler ortadadır; ama, bu bütçe imkânlarının dışında, hazırlanan bu yasal zemine, hazırlanan yasal temel üzerine oturtabileceğimiz projelerimizle ve daha önce, yine Meclisten geçen yasalarla gerçekleştirme çabası içinde olduğumuz projelerle, Türkiye -tekraren ifade ediyorum- 2020 yılına doğru giden bir süreç içinde, sıcak ve soğuk yedeğiyle ve bir daha enerji sıkıntısı çekmeyecek bir ülke olma vasfını, bölgesinde önemli ve lider ülke olma vasfını sürdürecektir; buna inanarak çalışmalarımızı sürdürüyoruz.

Beni dinlediğiniz için sizlere teşekkür ediyor, hepinizi saygıyla selamlıyorum. (ANAP, DSP, MHP ve FP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN - Teşekkür ediyorum Sayın Bakan.

KAMER GENÇ (Tunceli) - Sayın Başkan, Sayın Bakanın daha 12 dakikası var...

ENERJİ VE TABİÎ KAYNAKLAR BAKANI MUSTAFA CUMHUR ERSÜMER (Çanakkale) - Seni niye ilgilendiriyor ki?..

BAŞKAN -Şimdi de, Hükümetin Dışişleriyle ilgili görüşlerini, Dışişleri Bakanı Sayın İsmail Cem ifade edeceklerdir; Buyurun. (DSP, MHP ve ANAP sıralarından alkışlar)

Konuşma süreniz 15 dakika.

DIŞİŞLERİ BAKANI İSMAİL CEM (Kayseri) - Sayın Başkan, sayın milletvekilleri; Dışişleri Bakanlığımızın bütçesini görüşürken, önce, başta Büyük Millet Meclisimiz, bütün siyasî partilerimiz, temsilcileri; hepinize teşekkür etmek istiyorum; çünkü, dışpolitikada ve dışişlerinde güçlü olmak, sadece bir bakanlığın yapabileceği, tek başına yapabileceği bir iş değildir ve bizim gücümüz, Meclisimizdir; bizim gücümüz, her zaman birlikte çalıştığımız Meclisimizin Dışişleri Komisyonudur; Meclisimizin, özellikle Avrupa Birliği Parlamentosuyla ortak komisyonudur, Avrupa Konseyindeki milletvekili arkadaşlarımızdır ve elbette, dışpolitika dediğimiz zaman, bir ülkenin işçisidir, emekçisidir, bir ülkenin işadamıdır, bir ülkenin hocasıdır, bir ülkenin mühendisidir; yani, bütün olarak bizim toplumumuzdur ve biz, bugün, belli işleri belli ölçüde yapabilmekteysek, Türkiyemizin ortak gücü sayesinde yapmaktayız ve bu güce dayanarak yapmaktayız.

15 dakika içerisinde konuları özetlemeye ve üzerinde daha çok durulan konulara değinmeye çalışacağım. Avrupa Birliğiyle ilişkilerimiz, zaman zaman hepimizin, zaman zaman benim de yakındığım kadar fena sayılmaz. Yani, Avrupa Birliğiyle ilişkilerimiz, belli bir doğrultuya, belli bir çerçeveye, belli bir çizgiye oturmuştur ve bu çok önemlidir. Biz, bu Katılım Ortaklığı Belgesiyle, bir büyük dönemeci almış vaziyetteyiz. Bu belgeden sonra, şimdi, ilgili devlet bakanlığımızın, ilgili genel sekreterliğimizin, elbette Dışişlerinin katkısıyla, katılımıyla hazırlamakta olduğu, hazırlayacağı büyük çalışma, Türkiye'nin Avrupa Birliği sürecinde önemli bir dönüm noktası olacaktır.

Yine değinildiği için söylüyorum, bu, NATO'daki son tartışmalar, son görüşmeler... Bu, bir hayli hassas bir konu, savunma boyutu olan bir konu ve sonuç itibariyle, bizim düşündüğümüzün bir bölümünü gerçekleştirebildik, o da şuydu: Son toplantıda karar almak, daha sonra da müzakereye başlamak düşüncesi vardı NATO çevrelerinde. Biz ise, önce müzakere olsun, müzakerenin gelişmesine göre, biz karar alırız; yoksa, peşinen hiçbir şeye evet demeyiz dedik. Bir hayli de zorlu bir tartışma oldu; Türkiyemiz açısından, iyi sayılabilecek bir şekilde sonuçlandı. Şimdi, umuyorum, önümüzdeki dönemde, bu müzakere sürecinde, daha olumlu, daha iyi bir noktaya birlikte ulaşırız NATO içerisinde, NATO'daki ortaklarımızla.

Yine, bu Avrupa Birliği... Avrupa, NATO bağlamında, daha doğrusu Avrupa Birliği bağlamında... Burada, önemli olan çizgidir; önemli olan, ortak bir hedefin paylaşılmasıdır; önemli olan, Türkiye'nin azminin, Türkiye'nin uzun yıllardan beri devamedegelen iddiasının menziline ulaştırılmasıdır. Menzil derken, zaman zaman, bunu çok yazmıştım, bir daha tekrarlamak istiyorum. Türkiye olarak, biz, hele Atatürk'ü de katmaktaysak; Atatürk, hiçbir zaman, Türkiye'nin amacı, iddiası Batılılaşmaktır dememiştir. Atatürk, muasır medeniyetten söz etmiştir, Batı medeniyeti değil; muasır medeniyet sözünü etmiştir. (DSP sıralarından alkışlar) Ayrıca, medeniyet dediğimiz vakit, Atatürk'ün bir başka sözü de vardır. Atatürk, dünyada çok sayıda millet mevcuttur; ama, tek bir medeniyet vardır, o da insan medeniyetidir... Bu da, Atatürk'ün görüşüdür. Dolayısıyla, Atatürk'ün medeniyet anlayışı, şu ya da bu medeniyet modeline bina edilmiş değildir; insan medeniyetidir. Bizim, bu muasır medeniyet ki, muasır medeniyeti paylaşmaktır aslı, muasır medeniyete ulaşmak da değil, muasır medeniyeti paylaşmak, Türkiyemiz açısından, şu ya da bu organizasyonun üyesi olmaya bağımlı değildir; ama, Türkiyemizin, Avrupa Birliğiyle beraberliği, birlikteliği kendi amacımıza götüren yolun kısalması ve kolaylaşması anlamını taşıyor. Bizim bu büyük mücadelemize dış etkenlerin olumlu bir şekilde yansımasını getiriyor. Bu açıdan çok önemlidir. Eminim, hükümetimiz, bunun gereğini yapacaktır. Bu Avrupa Birliği meselesini, şimdi, koalisyon liderlerine ilgili devlet bakanlığı tarafından sunulmuş olan ulusal programı, millî programı bizim hükümetimiz ve hepimiz, umuyorum, böyle bir ayrışmak, birbirimizle çelişmek için değil, Türkiyemizi daha da bütünleştirmek, milletimizi daha da bütünleştirmek, şu Büyük Millet Meclisinde temsil olan bütün düşünceleri daha fazla birleştirmek, bütünleştirmek yolunda bunu kullanacaktır.

Sayın milletvekilleri, kusuruma bakmayın, ben, biraz da, yeni, ağır bir gripten kurtulduğum için burada su içtim, niyetli olan arkadaşlarımızdan özür diliyorum.

Şimdi, bizim, değinilen konulardan bir tanesi Ortadoğu, bir tanesi Ortaasya. Eleştiri elbette olmalı; ama, bence, haksızlık da olmamalı. Şimdi, Ortaasya ülkeleriyle... Bir defa, Ortaasya kolay bir bölge değil. Ortaasya'dan... İşte, zannediliyor ki, Rusya çekildi, gitti, ondan sonra şimdi de geri dönüyor! Yok böyle bir şey. Sizin Ortaasya ülkeleri dediğiniz, en büyüklerden bir tanesinin nüfusunun yüzde 35-40'ı zaten Rus, bir başkasının bir başka oranda aynı şekilde; yani, o kadar kolay değil Ortaasya ve Ortaasya'da bizden önceki hükümetlerin hepsi çok iyi çalıştı, çok iyi temaslar, ilişkiler kurdu; biz, bunları geliştirmekteyiz ve biz, şimdi, daha ileri bir aşamaya, daha akılcı bir aşamaya, daha hesaplı bir aşamaya ulaştırmaktayız Ortaasya ülkeleriyle ilişkilerimizi ve bir şey daha eklemek istiyorum.

Şimdi, mesela, bir sayın sözcümüz diyor ki, 1996-1999 yılları arasında Türkiye'nin ihracatı 700 milyon dolardan 600 milyon dolara veyahut 800'den 700'e düştü, bu nasıl olur; demek ki, biz ilgi göstermedik, demek ki, biz gerilemekteyiz. Şimdi, bunu söylemek için, Ortaasya ülkelerinin ithalatı ne olmuş acaba 1996-1999 yılları arasında, bir de ona bakmak lazım. O dönemde, Rusya'da ekonomik kriz oluyor ve bu ekonomik bunalım nedeniyle, Ortaasya cumhuriyetlerinin, Türkî cumhuriyetlerin ekonomisi perişan oluyor, ne ithalat kalıyor ne bir şey kalıyor ve bu arada, doğal olarak, Türkiye'nin de ihracatı belli bir ölçüde gerilemiş oluyor. Şimdi, biz, bunu, Türkiye'nin ilgisizliğine, başarısızlığına örnek diye getirirsek, bu yanlış olur.

Sonra, denildi ki, Ortaasya'yla ilgilenilmiyor! Yani, gerçekten, bunlar doğru değil. Şimdi, Gürcistan ile Azerbaycan'ı, ben, artık, tam anlamıyla -hani komşu kapısı denilir- komşu kapısı gibi görüyorum; kaç defa gittiğimin, Gürcü Dışişleri Bakanının ve Azeri Dışişleri Bakanının kaç defa bana geldiğinin âdeta hesabını tutamamaktayım, fevkalade yakın ilişkiler içindeyiz.

En son, Azerbaycan'ın hayatî olarak nitelediği, doğru olarak hayatî gördüğü bir konuda -bunu ben söylemiyorum, Sayın Cumhurbaşkanı Aliyev, kendisi, Azerbaycan'da ilan ediyor- Avrupa Konseyine Azerbaycan'ın katılmasında Türkiye'nin büyük katkısı için Sayın Aliyev bize teşekkürler ediyor; bizim Azerbaycan'la ilişkilerimiz bu düzeyde. Aynı şekilde, Gürcistan, Türkmenistan, Kırgızistan, Özbekistan, Kazakistan; en yakın ilişkiler içerisindeyiz. Son zamanlarda, bu ülkelerin hepsine gittim, bu ülkelerin dışişleri bakanları geldi. Özbekistan'la aramızda bir soğukluk mevcuttu -haklı, haksız nedenler, ona girmiyorum- bu soğukluğu ortadan kaldırdığımız gibi... Bunda, sadece Dışişleri Bakanlığının değil, İçişleri Bakanlığının da büyük payı vardır, elbette Silahlı Kuvvetlerimizin de payı vardır; ama, biz, Özbekistan'la bugün, Sayın Cumhurbaşkanımızın imzaladığı çok önemli bir güvenlik anlaşması içindeyiz. Aynı tarzda bir anlaşmayı, aynı tarzda mekanizmaları Kırgızistan'la da oluşturduk. Bugün, artık, Özbekistan ve Kırgızistan, kendi bütünlüğüne yönelik tehditlere karşı, Türkiye'yi çok ciddî bir güvence olarak görmektedir. Kazakistan'la aynı şey... Kazakistan, eskiden, Bakü-Ceyhan'ın sözünü etmezken, Kazakistan, bugün, Bakü-Ceyhan'ın olması halinde, kendi petrolünün belli bir bölümünü, o güzergâhtan taşıyacağının sözünü vermekte, konuşmasını yapmakta, açıklamasını yapmaktadır; yani, bizim Ortaasya ile ilişkilerimiz iyi gidiyor.

Mükemmel mi; değil... Daha iyisi yapılamaz mı; elbette daha iyisi de yapılabilir; fakat, bir gelişme içinde baktığımızda, Ortaasya kardeş cumhuriyetlerimizle, hakikaten iyi ilişkiler içerisindeyiz.

Ortadoğu ve İslam dünyasında, Arap dünyasında da, artık, neredeyse, hakikaten bir alınganlık olacak; çünkü, eğer biz, bir alanda, bir konuda, sadece bir konuda başarılı olabilmişsek, işte, bu konuda başarılı olduk. Yani, hâlâ bize, bir sayın sözcünün söylediği gibi, İslamlarla gelişme yok, Ortadoğu'da,Şarm-el-Şeik'te yokuz, Ortadoğu'da hiçbir şey yapamıyoruz gibi bir yaklaşım... El insaf yani, nereden nereye geldik!... Ortadoğu dediğimiz, bundan iki buçuk, üç yıl önce, İslam Konferansında, Türkiye aleyhindeki paragrafların yumuşatılması için kulis yapıyorduk. Ben yapıyordum, yaptım bu kulisi; gittim, rica ettim, ne olur, ya ayıptır, siz nasıl böyle laflar söylersiniz Türkiye hakkında diye... Son İslam Zirvesinde, son İslam Örgütü Konferansında, zirvede bütün karar suretlerinin, kararların yazımını, işte bizim arkadaşlarımız yazdı. İslam Konferansında alınan kararların son şeklinde en etkili bizim Türkiyemiz oldu. (DSP sıralarından alkışlar) O toplantıda oluşan düşüncelere biz öncülük ettik, o toplantıda herkes bize müteşekkir kaldı. Nereden yola çıktık, ne-reye geldik; yani, özellikle, bu Ortadoğu...

Mesela, ben, son dört hafta sonumu Körfez'de geçirdim. Hafta sonlarından bir tanesinde Suudi Arabistan'ın başkenti Riyad'daydık; yedi yıldır gitmemiş bir Dışişleri Bakanı! Suudi Arabistan'la ilişkilerimiz düzeliyor, o uzun bir gerginlik döneminden sonra. Bir başka hafta sonu -yani, hafta sonu, tabiî, tatil geçirmeye değil, malum, oralarda çalışılıyor, bizim cumartesi, pazarımızda- Oman'ın Başkenti Muskat'taydık; bir başka hafta sonu Doha'daydık; bir başka hafta sonu Kudüs'te ve Kahire'deydik; yani, Türkiye, bugün, Ortadoğu'da, belki de yakın tarihinde olmadığı ölçüde etkili.

Şimdi, söylemesi bana düşmez; ama, geçen gün de tesadüfî, aynı güne denk geldi; mesela, Filistinli Bakan Nabil Şaath -Arafat'ın bu görüşmelerini sürdüren ekibinin başında- Al Hayat Gazetesinde ve El Şarkel Avsat Gazetesinde yayımlanan demecinde diyor ki: "Filistin Halkının uluslararasında bir korumaya sahip olmasında, Türkiye, fevkalade önemli bir rol oynamıştır. Türkiye, El Halil'e gelen Türk kuvvetlerinin deneyiminden faydalanarak, bütün Filistin'i kapsayacak bir model geliştirmiştir. -Bunu biz açıklamıyorduk, onlar açıkladı- 9 uncu Cumhurbaşkanı Sayın Süleyman Demirel vasıtasıyla barış sürecinde çok önemli bir rol oynamaktadır Türkiye." Bunu kim söylüyor; Filistin söylüyor. Aynı gün, İsrail Dışişleri Bakanı Ben Ami de konuşuyor, demeç veriyor ve diyor ki ...

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN - Lütfen tamamlar mısınız.

DIŞİŞLERİ BAKANI İSMAİL CEM (Devamla) - "Türkiye, Ortadoğu barış görüşmelerinde de ilerleme sağlayacak başlıca ülkedir" bunu da, İsrail söylüyor. Çokuluslu Güç'ün, devamlılığı konusunda, genişletilmesi konusunda önemli bir işlev taşımaktadır. Bölgenin kilit ülkelerinden biri olarak, hem Filistinlilerin hem de İsraillilerin bu kadar yakını, dostu olmanın Türkiye'ye, eşsiz bir rol kazandırdığını belirtmekteyim. Biz mi yokuz Ortadoğu'da; yani, eğer, bu, yok olmaksa, biz nasıl var olalım?!

Sayın milletvekilleri, Türkiye, aslında, iyi yoldadır. Hiçbir zaman daha iyisi yapılmaz. Her şey mükemmel iddiasında değiliz, böyle bir iddia zaten boş olur; ama, Türkiye'nin dışpolitikası, kendinden emin bir şekilde gelişmektedir. Türkiyemizin kendinden emin olmasıyla bağlantılıdır. Türkiye, dış siyasette, nereye, niçin, nasıl gitmek istediğini bilen bir Türkiye'dir. Hedefimiz vardır, hedefimize güvenmeliyiz, güvenimizi devam ettirmeliyiz. 21 inci Yüzyılda Türkiyemize önemli işlevler düşmektedir. Bu, hem kendimize karşı bir mükellefiyettir hem insanlık alemine hem de kendi tarihî coğrafyamıza; yani, daha Kuzey Afrika'dan, Balkanlardan başlayıp, Ortadoğu'ya, Kafkasya'ya, Ortaasya'ya uzanan tarihî coğrafyamızdaki insanlara karşı Türkiye'nin mükellefiyeti, sorumluluğu vardır ve Türkiyemiz, kendine güvenerek, asla ve asla kendini büyük görmeyerek; ama, hiçbir zaman, böyle, işaretlerini gördüğümüz sömürgeci zihniyetlerin tuzağına düşmeyerek, kendi yolunda, kendi büyüklüğü ve kendi ciddîyeti içerisinde ...

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN - Mikrofonu, son cümlenizi söylemeniz için açıyorum efendim.

DIŞİŞLERİ BAKANI İSMAİL CEM (Devamla) - Türkiyemiz, kendini elbette büyütmeyerek; yani kendi gözünde büyütmeyerek; ama, Türkiyemiz, zaman zaman uç veren, kendimizi hiçbir şeye layık görmeyen; hep başkaları akıllı, biz akılsız; onlar bizi saptıracak biz sapacağız; onlar bize gösterecek, biz uyuyacağız şeklindeki bu sömürgeci zihniyetinden, şartlanmasından da asla ve asla pay biçmeyerek kendine, kendi doğrultusunda, kendi büyüklüğü içinde, kendi tarihi içinde, kendi tarihî çizgisi doğrultusunda, her şeyin en güzeline, her şeyin en iyisine Türk Halkını ulaştıracaktır.

Bu inançla, bu güvenle, hepinize saygılar sunuyor, teşekkürler ediyorum efendim. (DSP, MHP, ANAP ve FP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN - Teşekkür ediyorum Sayın Bakan.

Müzakerenin son konuşması, şahsı adına, İstanbul Milletvekili Sayın Hüseyin Kansu'ya aittir.

Buyurun Sayın Kansu. (FP sıralarından alkışlar)

Süreniz 10 dakika.

HÜSEYİN KANSU (İstanbul) - Sayın Başkan, sayın milletvekilleri; Dışişleri Bakanlığı 2001 yılı bütçesi üzerinde, şahsım adına, aleyhte söz almış bulunuyorum, Genel Kurulu saygıyla selamlıyorum.

Bu vesileyle, ben, son günlerde dışpolitika gündemimizin birinci sırasına yükselen, anlaşıldığı kadarıyla da önümüzdeki yılların gündemini belirleyecek olan Avrupa Birliği üyelik sürecimiz ve Katılım Ortaklığı Belgesi hakkındaki görüşlerimi arz etmek istiyorum.

Sayın Başkan, sayın milletvekilleri; yazılı ve görsel basınımıza göz attığımızda, Katılım Ortaklığı Belgesi tartışmalarıyla, şu beş meselenin önplana çıktığını görüyoruz: Bu meseleler, Kıbrıs meselesi, Ege meselesi, Kürtçe televizyon meselesi, Millî Güvenlik Kurulunun Türk siyasetindeki rolü ve idam meseleleridir. Belgenin insan hakları ve özgürlüklerle, ekonomik ve sosyal boyutları, maalesef, kamuoyumuzda yeterince tartışılmamış, tartışılsa bile, bu beş meselenin gölgesinde kalmıştır. Oysa, Katılım Ortaklığı Belgesi, bu beş meseleden ibaret değildir. Evet, belki en çok tartışma doğuracak olanlarıdır bunlar; ama, cımbızla ayıklamaya kalksak da, ancak bunları bulurduk belgede.

Katılım Ortaklığı Belgesi taslağının "Kısa Vade 2001 Güçlendirilmiş Siyasî Diyalog ve Siyasî Kriterler" başlığının büyük bir kısmının, insan hakları ve özgürlüklerin geliştirilmesi konusuna hasredilmiş olduğunu görüyoruz. Ekonomik ve sosyal konularda da, değişik toplumsal kesimlerimizce, çok geniş bir kabule şayan olabilecek kriterler ve ifadelerin yer aldığını görüyoruz. Çalışan kesimlerimizin de dile getirdiği gibi, ilk defa, bu belgede, çok kapsamlı sosyal boyut içerilmiş, zaten, bugün, Türkiyemizde, tartıştığımız, çözüm yolları aradığımız sorunlar sıralanmıştır.

Sayın Başkan, sayın milletvekilleri; öyle görülüyor ki, Katılım Ortaklığı Belgesi, hem Avrupa Birliğinin hem de Türkiye'nin birbirleri hakkında samimiyetini test etmeye sağlayacak bir süreci başlattı ve bu süreç devam ediyor. Avrupa Birliğinin Türkiye hakkındaki samimiyetinin test edildiği nokta, özellikle, Kıbrıs meselesi ve Yunanistan'la aramızdaki sorunlar vesilesiyle belirgin hale gelmektedir.

Kıbrıs meselesinin çözümünü ve Yunanistan'la Ege'deki anlaşmazlıklarımızı Türkiye'nin Birliğe girme şartı olarak koyacaksınız; ama, bir yandan, Yunanistan Birliğin içerisinde olacak, diğer yandan, bütün bunlara rağmen, Güney Kıbrıs'ı da Birliğe dahil etme niyet ve kararlılığında olacaksınız. Bu durumda, Kıbrıs'ın, Yunanistan'ın sorunları kiminle veya tersinden söylersek, Türkiye'nin sorunları kiminle diye sormak lazım. Bu gerçek ortadayken, bir tarafa "evet" öbür tarafa "sorunlarını hallet, öyle gel" derseniz, bu, Güney Kıbrıs ve Yunanistan'ın elini güçlendirmek olur; elbette, samimiyetiniz tartışılır.

Yine, vize ve serbest dolaşım konusunda kendi vatandaşlarınızın Türkiye'ye gelmesi için en ince ayrıntıları düzenleyeceksiniz; ama, bizim vatandaşlarımızın Birliğe üye ülkelere girmesini önlemek için, engeller sıralayacaksınız, serbest dolaşım hakkı vermeyeceksiniz.

Türkiye, Avrupa Birliğiyle ilişkilerinin sürdürülebilirliğini dikkate alarak, her iki konudaki tezlerinde de ısrarcı olmalıdır.

Sayın Başkan, sayın milletvekilleri; Avrupa Birliğiyle ilişkilerimizde her geçen gün daha belirginleşen, bizim samimiyetsizliğimiz ise, Batı'yla ilişkilerimizi, hatta, çağdaşlaşma ve batılılaşma hedeflerimizi bile sorgulanır hale getirecek boyutlar kazanmaktadır. Hepinizin malumudur ki, Türkiye'nin yakın tarihi, büyük ölçüde, batılılaşmaya verilen farklı cevapların ve bu cevapların birbiriyle etkileşiminin tarihidir. Evet, batılılaşma; yani, Osmanlılardan itibaren İttihat Terakkiye, milliyetçilikten İslamcılığa kadar, Türkiye'de siyasî hareketlerin temel duruşlarını belirleyen ana konu olagelmiştir daima.

Ancak, batılılaşmanın, bugün, kamuoyumuzda sergilenen ikircikli, samimiyetsiz tavırları da belirlediğini düşündüğüm bir yönü daha vardır. Batılılaşma tabirimi mazur görün; hep, devletin halkı adam ettiği bir denetim mekanizması olarak algılanmış, kullanılmıştır bugüne kadar. Belki de bu yüzden, Batı'nın devletimizin varlığını ve bölünmez bütünlüğünü tehdit ettiğine ilişkin bir zihnî travma da, hep, var olagelmiştir aramızda. Bu travmayla, en batıcımız bile, Batı'dan korkmuş, batılılaşmayı Batı'ya karşı bir savunma mekanizması olarak algılamıştır. Oysa, bugünün Türkiye'sinde, batılılaşma, devletin halkı adam ettiği bir denetim mekanizması olmaktan çıkıp, halkın devleti denetlemesine imkân veren bir anlam kazanıyor artık. Belki de bu yüzden, bu süreç, en batıcılarımızı bile ürküten bir hal almaya başladı. Belki de, Katılım Ortaklığı Belgesi tartışmalarıyla kamuoyumuzda bir kez daha hissettiğimiz samimiyetsizlik bu yüzden; sudan bahanelerle oyundan kaçmaya çalışmak, mızıkçılık etmek bu yüzden. Oysa, her alanda birbirine gittikçe daha bağımlı hale gelen, entegre olan, küreselleşen bir dünyada, Türkiye'nin, içe kapalı bir siyaset ve toplum yapısıyla ayakta kalamayacağını, artık, görmemiz ve ona göre hareket etmemiz gerek. O halde, izlememiz gereken, ya hep ya hiç siyaseti değil, yol boyunca siyasetidir. Bu açıdan bakınca, bizim için, mesele, Avrupa Birliğine girip girememe meselesi değildir aslında, Avrupa Birliğiyle ilişkilerimizi devam ettirip ettirememe meselesidir. Zaten, meseleye böyle yaklaşırsak, önümüzün daha açık olduğunu da göreceğimizi umuyorum.

Nitekim, Avrupa Birliğinin oluşum ve gelişimi ile bizimle olan ilişkilerinin tarihine bakınca, hep bu yol boyu siyasetinin izlendiğini görürüz. Belki, başarılarının sırrını da burada aramak gerekir. Evet, Avrupa Birliği kendi arasındaki ilişkileri, hep birkaç boyutta götürerek bugünlere gelmiştir. O yüzden, dar anlamda bir ekonomik işbirliğiyle başlayan birliktelik, bugün gelinen noktada, sosyal ve siyasal birlikteliği de kapsar hale gelmiştir. Bu boyutlardan birisinde işler tıkanınca, hemen sürece yayılmış; ama, diğer alanlarda ilişkiler derinleştirilerek sürdürülmüştür; yani, ya hep ya hiç denilmemiştir hiçbir zaman. Mesela, siyasî boyut tıkanmışsa, ekonomik boyutu önce çıkarak, yollarına devam etmişlerdir.

Bu açıdan bakıldığında, 90'lı yıllara kadar, Avrupa Birliğinin ortak bir sosyal politikasının oluşturulamadığını görürüz; ama, bugün var; ortak bir güvenlik politikasını, bugün, daha yeni oluşturmaya çalışıyorlar. Ortak bir dışpolitikası bugün hâlâ yok; ama, bu, yarın olmayacak anlamına gelmiyor.

Sayın Başkan, sayın milletvekilleri; Avrupa Birliğinin Türkiye ile ilişkilerinde, hep bu yol boyu siyasetini görüyoruz. Belki de bu yüzden, iki yıl önce Lüksemburg'ta sergiledikleri tavır ile iki yıl sonra Helsinki'de sergiledikleri taban tabana zıt tavrı anlayamıyor, belki de şaşırıyoruz. Oysa, bunda şaşıracak bir şey yok. Avrupa Birliği, bugün, Avrasya'nın tam merkezindeki konumu ve bu potansiyeliyle Türkiye'yi görmezlikten gelemez; nitekim, gelememiştir ve gelemiyor. Belki, bu hazmı zor bünyeyi arasına katmayı göze alamıyor; ama, tekrar ediyorum, bizim için, mesele, Avrupa Birliğine girip girememe meselesi değil, Avrupa Birliğiyle ilişkilerimizi devam ettirip, ettirememe meselesidir; mesele, ilişkilerimizin sürdürülebilirliğidir. Bu sebeple, süreci doğru algılayıp, Avrupa Birliği ile hangi alanda, ne kadar gidebileceğimize, toplumsal bir uzlaşmayla, artık, karar vermeliyiz. Unutmayalım ki, en kötü karar, kararsızlıktan daha iyidir. Zira, yönümüzü Batı'ya döneli iki yüz yıl, Avrupa Birliğine baş vuralı kırk küsur yıl olmuşken; bu projenin sonucunu göremeyen nesillerimizden sonra, bizim neslimizin kafasında da, artık, soru işaretleri oluşuyor. O yüzden, bu kararımız ilişkilerimizin sürdürülebilirliği yönünde olmalı, tepkisellikten uzak kalarak, ya hep ya hiç biçiminde tezahür etmemelidir. Bu düşüncelerle sözlerimi tamamlarken, 2001 Malî Yılı Dışişleri Bakanlığı Bütçesinin milletimize hayırlı, uğurlu olmasını diliyor, Genel Kurulu saygıyla selamlıyor, milletimizin yaklaşmakta olan bayramlarını ve sizlerin bayramlarınızı da tebrik ediyor, saygılar sunuyorum. (FP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN - Teşekkür ederim Sayın Kansu.

Sayın milletvekilleri, böylece 12 nci tur görüşmeleri tamamlanmış bulunmaktadır.

Şimdi sorulara geçiyoruz.

KAMER GENÇ (Tunceli) - Sayın Başkan, ben buradan soru sormuştum, geçen gün zatıâlinize de sordum; ama, biz burada olmadığımız zaman, arkadaşlar geliyorlar, soru sorup gidiyorlar. Bu arkadaşlar kendilerini çocuk bahçesinde zannediyorlarsa, biz kendilerine bir oyuncak verelim, gitsinler, çocuk bahçesinden oynasınlar!

BAŞKAN - Sayın Genç, o ihtimale karşı, giren arkadaşları, biz, kayda aldık; silinse dahi, biz, buradan okuyacağız; ama, tabiî, mikrofonun açılmasında problemler çıkacak. Temenninize, tavsifinize katılmadan, katılıyorum efendim.

KAMER GENÇ (Tunceli) - Siz katılmayabilirsiniz:ama...

MURAT SÖKMENOĞLU (İstanbul) - Burada elektronik fareler var.

BAŞKAN - Hayır, temenninize katılıyorum; ama, tavsifinize katılmadan katılıyorum.

Şimdi, biliyorsunuz 20 dakikamız var; bunun 10 dakikası soru, 10 dakikası cevap olacak. 30 arkadaşımız soru sormak üzere elektronik cihaza girmiş bulunuyor. Ben yalnız 12 tanesinin ismini okuyacağım: Sayın Seyda, Sayın Levent, Sayın Erek, Sayın Dayanıklı, Sayın Çelik, Sayın Sökmenoğlu, Sayın Kılınç, Sayın Gönül, Sayın Şen, Sayın Öztek, Sayın Yıldırım, Sayın Bozyel.

Şimdi, Sayın Seyda'dan başlayacağız. Yalnız, biz tekrarlamaktan bıktık, siz de dinlemekten bıktınız zannediyorum; lütfen, gerekçesiz, kanaat ve mütalaa eklemeksizin, yalın bir şekilde soruları soralım ki, diğer arkadaşlarımıza da zaman kalsın.

Sayın Seyda, lütfen, kime yönelteceğinizi de belirterek sorunuzu sorunuz.

Buyurun efendim.

ABDULLAH VELİ SEYDA (Şırnak)- Sayın Başkanım, delaletinizle, Sayın Enerji Bakanımızdan, aşağıdaki sorularımın cevabını talep ediyorum:

1. Silopi Ovasını sulayacak olan Çağlayan Barajının, güvenlik nedeniyle faaliyeti durdurulmuştu. Faaliyeti durdurulan Çağlayan Barajı ne zaman işletmeye açılacaktır?

2. Ülkemizde serbest piyasa ekonomisi uygulanmakta iken, Habur Sınır Kapısında TPIC'in tekelci uygulamalarını ne zaman kaldırmayı düşünüyorsunuz?

3. Şırnak TEDAŞ İl Müdürlüğünde personel yetersizliği nedeniyle hizmetler aksamaktadır. Örneğin, Hakkâri TEDAŞ İl Müdürlüğünde 250 personel varken, Şırnak'ta sadece 130 personel vardır. Yeni personel ataması yapmayı ne zaman düşünüyorsunuz?

Teşekkür ediyorum.

BAŞKAN- Teşekkür ediyorum.

Sayın Levent, buyurun.

MÜKERREM LEVENT (Niğde)- Sayın Başkan, aracılığınızla, Sayın Bakanlarıma aşağıdaki soruları yöneltiyorum:

Sayın Bakanım, Niğde'de, patates köylüsünün TEDAŞ'a olan 2000 yılı borçları bu ayın sonunda istenmektedir; ancak, bu köylülerin patatesi ambarlarda; daha satılmadı. Köylüm zor durumda. Sizden, Niğdeliler adına, bu borçların şubat sonuna kadar ertelenmesini rica ediyorum.

Niğde'de devam eden Gebere-2 ile Postallı Barajlarına 2001 ödeneğini, bu sene bitirecek şekilde verecek misiniz? Zira, on senedir devam ediyor.

Azatlı Baraj Gölü için Konya bölgesi etütleri yapıldı. Bu sene Sayın Genel Müdürüm söz verdi. 2001 programına alınması müjdesini veriyor musunuz?

Dikilitaş Barajının sulama kanalları 2001'de bitecek mi?

Niğde, doğalgaza ne zaman kavuşacak? Şirketlerini kurduk, sizden müjde bekliyoruz.

Adana Eyner bölgesinde ihalesi yapılan ve İmamoğlu Ovasını sulayacak Yedigöze barajı inşası ne zaman başlayacak? Adana Milletvekili Metanet Çulhaoğlu tarafından bana yönlendirildi.

Teşekkür ediyorum, saygılar sunuyorum.

BAŞKAN- Teşekkür ederim.

Sayın Erek, buyurun efendim.

ALİ ŞEVKİ EREK (Tokat)- Sayın Başkanım, Dışişleri Bakanımıza ve Enerji Bakanımıza sorularımı arz ediyorum:

1. Putin'in birkısım Türk cumhuriyetlerini ziyaretle, ekonomik ve savunma içerikli anlaşmalar yapması, acaba, ileride, Türk cumhuriyetleri ile Rusya arasında "tek para, tek ordu" gibi bir tehlikeyi beraberinde getirir mi?

2. Üç yılı aşkın Dışişleri Bakanlığınız sırasında, Türk cumhuriyetlerine, ayrı ayrı, kaç ziyaretiniz oldu?

3. "Avrupa Birliğine bir iki yılda gireriz" şeklindeki beyanlarınız muvacehesinde, yeni genişlemede, on yıllık perspektif içinde mütalaa edildiğimizde, Türkiye Cumhuriyetinin on yıllık perspektifin dışında kalması, bir iki yılda girme sözüyle ne ölçüde bağdaşıyor?

Enerji Bakanımıza da sorularım var efendim.

54 üncü hükümetten evvel ele alınan Bakü-Ceyhan petrol boru hattının, dört yıldan beri -aynen ifade ediyorum- "tamam, bitti; bitti, tamam" şeklindeki müjdeleri sonunda, çok önemli bir aşamaya geldiğini, Sayın Bakanın ağzından öğreniyoruz. Gerçekte, Bakü-Ceyhan Boru Hattı Konsorsiyumunun ekonomik problemlerinin halledildiğine inanıyor musunuz? Bu konudaki kesinliği, Türkiye Büyük Millet Meclisinin huzurunda teyit edebilir misiniz?

Mavi Akım Projesi devreye girdiğinde, Türkiye Cumhuriyeti, doğalgaz bakımından, hangi ülkelere, ne ölçüde bağımlı kalacaktır?

Son sorum, Tokat-Ormandibi-Katarak dere ıslahı, Tokat-Sulusaray-Alpudere Barajı, Tokat-Çamlıbel-Güzelce Barajı, Tokat, Yozgat ve Amasya'yı kapsayan Yukarı Çekerek Barajı, Tokat-Yukarı Yeşilırmak-Kazova İkinci Merhale projelerine 2000 yılında kaç lira harcadınız, 2001 yılında kaç lira harcamayı kararlaştırdınız? Bu projelerin, şu an itibariyle, parasal ve fiziksel gerçekleşme yüzdesi ne kadardır?

Teşekkür ederim.

BAŞKAN - Teşekkür ederim.

Sayın Dayanıklı...

BAYRAM FIRAT DAYANIKLI (Tekirdağ) - Sayın Başkan, aracılığınızla, Enerji Bakanımıza şu soruları yöneltmek istiyorum:

1. Rusya'nın BOTAŞ'a sattığı 10 milyar metreküp doğalgazın 4 milyar metreküpünün farklı bir fiyatla BOTAŞ'a satıldığı doğru mu? Neden?

2. Amerika Birleşik Devletleri Hükümetinin petrol işlerinden sorumlu temsilcisi John Wolfe tarafından, dünyada en çok konuşulan -parantez içinde söylüyorum- kâğıt boru hattı; yani, Bakü-Ceyhan Projesinin ekonomik yönünün henüz tam olarak açıklığa kavuşmadığı söyleniyor. Yorumunuz nedir?

3. Doğalgaz boru hatlarına finansman sağlayan şirketler, sağladıkları krediler için, bu piyasada, dolar bazında yüzde kaç kazanç bekliyorlar?

4. Türkmen Doğalgaz Projesinin gerçekleşmesi, Rusya'nın Türkmenistan'la taahhüde girmesi ve Türkmenbaşı'nın Hazar geçişli projelere destek bulamaması nedeniyle zor görünüyor; katılıyor musunuz?

5. Belediyeler, doğalgaz dağıtımı ve işletmesiyle ilgili özel sektör ortaklıklı şirketler kuruyor. Ülkemizde, tüm belediyelerin, bu kurdukları ortaklık şirketlerinin yapıları ve sermayeleri konusundaki tüm bilgileri internet sitenizde yayınlayabilir misiniz?

6. Yap-işlet-devret modeli kapsamındaki projelerde, firmalar, toplam olarak 313 milyon dolar indirim yapmış. Hangi projede ne indirim yapılmıştır? İşletme hakkı devri projelerinde, firmalar, fizibilitelerinde belirtilen kredi faiz oranları altında kredi temin edebildikleri takdirde, aradaki farkı teklif fiyatlarından düşeceklerini taahhüt etmiş. Bugüne kadar, kimler, hangi koşulda, ne kadar kredi temin etmiş ve hangi indirimi yapmıştır?

7. Doğalgaz fiyatları gittikçe yükseliyor. Değişik sanayicilerin, farklı fiyatlardan doğalgaz aldıkları iddiası var. Milletvekili olduğunuz bölgenizdeki Çanakkale Seramik Fabrikası, yüksek fiyattan doğalgaz aldığı için, üretimi durduracakmış; haberiniz var mı?

BAŞKAN - Bitirelim efendim. Lütfen...

BAYRAM FIRAT DAYANIKLI (Tekirdağ) - Son bir iki sorum...

Azerbaycan Şah Denizinde, 1999 yılında, önemli gaz yatakları bulundu. Bakü-Ceyhan petrol boru hattının yapımı, gaz boru hatlarıyla eşleştirilmez ise, EBRD; yani, Avrupa Bankası, bu projeyi destekleyeceğini söylüyor. Yorumunuz nedir?

Son olarak da şunu soruyorum: Enerji Bakanlığı icraatları konusunda halkı bilgilendirme, şeffaflaşma yolunda önümüzdeki dönemde hangi adımlar atılacaktır? Özellikle web sitenizin, bu şeffaflaşmaya faydalı olması yönünde katkılarınızı bekliyorum.

Teşekkür ederim.

BAŞKAN - Teşekkür ederim.

Efendim, Sayın Çelik, kürsüde olduğu için, sırasını Sayın Yıldırım'a veriyor.

Buyurun Sayın Yıldırım.

MEHMET SADRİ YILDIRIM (Eskişehir) - Sayın Başkan, aracılığınızla aşağıdaki sorularımı Sayın Enerji Bakanından sormak istiyorum:

1. Ülkemiz bir tarım ülkesidir. Verim alabilmek ve sulama yapmak için yeni barajlara ve sulama göletlerine öncelik vermeyi düşünüyor musunuz? Ayrıca, tarlada sulama için kullanılan elektrik ücretlerini düşürmeyi düşünüyor musunuz?

2. Elektrik trafo ve şebekelerin yıprandığı ve eskidiği sizce de malumdur. Ülkeyi karanlıkta bırakmamak için, acilen, köylerin, ilçelerin ve şehirlerin hat ve şebekelerini yenilemeyi düşünüyor musunuz?

3. Türkiye'deki petrol aramalarının son durumu nedir? Hangi firmalara arama izni verilmiştir? Türkiye Petrolleri Anonim Ortaklığının yurtdışı faaliyetleri ne aşamadadır?

4. Bilindiği üzere, enerji kayıpları yüzde 21'ler civarındadır. Bu oranın düşürülmesi için ne gibi tedbirler alınmaktadır? Yüksel gerilim hatlarına yeni ilaveler var mıdır?

Teşekkür ediyorum.

BAŞKAN - Teşekkür ediyorum.

Buyurun Sayın Sökmenoğlu.

MURAT SÖKMENOĞLU (İstanbul) - Sayın Başkanım, delaletinizle Sayın Bakandan şu sorumu sormak istiyorum:

Üç sayın genel başkanın acil plana alınmasında hemfikir olduğu Hatay Amik Ovası Reyhanlı Barajının akıbeti niçin meçhule terk edildi? Yap-işlet-devret yöntemi niçin bu konuda düşünülmüyor?

Saygılarımla.

BAŞKAN - Teşekkür ederim.

Buyurun Sayın Kılınç.

HİDAYET KILINÇ (İçel) - Sayın Başkan, aracılığınızla Sayın Enerji Bakanımızın aşağıdaki sorularımı cevaplandırmasını arz ederim:

Silifke Göksu Nehri üzerinde kurulması düşünülen Gayrektepe Baraj çalışması yirmibeş yıldır devam etmektedir. Hatta, sosyal tesisleri dahi bitirilmiştir; ama, barajın yapımı konusunda hiçbir ciddî faaliyet yoktur. Sayın Bakanım, bu baraj yapılacak mı? Yapılacaksa temel atma tarihi belli midir?

İkinci sorum da şudur: Anamur Dragon Çayı üzerindeki Alaköprü Barajı yapılacak mı? Yapılacaksa, genel bütçeden mi yapılacak, yoksa, yap-işlet-devret modeliyle mi yapılacaktır ve temel atma tarihi belli midir?

Teşekkür ediyorum.

BAŞKAN - Teşekkür ederim.

Sayın Ali Rıza Gönül adına, Sayın Kemal Çelik; buyurun.

KEMAL ÇELİK (Antalya) - Sayın Başkanım, her iki bakanıma da ayrı ayrı sorularım var ve ilk sorum Sayın Dışişleri Bakanımıza.

Hükümetinizce, Kuzey Irak politikasında, Irak'ın toprak bütünlüğünü korumak ilkesi çerçevesinde Saddam'la ilişkileri geliştirmeye yönelik adımlar atılmıştır. Bu arada, Ankara sürecinden ayrılınması sonucunda, Kuzey Irak'ta, millî parası, bayrağı ve eğitim sistemiyle yeni bir devlet oluşumu hızla yol almaktadır.

Bu kapsamda, Türkmenlerin de devre dışı bırakıldığını esefle izlemekteyiz. Oysa, Ankara sürecinde, Türkmenler, Kürtlerle eşit statüde masaya oturmuşlardı.

Sorum şu : Yeni Amerikan hükümetinin Saddam'lı bir Irak düşünmediği göz önüne alınarak, Türkmenlerin de yeniden devreye girebileceği bir Kuzey Irak politikanız var mı? Varsa, bu politikanın ana hatlarını sözlü veya yazılı olarak tarafıma açıklayabilir misiniz?

Sayın Enerji Bakanıma sorularımı arz ediyorum.

Bilindiği üzere, yap-işlet-devret projelerinin önünü kesen hukukî problemler, Ocak 2000 tarihinde 4501 sayılı Kanunla ortadan kaldırılmıştır. Üzerinden, yaklaşık bir yıl geçmesine rağmen, hangi projelerin temeli atılmıştır? Atılmamış ise nedenleri nelerdir?

Yine, bilindiği üzere, yap-işlet projeleri 1997 tarihinde ihale edilmiştir. Bu projelerin ihale şartnamesine göre, herhangi bir değişikliğin yapılması önlenmişti. Halihazırda imzalanan bu sözleşmelerde değişiklik yapılmış mıdır? Yapılmışsa, ne gibi değişiklikler yapılmıştır? Ne karşılığında yapılmıştır?

Yine, 3096 sayılı Kanuna göre yapılan işletme hakkı devir ihalesine göre, Yatağan, Yeniköy, Kemerköy projeleri ayrı ayrı ihaleye çıkmışken, bir firmanın, üç tesise birden teklif vererek, daha ucuz elektrik fiyatı vermesi nedeniyle tercih edilmesi, ihalenin ruhuna uygun mudur? Eğer uygunsa, diğer firmalardan da böyle bir teklif alınmış mıdır; ki, 3096'ya göre mümkündür? Alınmamış ise, bu firmanın, dönemin etkin kişi ve makamlarına yakınlığının rolü olmuş mudur?

Teşekkür ederim.

BAŞKAN - Teşekkür ederim.

Sorular için ayırdığımız süre aşıldı.

Şimdi cevapları bekliyoruz.

MURAT SÖKMENOĞLU (İstanbul) - Sayın Başkan, Enerji Bakanından başlayalım.

BAŞKAN - Sayın Enerji Bakanından başlıyormuşuz.

Buyurun Sayın Bakan.

ENERJİ VE TABİÎ KAYNAKLAR BAKANI MUSTAFA CUMHUR ERSÜMER (Çanakkale) - Sayın Başkan, kıymetli üyeler, soru soran arkadaşlara teşekkür ediyorum. Gerçekten, çok geniş, uzun cevap gerektiren sorularla karşılaştım. Tabiî, soruların, burada ceaplandırabileceğim kısmını burada cevaplandıracağım, diğerlerini de yazılı olarak sunacağım.

Sayın Başkan Yardımcımız Reyhanlı Barajıyla ilgili bir soru sordu. Bu baraj, gerçekten, DSİ olarak bizim de yapmayı düşündüğümüz, planladığımız bir proje, Amik Ovası bakımından önemli bir proje; ancak, biz, Devlet Planlama Teşkilatına ihale izni için yazı yazdık, henüz bir cevap alamadık. Bu projenin yüzde 10'unu bize tahsis ederlerse, biz ihalesini yapmaya hazırız.

Yap-işlet-devret tarzında sulama projelerine pek talip olmuyor; ancak, ikili anlaşmalarla, hükümetlerarası protokollerle, tamamı kredili, anahtar teslimi yapılması konusunda, ülkeler arasında imzalanan protokollerden birine teklif edilmesi, Bakanlar Kuruluna tarafımdan iletilecek. Eğer kabul görürse, bu yöntemle, bu projenin gerçekleştirilmesi mümkün olur diye düşünüyorum.

MURAT SÖKMENOĞLU (İstanbul) - Teşekkür ederim Sayın Bakan.

ENERJİ VE TABİÎ KAYNAKLAR BAKANI MUSTAFA CUMHUR ERSÜMER (Çanakkale) - Tabiî, özellikle, tarımsal sulama borçları hepimizin merak konusu. Bu konuyu, özellikle çiftçilerimizin yakinen takip ettiği bir konu olduğu için dile getirmeye çalışıyorum. Ben, üç yıla yakın bir süredir Enerji Bakanlığı yapıyorum. Her yıl, Enerji Bakanlığında ve çiftçilerimizde bir alışkanlık var; bir önceki yılın borçlarını, bir sonraki yılın, genellikle ekim ayına erteliyoruz. Biz, yıllardır, bu ertelemeyi yaparak bugüne geldik; ancak, uygulamakta olduğumuz istikrar programı ve KİT'ler arasında imzalanmış olan protokol nedeniyle, bizim, TEDAŞ Genel Müdürlüğümüzce veya Enerji Bakanlığı olarak bu ertelemeyi yapabilmemiz söz konusu değil. Şu anda, bendeki rakamlar, toplam 79 trilyon liradır. Bu 79 trilyon liranın 42 trilyon lirası ana borç ve 37 trilyon lirası da faiz borcudur. TEDAŞ Genel Müdürlüğümüz, bu ertelemeyle ilgili bir çalışma yapıp Bakanlığa intikal ettirmiştir. 20 Haziran 2001 tarihine kadar ana borcun ödenmesi kaydıyla, burada bir erteleme yapılabilmesi hususunu bize ilettiler. Ben de konuyu Başbakanlığa ileteceğim. Neticede, eğer hükümetimiz gerekli görürse, bir Bakanlar Kurulu kararıyla bu borç ertelemesinin yapılabileceğinin mümkün olduğunu belirtmek istiyorum.

TEDAŞ'ın yapmış olduğu yatırımlar, 2001 yılı itibariyle yüzde 35 artarak, gerçekleşmektedir ve toplam 350 trilyon liralık bir yatırım gerçekleştirmeyi planlıyoruz.

Sayın Dayanıklı'nın belirttiği hususları, biz, elimizden geldiğince, zaten, kamuoyuyla paylaşma çabası içinde oluyoruz.

Diğer belirttiğiniz hususlarla ilgili yazılı cevap vereceğim; ancak, doğalgaz dağıtımıyla ilgili kurulmuş bulunan belediye şirketlerinin içyapılarının benim tarafımdan internette yayınlanması mümkün değil. Çünkü, bu kurulan şirketlerin Enerji Bakanlığıyla uzaktan yakından hiçbir ilgisi yok ve kurulan hiçbir belediye şirketine Enerji Bakanlığınca da hiçbir imtiyaz hakkı verilmemiştir; zaten, verilemez, bizim böyle bir yetkimiz de yok. Kurulmuş bulunan şirketler, bütün mahallî idarelerin yapması gerektiği gibi, bir anonim şirkete üye olabilmeleri, ortak olabilmeleriyle ilgili bir yetki alımıdır. Yani, bunlar müracaat ediyorlar, İçişleri Bakanlığının teklifiyle Bakanlar Kurulundan yetki alıyorlar.

Şu anda hükümetimizde tartışılan önemli konulardan biridir. Eğer, petrol yasasıyla getirmeye çalıştığımız liberal ortamı sağlayabilirsek ve petrol denetleme kurulunu kurabilirsek, neticede, bütün bu işlemler bu kurul tarafından gerçekleştirilecektir. İki yol vardır önümüzde; ya Enerji Bakanlığı bünyesinde bütün bu müracaatları değerlendirerek, gerçekten bir yıl sonra doğalgaza kavuşacak, doğalgaz boru hattı önlerinden geçen illerimizde ve ilçelerimizde bu şirketleri kuracağız ve bu şirketlerle ilgili bir ihale ortamı hazırlayacağız veyahut da petrol kanununda verilecek olan yetkiyle BOTAŞ'ın ikiye bölünmesi ve neticede bu sonucun alınması sağlanacak. O nedenle, benim bu hususta internette yayınlayabileceğim herhangi bir husus söz konusu değildir.

Değindiğiniz diğer konularla ilgili de, elimdeki bütün bilgileri, gerek Meclisle gerek kamuoyuyla her zaman, her zeminde paylaşma imkânını zaten araştırıyorum, bu önerinizi yerine getireceğim, hiçbir endişeniz olmasın.

BAŞKAN - Tamamlıyor musunuz efendim, süremiz doldu.

ENERJİ VE TABİÎ KAYNAKLAR BAKANI MUSTAFA CUMHUR ERSÜMER (Çanakkale) - Doldu mu efendim?..

BAŞKAN - Evet, lütfen, süratle...

ENERJİ VE TABİÎ KAYNAKLAR BAKANI MUSTAFA CUMHUR ERSÜMER (Çanakkale) - Bir de Bakü-Ceyhan'la ilgili, yine, genelde merak edildiği için, bir hususu dile getirmeye uğraşacağım. Biz, Enerji Bakanlığı görevini deruhte ettiğimizden bu yana, hiç, öyle, bizden önceki hükümetlerin yaptığı gibi, ne Ortaasya projelerini ne de Bakü-Ceyhan projesini, bitti, bitiyor, şöyle oldu veya böyle oldu manasında, içpolitikada malzeme yapmak ihtiyacında olmadık, şimdiye kadar yapmadık, bundan sonra da yapmayacağız; ama, açıkça ifade ediyorum, gerçekten, geçtiğimiz ay Devlet Konukevinde imzalamış olduğumuz sponsor anlaşması, bu konuda yapılacak son anlaşmadır, başka herhangi bir anlaşma yapılmasına ihtiyaç yoktur ve yine, şu anda, bu sponsorlar, belirtilen takvime uygun olarak, temel mühendislik çalışmalarına, arazi çalışmalarına başlamışlardır. Müteakiben, yine, programa uygun olarak, detay mühendislik, inşa ve kredi temin çalışmaları da sürdürülecektir. Şu ana kadar bir gecikme söz konusu değildir. Bundan sonra da bir gecikmenin olmaması için, Türkiye Cumhuriyeti Devleti olarak, sadece Enerji Bakanlığı olarak değil, bir yanda Dışişleri Bakanlığımız, bir yanda Türkî cumhuriyetlerden sorumlu Bakanlığımız ve devletimizin bütün birimleri olarak bir işbirliği, bir fikirbirliği içinde çalışmalarımızı sürdürüyoruz.

Saygılarımla arz ederim.

BAŞKAN - Teşekkür ediyorum Sayın Bakan.

Buyurun Sayın Dışişleri Bakanımız, 5 dakika süreniz var efendim.

DIŞİŞLERİ BAKANI İSMAİL CEM (Kayseri) - Teşekkür ederim Sayın Başkan.

Bir iki konuya değineyim izninizle. Herhalde, bir yanlış izleme olsa gerek; ben, hiçbir zaman, bir iki yılda Avrupa Birliğine gireceğiz diye bir söz etmedim, hiç böyle bir şey de düşünmedim. Bu da gerçekdışıdır. Herhalde bir başkasıyla karıştırıldım, onu bilemiyorum.

On yıldır plandan bahsettiniz, bu, en son Nice zirvesinde... Şimdi, o, zannedildiği kadar önemli bir olay olmamakla birlikte, yanlış bir iş yaptılar. O tarz bir planın açıklanmasına da lüzum yoktu. Her ne kadar söyledikleri doğru ise de, yani "sadece müzakereye başlamış ülkeleri biz bu projeksiyonun içine aldık" demişlerse de, Avrupa Birliğinin bunun, Türkiye'de olumsuz bir yankı yapacağını düşünmesi icap ederdi; ancak, şunu söyleyeyim; kendilerinin de belirttiği gibi, bu, ne oradaki ülkelerin o zaman içinde üye olacağını gösteriyor, ne de o listede olmayan ülkelerin daha kısa sürede üye olmayacağını gösteriyor. Yani, bir hesaplama için yapılmış bir liste; fakat, bunu, bu şekilde çıkarmaları ortaya, yanlıştır, bana göre düşüncesizliktir.

Şimdi, Kuzey Irak'taki politikamız... Bir defa, bizim, Kuzey Irak ve Irak politikamız, Irak'ın toprağıyla, ülkesiyle, milletiyle bölünmezliği anlayışına dayanır. Bu, bizim, sadece Irak konusunda değil, bütün uluslararası alanda, Türkiyemizin önde gelen ilkesi, önde gelen yaklaşımı, uzun yıllardan beri, ülkelerin toprak bütünlüğüne saygı duymaktır ve bunu bölmeye, böldürtmeye dönük akımlara karşı çıkmaktır. Dolayısıyla, bir defa, Irak'taki temel politika budur. Bu bağlamda, elbette, bir yeni devlet oluşumunun, oluşturulmasının, Türkiye, her zaman karşısındadır; çünkü, bir komşu ülkesinin bölünmesi anlamına gelen oluşumlara, Türkiye, hiçbir zaman yeşil ışık yakmaz ve bunları özendirmez.

Burada, Türkmenlerin konumuna değindiniz. Türkmenlerin konumu, gerçekten, çok ciddidir. Bana göre, biz, hâlâ tam yardımcı olamamaktayız Türkmenlere; çünkü, Türkmenler iki yönden sıkıntı içindedir. Birincisi, kuzeydeki KDP oluşumu, Türkmenlerin hayat alanını daraltmakta ve baskı uygulamakta, zaman zaman çok ciddî şekilde baskı uygulamakta; ikincisi, güneyde ise, Irak Devletinin, kendi etkili olduğu topraklarda, bölgelerde, Türkmenlere karşı, bize göre olumsuzluklar içeren yaklaşımları olmaktadır. Şimdi, biz, bu her iki konuda da, "ne yapabiliriz" üzerinde uğraşıyoruz, çalışıyoruz. Türkmenlerin temsilcileri geldi, ben de kendileriyle uzun uzun konuştum ve izliyoruz olayları. Her iki konuda da elimizden geleni yapıyoruz. Hatta, sanırım, güneyde, biraz düzelmeye doğru işaretler var, yeterli olmamakla beraber. Türkiye olarak, biz, bunları yapıyoruz.

Tabiî, burada sorulacak sual şu: Tamam, iyi, güzel, yapıyoruz da, neden gönlümüzce sonuç alamıyoruz, neden, tam olarak, hakkıyla sahip çıkamıyoruz? Orada şunu belirtmem lazım. Maalesef, dışsiyasette, yapabileceğiniz şeylerin belli bir limiti ve belli bir sınırı oluyor ve onu yapmaya çalışıyorsunuz, onu aşmaya çalışıyorsunuz; ama, tam da istediğiniz gibi olmayabiliyor.

Son olarak, biz, özellikle, bu Kuzey Irak'la ilgili -sanırım sadece Kuzey Irakla değil, aynı zamanda Irak'taki, daha güneydeki Türkmenlerin de konumu dahil olmak üzere- Bakanlığımızda çok ciddî bir çalışma yaptık, neler yapılabileceğini, nasıl daha fazlasının yapılabileceğini araştırdık. Tabiî, bu konu, sadece dışpolitika konusu değil, aynı zamanda bunun bir de güvenlik boyutu var. Bunu, sanırım bu hafta Başbakanımıza sunacağız, onun için, bütün çalışmalarımızı bitirdik. Önümüzdeki dönemde daha etkili olma beklentisindeyiz.

Diğer soruları da, müsaadenizle yazılı olarak cevaplayacağım efendim.

Teşekkür ederim.

BAŞKAN - Teşekkür ediyorum Sayın Bakan.

MURAT AKIN (Aksaray) - Sayın Başkan, Sayın Bakana, pancar üreticilerinin elektrik borçlarının tehir edilmesiyle ilgili yazılı olarak soru sormuştum... Acaba, Sayın Bakana sorumu intikal ettirdiniz mi?

BAŞKAN - Süremiz doldu, ona da yazılı olarak cevap versinler, müsaade edersiniz... Sorunuzu intikal ettirdik.

ENERJİ VE TABİÎ KAYNAKLAR BAKANI MUSTAFA CUMHUR ERSÜMER (Çanakkale) - Sayın Başkan, çiftçi borçlarıyla ilgili açıklama yaptık zaten.

BAŞKAN - Şimdi, sırasıyla onikinci turda yer alan dört bütçenin bölümlerine geçilmesini ve bölümlerini, ayrı ayrı okuttuktan sonra oylarınıza sunacağım.

Enerji ve Tabiî Kaynaklar Bakanlığı 2001 malî yılı bütçesinin bölümlerine geçilmesini oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler... Etmeyenler... Kabul edilmiştir.

Bölümleri okutuyorum:

A) ENERJİ VE TABİÎ KAYNAKLAR BAKANLIĞI

1.- Enerji ve Tabiî Kaynaklar Bakanlığı 2001 Malî Yılı Bütçesi

A - C E T V E L İ

 

 

Program

 

 

Kodu

A ç ı k l a m a

L i r a

101

Genel Yönetim ve Destek Hizmetleri

2 437 700 000 000

 

BAŞKAN- Kabul edenler... Etmeyenler... Kabul edilmiştir.

 

111

Maden ve Enerji Kaynaklarının İşletilmesi

13 037 300 000 000

 

BAŞKAN- Kabul edenler... Etmeyenler... Kabul edilmiştir.

 

900

Hizmet Programlarına Dağıtılamayan Transferler

43 146 000 000 000

 

BAŞKAN- Kabul edenler... Etmeyenler... Kabul edilmiştir.

 

999

Dış Proje Kredileri

400 000 000 000

 

BAŞKAN- Kabul edenler... Etmeyenler...Kabul edilmiştir.

 

 

 

                               

 

T O P L A M

59 021 000 000 000

BAŞKAN- Kabul edenler... Etmeyenler... Kabul edilmiştir.

Enerji ve Tabiî Kaynaklar Bakanlığı 2001 malî yılı bütçesinin bölümleri kabul edilmiştir.

2.- Enerji ve Tabiî Kaynaklar Bakanlığı 1999 Malî Yılı Kesinhesabı

BAŞKAN- Enerji ve Tabiî Kaynaklar Bakanlığı 1999 malî yılı kesinhesabının bölümlerine geçilmesini oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler... Etmeyenler... Kabul edilmiştir.

(A) cetvelinin genel toplamını okutuyorum :

Enerji ve Tabiî Kaynaklar Bakanlığı 1999 Malî Yılı Kesinhesabı

A – C E T V E L İ

 

 

                                                          L  i  r  a       

 

 

- Genel Ödenek Toplamı

:

25 635 850 000 000

- Toplam Harcama

:

24 931 925 941 000

- İptal Edilen Ödenek

:

703 924 059 000

 

 

 

BAŞKAN- (A) cetvelini kabul edenler... Etmeyenler... Kabul edilmiştir.

Enerji ve Tabiî Kaynaklar Bakanlığı 1999 malî yılı kesinhesabının bölümleri  kabul edilmiştir.

Petrol İşleri Genel Müdürlüğü 2001 malî yılı bütçesinin bölümlerine geçilmesini oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler... Etmeyenler... Kabul edilmiştir.

Bölümleri okutuyorum:

a) PETROL İŞLERİ GENEL MÜDÜRLÜĞÜ

1.- Petrol İşleri Genel Müdürlüğü 2001 Malî Yılı Bütçesi

A – C E T V E L İ

 

 

Program

 

 

Kodu

A ç ı k l a m a

L i r a

101

Genel Yönetim ve Destek Hizmetleri

552 700 000 000

 

BAŞKAN- Kabul edenler... Etmeyenler... Kabul edilmiştir.

 

111

Petrol Faaliyetleri ve Akaryakıt Politikası

593 300 000 000

 

BAŞKAN- Kabul edenler... Etmeyenler... Kabul edilmiştir.

 

900

Hizmet Programlarına Dağıtılamayan Transferler

213 000 000 000

 

BAŞKAN- Kabul edenler... Etmeyenler... Kabul edilmiştir.

 

 

 

                            

 

T O P L A M

1 359 000 000 000

BAŞKAN- Kabul edenler... Etmeyenler... Kabul edilmiştir.

 

 

(B) cetvelini okutuyorum :

 

 

B – C E T V E L İ

 

 

Gelir

 

 

Türü

A ç ı k l a m a

L i r a

2

Vergi  Dışı Normal Gelirler

39 000 000 000

BAŞKAN- Kabul edenler... Etmeyenler... Kabul edilmiştir.

 

 

3

Özel Gelirler, Hazine Yardımı ve Devlet Katkısı

1 320 000 000 000

 

BAŞKAN- Kabul edenler... Etmeyenler... Kabul edilmiştir.

 

 

 

                              

T O P L A M

1 359 000 000 000

 

BAŞKAN- Kabul edenler... Etmeyenler... Kabul edilmiştir.

 

 

Petrol İşleri Genel Müdürlüğü 2001 malî yılı bütçesinin bölümleri kabul edilmiştir.

 

 

2. – Petrol İşleri Genel Müdürlüğü 1999 Malî Yılı Kesinhesabı

 

 

BAŞKAN- Petrol İşleri Genel Müdürlüğü 1999 malî yılı kesinhesabının bölümlerine geçilmesini oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler... Etmeyenler... Kabul edilmiştir.

 

 

(A) cetvelinin genel toplamını okutuyorum :

 

 

Petrol İşleri Genel Müdürlüğü  1999 Malî Yılı Kesinhesabı

 

 

A – C E T V E L İ

 

 

 

L  i  r  a

 

- Genel Ödenek Toplamı

:

755 190 671 000

- Toplam Harcama

:

661 181 797 000

- İptal edilen Ödenek

:

94 008 874 000

BAŞKAN- (A) cetvelini kabul edenler... Etmeyenler... Kabul edilmiştir.

 

 

(B) cetvelinin genel toplamını okutuyorum:

 

 

B – C E T V E L İ

 

 

 

 

L i r a

- Bütçe tahmini

:

636 330 000 000

- Yılı tahsilatı

:

647 339 617 000

BAŞKAN-  (B) cetvelini kabul edenler... Etmeyenler... Kabul edilmiştir.

 

 

Petrol İşleri Genel Müdürlüğü 1999 malî yılı kesinhesabının bölümleri kabul edilmiştir.

 

 

Devlet Su İşleri Genel Müdürlüğü 2001 malî yılı bütçesinin bölümlerine geçilmesini oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler... Etmeyenler... Kabul edilmiştir.

 

 

Bölümleri okutuyorum:

 

 

b) DEVLET SU İŞLERİ GENEL MÜDÜRLÜĞÜ

 

 

1.- Devlet Su İşleri Genel Müdürlüğü 2001 Malî Yılı Bütçesi

 

 

A – C E T V E L İ

 

 

Program

 

 

Kodu

A ç ı k l a m a

L i r a

101

Genel Yönetim ve Destek Hizmetleri

364 580 000 000 000

 

BAŞKAN- Kabul edenler... Etmeyenler... Kabul edilmiştir.

 

103

Makine İkmal Hizmetleri

41 333 000 000 000

 

BAŞKAN- Kabul edenler... Etmeyenler... Kabul edilmiştir.

 

111

İşletme ve Onarım Hizmetleri

7 790 000 000 000

 

BAŞKAN- Kabul edenler... Etmeyenler... Kabul edilmiştir.

 

112

Büyük Su İşleri

772 064 000 000 000

 

BAŞKAN- Kabul edenler... Etmeyenler... Kabul edilmiştir.

 

113

Küçük Su işleri

61 730 000 000 000

 

BAŞKAN- Kabul edenler... Etmeyenler... Kabul edilmiştir.

 

114

Yardımcı Tesis Yapımı Hizmetleri

3 273 000 000 000

 

BAŞKAN- Kabul edenler... Etmeyenler... Kabul edilmiştir.

 

900

Hizmet Programlarına Dağıtılamayan Transferler

12 100 000 000 000

 

BAŞKAN- Kabul edenler... Etmeyenler... Kabul edilmiştir.

 

999

Dış Proje Kredileri

46 625 000 000 000

 

BAŞKAN- Kabul edenler... Etmeyenler... Kabul edilmiştir.

 

 

 

                                   

 

T O P L A M

1 309 495 000 000 000

BAŞKAN- Kabul edenler... Etmeyenler... Kabul edilmiştir.

 

 

(B) cetvelini okutuyorum :

 

 

B – C E T V E L İ

 

 

Gelir

 

 

Türü

A ç ı k l a m a

L i r a

2

Vergi  Dışı Normal Gelirler

22 000 000 000 000

 

BAŞKAN- Kabul edenler... Etmeyenler... Kabul edilmiştir.

 

3

Özel Gelirler,  Hazine Yardımı ve Devlet Katkısı

1 287 495 000 000 000

 

BAŞKAN- Kabul edenler... Etmeyenler... Kabul edilmiştir.

 

 

 

                                   

 

T O P L A M

1 309 495 000 000 000

BAŞKAN- Kabul edenler... Etmeyenler... Kabul edilmiştir.

 

 

Devlet Su İşleri Genel Müdürlüğü 2001 malî yılı bütçesinin bölümleri kabul edilmiştir.

 

 

2.- Devlet Su İşleri Genel Müdürlüğü 1999 Malî Yılı Kesinhesabı

 

 

BAŞKAN - Devlet Su İşleri Genel Müdürlüğü 1999 malî yılı kesinhesabının bölümlerine geçilmesini oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler... Etmeyenler... Kabul edilmiştir.

 

 

(A) cetvelinin genel toplamını okutuyorum:

 

 

Devlet Su İşleri Genel Müdürlüğü 1999 Malî Yılı Kesinhesabı

 

 

A – C E T V E L İ

 

 

 

 

L  i  r  a

- Genel Ödenek Toplamı

:

660 395 946 025 000

- Toplam Harcama

:

640 339 300 916 000

- İptal edilen Ödenek

:

17 968 152 947 000

- Ödenek Dışı Harcama

:

4 254 139 000

- 1050 S.K.55 inci Mad.ve Özel

 

 

  Kanunlar Ger.Ertesi Yıla

 

 

  Devreden Ödenek

:

2 092 746 301 000

- 1050 S.K.83 üncü Mad.ve

 

 

  Dış Proje Kredilerinden Ertesi

 

 

  Yıla Devreden

:

549 017 302 000

BAŞKAN- (A) cetvelini kabul edenler... Etmeyenler... Kabul edilmiştir.

 

 

(B) cetvelinin genel toplamını okutuyorum:

 

 

B – C E T V E L İ

 

 

 

 

L i r a

- Bütçe tahmini

:

496 916 550 000 000

- Yılı tahsilatı

:

636 677 775 261 000

BAŞKAN-  (B) cetvelini kabul edenler... Etmeyenler... Kabul edilmiştir.

 

 

Devlet Su İşleri Genel Müdürlüğü1999 malî yılı kesinhesabının bölümleri  kabul edilmiştir.

 

 

Dışişleri Bakanlığı 2001 malî yılı bütçesinin bölümlerine geçilmesini oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler... Etmeyenler... Kabul edilmiştir.

 

 

Bölümleri okutuyorum :

 

 

B) DIŞİŞLERİ BAKANLIĞI

 

 

1.- Dışişleri Bakanlığı 2001 Malî Yılı Bütçesi

 

 

A – C E T V E L İ

 

 

Program

 

 

Kodu

A ç ı k l a m a

L i r a

101

Genel Yönetim ve Destek Hizmetleri

35 109 000 000 000

 

BAŞKAN- Kabul edenler... Etmeyenler... Kabul edilmiştir.

 

111

Dış Politikanın Yürütülmesi

29 241 600 000 000

 

BAŞKAN- Kabul edenler... Etmeyenler... Kabul edilmiştir.

 

112

Dış Temsil Görevlerinin Yürütülmesi

123 132 400 000 000

 

BAŞKAN- Kabul edenler... Etmeyenler... Kabul edilmiştir.

 

900

Hizmet Programlarına Dağıtılamayan Transferler

21 405 000 000 000

 

BAŞKAN- Kabul edenler... Etmeyenler... Kabul edilmiştir.

 

 

 

                                  

 

T O P L A M

208 888 000 000 000

BAŞKAN- Kabul edenler... Etmeyenler... Kabul edilmiştir.

 

 

Dışişleri Bakanlığı 2001 malî yılı bütçesinin bölümleri kabul edilmiştir.

 

 

2. – Dışişleri Bakanlığı 1999 Malî Yılı Kesinhesabı

 

 

BAŞKAN- Dışişleri Bakanlığı 1999 malî yılı kesinhesabının bölümlerine geçilmesini oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler... Etmeyenler... Kabul edilmiştir.

 

 

(A) cetvelinin genel toplamını okutuyorum :

 

 

Dışişleri Bakanlığı 1999 Malî Yılı Kesinhesabı

 

 

A – C E T V E L İ

 

 

 

 

L  i  r  a

- Genel Ödenek Toplamı

:

135 539 467 718 000

- Toplam Harcama

:

115 618 613 269 000

- İptal Edilen Ödenek

:

12 513 621 734 000

- 1050 S.K.55 inci Mad.ve Özel

 

 

  Kanunlar Ger. Ertesi Yıla

 

 

  Devreden Ödenek

:

7 407 232 715 000

- 1050 S.K.83 üncü Mad.ve

 

 

  Dış Proje Kredilerinden Ertesi

 

 

  Yıla Devreden

:

1 834 120 689 000

BAŞKAN- (A) cetvelini kabul edenler... Etmeyenler... Kabul edilmiştir.

Dışişleri Bakanlığı 1999 malî yılı kesinhesabının bölümleri  kabul edilmiştir.

Sayın milletvekilleri, böylece, görüşmekte olduğumuz 4 bütçe de kabul edilmiş bulunmaktadır; kurumlarına, ülkemize, hayırlı olmasını diliyorum.

Birleşime, saat 18.00'de tekrar bir araya gelmek üzere, ara veriyorum.

 

Kapanma Saati : 16.05

 

ÜÇÜNCÜ OTURUM

Açılma Saati: 18.00

BAŞKAN: Başkanvekili Mehmet Vecdi GÖNÜL

KÂTİP ÜYELER: Cahit Savaş YAZICI (İstanbul), Levent MISTIKOĞLU (Hatay)

 

 

BAŞKAN - Türkiye Büyük Millet Meclisinin 35 inci Birleşiminin Üçüncü Oturumunu açıyorum.

Sayın milletvekilleri, onüçüncü tur görüşmelerine başlıyoruz.

Onüçüncü turda, Tarım ve Köyişleri Bakanlığı, Tarım Reformu Genel Müdürlüğü, Adalet Bakanlığı ve Yargıtay Başkanlığı bütçeleri yer almaktadır.

 

III. - KANUN TASARI VE TEKLİFLERİYLE KOMİSYONLARDAN

GELEN DİĞER İŞLER (Devam)

  1.- 2001 Malî Yılı Genel ve Katma Bütçeli İdareler ve Kuruluşlar Bütçe Kanunu Tasarıları ile 1999 Malî Yılı Genel ve Katma Bütçeli İdareler ve Kuruluşlar Kesinhesap Kanunu Tasarıları (1/764; 1/765; 1/740, 3/642; 1/741, 3/643) (S.Sayıları:  552, 553, 554, 555) (Devam)

C) TARIM VE KÖYİŞLERİ BAKANLIĞI                                          

1.- Tarım ve Köyişleri Bakanlığı  2001 Malî  Yılı Bütçesi

2.- Tarım ve Köyişleri Bakanlığı  1999 Malî Yılı Kesinhesabı

a) TARIM REFORMU GENEL MÜDÜRLÜĞÜ     

1.- Tarım Reformu Genel Müdürlüğü 2001 Malî  Yılı Bütçesi

2.- Tarım Reformu Genel Müdürlüğü 1999 Malî Yılı Kesinhesabı

D) ADALET BAKANLIĞI                                                                          

1.- Adalet Bakanlığı 2001 Malî  Yılı Bütçesi

2.- Adalet Bakanlığı 1999 Malî Yılı Kesinhesabı

E) YARGITAY BAŞKANLIĞI

1.- Yargıtay Başkanlığı 2001 Malî  Yılı Bütçesi

2.- Yargıtay Başkanlığı 1999 Malî Yılı Kesinhesabı           

BAŞKAN - Komisyon?.. Yerinde.

Hükümet?.. Yerini aldı.

Bu turda söz alanların isimlerini okumadan evvel, soru sorma işlemi için "start" düğmesine basıyorum; ona göre, arkadaşlarımız eşit bir şekilde sisteme girmeye gayret etsinler.

ALİ ŞEVKİ EREK (Tokat) - Sayın Başkan, kayıt sıramızı okur musunuz.

BAŞKAN - 8 inci sıradasınız Sayın Erek.

ALİ RIZA GÖNÜL (Aydın) - Sayın Başkanım, mevcut durum itibariyle, 1 inci sıradan 10 uncu sıraya kadar sıralamayı okuyabilir misiniz?!

BAŞKAN - Efendim, rahat etmeniz için Divan da öyle diyor, ben de aynı fikirdeyim ilk 10 kişiyi okuyayım: Sayın Enginyurt, Sayın Coşkuner, Sayın Aslan, Sayın Şen, Sayın Seven, Sayın Gönül, Sayın Çelebi, Sayın Erek, Sayın Nesrin Ünal, Sayın Gözlükaya.

Bilgilerinize arz olunur.

AYŞE NAZLI ILICAK (İstanbul) - Sayın Başkan, arkadaşımın yerini alabilir miyim?

BAŞKAN - Efendim, sisteme girin; sırasını size versin.

OSMAN ASLAN (Diyarbakır) - Soru sorma hakkımı, Nazlı Hanıma devrettim efendim.

BAŞKAN - Osman Bey "devrediyorum" diye iki satır yazı gönderir misiniz; sonra ihtilaf çıkmasın.

Sayın milletvekilleri, onüçüncü turda söz alan sayın milletvekillerinin adlarını arz ediyorum: Önce gruplar adına konuşmalar yapılacak. Demokratik Sol Parti Grubu adına, Bursa Milletvekili Sayın Orhan Ocak, İzmir Milletvekili Sayın Burhan Bıçakçıoğlu, Ankara Milletvekili Sayın Tayfun İçli, İstanbul Milletvekili Sayın Necdet Saruhan; Anavatan Partisi Grubu adına, Edirne Milletvekili Sayın Evren Bulut, İstanbul Milletvekili Sayın Sühan Özkan; Doğru Yol Partisi Grubu adına, Erzurum Milletvekili Sayın Zeki Ertugay, Eskişehir Milletvekili Sayın M. Sadri Yıldırım; Fazilet Partisi Grubu adına, Elazığ Milletvekili Sayın Latif Öztek, Trabzon Milletvekili Sayın Şeref Malkoç, İstanbul Milletvekili Sayın Mehmet Ali Şahin; Milliyetçi Hareket Partisi Grubu adına, Gaziantep Milletvekili Sayın Ali Özdemir, Afyon Milletvekili Sayın Abdülkadir Akcan, Denizli Milletvekili Sayın Salih Erbeyin, Nevşehir Milletvekili Sayın İsmail Çevik; şahısları adına, lehinde, Eskişehir Milletvekili Sayın Mehmet Sadri Yıldırım, Iğdır Milletvekili Sayın Ali Güngör; aleyhinde, Erzurum Milletvekili Sayın Fahrettin Kukaracı, Aksaray Milletvekili Sayın Ramazan Toprak, İstanbul Milletvekili Sayın Nevzat Yalçıntaş...

Bilginiz veçhile, yalnız bir kişiye lehte ve aleyte söz vereceğiz.

Buyurun sayın başkanım.

AYDIN TÜMEN (Ankara) - Sayın Başkan, ilk iki arkadaşımız 5'er dakika, sonraki iki arkadaşımız ise 10'ar dakika konuşacaklar.

BAŞKAN - Hayhay efendim.

Gruplar adına ilk söz, Demokratik Sol Parti Grubunun görüşlerini ifade edecek olan Bursa Milletvekili Sayın Orhan Ocak'a aittir.

Buyurun Sayın Ocak. (DSP sıralarından alkışlar)

Süreniz 5 dakika.

DSP GRUBU ADINA ORHAN OCAK (Bursa) - Sayın Başkan, sayın milletvekilleri; Tarım ve Köyişleri Bakanlığı bütçesi üzerinde Demokratik Sol Parti Grubu adına söz aldım; bu vesileyle, Grubum ve şahsım adına, Yüce Heyetinizi saygıyla selamlıyorum.

Gerek geçmişte gerekse günümüzde tarım, insanlığın vazgeçilmez uğraşı olmuştur, olmaya da devam edecektir. Bütün ülkeler, gıda sorunları başka ülkelere bağımlı kalmasın diye azamî gayret içerisindedirler.

Geçtiğimiz yüzyılda, ülkemizde tarımın gayri safî millî hâsıladaki payı yüzde 90'lardan yüzde 15'lere düşmüştür. Bu tabloda, gelişen diğer sektörlerin payı olsa da, tarıma gereken önemin verilmediği ortadadır. Hayatî önem taşıyan bu sektörün, ülkemizdeki sorunları, maalesef, gelişmiş ülkelere göre oldukça fazladır. Son yirmi yılda, sektörde kişi başına düşen millî gelir, diğer sektörlere oranla yüzde 60 daha azalmıştır. Ülkemizde kişi başına düşen millî gelir 3 400 dolar civarındayken, tarımda 1 430 doları bulmamaktadır. Gelir dağılımındaki bu dengesizliğin giderilebilmesi için, tarımdaki sorunların acilen çözülmesi gerekir.

Ülke tarımının bugünkü durumuna baktığımızda, ilk göze çarpan, millî tarım politikamızı oluşturacak tarım yasasının olmayışıdır; yani, ülkemiz tarımının yeniden yapılanması zorunludur. Bu yapılanma içerisinde yer alması gereken konular, sırasıyla, ürün planlaması, tarım arazilerinin miras yoluyla bölünmesinin önlenmesi ve korunması, tarımsal veri tabanının oluşturulması, kooperatifleşme ve birlikleri teşvik ederek pazarlama organizasyonunun geliştirilmesi, tarımsanayi entegrasyonunun sağlanması, tarımsal üretimde hayvancılığın payının artırılması, ürün sigorta sisteminin oluşturulması gelmektedir.

Üretim planlamasında, özellikle, ülkemizde üretim fazlası sonucu stoklar oluşturan ürünlerin yerine, yağ bitkileri, hayvansal yem bitkileri gibi alternatif ürünleri yetiştirerek ürün mozaiğinin sağlanması gerekmektedir.

Millî afet politikası içerisinde tarım sigorta sistemini oluşturarak, doğal afetlerde, kaynak sorunuyla karşılaşmadan ya da bütçeyi sıkıntıya sokmadan çiftçinin zararının karşılanması gerekmektedir.

Bugünkü çalışmalarda adı ne olursa olsun yıllar öncesinde, Sayın Başbakanımız Bülent Ecevit'in köykent projesi adı altında, ülke tarımının bütün sorunlarını çözmeye yönelik yaptığı çalışmalar, bir an önce hayata geçirilerek, bugün tartışma konusu olan tarımda sanayileşme, kooperatif ve birliklerin oluşturulması, ürün planlaması, girdileri ucuzlatılmış bilimsel hayvancılığın yapılması ve pazarlama organizasyonunun kurulması gerekmektedir.

Ülkemizde et ve süt ürünleri gibi bazı ürünlerin fiyatları, dünya piyasalarının üzerindedir. Bu durum, bu ürünlerin kaçakçılığını gündeme getirdiği gibi, kendi üreticimizi de haksız rekabete zorlamaktadır. Bunun en büyük sebebi de, girdileri oluşturan kalemlerin arz talep dengesinin bozuk olmasıdır. Şöyle ki, ülkemizde var olan hayvan sayısına göre yıllık kaba yem ihtiyacı 40 milyon ton iken, bugünkü şartlarda üretebildiğimiz ancak 27 milyon tondur. Bu da, yem fiyatlarının aşırı yükselmesine neden olmaktadır.

Sayın Başkan, sayın milletvekilleri; Sayın Bakanımızın geçen dönem ve bu dönem yaptığı başarılı çalışmalarla bu sorunlara el atılmış olup, önümüzdeki yıllarda hayvancılığın sorunları da büyük ölçüde aşılmış olacaktır.

Ülkemizde tarım ürünlerinin miktar ve fiyat belirlemelerinin tek elden yapılmamasının doğurduğu sorunların, yine Bakanlığımızın önderliğinde oluşturulan Tarım Destekleme ve Yönlendirme Kurulu tarafından yapılacağı da, tarım açısından önemli bir gelişmedir.

Bu gibi verimli çalışmalara olanak sağlayacak olan 2001 yılı bütçesinin ülkemiz tarımına hayırlı ve uğurlu olmasını diler; Grubum ve şahsım adına, Yüce Heyetinizi saygıyla selamlarım. (DSP, MHP ve ANAP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN - Teşekkür ediyorum Sayın Ocak.

İkinci söz, İzmir Milletvekili Sayın Burhan Bıçakçıoğlu'na aittir.

Buyurun efendim. (DSP ve MHP sıralarından alkışlar)

Süreniz 5 dakika.

DSP GRUBU ADINA BURHAN BIÇAKÇIOĞLU (İzmir) - Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; Tarım ve Köyişleri Bakanlığı 2001 yılı bütçesi hakkında Demokratik Sol Partinin görüşlerini açıklamak için söz almış bulunuyorum. Konuşmama başlamadan önce, Partim adına, hepinizi saygıyla selamlıyorum.

Tarım, bitkisel ve hayvansal üretimi kapsayan bir bütündür. Tarım üretimini, bu iki ana üretim dalını birbirinden ayırarak düşünmek olanaksızdır. Malumlarınız olduğu üzere, tarım sektörü, toplumun beslenme, giyim, barınma gibi temel ihtiyaç maddelerini yeterli ve nitelikli olarak sağlamanın yanında, en önemli sorun olan istihdama katkıda bulunmak ve diğer sektörlere hammadde temin ederek önemli bir görevi yerine getirmektedir. Cumhuriyetin kuruluşundan günümüze kadar gıda, tarım sektörü, ülkemizin ekonomik ve sosyal gelişmesinde önemli görevler üstlenmiştir.

Yıllardır, ülkemizde, çiftçi ile köylünün aynı olduğu kabul edilmiş ve temel hata hep bu kavram kargaşası nedeniyle yapılmıştır. Köylü, kırsal kesimde yaşayan kişidir. Köyde yaşayıp herhangi bir işyerinde çalışıyor olabileceği gibi, çiftçilik de yapıyor olabilir. Çiftçi ise, meslek sahibi, tarımsal üretim yapan kişidir; tarımla uğraşarak, bitkisel ve hayvansal ürün üreten, bütün bu üretim konusunda bilgi ve deneyim sahibi olan kimsedir. Ülkemizin tarımsal potansiyelini kullanan ve değerlendiren Türk çiftçisi, bunu etkin bir biçimde yapabilmek için eğitilmeli ve gerekli donanımlara sahip kılınmalı ve desteklenmelidir.

Ülkemiz istatistiklerinden edindiğimiz bilgilere göre, toplam istihdamın bugün yaklaşık yüzde 45'i, diğer bir ifadeyle 9,6 milyon kişi tarım sektöründe çalışmaktadır. Halen tarım işletmelerimizin yüzde 67'si 50 dekarın altında, yüzde 85'i 100 dekarın altındadır. Bu küçük işletme ve dağınık yapı, tarımda teknoloji kullanımını zorlaştırmakta, girdilerden istenilen verimin alınmasını engellemektedir. Bu durum, çiftçilerin gelirlerini azaltmış, refah seviyelerini düşürmüş ve köyden kente göçü hızlandırmıştır. Bunun önlenebilmesi için de, köy-kent uygulaması yaygınlaştırılmalı, küçük işletmeler ve dağınık yapı verimli hale getirilmelidir.

Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; Sayın Bakanımızın Plan ve Bütçe Komisyonunda yaptığı konuşmasında da ifade ettiği üzere, tarımda yeniden yapılanma programını takdirle karşılıyor ve destekliyoruz.

Tarımda en önemli sorunlardan biri de, tarımsal ürünlerin üretiminin yurtiçi ve yurtdışı talep doğrultusunda yönlendirilememiş olması, uygulanan destekleme politikalarının yönlendiricilikten uzak olmasıdır. Bunun sonucunda, bazı tarımsal ürünlerimizde talep fazlasına, yani stoka yönelik
üretim yapılırken, bazı tarımsal ürünlerde ileri düzeyde talep açığı oluşmuştur. Ayçiçeği, soya gibi yağlı tohumlu bitkiler başta olmak üzere, mısır, yem bitkileri ve hayvansal ürünlerden özellikle kırmızı et üretiminde ise büyük miktarlarda talep açığı bulunmaktadır. Bu açıklardan doğan fiyat artışları, geçmiş dönemlerde bu ürünlerin desteklenmesi yerine "ithalatla terbiye" saçmalığıyla engellenmiştir.

Özellikle hayvansal ürünlerde müdahale kuruluşu olarak görev yapan Süt Endüstrisi Kurumu ve Et ve Balık Kurumu ile hayvancılığa girdi sağlayan Yem Sanayiinin rehabilite edilmeden özelleştirilmiş olması hayvansal ürünlerin pazarlanmasında var olan altyapı eksikliğine neden olmuştur. Hayvancılığımız üzerinde bu özelleştirmenin olumsuz etkileri de görülmüştür.

Hayvancılığın ülke ekonomisine yüklediği fonksiyonları yerine getirebilmesi, ülke et ihtiyacını karşılayabilmesi, sektörün ekonomik bir işleve kavuşturulabilmesi kaçınılmaz olmuştur. Daha önceki hükümetlerce bilinçsiz bir şekilde ithal edilen ve dağıtılan sığırlar ülkemize adapte olamamış ve büyük zararlara uğrayan üreticiler, bu hayvanları kasaplara satmak zorunda kalmışlardır.

Hayvancılığımızı geliştirebilmek için işletme yapıları iyileştirilmeli, ihtisaslaşmış, modern hayvancılık işletmeleri kurularak işletme başına düşen hayvan sayısı artırılmalı, yem bitkisi üretebilecek bölgelerde köy-kent uygulamasıyla organize hayvancılık bölgeleri kurulmalıdır. Süte uygulanan teşvikte prim miktarının tespitinde arpasüt fiyat paritesi dikkate alınmalıdır. Kaçak hayvan girişini ve kesimini önlemek için, kesimi kombine mezbahalara çekmek amacıyla daha önce uygulamaya konulan ve daha sonra kaldırılan kesim prim uygulaması tekrar başlatılmalıdır. Hayvancılık sektöründe ekonomide bulunan hayvan yetiştiricisi ve besicisinin ürünlerinin pazarlanmasında ticaret borsalarına etkinlik kazandırılmalı ve ihtisaslaşmış ürün borsaları teşvik edilmelidir.

Burada sözlerime son verirken, Grubum adına, Tarım ve Köyişleri Bakanlığı bütçesinin ülkemize hayırlı olmasını diler, hepinize saygılarımı sunarım. (DSP, MHP ve ANAP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN - Teşekkür ediyorum Sayın Bıçakçıoğlu.

Üçüncü söz, Ankara Milletvekili Sayın Tayfun İçli'ye ait.  (DSP sıralarından alkışlar)

Buyurun.Konuşma süreniz 10 dakika.

DSP GRUBU ADINA HÜSEYİN TAYFUN İÇLİ (Ankara) - Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; Adalet Bakanlığının 2001 yılı bütçesi üzerinde, Demokratik Sol Parti Grubunun görüşlerini sunmak üzere söz aldım; Yüce Meclisi saygıyla selamlıyorum.

Adalet Bakanlığı, yargı hizmetlerinin yerine getirilmesi amacıyla gerekli teşkilatlanmayı gerçekleştirirken, adaletin eşit ve süratli bir şekilde yerine getirilmesi için de, dünyada ve ülkemizde meydana gelen gelişmelere uygun mevzuat düzenlemeleri ve değişiklikleri yapmakla görevlidir. Türkiye Cumhuriyetinin değiştirilemeyecek temel niteliklerinden biri olan hukuk devleti ilkesinin tam olarak gerçekleştirilmesi, bu görevlerin zamanında ve etkin bir şekilde yerine getirilmesine bağlıdır.

"Gecikmiş adalet, adaletsizliğe yol açar" ilkesinden hareketle, yargı yetkisini Türk ulusu adına kullanan mahkemelerimizin adil ve süratli karar vermesi, hak arama özgürlüğü ve adil yargılanma hakkının en iyi ve kaliteli düzeyde gerçekleşmesi için, hukuk reformunun, çağdaş gelişmelere ve değişen anlayış ve ihtiyaçlara uygun olarak, en kısa sürede hayata geçirilmesi gerekmektedir.

Değerli milletvekilleri, bir yandan 1926'dan itibaren ülkemizdeki büyük hukuk devrimini gerçekleştiren temel yasalar, acil olarak, gelişen ve değişen toplum yapısının ihtiyacına cevap verecek şekilde yeniden gözden geçirilerek çağcıl bir yapıya kavuşturulmalı, diğer yandan da yargıda yeni bir yapılanmaya gidilerek, hukuk reformunun yanında yargı reformu da acil olarak hayata geçirilmelidir. Bu reformları gerçekleştirmenin onurunu, Başbakan Sayın Bülent Ecevit'in başkanlığında 57 inci hükümet ile Türkiye Büyük Millet Meclisinin 21 inci Dönem siz değerli milletvekillerinin birlikte taşıyacağına inanmaktayız.

Sayın milletvekilleri, Adalet Bakanlığının teşkilat kanunuyla üstlendiği görevlerin başında, yasalarda öngörülen mahkemeleri açmak ve teşkilatlandırmak gelmektedir. Mahkemelerin görevlerini gerektiği gibi yapabilmesi ise, öncelikle yeterli sayıda yargıç ve cumhuriyet savcısı ile adlî personelin varlığına bağlıdır. Mevcut yargıç, cumhuriyet savcısı ve diğer yargı personeli kadrolarıyla, davaların hızlı, etkili ve isabetli bir şekilde çözüme kavuşturulmasına olanak bulunmamaktadır. Öte yandan, yargıç, cumhuriyet savcıları ve diğer yargı personelinin idarî, malî ve sosyal haklarının süratle iyileştirilmesi de gerekmektedir.

Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; Demokratik Sol Parti, yargının her türlü siyasal etki alanının dışında çalışmasını, yargı mensuplarının Adalet Bakanlığının vesayetinden kurtulmasını, yargı bağımsızlığının temel koşulu olarak görmektedir. Bu temel koşuldan hareketle, Hâkimler ve Savcılar Yüksek Kurulunun yapısı ve işleyişi bir an evvel değiştirilmeli, gerçek anlamda mahkemelerin bağımsızlığı ve yargıç teminatı sağlanmalıdır.

Değerli milletvekilleri, iddia, savunma ve yargı makamları eşit, eşit olduğu kadar da bağımsız olmalıdır. Avukatlık mesleği ve onun örgütü olan barolar, yürütmenin vesayetinden kurtulmalı, hür, bağımsız ve de eşit haklara sahip olmalıdır. Bugün, serbest meslek icra eden avukatların hiçbir sosyal güvenceleri bulunmamaktadır. Sosyal Sigortalar Kurumuna yüksek düzeyde ödenen primler, düşük emeklilik aylığından başka hiçbir hak tanımamakta, avukatlar, sağlık ve bunun gibi haklardan yoksun bulunmaktadır.

Değerli milletvekilleri, hükümetimiz, memur ve diğer kamu görevlileri hakkında bazı yasalarda değişiklik yapılmasına dair yetki yasa tasarısını, Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına sevk etmiştir. Anayasa Komisyonunda görüşülen, Plan ve Bütçe Komisyonunda görüşülmekte olan bu yetki yasa tasarısıyla, başta, 657 sayılı Devlet Memurları Yasası, 2802 sayılı Hâkimler ve Savcılar Yasası olmak üzere, bazı yasalarda, hükümetimiz, kanun hükmünde kararnamelerle düzenleme yaparak, memurlar ve diğer kamu görevlilerinin çalışmalarında etkinliği artırmak ve kamu hizmetlerinin düzenli, süratli, verimli ve ekonomik bir şekilde yürütülmesini temin etmek amacıyla, memur ve kamu görevlilerinin idarî, malî ve sosyal hakları arasındaki adaletsizlikleri gidermeyi amaçlamıştır. Kanun hükmünde kararnameyle yapılacak değişikliklerde, yargıç ve cumhuriyet savcılarının malî ve sosyal haklarında yapılacak iyileştirmelere paralel olarak, kamu hukukçuları ve kamu avukatlarının da malî ve sosyal haklarının iyileştirileceğini, yargıç, cumhuriyet savcısı ve kamu hukukçuları arasında yıllar önce bozulan idarî, malî ve sosyal haklar dengesinin tekrar eşitleneceğini beklemekteyiz.

Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; Türkiye'de, cezaevlerinin çağdaş, uluslararası normlara ve standartlara uygun hale getirilmesi ve infaz sisteminin yenilenmesi, ertelenemeyecek bir zorunluluk haline gelmiştir. İnfaz sisteminin, hükümlülerin topluma kazandırılmasının yanı sıra, infazın etkinleştirilmesini sağlayacak şekilde yeniden düzenlenmesi gerekmektedir. Hükümlü ve tutukluların, ceza infaz kurumları ve tutukevlerindeki hak ve yükümlülükleri belirlenerek, alternatif ceza infaz yöntemleri geliştirilmelidir. Mevcut ceza infaz kurumlarının çoğunun beklenen amaçları karşılamaktan uzak bulunması, kamuoyunun gündemini meşgul etmektedir. Uzun yılların birikimi olan olumsuzlukların giderilerek, cezaevlerinin, eğitim düzeyi yüksek personelin görev aldığı, uluslararası standartlara uygun duruma getirilmesi çalışmalarına yoğun bir şekilde devam edilmelidir. Bu arada, infaz mevzuatının yenilenmesine ilişkin yasal düzenlemeler ve ceza infaz kurumlarında yeni bir yapılanmayla ilgili çalışmalara da devam olunmalıdır. Ceza infaz kurumları, dünyanın her tarafında başlı başına bir sorundur. Önemli olan, ceza infaz kurumlarının insan onuruna yaraşır koşullarda, ama, suç işleyenlerin topluma yeniden kazandırılmasını sağlayacak biçimde kurulması ve yönetilmesidir. Bu nedenle, ceza infaz hukuku çağın gereklerine uygun olarak yeniden ele alınmalı, bu çerçeve içerisinde, bir yandan hükümlü ve tutukluların ceza infaz kurumlarındaki ve tutukevlerindeki hakları ve yükümlülükleri belirlenmeli, bir yandan da, cezaların caydırıcılığı mutlaka sağlanmalıdır.

Değerli milletvekilleri, Türkiye'de, bu konuda şimdiye kadar yapılması gerekenler, ne yazık ki yıllardır yapılamamıştır. Cezaevlerinin bugün karşı karşıya bulunduğu fizikî mekân sorunları, nicelik ve nitelik bakımından personel yetersizliği sorunları, malî kaynak sorunları ve mevzuat yetersizliği sorunları vardır. Bunların hepsini aşmak durumundayız ve aşacağımıza olan inancımız tamdır; ancak, gerek fizikî yetersizliğin giderilmesi gerek diğer açılardan malî kaynak eksikliğinin ortadan kaldırılması, Yüce Meclisin bu amaçla Adalet Bakanlığına tahsis edeceği ödeneğe bağlıdır. Yıllarca süren olumsuzluklar sonucunda, kanayan bir yara haline gelen cezaevleri  sorununun çözümü, öncelikle infaz hizmetleriyle ilgili her konuda yeterli malî kaynak aktarılmasına bağlıdır. Gereksinimlerin giderilmesine yönelik cari ve yatırım harcamalarının ödenek yokluğu nedeniyle zamanında yapılamaması, cezaevleri sorununun her geçen gün artarak büyümesine neden olmaktadır.

Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; kuvvetler ayrılığı ilkesini benimseyen Anayasamıza göre, üç kuvvetten birini temsil eden yargının görevlerini eksiksiz yerine getirmesi için yeterli malî
olanaklara sahip olması kesin bir zorunluluktur. Adalet Bakanlığının genel bütçe içerisindeki payı 1961'e kadar yüzde 3'lerdeyken, bugün, yüzde 1'lerin altına düşmüş bulunmaktadır. Devletin temel niteliğindeki adaletin gerçekleştirilmesi için yargı yetkisi kullanılırken yapılması zorunlu olan harcamalarda tasarrufa gidilmesi, ileride bu tasarrufun çok üstünde harcamalarla giderilemeyecek zararlara yol açabilecektir. Ülkemizin içinde bulunduğu ekonomik ve sosyal sorunların bir neticesi
olarak, yıllardır Adalet Bakanlığı bütçesine yeterli kaynak aktarılamamıştır. Bu, sadece adalet hizmetleriyle ilgili olmayıp, sağlık, eğitim, kültür ve diğer hizmetlerde de karşılaşılan başlıca bir sorundur; ancak, uygulanmakta olan ekonomik istikrar programının bilincinde olan Adalet Bakanlığının, tahsis edilen ödenekleri tasarruf anlayışı içinde, savurganlığa meydan vermeksizin, adalet hizmetlerinin gereklerine uygun olarak harcayacağına inancımız tamdır.

Bu duygu ve düşüncelerle, Adalet Bakanlığının 2001 yılı bütçesinin Bakanlığımıza ve ülkemize hayırlı uğurlu olmasını diler, saygılarımı sunarım. (DSP ve MHP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN - Teşekkür ederim Sayın İçli.

Demokratik Sol Parti Grubunun son sözcüsü İstanbul Milletvekili Sayın Necdet Saruhan'dır.

Buyurun efendim. (DSP sıralarından alkışlar)

Konuşma süreniz 10 dakikadır.

DSP GRUBU ADINA NECDET SARUHAN (İstanbul) - Sayın Başkan, sayın milletvekilleri; Demokratik Sol Parti Meclis Grubunun Yargıtay bütçesi hakkındaki görüşlerini arz etmek üzere
huzurlarınızdayım; bu vesileyle, Yüce Heyetinize Grubum ve şahsım adına saygılarımı arz
ediyorum.

Değerli arkadaşlarım, Anayasamızın 9 uncu maddesinde, yargı yetkisinin, yargı erkinin, Türk Milleti adına bağımsız mahkemelerce kullanılacağı yazılıdır. Yine, Anayasamızın Üçüncü Bölümünde, Yargıtay, yüksek mahkemelerimiz arasında değerlendirilmiş bulunmaktadır.

Değerli arkadaşlarım, Yargıtay bütçesi üzerinde sağlıklı görüşler arz edebilmek için, Yargıtayın kuruluşu, işleyişi, işlevleri, görevleri, yetkileri ve gereksinimleri konusunda bazı irdelemeler yapmak gerekir kanısındayım; bu nedenle, derlediğim bazı istatistikî bilgileri ve sair verileri, Sayın Heyetinize arz etmeyi gerekli görüyorum. Bu arada, bu bilgileri, bu verileri derlerken bana son derece yardımcı olan Yargıtay Genel Sekreterimiz Hukuk Doktoru Sayın Uğur İbrahimhakkıoğlu Beye teşekkür etmeyi bir borç addediyorum.

Değerli arkadaşlarım, Yargıtayımız 1868 yılında İstanbul'da kurulmuş; daha sonra, sırasıyla, Sıvas'ta, Eskişehir'de ve nihayet, 1935 yılından itibaren de Ankara'da faaliyetlerini sürdüregelmiştir. Yargıtayımız, Anayasamızın 154 üncü ve Yargıtay Yasamızın gerekli maddeleri uyarınca, 11 ceza dairesinden, 21 hukuk dairesinden müteşekkildir; her dairenin 1 başkanı ve 4 üyesi vardır. Ceza dairelerinin tümü Ceza Genel Kurulunu, yargı dairelerinin tümü de Hukuk Genel Kurulunu teşekkül ettirirler.

Yargıtay, adalet mahkemelerinden, yerel mahkemelerden, temyiz yoluyla veya tashihi karar yoluyla kendisine gelen dosyaları, önce, kanuna ve hukuka uygunlukları bakımından, sonra da, ceza davaları açısından suçun sübutu, hukuk davaları açısından iddianın ispatı yönlerinden tetkik eder ve inceler, dolayısıyla yükü bir hayli ağırdır. 

Arkadaşlarım, Türkiye'de, daha 1924 yılına kadar istinaf mahkemeleri vardı. Bu mahkemeler, yerel mahkemelerle Yargıtay arasında bir süzgeç görevini görüyordu. Ancak, istinaf mahkemelerinin, Türkiye'deki adaletin geç tecelli ettiği gerekçesiyle, 1924 yılında kapatılması sonucu, Yargıtayımızın yükü, daha da bir arttı. Bu nedenle, istinaf mahkemelerinin behemehal kurulması ve Yargıtayın yükünün azaltılması gerekir.

Arkadaşlarım, Yargıtayın asıl görevi, içtihat üretmektir. Ceza daireleri kendi aralarında, genel kurullarında; hukuk daireleri de, kendi genel kurullarında içtihatlar üretirler. Bir de, büyük genel kurulda üretilen içtihatlar vardır. Yargıtayın tevhidi içtihat kararları ise kanun hükmündedir, özellikle bu sözümün altını çizmek istiyorum; yani, Yargıtay, dolaylı da olsa, nadir hallerde de olsa, Yasama Organına koşut bir biçimde kanun yapabilmekte, kanun hükmü üretebilmektedir.

Değerli arkadaşlarım, Yargıtayımızın Cumhuriyet Başsavcılığına gelince: Bu başsavcılık, Anayasa Mahkemesinde, Yargıtay Cumhuriyet Başsavcısı olarak bulunur, ceza kurullarının duruşmalı işlerinde görev yapar.

Yine, Yargıtay başsavcıları, genel kurul tarafından tespit edilen, seçilen 5 kişi arasından Cumhurbaşkanınca tercih edilerek seçilir. Bugün, birkaç saat önce, Yargıtay Başsavcılığına seçilen
11 nci Daire Başkanımız Sayın Sabih Kanadoğlu'nu kutluyor; kendisine, çalışmalarında başarılar diliyorum. Bu arada, görevi bir müddet sonra sona erecek olan Sayın Yargıtay Başsavcımız Vural Savaş Beye de, çalışmaları nedeniyle teşekkür etmeyi bir borç sayıyorum.

Değerli arkadaşlarım, 1999 yılında Yargıtaya, ceza masalarına 152 573 yeni iş gelmiştir. Ceza masaları, kendilerine intikal eden bu dosyaların büyük bir bölümünü ilgili ceza dairelerine yollamış, ancak 100 000'in üstündeki dosya bir sonraki yıla devredilmiştir.

Yine, hukuk dairelerine intikal eden dosya sayısı 245 667'dir. Yargıtay, büyük bir gayretle bunların çoğunu karara bağlamıştır. Yine, Yargıtay ceza dairelerine  ve  hukuk   dairelerine  gelen  dosya  adetleri de 1 500'e yakındır. Takdir edersiniz ki, verdiğim bu rakamlara göre, bir hukuk veya bir ceza dairesinin, 1 günde asgarî 50 dosyayı karara bağlaması gerekmektedir. Bu koşullar altında süratli bir yargıdan, etkin bir yargıdan, hatta, sağlıklı bir yargıdan bahsedebilmeye olanak yoktur. O halde, Yargıtaya ayrılan bu yılki bütçe ki, bu rakam 8 trilyon 924 milyar 958 milyon liradır, bu
oranı yine takdirle karşılıyorum geçen seneye göre yüzde 32,5 oranında bir artışı gösterir; ancak, bu kadrolarla Yargıtayın görevlerini yerine getirebilmesine olanak yoktur.

Değerli arkadaşlarım, yine, Yargıtayın teknolojik çağda, günümüzde, donanımları yönünden, binasının gereksinimleri yönünden bir hayli paraya ihtiyacı olduğu da sabittir.

Değerli arkadaşlarım, halen Plan ve Bütçe Komisyonumuzda beklemekte olan Yargıtayın kadro isteklerinin bir an evvel yerine getirilmesinde yargımız yönünden fayda olacaktır.

Yine, Devlet Personel Başkanlığındaki kadro tahsisi işlemlerinin ki, yaklaşık bunlar bir yılda çıkabilmektedir hızlandırılması gerekir. Aksi takdirde, Yargıtayın boşalan kadrolarında eleman olmadığı için görevler aksamakta, hele hele atanacak personelin eğitim kadrosu düşükse, işler iyice çıkmaza girmektedir.

Ben, meslek hayatımdan bir örnek vermek istiyorum: Bir ara duruşmada "muarazanın giderilmesi" tabirini kullanmıştım; zabıt kâtibi arkadaşım, bunu "münazaranın giderilmesi" diye yazmıştı. Yine, maalesef, bizim, bana ve Hatay Barosu Başkanı arkadaşıma, İstanbul Barosu yerine Kadıköy Barosu, Hatay Barosu yerine İskenderun Barosu başlığı altında tebligat çıkaran adliye kâtiplerimiz vardı. Bunların düzeltilebilmesi için hem eğitim gereklidir hem de ekonomik güç gereklidir.

Değerli arkadaşlarım, dünyamız, çok hızlı bir gelişim, değişim, küreselleşme ve bilişim sürecinden geçmektedir. Dolayısıyla, bizim yargı sistemimizin de, özellikle Avrupa Birliğine girmeye hazırlandığımız bu dönemlerde, yine milletlerarası sözleşmelerin birçoğunun altına taraf olarak imza attığımız için, hız vermemiz gerekmekte, yargı reformu yapmamız gerekmektedir. 57 nci hükümetin Programında, Demokratik Sol Partinin seçim bildirgelerinde ve parti programlarında yapılacak yargı reformunun esasları ve özü açıklanmaya çalışılmıştır. Bunları çok kısa süre içerisinde anlatmama olanak yoktur.

Sayın arkadaşlarım, yine, Yargıtayda çalışan 102 savcı, 373 tetkik hâkimi, 238 yüksek hâkim ve 841 personelin ekonomik olanakları da yerinde değildir. Biraz önce Tayfun İçli arkadaşım da söyledi; inşallah, bugün Anayasa Komisyonundan geçen yetki yasa tasarısıyla bu adaletsizlikler bir an önce giderilmiş olacaktır.

Arkadaşlarım, biraz önce söylediğim gibi, yargıçlarımızın ve hâkimlerimizin ekonomik durumları iyi değildir. Ancak, bendeniz, 28 yıllık bir avukat olarak, Türk yargıçlarının, Türk hâkimlerinin, en kötü ekonomik şartlar altın dahi...

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN - Sayın Saruhan, lütfen toparlayınız.

NECDET SARUHAN (Devamla) - Teşekkür ederim efendim.

... geçmişte olduğu gibi, yarınlarda da, kararlarını, cüzdanlarına göre değil, vicdanlarına göre vereceklerine dair inancım sonsuzdur, bu kürsüden kendilerine şükranlarını arz ediyorum.

Değerli arkadaşlarım, inşallah, ekonomik sorunlarımızı ulusça el ele vererek bir an önce çözer ve gelecek yıllarda Yüce Türk Milletine yakışır nitelikte Yargıtay bütçeleri yapma olanağını yakalarız.

Beni dinlediğiniz için teşekkür eder, Partim ve şahsım adına hepinize tekrar saygı ve sevgilerimi sunarım. (DSP, MHP ve ANAP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN - Teşekkür ediyorum Sayın Saruhan.

Anavatan Partisi Grubu adına, ilk söz, Edirne Milletvekili Sayın Evren Bulut'a ait.

Sayın Bulut, süreyi eşit mi kullanacaksınız?

EVREN BULUT (Edirne) - Evet Sayın Başkan.

BAŞKAN - 15 dakika süreniz var.

Buyurun Sayın Bulut.

ANAP GRUBU ADINA EVREN BULUT (Edirne) - Sayın Başkan, çok değerli milletvekilleri; Anavatan Partisi Grubu adına, Tarım Bakanlığımızın bütçesi üzerinde söz almış bulunuyorum; şahsım ve Grubum adına, hepinizi saygıyla selamlıyorum.

Tabiî, seneden seneye, gruplarımız, tarımı, burada, 10 dakika, 15 dakika dilleri erdiği kadar konuşuyorlar; fakat, tarım, Türkiye'de bir bütündür. Bugün, bizim, demokrasi işleyişimizde de Türkiye'nin tarımı, yalnız Tarım Bakanlığına bağlı değildir.

Dünyada olan değişimlerle ve ülkemizdeki alınan kararlarla, tarım, dokuz senede çok değişikliklere uğramıştır. Birinci mesele, desteklemeler kaldırılmıştır. Rahmetli Özal'ın zamanında, ekonominin dünyaya açılmasıyla beraber, Türk tarımı da yeniden bir yapılanmaya geçmiştir. Nedir bunlar; gübrede destek, sütte destek, yemde destek; hatırladığınız gibi. Bu destekler bir ara gitti; 1990'dan sonra da, bu desteklerde bazı spekülasyonlar oldu. Bunlar, tabiî, çiftçiye mal edilip, tekrar başka zemine kaydırıldı; ama, bugün, o desteklerin de faydası yoktur. Çünkü, Avrupa Birliğiyle Avrupa'ya katılım ortaklığımız Dünya Bankasıyla anlaşmalarımız, bizi, bazı başka şeylere itti.

Ben, burada, Tarım Bakanlığının bütçesi üzerinde önemli şeylere değiniyorum. Bu hükümetin programında olan tarım sigortası, prim sistemi ve Türkiye'nin kadastrosu... Bu üç olay... Buradan 200'e yakın kanun çıkardık; ama, inanıyorum ki, 18 aydır, şunlardan bir tanesini çıkaraydık, hiç olmazsa, Türk çiftçisine ve Türk Devletine faydalı olacaktı. (DYP sıralarından alkışlar)

MEHMET GÖZLÜKAYA (Denizli) - Çiftçiyi unuttu bunlar...

EVREN BULUT (Devamla) - Şimdi, devletimiz, hükümetimiz, dört tane destekleme üzerinde karar kılmıştır. Bunlardan biri hububat, biri şekerpancarı, biri çeltiktir; ama, bizim vazgeçemeyeceğimiz temel gıda maddelerimizden dört tane önemli gıda maddemiz vardır; biri hububat, biri pirinç, biri ayçiçek yağı, biri de şekerpancarıdır.

Ben, burada, sekiz ay evvel bir gündemdışı konuşması yaparak, devletimiz ihracatı destekleyen kararlar almıştır, bu arada da, Türk tarımını, tarıma dayalı sanayinin gelişmesi için de, ihraç kayıtlı tarım ürünleri ithal edilmesini gündeme getirmiştim; ama, gelin görün ki, Türkiye'de öyle bir ithalat baskını olmuştur ki, hatta, devam etmektedir. Bugün, Türkiye'ye doğudan canlı hayvan, batıdan kaçak et, hatta, 2000 yılında da, Bakanlığımızın, Koruma Kontrol Genel Müdürlüğünden verdiği izinlere baktığımız zaman, Türkiye'de, bize, tarım yapmayın diyorlar. Aklınıza ne gelirse, maruldan tutun patatese kadar, patlıcana kadar, hatta, kanatlı hayvanların her türünden, domuz etine kadar Türkiye'ye giriş olmuş. Bunlar, tespitli girişler; ama, bugün, iki sene evvel 1 milyon ton şeker stoku kalan Türkiye'de, düşünün ki, kayıtsız giren nebati yağın, ayçiçeğin, pirincin, şekerin haddi hesabı yok. Ne olmuş; pancarcılık gitmiş. 28 tane şeker fabrikamızı özelleştirmeye açmışız, üç tanesi o zaman özelleşmiş, sistem tıkanmış, şimdi, pancar ekilmeyecek hale gelmiş. Bakın, her sene 16 milyon ile 20 milyon ton arasında buğday üretilir Türkiye'de. Biz, bunların tohumlarını bölgelerimize göre geliştirelim. Hatta, burada, genel müdürlük mevkiinde bulunan bir arkadaşımızın da yetiştirdiği bir Trakya buğdayı için Sayın Bakanıma dedik ki, bu, birinci sınıf buğdaydır, buna 102 000 lira verelim; Bakanımız da, Ofise talimat verdiği halde, dinletemedi herhalde. Trakya'da, yağışların iyiliğinden, verimin iyiliğinden, bu sene 85 000 lira, 90 000 lira olan Trakya buğdayı, bugün, borsalarda 125 000 liradır; ama, Trakya çiftçisinin cebinden 60 trilyon alınmıştır. Bizim burada söylediklerimiz yalnız çiftçi içindir.

Pancar... Pancara kota koymuşuz. Niye koymuşuz; ithal şekerden dolayı; 220 dolara şeker ithal etmiş, Türkiye'de 750 dolara satmış, satmış gibi göstermiş, vergi iadelerini almış; bunları, basında, daima takip ediyoruz.

Şimdi, demişsin ki, Trakya'ya kota koydum; işte, 30 ton pancar getirirsen, bunun 20 tonu bugünkü fiyattan, 10 tonu da yarı fiyattan... Ama, bugün, Alpullu veya Adapazarı'ndan ve Konya'dan 100 000 ton pancar gelmektedir; bunun için 7 000 lira, 10 000 lira, 15 000 lira da nakliye ödemektedir. Bu devlette, tarımla ilgili genel bir politikamız yoktur. (DYP sıralarından alkışlar)

Şimdi, bakanımız, çıkıyor, geçmişten bazı şeyler söylüyor, diyor ki: Geçmişte yanlış yapıldı, geçmişte şu yapıldı; onun için, ben, bu yükü aldım... Ben 8 bakan gördüm, 8 bakana da yardımcı oldum. Bazı bakanlarımız, bizimle, bölgelerimizin milletvekilleriyle istişare etme zahmetine katlanmıyor; hatta, komisyonlardan gelen, buradan geçen kanunlar dahi bizlere sorulmuyor. Patates ayrı bir bölgedir, pirinç ayrı bir bölgedir, narenciye ayrı bir bölgedir... (DYP sıralarından alkışlar) Bunu niçin söylüyorum; bu, Türk çiftçisinin menfaatınadır.

Bakın, 1998 senesinde, buğday çiftçisinin 232 dolar geliri vardı, 2000 yılında 153 dolar geliri var. Hani, geçmiş seneler kötüydü?! Yine ki, ben, o fiyatlardan dolayı Sayın Başbakana ve bakanlarımıza teşekkür ediyorum Trakya'da 120 000 lira olarak açıklanan ayçiçeği fiyatı, hâlâ, şu anda 135 000 liradır; aradan üç, üçbuçuk sene geçmiştir; ama, tüketicimiz bu yağı 3 katına yiyor. Bakın, ayçiçeğinde, o zaman 372 dolar olan çiftçinin geliri, bugün 219 dolara inmiş; pancarda aynı, fındıkta daha feci. 1998'de fındık 1 222 dolarken, bugün 514 dolara inmiş.

Biz, bunu, şunun bunun kimisi Ticaret Bakanını, kimisi başka bakanları ilgilendiriyor için söylemiyoruz. Çiftçi bugün zor durumdadır; bugün çiftçi, cumhuriyet tarihinde ilk defa hapse düşmüştür; cumhuriyet tarihinde ilk defa, 6 gün hapis yatmaktadır. (DYP sıralarından alkışlar) Bir de, 1940'lı yıllarda, tekpartili dönemde, babalarımız, 6 lira yol parasını ödemedi diye hapis yatmıştı; biz, onun için demokrat olmuştuk. 

Şunu ifade etmek istiyorum: Türk tarımına iyi şeyler vermek için, biz, Bakanımızın her zaman yanındayız. Tarım kredi kooperatiflerini Büyük Önder Atatürk kurmuştur, 2 milyon üyesi vardır, bunlar ufak çiftçidir. Yalnız, tarım kredi kooperatiflerinin, bugün, 1 051 000 üyesi icradadır, 648 trilyon borcu vardır. Bu, patatesçidir geçen sene patates 15 000 liraya inmiştir fındıkçıdır; güneydoğuludur kurak olmuştur Trakyalıdır. Hatta, Bakanımın seçim bölgesi olan Sıvas'ta bile, 36 000 çiftçimiz icradadır. Bu icralarda, çiftçi müteselsil kefildir; yani, eğer, bir kişi borcunu ödemezse, 20 kişiye icra muamelesi yapılmaktadır, 20 kişi borç alamamaktadır, 20 kişi mal alamamaktadır. Bu tarımsal sulama borçları bugün de geçti ve tarım kredi kooperatiflerinin borçları mutlaka ertelenmelidir.

Bizim, hükümetimize, bu oluşumlar olurken, şahsî gayretlerimizle yaptığımız çok önemli şeyler var. Hayvan yetiştirici birliklerini biz kurduk; Edirne, Adapazarı, Bursa, Kırklareli, Tekirdağ, Burdur... Şimdi 60 ilde Sayın Bakanım bu hafta geldi, gördü ama, bunlara destek olmuyoruz. Afyon'da halıcıya, Urfa'da inşaatçıya kredi vermemek lazım; bu ufak birlikleri, 100 x 2 hayvancılığı desteklememiz lazım.

Türkiye'de tarımın yeniden entegre olması için, İzmir Ticaret Odası bir yenilik başlatmıştır.
Uzaydan ürün planlaması yaptılar. Çanakkale ve Ege'nin pamuğunu tespit ettiler. Bizim de hükümet olarak uzaydan bu ürün yönlendirmesini yapmamız için, bu toprak ve bitki haritalarını çıkarmamız lazımdır; ama, yaptığımız hesaplara göre, 335 milyon dolar tutuyor. İzmir 50 bin dolara... Bunun
içerisinde üniversiteler de var. Biz, mutlaka artık tarımda neyi ekip neyi ekmeyeceğimizi gündeme getirmemiz lazımdır. Bugün pancarı kaldırmak mı istiyorsunuz, pancar bize fazla mı geliyor, pancar Türkiye'deki tüketim kadar ekilmelidir, bunun hesaplaması, bunun ekilmesi kolaydır, bunun ye-rine ayçiçeğini getirmemiz lazım, ayçiçek ve çeltiği getirmemiz lazımdır.

Sayın Bakanımın, Hazineye 8 sent teklif ettiği ayçiçek primi, maalesef, 5 ve 6 sentte kaldı, bu sene yılbaşında ayçiçek primini 10 sent olarak açıkladığımız zaman, bütün pancar üreticileri -bu Konya'dan, Çorum'dan, Samsun'dan tutun, 30 ilde ekilmektedir- bunun yerine mutlaka ayçiçeği almalıdır. Biz ayçiçek ve pirinç ithalatına 1 milyar dolar ödüyoruz. Biz, bu değişim olduğu zaman Türkiye tarım ürünlerine 50 milyon dolar öderken, bugün ödediğimiz miktar, 3 milyar dolardır, kaçak gelenler hariçtir.

Türkiye tarımdan dışlanmak istenmektedir. Bazı bürokratlarımızın yanlış tutumlarını gördükçe bundan kuşku duymaktayım; yani, Türkiye tarımı yabancı tarıma teslim edilmektedir. Bundan 6 ay evvel, 5 partiden, 5 arkadaşımızı Kore'ye çağırdılar. 31 tane gelişmekte olan tarımla geçinen ülkeler, arada bir hafta süreyle bir araya geldik. Bir gördük ki, buraya geldik, kime bize demiyor ki, bu tarım komisyonunun başkanı, MHP'lisi, ANAP'lısı, DYP'lisi, eski bakanı gitmişsiniz, siz orada ne yaptınız... Aynı Tarım Satış Kooperatifleri Kanunu gibi; 30 senelik bir devri devre dışı bırakıyoruz, bir gecede, işte IMF istedi, şu istedi, bu istedi, Tarım Satış Kooperatifleri Kanunu çıktı, ortaklık paylarını zor kurtardık, aynı bu tarım satış kooperatifleri de...

CEMAL ENGİNYURT (Ordu) -Bakan imzalamadı onu sadece...

EVREN BULUT (Devamla) - Ben herkese konuşuyorum. (DYP sıralarından alkışlar)

...iki sene sonra Pankobirlik'in şeker fabrikaları ne hale gelecekse, Ordu'nun fındıkçısı, Trakya'nın ayçiçekçisi, Ege'nin zeytincisi... Bugün zeytin üreticisi perişandır; Allah vermemiştir. Ama, bizim, mutlaka tarımda prim sistemini getirip, burada üç beş tane vurguncuya, üç beş tane devleti soyana değil, 30 milyon insana bunları aktarmamız lazımdır. Bizim burada olmamızın amacı da odur.

Tarım politikası, bence, partiler üstü yapılmalıdır. Ben Sayın Bakanımı üç kere Edirne'ye getirdim. Toprak Reformu 9 uncu Bölge Müdürlüğünü kurdum ben orada; ama, aldılar Bakanımın haberi var mı yok mu en işlek bölgeden; çünkü, memurlar Edirne'de oturacak. 200 000 dönüm arazi o bölgede vardı.

Yine bu hafta gitti, Hayvan Yetiştirici Birliğini gördü; ama, bugün, o birlik, bir yerden 8 hayvan sattı, Ziraat Bankası ona kredi vermiyor.

CEMAL ENGİNYURT (Ordu) - Bakanın suçu ne?

EVREN BULUT (Devamla) Hayır, Bakanla ilgili konuşmuyorum; ben, tarımın özeleştirisini yapıyorum.

OKTAY VURAL (İzmir) - Kendi eleştirisi...

EVREN BULUT (Devamla) - Benim kendi eleştirim. Ama, unutmayın ki, şurada ziraat odaları kanunu tasarısı, birbuçuk senedir Tarım Komisyonunda duruyor. Bizi bırakın, tarım satış kooperatifleri, tarım satış birlikleri, ziraat odaları, çiftçinin kuruluşudur. Devletin bunda 1 lirası yoktur. Eczacılar birliği olacak, avukatlar birliği olacak, odalar birliği olacak, TÜSİAD gelecek hükümete direktif verecek...

Biz 30 milyon insan, bu memlekette hiçbir zaman daha çok kazanalım istemiyoruz. Türk çiftçisi, yalnız, geçinmeyi istiyor. (DYP sıralarından alkışlar) Bugün bunların çocukları polistir, ebedir, orta sınıftır. İşte ekonominin kaderi de, çiftçinin gelir düzeyindendir.

Bugün desteklemelere 200 trilyon para veriliyor, bugün 200 trilyon bütün prim sistemine ve-riliyor. Bugün 200 trilyon nedir? Ama, ben çiftçiye buradan bunu söylüyorum. 200 000 kişinin başkanlığını yaptım; Afyon'un Emirdağ'ından, Polatlı'dan Edirne'ye kadar. Çiftçi, kendi örgütlerinde ve kendi meselelerinde birleşip hakkını aramadığı müddetçe, hiç zannetmesin ki... Çünkü, biz, milletvekilleri olarak da, bölgelerimizin dertlerini, bazı bakanlara anlatamıyoruz; bakanlarımız havada... (DYP sıralarından "Bravo" sesleri, alkışlar) Bu, bizim, hepimizin, boynumuzun borcudur. Kars'ta ne olduğunu ben bilemem, Adana'da ne olduğunu ben bilemem, Afyon'da ne olduğunu ben bilemem; tartışılacak yer burasıdır.

Türk çiftçisinin, 2001 yılında işte, kuraklık vardır; Orta Anadolu'da vardır, Trakya'da vardır buğday ekimi iyi olmamıştır; iyi çıkmamıştır; Zabruskurdu başlamıştır. Bu uzay sistemini yapamıyorsan... Şuradan, bankolara giderken, eğer, rüzgâr, mayıs aylarında Dikmen kapısından eserse, 16 milyon ton buğday alırsın; Çankaya'dan eserse, 20 milyon ton alırsın; artık, biz, bunlara sığınıyoruz.

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı) 

BAŞKAN - Sayın Bulut, lütfen toparlayınız.

EVREN BULUT (Devamla)  - Bitiriyorum efendim.

Bu Bakanlığımızın 317 trilyonluk bütçesinin, zaten, 55 trilyonu yatırımlaradır. Ülkemize ve bölgemize hayırlı olmasını diliyorum. 14 Mayıs çiftçi bayramıdır; inşallah, o zaman görüşeceğiz çiftçinin durumu iyi mi değil mi.

Hepinize saygılar sunuyorum. (ANAP ve DYP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN - Teşekkür ediyorum Sayın Bulut.

İkinci söz, İstanbul Milletvekili Sayın Sühan Özkan'a ait.

Buyurun Sayın Özkan.

Süreniz 15 dakika.

ANAP GRUBU ADINA İ. SÜHAN ÖZKAN (İstanbul) - Sayın Başkan, Yüce Meclisin değerli üyeleri; Adalet Bakanlığı ve Yargıtay Başkanlığı bütçeleri konusunda, Anavatan Partisi Grubu adına söz almış bulunuyorum; Yüce Heyetinizi, en derin saygılarımla selamlarım.

Adalet hizmetleri, hızlı, etkin, toplumsal barışı sağlayacak gerçek bir adalet düzenini gerçekleştirmek için, mutlaka, ülkemizin önündeki en önemli problemlerden biri olarak nazarı itibara alınmalı ve üzerindeki çalışmalar sürdürülmelidir. Yüce Meclis, acil bir adalet reformunu ve yeniden yapılanmayı hayata geçirme çabalarını hızlandırarak, gerçekleştirmek zorundadır. Bu toplumsal zaruret, uzun yıllardan bu yana, siyasetin gündemini işgal etmesine rağmen, ne yazıktır ki, gerekli çalışmalar henüz tamamlanamamıştır.

Adalet hizmetlerini iyileştirme çalışmaları, Üçüncü Beş Yıllık Plan çalışmalarında yer almaya başlamış, o günden bu yana, bütün plan çalışmalarındaki hedefler arasındaki yerini muhafaza etmiştir. Bugün, ne yazık ki, hukuk ve yargı boyutu yönünden, plan çalışmalarının, temel hedeflere ulaştığını ileriye sürmek mümkün değildir.

Bir önceki plan eki, hukuksal ve kurumsal düzenlemeler bölümünde, adalet reform projesi kapsamında öngörülen kanunlardaki çalışmalar, henüz hayata geçirilememiştir.

Sekizinci Beş Yıllık Plan, bir uygarlık projesi olup, bu projenin hukuk boyutu, stratejik olarak, mutlaka öne çıkarılmalıdır. Adalet hizmetini, alelade bir kamu hizmeti olarak değerlendirmekten vazgeçilmelidir. Kamusal düzende, bütün kamu hizmetleri önem taşırlar; ama, adalet hizmeti, toplumsal barışın temeli olması nedeniyle, önceliğe sahip olmalıdır ve uygarlığın bugün geldiği noktada, en yüksek düzeyde gerçekleştirilmelidir.

Ekonomik ve sosyal kalkınma, gerçek bir hukuksal altyapı olmadan gerçekleştirilemez. Avrupa Birliği gündemindeki, 100 000 sayfayı bulan hukukî metnin, mevzuatımıza uyarlanması gerektiği gerçeği, adalet hizmetlerimizin, gerek düzenleme gerekse nitelik olarak, nasıl, zor ve acil bir çalışmaya ihtiyaç gösterdiğini ortaya koymaktadır.

Uygarlık ve toplum düzeni, gerçek bir hukuk barışının üzerinde durur; bunu sağlayan temel organ mahkemelerdir. Hızlı çalışıp, adaletli sonuçlara daha rahat ulaşmalarını sağlayacak şartları, devlet, en temel görevlerinden biri olarak, acilen gerçekleştirmelidir; her türlü fizikî ve maddî imkânları, yetişmiş personel ihtiyacı, çağa uyan bütün donanımları, norm kadro, iş ve personel sayısındaki çağdaş ölçütleri nazara almalı ve acilen, kesinlikle tatbikata geçirmelidir.

Sayın Başkan, sayın üyeler; adliyemizin, iş yoğunluğu bakımından sorunları vardır. Mahkemelerimizin bakmaları gereken dosya sayısı, kendi bakmaları gereken, olması gereken sayının fevkalade fevkindedir. Çok sayıda ve çeşitli ihtilaf, dava dosyası olarak mahkemelerin önüne gelmekte ve sadeleştirilmesi, daha seri hale getirilmesi gereken yargılama usulleri nedeniyle, davalar birikerek, karara varmaları zaman almaktadır. Bu konuda, Avrupa Konseyi Bakanlar Komitesinin, adaletin işleyişini geliştirici, hukuk yargılama usulü ilkeleri hakkındaki 5 sayılı tavsiye kararı mutlaka değerlendirilmelidir.

Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesinin 6 ncı maddesiyle güvence altına alınan adalete başvuru hakkı demokratik toplumun en temel niteliklerinden birisidir.

Yargılama usulünün bazı kuralları modern toplumun ihtiyaçlarının gerisinde kaldığından adalet hizmetlerinin etkin bir biçimde gerçekleştirilmesi engellenmektedir. Demokratik bir toplum için gerekli yüksek düzeydeki adalet icraatını sağlamak, her türlü tedbirleri alarak bunu gerçekleştirmek devletin en temel görevidir. Avrupa Konseyi Bakanlar Kurulunun bahse konu tavsiye kararının
9 uncu ilkesinde öngörülen, adlî makamlara en elverişli koşullarda adalet icrası ve özellikle hukukun çeşitli kaynaklarına başvuru ile adaletin hızlandırılması için en modern teknik imkânlar sağlanmalıdır.

Hâkimler ve yardımcı personelin, uygun teknik vasıtalardan yararlanması, bilgisayar kullanımı, veri bankaları, hukukun çeşitli kaynaklarına çabuklukla başvuru imkânını sağlayacak bilgi işlem merkezleri mutlaka sağlanmalıdır.

Yargının infaz konusunda ciddî sorunları vardır. Fizikî olarak cezaevleri kadın, çocuk, erkek bugün modern ceza hukukunun öngördüğü fonksiyonları ifa etmekten tamamen uzağa düşmüşlerdir; mutlaka yeniden değerlendirilmeli ve düzenlenmelidirler.

Yargı, ceza ve infaz kavramları birbirlerinden ayrılamaz. İnfaz konusundaki mevzuat yetersizliği yargı erkini zedelemektedir. Ceza ve İnfaz Kurumlarının İdaresine Dair Kanun, 647 sayılı İnfaz Kanunu, ceza infaz kurumları ve tevkifevlerinin yönetimine dair tüzük ve genelgeler tipik bir mevzuat dağınıklığı göstermekte ve cezanın sağlıklı bir şekilde infazına hizmet edememektedirler.

Kısaca ifade etmeye çalıştığım, maddî, fizikî imkânsızlıklar içerisinde Türk hukukuna olağanüstü katkılar sağlayan, adalet hizmetinin bütün taraflarına, mübaşirinden en yüksek yargıcına, savcılarına, hakkın takipçisi olan avukatlara, kararların ve içtihatların oluşmasına katkıda bulunan herkese teşekkürlerimi, minnetlerimi ifade etmeyi bir borç biliyorum.

Sayın Başkan, sayın üyeler; çağımızda, uygarlığın bu safhasında hukuk devleti kavramı muhteva değiştirmiş ve artık sosyal hukuk devleti kavramı geçerli olmuştur.

Devlet, artık, sadece can ve mal güvenliğini sağlamakla yükümlü olmayıp, hukuk yoluyla toplum yaşamını yeniden yapılandırarak adaletli bir toplum düzenini sağlamak durumundadır.

Hukuk devletinde güvence altına alınan hukuk düzeni, hukuka tabi bireylerin birbirlerini saldırılarından koruma gücüne sahip olan bir düzendir. Hukuk devleti, çağımızda, sosyal hukuk devleti vasfını da mutlaka ihtiva etmek zorundadır.

Anayasa Mahkemesi, sosyal hukuk devleti kriterlerini, güçsüzleri güçlüler karşısında koruyarak gerçek eşitliği, yani sosyal adaleti ve toplumsal adaleti sağlamakla yükümlü adalet olarak içtihat etmiştir.

Sayın Başkan, değerli üyeler; hukuk devleti, kişi temel hak ve özgürlüklerine, eşitliğe, adalete aykırı düzenlemeler, yasalar yapamaz. Eğer, yasama tasarrufları bu kurallara aykırı sonuçlar doğurabilecekse, devlet, hukuk devleti olma vasfını kaybetmeye başlar. O zaman, kanun yapan, ama sadece kendi yaptığı kanunun devleti olur ki, sosyal bir hukuk devleti olması gereken devlet, sıradan bir kanun devleti olma yoluna girer.

Sayın Başkan, sayın üyeler; yasaların bir özü ve ruhu vardır. Bir yasanın anlatımı, toplum psikolojisine takdimidir; yani, yasama etkinliğinin nihai gayesidir, her normun toplumsal amacıdır.

İktidar, yasama organı vasıtasıyla toplum içinde yaşamak durumunda olan bireylerin, vatandaşların sıkıntılarını, tedirginliklerini ortadan kaldırmaya çalışmakla yükümlüdür. Yasanın hayat soluğu, özü, ruhu, yasama tasarrufunun kalitesi en önemli ölçüttür. Bu öz ve ruh, vatandaşın ihtiyaçlarına cevap veren, adalete uygun bir toplum düzenine ulaşma özlemini ifade eden bir yasa olmalıdır. Adaletli bir toplum düzenine hizmet eden yasalar, vatandaşların sıkıntılarını giderici, vatandaşların durumlarını iyileştirici, kargaşa ve düzensizlikleri ortadan kaldırmaya yönelik yasalar olmalıdır.

Toplumun adalet ihtiyacının, son derece kısıtlı bütçe imkânlarıyla, neredeyse sadece mahkemelerimizin, yargımızın, adalet teşkilatlarımızın değerli mensuplarının fedakarlığıyla karşılanmaya çalışılması son derce üzüntü vericidir.

Türkiye Cumhuriyeti Devletinde, bütçe imkânları dahil, hiçbir mazeret, adalet hizmetlerinin eksik icraının nedeni olmamalıdır.

Sayın Başkan, değerli üyeler, gündemimizin en önemli maddelerinden biri olan Af Yasasına ve bu muhtevadaki yasama tasarruflarının ceza infazına etkisi konusunu gözden geçirmekte fayda mülahaza ediyorum.

Yukarıda da ifade etmeye çalıştığım gibi, yargı, ceza ve infaz kavramları arasında, modern ceza düşüncesinde, çok önemli bir bağ bulunmaktadır.

Bugün, Af Yasası, yargı bağımsızlığını önemli ölçüde etkilemektedir ve bu yasama tasarrufu, yargı bağımsızlığına ciddî bir müdahale olmaktadır. Bu Af Yasasının veya af yasası kavramının, af yasası tasarrufunun kuvvetler ayrılığı prensibinde ortaya koyduğu mahzurlar özellikle şunlardır:

Cezaların mutlaka uygulanması gerektiği ilkesi zedelenmektedir.

Cezaların caydırıcı özellikleri ortadan kalkmaktadır.

Toplumun adalete olan inancı azalmaktadır.

Toplumda eşitlik ilkesi zaafa uğramaktadır.

Af tercihi, başlı başına bir eşitsizlik tercihi olmaktadır.

Kuvvetler ayrılığıyla devlet erklerinin eşit ve bağımsız olmaları ilkesi ihlal edilmektedir.

Bağımsız yargının verdiği karar, mahkûmiyet safhasında ortadan kaldırılmaktadır, hatta yargılanması gereken fiillerin yargıya intikal etmesi önlenmekte ve yargı bağımsızlığına müdahale edilmektedir.

Devletin pozitif ve teorik gelişmesinde en önemli düşüncelerden biri, toplumun yasama erkine, sadece cezalandırma yetkisini devrettiğini ileri sürmektedir. Devredilen yetki, cezalandırma yetkisidir. Ceza teorisinde, cezanın etkisinin, onun ağırlığı ve şiddetiyle ilgili olmayıp, mutlaka uygulanabilir olmasıyla çok yakın ilgisi vardır, genel kabul bu yöndedir.

Af tasarrufu yetkisi, Anayasamızın 87 nci maddesinde ifadesini bulan Türkiye Büyük Millet Meclisi yetkileri arasında sayılmıştır. Türkiye Büyük Millet Meclisine, Anayasa, af yetkisi tanımış; fakat, bu yetkinin objektif kriterlerini belirlememiştir. 1961 Anayasası 64 üncü maddesiyle, 1924 Anayasası 26 ncı maddesiyle, aynı yetkileri farklı ölçütlerde tanımışlardır.

Cumhuriyetin anayasalarının Türkiye Büyük Millet Meclisine verdiği af yetkisinin şümulü hakkında anayasal anlamda bir gelenek oluşmamıştır. Türkiye Büyük Millet Meclisi, bu durumu çözmek zorundadır.

Af tasarısı, af tasarrufu, iyiniyetle, toplumsal barışa katkı sağlamak amacıyla yapılmış olmasına rağmen, uzun vadede önemli sakıncalar doğurmaktadır.

Sayın Başkan, değerli üyeler; Yargıtayın, toplumda, toplumsal adaletin tesisinde çok önemli bir rolü vardır; yurtta, içtihat birliğini sağlamak için düşünülmüş ve kabul edilmiş bir hukukî denetim yoludur ve tek mahkemedir. Yargıtayın iş yükünü hafifletmek ve gerçek bir içtihat mahkemesi olarak görev yapmasını sağlamak için, her şeyden önce, ceza ve usul hükümlerinde, davaların uzamasına neden olan hükümler üzerinde çalışmak ve bu hükümleri ayıklamak gerekmektedir.

Hak arama özgürlüğünün anayasal özüne dokunmaksızın, yargı ve Yargıtaya gelecek işlerin kaynağında sınırlanması çalışmaları mutlaka yapılmalıdır. Bugüne kadar, Yargıtayın, akademik bir içtihat mahkemesi olarak çalışabilmesi için, istinaf mahkemelerinin gerekip gerekmediği, Yargıtay başkanlarının gündemindeki yerini korumaktadır. Bazı başkanlar konuya, Yargıtay incelemesine tabi işlerin azaltılarak, ihtisaslaşması ve adaletin çabuklaştırılması noktasından bakmaktadırlar; mevcut başkansa, 1966 New York Medenî ve Siyasal Haklar Sözleşmesi madde 14 gereği üst mahkemeye başvuruyu; yani, istinafı, bu hakkın tanınmasını ve böylece, Türkiye'de adalet sisteminin, üst mahkemeleriyle, yargı kolluğuyla, akademisiyle Türkiye'ye yakışan yetkin bir adlî yargı olmasını temenni etmektedir.

1978-1982 yılları arasındaki Dördüncü Beş Yıllık Kalkınma Planında, 1973-1977 yılları arasındaki Üçüncü Beş Yıllık Kalkınma Planında ve bugüne kadar gelen bütün planlarda, adalet hizmetlerinin iyileştirilmesi konusu gündeme getirilmiştir; bu konularda muhtelif kanun tasarıları hazırlanmış ve Türkiye Büyük Millet Meclisinin gündemine getirilmeye çalışılmıştır.

1996-2000 yılları arasındaki Yedinci Beş Yıllık Kalkınma Planı, aynı amaçlar arasında istinaf konusuna yeniden ve açıkça yer vermiştir. 2000 yılı programında "ilk derece mahkemeleri ile Yargıtay arasında, üst ve istinaf mahkemelerinin kurulması sağlanacaktır" kesin ifadesi kullanılmıştır.

Sonuç olarak, istinaf mahkemeleri, kalkınma planları ve bunlara dayalı yıllık programlarda, olumlu yönde, açıkça yer almaktadırlar. Bu konuların da mutlaka değerlendirilmesi ve bir neticeye ulaştırılması gerekmektedir.

Geçmiş hükümet dönemlerinde, hükümet programlarında, yargının hızlı ve yetkin işleyişi konusu programlara alınmıştır; ama, bugün geldiğimiz noktada, bu konuda öngörülen hedeflere ulaşılmamış olduğunu görüyoruz.

Sayın Başkan, değerli üyeler; bugün, Türkiye Büyük Millet Meclisi, Anayasayla kendisine ve-rilen yasama yetkisini kullanırken çok ciddî sorunlar ortaya çıkmaktadır.

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN - Sayın Özkan, lütfen toparlayınız.

İ. SÜHAN ÖZKAN (Devamla) - Toparlıyorum Sayın Başkan.

Kanunlar, yasama tasarrufları, Anayasa Mahkemesinin denetiminde ve Cumhurbaşkanının denetiminde sıkıntılara uğramaktadır. Yasama organının verdiği yetkiye dayanılarak çıkarılan kanun hükmündeki kararnameler, yine, Anayasa Mahkemesinde ve Cumhurbaşkanının denetiminde çok ciddî hukuksal anlamda tartışmaya açılmaktadır.

Burada yasama organına çok önemli bir görev düşmektedir. Yasaların toplumsal fonksiyonunu sağlayıcı düzenlemeleri, Türkiye Büyük Millet Meclisi olarak elbirliğiyle almak zorundayız; elbirliğiyle, Türkiye Büyük Millet Meclisinin yasama kalitesini yükseltmek zorundayız.

Bu düşüncelerle, bu bütçeler Yargıtay Başkanlığına ve Adalet Bakanlığımız hizmetlerine çok az imkânlar sağlamış olsa da, yine, bu mesleğin fedakâr insanları tarafından karşılanacağına ve Türk hukukunun yine, ülkeye toplumsal adalet adına çok önemli katkılar sağlayacağına inanıyor; Yüce Heyetinizi saygıyla selamlıyorum. (ANAP, DYP ve FP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN- Teşekkür ediyorum Sayın Özkan.

Doğru Yol Partisi Grubu adına, ilk söz, Erzurum Milletvekili Sayın Zeki Ertugay'a ait.

Buyurun Sayın Ertugay. (DYP sıralarından alkışlar)

Sayın Ertugay, süreyi eşit mi kullanacaksınız?

ZEKİ ERTUGAY (Erzurum) - Evet.

BAŞKAN- 15'er dakika.

Buyurun.

DYP GRUBU ADINA ZEKİ ERTUGAY (Erzurum) - Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; Tarım Bakanlığının 2001 yılı bütçesi üzerinde söz almış bulunuyorum; sözlerime başlamadan önce, Grubum ve şahsım adına Yüce Heyetinizi saygıyla selamlarım.

Neredeyse, bütçesi tamamen personel harcamalarından ibaret hale gelmiş olan bir bakanlığın bütçesi üzerinde konuşulacak çok şey olduğu kanaatinde değilim. Bu nedenle, bu konuşmamda, ülke tarımının bugün geldiği noktayı ve üreticinin karşı karşıya bulunduğu şartları sizlere arz etmeye çalışacağım. Daha önce, çok çeşitli vesilelerle Yüce Mecliste yaptığım konuşmalarda, Türk tarımının dünden bugüne kadar içinde bulunduğu makro ve mikro sorunları, yeniden yapılanma ihtiyacını ve kısa ve uzun vadede alınması gereken tedbirleri arz etmiştim.

Ancak, daha önce, müsaadenizle, konuşmama geçmeden önce, geçtiğimiz günlerde Sayın Tarım Bakanının Yüce Mecliste yaptığı bir konuşmaya bir atıfta, hatta bir tarizde bulunmak istiyorum. Sayın Bakan 6.12.2000 tarihinde bu Mecliste yaptığı konuşmada aynen şöyle diyor: "Şimdi, sormak lazım: 1938, yüce kurtarıcının vefatından sonra, 1938-1950 yılları arasında tarımda hangi politika oluşturulmuştur; üretim için ne yapılmıştır, çiftçi için ne yapılmıştır; onu buraya getirmek lazım." Sonra da, 1960-1970 arasında, 1970-1980 arasında, 1980-1990 arasında ve nihayet geliyor, 1990 ile 1999 Mayıs 28'i arasındaki dönemde hiçbir şey yapılmadığını ifade ediyor. Bu suretle, Sayın Bakan, Türk tarımını değerlendirirken milat olarak, hükümetin güvenoyu aldığı, kurulduğu, 28 Mayıs 1999'u alıyor, daha önceki dönemleri, âdeta, yok sayıyor; ancak, başlangıcı da, cumhuriyeti değil de, Ulu Önder Mustafa Kemal Atatürk'ün ölüm yılı olan 1938'i alıyor, 1938 yılından, kendilerinin göreve geldiği döneme kadar, hiçbir şeyin yapılmadığını, âdeta,ifade ediyor.

Sayın Bakana teşekkür ediyorum, hiç olmazsa, Mustafa Kemal Atatürk'ün, hak ve hukuku açısından adaletli davranmış. Aslında, Sayın Bakan, cumhuriyetin kuruluşundan kendisine kadar olan dönemde hiçbir şey yapılmamıştır diyecekti de, herhalde, Atatürkçülüğüne halel gelir diye, böyle düşündü. (DYP sıralarından alkışlar)

Değerli milletvekilleri, cumhuriyetten bugüne kadar Türk tarımına hizmet veren, Aydın Ovasındaki çiftçiden Erzurum'daki besiciye kadar, en aşağı birimde çalışan Tarım Bakanlığı personelinden en üstteki ziraat mühendisine ve bakanına kadar hizmeti geçenlere şükranlarımı sunu-yorum. Sayın Bakan yok saysa da, rahmete kavuşmuş Nedim Ökten'i, Bahri Dağdaş'ı şükranla anıyorum. (DYP sıralarından alkışlar) Sayın Sebahattin Özbek'e, Hüsnü Doğan'a ve ismini sayamadığım diğer başarılı bakanlara ve bu bakanlara katkı sağlayan tüm tarım camiasına şükran duygularımı iletiyor; yaşayanlara sıhhat, vefat edenlere rahmet diliyorum.

Sayın milletvekilleri, Türk tarımındaki yapısal bozuklukları, zorlukları, ihmalleri, bir meslek mensubu olarak, bu Yüce Mecliste en çok dile getiren arkadaşlarınızdan biriyim; ancak, düne, bu kadar haksızlık etmeye kimsenin hakkı yoktur zannediyorum. Bugün, tarımda gelinen noktanın çiftçinin hayat standardının vardığı noktanın dünden çok kötü olduğunu Yüce Meclisiniz çok iyi bilmektedir. (DYP sıralarından alkışlar)

Tarımın dünden bugüne kadar süregelmiş birçok sorunu olmasına rağmen, özellikle, 1950'lerden sonra bu kesimde küçümsenemeyecek gelişmeler, düzenlemeler ve iyileştirmelerin yapıldığı da malumunuzdur. Birçok alanda olduğu gibi bu alanda da elde edilmiş birçok başarının altında, ülkenin 40 yılına damgasını vurmuş siyasî iradenin, Demokrat Partiden Doğru Yol Partisine uzanan misyonunun imzası vardır. (DYP sıralarından alkışlar)

Cumhuriyetin başlangıcında 10 milyona bakamayan Türkiye, bugün 70 milyonu beslemektedir. İşlenmiş tarım ürünleriyle birlikte, ihracatı 5 milyar doların üzerindedir. 1950'lerde 1 000 hektara 1 olan traktör sayısı, tam 33 misli artmış ve bugün 1 milyona ulaşmıştır. 1925'lerde 1 milyon ton olan buğday üretimi, 1990'lı yıllarda 20 milyon tonlara ulaşmıştır. 1960'larda 100 000 ton olan gübre tüketimi 6 milyon tona çıkmıştır. 1950'lerde 70 000 - 80 000 hektar olan sulanabilir alan, bugün GAP'la birlikte 6 milyon hektara yükselmiştir. Bu rakamları elbette ki çoğaltmak mümkün; vaktim sınırlı olduğu için bunları geçiyorum.

Ancak, cumhuriyet hükümetlerinin ve bu siyasî iradelerin en büyük tercihleri de, hiç şüpheniz olmasın ki, bugün dünyanın gıptayla seyrettiği ve 35 milyar dolar harcanarak gerçekleştirilen GAP harikasıdır. En önemlisi, bugün var mı yok mu belli olmayan demokrasiyle Türk çiftçisi tanıştırılmış ve onun nimetlerinden istifade ettirilmiştir. Geçmişi sürekli kötüleyerek başarı sağlandığı hiç görülmemiştir. (DYP sıralarından alkışlar)

Sayın milletvekilleri, yine Yüce Mecliste çeşitli vesilelerle yaptığım konuşmalarda, Türkiye tarımında işgücü fazlalığına, çok parçalı ve uygun olmayan arazi yapısına, küçük ve dağınık işletme sayısının fazlalığına dikkatleri çekerek ve tarım kesimine hizmet götürmenin zorluğuna da işaret ederek, tarımda yeniden yapılanmanın şart olduğunu ifade etmiştim. Bugün gelinen noktadaysa, bırakınız tarımda yeniden yapılanmayı, reform yapmayı, çiftçinin hayat standardını yükseltmeyi; mevcut durum korunamayıp daha da geri götürülerek, tarım hem yok edilmiştir hem de çiftçi pe-rişan edilmiştir. Hani "iki iyilikten biri" derler ya, aynen böyle; bugün tarım ihya edilememiştir; ama, imha edilmiştir. (DYP sıralarından alkışlar)

Sayın milletvekilleri, Tarım Bakanlığının sorumluluğunda olmasa bile, tarımın ve çiftçinin içinde bulunduğu duruma önemli bir örnek olması bakımından ifade ediyorum; bakınız, üç yıldan beri uygulanan kota ve düşük fiyat politikası sonucu, 20 milyon ton civarında olan şekerpancarı üretimimiz 10 milyon tona düşmüş, önümüzdeki yıl da 6 milyon tona indirilmektedir. "Şeker üretimi fazla, şeker fazla" denilebilir, bunun çok çeşitli izahları var; ama, Türkiye pancar tarımından vazgeçemez. Böylece, pancar konusunda, hatta modern ve entansif tarım konusunda ihtisaslaşmış Türk çiftçisi tarımdan tasfiye edilmektedir. Nasıl mı; bir taraftan pancar üretimine kota konularak, şeker üretimi frenlenmeye çalışılırken, diğer taraftan, özel izin ve imtiyazlar sağlanarak sunî şeker üretimi teşvik edilmektedir.

Üzülerek belirtmek istiyorum ki, Türkiye'nin pancar üretimi, yabancı sermayenin sunî şeke-rine peşkeş çekilmiştir. Türkiye'de kurulan 3 sunî şeker, sunî tatlandırıcı fabrikasının, izoglikoz üreten fabrikanın toplam kapasitesi ve üretimi 500 000 ton civarındadır. Avrupa'da, bu fabrikalarda, kota dahilinde üretimine izin verilen izoglikoz, Fransa'da 5 milyon ton şeker üretimi vardır, ancak 15 000 tonla sunî tatlandırıcı üretimi sınırlıdır. Halbuki, Türkiye'de 2 milyon ton şekerpancarı şekeri üretimi vardır ve 500 000 ton miktara müsaade edilmektedir.

Bununla ilgili olarak, bunun pancar üretimine, çiftçiye bir ihanet olduğunu; çünkü, izogli-kozun, sunî tatlandırıcının bir virüs olduğunu düşünüyorum; girdiği her yerde pancar ziraatını bitirdiğini düşünüyorum; ayrıca, halkın sağlığını tehdit ettiği de cabası. (DYP sıralarından alkışlar)

Bugün, maalesef, Türkiye'de tarımın ve tarımda çalışanların kaderi, IMF direktifleri doğrultusunda tayin edilmektedir. IMF şart koşuyor, pancar ziraatı bitiriliyor; IMF söylüyor, TMO devre dışı bırakılıyor, tarım bitiriliyor. Görünün köy kılavuz istemez, bu suretle verimliliği ve üretim yüzdesi yüksek olan Avrupa ülkeleri ve Amerika'ya, Türkiye'de pazar açılıyor; çünkü, bu ülkelerin tahıl stokları vardır, tereyağı, peynir dağları vardır, süt gölleri vardır; bunlara pazar lazım.

Sonuçta, 57 nci hükümetin günü kurtarma hesabı pahasına ülkenin geleceği ipotek altına alınıyor, çiftçi, üretici tasfiye oluyor.

Cumhuriyet tarihinin hiçbir döneminde hayvan yemi olan samanın fiyatı, insan gıdası olan bağdayın fiyatının üzerine çıkmamıştır. Köylü, buğdayını samana katarak hayvana yedirmektedir; çünkü, tek varlığı, elindeki bir deri bir kemik kalan hayvanıdır, o kalmıştır. 93 000 liraya buğdayını satan Erzurumlu üretici, hayvanına yedirmek için 100 000 liraya dışarıdan saman getirmektedir.

Son yıllarda uygulanan yanlış politikalar sonucu, hayvancılık can çekişir duruma getirilmiş ve bir taraftan, Türkiye'de, önemli bir kırmızı et açığı varken, diğer taraftan hayvancı hayvanını satamıyor. Ciddî bir fiyat ve pazarlama problemi var, bu problem had safhada. Bakınız, Türkiye'de, yıllık et üretimi 550 000 ton, et tüketimi 1 250 000 ton; 700 000 ton açık var; ithalat yasak. Peki, bu hükümet, bu açığı bilmiyor mu; elbette biliyor. Bu kadar açığı olan bir ülkeye, kaçak bufalo eti de girer, at eti de girer. Marifet birkaç yüz kilogram kaçak eti yakalamak değil, marifet, geçmişte olduğu gibi, başarılı projeler uygulayarak et üretimini artırmak; daha önemlisi, kaçak et girişini önlemektir.

Burada, yeri gelmişken, bir ikazda bulunmak istiyorum. Kaçak et getirip satanların, bütün kamuoyuna teşhir edilmesini istiyorum; çünkü, bugün, Türkiye'deki namuslu sanayici şaibe altındadır.

Bu ülkede süt sığırcılığına, et sığırcılığına ait tek bir proje, son üç yıldan beri uygulanamamıştır. Bıkarınız köylüye düşük faizli hayvancılık kredisi vermeyi, yeni projeleri devreye sokmayı, alınteriyle yetiştirdiği hayvanını, tertemiz etini satmaktan aciz duruma  düşürülmüştür Türk köylüsü.

MEHMET GÖZLÜKAYA (Denizli) - Hayvancılar batırıldı!

ZEKİ ERTUGAY (Devamla) - Bir başka husus, Türkiye'de olmayan bir hastalık yüzünden, Türk çiftçisi ve sanayicisi, sektörel bir kriz yaşamaktadır. Bu krizin sebebi, hükümetin beceriksizliğidir. Oysa, Türkiye, Avrupa'da var olan ve bizde hiç olmayan bu hastalığı fırsat bilerek, tarımı için bir avantaj, üretimi  için bir avantaj olarak kullanabilirdi.

Bugün, çiftçinin yarısı, evet yarısı sayın milletvekilleri, geçmiş yıl borçlarından dolayı mahkemeliktir, icralıktır. Batık bankaların götürdüğü milyarlarca doları karşılamaya çabalayan hükümet, çiftçi borçlarının ertelenmesi konusunda kılını bile kıpırdatmamaktadır. Hükümetin af yasasını çıkarmadaki ısrarının önemli sebeplerinden biri de, herhalde, hapishaneleri boşaltarak, köylüye yer açmak olmalı. (DYP sıralarından alkışlar)

Bugün gelinen noktada, 57 nci hükümetin siyasî tercihi olarak, tarımsal destekler tamamen kaldırılmıştır; artık, çiftçiye kredi desteği yoktur, girdi desteği yoktur, tabanfiyat desteği yoktur. Sadece, yeni bir pilot uygulamadan bahsediliyor; dönüm başı 5 dolar, 20 dönüme kadar; yani, çiftçi başına, toplam -daha pilot uygulama olarak- 100 dolar. Dünyanın hiçbir yerinde, hele gelişmiş ülkelerde, böyle bir verimsiz destekleme modeli yoktur. Bu, üretimi teşvik değil, üretimi önleyen bir modeldir; direkt destek bu değildir; ürün bazında, üretim bazında yapılan destektir. Türk çiftçisi de, ayrıca, sadaka değil, alınterinin hakkının verilmesini istemektedir. (DYP sıralarından alkışlar)

Bakın, sayın milletvekilleri, tarım, çok riskli ve meşakkatli bir iş olduğu kadar, stratejik önemi, insanlık açısından vazgeçilmezliği yüksek olan bir sektördür. Bunun içindir ki, başta sanayileşmiş ülkeler, çok ciddî rakamlarla, 350 milyonluk Avrupa Birliği ailesi, 15 milyonluk tarım nüfusuna 50 milyar ECU'lük destek sağlamaktadır. Çiftçiye iyi veya kötü kredi desteği veren bir Ziraat Bankamız vardı; o da özelleştirildi. Peki, bundan sonra, bu üreticiye krediyi kim verecek?

Sayın milletvekilleri, çiftçinin, gayri safî millî hâsıladan 1998'de aldığı 500 dolar, 1999'da 300 dolara, 2000'de 153 dolara düşmüştür. Bu rakam açlık sınırının altıdır. 2001 yılında çiftçi yoktur. Artık, çiftçilerimiz üzülmesin; çünkü, tarım diye bir dertleri olmayacaktır! Türkiye tarımdan vazgeçiyor!..

Diyeceksiniz ki, bütün bunlar, son birbuçuk yılda mı oldu? Türk tarımı son birbuçuk yılda mı bu duruma geldi? Evet, bütün problemler bugünün problemleri değil; ama, bugün, Türk tarımına ve Türk çiftçisine vurulan darbe, hiçbir dönemde vurulmadı. (DYP sıralarından alkışlar) Siz, yüzde 25 enflasyonu hedefleyeceksiniz; üreticinin ürününe, bu oranı aşmayan fiyat vereceksiniz; ama, gübresi yüzde 80, mazotu yüzde 100, ekmeği yüzde 100 artacak; kredi vermeyeceksiniz, verdiğinize de tüketici faizlerinin üzerinde faiz uygulayacaksınız. Üreticiyi, verimi çok yüksek, maliyeti düşük Avrupa Birliği ülkeleriyle, dünya fiyatlarıyla rekabete zorlayacaksınız; gücünüz yettiği ve musluk elinizde olduğu için, memura işçiye verdiğinizi yüzde 10'la, çiftçiye verdiğinizi yüzde 25'le sınırlayacaksınız. İşte, tarım ve çiftçi böyle bitti sayın milletvekilleri. Bu ağır ekonomik faturanın, gücü olanın sırtına vurulması yerine, çiftçinin sırtına vurulması, seksen yıllık çiftçinin birikimini ve kazanımını yok etti. Durum, bundan başka türlü açıklanamaz diye düşünüyorum.

Sayın milletvekilleri, Türkiye'de, köylünün ve tarım kesiminin uğradığı haksızlığı, Sayın Cumhurbaşkanı, tarafsız bir insan olarak, aynen şöyle ifade ediyor: "Son bir yıl boyunca, çiftçilerin sattığı ürünlerin bedeli, yıllık enflasyon oranının yüzde 20-25 altında kalmaktadır. Çiftçilerin geliri enflasyona yenik düşmektedir. Çiftçilerin satın aldığı akaryakıt, gübre gibi kimi girdilerin fiyat artışları da, ortalama enflasyonun çok üzerindedir. Ek olarak, birçok ürünün bedeli zamanında ödenememekte, çiftçiler, geç ödeme nedeniyle ağır kayba uğramaktadırlar." Bu değerlendirme ve tespitler bana ait değil, Sayın Cumhurbaşkanına aittir.

İşte rakamlar, işte buğday fiyatı; biraz önce açıkladım, teferruatına girmiyorum. Türk çiftçisi bunu hak etmedi. Böyle bir ülkede, yarın, ihtiyacınız olduğu zaman, bu zor işle iştigal edecek insan bulunamayacaktır.

57 nci hükümetin başlangıçta attığı önemli bir adım vardı, alkışladık ve bu Yüce Mecliste destek verdik. Sayın Bakan, göreve gelir gelmez kolları sıvadı, derhal ortaya bir tarımsal reform ve tarımda yeniden yapılanma programı koydu; umutlandık ve destek verdik. Tarım hizmetlerinin düzenlenmesi hakkında kanun tasarıları hazırlandı. Şimdi soruyorum, birbuçuk yıldır yapılan bu çalışmalar nerede, kanun tasarıları nerede?!.

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN - Sayın Ertugay, lütfen toparlayınız.

ZEKİ ERTUGAY (Devamla) - Teşekkür ederim.

Tarımsal Destekleme ve Garanti Fonu nerede? Tarım sayımı için neler yapıldı? Hiçbir şey yok, tasarı da yok, sadece lafı var. Bırakın tarımda yeni bir program ortaya koymayı ve yeniden yapılanmayı, bu Mecliste geçtiğimiz dönem tarıma ait ciddî bir yasa görüşmedik; bunların içerisinde Hayvan Islahı Kanun Tasarısı da bulunmaktadır.

Sayın milletvekilleri, gelinen noktada bu kötü tablonun sorumlusu olarak, asla, tek başına, Sayın Bakanı suçlamıyorum; zira, bu hükümette tarıma ait kararları Tarım Bakanı vermiyor, hükümetin Hazine kanadı, IMF ve Mr. Cottarelli veriyor! (DYP sıralarından alkışlar) Bunu, yüreğim sızlayarak ifade ediyorum. Elbette, bütün cumhuriyet hükümetleri dönemlerinde IMF'yle anlaşmalar yapılmıştır; ama, bu kadar keskin virajların alındığı, bu kadar acı reçetelerin uygulandığı, bu kadar teslimiyet içerisinde olunduğu hiçbir dönem yaşanmamıştır. (DYP sıralarından
alkışlar)

MEHMET GÖZLÜKAYA (Denizli) - Hükümette inisiyatif kullanma diye bir şey yok ki!

ZEKİ ERTUGAY (Devamla) - Sayın milletvekilleri, 2001 yılı bütçesini görüşürken, tarım, 2000'li yılların en stratejik sektörüdür; bunu hatırlatıyorum. Bu yüzyılda tarımsal üretim bakımından dışa bağımlı olmamak, gıda maddeleri ihracatçısı olmak, çok önemli bir üstünlüktür. Bu nedenle, Allah'ın bir lütfu olarak altın bir coğrafyada yer alan Türkiye'de, tarıma öncelik vermek, her türlü siyasî düşüncenin ötesinde, reel politik bir mecburiyettir. Geleceğimiz için, ülkemiz için bunu yapmak zorundayız.

2001 yılı bütçesinin, ülkemiz için, tarımımız için hayırlı olması temennisiyle, Türk tarımına hizmet  etmiş bütün tarım camiasını, tekrar, şükranlarımla anıyorum ve yüce milletimizin yaklaşan Ramazan Bayramını ve yeni yıllarını tebrik ediyor; Yüce Heyetinizi saygılarımla selamlıyorum. (DYP ve FP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN - Teşekkür ediyorum Sayın Ertugay.

İkinci söz, Eskişehir Milletvekili Sayın Sadri Yıldırım'a ait; buyurun efendim. (DYP sıralarından alkışlar)

Süreniz 15 dakikadır.

DYP GRUBU ADINA MEHMET SADRİ YILDIRIM (Eskişehir) - Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; Adalet Bakanlığı ve Yargıtay Başkanlığı bütçeleri üzerinde Doğru Yol Partisi Grubu adına söz almış bulunuyorum; bu vesileyle, Yüce Heyetinizi ve televizyonları başında Meclisi takip eden aziz milletimizi engin saygılarımla selamlıyorum.

Değerli milletvekilleri, devletin varlık sebebi adalettir. Adalet, devletin meşruiyet temelidir. Ancak adil bir devlet, insanlık onuruna, çağdaş  insanî değerlere saygılı bir düzeni gerçekleştirebilir. Adalet, ancak demokratik hukuk devletiyle mümkündür. Adalet, toplumsal barışın güvencesidir. Kamusal alanda, adalet ve hakkaniyet hakimse, toplumsal barış sağlam temellere oturuyor de-
mektir.

Değerli milletvekilleri, Anayasamızın 2 nci maddesinde belirtildiği gibi, Türkiye Cumhuriyeti bir hukuk devletidir. Sistem olarak da kuvvetler ayrılığı esası kabul edilmiştir. Egemenlik, mutlak surette, milletindir. Millet adına, yasama, yürütme ve yargı yetkisini kullanan organlar arasında bir üstünlük sıralaması yoktur. Yetki ve görevlerin kullanılmasında çağdaş bir işbölümü ve işbirliği vardır. Üstünlük, sadece anayasa ve kanunlarda mevcuttur. Yargı gücü, devletin egemenlik haklarındandır. Hakkın, hukukun, adaletin sağlanması ise, devletin temel görevlerindendir.

Ehemmiyetini arza çalıştığım adaletin ülkede hâkim olabilmesi için, evvela, yargı bağımsızlığının ve yargıç güvencesinin teminatı şarttır. Yargının, etkin, objektif, doğru ve hızlı çalışabilmesi için de, sorunlarından arındırılması lazımdır.

Anayasamıza göre mahkemeler bağımsızdır. Ülkemizin imzaladığı uluslararası sözleşmelerde de, mahkemelerin bağımsız olması gereği vurgulanmaktadır; ancak, bir mahkeme için "bağımsızdır" demekle, bağımsızlık sağlanamaz. Bağımsızlığı sağlayacak temel ilkelerin, yasa hükmü haline getirilmesi gereklidir. Bunun için de, en azından şu koşulların sağlanması gerekir:

Adalet Bakanı ile Bakanlık Müsteşarı, Hâkimler ve Savcılar Yüksek Kurulunda üye olarak yer almamalıdır. Hâkimler ve Savcılar Yüksek Kurulunun kendi personel müdürlüğü ve teftiş kurulu başkanlığı kurulmalı, bu görevleri Adalet Bakanlığının yerine getirmesi usulünden vazgeçilmelidir.

Günümüzde, tüm uygar ülkelerde kabul edilen ilkeye göre, avukatların ve baroların bağımsız olmadığı bir ülkede, yargı, bağımsız olarak kabul edilemez. Bu nedenle, barolar ve Türkiye Barolar Birliği üzerindeki Adalet Bakanlığı vesayeti de kaldırılmalıdır. Yeni avukatlık yasa tasarısında, bu konuda, kısmen de olsa, yapılması düşünülen sınırlı vesayet yetkisini olumlu bir adım olarak görü-yoruz.

Adalet Bakanlığının, yeterli malî olanaklara kavuşturulması gereklidir. Bina, araç ve gereç ihtiyaçları, çağdaş düzeyde karşılanmalıdır. Pul yokluğu, keşif gideri ve tutuklu sanıkların sevkinin malî  yokluklar nedeniyle karşılanmaması, adliyeye müracaatla hak arayan vatandaşlarımızı mağdur etmektedir. Bu da, yargının yerini, yasadışı örgütlerin almasına neden olmaktadır.

Mahkemelerimiz, çok yoğun bir iş yükü altında çalışmaktadırlar. Bu iş yükü de, sonuçta, hem davaların uzamasına neden olmakta hem de yargıçların dosya inceleme için yeterli zaman bulamamaları nedeniyle adlî hatalar artmaktadır. Bu sakıncaları önlemek için, yeni kadrolar alınarak, yeni mahkemelerin kurulması ve mahkeme başına düşen dava sayısının makul bir düzeye indirilmesi zorunludur.

Tüm uygar ülkelerde ceza, artık, bir kısas aracı olmaktan çıkmış, cezanın amacı, ıslah olarak kabul edilmiştir; ancak, ülkemizde, cezaevlerinin olumsuz koşulları nedeniyle, cezanın ıslah amacı sağlanamamaktadır; aksine, koğuş sisteminin getirdiği bu olumsuzluk ortaya çıkmakta ve cezaevlerimiz, âdeta bir suç okulu işlevi görmektedirler. Cezanın gerçek ve çağdaş amacının sağlanması için, hücre niteliği olmayan oda sistemine geçilmesi, buna uygun cezaevlerinin yapılandırılması zorunludur.

Yargı reformu yapılırken, yargının bir öğesi olan savunmanın sorunlarının da çözüme kavuşturulması gerekir. Bunun için de, avukatlık yasa tasarısının bir an evvel yasalaşması zorunludur.

Adalet hizmetlerinin verildiği adliye binaları da son derece yetersiz bir konumdadır.

Eskimiş olan bu mevzuatın yenilenerek, yargının işlemesini hızlandıracak, basitleştirecek ve herkesin anlamasını sağlayacak yeni bir sistemin ve mevzuatın getirilmesinde zaruret vardır.

Adliyelerdeki malzeme ve ödenekler hususuna gelince; insanlığın yeni binyıla girdiği şu günlerde, hâlâ eski daktilolar kullanılmakta ve işler gecikmektedir. Yukarıda beyan ettiğim gibi, acilen, adliyelerin, bilgisayar sistemini kurması gerekir.

Hâkimlik, kutsal bir görev olduğu kadar, vicdanî bir meslektir de. Öyleyse, hâkim ve savcılarımızı, tek ayağı kırık sandalye ve koltuğa oturtmayalım. Diğer personeli, kâtipleri, vatandaştan kâğıt ve kalem istemekten kurtaralım.

Adliyelerde ödenek konusu da yürekler acısıdır; çünkü, tutuklu olarak cezaevinde yatan, davası görülen kişilerin dosyaları, pul yokluğu nedeniyle Yargıtaya zamanında gönderilmemekte, dava sürüncemede kalmakta ve vatandaş mağdur olmaktadır.

Değerli milletvekilleri, mağdur durumda bulunan adliye personelinin ücret durumunu mutlaka iyileştirmeliyiz. Hâkim ve savcılarımızın ücretlerini de, mutlaka, geçinebilecek seviyeye acilen getirmeliyiz.

Sayın Bakanım, toplumun en son güvencesi olan ve topluma adalet dağıtan hâkimlere, savcılara insanca yaşama hakkı tanımazsanız, adaleti tenkit etmeye hakkınız olmaz. O zaman, sizin adalet ölçünüz bu demektir. Mafya ve çetelerden şikâyet edemezsiniz. Öyleyse, mutlaka, ücretlerde iyileştirme yapmak mecburiyetindesiniz.

Değerli arkadaşlarım, her şeyden önce, adalet reformunu gerçekleştirmeliyiz. Bu hususta, Doğru Yol Partisinin ikinci demokrasi paketinde getirmiş olduğu çözüm önerileri hükümet tarafından dikkate alınmalıydı. Bu pakette, yargı bağımsızlığı, yargıç teminatı, adlî zabıtası, mahkemelerin iş yoğunluğu, adlî yardım, meslekî şartların iyileştirilmesi gibi hususlar düzenlenmiştir.

Adlî reform yapılmadığı sürece, yargıç teminatı ve yargı bağımsızlığını muhafaza etmeniz ve adaleti sağlamanızın imkânı yoktur. Ülkemizde toplum ve adaletin birçok sorunu varken, hükümet, ülkenin ve adaletin sorunlarını daha da artırmakta, içinden çıkılmaz bir duruma, yani, ülkeyi kaosa sürüklemektedir.

"Türkiye'de cezaevlerinin çağdaş, uluslararası normlara ve standartlara uygun hale getirilmesi ve infaz sisteminin yenilenmesi, ertelenemeyecek bir zorunluluk haline gelmiştir" diyen Adalet Bakanı, baskıyla, sonradan fikir değiştirmiştir.

Ülkemizde, yıllarca süren bir cezaevi sorunu mevcuttur. Bakanlık, yüksek güvenlikli F tipi cezaevleri projesine başlamış, 30.12.1999 tarihinde ihaleleri yapılan, Ankara, İzmir, Kocaeli, Adana İllerinde yapımları biten, diğer grup cezaevi ihaleleri yapılmak üzere iken, mahkûmların sevkleri yapılamamış ve eylemleri neticesinde, ölüm orucuna dönüşmesi nedeniyle, hükümet, F tipi cezaevlerinin yapımını ertelemiştir. Hükümetin bu erteleme kararı yanlıştır... Yanlıştır... Biz, Doğru Yol Partisi olarak asla tasvip etmiyoruz. Adalet Bakanlığına ve ülkeye yeni bir sorun daha çıkarılmıştır. Bu erteleme, devletimizin itibarını zedelemiştir; devletin, çetelere karşı teslimiyetini göstermiştir. Bu hadiseden sonra, Adalet Bakanı, görevini derhal terk etmesi gerekirken, maalesef, bırakın istifayı, içinden çıkılmaz, ülkeyi kaosa sürükleyecek yeni bir sorun daha çıkarmıştır.

Değerli milletvekilleri, 1999 seçimlerinden evvel ülke gündemine atılan bir af meselesi çıktı; ancak, hükümet kurulduktan sonra, 17 Ağustos depreminin enkazları kaldırılmadan üç gün sonra Meclise af kanunu getirildi. Ülke şartlarının ve zamanın müsait olmaması, eşitlik ilkelerine aykırı olması nedeniyle Doğru Yol Partisi bu affa karşı çıkmış, ancak, hükümetin oy çokluğu nedeniyle af kanunu çıkarılmıştır. Buna mukabil, Anayasanın eşitlik ilkesi ihlali ve kamu vicdanının rahatsızlığı sebebiyle, Sayın Cumhurbaşkanımız tarafından, yeniden görüşülmek üzere geri gönderilmiştir. Bu vetodan sonra, bir yıl, Adalet Komisyonunun raflarında beklerken, acilen birilerinin uyarı ve ısrarları sonucunda, Hükümet tarafından, aralık ayı başında Meclise yeniden getirilerek ülkede sosyoekonomik bunalıma sebep olmuştur.

Mecliste grubu bulunan partilerin içinde, adaleti ve demokrasiyi savunan, memleketin gerçeklerini, ülkenin içinde bulunduğu şartları ve yine getirilen affın eşitlik ilkesine aykırı olması nedeniyle, Doğru Yol Partisi, kararlı olarak, affa şiddetle karşı çıkmıştır.

Affın yanlışlarını, vatandaşın tepkisini hukuk kurallarıyla birlikte inceleyen Sayın Cumhurbaşkanımız, bu affı da haklı olarak veto etmiştir. Buradan, Sayın Cumhurbaşkanımıza, hukuk ve adalet adına, ülke ve milletim adına, demokrasi adına minnet ve şükranlarımı sunuyorum.

Bu vetoya rağmen, hükümet ortaklarının aldıkları, aynen geri gönderme kararını anlamak mümkün değildir. Sayın hükümete ve Adalet Bakanına sesleniyorum: Milletin istemediği, ülkenin aleyhine ve kamu düzenini bozacak olan bu affı geri çekin; bir daha Meclise getirmeyin. Biz, Doğru Yol Partisi olarak, yanlıştan dönmenin erdem olduğunu kabul ederiz; ancak, yaptığınız yanlıştır. Gelin, bu yanlıştan dönün...

Sayın Hükümete bir şeyi hatırlatmak istiyorum. Bakınız, 1977 yılında, Sayın Ecevit tarafından kurulan 22 aylık azınlık hükümetine, ekonominin çökmesinden dolayı TÜSİAD'ın yayımladığı deklarasyon sonrası, Sayın Ecevit, hükümeti bırakmıştı. Bugün de TÜSİAD'ın tenkit ve eleştirilerine tüm ülke şahit oldu. Şu anda, tüm ülke huzursuz ve millet şikâyetçi. Öyleyse, hükümet ya çekilecek; yani, istifa edecek veya kabinede değişiklik yapmak mecburiyetindesiniz.

Değerli milletvekilleri, eğer hükümet bunları yapmazsa; yani, hükümet afta ısrarlı olursa, Sayın Bakanım, memleket ve millet adına gelin bir iyilik yapın; siz istifa edin. Memlekete kaosa sürüklemekten kurtarın; yoksa, bu vebalin altından kalkamaz, bu sorumluluktan kurtulamazsınız. Neticede "bu ülkede Adalet Bakanları ne zaman istifa etmez" başlıklı yazılara daha çok muhatap olursunuz diyor; Yüce Heyetinize, Doğru Yol Partisi Grubu ve şahsım adına, saygılar sunuyorum. (DYP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN - Teşekkür ediyorum Sayın Yıldırım.

Fazilet Partisi Grubu adına ilk söz, Elazığ Milletvekili Sayın Latif Öztek'e ait.

Buyurun efendim. (FP sıralarından alkışlar)

Sayın Öztek, 12 dakika konuşacaksınız.

FP GRUBU ADINA LATİF ÖZTEK (Elazığ) - Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; görüşülmekte olan Tarım ve Köyişleri Bakanlığının 2001 yılı bütçesi üzerinde, Fazilet Partisinin görüşlerini arz etmek üzere huzurlarınızda bulunuyorum; şahsım ve Grubum adına, hepinizi saygıyla selamlıyorum.

Bütçeler, bir iktidarın, bir yıl içinde izleyeceği hukukî, sosyal, siyasal, malî ve iktisadî faaliyetlerin en önemli belgeleridir. Bütçe görüşmelerinde hükümetler, geçen bir yıl içinde yaptıklarını ve gelecek yılda da yapacaklarını Türkiye Büyük Millet Meclisinde açıklarlar.

IMF'nin isteklerini yerine getirme gayreti içindeki 57 nci hükümetin 2000 yılı icraatlarındaki başarısızlığının 2001 yılında da süreceği kaanati, toplumun tüm kesimlerine hâkimdir. 57 nci hükümetin şevksiz, heyecansız, vizyonsuz görüntüsü, bütçenin komisyonda ve Genel Kurulda görüşülmesine de yansımıştır. Bütçe görüşmeleri, âdeta zamanla yarışır şekilde yapılmakta; gruplar tenkitlerini, görüş ve önerilerini yapmak için yeterli zamanı bulamamaktadır.

Tarım Bakanlığı gibi büyük bir kuruluşun bütçesi görüşülürken her parti grubuna 10-15 dakika zaman ayrılmaktadır. Diğer bakanlıkların bütçelerinin görüşülmesi için ayrılan süre de bundan fazla değildir. Bana tanınan süre içerisinde, Tarım Bakanlığıyla ilgili bazı konuları bilgilerinize sunmak istiyorum.

Tarım, gıda üretiminin temelini oluşturduğundan, hemen her insanı ilgilendirmektedir. Günlük konuşmalarda, birçok kere, tarım, sadece bu işle iştigal edenleri, çiftçileri ilgilendiriyor gibi bir hava oluşmaktadır. Şu hususun bilinmesi gerekir: Gıda üretiminin temeli, tarımsal üretime dayanır. Bu yüzden tarım, dünyada her insanı ilgilendiren bir sektördür. Gıda maddeleri stratejik önemi olan maddelerdir. Bu yüzden bütün ülkeler, tarım sektörüne önem verirler ve gıda ihtiyaçlarını karşılamaya çalışırlar. Nitekim, İkinci Cihan Harbinden sonra, Avrupa ülkeleri, sadece sütte, bir parça da ette kendilerine yeterli haldeyken, Avrupa Birliğini oluşturarak, bugün gıda üretimi yönünden kendi kendilerine yetecek hale geldiler, hatta gıda stokları var, fazla ürünlerini satacak yer arıyorlar. Aynı şey, Amerika Birleşik Devletleri için de doğrudur. Kısaca, Atlantik'in iki yakasında büyük gıda stokları vardır. Bu gıda stoklarını eritmek için birbirleriyle de kıyasıya bir rekabet içinde bulunan bu gelişmiş ülkeler, altını çizerek söylüyorum, üretimi azaltmak dahil, her türlü tedbiri almaktadırlar.

Türkiye, tarımsal potansiyeli yüksek bir ülkedir; çünkü, hepimiz biliyoruz ki, tarımsal üretimin üç temel öğeye ihtiyacı vardır; bunlar, toprak, su ve güneştir. Diğer öğelerin hepsi taşınabilir, dışarıdan getirilebilir. Örneğin, ilacı dışarıdan getirebilirsiniz, gübreyi satın alabilirsiniz; ama, bu temel öğeler yoksa, bunları bulmanız mümkün değildir. Ülkemizde toprak da, su da, güneş de vardır. Bunlara ilaveten, yetişmiş insan gücümüz de vardır. O halde, biz, tarımsal üretimi artırmak için her türlü imkâna sahibiz, bunu en kısa zamanda da yapabilecek durumdayız.

Amerika'yı yeniden keşfetmeye, yeni arayışlar içine girmeye gerek yoktur. Gelişmiş ülkelerin dediğini değil, yaptığını ya da uyguladığını, aynen ülke şartlarına adapte ederek uygulamamız gerekir. Eğer bunu uygulamaya gidecek olursak, ben eminim, Hollanda gibi, küçük bir ülke, nasıl bir yılda tarımsal ihracattan yaklaşık 40 milyar dolar gelir elde ediyor ise, Türkiye'nin de bunu kazanmaması için hiçbir sebep yoktur.

Türkiye'de tarımsal üretimin ve çiftçinin sorunları gerçekten çoktur. Bu sorunların tamamının, henüz birbuçuk yılını dolduran 57 nci hükümet tarafından çözülmesini beklemiyorduk; ama, Türk çiftçisinin gelir düzeyini artırmak da dahil, tarımın çözülebilecek sorunları ya da çözülmesi mümkün olan sorunları vardır. Bunlar, bu süre içerisinde çözülebilirdi ya da en azından çözüm yoluna konabilirdi.

Tarım ve Köyişleri Bakanlığının bütçesinin Plan ve Bütçe Komisyonunda görüşülmesi sırasında Sayın Bakanımız, Bakanlığının bir yıllık icraatlarını anlatıp, projeleri hakkında bilgiler verdiler. Bu arada, tamamlanan ve uygulamaya hazır projeler kapsamında 7, uygulamaya konulan projeler kapsamında da 7 adet olmak üzere, toplam 14 proje hakkında geniş malumatlar verdiler. Bunların içerisinde çiftçimizi ilgilendireni, doğrudan gelir desteği projesidir; bu proje de çok tartışmalıdır. Zamanımız olmadığı için bu tartışmaya girmiyorum. Ancak, şunu ifade etmek istiyorum: Proje çalışmalarında para gerektirenlerinin bir iki tanesi deneme mahiyetinde uygulanmıştır. 2001 yılında yurt sathında uygulanmaya başlanınca aksaklıklar görülecektir. Birçoğunun uygulanmasından da vazgeçilecektir.

Tarım ve Köyişleri Bakanlığının 2001 yılı bütçesi, çok yetersizdir. Bütün bütçemizin miktarı 48 katrilyon 360 trilyondur. Tarım Bakanlığının bütçesi ise, 2000 yılına göre yüzde 34 artırılmıştır ve 317,6 trilyondur. Yani, bütçenin, yaklaşık, binde 6'sıdır. Bunun yatırıma ayrılan kısmı da, 55,5 trilyondur; bu miktar çok azdır. Yatırıma ayrılan paranın azlığı, çiftçiye götürülecek hizmetin az olması demektir. Zaten, Sayın Bakan da, Tarım Bakanlığının bütçesi için teklif ettikleri rakamın, yatırım bütçesinde, yüzde 8,6'sını, transfer bütçe teklifinin ise, yüzde 9,8'ini alabildiklerini ifade ediyorlar; yani, her ikisinde de yüzde 10'un altında, istediklerini ancak alabilmişler. Bu parayla, bu işler yapılamaz diyorum.

Tarım Bakanlığının başlattığı veya başlatmayı planladığı projelerin başarılı sonuçlanmasını diliyorum; ama, finansman konusunun kolayca çözülebileceği kanaatinde olmadığımı da açıkça belirtmek istiyorum. Bu yüzden diyorum, projelerin birçoğu gerçekleşmeyecek, sadece, kâğıt üzerinde kalacak ya da temenniden öteye gitmeyecektir.

Evet, on onbeş yıl öncesine kadar et, canlı hayvan, peynir, buğday, şeker ihraç eden Türkiye gibi, tarım ve hayvancılığa müsait bir ülke, bugün, sayılan bu malların bir kısmını ithal ediyorsa, bunun sebebini aramak ve çözümünü bulmak gerekir. Bunun sebebi bize göre, uygulanan hatalı politikalardır. Yoksa, Türkiye'nin kaynakları kaybolmamıştır, yerindedir. Şunu unutmamamız gerekir: Ekonomik faaliyetlerin amacı, verilen emeğe karşılık en yüksek kârı sağlamaktır. Tarımda bunun temini için iki yol vardır: Birincisi, üretime iştirak eden girdi fiyatlarını düşük tutmak; ikincisi de, her üretilen ürüne yüksek taban fiyatı vermektir. Her iki husus da, üreticinin kontrolünün dışında gerçekleşmektedir. Bunları, devletler, millî politikaları gereği kontrol ederler. Amerika Birleşik Devletleri de, Avrupa Topluluğu ülkeleri de, üreticilerini, tarım sektörünü sübvanse etmektedirler. Amerika Birleşik Devletlerinde, bir yılda tarıma yapılan sübvansiyon 15 milyar dolar; Japonya'da, 25 milyar dolar ve Avrupa Birliği ülkelerinde 45 milyar ECU iken, Türkiye'de 2,7 milyar dolardır.

2000 yılında verilen taban fiyatlar düşüktür. 1999 yılına göre, şekerpancarı, çay, tütün ve diğer ürünlerde, genelde, yüzde 25 artış yapılmıştır. Açıklanan buğday taban fiyatlarının, IMF'nin istekleri doğrultusunda değil, ülke gerçekleri doğrultusunda belirlenmesini çok arzu ederdik; ama, ne yazık ki, bizim ve Türk köylüsünün bu arzusu gerçekleşmedi. Son bir yılda, mazota yüzde 108, gübreye -çeşide göre değişmek üzere- yüzde 71 ilâ yüzde 87, tohumluk ve ziraî mücadele ilaçlarına yüzde 100 ile yüzde 150 arasında zam gelmiştir; ama, buğdaya, yüzde 27,5 artış yapılmıştır.

Bakınız arkadaşlar, bu hükümetin, öngördüğü enflasyon oranını tutturamayacağını, tüm muhalefet milletvekilleri söylemişti. Değerleme emsalinde olduğu gibi, TÜFE'ye göre ortalama enflasyonu esas alarak, taban fiyatlarda artış yapılması, üreticiyi memnun edecek uygulamadır. Bunu yapmıyorsanız, tasarlanan TÜFE'ye göre yapıyorsanız, üreticiyi mağdur edeceğinizi baştan kabullenin.

Başbakan dahil tüm yetkililer, enflasyonun, hedeflenen düzeye düşmeyeceğini kabullendiler ve memur maaşlarında, 2000 yılı Haziran ayı sonundan itibaren, yüzde 4,1 bir artış öngördüler ve bunu uygulamaya koydular. Yılın ikinci yarısı için de, biliyorsunuz, hedefler tutmadı. Şimdi, yüzde
6-7'lik bir artış düşünülüyor. Memurlara, aradaki farkı ödedik, ödüyoruz veya ödeyeceğiz diyebilirsiniz; ürettiği buğdayı, Toprak Mahsulleri Ofisine satan çiftçiye de, enflasyon farkı kadar ek ödeme yapmayı, şimdi söyleyebiliyor musunuz? Ayrıca, buğdayını tüccara satan üreticiye, kim, ne ödeyecek?

Unutmayınız, belirlenen taban fiyatlar, müdahale fiyatlarıdır; piyasanın teşekkülünde doğrudan etkilidir. Hepiniz biliyorsunuz, tüccar, Toprak Mahsulleri Ofisinden, daha düşük fiyata buğday almaktadır. Toprak Mahsulleri Ofisinin verdiği fiyat düşük olunca, çiftçi ürününü tüccara satmaktadır. Toprak Mahsulleri Ofisinin son üç yılda aldığı hububat miktarları bunun en güzel kanıtıdır. Bakınız, 1998'de -iki bakanımız da buradalar- 8 milyon 303 bin ton hububat satın alınmış. Fiyat düşürüldüğü için, bu miktar, 1999'da 5 milyon 493 bin tona düşmüştür. Bu sene daha da düşürüldüğü için, 2000 yılında 3 milyon 539 bin ton, ancak hububat alınabilmiştir.

Sayın Bakanımız, Toprak Mahsulleri Ofisinin aldığı hububatın parasını zamanında ödediklerini ve bu yönden milletvekillerinden şikâyet gelmediğini her vesileyle söylüyorlar; doğrudur, kendilerini tebrik ediyoruz; ama, milletvekilleri “verilen taban fiyatını yeterli bulduk, üretici memnun” dediklerini hiçbir zaman söylemiyor; çünkü, taban fiyatlardan tüm üreticiler müştekidir. 2000 yılında, rantiyecilere 21,1 katrilyon ayıran, batan bankaların zararlarını üstlenen 57 nci hükümet, çiftçimizin, köylümüzün alınterinin karşılığını vermeyi de düşünmelidir, hiç değilse, 2001 yılında çiftçimizi mağdur etmemelidir.

2001 yılında memura yapılacak maaş artışı, IMF'nin istekleri doğrultusunda yüzde 10 olarak öngörülmektedir. Bu artış, memurumuzu perişan edecektir. Eğer, aynı düşünceyle taban fiyatları belirlenirse, çiftçimizin mağduriyeti de daha fazla olacaktır. Hükümetimizi, şimdiden uyarıyorum; taban fiyatlarını, hasattan önce değil; ekimden önce açıklayınız ve çiftçimizin son üç yıldaki mağduriyetini de giderecek, onun yüzünü güldürecek fiyat politikası izleyiniz.

IMF'nin önerileri doğrultusunda hareket ederseniz, çiftçi tarlasını süremeyecek ve tohumunu ekemeyecektir. Bu yanlışlığın sonucu, üretim düşüklüğü olacaktır ve artan gıda açığını kapatmak için, ithalat yapmak mecburiyeti ortaya çıkacaktır. Sübvansiyonlar artırılmalıdır; ama, maalesef, hükümetin imkânları bunu gerçekleştirmeye yeterli değildir.

Gübredeki sübvansiyonlar, hepinizin bildiği gibi, 1997'de yüzde 50 iken, kilogram da maktu değerlere bağlandığından, bugün, yüzde 15-20 gibi sembolik noktaya düşmüştür; bunun, tekrar yüzde 50'ye yükseltilmesi gerekir.

Kredi faizleri çok yüksektir; düşürülmelidir. 57 nci hükümet, 55 inci hükümetin yüzde 70'lere çıkardığı faizleri yüzde 30-yüzde 40'a düşürdük diye övünüyordu.

Sayın milletvekilleri, ziraî kredi faizleri, yüzde 70'ler düzeyinde olduğundan, ticarî kredi faizleri yüzde 100'ün üzerindeydi, hatta yüzde 120, yüzde 130'lardaydı. Geçen ay yaşadığımız ekonomik krizden önce ev ve araba kredileri yüzde 35, yüzde 40'lara düşmüştü, ticarî kredi faizleri de yüzde 40'lar düzeyindeydi. Ticarî kredi faizleri ile tarım kesimindeki krediler aynı düzeydedir. Bu, yanlış bir uygulamadır.

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN - Lütfen, toparlayınız.

LATİF ÖZTEK (Devamla) - Ziraî kredilerin faiz oranları düşürülmelidir. Çiftçilerin kredi borçları ertelenerek mağduriyetleri önlenmelidir.

Tohumluk fiyatları, özellikle sebze tohumlarının fiyatı çok yüksektir, hatta birçok kereler, altın fiyatının gram olarak 2 katıdır. Tohumculuk teşvik edilerek, Türkiye'de kaliteli tohum üretilmesi ve tohumluk fiyatlarının düşürülmesi gerekir.

Yine, seracılıkta teşvikler artırılarak yaygınlaştırmaya gidilmelidir.

Beyaz et üretiminde olduğu gibi, kırmızı et üretiminde de entegre tesislerin kurulması teşvik edilmelidir. Aynı şekilde, süt üretiminde de entegre projeler devreye konulmalıdır.

Fazilet Partisi olarak, çok önemli gördüğümüz bir husus da, tarım sigortası kanununun bir an önce çıkarılmasıdır. Bakanlığımızın da bu konuda çalışmaları var, önümüzdeki günlerde inşallah Parlamentoya getirirler.

Tarım arazilerinin amaç dışı kullanılması engellenmelidir.

Bu duygularla, Tarım Bakanlığımızın 2001 yılı bütçesinin çiftçimize, milletimize ve Bakanlık personeline hayırlı olmasını diliyor, hepinize saygılar sunuyorum. (FP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN - Teşekkür ediyorum Sayın Öztek.

İkinci söz, Rize Milletvekili Sayın Mehmet Bekâroğlu'na ait.

Buyurun efendim. (FP sıralarından alkışlar)

FP GRUBU ADINA MEHMET BEKÂROĞLU (Rize) - Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; Adalet Bakanlığı bütçesi üzerinde Grubumun görüşlerini açıklamak üzere söz almış bulunuyorum; Yüce Heyetinizi saygıyla selamlıyorum.

Sözlerime başlamadan önce, bugün, İstanbul Ticaret Odası Başkanı Sayın Mehmet Yıldırım'ın yapmış olduğu bir açıklama konusunda birkaç cümle söylemek istiyorum. Sayın Yıldırım, yaptığı açıklamada, Millî Güvenlik Kurulunu, bir teknokrat hükümet kurmaya çağırdı. Buna benzer bir açıklama da birkaç gün önce geldi; Af Yasasının Cumhurbaşkanınca Meclise iadesini alkışlayan ve Türkiye Büyük Millet Meclisini küçük düşürücü sözler söyleyen yargıç ve savcılar... Değerli arkadaşlarım, bu iki açıklamayı ve tutumu şiddetle kınıyorum. (Alkışlar) Hem, Sayın Adalet Bakanını, bu anayasal suçlar konusunda soruşturma başlatmaya çağırıyorum; ayrıca, Türkiye Büyük Millet Meclisini, Meclise ve milletin haklarına sahip çıkmaya çağırıyorum. (Alkışlar)

Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; demokrasi, ülke yönetimine ilişkin temel kararların, halk tarafından doğrudan ya da dolaylı olarak alınabildiği siyasal sistemin adıdır. Demokrasilerde, halkın kamu siyasetini belirleme yetkisinin, insan hakları dışında hiçbir sınırı yoktur. Değerli bilim adamı Prof. Dr. Mustafa Erdoğan "Anayasal Demokrasi" adlı eserinde, bu demokratik idealiyle, anayasacılık doktrinini birleştiren bir model önermektedir.

Değerli arkadaşlarım, çoğunlukçu demokrasinin birçok sorunu ortaya çıkmıştır. Çoğunluğun mutlak hâkimiyeti, farklı olan için yaşamı çekilmez hale getirdiğinden, bu sorunları ortadan kaldıracak arayışlar sürdürülmektedir. İşte, anayasal demokrasi, bu anlamda önemli bir kapı açmaktadır. Bilindiği gibi, anayasacılık düşüncesinin özü, devlet iktidarının, kapsamı ve kullanımı bakımından yazılı bir anayasayla sınırlanmasıdır; yani, temel hakların, anayasal olarak tanınıp, güvence altına alınması, devlet iktidarının kullanımının belli hukuk kurallarına bağlanması, devletin temel işlevlerinin farklı organlar arasında paylaştırılması ve bütün bu hususların nihaî güvencesi olarak bağımsız mahkemelerin tesisidir. Burada amaç, bireylerin dokunulmaz alanlarının korunması, bunun için, siyasî iktidarın tahdit altına alınmasıdır.

Değerli milletvekilleri, dünya yönünü anayasal demokrasiye doğru çevirmiştir. Bu anayasal demokrasinin temel özellikleri, insan hakları, hukuk devleti ve özgür piyasa ekonomisidir. Bu nedenle, günümüzün yükselen değerleri değişmektedir; eşitlik, bağımsızlık, hürriyet kavramları, insan hakları, bireysel özgürlükler, hukuk ve hukukun üstünlüğü kavramlarına doğru değişmektedir.

Anayasal demokrasinin en temel koşulu, hiç kuşku yok ki, hukuk devleti, hukukun üstünlüğüdür. Hukuk devletinde, siyasî idarî otorite üstünde bir hukukilik anlayışına dayanan ve önceden belli edilmiş genel kurallara bağlı olarak faaliyet gösterir. Bu kuralları; yani, anayasa, yasa ve diğer mevzuatı milletin temsilcileri yapar. Ancak, anayasal demokraside, bu tespit konusunda parlamento sınırlıdır. Neyle sınırlıdır; evrensel hukuk normları ve insan haklarıyla sınırlıdır. Anayasal demokraside parlamento, insan haklarına, örneğin insanın düşünce ve ifade hakkına ters düşen bir yasa çıkaramaz; yani, anayasal demokrasilerde, demokrasilerin ceza kanunlarında bir 312 nci madde yoktur.

Değerli arkadaşlarım, burada, yeni bütçe görüşmelerinde, devletin kutsallığıyla ilgili tartışmalar yaşanmıştı. Bu tartışmaları yeniden başlatmak istemiyorum; ancak şu bilinmeli ki; hukuk devletinin olmazsa olmazı hukukla kayıtlanmış ve hukuk çerçevesinde hareket ediyor olmasıdır. Bundan dolayı hukuk devleti, yetkili değil, görevli; muktedir değil, memurdur ve anayasal demokrasilerde kutsal olan bireydir, insandır. Devlet, sadece, kutsal olan bireyin haklarını koruma konusunda görevli ve memurdur.

Değerli arkadaşlarım, anayasa denmeyi hak eden bir hukuk belgesinin temel amacı, devleti, insan haklarıyla ve evrensel hukuk ilkeleriyle kayıtlamaktır; yani, anayasa, bireysel ve toplumsal ha-yatı düzenlemek için değil, sivil toplum karşısında; yani, birey ve toplum karşısında devleti sınırlamak ve kayıtlamak için yapılır.

Değerli arkadaşlarım, anayasal demokrasilerde, kanunlar ve diğer mevzuat ile uygulamalar da bu çerçeveye uymak zorundadır. Anayasal demokrasilerde, insan haklarına dayalı olan hukuk kuralları dışında hiçbir uygulama yapılamaz.

Peki, Türkiye'de neler oluyor: Sayın Bakanım, sizi tanıyorum, son günlerde sizi daha çok tanıma fırsatı buldum. İnsanî yanlarınızı biliyorum, demokrat kişiliğinizin de tanığıyım. Sizin; yani, Sayın Adalet Bakanının birkaç uygulamasını, Türkiye'nin anayasal demokrasiden ne kadar uzak olduğunu göstermek için örnek olarak vermek istiyorum. Bakınız Sayın Bakanım, yaptığınız bu uygulamalarla, nasıl, anayasal demokrasiyi, hukuk önünde eşitliği, herkesin hukukî güvenliğini, kanunsuz suç ve ceza olamaz ilkesini, yargı bağımsızlığını, yargıç güvencesini ve toplumsal barışı zedeliyorsunuz.

Elimde, Adalet Bakanlığından çıkan bir yazı var. Adalet Bakanlığı Adalet Başmüfettişliğinin 3.10.2000 gün ve 149 sayılı yazısı. Bu yazıda bir yargıç suçlanıyor ve şunlarla suçlanıyor: "Sosyal ve ailevî yaşantınız ile eşinizin yakın zamana kadar benimsediği çağdaş olmayan giyim tarzı itibariyle laiklik karşıtı düşüncelere yakınlık duyduğunuz hususunda kanaat uyandığından..." diye devam etmektedir.

Yine, sizin onayınızla ortaya konulan bir başka yazıda, yine başka yargıçlar hakkında, sosyal ve özel yaşantıları ve eşlerinin kapalı ve başörtülü giyim tarzı nedeniyle, çevrede olumsuz imaj yarattıkları dolayısıyla soruşturma açılmaktadır.

Sayın Başkanım, Sayın Bakanım, değerli milletvekilleri; nerede kaldı yargı bağımsızlığı; nerede kaldı yargı güvencesi; nerede hukukun üstünlüğü ve hukuk devleti?

Sayın Başkan, değerli arkadaşlarım; son gönlerin önemli tartışma konusu olan ölüm oruçları ve F tipi cezaevleriyle ilgili de birkaç cümle söylemek istiyorum. Bildiğiniz gibi, Türkiye'nin bu konudaki temel sorunu, demokratik bir ülke olan Türkiye'de 11 000 siyasî ve terör nitelikli tutuklu ve hükümlünün bulunmasıdır. Hiçbir demokratik ülkede bu sayıda, bu oranda siyasî ve terör nitelikli tutuklu ve hükümlü yoktur. Türkiye'nin temel problemi budur, önce buna el atmak gerekir.

F tipi cezaevine gelince, F tipi cezaevleriyle ilgili, bildiğiniz gibi, Bakanlık ve bunu eleştirenlerin karşıt iki görüşü var. Bakanlık; yani, devlet, devlet güvenliğini esas almaktadır, terörle mücadeleyi esas almaktadır ve terörle mücadelenin bir parçası olarak, yüksek güvenlikli cezaevleri olarak F tipi cezaevlerini geliştirmiştir. Tutuklu ve hükümlülerce ise, can güvenliği ve tutuklu haklarını ihlal ettiği gerekçesiyle bu duruma karşı çıkılmaktadır.

Sayın Bakanımız son günlerde önemli bir adım atmıştır "bu uygulamayı toplumsal mutabakata ulaşıncaya kadar erteledim" demiştir. Biraz evvel eleştirildi; ancak, bu, önemli bir adımdır. Bu adımından dolayı Sayın Bakanı ve hükümeti kutluyorum. Ancak, bu toplumsal mutabakat bu pro-jeye başlanmadan evvel yapılsaydı, şimdi şu zor, sıkıntılı durumda olmayacaktık.

Değerli arkadaşlarım, ölümle bitebilecek ciddî bir sorunla karşı karşıyayız. Burada, bu sorunu, ölüm olmadan evvel çözmeliyiz; çünkü, ölümler, insanî vicdanımızı zedeleyecektir; ölümler, ülkeyi kaosa sürükleyecektir. Ne ülkedeki demokratik kamuoyuna ne de dünya kamuoyuna bu ölümleri anlatamayacağız.

Lütfen sağduyu... Bu sorunu sağduyuyla çözmek zorundayız ve çözmeliyiz.

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN - Sayın Bekaroğlu, Lütfen toparlayınız.

MEHMET BEKAROĞLU (Devamla) - Bağlıyorum efendim.

BAŞKAN - Peki efendim, buyurun.

MEHMET BEKAROĞLU (Devamla) - Hiçbir şey insan hayatından kıymetli değildir. Ülke güvenliği de, burada, insan hayatının korunmasına bağlıdır.

Değerli arkadaşlarım, devletin itibarını kimse zedelemiyor. Devlet böyle bir sorunu çözerek itibarını azaltmayacaktır; tam tersine, devletin itibarı artacaktır.

Değerli arkadaşlarım, geçen gün, bu konuyla ilgili olarak yapmış olduğumuz girişimler nedeniyle, saygı duyduğum bir milletvekili arkadaşımız, ağzımızdan çıkan "içerideki arkadaşlar" terimi üzerinden hareketle, bizi eleştirmiştir; yanlış yapmıştır. Bu gibi tavırlar, bu problemi çözmenin lehine değil, aleyhinedir.

Ben, bir kere daha, sizlere, Sayın Bakanıma ve hükümete seslenmek istiyorum. Bu sorunu çözebiliriz, bu sorunu çözmek için ciddî bir siyasî irade gerekiyor. Ölümler, cezaevlerinden çıkacak tabutlar bu ülkenin menfaatına değildir. Bunu bildiriyor; hepinize saygılar sunuyorum. (FP ve DYP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN - Teşekkür ediyorum Sayın Bekaroğlu.

Son söz, İstanbul Milletvekili Sayın Mehmet Ali Şahin'e aittir.

Buyurun efendim. (FP sıralarından alkışlar)

Sayın Şahin, süreniz 10 dakikadır.

FP GRUBU ADINA MEHMET ALİ ŞAHİN (İstanbul) - Sayın Başkan, değerli arkadaşlarım; Yargıtay Başkanlığı bütçesi üzerinde Fazilet Partisi Grubunun görüşlerini arz etmek için huzurunuzdayım; bu münasebetle muhterem heyetinizi saygıyla selamlıyorum.

Değerli arkadaşlarım, genelde yargı organlarımızın, özelde Yargıtayımızın içerisinde bulunduğu sorunlarla ilgili olarak benden önce söz alan farklı siyasî partilere mensup arkadaşlarımız, kıymetli değerlendirmelerde bulundular. Yargı organlarımızın ve özellikle Yargıtayımızın içerisinde bulunduğu fiziksel imkânsızlıklardan söz ettiler; mekân sorununu dile getirdiler; araç, gereç problemlerinden söz ettiler; yargı mensuplarımızın özlük haklarının iyileştirilmesinin gerekliliğini vurguladılar; belki de en önemlisi, yargı bağımsızlığıyla ilgili düşüncelerini dile getirdiler.

Bu tespit ve düşüncelere Fazilet partisi Grubu olarak biz de büyük ölçüde katılıyoruz; çünkü, inanıyoruz ki, insanın vicdanında adalet duygusu kadar köklü hiçbir duygu  yoktur  ve  yine,  inanı-yoruz ki, adalet, en üstün ortak değerimizdir ve bu yüzden, yargı, milletçe hepimizin ilgi alanıdır.

Özellikle Yargıtay, adlî yargımızın üst dereceli mahkemesidir; adaletin yerine gelmesinde ve vatandaşın vicdanen müsterih kılınmasında mahallî mahkemeler tarafından verilen kararları yeniden gözden geçirerek önemli bir görev ifa etmektedir; ama, değerli arkadaşlarım, Yargıtayımızın sorunları vardır. Görev yaptığı üç eski bina arasında dosyaları el arabalarıyla mekik dokuyan bir Yargıtay gerçeği vardır. İntikal eden dosya çokluğu nedeniyle âdeta yorgun düşmüş, bunalmış bir Yargıtay gerçeği vardır. İş yoğunluğu ve yer darlığı sebebiyle evlerine iş götürmek zorunda bırakılmış Yargıtay üyelerimiz vardır. Belki de, bu sorunların bir gecikmeye yol açması ve bu sebeple de, yargının siyasallaştığı şeklinde bir kaygının da varlığı en önemli sorunlarımızdan biridir.

Saygıdeğer arkadaşlarım, ne gariptir ki, bu sorunlar her yıl konuşulur, şimdi de konuşuyoruz. İstinaf mahkemelerinin gerekliliği vurgulanır; fizikî mekân, araç, gereç sorunlarının çözümü istenir; özlük haklarının iyileştirilmesi, yargı bağımsızlığının sağlanması dile getirilir; ama, bütçeler gelir, bütçeler gider, bu sorunlar da bir türlü gitmez ve bitmez.

Dün, Yargıtay Başkanımız Sayın Sami Selçuk, bir özel televizyonda, canlı yayındaydı. Buyurdular ki "1961 Anayasasının 134 ve 1982 Anayasasının 140 ıncı maddelerine göre yargı bağımsızlığı ve yargıç güvencesi ölçütlerine göre çıkarılması zorunlu özel yasa kırk yıldır çıkmadı. Bu konudaki çalışmalarımızı hükümete sunmuştuk. Hükümet de bir tasarı hazırladı ve yıl sonuna kadar, bu yılın sonuna kadar, sorunun kökünden çözüleceği sözünü verdi. Biz de, bunu bir açık çek olarak kabul ettiğimizi söyledik. İşte, yıl bitiyor, yeni yıla giriyoruz, ortada henüz bir şey yok; korkarım bu açık çek karşılıksız çıkacak."

Değerli arkadaşlarım, hükümetimiz, bu sorunların çözümüne yardımcı olmada oldukça maalesef duyarsız kalmaktadır; bu durum da, adalet adına çok üzücüdür.

Geçtiğimiz yıl, Yargıtaya bütçeden ayrılan para 6 trilyon 735 milyar 680 milyon liraymış, bu yıl 8,9 katrilyon lira, yani, yüzde 32,5'lik bir artış var. Bu para, Yargıtayımızın fiziksel problemlerini, mekân problemlerini çözer mi, araç gereç ihtiyaçlarını halleder mi, bilemiyorum; Yargıtayımız ne kadar ödenek istedi, hükümetimiz ne kadar verdi; elimde bu konuda bir bilgi yok.

Değerli arkadaşlarım, kaldı ki -sizler de işin farkındasınız- yargı mensuplarımız pek konuşmazlar, kendi sorunlarını da pek gündeme taşımak istemezler; onlar, genellikle, senede bir defa, adlî yılın açılışlarında düşüncelerini dile getirirler. Ben de, küçük çaplı bir araştırma yaptım. Yargı yılı açılışlarında, yargı adına yapılan konuşmalarda hangi sorunlar dile getirilmiş, hükümetimizden, Parlamentodan neler istenilmiş, adlî yıl açılışlarında hangi konular gündeme getirilmiş; bunları araştırdım.

Değerli arkadaşlarım, bu konuşmalarda, yargıçlarımız, kendi sorunları üzerinde pek durmamışlar, para istememişler, araç gereç talebinde bulunmamışlar, ödeneklerinin artışını da talep etmemişler; başka şeyler istemişler, Meclisimizden, hükümetlerden, öncelikle, neler beklediklerini bu konuşmalarda dile getirmişler. Elimde, 1999-2000 adlî yıl açılışında, Yargıtay adına, Yargıtay Birinci Başkanı sıfatıyla yapılan konuşma var; bu konuşmadan birkaç cümle okumak istiyorum izin verirseniz, Yargıtay Başkanı sıfatıyla yapılan bu konuşmalarda, şu hususlara dikkat çekilmiş: "İçleri boşaltılmamış, sulandırılmamış, evrensel kavramlarla düşünen ve üreten, dünyanın kıyısında köşesinde değil, odağında yer alan, tarihe maruz kalan değil, tarihi yapan, çağın ruhuna denk düşen bir Türkiye istiyorum" denilmiş. "Düşük yoğunluklu, yozlaşmış, büyük ağabeylerin vesayetindeki demokrasiyi reddediyorum" denilmiş. "Eşit bireylerden oluşmuş, özgür halkın, özgür halk tarafından, özgür halk için yönetimi anlamında çıtası en yüksek demokrasiyi istiyorum" denilmiş. "Hoşgörünün de ötesinde, öteki benim eşitim  diyen,  birbirlerine  meydan  okuyarak  saygı  duyan,  berikiler ile ötekilerin hak ve özgürlükleri çiğnendiğinde, kendilerinin hak ve özgürlükleri çiğnenmişçesine çiğneyenlere karşı çıkma ortak bilincini, akılcı eleştiri, tartışma, sorgulama, algılama kapılarını açık tutma yeteneklerini kazanmış, özgür ve demokrat insanların yaşadığı demokratik cumhuriyet istiyorum" denilmiş. "Düşünceleri, inançları yasaklamayan, yalnızca barış içerisinde tartıştırıp, yarıştıran, adalet imbiğinden geçmiş ve insanları özgürleştiren bir hukuk, böyle bir hukukun egemenliğinde düşünce ve inançlara eşit uzaklıkta, karar süreçlerine kattığı halkına güvenen, yansız ve meşruluğunu hukuktan alan güçlü bir devlet istiyorum" denilmiş ve bunlar, böyle uzayıp gidiyor.

Özetle, yargı ve Yargıtayımız, bizden, öncelikle, evrensel standartlarda bir Anayasa istiyor. Demokrasinin çıtasının yükseltilmesini, insan haklarının dar kalıplara hapsedilmesini önleyecek yasal düzenlemeler yapmamızı istiyor ve tam anlamıyla, bir demokratik cumhuriyet uygulaması istiyor.

Değerli arkadaşlarım, bilmeliyiz ki, bu konuda yapılacak iyileştirme, yargının sorunlarının da çözümünün yolunu açacaktır; ama, biz de, milletimizin vekilleri olarak, yargımızdan, Yargıtayımızdan, buralarda görev yapan değerli yargıçlarımızdan, adaletin tecellisinde daha titiz, daha adil kararlar vermesini bekliyoruz, milletimiz  de bunu bekliyor; özellikle, yargının siyasallaştığı iddialarını boşa çıkaracak uygulama ve davranışlar bekliyor.

Elimde, Dokuz Eylül Üniversitesi Hukuk Fakültesi Ceza Hukuku Kriminoloji ve İnsan Hakları Derneğince yapılmış ve başkanlığını Prof. Dr. Sayın Öztürk'ün yaptığı bir anket var; bu anket de
10 000 denek üzerinde yapılmış. 10 000 kişiden yüzde 78'i "yargı siyasallaştı" diyor. 10 000 deneğe, vatandaşa "yargı üzerinde baskı var mı" diye sorulmuş ve "evet vardır; bu baskı, hükümetten, askerden ve medyadan geliyor" diye bir anket sonucu var. Ben, yargımızın, bütün bu kanaatleri ve endişeleri ortadan kaldırıcı davranışlar ve uygulamalar içerisinde bulunacağına inanıyorum ve inanmak istiyorum.

Sürem doluyor...

Bugün, Yargıtayımızda bir seçim yapıldı. Bu seçim sonucunda, 11 inci Ceza Dairesi Başkanı Sayın Sabih Kanadoğlu Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı görevine seçildi; kendisini tebrik ediyor, hukukun üstünlüğü ilkesine dayalı başarılı görevler diliyorum ve bekliyoruz.

Değerli arkadaşlarım, Yargıtay bütçesinin, yargı ve Yargıtay camiamız için ve milletimiz için hayırlı olmasını diliyor, tekrar, hepinizi saygıyla selamlıyorum efendim. (FP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN - Teşekkür ediyorum Sayın Şahin.

Milliyetçi Hareket Partisi Grubu adına, ilk söz, Gaziantep Milletvekili Sayın Ali Özdemir'e ait.

Süreyi eşit mi kullanacaksınız Sayın Özdemir.

ALİ ÖZDEMİR (Gaziantep) - Evet efendim.

BAKAN - Peki, süreniz 7 dakika.

Buyurun Sayın Özdemir. (MHP sıralarından alkışlar)

MHP GRUBU ADINA ALİ ÖZDEMİR (Gaziantep) - Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; Tarım ve Köyişleri Bakanlığı 2001 malî yılı bütçesinin görüşülmesi nedeniyle, Milliyetçi Hareket Partisi Grubu adına söz almış bulunmaktayım; Grubum ve şahsım adına Yüce Heyetinizi saygıyla selamlıyorum.

Sayın milletvekilleri, tarım sektörü, millî hâsıla, nüfus, faal nüfus, iç ve dış ticaretteki paylar dikkate alınarak, ülke ekonomisine yaptığı katkıyla, önemini koruyan bir sektördür.

Nüfusumuzun yaklaşık yüzde 35'i tarım sektöründe bulunurken, faal işgücünün de yüzde 45'i bu sektörde istihdam edilmektedir. Tarım, bugünkü durumuyla, nüfusumuzun yarısının âdeta yaşam biçimidir. Yani, tarım, ekonomik olduğu kadar, sosyal bir sektördür. Tarımda çalışan nüfusumuzu -gelişmiş ülkelerde olduğu gibi- süratle, yüzde 10 civarına indirmemiz şarttır. Bu, Türkiye için çok büyük bir transformasyon demektir ve Türkiye çağdaş bir ülke olmak istiyorsa, bu transformasyonu gerçekleştirmek zorundadır.

Saygıdeğer milletvekilleri, tarım, üstü açık bir fabrikadır. Bu haliyle doğal, ekonomik, sosyal ve kişisel risklerin en çok etkilendiği ve bağımlı kaldığı bir sektördür. Türk tarımının geleceğine yönelik çeşitli stratejilerin belirlenmesi ve politikalar geliştirilmesi zorunludur. Plansız ve tutarsız tarım politikaları dünyanın sayılı tarım ülkelerinden biri olan Türkiye'yi, tarımsal ve hayvansal ürünlerde kendi kendine yetmez bir konuma düşürmekte, daha da üzücü olanı, tarım ürünleri ithal eder duruma doğru götürmektedir.

Toplam ihracatımız içerisindeki tarım ürünlerinin oranı düşmektedir. Bugün, toplam ihracat içerisinde tarım ürünlerinin payı yüzde 11'dir, bu oran içerisindeki hububat ve bakliyat ürünlerinin oranlarında önemli azalmalar olduğu bilinmektedir. Bu durum, ileriki yıllar için hiç de iç açısı de-ğildir.

Değerli milletvekilleri, Türk tarımı geçmiş hükümetler döneminde ihmal edilmiş, buna bağlı olarak problemler üst üste yığılmış, çiftçi, köylü, üretici siyasî hesapların içerisinde âdeta biçare durumu düşmüştür. Tarımı günübirlik ve popülist politikaların bir arenası haline getirmenin sonucu, dibe vuran bir tarımsal yapı karşımıza çıkmış bulunmaktadır. Tarım politikaları bir ülkenin millî eğitim ve dışpolitikaları gibi uzun vadeli ve stabil politikalar olmayabilir; ama, bunları değişen dünyanın, ülke şartlarının ve çiftçi taleplerinin bir bileşkesi haline koyabilmek önemli bir zaru-
rettir.

Sayın milletvekilleri, 21 inci Yüzyıldaki hedefimiz, tarım sektöründeki sorunların ortadan kaldırılarak, tarımımızı gelişmiş ülkeler düzeyine çıkarmak olacaktır. Bu hedeflere ulaşırken, öncelikle verimlilik, sürdürebilirlilik, katılımcılık, örgütlülük ilkeleri esas alınacaktır.

Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; Büyük Atatürk'ün "tarım toprakları kutsaldır, kaderine terk edilemez" diye nitelendirdiği sektörü hükümetimiz ciddî olarak ele almakta, tarımda çağdaş yöntemleri de kullanarak etkin bir üretim planlamasını gerçekleştirme ve çiftçiye destek sağlayan kamu örgütlenmelerinde rasyonelliği geliştirici, çiftçi yararına gerekli düzenlemeleri yapma, tarım reformunu ve tarımda yeniden yapılanmayı tam manasıyla gerçekleştirme kararlılığındadır.

57 nci hükümet ve tabiî, Tarım ve Köy İşleri Bakanlığımız, hayvancılığı, bitkisel üretimi, toprağı, suyu, ilacı, gübresiyle tarımda bütün alanlardaki problemleri ortadan kaldırabilmek, üretimde birim başına elde edilen verimi yükseltebilmek, modern, teknik imkânlardan istifade edilmesini sağlamak ve köylümüzün, çiftçimizin hayat standardını, gelir seviyesini yükseltebilmek için tam bir mesai anlayışıyla çalışmaktadır.

Sayın milletvekilleri, Tarım ve Köyişleri Bakanlığının köylere yönelik olarak yürüttüğü hizmetler, Köy Hizmetleri Genel Müdürlüğünün Başbakanlığa, yani, Devlet Bakanlığına bağlanmasıyla sona ermiştir. Bakanlık, mevcut işlevine uygun biçimde, Tarım Bakanlığı olarak adlandırılmalıdır.

Değerli milletvekilleri, dünyanın en verimli iklim kuşağında yer alan Türkiye'nin, önemli büyüklükteki tarım alanları, konut, sanayileşme, turizm amaçlı imara açılmalar ve muhtelif nedenlerle yapılan kamulaştırmalar nedeniyle daralmakta olduğundan marjinal sınırlara ulaşmıştır. Tarımsal üretimi olumsuz yönde etkileyen tarım arazilerindeki bölünmenin önlenmesi, tarım arazilerinin esas olarak tarımda kullanılması, toprağın verimli bir şekilde işletilmesi, birim alanında azamî ekonomik verim alınması ve toplulaştırmanın mümkün olduğu yerlerde zorunlu toplulaştırma mutlaka yapılmalıdır.

Üretimi artırmak, verimliliği artırmaktan geçmektedir. Bunun için, topraklarımız analiz edilerek, ıslah edilmiş, sertifikalı anaç tohum kullanımı ve beraberinde toprağın yapısına uygun gübre kullanımı sağlanmalıdır. Arz fazlası olan ürünlerin üretimleri, ürün kalitesi ve tipleri, arazi durumu gibi kriterler de dikkate alınmak suretiyle ekim alanları sınırlandırılmalı, bunların yerine, iç ve dış talep olan ürünlerin üretimine yönlenilmelidir.

Düşük verime bağlı olarak, çiftçimizin yaşadığı sıkıntıları hafifletmek için, ürün maliyetini düşürecek girdiler olan gübre, ilaç, tohum ve mazot sübvanse edilmelidir.

Bildiğiniz gibi, son yıllarda, ülke genelinde yağışların az olması nedeniyle kuraklık yaşanmış, birçok ürün türünde yüksek oranlarda hasar tespit edilmiştir. Bu iklim değişikliği, sulu tarıma geçmemizi zorunlu kılmaktadır; bunun için de, tarımsal amaçlı sulamaya elverişli barajların bir an önce bitirilmesi şarttır.

Doğru ve etkili tarım için, çiftçilerimizi bilgilendirmeye yönelik eğitici faaliyetler yaygınlaştırılarak sürdürülmelidir. Ziraat mühendisi, veteriner hekim ve alanında görev alacak tekniker ve teknisyen ihtiyacı süratle karşılanmalıdır. Buna mukabil, mühendis ve teknik elemanlar, masa başında değil, çiftçinin, üreticinin yanında tarıma katkı sağlayacak şekilde çalıştırılmalıdır.

Sayın milletvekilleri, tarım sektörünün geliştirilmesi, genel bütçeden Tarım ve Köyişleri Bakanlığına ayrılan payla yakından ilgilidir.

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN - Lütfen, toparlar mısınız Sayın Özdemir.

ALİ ÖZDEMİR (Devamla) - Toparlıyorum Sayın Başkan.

Bütçe imkânlarının zorluklarına rağmen, Tarım ve Köyişleri Bakanlığı bütçesini artırma yoluna gidilmeli ve yeterli parasal kaynak sağlanmalıdır.

Bu duygu ve düşüncelerle, Tarım ve Köyişleri Bakanlığı bütçesinin, ülkemize, milletimize hayırlı olmasını temenni ediyor; Yüce Heyetinizi ve ekran başında bizi izleyen tüm vatandaşlarımızı saygıyla selamlıyorum. (MHP, DSP ve ANAP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN - Teşekkür ediyorum Sayın Özdemir.

İkinci söz, Afyon Milletvekili Sayın Abdülkadir Akcan'a ait; buyurun Sayın Akcan. (MHP sıralarından alkışlar)

Süreniz 7 dakika.

MHP GRUBU ADINA ABDÜLKADİR AKCAN (Afyon) - Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; Tarım Reformu Genel Müdürlüğü 2001 malî yılı bütçesi üzerinde, Milliyetçi Hareket Partisi Grubu adına söz almış bulunuyorum; Yüce Heyetinizi saygıyla selamlıyorum. Bu vesileyle, geçtiğimiz günlerde şehit olan polislerimize Tanrı'dan rahmet, kederli ailelerine başsağlığı diliyorum. Aynı şekilde, merkez üssü, doğup büyüdüğüm yer Bolvadin olan deprem nedeniyle tüm hemşerilerimize geçmiş olsun dileklerimi sunuyor, bu deprem felaketinde kaybettiğimiz insanlarımıza da Yüce Allah'tan rahmet diliyorum.

Sayın milletvekilleri, tarım reformu, tarımın bünyesindeki temel aksaklıkları gidermeye yönelmiş, teknolojik gelişme ve iktisadî verimliliği dikkate alan ve çiftçi gelirlerinin yükseltilmesini amaçlayan tedbirlerin tamamıdır şeklinde özetlenebilir.

Tarım reformu uygulamalarının geçmişine şöyle bir göz atıldığında, konunun önemine rağmen henüz arzu edilen seviyeye ulaşılamadığı görülmektedir. Tarımsal işletmelerde verimlilik büyük ölçüde, verimliliği düşüren arazi parçalanması, miras ve intikal, hisseli ve bölünerek yapılan satışlar, kiracılık ve ortakçılık, muhtelif amaçlarla yapılan kamulaştırmalar, tarım kesimindeki yüksek nüfus yoğunluğu gibi faktörler tarafından etkilenmektedir. Tarımsal üretimi büyük ölçüde olumsuz yönde etkileyen, tarım arazilerindeki parçalılığın giderilmesi, küçük işletmelerin desteklenerek yüksek gelirli işletmelere dönüştürülmesi, hazine arazileriyle az topraklı veya topraksız çiftçilerin topraklandırılması, toprak, su kaynaklarının teknolojik ve ekonomik gereklere göre kullanılması ve kullanma haklarının düzenlenmesi, toprağın verimli şekilde işletilmesi, birim alandan en yüksek seviyede ekonomik verimin sağlanması, yeni yerleşim yerleri kurulması, mevcut yerleşim yerlerine eklemeler yapılması, tarım arazisinin esas olarak tarımda kullanılması, tarım arazisinin tarım dışı amaçlara tahsisinin dikkatli bir şekilde sağlanması, toplulaştırmanın uygun görüldüğü yerlerde zorunlu toplulaştırma yapmak gibi görevler, Bakanlar Kurulu kararıyla, belirlenen uygulama bölgelerinde, Tarım Reformu Genel Müdürlüğü tarafından yürütülmektedir. Bu çerçevede, arazi toplulaştırılması, çeşitli nedenlerle ekonomik tarım yapılmasına imkân vermeyecek biçimde veya toprak muhafaza ve ziraî sulama tedbirlerinin alınmasını güçleştirecek derecede parçalanmış, dağılmış, şekilleri bozulmuş parsellerin muntazam şekiller halinde bir araya getirilerek, tarla içi gelişme hizmetleriyle birlikte planlanması, projelendirilmesi ve uygulanması işlemidir.

Tarla içi geliştirme hizmetleri yapılmadan toplulaştırma projelerinin ülkemizde tatbiki hemen hemen mümkün değildir; çünkü, toplulaştırmanın genel sloganı, her parsel, kendi yoluna ve kendi suyuna kavuşacak şekilde olmalıdır.

Arazi toplulaştırması, entegre bir projedir ve tamamlandığı zaman, üretim artışı ve sosyal barış sağlanmış olacaktır. Toplulaştırmanın, tarımsal bünye üzerinde sağladığı faydalar ise, nüfus artışı, miras, alım satım, kiracılık ve ortakçılık gibi nedenlerle ortaya çıkan arazi parçalılığını ve dağınıklılığını ortadan kaldırarak, işletmelerin rasyonel büyüklüğe getirilmesi, sulama ve ulaşım randımanının artırılması, parsellerde müştereklikten doğan huzursuzlukların giderilmesi, varsa dağınık ve müşterek haldeki hazine arazisinin birleştirilerek dağıtıma hazır hale getirilmesidir.

Tarım Reformu Genel Müdürlüğünün diğer önemli görevlerinden biri de, toprak dağıtımıdır. Tarım Reformu Genel Müdürlüğü tarafından bugüne kadar yapılan toprak dağıtımlarıyla optimum büyüklükte işletme büyüklüğünün elde edilmesiyle, bölgedeki işsizliğe bir miktar çözüm getirilmesi ve köylerdeki sosyoekonomik dengelerde düzelme olması hedeflenmiştir.

Yine, Tarım Reformu Genel Müdürlüğü tarafından yürütülen arazi kullanım planlamasıyla, planlama yapılan bir alanın en uygun bitki deseninin tespit edilmesini sağlamak, belirli bir düzen içinde, tarım toprakları, orman ve rekreasyon alanları, sanayi alanları ve buna benzer arazinin mevcut durumunu tespit ederek, gelecekteki kullanım durumunu belirlemek, amaçdışı ve yanlış arazi kullanımını önlemek amaçlanmıştır.

Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; daha önce de belirttiğim gibi, tarım reformu, tarımın bünyesindeki temel aksaklıkları gidermeye yönelmiş, teknolojik gelişme ve iktisadî verimliliği dikkate alan, çiftçi gelirlerinin yükseltilmesini amaçlayan tedbirlerin bütünü şeklinde tanımlanabilir olmasına karşılık, Tarım Reformu Genel Müdürlüğü, bugüne kadar, ağırlıklı olarak toprak reformu üzerinde çalışmış ve varlığını tarımsal reformlar alanında hissettirememiştir. Örneğin, her vesileyle ifade edildiği gibi, tarımsal faaliyet içinde bitkisel ve hayvansal üretim olmasına rağmen, Tarım Reformu Genel Müdürlüğü, hayvancılıkla ilgili herhangi bir reformsal çalışma içine girememiştir. Bu nedenle, Genel Müdürlüğün, varlığını, adına uygun faaliyetlerde de hissettirmesi gerektiği kanaatimi belirtmek isterim.

Şüphesiz, bu kurumun, fonksiyonunu tam olarak ifa edip arzu edilen performansı gösterebilmesi için, teknik ve elemanla ilgili altyapısı bakımından güçlendirilmesi gerekmektedir. Biz, böyle bir güçlendirmenin zorunlu olduğunu ifade ederken, Başbakanlık Makamı, Köy Hizmetleri Genel Müdürlüğünün, Devlet Su İşleri Genel Müdürlüğünün ve Tarım ve Köyişleri Bakanlığının çalışan geçici işçilerini sürekli kadrolarda istihdamına imkân verecek tedbirleri alırken, Tarım Reformu Genel Müdürlüğünün emrindeki 355 geçici işçinin bu uygulamanın dışında bırakılmış olmasını, bir eksiklik olarak  mütalaa etmekteyiz.

Sayın Başkan, değerli milletvekilleri, bu duygu ve düşüncelerle, Tarım Reformu Genel Müdürlüğünün 2001 malî yılı bütçesinin ülkemize, tarım sektörüne hayırlı olmasını diler, hepinizi saygıyla  selamlarım. (MHP, DSP ve ANAP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN - Teşekkür ederim Sayın Akcan.

Üçüncü söz, Denizli Milletvekili Sayın Salih Erbeyin'in. (MHP ve DSP sıralarından alkışlar.

Süreniz 7 dakika.

Buyurun efendim.

MHP GRUBU ADINA SALİH ERBEYİN (Denizli) - Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; Adalet Bakanlığı bütçesi üzerinde, Milliyetçi Hareket Partisi Grubunun görüşlerini arz etmek üzere huzurlarınızdayım.

2001 malî yılı bütçesinin, ülkemize, Yüce Türk Milletine  hayırlara  vesile  olmasını  diler,  hepinizi saygıyla selamlarım.

Geçen yasama döneminde, Meclis Dilekçe Komisyonu Başkanı olarak görev yaptığımda, vatandaşlarımızdan gelen dilekçeleri, 1997 yılından itibaren bir tasnife tabi tuttuğumuzda, karşımıza ilginç bir tablo çıkmıştır. Buna göre, toplumun birinci şikâyeti, işsizliktir; ikinci şikâyeti, adaletin geç tecelli etmesi ve geç tecelli etmesinin sebepleri olan teknik ve fizikî eksikliklerdir.

Mülkün temeli saydığımız adaletin sağlanmasını ve dağıtılmasını üstlenmiş olan Adalet Bakanlığımızın genel durumu hakkında birkaç şey söylemek istiyorum.

Kuvvetler ayrılığı ilkesini benimsemiş olan Anayasamızın Üçüncü Bölümünde yargı düzenlenmiştir. Adalet Bakanlığı, 2992 sayılı Teşkilat Kanunuyla, bu kapsam içerisinde verilen görevleri ifa etmektedir.

Yeni bir yüzyıla girmeye hazırlandığımız bu günlerde, adalet hizmetlerinin çağdaş, süratli ve adil bir şekilde sunulması kaçınılmazdır. Bilgi çağında, adalet hizmetlerinin, çağdaş gelişmelerden uzak kalması düşünülemez.

Adalet hizmetlerinin yerine getirilmesinde görevli, ülkemizin her köşesinde yaygın bir teşkilata ve kadroya sahip olan adlî mekanizmanın içerisinde bulunduğu zorlukları ve sıkıntıları kısaca arz etmek istiyorum: Özellikle, birçok ilde birden fazla mahkeme teşkilatının bulunması, özellikle, avukatlar açısından, avukatlık görevinin yerine getirilmesini imkânsız hale getirmektedir. Bu sebeple, bunların bir binada toplanarak, günün şartlarına uygun, çağdaş adliye binaları bir an önce yapılmalıdır.

Adlî yargı 854 il ve ilçe merkezinde 3 866 mahkemeyle, idarî yargı ise 128 mahkemeyle hizmet vermektedir.

Bütçe imkânlarına bağlı olarak, 75 merkezde adlî teşkilat kurulamamış, 12 merkezde de adlî teşkilat kurulmuş olmasına rağmen faaliyetlere geçememiştir.

9 408 yasal hâkim ve cumhuriyet savcısı kadrosundan 8 569 adedi dolu olup, 839 hâkim ve savcı kadrosu halen boştur. Mevcut maddî imkânlar ve hâkim ve savcı kadrolarıyla, davaların hızlı, etkili ve adil bir çözüme kavuşturulması imkânı bulunmamaktadır. Mahkemelerde hızlı kararlar verilememesi, yargının yükünü artırmaktadır.

1999 yılında Yargıtayımıza 405 000 dosya gelmiş, yerel mahkemelerde ceza,  hukuk toplam
3 755 000 davaya bakılmış, savcılıklarda da 2 100 000 hazırlık evrakı işleme girmiştir.

Yapılan bir araştırmaya göre azamî iş haddiyle hâkim, savcı ve diğer personel yönünden verimli bir sonuç alınabilmesi için, 1999 yılı iş durumu esas alındığında, 1 997 yeni mahkemeye, 3 868 hâkim ve savcıya ihtiyaç duyulmaktadır.  Halen, 23 892 adliye personeli yasal kadrosundan 3 400 adedi boştur.

Değerli milletvekilleri, arz etmeye çalıştığım meselelerle birlikte, infaz kurumlarımızda da mutlak ıslahı gereken sıkıntılar yaşanmaktadır. Bayrampaşa Cezaevinde başlayıp, Ulucanlar, Uşak ve diğer cezaevlerinde devam eden, hiçbir biçimde kabul edilemeyecek olaylar, kanayan bir yaradır. Her ne şekilde olursa olsun, suç işleyen, fiili işlemiş, yasa hükmünü ihlal etmiş ve mahkûm olmuş, devletin, cezanın infazı amacıyla cezaevine koyduğu, ıslah etmeye çalıştığı tutuklu ve hükümlü, devlete başkaldırıyor, devletin görevlisini rehin alıyor, devletle pazarlığa kalkışıyor... İnfaz sistemimizden ve infaz hizmetlerinden, ne iddia, ne yargı, ne savunma, ne tutuklu, ne hükümlü, ne de kamuoyu olmak üzere hiçbir kesim memnun değildir. İnfaz kurumlarında, yasaklanmış her türlü silah, uyuşturucu ve diğerleri mevcuttur. Tutuklu ve hükümlüler, bu şartlar altında, canlarından endişe etmektedirler. Cezaevlerinde can güvenliğinden bahsetmek zordur.

Kamuoyunda, infaz kurumlarında, parası olanın ayrıcalıklı olacağı ve rahat edeceği gibi bir kanaat yaygındır. İnfaz kurumlarında, tutuklular ve hükümlüler arasında bu manada eşitlik söz konusu değildir, parası olmayan mahkûm, paralı mahkûma hizmetçilik etmektedir. Eşitliğin olmadığı yerde, adalet zedelenmiş, yara almıştır. Bu duruma gelinmesinin nedenlerinden biri de, infaz mevzuatımızın, maddî hükümler açısından yetersiz olmasıdır. 647 sayılı Cezaların İnfazı Hakkında Kanunun değiştirilmesi gerekmektedir.

Adalet hizmetlerinin, hızlı ve etkin, adil sunulmasını kolaylaştırmak ve yargının yükünün azaltılması inancıyla, bu yükü azaltmanın yakın çarelerinden birkaçını huzurlarınızda arz etmek istiyorum:

İdarî para cezalarının kapsamı mutlaka genişletilmelidir.

Devletin taraf olduğu yüzbinlerce hukuk dosyasını önleyici idarî ve yasal önlemler bir an önce getirilmelidir.

Hazine avukatlığı, dava takibinde başarı sağlayacak şekilde oluşturulmalıdır.

Küçük ve işi az yerlere adlî teşkilat kurulmamalı, görevli dağılımı dengelenmelidir.

Savcıların görev ve etkinliği artırılırsa, birbiriyle zincirleme ilişkileri nedeniyle, faili meçhul suçlar büyük ölçüde çözülür, yönetime ve yargıya güven artar.

Mesleğin kaynağı ilim yuvaları hukuk fakültelerine ve mensuplarına gerekli imkânlar sağlanmalıdır. Geleceğin hukukçuları iyi yetiştirilmelidir, meslekî eğitimleri geliştirilmelidir. Küçülen dünyada yerimizi alırken, hukukumuzun ve hukukçularımızın iyi yetişmesi ve dünyaya entegrasyonu şarttır.

Ceza etkinliğini çürüten para cezalarının komik durumu, geçen yasama döneminde Parlamento tarafından düzeltilmiştir; bunu, iyi bir gelişme olarak arz etmek istiyorum.

İstinaf mahkemeleri, haklara güvenceyi artırıcı, Yargıtayın içtihat yapma işlevine daha çok zaman ve imkân sağlayıcı bir ara yargı kuruluşudur. Bu hususta gereken yapılmalıdır.

Yargı yerleri, işin önemine, mensuplarının onuruna uygun hale getirilmelidir.

Mahkemelerin bağımsızlığı ve hâkimlerin teminatı, öneminden dolayı Anayasayla düzenlenmiştir. Bağımsızlık ve teminat, kuşkusuz, keyfiliğe yol açacak kavramlar değildir. "Hâkimler, Anayasaya, kanuna ve hukuka uygun olarak vicdanî kanaatlerine göre hüküm verirler" denilmek suretiyle, Anayasa bağımsızlığı düzenlenmiştir.

Kanunlar, kalıcı ve toplumun değişen ihtiyaçlarına mümkün olan en uzun süre için cevap verebilecek anlayış içinde hazırlanmalı, sık sık kanun değişikliğine gitmekten kaçınılmalıdır. Amaç adalet olduğuna göre, geciken adalet, adalet imajının silinmesi uğruna hukuk ve teknoloji beraberliğini yoğunlaştıracak ciddî ve kalıcı önlemlerin bir an önce hayata geçirilmesi gerekmektedir.

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN - Sayın Erbeyin, lütfen toparlayınız.

SALİH ERBEYİN (Devamla) - İnsan hak ve özgürlüklerinin kurulması, demokratik parlamenter devlet anlayışının yerleşmesi ve hukukun üstünlüğü ilkesinin zaafa uğratılmaması amacıyla, sağlıklı, güvenilir ve erişimi kolay bilgi sistemleriyle donatılmış yargı düşüncesinin süratle hâkim kılınması gerekmektedir.

Adlî sicilde bilgisayar kullanımı düşüncesiyle geliştirilen iletişim ağındaki başarılı sonuçlar, yargıda da bilgi teknolojisinden yararlanma konusunda cesaret vermektedir.

Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; burada bir hususa dikkatinizi çekmek istiyorum. Görülmekte olan bir dava hakkında basının, kurumların ve şahısların fikir beyan etmeleri, açıklama ve yorum yapmaları, toplumsal bir hastalığımızdır. Bu hususta, Yüce Parlamento tarafından ele alınacak, caydırıcı müeyyidelerle donatılmış yasa düzenlemeleri gerektiği inancındayım. Özellikle basınımızın, mahkeme hükmünden önce, yargısız infaz niteliğini taşıyacak beyanlardan kaçınması, basına olan güveni artıracak ve basınımız, hak ettiği saygıyı kazanacaktır.

Bu duygu ve düşüncelerle, 2001 malî yılı bütçesinin, Adalet Bakanlığına, çalışanlarına, mensuplarına ve Türk Milletine hayırlara vesile olmasını diliyor, hepinizi saygıyla selamlıyorum. (MHP ve DSP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN- Teşekkür ediyorum Sayın Erbeyin.

Milliyetçi Hareket Partisi Grubu adına son söz, Nevşehir Milletvekili Sayın İsmail Çevik'e ait.

Buyurun efendim. (MHP sıralarından alkışlar)

Süreniz 9 dakikadır.

MHP GRUBU ADINA İSMAİL ÇEVİK (Nevşehir)- Sayın Başkan, değerli milletvekilleri, Milliyetçi Hareket Partisi Grubu adına, Yargıtay bütçesi üzerinde söz aldım; Heyetinizi saygıyla selamlıyorum.

Yargıtay, adlî yargının vermiş olduğu kararları, temyiz edilmesi halinde inceleyen ve sonuçlandıran bir üst derece mahkemesidir. Yargıtayın, yasayla verilmiş görevleri yerine getirirken, içinde bulunduğu sıkıntılardan, iş yükünden ve çözüm önerilerinden bahsetmek istiyorum.

Yargıtayımıza, 1997 yılında, 404 410 dosya gelmiş, aynı yıl, yerel mahkemelerde, ceza ve hukuk, toplam 3 655 284 davaya bakılmış ve savcılıklarda, 2 293 547 hazırlık evrakı işlem görmüştür ve her yıl bu sayı artmaktadır.

Değerli milletvekilleri, gün geçtikçe iş yükü ve dosya sayısı artan adliyelerimizde ve Yargıtayda tıkanmanın önlenmesi ve adaletin gecikmeden sağlanması, adaletin tez verilmesi için, acilen bir reform çalışmasına ihtiyaç vardır; ancak, hiç zaman geçirilmeden, devletin taraf olduğu yüzbinlerce hukuk davasını önleyici, yönetsel ve yasal önlemler derhal getirilmelidir. Hazine avukatlığı, dava takibinde başarı sağlayacak şekilde donatılmalıdır. Cumhuriyet savcılarına bağlı adlî zabıta, mutlaka kurulmalı; böylece, idarî zabıta yoluyla yürütmenin yargıya müdahalesi görüntüsü önlenmeli, iş, gerçek ehline teslim edilmelidir.

Savcıların görev etkinliği artırılırsa, birbirleriyle zincirleme ilişkileri nedeniyle, faili meçhul suçlar büyük ölçüde çözülür ve yönetime ve yargıya güven artar.

Meslekî eğitim geliştirilmelidir. Kaymakam adaylarında olduğu gibi, 12 aylık yurtdışı dil eğitiminden sonra göreve başlama olanağı, hâkimlik ve savcılık mesleğinde de sağlanıp, uygulanmalıdır. Küçülen dünyadaki yerimizi alırken, hukukumuzun ve hukukçularımızın, buna uygum sağlaması zorunludur.

Ceza etkinliğini çürüten diğer bir aksaklık da, para cezalarının sağlıklı bir sisteme kavuşturulmamış olması sorunudur. Örneklersek, saldırgan sarhoşlukta birkaç yüzbin lira, namus, şöhret, vakar ve haysiyete taarruzda, hakarette birkaç milyon lira olan komik para cezası ve benzeri niceleri, düzeni bozucu, yargıyı küçümsetici "bu parayı öderim, sövmeye devam ederim" biçimindeki durumları ortaya çıkarmaktadır.

İstinaf mahkemeleri, haklara güvenceyi artırıcı, Yargıtayın içtihat yapma işlevine daha çok zaman ve imkân sağlayıcı bir ara yargı kuruluşudur. Bilim ve uygulama gereklilik konusunu tez elden sonuçlandırmalı, gereği yapılmalıdır.

Çağdaş ülkelerin başvurduğu kanun hakemi, arabuluculuk, uzlaşma gibi kurumlar, sağlıklı biçimde mevzuatımıza kazandırılmalıdır.

Yargı yerleri, işin önemine, mensuplarının onuruna uygun halde değildir. Taşrada, karanlık ve kiralık han köşelerinde, Yargıtayda altı yedi hâkimin, savcının bir odada, iki üç metrekarelik bir mekânda görev uğruna ömür çürüttüğünü, yardımcı personelin, her yönden çok daha perişan ve iç karartıcı durumda bulunduğunu açıklamaya kelimeler yetmez. Gereğini, ilgililerin sağduyularına ve görev anlayışlarına havale ediyorum.

Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; Anayasamızın 36 ncı maddesindeki hak arama hürriyeti bağlamında, iş yükü altında bunalmış mahkemeler ve Yargıtayın iş yükünün kısmen azaltılabilmesi, köklü çözümler ve reform çalışmaları yapılıncaya kadar alınması gereken tedbirler üzerinde de kısaca durmak istiyorum.

Yargılamamızda, şahsî dava kapsamı genişletilmeli, bu kuruma işlerlik kazandırılmalı, cumhuriyet savcılarının, kamu adına takibe mecbur olduğu suç sayısı azaltılmalı, bazı suçların da, kamu adına takip edilemeyeceği, sadece, şahsî dava yoluyla takibin mümkün olduğu hükmü getirilmelidir; ancak, asılsız şahsî dava açılması halinde, şahsî davacıya müessir malî yükümlülükler getirilerek, bunun istismar edilmesi önlenmelidir.

Genel olarak, hemen ifade etmeliyim ki, kanunların gelişigüzel değiştirilmesi fevkalade mahzurludur; çünkü, kanunlar bir sisteme oturtulmuş kurallar manzumesidir. Bu itibarla, değişiklikler, tatbikat mahkemelerinin, bu mahkemelerin zirvesi ve içtihat mahkemesi olan Yargıtayın ve diğer yüksek mahkemeler ile baroların görüşü alınarak, uygulama ve doktrin mezcedilmek suretiyle, modern hukukun gereklerine uyularak, sistem zedelenmeden yapılırsa, yararlı ve verimli olur kanaatindeyiz.

Kanun değişiklikleriyle ilgili olarak Yargıtayın ve baroların görüşlerini belirleyecek ve teklifler üretecek komisyonlar kurulmalıdır. Böylece, uygulamadan doğacak aksaklıklar, Yargıtayın ve baroların değerli üyeleri tarafından, en doğru ve en detaylı şekilde belirlenerek, çözümleri de gösterilebilecektir. Devamlılık arz edecek olan bu çalışmalara, en kısa zamanda başlanmalı, ilgili kurum ve kuruluşlar, özellikle Adalet Bakanlığıyla bu konudaki işbirliği geliştirilmelidir.

Asliye ve sulh mahkemelerinden verilmekte olan kesin kararların değer ölçüsünün, ekonomik gelişme ve enflasyon nazara alınarak çoğaltılması yolunda usul yasalarında değişiklik yapılmalıdır. Bedele ilişkin uyuşmazlıkların sayısı süratle artmaktadır. Uzun süren davalar  sonucunda  hak  sahibine ödenen paralar, değerdeki düşüşler sebebiyle hak sahibinin kaybını telafiden pek uzak kalmaktadır. Değer tespitini gerçekçi ölçülerde belirleyecek yöntemlerin ve tedbirlerin idarî aşamada tespiti, uyuşmazlıkları büyük ölçüde azaltacaktır.

Kadastro çalışmalarının yapıldığı yerlerde, devletin gerçek manada hak sahibi bulunduğu yerler iyice tespit edilip, devletin hakkının olmadığı yerlerde vatandaşlarla lüzumsuz ve haksız yere ihtilaf yaratma alışkanlığından vazgeçilmelidir.

Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; bahsetmeye çalıştığım sorun ve çözümlerin yanında, Milliyetçi Hareket Partisi olarak hassasiyetlerimizden olan yargı bağımsızlığı ve yargıç teminatı konusuna da kısaca değinmek istiyorum.

Mahkemelerin bağımsızlığı ve hâkimlik teminatı, öneminden dolayı Anayasayla düzenlenmiştir. Bağımsızlık ve teminat, kuşkusuz, keyfiliğe yol açacak kavramlar da değildir. "Hâkimler, kanuna ve hukuka uygun olarak vicdanî kanaatlerine göre hüküm verirler" demek suretiyle, Anayasa, bağımsızlığı düzenlemiştir. Adalet, ancak, bağımsız yargı ve teminatlı yargıçlarla sağlanabilir.

Hâkimlerin bağımsız olduğunun yazılması, yargının bağımsızlığı için yeterli değildir. Bu bağımsızlığı sağlayacak çarelere, teminatlara ihtiyaç vardır. Bu teminatlardan en önemlisi, Anayasamızın 159 uncu maddesinde yer alan Hâkimler ve Savcılar Yüksek Kurulunda köklü değişiklikler yapılmalı; adlî yargı ve idarî yargıya mensup hâkim ve savcılar yönünden ayrı ayrı kurullar oluşturulmalıdır.

Seçimler, doğrudan doğruya ilgili genel kurullarca yapılmalı, kurulun asıl üyelerinin yüksek mahkemeyle ilişkileri geçici olarak kesilmeli, ayrı bir bütçesi ve sekreteryası olmalıdır.

Hâkimlerin özlük haklarında Bakanlar Kurulu kararıyla bazı iyileştirmeler yapılmışsa da, hâkimlerin özlük hakları belirlenirken, yasama ve yargının eşitliği ilkesinden hareket edilmeli ve özlük hakları konusunda yasayla düzenlemelerde bulunulmalıdır.

Günümüz yüksek mahkeme üyelerinin özlük hakları ile bazı Batılı ülkelerde parlamento üyelerinin özlük hakları denge içerisinde otomatik hale getirilmiş, bazılarında ise üstünde tutulmuştur. Bu konularda, yasama ve yargının eşitliği ilkesinden hareketle, dengeli bir düzenleme getirmek, anayasal bir zorunluluktur.

Değerli milletvekilleri, hâkim ve savcılarımız ile adliye çalışanlarının çalışmalarında etkinliği artırmak, hizmetlerinin süratli, verimli ve ekonomik bir şekilde yürütülmesini temin etmek amacıyla, malî ve sosyal haklarının artırılmasını, kamudaki adaletsiz gelir dağılımının düzeltilmesini, 57 nci hükümetimizden hassaten arz ediyoruz.

Bu vesileyle, 2001 malî yılı bütçesinin milletimize hayırlı olmasını diliyor, hepinizi saygıyla selamlıyorum. (MHP, DSP ve ANAP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN - Teşekkür ediyorum Sayın Çevik.

Böylece, gruplar adına konuşmalar tamamlanmış oldu,

Şahıslar adına ilk söz, lehinde olmak üzere, Eskişehir Milletvekili Sayın Mehmet Sadri Yıldırım'a ait.

Buyurun Sayın Yıldırım. (DYP sıralarından alkışlar)

Süreniz 10 dakika efendim.

MEHMET SADRİ YILDIRIM (Eskişehir) - Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; Tarım ve Köyişleri Bakanlığının 2001 yılı bütçesi üzerinde, şahsım adına, söz almış bulunuyorum; Yüce Heyetinizi ve televizyonları başında bizi izleyen, alınteri ve elemeğiyle geçinen, hakkına razı olan, ülkenin kalkınmasında büyük katkısı olan, şu anda mağdur duruma düşen çiftçi kardeşlerimi ve aziz milletimi, Doğru Yol Partisi ve şahsım adına, sevgi ve saygılarımla selamlıyorum.

Tarımın, ülke nüfusunun yarısını oluşturan sektör olduğunu, dünyanın her yerinde korunduğunu, devlet desteğine ihtiyaç duyduğunu; istihdamda yüzde 43, gayri safî millî hâsılada yüzde 14, ihracatta yüzde 11 paya sahip bulunduğunu; yılda ortalama yüzde 1,5 artan nüfusun gıda maddeleri talebini karşıladığını, ülkenin ekonomik gelişmesine katkıda bulunduğunu hepimiz bilmekteyiz.

Dünyanın en gelişmiş liberal ülkelerinde bile, tarımda serbest piyasa şartları henüz oluşmamıştır. Gelişmiş ülkelerin, kendi tarım sektörlerini desteklerken, bizde tarıma yönelik desteklerin azaltılmasını, hatta kaldırılmasını istemelerine bir anlam vermek mümkün değildir; çünkü, Türkiye'de, tarım kesiminde çalışan nüfusun kişi başına 40 dolar, Avrupa Birliği ülkelerinde 2 605 dolar, Amerika Birleşik Devletlerinde 4 570  dolar aldığını görüyoruz. Hal böyleyken; IMF, stand-by anlaşmasıyla; Dünya Bankası ise, Türkiye'ye kullandıracağı yapısal uyum kredisi kapsamında, tarıma yönelik desteklerin azaltılmasını istemektedir.

Tarım bütçesi, yatırımdan uzak, faiz ve borç ödeme bütçesidir. Böylece, bütçede tarıma ayrılan paranın az olması, Türk köylüsünün ve Türk Milletinin üretiminin az olması demektir. Üretim az olunca, ülke ekonomisi, tarım ve çiftçi zarar görür; neticede, millet zarar görür. Kısacası, bu bütçe, köylüyü ve tarımı kalkındırma bütçesi değil, çiftçiyi tamamen ortadan kaldırma ve yok etme bütçesidir.

Değerli milletvekilleri, ülkemiz, bir tarım ülkesidir; bundan vazgeçmek mümkün değildir; ancak, yıllar geçtikçe üretim düşmekte, tarım çökmekte, tarım ve hayvan üreticilerimiz perişan olmaktadır. Öyleyse, ülkenin, çiftçinin bu hale gelmesinde, dört yıldır iktidarda olan hükümet suçludur.

Sayın Hükümet, bugüne kadar, çiftçinin tarlasını nasıl süreceğini, nasıl ekeceğini, nasıl hasat edeceğini, nasıl satacağını hiç düşündünüz mü? Allahaşkına söyleyin, hiç, bugüne kadar, çiftçinin durumunu iyileştirecek bir karar aldınız mı?.. Bir kanun çıkardınız mı?..

Sayın Bakanım, çiftçinin sorunlarını tespit edebilmek için, köyü, köylüyü ve tarımı iyi tanımak; tanımak için de, bizzat, bu insanların içinde bulunmak ve yaşamak gerekir. Hükümet ve iktidar partileri, vatandaşın içine girip, dert ve sıkıntılarını dinlememiş, yol gösteren muhalefeti de yok saymıştır. Meydanlara inen ve hakkını arayan binlerce çiftçinin feryatlarını da dinlemediniz; çünkü, dört yıldan beri, çiftçinin alınterinin ve elemeğinin karşılığını vermediniz.

NİDAİ SEVEN (Ağrı) -  Lehinde, böyle konuşma mı olur?!.

MEHMET SADRİ YILDIRIM (Devamla) - Sayın Bakanım, bu nedenle, Türk çiftçisinin en iyi dönemleri Doğru Yol Partisinin hükümette olduğu yıllardır. Neden derseniz, bakın, izah edeyim... (DYP sıralarından alkışlar)

NİDAİ SEVEN (Ağrı) - Sayın Başkan, lehte söz almadı mı?!.

MEHMET SADRİ YILDIRIM (Devamla) - Dinleyin, bir dinleyin...

Yılsonu gelmiş olmasına rağmen, 57 inci hükümet, pancar fiyatlarını daha yeni açıklayabildi. Açıkladığınız fiyat da, maalesef, maliyetin altındadır; çünkü, maliyeti 38 000 lirayken, 33 700 lira verdiniz. Yine, buğday tabanfiyatı olarak, 126 000 lira maliyeti varken, 102 000 lira fiyat verdiniz.

BAŞKAN - Sayın Yıldırım, lehte konuşuyorsunuz değil mi efendim...

MEHMET SADRİ YILDIRIM (Devamla) - Ancak, Anadolu çiftçisi, mahsulünü 90 000 liraya satmıştır; yani, çiftçi mağdur olmuştur. İşte, bunun için, buğday, pancar ve diğer tarım ürünlerine, Doğru Yol Partisinin hükümette olduğu dönemlerde, en yüksek fiyatlar verilmiştir.

Bugün, gelin görün ki, çiftçimizin hali içler açısı. Çiftçimiz, belki de hiç olmadığı kadar zor durumda. Öldürdünüz çiftçiyi, öldürdünüz!.. Bu nedenle, çiftçi hakkında sizin konuşmaya hakkınız yok. (DYP sıralarından "Bravo" sesleri, alkışlar)

ADNAN FATİN ÖZDEMİR (Adana) - Çiftçi sizi de biliyor, bizi de biliyor...

MEHMET SADRİ YILDIRIM (Devamla) - Bizim iktidarlarımız döneminde, çiftçimiz, 1 litre mazotu 6 kilogram pancarla alabilirken, bugün, 16 kilogramla alamamaktadır. Yine, 1 litre mazotu 2 kilogram buğdayla alabilirken, bugün, 4-5 kilogram buğdayla ancak alabilmektedir.

Doğru Yol Partisi döneminde, gübrede uygulanan yüzde 50'lik destek, bu hükümet döneminde yüzde 18'ler seviyesine düşürülmüş, bundan sonra da, tamamen kaldırılmış olacaktır. Böylece, Türk çiftçisi, kendi kaderiyle baş başa bırakılacaktır. Türkiye, bir zamanlar canlı hayvan ve et ihraç eder konumdayken, bugün, canlı hayvan ve et ithal eder duruma düşürülmüş olup, vatandaşlarımıza ne idiği belirsiz et ve et ürünlerini yedirdiniz; bu nedenle, hayvancılığı da bitirdiniz.

Değerli milletvekilleri, ülke ekonomisi çökmüş, 1999 yılında kalkınma eksi 6,4'e düşmüş; yani, ülke gerilemiş; çiftçi perişan, esnaf perişan, sanayiciler perişan; açılan dükkanlar ve firmalar kapanıyor; memur ve emekli her gün Kızılay meydanında, işçi emeklisi sürünüyor. Hal böyle iken, hükümetimiz ve Tarım Bakanımız, bugüne kadar milletin ve çiftçinin lehine hiçbir karar almadığı gibi, icraat da yapmamıştır. Çıkarılan kanunlar milletin aleyhine olup, vergi veya zam kanunlarıdır. Sayın Bakan, çiftçinin nasıl kredi aldığını bilmiyor.

Sayın Bakan, Mart, Nisan 2000 tarihinde çiftçiye renkli ucuz mazot sözü verdiniz; hâlâ yerine getirmediniz. Çiftçi, ben köylere gidince soruyor, "Bakan Bey, bizim ucuz mazotu ne yaptı acaba?.." diyor. (DYP sıralarından alkışlar) "Bize sözü vardı, yerine getirsin" diyor. Sayın Bakan, bu hususta karar ve kanun tasarısı hazırladığını ve Bakanlar Kurulunda olduğunu söylüyor. Sayın Bakanım, çiftçi "tasarı karın doyurmuyor, bize icraat lazım" diyor (DYP sıralarından alkışlar) İcraat olmayınca, haliyle isyan ediyor çiftçi.

Yine Sayın Bakanımız devam ediyor ve "1938-1950; 1950 - 1960; 1970 - 1980 arası hükümetler tarım için, çiftçi için, üretim için ne yapmıştır" diyerek geçmiş hükümetleri suçluyor. Bakın, bir dinleyin...

Değerli milletvekilleri, bakınız, 1938 - 1950 arası ülke harpten çıkmış olmasına rağmen, çiftçinin, ülkenin durumu bugünkü durumdan daha iyiydi. Allah, o günleri ülkemize bir daha göstermesin.

1950 - 1960 arasındaki Demokrat Parti iktidarında ülke kalkınmaya girmiş, köylümüz, halkımız insanca yaşamaya başlamış, çiftçi saman devrinden duman devrine geçmiş; ilk defa Türkiye'ye Marshall yardımından traktör, biçer-döver girmiş, köylümüz sabandan kurtularak teknik tarıma geçmiştir. Kısacası, çiftçi altın devrini yaşamıştır. Onun için, bu devri tenkit edemezsiniz, hakkınız da yok! (DYP sıralarından "Bravo" sesleri, alkışlar)

1960 ile 1980 arasında, Adalet Partisi zaman zaman işbaşında, çiftçi altın yıllarını yaşamıştır. Hele o devri hiç tenkit edemezsiniz; çünkü, tarlaya sulamayı getiren, çiftçiye insanca yaşama hakkı tanıyan geçmiş hükümetlerin bakanlarına ve hükümetlerine teşekkür ediyorum. Önce size çiftçiler isyan eder, siz o devri tanımıyorsunuz demektir.

Yine, Bakanımız, muhalefete, yani bize hitaben devam ediyor: "Ben size gülüp geçiyorum, ben çiftçiyi tanıyor muyum, tanımıyor muyum..." Bakınız, dinleyin: Sayın Bakanım, çiftçiyi ve köylüyü ne siz ne de hükümet tanıyor. Acaba, hükümet "malının bedelini peşin ödeyeceğim" diye alıp, dört beş ay sonra taksit taksit ödediğiniz ve parasını geç almasından dolayı mağdur ettiğiniz, traktörünü ve tarlasını satmak zorunda bırakılan...

SÜLEYMAN COŞKUNER (Burdur) - Nerede sattı be!..

MEHMET SADRİ YILDIRIM (Devamla) - ...bir yılda 131 defa akaryakıta zam yapmanız nedeniyle traktörüne mazot koyamayan, tarlasına gübre atamayan, evine icra gönderdiğiniz, borç batağına düşürdüğünüz, cezaevine kapattığınız, ülkesi için her fedakârlığa katlanan, üretim yapana ceza yazdığınız, yoksul duruma düşürdüğünüz, öldürdüğünüz bağrı yanık bu insanları hakikaten siz tanır mısınız?! Görseniz selam verir misiniz?! (DYP sıralarından alkışlar) Nasırlı ellerini sıkar mısınız?!. (DYP sıralarından alkışlar, MHP sıralarından alkışlar [!]) Hayır, hayır!.. Tanımıyorsunuz, tanımıyorsunuz!.. Evet, eğer tanısaydınız, çiftçiye bu eziyeti etmezdiniz, ülkenin temeli olan bu çiftçiyi bitirmezdiniz. İşte, onun için, Türk çiftçisinin her zaman yanında olan ve Türk çiftçisinin dostu ve sigortası olan Doğru Yol Partisidir... (DYP sıralarından alkışlar, MHP sıralarından "Bravo" sesleri, alkışlar [!])

ADNAN FATİN ÖZDEMİR (Adana) - Hayatında traktöre bindin mi?!

MEHMET SADRİ YILDIRIM (Devamla) - Sayın hükümet, 500 Ziraat Bankası şubesini kapatıyorsunuz, satıyorsunuz, böylece çiftçiye hep darbe vuruyorsunuz. Gelin, çiftçinin borçları için affı çıkaralım. Ne olur, bir kere de çiftçi lehine bir iş yapalım!.. (DYP sıralarından alkışlar, MHP sıralarından gürültüler) Eğer yapmazsanız, bu çiftçi, bu millet, sandıkta size öyle bir tokat atar ki, on sene o tokadın acısını unutamazsınız... (DYP sıralarından alkışlar, MHP sıralarından "Bravo" sesleri [!])

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN - Sayın Yıldırım, bir dakika...

MEHMET SADRİ YILDIRIM (Devamla) - Bitiriyorum efendim.

BAŞKAN - Mikrofonunuzu açacağım; yalnız, bir şey hatırlatmak istiyorum: Zatıâliniz lehte konuşmak için söz almıştınız... (MHP sıralarından alkışlar)

MEHMET SADRİ YILDIRIM (Devamla) - Tamam efendim...

BAŞKAN - Peki efendim, tamamlayın lütfen.

MEHMET SADRİ YILDIRIM (Devamla) - Sayın Başkanım, ben, milletin lehine, ülkenin lehine konuşuyorum. (DYP  ve FP sıralarından alkışlar, MHP sıralarından alkışlar [!])

Öyleyse, sayın hükümet, gelin, bu ülkeyi, bu insanları kurtaralım. IMF'nin emirlerine boyun eğmeyin. Yetkiyi elinize alın; artık, çiftçiyi, esnafı ve tüm milleti ezmeyin; ezdirmeyin; yazık etmeyin bu ülkeye diyor; Doğru Yol Partisi ve şahsım adına Yüce Heyetinize saygılar sunuyorum. (DYP sıralarından "Bravo" sesleri alkışlar, FP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN - Teşekkür ederim.

Sayın Yıldırım, şahsınız adına söz almıştınız, Doğru Yol Partisi Grubu adına değil.

MEHMET SADRİ YILDIRIM (Eskişehir) - Ben, Doğru Yol Partisinin milletvekiliyim...

BAŞKAN - Peki... Teşekkür ediyorum.

Hükümet, konuşmayı arzu ediyor mu?

TARIM VE KÖYİŞLERİ BAKANI HÜSNÜ YUSUF GÖKALP (Sıvas) - Evet efendim.

BAŞKAN - Tarım Bakanı Sayın Hüsnü Yusuf Gökalp konuşacaklar. (MHP sıralarından alkışlar)

Sayın Bakanımızdan istirhamımız, konuşma metinleri 47 sayfa; ancak, süreleri kesin olarak 15 dakikadır; onu hatırlatıyorum efendim.

Buyurun.

TARIM VE KÖYİŞLERİ BAKANI HÜSNÜ YUSUF GÖKALP (Sıvas) - Değerli Başkan, değerli milletvekilleri; hepinizi saygıyla selamlıyorum.

Tarım ve Köyişleri Bakanlığı bütçesi üzerinde görüşlerini sunan değerli parti temsilcilerimize ve şahısları adına söz alanlara teşekkür ediyorum.

Sayın Başkan, müsaade ederseniz, sizin de belirttiğiniz gibi, Tarım ve Köyişleri Bakanlığı görevine geldiğimiz 1999 Haziranının ilk haftasından bugüne kadar yapılanları, gayretlerimizi, Türkiye'nin imkânları ölçüsünde oluşturduklarımızı ve oluşturmaya çalıştıklarımızı bu kitapçıkta yazdık; hem Plan ve Bütçe Komisyonunun değerli üyelerine takdim ettik hem de Yüce Meclisimize.

Ben, özellikle, bugünkü, bu değerli fikirlerinden dolayı, sayın milletvekillerimizin sorularına, yapıcı tenkitlerine kısaca cevap vermek istiyorum.

Yalnız, öncelikle şunu söyleyeyim: Ben köylü çocuğuyum, köyde doğdum, köyde oturuyorum; ama, bazıları gibi "ben köylü çocuğu muyum ki köyde oturayım, elbet yalıda oturacağım" felsefesine yaklaşıp da... (MHP ve DSP sıralarından alkışlar, DYP sıralarından gürültüler)

MEHMET GÖZLÜKAYA (Denizli) - Ne alakası var?!.

TARIM VE KÖYİŞLERİ BAKANI HÜSNÜ YUSUF GÖKALP (Devamla) - ... nasırlı ellerden böyle bahsetmeyelim.

Ağrıda, bir değerli politikacı, bir gün, konuşurken, öyle konuşuyor ki, nutuk atıyor. Oradan bir vatandaşımız "ben seni tanırım, bunlar hiçbir zaman olmadı" deyince "sen işine bak, bu bir nutuktur" diyor. Lütfen, bu nutukları, bu Yüce Meclisin çatısı altında, gerçeklerden uzak bir şekilde vermeyelim.

ALİ ŞEVKİ EREK (Tokat) - Ne ucuz politika!..

HACI FİLİZ (Kırıkkale) - Sizin, son seçimde yaptığınız gibi...

TARIM VE KÖYİŞLERİ BAKANI HÜSNÜ YUSUF GÖKALP (Devamla) - Değerli milletvekilleri, sırf tarımın meselesini ve tarımdaki, yıllardır, çiftçimizin, üreticimizin, dolayısıyla tüketicimizin, dolayısıyla tüm milletimizin içerisinde bulunduğu sıkıntıları göstermek ve Yüce Meclisin çatısı altında da, yerinde tespit edilen bazı hususları, müsaade ederseniz belirtmek istiyorum. Bunu, getirip de, son bir yıla, birbuçuk yıla, dört - beş yıla yaslamak pek doğru olmuyor.

18 Temmuz 1996... Biraz önce, değerli konuşmacımızın birisi aynen şunu söyledi: "Elli senedir, Türk çiftçisine, bu Yüce Meclis, demokratik hakları çıkarmamıştır." Bu, biraz önce konuşan değerli bir milletvekilimizin çok yerinde bir tespiti; tarih 1996... Demokratik haklardan bahsederken, örgütlenmeden bahsediyor. Ben, hemen bunun cevabını veriyorum: Üretici birlikleri yasa tasarısı, Başbakanlığımıza arz edilmiştir. Şimdi, bu sunduğumuz yasaların sayısını da ve Meclisin gündeminde olan yasa tasarılarını da, isterseniz, isim olarak, sayı olarak da burada vermeye çalışacağım.

MEHMET GÖZLÜKAYA (Denizli) - Gündemde olması yetmiyor ki, buraya gelmedikten sonra, gündemde olsa ne yazar.

TARIM VE KÖYİŞLERİ BAKANI HÜSNÜ YUSUF GÖKALP (Devamla) - Ama, biz, Bakanlık olarak Meclise getirdik. Tabiî, Meclisin öncelikleri belirleniyor ve bunlara da sıra gele-cektir.

Bakınız, yine, 18 Temmuz 1996... O zaman bu tarafta oturan değerli bir konuşmacı "dünyada yeni politikalarla tarım kesimi zor durumdadır..." Yani, 1996'da da, bugünkü söylediklerine benzer cümleler söyleniyor. Ben, bunları niçin söylediniz diye tenkit etmiyorum. Demek ki, 1996'da da böyle, 1995'te de böyle.

Yine, 18 Temmuz 1996 konuşmasında, bu değerli hatibimiz...

ZEKİ ERTUGAY (Erzurum) - Sayın Bakan, kim?

TARIM VE KÖYİŞLERİ BAKANI HÜSNÜ YUSUF GÖKALP (Devamla) - "Biz, Meclisten geçirerek değil, hükümetin yetki yasasına dayanarak, Gümrük Birliği Yasasına koyarak, yalnız tarım kredi kooperatiflerini demokratikleştirdik" diyor. Yalnız, tarım kredi kooperatiflerinin demokratikleşmesinden söz edilirken, biz de diyoruz ki, tarım satış kooperatifleri birliklerini de, bu yasayı çıkararak, üyelerinin idare edeceği, üyelerinin karar vereceği, siyasî günlük mülahazaların dışına, bu Yüce Meclis çıkarmıştır.

Yine, değerli konuşmacı, buradan devam ederek diyor ki: "Birlikler, mutlaka, kendi seçilmiş insanlarıyla yönetilmelidir." Tarım satış kooperatifleri birliklerinin yasasını bu Meclis çıkardı. Bu, 1996'da söylendi; 1997, 1998, 1999 üzerinden geçti; 6 Haziran 2000 tarihinde, iktidarıyla muhalefetiyle, bu Yüce Meclis çıkardı değerli arkadaşlarım.

TURHAN ALÇELİK (Giresun) - Muhalefet değil, Sayın Bakanım; muhalefet onaylamadı.

TARIM VE KÖYİŞLERİ BAKANI HÜSNÜ YUSUF GÖKALP (Devamla) - Onun için, lütfen, bu hükümete ve bu değerli Meclise, muhalefetiyle iktidarıyla, hak ettiği teşekkürü verme mecburiyetimiz var ve yerinde olur.

TURHAN ALÇELİK (Giresun) - Sayın Bakanım, o kanunu muhalefet onaylamadı.

TARIM VE KÖYİŞLERİ BAKANI HÜSNÜ YUSUF GÖKALP (Devamla) - Yine devam ediliyor... Şunu söylemek istiyorum ki, otuz senedir ekmeğini topraktan kazanan birisi olarak, bugün, Türk tarımının nasıl olacağını ve sıkıntılı olduğunu burada vurguluyorlar.

Değerli Başkanım, şimdi, değerli konuşmacı bugün diyordu ki: "Tarım Satış Kooperatifleri Kanunu 30 senelik bir devri devredışı bırakıyor. Bir gecede, işte, IMF istedi, şu istedi, bu istedi diye Tarım Satış Kooperatifleri Kanunu çıkarılıyor." 1996'da üzülürken niçin çıkaramadık? Ancak tarım satış kooperatifleri merkez birliğini demokratikleştirebildik denirken, bu hükümet, gelmiş, buna Tarım Satış Kooperatifleri Birliğini de eklemiş, 1996'daki o üzüntü 2000 yılında yerine getirilmiş.

11 Mart 1997 tarihinde, yine, DYP Grubu adına değerli konuşmacımız, Toprak Mahsulleri Ofisi araştırma önergelerinin iki tane olduğunu, bunlardan birisinin 1991 seçimlerinden sonra Doğru Yol Partisi ve SHP hükümeti zamanında, Anavatan Partisi iktidarını kapsayan, o zamanki Toprak Mahsulleri Ofisi Genel Müdürü Ahmet Özgüneş'in dönemini ilgilendiren bir kısım olduğunu söylüyor ve devamla diyor ki: "1991 senesine kadar, Türkiye'de, çeltik üreticisini kaderinden, işinden, tarlasından, mesleğinden soğutan o ithal pirinçlerin sahipleri, tahmin ediyorum, yine devreye girdiler." Bu tarih de 11 Mart 1997. Bakınız, o zamanki haksız ithalatlar, haksız uygulamalar ve bu haksız uygulamalardan dolayı çeltik üreticisinin üzerine düştüğü durum gösteriliyor. Ama, ben buradan soruyorum, muhalefetteki, iktidardaki milletvekillerine soruyorum: Bu sene Toprak Mahsulleri Ofisinin önünde bekledim, buğdayımı satamadım, çeltiğimi satamadım ve sattığım ürünün de parasını 20 günden sonra aldım diyen, herhangi bir şikâyette bulunan bir çiftçi adı bana verebilirler mi?! (MHP ve DSP sıralarından alkışlar)

MEHMET GÖZLÜKAYA (Denizli) - 80 liraya buğday sattı, 70 liraya arpa sattı.

MEHMET ERGÜN DAĞCIOĞLU (Tokat) - 110 lira dediğiniz buğdayı 60 liradan sattı.

TARIM VE KÖYİŞLERİ BAKANI HÜSNÜ YUSUF GÖKALP (Devamla) - 1995 senesinde, Tarım Bakanlığının... 1994'ten beri hükümetlerimiz, tarım satış kooperatifleri dahil, kararnameyle fiyatları açıklıyorlardı; ancak, açıklanan bu fiyatlardan dolayı çiftçinin memnun olmadığı burada belirtiliyor.

Yine, burada, ne yazık ki, Anavatan Partisi zamanında, bütün milletvekilleri görmüştür ki -duvarlarında "Ofis, çiftçinin karagün dostu" yazar, ama- 1991 senesine kadar, bu karagün dostunun ne olduğunu, Türk çiftçisi iyi bilmektedir. Burada, hiçbir partiyi, hiçbir partideki arkadaşlarımızı, eksik yaptılar, yanlış yaptılar deme açısından söylemiyorum. Ben, bu göreve geldikten bu tarafa diyorum ki, çiftçinin meselesi iyi değil, tarımcının meselesi iyi değil. Onun için, benim, geçmişe karşı, az yapıldı, hatalı yapıldı diye aşırı bir tenkitim yoktur; ancak, şunu söyledim: Tarımda hangi politikalar oluşmuşsa 1938-1950 arası, 1950-1960 arası, 1960-1970, 1980-1990 arası, bu politikalar üzerinde tartışalım. Evet, söylediğim cümle şudur: Yoksa, tarımda ne yapıldıysa, önemli ölçüde, 1938'e kadar Yüce Atatürk zamanında yapılmıştır dedim ve şunu ekledim: 1926 yılında çıkan Hayvan Islahatı Kanunu, ancak son yıllarda ele alınmıştır. Yoksa, hiçbir zaman, tarımda hizmet veren, tarım teşkilatında çalışan değerli mühendislerimizi, veteriner hekimlerimizi, tarım bakanlarımızı ve değerli çiftçilerimizi, kati surette, bir şey yapılmamıştır diye bir tenkitim olmadı. Hele hele Türk çiftçisi... Türk çiftçisinin alınteri üzerinde siyaset yapmak haramdır dedim. Özellikle, Türk çiftçisi, tırnağıyla toprağı kazıyarak üretmektedir. (MHP sıralarından alkışlar)

Şunu da belirtmek istiyorum: Burada söylenecek sözler çok; yalnız, müsaade ederseniz, hayvan kaçakçılığı konusunda, et kaçakçılığı konusunda da, yine değerli milletvekillerimizin geçmiş yıllarda, 1996 ve 1997'de söylediklerini buradan duyurmak istiyorum. "Maalesef, 1982'den bugüne kadar Büyük Millet Meclisinde, bu Parlamentoda bütün siyasî partiler, Türk çiftçisini oy deposu olarak görmüşler; onları belediye reisi yapmış, il genel meclisi üyesi yapmış; onlar için şu yapılmış, bu yapılmış, oyları alınmış; fakat, kendi paralarıyla ve alınteriyle oluşturdukları bu kooperatiflere sahip olamamışlardır." Bunun tarihi, 11 Haziran 1997.

Türk çiftçisinin, bu kanunla beraber, tarım satış kooperatiflerinin devletten ayrılması; malı mülkü bu üreticinin olan bu müessesenin özelleştirilmesi gibi konulardan bahsedilmiş...

NİDAİ SEVEN (Ağrı) - 94 yılı borçları ne olacak? Çiftçi icra daireleriyle karşı karşıya?..

TARIM VE KÖYİŞLERİ BAKANI HÜSNÜ YUSUF GÖKALP (Devamla) - Özellikle de hayvan ithalatının, et kaçakçılığının geçmiş yıllarda başladığı ve bugünlere kadar geldiği tutanaklarda belirtilmiştir.

Değerli Başkan, sayın milletvekilleri; tarım konusunda yapılanları, oluşturulan projeleri, müsaade ederseniz, burada tek tek sıralamayacağım. Yalnız, son birbuçuk yıldır ne yapılmıştır, hangi kanunlar, hangi yönetmelikler üzerinde çalışılmıştır; onları da, müsaadenizle, vermek istiyorum.

6 Haziran 1999-23 Kasım 2000 dönemleri arasında kanunlaşan yasalar 2 tane, Türkiye Büyük Millet Meclisi Genel Kurulunda olan yasa tasarıları 5 adet. Bunlar Genel Meclisin gündemindedir. Türkiye Büyük Millet Meclisi komisyonlarında görüşülmekte olan yasa tasarıları 2 adet. Başbakanlığa sunulan yasa tasarıları -bunları, özellikle tüm konuşmacılar üzerinde durdukları için belirtmek istiyorum- Tarımsal Üretici Birlikleri Kanunu Tasarısı, tarım hizmetlerinin düzenlenmesi hakkında kanun tasarısı, Toprak Sulama ve Tarım Reformu Genel Müdürlüğünün kuruluşu ve görevleriyle ilgili kanun tasarısı, yeni bitki çeşitlerine ait ıslah şartlarının korunması hakkındaki tasarı, hayvan sağlığı ve zabıtası kanunu tasarısı olmak üzere 7 adet, üzerinde çalışılan yasa tasarıları 6 adet, yayımlanan Bakanlar Kurulu kararları 24 adet. Bunların içerisinde özellikle tarımda yeniden yapılandırma ve destekleme kurulunun oluşturulmasını, tabiî afetlerden zarar gören çiftçilerin borçlarının ertelenmesini, çiftçilerin 1999 yılı hasat döneminde tarım satış kooperatifleri ve Ziraat Bankasına olan borçlarına karşılık tarımsal kredi borçlarının mahsubu kararnamesini, tarımda kullanılan kimyevî gübrelerin yurt içinden ve yurt dışından tedarikindeki yeni oluşturulan kararname.

Değerli Başkan, değerli milletvekilleri; özellikle gübrede,  Türk  çiftçisinin  çektiği  sıkıntı  hepimizin malumudur. Gübreyi ithal etmek, içerdeki üretimi artırmak için, Tarım ve Köyişleri Bakanlığının, kendisine direkt bir sorumluluk verilmemiş olmasına rağmen, çalışmalarını sizler takdir ediyorsunuz diye düşünüyorum.

Yine, Meclisimizde, Bakanlar Kuruluna sunulan kararname tasarıları 9 adet, üzerinde çalışılan Bakanlar Kurulu kararları 3 adet. Bunlar içerisinde, özellikle, Bakanlar Kuruluna sunulan kararname tasarıları içerisinde, 99-2000 üretim sonunda tarımsal faaliyetlerde kullanılan mazot için üreticilere verilecek destekler hakkında karar taslağı... Bu proje, Bakanlar Kurulumuz tarafından uygun görülmüştür; ancak, geçen, bu kürsüden de belirttiğim gibi, bunlar bir imkân meselesidir, ekonomik imkân meselesidir. Muhakkak surette kaynak aramaları devam ediyor.

Yine, üzerinde çalışılan Bakanlar Kurulu kararları 3 adet, yayımlanan yönetmelikler 30 adet, yayımlanan tebliğler 37 adet. Bunlara bir göz attığımız zaman ve geçmişle de mukayese ettiğimizde, son birbuçuk yıl içerisinde, Tarım ve Köyişleri Bakanlığının özellikle mevzuat çalışmalarına hız verdiği görülmektedir.

Doğru Yol Partisi Grubu adına konuşan sayın konuşmacının birkaç sorusuna cevap vermek istiyorum müsaade ederseniz.

Sayın Başkan, şu rakamları, konuşmaların kaynaklarının doğruluğunun çek edilmesi açısından söylüyorum.

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN - Sayın Bakanım, süreniz bitti. 2 dakika uzatacağım, daha fazla uzatma imkânına sahip değilim; aksi takdirde, Sayın Adalet Bakanımızın rızasını almam gerekecek.

Lütfen, 2 dakika içinde tamamlayınız.

TURHAN ALÇELİK (Giresun) - Sayın Başkanım, Sayın Bakanın mikrofonunu açmadan önce, bir hususu arz etmek istiyorum.

Sayın Bakan konuşması sırasında, muhalefetin de desteğiyle 6 Haziranda çıkan bir birlik yasasından bahsetti. Biz, muhalefet olarak, anamuhalefet olarak bu yasayı desteklemediğimiz gibi, iptal için Anayasa Mahkemesine götürdük.

Sayın Bakandan, burada, bir hususu açıklamasını arz ediyorum. Bu kanunla, 2001 yılından itibaren devlet desteğini kaldırdılar. Devlet desteği verecekler mi?

SEDAT ÇEVİK (Ankara) - Sayın Başkan, böyle bir usulümüz var mı?

TURHAN ALÇELİK (Giresun) - Bir de, Fiskobirlikten 1 550 işçinin çıkarılacağı söyleniyor, çıkarılacak mı?

BAŞKAN - Böyle usulümüz yok efendim; ama, Sayın Bakan, arzu ederse temas ederler.

Sayın Bakan, 2 dakika süreniz var, lütfen toparlayınız.

TARIM VE KÖYİŞLERİ BAKANI HÜSNÜ YUSUF GÖKALP (Devamla) - Değerli Başkanım, burada, izoglikozdan bahsedildi, yapay şeker, tatlandırıcılardan bahsedildi, pancar üretim alanlarından bahsedildi, Toprak Mahsulleri Ofisinin belirlediği ürün fiyatlarından bahsedildi, çiftçinin ne zaman parayı aldığından bahsedildi. Ben, tüm bu rakamların ve tarihlerin doğruluğuna ve iddialara bir cevap olması açısından, pancar üretiminin son on yıllık ekim alanını ve üretilen miktarı veriyorum; bu, tüm diğerlerine de teşmildir. 1990, üretim alanı 380 000 hektar, üretilen 15 milyon ton; 1991, 400 000 hektar, üretilen 16 milyon ton; 1992, 400 000 hektar, üretilen 16 milyon ton; 1993, 423 000 hektar, üretilen 16,6 milyon ton. 1991,1992, 1993'te kimin koalisyonda olduğunu Yüce Milletimiz biliyor; DYP-SHP koalisyonu. 1994'te, üretilen alan 412 000 hektar, üretilen miktar 13,8 milyon ton; 1995'te, 412 000 hektardan 312 000 hektara düşmüş, üretilen miktar 11 milyon ton; 1996'da üretim alanı 422 000 hektar, üretilen miktar 14 milyon ton; 1997'de üretim alanı
473 000 hektar, üretilen miktar 18,5 milyon ton.

MEHMET ERGÜN DAĞCIOĞLU (Tokat) - 1995-1996'da yükseldiğini de söyleyin Sayın Bakan.

TARIM VE KÖYİŞLERİ BAKANI HÜSNÜ YUSUF GÖKALP (Devamla) - 1998 yılını söylüyorum; üretim alanı 515 000 hektar, üretilen 22 milyon ton. (MHP sıralarından alkışlar) Şimdi, üretim alanları da ortada, üretilen miktarlar da ortada.

Et kaçakçılığı, ürün kaçakçılığı yapanların listesi basına açıklanmıştır, televizyonlardan verilmiştir, gazetelerde yayımlanmıştır. Kati suretle, namuslu sanayicimiz zan altında bırakılmamıştır.

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

TARIM VE KÖYİŞLERİ BAKANI HÜSNÜ YUSUF GÖKALP (Devamla) - Bursa'daki yapay tatlandırıcı üreticisinin arkasında kim olduğunu iki gün önceki Şafak Gazetesine bakarsanız, yıllarca peşinden koştuğunuz ve isminin, sizin yakinen tanıdığınız bir partinin olduğunu bilirsiniz. (DYP sıralarından gürültüler)

BAŞKAN - Efendim veda cümleniz için mikrofonu açtım.

TARIM VE KÖYİŞLERİ BAKANI HÜSNÜ YUSUF GÖKALP (Devamla) - Saygılarımı arz ediyorum.(MHP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN - Çok teşekkür ediyorum efendim.

ZEKİ ERTUGAY (Erzurum) - 3 fabrika var, diğerlerini siz söyleyin.

MEHMET ERGÜN DAĞCIOĞLU (Tokat) - Sayın Alçelik'in söylediği konu önemli değil mi sizce Sayın Bakan? Yanlış bilgi aktardığınızı söylediler.

BAŞKAN - Sayın Adalet Bakanımızı dinliyoruz. (DSP; MHP ve ANAP sıralarından alkışlar)

Süreniz 15 dakika efendim.

ADALET BAKANI HİKMET SAMİ TÜRK (Trabzon) - Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; 2001 Malî Yılı Bütçe Kanunu Tasarısının Adalet Bakanlığına ilişkin bölümü üzerinde, grupları adına görüşlerini açıklayan değerli milletvekillerine, konuşmalarında dile getirdikleri değerlendirme ve temenniler için teşekkürlerimi sunuyorum.

Bakanlığımızın temel görevi, yargı yetkisini Türk Milleti adına kullanan mahkemelerimizin adil, süratli karar vermek suretiyle, adalete ulaşmada etkin sonuç alınmasını ve yargı kararlarının uygulanmasını sağlayacak teşkilatı kurmak, gerek dünyada gerek ülkemizde meydana gelen gelişmelere uygun yasal düzenlemeleri ve değişiklikleri hazırlamaktır. Cumhuriyetimizin değiştirilemeyecek temel niteliklerinden birisi olan hukuk devleti ilkesinin tam olarak gerçekleşmesi ve aksamadan işleyen adil bir yargı sisteminin uygulanması büyük önem taşımaktadır.

Mahkemelerimizin teknolojik gelişmelere uygun araç ve gereçlerle donatılmalarının yanı sıra, bazı yönleriyle eskimiş bulunan temel kanunların çağdaş gelişmelere uygun olarak değiştirilmesi ve reform niteliğinde yeni düzenlemeler yapılması gerekmektedir. Bu değişiklik ve düzenlemelerin kısa zamanda gerçekleştirilmesi, demokratikleşme sürecinin başarıyla yürütülmesinde önemli rol oynayacaktır.

Bakanlığımız, bu amaca yönelik önemli çalışmalar yapmaktadır. Özellikle, merkez teşkilata ilişkin bölümü ihale edilen Ulusal Yargı Ağı Projesinin mahkemelere ilişkin bölümünün 2001 yılı yatırım programına alınması, adalet hizmetlerinin süratli bir şekilde yerine getirilmesini sağlayacak ve yargının geç işlediğine yönelik yakınmaların önüne geçmiş olacaktır.

Bakanlığımız, bütün temel kanunların, çağdaş gelişmelere ve değişen ihtiyaçlara uygun olarak yeni bir anlayışla gözden geçirilerek bir hukuk reformunu gerçekleştirmesi için, çeşitli komisyonlar oluşturmuştur. Yargıda kalitenin yükselmesine büyük katkıda bulunacak çok amaçlı bir eğitim ve araştırma kurumu olarak, Türkiye adalet akademisinin kurulmasına ilişkin kanun tasarısı, Yüce Meclise sevk edilmiştir.

Halen, Türkiye Büyük Millet Meclisinin ilgili komisyonlarında bulunan çeşitli kanun tasarılamızdan bazıları şunlardır: Ceza İnfaz Kurumları ve Tutukevleri Eğitim Merkezleri Kanunu Tasarısı, Türk Medenî Kanunu Tasarısı, Kamu Denetçiliği Kurumu Kanunu Tasarısı; ayrıca, Ceza Muhakemeleri Usulü Kanunu Tasarısı ve Milletlerarası Tahkim Kanunu Tasarısı, bakanlıklarla ilgili kurum ve kuruluşların görüşüne sunulmuştur.

Türk Ceza Kanunu, Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanunu ve İcra İflas Kanunu gibi, gelişen dünyanın getirdiği sorunların çözümünde yetersiz kalan temel kanunların yeniden düzenlenmesi ya da bu kanunlarda köklü değişiklikler yapılmasına, adlî yargıda yeni bir yapılanmaya gidilmesine, bu arada, istinaf mahkemesi niteliğinde bölge adliye mahkemelerinin kurulmasına yönelik çalışmalar, Bakanlığımız bünyesinde kurulmuş komisyonlarda sonuçlandırılmak üzeredir. Borçlar Kanunu ve Türk Ticaret Kanunuyla ilgili çalışmalar devam etmektedir.

Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; adlî yargı hizmetleri, 854 il ve ilçe merkezinde toplam 3 852 mahkeme; idarî yargı hizmetleri ise, toplam 127 mahkeme tarafından yürütülmektedir. Kadro sıkıntısı ve bütçe olanaklarının kısıtlı olması nedeniyle, 11 merkezde adlî teşkilat kurulmuş olmasına rağmen, bugüne kadar faaliyete geçirilememiş, 77 merkezde ise adlî teşkilat kurulamamıştır. 9 408 yasal hâkim ve cumhuriyet savcısı kadrosundan 8 739'u dolu olup, 669 hâkim ve cumhuriyet savcısı kadrosu boştur. Halen, adlî yargıda 1 138, idarî yargıda 1 olmak üzere, toplam 1 139 hâkim ve savcı adayı staj yapmaktadır. Standart kadro ve 1999 yılı iş durumları esas alındığında,
1 211 yeni mahkeme kurulması, bu mahkemelere 2 041 hâkim ve cumhuriyet savcısı atanması gerekmektedir. Ayrıca, 23 873 adliye personeli yasal kadrosundan 4 087'si boştur. Hâkim ve cumhuriyet savcılarının yanında, adalet hizmetlerinin yerine getirilmesinde önemli işlevi olan diğer yargı personelinin yeterli sayıda istihdam edilmesi gerekmektedir. Bu nedenle, boş bulunan kadrolara atama yapılması ve 5 852 yeni kadro verilmesi zorunlu bulunmaktadır.

Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; halen, değişik kapasitelerde toplam 556 ceza infaz kurumunda, 72 841 hükümlü ve tutuklu barındırılmaktadır. Bunların 61 574'ü adlî suçlardan,
10 784'ü terör suçlarından, 483'ü çıkar amaçlı suçlardan dolayı ceza infaz kurumlarında bulunmaktadır.

Yüce Meclisin kabul ettiği; ancak, Sayın Cumhurbaşkanının bir kez daha görüşülmek üzere geri gönderdiği, 23 Nisan 1999 Tarihine Kadar İşlenen Suçlardan Dolayı Şartla Salıverilmeye, Dava ve Cezaların Ertelenmesine Dair Kanun yürürlüğe girmiş olsaydı, bundan, ceza infaz kurumlarındaki hükümlü ve tutuklulardan yaklaşık 35 000, zaman içerisinde 40 000 kişi yararlanacaktı.

Adalet hizmetlerinden beklenen yararın alınabilmesi, etkin bir infaz hizmetinin yerine getirilmesine bağlıdır; ancak, infaz sistemimiz ciddî sorunlarla karşı karşıya bulunmaktadır. Ceza infaz kurumlarında, kamuoyunu sık sık rahatsız eden ve derinden yaralayan olaylarla karşılaşılmaktadır. Bunların önlenmesi için, ceza infaz sistemimizde, ivedilikle, çeşitli hukukî ve fizikî düzenlemeler yapılması gerekmektedir. Bakanlığımız, bir yandan, infaz mevzuatının yenilenmesine ve yeni düzenlemeler yapılmasına, öbür yandan ceza infaz kurumlarının yeniden yapılandırılmasına yönelik çalışmalarını sürdürmektedir. Bu bağlamda, çoğu kalabalık koğuş sistemine göre inşa edilmiş mevcut cezaevlerinin fizikî altyapılarının oda sistemine göre düzenlenmesi ve güvenlik sistemlerinin güçlendirilmesi, bu arada, oda sistemine uygun ve yüksek güvenlikli yeni cezaevlerinin yapılması çalışmaları devam etmektedir. 20 adet E tipi ve 22 adet özel tip cezaevinin tamamen oda sistemine dönüştürülmesine yönelik ihaleler yapılmıştır. Bakanlığımızca, Birleşmiş Milletler cezaevleri minimum standartları ve Avrupa Konseyi cezaevleri kuralları çerçevesinde geliştirilen F tipi cezaevleri projesine uygun olarak yapılan Ankara, İzmir, Bolu, Kocaeli, Tekirdağ ve Edirne F tipi kapalı cezaevlerinin geçici kabulleri yapılmıştır. 30.12.1999 tarihinde ihaleleri yapılan Ankara, İzmir, Kocaeli, Tekirdağ ve Adana İllerinde bulunan F tipi cezaevleri de 2001 yılında tamamlanacaktır. Bununla birlikte, 23 Nisan 1999 Tarihine Kadar İşlenen Suçlardan Dolayı Şartla Salıverilmeye, Dava ve Cezaların Ertelenmesine Dair Kanunun yeniden kabul edilmesi durumunda, mevcut cezaevlerinde kazanılacak yer genişlemesi, F tipi cezaevlerinin nakilleri ivedi bir sorun olmaktan çıkarmaktadır. O nedenle, F tipi cezaevlerinin hizmete açılması, konunun her yönüyle kamuoyundaki duyarlılıklar, eleştiriler ve öneriler dikkate alınarak, ilgili kamu kurumu niteliğindeki meslek kuruluşlarının da katılımıyla çağdaş, evrensel ölçülere göre yeniden değerlendirilmesi ve bir toplumsal mutabakat sağlanması amacıyla ertelenmiştir. Bu arada, bir yandan F tipi cezaevlerinde ortak yaşam alanlarının kullanılmasına olanak sağlamaya, öbür yandan ceza infaz kurumlarındaki her türlü uygulamaları yargı denetimine almak ve sivil toplum denetimine açmak amacıyla infaz hâkimlikleri ve izleme kurulları kurulmasına yönelik yasa tasarıları Yüce Meclise sunulacaktır. Bunlar ceza infaz sistemimizi çağdaş bir anlayışla tümüyle yenileyecek bir hukuk ve cezaevleri reformunun unsurları arasında yer almaktadır.

Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; adalet hizmetlerinin yerine getirildiği binaların büyük çoğunluğu, yapı, mefruşat ve teknik donanım bakımından son derece yetersizdir. 965 adliye binasından sadece 123'ü Bakanlığımıza ait, bağımsız binalardır. 2000 yılı içinde, Bursa, Kocaeli, Muğla, Tunceli, Simav, Körfez ve Oltu adliye sarayları hizmete sokulmuş, Ünye ve Alanya yeni adliye binalarının temeli atılmıştır. Kayseri idarî yargı hizmet binası ile adlî yargı ek hizmet binası ve Karabük, Şalpazarı ve Denizli Güney yeni adliye binalarının tefrişiyle ilgili çalışmalar devam etmekte olup, bu binalar yakında hizmete açılacaktır. İzmir, Adana, Kastamonu, Söke, Bandırma ve Tekirdağ adliye binalarının inşaatları devam etmektedir. Yatırım programında yer almakla birlikte, yeterli ödenek bulunmaması nedeniyle, Aksaray, Bozöyük, Çorum, Rize, Denizli, Erzurum ve Sungurlu adliye binalarının inşaatlarına henüz başlanılamamıştır.

Yargı hizmetlerinin adil ve süratli bir şekilde yerine getirilmesi için, hizmet binalarındaki fizikî koşulların iyileştirilmesi ve temel kanunlarda köklü düzenlemeler yapılması yanında, yargılama sürecinin en iyi ve kaliteli düzeyde gerçekleştirilmesi için, hâkim, savcı ve diğer yargı personeli için hizmetiçi eğitim programları uygulanması zorunludur. Uluslararası standartlara göre, bir yıl içinde eğitimden geçirilen personel sayısı, toplam personel sayısının yüzde 20'si oranında olmalıdır. Bakanlığımızca uygulanan eğitim programları bu orana ulaşmaya olanak sağlayacak şekilde planlanmaktadır; ancak, bütçe ödeneklerinin yetersizliği, hazırlanan programların tam anlamıyla uygulanmasına olanak vermemektedir. 2000 yılında, sadece 79 hâkim ve cumhuriyet savcısı Yargıtayda kurs görmüş, 3 701 yargı ve ceza infaz personeli, adalet komisyonları aracılığıyla eğitimden geçirilmiştir.

Öte yandan, yargı hizmetini yerine getiren personelin mevzuatla ilgili düzenlemelerden en kısa sürede haberdar olmasını sağlamak amacıyla, Kasım 1996'dan bu yana Yargı Mevzuatı Bülteni yayımlanmaktadır. Bunun yanında, yayımına uzun süre ara verilen Adalet Dergisi 1999'dan, Adlî Tıp Dergisi ise, 2000'den itibaren yeniden yayımlanmaya başlamıştır.

Hâkim ve Savcı Adayları Eğitim Merkezi, eskiden Altındağ Adliyesi olarak kullanılan binada faaliyet göstermektedir. Bu merkezde, yabancı dil laboratuvarı ve spor salonu bulunmamakta, dersler, 100-150 kişilik dersanelerde verilmektedir. Türkiye'deki hâkim ve cumhuriyet savcısı açığı dikkate alındığında, merkezin, kapasite ve fizikî koşulları itibariyle çağdaş bir yapıya sahip olmadığı açıktır. O nedenle, Türkiye Büyük Millet Meclisine sevk edilen Türkiye Adalet Akademisi Kanunu Tasarısının bir an önce yasalaştırılmasında büyük yarar vardır.

Avrupa Birliği müktesebatına uyum çalışmaları çerçevesinde ulusal programın hazırlanması ve Türkiye raporları için gerekli bilgi akışının sağlanmasıyla ilgili Bakanlığımızın önemli görevleri bulunmaktadır. Bu çerçevede, Avrupa Birliği - Türkiye Fikrî Sınaî Hak İhtisas Mahkemeleri Projesi imzalanmıştır. Hâkim ve cumhuriyet savcılarının Avrupa Birliği hukuku alanında yetiştirilmeleri amacıyla, yurtiçi ve yurtdışı kurs ve eğitim programları hazırlanmaktadır.

Bakanlığımızca, bakan düzeyinde Moğolistan'a yapılan resmî ziyaret sırasında Türkiye ve Moğolistan, Romanya Adalet Bakanının ülkemize yaptığı resmî ziyaret sırasında Türkiye ve Romanya, Ukrayna Cumhurbaşkanı ve Adalet Bakanının ülkemize yaptıkları resmî ziyaret sırasında Türkiye ve Ukrayna Adalet Bakanlıkları arasında, işbirliği protokolleri imzalanmıştır. Daha önceki yıllarda imzalanan Türkiye ve Kazakistan Cumhuriyetleri arasında Cezaî Konularda Adlî Yardımlaşma ve Suçluların İadesi Anlaşması, Türkiye ile Makedonya Cumhuriyetleri Arasında Hukukî ve Cezaî Konularda Adlî Yardımlaşma Anlaşması ve Türkiye ile Kuveyt Arasında Hususî Hukuk, Ticaret ve Ceza Hukuku Konularında Hukukî Adlî İşbirliği Anlaşması bu yıl içinde yürürlüğe girmiş, Türkiye ve Ukrayna Arasında Hukukî Konularda Adlî Yardımlaşma ve İşbirliği Anlaşması imzalanmıştır. Bakanlığımız, çeşitli uluslararası toplantı ve konferanslara bakan düzeyinde katılarak, ülkemizin görüşlerini açıklamıştır.

Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; 2001 Malî Yılı Bütçe Kanunu Tasarısında Bakanlığımıza ayrılan toplam ödenek, genel bütçenin sadece binde 9,96'sına tekabül etmektedir. Bu, adalet hizmetlerinin en iyi ve kaliteli düzeyde, çağdaş ölçülere uygun biçimde gerçekleştirilmesi için gerekli olan miktarın çok altındadır. 1961 öncesinde olduğu gibi, genel bütçeden Bakanlığımıza en az yüzde 3 oranında ödenek ayrılması gerekir. Her şeye rağmen, harcamalarda tasarruf ilkesine titizlikle uyan Bakanlığımız, adalet hizmetlerini ayrılan ödeneklerle mümkün olan en iyi biçimde yerine getirmeye çalışacaktır.

Bu düşüncelerle, Adalet Bakanlığı bütçesinin ülkemize hayırlı olmasını diler, Yüce Meclisi saygıyla selamlarım. (Alkışlar)

BAŞKAN - Sayın Adalet Bakanımıza teşekkür ediyorum.

Görüşmekte olduğumuz bütçeler üzerindeki son söz, Erzurum Milletvekili Sayın Fahrettin Kukaracı'ya aittir.

Sayın Kukaracı aleyhte konuşacaklar.

Sayın Kukaracı, buyurun. (FP sıralarından alkışlar)

Süreniz 10 dakika.

FAHRETTİN KUKARACI (Erzurum) - Sayın Başkan, sayın milletvekilleri; görüşülmekte olan 2001 malî yılı Adalet Bakanlığı bütçesi üzerinde kişisel görüşlerimi açıklamak üzere huzurunuzdayım; bu vesileyle, Yüce Meclisimize saygılar sunuyorum.

Muhterem milletvekilleri "adalet mülkün temelidir" sözü, bir inancın, büyük bir tecrübenin, bilgi ve birikimin sonucunda ifade edilmiş, toplum ve insan hayatını düzenleyen önemli düsturlardan birisidir. Adalet Bakanlığı, acaba, mülke temel teşkil eden adaletin önemiyle mütenasip bir bütçeye sahip midir? Denilebilir ki, Türkiye'de önemiyle mütenasip olmayan bütçelerden birisi, hatta birincisi, Adalet Bakanlığı bütçesidir.

Adalet Bakanının ifadesiyle, 1961 yılına kadar genel bütçeden yüzde 3 pay alan Bakanlık, son yıllara kadar yüzde 1 civarında alırken, 2000 yılında binde 7,7 almıştır. Plan ve Bütçe Komisyonunda bir miktar artış sağlanarak binde 9'a yükseltilmiş olan bu bütçe de sadra şifa değildir.

Devlet, sürekli adaletten kısmakla tasarruf etmiş sayılamaz. Adaletten tasarruf olmayacağı herkesçe bilinmelidir.

Ödenek yetersizliğinden zamanında yapılamayan tebligatın, kâğıt yokluğundan yazımı geciken kararın, zabıt kâtibinin eski daktilo makinesiyle yaptığı mücadelenin faturası elbette ağır olacaktır.

Mahkemeler açmak, teşkilatlandırmak, ceza infaz kurumları, icra iflas daireleri gibi kurumlar kurmak, bunların gözetim ve denetimini yapmak, adalet ve ceza infaz kurumlarının binalarını yapmak, personelini temin etmek gibi geniş görevlerle yüklü olan bir Bakanlığın, elbette problemleri de büyük olacaktır.

Muhterem Bakanın ifadesiyle, halen 669 hâkim ve savcı kadrosu, 4 087 personel kadrosu boş bulunmaktadır. 1 211 mahkemede, 2 041 hâkim ve savcı ile 5 852 yeni yargı personeline ihtiyaç vardır. Mevcut 965 adliye binasının sadece 123 adedinin Bakanlığa ait bağımsız binada olduğu düşünülürse, problemin büyüklüğü daha kolay anlaşılacaktır.

Problemlerin büyüklüğü nispetinde bütçe ayrılamamış olması, adaletin hızlı bir şekilde tevziini güçleştirmektedir. Problemler sadece bunlar değildir. Ceza infaz kurumlarında bulunan 72 841 tutuklu ve hükümlüye her yıl 5 000 dolayında ilave gelmektedir. Bunların iaşe ve ibatesi kaynak sarfına sebep olmakta, idaresi ise başlı başına çözülmesi gereken bir mesele olarak önümüzde bulunmaktadır.

Ne acıdır ki, hükümet, ceza ve tevkif evlerinde otorite tesis edememiştir. Nuriş kardeşler çıkmakta, devletle, âdeta, alay eder gibi cezaevi müdürünün koltuğuna oturmak suretiyle, görüntü dilini de kullanarak "buranın hâkimi benim" dercesine devlet güçlerine meydan okumaktadır. Yargının mahkûm ettiği kimseler, kendilerini cezaevinin hâkimi görüyor, devlet otoritesini yok sayarak eşkıya kanunlarını orada geçerli kılıyor, diğer mahkûmları kendi kurallarına göre cezalandırıyorlarsa, orada devlet hakimiyetinden bahsedilemez. Bu olaylar karşısında, ilgili bakanların nasıl ellerinin ayaklarına dolaştığını milletimiz ibretle müşahede etmiştir. Bu kadar hadiseden sonra, bir başka yere nakledilen suçlunun cebinden tabanca çıkması ise üzücü, üzücü olduğu kadar da ibretamiz bir hadisedir. Ayrıca, cezaevlerinde sık sık başvurulan ve halen devam etmekte olan ölüm oruçlarının da, idarî problemleri artırdığını kabul etmek gerekir.

Değerli arkadaşlarım, Adalet Bakanlığı bütçesi görüşülürken, bir başka hususa daha dikkat çekmek istiyorum. Bugün, icra iflas dairelerinde 8 milyon, diğer mahkemelerde 30 milyon dosya bulunduğu söylenmektedir. Tarafları hesaba katıldığında, nüfusun tamamı davacı veya davalı olarak karşımıza çıkmaktadır. Hem adlî sistemin yavaşlığı hem de ülkede ekonomik ve sosyal çöküntü, bu kadar insanı mahkemelik etmiştir; mahkemelik etmeye de devam etmektedir. Sistem, çözüm üreterek suç, suçlu ve davaları azaltmak yerine, mevcuda yeni davalar ve suçlular katmaktadır. Artan bu iş kapasitesi nedeniyle, zaten çok yetersiz olan hâkim, savcı, yardımcı personel, ceza infaz memuruna ilave olarak yeni personel istihdam etmek zorunda kalınmaktadır.

Adalet Bakanlığının sorunlarının önemli bir bölümü yargının sorunlarıdır. Yargının sorunları çözülmeden, olgun bir yargılama ve adil bir ortama sahip olmamız mümkün değildir. Yargının sorunlarının başında hukuk eğitimi gelmektedir. Avrupa Birliğine girme çalışmalarının yoğunlaştığı şu günlerde, hukuk adamlarının Avrupa Birliğinin mevzuatını da uygulayabilecek yetenek ve yeterlilikte yetişmeleri önem arz etmektedir. İster AB'ye girelim ister girmeyelim, demokratik ve evrensel hukukun bir şekilde ülkemizde uygulanacağı muhakkaktır. Bu nedenle, hâkim, savcı, hatta, yardımcı personelin bu yolda ve yönde yetiştirilmesi projelerine acilen başlamak lazımdır.

Hukuk eğitimi yapan bazı fakültelerin, mesleğin önemiyle mütenasip olarak, öğretim görevlisi bulmakta güçlük çektikleri bir vakıadır. Fizikî imkânları yeterli olmayan yerlerde, siyasî mülahazalarla, eğitim standardını düşürecek fakülteler açmamak lazımdır. Gerekirse, bu standardı yükseltmek için, öğrenim yılını beş yıla çıkarmak, bu yönde tedbirler geliştirmek gerekmektedir. İyi bir hukuk uygulaması ve iyi bir hukuk sistemi arzu ediyorsak, önce, iyi hukukçular yetiştirmek zorundayız. Sorunların çözümüne, hukuk eğitimini düzelterek başlamak lazımdır.

Fizikî imkânsızlıklar, yargı ve adalet sistemimizin önemli handikaplarından biridir. Adalet tevzi edilen mekânlar, adliye binaları, hâkim, savcı ve yardımcı personelin rahat çalışmalarına imkân veren yerler değildir. Nerede, eski, köhne bir bina varsa, oranın adliye binası olduğu kesindir. Bir hâkim ya da savcının odası, bir başka bakanlıktaki şefin odası kadar çalışmaya ve yaşamaya elverişli değildir.

Yargı mensupları ve personelin maddî durumları, önemleri ölçüsünde düzenlenmelidir; cüzdan ile vicdan arasında ezilmeleri önlenmelidir.

Bir başka sorun, mevzuatla ilgilidir. Halen yürürlükte bulunan 12 000 civarındaki kanun sayısı, yeni kanunlarla her geçen biraz daha artmaktadır. Temel konularda çağın gereklerine uygun değişiklikler ve topyekûn bir adlî reform yapılmalı, adlî kolluk bir an önce kurulmalıdır. İhtisas mahkemeleri yaygınlaştırılmalı, meslekî eğitime önem verilmelidir. İstinaf mahkemeleri kurulmalı, komisyondan geçmiş bulunan avukatlık kanun tasarısı bir an önce Genel Kurula indirilmelidir.

Halen asıl komisyonda bulunan Adalet Bakanlığı Teşkilat Kanunu değişiklikleriyle, bilgiişlem daire başkanlığı kurulmaktadır. Merkezden taşraya uzanan ve bilgisayar ağıyla donatılmış bir yargı sistemi, heyecan verici bir düşüncedir. Kararlar verilirken son içtihatlar takip edilecek, hukukî yardımlar alabilme, tecrübelerden yararlanma imkânı doğacak, kararlarda sürat sağlanacak, yüksek mahkemelerin yükü azalacak, teknolojik gelişmeler, adil yargının oluşmasında büyük etken olacaktır. Ancak, aynı düzenleme içerisinde memur kıyım yasasına paralel olarak kurulmak istenen bir başka daire vardır ki, birincisi ne kadar heyecan ve mutluluk veriyorsa, ikincisi de, o nispette korku ve endişe vermektedir. Kurulacak değerlendirme ve destekleme daire başkanlığıyla bağımsız ve tarafsız karar verecek hâkim, savcı ve diğer personelin keyfî yöntemlerle etkisiz hale getirileceği, görevden alınabilecekleri endişesi hâkimdir. Mevcut halde bile hâkim teminatı sağlanamamış, keyfî uygulamalar devam ederken, kurulacak bu daire, yargıç güvenliğini tamamen yok edecek, yargı mensuplarını güvensiz bir ortama sürükleyecek ve yarınından endişe eder hale getirecektir.

Hukuk devleti olmak, hukukun üstünlüğü prensibine ulaşmak için, yargı mensuplarının kişilikli, dirençli ve hukuk adamı nosyonuna yakışır tavırlar sergilemeleri, son derece önemlidir. Kuvvetler ayrılığı prensibine uygun olarak, yürütme veya bir başka güçten etkilenmemelidirler. Eğer, ideolojik ve taraflı yayınlardan, brifing ve andıçlardan, telkin, tavsiye ve müdahalelerden etkilenir, hukuk adamından çok, görev adamı profili çizerlerse, hukukun üstünlüğüne ulaşmamız mümkün olmayacaktır. İftiharla ifade edebilirim ki, istisnalar olmakla birlikte, bu memlekette de hâkimler vardır ve onlar, geleceğimizin de teminatıdırlar.

Bu duygu ve düşüncelerle, Bakanlık bütçesinin ülkemize hayırlı olmasını diler, Yüce Heyetinize saygılar sunarım. (FP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN - Teşekkür ediyorum Sayın Kukaracı.

Sayın milletvekilleri, onüçüncü turdaki görüşmeler tamamlanmıştır.

Şimdi sorulara geçiyoruz.

Başlangıçta söylemiştim, soruların sırasında bazı sıra devirleri var, onları arz ediyorum:

3 üncü sıradaki Sayın Osman Aslan, Sayın Nazlı Ilıcak'a; 15 inci sıradaki Sayın Sadri Yıldırım, Sayın Saffet Arıkan Bedük'e; 22 nci sıradaki Sayın Hasan Suna, Sayın Eyüp Doğanlar'a; 6 ncı sıradaki Sayın Ali Rıza Gönül, Sayın Hacı Filiz'e sıralarını devretmişlerdir. Sıra geldiği takdirde, buna göre uygulama yapılacaktır.

Şimdi, ilk soru, Sayın Enginyurt'un.

Buyurun efendim.

CEMAL ENGİNYURT (Ordu) - Sayın Başkan, aracılığınızla, Sayın Tarım Bakanına ve Adalet Bakanına birer soru sormak istiyorum.

Tarım Bakanlığının bütçesi görüşülürken, muhalefet olsun diye muhalefet yapma alışkanlığını edinmiş olanların, sürekli, muhalefet adına, iyi yapılan şeyleri de görmezlikten gelmesi, ister istemez, eskilere gitmemi gerektirdi ve bir meseleyi...

BAŞKAN - Sorunuz lütfen...

CEMAL ENGİNYURT (Ordu) - Soruyu soracağım, sormak için de meseleyi bir izah edeyim önce.

MEHMET ERGÜN DAĞCIOĞLU (Tokat) - Muhalefetin vaktini çalıyorlar efendim... Muhalefetin sorularının vaktini çalıyorlar...

BAŞKAN - Biz anlarız efendim, siz, sorunuzu sorun lütfen.

CEMAL ENGİNYURT (Ordu) - Sizin anlamanızdan ziyade, birilerinin anlaması gerekiyor.

"Köyden gelmedim ki, tabiî ki yalıda oturacağım" diyerek, Türkiye'de hükümet olmuş birileri tarafından, 1994 yılında...

TURHAN GÜVEN (İçel) - Sayın Başkan, yapmayın bunu... Derhal mikrofonu kesin efendim; sizin göreviniz mikrofonu kesmektir burada.

BAŞKAN - Sayın Bakana yöneltiyorsunuz, değil mi efendim?

CEMAL ENGİNYURT (Ordu) - Tabiî, tabiî, Sayın Bakana soruyorum.

TURHAN GÜVEN (İçel) - Bakanımız hani, nerede oturuyor? Hangisi oturuyor? Böyle şey olmaz canım...

CEMAL ENGİNYURT (Ordu) - ... besicilere yüzde sıfır faizle kredi verildi.

RAMAZAN GÜL (Isparta) - Bunlar prim yapmıyor...

CEMAL ENGİNYURT (Ordu) - Kredi, o günün şartlarında, Et ve Balık Kurumu fiyatları baz alınarak, yani ona endekslenerek verildi. O yıl Et ve Balık Kurumunun özelleşmesi münasebetiyle, bir yıl sonra bu krediyi ödemek zorunda olanlar, bir yıl önceki et fiyatları baz alınarak, et fiyatlarının yüzde 100 artmasına rağmen, zararla bu krediyi ödemek mecburiyetinde kaldılar.

Sayın Bakan, besicilerin o gün meydana gelen bu zararlarını karşılamak için yeni bir kredi veya 1994 yılında, köyden gelmeyip yalıda oturan hanımefendinin yaptığı gibi, seçim yatırımı olarak yeni bir kredi vermeyi düşünüyor mu?

TURHAN GÜVEN (İçel) - Paran varsa, sen de otur kardeşim; oturdun da, hayır mı dediler sana?!.

CEMAL ENGİNYURT (Ordu) - İkinci sorum Sayın Adalet Bakanımıza.

Sayın Bakanım, 1980'li yıllardan sonra başlayan şartlı ceza indirimleri infaz uygulamalarıyla birlikte, cezaevlerini değişik zamanlarda boşalttık; en son 1991 yılında; ama, 2000 yılına geldiğimizde görüyoruz ki, cezaevlerinde 72 841 mahkûm var ve bunun 61 504'ü de adi mahkûm olarak kabul edilen suçlulardan; bunlar yoğun bir şekilde cezaevlerine dolmuşlar.

Bu da gösteriyor ki, ceza infaz yasalarında yapılacak değişikliklerden ziyade, yargıda acele bir şekilde reforma gidilmesi gerekiyor, Türk Ceza Kanununda değişikliklerin köklü bir şekilde yapılması gerekiyor. Bunun en açık örneklerinden birisi de... (DYP sıralarından "Oooo" sesleri)

ALİ ŞEVKİ EREK (Tokat) - Sayın Başkan!..

MEHMET ERGÜN DAĞCIOĞLU (Tokat) - Sayın Başkan, bir kişi kaç dakika soru soruyor?

BAŞKAN - Sorunuz...

CEMAL ENGİNYURT (Ordu) - Soruyu soruyorum; soru zaten...

BAŞKAN - 2,5 dakika oldu, 3 dakikaya geliyor efendim!

MEHMET ERGÜN DAĞCIOĞLU (Tokat) - Biz soru soramıyoruz o zaman Sayın Başkan!

CEMAL ENGİNYURT (Ordu) - ...F tipi cezaevleriyle ilgili, Avrupa ülkeleri de aynı sistemi uygulamasına rağmen, bundan vazgeçmeyi düşünüyor musunuz? Türk Ceza Kanununda değişiklikler yapmayı düşünüyor musunuz? Yargı reformuyla ilgili önümüzdeki günlerde Meclise getireceğiniz yeni bir çalışmanız olacak mı?

Teşekkür ediyorum.

BAŞKAN - Teşekkür ediyorum.

Sayın Coşkuner, buyurun.

SÜLEYMAN COŞKUNER (Burdur) - Sayın Başkanım, aracılığınızla, Sayın Tarım Bakanıma sorularımı arz ediyorum:

Gıda, tarım ve hayvan ürünleri konusunda ithalat ve sınır ticaretimiz ne durumdadır? Hayvancılık sektörünün etkin ve verimli hale gelmesi için hangi projeleri uyguluyorsunuz? Hayvancılık konusunda etkin bir yere sahip olan Burdur İlimizde hayvancılığın daha da geliştirilmesi konusunda neler yapmayı düşünüyorsunuz? Tarım-sanayi entegrasyonunu sağlamak için projeleriniz nelerdir? 1990'lı yıllardan bugüne kadar yapılan gübre yolsuzlukları ve tarım kredi kooperatiflerinin yanlış politikalarının tespiti konusunda çalışmalarınız var mıdır?

Teşekkür ediyorum.

BAŞKAN - Teşekkür ederim.

Sayın Ilıcak, buyurun.

AYŞE NAZLI ILICAK (İstanbul) - Sayın Başkan, delaletinizle, Sayın Adalet Bakanına aşağıdaki soruları sormak istiyorum.

Samsun İdare Mahkemesi üyeleri Sıtkı Keleş, Fatih Terzi, Resul Çomoğlu, Recep Taş, Hasan Önal, Samsun İdare Mahkemesinin eski üyeleri Cafer Ergen ve Nermin Kurt hakkında soruşturma açılmıştır.

Soruşturma maddesinin izahı şu şekildedir: "Adıgeçen hâkimlerin eşlerinin kapalı ve başörtülü giyim tarzını benimsedikleri, sosyal ve özel yaşantılarında mesleğe yakışmayan davranışlarda bulundukları, toplu halde cuma ve teravi namazlarına gittikleri anlaşılmıştır. Bu kişilerin Samsun Üniversitesinden uzaklaştırılan başörtülü kızların açtıkları davalarda iptal kararı vermesi, özel yaşantılarına bağlanmıştır." Bu ayıplı belgenin altında Sayın Bakanım sizin de imzanız vardır ve bu kişilerin Hâkimler ve Savcılar Yüksek Kuruluna gönderilmesi ve meslekten ihraç edilmeleri talep edilmektedir.

Ben şimdi şunu size sormak istiyorum: Bir hâkimin cuma namazına veya teravi namazına gitmesi, laik bir devlette suç mudur? Hâkimlerin karısı başörtülü olamaz mı? Bölge idare mahkemesinin kararlarının hatalı olup olmadığını Danıştay mı değerlendirecektir, yoksa müfettişler mi?

Bu ayıplı belge tek değildir. Bir başka örnek; mesela, Ahmet Güler, İstanbul 8. Vergi Mahkemesi üyesi; orada da "sosyal ve ailevî yaşantınız ile eşinizin yakın zamana kadar benimsediği çağdaş olmayan giyim tarzı itibariyle laiklik karşıtı düşüncelere yakınlık duyduğunuz, evinizde haremlik - selamlık oturduğunuz ve radyo ve teypten dinî yayınlar ve ilahiler dinlediğiniz ileri sürülmektedir" denilerek, kendilerinden savunma istenmiştir. Laik bir devlette insanların bu kadar haremi ismetine girmek doğru mudur?

İkinci sorum, Haluk Kırcı ve şartlı salıvermeyle ilgili. Şartlı salıvermeden Haluk Kırcı da yararlandırılmadı, Eşber Yağmurdereli de yararlandırılmadı. Oysa, Aktüel Gazetesinde, bakın, bir solcu profesör olan Uğur Alacakaptan dahi "Haluk Kırcı'ya haksızlık yapılıyor" demekte. Acaba, siz, DSP'liler ile MHP'liler aranızda anlaşıp, Sayın Rahşat Ecevit'in de onayını alıp, hem Eşber Yağmurdereli'ye hem de Haluk Kırcı'ya yapılan bu haksızlığı gidermeyi düşünüyor musunuz?

Üçüncü ve son sorum: Adana Cumhuriyet Savcısı Sacit Kayasu, Kenan Evren hakkında bir iddianame tanzim etmiş ve kendisinin 12 Eylülde yaptığı darbeden dolayı yargılanmasını istemiştir. Şimdi, bu iddianameye karşılık, yargılama yoluna gitmeden, takipsizlik kararı verilmiştir. Acaba, hukuken bir iddianamenin şikâyet dilekçesi gibi mütalaa edilip, hakkında takipsizlik kararı verilmesi doğru mudur?

İkincisi, Sacit Kayasu hakkında, Türk Silahlı Kuvvetlerine hakaretten dava açılmıştır. Acaba, böyle bir savcının iddianame tanzim etme hakkı yok mudur darbe yapanlara karşı? Acaba niçin bu savcı hakkında, Türk Silahlı Kuvvetlerine hakaretten dava açılmıştır?

Çok teşekkür ediyorum.

BAŞKAN- Teşekkür ederim.

Sayın Orhan Şen, buyurun.

ORHAN ŞEN (Bursa)- Sayın Başkanım, aracılığınızla, aşağıdaki sorularımın sayın bakanlarımız tarafından cevaplandırılmasını arz ediyorum.

Öncelikle Sayın Adalet Bakanımıza sormak istiyorum.

Nüfusu köyleriyle birlikte 180 000 civarında olan Bursa İnegöl İlçesinde mevcut cezaevi 44 kişilik olup, çok yetersizdir. Arsası hazır olan İnegöl İlçemize yeni bir cezaevi yaptırılması düşünülmekte midir?

İkinci sorum: Polis ve askerlerimizin ve bazı memur sınıflarımızın yararlandırıldığı görevde yıpranma hakkından cezaevi personelinin de faydalandırılmasını düşünüyor musunuz?

Sayın Tarım Bakanımıza sormak istiyorum:

Bursa'nın güneydoğusu olarak sıfatlandırılan ve sürekli göç veren Orhaneli, Büyükorhan, Keles ve Harmancık İlçeleriyle ilgili havza geliştirme projesinin ne zaman hayata geçirileceğini öğrenmek istiyorum.

Son sorum: Tarım Bakanlığı bünyesinde çalışan veteriner teknisyenler, 2 yıllık yüksekokulu bitirdikten sonra veteriner sağlık teknikeri unvanı aldıkları halde, teknikerliğin ekgöstergelerini ve diğer haklarını alamamaktadırlar. Dolayısıyla, maaşlarında ve emeklilik ikramiyelerinde önemli zararları olmaktadır. Veteriner sağlık teknikerlerinin mağduriyetlerini düzeltmeyi düşünüyor musunuz?

Teşekkür ederim.

BAŞKAN- Teşekkür ederim.

Sayın Nidai Seven, buyurun.

NİDAİ SEVEN (Ağrı)- Sayın Başkanım, aracılığınızla, bakanlarıma aşağıdaki soruları sormak istiyorum.

Tarım Bakanına sorum: Sayın Bakanım, 1994 yılından beri Ziraat Bankasından kredi alan çiftçilerimiz bugün icra daireleriyle karşı karşıya bırakılmıştır. O günkü yanlış politikalar neticesinde "bu borçlar affa uğrayacak" diye, çiftçiye, köylüye krediler verilmiş ve sahip de çıkılmamıştır; acaba, bu konuda bir projeniz var mı?

İkinci sorum; yine, terör ve yanlış politikalar sonucu, Doğu ve Güneydoğu Anadolu'da hayvancılık bitmiş, meralar boş kalmış, yaylalar boş kalmış ve kaçak hayvan, kaçak et bu memlekete sokularak, özellikle geçim kaynağı hayvancılık olan insanlarımız mağdur edilmiştir; bu yanlış politikalar, uzun zamandır devam edegelmiş. Bugün, Doğu ve Güneydoğu Anadolu'da hayvancılığın gelişmesi konusunda ne yapmayı düşünmektesiniz?

Adalet Bakanıma sormak istiyorum. Sayın Bakanım, Ağrı'da, adliye binası -ilçeler dahil olmak üzere- gerek teknik donanım gerekse fizikî donanım bakımından yetersiz ve çok kötü durumda; hatta, orada çalışan personel, tamamıyla, arşiv dosyaları içerisinde çalışmaktadırlar.  Oraya atanan  kişiler ise, çocuklarını bırakacak bir yer bulamamaktadırlar. Bu adliye binalarının, teknik donanım bakımından ve fizikî donanım bakımından iyileştirilmesi konusunda bir düşünceniz var mı? Adlî personele, çocuklarını kreşe bırakmaları konusunda yardımcı olmayı düşünüyor musunuz?

Teşekkür ederim.

BAŞKAN - Teşekkür ederim.

Sayın Ali Rıza Gönül yerine, Sayın Filiz; buyurun efendim.

HACI FİLİZ (Kırıkkale) - Sayın Başkanım, aracılığınızla, Sayın Bakanıma sorular soracağım.

30 Temmuz 1999 ile 15 Mayıs 2000 tarihleri arasında, 31 il müdürü, 22 genel müdür yardımcısı, 7 genel müdür, 4 müsteşar yardımcısı gibi, 84 üst bürokrat görevlisini görevden aldınız mı ve bunların yerine, 166 atama yaptınız mı?

BAŞKAN - Hangi bakana soruyorsunuz?

HACI FİLİZ (Kırıkkale) - Tarım Bakanımıza soruyorum.

Yine, mahkemeden yürütmeyi durdurma kararı olan üst düzey bürokratları, Kars, Ardahan, Ağrı gibi yerlere geçici görevle gönderdiniz mi?

Yine, Ankara Tarım İl Müdürlüğü emrine, 7 genel müdür yardımcısı, 2 genel müdür, 2 müsteşar yardımcısı atadınız mı? Bu görevlendirdiğiniz kişileri, orada, görev yeri olarak, ot kurutma odalarında beklettiniz mi? Eğer beklettiyseniz, Sayın Bakanım -bu bakanlık geçici, sizden sonra da bakanlar gelecek- sizin atadıklarınızı da, başka bakanlar, aynı şekilde, görevden alıp, ot kurutma odalarında görevlendirirlerse, bundan memnun olur musunuz?

Teşekkür ediyorum.

BAŞKAN - Teşekkür ediyorum.

Soru sorma süremiz tamamlanmıştır.

5'er dakikayla, lütfen, Sayın Bakanlarımız cevap versinler.

ALİ ŞEVKİ EREK (Tokat) - Sayın Başkanım, böyle adalet olur mu?

MEHMET GÖZLÜKAYA (Denizli) - Bu, bir hakkın suiistimali Sayın Başkan.

BAŞKAN - Efendim, 13 dakika oldu.

MEHMET GÖZLÜKAYA (Denizli) - Ama, böyle olur mu?!

BAŞKAN - Genel Kurul kararı bu; benim yapacağım bir şey yok.

SAFFET ARIKAN BEDÜK (Ankara) - Böyle şey olur mu?!

BAŞKAN - Saffet Bey, sizin sorunuz 15 inci sırada; zaten gelmesi mümkün değil.

MEHMET ERGÜN DAĞCIOĞLU (Tokat) - Efendim, iktidar partilerini, hiç değilse, birazcık kısa sormaya yönlendirmelisiniz. Etik olarak doğru değil.

BAŞKAN - Efendim, onu ayarlamam mümkün değil.

SAFFET ARIKAN BEDÜK (Ankara) - Sayın Başkan...

BAŞKAN - Buyurun Saffet Bey.

SAFFET ARIKAN BEDÜK (Ankara) - Sayın Başkan, soruları yazılı olarak verelim ve Sayın Bakanlar da, bize, yazılı olarak cevap versinler.

BAŞKAN - Efendim, tercih ettiğimiz yollardan biri de o. Eğer hemen hazırlar verirseniz, biz kendilerine ulaştıralım.

MEHMET GÖZLÜKAYA (Denizli) - Sayın Başkan, Sıvas'tan, Sayın Bakanın çiftçi bölgesinden, Talat Aygün adlı birisi, Sadri Yıldırım Beyin konuşmasından sonra bir telgraf çekmiş. Hiç olmazsa bunu söyleyeyim de...

BAŞKAN - Efendim, söylemiş oldunuz.

MEHMET GÖZLÜKAYA (Denizli) - Söylemedim...

BAŞKAN - Söylemiş oldunuz.

MEHMET GÖZLÜKAYA (Denizli) - Bakınız ne diyor...

BAŞKAN - Hayır... Hayır...

MEHMET GÖZLÜKAYA (Denizli) - "Bu sene, Sıvas'ta buğdayın kilosu 90 000 lira, samanın kilosu 110 000 lira; Denizli'de 80 000 lira..."

ADNAN FATİN ÖZDEMİR (Adana) - Sayın Başkanım, vakit dolduruyorlar.

SÜLEYMAN COŞKUNER (Burdur) - Sayın Başkan, böyle bir usul yok.

BAŞKAN - Efendim, mikrofonunu açmadım; yapacağımız başka bir şey yok.

MEHMET GÖZLÜKAYA (Denizli) - Diyor ki: "Hazreti Adem'den bu yana, ilk defa, hayvan yiyeceği, insan yiyeceğinden daha pahalı oldu. Bakanın istifa değil, intihar etmesi lazım." Buyurun!..

Teşekkür ederim.

BAŞKAN - Efendim, teşekkür ediyorum.

Sayın Bakanlarımız cevap verecekler.

Lütfen, 5'er dakika içerisinde cevap verin efendim.

Buyurun.

TARIM VE KÖYİŞLERİ BAKANI HÜSNÜ YUSUF GÖKALP (Sıvas) - Sayın Başkan, teşekkür ediyorum.

Sayın Cemal Enginyurt'un sorusuna şu cevabı vermek istiyorum: Özellikle hayvancılığı geliştirme kararnamesinde, süt sığırcılığına ve yem bitkileri üretimine verdiğimiz desteğin yanında,
1 400 000 baş besi sığırına, her hayvan başına 20 milyon Türk Lirası olmak üzere, karşılıksız para verilmektedir, bunlar kredi değildir, bu süre 22 aralığa kadar devam edecektir.

Ben birkaç ili misal vermek istiyorum: Bugün Balıkesir ilinde 1 trilyona yakın bir para, Burdur ilinde 500 milyara yakın bir para, Edirne'de 354 milyar lira gibi bir para çiftçimize karşılıksız olarak dağıtılmaktadır; ancak, 1994 yılında besicilere yüzde sıfır faizle verilen kredilerin geri dönmediği ve bunların da köylülerin eline gitmediği bir vakıadır.

Süleyman Çoşkuner'in sorduğu sorulara cevap veriyorum:

Göreve geldiğimiz günden itibaren "sınır ticareti" adı altında ülkemize giren, başta fındık, fıstık, elma, çeşitli sebzeler, meyveler olmak üzere 52 çeşit ürünün girişine; hayvan ve et ithalatına -göreve geldiğimizde yoktu- yasak getirilmiştir. 21 Ağustos 1997'deki Meclis kayıtlarından da anlaşıldığı üzere, o gün söylendiği gibi, senelerdir hayvan ithalatı yapılıyor, hayvanlar kesiliyor, kaçak et giriyordu. İşte, bizim yaptığımız budur. Bugün, kamuoyunun da yakınen bildiği buffola operasyonları, paraşüt operasyonları, Tarım ve Köyişleri Bakanlığının titizlikle çalışmaları sonucunda ortaya çıkarılmıştır. 3 Kasım 1999 tarihinde yüce hükümetimize götürerek dağıttığımız bültende, kimin yıllarca et kaçakçılığı, hayvan kaçakçılığı yaptığının  kayıtları vardır.

Yine, Sayın Coşkuner'in sorduğu sorulardan birisine de şu şekilde cevap vermek istiyorum:

Yürürlüğe koymaya çalıştığımız projeler içerisinde tarım ve köykent projeleri, sanayicinin Anadolu'ya yayılma projeleri vardır ki, bu konuda özellikle büyük firmalarımıza buradan teşekkür etmek istiyorum. Şanlıurfa'da, GAP kapsamında yapılan tesisler dünya ölceğinde tesislerdir. Yakında Şanlıurfa'da 1 tane büyük süt ve et fabrikasının da temelini özel sektörle beraber atacağız.

Bir taraftan, Türkiye Cumhuriyeti hükümetleri özelleştirmeyi kendisine prensip edinirken, maalesef, bunun yerine, özel sektörü tarım sanayiine çekememiştir. İşte biz agro endüstri oluşturmaya çalışıyoruz.

Aynı zamanda, TİGEM'in özel sektöre açılması bizim zamanımızda cesaretle aldığımız bir karardır; ancak, burada, TİGEM'in arazileri hiçbir kimseye peşkeş çekilmeyecek, özel sektörle beraber devlet birlikte kullanacaklardır. (MHP sıralarından alkışlar)

Gübre konusundaki tekeli, nereden gelirse gelsin, ne pahasına olursa olsun, Yüce Meclisin çatısı altında söz veriyorum, kıracağız ve Türk köylüsüne de ucuz gübre vereceğiz. Bunun ucu da kime dayanırsa dayansın... (MHP sıralarından "Bravo" sesleri, alkışlar)

Sayın Orhan Şen'in sorduğu soruya şu cevabı vermek istiyorum: Bugün değişik illerimizde, merkezden gönderdiğimiz mühendislerimizin ve veteriner hekimlerimizin de önderliğinde, o bölgede çalışan teknik elemanlarımızca yöreye uygun havza projeleri hazırlanmaktadır. Özellikle bu projelere, Sosyal Yardımlaşma ve Dayanışma Vakfının imkânlarını da kanalize etmek istiyoruz. Bu Vakfın ve Devlet Planlama Teşkilatından geçirdiğimiz projelerin bir bütünlük içerisinde ve imkânların boşa gitmemesi için harcamaya dikkat ediyoruz.

Özellikle kooperatifler konusunda, yine, uygulama projeleri olarak şunu misal vermek istiyorum: Geçen yıllarda kooperatiflere verilen destekler 10-20 arasında seyrederken, bu sene, birkısım kooperatifimize işletme sermayesi, birkısım kooperatifimize de hayvancılık, soğuk hava deposu tesisleri kurma ve süt işleme konularında 93 kooperatifimize destek verilmiştir.

Veteriner teknisyenlerine teknikerlik unvanı verilmesi geçmişte bir tebliğle yapılmıştır; ancak, bunun mevzuatta bir yeri yoktur; yani, veteriner teknisyeninin teknikerliği diye bir husus yoktur. Bu konu üzerinde duruyoruz. Olmayan bir makam, olmayan bir unvan verilmiş; ama, bu olmayan unvanın karşılığındaki haklar verilmemiş; unvan verilmiş de haklar verilmemiş; bunu çözmeye çalışıyoruz.

Sayın Nidai Seven'e cevabım: 94'ten bu tarafa Ziraat Bankasına olan borçların temerrüt faizleri, bugün, çiftçinin asıl belini büken borçlardır. Bu konuda çiftçilerimizin Türkiye Cumhuriyet Ziraat Bankası ve tarım kredi kooperatiflerine olan tarımsal kredi borçlarının üç yıl süreyle ertelenmesi ve altışar ay taksitlerle bu biriken borçlarının ödenmesi konusunda, bizim, aylar önce, hükümetimize sunduğumuz bir kararname taslağı vardır. Bir de, yine, Milliyetçi Hareket Partisi Grubu Başkanvekili Sayın İsmail Köse'nin ve tüm Grup üyelerinin imzaladığı bir kanun teklifi vardır. Burada şunu söylemek istiyorum: Sonuç ne oldu? Sonuç olarak bizim yaklaşımımız, bu borçların ertelenmesidir; bunların temerrüt faizlerinin bir kısmının silinmesidir. Ancak, Yüce Meclisin kürsüsünden her zaman dile getirdiğim gibi, kaynakların bulunması gerekli. Bunun üzerinde çalışıyoruz.

İHSAN ÇABUK (Ordu) - Sayın Başkan, Adalet Bakanı konuşmayacak mı?

TARIM VE KÖYİŞLERİ BAKANI HÜSNÜ YUSUF GÖKALP (Sıvas) - Hacı Filiz'in sorularına yazılı cevap vereceğim. Yalnız, biz, Şap Enstitüsündeki jeoloji mühendisinin tayinini de bu kapsamda çıkardık. (MHP sıralarından alkışlar)

Genel müdürlük de hiçbir zaman padişahlık değildir. İşe kişi atıyoruz. Yazılı cevap vereceğim. O söylediğiniz rakamlar da tamamen yanlıştır.

Teşekkür ediyorum (MHP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN - Teşekkür ediyorum.

Sayın Adalet Bakanımızı dinliyoruz efendim.

TURHAN ALÇELİK (Giresun) - Sayın Başkanım, Fiskobirlik çalışanın durumu ne olacak; Sayın Bakan buna cevap vermedi; işten çıkarılacaklar mı, çıkarılmayacaklar mı?

BAŞKAN - Yazılı olarak cevap vereceğini söyledi efendim.

TURHAN ALÇELİK (Giresun) - 2001'de tarıma destek var mı, yok mu? Eğer "bu işçiler çıkarılmayacak" diyorsa, burada, kesin söz versin bize.

BAŞKAN - Efendim, yazılı olarak cevap vereceğini söyledi. Yapacağımız başka bir şey yok.

TURHAN ALÇELİK (Giresun) - Efendim, mikrofondan söylesin, "Fiskobirlikteki çalışanları çıkarmayacağım" desin.

BAŞKAN - Turhan Bey, başka yapacağımız bir şey yok.

TURHAN ALÇELİK (Giresun) - Ama diyemiyor.

MEHMET ERGÜN DAĞCIOĞLU (Tokat) - Yani bu "cevap veremiyorum" manasına mı geliyor efendim?

BAŞKAN - Takdir sizin efendim.

MEHMET GÖZLÜKAYA (Denizli) - Geçici işçiler iki aydır maaş alamıyor. Bu işçiler niye çalıştırılıyor?

BAŞKAN - Efendim, Adalet Bakanımızı dinleyeceğiz.

TARIM VE KÖYİŞLERİ BAKANI HÜSNÜ YUSUF GÖKALP (Sıvas) - Mevsimlik işçiler ilk defa bizim zamanımızda kadroya geçiriliyor.

MEHMET ERGÜN DAĞCIOĞLU (Tokat) - Fiskobirlik'i soruyor, Fiskobirlik'i...

TARIM VE KÖYİŞLERİ BAKANI HÜSNÜ YUSUF GÖKALP (Sıvas) - Mevsimlik işçiler, geçmişte de, sekiz dokuz ay üzerinden çalışıyorlardı. Bu sene Tarım ve Köyişleri Bakanlığında, Devlet Su İşlerinde, Köy Hizmetlerinde çalışan 40 000'den fazla mevsimlik işçi, 57 nci cumhuriyet hükümeti zamanında aslî kadrolarına atanıyorlar ve gelecekleri, çoluk çocukları garantiye alınıyor. (MHP sıralarından alkışlar)

TURHAN ALÇELİK (Giresun) - Fiskobirlikteki işçiler işten çıkarılacak deniliyor..

BAŞKAN - Sayın Adalet Bakanımızı dinliyoruz efendim.

Buyurun.

ADALET BAKANI HİKMET SAMİ TÜRK (Trabzon) - Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; bana yöneltilen soruların cevaplarını arz ediyorum.

Sayın Enginyurt'un sorularına cevaplar: Yeni bir ceza kanunu tasarısı hazırlanmış bulunmaktadır. Tasarı görüş için bütün bakanlıkların, yüksek yargı organlarının, kamu kurumu niteliğinde meslek kuruluşlarının ve üniversitelerin görüşüne sunulmuştur. Bu görüşler geldikten sonra son şeklini alacak tasarı, önce Bakanlar Kuruluna, uygun görüldüğü takdirde Yüce Meclise sunula-
caktır.

Cezaların İnfazı Hakkında Kanun değiştirilmek üzeredir; bu konuda oluşturduğumuz komisyon yakında çalışmalarına başlayacaktır. Cezaların İnfazı Hakkında Kanun, hem cezaların etkinliğini sağlayacak hem ceza infaz kurumlarında hükümlü ve tutukluların haklarını ve yükümlülüklerini bir insan hakları katalogu olarak gösterecek biçimde yeniden düzenlenecektir.

F tipi cezaevlerinden vazgeçmek söz konusu değildir. F tipi cezaevleri, cezaevleri reformunun bir parçasıdır. Yalnız, F tipi cezaevlerinin bir tartışma ortamında hizmete girmesinde yarar görmüyoruz. O nedenle, konuşmamda da açıklamaya çalıştığım gibi, bu konuda ilgili kamu kurumu niteliğinde meslek kuruluşlarının da katılımıyla çağdaş, evrensel ölçülere uygun yeni bir değerlendirme yapılmasını ve bir toplumsal mutabakat sağlanmasını amaçlıyoruz. O çerçeve içinde ve bazı yasal güvencelerini de yaptıktan sonra, F tipi cezaevleri hizmete girmeye başlayacaktır.

Sayın Ilıcak'ın sorularına geçiyorum: Burada hâkimlerimize ait disiplin işlemlerinin görüşülmesinin doğru olmayacağını düşünüyorum. Bu konunun buraya getirilmesinin de doğru olmadığını düşünüyorum.  Çünkü, hâkimlerimiz ve savcılarımız hakkında disiplin yönünden gerekli incelemeyi Adalet müfettişleriyle yaptırma yetkisi, Adalet Bakanlığını aittir; ama, bu konuda karar verecek olan, Hâkimler ve Savcılar Yüksek Kuruludur.

MEHMET ERGÜN DAĞCIOĞLU (Tokat) - Savunulacak bir şey olmayınca, mecburen böyle geçiliyor.

ADALET BAKANI HİKMET SAMİ TÜRK (Trabzon) - Bazı hükümlüler hakkında, onların, şartla salıverilmeden yararlanması hakkındaki soruya gelince; zaten, konu, önümüzdeki günlerde tekrar Yüce Mecliste ele alınacaktır, bu vesileyle, cevaplandırılmasında yarar görmüyorum.

Adana Cumhuriyet Savcısı tarafından açılan davaya gelince; biliyorsunuz, Anayasanın geçici 15 inci maddesinin birinci fıkrası, Millî Güvenlik Konseyi üyeleri hakkında cezaî dava açılmasını engellemektedir, o nedenle, bu konuda hiçbir yargı merciine başvurulamayacağı, Anayasanın geçici 15 inci maddesinde belirtilmiştir. Dolayısıyla, böyle bir davanın açılması, bugünkü mevzuatımıza göre, Anayasa hükümlerine göre mümkün değildir.

AYŞE NAZLI ILICAK (İstanbul) - Bir de, ne için yargılanıyor diye sordum Sacit Kaya.

ADALET BAKANI HİKMET SAMİ TÜRK (Trabzon) - Sayın Orhan Şen'in sorusuna gelince, İnegöl'de bir cezaevi yapılması düşünülmektedir, bu konuda çalışmalar devam etmektedir.

MEHMET ERGÜN DAĞCIOĞLU (Tokat) - Sacit Kaya ulaşmadı mı efendim?

ADALET BAKANI HİKMET SAMİ TÜRK (Trabzon) - Sayın Nidai Seven'in sorusuna geliyorum: Ağrı'da, bir adliye sarayı yapılması konusunda henüz bir çalışma yok; ama, Ağrı'ya layık bir adliye sarayının en kısa zamanda yapılması için çalışmalar başlatılacaktır.

NİDAİ SEVEN (Ağrı) - Teşekkür ederim Sayın Bakan.

ADALET BAKANI HİKMET SAMİ TÜRK (Trabzon) - Adliye personeli çocuklarının kreşlerde barındırılması bizim amacımızdır; ama, gerek adliye binalarının yaptırılması gerek bu çeşit çağdaş olanaklardan yararlanılması, Adalet Bakanlığının dar bütçesi içerisinde gerçekleştirilmektedir. Bütçemiz biraz daha genişlediği takdirde, bu hizmetleri, daha rahat bir biçimde sunacağız.

BAŞKAN - Teşekkür ediyorum efendim.

Şimdi, sırasıyla, 13 üncü turda yer alan bütçelerin bölümlerine geçilmesi hususunu, sonra da bölümleri ayrı ayrı okutup, oylarınıza sunacağım:

Tarım ve Köyişleri Bakanlığı 2001 malî yılı bütçesinin bölümlerine geçilmesini oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler... Etmeyenler... Kabul edilmiştir.

Bölümleri okutuyorum:

 C) TARIM VE KÖYİŞLERİ BAKANLIĞI

1. - Tarım ve Köyişleri Bakanlığı 2001 Malî Yılı Bütçesi

A - C E T V E L İ

 

 

 

 

Program

 

 

 

Kodu

A ç ı k l a m a

L i r a

                                                                                                                                                 

 

 

 

 

101

Genel Yönetim ve Destek Hizmetleri

261 739 000 000 000

 

 

BAŞKAN- Kabul edenler... Etmeyenler... Kabul edilmiştir.

 

 

111

Tarımın Geliştirilmesi, Korunması, Araştırılması, Desteklenmesi ve

 

 

 

Koordinasyonu Hizmetleri

51 734 000 000 000

 

 

BAŞKAN- Kabul edenler... Etmeyenler... Kabul edilmiştir.

 

 

900

Hizmet Programlarına Dağıtılamayan Transferler

3 940 001 000 000

 

 

BAŞKAN- Kabul edenler... Etmeyenler... Kabul edilmiştir.

 

 

999

Dış Proje Kredileri

200 000 000 000

 

 

BAŞKAN- Kabul edenler... Etmeyenler... Kabul edilmiştir.

 

                                                                                                                                                

 

 

 

 

 

T O P L A M

317 613 001 000 000

 

BAŞKAN- Kabul edenler... Etmeyenler... Kabul edilmiştir.

Tarım ve Köyişleri Bakanlığı 2001 malî yılı bütçesinin bölümleri kabul edilmiştir.

2. - Tarım ve Köyişleri Bakanlığı 1999 Malî Yılı Kesinhesabı

BAŞKAN - Tarım ve Köyişleri Bakanlığı 1999 malî yılı kesinhesabının bölümlerine geçilmesini oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler... Etmeyenler... Kabul edilmiştir.

(A) cetvelinin genel toplamını okutuyorum:

Tarım ve Köyişleri Bakanlığı 1999 Malî Yılı Kesinhesabı

A  -  C E T V E L İ

 

 

 

 

                                                                                   L  i  r  a       

 

 

- Genel Ödenek Toplamı

:

 

170 900 680 110 000

- Toplam Harcama

:

 

174 693 265 282 000

- İptal Edilen Ödenek

:

 

7 531 744 850 000

- Ödenek Dışı Harcama

:

 

11 330 813 178 000

- 1050 S.K.55 inci Mad.ve Özel

 

 

 

  Kanunlar Gel.Ertesi Yıla

 

 

 

  Devreden Ödenek

:

 

6 483 156 000

- 1050 S.K.83 üncü Mad.ve

 

 

 

  Dış Proje Kredilerinden Ertesi

 

 

 

  Yıla Devreden

:

 

19 224 466 000

BAŞKAN- (A) cetvelini kabul edenler... Etmeyenler... Kabul edilmiştir.

Tarım ve Köyişleri Bakanlığı 1999 malî yılı kesinhesabının bölümleri  kabul edilmiştir.

Tarım Reformu Genel Müdürlüğü 2001 malî yılı bütçesinin bölümlerine geçilmesini oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler... Etmeyenler... Kabul edilmiştir.

Bölümleri okutuyorum:

a ) TARIM REFORMU GENEL MÜDÜRLÜĞÜ

1.- Tarım Reformu Genel Müdürlüğü 2001 Malî Yılı Bütçesi

A - C E T V E L İ

 

 

 

 

Program

 

 

 

Kodu

A ç ı k l a m a

L i r a

                                                                                                                                                  

 

 

 

 

101

Genel Yönetim ve Destek Hizmetleri

821 000 000 000

 

 

BAŞKAN- Kabul edenler... Etmeyenler... Kabul edilmiştir.

 

 

111

Tarım Reformu Uygulamaları

5 114 000 000 000

 

 

BAŞKAN- Kabul edenler... Etmeyenler... Kabul edilmiştir.

 

 

900

Hizmet Programlarına Dağıtılamayan Transferler

1 301 500 000 000

 

 

BAŞKAN- Kabul edenler... Etmeyenler... Kabul edilmiştir.

 

                                                                                                                                                

 

 

 

 

 

T O P L A M

7 236 500 000 000

BAŞKAN- Kabul edenler... Etmeyenler... Kabul edilmiştir.

 

(B) cetvelini okutuyorum:

B - C E T V E L İ

 

 

 

 

Gelir

 

 

 

Türü

A ç ı k l a m a                                                                                     L i r a

 

                                                                                                                                                 

 

 

 

 

2

Vergi  Dışı Normal Gelirler

190 000 000 000

 

 

BAŞKAN- Kabul edenler... Etmeyenler... Kabul edilmiştir.

 

 

3

Özel Gelirler , Hazine Yardımı ve Devlet Katkısı

7 046 500 000 000

 

 

BAŞKAN- Kabul edenler... Etmeyenler... Kabul edilmiştir.                                       

 

 

 

T O P L A M

7 236 500 000 000

BAŞKAN- Kabul edenler... Etmeyenler... Kabul edilmiştir.

Tarım Reformu Genel Müdürlüğü 2001 malî yılı bütçesinin bölümleri kabul edilmiştir.

2.- Tarım Reformu Genel Müdürlüğü 1999 Malî Yılı Kesinhesabı

BAŞKAN- Tarım Reformu Genel Müdürlüğü 1999 malî yılı kesinhesabının bölümlerine geçilmesini oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler... Etmeyenler... Kabul edilmiştir.

(A) cetvelinin genel toplamını okutuyorum:

Tarım Reformu Genel Müdürlüğü 1999 Malî Yılı Kesinhesabı

A  -  C E T V E L İ

 

 

 

 

                                                                                          L  i  r  a       

 

 

- Genel Ödenek Toplamı

:

 

3 784 260 000 000

- Toplam Harcama

:

 

3 560 296 019 000

- İptal Edilen Ödenek

:

 

225 247 449 000

- Ödenek Dışı Harcama

:

 

1 283 468 000

 

 

 

 

BAŞKAN- (A) cetvelini kabul edenler... Etmeyenler... Kabul edilmiştir.

 

 

 

(B) cetvelinin genel toplamını okutuyorum:

 

 

 

B  -  C E T V E L İ

 

 

 

 

                                                                                      L  i  r  a       

 

 

- Bütçe tahmini

:

 

3 199 000 000 000

- Yılı tahsilatı

:

 

3 191 066 715 000

 

 

 

 

BAŞKAN-  (B) cetvelini kabul edenler... Etmeyenler... Kabul edilmiştir.

Tarım Reformu Genel Müdürlüğü 1999 malî yılı kesinhesabının bölümleri kabul edilmiştir.

Adalet Bakanlığı 2001 malî yılı bütçesinin bölümlerine geçilmesini oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler... Etmeyenler... Kabul edilmiştir.

 

 

Bölümleri okutuyorum:

 D) ADALET BAKANLIĞI

1.- Adalet Bakanlığı 2001 Malî Yılı Bütçesi

A - C E T V E L İ

 

 

 

 

Program

 

 

 

Kodu

A ç ı k l a m a

L i r a

                                                                                                                                                 

 

 

 

 

101

Genel Yönetim ve Destek Hizmetleri

66 472 800 000 000

 

 

BAŞKAN- Kabul edenler... Etmeyenler... Kabul edilmiştir.

 

 

111

Yargı İşleri

193 297 900 000 000

 

 

BAŞKAN- Kabul edenler... Etmeyenler... Kabul edilmiştir.

 

 

112

Hükümlülerin Eğitimi, Cezalarının İnfazı ve Tutukluların

 

 

 

Muhafazası

168 445 700 000 000

 

 

BAŞKAN- Kabul edenler... Etmeyenler... Kabul edilmiştir.

 

 

113

Resmî Bilirkişilik Hizmetlerinin Yürütülmesi

6 128 800 000 000

 

 

BAŞKAN- Kabul edenler... Etmeyenler... Kabul edilmiştir.

 

 

114

Yüksek Seçim Kurulu

11 943 800 000 000

 

 

BAŞKAN- Kabul edenler... Etmeyenler... Kabul edilmiştir.

 

 

900

Hizmet Programlarına Dağıtılamayan Transferler

5 125 000 000 000

 

 

BAŞKAN- Kabul edenler... Etmeyenler... Kabul edilmiştir.                                     

 

 

 

T O P L A M

451 414 000 000 000

BAŞKAN- Kabul edenler... Etmeyenler... Kabul edilmiştir.

Adalet Bakanlığı 2001 malî yılı bütçesinin bölümleri kabul edilmiştir.

2.- Adalet Bakanlığı 1999 Malî Yılı Kesinhesabı

BAŞKAN- Adalet Bakanlığı 1999 malî yılı kesinhesabının bölümlerine geçilmesini oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler... Etmeyenler... Kabul edilmiştir.

(A) cetvelinin genel toplamını okutuyorum:

 

Adalet Bakanlığı 1999 Malî Yılı Kesinhesabı

 

 

 

A  -  C E T V E L İ

 

 

 

 

                                                                        L  i  r  a          

 

 

- Genel Ödenek Toplamı

:

 

244 180 313 601 000

- Toplam Harcama

:

 

258 728 808 297 000

- İptal Edilen Ödenek

:

 

8 180 100 086 000

- Ödenek Dışı Harcama

:

 

22 921 801 834 000

- 1050 S.K.55 inci Mad.ve Özel

 

 

 

  Kanunlar Ger.Ertesi Yıla

 

 

 

  Devreden Ödenek

:

 

193 207 052 000

BAŞKAN- (A) cetvelini kabul edenler... Etmeyenler... Kabul edilmiştir.

Adalet Bakanlığı 1999 malî yılı kesinhesabının bölümleri kabul edilmiştir.

Yargıtay Başkanlığı 2001 malî yılı bütçesinin bölümlerine geçilmesini oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler... Etmeyenler... Kabul edilmiştir.

Bölümleri okutuyorum:

E ) YARGITAY BAŞKANLIĞI

1.- Yargıtay Başkanlığı 2001 Malî Yılı Bütçesi

A - C E T V E L İ

 

 

 

 

Program

 

 

 

Kodu

A ç ı k l a m a

L i r a

                                                                                                                                                  

 

 

 

 

101

Genel Yönetim ve Destek Hizmetleri

3 363 450 000 000

 

 

BAŞKAN- Kabul edenler... Etmeyenler... Kabul edilmiştir.

 

 

111

Yargı Hizmetleri

5 491 000 000 000

 

 

BAŞKAN- Kabul edenler... Etmeyenler... Kabul edilmiştir.

 

 

112

Cumhuriyet Başsavcılığı Hizmetleri

39 550 000 000

 

 

BAŞKAN- Kabul edenler... Etmeyenler... Kabul edilmiştir.

 

 

900

Hizmet Programlarına Dağıtılamayan Transferler

54 500 000 000

 

 

BAŞKAN- Kabul edenler... Etmeyenler... Kabul edilmiştir.                                      

 

 

 

T O P L A M

8 948 500 000 000

BAŞKAN- Kabul edenler... Etmeyenler... Kabul edilmiştir.

Yargıtay Başkanlığı 2001 malî yılı bütçesinin bölümleri kabul edilmiştir.

2.- Yargıtay Başkanlığı 1999 Malî Yılı Kesinhesabı

BAŞKAN- Yargıtay Başkanlığı 1999 malî yılı kesinhesabının bölümlerine geçilmesini oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler... Etmeyenler... Kabul edilmiştir.

(A) cetvelinin genel toplamını okutuyorum:

Yargıtay Başkanlığı 1999 Malî Yılı Kesinhesabı

A  -  C E T V E L İ

 

 

 

 

                                                                    L  i  r  a      

 

 

- Genel Ödenek Toplamı

:

 

4 921 045 000 000

- Toplam Harcama

:

 

4 901 180 335 000

- İptal Edilen Ödenek

:

 

34 844 665 000

- Ödenek Dışı Harcama

:

 

14 980 000 000

BAŞKAN- (A) cetvelini kabul edenler... Etmeyenler... Kabul edilmiştir.

Yargıtay Başkanlığı 1999 malî yılı kesinhesabının bölümleri kabul edilmiştir.

Sayın milletvekilleri, Tarım ve Köyişleri Bakanlığı, Tarım Reformu Genel Müdürlüğü, Adalet Bakanlığı ve Yargıtay Başkanlığının 2001 malî yılı bütçeleri ile 1999 malî yılı kesinhesapları kabul edilmiştir. Hayırlı olmasını diliyorum.

13 üncü tur görüşmeler tamamlanmıştır.

Programa göre, Maliye Bakanlığının bütçe ve kesinhesabı ile gelir bütçesini sırasıyla görüşmek için, 19 Aralık 2000 Salı günü saat 11.00'de toplanmak üzere birleşimi kapatıyor, hepinize hayırlı akşamlar diliyorum.

Kapanma Saati : 22.23

 

Türkiye Büyük Millet Meclisi Resmi internet Sitesi
© 2009 T.B.M.M.