Yazılı ve Sözlü Sorular Araştırma Komisyonları Soruşturma Komisyonları
                                                                      Son Tutanak Tutanak Sorgu Tutanak Metinleri Gizli Oturum Tutanakları
                                                                                                                                            Uluslararası Komisyonlar Dostluk Grupları
                                                                                      Genel Sekreterlik Mevzuat Telefon Rehberi Etik Komisyon Duyurular

DÖNEM : 21        YASAMA YILI : 3

 

 

 

T. B. M. M.

TUTANAK DERGİSİ

 

CİLT : 47

 

24 üncü Birleşim

5 . 12 . 2000 Salı

 

 

İ Ç İ N D E K İ L E R

  I. - GEÇEN TUTANAK ÖZETİ

 II. - GELEN KÂĞITLAR

III. - YOKLAMA

IV. - BAŞKANLIĞIN GENEL KURULA SUNUŞLARI

A) GündemdIşI Konuşmalar

1. - Ankara Milletvekili Esvet Özdoğu'nun, kadınlara seçme ve seçilme hakkının verilmesinin 66 ncı yıldönümüne ilişkin gündemdışı konuşması ve Devlet Bakanı Hasan Gemici'nin cevabı

2. - Ankara Milletvekili  Oya Akgönenç Muğisuddin'in, kadınlara seçme ve seçilme hakkının verilmesinin 66 ncı yıldönümüne ilişkin gündemdışı konuşması ve Devlet Bakanı Hasan Gemici'nin cevabı

3. - Antalya Milletvekili Nesrin Ünal'ın, kadınlara seçme ve seçilme hakkının verilmesinin 66 ncı yıldönümüne ilişkin gündemdışı konuşması ve Devlet Bakanı Hasan Gemici'nin cevabı

B) Gensoru, Genel Görüşme, Meclİs SoruşturmasI ve Meclİs AraştIrmasI Önergelerİ

1. - DYP Grup Başkanvekilleri Aydın Milletvekili Ali Rıza Gönül, Sakarya Milletvekili  Nevzat Ercan ve İçel Milletvekili Turhan Güven ile 22 arkadaşının, hatalı ve tutarsız ekonomi politikaları izleyerek ülkeyi kriz ortamına sürükledikleri iddiasıyla  Başbakan Bülent Ecevit ve Bakanlar Kurulu üyeleri hakkında  gensoru açılmasına ilişkin önergesi (11/4)

2. - FP Grubu adına Başkanvekilleri Kahramanmaraş Milletvekili Avni Doğan, Çorum Milletvekili Yasin Hatiboğlu ve Manisa Milletvekili Bülent Arınç'ın, özürlülerin sorunları konusunda bir genel görüşme açılmasına ilişkin önergesi (8/16)

C) Tezkereler ve Önergeler

1. - Bursa Milletvekili Faruk Çelik'in (6/833) esas numaralı sözlü sorusunu geri aldığına ilişkin önergesi (4/250)

2. - Samsun Milletvekili Musa Uzunkaya'nın (6/875) esas numaralı sözlü sorusunu geri aldığına ilişkin önergesi (4/251)

3. - Hakkâri Milletvekili Hakkı Töre'nin (6/925) esas numaralı sözlü sorusunu geri aldığına ilişkin önergesi (4/252)

4. - Türkmenistan'a resmî ziyarette bulunan Devlet Bakanı Mehmet Abdulhalûk Çay'a refakat eden heyete Elazığ Milletvekili Mustafa Gül ile İstanbul Milletvekili Bozkurt Yaşar Öztürk'ün iştirak etmelerinin uygun görüldüğüne ilişkin Başbakanlık tezkeresi (3/713)

5. - Irak'a resmî ziyarette bulunan  Devlet Bakanı Tunca Toskay'a refakat eden heyete İstanbul Milletvekili Nazif Okumuş'un iştirak etmesinin uygun görüldüğüne ilişkin Başbakanlık tezkeresi (3/714)

V. - GENSORU, GENEL GÖRÜŞME, MECLİS SORUŞTURMASI VE MECLİS ARAŞTIRMASI

A) Görüşmeler

1. - Sivas Milletvekili Abdüllatif Şener ve 67 arkadaşının, özel bankaların içinin boşaltılarak, Hazinenin ekonomik kayba uğratılmasında kusurları bulunduğu iddiasıyla Başbakan Bülent Ecevit ve Bakanlar Kurulu üyeleri hakkında gensoru açılmasına ilişkin önergesi (11/3)

B) Öngörüşmeler

1. - DYP Grup  Başkanvekilleri Sakarya Milletvekili Nevzat Ercan, Aydın Milletvekili  Ali Rıza Gönül ve İçel Milletvekili  Turhan Güven ile 20 arkadaşının, dış politika konusunda genel görüşme açılmasına ilişkin önergesi (8/13)

Ankara Milletvekili Cemil Çiçek ve 20 arkadaşının, Kuzey Irak'ta yaşanan gelişmeler ve uygulanan politikalar konusunda genel görüşme açılmasına ilişkin önergesi (8/4)

Erzurum Milletvekili İsmail Köse ve 52 arkadaşının, Kuzey Irak'ta yaşanan son gelişmeler ile uygulanan politikalar konusunda genel görüşme açılmasına ilişkin önergesi (8/5)

Erzurum Milletvekili Lütfü Esengün ve 19 arkadaşının, sözde Ermeni soykırımı iddialarıyla ilgili olarak ABD Temsilciler Meclisinde alınan karar ve Türkiye-ABD ve Ermenistan ilişkileri konusunda genel görüşme açılmasına ilişkin önergesi (8/9)

İstanbul Milletvekili Mehmet Ali İrtemçelik ve 27 arkadaşının, ABD Kongresindeki sözde Ermeni soykırımı iddiaları ve dış politika konusunda genel görüşme açılmasına ilişkin önergesi (8/10)

Erzurum Milletvekili İsmail Köse ve 21 arkadaşının, sözde Ermeni soykırımı iddialarıyla ilgili ABD Temsilciler Meclisinde alınan karar ve Türkiye-ABD ve Ermenistan ilişkileri konusunda genel görüşme açılmasına ilişkin önergesi (8/11)

Aksaray Milletvekili Ramazan Toprak ve 22 arkadaşının, Türkiye-Avrupa Birliği ilişkileri konusunda genel görüşme açılmasına ilişkin önergesi (8/15)

VI. - AÇIKLAMALAR VE SATAŞMALARA İLİŞKİN KONUŞMALAR

1. - İzmir Milletvekili H. Ufuk Söylemez'in, DSP Grup Başkanvekili ve Ankara Milletvekili Aydın Tümen'in, konuşmasında, kendisine sataşması nedeniyle konuşması

2. - Dışişleri Bakanı İsmail Cem'in,  konuşmalarda, kendisine ve Başbakan Bülent Ecevit'e sataşılması nedeniyle konuşması

VII. - SORULAR VE CEVAPLAR

A) Yazili Sorular ve CevaplarI

1. - Konya Milletvekili Özkan Öksüz'ün, cezaevlerindeki  sorunlara ve af çalışmalarına ilişkin sorusu ve Adalet Bakanı Hikmet Sami Türk'ün cevabı (7/2832)

2. - Antalya Milletvekili Salih Çelen'in, Af Kanunu Tasarısına ilişkin sorusu ve Adalet Bakanı Hikmet Sami Türk'ün cevabı (7/2992)

3. - Kayseri Milletvekili Salih Kapusuz'un, batık bankaların faaliyetlerinin durdurulmasında geç kalındığı iddialarına ilişkin Başbakandan sorusu ve Devlet Bakanı Recep Önal'ın cevabı (7/2869)

4. - İstanbul Milletvekili Bülent Akarcalı'nın, D.M.S'nda usulsüzlük yapıldığı iddialarına ilişkin Başbakandan sorusu ve Devlet Bakanı Şükrü Sina Gürel'in cevabı (7/2852)

5. - İstanbul Milletvekili Bülent Akarcalı'nın, Devlet Memurları Merkezi Sınav Başkanlığı kadrolarına ilişkin Başbakandan sorusu ve Devlet Bakanı Şükrü Sina Gürel'in cevabı (7/2855)

6. - Karaman Milletvekili Zeki Ünal'ın, batık bankalara ilişkin sorusu ve Devlet Bakanı Recep Önal'ın cevabı (7/2863)

7. - Manisa Milletvekili Rıza Akçalı'nın, Batı Trakya Türkleri Dayanışma Derneği Başkanına vize verilmemesinin nedenine ilişkin sorusu ve Devlet Bakanı Rüştü Kâzım Yücelen'in cevabı (7/2931)

8. - Nevşehir Milletvekili Mehmet Elkatmış'ın, Antalya Korkuteli Küçükköy Beldesi anason üreticilerinin sorunlarına ilişkin sorusu ve Devlet Bakanı Rüştü Kâzım Yücelen'in cevabı (7/2899)

9. - Trabzon Milletvekili Şeref Malkoç'un, Trabzon Betonsan'a ait fabrikanın kapatılmasına ve mağdur olan işçilere ilişkin sorusu ve Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanı Yaşar Okuyan'ın cevabı (7/2888)

10. - Afyon Milletvekili İsmet Attila'nın, Afyon SSK Hastanesinin sorunlarına ilişkin sorusu ve Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanı Yaşar Okuyan'ın cevabı (7/2741)

11. - Osmaniye Milletvekili Şükrü Ünal'ın, Osmaniye SSK Hastanesi projesine ilişkin sorusu ve Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanı Yaşar Okuyan'ın cevabı (7/2933)

12. - İstanbul Milletvekili Bülent Akarcalı'nın, deniz kirliliğinin yat turizmine olan etkilerine ilişkin Başbakandan sorusu ve Çevre Bakanı Fevzi Aytekin'in cevabı (7/2854)

13. - Samsun Milletvekili Vedat Çınaroğlu'nun, Samsun'da bulunan iki fabrikanın çevreye verdiği zarara ilişkin sorusu ve Çevre Bakanı Fevzi Aytekin'in cevabı (7/2725)

14. - Kütahya Milletvekili Ahmet Derin'in, santral ve kömür işletmelerinde çalışan işçilere ilişkin sorusu ve Enerji ve Tabiî Kaynaklar Bakanı M. Cumhur Ersümer'in cevabı (7/2758)

15. - Afyon Milletvekili İsmet Attila'nın, Afyon Yavaşlar Barajı ihalesine ilişkin sorusu ve Enerji ve Tabiî Kaynaklar Bakanı M. Cumhur Ersümer'in cevabı (7/2913)

16. - Tekirdağ Milletvekili Nihan İlgün'ün, Tekirdağ-Çorlu ve Muratlı ilçelerinde açılan doğalgaz kuyularına ilişkin sorusu ve Enerji ve Tabiî Kaynaklar Bakanı M. Cumhur Ersümer'in cevabı (7/2907)

17. - Trabzon Milletvekili Ali Naci Tuncer'in, Trabzon İline doğalgaz verilip verilmeyeceğine ve Azerbaycan gazı projesine ilişkin sorusu ve Enerji ve Tabiî Kaynaklar Bakanı M. Cumhur Ersümer'in cevabı (7/2893)

18. - Konya Milletvekili Mehmet Gölhan'ın, Konya İlindeki baraj ve gölet  projelerine  ilişkin  sorusu  ve  Enerji  ve  Tabiî  Kaynaklar  Bakanı M. Cumhur Ersümer'in cevabı (7/2825)

19. - Muğla Milletvekili Nazif Topaloğlu'nun, Muğla Kemerköy Termik Santrali Projesine ilişkin sorusu ve Enerji ve Tabiî Kaynaklar Bakanı M. Cumhur Ersümer'in cevabı (7/2841)

20. - Muğla Milletvekili Nazif Topaloğlu'nun, Muğla Yeniköy Termik Santrali  Projesine  ilişkin  sorusu  ve  Enerji ve Tabiî  Kaynaklar  Bakanı M. Cumhur Ersümer'in cevabı (7/2843)

21. - Karaman Milletvekili Zeki Ünal'ın, Kafkas Çeçen Dayanışma Komitesinin faaliyetlerinin engellendiği iddiasına ilişkin sorusu ve İçişleri Bakanı Sadettin Tantan'ın cevabı (7/2870)

22. - Karaman Milletvekili Zeki Ünal'ın, bir dernek tarafından doğu ve güneydoğulu öğrencilere burs verilirken aranılan koşullara ilişkin sorusu ve İçişleri Bakanı Sadettin Tantan'ın cevabı (7/2750)

23. - Antalya Milletvekili Mehmet Zeki Okudan'ın, emlak satış sahtekârlığına ilişkin sorusu ve İçişleri Bakanı Sadettin Tantan'ın cevabı (7/2732)

24. - Samsun Milletvekili Musa Uzunkaya'nın, memur maaşlarına zamlara ilişkin Başbakandan sorusu ve Maliye Bakanı Sümer Oral'ın cevabı (7/2822)

25. - Nevşehir Milletvekili Mehmet Elkatmış'ın, Nevşehir'de afetlerden zarar gören çiftçilere ilişkin sorusu ve Tarım ve Köyişleri Bakanı Hüsnü Yusuf Gökalp'in cevabı (7/2895)

26. - Bingöl Milletvekili Hüsamettin Korkutata'nın, yurda kaçak olarak sokulan etlere ilişkin sorusu ve Tarım ve Köyişleri Bakanı Hüsnü Yusuf Gökalp'in cevabı (7/2987)

27. - Adana Milletvekili Yakup Budak'ın, Ziraat Bankasınca kredi verilen küçük ve orta ölçekli işletmelere ilişkin sorusu ve Tarım ve Köyişleri Bakanı Hüsnü Yusuf Gökalp'in cevabı (7/2945)

28. - Hatay Milletvekili Metin Kalkan'ın, deli dana hastalığına ilişkin sorusu ve Tarım ve Köyişleri Bakanı Hüsnü Yusuf Gökalp'in cevabı (7/2882)

29. - Osmaniye Milletvekili Şükrü Ünal'ın, Osmaniye İli çevresinde yürütülecek çalışmalara ilişkin sorusu ve Turizm Bakanı Erkan Mumcu'nun cevabı (7/2934)

30. - Aksaray Milletvekili Murat Akın'ın, Aksaray Havaalanı projesine ilişkin sorusu ve Ulaştırma Bakanı Enis Öksüz'ün cevabı (7/2940)

31. - Kütahya Milletvekili Ahmet Derin'in, Kütahya Havaalanı projesine ilişkin sorusu ve Ulaştırma Bakanı Enis Öksüz'ün cevabı (7/2897)


I. - GEÇEN TUTANAK ÖZETİ

 

TBMM Genel Kurulu saat 13.00'te açılarak üç oturum yaptı.

Rize Milletvekili Ahmet Kabil'in, yurda kaçak çay sokanlarca Türk çayına karşı başlatılmak istenen karalama kampanyasına ilişkin gündemdışı konuşmasına Devlet Bakanı Rüştü Kâzım Yücelen cevap verdi.

İstanbul Milletvekili Süleyman Arif Emre, özel hayata ve hatta inanç ve ibadet hürriyetine tecavüz edildiği iddiasıyla,

Giresun Milletvekili Hasan Akgün de, Giresun'da Topal Osman Ağanın heykelinin dikilmesi tartışmalarına ilişkin,

Gündemdışı birer konuşma yaptılar.

Ağrı Milletvekili Nidai Seven ve 31 arkadaşının, Ağrı İlinin ekonomik, sosyal, kültürel ve kentsel sorunlarının araştırılarak alınması gereken önlemlerin belirlenmesi amacıyla bir Meclis araştırması açılmasına ilişkin önergesi (10/164) Genel Kurulun bilgisine sunuldu; önergenin gündemdeki yerini alacağı ve öngörüşmesinin, sırasında yapılacağı açıklandı.

2001 Malî Yılı Bütçe Kanunu Tasarıları ile 1999 Malî Yılı Kesinhesap Kanunu Tasarılarının Türkiye Büyük Millet Meclisi gündeminin "Özel Gündemde Yer Alacak İşler" kısmının 1 inci, 2 inci, 3 üncü ve 4 üncü sıralarında yer almasına; bütçe görüşmelerine 11.12.2000 Pazartesi günü saat 11.00'de başlanmasına ve bitimine kadar, resmî tatil günleri dahil, her gün saat 11.00'den 13.00'e; 14.00'ten 16.00'ya ve 18.00'den günlük programın tamamlanmasına kadar devam olunmasına ve görüşmelerin 10 günde tamamlanmasına;

Başlangıçta bütçenin tümü üzerinde gruplar ve hükümet adına yapılacak konuşmaların (hükümetin sunuş konuşması hariç) birer saat (bu süre birden fazla konuşmacı tarafından kullanılabilir) kişisel konuşmaların 10'ar dakika ile sınırlandırılmasına;

Bakanlık ve daire bütçeleri üzerindeki görüşmelerin 14 turda tamamlanmasına, 14 üncü turun bitiminden sonra Bütçe Kanunu Tasarılarının maddelerinin oylanmasına;

İçtüzüğün 72 nci maddesi gereğince yapılacak görüşmelerde, her turda gruplar ve hükümet adına yapılacak konuşmaların 30'ar dakika (bu süre birden fazla konuşmacı tarafından kullanılabilir) kişisel konuşmaların 10'ar dakika olmasına; kişisel konuşmalarda her turda İçtüzüğün 61 inci maddesine göre biri lehte, biri aleyhte olmak üzere iki üyeye söz verilmesine ve bir üyenin birden fazla turda söz kaydı yaptıramamasına;

Bütçe görüşmelerinde sorulan soruların gerekçesiz olarak yerinden sorulmasına ve her tur için soru cevap işleminin 20 dakika ile sınırlandırılmasına;

Bütçe görüşmelerinin sonunda gruplara ve hükümete 45'er dakika süre ile söz verilmesine (bu süre birden fazla konuşmacı tarafından kullanılabilir) İçtüzüğün 86 ncı maddesine göre yapılacak kişisel konuşmaların 10'ar dakika olmasına;

İlişkin Danışma Kurulu önerileri kabul edildi.

Gündemin  "Kanun Tasarı ve Teklifleriyle Komisyonlardan  Gelen  Diğer İşler"  kısmında bulunan:

Kamu Kurum ve Kuruluşlarının Yurtdışı Teşkilatı Hakkında 189 Sayılı Kanun Hükmünde Kararnameyle ilgili (1/53) (S. Sayısı : 433),

Yükseköğretim Kurumları Teşkilatı Kanununda Değişiklik Yapılmasına Dair  (1/650, 1/679) (S. Sayısı : 517),

Kanun Tasarıları, Komisyon yetkilileri Genel Kurul salonunda hazır bulunmadıklarından, ertelendi;

Türkiye Büyük Millet Meclisi İçtüzüğünün Bazı Maddelerinin Değiştirilmesine Dair İçtüzük Teklifi (2/94, 2/232, 2/286, 2/307, 2/310, 2/311, 2/325, 2/442, 2/449) (S. Sayısı : 527) üzerinde bir süre görüşülerek 5 inci maddesine kadar kabul edildi.

İçtüzük teklifinin görüşülmesi sırasında, Amasya Milletvekili Ahmet İyimaya, MHP Grubu adına konuşan Erzurum Milletvekili İsmail Köse'nin, ileri sürmüş olduğu görüşlerden farklı görüşleri kendisine atfettiği iddiasıyla bir konuşma yaptı.

Alınan karar gereğince, 5 Aralık 2000 Salı günü saat 13.00'te toplanmak üzere, birleşime 23.02'de son verildi.

Ali Ilıksoy

 

 

Başkanvekili

 

 

 

Sebahattin Karakelle

Burhan Orhan

 

Erzincan

Bursa

 

Kâtip Üye

Kâtip Üye


No. : 41

II. -  GELEN KÂĞITLAR

4.12.2000 PAZARTESİ

Raporlar

1. - Azerbaycan Cumhuriyeti, Gürcistan, Türkiye Cumhuriyeti ve Türkmenistan Arasında Hazar Geçişli Boru Hattı Projesinin Uygulanmasına İlişkin Hazar Geçişli Boru Hattının Uygulanma İlkeleri Hakkındaki Hükümetlerarası Deklarasyonun Onaylanmasının Uygun Bulunduğuna Dair Kanun Tasarısı ve Dışişleri Komisyonu Raporu (1/737) (S. Sayısı : 558) (Dağıtma tarihi : 4.12.2000) (GÜNDEME)

2. - Birleşmiş Milletler Hazır Barış Gücü Düzenlemeleri Sistemine Katkılar Hakkında Türkiye Hükümeti ve Birleşmiş Milletler Arasında Ortak Niyet Beyanının Onaylanmasının Uygun Bulunduğuna Dair Kanun Tasarısı ve Dışişleri Komisyonu Raporu (1/761) (S. Sayısı : 559) (Dağıtma tarihi : 4.12.2000) (GÜNDEME)

Sözlü Soru Önergeleri

1. - Balıkesir Milletvekili İlyas Yılmazyıldız'ın, Bakanlığın açtığı ihalelere ilişkin Bayındırlık ve İskan Bakanından sözlü  soru önergesi (6/1104) (Başkanlığa geliş tarihi : 1.12.2000)

2. - Balıkesir Milletvekili İlyas Yılmazyıldız'ın, depremden zarar gören  belediyelere yapılan yardımlara ilişkin Bayındırlık ve İskan Bakanından sözlü soru önergesi (6/1105) (Başkanlığa geliş tarihi : 1.12.2000)

3. - Konya Milletvekili Özkan Öksüz'ün, Konya'da Emekli Sandığı Bölge Müdürlüğü kurulup kurulmayacağına ilişkin Maliye  Bakanından sözlü soru önergesi (6/1106) (Başkanlığa geliş tarihi : 1.12.2000)

4. - İstanbul Milletvekili Osman Yumakoğulları'nın, İstanbul'da su satışı yapan firmalara ilişkin Sağlık Bakanından sözlü soru önergesi (6/1107) (Başkanlığa geliş tarihi : 1.12.2000)

5. - İstanbul Milletvekili Osman Yumakoğulları'nın, Emlak Bankasınca verilen konut kredilerine ilişkin Devlet Bakanından (Faruk Bal) sözlü soru önergesi (6/1108) (Başkanlığa geliş tarihi : 1.12.2000)

Yazılı Soru Önergeleri

1. - Erzincan Milletvekili Sebahattin Karakelle'nin, Devlet Personel Başkanlığındaki bazı uzmanların BAĞ-KUR  Genel Müdürlüğü emrine atanmalarına ilişkin Devlet Bakanından (Şükrü Sina Gürel) yazılı  soru önergesi (7/3110) (Başkanlığa geliş tarihi : 1.12.2000)

2. - Balıkesir Milletvekili İsmail Özgün'ün, kadroya alınmayan geçici işçilere ilişkin Başbakandan yazılı soru önergesi (7/3111) (Başkanlığa geliş tarihi : 1.12.2000)

3. - Tokat Milletvekili  M.Ergün Dağcıoğlu'nun, Sayıştay Başkanlığı'nın yeni binasının arşiv bölümünde çıkan yangına ilişkin Bayındırlık ve İskân Bakanından yazılı soru önergesi (7/3112) (Başkanlığa geliş tarihi : 1.12.2000)

4. - Antalya Milletvekili Mehmet Zeki Okudan'ın, DMS'yi  kazananların yerleştirilmelerine ilişkin Devlet Bakanından (Şükrü Sina Gürel) yazılı soru önergesi (7/3113) (Başkanlığa geliş tarihi : 1.12.2000)

5. - Konya Milletvekili Özkan Öksüz'ün, bakanlığın verdiği burslara ilişkin Millî Eğitim Bakanından yazılı soru önergesi (7/3114) (Başkanlığa geliş tarihi : 1.12.1000)

6. - Antalya Milletvekili  Mehmet Zeki Okudan'ın, yeniden uygulamaya konulan hayat standardı vergi sistemine ilişkin Maliye Bakanından yazılı soru önergesi (7/3115) (Başkanlığa geliş tarihi : 1.12.2000)

7. - Antalya Milletvekili Mehmet Zeki Okudan'ın, geçici işçilerle ilgili protokole ilişkin Devlet Bakanı ve Başbakan Yardımcısından (H.Hüsamettin Özkan) yazılı soru önergesi (7/3116) (Başkanlığa geliş tarihi : 1.12.2000)

8. - Manisa Milletvekili Mustafa Enöz'ün, Manisa-Akhisar  Sigara Fabrikasına ilişkin Devlet Bakanından (Rüştü Kâzım Yücelen) yazılı soru önergesi (7/3117) (Başkanlığa geliş tarihi : 1.12.2000)

Gensoru Önergesi

1. - DYP Grup Başkanvekilleri Aydın Milletvekili Ali Rıza Gönül, Sakarya Milletvekili Nevzat Ercan ve İçel Milletvekili Turhan Güven ile 22 arkadaşının, hatalı ve tutarsız ekonomi politikaları izleyerek ülkeyi kriz ortamına sürükledikleri iddiasıyla Başbakan Bülent Ecevit ve Bakanlar Kurulu üyeleri hakkında Anayasanın 99 uncu ve İçtüzüğün 106 ncı maddeleri uyarınca bir gensoru açılmasına ilişkin önergesi (11/4)  (Başkanlığa geliş tarihi : 1.12.2000) (Dağıtma tarihi : 4.12.2000)

 

 

No. : 42

5.12.2000 SALI

Tasarı

1. - 23 Nisan 1999 Tarihine Kadar İşlenen Suçlardan Dolayı Şartla Salıverilmeye, Dava ve Cezaların Ertelenmesine Dair Kanun Tasarısı (1/780) (Anayasa ve Adalet Komisyonlarına) (Başkanlığa geliş tarihi : 5.12.2000)

Tezkereler

1. - Kocaeli Milletvekili Mehmet Batuk'un Yasama Dokunulmazlığının Kaldırılması Hakkında Başbakanlık Tezkeresi (3/711) (Anayasa ve Adalet Komisyonları Üyelerinden Kurulu Karma Komisyona) (Başkanlığa geliş tarihi : 28.11.2000)

2. - Ağrı Milletvekili Musa Konyar'ın  Yasama Dokunulmazlığının Kaldırılması Hakkında Başbakanlık Tezkeresi (3/712) (Anayasa ve Adalet Komisyonları Üyelerinden Kurulu Karma Komisyona) (Başkanlığa geliş tarihi : 29.11.2000)

Raporlar

1. - Balıkesir Milletvekili İsmail Özgün'ün, Yüksekseköğretim Kurumları Teşkilâtı Hakkında 41 Sayılı Kanun Hükmünde Kararnamenin Değiştirilerek Kabulüne Dair Kanunun Bir Maddesinde Değişiklik Yapılmasına İlişkin Kanun Teklifi ve İçtüzüğün 37 nci Maddesine Göre Doğrudan Gündeme Alınmasına İlişkin   Önergesi (2/429) (S. Sayısı : 560) (Dağıtma tarihi : 5.12.2000) (GÜNDEME)

2. - Bolu Milletvekili Necmi Hoşver'in, Olağanüstü Hal Bölgesinde ve Kalkınmada Öncelikli Yörelerde İstihdam Yaratılması ve Yatırımların Teşvik Edilmesi ile 193 Sayılı Gelir Vergisi Kanununda Değişiklik Yapılması Hakkında Kanunun 2 nci Maddesinin Değiştirilmesi Hakkında Kanun Teklifi ve İçtüzüğün 37 nci Maddesine Göre Doğrudan Gündeme Alınmasına İlişkin Önergesi (2/444) (S. Sayısı : 561) (Dağıtma tarihi : 5.12.2000) (GÜNDEME)

3. - Çanakkale Milletvekili Nevfel Şahin ve 5 Arkadaşının, Kamuda Çalışan Mühendis, Mimar, Şehir ve Bölge Plancısı ve Ekonomistlerin Maaş ve Tazminatlar ile Diğer Sosyal ve Ekonomik Haklarının İyileştirilmesine Dar Kanun Teklifi ve İçtüzüğün 37 nci Maddesine Göre Doğrudan Gündeme Alınmasına İlişkin Önergesi (2/470) (S. Sayısı : 562) (Dağıtma tarihi : 5.12.2000) (GÜNDEME)

Genel Görüşme Önergesi

1. - F.P. Grubu adına Grup Başkanvekilleri Kahramanmaraş Milletvekili Avni Doğan, Çorum Milletvekili Yasin Hatiboğlu ve Manisa Milletvekili Bülent Arınç’ın, özürlülerin sorunları konusunda Anayasanın 98 inci, İçtüzüğün 102 ve 103 üncü maddeleri uyarınca bir genel görüşme açılmasına ilişkin önergesi (8/16) (Başkanlığa geliş tarihi : 1.12.2000)


BİRİNCİ OTURUM

Açılma Saati : 13.00

5 Aralık 2000 Salı

BAŞKAN : Başkanvekili Murat SÖKMENOĞLU

KÂTİP ÜYELER : Hüseyin ÇELİK (Van), Yahya AKMAN (Şanlıurfa)

BAŞKAN - Türkiye Büyük Millet Meclisinin 24 üncü Birleşimini açıyorum.

III. - Y O K L A M A

BAŞKAN - Elektronik cihazla yoklama yapılacaktır.

Yoklama için 5 dakika süre veriyorum.

(Elektronik cihazla yoklama yapıldı)

BAŞKAN - Toplantı yetersayısı vardır; görüşmelere başlıyoruz.

Gündeme geçmeden önce, üç arkadaşıma gündemdışı söz vereceğim.

Gündemdışı ilk söz, kadın haklarının, kadınların seçme ve seçilme haklarının 66 ncı yıldönümü nedeniyle söz isteyen Ankara Milletvekili Sayın Esvet Özdoğu'ya aittir.

Buyurun Sayın Özdoğu. ( Alkışlar)

IV. - BAŞKANLIĞIN GENEL KURULA SUNUŞLARI

A) GündemdIşI Konuşmalar

1. - Ankara Milletvekili Esvet Özdoğu'nun, kadınlara seçme ve seçilme hakkının verilmesinin 66 ncı yıldönümüne ilişkin gündemdışı konuşması ve Devlet Bakanı Hasan Gemici'nin cevabı

ESVET ÖZDOĞU (Ankara) - Sayın Başkan, sayın milletvekilleri; Türk kadınına milletvekili seçme ve seçilme hakkının verilmesinin 66 ncı yıldönümünde gündemdışı söz almış bulunuyorum. Sözlerime başlamadan önce, hepinizi saygıyla selamlıyorum.

Yüce Atatürk'ün önderliğinde 5 Aralık 1934 tarihinde kabul edilerek, 11 Aralık 1934 tarihli 2877 sayılı Resmî Gazetede yayımlanan 2598 sayılı Kanunla Türk kadını seçme ve seçilme hakkına kavuşmuştur. Böylelikle, Türk kadını, siyasî hayatta da söz sahibi olmuş ve geleceğe daha güvenli adımlar atarak ülke yönetiminde haklı yerini almıştır.

Türkiye, kadına, erkekle hukuksal eşitlik statüsü sağlamış ilk Müslüman ülkedir. Geçmişini yerle bir eden Türkiye'nin Müslüman ulusların ve halkların tümü üzerinde etkisi çok büyüktür. Doğu kadını yüzünü Türkiye'ye dönmüş ve Türk kadınını kendine örnek seçmiş ve seçmektedir.

1934 yılından önce, dünyada kadınların milletvekili seçildiği ülke sayısı 17'dir. Bu durum göz önüne alındığında, Atatürk döneminde kadınlarımızın elde ettiği hakkın anlamı daha açık ortaya çıkmaktadır. Ancak, Parlamentodaki tarihsel süreç incelendiğinde, kadın - erkek eşitliğini anayasa ve yasalarına geçirmiş ilk devletlerden biri olan Türkiye, yasal alanlardaki bu gelişmeleri toplumsal, siyasal yaşama tam olarak yansıtamamıştır.

Sayın milletvekilleri, ülkemizde tek partili dönemde, Parlamento düzeyinde kadın katılımına büyük önem verilmiştir. 1935 seçimlerinde Parlamentoya giren milletvekillerinin yüzde 4,5'i kadındır. 1946'da çok partili rejime geçişle birlikte, Mecliste kadın milletvekili oranı yüzde 2'ye düşmüştür.

18 Nisan 1999 tarihinde yapılan son genel seçimlerde Parlamentoya giren kadın milletvekili oranında belirgin bir artış olmuş ve yüzde 4,2'lik oranla 1934 seviyesini yakalamıştır. Kadının Statüsü ve Sorunları Genel Müdürlüğü ve ülkemizde sesini giderek daha fazla duyuran kadın hareketi, bu alandaki sivil toplum örgütleri ve mensubu olmaktan gurur duyduğum Demokratik Sol Parti, böyle bir sonucun alınmasında etkili olmuştur.

Sayın milletvekilleri, demokratikleşmenin temelinde, bütün insanların eşit haklardan yararlanması ilkesi bulunmaktadır. Kadınlar açısından siyasete katılım, hem kadın-erkek eşitliğinin bir gereği hem de eşitsizlikleri ortadan kaldırmanın bir yoludur.

Daha çok kadının siyasal güç odaklarına gelmesiyle, siyasal yapı, kadının koşullarını gerçekten iyileştirme yönünde harekete geçecektir. Kadınlara birtakım hakların yasalarla verilmesi çok önemli olmakla birlikte, bu hakları kullanma bilincinin yerleştirilmesi de bir o kadar önemlidir.

Bilindiği gibi, kadınların, toplumsal yaşamda bir birey olarak yer almaya yönelik mücadeleleri asırlardır sürmektedir. Gelişen ve değişen dünyada kadın, hem uluslararası sözleşmelerin hem de ulusal düzeyde politikaların ana konusu olmuştur. Bu çerçevede yapılan tüm çalışmalara karşın, ülkemizde ve dünyada eğitim, sağlık ve istihdam gibi çok temel göstergeler açısından kadının durumu istenen düzeye getirilememiştir.

Sayın milletvekilleri, şiddete maruz kalan, tecavüze uğrayan, çalıştığı yerlerde taciz edilen kadınlar ise, ne yazık ki, yaşanan bir gerçektir. Bu durum, ülkemizde, ciddiyetle üzerinde durulması gereken önemli bir konudur. Siyasal hakkına kavuşan kadın, aynı ülkede bu tür saldırıların, şiddetin, cinayetlerin konusu oluyorsa ve bu eylemler erkekler tarafından yapılıyorsa, durup düşünmek zorundayız.

Bu acı gerçek karşısında, kadın-erkek el ele toplumsal eğitimi yükseltmek, çağdaş insan olma bilincini yaygınlaştırmak, barışı savunmak birinci derecede önem taşımaktadır.

Türk kadını, bugün bulunduğu konumu ve sahip olduklarını, öncelikle cumhuriyetimizin kurucusu Yüce Atatürk'e ve onun silah ve cephe arkadaşı olan millî mücadele kadınlarına borçludur.

Kadın-erkek eşitliğinin, Atatürk'ün Türk Ulusuna kazandırdığı büyük bir devrim olduğu unutulmamalıdır. 21 inci Yüzyılda kadınlarımız, seçme ve seçilme hakkına daha fazla sahip çıkarak, yaşamın her alanında ön saflarda yer alacaktır. Kadınlarımız, bütün ödev ve sorumlulukların erkeklerle paylaşıldığı, sevgi ve saygının egemen olduğu bir ülke ve dünya istemektedir.

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN - Buyurun Sayın Özdoğu.

ESVET ÖZDOĞU (Devamla) - Sözlerimi, ünlü şairimiz Nazım Hikmet'in şu anlamlı dizeleriyle bitirmek istiyorum:

"Ve kadınlar,

Bizim kadınlarımız:

Korkunç ve mübarek elleri

İnce küçük çeneleri, kocaman gözleriyle

Anamız, avradımız, yarimiz

Ve sanki hiç yaşamamış gibi ölen

Ve soframızdaki yeri öküzümüzden sonra gelen."

Sayın milletvekilleri, Türk kadınları olarak biz, erkeklerin ne önünde ne de arkasında; ama, yanında olmak istiyoruz; Türk Ulusuna yakışan da budur.

Bana bu kürsüden konuşma fırsatını veren Yüce Atatürk'e, huzurlarınızda teşekkürü bir borç biliyorum.

Ruhun şad olsun Atam.

Hepinize saygılar sunuyorum. (DSP, MHP, ANAP ve FP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN - Teşekkür ederim efendim.

İkinci söz, yine, kadınlara seçme ve seçilme hakkının verilmesinin 66 ncı yıldönümü nedeniyle söz isteyen, Ankara Milletvekili Oya Akgönenç'e aittir. (FP sıralarından alkışlar)

Buyurun.

2. - Ankara Milletvekili  Oya Akgönenç Muğisuddin'in, kadınlara seçme ve seçilme hakkının verilmesinin 66 ncı yıldönümüne ilişkin gündemdışı konuşması ve Devlet Bakanı Hasan Gemici'nin cevabı

OYA AKGÖNENÇ MUĞİSUDDİN (Ankara) - Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; bugün, Türk kadınına seçme ve seçilme hakkı verilişinin 66 ncı yılını kutluyoruz ve bu münasebetle de, burada, sizinle, bu konuda düşündüklerimizi paylaşmak üzere bulunuyorum.

Türkiye Cumhuriyetinin kuruluşunun ilk yıllarında çeşitli reformlar yapılırken ve Türk toplumu yeni bir yaşam tarzı içerisinde şekillendirilirken, kadın konusu da sık sık ele alınmış ve tartışılmıştır. Reformlar, bildiğiniz gibi, Ulu Önder Atatürk'ün başkanlığında ve onunla birlikte çalışan kararlı ve ileri görüşlü aydın arkadaşları tarafından gerçekleştirilmiş bir dizi zor inkılaplardır. Türk toplumunun geleceğini şekillendirecek kararlar alınırken de bu büyük proje içerisinde, kadınlara, mutlaka, münasip bir yer verilmesi uygun görülmüştür.

Bütün bu gayret ve çalışmalar karşısında, Atatürk'e karşı duyulan sevgi, saygı ve hayranlığın payı çok büyüktür; çünkü, toplumsal bir değişim yapılmaktaydı ve bunu, halk bütünüyle desteklemekteydi.

Kadın konusu, cumhuriyetin hemen ilk yıllarında ele alınmıştır. Birincisi, 1926 yılında, Türk Medeni Kanunu hazırlanırken gündeme gelmiş ve ilk defa olarak, kanun karşısında kadın ve erkek eşitliği konusunda bir eşitlik sağlanmıştır. Daha sonra, 1930 yılında, kadınlara belediye seçimlerine katılma hakkı verilmiştir. 1934 yılı geldiğinde de, Anayasada yapılan bir değişiklikle, kadınlara seçme ve seçilme hakkı bağışlanmıştır. Aynı tarihlerde; yani, 1934'te, kadına, Soyadı Kanunuyla kendi soyadına sahip olma hakkı verilmişti. Daha önce, sadece babalarının ilk ismini kullanan kadınlar, o tarihten sonra soyadlarını kullanmaya başlamışlardır ve tabiî, son olarak da, kıyafet inkılabı sırasında kadınlar tekrar ele alınmıştır.

Kadınlara yönelik bütün bu reformların hedefi, kadınların önplana çıkarılması, daha aktif ve faydalı bir grup haline getirilmesidir. Ulu Önder "toplumun yarısı zincirlere bağlanmış bir millet, hiçbir zaman istediği kalkınma hızını gerçekleştiremez ve istediği üstün seviyelere ulaşamaz" demiştir. Bu tarifi yaparken vurgulamak istediği husus, toplumların bütün fertleriyle çalıştıkları zaman başarıya ulaşabilecekleri gerçeğidir.

Çoğu zaman kadınlara verilen hakların iyi kullanılmadığından yakınılır. Doğrudur. Belki de, birçokları, bu durumda istenilen seviyeye ulaşamamışlardır; ama, bunun da sosyolojik ve ekonomik sebepleri vardır; bunlar ayrıca incelenmelidir.

Diğer taraftan sık sık şöyle bir şey söylenir: "Kadın hakları bir lütuf olarak Türk kadınına verilmiştir." İşte, ben, buna biraz itiraz etmekteyim. Şunu söylemek istiyorum: Türk kadınları bunu hak etmişlerdir, bu hakkı kazanmışlardır ve bunun sonucunda bu hak kendilerine verilmiştir.

Birincisi, İstiklal Savaşında, kadın ve kızlarımızın büyük gayret ve fedakârlıklarıyla yaptığı çalışmalar, ölümü göze alarak, çocuklarını feda ederek yaptıkları katkılar hiçbir zaman unutulmamalıdır.

İkincisi, cumhuriyetin kurulduğu ilk yıllarda, nüfusumuzun 13 milyona inmiş olduğu bir dönemde, işgücüne ne kadar büyük bir ihtiyacın olduğu daima hatırlanmalıdır. Nüfusun yarısının kadın ve çocuk, diğerlerinin de yaşlılardan ibaret olduğu düşünülürse, elde kalan 4-5 milyonla bir kalkınma sağlanamazdı. Dolayısıyla, kadınlarımıza, kadın nüfusumuzun aktif olarak çalışmasına ihtiyaç bulunmaktaydı. Nitekim, İzmir Kongresinden sonra alınan ekonomik kararlardan sonra, 1934'te, kadınlara bu haklar kazandırılmaya başlanmıştı; fakat, burada size şunu sormak istiyorum: Cumhuriyetin kuruluşundan yetmişyedi yıl sonra, kadın haklarının verilişinin 66 ncı yılında, hangi noktadayız; kadınımız, hakikaten, arzu edilen bir seviyeye ulaşmış mıdır; yoksa, hâlâ  problemleri var mıdır? Bugün, Batman'da olan olayları duyuyoruz; altı veya dokuz ay içinde, 40'ın üstünde kadın intihar etmiştir. Böyle bir dönemden geçiyoruz. Sonra, bir daha bakalım; evet, kadınlarımız iş hayatında vardır; ama, en üst seviyelerde, yönetici ve siyasî karar verici mekanizmada, kadınlar hangi noktadadır? Maalesef, onlar, çok geri noktalarda bulunmaktadır.

Diğer bir hususu ileri sürmek istiyorum: Kadınlarımızı ileriye doğru iterken hangi modelden hareket ediyoruz? Bugün, televizyonlara baktığımızda, televolelerde, efendim, diğer şovlarda...

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

OYA AKGÖNENÇ MUĞİSUDDİN (Devamla) - ...alınan model, o, televizyondaki modeller midir, genç çocuklarımızı, genç kızlarımızı o şekilde mi yetiştirmek istiyoruz; yoksa, hakikaten, büyük başarılara imza atmış kadınlarımızı öne çıkararak, o modelleri mi yaratmak istiyoruz? İşte, bu suallerin ciddî bir şekilde ele alınması, bazı gerçekçi çözümlere ulaşılması ve birlikte karar verilmesi lazımdır.

Bu düşüncelerimi sizlerle paylaştım; sizler de beni dikkatle dinlediğiniz için teşekkür ediyorum, saygıyla selamlıyorum. (Alkışlar)

BAŞKAN - Teşekkür ederim efendim.

Gündemdışı üçüncü söz, yine, kadınlara seçme ve seçilme hakkının verilmesinin 66 ncı yıldönümü nedeniyle söz isteyen, Antalya Milletvekili Nesrin Ünal'a aittir.

Buyurun Sayın Ünal. (MHP sıralarından alkışlar)

3. - Antalya Milletvekili Nesrin Ünal'ın, kadınlara seçme ve seçilme hakkının verilmesinin 66 ncı yıldönümüne ilişkin gündemdışı konuşması ve Devlet Bakanı Hasan Gemici'nin cevabı

NESRİN ÜNAL (Antalya) - Sayın Başkan, sayın milletvekilleri; Türk kadınının seçme ve seçilme hakkını alışının 66 ncı yıldönümü nedeniyle yapacağım konuşmama, Yüce Heyetinizi saygıyla selamlayarak başlıyorum.

Aile, toplumun çekirdeği ve ruhu, anne de ailenin temel direğidir. Enflasyon ve haksızlıkların, yolsuzlukların mücadelesinde en büyük destek kadınlarımızdan gelmektedir. Türkiye'nin birlik ve dirliğine yaptıkları katkının anlamı ve önemi büyüktür. Kadın, aile, toplum arasında ahenkli ve adil bir denge sağlanmak zorundadır. Cinsiyet ayırımcılığı, sosyal bölücülük olarak algılanmalıdır. Kadının anne olması dezavantaj olarak algılanmamalı, kadının anne oluşu avantaj olmalı, sevgisini, şefkatini ve sabrını siyasete taşımasına fırsat vermelidir.

Tüm aşırılıkların ve radikal akımların kadınsız topluluklarda geliştiğini biliyoruz. Kadının konumu uygarlık göstergesidir. Kadın, anne olarak, toplumun gerçek manevî mimarıdır; ancak, aile hayatında vazgeçilmez yere sahip olan kadınlarımız, kültürel, siyasî ve ekonomik alanlarda, ne yazık ki, olmaları gereken yerde değillerdir. Türk devlet geleneğinde, kadınlarımız, toplum önderi, sultan, hatun, ece olarak büyük saygı görmüşlerdir. İslamiyette de kadınlar en değerli varlıklardır ve cennet, anaların ayağı altındadır. Bu tarihsel gerçeklere rağmen, insan hakları çerçevesinde, kadın haklarının yeterince kabul görmediğini görmekteyiz. Kadınların hak ve özgürlükler açısından ayırımcılığa tabi tutulduğunu görüyoruz.

1926 yılında kabul edilen Türk Medenî Kanunu, kadın-erkek eşitliği yolunda en çağdaş hükümleri getirmiştir. 1934 yılında Türk kadını seçme ve seçilme hakkını elde ettiğinde, dünyada sadece 28 ülkede kadının seçme ve seçilme hakkı vardı. Geçen 66 yıla dönüp baktığımızda, elde ettiğimiz kazanımların çok yeterli olmadığını görüyoruz. Bu yetersiz kazanımlar üstüne, sosyal düzeni ve siyasal süreci, cinslerin eşitliği ve dayanışması ilkesine göre yeniden yapılandırmak zorundayız.

Kadın ve erkek cinslerinin yaradılışta sahip oldukları ruhî ve bedenî farklılıklar vardır. Kaba kuvvetin hâkim olduğu toplumlarda bu farklılıklar, kadın cinsiyetinin zayıflığı timsali haline getirilmiştir. Dolayısıyla, kadınlar, hukukta, siyasette, sosyal ve iktisatta haksız uygulamalarla karşı karşıya kalmışlardır. Türk hukuk sisteminin ve İslamiyet gibi büyük bir dinin devrim niteliğindeki çabalarına rağmen, bu haksızlıklar, Türkiye'ye de bulaşmıştır. Kadınların 1930 yılında seçme, 1934 yılında seçilme hakkını elde ettiği, Amerika Birleşik Devletlerinin bile henüz imzalamadığı Kadınlara Karşı Her Türlü Ayırımcılığın Önlenmesi Antlaşmasını 1985 yılında imzalayan Türkiye, cinsiyetle ilgili gelişmişlik sırasında, ne yazık ki dünya 73 üncüsüdür.

Seçme ve seçilme hakkını almamız çok eski; ama, bu hakkı kullanabilme bilinci çok genç ve daha yeni çiçek açmaktadır. Kadınlarımız için fırsat eşitliği yeni yeni yaygınlaşmaktadır. Kadınlarımızın gerçek anlamda seçmen ve yasa yapıcı sıfatıyla siyasete katılmalarının önündeki engelleri henüz tam aşabilmiş değiliz. Hepimizin yaşayarak yakından bildiği gibi, kadın-erkek eşitsizliğinin yaşandığı en somut örnek, siyasî hayattır. Nüfusumuzun yarısını oluşturan kadınlarımız, ne Parlamentoda ne de siyasî partiler bünyesinde hak ettikleri ölçüde temsil edilmektedir. Bu, Türk demokrasisinin bir eksikliğidir. Türk demokrasisi, kirlilik ve ilkesizlik ayıbının yanında bu eksikliğinden de bir an önce kurtulmak zorundadır. Önemli olan, ayırımcı ya da dışlayıcı siyasetin sürdürülmesi değil, kadınlarımıza eşit, yarışmacı ortamda, kendilerini ve yeteneklerini gerçekleştirme fırsatı verilmesidir.

Kadın konusu, ilericilik, laiklik, Batılılaşma, tutuculuk, gelenek, inanç gibi değerler ve fikirler adına yürütülen mücadelelerin malzemesi haline getirilmemelidir.

Kadın, toplumu oluşturan birey bilinciyle davranmalı; kadınlarımız bağımlı, edilgen ve ikincil olmamalıdır.

21 inci Yüzyılda gelir adaletsizliğinin giderildiği, demokrasinin bütün güzellikleriyle yerleştiği, hukukun üstün olduğu, yolsuzluktan ve yoksulluktan uzak, genç, dinamik, güçlü ve lider bir Türkiye için, kadınlar, siyasî partilerin her kademesinde yer almalı, siyasî sürecin her alanında aktif ve yoğun olarak rol oynamalıdır.

3 Aralık Özürlüler Günü dolayısıyla, konuyla ilgili birkaç cümle söyleyip konuşmamı tamamlamak istiyorum.

Özürlü çocuklarımızla ilgili toplumdaki yükün büyük kısmını analarımız taşımaktadır. Devlet ve toplum, özürlülerimize karşı ana kucağı olmak zorundadır. Özürlü insanlarımıza yapacağımız en büyük hizmet, mimarı, inşaat mühendisi, şehir plancısı ve belediye başkanlarımızla, hep birlikte, özürlü insanlarımızın, günlük hayatlarını bağımsız ve kolay yaşayabilecekleri binalar, kaldırımlar, sokaklar, sinema salonları, kısacası, şehirler yaratmak olmalıdır.

Saygılarımı sunuyorum. (Alkışlar)

BAŞKAN - Teşekkür ederim Sayın Ünal.

Gündemdışı konuşmalara cevap vermek üzere Sayın Bakan söz istemişlerdir.

Buyurun Sayın Bakan.

DEVLET  BAKANI HASAN GEMİCİ  (Zonguldak) - Sayın  Başkan,  sayın  milletvekilleri; 5 Aralık Türk kadınının seçme-seçilme hakkını elde etmesiyle ilgili yapılan gündemdışı konuşmalara cevap vermek üzere söz almış bulunuyorum; hepinizi, saygıyla selamlıyorum.

Sayın Başkan, sayın milletvekilleri; Mustafa Kemal Atatürk önderliğinde kurulan laik, demokratik cumhuriyetimizin ilk yıllarında, bir yandan, modern bir devlet teşkilatı yapılandırılırken, diğer yandan, toplumsal, sosyal yaşam yeniden düzenlenmeye çalışılmıştır. Başta Mustafa Kemal Atatürk olmak üzere genç cumhuriyetin önderleri, savaşlardan yorgun ve yoksul düşmüş Türkiye'nin ekonomik ve sosyal kalkınmasının kadın-erkek tüm bireylerinin toplumsal yaşama katılmasına bağlı olduğunun bilincindeydiler. Cumhuriyet devrimleri ve o dönemde peş peşe yapılan reformlar, en çok, kadının yaşamına yansımıştır. Cumhuriyet öncesi, yasal hakları ve toplumsal yaşama katılımları son derece sınırlı olan Türk kadını, cumhuriyetle birlikte, ekonomik ve sosyal yaşamda daha çok yer almaya başlamıştır. Haklarının bilincinde olan, kendine güvenli ve özgür düşünceli çağdaş Türk kadını, cumhuriyet devrimlerinin simgesi olarak görülmüştür. Kadınlarımız, cumhuriyetle birlikte kimlik, kişilik kazanmışlar, eşit, özgür yurttaş olmuşlardır.

5 Aralık 1934'te kadınların seçme-seçilme haklarını elde etmeleri, ülkemizin çağdaşlaşması ve kadın-erkek eşitliği yolunda önemli bir dönüm noktası olmuştur. Türkiye, o yıllarda -1934'te yerel seçimler, 1935'te genel seçimler- kadınların seçme ve seçilme hakkına sahip olduğu 17 ülkeden biri olmayı başarmıştır. Söz konusu kazanım, hemen hayata geçirilmiş ve 1935 seçimlerinde 18 kadın milletvekili seçilmiştir. Bu sayıya tekabül eden yüzde 4,6'lık oran, bugüne kadar ulaşılmış en yüksek orandır. 1999 seçimlerinde, bir önceki döneme göre yüzde 100'e yakın artış olmasına karşın, bugün  için  kadınların  Parlamentoda  oranı  yüzde 4,  yerel yönetimlerde  temsil oranı  ise yüzde 1 civarındadır.

Sayın Başkan, sayın milletvekilleri; kadınlar, sadece Türkiye'de değil dünyanın birçok ülkesinde, karar alma süreçlerinde ulusal parlamentolar ve yerel yönetimlerde hak ettikleri şekilde temsil edilememektedirler. Engelleri hepimiz biliyoruz. Geleneksel önyargılar, kadını, siyaset içinde tarif etmemekte; dolayısıyla, kadınlar, politikaya girmek istediklerinde en yakınlarının bile desteğini almakta zorlanmaktadırlar.

Politika, doğası gereği çalışmalı bir alandır ve kadınlar, içselleştirdikleri değer yargılarıyla bu alana girme konusunda çoğu zaman isteksiz davranmaktadırlar.

Siyaset, birçok ülkede pahalı bir uğraştır ve kadınlar, çoğunlukla bu uğraşa ayıracak yeterli kaynaklara sahip değillerdir. Çocuk bakımı ve ev halkının bir sonraki güne hazırlanmasında kadınların sorumlu olarak görülmesi ve birçok ülkede, kadının, bu sorumluluğu paylaşabileceği sosyal mekanizmaların kurulmamış olması, çocuk kreşleri, yuvalar, yaşlı bakım ünitelerinin az sayıda olması veya bulunmaması, kadınların siyasete girme isteklerini azaltmaktadır, zorlaştırmaktadır.

Öte yandan, seçim sistemleri ve siyasî partilerin yapılanmaları da kadınların siyasete girişleri önündeki temel engellerden bazılarını oluşturmaktadır. Bugün, dünyada, sadece 7 kadın devlet başkanı bulunmaktadır; 8 devlet başkan yardımcı kadındır; 3 kadın başbakan, 21 kadın başbakan yardımcısı olarak görev yapmaktadır. Kadın parlamenterlerin oranı, dünya ortalaması, 1995 yılında yüzde 11,3 iken, 1999 yılına dek sadece yüzde 1,6 artarak yüzde 12,9 ulaşabilmiştir.

Ancak, kadının siyasette temsili konusunda tam eşitlik hedefine yaklaşan çok ülke vardır. Örneğin, İsveç'te, kadın parlamenter oranı yüzde 43, il meclislerinde kadın üye oranı yüzde 48, yerel yönetimlerde ise yüzde 41'dir. Finlandiya'da, kadın bakanların oranı toplam içerisinde yüzde 44'tür, parlamentoda kadın parlamenter oranı, ise yüzde 37'dir. Danimarka'da kadın bakanlar oranı yüzde 35, kadın parlamenter oranı yüzde 37'dir. Norveç'te kadın parlamenter oranı yüzde 37, Almanya'da yüzde 31, Hollanda'da yüzde 36'dır. Güney Afrika'da bu oran yüzde 36, Venezüella'da yüzde 29, Arjantin'de yüzde 27, Kanada'da ise yüzde 20'dir.

Sayın Başkan, sayın milletvekilleri; artık, tüm dünyada uluslararası belgelerde, demokratik ülkelerin anayasalarında yer alan "herkes dil, din, ırk, sınıf ve cinsiyetine bakılmaksızın eşittir" şeklinde özetlenebilecek genel eşitlik ilkesinin, karşılaşılan sorunların çözümünde yetersiz kaldığı bilinmektedir. Çağdaş eşitlik anlayışı, farklı koşullardaki insanların, toplumsal yaşamın her alanına katılabilmesi için gerekli önlemlerin alınması olarak algılanmaktadır. Nitekim, Kadınlara Karşı Her Türlü Ayırımcılığın Önlenmesi Sözleşmesinin 4 üncü maddesinin birinci fıkrası, kadın-erkek eşitliğinin hayata geçirilebilmesi için taraf devletlerce alınacak geçici ve özel önlemlerin ayrımcılık sayılmayacağı hükmünü getirmektedir. Amaç, sadece yasal eşitlik değil, bu eşit yasal hakların kullanılabilmesine olanak sağlayacak fırsat eşitliği politikalarını da uygulamaktır. Bunu sağlayacak yol, adaletsizlikleri ortadan kaldırana dek, olumlu ayrımcılık politikaları uygulamaktır.

Sayın Başkan, sayın milletvekilleri; kadın-erkek eşitliğinin sağlanması, kadın haklarının geliştirilmesi, kadınların ekonomik ve sosyal statülerinin yükseltilmesi yolunda en temel koşul, şüphesiz, yasalar önünde hak ve fırsat eşitliğinin sağlanmasıdır. Halen, Türkiye Büyük Millet Meclisi Adalet Komisyonunda görüşülmekte olan, kadınlara ekonomik, toplumsal, sosyal ve aile yaşamında erkeklerle eşit haklar tanıyan Türk Medenî Kanununun yeni şekliyle kabulü, Türkiye'nin çağdaşlaşması ve kadın-erkek eşitliği açısından önemli bir adım olacaktır.

Ayrıca, kadınların ekonomik ve sosyal statülerinin yükseltilmesi, bu alanda kamuda ve toplumda yapılan çalışmaların koordine edilmesi, konuyla ilgili ulusal, uluslararası politikalar oluşturmakla görevli Devlet Bakanlığına bağlı Kadının Statüsü ve Sorunları Genel Müdürlüğünün, Kadının Statüsü ve Sorunları Genel Müdürlüğü Teşkilat Yasasının Anayasa Mahkemesince iptal edildiği 1994 yılından bu yana, hukukî boşluk içinde çalışması, hem kurumu hem de kurumda çalışanları olumsuz etkilemektedir. Türkiye Büyük Millet Meclisi Genel Kurul gündeminin ilk sıralarında olan Kadının Statüsü ve Sorunları Genel Müdürlüğü Teşkilat Yasasının, bir an önce görüşülerek yasalaşmasını dilemekteyim. Yine, Türkiye Büyük Millet Meclisi Genel Kurulunda görüşülen İçtüzük değişikliğinde, Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına bağlı bir kadın-erkek eşitliği izleme kurulu kurulması da, olumlu bir aşama olacaktır.

Sayın Başkan, sayın milletvekilleri; her konuda olduğu gibi, kadın-erkek eşitliğinin sağlanması, kadınların yaşamlarının iyileştirilmesi için yasalardaki, yazılı metinlerdeki hakların yeterli olmadığını biliyoruz. Bakılması gereken, bu hakların yaşama ne derece yansıdığıdır. Esas olan, bu hakların bilincinde olmak ve bu hakları kullanabilecek beceriye, düşünceye sahip olmaktır. Bu açıdan, kadınlarımızın eğitimine daha çok önem vermeliyiz.

Bu noktada, halen uygulanmakta olan sekiz yıllık eğitim reformuyla, yasanın çıktığı 1997 yılına göre kız çocuklarının okullaşmasında yüzde 67'ye yakın artış olması sevindiricidir. Kadınlarımızın siyasette ve karar alma mekanizmalarında daha çok yer almaları gerekmektedir.

Sayın Başkan, sayın milletvekilleri; kadın hakları sorununu, sadece kadınların sorunu olarak göremeyiz; bu, bir ülke sorunudur, ülkemizin kalkınması ve çağdaşlaşması sorunudur. Toplumsal yaşamın standartları ailede oluşur. Ailede ise, eş olarak, anne olarak, en önemli birey kadındır. Aileyi ve toplumu biçimlendiren kadındır. Yaşadığımız dünyada, bir ülkede uygarlığın en önemli göstergesi, o ülkede kadının ekonomik ve toplumsal yaşamdaki konumudur, kadına verilen değerdir.  Bu anlayışla, kadın-erkek eşitliğinin sağlanması ve kadın haklarının geliştirilmesi için kadın, erkek, hep birlikte çaba göstermeliyiz.

Bu düşüncelerle, hepinizi saygıyla selamlıyorum. (DSP, MHP ve ANAP sıralarından alkışlar)

TURHAN GÜVEN (İçel) - Sayın Başkan...

BAŞKAN - Buyurun efendim.

TURHAN GÜVEN (İçel) - Sayın Başkanım...

BAŞKAN - Efendim, mikrofonu açsanız da, televizyonlar da verse, isabetli olur bence. Siz Grup Başkanvekilisiniz...

TURHAN GÜVEN (İçel) - Lütfen... O zaman, lütfeder mikrofonu açarsanız...

BAŞKAN - Ama, efendim, siz biliyorsunuz bu usulü... Benden evvel geldi bu sistem; şifre gireceksiniz...

TURHAN GÜVEN (İçel) - Sayın Başkanım, mikrofon çalışmıyor ki...

BAŞKAN - Manuel çalıştıralım efendim. Bir dakika... Açıldı mikrofonunuz Sayın Başkanım.

TURHAN GÜVEN (İçel) - Sayın Başkanım, Sayın Bakanın çok değerli konuşmasını zevkle izledim. Türk kadınına seçme ve seçilme hakkının verilişinin 66 ncı yılında, Sayın Bakan, keşke, bu konuşmasını önceden yapsaydı da, Parlamentoda bulunan bütün grupların kadın milletvekilleri de konuşma hakkına sahip olsaydı daha iyi olurdu diye düşünüyorum.

Saygılar sunuyorum.

BAŞKAN - Efendim, Sayın Bakan 59 uncu maddeye göre söz isteyecekti; gündemin çok yoğun olmasından dolayı, böyle bir formüle sonradan döndü; ama, Sayın Ayfer Yılmaz istiyorsa, yerinden, Doğru Yol Partisi Grubunun...

TURHAN GÜVEN (İçel) - Hayır efendim; yerinden değil; lütfederseniz, oradan, kürsüden...

BAŞKAN - Oradan... Öyle bir usulümüz yok Sayın Başkanım; ama, Sayın Yılmaz fikirlerini söyleyebilir.

Sayın Yılmaz'ın mikrofonunu açar mısınız.

Sayın Nesrin Nas da istiyorlarsa, yerinden...

NESRİN NAS (İstanbul) - Hayır Sayın Başkan...

BAŞKAN - Siz istemiyorsunuz.

Sayın Yılmaz, buyurun efendim. (DYP sıralarından alkışlar)

AYFER YILMAZ (İçel) - Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; bugün, burada bulunmamızın, kadın olarak, bu kürsülerden bu Meclise hitap etmemizin 66 ncı yılında, sizlerle birlikte, o günkü Meclise ve Ulu Öndere şükranlarımızı ifade etmek istedim.

O gün, bu kanun teklifi Meclis gündemine geldiğinde, Türk kadınının, bir süs gibi, görevlerinden alınıp uzaklaştırılmasının milletçe yapılmış en büyük hata olduğu, Türk kadınına bu hakkın verilmesinin bir lütuf değil, bizatihi bu kararlarda yer almasının esas olduğu belirtilerek bu kanun teklifi verilmiş ve kabul edilmiştir; ancak, bugün, Parlamentomuzda, ne yazık ki, kadın temsili dünya parlamentolarının altında, hükümette ise hiç bulunmamaktadır. (DYP sıralarından alkışlar)

Kadının sorunları ise bu daracık, bir dakikalık konuşmada gündeme gelemeyeceğinden, bu konuyla ilgili Meclisimizin bir genel görüşmesi olmasını teklif ediyor; hepinize saygılarımı sunuyorum. (Alkışlar)

BAŞKAN - Teşekkür ederim Sayın Yılmaz.

Sayın Nesrin Nas, siz de Anavatan Partisi Grubu adına...

NESRİN NAS (İstanbul) - Aynen katılıyorum.

BAŞKAN - Aynı düşüncede olduğunuzu ifade ediyorsunuz herhalde.

Teşekkür ederim efendim.

Vereyim mi söz?

Buyurun.

Esas olan demokrasi, mikrofonu kısmak değil.

NESRİN NAS (İstanbul) - Teşekkür ediyorum Sayın Başkan.

Ben de çok değerli konuşmacıların görüşlerine aynen katılıyorum.

Türk kadınının bu uzun mücadelesinde, özellikle haklarını alma mücadelesinde Sayın Yılmaz'ın önerdiği gibi bir genel görüşme açılması konusunu canı gönülden destekliyor; teşekkür ediyorum. (Alkışlar)

BAŞKAN - Teşekkür ederiz efendim.

Başkanlığın diğer sunuşları vardır; okutuyorum:

B) Gensoru, Genel Görüşme, Meclİs SoruşturmasI ve Meclİs AraştIrmasI Önergelerİ

1. - DYP Grup Başkanvekilleri Aydın Milletvekili Ali Rıza Gönül, Sakarya Milletvekili Nevzat Ercan ve İçel Milletvekili Turhan Güven ile 22 arkadaşının, hatalı ve tutarsız ekonomi politikaları izleyerek ülkeyi kriz ortamına sürükledikleri iddiasıyla  Başbakan Bülent Ecevit ve Bakanlar Kurulu üyeleri hakkında  gensoru açılmasına ilişkin önergesi (11/4)

BAŞKAN - Sayın milletvekilleri, daha önce, Doğru Yol Partisi Grup Başkanvekili Aydın Milletvekili Ali Rıza Gönül, Sakarya Milletvekili Nevzat Ercan, İçel Milletvekili Turhan Güven ile 22 arkadaşı tarafından verilen, hatalı ve tutarsız ekonomi politikalarını izleyerek ülkeyi kriz ortamına sürükledikleri iddiasıyla, Başbakan Bülent Ecevit ve Bakanlar Kurulu üyeleri hakkında bir gensoru açılmasına ilişkin önerge verilmişti.

Şimdi ise, bu önergeden Aksaray Milletvekili Murat Akın, Balıkesir Milletvekili İlyas Yılmazyıldız, Bitlis Milletvekili Yahya Çevik, Kayseri Milletvekili Sevgi Esen, Tunceli Milletvekili Kamer Genç ve Van Milletvekili Fetullah Gültepe imzalarını çekmişlerdir. Önergede, Anayasa ve İçtüzükte öngörülen sayıda imza kalmadığından, gensoru önergesiyle görüşme gününe ilişkin grup önerisini işlemden kaldırıyorum efendim.

Bilgilerinizi sunulmuştur.

Bir şey söyleyecek misiniz efendim; buyurun.

TURHAN GÜVEN (İçel) - Hayır efendim.

BAŞKAN - Öyle işaret buyurdunuz...

TURHAN GÜVEN (İçel) - Hayır efendim, öyle bir şey yok.

BAŞKAN - Efendim, bilgilerinize sunulmuştur.

Sayın milletvekilleri, okunacak önergelerin çok olması nedeniyle, Sayın Kâtip Üyenin oturarak okuması hususunu oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler... Kabul etmeyenler... Kabul edilmiştir.

Bir genel görüşme önergesi vardır; okutuyorum:

2. - FP Grubu adına Başkanvekilleri Kahramanmaraş Milletvekili Avni Doğan, Çorum Milletvekili Yasin Hatiboğlu ve Manisa Milletvekili Bülent Arınç'ın, özürlülerin sorunları konusunda bir genel görüşme açılmasına ilişkin önergesi (8/16)

Türkiye Büyük Millet Meclis Başkanlığına

Sosyal devlet olmanın bir gereği olarak, devletimizin, özürlüleri onurlarıyla yaşayabilecekleri bir hayat standardına kavuşturması gerekmektedir. Türkiye'de, özürlülerin problemleri, alınacak tedbirler ve uygulamaya koyulacak yeni politikalar ve bunların işleyişinin takibi konusunda, Anayasanın 98 inci, Türkiye Büyük Millet Meclisi İçtüzüğünün 101, 102 ve 103 üncü maddeleri gereğince bir genel görüşme açılmasını saygılarımızla arz ve teklif ederiz. 30.11.2000

               

Avni Doğan

Yasin Hatiboğlu

Bülent Arınç

 

 

FP Grup Başkanvekili

FP Grup Başkanvekili

FP Grup Başkanvekili

 

Gerekçe:

Türkiye Cumhuriyeti Anayasası, özürlü yurttaşların çalışma haklarının özel yasalarla korunmasını devlete emreder. Bu nedenle, özürlüler için özel istihdam alanları yaratılmalı ve işvereni teşvik edici önlemler artırılmalıdır. Bedensel, zihinsel, ruhsal yetersizlikleri nedeniyle iş bulma, mevcut işi sürdürebilme imkânları sınırlanmış özürlülerin istihdamı, anayasal bir hak ve yasal bir yükümlülüktür.

Anayasanın 49 uncu ve 50 inci maddeleri, kimsenin, yaşına, cinsiyetine ve işgücüne uymayan işlerde çalıştırılamayacağı; küçükler, kadınlar ile bedenî ve ruhî yetersizliği olanların da, çalışma koşulları itibariyle özel olarak korunacağı hükme bağlanmıştır.

1475 sayılı İş Kanunu ile 854 sayılı Deniz İş Kanununa göre, işverenler, çalıştırdıkları işçi sayısının belli bir sayıya ulaşması halinde yüzde 3 oranında özürlü çalıştırmakla yükümlüdürler. Ayrıca, 1475 sayılı İş Kanununun 25 inci maddesi uyarınca, sakatların istihdamı hakkındaki tüzükte "Özürlülere ağır ve tehlikeli işler gördürülmeyecek, düşük ücret ödenmeyecek, sosyal yardımlardan eşit yararlanma imkânı sağlanacak, toplu iş sözleşmelerine ilgili hak düşürücü kayıtlar koyamayacaklardır" denilmektedir. Ancak, ülkemizde, yaklaşık 7,5 milyon bedensel engelli bulunmasına rağmen, bu engellilerin yüzde 97'si eğitimsizdir. Ülkemizdeki engelli insanların en büyük sorunları, bir yandan engelleriyle uğraşıp yaşam savaşı verirken, diğer taraftan eğitim, işsizlik ve rehabilitasyon konusundaki eksikliklerle karşı karşıya yalnız bırakılmalarıdır.

Ülkemizde, engelli insanlarımızı, daha insanca koşullarda yaşatmak, onların eğitim ve rehabilitasyonlarına katkıda bulunmak için, devletçe daha çok şeyler yapılması gerekmektedir.

Anayasamız, kamu kuruluşlarına, sakatların toplum yaşamına katılması için önlem alma emri verir. Özürlülerin eve kapatılması, hem insan haklarına aykırıdır hem de ulusal ekonomiye darbedir. Sosyal hayata katılmak, diğer bütün insanlar gibi, özürlü insanların da temel hakkıdır. Bu hak, sosyal hayatın içinde bir birey olarak etkinliğini sürdürmekle, ekonomik ve sosyal değerler, üretim, başkalarının ürettiklerinden payına düşeni almakla gerçeğe dönüşür. 

Anayasının 61 inci maddesinde yer alan "Devlet, sakatların korunmalarını ve toplumsal hayata intibaklarını sağlayıcı tedbirleri alır" hükmüyle de güvence altına alınmıştır. Oysa, kamusal hizmet veren hükümet ve diğer kamu kuruluşları, bu imkânları sağlamakta yetersiz, ilgisiz ve duyarsız kalmaktadırlar ve bu nedenle, bu hakkın kullanımı hayata geçmemektedir. Maalesef, Türkiye, özürlüler sorununu, özürlüleri eve kapatarak çözmektedir. Özürlü insanların eve kapanması, sadece insan haklarına vurgu yapan sosyal bir yarayı ifade etmekle kalmayıp, aynı zamanda ülkenin, bu insanların oluşturacağı ekonomik ve sosyal katkılardan mahrum kalması anlamına gelmektedir.

Özürlülere sadece tüketici rolünü vermek, ülkenin her anlamda değerlerini tüketmek demektir. Engellilerin aldığı hizmet düzeyi, toplumun gelişmişliğinin göstergesidir. Mevcut sorunların çözümlenmesi için, devletin başta gelen görevini kabullenmesi ve yeni hedefler stratejisi tespiti yapılması zorunludur. Bu nedenlerle, eğitim, istihdam ve rehabilitasyon alanında dünya standartlarını yakalamak ve bütün özürlü vatandaşlarımızı toplumun içine kaynaşmış bireyler haline getirebilmemiz için, sosyal devlet olmanın bir gereği olarak, devletimizin, özürlüleri onurlarıyla yaşayabilecekleri bir standarda kavuşturması gerekmektedir.

İşte, bütün bu sebeplerden dolayı Türkiye Büyük Millet Meclisinin bu konuya acilen eğilmesi, özürlülerin rehabilitasyonu, eğitimi ve istihdamı konularındaki çalışmaların incelenmesi için Anayasanın 98 inci, Türkiye Büyük Millet Meclisi İçtüzüğünün 101, 102 ve 103 üncü maddeleri gereğince bir genel görüşme açılmasını saygılarımızla arz ve teklif ederiz.

BAŞKAN - Efendim, bilgilerinize sunulmuştur.

Önerge gündemdeki yerini alacak ve genel görüşme açılıp açılmaması konusundaki öngörüşme, sırası geldiğinde yapılacaktır.

Şimdi, sözlü soru önergelerinin geri alınmasına dair üç adet önerge vardır; okutuyorum:

 

C) Tezkereler ve Önergeler

1. - Bursa Milletvekili Faruk Çelik'in (6/833) esas numaralı sözlü sorusunu geri aldığına ilişkin önergesi (4/250)

Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına

Gündemin sözlü sorular kısmının 325 inci sırasında yer alan (6/833) esas numaralı sözlü soru önergemi geri alıyorum.

Gereğini saygılarımla arz ederim.

                                     Faruk Çelik

                                             Bursa

BAŞKAN - Sözlü soru önergesi geri verilmiştir efendim.

İkinci önergeyi okutuyorum:

 

 

2. - Samsun Milletvekili Musa Uzunkaya'nın (6/875) esas numaralı sözlü sorusunu geri aldığına ilişkin önergesi (4/251)

Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına

Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına yönelttiğim (6/875) esas numaralı sözlü soru önergemi geri alıyorum.

Gereğini saygılarımla arz ederim.

                             Musa Uzunkaya

                                            Samsun

BAŞKAN - Sözlü soru önergesi geri verilmiştir.

Diğer önergeyi okutuyorum:

3. - Hakkâri Milletvekili Hakkı Töre'nin (6/925) esas numaralı sözlü sorusunu geri aldığına ilişkin önergesi (4/252)

Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına

Gündemin sözlü sorular kısmının 411 inci sırasında yer alan (6/925) esas numaralı sözlü soru önergemi geri alıyorum.

Gereğini saygılarımla arz ederim. 4.12.2000

                                      Hakkı Töre

                                           Hâkkari

BAŞKAN - Sözlü soru önergesi geri verilmiştir efendim.

Başbakanlığın Anayasanın 82 nci maddesine göre verilmiş tezkereleri vardır; okutup, ayrı ayrı oylarınıza sunacağım:

4. - Türkmenistan'a resmî ziyarette bulunan Devlet Bakanı Mehmet Abdulhalûk Çay'a refakat eden heyete Elazığ Milletvekili Mustafa Gül ile İstanbul Milletvekili Bozkurt Yaşar Öztürk'ün iştirak etmelerinin uygun görüldüğüne ilişkin Başbakanlık tezkeresi (3/713)

4.12.2000

Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına

Devlet Bakanı Prof. Dr. Abdulhaluk Çay'ın, ikili görüşmelerde ve firmalarımızca Türkmenistan'da inşa edilen tesislerde incelemelerde bulunmak üzere bir heyetle birlikte 26-28 Ekim 2000 tarihleri arasında Türkmenistan'a yaptığı resmî ziyarete, ekli listede adları yazılı milletvekillerinin de iştirak etmesi uygun görülmüş ve bu konudaki Bakanlar Kurulu kararının sureti ilişikte gönderilmiştir.

Anayasamızın 82 nci maddesine göre gereğini arz ederim.

                                                 

Bülent Ecevit

 

 

 

 

 

 

Başbakan

Mustafa Gül

(Elazığ)

 

 

Bozkurt Yaşar Öztürk

(İstanbul)

 

 

BAŞKAN - Kabul edenler... Kabul etmeyenler... Kabul edilmiştir efendim.

Diğer tezkereyi okutuyorum:

5. - Irak'a resmî ziyarette bulunan  Devlet Bakanı Tunca Toskay'a refakat eden heyete İstanbul Milletvekili Nazif Okumuş'un iştirak etmesinin uygun görüldüğüne ilişkin Başbakanlık tezkeresi (3/714)

Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına

Devlet Bakanı Prof. Dr. Tunca Toskay'ın, 1-10 Kasım 2000 tarihlerinde düzenlenen 33 üncü Bağdat Uluslararası Fuarının açılışına katılmak ve Iraklı yetkililerle ekonomik konularda ikili görüşmelerde bulunmak üzere, 30 Ekim-1 Kasım 2000 tarihlerinde bir heyetle birlikte Irak'a yaptığı resmî ziyarete, İstanbul Milletvekili Nazif Okumuş'un da iştirak etmesi uygun görülmüş ve bu konudaki Bakanlar Kurulu kararının sureti ilişikle gönderilmiştir.

Anayasamızın 82 nci maddesine göre gereğini arz ederim.

                                  Bülent Ecevit

                                         Başbakan

BAŞKAN - Kabul edenler.. Kabul etmeyenler... Kabul edilmiştir.

Gündemin "Özel Gündemde Yer Alacak İşler" kısmına geçiyoruz.

Bu kısımda, Sivas Milletvekili Abdüllatif Şener ve 67 arkadaşının, özel bankaların içinin boşaltılarak Hazinenin ekonomik kayba uğratılmasında kusurları bulunduğu iddiasıyla Başbakan Bülent Ecevit ve Bakanlar Kurulu üyeleri hakkında (11/3) esas numaralı gensoru önergesinin gündeme alınıp alınmayacağı hususundaki görüşmelere başlıyoruz

V. - GENSORU, GENEL GÖRÜŞME, MECLİS SORUŞTURMASI VE

MECLİS ARAŞTIRMASI

A) Görüşmeler

1. - Sivas Milletvekili Abdüllatif Şener ve 67 arkadaşının, özel bankaların içinin boşaltılarak, Hazinenin ekonomik kayba uğratılmasında kusurları bulunduğu iddiasıyla Başbakan Bülent Ecevit ve Bakanlar Kurulu üyeleri hakkında gensoru açılmasına ilişkin önergesi (11/3)

BAŞKAN - Hükümet?.. Burada.

Önergeyi daha önce bastırılıp dağıtıldığı ve okunduğu için, tekrar okutmuyorum.

Sayın milletvekilleri, Anayasanın 99 uncu maddesine göre, bu görüşmede önerge sahiplerinden bir üyeye, siyasî parti grupları adına birer milletvekiline ve Bakanlar Kurulu adına, Başbakan veya bir bakana söz verilecektir.

Konuşma süreleri, önerge sahibi için 10 dakika, gruplar ve hükümet için 20'şer dakikadır.

Fazilet Partisi Grubu adına, zatıalleriniz mi efendim?

YASİN HATİBOĞLU (Çorum)- Bendeniz efendim.

Şimdi, önerge sahibi olarak, Sayın Abdüllatif Şener'e söz veriyorum efendim.

Buyurun. (FP sıralarından alkışlar)

ABDÜLLATİF ŞENER (Sıvas) - Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; şahsım ve gensoru önergesinde isimleri bulunan 67 arkadaşım adına ve bu arada, mensubu bulunduğum Fazilet Partisi adına, hepinizi saygıyla selamlıyorum.

Konumuz, banka soygunlarıdır; bu soygunlarda sorumluluğu bulunan şu üç partinin, DSP, MHP ve Anavatan Partisinin oluşturduğu 57 nci Ecevit Hükümetidir. İktidar partileri, bu soygunlarda bizim sorumluluğumuz yoktur diyemez. Eğer, böyle bir iddiada bulunurlarsa, bu, doğrudan doğruya, bir insafsızlık olur, bir vicdansızlık olur.

Değerli milletvekilleri, bu banka soygunlarının faturası 10 milyar doların üzerindedir; 12 milyar dolar, 30-40 milyar dolar hesabı çıkaranlar var. Bu rakamlar, korkunç rakamlardır. 10 milyar dolar dediğiniz para, 7 katrilyon lira eder. 2000 yılı bütçesinde yer alan yatırım ödeneklerinin üç katı tutarında bir paradır. 81 ilimizde yapılan tüm devlet yatırımlarının, tüm okulların, hastanelerin, yolların, barajların, göletlerin miktarından üç kat daha fazla bir para demektir. Burada, katrilyonlardan bahsediyoruz. Maalesef, iktidar yıllarınızda yaşanan vurgun rakamlarını anlatmakta, artık, herkes güçlük çekmektedir. Buffalo kaçakçılığı 500 trilyon, Aslıtürk soygunu 4 katrilyon, banka vurgunlarının yükü 7 katrilyon lira, en az; gazete başlıkları ve manşetleri bunlardan oluşuyor. Milyarlardan bahsetmiyoruz, trilyonlardan bahsetmiyoruz; konuştuğumuz, katrilyon liralardır. Hırsızlıkta, açıkçası, bir mayası bozukluk vardır; ama, bu rakamlarda, aynı zamanda, bir sapıklık ifadesi vardır. Nitekim, Dünya Bankasının ülkeler bazında yaptırdığı araştırma sonuçlarına göre, 1999 yılında yasal olmayan ödemeler sıralamasında, Türkiye birinci sıradadır. Bu güzel ülkeyi getirdiğiniz nokta işte burasıdır. Niçin, halk, hayat pahalılığından, geçim sıkıntısından mustariptir? Niçin, emekliler, memurlar perişandır; meydanlara, sokaklara, caddelere dökülmüşlerdir? Niçin, esnaf ve köylü bitmiştir? Bütün bu rakamlar, olup bitenleri ve halkımızın çektiği ıstırapları, acıları açıkça göstermektedir.

Değerli milletvekilleri, bankaların batması, içinin boşaltılması, halkın sırtına yüklenen katrilyonlarca lira, sadece ekonomik koşullarla izah edilemez, geçiştirilemez. Bunca soygun, birkaç vurguncunun kendi başına yaptığı bir iş de olamaz. Bu soygunlar, bürokrasinin, siyaset ve iktidarın işbirliği, kayırması, koruması veya ihmali olmadan yapılamaz. Bir sayın bakan, bu soygun fotoğraflarının yalnızca binde 1'inin açığa çıktığını söylemiştir. İşte, biz, 999'unun nerede olduğunu, kimler olduğunu soruyoruz burada.

Sayın hükümet, tüm kabahati, 1994 yılında çıkarılan kanun hükmünde kararnamelere yüklüyor. DSP-ANAP hükümeti üçbuçuk yıldır işbaşındadır, MHP birbuçuk yıldır iktidardadır. Tüm bu pislikler, iktidar yıllarınızda ülkeyi de, bankaları da sarstı ve bitirdi. Bugün hiçbir mazeretiniz kalmamıştır. Üstelik, yaptığımız tüm ikazları umursamadınız. Aylar önce, hükümetinize ilk gensoru, bankacılık konusunda bizim tarafımızdan verildi; Meclis çoğunluğunuza dayanarak reddettiniz. Arkasından, Meclis araştırması açılmasını istedik; gündeme almadınız. Genel görüşme yolunu denedik; esasa gelinmesini önlediniz. Soru önergelerini, banka ve ticarî sır diyerek geçiştirdiniz. Yapılan konuşmaları duymadınız. Şimdi de, aylar yıllar süren gecikmelerde soygunlar devam ederken, hükümetin kabahati yoktur deme hakkına sahip değilsiniz.

İçi boşaltılarak batırılan ve fona devredilerek bir anlamda devletleştirilen Etibank'ı özelleştiren sizsiniz; ilgili kuruluşa satış kararında imzası olan sizin bakanlarınızdır.

Bir başka batan banka Egebank'ın Yahya Murat Demirel'e satışına izin veren de sizsiniz, sizin bakanlarınızdır.

Batan, içi boşaltılan bankalara kamu bankalarından krediler veren yine sizsiniz, sizin bakanlarınızdır.

Emlakbank, Vakıfbank, Halkbank'tan batan Etibank'a kaç milyon dolar verdiniz, bunun hesabını burada verebilir misiniz? Biz sorumlu değiliz diyebilir misiniz?

Batan, içi boşaltılan bankaların hissedarlarına ait şirketlerle yasadışı ilişkilerine, back to back (algülüm ver gülüm) usulü kredileşmelerine göz yuman sizsiniz, sizin bakanlarınızdır.

Ekonomi ve banka bürokrasisini holdinglere, holdinlerin adamlarını ekonomi bürokrasisine taşıyanlar yine sizin iktidarınızdır. (FP ve DYP sıralarından alkışlar)

Tüm bunlar yetmiyormuş gibi, banka batıran patronun yanında görev alan eski bakan, yine, sizdedir.

Bütün bu olup bitenlerden sonra ne diyorsunuz? Bunlarda bizim kabahatimiz yoktur diyemezsiniz. Batı'da bu işlerin onda biri olsa, on hükümet istifa eder, çeker giderdi; ama, maalesef, siz, yerinizde durmaya devam ediyorsunuz.

Batan, içi boşaltılan iki bankayla ilgili süreci daha ayrıntılı olarak takdim etmek suretiyle, hükümetin sorumluluğunu gözler önüne sermek istiyorum.

Birincisi Egebanktır değerli milletvekilleri; sahibi, Yahya Murat Demirel'dir. Üç bankalar yeminli murakıbı, Nisan 1999 tarihinde, 43 sayfalık bir rapor yazmıştır bu bankayla ilgili olarak ve bu bankada Yahya Murat Demirel'in usulsüzlüklerinden bahsetmişlerdir, bankaya el konulması gerektiğini ifade etmişlerdir; ancak, o gün, Bankacılık Düzenleme ve Denetleme Kurulu kurulmadığı için sorumluluk Sayın Bakandadır ve hiçbir işlem yapılmamıştır.

Aradan zaman geçmiş, Mayıs 1999'da, yine, üç bankalar yeminli murakıbı, Egebank hakkında yeni bir rapor düzenlemiştir. Bu raporda da, yine, bankadaki usulsüzlüklerden ve içinin boşaltılmalarından söz edilmiştir. Yahya Murat Demirel'in sorumlu olduğunu, bankaya el konulması gerektiğini ifade etmişlerdir; ama, maalesef, Sayın Bakan yine işleme koymamıştır ve geçiştirmiştir. Sekiz ay sonra, zararlar arttıktan sonra, bankanın içini boşaltmayla ilgili boyutlar büyüdükten sonra ancak bankaya el konulabilmiştir. Bunda elbette kabahatiniz vardır, bunda elbette sorumluluğunuz vardır.

İkinci banka ise Etibanktır; sahibi Dinç Bilgin'dir, Sabah ve atv Grubu medya patronudur. İki bankalar yeminli murakıbı, Ocak 2000 tarihindeki raporda, Etibankla ilgili gerçekleri yazmıştır, zararının 97 trilyon lira olduğunu söylemiştir. Ancak, rapor Sayın Bakana takdim edilmiş, o tarihte, Bankacılık Düzenleme ve Denetleme Kurulu kurulmadığı için sorumluluk Bakanda olduğu halde, hiçbir işlem yapmamıştır.

Arkasından, yine, bankalar yeminli murakıpları, Haziran 2000 tarihinde yeni bir rapor yazmışlardır, bütün olup bitenleri, bankanın içinin nasıl boşaltıldığını, zararının geçen süre zarfında 139 trilyon liraya çıktığını ifade etmişlerdir; ama, sayın bakan yine işlem yapmamıştır.

Bir yıllık gecikmeden sonra, tekrar, Ekim 2000 tarihinde, bankalar yeminli murakıpları bir rapor yazmışlar, o tarihte Bankacılık Düzenleme ve Denetleme Kurulu kurulduğu için, rapor, Sayın Bakana değil, Kurul Başkanına takdim edilmiştir ve bu bankaya el konulmuştur.

Değerli milletvekilleri, şimdi, bu olup biten hadiselerden sonra, bankanın 97 trilyon liralık zararı bir yıllık geciktirilmeden sonra 313 trilyon liraya çıktıktan sonra, bu süre zarfında, ilgili banka, Dinç Bilgin'in holdinglerinin reklamlarına, medya grubuna verdiği reklamlarla 10 trilyon lira aktardıktan sonra...

(Mikrofon otomatik cihaz tarafında kapatıldı)

BAŞKAN - Buyurun.

ABDÜLLATİF ŞENER (Devamla) - ...ortaya çıkan kayıplarda bu hükümetin suçlu olmadığını, sorumlu olmadığını söyleyebilmek mümkün değildir.

Bakın, bir eski sayın bakan "Etibank yüzünden hepimizin Yüce Divana gitmesi gerekir" diye kendisi beyanda bulunmuştur. Onun için, ilgililerin, iktidarların, bakanlık yapanların ve hükümetin doğrudan doğruya sorumluluğu vardır.

Ama, işin en ilginç yanı, aynı suçu işlediği için hapishanelerde olanlar var; aynı suçu işlediği halde, Etibankın ve Sabah Grubunun eski sahibi Dinç Bilgin, niçin karakola çay içmeye bile davet edilmemiştir?! (FP sıralarından alkışlar) Bunun ayrıcalığı, medya patronu oluşu mudur, yoksa, hükümete verdikleri destekler midir?

Sayın milletvekilleri, Dinç Bilgin'in Türkiye'nin 28 Şubat sürecine girmesi için yaptığı gayretler herkesin hafızalarındadır. Gazetelerinde her gün irtica tehlikesiyle ilgili yaygaralar yapmıştır, yeri göğü inletmiştir ve Refahyol'un düşmesinde ve şu DSP ve ANAP birlikteliğinin ortaya çıkmasında büyük gayretler göstermiştir. O günkü gazete başlıklarını hepiniz hatırlarsınız; 28 Şubat sürecine giderken, Dinç Bilgin'in gazetesinden: "Refahyol'a üç uyarı" , "Refah'ta tarikat sıkıntısı" , "herkes çok gergin", "tehlikeli tırmanış" ve "rejimi kurtaralım" başlıkları, 28 Şubat sürecini hazırlayan Dinç Bilgin'in gazete kupürleridir ve bugün anlıyoruz ki, Türkiye'de irtica naraları atanların, cambaza bak misali, malı nasıl götürdüğünü, açıkça bu başlıklar kanıtlamaktadır. (FP sıralarından "Bravo" sesleri, alkışlar)

Bu yetmedi; halk inim inim İnlerken, bu ilgili medya patronu, vatandaşlar geçim sıkıntısındayken, memurlar meydanda ve yollardayken "ekonomi çok iyiye gidiyor" diye başlıklar atmıştır "cesur kararlar" demiştir "10 yıl önce önümüzü göremiyorduk, şimdi feryadın yerini bugün güven almıştır, 10 yıl sonrasını görebiliyoruz" diye başlıklar atmaktadır; çünkü, kendisi bu arada hortumlarına devam etmektedir. Kendi işi iyi olduğu için, kendi vurgunları yolunda, yerinde, rayında olduğu için, milletin sıkıntısını bir tarafa atarak, kendi ekonomik düzeniyle ilgili manşetleri gazetelere taşımışlardır.

BAŞKAN - Sayın Şener, toparlayın lütfen.

ABDÜLLATİF ŞENER (Devamla) - Bir dakikada bitiriyorum Sayın Başkanım.

Değerli milletvekilleri, bu soygun, bu vurgunlar, hemen geçiştirilebilecek bir hadise değildir; ama, maalesef bugün görmekteyiz ki, hükümeti oluşturan siyasî partilerin sayın genel başkanları üst üste liderler zirvesi yapmaktadır ve de bu bankaların içini boşaltanları, hortumlayanları af kapsamına alabilmek için günlerce mesai harcamışlar ve günlerce kamuoyunu meşgul etmişlerdir.

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN - Efendim, toparlar mısınız lütfen.

ABDÜLLATİF ŞENER (Devamla) - "Hortumculara af geliyor" başlıkları, "formül" başlıkları bunun ifadesidir. (MHP sıralarından "Yalan söylüyorsun, yalan" sesi) Bu tutum bile, bunun dahi liderler zirvesinde görüşülmesi, bu hükümete bankaların içinin boşaltılmasıyla ilgili gensoru önergesi verilmesinin ne kadar haklı olduğunu göstermektedir. Bu manşetler ve ortaya çıkan bu tablolar karşında devam eden bu hükümeti halka ve Allah'a havale ediyor; hepinize saygılar sunuyorum. (FP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN - Teşekkür ederim efendim.

Efendim, şimdi gruplar adına ilk söz, Fazilet Partisi Grubu adına, Çorum Milletvekili Sayın Yasin Hatiboğlu'nda.

Buyurun Sayın Hatiboğlu. (FP sıralarından alkışlar)

FP GRUBU ADINA YASİN HATİBOĞLU (Çorum)- Sayın Başkan, Yüce Meclisin değerli üyeleri; Fazilet Partisi Grubumuz adına verdiğimiz gensoru önergemizin gündeme alınması konusunda partimiz gerekçelerini arz etmek üzere huzurunuzdayım. Başkanlığınızı, heyetinizi ve bizi izleyen ve zannediyorum, bu vurgunlardan, doğrudan, birinci elden ve direkt etkilenen, üzülen yüce milletimi saygıyla selamlıyorum.

Sayın Başkan, neyi konuşuyoruz ve yalnız biz mi konuşuyoruz; hayır, gensoruya konu vurgunu, soygunu, hırsızlığı... Keşke edebim müsaade etseydi, kelime hazinemi kullanarak, sizin de belki yüreğinizi rahatlatmak için, çok daha vurucu kelimeler kullanabilirdim; ama, ne yapayım ki, edepli davranmaya, bu Yüce Meclisin mehabetiyle çatışmamaya, çelişmemeye mecburiyet hissediyorum; onun için, çok kullanılan, sık kullanılan, herkesin kullandığı soygun, vurgun ve hırsızlık nitelemesiyle yetiniyorum.

Zannediyorum, kahvehanelerde aşsız, işsiz, dişiyle tırnağıyla ekip biçip, dikip söktüğü, götürüp teslim ettiği ve 1 tona kaç lira alacağının haberini ancak üç gün önce duyduğu pancar ekicisi; soğanını diplerde, kenarlarda çürütmüş müstahsil, 122 000 liraya mal ettiği 1 kilogram buğdayını 85 000 liraya satabilen buğday ekicisi, şimdi bunu konuşuyor. Zannediyorum ki, yalnız Türkiye değil, dünya bu vurgunu konuşuyor, dünya bu soygunu konuşuyor. Bundan, hepimiz huzursuzuz; yalnız muhalefetin huzursuz olduğunu düşünmüyorum; iktidar da bundan huzursuz. İşte, huzursuz olan bu iktidarı huzura kavuşturmanın işaretini veriyoruz, yolunu, yöntemini gösteriyoruz: Geliniz, oylarınızla destek olunuz, gensorunun müzakeresini kabul ediniz, gensoruyu aramızda müzakere edelim; eğer bu hükümetin ayrılması gerektiği kanaatine varırsak, hükümeti düşürelim. Hükümet kurmak kadar, hükümet düşürmek  faziletlidir. Bu Meclisin görevi, sadece hükümet kurmak, güvenoyu vermek değildir; bu Meclisin görevidir verdiği güveni geri çekebilmek. Gelin, bu erdemi gösterelim, bu fazileti gösterelim.

Değerli milletvekilleri, bankalar... Merak ediyoruz, herkes merak ediyor; bu bankalar nasıl kuruldu -bu batan bankaları kastediyorum- ya da bankalar bir ülkede niye kurulur? Bankalar, güven simgeleridir, itimat müesseseleridir. Herkes, yastığın altına güvenemediği için, götürür, parasını bankaya koyar. Hatta, çok mutemet bir insandan söz ederken "banka gibi insan, güvenilir insan" denirdi. Şimdi, hırsızlar tarif edilirken "banka gibi adam" denir hale geldi. Bunun hesabını, müsebbiplerinden sormak mecburiyetimiz vardır. Bu bankalar nasıl kuruldu, kuranlar ne kadar özsermaye koydular; bu soruyu sormayalım mı?! Eğer, bugün, özelleştirmede uygulanan yol ve yöntem uygulandı, bankayı satın aldı, devletten aldığı kredilerle bedelini ödediyse,  bu adamın ne kaybı var?! Batmaktan ne acı duyacak?! Soygundan ne ıstırap çekecek?! Çünkü, bakıyoruz, hangi soyguncunun nasiyei haline baksanız, hangi soyguncunun mal varlığını inceleseniz, yatlar görüyorsunuz, katlar görüyorsunuz, kotralar görüyorsunuz, hizmetçiler görüyorsunuz.

BAŞKAN - Sayın Hatiboğlu, bir dakika efendim.

Sayın milletvekilleri, inanılmaz bir uğultu var; bendeniz dahi hatibi dinleyemiyorum. Üstelik de, Grup Başkanvekiliniz konuşuyor efendim. Lütfen...

Buyurun Sayın Hatiboğlu.

YASİN HATİBOĞLU (Devamla) - Teşekkür ediyorum Sayın Başkan.

Arkadaşlarım sırf beni dinlememiş olmak için aralarında konuşuyor değiller; benim inancım şu...

BAŞKAN - Hâşa... Öyle bir şey demedim efendim.

YASİN HATİBOĞLU (Devamla) - Yani "gürültüden duyulamıyor" dediniz de...

BAŞKAN - Hayır, öyle bir şey demedim.

YASİN HATİBOĞLU (Devamla) - Zannediyorum, şunu istişare ediyorlar aralarında. "Yani, biz bu gensoru önergesinin gündeme alınmasını kabul etmeye edeceğiz de, hangi oylarla kabul etsek" onu konuşuyorlar. Bırakın konuşsunlar.

Değerli milletvekilleri, bankalar kuruldu...

İHSAN ÇABUK (Ordu) - Kâhin misin be Hatiboğlu!

YASİN HATİBOĞLU (Devamla) - Efendim, aklın yanında kehanete ihtiyaç yoktur; üzülmeyiniz!

Değerli milletvekilleri, bankalar güvensizlik simgesi haline geldi; neden; çünkü, ihtiraslar hâkimdi, doyumsuzluklar hâkimdi; Allah korkusuyla tanışmamıştı bu insanlar ve bilgisizlik hâkimdi. Eğer, bu insanları, bürokraside bütün enerjisini tükettikten sonra, artık orada kendisinden istifade edilemez hale geldikten sonra, onun adından, unvanından, önceki kariyerinden yararlanmak için getirip bankanın başına koyarsanız, bu banka batar; bu batış ve bu batık, küçük kıyamettir. İzavüssidel emrü ilâ gayri ehlihâ; Türkçesini söyleyeyim, telaşlanmayınız: Eğer, bir işi, ehil olmayan bir insana verirseniz, kıyameti bekleyiniz. İşte, ehil olmayan insanlara, sırf geçmişteki kariyerinden dolayı, hatta, onu bankalarında kullananlar, onu kullanmaya daha da devam etmek için, o görevi verdiler ve ehil insanları getirmediler; getirmeyenleri denetlemediniz hükümet olarak; bankalar bu hale geldi.

Değerli milletvekilleri, bu batan bankaların sahiplerinin özsermayesi ne kadardır acaba; ne kadar krediler çekerek kendi şirketlerine hortumlattılar acaba; şirketlerine kredi temin ederken, tevdi ederken neyi teminat aldılar acaba?!. Bu, bilinen bir yöntemdir; gidersiniz, bir banka müdürüyle yahut, bilmem, üstündeki bir insanla anlaşırsınız -affedersiniz, çok özür dileyerek ifade edeyim- kelbin öldüğü yerdeki bir dağı, kıymetli arazi diye gösterirsiniz, bir ekspertiz raporu alırsınız, trilyonluk gösterirsiniz, gider kredi çekersiniz. Bunu yapan olur, bunu yaptıran da bulunur; ama, burada, yaptırmaması, engel olması lazım gelen, iktidardır, iktidarı denetlemek mecburiyetinde olan Yüce Heyetinizdir.

Biz iktidarı imtihan ettik, bunları denetlemediler, gerekli tedbiri almadılar; şimdi millet bizi denetliyor, millet bizi imtihan ediyor. Bir iki saat sonra bir oylama olacak -milletin gözleri üzerimizde- bakalım nasıl imtihan vereceğiz; şimdi millet bunu izliyor.

Değerli milletvekilleri, rivayet muhtelif "12 milyar dolar"," 40 milyar dolar" hatta "daha da fazla" diyenler var. 12 milyar dolar olduğunu düşününüz; bir Amerika Birleşik Devletleri bütçesi için çok önemli olmayabilir, bir Alman bütçesi için de çok önemli olmayabilir -hırsızlık her yerde önemlidir de, satın alma değeri itibariyle önemli olmayabilir- bir İngiliz bütçesi, bir Japon bütçesi için de önemli olmayabilir; ama, bizim bütçemiz için, bizim ihtiyaçlarımız için, bizim fukaralarımız, bizim yoksullarımız, sokakları dolduran memurlarımız, işçilerimiz, -biraz önce bir araştırma önergesi okundu; bu hafta özürlüler haftası- özürlülerimiz için 12 milyar dolar çok büyük paradır. Enflasyon artı refah payı, yani "yüzde 12" dediğiniz, memurlar için çok önemli bir miktardır bu. 15 000 okul kapalı; yok; öğretmen bulamıyorsunuz, bina bulamıyorsunuz, yakıt bulamıyorsunuz, nakil imkânı bulamıyorsunuz. İşte, bunlar için çok önemli bu para.

Değerli milletvekilleri, o bakımdan, 12 milyar doları biz çok önemsiyoruz; bu, aşağı yukarı 9 katrilyon Türk Lirası yapıyor. 9 katrilyon Türk Lirasının ülkeye neler getirebileceğinin sıralamasını biraz sonra yapacağım.

Değerli milletvekilleri, Fazilet Partisi Grubu olarak bizim endişemiz şudur: Önce özelleştirdik; acaba niye özelleştirdik bunları?!. Yani, devlet alıp kullanacak idiyse, niye özelleştirdik bunları?!

Efendim, şunu söyledik, dedik ki: Devlet, bez dokumaz; doğrudur, devlet Sümerbank değildir. Dedik ki: Devlet, buğday kırıp un yapmaz; yani, devlet değirmencilik yapmaz; doğrudur; biz de aynı kanaatteyiz. Dedik ki: Devlet banka işletmez; doğrudur; biz de aynı kanaati taşıyoruz. Liberal ekonominin gereği budur; ama, liberal ekonomi şu değildir: Bırakınız soysunlar, bırakınız gitsinler, bırakınız yesinler, bırakınız içsinler, değildir. Bu, liberalizm değildir; bu, soygundur; bu vurgundur; bu, üçkâğıtçılıktır; buna izin veremeyiz, hiçbirimiz veremeyiz.

Peki, nasıl oldu da, bu bankaları önce özelleştirdik, sonra devletleştiriyoruz?! Niye yaptık bunu?! Özelleştirmeseydik!..

İşte, Fazilet Partisi olarak bizim en çok üzüldüğümüz nokta budur ve korkuyoruz, bugün sırada olan, programda olan özelleştirmelerde de bu koku, bu korku var mı yok mu diye büyük endişe taşıyoruz.

Değerli milletvekilleri, merak ediyoruz, Grup olarak merak ediyoruz, Genel Kurul merak ediyor, milletimiz merak ediyor; bu banka satın alanlara izinleri kim verdi; neye dayanarak verdi, hangi araştırmayı yaptı yeterli buldu da verdi?..

NECATİ ALBAY (Eskişehir) - Sayın Hatiboğlu, kimin verdiğini getir burada söyle.

YASİN HATİBOĞLU (Devamla) - Efendim, onu, eğer lütfeder, izin verir, milletin sesine kulak vererek izin verir, gensorunun gündeme alınmasını karara bağlarsanız, orada birer birer anlatacağız. Gelin, buyurun...

NECATİ ALBAY (Eskişehir) - Şimdi niye söyleyemiyorsunuz?

YASİN HATİBOĞLU (Devamla) - Bir Sayın Bakanımızın canhıraş bir feryadı var, Sayın Enis Öksüz'ün bir feryadı var; o feryada biz de katılıyoruz. Bakın, muhalefet- iktidar ayırımı görmüyoruz; haklı sesin yanındayız, haksızlığın karşısında olduğumuz gibi.

Sayın Bakan haykırıyor, diyor ki: "Nedir bu Telekomun özelleştirilmesi? Ne yaptınız?.." Plan ve Bütçe Komisyonunda söylüyor bunu. Bu, devletin, Türkiye Büyük Millet Meclisinin arşivlerinde... "Bu ne özelleştirmedir yahu?! 'Arkadaş, yüzde 100'ünü satacaksın' diyorlar; bir müsteşar önüme imzasız bir kâğıt getiriyor; bana diyor ki: Sayın Bakan, aman, engel olmayın, bırakın yüzde 100'ü satılsın; sonra, özelleştirmeyi engelleyen bakana çıkarsınız. Özelleştirmeyi engelleyen bakan, gelişmeyi engelleyen bakandır, gelişmeyi engelleyen bakan, Avrupa Birliğinin isteklerine çıkan bakandır; ona karşı çıkan bakana da Allah yardım etsin; dolayısıyla, aman ha, sen buna engel olma' diye benim önüme imzasız kâğıtlar getiriyor" diyor Sayın Bakan.

Plan ve Bütçe Komisyonunda Sayın Bakan figanını devam ettiriyor, duyalım diye, duyasınız diye... Herhalde bunları, Sayın Bakan, Plan ve Bütçe Komisyonunda, laf olsun diye söylemedi; en azından, kendi grubunda çok daha detaylı söylemiştir zannediyorum; çünkü, o zaman bir anlamı olur bu konuşmanın. Sayın Bakan devam ediyor "bu konuda özellikle temin edilmiş köşe yazarları vardır, hatta finanse edilen gazeteler vardır" diyor ve figanını yükseltiyor, diyor ki: "kardeşim, hangi holdinge verecekseniz..." Tabiî, bu sualinin muhatabı belli; ben değilim... Vallahi, ben değilim...

NECATİ ALBAY (Eskişehir) - Açıklayın...

YASİN HATİBOĞLU (Devamla) - Herhalde bu sözden anlaşılır canım; böyle fehîm insanlara, malumu ilam etmenin anlamı var mı!

NECATİ ALBAY (Eskişehir) - Var elbette...

YASİN HATİBOĞLU (Devamla) - Hayır, yok efendim. Niye yok; bir Sayın Bakana "bu satışı yapacaksın, yüzde yüz yapacaksın ve dış alıcıya da yönetim gücü vereceksin" kim diyebilir!  Yasin Hatiboğlu, Fazilet Partisi Grubu, Doğru Yol Partisi Grubu diyebilir mi! Bunu kimin dediği belli, Sayın Bakanın figanı da belli,  Sayın Bakanın figanının muhatabı da belli; diyor ki "hangi holdinge verecekseniz, kardeşim, söyleyin bu holdingi; kaça verecekseniz, söyleyin" ve arkasından da -ilk defa duydum, kendisine teşekkür ediyorum, bir deyim, bir kavram daha öğrenmiş oldum sayesinde; duvar olmak- "beni duvar yapacaklar" diyor; yani, o ne demektir bilmiyorum.  "Beni duvar yapacaklar" diyor ve sonra, Sayın Bakan, uzun bir mücadeleden, altı saatlik bir cedelleşmeden sonra "anlaştık" diyor ve Telekomun yüzde 33,5'inin satışına karar veriliyor. Yüzde 33,5 -galiba, bilirsiniz- yüzde 50'nin epeyce altındadır; yani, yüzde 50'den fazlası kamuda olduğu halde, yüzde 33,5'lik bir hisse sahibine yönetimde etkinlik veriliyor. Dünyanın hangi hukuk devletinde bunu bulursunuz, görürsünüz, var mı özelleştirmelerimizde bir emsal?! Yüzde 33,5 vereceksiniz, sonra da etkin yönetim gücü vereceksiniz! Şimdi, Sayın Bakana soruyorum: Sayın Bakan umarım olmamıştır; yani, inşallah, siz duvar olmamışsınızdır; ama, maalesef, korktuğunuz hepimizin başına gelmiş oldu.

Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; bir muhalefet partisi ne yapabilir, bu soygunlar, bu vurgunlar olmasın diye; denetim yolunu kullanır. Fazilet Partisi ne yapmıştır; Haziran 1999'da - vakit kullanmayayım diye seri geçiyorum- Kasım 1999'da, Aralık 1999'da, Aralık 1999'da tekrar, tekrar Aralık 1999'da, Haziran 2000'de ve Kasım 2000'de soru önergesi vermişiz, genel görüşme önergesi vermişiz; Plan ve Bütçe Komisyonunda konuşurken, Bankalar Kanunu konuşulurken, hem orada hem burada, Grubumuz adına size yollar gösterilmiş; dürüstlük yolu gösterilmiş, doğruluk yolu gösterilmiş, denetim yolu gösterilmiş; hepsi yapılmış ve gensoru vermişiz; size, 10 tane, denetimin... Yani, Anayasada yazılı olan, sıralanmış olan hangi denetim yolu varsa, muhalefet olarak  bunu kullanmışız, hangisi varsa...

Daha önce bir gensoru daha vermişiz; reddettiniz. Reddettiniz, akıbetiniz ortada. Bunu, lütfen, reddetmeyiniz.

Peki, legal olan bir siyasî parti, bir ana muhalefet, başka hangi yolu kullanır söyler misiniz? Yani, biz silahlanıp dağa çıkamayız: biz, legal bir kuruluşuz; biz, bir siyasî partiyiz. Biz ne yaparız; işte, soru deriz, gensoru deriz, genel görüşme deriz, bilmem ne deriz... Peki, ne yapalım, ne istiyorsunuz siz?

Bir kere duyun. Bak, bizi duymadınız; hatırlayacaksınız, basın affıyla ilgili kanun tasarısı burada görüşülürken, bendeniz, Grup adına konuştum "Yapmayın; bakın, Anayasa Mahkemesi bunu iptal eder."  Ha "iptal etsin efendim, bakarız çaresine" diyemeyiz. Biz, Parlamentoyuz; biz, iptal edilmeyecek kanun çıkarmak mecburiyetindeyiz. İptal edildi. Yetki kanunlarında, çok "kötüye kullanacaksınız bu yetkinizi, yapmayın"dedik; çıkardığınız 37 kanun ve kanun kuvvetindeki kararnamenin 27 tanesi iptal edildi. Bu, bir şey hatırlatmıyor mu; bu, bir şey söylemiyor mu?! Hukuk devletine saygının varlığı veya yokluğu hususunda hiçbir şey düşünmüyor musunuz?!

Değerli milletvekilleri, bakınız -süratle geçiyorum- eğer bu vurgun olmasaydı, 12,5 milyar dolarla ne yapardık...

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN - Sayın başkanım, toparlayacağınızı ümit ediyorum.

YASİN HATİBOĞLU (Devamla) -  Toparlamaya gayret ederim efendim.

BAŞKAN - Teşekkür ederim.

Buyurun.

YASİN HATİBOĞLU (Devamla) - Evet, sağ olasınız.

4 milyon çalışanımız var. Siz, yüzde 10'u, yüzde 12'yi imkânsız görüyorsunuz, hem paramız yok hem de enflasyona destek olur korkunuz var. Peki, 12 milyar doları götürüp harcayanlar enflasyonu hortlatmıyor mu?! Bu 4 milyon çalışana, bir defaya mahsus, 2,5'er milyar lira verebilirdiniz, eğer bu soygun olmasaydı... Her ay aylığına ilave edelim, aldığı maaşa ilave edelim diye düşünüyorsanız, 250 milyon lira her ay maaşa ilave verebilirdiniz. Yok, üç sene verelim, bizim merhametimiz elvermez memuru ezmeye diyorsanız, 85 milyon lira, her ay, memurun maaşına zam verebilirdiniz.

3 000 kilometre otoyol yapabilirdiniz, 60 000 kilometre devlet yolunu birinci sınıfa getirebilirdiniz. 250 000 kilometrelik köy yolunu asfaltlayabilirdiniz; köylüyü yolsuzluktan kurtarırdınız; ama, o yolsuzluktan kurtarabilmenin birinci şartı, yolsuzluktan kendimiz kurtulmalıyız, kendimiz!.. Kendimiz kurtulmalıyız... (FP ve DYP sıralarından alkışlar)

Değerli milletvekilleri, bakınız, Güney Anadolu'ya davulla zurnayla "40 trilyon" dediniz; onun 200 katını götürebilirdiniz bu vurgun, soygun olmasaydı.

Bu vurgun, soygun olmasaydı, eğitimde başarılı olurdunuz. İşte, eğitimdeki fotoğrafımız bu... Lütfen... Bu, resim değil; bu, fotoğraf...

ŞÜKRÜ ÜNAL (Osmaniye) - Sayın Bakana göster...

YASİN HATİBOĞLU (Devamla) - Efendim, benim muhatabım Genel Kurul. Yani, Sayın Bakan bunu anlamıyor mu belliyorsunuz?!.

BAŞKAN - Sayın Hatiboğlu, toparlıyorsunuz, değil mi efendim.

YASİN HATİBOĞLU (Devamla) - Efendim, hayatta topallamadım; ama, toparlamaya çalıştım zaman zaman!..

BAŞKAN - Estağfurullah efendim.

YASİN HATİBOĞLU (Devamla) - Evet, işte, bu, bizim Sungurlu'nun iki köyü arasındaki taşımalının resmidir. Bizim Çorum milletvekillerimizin kulağı çınlasın, arzu ederlerse bunu takdim ederim.

VAHİT KAYRICI (Çorum) - Biz her gün oradayız Sayın Hatiboğlu, siz daha hiç gelmediniz seçimden sonra. Geçen gün...

YASİN HATİBOĞLU (Devamla) - Evet.

VAHİT KAYRICI (Çorum) - Ben her gün oradayım, seçim dahil hiç gelmedin daha.

YASİN HATİBOĞLU (Devamla) - Efendim, sayın milletvekilleri...

Onu orada konuşuruz!..

VAHİT KAYRICI (Çorum) - Her yerde konuşuruz, seçim dahil.

YASİN HATİBOĞLU (Devamla) - Onu orada konuşuruz!..

Şimdi bakınız, resminiz bu! Resminiz bu, resminiz; bir aile, ana-baba ve evlatlar, kira için çocuğunu satılığa çıkaran aile bu. Bu, işte sizin eseriniz, bunu söylüyoruz. Düzeltiniz, düzeliniz; vurgunun, soygunun önüne geçin diye söylüyoruz.

Değerli milletvekilleri, bakınız, şu anda ramazandayız, mübarek aydayız. Kaç tane, 19 114 din görevlisi eksik Türkiye'de, 19 000... Bunun 60 000'i imam, hatip, müezzin. Mihraba kim geçiyor zannediyorsunuz?! Bizi çok ilgilendiriyor mihrapta kimin olduğu.

Değerli milletvekilleri...

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

YASİN HATİBOĞLU (Devamla) - Sayın Başkanım, izin verirseniz bir cümle arz edip...

BAŞKAN - Sayın Başkanım, zatıâliniz, başkanvekilliği yaptınız...

YASİN HATİBOĞLU (Devamla) - Tabiî efendim.

BAŞKAN - Sizin sözünüzü kesmeye teeddüp ederim; ama, malumunuz...

YASİN HATİBOĞLU (Devamla) - Bir saygı sunmama izin verirseniz.

BAŞKAN - Estağfurullah, buyurun efendim.

YASİN HATİBOĞLU (Devamla) -Sayın milletvekilleri, beni dinlediniz, teşekkür ederim; şu cümleyle bitiriyorum: "Milyonla çalan cahı izzette serfiraz. Birkaç kuruşu mürtekibin cayi kürektir" Ziya Paşa öyle diyor.

Ben, zannediyorum, bu milyonlarla vuranı birlikte tutmamız gerekecek; vurduranı evvela tutmak için destek istiyoruz.

Saygılar sunuyorum. (FP ve DYP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN - Teşekkür ederim Sayın Hatiboğlu.

İkinci söz, Anavatan Partisi Grubu adına, İstanbul Milletvekili Sayın Nesrin Nas'a aittir. (ANAP sıralarından alkışlar)

ANAP GRUBU ADINA NESRİN NAS (İstanbul) - Teşekkür ederim Sayın Başkan.

Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; hükümet hakkında açılması istenen gensoru önergesi üzerinde görüşlerimi belirtmek amacıyla Anavatan Partisi Grubu adına yüksek huzurlarınızdayım; bu vesileyle, Yüce Meclise saygılarımı sunarım.

Değerli milletvekilleri, denetim, Türkiye Büyük Millet Meclisinin anayasal hakkı ve görevidir; ancak, bugün bu görevimizi yerine getirirken, siyasî parti çıkarlarını aşan ve bütün ülkeyi ve milleti ilgilendiren çok önemli bir konuyu görüştüğümüzün bilinciyle, kendimize zarar, rakiplerimize hoşnutluk verecek üslup ve tutumlardan özenle kaçınmamızın gerektiğinin de altını çizmek zorundayım; çünkü, amaç, geçmişi değiştirmek değil, amaç, geleceği şekillendirmektir.

Sayın milletvekilleri, hepimizin bildiği gibi, istikrar programları pek de hoşa giden şeyler içermez. Aslında, bu programlar, geçmişteki savurganlığın bedelidir. İstikrar programlarının bankacılık sektörü üzerindeki etkilerine gelince, medyanın bazı kesimleri olayın daha çok polisiye ve sansasyon tarafı üzerinde dursalar da, bütün bu yaşananlar, bankacılıkta pek de bilinmeyen şeyler değildir; çünkü, yüksek ve yapışkan enflasyon, her şeyi grileştirir, piyasaları bozar, piyasa davranışını değiştirir; bu ortamdan kurtulmak için sıkı istikrar programı izleyen her ülke, kısa süre içinde, öncelikle, malî sektöründe başlayan yangınla baş etmek ve malî piyasalarını yeniden yapılandırmak durumunda kalır. Bizim de, bunu, en kısa sürede yapmamız gerekiyordu ve öyle de yaptık; çünkü, küçülen malî piyasada Hazinenin payı artmıştı; devlet, toplam Türk Lirası kaynakların büyük bir kısmına talep yaratıyordu; kaynak yaratamayan bankalar ise, döviz üzerinden kaynak yaratmaya çalışıyorlar ve her geçen gün aldıkları kur riski artıyordu; ilaveten, sermaye yetersizliği sektörün en önemli sorunu olmaya devam ediyordu; öte yandan, sektörde birleşme ve sermaye artırımının teşvik edilmesinde de geç kalınmıştı. Bu adım, ancak, bildiğiniz gibi, Vergi Kanununda yapılan son değişikliklerle atılabilmiştir.

Evet, özellikle, son üç yılda, bankacılık sektörünün yaşadığı oldukça sert iç ve dış şoklar istikrar programının etkileriyle birleşince, bazı bankaların bilançosu iflah olmaz şekilde bozulmuştur. Elbette, bu bankaların bazıları kötü niyetliydi; onlarla ilgili yapılması gerekenler zaten yapılmaktadır.

Bu arada, bir hususa daha dikkat çekmek istiyorum: Özellikle, değerli hatiplerin vurguladığı Etibankla ilgili bir konuyu dikkatlerinize sunmak istiyorum: Etibankla ilgili eleştiriler, açıkçası, oldukça haksız. Bakınız, Etibankla ilgili iki ihale yapılmış. İlk ihaleyi şöyle bir anlatmak istiyorum: Bu ihale, Refahyol döneminde yapılmış. Bu ihalede, Doğan Kumaşçılık, 182 milyon dolarlık teklifle birinci gelmiş; ancak, hatalar zinciri burada başlamış. Zaten, batık olan Doğan Kumaşçılık, 750 000 dolar gibi çok düşük bir teminatla bu ihaleyi kazanmış ve bu ihalede, 181 milyon dolar teklifle ikinci gelen Diler Grubunun teklifi, siyasî nedenlerle, Özelleştirme Yüksek Kuruluna dahi sunulmamış; oysa, yapılması gereken, ortalama değer tespitinin üzerinde teklif veren ve ihalede ilk sıralamaya giren bir, iki ya da ilk üçe giren firmaların Özelleştirme Yüksek Kuruluna hep beraber sunulmasıdır. Üstelik, Hazineden görüş dahi alınmamış. Şayet, burada, Özelleştirme İdaresinin izlediği prosedür değiştirilmeseydi; Özelleştirme Yüksek Kuruluna birinci ve ikinci gelen bildirilecek, Doğan Kumaşçılık, 750 000 dolarlık teminatını yaktığı halde, o teminat Hazineye kalacak ve ikinci gelen Diler Grubu ihaleyi almış olacaktı; oysa, bu süreç, başında engellenmiştir, hata, burada başlamıştır.

Bundan sonra yapılan ikinci ihalede ise, bütün özelleştirme prosedürlerine uyulmuş, Hazineye gerekli başvurular yapılmış, gerekli sorular sorulmuş Hazineye ve Hazinenin önerisiyle, İpek Grubunun sermayesini artırma, sermaye artırımını teşvik etme ve zorunlu olarak bir ortak bulma kararıyla beraber, hazine çekincelerini kaldırdığı durumda, Etibank, İpek Ortak Girişimcilik Grubuna verilmiştir. Şimdi, bu ihalede, herhangi bir yanlış, herhangi bir kötü niyet, kesinlikle, söz konusu değildir. Bu durumu belirttikten sonra, bugüne gelmek istiyorum.

Bu durumda yapılması gerekenle; bilançoları bozulan ve sistemin bütünü için yük haline gelen bazı bankaların, sistemin dışına çıkarılması, hemen fona alınması, tasfiye edilmesiydi ve bazı bankalara da yola devam izni verilmesiydi; bu yapılmıştır. Bir şeyin altını tekrar çizmek istiyorum, bugün yaşananlar bundan 15 yıl önce Amerika'da yaşanmıştır, 3 yıl önce Asya'da yaşanmıştır, bugün Güney Amerika'da yaşanmaktadır. Yani, aslında, çok da olağandışı, çok da şaşırılacak durumlar değildir.

Sayın milletvekilleri, bugün bankacılık sektörünü sarmalayan kriz, her ne kadar bugünün krizi değilse de, sistemin yeniden yapılandırılması için gün, bugündür; ancak, asıl zorluğumuz, çoğu konuda kamu kesimi ve özel kesimle ilgili sorunları birbirine geçmiş şekilde incelemek, irdelemek durumunda kalmamızdır. Ekonomi içinde kamunun yıllardır azaltılamayan ağırlığı ne yazık ki, bunu zorunlu kılıyor; ama, son yıllarda buna bir başka ilginç ikilem daha eklenmiştir; reel kesim, malî kesim tartışması. Bir yanda bankacılık sisteminin kamu kâğıdı plasmanında odaklanan risk yönetimini ihmal eden kâr modeli ve aktif kalitesi sorununu önemsememesi, öte yandan, reel kesimin kaynak sorunu ve rekabetçilikten uzak yapısı, bu tartışmayı bir bilmeceye dönüştürmüştür. Kamu kesimi gibi hazır ve büyük bir pazar, işin gelir tarafını kolay çözümleyince, deyim yerindeyse, sistemi uyuşturmuştur; bir bütün olarak uyuşmuştur. Bu durum iki önemli sonucu doğurmuştur:

Birincisi, kısa vadeli bir model, devamlı gibi algılanmış, gerçek bankacılığın gerekleri ve sistemin ana gündemi bir kenara itilmiştir.

İkincisi, sistem, olması gerekenin aksine, parayı reel sektörden kazanmadığı için, onun sorunlarını önemsememiştir. Kuşkusuz, böyle bir gelişmenin asıl suçlusu reel kesimin kendisi değilse de, böyle bir durumun asıl suçlusu kamu kesiminin borçlanma ihtiyacına fazla bağımlı olması ise de, malî sektör, reel sektörün uzun vadeli sağlığını düşünmeme konusunda ciddî bir hata işlemiştir.

Ne var ki, bütün bunlar, şu anda boy gösteren başka bir hatalı eğilimi haklı çıkarmıyor; bankacılık sistemini toptan karalayarak, imajını zedelemek. Sapla samanın karıştırılmasının belki de en önemli sonucu, yaşanan hengâmede bankacılık sektörünün ve bankacıların itibar ve güven kaybetmesidir. İtibarı yok olmuş bir bankacılık sektörü ekonomiye yarar sağlamaz, olsa olsa yük olur. Evet, bugün yaşadıklarımızın bize söylediği en önemli şey, bankacılık sistemi düzgün işlemeyen bir ülkenin, ekonomisinin de düzgün işleyemeyeceğidir.

Sayın milletvekilleri, bu sektörde dedikodulara açık kapı bırakılmaz, bu sektörde küçük sızıntılar büyük gemileri batırabilir, bu sektördeki sıkıntı, ülkenin tümüne zarar verir. Bu sektörün ürünü, elle tutulur, gözle görülür bir ürün olmadığından, çalışma tarzı ve sektördeki krizlerin sonuçları, kamuoyu ve medya tarafından pek iyi anlaşılmaz. Bu nedenle, bankacılık krizlerinin kötü sonuçları konusunda felaket senaryoları çok çabuk yaygınlaşır. Dolayısıyla, bankacılık sektöründeki sorunlar ve batışlar, tüm diğer sektörlerden daha fazla, devlet müdahalesini ve dramatik çözüm talebini gündeme getirir.

Sayın milletvekilleri, bir hususa daha işaret etmek istiyorum. Bizim gibi ülkelerde malî krizler, yapılması gerekenlerin zamanında yapılmamasından çıkar. Yapılması gerekenlerin ertelenmesi, ne zaman ki tahammül edilemeyecek bir birikimi oluşturur, işte o an, en ufak bir olay dahi malî piyasaların asabileşmesine yeter.

Evet, bugün bankacılık sektöründe sistemik bir salgın vakasıyla karşı karşıyayız. Bu sistemik salgın son yirmibeş yıldan beri devam etmektedir. Kamunun para piyasalarından aşırı miktarda kaynak çekmesi sonucu ortaya çıkan anormal reel faizler, tabiî, bu hastalığı yaratan mikrop; hastalığın şiddeti ise hepimizin bildiği gibi, 1993 yılında çıkarılan 512 sayılı Kanun Hükmünde Kararnameyle artmıştır ve mikrop, yüzde 100 mevduat güvencesiyle tüm vücuda yayılmıştır.

İBRAHİM YAŞAR DEDELEK (Eskişehir) - Sayın Başkan, başta siz konuşuyorsunuz, burası tabiî ki konuşacak!

CENGİZ ALTINKAYA (Aydın) - Siz dahil kimse dinlemiyor.

NESRİN NAS (Devamla) - Değerli milletvekilleri, şimdi, size, 512 sayılı Kanun Hükmünde Kararnameyle ilgili çok önemli olan ve bugünü daha iyi anlamamıza neden olacak bazı hususların altını çizmek istiyorum.

Sayın milletvekilleri, bakın, bu kararnameyle, yasaya aykırı karar ve işlemlerin, bankanın iflasına veya yasanın 64 üncü maddesi kapsamına alınmasına neden olanların kişisel sorumlulukları kaldırılmıştır. Bu, çok ciddî bir geriye dönüştür.

Off-shore bankacılığı, Bankalar Yasasının çeşitli hükümleri dışına çıkarılmıştır. Bankaların, alacakları veya nakledecekleri her şube için ilgili bakanlıktan izin alma zorunluluğu kaldırılmış ve bir takvim yılı içerisinde, ancak 10'un üzerinde şube açılması durumunda, Hazine Müsteşarlığının izninin alınması hükme bağlanmıştır.

Bankalar Yasası hükümlerine aykırı hareket edenlerin işlerine derhal son verilmesi zorunluluğu kaldırılarak, bu kişilerin sadece imza yetkilerinin kaldırılması yükümlülüğü getirilmiştir.

Bir bankanın sermayesinin -bugün, hep konuştuğumuz şeyler buradan doğmuştur- yüzde 5 ve daha fazlasına sahip olan ortaklarına ve bunlarla dolaylı kredi kapsamına giren gerçek ve tüzelkişilere vereceği kredilerin, toplam kredilerin yüzde 5'ini aşamaması sınırlandırması kaldırılmıştır.

Bankanın kuruluşu için gerekli olan 100 ortağın bulunma zorunluluğu kaldırılmış, anonim şirketlerin kurulması için gerekli olan 5 ortak şartı yeterli görülmüştür. Böylelikle, aile şirketlerinin banka satın almaları, daha doğrusu küçük şirketlerin banka satın almaları mümkün kılınmıştır.

Evet, 1993 ve 1994 yılında, özellikle 1994 yılında, malî piyasalarda başlayan depremin atlatılması için tasarruf mevduatının yüzde 100 garanti kapsamına alınmış olması, sektörün, risk yönetimi, aktif kalitesi, optimum kaynak maliyeti gibi temel gerekleri ihmal etmesinin yolunu açmıştır. Güvence sonrasında, bankalar, varlıklarının kalitesini önemsememişler ve son derece riskli projeler finanse edilmeye başlanmıştır ve çok daha önemlisi, sistemde ahlak riski olasılığı artmıştır; daha da önemlisi, sistemde, sektörde, haksız rekabete giden yollar açılmış ve haksız rekabetin olduğu yerde, kayırıcılık, kayıtdışılık ve itibar zedeleyici unsurların bulunduğu unutulmuştur.

Sayın milletvekilleri, yüzde 100 mevduat güvencesi uzun süre kaldırılamamıştır. Kaldırılamamıştır; çünkü, yüzde 100 güvence, malî sektörün yapısını öylesine bozmuştur ki, kaldırılma tartışmaları dahi, sistemden para çıkışına yol açmıştır ve bıçak sırtı dengelere dayanan koalisyon hükümetleri ve azınlık hükümetleri, bunu göze alamamışlardır. Dolayısıyla, bugün yaşananlarda, hepimizin sorumluluğu vardır. Türkiye'de daha önce yüzde 100 olan mevduat devlet güvencesi, ancak bu yıl ortasından itibaren sınırlandırılmış bulunuyor.

Evet, 1994 yılı, Türkiye için bir dönüm noktasıdır. 1994 yılında, Türkiye, uluslararası piyasaların güvenini büyük ölçüde kaybetmiştir. 1995 seçimlerinin ortaya çıkardığı parçalı yapı ve siyasî ortamın gerginleşmesi ise, ekonominin yönünü bulmasını engellemiş; daha da kötüsü, uluslararası piyasa koşulları çok uygun olduğu halde, Türkiye, bu piyasaların dışında kalmıştır. Türkiye, bu yıllarda yoğun iç siyasî çekişmeleri yaşarken, dış dünyada olan bitenden habersiz bir şekilde, kendini 1997 global malî krizinin tam ortasında bulmuştur.

Sayın milletvekilleri, ekonominin bir bütün olarak sağlıklı bir yapıya oturtulması amacıyla malî piyasaların yeniden yapılandırılması için gün, bugündür. Yeter ki, sistemin yeniden yapılandırılması tartışmaları, ekonomik ve hukuk zeminine oturtulabilsin; tıpkı, bugün bir parçası olmak istediğimiz Batı'da olduğu gibi. Batı toplumlarında sistemin yasalar üzerine oturtulmuş olması, Batı'nın zenginliğinin esas nedenidir; çünkü, yasalar, oyunun kurallarını tarafsız ve kalıcı bir biçimde belirler, ayrıcalıkları kaldırır, adil bir iş ortamı oluşturur.

Bankacılık Düzenleme ve Denetleme Kurulu da, zaten, bunun için oluşturulmuştur. Özellikle, denetleme ve gözetim işlevinin özerk kurumlar tarafından yerine getirilmesinin stand-by anlaşmasında yer alması, bize, bir anlamda, oyunun kuralları tarafsız ve kalıcı bir biçimde saptanmazsa, Türkiye'nin dış dünyada yalnızlığa itileceğinin de mesajıdır. Kurulun aslî görevleri, sektörde gözetim ve denetim mekanizmalarını kurarak, bu mekanizmayı etkin bir biçimde işleterek, sektörün saydamlığını, dolayısıyla, vatandaşların sisteme güven duymasını sağlamaktır; yoksa, sanıldığı gibi ya da iddia edildiği gibi malî sektörde gözetim ve denetim, suç ve suçlu aramak ya da korkutmak için yapılmaz.

Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; bu gensoru önergesinin esas konusu, özel bankaların içinin boşaltılarak Tasarruf Mevduatı Sigorta Fonuna devredilmesi yoluyla Hazinenin kayba uğratıldığı yolundaki inançtır. Tasarruf Mevduatı Sigorta Fonu, bildiğimiz anlamda bir fon değildir. Tasarruf Mevduatı Sigorta Fonu, aslında, bir  risk sigortalama mekanizmasıdır. Fonda toplanan paraları, bilançolarındaki mevduat büyüklüğüne göre bankalar öder. O para, zaten, bugünler için biriktirilmiştir. Fonda bugüne kadar toplanan paranın yeniden yapılandırma operasyonu için yetmediği durumda ne olacağı Bankalar Kanununun 12 nci maddesinde düzenlenmiştir. Bu takdirde, Fon İdaresi, kendi başına borçlanabileceği gibi, devlet iç borçlanma senedi de alabilir ya da Merkez Bankasından avans alabilir; ancak, her durumda, mutlaka, bütün bunları geri ödemek zorundadır. Geri ödemenin kaynağı ise, bankalardan ileride toplanacak olan sigorta primleridir. Ayrıca, Fon İdaresi isterse, bankalardan, gelecekteki sigorta primi ödemelerine mahsuben, bir önceki yıl ödedikleri sigorta primi toplamı kadar avans da alabilir.

Şimdi, Tasarruf Mevduatı Sigorta Fonunda bugüne kadar birikmiş 3-4 milyar dolar var. Bunu, bankalarda mevduatı olanlar ödüyor. Ayrıca, bu bankaların fizikî varlıkları, alacakları, ortak oldukları şirketler gibi zaman içinde değerlendirilecek aktifleri var ve zaman içinde, bu varlıkları, iştirakleri satılacak, alacaklarının birkısmı tahsil edilecek ve bütün bunlar gelir kaydedilecektir. Bu bankalardan bazılarının lisansları da zaman içinde başka kişi ve kurumlara ve iç veya dış alıcılara satılacak, bunun da bir geliri olacaktır. Tabiî ki, 1994 krizinde Tasarruf Mevduatı Sigorta Fonu garantisi veren ve bunu bir türlü kaldıramayan devlet, o yükün artan kısmını üstlenmek zorunda kalacaktır. Dolayısıyla, bu bankaların yükü 2,5 - 3 milyar dolara inecektir, iddia edildiği gibi 10 - 15 milyar dolarda kalmayacaktır.

Kısaca, yükün bir kısmı mevduat sigortası nedeniyle mevduat sahipleri tarafından taşınır. Ayrıca, aktifler temizlendiği, varlık ve iştirakler satıldığı zaman da, bu yükün önemli bir kısmı ortadan kalkar. Ancak, bir şeye işaret etmek zorundayım. Bu bankaları Tasarruf Mevduat Sigorta Fonuna aldıktan sonra, malî yük ne kadar küçük olursa olsun, uzun süre taşımaya devam etmek doğru değildir. Çünkü, sonuçta bu krizin makro ekonomik etkileri baki kalır. Makro ekonomi de hepimizi etkiler, dolayısıyla sonuçta enflasyonist bir bedel ortaya çıkar ki, enflasyon da hepimizin ödeyeceği en kötü bedeldir.

Evet, ayrıca bir şey daha ilave etmek istiyorum. Bu işin yükü, henüz, gayri safî millî hâsılanın kaldırılabilir bir oranını teşkil ederken en az maliyetle çözülür; aksi halde, tüm ekonomiyi peşinden sürükleyecek bir boyuta taşınır.

Ayrıca, kamu bankalarındaki 20 milyar doları aşan görev zararı, bazı özel bankaların içinin kötü niyetle boşaltılmasından daha da önemlidir. Bu nedenle, 20 milyar dolarlık görev zararının millî gelir hesabı içinde nasıl çözüleceğini bugünden tespit etmemiz gerekir.

Sayın milletvekilleri, bankacılık sisteminde olan biteni, sistemin kırılgan yapısını göz önüne alarak değerlendirmek zorundayız. Dedikoduların piyasaları çalkalamasına izin verirsek ve dedikodu ve gammazlamayı şeffaflık olarak algılarsak, likidite sorunlarının beslediği kriz tüm ekonomiye yayılır; tıpkı geçen hafta yaşadığımız gibi.

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

NESRİN NAS (Devamla) - Sayın Başkan...

BAŞKAN - Buyurun efendim.

NESRİN NAS (Devamla) - Aslında, geçen hafta, hiç olmaması gereken bir malî kriz çıktı. Aslında, yıl sonları, malî piyasalar hep çalkantılı olur. Yerliler, bilançolarını düzeltmeye, açık pozisyonlarını kapatmaya çalışırlar. Yabancılar ise, yıl sonlarında hesaplarını kapatıp, kârlarını ya da zararlarını realize ederler ve genellikle yılbaşında hesaplarını yeniden açarlar. Bu yıl, tatilin erken olması nedeniyle bu işlemler öne alındı; ancak, bu olağan süreç, son aylarda gündemin ekonomi dışına kayması, malî sektörün yeniden yapılanma ihtiyacıyla polisiye olayların iç içe girmesi ve yabancı yatırımcıların bu yıl yüksek petrol fiyatları nedeniyle düşük büyüme hızı realize eden gelişmekte olan piyasalardan memnun olmamaları nedeniyle; buna ilave olarak Arjantin'in kısa vadeli dış borçlarını nasıl finanse edeceği sorunu da bunun üzerine gelince, piyasalarda büyük bir depreme yol açtı.

Bu gelişmede, Bankacılık Düzenleme ve Denetleme Kurulunun halen bankacılık sektörü reformuna gitmemize neden olan ana faktöre ilişkin somut bir eylem planı oluşturmamış olmasının da payı var.

Evet, bu kaosla yaşanan son hafta, mutlaka bize ders olmalı. Eğer, siyasetçisiyle, bankacısıyla, bürokratıyla, işadamıyla, bundan bir ders çıkarabilirsek, Türkiye yolunda ilerler. Yok, eğer bir ders almazsak, 1998 Rusya krizinin öyküsüne göz atmakta büyük fayda var. O öykü, koca bir ülkenin, kaybolan güven nedeniyle, iki günde nasıl battığının öyküsüdür. Bu tür süreçler, bir defa başlayınca durdurmak çok zordur ve piyasanın sopası hemen devreye girer.

Piyasa kredibilitesi, çok zor bir kavramdır; çok büyük maliyetler ve uzun çabalarla kazanılır ve 1 dakikada kaybedilir. Son bir aydır, hem içeride hem başta Avrupa Birliği ile olan ilişkiler olmak üzere, dış dünyada yaşadıklarımızı şöyle bir düşünürsek, Türkiye'ye kredi veren kurumların Türkiye'ye nasıl baktığını daha iyi anlarız. "Bir an önce paramızı alıp gidelim" diyorlar ve öyle de yapıyorlar. Bu kaybın maliyeti de, düşük ve sabit gelirli kesime çıkıyor.

Son bir şey ilave  etmek istiyorum  Sayın Başkan. Bakınız,  devletin 2001 yılında ödeyeceği faizler, 2000 yılında ödeyeceği faizlerin tam 20 milyar dolar altındadır. Eğer, programı, piyasalarda son yaşanan kaos öncesi gibi devam ettirebilirsek, izleyebilirsek, bu 20 milyar dolar halkın cebinde kalacak; yok, yine, eski kaos günlerine dönersek, bu 20 milyar doları kaybettiğimiz gibi, bir o kadarını daha ödemek durumunda kalacağız ve Türk Milleti olarak büyük fedakârlıklarla yürüttüğümüz enflasyon mücadelesi de rafa kaldırılacaktır.

Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; bu nedenle, bu gensoru önergesi üzerinde konuşmanın bile büyük bir maliyeti olduğu inancıyla, Anavatan Partisi Grubu olarak, gensoruyu desteklemeyeceğimizi belirtir; Yüce Meclise saygılarımı arz ederim. (ANAP, DSP ve MHP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN - Teşekkür ederim Sayın Nas.

Şimdi, söz sırası, Milliyetçi Hareket Partisi Grup Başkanvekili Hatay Milletvekili Sayın Mehmet Şandır'da; buyurun. (MHP ve DSP sıralarından alkışlar)

MHP GRUBU ADINA MEHMET ŞANDIR (Hatay) - Sayın Başkan, değerli milletvekilleri;  Sıvas Milletvekili Sayın Abdüllatif Şener ve 67 arkadaşının, özel bankaların içinin boşaltılarak Hazinenin ekonomik kayba uğratılmasında kusurları bulunduğu iddiasıyla, Başbakan Sayın Bülent Ecevit ve Bakanlar Kurulu üyeleri hakkında, Anayasanın 99 uncu ve İçtüzüğün 106 ncı maddeleri uyarınca bir gensoru açılmasına ilişkin önergesi üzerinde Milliyetçi Hareket Partisi Grubu adına söz aldım; Muhterem Heyetinizi saygıyla selamlıyorum.

Değerli milletvekilleri, önerge sahipleri, özetle şu iddialarda bulunmaktadır: "Türkiye, bir süreden beri, sayıları 10'u bulan bazı özel bankaların içinin boşaltılması şokunu yaşamaktadır. Bu bankalarla ilgili açıklanan rakamlar, ortaya atılan iddialar, olaya karışanların kimlikleri, bu şokun etkisini daha da artırmaktadır. Hükümet, gerekli tedbirleri almayarak, bu soyguna göz yummuştur. Hükümetin bu soygunda ağır kusuru, vurdumduymazlığı ve umursamazlığı vardır. Bu soygunlar, mahiyeti itibariyle kısa sürede gerçekleştirilemeyecek kadar büyük ve hükümet, bilerek ve isteyerek bu soygunlara göz yummuştur, gereken tedbirleri almamıştır"

Bir iktidar partisi milletvekili olarak, muhalefetin iddialarını tekrarlamak çok hoş değil; ama, dikkatinize ve kamuoyunun dikkatine, bu iddialarda haklılık var mıdır, doğruluk var mıdır diye arz etmek için bunları söyledim.

Gerçekten hükümet, isteyerek ve bilerek soyguna göz mü yummaktadır?

NEVZAT YALÇINTAŞ (İstanbul) - Öyle bir iddia yok...

MEHMET ŞANDIR (Devamla) - Bu konuyu burada görüşeceğiz, konuşacağız.

Değerli milletvekilleri, gerçekten, ülkemizde malî sektörde büyük bir kriz yaşanmaktadır. Yaşanan bu krizin analizinin tüm yönleriyle ve zaman derinliği içerisinde doğru yapılması gerekmektedir; çünkü, bankacılık sektöründe yaşanan kriz, ekonomik ve sosyal hayatı da etkileyecek mahiyettedir. Dolayısıyla, bu gensoruyla iddia edilenlerin ötesinde, bugün ülkemizin yaşadığı ekonomik krizin bütünü üzerinde, Milliyetçi Hareket Partisi Grubunun genel bir değerlendirmesini sunacağım.

Türkiye'de, ister siyasî ister ekonomik alanda olsun, yaşanan bellibaşlı krizlerin geri planında yatan sebeplere dikkatlice bakmak gerekmektedir. Siyasî ve ekonomik aktörler, belirli özen ve duyarlılıkla hareket etmedikleri takdirde, sorunların doğması ve büyümesi kaçınılmaz olmaktadır. Aynı şekilde, sorunlara yerinde ve zamanında müdahaleler yapılamadığı takdirde, krizlerin ortaya çıktığı bilinmektedir.

Geçtiğimiz günler içerisinde meydana gelen ve piyasaları sarsıp malî dengeleri altüst eden sıkıntıların sebebi bir tane değildir. Zaten herhangi bir sosyoekonomik sorunu tek bir sebeple izah etmek yanlış olacaktır. Yaşadığımız kriz, Türk ekonomisi açısından yeni bir olgu da değildir. Benzeri krizler, zaman zaman, birçok faktörün birleşmesi olarak ortaya çıkabilmektedir.

Son malî krizin kökeninde, hem psikolojik hem de teknik sebepler yatmaktadır. Yaz aylarından itibaren bazı çevreler tarafından dile getirilen, sonbahara yönelik kriz beklentisinin, zamanla ekonomik bünyeyi hassas hale getirdiğine şüphe yoktur. Dikkatsiz ve sorumsuz bazı çevreler, farklı amaçlar ve çıkarlar uğruna, çeşitli spekülasyonlar yaparak, âdeta, yangına körükle gitmişlerdir. Kasım ayı içinde, bazı yabancı sermaye unsurlarının, çeşitli saiklerle, yüklü miktarlarda dövizi yurt dışına çıkarması başka dinamiklerle de örtüşerek, krizin kartopu gibi büyümesine yol açmıştır. Diğer bir deyişle, kriz, büyük ölçüde, küresel sermayenin ani hareketliliğiyle, olumsuz beklenti ve spekülasyonların birbirini besleyerek paniğe dönüşmesinden kaynaklanmaktadır.

Bunları ifade ederken, krizi, sadece dışsal ve psikolojik faktörlerle izah etmeye çalıştığımız düşünülmemelidir. Hiç şüphesiz, özelleştirme uygulamalarında yaşanan aksaklıklar, bankacılık alanında ortaya çıkan sorunlar krizin yaygınlaşmasını kolaylaştırmıştır. Bankacılık sistemini sağlıklı bir yapıya kavuşturma çabalarının devam etmesi, bu alanda meydana çıkan soygunların yarattığı hayal kırıklıkları, güvensizlik sendromunu doğurmuştur. Bankacılık sistemindeki açık pozisyonların yüksek meblağlara tırmanması ve malî sistemin yarısına yaklaşan bir büyüklükteki tutarın, çeşitli şekillerde ve zamanlarda hortumlanmış olması, tablonun ne kadar vahim bir hale geldiğini çarpıcı biçimde ortaya koymaktadır. Dolayısıyla, yapısal reformlar noktasında yaşanan gecikmeler de olumsuz gidişatın frenlenmesini zorlaştırmıştır.

Bu süreçte dikkat çeken esas noktalardan biri, reel ekonomik büyüme ile malî piyasalarda ortaya çıkan krizlerin oluşturduğu çelişki durumudur. Hükümetimizin sürdürmekte olduğu istikrar programının ortaya koyduğu gelişmeler ve makro ekonomik göstergeler, ekonominin sağlıklı bir eğilimi sürdürdüğünü göstermektedir.

2000 yılının ilk ve ikinci çeyreğinde sırasıyla yüzde 5,5; yüzde 6 oranlarında kaydedilen gayri safî yurtiçi hâsıladaki artış, üçüncü çeyreğinde yüzde 7,4 olmuştur. Yine, aynı dönemlerde gayri safî millî hâsılada sırasıyla yüzde 4,1; 4,6 ve 6,9 oranlarında artışların kaydedilmiş olması, reel sektördeki sağlıklı gelişmelerin önemli işaretleridir. Görüldüğü gibi, 2000 yılının ilk dokuz ayında gayri safî yurtiçi hâsılada yüzde 6,5; gayri safî millî hâsılada yüzde 5,4 büyüme sağlanmıştır.

Bunlara ilave edilmesi gereken bir diğer önemli gösterge de enflasyonla mücadelede elde edilen neticelerdir. Bilindiği gibi, Türkiye, yaklaşık çeyrek asırdır süren ve bir türlü önlenemeyen enflasyona karşı ilk defa bu yıl başarılı ve kararlı bir mücadele ortaya koymuştur. Bu başarının, en son açıklanan kasım ayı enflasyon rakamlarında da sürdüğü görülmektedir. Bugün, kasım ayı sonu itibariyle, ülkemizde enflasyon oranlarının onbir ay sonunda TEFE'de yüzde 30,2; TÜFE'de yüzde 35,7 olarak gerçekleşmiş olması, makroekonomik politikaların başarısının açık ifadesi durumundadır.

Burada bir hususu tekrar vurgulamak istiyorum. Ekonominin makro büyüklükleri ile malî piyasalarda son iki haftada yaşanan gelişmeler arasında açık bir çelişki bulunmaktadır. Bu çelişki, malî piyasaların, bankacılık sektörünün sağlıksız bir yapı içinde gelişmiş olmasıyla ve spekülasyonlara açık zayıf yapısıyla ilgilidir. Dolayısıyla, Türk ekonomisi, bu spekülasyonları aşacak sağlam bir üretim yapısını ve istikrarı sağlayacak sağlıklı politikaları sürdürdüğü müddetçe bu çelişkiyi aşacak performansı ortaya koyacaktır. Türk ekonomisi, bugün bu güçtedir; bunu önleyecek hiçbir engel ve gerekçe olamaz. Bugün yaşanan gelişmeler, istikrar politikasının yapısal reform politikasıyla daha etkin hale getirilmesinin gereğini ortaya koymaktadır. Önümüzdeki görev, bu etkinliği artırarak, ekonomideki kısa süreli bu dalgalanmaları aşarak, Türkiye'yi başarıya taşımaktır.

Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; yaşanılan malî kriz, tabiî ki çok önemlidir ve bazı açılardan öğretici dersler de içermektedir; ama, kim ne derse desin, geçen hafta içinde akıl almaz düzeylere çıkan faiz oranlarını mazur gösterecek deliller çok mevcut değildir. Sizlerin ve kamuoyunun dikkatlerini bu noktaya da çekmek istiyorum. Hükümete ve ekonomimize haksızlık etmekten kaçınmak lazımdır.

Bu kritik dönemde, muhalefet partilerinin yöneticileri de iyi bir sınav verememişlerdir. Maalesef, ülke, kritik bir dönemeçteyken, hükümete yardımcı olup, ekonomik unsurları motive etmeyi tercih etmemişlerdir; bilakis, genellikle felaket tellallığını çağrıştıran açıklamalar yapmayı tercih etmişlerdir. Tabiî, bu çarpık ve çıkarcı yaklaşımların, sadece ülkemize değil, kendilerine de bir faydası olmayacaktır.

Bir başka dikkat çekici nokta, bilinmelidir ki, milletimiz, durumdan vazife çıkaranları ödüllendirmek değil, cezalandırmaktadır.

Değerli milletvekilleri, malî sektörün ve bankacılık sistemimizin ulaştığı bugünleri, sonuçları doğru algılayabilmek için, özellikle 1980 yılından bu yana dünya ve Türkiye ekonomisinde yaşanan değişmeleri hatırlatarak konuşmamı devam ettirmek istiyorum.

1960 yılında başlayan karma ekonomik sistem, ülkemizi büyütememiş, toplumun beklentilerini karşılayamamıştır. Bu yıllarda yaşanan yoğun toplumsal çalkantılar, siyasî istikrarsızlıkları ve 1980 ihtilalini getirmiştir. Yeniden serbest piyasa ekonomisine dönülmesi kararı, yeterince doğru tanzim edilmemiş, ortaya çıkan birçok düzensizlikler, geçici, yeterli olmayan tedbirler ve hukukî düzenlemelerle geçiştirilmiştir. Dünyanın gelişmiş ülkelerinde yaşanan hızlı değişmeler, ekonomik ilişkilerin artması, teknolojideki gelişmeler, bilginin ve sermayenin hızlı hareketi, sanayileşme ve kentlilik kültürünün gelişmesi, bireylerin ekonomik hayata daha çok katılmaları, kısacası küreselleşeme dediğimiz olguya, gelişmekte olan ülkeler ayak uyduramamıştır...

Yeni gelişmelere ayak uydurmak arzusu ve geç kalmak korkusuyla birçok ülke, ekonomik altyapı ve yeni kültürü yerleştirmeden, yukarıdan aşağı bürokratik yönlendirmelerle değişen depresyonları yaşamıştır. Bu ülkelerde yüksek düzeyde kamu kesimi açıkları, yüksek enflasyon, maliyeti yüksek borçlanmalar, bilgi üretemeyen, kullanamayan, uluslararası sistemle entegre olamayan, üretim yapılarını rekabete uygun standarda getiremeyen ve maalesef, tasarruf kültürünü geliştiremeyen tüketim toplumları haline gelinmiş, devleti yönetenler ve aydınlar ise, muhtemel geleceği görebilme ferasetini gösterip gerekli tedbirleri alamamışlardır.

Gelişmekte olan ülkeler, uluslararası finansın insafına ve inisiyatifine terk edilmiştir. Yeni dünya düzeni denilen bu süreçte ekonomik aktörler, uluslararası siyasetin emrinde satranç tahtasında tarihin sonunu oynamaya başlamışlardır.

Sonuçta, içdengesizlikler, dışticaret ve sermaye hareketleri yoluyla küresel siyasetin elinde Türkiye, bildiğinizce, kıskaca alınmıştır. Avrupa Birliği tarafından dayatılan Kıbrıs şartı, Ege şartı, Kürt kimliği şartı bundan başkası değildir. "Ver Kıbrıs'ı al parayı", "ver güneydoğuyu al krediyi", küreselleşmenin yeni dünya düzeni budur. Unutmayalım, tarihin tüm dönemlerinde, Anadolu'da egemen yaşamak ve Türk olmak zor olmuştur. Tarihte de böyle olmuştur. Lütfen, 30 Mart 1856 tarihli Paris Antlaşmasını ve ondan önceki, Islahat Fermanını bir daha okuyunuz, inanıyorum ki, bugünlerin izdüşümlerini göreceksiniz.

Bankacılık krizinin bütünü ve global boyutu budur.

1990'lı yıllarda yapılması gereken istikamet düzeltme operasyonu da, maalesef, yanlış yönde yapılmıştır. 1991 seçimleriyle oluşan yeni siyaset anlayışı, 1994 krizine ulaşmıştır. Alınması gereken tedbirler alınmayınca, maalesef, bugünlere ulaşılmıştır. Bugün dündür, yarının bugün olmasını istemiyorsak, tedbir almak mecburiyetindeyiz. Bankacılık sektöründe mevzuat düzenleme ve uygulamalarını doğru tespit etmeliyiz ki, bugün yapılanların önemi tam anlaşılabilsin.

Bugünkü krizin sebebi gibi göstermemiz gereken 1994 krizinin hazırlayıcı sebepleri ve sonuçları kısaca şunlardır: 1994 yılında yaşanan krizde enflasyon yüzde 157'ye, kısa vadeli faiz oranları yüzde 400'e ulaşmış, Türk Lirası döviz karşısında yüzde 162 oranında devalüe edilmiştir. Malî sistem çökmüş, bankacılık sistemi hızla, ranta dayalı bir işleyişe dönüşmüştür. Bu dönemde ülkeyi "rantiyeciler" ile "sizi gidi rantiyeciler" yönetmektedir. Açık pozisyon çalışan bankalar büyük zararlar etmiş, 3 adet banka batmıştır. 50 000 kişiyi aşan mevduat sahibi zarar görmüştür. Bankacılık sistemine yurt içinde ve yurt dışında güven kalmamış, panik, mevduata yüzde 100 devlet güvencesi verilerek durdurulmuştur. Soygun dönemi, soygun düzeni böylece başlamıştır. Bankacılık alanındaki sorunların temeli böylece atılmış olmaktadır. Denilmektedir ki, Türkiye'deki soygun sistemi tohumları 1980'li yılların sonunda ekilmeye başlanmış, 512 ve 538 sayılı Kanun Hükmündeki Kararnamelerle hukukî dayanağını ve maalesef, siyasî koruyucusunu da bulmuştur.

Bu yeni uygulamayla, 3182 sayılı Bankalar Kanununa aykırı karar ve işlemler sonucunda, bankayı iflas ettirenin veya yasanın 64 üncü madde kapsamına alınmasına sebep olanın kişisel sorumlulukları kaldırılmıştır. Banka batırmak artık serbesttir. Profesyonel banka hortumlayıcılar yetişmiştir. Siyasî koruma en yüksek yerden yapılmaktadır. Bu yeni düzenlemeyle off-shore bankacılık serbest bırakılmıştır. Bankalar Yasasına aykırı hareket edenlerin derhal işine son verilmesine, artık, gerek görülmemiştir. Artık, bankalar ortaklarına kredi verebilirler, yüzde 5'lik sınırlamaya uyulmayacaktır. Yılda 10 adet şubeyi hiç haber vermeden, izin almadan açabileceklerdir. Banka kurmak için 100 ortağa artık ihtiyaç yok, 5 kişi yeter. Bahçıvanınız, kapıcınız, sekreteriniz banka kurucusu olabilir. Banka genel kurulunda Hazine temsilcisi bulundurma zorunluluğu, kredi komitesi kurulması mecburiyeti kaldırılmıştır. Daha sonra da, Anayasa Mahkemesi tarafından bazı maddeleri iptal edilen, çıkarılması gereken yönetmelikleri çıkarılmayan 512 ve 538 sayılı Kanun Hükmünde Kararnameler, bankacılık sektörümüzün ölüm ilanları olmuşlardır.

512 ve 538 sayılı Kanun Hükmündeki Kararnameleri tanzim eden ve uygulayan siyasetçiler kimlerdir? Bunları, bankacılıkta reform olarak ilan edenler kimlerdir? Bu kanun hükmündeki kararnamelerin Anayasa Mahkemesinin iptal ettiği maddeleri ve bir türlü çıkarılamayan yönetmelikler sonucunda bankacılık sektörü her türlü soyguna açık bırakılmıştır. Ekonomik, siyasî ve sosyal hayatımızın felç olmasına sebep olunmuştur. Bu durum, 18 Haziran 1999 tarihine kadar sürmüştür. Henüz daha güvenoyu almamış 57 nci cumhuriyet hükümeti ve 21 inci Dönem milletvekilleri olarak sizler, iktidarıyla muhalefetiyle tüm Büyük Millet Meclisi, bu ayıptan ülkemizi kurtarmıştır; Bankalar Kanununu çıkarmıştır.

Şimdi, burada sormak gerekmektedir; 1994-2000, bu süre içerisinde sizler nerelerdeydiniz; bu ülkede değil miydiniz? Bu ülkeyi yönetmediniz mi; Başbakanlık, Maliye Bakanlıkları, devlet bakanlıkları yapmadınız mı? Sormak gerekir, gerçekten, bugünler, yalnız bugünün eseri midir; dünden hiç kusur yok mudur? Elimizi vicdanımıza koyup, ülkemizi, milletimizi geleceğimizi düşünerek ülkeye zarar verecek tavır ve davranışlar içerisinde olmak, sorumlu siyaset, hele sorumlu muhalefet değildir. (MHP ve DSP sıralarından alkışlar)

MUSTAFA ÖRS (Burdur) - Son dört senedir neredeydiniz?!.

MEHMET ŞANDIR (Devamla) _ 18 Haziran...

MUSTAFA ÖRS (Burdur) - 1994'ü bırak...

MEHMET ŞANDIR (Devamla) - Önce suçlayanlar sizlersiniz...

MUSTAFA ÖRS (Burdur) - Dört senedir hükümetteydiniz...

MEHMET ŞANDIR (Devamla) - Önce kendinizin hesabını vereceksiniz.

BAŞKAN - Efendim, karşılıklı konuşmayalım.

MEHMET ŞANDIR (Devamla) - Elinizi vicdanınıza koyacaksınız, önce kendinizi sorgulayacaksınız.

MUSTAFA ÖRS (Burdur) - Bizde herkes vicdanlı!..

MEHMET ŞANDIR (Devamla) - Kendinizin savcısı, karşınızdakinin avukatı olmak erdemliliktir; bunu sizden beklemek bu milletin hakkıdır. (MHP ve DYP sıralarından alkışlar)

18 Haziran 1999 tarihinde, 4389 sayılı Bankalar Kanunu çıkarılmıştır.

BAŞKAN - Sayın Şandır, toparlıyorsunuz değil mi efendim.

MEHMET ŞANDIR (Devamla) - Lütfen, 2 dakika istiyorum Sayın Başkanım.

Böylece, devletin, kanunla ve devleti yönetenler tarafından talan edilmesi ayıbı ortadan kaldırılmıştır. Bu şeref, 57 nci cumhuriyet hükümetine ve siz milletvekillerine aittir. Hükümetimiz, bankacılık konusunda, yapılması gereken ne varsa onu yapmıştır. 4389 sayılı Yasayı çıkarmış, bankacılık, siyasetin müdahalelerinden kurtarılmıştır. 4422 sayılı Çıkar Amaçlı Suç Örgütleriyle Mücadele Yasası çıkarılmıştır; suçlular artık cezalandırılmaktadır. 4491 sayılı Yasayla, eksiklikler tamamlanmış, kişisel sorumluluk ilkesi getirilmiş, üst kurul güçlendirilmiştir.

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN - Buyurun efendim.

Toparlıyorsunuz herhalde; 1 dakikada toparlarsınız.

MEHMET ŞANDIR (Devamla) - 2 dakika...

BAŞKAN - Pazarlık etmeyin...

Buyurun efendim.

MEHMET ŞANDIR (Devamla) - 4604 ve 4603 sayılı Kanunlarla, Vakıflar Bankasının hemen, Ziraat ve Halk Bankalarının yeniden yapılandırılarak özelleştirilmesi kanunlaştırılmış, fondaki bankaların veya zor duruma düşecek bankaların birleşmesine kolaylıklar sağlayan kanunî düzenlemeler yapılmıştır.

Değerli milletvekilleri, 57 nci cumhuriyet hükümeti, bankacılık ve malî piyasalarla ilgili yapılması gerekenleri yapmıştır; yılların ihmalini, eksiğini, soygununu durdurmuştur. Bu, sizlerin katkılarıyla yapılmıştır. Bugün yapılanların sonuçlarını ileride göreceğiz. Ümit ediyorum, 21 inci Yüzyılın başlangıcında, Büyük Türk Milleti bir şeyi değiştirmiştir; inşallah, her şey değişecek, güzel günler gelecektir.

Sayın Başbakan ve kabine üyesi bakanları, bilerek ve isteyerek soyguna göz yummakla suçlamak, haksızlık olmuştur. Böyle bir suçlamayı, Milliyetçi Hareket Partisi olarak kabul edemeyiz. Bu hükümet, geçmişin tüm olumsuzluklarının önünü kesmek için yapılması gereken neyse onu yapmaktadır. Milliyetçi Hareket Partisini, iktidar ortağı olmanın nezaketi ve koalisyon hukukuna saygı göstermenin gereği olarak, soygunlara göz yummakla hiç kimse suçlayamaz.

Değerli milletvekilleri, bankacılık sektörü güvene dayalı işlemektedir, gerekli düzenlemeler yapılmıştır; yanlış yapanlarla ilgili operasyonlar ve yargılamalar devam etmektedir. Nereye kadar, kime kadar ulaşırsa ulaşsın, sonuna kadar gidilmesi kararı ve emri, tüm siyasî irade tarafından toplum önünde taahhüt edilmiştir, ifade edilmiştir. Hükümetimiz, görevinin başındadır, meseleye hâkimdir. Ekonomik istikrar programı aksamadan devam edecektir. En büyük soygun vasıtası olan enflasyon düşürülecek, ekonomik dengeler sağlanacaktır.

Biz, inanıyoruz ki, Türkiye, 2023 yılında, cumhuriyetimizin 100 üncü yılında, bölgesinde lider ülke olacaktır. Buna bütün yüreğimizle inanıyoruz. Buna katkı yapmaya ve bu şerefi paylaşmaya hepinizi davet ediyorum.

Milliyetçi Hareket Partisi Grubu olarak, bu inançlarla, hükümetimizi yürekten kutluyor, gensoru önergesinin görüşmelerinin tamamlanacağına ve devamının gerekli olmadığına inanıyoruz. Hepinizi, Muhterem Heyetinizi saygıyla selamlıyorum. (MHP, DSP ve ANAP sıralarından alkışlar)

YASİN HATİBOĞLU (Çorum) - Sayın Başkan...

BAŞKAN - Buyurun efendim...

Efendim, sesiniz çıkmıyor...

YASİN HATİBOĞLU (Çorum) - Efendim, bendenizin sesi çıkar, inayeti Hakla, üzülmeyiniz!..

BAŞKAN - Evvel Allah...

Buyurun efendim...

YASİN HATİBOĞLU (Çorum) - Efendim, Sayın Şandır bir sual tevcih etti bendenize "1990'dan beri neredeydiniz" dedi. İzin verirseniz...

BAŞKAN - Size demedi efendim öyle bir şey...

YASİN HATİBOĞLU (Çorum) - Tabiî, tabiî efendim... Kendisinden önceki konuşmacıyım efendim... Kendisinden önceki konuşmacıyım Sayın Başkan...

BAŞKAN - Hayır... Kendilerinden önceki konuşmacı Sayın Nas efendim.

YASİN HATİBOĞLU (Çorum) - Efendim, kıdeme itibar olur...

BAŞKAN - Sayın Başkan, müsaade eder misiniz...

YASİN HATİBOĞLU (Çorum) - Bir hususu arz edeyim efendim... Bilgilendirmek açısından...

BAŞKAN - Çok kısa, lütfen...

YASİN HATİBOĞLU (Çorum) - Çok kısa efendim...

BAŞKAN - Biliyorsunuz, mübarek ramazan, iftara da geliyoruz...

YASİN HATİBOĞLU (Çorum) - Tabiî efendim, Allah kabul eylesin...

BAŞKAN - Amin...

YASİN HATİBOĞLU (Çorum) - Şimdi, değerli grup başkanvekilim merak buyurdular, ben arz edeyim, orada da arz etmiştim.

9 Haziran 1999'da kanun görüşülürken yol göstermişiz; 3 Kasım 1999'da gündemdışı konuşmayla, hükümete bu bankalar, özelleştirmeler konusunda yol göstermişiz; 3 Aralık 1999'da, yine, Bankalar Kanununda, Plan ve Bütçe Komisyonunda yol göstermişiz. Soru önergesi vermişiz ve 27.12.1999'da gensoru önergesi vermişiz, arizamik bütün meseleyi ortaya koymuşuz ve genel görüşme önergesi vermişiz Haziran 2000'de, bundan bir ay kadar önce burada konuşuldu tartışıldı, şimdi, bir de gensoru verdik. Bilmem anlaşılıyor mu nerede olduğumuz. İşte, muhalefet bunlarla buradaydı, başka türlü muhalefet yolumuz da yok. Kürsüde sordum; legal bir muhalefet nasıl muhalefet yapabilir diye. Biz buradaydık efendim.

Teşekkür ediyorum. (MHP sıralarından gürültüler)

BAŞKAN - Efendim, lütfedin... Rica ederim... İstirham ederim arkadaşlarım... Bir konuşmacı daha çıkarabilirsek, ara vereceğiz sonra; malumunuz, iftar vakti.

Şimdi, Doğru Yol Partisi Grubu adına Bursa Milletvekili Sayın Oğuz Tezmen konuşacaklardır.

Buyurun. (DYP sıralarından alkışlar)

Konuşma süreniz 20 dakikadır.

DYP GRUBU ADINA OĞUZ TEZMEN (Bursa) - Sayın Başkan, sayın milletvekilleri; 7 Kasım günü, Türkiye Büyük Millet Meclisi, Fona alınan 10 adet bankayla ilgili olarak bir genel görüşme açılması talebini tartıştı. O tarihte, Fona alınan bankalar içinde birkaç tanesinin özellikle, içinin boşaltıldığına ilişkin çok inandırıcı veriler kamuoyuna yayılmıştı ve Fona alınan bu bankaların yarattığı açığın ilk etapta 6,1 milyar dolar olduğu -Hazine, kâğıt vererek bunu karşılamaya çalıştı- ama, bir süre içinde, faaliyetleri sürdüğü için, faaliyette bulundukları her süre zarfında yeni zararlar ürettiği, dolayısıyla, bunun, bankaların özellikle alacaklarının, aktiflerinin, pasiflerinin yeniden değerlendirilmesi ve bu konudaki işlemler sırasında bu zararın en az 10 milyar dolara çıkacağı anlaşıldı. Burada, banka soyanlar yanında, hortumlayanlar yanında, bu olaya seyirci kalan ya da fiilleriyle bu olayı kolaylaştıran kişilerin de ortaya çıkarılması, bunların da, bu Meclis tarafından tartışılarak, sorumlularının belirlenmesi istenmişti ve o tarihte, bu yaklaşım iktidar partilerinin oylarıyla reddedildi; denildi ki: "Bu konuda Meclisin tartışmasına gerek yoktur." Aslında, o tarihte, biz, bu konuyu tartışmaya başlasaydık, belki, bugün, yaşadığımız kriz bu noktalara gelmeyebilirdi. Türkiye, aslında, hataları tartışmadığı için, Meclis çok önemli konuları ele almadığı için, kendi kendini tekrarlayan krizlere giriyor.

Bu olay, banka boşaltma olayı, siyasî sorumluları olmadan, bürokratik sorumluları olmadan mümkün olmayan bir faaliyettir. O zaman, yapılması gereken neydi; bu Meclisin, banka soyanlara yardım edenleri ya da fiilleriyle bunu kolaylaştıranları ortaya çıkarmak için aktif girişimlerde bulunması gerekirdi. (DYP sıralarından alkışlar) Biz ne yaptık; dedik ki, buna ihtiyaç yoktur; örttük. Sonra ne oldu; bugün içinde yaşadığımız kriz...

Ben, şundan endişe ediyorum: Faaliyette bulunan 80 bankanın, belki, en az yarısı, çok kısa süre içerisinde, yine riske girecek, belki çoğunun fona alınması, belki de konsolidasyonu gündeme gelecek -bugün yarın açıklanacak kararlar var- ondan sonra biz, 40 bankanın sorunlarını tartışmak için bir daha toplanacağız burada. Bunlardan ders almaktan, bu konuda inisiyatif almaktan niçin kaçınılıyor? 

Aslında, bunlar, belki normal, bizim için süpriz değil; çünkü, hükümet, bürokrasiyi kontrol eden, bürokrasiyi yöneten bir hükümet değil, bürokrasinin emrine girmiş bir hükümettir. Hükümet bürokrasiyi yönetmiyor, bürokrasi hükümeti yönetiyor. (DYP ve FP sıralarından alkışlar)

Bu yaklaşım, artık, bizim dile getirdiğimiz bir olay değil; Türkiye'nin her tarafında yaşayan insanlar tarafından dile getiriliyor. Lütfen, bu demokratik rejim işleyecekse, Meclis inisiyatif alıp, herkesin yakasına yapışması lazım; sorumlusu kimse, hepsini teker teker çıkartıp, kamuoyuna teşhir etmesi ve gereğini de yapması lazım. Yoksa, örterek bir yere varmamız mümkün değil arkadaşlar. (DYP sıralarından alkışlar, MHP sıralarından gürültüler)

Dinle, dinle...

Bakın, bugün, bu banka olayları, Türkiye'de herkesi ciddî biçimde huzursuz ediyor; 65 milyon insan, her gün, bu banka hortumlamalarını, banka soygunculuğu olaylarını tartışıyor. Banka soygunculuğu olaylarını tartışan bu 65 milyon insan, kendi fakirleşmelerinin nedenini, devletin yatırım yapamamasının nedenini, gelirlerinin her geçen gün kaybolmasının nedenini, bu banka soyguncularına ve bunlara göz yumanlara bağlıyor. O zaman, bunları sorgulayacak, bunların hesabını soracak, Meclisten daha büyük bir otorite, daha büyük bir idare var mı; yok. O zaman, niçin bundan kaçınıldı?

Bakın, bu süreç, aslında, Türk ekonomisini ciddî krize götürüyor. Bakın, gerçekten, yüzde 1 700 oranında faizler ödeniyor, yüzde 500-600'lerle repolar yapılıyor; bu krizin vahametini daha idrak etmemiş gibi görünüyorsunuz... Bu bankalar, bunu nasıl ödeyecekler?.. Bu yüzde 1 700 faizle kredi alan kurumlar, finans kuruluşları bunun altından nasıl kalkacaklar; kalkamayacaklar. Sonunda ne olacak; bu 10 taneye belki bir 20 tane, 30 tane, 40 tane eklenecek; tüm finans sektörü çökmeye başlamış durumda.

Bakın, biraz önce Standard and Poor's'tan gelen bir not var. Standard and Poor's, Türkiye'nin notunu olumludan durağana çevirdi; yani, sınıf düşürdü Türkiye'ye. Standard and Poor's, açıklamasında, likidite krizinin henüz yeni olduğunu ve bankacılık sistemindeki sorunun boyutlarını, bu sorunlarla mücadelenin maliyetini ve ekonominin tamamına verebileceği zararı tahmin etmek için çok erken olduğunu dile getiriyor.

Arkadaşlar, krizi, böyle üç beş kişinin dedikodusuna bağlayarak kendinizi ve milleti yanıltmayın.  (DYP sıralarından alkışlar) Dedikoduyla falan kriz olmaz. Kriz, inandırıcı boyutları varsa, sistemde, reel ekonomide ciddî sorunlar varsa o zaman dedikodu değil, birtakım şeylerin artık yavaş yavaş söylenmeye başlaması ve arkasından da krizin vurmasıyla hayata geçer.

Bakın, niçin bu krize girdik, niçin bu bankacılık sistemi sıkıntıya girdi; en azından buna bir bakalım, ne oluyor ne bitiyor ülkede. Ne olup bittiğini görmek için şuna bakmak lazım: Türkiye'nin dışticaret açığı 25 milyar dolarlara gidiyor; yani, siz düşünün ki, ithalatınız ihracatınızdan 25 milyar dolar daha fazla. Bunun ötesinde, dış cari işlemler açığınız 10 milyar doları buluyor. Şimdi, düşünün, bu açığı nasıl kapatacaksınız; bu açığı kapatmak için ya orta ve uzun vadeli yabancı sermayenin ekonomiye girmesi gerekir -bu giriyor mu; girmiyor, girmek bir kenara 2000 yılında Türkiye'den ciddî ölçüde dışarıya sermaye kaçmıştır- peki, yabancı sermaye girmiyor, başka ne oluyor; özelleştirme yapılabiliyor mu; Türkiye belki dışarıya, kurumlarının özelleştirmesini yaparak, oradan da gelir sağlayarak bunu finansa edebilirdi; ama, bakın görün ki, özelleştirmede de Türkiye bu işi beceremedi, yapamadı, gecikti.

Şimdi, böyle bir ortam içinde, bakıyorsunuz, Türkiye'nin Avrupa Birliğiyle olan ilişkiler açısından da ciddî endişeler dile getirilmeye başlanıyor. Böyle bir ortamda yabancı kuruluşların, yabancı yatırımcıların Türk pazarına güvenlerinin kaybolması doğaldır. Bunu, dedikoduyla vesaireyle geçiştirip, kendinizi de milleti de kandırmayın. ( DYP sıralarından alkışlar)

Reel sektörde ciddî sıkıntılar var; reel sektör ciddî sıkıntılar içerisinde. Yakın gelecekte, Türkiye'nin döviz kazanmasına ilişkin olumlu bir beklenti yok. Onun ötesinde, kısa vadeli sermaye hareketlerinde de her dönemde olduğu gibi, Türkiye'ye yatırım yapmış olanlar, enflasyonun yüksek seyrettiğini gördükleri, enflasyonun da ilan edildiği gibi, yüzde 20'lere değil; yüzde 40-45'lere varacağını gördüğü zaman, bu ekonomiye, artık, daha fazla güvenilmeyeceği kanısına vararak, kısa vadeli yatırımlarını da çözerek, dışarıya çıkmaya başladılar. Bu krizin temel tercihi budur. Onun için, dediğim gibi, yanlış teşhis koyarsak, tedaviyi ciddî biçimde yapamayız. Tedaviyi yapamazsak, ondan sonra daha ciddî sıkıntılarla karşı karşıya kalırız.

Ülkenin ciddî sıkıntılar içerisinde olduğu malum. Deniliyor ki "bankalar niçin bu krize girmiştir?" Benden önceki konuşmacılar, çeşitli olayları dile getirdiler; ama, şuna bakmak lazım. Bunlar, hangi bankalardır; özellikle ciddî biçimde içleri boşaltılan bankalar hangi bankalardır?..

ZEKİ EKER (Muş) - İstanbul Bankası... Oradan başlayabilirsiniz. Buraya getiren siz değil misiniz? Yani, bunu, en son anlatması gereken sizler değil misiniz?

OĞUZ TEZMEN (Devamla) - Oradan laf atarak değil; burada kürsüye çıkarsınız, konuşursunuz!..

BAŞKAN - Karşılıklı konuşmayalım lütfen...

OĞUZ TEZMEN (Devamla) - Buraya çıkın, ne konuşacaksanız konuşun... Ne konuşacaksanız konuşun...

BAŞKAN - Sayın Tezmen...

OĞUZ TEZMEN (Devamla) - Burası milletin kürsüsüdür. Söyleyecek sözü olanlar, buraya çıkar, dile getirirler...

BAŞKAN - Efendim, hatibi, rahat bırakın konuşsun.

Buyurun efendim.

OĞUZ TEZMEN (Devamla) - Öyle laf atarak olayı saptırmayın. Gelin, burada, Meclisin, milletin kürsüsünden ne diyecekseniz deyin... (DYP sıralarından "Bravo" sesleri, alkışlar)

Hangi bankalardır bunlar; başta, en fazla spekülasyon yapılanlardan bir tanesi Egebank... Getirin dedik. Niye oy verdin, niye elini kaldırdın?.. Biz dedik ki, bu, Meclisçe araştırılsın...

BAŞKAN - Sayın Tezmen, Genel Kurula hitap ederseniz ...

OĞUZ TEZMEN (Devamla) - Sen itiraz etmedin mi kardeşim?..

BAŞKAN - Sayın Tezmen...

OĞUZ TEZMEN (Devamla) - Şimdi kalkıp böyle konuşuyorsun... İtiraz etmedin mi sen? Niye kabul oyu vermediniz? Gelin hepsini tartışalım. Bir elli sene, yüz senelik tarihi tartışalım... (DYP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN - Sayın Tezmen...

OĞUZ TEZMEN - Ondan sonra, böyle, kalkıp, sözümüzü kesmeyin, oturun dinleyin. Dinlemeyeceksiniz de, o, sizin tercihiniz.

ZEKİ EKER (Muş) - O aile fotoğrafındaki...

BAŞKAN - Efendim, hatibin...

OĞUZ TEZMEN (Devamla) - Bu aile fotoğrafı...

BAŞKAN - Sayın Tezmen, siz, cevap vermeyin efendim. Genel Kurula hitap edin. Arkadaşımız da susacak.

OĞUZ TEZMEN (Devamla) - Sayın Başkan...

TURHAN GÜVEN (İçel) - Siz, evvela, söz atanı ikaz edin.

BAŞKAN - Efendim, farkındayım.

OĞUZ TEZMEN (Devamla) - Sayın Başkan, hatibin konuşmasına müdahaleyi, Riyaset...

BAŞKAN - Sayın Tezmen, farkındayım; ona da ihtar ettim.

İftar vakti; niye elektriklendiriyorsunuz?

Buyurun Sayın Tezmen.

OĞUZ TEZMEN (Devamla) - Hatibin konuşmasına müdahaleyi, lütfen, engelleyin; yoksa, ben...

BAŞKAN - Efendim, onu arz ettim efendim; müdahale etmeyin dedim.

OĞUZ TEZMEN (Devamla) - Teşekkür ederim.

BAŞKAN - Siz de, Genel Kurula hitap edin.

OĞUZ TEZMEN (Devamla) -Teşekkür ederim.

Bu bankaların... Gerçekten, aile fotoğrafında yer alan kişiler var. Doğrudur. Aile fotoğrafında yer alan kişiler, bugünkü hükümeti kuranlar değil mi?! (DYP ve FP sıralarından alkışlar) Aile fotoğrafında olanlar, 1997 yılında, Refahyol Hükümetini, kurdukları havuzlarla düşürenler değil mi?! (DYP ve FP sıralarından alkışlar) Cavit Çağlar, 1997'de, Refahyolu düşürmek için havuzu finanse eden insanların başında değil miydi?! (DYP ve FP sıralarından alkışlar)

İSMAİL AYDINLI (İstanbul) - Hep, size ait... Hep, size ait...

OĞUZ TEZMEN (Devamla) - Bu iktidarı düşürdüler. Niye düşürdüler; ondan sonra, gelir gelmez, Refahyol gittikten üç ay sonra, geldiler, İnterbankı, 64 üncü maddede olduğu halde, kurulan yeni hükümet, Sabah Gazetesinin sahibine, beraber, yeni bir banka verdi.

Faturası ödendi tabiî. O havuzlara konan paraların faturaları daha sonra ödendi. (DYP ve FP sıralarından alkışlar) O faturalar ödendi...

Aynı şekilde, benden önce konuşan hatip...

İSMAİL AYDINLI (İstanbul) - Banka boşaltmakta, sizin sabıkanız var!..

BAŞKAN - Efendim, hatibin sözünü kesmeyin.

İSMAİL AYDINLI (İstanbul) - Çarpıtmasın o zaman Başkan.

OĞUZ TEZMEN (Devamla) - Çarpıtmıyorum.

Refahyolun düşürülmesine aktif destek veren Sabah Gazetesinin kupürlerini, Sayın Abdüllatif Şener, tek tek gösterdi. Bakın, orada hâlâ gösteriliyor. Bunların neler olduğunu iyice görün. Bunları teşhir etmekten korktuğu için, siz, önergeye katılmadınız. Onun için katılmadınız... (DYP ve FP sıralarından alkışlar)

ZEKİ EKER (Muş) - Refahyol Hükümeti değil miydi ki...

OĞUZ TEZMEN (Devamla) - Hâlâ konuşmaya devam edip...

NEVZAT ERCAN (Sakarya) - Ne çok biliyorsun!..

BAŞKAN - Hatibin sözünü kesmeyin efendim.

OĞUZ TEZMEN (Devamla) - Tabiî, konuşacak lafı olmayanlar, burada, ciddî şeyleri konuşan insanların sözünü keserek bir şey yapmaya çalışacaklarını zannediyorlar; ama, bunları... Benim muhatabım Genel Kurul; lütfen, adabını bozmayın.

ALİ RIZA GÖNÜL (Aydın) - Devam et Sayın Tezmen, dinlesinler.

OĞUZ TEZMEN (Devamla) - Şimdi, aynı şekilde, bakıyorsunuz, 1998 yılı içinde, Egebank diye bir bankayı, Hüseyin Bayraktar'dan, Murat Demirel devralıyor. Bu devir işlemini Hazineden izin almaksızın gerçekleştiriyorlar. Bu olay 1998 yılında gerçekleşiyor. 1998 yılında gerçekleştirilen bu olay sırasında...

İSMAİL AYDINLI (İstanbul) - 1993'lere gelin, 1993'lere...

OĞUZ TEZMEN (Devamla) - Oraya da geliriz...

1998'de meydana gelen bu olaylar sırasında, bakıyorsunuz, Hazineden izin alınmadığı halde, bankayı sahiplenen kişiye, Hazine, daha sonra, geriye dönük olarak izin veriyor; diyor ki, tamam, sen al... Peki, bu adam, cebinde 5 000 doları olduğunu açıkça söylediği halde, buna, banka devrine nasıl izin veriyorsunuz?! Peki, o aile fotoğrafında yer alan, o aile fotoğrafının sahibi kişinin, 5 artı 5'le tekrar devamına siz oy vermediniz mi, siz desteklemediniz mi?! (DYP ve FP sıralarından alkışlar) Madem bu kadar şikâyetçiydiniz aile fotoğrafından, niçin, siz, kalkıp da, anayasa değişikliğini getirmeye çalıştınız bu millete?! Söylediğinizi kulağınız duysun. Tartışacaksak, getirin, hepsini tartışalım. Türkiye'de ne olupbittiğini, öyle medyaların desteğinde, örtüsünde savunmak değil, gelip, Meclis kürsüsünde teker teker tartışın; herkes söylemek istiyorsa, nesi varsa çıksın...

Bakın, 1993'te batan 3 tane banka vardır. Onun bedelini Türk Milletine ödetmedik biz. (DYP sıralarından alkışlar) Türk Milleti ödemedi o 3 tane bankanın, Marmarabank, TYT Bank, İmpexbank'ın bedelini; kim sahipse, onlar ödedi, kim risk almışsa onlar üstlendi. Ama, şimdi ne oldu; bugün yapılan şey, 10 milyar dolar, milletin cebinden alınıp, bankanın içini boşaltanların açığını kapatmak için verildi. 1993'te batan o bankalar da ne zaman kurulmuştu biliyor musunuz; 1991 yılında, seçimlerden önce, sizin ortağınız olan Anavatan Partisi, seçimlere gitmeden önce, bilâbedel, devlete bir kuruş almadan izin vererek oluşturduğu bankalardır, onlar batmıştır. (DYP ve FP sıralarından alkışlar)

EROL AL (İstanbul) - Sen Anavatan Partisinin genel müdürü değil miydin o zaman?...

OĞUZ TEZMEN (Devamla) - Ben, milletin, devletin genel müdürüydüm.

EROL AL (İstanbul) - Anavatan Partisinin genel müdürü değil miydin?..

OĞUZ TEZMEN (Devamla) - Ben kimsenin genel müdürü değildim, ben devletin genel müdürüydüm.

EROL AL (İstanbul) - İşine gelince, değil mi?..

OĞUZ TEZMEN (Devamla) - Sen kapa çeneni de, otur!

BAŞKAN - Sayın milletvekilim, hatibin sözünü kesmeyin efendim.

İSMET ATTİLA (Afyon) - Niye telaşlanıyorsunuz yahu?..

OĞUZ TEZMEN (Devamla) - Muhalefet, tabiî ki, bazı şeyleri dile getirecek, acı da olsa, size söyleyecek, siz de dinleyeceksiniz.

EROL AL (İstanbul) - Bizi ilgilendirmez.

OĞUZ TEZMEN (Devamla) - Dinleyeceksiniz!.. Sen oy vermedin mi 5 artı 5'e, sen oy vermedin mi bankalarla ilgili soruşturma önergesine; hâlâ ne konuşuyorsunuz?.. (DYP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN - Sayın Tezmen, Genel Kurula hitap edin efendim.

İSMAİL AYDINLI (İstanbul) - Senin oy vermediğin ne malum?..

BAŞKAN - Efendim, hatibin sözünü kesmeyelim...

OĞUZ TEZMEN (Devamla) - Mecliste vardır; zabıtlara bakın, kimin ne verip vermediğini görürsünüz.

Muhalefet, tabiî ki, eleştirecek, muhalefet, tabiî ki, yanlışlarınızı söyleyecek. Önemli olan, erdem şurada ki, yanlışlardan ders çıkarın, yanlışlara, hatalara tekrar düşmeyin... Doğru dediklerimizi, katıldıklarınızı, olgunlukla benimseyin... Bu memleket hepimizin. Bu memleket batarsa, 65 milyon altında kalır, iktidarıyla muhalefetiyle hepimiz batacağız, altında kalacağız. Sadece iktidar değil, herkes batacak. Biz, bu millet batmasın diye uğraşıyoruz. Bu milletin batmaması için, biz, her türlü desteği, her türlü yardımı yapmaya hazır olduğumuzu defaatle söyledik; ama, tabiî ki, gerçeklerin söylenmesi, insanları fazla hoşnut etmiyor, gerçekten rahatsızlık duyabiliyorsunuz; ama, olsun, biz, yine doğruları söylemeye devam edeceğiz.

Şimdi, bakın, faizlerin yüzde 1 700'lere çıktığı bir ortamda... Ekonomide ciddî sıkıntılar olduğunu, sadece biz değil; dünyanın en önemli reyting kuruluşu burada söylüyor. İşi ciddiye alalım lütfen. Bu iş, göründüğünden daha da vahim. Ülke, gerçekten, çok ciddî sıkıntılarla karşı karşıyadır. Biraz önce, Sayın Nas'ın dile getirdiği gibi, Rusya krizi de böyle başlamıştır. Bir ekonomik iflasla karşı karşıya kalınabilir.

Türkiye, ne yapıp edip, 10 milyar dolar kaynağı bulmak zorunda bu sıkıntıyı aşmak için; ama, bunun vahametini anlayıp "kriz management" dedikleri böyle bir sürecin içerisine girmek lazım. Başta, devletin başındaki kişiden başlamak üzere, hükümetin tümünün, bu sorunu çözmek için, aktif olarak faaliyette bulunması lazım; IMF mi, Dünya Bankası mı, kimle görüşülecekse, dünya finans kesimiyle görüşüp, Türkiye'yi bu sıkıntıdan kurtarması için ne gerekirse yapması lazım. Biz de diyoruz ki, bu problemi elbirliğiyle çözmeye hazırız, yardım istiyorsanız yardımcıyız; yardım istemiyorsanız, biz, yine, ülkenin yardımcısı olacağız; ama, işi, olduğundan küçük göstermeyin lütfen.

Şimdi, muhalefetteki bazı sözcüler, işi, mevduat garantisine falan bağlamaya çalıştılar. Denildi ki, eskiden 100 ortak şartı vardı, 5'e indirildi, ondan kriz çıktı... Peki, ben soruyorum: Akbank, Garanti Bankası, Pamukbank, Yapı Kredi Bankası 100'er ortaklı bankalar mı; değil... Dolayısıyla, bunlar ne oluyordu; muvazaayla... Adam, yanında çalışan 90 kişiyle, 100 kişiyle firma kurmuş. Dolayısıyla, olayları yanlış algılamamak lazım.

Mevduat garantisi o dönemde gerekiyordu. O dönemde gerekiyordu; ama, mevduat garantisini niçin kaldırmadınız bu tarihe kadar?! Hadi şimdi kaldırın... Hadi, şimdi kaldırın bakalım... (DYP sıralarından "Bravo" sesleri, alkışlar)

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN - Efendim... (DSP ve MHP sıralarından "süresi doldu" sesleri)

Hatibin sözünü kestiniz, tabiî süreyi uzatacağız. (DYP sıralarından alkışlar)

Buyurun efendim.

OĞUZ TEZMEN (Devamla) - Ekonomi kendi şartlarını empoze eder arkadaşlar. Hadi kaldırın, sıfıra indirin bakalım... Bu konjonktürde indirin de görelim Türkiye ne hale geliyor... Onun için, ekonominin işleyişinin kendi içerisinde mantığı vardır, kuralları vardır. Polisiye tedbirlerle çözülemeyeceği gibi, ekonomi dışı kararlarla ya da yanlış teşhislerle de ekonomiyi sağlığa kavuşturmak mümkün değil.

Bu çerçeve içerisinde, biraz önce konuşmacılar da dile getirdiler; neyi dile getirdiler; bu bankalarla ilgili olarak, gerek Egebankın gerek Etibankın her türlü faaliyetlerini inceleyen bankalar yeminli murakıpları, 1999 yılında, 2000 yılı başında, 2000 yılı ortasında defalarca uyarmışlar, siyasî karar alıcıları defaatle uyarmışlar. Ne demişler; bu bankaların içi boşaltılıyor, tedbir alın demişler.

Peki, bu uyarılar yapıldığı halde, hangi tedbir alındı? O uyarılar yapılırken ve arka arkaya raporlar düzenlenirken, bankaların içi bir taraftan boşaltılmaya devam ediliyordu. Tabiî, buna göz yummanın ya da yetersiz bir şekilde, gerekli esnekliği, gerekli ataklığı göstermemenin bir maliyeti olmayacak mı? Aferin mi diyeceğiz?!. Aferin mi diyeceğiz?!. İçi boşaltılıyor... Devletin resmî görevlileri uyarıyorlar, sonra da, hükümet hiçbir karar almıyor, ekonomiden sorumlu bakanlar herhangi bir şekilde bir tavır içine girmiyorlar; ondan sonra da, diyoruz ki, 10 milyar doları battı bu milletin... Siz, eleştirmeyin, ses çıkarmayın diyorsunuz. Tabiî eleştireceğiz, tabiî bunun hesabını soracağız.

BAŞKAN - Sayın Tezmen, toparlıyorsunuz değil mi?

OĞUZ TEZMEN (Devamla) - Evet.

Parmak hesaplarıyla belki reddedeceksiniz önergeyi; ama, milletin aklaması önemli, milletin...

Teşekkür ediyor; saygılar sunuyorum. (DYP sıralarından "Bravo" sesleri, alkışlar; FP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN - Sayın Tezmen, teşekkür ederim.

Sayın Tümen, ne diyorsunuz; konuşmanız kısa mı?

AYDIN TÜMEN (Ankara) - Yetişmez Sayın Başkan.

BAŞKAN - Takdir sizin; bilmiyorum...

ASLAN POLAT (Erzurum) - Ara verelim.

YASİN HATİBOĞLU (Çorum) - Bitirelim efendim, daha 20 dakika var.

Sayın Başkanım, konuşalım, bitsin. Şimdi millet iftar başında, sizi izler.

BAŞKAN - Sanki yetişmez gibi geldi Sayın Hatiboğlu.

YASİN HATİBOĞLU (Çorum) - Yetişir efendim, yetişir...

BAŞKAN - Ama, bilemiyorum...

ASLAN POLAT (Erzurum) - Yetişmez, yetişmez...

BAŞKAN - Efendim, yetişmez...

YASİN HATİBOĞLU (Çorum) - Devam edelim efendim.

BAŞKAN - Peki efendim.

Yetişmezse, günah bende değil, Sayın Hatiboğlu'ndadır.

YASİN HATİBOĞLU (Çorum) - Efendim, banka hortumlama günahı kadar değildir onun günahı...

BAŞKAN - Demokratik Sol Parti Grubu adına, Ankara Milletvekili Sayın Aydın Tümen; buyurun efendim. (DSP sıralarından alkışlar)

DSP GRUBU ADINA AYDIN TÜMEN (Ankara) -Sayın Başkan, sayın milletvekilleri; Fazilet Partisi tarafından, bankalar operasyonuyla ilgili olarak verilen gensoru önergesi üzerinde, Demokratik Sol Partinin görüşlerini açıklamak üzere söz aldım; konuşmama başlamadan önce Yüce Heyetinizi saygıyla selamlıyorum.

Sayın Başkan, konuşmamın ilerleyen bölümlerinde mutlaka bazı şeyleri açıklayacağım; ama, Sayın Tezmen ayrılmadan bir iki hususu hemen söylemeyi arzu ettim; AMA, Sayın Tezmen yoklar galiba...

TURHAN GÜVEN (İçel) - Merak etme, cevabını alırsın.

AYDIN TÜMEN (Devamla) - Sayın Tezmen "araştırma önergesi verdik ve iktidar partileri bunu kabul etmedi" dediler...

NEVZAT ERCAN (Sakarya) - Genel görüşme önergesi

AYDIN TÜMEN (Devamla) - Hayır, araştırma önergesinden bahsetti, ikisi arasında çok büyük fark var. İşte onun için ben bunu söylüyorum.

Bu araştırma önergesini, asıl, biz, 1997 yılında sizleri uyarmak için verdik, sizler kabul etmediniz. Zamanı gelince bunları -biraz sonra- söyleyeceğim, hem de karşılaştırarak söyleyeceğim.

Bir ikincisi, "1994 yılında batan üç tane banka vardı, bunların sorumluları hesap verdi" dedi; ama, bir örnek vermedi. Veremezsiniz dedik, o zaman da kendilerine söyledik; çünkü, kanun hükmünde kararnameyi, Anayasa Mahkemesi iptal etti, kimseye ceza veremezsiniz, herkesi mağdur ediyorsunuz dedik; veremediniz. Koskoca bir hiçti ve yine de örneklerini veremiyorsunuz. Lütfen, sizden istirhamımız, şu aşamada, her şey aydınlığa çıkarken, gölge etmemeniz. (DSP sıralarından "Bravo" sesleri, alkışlar)

TURHAN GÜVEN (İçel) - Kim karşıladı onu? Parayı kim üstlendi? Devlet mi karşıladı?

AYDIN TÜMEN (Devamla) - Sayın Başkan, sayın üyeler; ülkemiz finans sisteminin yaklaşık yüzde 94'ünü bankacılık sektörü oluşturmaktadır. Bankacılık, ekonomi içerisinde ödemeler sisteminin en önemli unsurudur. Yalnız, bizim ülkemizde değil, tüm dünyada finansal piyasalardaki istikrarın bozulması, finansal piyasaların en önemli unsurunu oluşturan bankacılık sektörünü ve dolayısıyla tüm ekonomiyi olumsuz yönde etkilemesi kaçınılmazdır.

Kısaca, bankacılık sektörü ile tüm ekonominin durumu arasında bir paralellik vardır ve bankacılık sektörünün sağlıksız olduğu ülkelerde, ekonomik durumun iyiye gitmesi söz konusu olmamaktadır.

Bilindiği gibi, Türk ekonomisinde liberalleşme hareketi 1980 yılında başladı. Buna paralel olarak Türk bankacılığı da, dışa açılma ve değişme yolunda gelişmelere sahne oldu. Faiz oranları serbestçe belirlenmeye başlandı. Buna bağlı olarak, maliyetler arttı, yabancı bankalar Türkiye'ye girdi, bankacılık işlemleri çeşitlendi, risk arttı, yoğun bir rekabet dönemi başladı.

1980'li yıllarda da bazı bankaların, sahipleri ve ortakları tarafından istismar edildiği görüldü. Bazı bankalar sistem dışına çıkarılarak tasfiye edildi.

Körfez krizinden sonra ekonomide yaşanan olumsuzluklar, çeşitli sektörlerde darboğazlar yarattı. Sorunlar, çözülmek yerine daima ertelendi.

1994 yılında dünyanın hiçbir ülkesinde kriz yok iken, Türkiye ekonomisi, tarihinin en büyük krizine girdi. Alınan kararlarla liranın değeri büyük ölçüde düşürüldü; para, pul oldu. Birkaç banka daha battı; binlerce mağdur mevduat sahibi, binlerce dövizzede yaratıldı.

Bankacılık sektöründe disiplini, düzeni sağlayacak düzenlemeler yerine, banka kurmayı kolaylaştıran, sahip ve ortakların sorumluluklarını azaltan düzenlemeler yapıldı. Anayasa Mahkemesinin iptal kararlarından sonra yeni düzenlemeler getirilmeyerek, bankacılık sektörü, yıllarca başıboş bırakıldı.

Bir yandan, mevduata yüzde 100 devlet güvencesi getirildi; öte yandan, devletin yüksek reel faizlerle borçlandığı bir dönem başlatıldı.

Bankalar, hiçbir riski bulunmayan kamu kâğıtlarına yöneldiler. Herkes banka kurmaya, banka almaya heveslenir duruma geldi; bankacılığın, özel ve son derece duyarlı bir uğraş alanı olduğu unutuldu, unutturuldu.

Uzakdoğu'dan başlayan ve yaygınlaşan global kriz, malî sektördeki sorunları büyüttü. Bu durum, bankaların yurtdışına kaynak sağlama olanaklarını da kısıtladı, sektörü zora soktu. İşte, bankacılığımızdaki sorunların temel nedenleri bunlardır.

Bir yandan, yıllar boyu, ülkemizde ekonomik istikrarın sağlanamaması, yüksek faize ve kamunun aşırı borçlanmasına dayanan bir ekonomik politikanın izlenmiş olması; öte yandan, bankacılık sektöründe hukukî altyapının sağlıklı bir şekilde oluşturulmamış, istismara izin veren bir ortamın sürdürülmüş olmasıdır.

Gensoru önergesinde, bazı bankaların içinin, yasalara aykırı bir şekilde boşaltılarak, vatandaşların ve devlet hazinesinin milyarlarca dolar zarara uğramasında, ülkenin ciddî boyutlarda ekonomik kayıplara maruz kalmasında, 57 nci hükümetin ağır kusurlarının olduğu ileri sürülmektedir. Bu iddiaya, Türkiye'de yaşayıp da gelişmeleri yakından izleyen hiç kimseyi inandırmak mümkün değildir. Neden değildir, bunu açıklamaya bile gerek yok; ama, yine de söyleyelim: Bankalarla ilgili en çağdaş düzenlemeleri getiren bu hükümettir; bankacılık alanında dünyada uygulanan standartları getiren, yasalaştıran bu hükümettir; bankalar üzerindeki tüm yetkilerini, kurulan bağımsız, tarafsız, idarî ve malî bakımdan özerk bir kurula devreden bu hükümettir; bankacılık alanında yıllardır yaşayan hukukî boşluk, bu hükümet döneminde doldurulmuştur; bu hükümet döneminde çıkarılan yasalarla, bankaların istismar edilmesinin yolları kapatılmış, banka sahiplerinin ve yöneticilerinin kişisel sorumlulukları en geniş duruma getirilmiştir.

Bu gerçekler karşısında, gensoruda yer alan iftiraların gerçekle bağdaşır bir yanı olabilir mi?! Bankaları soymak ya da soydurmak isteyen bir iktidar, niye, yıllardan beri tüm iktidarlar tarafından kullanılmış olan elindeki yetkileri devretsin?! (DSP sıralarından alkışlar) Neden, soygunculara, vurgunculara karşı en ağır yaptırımları getirsin?! Neden, mülkiyeti fona geçmeden, bankalara kamu desteği sağlanması uygulamasını kaldırıp, bankasının içini boşaltanların bir de devleti soymasını engellesin?! Neden Çıkar Amaçlı Suç Örgütleriyle Mücadele Yasasını çıkarsın?! Neden, yıllardır ülkede at koşturan onlarca çeteyi, hayali ihracatçıyı, vurguncuyu, soyguncuyu teker teker yakalatıp hesap sorsun?! Biraz insaflı olmak gerek... (DSP sıralarından alkışlar) Bu soruların cevaplarını burada verebilirseniz, o zaman bu gensoru haklılık kazanır. Aksi takdirde, sadece politik amaçlarla verilmiş, hiçbir geçerliliği olmayan bir metin olmaktan öteye gidemez. 

Evet, bugün, 10 banka, malî bünyelerinin bozulması nedeniyle fonda bulunmaktadır. Bunlardan bir bölümünde, banka sahiplerinin bankalarının istismarı, kendisi veya grubu çıkarına bankasını boşaltmış olması durumu söz konusudur. Kısaca, bir banka sorunu vardır; ama, 57 nci hükümet, bu sorunu yaratan değil, çözmeye çalışan bir hükümettir. Sorunun kaynağı, çok eskilere, 1990'lı, hatta, 1980'li yıllara gitmektedir.

Aslında, 57 nci hükümet, hakkında gensoru önergesi verilmesi yerine, bu hükümetin, bankacılık alanındaki sorunları çözmek yoluyla cesaretle ve süratle çaba gösterdiği için kutlanılması gerekir. (DSP sıralarından alkışlar)

Hükümet, bu önlemleri almamış olsaydı, çürük bankalar fona devredilmeseydi, sorumlulardan hesap sorulmasaydı, o zaman, sizin hesap sormaya hakkınız olurdu; o zaman, gensoru verilmesi gerekirdi. Bugün işbaşında bulunan 57 nci hükümet, üç partiden oluşmasına rağmen, uzlaşı içinde, cesaret ve kararlılıkla, geçmişin tüm bu olumsuzluklarını gidermek için, gerekli olan tüm önlemleri almış ve almaya devam etmektedir.

2000 yılı başından itibaren kapsamlı bir ekonomik program uygulanmaktadır. Alınan önlemlerle, kamu borçlanma gereği açığa çekilmekte, bütçe açıkları azaltılmaktadır. Enflasyon, son ondört onbeş yılın en düşük düzeyine indirilmiştir.

Son on onbeş gündür yaşanan dalgalanmalar geçicidir. Yapılan müdahalelerle, bu durum atlatılmaya başlanmıştır. Birkaç gün içinde, malî sektördeki hareketlenme tümüyle durulacaktır. Hükümet, ekonomik programı ödünsüz bir şekilde uygulamaya devam etmekte kararlıdır. Uygulanan program, sadece enflasyonun düşürülmesini amaçlamamaktadır; bu program, ekonominin tümüyle disipline edilmesi, yeniden yapılanması programıdır.

Ülkede, yıllardan beri süregelen yüksek enflasyona, yüksek faizlere, paradan para kazanmaya, üretmeden zengin olmaya dayanan alışkanlıklar, yapılanmalar vardır. Yeni programla bütün bunlar değişmektedir. Malî sektörde de, reel sektörde de kapsamlı bir dönüşüm söz konusudur. Elbette, bu kolay olmayacak, bazı sıkıntılar yaşanacaktır. Malî sektörde yaşadığımız son gelişmeleri de, bu kapsamda değerlendirmek gerekir. Öte yandan, 57 nci hükümet döneminde çıkarılan 2 yasa ile bankacılık sektörünün hukukî altyapısı çağdaş bir anlayışla ve sağlıklı bir şekilde oluşturulmuştur.

Bu yasalarla, malî bünyesi bozulan bankalar hakkında alınacak önlemler detaylı olarak belirlenmiş, bankaların kaynaklarını istismar eden banka sahiplerinin ve yasaya aykırı işlem yapan yöneticilerin cezai ve şahsî sorumlulukları açıkça ortaya konmuştur.

Sayın milletvekilleri, bankalar operasyonu, siyasî yaşamında en ufak bir gölge olmayan Sayın Başbakanımızın siyasî güvencesi altında götürülmektedir. (DSP sıralarından alkışlar) Bazı sözcüler, genel görüşmede olduğu gibi, yine buraya çıkıp "efendim, 5 bankaya el konulmasında geç kalındı" diyorlar. Aslında bu gibi iddianın hiçbir dayanağı yoktur. Niye yoktur; çünkü, uygun ekonomik koşulları kollamak, hukukî altyapının tam olmasını gözetmek zorundasınız. Aksi takdirde, tüm bankacılık sistemini paniğe sokar, ülkeyi yeni bir darboğazın içine sürüklersiniz. Bu hükümet de böyle yapmıştır. Bir yandan, istikrar programını hazırlamış; öte yandan, yasal çerçeveyi tamamlamış, ondan sonra gerekli müdahalede bulunmuştur.

Şimdi bu gensoruyla, gerçekten çok garip bir durum ortaya çıkmaktadır. Hükümet ve Bankacılık Düzenleme ve Denetleme Kurumunun girişimleriyle, çabalarıyla, yanlış yapandan, çalandan, çırpandan, vurgun yapandan, soygun yapandan hesap soruluyor, zanlıları, devletin organları birbir yakalayıp bağımsız yargının karşısına çıkarıyor, halkımız ilk defa "oh, bugünleri de gördük; nihayet, vatandaşı soyanların, halkın parasını hortumlayanların yaptıkları yanlarına kâr kalmayacak" diyor; buna karşılık, Fazilet Partili değerli arkadaşlarımız, âdeta "siz niye uğraşıyorsunuz, bunlar, yıllarca bu işler nasıl gitmişse bundan sonra da öyle gitsin" der, gibi hükümet hakkında gensoru önergesi veriyor. (DSP sıralarından alkışlar)

Aslında, nasıl geldiyse öyle gitsin istiyorlardı. Aynı şekilde, Doğru Yol Partisi de öyle diyordu. Bunu asla inkar edemezler. Niye edemezler?.. Şimdi söylüyorum; çünkü, geçmişte söyledikleri ve yaptıkları ortada.

Biraz geçmişe gidelim, konuşmanın başında da söylediğim gibi: Tarih 4 Aralık 1996, Demokratik Sol Parti milletvekilleri Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına bir araştırma önergesi verdiler. O dönemde Hazineden sorumlu Devlet Bakanı, Ufuk Söylemez ve Maliye Bakanı, Abdüllatif Şener. Önergenin başlığı şu: "İzlemeye alınan ve faaliyetine son verilen bankaların kanuna aykırı işlemlerinin araştırılarak alınması gereken tedbirlerin belirlenmesi."

Ne deniyordu bu önergede: "Tüm mevduatların devlet güvencesine alınmasıyla, bu alandaki sorumsuzluklar ve yasaya aykırı davranışlar artmıştır. Türk bankacılık sisteminde yasal boşluklardan ve denetim eksikliklerinin yarattığı boşluktan yararlanarak, devlet güvencesindeki kaynaklar, haksız bir biçimde bazı kişi ve gruplara aktarılmaktadır. Bu durumları önlemek için, yasal boşlukların giderilmesi ve gerekli düzenlemelerin yapılması Türkiye Büyük Millet Meclisinin görevidir.

Bankalar Yasasına aykırı işlemleri tespit edelim ve Bankalar Yasasında yapılması gereken değişiklikleri belirleyelim ve önerilerde bulunalım." Haksız mıydı?..

MAHMUT ERDİR (Eskişehir) - Hadi söyleyin, haksız mı?

H. UFUK SÖYLEMEZ (İzmir) -  Şimdi söyleyeceğim haklı olup olmadığını.

AYDIN TÜMEN (Devamla) - Demokratik Sol Parti Grubu adına Sayın Zekeriya Temizel, yaptığı konuşmada "özel bankalar yağmaya çok müsait durumdadır. Meclis, bu konuda köklü çözümler aramalıdır. Bankalardaki mevduata güvence verilerek bu sorunlar aşılamaz. Bazı bankalar, yasadan ve denetimden doğan boşlukla devlet güvencesindeki bazı kişilere aktarıyorlar. Halkımız bundan zarar görecek. Bunun için çözüm üretmemiz şarttır" şeklinde sesleniyordu.

O zaman, Hazineden sorumlu Devlet Bakanı Sayın Ufuk Söylemez, önergeye şiddetle karşı çıkıyor ve bakınız ne diyor: "Bunu araştırmak, Türkiye Büyük Millet Meclisinin görevi değildir. Türkiye Büyük Millet Meclisi, bir banka denetim heyeti gibi çalışamaz. Mevcut kanunlarımız çerçevesinde, bankalar, zaten sürekli gözetim ve denetime tabi tutulmaktadır. Ticari sırları ortaya dökmeye, ülkeyi probleme sokmaya kimsenin hakkı yoktur." (DSP sıralarından "Bravo" sesleri, alkışlar)

Bakın, az önce, Sayın Şener, buraya çıktı -genel görüşmede biz demişiz ki- dedi ki: "Banka işlerini, ticari sır dediniz geçirdiniz." Hayır. 1997 yılında söylüyorlar, kendileri hükümetteyken. "Ticari sırları ortaya dökmeye, ülkeyi probleme sokmaya kimsenin hakkı yoktur" diyor Sayın Söylemez. (DYP sıralarından gürültüler)

H. UFUK SÖYLEMEZ (İzmir) -  Doğru... Doğru... Hep birbirine karıştırıyorsun... Doğru dedik...

BAŞKAN - Efendim, karşılıklı konuşmayın.

AYDIN TÜMEN (Devamla) - Ve arkasından, konuşmasını şöyle sürdürüyor Sayın Söylemez.

MUSTAFA ÖRS (Burdur) - Sizin bakanınız da geçen hafta öyle söyledi; ticari sır dedi.

BAŞKAN - Karşılıklı konuşmayın efendim.

MUSTAFA ÖRS (Burdur) - Sizin bir bakanınız ticari sırdır diye söyledi; tutanaklarda var...

BAŞKAN - Bir dakika efendim.

AYDIN TÜMEN (Devamla) -Sayın Söylemez şöyle diyor...

H. UFUK SÖYLEMEZ (İzmir) -Bunu çalışan bankalara yapamazsın; batan bankalarla ilgili elbette yapacaksın.

AYDIN TÜMEN (Devamla) - "Finans sektörü organizasyonu, tabi olduğu yasal çerçeve gözetim ve denetim standartlarıyla genel ekonomik gelişmişlik açısından önde gelen gelişmiş ülkelerde de, banka iflaslarının, kapanmalarının ve tasfiyelerinin çok sık görüldüğü herkesin malumudur. Örneğin, ağır sorunlar geçiren ve sık sık banka iflaslarıyla karşılaşılan Amerika'da, her yıl onlarla ifade edilen banka iflas ve kapanmaları, sistemin tüm  oturmuşluğuna rağmen devam etmektedir." Yani "bizde de olağan" diyor.

H. UFUK SÖYLEMEZ (İzmir) - Anlatırız şimdi.

AYDIN TÜMEN (Devamla) - Sayın Söylemez "böyle şeyler Amerika'da bile oluyor, bizde olmuş olması gayet doğal" demeye getiriyor. Ben, Sayın Söylemez kadar yetkin bir bankacı değilim; fakat, merak ediyorum, acaba, Amerika'da bankalar da içleri boşaltılıp, halkın paraları, sahiplerinin paravan şirketlerine hortumlandığı  için mi batırılıyor ve bu tür soyguncular Amerika'da cezasız mı kalıyor? Sanıyorum kendileri yanıt verecekler. (DSP sıralarından alkışlar)

H. UFUK ÖYLEMEZ (İzmir) - Şimdi hakettiğin yanıtı alacaksın.

AYDIN TÜMEN (Devamla) - Yine, aynı önerge üzerinde, Fazilet Partisi adına konuşan -parantez açarak söylüyorum- Fazilet Partisine mensup bazı arkadaşlardan -adımız farklı diyecekler belki; ama, ben, üye anlamında söyleyeceğim sizlere bunu- ilk imza sahipleri, zamanın Maliye Bakanı Abdüllatif Şener, aramızda; Tarım Bakanı Sayın Demirci, Devlet Bakanları Sayın Esengün, Sayın Ahmet Cemil Tunç, Sayın Günbey, Sayın Abdullah Gül, Kültür Bakanı Sayın Kahraman, o dönemin etkili ve yetkili kişileri olarak, şu anda önergede imza sahibi olarak imzaları bulunmaktadır.

O gün söz alan tevhit Karakaya da bugün yine aramızda, Parlamentonun üyesi. Bakın, Tevhit Karakaya da çok enteresan şeyler söylüyor; Tevhit Karakaya da Sayın Söylemez'i destekleyerek, bakınız ne diyor...

T. RIZA GÜNERİ (Konya) - Hangi dönemi tartışıyoruz?

AYDIN TÜMEN (Devamla) -Yasal boşlukların olduğu ve "iyi denetim yapıldı" dediğiniz dönemi tartışıyoruz Sayın Bakan. (DSP sıralarından alkışlar)

Bakın Karakaya ne diyor: "Gelişmiş ülkelerde de, murakabe kalitesi bakımından misal olarak sunulan ülkelerde de bankaların malî bünye zayıflıklarıyla karşılaşması ve hatta tasfiye edilmeleri, fevkalade bir uygulama değildir." Aynı Sayın Söylemez'in dediği gibi söylüyorum.

H. UFUK SÖYLEMEZ (İzmir) - Yahu sen 2000 yılına gelsene, 2000 yılına... 10 tane banka batmış, onları söyle bana!..

AYDIN TÜMEN (Devamla) - Az önce söylediklerimi kaçırdınız herhalde Sayın Söylemez. (FP ve DYP sıralarından gürültüler)

Sayın Karakaya, şöyle diyor...

H. UFUK SÖYLEMEZ (İzmir) - Bu yüzyıla gel, bu yüzyıla...

BAŞKAN - Efendim, karışmayın.. Karışmayın, hatibin sözünü kesmeyin efendim.

AYDIN TÜMEN (Devamla) - Esasen, geçiş dönemlerinde bazı bankaların veya... (FP ve DYP sıralarından gürültüler)

T. RIZA GÜNERİ (Konya) - Hangi dönemi tartışıyoruz?!

BAŞKAN - Neyi isterse konuşur efendim; kendi fikri.

Buyurun efendim.

AYDIN TÜMEN (Devamla) - Teşekkür ediyorum Sayın Başkan.

Baştan alıyorum, belki kaçırmıştır arkadaşlar Sayın Karakaya şöyle diyor: "Esasen, geçiş dönemlerinde bazı bankaların veya genel sektörün sorunlarla karşılaşması ve sonuçta tasfiyeye varan müdahalelerin kaçınılmaz olması mümkündür. Bu bakımdan da oluşturulacak bir formülasyonla, mucizevî ilaç gibi, sorunları her zaman önleyen bir yasal düzenleme mümkün değildir; yasal düzenlemeye ihtiyaç yoktur. Alınan önlemlere ve yapılan düzenlemelere rağmen, ülkemizde daha önceki dönemlerde de banka iflaslarının ortaya çıkmış olması, bu hususu teyit etmektedir. Bu sebeple, ortada sorgulanması gereken, fevkalade, olağanüstü bir hususun bulunmadığı kanaatindeyim. Sorgulanacak hiçbir husus olmadığını ifade ediyor.

ZEKİ ERGEZEN (Bitlis) - Bankaların içi boşalmış, içi!..

AYDIN TÜMEN (Devamla) - Sayın milletvekilleri, dikkat ediniz, hem Doğru Yol Partili Sayın Bakan hem de Refah Partisi Sözcüsü nasıl ağız birliği ediyorlar...

HACI FİLİZ (Kırıkkale) - Aynaya bak, aynaya...

AYDIN TÜMEN (Devamla) - Ne diyorlar; böyle şeyler gayet doğaldır, her ülkede olur; bizde, yasa ve denetimden kaynaklanan bir eksiklik yoktur. Üstelik, Refah Partisi Sayın Sözcüsüne göre ise, anlaşılan, yasaya falan ihtiyaç olmadığı gibi, sorgulanacak hiçbir durum da söz konusu değil şeklinde ifade ediyor. (FP ve DYP sıralarından gürültüler)

ZEKİ ERGEZEN (Bitlis) - Bankaların içi ne zaman boşaltıldı; içi?!.

YAKUP BUDAK (Adana) - Bankalar ne zaman hortumlandı?! Hortumlandığı zaman bakan kimdi?!

AYDIN TÜMEN (Devamla) - O zaman yasal boşluk olduğunu iddia ediyoruz; Anayasa Mahkemesi kanun hükmünde kararnameyi iptal etti diyoruz, soyuluyoruz diyoruz, yasal düzenleme çıkarın diyoruz; ama, siz diyorsunuz ki, denetim gayet normal, işler iyi. (DSP sıralarından alkışlar; FP ve DYP sıralarından gürültüler)

YAKUP BUDAK (Adana) - Bankaların içi boşaltılırken bakan kimdi?!

AYDIN TÜMEN (Devamla) - Sayın milletvekilleri, 1994 yılında yaşanan sunî kriz sonucu, 3 banka, TYT Bank, Marmarabank ve Impexbank  iflas etti ve Bankalar Yasasının 68 inci maddesi uyarınca faaliyetlerine son verildi. Bu olayla ilgili olarak, hem DYP'li Sayın Bakan hem de Refah Partisi Sayın Sözcüsü şöyle diyorlar: "Adı geçen bu bankaların malî bünyelerinin zafiyet içerisine düşmesine neden olan üst düzey yöneticileri ile banka sermayesinin yüzde 10'undan falan falan..." diye gidiyor; yani, suçlular hakkında dava açıldı, bu davalar hâlâ devam etmektedir diyor ikisi de. Bunun üzerine, Sayın Temizel dikkat çekiyor "aman, sayın bakan, nasıl olur?!." (DSP sıralarından "açın, Başkan" sesi; gürültüler)

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN - Bir dakika efendim; tabiî, açacağız; siz, niye karışıyorsunuz!

Buyurun.

AYDIN TÜMEN (Devamla) - Çok teşekkür ederim Sayın Başkan.

"Anayasa Mahkemesi tarafından iptal edilmiş bir maddeye dayanarak takiplerini yaptırdığını söylüyorsunuz. Anayasa Mahkemesi tarafından iptal edilmiş bir madde üzerine soruşturma açılıp açılmayacağı konusunu artık, sizlerin takdirine bırakıyorum"  demiş idi.

Peki, o günden bugüne ne oldu; koskoca bir hiç. Sayın DYP sözcüsü çıktı "biz, bunları soyanlardan bütün paraları ödettirdik"dedi. Ne zaman ödettiniz?..

MUSTAFA ÖRS (Burdur) - O zaman..

AYDIN TÜMEN ( Devamla) - Ne  oldu?..

TURHAN GÜVEN (İçel) - Doğru, doğru...

AYDIN TÜMEN  (Devamla)- Örnek verir misiniz, hangi mahkeme sonucu ?

TURHAN GÜVEN (İçel) - Canım, acıp okuyun o zaman; okuman yazman var nasıl olsa. Devlet, ödemedi ama...

AYDIN TÜMEN (Devamla) - Bizce, bunlar çok da anlaşılmaz değil; çünkü, bankaların bu duruma gelmesinde, ülke ekonomisini darboğazdan çıkarmak için hiçbir çaba göstermeyen, bankacılık sektörünü uzun yıllar boyunca hukukî  boşluk içine bırakan geçmiş hükümetler içinde onlar da vardı.

Evet, asıl sorumlular, bugün, hükümetin icraatını, burada, haksızca ve insafsızca eleştirenlerdir. Temiz toplum için gösterdiği çabalar ortada iken, Sayın Ecevit'e ve hükümete destek vermek yerine eleştirmek, hükümet hakkında gensoru vermek, olsa olsa hedef saptırmaktır. Bunu, halkımız da çok iyi değerlendirmektedir. (DSP sıralarından "Bravo"sesleri, alkışlar)

Hükümet, ekonomik programı ödünsüz bir şekilde uygulamaya devam etmekte kararlıdır. Hükümet, enflasyonla, işsizlikle, yolsuzlukla, halkı sömürenlerle, devlet malını yağmalayanlarla mücadelesini ödün vermeden sürdürecektir. Bizim, muhalefetten beklentimiz, başlatılan ve epeyce mesafe alınan operasyonlarla ilgili bu engelleyici tavırlarını bir kenara bırakmaları ve Sayın Başbakana ve hükümete destek olmalarıdır.

Sayın Başkan, sayın milletvekilleri; sonuç olarak altını bir kez daha çizmek istiyorum: Yalnızca yasaya aykırı davranışların ve yolsuzlukların ortaya çıkarılmasıyla sorunlar çözüme kavuşturulabilir. Bankalar, bu tür yolsuzluk ve suiistimallerden arındırıldığı oranda güç kazanacaktır.

Hepinize saygılar sunuyorum. (DSP, MHP ve ANAP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN - Teşekkür ederim Sayın Tümen.

H. UFUK SÖYLEMEZ (İzmir) - Sayın Başkan, sayın hatip...

BAŞKAN - Bir dakika efendim, bir dakika... Tezahürat bitsin, ondan sonra... Oturun yerinize.

H. UFUK SÖYLEMEZ (İzmir) - Sayın Başkan...

BAŞKAN - Sataşmadan dolayı söz istiyorsunuz, biz de veriyoruz efendim. Yalnız, istirham edeceğim, yeni bir sataşmaya -iftar vakti- mahal vermeyeceğinizi ümit ediyorum. (DSP sıralarından gürültüler)

Sataşmasaydınız efendim, bekleyin...

Buyurun efendim.

VI. - AÇIKLAMALAR VE SATAŞMALARA İLİŞKİN KONUŞMALAR

1. - İzmir Milletvekili H. Ufuk Söylemez'in, DSP Grup Başkanvekili ve Ankara Milletvekili Aydın Tümen'in, konuşmasında, kendisine sataşması nedeniyle konuşması

H. UFUK SÖYLEMEZ (İzmir) - Sayın Başkanım, teşekkür ediyorum.

DSP Grup Sözcüsü, yaptığı talihsiz konuşmada, zannederim, bilmediği bir konuda, eline yazılıp verilen bir metinden yanlış beyanlarda bulundu; onu düzeltmek istiyorum.(DSP sıralarından gürültüler)

Şimdi, burada, 10 tane banka batmış ve batırılma noktasına gelerek, Türk Milletinin ve ekonomisinin sırtına 10 milyar dolarlık yük yüklenmiştir. Bunun hesabını vereceğine, 21 inci Yüzyıl yerine, 19 uncu Yüzyılı anlatıyor burada; bu bir. (DSP sıralarından gürültüler)

İkincisi; İstanbul Milletvekili Zekeriya Temizel ve 21 arkadaşının verdiği araştırma önergesi ile bugünkü önerge arasında dağlar kadar fark var. Niye dağlar kadar fark var; o önerge, o dönemde halen faaliyetlerini sürdüren, ancak, Hazine tarafından yakın gözetimde olunan bankaları araştırmak için verilmişti. Bugün bile, Hazinenin yakın gözetiminde olduğu halde, faaliyetini sürdüren bankalar vardır. Bu bankalarla ilgili araştırma önergesi verilemez, biz de bunlarla ilgili vermedik zaten. O nedenle, o dönemde, 1997'de faaliyetini sürdüren; ama, izlemeye alınan bankalarla ilgili önergenin görüşülmesi hukuken mümkün değildi; bugün de böyle bir önerge verilse, o da mümkün değil. Bugünkü olay çok farklıdır.

BAŞKAN - Efendim, mesele anlaşılmıştır.

AYDIN TÜMEN (Ankara) - Sayın Başkan...

H. UFUK SÖYLEMEZ (İzmir) - Bir dakika efendim... Yalnız, Sayın Zekeriya Temizel diyor ki; bakın, o önergeden okuyorum...

BAŞKAN - Sayın Zekeriya Temizel'in cevap verme hakkı yok; bir dakika Sayın Söylemez, bir dakika efendim...

H. UFUK SÖYLEMEZ (İzmir) - Sayın Başkan, bir cümleyle bitiriyorum.

BAŞKAN - Buyurun.

H. UFUK SÖYLEMEZ (İzmir) - Önerge sahibi Zekeriya Temizel Bey diyor ki "Bu konularda, hiçbir banka aniden batmaz. Batan bankalarla ilgili dosyalarda, onlarca bankalar yeminli murakıp raporu vardır. Uyarılar da kesinlikle yapılmıştır. Alınması gereken önlemler görüşülmüştür -yani, sorumlu olan, siyasî makamdır- ilgili bakan tarafından uygulanması ertelenen önlemler, en sonda bankaları bu duruma sürüklemektedir" diyor. Biz de aynı şeyi diyoruz Sayın Temizel'le beraber; ama, onlar, batmayan bankalar için önerge verdikleri için o zaman reddettik. Bugün, 10 tane banka 10 milyar dolarla batmıştır, bunun hesabını versinler burada.

BAŞKAN - Efendim, mesele anlaşılmıştır.

H. UFUK SÖYLEMEZ (İzmir) - 94'e takılıp kalıp da, 2000'in hesabından kaçamazsınız!

BAŞKAN - Efendim teşekkür ederim, çok mersi, sağ olun.

AYDIN TÜMEN (Ankara) - Sayın Başkan, konu çarpıtılıyor yalnız!

BAŞKAN - Efendim...

AYDIN TÜMEN (Ankara) - Yasal boşluklar için verilmişti o araştırma önergesi. Yasal düzenleme var.

BAŞKAN - Mikrofonu açar mısınız efendim.

AYDIN TÜMEN (Ankara) - Sayın Başkan, konuyu çarpıtıyor Sayın Söylemez.

H. UFUK SÖYLEMEZ (İzmir) - Hayır efendim.

BAŞKAN - Efendim, karşılıklı değil.

AYDIN TÜMEN (Ankara) - O araştırma önergesi, Anayasa Mahkemesi, kanun hükmündeki kararnameleri iptal etti, bu konuda yasal boşluk var, gelin, beraber yasal boşlukları giderelim şeklinde verilmişti.

H. UFUK SÖYLEMEZ (İzmir) - Kim iptal ettirdi?! Anasol hükümeti iptal ettirdi, siz iptal ettirdiniz!

AYDIN TÜMEN (Ankara) - Eğer okursanız onu...

Sayın Söylemez, burada bankalar konusunda en son konuşacak olan sizsiniz.

BAŞKAN - Efendim, karşılıklı değil; lütfen...

H. UFUK SÖYLEMEZ (İzmir) - Elmayla armutu karıştırıyorsunuz! 10 tane bankanın hesabını ver!..

AYDIN TÜMEN (Ankara) - Bankalar konusunda en son konuşacak olan sizsiniz...

BAŞKAN - Sayın Tümen...

AYDIN TÜMEN (Ankara) - Siz konuşmayın!

Bakın, sizi üzecek başka şeyler de söylerim; lütfen... Bir daha da konuşmayın...

BAŞKAN - Teşekkür ederim Sayın Tümen.

H. UFUK SÖYLEMEZ (İzmir) - İzlemeye alınan bankalardan 10 tanesinin...

AYDIN TÜMEN (Ankara) - Çok rahatsız olacağınız ve üzüleceğiniz şeyler söylerim.

BAŞKAN - Efendim, birleşime, 18.30'a kadar ara veriyorum.

Kapanma Saati : 16.11

 


İKİNCİ OTURUM

Açılma Saati: 18.30

BAŞKAN: Başkanvekili Murat SÖKMENOĞLU

KÂTİP ÜYELER: Hüseyin ÇELİK (Van), Yahya AKMAN (Şanlıurfa)

BAŞKAN - Sayın milletvekilleri, 24 üncü Birleşimin ikinci Oturumunu açıyorum.

Başbakan Bülent Ecevit ve Bakanlar Kurulu üyeleri hakkındaki (11/3) esas numaralı gensoru önergesinin görüşmelerine devam ediyoruz.

V. - GENSORU, GENEL GÖRÜŞME, MECLİS SORUŞTURMASI VE

MECLİS ARAŞTIRMASI (Devam)

A) Görüşmeler (Devam)

1. - Sivas Milletvekili Abdüllatif Şener ve 67 arkadaşının, özel bankaların içinin boşaltılarak, Hazinenin ekonomik kayba uğratılmasında kusurları bulunduğu iddiasıyla Başbakan Bülent Ecevit ve Bakanlar Kurulu üyeleri hakkında gensoru açılmasına ilişkin önergesi (11/3) (Devam)

BAŞKAN - Daha önce, önerge sahipleri ve siyasî parti grupları adına yapılan konuşmalar tamamlanmıştı.

Şimdi, söz sırası, hükümet adına, Devlet Bakanı Sayın Recep Önal'a aittir.

Buyurun Sayın Bakan. (DSP sıralarından alkışlar)

DEVLET BAKANI RECEP ÖNAL (Bursa)- Değerli Başkan, sayın milletvekilleri; Fazilet Partisi Sıvas Milletvekili Sayın Abdüllatif Şener ve 67 arkadaşı tarafından, bankacılık alanındaki gelişmelerle ilgili olarak verilen gensoru önergesinin öngörüşmesi dolayısıyla, hükümetimiz adına söz almış bulunuyorum; hepinizi şahsım ve hükümetim adına en içten saygılarımla selamlıyorum.

Hatırlayacağınız gibi, aynı konu, Fazilet Partisi tarafından verilen benzer bir gensoru önergesi nedeniyle, geçtiğimiz ocak ayında Genel Kurulumuzda tartışılmıştı. Bundan bir ay önce, yine, Fazilet Partili arkadaşlarımızın verdiği genel görüşme önergesinin öngörüşmeleri dolayısıyla da konu, bir kez daha değerlendirilmişti.

Bankacılık alanında, 57 nci cumhuriyet hükümeti döneminde yapılanlar da, daha önceki hükümetler tarafından yapılmamış olanlar da apaçık ortadadır; çünkü, bizim temel ilkemiz, tam aleniyet ve şeffaflıktır. Tümüyle politik amaçlarla verildiği ortada olsa da, bu önergeler olsun olmasın, biz, gerçekleri, tüm açıklığıyla, Yüce Meclisimizin ve halkımızın önünde anlatmayı sürdüreceğiz.

Gensoru önergesinde, bir yandan, hükümetin gerekli tedbirleri almayarak soygunlara göz yumduğundan, umursamazlığından söz edilirken, hemen arkasından, soygunların, niteliği gereği, bir günde, bir ayda yapılamayacağı belirtilerek, olayın, 57 cumhuriyet hükümetiyle bir ilgisinin bulunmadığı itiraf edilmektedir. Önerge sahipleri, somut hiçbir dayanak göstermeksizin, ikazların, ihbarların işleme konulmadığından, sorumluların yargıya teslim edilmediğinden söz etmektedirler; ancak, bir yandan, kendi iktidarları döneminde bankacılık suçlarıyla ilgili olarak kaç konunun yargıya intikal ettirildiği açıklanmazken, öte yandan, 57 nci cumhuriyet hükümetinin, banka suçlarıyla ilgili olarak, sorumlular üzerine, hangi yöntemlerle, nasıl gitmekte olduğu, her gün kamuoyunun gözü önünde gerçekleşmektedir.

Yine, önergede, banka yolsuzluklarının devleti, IMF'ye muhtaç ettiği, yoksulluğun temelinin de bu olduğu gibi, ucuz politika söylemlerine itibar edildiği görülmektedir. 57 nci cumhuriyet hükümeti, IMF ile 18 inci stand-by düzenlemesini yapmış ve şeffaflık ilkesi uyarınca, ekonomik programıyla ilgili tüm kararlarını halkımıza ve tüm dünyaya ilan etmiştir. Hazinenin kozmik kasalarında saklanan ve hiçbirinde başarılı olunamayan 17 stand-by anlaşmasının uygulayıcıları arasında, acaba, önerge sahipleri de yok mudur?! İktidarları döneminde, kendileri, eğer, halkın yoksulluğunu ve gelir dağılımındaki dengesizliği gidermemişlerse, halkımızın gelir düzeyini yükseltmek, refah ve mutluluğunu sağlamak görevi, neden 57 nci cumhuriyet hükümetine nasip olmuştur?

Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; malî sektörümüzdeki yozlaşma ve zayıflıklar, önerge sahiplerinin de itiraf ettiği gibi, bir günde oluşmuş değildir. Bunun temel nedeni, genelde, ekonomide yaşananlar, hükümetlerin yanlış politika ve uygulamaları, özelde ise, banka sermayedarlarının ve yöneticilerinin ilke ve kuraldışı davranışları, yetersizlikleri ve kusurları olarak açıklanabilir. Bu nedenler, batan bankaların her birinde ortaya çıkmış olan sorunlara, farklı boyut ve oranlarda etkili olmuştur.

Şimdi, tümüyle tarafsız ve objektif olarak, geçmişe dönerek, bankacılık sektöründe yaşanan olaylara bir göz attığımızda, tablo, daha da netleşmektedir. Bankacılığımızda, son yirmi yıldan bu yana, bazı sorun ve sıkıntıların bulunduğu bir gerçektir. Bu sorunlar geçmişte ortaya çıkmış; ancak, üstü örtülerek gizlenmiş veya eski yıllarda tohumları atılmış olan bozukluklardan kaynaklanmaktadır.

Bankacılık sisteminde var olan kronik sorunlar, dünyanın hiçbir ülkesinde kriz yokken, ülkemizde yaratılmış olan 1994 finansal kriziyle büyümüş ve derinleşmiştir. Sorun, risk yoğunlaşmasıyla birlikte, gelir-gider dengesizliğine dönüşmüştür. O tarihte, 3 küçük bankanın tasfiye edilerek, sistem dışına çıkarılmasıyla, maliyetsiz olarak çözülmüş gibi görünen sorun, aslında mevduata getirilen sınırsız güvenceyle desteklenen likiditeyle örtülerek, gizlenmiştir.

Batan 3 bankanın tasfiyesi, özel hiçbir önlem alınmaksızın yapıldığından, bu bankaların fonlarını kullandığı yabancı malî piyasalar, Türk bankalarına maddî ve manevî yaptırımlar uygulamaktan geri kalmamışlardır. Bu çerçevede, birçok bankamızın line'ları daraltılmış, finansman olanakları vade ve maliyet yönünden ağırlaştırılarak, Türk malî sistemine, bu kurumların tasfiyede bekleyen alacaklarının kat kat üstünde bedel ödetilmiştir.

O dönemde, yüksek faizlerle sağlanabilen likidite, bankacılıkta gelir-gider dengesizliğini daha da artırmış, artan zararlar daha fazla likidite gerektirmiş, likidite talebi arttıkça faiz oranları yükselmiş, hızla genişleyen bu sarmal, başta kamu bankaları olmak üzere, sistemdeki pek çok bankanın malî yapısının sarsılmasına yol açmıştır. Krizin bankacılık sektöründe yarattığı yıkımın onarılması, başka bir deyişle sistemin rehabilitasyonu yoluna gidilmesi yerine, kur ve faiz riskiyle karşı karşıya kalarak büyük zararlara uğrayan bazı bankaların, devletten olan alacaklarının, piyasa faizlerinin yüzde 5 üzerinde seyrettiği bir dönemde, çok düşük getirili devlet tahvilleri verilerek kapatılması tercih edilmiştir. 

Çok yüksek faizlerle fonlanan bu kâğıtlar, bu bankaların, var olan zararlarının daha da büyümesine yol açmıştır. Gensoru önergesinde belirtilen 10 bankadan biri olan Türk Ticaret Bankası, bunun en belirgin örneğidir.

O tarihte, devletin bankalara olan borcunu, düşük getirili devlet tahvilleriyle ödeyip devleti kurtardığını, kamu finansman sorununu çözdüğünü sanan anlayış, bu sorunun, bankanın batması sonucu, bumerang gibi, kendisine döneceğini öngörememiştir.

1997 yılı temmuz ayına gelindiğinde, banka sistemindeki durum böyleydi. Bu nedenle, 1994 finansal krizi sonrasında yapılması gereken, ancak cesaret edilemeyerek ertelenen banka müdahalelerinin sorumlusu, bizim hükümetimiz değildir. Bizim hükümetimizin, konuyla ilgili olarak eleştirilmesi değil, sistemdeki sorunun temelden çözümüne radikal yaklaşımı nedeniyle kutlanması gerekir.

Bugün, 10 bankanın battığını ileri sürerek hükümetimiz hakkında gensoru açılmasını isteyenler, batan 10 bankadan çoğunun anahtarlarını, batıranlara kendilerinin verdiklerini, ehil olmayan ellere banka teslim ederek bugün şikâyet ettikleri durumun tohumlarını kendilerinin attıklarını unutmuş olsalar gerektir. (DSP ve MHP sıralarından alkışlar)

Banka sistemine olan güveni sağlamak üzere getirilen mevduata sınırsız devlet güvencesi, başlangıçta bir süre için amacı gerçekleştirmişse de, aslında, banka sistemindeki bozulmanın ana nedenlerinin başında yer almaktadır. Bu tedbire paralel olarak, sektörün bir an önce rehabilite edilip, sınırsız mevduat güvencesinin kaldırılması gerekirken, hiçbir rehabilitasyon tedbiri alınmaksızın bu güvencenin uzun bir süre muhafaza edilmesi, sistemi irrasyonelliğe itmiş, sistemin açıkları, her geçen gün biraz daha yüksek faiz verilerek kapatılmaya çalışılmıştır. Böylece, ayakta kalmanın bedeli daha yüksek faiz verilerek ödenmiş; bu derece aşırı faiz yükünün kim tarafından ve nasıl karşılanacağı hiçbir zaman düşünülmemiştir. Bu dönemin temel özelliği, sistemde kamu denetim ve düzenlemesini etkisiz hale getiren ve daha sonra 538 sayılı KHK'ye esas olan 512 sayılı KHK'nin yarattığı yozlaşmadır. Bankacılık ilke ve standartlarına uygun olmayan, yetersiz bir hukukî altyapı oluşturan bu KHK hakkında, 7 Kasım 2000 tarihinde yapılan genel görüşme önergesinin öngörüşmesi sırasında yeterli açıklamayı yapmış bulunduğumdan, burada tekrarına gerek görmüyorum.

Sayın Başkan, sayın milletvekilleri; 1995 seçimlerinden sonra kurulan Anayol Hükümeti ve daha sonra işbaşına gelen Refahyol Hükümeti, bankacılıktaki yasal ve finansal sorunları tümüyle görmezden gelmişler ve sistemin sağlıklı işleyişine yönelik hiçbir adım atmamışlardır. 1997 yazında kurulan 55 inci cumhuriyet hükümeti ise, işe, bankacılık  sektörünü ele alarak başlamıştır. O tarihte yürürlükte olan 3182 sayılı Bankalar Yasası, bu yasanın pek çok maddesini değiştiren 538 sayılı KHK'nin dayanağı olan yetki kanununun Anayasa Mahkemesi tarafından iptal edilmiş olması nedeniyle, hukuken malul bir yasaydı. Bu yasa hükümlerinin uygulanması amacıyla açılan davalarda Anayasaya aykırılık iddiasının ileri sürülmesi, iptal edilmesi için yeterliydi. Bu nedenle, söz konusu yasayla, sektörün ne denetimini ne de rehabilitasyonunu sağlamak mümkündü. Bu yasa, hukukî maluliyeti bir yana, kuraldışı işlemlerden sorumluların kişisel sorumlulukları üzerine gidilmesine de olanak tanımamaktaydı. Ülkemiz, 1998 Mayısından itibaren seçim atmosferine girmişti. Uzakdoğu ve Rusya ekonomik krizinin etkisiyle her geçen gün biraz daha gerginleşen malî piyasalara, yeni bir düzenleme yapılmadan hükmedilmesi mümkün değildi.

Hükümet, 11 Kasım 1998'de, 20 maddelik Bankalar Yasa Tasarısını, acilen, Yüce Meclise sunmuştu. Tasarı, 4 Aralık 1998'de Plan ve Bütçe Komisyonundan geçti; ancak, hükümetin ısrarlı çabalarına rağmen, muhalefetin engellemeleri ve erken seçim kararı alınması üzerine, bu tasarı yasalaşamadı.

56 ncı cumhuriyet hükümeti kuruluncaya kadar, Bankekspres ve Interbank da Tasarruf Mevduatı Sigorta Fonuna devredildi.

Sayın Ecevit  tarafından  kurulan  ve  17 Ocak 1999 günü  güvenoyu alarak göreve  başlayan 56 ncı cumhuriyet hükümeti, DSP'li üyelerden oluşan ve ülkeyi, sadece seçime götürmekle görevli bir azınlık hükümetiydi. Bu nedenle, 25 Kasım 1998 tarihinden 18 Nisan seçimleri sonrası 57 nci cumhuriyet hükümetinin kuruluşuna kadar geçen siyasî karmaşalarla dolu dönemde, bankacılık sistemine radikal bir müdahalede bulunabilecek, ne güçlü bir siyasî irade ne de sistemi düzenleyecek bir yasal dayanak bulunmaktaydı.

18 Nisan 1999 seçimleri sonrasında, 57 nci cumhuriyet hükümeti, 28 Mayıs 1999'da kurulur kurulmaz, güvenoyu almayı bile beklemeksizin, ilk iş olarak, Bankalar Yasa Tasarısının görüşülmesi istemini Türkiye Büyük Millet Meclisine sundu. Tasarı, 18 Haziran 1999 günü, yani, hükümetin kuruluşunun üçüncü haftasında, Yüce Meclisimiz tarafından, 4389 sayıyla kabul edilerek, 23 Haziran 1999 tarihinde yürürlüğe girdi.

Bildiğiniz gibi, 21 inci Dönemde Türkiye Büyük Millet Meclisinin çıkardığı ilk yasa, Bankalar Yasasıdır. Bu durum, hükümetimizin konuya verdiği önem ve değeri açıkça ortaya koymaktadır. Bu yeni yasayla, uluslararası kabul görmüş bankacılık standartlarına uygun biçimde, Türk bankacılığında düzenleme ve denetleme konusunda getirilen yenilikleri, benden önceki konuşmacı arkadaşlarım ayrıntılı bir biçimde ortaya koyduklarından, burada, tekrarlamıyorum. Bu yasanın hemen ardından, 1 Ağustos 1999 tarihinde, yine Yüce Meclisimizce, 4422 sayılı Çıkar Amaçlı Suç Örgütleriyle Mücadele Yasası yürürlüğe konulmuştur.

Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; Bankalar Yasasının yürürlüğe girdiği 1999 yılı ortaları, hükümetimizin 2000 yılı başında uygulamaya başladığı ekonomik programın hazırlık çalışmalarının yürütüldüğü yoğun bir döneme rastlamaktadır. O tarihte, ülkenin içinde bulunduğu ciddî ekonomik sıkıntılar, bankacılık alanında kapsamlı bir operasyonun başarıyla gerçekleştirilebilmesi için, müdahalenin zamanlamasını çok önemli kılıyordu. Böyle bir operasyon için, hem ekonominin istikrar içinde olması hem de uygun bir hukukî altyapının sağlanmış olması gerekmekteydi. Güçlü bir ekonomik program olmadan, kamu finansmanı dengesindeki bozukluklar giderilme yoluna sokulmadan, reel faizlerin çok yüksek olduğu bir dönemde yapılacak operasyonun tüm malî sistemi olumsuz yönde etkileyebileceği, bankaların karşılıklı ilişkileri nedeniyle genel bir paniğe yol açabileceği göz önünde tutulmuştur.

Reel ekonomide var olan dış kaynaklı sıkıntılar ve ardından, tarihin en büyük doğal afeti olan 17 Ağustos ve 12 Kasım 1999 depremleri, ülkemizi her bakımdan etkilemiş ve sistemin ihtiyacı olan müdahalenin, bir süre için ikinci plana bırakılmasını gerektirmiştir.

IMF ile görüşmeler tamamlanmadan yapılacak bir müdahalenin tüm sektöre yayılması ve ekonomide büyük bir krize yol açması mümkündü. Bu nedenle müdahalenin, IMF ile yapılacak bir düzenleme sonrasında gerçekleştirilmesi, olumsuz sonuçlarının asgariye indirilebilmesi bakımından bir zorunluluk olarak görülmüştü. O dönemde, ekonomik programın hukukî altyapısıyla ilgili yasalar çıkarılmış, uygulanacak para politikası ve bir yıllık döviz kurları ilan edilmiş ve programa duyulan güven sonucu faiz oranları düşmeye başlamıştı. Bu arada, sistemde, 4389 sayılı Bankalar Yasasıyla genel bir hukukî altyapı oluşturulmakla birlikte, zafiyet gösteren bankalarla ilgili yapılacak bir operasyon için, yeni bazı düzenlemelere daha gerek bulunduğu ortaya çıkmış ve bu ihtiyaçtan hareketle, yapılan çalışmalar sonucu, 19 Aralık 1999'da, 4491 sayılı Yasa yürürlüğe konulmuştur. Bu yasanın getirdiği yenilikleri de hepiniz yakından bildiğiniz için, değerli zamanınızı, bunları tekrarlayarak almak istemiyorum.

Böylece, uygun bir banka operasyonu için, bir yandan uygun ekonomik ortam ve koşullar, öte yandan yeterli hukukî altyapı tümüyle gerçekleştirilmiştir. Bu süreçte, bankalar üzerindeki denetim yoğunlaştırılmış ve bu yolla yeni bulgular elde edilmiştir. Ayrıca, uygun açıklamalarla, kamuoyunun bir operasyon için hazırlanması da sağlanmıştır.

4491 sayılı Yasanın yürürlüğe konulmasından iki gün sonra da, sistemde güven ve istikrar bakımından tehlike arz eden 5 bankanın Tasarruf Mevduatı Sigorta Fonuna devri, Bakanlar Kurulumuzun kararıyla gerçekleştirilmiştir.

Bazı bankaların Tasarruf Mevduatı Sigorta Fonuna devredilmesi, sistemin sağlığı ve güven ortamının sürekliliği için yapılması gereken bir işlem olarak değerlendirilmelidir. Önemli olan, bu bankaların neden bu duruma geldiğidir, neden ve kimler tarafından, Türk bankacılığının uzun yıllar bir hukukî boşluk içinde bırakıldığıdır.

Sektörde güven ve istikrarı tehdit eden, sadece müdahale edilen malî bünyeleri bozulmuş bankalar da değildir. 1994 yılından beri uygulanmakta olan sınırsız mevduat güvencesi, sektörün güven ve istikrarını tehdit eden faktörlerin en önemlisidir. Bu güvence devam ettikçe, iyi çalışan bankayla kötü çalışan bankayı ayırt etmek mümkün değildir. Aksine, bu faktör, hesapsız kitapsız çalışanları himaye ve teşvik etmektedir. Bunun içindir ki, hükümetimizin aldığı radikal kararlardan biri de, Haziran 2000 başında mevduat güvencesine sınır getirmek olmuştur.

Geçtiğimiz ekim ayında ise, Bankacılık Düzenleme ve Denetleme Kurulunun kararıyla, 2 banka daha Fona devredilmiştir.

Tasarruf Mevduatı Sigorta Fonunda bulunan 10 bankanın rehabilitasyonu ve elden çıkarılması konusunda, Kurulun çalışmaları sürdürülmektedir. Bu kapsamda, Fondaki bankaların satılmasıyla ilgili olarak, 2001 Nisan ayına hedeflenen bir plan ve alıcılarda aranacak koşullar açıklanmış bulunmaktadır.

Bu arada, fona devredilen bankaların sorumlularının adlî makamlara intikali sağlanmış olup, gerekli yasal işlemler çok yönlü olarak sürdürülmektedir.

Ayrıca, fondaki bankaların malî yapılarının güçlendirilmesi için, kanun hükmü gereği, Bankacılık Düzenleme ve Denetleme Kurulunun talebi üzerine, Hazine Müsteşarlığı tarafından, 6,1 milyar dolar tutarında özel tertip tahvil ihracı olanağı sağlanmıştır.

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

DEVLET BAKANI RECEP ÖNAL  (Devamla) - Sayın Başkan, sayın milletvekilleri; geçen on yıl içerisinde, maalesef, kamu bankalarımız da büyük tahribata uğramıştır. Zaman zaman yoğunlaşan popülist yaklaşımlar, bu bankaların görev zararlarını artırmış, halktan topladıkları paraları yüksek faizli mevduatta fonlamaları nedeniyle giderek artan bu zararlar, bu bankalarımızda malî disiplinin de bozulmasıyla, âdeta, bir çığ gibi büyümüştür.

Kamu bankalarının, halen tabi oldukları hukukî statü ve mevcut personel rejimleriyle, çağdaş bankacılığın ve iç ve dış rekabetin gereklerine göre rasyonel çalışma imkânı yoktur. Bunun içindir ki, bir yandan, 20 milyar doları aşan görev zararı stoğunun tasfiye edilmesi; diğer yandan, tabi oldukları statülerin özel hukuk hükümlerine göre yeniden düzenlenmesi ve bu bankalarımızın yeniden yapılandırılarak özelleştirilmeleri kaçınılmazdır.

Bu eksikliği gören hükümetimiz, soruna bir an önce çözüm getirmek üzere, bu bankaların, yeniden yapılandırılarak özelleştirilmelerinin önünü açmak amacıyla, önce, yetki kanununa dayalı KHK'leri, yetki kanununun iptali nedeniyle ise yasa tasarılarını hazırlayarak Türkiye Büyük Millet Meclisine sunmuş ve bu tasarılar, 4603 ve 4604 sayılarıyla, geçtiğimiz günlerde yasalaşarak yürürlüğe girmiştir.

Hükümetimizce uygulamaya konulan ekonomik programla, Türk ekonomisi, her alanda, hastalıkların tedavi edildiği, sağlıklı, çağdaş, yeni koşullara uyum amacıyla, yeni bir dönüşüm süreci içerisine girmiştir. Aynı şekilde, Türk bankacılığı da, kendi içerisindeki lokal bozulmaları sistem ve yasalar çerçevesinde onararak, getirilen uluslararası standartlar çerçevesinde sağlıklı bir yolda ilerlemeye başlamıştır.

Kamu ve özel bankalarla ilgili rehabilitasyon sürecinin tamamlanmasıyla, uluslararası standartlara göre çalışan, yönetilen ve denetlenen bankacılığımızın, hem içeride hem de dışarıda kredibilitesi daha da artacaktır. Özellikle son on yılda ortaya çıkan yüksek kamu açıklarına paralel olarak, esas görevi olan aracılık fonksiyonundan ve reel sektörün finansmanından uzaklaşan bankacılığımızın yeniden ana misyonuna dönmesi, ekonomiye giderek daha iyi hizmet verecek şekilde büyüyüp güçlenmesi, temel amacımızdır.

Değerli Başkan, değerli milletvekilleri; bildiğiniz gibi, bankacılık, güven ve itibar işidir. Bu nedenle, çok kırılgan olan finans sektöründe, son günlerde, likidite darlığına dayanan geçici bazı dalgalanmalar yaşanmaktadır. Hükümetimizin gerekli müdahaleleriyle, sorun, çözüm yoluna girmiştir. Önümüzdeki günlerde stabilizasyon tümüyle sağlanacak ve ekonomimiz, dalgalanma öncesindeki durumuna tekrar kavuşacaktır. Psikolojik etkileşimin önem taşıdığı böyle bir dönemde, 65 milyon Türk insanı için, iktidarıyla muhalefetiyle tam bir dayanışma içerisinde olmamız gereken bir ortamda bulunuyoruz. Basın ve medyamızın, iş ve bilim çevrelerinin, Yüce Mecliste kürsüye çıkan milletvekili arkadaşlarımızın, yurt dışındaki siyasî baskı lobilerinin, aksak rekabet lobisinin, enflasyon lobisinin, devalüasyon lobisinin ve faiz lobisinin amaçlarına hizmet edecek davranışlardan kaçınmaları gerekmektedir.

Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; cephede savaş sürerken harekât planlarının tartışılması doğru değildir. Aslında, gensoruya konu olan hükümet uygulamalarının, operasyon bittikten sonra da Yüce Meclisimizce değerlendirilmesi ve denetlenmesi her zaman mümkündür. Bu nedenle, operasyonun sürdüğü duyarlı bir dönemde, iç ve dış malî piyasaları hükümetin ve ekonomik programın geleceğiyle ilgili beklentilere sokarak stabilizasyonun gecikmesine yol açabilecek nitelikte bir gensoru açılmasının yersizliği ve zamansızlığı açıktır.

Bu duygu ve düşüncelerle, mübarek ramazan ayının ülkemiz insanı için hayırlara yol açması dileğiyle, Yüce Meclisimize en içten saygılarımı sunuyorum. (DSP ve MHP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN - Teşekkür ederim Sayın Bakan.

ABDÜLLATİF ŞENER (Sıvas) - Sayın Başkan...

BAŞKAN - Buyurun efendim.

ABDÜLLATİF ŞENER (Sıvas) - Sayın Başkan, gensoru önergemizde pek çok iddia vardı. Aynı zamanda, muhalefet partileri sözcülerinin konuşmalarında ve önerge sahibi olarak yapmış olduğum konuşmada da somut, hükümetin kusurunun bulunduğuna dair iddialar vardı. Bu iddialarla ilgili hiçbir noktada, Sayın Bakan cevap vermediler.

Burada, bir gensoru önergesi görüşülüyor. Gensoru, ciddî bir denetim mekanizmasıdır. Bir Sayın Bakanın, bu gensoru iddiasındaki bütün noktaları aydınlatması gerekirdi. Bu, Meclise saygının bir gereğidir; ama, sadece Meclis çoğunluğuna dayanarak, geçiştirme bir konuşmanın, bir gensoruya yakışmayacağını ifade ediyor, saygılar sunuyorum. (FP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN - Efendim, tabiî, hangi suale cevap verip vermeyeceği, siz de takdir edersiniz ki, Sayın Bakanın takdirine kalmış.

Teşekkür ederim efendim.

Başbakan Bülent Ecevit ve Bakanlar Kurulu üyeleri hakkındaki (11/3) esas numaralı gensoru önergesinin gündeme alınıp alınmayacağı hususundaki görüşmeler tamamlanmıştır.

Şimdi, gensoru önergesinin gündeme alınıp alınmayacağı hususunu oylarınıza sunacağım.

Gensoru önergesinin oylamasının açık oylamayla yapılması hakkında bir önerge vardır. Önergede imzası bulunan sayın milletvekillerinin isimlerini okuyup, burada olup olmadıklarına bakacağım.

Yasin Hatiboğlu?.. Burada.

Avni Doğan?.. Burada.

Nevzat Yalçıntaş?.. Burada.

Şükrü Ünal?.. Burada.

Mahfuz Güler?.. Burada.

Aslan Polat?.. Burada.

Abdüllatif Şener?.. Burada.

Nazlı Ilıcak?.. Burada.

Azmi Ateş?.. Burada.

Dengir Fırat?.. Burada.

Altan Karapaşaoğlu?.. Burada.

Ahmet Sünnetçioğlu?.. Burada.

Ali Sezal?.. Burada.

Eyüp Fatsa?.. Burada.

Lütfü Esengün?.. Burada.

Hüseyin Karagöz?.. Burada.

Latif Öztek?.. Burada.

İlyas Arslan?.. Burada.

Osman Aslan?.. Burada.

Ahmet Karavar?.. Burada.

Yaşar Canbay?.. Burada.

Efendim, sizin önergenizde "ad okunarak" diye ifade edilmiş; ancak, birinci kere, Genel Kurulun bu konudaki temayülünü alacağım.

Açık oylama şeklinde yapılmasına dair önergeyi oylarınıza sunacağım efendim. Bu konuda, açık oylamanın şekli hakkında da Sayın Genel Kurulun kararını alıyorum.

Açık oylamanın elektronik oylama makinesiyle yapılmasını oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler... Kabul etmeyenler... Kabul edilmiştir.

Elektronik cihazla oylama yapacağız.

5 dakika süre veriyorum.

Oy verme işlemini başlatıyorum.

(Elektronik cihazla oylama yapıldı)

BAŞKAN - Sayın milletvekilleri, özel bankaların içinin boşaltılarak Hazinenin ekonomik kayba uğratılmasında kusurları bulunduğu iddiasıyla Başbakan ve Bakanlar Kurulu üyeleri hakkında açılması istenen gensorunun gündeme alınıp alınmaması hususunda yapılan oylamaya 430 milletvekili katılmış; 141 kabul, 288 ret, 1 mükerrer oyla gensorunun gündeme alınması kabul edilmemiştir.

Gündemin "Genel Görüşme ve Meclis Araştırması Yapılmasına Dair Öngörüşmeler" kısmına geçiyoruz.

Şimdi, alınan karar gereğince, bu kısmın 137 nci sırasında yer alan, Doğru Yol Partisi Grup Başkanvekilleri Sakarya Milletvekili Nevzat Ercan, Aydın Milletvekili Ali Rıza Gönül ve İçel Milletvekili Turhan Güven ile 20 arkadaşının, dışpolitika konusunda; 47 nci sırasında yer alan, Ankara Milletvekili Cemil Çiçek ve 20 arkadaşının, 51 inci sırasında yer alan, Erzurum Milletvekili İsmail Köse ve 52 arkadaşının, Kuzey Irak'ta yaşanan son gelişmeler ve uygulanan politikalar hakkında; 119 uncu sırasında yer alan, Erzurum Milletvekili Lütfü Esengün ve 19 arkadaşının, 129 uncu sırasında yer alan, İstanbul Milletvekili Mehmet Ali İrtemçelik ve 27 arkadaşının, 130 uncu sırasında yer alan, Erzurum Milletvekili İsmail Köse ve 21 arkadaşının, sözde Ermeni soykırımı iddiasıyla ilgili Amerika Birleşik Devletleri Temsilciler Meclisinde alınan karar ve Türkiye-ABD ve Ermenistan ilişkileri konusunda; 141 inci sırasında yer alan, Aksaray Milletvekili Ramazan Toprak ve 22 arkadaşının, Türkiye-Avrupa Birliği ilişkileri konusunda Anayasanın 98 inci, İçtüzüğün 102 nci ve 103 üncü maddeleri uyarınca bir genel görüşme açılmasına ilişkin önergelerinin birlikte yapılacak öngörüşmelerine başlıyoruz.

 

B) Öngörüşmeler

1. - DYP Grup  Başkanvekilleri Sakarya Milletvekili Nevzat Ercan, Aydın Milletvekili Ali Rıza Gönül ve İçel Milletvekili Turhan Güven ile 20 arkadaşının, dış politika konusunda genel görüşme açılmasına ilişkin önergesi (8/13)

Ankara Milletvekili Cemil Çiçek ve 20 arkadaşının, Kuzey Irak'ta yaşanan gelişmeler ve uygulanan politikalar konusunda genel görüşme açılmasına ilişkin önergesi (8/4)

Erzurum Milletvekili İsmail Köse ve 52 arkadaşının, Kuzey Irak'ta yaşanan son gelişmeler ile uygulanan politikalar konusunda genel görüşme açılmasına ilişkin önergesi (8/5)

Erzurum Milletvekili Lütfü Esengün ve 19 arkadaşının, sözde Ermeni soykırımı iddialarıyla ilgili olarak ABD Temsilciler Meclisinde alınan karar ve Türkiye-ABD ve Ermenistan ilişkileri konusunda genel görüşme açılmasına ilişkin önergesi (8/9)

İstanbul Milletvekili Mehmet Ali İrtemçelik ve 27 arkadaşının, ABD Kongresindeki sözde Ermeni soykırımı iddiaları ve dış politika konusunda genel görüşme açılmasına ilişkin önergesi (8/10)

Erzurum Milletvekili İsmail Köse ve 21 arkadaşının, sözde Ermeni soykırımı iddialarıyla ilgili ABD Temsilciler Meclisinde alınan karar ve Türkiye-ABD ve Ermenistan ilişkileri konusunda genel görüşme açılmasına ilişkin önergesi (8/11)

Aksaray Milletvekili Ramazan Toprak ve 22 arkadaşının, TürkiyeAvrupa Birliği ilişkileri konusunda genel görüşme açılmasına ilişkin önergesi (8/15)

BAŞKAN - Hükümet?.. Burada.

Böylece, 7 önergeyi birleştirmiş vaziyetteyiz efendim; yani, gruplardan başka, 7 sayın milletvekiline söz vereceğim.

İçtüzüğümüze göre, genel görüşme açılıp açılmaması hususunda, sırasıyla, hükümete, siyasî parti gruplarına ve önergelerdeki birinci imza sahiplerine veya onların göstereceği bir diğer imza sahibine söz verilecektir.

Konuşma süreleri, hükümet ve gruplar için 20'şer dakika, önerge sahipleri için 10 dakikadır.

İlk söz, hükümet adına, Sayın Dışişleri Bakanı İsmail Cem'indir efendim.

Sayın Bakan, buyurun efendim. (DSP sıralarından alkışlar)

DIŞİŞLERİ BAKANI İSMAİL CEM (Kayseri) - Sayın Başkan, Türkiye Büyük Millet Meclisimizin kıymetli üyeleri; hepinize saygılarımı sunuyorum. Dışpolitikamız ve gelişmeler konusunda kısa bir bilgi sunmak istiyorum.

Türkiyemiz, tarihi, kültürü ve konumu itibariyle, dünyada çok az ülkeye nasip olan bir dışpolitika, dışsiyaset, strateji üstünlüğüne sahip bir ülkedir. Dışsiyasetimizin amacı, hedefi, toplumumuzun geleceğine, toplumumuzun refahına, halkımızın ekmeğine, çocuklarımızın geleceğine Türk dışpolitikasının katkısını getirmektir. Bunu yapmamız için, bunu başarmamız için bizim tarihimiz, bizim kültürümüz, bizim günümüz, bizim ekonomimiz, bizim Silahlı Kuvvetlerimiz, bizim sanatçımız, edebiyatçımız Dışişleri Bakanlığına olağanüstü bir imkânı, bir gücü vermektedir. Dolayısıyla, bizim yapmaya çalıştığımız, belli bir ölçüde de yapmış olduğumuza inandığımız, başardığımıza belli bir ölçüde inandığımız Türkiye'nin, tarihin, Türkiye insanının Türkiye'de dışpolitikayı gerçekleştirenlere sunduğu bu eşsiz, benzersiz imkânı kullanmaktır, iyi kullanmaktır ve bizim de yapmaya çalıştığımız budur. Hangi amaçla, hangi düşünceyle, hangi niyetle...

Bundan üçbuçuk sene önce, Türkiyemizin stratejik hedefini, dışsiyaset hedefini şu şekilde açıkladık ve üçbuçuk senedir, biz, bu hedefi izlemekteyiz: Bunlardan ilki, bizden önceki otuz yıllık hükümetlerin de getirdiği bir hedeftir; yani, Avrupa Birliğine üye olmak. Bu hedefi 1960'ların hükümetleri Türkiyemize getirmiş ve ondan sonraki bütün hükümetler, bizim hükümetimiz dahil olmak üzere, bu hedefi izlemiş. Türkiyemizin ikinci ve eşdeğerde büyük stratejik hedefini üçbuçuk yıl önce biz getirdik ve dedik ki, Türkiyemizin 21 inci Yüzyıldaki amacı, hedefi, bir yandan Avrupa Birliğinin üyesi olmaktır, ikincisi, gelişen, büyüyen Avrasya bütünü içinde belirleyici, merkezî bir ülke olmaktır. İki hedefi vardır Türkiye'nin; yani, bizim dışsiyasetimizi değerlendirirken bu iki hedef açısından bakmalıyız; yanlışımız, eksiğimiz, hedefe giderken gecikmemiz, tökezlememiz mevcut ise, ona bakmak lazım ve biz şunu söyledik: Bu iki hedef birbiriyle çelişen değil, birbirini tamamlayan, bütünleyen, destekleyen iki hedeftir. Hakikaten -şu üçbuçuk yıllık tecrübemle konuşuyorum- biz, ne zaman Kafkasya'da, ne zaman Ortaasya'da, ne zaman Ortadoğu'da mesafe alabilmişsek, Batı'da, Avrupa'da, Avrupa Birliğinde, Amerika'da kendi kıymetimizin yükseldiğini gördük ve aynı şekilde, biz, ne zaman, Avrupa Birliği ilişkilerinde, Avrupa'yla, Amerika'yla olan ilişkilerimizde mesafe almışsak, Türkiyemizin değerinin, gücünün, Doğu'da, Ortadoğu'da, Ortaasya'da, Kafkaslarda büyümekte olduğunu gördük. Bu iki hedefi, birbirini köstekleyen, birbiriyle çelişen değil, birbirini bütünleyen, güçlendiren iki hedef olarak aldık, yola bu şekilde çıktık ve devam etmekteyiz.

Şimdi, çok genel konuşacağım -aslında, isterdim ki, gönül isterdi ki, sayın milletvekillerinin eleştirilerini, düşüncelerini önce alayım ve ondan sonra düşüncelerimizi, cevaplarımızı sunayım- bazı bölgelere değineceğim. Önce, müsaadenizle, Avrupa Birliğinden başlayayım, çok güncel bir konu olması bakımından.

Türkiye, Avrupa Birliğiyle Katılım Ortaklığı Anlaşmasını yapmıştır, Katılım Ortaklığı Belgesi gerçekleşmiştir; şu kaydı ihtiyat ile... Onun için, ben, bu konuda bazı düşünceler söyleniyor, onlara fazla girmeyeceğim; çünkü, bunun resmiyet kazanması perşembe günü olacaktır. Yani, perşembe günü resmiyet kazanacağı için, o konuda, şimdiden çok fazla konuşmayacağım; çok fazla konuşmak Türkiyemizin menfaatına olmaz. Dolayısıyla, bu belgenin tahlilini, şu aşamada, müsaadenizle, yapmayacağım; ama, iki şeyi belirtmek istiyorum. Birincisi, bu Katılım Ortaklığı Belgesi, Türkiye'nin Avrupa Birliği tam üyelik sürecinde çok önemli bir dönemeçtir, yani, çok önem taşıyan bir dönemeçtir ve bu gerçekleşmiştir; resmiyet kazanması da, inşallah, perşembe günü olacaktır. Bu Katılım Ortaklığı Belgesinde, bizim, hepimizin ortaklaşa benimsemeyebileceği bazı hususlar mevcuttur; fakat, şunu söylemek istiyorum: Bu Katılım Ortaklığı Belgesi, Avrupa Birliğinin tek taraflı hazırladığı bir belgedir; yani, Avrupa Birliğinin tüzüğü, kuralları, Katılım Ortaklığı Belgesini bir müzakere konusu yapmıyor, kendileri bunu hazırlıyor. Bunu hazırlarken, elbette bize danışılıyor, istişare ediliyor... Bunu, şu son dönemde, hakikaten çok büyük bir iyiniyetle de yaptılar; ama, unutmamamız gereken, bu belgenin bir müzakere belgesi olmadığı, tek taraflı kendi belgesi olduğudur.

Bu belgenin içindeki hususlar -o tartışılan iki konuya daha sonra geleceğim- Avrupa Birliğinin kendi anlayışları, kendi gelenekleri, kendi uygulamaları, üye ülkelerinin ve aday ülkelerinin uygulamaları yahut beklenen uygulamaları çerçevesinde ve o malum Kopenhag ölçütleri çerçevesinde bir belgedir.

Şimdi, belirttiğim gibi, bu, onların belgesidir. Bizim bütün müzakerelerdeki tutumumuz şu oldu: Anayasamız, Türkiye'nin altında imzası bulunan uluslararası antlaşmalar ve hükümetimizin 21 Eylülde yapmış olduğu öncelikler açıklaması; bizim, bu müzakerelerdeki çerçevemiz budur, bunun dışındaki hususlara onay vermek durumunda değiliz. Bunlar, sizin getirdiğiniz meselelerdir; ama, elbette biz, Avrupa Birliğinin düşüncelerini dikkate alırız, o da ayrı bir mesele; ancak, bizim bir taahhüdümüz değildir.

 Son Kıbrıs ve Ege meselesi hakkında da kısaca, özüne fazla girmeden bilgi sunmak istiyorum. Helsinki sonuçlarındaki Kıbrıs'la ilgili paragrafta belirtilen şudur: Bütün üye ülkeler, bütün aday ülkeler, Birleşmiş Milletler Genel Sekreterinin Kıbrıs'a kapsayıcı bir çözüm getirmek amacıyla taraflarla yapmakta  olduğu görüşmeleri destekler.  Yani, paragraf budur;  bunun dışında bir şey yoktur.

Öteki paragraf ise "uluslararası sınır anlaşmazlıklarının Birleşmiş Milletlerin ilgili maddesi çerçevesinde ele alınması..." Bu ele alınma meselesini de dört yıl gözden geçirecek, 2004'te bakacaklar o uluslararası sınır anlaşmazlıklarına ve 2004 yılında yapacakları bu değerlendirme sonucunda Uluslararası Adalet Divanına gitmeyi önerebilecekler. Yani, malum "Ege" diye bizim isimlendirdiğimiz madde budur.

Şimdi, bunlar, Helsinki Nihaî Sonuç Bildirisinde Türkiye'ye bir şart gibi, bir koşul gibi getirilmemiştir ve ben o gün, yani, 10 Aralık 1999'da,  belki, biraz da fazla ihtiyatlı bu konulara baktığım için, bunu okuduğumda Avrupa Birliğine dedim ki: Biz bununla yetinmeyiz, buna biz bir açıklık kazandırmanızı istiyoruz. Eğer o açıklık kazandırılmazsa, ben, konuyu hükümetime olumlu görüşle götürmekte tereddüt edeceğim. Söylediğim de bundan ibaretti; fakat, bunu söylemem üzerine, o zamanki Avrupa Birliği Dönem Başkanı, derhal bir mektup yazdı Sayın Başbakanımıza ve resmen Avrupa Birliğinin Dönem Başkanı kişiliği, kimliği ile Kıbrıs paragrafının ve bizim "Ege" dediğimiz paragrafın, Türkiye için kesinlikle bir koşul olmadığını, sadece siyasî diyalogun bir unsuru olduğunu yazdı. Yani, teminatını verdi; fakat, ben, belki biraz fazla sert konuşmuşum ki, bununla da yetinmedi Avrupa Birliği, en üst düzeyde iki komisyon üyesini, Solana ve Verheugen'i Türkiye'ye gönderdi o gece, her iki komisyon üyesi, önce Bakanlığımızda bizlere aynı teminatı verdi, aynı açıklamayı verdi, bilahara, Sayın Başbakanımıza, bu açıklamayı, bu teminatı verdi ve biz, ondan sonra Helsinki Nihaî Sonucunu kabul etmekte olduğumuzu açıkladık.

Şimdi, bu dönemde ne oldu; bu dönemde, bunun, değiştirilmesi yolunda, bu iki unsurun bir koşul haline getirilmesi yolunda bir çaba karşısında kaldık ve bunu da çözdük. Daha ayrıntılarıyla, hukukî ayrıntılarıyla anlatacağım; bugün için şunu söylemek istiyorum: Her iki konu "siyasî diyalog ve siyasî ölçütler" ara başlığı altında yer alıyor ve dediğim     -ki, esas önemli olan cümle odur- her iki konu da "siyasî diyalogun çerçevesinde" ibaresini taşıyor. Yani, mesele, bunun ne olduğu; siyasî diyalog mu, yoksa, siyasî ölçüt, siyasî kriter mi -ki, bu kolay olmadı, bayağı mücadele istedi- olduğu. Her iki konu da, karar içerisinde, siyasî diyalogun parçası olarak, siyasî diyalogun bir bölümü olarak ortaya konuldu. Yani, bu konu, bizim açımızdan, Katılım Ortaklığı Belgesi nedeniyle, niteliğini değiştirmedi, özelliğini değiştirmedi; bu konuda, kimsenin bir kuşkusu olmasın. Bazı Yunan politikacıları, kendi kamuoyları, kendi siyasî müşterileri, kendi içpolitika hesapları nedeniyle bunu başka türlü anlatabilir -bunu, sizler de, yarın öbür gün duyabilirsiniz- fakat, mesele, özünde, benim anlattığım şekildedir.

Bu konuyu biraz fazla uzattım.

Sayın Başkan, ne kadar sürem kaldı efendim?

BAŞKAN - Efendim, 5 dakikanız kaldı normalinde; ama, bu kadar çok önergeyi birden cevapladığınıza göre, buyurun, bitirmeye çalışın efendim.

DIŞİŞLERİ BAKANI İSMAİL CEM (Devamla) - Sağ olun efendim.

Şimdi, şunu da söyleyeyim: Her iki konuda da, bizim, kimseden korkacak, çekinecek hiçbir özelliğimiz yoktur; her iki konuda da. Bunlar o belgede yer alsa da almasa da, biz, bu konularda alnımız açık, dünya önünde, Türkiye'nin menfaatını savunmaktayız.

Kıbrıs konusundaki tutumumuz açıktır. Kıbrıs konusundaki tutumumuz, Bakanlığımızca, defaatle ortaya konmuştur, Avrupa Birliğinin bütün forumlarında ortaya konulmuştur, bütün Avrupa Birliği muhataplarımıza; bakın, sakın ola bir yanlışlık yapmayın; hiçbir şekilde, biz, Avrupa Birliği-Kıbrıs gibi bir dengenin içerisinde olmalıyız, böyle bir hesap içerisinde olmayız, bunları, birbirine karşı bir tercihmiş gibi kabul etmeyiz, kabul ettirtmeyiz... Bunu her zaman söyledik ve en son, hükümetimiz, Sayın Başbakanımız, bu konuda Türkiye'nin tavrını, en net şekilde, bundan on gün önce bütün dünyaya açıkladı.

Şu Ege meselesinde ise, inanılmaz bir şekilde bir yanıltma politikası komşumuz Yunanistan tarafından yıllarca devam ettirilmiş. Ege'de iddia sahibi olan biziz, Ege'de talep sahibi olan biziz, Ege'de "hadi gelin, gelin de, hukuku uygulayın; gelin, uluslararası hukuku uygulayın" diyen taraf biziz ve bizim hükümetimizden çok önce de bunlar yapılmış. Bizim hükümetimiz dediğim, son üçbuçuk yılın öncesindeki hükümetlerimiz, bu konuda çok doğru bir politika izlemiş ve bu konuda, biz, Yunanistan'a hep şunu söylemişiz -ki, bizim de yaptığımız o, devam ettirdiğimiz anlayış o- demişiz ki biz Yunanistan'a "uluslararası hukuk ne diyorsa, gelin, Ege'de yapalım. Yunanistan, her seferinde, bunun uzağında durmuş ve şu son üçbuçuk yılda da uzağında durmakta. Yani, o uluslararası mesele uzlaşmazlıkların çözümü konusunda ortaya koydukları düşüncelerin, sözlerin hiçbir kıymeti harbiyesi yoktur. Bizim zaten iddiamızdır onlar; ama, biz neye karşı çıktık bu Katılım Ortaklığı Belgesinde; burada bir niyeti beğenmediğimiz için, bu, sanki Türkiye'ye karşı kullanılan bir unsurmuş gibi önümüze getirildiği için, biz buna karşı çıktık; yoksa, bizim, bu meselelerde kimseden çekinecek bir şeyimiz, bir yanımız yoktur.

Şimdi, Sayın Başkan, tabiî, aslında, değerli milletvekillerinin genel görüşme önergesindeki her unsuru cevaplamak isterdim; ama, pek bir zaman olmayacak.

Şunu söyleyeyim...

BAŞKAN - Sayın Bakanım,  35 dakika konuşabilirsiniz; 7 önerge için 5'er dakika süre verildiğinde, toplam 35 dakika yapar; Yüksek Genel Kurulun müsamahasına sığınacağım ben...  Tabiî efendim, 7 önerge sahibi ayrıca konuşuyor da, sayın hükümet konuşmasın mı?! (DSP ve MHP sıralarından alkışlar)

Buyurun efendim.

DIŞİŞLERİ BAKANI İSMAİL CEM (Devamla) - Sağ olun efendim.

Efendim, şimdi önce, bizim sıkıntılı bir iki konumuzu arz edeyim.

Bu sözde Ermeni soykırımıyla ilgili bazı Batı parlamentolarında cereyan etmekte olan olaylar, bizim açımızdan sıkıntılıdır; bunlarla başedebilmek için, hakikaten... Ki, sadece başeden bizim Bakanlığımız değil tabiî, devletin bütün ilgili bakanlıkları, kuruluşları, Meclisimiz, özel sektör kuruluşlarımız, sendikacılarımız, hepsi mücadele ediyor; ama, şunu ifade edeyim: Ortaya çıkan sonuçlar, elbette, hepimizi üzmüştür. Bunun böyle olmaması için çok uğraşıldı, sadece bizim Bakanlığımız tarafından değil, bütün kuruluşlar, bütün kurumlar, bütün bakanlıklar tarafından. Ama, maalesef, geçmiş döneme baktığımızda, ortaya çıkan sonuç, bizim açımızdan, sıkıntıdır, üzüntüdür.

Burada, sadece bir noktaya işaret etmek istiyorum: Bizim Bakanlığımız, kendine düşen bölümünde, bu mücadelenin, bu haksızlığa karşı mücadelenin kendi payına düşen bölümünde, elinden gelen her şeyi yapmıştır, yapmaktadır. Bizim Bakanlığımız, bir defa, bu konunun üzerinde en çok kitap yayımlayan müessesedir Türkiye'de; bunu iftiharla söylemiyorum, bunu aslında üzülerek söylüyorum. Sözde Ermeni soykırımı konusunda, Türkiye'de en fazla kitap yayımlayan -bütün üniversiteleri alalım, kurumları alalım- bizim Bakanlığımızdır; bu, maalesef, bir yanlışın ifadesidir. Aslında,  bizim Bakanlığımız,  bu tarz yayınlarda,  15 inci, 20 nci sırada gelmesi  gereken bir kurumdur.

Yine, bu sözde Ermeni tasarısı konusunda Bakanlığımızın bir faaliyetine daha işaret etmek istiyorum. Biz, son bir yıl içinde, 100'ü aşkın ülkede, 1 000'den fazla kültürel etkinliği gerçekleştirdik. Türkiyemizin daha iyi tanıtılması için kültürel etkinlik gerçekleştirdik. Yani, neydi bu etkinlikler; Türkiyemizden gelen sanatçılarımızdı, Türkiyemizden gelen sanat, kültür değerlerimizin sergilenmesini -Kültür Bakanlığının öncülüğünde veyahut birlikte- bizim gerçekleştirmemizdi... Ama, bu etkinliklerin çok önemli bir bölümü, konferans siyasî etkinlikti ve biz, yüzlerce konferansımızda, bu sözde Ermeni soykırımı meselesini ayrıntılarıyla anlatmaya çalıştık. Yani, ben "işte, yaptık, her şeyi çok iyi yaptık" diye anlatmıyorum; fakat, Bakanlık olarak, biz bunları gerçekleştirdik; sanırım, üzerimize düşen sorumluluğu belli ölçüde yerine getirdik.

Bir de şunu ekleyeyim: Bu konuda, zaman zaman kamuoyundan gelen bazı eleştiriler, haksızlık oluyor; özellikle, 24 evladını Ermeni terörüne, Asala terörüne şehit vermiş bir Bakanlığı ve bu Bakanlığın mensuplarını rencide ediyor.

Yine bu dönemde, Ortaasya ve Kafkas politikalarında ciddî bir gelişmenin içerisindeyiz; çünkü, Ortaasya ve Kafkasya politikaları, malumuâliniz, ilk on yılında, olması gereken şekilde, çok büyük ağırlıkla, kardeşlik, akrabalık, dostluk temeline oturtuldu, doğru da yapıldı; ama, şimdi artık, bu ilişkiler öyle bir düzeyde ki, biz, bu ilişkileri, daha planlı, takvime bağlayarak, daha akılcı, daha hesapçı, daha ileri bir düzeye taşımak durumundayız. Kardeşliğimizi, akrabalığımızı, sevgimizi hep muhafaza edeceğiz elbette; ama, şimdi, onun üzerine yeni yeni unsurlar inşa edeceğiz ve bunu yapmaktayız.

"Ortadoğu'da, Türkiyemiz bugün, Arap âlemiyle, İslam âlemiyle çok uzun dönemler sürmüş olan soğukluğu artık giderdi" deme noktasına geldik. Ben hatırlıyorum, bundan ikibuçuk sene önce İslam Konferansı Örgütünün toplantısına gittiğimde, Dışişleri Bakanları toplantısında, orada çıkacak nihaî kararda Türkiye'ye karşı kullanılan olumsuz ifadeleri nasıl hafifletebilirim diye uğraşmıştım; bundan ikibuçuk yıl önce... İkibuçuk yıl geçti, emek verdik, çaba gösterdik, insana insan gibi muamele ettik; ama, ben bu sene Sayın Cumhurbaşkanımla İslam Konferansı Örgütünün toplantısına gittiğimde, hiç mübalağa etmiyorum, bütün karar tasarılarını bizim Bakanlığımızın elemanları yazdı; o ölçüde öndeydik, o ölçüde sözümüze dikkat edilmekteydi, o ölçüde söylediğimiz dikkate alınmaktaydı ve gerçekten, hepimizin acısı olan, yüreğimizin acısı olan Filistinlilerin içinde bulundukları fevkalade vahim durumda, gelip de destek istedikleri ülke Türkiye oldu. Biz, bu desteği, İsrail'in de tam güven hissettiği tek ülke konumumuzla, bunun sağladığı avantajla, imkânla kullandık ve her iki tarafın resmen ifade ettiği gibi, onların acısının dinmesinde, bu sorunun bir barış yoluna girmesinde, çok küçük, mütevazı bir katkımız oldu ve bu katkımızı vermeye devam etmekteyiz.

Efendim, ben her konuya giremeyeceğim, sadece şunu söyleyeyim: Bizim Bakanlığımızın Meclisle, Meclisin organlarıyla ilişkilerinde eksiklikler olduğu çok öne sürülüyor; bu, son önergede de mevcut. Mutlaka vardır ve düzeltmeye çalışıyoruz, çalışmaktayız; ancak, şunu da ifade edeyim: Dışişleri Bakanlığı, bakanlık olarak, öyle, çok konuşan, içpolitikada prim toplama çalışan bakanlık değildir, kendi görevinin mahiyeti nedeniyle, pek de fazla ortada konuşmayan bir bakanlıktır. Bizim Meclis komisyonlarımızdan ne zaman bir talep geldiyse, derhal koştuk, gittik, gereğini yaptık. Milletvekili arkadaşlarımız, Balkanlardan Afganistan'a kadar "bizim bir bilgiye ihtiyacımız var" dediğinde, derhal milletvekillerimizi bakanlığımıza davet ettik, o konunun uzmanı arkadaşlarla bir araya getirdik. Biz, her önemli konuda, muhalefet olsun iktidar olsun, parti liderlerimize bilgi vermeye, bilgi sunmaya çalıştık; bazen zamansızlıktan yapamadığımız oldu çok acil durumlarda, bazen parti liderlerimizin programı müsait olmadığından yapamadık; ama, her zaman bunu yaptık; hele kendilerinden bir talep geldiğinde, koşa koşa gittik ve bu bilgileri sunduk.

Dışişleri Komisyonumuzda, ben, müteaddit defalar konuştum. Dışişleri Komisyonumuzun birçok toplantısında, Bakanlığımız, müsteşar yardımcısı düzeyinde mevcuttu ve yardımcı bir katkımız olur mu, bize sorulan bir konuda açıklamamız olur mu diye, Dışişleri Komisyonumuzda çalıştık.

Şimdi, sözlerime son vermeden önce, bir de, eleştiri değil ama, küçük bir gözlemimi de sunmak istiyorum. Bakınız, bugün -çok teşekkür ediyorum- bunları konuşma imkânını buldum, daha önemlisi, partilerimizin temsilcilerini dinleme imkânını bulacağım; fakat, biz, bir yandan da böyle eleştirilmekteyiz; şimdi, bazı sayın milletvekilleri, örneğin, Mecliste çok fazla bilgi sunmadığımı belirtiyorlar. Yaklaşık olarak kasım ayının başlarında, Anavatan Partimizden değerli milletvekilleri, dışpolitikada bir genel görüşme istemişlerdi; ben de ona hazırlandım, genel görüşmede geleceğim ve bilgi sunacağım diye. O, ağırlıklı olarak, o sırada Amerikan Meclisinde konuşulmakta olan bu sözde Ermeni tasarısı üzerinde idi; ama, sadece o değildi, başka konular da vardı. Biz hazırlandık... Günü de bize söylenmişti; yani, şu gün olacak, hazırlıklı olun, diye gelmişti. Biz hazırlandık; fakat, nedense, o Ermeni tasarısının geri dönmesinden sonra o toplantı istenmedi herhalde ve biz, Meclisimize ve özellikle de o toplantıyı isteyen ANAP Grubumuza bilgi sunmak, kendilerini dinlemek imkânından yoksun kaldık.

Sayın Başkan, sayın milletvekilleri; dışpolitikamız, iyi denilebilecek şekilde gelişiyor; dışpolitikamız, dünyanın çeşitli köşelerinde giderek etkinliğini artırıyor; dışpolitikamız, sadece bir laftan ibaret olmadığının bilinciyle; dışpolitikamız, ülkemizdeki güçlerin ifadesi olduğundan geliştiğinin bilincinde olarak... Yani, tek başına dışpolitika, çok iyi çalışıyor Bakanlık değil, olmaz onunla zaten; ama, Türkiyemiz bir gelişme çizgisinde olduğu için; Türkiyemiz, bilim adamıyla, sanatçısıyla, siyasetçisiyle dünya ölçeğinde öne çıkmaya başladığı için; Türkiyemiz sporcusuyla, Türkiyemiz silahlı güçleriyle, Türkiyemiz bilim adamlarıyla dünya ölçeğinde ses getirebildiği için, Türkiye'nin dışpolitikası giderek etkinlik kazanıyor, giderek daha geniş bir coğrafyaya hitap ediyor. Bugün artık Türkiyemiz -Ortadoğu dedim- Ortadoğu'da, Kuzey Afrika'da, Afrika Kıtasının tümünde, Ortaasya'da, Balkanlarda her zamandan daha fazla mevcuttur. Bu mevcudiyeti, tek başına Dışişleri Bakanlığı sayesinde değil elbette; ama, Türkiyemizin gücü olduğu için, Türkiyemizin etkinliği olduğu için ve biz bu etkinliği iyi kullandığımız için; biz Bakanlık olarak, Türkiyemizin tarihini, tarihten gelen gücünü, Türkiyemizin kültürünü, kültüründen gelen gücünü kullanabildiğimiz ve bunun bilincinde olduğumuz için, Türkiyemiz artık, dünyanın sadece bir bölgesel gücü değil, ama, küresel gücü olmak yönünde hızla gelişmektedir. Bu gelişme, sayın milletvekillerimizin, siyasî partilerimizin ve tümüyle toplumumuzun sayesinde olmaktadır. Bu, böyle olmaya devam edecektir. Türkiyemiz bugün, dünden daha güçlüdür; Türkiyemiz, yarın, bugünkünden çok daha güçlü olacaktır.

Bu düşünceyle, hepinize saygılar sunuyorum; sağ olun efendim. (Alkışlar)

BAŞKAN - Sayın Bakan, çok teşekkür ediyorum efendim.

İlk söz, Anavatan Partisi Grubu adına, İstanbul Milletvekili Sayın Bülent Akarcalı'da efendim.

Buyursunlar Sayın Akarcalı. (ANAP sıralarından alkışlar)

ANAP GRUBU ADINA BÜLENT AKARCALI (İstanbul) - Sayın Başkanım, değerli arkadaşlarım; dışpolitika konusundaki genel görüşmede Anavatan Partisi Grubu adına sizlere hitap etmekten onur duyuyorum.

Değerli arkadaşlarım, dışpolitika söz konusu olduğunda, Türkiye Büyük Millet Meclisi, her zaman, günlük sorunlarını aşmış, meselelere sorumlulukla yaklaşmış bir meclistir. Partilerimiz, ister iktidarda ister muhalefette olsunlar, Meclisin dışpolitikadaki sorunlarına, konularına, her hükümette, hemen hemen kayıtsız şartsız destek vermişlerdir. Meclis, dışpolitikayı, her zaman, günlük endişelerin üzerinde tutmuş, içpolitikaya alet etmemiş ve cumhuriyet tarihinde hiçbir hükümet, hiçbir bakan, Türkiye Büyük Millet Meclisinin bir davranışından dolayı dışpolitikada zor durumda kalmamıştır. Bunu, Türkiye Büyük Millet Meclisinin, dışpolitikayı tartışmadaki sorumluluğunu ne ölçüde müdrik olduğunu belirtmek için söylüyorum. Türkiye Büyük Millet Meclisi, dışpolitikada hiçbir zaman maceracı olmamıştır, serüven peşinde koşmamıştır, hele ucuzculuğa hiç düşmemiştir. Türkiye Büyük Millet Meclisimiz, bu ciddî ve vakur yapısıyla, örneğin, bir Fransız Senatosunun, İtalyan Parlamentosunun, teröriste, marjinale, çapulcuya verdiği destekle içine düştüğü o zor durumu, Allah'a şükür, ne kendisi yaşamıştır, ne hükümetine ne de kamuoyuna yaşatmıştır. Türk hükümetleri, hiçbir zaman "ne yapayım, Meclisten çıktı, benim yapacağım bir şey yok, bu utanç verici bir husustur" diyerek gerekçe bulma durumuna düşmemişlerdir.

Sayın Bakanımıza, çoğu ülkenin dışişleri bakanları "Meclisimden utanç duyuyorum, çıkardıkları bu karar ayıptır; ama, ne yapayım" demiştir; ama, Sayın Bakanımız, hiçbir zaman ve ondan önceki bakanlar da, bir gün olsun, Türkiye Büyük Millet Meclisinden dolayı, en ufak sıkıntıya düşmemişlerdir. (ANAP sıralarından alkışlar)

Değerli arkadaşlarım, onun için, bu Meclis, genel görüşme dışında da, bilgiye layık bir Meclistir. Bu Meclis, yalnız genel görüşme olduğu zaman meseleleri tartışma ihtiyacında olan bir meclis değildir. Bu Meclis, dış politikada hükümetin, Bakanlığın sıkıntıya düştüğü her anda, ciddiyetle ve sorumlulukla arkasında olan bir meclistir; ama, yeter ki, bu konuda, Türkiye Büyük Millet Meclisinin, konular hakkında, ayrıntılarda bilgisi olsun. İşte en büyük eksiğimiz bu değerli arkadaşlarım.

Türkiye Büyük Millet Meclisi, bulunduğu noktada, aldığı kararlarla, hiçbir dost ve müttefik ülkeyi, hiçbir komşu ülkeyi zor durumda bırakmamıştır; aldığı karardan dolayı, hükümeti ya da Bakanlığı, onu düzeltmek için çırpınma durumuna sokmamıştır.

Özetle, Türkiye Büyük Millet Meclisi, başka ülkelerde, hatta bize demokrasi konusunda ders vermeye kalkan ülkelerde olduğu gibi, hükümetinin, devletinin ayakbağı ve sorun kaynağı hiç olmamıştır.

Dışpolitikada, böylesine sağduyulu, serinkanlı, dengeli, sorumlu yaklaşan Meclisimiz, bu tavrının karşılığında, bence, Dışişleri Bakanlığımızdan hak ettiği ilgiyi görmemiştir. Bu ilgi, yalnız ve yalnız bilgi bazında, bilgiyi talep etme ve tartışma bazındadır. (DYP sıralarından alkışlar) Ülkenin dışpolitikada yanlışlık kabul etmez sorunlarını hep birlikte tartışabilmek içindir. Bu talep yalnız budur. Hiçbir şekilde, hükümetin, Bakanlığın dışpolitikasına müdahale anlamında değildir. Geçmişte böyle bir müdahale için de hiçbir örneği yoktur.

Evet, bir genel görüşme istenmiş, sonra olmamıştı; ama, değerli arkadaşlarım, Meclis İçtüzüğünün ilgili maddesi son derece açıktır. Hükümetin her bakanı, istediği takdirde, her gün, önemli gördüğü konuyu gelip buraya aktarabilir; konuyu aktardıktan sonra, partilerin ve milletvekili arkadaşlarının görüşünü de aynı şekilde dinleyebilir. Bu, İçtüzükte son derece açık bir hükümdür; bunun için genel görüşmeyi bekleme ihtiyacı yoktur. Eğer "bir genel görüşme geri alındı; dolayısıyla, benim bilgi vermem mümkün olamadı" deniyorsa, o zaman İçtüzüğün o maddesinin okunmasını özellikle rica ederim.

Değerli arkadaşlarım, ben de şunu belirteyim: Eğer "Anavatan Partisinin bir genel görüşme önergesi vardı da geri çekildi, benim fırsatım olmadı" deniyorsa, daha yaz başında "burada konuşma yapacağım" diye talepte bulunulduğu ve söz verildiği halde, o söz talebi geri alındığı için, eğer Sayın Başkanımız Sökmenoğlu'nun bizzat devreye girmesi olmasaydı, biz Sayın Bakanımızı burada dinleyemeyecektik; öyle değil mi Sayın Başkanım?.. Siz bizzat, yaz başında devreye girmiştiniz; burada söz verilmişti "konuşma yapılacak" diye, Sayın Bakan gelmemişti, ondan sonra siz bizzat devreye girdiniz ve Sayın Bakanın buraya gelmesini talep ettiniz. (FP ve DYP sıralarından alkışlar)

ALİ TEKİN (Adana) - Genel Kurula konuş.

BÜLENT AKARCALI (Devamla) - Bu, Sayın Başkanımla ilgili bir husustu.

Değerli arkadaşlarım, ben bunları, yıllardır dostum olan Sayın Bakanı üzmek, onu yermek için söylemiyorum; tam tersine, bu Meclis, arkasındadır; bu Meclis, onun en büyük desteğidir; bu Meclis, sıkıntıya düştüğü an, kendisini darda hissettiği an, gelip destek alacağı, yeniden gücünü toplayacağı, kendisini yeniden burada âdeta şarj edeceği bir yerdir; onun için söylüyorum değerli arkadaşlarım. Çünkü, amacımız nedir; dışpolitika yanlış kabul etmez; bir barajın yerini yanlış yapabilirsiniz, düzeltirsiniz; bir havaalanının yeri yanlış olabilir, bir fabrika yanlış yere yapılabilir, bunların ceremesini biz çekebiliriz; ama, dışpolitikadaki bir yanlışı düzeltmek için, maalesef, uzun yıllar gerekiyor ya da bazen uzun yıllar bile onu kesinlikle telafi edemiyor.

Şimdi, ben şu noktalara değinmek istiyorum. Meclis olarak nelere ihtiyacımız olabilir. Ben, şahsen, Sayın Bakanın, burada her ay bir konuşma yaparak bilgi vermesi, karşılığında bizleri dinleyerek, daha hangi bilgileri vermesi gerektiğini tespit etmesini, fazla bir şey olarak görmüyorum; yani, her ay böyle bir konuşma olduğu takdirde, temmuz, ağustos, eylül aylarını, 3 ayı çıkardığımızda, senede 9 ay, 9 defa etmiş olacak. Türkiye Büyük Millet Meclisine hitap edip konuşma, siyasî açıdan ve uluslararası gelenek açısından, komisyonlarda verilen bilgilerin dışında bir konuşmadır.

Şimdi, ben diyorum ki: Balkanlarda durum nedir? Kafkaslarda ne oluyor? Çeçenistan'da savaş bitti mi? Musul'da Türklere baskı var mı? İran gerçekten Azerî Türklerinin yaşadığı yerlerde Türkçe eğitimi yasakladı mı? Batı Trakya'da soydaşlarımız hâlâ baskı altında mı? Bulgaristan'dakiler ne yapıyor; Bulgaristan'da bir başkonsolosumuzun arabası devriliyor, yakılmaya çalışılıyor; nedir bunlar; tesadüf mü değil mi? Kıbrıs'taki son durum... Yalnız Avrupa Birliği açısından değil, görüşmelerin kesilmesi açısından gerekçesi nedir? Kuzey Irak'ta ne gibi gelişmeler var? Saraybosna'da Osmanlı camileri yıkılıp yerine Suud camilerinin yapıldığı doğru mu? Olmamış Ermeni soykırımını tanıma kararları, Fransa, İtalya ve Avrupa Parlamentosundan neden ve nasıl çıkıyor? Biz ne yapıyoruz, daha doğrusu neler yapmıyoruz da bunlar başımıza geliyor? İşte tartışabileceğimiz konular... Bunları tartışmak, hiçbir şekilde... Gerçekten, dar imkânlarla çalışan, az kadroyla çalışan, parası kesildiği için, bu kış, temsilciliklerinde, belki, ısıtma sistemi çalışmayacak, kaloriferi yanmayacak olan elçiliklerimiz ve Bakanlığımız için söylüyorum. Bunları tartıştığımız ölçüde, bu meselelere milletvekillerimizin sahip çıktığı görüldüğü ölçüde, Sayın Bakanımız, daha güçlü, daha kuvvetli olacaktır. Bu bilgilerle teçhiz edilmiş milletvekilleri, Plan ve Bütçe Komisyonunda dışpolitika, Dışişleri Bakanlığının bütçesi konuşulurken "bu kadar para yetmez, bu kadar teçhizat yetmez; Türkiye'nin bunca sorunun altından kalkabilmesi için çok daha güçlü yapıdaki bir Dışişleri Bakanlığı gerekiyor" diyebileceklerdir; ama, ne yazık ki, sayın milletvekillerimiz, bu bilgilerden mahrum oldukları için, ancak gazetelerden okuyabildikleri -bir de şimdi Meclisimiz gece yarısına kadar çalıştığı için televizyon haberlerini de seyredemiyoruz- haberlerle yetinebilmektedirler.

Değerli arkadaşlarım, bakınız, tartışma imkânı olduğu zaman meselelere nasıl yaklaşabiliriz: Avrupa Birliğinden PKK'ya giden mektup mu önemli, yoksa, bu sayede, Avrupa'da yasaklandığını sandığımız terör örgütü PKK'nın Fransa'da resmî büro sahibi olması ve bizim de bunu âdeta kabullenmiş görünmemizin ortaya çıkması mı daha önemli? (DYP sıralarından alkışlar)

O mektupta, çok net bir şekilde bir şey yazıyor: "Terör Örgütünün Başkanlık Konseyinin yeri yurdu, adresi belli" deniliyor.

Şimdi, Sayın Başkanım, değerli arkadaşlarım, şöyle denmiş olsa bize, ne yaparız: Avrupa Komisyonu, kalkıp da "bizim mektup gönderdiğimiz yerin Fransa'da yeri yurdu belli; Fransa'nın yasaklamadığı, sizin de bunu pekâlâ bildiğiniz halde, Fransa nezdinde ciddî hiçbir girişimde bulunmadığınız bir yer" dese, ne cevap vereceğiz? Ama, bu konu Meclise gelmiş olsa, Türk milletvekilleri, Avrupa'nın dost ve müttefik sandığımız ülkelerinde hâlâ PKK bürolarının olduğunu ve onlara resmî bir unvan verildiğini, resmî muamele edildiğini bilmiş olsalar, o gittiğimiz onlarca toplantıda, onlarca uluslararası kuruluşlarda bunun hesabını teker teker sorarız. Ben dahi, şahsen, o mektup sayesinde,  Fransa'da bu terör örgütünün bir bürosu olduğunu öğrendim;  Meclisimiz de, inanıyorum ki, ancak gazetede bu haber çıktıktan sonra öğrendi. İşte, bu, Mecliste bilgileri tartışmanın yararıdır.

Sayın Bakanım, siz bu Meclisi arkanıza aldığınız ölçüde daha da büyüyeceksiniz, o güçlü Türkiye'nin sesi daha da güçlü çıkacak, o "biraz sert söylediğim zaman değiştiler" lafını siz sert söylemeden de, değişmeye başlayacaklardır; o sert söylemeye bile ihtiyacınız kalmayacaktır; ama, bunun için Türkiye Büyük Millet Meclisini sizin, iradenizle, girişiminizle, inisiyatifinizle arkanıza almanız gerek. Buradan milletvekilleri, benim şu bilgiye ihtiyacım vardı diye kapınızı çaldığı zaman değil, milletvekillerimiz hangi bilgiyi istediklerini her zaman bilmeyebilirler, bilginin tümüne sahip olacağız ki, ondan sonra o bilgiden neler çıkarabileceğimizi bileceğiz. Bizler, Fransa'da terör örgütünün bürosu olduğunu bilmiyor isek, bu konuda ne girişimde bulunabilir, ne talepte bulunabiliriz; hiçbir şey.

Onun için, ben bu genel görüşmeyi meselelerin tartışılmasından ziyade bu ihtiyacın ortaya konması açısından önemsiyorum. Türkiye'nin       -biraz önce saydım- yalnız Balkanlardaki durumunu tartışmamız için bir oturum gerekir.

Değerli arkadaşlarım, bundan 4-5 sene öncesine kadar Yunanistan bütün Balkan ülkeleriyle, komşularıyla, âdeta, kanlı bıçaklı idi. Makedonya'yı tanımamak için yaptığı girişimleri biliyorsunuz; ismini hâlâ tanımıyor; yani, Makedonya'nın uluslararası adı hâlâ Makedonya değil, eski Yugoslav Cumhuriyeti Makedonya ve  bu Makedonya'ya yaşamasın diye iki sene ekonomik ambargo uygulamıştır. Arnavutluk'a, aynen, ırkçı bir muamele uyguluyordu; ama, şimdi Yunanistan, Avrupa Birliği gerekçesiyle, bütün Balkanları cebine koydu ve kesinlikle, Türkiye'nin önüne geçti; kim ne derse desin. Bunu tartışacağız ve siz bizden isteyeceksiniz, bizim Balkanlarda tekrar kuvvetli olmamız için, Yunanistan'ın, Balkanları bir Ortodoks hâkimiyeti altına sokmaması için bizim şunları şunları yapmamız gerek diyeceksiniz. Size bu konuda desteği hükümetten önce bu Meclis verir Değerli Bakanım.

Ben bunun için bu konulara bu ölçüde heyecanla yaklaşıyorum ve şu anda da soruyorum -daha sonra da bildirebilirsiniz- bugün dost ve müttefik bildiğimiz, en azından, NATO üyesi hangi ülkelerde terör örgütünün bürosu vardır ve serbesttir; bunu, bilelim. Buradan başlayarak daha bir sürü noktaya gidebiliriz.

Değerli arkadaşlarım, bunu neden belirtiyorum; devlet, hükümet, sayın bakanlık, bu terör örgütü bürolarını kapatmak için girişimde bulunabilir; ama, karşı tarafındaki, anlayışsız bir hükümetse -ki, öyleleri var- anlayışsız başbakansa -öyleleri var, İtalya'da gördük; hatta, kimi ülkedeki bakanların adı Bangalos'tan Dangalos'a çıktı, böyleleri var- ne yaparsak yapalım, normal diplomatik yollarla bunu  başaramayız; ama, başka yolları deneyebiliriz.

Bunların bir tanesinin denenmesi nedir; bu örgütün adını anmak bile ağzımda onlara bir prim vermek olduğu için söylemiyorum; bu, cani, terörist, şerefsiz örgütün bu ülkeye çektirdiği ıstırapları...(MHP ve ANAP sıralarından alkışlar)  ...biz, en azından Avrupa İnsan Hakları Mahkemesinde, hem bu örgütü hem bu örgüte destek vermiş ülkeleri mahkûm etmek için kullanabiliriz.

Ben, geçen sene, bunun için uğraştım. Yazılı soru önergeme verdiğiniz cevapla, PKK mağdurları vatandaşlarımızın haklarını korumak için, terör örgütünü mahkûm ettirmek için Avrupa İnsan Hakları Mahkemesinde dava açabileceğimizi resmen  belirttiniz; ama, ondan sonraki girişimlere en ufak bir destek çıkmadı. Yani, o, PKK mağdurları insanlarımız, kendi başlarına yol, iz bilmeden gidip oralarda dava açacaklardı.

Dışişleri Bakanlığı -kim ne derse desin- bu konularda buna önderlik etmek durumundadır. Dışişleri Bakanlığı, Adalet Bakanlığını uyarır, Türkiye'deki baroları uyarır, bu konuda gönüllü çalışmak isteyenleri uyarır. Eğer, biz, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesine, o, şehitlerimiz dışında, öldürülmüş, tarlası yakılmış, hayvanı telef edilmiş, yanmış okullar, yanmış iş makineleri, yanmış hastaneler konusunda dava açabilseydik,  Avrupa İnsan Hakları Mahkemesine, en azından teröre destek verdiği, terörist elebaşısını, devletiyle, başbakanıyla, bakanıyla, savunma bakanıyla, büyükelçisiyle destek verdiği için suçüstü yakalanmış Yunanistan aleyhine dava açabilseydik, sıkı mıydı o zaman Yunanistan'ın Katılım Ortaklığı Belgesine Kıbrıs meselesini koyabilmesi? Bu kadar serbest bırakırsak meseleleri, bu kadar düz yolda, boş sahada top oynamalarına izin verirsek, tabiî ki, Yunanistan da, sizin bütün iyi niyetinize rağmen, babası bize olmadık eziyeti çektirmiş, Andre'nin oğlu Yorgo'nun iyi niyetine rağmen, Yunanistan'ın Türkiye'ye yönelik politikalarında radikal değişiklik yapmayacağı ortadadır; ta ki, bizim de ona karşı kullanacağımız elimize imkânların geçmesine kadar. Neydi bu imkân? Yunanistan, dünyada, Suriye'den sonra, teröre destek verdiği resmen, açıkça tespit edilmiş ülkeydi.

Değerli arkadaşlarım, iki tane -yaptığı şüpheli- meçhul Libyalı, bir İngiliz uçağını, bir İngiliz-Amerikan uçağını düşürdüğü için, Libya'ya on yıl hava ambargosu uygulandı. Libya'ya on yıl uçak inmedi; sırf bir iddiadan dolayı, bunlar yargılanıncaya kadar denildi.

Şimdi, terör konusunda bu kadar tavır alabilen ülkeler varken, biz, Yunanistan'ı, teröre destek vermenin ötesinde, terörü kucaklamış, beslemiş, yeşertmiş, Türkiye'deki bunlarca ölümün içinde kanlı eli olan Yunanistan'ı bu kadar kolay bırakınca, adam, tabiî, Katılım Ortaklığı Belgesinde, Helsinki'de verilen sözleri de yutarak gelir. Atalarımız demiş; ben, Yunanistan'ı düşman olarak görmek istemiyorum; ama, yani, suyun uyuyup, onun uyumadığını da, yılların verdiği birikimle, tecrübeyle biliyorum.

Sözlerimi, şu şekilde bağlamak istiyorum değerli arkadaşlarım, Sayın Bakanım; Katılım Ortaklığı Belgesi, onların bize tek taraflı sunduğu bir belge değil. Bunu, Meclisimize bu şekilde belirtmiş olmayalım. Bu tutanakları okuyan burada yabancı elçilikler de var, tercüme edip gönderiyorlar. Sonra kalkıp derler ki, bu Katılım Ortaklığı Belgesi hazırlanırken, biz, sizin büyükelçinizle, sizin kuruluşlarınızla şu kadar görüştük, Verheugen Türkiye'ye geldi, etti... Şöyle diyelim: Katılım Ortaklığı Belgesi, yapılmış belirli müzakereler sonunda ortaya çıkmış; ama, karşı tarafın iradesini yansıtan bir belgedir. Onların, tek başına, kendi kendilerine yapıp, bize danışmadan, etmeden önümüze koyduğu belge değildir. Yani, Dışişleri Bakanlığı ne kadar bilgi vermese de, gazetelerimiz bunları yazabiliyor; çünkü, orada direkt bilgi alabilecek muhabirleri var. Onun için, Katılım Ortaklığı Belgesindeki ayrıntıyı tartışalım, bunun için de ayrı bir oturum gereklidir değerli arkadaşlarım.

Zamanım azaldı, şöyle diyorum, katılım ortaklığı belgesine benim iddiam nedir; Kıbrıs'la ilgili madde tuzak maddedir. Türkiye'nin bütün dikkatini oraya çekip, Katılım Ortaklığı Belgesinde, esas, Türkiye'ye, doğru dürüst bir kuruş para vermeden, Türkiye'yi tam üyeliğe, kendi masrafıyla hazırlatmaya yönelik bir belge olduğunu ben iddia ediyorum; bunu tartışacağız, bunu tartıştığımız zaman siz orada güçlü olacaksınız.

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BÜLENT AKARCALI (Devamla) - 1 dakika Sayın Başkanım, fazla değil...

BAŞKAN - Buyurun.

BÜLENT AKARCALI (Devamla) - Değerli arkadaşlarım, şöyle özetleyeyim: Katılım ortaklığı belgelerine göre -çünkü, yalnız Türkiye'ninkini tartışmamız yetmez, diğer 12 üyeninkini de tartışmamız gerek- Polonya'ya, tam üyeliğe hazırlanması için tahsis edilecek para, Türkiye'ye tahsis edilmesine vaat edilmişin tam on mislidir. Türkiye, çok cüzî bir parayla tarım reformunu yapacaktır, bölgesel kalkınmasını yapacaktır vesaire, vesaire...

Sözlerimi şöyle bitiriyorum: Bakın, Avrupa Birliği ile maddî ilişkimiz, malî ilişkimiz ne olmuş. İşte  Kıbrıs maddesini önümüze koyuyorlar,  bir tek onu görüyoruz ve ondan sonra bunları unutuyoruz.

Değerli arkadaşlarım, 1964'ten bu yana, hatta, 2002'yi kapsayan dönem içerisinde, Avrupa Birliği, bize, 5,4 milyar EURO vaat etmiş, bunun 3 milyarı için taahhüde girmiş ve bunun ancak 1,5 milyarını ödemiş ya da ödeyecek. Değerli arkadaşlarım, bu kadar paraya Malta bile tam üyeliğe girmiyor... (ANAP, MHP ve DYP sıralarından alkışlar) ...ama, bunu, Türkiye'ye kabul ettiriyorlar. Neden; çünkü, bunları tartışamıyoruz. Bunları, yalnız, diplomatların, bürokratların, basının değil, burada, bu iradenin tek sahibi olan Türkiye Büyük Millet Meclisinin tartışması lazımdır. Avrupa Birliğine üyeliğimiz kesinleştiğinde, oradaki millî meclisler bizim oraya girmemizi onaylayacak; ama, ondan önce, oraya girmemizin bütün her şeyini, size güvenen bu Meclise, hükümetine güvenen bu Meclise -sizlerin de güveni- hükümetlerini hiçbir zaman aldatmamış olan bu Meclise bütün bu konuları getirip, burada tartışılmasını sağlamanız lazımdır. Bunu yapacağınıza inanarak, güvenerek, 7 önergeyi veren arkadaşlarımıza DA teşekkür ediyorum.

Hepinize saygılar sunuyorum değerli arkadaşlarım. (ANAP, MHP, FP ve DYP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN - Teşekkür ediyorum Sayın Akarcalı.

Şimdi, söz sırası, Milliyetçi Hareket Partisi Grubu adına, Erzurum Milletvekili Sayın İsmail Köse'nin; buyurun efendim. (MHP sıralarından alkışlar)

MHP GRUBU ADINA İSMAİL KÖSE (Erzurum) - Sayın Başkan, sayın milletvekilleri; dışpolitikayla ilgili genel görüşmede Milliyetçi Hareket Partisi Grubu adına söz almış bulunuyorum; sözlerime başlarken, Grubum ve şahsım adına Yüce Heyetinizi saygıyla selamlıyorum.

Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; devletimizin üzerinde kurulu bulunduğu Anadolu coğrafyası, tarihin her döneminde çevresini etkileyen, bunun yanı sıra çevresinden geniş ölçüde etkiler alan, baskılara maruz kalan, jeopolitik özellikleriyle stratejik değeri çok yüksek bir alandır.

Bu topraklar üzerinde yaşayan ve devlet kuran topluluklar, tarih boyunca, coğrafyanın hakkını verebildikleri ölçüde kalıcı olmuşlar, varlıklarını sürdürebilmişlerdir. Çevresiyle yeterli ilişki kuramayan, içine kapanan, kültürel ve siyasal baskılara karşı gerekli direnci gösteremeyen topluluklar, kimliklerini kaybedip, yozlaşmak suretiyle, bir süre sonra bu toprakların jeolojik katmanlarında kaybolup gitmişlerdir.

Bin yıldan beri üzerinde yerleşip devlet kurduğumuz, medeniyet ve kültürümüzü geliştirip, kökleştirdiğimiz bu toprakların yükümlülüklerini milletçe yerine getirdiğimiz, sorumluluğumuzun bilincine sahip olduğumuz için kalıcı olduk, burasını vatanlaştırdık.

Sayın Başkan, sayın milletvekilleri; Türkiye topraklarına paylaşılması gereken bir alan nazarıyla bakan ve 19 uncu Yüzyıldan 20 nci Yüzyılın ilk çeyreğine kadar buna ilişkin projelerini uygulamaya koyabilmek için çaba sarf eden dış güçler, sonunda, Osmanlı Devletinin tasfiyesini sağladılar; ancak, Mustafa Kemal'in önderliğinde girişilen millî mücadele sonunda, millî varlığın korunması ve yaşatılması anlamını taşıyan Türkiye Cumhuriyetinin kurulmasını önleyemediler.

Türkiye Cumhuriyeti Devleti, topraklarımızı istila etmek, sunî devletler yaratarak, Türklüğün bu coğrafyadan tasfiyesini sağlamak amacını güden,  haksız, hukuksuz ve onursuz bir işgal denemesini süngüsünün gücüyle defeden bir millî direnişin sonucu olarak kuruldu. Aradan 77 yıl geçtikten sonra geriye baktığımızda, Atatürk'ün kurduğu devletin bu süre zarfında önemli gelişmeler sağladığını,  büyük atılımlar yaptığını,  çok kritik dönemlerden  başarıyla geçtiğini  övünçle gözlemliyoruz.

Türkiye'nin jeopolitik özellikleri ve jeostratejik değeri, iki bloklu soğuk savaş döneminde olduğu kadar, Sovyetler Birliğinin dağılmasıyla ortaya çıkan yeni Avrasya haritasında da önemini ve etkinliğini artırarak sürdürmektedir. Günümüzde, Ortadoğu, Balkanlar ve Kafkasya'da, Türkiye'nin içerisinde olmadığı, görüş ve isteklerinin dikkate alınmadığı, kenara itildiği bir statünün oluşumu imkânsızdır.

Bunun yanı sıra, bölgemizde huzurun, barışın ve istikrarın sağlanmasında, Türkiye, en etkili güç merkezi konumundadır. Geçen yıl bu salonda, Amerika Birleşik Devletleri Başkanı Clinton, Türkiye'den "stratejik ortak" olarak söz ederken, kesinlikle, siyasal bir kompliman yapmak niyeti taşımıyordu. Dünyanın en güçlü ülkesinin Devlet Başkanının ciddî tespit ve tahlillere dayandığı muhakkak olan bu değerlendirmesi, Türkiye'nin bölgesel konumunu ve etkinliğini vurgulayan önemli bir ifadedir.

Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; Türkiye'nin Avrupa Birliği adaylığının ilan edildiği Helsinki zirvesinden sonra, son aylarda yaşanan gelişmeler, bu konuda erken iyimserliğe kapılmadan; ama, olumsuz gelişmeler karşısında da karamsarlık ve ümitsizlik yaşamadan, Türkiye'nin hak ve hukukunu büyük bir hassasiyetle korumak gereğini göstermiştir. Katılım Ortaklığı Belgesine Kıbrıs konusunun "öncelikli işlemler" bölümüne son dakikada eklenmesi ve bununla da kalınmayarak, Ege meselesinin orta vadeli kriterler arasında yer almasına çalışılması karşısında, hükümetimizin ortaya koyduğu kararlı tutum ve yürüttüğü başarılı diplomasi, Türk Devletinin uluslararası ilişkilerdeki ağırlığını bir kere daha ortaya koyan bir gelişme olmuştur.

8 Kasımda açıklanan Katılım Ortaklığı Belgesinde Kıbrıs ve Ege sorunuyla ilgili olarak, millî çıkarlarımıza aykırı hususların yer alması üzerine, Milliyetçi Hareket Partimizin düşüncesi ortaya konularak "Avrupa Birliği, Türkiye'nin üyeliğine, ya tarih bilincinden uzak veya uzak görüşlülükten mahrum bir şekilde yaklaşmaktadırlar ya da oyunu çok acımasızca ve akıllıca oynamaya çalışmaktadırlar" şeklinde yorumlanmıştır.

Ülkemizin, Avrupa Birliği yönetiminden istediği çok fazla bir şey yoktur. Türkiye, Birlik yönetiminden, iyi niyetle hazırlanmış, inandırıcı bir üyelik politikası izlemesini beklemektedir. Bu, hiçbir şekilde özel bir himaye talebi değildir, sadece ve sadece, onurlu ve adil bir ilişkinin asgarî bir kuralıdır.

Sayın Başkan, sayın milletvekilleri; 4 Aralık toplantısından sonra yapılan açıklamalar, Avrupa Birliği-Türkiye ilişkilerinin onurlu ve adil bir çizgide sürdürüleceğinin işaretlerini vermesi bakımından önemlidir. Türkiye, bu yaklaşım devam ettirildiği müddetçe, taahhütlerini aynı iyiniyet çerçevesinde yerine getirmeye çalışacak; bu onurlu ve adil çizgi terk edildiğinde de, aynı haklı ve kararlı tepkiyi tekrar göstermekten asla geri dönmeyecektir. 4 Aralık 2000 tarihinde Brüksel'de toplanan Avrupa Birliği Dışişleri Bakanları, Kıbrıs ve Ege konusunu önşart olarak ileri sürmeyip "Güçlendirilmiş Siyasî Diyalog" başlığıyla yeni bir paragraf oluşturmuşlardır. Bu, yeterli olmasa bile, önemli bir adımdır.

Avrupa Birliğinin, Kıbrıs ve Ege konusunu önşart olarak dayatmaktan vazgeçmesi, Türkiye açısından önemli bir gelişme olmakla birlikte, Kıbrıs sorununun kısa vadeli, Ege sorununun ise "Orta Vadeli Öncelikler" başlığıyla hâlâ gündemde tutulması, Türkiye'nin bu konudaki duyarlılığını sürdürmesini gerekli kılmaktadır.

Öyle görülüyor ki, Avrupa Birliği Türk-Yunan ilişkilerini belli ölçülerde kendi sorunuymuş gibi değerlendirme eğilimini sürdürecektir. Halbuki, Avrupa Birliği üyesi ülkeler de çok iyi bilmektedirler ki, Kıbrıs ve Ege sorunlarını çözümsüzlüğe iten taraf Yunanistan'dır. Yunanistan ve Kıbrıs Rum kesiminin, Adayı bütünüyle bir Rum toprağı sayarak, Türkleri himaye ve lütuflarına bağlı azınlık şeklinde görmekte ısrar etmeleri, 50 yıldan beri burada kalıcı bir çözüme ulaşılmasını önleyen başlıca nedendir.

Türkiye'nin, Zürih ve Londra Antlaşmalarından kaynaklanan garantörlük hakkını kullanmasını hukukdışı saymak ve Türklerin imhasını önleyebilmek maksadıyla, Adadaki mevcudiyetini işgal olarak nitelendirmek ne derece haksızlıksa, Yunanistan'ın planlarına arka çıkarak, Rumlara, makul ve adil bir anlaşmaya yanaşmayan tutumlarını sürdürmeleri hususunda cesaret verici tavırlar, aynı ölçüde vahim bir hatadır.

Yakın zamanlarda Bosna ve Kosova'da yaşananlar ortadayken, Kıbrıs'ta da aynı acıların yaşanacağı bir ortamı hazırlamak anlamına gelen Rum şovenizminin desteklenmesinin mantıkî bir tarafı da yoktur. Bu, son derece hatalı yaklaşımın Birleşmiş Milletler Genel Sekreteri Kofi Annan tarafından sergilenmesi ise üzüntü vericidir.

Taraflar arasında altıncısının başlatılması düşünülen dolaylı görüşmeler öncesinde, Türk tarafına, Rum görüşlerinin kabulü anlamını taşıyan projeler sunulması, problemi çözmek yerine, daha da derinleştirebilecek yanlış bir tavırdır. Kıbrıs'ta, tarafların benimseyecekleri adil bir çözümün sağlanabilmesi için, Avrupa Birliğinin, Türk tarafını problemin sorumlusu sayan ve bu konuyu Avrupa Birliği ortaklığı zeminine çeken peşin hükümlerinden süratle sıyrılması gerekmektedir.

Kıbrıs'ta, hiç kimsenin varlığını görmezlikten gelemeyeceği 200 000'in üzerinde Türk yaşamaktadır. Bunlar, Adanın toplam nüfusunun üçte 1'inden daha fazladır. Kıbrıs Türkünü Rumların insafına terk etmek anlamına gelen çözüm projeleri, aslında 1974 müdahalesinden önce uygulanan statünün küçük rötuşlarla yeniden uygulamaya konulması talepleridir. Türkiye'nin, Avrupa Birliği üyeliği sürecinde Kıbrıs sorununun kısa vadede, Ege'nin orta vadede çözülmesini şartlar arasına koymak, münasebetleri olumlu yönde geliştirecek bir tutum değildir.

Türkiye, durumu serinkanlılıkla ve gerçekçi şekilde değerlendirebilecek, diplomasisinin bütün gereklerini yerine getirecek millî bir politika izlemeye devam edecektir.

Sayın Başkan, sayın milletvekilleri; genel çerçevesini çizmeye çalıştığımız Avrupa Birliği konusunda, ülkemizde, özellikle son bir ay içinde yoğunlaşan tartışma ve gelişmelere bakıldığında da, sorumluluk bilincinin yeterince yaygın ve güçlü olmadığı görülmektedir. Bu gibi millî meselelerde, ideolojik ve siyasî çıkarların bir yana bırakılıp, millî bir heyecanla olaya yaklaşılması başarı için vazgeçilmez bir gerekliliktir.

Katılım Ortaklığı Belgesinin açıklanmasının ardından yaşanan ve kamuoyunun da dikkatini çeken bazı olumsuz gelişmelerin tesadüfle açıklanması mümkün değildir. En son, Türkiye'nin Dışişleri Bakanına, Avrupa Parlamentosunda yapılan çirkin saldırı ve hemen onun arkasından patlayan mektup skandalı, haklı olarak büyük bir tepki toplamıştır. Avrupa Komisyonu Türkiye Masası Şefinin bölücü, yıkıcı terör örgütünün Paris'teki bürosuna gönderdiği mektup ise, son günlerde patlak veren ikinci büyük rezaleti oluşturmaktadır.

Bütün bu üzücü ve asla tesadüfle izah edilmeyecek olayları şiddetle kınıyoruz. Bu olaylar da, ilişkilerin seyri ne olursa olsun, bu konulara ihtiyatlı bir iyimserlik içinde yaklaşmamız ve millî çıkarlarımız konusunda sürekli teyakkuz halinde olmamız gerektiğini göstermektedir.

Sayın Başkan, sayın milletvekilleri; açıkça ifade etmeseler bile, Avrupa Birliğini bir Hıristiyan kulübü olarak benimseyen ve bu mihverde geliştirmek isteyen Avrupa'daki bir kısım Avrupalı politikacıların "Avrupa'nın tarih ve kültürünü buluşturduk" şeklindeki ifadelerinin, evrensel değerlerle ve çağdaş zihniyetle bağdaşmayan fanatik saplantılardan kaynaklandığına inanıyoruz. Türkiye, demokrasi, insan hakları, hukukun üstünlüğü ve çoğulculuk kavramlarının değerini bilen; bunların, toplum hayatına uygulamalarının zaruretine inanan; bunu, her şeyden önce kendi insanının mutluluğu ve saygınlığı açısından gerekli gören ve bu alanlarda mevcut eksikliklerin telafisi için samimiyetle çaba harcayan bir ülkedir. Kaldı ki, başta Avrupa Birliği üyesi ülkeler olmak üzere, gelişmiş demokratik ülkelerin hemen hepsinde, evrensel demokratik kurallar ve bunlara ilişkin uygulamalarda bu açıdan bazı eksikliklerin bulunması doğal karşılanmakta; bunların ortadan kaldırılması girişimleri, sabır ve  anlayışla izlenmektedir. Avrupa Birliğiyle münasebetlerimizin seyri nasıl olursa olsun, Türkiye, demokratik hukuk devleti olarak yoluna devam etme karar ve azmindedir; çünkü, bu konuyu, sırf Avrupa Birliği üyesi olabilmek amacıyla değil, kendi ihtiyacımız ve mecburiyetimiz olması dolayısıyla istiyoruz.

Sayın Başkan, sayın milletvekilleri; önceliklerin yerine getirilmesi hususunda her aday ülkenin geniş bir yorumlama ve uygulama alanının bulunması, Katılım Ortaklığı Belgesinde önümüze konulan bariyerlerin aşılması için yeterli değildir. Katılım Ortaklığı Belgesinin vermeyi öngördüğü yardımlar, kişi başına, Polonya'nın ancak onda 1'i kadardır. Oysa, Türkiye'de, tarımdan ticarete, günlük yaşamdan çevre konularına kadar, son derece geniş bir alanda müktesebata uyum sağlanabilmesi amacıyla istenilenleri yerine getirebilmesi ve bu arada güneydoğuya özel kalkınma projesi uygulanabilmesi için gerekli kaynak ihtiyacı, yılda 5-6 milyar doları bulmaktadır.

Değerli milletvekilleri, Türkiye'nin 1951 tarihinde imzaladığı siyasî sığınma hakkıyla ilgili Cenevre Sözleşmesine koyduğu çekinceyi kaldırması isteniyor. Bunu yerine getirdiğimiz takdirde, şimdiki gibi sadece Avrupa ülkelerinden siyasî sığınmacı kabul etmeyeceğiz; Hindistan, Afganistan, İran, Irak ve Bangladeş gibi ülkelerden siyasî nedenle geldiğini öne süren bilcümle sığınmacıları kabul etmek, onları barındırmak, maddî ihtiyaçlarını karşılamak zorunda kalacağız. Böylece, Avrupa, Ortadoğu ve Güneyasya'dan her gün gemilerle sahillerine gelen sığınmacılara, adres olarak Türkiye'yi göstermiş olacak; kendisini her açıdan rahatsız eden bir problemi, sıfır maliyetle ülkemize havale etmek suretiyle kurtulacaktır. Avrupa Birliği, üye olarak alma niyetini taşıdığı ülkelerin müktesebatındaki eksiklikleri giderebilmeleri, ekonomik ve sosyal standartlara uyum sağlayabilmeleri için ciddî yardımlar yapmaktadır. Yunanistan'a, tam üyeliğe kabul edildikten sonra bile, ekonomisini rekabet edebilecek düzeye getirmek maksadıyla, gümrükler konusunda esnek bir politika izlemiş, müsamaha göstermiştir. Halen, bizim gibi adaylık statüsündeki Polonya, yılda 1 milyar EURO'dan fazla yardım almaktadır.

Avrupa Birliği, hesabını iyi yapan, ekonomik ve malî konularda kılı kırk yaran deneyimli yöneticilerin oluşturduğu ciddî bir örgüttür. Bu sebeple, Türkiye için gerçek düşünceleri, en iyi, ekonomik alanlardaki tutumlarıyla belirlenecektir. Şimdiye kadar bu hususta son derece hasis davranan Avrupa Birliğinin, bundan sonra, Türkiye'ye ekonomik destek konusunda da gerekli duyarlılığı göstermesini bekliyoruz.

Sayın Başkan, sayın milletvekilleri; Batı'ya dönük politikalarımızda, Avrupa Birliğiyle olan münasebetlerimiz nâzım rol oynarken, 1990'lardan sonra oluşan yeni Avrasya haritasının doğusunda ortaya çıkan Türk Cumhuriyetleri, dışpolitikamıza değişik bir mihrak kazandırmıştır, tarihî ve kültürel boyut sağlamıştır. Türkiye ile Türk dünyası arasındaki ilişkiler, bulunduğumuz yüzyıldaki siyasî konumumuzun tayininde hayati değeri haizdir.

Türkiye'nin, Avrupa'nın kenarındaki bir çevre ülke olarak kalması, jeostratejik önemini kavrayamaması, ufkunu sınırlandırması artık düşünülemez; çünkü, böyle bir kötü ihtimalin belirmesi, milletimizin geleceği için tam bir kargaşa ve felaket anlamı taşır. Bu sebeple, Türk Cumhuriyetleriyle ilişkilerimizin değerlendirilmesi, dökümünün yapılması gerçekçi şekilde sağlanmalı, on yıl içerisinde yapılanlar ve yapılamayanlar gözden geçirilmelidir. Halihazır şartları görmezlikten gelerek, olmayacak hayaller peşinde koşmayı kimse düşünmüyor; ancak, münasebetlerin olması gereken seviyede gelişmesi, mevcutla yetinmeyerek, ortamın elverişli şekilde düzenlenmesi hususunda ciddî girişimlerde bulunulması şarttır. Aslında bunlar, zor ve yerine getirilmesi imkânsız şeyler de değildir. Ancak, on yıldan beri, bu konulara ilişkin muntazam çalışan verimli bir sistemin kurulamayışı, ilgi ve heyecan eksikliği, ilgili birimler arasında irtibatsızlık ve kopukluk gibi sebeplerle, Türk dünyasıyla münasebetlerimiz, gelişmek ve derinleşmek bir yana, giderek zayıflamaktadır. Batıyla münasebetlerimizin gelişmesi için çalışmak, Avrupa Birliği üyesi olmayı istemek Türk dünyasını ihmal anlamına gelmemelidir. Bu konu, sadece, tarihi, kültürel ve sosyal irtibatlarımızdan kaynaklanan ve belirli bir kesime münhasır duygusal bir ihtiyaç değil, siyasî ve ekonomik alanlarda karşılıklı paylaşımlarla sağlanacak çok büyük imkânların mevcudiyetinden doğan bir zarurettir. Kaldı ki, Türkiye'nin gelişmiş ülkelerle rekabet edebilecek düzeye gelmesi, bölgesel etkinlik sağlayabilmesi, evrensel planda siyasal ve ekonomik varlık kazanabilmesi açısından Türk dünyasına ait işlevini yerine getirmesi şarttır. Bunu sağlayabildiğimiz ölçüde dünya siyasetinde baş aktörler arasında kendimize saygın bir yer bulabiliriz; Avrupa Birliği gibi toplulukların aralarına alabilmek için çaba sarf ettikleri, yarıştıkları bir ülke konumuna geliriz.

Çeşitli yönlerden büyük stratejik değere sahip olan Bakü - Ceyhan boru hattının Türkistan ve Kazakistan doğalgaz ve petrol irtibatlarını da sağlayarak gerçekleştirmesi için ne gerekiyorsa yapılmalıdır. Bu konunun çok boyutlu oluşu, karmaşık siyasî ve ekonomik ilişkilerin varlığı, finansal problemler gibi engeller projenin gündemden çıkarılması için gerekçe yapılmamalıdır. Zira, projenin başarıya ulaşması sonunda sadece Türkiye değil, ilgili devletlerin hepsi politik ve ekonomik alanlarda müthiş bir atılım yapacaklar, Türk devletleri arasındaki ilişkiler sağlam ve güvenilir bir zemin kazanacaktır.

Türkiye'nin bölgesel etkinliğinin gelişmesinde ve küresel vizyon kazanmasında özellikle Karadeniz çevresindeki ülkelerle sağlayacağı ilişkiler önemli rol oynayacaktır.

Sayın Başkan, sayın milletvekilleri; geçmiş dönemlerde siyasî rekabet, mücadele ve hatta savaşlarla büyük gerginlikler yaşanan Türkiye - Rusya münasebetlerinin günümüzde olumlu bir seyir takip etmesi, ilişkilerin geliştirilmesi hususunda karşılıklı iradenin varlığı sevindiricidir. Çünkü her iki ülkenin çıkarları, oluşan bu olumlu tablonun devamını zarurî kılmaktadır.

Türkiye ile Rusya'nın ekonomik, sosyal ve siyasî yakınlaşmaları tarafların bölgemizde karşılıklı olarak yararlanacakları elverişli imkânların kullanılmasının kapılarını açacaktır. Oysa, ilişkilerde gereksiz kuşkular ve yersiz rekabet mülahazalarıyla gerginlik doğması, sadece tarafları ilgilendirmekle kalmaz, siyasî istikrarın henüz sağlanmadığı geniş bir alanda güven bunalımına ve huzursuzluklara yol açar. Bunun doğuracağı siyasal ve ekonomik problemlerin telafisi çok zordur.

Rusya'dan almakta olduğumuz doğalgaz miktarının giderek artması ve özellikle Mavi Akım Projesinin tamamlanmasından sonra bu ülkeye ödeyeceğimiz dövizin çok yüksek rakamlara ulaşacak olması, ticarî münasebetlerimizin süratle düzenlenmesini zarurî kılmaktadır. Şimdi bile, ticaret dengesinin büyük çapta aleyhimize olduğu göz önüne alınırsa, Rusya'ya yapılan ihracatın artmasını sağlayacak tedbirleri bir an önce gündeme almamız gerektiği ortaya çıkmıştır.

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

İSMAİL KÖSE (Devamla) - Sayın Başkan, toleransınızla inşallah bitireceğim.

BAŞKAN - Buyurun efendim.

İSMAİL KÖSE (Devamla) - Karadeniz'e kıyısı bulunan ülkelerden Ukrayna ile ilişkilerimizin artmakta oluşunu, bu sürecin, Ukrayna Cumhurbaşkanının geçen ay ülkemizi ziyareti vesilesiyle yeni bir hız kazanacağını umuyoruz. İlişkilerin gelişmesi, uzun yıllar büyük acılar çeken Kırım Tatarlarının topraklarına dönme ve yerleşme çabalarına da kolaylıklar sağlayacaktır. Bu mağdur ve mustarip insanlara daha etkili insanî yardımların ulaştırılması kabil olacaktır.

Karadenizin batı kıyılarındaki iki ülkenin, Romanya ve Bulgaristan'ın, bizim gibi Avrupa Birliğine aday ülke konumunda bulunmaları ve adaylık görüşmelerine başlama hazırlığı içinde olmaları, aramızdaki mevcut ilişkilere yeni bir boyut kazandırmaktadır. Bu ülkelerle olan ilişkilerimizin, ticarî, siyasî ve ekonomik alanların dışında, buralarda yaşayan soydaşlarımızdan dolayı dikkatlerden kaçırılmaması gereken kültürel, sosyal ve tarihî tarafları mevcuttur. Türkiye, bu irtibatların gereklerini yerine getirmek zorundadır. Kültürel temaslarımızı yoğunlaştırmak için tedbirler artırılmalı, bilim adamlarının, sanatçıların, müzik ve folklor ekiplerinin, tiyatro gruplarının sık sık gidip gelmeleri ve buralara bol miktarda kitap, gazete ve kaset gönderilmesi sağlanmalıdır; müşterek kültürel etkinlikler, sportif faaliyetler düzenlenmelidir.

Türkiye'nin, Romanya ve Bulgaristan'la kuracağı yakın ve sıcak ilişkilerin, Balkanlarda barış ve istikrarın sağlanmasında önemli katkıları olacaktır.

Eski Yugoslavya'nın on yıl kadar önce dağılmasına paralel olarak, Balkanlarda başlayan kargaşa ve çatışmalar, çoğu Müslüman yüzbinlerce insanın hayatını kaybetmesine, yerlerini yurtlarını terk etmelerine ve büyük acılar yaşamalarına sebep olmuştur.

Bosna'da cereyan eden insanlık faciası, Dayton Barış Anlaşmasıyla nihayet bulmuştur. Ancak, bu durum, bölgede problemlerin halledildiği anlamına gelmemelidir. Zira, bu anlaşmayla, Bosna'da, Boşnakların yaşama haklarını fevkalade zorlaştıran, onları Hırvat ve Sırpların arasında sıkıştırıp bırakan garip bir yapılanma ortaya çıkarılmıştır. Bunun sonucu olarak, yerlerini terk ederek kaçmak zorunda kalan Boşnakların geri dönmeleri mümkün olmamaktadır. Mevcut şartlarda, Boşnakların, ekonomik durumlarını iyileştirmeleri ve özgürce yaşayabilecekleri güvenilir siyasal ortamı oluşturmaları da mümkün görünmemektedir. Yugoslavya'da, Miloseviç'in iktidardan uzaklaştırılmasına yol açan iç huzursuzluk ve çekişmeler sükuna kavuştuktan sonra, henüz istikrarlı bir yönetimin sağlanabildiği söylenemez. Belgrad'ın gerekli denetimi sağlayamaması halinde, Bosnalı Sırpların, bölgede yeniden kanlı bir mücadele başlatmaları ihtimali her zaman mevcuttur.

Geçen yıl büyük çatışmaların yaşandığı Kosova'da tedirginlik devam ediyor. Kosova ve Bosna'nın yanı sıra, Sancak ve Karadağ bölgelerinde de süren huzursuzluk, Balkanlarda yeni çatışmaların işaretlerini vermektedir.

Türkiye, bölgede barış ve istikrarın sağlanması hususunda üzerine düşen görevi, yıllardan beri, yapmaya çalışmaktadır. Tarihî, kültürel, sosyal, beşerî irtibatlarımız sebebiyle başkalarından çok daha etkili konumda bulunduğumuzdan tedirgin olanlar vardır. Bu sebeple, Türkiye'yi, mümkün olduğu kadar, bölge meselelerine yanaştırmamaya, dışarıda tutmaya, etkili olabileceği alanlardan uzaklaştırmaya çalışanların varlığını biliyoruz.

BAŞKAN - Sayın Köse, toparlar mısınız.

İSMAİL KÖSE (Devamla) - Toparlıyorum Sayın Başkanım.

Bosna'ya, sadece devlet olarak değil, milletçe, en geniş insanî yardımları yapmamıza rağmen, Türk iş adamlarının, Bosna'nın yeniden imarı programından dışlanmasının makul bir izahı yapılamaz.

Bütün engellemelere rağmen, Bosna ve Kosova'nın yanı sıra, özellikle Makedonya ve Arnavutluk'la ilişkilerimizin geliştirilmesi, Balkanlarda sosyal, siyasal ve ekonomik dengelerin sağlıklı şekilde kurulmasına yardımcı olmamız gerekmektedir.

Türkiye'nin, özel siyasî çıkarlara ve amaçlara dayalı olmayan karşılıklı yardım ve işbirliği çerçevesinde ve eşitlik ilkesi üzerinde kurmaya çalıştığı münasebetlere mukabil, Yunanistan'ın bu ülkelerle siyasal ve etnik hesaplara ve hâkimiyet amacına yönelik yaklaşımları, muhataplarında haklı kuşku ve tedirginliklere yol açmaktadır. Türkiye ile kuracakları ekonomik ve ticarî ilişkiler, bu ülkelerin içinde yaşadıkları zorlukları aşmalarına, ayakta durmalarına önemli katkılar sağlayacaktır.

Sayın Başkan, sayın milletvekilleri; Türkiye'nin, Kafkasya'da, Azerbaycan ve Gürcistan ile geniş bir yakınlık ve işbirliği kurmak suretiyle oluşturacağı birliktelik, bölgenin ihtiyacı olan barışın ve istikrarın sağlanmasında etkili adım olacaktır. Özellikle kardeş Azerbaycan'ın ekonomik ve sosyal alanlarda öngördüğü atılımları gerçekleştirmesi, milletlerarası kuruluşlarda yerini alması, Türkiye'nin siyasî pozisyonunu önemli ölçüde güçlendirecektir. Türkiye, Azerbaycan'ın stratejik önemini değerlendirecek bir konuma gelebilmesi için bu ülkeye yardımcı olmaya çalışmalı, mevcut ekonomik ve kültürel işbirliği artırılarak, tedbirler alınmalıdır. Bakû-Ceyhan boru hattı bu açıdan fevkalade önem taşımaktadır.

Bu yüzyıla başlarken, tarihin karar dönemlerinden birinde yaşıyoruz. Yaptıklarımızın bilançosunu çıkararak bunları yeterli görmek yerine, daha fazla neler yapabileceğimizin araştırılması ve çabası içerisinde olabilirsek, çok geniş bir coğrafyada etkin olmanın, milletlerarası arenada saygın ve onurlu bir konuma ulaşmanın yollarını açarız. Tarihimiz, kültürümüz ve birikimimizin oluşturduğu elverişli zemini değerlendirmek, tamamıyla kendi becerimize ve yeteneğimize bağlıdır. Gürcistan ve Azerbaycan ile kurulması düşünülen dostluk ve istikrar anlaşması kimseyi tedirgin etmemelidir. Zira, bu yakınlık, Kafkasya'da barışın sağlanması ve güvenliğin tesisinden başka bir amaç taşımamaktadır.

Sayın Başkan, sayın milletvekilleri; bu bölgede başka niyet ve amaçlar taşıyan, bağımsızlıklarını yakın bir geçmişte elde eden ülkelerin varlıklarından rahatsız olan, bölgede hegemonya peşinde koşanların dışında başka devletlerin de bu yakınlaşmada yer almaları ve katılım sağlamaları doğaldır ve faydalı olacaktır.

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN - Sayın Köse...

İSMAİL KÖSE (Devamla) - Önerge sahibi olarak, izin verirseniz, o süreyi de kullanmak istiyorum.

BAŞKAN - Yok, o süreyi kullandırmam; çünkü, âdeti bozmayalım. ama, size eksüre vereceğim.

Buyurun.

İSMAİL KÖSE (Devamla) - Teşekkür ederim Sayın Başkanım.

Türkiye'nin üzerine düşen tarihî işlevi yerine getirmesinin sorumluluğu, sadece Dışişleri Bakanlığını ilgilendiren bir görev sayılmamalıdır. Bu konuda daha verimli sonuçların alınmasında en önemli nedenlerden biri, ilgili kurum ve kuruluşlar arasında uyumlu ve etkili işbirliğinin sağlanmasıdır. Böylece, Türk kültür coğrafyasının her tarafından ülkemize öğrenim için getirilen gençler yetiştirilmeli, bunların eğitimleri tam anlamıyla gerçekleştirilmelidir. Geçtiğimiz yıllarda 10 000 öğrencinin ülkemize getirilmesi tam istediğimiz amaca ulaştırılamamış, lehçeleri dahi değiştirilemeden, ellerine diplomaları verilerek ülkelerine gönderilmişlerdir. Bu bakımdan, Kültür Bakanlığımızın da, üzerinde çok önemli, ciddî çalışması gereken projeler olmalıdır. Devletimizin sağladığı imkânlarla uydu üzerinden bütün alanlara yayın yapma imkânına sahip bulunan TRT, ne yazık ki, bu coğrafyada istediğimiz neticeyi alacak yayınlar yapamamıştır. Millî Eğitim Bakanlığının buralarda açtığı okulların eğitim düzeyi, maalesef, tatmin edici olmaktan uzaktır.

Değerli milletvekilleri, bölgede huzursuzluğun en önemli sebeplerinden birisi, Ermenistan'ın, siyasî ihtiras ve heveslerinden kaynaklanan saldırgan tavırlarıdır. Azerbaycan'ın beşte 1'ini işgal etmenin verdiği cesaretle daha ileri hedeflere yönelmeye, yayılmacı politikalar izlemeye çalışan Ermenistan, ateşle oynadığının farkında değildir. Geçen yüzyılın sonlarında, dış güçlerin tahrik ve teşvikiyle, Osmanlı Devletini işgal ederek büyük Ermenistan kurma heveslerini, ülke topraklarımızın bir bölümü üzerindeki emellerini içlerinden bir türlü söküp atamayan Ermenilerin yıllar sonra Türkiye'ye karşı başlattıkları saldırıların kendilerini çok müşkül durumlara sokacağını iş işten geçmeden anlamalarını diliyoruz. Ermenistan'ın bu tutumu ve diasporanın Avrupa ve Amerika'da Türkiye aleyhtarı kampanyasından en fazla rahatsız olanlar, Türkiye'deki Ermeni vatandaşlarımızdır. Ülkemizde hiçbir tedirginlik duymadan, tamamen eşit vatandaşlık ilkelerine uygun olarak yaşamakta olan Ermeni vatandaşlarımızın şikâyetlerine kulak vermeyen bu çılgınlığın mantıkî izahı da yapılamamaktadır.

Değerli milletvekilleri, sürem kısaldığı için, izin verirseniz, kısaca, Ortadoğu'dan bahsetmek istiyorum.

Türkiye'nin, Kafkasya ve Balkanların yanı sıra, Ortadoğu ve Körfez Bölgesi gibi, büyük kargaşanın, mücadelenin ve hatta sıcak çatışmaların yaşandığı bir üçgenin ortasında yer alması ülkemizi derinden etkilemekte, ekonomik, sosyal hayatımıza ciddî baskılar vücuda getirmektedir. Doğrudan taraf olmamamıza rağmen, Körfez Savaşının ülkemize maliyeti 30 milyar doları geçmektedir. Irak'a uygulanan Birleşmiş Milletler ambargosunun en büyük zararı ülkemize olmuştur. Batılı şirketler Ürdün üzerinden ticarî münasebetlerini yoğun şekilde sürdürürlerken, Türkiye, bir taraftan, normal ihracatını yapma imkânı bulamadığından, diğer taraftan, boru hattının tam kapasiteyle çalışmamasından dolayı doğan zararı tek başına üstlenmek mecburiyetindedir.

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN - Sayın Köse, herhalde, artık, teşekkür edeceksiniz; çünkü, 9 dakika oldu.

Buyurun.

İSMAİL KÖSE (Devamla) - Sözümü bitiriyorum Sayın Başkanım.

Kuzey Irak'ta şu günlerde yapılmaya çalışılan ve 20-30 aşireti bir araya getirmek suretiyle, birisinin başına bir kişiyi; yine, 20-30 aşireti bir araya getirmek suretiyle, diğerlerinin başına da bir kişiyi koymak suretiyle yeniden bir devlet oluşturmaya çalışan düşünceye karşıyız. Türkiye Cumhuriyeti Devleti, tavrını ortaya koymuştur; Irak bölünmeyecektir. Irak'ın toprak bütünlüğünden yanayız ve burada yaşayan soydaşlarımız Türkmenlerin de içerisinde bulunduğu, demokratik ve insanca yaşanabilir bir ortam oluşuncaya kadar, Irak'ta yapılan bu yanlışların da düzeltilmesinin bir an önce sonuçlanmasından yana olduğumuzu ifade ediyoruz.

Sayın Başkan, sayın milletvekilleri; Suriye'nin bundan daha önce yapmış olduğu yanlış hareketlerinden dolayı, İran'ın, hâlâ, PKK'nın bir boyunu içerisinde muhafaza etmesinden dolayı, Türkiye'deki rahatsızlıklar sürmektedir. İyi komşuluk ilişkilerine dayanarak, bu devletlerin de münasebetlerini hem kendi menfaatlarına hem de Türkiye'nin menfaatlarına aykırı olmamak şartıyla kullanmaları ve ülkemizle iyi münasebetler kurmaları onların da lehine sonuç doğuracaktır. Bu duygu ve düşüncelerle, Sayın Dışişleri Bakanımızın da ifade ettiği gibi, yelpazenin çok fazla olmasına rağmen, kısaltarak ve özetleyerek çok önemli millî konuları içeren satırbaşlarını ifade etmiş olduğumuz bu konuları  Yüce Milletimiz de,  elbette ki,  çok heyecan ve dikkatle dinleyecektir.

Değerli milletvekilleri, Türkiyemiz, şu anda, çok önemli siyasî ve ekonomik bir millî mücadelenin içerisinden geçmektedir. Hiçbir vatanperver insanın, hiçbir siyasînin, hele, Yüce Mecliste grubu bulunan ya da siyasetle meşgul olan insanlarımızın bunu gözardı etmesi mümkün değildir. İnanıyorum ki, bu tarihî ve millî mücadelede, devletimizin ve milletimizin menfaatının yanında olanlar, yarın, hayırla yad edilecektir, ülkemizi ekonomik ve siyasî yönden batırmak isteyenlerin yanında yer alanlar da hain olarak ilan edileceklerdir.

Bu düşüncelerle, Yüce Heyetinizi saygıyla selamlıyorum.

Teşekkür ederim. (MHP, DSP, ANAP ve FP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN - Teşekkür ederim Sayın Köse.

İSMAİL KÖSE (Erzurum) - Vakit olsaydı diğer konular üzerinde de konuşacaktım.

BAŞKAN - Hayır efendim; zaten, genel görüşmenin iki kere görüşülmesi meselesini herhalde İçtüzükte halledeceksiniz.

Şimdi, Doğru Yol Partisi Grubu adına, Kahramanmaraş Milletvekili Sayın Mehmet Sağlam; buyurun. (DYP sıralarından alkışlar)

DYP GRUBU ADINA MEHMET SAĞLAM (Kahramanmaraş) - Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; Doğru Yol Partisi Grubu tarafından verilen dışpolitikayla ilgili genel görüşme isteği üzerine, Grubumuzun görüşlerini aktarmak üzere huzurunuzdayım; Doğru Yol Partisi Grubu ve şahsım adına, Yüce Meclisi saygıyla selamlarım.

Ülkemizin, Ortadoğu, Orta Asya, Kafkasya ve Balkanların ortasında çok önemli bir jeostratejik bir bölgede, genç bir nüfusu, demokratik, siyasî yapısı, liberal ve potansiyeli güçlü olan bir ekonomisi ve nihayet iyi eğitilmiş güçlü ordusuyla önemli bir istikrar unsuru olduğu herkesin malumudur. Esasen, dışpolitikada, ülkelerin bu stratejik konumuyla ellerindeki siyasî, ekonomik ve askerî güçlerine göre seçenekleri ve politikaları olma şansları bulunduğu da herkesin malumudur.

Değerli milletvekilleri, bugün itibariyle hükümetimizin dışpolitikasına şöyle bir göz atalım. Bir taraftan Orta Asya'da, diğer taraftan Kafkasya'da, Ortadoğu'da ve Balkanlarda, nihayet Avrupa'yla olan ilişkilerimizde durumumuz nedir? Sayın Bakanımız "dışpolitikamızın iki önemli hedefi vardır" dediler. Bunlardan birisi Avrupa Birliğiyle olan ilişkiler, diğeri ise Avrasya. Şimdi, ilk olarak Avrasya'dan, isterseniz Ortaasya'dan başlayalım. Bu ülkelerle olan ilişkilerimizde, başlangıçtaki, romantizm, yerini, ciddî, kültürel ve ekonomik ilişkilere terk etmişti. Bu ülkelerden 20 000'e yakın öğrenci getirttik. Türk dünyasının çimentosu olacak bu gençler, Anadolu Türkçesi öğreneceklerdi, meslek adamı olarak ülkelerine döneceklerdi. Bunların, şu anda, özellikle muafiyet konusunda, muadelet konusunda eğitimleriyle ilgili büyük sorunlar vardır. Buradan, Türk dünyasının çimentosu olma yerine, problemi olmaya doğru gidilmektedir.

Sayın Bakan dediler ki "Avrasya bizim için çok önemli." Bakınız, değerli milletvekilleri, yalnız öğrenci konusundaki kültürel ilişkilerin kötüye gitmesi söz konusu değil; aynı zamanda ekonomik ilişkilerimizde de bu söz konusu. Avrasya'yla -yani, bu beş Türk cumhuriyetiyle- 1996'daki dışticaret hacmimiz 1 milyar 58 milyon dolardan, bugün -yani, 1999'da- 1 milyar 40 milyon dolara düşmüş; aynı şekilde, 1996'daki ihracatımız 751 milyon dolar iken, bugün 579 milyon dolara düşmüş. Bir taraftan kültürel alanda, bir taraftan ekonomik alanda, dışticaret alanında, Avrasya'yla olan ilişkilerimizde yerinde sayma bile yok, gerileme var sayın milletvekilleri.

Bugün, Özbekistan'la ilişkilerimiz daha yeni yeni düzene giriyor. Kafkasya'da önemli olan Çeçenistan'ın, özellikle Güney Kafkasya'nın kapısı sayılan Çeçenistan'ın durumuna bir bakalım. 1994 ve 1995 yıllarında aynı Çeçenler, Sovyet Rusya'nın Devlet Başkanı ile Başbakanıyla ayrı devlet olarak anlaşma imza ederken, bugün, Putin'in atadığı eski bir KGB ajanının yönetimine terk edilmiş. (DYP ve FP sıralarından alkışlar) Bu mudur ilişkilerin iyiye gitmesi?!

Ortadoğu'da, Filistin-İsrail anlaşmazlığında adımız bile geçmiyor; Mısır'da toplandılar, Türkiye'yi çağırmadılar, Ankara devre dışı. İslam ülkelerinde, Kıbrıs konusunda bile doğru dürüst bir destek yok. Ortadoğu'da ihracat yaptığımız ülkelerle en ufak bir ilerleme söz konusu değil.

Değerli milletvekilleri, Balkanlar'da, Bosna-Hersek'in Güney Kıbrıs'la ilişki kurmasına kadar giden ilişkilerde hatalar var. Buna karşılık, Yugoslavya Anayasasında bile Kosova'da, kendi dillerinde; yani, Türkçede, oy verme hakkına sahip olan Türkler, Kosova'daki son seçimde oy bile kullanamadılar. Yani, Yugoslavya Anayasasından bile daha kötü durumdadır bugün Kosova'daki Türkler. Bu mudur Balkanlardaki ilişkilerimizin başarısı?!

Şimdi, kısaca, Ortaasya'da, Kafkasya'da, Ortadoğu'da, Balkanlarda güçlü ve büyük bir devlete yakışan, dinamik bir dışpolitika sürdüremiyoruz. Ortaklar arasında sözde harika olan uyum, gerçekte, açıkça görülüyor ki, uyumsuzluk, anlaşamama, kararsızlık ve bunun sonucunda da ciddî bir dışpolitikaya imkân verilmiyor.

Benden önce konuşan değerli arkadaşlarım Sayın Akarcalı ve Sayın Köse, gerçekten, sanki hükümet ortağı partilerin değil de başka bir hükümetin sözcüleriymiş gibi konuştular. Eleştirilerin çoğuna katılıyorum; ama, görüyorsunuz ki "istikrar, istikrar" diye bağıran hükümetimiz, sadece, birbirlerinin işine karışmıyor; bakanlıkları parsellemişler. Sanki, birden çok hükümet var. Bir hükümetin dışpolitikasıyla ilgili, koalisyon ortağı sözcülerinin bize biraz önce söyledikleri, bu hükümet içerisindeki koordinasyonsuzluğun, çok başlılığın, gündemin gerisinde kalmanın, sadece, dakikalık çabalarla, mektup diplomasisiyle ve günü kurtarma diplomasisiyle dışpolitikayı yönetmenin tipik bir örneğidir. (DYP sıralarından "Bravo" sesleri, alkışlar)

Değerli milletvekilleri, Avrupa ile ilişkilerimize gelince: Bu, 1950'de rahmetli Menderes'in başvurusuyla başlıyor; 1963'te rahmetli İnönü, Ankara Anlaşmasını imza ediyor; 1987'de rahmetli Özal, tam üyelik için başvuruda bulunuyor. Bir bakıyorsunuz ki, 1995 yılında gümrük birliğini imza etmişiz. Bugün, dikkat buyurunuz, ilerleme raporunda ve Helsinki kararlarında en son bildirilen Katılım Ortaklığı Belgesinde bile en az eleştirilen şey, Türkiye'nin Avrupa Birliğine ekonomik uyumuyla ilgili konulardır. İşte bunu, 1995'te, Tansu Çiller Hükümetinin imza etmiş olduğu gümrük birliğinden bu yana geçen uyum sürecine borçluyuz, hem de gümrük birliğindeki malî yükümlülüklerini Avrupa yerine getirmemesine rağmen, Türk ekonomisi dimdik ayakta durmuştur ve bugün en az eleştirilen konu olmasının sebebi de gümrük birliğinden bu yana ortaya konulan uyum sürecidir.

Bildiğiniz gibi, 8 Kasımda Katılım Ortaklığı Belgesi geldi. Sanki, bu belge, Sayın Hükümetimiz tarafından ilk defa duyuluyormuş gibi, Helsinki belgesinde Kıbrıs'a, Ege'ye atıf yokmuş gibi, büyük bir geri dönüşün içine girildi. Hükümetimiz, Kıbrıs görüşmelerinde bir an önce müzakerelerin devamını durdurarak, Avrupa Birliğine âdeta küstü.

Değerli milletvekilleri, bu, Sayın Başbakanın Avrupa Birliğine ilk defa küsmesi değildir. 1973 yılında imzalanan gümrük birliği protokol, o zaman ki gümrük anlaşması protokolü çerçevesinde, 1975'te gümrük protokolünü dondurarak bir kere daha küsmüşlerdi; yine başbakanken, 1978'de de Brüksel'de 15 milyon dolar istediler, onlar vermeyiz deyince "duvarın ötesine atlarım" diyerek, bir kere daha küsmüştü. Bu, kendilerinin üçüncü küsmesiydi. Bereket versin ki, Avrupa Birliği, çeşitli ülkelerin -başta Amerika, Fransa, İngiltere olmak üzere- Amerika Başkanının, Fransa Cumhurbaşkanı ve İngiltere Başbakanının da devreye girmesiyle, son katılım ortaklığında, biraz daha istediğimize yakın bir madde koymak suretiyle, Kıbrıs'ın -daha doğrusu Ege ile beraber Kıbrıs'ın- kısa vadeli bir siyasî kriter olmaktan çıkarılıp, siyasî diyalogla çözümlenecek bir hale getirilmesiyle, nihayet, üçüncü küskünlüklerinden ülke olarak zarar görmekten paçamızı sıyırabildik.

Değerli milletvekilleri, şimdi, bugün yapılması gereken, asıl üzerinde durulması gereken nokta şudur: Avrupa normlarında bir demokrasi, büyük bir ekonomik ve askerî güç olarak bölgede istikrar unsuru bir devlet haline Türkiye'nin gelmesi isteniyor mu istenmiyor mu? Avrupa Birliğinin Türkiye'yi üye olarak istemediği şeklindeki görüşler, tamamen bir totolojidir. Avrupa Birliğinin, Türkiye'yi, bu kadar büyük bir ülkeyi, ekonomisi, potansiyeli güçlü olan, siyaseten demokrasisi güçlü olan, güçlü bir ordusu olan 65 milyonluk Türkiye'yi, Ortadoğu'da bölgesel bir işbirliğinin temeli sayması kadar doğal bir şey yoktur, yeter ki, biz, doğru kararlar verelim. Sayın Dışişleri Bakanı, doğru bir şey söyledi:"Arkamda siyasî bir güç, arkamda iyi eğitilmiş bir askerî güç ve arkamda ekonomik potansiyeli olan, kültürel potansiyeli olan bir Türkiye var" dedi. İşte, biz, diyoruz ki, bu potansiyeli hissederek, hükümetimiz, çok daha dinamik, çok daha, sonradan başkalarının çıkardığı sorunları çözme değil de kendisi öne geçen, meseleleri çözmekte kendisini ileri götüren bir politikanın, bir dinamik dışpolitikanın sahibi olmalıydı.

Değerli arkadaşlarım, bugün, bakınız, malî protokolle -bazı arkadaşlarım da söyledi- bize, doğrudan doğruya öngörülen yardım, başka ülkelerin nüfus başına düşen yardımı itibariyle, onda 1'i civarındadır; yıllık 177 milyon ECU söz veriliyor. Halbuki, Katılım Ortaklığı Belgesine bakarsanız, yapacağımız reformlarla ilgili, göstereceğimiz değişikliklerle ilgili bir hayli büyük görevlerimiz var. Bunların yerine getirilmesi için, Helsinki'de, aynı şartlarla muamele göreceği, eşit kriterlerle muamele göreceği belirlenmiş olan ülkemizin, neden malî yardıma gelince bu kadar geride tutulduğunu, mutlaka, Avrupalı dostlarımıza daha gür bir sesle sormamız gerekiyor.

Değerli arkadaşlarım, görülüyor ki, Fransa'da, İtalya'da, arkasından Avrupa Parlamentosunda, sonra da Vatikan'da, Ermeni meselesiyle ilgili bildiriler yayımlanıyor. Şimdi, onlar da yetmemiş, İran Parlamentosuna, sözde Ermeni soykırımı tasarısı veriliyor. Şimdi, bütün bunların verilmesi sırasında, bizim, en azından, ne yaptığımızı sormak hakkımız yok mu?! Şimdi, bakınız, en azından, 1985 yılında, Washington'daki büyükelçimiz, 50 tane bilim adamını bir araya getirmiş, imzalı bildirilerini çıkarmış. Diyorlar ki: "Türkiye Cumhuriyeti, herhangi bir Ermeni soykırımında bulunmamıştır; bir harp olmuştur, harpte taraflar birbirini öldürmüşlerdir." Burada, Türk ve yabancı 50 bilim adamının imzası var. Arkasından, bunların içerisinde bulunan Prof. Bernard Lowis'i, Ermeniler, Paris mahkemesinde mahkemeye veriyorlar; mahkemenin konusu Ermeni soykırımı. Prof. Lowis, bu mahkemede beraat ediyor, Paris mahkemesinde beraat ediyor; ama, arkasından, Fransız Parlamentosundan Ermeni soykırımının geçirilmesine engel olamıyoruz. Neden olamıyoruz; çünkü, konuyla ilgili, en azından, Türkiye'nin, daha önce, bizim YÖK Başkanlığımızda, Tansu Çiller'in Başbakanlığında, 80 milyar ayırmak suretiyle, dışilişkiler bölümünde çalışan profesörlerden oluşacak bir stratejik etütler millî komitesini kurması, bizim ayrılmamızdan üç ay sonra, YÖK Başkanı tarafından rafa kaldırılmıştır. Bugün, geçen bu zaman zarfında, bu bilim adamlarımız, Kafkasya'da, Avrasya'da, Ortadoğu'da, Avrupa'da, dünyayı ilgilendiren meselelerde araştırmalarını yapıp, Dışişlerimizin önüne çeşitli dosyaları, dışpolitikada politika üretecek dosyaları koyabilirlerdi. Bunlar yapılmamıştır. Bunlar ihmal edilmiştir. Arkasından, bizim karşımıza, Heybeliada'da ruhban okulu kurulmasını savunanlar çıktı. Şimdi ben onlara soruyorum: Ermeni Patriğinin Vatikan'da işi neydi? Ermeni Patriği Vatikan'a gittiğinde, bugünkü Papanın imzasıyla, Ermenilerin soykırımıyla ilgili bildiriyi eline alıp dönebiliyordu; ama, biz, ruhban okulu açılmasını savunuyorduk. (DYP sıralarından alkışlar)

Değerli arkadaşlarım, Avrupa Birliğiyle ilgili, Katılım Ortaklığı Belgesinde, yalnız Kıbrıs meselesi, yalnız Ege sorunu yok. Sayın Bakan, "Kıbrıs konusunda, Helsinki'deki şartlar, önşartlar kaldırıldı" dediler; temenni ederiz ki kaldırılmış olsun; ama, daha önce de, Helsinki'de, bildiğiniz gibi, 9/A'da, Kıbrıs'ın ve Ege'nin, Helsinki belgesinde şartlardan sayılmayacağı söylenmişti; Lipponen'in mektupları, ziyaretlerle, bunların bu metnin dışında olduğu söylenmişti; ama, sonra, Katılım Ortaklığı Belgesinde karşımıza çıktı. Şimdi, Sayın Bakan diyorlar ki: "Biz, bu Ege meselesini, yine, Kıbrıs meselesini, bir şart olarak Katılım Ortaklığı Belgesinden, son metinde çıkarmış olduk." Peki, Helsinki Zirvesinde de çıkarmış olmuştuk, gelen mektuplar böyle diyordu. Bunun hiçbir teminatı olmadı, katılım ortaklığında karşımıza çıktı. Yarın bir gün nasıl temin ederler ki, aynı şeyler, yine, Katılım Ortaklığı Belgesindeki, bugünkü dile rağmen, bugün ortaya konmuş olmasına rağmen, yine, karşımıza çıkmasın?!. (DYP sıralarından alkışlar) Esasen, bunlar, 2004'e kadar da olsa, mutlaka çözülmesi istenilen hususlardır. Korkarım ki, yine karşımıza koyacaklardır.

Değerli arkadaşlarım, şimdi, ilk önce şunu sormak lazım: 8 Aralıkta, Nice Zirvesinde Avrupa'nın temel haklar şartı onaylanacak, Avrupa anayasası onaylanacak. Avrupa anayasasında, bugünkü üyelerin ve girmek isteyen adayların, insan onuru, özgürlükler, eşitlik, dayanışma, yurttaşlık, yargı gibi konularda tam demokrasi istiyor, tam demokrasi... Avrupa Birliğinin bizden isteklerine bakarsak üç temelde toplandığını görürüz; insan hakları, işleyen, rekabete dayanan bir pazar ekonomisi, nihayet, işleyen, sorumlulukları üstlenecek bir devlet yapısı. Peki, Doğru Yol Partisi, daha dört yıl önce, demokrasi paketi programında, ikinci demokrasi derken bütün istediğimiz tam demokrasiydi, tam demokrasi... Biz, elli yıldır, Demokrat Parti döneminde de Adalet Partisi döneminde de Doğru Yol Partisinde de tam demokrasi diyoruz. Avrupalının bizden istediği de, en önemli istediği de insan onuruna yaraşan gerçek bir demokrasi, buna, kim karşı çıkabilir. (DYP sıralarından alkışlar) Ama, şimdi soruyoruz, bu konuda neler yaptınız, bırakınız Kıbrıs'ı, bırakınız Ege'yi, bunları ayrı diye düşündük? Peki, Helsinki Zirvesinden bu yana onbir ay geçti. Avrupa Birliği Genel Sekreterliğinin kuruluşuna dair bir kanun getirdiniz Sayın Bakan, bu Meclis hemen çıkardı, size yardımcı oldu; ama, ondan sonra yapılacaklar konusunda, bugüne kadar önümüze bir şey gelmedi. Bugün, önümüzde bir ulusal programın hazırlanması var. Getiriniz, bu ulusal programı bu Meclise, tartışalım; inanın ki, doğrusunu bulur. Milletin temsilcileri, milletin aleyhinde, millî menfaatların aleyhinde bir şeye ne imza atar ne hazırlar. Getiriniz, korkmayınız Sayın Bakan; ulusal programı da Mecliste tartışalım. (DYP sıralarından alkışlar)

Şimdi, biz, Doğru Yol Partisi olarak diyoruz ki, elbette, Kıbrıs konusunda, Ege konusunda, Türkiye'nin üniter devlet yapısı konusunda fevkalade hassasız; ancak, insan hakları, tam demokrasi, bizim geleneksel misyonumuzdur; liberal ekonomi, pazar ekonomisi, bizim geleneksel misyonumuzdur. Her türlü demokratik açılıma varız. Bireysel özgürlüklerin genişletilmesi için açılımların yeterli düzeyde olmadığı kanaatindeyiz; ancak, millî menfaatlar söz konusu olduğu için, ilk önce, üniter devletin yapısını dikkate almalıyız; ikinci olarak, demokratikleşmeyi dikkate almalıyız; üçüncü olarak da, Türkiye'ye karşı sahnelenen oyunları dikkate almalıyız. İşte, bu üçünü dikkate alarak hazırlanacak, millî mutabakata dayanan millî politikalar, dışpolitikamızın esası olmalıdır, bizim görüşümüz budur.

Şimdi, bu görüş çerçevesinde hükümete sormak lazım:

Sekizinci Beş Yıllık Kalkınma Planına Türkiye'nin yol haritasını neden koymadınız Sayın Bakan?.. (DYP sıralarından alkışlar) Sekizinci Beş Yıllık Kalkınma Planına Türkiye'nin yol haritasını neden koymadınız?

Sayın Başbakanımız -lisan da bilirler, bu kadar yıllık tecrübeleri var- neden, Avrupa'nın, hiç olmazsa, Almanya, İngiltere, Fransa gibi, Avrupa Birliğini yöneten büyük devletlerinin cumhurbaşkanları ya da başbakanlarını ziyaret etmediler? Bu, kolay bir iş değildir; bu, Türkiye'nin çok önemli ve kritik konusudur. Lütfen, Sayın Başbakan, Almanya'yı, İngiltere'yi, Fransa'yı ziyaret ediniz, başbakanlarıyla görüşünüz. (DYP sıralarından alkışlar) Sayın Dışişleri Bakamız gittiler, Dışişleri mensuplarımız gittiler; ama, her makamın kendine göre ağırlığı vardır. Jacques Chirac'la Başbakan konuşmalıydı, Tony Blair'le Başbakan konuşmalıydı, Alman Başbakanıyla Başbakanımız konuşmalıydı. Bundan üşenmemek lazım, milletin millî menfaatları söz konusudur. (DYP sıralarından alkışlar)

Şimdi, tekrar soruyorum: Değerli arkadaşlarımız, Ermeni tasarısı birbiri ardına onaylanırken neredeydiniz? Bu konu, Amerika eyaletlerinde konuşuldu. Bakınız, bir büyükelçimiz, 1985'te -tarihe dikkat buyurunuz- oturmuş, bilim adamlarını toplamış. Sonra, insanlar, daha bu hale gelmeden önce, Ermeni meselesinde, yapacaklarımız olmadığını söyleyebilirler mi? Neredeydiniz?.. Bunlar, Fransa'da, Avrupa Birliğinde, Vatikan'da, İtalya'da oylanırken neredeydiniz?..

Sormak lazım; Katılım Ortaklığı Belgesine...

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

 (DYP sıralarından "10 dakika ilave" sesleri)

BAŞKAN - Bir dakika efendim, onu da siz tayin etmeyin, müsaade edin...

Buyurun Sayın Sağlam.

MEHMET SAĞLAM (Devamla) - Katılım Ortaklığı Belgesine esas olan ilerleme raporu yazılırken, Morillin raporu yazılırken neredeydiniz?

Bakınız, Fransa'nın bir şehrinde daha evvel toplandılar, Yunanlılar, Katılım Ortaklığı Belgesine Kıbrıs'ı ve Ege'yi sokturmak için büyük çaba harcadılar, başarısız oldular; ama, yılmadılar, gittiler, bu defa, Katılım Ortaklığı Belgesine -son anda da olsa- Kıbrıs'ı, kısa vadeli şartlar arasına koydurmaya çalıştılar. Türkiye, bunun için, âdeta "Avrupa ile olan ilişkilerimizi yeniden değerlendiririz" tehdidiyle, bugünkü Katılım Ortaklığı Belgesi ilk duruma gelebildi.

Şimdi sormak lazım: Bu kadar önemli bir tarihî dönemeçte yaptıklarınızı, eksikliklerinizi, hatalarınızı, yarın torunlarınıza anlatabilecek misiniz?

Şimdi sormak lazım: Siz "istikrar, istikrar" diyen bir hükümetsiniz; ama, bakıyoruz ki, sözcülerinizin konuşmasıyla ortaya konuyor ki, koalisyon ortakları olarak  her biriniz, dış politika da bile, ayrı telden çalıyorsunuz. 

Değerli arkadaşlarım "yolsuzlukla mücadele ederiz" diye gelenler var, "yolsuzlukla mücadele edeceğiz" diyenler var, saygıyla karşılıyoruz; ama, Avrupa Birliğinin 2000 ilerleme raporunda "Corruption" başlığı adı altında "Türkiye'de rüşvet ve yolsuzluk hâlâ gündemdedir" denilmesinden rahatsız olmuyor musunuz?! (DYP sıralarından "Bravo" sesleri, alkışlar)

Sayın milletvekilleri, unutmamalıyız ki, Türkiye, bugün, Avrupa Birliğine resmen aday olduğu Aralık 1999'dan beri, onbir ay içerisinde, kendine düşen görevleri, bir dinamik çalışma içerisine girip yapamamıştır; Yunanistan ise, yıllarca boş durmadığı gibi, yine boş durmamıştır. Bir sözcümüz de söyledi, su uyur düşman uyumaz...

1- Türkiye-Avrupa Birliği ilişkilerinde gelinen aşamayı küçümsemeden, tepkiye ve redde dayanan, dünya kamuoyunda olumsuz mesajlar yansıtan tavırlar yerine, dünya kamuoyunu kazanıcı, örneğin, bir iki yıl önceki konfederasyon önerisinde olduğu gibi -Kıbrıs konusunda- olumlu yöntemlerle rakibi kendi sahasında sıkıştırmalıyız.

2- Doğu Akdeniz ve güneydoğu Avrupa'da güvenlik ve istikrarın temelinde Lozan'da kurulan Türk-Yunan dengesinin yattığını, Londra ve Zürih Anlaşmalarının hâlâ yürürlükte olduğunu unutmadan, Kıbrıs konusu ile Avrupa Birliğini birbirine alternatif gibi sunma hatasını asla yapmamalıyız.

Avrupa Birliğine Türkiye de girecektir. Siyasî eşitlik ve iki devlet temelinde çözüme kavuşmuş bir Kıbrıs'da. Hakları, Türkiye'nin askerî garantisiyle güvenlik altına alınmış bir Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti de katılacaktır.

3- Helsinki, bir Avrupa Birliği kazanımıdır. Eğer bir geri adım atmazsak Helsinki'den geri dönüş olamaz.

Nice Zirvesi, Avrupa Birliğinden daha da önemli bir fırsattır. Türkiye, Avrupa Birliğine girmek için geçmişte birçok fırsat kaçırdı, bunlara bir yenisinin eklenmesinin faturası ağır olur.

4- Her şey bizim siyasî irademize bağlıdır. Türkiye, geçmişte birçok kez en son dayatması gerekeni ilk başta yaptı. Şimdi, hükümete düşen, tam üyelik için katılma sürecini durdurmak değildir; ulusal programı hazırlamak, müzakereleri, başlatmak noktasına getirmek, icraat yapmaktır.

Yunanistan'ı cezalandırmak için ulusal programı hazırlamaktan vazgeçmenin, gelecek kuşaklara kaybettireceklerinin iyi değerlendirme sorumluluğu bize ait olacaktır.

Katılım Ortaklığı Belgesini yeniden rayına oturtmak ve Yunanistan şantajından kurtarmak ise, Avrupa Birliğinin sorumluğundadır.

"Tarih, randevusuna geç kalanları affetmiyor" diyor bir diplomat.

Değerli milletvekilleri, Türkiye'nin Avrupa yolunda ilerlemesi, ekonomik ve siyasal istikrar demektir; demokrasi ve hukuk devleti demektir. Türkiye, 1970'lerde Avrupa yolundan iki kere şaştı; üçüncü kere şaşmamalıdır. Avrupa'yla köprüleri atmak, Avrupa için de; ama, özellikle bizim için tarihî bir hata olur.

Unutmamalıyız ki, Yunanistan, Portekiz ve İspanya, 1960'lı yıllarda Türkiye'yle aynı düzeydeydiler. Bugün, Birleşmiş Milletler indeksinde Türkiye 88 inci sıradadır. Bu ülkeler ise 25 inci sıradadırlar.

NECATİ ALBAY (Eskişehir) - Sayın Başkan, saat... Saat...

BAŞKAN - Efendim, ben, farkındayım; ama, iktidara mensup milletvekili arkadaşımıza -Grup Başkanvekilimize- müsamaha gösterip, muhalefetin sesini mi keselim? (DYP sıralarından "Bravo" sesleri, alkışlar)

İstirham ederim efendim... Rica ederim. Hep bana, hep bana olmaz!..

Buyurun Sayın Sağlam.

MEHMET SAĞLAM (Devamla) - Teşekkür ederim Sayın Başkan.

Demokrasi demek, muhalefetin de sesini yükseltebilmesi demektir.

BAŞKAN - Estağfurullah efendim.

MEHMET SAĞLAM (Devamla) - Çağımızda küresel entegrasyonların dışında kalmak, daha çok fakirlik, daha çok otoriter baskı, daha çok toplumsal tepki, daha çok iç kavga demektir. Türkiye, bir medeniyet projesi olan Avrupa perspektifini kaybetmemelidir, soğutmamalıdır.

Değerli milletvekilleri, Türkiye şu anda bir yol kavşağındadır; ya her taşın altında düşman görerek, 21 inci Yüzyıl serüvenini kör topal sürdüreceğiz ya da Büyük Atatürk'ün hedef gösterdiği batılılaşma rüyasını, kendi kültüründen, kendi kimliğinden, kendi değerlerinden kopmadan; evrensel, demokratik değerleriyle özümseyerek gerçekleştirecek ve bu yüce milletin, bölgesinde, örnek, istikrarlı ve itibarlı bir ülke kurmasını devam ettireceğiz. İşte bugünkü yol ayrımı, budur. (DYP sıralarından alkışlar)

Değerli milletvekilleri, bu yol ayrımında, Meclisimize düşen görevler vardır. Benden önceki sözcü arkadaşlarım belirttiler; biz, Türkiye Büyük Millet Meclisi olarak, eğer, dış ilişkilerle ilgili bilgilendirilmemiz, zamanında ve tam olursa, hükümet politikası olarak, dışpolitikayı, daha da sağlamlaştıracağımız kanaatindeyiz.

Son zamanlarda, Türkiye'de, idare var, siyaset yok. İdareciler konuşuyor, idare konuşuyor, siyasetçiler suskun. Memleketin, tam bir siyasî mutabakatla karar verilmesi gereken konularında, idareye mensup insanların beyanatlar verdiğini görüyorsunuz. Halbuki, ülkenin bütünlüğü ve milletimizin geleceği açısından, siyasetçiler, idarî makamlar kanalıyla kamuoyunun nabzını yoklama yerine, çıkıp, mertçe, korkmadan, sorumluluğu üzerlerine alarak, Katılım Ortaklığı Belgesinde ne olduğunu, Helsinki'de ne olduğunu bu millete anlatmak durumundadırlar. Siyasîler, sorumluluklarını almazlarsa, idarî makamlar, son günlerde olduğu gibi, siyasîlerin yetkilerini, büyük bir iştahla kullanmaya başlarlar. Türkiye, buna layık değildir. (DYP sıralarından alkışlar) İdare makamları, görüş hazırlar, bilgilendirir, inceler ve kendisinin bağlı olduğu siyasî makama sunar. Bunu, cesaretle millete açıklamak, siyasîlerin görevidir. İşte, Türkiye, böyle bir siyasî sorumluluk alacak hükümete ihtiyaç duyuyor.

Hepinizi saygıyla selamlıyorum. (DYP ve FP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN - Teşekkür ederim Sayın Sağlam.

Sayın milletvekilleri, 21.30'da toplanmak üzere, ara veriyorum.

Kapanma Saati : 21.12


ÜÇÜNCÜ OTURUM

Açılma Saati: 21.30

BAŞKAN: Başkanvekili MURAT SÖKMENOĞLU

KÂTİP ÜYELER: Hüseyin ÇELİK (Van), Yahya AKMAN (Şanlıurfa)

BAŞKAN - Sayın milletvekilleri, 24 üncü Birleşimin Üçüncü Oturumunu açıyorum.

V. - GENSORU, GENEL GÖRÜŞME, MECLİS SORUŞTURMASI VE

MECLİS ARAŞTIRMASI (Devam)

B) Öngörüşmeler (Devam)

1. - DYP Grup  Başkanvekilleri Sakarya Milletvekili Nevzat Ercan, Aydın Milletvekili Ali Rıza Gönül ve İçel Milletvekili Turhan Güven ile 20 arkadaşının, dış politika konusunda genel görüşme açılmasına ilişkin önergesi (8/13)

Ankara Milletvekili Cemil Çiçek ve 20 arkadaşının, Kuzey Irak'ta yaşanan gelişmeler ve uygulanan politikalar konusunda genel görüşme açılmasına ilişkin önergesi (8/4)

Erzurum Milletvekili İsmail Köse ve 52 arkadaşının, Kuzey Irak'ta yaşanan son gelişmeler ile uygulanan politikalar konusunda genel görüşme açılmasına ilişkin önergesi (8/5)

Erzurum Milletvekili Lütfü Esengün ve 19 arkadaşının, sözde Ermeni soykırımı iddialarıyla ilgili olarak ABD Temsilciler Meclisinde alınan karar ve Türkiye-ABD ve Ermenistan ilişkileri konusunda genel görüşme açılmasına ilişkin önergesi (8/9)

İstanbul Milletvekili Mehmet Ali İrtemçelik ve 27 arkadaşının, ABD Kongresindeki sözde Ermeni soykırımı iddiaları ve dış politika konusunda genel görüşme açılmasına ilişkin önergesi (8/10)

Erzurum Milletvekili İsmail Köse ve 21 arkadaşının, sözde Ermeni soykırımı iddialarıyla ilgili ABD Temsilciler Meclisinde alınan karar ve Türkiye-ABD ve Ermenistan ilişkileri konusunda genel görüşme açılmasına ilişkin önergesi (8/11)

Aksaray Milletvekili Ramazan Toprak ve 22 arkadaşının, Türkiye Avrupa Birliği ilişkileri konusunda genel görüşme açılmasına ilişkin önergesi (8/15)

BAŞKAN - Hükümet?.. Burada.

Görüşmekte olduğumuz genel görüşme önergeleri üzerinde, Anavatan Partisi, Milliyetçi Hareket Partisi ve Doğru Yol Partisi grupları adına yapılan konuşmalar tamamlanmıştır.

Şimdi, söz sırası, Fazilet Partisi Grubu adına, Sıvas Milletvekili Sayın Temel Karamollaoğlu'na aittir.

Buyurun Sayın Karamollaoğlu. (FP sıralarından alkışlar)

FP GRUBU ADINA TEMEL KARAMOLLAOĞLU (Sıvas) - Sayın Başkan, sayın milletvekilleri; görüşmekte olduğumuz 7 genel görüşme talebi üzerinde Grubumuz adına söz almış bulunuyorum; hepinizi saygıyla selamlarım.

Sayın milletvekilleri, Bakanımız burada konuşurken, kendisinin hiçbir zaman Meclisi ihmal etmediğini, Meclisi daima bilgilendirme arzusu içinde olduğunu ifade ettiler; ancak, bu arzunun, mutlaka, kendisinde olduğu kanaatindeyiz; ama, maalesef, fiiliyatta, bu arzu gerçekleşmedi bugüne kadar. Bu arzunun gerçekleşmeme sebeplerinden, delillerinden bir tanesini de hemen ortaya koyabiliriz. Şu anda dışişleriyle ilgili 7 adet genel görüşme önergesinin 7'sini birlikte görüşüyoruz. Bunların hepsi farklı zamanlarda verilmiş -bir kısmı verileli bir seneye yakın bir zaman olmuş- aradan geçen bu kadar zaman ve konuların farklılığına rağmen, maalesef, biz, bunların tamamını tek celsede görüşme mecburiyetinde bırakılmışız.

Ümit ediyorum ki, bu görüşmeler neticesinde, genel görüşme açılması talebimiz, arkadaşlarımızın talepleri uygun bulunur ve böylece, bu konuların üzerinde daha kapsamlı olarak, Meclisimiz, görüş belirtme imkânına kavuşmuş olur.

Verilen önergelere dikkat edersek, bunlardan birkaç tanesi, Kuzey Irak'taki gelişmelerle alakalı, bir kısmı sözde Ermeni soykırımı iddialarıyla ilgili ve son olarak da, Avrupa Birliği Katılım Ortaklık Belgesiyle ilgili ve bu manada da, dış politikamızın geneliyle ilgili konular.

Kanaatimize göre, hükümet ve Meclisimizde de siyasî partilerimiz -özellikle iktidara mensup olan partilerimiz- bu yaklaşımlarını mutlaka değiştirmeliler. Bu konuların Meclisten, âdeta kaçırılmasına, daha doğrusu, bu konuların Meclisimizde enine boyuna tartışılmasına fırsat vermeliler kanaatindeyiz. Bundan dolayı, bu konunun, bu şekilde dar bir zamana sıkıştırılmasından duyduğumuz üzüntüyü de, burada, dile getirmekte fayda mütalaa ediyorum.

Muhterem milletvekilleri, Türkiyemiz, coğrafî konumu itibariyle çok önemli bir noktadadır. Dünya dengelerini etkileyen son dış gelişmelerin önemli bir kısmı çevremizde cereyan etmektedir. Ortadoğu'da Filistin, kanayan bir yara halindedir; Kafkaslarda Çeçenistan'ın sızısını, işgal edilen Dağlık Karabağ Bölgesinin acısını hâlâ içimizde hissetmekteyiz. Balkanlarda Bosna-Hersek ve Kosova'da meydana gelen katliamlar ve bu katliamlar meydana gelirken içine düştüğümüz acziyet, gözlerden, maalesef, ırak tutulamaz.

Bunların dışında, biraz daha uzaklara gidersek, Keşmir meselesi, dünyada kanayan bir yaradır. Pakistan bu konuyla yakından ilgilenmekte; fakat, son zamanlarda bizim tutumumuz bu konuda biraz çelişki arz etmekte, maalesef, üzülerek ifade ediyorum, bizi her konuda destekleyen Pakistan'la aramızdaki münasebetleri birazcık sıkıntıya sokmaktadır.

Öbür  taraftan,  Çin'de Doğu Türkistan'da  meydana gelen zulümleri,  elbette,  bir kenara itemeyiz.

Körfez harbinden sonra Irak'ta meydana gelen hadiseler, Kuzey Irak'taki otorite boşluğu, elbette, bizi yakından ilgilendirmekte, bu konu üzerinde, hükümetimizin, mutlaka, ciddîyetle durması gerekmektedir.

Muhterem milletvekilleri, bunlarla birlikte, dünya giderek değişmekte, artık, sınırları aşan birtakım evrensel değerler, insanlığın bütünü için ehemmiyet arz eden konular haline gelmektedir. Artık, insan hakları, demokrasi, insanların özgürlükleri, hukukun üstün tutulması, ülkeleri doğrudan doğruya, şahsen ilgilendiren meseleler olmaktan çıkmış, dünya ülkelerini bütünüyle ilgilendiren meseleler haline gelmiştir.

Bu gelişmeler, dünya dengelerini ve zuhur ettiği, meydana geldiği bölgeleri etkilediği kadar, Türkiyemizi de, bu stratejik konumu ve tarihî misyonundan dolayı, yakından etkilemekte, ilgilendirmektedir. Dolayısıyla, yurtiçi gelişmeler milletimiz için ne kadar büyük ehemmiyet taşıyorsa, dış dünyadaki gelişmeler ve bu gelişmelere karşı benimsediğimiz politikalar da, o kadar hayatî ehemmiyet taşımaktadır.

Bugün, Türk dışpolitikasının geldiği noktaya baktığımızda, pek de iç açıcı olmayan bir tabloyla karşılaşmaktayız. Bir yandan, dışpolitikamızda temel doktrin olarak çağdaşlaşma ilkesi ve Batı'ya olan yönelişimiz, diğer yandan da, bu hedefe ulaşmak için örnek aldığımız Avrupa'nın engellemeleri ve yerine göre de, birtakım çifte standartlarıyla karşılaşmaktayız. Bunun en yakın örneğini, sözde Ermeni soykırımı iddialarıyla, çok yakın geçmişimizde müşahede ettik. Amerika Temsilciler Meclisinde ele alınan konu, her ne kadar, geri çekildiyse de, bu konunun doğru olarak kabullenilmediğinden dolayı değil, sadece, şu anda Amerika Birleşik Devletleri-Türkiye ilişkilerini menfi yönde etkileyeceği kanaatinden dolayı geri çekilmiştir. Fransa Senatosu bu konuyu kabullenmiş, İtalya bu konuyu yeniden gündemine getirmiş; ama, maalesef, üzülerek ifade ediyoruz ki, Avrupa Birliği Parlamentosu da, bu konuyu Türkiye raporunun içine derc etmekten çekinmemiştir.

Türkiyemiz, konumu itibariyle ehemmiyetli bir noktadadır, stratejik bir noktadadır dedik. Mesela, Türkiyemiz bir enerji köprüsüdür. İster istemez, bu, Avrupa'yı da, Asya ülkelerini de, Ortadoğu ülkelerini de yakından ilgilendiren bir konudur; ancak, stratejik yönden ehemmiyetli bir noktada bulunmak, o stratejik konumu iyi değerlendirdiğimiz takdirde, bizim güç kaynağımız olabileceği gibi, eğer, iyi değerlendiremezsek, başkalarının iştahını kabartan ve çatışma arenasına dönüşen bir konumda kendimizi bulabiliriz. Şu an, bir bakıma, meydana gelen hadise bundan ibarettir.

Muhterem milletvekilleri, sözde Ermeni soykırımı meselesi iki genel görüşme talebiyle gündeme geldi. Muhterem arkadaşlar, bu konu, hepimizi yakından ilgilendiren bir konu; sadece siyasî yönden parlamentolarda görüşme aşamasına geldiğinde ele alınacak, değerlendirilecek, siyasî birtakım girişimlerle ertelenebilecek bir konu değil. Bunun kabul edilmesi mümkün değil; zira, böyle bir konunun kabul edilmesi, onun arkasından, birtakım tazminat iddialarına, onun arkasından da, çok açıkça, şu anda gündeme getirilmeye çalışılan toprak taleplerine kadar gidecektir.

Bu konuyla ilgili verdiğimiz bir araştırma önergesi var. Biz, hükümetimizden de, hükümete ortak olan diğer partilerden de özellikle istirhamda bulunuyoruz; bu konu mutlaka Meclis gündemine alınmalı ve bir komisyon oluşturulmalıdır. Eğer, bu konunun ne kadar derinliğe indiğini, hangi noktalardaki çalışmalar neticesinde, bugün başımıza bu sıkıntıların örülmeye çalışıldığını idrak edemez, bunları tespit edemezsek, tedbir almakta da mutlaka geri kalırız. Bizim, elbette, bu konuda Fransa ile İspanya ile İtalya ile soykırımı iddiasında bulunulduğu, bunlarla ilgili olarak, Cezayir'de yapılan birtakım katliamlarla ilgili olarak, önergeleri, Türkiye Büyük Millet Meclisinin gündemine getirmemiz, belki, içimizi hafifletecek bir konu olabilir; ama, problemimizi çözmez. Elbette, YÖK, bugün, başörtüsüyle uğraşacağına, bugün, üniversitelerde fikir hürriyetinin önüne geçecek uygulamalara gireceğine, bu konuyu çok ciddî bir tarzda ele almalı, bu konunun üzerinde ilmî çalışmalar yapmalıydı.

Muhterem arkadaşlar, Kuzey Irak'ta meydana gelen hadiseleri de, mutlaka, yakından takip etmek mecburiyetindeyiz. Eminim ki, takip ediyoruz. Dışişleri Bakanlığımız çok yetenekli diplomatlardan oluşuyor. Ne olup bittiğini biliyor, aynen banka operasyonlarına sebep olan, vesile olan birtakım raporların iletildiği gibi, Dışişleri mensuplarımız hükümete de gerekli bilgileri veriyorlar; ama, iş ondan sonra gündeme getirilip, getirilmeyeceği, üzerinde durulup durulmayacağına göre şekilleniyor. Bu bilgileri vermek bürokratlarımızın, diplomatlarımızın vazifesi; ama, bu gelen bilgiler ışığında politika oluşturmak, işte o, hükümetin vazifesi. Maalesef şunu hemen ifade ediyorum ki, Kuzey Irak'ta meydana gelen otorite boşluğu, geçmişte, PKK'nın Türkiye'de yaptığı birtakım terör hadiselerine nasıl yataklık etmişse, şimdi de, bizi ve Irak'ı yakından ilgilendiren birtakım gelişmelere zemin teşkil etmektedir.

Irak'ın toprak bütünlüğüne, mutlaka, gereken ehemmiyeti vermeliyiz; ama, öyle bir nokta gelir ki, biz o ehemmiyeti verdiğimizi söylesek bile, oradaki gelişmelerin neticelenmesinde etkili olamayabiliriz. Şu andaki gelişmeler, hükümetten kopuk bir şekilde maalesef yürümektedir. Doğrudan doğruya Amerika Birleşik Devletleri bu konuyla ilgilenmektedir; ama, bizi daha da yakından ilgilendiren konu, ambargo konusudur. Birleşmiş Milletler sözleşmeleri çok açık. Eğer, Birleşmiş Milletler, herhangi bir konuda bir ülkeye ambargo uygular ve bu ambargodan dolayı birtakım ülkeler zarar görürse, Birleşmiş Milletler ya o zararı tazminle mükelleftir veya zarar gören ülke tek taraflı olarak bu ambargoya uymayacağını deklare edip kendi menfaatlarını koruyabilme hakkına sahiptir.

54 üncü hükümet zamanında açıldı petrol boru hattı. Şimdi de açık deniliyor. Doğru, damla damla bir şeyler geliyor. Sadece cüzi bir kısmı kullanılabiliyor. Bizim buradaki kaybımız milyarlarca dolara geliyor, baliğ oluyor ve bunu hepimiz biliyoruz.

HASAN GÜLAY (Manisa)- Tam açık, merak etme.

OĞUZHAN ASİLTÜRK (Malatya)- Açık da, bir şey akmıyor!

BAŞKAN- Efendim, karşılıklı konuşmayın lütfen.

TEMEL KARAMOLLAOĞLU (Devamla)- Tabiî, tam açık. Yalnız, Irak Hükümeti bunun açık olmadığını ifade ediyor. Yani, sizin "açıktır" demeniz güzel bir temenni. Ümit ederim ki, hükümetimiz de bu konuda gerekli girişimlerde bulunur.

Muhterem arkadaşlar, elbette, hemen yanımızda cereyan eden Filistin'deki katliam hareketlerini gözardı edemeyiz. Biz, bugüne kadar, Sayın Cumhurbaşkanımızın çok kesin ifadelerle dile getirdiği konunun dışında ciddî bir adım atamadık. Biz, zaten, genelde, meseleleri dile getiriyoruz; ama, oralarda alınacak politikalarda etkili olamıyoruz. Şu anda, Türkiye, maalesef, Filistin'deki gelişmelere sadece uzaktan bakan bir müşahit gibidir. Halbuki, memleket olarak bizim bu kadar yakın olduğumuz bir noktada çok daha ciddî olarak müdahil olma imkânına sahibiz. Yeri geldiği takdirde, İsrail'le olan birtakım meselelerde de, anlaşmaları askıya alma noktasına kadar gidebiliriz. Alalım demiyorum; ama, yeri geldiği takdirde, bu gücümüzü kullanma imkânına sahibiz. Taş ve sopalarla kendini korumaya çalışan, hak iddia eden gençlere karşı füzelerle, tanklarla, helikopterlerle hücum etmek, hiçbir zaman insanlık anlayışıyla bağdaşamaz, bunu da kimse kabul edemez. (FP sıralarından alkışlar) İsrail, hiçbir zaman, yapılan anlaşmalara sadık kalmamıştır; Birleşmiş Milletler kararlarını uygulamamıştır. Birleşmiş Milletler iki defa -hem güvenlik konseyi hem de genel kurulu- son yapılan lüzumundan fazla güç kullanma meselesinde İsrail'i kınamışsa da, bu konuda ciddî olarak bir şey yapmış değiliz.

Muhterem arkadaşlarım, Balkanlara geliyorum; Bosna-Hersek'te, Kosova'da, biz, hiçbir zaman etkili bir politika izleyemedik. Şu söylenilebilir; Bosna-Hersek'te de bizim askerî güçlerimiz var, Kosova'da da var...

Muhterem arkadaşlarım, birçok Afrika ülkesinin askerleri de orada, Birleşmiş Milletler gücünde vazife görüyor. Mesele, oraya asker göndermek değil. Zaten, Birleşmiş Milletler, bu yükü benim sırtımdan kim alacak diye çaba harcıyor. Dayton Anlaşması imzalanırken, hiç unutmuyorum, televizyonda, canlı yayında, Alia İzzetbegoviç, bu anlaşmaya isyan ediyordu; "haksızlık yapıyorsunuz bize; bu anlaşmayı, bize, zorla imzalattırıyorsunuz" diyordu; ama, o sese kulak verecek, onun yanında, onu destekleyecek tok bir ses bulamadı maalesef.

Muhterem arkadaşlarım...

YEKTA AÇIKGÖZ (Samsun) - Sizin gibi!..

TEMEL KARAMOLLAOĞLU (Devamla) - Evet, benim gibi bir tok ses orada olurdu; ama, sizin gibi cılız ses bile çıkmıyor oradan!.. (FP sıralarından "Bravo" sesleri, alkışlar)

Muhterem arkadaşlarım, siz, öyle, hadiseleri dilinize dolayarak, bilmediğiniz konuları olmayan yerlerde dile getirerek, hiçbir problemi halledemezsiniz. Bu ülkeyi, zaten, bu hale, sizin bu kafa yapınız getirdi! (FP sıralarından "bravo" sesleri, alkışlar)

Muhterem arkadaşlarım, bakın, bir Avrupalı tarihçi, bir İngiliz tarihçi diyor ki: "Bosna-Hersek konusunda, Birleşmiş Milletler, müdahaleyi geciktirerek, Bosna-Hersek'te 200 000 insanın katline sebep oldu; öbür taraftan da, tam, Bosna-Hersek ordusu ayağa kalkıp, kendisinden alınan birtakım kasabaları, illeri tekrar bünyesine katacakken, müdahale edip, Bosna-Hersek'in hakkını kesbetti." Bunu söyleyen, Avrupalı tarihçiler.

ALİ UZUNIRMAK (Aydın) - Sen, o zamanki iktidara söyle bunu...

TEMEL KARAMOLLAOĞLU (Devamla) - Muhterem arkadaşlar, elbette, ben, Türkiye'nin şu andaki politikasını, sadece, bugünkü Sayın Bakanımızın yürüttüğü politikayla ve hükümetle ilgili olarak söylemiyorum; genel manada söylüyorum. O günkü iktidarlar da, elbette, üzerlerine düşeni yapmalıydılar.

Öbür taraftan, Ortaasya Türk cumhuriyetleriyle ilgili olan münasebetlerimize gelince, muhterem arkadaşlarım, ne onlara önder olabildik ne de örnek olabildik. Üzülüyorum, Doğu Avrupa ülkelerindeki gelişmeye bakıyorum; Avrupa Birliğine bizden daha önce aday olma noktasında, demokratikleşmede, insan haklarına saygıda, özgürlüklerde ilerliyorlar. Bir de, öbür tarafta, kardeş ülkelerin haline bakıyorum, maalesef, giderek, demokratikleşmeden uzaklaşmakta, insan haklarına saygı, özgürlükler kısıtlanmakta; sadece, ekonomik yönden, birkısım müteşebbislerin yaptığı çabalar var. Onun dışında, biz, o ülkelere, üzerimize düşen kardeşlik vazifesini yerine getiremediğimiz kanaatindeyim.

Balkanlara gelince, Çeçenistan'da, maalesef, etkili olamadık; âdeta bir soykırım yaşanıyor orada; ama, Sayın Başbakanımızın, Çeçen direnişçilerini terörist olarak nitelendirmesi, emin olun, bizleri de, onlar kadar üzdü, derinden yaraladı. Bunu da ifade etmeden geçemeyeceğim.

Sayın Başbakanımız, aynı şekilde, Hindistan'a yapmış olduğu ziyaret esnasında, Clinton'un gösterdiği nezaketi gösterip, bizi, her halükârda, her platformda destekleyen Pakistan'a bir nezaket ziyaretinde bile bulunmadı. Bunlar, elbette, dışpolitikada çok büyük ehemmiyet arz eden konular.

Bugün, Sayın Bakanımız "elbette dışpolitikada etkiliyiz" diyor.

Sayın Bakanım, sizi, bu nezaketinizden, meselelere yaklaşımınızdaki nezaketten, insanlarla diyalog kurmadaki başarınızdan dolayı o insanlar bağırlarına basmış gibi gözükebilirler; ama, sizin politikanızı hiçbir zaman benimsemiyorlar, size gülüyor, arkasından, işte Katılım Ortaklık Belgesindeki gibi maddeleri buz gibi rakamların içine koyuyorlar. Onun için, size gösterilen yakınlığı, samimiyeti...

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

TEMEL KARAMOLLAOĞLU (Devamla) - Sayın Başkan, lütfederseniz...

Muhterem arkadaşlarım, biz, elbette dünya politikasına baktığımız zaman...

ALİ TEKİN (Adana) - Sivas'ı gör.

EDİP ÖZGENÇ (İçel) - Madımak'tan bahset biraz. (FP sıralarından gürültüler; FP sıralarından "terbiyesizlik etme" sesleri)

BAŞKAN - Efendim, rica ederim; hatibin sözünü kesmeyin.

TEMEL KARAMOLLAOĞLU (Devamla) - Bir dakika arkadaşlar!..

Konu Madımak'a geldiği zaman bizim söyleyeceğimiz çok söz var. Orada o insanları katledenler, bugün onların üzerinde politika yapanlardır.

EDİP ÖZGENÇ (İçel) - 20 milyon Alevi sizi nefretle anıyor, kınıyor. (FP sıralarından "otur yerine, konuşma" sesleri, gürültüler)

TEMEL KARAMOLLAOĞLU (Devamla) - Hadi oradan; ben de kınıyorum...

EDİP ÖZGENÇ (İçel) - Nefretle kınıyor...

TEMEL KARAMOLLAOĞLU (Devamla) - Ben de sizi...

Siz, terbiyesizlik ediyorsunuz.

Sayın Başkanım, hiç kimse "nefretle sizi kınıyorum" gibi bir sözü burada kullanma hakkına sahip değildir. Bu arkadaşımız haddini aşıyor, terbiyesizlik ediyor.

EDİP ÖZGENÇ (İçel) - Niye alınıyorsun? (FP sıralarından "saygısızlık etme" sesleri, gürültüler)

BAŞKAN - Efendim, yapmayın...

TEMEL KARAMOLLAOĞLU (Devamla) - Muhterem arkadaşlarım, bir parantez açarak söylüyorum: Biz..

FARUK DEMİR (Ardahan) - Niye alınıyorsun, yakanlara söylüyor?

TEMEL KARAMOLLAOĞLU (Devamla) - Hayır, ismen zikrederek söylüyor, ben üzerime almıyorum. (DSP sıralarından "sizi Allah'a havale ediyoruz" sesleri)

BAŞKAN - Karşılıklı konuşmayalım, hatibin sözünü kesmeyelim efendim.

TEMEL KARAMOLLAOĞLU (Devamla) - Evet, biz de Allah'a havale ediyoruz o konuda yapılan zulmü.

Muhterem arkadaşlar, üzülerek ifade ediyorum, biz şu anda, iyi bir münasebet kuramadığımız için, Müslüman bütün ülkelerle olan münasebetlerimizde onları kırdık. Komşu ülkelerle olan münasebetlerimizde de, maalesef, iyi bir gelişme sağlayamadık, kalkınmakta olan ülkelerden uzak düştük, onların haklı meselelerinde, onların yanında bulunamadık, bundan dolayı da yalnızlığa itildik.

Muhterem arkadaşlarım, şimdi, Avrupa Birliği konusuna geliyorum. Katılım Ortaklığı Belgesi ve Türkiye 2000 raporu herkesi şoke etti. Aslında, Helsinki'de ortaya konulan maddelerin dışında çok da fazla bir şey yoktu; sadece, bizim, Avrupa Birliğine üyelik konusunda yerine getirmekle mükellef olduğumuz hususlar bize bir defa daha hatırlatıldı. Biz, elbette, bu Katılım Ortaklık Belgesine baktığımız zaman, bizim için yerine getirilmesi elzem olan hususlar var, bunu gözardı edemeyiz; yerine getirmekte zorlanacağımız hususlar var, bunu da gözardı edemeyiz; yerine getirmemiz mümkün olmayan hususlar da var, bunu da gözardı edemeyiz. Biz, ne Kıbrıs'ta ne Ege'de taviz veremeyiz. Allah saklasın, ileride birileri çıkar da sözde Ermeni soykırım meselesini de, iddiasını da önümüze koymaya kalkarsa, bunu da kabullenemeyiz; ama, bu Avrupa Katılım Ortaklık Belgesi gündeme getirildiği zaman, hükümet, bugüne kadar yapmakla mükellef olduğu, özellikle Türkiye'yi yakından ilgilendiren, Avrupa'ya ortak olmamız için değil, kendi insanımıza, bu ülkenin insanına verdiğimiz değerden dolayı yapmak mecburiyetinde olduğumuz hiçbir hususu yerine getiremedi. Meclise sevk edilen kanunlara bakın!..

Clinton, Amerika'da Müslümanlara ve diğer din mensuplarına verdiği hakları, bizde, şimdi Meclise sevk edilmeye çalışılan memur kıyım kanunuyla mukayese edin!.. Bu ne mantık, bu ne düşünce?! Bu mantıkla Avrupa Birliğine bizi almaları mümkün mü?! Ne diyeceğiz karşılarına çıkıp; biz, kendi insanımıza güvenmeyiz; siz, bizim insanımıza sakın aldanmayın mı diyeceğiz; bizim insanımız, henüz, bu hakları kullanmayı beceremez mi diyeceğiz?! Allah'tan korkun.

İSMAİL AYDINLI (İstanbul) - Sizin zaten Avrupa Birliğine girmeye niyetiniz yok.

BAŞKAN - Efendim, hatibin sözünü kesmeyin; hatip toparlayacak.

TEMEL KARAMOLLAOĞLU (Devamla) - Muhterem arkadaşlarım, elbette toparlamaya çalışacağım. Sayın Başkanımızın gösterdiği müsamahaya sığınarak bir iki konuyu daha arz edeceğim. Sayın Başkan, Sayın Bakanımıza nasıl ki, takriben 35 dakika kullanma hakkını bahşettilerse, bizler de, parti grupları adına herhalde aynı hakka sahibiz; bu toleransı da gösteriyorlar; kendilerine teşekkür ediyorum.

Muhterem arkadaşlar, biz, Avrupa'da bazı kesimlerin "biz, Türkiye'yi kendi haline bırakamayız; ama, içimize de alamayız" dediklerini biliyoruz; ama, buna rağmen, biz, Avrupa'yı evrensel değerlere sahip çıktığı için benimsiyoruz. Geçmişte, biz, Avrupa ile aynı düşünceye sahip değildik; çünkü, Avrupa, o gün farklıydı "biz bir Hıristiyan kulübüyüz" diyordu; ama, Avrupa değişti, bu söylemini bıraktı; şimdi, evrensel değerleri önşart olarak ortaya koyuyor. Elbette o evrensel değerleri, biz de, Avrupa nasıl benimsemişse, benimsemeyi arzu ediyoruz.

Muhterem arkadaşlarım, bizim, elbette, Avrupa Birliği ile karşılıklı mükellefiyetlerimiz var; arkadaşlarımız bunları dile getirdiler. Avrupa Birliği, daha, aday bile olmayan ülkelere, bize verilen yardımın, vaad edilen yardımın 10 mislini yapıyorsa, bu, bizim hükümetimizin bırakın da, müsaadenizle tenkit edelim beceremediği bir konudur. "Verdiler de almadık mı?.." Bunu herkes söyler, ama, siz, eğer hakkınızı korumayı becerebilmiş olsaydınız, biz mutlaka bu hakkımızı alırdık.

Muhterem arkadaşlarım, peki, yapmamız gerekenler neler? Bu, şu ana kadar söylediklerimiz, elbette bir durum tespitiydi; hükümetin, bize göre, dışpolitikada yapamadığı konuların dile getirilmesiydi.

Muhterem arkadaşlar, eğer biz, dışpolitikada etkili olmak istiyorsak, güçlü olmak mecburiyetindeyiz. Güçsüz ülkeler, dışpolitikada etkili olamazlar. Biz, konumumuz itibariyle büyük bir avantaja sahibiz; bunu ilk başta da belirtmiştim; ancak, ikinci temel şart, hükümetlerin dışpolitikada güçlü olabilmeleri, kendi halkıyla barışık olmalarına bağlıdır. Kendi halkına birtakım hakları vermeyen, o hakları kendi insanlarından esirgeyen devletler hiçbir zaman güçlü olamazlar; bugün karşımıza çıkan en büyük problem ve engel, Avrupa'nın, insan hakları, özgürlükler ile hukukun üstünlüğünü sağlama konularındaki  iddialarıdır.

Muhterem arkadaşlarım, konuları -başta da ifade etmiştim- Meclis gündemine getirmekten kaçınmamalıyız, güçlü olabilmek için. Bu Meclisi, muhalefetiyle iktidarıyla arkasında bulan bir hükümet, dışpolitikada güçlü olur; ama siz, muhalefetin sesini  kısmaya çalışır, şimdi, yeni getirdiğiniz içtüzük taslağıyla muhalefeti konuşturmamaya çaba gösterirseniz, o zaman, muhalefeti arkanızda değil, karşınızda bulursunuz, yazık olur. Halbuki, biz bu konuları birlikte görüşebilsek, emin olun, dışpolitikada sizin her attığınız olumlu adımda arkanızda olur, size destek veririz. Çünkü, bu bir millî  meseledir; elbette, Türkiye'nin dışpolitikası millî bir mesele olarak takdim edilmelidir.

Başka bir konu ise, ufkumuzu geniş tutmaktır. Muhterem arkadaşlarım, dünya, Avrupa'dan ibaret değildir. Bakın, bugün 4,5-5  milyar civarında nüfusu olan kalkınmakta olan ülke var dünyada. Eğer, bu 21 inci Asırda kalkınmakta olan ülkelerin hakları gasp edilirse, emin olun, dünyaya huzur gelmez. Biz, o ülkelere karşı nasıl bir politika izliyoruz; o ülkelere birtakım haksızlıklar yapılıyorsa, ne zaman onların yanında bulunuyoruz, onlara karşı temel politikamız nedir; bunu biz bilmiyoruz. Eğer, varsa, ama...

BAŞKAN - Efendim toparlar mısınız.

TEMEL KARAMOLLAOĞLU (Devamla) - Toparlıyorum Sayın Başkanım.

Eğer varsa dedim; ancak, Türkiyemizin bu konuda ciddî bir projesi var. Bir D-8'ler projesi gündeme geldi. Şu anda D-8'ler yürüyen bir proje. Neden D-8'ler gündeme geldi; çünkü, D-8'ler, 100'den fazla ülkeyi bir araya getirip de birtakım konuları görüşmekte güçlük olabileceği düşüncesiyle, bölgesel temsiliyete bakarak, ülkelerden bir kısmıyla -takriben bunların nüfusu 800 milyonu tutuyor- bir araya gelindi ve bir mutabakat sağlandı.

Muhterem arkadaşlarım, eğer, o zaman üzerinde durulan konular bugün de hassasiyetle üzerinde durulsa, bütün dünyada itibarımız artar. O zaman, D-8'lerle beraber ele aldığımız projeler, uçak fabrikaları dahil, silah sanayii dahil, eğer, bunlar, ciddî olarak ele alınmış olsa, eminim ki...

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

TEMEL KARAMOLLAOĞLU (Devamla) - Toparlıyorum Sayın Başkanım, toparlıyorum...

BAŞKAN -Efendim, bir teşekkür etseniz...

TEMEL KARAMOLLAOĞLU (Devamla) - Efendim,  1 dakikanın, 2 dakikanın içinde hemen toparlıyorum...

BAŞKAN - Hayır, 2 dakika değil...

TEMEL KARAMOLLAOĞLU (Devamla) -1 dakikanın içinde hemen toparlıyorum...

BAŞKAN - Sizin, iki kere söz hakkınız daha var; Sayın Cemil Çiçek ve arkadaşları adına konuşabilirsiniz. Sayın Köse'ye de öyle yaptım. 30 dakikayı geçmesek, bu işi bitireceğiz. Lütfederseniz, minnettar kalırım.

TEMEL KARAMOLLAOĞLU (Devamla) - Peki,  Sayın Başkanım.

Eğer, biz, bu projeyi  ciddiyetle ele alabilirsek, emin olun, Avrupa karşı da  arkamızda güçlü bir.grubu  beraber taşımış oluruz.

Bu sözlerle hepinizi saygıyla selamlıyorum. Bu genel görüşme önergelerinin kabul görmesini, bu konuların biraz daha enine boyuna Meclisimizde tartışılmasını ve Sayın Bakanımızın da biraz önce bahsetmiş olduğu daha geniş kapsamlı bilgileri bizlere, sizlere aktarmasını temenni ediyor, saygılar sunuyorum. (FP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN- Teşekkür ederim efendim.

Efendim, gruplar adına son söz, Demokratik Sol Parti Grubu adına, İzmir Milletvekili Sayın Suat Çağlayan'da.

Buyurun. (DSP sıralarından alkışlar)

DSP GRUBU ADINA B.SUAT ÇAĞLAYAN (İzmir)- Sayın Başkan, sayın milletvekilleri; Demokratik Sol Parti Grubunun dışpolitika konusunda görüşlerini sunmak üzere söz aldım; hepinizi saygıyla selamlıyorum.

Ben, zamanımı hiç aşmamaya çalışacağım. Bu yönde sizlere saygılı olma sözü veriyorum efendim. (DSP sıralarından alkışlar)

AHMET DERİN (Kütahya) - Aşanlar saygısızlık mı yapıyor?!

B. SUAT ÇAĞLAYAN (Devamla) - Türk dışpolitikasının önemli sorunlarla karşı karşıya olduğu bir dönemden geçiyoruz. Ulus olarak, çok duyarlı olduğumuz bir ortamda, Yüce Meclisimizin dışpolitikadaki güncel olayları ayrı bir oturumla ele almasını çok anlamlı bulmaktayız.

Ülkemiz, bulunduğu coğrafya ve sahip olduğu büyük olanaklar nedeniyle, üç kıtadaki değişimlerden hem en çok etkilenen ve hem de o değişimlere yön verebilen bir ülke konumundadır. Dünyanın bu en stratejik bölgesinde, Türkiye, sahip olduğu barış ve uzlaşı kültürünü, sadece sınır komşularına değil, ilişkide olduğu her devlete aşılama çabası içinde olmuştur.

Son on yılda, dünyada çok önemli şeyler olagelmiştir. Soğuk savaşın sona ermesiyle iki kutuplu sistem çökmüş, Sovyetler Birliği ve Varşova Paktı dağılmış ve Avrupa'nın bütünleşme süreci başlamıştır.

Yeni Avrasya olgusu içinde Türkiye, hem Orta Asya ülkeleriyle yakın ilişkiler kurmuş hem Hazar havzasının doğal enerjisini Batı ülkelerine ulaştıran  anahtar ülke konumunu yakalamış ve hem de Balkanlarda huzur ve barış ortamının yaratılması için vazgeçilmez ülke konumuna gelmiştir.

Ancak, soğuk savaşın sona ermiş olması, ne yazık ki, sınırlarımızın ötesinde beklenen barış ortamının sağlayamamıştır. Hem Balkanlar ve hem de Kafkasya yeni çatışma alanları olmuştur. Yanı başımızdaki Körfez Savaşının yanı sıra,  Filistin-İsrail uyuşmazlığının dönem dönem tırmanışa geçmesi ve bazı komşularımızın kitle imha silahları ve fırlatma  sistemlerini edinme çabaları, ulusal güvenliğimizi yakından ilgilendiren konular olarak karşımıza çıkmıştır.

Tüm bu çatışma ve tehditler karşısında Türkiye, köklü devlet geleneğinden aldığı güçle, sorumlu, gerilimleri yatıştırıcı, barışçı, ilkeli ve haktan yana olmuş ve gündem belirleyen bir politika izlemiştir. Bunun örnekleri çoktur. Eğer, Bosna-Hersek'te Boşnakların tamamen yok edilmesi önlenmiş ve güvenlik içinde  yaşayabilecekleri bir devlete kavuşmuşlarsa, bunda Türkiye'nin büyük rolü olmuştur. Yine, Kosova'daki çatışmaların durdurulması için, NATO ve Birleşmiş Milletlerin Türkiye'nin katkısını istemeleri de bu yüzdendir.

Uluslararası siyaset terminolojisine çözümsüzlük anlamında adını vermiş olan Balkanlarda sorun, kolay kolay çözüme kavuşacak gibi değildir. Bu bölgede etkili olabilecek hiçbir çözümün, Türkiye'nin katkısı olmaksızın gerçekleşemeyeceği bilinmektedir. Hiçbir siyasî ya da askerî uluslararası organizasyon, Balkan politikası üretirken, Türkiye'yi ve Türkiye'nin görüşlerini gözardı edemez. Nitekim, Güneydoğu Avrupa Çokuluslu Barış Gücü kurulması bir Türk düşüncesidir ve aynı şekilde, Karadeniz'de ortak bir deniz görev gücü kurulması önerimiz de kabul edilmiş bulunmaktadır.

Sayın milletvekilleri, Yunanistan'la ilişkilerimiz son bir iki yılda önemli gelişmeler göstermiştir. Özellikle, her iki ülke Dışişleri Bakanları düzeyinde sağlanan sıcak ilişkiler, hem Türk ve hem de Yunan toplumuna yansımış ve çok sayıda politik engelin varlığına karşın, halklar arasında özlenen ilişki başlamıştır. Türkiye, Yunanistan'la ilişkilerini, iyi komşuluğa ve dostluğa götürmek istemekte ve Birleşmiş Milletler anlaşmasında belirtilen her yöntemi barış için denemektedir; çünkü, Türkiye, karşılıklı saygı ve güvene dayalı ilişkiler geliştirilmesinin, her iki ülkenin çıkarına olduğu inancındadır; ancak, Yunanistan ile ilişkilerimizin sağlıklı bir temele oturtulabildiğini söylemek zordur. En son, Ege Denizindeki tatbikat sırasında Yunanistan'ın izlediği tutum, bir süredir iyileşme eğilimindeki ilişkilere yeniden gölge düşürücü olmuştur. Ege Denizindeki sorunların çözümüne yardımcı olması için hazırlanan güven artırıcı önlemlerin yaşama geçirilmesi için, Yunan tarafının içtenlikli davranması gereklidir. Aslında, Ege'deki tüm sorunlar birbiriyle bağlantılıdır. Bu nedenle, Ege'ye barışı getirmenin en iyi yolu, iki ülkenin, sorunları bir bütün olarak ele alarak tartışmalarıdır. Bu yaklaşım içinde Avrupa Birliğine düşen görevler de vardır. Eğer, Avrupa Birliği, Ege sorununun hakça bir çözüme ulaşmasını istiyorsa, yapması gereken şey, Yunanistan'ı, Türkiye'yle diyaloğa yöneltmektir. Dün açıklanan katılım ortaklığı belgesinde bunun izlerini görmek, bizler için umut verici olmuştur.

Batı Trakya'daki soydaşlarımızın uluslararası antlaşmalardan doğan haklarının korunması için Yunanistan'ın sürekli olarak izlenmesi gerekmektedir; ancak, üzüntüyle belirtmemiz gerekir ki, Yunanistan, Batı Trakya konusunda hiç de iyi bir sınav vermemiş, hiç de iyi bir sicile sahip değildir.

Sayın milletvekilleri, Kafkasya, ülkemiz açısından çok önemli bir bölgedir. Çizilen coğrafya nedeniyle barışın bu bölgeye gelmesi, belki Balkanlardakinden de daha zordur.

Azerbaycan'la ilişkilerimiz her dönem iyi olmuştur.

Bu bölgede bulanan Gürcistan'a da çok özel ilgi gösterilmesi, stratejik bakımından Gürcistan'ın her zaman göz önünde tutulması gerekmektedir. Uluslararası dengeler gözetilmek koşuluyla, bize ulus olarak da çok yakın olan Gürcistan'la ilişkilerin en yüksek düzeye çıkarılması gerekmektedir.

Türkiye, Ortadoğu barış sürecinin güçlü bir destekçisi olmuştur; ancak, bu süreç, son olaylarla kesintiye uğramıştır. Bunun ürkütücü sonuçları, çatışmaların genişlemesi ve her iki tarafta radikalleşme eğilimlerinin ortaya çıkmasıdır.

Son gelişmeler ışığında, denge politikamızın özenle korunmasının çok önemli olduğuna inanmaktayız. Türkiye, bu denge politikası yoluyla her iki ülkenin güvenini kazanmış ve aracılık rolünü en yüksek düzeyde sürdürme şansını elde etmiştir. Nitekim, Filistin ile İsrail arasındaki son çatışmaları ele almak üzere Şarm El Şeik'te toplanan dorukta kurulmasına karar verilen araştırma komisyonuna dokuzuncu Cumhurbaşkanımız Sayın Süleyman Demirel de çağırılmıştır. Bu durum, ülkemiz adına sevindiricidir.

Sayın milletvekillerimiz, ele alınması gereken çok önemli bir başka konu da komşumuz Irak'tır. Komşumuz Irak'ta, Körfez Savaşıyla birlikte önemli gelişmeler olmuştur. Uluslararası toplum, bu ülkenin toprak bütünlüğünün, bağımsızlığının ve egemenliğinin korunması konusunda kararlıdır. Güvenlik Konseyi kararları, bu kararlılığın en iyi göstergeleridir. Kuzey Irak'ta yaşayan halkın sorunlarının, Irak'ın birliğini ve toprak bütünlüğünü korumak koşuluyla, barışçı yöntemlerle çözülmesinin gerektiğine inanmaktayız.

Değerli milletvekilleri, Irak'a karşı uygulanmakta olan ambargo, başta, çocuklar olmak üzere, tüm Irak Halkının sağlığını çok olumsuz olarak etkilemektedir. Uygulama nedeni ne olursa olsun, bir ambargo, eğer, bir ülkede çocukların aç kalmasına, bu nedenle hastalanmasına yol açıyorsa ve eğer o ülkede, ambargo nedeniyle tıbbî malzeme ve ilaç yokluğundan ölümler oluyorsa, bu ambargo, zaman geçirilmeden yeniden gözden geçirilmelidir. Demokratik Sol Parti Grubu olarak, hiçbir gerekçenin çocukların ölümüne yol açan bir ambargoyu haklı gösteremeyeceğine inanıyoruz. Diğer taraftan, Irak'ın, Birleşmiş Milletler kararlarına saygı göstermesi durumunda, ambargonun kaldırılması yönünde, Birleşmiş Milletlere üye birçok ülkeden destek göreceğine inanmaktayız.

İsrail'le ilişkilerimizin geliştirilmesi, ülkemizin bölge barışında oynadığı rolün güçlenmesi açısından çok önemlidir. İsrail'le ilişkilerini her alanda artırmış bir Türkiye, hem Ortadoğu politikasında oynadığı denge rolünü güçlendirecek ve hem de dünya politikasında önemli bir destek kazanacaktır; ancak, İsrail'in bölgede orantısız güç kullanmaktan vazgeçmesinin gerektiğini önemle vurgulamak istiyoruz.

Sayın milletvekilleri, Türkiye ile Avrupa Birliği ilişkileri, hukuksal temelin ilk atıldığı 1963 yılından beri hep inişli çıkışlı olmuştur. 1 Ocak 1996 tarihinde Avrupa Birliğiyle gümrük birliğine giren Türkiye, Avrupa Birliğinin genişleme sürecinde aday ülke statüsü kazanabilmek için, Aralık 1999'u beklemek zorunda kalmıştır. Gerek bu tarihe kadar ve gerekse bu tarihteki Helsinki doruğunda alınan adaylık kararından sonra geçen bir yıl içinde, Avrupa Birliğinin çeşitli kuruluşları tarafından, Türkiye'ye karşı ve çoğunlukla da olumsuz bir tutum sergilenmiştir. Bu tutumun en çarpıcı örneğini 8 Kasım günü Avrupa Komisyonunun açıkladığı Katılım Ortaklığı Belgesinde görmek olasıdır. Bilindiği gibi, Avrupa Birliğine aday ülkelerin adaylık süreci içinde yerine getirmesi gereken konular, katılım ortaklığı belgesinde belirlenir. Bu konuların, Avrupa Birliğinin ilkeleri, hukuku, ve Kopenhag ölçütleri içinde olma zorunluluğu vardır. Türkiye de, bu temel zorunlulukları kabul etmiş ve bunların dışına taşan hiçbir konuyla üyelik bağlantımızın kurulamayacağını, Avrupa Birliği sorumlularına bildirmiştir. Bunun sonucu olarak, Helsinki doruğu sırasındaki Avrupa Birliği Dönem Başkanı Sayın Lipponen ile Avrupa Birliği yöneticileri Sayın Solana ve Sayın Verheugen, Başbakanımıza bu yönde güvenceler vermişlerdir.

Durum böyle iken, 8 Kasımda Avrupa Birliği Komisyonunca açıklanan Katılım Ortaklığı Belgesi, tam bir hayal kırıklığı olmuştur. Bu hayal kırıklığının temel nedeni, belgede, Kıbrıs konusu ve Kıbrıs sorunlarının siyasî hedefler arasına alınmış olmasıydı. Bu belgeyle, üyeliğimizin önüne aşılması gereken yeni engeller konuluyor ve Helsinki Doruğu Sonuç Belgesi çerçevesinin dışına çıkılmış oluyordu. Yani, yine, verilen sözler unutulmuştu. Bu durumda, Başbakanımız, kesin olarak tavır almış ve bu tavrını, herkesin anlayacağı biçimde, dünyaya duyurmuştur.

8 Kasımdan 4 Aralığa kadar, Dışişleri Bakanlığımız olağanüstü çalışmalar yapmıştır ve Komisyonun hazırladığı belgedeki kabul edilemez nitelikteki konuları değiştirmeye uğraşmıştır ve sonunda, 4 Aralık 2000 tarihinde, yani, dün toplanan Avrupa Birliği Dışişleri Bakanları, bizim rahatsızlığımızı gideren değişiklikleri yaparak, bunu, dünya kamuoyuna açıklamışlardır. Bu duruma göre, Avrupa Birliğine giden yolda bir engel daha aşılmış ve önümüz açılmıştır.

Şimdi, yapılması gereken şey, kendi iç düzenlemelerimizin çok hızlı bir şekilde yapılabilmesi için hukuksal ve pragmatik önlemlerin alınmasıdır.

İLYAS YILMAZYILDIZ (Balıkesir) - Bunları Sayın Bakan söyledi; 20 dakikayı doldurmaya gerek yok.

BAŞKAN - Efendim, hatip konuşuyor... Hatibe müdahale etmeyin efendim. İstirham ederim efendim... Sayın Bakanın ağzı var, Sayın Bakan cevap verir. Rica ederim efendim...

İLYAS YILMAZYILDIZ (Balıkesir) - Vakit kaybetmeyelim Sayın Başkan. Sayın Bakan bir yazı vermiş eline, okuyor arkadaşımız. Saygı sunsun, insin.

BAŞKAN - Efendim, istirham ederim!.. Laf atmayın!..

B. SUAT ÇAĞLAYAN (Devamla) - Siz de mutlu olacaksınız o günleri gördüğünüzde Sayın Yılmazyıldız.

BAŞKAN - Buyurun efendim.

B. SUAT ÇAĞLAYAN (Devamla) - Sayın Başkan, sayın milletvekilleri; Kıbrıs, ulusal duyarlılığımızın en yüksek olduğu bir konudur. Başkalarının düşüncelerinin tersine, biz, Kıbrıs'ta bir sorunun olmadığına inanmaktayız. Kıbrıs'ta sorun, 1974 Barış Harekâtıyla sona ermiştir. (DSP sıralarından alkışlar) Şimdi, Kıbrıs'ta sorun değil, yaratılmak istenen sorun vardır. Kıbrıs'ta uzlaşma isteniyorsa, onun yolu, Kıbrıslı Türkleri Rum egemenliğine sokmak değildir; onun yolu, Kıbrıs'ta iki ayrı bağımsız devlet olduğu gerçeğini herkesin içine sindirmesidir.

Cenevre'de yapılan dolaylı görüşmeler sırasında, Birleşmiş Milletler Genel Sekreteri, taraflara, sözlü ifadeler olarak nitelediği bazı fikirleri iletmiştir. Genel Sekreterin, hem davranış olarak ve hem de sözlü anlatımlarla Rum tarafını koruyan bir tutumda olması, Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti Cumhurbaşkanı Sayın Denktaş tarafından, Güney Kıbrıs'ı tek yanlı olarak Avrupa Birliğine sokma çabaları olarak değerlendirilmiştir. Genel Sekreterin, dayatmaya varan bu olumsuz tutumu karşısında, Sayın Denktaş, görüşmelere eşit koşullar sağlanıncaya kadar devam etmeme kararı almıştır. Tüm halkımız gibi, Demokratik Sol Parti Grubu da, Sayın Cumhurbaşkanının bu kararlı tutumunun yanındadır.

Katılım Ortaklığı Belgesi, 8 Kasımdaki olumsuz şekliyle açıklandıktan sonra, bakınız, Sayın Başbakanımız, Demokratik Sol Parti Grubunda yaptığı konuşmada Kıbrıs için şöyle demişti: " Şimdi, bazı Batı ülkeleri, Kıbrıs'ta geçmişin acılarını yeniden canlandırmaya çalışıyorlar. Eğer, Batılı ülkelerin oyununa gelsek, Saraybosna'dan, Kosova'dan daha ağır koşullar altında Kıbrıslı Türklerin büyük felaketlerle karşılaşacağını biliyoruz. Buna izin vermeyiz. Yalnız Kıbrıslı Türklerin değil, Türkiye'nin güvenliği de tehlikeye düşmüş olur. Bütün bunlara fırsat vermeyiz." Ve şöyle bitiriyor Başbakanımız: "Türkiye Cumhuriyeti var oldukça Kıbrıslı Türkler de özgür ve bağımsız olacaktır; bunu, bütün dünya böyle bilmelidir." (DSP sıralarından alkışlar) İşte, bütün dünya, Kıbrıs'a, Sayın Bülent Ecevit'in gösterdiği pencereden bakmalı ve değerlendirmelerini buna göre yapmalıdır.

Sayın milletvekilleri, Avrupa Birliği, bilindiği gibi "Güvenlik ve Savunma Kimliği" adı altında bir askerî güç oluşturma kararı almıştır. Bu oluşumun, NATO'nun müdahil olmayacağı krizlerin yönetiminde görev alması; ancak,  NATO'nun desteğiyle bu görevi yerine getirmesine karar verilmiştir.

Avrupa Birliğinin bazı ülkeleri, Türkiye'yi, bu askerî gücün karar mekanizmaları dışında tutmaya çalışmaktadırlar. Yani, hem NATO'yu kullanacaksınız ve hem de elli yıldır NATO'nun en büyük ikinci silahlı gücü olan Türkiye'yi karar vericiler arasına almayacaksınız... Olacak şey değil tabiî ki bu. Bunu önlemek için, NATO'nun, 1999'daki Washington doruğunda önemli bir karar alındı. Bu karar, hükümetimizin büyük çabaları sonucu alınmıştır. Bu karara göre, Avrupa Birliğinin oluşturacağı askerî güce, NATO'nun katkısı için, tüm NATO üyelerinin oybirliği gerekecektir.

Demokratik Sol Parti Grubu olarak, oluşacak olan Avrupa Güvenlik ve Savunma Kimliğinin karar mekanizmaları içinde yer alma kararlılığını gösteren hükümetimizi kesinlikle desteklemekteyiz ve sağlam bir güvenlik teminatı için, hem NATO ve hem de Avrupa Birliği içinde yer almanın gerektiğine inanmaktayız.

Sayın milletvekilleri, son günlerde ulus olarak canımızı sıkan bir başka konu da, Ermeni soykırımı iddialarının, önce Amerika Birleşik Devletleri Temsilciler Meclisinde, daha sonra Avrupa Parlamentosu ile Avrupa Birliği üyesi bazı devletlerin parlamentolarında yandaş bulmalarıdır. Koçaryan'ın işbaşına gelmesiyle, Ermenistan dışında yaşayan radikal Ermeni grupları,  hem dünya kamuoyu ve hem de etkin parlamentolar üzerinde yoğun girişimlerde bulunmuştur. Amerika Birleşik Devletleri Temsilciler Meclisindeki gayretleri, gerek hükümetimizin ve gerekse Amerika Birleşik Devletleri Başkanı Sayın Clinton'un kesin tavırlarıyla başarısızlığa uğratılmıştır; ama, Avrupa'dan -başta, Avrupa Parlamentosu olmak üzere- arka arkaya destek bulmuşlardır.

Avrupa, soykırımı konusunda, geçmişinden dolayı duyduğu suçluluğun pisikolojisi içinde, âdeta suç ortağı aramaktadır. Bu da yetmiyormuş gibi, Diaspora Ermenileri ile Ermenistan Hükümetinin işbirliği içinde yürüttükleri karalama kampanyasına, bir bakıyorsunuz Vatikan da karışmış. Daha dün, dinler arası hoşgörü için çağrıda bulunan Papa, belki de hiç bilmediği bir konuda, Ermeni Patriğinin oyununa geliyor ve Ermenistan yöneticilerinin amaçlarına alet oluyor. Ermenistan yöneticileri ve radikal Diaspora Ermenileri, akıllarınca, Türkiye üzerinde güçlü bir baskı oluşturacaklar ve soykırımı gibi bir insanlık suçunu Türkiye'ye yükleyecekler ve bunu yaparken de, bir taraftan 50 000 civarında Ermeni kökenli yurttaşımızı rahatsız edecekler. Bir devletin yöneticilerini düşünün ki, bir taraftan bir devletin topraklarını işgal altında tutsun, bir taraftan bir başka devletin toprağında gözü olsun, bir başka taraftan da yalanlarla ve yalancı belgelerle bir ulusu yargılayıp, büyük bir insanlık suçu işleyerek halkları karşı karşıya getirmeye çalışsın. Biz, Kafkasya'da huzur istiyoruz. Bu tür girişimlerden ve barış çabalarının aksamasından en fazla zararı, yine Ermenistan'ın çekeceğini çok kez yineledik. Bazı Batı ülkeleri, eğer Ermenistan'ı seviyorlarsa, onun yöneticilerine ve Diaspora Ermenilerine destek vermek yerine, Türkiye'yle iyi geçinmelerinin yaşamsal olduğunu onlara anlatmalıdırlar. Ermenistan'ın yanlışını destekleyenler, onlara iyilik yapmamaktadırlar.

Değerli milletvekilleri, dışpolitikamızın önünde her dönemde çözülmesi gereken önemli sorunlar olmuştur. Türkiye'yi yönetenlerin en büyük şansı, dış zorluklar karşısında tüm ulusumuzun ve onun temsilcisi olan Türkiye Büyük Millet Meclisinin aynı duygu ve düşüncelerle hemen kenetlenmesi olmuştur.

Daha mutlu ve daha aydınlık bir geleceğin yakın olduğunu görmenin huzuru içinde ve zamanını hiç aşmamanın mutluluğu içinde, Demokratik Sol Parti Grubu adına, hepinizi saygıyla selamlıyorum. (DSP, MHP ve ANAP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN - Sayın Çağlayan, teşekkür ediyorum; sürenizi aşmadığınız için bir kere daha teşekkür ediyorum.

Efendim, gruplar adına konuşmalar tamamlanmıştır.

Şimdi, önerge sahiplerine söz vereceğim. Yalnız, sayın milletvekilleri, gecenin bu saati, geç oldu, şahsı adına 10'ar dakika söz hakkınız var, tolerans göstermeyeceğimi ifade ediyorum ve İçel Milletvekili Sayın Ayfer Yılmaz'ı davet ediyorum.

Buyurun Sayın Yılmaz. (DYP sıralarından alkışlar)

AYFER YILMAZ (İçel) - Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; Türk dışpolitikasının içinde bulunduğu genel durumu ve bu konuda alınması gereken önlemlerin tespiti için talep ettiğimiz genel görüşme hakkında, gerekçelerimizi ifade etmek üzere söz almış bulunuyorum; Yüce Meclisimizi saygıyla selamlıyorum.

Değerli milletvekilleri, toplumlar, sürekli gelişen, kendilerini yenileyen ve ileriye götüren bir çizgi izlemek zorundadırlar. Bu çizgi, bizi, küreselleşen dünyanın yeni değerlerine götürecektir. Bu değerler, artık, salt, stratejik, jeopolitik konum, ortak savunma, ekonomik çıkar ve faydanın dışında, demokrasi, insan hakları ve yüksek ölçüde sosyal güvenlik gibi kavramları gündeme getirmektedir. Bilgilerin ve görüntülerin dünya çapında aktarılması sonucu, iç ve dış dengelerin birbirini aynı anda etkilediği günümüzde, değişen dünya koşullarında, iç ve dışpolitikanın örtüştüğü alanlar daha artmış, ülkelerin önlerine konan siyasî ve ekonomik kriterlere uyum sağlamaları ise, her şeyden önce, toplumsal uzlaşmayı, bir başka deyişle, dışpolitikada demokratikleşmeyi gündeme getirmiştir. Demokrasi çarkının işletilmesi, millî iradenin temsilcisi olan bizlerin bu kararlara katılımları, hükümetleri daha yeterli kılacak ve yapılacak hataları azaltacak ve ülkenin topyekûn sesinin, gür bir sesle dünyaya duyurulmasını sağlayacaktır.

Değerli milletvekilleri, ülkemiz, son derece önemli ekonomik ve jeopolitik coğrafyada bulunmakta ve birbirini etkileyen bir dizi kararı, akılcı ve aktif bir dışpolitikayla ortaya koymak zorundadır. Ancak, ne yazık ki, 57 nci hükümetin, birçok politikada ortaya koyduğu gibi, uluslararası ilişkilerimizde de, çok başlı, çoğu zaman da gündemin gerisinde, mekik değil, ama, mektup diplomasisiyle, son dakika kararlarıyla ortaya koyduğu karmaşayla, ülkemiz, artık bölgesinde bir istikrar unsuru olmaktan çıkmış ve kendisine yakışmayan bir politika takip eder olmuştur. (DYP sıralarından alkışlar)

Bugün geldiğimiz noktada kaçırdığımız fırsatları ifade etmekten üzüntü duyuyoruz. Parlamentodan uzak tutulan dışpolitikanın, hareket alanımızı ne kadar daralttığı ortadadır. Geçmişte de, Avrupa Ekonomik Topluluğu hakkında alınacak kararlarda da hükümet tercihleriyle yapılan açıklamalar ve dondurulan ilişkiler, bugün, acaba, Avrupa Birliğinde, Ege'de, Kıbrıs'ta ve malî yardım ilişkilerimizde önümüze çıkan engellerin önemli bir nedeni değil midir; kendimize bunu bir kere soralım.

Bugün ise, Parlamentomuza, ne Helsinki sonrasındaki gelişmelerin, ne de 8 Kasım 2000 tarihli Katılım Ortaklığı Belgesine ilişkin gelişmelerin Meclisimizin gündemine Bakanımız tarafından getirildiğini, en azından desteğimizin istendiğini görmedik ve Meclisimiz, konuyla ilgili olarak açıklamaları basından, bakanların çok çelişkili açıklamalarının arasından takip etmek durumunda kalmıştır. Bu açıklamaların çoğunun da, çok başlı olduğu kadar, millî menfaatların dışında, bazı siyasî çıkar hesaplarıyla yapıldığını görmekten de ayrıca üzüntü duymaktayız.

Bu arada, Avrupa Birliğince, Türkiye hakkında hazırlanan Morillion Raporu kadar, Kıbrıs için hazırlanmış ve ekim ayında geçmiş olan, Türkiye'nin işgalci devlet olduğu, Ada'da siyasî çözüm olmasa da Kıbrıs'ın Avrupa Birliği üyesi olmasının yer aldığı, Güney Kıbrıs'ın tek muhatap ülke olduğu ve Türk Ordusunun işgalci olarak yer aldığı rapordan Meclisimizin haberdar edilmesi gerekmiyor muydu?!.

Bu raporun son paragrafı eklenerek, Sayın İsmail Cem'in yazdığı mektuptaki, Kıbrıs'ın, Türkiye Katılım Ortaklığı Belgesinde yer almamasına ilişkin konunun yapıcı olmadığına dair belirleme de bize bir sinyal vermemiş miydi?!. (DYP sıralarından alkışlar)

Neden, ülkemizi, Bulgaristan'ın ve Romanya'nın gerisinde bırakan koşulları dikkate alıp, bir an önce demokrasi, insan hakları, hukukun üstünlüğü, ekonomik ve sosyal kriterlerde her bir insanımız için eşit bir şekilde paylaşılacak bir ortamı sağlamak için yapacağımız düzenlemeler bu Meclisimizin önüne bir an önce getirilmez?..

Değerli milletvekilleri, Helsinki Sonuç Bildirgesinde Kıbrıs konusu yer aldı, Lahey Adalet Divanındaki çözümler yer aldı ve o günkü Sayın Finlandiya Başbakanı Lipponen'nin mektubuna dayanarak, bunlar, en iyi sonuç olarak Türkiye'nin önüne konuldu. Sayın Denktaş'ın, o zamanki, müzakere masasındaki yalnızlığı, muhalefetin "Evet, Helsinki bir adımdır; ama, Kıbrıs ve Ege artık ortadadır" uyarıları, ne yazık ki, dikkate alınmadı. (DYP sıralarından alkışlar)

Değerli arkadaşlarım, bugün, artık, görüyoruz ki, ortaya konulmuş olan Katılım Ortaklığı Belgesinde, Kıbrıs'la ilgili tedbirler, kısa vadeli önlemler arasında yer aldığı zaman, derhal bir Kıbrıs zirvesi yaptık. Kıbrıs'la ilgili görüşmeler 5 inci turuna gelmişti; Sayın Denktaş 5 turdur orada yalnızdı. Birdenbire Kıbrıs'ı hatırladık ve Sayın Denktaş'ın bu masadan çekilmesini destekledik. Bundan sonraki Kıbrıs'la ilgili politikamız ne olacaktır?

Dün itibariyle, Genel İşler Konseyinden bu raporun, Katılım Ortaklığı Belgesinin, Türkiye'nin itirazları yer alarak geçtiğini öğreniyoruz; Türkiye de bunu onaylamıştır. Peki, nasıl geçmiştir; geçiş, "Kısa Vadeli Kriterler" adı altında "Siyasî Diyalog" başlığı ve siyasî kriterlere taşınan bir Kıbrıs; orta vadede ise, yine "Siyasî Diyalog" başlığı altında taşınmış olan Ege. Yani, ambalajı değiştirdik, sorun yerinde duruyor; sorun, Türkiye'nin sorunu olarak önünde duruyor. (DYP sıralarından alkışlar)

Ayrıca, malî yardım konusuna hiç dikkat çekilmiyor; çünkü, Avrupa Parlamentosunda malî yardımın çerçeve yönetmeliği onaylanmak zorunda. Avrupa Parlamentosuyla ilişkilerimiz nedir? Diğer ülkelerden farklı olarak, malî yardımla ilgili, Katılım Ortaklığı Belgesinde unsurlar yer almıştır; gümrük birliğinin şartları, tarımda uyguladığımız engeller ortaya konmuş ve bizim önümüze kriter olarak getirilmiştir. Bu konuları buralarda tartışmamız gerekmiyor mu?

Ayrıca, İnsan Hakları Üst Kurulu tarafından hazırlanan bir rapor, Avrupa Parlamentosu milletvekillerinin ellerinde ve toplantılarda yorumlar yapıyorlar. Bu rapordan bu Meclis ne zaman haberdar edilecek?! (DYP sıralarından alkışlar)

Değerli milletvekilleri, Sayın Bakan konuşmasında ifade etti; Katılım Ortaklığı Belgesi, sonuçta, Avrupa Birliğinin tek taraflı bir belgesidir; ancak, unutmayalım ki, hazırlayacağımız ulusal program bununla birebir örtüşmek zorundadır.

Şimdi, sadece Bakanımıza değil, hükümete sormak isterim: Hükümet arasındaki görüş farklılıkları ortadayken, bu kapsamdaki bir ulusal programın hazırlanması için hükümette bir irade bütünlüğü var mıdır? Eğer varsa, bu iradeyi bu Meclise danışmadan uygulama yetkisini kendinizde görüyor musunuz? (DYP sıralarından "Bravo" sesleri, alkışlar)

Unutmayalım ki, tanzimattan itibaren yüzünü Batı'ya çevirmiş olan ve cumhuriyetle bu ilkeleri takip eden Türkiye'nin, üniter devlet yapısına zarar getirmeden, özdeğerleriyle bu birliğe katılabilmesi için, ulusal program kadar, bu Meclisin ve bu milletvekillerinin sesinin oralarda duyurulması lazım. (DYP sıralarından alkışlar) Ancak, bilgilendirilmiş olan milletvekilleri bunu yapabilecektir. Bunu kesinlikle unutmayalım.

Sayın Dışişleri Bakanımız, iki boyutlu dışpolitikadan bahsetti; ama, Yunanistan'la yapılan girişimlerin dışında tüm boyutları unuttuğumuz için, bugün, Kafkasya'da, Ortaasya'da, Ortadoğu'da, Balkanlarda yokuz. (DYP sıralarından "Bravo" sesleri, alkışlar)

Rusya Devlet Başkanının yaptığı "tek para, tek ordu" bizi nasıl etkileyecektir; bunun sorusunu kendimize sorduk mu?

Dışpolitika, uzun solukludur; hükümetlerle yaşayıp, bitmez. İçpolitikada hatalar yapabiliriz, bunları kendi kendimize düzeltebiliriz, yaraları sarabiliriz; ancak, bugün, dışpolitikada yapacağımız bir hatayı, gelecek nesillerimizin önünde, belki telafisi mümkün olmayacak şekilde ortaya koyduğumuzun bilincinde olmamız lazım.

Ermeni soykırımı, bir diğer başlık. Bugün, Fransa, İtalya, Avrupa Parlamentosu, Vatikan'dan sonra, İran'da da görüşülmeye başlandı. Tutumumuz ne olacak; sesimiz ne olacak?

Balkanlardaki sıcak gelişmeye, Kuzey Irak'taki gelişmelere cevabımız ne olacak?

Bu konuda eleştirel bakmayalım. Bu konuda, hükümetin sesinin daha kuvvetli olması, Türk insanının sesinin daha kuvvetli olması için, gelin, bu Meclisi çalıştıralım.

Değerli milletvekilleri, neden, ülkemizi, halkımızı derinden ilgilendiren bu konuları Meclise taşımaz, geleceğimizi belirleyecek kararları burada almaz; niçin, insan hakları, demokrasi ve ekonomi konularında gerekenleri alıp, 21 inci Yüzyılın değerlerine ve göstergelerine sahip olan bir ülke olarak müzakere masasına oturmayı düşünmez, Meclis olarak bu sorumluluğu üzerimize almayız?!

Gelin, bu genel görüşmeyle birlikte, hem ülkemizin sesini duyuralım hem Bakanımızın bize açıklayamadığı bu Avrupa Birliğiyle ilgili gelişmeleri tartışacak bir oturum yapalım ve bu genel görüşme çerçevesinde, ülkemizin sesine, gerekirse hükümetimize de destek vererek, buradan, güçlü bir şekilde haykıralım.

Hepinizi saygıyla selamlıyorum. (DYP sıralarından "Bravo" sesleri, alkışlar)

BAŞKAN - Teşekkür ederim Sayın Yılmaz.

Şimdi, Ankara Milletvekili Sayın Cemil Çiçek ve arkadaşlarının önergesiyle ilgili olarak, Sayın Çiçek; buyurun efendim. (FP sıralarından alkışlar)

Süreniz 10 dakikadır.

CEMİL ÇİÇEK (Ankara) - Teşekkür ederim.

Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; hepinizi saygıyla selamlıyorum; ancak, sözlerimin başında üzüntümü ifade etmek isterim.

Yarım yüzyıllık demokrasi tarihimizde, ilk defa böylesine yanlış bir iş yapılıyor. Ayrı ayrı konuda 7 önerge verilmiş; hepsi, verildiği tarih itibariyle Türkiye'nin hayatî çıkarlarıyla yakinen alakalı olan bir konuda; 7'si birleştirilerek ve şimdi, benim, birinci imza sahibi olmam sıfatıyla konuştuğum konuda, Sayın Bakanın bir tek cümle dahi sarf etmediği bir konuyu konuşmaya çalışıyoruz. Bu, aslında, Meclisi hiçe saymak olur, Meclisi ciddiye almamak olur. Birkısım insanlar, yüreği yanarak, çevremizde olup bitenlerle ilgili, bir konuda bilgi edinmek istiyor ve bunu Meclise getiriyor; Türkiye Cumhuriyetinin hükümeti ve onun Sayın Bakanı, bir tek cümleyle dahi, böylesine hayatî bir konuya temas etmeksizin, burada, bir görüşme yapıyoruz.

Doğrusunu isterseniz, biz burada neyi konuşuyoruz? Genel görüşme dediğiniz şey, İçtüzüğe ve Anayasaya göre, toplum ve devlet faaliyetleri hakkında bilgi edinmek için verilen, masumane, iyiniyetle verilmiş -üzüm yemek için verilmiş, bekçi dövmek için değil- parti politikası yapmak için değil, partilerüstü bir anlayışla meseleye bakmak için verilmiş olan önergelerdir.

Şimdi, elinizi vicdanınıza koyun; 4,5-5 saattir yaptığımız bu görüşmenin sonucunda aklınızda kalan ne? Mesela, bu hükümetin bir Ortaasya politikası olması gerekmez mi? Şimdi, Sayın Bakan, Ortaasya politikasında, Türk cumhuriyetleriyle ilgili politikada ne dedi? Hepimiz, konuşurken diyoruz ki, Kafkasya, Türkiye için fevkalade önemli. Çeçenistan kan ağlıyor, karda kışta, orada insanlar bir mücadele veriyor, bir haysiyet ve şeref mücadelesi veriyor; Sayın Bakan, bir tek cümleyle bile temas etme lüzumunu duymuyor. Şimdi, bu Mecliste görev yapan insanlar olarak bize, Türk vatandaşları, buradan çıktıktan sonra "bizim hükümetimizin, bizim devletimizin Çeçenistan politikası nedir" dese, aklınızda kalan bir tek cümle var mı? Var mı?!. Peki, Balkanlar konusunda ne diyor, başka konularda ne diyor? 35 dakika konuştu; 35 dakikalık süre içerisinde, Avrupa Birliğiyle meseleyi kapattı, gitti. O zaman, Avrupa Birliğiyle ilgili meseleyi konuşsaydık... "Zaman yetmedi" demek yanlış olur. Türkiye'nin hayatî çıkarlarıyla ilgili meselede, icap ediyorsa, cumartesi de çalışırız, pazar günü de çalışırız, enine boyuna bu meseleleri konuşuruz; hatta, verilen bu önergelerden bazılarıyla ilgili olarak, belki bir kapalı oturum da yapmak gerekir. Hükümetin doğruları varsa destek veririz, bundan memnun oluruz; yanlışlıkları, eksiklikleri varsa, onları da tamamlamaya çalışırız. Bugün bizim burada yaptığımız görüşmeler neye benziyor? Suyu atıp altından kaçmak suretiyle, aptes almış oluyoruz biz. Yani, şimdi, biz, burada, yasak savma kabilinden bir genel görüşme yaptık, Türkiye'nin dışpolitikasını konuşmuş olduk. Bu kadar layüsel bir görüşmeyi, ben, Parlamento tarihimizde ilk defa görüyorum. Bunu, üzüntüyle ifade etmek isterim.

İkincisi; bakınız, burada, Sayın Bakanın bahsedilen konularla ilgili verdiği bilgilerin hiçbiri, gazete malumatını aşmıyor. Bu da üzülünecek bir konudur. Dışişleri Bakanlığında dokuzuncu dereceden bir memurun bildiği bilgiyi bu milletin Meclisindeki insanlar bilmiyorsa, o zaman, biz bu siyaseti nasıl yapacağız?!

Biz, hepimiz, yüreğimiz yanarak bu önergeleri verdik. Ne yapmak istiyoruz; çevremizde olup biten konular neyse, bu konularda bilgi sahibi olmak istiyoruz. O tarih itibariyle sorduğumuz sorular var, burada cevabını alamadık. Türkiye, Irak konusunda ne düşünüyor, ambargo konusunda ne düşünüyor? Irak'ın toprak bütünlüğü deyip, sadece bir tek cümleyi sık sık tekrar etmiş olmak, bir politika mı olmuş oluyor?!

Bakınız, orada yaşayan insanlarla bizim tarih bağlarımız var, kan bağımız var, din bağımız var, kültür bağımız var. Ne yapalım ki, talih, birkısım insanları dağın öbür tarafında bir başka ülkenin vatandaşı yapmış, bir kısmı da burada kalmış. Oradaki her gelişme bizi yakinen ilgilendirir, hem onlar için ilgilendirir hem bizim bakımımızdan ilgilendirir. Okyanusların ötesinden, Amerika, gelip orada politika oluşturursa, Ortadoğu'yu karmakarışık eden İngilizler gelip oraya parmak atarsa; Fransızı, Almanı, Libyasına varıncaya kadar, Kuzey Irak'a gelip parmak atar da, Türkiye Cumhuriyeti Devletinin siyasetçileri olarak, orada ne olup bittiğini öğrenemezsek, biz bu siyaseti nasıl yapacağız?! Bu, Türkiye'nin bir başka gerçeği.

İkinci bir gerçek daha var. Çevremizdeki coğrafyada yaşayan insanlar içerisinde, topluluklar içerisinde, halklar içerisinde, üzerinden en fazla siyaset yapılan insanlar o yörenin insanlarıdır; o yörenin insanları... Onlara aklı veriyorlar; fakat, ekmeği vermiyorlar. Frankensteinları yaratanlar onlar, kimyasal silahları verenler onlar, o teknolojiyi verenler onlar, Halepçe'de o katliamı yapanlar ve yaptıranlar onlar; sonra da, onlara sahip çıkmak Türkiye Cumhuriyeti Devletine düşüyor. Şimdi, orada ne olup bitiyor; ben bunu bilmek istiyorum, öğrenmek istiyorum. Eğer öğrenmemizde bir sakınca varsa, kapalı oturum yapalım; değilse, önergeyi verip... Şimdi, benim önergem görüşülmüş olmuyor; ben, bunu katiyen kabul etmem; çünkü, hükümet bana bir tek cümle söylemedi. Bu konuda bakış açısı nedir, ben bilmiyorum; doğrusu nedir, yanlışı nedir, bunu ben bilmiyorum. Bilmediğim bir konuda benim önergem nasıl görüşülmüş olacak?! Bakınız, şimdi 4,5-5 saattir konuşuyoruz; ama, bu genel görüşmeden maksat hâsıl olmadı. Bir tek maksat hâsıl oldu; o da, Sayın Dışişleri Bakanımızı bu önergeler vesilesiyle Mecliste görmek mazhariyetine erişmiş olduk. (FP ve DYP sıralarından alkışlar) Bu mazhariyet bu akşam tecelli etmiş oldu. Yani, Sayın Bakan, İtalyan meslektaşıyla cappucino içmek için ayırdığı zamanı bu Meclise ayırmıyor. (FP ve DYP sıralarından alkışlar) Bütün dünyada, başarılı dışpolitika, Meclisle beraber, milletle beraber yapılan işin adıdır. Meclisi dışlarsınız, milleti dışlarsınız... Siz, dış seyahat yapmayı dışpolitika mı zannediyorsunuz?! Geldiğiniz nokta da burasıdır. Şimdi, Avrupa Birliği filan dediniz. Avrupa Birliği'nde kelime değişikliği oldu. Geçen sene bu kürsüden söylendi. 19 Aralık tarihli tutanakları açın, bakın; Avrupa Birliğinde, Türkiye'ye ne numara çekildiğini, biz, o zaman ifade etmeye çalıştık. Sonradan, Sayın Başbakan dedi ki: "Bizi kandırdılar." Şimdi, kandırılmış hükümetin Dışişleri Bakanı geldi, burada, dışpolitika konusunda gazete malumatını bize söylemeye çalışıyor. (FP ve DYP sıralarından alkışlar) Böyle bir genel görüşme olmaz, böyle bir dışpolitika olmaz...

MEHMET EMREHAN HALICI (Konya) - Öngörüşme zaten bu.

CEMİL ÇİÇEK (Devamla) - Öngörüşme. Kabul edecek misiniz arkasını şimdi; öngörüşme deyip kapatacak mısınız?

MEHMET EMREHAN HALICI (Konya) - Söylediklerinize göre herkes oy verecek. Demokrasi bu değil mi?!

CEMİL ÇİÇEK (Devamla) - Demokrasi budur da, benim önergemle ilgili bir şey söylenmemiş...

MEHMET EMREHAN HALICI (Konya) - Ama, siz söyleyin.

CEMİL ÇİÇEK (Devamla) - Ben söylüyorum; işte, bu soruları soruyorum. Ben, bu soruların bilgisini edineceğim ki, ona göre "evet" ya da "hayır" diyeceğim. Benimle ilgili bir tek cümle, bir tek kelime söylenmediyse, ne olup bittiği belli değilse... Orada neler oluyor; istihbarat kuruluşları fink atıyor, misyoner teşkilatları orada cirit atıyor. Bu konuda, bir tek kelime söylendi mi, bir tek bilgi verildi mi? Siz, şimdi, neye göre bu işe "evet" diyeceksiniz ya da "hayır" diyeceksiniz?! Böyle layüsel bir dışpolitika olmaz, böyle bir dışpolitika da götürülemez.

Şimdi, Türkiye'nin tek meselesi, Avrupa Birliği değildir. Avrupa Birliğini hepimiz istiyoruz. Kaldı ki, mesele Avrupa Birliği dahi olsa, Türkiye'nin hayatî çıkarlarıyla ilgili, geleceğiyle yakından alakalı önemli bir viraj alıyoruz, önemli bir dönemeçten geçiyoruz. Böylesine bir konuda Meclise bilgi verilmesi gerekmez mi?! Şimdi, ne bilgi edinmiş oldunuz siz, söyler misiniz; bu toplantının dışında, şimdi, dışarıda Türk vatandaşları size sorduğunda, bu yedi önergeyle ilgili?.. Mesela, Ermeni soykırımıyla ilgili ne yaptı Türkiye?!. Bir tek cümle yok yine bu konuda. Amerika'da direkten döndü mesele, önümüzdeki dönem tekrar gelecek. İtalyan Parlamentosunda kabul edildi, Fransız Parlamentosunda kabul edildi, yakında Kanada'dan gelir, başka taraftan gelir. Bu meseleyi, iki defa, ben, bu kürsüden buraya getirdim. O günden bugüne ne mesafe alındı; hiç. O halde, demek ki, sadece Avrupa Birliği'yle meseleyi kapatmak ve Türkiye'nin dışpolitikasını sadece Avrupa Birliği'nden ibaret kabul etmek, Türk dışpolitikasını tek ata oynamak olur. Tek ata oynadığınız takdirde, o zaman da, alternatifiniz kalmaz, pazarlık imkânınız kalmaz.

Özellikle bu hükümet açısından fevkalade önemli olması gereken bir konu, Ortaasya konusudur. Bakınız, o coğrafyaya müteaddit defalar gitmiş gelmiş insan olarak ifade ediyorum. Türkiye, orada kan kaybediyor; Türkiye, orada mevzi kaybediyor. Bir tek makarna piyasası dışında, bütün piyasalarda Türkiye birçok şeyi kaybetmiş vaziyette, ticaretini kaybetmiş vaziyette. Devlet başkanları suratımıza söylüyor "bizim gazımız kokmuyor" diye. Bizim bakanlarımızın azarlandığı dönemler oldu. (FP ve DYP sıralarından alkışlar) Bir Mavi Akım uğruna, bütün Türk cumhuriyetlerini götürdük, Rusya'nın kucağına ittik. Rusya nüfuz alanını genişletiyor; İran, Irak, Suriye ve Ermenistan'la beraber bir çember oluşturuyor. Buna karşı, şimdi, Sayın Bakanın verdiği bilgiler içerisinde, bu ittifaka karşı acaba Türkiye'nin tavrı ne, politikası ne; bunların hiçbiri yok.

Onun için, geliniz, değerli milletvekilleri, bunu bir öngörüşme kabul edelim; zaten, İçtüzük gereği de böyle. Bu görüşmeden hiçbir netice çıkmamıştır, hiçbir bilgi de verilmemiştir. Zaman dardır deyip, zamana sığınmak doğru olmaz. Türkiye'nin bu kadar önemli meselesini, 35 dakikaya sığdırıp kapatmak olmaz.

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

CEMİL ÇİÇEK (Devamla) - Onun için, bu öngörüşmeyi açalım; Sayın Bakan ne diyecekse, Dışişleri ne diyecekse, hükümet ne diyecekse, uygun bir zamanda gelsin, kapalı bir oturumda bizi bilgilendirsin.

Hepinize saygılar sunuyorum. (FP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN - Teşekkür ederim Sayın Çiçek.

İstanbul Milletvekili Mehmet Ali İrtemçelik ve 27 arkadaşının önergesinin üzerinde söz istiyor musunuz? (ANAP sıralarından "yok Sayın Başkan; sonra" sesleri) Hayır...

Erzurum Milletvekili Sayın Lütfü Esengün ve 19 arkadaşının önergesi hakkında, önerge sahibi olarak, buyurun Sayın Esengün. (FP sıralarından alkışlar)

Süreniz 10 dakikadır.

LÜTFÜ ESENGÜN (Erzurum) - Sayın Başkan, sayın milletvekilleri; önerge sahibi sıfatıyla söz aldım; hepinize saygılar sunuyorum.

Sayın Başkan, şunu öncelikle hatırlatayım ki, biz, bu önergeleri vermeseydik, bu görüşme bugün yapılamazdı, gruplara da söz hakkı doğmazdı. Onun için, öncelikle, gruplara gösterdiğiniz toleransın, önerge sahibi olarak, bizlere de gösterilmesi gerektiği kanaatindeyim.

BAŞKAN - Peşinen söyledim efendim...

LÜTFÜ ESENGÜN (Devamla) - Ben de peşinen söylüyorum. (FP sıralarından alkışlar)

Değerli arkadaşlar, bugün 7 tane önergeyi görüşüyoruz. Biraz evvel Sayın Çiçek fevkalade güzel izah etti. 10 Ağustos 1999 tarihinde verilmiş önerge, üzerinden birbuçuk sene geçmiş, şimdi görüşülüyor. O, bizim, muhalefetin önergesi. Aynı konuda, Kuzey Irak'taki gelişmeler konusunda, Milliyetçi Hareket Partili arkadaşların verdiği önerge var; birbuçuk seneden beri yatmış, MHP kendi önergesine sahip olmamış. Şimdi, Kuzey Irakla ilgili 2 tane önergeyi, Ermeni soykırım iddialarıyla ilgili 3 tane önergeyi, Avrupa Birliğiyle ilgili 1 tane önerge ve bir de genel dışpolitikayla ilgili önergeyi bir araya getirmişler. Olmaz... Bu, en azından ciddiyetsizliktir, yasak savmaktır...

BAŞKAN - Sayın Esengül, malumunuz, Danışma Kurulunda zatıâlilerinizin de bulunduğu parti başkanları tarafından müştereken alınmış bir karardır efendim.

LÜTFÜ ESENGÜN (Devamla) - Efendim, müşterek alınmış tabiî, çaresizlikten alınmış. Yani, zamanında siz getirdiniz de, iktidar partileri getirdiler de biz mani mi olduk? Getirilseydi, sahip çıkılsaydı şu önergelere, bugün, bu -o kelimeyi söylemeyeyim- yaşanmazdı. Çeşitli konular, dışpolitikayla ilgili genel görüşme adı altında, bugün görüşülüyor. Sözde, bu işlere çare bulunacak; sözde, Sayın Dışişleri Bakanı, Meclisin gücünü arkasına alacak.

Değerli arkadaşlar, bu böyle olmaz; gerçekten olmaz. Başlıbaşına Kuzey Irak ele alınmalıdır; fevkalade önemli bir meseledir. Ermeni soykırım iddiaları, bakın, dünya parlamentolarında görüşülüyor, karara bağlanıyor vesaire... Meclisin açıldığı gün, 1 Ekim 2000 tarihinden önce, Amerika Temsilciler Meclisinin Dışilişkiler Komitesinde bu konu karara bağlanmıştı. Meclis açıldı, sevindik, Meclis bu işe el atacak dedik; ama, sadece, o gün, grupların müşterek imzasıyla bir bildiri yayımlandı. Sonra, birbuçuk ay bu Meclis çalışmadı, biliyorsunuz, Kasımın 15'ine kadar günlerimiz boş geçti; ama, şu soykırım iddialarıyla ilgili, bizim 6 Ekim tarihinde verdiğimiz önerge, MHP'nin ve ANAP'ın hemen peşimize verdiği önergeler, üçü bir arada, bir gün görüşülmedi. Şimdi, yedi önergeyi almışız, bugün sözde bunu görüşeceğiz ve dışpolitikamızdaki bütün problemlere Meclis çare olacak veya Dışişlerimize, Sayın Bakanımıza destek olunacak.

Değerli arkadaşlar, bugün, Türk dışpolitikası, gerçekten, çeşitli zorluklarla karşı karşıya. Bir taraftan, Batılılaşma doktrinini sürekli olarak sürdürüyoruz bir taraftan da Avrupa'nın engellemeleri, çifte standartlarıyla karşı karşıyayız ve sonuçta da, işte, Ermeni soykırım iddialarıyla ilgili alınan kararlar, alınan tavırlar... Son gelişmeler göstermiştir ki, gelişen olaylar üzerindeki etkinliğimizi 57 nci hükümetin basiretsizliğinden dolayı, maalesef, kaybetmeye devam ediyoruz.

Ortadoğu'da İsrail yönetimi terör estirirken, günahsız sivil halk katledilmeye devam edilirken, hemen burnumuzun dibinde bu olaylar cereyan ederken, Türkiye, bu konuda hiçbir etkinlik, hiçbir aktivite gösterememektedir. Ermenilerin seksenbeş yıl öncesine ait sözde soykırım iddiaları, bugün, çeşitli parlamentolarda ele alınıp karara bağlanırken, bizi çok yakından ilgilendiren ve elan devam etmekte olan İsrail yönetiminin uyguladığı haksız tutum bizim Meclisimizde ele alınamamakta, Sayın Dışişleri Bakanımız, bu konuda Meclise bilgi sunma zahmetine dahi girmemekte.

Çeçenistan bağımsızlık hareketini, Sayın Başbakan, maalesef, terör hareketi olarak nitelendirdi; Moskova'ya gitti, bu konu da beyanlarda bulundu. Çeçen kardeşlerimizi küstürdük, darılttık, gücendirdik.

Doğu Türkistan'da yıllardan beri komünizmin baskısı ve zulmü altında kimliklerini devam ettirme gayreti içinde olan Doğu Türkistanlılar, bu hükümet tarafından unutuldu; hiçbir şey yapılmadı. Aksine, Çin Devlet Başkanına resmî devlet nişanı verdi, yine bu 57 nci hükümet.

Keşmir sorunu, Pakistan ile Hindistan arasında bütün sıcaklığıyla devam ederken, Başbakan, Hindistan'a gitti. Pakistan'la henüz sıcak bir münasebet mevcut değil. Bosna-Hersek öyle, Kosova öyle...

Irak uygulanan ambargo... Amerika Birleşik Devletlerinde, bu soykırım iddiasıyla ilgili karar alınınca, Irak'a bir uçak gönderdik, ambargoyu delmeye teşebbüs ettik; ama, onlar bu işe dur deyince veya erteleyince, biz de Irak'a olan ambargoyu delmekten vazgeçtik.

Değerli arkadaşlar, kendi millî menfaatımızı ilgilendirmektedir; güneydoğumuzu, bütün Türkiye'yi ilgilendiren bir meseledir. On seneden beri çektiğimiz yeter, uğradığımız zarar yeter. Milyarca dolarla ifade edilen bu ambargoyu devam ettirmek yazıktır, günahtır; hem orada ki acından ölen, ilaçsızlıktan ölen o zavallı çocuklar için günahtır hem bizim milletimiz, o bölgede yaşayan insanımız için günahtır, yazıktır.

Sayın Dışişleri Bakanının Yunanistan Dışişleri Bakanıyla sergilediği günübirlik dostluk gösterileri; bir araya gelmek, poz vermek... Efendim, Yunanistan'la yıllardan beri devam eden husumet sona ermiş; şu, bu... Sonuçta bakıyoruz, Yunan eski Yunan, husumet eski husumet...

Değerli arkadaşlar, geçen hafta, biz, Erivan'daydık KEİPA Grubu olarak. Ermenistan'ı, gittik, gördük; gerçekten, perişan durumda. Üçbuçuk milyon nüfusu var, nüfusu azalıyor. Komünizmin enkazı üzerinde hiçbir şey yapılmamış. Fert başına düşen geliri 450 dolar. Sonuçta, zavallı bir ülke, zavallı bir millet; ama, arkasında, Rusya var, Rusya'yla savunma anlaşması var. Öte tarafta da, Amerika'da ve Avrupa'da Ermeni lobileri var.

Bakın, oradaki bir dergiden, Amerika'da yayınlanan bir dergiden, ekim sayısından şu fotokopiyi aldım. Burada, bir senatör diyor ki: "Dört yıldan beri, ben, senatör olarak, Ermeni haklarını savundum." Yazmış çevirdiği melanetleri ve diyor "bir daha seçilirsem, şunu şunu yapacağım." Mesela, şurada, şöyle bir açıklama var; Sayın Bakanımızın dikkatine arz ediyorum: "Türk hükümetinin California Üniversitesinde Ermenistan tarihi hakkında yapmak istediği menfî programı önledik." Bu, neyin nesidir; Türk hükümetinin bilgisi var mıdır; bunun üzerine gidilmesi lazım. "Ermeni soykırımıyla ilgili filmin tamamlanması için 464 000 dolar tedarik ettik" diyor. "Bu bölgede seçilecek temsilci kim olursa olsun, Amerika'daki Ermenilerin yegâne sesi olmalı" falan filan ve sonuçta "7 Aralık seçimlerinde oylarınızı bana vermenizi temenni ederim. ABD Kongresinde savunucunuz olacağım" diyor, Adam Schiff diye bir senatör.

Değerli arkadaşlar, bu kişilere şunu hatırlatmamız lazım: 85 sene önceki bu olaylarla ilgilenmeyi bırakın, şu andaki Ermeni saldırganlığını, gelin, Azerbaycan'da gözünüzle görün. Azerbaycan topraklarının yüzde 20'si işgal edilmiş durumda -Karabağ hariç- ve orada bir milyon insan -Bakü'de bunlara  "kaçkın"  diyorlar-  çadırlarda  sefalet içinde  yaşıyor ve Ermeniler,  hâlâ,  anayasalarında -Türkiye'den toprak taleplerini anayasalarına yazmışlar- bizden toprak istiyorlar. Bütün bunlar olurken, biz ne yapıyoruz, bilemiyorum.

Şimdi, yine, bu adamlara, bu sayın senatöre ve Amerika'daki Ermeni lobisine sesleniyorum: Gelin, öğrenmek istiyorsanız olanı biteni, 85 yıl önce, Ermenilerin Doğu Anadolu'da sergilediği mezalimi gözünüzle görün. Erzurum'daki Alaca Köyündeki toplumezarı gelin, görün. Binalara toplu olarak doldurulup yakılan Müslümanların hâlâ izlerini taşıyan binaları görün. Yanıkdere Şehitliğini görün. Bütün Doğu Anadolu'da, yaşımız itibariyle, bunların çok hikâyesini, tarihini dinledik ve o tarihlerde, gerçekten, Erzurum'da, Ermenilerin zulmünden, ailesinden şehit vermeyen aile hemen hemen yoktu. Şimdi, bütün bunlar dururken, Amerika Birleşik Devletlerinde, sırf seçim uğruna bu propagandalar yapılıyor, bu haksızlıklar yapılıyor; ama, bizde hiç suç yok mu, bizde hiç ihmal yok mu? Ermeni soykırımı iddiaları üzerine 26 000 tane kitap yazılmış, Amerikan Kongre Kütüphanesinde; bizim yazdığımız ise, topu topu 16 tane eser Batı'ya yönelik. Birisi 26 000 tane eserle bu propagandayı yapabiliyor, biz sadece 16 tane eser yayınlamışız.

Değerli arkadaşlar, bunun yanında, Türkiye muhakkak güçlü olmalıdır; Türkiye demokratik bir ülke olmalıdır; Türkiye, içerisinde bulunduğu bu zorluklardan bir an evvel kurtarılmalıdır; Türkiye'de, demokratik, insan haklarına saygılı bir yönetim muhakkak başarılmalıdır; Türkiye, yolsuzlukların, hırsızlıkların kol gezdiği bir ülke olma görünümünden...

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN - Sayın Esengün, lütfen...

LÜTFÜ ESENGÜN (Devamla) - Yarım dakika Sayın Başkan... Bitiriyorum...

BAŞKAN - Hayır, lütfen efendim... Yani, kimseye tolerans göstermedim. İstirham ederim... Lütfen...

LÜTFÜ ESENGÜN (Devamla) - Muhterem arkadaşlar, netice itibariyle, güçlü bir Türkiye, güçlü bir dışpolitika, bütün bunları, bu sıkıntıları aşmamız için vesile olacaktır.

Hepinize saygılar sunuyorum. (FP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN - Teşekkür ederim Sayın Esengün.

Sayın İrtemçelik, buyurun efendim. (ANAP sıralarından alkışlar)

MEHMET ALİ İRTEMÇELİK (İstanbul) - Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; hepinizi saygıyla selamlıyorum. Çeşitli konular görüşüldü. Zamanım, diğer konuşmacılar için olduğu gibi, sınırlı. Dolayısıyla, ben, izninizle, tek bir konuya hasretmek istiyorum bu süreyi; Avrupa Birliği...

Sayın Bakan, konuşması sırasında, Helsinki Zirvesi etrafındaki gelişmelerden söz etti. Ben, o sırada ülke dışındaydım, tatildeydim; gelişmeleri takip edememiştim, çok istifade ettim. Bunu söylemek istiyorum. Tabiî, tarih, her şeyi gerçeklere uygun olarak yazacaktır.

Avrupa Birliği konusuna gelince; bugün, önümüzde bir katılım ortaklığı belgesi ve Türkiye'nin bir ulusal program hazırlaması konusu var. Burada, hepimiz biliyoruz, ülkemizde çok canlı bir tartışma yaşanıyor. Bir hususu daha biliyoruz; Avrupa Birliği, Türkiye'nin, hiç değilse üçte 2'siyle, çok arzu ettiği bir hedef; ancak, yine kamuoyu araştırmaları öyle gösteriyor ki, Türkiye'de Avrupa Birliğinin ne olduğu, Avrupa Birliğine adaylık, tam üyelik sürecinin ne olduğu çok az bilinen bir konu. En son bir kamuoyu yoklaması, bu oranı yüzde 2 olarak gösteriyor ve günümüzde, katılım ortaklığı belgesinin ilk metninin yayımlanmasından bu yana sürdürülen gelişmelerde, katılım ortaklığı belgesinde kayıtlı hususların da yanlış anlaşıldığını, yanlış algılandığını ortaya koyuyor; fakat, gerçek olan o, bizim gerçeğimiz o ki, çok ciddî, çok keskin bir tartışmayı yaşıyoruz. İzninizle, bu hususta bazı düşüncelerimi arz etmek istiyorum.

Bir kere, bize bazı hususların, bazı şartların dayatıldığı yönünde bir anlayış var. Bir teslimiyet ifadesi sık sık kullanılıyor, bir egemenlik ifadesi sık sık kullanılıyor. Açıklıkla tartışmamızda fayda vardır. Katılım ortaklığı belgesi, bütün aday ülkeler için hazırlanan bir belgedir, Kopenhag kriterleri ışığında hazırlanan bir belgedir.

Nasıl, Polonya için, Macaristan için zamanında hazırlanmışsa, bu kez de bizim için hazırlanmıştır. Bu Katılım Ortaklığı Belgesinde yer alan hususlardan bizim itiraz edebileceklerimiz, ancak, Avrupa Birliği ülkelerinin kendilerine uygulamayıp da bizim uygulamamızı istedikleri hususlar varsa, bunlar olabilir veya başka adaylarca uyulmasını istemedikleri, talep etmedikleri standartlar var da bizim uymamızı istiyorlarsa, bunlara da itiraz edebiliriz. Ancak, açıklıkla ifade etmek gerekir -hiç değilse, benim aksine bir bilgim yok- Katılım Ortaklığı Belgesinde, Türkiye'nin adaylık yolunda yürüyebilmesi için karşılaması gereken kriterler arasında, biraz evvel sözünü ettiğim nitelikte herhangi bir husus yoktur ve bize dayatılan herhangi bir şart da yoktur; bize söylenen şudur: "Eğer, Avrupa Birliğine bir sürecin sonunda tam üye olmak istiyorsanız, bizim standartlarımız bunlardır, biz, sizin de bu standartlara kendinizi uydurmanızı isteriz." Bu standartlara uyum sağlayıp sağlayamamak, bizim egemen irademiz dahilinde bir husustur kuşkusuz; ancak "birazını karşılarız, öbürlerini karşılamayız" deme hakkımız yoktur, tıpkı, diğer adayların da hakları olmadığı gibi. Kurallar böyle. Kabul edebiliriz veya reddedebiliriz; ama, nasıl, Lüksemburg Zirvesi sonrasında "biz, ayırımcı muamele kabul etmeyiz" dediysek "herkese uygulanan standartları bizden de talep edin, karşılarız; iltimas talep etmiyoruz, ayırımcı muamele de kabul etmeyiz" dediysek, bugün, Helsinki eşiğini aştıktan sonra "şimdi, bize birazcık ayırımcı muamele yapın, biraz idareli davranın, biz bazı kriterleri karşılayalım da bazılarını da karşılamayalım" bunu söyleyemeyiz, bizim böyle bir hakkımız yoktur, bizden evvel hiçbir adayın olmadığı gibi.

NEVZAT YALÇINTAŞ (İstanbul) - Teslimiyetçi olalım diyorsunuz...

MEHMET ALİ İRTEMÇELİK (Devamla) - Sayın Yalçıntaş, teslimiyetçi olmak diye bir şey yok. Kuralları kabul etmek veya etmemek diye bir şey var; bunu bu şekilde anlamamız lazım.

Ayrıca -zamanım olmadığı için girmeyeceğim- bazı hususlar, biraz evvel de söylediğim gibi, yanlış algılanıyor, yanlış takdim ediliyor; belki tercüme hatalarından dolayı, belki başka şeylerden dolayı; ama, bilmiyorum... Benim söylemek istediğim şey şu, bu, çok önemli bir husustur: Türkiye, çok önemli bir stratejik eşiğe gelmiştir ve bu eşiğe, Avrupa Birliğinin dayatmasıyla değil, çağın dayatmasıyla gelmiştir. Türkiye, terörlü yılların travmasını, artık arkasında bırakmak mecburiyetindedir; Türkiye, artık 12 Eylül hukukundan kurtulmak mecburiyetindedir, bunları aşmak mecburiyetindedir; ekonomik planda da, kendisini, çağın en ileri değerlerine uydurmak mecburiyetindedir; Türkiye, artık bankaların çalınmadığı bir ülke haline gelmek mecburiyetindedir...

Öyle görülüyor ki, hükümetimizin bünyesinde çok temel görüş ayrılıkları vardır. Bunu, bir eleştiri olarak değil, bir tespit olarak söylüyorum, dramatize edilecek bir tarafı da yoktur; bu, bizim bir gerçeğimizdir. Bu Meclisten bir başka hükümetimiz çıkmış olsaydı, o hükümetin içinde de çok temel görüş ayrılıkları olabilirdi; bu, bizim gerçeğimiz; ama, bu durumda Türkiye, Katılım Ortaklığı Belgesini bire bir karşılamak durumunda olan bir ulusal program hazırlayabilmek konumunda değildir; bu, bizim gerçeğimizdir.

Burada, bu tespiti çok açıklıkla yapmamız lazım. Takvim itibariyle ve uygulama usulleri itibariyle yetki bizdedir; bu iki husus, bizim ihtiyarımızdadır. Orada belirtilen hususları ne zaman gerçekleştiririz, hangi modalitelerle gerçekleştiririz, bunların kararı bize aittir; ama, şunları yaparız, şunları yapmayız, yine de olsun diyemeyiz; bunu bir şekilde bilmek lazım; ama, istersek, biz bu işi istemiyoruz diyebiliriz. Ama, hükümetimiz veya -belki, daha doğru bir tabirle- bugün için siyasî üst yapımızdaki kilitlenme, Türkiye'nin bir ulusal program hazırlamasına izin vermeyecek niteliktedir. Hazırlarız dersek kendimizi aldatırız, hemen meydana çıkar, korkarım ki, Türkiye kendi içinde gerilir; çünkü, gerçeklerin zaman içinde mutlaka ortaya çıkmak gibi kötü bir âdeti vardır. Türkiye gerilir, Türkiye'nin Avrupa Birliğiyle ilişkileri daha zora girer, Türkiye sürüklenir, savrulur, rahatsız olur, bunlara da lüzum yoktur. Dolayısıyla, benim bir önerim, bu meselenin, madem bir kilitlenme söz konusudur, mademki bizim gerçeğimiz budur...

MEHMET EMREHAN HALICI (Konya)- Kilitlenmeyi kim söylüyor sayın bakanım? Kendi tespitinizi mi söylüyorsunuz?

MEHMET ALİ İRTEMÇELİK (Devamla) - Ben bir tespitimi söylüyorum, gayet tabiî. Siz de, dilerseniz, daha sonra, gelir, burada kendi tespitinizi söylersiniz, olmaz mı!

Mademki böyle bir kilitlenme söz konusudur, mademki Türkiye, Katılım Ortaklığı Belgesine bire bir karşılık oluşturacak bir ulusal program hazırlayamama durumundadır, o zaman meseleyi mülkün asıl sahibine, yani halka götürmek ve onun iradesini istemek en doğru yoldur diye düşünüyorum. (ANAP, FP ve DYP sıralarından alkışlar) Bu çok stratejik bir konudur, bu çok önemli bir konudur...

MEHMET EMREHAN HALICI (Konya) - Yani?..

MEHMET ALİ İRTEMÇELİK (Devamla) - Referandumdur.

Halka gitmek ve halktan direktif istemek, Türkiye'nin çıkış yoludur. Kendi içimizde gereksiz, ürünsüz, hepimizi hırpalayacak, Türkiye'yi rahatsız edecek, Türkiye'yi Avrupa Birliğiyle ilişkilerinde askıda bırakacak bir gerginliği yaşamak yerine, çok ihtiyacımız olduğu anlaşılan bir bilgilenme sürecinden sonra, her sorunun sorulup cevabının isteneceği, her kuşkunun dile getirilip cevabının isteneceği, her merakın dile getirilip cevabının aranacağı uygar bir tartışma ortamında yaşanacak bir bilgilenme, tartışma ve düşünce sürecinden sonra, Türkiye, bir ulus olarak, bir bütünlük içinde bir referanduma gitmeli ve onun sonucunda çıkacak kaderimizi hep birlikte taşıyabilmeliyiz. Sonucu ne olursa olsun, ben Türkiye'nin hayrına olacağı düşüncesindeyim.

Dinlediğiniz için teşekkür eder; bütün Meclisi saygılarımla selamlarım. (ANAP, FP ve DYP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN - Teşekkür ederim Sayın İrtemçelik.

Efendim, Sayın İsmail Köse'nin iki önergesi vardı; 10 dakikayı kullandığı için söz hakkını kullanmıyor; teşekkür ediyorum kendilerine.

En son önerge, Aksaray Milletvekili Sayın Ramazan Toprak ve 22 arkadaşının.

Sayın Toprak, buyurun (FP sıralarından alkışlar)

Sayın Toprak, süreniz 10 dakika; bu kaideyi bozmazsak minnettar kalacağım.

RAMAZAN TOPRAK (Aksaray) - Sayın Başkan, Yüce Meclisin değerli üyeleri; hepinizi saygıyla selamlıyorum.

Gündüz, Kıbrıs gazisi olan bir dostum, İzmir Muharip Gaziler Derneği Başkanı beni aradı, yanında bir yığın Kıbrıs gazisi de vardı; ağlamaklı olarak "bizim meydanda kazandığımız Kıbrıs, masada peşkeş çekiliyor" dedi.

Akşam üzeri saat 18.00 haberlerinde, Yunan Başbakanı Sayın Simitis'in bir açıklaması vardı "Katılım Ortaklığı Belgesi, Helsinki'nin bir adım ötesindedir. Tüm istediklerimizi fazlasıyla aldık." Yunanistan bayram yapıyor; Kıbrıs gazileri kan ağlıyor.

Sayın Bakan 35 dakika konuştu; ancak, hiçbir konuya değinmedi. Ben, Sayın Bakanın vermediği bazı bilgileri vermek arzusundayım. Helsinki Sonuç Belgesinde bazı kararlar alınmıştı, 4, 9 ve 12 nci maddeleri. Bunlarla ilgili sayın hükümet rest çekince, Sayın Lipponen bir mektup gönderdi; sürekli dillere pelesenk edilen mektupta "Helsinki kararları siyasî diyalog amaçlıdır" ifadesi vardır.

Sayın Başbakan Ecevit'in verdiği cevabî yazıyı okuyorum; ibret vericidir: "Yanlış anlamayı ortadan kaldıran açıklamalarınızı memnuniyetle karşılıyorum. Mektubunuz, Avrupa Birliği hukukunun birleşmiş bir parçasıdır." Akabinde Bakanlar Kurulunda tartışılan bu konu... Biraz önce Sayın Bakan konuya değindi; ama, Yüce Meclis yanıltılıyor. Bağlayıcı kararların ittifakla alındığı Avrupa Birliğinde dönem başkanı bile olsa, bu mektup, kişisel amaçlı, Sayın Başbakanı tatmine yönelik kişisel bir faaliyettir, asla AB hukukunun bir parçası değildir; bu böyle biline; ancak, bu husus, maalesef, Yüce Meclisin iradesi ve Türk Milleti, âdeta yok sayılarak iğfal edilmektedir. Helsinki kararlarında, Helsinki Zirve Sonuç Belgesinde, Türkiye tarafından, özellikle Kıbrıs'la ilgili kararların bir önşart olduğu kabul edilerek, hükümet rest çekmişti. Peki, ne oldu; akabinde, Lipponen'in bu mektubu üzerine, geri adım atıldı ve Helsinki'de bir yemek yendi. Bir yıl sonra aynı sahne tekrarlandı. Dün, Dışişleri Bakanları Konseyi toplantısında, bu Katılım Ortaklığı Belgesi kabul edildi. Öyle mi kabul edildi; hayır. Sayın Simitis'in açıklamasında kabul ettiği gibi, daha geriye götürülerek. Nasıl mı; Helsinki Zirve Sonuç Belgesiyle, giriş bölümünde kabul edilen ve 8 Kasımda açıklanan Katılım Ortaklığı Belgesinde, kısa vadeli öncelikler programındaki Kıbrıs konusu, orta vadeli hedefler arasına sokuldu. Bunun karşılığında ne eklendi; orta vadeli hedeflere, Ege konusu eklendi. Yani, bunun Türkçesi şudur: Kısa vadeli hedefler, 2001 yılı sonuna kadar gerçekleştirilmesi mümkün hedeflerdir; 2001'den sonra, yani 2002 yılında, Kıbrıs konusu tekrar öncelikli bir konu olarak önümüze gelecektir. Hiç kimse, Türk kamuoyunu ve Yüce Meclisi yanlış bilgilendirmekle asla ve asla sorumlu ya da sorumsuz değildir. Lütfen, bu konu, Türk kamuoyundan gizlenmesin.

İbretle ve dehşetle çırpınıyorum, Sayın Denktaş çırpınıyor; ancak, bu konu, bu kadar acil bir konu ve Sayın Başkanın ambargosuyla 10 dakikaya sıkıştırmak zorundayım.

Değerli milletvekilleri, dışpolitika, millî politikadır. Millî politikalar, milletin meclisinde oluşturulur; gerekiyorsa, gizli görüşmeler yapılır. AB ile ilişkiler konusunda, iktidar ortakları arasında bile görüş birliği yoktur; âdeta, bir uçtan bir uca sesler duyulmaktadır. Bazı Avrupa ülkelerinin bile referanduma gittiği bu konuda, bizler, hiç değilse, bu konuyu Meclis gündemine almalı, bu konudaki millî politikamızı, millî ve müşterek tavrımızı Meclis olarak ortaya koymalıyız. Türk Milletinin gözbebeği olan Türkiye Büyük Millet Meclisinde oluşturulmayan politikalar, bugüne değin görüldüğü gibi, hayal kırıklığıyla sonuçlanacaktır. Son yıllarda, dışpolitikada, özellikle AB ile ilişkilerde Meclisin neredeyse tamamen dışarıda tutulması, ister istemez, akla bazı sorular getirmektedir; yoksa, Türk Milletinden ve onun Meclisinden bir şeyler mi gizleniyor; çünkü, hüsrana uğrayan hep Türk Milleti ve Türk Devleti oluyor.

Değerli milletvekilleri, çağdaş uygarlık düzeyine, evrensel değerlerin ve normların yakalanması ve toplum ve devlet yaşamına geçirilmesiyle ulaşılır. Bunun tek yolu, AB'ye üye olmak değildir. Olağanüstü bir jeostratejik konuma ve tarihsel bağlara sahip ülkemiz, hiçbir zaman alternatifsiz değildir, olamaz da. Bizim düşüncemiz, AB'ye evet; ama, ne pahasına olursa olsun AB'ye evet değildir; kaldı ki, ne pahasına olursa olsun AB'ye evet diyecek tek milletvekili dahi düşünemiyorum, olduğunu da sanmıyorum.

AB ile ilişkiler, karşılıklı dayanışma, işbirliği ve saygı esasına dayalı ilişkiler yumağı olmalıdır. Tek taraflı, Türk Milletinin gerçek talep ve ihtiyaçlarını görmezden gelen anlayış, işbirliği değil, açık ifadesiyle gönüllü dayatmadır. Dayatmaya evet diyecek tek milletvekili düşünemiyorum.

AB üyeliği, sürekli olarak, üye ülkelerin telkin ve talimatlarına göre hareket etmek, onlara kulak vermekten değil; kendi insanına kulak vermek, hangi gerekçeyle olursa olsun, evrensel değerleri kendi insanından esirgememekten geçer. Hani, 1989 yılında Sovyet Sosyalist Cumhuriyetleri Birliği dağıldığında, yaygın esprilerinden biri şu idi: Rus işçiler "biz, işyerlerimizde çalışır gibi yapardık, devlet de ücret öder gibi yapardı." Yoksa, Sayın Ecevit'in, geçmiş yıllarda, ülkemizin önüne çıkan her fırsatta AB üyeliğini istemez gibi davranışlarını hatırladığımızda, aklımıza şu geliyor: Birileri ülkemizi AB'ye giriyormuş gibi gösteriyor, AB de ülkemizi alacakmış gibi gösteriyor; böylece, eğleşip duruyorlar; ancak, bu arada olan, yine Türk Milleti ve devletine oluyor. Kıbrıs ve Ege, Rumlara ve Yunanistan'a âdeta ikram edilerek, ülkemiz, Akdeniz ve Ege'ye kapalı bir ülke haline getiriliyor.

Değerli milletvekilleri, Dışişleri Bakanımız Sayın Cem'in üçbuçuk yıldır aralıksız sürdürdüğü görevi süresince, âdeta, diplomatik romantizm dönemi yaşanmakta, Atina'da cappucino, İstanbul Pierre Loti'de Türk kahvesi içilmekte, tek taraflı bu sevdada romantizmin aşk boyutu bize kalmakta, diplomatik çıkarlar boyutu ise Rum kesimi ve Yunanistan'a kalmaktadır. (FP sıralarından alkışlar)

Değerli milletvekilleri, uygar ülkelerde, her başarısızlığın bir sorumlusu var; bizde mi, sorumsuzlar var. Uygar ülkelerde, başarısız olan kişi, hiçbir uyarıya ihtiyaç duymaksızın gereğini yapar ve yerini bir başkasına devreder; bizde mi, ucuz restlerle kahramanlığa soyunulur, sanki başarısızlık kendisine ait değilmiş gibi huzur ve gönül rahatlığıyla göreve devam edilir. Bu kadarına da pes doğrusu!

YEKTA AÇIKGÖZ (Samsun) - O söz doğru; buna katılıyorum!..

RAMAZAN TOPRAK (Devamla) - Değerli milletvekilleri, asker kökenli olduğum için, bir konuya değinmeden geçemeyeceğim.

Sayın Bakan, biraz önce, Türk Ordusundan bahsederken, Türk Ordusunun arkasında olduğunu ifade etti. Türk Ordusu bütün Türk Milletinin arkasındadır; ancak, bu sözde samimî olmak gerekir. Avrupa Birliğinin hazırladığı 1998 yılı Katılım İlerleme Raporunda 1.3 üncü Bölüme bakın, Kıbrıs'la ilgili, Türk Ordusu işgal ordusu olarak nitelenmekte. Yine, 1999 Katılım İlerleme Raporu Avrupa Parlamentosunda görüşülürken, şimdi hükümetin nedense aşırı hassasiyet gösterdiği Kıbrıs, azınlıklar, Ermeni soykırım iddialarıyla ilgili çok ağır, evet çok ağır cümleler vardır. Ben, bu cümleler içerisinde, sadece, 19 uncu paragraftaki Avrupa Parlamentosunun bir kararını okumak istiyorum: "Türk Hükümetine, işgal kuvvetlerini Kuzey Kıbrıs'tan çekmesi çağrısında bulunmaktadır." Peki, Sayın Bakan, Türk Ordusunun arkasında olduğunu ifade etmekte; benim Ordumu, Türk Devletinin, Milletinin Ordusunu işgal ordusu olarak niteleyen Avrupa Parlamentosunun bu kararı karşısında, acaba, Sayın Bakan neredeydi?! Bunu, doğrusu çok merak ediyorum.

Türk Ordusu, birkısım ordular gibi gittikleri yere anarşi götürmez, soykırım uygulamaz; bilakis, Kıbrıs'ta olduğu gibi, soykırım uygulanan yere, yirmialtı yıldır kesintisiz süren barışı, huzuru ve güvenliği götürür. Böyle bir orduya işgal ordusu diyenler, kendi yakın geçmişlerine baksınlar.

Türkiye'yi AB'ye mecbur ve mahkûm gördüğünüzü açıklayarak, tavizlere kapı aralayacaksınız, taviz istenilince, yaygara kopararak rest çekeceksiniz. Bu ucuz kahramanlık gösterisine inanacak kimse yok artık. Kurtuluş Savaşı sırasında, mücadele yerine mandacılığı savunan aynı zihniyete karşı, millî mücadelenin Büyük Komutanı Atatürk'ün verdiği mücadeleyi boşa çıkaran milenyum mandacıları şunu bilmelidir ki, Türk Milleti kendilerine asla müsaade etmeyecektir.

Hepinizi saygıyla selamlıyorum. (FP ve DYP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN - Teşekkür ederim efendim.

DIŞİŞLERİ BAKANI İSMAİL CEM (Kayseri) - Sayın Başkan...

BAŞKAN - Sayın Bakan, yerinizden mi?

DIŞİŞLERİ BAKANI İSMAİL CEM (Kayseri) - Yok, kürsüden konuşmam lazım.

BAŞKAN - 69 uncu maddeye göre söz veriyorum size.

Buyurun efendim. (DSP sıralarından alkışlar)

Sayın Bakanım, sizin de yeni bir sataşmaya müsaade etmeyeceğinizi umuyorum.

VI. - AÇIKLAMALAR VE SATAŞMALARA İLİŞKİN KONUŞMALAR (Devam)

2. - Dışişleri Bakanı İsmail Cem’in, konuşmalarda, kendisine ve Başbakan Bülent Ecevit’e sataşılması nedeniyle konuşması

DIŞİŞLERİ BAKANI İSMAİL CEM (Kayseri) - Sayın Başkan, hem şahsıma hem Sayın Başbakanıma bazı sataşmalarda bulunulmuştur; izninizle, bunları cevaplayacağım; fakat, söze başlarken, önce, söz alan bütün milletvekillerine teşekkür etmek istiyorum.

Bir konudaki büyük haklılığı da teslim etmek istiyorum. Elbette, 20 dakikada bütün bu konulara değinmek mümkün değildir. Sayın Başkan lütfetti, 20 dakikayı 35 dakika yaptı.

BAŞKAN - Estağfurullah.

DIŞİŞLERİ BAKANI İSMAİL CEM (Devamla) - 35 dakikada da ancak bu kadar konuşabilmek mümkündür. İnşallah, bunu daha uzun konuşmanın ortamı olur  ve hep birlikte değerlendiririz.

TURHAN GÜVEN (İçel) - Kabul edin... Kabul edin bunu, görüşelim.

YASİN HATİBOĞLU (Çorum) - Sayın Bakan, öyle konuşmadı "kabul edilirse, olur" diyor.

DIŞİŞLERİ BAKANI İSMAİL CEM (Devamla) - Sayın Başkan, sayın milletvekilleri; önce, şunu belirtmek istiyorum: Biz, burada ciddî konuları konuşmaktayız. Şimdi, kalkıp da, bir sayın milletvekili "İtalyan Dışişleri Bakanıyla cappucino içmek" bir başka sayın milletvekili "Yunanlı ile cappucino içmek" şeklinde konuşur ise, o takdirde, o sözlerin hiçbir ağırlığı olmaz, kıymeti harbiyesi de olmaz; sadece, bir hükümeti eleştirmek, bir hükümete vurmak gibi bir amaca dönük olur; dolayısıyla, pek bir değeri de kalmaz.

OĞUZHAN ASİLTÜRK (Malatya) - Yani, içmediniz mi? Cappucino içmek ayıp değil ki; çok tabiî bir şey.

DIŞİŞLERİ BAKANI İSMAİL CEM (Devamla) - İkincisi; bunu şiddetle kınıyorum; hiç kimse, Ecevit'in Başbakanlığındaki bir hükümete -ki, ben, 1974'ü, 1975'i yaşadım, Kıbrıs'ın kurtarıldığı gün TRT Genel Müdürüydüm- Kıbrıs davasını hedefine ulaştıran Bülent Ecevit'in hükümetine "Kıbrıs'ı peşkeş çekmek" diye söz edemez; bu, yapılacak en büyük haksızlıktır ve ben, bu sözlerin sahibini milletimize şikâyet etmekteyim. (DSP sıralarından alkışlar) Böyle söz söylenmez; bir Başbakana ve bir hükümete böyle söz söylenmez.

Nihayet, siyasî ahlak diye bir konu vardır. Siyasî ahlak bu, her şeyin önünde gelir. Kalkıp da, gerçekdışı bir şey söyleniyor. Doğru değil bu, herkes biliyor doğru olmadığını. Kemali nezaketle "efendim, bu doğru değil, bu yanlış, yanlış bilgi" diyorsunuz; hayır, bir daha söyleniyor. "Yahu, yapmayın, etmeyin, böyle bir şey yok; neye dayanıyorsunuz bunu söylerken?.." Sonra, yine söyleniyor.

Bakınız, kaç defa, ben, burada, bu kürsüden düzeltme yaptım, Sayın Başbakan düzeltme yaptı, "böyle bir şey yok, böyle bir laf edilmedi, böyle bir şey kullanılmadı, böyle bir düşünce yok, böyle bir söz söylenmedi..." Ama, ısrarla, ısrarla aynı söz tekrarlanıyor ve ben, bunu, siyaset ahlakı bakımından son derece sakıncalı görmekteyim.

Sayın Başbakan, hiçbir zaman, iki sayın milletvekilinin burada ifade ettiği gibi, Çeçen direnişçilerine "terörist" dememiştir. Bu, doğrudan doğruya yanlıştır, gerçekle ilgisi yoktur; ama, kalkıp da bunu temcit pilavı gibi tekrarlamak, siyaset ahlakı açısından yazıktır.

BEKİR SOBACI (Tokat) - Niye imza attınız o zaman?

BAŞKAN - Sayın Sobacı...

DIŞİŞLERİ BAKANI İSMAİL CEM (Devamla) - Ve şunu da ekleyeyim; Türkiye'de bazıları istemese bile, Türkiye'de çalışana, Türkiye'nin menfaatını savunana, halk her zaman sahip çıkmıştır ve Türkiye, bazıları istemese dahi, mutlaka ilerleyecek, hakkı olan yere, en zirveye ulaşacaktır.

Saygılarım, sevgilerimle. (DSP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN - Teşekkür ederim Sayın Bakan.

V. - GENSORU, GENEL GÖRÜŞME, MECLİS SORUŞTURMASI VE

MECLİS ARAŞTIRMASI (Devam)

B) Öngörüşmeler (Devam)

1. - DYP Grup  Başkanvekilleri Sakarya Milletvekili Nevzat Ercan, Aydın Milletvekili Ali Rıza Gönül ve İçel Milletvekili Turhan Güven ile 20 arkadaşının, dış politika konusunda genel görüşme açılmasına ilişkin önergesi (8/13)

Ankara Milletvekili Cemil Çiçek ve 20 arkadaşının, Kuzey Irak'ta yaşanan gelişmeler ve uygulanan politikalar konusunda genel görüşme açılmasına ilişkin önergesi (8/4)

Erzurum Milletvekili İsmail Köse ve 52 arkadaşının, Kuzey Irak'ta yaşanan son gelişmeler ile uygulanan politikalar konusunda genel görüşme açılmasına ilişkin önergesi (8/5)

Erzurum Milletvekili Lütfü Esengün ve 19 arkadaşının, sözde Ermeni soykırımı iddialarıyla ilgili olarak ABD Temsilciler Meclisinde alınan karar ve Türkiye-ABD ve Ermenistan ilişkileri konusunda genel görüşme açılmasına ilişkin önergesi (8/9)

İstanbul Milletvekili Mehmet Ali İrtemçelik ve 27 arkadaşının, ABD Kongresindeki sözde Ermeni soykırımı iddiaları ve dış politika konusunda genel görüşme açılmasına ilişkin önergesi (8/10)

Erzurum Milletvekili İsmail Köse ve 21 arkadaşının, sözde Ermeni soykırımı iddialarıyla ilgili ABD Temsilciler Meclisinde alınan karar ve Türkiye-ABD ve Ermenistan ilişkileri konusunda genel görüşme açılmasına ilişkin önergesi (8/11)

Aksaray Milletvekili Ramazan Toprak ve 22 arkadaşının, Türkiye Avrupa Birliği ilişkileri konusunda genel görüşme açılmasına ilişkin önergesi (8/15)

BAŞKAN - Genel görüşme önergeleri üzerindeki öngörüşmeler tamamlanmıştır.

Sayın Yakup Budak, böyle bir söz talebiniz var; ama, biliyorsunuz, böngörüşmelerde böyle bir şeye İçtüzükte imkân yok.

Şimdi, genel görüşme açılıp açılmaması hususunu oylarınıza sunacağım efendim...

YASİN HATİBOĞLU (Çorum) - Sayın Başkan, açık oylama istiyoruz efendim.

BAŞKAN - Kaç kişisiniz efendim? İçtüzüğe bakacağız efendim.

YASİN HATİBOĞLU (Çorum) - İki defa açık oylamaya yetecek sayımız var Sayın Başkan.

AYDIN TÜMEN (Ankara)- Sayın Başkan, işarî oy olsun efendim.

BAŞKAN - Bakacağız efendim, herkes ezbere bilmek mecburiyetinde değil. Bence isteyemezsiniz; ama, bir bakacağız.

"Genel Kurulda bu konudaki görüşmede hükümet, siyasî parti grupları ve istemde bulunan milletvekillerinden birinci imza sahibi veya onun göstereceği bir diğer imza sahibi konuşabilir. Genel Kurul genel görüşme açılıp açılmamasına işaretle oylama suretiyle karar verir" İçtüzük 102.

OĞUZHAN ASİLTÜRK (Malatya) - Devam...

BAŞKAN - Devamı yok, işte bu kadar.

YASİN HATİBOĞLU (Çorum) - Sayın Başkan, efendim, oylama şekillerini düzenleyen özel bir bab var, özel bir bölüm var. Bakınız, birinci bölüm oylama, oylama şekilleri 139, devam eder misiniz, 143'e bakar mısınız.

BAŞKAN - Sayın Grup Başkanvekilim, 102 gayet açık.

140'ın sonuna bakalım...

YASİN HATİBOĞLU (Çorum)- Evet, lütfen.

BAŞKAN- "İçtüzükte işaret oyuyla halledileceği belirtilen hususlarda, oylamaların işaretle yapılması zorunludur."

YASİN HATİBOĞLU (Çorum)- Hayır efendim... Nerede efendim?..

BAŞKAN- 140 ıncı madde efendim, sayfa 176.

HASAN GÜLAY (Manisa)- O yanlış yorumluyor.

BAŞKAN- Bir dakika efendim...

YASİN HATİBOĞLU (Çorum)- Efendim, sayfa 176'ya ben de bakıyorum.

BAŞKAN- Evet.

YASİN HATİBOĞLU (Çorum)- Efendim, bakınız, 143 üncü madde gayet açık.

BAŞKAN- Sayın başkanım "Anayasada, kanunlarda ve İçtüzükte açık veya gizli oylama yapılmasının zorunlu olduğu belirtilmeyen bütün hususlarda kaide olarak işaret oyuna başvurulur..."

YASİN HATİBOĞLU (Çorum)- Evet...

BAŞKAN- "...İçtüzükte işaret oyuyla halledileceği belirtilen hususlarda, oylamaların işaretle yapılması zorunludur."

YASİN HATİBOĞLU (Çorum)- Efendim, şimdi...

BAŞKAN- Tamamdır efendim.

Efendim, şimdi, genel görüşme açılıp açılmaması hususunu oylarınıza sunacağım: Genel görüşme açılmasını kabul edenler...

TURHAN GÜVEN (İçel)- Sayın Bakan "süre yetmiyor, görüşelim" dedi ya, onun için oy versinler.

BAŞKAN- Efendim, onu Sayın Bakana söyleyeceksiniz, ben değilim muhatap.

Kabul etmeyenler... Genel görüşme açılması kabul edilmemiştir efendim. (FP sıralarından alkışlar [!]; DYP sıralarından alkışlar [!] ve sıra kapaklarına vurmalar)

Sayın milletvekilleri, alınan karar gereğince, kanun tasarı ve tekliflerini sırasıyla görüşmek üzere, 6 Aralık 2000 Çarşamba günü saat 13.00'te toplanmak üzere, birleşimi kapatıyorum.

Kapanma Saati: 23.28

Türkiye Büyük Millet Meclisi Resmi internet Sitesi
© 2009 T.B.M.M.