Yazılı ve Sözlü Sorular Araştırma Komisyonları Soruşturma Komisyonları
                                                                      Son Tutanak Tutanak Sorgu Tutanak Metinleri Gizli Oturum Tutanakları
                                                                                                                                            Uluslararası Komisyonlar Dostluk Grupları
                                                                                      Genel Sekreterlik Mevzuat Telefon Rehberi Etik Komisyon Duyurular

DÖNEM : 21 CİLT : 28 YASAMA YILI : 2

 

T. B. M. M.

TUTANAK DERGİSİ

67 nci Birleşim

8 . 3 . 2000 Çarşamba

 

 

İ Ç İ N D E K İ L E R

  I. – GEÇEN TUTANAK ÖZETİ

II. – GELEN KÂĞITLAR

III. – BAŞKANLIĞIN GENEL KURULA SUNUŞLARI

A) GÜNDEMDIŞI KONUŞMALAR

1. – İstanbul Milletvekili Nesrin Nas’ın, 8 Mart Dünya Kadınlar Günü münasebetiyle gündemdışı konuşması ve Devlet Bakanı Hasan Gemici’nin cevabı

2. – İstanbul Milletvekili Perihan Yılmaz’ın, 8 Mart Dünya Kadınlar Günü münasebetiyle gündemdışı konuşması ve Devlet Bakanı Hasan Gemici’nin cevabı

3. – İçel Milletvekili Ayfer Yılmaz’ın, 8 Mart Dünya Kadınlar Günü münasebetiyle gündemdışı konuşması ve Devlet Bakanı Hasan Gemici’nin cevabı

4. – Devlet Bakanı Hasan Gemici’nin; İstanbul Milletvekili Nesrin Nas, İstanbul Milletvekili Perihan Yılmaz ve İçel Milletvekili Ayfer Yılmaz’ın, 8 Mart Dünya Kadınlar Günü münasebetiyle gündemdışı konuşmalarına cevabı

B) TEZKERELER VE ÖNERGELER

1. – (10/57, 24, 28, 29, 50, 90, 91) esas numaralı Meclis Araştırması Komisyonu Başkanlığının, Komisyonun çalışma süresinin bitimi tarihinden itibaren bir ay daha uzatılmasına ilişkin tezkeresi (3/491)

2. – Ağrı Milletvekili Yaşar Eryılmaz’ın, İnsan Haklarını İnceleme Komisyonu üyeliğinden çekildiğine ilişkin önergesi (4/161)

3. – Bursa Milletvekili Faruk Çelik’in (6/496) esas numaralı sözlü sorusunu geri aldığına ilişkin önergesi (4/162)

IV. – SEÇİMLER

A) KOMİSYONLARDA AÇIK BULUNAN ÜYELİKLERE SEÇİM

1. – İnsan Haklarını İnceleme Komisyonunda boş bulunan üyeliğe seçim

V. – KANUN TASARI VE TEKLİFLERİYLE KOMİSYONLARDAN GELEN DİĞER İŞLER

1. – Tarım Bakanlığı Ziraat İşleri Genel Müdürlüğü ile Ziraî Mücadele ve Ziraî Karantina Genel Müdürlüğüne Bağlı Kurum-Okul ve Kuruluşlara Döner Sermaye Verilmesi Hakkında Kanunun Adı ve Bazı Maddeleri, Köy Hizmetleri Genel Müdürlüğü Teşkilât ve Görevleri Hakkında Kanunun Bir Maddesi ile Sosyal Hizmetler ve Çocuk Esirgeme Kurumu Kanununun Bir Maddesinde Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Tasarısı (1/478, 1/474, 1/454) (S. Sayısı : 318)

2. – Aydın Milletvekili Bekir Ongun ve 4 Arkadaşının 2918 Sayılı Karayolları Trafik Kanununa 4262 Sayılı Kanunla Eklenen Geçici 1 inci Maddesinin Değiştirilmesine Dair Kanun Teklifi ile Trabzon Milletvekili Orhan Bıçakçıoğlu’nun Aynı Mahiyetteki Kanun Teklifi ve İçişleri Komisyonu Raporu (2/375, 2/401) (S. Sayısı : 307)

3. – Hayvanları Koruma Kanunu Tasarısı ve İçişleri ve Çevre Komisyonları Raporları (1/393) (S. Sayısı : 89)

4. – Askerî Ceza Kanununda Değişiklik Yapılması Hakkında Kanun Tasarısı ile Askerî Ceza Kanununda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Tasarısı ve Millî Savunma ve Adalet Komisyonları Raporları (1/378, 1/532) (S. Sayısı : 214)

VI. – SORULAR VE CEVAPLAR

A) YAZILI SORULAR VE CEVAPLARI

1. – Kütahya Milletvekili Ahmet Derin’in, Telsim ve Turkcell’in sözleşmeye aykırı abone yaptıkları iddiasına ilişkin Başbakandan sorusu ve Ulaştırma Bakanı Enis Öksüz’ün cevabı (7/1335)

2. – Ankara Milletvekili Saffet Arıkan Bedük’ün, 2000 yılı turizm hedeflerine ilişkin sorusu ve Turizm Bakanı Erkan Mumcu’nun cevabı (7/1382)

3. – Antalya Milletvekili Cengiz Aydoğan’ın, Gazipaşa Havaalanı inşaatı hakkındaki iddialara ilişkin sorusu ve Ulaştırma Bakanı Enis Öksüz’ün cevabı (7/1443)

4. – Sakarya Milletvekili Cevat Ayhan’ın, Tasarruf Teşvik Fonunda biriken paralara ilişkin Başbakandan sorusu ve Devlet Bakanı Recep Önal’ın cevabı (7/1459)

I. – GEÇEN TUTANAK ÖZETİ

TBMM Genel Kurulu saat 15.00’te açılarak iki oturum yaptı.

Şanlıurfa Milletvekili Mehmet Yalçınkaya, kredi faizlerine,

Bursa Milletvekili Ahmet Sünnetçioğlu, esnaf ve sanatkârların problemlerine,

Sinop Milletvekili Yaşar Topçu, bazı gazetelerde ve bir televizyon kanalında yapılan iftira nitelikli, gerçekdışı yayınlara,

İlişkin gündemdışı birer konuşma yaptılar.

Afyon Milletvekili Müjdat Kayayerli ve 47 arkadaşının, Türkiye’nin Avrupa Birliğiyle ilişkilerinin incelenerek, AB üyesi ve aday ülkelerdeki Türklerin sosyal, ekonomik, kültürel ve eğitsel sorunlarının araştırılması ve çözüm yollarının belirlenmesi amacıyla Meclis araştırması açılmasına ilişkin önergesi (10/125) Genel Kurulun bilgisine sunuldu; önergenin gündemdeki yerini alacağı ve öngörüşmesinin, sırasında yapılacağı açıklandı.

Hatay Milletvekili Süleyman Turan Çirkin’in, Adalet Komisyonu üyeliğinden çekildiğine ilişkin önergesi Genel Kurulun bilgisine sunuldu.

Gündemin “Kanun Tasarı ve Teklifleriyle Komisyonlardan Gelen Diğer İşler” kısmının 16 ncı sırasında bulunan 50 sıra sayılı kanun tasarısının bu kısmın 5 inci sırasına, 51 inci sırasında bulunan 167 sıra sayılı kanun tasarısının 6 ncı sırasına, 87 nci sırasında bulunan 302 sayılı kanun tasarısının 7 nci sırasına, 5 inci sırasında bulunan 307 sıra sayılı kanun teklifinin 8 inci sırasına, 6 ncı sırasında bulunan 214 sıra sayılı kanun tasarısının 9 uncu sırasına, 138 inci sırasında bulunan 367 sıra sayılı kanun tasarısının 10 uncu sırasına ve 139 uncu sırasında bulunan 368 sıra sayılı kanun tasarısının 11 inci sırasına alınmasına; 7 Mart 2000 Salı günü sözlü sorular ile diğer denetim konuları ve 8 Mart 2000 Çarşamba günü sözlü soruların görüşülmemesine, 7 Mart 2000 Salı günü de (bugün) kanun tasarı ve tekliflerinin görüşülmesine, Genel Kurulun 8 Mart 2000 Çarşamba ve 9 Mart 2000 Perşembe günleri 13.00-20.00 saatleri arasında çalışmasına ilişkin DSP, MHP ve ANAP gruplarının müşterek önerisi;

Erzincan Milletvekili Tevhit Karakaya’nın, Yüksek Öğretim Kurumları Teşkilâtı Hakkında 41 sayılı Kanun Hükmünde Kararnamenin Değiştirilerek Kabulüne Dair 2809 sayılı Kanun ile 78 ve 190 Sayılı Kanun Hükmünde Kararnamelerde Değişiklik Yapılması Hakkında Kanun Teklifinin (2/107),

Erzincan Milletvekili Sebahattin Karakelle’nin, Yüksek Öğretim Kurumları Teşkilâtı Hakkında 41 Sayılı Kanun Hükmünde Kararnamenin Değiştirilerek Kabulüne Dair 2809 Sayılı Kanun ile 78 ve 190 Sayılı Kanun Hükmünde Kararnamelerde Değişiklik Yapılması Hakkındaki Erzincan Üniversitesiyle ilgili Kanun Teklifinin (2/297),

İçtüzüğün 37 nci maddesine göre doğrudan gündeme alınmasına ilişkin önergeleri,

Yapılan görüşmelerden sonra, kabul edildi.

(9/38) esas numaralı Meclis Soruşturması Komisyonunda açık bulunan ve DYP Grubuna düşen 1 üyeliğe, DYP Grubunca 3 kat olarak gösterilen adaylar arasından Çorum Milletvekili Bekir Aksoy seçildi.

Genel Kurulu ziyaret eden Ürdün Kralı Abdullah Bin Al Hüseyin’e Başkanlıkça “hoş geldiniz” denildi;

Ürdün Kralı Abdullah Bin Al Hüseyin, Genel Kurula hitaben bir konuşma yaptı.

Gündemin “Kanun Tasarı ve Teklifleriyle Komisyonlardan Gelen Diğer İşler” kısmının:

1 inci sırasında bulunan 318,

2 nci sırasında bulunan 89,

Sıra sayılı kanun tasarılarının görüşmeleri, komisyon yetkilileri Genel Kurulda hazır bulunmadıklarından, ertelendi;

3 üncü sırasında bulunan, Türkiye Cumhuriyeti ve Romanya Arasında Konsolosluk Anlaşmasının (1/518) (S. Sayısı : 178),

4 üncü sırasında bulunan, Türkiye Cumhuriyeti Hükümeti ile Romanya Arasında Sosyal Güvenlik Sözleşmesinin (1/531) (S.Sayısı: 201),

5 inci sırasında bulunan, Türkiye Cumhuriyeti ile Makedonya Cumhuriyeti Arasında Sosyal Güvenlik Sözleşmesinin (1/372) (S.Sayısı: 50),

6 ncı sırasında bulunan, Türkiye Cumhuriyeti ile Makedonya Cumhuriyeti Arasında Hukukî ve Cezaî Konularda Adlî Yardımlaşma Anlaşmasının (1/311) (S. Sayısı:167),

7 nci sırasında bulunan, Türkiye Cumhuriyeti ile Makedonya Cumhuriyeti Arasındaki Serbest Ticaret Anlaşmasının (1/574) (S.Sayısı: 302),

Onaylanmasının Uygun Bulunduğuna Dair Kanun Tasarılarının yapılan açık oylamalarından sonra kabul edildikleri ve kanunlaştıkları açıklandı;

8 inci sırasında bulunan, Aydın Milletvekili Bekir Ongun ve 4 Arkadaşının 2918 Sayılı Karayolları Trafik Kanununa 4262 Sayılı Kanunla Eklenen Geçici 1 inci Maddesinin Değiştirilmesine Dair Kanun Teklifi ile Trabzon Milletvekili Orhan Bıçakçıoğlu’nun Aynı Mahiyetteki Kanun Teklifi ve İçişleri Komisyonu Raporunun (2/375, 2/401) (S.Sayısı: 307) tümü üzerindeki görüşmeler tamamlandı; maddelerine geçilmesinin oylanması sırasında karar yetersayısının bulunmadığı anlaşıldığından;

Alınan karar gereğince, kanun tasarı ve tekliflerini sırasıyla görüşmek için, 8 Mart 2000 Çarşamba günü saat 13.00’te toplanmak üzere, birleşime 18.37’de son verildi.

Ali Ilıksoy

Başkanvekili

Şadan Şimşek Tevhit Karakaya

Edirne Erzincan

Kâtip Üye Kâtip Üye

No : 93

II. – GELEN KÂĞITLAR

8.3.2000 ÇARŞAMBA

Tasarı

1. – Dernekler Kanununda Değişiklik Yapılması Hakkında Kanun Tasarısı (1/643) (İçişleri Komisyonuna) (Başkanlığa geliş tarihi : 7.3.2000)

Teklifler

1. – Demokratik Sol Parti Genel Başkanı İstanbul Milletvekili Bülent Ecevit, Milliyetçi Hareket Partisi Genel Başkanı Osmaniye Milletvekili Devlet Bahçeli, Anavatan Partisi Genel Başkanı Rize Milletvekili Mesut Yılmaz ile 318 Milletvekilinin; Türkiye Cumhuriyeti Anayasasının 101 inci Maddesinde Değişiklik Yapılmasına İlişkin Kanun Teklifi (2/477) (Anayasa Komisyonuna) (Başkanlığa geliş tarihi : 8.3.2000)

2. – Demokratik Sol Parti Genel Başkanı İstanbul Milletvekili Bülent Ecevit, Milliyetçi Hareket Partisi Genel Başkanı Osmaniye Milletvekili Devlet Bahçeli, Anavatan Partisi Genel Başkanı Rize Milletvekili Mesut Yılmaz ile 241 Milletvekilinin; Türkiye Cumhuriyeti Anayasasının 86 ncı Maddesinde Değişiklik Yapılmasına İlişkin Kanun Teklifi (2/478) (Anayasa Komisyonuna) (Başkanlığa geliş tarihi : 8.3.2000)

3. – Demokratik Sol Parti Genel Başkanı İstanbul Milletvekili Bülent Ecevit, Milliyetçi Hareket Partisi Genel Başkanı Osmaniye Milletvekili Devlet Bahçeli, Anavatan Partisi Genel Başkanı Rize Milletvekili Mesut Yılmaz ile 249 Milletvekilinin; Türkiye Cumhuriyeti Anayasasının 69 uncu Maddesinde Değişiklik Yapılmasına İlişkin Kanun Teklifi (2/479) (Anayasa Komisyonuna) (Başkanlığa geliş tarihi : 8.3.2000)

4. – Ankara Milletvekili Cemil Çiçek ile İstanbul Milletvekili Ali Coşkun’un; Tarihi Türk Ocağı Binasının Kamu Yararına Çalışan Türk Ocakları Genel Merkezine Devrine Dair Kanun Teklifi (2/480) (Milli Eğitim, Kültür, Gençlik ve Spor ve Plan ve Bütçe Komisyonlarına) (Başkanlığa geliş tarihi : 3.3.2000)

5. – Aydın Milletvekili Cengiz Altınkaya’nın; 17 Ağustos Gününün Depremi Unutmayalım Günü Olarak Kabulü Hakkında Kanun Teklifi (2/481) (İçişleri Komisyonuna) (Başkanlığa geliş tarihi : 7.3.2000)

Raporlar

1. – Türkiye Cumhuriyeti ile Avusturya Cumhuriyeti Arasında Sosyal Güvenlik Hakkında Anlaşmanın Onaylanmasının Uygun Bulunduğuna Dair Kanun Tasarısı ve Sağlık, Aile, Çalışma ve Sosyal İşler ve Dışişleri Komisyonları Raporları (1/625) (S.Sayısı: 371) (Dağıtma Tarihi: 8.3.2000) (GÜNDEME)

2. – Türk Silahlı Kuvvetleri İç Hizmet Kanunu, Devlet Memurları Kanunu ve Türkiye Cumhuriyeti Emekli Sandığı Kanununda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanunda Değişiklik Yapılması Hakkında Kanun Tasarısı ve Sağlık, Aile, Çalışma ve Sosyal İşler ve Millî Savunma ve Plan ve Bütçe Komisyonları Raporları (1/615) (S.Sayısı: 374) (Dağıtma Tarihi: 8.3.2000) (GÜNDEME)

3. – Türkiye Cumhuriyeti Emekli Sandığı Kanununa Bir Ek Madde ile Bir Geçici Madde Eklenmesine İlişkin Kanun Tasarısı ve Millî Savunma ve Plan ve Bütçe Komisyonları Raporları (1/413) (S.Sayısı: 375) (Dağıtma Tarihi: 8.3.2000) (GÜNDEME)

4. – Bölge İdare Mahkemeleri, İdare Mahkemeleri ve Vergi Mahkemelerinin Kuruluşu ve Görevleri Hakkında Kanun ile İdarî Yargılama Usulü Kanununda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Tasarısı ve Adalet Komisyonu Raporu (1/536) (S.Sayısı: 376) (Dağıtma Tarihi: 8.3.2000) (GÜNDEME)

5. – Kadının Statüsü Genel Müdürlüğü Teşkilât ve Görevleri Hakkında Kanun Tasarısı ve Sağlık, Aile, Çalışma ve Sosyal İşler ve Plan ve Bütçe Komisyonları Raporları (1/477) (S.Sayısı: 377) (Dağıtma Tarihi: 8.3.2000) (GÜNDEME)

Sözlü Soru Önergeleri

1. – İstanbul Milletvekili Ayşe Nazlı Ilıcak’ın, Yargıtay üyeleri ile başsavcı hakkında tazminat davası açılıp açılamayacağına ilişkin Adalet Bakanından sözlü soru önergesi (6/558) (Başkanlığa geliş tarihi : 7.3.2000)

2. – İstanbul Milletvekili Ayşe Nazlı Ilıcak’ın, THY seferlerinde dağıtılan gazete ve dergilere ilişkin Ulaştırma Bakanından sözlü soru önergesi (6/559) (Başkanlığa geliş tarihi : 7.3.2000)

Yazılı Soru Önergeleri

1. – Muğla Milletvekili Fikret Uzunhasan’ın, Aydın-Çine Barajı gölet sahasında kalan tarihî İnce Kemer Köprüsüne ilişkin Kültür Bakanından yazılı soru önergesi (7/1581) (Başkanlığa geliş tarihi : 7.3.2000)

2. – Nevşehir Milletvekili Mehmet Elkatmış’ın, mısır üretimine ve ithalatına ilişkin Başbakandan yazılı soru önergesi (7/1582) (Başkanlığa geliş tarihi : 7.3.2000)

3. – Nevşehir Milletvekili Mehmet Elkatmış’ın, tohumluk ihracatına ve ithalatına ilişkin Başbakandan yazılı soru önergesi (7/1583) (Başkanlığa geliş tarihi : 7.3.2000)

4. – Nevşehir Milletvekili Mehmet Elkatmış’ın, patates üretimine ve ithalatına ilişkin Başbakandan yazılı soru önergesi (7/1584) (Başkanlığa geliş tarihi : 7.3.2000)

5. – Nevşehir Milletvekili Mehmet Elkatmış’ın, milletvekillerinin kamu kurum ve kuruluşlarından bilgi alamadıkları iddiasına ilişkin Başbakandan yazılı soru önergesi (7/1585) (Başkanlığa geliş tarihi : 7.3.2000)

6. – Nevşehir Milletvekili Mehmet Elkatmış’ın, petrol ürünleri fiyatlarına yapılan zamlara ilişkin Başbakandan yazılı soru önergesi (7/1586) (Başkanlığa geliş tarihi : 7.3.2000)

7. – Nevşehir Milletvekili Mehmet Elkatmış’ın, tarım ve hayvancılık kredilerinde uygulanan faiz oranlarına ilişkin Başbakandan yazılı soru önergesi (7/1587) (Başkanlığa geliş tarihi : 7.3.2000)

8. – Nevşehir Milletvekili Mehmet Elkatmış’ın, Bakanlık teşkilâtında çalışan personele ilişkin Tarım ve Köyişleri Bakanından yazılı soru önergesi (7/1588) (Başkanlığa geliş tarihi : 7.3.2000)

9. – Nevşehir Milletvekili Mehmet Elkatmış’ın, zirai mücadele politikalarına ve Nevşehir’deki süne ilaçlamasına ilişkin Tarım ve Köyişleri Bakanından yazılı soru önergesi (7/1589) (Başkanlığa geliş tarihi: 7.3.2000)

10. – Kütahya Milletvekili Ahmet Derin’in, Telekom’un özelleştirilmesine ilişkin Ulaştırma Bakanından yazılı soru önergesi (7/1590) (Başkanlığa geliş tarihi : 7.3.2000)

11. – Kütahya Milletvekili Ahmet Derin’in, POAŞ ihalesine ilişkin Başbakandan yazılı soru önergesi (7/1591) (Başkanlığa geliş tarihi : 7.3.2000)

12. – Hatay Milletvekili Metin Kalkan’ın, acil servislere ilişkin Sağlık Bakanından yazılı soru önergesi (7/1592) (Başkanlığa geliş tarihi : 7.3.2000)

BİRİNCİ OTURUM

Açılma Saati : 13.08

8 Mart 2000 Çarşamba

BAŞKAN : Başkanvekili Murat SÖKMENOĞLU

KÂTİP ÜYELER : Tevhit KARAKAYA (Erzincan), Şadan ŞİMŞEK (Edirne)

BAŞKAN – Türkiye Büyük Millet Meclisinin 67 nci Birleşimini açıyorum.

Toplantı yetersayısı vardır; görüşmelere başlıyoruz efendim.

Sayın milletvekilleri, gündeme geçmeden önce, Dünya Kadınlar Günü dolayısıyla, üç arkadaşıma söz vereceğim; esasında beş arkadaşım istedi -hem Milliyetçi Hareket Partisinden hem de Fazilet Partisinden- ama, imkânım sadece üç arkadaşımıza olduğu için, diğerlerinin ismini okuyacağım.

Tabiî, Dünya Kadınlar Gününün önemi çok. Esas itibariyle, bütün hayatımızda her gün kadınlar günü, onu da unutmamak gerekiyor.

OSMAN MÜDERRİSOĞLU (Antalya) – Erkekler bilmez onu...

BAŞKAN – Hayır... Kadınlar günü, her günümüz kadınlar günü...

İlk söz, İstanbul Milletvekili Sayın Nesrin Nas’a aittir.

Buyurun Sayın Nas. (Alkışlar)

III. – BAŞKANLIĞIN GENEL KURULA SUNUŞLARI

A) GÜNDEMDIŞI KONUŞMALAR

1. – İstanbul Milletvekili Nesrin Nas’ın, 8 Mart Dünya Kadınlar Günü münasebetiyle gündemdışı konuşması ve Devlet Bakanı Hasan Gemici’nin cevabı

NESRİN NAS (İstanbul) – Teşekkür ediyorum Sayın Başkan.

Sayın Başkan, Yüce Meclisin değerli üyeleri; 8 Mart Dünya Kadınlar Günü vesilesiyle gündemdışı söz almış bulunuyorum; bu vesileyle, Yüce Heyetinizi saygıyla selamlıyorum.

Değerli milletvekilleri, tek bir gün de olsa, kadın taleplerinin gündeme geldiği bugün, tüm kadınların Dünya Kadınlar Gününü kutlayarak, her yıl, sadece 8 Martla sınırlı tuttuğumuz bu gündem oluşturma çabasını tüm yıla yaymadığımız takdirde, kadın meselesinde dünya standartlarını yakalamamızın zor, hatta, imkânsız olduğunu belirterek sözlerime başlamak istiyor ve kadınların dünyadaki durumunu ortaya koyan birkaç rakam vermek istiyorum.

Bugün, dünyada, toplam işlerin üçte 2’sini kadınlar gerçekleştirirken, toplam gelirin sadece yüzde 10’unu kadınlar almakta. Dünyada okuryazar olmayanların yüzde 70’i kadın. Dünyada yoksulluk sınırının altında yaşayanların yüzde 65’i kadın, Türkiye ortalaması da, ne yazık ki, bu rakamlarla oldukça tutarlı. Hal böyle ve kadınların sorunları son derece ağır; ancak, en temel sorunlarımız, karar alma süreçlerinde yeterince temsil edilememek. Kadınların kamusal alana etkin bir biçimde ve nüfus oranlarını temsil edecek şekilde katılamadıkları toplumlarda insan haklarından da, gerçek demokrasiden de, anlamlı bir şekilde söz edemeyeceğimizi biliyoruz. Bu nedenle, kadınların yetersiz temsil edildikleri ya da temsil dışı kaldıkları karar verme süreçlerinin geçerliliğini sorgulamamız gerekiyor. Oysa, globalleşen, çeşitliliklere hoşgörüyle bakmaya başlayan bir dünyada, biz kadınlar, hâlâ en temel haklarımızın mücadelesini vermeye çalışıyoruz.

Ülkemizde kadınlar açısından büyük haksızlıkların yaşandığı, hemen hemen tüm toplumsal ilişkilerde cinsiyet ayırımının belirleyici olduğu bir gerçek. Kadın konusunun gündemdışı kalması bizi dünya standartlarının gerisinde bırakıyor. Doğruyu söylemek gerekirse, biz bu standartların neler olduğunun henüz farkında bile değiliz. Kadınlara vatandaşlık haklarını en erken veren ülkelerden biri olmakla övünüyoruz; evet, bu bir gerçek; ancak, seçme ve seçilme açısından eşitsizliğin kaldırılması, kadınlara oy verme dışında bir eşitlik getirmekten uzaktır. Bugün demokrasi, insan hakları ve sosyal eşitlik açısından siyasal yaşamda ve genel olarak karar verme süreçlerinde kadınların eşit olarak temsili, demokrasilerin olmazsa olmaz koşuludur. Bu nedenle, artık, bu söylemi geri plana itmekte fayda var; çünkü, gelişmiş dünya değerlendirmesini bu haklara en erken sahip olma kriteriyle değil, bugünün standartlarıyla yapıyor. Kadın hakları, artık, insan hakları meselesine dönüşmüştür. Bu nedenle, artık, kadın-erkek eşitliğini, hizmet temelinde değil, haklar temelinde ele almamız gerekiyor. Oysa, bizim için halen ilk yaklaşım geçerli. Biz, kadın meselesini, halen kadınların yaşam kalitesini artırmak, statüsünü yükseltmek temelinde ele alıyoruz.

Bugün, ülkemizde, toplumsal cinsiyete bakış açısı devlet politikalarına yerleşmiş değildir. Birçok ülkede, artık, yapılan her bütçe tahsisi dahi kadın- erkek eşitliği üzerindeki etkileriyle tartışılmaktadır. Bu, sadece, kadının en yüksek temsil oranına sahip olduğu İskandinav ülkelerine özgü bir nitelik de değildir üstelik, Afrika ülkelerinde de bu konuda önemli gelişmeler var. Söz gelimi, Güney Afrika, Anayasasına, kadın-erkek ayırımcılığını önlemeyi temel bir madde olarak koymuştur.

Bu açıdan bakıldığında, Türkiye olarak, biz bu gelişmelerin oldukça uzağındayız. Dolayısıyla, bu konuda evrenselliği yakalayabilmek için, öncelikle kadın sorununa insan hakları penceresinden bakmamız gerekiyor. Çünkü, bu, sadece kadın meselesi değil, aynı zamanda demokratikleşme meselesidir de. Avrupa Birliğine tam üyelik hedefini koyan, dünyanın lider konumunda, saygın ülkelerinden biri olma iddiasını taşıyan Türkiye, artık, kadın sorununa bu pencereden bakmak zorundadır. Ayrıca, tüm aşırılıkların ve radikal akımların kadınsız topluluklarda serpilip geliştiği de hep akıllarda tutulmalıdır.

Bu vesileyle, bana söz vermiş olduğunuz için teşekkür ediyor, beni dinlediğiniz için Yüce Meclisimize saygılarımı sunuyor, Medeni Kanunun da en kısa zamanda çıkması temennilerimle huzurlarınızdan ayrılıyorum.

Teşekkür ederim. (Alkışlar)

BAŞKAN – Teşekkür ederim Sayın Nas.

İkinci söz, İstanbul Milletvekili Perihan Yılmaz’a aittir; buyurun Sayın Yılmaz.

2. – İstanbul Milletvekili Perihan Yılmaz’ın, 8 Mart Dünya Kadınlar Günü münasebetiyle gündemdışı konuşması ve Devlet Bakanı Hasan Gemici’nin cevabı

PERİHAN YILMAZ (İstanbul) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; 8 Mart Dünya Kadınlar Günü nedeniyle, şahsım adına konuşmak üzere söz almış bulunuyorum ve tüm kadınlar adına Yüce Heyetinizi saygıyla selamlıyorum.

8 Mart, insanlığın yarısı olan dünya kadınlarının ortak mücadele ve birlik günüdür. Bu ne bir bayram ne de kendilerine başkalarının bahşettiği herhangi bir gündür. 8 Mart, dünya kadınlarının binlerce yıllık esaret, baskı ve kendilerine biçilen toplumsal statüye, çektikleri acıya, horlanmışlıklara karşı oluşturdukları ortak birlik ve mücadele kararlılıklarını tarihe geçirdikleri gündür.

Sizlere, öncelikle, ilkçağ kadınının mücadelesinden bir iki örnek sunarak, bugünümüze ulaşmaya çalışacağım. Antik çağda 120 kadın filozof, kimi hetare (fahişe) olarak, kimi düğün törenini erteleyerek sayısız örnek vermişlerdir. İlk kadın filozof Krotonlu Theano, ardında 40 yazı bırakan Arete, ilk kadın hakları savunucusu Sokrat’ın öğrencisi Leontion, 12 nci Yüzyıl doğa bilimcisi Hildegart. Hildegart’ın hastalıkların nedenleri ve tedavisi hakkında yazdığı kitap, o zaman, hekimlerin eğitiminde kullanılmıştır. Büyük Gertrud, Cristine de Pızan, konuşmama sığdıramadığım pek çokları ve bilmediklerimiz. Maria Catharina Bassi, şair, filozof ve fizikçi ve pek çok ilmi görüyor, 1732’de, felsefe ve tıp doktorası yapıyor. 21 yaşında Bolonya Üniversitesinde felsefe dersleri vermek üzere çağrı aldığında evlenmek üzeredir. Evlilik, hâlâ, bilimsel çalışmanın önünde engeldir. Düğününü bu yüzden 6 yıl erteler.

Sokrat’ın hocası da bir kadındır; filozof Aspasia; onun evi, Atina’nın en iyi eğitim görmüş kadınlarının sığınağı olur. Atina’da ilk kez bir kadın, hem de yabancı bir kadın, düşünce yaşamında büyük bir atılım gerçekleştirir. Sokrat’ın hocası olan Aspasia, Atina demokrasisi üzerinde büyük etkisi olan devlet adamı Perikles’in ikinci eşidir. Perikles, kendi koyduğu ve titizlikle uygulanmasını istediği yabancılarla evlenme yasağını, yine, kendisi bozar. Bizim topraklarımızdan giden bir yabancı kadın olan Aspasia’yla evlenir -Milet’ten gitmiştir- ve ölene dek onunla kalır. Bizler ise, kadına, türban giydirerek, insanlığa büyük hizmetler verebilecek akıllı kadınlarımızı eve kapatıyor ve bu hizmetlerden dünyamızı mahrum ediyoruz.

Türkiye’de de, 8 Mart, ilkönce 1921’de Cemile, Rahime ve Naciye Hanımların önderliğinde Ankara’da kutlanır. Birleşmiş Milletlerin, 8 Martı, Dünya Kadınlar Günü olarak kutlaması 1975’te gerçekleşir.

Sayın milletvekilleri, biz Türk kadınları olarak, geçmişten geleceğe doğru baktığımızda ve bir kıyaslama yaptığımızda, dünya kadınlarının birçoğundan daha şanslı bir konumda olduğumuzu yadsımıyoruz. Bunu da, halkımızın binlerce yıllık kültürel tarih ve mirasının izlerinde görmekte, en büyük minnet borcumuzu ise, kadınlarımızı kafes arkasından, peçeden, çarşaftan kurtaran Yüce Atatürk ve onun cumhuriyet devrimlerine duymaktayız.

Bu noktada, tarihimizde kısa bir gezinti yaparsak, Selçukluların Anadolu’ya geldikleri 10 uncu Yüzyıla kadar Türk kadınının aktif konumda varlığını sürdürdüğü bir gerçektir, günlük yaşamda yine erkekle beraberdir, eve kapatılmamıştır, harem, cariyelik henüz yoktur. Selçukluların 300 yıllık egemenliği boyunca, kadının statüsü epeyce erozyona uğrar; ama, bununla beraber, toplumsal yaşamda yine de erkekten kopmaz ve yerini kısmen de olsa korur.

Osmanlının kuruluşunda da hemen hemen benzer bir durum söz konusudur. Burada harem yoktur, hatta, Fatih dönemine kadar örtünme yoktur. Kadının aile ve toplumsal yaşamdaki konumu önemini korumaya devam eder. Harem, örtünme ve çok evlilik, Bizans’la temastan sonra saray kültürüne yerleşir. Bu tür âdet ve gelenekler, bize İran ve Bizans saraylarından aktarılmış ve saraya giren yabancı unsurlar, geleneklerimizi bozmaya başlamışlardır.

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

PERİHAN YILMAZ (Devamla) – Sayın Başkan, bugün Dünya Kadınlar Günü, toleransınızı rica ediyorum.

BAŞKAN – Buyurun.

PERİHAN YILMAZ (Devamla) – Bu dönemden sonra, özellikle büyük kentlerde kadının olumsuz gelişmelere maruz kalma süreci başlar. Buna rağmen, Anadolu’da, daha uzunca bir süre, kadın-erkek ilişkilerinde eşitlik ve tek evlilik durumu sürer.

Tanzimat Fermanıyla başlayan aydınlanma sürecinde, durum, göreceli de olsa kadınlar lehine değişmeye başlar. Her ne kadar Tanzimat Fermanında kadına dair bir ibare yoksa da, bu fermanın yarattığı göreceli toplumsal ilerlemeden kadınlar da paylarını alırlar. Örneğin, bu dönemde, Gelinlik Vergisi kaldırılır; köleliğin kalkmasıyla cariyelik sistemi giderek kaybolur; kızlar için okulların açılması hareketi başlar; sokağa çıkma yasağı yavaş yavaş kalkar; kadınların da diledikleri yerlere gitme izni çıkar.

Sayın milletvekilleri, zamanımın darlığı nedeniyle, Türk kadınının cumhuriyet dönemine kadar olan serüvenini burada bırakıp, cumhuriyet dönemine geçiyorum.

Kadınlarımız, İsmet İnönü’nün “Sakarya Savaşının kazanılmasını sağlayan kadınlardır” sözleriyle teslim ettiği gibi, Kurtuluş Savaşımızın her cephesinde, kimi zaman en ön safta çarpışarak kimi zaman mitingler düzenleyerek kimi zaman halkı örgütleyerek kimi zaman mermi taşıyarak, askere çorap-kazak örerek, üstün kahramanlık ve fedakârlık abideleri yaratmışlardır. Bu, cumhuriyetin kuruluş ve kurumlaşması sürecinde de aynı inanç ve azimle süregelmiştir; çünkü, kadınlar, o gün varlıklarının ulusal bağımsızlıkta ve çağdaş bir cumhuriyet rejiminde olduğunu, geçmişte yaşadıklarının kendilerine kazandırdığı deneyimlerle, daha çabuk ve daha kolay algılamışlardır.

Cumhuriyet ve onun önderi Atatürk de kadınların bu beklentilerini boşa çıkarmamış, onları kafes arkasından çıkarıp toplumun özgür ve onurlu bir bireyi yapmak için gerekli devrimleri yaşama geçirmeye çalışmıştır. Bunların en önemlileri, 1924’te Eğitimin Birliği Yasasının, 1925’te Kıyafet Yasasının, 1926’da Medenî Yasanın kabulüdür. 1930’da belediye ve 1934’te milletvekili seçimlerinde seçme ve seçilme hakkının, birçok Avrupa ülkesinden önce tanınmış olması ve bu seçim hakkıyla birlikte, 1935 yılında Türkiye Büyük Millet Meclisine 18 kadın milletvekilinin girmesinin sağlanması; ki, bu rakama daha sonraki yıllarda ulaşılamamış olması, kadına o dönemin verdiği önemin bir göstergesidir.

Bu anlamda, iyi bir örneği, üyesi olmakla övündüğüm ve cumhuriyetin kuruluş denkleminin korunmasına olan duyarlılığın teminatı DSP’nin, bu dönemde Türkiye Büyük Millet Meclisine soktuğu kadın üye sayısında görmekteyiz.

Sayın milletvekilleri, kadınlarımız, tüm kazanımlarına rağmen, toplumsal yaşamımızın birçok alanında, coğrafî bölgeler düzleminde, sosyal kesimler düzleminde, hâlâ birçok olumsuzluğa maruz kalmaktadır. Aile içi şiddet hâlâ gündemde; kadının ikinci sınıf olma konumu, hâlâ büyük bir kitlemiz için gündemde; iş koşulları ve çalışma olanakları açısından eşitsizlikler hâlâ gündemde. Bütün bunların yasalarla düzenlenmiş olması ise, sorunları çözmeye yetmiyor. Bu yasal düzenlemelerle birlikte, çözüm, esas olarak, bu yasaların filizleneceği, toplumsal, kültürel, ekonomik, sosyal ve siyasal ortamı, iklimi yaratmaktan geçer.

Medyada, kadının reyting aracı görülmesinden ve horlanmasından tutun da, işyerlerinde cinsel tacize “kadının karnından çocuğu, sırtından köteği eksik etmeyin” benzeri, binlerce çağdışı kültürel argümanı içerisinde barındıran ve kadına, üretim ilişkileri içerisinde biçilen rol ve eğitimsizlikten kaynaklanan cehaletin yok edilmesi, öncelikli görevimiz olmalıdır.

Tam da bu noktada, kadınların günümüzdeki temel görevleri ve amaçlarının ne olması gerektiği açık bir şekilde ortaya çıkmaktadır.

Bu da, kadını, yaşadığımız olumsuzluklar veya yaşanabilecek olumsuzluklara; yani, ikinci sınıf insan olmaya, kafes arkasına kapatılmaya, çok karılılığa razı olmaya, köleliğe, üretimden ve toplumsal yaşamdan kopmaya, cumhuriyet öncesinde ülkemizde ve şimdi, birçok ülkede neden olan ve olabilecek olan irticaya, şeriat hukukuna karşı mücadelemizi pekiştirmektir.

BAŞKAN – Sayın Yılmaz, ikinci 5 dakikanız bitmek üzere; toparlarsanız minnettar kalırım.

Bugün, Dünya Kadınlar Günü olduğu için, sözünüzü kesemem.

PERİHAN YILMAZ (Devamla) – Söz verdiğiniz için çok teşekkür ediyorum.

Mademki kadınlarla erkekler dünyaya eşit gelmişler; yani, insanlığın yüzde 50’si kadın, yüzde 50’si de erkek olarak yaratılmış; kadınlar da Parlamentoda eşit pay almalıdır diyerek saygılar sunuyor; teşekkür ediyorum. (Alkışlar)

MEHMET ALİ ŞAHİN (İstanbul) – Hükümette de eşit yer almalı.

SAFFET ARIKAN BEDÜK (Ankara) – Hükümette de öyle olmalı, hükümette de.

BAŞKAN – Teşekkür ediyorum efendim.

Üçüncü söz, İçel Milletvekilimiz Ayfer Yılmaz’a aittir; buyurun. (DYP sıralarından alkışlar)

3. – İçel Milletvekili Ayfer Yılmaz’ın, 8 Mart Dünya Kadınlar Günü münasebetiyle gündemdışı konuşması ve Devlet Bakanı Hasan Gemici’nin cevabı

AYFER YILMAZ (İçel) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; 8 Mart Dünya Kadınlar Günü nedeniyle gündemdışı söz almış bulunuyorum; hepinizi saygıyla selamlıyorum.

Değerli milletvekilleri, 18 inci Yüzyıldan itibaren, dünyada kadınlar, iyi eğitim, daha iyi çalışma koşulları ve demokratik hakları için mücadeleye başladılar. Tanzimattan itibaren de, Türk toplumunda, Anadolu’da, kadının tek eşlilik ve daha iyi eğitim için, eğitim koşulları için mücadelelerinin başladığını biliyoruz.

Geride bıraktığımız 20 nci Yüzyıl ise, kadınların sağlık, kültür, sosyal ve siyasal sorunlarının ortaya konulduğu, çözüm yollarının arandığı bir dönem olmuştur. Çeşitli uluslararası forumlarda, kamu ve özel yaşamlarında kadınların önlerindeki engellerin kaldırılması, ekonomik yapı ve politikaların belirlenmesi, karar alma mekanizmalarına eşit katılım ve her şeyden önemlisi, kadına yönelik şiddet hareketlerinin önlenmesine ilişkin bir dizi tedbirlerin ortaya konulduğu bir dönemi yaşadık. Ortaya konulan programlarda öngörülen tedbirlerin uygulanabilirliği açısından, bu ortamı yaratacak yasaların, özellikle ülkemizde neden gündeme getirilmediğiyse, bugün sorgulanması gereken bir konudur.

Dünya nüfusunun yüzde 50’sini oluşturan kadınlar, sayısal eşitliklerine rağmen, toplumsal, ekonomik ve siyasal alana geçildiğinde, dengenin hemen erkeklerden yana bozulduğunu görmektedir. Sosyal ve ekonomik gelişmede ve gelişmenin izlenmesinde hayatî bir güç olmasına rağmen kadın, hâlâ eşit haklara sahip olmaktan uzaktır. Hangi ırk, renk, dil, kültürden olursa olsun, bu gerçek ortadadır.

Değerli milletvekilleri, cumhuriyetimizin kurucusu Mustafa Kemal Atatürk “kadınlarımız, erkeklerimizden çok daha verimli, çok daha bilgili olmak zorundadır” derken, kadının toplum içindeki önemini ortaya koyuyordu ve toplumdaki başarısızlıkların asıl sebebinin, kadınlara karşı olan bilgisizlikten kaynaklandığını ileri sürüyordu ve diyordu ki: “Bir toplumun bir organı faaliyetteyken diğer organı işlemezse, o toplum felç olur.”

Bugün, Türk kadını olarak karşı karşıya bulunduğumuz eşitsizliğin kaynağına baktığımızda, yerleşik değer yargıları ve geleneklerden olduğu kadar, uygulanmakta olan çeşitli politikaların, ekonomik ve sosyal gelişmelerin de önümüzde bir engel olarak ortaya çıktığını görüyoruz. Bugün, demokratikleşme sürecinin kadınsız olamayacağı gerçeği, ülkemiz ve dünya kamuoyunun gündemindedir. Kadının ilerlemesini engelleyici tüm kurumsal yapıların sorgulandığı bir süreçteyiz ve biz kadınlar, kendi kaderini tayin edici, katılımcı bir yurttaş olmak arzusundayız. Daha iyi bir eğitim, daha güvenli çalışma koşulları, daha eşit bir işbölümü ve yasalar önündeki eşitlik, talep ettiğimiz haklardır. Erkeklerle birlikte sosyal kalkınmayı, ekonomik ve kültürel gelişmeyi sağlamış, uygarlığı birlikte yaratan ve nüfusun yüzde 50’sini oluşturan kadının, kendi ve yetiştirdiği nesillere ilişkin alınacak kararlarda katılım sağlayamamaları, ancak yarım demokrasiyle izah edilebilir. Bugün, sadece bu yarım demokrasiyi değil, eşit imkânlar sağlanmamış, eğitimsiz kadınların yetiştireceği yeni nesillerle küreselleşen dünyada rekabeti nasıl sağlayacağımızı da tartışmalıyız.

Değerli milletvekilleri, ben, henüz, cinsler arası eşitliğin demokratik anlayışımıza olacak katkısını toplum olarak kavrayabildiğimizi sanmıyorum. Aslında, kadının konumu, toplumdaki uygarlık göstergesidir. Ülkemizi daha ileriye götürmeye çalışan cumhuriyet kadınının özverili çalışmalarıyla ortaya konan gelişmeler ortadadır. Kadınlarımız, giderek her alanda söz sahibi olmaya başlamışlardır; üniversitelerden kamu ve özel sektörde aldıkları yerlere, hatta Başbakanlığa... Ancak, bugün, bunları, birer örnek olay olma durumundan çıkarıp, toplumun geneline yaymak için gerekli tedbirleri alma zamanı gelmiştir; çünkü, her şeyden ötesi, burada yapılacak olan, bu uygulamaları Anayasaya yazmak kadar zihinlere kazımak, bir zihniyet değişimine uğratmaktır toplumu; çünkü, kadının yaptığı mücadele, yoksulluğa, şiddete ve baskıya karşıdır. Bugün eğer konuşuyorsak demokrasinin standartlarının yükseltilmesini, insan haklarını, daha adil bir gelir dağılımını, işte kadına yapacağınız her yatırım, toplumu bu ilkelere götürecek olanlardır. Doğanın verdiği ve kişinin kendinden hiçbir şey katmadığı fiziksel özellikler dışında, kadın ve erkek arasında bir farkın bulunmadığı, bugün, kabul edilmesi gereken bir olgudur.

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

AYFER YILMAZ (Devamla) – 1 dakika...

BAŞKAN – Tabiî, efendim... Nasıl keserim; bugün, Dünya Kadınlar Günü; üstelik, diğer Sayın Yılmaz’a tolerans tanıdık, bu Yılmaz’a da tanıyacağız.

Buyurun efendim.

AYFER YILMAZ (Devamla) – Çok teşekkürler...

Değerli milletvekilleri, cumhuriyetin ilanını takip eden yıllarda, kadının toplumsal konumu ve hakları tartışılmaya başlandı. Yeni ve bağımsız bir ulusun ilk hukukî düzenlemeleri, Türk kadınının hakları da göz önüne alınarak yapılıyordu. Böylece, cumhuriyetin kuruluşuyla birlikte, cinsler arası eşitliğe ulaşma yolunda büyük bir atılım yapılmıştı. Bugün, Türk kadını olarak, Büyük Önder Atatürk’e bir kez daha şükranlarımı ifade ediyorum.

Ancak, ne olmuştur ki, bu dönemden sonra, hangi ekonomik kriterler, hangi siyaset muamması ortaya konmuştur ki, biz, daha başlangıçta almış olduğumuz, seçme ve seçilme hakkı dahil olmak üzere, bazı haklarımızı, bugün, artık sorgular ve kullanamaz hale gelmişiz?

Bugün, aslında, Parlamentomuzdaki temsille övünüyoruz; ancak, bugünkü ortalamayla, parlamenter demokrasiye geçmiş ülkeler arasında, kadın temsili açısından, sondan dördüncü olduğumuzu da ortaya koymamız lazım. Daha çalışmamız, çok mesafe katetmemiz gereken işlerimiz var.

Bu sorunlarımızı ve nasıl ulaşabilirizi, biz, 1950’lerden beri tartışıyoruz. Meclisimiz dahil olmak üzere, birçok komisyonlar kurduk, birçok sivil toplum kuruluşunu örgütledik; ama, sonuçta, sorunları ortaya koyduk, çözüm yollarını belirttik; fakat, çözümler için, bu Meclisten gerekli yasaları geçiremedik. Batılı demokrasilerin bizden çok sonra seçme, seçilme hakkını alan kadınları, bugün, bizden çok daha ileri mesafelere gelmiş durumdadır. Bizim, eğitim için verdiğimiz önem kâğıtlarda kaldı. Kadının eğitimi için gerekli çalışmaları, bu zihniyet değişikliğini de gerçekleştiremedik.

Değerli milletvekilleri, bugün, görev bizdedir. Bir cumhuriyet kadını olarak, 21 inci Yüzyıl bilgi toplumunda, gerçek kaynağın iyi eğitilmiş insan olduğunu bir kez daha ifade ederek, Parlamentomuzu, bir an önce, Medenî Kanun başta olmak üzere, bütün yasalarımızdaki değişiklikleri yaparak, ülkemizin büyükler arasındaki yerini, kadınıyla erkeğiyle birlikte almasını sağlamak için göreve davet ediyorum.

Hepinize saygılar sunarım. (Alkışlar)

BAŞKAN – Teşekkür ederim Sayın Yılmaz.

Sayın milletvekilleri -demin de ifade ettim- diğer gruptaki hanım milletvekilleri de söz istemişlerdi; bunlardan biri, Milliyetçi Hareket Partisi Antalya Milletvekili Sayın Nesrin Ünal, diğeri de, Fazilet Partisi Ankara Milletvekili Sayın Oya Akgönenç idi.

Sayın Bakanımız, 59/b’ye göre söz isteyeceklerdi, gruplara bu imkânı tanıyacaktı -çok nazik bir bakanımızdır- ama, Sayın Cumhurbaşkanının, o saatte, biz toplandığımızda, bir merasimi vardı; orada bulundukları için, bu imkânı tanıyamadık.

Ezcümle, Sayın Nesrin Ünal’a da, yerinden olmak üzere, söz veriyorum.

Buyurun efendim. (MHP sıralarından alkışlar)

NESRİN ÜNAL (Antalya) – Sayın Başkanım, bir hanım olarak, size teşekkür ederek sözlerime başlıyorum ve bugün için hazırladığım konuşmanın bir kısmını sunmak istiyorum.

Kadınlarımız, bir taraftan, sosyal yapının eşit birer parçası olarak bir birey; diğer taraftan, siyasî sistemin eşit siyasî ve hukukî haklarına sahip mensup olarak birer yurttaştır. Aynı zamanda, kadın, aile kurumunun ayrılmaz bir parçasıdır. Kadın-erkek ayırımcılığı, sosyal bölücülük olarak tanımlanmaktadır. Birey, aile, toplum üçgeninde ahenkli ve adil bir denge oluşmasını isteriz. Toplumda sosyal düzen, cinslerin eşitliği ve dayanışması ilkesine göre yeniden yapılanmalıdır; çünkü, kadınıyla, erkeğiyle her insan, Yüce Yaradan’ın ayırım yapılmaz birer emanetidir.

Biz Milliyetçi Hareket Partisi mensupları olarak şöyle bir değerlendirme yapıyoruz: Türk örfü, hukuku gibi hukuk sistemlerinin, İslamiyet gibi büyük bir dinin devrim niteliğindeki bütün çabalarına rağmen, hukukta, siyasette, ekonomide, sosyal hayatta kadınlara yapılan haksız uygulamalar, çağdaş Türk toplumunun utancı olmaktadır. Bizler, kadınlarımızın siyasî ortamda daha çok sayıda temsil edilmesini istiyoruz. Kadının yaradılışından, annelikten kaynaklanan sevgi, şefkat ve zarafeti, siyasete zenginlik getirecektir.

Biz, örf ve geleneklerimizde, kadına, tahtının yanında yer gösteren bir milletin ve “cennet, anaların ayakları altındadır” diye buyuran yüce bir inancın temsilcileri olarak, Türk kadınının, bundan sonra da, erkeklerle birlikte millet hayatımızın ve geleceğimizin şekillenişinin mimarları olmasını savunuyoruz. Ulu bir medeniyetin, büyük bir devlet tecrübesine sahip bir milletin, inançlı gönüllerin birleşmesinden doğan bir büyük çınarın, Türkiye’nin kadınlarıyız. Dünya insanına hayat veren emsalsiz güzel geleneklere sahibiz. Böylesine güzel bir tarih ve beşerî birikim, Türkiye’nin en büyük şansıdır. Geçmiş kadar güçlü bir geleceğe hep birlikte kadın erkek gideceğiz ve Türk kadını, erkeğiyle birlikte Türkiye’yi, 21 inci Yüzyılda lider konumuna taşıyacak ve 21 inci Yüzyıl Türk asrı olacaktır.

Teşekkür ediyorum. (Alkışlar)

BAŞKAN – Ben teşekkür ederim efendim.

Hem günün mana ve ehemmiyetini ifade etmek için hem de 4 sayın milletvekiline cevap vermek için, Devlet Bakanımız Sayın Hasan Gemici; buyurun efendim. (DSP, MHP ve ANAP sıralarından alkışlar)

4. – Devlet Bakanı Hasan Gemici’nin; İstanbul Milletvekili Nesrin Nas, İstanbul Milletvekili Perihan Yılmaz ve İçel Milletvekili Ayfer Yılmaz’ın, 8 Mart Dünya Kadınlar Günü münasebetiyle gündemdışı konuşmalarına cevabı

DEVLET BAKANI HASAN GEMİCİ (Zonguldak) – Sayın Başkan, sayın milletvekilleri; 8 Mart Dünya Kadınlar Günü dolayısıyla, Türkiye Büyük Millet Meclisinde kadın milletvekillerimizin gündemdışı yaptıkları konuşmaya cevap vermek üzere huzurunuzdayım; hepinize saygılar sunuyorum.

Sayın Başkan, sayın milletvekilleri; konuşmama, dünya kadınlarının eşit haklar, eşit olanaklar mücadelelerinin yükseldiği 8 Mart Dünya Kadınlar gününü kutlayarak başlamak istiyorum.

8 Mart Dünya Kadınlar Günü dolayısıyla yeniden gündemimize gelen, gündemimizi işgal eden, kadınlarımızın dile getirdikleri sorunlara bakacak olursak, ülkemizdeki ve dünyadaki kadınlar, yasalar önünde eşitlik istiyorlar, eşit haklar, eşit olanaklar istiyorlar, eğitim olanaklarından eşit fırsatlarla yararlanmak istiyorlar, çocuklarıyla birlikte nitelikli sağlık hizmeti istiyorlar, ekonomik özgürlüklerini kazanmak, kendi ayakları üzerinde durmak istiyorlar, toplumsal yaşamda, cinsiyete dayalı ayırımcılığa son verilsin istiyorlar, siyasal yaşama katılmak ve karar mekanizmalarında söz sahibi olmak istiyorlar; özetle, insanca yaşamak ve yaşamın tüm nimetlerinden yararlanmak istiyorlar. Böyle baktığımızda, kadın sorunları olarak ortaya konulan bütün sorunların, kadın-erkek elbirliğiyle çözülmesi gereken toplumsal sorunlar olduğunu görmekteyiz.

Sayın Başkan, sayın milletvekilleri; kadın-erkek eşitliğinin sağlanması ve kadın haklarının geliştirilmesi için en temel araç, yasal statünün tamamlanmasıdır. Bu anlamda, 1926 yılında yasalaşan, cumhuriyet devrimlerinin simgesi Türk Medenî Kanununun, aradan geçen süre içerisinde gelişen ekonomik ve sosyal değişikliklere göre yeniden yapılmış düzenlemesi, halen, Türkiye Büyük Millet Meclisinin gündemindedir.

Yeni şekliyle Türk Medenî Kanunu, kadın-erkek eşitliği açısından ve kadın hakları açısından çok ileri düzenlemeler getirmektedir, kadın emeğine saygı temeline oturmaktadır ve mevcut yasalarımızdaki cinsiyete dayalı ayırımcılığı içeren maddeler tamamen ayıklanmış, bu anlamda yeniden düzenlenmiştir.

Yeni Medenî Kanun düzenlemesinde, kişi hukuku, aile hukuku ve miras hukukunda çok önemli değişiklikler yapılmıştır. Mevcut Medenî Kanuna göre, ailenin reisi kocayken, erkekken, yeni düzenlemede, evlilik birliğini, kadın, erkek, eşlerin birlikte temsil edeceği hükme bağlanmıştır. Aynı şekilde, miras hukukunda da, şu anda paylaşmalı mal ayrılığı olan yasal rejim, edinilmiş mallara katılım rejimi olarak yeniden düzenlenmiştir. Bu, gerçekten çok önemlidir; zira, bu yüzden, Türkiye’deki, ülkemizdeki kadınlar, son derece mağdur durumdadır; evlendikten sonra eşiyle birlikte mutlu bir aile yuvası kuran, bu arada çeşitli mallara sahip olan, yaşam standardına kavuşan kadın, boşanması ya da eşinin kendisinden ayrılması sonucunda, bir anda ortada kalabilmektedir ve bu yüzden, ülkemizde, çok sayıda mağdur kadın ve çocuk vardır. Bu, son derece çağdaş ve insan haklarına uygun bir düzenlemedir. İnanıyorum ki, gerek kişi hukukuyla ilgili gerek aile hukukuyla, miras hukukuyla ilgili çağdaş düzenlemeler getiren medenî yasa, 2000 yılı içerisinde Türkiye Büyük Millet Meclisi Genel Kurulunda kabul edilir ve Türk insanına, Türk kadınına hediye edilir.

Geçtiğimiz ay içerisinde, Türkiye’de, kadın haklarıyla ilgili, kadının ekonomik ve sosyal yaşamdaki konumunun yükseltilmesiyle ilgili çalışmalar yapmak, bu anlamda kamuda ve toplumda yapılan çalışmaları koordine etmek ve ulusal politikalar oluşturmakla görevli Kadının Statüsü ve Sorunları Genel Müdürlüğünün teşkilat yasasıyla ilgili tasarı Plan ve Bütçe Komisyonumuzda kabul edilerek Genel Kurula sevk edilmiştir. 1990 yılında kurulan Kadının Statüsü ve Sorunları Genel Müdürlüğü, kuruluşundaki yetki yasası 1994 yılında iptal edildiği için, altı yıldır hukukî boşluk içerisinde çalışmaktadır ve bu durum, bu kurumun çalışmalarını son derece olumsuz bir şekilde etkilemektedir. Bu yasanın da yakın bir zamanda Türkiye Büyük Millet Meclisinde kabul edilerek yasalaşmasını, Türkiye’de, kadın haklarıyla ilgili, kadınlarla ilgili çalışmalar yapacak bu kurumun önünün açılması açısından son derece önemli bulmaktayım.

Ayrıca, yine, geçtiğimiz hafta, Türkiye Büyük Millet Meclisi Anayasa Komisyonunda çok önemli bir gelişme oldu. Türkiye Büyük Millet Meclisinde kadın-erkek eşitliği izleme komisyonu adıyla bir komisyon kurulması teklifimiz Anayasa Komisyonunda da görüşülerek, Türkiye Büyük Millet Meclisinde Kadın-Erkek Eşitliği İzleme Kurulu adıyla, Yüce Meclisimizdeki bütün siyasî partilerimizin eşit sayıda milletvekiliyle katılacağı ve Türkiye Büyük Millet Meclisinde yasaların kadın-erkek eşitliği bakış açısıyla değerlendirileceği, bu anlamda, komisyonlara ve Genel Kurula önerilerde, tavsiyelerde bulunulacağı ve bunun yanında, kadınlarla ilgili de çeşitli bilimsel çalışmaların yapılacağı, yönlendirileceği bu kurulun da Türkiye Büyük Millet Meclisinde İçtüzük değişikliğinde kabul edilerek çalışmaya başlaması, yine, ülkemizde kadın haklarıyla ilgili yapılan çalışmaların kurumsallaşması açısından son derece önemli bir aşama olacaktır.

Sayın Başkan, sayın milletvekilleri; tabiî, hepimiz biliyoruz ki, hakların yasalarda yazılı olması yetmiyor, bu hakların yaşama, eğer konumuz kadın haklarıysa, kadınların yaşamına ne kadar yansıdığı önemli. Bilindiği gibi, 1926 yılında Türk Medenî Kanunu yasalaştığı zaman, Türkiye, kadın hakları açısından, kadın-erkek eşitliği açısından ve insan hakları açısından dünyanın en ileri ülkeleri arasına girmişti. Yine, 1934 yılında kadınlarımız seçme ve seçilme haklarını kazandıkları zaman, bugün, dünyanın, pek çok gelişmiş ülkesindeki kadınlar seçme seçilme hakkından mahrumdular; ancak, bunlar ne derece yaşama yansımıştır, benden önce konuşan milletvekili arkadaşlarımız bu konuda çok önemli değerlendirmeler yaptılar. Tabiî ki, bu hakların kullanılmasında en temel araç eğitimdir. Zira, hem o hakların bilinmesi hem de o hakların kullanılması için insanın eğitimli olması gerekiyor. Ülkemizdeki kadınların eğitim durumlarına baktığımızda; bugün, öğretmenlerimizin yüzde 50’sinin kadın olmasıyla, üniversite öğretim üyelerimizin yüzde 35’inin kadın olmasıyla, yüksek yargı organlarında, kamu yönetiminde, özel sektörde çok başarılı kadınlar olmasıyla tabiî ki övünüyoruz; ama, ülkemizde, bugün, kadınların dörtte 1’inin okuma yazma dahi bilmemesi, gerçekten, bizim çok yakın bir zamanda, çok kısa sürede üzerine gitmemiz ve çözmemiz gereken önemli bir toplumsal sorunumuzdur. Bu anlamda, 1997 yılında yasalaşan ve uygulamaya konulan sekiz yıllık eğitimin, daha şimdiden, özellikle kız çocuklarımızın okullaşması açısından çok önemli katkıları olduğunu biliyoruz.

Yine, ülkemizde sağlık hizmetlerine baktığımız zaman, hâlâ, doğuma bağlı kadın ve bebek ölümlerinin çok yüksek olduğunu biliyoruz.

Yine, istahdam alanına, çalışma alanına baktığımız zaman, kadınlarımızın işgücüne katılımının ancak yüzde 29 seviyesinde olduğunu biliyoruz.

Siyasete katılımlarının son derece yetersiz olduğunu biliyoruz; bugün, gerek yerel yönetimlerde gerek Parlamentoda kadınlarımızın temsili oldukça düşüktür ve siyasal karar mekanizmalarında bulunamayan kadınların, kendi haklarıyla ilgili, kendi gelecekleriyle ilgili konularda karar sahibi olamayan kadınların haklarını geliştirmesi, bu anlamda çok da mümkün olamamaktadır.

Değerli milletvekilleri, bir taraftan yasal eksikliklerimizi tamamlarken, yasal alanda kadın-erkek eşitliğini sağlarken, cinsiyet ayırımcılığına dayalı maddeleri ayıklarken, son verirken, bir taraftan da, bu konuda bu yasaları hayata geçirecek ulusal mekanizmalar, kurullar kurarken; kadınlarımızın şu andaki, ülkemizdeki ekonomik ve sosyal yaşamdaki konumlarına da bakarak, onların, bir an önce hak ettikleri konuma yükselmeleri için özel önlem politikaları da oluşturmamız gerekitğini düşünmekteyim ve bu anlamda, önümüzdeki en temel konunun da, toplumumuzun bu konuda aydınlatılması...

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

DEVLET BAKANI HASAN GEMİCİ (Devamla) – Sayın Başkan, izninizle bitiriyorum.

... bilinçlendirilmesi ve en önemlisi, insanların kafalarındaki, kadınıyla, erkeğiyle, çocuğuyla, insanların kafalarındaki ayırımcılığa son vermemiz gerektiğini ve bu anlamda, toplumumuzu bütün bireyleriyle eğitmemiz gerektiğini düşünmekteyim.

Sayın Başkan, sayın milletvekilleri; Büyük Önder Atatürk, daha 1920’lerde, cumhuriyetin kurulduğu yıllarda demiştir ki: “Toplumun yarısını yok sayarak çağı yakalayamayız.” Gerçekten, nüfusumuzun yüzde 50’sini teşkil eden kadınlarımızı, toplumsal yaşamın içerisine, sosyal yaşamın içerisine, siyasal yaşamın içerisine, çalışma yaşamının içerisine katmadan, onların emeklerinden, onların beyinlerinden yararlanmadıkça, ülkemizin kalkınmasını, gelişmesini, demokrasimizin gelişmesini bekleyemeyiz.

Ülkemizin, toplumumuzun gelişmesine, kalkınmasına tüm insanlarımızın -kadınıyla, erkeğiyle- toplumsal yaşama eşit haklarla, eşit fırsatlarla ve eşit sorumluluklarla katılması gerektiğini düşünüyorum. Bu anlamda, Türkiye’de kadınlarımızla ilgili ve kadınlarımızın haklarının geliştirilmesi, toplumsal yaşamdaki statülerinin yükseltilmesiyle ilgili çalışmalara önem vermemiz gerektiğini düşünüyorum. Bu düşüncelerle hepinize saygılar sunuyorum; ülkemizdeki ve dünyadaki tüm kadınların 8 Mart Dünya Kadınlar Gününü tekrar kutluyorum. (Alkışlar)

BAŞKAN – Teşekkür ederim Sayın Bakan.

MEHMET ALİ ŞAHİN (İstanbul) – Sayın Başkan...

BAŞKAN – Buyurun efendim.

MEHMET ALİ ŞAHİN (İstanbul) – Sayın Başkan, izin verirseniz, İçtüzüğün 60 ıncı maddesine göre, yerimden, bir beyanda bulunmak istiyorum.

BAŞKAN – Bu konuda mı efendim?

MEHMET ALİ ŞAHİN (İstanbul) – Bu konuda efendim.

BAŞKAN – Oya Akgönenç Hanımefendinin yerine konuşuyorsunuz...

MEHMET ALİ ŞAHİN (İstanbul) – Yok, hayır, ben, kendi adıma, kişisel olarak, İçtüzüğün 60 ıncı maddesinin dördüncü fıkrasına göre söz istedim.

BAŞKAN – Buyurun efendim.

MEHMET ALİ ŞAHİN (İstanbul) – Çok teşekkür ederim efendim.

Gerçekten, bugün, Dünya Kadınlar Günü münasebetiyle tüm gruplarımız düşüncelerini ifade etme imkânı bulsaydı çok güzel olacaktı -gerçi, biraz önce açıkladınız- keşke hükümetimiz, gündemdışı sözü kendisi alsaydı ve bu konuda tüm gruplara söz imkânı doğsaydı diye düşünüyorum.

BAŞKAN – Sayın Bakan almaya çalıştı da Cumhurbaşkanımızın bir şeyi varmış...

MEHMET ALİ ŞAHİN (İstanbul) – Efendim, hükümette bir tek bakan yok, birçok bakan var. Bu bakanlardan biri bu iş için görevlendirilebilirdi.

Ancak, biz, hükümetin bu tavrını fazla da yadırgamıyoruz; çünkü, hükümetimiz, kadınlara görev verme noktasında pek hassas değil. İşte, hükümeti oluşturan üç parti; 15 hanım milletvekili var; ama, bu kabinede bir tek hanım bakan yoktur. Kadından sorumlu devlet bakanı da bir erkek arkadaşımızdır. (FP sıralarından alkışlar)

Bu hükümet, bu görüntüsüyle, daha çok kadınlara haddini bildiren bir hükümet görüntüsü veriyor; üzüntülerimi belirtmek istiyorum.

Ayrıca, Sayın Akgönenç de söz istemiş; ancak, evrensel boyutta düzenlenen Dünya Kadınlar Gününe katılmak üzere, benim aldığım bilgiye göre, şu anda Napoli’de bulunuyor.

Sözlerimi şöyle tamamlamak istiyorum: Biraz önce değerli hanım milletvekili arkadaşlarımız düşüncelerini ifade ettiler; kafesin arkasından bahsedildi; ancak, ülkemizde, kafesin arkasında kalmak isteyen bir tek Türk kadınının varlığına inanmıyorum. Türk kadınları, bizim kadınlarımız, okumak istiyorlar, yüksek tahsil yapmak istiyorlar ve ülkelerine en yararlı hizmetleri yapmak istiyorlar. Bu konuda Türkiye’de sorun var. Hükümet, önce bu sorunu çözsün, Meclis, önce bu sorunu çözsün diyorum.

Söz imkânı tanıdığınız için teşekür ediyorum Sayın Başkanım. (FP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – Ben teşekkür ederim Sayın Şahin.

DEVLET BAKANI HASAN GEMİCİ (Zonguldak) – Sayın Başkan...

BAŞKAN – Cevap mı vereceksiniz Sayın Bakan?

DEVLET BAKANI HASAN GEMİCİ (Zonguldak) – Evet efendim; müsaade ederseniz, kürsüde, kısaca konuşmak istiyorum.

BAŞKAN – Efendim, böyle bir usulümüz yok. Konuşma hakkınızı kullandınız; onun için, yerinizden konuşun.

Buyurun Sayın Bakan.

DEVLET BAKANI HASAN GEMİCİ (Zonguldak) – Sayın Başkan, sayın milletvekilleri; 56 ncı hükümetin kuruluşundan bu yana Kadının Statüsü ve Sorunları Genel Müdürlüğü ve Aile Araştırma Kurumu Başkanlığından sorumlu Devlet Bakanı olarak görev yapmaktayım. Gerek 56 ncı hükümetin kuruluşunda gerek 57 nci hükümetin kuruluşunda bu konudan sorumlu Bakan olarak görevlendirilmem, çeşitli çevrelerce çok farklı değerlendirildi. Tabiî ki, bunların başında gelen, bir erkek bakan nasıl olur da Kadının Statüsü ve Sorunları Genel Müdürlüğünden sorumlu Bakan olur, nasıl olur da Aile Araştırma Kurumundan sorumlu Bakan olur?!

Şimdi, Türkiye Büyük Millet Meclisinin bugün açılışından bu yana kadın hakları açısından çeşitli değerlendirmeler yapılıyor. Bana göre, böyle bir yaklaşımda bulunmak, kadın-erkek ayırımcılığının, cinsiyet ayırımcılığının ta kendisidir. (FP sıralarından alkışlar[!]) Şimdi, ben, hem kadınların hem de erkeklerin her türlü işi yapabileceklerine, her türlü işi de başarabileceklerine inanan bir insanım. O zaman, Türkiye’de, Enerji ve Tabiî Kaynaklar Bakanlığını kadınların mı yoksa erkeklerin mi yapmasının daha doğru olacağını tartışmak gerekir belki. Acaba, Ulaştırma Bakanlığını hangi cins, kadın mı ya da erkek mi daha iyi yapar?!. Sağlık Bakanlığına belki -hastaların sorunlarını çok daha iyi bileceği için- hasta birisini, hatta, ağır hasta birisini getirmek daha doğru olabilir! Böyle bir ayırımcılığın çok yanlış bir ayırımcılık olduğunu söylemek istiyorum; ama şu denilebilir: Niye Türkiye Büyük Millet Meclisinde, Bakanlar Kurulunda bir kadın milletvekili görev almadı?! Bu konuda tabiî ki söylenebilir.

MEHMET ALİ ŞAHİN (İstanbul) – Biz de onu söylüyoruz Sayın Bakan.

DEVLET BAKANI HASAN GEMİCİ (Zonguldak) – Onu söylemediniz; siz “nasıl olur da bir erkek bakan bu konuda görevlendirilir” dediniz. O, belki konuşulabilir, onun da geleceği söylenebilir. Sizin, kadınlara bu anlamda değer vermediğini ifade ettiğiniz Demokratik Sol Partinin ve onun Sayın Genel Başkanının, şu anda, Parlamentoda 13 kadın milletvekili vardır; diğer partilerin bütün toplamına yakın milletvekili Demokratik Sol Partidedir; hiç böyle bir eleştiriyi de hak etmediğini düşünmekteyim. Ben, 55 ve 56 ncı hükümetlerde görev yaptım ve 57 nci hükümette de Bakanlık görevini yürütmekteyim; bana göre, her türlü bakanlığı her cins yapabilir, kadın da son derece başarıyla yürütebilir, erkek de başarıyla yürütebilir. Zaten, o bakanlıkların teşkilatları vardır, kuruluşları vardır, uzmanları vardır; esas olan, o bakanlığın başındaki insanın sevk ve idare kabiliyetidir, yönetim kabiliyetidir. O uzmanların, o danışmanların ve o teşkilatın kendisini bilgilendirmesiyle, yönlendirmesiyle, eğer, doğru karar verebiliyorsa, doğru yönlendirebiliyorsa, çok daha başarılı hizmetler yapabilir. Ben, bunları açıklamak istedim.

Sayın Başkan, teşekkür ederim. (DSP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – Konu açıklığa kavuştu.

Teşekkür ediyorum.

Başkanlığın Genel Kurula diğer sunuşları vardır.

YÖK ve üniversitelerde yaşanan sorunlarla ilgili olarak kurulan (10/57, 24, 28, 29, 50, 90, 91) esas numaralı Meclis Araştırması Komisyonu Başkanlığının, Komisyonun görev süresinin uzatılmasına dair bir tezkeresi vardır; okutuyorum:

B) TEZKERELER VE ÖNERGELER

1. – (10/57, 24, 28, 29, 50, 90, 91) esas numaralı Meclis Araştırması Komisyonu Başkanlığının, Komisyonun çalışma süresinin bitimi tarihinden itibaren bir ay daha uzatılmasına ilişkin tezkeresi (3/491)

Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına

Komisyonumuzun 24.2.2000 tarihli 18 inci Birleşiminde, komisyonun kalan çalışma süresinin planlanan çalışmalara yeterli olamayacağı dikkate alınarak, İçtüzüğün 105 inci maddesi uyarınca, üç aylık çalışma süresinin bitimi tarihinden itibaren bir aylık kesin çalışma süresinin talep edilmesine karar verilmiştir.

Gereğini arz ederim.

Saygılarımla. Mustafa Gül

Elazığ

Komisyon Başkanı

BAŞKAN – İçtüzüğün 105 inci maddesinin ikinci fıkrasında yer alan “araştırmasını üç ay içinde bitiremeyen komisyona bir aylık kesin süre verilir” hükmü gereğince, komisyona bir aylık eksüre verilmiştir; arz ederim.

Komisyondan istifa önergesi vardır; okutuyorum:

2. – Ağrı Milletvekili Yaşar Eryılmaz’ın, İnsan Haklarını İnceleme Komisyonu üyeliğinden çekildiğine ilişkin önergesi (4/161)

Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına

Gördüğüm lüzum üzerine TBMM İnsan Hakları Komisyonu üyeliğinden istifa ediyorum.

Gereğini arz ederim.

Saygılarımla. Yaşar Eryılmaz

Ağrı

BAŞKAN – Bilgilerinize sunulmuştur.

Sözlü soru önergesinin geri alınmasına dair bir önerge vardır; okutuyorum:

3. – Bursa Milletvekili Faruk Çelik’in (6/496) esas numaralı sözlü sorusunu geri aldığına ilişkin önergesi (4/162)

Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına

Gündemin “Sözlü Sorular” kısmının 212 nci sırasında yer alan (6/496) esas numaralı sözlü soru önergesini geri alıyorum.

Gereğini arz ederim.

Saygılarımla. Faruk Çelik

Bursa

BAŞKAN – Sözlü soru önergesi geri verilmiştir efendim.

Sayın milletvekilleri, gündemin “Seçim” kısmına geçiyoruz.

IV. – SEÇİMLER

A) KOMİSYONLARDA AÇIK BULUNAN ÜYELİKLERE SEÇİM

1. – İnsan Haklarını İnceleme Komisyonunda boş bulunan üyeliğe seçim

BAŞKAN – İnsan Haklarını İnceleme Komisyonunda boş bulunan ve Anavatan Partisi Grubuna düşen 1 üyelik için Diyarbakır Milletvekili Seyyit Haşim Haşimi aday gösterilmiştir; oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler... Kabul etmeyenler... Kabul edilmiştir; hayırlı olsun efendim.

Gündemin “Kanun Tasarı ve Teklifleriyle Komisyonlardan Gelen Diğer İşler” kısmına geçiyoruz.

Tarım Bakanlığı Ziraat İşleri Genel Müdürlüğü ile Ziraî Mücadele ve Ziraî Karantina Genel Müdürlüğüne Bağlı Kurum-Okul ve Kuruluşlara Döner Sermaye Verilmesi Hakkında Kanunun Adının ve Bazı Maddelerinin Değiştirilmesi Hakkında Kanun Tasarısı, Köy Hizmetleri Genel Müdürlüğü Teşkilat ve Görevleri Hakkında Kanunun Bir Maddesinin Değiştirilmesine Dair Kanun Tasarısı ile Sosyal Hizmetler ve Çocuk Esirgeme Kurumu Kanununun Bir Maddesinde Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Tasarısının müzakeresine kaldığımız yerden devam ediyoruz.

V. – KANUN TASARI VE TEKLİFLERİYLE KOMİSYONLARDAN

GELEN DİĞER İŞLER

1. – Tarım Bakanlığı Ziraat İşleri Genel Müdürlüğü ile Ziraî Mücadele ve Ziraî Karantina Genel Müdürlüğüne Bağlı Kurum-Okul ve Kuruluşlara Döner Sermaye Verilmesi Hakkında Kanunun Adı ve Bazı Maddeleri, Köy Hizmetleri Genel Müdürlüğü Teşkilât ve Görevleri Hakkında Kanunun Bir Maddesi ile Sosyal Hizmetler ve Çocuk Esirgeme Kurumu Kanununun Bir Maddesinde Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Tasarısı ve Tarım, Orman ve Köyişleri ve Plan ve Bütçe Komisyonları Raporları (1/478, 1/474, 1/454) (S.Sayısı: 318) (1)

BAŞKAN – Komisyon?.. Hazır.

Hükümet?.. Hazır.

Geçen birleşimde, tasarının 5 inci maddesi üzerinde Fazilet Partisi ve Doğru Yol Partisi Grupları adına konuşmalar tamamlanmıştı.

Gruplar adına başka söz isteyen var mı? Yok.

Şahsı adına söz isteyen Sakarya Milletvekili Sayın Cevat Ayhan?.. Yok.

Kütahya Milletvekili Sayın Ahmet Derin?.. Yok.

Balıkesir Milletvekili Sayın İsmail Özgün; buyurun efendim.

İSMAİL ÖZGÜN (Balıkesir) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; görüşmekte olduğumuz 318 sıra sayılı kanun tasarısının 5 inci maddesinde kişisel olarak söz almış bulunmaktayım; bu vesileyle, hepinizi saygıyla selamlıyorum.

Değerli milletvekilleri, bu kanun tasarısıyla, Tarım Bakanlığı Ziraat İşleri Genel Müdürlüğü ile Ziraî Mücadele ve Ziraî Karantina Genel Müdürlüğüne bağlı kurum, okul ve kuruluşlara döner sermaye verilmesi ve buna bağlı olarak da birtakım düzenlemelerin yapılması öngörülmektedir.

Değerli milletvekilleri, tabiî, bütün bu konular, çiftçilerimizi yakından ilgilendiren konulardır. Bugün itibariyle, çiftçinin içerisinde bulunduğu duruma bakacak olursak, hiç de iç açıçı bir noktada olmadıklarını üzülerek görüyoruz.

Hem tarımla iştigal eden hem de hayvancılıkla iştigal eden çiftçilerimiz ne yazık ki, emeğinin karşılığını bugün alamamaktadırlar. Öyle bir noktaya gelindi ki, çiftçi, ne gübre alacak ne de gübreyi tarlaya atacak bir durumda değildir. Bugün, girdi maliyetleri fevkalâde yükselmiş durumdadır ve çiftçi ne yazık ki, işin içerisinden çıkamaz durumdadır.

Geçtiğimiz günlerde, Balıkesir İlimizin Savaştepe İlçesini ziyaret etmiştim. Burada birçok çiftçi gübreyle ilgili olarak sıkıntılarını dile getirdiler ve son bir ay içerisinde gübre fiyatlarına, aşağı yukarı yüzde 60-70 civarında zam geldiğini ve bu durum karşısında da gübre almalarının mümkün olmadığını ifade ettiler.

(1) 318 S. Sayılı Basmayazı 2.3.2000 tarihli 65 inci Birleşim tutanağına eklidir.

Şimdi, tabiî, ilkbaharla beraber, pamuk, mısır ekimi yapılacak ve bunun yanında da hububatın üst gübrelemesi yapılacak; ama, mazot fiyatları 400-420 bin liraya kadar gelmiş, gübre fiyatları alabildiğine yükselmiş ve gübredeki destek de yüzde 20’lere kadar düşmüş bulunmaktadır.

Çiftçinin en çok kullandığı üre ve amonyumnitrat fiyatlarına baktığımız zaman, yılbaşındaki ürenin fiyatı 3 milyon 400 bin lira iken, bugün 4 milyon 400 bin lira civarındadır ve bunun, karaborsada, 15 gün evveline kadar da milyon liraya kadar satıldığı ifade edilmektedir. Amonyumnitrat da öyledir, şu anda en çok ihtiyaç duyulan gübre türü olarak, yine, yılbaşında 2 milyon 700 bin lira iken, bugün itibariyle 3 milyon 400 bin lira civarındadır.

Tabiî, bu rakamlar karşısında, çiftçi, gerçekten büyük bir sıkıntı içerisindedir ve Tarım Kredi Kooperatiflerine olan borçlarını da ödeyemez durumdadır. Tarım Krediye borcu olan çiftçiler, son çare olarak, traktörlerini götürüp Tarım Kredi Kooperatiflerinin bahçesine koymuş ve anahtarları şu anda teslim etmiş bulunmaktadırlar.

Bu konuda, Balıkesirimizin birçok köyünden mektup ve fakslar elime geldi. Mesela, Balıkesir’de, ikinci bölgedeki toplam 72 kooperatifin 45 000 ortağından, bugün, 36 000’i borçlu durumdadır. 13 000’i vadesi geçmiş durumda borçlu olarak bulunmakta ve 1 400 küsuru da icraya verilmiş bulunmaktadır. Tabiî, bu rakamlar fevkalade üzücü rakamlardır ve hükümet, giderek, hayali bir enflasyon hedefine dayanarak, çiftçiyi, ne yazık ki, ezmektedir.

Daha bugün, Balıkesir’in İvrindi İlçesinden bazı telefonlar aldım. Geçtiğimiz günlerde tütüne verdiğiniz yüzde 25’lik fiyat artışı, ne yazık ki, tütün üreticisini perişan etmiştir ve bugün de, kota uygulandığı yönünde bilgiler gelmektedir. Kota fazlası olan tütünlerin ne olacağı, bunların hangi fiyatla alınacağı, alınacak mıdır alınmayacak mıdır; bu konularda, çitfçilerin, gerçekten, büyük sıkıntı içerisinde olduğuna dair, daha bugün birçok telefon almış bulunmaktayım.

Tütün üreticisi, gerçekten mağdur edilmiştir. Maliyetlerinin de altında bir tütün fiyatı verilmiştir.

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

İSMAİL ÖZGÜN (Devamla) – Bitiriyorum Sayın Başkan.

BAŞKAN – Toparlayın efendim.

İSMAİL ÖZGÜN (Devamla) – Ege tütün ekici piyasasına verilen fiyat 1 milyon 750 bin liradır; ama, tütünün maliyeti, aşağı yukarı 2 milyon civarındadır ve maliyetin altında, ne yazık ki tütüncüye bu başfiyat verilmiştir ve arkasından da kota sorunu yaşanmaktadır.

Bu bakımdan, hükümetin, özellikle çiftçilerimizi, hayali yüzde 25’lik enflasyona dayanarak ezmesi, gerçekten, çiftçimizi bugün çileden çıkarmış durumdadır ve çiftçimiz çok büyük sıkıntıları yaşamaktadır; ama, çiftçimiz bunu hak etmemektedir. Dileğimiz, hükümetin, bir an evvel, çiftçimizin daha çok desteklenmesi noktasında bazı tasarıları buraya getirmesidir.

Hepinizi sagıyla selamlıyorum. (FP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – Teşekkür ediyorum Sayın Özgün.

Madde üzerinde bir önerge vardır; önergeyi okutuyorum:

Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına

Görüşülmekte olan 318 sıra sayılı tasarının 5 inci maddesine, 9 uncu fıkradan sonra gelmek üzere, aşağıdaki fıkranın eklenmesini arz ve teklif ederiz.

Mehmet Emrehan Halıcı Ömer İzgi Beyhan Aslan

Konya Konya Denizli

Nevzat Ercan Nail Çelebi

Sakarya Trabzon

“Elde edilen kârdan, kârın elde edilmesinde emeği geçen her bir 657 sayılı Kanuna tabi personele katkıları oranında asgarî ücretin yıllık brüt tutarının iki katını geçmemek üzere üretimi teşvik primi ödenir. İşletmenin zararı, izleyen yılların kârlarından mahsup edilir.”

BAŞKAN – Komisyon önergeye katılıyor mu?

PLAN VE BÜTÇE KOMİSYONU BAŞKANVEKİLİ MEHMET HANİFİ TİRYAKİ (Gaziantep) – Sayın Başkan, çoğunluğumuz olmadığı için takdire bırakıyoruz.

BAŞKAN – Hükümet önergeye katılıyor mu?

DEVLET BAKANI MUSTAFA YILMAZ (Gaziantep) – Efendim, önergeye katılıyoruz; yalnız, tasarının 3 üncü maddesine, buna benzer bir fıkra eklenmişti; orada “her bir” kelimesi unutulmuş. İçtüzüğe göre, o maddenin tekrar görüşülmesi mümkün mü bilemiyorum...

BAŞKAN – O geçti efendim. O madde görüşülürken Komisyon buradaydı, bürokratlar da buradaydı; bunu düzeltmelilerdi.

NAİL ÇELEBİ (Trabzon) – Sayın Başkan, tekriri müzakereyle olur.

SUAT PAMUKÇU (Bayburt) – Sayın Başkan, karar yetersayısının aranmasını istiyorum.

BAŞKAN – Komisyonun takdire bıraktığı, hükümetin katıldığı önergeyi oylarınıza sunacağım; ancak, karar yetersayısının aranması istenmiştir. Karar yetersayısını arayacağımı ve bu oylamayı, elektronik cihazla yapacağımı arz ediyorum.

Oylama için 5 dakika süre veriyorum; 5 dakika içinde elektronik cihaza giremeyenlerin teknik personelden yardım istemeleri, o da olmazsa, yazılı pusulayla Başkanlığımıza bildirmelerini rica ediyor ve oylamayı başlatıyorum.

(Elektronik cihazla oylamaya başlandı)

BAŞKAN – Sayın Pamukçu nerede? Hem karar yetersayısının aranmasını istedi hem kendi gitti; olmaz... Sayın Pamukçu’yu çağırın efendim.

ASLAN POLAT (Erzurum) – Takabbül ediyorum Sayın Başkan.

BAŞKAN – Olmaz efendim takabbül... Gelsin efendim... Hayır efendim, buyursun...

ASLAN POLAT (Erzurum) – Komşu iliz...

BAŞKAN – Hayır efendim, hayır... Biz istiyoruz efendim.

(Elektronik cihazla oylamaya devam edildi)

BAŞKAN – Efendim, karar yetersayısı yok.

Lütfen, 13.00’te toplanma kararı alan iktidar, kendi milletvekillerini getirsin...

Birleşime 15 dakika ara veriyorum.

Kapanma Saati: 14.14

İKİNCİ OTURUM

Açılma Saati : 14.40

BAŞKAN : Başkanvekili Murat SÖKMENOĞLU

KÂTİP ÜYELER : Tevhit KARAKAYA (Erzincan), Şadan ŞİMŞEK (Edirne)

BAŞKAN – Sayın milletvekilleri, Türkiye Büyük Millet Meclisinin 67 nci Birleşiminin İkinci Oturumunu açıyorum.

V. – KANUN TASARI VE TEKLİFLERİYLE KOMİSYONLARDAN

GELEN DİĞER İŞLER (Devam)

1. – Tarım Bakanlığı Ziraat İşleri Genel Müdürlüğü ile Ziraî Mücadele ve Ziraî Karantina Genel Müdürlüğüne Bağlı Kurum-Okul ve Kuruluşlara Döner Sermaye Verilmesi Hakkında Kanunun Adı ve Bazı Maddeleri, Köy Hizmetleri Genel Müdürlüğü Teşkilât ve Görevleri Hakkında Kanunun Bir Maddesi ile Sosyal Hizmetler ve Çocuk Esirgeme Kurumu Kanununun Bir Maddesinde Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Tasarısı (1/478, 1/474, 1/454) (S.Sayısı: 318) (Devam)

BAŞKAN – Komisyon ve Hükümet hazır.

Görüşmekte olduğumuz kanun tasarısının 5 inci maddesi üzerinde verilmiş bulunan önergenin oylamasında karar yetersayısı bulunamamıştı; şimdi, önergeyi, yeniden oylarınıza sunacağım ve karar yetersayısını arayacağım...

Neyi oyladığımızı biliyorsunuz değil mi? Komisyonun takdire bıraktığı ve Hükümetin kabul ettiği önergeyi oylarınıza sunmuştum.

Arz ederim.

Sayın Bakanların vekâlet hakları olduğunu biliyorsunuz, değil mi efendim; 4 sayın bakanımız var, vekâleten oy kullanabilirler.

Sayın milletvekilleri, elektronik cihaza giremeyen milletvekillerinin teknik personelden yardım istemelerini, yine olmuyorsa, isim ve soyadlarını havi pusulaları Başkanlığımıza göndermelerini rica ediyorum.

Oylama için 5 dakika süre veriyorum efendim.

Oylama işlemini başlatıyorum.

(Elektronik cihazla oylama yapıldı)

BAŞKAN – Önerge kabul edilmiştir; karar yetersayısı vardır.

5 inci maddeyi, önergeyle yapılan değişiklik doğrultusunda oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler... Kabul etmeyenler... Kabul edilmiştir.

Komisyonun söz talebi var; buyurun efendim.

PLAN VE BÜTÇE KOMİSYONU BAŞKANVEKİLİ MEHMET HANİFİ TİRYAKİ (Gaziantep) – Sayın Başkan, önerge kabul edildiği için, bir hususa açıklık getirmek istedim. Efendim, görüşülmekte olan tasarının 3 üncü maddesinde, Genel Kurulca kabul edilen önergeyle, döner sermaye işletmelerinde çalışan personele teşvik primi ödenmesi esası getirilmiştir. Uygulamada doğabilecek tereddütlerin giderilmesini teminen, önergede “asgarî ücretin 2 katını geçemez” ifadesinden, herbir personel için asgarî ücretin 2 katını geçmemek üzere teşvik priminin ödeneceğinin anlaşılması ve önergede “emeği geçen personele” ifadesinden, İş Kanununa tabi personelin değil, 657 sayılı Kanuna tabi personelin anlaşılması gerekmektedir.

Bu açıklamamın tutanağa geçerek, herhangi bir yanlış anlaşılmaya yol açmamasını teminen arz etmek istedim.

BAŞKAN – O redaksiyon hatasının, diğer maddelerde olduğu gibi, herbirini ihtiva ettiği ifade ettiniz değil mi efendim?

PLAN VE BÜTÇE KOMİSYONU BAŞKANVEKİLİ MEHMET HANİFİ TİRYAKİ (Gaziantep) – Evet, efendim, hem onu ifade ettim hem de İş Kanununa tabi personelin bundan istifade edemeyeceğine...

BAŞKAN – Peki efendim, teşekkür ederim.

Zabıtlara geçmiştir efendim.

6 ncı maddeyi okutuyorum:

MADDE 6. – 24.5.1983 tarihli ve 2828 sayılı Sosyal Hizmetler ve Çocuk Esirgeme Kurumu Kanununun 19 uncu maddesinin birinci fıkrası aşağıdaki şekilde değiştirilmiştir.

“Kuruma, bu Kanunda öngörülen temel ve sürekli görevlere bağlı olarak ortaya çıkan üretim ve hizmet faaliyetlerini sürdürebilmek için gerekli yerde ve sayıda döner sermaye işletmesi kurmak amacıyla kendi kaynaklarından karşılanmak üzere ikiyüzelli milyar lira sermaye tahsis edilmiştir. Bu miktarı dört katına kadar artırmaya Bakanlar Kurulu yetkilidir.”

BAŞKAN – Madde üzerinde, Fazilet Partisi Grubu adına, Adıyaman Milletvekili Sayın Mahmut Göksu; buyurun efendim. (FP sıralarından alkışlar)

FP GRUBU ADINA MAHMUT GÖKSU (Adıyaman) – Sayın Başkan, sayın milletvekilleri; Sosyal Hizmetler ve Çocuk Esirgeme Kurumu Kanununun Bir Maddesinde Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Tasarısı üzerinde, Grubum adına söz almış bulunmaktayım; hepinizi saygıyla selamlarım.

Sosyal Hizmetler ve Çocuk Esirgeme Kurumu, sosyal veya ekonomik sebeplerle yoksulluk içine düşmüş kişilere veya ailelere yönelik sosyal hizmetleri planlamak, uygulamak ve denetlemekle yükümlü bir kamu kuruluşudur.

Çocuk Esirgeme Kurumu, 30 Haziran 1921 tarihinde kıt imkânlarla kurulmuştur. İstiklal Harbi gazilerimizden büyük asker Mareşal Fevzi Çakmak, savaş sahasında bulunan köylerdeki çocukların perişanlığını gördüğü zaman, durumu, telgrafla bu kuruma bildirmiş ve o günden bugüne, bu kuruluşumuz, daima hamiyetperverliğini göstermiştir.

Zaman içerisinde yapılan yeni düzenlemelerle, hizmetleri artarak devam eden kurum, 1983 yılında “Sosyal Hizmetler ve Çocuk Esirgeme Kurumu” adıyla katma bütçeli ve tüzelkişilikli bir kamu kurumu olarak yeniden yapılandırılmıştır.

Bugün ise, her ilde Sosyal Hizmetler İl Müdürlüğü bulunmaktadır bu müdürlüğümüze bağlı olarak. Tabiî ki, dolayısıyla, Genel Müdürlüğe bağlı olarak 70 tane çocuk yuvası, 91 yetiştirme yurdu, 39 huzurevi, 27 kreş ve gündüz bakımevi, 22 rehabilitasyon merkeziyle, onbinlerce çocuğumuza yetiştirme yurtlarında, çocuk yuvalarında hizmet vermekte. Ayrıca, yaşlılarımıza, özürlülere ve kreşte bulunan çocuklara hizmet verebilen bu kurumumuzu elbirliğiyle daha güzel günlere götürmek hepimizin görevidir.

Değerli milletvekilleri, ekonomik ve sosyal dengelerin bozulduğu ve bu dengelerin dikkate alınmadığı hoyrat politikalarda en büyük zararı çocuklar görmektedir; ayrıca, aile bütünlüğü de zarar görüyor; boşanmalar ve intiharlar artmaktadır. Çocukları ve aile bütünlüğünü olumsuz yönde etkileyen fakirlik faktörünün dışında, göçler, tabiî afetler, adil ve demokratik olmayan yönetim tarzları da, yine, buna katkı meydana getirmektedir.

Bugün, ülkemizde 15 milyon civarında insan fakirlik sınırının altında yaşamaktadır. Korunmaya muhtaç insan sayısı 5 milyon civarındadır. Sokak çocuğu sayısının ise 200 000 civarında olduğu söylenilmektedir. Ekonomik dengeler düzeltilmediği müddetçe bu sayının daha da yukarı çıkacağını söylemeye gerek yoktur.

Değerli arkadaşlar, Anayasamızın 41 inci maddesinde “Aile, Türk toplumunun temelidir. Devlet, ailenin huzur ve refahı ile özellikle ananın ve çocukların korunması için gerekli tedbirleri alır” denilmektedir.

Toplumların ayakta kalabilmesi için ailenin ve aile bağlarının korunması ve desteklenmesi gerekir. Bu bakımdan, Aile Şûrasında alınan kararların uygulanması temel talebimizdir.

Türk ailesinde, çocuklar, evlenmeden yuvadan uçmaz. Bu bağlılığın, 2000’li yıllarda ideal aile modeli olduğu ortaya çıkmıştır. Çocuk ve aile konusunda Batı’nın başı beladadır. Kutsal evlilikdışı meydana gelen doğumlar, içinden çıkılmaz problemleri beraberinde getirmektedir. Batılı, bu tür çocukların yetiştirilmesi ve eğitimi için habire özel hastaneler ve okullar inşa etmektedir. Eğitimci uzmanlar, toplumbilimciler ve idareciler şaşkındır. İşin trajikomik yanıysa, Türk aydın da Batı kültürüne hastalık derecesinde hayrandır. Öz benliğine ve değerlerine yabancı veya düşman Batı, içerisine düştüğü bunalımdan kurtulmanın çarelerini ararken ve Türk aile modeline geçmek isterken, biz, bu konuda Batılılaşmak için âdeta yarışıyoruz. Batılı kendinden kaçarken, biz, Batılıya iltica sendromu yaşıyoruz. Batılının derdi, gayri meşru çocuklar, bunların sağlığı ve eğitimidir. Çok şükür, bizde, henüz böyle bir tehlike yok; ancak, kutsal evlilik içerisinde doğan çocuklarımızın eğitimi, bizim de temel problemimizdir. Batılının çocukları doğuştan sevgisiz, hasta ve problemli; bizim çocuklarımız ise, doğuştan sağlıklı olmalarına karşın, onlara veremediğimiz veya verdiğimizi zannettiğimiz eğitim şekliyle, sevgisiz, hasta veya problemlidir. (Gürültüler)

BAŞKAN – Sayın Göksu, bir dakika.

Sayın milletvekilleri, salonda, sükûnet sağlama mecburiyetindeyiz ki, sayın hatibi duyalım.

Buyurun Sayın Göksu.

MAHMUT GÖKSU (Devamla) – Teşekkür ederim Sayın Başkan.

Değerli arkadaşlar, sözlerimin başında, bu kurumun yükümlülüklerini hatırlatırken, okumuş olduğum ilk paragrafta, ailelere yönelik sosyal hizmetleri planlamak, uygulamak ve denetlemekle yükümlü bir kurum olduğunu açıklamıştım.

İşte, yukarıda beyan ettiğim hususlar çerçevesinde, yakında Genel Kurula geleceği düşünülen -basından takip ediyoruz ve gördüğümüz kadarıyla- Medenî Kanunda yapılacak olan değişiklikle ilgili tasarıda, aile reisliği ve edinilecek mallar konusunda iyice tartışılmadan, Türk aile sistemine neler getirip neler götüreceğini çok açık ve seçik ortaya koymadan, böyle bir yanlışlığa gitmek, sanıyorum, toplumumuzun temel çekirdeği olan ailemiz noktasında, birtakım sıkıntılar meydana getirecektir.

Efendim, toplumun demokrasiye geçmesi için önce ailenin demokrasiye geçmesi lazım diyerek, aile reisliğini babadan alıp, eşit şekilde dağıtmanın ne kadar doğru ve yanlış olduğu, toplumda tartışılmalıdır. Zira, demokrasi, bir kuralsızlık ve kargaşa değildir. Nasıl ki, her ilde bir vali, her ilçede bir kaymakam, bir devletin başkanı varsa, aile de, küçük bir birim olarak, topluluğun en küçüğü olarak, elbette onun da bir reisi olmalıdır. Yoksa, yetki kargaşası olacak, o zaman, karı ile koca saç baş bir araya gelecektir.

Değerli milletvekilleri, bugün, 8 Mart 2000, Dünya Kadınlar Günü. Bütün kadınlarımızın bu güzel gününü kutluyoruz. Evet; kadınlarımız, annelerimizdir, eşimizdir, bacımızdır, evlatlarımızdır. Biz, kadınlarımıza sadece yılın belli günlerinde değil, her zaman saygı ve hürmeti, örfümüzün, âdetimizin ve inancımızın gereği olarak görürüz; çünkü, bizim temel inancımızda “cennet, annelerin ayakları altındadır” düşüncesi yatmaktadır. Kadını, hiçbir zaman bir mal, meta olarak görmeyiz, görmememiz lazım. İşte, birtakım kuruluşların, çağdaşlık adına, kadınların haklarını savunayım derken, bu milletin örfüne, kültürüne, kutsallarına saldırdığını, maalesef, okumaktayız ve görmekteyiz. Ne var ki, birtakım yerlerde veya birtakım yerlere mal veya meta olarak satılan kadınlar söz konusu olduğu zaman da seslerini çıkarmamaktadırlar.

Bugün basına baktıysanız, İzmir’de Sayın Vali halk günü yapıyor, bir genelev patronu “bana mal, sermaye bulun” diyor. Sivil toplum kuruluşları, kadınları bu şekilde mal veya meta olarak görenlere niçin seslerini çıkarmıyorlar da, bu milletin örfüne, âdetine ve geleneklerine ters olan noktalarda sesleri daha gür çıkıyor; buradan bu suali sormak istiyorum.

Değerli arkadaşlar, bu nedenle, bizler, her zaman kadını baş tacı etmişizdir. Türkün örfünde, İslamî geleneğimizde bu vardır ve bu şekilde de devam edecektir.

Değerli milletvekilleri, Sosyal Hizmetler ve Çocuk Esirgeme Kurumunun hakları iyice korunmalıdır; mesela, Türk Hava Kurumu başta olmak üzere... Türk Hava Kurumunun, kurban derileri üzerinden almış olduğu ve Çocuk Esirgeme Kurumuna vermesi gereken pay, maalesef verilmemektedir; bu yetki, bu kurumdan alınarak, Sosyal Hizmetler ve Çocuk Esirgeme Kurumuna verilmelidir. Yine, yetiştirme yurtlarında ideolojik yaklaşımlardan uzak durulmalıdır. Zira, sokak başlarında tiner koklayan, köprü altlarında sefalete terk edilen çocukların ideolojisi olmaz; onlar, herkesin çocuğudur; hepimiz, bu çocuklara sahip çıkmalıyız. Birtakım belediyeler ve gönüllü kuruluşlar sahip çıktığı için, onları buradan kutluyorum. Bu güzel yarışta herkesin olmasını istiyoruz.

Değerli arkadaşlar, yine, yurtlarda bulunan çocuklarımızın can emniyetinin olmadığı; hatta, diğer bir şekliyle, mescitlerin kapatıldığı, oruç tutmanın, namaz kılmanın...

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN – Efendim toparlar mısınız lütfen...

MAHMUT GÖKSU (Devamla) – Bitiriyorum Sayın Başkan.

BAŞKAN – Sayın Göksu, zaten Antepliler alındı konuşmanıza!..

Toparlayın efendim.

MAHMUT GÖKSU (Devamla) – Hayır efendim, Anteplilerin alınmasına gerek yok; ben, uzun yıllar Gaziantep’te kaldım, onların ekmeğini yedim, suyunu içtim, onlara minnetim vardır.

Değerli arkadaşlar, mescitlerin kapatıldığı, oruç tutmanın yasaklandığını, namaz kılmanın yasaklandığını, dinî bilgiler veren kitapların imha edildiğini birtakım basın yayın organlarından okumaktayız. Eğer böyle bir yaklaşım varsa, bunun çok yanlış bir gidişat olduğunu buradan Sayın Bakanımıza hatırlatıyor; o şefkata, sevgiye muhtaç olan yavrularımızı kendi değerlerimizle kucaklaştırabilmek için bu tür hizmetlerin de önünün açılması gerektiğini buradan beyan ediyor; bu kanunun, başta, bu yavrularımıza ve ülkemize hayırlı olmasını diliyor, hepinizi saygıyla selamlıyorum. (Alkışlar)

BAŞKAN – Efendim teşekkür ederim.

Yalnız, Bakanımız Gaziantepli; size cevap verecek Sayın Göksu.

Doğru Yol Partisi Grubu adına, yine Adıyaman’ın Milletvekili Mahmut Nedim Bilgiç konuşacaklar. İki Mahmut bugün...

Buyurun Sayın Bilgiç. (DYP sıralarından alkışlar)

DYP GRUBU ADINA MAHMUT NEDİM BİLGİÇ (Adıyaman) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri, 318 sıra sayılı kanun tasarısının 6 ncı maddesi üzerinde Grubum adına söz almış bulunuyorum; bu vesileyle, sizleri saygıyla selamlıyorum.

Bugün, üç ayrı Bakanlığın, döner sermayeyle ilgili, günün şartlarına uymayan döner sermaye kanunlarını değiştirerek, gerek sermaye yapılarını gerek teşkilat yapılarını düzenlemek suretiyle, günün şartlarına uydurmak isteyen bir tasarıyla baş başayız ve samimî olarak söylüyoruz ki, bugün, gelen bu tasarının kanunlaşması gereklidir.

2 milyar lira sermayeyle kurulan Sosyal Hizmetler ve Çocuk Esirgeme Kurumunun, günün şartlarına hiçbir şekilde cevap vermeyen sermaye yapısının düzeltilmesi için, bugün, 250 milyar iralık bir aktarma öngörülmüştür ve bizim tarafımızdan olumlu karşılanmaktadır.

Yine, köy hizmetlerine bakan Devlet Bakanlığımızın da... Demin, bir önergeyle değiştirdikleri gibi, bu kurumun başında olanlar için, bürokratlar için, çalıştıkları hizmete karşılık -asgarî ücreti geçmemek şartıyla- bir ücret verilmesi istenmektedir; bu da bizim için uygundur.

Yani, bugünkü görüşmekte olduğumuz döner sermayeyle ilgili tasarı, gerek Tarım Bakanlığının gerek köy hizmetlerine bakan Devlet Bakanlığının gerekse Sosyal Hizmetler ve Çocuk Esirgeme Kurumuyla ilgili Bakanlığın döner sermayelerini geliştirmek, günün şartlarına uydurmak, teşkilat yapılarını düzenlemek, sermaye yapılarını güçlendirmek için, hakikaten, elzemdir, şarttır; buna destek veriyoruz.

Değerli arkadaşlarım, bu döner sermayelerle, bilhassa Tarım Bakanlığı, çiftçimize, köylümüze birazcık hizmet etme imkânını bulacaktır; çünkü, çok geniş bir teşkilatı vardır ve çok geniş bir kitleye hizmet etmektedir. Yalnız, bu tür yapay tedbirlerle, ülke nüfusunun yüzde 40’ını temsil eden köylümüzün, toprakla uğraşan kesimimizin dertlerine çare bulmanın mümkün olmadığını hepimiz biliyoruz.

Siz değerli milletvekilleri, ilinize, ilçenize, beldenize gittiğinizde -yine, bayram münasebetiyle gideceksiniz- bir yangınla karşı karşıyasınız; çiftçi, köylü feryat ediyor. Hakikaten, çiftçiyi, köylüyü bir daha diriltmemek üzere, öldürmek noktasına getirmişiz. Buna mutlaka bir çare bulmak zorundayız. Cumhuriyet hükümetinin ve Meclisin, çiftçinin ve köylünün durumuna mutlaka el atması gerekir. Geçenlerde, bir vesileyle, Tarım ve Köyişleri Bakanına arz ettim. Bunun üzerine siyaset yapmak istemiyoruz; çünkü, köylü ve çiftçi, Türkiye nüfusunun yüzde 40’ını temsil ediyor. Onların ürettiği ürünlerle, biz, bugün, iyi kötü, bilhassa tahıl ithal etmiyoruz ve yine, diğer üretilen ürünlerle de, tarıma dayalı sanayimiz için tarım ürünleri ithal etmeden sanayimizi ayakta tutuyoruz. Bunları, üretemez duruma getirmişiz; bunları, iş yapamaz duruma getirmişiz; işin en kötü tarafı, morallerini sıfıra indirmişiz.

Değerli arkadaşlar, enflasyon, ülke için büyük bir sıkıntı. Yirmi yıldır ülkemiz bu enflasyon belasıyla karşı karşıya. Enflasyon sorunu mutlaka çözülmeli. Bugünkü hükümet büyük bir meseleye el attı; bu enflasyon meselesini çözmek için bir istikrar programı getirdi. Bizim, parti olarak, buna, hiçbir şekilde karşı durmamız mümkün değil; her türlü yardımı da, müspet politikalar yönünde yapıyoruz, destekliyoruz. Yalnız, IMF’yle yapılan stand-by anlaşmasında işin bir ayağı unutulmuş. Türkiye nüfusunun yüzde 40’ını teşkil eden, tarımla uğraşan çiftçilerimiz, toprakla uğraşan çiftçilerimiz, bir nevi peşkeş çekilmiş. Kime; IMF’ye. Bunların durumunu hiç göz önüne almadan, tarım ürünlerine yüzde 25 gibi bir zam yaparak bunu geçiştirmek istemektedir hükümetimiz. Bunu ya gözardı ettiler veyahut da bir iki yıl biz bunu yaparak bu milleti uyuturuz, bunu da geçiştiririz diye düşündüler.

Değerli arkadaşlarım, bu şekilde muvaffak olma imkânı yok. Bu istikrar programı da tıkanır, bunun da içinden çıkılmaz. Yüzde 25 tabanfiyatına, yüzde 400 tarım girdisine... Gübre artıyor, motorin artıyor. Yine, bugün motorine zam geldi. Ondan sonra, bütün tarım girdilerine kat kat zam ve çiftçi ayakta kal diye dua... Üç gün önce İçel’deydim -ki, orada, modern tarım yapılır- limoncu, portakalcı, seracı ağlıyor; içinden çıkılmaz bir duruma gelmiş Türkiye. İlime, Adıyaman’a gittiğimde, yine, aynı şekilde -kuru tarım, kuru ziraat yaparız- onlar da perişan. Çiftçi, şehre inemiyor; arabasına benzin, traktörüne mazot koyamıyor; tarlasına bahar gübresi atacak, atamıyor; on gün önce aldığı gübreyi, on gün sonra aynı fiyata alma imkânını bulamıyor arkadaşlar.

Bugün, bu meseleye hükümetimiz ve Meclisimiz el atmalı. Çiftçi ölüyor, tarım kesimi yangın halinde. Bugünden bunu çözemezsek, yarın başımıza büyük işler açarız. Bu ekonomik istikrar programı da yürümez. Milletin umutla beklediği program başarıya ulaşabilmeli. Biz, bunu istiyoruz; fakat, bu ayağı tamamıyla unutulmuş, tamamıyla dışlanmış, tamamıyla, tarım kesimi “adam sen de, nasıl olsa bu arkadan gelir” gibi bir düşünceyle gözardı edilmiş.

Buradan, hükümetimizin ve Meclisimizin, bu noktaya dikkatlerini çekmek istiyorum; tarım kesimine, mutlaka ve mutlaka, acilen tedbir almak suretiyle, onu ayakta tutmak için, külliyen öldürmemek için, bu dinamik kesimi, bu köylüyü, bu inançlı kesimi ayakta tutabilmek için, yeni tedbirler alınmasının şart olduğunu söylüyorum.

Arkadaşlar, şehre indiğiniz zaman, hangi ile giderseniz gidiniz, çiftçide para olmadığı için, esnafta da para yok, kepenk inip kalkmıyor, sıkıntı büyümüş, giderek de büyüyor. Bu felaketi önlemek için hükümetimizin acil tedbir alması lazım.

BAŞKAN – Efendim, Sayın Bilgiç’i dinleyin; önemli şeyler söylüyor.

MAHMUT NEDİM BİLGİÇ (Devamla) – Şimdi, tütün piyasası açıldı; yüzde 25 zam_ Tamam; çünkü, enflasyon mücadelesinde yüzde 25 baz alınmış; memura, işçiye de öyle; tütüne de yüzde 25 zam.

Arkadaşlar, bir varsayımla zam yaparak çiftçiyi öldürmeyelim. Yüzde 25 olabilirliğe göre bugün yüzde 25 zam yapıyoruz, meçhule zam yapıyoruz; yarın enflasyon oranlarının ne olacağını bilemiyoruz; ki, son iki aylık enflasyonun çok iç açıcı olmadığını da görüyoruz. Yine, umutla ve heyecanla, enflasyonla mücadelenin gerçekleşmesini ve başarılı olmasını istiyoruz.

Burada, bir noktaya değineceğim. Dün, geç saatlerde aldığım bir habere göre, tütünle ilgili bir YPK kararı çıkıyor. Bu kararnamede, kota dışı artı yüzde 10_ Kota içi tütünü alarak, diğerlerini almama gibi bir kararnameyi imzaya açmışlar. Arkadaşlar, yalnız, bunda ikili bir uygulama var; son derece yanlış. Bir defa, bu yıl, kota dışı tütün alınmayacak diye çiftçiye tebliğ edilmedi. Çiftçi, mahkemeye gider, devletten, hükümetten bu parayı alır.

İkincisi, burada, ikili bir uygulama yapılıyor. Önemli bir noktaya dikkatinizi çekiyorum: Çıkacak kararnamede, Marmara, Ege ve Karadeniz tütünleri için kota uygulanmıyor, Güneydoğu ve Doğu tütünleri için uygulanıyor. Kota dışı tütünler alınmayacak arkadaşlar. Dün muttali oldum, Tekelle görüştüm “bizim haberimiz yok, Hazine yapıyor” diyorlar. Hazineyle ilgili bakanımızı, bilgi alayım, doğru mu diye aradım; fakat, bugün öğrendiğim kadarıyla, maalesef, bu doğru. Mesela, Adıyamanımızda, 27 000 ton tütünün 15 000 tonu kota içi, kalan diğer kısmına da yüzde 50 fiyat uygulanacak. Yani, misal olarak, Adıyaman’a 30 trilyon para giriyorsa, 20 trilyon para girecek; bu para, esnafta harcanacak.

Arkadaşlar, tütün ziraatı sıkıntıda. Biliyorum, devletin de tütünle ilgili sıkıntısı var; tütün stokları büyük, ambarlar, depolar dolu. Bunlar için tedbirler almak lazım, dışsatımı kolaylaştırmak, yeni yeni pazarlar bulmak lazım, çiftçiyi yeniden rehabilite etmek lazım, zaman içerisinde, çiftçiyi sulu tarıma, başka tarıma yönlendirmek lazım; ama, çocuğun ağzından memeyi alırsanız, çocuğu bağırtırsınız. Şimdi, başka ekmek yok.

Arkadaşlar, benim ilimde, bütün toprak, 3 milyon dönüm arazi, GAP’ın taban arazisi olarak suyun altında kalmış, geriye kalan kıraç arazide tütünden başka bir şey olmuyor. 700 000 nüfus yaşıyor; bu nüfusu göçe zorluyoruz. İşte, büyük şehirlerin varoşlarındaki anarşi, terör, bundan çıkıyor arkadaşlar. Eğer, vatandaşlarımızı, kendi kasabasında, beldesinde, köyünde tutmak gibi tedbirler almazsak, mecburî göçe zorlarsak, bunları hem devlete küstürürüz hem de büyük şehirdeki, üreten insanın hayatını zora sokarız. Bütün bunlar, birbirine bağlı şeyler.

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

MAHMUT NEDİM BİLGİÇ (Devamla) – Bilhassa, burada, Tekelden sorumlu Değerli Devlet Bakanımızın, YPK’da olan bakanların ve hükümetin dikkatlerini, son söylediğim söz üzerine çekiyorum: Tütün kararnamesinde ayırım yapmasınlar, Güneydoğuyu ayırarak, kota dışı bırakarak, Marmara, Ege ve Karadeniz tütünlerine kota uygulama gibi bir yola gitmesinler; yanlış anlaşılır. Bir de, bu ülkenin fukara kısmında, bütün ekmeği tütün olan kısmında çok büyük sıkıntıya sebep olurlar. O bakımdan, buna bir çare bulacaklarını düşünüyorum; çünkü, bu, devletin ve ülkenin meselesi. Umut ediyorum ki, hükümet, o YPK kararnamesi çıkmadan -imzaya açılmış- bu maddeyi düzeltir; bu yıl için tütüne hiçbir yerde kota uygulamaz, yüzde 50 indirimi hiçbir ilde ve hiçbir bölgede yapmazlar.

Bir de, hükümetimiz ve Meclisimiz, yine, can çekişen tarıma süratle el atıp, tarımın ve tarımla uğraşanların sorunlarını çözmek için acil tedbirler getirir ve buna hep beraber destek olarak, tarımı, çiftçiyi ve toprakla uğraşan insanları yeniden ayakta tutmak için, rejim için ayakta tutmak için, ülke için ayakta tutmak için çalışırız; getirecekleri her şeyi destekleriz. Bu tasarıyı da destekliyor; ülkemize ve milletimize hayırlı olsun diyor, Yüce Heyetinizi saygıyla selamlıyorum. (Alkışlar)

BAŞKAN – Teşekkür ederim Sayın Bilgiç.

Sayın Bilgiç, Sayın Bakan not aldılar ve benim aracılığımla, meseleyi çözeceklerini ifade ettiler efendim.

Gruplar adına başka söz isteyen?.. Yok.

Şahsı adına, Sakarya Milletvekili Sayın Cevat Ayhan...

CEVAT AYHAN (Sakarya) – Ahmet Derin Beye veriyorum sıramı.

BAŞKAN – Efendim, bir dakika, müsasade edin; zaten söz istemişler.

Kütahya Milletvekili Ahmet Derin Bey; buyurun efendim. (FP sıralarından alkışlar)

Süreniz 5 dakikadır.

AHMET DERİN (Kütahya) – Saygıdeğer Başkan, saygıdeğer milletvekilleri; görüşülmekte olan 318 sıra sayılı kanun tasarısının 6 ncı maddesi üzerinde şahsım adına söz almış bulunmaktayım; öncelikle, hepinizi saygıyla selamlıyorum.

6 ncı madde, malum olduğu üzere, 24.5.1983 tarihli ve 2828 sayılı Sosyal Hizmetler ve Çocuk Esirgeme Kurumu Kanununun 19 uncu maddesinin değişikliğini içermektedir. Bazı döner sermayeleri ihtiva ettiği için bu tasarı faydalı görüldü. Bazı hizmetlerin, faaliyetlerin, üretimlerin sürdürülebilmesi için Sosyal Hizmetler ve Çocuk Esirgeme Kurumuna da gerektiği yerde ve gerekli sayıda döner sermaye işletmesi kurma imkânı sağlanıyor.

Hükümetin, döner sermayelere, işletme sermayesi olarak 30 milyar talebine, komisyonlar daha da cömert davranmışlar, ehemmiyetine binaen 30 milyarlık teklifini, her işletme için 250 milyar liraya kadar tahsis edilebilme hakkını, yetkisini getirmişler ve ayrıca, Bakanlar Kuruluna bu miktarı 4 misli artırma yetkisi de vermişler.

Malum olduğu üzere, Sosyal Hizmetler ve Çocuk Esirgeme Kurumu, bakıma muhtaç insanlarımızın geçimlerini sağlamak, onlara aile sıcaklığını verebilmek, onların aile içerisinde alması gereken her türlü imkânlarını ve eğitimini vermekle görevlendirilmiş bir kuruluşumuz. Malumuâliniz, bunların çoğu yetimdir. Yetim, bu millete emanettir. Bu yetimlere, bakıma muhtaç insanlara sahip çıkmanın, hem dinî hem de millî bir görevimiz olduğunu, ayrıca da insanî bir görevimiz olduğunu burada ifade etmek istiyorum.

Yıllardan beri hizmet eden bu kuruluşumuz birçok teşekküller oluşturmuş. Tabiî ki, gönlümüz, bu insanların, millî ve manevî duygularla yetişmiş, en iyi şekilde eğitim görmüş olmasını arzuluyor; ancak, ne yazık ki, bugüne kadar bu kişilerin, bakıma muhtaç insanların çok cüzi miktarda olanlarına kucak açabilmişiz.

Çocuk Esirgeme Kurumunun birçok yurtlarına, eğitim ve sağlık hizmetleri veren yerlerine yeterince ehemmiyet veremediğimiz ve ödenek ayıramadığımız için, yeterli ve gerekli hizmeti de verememişiz. Tüm milletvekillerine, kendi bölgelerinden, malum, çok sık olarak birçok talep gelir; özürlü çocukların eğitimi, rehabilitasyonu için talepler gelir ve yetimlerin iskân edilmesi, onların eğitimi için de talepler gelir. Bunlara, bir türlü, 21 inci Yüzyıla girdiğimiz ve Avrupa’yla bütünleşme noktasında olduğumuz bir dönemde, henüz, yeterince hizmeti yapabilmiş değiliz.

Ayrıca, şunu da ifade etmek istiyorum: Basına ve medyaya intikal eden bazı olaylardan dolayı, hakikaten, hem bizleri hem de milletimizi üzmektedir. Basına intikal eden bazı kötü olaylar, buralarda kalan çocuklarımıza, genç kızlarımıza, gençlerimize yeterince sahip çıkamadığımız, onları dinî duygulardan yoksun bıraktığımız, kötülük yapmalarına engel olabilecek manevî desteği veremediğimiz inancını taşıyorum.

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN – Toparlayınız efendim.

AHMET DERİN (Devamla) – Bu döner sermayelerin oluşması, onları üretime katkıda bulunduracaktır. Sosyal Yardımlaşmanın elinde korkunç fonlar var. Bunlara balık vermek yerine, balık tutmasını öğretmek mesabesindeki faydalı, istihdamı artırıcı, meslek edindirici, üretimi artırıcı sektörlere bu kaynaklar aktarılacak olursa, daha fazla imkânlar sağlanacak, bakıma muhtaç bu insanlarımıza daha fazla sahip olunacaktır diye düşünüyorum.

Bu kanunun hayırlı olmasını diliyorum, hayırlı hizmetlere vesile olmasını Cenabı Hak’tan niyaz ediyorum. (FP ve MHP sıralarından alkışlar)

Teşekkür ederim Sayın Başkan.

BAŞKAN – Teşekkür ederim Sayın Derin.

Efendim, söz sırası, Balıkesir Milletvekili İsmail Özgün’de.

Sayın Özgün?.. Yok.

Madde üzerinde bir önerge var; önergeyi okutuyorum:

Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına

Görüşülmekte olan 318 sıra sayılı tasarının 6 ncı maddesiyle değiştirilen 24.5.1983 tarihli ve 2828 sayılı Kanunun 19 uncu maddesine, onuncu fıkrasından sonra gelmek üzere, aşağıdaki fıkranın eklenmesini arz ve teklif ederiz.

Mehmet Emrehan Halıcı Ömer İzgi Beyhan Aslan

Konya Konya Denizli

Nail Çelebi Zeki Ertugay

Trabzon Erzurum

“Elde edilen kârdan, kârın elde edilmesinde emeği geçen 657 sayılı Kanuna tabi her bir personele, katkıları oranında, asgarî ücretin yıllık brüt tutarının iki katını geçmemek üzere üretimi teşvik primi ödenir. Üretimi teşvik primi dağıtımı, işletme bünyesiyle sınırlıdır. İşletmenin zararı, izleyen yılların kârlarından mahsup edilir.”

BAŞKAN – Efendim, Komisyon önergeye katılıyor mu?

PLAN VE BÜTÇE KOMİSYONU BAŞKANVEKİLİ MEHMET HANİFİ TİRYAKİ (Gaziantep) – Sayın Başkan, takdire bırakıyoruz.

BAŞKAN – Hükümet önergeye katılıyor mu?

DEVLET BAKANI MUSTAFA YILMAZ (Gaziantep) – Katılıyoruz Sayın Başkan.

BAŞKAN – Efendim, Komisyonun takdire bıraktığı, Hükümetin kabul ettiği önergeyi oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler... Kabul etmeyenler... Kabul edilmiştir.

Sayın milletvekileri, kabul edilen önerge nedeniyle, tasarının 6 ncı maddesinin çerçevesinin “24.5.1983 tarihli ve 2828 sayılı Sosyal Hizmetler ve Çocuk Esirgeme Kurumu Kanununun 19 uncu maddesinin birinci fıkrası aşağıdaki şekilde değiştirilmiş ve maddenin onuncu fıkrasından sonra gelmek üzere aşağıdaki fıkra eklenmiştir” şeklinde olması gerekmektedir.

CEVAT AYHAN (Sakarya) – Karar yetersayısının aranmasını istiyorum Sayın Başkan...

BAŞKAN – Maddeyi bu şekilde oylarınıza sunarken, sayın milletvekilimiz karar yetersayısının aranmasını istedi; karar yetersayısını arayacağım.

NAİL ÇELEBİ (Trabzon) – Vazgeçti, vazgeçti...

BAŞKAN – Sayın Ayhan, vaz mı geçtiniz efendim?

CEVAT AYHAN (Sakarya) – Hayır efendim, vazgeçmedim.

BAŞKAN – İstediniz; tabiî...

Maddeyi bu şekliyle oylarınıza sunuyorum ve karar yetersayısını arayacağım.

Oylama için 5 dakika süre veriyorum.

Oylama işlemini başlatıyorum.

(Elektronik cihazla oylama yapıldı)

BAŞKAN – Sayın milletvekilleri, madde kabul edilmiştir; karar yetersayısı vardır.

7 nci maddeyi okutuyorum; ama, sayın milletvekillerinin salondan ayrılmamalarını da rica ediyorum efendim; her maddede bunu yaparsak, bu iş bitmez.

MADDE 7.- Bu Kanun yayımı tarihinde yürürlüğe girer.

BAŞKAN – Efendim, madde üzerinde gruplar adına söz isteyen?.. Yok.

Şahsı adına, Sakarya Milletvekili Sayın Cevat Ayhan...

CEVAT AYHAN (Sakarya) – Vazgeçtim.

BAŞKAN – Teşekkür ederim efendim.

Kütahya Milletvekili Sayın Ahmet Derin?.. Yok.

Balıkesir Milletvekili İsmail Özgün?.. Yok.

Maddeyi oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler... Kabul etmeyenler... Kabul edilmiştir.

Son maddeyi okutuyorum:

MADDE 8. - Bu Kanun hükümlerini Bakanlar Kurulu yürütür.

BAŞKAN – Madde üzerinde, Fazilet Partisi Grubu adına, Sakarya Milletvekili Sayın Cevat Ayhan; buyurun efendim. (FP sıralarından alkışlar)

FP GRUBU ADINA CEVAT AYHAN (Sakarya) – Muhterem Başkan, muhterem arkadaşlar; 318 sıra sayılı, Tarım Bakanlığının, Çocuk Esirgeme Kurumunun ve Köy Hizmetleri Genel Müdürlüğünün kanunlarında değişiklik yapan kanun tasarısının son maddesi üzerinde söz almış bulunuyorum.

Bu madde, kanunun, Bakanlar Kurulu tarafından yürütüleceğini ifade etmektedir ve Sayın Bakan tarafından; yani, Tarım Bakanı tarafından yürütülecek demektir.

Değerli arkadaşlar, tarım, Türkiye’de nüfusun yarısını ilgilendiren fevkalade mühim bir sektördür. Her ne kadar, millî gelirdeki payı yüzde 15 mertebesinde de olsa, takriben 30 milyon insanı yakından ilgilendiren bir hizmet ve üretim sahasıdır.

Tabiî, tarımın, fevkalade dikkatli ve verimli bir şekilde yönetilmesi gerekir. Çiftçiler, sabırlı insanlardır; köylüler, sabırlı insanlardır; onlar, sabrı, işlerinden öğrenmişlerdir; ekerler, aylarca beklerler, yağmuru beklerler, piyasayı beklerler, imkânları beklerler, şükrederler ve emeklerinin karşılığını almaya çalışırlar.

Tabiî, hükümetlerin de çiftçinin alınterini değerlendirecek olan tedbirleri isabetle alması lazım. Zaman zaman, Türkiye’de, tarımda büyük sıkıntılar yaşıyoruz. Yani, bu kanunları uygulayacak olan hükümetlerin ve tarım bakanlarının, meselelerini gayet ciddî takip edip, karar gecikmesi olmadan, isabetli kararları verip, çiftçiyi mağdur etmemesi lazım.

Tabiî, değerli bakanımızın da bu hizmeti en iyi şekilde yapmasını temenni ediyoruz. Ancak, kendilerinin bakan olduğu dönemde, Nevşehir, Niğde bölgesinde, patatesle ilgili bir kriz çıktı; halen bu kriz aşılabilmiş değildir. 40 000 liraya mal olan patatesin kilosu, bugün, nihayet 20 000 lira, 25 000 lira mertebesinde satılmaktadır; bundan bir süre önce 10 000-15 000 lira mertebesindeydi. Nispî iyileşme olmasına rağmen, çiftçi, halen zarar etmektedir. Çiftçi maliyetlerini kurtarmamaktadır. Gübre, mazot, ilaç, tohumluk... İşçiliğini kendisi, bedava, yapsa bile, bunları alt alta yazdığınız zaman, zavallı çiftçiyi kurtarmıyor.

Tabiî, patatesi çözeceksek, mısırı çözeceksek, diğer tarım sektörünü çözeceksek, bu sektörün, üretim noktasından pazara ulaşımına kadar, zincir hattı üzerindeki bütün noktaları ele alıp tek tek çözmemiz gerekiyor.

Mesela, patatese bakarsak, tabiî, patateste sıkıntı nedir; kalitesiz tohumluğumuz var; yani, bizim ürettiğimiz patates, ihracata müsait değil; hatta, memleketimizde faaliyet gösteren birçok yabancı şirket ve birçok turistik tesis, patates ihtiyaçlarını dışarıdan getiriyorlar. Niye; bizim patatesimizin su miktarı yüksek, çok yağ emiyor, kalitesi düşük, ne ihraç edilebiliyor ne de kullanılabiliyor. Peki, niye daha kaliteli patates tohumluğu getirmiyoruz; işte getirmiyoruz. Tabiî, çiftçiler getirebilir mi; getiremez. Küçük küçük çiftçilerin buna gücü var mı; yok. Kim getirecek; Tarım Kredi Kooperatifleri getirecek, birisi getirecek; yani, özel sektör bu işi yapmıyorsa devlet sektörü yapacak; vasıflı patatesi getirecek, tohumluğu getirecek. Efendim, vasıflı patatesi çiftçi istiyor, bulamıyor... Ektiği zaman, verim düşük, çiftçi tercih etmez; ama, çiftçinin elinde patates kaldığı zaman, biz, patatesi çiftçinin elinden nasıl alacağız diye dört dönüyoruz hükümet olarak. Geçmişte, aldık dağıttık, aldık dışarıya satmaya çalıştık. Bugün, yine aynı problemi yaşıyoruz. Tabiî, burada yapılacak olan şey, o zaman, vasıflı tohumluğu, ihraca müsait patates cinsini üretecek olan üretimi teşvik edeceksiniz, tohumu getirip vereceksiniz, destekleyeceksiniz; o üretilen vasıflı patatesin sanayiini kuracaksınız, patates unu yapacaksınız, cips yapacaksınız; dükkânlarımızda satılan, mutfaklarımıza giren patatesle ilgili yüzlerce çeşit mamul var -Avrupa’yı, Amerika’yı söylüyorum- onları üreteceksiniz, ondan sonra da onların pazarlama zincirini kuracaksınız. Patates üreticilerini birlik haline getireceksiniz, destekleyeceksiniz; kendi meselelerini ciddî yönetecek; ama, zavallı Niğdeliler ve Nevşehirliler oradan bağırıyor, biz de burada çırpınıyoruz, Nevşehir, Niğde bölge milletvekilleri de çırpınıyor; Tarım ve Köyişleri Bakanı da üzülüyor, gidiyor görüyor; ama, mesele çözülmüyor. İşte, Türkiye’nin sıkıntısı bu noktadadır değerli arkadaşlar.

Muhterem Bakan, daha önceki oturumda, bundan önceki maddenin konuşulması sırasında, lütfettiler, bendenizin ismini anarak “verdikleri bilgiler için teşekkür ediyorum” dediler ve kendilerinin hazırladığı tarım reformuyla ilgili bize takdim etmiş oldukları raporu dikkatle okuduğumu söylediler; doğrudur; ben, her raporu okumaya çalışırım. Ben de şunu arz edeyim ki, ben de, geçmişten beri bu sektörün içerisindeyim; ta 1960’lı yıllarda, 1970’li yıllarda Devlet Planlama Teşkilatında uzman olduğum dönemde, Türkiye Ziraî Donatım Kurumu Genel Müdürü olduğum dönemde, ondan sonra da ekonomiyle ilgilenen bir insan olarak, sekiz yıldan beri de bu Mecliste parlamenter olarak, hakikaten, tarımın meseleleri beni daima üzmüş, daima sevindirmiş, daima üzerinde hassasiyetle durduğum konular olmuştur. Tarım üretim bölgelerinde, çiftçilerimizle, onların birlikleriyle, ziraat odası başkanlarıyla, zaman zaman il ziraat müdürleriyle devamlı temas etmişimdir ve sektörün, alt sektörün gelişmeleri hakkında bilgi almışımdır. Elbette kendilerinin bilgilerinden faydalandık. Kendileri, aynı zamanda, tarım konularında üniversite hocasıdır; onların değerli bilgilerinden biz her vakit faydalanırız. Bu benim arz ettiğim hususlar, bilinsin ki, önceden beri takip ettiğim konuların bende birikmiş olan neticeleridir.

Zannederim, 4 üncü madde görüşülürken, Kayseri’de olan pancar ekicileri kooperatifiyle ilgili bir meseleyi gündeme getirmiştim. Sayın Bakan dediler ki: “Biz, kongreyi yapmadan önce, Kayseri’de, bana, yürütmenin durdurulduğuna dair belge intikal etmedi.” Tabiî, bizi o gün televizyonları başında dinleyen Kayserili pancar ekicileri, kooperatif mensupları, telefon açtılar, faks çektiler ve şimdi, burada önümde, belgeler var.

Tabiî, birileri, Bakanlıkta Sayın Bakanı yanıltmışlar, Sayın Bakanı hukukdışı bir işleme zorlamışlar. Kayseri Pancar Ekicileri Kooperatifinin, Pankobirlik’in kongresi yapılmış. Kongrede yolsuzluklar olmuş olabilir, mevcut kongre yönetimi delege sistemini ayarlamış olabilir. Bununla ilgili Türkiye genelinde zaten birtakım kargaşalar var. Onlar nedir; onlar, şudur değerli arkadaşlar: Bir ilde Pankobirlik’in 50 000 üyesi var, falan ilde 30 000 üyesi var. Düşünebiliyor musunuz, 30 000 üyeyle, 50 000 üyeyle kongre olur mu ? O zaman yapılması gereken şey, böyle birtakım ferdî müdahaleler yerine, derhal Kooperatifler Kanununu değiştirip, bu pancar kooperatifleriyle ilgili, diğer kooperatiflerle ilgili, belli sayının üzerinde kongre yapılamaz, genel kurul yapılamaz... Burada delege sistemine geçmek lazım.

Bu kongre için söylemiyorum; daha önceden bana intikal eden olaylardan biliyorum. Falan ilde, falan kooperatifin kongresi yapılacak, militan birtakım gruplar üç beş otobüsü doldurup da kongreyi bastığı zaman, oradaki 300-500 kişiyi dağıtır ve istediği şekilde kongreyi tesiri altına alır.

Onun için, Muhterem Bakanım, bizim yapmamız gereken ve tabiî, sizin, hükümet olarak yapmanız gereken, bu kooperatiflerin, hatta derneklerin, diğer kurumların üyelerinin iradesini bağımsız olarak ve adaletli olarak yönetime aksettirecek olan, gerek denetim gerek seçim bakımından gerekli kanunî düzenlemeleri yapmaktır.

Şimdi, sizi yanıltmışlar; ben, size, bunların bir suretini de vereceğim. Bakın, bu yürütmeyi durdurma kararına sizin itirazınız da var; bu, size, avukatlar vasıtasıyla tebliğ edilmiş; ama, tabiî, zatınıza değil, sizin etrafınızdaki birtakım partizanlığa müsait olan idareciler, şu veya bu istikamette fikrini zorla kabul ettirmek isteyen insanlar, size orada zorla, mahkemeye rağmen, kongre yaptırmış.

Şimdi, tabiî, bunları değerlendirmek size aittir; ama, şunu ifade etmek istiyorum: Tabiî, cumhuriyet hükümetlerinin bakanlarına daima adalet yakışır. Cumhuriyet hükümetlerinin bakanlarının etrafındaki, onları yanıltacak olan idarecileri derhal uzaklaştırmak gerekir diyorum.

Ben, kanunun hayırlı olmasını diliyor, hepinizi hürmetle selamlıyorum. (FP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – Teşekkür ederim Sayın Ayhan.

NEVZAT ERCAN (Sakarya) – Sayın Başkan, DYP Grubu adına söz almak istiyorum.

BAŞKAN – Doğru Yol Partisi Grubu adına, Sayın Nevzat Ercan; buyurun efendim.

DYP GRUBU ADINA NEVZAT ERCAN (Sakarya) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; 318 sıra sayılı kanun tasarısı üzerinde, Doğru Yol Partisi Grubu adına söz almış bulunuyorum; Doğru Yol Partisi Grubu ve şahsım adına, Yüce Heyeti saygıyla selamlıyorum.

Değerli milletvekilleri, defaatle ifade edildi; ülke nüfusumuzun önemli bir bölümünü oluşturan ve çalışan nüfusumuzun da yüzde 40’ını teşkil eden tarım sektörü, bugün, önemli sorunlarla karşı karşıyadır. Aslında bu sektör, millî gelirimizin ve ihracatımızın da önemli bir bölümünü oluşturmaktadır. Yine, bu sektör, üretim, istihdam ve dışticarete de önemli ölçüde katkı sağlamaktadır.

Tarım sektörü, hizmetler sektörüne mal sağlamakta, sanayie hammadde temin etmekte, aynı zamanda, sanayi ve hizmetler sektörünün de müşterisi durumunda bulunmaktadır. Böylesine önemli bir sektörün yanlış ekonomik politikalar sonucu ihmal edilmiş olması, âdeta çökertilmiş olması kabul edilemez bir durumdur. Bilhassa 55, 56 ve 57 nci hükümetler döneminde, çiftçilerimiz unutulmuş, bu hükümetlerin programlarında, çiftçilerimize önemli ölçüde yer verilmemiş ve uygulamalarda da, üvey evlat muamelesine maruz bırakılmıştır. Girdiler ve tabanfiyat yoluyla verilen destek sürekli olarak azalmış, bunun sonucunda çiftçimiz, hızla yoksullaşmıştır.

Son yıllarda, bilhassa çiftçi kesimine uygulanan politikalar sonucunda tarımsal üretim düşmüş, tarım sektöründe girdiler yüzde 300 oranında fahiş oranda artmış; buna mukabil, ürün fiyatları da giderek düşmüştür.

Çiftçiye, ürününün karşılığı tam olarak zamanında verilmemiştir, verilememiştir. Bu kürsüden, bütün sözcü arkadaşlarımızın, zaman zaman, çiftçilerimizin ürün bedellerinin, emeklerinin karşılığının peşin olarak ödenmesi talepleri defaatle olmuş; ancak, hükümet, ne yazık ki duyarsız kalmıştır. Hatta, öylesine duyarsız kalmıştır ki, bir büyük afet sonrası yıkıma uğrayan deprem bölgelerinde, zarar gören, mağdur duruma düşen çiftçilerimizin ürün bedellerini peşin ödemeyi bırakın, aradan geçen beş altı aya rağmen, halen ürün bedellerini, emeklerinin karşılığını alamayan depremzede çiftçilerimiz vardır.

Bakınız, Sanayi ve Ticaret Bakanlığını ilgilendiriyor; ama, pancar kooperatifi yetkilileri, Adapazarı’ndan gelen ziraat odası başkanı, pancar kooperatifi başkanı, yörenin milletvekili arkadaşlarımızı, her birimizi aradılar; pancar bedellerinin, yaklaşan bayram münasebetiyle, hiç olmazsa bu bölge için peşin ödenmesi taleplerini ilettiler. Biz, onlar adına, bu kürsüden, yine, talep ediyoruz ve hiç olmazsa, 16’sından önce, bayramdan önce, her şeyini kaybetmiş o yöre insanına bir ölçüde katkı sağlamak bakımından, sıcak paranın o yöreye girmesini sağlamak bakımından, çiftçilerimize, pancar üreticilerimize, fındık üreticilerimize kalan ödemeler yapılabilsin. Bunları talep ediyoruz hükümetten, yetkililerden.

Değerli milletvekilleri, bakın, hafta sonu Adapazarı’na gittim, bir merkez, divan köyünde vatandaşlarla sohbet imkânı buldum. O yörede insanlar, geleceklerinden son derece umutlarını kesmiş, karamsarlık içerisindeler.

O bölgede pancar üreticisine kota uygulanıyor; hem alan kotası hem kilo kotası uygulanıyor ve 1997 yılı baz alınarak ekim müsaadesi veriliyor; yani, Adapazarı’ndaki -Türkiye’de, neredeyse- pancar üreticisi çiftçi, 1997 yılında ekim yapmışsa, ne kadar üretim elde etmişse, bu yıl da o kadar ekebilecek, o kadar üretim yapabilecek; böyle bir sınırlama getiriliyor.

Şimdi, birisi bana sordu: “1997 yılında, bütün arazilerimiz sular altında kaldı, büyük bir sel felaketi yaşadık. Ben kırk yıllık pancar üreticisiyim ve kırk yıldır bu kooperatifin de üyesiyim -milletvekili olarak, sorusuna, tabiî, benden cevap aradı- 1997 yılında bütün arazilerim sular altında kaldı, sel felaketine maruz kaldık ve dolayısıyla, ekim yapamadım -biliyorsunuz, tarım sektörü, öyle bir sektör ki, bütün dış koşullara açık bir sektör; yani, iklim şartlarına bağlı; aşırı yağmur, don, kuraklık, sel vesaire, tarım sektörü bunlara açık bir sektördür- dolayısıyla ben zarar gördüm. 1997 yılında maruz kaldığım bu zarardan dolayı... Bana, sen 1997 yılında ekmedin, dolayısıyla 2000 yılında da pancar üreticisi olarak ekim yapamazsın şeklinde bir sınırlama getiriliyor. Bunun mantığını anlamış değilim” dedi. Gerçekten, bu sualine cevap vermek o kadar kolay değildi; bunları aktarıyorum.

BAŞKAN – Sayın Ercan, bir dakika efendim.

Sayın milletvekilleri, Sayın Ercan’ın konuşması duyulmuyor efendim, rica edeyim...

Buyurun Sayın Ercan.

NEVZAT ERCAN (Devamla) – Değerli milletvekilleri, şimdi, tarım sektöründe, üreticimizin, ürettiği ürünün bedelini belirlemede ya da satın aldığı girdilerin fiyatını tayin etmede bir rolü yok. Diğer sektörlerde bu böyle değil. Hizmetler sektöründe, sanayii sektöründe belli ölçülerde o sektörün fiyatlarını belirlemede kişi belli ölçülerde etkin rol oynayabiliyor; ama, tarım sektöründe bu yok. Yani, tarım sektöründe çiftçi, ürettiği malın fiyatını belirlemede etkili değil, satın aldığı girdilerde de herhangi bir etkisi yok.

Mesela, bizim hükümetimiz döneminde devletçe çiftçilerimize gübrede yüzde 50 oranında oransal bir destek sağlanıyordu. Bu oransal destekten bizden sonraki hükümetler döneminde vazgeçildi, kilo başına sabit fiyat uygulaması getirildi ve bugün görüyoruz ki, devletin gübrede katkısı yüzde 50’lerden, yüzde 17’lere, yüzde 18’lere düşmüş durumda. Yani, fiyat belirlemede etkisi olmayan çiftçiye dış koşullara tabi, maruz, iklim şartlarına boyun eğmek durumunda olan çiftçiye, siz, eğer, girdilerde de belli ölçülerde destek sağlayamıyorsanız, o zaman çiftçiyi yoksullaştırmak, fakirleştirmek gibi bir politikayı çiftçimize reva görmüş olursunuz, ki öyledir.

Bana verilen örneklere bakın: Mısır tohumu... Köylü, bana “tanesi 25 000 lira” diyor. Ben gittim, şaşırdım. Bir tane mısır tohumu 25 000 lira; yani, altının gramıyla filan, böyle... Domates tohumunun, 10 gramlık bir paketi 90 milyon Türk Lirası. “Bunun geçen yılki fiyatı nedir” dedim, dediler ki: “37 milyon liraydı” Girdilerde yüzde 120-130’luk bir artış getireceksiniz -mazot hakeza öyle, bazı tarım girdilerinde bazen yüzde 200, bazen yüzde 300- sonra da, çiftçiye, yıllık hedeflediğiniz yüzde 25’lik enflasyon hedefine göre bir fiyat takdir edeceksiniz. Bu, olacak şey değil; bu haksızlıktır; bu, çiftçiyi gözardı etmektir. Esasen, zaten, bu hükümetin defterinde ne çiftçi var ne de esnaf var. Öyle zannediyorum ki, devletin önemli kaynakları, ülkede belirli kesimlere peşkeş çekilmekte. Çiftçiye gelince kaynak yok, para yok, esnafa gelince para yok, kaynak yok; ama, içi boşaltılmış bankalara gelince trilyonlar, katrilyonlar aktarılabiliyor.

Şimdi, millet adına size söylüyorum; bu ayın 16’sında mübarek Kurban Bayramını idrak edeceğiz ve size söylüyorum, diyorum ki...

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN – Toparlayın efendim.

NEVZAT ERCAN (Devamla) – Hiç olmazsa, yüzde 80’i yıkılmış bir deprem bölgesinde yaşayan çiftçilerimize, hiç olmazsa o bölge insanına, bayram öncesi üç beş kuruş harçlık olabilecek ürün bedellerini -sizden lütuf falan da bekliyor değiller- kendi emeğinin karşılığını ödeyin. Ürün bedellerinin hiç olmazsa belli bir nispette de olsa ödenmesini talep ediyorlar, bunu sizden bekliyorlar.

Sizlere saygılar sunuyorum, teşekkür ederim. (DYP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – Teşekkür ederim Sayın Ercan.

Gruplar adına başka söz isteyen?.. Yok.

Şahsı adına, Sakarya Milletvekili Sayın Cevat Ayhan; buyurun.

CEVAT AYHAN (Sakarya) – Muhterem Başkan, muhterem üyeler; kanunun son maddesinde, belki de, son konuşmayı yapıyoruz. Kanunun, ilgili kurumlara hayırlı olmasını diliyoruz; ancak, bu vesileyle, hükümete de bir iki hususu hatırlatmak istiyorum. Bunlardan bir tanesi, biraz önce konuşan Sakarya Milletvekili arkadaşımız Değerli Nevzat Ercan Beyin ifade ettiği pancar ve fındık bedelleridir. Geçenki oturumda, burada, Tarım Bakanı arkadaşımız -şimdi yok- “bayramdan önce, 16 trilyon liralık fındık bedelini ödeteceğim” demişti. Gerçi, muhatabı Sanayi Bakanlığıdır; ama, ne de olsa tarımı ilgilendiren bir husus olduğu için tekeffül etmişti. İnşallah, 16 trilyon bu hafta ödenirse, bu, fevkalade makbule geçer.

İkinci husus da, pancar bedellerinin ödenmesidir. Tabiî, öncelikle deprem bölgesi olmak üzere, Bolu, Sakarya, Kocaeli yöresi olmak üzere, Türkiye genelinde, İç Anadolu’da, Doğu Anadolu’da; yani, üretim neredeyse, çiftçinin en zorda olduğu bir dönem olduğu için, pancar bedelleri, bu bayramdan önce, mutlaka ödenmelidir ve vatandaş da, bu bayrama mahzun girmemelidir. Özellikle de, tabiî, hiç gecikmeden deprem bölgesinde ödenmesini ve bütün Türkiye’de ödenmesini talep ediyorum.

Hükümete ve Tarım Bakanına arz etmek istediğim bir diğer husus da -tarımla ilgili bir kanun olduğu için söylüyorum- bundan önceki bir konuşmamda demiştim, tarımda, hayvancılıkta, hububatta, girdi maliyetleri ve gelirleri bakımından çiftçinin yakından takip edilmesi lazım. Avrupa Topluluğunda, eğer, çiftçinin maliyetleri piyasa fiyatlarının üzerindeyse, hükümetler çiftçiyi desteklerler. İthalata karşı desteklerler. İthalata ilave vergi koyarlar veya kendi içpiyasalarında da, çiftçinin maliyetleri yüksek geliyorsa, piyasada tarım ürünlerinin, gıda maddelerinin fiyatı yükselmesin diye hem üreticiyi desteklerler hem tüketiciyi. Bunun yıllık maliyetinin de, Avrupa Topluluğu ülkelerinde aşağı yukarı 200 milyar dolar mertebesinde olduğunu arz etmiştim. Tabiî, bizim, bu desteği verirken de, sektörleri geliştirici istikamette projeler ortaya koymamız lazım demiştim. Muhterem Tarım Bakanı da bunu teyit etmişlerdi.

Şimdi bakın, güzel örnekler de var Türkiye’de. Bundan bir iki ay önce, GAP Bölgesinde, Şanlıurfa’da, Koç Holding ile Ata Grubu, iki büyük sermaye grubu çok güzel bir hayvancılık projesi başlatmış; 10 000 inek sağılacak ve besi yapılacak. Sözleşmeli besiciliğe ve hayvancılığa gidecek olan ciddî bir projeyi başlatmışlar. Tabiî bunu tebrik ediyorum ben ve bu modelin de, tarımda, özellikle hayvancılıkta, sütçülük ve besicilik için bütün illerimizde yaygınlaşmasını istiyorum. Niye derseniz, bakın, tavukçulukta başarılı olmuş bir projemiz var Türkiye’de. 1980’den sonra, Rahmetli Özal’ın fevkalade ileriyi gören politikalarıyla, o dönemde kümes yapımını desteklemişiz, hibe olarak vermişiz Tarım Bakanlığından ve piliç yetiştirenlere, tavukçuluk yapanlara da yem maliyetlerinin yüzde 25’i, 30’u mertebesinde sübvansiyon, destek vermişiz hibe olarak. Bu mekanizmalar çalışınca, bugün Türkiye tavukçulukta fevkalade ileri bir merhaleye ulaştı ve zaman zaman konjonktürel dalgalanmalar da olsa, tavukçuluk, bugün Türkiye’de ayakları üzerinde duruyor. Küçücük bir ilçede, bakıyorsunuz, 300-500 tane kümes ve o ilçe o gelirle kalkınıyor. Benim Kaynarca İlçem böyledir, Tavşanlısı böyledir, Mudurnusu böyledir, Bolu’nun ilçeleri böyledir, birçok ilimiz de... Hatta, Çorum’da, yumurta tavukçuluğu fevkalade gelişmiştir. Yani, bu teşviki verdiğiniz zaman, ilk harekette, bu atalet momenti dediğimiz, bu, ataleti yenen bir destek verdiğiniz zaman, sistem kendi kendine yürümeye başlıyor.

Şimdi sözü hayvancılığa getirmek istiyorum. İşte bu Koç ve Ata Grubunun GAP Bölgesinde başlatmış olduğu projeyi, biz, il il; hatta TİGEM’in tarım işletmelerini kiralık olarak bu projelere tahsis ederek, yabancı sermaye-yerli sermaye işbirliği halinde, bu entegre tesislerin kuruluşunu desteklersek, size ifade ediyorum ki, çok kısa bir zamanda, Türkiye, hayvancılık ürünlerinin ihracatından milyarlarca dolar gelire kavuşur ve çiftçimiz de kalkınır ve gelişir; çünkü, çiftçimizi zenginleştirmenin yolu, öncelikle hayvancılığı geliştirmektir.

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN – Toparlayın lütfen.

CEVAT AYHAN (Devamla) – Bitiriyorum Muhterem Başkan.

Hayvancılık ürünlerinde katmadeğer yüksektir. Bugün, Avrupa Topluluğunda fevkalade gelişmiş bir tarım var ve bunun da merkezinde hayvancılık var. Avrupa Topluluğunda tarım gelirlerinin aşağı yukarı yüzde 70’i hayvancılık gelirleri ve ürünlerindendir; hububat ise yüzde 30-35 mertebesindedir. Türkiye’de ise, bu, tersinedir. Yani, bu güzel örnekleri ortaya koyduğumuz zaman ve sistemin de ayakta durabileceği şekilde zaruret miktarı finansman desteğini verdiğimiz zaman, teşvik desteğini verdiğimiz zaman, bugün, tavukçulukta başarılı olan model, emin olunuz, hayvancılıkta da başarılı olacak ve Türkiye çiftçisinin yüzü gülecektir, diyorum. Tekrar, kanunun hayırlı olmasını diliyor, hepinizi hürmetle selamlıyorum. (Alkışlar)

BAŞKAN – Teşekkür ederim efendim.

Şimdi, söz sırası Kütahya Milletvekili Sayın Ahmet Derin’de.

Sayın Derin?..

AHMET DERİN (Kütahya) – Sıramı Aslan Polat arkadaşımıza verdim.

BAŞKAN – Erzurum Milletvekili Sayın Aslan Polat; buyurun efendim.

ASLAN POLAT (Erzurum) – Sayın Başkan, sayın milletvekilleri; hepinizi saygıyla selamlıyorum.

Şimdi, tasarının yürütme maddesine geldik. Hayırlı olsun. Biraz sonra da, neticesinde onaylanacaktır; hemen hemen bütün Meclisin onayıyla çıkacak bir kanun tasarı.

Yalnız, burada bir iki konuyu söylemek istiyorum. “İşletmeler büyüyor, sermaye artışları yetmiyor, mevcut döner sermayeleri hep demirbaşlara yattığı için nakit sıkıntısı çekiyorlar ve dolayısıyla bunlara nakit verelim” deniyor. Şimdi, bu nakti verelim; bu, doğru. Verelim de bu vereceğimiz nakitlerle bu problemler çözülecek mi; yani, tarım sorunu, hayvancılık sorunu, köy hizmetleri sorunu çözülecek mi? Esas nokta, bence, burada meydana geliyor.

Sayın Başkan, sayın milletvekilleri; bir kaç konuda çok kısa misal vermek istiyorum. Ben, şahsım adına konuştum, kendi seçim bölgemizden konuşuyoruz. Doğu Anadolu’da çalışan nüfusun yüzde 71,93’ü tarım kesiminde istihdam ediliyor. Bu, Türkiye Kalkınma Bankasının en son yayımladığı raporlarda var. Gayri safî millî hâsılaya bu tarımla geçinenlerin katkısı ise yüzde 23,7. Ne demek istiyorum: Yani, Doğu Anadolu’da insanların yüzde 71’i tarımda istihdam edilirken, katma değerleri yüzde 23’te kalıyor. Dolayısıyla, bu noktalardaki randıman, normal randımanın üçte 1’i durumunda. Peki, Doğu Anadolu’da, gayri safî yurtiçi hâsılanın ortalaması kaç; 1 450 dolar civarında. Türkiye ortalaması kaç; 3 156 dolar. Demek ki, Doğu Anadolu’da bulunan insanların, normal, Türkiye ortalamasının yarısı kadar ellerine gayri safî yurtiçi hâsıladan para geçerken, tarımda çalışanların, yani, Doğu Anadolu’nun tarımda çalışanlarının da, bunun üçte 1’i kadar, ortalama 500-600 dolar civarında ellerine para geçmektedir. Dolayısıyla, Türkiye’nin en fakir insanları tarımda çalışan insanlardır ve bu tarımda çalışanların hemen hemen en zayıfları da hayvancılıkla uğraşanlardır. Şimdi, hayvancılıkla uğraşanlara biz ne getiriyoruz? Yani, burada, hükümet, sayıyor: Döner sermayeyi geliştireceğim, hayvancılığı geliştireceğim... Bunlarla hayvancılık kurtulmaz.

Şimdi, burada, rakamlar var, devletin resmî rakamları var. Bir yıl içerisinde et fiyatlarında yüzde 18 artış yapmışsınız. Enflasyon kaç; yüzde 67. Yüzde 67 enflasyon olan bir yerde, siz, hayvancılıkta yüzde 18 artış yaparsanız, bu, hayvancılıkla uğraşan insanları mağdur etmiş, ezmiş olursunuz.

Peki, bir şey söyleyeceğim. Hükümet şöyle bir konu getiriyor; diyor ki: “Ben, önümüzdeki enflasyona göre, tarımda taban fiyat tespiti yapacağım.” Şimdi, gübre ne olmuş? Sayın Tarım Bakanının gazetelerde, bugünkü gazetelerde bile beyanatı var; iki ayda yüzde 60 zam yapıldı diyor. Tarım Bakanı söylüyor, bugünkü gazetelerde var.

Şimdi, akaryakıta bir yıl içerisinde ne kadar zam yapılmış; yüzde 256 zam yapılmış.

Şimdi, çiftçinin girdisi ne: Gübre, akaryakıt diyelim. Gübrede iki ayda yüzde 60 artış var, akaryakıtta yüzde 256 artış var. Peki, kendisine artışı kaç veriyoruz; yüzde 25. Niye; bizim enflasyonumuz bu diye.

Peki, bundan bir hafta evvel -yaptığı iş de doğrudur; diyeceğim doğrudur- Bayındırlık Bakanlığı, birim fiyatlarını açıkladı; yani, müteahhitlere uygulayacağı birim fiyat artışlarını açıkladı. Onda kaç aldı; yüzde 65 aldı. Şimdi, ben, size bir şey soruyorum: Enflasyon indirilecekse, herkesin ıstırabı eşit çekmesi lazım. Tarım kesimine geldiği zaman, aynı girdileri almalarına rağmen, yani, gübre fiyatları, tohum fiyatları, akaryakıt fiyatları yüzde 60, yüzde 100, yüzde 250 artmasına rağmen, siz tarımda artışı yüzde 25’le, hayvancılıkta artışı yüzde 15’le sınırlarken -ben de müteahhitlik yaptım, inşaat mühendisiyim; ama, doğruyu konuşmak zorundayız- müteahhitlerin karne katsayılarını ve artışlarını yüzde 65 yaparsanız, bunu, tarımla uğraşanlara nasıl izah edeceksiniz?! Nasıl izah edeceksiniz?! Bu işin gerçeğini ben size söylüyorum.

Bakın arkadaşlar, bir şey söylüyorum. Eğer hak yapacaksanız, herkese eşit yapacaksınız. Eğer sanal enflasyonu, önümüzdeki enflasyonu alıyorsanız, herkese eşit alın; ama, bunu almıyorsanız, tarımda çalışanlara sanal enflasyon, yok efendim, bayındırlıkta çalışanlara gerçek enflasyon derseniz, olmaz. Hadi desin ki, bayındırlıkta bunu yapsam olur mu; olmaz, inşaatlar hep dururdu...

İşte, burada neyi getirmek istiyorum; şunu getirmek istiyorum: Sizin bu hükümetin politikasında adaletsizlik olduğu için isyan var. Doğu Anadolu’daki bütün tepki de bunadır. Bakın, 12 Martta Erzurum’un kurtuluş bayramı var. Hükümet kanadının hemen hemen bütün bakanları da Erzurum’a gelecekler. Bu hayvancıların dediğim sorunlar, orada bütün bakanların yüzüne söylenecektir; bütün ziraat odaları, bütün tarımcılar bunu söyleyeceklerdir. Pancar fiyatlarının yüzde 20’sini ödediniz; gelip bunu sizden isteyecekler Erzurum’a geldiğiniz zaman.

Neticede, şunu söylüyorum: Bakın, yine, bugünkü gazetelerde var. Tarım kesiminde yüzde 31 civarında geçen yıl artış yapılmış; yüzde 38... Enflasyon kaç; yüzde 67.

CEMAL ENGİNYURT (Ordu) – Kanunla ilgili konuş.

ASLAN POLAT (Erzurum) – Ben konuyla ilgili konuşuyorum.

Sayın Bakanım, demek ki, netice şuna geliyor: Tarım kesiminde çalışan insanlara gerekli faydayı vermediği için, öyle, yok, döner sermaye...

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN – Sayın Polat, bitireceğinizi ümit ediyorum. Toparlayın efendim.

ASLAN POLAT (Devamla) – Toparlıyorum Sayın Başkan.

Döner sermayedeki sermaye artışlarına kimsenin karşı çıktığı yoktur. Doğrudur; çünkü, hükümetin elinde, devletin elinde birtakım mühendisleri, işçileri varken, döner sermayelerde bunları çalıştırıp da birkaç kuruş para kazanmaları hem de bazı ilerlemeler yapmaları doğrudur; ama, esas doğru olan, tarımın veya Köy Hizmetlerinin problemleri bununla çözülmeyecektir. Gerçek çözümler benim dediğim çözümlerdir.

Bunların çözülmesi yolunda adım atılmasını diler, hepinize saygılar sunarım. (FP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – Efendim, madde üzerinde görüşmeler bitti.

AHMET DERİN (Kütahya) – Karar yetersayısının aranmasını istiyorum.

BAŞKAN – Ne söyleyeceğimi biliyor musunuz? Bir sayın milletvekili sual sormak istedi; daha oylamaya geçmedim ki sayın milletvekilim.

Sayın Levent, burada mısınız?

MÜKERREM LEVENT (Niğde) – Evet Sayın Başkan.

BAŞKAN – Buyurun efendim.

MÜKERREM LEVENT (Niğde) – Sayın Başkanım, teşekkür ediyorum.

Cevat Ayhan’ın yapmış olduğu konuşmadan dolayı da kendisine teşekkür ediyorum; ama, tutanaklara geçmesi için söylüyorum: “Zavallı” kelimesinin tutanaklardan çıkarılmasını, yerine “çaresiz” kelimesinin konulmasını istiyorum.

Bir diğer husus da... Bugün, patates, gerekli yolu almıştır ve şu anda, Niğde ve Nevşehir yöresinde üçüncü kalite patates 30 000 liradan giderken, birinci kalite patates 50 000 liradan işlem görmektedir. Aynı zamanda, üreticiler birliği de kurulmuştur. Şu anda, 8 tane kooperatif birlik için müracaat etmişlerdir.

Sayın Cevat Ayhan’ın, patatesteki sorunların yerine, esas şu sorunu dile getirmesini biz ümit etmekteydik: Bugün, bu köylülerin, Ziraat Bankasına ve tarım kredi kooperatiflerine olan borçları var ve bayramı bu borçlarıyla birlikte geçirirlerse, bir dahaki dönemde, şimdi sattıkları patatesin yerine koyacak miktarı da bulamayacaklar. Bu nedenden dolayı, bu insanların borçlarının bir an önce ertelenmesi gerekmektedir.

Ben, buradan, Sayın Başbakandan ve özellikle Hazineyle ilgili Bakan Sayın Recep Önal’dan, bu 600 000 kişiyi ilgilendiren tarım kredi kooperatifleri ve Ziraat Bankası borçlarının, TEK’e olan borçlarının -özellikle 1998 ve 1999’un- bir an önce ertelenmesini istirham ediyorum.

Teşekkür ediyorum.

BAŞKAN – Yorumunuzu aldım, suali de sorar mısınız efendim; Sayın Bakan cevaplayacak.

MÜKERREM LEVENT (Niğde) – Sualim efendim... Cevabın düzeltilmesini istemiştim. Bu nedenden dolayı Sayın Cevat Ayhan’a teşekkür etmiş ve “zavallı” kelimesi yerine “çaresiz” kelimesinin düzenlenmesini istemiştim.

Bakanlar Kurulu kararının da ne zaman çıkacağını, ne zaman Bakanlar Kurulunda bu borçların ertelenmesinin ele alınacağını soruyorum efendim.

BAŞKAN – Teşekkür ederim efendim.

Bu konu önemli; borçları erteleme... Sayın Bakan size cevap verecek.

Buyurun Sayın Bakan.

DEVLET BAKANI MUSTAFA YILMAZ (Gaziantep) – Sayın Başkanım, benim burada tek başıma tarih belirleme imkânım yok; ama, elimizden gelen çabayı göstereceğiz. Milletvekilime teşekkür ederim. Ben kendi elimden gelen çabamı göstereceğim. Sayın milletvekilim, tabiî, ilinin sorunlarını gündeme getiriyor. Bakanlar Kuruluna ileteceğiz.

BAŞKAN – Sayın Ayhan da deprem bölgesiyle ilgili ertelemeden bahsetti.

DEVLET BAKANI MUSTAFA YILMAZ (Gaziantep) – Efendim, şimdi, konuşan arkadaşlarımız, tabiî, ara sıra konuya dokundular; yani, ilgili maddenin konusuna dokundular. Bakıp, içinden bunları seçmem lazım; hangisi konuyla ilgili. Yazılı cevap vereceğim hepsine. (DSP ve MHP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – “Pancar paralarını da” diyorlar.

DEVLET BAKANI MUSTAFA YILMAZ (Gaziantep) – Hepsine yazılı cevap vereceğim.

BAŞKAN – Pancar paralarının da bayramdan önce ödenmesi hususunda bir suali vardı Sayın Ayhan’ın, o da bu kapsamın içine girdi.

DEVLET BAKANI MUSTAFA YILMAZ (Gaziantep) – Efendim, hepsine yazılı cevap vereceğim.

CEVAT AYHAN (Sakarya) – Bayramdan sonra cevap verecek.

BAŞKAN – Yalnız, bayramdan sonra cevap vermeyin. Malum, siz, Tarım ve Köyişleri Bakanlığını temsil ediyorsunuz; değil mi?

DEVLET BAKANI MUSTAFA YILMAZ (Gaziantep) – Evet.

BAŞKAN – Köylüye en yakın Bakansınız.

Bayramdan sonra vermeyecek, şimdi verecek Sayın Bakan.

Çok teşekkür ederim efendim.

DEVLET BAKANI MUSTAFA YILMAZ (Gaziantep) – Efendim, şimdi, cebimden çıkaracak, verecek halim yok. İşin gerçeğini söylemek lazım. Burada, şu mikrofonun başında söz verip de, sonra... Bu, benim prensiplerime... Elimizden geleni, köylümüz için yapmaya çalışacağız. Köylümüz için varız, halkımız için varız.

Teşekkür ederim, sağ olun.

BAŞKAN – Bu da bir teminattır Sayın Bakanım, çok teşekkür ederim.

Efendim, sualler bitmiştir.

Maddeyi oylayacağım; ama...

AHMET DERİN (Kütahya) – Sayın Başkan...

BAŞKAN – İstiyor musunuz, yoksa, vazgeçtiniz mi?

AHMET DERİN (Kütahya) – Hayır.

BAŞKAN – Tümünde isteseydiniz ne olurdu...

MAHMUT GÖKSU (Adıyaman) – Şimdi istedik Sayın Başkan.

BAŞKAN – İstiyor musunuz efendim?

AHMET DERİN (Kütahya) – Tabiî... Tabiî...

BAŞKAN – Efendim, son maddeyi oylarınıza sunacağım. “Kabul edenler, kabul etmeyenler” demeden karar yetersayısının aranılması istenmiştir; karar yetersayısını arayacağım. Efendim, muhalefet ister; iktidar da muktedir olduğu için, burada olmalı.

ORHAN BIÇAKÇIOĞLU (Trabzon) – “Kanunu destekliyoruz” dediler; şimdi oy vermeyecekler mi?

BAŞKAN – Hayır efendim, karar yetersayısı ayrı, oy verip vermeme ayrı. Dedik ya, iktidar, muktedir olduğu için, daha kalabalık gelmeli.

8 inci maddeyi oylayacağım; karar yetersayısı istendi.

Oylama için 3 dakikalık süre veriyorum.

Oylama işlemi başlamıştır.

(Elektronik cihazla oylamaya başlandı)

MEHMET ÖZYOL (Adıyaman) – Sayın Başkan, gelen pusulalar okunsun.

MUSTAFA ÖRS (Burdur) – Başkanım haksızlık yapmaz.

BAŞKAN – Efendim, Divanımız, onu titizlikle göz önünde tutuyor; okumaya lüzum yok. Okumaya ihtiyaç duysaydık, geçen sefer bırakmazdık sayın milletvekilim; hiç korkmayın, burada yanlış iş olmaz. Önümüzde makine var zaten.

(Elektronik cihazla oylamaya devam edildi)

BAŞKAN – Kabul edilmiştir efendim; karar yetersayısı vardır.

Lütfen, rica edeceğim efendim, pusulayı yazıp, gönderip, çay bahçesinde oturmayın; zaman kaybına uğruyor...

NEVZAT ERCAN (Sakarya) – Sayın Başkan, biz de çoğunluk olsun istiyoruz da, 3 dakikalık süre tanıdınız...

BAŞKAN – Özür dilerim Sayın Ercan. Sayın üyemiz “gelen pusulaları kontrol edin, ondan sonra açıklayın” deyince...

NEVZAT ERCAN (Sakarya) – Olsun çalışalım da...

BAŞKAN – Hayır, o, 3 dakikanın içine sığmıyor.

NEVZAT ERCAN (Sakarya) – 3 dakika süre tanıdınız, o süre biteli çok oldu. Buna rağmen, o süreden sonra çok sayıda pusula geliyor. Zabıtlara geçsin diye söylüyorum.

BAŞKAN – İşte, onun için ikaz ettim. Pusulayı verip, dışarıya çıkıyorlar, sonra “yok” deyince geri geliyorlar.

Şimdi, tasarının tümünü oylamadan, Sayın Murat Akın oyunun rengini bildirmek üzere, lehte söz istemişlerdir.

Aleyhte söz isteyen var mı efendim? Aleyhte isteyen varsa, ona da söz verebilirim. Yok.

Buyurun Sayın Akın, lehte.

Efendim, malumunuz, süreniz kısıtlı...

MURAT AKIN (Aksaray) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; 318 sıra sayılı kanun tasarısıyla ilgili, lehte söz almış bulunmaktayım. Bu vesileyle, hepinizi saygıyla selamlıyorum.

Malumlarınız olduğu üzere, bu tasarıyla, merkezde döner sermaye işletmeleri şube müdürlüğü, taşrada da döner sermaye işletmeleri kurulması öngörülmektedir.

Bilindiği üzere, döner sermaye işletmelerinin hâsılatlarının bir kısmı, 1050 sayılı Muhasebei Umumiye Kanununun ek 9 uncu maddesine göre, genel bütçeye katkı payı olarak ödenmektedir. Bunun da, asgarî sınırı yüzde 11, azamî sınırı yüzde 30’dur. Halihazırda, döner sermaye işletmeleri, hâsılatlarının yüzde 15’ini katkı payı olarak genel bütçeye ödemektedirler.

Değerli milletvekilleri, tarım konusunda uygulanacak politikalar tespit edilirken, hükümet, önce dünyaya bir bakmalıdır. İşte, Almanya’da şekerpancarı fiyatı 10 fenik iken, şeker fiyatı 1,6 marktır. Buna karşılık, Almanya’nın dünya ülkelerine şeker ihraç fiyatı 40 feniktir. Almanya, kendi iç piyasasına fiyatın çok altında şeker vermekte, şekerpancarı fiyatının sadece 4 katına ihraç etmektedir. Bu konuda, Almanya, ihracatçılarına teşvik vermekte ve desteklemektedir.

Diğer taraftan, dünyada 1 kilogram buğdaya 2 litre mazot alınabilirken, Türkiye’de 1 kilogram buğdaya ancak 0,2 litre mazot alabilmektedir. Türk çiftçisinin dünya fiyatlarından ürün satması isteniyorsa, çiftçilerimize, dünya fiyatlarından girdi temin etme imkânı getirilmelidir. Üreticilerimizin malı dünya fiyatlarından satılacaksa, dünya fiyatlarından mal karşılığı tarımsal girdi ithal etme hakkı tanınmalıdır. Üreticilerimiz, dünya fiyatlarından gübre, mazot, traktör, tohumluk ve yem gibi girdiler satın alabilmelidirler.

Değerli milletvekilleri, ülkemizde tarıma uygulanan faiz oranı, enflasyonun üzerinde kalmıştır. 1996 yılında, 54 üncü hükümet döneminde, enflasyon yüzde 76 civarındayken, bitkisel üretim için uygulanan kredi faizi yüzde 50 idi. Bugün, düşen enflasyona rağmen üreticilerin ödedikleri faiz değişmemiş, aksine yükselmiştir. Açıklanan enflasyon yüzde 50 civarındayken, kredi faiz oranı yüzde 65’tir. Bu oran, bileşik faizle yüzde 118’i bulmaktadır.

Yine, 53 üncü hükümet, yani, DYP’nin azınlık olarak kurmuş olduğu hükümet döneminde çıkarılan gübre kararnamesiyle yüzde 50 oranında olan gübre desteği oransal destekten kilo başına sabit miktarda para ödemesi şekline çevrilmiştir. Bu miktar da artan gübre fiyatları karşısında artırılamayınca, zaman içerisinde bu ödemenin oransal değeri yüzde 14,8’e düşmüştür.

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN – Sayın Akın, süreniz bitti; ama, oyunuzun rengini ifade edip toparlayın lütfen.

MURAT AKIN (Devamla) – Bu da gösteriyor ki, gübre fiyatlarındaki artışlar karşısında destek azalacak ve zamanla, gübre desteği de süratle kaldırılacaktır. Bu tablo, cumhuriyet dönemimizde rastlanılmayacak kadar kötüdür. Her konuda olduğu gibi tarım politikalarında da, hükümet, yetersiz kalmıştır; Türk çiftçisi hiç böylesine ezilmemiştir. Ülke nüfusunun yüzde 40’ının geçim kaynağı olan tarım sektörü, millî gelirden yalnızca yüzde 13’lük bir pay almaktadır.

Değerli milletvekilleri, döner sermaye işletmelerinin, çiftçiye hizmet verecek olan ve altyapısı sayılan tarım işletmelerinin modern araç ve gereçlerle yeniden yapılanmasına katkı sağlayacağı düşüncesiyle oyumun rengi müspet olup, Yüce Heyetinizi saygıyla selamlıyorum. (DYP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – Sayın Akın, teşekkür ederim.

Efendim, madde üzerinde görüşmeler bitti.

Tasarının tümünü oylarınıza sunacağım: Tasarının tümünü kabul edenler... Kabul etmeyenler... Kabul edilmiştir.

Hayırlı ve uğurlu olsun Sayın Bakanım.

Sayın Bakan yerinden teşekkür konuşması yapacaklar.

Buyurun Sayın Bakan.

DEVLET BAKANI HASAN GEMİCİ (Zonguldak) – Sayın Başkan, sayın milletvekilleri; Tarım Bakanlığı Ziraat İşleri Genel Müdürlüğü, Köy Hizmetleri Genel Müdürlüğü ve Sosyal Hizmetler ve Çocuk Esirgeme Kurumunun döner sermaye kuruluşlarıyla ilgili 318 sıra sayılı yasa tasarısına yapmış olduğunuz katkılar için ve Genel Kurulda kabulü dolayısıyla teşekkürlerimizi sunuyoruz.

Sayın Başkan, sayın milletvekilleri; yine bu yasa tasarısı içerisinde görüşülen, Devlet Bakanlığıma bağlı Sosyal Hizmetler ve Çocuk Esirgeme Kurumuyla ilgili bazı milletvekili arkadaşlarımızın iddiaları olmuştur. Onlara da kısaca değinmek istiyorum.

Hepinizin bildiği gibi, Sosyal Hizmetler ve Çocuk Esirgeme Kurumu, ülkemizin en temel sosyal hizmetler kurumudur ve biz, bu kurumu, çok büyük bir aile olarak tanımlamaktayız. Zira, bu kurumda, 18 000’e yakın çocuğumuz yetiştirilmekte, 6 000’e yakın yaşlımız ve bir o kadar özürlümüz de bu kurumdan hizmet almaktadır. Sıfır yaşından 100 yaşına kadar yardıma, korunmaya muhtaç insan, devlet adına bu kurumda himaye edilmektedir.

Burası büyük bir ailedir. Zaman zaman basında veya çeşitli zeminlerde bu aileyle ilgili, bu kurumla ilgili ileri sürülen iddialar, bizi, gerçekten, üzmektedir. Küçük bir aileyle veya o ailenin bir ferdiyle ilgili en küçük bir olumsuzluk ailenin bütün fertlerini nasıl etkilerse, bizim kurumumuzla ilgili de tereddüt yaratacak kelimeler, cümleler ya da iddialar kurumun çalışanlarıyla, çocuğuyla, yaşlısıyla bütün üyelerini olumsuz etkilemektedir. Bu yüzden, arkadaşlarımızın bu kurumla ilgili yapacakları değerlendirmelerde daha duyarlı olmalarını rica ediyorum.

Arkadaşlarımızın iddiaları arasında, bu kurumda can emniyetinin olmadığı, bu kurumda mescitlerin kapatıldığı, oruç tutmanın, namaz kılmanın yasaklandığı gibi iddialar var; çocuklarımızın dinî duygulardan uzak bir şekilde yetiştirildiği iddiaları var, kötü olaylar yaşandığı iddiaları var; ama, değerli arkadaşlar, bu iddialar hep gazete haberlerine dayandırılıyor ya da duyumlara dayandırılıyor.

Biraz önce öne sürdüğüm sebeplerden dolayı, arkadaşlarımızın bu iddiaları daha somut hale getirmeleri lazım. Eğer somut hale getirirlerse, biz, mutlaka bu konuda gerekeni yaparız; hiçbir şekilde, hiçbir olayı örtme ya da yok sayma gibi çabamız yoktur.

Bilinmelidir ki, bu iddialar, kurumu yıpratmakta, kurum çalışanlarını ve kurumdan hizmet alan insanları çok derinden yaralamaktadır. Arkadaşlarımızın bu konuda daha duyarlı olmalarını rica ediyorum.

Hepinize saygılar sunuyorum.

BAŞKAN – Sayın Bakan, teşekkür ederim.

Kanun hayırlı, uğurlu olsun efendim.

Şimdi, Aydın Milletvekili Bekir Ongun ve 4 arkadaşının, 2918 Sayılı Karayolları Trafik Kanununa 4262 Sayılı Kanunla Eklenen Geçici 1 inci Maddesinin Değiştirilmesine Dair Kanun Teklifi ile Trabzon Milletvekili Orhan Bıçakçıoğlu’nun Aynı Mahiyetteki Kanun Teklifi ve İçişleri Komisyonu raporunun görüşmelerine kaldığımız yerden devam edeceğiz.

2. – Aydın Milletvekili Bekir Ongun ve 4 Arkadaşının 2918 Sayılı Karayolları Trafik Kanununa 4262 Sayılı Kanunla Eklenen Geçici 1 inci Maddesinin Değiştirilmesine Dair Kanun Teklifi ile Trabzon Milletvekili Orhan Bıçakçıoğlu’nun Aynı Mahiyetteki Kanun Teklifi ve İçişleri Komisyonu Raporu (2/375, 2/401) (S.Sayısı: 307) (1)

(1) 307 S. Sayılı Basmayazı 7.3.2000 tarihli 66 ncı Birleşim tutanağına eklidir.

BAŞKAN – Hükümet?.. Burada.

Komisyon?.. Burada.

Sayın milletvekilleri, geçen birleşimde, teklifin, tümü üzerinde yapılan görüşmeler tamamlanmış ve maddelerine geçilmesi sırasında karar yetersayısı istenmişti; karar yetersayısı bulunamayınca, maddelerine geçilememişti.

Şimdi, maddelere geçilmesini oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler... Kabul etmeyenler... Kabul edilmiştir.

Teklifin başlığını okutuyorum:

KARAYOLLARI TRAFİK KANUNUNDA DEĞİŞİKLİK YAPILMASINA

DAİR KANUN TEKLİFİ

BAŞKAN – Efendim, teklifin 1 inci maddesinden önce gelmek üzere, iki yeni madde ilavesine ilişkin önergeler vardır; ayrı ayrı işlemlerini yapacağız.

Sayın milletvekilleri, malumları olduğu üzere, görüşülmekte olan tasarı veya teklife konu kanunun, komisyon metinde bulunmayan, ancak tasarı veya teklifle çok yakın ilgisi bulunan bir maddesinin değiştirilmesini isteyen ve komisyonun salt çoğunlukla katıldığı önergeler üzerinde yeni bir madde olarak görüşme açılacağı, İçtüzüğün 87 nci maddesinin dördüncü fıkrası hükmüdür. Bu nedenle, önergeyi okutup komisyona soracağım; Komisyon önergeye salt çoğunlukla, yani 13 üyesiyle katılırsa, önerge üzerinde, yeni bir madde olarak görüşme açacağım; Komisyonun salt çoğunlukla katılmaması halinde ise, önergeyi işlemden kaldıracağım.

Şimdi, ilk önergeyi okutuyorum efendim:

Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına

Görüşülmekte olan kanun teklifine aşağıdaki maddenin yeni 1 inci madde olarak eklenmesini, diğer madde numaralarının da buna göre teselsül ettirilmesini arz ve teklif ederiz.

Emrehan Halıcı İsmail Köse Bülent Arınç

Konya Erzurum Manisa

Murat Başesgioğlu Orhan Bıçakçıoğlu Nevzat Ercan

Kastamonu Trabzon Sakarya

Saffet Arıkan Bedük

Ankara

MADDE 1.– 13.10.1983 tarihli ve 2918 sayılı Karayolları Trafik Kanununun 31 inci maddesi aşağıdaki şekilde değiştirilmiştir.

“Madde 31– Araçlarda;

a) Özelliklerine ve cinslerine göre, yönetmelikte nitelik ve nicelikleri belirtilen gereçlerin,

b) Kamyon, çekici ve otobüslerde ayrıca takoğraf, taksi otomobillerinde ise taksimetre,

Bulundurulması ve kullanılır durumda olması zorunludur. Ancak, 2918 sayılı Kanunun yürürlüğe girdiği tarihten önceki yıllarda üretilen araçlarla, resmî taşıt olarak tescil edilmiş ve edilecek olanlar ile şehiriçi ve belediye mücavir alanı içerisinde yolcu ve yük nakliyatı yapanlarda takoğraf bulundurma ve kullanma zorunluluğu aranmaz. Takoğraf cihazları mekanik, elektronik olabileceği gibi elektro mekanik de olabilir.

Birinci fıkranın (a) bendinde sayılan gereçleri bulundurmayan, kullanmayan veya kullanılabilir durumda bulundurmayan sürücüler 8 500 000 lira; (b) bendine göre araçlarında taksimetre ve takoğraf bulundurmayan, kullanmayan veya kullanılabilir durumda bulundurmayan sürücüler 34 800 000 lira para cezası ile cezalandırılırlar. Sürücü aynı zamanda araç sahibi değilse ayrıca, tescil plakasına da aynı miktar için ceza tutanağı düzenlenir. Aynı bentte belirtilen cihazları bozuk imal edenler veya bozulmasına vasıta olanlar ile bu durumdaki cizahları kullanan araç sürücüleri ve işletenleri üç aydan altı aya kadar hafif hapis cezası ve 526 700 000 lira hafif para cezası ile cezalandırılırlar. Ayrıca (b) bendi hükmüne uygun durumda bulunmayan araçlar trafik zabıtasınca, eksiklikleri giderilinceye kadar trafikten men edilir.”

BAŞKAN – Sayın Komisyon, önergeye salt çoğunlukla katılıyor musunuz?

İÇİŞLERİ KOMİSYONU BAŞKANI FARUK BAL (Konya) – Sayın Başkan, salt çoğunluğumuz vardır ve arkadaşlarımızla birlikte önergeye salt çoğunlukla katılıyoruz.

BAŞKAN – Teşekkür ederim efendim.

Komisyon önergeye salt çoğunlukla katılmış olduğundan, önerge üzerinde, yeni bir madde olarak görüşme açıyorum.

Bu madde üzerinde söz isteyen?..

BÜLENT ARINÇ (Manisa) – Fazilet Partisi Grubu adına, Bingöl Milletvekilimiz Hüsamettin Korkutata konuşacak.

BAŞKAN – Fazilet Partisi Grubu adına, Bingöl Milletvekili Sayın Hüsamettin Korkutata; buyurun efendim.

FP GRUBU ADINA HÜSAMETTİN KORKUTATA (Bingöl) – Sayın Başkan, değerli arkadaşlar; getirilen bu ek madde, uygulamada görülen aksaklıklar neticesi, arkadaşların da, uzmanların da görüşü alınmak suretiyle yazılmış bir maddedir; dolayısıyla, biz bu maddeyi uygun görüyoruz. Buradaki aksaklıkları kısaca arz etmeye çalışacağım:

Değerli arkadaşlar, maalesef, bugüne kadar, takoğraf cihazı tek bir tipte olduğu ve tek firmadan alındığı için, hem maddî yönden bazı sıkıntılar getiriyordu ve hem de, ne hikmetse, burada bazı hileler de göze çarpıyordu. Bu sebepten dolayı, maalesef, otobüslerimizde, bilhassa şehirlerarası otobüslerimizde, bu süratten dolayı büyük kazalara sebebiyet verilmekteydi. Şimdi, böyle bir hile uygulandığı tespit edildiğinde, bir cezaî müeyyide getiriliyor; bu da, biraz daha caydırıcı olacaktır; fakat, bana göre asıl mesele, bu hile imalat zamanında mı yapılıyor veya sonra herhangi bir şeyle takviye mi ediliyor veya aracı kullananlar herhangi bir işlem mi yapıyor; onu net olarak bilmiyoruz.

Bana göre bütün mesele, trafik polislerimizin veya bu konudaki teknik elemanların bu işin özünü çok iyi anlamaları ve buna göre uygulama yapılmasıdır; yoksa, ceza verilmesi hiçbir kıymet ifade etmez. Yani, bir araba kaza yapmış, 5-10 kişi ölmüş; siz, buna 10 milyar da ceza verseniz, 100 milyar da ceza verseniz, bir kıymet ifade etmez; mesele, bu işin gerçeğini kavrayıp, bunun önlenmesidir.

Şimdi, biz hep, bu kanunun yanında olmaya çalıştık; yani, doğrusu bu olduğu için, yıllarca hep bunu yapmaya çalıştık; ama, bu ülkede hâlâ yanlış bir uygulama var. Dünyaya bakıyoruz, herkes, trafik seyri halindeki araçların sürücülerinin herhangi bir yanlış yapmamaları için azamî gayreti gösterirken, onları caydırırken, bizim polisimiz, hâlâ, en çukur yer neresiyse oraya yatmakta, radarını o çukur yere koymakta veya bir yerde kamufle etmekte; ah, birisi geçse de, yakalasam, bundan ceza alsam... Halbuki, temel amaç bu değildir; temel amaç, eloğlu, Avrupa’da, helikopterle o yolun üzerinde uçmakta ve “lütfen, süratinizi düşürün, yanlış sollama yapmayın, hata yapmayın; yoksa, derhal aracınız trafikten men edilecektir” diye havadan ikaz etmekte ve böylelikle, herkes, herhangi bir yanlış yapmamak için, azamî gayret göstermektedir.

Onun için, bu takoğraf meselesinde de, bunu yalnız şoförle baş başa bırakmamak lazım, burada oynanacak oyunların, yapılacak hilelerin bir teknik heyet tarafından iyice tespit edilmesi lazım. Eğer bir hile yapılmışsa, bunu yapanı yakalayıp cezalandırmanın ve bir daha böyle bir hilenin yapılmamasının yolları aranmalıdır.

Bir de, takoğraf şimdiye kadar yalnız bir çeşit olurken, şimdi hem mekanik hem elektronik hem elektromekanik takoğraf kullanma imkânı olduğu için, bunu satın alanlar, değişik alternatiflerle karşı karşıya olacak ve belki bu sebepten dolayı da, hile oranı, eğer firmalar tarafından yapılıyorsa, sanırım çok azalacak; aksi takdirde, bu sıkıntı devam eder.

Biz, bu maddeyi uygun görüyoruz, hayırlı olmasını diliyoruz ve bununla beraber getirilecek bazı önergeler var -o önergelerin çoğu da, yine bütün gruplar tarafından görülmüş ve imzalanmış- onların da uygun olacağı kanaatindeyiz.

Trafik meselesi, ülkenin millî bir meselesidir; bu Meclisten hep mutabakatla geçmiştir; bunun siyasî bir tarafı söz konusu değil; elbette ki hepimiz, bu ülkede, artık, dünya standartlarına uygun bir uygulamanın ve bir seyrin yapılmasını istiyoruz; bu konuda elimizden ne gelirse, onu katmaya her zaman razıyız. Yalnız, dün de söyledim, onu bir kez daha yenilemek istiyorum; mutlaka maddî yönden de trafiğin desteklenmesi lazım; hatta, bu mesele kökünden çözülmek isteniyorsa, mutlak şekilde bir trafik bakanlığının, sorumlu bir bakanlığın kurulması lazım ve böylelikle, onların trafiği denetlemesi, hükümetin de onu denetlemesi ve sorumlu tutması daha rahat olacaktır.

Bu duygu ve düşüncelerle, hepinizi saygıyla selamlıyorum. (Alkışlar)

BAŞKAN – Efendim, bu madde üzerinde gruplar adına başka söz isteyen?.. Yok.

Şahısları adına?.. Yok.

Yeni 1 inci maddeyi oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler... Kabul etmeyenler... Kabul edilmiştir; hayırlı olsun efendim.

Şimdi, yeni 2 nci madde ilavesiyle ilgili önergeyi okutacağım; yine aynı prosedürle, önergeyi okutup Komisyona soracağım; Komisyon önergeye salt çoğunlukla, yani 13 üyeyle katılırsa, önerge üzerinde, yeni bir madde olarak görüşme açacağım; Komisyonun salt çoğunlukla katılmaması halinde ise, önergeyi işlemden kaldıracağım.

Şimdi, yeni 2 nci madde ilavesiyle ilgili önergeyi okutuyorum:

Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına

Görüşülmekte olan kanun teklifine aşağıdaki maddenin eklenmesini arz ve teklif ederiz.

Emrehan Halıcı Ömer İzgi Beyhan Aslan

Konya Konya Denizli

Bülent Arınç Orhan Bıçakçıoğlu

Manisa Trabzon

MADDE 2.– 13.10.1983 tarih ve 2918 sayılı Karayolları Trafik Kanununun 112 nci maddesinin birinci fıkrası aşağıdaki şekilde değiştirilmiştir.

“Sürücü belgelerinin geçici olarak geri alınması hariç olmak üzere bu Kanundaki; hafif para cezasını veya bununla birlikte hafif hapis cezasını, belgelerin geri alınması ve iptali veya işyerlerinin kapatılması cezasını gerektiren suçlarla ilgili davalara trafik mahkemelerinde, bunların bulunmadığı yerlerde yetki verilen sulh ceza mahkemelerinde bakılır.”

BAŞKAN – Komisyon salt çoğunlukla katılıyor mu efendim?

İÇİŞLERİ KOMİSYONU BAŞKANI FARUK BAL (Konya) – Sayın Başkan, Komisyonumuzun salt çoğunluğu vardır ve salt çoğunlukla önergeye katılıyoruz.

BAŞKAN – Komisyon, önergeye salt çoğunlukla katıldı.

Önerge üzerinde, yeni bir madde olarak görüşme açıyorum.

Gruplar adına söz isteyen var mı? Yok.

Şahıslar adına?.. Yok.

Yeni 2 nci maddeyi oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler... Kabul etmeyenler... Kabul edilmiştir; hayırlı olsun efendim.

Şimdi, teklifin 1 inci maddesini 3 üncü madde olarak okutuyorum:

MADDE 3. – 13.10.1983 tarihli ve 2918 sayılı Karayolları Trafik Kanununa aşağıdaki geçici madde eklenmiştir.

“GEÇİCİ MADDE 16. – 2918 sayılı Karayolları Trafik Kanununun 41 inci maddesinin 4199 sayılı Kanunla değişik (b) bendinde öngörülen A1, A2, B, C, D ve E sınıfı sürücü belgesi alacak olanlarda aranan en az ortaokul veya sekiz yıllık temel eğitimi bitirmiş bulunmaları şartı, 31.12.2004 tarihine kadar aranmaz. İlkokul mezunu olmaları yeterli sayılır.”

BAŞKAN – 3 üncü madde üzerinde, Doğru Yol Partisi Grubu adına, Erzincan Milletvekili Sayın Sebahattin Karakelle; buyurun. (DYP sıralarından alkışlar)

DYP GRUBU ADINA SEBAHATTİN KARAKELLE (Erzincan) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; görüşülmekte olan 2918 Sayılı Karayolları Trafik Kanununa 4262 Sayılı Kanunla Eklenen Geçici 1 inci Maddesinin Değiştirilmesine Dair Kanun Teklifi üzerinde, Doğru Yol Partisi Grubu adına söz almış bulunuyorum. Yüce Heyetinizi, Grubum ve şahsım adına saygıyla selamlıyorum.

2918 sayılı Karayolları Trafik Kanununun 41/b maddesi gereğince sürücü belgesi almak için ortaokul mezunu olma şartı getirilmiştir. 2918 sayılı Karayolları Trafik Kanununun 25.5.1997 tarih ve 22999 sayılı Resmî Gazetede yayımlanan 4262 sayılı Kanunla eklenen geçici 1 inci maddesiyle, bu şartın 31.12.1999 tarihine kadar aranmayacağı ifade edilmiştir. Bundan böyle, mevcut kanuna göre, 31.12.1999 tarihinden itibaren, ülkemizdeki milyonlarca ilkokul mezunu vatandaşımız sürücü belgesi alamayacaktır. Bu uygulama, son yirmi yıldır terör nedeniyle köyünü, ilçesini, hatta ilini terk etmek zorunda kalmış, bırakın ortaokulları, ilkokulların bile kapalı olduğu Doğu ve Güneydoğu Anadolu Bölgelerinde çok ağır şartlar altında yaşamlarını sürdürmeye direnen vatandaşlarımızla birlikte, diğer bölgelerimizdeki tüm ilkokul mezunu vatandaşlarımızı da mağdur edecektir. Devlet olarak götüremediğimiz hizmetten dolayı vatandaşlarımızı mağdur etmeye hakkımızın olmadığına inanıyorum. Ortaokulu açtık, o hizmeti sunduk da, acaba bugün, sen ilkokul mezunusun, sürücü belgesi alamazsın dediğimiz vatandaşlarımız okumadılar mı?! Bunu takdirlerinize arz ediyorum.

Ülkemizde büyük oranda bulunan ilkokul mezunlarının mevcut yasa nedeniyle sürücü belgesi almasını engellersek, trafiğe çıkan ehliyetsiz sürücülerin artacağı tehlikesi yanında, söz konusu kişilerin, sadece sürücü belgesi alabilmek için diploma sahibi olma yolunda legal olmayan çareler arayacakları da bir gerçektir.

Bu durum, 2000’li yılların başında, Avrupa Birliğine aday ülke olarak bizim bir eksiğimizdir. Zira, iletişim çağında, internetin bilgiye ulaşmayı minimum zamana indirdiği bir dönemde, büyük kaynaklar ayırarak ve büyük iddialarla geçtiğimiz sekiz yıllık kesintisiz ilköğretim uygulamasına rağmen, bir eğitimci olarak üzülerek belirteyim ki, yeni öğretim yılında, yani 1999-2000 öğretim yılında 800’ün üzerinde okulumuz çeşitli nedenlerle hâlâ eğitim ve öğretime kapalıdır. Kaldı ki, İç Anadolu, Karadeniz, hatta Ege ve Akdeniz Bölgelerinde de, doğu ve güneydoğu kadar olmasa bile, küçümsenemeyecek rakamlarda ilkokul mezunu olan binlerce vatandaşımız mevcuttur. Yapılan inceleme ve istatistiklerde, okuma yazma oranı ülkemizde yüzde 84’lerdedir. Buradan şöyle bir sonuç çıkmaktadır: Yüzde 84’ü okuryazar olan ülkemizde, yüzde 14’lük bir nüfus okuryazar değil, dolayısıyla, sürücü belgesi alma şansı hiç yoktur; geriye kalan okuryazarların da, Devlet İstatistik Enstitüsünün verilerine göre, yüzde 45,6’sı ilkokul mezunu, yüzde 19,3’ü ortaokul ve lise, yüzde 3,5’i ise yüksekokul mezunudur. Bu veriler de gösteriyor ki, ülke nüfusunun takriben yarısı, mevcut yasaya göre sürücü belgesi alamamaktadır.

Altyapısı hazırlanmadan 1997 yılında uygulamaya konulan sekiz yıllık kesintisiz eğitimin ise, uygulamaya başlandığı yıl itibariyle ilk mezunlarını 2004’te vereceği düşünülürse, sürücü belgesi almasını engellediğimiz bu vatandaşlarımızın bu hallerinin, hakkaniyet ölçülerine sığmayacağı gibi, müktesep haklar noktasında da kamu vicdanını rahatsız edeceği kanaatini taşıyorum.

Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; ülkemizdeki okuryazar oranının yükseltilmesi, muhakkak ki, hepimizin tartışmasız kabul ettiği ve arzuladığı bir durumdur; ancak, öğretim yaparken, her zamanki gibi asıl amaç eğitim olmalıdır. Uzun yıllardan beri “öğretim, öğretim” dedik, belli oranda da gerçekleştirdik; ancak, eğitimi her zaman ihmal ettik, etmeye de devam ediyoruz.

Medenî toplumların en önemli vazifelerinden biri, eğitime verdikleri önemdir. Bilindiği üzere, eğitim, sağlık, barınma, beslenme ve savunma insanların vazgeçilmez ihtiyaçlarıdır; ne var ki, bütün ihtiyaçlar da eğitime muhtaçtır ve eğitimin kalitesine göre de bunların kalitesi artar veya azalır. Kalkınmış ülkeler, eğitim düzeyi yüksek ülkelerdir; geri kalmış ülkeler ise eğitim düzeyi düşük ülkelerdir.

Avrupa’da sürücü belgesi almak için belirli bir öğretim seviyesi gerekiyor; ama, buna paralel de bir eğitim süresi vardır; bu süre, mutlaka ve mutlaka, adaylara harfiyen uygulanıyor ve başarılı olanlara trafiğe çıkma şansı tanınıyor. Bizde ise, sürücü yetiştirme konusu İçişleri Bakanlığından alınıp, Millî Eğitim Bakanlığına verildikten sonra, birçok sürücü kursu açılmıştır. Bugün itibariyle, 1 692 sürücü kursumuz faaliyet göstermektedir. Sürücü kursları, malumunuz olduğu üzere, 9 çeşit sürücü belgesi veriyor. Bunlardan en yoğunları (B) sınıfı belgeleridir ki, otomobil kullananlar için geçerlidir; ancak, bu belgeyi alacak aday, 63 saatlik teorik ders ile sadece ve sadece 20 saatlik direksiyon eğitimi almaktadır. (C) veya (E) sınıfı sürücü belgesi alacak kamyon şoförünü veya insanlarımıza taşıma ve seyahat hizmeti verecek otobüs şoförünü ise -dikkat buyurun- 67 saat teorik ders ve 45 saat direksiyon eğitiminden sonra trafiğe çıkarıyoruz. Bu derslerin toplam süresi 4,5 haftadır, yani bir aydan biraz fazladır. Avrupada ise bu süre, ülkelere göre farklılık arz etmekle birlikte, en az altı ay ile bir yıl arasında değişmektedir; ayrıca, sürücü belgesi alan bir aday, iki yıl süresince trafik kurallarını ihlalden hiçbir cezaya muhatap olmamak üzere bir stajyerlik devresi geçirmektedir. Ülkemizde ise, yeni belge alanlar için böyle bir uygulama yoktur. Bu da gösteriyor ki, kazaların sebebi, sürücünün öğretim durumu değil, aldığı sürücü eğitiminin eksikliğidir. Bu konudaki çözüm, ortaokul diploması değil, sürücü eğitiminin tekrar gözden geçirilerek disiplinize edilmesidir.

Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; ilkokul mezunu olan sayısız vatandaşlarımızın, köyünde, tarlasında traktörünü veya benzeri araçlarını kullandığı yaşanan bir vakıadır. Hepimiz çok iyi biliyoruz ki, ilkokul mezunu birçok ağır vasıta şoförümüz, kazaya sebebiyet vermek şöyle dursun, yıllar boyunca herhangi bir trafik cezasıyla dahi muhatap olmamışlardır. Bu nedenle, sürücü belgesi alacaklar diploma sınırı getirmek yerine, sürücü kurslarının şartları düzeltilmeli, eğitimin kalitesi ve süresi uygun ve yeterli bir şekilde yeniden disiplinize edilmelidir.

Doğru Yol Partisi Grubu olarak, bu kanun teklifini destekliyor, hayırlı ve uğurlu olmasını diliyoruz.

Yüce Heyetinizi saygıyla selamlıyorum. (Alkışlar)

BAŞKAN – Teşekkür ederim efendim.

Fazilet Partisi Grubu adına Manisa Milletvekili Sayın Bülent Arınç; buyurun. (FP sıralarından alkışlar)

FP GRUBU ADINA BÜLENT ARINÇ (Manisa) – Sayın Başkan, değerli arkadaşlarım; hepinizi saygıyla selamlıyorum.

307 sıra sayılı kanun teklifinin eski 1 inci maddesi üzerinde -şimdi 3 üncü madde oldu- Grup adına söz almış bulunuyorum. Aslında, bu madde üzerinde söylenecek sözleri, tümü üzerinde konuşan arkadaşlarımız gayet güzel bir biçimde ortaya koydular; ben, kendilerine teşekkür ediyorum; ancak, bir iki noktayı tebarüz ettirmek için huzurlarınızdayım.

Şimdi, bilindiği gibi, 1996 yılında, bu 2918 sayılı Trafik Kanununda bir değişiklik yapılmak suretiyle, sürücü belgesi alacakların en az ortaokul mezunu olmaları veya sekiz yıllık temel eğitimi bitirmiş olmaları şartı getirilmişti. Bir yıl sonra da, bir geçiş dönemi sağlanması için, bu uygulamanın 31 Aralık 1999 tarihine kadar uzatıldığı; yani, bu şartların aranmayacağı, adayların ilkokul mezunu olmalarının yeterli olacağı ifade edilmişti. Buna göre, 31.12.1999 tarihinden itibaren, ülkemizdeki ilkokul mezunu vatandaşlarımızın ehliyet almaları mümkün olamayacaktı.

Tabiî, bu tarihe yaklaştığımızda, hemen hemen Türkiye’nin her tarafından talepler geldi, şikâyetler oldu; çünkü, ülkemizin özel şartları dikkate alındığında, bu maddeyi uygulamanın büyük mağduriyetlere yol açacağı anlaşıldı, ortaya çıktı; özellikle, sürücü adayları ve sürücü kursları, vatandaşlarımız yakınmalarını bizlere kadar ulaştırdılar.

Bu yakınmalar üzerine, Parlamentomuzdan bazı değerli arkadaşlarımız -her biri bir siyasî partiye mensup olmak üzere- bir kanun teklifi hazırlamışlar; bu teklif öncelikle görüşüldü ve huzurlarımıza geldi. Gerçekten, Türkiye’de yoğun bir talebin bu şekilde karşılanmış olması ve haklı bir konuyu arkadaşlarımızın kanun teklifi olarak Parlamento önüne getirmeleri, takdire değer bir davranıştır; ben, kendilerini huzurlarınızda kutluyorum.

Müzakereler sırasında takip ettim; ehliyet almanın ilkokul mezunu olmak veya ortaokul mezunu olmak şartına bağlanmış olmasının, yani eğitim ile trafik kazaları arasında bir ters orantı meydana geldiğinin açıklanmış olduğunu gördüm; çünkü, orada verilen istatistikler doğrudur zannediyorum; trafik kazasına karışan sürücülerin en az yüzde 43’ünün ilkokul mezunu oldukları ortaya çıkmış ve buradan yola çıkarak varılan sonuç; demek ki, eğitim ile meydana gelen trafik kazaları arasında böylesine bir illiyet bağı bulunuyor.

Teferruata girmeyeceğim, süremi de doldurmayacağım; ancak, şu önemlidir: Yani, yol kenarlarına asılan trafik levhalarında “Trafik canavarı olmayın” da denilse, pek çok şartlar ikaz da edilse, ülkemizde trafik kazaları, maalesef, hepimizin yüreklerini ağzımıza getirmektedir; hem sevdiklerimizin, yakınlarımızın her an bir trafik kazasında can veriyor olmaları hem de maddî hasarlı kazalara yol açılması, elbette, hepimizi üzmektedir. Yani, bu trafik canavarının nasıl durdurulacağı, bu kazaların önüne nasıl geçileceği hepimizi ciddî biçimde düşündürmektedir. Bugüne kadarki uygulamalardan da, doğrusu, çok iyi neticeler aldığımızı söyleyemeyiz; yani, trafik kazalarında caydırıcı olması düşünüldüğünde, hem cezaların artırılmış olması hem de Türkiye şartlarında astronomik rakamların telaffuz edilmesi, yine de kazaların vukuunu, maalesef, önleyememektedir. Dolayısıyla, sadece trafik cezalarının belli bir oran nispetinde her an artırılıyor olması, bu kazalar ölçüsünde, maalesef, özlediğimiz, beklediğimiz bir azalmayı temin edememiştir. Şüphesiz, bunun, teknik açıdan da, ilmî açıdan da sebepleri bulunabilir.

Öncelikle, 2000 model arabalara binsek bile, yollarımızın büyük bir kısmının 1940 model olduğunu görmekteyiz; yani, yolların kalitesi, arabanın modeline çok da uymamaktadır. Yolların kalitesinin -teknik açıdan söylüyorum- elbette, yükseltilmesinde yarar vardır. Bu, belki çok yüksek maliyetli bir yatırımdır; otobanların, otoyolların, bölünmüş yolların, herhalde bütçesi patlak olan bir ülkede, üçte 1’inin açık geldiği bir bütçeyle karşılanması mümkün görünmüyor; ancak, insan, elbette, değer biçilemeyecek kadar önemlidir, insan hayatı önemlidir; bu yolların kalitesinin yükseltilmesinde, ne pahasına olursa olsun, mutlaka bir iyileştirmeye gidilmesi gerekmektedir.

Yine, ehliyet veren eğitim kurumları, sürücü kurslarıdır. Sürücü kurslarının da, verecekleri eğitim açısından, çağdaş ve kaliteli olması ve bu seviyeyi mutlaka yakalaması, kurslar üzerinde de iyi bir denetim yapılması gerekmektedir. Maalesef, sürücü kurslarının büyük bir kısmının, sadece ehliyet bedeli almanın dışında ciddî bir eğitim vermediği, yapılan denetimlerden de ortaya çıkmaktadır. Bunun, elbette çok önemli bir denetim mekanizmasına bağlanması gerekiyor.

Yine, bu konuda, medya desteğinden istifade edilmelidir. Gerek medyadaki gerekse her kademedeki eğitim kurumlarında, trafik bilgisi noktasında, vatandaşlarımız, çocukluk çağlarından başlayarak, mutlaka bilgilendirilmeli ve eğitimlerine önem verilmelidir.

Hepimiz yollardayız, görüyoruz, trafik denetimlerinin ciddî bir biçimde yapılması gerekiyor. Yani, belli bir yerde pusuya yatarak sadece geçen araçların kontrol edilmesi, kazaların önlenmesi için yeterli olmuyor, hareket halindeki dinamik kontrollerin de, mutlaka hem çoğalması hem de etkinliğinin artırılması gerekir.

Bu konuda, arkadaşlarımız, mutlaka güzel bilgiler verdiler. Böyle bir kanun teklifi dolayısıyla, ben de, birkaç konuyu Muhterem Genel Kurulun takdirlerine arz etmek istedim. Yapılan düzenleme yerindedir, haklıdır ve makuldur.

Hepinize, tekrar teşekkür ediyor, saygılar sunuyorum. (Alkışlar)

BAŞKAN – Teşekkür ederim Sayın Arınç.

Gruplar adına başka söz isteyen?.. Yok.

Şahsı adına, Erzurum Milletvekili Sayın Aslan Polat?.. Yok.

Şahsı adına, Hakkâri Milletvekili Sayın Evliya Parlak; buyurun efendim.

Süreniz 5 dakikadır Sayın Parlak.

EVLİYA PARLAK (Hakkâri) – Sayın Başkan, Yüce Meclisin saygıdeğer üyeleri; sözlerime başlarken hepinizi saygıyla selamlarım.

Ben de, görüşmekte olduğumuz 2918 sayılı Kanunun değişiklik öngörülen geçici maddesiyle ilgili şahsî görüşlerimi arz etmek üzere huzurlarınıza çıkmış bulunmaktayım.

Ben, bir eğitimci olarak, gerçekten, her alanda Türkiye’nin kalkınmasının, sorunlarının çözümünün eğitimden geçtiği noktasını samimiyetle paylaşan bir arkadaşınızım; ancak, çok değerli milletvekili arkadaşlarımız Türkiye’de büyük bir haksızlığı, mağduriyeti giderici bir kanun teklifini Yüce Meclise sunmuşlar ve hükümetin de, herhalde, olumlu görüşleri sonucunda, bugün bu noktaya gelmiştir. Bu katkıyı sağlayan arkadaşlarımıza, özellikle, bu mağdur insanlar adına şükranlarımı sunmak istiyorum.

Şimdi, ehliyetlerin, 2918 sayılı Kanun gereği, 31 Aralık 1999 tarihinden sonra, ancak, sekiz yıllık eğitimi bitirenlere; yani, temel eğitimi veya ortaokulu tamamlayanlara verilmesi öngörüldüğünden, ki, Türkiye’de sekiz yıllık temel eğitimin yaygınlaşması, bildiğimiz gibi, geçmişte 1739 sayılı Millî Eğitim Temel Kanununda 1973’te öngörülmüş olmasına rağmen, zorunlu kılınması; ancak, 1996’dan, 1997’den sonra başlamıştır ve Millî Eğitim Bakanlığımız, Türkiye’de bu mecburiyeti getirdikten sonra, kurumları oluşturmak üzere özel kaynaklarla donatılmış olmasına rağmen, henüz bu, istenilen düzeyde, Türkiye’nin genelinde sağlanamamıştır.

Şimdi, kırsal kesimde, köy kesiminde veya şehirlerde, mecburî olmadığı için, imkânları da olmayan insanlarımız, beş yıllık ilkokul diploması almışlar. Bunlar, kursları en iyi şekilde tamamlamalarına, hatta, araçları en iyi şekilde kullanmış olmalarına rağmen, eğer, bu değişiklik yapılmazsa, bundan böyle, ehliyet alma hakkından mahrum bırakılmış olacaklardır. Şimdi, bunlara bu imkânı tanımakla, gerçekten, o mağduriyeti gideriyoruz. Ancak, özellikle, Millî Eğitim Bakanlığı, Karayolları ve trafikle ilgili benzeri kurumların yapacağı işlem, sürücü kursları üzerindeki denetimin gerçekten artırılmasıdır. Ülkemizin kanayan en büyük yarası olan trafik kazalarında, hepimizin ve özellikle bu Meclisin çok değerli insanlarını kaybetmekteyiz ve bu da, hepimizi, hergün acılara boğmaktadır. Bunun çözümü, gerçekten, eğitimden geçer. Bu sekiz yıllık eğitim ileride elbette yeterli olmayacak ve onbir yıla çıkacak. Onbir yıllık eğitimi zorunlu kıldığımızda da sekiz yıllık eğitimi bitiren ve sürücü kursu alma yaşına gelenler mağdur olmaya başlayacak.

Bu sebeple, böyle kanunların çıkarılarak, geçişlerin sağlanması ve bunun da belli sürelere bağlanması en isabetli, en güzel çözüm yoludur. Mecburî eğitimin sekiz yıla çıkarılmasıyla bu eğitime başlayan öğrencilerin ehliyet alma çağına geldiklerini söylemek mümkün değil. O zaman geriye ne kalıyor; imkân bulabilenler, zamanında ortaokulu bitirmişse ehliyet alabilecek.

Onun için, bu kanun teklifi bu şekliyle inşallah hayırlı olur. Ancak, demin Sayın Fazilet Partisi Grup Başkanvekilinin buyurduğu bir iki noktaya ilave yapmak istiyorum.

Gerçekten, medyaya büyük hizmet düşüyor; ama, bence mecmualardan, gazetelerden ziyade, özel ve resmî televizyon kanallarına, özellikle özel televizyon kanallarına çok büyük görev düşüyor. Onların, özellikle, bu konuda, mutlaka ilgili kuruluşlarla işbirliği yaparak -çok detaylı ve zamanı da çok iyi ayarlamak suretiyle- reklamların arasında değil, belli zamanlarda eğitici programlar hazırlamalarının -çünkü, görsel olan, yani hem kulağa hem göze hitap eden eğitim zihinden kolay kolay silinmez- özellikle trafik kazalarını azaltması yönünden faydalı olacağı kanaatindeyim.

Bu değişikliğin, ülkemizde bundan yararlanacak bütün insanlar için hayırlı olmasını diliyor, kazaların azalması için herkesin kendine düşen görevi yapacağına inanıyor, Yüce Meclisi saygıyla selamlıyorum. (Alkışlar)

BAŞKAN – Teşekkür ederim efendim.

Madde üzerindeki görüşmeler bitmiştir.

Suallere geçiyoruz.

Sayın Bıçakçıoğlu, buyurun.

ORHAN BIÇAKÇIOĞLU (Trabzon) – Sayın Başkanım, delaletinizle Sayın Bakanımdan bir konuda bilgi almak istiyorum.

Teklifin bu maddesinde “sürücü belgesi” ibaresi geçiyor, doğrusu da budur; fakat, sürücü belgeleri, trafik tescil bürolarınca verilmektedir. Burada aslolan, sürücü belgesine dönüştürülen sürücü sertifikalarının da bundan yararlandırıldığıdır. Bu konuda bir açıklama yapılmasını istiyorum efendim.

BAŞKAN – Sayın Yıldırım, buyurun, sorunuzu sorun efendim.

MEHMET SADRİ YILDIRIM (Eskişehir) – Sayın Başkanım, delalatinizle Sayın Bakanıma aşağıdaki 2 soruyu sormak istiyorum:

1- Ülkemizin önemli bir sorununu görüşüyoruz. Kamyoncu ve otobüsçü şoför esnafının mağdur durumda olduğu nazara alınarak, 15 yaşından fazla; yani, 1984’ten evvel üretilen kamyonlardan ve otobüslerden takografı kaldırmayı düşünüyor musunuz?

2- Otoban ve gidiş gelişi ayrı olan çift yollardaki sınır hızını 90 kilometreden 120 kilometreye çıkarmayı düşünüyor musunuz?

BAŞKAN – Teşekkür ederim efendim.

Sayın Bakan, cevabı yazılı mı vereceksiniz, sözlü mü?..

DEVLET BAKANI ABDULHALÛK MEHMET ÇAY (Çorum) – Sayın Orhan Bıçakçıoğlu’na cevap veriyorum: 2918 sayılı Kanunun 36 ncı maddesinde, motorlu araçları sürebilmek için, sürücü belgesi alma zorunluluğu getirilmiştir. Kanunun beşinci kısmında (madde 36-45) sürücü belgelerine ait hususlar düzenlenmiştir. Kanunun 40 ıncı maddesinde, sürücü belgesi alacakların, Millî Eğitim Bakanlığı sınav sorumluları tarafından sınava tabi tutulacakları öngörülmektedir. Sınavda başarı gösterenlere sürücü sertifikası verilecektir; ancak, bu sertifikalar sürücülere araç kullanma yetkisi vermemektedir. Bu sertifikaların Emniyet teşkilatına verilerek, sürücü belgeleriyle değiştirilmesi gerekir. Dolayısıyla, görüşmekte olduğumuz maddede geçen “sürücü belgeleri” ibaresi, sürücü sertifikalarını da kapsamaktadır. Çünkü, kanun maddelerinin yorumlanmasıyla çıkan sonuç, sürücü sertifikası almanın, sürücü belgesi almanın önşartı olduğudur. Sürücü belgesinden söz edildiğinde, aynı zamanda bunun bir aşaması olan sürücü sertifikası da kapsanmış olmaktadır.

BAŞKAN – Sayın Yıldırım’ın suallerine cevap verecek misiniz efendim?

DEVLET BAKANI ABDULHALÛK MEHMET ÇAY (Çorum) – Sayın Yıldırım’ın birinci sualine cevabım: 2918 sayılı Kanunun yürürlüğe girdiği tarihten önceki yıllarda üretilen araçlarla, resmî taşıt olarak tescil edilmiş ve edilecek olan ve şehiriçi ve belediye mücavir alan içerisinde yolcu ve yük nakliyatı yapanlar araçlarda takograf bulundurma ve kullanma zorunluluğu aranmaz. Takograf cihazları mekanik elektronik olabileceği gibi, elektromekanik de olabilir.

BAŞKAN – İkinci suali var efendim; “90’ı 120’ye çıkaracak mısınız” diyor, inşallah çıkarmazsınız.

DEVLET BAKANI ABDULHALÛK MEHMET ÇAY (Çorum) – Şehirlerarası karayollarında saatte 90 kilometre, otoyollarda 120 kilometre hızı geçmemek üzere, motorlu araçların cins ve kullanma amaçlarına göre sürülebileceği, en çok ve en az hız sınırları yönetmeliklerle belirlenir. 20 kilometre kadar da artırmaya yetkilidir.

MEHMET SADRİ YILDIRIM (Eskişehir) – 10 kilometre; bir trafik amiriyle konuştum...

DEVLET BAKANI ABDULHALÛK MEHMET ÇAY (Çorum) – Yüzde 10...

MEHMET SADRİ YILDIRIM (Eskişehir) – 90 kilometre olunca, 9 kilometreden 99 kilometre eder. Şimdi, elindeki bütün vasıtalarla...

BAŞKAN – Efendim, yollarımız tekamül ettikçe, tabiî, onlar Avrupa standardına uyacaktır değil mi Sayın Bakanım.

Teşekkür ederim.

Sayın Parlak’ın da bir suali var efendim; buyurun.

EVLİYA PARLAK (Hakkâri) – Sayın Başkanım, benim sorum da o konudaydı. Özellikle gerçeği konuşmakta fayda var; bugün, karayollarında 90 kilometre hızla, hele bugünkü gelişmiş veya yeni model araçlarla giden insan sayısının çok az olduğu bir gerçek; hepimiz dahil olmak üzere. Otoyollarda, otobanlarda 120 kilometre; buna da uymak mümkün değil.

Sayın Başkanım, zaman zaman radarlara yakalanıyoruz -ben, yaşadıklarımı söyleyeyim- ve gerçekten, trafik memurlarıyla konuştuğumuz zaman, bunun uygulanma şansı olmadığını -aracın ve yolun durumuna göre değiştiği için- söylüyorlar ve efendim, siz kanunu değiştirin diyorlar. Acaba, Sayın Bakanımız veya yetkililer, şartlara göre, arabanın modeline, cinsine, yolun durumuna göre bu gerçeği bilerek, uygulanır noktaya getiremezler mi?

Onu arz etmek istedim.

BAŞKAN – Efendim, bu sualinize Sayın Bakan yazılı cevap verecek; çünkü, arabanın modeline göre, o olmaz; Avrupa standartlarına göre...

EVLİYA PARLAK (Hakkâri) – Ama, uygulayamıyoruz.

BAŞKAN – Hayır; yani, o standardı aşar.

Teşekkür ederim efendim.

Bir önerge vardır, okutuyorum:

Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına

Görüşülmekte olan 307 sıra sayılı kanun teklifinin 3 üncü maddesindeki “31.12.2004” tarihinin “31.12.2010” olarak değiştirilmesini arz ve teklif ederiz.

Fethullah Erbaş Mustafa Geçer İsmail Özgün

Van Hatay Balıkesir

Faruk Çelik Ramazan Toprak

Bursa Aksaray

BAŞKAN – Önergeye komisyon katılıyor mu?

İÇİŞLERİ KOMİSYONU BAŞKANI FARUK BAL (Konya) – Katılmıyoruz Sayın Başkan.

BAŞKAN – Hükümet?..

DEVLET BAKANI ABDULHALÛK MEHMET ÇAY (Çorum) – Katılmıyoruz efendim.

BAŞKAN – Sayın Erbaş, konuşacak mısınız?

FETHULLAH ERBAŞ (Van) – Evet...

BAŞKAN – Buyurun Sayın Erbaş.

FETHULLAH ERBAŞ (Van) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; bu önergeyi vermekteki gayemiz şuydu: Bundan önce, bu tarihin, 31.12.1999 tarihine kadar uzatılması düşünülmüştü. Biz ise, şu andaki durumda, 2004’e kadar uzatıyoruz. Biz diyoruz ki, 8 yıllık eğitimle birlikte ilkokul mezunluğu ortadan kalktı. Eski kanuna göre, ilkokul mezunu olan ehliyet alabiliyordu. Bu 8 yıllık eğitim çıktıktan sonra, ilkokul mezunu diye bir husus kalmayacak. İlkokul mezunu kalmadığına göre, bundan önce ilkokul mezunu olanların çoğunun da, yeniden okula gidip ortaokul diploması alma imkânı çok zor. Herhalde, 40 yaşından sonra -sizin de takdirinize arz ediyoruz- kimse, gidip ortaokulu bitirip, ehliyet almayacak; ama, bu arada, teknoloji gelişti, insanların hayat seviyeleri yükseldi ve otomobil sahibi olma istekleri doğdu. Otomobili olanlar, bundan sonra, şoför tutma imkânları olmadığına göre, ehliyet de alamayacaklarına göre, kaçak binecekler ve her gün suç işlemiş olacaklar. Sekiz yıllık eğitim 1998’de başladığına göre, bunlar 2005 yılında mezun vermeye başlayacak; 2005 yılından sonra, 15 yaşındaki çocuk ehliyet alamayacağına göre, 3 sene daha bekleyecek, 18 yaşına girdikten sonra ehliyet alacak. Bu süre, normal şartlarda, hesapladığımız zaman, 2008 yılı ediyor, 2008 yılından önce zaten bu okul mezunlarının ehliyet alma imkânları yok. Dolayısıyla, biz diyoruz ki, 2010 yılı, bundan sonra sizin önünüze yeni bir kanunla gelip, bir daha uzatmama yönüyle iyi olur, hem de kazanılmış haklar -şu anda ilkokul mezunlarının ehliyet alma imkânları vardı bundan önce- gasp edilmemiş olur.

Ben, önergeme destek olmanızı istirham ediyorum. Hepinizi saygıyla selamlıyorum. (FP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – Teşekkür ederim Sayın Erbaş.

Efendim, komisyonun ve hükümetin katılmadığı önergeyi oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler... Kabul etmeyenler... Önerge kabul edilmemiştir efendim.

3 üncü maddeyi oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler... Kabul etmeyenler... Kabul edilmiştir; hayırlı olsun efendim.

Sayın milletvekilleri, yine, yeni bir madde teklifi var. Bu nedenle, önergeyi okutup komisyona soracağım; komisyon, önergeye salt çoğunlukla katılır ise önerge üzerinde yeni bir madde olarak görüşme açacağım. Komisyonun salt çoğunlukla katılmaması halinde önergeyi işlemden kaldıracağım.

Önergeyi okutuyorum.

Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına

Görüşülmekte olan kanun teklifine aşağıdaki maddenin eklenmesini arz ve teklif ederiz

Beyhan Aslan Ömer İzgi Emrehan Halıcı

Denizli Konya Konya

Bekir Ongun Nesrin Ünal

Aydın Antalya

MADDE 4.- 2918 sayılı Kanuna aşağıdaki ek madde 13 eklenmiştir.

EK MADDE 13. – Bu Kanunda yazılı suçlardan 48 inci maddede gösterilen “alkollü araç kullanmak” suçunu birinci ve ikinci defasında işlemek, 51 inci maddenin üçüncü fıkrasında geçen “bir yıl içinde hız sınırını 5 defa ihlal etmek”, 118 inci maddenin ikinci ve üçüncü fıkralarında yazılı “100 ceza puanını doldurmak” suçlarından birinin tespiti halinde, sürücü belgelerinin geçici olarak geri alınması işlemlerine bu Kanunun 6 ncı maddesinde sayılan trafik görevlileri yetkilidir.

BAŞKAN – Efendim, Komisyon katılıyor mu salt çoğunluğuyla?

İÇİŞLERİ KOMİSYONU BAŞKANI FARUK BAL (Konya) – Sayın Başkan, salt çoğunluğumuz vardır ve salt çoğunlukla bu önergeye katılıyoruz.

BAŞKAN – Hükümet katılıyor mu?

DEVLET BAKANI ABDULHALÛK MEHMET ÇAY (Çorum) – Katılıyoruz efendim.

BAŞKAN – Efendim, Komisyon önergeye salt çoğunlukla katılmış olduğundan, önerge üzerinde, yeni bir madde olarak görüşme açıyorum.

Gruplar adına söz isteyen var mı?.. Yok.

Şahısları adına?.. Yok.

Maddeyi oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler... Kabul etmeyenler... Kabul edilmiştir.

Sayın milletvekilleri, kabul edilen 3 üncü maddeyle, Karayolları Trafik Kanununa bir geçici madde eklenmiştir. Kabul edilen 4 üncü maddeyle de kanuna bir ek madde eklenmiştir. Kanunun yazılış tekniğinde, sıra bakımından ek maddeler geçici maddelerden önce gelmektedir malumlarınız. Bu nedenle, çerçeve 4 üncü maddenin 3 üncü maddede, 3 üncü maddenin de 4 üncü maddede olması gerekmektedir.

Madde numaralarının bu şekilde düzeltilmesini oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler... Kabul etmeyenler... Kabul edilmiştir.

2 nci maddeyi 5 inci madde olarak okutuyorum:

MADDE 5. – Bu Kanun yayımı tarihinde yürürlüğe girer.

BAŞKAN – Madde üzerinde, Fazilet Partisi Grubu adına, İstanbul Milletvekili Sayın Mukadder Başeğmez; buyurun. (FP sıralarından alkışlar)

FP GRUBU ADINA MUKADDER BAŞEĞMEZ (İstanbul) – Sayın Başkan, saygıdeğer milletvekilleri; sözlerime başlarken hepinizi saygıyla selamlıyorum.

Çok hayırlı işler yapıyoruz burada. Trafikle ilgili, takograf, ehliyet, sürücü belgesi, ihtisas mahkemeleri, güzel maddeler çıkardık; ancak, Türkiye, son derece ciddî bir problemle karşı karşıya. Bunu ciddiye almak ve her an, trafik konusundaki hassasiyeti yüksek tutmak zorundayız.

1988-1989 döneminde 441 693 kaza olmuş bu ülkede. Bu kazalar, 113 656 yaralıyla ve 4 606 da ölümle sonuçlanmış. Acaba, 113 656 kişiden kaç kişi ömrünü sakatlıkla geçirecek? Öyleyse, bir deprem gibi, bir afet gibi bir kriz durumuyla her an karşı karşıyayız. Bunun için, ehliyet verilecek kişilerin diplomalarını yükseltmeniz ya da düşük seviyede tutmanız bir anlam ifade etmiyor; trafik kültürünün, uygarlık seviyesinin bir kampanya halinde yükseltilmesi gerekiyor diye düşünüyorum. Yoksa, adam direksiyonun başında trafik canavarı haline geliyorsa, topyekûn o kültüre sahip değilsek, ehliyeti verirken ordinaryüs profesörlük diploması da arasak bir anlam ifade etmiyor; ölen can bizden oluyor, aileler üzülüyor, ıstırap çekiyor. Bu nedenle, meseleyi kökten halledecek yolları da aramalıyız diye düşünüyorum.

Hazır, bu kanun teklifi gelmişken, trafik konularındaki hassasiyetimi dile getirmek, bu kürsüyü, kamuoyuna da açık bir vaziyetteyken, değerlendirmek, birkaç söz söylemek istiyorum; yoksa “kanunlar iyidir, taraftarız, hayırlı olsun, oy vereceğiz” derdik; nitekim veriyoruz, iş, bir kanun tekniği içerisinde geçerdi; ama, önümüze bir fırsat çıkmışken, bu güzel vakitte, milletimize, milletimizin gençlerine de seslenmek istiyorum.

Trafiği yürürlükte kılan, sadece ehliyet değildir. Bu ülkede, en iyi diplomalara sahip insanların neler yaptığı herkesçe malum. Bir şairimiz, 12 Eylül öncesi anarşik olaylarla ilgili diyordu ki: “Unuttuk sizi Koçero, Hamido, artık fakültelerde işleniyor cinayet.” Şimdi, bakınız, adam, hangi diplomaya, hangi eğitime sahip olursa olsun, trafikte ne tür rezaletler yapabiliyor. Bizim medyanın da desteğiyle, bizlerin de desteğiyle birtakım gelişmeleri sağlama mecburiyetimiz var. Kim ne derse desin, ne yazarlarsa yazsınlar ne çizerlerse çizsinler ne kadar yıpratmaya çalışırlarsa çalışsınlar; Parlamento üyeleri, toplum içerisinde seçkin ve saygın kişilerdir. Her birinizin arkasında 50 000-100 000 oy var. Her biriniz, gittiğiniz her şehirde, her kasabada, son derece saygın insanlar tarafından karşılanıyor, uğurlanıyorsunuz, misafir ediliyorsunuz ve insanlar, sizin ağzınızdan çıkacak laflara bakıyor; sizden, güzel bilgiler, görüşler alma çabası içerisinde. Dileğim o ki, bu konulara da, milletvekilleri olarak, toplumun öncüleri ve önderleri olarak yardımcı olasınız.

Mesela Avrupa’da ve Amerika’da, dünyanın her yerinde, gündüzleri de far yakma mecburiyeti var. Bizde, sanki, adam elektrik kurumuna para ödeyecek, akşam saat 7.00 olmuş, gözüm görüyor diyor, inat ediyor da farlarını yakmıyor. Niye yakmıyorsun diye soran yok. Bunu, iyi bir şoförlük zannediyor, bunu, bir marifet zannediyor.

Avrupa’da, herhangi bir yerde, bir şoför korna çaldığı zaman, klakson çaldığı zaman, bütün insanlar döner bakar, acaba bir kaza mı oldu, büyük bir facia mı oldu; çünkü, kırk yılda bir korna sesi duyulur; ama, bizde, öyle bir kültür gelişmiş ki, geçenlerde, bir şoför bana diyor ki: “Başkanım, iki korna bir fren demektir, onun için korna çalmak iyidir.” Böyle bir kültür gelişmiş.

Hayır... Bu vesileyle burada söylüyorum; korna çalmak iyi değildir, ayıptır; cahil adamlar, acemi şoförler, asap bozacak insanlar, gürültüyle çevre kirliliği yapacak insanlar durmadan korna çalar. Buna gerek yok. Bunun için, topyekûn bir kampanya yapmak lazım. Şehirlerde, araba kornalarının sesinden geçilmiyor. Hele, adam, dokuzuncu sırada, kırmızı ışık yanıyor, daha sarı ışık yanmadan, sanki herkesin üzerinden atlayıp gidecek, çalıyor kornayı. Bunlar asap bozuyor, sinirleri geriyor, çevre kirliliğine, gürültü kirliliğine yol açıyor ve asabı bozulan adam, gidiyor, bir yerde kavga ediyor veya gidiyor, bir yerde virajı alamıyor. Hepsinin trafik kazasıyla ilgisi var. Sadece ehliyet değil, vasıtaların da önemi büyük. Ciddî bir mesele.

Biliyor musunuz; tabiî, biliyorsunuz; ama, bilmeyenlere söylüyorum, kamuoyuna arz ediyorum; Amerika’da, yirmibeş yıldır kurşunsuz benzinden başka yakıt kullanımı yasak. Süper benzin, normal benzin yasak. Neden; havayı kirletiyor, onları kullanan araçlar çok yakıt tüketiyor. 2001 yılında, Avrupa Birliğinde karbüratörlü araçlar trafiğe çıkamayacak. Zaten, 1994 yılından beri, imalatı önemli ölçüde engellendi, çok az sayıda var; yüzde 90 kurşunsuz benzin kullanılıyor veya LPG veya dizel. Normal veya süper benzin kullanılmıyor; çünkü, sağanak halinde, hepimizin üstüne, eline, yüzüne, derisine kurşun yağıyor o ortamda. Karbüratörlü araç, her bir kontak açış-kapatışta 10 ilâ 30 miligram kurşun saçıyor havaya. Bu da, hepimiz için bir risk demektir. Nükleer santrallara karşı meydanları dolduran insanlar, her gün, İstanbul’da, Ankara’da, büyük kentlerde bir nükleer patlamayla karşı karşıya olduklarının da bilincinde olmalı.

Şimdi, yanına gittiğiniz zaman sahibini tanıyıp kapısını açan, elinizi sürdüğünüz zaman sizden mesaj alıp kendi kendine çalışan vasıtalar yapmış dünya; bunu da, insanlık gelişsin diye, hayat rahat olsun diye yapıyor. Biz bu teknolojinin neresindeyiz? Acaba, Sayın Bakanlarımız, Sanayi Bakanımız, Turizm Bakanımız, Sağlık Bakanımız bu konuda... Niye biz hâlâ karbüratörlü araba üretiyoruz? Hem de, 100 kilometrede 16-17 litre yakıt tüketen araçlar... Halbuki, 100 kilometrede 5,5 litre benzin tüketen araçlar üretilmiş dünyada. Türkiye’de de üretilebilir; ama, Türkiye’deki mevzuat kaçağından dolayı, bakıyorsunuz ki, Avrupa marka otomobil fabrikası bile, Türkiye’de bazı modellerini karbüratörlü olarak üretiyor. Vicdansız, sen bunu kendi ülkende yapmıyorsun, burada niye yapıyorsun?! Burada onu engelleyecek bir kanun yok çünkü.

Değerli arkadaşlar, at, bizim kültürümüzdü; biz, ata binerek geldik bu coğrafyaya. Onun için, atı iyi tımar ederdik, iyi bakar, iyi beslerdik; gümüş kaşlı eğerler, gümüş saplı kamçılar kullanırdık. Arabayı biz icat etmediğimiz için, kültürü de başkasından geliyor. Öyleyse, başkaları da ne yapıyor, ona iyi bakmamız lazım. Sadece, dört tekerlekli bir vasıtayı, direksiyonun başına geçip sürmek ne şoförlüktür ne sürücü belgesi yerine getirilebilir; yani, bir marifet değildir. Bugün, şoförlerimiz, hurda lastikçilerde çıkma lastik arıyorsa, elinde on tane sürücü belgesi olsa bir anlam ifade etmez; çünkü, ölüm aracı arıyor. Çıkma lastik demek, hurda lastik demektir. “Parası yok, ne yapsın?!.” Parası olduğu zaman araba alsın. Kendisinin ölmesi bir yana, gidip, lastiği patlayacak, bir başkasını öldürecek; buna hakkı yok ki!.. Çocuğun eline silah vermek gibi bir şey. Avrupa’da bunu söyleseniz kimse anlamaz. “Çıkma lastik arıyor arabasına!..” Bunu niye söylüyorum; bunu alanları ayıplamak için değil, kültürel bir gelişme olsun, bizi dinleyen insanlar bunu konuşsun...

Farları yakmak... “Farın açık olsun, yolun da açık olsun” diye bir kampanya geliştirdi bir lastik fabrikası. Buradan, bu kürsüden, sizlerin adına da bu kampanyaya katılıyorum. Biz de yakalım farlarımızı. (MHP sıralarından “Katılıyoruz” sesleri) Katılıyorsunuz. Bunu geliştirelim.

Korna çalmak ayıptır; bunu da herkes bilsin; marifet değildir, ustalık değildir; ayıp bir iştir. Bunun ayıp olduğunu toplum kabul ederse, herkes birbirine bakarsa, bu, fevkalade güzel birşey olur diye düşünüyorum.

BAŞKAN – Sayın Başeğmez, süreniz bitmek üzere, toparlayın lütfen...

MUKADDER BAŞEĞMEZ (Devamla) – Kurşunsuz benzin kullanmaya özen gösterip, ne yapıp edip, buna, bütün milletvekilleri olarak hassasiyet gösterelim. Yalnız İstanbul’da 1 250 ton kurşun bir yılda havaya atılıyor. Adam başına 125 gram kurşun düşüyor. Bu tehlikeyi de ifade etmek istiyorum.

Bir de, buradan söylemem gereken şu var: Şoför odaları, esnaf odaları, otobüs odaları, minibüs odaları, bunlar, sadece şoför esnafından, minibüsçüden, taksiciden, seneden seneye, kusura bakmasınlar, haraç alır gibi, 50 milyon, 60 milyon aidat alacaklarına meslekiçi eğitim yapsınlar. Minibüsçüler dünyanın en efendi şoförleri olsun, taksiciler dünyanın en kaliteli şoförleri olsun; bunu yapmayanlara cezaî müeyyideler uygulasınlar. Sadece sürücü belgesi var, arabası var demesinler; kendi içlerinde, nasıl ederiz de en kaliteli şoför yetiştiririz, bu insanlara yardımcı oluruz diye, bu meslek odalarının da hizmetiçi eğitime biraz para harcamaları, zaman harcamaları gerekir diye düşünüyor, bu teklifi yapıyor, hepinizi saygılarımla selamlıyorum efendim. (Alkışlar)

BAŞKAN – Teşekkür ederim Sayın Başeğmez.

İkinci söz, Doğru Yol Partisi Grubu adına, Batman Milletvekili Sayın Burhan İsen’de.

Buyurun Sayın İsen. (DYP sıralarından alkışlar)

DYP GRUBU ADINA BURHAN İSEN (Batman) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; 2918 Sayılı Karayolları Trafik Kanununun 4262 Sayılı Kanunla Eklenen Geçici 1 inci Maddesinin Değiştirilmesine Dair Kanun Teklifinin 5 inci maddesi hakkında, Doğru Yol Partisi Grubu adına söz almış bulunmaktayım; bu sebeple, Yüce Heyetinizi, Grubum ve şahsım adına saygıyla selamlıyorum.

Değerli milletvekilleri, görüştüğümüz kanun teklinin 1 inci maddesinin müzakeresinde de görüldü ki, 1 inci madde değişikliğinin gereği yürürlük tarihi 31.12.1999 olarak tespit edilmiştir; anlaşıldığı kadarıyla, 31.12.1999 tarihinin yürürlük tarihi olarak tespiti reel uygulamada sorun oluşturmuştur. Şimdi ise, bu yürürlük tarihinin 31.12.2004 olarak değişikliği teklifinin görüşmelerini yapıyoruz. Bütün bunlardan anlaşılan husus odur ki, kanun çıkarılırken ilgili tarafların gerek ve ihtiyaçlarıyla toplumsal uygulanabilirliği üzerinde yeterince durulmamıştır. Zira, kanunun ihtiyaç ve getireceği fayda uygulanabilirliğiyle orantılıdır. Uygulamaların getireceği sıkıntı, sektörle ilgili ve yasal formalitelerin değişiklikleri de sıkıntılara sebep olmaktadır. Zaten hep beraber görüyoruz ki, sürücü belgesi alacak vatandaşlara da, sürücü kurslarına da, iş ve istihdam hayatına da uygulanma sıkıntısı getirmiştir.

Değerli milletvekilleri, Karayolları Trafik Kanununun 41/b maddesi gereğince sürücü belgesi almanın şartlarından birisi de, ortaokul seviyesi eğitimi zorunluluğudur. Bu durum, 27 Ekim 1996 tarih ve 22800 sayılı Resmî Gazetede yayımlanan Karayolları Trafik Yönetmeliğinin 41/b maddesiyle düzenlenerek A1, A2, B, C, D ve E sınıfı sürücü belgesi alacaklarda ortaokul mezunu olma veya sekiz yıllık temel eğitimi bitirmiş olma şartı getirilmiştir. Bu şartın yürürlük tarihi olarak 31.12.1999 tarihi öngörülmüştür. Anlaşıldığı gibi, ilkokul mezunları, o tarihten sonra, yılbaşından beri sürücü belgesi alamamaktadır. Sekiz yıllık temel eğitim uygulaması ise henüz mezun vermemiştir. Bu durum, geçmişte var olan bir hakkı yok etmediği gibi, gelecek için de uygulanamaz bir durumdur.

Sürücü belgesi sahipliği, taşımacılık ve ulaşımın çok büyük bir kısmının karayollarıyla yapıldığı ülkemizde, aynı zamanda, bir geçim kapısıdır, bir iş ve istihdam vasıtasıdır. Bu tip teknik tıkanıklıklar, vatandaşın ekmek kapısına kilit asmak anlamındadır.

Değerli milletvekilleri, sürücü belgesi alacaklarda, asgarî ortaokul mezuniyetinin eğitim seviyesi olarak aranmasında, eğitimin kazaları azaltma fonksiyonunun düşünüldüğünü bilmekteyiz. Eğitimin sosyal faydasını inkâr etmiyoruz; fakat, şu soruyu da sormadan geçemiyoruz: Trafik kazalarını önleyici hangi bilgiler ve alışkanlıklar müfredata girmiştir veya genel faydanın yanında, spesifik olarak trafik kazalarını azaltıcı, trafik kültürünü zenginleştirici hangi fonksiyonlar, sekiz yıllık eğitimin müfredatına dahil edilmiştir? Umuyoruz ki, her problemin çözümünde birincil faktör olduğunu kabul ettiğimiz eğitim sayesinde, her yıl bir Sakarya Savaşı telefatından fazla kayıplara sebep olan trafik kazaları afetinden korunabilelim.

Değerli milletvekilleri, benim seçim bölgem ve beraberinde doğu ve güneydoğu bölgemizi düşündüğümde, sürücü belge sahipliği, iş, üretim ve istihdam bakımından önem arz etmektedir. Zira, ülkemizin bu bölgesinde, yıllarca, eğitim-öğretim aksamıştır; değil, ortaöğretim okulları, ilkokullar bile açılamamıştır. Normaliteye dönmeye başlayan günümüzle mukayese edilemeyecek bir düzey söz konusudur.

Okul, öğretmen, güvenlik ve ders araç gerecinin bulunmayışı realitesiyle, bu kanunun fantastik lükslüğü, bugün görüştüğümüz değişikliği zorunlu kılmıştır. Sekiz yıllık eğitimin mezun vermeyişi, 31.12.1999 tarihinden beri sürücü belge sahipliği önünde engel teşkil ederek vatandaşın kendi aracını bile kullanmasını yasaklarken, iş, istihdam, geçim sıkıntısı gibi emekten otomotiv sektörüne kadar sirayet etmektedir.

Bu sebeple, görüştüğümüz madde için olumlu oy kullanacağımızı bildirir; Yüce Heyetinize saygılarımı sunarım. (DYP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – Teşekkür ederim Sayın İsen.

Şahsı adına, Sayın Aslan Polat?.. Yok.

Başka söz isteyen?.. Yok.

5 inci maddeyi oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler... Kabul etmeyenler... Kabul edilmiştir.

6 ncı maddeyi okutuyorum:

MADDE 6. – Bu kanun hükümlerini Bakanlar Kurulu yürütür.

BAŞKAN – Bu maddede de, Milliyetçi Hareket Partisi Grubu adına, Trabzon Milletvekili Sayın Orhan Bıçakçıoğlu; buyurun efendim. (MHP sıralarından alkışlar)

Sayın Bıçakçıoğlu, herhalde, teklif sahibi olmanız hasebiyle, uzun konuşmazsınız.

MHP GRUBU ADINA ORHAN BIÇAKÇIOĞLU (Trabzon) – Sayın Başkanım, değerli milletvekilleri; 2918 sayılı Karayolları Trafik Kanununu değiştiren 4199’a bir geçici madde eklemek suretiyle hazırlamış olduğumuz kanun teklifimiz biraz sonra kabul edilecek.

Biz, aslında, bunu, bir geçici madde değişikliğiyle, sürücü belgesi almak isteyenlerin 2004 yılına kadar müktesep haklarının iadesini sağlamak amacıyla vermiştik; ama, memnuniyetle söylüyorum, değerli arkadaşlarımızın katkılarıyla, bu kanun teklifine 3 tane daha madde eklenmiştir. Bu maddeler, en az, kanun teklifinin geliş amacındaki madde kadar önemlidir. Neydi bunlar; bir tanesi, takograf cihazlarıyla ilgilidir; çünkü, bizlere gelen telefonlardan ve yapmış olduğumuz görüşmelerden, şoför esnafının... 2918 sayılı Kanun çıktıktan sonra, çok eski model araçlarda dahi bu takograf cihazı aranır hale gelmişti. Bu kanun teklifiyle beraber, 1983 yılından önce imal edilmiş bulunan otobüs ve kamyonlarda takograf cihazı aranmayacaktır; ayrıca, şehir içinde ve belediye mücavir alanında faaliyet gösteren, yük ve yolcu taşıyan araçlarda da bu cihaz aranmayacaktır. Demek oluyor ki, arabasının fiyatından fazla olan, kimi modellerde, bu cihazı takma mecburiyeti ortadan kaldırılarak şoför esnafının bir mağduriyeti giderilmiş oldu. Yine, bu cihazları takmadıkları için araçlarının fennî muayenesini yaptıramayan milyonlarca şoför esnafına da bir koyallık sağlanmış oluyor.

Ayrıca -bir diğer maddede de bir kolaylık var- geçici olarak alınan sürücü belgelerinin geri verilmesinde de bayağı bir gecikme oluyordu; çünkü, mahkeme sonuçlanıncaya kadar, sürücü belgesi sahibine iade edilmiyordu; şimdi, trafik polisi ve jandarmanın bu işle görevli birimleri, tutanağı tuttuktan sonra sürücü belgesini iade edebilecekler.

Bütün gruplara katkılarından dolayı teşekkür ediyor, bu Kanunun hayırlara vesile olmasını bir kez daha Cenabı Allah’tan niyaz ediyorum.

Hepinize saygılar sunuyorum. (Alkışlar)

BAŞKAN – Sayın Bıçakçıoğlu teşekkür ediyorum; kanununuz, hayırlı olsun.

Doğru Yol Partisi Grubu adına, Batman Milletvekili Sayın Burhan İsen; buyurun efendim. (DYP sıralarından alkışlar)

DYP GRUBU ADINA BURHAN İSEN (Batman) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; 2918 sayılı Karayolları Trafik Kanununa 4262 sayılı Kanunla Eklenen Geçici 1 inci Maddesinin Değiştirilmesine Dair Kanun Teklifinin 6 ncı maddesi hakkında Doğru Yol Partisi Grubu adına söz almış bulunuyorum; Yüce Heyetinizi, Grubum ve şahsım adına saygıyla selamlıyorum.

Görüştüğümüz kanun teklifinin omurgasını, kanunun yürürlük tarihi teşkil etmektedir. Teklifin 6 ncı maddesi ise, bu kanun hükümlerinin Bakanlar Kurulunca yürütüleceğine dairdir. Yürütme makamı üzerine konuşacağımı düşündüğümde, zihnim ve gönlüm, bu kanunun gerçek yürütücü ve uygulamacılarının meselelerine eğilmeye beni zorladı.

Değerli milletvekilleri, Allah’ın her gününde şahit olma bahtsızlığını birlikte yaşadığımız trafik kazaları ve bu kazaların sebep olduğu ölümler, yaralanmalar, sakatlıklar, işgücü kayıpları, sönen ocaklar, geride bırakılan yetimler ve kimsesizler, neredeyse, devasa bir keder kâbusuna dönüşmüş kaderimizi oluşturmaktadır.

Televizyon seyrederken, gazete okurken göze ilk çarpan manşetlerin en sıklıkla rastlananı, hep trafik kazaları olmaktadır. Trafik kazalarında bir yakınını kaybetmeyen artık yok gibidir. Bir uygarlık seviyesi belirtisi olan trafik kültürü bakımından eksiklerimiz, uygar ülkelerle mukayese edilemeyecek boyutlardadır.

Trafik kazalarının önlenmesi, sebep olduğu olumsuzlukların giderilmesi amacıyla, Batı ülkelerinden elli yıl sonra da olsa, sürücü eğitiminin yapılması ihtiyacıyla, 1987’den itibaren 2918 sayılı Yasayla 625 sayılı Özel Öğretim Kurumları Yasasında değişiklikler yaparak ve bu kanunlara bağlı yönetmelikler çıkararak, sürücü kursları marifetiyle, trafik, motor-araç, ilkyardım ve direksiyon eğitimi müfredatlı bir eğitim uygulamaya konuldu.

Değerli milletvekilleri, bir toplumsal ihtiyacı, özel sektör olarak gideren gerçek uygulamacıların karşılaştıkları sorunları gidermek, problemlerini çözmek, yanlış ve anlamsız bürokratik zorlamalardan kurtarmak, verimliliklerini artırmaya sebep olacaktır.

Edindiğim bilgilere göre, 1 700 civarında sürücü kursu bulunmaktadır; 50 000 civarında istihdam sağlanmıştır; vergi, sigorta ve harç olarak, trilyonlara varan ödentileri bulunmaktadır.

Değerli milletvekilleri, sürücü eğitimi, bir asırdan beri, tüm medenî ülkelerde uygulanmaktadır. Nüfusları, motorlu araç sayıları ile altyapıları bizden aşağı ülkelerde, trafik kazalarının düşük seviyede olması düşündürücüdür.

Her şeyden önce, eğitimin uygulanmasında ciddî sorunlar yaşamaktayız. Özel öğretim kurumları mevzuatına tabi olan sürücü kurslarında, 625 sayılı Yasaya tabi diğer özel öğretim kurumlarından farklı uygulamalara rastlamaktayız. Mesela, aynı kanuna tabi özel okullar ve dershanelerde, eğitim, öğretim ve sınav kurum personeline yaptırılırken, sürücü kurslarında, sınav, kursdışı personele yaptırılmaktadır; atama ve tayinler resmî kurumlar gibi yapılırken, sınavın Millî Eğitim Müdürlüklerince yapılması, güven bunalımına sebep olmaktadır. Üstelik, güvenilmeyen bu sürücü kurslarından, sınavın tüm masraf ve giderleri talep edilmektedir. Bu kurumlar, evrak, harç, vakıf teberruu adı altında haraca bağlanmıştır. Kullanılan evrak şoförler cemiyetinden, sertifikalar millî eğitimden, sürücü belgeleri emniyetten sağlanacak şekilde, tam bir yamalı bohça görünümü yaratılmıştır.

Trafik kazalarının azaltılmasında en önemli husus, araç kullanma becerisini sağlamaktır. Bu husus, direksiyon eğitiminin normal trafikte yapılmasını gerektirirken, tüm dünyadan farklı olarak, bizde, trafikten arındırılmış pist ve güzergâhlarda yapılmaktadır. Güzergâhı ezberleyip sınavı veren aday, normal trafiğe çıkınca, bocalayıp kazalara sebep olmaktadır. Bu durum düzeltilmelidir.

İçişleri Bakanlığı, Millî Eğitim Bakanlığı, Karayolları Genel Müdürlüğü, Şoförler Cemiyeti ve çeşitli vakıfların iltisak ve denetimi sürücü eğitimini aşureye çevirmiştir. Yetki, sorumluluk ve denetim tek ele indirilmelidir.

Değerli milletvekilleri, kanaatimiz odur ki, böyle önemli bir görev üstlenen sürücü eğitimi sektörü, mevzuat, malî ve uygulama bakımından teşvik edilmelidir. Yetki ve sorumluluk birlikteliğiyle kazaları azaltıcı fonksiyonu öne çıkarılmış fonksiyonlara ağırlık verilmelidir.

Bu duygu ve düşüncelerle kanunun hayırlı uğurlu olmasını diler, Yüce Heyetinize saygılarımı sunarım. (DYP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – Sayın İsen teşekkür ederim.

Gruplar adına başka söz isteyen?.. Yok.

Şahısları adına, Erzurum Milletvekili Sayın Aslan Polat?..

ASLAN POLAT (Erzurum) – Vazgeçtim.

BAŞKAN – Vazgeçti.

Teşekkür ediyorum efendim.

AHMET CEMİL TUNÇ (Elazığ) – Sayın Başkan, söz istiyorum.

BAŞKAN – Sayın Tunç, buyurun.

AHMET CEMİL TUNÇ (Elazığ) – Sayın Başkan, değerli milletvekili arkadaşlarım; 2918 sayılı Karayolları Trafik Kanununun 41/b maddesi gereğince sürücü belgesi; yani, ehliyet almak için ortaokul mezunu olma şartı getirilmişti. Bu kanun gereğince A, B, C, D, E sınıfı sürücü belgesini, ancak ortaokul mezunu olanlar veya sekiz yıllık temel eğitimi bitirmiş olanlar alabilecektir. Bu kanun gereğince, 31.12.1999 tarihinden beri, yaklaşık üçbuçuk aydır, ilkokul mezunu vatandaşlarımız sürücü belgesi alamamaktadırlar. Bu durum, hem bu tarihe kadar sürücü belgesini almayan vatandaşlarımızı hem de sürücü belgesi veren okulları, kursları mağdur durumda bırakmıştır diye düşünüyorum.

Türkiye’de okullaşma oranlarına baktığımızda, bu kanunla getirilen mağduriyeti anlamak daha kolay olacaktır. Ortaokullarda okullaşma oranının yüzde 60’lar civarında olduğunu farz edersek, yani, şu kadar insandan, bugüne kadar sürücü belgesini alamayanlar, bundan sonra da sürücü belgesini alamayacaklardır.

Bu değişiklik teklifini veren arkadaşlara huzurunuzda teşekkür etmek istiyorum; çünkü, getirdikleri bu teklif, ilkokul mezunlarına 2004 yılına kadar sürücü belgesi alma imkânını vermektedir.

Türkiye’de okuma-yazma oranı bazı yörelerde yüzde 50’nin altında; bunu hepimiz biliyoruz; bu, Türkiye’nin bir gerçeği. Kaldı ki, 1980’li yıllardan sonra Türkiye’de yaşanan yoğun terör olaylarının, özellikle doğu ve güneydoğu bölgelerinde büyük yaralar açtığını hepimiz biliyoruz. Bu terör olaylarından dolayı 3 500 okulun kapatıldığını; yine, bu bölgelerde, okul çağında 100 000’in üzerinde çocuğun okula gidemediğini varsayarsak eğer, neticeyi daha kolay anlamak mümkün.

Yine, yaşanan yoğun terör olaylarından dolayı, bölgeden, başka yerlere, metropollere göçler yapılmış. Buraya yerleşmek durumunda kalan insanların çocukları da, ne yazık ki, büyük bir kısmı okula gitme imkânını elde edememiş; çünkü, bu çocuklar, gittikleri yerlerde çalışıp, aile geçimlerine katkıda bulunmak durumunda kalmışlardır. Sadece bu bölgelerde değil, Türkiye’nin başka bölgelerinde, her yerinde, çalışarak aile geçimlerine katkıda bulundukları için okula gitmeyen okul çağında çok sayıda çocuğumuzun olduğunu da yine biliyoruz; kimi, okul olmadığı için okula gidememiş, kimi de başka sebeplerden dolayı okula gitme imkânını elde edememiştir. Yani, bugüne kadar, şu veya bu nedenle ortaokul mezunu olmayan veya sekiz yıllık temel eğitimi bitiremeyecek çok sayıda vatandaşımız var ve bundan sonra da olacak. Acaba, bu kanunla, yani, ortaokul mezuniyet şartını getirmek suretiyle, her ne sebeple olursa olsun, ortaokulu bitiremeyen vatandaşlarımıza sürücü ehliyetini almamalarını temin eden bu yasa hükmü doğru mu; doğrusu, ben, bunu tartışmak gerektiğini düşünüyorum.

BAŞKAN – Sayın Tunç, süreniz bitmek üzere, toparlar mısınız lütfen.

AHMET CEMİL TUNÇ (Devamla) – Bitiriyorum Sayın Başkanım.

Acaba, kendi otomobilini kullananlar bu hükmün dışında tutulamazlar mı, bu A ve B sınıfı ehliyetler için istisnaî bir hüküm getirilemez mi diye düşünüyorum.

İstatistiklere bakıp, ilkokul mezunu olanların fazla kaza yaptıkları, üniversite mezunlarının az kaza yaptıkları şeklinde bir mukayesenin de doğru olmadığı kanaatindeyim.

Bu düşüncelerle hepinize saygılar sunuyorum. (Alkışlar)

BAŞKAN – Teşekkür ederim Sayın Tunç.

Maddeyi oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler... Kabul etmeyenler... Kabul edilmiştir efendim.

Teklifin tümünü oylamadan evvel, İçtüzüğün 86 ncı maddesine göre oyunun rengini belli etmek isteyen Aydın Milletvekili Sayın Bekir Ongun’a söz veriyorum.

Buyurun Sayın Ongun.

BEKİR ONGUN (Aydın) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; hepinize saygılar sunuyorum.

2918 Sayılı Karayolları Trafik Kanununa 4262 Sayılı Kanunla Eklenen Geçici 1 inci Maddesinin Değiştirilmesine Dair Kanun Teklifimi vermeden önce bazı incelemelerde ve görüşmelerde bulundum. Bildiğiniz gibi, 31.12.1999 tarihinden itibaren ilkokul mezunları ehliyet alamamaya başlayınca -burada hiç kimsenin bahsetmediği- öncelikle çıraklık eğitimindeki öğrencilerimiz için sıkıntı olmaya başladı; yani, şu anda çıraklık eğitimi devam eden öğrencilerimiz sizin otomobilinizi tamir ediyor, arabasını sizden çok iyi kullanıyor, sizden daha iyi idare ediyor; fakat, ehliyet alamıyordu. Zaten, çıraklık eğitiminde, sekiz yıllık zorunlu eğitimin çıkmasıyla bir geçiş dönemi yaşanmadığı için bir sıkıntı yaşanmıştı. İşte, bu teklifimle, çıraklık eğitimindeki bu sıkıntıyı bir nebze olsun gidermeye çalıştım.

Ayrıca, Doğu ve Güneydoğu Anadolu’da, Orta Anadolu’da, şoförlük, bir iş kapısı haline gelmiştir; terör sebebiyle, biz, onların ilkokulunu bile açamadık ki, ortaokul diploması istiyoruz.

Avrupa Birliğine giriyoruz. Avrupa Birliği ülkelerinde, ilkokul mezunları ehliyet alıyor; çünkü, müktesep hak. Dokuz yıl, on yıl, onbir yıl zorunlu eğitim var; fakat -Türkiye’den gidenler bilirler- ilkokul diplomasıyla ehliyetlerini almışlardır. Yani, önemli olan diplomanın yanında, bir de eğitim vardır, karayollarımızın durumu vardır. Hepimizin malumudur, Sivrihisar-Ankara yolu, en çok trafik kazası olan yollardandı; şimdi, trafik kazası olduğunu duymaz olduk. Demek ki, bu konuda, en az yüzde 50 karayollarının da kusuru vardır.

Bu sebeple, bu kanun teklifini burada görüşen, destekleyen Yüce Meclisimizin değerli üyelerine teşekkür ediyorum; oyumun olumlu olacağını da belirtiyor; hepinize saygılar sunuyorum.

Teşekkür ederim. (Alkışlar)

BAŞKAN – Sayın Bekir Ongun’a teşekkür ediyoruz.

Böylece tartışmalar bitmiştir.

Teklifin tümünü oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler... Kabul etmeyenler... Kabul edilmiştir.

Hayırlı, uğurlu olsun efendim. (Alkışlar)

Hayvanları Koruma Kanunu Tasarısının müzakeresine başlayacağız.

3. – Hayvanları Koruma Kanunu Tasarısı ve İçişleri ve Çevre Komisyonları Raporları (1/393) (S.Sayısı: 89)

BAŞKAN – Komisyon?..Yok.

Ertelenmiştir.

Askerî Ceza Kanununda Değişiklik Yapılması Hakkında Kanun Tasarısı ile Askerî Ceza Kanununda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Tasarısının müzakeresine başlıyoruz.

4. – Askerî Ceza Kanununda Değişiklik Yapılması Hakkında Kanun Tasarısı ile Askerî Ceza Kanununda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Tasarısı ve Millî Savunma ve Adalet Komisyonları Raporları (1/378, 1/532) (S.Sayısı: 214) (1)

BAŞKAN– Komisyon?.. Burada.

Hükümet?.. Burada.

Efendim görüşmelere 10 dakika ara veriyorum.

Teşekkür ederim.

Kapanma Saati: 17.53

 

 

 

(1) 214 S. Sayılı Basmayazı tutanağa eklidir.

ÜÇÜNCÜ OTURUM

Açılma Saati : 18.15

BAŞKAN : Başkanvekili Murat SÖKMENOĞLU

KÂTİP ÜYELER : Tevhit KARAKAYA (Erzincan), Şadan ŞİMŞEK (Edirne)

BAŞKAN – Sayın milletvekilleri, Türkiye Büyük Millet Meclisinin 67 nci Birleşiminin Üçüncü Oturumunu açıyorum.

Malumunuz, Askerî Ceza Kanununda Değişiklik Yapılması Hakkında Kanun Tasarısı ile Askerî Ceza Kanununda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Tasarısı ve Millî Savunma ve Adalet komisyonları raporlarının görüşmelerine başlamıştık.

Görüşmelere kaldığımız yerden devam ediyoruz efendim.

V. – KANUN TASARI VE TEKLİFLERİYLE KOMİSYONLARDAN

GELEN DİĞER İŞLER (Devam)

4. – Askerî Ceza Kanununda Değişiklik Yapılması Hakkında Kanun Tasarısı ile Askerî Ceza Kanununda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Tasarısı ve Millî Savunma ve Adalet komisyonları raporları (1/378, 1/532) (S. Sayısı : 214).(Devam)

BAŞKAN – Komisyon?.. Burada.

Hükümet?.. Burada.

Komisyon raporunun okunup okunmaması hususunu oylarınıza sunuyorum: Raporun okunmasını kabul edenler... Kabul etmeyenler... Raporun okunması kabul edilmemiştir.

Tasarının tümü üzerinde söz isteyen, Doğru Yol Partisi Grubu adına, Trabzon Milletvekili Sayın Ali Naci Tuncer; buyurun efendim. (DYP sıralarından alkışlar)

DYP GRUBU ADINA ALİ NACİ TUNCER (Trabzon) – Sayın Başkan, saygıdeğer milletvekilleri; Askerî Ceza Kanununda Değişiklik Yapılması Hakkında Kanun Tasarısı üzerinde, Grubum adına söz almış bulunuyorum; hepinizi, Grubum ve şahsım adına saygıyla selamlıyorum.

Sözlerime başlamadan önce, maalesef, hükümetin aceleciliğinden dolayı, kanun tasarısının başlığında dahi -basılı metinden okuyorum- bir hata yapılmıştır; Sayın Başkan da dikkat etmeden aynı şeyi okudu: Askerî Ceza Kanununda Değişiklik Yapılması Hakkında Kanun Tasarısı ile -tekrar- Askerî Ceza Kanununda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Tasarısı... Bunlar, iki ayrı tasarı olarak sunulmuştur; Millî Savunma Komisyonunda ve Adalet Komisyonunda tek tasarı haline getirildi. Tabiî, başlığının “Askerî Ceza Kanununda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Tasarısı” şeklinde olması gerekirdi.

Saygıdeğer milletvekilleri, yıllardır yargıda reformdan söz ediyoruz, hukuk devletinin üstünlüğünden bahsediyoruz, oysa, hukuk devletinin...

BAŞKAN – Sayın Tuncer, yanlış okumadım efendim; ilk gelişi böyle, sonradan komisyonda değişiklik yapılmış, onun için ilk defa öyle okuyoruz, mecburiyetimiz var.

ALİ NACİ TUNCER (Devamla) – Efendim, kanunların tedvininde, ayrı ayrı tasarılar geldiğinde, komisyonlarda tek tasarı haline getirilir ve buraya da tek tasarı halinde gelmiştir; ikinci ismin bahsedilmemesi gerekirdi, o bakımdan, söylediğim, sizinle ilgili değil; buraya gelirken yazılış hatası olduğunu vurgulamak istedim.

Saygıdeğer milletvekilleri, yıllardır hukuk devriminden, adalet devriminden bahsederiz; ama, maalesef, temel kanunlarımız olan, 1926 yılında kabul edilen Türk Ceza Kanununda ve 1930 yılında kabul edilen Askerî Ceza Kanununda, bugüne kadar ciddî bir değişiklik yapamadık. Onbeş yıl kadar önce, Adalet Bakanlığında görevli olduğum sırada, çok ciddî şekilde, Ceza Kanunu çalışmaları başlatılmıştı, Medenî Kanun çalışmaları başlatılmıştı; ama, hâlâ, maalesef, bizim Genel Kurulumuza inememiştir.

Görüşmekte olduğumuz Askerî Ceza Kanununda Değişiklik Yapılması Hakkında Kanun Tasarıları da -1965 yılından beri üzerinde çalışılır- Meclisin komisyonlarına gelmiş ve maalesef, çoğu zaman kadük hale gelerek, tekrar, yeni dönemlerde komisyonlara gelmiştir. Bugün, bu değişikliğin önümüze gelmesi sevindiricidir; bu hususta emeği geçenlere huzurunuzda teşekkür ediyorum.

Askerî Ceza Kanunu 1930 yılından beri ciddî değişikliğe uğramamış, askerî disiplin mahkemeleri kurulurken çok dar çerçeveli değişikliğe uğramıştır. Günün koşullarına göre yeniden ele alma zarureti vardı ve bu zaruretle huzurumuza gelmiş bulunuyor.

Askerî Ceza Kanununda ne gibi değişiklikler yapılmaya çalışılıyor... Önümüze gelen tasarıda, cezaların alt sınırları belirleniyor. Askerî Ceza Yasasında cezaların alt sınırı olmadığı için, çoğu zaman, bir haftayı geçmeyen cezalar verme durumunda kalınıyordu. Buna paralel olan Türk Ceza Kanununda aynı suçun alt sınırı belirlendiği için, birbiriyle mukayese edilmeyecek nispette cezalar vardı. O nedenle, bu düzenlemenin yapılması yerindedir.

Askerî Ceza Kanununun yürürlüğe girdiği dönemlerde, astsubaylar erbaş sınıfından sayılmıştı ve ceza tatbikatı yönünden erlerle aynı kategoriye tabi tutulmuş, ceza infazında da, cezaevlerinde erlerle birlikte infazları yapılmaktaydı. 1951 yılında 5802 sayılı Kanunla astsubayların statüleri düzenlenmiş ve astsubaylar, subay yardımcısı olarak belirlenmiştir; ama, Ceza Kanununda düzenleme yapılamadığı için, yine erbaş sınıfından kabul edilmişti. Bu düzenlemenin yapılması da yerindedir.

Aynı zamanda, astsubaylara disiplin cezası verme yetkisi de verilmektedir. Malumlarınız olduğu üzere, çoğu yerlerde, astsubaylar, bölük komutanlığına dahi vekâlet etmektedir. Bölük komutanlığına vekâlet eden bir astsubayın disiplin cezası verememesi veya bir suç işlediğinde, kendi emri, kumandası altında olan bir erle beraber, aynı muameleye tabi tutulması, askeriyenin hiyerarşisine de uymamaktadır.

Türk Ceza Kanununun bir tamamlayıcısı niteliğinde olan 647 sayılı Cezaların İnfazı Hakkında Kanunda, 30 günü geçmeyen mahkûmiyetler, zorunlu olarak para cezasına çevrilmektedir ve yasaya göre de para cezasına veya tedbire dönülen ceza, asıl ceza niteliğinde gelmektedir; yani, bir şahıs, 30 gün hapis cezası aldıysa, bu zorunlu olarak ya paraya ya tedbire çevrilmekte ve artık, bu, hapis cezası değil, para cezası niteliğindedir.

Askerî Ceza Kanununun 29, 30, 32 nci maddelerinde dolandırıcılık, hırsızlık gibi yüz kızartıcı suçları işleyenleri meslekten tardetmek, meslekten çıkarılması mecburiyeti vardır; ama, eğer verilen ceza 30 günün altındaysa, 647’ye göre, para cezasına veya tedbire dönüşeceği için, artık, hapis cezasından bahsedilemeyecek; dolayısıyla, bu askerî personel de görevinden atılamayacaktı. Bu, ceza kanununa paralel bir hüküm getirmiştir, yerinde bir hükümdür ve getirenleri de kutluyorum.

Ayrıca, askerî personelin yurt dışında işledikleri suçlar, yurt içinde işlenmiş gibi yeniden muhakeme edilmekle, Türk Ordusunun ve Türk Milletinin şerefi, şanı disipline edilmeye çalışılmıştır. Yurt dışında muhakeme edilip, ceza almış olsa bile, Askerî Ceza Kanununa göre, yurt içinde, yeniden muhakemeye tabi tutulacaktır. Çağdaş olmayan katıksız hapis cezası, çağımıza uymayan bu ceza, bu yasayla kaldırılacaktır, yerinde bir hükümdür.

Yine, erbaşların rütbelerinin geri alınmasını düzenleyen 35 inci maddede, bu cezaların infazının birliğinin önünde yapılması şartı getirilmektedir.

Saygıdeğer milletvekilleri, bu cezanın infaz şekli, insan haysiyetine, insan şerefine uymayan bir ceza türüdür. Zaten, birliğinin içerisinde, onbaşılık, çavuşluk rütbesi söküldüyse arkadaşları onu görecek ve kendisinin, çavuşluktan ere indiğini bilecekler. Ayrıca, bunu, getirip, bölüğün önünde, herkesin önünde, onur kırıcı bir şekilde rütbesini sökmek, bugün çağdaş bir ceza olmadığını bildiğimiz ve tenkit ettiğimiz, insanların önünde taşla cezalandırma şeklinde bir recm cezasını andırmaktadır. Bunun düzeltilmesi dileğimizdir.

Yine, tasarının 31 inci maddesinde, iffetsizlikle tanımlanan bir kimseyle evlenen askerî personelin meslekten ihracını gerektirecek bir hüküm getirilmiştir.

Saygıdeğer milletvekilleri, “iffetsizlik” tabiri, literatürde ve kamuoyunda, hanımlar için tanımlanan bir tarzdır. Kadınlar Gününü kutladığımız bugün -bu vesileyle de, Türk kadınlarının ve tüm dünya kadınlarının bu gününü kutluyorum- bu hükmün gelmesini, üzücü olarak telakki ediyorum. İffetsizlikle tanınan bir kadının bu yola düşmesi, genellikle ekonomik, sosyal ve kültürel nedenlere dayanır. Yoksulluk nedeniyle barda çalışan bir hanımın, evlendikten sonra çok iyi bir aile hanımı olmayacağını kimse garanti edemez. Çoğunlukla da görülmüştür ki, o hayatı görüp, maddî zaruretlerle o yola düşmüş olan hanımların, çok iyi aileler kurdukları bir gerçektir. Bu maddenin “evlendikten sonra da bu hayatını devam ettirenler” diye düzeltilmesinde büyük yarar görüyoruz.

Ayrıca, maddenin tanımında “kimseler” ifadesiyle, sanki bayan subaylarımızın da bu kapsama girdiği ifade edilmeye çalışılmış; ama, bayan subaylarımızın, bir eroinmanla, bir kaçakçıyla evlendiğini düşünürsek -ki, şerefli Türk subayı olan bayanlarımızın, hiçbir zaman, böyle bir şey yapacağını düşünmüyoruz; ama, istisnaî olarak da olacağını düşünsek- “iffetsizlik” ifadesinin bunu kapsayacağı inancında değilim. O nedenle, eğer, bu madde muhafaza edilecekse, Türk Ordusunda, şu anda, şerefiyle görev yapan, albaylığa kadar çıkan, jet pilotu olan, denizaltılarda çalışan bayanlarımızın da buna riayet edecekleri bir hükmü getirmemizde yarar olduğuna inanıyorum.

Yine, bu kanun değişikliğiyle, çok önemli bir madde getiriliyor. Millî Savunma Bakanlığında ve Silahlı Kuvvetlerde çalışan 657 sayılı Personel Kanununa tabi memurlar, Ceza Kanunu tanımında “askerî eleman” olarak tarif ediliyorlar. Dolayısıyla, işledikleri suçlar, Askerî Ceza Kanununa tabi olacaktır.

Saygıdeğer milletvekilleri, Millî Savunma Bakanlığında çalışan bir inşaat mühendisi, bir elektrik mühendisi veya Millî Savunma Bakanının bir sekreteri, 657 sayılı Kanuna tabi olan bir Bayındırlık Bakanlığında, bir Ulaştırma Bakanlığında görev yapandan başka bir şey yapmıyor.

Bu tasarıya göre, oda hapsinin, gözetim hapsini ilgilendiren bir fiili, 657 sayılı Kanuna göre, ya bir ihtarı veya en fazlasıyla bir yıllık maaş durdurma cezasını gerektiriyor. Genel hukuk prensipleri itibariyle bu hükmün uygun olmadığı düşüncesindeyim.

Eğer, bu personelin, Askerî Ceza Kanunu yönünden askerî kişi sayılması arzu ediliyorsa, 926 sayılı Türk Silahlı Kuvvetleri Personel Kanunu kapsamına alsınlar, Millî Savunma Bakanlığında çalışan veya Türk Silahlı Kuvvetlerinde çalışan tüm personel askerî personel rejimine girsin. Tabiî, o zaman da, Askerî Ceza Kanunu hükümleri kapsamında işlem yapılabilir.

Bir hukukçu olarak yıllardır savunduğum, devletin üç erkinden biri olan yargı erkinin tek çatı altında birleşmesidir. Adlî yargı, idarî yargı, askerî yargı diye bölünmesini bir hukukçu olarak ideal bulmuyorum; ama, bugünkü şartlarda bunun gerçekleşmesi mümkün görülmüyor. Bu, bir dileğimdir; inşallah, hepsi bir çatı altında birleşir ve ihtisas mahkemeleri kurulur. Bugün adlî yargıda kaçakçılığa bakan ayrı mahkemelerimiz var, ağır cezaya bakan ayrı mahkemelerimiz var, asliye cezaya bakan ayrı mahkemelerimiz var, kambiyoya bakan ayrı mahkemelerimiz var; ihtisas mahkemeleri olarak düşünülebilir.

Her şeye rağmen, 1965 yılından beri gerçekleştirilemeyen bu değişikliğin, bizim bu Parlamento dönemimize nasip olması bize mutluluk veriyor. Hazırlayanlara, tekrar, teşekkür ediyorum.

Vatan savunmasında şehit düşmüş tüm askerî personele ve güvenlik güçlerine rahmet diliyorum, yaralılara şifalar diliyorum, gazilere de mutlu bir hayat yaşamaları dileğiyle, hepinize saygılarımı sunuyorum. (Alkışlar)

BAŞKAN – Teşekkür ederim Sayın Tuncer.

Söz sırası, Fazilet Partisi Grubu adına, Aksaray Milletvekili Sayın Ramazan Toprak’ta.

Buyurun efendim. (FP sıralarından alkışlar)

FP GRUBU ADINA RAMAZAN TOPRAK (Aksaray) – Sayın Başkan, Yüce Meclisin değerli üyeleri; 214 sıra sayılı Askerî Ceza Kanununda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Tasarısı üzerinde, Fazilet Partisi Grubu adına, görüşlerimi açıklamak üzere, huzurlarınızdayım; hepinize saygılar sunuyorum.

Değerli milletvekilleri, bu tasarı üzerinde söylenilecek pek çok şey var; acaba, neresinden başlasam diye düşündüm; neresinden başlarsanız başlayın elinizde kaldığını görüyorsunuz. Şimdi, bunu, çok teknik olmaksızın, açık, net ifadelerle huzurlarınızda ortaya koymak arzusundayım.

Bu tasarının genel gerekçesinde, 57 nci sayın hükümet birtakım genel gerekçeler ileri sürmüş. Yine, tasarının maddeleri üzerinde ayrı ayrı madde gerekçeleri ortaya konulmuş; ancak, gözardı edilen bir husus var; o kadar acemice, kanun yapma tekniğinden o kadar uzak, uzman görüşlerine hiç riayet edilmeden hazırlandığı o kadar açık seçik, net ki, tasarının genel gerekçesi ve madde gerekçeleri, bu tasarının ilk defa 1992 yılında Yüce Meclise gönderildiği zamanki gerekçelerinin tıpatıp aynısıdır. iki tasarı halinde getirilmişti; her iki tasarıda olmayan bir tanım, Millî Savunma Komisyonunda getirildi ve bu tasarının 1 inci maddesi olarak konulmuş oldu, Yüce Meclisin huzuruna geldi. Ancak, 1992’deki metne, motamot uyulduğu için, getirilen bu madde nedeniyle, evet, herkes rahatlıkla görebilir, tasarının karşılıklarındaki gerekçeleri, maddeleriyle ilgili gerekçeler değildir. Bu kadar bile gözardı edilecek inanılmaz bariz hatalar mevcut.

Peki, bu bariz hata nereden, nasıl kaynaklanıyor; öncelikle, bu tasarıyla ortaya konulan amaca hiçbir diyeceğimiz yok. Ben, bu amacı, iki ana eksen üzerine oturtmak istiyorum. Birinci amaç ve doğru amaç, Askerî Ceza Kanununda belli suçlara verilen cezaların, aynı suçlar, Türk Ceza Kanununda söz konusu olduğunda verilen cezalarla karşılaştırıldığında, çok ciddî dengesizlikler var. Bir tanesinde, asgarî had yedi gün, diğerinde, altı ay bir yıl. Bu ceza adaletsizliğini, dengesizliğini ortadan kaldırmaya matuf amaç, son derece makul bir amaç ve biz, buna katılıyoruz.

Diğer amacı ise, Türk Silahlı Kuvvetlerinde görevli sivil personel veya sivil memur statüsündeki personelin, Silahlı Kuvvetlerin görev şartlarına uyum sağlayabilmelerini temin için bu kişiler hakkında getirilen oda ve göz hapsi cezaları, bu iki temel amaç üzerine getirilmiş. Bu iki temel amaca hiç kimsenin bir diyeceği yok; ancak, iş, gerçekten kanun yapıcılarının kanun yapma tekniğine uygun bir şekilde Yüce Meclisin huzuruna getirilmiş olsaydı, en ufak bir tenkidimiz olmaz, ancak, övgülerimiz olurdu.

Şimdi ortaya koyacağımız, zaten, madde madde irdelendiğinde, ortaya koyduğumuzda açık ve net bir şekilde görüleceği üzere, gerçekten belki de hiç kimsenin kastetmediği, evet, 1992 yılında bu tasarıyı fevkalade olumlu amaçlarla Yüce Meclise gönderen Türk Silahlı Kuvvetlerimizin ve Millî Savunma Bakanlığının amaçlarının çok çok ötesine taşınmıştır. Nedir?.. Bu güzel tasarıyı, bütün sistematiği altüst edecek hale getiren unsur nedir? Gerek 1992 yılında ve gerekse daha sonraki hükümetler döneminde bu tasarı gelmiş, ancak, kadük kalmış. Bu dönem, bunun çıkarılmasında ısrar ediliyor; hangi gerekçelerle, 1992’deki gerekçelerle. Bugüne uyarlanan hiçbir gerekçe yok. Madde madde irdelendiğinde, çok net bir şekilde ortaya koyacağız bunları.

Aslında, burada, Millî Savunma Komisyonunun, ben, Yüce Meclisin Başkanlığınca “tali komisyon” olarak görevlendirilmesini hatalı buluyorum. Şöyle ki, her ne kadar, bu, Millî Savunma Bakanlığı tarafından getirilmiş ise de, aslında, bir ceza kanununda değişiklik yapılmasın ilişkin kanun tasarısıdır. Bu kanun tasarısının ağırlık merkezi, içerdiği, kapsadığı alanlar, statüler itibariyle, aslında, Adalet Bakanlığıdır. Diğer yasalarda çok net bir şekilde gördük; Adalet Bakanlığının kanun yapım tekniği doğrultusunda kanun hazırlama görevi verilen Kanunlar ve Kararlar Genel Müdürlüğü, hemen her tasarıda by-pass ediliyor. Burada da, bu by-passın ne gibi teknik ve vahim sonuçlara neden olacağı hususuna, ben, ana hatlarıyla temas etmek istiyorum.

Tasarının 1 inci maddesiyle asker kişiler tanımlanmış. Bu tanım kapsamına, Türk Silahlı Kuvvetlerinde görevli sivil memurlar, sivil personel dahil edilmiş. Şimdi, 657 sayılı Devlet Memurları Kanununda dört ayrı statüde istihdam edilen personel vardır; bunlar memur statüsündedir, sözleşmeli personeldir, geçici personeldir ve işçidir. Sivil personel, bunların hepsini kapsar. 1 inci maddede “sivil personel” denilmiş olmasına rağmen, takip eden maddelerde memur tanımı kullanılmaktadır. Bunlar bile, ne kadar acemice bir tasarı hazırlandığının çok açık bir delilidir. Bir yerde “sivil personel” diyorsunuz -işçileri de kapsayan bir kavramdır bu- takip eden maddelerde “memur” diyorsunuz ve 657’deki, sadece memur statüsündeki personeli kastediyorsunuz, yani, inanılmaz tezatlarla dolu. Tabiî, bu kadarcık süreye bunları sığdırmak mümkün değil. Ben, geneli üzerinde konuştuğum için, genel hatlarıyla ifade etmeye çalışıyorum.

Sivil personel kapsamında neler vardır? 657’ye dönelim; sözleşmeli personel, geçici personel, memur ve işçi. Peki, biz, bu düzenlemeyle hepsini buna dahil ediyor muyuz; ediyoruz. Peki, bu kişilerin ana statülerini belirleyen kanunlar var mı; elbette var. Nedir bunlar; memurların ana statüsünü düzenleyen kanun, 657 sayılı Devlet Memurları Kanunudur. Peki, Silahlı Kuvvetlerde görevli devlet memurlarının hangi mevzuata uyacakları veya uymayacakları ortaya konulmuş mu; evet. Yine, 657 sayılı Kanunun 232 nci maddesinde uygulanamayacak hükümler, 233 ün maddesinde uygulanacak hükümler serdedilmiştir. Biz, bu statüyü, yeni bir kavram kargaşası ve statü kargaşası eklemek suretiyle öyle çok içinden çıkılmaz hale getiriyoruz ki. İşçilerin bu kapsama dahil olmadığı ifade ediliyor, oysa, yaygın uygulamalarda ve Askerî Yargıtayın içtihatlarında, bunun tam aksi, içtihatlarla sabittir. Bir şeyler gözden kaçırılıyor, belki de istenmeden kaçırılıyor. Bunun nedeni, gerçekten işin uzmanının, yani, Adalet Bakanlığı Kanunlar Kararlar Genel Müdürlüğünün by-pass edilmesinden kaynaklanıyor. İnanılmaz bir kavram kargaşası ve statü kargaşası oluşturuluyor. Devlet memurlarının statüsünü düzenleyen 657 sayılı Kanunu ifade ettik; peki, sivil personel kavramına dahil işçinin statüsünü belirleyen hükümler yok mu; elbette var. Benim şu an sayabileceğim, 1475 sayılı İş Kanunu, 854 sayılı Deniz İş Kanunu, 2821 sayılı Sendikalar Kanunu, 2822 sayılı Toplu İş Sözleşmesi, Grev ve Lokavt Kanunu, yine, malum, 506 sayılı Sosyal Sigortalar Kurumu Kanunudur.

Silahlı Kuvvetlerde görevli işçi statüsündeki personelin statüleri, bu tarz düzenlemelerle de ortaya konulmuştur. Peki, biz, sivil personel diyoruz, memur, işçiyi dahil ediyoruz; ancak, bunların ana statülerini belirleyen kanunlar ile insicamını sağlayan paralel düzenlemeler... Hakeza, ortada böyle bir şey söz konusu bile değil. Bunun nedeni -tekrar dönüyorum- 57 nci sayın hükümetin göreve başladığından bugüne kadar alışkanlık haline getidiği; ama, bu amaç için kurulmuş olan Adalet Bakanlığı Kanunlar Kararlar Genel Müdürlüğünü sürekli by-pass etmesidir. Kanun yapım tekniğiyle uzaktan yakından ilgisi olmayan gülünç tasarılar önümüze getirilmektedir.

Fevkalade güzel amaçlarla ve gerçekten, mutlak surette yapılması gereken ve hatta, bir hayli gecikilmiş olan bu düzenlemeler, işin hiç de ehli olmayan, uzmanı olmayan kişilerce, anlamsız bir tanımın içerisine sokulmasıyla, kavram kargaşası ve statü kargaşası oluşturulmasıyla içinden çıkılmaz hale getirilmiştir. Gönül ister ki, sayın hükümet, bu tasarısını çeksin. Adalet Bakanlığı Kanunlar Kararlar Genel Müdürlüğü, Millî Savunma Bakanlığı ve gerek Askerî Yargıtay ve gerekse Askerî Yüksek İdare Mahkemesinin çok değerli üyelerinin bu konuda yazılmış olan fevkalade güzel makaleleri vardır; bunların hepsinin bir araya getirilmesi suretiyle -bu, çok uzun bir zaman almaz- fevkalade bir düzenleme getirmek hâlâ mümkün. Bu anlamsız ısrara devam etmemek lazım.

Tabiî, bugün, 8 Mart Dünya Kadınlar Günü. Ben, hem ülkemizin hem dünyanın gerçekten baştacımız olan hanımlarının bugünlerini yürekten kutluyorum; ancak, ne tesadüftür ki, yine, bugün hanımlarımıza bu tasarıyla bir hediye veriyoruz. Nedir bu hediye?.. Silahlı Kuvvetlerde görevli bayan memurlar var. Şimdi, biz, Silahlı Kuvvetlerde görevli bu bayan memurlara oda ve göz hapsi cezası verme statüsü getirmiş oluyoruz. Düşünüyorum, acaba, sayın hükümet, bunu, herhalde bilinçli yapmamıştır; ama, 8 Mart Dünya Kadınlar Gününde, kadınlarımıza, dört haftaya kadar; yani, 28 güne kadar oda ve göz hapsi cezası getirilmektedir. Ne tesadüftür!.. Gönül, hâlâ, bu yanlışlıkların giderilmesinden yana. Evet, biz, komisyonda, bu konudaki düşüncelerimizi, teknik eleştirilerimizi ortaya koyduk; hatta, değerli komisyon üyeleri, komisyon çalışmasından çıktıktan sonra konuyu araştırdıklarında, gerçekten, ifade ettiğimiz hususların doğru olduğunu öğrendiklerini ifade ettiler. Ancak, sayısal çoğunluk siyasal çoğunluğa egemen oldu. Biz, biliyoruz ki, sayısal çoğunluk, her zaman nitelikli çoğunluk değildir, haklı çoğunluk hiç değildir.

Peki, bu haklılığı nasıl koyarsınız? Her türlü siyasî mülahazalardan, ufak hesaplardan, önyargılardan, subjektif kanaatlerden arınarak, gerçekten, olumlu bir yaklaşım sergilemek suretiyle, bu tasarının amacına uygun bir şekilde çıkarılması mümkün idi; ancak, o kadar acemice hazırlanmış ki... Şimdi, ben bazı konulara yine birer cümleyle temas etmek istiyorum:

Bu tasarıyla, Askerî Ceza Kanununun 171 inci maddesine bağlı bir cetvel vardır; bu cetvelde, hangi rütbedekilere hangi rütbedeki personelin ceza vereceği ortaya konulurken Kara ve Hava Kuvvetleri rütbeleri yazılmış; ancak, Deniz Kuvvetleri rütbelerinin yazılması unutulmuş. Herhalde Deniz Kuvvetleri Komutanlığı yok sayılmış! Bu kadar acemice ve kanun yapım tekniğine o kadar aykırı ki, bunu, gerçekten, bu Yüce Meclisin şanına yakışır görmüyorum. Bunun nedenini de, haklı çoğunluğu, nitelikli çoğunluğu, ısrarla, sayısal çoğunlukta aramak gibi bir büyük hatanın sonuçları olarak görüyorum.

Daha başka neler var; daha çok şey var: Yine, asker kişi tanımına soktuğumuz, hem memurların hem işçilerin, bu tanımla, herhangi bir sivil suçları nedeniyle konulacakları yer, askerî cezaevleridir; yani, bunlar askerî cezaevlerine konulacak. Askerî Ceza Kanununun 39 uncu maddesinde hangi personelin askerî cezaevlerine konulacağı ortaya konulmuş; asker kişi tanımına sokulan, Askerî Ceza Kanununun uygulanmasında asker kişi tanımına dahil edilen hem memurlar hem de işçiler, başka bir suçları nedeniyle askerî cezaevlerine konulacak. Hatırlıyoruz; 1994-1995 yılında tanınmış bazı gazeteci ve yazarlar işledikleri birkısım suçlar nedeniyle askerî cezaevine konulduğunda kıyamet kopmuştu ve “efendim, bir sivili nasıl bir askerî cezaevine koyarsınız” diye kıyamet koparmıştık. Belki bunda haklıydık.

Çok iyi hatırlıyorum, 1994-1995 yıllarında Silahlı Kuvvetlerimiz, Genelkurmay, Kara Kuvvetleri Komutanlığı bünyesinde fevkalade güzel bir çalışma başlatılmıştı. Hangi siviller, hangi askerî suçları işleyebiliyorlar? Biz, bu kapsamı daraltalım. Gerçekten, sivil kişilerin askerî mahkemelerde yargılanması ve askerî cezaevlerine konulması, o dönemin değerli komutanları tarafından ciddî bir çalışma şeklinde başlatılmıştı. Hangi yılda; 1994-1995. Bu tasarı ilk defa ne zaman geldi; 1992...

Genel gerekçe ve madde gerekçeleri dahi -kontrol edin- motamot, aynen tasarıya geçirilmiş; üstelik, eklenen madde atlanarak! Madde gerekçelerine bakın, karşılığındaki maddelere bakın; o maddeler, o gerekçelerin karşılığı değil. Bu kadar acemice hatalar yapılabilir mi? Bu kadar güzel bir tasarıyı, böylesi gülünç bir duruma koyabilmek için herhalde özel gayret sarf edilmiş diye düşünüyorum.

Ben, tasarının, bu kadar acemice, yetersiz, kanun yapma tekniğinden uzak bir şekilde Yüce Meclisin huzuruna getirilmesinden dolayı üzüntü duyduğumu ifade ediyorum. Siyasî terimimize bazı yeni kavramlar kazandırıyoruz herhalde. Son aylarda çıkarılan kanunların yapım ve Meclisten geçiriliş şekline baktığımızda, âdeta götürü usulde bir kanun yapma tekniği oluşturduk; götürü usulde vergi gibi, bütün statüleri altüst ederek, götürü usulde kanun yapma tekniği getiriyoruz.

BAŞKAN – Sayın Toprak, toparlayın efendim, süreniz bitmek üzere.

RAMAZAN TOPRAK (Devamla) – Tabiî, sürem bitti. Takip eden maddelerde de ifade edeceğim hususlar vardır.

Ben, sayın hükümetin hâlâ yapabileceği bir şey olduğunu düşünüyorum. Bu tasarıyı geri çekmesini, geliş amacı doğrultusunda, uygun düzenlemeler yapılmasını ve hepimizin yürekten katkılarıyla, geliş amacına uygun, gönderiliş amacına uygun bir şekilde çıkarılmasını istirham ediyor, hepinize saygılar sunuyorum. (FP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – Teşekkür ederim Sayın Toprak.

Şimdi, söz sırası, Anavatan Partisi Grubu adına, Bursa Milletvekili Turhan Tayan’da.

Buyurun efendim. (ANAP sıralarından alkışlar)

ANAP GRUBU ADINA TURHAN TAYAN (Bursa) – Sayın Başkan, sayın milletvekilleri; görüşülmekte olan Askerî Ceza Kanununda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Tasarısı hakkında, Anavatan Partisi Grubu adına konuşmak üzere söz almış bulunuyorum; konuşmama başlamadan evvel, Yüce Meclisi, Grubum ve şahsım adına, saygıyla selamlıyorum.

Sayın Başkan, sayın milletvekilleri; askerî kişilerin suç ve cezalarını düzenleyen 1632 sayılı Askerî Ceza Kanunu, 1930 tarihlidir. Askerî kabahat niteliğindeki bazı hafif suçların, 16.6.1964 tarihli ve 477 sayılı Disiplin Mahkemeleri Kuruluşu Yargılama Usulü ve Disiplin Suç ve Cezaları Hakkında Kanunla Askerî Ceza Kanununun kapsamından çıkarılmasından bu yana önemli bir değişiklik yapılmamıştır. Askerî Ceza Kanunu, Türk Ceza Kanunu gereğince de suç teşkil eden birçok fiili bünyesine almış; bir bölümü için Türk Ceza Kanununa atıf yapmış, bir bölümü içinse ceza tayin etmiştir.

Türk Ceza Kanununda yapılan müteaddit değişikliklerle cezalar artırılmış veya suç unsurları değiştirilmiş; Askerî Ceza Kanununda bu doğrultuda değişiklikler yapılmadığı için, anılan kanunların hükümleri arasında aşırı farklılıklar doğmuştur. Esasen, 1965 yılından itibaren, Askerî Ceza Kanununda değişiklik yapılması çalışmaları sürdürülmüş; ancak, hazırlanan tasarılar, çeşitli nedenlerle, bugüne kadar kanunlaştırılamamıştır. Bu tasarıyla, otuzbeş yıllık bir beklenti ve eksiklik giderilmiş olacaktır.

Şu anda görüşmekte olduğumuz tasarı, 22 Haziran 1999 tarihinde, Başbakan Sayın Bülent Ecevit’in imzasıyla Türkiye Büyük Millet Meclisine gönderilmiş; daha önce, 3 Mayıs 1996’da da, Başbakan Sayın Mesut Yılmaz imzasıyla Türkiye Büyük Millet Meclisine gönderilmiş. Sayın Mesut Yılmaz’ın imzasıyla 1996 yılında sevk edilen bu tasarının altında, Millî Eğitim Bakanı olarak imzam var. Şimdi, Sayın Ecevit’in imzasıyla Meclise sevk edilen bu tasarıyı, hem Millî Savunma Komisyonu üyesi olarak hem de Adalet Komisyonu üyesi olarak tartışmış, irdelemiş ve altında imzası ve oyu olan bir üye olarak konuşuyorum.

Türk Ceza Kanununun tümüyle değiştirilmesi yolundaki çalışmalar Adalet Bakanlığınca sürdürülmekte olup, oluşturulan komisyon çalışmalarının, kamuoyu ve bilimsel kurumlardaki tartışmalara bağlı olarak uzayacağı ve hazırlanacak taslağın kanunlaştırılmasının çok uzun bir süreyi gerektireceği değerlendirilmektedir. Askerî Ceza Kanununun, sadece askerî suçların unsur ve cezalarını kapsaması, Türk Ceza Kanununa göre suç teşkil edecek eylemlerin, unsur ve cezaların atıf yoluyla belirlenmesi en sağlıklı yol olacağından, bu aşamada, Askerî Ceza Kanununun kot kanunu halinde düzenlenmesi sakıncalı olacaktır; ancak, aşağıdaki belirtilen sebeplerle, Askerî Ceza Kanununda kısmî değişiklikler yapılması artık kaçınılmaz olmuştur.

Askerî Ceza Kanununun düzenlendiği yıllarda, assubaylar gedikli erbaş statüsünde olduklarından, haklarındaki cezalar ve bu cezaların yerine getirilme usulleri bakımından erat arasında sayılmışlardır. Oysa, 2.7.1951 tarihli ve 5802 sayılı Assubay Kanunuyla, bunların, ast komuta kademelerinde eğitim, sevk ve idareyle, diğer idarî işlerde subaya yardımcı olarak görevlendirilen askerî kişiler oldukları vurgulanmış; kaynak, yetiştirilme, yükselme, aylık ve diğer özlük hakları subaylarda olduğu gibi, 926 sayılı Türk Silahlı Kuvvetleri Personel Kanununda düzenlenmiştir.

Buna karşılık assubaylar, suç ve cezalar yönünden ve Askerî Ceza Kanunu uygulanmasında hâlâ erat sınıfından görülmekte, onlarla birlikte işleme tabi olmak gibi bir durumla karşı karşıya bulunmaktadırlar.

Türk Ceza Kanununa göre suç teşkil eden birçok eylem, Askerî Ceza Kanunu bünyesinde yer almakta ve bu cezalar da belirtilmiş bulunmaktadır.

1930’lu yılların geleneği gereği, cezaların sadece üst sınırı tayin edilmiş, alt sınırı gösterilmemiştir. Mahkemelerin temel cezayı tayin, takdir hakları bulunmakla beraber, bu takdir, Askerî Yargıtay denetimine tabi kalmakta ve asgarî hadden uzlaşma hali çoğu kez bozma sebebi olmaktadır. Dolayısıyla, hüküm mahkemeleri üç veya beş yıla kadar hapis cezasını gerektiren bir suçtan ötürü yedi gün hapis cezası tayin etmek gibi bir durumla karşı karşıya kalmakta ve uygulama bu yolda gerçekleştirilmektedir.

Türk Ceza Kanununun tamamlayıcı nitelikte bulunan 647 sayılı Cezaların İnfazı Hakkında Kanunla otuz güne kadar olan kısa süreli hürriyeti bağlayıcı cezaların para cezası veya öngörülen tedbirlere çevrilmesi zorunluluğu 3355 sayılı Kanunla yapılan değişiklikle de, uygulamada, asıl mahkûmiyetin bu kanun hükümlerine göre çevrilen para cezası veya tedbir olacağı hükmü getirilmiştir. Askerî Ceza Kanununun 30, 32 ve 35 inci maddelerinde hırsızlık, emniyeti suiistimal, dolandırıcılık, yalan yere şahitlik, ihtilas ve benzeri yüz kızartıcı suçlardan hapis cezasıyla cezalandırılanların, Türk Silahlı Kuvvetlerinden tartlarına, ihraçlarına veya rütbelerinin geri alınmasına karar verileceği, hükümde yazılı olmasa bile, bu cezaların, idarece resen uygulanacağı öngörülmüştür.

Bu feri cezaların uygulanabilmesi, mahkûmiyet hükmünün mutlaka hürriyeti bağlayıcı bir ceza olması kaydına bağlıdır. Oysa, 3355 sayılı Kanunla, asıl mahkûmiyete çevrilen para cezası veya tedbir olarak değiştirilmiş olduğundan, söz konusu askerî feri cezalar uygulanamaz hale gelmiştir. Devlet memurları ile hâkimler ve savcılar yönünden, bu sakınca, 11.9.1987 tarihli ve 276 sayılı Kanun Hükmünde Kararname ile 657 ve 2802 sayılı Kanunların ilgili hükümlerinde değişiklik yapılmak suretiyle giderilebilmiştir.

Askerî Ceza Kanununda, kanun hükmünde kararnameyle değişiklik yapılması ve uyum sağlanması mümkün olmamaktadır. Türk Ceza Kanunu gereğince ceza gerektiren, ancak, Askerî Ceza Kanununda yazılı olduğu için, ceza haddi, Türk Ceza Kanunundan çok aşağılarda kalan suçlar için verilen cezaların azlığına, 647 sayılı Cezaların İnfazı Hakkında Kanunun tedbire çevirme, şartlı salıverme hükümleri de eklenince, etkinlik ve caydırıcılık vasıfları tamamen kalkmaktadır.

Bu tasarıyla:

Askerî Ceza Kanununda yer alan ve cezaların asgarî hadleri belirtilmeyen bazı suçlar bakımından, asgarî ve azamî ceza hadlerini belirleyen düzenlemeler yapılmaktadır.

Bazı suçların cezalarında, fiilerin ağırlıklarıyla orantılı olarak artırım yapılıp, ceza etkinliğinin ve ceza adaletinin sağlanması için, yürürlükteki cezaların asgarî hadlerinin yükseltilmesi öngörülerek, benzer fiiller bakımından yapılan ceza artırımlarıyla, Türk Ceza Kanunu hükümleri arasında paralellik kurulmaktadır.

Yine, daha önce yürürlükten kaldırılan 5 inci maddesi yeniden düzenlenerek, yabancı bir ülkede, bir Türk askerî kıtasında, karargâh ve kurumlarında veya bir esir kampında veyahut da resmî bir görevin yerine getirilmesi sırasında askerî bir suç işleyen asker kişilerin bu suçlarını Türkiye’de işlemiş sayılacakları, bunlar hakkında yabancı ülkede hüküm verilmiş bile olsa, Millî Savunma Bakanının talebi üzerine, Türkiye’de tekrar muhakeme olunacakları esası getirilmektedir.

Yine, bu tasarıyla, kısa hapis cezalarıyla ilgili hükümler yeniden düzenlenmekte; katıksız hapis cezası ve bu cezanın uygulanmasına ilişkin hükümler yürürlükten kaldırılmakta; feri askerî cezalar, Türk Silahlı Kuvvetlerinden çıkarma, rütbenin geri alınması ve askerî öğrencilik hukukunu kaybettirme cezaları olarak yeniden düzenlenip, bu cezalara ilişkin esaslar hakkında yeni hükümler getirilmektedir.

Yine, bu tasarıyla, assubaylar erat sınıfından çıkarılarak, bunlar hakkında rütbenin geri alınması cezası yerine Türk Silahlı Kuvvetlerinden çıkarma feri cezasının uygulanması esası getirilmekte ve rütbenin geri alınması cezasının kapsamı sadece yükümlü erbaşlarla sınırlandırılmaktadır.

Bir seneden fazla memuriyetten mahrumiyet cezasına yükümlülük halinde, Türk Silahlı Kuvvetlerinden çıkarmaya ilişkin hükümlerin uygulanması; altı aydan fazla memuriyetten mahrumiyet cezası alan uzman jandarma ve uzman erbaşların Türk Silahlı Kuvvetleriyle ilgilerinin kesilmesi esası getirilmektedir.

Yine, bu tasarıyla, erbaş ve erler hakkında, asker edildikten sonra işledikleri suçlardan dolayı verilen bir yıl ve daha az süreli hürriyeti bağlayıcı ceza hükümlerinin askerî cezaevlerinde infaz edilebilmesi mümkün kılınmaktadır.

Savaş ve sıkıyönetim hallerinde askerî mahkemelerce tutuklanan sivil kişilerin askerî ceza ve tututevine konulacağına, ancak, bu hallerin bitiminde tutukluların, Adalet Bakanlığı ile Millî Savunma Bakanlığı arasında varılacak mutabakat üzerine, sivil tutukevlerine nakledileceklerine dair düzenlemeler de getirilmektedir.

Erbaşların rütbelerinin geri alınacağı haller kapsamına, izin tecavüzü suçu da dahil edilmektedir.

Yine, bu tasarıyla, ayrıca, disiplin amirlerinin ceza salahiyetini düzenleyen Askerî Ceza Kanununun 171 inci maddesine bağlı cetvel, tasarıyla benimsenen esaslar ve yapılmakta olan değişiklikler doğrultusunda, assubaylara, erbaşlardan ayrı bir bölümde yer verilecek şekilde yeniden düzenleme getirilmektedir.

Bu tasarıyla, yukarıda temas olunan aksaklıkları giderecek hükümlere yer verilmiştir. Bu suretle, Askerî Ceza Kanununda uzun süredir yapılması tasarlanan kod düzenlemenin bugüne kadar gerçekleştirilememiş olmasının yarattığı ihtiyaçlar, öncelikle ve önem arz eden konular bakımından kısmen karşılanmış olacaktır.

Gerek Millî Savunma Komisyonunda gerekse Adalet Komisyonunda yeteri kadar irdelenen, yıllarca Parlamentonun çeşitli komisyon ve kademelerinde bekleyen, tartışılan, Bakanlar kurulunda tartışılan bu tasarının Genel Kurulumuzda da kabul göreceğini umuyor; Yüce Meclisi, Anavatan Partisi Grubu adına ve şahsım adına saygıyla selamlıyorum. (Alkışlar)

BAŞKAN – Teşekkür ederim efendim.

Şimdi, söz sırası, Milliyetçi Hareket Partisi Grubu adına, Nevşehir Milletvekili İsmail Çevik’te.

Buyurun efendim.

MHP GRUBU ADINA İSMAİL ÇEVİK (Nevşehir) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; Askerî Ceza Yasasında Değişiklik Yapılmasına Dair Yasa Tasarısı hakkında, Milliyetçi Hareket Partisi Grubu adına söz almış bulunmaktayım; bu vesileyle, Milliyetçi Hareket Partisi Grubu adına ve şahsım adına Muhterem Heyetinizi saygıyla selamlarım.

1632 sayılı Askerî Ceza Yasası, 22.5.1930 tarihinde kabul edilmiş, günümüze kadar, yetmiş yıl geçmesine rağmen ciddî bir değişiklik görmemiştir. Sadece, 16.6.1964 tarih ve 477 sayılı Yasayla disiplin mahkemeleri kurulmuş, Yargılama Usulü ve Disiplin Suç ve Cezaları Hakkında Kanunla Askerî Ceza Yasasında değişiklik yapılmıştır. Anılan değişiklikle, Askerî Ceza Yasasında esaslı değişiklik getirilmemiş, sadece, askerî kabahat niteliğinde bazı hafif suçlar yasa kapsamı dışına çıkarılmıştır.

Askerî Ceza Yasasının kabul edildiği tarih göz önüne alındığında, yasa üzerinde esaslı değişiklik yapılması gerekliliği de kolayca anlaşılabilecektir.

Yasa, Türkiye Cumhuriyetinin kurulduğu yılları takip eden bir tarihte kabul edilmiştir. Yasanın, günün askerî yapısı ve hukuk anlayışına uyularak düzenlenmiş olması, kanun yapma tekniğinin tabiî bir sonucudur.

Yasanın kabul edildiği tarihte askerî personel olarak istihdam edilmekte olan rütbe ve kademeler, günün gelişen şartları içerisinde, bugün, mevcut değildir. Yine, gelişen yapı ve teşkilatlanmaya uygun olarak, geçmişte bulunmayan statü ve rütbe ihdas etme gereği ortaya çıkmıştır.

Dünün şartları içerisinde sınırlı sayıda ve konuda istihdam edilen sivil memurların sayısı artırılmıştır. Askerî kadrolarda yer almakta olan sivil memurlar, geçmişte, belirli görevlerle sınırlı olarak çalışmaktayken, bugün, sivil memurlar, hayatî önem taşıyan, çok önemli birimlerde görev almaktadırlar.

Askerî yapılanma içerisinde meydana gelen bu değişiklik, Askerî Ceza Yasasının da günün şartlarına uygun ve uyumlu hale getirilmesini zorunlu kılmaktadır. Bu zorunluluğa uygun olarak, toplumun ve Silahlı Kuvvetlerin gelişmiş olduğu çağdaş anlayışa uygun bu değişiklikler yapılmaktadır.

Sayın milletvekilleri, Askerî Ceza Kanununun kabul edilmiş olduğu 1930’lu yıllardaki genel hukuk anlayışı ile günümüz hukuk anlayışı arasında önemli değişiklikler meydana gelmiştir. Dünyada sosyal ve içtimaî alanda müspet gelişmelere bağlı olarak, hukuk anlayışında da, daha insanî ve sosyal bir noktaya gelinmiştir. Yeni bir binyıla girdiğimiz dünyada, sosyal hukuk anlayışının neticeleri, ceza hukukuna da sirayet etmiştir. Ceza hukuku, denkleştirici ceza ilkelerinden uzaklaşarak rehabilite edici, suçluları topluma kazandırıcı bir anlayışı, yeniden suç işlemeyi önleyici anlayışı önplana çıkarmıştır.

Yine, 1930’lu yıllarda, ceza hukuku, 1632 sayılı Askerî Ceza Yasasında geniş bir ceza alanını ifade eden, davanın mahiyetine göre hâkime takdir yetkisi veren bu anlayış, sakıncaları sebebiyle, söz konusu tasarıda daraltılmaktadır. Zira, ceza alt sınırının belirtilmemiş olması, hapis cezalarında yedi gün, ağır hapis cezalarında bir aylık ceza verme yetkisinin hâkime tanınmış olması, uygulamada yargı birliğini zedelemektedir.

Askerî Ceza Kanununda, tüm fiilleri cezalandırma yönünde hüküm bulunmamaktadır. Askerî Ceza Kanunu, birçok suç için Türk Ceza Kanununa atıfta bulunmaktadır. Askerî Ceza Kanunu, hiçbir değişikliğe uğramadan günümüze kadar uygulanmıştır. Buna karşın, Türk Ceza Yasası birçok değişikliğe uğramıştır. Türk Ceza Yasasında, birçok ceza miktarı, günün şartlarına uygun olarak azaltılmış veya artırılmıştır. Bu durum, Askerî Ceza Yasası ile Türk Ceza Yasası arasında uyumsuzluğu ve dengesizliği meydana getirmiştir.

Türk Ceza Yasasının ayrılmaz bir parçası olan 647 sayılı Cezaların İnfazı Hakkında Kanunda da birçok müspet gelişme olmuştur. 647 sayılı Yasada, otuz güne kadar hürriyeti bağlayıcı cezaların paraya çevrilmesi zorunluluk haline getirilmiştir. Bu değişiklik çerçevesinde, askerî cezanın feri cezaları niteliğinde olan cezaların uygulama imkânı ortadan kalkmıştır. İfade etmeye çalıştığımız üzere, yapılan değişiklikle birlikte, Askerî Ceza Yasası ile diğer yasalar arasındaki uyumsuzluk ve çatışmalar ortadan kaldırılmaya çalışılmaktadır.

Sayın Başkan, saygıdeğer milletvekilleri; görüşülmekte olan yasanın 1 inci maddesinde, yasaya tabi olacak askerî şahıslar zikredilmektedir. Maddeyle, assubaylar erat statüsünden çıkarılmakta ve askerî memurlar ve müstahdemlerin statüleri kaldırılmaktadır. Ayrıca, uzman jandarma ve uzman erbaşlar da bu tasarı kapsamında değerlendirilmektedir. 1 inci madde, bu yönüyle, askerî şahısları tanımlayan çerçeve bir maddedir.

Askerî Ceza Kanununun 5 inci maddesinde yer alıp 25.10.1963 tarih ve 353 sayılı Kanunla yürürlükten kaldırılan hüküm, tasarıyla yeniden düzenlenmiştir. Tasarının 5 inci maddesi, feri askerî cezaları, Türk Silahlı Kuvvetlerinde çıkarılma, rütbenin geri alınması ve askerî öğrencilik hukukunu kaybettirme cezaları olarak yeniden düzenlenmekte ve ihraç ile tart feri cezaları kaldırılmaktadır.

Askerî Ceza Kanununun yürürlükteki hükümlerine göre, tart feri cezası, ihraç feri cezasına nazaran, ilgilinin emeklilik hakkının kaybı ile diploma ve şahadetnamelerinin geri alınması sonuçlarını doğurmaktadır; ancak, bir kimseyi emeklilik hakkından yoksun kılmak, hükümlü kadar ailesini de mağdur eden bir netice olup, bu hüküm, cezaların şahsiliği prensibine aykırı düşmektedir.

Kaldı ki, hizmet esnasında kazanılmış olan emeklilik ve sair hakların kaybedilmesine ilişkin hüküm, 5434 sayılı Türkiye Cumhuriyeti Emekli Sandığı Kanununun 92 nci maddesiyle aynı konuda yeni hüküm sevk edilmesi ve 30.5.1961 tarihli ve 241 sayılı Kanunun 2 nci maddesi hükmü karşısında yürürlükten kalkmış bulunmaktadır.

Nişan ve madalyalar ile diploma ve şahadetnamalerin geri alınmasına ilişkin hükme gelince: Bu hüküm uyarınca geri alınacak diploma ve şahadetnameler ile nişan ve madalyalar, askerî makamlarca verilenlerdir. Orduya mensup meslek erbabının ve hizmete ayrılan yedeksubayların mesleklerine ait diplomaların, bu madde gereğince geri alınmasına imkân yoktur. Aynı suçu işleyen bir mühendisin mühendislik diploması geri alınamazken, harp okulu mezunu bir subayın diplomasının mevcut hükme göre geri alınması eşitlik ilkesini zedelemektedir.

Nişan ve madalyalar ise, kişiye, gösterdikleri başarılar nedeniyle verilmiştir. Bunlardan mahrum etmek, başarılarını da yok sayma sonucunu doğurmaktadır. Kaldı ki, subay ve assubay olması artık imkânsız hale gelen bir kişinin nişan ve madalyasının olması da bir anlam taşımayacaktır. Benimsenen bu esas karşısında, tart ve ihraç feri cezalarının mahiyeti ve neticeleri arasındaki farklılık ortadan kalktığında, tasarıda sözü edilen feri cezaların yerine geçmek üzere, Türk Silahlı Kuvvetlerinden çıkarma cezasına yer verilmiştir.

Sayın milletvekilleri, silahlı kuvvetler, tüm dünyada olduğu gibi, ülkemizde de disiplin, eğitim ve bilgi esasına dayalı olarak çalışmaktadır. Zira, silahlı kuvvetler, ciddî müesseseler olup, ülke güvenliği ve kamu düzeni açısından hayatî önem taşırlar. Bu yapı ve anlayışa bağlı olarak, disiplinin korunması, ülke güvenliğinin ve insan hayatının temin edilmesi, sıkı kural ve prensipleri zorunlu kılmaktadır. Bu anlayış çerçevesinde, askerlikten kurtulmak amacıyla hileye başvuran failler ve bu fiillere iştirak eden personelin cezasının artırılması öngörülmüştür.

Türk Silahlı Kuvvetleri, disiplinin esas olduğu bir kurumdur. Tasarıyla, disiplini bozan fiiller, amir ve üste saygısızlık, emirlere itaatsizlik ve diğer huzur bozucu fiillerin cezaları yeniden düzenlenmiş, caydırıcı hale getirilmeye çalışılmıştır.

Silahlı Kuvvetler bünyesi içerisinde subay ve assubay rütbesiyle bayan personel istihdam edilmektedir. Geçmişe oranla sayıları artan bayan personelin aile düzeni ve yaşam tarzının disipline edilmesi, bu suretle, erkek personelle arasında eşitliğin sağlanması gereği ortaya çıkmıştır. Kanun metni içerisinde kadın nüfuz ve şahsiyetini rencide etmeyecek ifade tarzı tanımlama gereği vardır. Buna bağlı olarak, erkek-bayan farklılığını ortadan kaldırmak üzere düzenleme yapılmıştır. Kanun maddesinde ifade tarzıyla, kadın-erkek arasında paralellik kurmak suretiyle, eşitsizlik ortadan kaldırılmıştır.

1632 sayılı Kanunun 143 üncü maddesinde müeyyideye bağlanmış olan fiillerin cezası, genel gerekçede açıklanan nedenlerle, cezanın etkinliğinin artırılması ve ceza adaletinin sağlanması amacıyla, bu fiilerin ağırlığıyla orantılı olarak artırılmakta ve cezanın asgarî haddi bir yıla çıkarılmaktadır.

Sayın milletvekilleri, demokratik hukuk devleti içerisinde hukuk birliğinin olması esastır. Bazı kurum ve kuruluşlar, kuruluş kanunları gereği farklılıklar gösterebilmektedir. Uygar Batı ülkelerinde olduğu gibi ülkemizde de, ayrı bir askerî ceza kanunuyla, fiil ve failleri cezalandırma prensibi benimsenmiştir. Bu uygulama, hukuk kurallarının çoklu ve ayrık olduğu manasını taşımamaktadır.

Yukarıda değişik vesilelerle bahsedildiği gibi, Askerî Ceza Yasası, Ceza Kanununun genel ilkeleri ve Türk Ceza Yasasının temel prensiplerine paralel düzenlemeler içermekte; Silahlı Kuvvetlerin kuruluş, yapı ve önemine binaen, Türk Ceza Kanununun yanı sıra, bazı fiiller için ayrı düzenlemeler getirmektedir.

Askerî Ceza Yasasının, diğer kurum ve kuruluşlarda uygulanan veya temel yasa olan Türk Ceza Yasasıyla bire bir paralellik taşıması gerektiğini düşünmek mümkün değildir. Yapısı gereği disiplinin esas alındığı bir müessese için böyle bir düşünce, Silahlı Kuvvetleri zaafa uğratacaktır. Zira, ülke güvenliği ve insan hayatı üzerinde önemli görev üstlenmiş olan bu kurumun, en az hatayla, her zaman için hazır olması gerekmektedir. Bu ise, disiplinin temel unsur olarak, dolayısıyla ceza yasasının da sıkı kurallara bağlı olmasını gerektirir.

Bir kişi ve kurumun hata yapması, ekonomik bir zarar doğurabilir; dolayısıyla, bu zararı telafi etmek her zaman mümkündür; oysa, Silahlı Kuvvetlerin disiplinsizliği veya mensuplarının hata yapması, ülke güvenliğini telafisi imkânsız tehlikelere sokabilir. Yine, askerî bir hata, telafisi imkânsız olarak insanların hayatına mal olabilir. Bu sebeplerle, Silahlı Kuvvetler, en az hatayla işlevlerini sürdürmek zorundadır. Buna bağlı olarak sıkı kurallar ve sivil toplum hayatında ceza fiili olarak kabul edilmeyen bir eylem, askerî manada cezayı gerektirebilir. Askerî Ceza Yasasını değerlendirirken bu hususlar göz önüne alınmış, yapılması gereken zarurî değişiklikler yapılmıştır. Geç kalmış olmakla birlikte, bu yasa değişikliğinin gündeme getirilmiş olması, büyük bir eksikliği giderecektir.

Bu düşüncelerle, Muhterem Heyetinizi saygıyla selamlıyorum. (MHP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – Teşekkür ederim Sayın Çevik.

Şimdi, söz sırası, Demokratik Sol Parti Grubu adına, Bursa Milletvekili Sayın Ali Arabacı’da.

Buyurun efendim. (DSP sıralarından alkışlar)

DSP GRUBU ADINA ALİ ARABACI (Bursa) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; 214 sıra sayılı Askerî Ceza Kanununda Değişiklik Yapılması Hakkında Kanun Tasarıyla ilgili, Demokratik Sol Parti Grubu adına söz aldım. şahsım ve Grubum adına, hepinize, saygı ve sevgilerimi sunuyorum.

Ayrıca, kadınlarımızın, Dünya Kadınlar Gününü kutluyor, toplum ve siyaset yaşımımızda daha etkin rol almalarını diliyorum.

Değerli milletvekilleri, görüşülmekte olan yasa tasarısıyla değiştirilmesi öngörülen Askerî Ceza Kanunu, tam tamına yetmiş yıllık. Ne var ki, bu süre içinde dünyada ve ülkemizde yaşanan sosyal, siyasal, ekonomik ve yapısal değişim ve gelişmeler, Askerî Ceza Kanununa yansıtılamamıştır. Sözgelimi, 1965 yılından bu yana Askerî Ceza Kanununda ciddî çalışmalar yapılmasına karşın, herhangi bir değişiklik yapılamamıştır.

Oysa, günümüzdeki modern devletlerin niteliklerinden birisi de, düzenli ve sistemli kanunlara sahip olmalarıdır. Bu, hem modern bir devlet düzeni kurmanın gereği hem de vatandaşların devlete karşı güvenlerini sürdürebilmelerinin bir güvencesidir. Hukuk devletinde, bunun aksini düşünmek mümkün değildir. Bunun için de, eskiyen, günün koşullarına uygun düşmeyen yasa hükümlerinin değiştirilmesi, tadil edilmesi, yeniden düzenlenmesi zorunludur. Atatürk devriminin amacı, çağcıl değerlerin ışığında ceza yasalarımızı gözden geçirmek, ceza hukukunun insanî boyutuna ağırlık vererek düzenlemeler yapmaktır.

Önümüzdeki yasa tasarısı da, başka bir amaç taşımıyor. Ben, maddelere girmeyeceğim; arkadaşlarım, maddelerin amaçlarını, hangi amaçla getirildiklerini tek tek sıraladılar; ama, özellikle assubaylarla ilgili, assubayların statülerinin yeniden düzenlenmesine ilişkin getirilen düzenleme, gerçekten önemli. Emekli assubayların maaşları arasındaki dengesizliğin de bir an önce giderilmesini diliyorum.

Değerli arkadaşlar, Türk Ordusu, disipliniyle ünlü bir ordudur. Düzenlemelerin bu çerçevede düşünülmesi, sivil, normal hayatla karıştırılmaması gerekir. Nitekim, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi, 1.7.1997 tarihli Kalaç-Türkiye davasında, aynen şu ifadelere yer veriyor: “Devletler, orduları için, şu veya bu şekilde davranmayı gerektiren, özellikle askerî hizmetin gereklerini yansıtan, yerleşik bir düzene karşı bir davranışı yasaklayan, disipliner nitelikte düzenlemeler yapabilirler. Bu tür düzenlemelerin yapılmasında, askerî şahıslar hakkında, herhangi bir hukuka aykırılık yoktur.”

Değerli arkadaşlar, Türk Ordusunun siyasal rolü, Osmanlılarda uzun bir geçmişe dayalı olsa da, bugünkü durumun biçimlenmesi, 1908’de başlayıp, Atatürk ihtilaliyle son bulan dönemdeki belirgin niteliklerin bir sonucudur.

Bu nitelikleri özetle sıralarsak:

Türk Ordusu, meşruiyetçidir, anayasal düzeni savunur.

Türk Ordusu, Batılılaşma yanlısıdır.

Türk Ordusu, laik bir düzenden yanadır.

Türk Ordusu, demokrasiden yanadır.

Aslında, bu nitelikler, Türk Ulusunun da ortak nitelikleridir. Öyle ki, çeşitli yıllarda yapılan kamuoyu yoklamalarında, en güvenilir kurum, yüzde 70 civarındaki oranlarla, Türk Ordusudur. Bu güven, yukarıda gösterdiğim, sıralamaya çalıştığım nitelikler nedeniyledir.

Ülke bütünlüğünün, anayasal düzenin, laikliğin ve demokrasimizin korunmasında, her kişi ve kurum, en az ordumuz kadar özenli ve dikkatli olmak, aymazlığa düşmemek zorundadır.

Değerli milletvekilleri, sırası gelmişken, askerî yargı konusuna değinmek istiyorum. Hiçbir yargılama, askerî yargılama da olsa, adil yargılama kurallarına aykırı olamaz. Askerî mahkemeler, doğrudan doğruya yürütme organı tarafından atanan üyelerden kurulur. Cumhurbaşkanı, Başbakan ve Millî Savunma Bakanı üçlüsünün seçme ve atama yetkisine sahip olduğu bir sistemde, bu mahkemlerin bağımsız oldukları ileri sürülemez.

Sivil kişilerin, askerî olmayan suçlardan dolayı, kıta subaylarının da katıldığı kurullarda yargılanmaları, mahkeme ve adil yargılama kavramlarının da inkârı anlamına gelir.

Askerî mahkemelerde görev yapanların meslekî durumları konusunda, yürütme organının ve askerî üstlerin sahip olduğu yetkiler, bu bağımlılık tablosunu daha keskin çizgileriyle ortaya koyacak niteliktedir.

Askerî yargıda görev yapan hâkimlerin terfi işlemleri, diğer subaylarınki gibi, meslekî ve subay sicil belgelerindeki notlara göre yapılır. Dolayısıyla, bunlar, meslekte yükselme ve ilerleme hakları açısından güvenceye sahip değillerdir. Bu tür işlemlerde, yürütme organının ve askerî hiyerarşinin son derece geniş bir takdir hakkı vardır. Askerî yargıçların, bağlı bulundukları birlik komutanından olumlu sicil almadıkça yükselmeleri mümkün değildir. Bu idarî sicil usulü, Askerî Yargıtay üyeleriyle ilgili yönüyle yargıç bağımsızlığına aykırı bulunup, Anayasa Mahkemesince iptal edilmişse de, diğer yargıçlar açısından Anayasaya uygun bulunmuştur. Aynı şekilde, meslekte kalabilme güvencesi de yoktur. Yargıç ve savcıların, şu ya da bu yoldan görevden alınmaları ve emekliye sevk edilmeleri konusunda da, idare, geniş bir takdir hakkına sahiptir. Yapılması gereken, askerî yargıda sivilleri yargılama yetkisine kesinlikle son verilmeli, tüm mahkeme üyelerinin yargıç sınıfından olması sağlanmalı, askerî hiyerarşinin bunlar üzerindeki ağırlı kaldırılmalıdır.

Adil yargılama açısından çok önemli olan bu eksikliklerin de giderileceği umuduyla, tasarıya, DSP Grubu olarak olumlu oy vereceğimizi beyan eder, saygılar sunarım. (DSP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – Teşekkür ederim Sayın Arabacı.

Tasarının tümü üzerindeki görüşmeler tamamlanmıştır.

Maddelerine geçilmesini oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler... Kabul etmeyenler... Kabul edilmiştir.

1 inci maddeyi okutuyorum:

ASKERÎ CEZA KANUNUNDA DEĞİŞİKLİK YAPILMASI HAKKINDA

KANUN TASARISI

MADDE 1. – 22.5.1930 tarihli ve 1632 sayılı Askerî Ceza Kanununun 3 üncü maddesi aşağıdaki şekilde değiştirilmiştir.

“Madde 3. – Askerî şahıslar; Mareşalden asteğmene kadar subaylar, astsubaylar, Millî Savunma Bakanlığı ile Türk Silahlı Kuvvetleri kadro ve kuruluşunda çalışan sivil personel, uzman jandarma ve uzman erbaşlar, erbaş ve erler ile askerî öğrencilerdir.”

BAŞKAN – Madde üzerinde, Fazilet Partisi Grubu adına, Aksaray Milletvekili Sayın Ramazan Toprak; buyurun efendim.

Konuşma süreniz 10 dakika.

FP GRUBU ADINA RAMAZAN TOPRAK (Aksaray) – Sayın Başkan, Yüce Meclisin değerli üyeleri; görüşmekte olduğumuz 214 sıra sayılı kanun tasarısının 1 inci maddesi üzerinde Fazilet Partisi Grubu adına görüşlerimi açıklamak üzere huzurlarınızdayım, hepinizi saygıyla selamlıyorum.

Tasarının geneli üzerinde görüşlerimizi ifade ettiğimizde değindiğimiz birtakım hususlar vardı. Bu birtakım hususlarla ilgili, maddelere geçildiğinde biraz daha dökümlü bilgiler vereceğimizi ifade etmiştim; ancak, ondan önce ifade edilmesinde zaruret gördüğüm bazı genel hususlar var; bu konuda kısaca Yüce Meclisi kısaca bilgilendirmek arzusundayım. Şöyle ki: Hukuk devleti veya hukukun egemenliği ilkesinin geçerli olduğu ülkelerde, iktidar, millet egemenliğine dayanır. Egemenlik ise tektir ve millet adına kullanılır. Bu iktidar gücü, erki, kuvveti üç erke dayalıdır. Yasama, yürütme, yargı. Her üç erk de birbirinden ayrıdır, tam bağımsız değildir, karşılıklı bağımlılık dengeleri içerisinde görev şartları belirlenir, büsbütün bağımsız değildir; karşılıklı bağımlılık ilkesi geçerlidir.

Uzun yıllardır hep ifade edilen; ancak, tek adım atılamayan yargı birliği veya yargılama birliği ilkesi, maalesef, temenniden ibaret kalıyor; buna yönelik hiçbir tedbir alınmıyor. Nutuk atılıyor; adım atılmıyor. Bu yargılama birliği, yargı birliği ilkesi uyarınca, yargılama erkinin -gücünün- tek bir organda toplanması ve Türk Milleti adına kullanılması esastır. Bu ilkeye, ancak zorunluluk nedeniyle ve sınırlı istisnalar getirilebilir. Aksi halde, yargı birliği ilkesinden sapmalar ve buna bağlı olarak da, hukuk devleti ve hukukun üstünlüğü ilkelerinden ciddî olarak sapmalar başlar. Kriterleriniz bu olmaz ise, ana esastan sapmaya başladığınız zaman, bu sapmanın sonu, sınırı yoktur.

Mevcut anayasal sistemimiz içerisinde yer alan askerî yargı, yargı birliği ilkesine, ortaya konulan gerekçelere dayanılarak ve bir istisna olarak getirilmiştir. Belli sanırlar dahilinde bunu kabul ediyoruz; ancak, yargı birliği ilkesi uyarınca, istisnaları, bırakın genişletmeyi -bir önceki hatibin fevkalade güzel düşüncelerinde ifade ettiği gibi- istisnaî yargının görev alanının, kapsamının daraltılması gereklidir. Peki, biz, daraltıyor muyuz? Buna olumlu cevap veremiyoruz; çünkü, bu getirilen düzenlemeyle, istisnaî yargının görev alanını daraltmıyor, aksine, olabildiğince ve kargaşa oluşturacak şekilde genişletiyoruz.

Hiç kimsenin düşünmediği, ne sayın hükümetin ne bu tasarıyı komisyona taşıyan Millî Savunma Bakanlığının ne de Millî Savunma Bakanlığına bunun altyapısını oluşturan Türk Silahlı Kuvvetlerinin hiç dile getirmediği, düşünmediği, tasarlamadığı bir tanım -evet, bir tanım- bu tasarı içerisine sokulmak suretiyle, bütün yasa altüst edilmiştir. Konu, bu ana neden üzerinde yoğunlaşıyor. Peki, bu, nelere sebebiyet veriyor? Biraz önce ifade etmiştim, 8 Mart Dünya Kadınlar Gününde, kadınlarımıza bir hediye vermiştik. Neydi bu hediye? Bayanlarımıza, dört haftaya kadar oda veya göz hapsi cezası verdik. Peki, bu ceza nasıl uygulanıyor? Oda hapsi cezasının nasıl uygulanacağı tasarının 4 üncü maddesinde ifade edilmektedir. Göz hapsi cezası aynen şu şekilde uygulanıyor; bunu, bayan memurlarımız için düşünün... Silahlı Kuvvetlerdeki doçent kariyerindeki doktorlar halen mevcuttur askerî hastanelerimizde. Doçent doktordur; ama, memur statüsündedir; bu memurlarımız da tabi tutuluyor buna. Yüksek mühendis, memurumuzdur, bayandır veya erkektir, o da bu statüye tabi. Peki, nedir bu?

Ben, Dünya Kadınlar Günü olduğu için ve çarpıcı olduğu için, biraz bayanları öne çıkararak bunu ifade etmeye çalışıyorum. Örneğin, akademik kariyeri olan bir mühendis hanıma, bir tabip bayana -evet, askerî hastanelerde mevcuttur bunlar- bir rütbeli tarafından dört hafta göz hapsi cezası verildiğinde bu cezayı nasıl çekecekler? Göz hapsi cezası şu şekilde çekilecek: Resmî daire, kışla, eğitim alanları ile sair yerlerdeki hizmetlerine devam ediyorlar; hizmetin bitiminden sonra hiçbir yere gidemiyorlar; kışlada veya resmi odalarda kalıyorlar; hizmete ilişkin olanlar dışında hiçbir ziyaretçi kabul edemiyorlar. Göz hapsi cezası bu şekilde.

Oda cezası nasıl infaz ediliyor? Yine, tasarının 4 üncü maddesinde, aynen, oda hapsi cezasının ne şekilde infaz edileceği yer almaktadır; buna göre, oda hapsi cezası, mümkün olduğu takdirde, cezayı, tek başlarına belli bir hapis odasında geçirirler, emir veremezler, genel hizmet yapamazlar. Düşünün, bir doçent doktora dört hafta ceza verdiniz, bir bayan memura dört hafta ceza verdiniz; kışlada, bu şekilde, her türlü yaşamdan soyutlayarak bir yere kapatıyorsunuz. Ben, sayın hükümeti, 8 Mart Dünya Kadınlar Gününde, çok değerli hanımefendilerimize, bayanlarımıza böyle bir muameleyi layık gördüğü için, tebrik mi edeyim, tenkit mi edeyim, ne diyeceğimi bilemiyorum...

Benim bu ortaya koyduğum hususlar, başlangıçta ifade ettiğim, kanun yapma tekniğinden ne kadar uzaklaşıldığını ortaya koymak içindir. Bunun için, Türk Devletinin ciddiyetine yakışır bir kanun yapım tekniği ve prosedürü izlenmesi gerekir. Bu verdiğim çarpıcı örnekle, buna ne kadar riayet edildiği ortada. Açıkçası, fevkalade güzel amaçlarla getirilen ve mutlaka yapılması gereken pekçok düzenlemelerin hiç de ehli olmayan kişilerin elinde ne vaziyete getirildiğini gördüğüm zaman, bu Yüce Meclis adına, Türk Silahlı Kuvvetleri adına, ben, üzüntülerimi ifade ediyorum. Ben, bundan, yalnızca ve yalnızca sayın hükümeti sorumlu tutuyorum; çünkü, Silahlı Kuvvetlerin Yüce Meclise gönderdiği tasarıda asla böyle bir düzenleme yok, böyle bir amaç yok, böyle bir kapsam yok. Nedendir, nasıldır, bilemiyoruz, Millî Savunma Komisyonuna getiriliyor, hiç kimsenin istemediği bir tanım kabul edilmek suretiyle ve asıl komisyon olan Adalet Komisyonunda da sayısal çoğunluğun nitelikli çoğunluğa dönüşmemesi nedeniyle, ortaya böyle sakat bir düzenleme çıkıyor.

Ben, tarihe not düşmek için, 8 Mart Dünya Kadınlar Gününde, çok değerli hanımlarımıza, hanımefendilerimize, bayanlarımıza böyle bir cezayı reva gören 57 nci sayın hükümetin bu sonucu kastettiğini de düşünmüyorum; ya, tamamen, bir hükümet ciddiyetine, iktidar ciddiyetine, Türk Devletinin, Yüce Türk Milletinin kendisine verdiği iktidar erkini bu kadar pervasızca, sonuçlarını öngörmeden kullanan hükümeti, ben, bu sonuçtan sorumlu tutuyor, hepinize saygılar sunuyorum. (FP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – Teşekkür ederim Sayın Toprak.

Madde üzerinde başka söz isteyen?.. Yok.

Maddeyi oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler...

YAHYA AKMAN (Şanlıurfa) – Karar yetersayısının aranılmasını istiyorum Sayın Başkan.

BAŞKAN – Oyladım efendim “kabul edenler” dedim, geç kaldınız.

Kabul etmeyenler... Kabul edilmiştir efendim.

Eğer kapıdan girdiğinizde bağırsaydınız olurdu.

YAHYA AKMAN (Şanlıurfa) – O zaman sesimi duymazdınız.

BAŞKAN – Duyarım efendim sizin sesinizi, hiç unutmuyorum.

2 nci maddeyi okutuyorum:

MADDE 2. – 1632 sayılı Kanunun 25.10.1963 tarihli ve 353 sayılı Kanunla yürürlükten kaldırılan 5 inci maddesi aşağıdaki şekilde yeniden düzenlenmiştir.

“Asker kişilerin yabancı ülkelerde işledikleri askerî suçlar

MADDE 5. – Asker kişilerin yabancı ülkelerde Türk askerî kıt’a, karargâh ve kurumlarında veya diğer resmî görevleri sırasında veya esir kamplarında işledikleri askerî suçlar, Türkiye’de işlenmiş sayılır. Bunlar hakkında yabancı ülkede hüküm verilmiş olsa bile, Millî Savunma Bakanının talebi üzerine Türkiye’de tekrar muhakeme olunurlar. Bu halde, yabancı ülkede verilip infaz edilen ceza, verilecek cezadan indirilir. Ceza nev’ileri farklı ise, mahkeme yapılacak indirmeyi tayin eder.”

BAŞKAN – Madde üzerinde DYP Grubu adına, Antalya Milletvekili Sayın Salih Çelen; buyurun. (DYP sıralarından alkışlar)

Sayın Çelen, buyurun.

DYP GRUBU ADINA SALİH ÇELEN (Antalya) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; Askerî Ceza Kanununda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Tasarısının 2 nci maddesi üzerinde Doğru Yol Partisi Grubu adına söz almış bulunuyorum; gerek şahsım gerekse Grubum adına hepinize saygıyla selamlıyorum.

Değerli milletvekilleri, bu maddede, asker kişilerin yurt dışında işledikleri askerî suçlar ile bu suçların yargılanmasına dair düzenleme yer almıştır. Türkiye Cumhuriyeti Anayasasının 92 nci maddesine göre, Türkiye’nin taraf olduğu uluslararası anlaşmaların veya uluslararası nezaket kurallarının gerektirdiği haller dışında, Türk Silahlı Kuvvetlerinin yabancı ülkelere gönderilmesine izin verme yetkisi Türkiye Büyük Millet Meclisinindir. Nitekim, Yüce Meclisimiz, bu yetkiye dayanarak, şimdiye kadar, Somali’ye, Bosna-Hersek’e, Kosova’ya, Arnavutluk’a asker gönderilmesine izin vermiştir.

Somali’de, ideolojik boyutların ve komşu ülke kışkırtmalarının azdırdığı kabile ve iktidar savaşlarının acımasızlığına tabiatın kuraklıkla bindirme yapması sonucu sefalet ve kıtlık içinde ölümü bekleyen insan topluluklarına dış yardımların güvenle ve adilane ulaşımını, dağıtımını sağlamak amacıyla bölgeye gönderilen askerî birliğe Türkiye de asker vermiştir. Türk Silahlı Kuvvetleri, burada, insaniyetin, hamiyetperverliğin en güzel örneklerini sergilemiştir. Kara kıtanın kara bahtlı insanlarına uzanan Birleşmiş Milletler elinin başparmağı Türkiye olmuştur.

Yine, Balkanlarda, ecdadı fatihan, sosyalist zulmün eziyetinden kurtulmanın peşinden mikro milliyetçiliğin akılsız saldırganlığının kurbanı olurken, uygar dünyanın gözü önünde, insan hakları patronu Avrupa’nın göbeğindeki bu insanlık dışı mezalimi her fırsatta uluslararası platformlarda dile getiren iki Müslüman ülkenin iki bayan liderinin, ateş hattına gidip, buraya dünyanın ilgisini çekmesiyle, NATO müdahalesinin altyapısına katkıda bulunan Türkiye, kalıcı barışın sağlanmasında, yine Türk Silahlı Kuvvetleriyle yerini almıştır. Sırp komitacılığının bir diğer hedefi olmuş Kosova’da, Türk Silahlı Kuvvetleri, Türk bayraklarıyla, coşkuyla ve hasretle karşılanmıştır.

Dünyanın sorunlu bölgelerine yapılan uluslararası müdahalelerin dışında, Türk Silahlı Kuvvetleri, yapılan uluslararası anlaşmalar doğrultusunda da, yabancı ülkelerle, eğitim, teşkilatlanma, yeniden yapılanma gibi konulardaki bilgi ve deneyimlerini paylaşmaktadır. Mesela, dost ve kardeş ülke nitelemesini fazlasıyla hak eden Arnavutluk’a, bu ülkenin isteğiyle gönderilen birliğimiz, Arnavutluk ordusuna destek vermektedir. Yine, bir Afrika ülkesi olan Gambia’da da subaylarımız eğitim yaptırmakta, danışmanlık hizmeti vermektedir.

Yabancı ülkelerde bulunan Türk Silahlı Kuvvetleri unsurları, askerî amaçların dışında, yöre halkıyla kaynaşıp, bütünleşerek okul tamiri, köprü yapımı, öğrencilere yardım gibi sosyal faaliyetlerde de bulunarak gönül elçiliği de yapmaktadır.

Ayrıca, giderek küçülen ve globalleşen dünyada, artan ve sıklaşan uluslararası ilişkilerin yoğunluğuna, askerî temaslar da eklenmiş, bu kapsamda askerlerimizin, görüşme, inceleme, araştırma, konferans, kurs, seminer gibi faaliyetler için yurt dışına belirli sürelerle gidişi çoğalmıştır.

Kuşkusuz, her ne amaçla olursa olsun, yurt dışında bulunan her Türk Silahlı Kuvvetleri mensubu, şahsının tutum ve davranışlarının Türkiye Cumhuriyetini simgelediğini düşünerek, devletimize yakışır, bilinç ve sorumlulukla hareket edecektir. Yurtdışı görevlerde bulunan subaylardan erata kadar askerin temsil kabiliyeti, iletişim kurma ve diyalog becerisi, lisan bilgisi, sanırım hükümetimizce gözetilecektir.

İşte, yurt dışında görevlendirilen bu askerlerimizden, istenmeyen olaylara sebebiyet vermiş olanlar olabilir ki, kendilerinden kaynaklanan birtakım fiillerle suç teşkil eden fiillere sebebiyet vermiş olabilirler ki, bu maddeyle, işlenebilecek muhtemel suçların yargılanması ve yargılama yetkisinin Türkiye Cumhuriyetine bırakılması güvence altına alınmış bulunmaktadır; dolayısıyla, çıkarılmakta bulunan kanun tasarısına, biz, Doğru Yol Partisi Grubu olarak, bu maddeye münhasır olmak üzere, olumlu gözle bakmaktayız.

Bu duygu ve düşüncelerle, Yüce Heyetinizi saygıyla selamlıyorum. (Alkışlar)

BAŞKAN – Sayın Çelen, çok teşekkür ederim.

Madde üzerinde başka söz isteyen var mı? Yok.

Maddeyi oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler... Kabul etmeyenler... Kabul edilmiştir.

Çalışma süremizin bitmesine az kalmıştır; bu nedenle, kanun tasarı ve tekliflerini sırasıyla görüşmek için, 9 Mart 2000 Perşembe günü, alınan karar gereğince saat 13.00’te toplanmak üzere birleşimi kapatıyorum.

Hayırlı akşamlar.

Kapanma Saati:19.45

VI. — SORULAR VE CEVAPLAR

A) YAZILI SORULAR VE CEVAPLARI

1. — Kütahya Milletvekili Ahmet Derin’in, Telsim ve Turkcell’in sözleşmeye aykırı abone yaptıkları iddiasına ilişkinBaşbakandan sorusu ve Ulaştırma Bakanı Enis Öksüz’ün cevabı (7/1335)

Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına

Aşağıdaki sorularımın Sayın Başbakan Bülent Ecevit tarafından yazılı olarak cevaplandırılmasının teminini saygılarımla arz ederim.

31.1.2000

Ahmet Derin

Kütahya

1. 6 400 000 fazla abone yapan Telsim ve Turkcell’den, sözleşmeye aykırı verdikleri abone yüzünden ilave bedel talep edilecek midir?

2. Bu yüzden hazinenin ne kadar kaybı vardır?

3. Bu kaybı nasıl telafi edeceksiniz?

4. Yeni, GSM ihalesi düşünülmekte midir?

5. Kaç hat ihaleye çıkarılacaktır?

6. Şu an oluşmuş olan Oligopol, serbest piyasa mantığına uygun mudur?

7. Sabit ücret tahakkukunun mantığı nedir? Haksız bir uygulama değil midir?

T.C.

Ulaştırma Bakanlığı

Araştırma, Planlama ve Koordinasyon

Kurulu Başkanlığı 7.3.2000

Sayı : B.11.0.APK.0.10.01.21./EA/353-7068

Konu : Kütahya Milletvekili Sayın Ahmet Derin’in yazılı soru önergesi

Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına

İlgi : a) TBMMBaşkanlığının 7.2.2000 tarih ve A.01.0.GNS.0.10.00.02-7/1335-3986/9598 sayılı yazısı.

b)Başbakanlığın 15.2.2000 tarih ve B.02.0.KKG.0.12/106-159/902 sayılı yazısı.

Kütahya Milletvekili Sayın Ahmet Derin’in Sayın Başbakanımıza yönelettiği 7/1335-3986 sayılı yazılı soru önergesinin cevabı ekte sunulmuştur.

Bilgilerinize arz ederim. Prof. Dr. Enis Öksüz

Ulaştırma Bakanı

Kütahya Milletvekili Sayın Ahmet Derin’in
7/1335-3986 Sayılı Yazılı Soru Önergesi ve Cevabı

Sorular :

1. 6 400 000 fazla abone yapan Telsim ve Turkcell’den, sözleşmeye aykırı verdikleri abone yüzünden ilave bedel talep edilecek midir?

2. Bu yüzden hazinenin ne kadar kaybı vardır?

3. Bu kaybı nasıl telafi edeceksiniz?

4. Yeni, GSM ihalesi düşünülmekte midir?

5. Kaç hat ihaleye çıkarılacaktır?

6. Şu an oluşmuş olan Oligopol, serbest piyasa mantığına uygun mudur?

7. Sabit ücret tahakkukunun mantığı nedir? Haksız bir uygulama değil midir?

Cevap :

Turkcell ve Telsim Firmaları ile imzalanan sözleşmeler gereği tahsis olunan 2x10 MHZ frekans bandı sabit olup, bu banda firmalarca sığdırılacak abone sayısı tamamen teknolojiye ve abone dağılımına bağımlı bir fonksiyon olması nedeniyle, fazla veya az kaydedilen aboneden bahsetmek mümkün değildir. Bu konuda bir sınırlama veya kısıtlama söz konusu değildir.

Ayrıca firmalar ile yapılan lisans sözleşmesine göre, lisans bedelinin dışında firmaların brüt gelirlerinin % 15’i hazineye her ay “Hazine Payı” adı altında yatırılmaktadır. Böylece çok abone kaydeden işletmeci, daha çok hazine payı ödemektedir.

1800 MHZ bandında üç adet GSM ihalesi çalışmaları devam etmekte olup, bu yeni şebekeler eş zamanlı olarak devreye verilecektir. Tekel oluşmasına mani olmak ve rekabet ortamı yaratmak için gerekli kanunî düzenlemeler yapılmış olup, ihaleler sonucu rekabet ortamında hizmet verilmesi sağlanacaktır.

Öte yandan, Avrupa Birliği ülkelerinde ve Dünyada her hizmetin maliyetinin ayrı olarak değerlendirilmesi ve karşılığının tahsili esas alınmıştır. GSM, hizmetinde abonelerin 24 saat süreyle izlenmesi ve bulundukları hücrelerin sürekli kaydedilmesi, anılan hizmetin esasını teşkil etmektedir. GSM hizmetinin verilebilmesi ancak bu tespitle mümkün olabilmektedir. GSM sisteminde sabit ücret bu mantığa dayalı olarak ayrılmış bir hizmet karşılığı olarak alınmaktadır.

GSM sisteminin yukarıdaki özelliği nedeniyle bahse konu sabit ücret tahsili yapılmaktadır.

Sabit ücret uygulaması halen mahkemeye intikal etmiş bir konu olup, diğer ücret uygulamaları hakkında da yeni çalışma başlatmış bulunuyoruz. Ayrıca önümüzdeki aylarda yapılacak yeni GSM ihaleleriyle birlikte sağlanacak rekabetle, hem mevcut fiyatlar düşecek, hem de vatandaşlarımızın şikâyetleri sona erecektir.

2. — Ankara Milletvekili Saffet Arıkan Bedük’ün, 2000 yılı turizm hedeflerine ilişkin sorusu ve Turizm Bakanı Erkan Mumcu’nun cevabı (7/1382)

Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına

Aşağıdaki sorularımın Turizm Bakanı Sayın Erkan Mumcu tarafından yazılı olarak cevaplandırılması hususunda gereğini arz ederim.

Saygılarımla. Saffet Arıkan Bedük

Ankara

Türkiye ekonomisinin en önemli unsurlarından biri turizmdir. Ancak bu sektörün yeterince değerlendirilmediği de bir gerçektir.

Konu ile ilgili olarak,

1. 1999 yılında ülkemize ne kadar turist gelmiştir? Karşılığında ne kadar döviz elde edilmiştir?

2. Bakanlığınızın 2000 yılı turizm hedefleri nelerdir?

3. Ülkemizin inanç turizm potansiyeli yeterince değerlendiriliyor mu? Özellikle Antalya bölgesindeki Kale (Demre) ve Yalvaç antik kentlerini inanç turizmine açmayı düşünüyor musunuz? Düşünüyorsanız bunun için tanıtım organizasyonuna ne zaman başlayacaksınız?

4. Turizm Bakanlığının 2000 yılı bütçesinden tanıtıma ayrılan pay ne kadardır? Bu kaynak tahsisini yeterli buluyor musunuz?

T.C.

TurizmBakanlığı

Hukuk Müşavirliği 8.3.2000

Sayı : B.170.HKM.0.00.00.00./636-6862

Türkiye Büyük Millet Meclisi Genel Sekreterliği

Kanunlar ve Kararlar Dairesi Başkanlığı

İlgi : 16.2.2000 tarih ve 02-7/1382-4095/9785 sayılı yazınız.

Ankara Milletvekili Sayın Saffet Arıkan Bedük tarafından Bakanlığımca yazılı olarak cevaplandırılmak üzere Başkanlığınıza verilen 7/1382-4095 sayılı önerge incelenmiştir.

1. Ülkemizi 1999 yılında 7 487 385 turist ziyaret etmiş olup, elde edilen turizm geliri ise yaklaşık olarak 5.2 Milyar Dolar’dır.

2. İkibin yılı programına göre Bakanlığımın hedefi;

- Ülkemizin, uluslararası turizm geliri içindeki payının arttırılması,

- Münferit pazarlarda en azından 1998’deki pazar payına ulaşılması,

- Rusya gibi lider konumunda olduğumuz pazarlarda bu konumun tutundurulmasıdır.

3. Ülkemizin İnanç Turizmi potansiyelini yeterince değerlendirmek amacıyla Bakanlığımca 1995’den başlayarak 1996, 1997 ve 1998 yıllarında Anadolumuzun eşsiz kültür zenginliğini ve 3 dine ait (Musevilik, Hristiyanlık, Müslümanlık) eserleri tanıtmak amacıyla bir dizi etkinlik gerçekleştirilmiş ve bu çalışmalar 1999 ve 2000 yılında büyük bir hız kazanmıştır.

2000 yılında ülkemizin İnanç Turizmi potansiyelini daha etkin bir şekilde tanıtmak amacıyla, Bakanlığımca İnanç Turları düzenleyen tur operatörleri, İnanç Turizmi açısından önem taşıyan illerin valileri ve konu ile ilgili kamu kuruluşları ile toplantılar yapılmış, ortak stratejiler belirlenmiştir.

Buna ilave olarak, kurulma aşamasında olan “İnanç Turizmi Belediyeler Birliği” faaliyetleri de Bakanlığımca desteklenmekte olup, konu ile ilgili, 16 Şubat 2000 tarihinde Başkanlığımda bir toplantı gerçekleştirilmiştir.

İnanç Turizmi projemizin tanıtım ve pazarlama boyutu çerçevesinde yürütülen faaliyetlerin başında tanıtıcı yayınlarımız ve tanıtım turlarımız gelmektedir. Bu kapsamda 2000 yılın da bu faaliyetlerin yanısıra Türkiye’ye tur düzenleyen yabancı tur operatörleri ile birlikte seyahat acentalarına yönelik İnanç Seminerleri, Road Show’lar ve Workshoplar da düzenlenecektir. 2000 yılı için geliştirilen “Farklılıkları Kucaklamak” ana temasına bağlı kalarak gerçekleştirilecek reklam kampanyalarımızda ve katılacağımız uluslararası turizm fuarlarında da İnanç Turizmi motifi ağırlıklı olarak kullanılacaktır. Bu amaçla, İnanç Turizmi potansiyeli olan yörelerimiz ile ilgili olarak, geniş bir diapozitif arşivi yaratılmıştır.

2000 yılı, İnanç Turizmi açısından bir başlangıç olacak ve gelecek yıllarda da artan bir ivme ile devam edecektir.

İnanç Turizmi için çok özel bir yeri olan Yalvaç, 1997’de düzenlenen İnanç Turuna dahil edilmiş, yabancı basın mensupları ve tur operatörlerine tanıtımı sağlanmıştır. 4 dilde Yalvaç broşürü hazırlanmıştır. 2000 yılında, Yalvaç’da da yerel yönetim tarafından çok sayıda etkinlik yapılması planlanmıştır. Bakanlığımca yürütülen İnanç Turizmi Projesi kapsamında yer alan önemli eserlerden birisi de Isparta İli Yalvaç İlçesinde bulunan Psidia Antik Kenti St. Paul Kilisesi’dir.

Bakanlığımca Yalvaç Psidia Antik Kenti St. Paul Kilisesi Çevre Düzenleme Projesi uygulamasının tamamlanabilmesi için 1997-1998-1999 yıllarında toplam 286 160 000 TL. aktarılmıştır.

Ayrıca, Bakanlığımın girişimleri sonucunda 1999 yıllarında sözkonusu projenin uygulanmasına Başbakanlık Tanıtma Fonu Kurulu Başkanlığından da 40 000 000 000 (Kırkmilyar) TL.’si maddi katkı sağlanmıştır.

İnanç Turizmi kapsamında yer alan önemli eserlerden bir diğeri de, Antalya İli, Demre İlçesinde bulunan Aziz Nicolas Kilisesi’dir.

Bakanlığımca Aziz Nicolas Kilisesi Çevre Düzenleme Projesi uygulamasının tamamlanabilmesi için 1997 ve 1998 yıllarında toplam 25 000 000 000 (Yirmibeşmilyar) TL. Başbakanlık Tanıtma Fonu Kurulu Başkanlığından da 25 000 000 000 (Yirmibeşmilyar) TL.’sı maddi katkı sağlanmıştır.

Ayrıca, Bakanlığımın girişimleri sonucunda 2000 yılında sözkonusu projenin uygulanması için Başbakanlık Tanıtma Fonu Kurulu Başkanlığından 200 000 000 000 (İkiyüzmilyar) TL. ödenek talep edilmiştir.

4. 2000 yılında, Bakanlığımın Tanıtmadan Sorumlu Genel Müdürlüğü için, bütçeden 34.5 Trilyon TL. (Turizmi Geliştirme Fonu dahil) ödenek ayrılmıştır. Bu ödeneğin önemli bir kısmı doğrudan tanıtım etkinlikleri için kullanılacaktır. Ülkemizin sahip olduğu çok büyük turizm potansiyeli ve bu potansiyelin henüz yeterince tanıtılmadığı dikkate alındığında, bu bütçe yeterli görülmemektedir.

Bilgilerinize arz ederim. Erkan Mumcu

Turizm Bakanı

3. — Antalya Milletvekili Cengiz Aydoğan’ın, Gazipaşa Havaalanı inşaatı hakkındaki iddialara ilişkin sorusu ve Ulaştırma Bakanı Enis Öksüz’ün cevabı (7/1443)

Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına

Aşağıdaki sorularımın Ulaştırma Bakanı Sayın Enis Öksüz tarafından yazılı olarak cevaplandırılması hususuna delaletlerinizi arz ederim.

Saygılarımla.

Cengiz Aydoğan

Antalya

Yapılan Gazipaşa Havaalanı ile;

- Alanya, Gazipaşa, Anamur, Sarıveliler, Ermenek ve Karaman’a hizmet verilecek,

- Turizme büyük katkı sağlanacak,

- Bölgenin ulaşım problemi çözülecek, D 400 karayolunun yükünü hafifletecek,

- Gazipaşa, Alanya, Anamur, Sarıveliler, Ermenek ve Karaman’a büyük ekonomik katkılar sağlanacak.

Bu havaalanı bir türlü yıllardır tamamlanamadı. Malzemelerinin bir bölümünün başka havaalanı inşaatlarına aktarıldığı, bazı teknik mahzurlarının olduğu söylentileri halkı endişelendirmektedir.

1. Bu söylentiler doğru mu?

2. Teknik mahzurlar var mı?

3. Başka havaalanlarına aktarılan malzemeler varsa geri alınacak mı?

4. Teknik mahzurlar varsa giderilebilir mi?

5. Havaalanı ne zaman hizmete girecek?

T.C.

Ulaştırma Bakanlığı

Araştırma, Planlama ve Koordinasyon

Kurulu Başkanlığı 8.3.2000

Sayı : B.11.0.APK.0.10.01.21./EA/-357-7108

Konu : Antalya Milletvekili Sayın Cengiz Aydoğan’ın yazılı soru önergesi

Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına

İlgi : TBMMBaşkanlığının 22.2.2000 tarih ve A.01.0.GNS.0.10.00.02-7/1443-4204/10090 sayılı yazısı.

Antalya Milletvekili Sayın Cengiz Aydoğan’ın 7/1443-4204 sayılı yazılı soru önergesinin cevabı ekte sunulmuştur.

Bilgilerinize arz ederim. Prof. Dr. Enis Öksüz

Ulaştırma Bakanı

Antalya Milletvekili Sayın Cengiz Aydoğan’ın
7/1443-4204 Sayılı Yazılı Soru Önergesi ve Cevabı

Sorular :

Yapılan Gazipaşa Havaalanı ile;

- Alanya, Gazipaşa, Anamur, Sarıveliler, Ermenek ve Karaman’a hizmet verilecek,

- Turizme büyük katkı sağlanacak,

- Bölgenin ulaşım problemi çözülecek, D 400 karayolunun yükünü hafifletecek,

- Gazipaşa, Alanya, Anamur, Sarıveliler, Ermenek ve Karaman’a büyük ekonomik katkılar sağlanacak,

Bu havaalanı bir türlü yıllardır tamamlanamadı. Malzemelerinin bir bölümünün başka havaalanı inşaatlarına aktarıldığı, bazı teknik mahzurlarının olduğu söylentileri halkı endişelendirmektedir.

1. Bu söylentiler doğru mu?

2. Teknik mahzurlar var mı?

3. Başka havaalanlarına aktarılan malzemeler varsa geri alınacak mı?

4. Teknik mahzurlar varsa giderilebilir mi?

5. Havaalanı ne zaman hizmete girecek?

Cevap :

Antalya-Gazipaşa Havaalanı inşaatı projesi kapsamında altyapı işlerini yürüten firma, % 30 iş artışı ile işi tamamlayamamış ve iş “Havaalanının eksiksiz hizmete verilmesi için geriye kalan gerekli tesislere ait proje ve keşiflerin hazırlanarak ihaleye çıkılması” için Devlet Hava Meydanları İşletmesi Genel Müdürlüğü Yönetim Kurulunun 11.2.1999 tarih ve 18 sayılı kararı ile tasfiye edilmiştir.

Gazipaşa Havaalanı ikmal inşaatı, DHMİ Genel Müdürlüğünün 2000 yılı yatırım programında 500 Milyar TL. yıl ödeneği ile yer almakta olup, 2001 yılında tamamlanması planlanmıştır.

Havaalanından emniyet amacı ile sökülen makine-teçhizat ve cihazlar, Antalya Hava Limanında muhafaza altına alınmıştır.

4. — Sakarya Milletvekili Cevat Ayhan’ın Tasarruf Teşvik Fonunda biriken paralara ilişkin Başbakandan sorusu ve Devlet Bakanı Recep Önal’ın cevabı (7/1459)

Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına

Aşağıdaki hususların Başbakan tarafından yazılı cevaplandırılmasını arz ederim.

Saygılarımla.

Cevat Ayhan

Sakarya

Sorular :

1. Tasarruf Teşvik Fonunda biriken para miktarı, anapara ve nema olarak ne kadardır?

2. Bu tasarruf ve nemaların hak sahiplerine ne zaman iade edeceksiniz?

3. Deprem Bölgesindeki hak sahiplerine bu tasarruf ve nemalarını acilen iade edecek misiniz?

T.C.

Başbakanlık

Hazine Müsteşarlığı 2.3.2000

Sayı : B.02.1.HM.0.KAF.07.01.17122

Konu : ÇTTH

Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığı Genel Sekreterliğine

İlgi : Başbakanlık kanalıyla alınan 22.2.2000 tarih ve KAN.KAR.MD.A.01.0.GNS.0.10.00.02-

7/1459-4251/10187 sayılı yazınız.

Sakarya Milletvekili Sayın Cevat Ayhan tarafından Sayın Başbakanımıza tevcih edilen 3417 Sayılı Çalışanların Tasarrufa Teşvik Edilmesi ve Bu Tasarrufların Değerlendirilmesine Dair Kanun ile tesis edilen Çalışanların Tasarruflarını Teşvik Hesabına ilişkin soru önergesinde yer alan hususlara verilen cevabımız ekte sunulmaktadır.

Bilgilerinize arz ederim. Recep Önal

Devlet Bakanı

Sakarya Milletvekili Sayın Cevat Ayhan’ın 3417
Sayılı Kanun ile İlgili Yazılı Önergesine İlişkin Cevap

Soru 1. Tasarruf Teşvik Fonunda biriken para miktarı, anapara ve nema olarak ne kadardır?

Cevap 1. 3417 Sayılı Çalışanların Tasarrufa Teşvik Edilmesi ve Bu Tasarrufların Değerlendirilmesine Dair Kanun uyarınca tesis edilen Çalışanların Tasarruflarını Teşvik Hesabı (ÇTTH)’na Kanunun yürürlüğe girdiği 1 Nisan 1988 tarihinden 31 Aralık 1999 tarihine kadar kümülatif bazda; 1 177 987 milyar TL. anapara ve 2 653 758 milyar TL. nema geliri olmak üzere toplam 3 831 745 milyar TL. giriş olmuştur. Bu tutardan; 787 989 milyar TL. anapara, şahıs kesintisi ve nema olarak hak sahiplerine, 5 028 milyar TL.’si iade olarak ilgili kurumlara, 11 879 milyar TL.’si yatırım harcamaları ve komisyon olarak T.C. Ziraat Bankasına olmak üzere toplam 804 895 milyar TL. ödeme yapılmıştır.

Bakiye ise, vadeli hesaplara ve çeşitli tahvil ile devlet iç borçlanma senetleri alımı suretiyle nemalandırılmıştır.

Soru 2. Bu tasarruf ve nemalarını hak sahiplerine ne zaman iade edeceksiniz?

Cevap 2. 3417 Sayılı Çalışanların Tasarrufa Teşvik Edilmesi ve Bu Tasarrufların Değerlendirilmesine Dair Kanunun “Ödemeler” başlıklı 6 ncı maddesi ile,

a)Emeklilik veya ölüm halinde biriken tasarruf kesintileri ile Devlet ve işveren katkıları, Bağ-Kur kapsamında olanlar bakımından tasarruf tutarları ve Devlet katkıları, ilgililere veya kanunî mirasçılarına neması ile birlikte,

b)En az 15 yıl tasarrufta bulunanlara istedikleri takdirde biriken tasarruf kesintileri, Devlet ve işveren katkıları, Bağ-Kur kapsamında olanlar bakımından tasarruf tutarları ve Devlet katkıları ile bunların nemasının toplamının 3/5’i,

c) En az 6 yıl tasarrufta bulunanlara istedikleri taktirde sadece biriken tasarruf kesintileri, Bağ-Kur kapsamında olanlar bakımından tasarruf tutarları,

d) En az 2 yıl tasarrufta bulunanlara istedikleri takdirde tasarruf kesintileri, Devlet veya işveren katkıları; Bağ-Kur kapsamında olanlar bakımından tasarruf tutarları ve Devlet katkıları toplamı üzerinden tahakkuk edecek nemanın her yıl 1/3’ünün,

ödeneceği hükme bağlanmış olup ödemeler bu madde hükümleri uyarınca aksatılmadan yapılmaktadır.

Soru 3. Deprem Bölgesindeki hak sahiplerine bu tasarruf ve nemalarını acilen iade edecek misiniz?

Cevap 3. 3417 sayılı Kanuna ilişkin ödemeler Cevap 2’de belirtildiği şekilde 6’ncı madde hükümleri çerçevesinde yapılmaktadır. Ayrıca, 17 Ağustos 1999 ve 12 Kasım 1999 tarihinde meydana gelen depremler nedeniyle işyerindeki bütün kayıtların yok olması, işyerinin deprem nedeniyle kapanması gibi nedenlerle belgeleri dolduracak bir muhatap bulamayan hak sahiplerinin nema ödemelerden yararlanabilmeleri için 26.1.2000 tarih ve 2000/T-1 sayılı Yüksek Planlama Kurulu istihsal edilerek gerekli düzenleme yapılmıştır.

 

 

Türkiye Büyük Millet Meclisi Resmi internet Sitesi
© 2009 T.B.M.M.