Yazılı ve Sözlü Sorular Araştırma Komisyonları Soruşturma Komisyonları
                                                                      Son Tutanak Tutanak Sorgu Tutanak Metinleri Gizli Oturum Tutanakları
                                                                                                                                            Uluslararası Komisyonlar Dostluk Grupları
                                                                                      Genel Sekreterlik Mevzuat Telefon Rehberi Etik Komisyon Duyurular

DÖNEM : 21 CİLT : 16 YASAMA YILI : 2

 

T. B. M. M.

TUTANAK DERGİSİ

20 nci Birleşim

16 . 11 . 1999 Salı

 

 

İ Ç İ N D E K İ L E R

  I. – GEÇEN TUTANAK ÖZETİ

II. – GELEN KÂĞITLAR

III. – BAŞKANLIĞIN GENEL KURULA SUNUŞLARI

A) GÜNDEMDIŞI KONUŞMALAR

1. – İstanbul Milletvekili Nevzat Yalçıntaş’ın, AGİT’e ve Türkiye’de insan haklarının durumuna ilişkin gündemdışı konuşması

2. – Balıkesir Milletvekili İlyas Yılmazyıldız’ın, SEKA Balıkesir İşletmesinin sorunlarına ilişkin gündemdışı konuşması ve Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanı Yaşar Okuyan’ın cevabı

3. – Iğdır Milletvekili Abbas Bozyel’in, Ermenistan tarafından işgal edilen Karabağ’a ilişkin gündemdışı konuşması

B)GENSORU, GENEL GÖRÜŞME, MECLİS SORUŞTURMASI VE MECLİS ARAŞTIRMASI ÖNERGELERİ

1. – Şanlıurfa Milletvekili Mustafa Niyazi Yanmaz ve 22 arkadaşının, Doğu ve Güneydoğu Anadolu Bölgelerinin ekonomik kalkınmasını sağlayacak önlemlerin araştırılması amacıyla Meclis araştırması açılmasına ilişkin önergesi (10/93)

C) TEZKERELER VE ÖNERGELER

1. – Fransa Ulusal Meclisi Başkanı Laurent Fabius’un davetine, iki milletvekilinden oluşan bir Parlamento heyetiyle icabet edilmesine ilişkin Başkanlık tezkeresi (3/389)

2. – Samsun Milletvekili Ahmet Demircan’ın, Kuzey Anadolu Projesi Bölge Kalkınma İdaresi Teşkilâtının Kuruluş ve Görevleri Hakkında Kanun Teklifinin (2/119) doğrudan gündeme alınmasına ilişkin önergesi (4/53)

3. – Gaziantep Milletvekili Mehmet Bedri İncetahtacı’nın, İstiklâl Madalyası Verilmiş Bulunanlara Vatanî Hizmet Tertibinden Şeref Aylığı Bağlanması Hakkında Kanunda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Teklifinin (2/28) doğrudan gündeme alınmasına ilişkin önergesi (4/54)

IV. – GENSORU, GENEL GÖRÜŞME, MECLİS SORUŞTURMASI VE MECLİS ARAŞTIRMASI

A) ÖNGÖRÜŞMELER

1. – Konya Milletvekili Veysel Candan ve 22 arkadaşının, Bağ-Kur’un içinde bulunduğu sorunların araştırılarak alınması gereken tedbirlerin belirlenmesi amacıyla Meclis araştırması açılmasına ilişkin önergesi (10/4)

2. – Kayseri Milletvekili Hasan Basri Üstünbaş ve 34 arkadaşının, üniversite giriş sınav soru kitapçıklarının çalınması olayını, bazı rektör, dekan ve öğretim üyelerinin istifaya zorlanmaları ile öğrencilerden katkı payı adıyla alınan harçların sosyal tesislere harcandığı iddialarını tespit etmek amacıyla Meclis araştırması açılmasına ilişkin önergesi (10/57)

3. – İstanbul Milletvekili Mehmet Ali Şahin ve 21 arkadaşının, üniversite giriş sınavının ülke gerçeklerine uygun olup olmadığının ve soru kitapçıklarının çalınması olayı ile Meteksan firmasına yapılan ödeme arasındaki bağlantıların araştırılarak alınması gereken tedbirlerin belirlenmesi amacıyla Meclis araştırması açılmasına ilişkin önergesi (10/24)

4. – Konya Milletvekili Remzi Çetin ve 22 arkadaşının, üniversiteler ve YÖKhakkında ileri sürülen iddiaları araştırmak amacıyla Meclis araştırması açılmasına ilişkin önergesi (10/28)

5. – Kırıkkale Milletvekili Kemal Albayrak ve 21 arkadaşının, ÖSS sorularının ihalesiz olarak bir firmaya verildiği ve bazı öğretim üyelerinin çocuklarının üniversitelerin yüksek puanlı bölümlerine yerleştirildikleri iddialarını araştırmak amacıyla Meclis araştırması açılmasına ilişkin önergesi (10/29)

6. – Ordu Milletvekili Yener Yıldırım ve 19 arkadaşının, İstanbul Üniversitesi ve YÖK Başkanının bazı uygulamaları üzerine öğretim üyelerinin istifa etmeleri konusundaki iddiaların araştırılarak alınması gereken tedbirlerin belirlenmesi amacıyla Meclis araştırması açılmasına ilişkin önergesi (10/50)

7. – Diyarbakır Milletvekili Ömer Vehbi Hatipoğlu ve 21 arkadaşının, üniversiteye gireş sınavında yapılan değişikliklerin haksızlıklara yol açtığı iddialarının araştırılarak alınması gereken önlemlerin belirlenmesi amacıyla Meclis araştırması açılmasına ilişkin önergesi (10/90)

8. – Diyarbakır Milletvekili Ömer Vehbi Hatipoğlu ve 20 arkadaşının, üniversitelerdeki başörtüsü yasağı uygulaması ve bu uygulamanın yarattığı sorunların araştırılarak çözüm yollarının belirlenmesi amacıyla Meclis araştırması açılmasına ilişkin önergesi (10/91)

V. – SORULAR VE CEVAPLAR

A)YAZILI SORULAR VE CEVAPLARI

1. – Erzurum Milletvekili Lütfü Esengün’ün, Gülhane Askerî Tıp Akademisinin açılış töreninde yapılan bir konuşmaya ilişkin Başbakandan sorusu ve Millî Savunma Bakanı Sabahattin Çakmakoğlu’nun cevabı (7/614)

2. – Bursa Milletvekili Ahmet Sünnetçioğlu’nun, bir tuğgeneralin mason locasına üye olup olmadığına ilişkin Başbakandan sorusu ve Millî Savunma Bakanı Sabahattin Çakmakoğlu’nun cevabı (7/633)

3. – Kütahya Milletvekili Ahmet Derin’in, Uşak İli Ulubey İlçesinde Ziraî Donatım Kurumuna ait tesislerde alım merkezi kurulup kurulmayacağına ilişkin sorusu ve Tarım ve Köyişleri Bakanı Hüsnü Yusuf Gökalp’in cevabı (7/658)

4. – Karaman Milletvekili Zeki Ünal’ın, Gülhane Askerî Tıp Akademisinin açılış töreninde bir tuğgeneral tarafından yapılan konuşmaya ilişkin sorusu ve Millî Savunma Bakanı Sabahattin Çakmakoğlu’nun cevabı (7/661)

5. – Sıvas Milletvekili Abdüllatif Şener’in, Sıvas SSKHastanesine ilişkin sorusu ve Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanı Yaşar Okuyan’ın cevabı (7/690)

6. – Adıyaman Milletvekili Mahmut Göksu’nun, Atatürk Barajına ilişkin sorusu ve Çevre Bakanı Fevzi Aytekin’in cevabı (7/697)

7. – Bursa Milletvekili Ali Arabacı’nın, Bursa İli, Nilüfer İlçesi, Görükle Beldesinde yeşil alan olarak ayrılan yere ilişkin sorusu ve Maliye Bakanı Sümer Oral’ın cevabı (7/709)

8. – Muğla Milletvekili Hasan Özyer’in, pamuk taban fiyatlarına ilişkin sorusu ve Tarım ve Köyişleri Bakanı Hüsnü Yusuf Gökalp’in cevabı (7/754)

9. – Konya Milletvekili Hüseyin Arı’nın, subay ve astsubayların üye olmaları izne bağlı olan derneklere ilişkin sorusu ve Millî Savunma Bakanı Sabahattin Çakmakoğlu’nun cevabı (7/764)

10. – Rize Milletvekili Mehmet Bekaroğlu’nun, belediyelere yapılan yardımlara ilişkin sorusu ve Maliye Bakanı Sümer Oral’ın cevabı (7/775)

11. – Konya Milletvekili Lütfi Yalman’ın, bazı firmaların “yatırım teşvik müracaatlarına” ilişkin sorusu ve Devlet Bakanı Recep Önal’ın cevabı (7/789)

I. – GEÇEN TUTANAK ÖZETİ

TBMM Genel Kurulu saat 15.00'te açılarak iki oturum yaptı.

Bolu Milletvekili İsmail Alptekin, Erzurum Milletvekili İsmail Köse ve Sakarya Milletvekili Nevzat Ercan'ın Bolu-Düzce depremine ilişkin gündemdışı konuşmalarına, Bayındırlık ve İskân Bakanı Koray Aydın, cevap verdi.

Amerika Birleşik Devletleri Başkanı William Jefferson Clinton'ın Türkiye Büyük Millet Meclisi Genel Kuruluna hitaben bir konuşma yapma isteği, kabul edildi

Siirt Milletvekili Ahmet Nurettin Aydın ve 29 arkadaşının, Siirt İlinin ekonomik ve sosyal yönden kalkınmasını engelleyen nedenlerin araştırılarak alınması gereken önlemlerin belirlenmesi amacıyla bir Meclis araştırması açılmasına ilişkin önergesi (10/92) okundu; önergenin, gündemdeki yerini alacağı ve öngörüşmesinin, sırası geldiğinde yapılacağı açıklandı.

Dışişleri Komisyonu Başkanlığının, gündemin "Kanun Tasarı ve Teklifleriyle Komisyonlardan Gelen Diğer İşler" kısmının 7 ve 8 inci sıralarından bulunan 122 ve 121 sıra sayılı kanun tasarılarının Komisyona geri verilmesine ilişkin tezkeresi okundu; söz konusu tasarıların, bir defaya mahsus olmak üzere, Dışişleri Komisyonuna geri verildiği bildirildi.

Gündemin "Genel Görüşme ve Meclis Araştırması Yapılmasına Dair Öngörüşmeler" kısmının 56 ncı sırasında yer alan, Kayseri Milletvekili Hasan Basri Üstünbaş ve 34 arkadaşının, üniversite giriş sınav soru kitapçıklarının çalınması olayı, bazı rektör, dekan ve öğretim üyelerinin istifaya zorlanmaları ve öğrencilerden katkı payı adıyla alınan harçların sosyal tesislere harcandığı iddialarına dair (10/57) esas numaralı Meclis araştırması önergesinin öngörüşmelerinin, 16.11.1999 Salı günkü birleşimde, gündemin 21 inci sırasındaki (10/24), 25 inci sırasındaki (10/28), 26 ncı sırasındaki (10/29), 49 uncu sırasındaki (10/50), 83 üncü sırasındaki (10/90) ve 84 üncü sırasındaki (10/91) esas numaralı Meclis araştırması önergeleriyle birlikte yapılmasına, görüşmelerin bitimine kadar çalışma süresinin uzatılmasına ve 16.11.1999 Salı günkü birleşimde sözlü soruların görüşülmemesine ilişkin Danışma Kurulu önerisi ile,

Gündemin "Kanun Tasarı ve Teklifleriyle Komisyonlardan Gelen Diğer İşler" kısmının 72 nci sırasında bulunan 159 sıra sayılı kanun tasarısının bu kısmın 3 üncü sırasına, 71 inci sırasında bulunan 158 sıra sayılı kanun tasarısının 4 üncü sırasına ve 93 üncü sırasında bulunan 191 sıra sayılı kanun tasarısının 5 inci sırasına alınmasına, Genel Kurulun 17 Kasım 1999 Çarşamba ve 18 Kasım 1999 Perşembe günleri 15.00-19.00, 20.00-24.00 saatleri arasında çalışmasına, 17 Kasım 1999 Çarşamba günü sözlü soruların görüşülmemesine ilişkin DSP, MHP ve ANAP Gruplarının müşterek önerisi,

Kabul edildi.

Genel Kurulu ziyaret eden Amerika Birleşik Devletleri Başkanı William Jefferson Clinton'a Başkanlıkça "Hoş geldiniz" denildi.

Amerika Birleşik Devletleri Başkanı William Jefferson Clinton, Genel Kurula hitaben bir konuşma yaptı.

Gündemin "Kanun Tasarı ve Teklifleriyle Komisyonlardan Gelen Diğer İşler" kısmının 1 inci sırasında bulunan, Yüksek Öğretim Kurumları Teşkilâtı Hakkında 41 Sayılı Kanun Hükmünde Kararnamenin Değiştirilerek Kabulüne Dair Kanunun Bazı Maddelerinde Değişiklik Yapılması Hakkında Kanun Tasarısının (1/494) (S.Sayısı: 182) tümü üzerindeki görüşmeler tamamlanarak maddelerine geçilmesi kabul edildi.

16 Kasım 1999 Salı günü saat 15.00'te toplanmak üzere, birleşime 19.09'da son verildi.

Mehmet Vecdi Gönül

Başkanvekili

Levent Mıstıkoğlu Vedat Çınaroğlu

Hatay Samsun

Kâtip Üye Kâtip Üye

 

No. : 28

II. – GELEN KÂĞITLAR

16 . 11 . 1999 SALI

Sözlü Soru Önergesi

1. – Iğdır Milletvekili Ali Güner’in, Türk Telekom tarafından bastırılan telefon kartlarına ilişkin Ulaştırma Bakanından sözlü soru önergesi (6/263) (Başkanlığa geliş tarihi : 12.11.1999)

Yazılı Soru Önergeleri

1. – Tunceli Milletvekili Kamer Genç’in, bir firmanın hisselerinin borsaya satılması için düzenlenen kokteyle SPK Başkanı ve bazı yönetim kurulu üyelerinin katılıp katılmadığına ilişkin Başbakandan yazılı soru önegesi (7/895) (Başkanlığa geliş tarihi : 12.11.1999)

2. – Hatay Milletvekili Mustafa Geçer’in, Hatay İlinde uygulanan tütün ekim kotasına ilişkin Devlet Bakanından (Rüştü Kazım Yücelen) yazılı soru önergesi (7/896) (Başkanlığa geliş tarihi : 12.11.1999)

3. – Hatay Milletvekili Mustafa Geçer’in, Hatay İlinden öğretmenliğe başvuranlar hakkında özel soruşturma yapıldığı iddialarına ilişkin Millî Eğitim Bakanından yazılı soru önergesi (7/897) (Başkanlığa geliş tarihi : 12.11.1999)

4. – Hatay Milletvekili Mustafa Geçer’in, 17 Ağustos depreminden sonra Başbakanlık Kriz Yönetim Merkezinde toplanan yardımlara ilişkin Başbakandan yazılı soru önegesi (7/898) (Başkanlığa geliş tarihi :12.11.1999)

Meclis Araştırması Önergeleri

1. – Siirt Milletvekili Ahmet Nurettin Aydın ve 29 arkadaşının, Siirt İlinin ekonomik ve sosyal yönden kalkınmasını engelleyen nedenlerin araştırılarak alınması gereken önlemlerin belirlenmesi amacıyla Anayasanın 98 inci, İçtüzüğün 104 ve 105 inci maddeleri uyarınca bir Meclis araştırması açılmasına ilişkin önergesi (10/92) (Başkanlığa geliş tarihi : 11.11.1999)

2. – Şanlıurfa Milletvekili Mustafa Niyazi Yanmaz ve 22 arkadaşının, Doğu ve Güneydoğu Anadolu Bölgelerinin ekonomik kalkınmasını sağlayacak önlemlerin araştırılması amacıyla Anayasanın 98 inci, İçtüzüğün 104 ve 105 inci maddeleri uyarınca bir Meclis araştırması açılmasına ilişkin önergesi (10/93) (Başkanlığa geliş tarihi : 12.11.1999)

BİRİNCİ OTURUM

Açılma Saati : 15.00

16 Kasım 1999 Salı

BAŞKAN : Başkanvekili Mehmet Vecdi GÖNÜL

KÂTİP ÜYELER : Vedat ÇINAROĞLU (Samsun), Levent MISTIKOĞLU (Hatay)

BAŞKAN – Türkiye Büyük Millet Meclisinin 20 nci Birleşimini en iyi dileklerimle açıyor; saygılar sunuyorum.

Toplantı yetersayısı vardır; görüşmelere başlıyoruz.

Gündeme geçmeden evvel, üç sayın milletvekiline gündemdışı söz vereceğim.

Birinci söz, AGİT ve Türkiye'de insan hakları konusunda görüşlerini ifade edecek olan, İstanbul Milletvekili Sayın Nevzat Yalçıntaş'a aittir.

Buyurun Sayın Yalçıntaş. (FP sıralarından alkışlar)

Süreniz 5 dakika efendim.

III. – BAŞKANLIĞIN GENEL KURULA SUNUŞLARI

A) GÜNDEMDIŞI KONUŞMALAR

1. – İstanbul Milletvekili Nevzat Yalçıntaş’ın, AGİT’e ve Türkiye’de insan haklarının durumuna ilişkin gündemdışı konuşması

NEVZAT YALÇINTAŞ (İstanbul) – Sayın Başkan, değerli milletvekili arkadaşlarım; Avrupa Güvenlik ve İşbirliği Teşkilatı, resmen, yarın, İstanbul'da toplanıyor ve çalışmalarına başlıyor. Bunu sağlayan -hükümetlerin bir başarısıdır- hükümetleri ve Dışişlerini tebrik ediyorum.

Amerika Birleşik Devletleri Başkanı Sayın Clinton, dün, bu kürsüde konuştu, dost ve müttefik bir devlet başkanı olarak olumlu, güzel, yapıcı, halkımızı memnun eden bir konuşma yaptı; Yüce Meclisimizin de ayakta alkışlaması, bu memnuniyetin ve teşekkürün en güzel ifadesi oldu. Cumhurbaşkanımızın da, dost ve müttefik bir büyük ülke başkanını, bizzat karşılaması, yerinde olmuştur. Biz, bize düşeni yapalım; diğerleri, kendi tutumlarını, kendileri düşünsün; yani, mütekabiliyet noktası getiriliyor; o, onların meseleleri.

Bu iki önemli ve başarılı durum karşısında ve AGİT’in İstanbul’da toplanması gerceği ortaya konulduğunda, ister istemez, mukadder bir sual hatıra geliyor. Tabiî, bu suali, AGİT’in önemli fonksiyonları içerisinde, insan hakları açısından, bendeniz ortaya koyuyorum. Bu da şudur: Türkiye’nin durumu nedir? AGİT toplanıyor, Clınton gelip, konuşuyor, her şey güzel; ama, durumumuz nedir?

Bu sual, mukadder üç noktaya öncelik getiriyor. Birinci soracağımız ve cevap vermeye çalışacağımız husus; İstanbul AGİT zirvesindeki karnemiz ne durumdadır, nasıldır? Maalesef, işin gerçeğini söylememiz ve hakikati kabul etmemiz gerekir; insan hakları açısından bu problemi koyduğumuzda, karnemiz kırıklarla dolu, hal ve gidişat kırık, hukuk dersi zayıf, demokrasi topallıyor, millî güvenlik dersi, o da zayıf. Tabiî, bu karnede olmaması gereken bazı notlar da var, normal bir karnede, demokrasiyle idare edilen bir ülkenin, karnesinde olmaması lazım gelen notlar, hem de yüksekçe notlar var. Yasakçılık; yüksek not almışız. İdam talepleri... Bir şehirde polisle gençler çatışıyor; hoş bir şey değil. Bizler de genç olduk, talebe olduk, çatışmadık, çatışmayı da tasvip etmiyoruz...Hayır!.. Yakalanıyorlar... Savcı ne istiyor; idam... Allah!.. Çatışma...Sonuç: Savcı... İdam... İdam talepleri, baskınlar vesaire... Saymayalım...İç karartıcı yüksek notlar da var.

Zannediyorum, Bakanlar Kurulundaki -şu anda kendileri burada yoklar- en zor bakanlıklardan birisi, herhalde, insan haklarından sorumlu Devlet Bakanımızın işidir. Merak ediyorum; şimdi, bu zirve için brifingler verdi; gelen gidenle konuşuyor; İstanbul'da da konuşacak; ne götürüyor, neyi açıklıyor, ne söylüyor... Tabiî, söyleyeceği birkaç güzel şey var. Diyecek ki, işte, DGM'lerle, Anayasayla ilgili şu değişiklikleri verdik, yaptık... Eh, diyecekler ki yahut da bilenler diyecek ki, bir Öcalan davası vardı, bu davayı sağlamlaştırmak için onun yapıldığı biliniyor. Tahkimi çıkardık...Onun çıkması için, Siyasî Partiler Kanunundaki liberalizasyonu, doğru dürüst bir şeyi yapmaya çalıştık. Onun da karşılığı tahkimdi. Aksi halde, muhalefet oy vermeyecekti ve anayasa değişikliği olmayacaktı.

Bizler, yani, şu Yüce Meclisin AGİT grubunun -en azından- yöneticileri de orada bulunup, sohbetlerde bazı suallere cevap verecek durumda da değiliz. Benden sonra konuşacak sayın kardeşim Ahmet Tan Beyefendi -zannediyorum, burada olması lazım- açıklayacak. Yani, Meclisi temsil etme durumunda olan AGİT yönetim kurulunda da sadece bir protokol kısmına Ahmet Tan Beyefendi davet edilmiştir. Diğerlerinde, bu Meclisin, hem de AGİT...

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN – Sayın Hocam, lütfen toparlayınız; 1 dakika süre veriyorum.

NEVZAT YALÇINTAŞ (Devamla) – Bari şunu söyleyeyim. Tabiî, en son sual şunlar olacak: Acaba, AGİT, bize, insan hakları bakımından bir ders olacak mı? Bir şeyler getirecek miyiz? Yoksa, Helsinki'ye de gevşek bir zeminde mi gideceğiz? Ecevit Hükümetimiz, demokratikleşme alanında adımlar atacak mı?

Zannediyorum, ister istemez, gelecek... Çeçen meselesini de yine yanlış; tarihen yanlış, sosyolojikman yanlış, hukuken yanlış- "Çeçen meselesi, Rusların iç işidir" deyip geçecek miyiz?.. Bu, yanlıştır. Bunu açıklayacak vakit yok. Çeçenistan ile başka şeyleri karıştırmamak lazım. Orada, en azından, demokratik ülkelerin tavrını, onurlu bir tavrı benimsemek gerekiyor.

Hürmetle selamlıyorum hepinizi efendim. (Alkışlar)

BAŞKAN – Teşekkür ediyorum Sayın Yalçıntaş.

Sayın Yalçıntaş, Ahmet Beyin de konuşacağını söyledi. Kendisi, gerçekten, Başkan olarak açıklamada bulunacaktı; ama, maalesef, bir rahatsızlığı sebebiyle hastanede yatıyor; kendisine acil şifalar diliyoruz.

Gündemdışı ikinci söz, Balıkesir İli ekonomisi için büyük önem taşıyan, 740 kişinin çalıştığı ve 130 gündür çalışmayan -çalıştırılmayan- SEKA Balıkesir müessesesinin sorunları hakkında görüşlerini açıklayacak olan, Balıkesir Milletvekili Sayın İlyas Yılmazyıldız'a aittir.

Buyurun efendim. (DYP sıralarından alkışlar)

Süreniz 5 dakikadır.

2. – Balıkesir Milletvekili İlyas Yılmazyıldız’ın, SEKA Balıkesir İşletmesinin sorunlarına ilişkin gündemdışı konuşması ve Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanı Yaşar Okuyan’ın cevabı

İLYAS YILMAZYILDIZ (Balıkesir) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; SEKA Balıkesir müessesesinin sorunlarını dile getirmek için gündemdışı söz almış bulunmaktayım; hepinizi saygıyla selamlıyorum.

SEKA'nın, modern ve büyük kapasiteli tesislerinden birisi de Balıkesir müessesesidir. 4 Nisan 1981 tarihinde kurulan SEKA Balıkesir müessesesi, 198 milyon dolara mal olmuş, kuruluşundan itibaren geçen yedi yıllık süre içerisinde de, fabrika, Dünya Bankasına olan borcunu ödemiştir. Fabrikanın kârı, zarar eden diğer SEKA fabrikalarına gitmiştir.

Ülke ekonomisine, yıllık 50 milyon dolar gelir getirerek, ilimiz ekonomisine aylık 250 milyar TL katkı sağlamaktadır.

SEKA Balıkesir müessesesi, istihdam edilen personel sayısı açısından, bölgemizin en önemli sanayi kuruluşu durumundadır. Müessesede, memur ve işçi yığılması yoktur. 1987 yılında, 148 memur, 868 işçi çalışırken, bugün ise, 110 memur, 630 işçi çalışmaktadır. Balıkesir İlinde, bu fabrika, 10 000 kişiye ekmek kapısı sağlamaktadır.

Bu müessesenin korunması, Balıkesir için yaşamsal bir ihtiyaçtır; ama, gelin görün ki, bu fabrika, 130 gündür çalıştırılmamaktadır. Büyük umutlarla ve paralarla kurulan Balıkesir SEKA Fabrikası, aylardan beri üretim yapamıyor. Bir zamanlar, Hindistan'a, İtalya'ya gazete kâğıdı ihraç eden fabrikanın makineleri, suskunluk içindedir. Çalışan işçiler ve memurlar, geleceklerinden endişelidir ve bu çalışanlar, devamlı baskı altındadır. Hükümet kanadından tatmin edici açıklamalar yapılmamıştır. İşçiler, aylardır eylem yaptıkları halde, hiç kimse buna kulak vermemektedir. Bunu anlamak mümkün değildir.

İşte, Balıkesir'in yerel gazeteleri; manşetlerde, hep SEKA var: "Üretene Kadar Direniş", "SEKA'da direniş", "bunlar maaşlarını aldıkları halde SEKA kapatılamaz" gibi -tek tek hepsini göstermiyorum- "SEKA'lı öfkeli" gibi, sürekli Balıkesir'in gündemindedir.

Bu fabrikanın zarar ettirilmesi, yüksek elektrik borçları dolayısıyladır. Hükümet, neredeyse, üç günde bir elektriğe yaptığı zamlarla, fabrikanın zararını, çalışmadığı halde artırmaktadır, borcunu artırmaktadır.

Bugün, bu işletmenin taşıma işini yapan kamyoncu esnafımız da çok zor durumda kalmıştır.

Değerli milletvekilleri, cumhuriyetin sanayileşme hedefini sembolize eden üç beyazdan birisi olan kâğıt sanayii, kolay kurulmamıştır. Bugün gelinen noktada uygulanan yanlış politikalar sonucunda, pamuk üreticisi de nasibini alarak, geçen yıl 195 000 liraya sattığı pamuğu, bu yıl yüzde 18'lik artışla 230 000 liraya satar duruma gelmiştir. Şekerin hammaddesi olan pancar üretenlerin durumu da bundan farklı değildir. Kâğıt sanayiin durumu içler acısıdır.

İzmit SEKA'daki değerli bir alan bir holdinge bedava peşkeş çekilirken, Balıkesir SEKA'da sadece 40 trilyonluk arazi bedava peşkeş çekilirken, Balıkesir SEKA'nın ihtiyacı olan 9 trilyon, ısrarla verilmemektedir.

Ulu Önder Atatürk, bir sözünde "bir memleket, kâğıdını kendisi yapamadığı zaman ulusal kültürünü yabancı lütfuna bağlar; kapitülasyonların en tehlikelisi budur. Ötekilerden önce bütün dikkat ve ilginizi kâğıt sanayiinde toplayın" sözüyle kâğıt sanayiinin önemini vurgulamıştır.

SEKA Balıkesir müessesesinin dört aydır çalıştırılmaması sonucunda, ülke, dışarıdan kâğıt ithal eder duruma gelmiştir; özellikle Rusya'dan ve Finlandiya'dan ucuz kâğıt ithal edilmektedir. Bu durum bizi dışarıya bağımlı kılmaktadır. Yarın ucuz kâğıdın arkası kesilirse, o zaman ne yapacağız?! Bugün var olan kurumlarımızı yaşatmalıyız, çalıştırmalıyız.

Aldığımız duyumlara göre, SEKA'nın kâğıt fiyatı ile ithal edilen kâğıt fiyatları arasında çok cüzi farklar vardır; ancak, kâğıt ithal ediyoruz diyerek, bu arada, başka şey ithal eden belli çevreler, bu ithalatın ısrarla sürdürülmesini -kâğıt adı altında ithal ettikleri diğer şeyleri kamufle edebildikleri için- istemektedirler.

SEKA Balıkesir müessesesi, gazete kâğıdına talep olmadığı için çalıştırılmamaktadır; ama, dışarıdan kâğıt ithal eden kişilere büyük kolaylıklar sağlanmaktadır. SEKA'nın ürettiği kâğıdın ithal kâğıtla rekabet edebilecek bir seviyeye çıkarılması için, gazete kâğıdı üretiminde maliyeti yükselten elektrik enerjisinde devlet tarafından bir indirim yapılmalıdır.

Malî yapısı bozulan SEKA, son yıllarda büyük finansman sıkıntısı yaşayarak yatırım yapamamaktadır. SEKA Balıkesir Fabrikasında 3 Ocak 1999 tarihinde arızalanan türbin, hâlâ yatırım yapılmadığı için, kâğıt maliyetine yüzde 5 tesir etmektedir.

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN – Sayın Yılmazyıldız, lütfen toparlar mısınız.

İLYAS YILMAZYILDIZ (Devamla) – Bununla ilgili olarak 2000 yılı bütçesine ödenek konulması gereklidir. Ancak, Sayın Bakanın, Sayın İsmail Özgün'ün sorduğu bir soruya verdiği cevapta, SEKA Balıkesir Fabrikasının özelleştirme kapsamına alınması, tüm SEKA genelinde olduğu gibi, rekabet kabiliyetini ortadan kaldırmış (özellikle, gazete kâğıdı gibi, ithal dampingli ürünlerin pazara girmesi) teknolojik gerilik, yatırım ihtiyacı bu sonuçları doğurmuş ve müessese "yatırım yapamayız; başınızın çaresine bakın" gibi bir konuma gelmiştir.

Hükümet, acilen, kâğıt sanayimizi korumak ve bu sanayimizin dış piyasalarla rekabet edebilir seviyeye çıkarılması için acil önlemler almalı, bu çerçevede SEKA Balıkesir Müessesesi hemen üretime başlatılmalıdır. Balıkesir için hayatî önemi sahip Gümrük Müdürlüğü ve Etibor Anonim Şirketi Genel Müdürlüğünden sonra SEKA Balıkesir müessesesinin çalıştırılmaması, ilimiz için büyük kayıptır. Bir an öce bu işletmeler üretime başlamalı, bu belirsizlik ortadan kaldırılmalıdır.

Hükümeti Balıkesir'e daha fazla ilgiye davet ediyorum. Hizmet edemiyorsunuz, bari, daha önce gelen hizmetleri, lütfen ortadan kaldırmayın.

Hepinize saygılar sunuyorum. (DYP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – Teşekkür ediyorum Sayın Yılmazyıldız.

İSMAİL ÖZGÜN (Balıkesir) – Sayın Başkan, sayın milletvekilimizin söylediklerine ben de iştirak ediyorum; bu fabrikanın bir an evvel çalıştırılmasını arzu ediyoruz.

BAŞKAN – Teşekkür ederim.

Çalışma Bakanımız Sayın Yaşar Okuyan cevap vereceklerdir.

Buyurun Sayın Bakan.

Süreniz 20 dakikadır.

ÇALIŞMA VE SOSYAL GÜVENLİK BAKANI YAŞAR OKUYAN (Yalova) – Sayın Başkan, sayın milletvekilleri; Değerli Balıkesir Milletvekilimizin konuşmasına, Devlet Bakanımız Sayın Yüksel Yalova burada bulunmadığı için, onun adına cevap vermeye, bilgi, malumat arz etmeye çalışacağım. Öncelikle, hepinizi saygıyla selamlıyorum.

SEKA Genel Müdürlüğüne ait iki adet gazete kâğıdı üretim tesisi mevcuttur. SEKA Balıkesir İşletmesi, 8 Ocak 1981 tarihinde devreye giren ve gazete kâğıdı üreten bir tesis olup, kapasitesi, yıllık 100 000 tondur. Balıkesir işletmesi dışında, yine SEKA 'ya ait, Giresun Aksu İşletmesi, yıllık 82 500 ton kapasiteye sahiptır. Yani, ülkemizin toplam gazete kağıdı üretim kapasitesi, 182 500 tondur.

Bu fabrikalar, yaklaşık, 1990'lı yıllar kadar ülke ihtiyacını karşılamıştır. Daha sonraki yıllarda, basın sektöründeki gelişmelere paralel olarak talep artışı olmuş ve halen, ülke gazete kağıdı ihtiyacı, yılda, 410 000 tona ulaşmıştır.

İhtiyaç miktarı ile SEKA'nın kapasitesine baktığımızda, SEKA'nın kurulu kapasitesi ülke ihtiyacının yaklaşık yarısını karşılayabilecek durumda iken, maalesef, hızla gelişen basın sektörünün beklentileri karşısında talep miktarının yetersiz olması ve toplam iki tesiste, yaklaşık 60 000-70 000 ton/yıl üretimle, ancak, yüzde 30 kapasite kullanılmaya mecbur kalınmıştır.

Esasen, SEKA'nın fiyatları, ithal fiyatlarıyla aynı seviyede olmakla birlikte, fabrikaların teknolojisinin özelliği nedeniyle, basın sektörünün son sistem bilgisayar teknolojisine sahip baskı tesislerine uygun, baskı hızı ve baskı kalitesi sağlanamadığından, ithal kâğıt tercih edilmektedir.

SEKA, bir devlet kuruluşu olarak, insanları bilgilendirme, haberleşme ve kitap basımlarını teşvik ederek, maliyetinin altında dahi fiyat tespit etmesine rağmen, özellikle, gazete kâğıdında yeterli talep bulunamamaktadır.

Eylül ayı itibariyle; Aksu gazete kâğıdı ticarî maliyeti ton başına 262 milyon lira, satış fiyatı ton başına 205 milyon lira; Balıkesir gazete kâğıdı ticarî maliyeti ton başına 376 milyon lira, satış fiyatı ise, ton başına, sadece 212 milyon liradır.

SEKA, gelen taleplerin yetersizliği nedeniyle, bir işletmesini devrede tutarak üretim yapmak suretiyle bu talebi karşılayabilmektedir. Doğal olarak da, maliyeti düşük olan fabrikanın çalışması tercih edilmiştir. Talebin artması halinde ise, iki tesis, hemen devreye girebilecek şekilde hazır bulundurulmaktadır. Nitekim, 1999 yılı içerisinde, Balıkesir İşletmesi ilk altı ayda çalışmış, ancak, temmuz ayından itibaren talep noksanlığı nedeniyle duruşa geçmiştir. Duruş esnasında, fabrikanın tüm makine ve teçhizatları elden geçirilerek bakımları yapılmış, yenilenmesi gerekenler yenilenmiş ve tüm personele eğitimler verilerek, fabrika, her an devreye girebilecek şekilde hazır hale getirilmiştir.

SEKA, hem iç piyasada ve hem de ihracat için olanaklar aramaktadır. Nitekim, internette web sayfasıyla kendini dünyaya tanıtmaya çalışmakta, yine, internet vasıtasıyla, günlük olarak, dünyadaki kâğıt borsalarını takip etmektedir.

Talep yetersizliğinin nedenlerini ise şöyle özetleyebiliriz:

Ülkemizin Avrupa Birliğine girme hedefleri nedeni ve Gümrük Birliği Anlaşması gereği, Avrupa Birliği ülkeleri, EFTA ve başka ülkelerle ikili anlaşmalar nedeniyle, yıllar itibariyle, gümrük vergi ve fonları devamlı azaltılmış ve 1.1.1996 tarihinden itibaren de sıfırlanmıştır.

1990'lı yıllardan itibaren, kâğıt sektöründe, 1995 yılı hariç değişik krizler yaşanmış ve bunun sonucu olarak da, dünyadaki tüm kâğıt cinsleri gibi gazete kâğıdı fiyatlarında da büyük düşüşler yaşanmıştır. 1990'da ton başına 619 dolar olarak belirlenmiş fiyat, her yıl düşerek, ton başına 330 dolara kadar inmiştir. Bu fiyatlarla SEKA'nın rekabet etme şansı kalmamıştır.

1990'lı yıllarda, özellikle büyük kâğıt üreticilerinden olan Asya ülkelerinde büyük yatırımlar yapılmış ve bunlar, 1995 yılında devreye girmiştir. Endonezya'da yüzde 56, Çin'de yüzde 84,7, Tayland'da yüzde 35,5, Güney Kore'de yüzde 41,2 oranında yapılan bu kapasite artışlarıyla talep fazlalığı oluşmuş ve bu durumda dünya fiyatları daha da gerilemiştir.

Bilahara, Asya krizi ve arkasından Rusya krizi sonrası büyük devalüasyonların yapılmasıyla, özellikle gazete kâğıdı üreten bu ülkelerde ihracat fiyatları düşmüş ve bu da, SEKA'yı menfi yönde etkilemiştir. Rusya ve Endonezya gibi bazı ülkeler ise, hammadde kaynaklarının çok fazla olması ve ülke ihtiyaçları dövizi temin edebilmek için, âdeta, maliyetlerine bakılmaksızın çok ucuz fiyattan ihracat yapmayı öngörmüşlerdir.

Ülkemizin, tüm sektörlerde olduğu gibi kâğıt sektöründe de potansiyel bir ülke olması ve nüfus artış hızının yükselmesi nedeniyle, Tükiye pazarında yer alabilmek için, yine, ucuz fiyattan ülkemize de ihracat yapılmaya çalışılmaktadır.

Kâğıt sektörü devamlı aşama gösteren ve yenilikler ile yatırım gerektiren dinamik bir sektör olmasına karşın, oldukça eski bir teknolojiye sahip olan Balıkesir ve Aksu tesislerine, yatırım yıllarca yapılamamıştır. Bu nedenle de, SEKA'nın hem maliyet hem de kalite yönünden rekabet şansı azalmıştır.

Ayrıca, Balıkesir için çok önemli olan ve maliyeti direkt olarak etkileyen 8,2 megavat kapasiteli türbin arızası, fabrikayı daha da müşkül durumda bırakmıştır. Türbinin eski olması nedeniyle yedeklerinin bulunamaması, arızalanan ünitenin yenisiyle değiştirilmesini gerektirmiştir.

Bu bakım ve yenilemenin yatırım maliyeti 3 300 000 DM olup, yapım süresi dokuz aydır. Özelleştirme programına göre, 2000 yılı ikinci çeyreğinde özelleştirmenin tamamlanması planlandığından dolayı, türbinin yatırımı ve bakımı yapılıp işletmeye alınamadan tesis özelleştirilmiş olacaktır. Bu nedenle, bu yatırımdan vazgeçilmesi zorunluluğu oluşmuştur.

Bütün bu olaylar, SEKA ve gazete kâğıdını menfî yönde etkilemiştir.

1999 yılı revize bütçede Balıkesir SEKA'nın zararı 8,3 trilyon TL'dir. 9 Kasım 1999 tarihi itibariyle TEDAŞ'a olan borcu, 4,6 trilyon lirası anapara olmak üzere, faiziyle birlikte toplam 11,2 trilyon TL'dir.

Yukarıdaki özetlenen durum karşısında, SEKA Balıkesir tesisi bu talep seviyesinde bugün üretime başlasa dahi, bir aylık üretim sonrasında biriken stoklarını koyacak depoları dolacağı için yeniden üretimini durdurmak zorunda kalacaktır.

630 işçi başta olmak üzere, toplam 737 çalışanı, 1 804 946 metrekarelik arsa ve arazileri ile 201 lojman, 2 sosyal tesisi olan bu fabrikanın bugünkü durumundan kurtarılabilmesinin, ancak, süratle özelleştirilmesiyle mümkün olduğu anlaşıldığından ve yeni alıcısı tarafından yapılacak iyileştirmelerle hem yöre hem de ülke ekonomisine faydalı hale getirilmesi düşüncesiyle özelleştirme işlemlerine hız verilmiştir.

Konuyu bilgilerinize arz ediyorum.

Saygılarımla. (ANAP, DSP ve MHP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – Teşekkür ediyorum Sayın Okuyan.

Gündemdışı son söz, Ermenistan tarafından işgal edilen Karabağ konusunda görüşlerini ifade edecek olan, Iğdır Milletvekili Sayın Abbas Bozyel'in. (MHP sıralarından alkışlar)

Buyurun efendim.

Sayın Bozyel, süreniz 5 dakikadır efendim.

3. – Iğdır Milletvekili Abbas Bozyel’in, Ermenistan tarafından işgal edilen Karabağ’a ilişkin gündemdışı konuşması

ABBAS BOZYEL (Iğdır) – Saygıdeğer Başkan, değerli milletvekilleri; Yüce Heyetinizi saygılarımla selamlıyorum.

Deprem felaketinde hayatını kaybeden şehitlerimize Allah'tan rahmet diliyorum, ailelerine, yüce milletimize ve devletimize de başsağlığı diliyorum.

Bu konuşmamda, Türk yurdu Karabağ'ın Ermeni kuvvetleri tarafından işgali, şimdi ise, bu tarihî Türk topraklarının Ermenistan'a ilhakı ve ikinci Ermeni Devleti kurulması yönündeki girişimlere dikkatinizi çekmek istiyorum.

Ermenilerin 1988'deki sözde özerklik talepleri kısa zamanda sıcak savaşa dönüşmüş ve Azerbaycan topraklarının yüzde 20'si işgalle sonuçlanmıştır. Bu işgal sürecinde, 12 büyük vilayetle birlikte 700 yerleşim bölgesi, 4 500 sanayi ve tarım işletmesi, 100 000'e yakın mesken, 2 250 sosyal ve kültürel amaçlı mekân, 500 orta dereceli okul, 160 anaokulu, 200 hastane ve sağlık merkezi yakılarak yerle bir edilmiştir. İşgal ettikleri şehir ve köylerin adlarını değiştiren Ermeniler, aynı zamanda su barajlarını, hidroelektrik santrallarını, iletişim ve ulaşım şebekelerini de tahrip etmişlerdir.

Azerbaycan topraklarının işgali esnasında 30 000 Azerbaycan Türkü şehit olmuş, 10 000'lercesi yaralanmış ve sakat kalmıştır. Bugün, 1 000 000'a yakın Azerbaycan Türkü çadırlarda ve çok ağır şartlarda yaşama mücadelesi vermektedir. Bunların 350 000'ini, Ermenistan'daki tarihî topraklarından kovulan Azerbaycan Türkleri oluşturmaktadır.

Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; işgal edilen Yukarı Karabağ toprakları şimdi ilhaka dönüştürülmek istenmektedir. Önce, sözde masum özerklik talepleriyle ortaya çıkan Ermeniler, bu hedeflerine varmak için, Türke ve Türkiye'ye düşman dış ülkelerin de desteğiyle Yukarı Karabağ'a ikinci Ermeni Devletini kurma senaryosunu hayata geçirmektedirler.

Son gelişmeler, bu senaryoların dahi Ermenileri tatmin etmediğini göstermektedir. Yukarı Karabağ'ı artık kendi toprakları olarak gören Ermeniler, şimdi faaliyetlerini, sınırlarımızın hemen ötesinde, Kars'ın yanında; yani, Gürcistan'ın Cavahetiya, bizim ise Ahalkelek olarak bildiğimiz bölgesinde yoğunlaştırmış durumdadırlar.

Ermenilerin yoğunlukta yaşadığı Cavahetiya bölgesindeki Taşnakların, yerel yönetimleri ele geçirme çabaları sürmektedir. Taşnaklar, baskı ve silah zoruyla, Ermeni olmayan etnik grupları bölgeden göçe zorlamaktadırlar. Bölgede çoğunluğu oluşturan Ermeniler, merkezî hükümete karşı bir koz olarak kullanılmaktadır. Taşnakların hedefi, bölgeyi Gürcistan'dan koparmaktır. Gürcistan'da yaşayan yaklaşık 400 000 Ermeni kendi anadilinde eğitim almakta, Gürcistan para birimi yerine Ermenistan'ın para birimini kullanmakta ve Gürcistan ordusuna askerlik yapmamaktadır. Gürcistan'daki Rus askeri üslerinde çalışanların yaklaşık yüzde 60'ını Ermeniler oluşturmakta; bu da, bölgede her an savaşa hazır, yanıbaşımızda 1 200-1 300 silahlı Ermeninin olduğu anlamına gelmektedir. Son zamanlarda yabancı istihbarat teşkilatları bölgede âdeta at oynatmaktadırlar. Yabancı istihbarat teşkilatlarının bölgede faaliyetlerini artırması, Cavahetiya problemini yeniden gündeme getirmiştir.

Türkiye sınırına yakın bölgedeki Cavahetiya'da yakın gelecekte geniş çaplı bir silahlı çatışmanın da çıkması kuvvetle muhtemeldir. Cavahetiya'da bu tür silahlı bir çatışmanın başgöstermesi, Kafkasya'ya yeniden geri dönme gayreti içerisinde olan Rusya'nın çıkarlarına hizmet edecektir. Rusya, Kafkasya'daki hedefine varmak için yeniden Ermeni kartını kullanma fırsatı bulacaktır.

Saygıdeğer Başkan, değerli milletvekilleri; Gürcistan'daki Ermeniler bu tür çalışmalar sergilerken, Nancivan'dan gelen Ermeniler de boş durmamaktadır. Nahcıvanlı Ermenilerin taleplerinden de bahsetmek gerekiyor. Nahcivan'dan gelen Ermeniler 11 Eylül 1999'da, Erivan'da, Nahcıvan Ermenileri Millî Konseyini kurmuşlar; konsey, Ermenistan parlamentosunun, Nahcıvan'ı Azerbaycan'ın bir parçası olarak kabul eden Kars ve Moskova Anlaşmalarını iptal etmeye çağıran bir kararı da kabul etmiştir.

Nahcivanlı Ermenilerin söz konusu kararı, onların Azerbaycan'dan yeni toprak talebi anlamına gelmektedir. Karabağ anlaşmazlığı başlamadan önce de Ermeniler bu tür talepler ileri sürmekteydiler.

Ermenilerin Karabağ'da başarılı olması, zincirleme bir reaksiyona sebep olacaktır. Karabağ'ı Nahcivan, Nahcivan'ı Gürcistan'ın Cavahetiya Bölgesi, Cavahetiya'yı ise, unutmayınız, Türkiye izleyecektir. Bunu ise, büyük Ermenistan hayaliyle yanıp tutuşanların hayata geçirmek istedikleri bir senaryo olarak görmek gerekir.

Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; yüksek heyetinizin huzurunda, Yüce Meclisimizle beraber, bize insan hakları dersi verme gafletinde bulunan devletlere, velhasıl bütün dünyaya buradan seslenmek istiyorum.

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN – Sayın Bozyel, lütfen toparlayınız.

ABBAS BOZYEL (Devamla) – Altında imzaları bulunan 30 Nisan 1993, 29 Temmuz 1993 ve 14 Ekim 1993 tarihli Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyinin kararlarına uysunlar; çünkü, söz konusu kararlarda, Yukarı Karabağ'ın Azerbaycan'ın ayrılmaz bir parçası olduğu ve işgalci Ermeni kuvvetlerinin işgalleri altındaki toprakları derhal terk etmeleri açıkça ifade edilmektedir.

İşgalci Ermeni kuvvetleri Azerbaycan topraklarını terk etmediği müddetçe, anlaşmazlığın çözümüne yöneltilen dayatıcı çözüm yollarının, Azerbaycan-Türk topraklarında ikinci bir Ermeni devletinin kurulmasına hizmet edeceğine inanmaktayız.

Türkiye, Ermenistan ve Gürcistan'ın beraberce alacağı ortak kararların bölge barışına hizmet edeceğine ve barışı sağlayacağına inanıyoruz. Türkiye, elbette ki, bölgede barışın mimarı olacaktır; bu, Türkiye'nin tarihî mesuliyetidir; lakin, bölgede yaşayan diğer ülkelerin Ermenistan'la beraber, bunda samimî olması gerekir. Üç tarafı toprak talep ettiği devletlerce çevrili bulunan ve denize çıkışı olmayan Ermenistan'ın, komşularıyla ilişkilerini iyileştirmek için, Türk ve dünya kamuoyunu tatmin edecek önemli adımlar atması gerekir.

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN – Son cümleniz lütfen...

ABBAS BOZYEL (Devamla) – Zira, atacakları her adım, kendilerine, bölge ülkelerinin kucak açması demektir.

Sizlere saygılarımı sunuyorum, sağ olun. (MHP ve DSP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – Teşekkür ediyorum Sayın Bozyel.

Zannediyorum cevap yok.

Gündemdışı konuşmalar tamamlanmıştır.

Bir Meclis araştırması önergesi vardır; okutuyorum:

B)GENSORU, GENEL GÖRÜŞME, MECLİS SORUŞTURMASI VE MECLİS ARAŞTIRMASI ÖNERGELERİ

1. – Şanlıurfa Milletvekili Mustafa Niyazi Yanmaz ve 22 arkadaşının, Doğu ve Güneydoğu Anadolu Bölgelerinin ekonomik kalkınmasını sağlayacak önlemlerin araştırılması amacıyla Meclis araştırması açılmasına ilişkin önergesi (10/93)

Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına

Yıllardır Doğu ve Güneydoğu bölgelerimizde meydana gelen terör olaylarının bitmiş olmasını sevinçle müşahede ediyoruz. İnsanlarımız maddî ve manevî sıkıntı çekmiştir. Ancak, olayların bitmiş olması, bölgenin problemlerinin bittiği anlamına gelmez. Bölge halkı tam bir sefalet yaşamaktadır. Halkı ekonomik açıdan rahatlatmak için çok önemli bir fırsat doğmuştur. Bugüne kadar çeşitli hükümetler tarafından açılan ekonomik paketlerin bölgeye somut bir girdisi olmamıştır. Bu ekonomik paketlerin neden sonuçsuz kaldığı, ciddî ve rasyonel bir kalkınma hamlesinin başlatılması için nelerin yapılabileceği ve alınacak yeni tedbirlerin belirlenmesi amacıyla, Anayasanın 98 inci, TBMM İçtüzüğünün 104 ve 105 inci maddeleri gereğince, Meclis araştırması açılmasını arz ederiz.

Saygılarımızla.

1- Mustafa Niyazi Yanmaz (Şanlıurfa)

2- Yahya Akman (Şanlıurfa)

3- Nurettin Aktaş (Gaziantep)

4- Ahmet Karavar (Şanlıurfa)

5- Mehmet Batuk (Kocaeli)

6- Fethullah Erbaş (Van)

7- Abdullah Veli Seyda (Şırnak)

8- Tevhit Karakaya (Erzincan)

9- Şükrü Ünal (Osmaniye)

10- Ali Güner (Iğdır)

11- Latif Öztek (Elazığ)

12- Osman Aslan (Diyarbakır)

13- Yaşar Canbay (Malatya)

14- Fahrettin Kukaracı (Erzurum)

15- Maliki Ejder Arvas (Van)

16- Salih Kapusuz (Kayseri)

17- Mehmet Zeki Okudan (Antalya)

18- Mehmet Çiçek (Yozgat)

19- İsmail Özgün (Balıkesir)

20- Ahmet Sünnetçioğlu (Bursa)

21- Hüseyin Karagöz (Çankırı)

22- Akif Gülle (Amasya)

23- Rıza Ulucak (Ankara)

Gerekçe:

Türkiye'de bölgelerarası gelişmişliğin farklı farklı boyutlarda olduğu bir gerçektir; son yıllarda fark giderek büyümektedir. Ne yazık ki, bu farkın en belirgin olduğu bölgeler, Doğu ve Güneydoğudur. Bu bölgelerimiz, maalesef ihmal edilmiştir. Uygulanan yanlış ekonomik politikalar, en çok buralarda kendisini hissettirmiştir.

Doğu ve Güneydoğu Bölgelerimizin geçim kaynağı çiftçilik ve hayvancılıktır; ancak, hayvancılık sektörü, bugün, bitme noktasına gelmiştir; çiftçilerimiz ise kan ağlıyor. Maliyetlerin ikiye katlanması, çiftçileri, ekim yapmaktan alıkoymaktadır. 1 kilogram buğday tohumunun maliyeti 1999'da 81 000 liraya ulaşmış, hükümetin kilogram başına koyduğu taban fiyat ise 82 000 liradır. Maliyeti karşılamayan bu fiyat, çiftçiyi, tarım arazilerini boş bırakmak zorunda bırakmaktadır.

Çiftçi, geçen yıl topladığı pamuğun bedelinin bir kısmını henüz alamamıştır. Ziraat odaları başkanlarının tespitlerinde, tarım kredi kooperatiflerinde kredi faizleri yüzde 65, traktör faizi ise yüzde 75'tir. 30 Ağustosa kadar borcunu ödemeyen çiftçiye yüzde 15'lik bir ek faiz yükünün geldiğini, ertesi yıla sarkması durumunda ise, yüzde 102'lere çıkacağını belirtiyorlar.

Sınır ticareti yoluyla ucuz ithal edilen mazot, bölge insanını, bilhassa çiftçiyi rahatlatıyordu; ancak, Hazinenin geçen sene almış olduğu bir karar, sınır ticaretini daralttı. Valilerin bu konudaki yetkilerini merkeze aldı. Daha önce bütün bölge insanının istifade ettiği, bilhassa çiftçilerimizin ürettikleri malların maliyetini düşüren ucuz mazot, şu anda birkaç şirkete verilmiş ve tekelleştirilmiştir.

Sınır ticareti, bu bölgelerimize bir canlılık getirmişti. Ucuz ithalat, ekonomide üretim maliyetlerinin düşük olmasını sağlıyordu. Oysa, çeşitli vesveselerle konuya yaklaşıldı. Geçen yıldan beri, hükümet tarafından sınır ticareti daraltıldı. Bir anlamda, ticaret kapıları engelllendi. Böylece, bölge insanının, bir bakıma, eli kolu bağlanmış oldu. Bu da bölgelerarası gelişmişlik farkını her gün biraz daha büyütüyor.

İstatistiklere göre, Doğu ve Güneydoğu Bölgelerimizde kişi başına GSYİH ortalama 1000 dolar civarındadır; oysaki, Karadeniz ve İç Anadolu Bölgelerinde 2 000 dolar, Ege ve Akdeniz Bölgelerinde 4 000 dolar, Marmara Bölgesinde ise 5 000 dolar dolaylarındadır.

Bölgenin yıllardır sahne olduğu olaylar, elbette, kalkınmanın önüne bir set idi; ancak, bugün, olaylar sükût etmiştir. Bölgedeki fırtınalı günler dinmiştir. Süratle, bu bölgelerde kalkınma hamlelerinin başlatılması kaçınılmazdır. Yüzbinlerce işsizin devletten beklediği de budur. Yumuşayan havayı değerlendirmek, sosyal barışı ikame etmek ve bütün bölge insanını kucaklamak için bölgede en kısa zamanda bir master planın hazırlanması gerekir.

Bu bakımdan, kısa, orta ve uzun vadede bölgeyi canlandıracak ekonomik tedbirlerin belirlenmesi amacıyla bir Meclis araştırması komisyonu kurulmasının çok faydalı olacağına inanıyoruz.

BAŞKAN – Bilgilerinize sunulmuştur.

Önerge, gündemdeki yerini alacak, Meclis araştırması açılıp açılmaması konusundaki öngörüşme, sırası geldiğinde yapılacaktır.

Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığının bir tezkeresi vardır; okutup oylarınıza sunacağım :

C) TEZKERELER VE ÖNERGELER

1. – Fransa Ulusal Meclisi Başkanı Laurent Fabius’un davetine, iki milletvekilinden oluşan bir Parlamento heyetiyle icabet edilmesine ilişkin Başkanlık tezkeresi (3/389)

15 Kasım 1999

Türkiye Büyük Millet Meclisi Genel Kuruluna

Fransa Ulusal Meclisi Başkanı Laurent Fabius tarafından TBMM Başkanlığına gönderilen bir mektupta, 24 Kasım 1999 tarihinde, Paris'te, Fransa Ulusal Meclisi tarafından düzenlenecek olan "Balkanlar: İstikrardan Yeniden Yapılanmaya" konulu parlamentolararası konferansa Türkiye Büyük Millet Meclisini temsilen iki milletvekilimizin davet edildiği bildirilmektedir.

Söz konusu davete iki milletvekilinden oluşan bir Parlamento heyetiyle icabet edilmesi hususu, Türkiye Büyük Millet Meclisinin Dış İlişkilerinin Düzenlenmesi Hakkındaki 3620 sayılı Kanunun 9 uncu maddesi uyarınca Genel Kurulun tasviplerine sunulur.

Yıldırım Akbulut

Türkiye Büyük Millet Meclisi

Başkanı

BAŞKAN – Tezkereyi oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler... Kabul etmeyenler... Kabul edilmiştir.

Sayın milletvekilleri, İçtüzüğün 37 nci maddesine göre verilmiş doğrudan gündeme alınma önergeleri vardır; ayrı ayrı okutup işleme alacağım ve sonra oylarınıza sunacağım.

Birinci önergeyi okutuyorum:

2. – Samsun Milletvekili Ahmet Demircan’ın, Kuzey Anadolu Projesi Bölge Kalkınma İdaresi Teşkilâtının Kuruluş ve Görevleri Hakkında Kanun Teklifinin (2/119) doğrudan gündeme alınmasına ilişkin önergesi (4/53)

Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına

(2/119) esas numaralı kanun teklifimin, İçtüzüğün 37 nci maddesi gereğince doğrudan Genel Kurulda görüşülmesi için gereğini arz ederim.

Saygılarımla.

21.10.1999

Ahmet Demircan

Samsun

BAŞKAN – Buyurun efendim.

Süreniz 5 dakikadır.

AHMET DEMİRCAN (Samsun) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; komisyonda süresi içerisinde görüşülemediği için, İçtüzüğün 37 nci maddesi gereği, doğrudan gündeme alınması talebiyle, 18 ilimizi ve aslında bütün ülkemizi ilgilendiren, Kuzey Anadolu Projesi Bölge Kalkınma İdaresi Teşkilatının Kuruluş ve Görevleri Hakkında Kanun Teklifimizi, kısa adıyla KAP Kanun Teklifimizi huzurlarınıza getirmiş bulunuyoruz.

Bu konu, herhangi bir partinin meselesi değildir; bu, bir ülke meselesidir. Bu meseleye, iktidarıyla, muhalefetiyle herkesin sahip çıkması gerektiği inancındayım.

Sayın milletvekilleri, gelir dağılımı adaletsizliği, bireysel noktada ülkemizin en temel problemlerinden birini oluşturduğu gibi, bölgelerarası gelişmişlik farklılığı da, aynı derecede önemli bir meseledir. Bu mesele, bugün, ülkemizdeki pek çok sıkıntının kaynağı durumundadır. Gelir dağılımındaki adaletsizliği ve bölgeler arasındaki gelişmişlik farkını çözmeden, Türkiye'nin hiçbir sorununu halledebilmek mümkün değildir.

Maalesef, ülkemiz, kendi içerisinde, bazı bölgeleriyle 21 inci Yüzyıla hazır bir şekilde girerken, bazı bölgelerimizde 19 uncu Yüzyıl yaşanmaktadır. DPT'nin, 1996 yılında yaptığı, illerin sosyoekonomik gelişmişlik sıralaması araştırmasında, Karadeniz Bölgesi, Doğu ve Güneydoğu Anadolu Bölgelerinin hemen önünde, beşinci sırada yer almaktadır. 1985 - 1990 döneminde, binde 64,3'lük yıllık net göç oranıyla, Doğu Anadolu Bölgesinden sonra en çok göç veren bölge Karadeniz Bölgesidir. Aynı dönemde, yıllık ortalama nüfus artış hızı onbinde 19'dur ki, bu da yok denecek kadar azdır. Bölgenin nüfus artış hızı, 1990 - 1995 döneminde eksi 1,19'a düşerek, Karadeniz Bölgesi, nüfusu azalan tek bölge konumuna gelmiştir. 1995 - 2000 yılları arasında, bu rakamın eksi 5'e düşeceği, Karadeniz Bölgesinin nüfusu en fazla azalan bölge konumunu sürdüreceğinin öngörüldüğü ve bunu sürdürdüğü de görülmektedir. Bunun tabiî neticesi olarak, iç göç bir türlü durmamakta ve insanımız, sürekli, gelişmiş bölgelere doğru yığılmaktadır. Son yirmi yılda, dünyada çok büyük kalkınma ve gelişmeler sağlanmasına rağmen, ülkemizde, bölgelerarası sosyoekonomik gelişme farklılıkları gittikçe artmış, bölgelerin dengeli bir şekilde gelişmesi sağlanamamış; dolayısıyla, vatandaşlar arasında, refah seviyesi bakımından büyük uçurumlar oluşması önlenememiştir.

Ülkemizin gelişmesinde, bölgesel kalkınma kavramı, her dönemde büyük önem taşımıştır. 1960'lı yıllarda bölge kalkınma planlarının yapılacağı, kalkınma planlarında yer almakla birlikte, bu yönde ilk adım, 1971'de, DPT bünyesinde, Kalkınmada Öncelikli Yöreler Dairesi kurulmasıyla atılabilmiştir; bunu da GAP izlemiştir.

Bölgesel dengesizliklerin önemli olduğu ülkelerde sorun, genel ekonomik gelişme politikasıyla bütünleşen, uzun süreli bölge planları içinde ele alınmaktadır. Birleşmiş Milletler ve Avrupa Birliği tarafından yapılan çalışmalar, böyle bir mücadelenin kamu otoritesine dayanmak zorunda olduğunu göstermektedir.

Bakınız, bölgelerarası dengesizlik, sadece gelişmekte olan ülkelerde değil, gelişmiş ülkelerde de rastlanan bir olgudur. ABD, İtalya, Fransa, Almanya, Norveç, İngiltere, Sovyetler Birliği gibi ülkelerde, geri kalmış yörelerin gelişmesini ve ülke ekonomisine katkısını sağlamak üzere, çeşitli bölgesel kalkınma politikaları uygulanmıştır.

Kuzey Anadolu için bölgesel planlama yapılırken, bölgenin kuzey-güney arasında geçiş konumu nedeniyle, yetersiz altyapısı, yoğun olarak yaşanan aktif nüfus göçü, işgücü ve istihdam sorunları ile bölgenin doğal güzellikleri ve çevresindeki dev dışpazar olanakları dikkate alınmalıdır.

Ülkemizdeki sorunların tek elden ve tek merkezden çözümü güçleşmiştir. Bu nedenle, kalkınma planlarında da belirtildiği gibi, bölgesel kalkınma planlarının yapılması önemli bir zorunluluktur. GAP uygulaması bir tecrübe kazandırmıştır. Aynı şekilde, KAP ve Doğu Anadolu Kalkınma Projesi olarak DAP da ele alınmalı ve mutlaka hayata geçirilmelidir.

Sayın milletvekilleri, Sovyetler Birliğinde ve Doğu Avrupa'da meydana gelen değişmeler, Karadeniz Bölgesini, Türkiye için ve bölge için önemli hale getirmiştir.

Son on yılda sağlanan ekonomik ve teknik gelişmelerde Kuzey Anadolu Bölgesi payını alamamıştır. Yatırımlar azalmış, durmuş veya çok büyük oranda yavaşlayarak, programda bulunan projelerin bitiş süreleri uzamıştır.

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN – Lütfen, toparlayınız Sayın Demircan.

AHMET DEMİRCAN (Devamla) – Teşekkür ediyorum.

Bölgesel gelişim planlarının yapılmasını bir ülke meselesi olarak tanımladık. Gerçekten öyledir. Bu konu sadece Karadeniz Bölgesini ve milletvekillerini ilgilendirmemektedir; göç alan illerin milletvekillerinin, yani, tüm milletvekillerimizin konuya eğilmesini gerektirmektedir.

Değerli arkadaşlar, bölge içerisinde şu anda yapılan bölge kalkınma projeleri var; Ordu-Giresun Kırsal Kalkınma Projesi, Zonguldak-Bartın-Karabük Bölgesel Kalkınma Projeleri gibi; bunlar mikro ölçekte projelerdir. İşte, Kuzey Anadolu Projesi Bölge Kalkınma idaresi Teşkilatı, kanunda sayılan görevleri doğrultusunda bu projeleri de master bir proje altında birleştirerek ortak çalışmalar yapacak, teşkilat yapısında, görevlerini gerektirdiği ölçüde organize edecek ve genişletecektir.

Karadeniz Bölgesi, mevcut potansiyeliyle dışa açık olması münasebetiyle, bu kanun teklifine destek vermeniz halinde yeni bir cazibe merkezi olacak, bölge insanı, yani, tüm ülke insanlarımız kazanacaktır.

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN – Sayın Demircan, son cümleniz efendim...

AHMET DEMİRCAN (Devamla) – Son cümlemi söylüyorum Başkanım.

Bu imkândan ülkemizi ve bölge halkını mahrum etmeyeceğinize inanıyor, desteklerinizi bekliyor, hepinize saygılarımı sunuyorum. (Alkışlar)

BAŞKAN – Teşekkür ediyorum Sayın Demircan.

Sayın Ahmet Demircan teklif sahibi olarak görüştü.

TURHAN ALÇELİK (Giresun) – Sayın Başkan, lehinde görüş arz edebilir miyim?

BAŞKAN – Milletvekili olarak...

Buyurun.

Süreniz 5 dakikadır.

TURHAN ALÇELİK (Giresun) – Sayın Başkanım, değerli milletvekili arkadaşlar; Sayın Ahmet Demircan'ın, Kuzey Anadolu Projesi Bölge Kalkınma İdaresi Teşkilatının Kuruluş ve Görevleri Hakkında Kanun Teklifinin doğrudan gündeme alınmasıyla ilgili önergesinin lehinde görüşlerimi arz etmek üzere söz aldım; hepinizi saygıyla selamlıyorum.

Değerli arkadaşlar, Karadeniz Bölgesini yakinen tanımayan birçok insanın aklına ilk gelecek husus, Karadeniz Bölgesinin, yeşilliğiyle, deniziyle, çok gelişmiş, belki, dünyanın en güzel, en gelişmiş yörelerinden biri olduğudur; hemen, ilk, akla bu gelir; ama, bölgeye gidenin ilk karşılaşacağı problem, bir kere, 100 kilometrelik yolu iki üç saatte gidebilmektir. Öyle bir yol ki, 30 kilometreyi bir saatte ancak gidebilirsiniz -sahilden bahsediyorum- hele 300-500 metre sahilden içeri girdiğiniz zaman -Zonguldak'tan Artvin'e kadar bütün illerimiz için bunu ifade ediyorum- belki kilometreyi 15 dakikada araçla gidebileceğiniz bir tabiî -ve şu andaki- gelişmişlik arz eder. Sadece bu değil, Karadeniz Bölgemizin tamamında büyük bir işsizlik ve -kelime belki ağır ama- korkunç bir göç yaşanmaktadır. Öyle ki, Samsun'dan Artvin'e kadar doğu bölgesini ele aldığınız zaman, son seçimlerde, Giresun, kıl payı kurtardı; ama, tüm illerin milletvekili sayıları düştü.

Bunları söylerken, Doğu ve Güneydoğu Anadolu Bölgelerinde uzun yıllar görev yapmış bir arkadaşınız olarak ifade ediyorum -ki, doğu bölgesinde, Tunceli'de, Gaziantep'te, Şanlıurfa'da uzun yıllar görev yaptım- bir Tunceli'de mezralara ulaşabilmek ne kadar zorsa, Karadeniz Bölgesindeki hangi ilimizi ele alırsanız alın, herhangi bir köyüne ulaşabilmek de aynı derecede zordur. Karadeniz Bölgesinde gelişmiş bir sanayi olmadığı için, büyük oranda, insanlar geçimlerini temin edebilmek için, ya yurtdışına veya Batı Anadolu bölgelerine göç etmek zorunda kalmışlar. Özellikle, burada vurgulamak istiyorum: Çok büyük bir can kaybımız olan felaket bölgesi -ki, orada hayatını kaybedenlere Cenabı Hak'tan rahmet diliyorum- bizim bölge insanımızın da özel tercih ettiği bölgelerdi; yani, şu anda deprem felaketini yaşamış insanların büyük bir kesimi, maalesef Karadeniz insanıdır ve acı olan bir hakikat, bu insanlar, bugün geriye göçe başlamış durumda.

Değerli arkadaşlar, dolayısıyla, Güneydoğu Anadolu Projesi hayata geçtiğinde, nasıl ki, güneydoğumuza bir katkı sağlamışsa, Güneydoğu Anadolu Projesinin hayata geçmesiyle, o bölge, artık cazibe merkezi haline gelme durumunda ise -ki, benim en son görev yerim Şanlıurfa'dır; bunu, bizzat canlı şahidi olarak yaşadım- aynı şekilde Kuzey Anadolu Bölgesinin de, daha doğrusu tüm Karadeniz Bölgesinin de böyle bir çalışmaya hakikaten ihtiyacı var. Eğer biz insanlarımızın yerinde huzurla ve refah içerisinde yaşamasını istiyorsak -ki, bu Meclisin görevi budur; bunun dışında hiçbir karşı istekli arkadaşımın olmadığına inanıyorum- o zaman, bu kanun teklifinin bir an önce bu Mecliste görüşülüp kanunlaşmasında bütün arkadaşlarımızın katkısına ihtiyaç var.

Daha öte bir şey söyleyeyim: Birtakım kalkınmada öncelikli yöreler listesine baktığınız zaman, Karadeniz Bölgesinin bütün illerinin -Samsun da buna dahil, Giresun da dahil- bu listede olduğunu göreceksiniz. Dolayısıyla, eğer kalkınmada öncelikli yöre, geri kalmışlığı ifade ediyorsa, bölgenin mutlaka özel bir katkıya ihtiyacı var.

Daha önce bu Meclisten bir kanun geçti; 4325 sayılı Teşvik Kanunu. Biz, Karadeniz Bölgesindeki illerimizin de -ki kendi ilim Giresun başta olmak üzere- bu kanundan yararlanmasını arzu ettik. Maalesef, bu arzumuz yerine gelmedi. Hiç olmazsa bu kanun teklifiyle, sadece kendi şehrimizin değil, tüm bölgenin kalkınmasına bir katkıda bulunmuş...

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN – Sayın Alçelik, lütfen toparlayınız.

TURHAN ALÇELİK (Devamla) – Peki Sayın Başkanım.

Bu kanun teklifine "evet" demekle değerli milletvekili arkadaşlarım, tüm Karadeniz Bölgesine, göç eden, işsiz olan insanlarımıza da katkıda bulunmak durumundalar. Ben, Meclisteki hiçbir arkadaşımızın bu manada bu kanun teklifine "hayır" diyebileceğini düşünemiyorum ve "evet" diyeceğiniz düşüncesiyle hepinize saygılar sunuyorum; hayırlı günler diliyorum. (FP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – Teşekkür ediyorum Sayın Alçelik.

AHMET KABİL (Rize) – Sayın Başkan, konuşabilir miyim?

BAŞKAN – Ne adına konuşacaksınız efendim?

AHMET KABİL (Rize) – Arkadaşlarımın teklifine ben de katılıyorum. Hakikaten, Karadeniz Bölgesi, Türkiye'de en çok ihmal edilen, en çok göç veren bir bölgemizdir. Dolayısıyla, kanun teklifinin gündeme alınmasına dair önergeye ben de katılıyorum.

Teşekkür ederim.

BAŞKAN – Teşekkür ederim efendim.

Komisyondan ve Hükümetten söz talebi?.. Yok.

Bu durumda, önergeyi oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler... Kabul etmeyenler... Önerge kabul edilmiştir. (Alkışlar)

Sayın milletvekilleri, İçtüzüğün 37 nci maddesine göre verilmiş doğrudan gündeme alınmayla ilgili ikinci bir önerge vardır; okutuyorum:

3. – Gaziantep Milletvekili Mehmet Bedri İncetahtacı’nın, İstiklâl Madalyası Verilmiş Bulunanlara Vatanî Hizmet Tertibinden Şeref Aylığı Bağlanması Hakkında Kanunda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Teklifinin (2/28) doğrudan gündeme alınmasına ilişkin önergesi (4/54)

Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına

İstiklal Madalyası Verilmiş Bulunanlara Vatanî Hizmet Tertibinden Şeref Aylığı Bağlanması Hakkında Kanunda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Teklifinin İçtüzüğün 37 nci maddesine göre doğrudan Genel Kurul gündemine alınması hususunda gereğini arz ederim.

Saygılarımla. 3.11.1999

Mehmet Bedri İncetahtacı

Gaziantep

BAŞKAN – Sayın İncetahtacı, buyurun efendim. (FP sıralarından alkışlar)

Süreniz 5 dakika efendim.

MEHMET BEDRİ İNCETAHTACI (Gaziantep) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; hepinizi saygıyla selamlıyorum.

Türkiye bir hukuk devletidir. Hukuk devleti, en küçük ayrıntısına kadar ülkesinin her meselesinde hukukun egemen olmasını temenni eden ve bunu gerçekleştirmek için çalışan ülkenin adıdır. Türkiye'de çok garip, çok yanlış bir uygulama, çok eski zamandan beri devam etmektedir. Biliyorsunuz, biz, 1950 senesinde Kore'ye asker gönderdik. 1950 ile 1966 senesi arasında bu devam etti.

Değerli milletvekilleri, 1950 ile 1953 senesi arasında Kore'ye giden askerlere İstiklal Madalyası verilip şeref aylığı bağlandığı halde, daha sonra giden askerlerimize, yine savaş hukukuna tabi oldukları halde, içlerinde şehit olanlar olduğu halde, içlerinde yaralananlar olduğu halde ve savaş hukukuna muhalefet edip de yanlış yaptıktan sonra cezalandırılanlar olduğu halde, maalesef, o dönemde askere giden ikinci gruba ne şeref madalyası verildi ne de şeref aylığı bağlanmış oldu. Zaten, bağlanan aylık, küçük bir aylık; ama, işin manevî yönü çok önemli. Bugün, Kore gazileri dernekleri var Türkiye'de. Bu derneklerin emekli asker olan başkanlarıyla görüştüğüm zaman, bana, Kore gazisi olup da köşelerde -çok özür dileyerek söylüyorum- dilenmek zorunda kalan Kore gazilerinin bulunduğundan bahsettiler. Bu, Türkiye Büyük Millet Meclisi açısından çok üzüntü verici bir durumdur.

1997 senesinde, 20 nci Dönemde, bunu düzeltmek için Türkiye Büyük Millet Meclisine bu önergeyi arz etmiştim ve Meclis kabul etmişti; fakat, erken seçime gidilmesi dolayısıyla kanunlaşamamış, mesele, kadük olarak bu döneme ertelenmişti.

Değerli milletvekilleri, sözü çok uzatmaya lüzum yok, bir hukuk devleti olan Türkiye'de, Kore Savaşına katılan askerlerimiz arasında bulunan bu iki farklı uygulamayı ortadan kaldırmak için, gerek Demokratik Sol Partili değerli milletvekillerinden gerek Milliyetçi Hareket Partisinden gerek Anavatan Partisinden gerek Fazilet Partisinden ve Doğru Yol Partili milletvekillerimizden bu teklifimizin gündeme alınması için müspet oy rica ediyorum. Bunu, herhangi bir siyasî parti mülahazasıyla değil, memleketimizin gerçek manada bir hukuk devleti olması esasını temenni ettiğim için istiyor ve bütün Meclisi saygıyla selamlıyorum efendim.

Teşekkür ederim. (FP ve DYP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – Teşekkür ederim Sayın İncetahtacı.

Başka görüş bildirmek isteyen var mı efendim? Olmadığı anlaşıldı.

Önergeyi oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler... Kabul etmeyenler... Önerge kabul edilmemiştir.

Sayın milletvekilleri, daha önce aldığımız karar gereğince, sözlü soruları görüşmüyor ve gündemin "Genel Görüşme ve Meclis Araştırması Yapılmasına Dair Öngörüşmeler" kısmına geçiyoruz.

Konya Milletvekili Sayın Veysel Candan ve 22 arkadaşının, Bağ-Kurun içinde bulunduğu sorunların araştırılarak alınması gereken tedbirlerin belirlenmesi amacıyla Anayasanın 98 inci, İçtüzüğün 104 ve 105 inci maddeleri uyarınca bir Meclis araştırması açılmasına ilişkin önergesinin öngörüşmelerine kaldığımız yerden devam edeceğiz.

IV. – GENSORU, GENEL GÖRÜŞME, MECLİS SORUŞTURMASI VE

MECLİS ARAŞTIRMASI

A) ÖNGÖRÜŞMELER

1. – Konya Milletvekili Veysel Candan ve 22 arkadaşının, BAĞ-KUR’un içinde bulunduğu sorunların araştırılarak alınması gereken tedbirlerin belirlenmesi amacıyla Meclis araştırması açılmasına ilişkin önergesi (10/4)

BAŞKAN – Hükümet?.. Burada.

Geçen birleşimde, Doğru Yol Partisi, Anavatan Partisi, Fazilet Partisi ve Milliyetçi Hareket Partisi grupları adına yapılan konuşmalar tamamlanmıştı.

Şimdi, söz sırası, Demokratik Sol Parti Grubu adına, Kırşehir Milletvekili Sayın Fikret Tecer'dedir.

Buyurun Sayın Tecer. (DSP sıralarından alkışlar)

Süreniz 20 dakika efendim.

DSP GRUBU ADINA FİKRET TECER (Kırşehir) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; sözlerime başlamadan önce, Bolu İli ve çevresinde meydana gelen deprem felaketinde hayatını kaybeden vatandaşlarımıza Tanrı'dan rahmet, kederli ailelerine başsağlığı, yaralanan vatandaşlarımıza acil şifalar dilerim.

Değerli milletvekilleri, Bağ-Kurun içinde bulunduğu sorunların araştırılarak alınması gereken tedbirlerin belirlenmesi amacıya Yüce Meclise sunulan Meclis araştırması önergesi hakkında bilgi arz etmek üzere huzurlarınızda bulunuyorum. Sizleri ve televizyonları başında bizleri izleyen tüm vatandaşlarımı, DSP Grubu adına, saygı ve sevgiyle selamlıyorum.

Değerli milletvekilleri, ülkemiz insanlarının sosyal güvenliğini sağlamak bakımından kurulmuş bulunan üç büyük sosyal güvenlik kurumundan biri olan Bağ-Kur, 2 Eylül 1971 tarih ve 1479 sayılı Kanunla, esnaf ve sanatkârlar ile diğer bağımsız çalışanların sosyal güvenliklerini sağlamak üzere kurularak sosyal güvenlik sistemi içerisinde onurlu yerini almış ve 1 Ekim 1972 tarihinden itibaren tüm yurtta, aynı anda uygulamaya konulmuştur.

Bağ-Kur, esnaf ve sanatkârların yanında, ev hanımlarına, muhtarlara, Türkiye'de ikamet eden Türk asıllı yabancı uyruklulara, yurt dışındaki vatandaşlarımızın yanlarında bulunan çalışmayan eşlerine ve 2926 sayılı Kanunla da tarım kesiminde kendi nam ve hesabına çalışan çiftçilerimize ve istekleri halinde, eş ve çocuklarına sosyal güvenlik hizmeti vermektedir.

Bağ-Kur, kuruluşundan sonra hızlı bir gelişme göstermiştir. Bu gelişim, hem kapsamdaki sigortalı sayısı bakımından hem de mevzuat açısından gerçekleşmiştir. Kanun kapsamına, 10 Eylül 1977 tarihinde yürürlüğe giren 2108 sayılı Yasayla, hiçbir sosyal güvenlik kurumuna tabi olmayan köy ve mahalle muhtarları alınmıştır. Yine, 4 Mayıs 1979 tarihinde yürürlüğe giren 2229 sayılı Yasayla, isteğe bağlı sigortalılık düzenlenmiş ve ev hanımlarını -istekleri halinde- isteğe bağlı olarak sigortalı kapsamına almıştır. 1 Ocak 1984 tarihinde yürürlüğe giren 2926 sayılı Tarım Kanunuyla, diğer sosyal güvenlik kuruluşları kapsamında kalan ve tarımsal faaliyette bulunan 22 yaşını doldurmuş erkekler ile 22 yaşını doldurmuş aile reisi kadınlar, Bağ-Kur tarafından kanun kapsamına alınmıştır. Bu kanunun uygulamasına 29 Mayıs 1984 tarihinde kademeli olarak başlanılmış ve en son 20 ilin de kapsama alınmasıyla, 1 Temmuz 1993 tarihinde yurt çapında uygulaması tamamlanmıştır.

Bağ-Kur Kanununda, günümüze kadar çok sayıda değişiklik yapılmıştır. Bu değişikliklerden önemli olanlar, sırasıyla, şunlardır: 4 Mayıs 1979 tarihinde yürürlüğe giren 2229 sayılı Yasayla, sigortalılara birçok yeni hak verilmiştir. Bunlardan en önemlisi, daha önce kadınlarda 55, erkeklerde 60 olan emekli yaşının, 5 yaş geriye çekilerek, kadınlarda 50, erkeklerde 55 olarak değiştirilmesidir. İsteğe bağlı sigortalı olmanın kapsamı genişletilmiş; yine bu kanunla, uygulamada karşılaşılan kanunî aksaklıkların ve noksanlıkların giderilmesi yönünde yeni düzenlemeler yapılmıştır.

8 Mart 1981 tarihinde yayımlanarak yürürlüğe giren 2423 sayılı Yasayla da önemli değişiklikler yapılmıştır. Bunlardan en önemlisi, ilk beş basamakta bekleme süresinin bir yıla indirilmesi ve bu basamaklardaki yükselmelerin mecburî hale getirilmiştir. Primlerin üçer aylık dönemler halinde ödenmesinden vazgeçilerek, aylık ödenmesi esası getirilmiş; yine bu kanunla, sigorta primine ve aylıklara esas olan basamak sayısı değiştirilmeyerek, gösterge ve katsayı sistemine dönüştürülmüştür.

24 Nisan 1982 tarihinde yayımlanarak yürürlüğe giren 2654 sayılı Yasayla, Bağ-Kur sigortalı hak sahiplerine ödenen aylıklarda önemli artışlar sağlanmıştır. Yine bu kanunla, daha önce, kanun kapsamına girmede esas alınan esnaf odaları kayıtları önplandayken, ticarî ve götürü usulde Gelir Vergisi mükellefi olma şartı önplana çıkarılmıştır.

20 Ekim 1983 tarihinde yayımlanarak yürürlüğe giren 2927 sayılı Yasayla, kurumdan yaşlılık, malullük ve ölüm aylığı alanların sosyal yardım zamları artırılmıştır; ayrıca, basamaklarda esas alınan gösterge tablosu yeniden düzenlenmiştir.

22 Mart 1925 tarihinde yayımlanarak yürürlüğe giren 3165 sayılı Yasayla da, sigortalılar lehine önemli değişiklikler yapılmıştır. Şöyle ki:

Kurum sigortalılarına askerlik borçlanma hakkı verilmiştir.

Sigortalılık süresinin tespitinde, esnaf odaları ve esnaf sicil memurluklarının kayıtlarının esas alınması hüküm altına alınmıştır.

60 yaşından önce yaşlılık aylığı bağlananlara, işten ayrılma mecburiyeti kaldırılmıştır.

Bağ-Kur sigortalısıyken vefat eden kadının kocasına ölüm aylığı bağlanması hakkı tanınmıştır.

Daha önce, 2654 sayılı Yasayla sigortalılığı geçersiz sayılanlara, sigortalılığını geçerli kılabilme imkânı getirilmiştir.

22 Mayıs 1985 tarih ve 18761 sayılı Resmî Gazetede yayımlanarak yürürlüğe giren 3201 sayılı Yasayla, Sosyal Sigortalar Kurumu ve Türkiye Cumhuriyeti Emekli Sandığına tabi olmayan Bağ-Kur sigortalılarından yurt dışında çalışmış olanlara ve ayrıca, yurt dışında bulunan işçilerimizin yanlarında bulunan ve hiçbir işte çalışmayan eşlerine de, yurt dışında ev hanımı olarak geçen sürelerini Bağ-Kurda borçlanma hakkı verilmiştir.

5 Kasım 1985 tarihinde kabul edilen 3235 sayılı Yasayla, 1479 sayılı Yasa kapsamında bulunan sigortalılar ile bakmakla yükümlü bulunduğu eş, çocuk, anne ve babaları sağlık sigortası kapsamına alınmıştır.

30 Haziran 1987 tarihinde yayımlanarak yürürlüğe giren 3396 sayılı Yasayla, daha önce 12 olan basamak sayısı 24'e çıkarılmış; yine bu kanunla, Kurumdan yaşlılık aylığı alanlara, istekleri halinde, aylıklarından vazgeçerek prim ödeme suretiyle basamaklarını yükseltme imkânı sağlanmıştır.

3774 sayılı Yasayla yaşlılık aylığına hak kazanmada, daha önce kadınlarda 50, erkeklerde 55 olan yaş sınırı şartı kaldırılmış, bunun yerine kadınlarda 20, erkeklerde 25 yıllık süresini tamamlayanlara, yaşlarına bakılmaksızın yaşlılık aylığı bağlanma hakkı verilmiştir.

3780 sayılı Yasayla, prim borcu bulunan sigortalılara, borç asıllarını peşin veya dört eşit taksit halinde ödemeleri halinde, birikmiş borçlar için tahakkuk eden gecikme zammı ve faiz borçları için af getirilmiştir.

4 Eylül 1996 tarihinde yürürlüğe giren 4181 sayılı Yasayla, Bağ-Kur sigortalılarına, bulundukları basamaktan daha üst basamaklara yükselme imkânı getirilmiştir.

4 Kasım 1998 tarihinde kabul edilen 4386 sayılı Yasayla, 2926 sayılı Yasa kapsamında bulunan tarım sigortalıları, sağlık sigortası kapsamına alınmıştır.

Sayın Başkan, değerli milletvekili arkadaşlarım; buraya kadar, Bağ-Kurun kuruluşundan günümüze kadar çıkarılan Bağ-Kur yasalarını ana hatlarıyla özetlemeye çalıştım. Bu yasaların tamamı incelendiğinde, Kurum sigortalılarına ve bakmakla yükümlü bulundukları lehine birtakım hak ve kolaylıkların getirilmesi gibi bir gerçekle karşı karşıya olduğumuzu görür, sorunların nerelerden kaynaklandığını tahmin edebiliriz.

Bağ-Kur birikimleri, sağlık sigortasının yürürlüğe girmesiyle 1987 yılından itibaren erimeye başlamış ve 1989 yılında ise, yaşlılık, malullük ve ölüm sigorta kolları için ayrılan karşılıkların tamamı tükenmiştir. Yine, bu yıllarda oluşmaya başlayan malî açık, tarım sigortalılarının birikmiş primleri ve sağlık sigortası için tahsil edilen primlerle kapatılmıştır. 1991 yılından itibaren ise, Kurum, bütün sigorta kollarında açık vermeye başlamış; bu açıklar, önce Geliştirme ve Destekleme Fonundan, daha sonra Hazine Müsteşarlığı bütçesinin sosyal transferler bölümüne konulan ödenekten karşılanmaya çalışılmıştır.

Bağ-Kurun gelir ve giderleri arasındaki dengenin sağlanabilmesi için alınması gereken tedbirler, ana hatlarıyla şunlardır:

Emeklilere verilen sosyal yardım zammı prime dahil edilmelidir.

Kayıtdışı sigortalıları kapsama almak için gerekli düzenlemeler yapılmalıdır.

Sağlık sigortası Sağlık Bakanlığına devredilmeli; Kurum, sadece yaşlılık, ölüm ve maluliyet aylığı ile cenaze yardımları yapar duruma getirilmelidir.

Her iktidar değişiminde geleneksel hale gelen yönetici değişimine son verilmelidir.

Sigortalıların daha yüksek basamaklarda prim ödemesini ve emekli aylığı almasını sağlamak için, sigortalının başladığı tarihten itibaren 3 ay olan basamak seçme süresi 6 aya çıkarılmalıdır.

Zorunlu basamak yükseltme sınırı 1'den 12'ye yükseltilmelidir.

Bağ-Kur aylıklarının düşük olması nedeniyle, vatandaşlar, emekliliğine 3,5 yıl kala diğer sosyal güvenlik kurumları kapsamına girmektedir. Bu göçün önlenmesi için de gerekli tedbirler alınmalıdır.

Düzenli prim ödemeyi alışkanlık haline getirebilmek için otokontrol sistemi kurulmalıdır.

Kamu kurum ve kuruluşlarıyla iş yapan Bağ-Kur sigortalılarından, Bağ-Kur borcunun bulunmadığına dair belgeler istenilmelidir.

Prim tahsilatı yapan yeni bankalarla anlaşma yapılmalı; ilçelere ve büyük kasabalara, prim tahsilatı ve diğer Bağ-Kur işlemlerini yapan irtibat büroları açılmalıdır.

Primlerini düzenli ve aksatmadan ödeyen sigortalılara yeni haklar verilmelidir.

Bağ-Kur sigortalılarına verilen sağlık karnelerinin, asıl sahibi dışında, başka kimselerce kullanılmasını önlemek için de gerekli tedbirler alınmalıdır.

Alınması gereken tedbirleri saydıktan sonra, biraz da Bağ-Kur rakamlarına bakalım. 30 Haziran 1999 tarihine göre, Bağ-Kur kapsamına giren nüfus sayısı 13 645 788'dir; 1479 sayılı Yasa kapsamına giren aktif sigortalı sayısı 2 162 937, 2926 sayılı Yasaya göre 858 264 olmak üzere, toplam 3 021 201 sigortalısı vardır.

Yine, 1479 sayılı Yasaya göre yaşlılık ve malullük aylığı alanların sayısı 1 057 920, 2926 sayılı Yasaya göre 89 098'dir. Bu duruma göre, 30 Haziran 1998 tarihine göre, toplam aylık alanların sayısı 1 147 018'dir.

Yine, 30 Haziran 1998 tarihi itibariyle Bağ-Kur'dan sağlık karnesi alanların sayısı 6 193 500'dür. 31 Aralık 1998 tarihine göre, anlaşmalı eczane sayısı 13 021, gözlükçü sayısı ise 879'dur.

Kurumun, 31 Aralık 1998 tarihi itibariyle, merkezde 1 198, taşrada 4 821 olmak üzere, toplam 6 019 kadrosu bulunmaktadır. Bu kadroya karşılık, merkezde 816, taşrada 3 631 olmak üzere, 4 447 çalışanı mevcuttur. Bu duruma göre, 1 572 boş kadrosu bulunmaktadır.

1 Eylül 1999 tarihinden itibaren tarım kapsamında bulunan sigortalılara sağlık karnesi verilmeye başlanıldığından, il müdürlüklerinde iş yükü büyük oranda artmıştır. Sigortalılara daha iyi hizmet verilebilmesi için, bir an önce boş kadroların doldurulması ve yıllardan beri SSK çalışanlarına "tazminat" adı altında yapılan ödemenin Bağ-Kur personeline de verilmesi sağlanılmalıdır.

Sonuç olarak, Bağ-Kur, bir sosyal güvenlik kurumudur. Bir sosyal güvenlik kurumunun kâr etmesi hiçbir zaman düşünülemez. Şayet, bir sosyal güvenlik kurumu kâr ediyor ise, bana göre, hedeflenen, arzulanan, istenilen amacına ulaşamıyor, görevini yapamıyor demektir.

28 Ağustos 1999 tarihinde kabul edilen 8 Eylül 1999 tarih ve 23 810 sayılı Resmî Gazetede yayımlanan 4447 sayılı Yasayla getirilen birtakım düzenlemelerle, Kurumun içinde bulunduğu ve biraz önce saydığım sorunlara büyük ölçüde çözüm getirilmiştir. Bu nedenle, Bağ-Kur açısından bir Meclis araştırması açılmasına gerek olmadığını arz eder, DSP Grubu adına Yüce Heyeti saygıyla selamlarım. (DSP, MHP ve ANAP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – Teşekkür ediyorum Sayın Tecer.

Böylece, gruplar adına konuşmalar tamamlanmış bulunuyor.

Hükümet adına, buyurun Sayın Okuyan.

Süreniz 20 dakika.

ÇALIŞMA VE SOSYAL GÜVENLİK BAKANI YAŞAR OKUYAN (Yalova) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; Konya Milletvekili Sayın Veysel Candan ve 22 arkadaşının, Bağ-Kurla ilgili Meclis araştırması açılması istemine ilişkin önergesiyle ilgili olarak görüşlerimizi arz edeceğim. Sözlerime başlamadan önce, Yüce Heyetinizi saygıyla selamlıyorum.

Bağ-Kur, 1 Ekim 1972 tarihinden itibaren kanunla ve kanunların verdiği yetkiye dayanılarak kurulan ve sosyal güvenlik kuruluşları kapsamı dışında kalan, herhangi bir işverene hizmet aktiyle bağlı olmaksızın kendi adına ve hesabına bağımsız çalışan esnaf ve sanatkârlarımızın malullük, yaşlılık ve ölüm risklerine karşı sosyal güvenliklerini sağlama amacıyla kurulmuştur. Kuruluşuyla birlikte sigortacılık ilkelerine aykırı yapılan müdahaleler, diğer sosyal güvenlik kuruluşlarında olduğu gibi, bugün itibariyle, Bağ-Kurda da ortaya çıkan birçok sorunun temelini oluşturmuştur. Sigortacılık ilkelerine aykırı müdahaleler sonucunda Kurumun aktuaryel dengeleri korunamamış ve Kurum, kuruluş tarihi itibariyle yeni bir kurum olmasına karşın, finansal sorunlar içerisine itilmiştir. Bunlardan ilki, uygulamanın başlangıcında verilen itibarî hizmet sürelerinin belgelenmesi suretiyle 10 yıllık hizmet kazanımı şeklinde verilen borçlanmalardır ki, karşılığı Bağ-Kura ödenmemiştir; ama, bu hizmetlerini belgeleyerek beşinci yıl da prim ödeyen yaklaşık 200 000 sigortalıya, Bağ-Kur, kuruluşunun 5 inci yılından itibaren aylık ödemeye başlamıştır. O günkü mevzuatta borçlu sigortalıya aylık bağlanamayacağı hükmü yer almadığından, bu sigortalıların birçoğuna, 10 yıllık karşılıksız borçlandığı hizmet süresi ve 5 yıllık borçlu sigortalılık süresiyle aylık bağlanabilmiştir. Bağ-Kur, bu uygulamasıyla, başlangıcında, dünyadaki hiçbir sigorta kuruluşunda olmayan, kuruluşundan itibaren beş yıl geçtikten sonra emekli aylığı ödeme gibi bir durumla, böyle bir gerçekle karşı karşıya kalmıştır.

Yeni kurulan sosyal güvenlik kurumları, uzunca bir süre giderinin olmaması nedeniyle, aslında, büyük bir fon birikimine sahip olmalıdır. Bu fon birikiminin en iyi şekilde değerlendirilip nemalandırılması gerekir ki, kurum, sigortalılarına, emekli olduklarında yeterli maaş bağlayabilsin. Bağ-Kurda ise, bu durum, tam tersi bir noktaya getirilmiş; Bağ-Kur, dünyada eşi benzeri görülmemiş bir şekilde, kurulur kurulmaz, finansman sorunlarıyla karşı karşıya bırakılmıştır. Elbette ki, esnaf ve sanatkârlarımızın sosyal güvenlik hakkıdır; ancak, bu hakkın, finansal ve aktuaryel dengeleri gözetilmeksizin, bonkörce Bağ-Kur sırtından sağlanmaya çalışılması, sosyal güvenliğin en temel ilkeleriyle çatışmıştır. O zamanlar Bağ-Kurluların lehine olduğu düşünülen bu uygulamalar, Bağ-Kurun finansman açısından zora düşmesine neden olmuş ve Bağ-Kur, bugün itibariyle, sigortalılarına yeterli hizmet üretemez hale gelmiştir.

Benzeri borçlanma hakkı bu uygulamayla da bitmemiş, 2108 sayılı Kanunla, 10 Eylül 1977 tarihinden itibaren Bağ-Kur kapsamına alınan köy ve mahalle muhtarlarına, bu tarihten önce muhtarlık yaptıkları süreleri; 4 Mayıs 1979 tarihli ve 2229 sayılı Kanunla, Bağ-Kur kapsamına alınan ve bu tarihte 40-45 yaşını dolduran kadın ve erkek isteğe bağlı sigortalılara, tescil tarihinden geriye doğru 10 yıllık sürelerini; 1479 sayılı Kanunda 2654 sayılı Kanunla yapılan değişikle, sigortalı olmaları gerektiği halde 20 Nisan 1982 tarihine kadar tescilini yaptırmayanlara, bu tarih ile 1 Ekim 1972 tarihleri arasında bağımsız çalışma süreleri; 17 Ekim 1983 tarihli ve 2926 sayılı Kanunla, Bağ-Kur kapsamına alınan tarım sigortalılarına, uygulama tarihi itibariyle 40-45 yaşını doldurmuş olmaları şartıyla geriye doğru 10 yıllık sürelerini borçlanabilme hakkını vermiştir. Yeni seçilen ve 10 Eylül 1977'den önce hizmeti bulunan muhtarlar ile isteğe bağlı sigortalılar, borçlanma haklarını da kullanmaya devam etmektedir.

Sayın Başkan, sayın milletvekilleri; popülist amaçlı sürekli hizmet borçlanmalarıyla sosyal sigorta ilkeleri çiğnenmiş ve Kurumun malî dengeleri altüst edilmiştir. Zira, taksitle ödenen borçlanma primleriyle, yeterli bir fon birikiminin meydana gelmesi, düzenli ve sürekli prim ödemelerinin sağladığı finansman getirisinin elde edilmesi mümkün bulunmamıştır.

Borçlanmaya ilişkin bir başka uygulama ise, Bağ-Kurun basamak sisteminde yapılmıştır. Uygulanan sistemde basamak seçme ve yükseltme, belirli sürelerde müracaat etmek kaydıyla, isteğe bağlıdır. Bu uygulama, zaman içerisinde yapılan değişiklik ve eklemelerle, borçlanma hakkını da beraberinde getirmiştir. Bağ-Kur, 2423 sayılı Kanunla yapılan bir değişiklikle, 6 ncı basamağa kadar otomatik yükseltme getirmiştir. Ancak, hemen öncesinde, 4 Mayıs 1979 tarih ve 2229 sayılı Kanunla, aradaki farkı ödemek suretiyle, sigortalılara, diledikleri basamağa yükselme hakkı verilebilmiştir. Sürekli ve düzenli yüksek basamaktan prim ödemeyen sigortalılar, bu haktan faydalanarak üst basamaklara yükselmişler ve kısa süre sonra da bu basamaklardan emekli olmuşlardır.

1 Mart 1981 tarihinde yapılan düzenleme sonucu, otomatik olarak 6 ncı basamağa kadar yükseltilen sigortalılar, bu defa da bu basamakta yığılmışlar ve düşük emekli aylığı riskiyle karşı karşıya kalmışlardır. Zira, bugün itibariyle Bağ-Kurda basamak sayısı 24'tür ve 6 ncı basamak 1/4 oranında aylığa yansımaktadır.

30 Eylül 1999 tarihi itibariyle, 1479 sayılı Kanuna tabi sigortalı sayısı 2 180 000'dir, 6 ncı basamakta bulunan sigortalı sayısı ise 1 226 764'tür. Kalan sigortalıların büyük bir bölümü bu basamağın altında, yaklaşık yüzde 5'i ise 6 ncı basamağın üzerindeki basamaklarda yer almıştır. Bu durumun sonucunda, Bağ-Kur, düşük prim ve gelirle karşı karşıya bırakılmıştır. Ancak, bu durum, sigortalı için, her zaman, düşük aylık anlamını taşımamaktadır; çünkü, bir başka borçlanma hakkı da, 1997 yılında 4181 sayılı Kanunla verilmiş ve düşük basamaklarda bulunan sigortalılara, bir defada 12 basamak yükselme imkânı verilmiştir. Bu uygulamayla, Bağ-Kurda 42 trilyon lira prim geliri beklenirken, sadece 21 000 kişi uygulamadan faydalanmış ve yaklaşık 4,7 trilyon lira prim geliri elde edilmiştir.

Söz konusu kanun değişikliğinin, şu anda görüştüğümüz Bağ-Kurla ilgili araştırma önergesini veren değerli milletvekili arkadaşlarımızın hükümet olduğu dönemde çıkarıldığını da bilgilerinize arz etmek isterim.

Diğer yandan, sosyal güvenlik kurumlarınca hizmetlerin aksatılmadan sürdürülebilmesi, sigortalı ve hak sahiplerine sosyal ve ekonomik gelişmelere paralel haklar sağlanabilmesi, kurumların aktuaryel dengelerinin kurulmasına bağlıdır. Nimet-külfet dengesi olarak da ifade edilen bu dengenin kurulamaması, kurumların akibetinin Bağ-Kurun bugünkü durumu gibi olmasını beraberinde getirecektir. Bu itibarla, kurumlara, ticarî gözle değil, ancak kendi yağıyla kavrulan, kendi dengelerini kurmuş, devlete kambur olarak kurulmamış kurumlar olarak bakmanın en doğru yaklaşım olacağı muhakkaktır.

Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; Bağ–Kur sigortalılarıyla ilgili olarak, bu arada önemli gelişmeler de olmuş; 1 Ocak 1986 tarihinden itibaren, kademeli olarak başlanan ve üç yılda tamamlanan sağlık sigortası uygulaması başlatılmıştır. Sağlık sigortası da, yaşlılık, malullük ve ölüm sigortası kollarında olduğu gibi, primli sisteme bağlı olarak uygulamaya konulmuştur. Böylece, bütün dünyada olduğu gibi, ülkemizde de, çok pahalı olan sağlık hizmetlerinin sigortalılardan alınan primlerle finanse edilmesi amaçlanmıştır.

Ancak, bugün itibariyle, bu amacın çok uzağında bulunduğumuzu ifade etmek zorundayım. Zira, 30 Eylül 1999 tarihi itibariyle, 2 179 793 aktif Bağ–Kur sigortalısından yalnızca 110 472’si düzenli prim ödemekte, buna karşılık 1 100 000 kişiye her ay düzenli emekli maaşı ödenmektedir. Kalan 2 069 321 borçu aktif sigortalıdan 322 549’unun hiç prim ödemediği, 1 746 772’sinin ise, aklına geldiği sırada prim ödediği bir gerçektir.

Bu noktaya gelinmesinin başlıca nedenlerinden biri, sigortalıların sürekli bir af beklentisi içinde olmaları; bir diğer önemli nedeni ise, gecikme zammı oranlarının çok düşük tutulmasıdır. 8 Eylül 1999 tarihli 4447 sayılı Kanunun yürürlüğe girdiği tarihe kadar uygulanan gecikme zammı oranı, yıllık yüzde 65’tir. Bu oran, caydırıcı olmaktan uzaktır. Dolayısıyla, acil bir sağlık problemi olmayan veya emeklilik talebinde bulunmayan sigortalı, prim ödemeye yanaşmamıştır. Bunun en önemli nedeni, neredeyse düzenli bir şekilde çıkarılan gecikme zammı aflarıdır. Bu uygulama, borçlu olmayı enflasyon karşısında cazip hale getirmiştir.

Kurum, ayrıca, 1 Ocak 1984 tarihinde yürürlüğe giren 2926 sayılı Kanunla, tarımda bağımsız çalışanların sosyal güvenliklerini sağlama görevini de üstlenmiştir. Bu kapsamda, halen, yaklaşık 900 000 aktif sigortalıya ve aylık alan yaklaşık 90 000 emeklisine hizmet vermektedir. Tarım sigortalılarına da, 15 yıllık bir gelişmenin sonucunda sağlık hizmeti verilmeye başlanılmıştır. Her iki kanun kapsamında, sigortalı olan esnaf ve sanatkârımız ile çiftçilerimiz ve aile bireyleri dahil yaklaşık 14 milyon vatandaşımız, Bağ-Kurun sağlık sigortası yardımlarından faydalanmaktadır.

Primli sisteme göre kurulan ve aldığı primlerle sigortalılarına sosyal güvenlik hizmeti sunmaya çalışan Kurumun, tarım kesimindeki sigortalılarının durumu da pek farklı değildir. 30 Eylül 1999 tarihi itibariyle, 900 000 aktif sigortalının yaklaşık 55 000'i, yani, yüzde 5'i düzenli prim ödemekte, diğer sigortalıların büyük bir bölümü ise hiç prim ödememekte veya arada bir prim ödemektedir. 8 Eylül 1999 tarihinde Resmî Gazetede yayımlanarak yürürlüğe giren Sosyal Güvenlik Reformu Yasasıyla Bağ-Kur uygulamalarına getirilen düzenlemelerin prim tahsilat oranını artırması beklenmektedir. Sağlık sigortası prim oranının 3 puan artırılması, basamaklarda zorunlu yükselme sınırının 6 ncı basamaktan 12 nci basamağa yükseltilmesi, zamanında ödenmeyen primlere uygulanan yüzde 5 gibi düşük düzeyde olan gecikme zammı oranının 6183 sayılı Kanuna endekslenmesi ve benzeri bazı düzenlemelerle prim tahsilat oranının artırılabileceği amaçlanmıştır.

Bu yıl itibariyle, 1999 yılının ilk sekiz ayında Hazineden açığı kapatmak üzere alınan yardımın tutarı 374 trilyon liraya ulaşmıştır.

Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; ülkemizde üç büyük sosyal sigorta kurumundan birii olan Bağ-Kur, sigortalılarına sağlık hizmetini, devlet hastaneleri, üniversite hastaneleri, diğer kamu kurum ve kuruluşlarına ait hastaneler ile anlaşma yaptığı özel sağlık kuruluşlarından hizmet satın almak suretiyle sağlamıştır.

Bağ-Kurun giderleri arasında en önemli kalemi oluşturan sağlık harcamaları, giderek artan bir biçim arz etmektedir. Bu yılın ilk sekiz ayında bunlara ödenen rakam 163,2 trilyona ulaşmıştır. Kurumun, 1999 yılı eylül ayı sonu itibariyle, özel sağlık kuruluşlarına, eczanelere, üniversite hastanelerine, devlet hastanelerine olmak üzere, toplam 113,9 trilyon lira borcu bulunmaktadır. Bu borcu önümüzdeki günlerde kısa sürede ödemek için çalışmalarımızı planlıyoruz. Maalesef, bu borcun getirdiği -mahallinde- epey bir sıkıntıyı da çekmeye başladık.

Bağ-Kurun, emekli aylıkları dahil, sağlık sigortası giderlerini, sigortalılarının ödediği primlerle karşılaması esastır; ancak, Bağ-Kurun, sigortalılarından tahsil ettiği primlerle, emekli aylıklarını ve sağlık harcamalarını karşılayamadığı da bilinen bir gerçektir. Örneğin, 1998 yılında, sağlık primi geliri 75,4 trilyondur; ama, buna mukabil, 1998 yılında Bağ-Kurun sağlık gideri 201 trilyonu geçmiştir; yani, 1998 yılı itibariyle, yaklaşık 125 trilyonu aşan bir açık mevcuttur. Kaldı ki, bu açığın, şu anki verilere göre 315 trilyona ulaştığı ve bunun, bu yıl sonunda 400 trilyon civarında olacağı hesaplanmaktadır. Her yıl bu kadar açık veren bir sistemin, sağlıklı bir neticede, bir üretim noktasında, bir hizmet üretimine geçmesi düşünülemez.

Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; Bağ-Kur sigortalılarından çalışma gücünün üçte 2'sini kaybedenlere, tam teşekküllü hastanelerden alınmış sağlık kurulu raporuyla bunu kanıtlayan ve bu raporu Bağ-Kur Sağlık Kurulunca kabul edilenlere, yüzde 70 oranında malullük aylığı bağlanmaktadır; şayet, sigortalı, başka birinin bakım ve yardımına muhtaç ise, bu oran, yüzde 80'e yükseltilmektedir.

Malullük iddiasıyla Bağ-Kur il müdürlüklerine başvuran sigortalıların, gerçekten malul olup olmadıklarının derhal tespiti mümkün değildir. Kaldı ki, malullük aylığının, her halde bir sağlık kuruluşunca tespiti zorunludur. Sağlık kuruluşunca düzenlenen rapor, uzman doktorlardan oluşan Bağ-Kur Sağlık Kurulunca değerlendirilmekte, sosyal sigorta sağlık işlemleri çerçevesinde incelenen rapor, kabul edilmekte ya da reddedilmekte veya yeterli görülmeyerek, raporu destekleyecek ilave tetkik ve tahlil sonuçlarını gösterir ilave raporlar istenilmektedir. Başka bir deyişle, reddedildiği iddia edilen raporlar, usulsüz alınmış raporlar değil, malullük kararını gerektirmediği için reddedilen raporlardır. Yüksek Denetleme Kurulu raporlarında belirtilen bu raporların yüksek oranda olmasının nedeni, Bağ-Kur Sağlık Kurulunun, geçici görevli olan ve sadece bir gün toplanan hekimlerden oluşması ve sigortalıların, normal sigortalık sürelerini doldurmadan, malulen emeklilik haklarından yararlanmak istemelerinden kaynaklanmıştır. Bu konudaki iddialara dayanak oluşturan Başbakanlık Yüksek Denetleme Kurulunun raporunda yer alan temenni, 11 Ekim 1999 günü yapılan KİT alt komisyonu toplantısında görüşülmüş ve yapılan açıklamalar yeterli bulunarak, üst komisyona havale edilmemiştir. Halihazırda Bağ-Kur Sağlık Kurulunda görüşülmeyi bekleyen raporlar, sadece bir iki hafta içinde intikal etmiş olan raporlardır.

Öte yandan, 4447 sayılı Yasanın yürürlüğe girmesinden sonra, Bağ-Kur sigortalılarından sağlık sigortası için alınan yüzde 12'lik prim, sağlık giderlerinin karşılanmasında oldukça yetersiz kalmaktaydı. Bu nedenle, 4447 sayılı Kanunda yapılan düzenlemeyle, Bağ-Kur sağlık sigorta prim oranları yüzde 15'e yükseltilmiştir. 1479 sayılı Kanuna tabi sigortalılardan ilk 7 basamakta bulunanların 8 inci basamak, 2926 sayılı Kanuna tabi sigortalılardan ilk 5 basamakta bulunanların da 6 ncı basamak üzerinden sağlık sigortası primi ödemeleri zorunluluğu getirilmiştir. Ayrıca, kurumca yapılan otomatik basamak yükseltme sınırının 6 ncı basamaktan 12 nci basamağa çekilmesindeki amaç, prim gelirlerinde önemli bir artışın sağlanmasıdır. Bu düzenleme sonucu prim tahsilatında beklenen artışlar ve bütçe transferleri, anlaşmalı eczane ve sağlık kuruluşlarına daha düzenli ve zamanında ödeme yapılmasını da olanaklı hale getirecektir. 4447 sayılı Yasanın görüşülmesi sırasında, tasarıda yer alan prim artışları konusundaki hükümlere ve tasarıya olumsuz yaklaşan değerli muhalefet milletvekillerimizin, sigorta kurumlarımızın açıkları ve hizmet yetersizliği hakkında yakınmaya da hakkı yoktur kanaatindeyiz.

İlaç kullanımı konusuna gelince: İlaç kullanımında, sadece Bağ-Kurda veya SSK'da değil, tümüyle ülkemizde, ciddî bir israfın söz konusu olduğu açık bir gerçektir. Bu konuda, birinci derecede Sağlık Bakanlığının ve sağlık hizmeti sunan sağlık kuruluşlarının, üniversitelerin, tabip odalarının bir konsensüs içinde hareket etmeleri zorunludur. Bu noktada da Sağlık Bakanlığımızın bir çalışması mevcuttur. Bakanlığımıza bağlı Bağ-Kur ve Sosyal Sigortalar Kurumunda da bu noktada bir çalışmayı başlatmış bulunmaktayız.

Ayrıca, Bağ-Kurda emekli aylıklarının altı ay veya bir seneden önce bağlanamadığı şeklindeki tenkit, yaklaşık bir yıl önce yapılmış olsaydı, zannediyorum ki, tenkidin haklılığı konusunda hemfikir olacaktık; ancak, bugün itibariyle, şayet, sigortalının durumu, diğer kurumlarla herhangi bir yazışma yapılmasını gerektirmiyorsa, ilgilinin başvurusu alındıktan sonra en geç iki üç gün içerisinde aylık bağlanması mümkün olabilmektedir; ancak, daha önce başka kurumlarda da çalışmışsa, hizmet süreleri varsa, o kurumlarla olan yazışmalar -tabiî ki, bu sadece Bağ-Kur için değil, Sosyal Sigortalar Kurumu için de söz konusudur- maalesef, emekli aylığının bağlanmasını, çok aylar ötesine giden bir duruma sevk etmiştir. Bunlarla ilgili de bir tedbir alıyoruz. Zannediyorum ki, inşallah kısa zamanda, hem Bağ-Kur hem SSK hem Emekli Sandığından hangisinde çalışırsa çalışsın veya bu 3 kurumda da daha önce hizmet süreleri bulunan vatandaşlarımız, hangi kurumdan emekli olurlarsa olsun, en geç bir hafta içerisinde emekli aylıklarının bağlanmasını ve tahakkuk ettirilmesini hedefleyen çalışma son aşamaya gelmiştir; bunu da bilgilerinize arz ediyorum.

Bağ-Kur tarafından gerçekleştirilen tahsis projesi de, şu anda, depremden büyük hasar gören Kocaeli, Sakarya ve Yalova illeri de dahil olmak üzere, 68 ilimizde uygulanmaktadır.

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN – Sayın Bakan, 2 dakika içinde toparlar mısınız lütfen.

ÇALIŞMA VE SOSYAL GÜVENLİK BAKANI YAŞAR OKUYAN (Devamla) – Diğer yerlerde de, personel bulunmadığı için, bu projeyi henüz uygulama safhasına koyamadık.

Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; bugün, daha önce burada Yüce Mecliste çıkarılmış olan Sosyal Güvenlik Reform Yasasının paralelinde, daha önce de açıkladığımız gibi, 7 kanun tasarısı üzerinde çalışmalarımız son aşamaya gelmiştir. Bunlardan bir tanesi de Bağ-Kurla ilgili düzenlemelerdir. Ben, bu vesileyle tekrar, bu konularla ilgili olarak muhterem milletvekili arkadaşlarımızın bize yazılı olarak lütfedecekleri her türlü öneriye açık olduğumuzu arz ediyorum. Hatırlayacaksınız, Sosyal Güvenlik Reform Yasasının kabulünden sonra huzurunuzda yaptığım konuşmada da bu ricamı yinelemiştim ve ayrıca, bütün milletvekili değerli arkadaşlarıma yazılı olarak müracaatlarımda da, bu 7 yasa tasarısıyla ilgili olarak imkânı olan arkadaşlarımızın görüşlerini lütfetmelerini ve bunu kendilerinden beklediğimizi arz etmiştim, bu vesileyle de bu arzımı tekrarlıyorum; çünkü, bakanlık olarak, hükümet olarak amacımız, en iyisini yapmak, en az yanlışını yapmak, hatta, hiç yanlış yapmadan yasaları çıkarmaktır.

Bu vesileyle, Muhterem Heyetinize saygılarımı sunuyorum; bu konuyla ilgili görüşlerimizi arz etmeye çalıştım, teşekkür ediyorum efendim. (ANAP, MHP ve DSP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – Çalışma Bakanımız Sayın Yaşar Okuyan'a teşekkür ediyorum.

Sayın milletvekilleri, son söz önerge sahibinin olmakla beraber, bir hususu açıklığa kavuşturmak istiyorum.

Bu çeşit öngörüşmelerin yapılması sırasında gruplardan önce konuşma hakkı hükümetimizindir. Daha evvel hükümet belki konuşma fırsatını bulamamıştır diye, Sayın Bakanımıza, hazırlıklarını sizlere dinletme imkânını vermiş olduk; ancak, bu öngörüşmeden sonra, Yüksek Öğretim Kuruluyla ilgili bir öngörüşme daha yapacağız. Hükümet konuşma sırasına uyarsa, İçtüzüğün 104 üncü maddesi delaletiyle 102 nci maddesindeki sırayı bozmamış oluruz. Bu bakımdan, bilgilerinizi istirham ediyorum.

Şimdi, yapmakta olduğumuz öngörüşmeyle ilgili olarak, önerge sahibi ve Konya Milletvekili Sayın Veysel Candan'ı davet ediyorum. (FP sıralarından alkışlar)

Buyurun.

Süreniz 10 dakikadır.

VEYSEL CANDAN (Konya) – Sayın Başkan, değerli milletvekili arkadaşlarım; konuşmama başlarken, Muhterem Heyetinizi saygıyla selamlıyorum.

Parti grupları adına konuşan milletvekili arkadaşlarım ve Sayın Bakan, aslında, Bağ-Kurun içinde bulunduğu problemleri tek tek gündeme getirdiler. Bizim de araştırma önergesini vermekten maksadımız, Bağ-Kurun içinde bulunduğu problemleri gündeme getirmek, alınacak tedbirleri Meclis gündeminde müzakere etmek, uygun görülürse, bir araştırma komisyonu tarafından konunun detaylı olarak incelenmesini talepti.

Hükümet olarak tercihiniz, burada, ya "biz hükümet olarak, bunları, kanunları gündeme getirir, Mecliste, tek taraflı olarak, istediğimiz şekilde kanunları çıkarır, Bağ-Kurla ilgili düzenlemeleri yaparız" şeklinde veya "böyle bir taleple, bir araştırma komisyonu kurulur ve bu komisyonda, Bağ-Kurla ilgili birtakım tespitler ortaya konulur; hazırlanan rapor da, bu hükümetin veya daha sonra gelecek hükümetlerin önünü açar" şeklinde olabilir.

Sayın Bakan biraz önce yaptığı konuşma ve takdimde, aslında, 1998 yılı Bağ-Kur Genel Müdürlüğü faaliyet raporunun bir bölümünü takdim ettiler. Bizim araştırma önergemize dikkatle bakıldığı zaman, araştırma önergesinde verdiğimiz maddeler, aynen, o bölüm de, başlıklar halinde, faaliyet raporunda sıralandı. 1 inci madde olarak, kuruluşuyla birlikte yanlış uygulamalar yapıldığı -biz de önergemizde bunu diyoruz- finans sorunlarıyla karşı karşıya bırakıldığı, kapsamının zamansız genişletildiği, popülist uygulamaların yapıldığı ve basamak sisteminde hataların yapıldığını ifade ettiler Sayın Bakan. Zaten, biz de araştırma önergemizde, aynen, bu hususları gündeme getirmiş idik.

Ancak, burada üzerinde durmamız gereken bir konu, yine, Sayın Bakan, Bağ-Kur'a ilgili açığın, 1999 yılında 400 trilyon olacağını ifade ettiler. Halbuki, Anayasanın temel maddelerinden biri de sosyal devlettir. Sayın Bakanın bu mantığıyla konuya baktığımız zaman, sosyal güvenlik kurumlarını ticaret merkezi olarak görmüş oluyoruz. Dünyanın hiçbir yerinde yapılan sosyal yardımlar "açık" olarak tanımlanmamaktadır ve bu mantıkla da, Türkiye'den başka da, dünyada, böyle bir, sosyal güvenliğe yardım etmeyen ülke, hükümet yoktur.

Evvela, Bağ-Kuru gündeme getirmeden önce, zannediyorum ki, hükümetlerin politikalarının tespit edilmesi gerekmektedir. Bunlardan biri, acaba, devletin katkısı olacak mıdır sosyal güvenlik kurumlarına, başta Bağ-Kura? Olacaksa, bunun oranı nedir, gelir-gider dengeleri nasıl sağlanacaktır, sosyal güvenlik kurumlarına -ifade ettiğim gibi- ticarî olarak mı bakılacaktır, bir sosyal güvenlik kurumu olarak mı bakılacaktır? 1999'da sosyal güvenlikle ilgili 3 kuruma devletin katkısı 3,6 katrilyon lira olmuştur.

Ayrıca, SSK, Bağ-Kur ve Emekli Sandığı tek çatı altında nasıl birleştirilecektir? Sosyal güvenlik hizmetlerinde, sağlık hizmetleri -ücret- emeklilik ayırımı yapılacaktır; bu, mutlaka tespit edilmelidir.

Ayrıca, sosyal güvenlikte özel sigorta şirketlerinin konumu ve teşviki ne olacaktır? Sağlık hizmetlerinde devlet payı nedir, özel sektör payı nedir ve sivil toplum örgütlerinin payı ne olacaktar? İlaç tüketimi nedir? Sosyal güvenlikte çalışanların sorunları nelerdir?

Bunlarla ilgili hükümet politikalarının tespitini yaptıktan sonra, ancak Bağ-Kura sağlıklı bir bakış yapabiliriz.

Evvela, Bağ-Kurda mevcut idarî yapıdaki birtakım yapılanmalar ne tür olacaktır? Yönetimde, sigortalıların emeklilik işlemleriyle ilgili olarak, Sayın Bakan ifade ettiler, yazışmalar dışında birkaç günde yapılabildiğini söylüyor; ama, gerçekler pek o kadar kolay olmadığını gösteriyor. Belki de, ifade ettikleri gibi, diğer kurumlarla ilgili olan problemler daha zaman almaktadır.

Ayrıca, sigortalılara sağlık giderlerinde ne tür tasarruf yapılabileceği veya daha iyi nasıl hizmet yapılabileceği konusu çok önemlidir.

Yine, ifade ettiğim gibi, Yüksek Denetleme Kurulu raporlarında da belirtilmiş, Sayın Bakan da ifade ettiler, Sağlık Kurulu vardır, oraya 10 000'in üzerinde rapor intikal etmiştir; 3 628'inin malulen emekliliği kabul edilirken, 3 043'ü ara kararla iade edilmiş, 3 031'i de tamamen reddedilmiştir. Bunun anlamı şudur; Sağlık Kurulu yoğun çalışmaktadır, sigortalılar iyi bilgilendirilmemektedir ve böylece, üyeler zaman kaybına ve zarara uğratılmaktadır.

Yine, ifade ediyorum, Bağ-Kurun şu anda devam eden en önemli problemi, Türkiye Halk Bankasıyla ilgilidir. 1989'da bir protokol imzalanmıştır, 1993'te, banka, tek taraflı bu protokolü iptal etmiştir, şu anda da, Türkiye Halk Bankası, Bağ-Kur işlemlerine binde 5 komisyon ilave etmektedir, açık pozisyonlarda da yüksek faiz almaktadır. Bu protokolün mutlaka tekrar düzeltilmesi gerekmektedir.

Yine aynı şekilde, muhasebe işlemlerinde genelgeye uyulmadığı ifade edilmektedir. Merkez ve taşra teşkilatlarında muhasebe kadrolaşmalarının eksik olduğu ifade edilmektedir. Büyük meblağlara varan reçete ödemelerinde aynı yıl içerisinde hesaplaşmanın yapılmadığı ve yıllara sari hesapların intikal ettiği gözlenmektedir. Bu da, Bağ-Kurda ilaç yolsuzluğunu gündeme getirecektir. Birçok muhasebe hesabının uzun vade yerine kısa süreli dönem itibariyle tutulması ve gelir gider programlarının hazırlanması tavsiye edilmektedir.

Bugüne kadar mevcut Bağ-Kur projeleri için 1 325 000 000 000 lira öngörülmüştür; ancak, 1997 yılı itibariyle harcanan para 156 milyar liradır, yani, yüzde 11 civarında bir yatırım gerçekleşmiştir. Bundan da anlaşılıyor ki, Bağ-Kura yapılan yatırım yetersizdir, uzun vadeye yayılmaktadır ve maliyet yüksektir.

Değerli milletvekili arkadaşlarım, Bağ-Kurdan ödenen emekli aylığının yüzde 43,6'sı kurum tarafından karşılanmakta, yüzde 56.4'ü de Hazine tarafından ödenmektedir. 1997 yılı Hazine yardımı 139,5 trilyon liradır, 1998 ve 1999'da artarak devam etmektedir.

Prim tahsilatı yetersizdir, zamanında alınamamaktadır. Alınmama nedeni de, hatırlanacağı üzere, SSK ve Emekli Sandığında prim, kaynağında kesilmektedir, Bağ-Kurda ise böyle değildir. Dolayısıyla, buna da bir çözüm önerisi getirmeye mecburdur.

Bağ-Kurun ekonomik yapısı, aslında, biraz önce ifade ettiğim genel yapıya bağlı olarak değişmektedir. Aktif sigortalı sayısı 1989'da 2 051 000 iken, 10 yılda 2 103 000'e ulaşmıştır. Pasif sigortalı sayısı 1998 sonu itibariyle, 1 104 000'dir. Bu oran, her gün idarenin aleyhine gelişmektedir. 1998 gelirleri 655 trilyon -giderleri de 651 trilyon Hazine tarafından katkıyla ayarlanmıştır- yönetim giderleri 9,9 trilyondur.

Bütün bu ifade etmeye çalıştığım hususları bir masaya yatırmak için milletvekillerinden oluşacak bir komisyon kurulmasında fayda olacağı kanaatindeyim.

Şu anda Bağ-Kurlu sigortalı sayısı, esnaf ve sanatkâr bazında 2 002 000, hiç prim ödemeyen 311 000, kısmî ödeme yapan 1 500 000, muntazaman ödeyen 162 000 kişidir ve düzenli prim ödeyenlerin oranı da yüzde 8,5'tir. Bu rakamlar, bize, prim ödemede yeni bir usul geliştirmenin mecburî olduğunu göstermektedir.

Tarım alanında da bu farklı değildir; Bağ-Kurlu sayısı 802 000, hiç prim ödemeyen 474 000 -802 000'e 474 000- kısmî ödeyen 281 000, düzenli ödeyen 46 000 kişidir. Toplama göre, yüzde 6,5 civarında prim ödeyen var; bu da çok düşük bir rakamdır.

1997 sonu itibariyle üyelerin borçları 304 trilyon liradır. Bundan da anlaşılıyor ki, sigortalılardan prim tahsilatı zamanında yapılamıyor.

Bütün bu ifade etmeye çalıştığım konulardan anlaşılmaktadır ki -parti sözcüsü arkadaşlarımın da ifade ettikleri gibi- Bağ-Kur, bugün içinde bulunduğu şartlar itibariyle bir sorunlar yumağı haline gelmiştir. Tekrar ifade ediyorum; hükümet bu problemleri masaya yatırır, mevcut kanunlarla, kanun hükmünde kararnamelerle çözebilir veya mademki bir araştırma önergesi verilmiştir; bir araştırma komisyonuyla, muhalefetin görüşleri doğrultusunda, onları da içine katarak, kurumun iyileşmesi noktasında bir karar alabilir.

Bu düşüncelerle, bir araştırma komisyonu kurulup kurulmaması noktasında kararınıza saygı duyacağımı ifade ediyor, saygılar sunuyorum. (FP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – Teşekkür ediyorum Sayın Candan.

Sayın milletvekilleri, Meclis araştırması önergesi üzerindeki öngörüşmeler tamamlanmıştır.

Meclis araştırması açılıp açılmaması hususunu oylarınıza sunacağım: Meclis araştırması açılmasını kabul edenler... Kabul etmeyenler... Meclis araştırması açılması kabul edilmemiştir.

2. – Kayseri Milletvekili Hasan Basri Üstünbaş ve 34 arkadaşının, üniversite giriş sınav soru kitapçıklarının çalınması olayını, bazı rektör, dekan ve öğretim üyelerinin istifaya zorlanmaları ile öğrencilerden katkı payı adıyla alınan harçların sosyal tesislere harcandığı iddialarını tespit etmek amacıyla Anayasanın 98 inci, İçtüzüğün 104 ve 105 inci maddeleri uyarınca bir Meclis araştırması açılmasına ilişkin önergesi (10/57)

3. – İstanbul Milletvekili Ali Şahin ve 21 arkadaşının, üniversite giriş sınavının ülke gerçeklerine uygun olup olmadığının ve soru kitapçıklarının çalınması olayı ile Meteksan firmasına yapılan ödeme arasındaki bağlantıların araştırılarak alınması gereken tedbirlerin belirlenmesi amacıyla Anayasanın 98 inci, İçtüzüğün 104 ve 105 inci maddeleri uyarınca bir Meclis araştırması açılmasına ilişkin önergesi (10/24)

4. – Konya Milletvekili Remzi Çetin ve 22 arkadaşının, üniversiteler ve YÖK hakkında ileri sürülen iddiaları araştırmak amacıyla Anayasanın 98 inci, İçtüzüğün 104 ve 105 inci maddeleri uyarınca bir Meclis araştırması açılmasına ilişkin önergesi (10/28)

5. – Kırıkkale Milletvekili Kemal Albayrak ve 21 arkadaşının, ÖSS sorularının ihalesiz olarak bir firmaya verildiği ve bazı öğretim üyelerinin çocuklarının üniversitelerin yüksek puanlı bölümlerine yerleştirildikleri iddialarını araştırmak amacıyla Anayasanın 98 inci, İçtüzüğün 104 ve 105 inci maddeleri uyarınca bir Meclis araştırması açılmasına ilişkin önergesi (10/29)

6. – Ordu Milletvekili Yener Yıldırım ve 19 arkadaşının, İstanbul Üniversitesi ve YÖK Başkanının bazı uygulamaları üzerine öğretim üyelerinin istifa etmeleri konusundaki iddiaların araştırılarak alınması gereken tedbirlerin belirlenmesi amacıyla Anayasanın 98 inci, İçtüzüğün 104 ve 105 inci maddeleri uyarınca bir Meclis araştırması açılmasına ilişkin önergesi (10/50)

7. – Diyarbakır Milletvekili Ömer Vehbi Hatipoğlu ve 21 arkadaşının, üniversiteye giriş sınavında yapılan değişikliklerin haksızlıklara yol açtığı iddialarının araştırılarak alınması gereken önlemlerin belirlenmesi amacıyla Anayasanın 98 inci, İçtüzüğün 104 ve 105 inci maddeleri uyarınca bir Meclis araştırması açılmasına ilişkin önergesi (10/90)

8. – Diyarbakır Milletvekili Ömer Vehbi Hatipoğlu ve 20 arkadaşının, üniversitelerdeki başörtüsü yasağı uygulaması ve bu uygulamanın yarattığı sorunların araştırılarak çözüm yollarının belirlenmesi amacıyla Anayasanın 98 inci, İçtüzüğün 104 ve 105 inci maddeleri uyarınca bir Meclis araştırması açılmasına ilişkin önergesi (10/91)

BAŞKAN – Sayın milletvekilleri, şimdi, geçen birleşimde alınan karar gereğince; Kayseri Milletvekili Sayın Hasan Basri Üstünbaş ve 34 arkadaşının, İstanbul Milletvekili Sayın Mehmet Ali Şahin ve 21 arkadaşının, Konya Milletvekili Sayın Remzi Çetin ve 22 arkadaşının, Kırıkkale Milletvekili Sayın Kemal Albayrak ve 21 arkadaşının, Ordu Milletvekili Sayın Yener Yıldırım ve 19 arkadaşının, Diyarbakır Milletvekili Sayın Ömer Vehbi Hatipoğlu ve 21 arkadaşının ve yine Diyarbakır Milletvekili Sayın Ömer Vehbi Hatipoğlu ve 20 arkadaşının, Yüksek Öğretim Kurulu, İstanbul Üniversitesi Rektörü ve üniversiteye giriş sınavlarıyla ilgili olarak ileri sürülen yolsuzluk ve usulsüzlük iddialarının araştırılarak, üniversitelerde yaşanan sorunlara çözüm bulunabilmesi için alınması gereken önlemlerin belirlenmesi amacıyla Anayasanın 98 inci, İçtüzüğün 104 ve 105 inci maddeleri uyarınca birer Meclis araştırması açılmasına ilişkin önergelerinin, birlikte yapılacak öngörüşmesine başlıyoruz.

Hükümet?..Mevcut.

Önergeler daha evvel okunduğu için tekrar okutmuyorum.

İçtüzüğümüze göre, Meclis araştırması açılıp açılmaması hususundaki görüşmelerde sırasıyla hükümete, siyasî parti gruplarına ve önergelerdeki birinci imza sahiplerine veya onların göstereceği bir diğer imza sahibine söz vereceğim.

Konuşma süreleri, malumları olduğu üzere, hükümet ve gruplar için 20'şer dakika, önerge sahipleri için 10'ar dakikadır.

Şimdi, sırasıyla, söz alanların isimlerini okuyorum: Gruplar adına söz alan sayın milletvekilleri; ANAP Grubu adına Şırnak Milletvekili Sayın Salih Yıldırım, Milliyetçi Hareket Partisi Grubu adına Ankara Milletvekili Sayın Abdurrahman Küçük, Fazilet Partisi Grubu adına İstanbul Milletvekili Sayın Mehmet Ali Şahin.

Önerge sahiplerini henüz isimlerini yazdırmamışlardır.

ÖMER İZGİ (Konya) – Önerge sahiplerinin ismi okunmadı galiba. Önerge sahibi Hasan Basri Üstünbaş yerine, Sayın Mustafa Gül konuşacaklar.

BAŞKAN – Tamam efendim, Mustafa Gül Bey konuşacaklar.

SAFFET ARIKAN BEDÜK (Ankara) – Sayın Başkan, Doğru Yol Partisi Grubu adına Kahramanmaraş Milletvekili Sayın Mehmet Sağlam konuşacaklar.

BAŞKAN – Gruplar adına listede eksik olan Doğru Yol Partisi Grubu adına Sayın Mehmet Sağlam konuşacaklar.

Şimdi, müzakerelere, hükümet adına, Millî Eğitim Bakanımız Sayın Metin Bostancıoğlu'nun hitaplarıyla başlıyoruz.

Buyurun efendim. (DSP sıralarından alkışlar)

Süremiz 20 dakika.

MİLLÎ EĞİTİM BAKANI METİN BOSTANCIOĞLU (Sinop) – Sayın Başkan, sayın milletvekilleri; üniversite giriş sınav soru kitapçıklarının çalınması olayı, bazı rektör, dekan, öğretim üyelerinin istifaya zorlanmaları, öğrencilerden katkı payı adıyla alınan harçların sosyal tesislere harcandığı iddialarını havi (10/57) ve daha sonraki (10/24), (10/28), (10/29), (10/50), (10/90) ve (10/91) esas numaralı Meclis araştırması önergelerinde ileri sürülen hususlar hakkında kamuoyuna ayrıntılı açıklamalarda bulunularak, bu iddialar, muhtelif ortamlarda cevaplandırılmıştır. Bu iddiaların hiçbiri doğru değildir; bununla birlikte, yükseköğretim gibi, ülkemizin geleceği bakımından hayatî önemi haiz bir alanda, kamuoyunda en ufak bir soru işaretinin dahi kalmamasını teminen, ben Millî Eğitim Bakanı olarak ve YÖK Başkanı Sayın Kemal Gürüz de YÖK Başkanlığı sıfatıyla- Meclis araştırması açılmasını arzuluyoruz, Meclis araştırması açılmasına karar verilmesini Yüce Meclisten diliyoruz. (DSP, MHP ve ANAP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – Sayın Millî Eğitim Bakanımıza teşekkür ediyorum.

Gruplar adına konuşmalara geçiyoruz.

Anavatan Partisi Grubu adına, Şırnak Milletvekili Sayın Salih Yıldırım; buyurun efendim.

Sayın Yıldırım, süreniz 20 dakikadır.

ANAP GRUBU ADINA MEHMET SALİH YILDIRIM (Şırnak) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; bugün Yüce Meclisin gündemini oluşturan konu, sadece bir grubun, sadece bir partinin, hatta Yüce Meclisin değil, ülkenin belki tümünün gündemini oluşturmaktadır.

Ülkede sorunları olan tek sektör, tabiî ki eğitim değildir; ancak, sorunlu olan sektörlerden birinin eğitim olduğu konusunda hepimiz hemfikiriz. Bundan da en çok nasibini alan kurumlardan birisinin Yüksek Öğretim Kurumu olduğunu hepimiz biliyoruz.

Peki, yükseköğrenimle alakalı bu denli sorunlar var; yükseköğrenim için bugüne kadar bir şeyler yapılmadı mı; tabiî ki çok şeyler yapıldı. Cumhuriyet hükümetlerinin tümünün bu işte önemli katkıları var. Örneğin, üniversite sayısı 1'den 72'ye çıkarıldı, öğrenci sayısı 2 914'ten 1 374 457'ye çıktı, öğretim üyesi sayısı 307'den 59 170'e ulaştı, yılda mezun olanların sayısı 321'den 187 037'ye çıktı, yükseköğretimde okullaşma oranı, yoklardan yüzde 28'lere çıktı. Bunlar, tabiî ki küçümsenecek başarılar değil; ancak, bizim bunlarla yetinmemiz de mümkün değil.

Yükseköğretimle ilgili mevzuatlarda 1933, 1946, 1981 yıllarında geniş düzenlemeler yapıldı; ancak, yeterli olmadığını, bugün, YÖK Yasasının yamalı bohçaya dönüşmesinden anlıyoruz. Tüm bunlarla birlikte yükseköğretimle ilgili sorunların sağlıklı tespitinin yapıldığını ve buna uygun çözümlerin üretildiğini bugün söylememiz, maalesef mümkün değil ve 1999 yılındaki üniversite seçme sınavındaki olaylar, sorunlar, bu sıkıntıları doruğa ulaştırdı. Neler mi bunlar; bakın:

Mayıs 1999'da yapılması gereken üniversite seçme sınavı, soru kitapçığının çalınması nedeniyle 20 Haziran 1999'a ertelendi.

135 kişi, başkalarının yerine sınava girerek, adaylardan, tıp fakülteleri için 30, eğitim fakülteleri için 20, fen-edebiyat fakülteleri için 15 bin mark ücret aldı.

Matematik sorularının sınav cevap anahtarları çalındı.

16 ilde sınava kendi yerlerine başkalarını sokmak isteyen 400 kişi tespit edildi.

364 okulda 875 adayın ortaöğretim başarı puanı yanlış hesaplandı.

1 364 lise birincisi açıkta kaldı.

Çok bilen değil, okuduğunu anlayan ve çabuk karar verebilen, başarılı oldu; çok soru çözen değil, akıllı tercih yapan, yükseköğretim programında yer aldı.

Üniversite seçme sınavına giren 1 500 000 adaydan 276 000'i bir yükseköğrenim programında yer bulmasına karşın, 1 224 000 insanımız, öğrencimiz, adayımız, maalesef başarılı olamadı, umutları bir başka bahara kaldı.

Yükseköğrenim programında yer bulanlardan, örgün öğretimde yüzde 20, açıköğretimde yüzde 25 öğrenci, aday, kayıt yaptırmadı.

Yükseköğrenimdeki bazı yöneticilerin davranışları ve öğrenci hareketleri uzun süre tüm ülkenin gündeminde kaldı.

Üniversite seçme sınavları, sonuçlarıyla, adaleti yansıtmadı, bekleneni vermedi. Başarıda ilk 20 il içerisinde hiçbir doğu ve güneydoğu ilinin yer almadığının ve başarısız 20 ilin 17'sini doğu, güneydoğu illerinin oluşturmasının bir tesadüf olduğunu kimse söylemesin.

Bütün bunlarla birlikte, çok engelli yarışta başarılı olanların mezun olmaları halinde, yüzde 75 oranında işsizlikle karşı karşıya kalma şansının olduğunu ve iş bulanların da yüzde 63'ünün ilgi alanlarının dışında çalışmak zorunda olduklarının altını çizmek istiyorum.

İşte bu nedenle, bu kurum ve bu sistem irdelenmelidir. Kurum ve sistem, ülkenin ve çağın gerçeklerine uygun hale getirilmelidir. Toplumun beklentilerine yanıt vermesi mutlaka sağlanmalıdır. Ancak, bunu yaparken, sorunları kişiselleştirmemeliyiz. Kişileri eleştirirken kurumları, kurumları eleştirirken devleti örselememeliyiz. Zira, tüm cumhuriyet hükümetlerinin müşterek bir özelliği vardır; bu, yükseköğrenim kurumlarının geleceğini, devletin geleceğiyle eşdeğer görmektir. Bu, ortak paydadır. 57 nci cumhuriyet hükümeti, iktidar ve muhalefetiyle, tüm Parlamentodan beklediğimiz budur.

Değerli milletvekilleri, genel hatlarıyla ifade etmek gerekirse, üniversitelerimiz, yükseköğrenim kurumlarımız, çağdaş uygarlık düzeyine ulaşmayı kendisine ilke edinmiş, ülkemizin kalkınması ve demokrasimizin gelişip kökleşmesi bakımından son derece önemli rol oynayan kuruluşlardır. Demokrasiyi güçlü kılacak yegâne unsur eğitilmiş insangücüdür, bilgi üretme kapasitesidir.

Ülkemizin sosyoekonomik ve kültürel kalkınmasında bu derece büyük bir öneme sahip üniversitelerimizi, çağdaş Batı ülkelerinde bulunanlar ile mukayese ettiğimizde, aramızda büyük farklar olmakla birlikte çok karamsar olmamamız gerekir. Öyle ki, ülkemizde, yükseköğrenimdeki okullaşma oranı, son yıllarda sürekli artmasına, 1998-1999 eğitim öğretim döneminde vakıf üniversitelerinin katılımıyla sayı 72'ye ulaşmasına rağmen, bu oran gelişmiş ülkelerin bir hayli gerisindedir. Bu oran, Amerika Birleşik Devletlerinde yüzde 75, İngiltere'de yüzde 64, Fransa'da yüzde 49, Japonya'da yüzde 39, Türkiye'de ise açıköğretimle birlikte yüzde 28,6 değerindedir. Açıköğretimi hesaba katmazsanız, örgün öğretimdeki yüksekokullaşma oranı yüzde 16,6 düzeyindedir.

Çağdaş toplumlarda eğitime verilen önem, harcanan emek ve tahsis edilen parayla ölçülmektedir. Devletin, bugün, yükseköğretime gelirlerinden ayırdığ pay, yüzde 3'ler civarındadır. Sadece kaynak açısından değil, yükseköğretim kurumlarında yapılan bilimsel çalışmalar ve araştırmalar da, gelişmiş ülkelerdekilerin çok gerisindedir. Verilen eğitimin niteliği, sürekli tartışılır hale gelmiştir.

Tüm bu olumsuzluklarda, malî ve bilimsel alandaki eksikliklerin yanı sıra, idarî yapılanmadaki yanlışlıkların da büyük pay sahibi olduğu gözlenmektedir. İdarî düzenlemeler, 2547 sayılı Yükseköğretim Kanunu, 2914 sayılı Yükseköğretim Personel Kanunu, 2809 sayılı Yükseköğretim Kurumları Teşkilatı Hakkında 41 Sayılı Kanun Hükmünde Kararnamenin Değiştirilerek Kabulüne Dair Kanun temelinde hazırlanan yönetmeliklerden oluşmaktadır.

Yükseköğrenimle ilgili kapsamlı değişiklikler, biraz önce de belirttiğim gibi, 1933, 1946 ve 1981 yıllarında yapıldı. 1973 ve 1981 yılları, üniversitelerin Anadolu'ya yayılma sürecini taşır. 1974 yılında ÖSYM, 1981 yılında da YÖK yaşama geçmiştir.

Yükseköğretim kurumları, günümüzdeki konumları, sorunlar ve çözüm önerileri de, bu hukukî ve idarî yapı ile malî ve bilimsel alandaki mevcut durum ele alınarak irdelenmelidir. 2547 sayılı Yükseköğretim Kanunu, daha önceki dağınık yapılanmayı gidermek, yeknesaklığı ve bütünlüğü sağlamak amacıyla çeşitli düzenlemeler getirmiştir. Bu amaçla, Yüksek Öğretim Kurulu, Yükseköğretim Denetleme Kurulu ve Üniversitelerarası Kurul oluşturulmuştur. Bu kurullara, yükseköğretim kurumlarının öğretimini planlamak, düzenlemek, yönetmek, denetlemek, yönlendirmek ve öğretim üyelerinin yetiştirilmesindeki esasları belirlemek görev ve yetkisi verilmiştir. Rektör, senato ve üniversite yönetim kurulları, dekanlar ve fakülte kurulları, bu kurumların etkin oldukları seçimle birlikte atama mekanizmalarıyla görevlendirilmiştir. Üniversiteye girişin düzenlenmesi görevi, Öğrenci Seçme ve Yerleştirme Merkezine verilmiştir.

Uygulamada, bu yasal düzenlemeler ve idarî yapılanma beklenen sonucu ne yazık ki vermemiştir. Yasadaki aksaklıkların yanı sıra, sürekli değiştirilen yönetmeliklerle, yeknesaklık sağlamak yerine, tedirginlik yaratan bir uygulama sergilenmiştir. Merkezîleştirmede aşırıya varılmış, yükseköğretim kurumlarının kendi karar mekanizmalarını harekete geçirmesi imkânı olmamıştır.

18 yıllık deneyimden sonra, çağdaş üniversite ve çağdaş üniversite yönetimini daha da geliştirerek pekiştirmek amacıyla, yürürlükteki mevzuatta aşağıdaki değişikliklerin ve düzenlemelerin yapılmasında büyük yararlar görülmektedir.

Yükseköğretim Kanunu üzerindeki çalışmalarda, sadece aksayan yönleri düzeltmek ve eksiklikleri giderilmek üzere, 2547 sayılı Kanunun esas alınmak yoluna gidilmesini yeterli sayan görüşün yanı sıra, tümüyle yeni bir yasa çıkarılmasının zorunluluğunu savunanların sayısı da bir hayli fazladır. Değişiklik önerileri, farklı platformlarda, farklı açılardan dile getirilmektedir. Bu önerileri belli başlıklar halinde toplamak mümkündür; ancak, öncelikle, üniversitelerin bilimsel, idarî ve malî özerkliği üzerinde titizlikle durulmalıdır.

Bilimsel özerklik, akademik unvanların kazanılması, eğitim öğretim programlarının düzenlenmesi, bilimsel araştırmaların yürütülmesi ve yayımlanması konularında serbestlik olarak anlaşılmalıdır. Bu alanlarda, bilimsel ve nesnel ölçütlere dayalı olarak, ilgili yükseköğretim kurullarının yetkileri esas alınmalıdır.

İdarî özerklik, yalnızca rektör ve dekan gibi üniversite yöneticilerinin, üniversite hocalarının oylarıyla belirlenmesi şeklinde düşünülmemelidir; çünkü, tümüyle seçime dayalı sistemlerde, üniversite yöneticilerinin, kendisini seçenlere fazla bağımlı kaldığı, işlerin yeteri kadar etkin yürütülmediği ve klikleşmelerin yoğunlaştığı söylenegelmektedir. Millî bir mütevelli heyeti olan Yüksek Öğretim Kurulu tarafından belirlenen adaylar arasından, Cumhurbaşkanınca rektörün atanması ve dekanların da, rektörün belirleyeceği adaylar arasından, Yüksek Öğretim Kurulu tarafından atanmasına dayanan bugünkü sistemin Türkiye için uygunluğu tartışılmalıdır. Bu sistemin idarî özerkliği sağladığı söylenemez; çünkü, yöneticiler, üniversite ve fakülte düzeyinde hiçbir grubun etkisi altında kalmadan, tarafsız, objektif hareket edebilmekte zorluk çekmektedirler. İşlerin hızlı ve etkin bir şekilde yürütülebildiği ileri sürülebilirse de, verimliliğin olduğunu iddia etmek zordur; ancak, seçime dayalı bir sistemde de, başarısız bir yöneticiyi görevden almanın yolu mutlaka bulunmalıdır.

Yeni yasa, yükseköğretim kurumlarını tek bir kalıba girmeye zorlamamalı, kendi kurumsal ve yöresel özellikleri ile gelişmişlik düzeylerine göre, kendilerince öngörülen biçimde gelişmelerine imkân veren esneklikte olmalı; yeni kanun, üniversitelerin gelişmelerindeki ortak esasları belirleyen ve onlara, uygun gördükleri biçimde gelişme olanakları sağlayan bir çerçeve kanun şeklinde olmalıdır. Bu ilkenin üniversiteleri tekdüzelikten kurtaracağı ve onlara birbirinden farklı kişilikler vereceği aşikârdır. Fakülteler, lisans öğretimini kendi başlarına, yüksek lisans öğretimini ise, gerekli hallerde kendi oluşturdukları ortak birimler içerisinde özgürce yapabilmelidirler. Tüzelkişilikleri de olması gereken bu fakültelerden oluşan üniversitenin, bilimsel, idarî ve imkânlar oranında malî özerkliklere de sahip olması gerekmektedir.

Üniversiteler, bilimsel denetimlerini kendileri yapmalı, bu denetim, rektör tarafından görevlendirilen denetim kurulları eliyle yürütülmeli ve bütün öğretim üyelerinin bilimsel çalışmaları uluslararası standart ölçülere göre değerlendirilmelidir.

Üniversitelerin kendilerini denetlerken tarafsız kalamayacakları düşünülebilir; ancak, son on yılda, bu denetimin Yüksek Öğretim Kurulunun yetkisinde olması pratik olarak hiçbir farklılık getirmemiştir. Ancak, birinci ilkeye göre kişilikleri birbirinden farklı olacak üniversitelerin bir bilimsel rekabet içinde olacakları düşünülürse, bu üniversiteler, birbirlerinden, yaptıkları bilimsel çalışmalar, araştırmalar ve mezunlarının toplumdan görecekleri rekabetin çokluğuyla ayırt edilebileceklerine göre, bu kurumların, giderek, kısa bir süre içerisinde, kendilerini etkili bir biçimde denetlemeye başlayacaklarına inanmak doğru olacaktır.

Değerli milletvekilleri, üniversiteler, lisans ve yüksek lisans öğrenimiyle beraber, belki daha fazla önemde, bilimsel ve teknolojik araştırmanın yapılacağı kurumlardır. Bunlar yalnız belirli mesleklerde lisans öğretimi veren yüksekokullar açabilseler bile, bir bakıma meslek liselerinin devamı olması gereken ve mesleğin gereği olan teknolojik bilgi ayrıntılarını öğretip, teknolojik beceri yaratmayla görevli olması gereken iki yıllık meslek yüksekokullarının üniversitelere değil, Millî Eğitim Bakanlığına bağlı olarak açılıp yönetilmeleri düşünülmelidir. Üniversiteler ve üniversite öğretim üyeleri, tamamıyla uygulamaya yönelik olması gereken bu öğretimde yeteri kadar başarılı olamamaktadırlar.

Yükseköğretimde öğretim dili Türkçe olmalıdır. Bu ilkeye uyulması, öğretimin etkinliği, Türkçenin bilim dili olarak gelişip zenginleşmesi, ulusal kültürün güçlenmesi bakımından zorunludur; ancak, öğretim Türkçe yapılırken, yeterli düzeyde yabancı dil öğretilmesi için her türlü düzenlemelerin yapılabilmesi mutlaka garanti altına alınmalıdır.

Değerli milletvekilleri, Yüksek Öğretim Kurulunun yürütmeyle ilgili her türlü yetkileri kuruldan alınarak üniversitelere devredilmelidir.

Üniversitelerde özgürlüğü kısıtlayıcı hükümler ayıklanarak kanundan çıkarılmalıdır.

Her üniversitede, bütün öğrencilerin tabiî üye olacakları öğrenci konseyleri kurulmalıdır. Böylece, çoğunluğun oyuyla seçilen temsilcilerin üniversite organlarına oy sahibi olarak katılmaları sağlanabilecektir.

Yüksek Öğretim Kurulunun planlama, koordinasyon, denetleme ve değerlendirme fonksiyonlarının daha farklı bir biçimde yerine getirilebilmesini sağlayıcı hükümler, mutlaka düşünülmelidir.

Yüksek Öğretim Denetleme-Değerlendirme Kurulu, Yüksek Öğretim Kurulu tarafından, her biri değişik bilim alanlarından olmak üzere seçilen 6 profesör üye ile Millî Eğitim Bakanlığı tarafından seçilen 1 üyeden oluşmalı ve kurumun çalışma esasları Yüksek Öğretim Kurulu tarafından çıkarılacak bir yönetmelikle biçimlendirilmelidir.

Lisansüstü eğitim öğretim; sosyal bilimler, fen bilimleri, sağlık bilimleri ve güzel sanatlar enstitülerinde yapılmalıdır. Bunların dışında kalan enstitülerde lisansüstü eğitim ve öğretimin yapılabilmesi, Üniversitelerarası Kurul kararına bağlanmalıdır.

Her üniversitede bir araştırma, planlama ve koordinasyon kurulu ünitesi kurulmalıdır.

Üniversite öğretim elemanları için, akademik ve idarî olmak üzere, iki çeşit sicil doldurulmalı, sicillerin esasları, çıkarılacak yönetmelikle belirlenmelidir. Akademik iyi sicil alamayanlara bazı müeyyideler uygulanabilmelidir.

Üniversitede veya yüksek teknoloji enstitülerinde, sadece lisansüstü eğitim yapmak üzere, kanunla fakülteler açılabilmelidir.

Üniversitelerde belirlenecek esaslara göre, en az 1'i öğretim elemanı dışında olmak üzere, rektör yardımcısı sayısı artırılmalıdır. Rektör yardımcılarının o üniversitenin aylıklı profesörü olması şartı kaldırılmalıdır.

Üniversite genel sekreteri, akademik personel dışından olmalı ve yetkileri artırılmalıdır.

Vakıfların yükseköğretim kurumu kurabilmeleri için yeni teşvik tedbirleri getirilmelidir. Rektör ve profesörlerin atanmasıyla, üniversite hariç olmak üzere, her derecede yükseköğrenim kurumlarının kurulması mütevelli heyet kararıyla olmalı; ancak, bu kurumların, eğitim ve öğretime başlamaları Yüksek Öğretim Kurulu kararıyla gerçekleşmelidir. Parlamento beş yıllık Devlet Planlama Teşkilatı programı ve üniversite master planını esas alarak üniversite açmaya karar vermelidir.

Üniversitelerin fizikî kapasitelerinden azamî ölçüde yararlanılarak, mümkün olan eğitim programlarındaki ikili öğretime geçilmesi için gerekli önlemler öncelikli olarak alınmalıdır.

Eğitim, yarı yıl değil, tüm yıl; günde 8 saat değil, 16 saat olmalıdır. Zira, yılda 100 bin yeni kapasiteye gereksinim vardır. Bunun 50 binini mevcut olanaklarla, 50 binini de yeni olanaklarla sağlamak zorunluluğu vardır.

Üniversitelere devamlı statüde çalışma esası getirilmelidir; ancak, belirli bir geçiş süreci tanınmalı ve devamlı statüde çalışmayı özendirici önlemler mutlaka düşünülmelidir. Üniversite eğitim programlarında asgarî müşterekler, Üniversitelerarası Kurul tarafından belirlenmelidir.

Öğrencilerin cari harcamalara katkı payıyla ilgili madde yeniden ele alınmalı; toplanacak katkı paylarının harcanma esasları yeniden düzenlenmelidir.

Her yıl, Üniversitelerarası Kurul bütçesine ödenek konularak, kurulun tespit etmiş olduğu esaslara göre bir önceki öğretim yılında üstün başarı göstermiş olan öğretim elemanlarına bu ödenekten ödül verilmesi gelenek haline getirilmelidir.

Üniversitelerarası Kurulun oluşumu, bugünkü haliyle muhafaza edilmemeli; daha küçük kurullar halinde çalışacak hale getirilmelidir.

Üniversiteler arasında akademik konularda işbirliği ve koordinasyon, üniversite temsilcilerinden kurulu bir ortak kurul olarak düzenlenen Üniversitelerarası Kurulla sağlanmalıdır. Ayrıca, bu kurul, daha etkin bir çalışma düzeni için, mühendislik bilimleri, sağlık bilimleri, fen bilimleri, sosyal bilimler gibi alanlar için daimî konseyler ve komisyonlar kurabilmelidir.

Öğretim elemanlarından kanunda öngörülen görevlerini yerine getirmekte yetersiz görülenlerin ilişkilerinin kesilmesiyle ilgili madde hükmü yeniden düzenlenmelidir. Profesörler için 6 yılda 1 yıl izinli sayılma hükmü düşünülebilir.

Öğretim üyesi ihtiyacı olan üniversitelerin bu ihtiyaçlarının karşılanmasıyla ilgili maddeler daha işler hale getirilerek, yeni baştan gözden geçirilmelidir. Üniversiteyi oluşturan kuruluş ve birimlerde görevli öğretim elemanlarının ve diğer personelin görev yerlerinin değiştirilmesiyle ilgili hükümde, yetki, üniversite yönetim kuruluna tanınmalıdır.

Görevli bulunduğu yükseköğretim kurumundan ayrılmış olan öğretim üyelerinin, tekrar, kurumlarına kadro şartı aranmaksızın geri dönebilmeleri imkânını getiren madde korunmalıdır.

Ders yükü ve muafiyetleri yeniden düzenlenmelidir.

Rektör, bütçenin ve üniversiteyle ilgili fonların dağıtımında üniversite organlarının görüşünü almalı; ancak, bu görüşe katılmadığı takdirde, gereği için Yüksek Öğretim Kuruluna başvurabilmelidir.

Doçentlik sınavı, yeniden bir esasa bağlanmalıdır.

Yardımcı doçentlik, kadro unvanı olmaktan çıkarılarak, kadroya atanmadan kazanılabilecek bir akademik dereceye dönüştürülmelidir. Bu yapılmadığı takdirde, yardımcı doçentlerin kadro sorunları mutlaka çözülmelidir.

Her türlü öğretmenlik sertifikası programları, bir üniversitede yalnızca eğitim bilimleri fakültesi veya eğitim birimleri bölümleri tarafından yürütülmelidir.

Öğretim elemanlarının yurt dışında görevlendirilebilmeleri somut esaslara bağlanmalı ve mümkün olduğunca çok sayıda öğretim elemanına bu imkân, az süre ile de olsa sağlanmalıdır.

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN – Sayın Yıldırım, 2 dakika içerisinde toparlar mısınız efendim.

MEHMET SALİH YILDIRIM (Devamla) – Gelişmiş üniversitelerdeki öğretim üyeleri, geri dönüş güvencesi verilerek, Anadolu'daki üniversitelerde görev almaya özendirilmelidir.

Öğretim üyesi dağılımı ibret vericidir. Bugün, ülkemizdeki profesörlerin yüzde 58'i, doçentlerin yüzde 45,9'u, yardımcı doçentlerin yüzde 29'u, tüm öğretim üyelerinin yüzde 41,5'i sadece 6 üniversitededir.

Artan iş hacmiyle orantılı biçimde yeni idarî personel alımında kolaylıklar sağlanmalıdır.

Üniversitede emeklilik yaşı 70'e çıkarılmalıdır. Emeklilik sonrasında, en çok üç sene süreyle, her yıl yeniden karara bağlanmak şartıyla, sağlık durumu müsait olanlar, ekders ücreti ödenerek veya sözleşmeli olarak çalıştırılabilmelidirler.

Anabilim dalı başkanlarının, o anabilim dalı öğretim üyeleri tarafından, o anabilim dalındaki profesörler, yok ise, doçentler, o da yok ise, yardımcı doçentler arasından seçilmesinin doğrudan doğruya belirlenmesi öngörülmelidir.

Rektör, çalışmalarında kendisine yardımcı olmak üzere, üniversitelerin aylıklı profesörleri arasından en çok 5 rektör yardımcısı seçebilmelidir.

Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; bazı özel durumlar gözardı edilmemek koşuluyla, üniversitelerin öğretim üyelerine, kendi yöneticilerini kendilerinin seçme hakkının verilmesi, kanımca, milletçe izlediğimiz demokrasinin en doğal gereğidir. Bunun, üniversitelerde klikleşmelere ve seçim bunalımlarına sebep olacağını düşünmek yanlıştır. Ülke yöneticilerinin bizzat halk tarafından problemsiz ve bunalımsız olarak seçilmesi karşısında, ortalama kültür ve uygarlık düzeyinin çok üzerinde olmaları doğal olan öğretim üyelerine bu hakkın verilmemesi çok yanlış ve küçültücü olarak algılanmaktadır.

Dekan, çalışmalarında kendisine yardımcı olmak üzere, fakültenin aylıklı öğretim elemanları arasından en çok 3 dekan yardımcısı seçebilmelidir. Tıp fakültesinde dekan yardımcılarından biri, üniversite hastanesinden sorumlu başhekim olmalıdır.

Enstitü ve yüksekokul müdürleri kendilerine, çalışmalarında yardımcı olmak üzere, var ise enstitünün, yüksekokulun aylıklı öğretim üyelerinden, aksi halde, üniversitenin diğer birimlerinden en çok 2 yardımcı seçebilmelidir.

Üniversite yönetim kurulunun, 2547 sayılı Kanunda yer alan oluşum şekli, görev ve yetkilerinin aynen korunmaları gerektiği yolunda görüşlerin de olduğunu belirtmek isterim.

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN – Sayın Yıldırım, son cümleniz için mikrofonu tekrar açıyorum.

Buyurun efendim.

MEHMET SALİH YILDIRIM (Devamla) – Teşekkür ederim Sayın Başkan.

Aktarımlarımızdan da anlaşılacağı üzere, yükseköğretim kurumlarımızın iki önemli sorunu vardır: Biri, insan unsuru; diğeri ise, kaynak ve bütçedir. Yeniden yapılanması zarurî olan bu kurumun kendisini sorgulamasının ve sorgulanmasının zamanı gelmiştir; ancak, bunu yaparken, özenli olunmasının gereği vardır, zorunluluğu vardır.

Bu duygularla, Yüce Heyete saygılar sunuyorum. (Alkışlar)

BAŞKAN – Teşekkür ediyorum Sayın Yıldırım.

Milliyetçi Hareket Partisi adına, Ankara Milletvekili Sayın Abdurrahman Küçük; buyurun efendim. (MHP ve DSP sıralarından alkışlar)

Süreniz 20 dakika efendim.

MHP GRUBU ADINA ABDURRAHMAN KÜÇÜK (Ankara) – Sayın Başkan, çok muhterem milletvekilleri; Milliyetçi Hareket Partisi Grubu adına, Yüce Heyetinizi saygıyla selamlıyorum.

Yüksek Öğretim Kuruluyla ilgili verilmiş araştırma önergesi üzerinde Grubumun kanaatlerini arz etmek üzere huzurunuzdayım.

Bildiğiniz gibi, milletlerin ve ülkelerin gelecekleri, verilen eğitim, öğretimle belirlenmektedir. Bu açıdan eğitim ve öğretim, ülkelerin ve milletlerin ekonomik, sosyal, kültürel ve politik alandaki gelişmelerden ve değişmelerden azamî faydayı sağlamak, bunlardan meydana gelebilecek olumsuzlukları asgariye indirebilmek için kullanabilecekleri en mühim araçtır.

Eğitim ve öğretimde milletler, fertlerini, geçmişin birikimi olan değerlerle ve geleceğin ihtiyaç duyduğu bilgilerle donatmak zorundadır. Bu durum, milletlerin başarısı ve mutluluğuyla doğrudan ilgilidir. Nitekim, cumhuriyetimizin kurucusu Ulu Önder Atatürk, eğitime çok önem ve değer atfetmiş, en feyzli işlerden saymış ve bu Yüce Mecliste de, ilk işler arasında Tevhidi Tedrisat Kanununu çıkararak başlamıştır.

Bugün bize düşen, bilgi toplumuna dönüşebilmek için gerekenleri yapmaktır. Bilimsel bilginin değerinin ortaya konulması, okulların yapı ve işleyişine ilişkin ortaya çıkan yeni durumlara göre eğitim ve öğretimin yeniden ve sürekli değerlendirilip, yorumlanmasını zarurî kılmaktadır. Bu değerlendirme ve yorum, 21 inci Yüzyıl Türkiye'sinin ve Türk dünyasının istek ve ihtiyaçları doğrultusunda olmalıdır. Türk dünyasında bilimsel faaliyetlerde inişli çıkışlı dönemler olmamış değildir; fakat, genelde düşünme, bilgi üretme, yönetim tarzı ortaya koyma, kurumlar kurma ve kurulan kurumlara önem verme Türk Milletinin vazgeçemediği hasletlerdendir. Burada, Türk Milletinin çoğunlukla benimsediği samimi ve doğru olarak algılamaya çalıştığı İslamın da ilme verdiği önemin payını gözardı etmemek gerekir. Müslüman olmadan önce de Müslüman olduktan sonra da Türk Milletinin bilim anlayışı her dönemde toplumlara örnek olmuştur. Müslüman olduktan sonra, dinî ve müspet bilimler alanında büyük hizmetler yapmış olan Türk Milleti, beytülhikmeyle başlayan üniversite geleneğini Selçuklular Döneminde, Sultan Alparslan'ın veziri Nizamülmülk'ün kurduğu Nizamiye Medreseleriyle zirveye taşımıştır. Anadolu Selçukluları, beylikler ve Osmanlılar döneminde de bu gelenek devam etmiş, Anadolu'nun değişik yerlerinde yükseköğretim kurumları açılmıştır. Bu kurumlarda, dünyaca tanınmış bilim adamları yetişmiştir. Türklerin yetiştirdiği bu bilim adamları, hem bilim anlayışına hem de bilimin yayılıp gelişmesine katkıda bulunmuşlardır.

Osmanlı Devletinin kuruluşunun 700 üncü yıldönümü, bize bazı şeyleri, bu arada da Türk bilim anlayışını ve üniversiteleri hatırlatmaktadır. Küçük bir Osmanlı Beyliğinin büyük bir devlet olmasının temelinde, bilime, bilim adamlarına ve bilimsel kuruluşlara verilen önem yatmaktadır.

Osmanlı Devletinin gerilemesinde de, bilim adamlarına, bilim kurumlarına gereken hassasiyetin gösterilmemesi yanında, bilim adamlarının, bilim üreten kurumların üzerlerine düşeni gereği gibi yapmamasının rolü büyük olmuştur.

Osmanlı Devletinin son dönemlerinde, bilimsel kurumlar, bilim öğretmek yerine teferruatla uğraşmış, gereksiz şeyleri öne çıkarmış, Türk Milletinin beklentilerini ve özelliklerini gözden kaçırmış, Türk Milletine, bu noktada keyfî anlayışı genele kabul ettirme yoluna gitmişlerdir.

Bilgi üretemeyen, çağın gereklerini kavrayamayan, toplumdan kopuk bu kurumlar lokomotif olma görevini yerine getiremediği gibi, milletin bilime ve bilim kurumlarına verdiği değer ve önemi de suiistimal etmekte ve milletin hassasiyetlerini kendi menfaatları doğrultusunda kullanmakta bir sakınca da görmemişlerdir.

Bu anlayışla eğitim ve öğretimin seviyesi düşmüş, bilgi üretilememiş, millete ve devlete yol gösterecek öneriler ve projeler sunulamamıştır.

Değerli milletvekilleri, bir ülkenin kalkınmasının, bilim adamlarına verilen bilimsel değerlerle, bilim adamı yetiştiren kurumlarla doğru orantılı olduğu inkâr edilemez bir gerçektir.

Tarihte, bilimsel kurumlara, bilime değer veren ülkeler ilerlemiş ve yükselmiştir. Bilimsel kurumlara, bilim adamlarına itibar etmeyen ülkeler gerilemiş ve zamanla da tarih sahnesinden silinmişlerdir. Bunların örneklerini saymayacağım; ama, gerçekten, bu bilimsel bilgi, bilimsel anlayış çağa damgasını vuran anlayıştır. Bu, Batı dünyasında da böyle olmuş Doğu dünyasında da böyle olmuş, zaman zaman yer değişmiş; herkes, eksikliğini fark etmiş, açığını kapatma yoluna gitmiş, açığını fark ettiği noktada da mutlaka bir atılım yapmıştır. Onun için, Osmanlı Devletinin çökmesine yol açan bu bilimsel anlayıştan uzak görüş, belki de devleti bitirme noktasına getirmiş, bunu giderme yolunda gayret sarf edilmiş; ancak, bu, cumhuriyetimize nasip olmuştur.

Tabiî, ülke yönetimine talip her lider, önce eğitimi, öğretimi düzeltmekle işe başlamıştır; çünkü, her şeyin temeli, kişilerin alacağı eğitime, öğretime bağlı görülmüştür. Her müspet şey de her menfi şey de eğitim ve öğretimin kalitesine bağlanmıştır. Bundan dolayı, Atatürk, eğitime, öğretime önem vermiş, bunu da şu şekilde ifade etmiştir: "En mühim ve feyzli vazifelerimiz, millî eğitim işleridir. Millî eğitim işlerinde mutlaka muzaffer olmak lazımdır. Bir milletin hakiki kurtuluşu, ancak bu suretle olur" diyerek, millî eğitimi ve çağın gereklerine göre millî eğitimin en iyi seviyeye çıkarılmasını önermiştir. Atatürk, bu anlayışını her vesileyle dile getirmiş, yeni yetişecek nesillerin öğretmenlerin eseri olacağını vurgulamış, bilim ve teknolojinin önemini ortaya koymuş, çağdaş medeniyetin üzerine çıkmayı hedeflemiştir. Çağdaş medeniyetin üzerine çıkmak da, ancak, yüksek bilgi ve teknikle olacaktır. Bunun da, çağın şartlarına uygun bir şekilde donanmış kurumlarca mümkün olacağı muhakkaktır.

İşte, Osmanlı'da eksik kalan, giderilmesi yolunda gayret sarf edilen nokta için, Atatürk, 1933 yılında üniversite reformunu gerçekleştirerek, modern ve çağdaş üniversitenin temelini atmıştır. Bu yükseköğretim kurumu, zaman zaman değişiklikler geçirmiş ve şu anda üzerinde konuştuğumuz Yüksek Öğretim Kurumunun oluşmasına öncülük etmiştir.

Değerli milletvekilleri, üniversite, bir memleketin en üst eğitim ve öğretim kurumudur. Üniversite üzerindeki eğitim öğretim, yine üniversitelerde yapılan lisansüstü eğitim öğretimdir; akademik kariyerler de böyle oluşmakta, bilimsel çalışmalar da meyvelerini bu şekilde vermektedir; medeniyetleri kuranlar da bilim adamlarıdır; üniversitelere itibar kazandıranlar da bilim adamlarıdır; yani "adama göre makam" değil "makama göre adam" ilkesi burada geçerlidir. Yüksek Öğretim Kurumu da, bunu hayata geçirmek için vardır.

1981 yılında, 2547 sayılı Kanunla Yüksek Öğretim Kurumu kurulmuş ve üniversitelerin işlerinin yürütülmesi bu kurula verilmiştir. YÖK'ün amacı, 2547 sayılı Kanunla açıkça ortaya konulmuş, yükseköğretimin en yüksek düzeydeki amacı da şöyle belirtilmiştir: Türk Milletinin millî, ahlakî, insanî, manevî ve kültürel değerlerini taşıyan, Türk olmanın şeref ve mutluluğunu duyan, toplum yararını kişisel yararından üstün tutan, Türkiye Cumhuriyetine karşı görev ve sorumluluklarını bilen ve bunları davranış haline getiren, hür düşünce gücüne, geniş bir dünya görüşüne sahip, insan haklarına saygılı, beden, zihin, ruh ve ahlak bakımından dengeli, sağlıklı bir gelişme içinde olan, ilgi ve yeteneğine göre hem kendi ihtiyaçlarını sağlayacak hem de yurt kalkınmasına katkıda bulunacak bir meslek sahibi olan, Türk Devletinin ülkesi ve milletiyle bölünmez bir bütün olduğunun şuurunda olan öğrenciler yetiştirmektir.

YÖK'ün görevleri de, yine bu kanunda sıralanmıştır. Kanunun amaç, hedef ve ilkeleri doğrultusunda eğitim ve öğretim gerçekleştirmek, yükseköğretim alanlarının ihtiyaç duyduğu öğretim elemanlarının yurt içinde ve yurt dışında yetiştirilmesi için planlar hazırlamak, üniversitelere tahsis edilen kaynakların bu plan ve programlar çerçevesinde etkili biçimde kullanılmasını gözetim ve denetim altında bulundurmak; yükseköğretim kurumları arasında, Kanunda belirtilen amaç, ilke ve hedefler doğrultusunda birleştirici, bütünleştirici, sürekli, ahenkli, geliştirici bir şekilde işbirliği ve koordinasyonu sağlamak, her yıl üniversitelerin verecekleri faaliyet raporlarını değerlendirmek, üniversitelerin, kanunda belirtilen amaca ve ana ilkelere uygun faaliyette bulunup bulunmadıklarını denetlemek, yükseköğretime öğrenci seçmek ve yerleştirmek, YÖK'ün görevleri arasında sayılmıştır.

Yukarıda amaç ve ilkelerini kısaca belirttiğim YÖK'ün Kanunda belirtilen çerçeveye göre, Türkiye'nin en saygın kurumu olması gerekmektedir. Bu saygınlık ise, kurumun belirtilen amaç ve görevlerini yerine getirmesine bağlı bulunmaktadır. Ancak, kamuoyumuzda, YÖK'le ilgili olarak yapılan spekülasyonlar ve tartışmalar, bu kurumun, toplum, öğrenciler ve öğretim üyeleri nezdindeki itibarını zedelemektedir. Anılan kurumun yöneticileri de bu duruma seyirci kalmakla, yaptıkları açıklamaların da kamu vicdanını tatmin etmemekle suçlanmaktadır. Öğrencilerin kılık kıyafetiyle başlayan tartışmalar ve sıkıntılara, ÖSS tercih sistemi ve ortaöğretim başarı puanları, meslek okullarından mezun olanların tercih alanlarının sınırlandırılması, birçok yöneticinin istifa etmesine yol açan huzursuzluk ve yolsuzluk iddiaları da eklenmiştir. YÖK'ün, bütün bu gelişmeler karşısında tedbir alma, sese kulak verme yerine, yersiz ve gereksiz bir inatlaşma içine girdiği, kamuoyunun sesine kulak verip ortak bir uzlaşma zemini yakalayamadığı ve tartışmaların artarak devam ettiği yönünde kanaatler yaygınlaşmıştır. Kamu vicdanının tatmin olması ve doğruların ortaya çıkması açısından, Anayasamızın 98 inci, Meclis İçtüzüğünün 104 ve 105 inci maddeleri çerçevesinde YÖK'ün bütün yönleriyle araştırılmasında fayda bulunmaktadır. Bu araştırma, şaibelerin izalesini ve bir devlet kurumunun itibarının korunmasını da sağlayacaktır.

YÖK'ün, gelişmiş ülkelerde olduğu gibi, her türlü siyasî ve ideolojik tesirlerden uzak, şeffaf, bilimsel yöntemleri benimseyen bir kurum olmasına, şekil ve teferruatla uğraşan görüntüsünden kurtulmasına ihtiyaç büyüktür. Yükseköğretim, problem üreten değil, problem çözen bir kurum olmak durumundadır. Halbuki günümüzde YÖK, tartışılan bir kurum olmuştur.

Ekonomik ve sosyal sorunların çözümünde, eğitim, öğretim sorunlarının çözülmüş olması önemli bir yere sahiptir; çünkü, bu, bir insan meselesidir. Her toplum, geleceğini iyi yetişmiş nesillere bırakma yarışı içindedir. Bizde, son yıllarda insan yetiştirme sistemimiz hep tartışılagelmiştir. Bu tartışmaların odak noktasına da YÖK oturmuştur. Ülkelerin gelişmesinin ve kalkınmasının temelinde bilgi ve teknolojinin olduğu herkesçe kabul edilen bir gerçektir. Günümüzde bilimsel bilgi üretimi her zamankinden daha fonksiyonel hale gelmiştir. Hem ekonomik gelişmenin hem teknolojik gelişmenin hem kültürel gelişmenin hem de toplumsal kaynaşmanın ve kalkınmanın temelini bilgi oluşturmaktadır. Bu bakımdan, bilimsel bilginin üretimi çok özel yapılanmayı ve itinayı gerektirir. Her şeyden önce özgür bilimsel zihniyete ihtiyaç vardır. Yükseköğretim sistemimiz bilgi üretecek, bilimsel bilgi üretimini kurumsal çerçevede sürdürebilecek bir üniversite anlayışına yönelmek durumundadır.

Anayasamızın 130 uncu maddesi hükmü gereği üniversitelerimiz, çağdaş eğitim-öğretim esaslarına dayalı bir düzen içerisine girmelidir. Anayasamızın amir hükümlerine rağmen, üniversitelerimizin üzerine düşeni yerine getirmediği, her geçen gün fonksiyon kaybına uğradığı, bunun sebebinin de YÖK'ün yöneticileri olduğu yolunda iddialar her gün gündeme gelmektedir. Hatta, üniversite rektörlerinin YÖK tarafından organize edilen raporlarında da bunlara yer verilmiştir.

Türkiye'nin önünü açmak, Türkiye'nin geleceğini aydınlatmak için herkesin işbirliği yapmasına, toplumsal huzuru ve barışı esas almasına ihtiyaç vardır. Türk Milletinin iradesini temsil eden Türkiye Büyük Millet Meclisi, her konuda olduğu gibi, Yüksek Öğretim Kurumuyla ilgili verilen araştırma önergelerindeki iddiaları da araştıracaktır.

Biz Milliyetçi Hareket Partisi olarak, usulsüzlüklerle ve yolsuzluklarla mücadele edeceğimizi milletimize söz vermiştik. Nerede böyle bir konu varsa, araştırılmasında fayda görüyoruz; çünkü, bir şeyin şüyuu vukuundan beterdir anlayışı doğrultusunda, aslı olmasa da bunların mutlaka araştırılması ve kamuoyu vicdanının tatmin edilmesi lazım.

Saygıdeğer milletvekilleri, bütün saydığım gerekçelerle, aşağıda sıralayacağım maddelerle YÖK'ün araştırılmasında fayda bulunduğunu arz etmek istiyorum:

Üniversitelerde bilimsel zihniyetin yerleşmesi ve sübjektif uygulamaların ortadan kalkması için, hür düşünceli, geniş ufuklu ve bilim üreten öğretim üyelerine ihtiyaç vardır. Hulbuki, üniversitelerimizde, son zamanlarda, bazı bilim adamlarının ayrılması yolunda bazı şaibeler, iddialar vardır; bunların da açığa çıkması için araştırma yapılması gerekmektedir.

YÖK'ün kamuoyunda endişeyle izlenen uygulamalarından biri de, yüksek lisans ve doktora nedeniyle yurtdışına gidenler ve gelenlerle ilgilidir. Özet olarak arz etmek istiyorum; bunlarda da yanlı yaklaşımlar olduğu ifade edilmekte, kamuoyunda da böyle bilinmektedir; bunun da açığa çıkmasında fayda görüyoruz.

YÖK'ün en önemli görevlerinden biri, yükseköğretime öğrenci seçme ve yerleştirmedir. Kamuoyunda, YÖK'ün bu konudaki görevlerini gereği gibi yerine getirmediği hususunda yaygın bir kanaat oluşmuştur. Bu yıl öğrenciler, üniversiteleri tercih konusunda ciddî problemlerle karşılaşmıştır. Başarı puanından başlayan bu konularda da -belki gerçekten doğrudur, isabetlidir- kamuoyunun tatmin edilmesi lazım.

Sınavlarda soruların çalınması yolunda iddialar vardı; bu iddiaların da gerçekten açığa çıkarılması ve özel matbaalarda basılmasıyla ilgili şaibelerin de giderilmesi gerekir.

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN – Sayın Küçük, lütfen, 2 dakika içinde tamamlayınız efendim.

ABDURRAHMAN KÜÇÜK (Devamla) – Tamamlamaya çalışacağım.

Teşekkür ediyorum Sayın Başkan.

Değerli milletvekilleri, bazı üniversitelerimizde yapılan harcamalarda usulsüzlük ve keyfîliğin bulunduğu yolunda resmî kurumların raporları olduğu, YÖK'ün bunlar üzerinde gerekeni yapmadığı yönünde iddialar da yaygınlık kazanmıştır.

Atama ve görevden almalarda, liyakat yerine keyfîliğin hüküm sürdüğü kamuoyuna yansıyan hususlar arasındadır. Bunun da, aslının olup olmadığının araştırılması, eğer yoksa kamuoyunun tatmin edilmesi lazım.

Kuruluşunda üniversitelerin en yüksek istişare ve icra kurulu olarak düşünülen YÖK'ün, günümüzdeki haliyle, başında bulunan şahıs merkezli, istişare ve araştırmaya önem vermeyen, belirli insanların isteği ve şahsî çıkarlarına çalışan bir kurum olduğu iddiaları oldukça yaygınlık kazanmıştır. Bu anlayış, devletin en önemli kurumlarından biri olan YÖK'ün itibarını azaltmakta, halkın, bu kuruma olan güvenini sarsmaktadır; istenen Meclis araştırması, buna da yardım edecektir.

Her türlü fikrin bu çerçevede kendini ifade edeceği kurum YÖK'tür; burada da baskı uygulandığı yolunda iddialar söz konusudur.

Yabancı dil öğretimiyle ilgili konuları biraz önce ANAP Grubu sözcüsü dile getirmişti; ama, bu konu önemlidir. Üniversitelerimize, önce imkân tanınmalı, sonra beklenti içine girilmeli. Açılmış olan yabancı dil eğitim merkezinin amaçları doğrultusunda kullanılmadığı, yabancı dil sınavı uygulamalarının yabancı dil bilgisini ölçmediği, aynı sınav sistemi Türkçe yapılsa bile başarı oranının düşük olacağı, yabancı dilden önce Türkçe'nin doğru öğretilmesi gerektiği yönünde iddialar yaygınlaşmıştır.

Türkçenin bilim dili olduğu gerçeğinin vurgulanması ve yanlış anlayışlara meydan verilmemesi önem taşımaktadır.

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN – Sayın Küçük, son cümleniz için mikrofonu tekrar açıyorum; buyurun.

ABDURRAHMAN KÜÇÜK (Devamla) – Çünkü, Türkçenin bilim dili olmayacağı ileri sürülen açıklamalar da YÖK'ü tartışma konusu yapmıştır.

Değerli milletvekilleri, biz, haktan, adaletten yanayız; şahıslarla değil, kurumlarla ve onların daha verimli çalışmalarıyla, Türk Milletine daha iyi hizmet vermeleriyle ilgileniyoruz; çünkü, bilim çağı, Türk asrı olarak kabul ettiğimiz 21 inci Yüzyıla, Türk Milletini lider millet, Türk Devletini lider devlet yapmak için, bütün kurumlarımızla hazır olmamız gerekir. Bu çerçevede, YÖK de, iyi teşkilatlandırılmış, şaibelerden temizlenmiş, bütün aksaklıkları giderilmiş, ideolojik ve siyasî anlayışlardan kurtarılmış, sadece bilimi ve milletin menfaatlarını temel almış bir kurum haline gelmek durumundadır. Bu araştırma, hem kişilerin hem de kurumların aklanmasına, milletin nazarında itibarı zedelenmiş olan yükseköğretim kurumlarına duyulan güvensizliğin giderilmesine, ümitsizliğe son verilmesine ve geleceğe ümitle bakılmasına katkı sağlayacaktır.

BAŞKAN – Sayın Küçük, lütfen efendim...

ABDURRAHMAN KÜÇÜK (Devamla) – Türk bilim adamlarının 21 inci Yüzyıla damgalarını vurmalarını ve bu araştırmanın o doğrultuda da hizmet vermesini ümit ediyor; bu vesileyle, Milliyetçi Hareket Partisi Grubu olarak Meclis araştırmasına müspet oy vereceğimizi bildiriyor, hepinizi saygıyla selamlıyorum. (Alkışlar)

BAŞKAN – Teşekkür ediyorum Sayın Küçük.

Gruplar adına söz sırası, Fazilet Partisi Grubu adına, İstanbul Milletvekili Sayın Mehmet Ali Şahin'e aittir.

Buyurun Sayın Şahin. (FP sıralarından alkışlar)

Süreniz 20 dakika efendim.

FP GRUBU ADINA MEHMET ALİ ŞAHİN (İstanbul) – Sayın Başkan, Meclisimizin saygıdeğer üyeleri; şahsım ve Fazilet Partisi Grubu adına hepinizi saygıyla, sevgiyle selamlıyorum efendim.

Ayrı ayrı verilmiş 7 araştırma önergesi üzerinde müzakereler yapıyoruz. Bu 7 ayrı araştırma önergesinden 5 tanesi Fazilet Partili milletvekili arkadaşlarımızca hazırlanmış, 1'i Milliyetçi Hareket Partili, bir diğeri de Doğru Yol Partili arkadaşlarımızca hazırlanmış araştırma önergeleridir. Ancak, bu 7 tane araştırma önergesinin iki müşterek hedefi vardır; bu hedeflerden bir tanesi, üniversite giriş sınavının ülke gerçeklerine uygun olup olmadığının araştırılması, bir diğeri de, demokratik olmayan yönetim anlayışları ve olumsuz uygulamalarıyla ülke gündemini meşgul eden üniversitelerimiz ve özellikle YÖK'le ilgili iddiaların araştırılması.

Hemen belirtmeliyim ki, bu araştırma önergeleri bundan altı ay kadar önce verildi. Altı ay kadar önce; yani, hatırlayacaksınız, mayıs ve haziran aylarında, Türkiye gündeminde üniversite giriş sınavları çok yoğun olarak yer işgal ediyordu; üniversite giriş sınavları iptal edilmişti, yenilenmişti, tercih sorunları vardı. Bu araştırma önergeleri o esnada verilmişti. Gönül isterdi ki, demir tavında dövülür atasözüne uygun olarak, keşke, o zaman bunları görüşebilseydik; ama, altı ay geç de olsa bunları görüşüyor olmaktan fevkalade memnunum. Umuyorum ki -biraz önce, grup sözcüsü arkadaşlarımızı izledim- böyle bir araştırma komisyonu kurulacak ve çok hayırlı çalışmalar yapacaktır.

Değerli arkadaşlarım, dünya her geçen gün gelişiyor, değişiyor. Hemen her gün, hayatımızı kolaylaştıran bir buluş, bir yenilik yaşamımıza giriyor. Hatta, dünya sadece değişmiyor, âdeta, küçülüyor, mesafeler kısalıyor. Artık, dünyanın öbür ucuyla anında haberleşme imkânına sahibiz. Artık, dünya, sanayi ötesi bir topluma doğru hızla ilerliyor.

Bütün bunlar, hiç şüphesiz ki, bilim ve teknoloji alanındaki baş döndürücü gelişmelerle mümkün hale geliyor. Kimi ülkeler, bilim ve teknoloji alanında oldukça başarılı oluyorlar -ki, bunlara gelişmiş ülkeler diyoruz- kimi ülkeler de var ki, bu alanda üzerlerine düşeni tam yapamadıkları için, geri kalmış ülke sayılıyorlar ve bu ülkeler, halklarının ekonomik ve sosyal sıkıntılarının da sebebi oluyorlar. Artık, dünyada, yarış, bilim ve teknoloji alanında oluyor. Bunun için, eğitim her şeyin başı kabul ediliyor, milletlerin ve devletlerin geleceğinin teminatı sayılıyor. Bu, zaten, her zaman da böyle olmuştur.

Değerli arkadaşlarım, bir ülkenin kalkınmışlığı, okuma yazma oranıyla ve özellikle de yüksek tahsil yapmış mezunlarının sayısıyla doğru orantılıdır. O bakımdan, Türkiye olarak, eğitimde bulunmuş olduğumuz şu noktaya, hiç şüphesiz ki, kolay gelmedik; ama, gelişmiş ülkelerle mukayese ettiğimizde, bu alanda atmamız gereken daha çok adımlar olduğunu da itiraf etmek zorundayız.

Memnuniyetle ifade etmeliyim ki, halkımız eğitime büyük önem veriyor. Çocuklarını her bakımdan en iyi şekilde yetiştirmek için, halkımız, en büyük fedakârlıkları gösteriyor ve göstermeye de hazırdır. Bu bakımdan, halkımızla, milletimizle ne kadar övünsek, iftihar etsek azdır. Ancak, itiraf etmeliyiz ki, yüksek tahsil yapmak isteyen her gencimize de, yükseköğretim yapma imkânı sağlayamıyoruz. Bu imkândan yararlanmak isteyen gençlerimizin ancak pek azı bir yüksekokula gidebilme şansına sahiptir. Bunun için üniversitelerimize, ancak sınavla öğrenci alınabiliyor.

Ülkemizde, 1981 yılına kadar, üniversite giriş sınavları tek aşamalı yapılıyordu, bu tarihten sonra iki aşamalı sisteme geçildi; hatta, bir ara, 1997 yılında, YÖK, onbir yıllık emeğin üç saatte ölçülemeyeceği gerekçesiyle, üç aşamalıyı bile düşünmüştü; ancak, bu yıl, yani içinde bulunduğumuz 1999 yılında, birden bire, bir geçiş süreci bile öngörülmeden, tek aşamalı sınav sistemine geçildi. Ayrıca, puan hesabına esas olacak, yeni düzenlemeler de getirildi. Öğrenciler, lise 2’den itibaren kendilerini iki aşamalı sisteme göre hazırlamışlardı; bu yıl, birden bire yeni bir sisteme geçilince, bu durum, öğrenciler üzerinde, hiç şüphesiz ki, çok ciddî bir şoka da sebep oldu.

Değerli arkadaşlarım, hatırlayacaksınız, bu yıl üniversite giriş sınavının 2 Mayıs 1999’da yapılacağı açıklanmıştı; tüm hazırlıklar buna göre yapılmıştı, tüm öğrenciler de konsantre olmuşlardı; ama, yine hatırlayacaksınız ki, sınavdan bir gün önce, cumartesi günü, tüm Türkiye bir skandalla, bir şokla sarsılmıştı; çünkü, soru kitapçıkları çalınmış ve sınavların ertelendiği açıklanmıştı. Bu hem maddî hem de manevî kayıplara neden oldu. Devletin zararı oldu, öğrencilerin ve ailelerinin zararı oldu, belki bütün bunlardan da önemlisi, öğrencilerimiz, gençlerimiz psikolojik olarak böyle bir ertelemeden çok olumsuz etkilendiler.

Değerli arkadaşlarım, özellikle soru kitapçıklarının çalınması tam bir muamma idi. Kim veya kimler çalmıştı? Bakın, aradan altı aydan uzun bir zaman geçti, hâlâ bir ipucu yok, bir ses de yok. Acaba bu konuda bir gelişme var mı? Sayın Millî Eğitim Bakanımız burada, bizi aydınlatırsa çok seviniriz. YÖK Başkanı ve ÖSYM Başkanı, olayı, adi bir polisiye vaka olarak takdim etmişlerdi; ancak, değerli arkadaşlarım, bu konuyla ilgili ortaya birtakım iddialar da atılmıştı, hem de çok ciddî iddialardı. Bu iddialardan birinin sahibi de -şu anda aramızda; bir ihtisas komisyonumuzun başkanlığını yürütüyor- Elazığ Milletvekili Doçent Doktor Sayın Mustafa Gül. İşte Hürriyet Gazetesinde yayımlanan bir açıklamasında bu konuyla ilgili aynen şöyle diyordu Sayın Gül: "Soruların çalındığı gerekçesiyle bir ay ertelenen, milyonlarca üniversite adayı genç ve ailesinin mağduriyetine, trilyonlarca lira masrafa neden olan olay, aslında bir skandaldır. ÖSYM ile YÖK eski başkanı, Bilkent Üniversitesi sahibi İhsan Doğramacı'nın sahibi olduğu Meteksan firmasının anlaşması, iki aşamalı sınava göre. Tek aşamalı sınavda ödenecek para yarı yarıya düşeceği için 'soru kitapçığı çalındı' denildi. Bir aşama için Meteksan'a, soru kitapçıklarının basılması karşılığı 8 trilyon ödeniyor." Bu beyanatta bulunan arkadaşımız, milletvekili olmadan önce de, YÖK'te personelden sorumlu bir görevde bulunuyordu, bu konuları çok iyi bildiğini zannettiğim için bu açıklamasını buraya alma ihtiyacını hissettim.

Değerli arkadaşlarım, hiç şüphesiz, bu iddialar çok düşündürücü ve o kadar da vahimdi. Bu nedenle, bu konuyla ilgili araştırma önergeleri verildi. İlk önergeyi de -zannediyorum, benimki ikinci sıradadır- ben ve arkadaşlarım hazırlamıştık; ama, arkasından, diğer siyasî partilere mensup arkadaşlarımız da bu doğrultuda önergeler verdiler. Hiç şüphesiz ki, Türkiye Büyük Millet Meclisi bu iddiaların üzerine gitmeli ve araştırmalıydı.

Değerli arkadaşlarım, soru kitapçıklarının çalınması üzerine ertelenen sınavlar -konuşmamın başında da ifade etmiştim- bu olayın gölgesinde 6 Haziranda yapıldı; ama, kargaşa ve tartışmalar bitmedi; bu sefer de tercih problemi başladı; çünkü, yeni sınav sistemine göre, bir üniversitenin bir bölümüne girebilmek için ÖSS sonuçları tek başına tercihte bulunmaya yetmiyordu; ayrıca, öğrencinin yerleştirme puanının da belli olması gerekiyordu. Bunun için de, öğrencinin karne notu, alan ağırlıklı ortaöğretim başarı puanı da bilinmeliydi ki, yerleştirme puanı ortaya çıksın ve doğru bir tercihte bulunabilsin. Bütün bunlar öğrenciler tarafından bilinmeden, bu öğrenciler hayalî tercihe zorlandılar. Hatta, ilk 100'e girenler bile, okullarının ağırlıklı puanlarını bilemedikleri için tercih yapmakta oldukça zorlandılar. Bir gecede değiştirilen sınav sistemiyle, başta, meslek liseleri olmak üzere, öğrencilerin tamamına yakınının, âdeta, kazanılmış hakları gasbedildi.

Yeni uygulama, en çok meslek lisesi mezunlarını mağdur etti. Kendi alanıyla ilgili bir bölümü tercih etmeyen meslek lisesi mezunlarına 20-30 daha az puan verildi. İşte, birkaç tane örnek: İstanbul Avcılar Endüstri Meslek Lisesi mezunu bir genç -ismini de söylüyorum, Taner Salimoğlu- 185 puanla yüzde 1'lik dilimdeydi. Bu öğrenci, normal koşullarda, başta, Orta Doğu Teknik Üniversitesi, Boğaziçi Üniversitesi olmak üzere her üniversitenin her fakültesine girebilecekken, sırf meslek lisesi mezunu olduğu için, yıllardır hayalini kurduğu elektrik mühendisliğine giremedi; 1,5 milyon öğrenci arasında sayısalda 1 600 üncü oldu; ama, meslek lisesi mezunu olduğu için, birden bire 26 000 inci sıraya düşüverdi.

Süper lise mezunu olarak adlandırılan ve yabancı dil ağırlıklı eğitim veren bir lise öğrencisi -ki, ismi Yasemin Topçu'dur- yabancı dil sınavında, 100 sorudan 99'unu bilmesine ve sıralamada 195 inci olmasına rağmen, yeni sınav sistemi sebebiyle, bu sınav sistemi sebebiyle açıkta kalıverdi.

Türkiye 1 372 ncisi Mehmet Fatih Demirel, yeni sistemin kurbanlarından; hiçbir yere giremedi.

Değerli arkadaşlarım, aynı konuda, binlerce, onbinlerce örnek vermek mümkündür. Öğrenciler, aileleri, öğretmenleri, aylardır sordular, hâlâ da soruyorlar; böyle bir haksızlığa hangi vicdan dayanır? Yok mu bu ülkede, bu yanlışa bir dur diyecek? Aynı okuldan mezun olan tembel bir öğrencinin, başarılı bir başka öğrencinin puanını düşürmesi en büyük haksızlık değil mi? Bunu, öğrenciler soruyor, veliler soruyor. Her öğrenci başarısına ya da başarısızlığına göre değerlendirilmeli, değil mi? Bu soruluyor.

Değerli arkadaşlarım, en büyük şikâyet konusu, öğrencilerin mezun oldukları okulun ÖSS başarı puanının, yerleştirmede dikkate alınıyor olması. Şurası bir gerçek ki, bazı okullarda çok, bazılarında kıt not veriliyor; bazı okullarda az, bazı okullarda ise çok öğrenci mezun oluyor; bütün bunlar da, daha çok, başarılı öğrencinin, maalesef, aleyhine oluyor. Özellikle, her lisede, her branş açılmadan getirilmiş olan alan puanı uygulaması, büyük şehirlerde ve donanımlı okullarda öğrenim gören öğrencileri avantajlı duruma getirirken, buna mukabil, geri kalmış bölgelerde, Doğu ve Güneydoğu Anadolu'da, kırsal bölgelerde okuyan öğrencilerimiz, maalesef, bu yeni sınav sistemiyle ve puan hesabıyla çok mağdur oldular ve bu sistem devam edecek olursa, mağdur olmaya devam edecekler.

Değerli arkadaşlarım, bütün bunlar yetmiyormuş gibi, bu yıl sonuçlar açıklandıktan sonra, bir başka skandal daha yaşandı; çünkü, ÖSYM'nin, 364 okulda 875 öğrencisinin ağırlıklı ortaöğretim başarı puanlarını yanlış hesapladığı ortaya çıktı. Bu, tercih formu dolduran 737 707 öğrenciyi, âdeta, isyan ettirdi; itirazlar birbirini izledi; ÖSYM'ye olan güven de, maalesef, çok büyük ölçüde sarsılmış oldu.

Değerli arkadaşlarım, bu curcunanın, bu skandalların sorumlusu kimdir veya kimlerdir, kimler olmalıdır? Sınav kitapçıklarına bile sahip çıkamayan, yarının Türkiyesini emanet edeceğimiz gençlerimizi âdeta perişan eden ve en kötüsü, aileleriyle birlikte milyonlarca insanımızın devlete karşı güvenini sarsan sorumlular, başta YÖK Başkanı ve yöneticileri, nasıl, hiçbir şey yokmuş gibi, büyük bir vurdumduymazlık içerisinde davranabilirler, hâlâ, o koltukları işgale devam edebilirler?

Değerli arkadaşlarım, diğer yandan, sınav sisteminin yanı sıra, üniversitelerimizde başka sorunlar da yaşanıyor, olumsuzluklar da yaşanıyor. Elimde, 4 Ağustos 1999 tarihli bir gazete kupürü var. Halen Muğla Üniversitesi Rektörü Sayın Fığlalı, tüm üniversite rektörlerine ve bu arada da Sayın Gürüz'e bir mektup yazmış; mektupta, Sayın Gürüz'e hitaben şöyle diyor: "Yüksek Öğretim Kurulunu şamar oğlanına çevirdin. Öğretim elemanlarından daha çok TÜBİTAK için çalıştın. Dış kredi ve projeleri belli çevrelere kanalize ettin. Sayın Doğramacı ve Sağlam'ı hararetle arıyorum. Rektörleri yanılttın, hedefe ulaşmak için yanlış bilgilendirdin. Devamlı kavgacı bir üslupla yönetimde bulundun, oturduğun koltuğun yetkilerini keyfince kullandın." Bu sözler, bana ait değil, bu sözler buradaki milletvekili arkadaşlarımızdan herhangi birine de ait değil, şu anda hâlâ görevde bulunan bir rektöre aittir.

Değerli arkadaşlarım, maalesef, Sayın Gürüz ve onun yönetim anlayışı, YÖK ve üniversitelere hâkim olduğundan beri üniversitelerimizde huzur kalmadı. Sivilleşmenin ve özgürleşmenin öncüsü olması gereken üniversitelerimiz, baskıcı bir uygulamanın içine düştü. Baskılara dayanamayan öğretim üyeleri, hatta üniversite rektörleri görevlerinden ayrılmak zorunda kaldılar. Yeni 1402'likler oluştu maalesef. Değişik nedenlerle ve özellikle kılık kıyafet sebebiyle yüzlerce öğrenci okuma hakkını kaybetti. Bütün bu uygulamaların da, bir hukukçu parlamenter olarak ifade ediyorum ki, hiçbir yasal dayanağı yoktur.

YÖK ve özellikle İstanbul Üniversitesi, maalesef, sadece belirttiğim uygulamalarıyla değil, Sayıştay ve Maliye Bakanlığının raporlarıyla da şu sıra gündemdedir. Maliye Bakanlığı raportörlerinin raporundan birkaç cümle okumak istiyorum siz değerli milletvekili arkadaşlarıma: "Kaskolu taşıtlara, garanti kapsamında olmasına rağmen yüksek miktarda tamir bedeli ödendi.

Kanunlara aykırı olarak, ihalelerde pazarlık usulüyle mal alındı; devlet zarara uğratıldı; ihalelere fesat karıştırıldı.

Öğrencilerden katkı payı adıyla alınan harçlar, öğretim üyelerinin yararlandığı Boğaz ve Sapanca manzaralı sosyal tesislere harcandı. Bu paralarla bar ve tavşan kafesi alındı." Resmî raporlardan okuyorum.

AHMET KABİL (Rize) – Hangi üniversite?

MEHMET ALİ ŞAHİN (Devamla) – İstanbul Üniversitesi.

İstanbul Üniversitesinin bünyesindeki misafirhane, taşıt kampı, kantin, büfe, çay bahçesi, halı saha, kreş, kafeterya gibi, 67 yerden, 1997 yılında elde edilen 267 milyar liralık gelir, okula, gelir olarak kaydedilmedi, bu paraların kimin cebine girdiği hâlâ meçhul, aranıyor.

Değerli arkadaşlarım, bunları çoğaltmak mümkün. Bakın, bu raporlarla ilgili, bu suiistimallerle ilgili YÖK Başkanının masasında başvurular var; ama, şu ana kadar bir işlem yapılmadı. Niçin yapılmadı? Geçmişte de yapılmamışdı.

Bakın, elimde, Danıştay'ın bir kararı var. Sayın Yüksel Bozer, Hacettepe Üniversitesi Rektörü iken, üniversite kampusunda bulunan bazı arazileri üniversite vakfına verdiği için, hakkında lüzumu muhakeme kararı veriliyor. 1992-1993 yılında olay meydana geliyor. Daha sonra ne oluyor; Sayın Sağlam buradadır, o konuyu hatırlayacaktır, kendisinin YÖK Başkanı bulunduğu dönemde, Sayın Bozer hakkında lüzumu muhakeme kararı veriliyor; ama, daha sonra bu dosya uyutuluyor. 1999 yılında, bu yılın 21 mayısında, Danıştay, Sayın Bozer'le ilgili bir karar veriyor. Ne diyor biliyor musunuz, 240'tan üç yıl cezası olması lazımken, "zamanaşımı sebebiyle, yapılan itirazın reddine ve kovuşturmanın lüzumuna yer olmadığına..." Herhalde bu işler Türkiye'de böyle oluyor; ama "yaşasın irtica, yaşasın başörtüsü" hep bunları örtüveriyor! (FP ve DYP sıralarından alkışlar)

Değerli arkadaşlarım, biz, milletçe bu uygulamalarla mı, bu kafayla mı çağdaş uygarlığı yakalayacağız?! Atatürk'ün hedef olarak gösterdiği muasır medeniyetin önüne biz, Allahaşkına, bu uygulamalarla mı geçeceğiz?!

Değerli arkadaşlarım, Sayın YÖK Başkanına ve YÖK yöneticilerine, bazı üniversitelerimizin yöneticilerine sesleniyorum; lütfen, söyler misiniz, dünya çapında şu ana kadar hangi bilim adamını yetiştirdiniz? Dünya çapında hangi buluşu yaptınız? Hangi teknolojik gelişmenin altında, Allah aşkına söyleyin, hangi üniversitemizin imzası var, hangi üniversite öğretim üyemizin imzası var?!

AHMET İYİMAYA (Amasya) – İdeolojilere imza var...

MEHMET ALİ ŞAHİN (Devamla) – Bu durum bize yakışıyor mu Allah aşkına! Halbuki, biz, millet olarak, bugünkü ilimlerin kurucuları değil miyiz, öncüleri değil miyiz?

Birkaç yıl önce, TÜBİTAK bir panel düzenlemişti. Bu panelde, sibernetiğe dayalı otomatik sistemin öncüsü kabul edilen Ebul-İz El Cezerî konuşulmuştu. Bu panelde konuşan Prof. Toygar şöyle demişti: "Eğer, Cezerî'nin ilettiği bilgilere gerekli ilgi gösterilmiş olsaydı ve 800 yıldan beri bu konu üzerinde çalışma yapılsaydı, hiç kuşku yok ki, bugün, elektronik beyin, kompütür teknolojisi ve otomasyon sisteminin öncüleri biz olurduk ve bu devam ettirilemediği için, dünyayla yarışta, maalesef, geri kaldık."

Gerçekten, El Cezerî kimdir; Diyarbakır'da, Artukoğulları sarayında yaşamış bir bilim adamıdır, Orta Asya'da dünyaya gelmiştir, Müslüman Türk bilim adamıdır ve regülatörün ilk mucididir. Hidromekanik sistemle çalışan...

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN – Sayın Şahin, 2 dakika içinde toparlayın lütfen.

MEHMET ALİ ŞAHİN (Devamla) – Önerge sahibiyim; oradan da süre verebilecek misiniz.

BAŞKAN – Sonra efendim.

MEHMET ALİ ŞAHİN (Devamla) – Peki efendim.

Sözlerimi şöyle tamamlıyorum: Bakın, geçmişte, ilimlerin kurucusu olduğumuzu ifade ediyordum. İşte, Ebul-İz El Cezerî; kitabı, Topkapı Müzesinde, Üçüncü Ahmet Kütüphanesinde "Kitabül Hiyel" (Harikalar Kitabı) Otomasyon alanında, değişik alanlarda buluşlarıyla meşhur.

Hiç şüphesiz ki, bu, sadece böyle değil. Cebir ilminin kurucusu El Cabir bizim bir insanımız; ses olaylarını, ilk defa, fizikî yöntemle açıklayan bilgin Farabî bizim insanımız; tıp ilminin öncüsü İbni Sina'yı nasıl unuturuz... Daha, 9 uncu Yüzyılda, dünyanın çevresini ölçen Hasan Bin Musa'yı nasıl unuturuz... Atom bombası fikrini ilk defa ortaya atan ve Ana Britannica Ansiklopedisinde kimyanın babası sayılan, Horosanlı Müslüman Türk alimi Cabir Bin Hayyan'ı, diğer bir adıyla, Kayahan'ı nasıl unuturuz... Harun Reşit kendisini, Harran Üniversitesinde profesörlüğe getirmişti. Harran Üniversitesinde, şimdi böyle profesörler yetişmiyor; çünkü, Harran Üniversitesinde iki yılda 4 rektör değiştirildi; buradan bilim adamı yetişir mi?!

Değerli arkadaşlarım, şimdi bize düşen, yeni Birûnîler, yeni Farabîler, El Cezerîler, İbni Sinalar yetiştirmek; yeniden, ilimde, bilimde öncülüğü yakalamaktır. Bu aziz millete, başkalarının vagonu olmak yakışmıyor, mutlaka lokomotif olmak zorundayız. Başkalarının peşinden gitmek yakışmıyor, mutalaka, iz süren değil; iz bırakan olmalıyız. Ecdadımız geçmişte bunu yapmıştı.

Peki, bunu nasıl başaracağız? Bir soru kitapçığına bile sahip çıkamayanlarla mı? İnsanların kafalarının içiyle değil, dışıyla meşgul olanlarla bu hedefi yakalayabilir miyiz Allah aşkına?! Bu suiistimallerle, yarının gençlerine kötü örnek olanlarla, bu hedefi nasıl yakalayacağız?!

İşte, arkadaşlarımla birlikte, bu önergeyi, bunları tespit edelim diye verdim. Umuyorum ki, diğer arkadaşlarımız da, işte, bunları tespit eder, bunlarla ilgili...

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

MEHMET ALİ ŞAHİN (Devamla) – Önemli olduğu için... Bir iki cümle...

BAŞKAN – Sayın Şahin, şu anda Grup adına konuşuyorsunuz, son cümlenizi...

MEHMET ALİ ŞAHİN (Devamla) – Selam vereceğim...

BAŞKAN – Lütfen efendim...

MEHMET ALİ ŞAHİN (Devamla) – Bu önergeleri, bunun için verdik. İnanıyorum ki, önergeler, Muhterem Heyetinizde kabul edilecek ve bir araştırma komisyonu kurulacak, hem üniversite giriş sınav sisteminin hem de gençlerimizin önünü açacak, üniversitelerimizi özgür hale getirecek tedbirlerin alınması noktasında, bu komisyon çok hayırlı çalışmalar yapacaktır.

Şimdiden, oylarınızla kurulacak olan bu komisyona başarılar diliyor, hepinize, sevgilerimi, saygılarımı sunuyorum. (FP, MHP ve DYP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – Teşekkür ediyorum Sayın Şahin.

Gruplar adına dördüncü konuşma, Doğru Yol Partisi Grubu adına, Kahramanmaraş Milletvekili Sayın Mehmet Sağlam'ın.

Buyurun Sayın Sağlam. (DYP sıralarından alkışlar)

Süreniz 20 dakikadır.

DYP GRUBU ADINA MEHMET SAĞLAM (Kahramanmaraş) –Sayın Başkan, sayın milletvekilleri; yükseköğretim kurumlarıyla ilgili verilen 7 ayrı araştırma önergesi üzerindeki görüşlerimi, Doğru Yol Partisi Grubu adına arz etmek üzere huzurlarınızdayım; Grubum ve şahsım adına Yüce Heyetinizi saygıyla selamlarken, üst üste, asrın felaketiyle karşı karşıya gelerek hayatını kaybeden vatandaşlarımıza Allah'tan rahmet, yakınlarına başsağlığı ve yaralılara da şifalar dilerim.

Sayın milletvekilleri, şimdi, YÖK sisteminin, yükseköğretim sisteminin artıları ve eksilerine şöyle bir göz atalım.

1982 yılında kurulduğu zaman, yükseköğretim sistemi çok tartışıldı. 1981'de çıkarılan 2547 sayılı Kanunla neler getirildi, YÖK sisteminin kurulmasında artı olarak gösterebileceğimiz neler var:

Bence bunlardan birincisi; yeni yükseköğretim kurumlarının planlanması, koordinasyonu ve kurulmasında, özetle, yeni üniversiteler kurulmasında YÖK olumlu rol oynamıştır

İkincisi; yine yükseköğretimin, en azından eğitim ve öğretimi sürdürmesinde, üniversitelerimizin açık kalmasında, Yükseköğretim Kurulunun rolü büyüktür. 1980 öncesini hatırlarsanız, her üniversitede, yılda ne kadar eğitim ve öğretim yapıldığını arkadaşlarımız çok iyi bilirler. YÖK sisteminden bu yana, en azından, üniversitelerimiz açık kalmıştır. Türkiye'de bu bile, artı olarak söylenebilecek bir olaydır.

Üçüncüsü; üniversitelerin ülke sathına yayılmasında, özellikle Anadolu'daki illerimize yayılmasında, Yükseköğretim Kurulunun müspet çalışmaları olmuştur.

Dördüncüsü; öğretim üyesi temin edilmesinde, özellikle Anadolu'ya öğretim üyesi gönderilmesinde, profesör ve doçent gönderilmesinde, yine uygulamaların olumlu katkısı olmuştur. Ayrıca, öğretim üyesi yetiştirilmesiyle ilgili Yükseköğretim Kurulunun, özellikle, doktora ve mastır yapmak üzere dış ülkelere öğrenci gönderilmesiyle ilgili proje geliştirmesi ve 1993, 1994, 1995 yıllarında yılda 1000'e yakın üniversite mezununun ÖSYM'ce yapılan sınavla, öğretim üyesi yetiştirilmek üzere yabancı ülkelere gönderilmesi, yine önemli ve olumlu bir projedir.

Son olarak, Türk devletleriyle olan ilişkilerimizde, gerek akraba topluluklarından gerekse bağımsız Türk devletlerinden 15 000'e yakın öğrencinin -büyük bir projeyle- Türkiye'ye getirilmesi ve bunların başarıyla Türkiye'de eğitilerek, en azından Türkiye Türkçesi konuşan 15 000'e yakın Türk asıllı gencin, gerek bağımsız Türk devletlerine gerekse akraba topluluklarına, bugün, bir kısmının mezun olarak gitmiş olması, yine olumlu bir olaydır.

Uluslararası düzeyde, Ahmet Yesevî Üniversitesi gibi, Türk-Kırgız Üniversitesi gibi yeni üniversitelerin kurulması da bu olumlu katkılar arasında sayılabilir.

Bütün bu olumlu katkılara rağmen, YÖK, kurulduğundan beri büyük eleştiriler de almıştır. Bu eleştirilerin en başta geleni, özellikle, üniversitelerimizin bağımsız ve özerk bir biçimde eğitim ve öğretim sürdürmelerini engelleyici bazı merkezî otorite kararlarının üniversitedeki bilimsel atmosferi engellediği yolundaki eleştiridir.

1982 yılından 1995 yılına kadar, YÖK uygulamalarına baktığınız zaman, bütün bu eleştirilere cevap olmak üzere, Yüksek Öğretim Kanununda 50'nin üzerinde değişiklik yapıldığını görürsünüz. Bütün bu değişikliklerin bir tek yönü vardır; Yükseköğretim Kurulunun yetkileri, her değişiklikle giderek, azaltılmış ve üniversitelere biraz daha inisiyatif sahası sağlanmıştır.

1995 yılına kadar bu eğilim devam eder. Yükseköğretimde görev alan arkadaşlarımız, Yükseköğretim Kurulunun yöneticileri ve öğretim üyeleri bilirler ki, 1995 yılının sonlarında bu eğilim tamamen tersine dönmüştür. 1995 yılı sonundan itibaren, Yükseköğretim Kurulunda çıkarılan yeni yönetmelikler, genelgeler, oluşturulan yeni kurullarla, 1982 - 1995 yılları arasında üniversitelere tanınan inisiyatif, biraz daha yetki verme konusundaki değişikliklerin tümü tersine döndürülür ve giderek YÖK yeniden merkezî otoriteye doğru dönmeye başlar.

Bunun bir iki örneğini vermek istiyorum: Değerli arkadaşlarım, bugün, biliyor musunuz ki, herhangi bir üniversitemiz kendi asistanını, bugünkü yükseköğretim sistemine göre, kendi araştırma görevlisini bağımsız olarak kendisi alamaz. Bir üniversite mezunu, Yükseköğretim Kurulunun özel olarak koyduğu bir sınavı geçmeden, gidip herhangi bir üniversitemize araştırma görevlisi olarak başvuruda bile bulunamaz. Yine biliyor musunuz ki, bugün, Türk üniversiteleri, istedikleri konuda, Yükseköğretim Kurulunun koyduğu şartlara uymalarına rağmen, Yükseköğretim Kurulu müsaade etmedikçe doktora yaptıramazlar. 1995'ten önce; yani 1982 yılından 1995 yılına kadar yükseköğretim kurumları, hem kendi asistanlarını alabilirdi, hem de kendileri konan standartlara uymak şartıyla doktora da yaptırabilirlerdi.

Bunu bilgilerinize arz etmemin sebebi şu: Hemen bütün üniversitelerimiz, Avrupa Üniversiteleri Birliğine kurucu üyedir. Avrupa Üniversiteleri Birliği, eğer bir üniversite, bağımsız olarak, herhangi bir makamın onayını almadan doktora yaptıramıyorsa, onu üniversite olarak kabul etmiyor. 1995 yılından sonra, işte, Türk üniversiteleri, YÖK'ün yöneticilerinin yönetim anlayışıyla bu hale düşürülmüştür sayın milletvekilleri.

YÖK'ün bugünkü idaresi, öğretim üyesi yetiştirilmek üzere çok önemli bir proje geliştirmişti; 1993, 1994 ve 1995 yıllarında, her yıl 8-10 000 civarında üniversite mezunu gencimiz başvuruyorlardı, ÖSYM de bir sınav yapıyordu, içlerinden 1000'e yakın genci, öğretim üyesi yetiştirilmek üzere dışarı gönderiyordu.

Daha iki gün önce ya da üç dört gün önce, Bütçe Komisyonunda, Sayın YÖK Başkanı "en önemli darboğazımız öğretim üyesi eksikliğidir" diyor; ama, diğer taraftan, dönüyor, öğretim üyesi yetiştirilmek üzere, 1993'te, 1994'te, 1995'te, yılda 1 000 civarında, dünyanın çeşitli gelişmiş üniversitelerine ÖSYM sınavıyla gönderilen gençlerin projesini durduruyor, ben, mülakatla göndereceğim diyor. Değerli milletvekilleri, mülakatın ne olduğunu bilirsiniz. Zararı yok, o sistemi de eleştirmiyoruz; ama, mülakatla bile, yılda 1 000 yerine 100-150 öğrenci göndermeye başlıyor.

Üniversite öğretim üyesi sorunu için "en büyük darboğaz" demesi doğrudur YÖK Başkanının; çünkü, bugün, Türk üniversitelerinde, ortalama, 40 öğrenciye 1 öğretim üyesi düşmektedir, hatta, bu, meslek yüksekokullarında 46'ya kadar çıkıyor ve yine, Sayın YÖK Başkanının, Bütçe Komisyonunda verdiği rakamlara bakarsanız, önümüzdeki yıllarda, bu 40 rakamını 20'ye düşürmeniz için, 25'e düşürmeniz için 34 000 yeni öğretim üyesine ihtiyacınız var.

Bir taraftan, öğretim üyesi, Türk yükseköğretiminin en büyük darboğazıdır diyorsunuz, 34 000 yeni öğretim üyesine ihtiyaçtan bahsediyorsunuz sistemi biraz daha ıslah etmek için, dünya standartlarına yaklaşmak için ve öbür taraftan, mevcut ihtiyacın ancak yüzde 20'sini teşkil edecek olan bir projeyi, dışarıya öğrenci göndererek öğretim üyesi yetiştirme projesini bir anda baltalıyorsunuz. 1995'ten itibaren, bu proje, maalesef, rafa kaldırılıyor.

Değerli milletvekilleri, öğretim üyesi, üniversitede her şeydir. Eğer iyi öğretim üyeniz varsa, yeterli sayıda, yeterli kalitede öğretim üyeniz varsa, size her halükârda eğitimi yaptırır, laboratuvarı da kurdurur, sınıfı da kurdurur, gerekirse ağaç altında, bulunduğu her yerde eğitim yapar; ama, öğrenciyi yetiştirir. Her şey, öğretim üyesine bağlıdır. Bütün dünyada, öğretim üyesinin kalitesi, üniversitenin eğitiminin kalitesidir; bunu herkes kabul eder.

Neyle olur öğretim üyesinin kalitesi; ilk önce, kaliteli yetiştirirsiniz, arkasından, ona öyle bir yönetim atmosferi sağlarsınız ki, nadide bir çiçek gibi, o bilim atmosferinde üretken olur, bilimsel çalışma yapar.

Peki, bilimsel araştırmalar, YÖK'le ne yapılmış? Bildiğiniz gibi, Türkiye'de bilimsel araştırma geliştirme eksikliği hep tartışılır. Bunu düşünerek, 1994 yılında, Türkiye çapında bilimsel araştırmaları teşvik için, bilimsel millî komiteler kuralım dedik. Yine, öğretim üyesi meslektaşlarımız bilir, bugün, hemen her üniversitede, her fakültede, bazen her bölümde, binlerce dergi çıkarılır; ama, bunlar hakemli dergiler olmadıkları için, bilimsel makaleler, uluslararası çapta bilimsel olarak kabul edilmezler. O zaman, bunun kabul edilmesinin yolu nedir diye araştırdık, baktık ki, sadece hakemli dergi olacak, senede en az 4 defa çıkacak ve 600'e yakın da aboneniz olacak. Oturduk, bütün üniversitelere dedik ki: "Her bilim alanında, uluslararası çapta en çok yayın yapan bilim adamlarınızın isimlerini bildirin" bildirdiler ve üniversitelerin bildirdiği isimlerden 12 tane millî komite teşekkül etti. Bunlara dedik ki: "Toplanın, kendi başkanlarınızı seçin" seçtiler. O zamanın Başbakanı Sayın Tansu Çiller'den de, bu iş için 80 milyar lira ödenek sözü aldık ve bu bilimsel komitelerin çalışmaya başladığı sırada, biz bir talihsiz kararla politikaya atıldık. Yeni yönetim, üç ay sonra, bu projeyi de -burada, o tarihte orada çalışan ve o günü bilen arkadaşlarımız var- şöylece öldürdü: Bakınız, yeni YÖK Başkanı "bunların hepsini ben tayin edeceğim" dedi ve gerçekten, üniversitelerde en çok yayın esasına göre bildirilen isimleri elinin tersiyle itti; oturdu, kendisi isimler tayin etti ve tabiî, proje, doğmadan öldü.

Bugün, bilimsel yayın konusunda, Türkiye, 44 üncü sıradan 27 nci sıraya gelmiştir; ama, çok daha ileri sıralara gelebilirdi ve Türkiye'de en az 10-12 alanda, gerçekten bilimsel dergiler yayımlanabilirdi. Arkadaşlarımız da belirttiler. Hep mücazattan söz ederiz, cezadan söz ederiz. Teşvik olacaktı, hakemlere para ödenecekti, yayın yapanlara para ödenecekti ve bilimsel araştırma teşvik edilecekti; ama, maalesef, o da doğmadan öldü.

Bakınız, bir başka uygulama... Değerli YÖK Başkanı, 2 tane 15'er kişilik komisyon kurdu. Bunların üyelerinin 12'sini kendisi atıyor; yani, 15 kişilik komisyonun 12'sini bizzat atıyor; dikkat buyurunuz YÖK, 24 kişilik bir kuruldur, kurul değil, şahsen atıyor ve bunlara, dışarıya öğrenci gönderilmesi gibi ÖSYM sınavlarıyla ilgili kararlar gibi, doktorayla ilgili kararlar gibi akademik konularda yetki veriyor. Sorduğunuz zaman, bunlar danışman kurullar; ama, kararlarını harfiyen uyguluyor. Halbuki, Yükseköğretim Kanununda, çok açıkça, akademik konularda, Üniversitelerarası Kurulu yetkili kılınıyor. Kim bu Üniversitelerararası Kurul; 72 üniversitenin rektörü, 72 üniversitenin senatolarınca seçilmiş 1'er temsilci... Tasavvur ediniz, yönetimdeki demokratikliği ve yaygınlaşmayı... Yani, neredeyse, 144 bilim adamının, bunun yarısı da rektör olmak suretiyle, senatonun seçtiği profesörlerin yetkilerini, 12'sini kendisinin atadığı 15 kişilik 2 kurula devrediyor. Tabiî ki, alınan kararlar iç açıcı olamıyor.

Değerli arkadaşlarım, Yükseköğretim Kurulu, öyle bir yönetim anlayışı içerisinde ki, Türkiye'de, hem Yükseköğretim Kurulu zamanında hem cumhuriyet kurulduğundan beri ilk defa, bir rektör, televizyonlarda ağlıyor "YÖK Başkanı bana hakaret etti" diyor.

Şimdi, tasavvur edin, 1 500 000 genci eğiten insanların -burada, eğitimcilerimiz var, öğretmenlerimiz var, öğretim üyesi meslektaşlarımız var- bu düzeye gelmiş insanların, televizyonda, birbirlerine hakaretle rektör ağlatmaları, nasıl bir yönetim anlayışının eseridir?! Yıllarca rektörlük etmiş adamlar çağrılıyor, zorla istifa ettiriliyor. Marmara Üniversitesi, Türkiye'nin ikinci büyük üniversitelerinden birisi. İkinci döneminde, yedinci senesinde, rektörlük yapan bir adam çağrılıyor, istifa et deniliyor.

Biliyorsunuz, rektörler dört yıl için atanıyor. Denizli'de, Çanakkale'de, Afyon'da, sürelerinin bitmesine bir ay kala, bu insanlar çağrılıyor, Denizli için söylüyorum, seçimine bir ay kala "istifa et" deniliyor. Yani, hizmet yapan, kamu hizmeti gören kim olursa olsun, odacı bile olsa, en azından, dersiniz ki, şimdiye kadarki hizmetlerinize teşekkür ederim, önümüzdeki seçimde aday olmayın...

Denizli'deki o öğretim üyesinin, o rektörün hanımı da tıp fakültesi dekanı, istifa ediyor, bir ay sonra seçim var. Hiç olmazsa, bu hekim profesöre dersiniz ki, burası senin memleketin, buraya dört yıl hizmet ettin, teşekkür ederim; ama, önümüzdeki seçime girme. Bu kadarını hak etmiyor, bu arkadaşlarımız bu kadarını hak etmiyor... Bu adamlar, gerçekten, bir istibdat döneminde bile olsa, böyle bir yetkiye sahip olmamalıdır, hiç kimse böyle bir yetkiye sahip olmamalıdır. (DYP, MHP ve FP sıralarından alkışlar)

Değerli arkadaşlarım, disiplin soruşturmasıyla ilgili bir örnek daha vermek istiyorum: Hukukçularımız bilir, disiplin soruşturması, bir kurumun kurallarına uymamaktan ileri gelen bir soruşturmadır. Bir de suç kovuşturması var; Ceza Kanununa göre suç işlersiniz. Ne sıkıyönetim döneminde ne Ceza Kanununa göre, bir adamı öldürüp katil bile olsanız, akademik unvanınız alınmaz beyler. Bugüne kadar, ne sıkıyönetim uygulamasında ne herhangi bir ceza mahkemesinin kararında, bir profesörün, bir doçentin akademik unvanının alındığı görülmemiştir; ta ki, bu YÖK Başkanının, disiplin soruşturmasıyla, profesörlerin akademik unvanını aldığı ana kadar. Bu, bir hukuk devleti için, yapılabilecek en büyük ayıptır; dünyada uygulaması yoktur! (DYP, MHP ve FP sıralarından alkışlar)

Değerli arkadaşlarım, üniversitelerarası giriş sınavı, üniversite giriş sistemi... Bildiğiniz gibi, yeni bir sistem getirildi. Yeni sistemi beğenirsiniz, beğenmezsiniz, doğrudur, yanlıştır; işin, bu tarafına girmiyorum. Buradaki öğretmen arkadaşlarımız da, öğretim üyesi arkadaşlarımız da biliyor ki, lise 2 nci sınıfta alanlar belirleniyor; yani, lise 1'den, lise 2'ye geçiyor bir gencimiz, alanını seçiyor, sonra da bu alanlardan sınava tabi tutuluyor üniversiteye girerken. Bir karar alıyorsunuz, diyorsunuz ki "bunu, bu sene uygulayacağım." Şimdi, tasavvur ediniz değerli arkadaşlarım, o yıldan önce, lise 2 nci sınıfta olan genç, 2 nci sınıftayken, 2 defa sınava gireceğini ve kendi alanından ayrıntılı bir sınav olacağını düşünerek, ona göre kendisini hazırlamış. Buna diyorsunuz ki "hayır, bu sene sistemi değiştirdim, bir sınava gireceksin ve lisedeki başarınla beraber seni değerlendireceğim." Bunun doğruluğu, yanlışlığı ayrı; ama, en azından, sistemi uyguladığınız o yıl sınava giren gençlerin, bir yıl önce, lise 2 nci sınıftayken...

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN – Sayın sağlam, 2 dakika içerisinde toparlayın lütfen.

MEHMET SAĞLAM (Devamla) – ... bunu bilme hakkına sahip olmaları gerekirdi. Bunu bilmiyorlar ve bu şekilde bir seçim yaptırıyorsunuz. Arkasından bir sınav yapıyorsunuz "sorular çalındı" diyorsunuz...

Değerli arkadaşlar, ben, burada bir şey daha söyleyeyim; arkadaşlar üzerinde durdu, ama... Sınav evrakı fiilen çalınamaz; çünkü, emniyetçilerin dışında, iki tane kurye öğretim üyesi vardır sınav evrakıyla beraber. Ben de bunu Manisa'da iki yıl, üç yıl üst üste yaptım yıllar önce, doçentken. Bu evrakın fiilen çalınması, ancak o arkadaşlarımızı enterne etmekle mümkündür, başka türlü olamaz. Bunun sonucu hiç açıklanmadıp; sorumlu kimdi, hiç açıklanmadı ve hiçbir zaman da açıklanacağa benzemiyor; arkadaşlarımız da üzerinde durdular.

Bilgi ölçen iki sınav, bilgi ölçen tek sınava indirildi. Şimdi, bir taraftan, Millî Eğitim Bakanlığımız "meslekî teknik eğitime ağırlık verdim" diyor, Meslekî Teknik Eğitim Şûrası düzenliyor; diğer taraftan, YÖK, giriş sistemindeki değişiklikle meslekî teknik eğitim mezunlarını mağdur ettiği için, buralara giriş, birdenbire, bıçak gibi kesiliyor, iyi öğrenci gitmiyor. Bu nasıl bir devlet çelişkisidir ki, bir taraftan "ağırlık veriyorum" diyorsunuz, Türkiye Cumhuriyeti tarihinde ilk defa Meslekî Eğitim Şûrası topluyorsunuz; diğer taraftan, meslekî eğitim mezunlarının, üniversiteye girişte mağduriyetine sebep oluyorsunuz.

Değerli milletvekilleri, YÖK'ün yeniden yapılanması zarurîdir. Büyük Atatürk'ün demokratik, laik hukuk devletini emanet ettiği gençlerimiz için söylediklerini, yine onun tabiriyle, aynen okuyorum: "Bütün dünyada mesleklerini icra edecek şekilde yetiştirilirler..." İzmir İktisat Kongresine koyduğu not budur Büyük Atatürk'ün. Bu kadar rekabetin olduğu bir dünyada, bunları o şekilde yetiştirebilmemiz için, mutlaka, bu anlayıştan, bu üniversiter anlayıştan, bu Yükseköğretimin yönetim anlayışından çıkmamız lazım.

Neler yapılabilir? Birinci olarak, mutlaka, en büyük kozumuz olan genç nüfusumuzu, çağın gereklerine göre eğitmemiz lazım.

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

MEHMET SAĞLAM (Devamla) – Sayın Başkan, 1 dakika daha rica edebilir miyim?..

BAŞKAN – Efendim, lütfen toparlayınız.

MEHMET SAĞLAM (Devamla) – Dünya ortalaması, bugün yüzde 16,2 çağ nüfusunun; biz, ancak yüzde 18,7'sini eğitebiliyoruz. Gelişmiş ülkelerde, bu, yüzde 59 civarında.

İkinci olarak, üniversite sayısını artırmak lazım; ama, aynı zamanda, öğretim üyesi yetiştirmeye ağırlık vererek, kaliteyi düşürmeden yeni yükseköğretim kurumları açmak lazım.

Üçüncü olarak, yükseköğretimdeki kampuslar bir an önce tamamlanmalı ve nihayet, dünyada, bir yükseköğretim öğrencisine yılda 3 370 dolar masraf ediliyor; bizse 1 500 dolar civarındayız; bu ödeneklerin artırılması lazım.

Dördüncü olarak, araştırma ve geliştirme faaliyetlerine ağırlık vermek lazım. Ayrıca, Türkiye G-20'ler arasına girdi, G-7'lerden; onların ileri sürdüğü bir şey var, diyorlar ki: "Eğitimde, eğitimli ve donanımlı bir insangücü yetiştirmedikçe, toplumsal barışın da, ekonomik kalkınmanın da mümkün olmadığı açıktır."

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN – Sayın Sağlam, son cümleniz lütfen...

MEHMET SAĞLAM (Devamla) – Bunun için, YÖK'ün yapısını değiştirecek ve mutlaka, teşvik edici, ödüllendiren bir bilim atmosferine, onu sağlayan bir yönetim anlayışına kavuşturulması için bu araştırmanın yapılması ve YÖK yapısının değiştirilmesi gerekiyor. Bu uğurda söz sarf eden arkadaşlarımızın tümünün teşhislerine de katılıyorum ve Doğru Yol Partisi olarak olumlu oy kullanacağımızı arz ediyor, hepinize saygılar sunuyorum. (DYP, MHP, ANAP ve FP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – Teşekkür ediyorum Sayın Sağlam.

Parti grupları adına son söz, Demokratik Sol Parti Grubu adına, Ankara Milletvekili Sayın Ayşe Gürocak'a ait.

Buyurun. (DSP sıralarından alkışlar)

Süreniz 20 dakikadır.

DSP GRUBU ADINA AYŞE GÜROCAK (Ankara) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; gündemde olan Yüksek Öğretim Kurulu hakkında verilen araştırma önergesiyle ilgili Demokratik Sol Parti Grubu adına söz almış bulunuyorum; hepinizi, şahsım ve Grubum adına saygıyla selamlıyorum.

Bir süreden beri, YÖK, çeşitli ve farklı çevrelerde eleştirilere konu yapılmaktadır. Ulusların hayatlarında eğitimin önemi hatırlandığında bu eleştirileri anlamak mümkündür; ancak, anlayışla karşılamak söz konusu olduğunda, bu eleştiriler üzerinde daha bir ciddîyetle durma zorunluluğu vardır.

Sayın milletvekilleri, demokratik bir cumhuriyette, bir hukuk devletinde, hiç kimseye, hiçbir kuruma haksızlık yapılması kabul edilemez. Bir haksızlık söz konusu olduğunda, buna, her kurumdan ve herkesten önce, Parlamento ve parlementerlerin karşı çıkacağı da işin doğasındadır.

Değerli üyeler, bir ulusun ilerlemesinde, aydınlığa doğru yürümesinde, eğitim ve öğretimin önemi üzerinde fazla bir tartışma olacağını zannetmiyorum. Mustafa Kemal Atatürk, bizlere, bu ulusa, hedef olarak, muasır medeniyet seviyesine ulaşmayı ve onu aşmayı gösterirken, hiç kuşku yok ki, sözünü ettiği, hedef gösterdiği o medeniyetin temelinde eğitimin olduğunu herkesten iyi biliyordu. Atatürk döneminde eğitime ayrılmış kaynakların büyüklüğü, yetiştirilen irfan ordusunun diriliği, kalitesi, bunun en önemli kanıtı değil midir.

Muasır medeniyetin temelinde yatan eğitimin nitelikleri neydi; bu eğitimin ilkesi ve temel niteliği, referans çerçevesi, sadece ve yalnızca aklın ve bilimin egemen olduğu, demokratik, laik eğitim anlayışıdır. Kendisine başka ve farklı referans çerçevesi arayan eğitim anlayışları ve o doğrultudaki arayışlar, asla ve kesinlikle Atatürk'ün eğitim anlayışıyla bağdaşamaz, bağdaştırılamaz. Başka bir dayanak, farklı bir referans noktası aramak, ne muasır medeniyetle ne de cumhuriyetimizin kuruluş ilkeleriyle bağdaşır.

Sayın milletvekilleri, bu analizden çıkaracağımız ilk sonuç, genel olarak eğitim sistemimizi, özel olarak da Yüksek Öğretim Kurulunu değerlendirir ve eleştirirken, yukarıda sözünü ettiğim eğitim ilkelerine bağlı kalıp kalmadığına bakmamız gerekeceğidir. Öyle ki, son dönemde, YÖK, bu ilkenin anlamını ve önemini kavramış görünüyor ve üniversitelerimizdeki davranış kalıplarını da bu ilke üzerine oturtmaya çabalıyor. Üniversitelerdeki gelişmeleri de bu açıdan değerlendirmemizin daha doğru olacağı kanaatini taşıyorum. Üniversitelerimizin, eğitimcilerimizin de eğitildikleri kurumlar olduğu için, bu kurumlara, elimizden geldiğince özen göstermeliyiz. Böyle bir özenin ilk koşulu, takdir edeceğiniz gibi, üniversitelerimizin içinde bulundukları durumu doğru tespit ve teşhis etmekten geçiyor.

Sayın milletvekilleri, eğitimimizin bugün içinde bulunduğu durum irdelendiğinde, zorunlu temel eğitim ile ortaöğretim, ortaöğretim ile üniversiteler ve meslek yüksekokulları arasında bağlantı ve eşgüdüm zayıf kalmaktadır. Bu eşgüdüm zayıflığı, üniversitelerimizin üzerine göğüslenmesi zor olan boşluklar ve sorunlar yüklemektedir. Ortaöğretimde görülebilecek noksanlıklar, neredeyse bütünüyle, yükseköğretime taşınmakta ve bu durum da üniversitelerin niteliğini aşağıya çekmektedir.

Sayın milletvekilleri, bildiğiniz gibi, Öğrenci Seçme ve Yerleştirme Sınavında iki aşamalı sistemden tek aşamalı sisteme geçilmesiyle, öğrencilerin bilgi yüklü olması esasından vazgeçilerek, akademik yeteneklerine dayalı bir sınav benimsenmiştir. Ayrıca, ortaöğretim başarı puanları da dikkate alınmaktadır. Sistemin temeldeki amaçlarından biri, öğrenciyi mesleğe yöneltmektir; fakat, sistem uygulamaya geçilirken bir intibak dönemi tanınmadığı için anlaşılamamış ve dolayısıyla rahatsızlıklara yol açmıştır.

Değerli üyeler, üniversitelerin muasır medeniyet seviyesine erişmede ve hatta, bu seviyenin üzerine çıkmada söz sahibi olabilmeleri, birbiriyle bağlantılı iki temel koşulun sağlanmasıyla mümkün olabilecektir. Bu koşullardan ilki, öznel koşuldur; yani, öğretim üye ve elemanlarının özlük durumlarıdır. Öğretim üyelerinin özlük durumlarına ilişkin rakamlar dizerek zamanınızı almak istemiyorum; ama, özellikle bir noktaya dikkatinizi çekmek istiyorum. Üniversitelerin akademik kaynağı, araştırma görevleridir; fakat, bugünkü maaş düzeyinde bir araştırma görevlisi, bırakınız akademik çalışmaya para ayırmasını, ancak temel yaşam giderlerini karşılayabilmektedir. Benzer bir durum, elbette ki doçentlerimiz ve profesörlerimiz için de söz konusudur. Bunun yanında, öğretim üyelerinin ders yükleri, kaliteyi düşürecek boyutlara ulaşabilmektedir.

İkinci koşul, nesnel koşullardır. Günümüzde, akademik araştırma, inceleme yapmak bireysel bir etkinlik olmaktan çıkmıştır; yani, iyi bir araştırmacı, incelemeci olmak, artık çok iyi donatılmış laboratuvarlarla, kütüphanelerle, araç ve gereçlerle mümkün olabilmektedir. Ne kadar iyi yetişmiş olursa olsun, ne kadar iyi niyet taşıyor olursa olsun, bu nesnel koşullarla birleştirilmemiş bir öğretim üyesi, iyi bir araştırma, inceleme yapma fırsatını elde edememektedir.

O halde, ulus olarak, gelişmek, ilerlemek, aydınlığa doğru yürümek istiyorsak, yine, ulus olarak, bu öznel ve nesnel koşulları bir arada sağlamak durumundayız. Nitekim, son zamanlarda, üniversitelerimizde eleştiri konusu yapılan davranışlar, bu iki koşuldan birinin veya ikisinin eksik olmasından kaynaklanmaktadır. Örneğin, bir öğretim üyesi, maaşının yetersizliğini ileri sürerek, devlet üniversitesinden istifa edip, vakıf üniversitesine geçebilmektedir, keza, bir diğeri, araştırma koşullarının yetersizliğini gerekçe göstererek, yıllarca görev yaptığı, orada yetiştiği üniversitesini terk etmek durumunda kalmaktadır.

Sayın milletvekilleri, YÖK'ün eleştiriye konu olan uygulamalarından biri olarak kamu personeli dil sınavı gösterilmektedir. Her şeyden önce, böyle bir uygulamaya neden gerek görülmüştür sorusunu burada gündeme getirmek gerekir. Üniversitede öğretim üyesi olmak, kendi bilim dalında en azından bir yabancı dil bilmek demektir. Aksi takdirde, ilgili konuda dünya literatüründe neler olup bittiğini nasıl takip edecektir. Fakültelerimizin bu koşulu kendiliklerinden araması gerekirdi; nitekim de öyleydi; fakat, maalesef, bazı fakültelerde ve bazı kürsülerde bu gerekliliğe yeterince özen gösterilemediği gözlemlenmiştir. Böyle bir bilim dışı uygulamanın hangi zihniyetten türediğini kestirmek ve bunun ardındaki amacı görmek çok zor değildir. KPDS bu tür ayrılıkları ortadan kaldırmak için yürürlüğe konulmuştur. Bu, aslında, öğretim üye elemanlarının zaten geçmek zorunda oldukları bir sınavı merkezîleştirmekten öte bir anlama gelmemektedir. Bize göre esas mesele, KPDS'yi eleştirmek değil, böyle bir uygulamayı gereklilikten, zorunlu hale getiren zihniyeti eleştirmektir.

Sayın milletvekilleri, yükseköğretim kurumunda yeni düzenlemeler yapma gerekliliği elbette ki vardır; ama, bu düzenlemeler, konuşmamın başında sözünü ettiğim temel eğitim ilkesinden saparak yapılamaz. Keza, yine yukarıda belirttiğim, eğitimin öznel ve nesnel koşulları gözden uzak tutularak da bu düzenlemelerin yapılmaması gerekir.

Cumhuriyetimizin değerleri ve değindiğim teknik koşullar temelinde, YÖK'ün bir koordinasyon işleviyle donatılması gereğine inanmaktayım. Yönetimde açıklık ilkesi, toplumların sosyal adalet ve güven duygularını pekiştirecektir. Bu nedenle, YÖK'ün araştırma önergesine, Demokratik Sol Parti Grubu olarak kabul oyu vereceğiz.

Yüce Heyeti saygılarımla selamlarım. (Alkışlar)

BAŞKAN – Teşekkür ediyorum Sayın Gürocak.

Sayın milletvekilleri, böylece, grupları adına yapılan konuşmalar tamamlanmış oldu.

Şimdi önerge sahiplerinden söz isteyenlere söz vereceğim.

İlk söz, Elazığ Milletvekili Sayın Mustafa Gül'e ait.

Buyurun efendim. (MHP sıralarından alkışlar)

Sayın Gül, süreniz 10 dakika efendim.

MUSTAFA GÜL (Elazığ) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; önerge sahibi 35 arkadaşım adına, hepinizi hürmetle selamlıyorum; zamanın elverdiği ölçüler içerisinde, YÖK hakkında olumsuzlukları ve dolayısıyla, eğitimdeki çarpıklıkları arz etmeye çalışacağım.

Eğitimin bütünlüğü sistemin temel niteliği olduğu halde, kademeler ve organlar arasında sürüp giden hiyerarşik çarpıklık, kopukluk, ilgisizlik, yetersizlik, iletişim bozukluğu ve nihayet, sorumluluktan kaçınmak; bütün bu eksiler, devlet yapısı içindeki hoşgörülemez tutarsızlıklardan kaynaklanmaktadır.

On yıldan bu yana, YÖK ve üniversitelerle ilgili olarak hükümet programlarında yer alan esaslar, yalnızca tekrardan ibaret kalmıştır. İnşallah, 57 nci hükümet, devam edip gelen bu sürekliliğe son verecektir. Hükümetlerin, dolayısıyla siyasetçilerin bu hususta söylemedikleri, vaat etmedikleri bir şey ve söz kalmamıştır; ancak, hiçbir parti ve hükümet ayırımı yapmadan üzülerek ifade etmek istiyorum ki, en çok tartışılan YÖK üzerinde, onsekiz yıldır, öğretim birliği ve Millî Eğitim Temel Kanununa uygun yönde yapılan önemli bir değişiklik bulunmamaktadır. Görüldüğü kadarıyla, YÖK, sadece yazılı metinlerde kalmış ve giderek daha kesin hatlarıyla sistem düzenlemelerine ve uygulamalarına yönelmiştir. Böylece, hükümet programları ile yükseköğretim uygulamaları arasındaki açıklık ve zıtlıklıklar azalması gerekirken sürekli büyümektedir.

Değerli milletvekilleri, YÖK, üniversiteler arasında koordinasyonu sağlamak, yükseköğretim politikaları konusunda öneriler hazırlamak, akreditasyon şartlarını oluşturmak, Türk üniversitelerini çağdaş dünyadaki muadilleri seviyesine çıkarmak ve sonuçta, ülkemizi bilgi toplumuna, halkımızı refaha götüren bilgi ve teknolojinin altyapısını hazırlamak durumundadır. Oysa, mevcut haliyle, YÖK, eleştirilmeye değil, mahkûm edilmeye müstahak bir kurum halindedir; (MHP, ANAP, FP ve DYP sıralarından alkışlar) ceberut, merkezî bir kurum görüntüsündedir. Çok teknik, bilimsel bir konuda bile yönetimle bağdaşmayan rektörler, dekanlar görevlerinden âdeta bir memur gibi alınmaktadır. Örnek mi istiyorsunuz; Pamukkale, Çanakkale, Denizli, Marmara Üniversiteleri rektörleri ve dahaları_

YÖK, üniversiteleri araştırma, teknolojik bilgi, öğretim üyesi, finansman kaynağı, koordinasyon ve huzur getirmekten uzak bir görüntü içerisindedir. Bu itibarla, YÖK ve onun yöneticileri, üniversitelerin önünde bir engeldir. YÖK yönetimi, âdeta, Türk üniversite sistemini kilitlemiş vaziyettedir.

YÖK ve bazı üniversitelerle ilgili yolsuzluk iddiaları vardır. Bu sebeple, hem kurum olarak YÖK hem de üniversiteler yıpranmaktadır. Sadece, basında çıkan ve hepimizin malumu olan bir kaç örnek, kurumun ve bazı üniversitelerin iyi yönetilmediğini göstermektedir. YÖK, maalesef, vasi tayin edilmeye muhtaç bırakılmıştır.

YÖK ödenekleri, usulüne ve hedefine uygun harcanmamıştır. YÖK dokümantasyon merkezi, satın alınan periyodikler için ödeme yapılmasına rağmen, periyodikler teslim alınmış gibi işlem yapmış; ilgili dairenin ve hukuk müşavirliğinin uyarıları dikkate alınmadan bu ödemeler yapılmıştır. Bu durum, bazı kişilerin korunduğu imajını uyandırmaktadır. Dokümantasyon dairesinin ve hukuk müşavirliğinin uyarıları eğer dikkate alınmış olsaydı, devletimiz 1,5 milyon Amerikan Doları gibi bir zarara uğratılmamış olacaktı.

Dahası var 66,75 milyon sterlinlik İngiliz kredisiyle ilgili olarak, İngiliz Sayıştayının tespitlerine karşın, bu paraları çarçur edenlere herhangi bir işlem yapılmaması, dikkat çekicidir. (MHP, ANAP ve FP sıralarından alkışlar) Üniversitelerdeki buna benzer yolsuzluk iddiaları sürüp gitmektedir.

1999 ÖSS sınav tarihi, yanlış bir dönemde yapılmak istenmiş, öğrencilerin hazırlanmasına engel olunmuş, veliler mağdur edilmiştir. Sınav, Türk eğitim tarihinin en büyük skandalı sebebiyle ertelenmiştir. Bu defa, 1999 yılının haziran ayında yapılan sınavda, yeterli bilgilendirme yapılmadığından, bir keşmekeş yaşanmıştır. Bu sınavın sorularının bir kısmının cevapları para karşılığı satılmış, suçlu yakalanarak cezaevine konulmuş; ama, neticesi, maalesef, kamuoyundan gizlenmiştir. Dahası var; 870 öğrencinin ortaöğretim puanlarının yanlış hesap edildiği, değerli bir milletvekili arkadaşım tarafından bu kürsüden dile getirildi. Acaba, bu yanlış tercihler yerine, torpilliler mi kaydırıldı? Hayır mı diyorsunuz; o halde, yurtdışına gönderilmede kullanılan ölçülere bakınız; bilgisi olan değil, torpili olan yurtdışına gidebiliyor.(MHP ve FP sıralarından "Doğru" sesleri) Gizlenerek, örtbas edilmiştir bu hadiseler.

Bir başka skandal da, tercihte ortaya çıkmıştır. Yüksek puan alan öğrenciler üniversiteye girememiş; bunun üzerine itiraz edenler, istedikleri yerlere, sus payı kabilinden, alelacele yerleştirilmişlerdir.

Devlet ciddîyetiyle bağdaşmayan icraata bir örnek de 2000 yılı sınav tarihinin belirlenmesinde olmuştur. Önce nisan ayında yapılacağı ilan edilen sınavın, velilerin, eğitimcilerin, pedagogların baskılarıyla 2000 yılının haziran ayına ertelenmesine neden olunmuş; devlet, âdeta yaz boz tahtasına çevrilmiştir.

Yurtdışından alınan diplomaların denkliğinde de ciddî sıkıntılar yaşanmaktadır. Şöyle ki; vatandaşa, yurtdışına çıkmadan, YÖK'e başvurduğunda "şu anda bunun denkliği var; ama, ileride olup olamayacağını bilemeyiz" cevabı verilmektedir. Bu da, devlet geleneğine uymayan bir tavırdır.

Bir diğer hususa geçiyorum. LES sınavları, sayısal ve sözel bölümden oluşan bir yetenek sınavıdır. Adayın alan bilgisini ölçmemektedir. Bu hususta çıkarılan yönetmeliğin ilgili hükümleri kişilerin aleyhine olduğu halde, makabline şamil olarak uygulandığı için, insanlar, maalesef, ciddî manada mağdur edilmişlerdir. Yurt dışında doktora yapanların bir kısmı, kulaktan dolma, sudan bahanelerle geri çağırılıp mağdur edilmişlerdir. Bunların birçoğu, yargı yoluyla -geri dönmek suretiyle- haklarını geri almışlardır.

Değerli milletvekilleri, ÖSYM'nin trilyonlara varan gelirlerinin nerelere ve ne şekilde harcandığı hiçbir denetim organının malumu değildir. Bu kaynağın yükseköğretimin emrine verilmesi için YÖK'ün yaptığı hiçbir çalışma yoktur. YÖK Başkanının "Türkçe ilim dili olamaz, yakın bir gelecekte de olamayacaktır" diyen bir yetkilinin, akademik anlamda Türkiye'yi geliştirmekle görevli bir kuruluşun başında olması yadırganacak bir durumdur. (MHP, FP ve DYP sıralarından alkışlar) Oysa, Türkiye, müstemleke ülkesi değildir. Türk Milletinin dili, asırlarca ilim dili olmuştur. Bu zatı, bu cümlesinden dolayı, Türk Milleti asırlarca gönüllerde yargılayacaktır. (MHP, FP ve DYP sıralarından alkışlar)

Değerli milletvekilleri, bu eleştirileri ve önerileri, YÖK'ün kurtarılması, üniversitelerimizin hak ettikleri prestije kavuşturulması, Türkiye'yi bilgi toplumuna taşıyacak bu kurumlarımızın üzerlerindeki istifhamları gidermek üzere yaptık. Görünen o ki, YÖK, ÖSYM ve üniversitelerin üzerindeki istifhamlar, ancak, Yüce Meclisimizin ve siz saygıdeğer milletvekillerimizin araştırmalarıyla kalkabilecektir.

Saygıdeğer milletvekillerim, bir hususu daha burada açıklamak istiyorum: Geçen günlerde bir televizyon kanalına çıkan iki delikanlı, maalesef...

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN – Sayın Gül, lütfen toparlar mısınız.

MUSTAFA GÜL (Devamla) – Toparlıyorum Sayın Başkan.

...fakültelerinin eğitim yapılamayacak şekilde harap olduğunu söylemeleri suç teşkil etmiş ve bu öğrencilerin, son sınıfta olmalarına rağmen, okulla ilişkileri kesilmiştir. Böyle vahamet olur mu değerli milletvekillerim?!. (MHP, ANAP, FP ve DYP sıralarından alkışlar) Bunlar gençtir, hata yapabilirler; ama, bu hatayı tevil etmek, düzeltmek öğretim üyelerinin aslî görevleridir.

Bu vesileyle, Sayın Başkanımı, sizleri ve değerli vatandaşlarımı en derin hürmetlerimle selamlıyor, inşallah, YÖK'ün arzu edilen düzeye kavuşturulmasını Yüce Mevladan niyaz ediyorum, saygılar sunuyorum efendim. (MHP, ANAP, FP ve DYP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – Teşekkür ediyorum Sayın Gül.

Önerge sahipleri adına ikinci konuşma, Diyarbakır Milletvekili Sayın Ömer Vehbi Hatipoğlu'na ait; buyurun efendim. (FP sıralarından alkışlar)

Sayın Hatipoğlu, süreniz 10 dakika.

ÖMER VEHBİ HATİPOĞLU (Diyarbakır) – Sayın Başkan, sayın milletvekilleri; görüşülmekte olan önergelerden ikisinde imzası bulunan 20 milletvekili arkadaşım adına söz almış bulunuyorum; hepinizi saygıyla selamlıyorum.

Konuşmama başlarken, önergelerimizle ilgili kısa bir açıklama yapmak istiyorum. Önergelerimizden birisi, üniversite giriş sisteminde bu yıl uygulanan puan sistemiyle ilgili mağduriyetleri dile getirmek, yeni sınav sisteminin sonuçlarının hatalı yönlerinin tespiti, yeniden gözden geçirilmesi ve bundan sonra da haksızlıklara yol açmamasını sağlamak amacıyla vermiş olduğumuz bir Meclis araştırma önergemiz mevcuttur.

Yine, 20 arkadaşım tarafından imzalanan bir diğer önergemiz ise, başörtülü olması nedeniyle okuldan atılan veya okula alınmayan öğrenciler ve ailelerinin yaşadığı ciddî, ekonomik, psikolojik ve sosyal problemlerin tespiti ve bununla ilgili yapılabilecek çalışmaların gözden geçrilmesine ilişkindir.

Sayın Başkan, sayın milletvekilleri; konuşmama, öncelikle, YÖK'ün kuruluş amacıyla başlamak istiyorum. Bilindiği gibi,YÖK, 4.11.1981 tarihinde çıkarılan 2547 sayılı Yasayla kuruldu. YÖK'ün kuruluş amacı, bütün üniversiteleri bir çatı altında toplamaktı. Bilimsel kaliteyi yükseltmek, kaliteli öğretim üyesi yetiştirmek, nicelikle birlikte nitelikleri de geliştirmek ve nihayet ,üniversiteler arasında koordinasyon sağlamak gibi son derece masum ve yararlı amaçları hedefleyen bu uygulama, aradan geçen onsekiz yıl içinde hedefinden tamamen sapmıştır. Peki ne olmuştur; aradan geçen onsekiz yıl zarfında, üniversitelerimiz, bilimsellikten ve bilimsel anlayıştan hızla uzaklaştırılmıştır. Özgür düşüncenin filizlenip, bütün ülkeye dal budak salacağı mekân olması gereken üniversitelerimiz, maalesef, özgürlüklerin katledildiği bir arenaya dönüştürülmüştür. Zira, her geçen gün daha bir güçlenen, palazlanan -dün bir arkadaşımın bu kürsüden ifade ettiği şekliyle- bir YÖK imparatorluğu kurulmuştur.

Üniversiteleri bilimsel çalışmaların yapıldığı, özgür düşüncenin hâkim olduğu bir mekân olmaktan çıkarıp, kışla nizamına sokmaya çalışanların isimlerinin önündeki akademik unvanları hak edip etmediği de gerçekten tartışılabilecek bir konudur. Zira, Sayın Gürüz ve anlı şanlı rektörleri eliyle Yüksek Öğretim Kurulu, bir kurul olmaktan çıkmış, âdeta bir yükseköğretim komiserliğine dönüştürülmüştür!

İş bununla da kalmamış, üniversitelere ayrılan bütçenin kullanımı ve döner sermaye işleyişi hakkında da çok ciddî iddialar ortaya atılmıştır. Benden önce konuşan değerli arkadaşım, bu iddialarla ilgili çok geniş açıklamalarda bulundular. Bu iddiaları okuduğunuzda, dinlediğinizde, YÖK'ün bir KİT haline dönüştürülmüş olduğunu da ibretle izliyorsunuz. Evet, YÖK imparatorluğunun başında oturan Kemal Gürüz, sıkıyönetim bildirilerini anımsatan talimatlarla birer uç beyi gibi görev yapan kimi rektörlere, hürriyetleri katletme fermanını vermektedir. Bu fermanı dinlemeyen öğretim üyelerine işten el çektirilmekte, sürgünlere yollanmaktadır; en azından da, fişlenmektedirler. YÖK, artık, maalesef, bilimin, bilimsel gelişmelerin takip edildiği bir kurul olmaktan çıkmış, jurnalın, dedikodunun, iftiranın ve fişlemenin en çirkin şekliyle yaşandığı bir mekanizmaya dönüşmüştür.

Sayın Başkan, sayın milletvekilleri; Türkiye bunu hak etmiyor. 21 inci Yüzyıla girerken, ülkemizi, hep birlikte, bu çirkin görüntüden, bu ayıptan kurtarmak zorundayız. Bunun için de 57 nci hükümeti, Türkiye Büyük Millet Meclisine sunduğu ve Türkiye Büyük Millet Meclisinin güvenoyuna mazhar olan programındaki vaatleri yerine getirmeye davet etmek istiyorum. 57 nci hükümetin programında, YÖK'ün üniversitelerarası eşgüdüm kurumu haline getirileceği, üniversitelerin çağdaş anlamda özerk bir yapıya kavuşturulacağı vaat ediliyor, öğrencilerin de üniversite yönetimlerinde temsil edilmesine imkân verici düzenlemelerin yapılacağı ifade ediliyor. Eğer, 57 nci hükümet, bunları gerçekleştirmeyi gerçekten istiyorsa, işte, biz, anamuhalefet partisi olarak, ülke yararına olacak, bilimsel üniversite eğitimine fırsat verecek tüm bu düzenlemelere destek vereceğimizi buradan vaat ediyoruz. (FP, MHP ve DYP sıralarından alkışlar)

Sayın milletvekilleri "ben çağdaşım" demekle çağdaş olunmaz. Baskıcı, dayatmacı, özgür düşünce ortamından yoksun, antidemokratik, insana ve onun haklarına duyarsız tek tip insan yetiştirme hedefine kilitlenmiş bir anlayış asla çağdaş olamaz, demokrat olamaz ve bu ülkeye hizmet edemez. Bu anlayışla üniversiteleri yanyana düşünmek, bilimi yanyana düşünmek bile abesle iştigal etmektir.

Üniversiteler, özgür düşüncenin egemen olduğu kurumlardır, özgür beyinlerin fişlendiği karakollar değildir. Aydınlıktan korkarak çağdaş olunmaz. Baskı ve dayatmalarla, insanların eğitim görme hakkına müdahale etmek, hiç kimseye bir şey kazandırmaz. Bu ülke, özgür bir ülkedir, özgür insanların yaşadığı bir ülkedir ve bu milletin analarının ak sütü gibi helal paralarıyla kurulmuş olan üniversiteler de elbette özgür olmak durumundadır. Oysa, bugün, üniversitelerimizde, birkısım gençlerimizin eğitim ve öğretim hakları ellerinden alınmaktadır. Başörtülü öğrencilerin muhatap olduğu uygulama, hepimizin yüreğini dağlamaktadır. Başörtülü öğrencileri bir yana bırakın, onların sorunlarını bir yana bırakalım; ama, onların ailelerinin karşı karşıya kaldığı ekonomik, psikolojik ve sosyal problemler, artık, Yüce Meclisin bu sunî soruna el uzatmasını gerekli hale getirmektedir.

Üniversitelerimiz, artık, asıl varoluş nedeni olan araştırma, geliştirme, eğitim, öğretim, gençleri mesleğe ve hayata hazırlama işiyle uğraşmalı, özgür düşünceli insanlar yetiştirme çabası ve gayreti içerisinde olmalıdır. İşte, takdirlerinize sunulan 7 önergede de asıl amaç budur. Üniversitelerimizin, kuruluş amacına uygun bir şekilde çalıştırılmasının önündeki engellerin tespit edilmesi ve Türkiye Büyük Millet Meclisinin bu soruna el koyması, temel amaçtır.

Sayın Başkan, sayın milletvekilleri; bu yıl uygulamaya konulan üniversite giriş sisteminde çok köklü değişiklikler yapılmıştır. Bu yeni sistemin getirdiği temel ilkeler nedeniyle birçok öğrenci mağdur olmuştur. Bu sınav sistemi nedeniyle, üniversite seçme sınavı başarısı düşük olan okulların öğrencilerinin, sınavda çok iyi sonuç almış bile olsalar, puanları düşmüştür. Türkiye genelinde standart bir eğitim ve eğitimde fırsat eşitliği olmadığından, iyi liselerde okuyamamış başarılı öğrencilere, böylece, haksızlık yapılmıştır.

Ben, size bir misal vermek istiyorum: Örneğin, Siirt Meslek Lisesi mezunu bir öğrenciye, okuduğu okul nedeniyle 9 puan verilirken, bir başka ilimizdeki bir liseden mezun olan bir öğrenciye 40-50 puan verilmektedir. Bu durumda, zaten iyi bir eğitim alan ve şanslı sayılan Anadolu liseleri mezunları, ağırlıklı okul başarı puanları sayesinde, sınavda hak ettiklerinden de daha iyi yerlere girebilmişlerdir; pek çok yüksek puanlı öğrenci de, okul başarısının düşüklüğü nedeniyle, maalesef, perişan olmuştur.

Diploma notlarına göre değerlendirilen ortaöğretim başarı puanı da, diğer bir haksızlık nedenidir. Yeni sistemde, ortaöğretim başarı puanına verilen önem yüzünden, okullarında şişirme not alanlar, avantajlı duruma gelmişlerdir.

Lisedeki alanları dışında tercih yapan öğrenciler de çok büyük haksızlıklara uğramışlardır. Kendi alanlarında bir branş tercih ettiklerinde 0,5 katsayısıyla çarpılan puanları, alan dışı bir tercih durumunda 0,2 katsayısıyla çarpılmaktadı. Üstelik, bu konu yeterince iyi anlatılamadığından da, pek çok hatalar yapılmış ve bu hatalar nedeniyle de bazı öğrenciler açıkta kalmıştır.

Yine, bu sistemde en büyük yanlışlık meslek lisesi çıkışlılara uygulanmış ve bunlar da perişan edilmiştir.

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN – Lütfen, toparlar mısınız.

ÖMER VEHBİ HATİPOĞLU (Devamla) – Sayın Başkan, sayın milletvekilleri; önergelerin tamamında, bizler, bir kurum olarak YÖK'ün yaptığı icraatların değerlendirilmesini arzu ediyoruz. Burada, hiçbir yaklaşımımız ideolojik ve siyasî yaklaşım değildir. Biz, Türkiye Cumhuriyeti Devletinin en önemli kurumu olan, Anayasada yer alan bir kurumun bu kadar ciddî eleştirilere muhatap olmasına Türkiye Büyük Millet Meclisi duyarsız kalamaz diyoruz ve bundan dolayı, bir araştırma komisyonunun kurulması gereğine inanıyoruz.

Hepinizi saygıyla selamlıyorum. (FP, MHP ve DYP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – Sayın Hatipoğlu'na teşekkür ediyorum.

Sayın milletvekilleri, bir soru üzerine bir hususu açıklamak ihtiyacındayım. Bu konuda verilen 7 önerge, 7 ayrı sıra sayısı almıştır; bu sebeple, 7 ayrı önerge sahibi, konuşma imkânına sahiptir. Aslında, bu önergelerdeki imza adedi 158'dir.

Bilgilerinize sunuyorum

Son talep, önergesi için konuşma arzusunda bulunan Sayın Mehmet Ali Şahin'e aittir.

MEHMET ALİ ŞAHİN (İstanbul) – Vazgeçtim.

BAŞKAN – Peki efendim.

Son söz, Tüzüğümüzün 60 ıncı maddesi gereğince söz isteyen, Sayın Sökmenoğlu'na ait.

Buyurun efendim, çok kısa olarak...

MURAT SÖKMENOĞLU (İstanbul) – Sayın Başkanım, delaletinizle -aynı zamanda da Sayın Bakandan- bir soru sormak istiyorum: İstanbul Üniversitesindeki Avcılar Kampusünde Mühendislik Fakültesi, millî felaket Marmara depreminden sonra, Düzce depreminde de bir yara aldı. Buradaki öğrenciler seslerini duyuramıyorlar, feryatları netice vermiyor. İki üniversite öğrencisi -bir arkadaşımız son sınıfta, diğeri de ikinci sınıfta- seslerini yükseltince, kendilerini kapıda buldular. Yılların emeğini, alınterini, yoksulluğu unutan rektörlük, bu arkadaşlarımızı okuldan attı. Yıllar heba oldu. Rektör, gençliğini unutmuş; demokratik platformlarda, Taksim toplantılarında fikir hürriyetini savunmanın bedelini bu iki masum gence ödetmiştir. YÖK ise suskun, susmuş pusmuş; suça iştirak etsin mi etmesin mi diye düşünüp duruyor. Çocuklar seslerini çıkaramıyor ve Rektör, dün akşam, bir televizyonda, bu gençlere sahip çıkanın da suça iştirak edeceğini ifade ediyor. Böyle bir zihniyet olur mu efendim?!

Ayrıca, Marmara Üniversitesi Göztepe Kampusünde de çatlaklar dolu. Genç yürekler korkudan okula gidemiyorlar, seslerini de maalesef, çıkaramıyorlar. 15 Eylülden beri, İstanbul'da üniversite açılsın mı açılmasın mı kampanyasını bizim delaletimizle sadece NTV televizyonu görüntüleyebildi; ama, maalesef, İstanbul Rektörlüğü bu işi tınmıyor. Anlaşılan, yine, biz, buzun üzerine yazı yazdığımızla kalacağız.

Ayrıca, Sayın Bakandan şunu sormak istiyorum: Heybeliada'da, Tuzla'da ve Hava Harp Okulundaki bölgede acaba acil ne gibi tedbirler aldı? Çünkü, ebeveynler bizlere kadar geliyor, bu genç insanların akıbetinden endişeliler. Bu okulların da fay hattının üzerinde olduğu kanaati var. Eğer, Sayın Bakan, bizi bu konuda bilgilendirirse, minnettar kalırım.

Teşekkür ederim Sayın Başkanım.

BAŞKAN – Teşekkür ederim.

Araştırma önergesinin görüşülmesi esnasında soruya cevap verme imkânımız, maalesef, yok; ama, Sayın Bakanın yazılı olarak cevap vermesi, kendi takdirlerindedir efendim.

MİLLÎ EĞİTİM BAKANI METİN BOSTANCIOĞLU (Sinop) – Sözlü olarak cevap vereyim...

BAŞKAN – Efendim, öyle bir usulümüz yok.

Bunu bir açıklama olarak kabul ediyoruz; yani, 60 ıncı madde gereğince veya ona dayalı olarak yapılmış bir konuşma olarak kabul ediyoruz; Sayın Bakanın soruya cevap vermesi, kendi takdirlerindedir.

Sayın milletvekilleri, dün, 19 uncu Birleşimde aldığımız karar gereğince, bu konu neticeleninceye kadar toplantıya devam edeceğimizi hatırlatıyorum.

Birleştirdiğimiz 7 Meclis araştırması önergesi üzerindeki görüşmeler tamamlanmıştır.

Şimdi, Meclis araştırması açılıp açılmaması hususunu oylarınıza sunacağım: Araştırmanın açılmasını kabul edenler, lütfen, işaret etsinler... Kabul etmeyenler... Oybirliğiyle kabul edilmiştir. (Alkışlar)

Meclis araştırmasını yapacak komisyonun 13 üyeden kurulmasını oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler... Kabul etmeyenler... Kabul edilmiştir.

Komisyonun çalışma süresinin, başkan, başkanvekili, sözcü ve kâtip üyenin seçimi tarihinden başlamak üzere, üç ay olmasını oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler... Kabul etmeyenler... Kabul edilmiştir.

Komisyonun gerektiğinde Ankara dışında da çalışabilmesi hususunu oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler... Kabul etmeyenler... Kabul edilmiştir.

Sayın milletvekilleri, böylece, araştırmayla ilgili müzakereler tamamlanmış bulunuyor.

Alınan karar gereğince, kanun tasarı ve tekliflerini sırasıyla görüşmek için, 17 Kasım 1999 Çarşamba günü saat 15.00’te toplanmak üzere, birleşimi kapatıyor; hepinize saygılar sunuyorum.

Kapanma Saati : 19.11

V. —SORULAR VE CEVAPLAR

A) YAZILI SORULAR VE CEVAPLARI

1. —Erzurum Milletvekili Lütfü Esengün’ün, Gülhane Askerî Tıp Akademisinin açılış töreninde yapılan bir konuşmaya ilişkin Başbakandan sorusu ve Millî Savunma Bakanı Sabahattin Çakmakoğlu’nun cevabı (7/614)

Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına

Aşağıdaki sorunun Başbakan Sayın Bülent Ecevit tarafından yazılı olarak cevaplandırılmasına delaletlerinizi saygı ile arz ederim.

Lütfü Esengün

Erzurum

Soru :

Ülkemizin sayılı ilim yuvalarından birisi olan Gülhane Askerî Tıp Akademisinin açılış merasiminde “Atatürk’üm ve Türkçem” adı ile ilk dersi veren Diş Tabibi Tuğgeneral Yalçın Işımer, hiç gereği yokken milletimizin dini inançlarını, manevî değerlerini tahkir ve tezyif eden bir konuşma yapmış, milletimizin Türk Silahlı Kuvvetlerine olan sevgi ve saygısını zedeler mahiyette sözler sarfetmiştir.

İstiklal Marşımızın yazarı Mehmet Akif Ersoy’a da çeşitli ithamlarda bulunan bu Diş Tabibi Generali Hükümet olarak emekliye ayırmayı düşünüyor musunuz?

T. C.

Millî Savunma Bakanlığı 15.11.1999

KAN. KAR. :1999/7035-GK

Konu :Yazılı Soru Önergesi.

Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına

İlgi :a) TBMMBaşkanlığının 18 Ekim 1999 tarihli ve Kan. Kar. Md. A.01.0.GNS.0.10.00.02-7/614-1996/5409 sayılı yazısı.

b) Başbakanlığın 22.10.1999 tarihli ve B.02.0.KKG.0.12/106-74-41/5196 sayılı yazısı.

Erzurum Milletvekili Lütfü Esengün tarafından sayın Başbakana tevcih edilen ve ilgi (a) üzerine ilgi (b) ekinde gönderilerek Millî Savunma Bakanı tarafından cevaplandırılması tensip edilen, “Gülhane Tıp Akademisinin açılış töreninde yapılan bir konuşmaya ilişkin” 7/614 sayılı yazılı soru önergesinin cevabı Ek’te gönderilmiştir.

Arz ederim.

Sabahattin Çakmakoğlu

Millî Savunma Bakanı

Erzurum Milletvekili Lütfü EsengünTarafından Verilen 7/614 Sayılı

Yazılı Soru Önergesi Cevabı

1. Gülhane Askerî Tıp Akademisinin 27 Eylül 1999 tarihinde icra edilen 1999-2000 Eğitim-Öğretim yılı açılış töreni sırasında, Prof. Diş. Tbp. Tuğg. Yalçın Işımer’in “Atatürk’üm ve Türkçem” konulu açılış dersine ilişkin konuşmasının, Müslümanların önderlerini küçültücü, Mehmet Akif Ersoy’u tahkir ve tezyif edici, tamamen siyasî içerikli ve Türkiye’nin uluslararası çıkarlarını zedeleyici mahiyette olduğuna ilişkin değerlendirmeler maksatlı, dayanaksız ve iyi niyetten uzak saptamalardır.

2. Gülhane Askerî Tıp Akademisi, 2955 sayılı Kanunla kurulmuş, bilimsel özerkliğe sahip, Atatürk ilkelerine bağlı, millî şuur ve disiplini görev bilen, lisans ve lisansüstü düzeyde eğitim ve öğretim, bilimsel araştırma ve yayın yapan bir yüksek öğretim kurumudur. Bu bakımdan, konferans konusu olan Türkçe dilinin kullanımı bağlamında, Mehmet Akif Ersoy’un Kuran’ın Türkçe’ye çevrilmesine ilişkin yaklaşımına karşı değerlendirmelerinin, bu bilimsel özerklik çerçevesinde düşünülmesi gerekmektedir.

3. Mehmet Akif Ersoy’un elbette, İstiklâl Marşımızın şairi olarak hepimiz için geçerli saygın bir yeri vardır.Ancak bu, belli bir konudaki görüşünün, özellikle de bilimsel bir zeminde eleştirilemeyeceği anlamına gelmemeli, bu olayda olduğu gibi Mehmet Akif Ersoy’un manevî şahsiyetinin tahkir ve tezyif edildiği düşünülmemelidir.

4. Anayasal düzenin korunması gerekliliğine ilişkin olarak ve uygun forumda görüş beyan edilmesi, Türk Silahlı Kuvvetleri İç Hizmet Kanunu kapsamında siyasî faaliyette bulunmak olarak değerlendirilmediğinden, herhangi bir soruşturmaya da gerek görülmemiştir.

Bilgilerinize sunarım.

Sabahattin Çakmakoğlu

Millî Savunma Bakanı

2. —Bursa Milletvekili Ahmet Sünnetçioğlu’nun, bir tuğgeneralin mason locasına üye olup olmadığına ilişkin Başbakandan sorusu ve Millî Savunma Bakanı Sabahattin Çakmakoğlu’nun cevabı (7/633)

Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına

Aşağıdaki sorularımın Başbakan Sayın Bülent Ecevit tarafından yazılı olarak cevaplandırılmasını arz ederim.

Saygılarımla. 6.10.1999

Ahmet Sünnetçioğlu

Bursa

1. Tuğgeneral Yalçın Işımer’in “Ankara Vadisi Uyanış Muhterem Locası” adındaki mason locasının kayıtlı üyesi olduğu doğru mudur?

2. Türk Silahlı Kuvvetleri iç hizmetler yasasına ve yönetmeliğine göre bu tür kuruluşlara üye olunması yasak değil midir?

3. Türk Silahlı Kuvvetlerinde böyle sivil oda ve derneklere üye olmak bir üst makamdan izne tabi değil midir? İzne tabi ise böyle bir izin verilmiş midir?

4. İzin verilmeden üye olunmuş ise herhangi bir işlem düşünüyor musunuz?

T. C.

Millî Savunma Bakanlığı 15.11.1999

KAN. KAR. :1999/7036-GK

Konu :Yazılı Soru Önergesi.

Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına

İlgi :a) TBMMBaşkanlığının 18.10.1999 tarihli ve Kan. Kar. Md. A.01.0.GNS.0.10.00.02-7/633-2059/5524 sayılı yazısı.

b) Başbakanlığın 22.10.1999 tarihli ve B.02.0.KKG.0.12/106-77-2/5197 sayılı yazısı.

Bursa Milletvekili Ahmet Sünnetçioğlu tarafından sayın Başbakana tevcih edilen ve ilgi (a) üzerine ilgi (b) ekinde gönderilerek Millî Savunma Bakanı tarafından cevaplandırılması tensip edilen, “Bir Tuğgeneralin Mason Locasında üye olup olmadığına ilişkin” 7/633 sayılı yazılı soru önergesinin cevabı Ek’te gönderilmiştir.

Arz ederim.

Sabahattin Çakmakoğlu

Millî Savunma Bakanı

Bursa Milletvekili Ahmet Sünnetçioğlu Tarafından Verilen 7/633 Sayılı

Yazılı Soru Önergesi Cevabı

Gülhane Askerî Tıp Akademisinin 27 Eylül 1999 tarihinde icra edilen 1999-2000 Eğitim-Öğretim yılı açılış töreni sırasında, Prof. Diş. Tbp. Tuğg. Yalçın Işımer’in “Atatürk’üm ve Türkçem” konulu açılış dersine ilişkin olarak yapılan incelemede;

1. Tuğg. Işımer’in 1978 yılında “Ankara Vadisi Uyanış Muhterem Locası” adındaki derneğe üye olduğu, ancak kısa bir süre sonra istifa ederek ayrıldığına ve üyeliğinin sona erdiğine dair belgeyi Genelkurmay Başkanlığına ibraz ettiği anlaşılmıştır.

2. Türk Silahlı Kuvvetleri mensuplarının üye olmasına izin verilen dernekler arasında anılan derneğin adı bulunmamaktadır.

3. 1978 yılında bu derneğe üye olması konusunda kendisine izin verildiğine dair bir kayda rastlanmamıştır.

4. Dernekten ayrılınmış olması ve üye olunan tarih dikkate alındığında yürürlükteki mevzuat gereği bu safhada Tuğg. Yalçın Işımer hakkında yapılacak bir işlem bulunmadığı Genelkurmay Başkanlığınca bildirilmiştir.

Bilgilerinize sunarım.

Sabahattin Çakmakoğlu

Millî Savunma Bakanı

3.—Kütahya Milletvekili Ahmet Derin’in, Uşak İli Ulubey İlçesinde Ziraî Donatım Kurumuna ait tesislerde alım merkezi kurulup kurulmayacağına ilişkin sorusu ve Tarım ve Köyişleri Bakanı Hüsnü Yusuf Gökalp’in cevabı (7/658)

Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına

Aşağıdaki soruların Sayın Tarım ve Köyişleri Bakanı Hüsnü Yusuf Gökalp tarafından yazılı olarak cevaplandırılmasının teminini saygılarımla arz ederim. 8.10.1999

Ahmet Derin

Kütahya

1. Uşak Ulubey İlçesi tahıl ambarı olmasına rağmen niçin alım merkezi kurulmamıştır?

2. Ziraî Donatım Kurumuna ait tesislerde alım merkezi kurmayı düşünüyor musunuz?

T. C.

Tarım ve Köyişleri Bakanlığı

Araştırma Planlama ve Koordinasyon 16.11.1999

Kurulu Başkanlığı

Sayı :KDD-SÖ.1.01-2798

Konu :Yazılı soru önergesi

Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına

İlgi :TBMM’nin 25.10.1999 Gün ve A.01.0.GNS.0.10.00.02-2312 sayılı yazısı.

İlgide kayıtlı yazınız ekinde gönderilen; Kütahya Milletvekili Sayın Ahmet Derin’e ait 7/658 Esas No.’lu, yazılı soru önergesine ilişkin Bakanlığımız görüşleri ekte sunulmuştur.

Bilgilerinize arz ederim.

Prof. Dr. Hüsnü Yusuf Gökalp

Tarım ve Köyişleri Bakanı

Önerge Sahibi Milletvekili :Ahmet Derin Kütahya Milletvekili

Esas No. :7/658-2097

Soru 1. Uşak Ulubey İlçesi, tahıl ambarı olmasına rağmen niçin alım merkezi kurulmamıştır?

Cevap 1. Ulubey İlçesi, Eşme Ajansına bağlı koltuk ambarı olarak faaliyet göstermektedir. Koltuk ambarı düzeyinde sürdürülen hizmetlerde herhangi bir üretici mağduriyetine neden olunmadığı gibi üreticilerinde bu konuda bir şikâyeti bulunmamaktadır.

Ulubey koltuk ambarının 1991-1999 yılları arasındaki alım miktarları aşağıda belirtilmiştir.

Yıllar Buğday Haşhaş

1991 17 787 45

1992 — 40

1993 995 300

1994 3 378 715

1995 — 70

1996 — 127

1997 5 780 510

1998 14 016 500

1999 2 254 —

Yukarıda tabloda da görüleceği üzere, Ulubey koltuk ambarında hem buğday hem de haşhaş alımları yapılmaktadır.Ulubey koltuk ambarının ajans amirliğine, dönüştürülmesi konusunda yöredeki muhtarlıklardan ve Ulubey Ziraat Odası Başkanlığından talep olmuştur. Söz konusu talepler, Ulubey koltuk ambarındaki yukarıda belirtilen alım miktarları dikkate alındığında uygun görülmektedir.Ancak daimi iş yeri açılması; büro binası, depolama üniteleri gibi sabit yatırımlar gerekmektedir. Ayrıca, tasarruf tedbirleri uygulamaları da göz önüne alındığında Ulubey’de daimi iş yeri açılması mümkün olamamaktadır.

Soru 2. Ziraî Donatım Kurumuna ait tesislerde alım merkezi kurmayı düşünüyor musunuz?

Cevap 2. Ulubey’deki Türkiye Ziraî Donatım Kurumuna ait depo ve tesislerin satın alınması düşünülmüş ise de “Özelleştirme İdaresi” tarafından bu kuruluşa ait depoların bir sigorta şirketine satıldığı, bu şirketin de ödeme güçlüğü içerisinde olması sebebiyle satış işleminin gerçekleştirilemediği ve konunun mahkemeye intikal ettiği öğrenilmiştir.

Belirtilen satış işleminin gerçekleşmemesi ve anılan depoların “Özelleştirme İdaresi” tarafından TMO’sine intikalinin yapılması halinde Ulubey İlçesinde daimi bir iş yeri açılması yoluna gidilebilecektir.

4. —Karaman Milletvekili Zeki Ünal’ın, Gülhane Askerî Tıp Akademisinin açılış töreninde bir Tuğgeneral tarafından yapılan konuşmaya ilişkin sorusu ve Millî Savunma Bakanı Sabahattin Çakmakoğlu’nun cevabı (7/661)

Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına

Aşağıdaki sorumun Millî Savunma Bakanı Sayın Sabahattin Çakmakoğlu tarafından yazılı olarak cevaplandırılmasını arz ederim. 11.10.1999

Zeki Ünal

Karaman

1. GATA’nın yeni eğitim ve öğretim yılına başlaması dolayısı ile düzenlenen törende Peygamberimiz Hz. Muhammed (S.A.V.) ile Ashabını ve İstiklâl Marşı şairimiz M.Akif Ersoy’u aşağılayıcı bir konuşma yapan ve Masonluğu da ortaya çıkan Diş Tabibi Prof. Dr. Tuğgeneral Yalçın Işımer hakkında nasıl bir işlem yapmayı düşünüyorsunuz?

T. C.

Millî Savunma Bakanlığı 15.11.1999

KAN. KAR. :1999/7034-GK

Konu :Yazılı soru önergesi

Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına

İlgi :TBMMBaşkanlığının 25 Ekim 1999 tarihli ve Kan. Kar. Md. A.01.0.GNS.0.10.00.02-7/661-2102/5627 sayılı yazısı.

Karaman Milletvekili Zeki Ünal tarafından verilen ve ilgi Ek’inde gönderilerek cevaplandırılması istenilen, 7/661 sayılı “Gülhane Askerî Tıp Akademisinin açılış töreninde yapılan konuşmaya ilişkin” yazılı soru önergesinin cevabı Ek’te sunulmuştur.

Arz ederim.

Sabahattin Çakmakoğlu

Millî Savunma Bakanı

Karaman Milletvekili Zeki ÜnalTarafından Verilen 7/661 Sayılı

Yazılı Soru Önergesi Cevabı

1. Gülhane Askerî Tıp Akademisinin 27 Eylül 1999 tarihinde icra edilen 1999-2000 eğitim-öğretim yılı açılış töreni sırasında, Prof. Diş. Tbp. Tuğg. Yalçın Işımer’in “Atatürk’üm ve Türkçem” konulu açılış dersine ilişkin konuşmasının, Müslümanların önderlerini küçültücü, Mehmet Akif Ersoy’u tahkir ve tezyif edici, tamamen siyasî içerikli ve Türkiye’nin uluslararası çıkarlarını zedeleyici mahiyette olduğuna ilişkin değerlendirmeler maksatlı, dayanaksız ve iyi niyetten uzak saptamalardır.

2. Gülhane Askerî Tıp Akademisi, 2955 sayılı Kanunla kurulmuş, bilimsel özerkliğe sahip, Atatürk ilkelerine bağlı, millî şuur ve disiplini görev bilen, lisans ve lisansüstü düzeyde eğitim ve öğretim, bilimsel araştırma ve yayın yapan bir yüksek öğretim kurumudur. Bu bakımdan, konferans konusu olan Türkçe dilinin kullanımı bağlamında, Mehmet Akif Ersoy’un Kuran’ın Türkçe’ye çevrilmesine ilişkin yaklaşımına karşı değerlendirmelerinin, bu bilimsel özerklik çerçevesinde düşünülmesi gerekmektedir.

3. Mehmet Akif Ersoy’un elbette, İstiklâl Marşımızın şairi olarak hepimiz için geçerli saygın bir yeri vardır.Ancak bu, belli bir konudaki görüşünün, özellikle de bilimsel bir zeminde eleştirilemeyeceği anlamına gelmemeli, bu olayda olduğu gibi Mehmet Akif Ersoy’un manevî şahsiyetinin tahkir ve tezyif edildiği düşünülmemelidir.

4. Anayasal düzenin korunması gerekliliğine ilişkin olarak ve uygun forumda görüş beyan edilmesi, Türk Silahlı Kuvvetleri İç Hizmet Kanunu kapsamında siyasî faaliyette bulunmak olarak değerlendirilmediğinden, herhangi bir soruşturmaya da gerek görülmemiştir.

Bilgilerinize sunarım.

Sabahattin Çakmakoğlu

Millî Savunma Bakanı

5. —Sıvas Milletvekili Abdüllatif Şener’in, Sıvas SSKHastanesine ilişkin sorusu ve Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanı Yaşar Okuyan’ın cevabı (7/690)

Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına

Aşağıdaki sorularımın Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanı Sayın Yaşar Okuyan tarafından yazılı olarak cevaplandırılmasının teminini saygılarımla arz ederim.

Doç. Dr. Abdüllatif Şener

Sıvas

Yaşanan idarî problemler ve kadro sıkıntısı nedeniyle Sıvas SSKHastanesinin hizmet kalitesinin gün geçtikçe geriye gittiği Sıvas kamuoyu tarafından açıkça dile getirilmektedir.Kapanan servisler, azalan uzman hekim sayısı yüzünden Sıvas halkına yeterince hizmet veremeyen SSKHastanesi işçilerimizin, emeklilerimizin, dul ve yetimlerimizin sayısının azımsanmayacak kadar fazla olduğu Sıvas için önemli bir problem haline gelmiştir.

Sorular :

1. Sıvas SSK Hastanesinin 1991 yılından bu yana uzman ve pratisyen hekim sayıları ne kadardır?

2. 1991 yılından bu yana söz konusu hastanede açılan ve kapanan servisler hangileridir?

3. Hastanenin kapasitesinin ve hizmet kalitesinin artırılması için bu yıllarda hangi çalışmalar yapılmıştır?

4. Bugün itibariyle önemli bir sorun haline gelen Sıvas SSK Hastanesindeki bu olumsuzlukların gerçek nedeni idarî yetersizlik değil midir? Bu konuda herhangi bir soruşturma yapmayı düşünüyor musunuz?

T. C.

Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığı

Sosyal Güvenlik Kuruluşları Genel Müdürlüğü 16.11.1999

Sayı :B.13.0.SGK.0.13.00.01/7118-027351

Konu :Yazılı soru önergesi

Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına

İlgi :1.11.1999 tarih ve A.01.0.GNS.0.10.00.02-690-2139/5750 sayılı yazınız.

Sıvas Milletvekili Abdüllatif Şener tarafından hazırlanan “Sosyal Sigortalar Kurumu Sıvas Hastanesine ilişkin” 7/690 Esas No.’lu yazılı soru önergesinde yer alan konuların Sosyal Sigortalar Kurumu Genel Müdürlüğünce incelenmesi sonucunda;

Sosyal Sigortalar Kurumu Sıvas Hastanesinde 1991 yılından itibaren görev yapan uzman ve pratisyen hekim sayılarının;

Uzman Hekim Pratisyen Hekim

Yıllar Sayısı Sayısı

1991 21 16

1992 19 13

1993 20 16

1994 20 10

1995 19 10

1996 17 8

1997 21 9

1998 19 8

1999 (10 aylık) 21 8

olduğu,

Sosyal Sigortalar Kurumu Sıvas Hastanesinin 1991-1999 yılları arasında Bevliye, Ortopedi, Fizik Tedavi, Kroner Yoğun Bakım servisleri açılarak hizmete girdiği, ancak, bunlardan Ortopedi, Fizik Tedavi ve Kroner Yoğun Bakım servisi ile İntaniye servisinin tabiplerin ayrılması nedeniyle, Psikiyatri servisinin ise ilgili hekimin yalnız poliklinik yapması nedeniyle kapatıldığı,

Sosyal Sigortalar Kurumu Sıvas Hastanesinin kapasitesi ve hizmet kalitesinin artırılması için Hastane bünyesinde acil servis, kadın ve erkek müşahade odalarının hizmete açıldığı, müstakil kadın doğum polikliniklerinin genişletildiği, Tıp Fakültesi bünyesinde uzak terminal bağlantılı eczane açıldığı,

Sosyal Sigortalar Kurumu Sıvas Hastanesinin genel onarım işine başlanıldığı ve bu inşaatın halen devam etmekte olduğu,

Ayrıca, hizmetin yürütümünde tespit edilen aksaklıklar nedeni ile Sıvas Hastanesi Baştabibi Cevat Türkkan’ın görevden alınarak, aynı yere Uzman Tabip olarak atandığı,

anlaşılmıştır.

Diğer taraftan; 4447 sayılı Sosyal Güvenlik Reformu Kanunu ile Sosyal Sigortalar Kurumu için ihdas edilen 18 800 adet kadronun Maliye Bakanlığı, Devlet Personel Başkanlığı ve Bakanlığımız personelinden oluşan Komisyonca norm kadro yönetmeliği ve vize işlemleri tamamlanmak üzeredir. Bu çalışmalar sonucu hazırlanacak yönetmeliğe uygun olarak Sosyal Sigortalar Kurumu Sıvas Hastanesine ilave kadro verilerek eksik personel ataması yapılacaktır.

Bilgilerinize arz ederim.

Yaşar Okuyan

Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanı

6. —Adıyaman Milletvekili Mahmut Göksu’nun, Atatürk Barajına ilişkin sorusu ve Çevre Bakanı Fevzi Aytekin’in cevabı (7/697)

Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına

Aşağıdaki sorularımın delaletlerinizle Çevre Bakanı Sayın Fevzi Aytekin tarafından yazılı olarak cevaplandırılması için gereğinin yapılmasını arz ederim.

Mahmut Göksu

Adıyaman

Güneydoğu Anadolu Projesinin ana damarı Atatürk Barajıdır. Bu baraj Türkiye’nin barajıdır. Adıyamanımız bu baraj için gereken tüm fedakârlığı yapmıştır. 1 ilçe ve 64 köyünü sular altında bırakmıştır.

Adıyaman olarak bu fedakârlığımız karşısında büyük umutlarımız vardı. Maalesef barajın külfeti ilimize nimeti ise başka illere verildi.

Son günlerde bölge halkının kanalizasyon suyu içtiği yerel ve genel yazılı basında mükerrer defa yer almıştır.

1. Bölge halkının bu mağduriyetini giderici tedbirler alacak mısınız?

2. Atatürk Barajının Haliç olmaması için herhangi bir çalışmanız var mı?

3. Atatürk Barajında artık balıkların yaşamadığı doğru mu?Doğru ise canlıları yaşatmak için bakanlık olarak bir çalışma yaptınız mı?Yapmış iseniz son durum nedir?

T. C.

Çevre Bakanlığı

Araştırma Planlama ve Koordinasyon 16.11.1999

Kurulu Başkanlığı

Sayı :B.19.0.APK.0.22.00.02/0012/1128-10043

Konu :Yazılı soru önergesi

Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına

İlgi :1.11.1999 tarih ve A.01.0.GNS.0.10.00.02-7/697-2155/5787 sayılı yazınız.

İlgide kayıtlı yazınız eki Adıyaman Milletvekili Sayın Mahmut Göksu’ya ait yazılı soru önergesi cevaplandırılarak ekte sunulmuştur.

Bilgilerinize arz ederim.

Fevzi Aytekin

Çevre Bakanı

Adıyaman Milletvekili Sayın Mahmut Göksu’nun 7/697-2155 Esas Numaralı

Yazılı Soru Önergesinin Cevabı

Güneydoğu Anadolu Projesinin ana damarı Atatürk Barajıdır. Bu baraj Türkiye’nin barajıdır.Adıyamanımız bu baraj için gereken tüm fedakârlığı yapmıştır. 1 ilçe ve 64 köy sular altında bırakılmıştır.

Adıyaman olarak bu fedakârlığımız karşısında büyük umutlarımız vardı. Maalesef barajın külfeti ilimize, nimeti ise başka illere verildi.

Son günlerde bölge halkının kanalizasyon suyu içtiği yerel ve genel yazılı basında mükerrer defa yer almıştır.

Soru 1. Bölge halkının bu mağduriyetini giderici tedbirler alacak mısınız?

Cevap 1. Adıyaman Atıksu Arıtma Tesisi, küçük arıtma ve büyük arıtma olmak üzere iki ayrı üniteden oluşmaktadır.Eğri Çayı üzerinde bulunan küçük arıtma tesisi tamamlanarak geçici kabule hazır hale getirilmiştir.

Sitilce mevkiinde yaptırılmakta olan büyük arıtma tesisinde ise, 2 adet ön çökeltim havuz betonları, 2 adet damlatmalı filtre havuzlarının kazısı ve grobetonu, 2 adet son çökeltim havuzlarının hafriyatı ve taban betonu bitirilmiştir. Ayrıca, birinci kademede yapılmakta olan bu kısmının saha hafriyatlarının tamamı, lojman binasının kazısı ile idare binasının % 80’i tamamlanmıştır.

Ancak, Adıyaman Belediye Başkanlığı, proje finansmanının karşılanamayacağı gerekçesi ile Belediye Meclis Kararı alarak yatırımın durdurulması hususunda İller Bankasına başvurmuştur. Bu gelişme üzerine Bakanlığımız bölgenin özelliğini göz önüne alarak sözkonusu projenin bir an önce tamamlanması hususunda İller Bankası Genel Müdürlüğü nezdinde girişimlerde bulunmuştur.

Ayrıca, bölgede ilgili kurum ve kuruluşların katılımı ile kanalizasyon ve atıksu arıtma tesisleri yapılması hususunda koordineli çalışmalar yapılmaktadır.

Soru 2. Atatürk Barajının Haliç olmaması için herhangi bir çalışmanız var mı?

Cevap 2. Türkiye’nin en büyük tatlı su kaynağı olan Atatürk baraj gölünü, kirlenmeden gerekli tedbirleri alarak korumak, ülkemiz ve bölgenin sosyo-ekonomik hayatı göz önünde tutulduğunda sağlayacağı fayda hayati önemdedir. Bu nedenle Bakanlığımız havzanın korunması için GAP Bölgesi Kalkınma İdaresi ile ortak olarak 1999 yılı yatırım programı için çeşitli projeler teklif etmiştir.

Bu projeler;

—Atatürk Baraj Havzası Atıksu ve Katı Atık Yönetimi Projesi

Adıyaman-Kahta Arıtma Tesisi

Şanlıurfa-Ceylanpınar Arıtma Tesisi

Şanlıurfa-Akçakale Arıtma Tesisi

Adıyaman-Besni Kanalizasyon ve Arıtma Tesisi

Şanlıurfa-Siverek Kanalizasyon ve Arıtma Tesisi

Adıyaman-Çelikhan Kanalizasyon ve Arıtma Tesisi

Şanlıurfa Katı Atık Yönetimi

Şanlıurfa-Bozova Kanalizasyon ve Arıtma Tesisi şeklinde tasarlanmış entegre projelerdir.

Ayrıca Türk ve Alman Hükümetleri arasında imzalanan malî işbirliği anlaşması kapsamında, Federal Alman Kredi Kuruluşu (KFW) ile “Atatürk Barajı Havzasında Kanalizasyon ve Atıksu Arıtımı Projesi” adı altında bir projenin yapılması da planlanmaktadır.

Soru 3. Atatürk Barajında artık balıkların yaşamadığı doğru mu?Doğru ise canlıları yaşatmak için bakanlık olarak bir çalışma yaptınız mı?Yapmış iseniz son durum nedir?

Cevap 3. Bakanlığımızca 1997 yılının sonunda “İçmesuyu Kaynağı Olarak Atatürk Barajının Korunması Projesi” başlatılmıştır. Proje ile baraj gölü etrafında yer alan yerleşimlerin içme ve kullanma suyu ihtiyaçlarına cevap vermesi planlanan Atatürk Barajının havzasında oluşturulacak koruma planı programı yoluyla her türlü kirlenme ve bozulmaların önlenmesi ve giderilmesi amaçlanmaktadır.

Proje sonunda havza koruma ve kullanımını gösteren uygun ölçekli “Havza Koruma Planı” ve buna bağlı olarak koruma planlarını açıklayıcı nitelikte “Koruma Programları” oluşturulması hedeflenmektedir.

Proje nihaî rapor aşamasındadır ve bu yıl sonunda tamamlanabilecektir.

Ayrıca, baraj gölünde balık popülasyonunun devamlılığı açısından da söz konusu proje önem taşımaktadır.

7.— Bursa Milletvekili Ali Arabacı’nın, Bursa İli, Nilüfer İlçesi, Görükle Beldesinde yeşil alan olarak ayrılan yere ilişkin sorusu ve Maliye Bakanı Sümer Oral’ın cevabı (7/709)

Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına

Aşağıda yazılı soruların, Anayasının 98 inci TBMM İçtüzüğünün 96 ncı maddesi uyarınca Maliye Bakanı Sayın Sümer Oral tarafından yazılı yanıtlanmasını saygıyla dilerim. 18.10.1999

Ali Arabacı

Bursa

Sorular :

1. Bursa İli, Nilüfer İlçesi, Görükle beldesinde bulunan, “park ve çocuk bahçesi” olarak kullanılmak üzere Maliye Hazinesince Görükle Belediyesine terk edilen, imar planında da “yeşil alan” gözüken toplam 82 425,83 m2 yüzölçümlü taşınmaz mal, Görükle Belediyesine; “fırın, düğün salonu, kapalı çarşı, büfe, market, belediye hizmet alanı ve restaurant yapılması, yaptırılması, işletilmesi ve işlettirilmesi amacıyla, gelirin %30’u bedelle kiraya verilmesi için Bursa Defterdarlığına 22.9.1999 tarih ve 1187 sayı ile bakanlığınızca verilen “olur”un 3194 sayılı İmar Kanununun 11, 13 ve 20 nci maddeleriyle, BK’nun 20 nci maddesine aykırılığı düşünülş müdür?

2. Yatırımcı-siyasetçi-bürokrat işbirliği ile yağma ve talan edilen, “yeşil” kimliği “mazide” kalan, çarpık, kaçak yapılaşma sonucu yeşil alanı kalmayan Bursa’da, 82 dönüm de olsa planda yeşil alan olarak ayrılan bir yeri, halkın çıkarlarını, gelecek kuşakları düşünerek korumayı düşünmez misiniz? Yasalara apaçık aykırı, muvazaalı-hileli yolla plan değişikliğini getiren “kiralama” tasarrufundan vazgeçmeyi düşünüyor musunuz?

T. C.

Maliye Bakanlığı

Millî Emlak Genel Müdürlüğü 16.11.1999

Sayı :B.07.0.MEG.0.14/3122-7922-043486

Konu :Soru Önergesi.

Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığı

Genel Sekreterliğine

(Kanunlar ve Kararlar Dairesi Başkanlığı)

İlgi :1.11.1999 tarih ve A.01.0.GNS.0.10.00.02-7/709-2213/5907 sayılı yazınız.

Bursa Milletvekili Sayın Ali Arabacı’nın, tarafımdan yazılı cevaplandırılması istemini havi soru önergesi ile ilgili hususlar aşağıda maddeler halinde sunulmuştur.

1. Bursa İli, Nilüfer İlçesi, Görükle Belediyesi sınırları içerisinde bulunan ve park ve çocuk bahçesi olarak kullanılmak üzere anılan belediyeye terk edilen toplam 82 425,83 m2 yüzölçümlü taşınmaz malın üzeri imar planında ayrıldığı amaç doğrultusunda kullanılmak, altında ise fırın ve düğün salonu, kapalı çarşı, belediye hizmet alanı, market ve restaurant gibi tesisler yapılmak kaydı ile, üzerinde ise münhasıran büfe yapılmak ve bu tesislerden elde edilecek gelirin % 30’unun Hazineye verilmesi hususunda anılan Belediye ile protokol yapılması Bakanlığımızca uygun görülmüştür.

Yapılan işlemde, Bakanlığımızca tesis edilen her işlemde olduğu gibi mer’i mevzuata aykırı olup olmadığı hususu öncelikle göz önünde bulundurulmuş, bir aykırılık görülmemiştir.

2. Yapılan protokolde imar planında herhangi bir değişikliğe gidilmemesi şartı yer aldığından, yeşil alanların yok edilmesi gibi bir endişeye mahal olmadığı düşünülmektedir.

Bakanlığımızca yapılan işlemlerde çevresel değerlerin korunmasında azamî hassasiyet gösterilmekte olup, bundan böyle de bu hassasiyet önergeye konu işlemde olduğu gibi muhafaza edilecektir.

Bilgilerinize arz ederim.

Sümer Oral

Maliye Bakanı

8.—Muğla Milletvekili Hasan Özyer’in, pamuk taban fiyatlarına ilişkin sorusu ve Tarım ve Köyişleri Bakanı Hüsnü Yusuf Gökalp’in cevabı (7/754)

Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına

Aşağıdaki sorularımın Tarım ve Köyişleri Bakanı Sayın Hüsnü Yusuf Gökalp tarafından yazılı olarak cevaplandırılmasını saygılarımla arz ederim. 19.10.1999

Hasan Özyer

Muğla

Pamuk üreticisi bu yıl emeğinin karşılığını alamayacak hatta borçlarını ödeyemeyecek duruma düşmüştür. Geçen yıl verilen fiyat baz alındığında reel anlamda bu yıl çok daha düşük fiyat verildiği söylenebilir.

1. Pamuk üreticisine baş fiyat+25 cent vermeyi düşünür müsünüz?

2. Üreticinin bu tür sıkıntılara düşmeyeceği ve çalışmasının karşılığını alabileceği sistemleştirilmiş bir fiyat politikası için Bakanlığınız tarafından herhangi bir çalışma yapılmakta mıdır?

T. C.

Tarım ve Köyişleri Bakanlığı

Araştırma Planlama ve Koordinasyon 16.11.1999

Kurulu Başkanlığı

Sayı :KDD.SÖ.1.01/2797

Konu :Yazılı Soru Önergesi

Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına

İlgi :1.11.1999 gün ve A.01.0.GNS.0.10.00.12-2440 sayılı yazınız.

Muğla Milletvekili Sayın Hasan Özyer’e ait 7/754-2238 esas no’lu yazılı soru önergesine ait görüşlerimiz aşağıda bildirilmektedir.

Pamuk üreticisi bu yıl emeğinin karşılığını alamayacak hatta borçlarını ödemeyecek duruma düşmüştür. Geçen yıl verilen fiyat baz alındığında reel anlamda bu yıl çok düşük fiyat verildiği söylenebilir.

Soru 1. Pamuk üreticisine baş fiyat+25 cent vermeyi düşünür müsünüz?

Cevap 1. Pamuk üreticisine prim verilmesi için çalışmalar başlatılmış, 1999 yılı ürünü kütlü pamuğuna 2000 yılı bütçesinden prim ödenmesine ilişkin Kararname Taslağı yayınlanma aşamasına gelmiştir. Üreticilerimizin emeğini karşılayacak bir prim tespiti için yoğun çalışmalar sürdürülmekte olup; bu çalışmalarda iç ve dış piyasa pamuk fiyatları maliyetler ve yıllık enflasyon oranları gibi kriterler hep bir arada değerlendirilmektedir.

Soru 2. Üreticinin bu tür sıkıntılara düşmeyeceği ve çalışmasının karşılığını alabileceği sistemleştirilmiş bir fiyat politikası için Bakanlığınız tarafından herhangi bir çalışma yapılmakta mıdır?

Cevap 2. İç ve dış piyasalarda pamuk fiyatlarının hızla düşmesi karşısında, ülkemiz pamuk üreticisinin olumsuz etkilenmesini önlemek, gelir düzeyini mümkün olduğu ölçüde koruyabilmek amacıyla çıkarılacak Bakanlar Kurulu Kararına bağlı olarak, 1999/2000 alım sezonunda da destekleme primi verilmesi yönündeki çalışmalar sürdürülmektedir.

Bakanlığımızca hazırlanarak Bakanlar Kuruluna takdim edilen ve kurul tarafından olumlu bulunan “Bazı Tarımsal Ürünlerde Parite Uygulaması Sistemi”ne geçiş için çalışmalar sürdürülmektedir. Bu sistemle üretici, üreteceği ürünün ne kadar fiyat bulacağını ekimden önce öğrenme ve üretimini ona göre planlama şansı bulacaktır. Böylece, özellikle ülkemizde büyük stok oluşturan ve büyük ekonomik kayıplara neden olan şeker pancarı, tütün ve fındık gibi ürünlerin yerine; ülkemizin üretim açığı olan ve son yıllarda ithale de konu olan yağ bitkileri, mısır ve kaliteli kaba yem bitkilerinin ikamesi mümkün olacaktır.

Diğer taraftan; Sanayi ve Ticaret Bakanlığından aldığımız bilgilere göre; 1994 yılından bu yana, Tarım Satış Kooperatifleri Birlikleri Devlet adına destekleme alımı ile görevlendirilmediğinden kendi nam ve hesabına alım yapmaktadır. Bu alımların finansmanı ise, esas itibariyle Hazinece DFİF kaynaklarından kullandırılacak kredilere bağlıdır. Birliklerin alım fiyatları, bu koşullar içinde malî imkânlar sonuna kadar zorlanarak Ege ve Antalya bölgesi pamukları için 230 000 TL/kg, Çukurova pamuğu için 205 000 TL/kg ve GAPBölgesi pamukları için 215 000 TL/kg olarak belirlenmiştir. Aldıkları kredileri geri ödemek durumunda olan birlikler, üreticilerin korunması fonksiyonlarının yanında kendi malî yapılarını korumak ve piyasa koşullarında da çalışmak zorundadırlar.

Ayrıca piyasadaki olumsuz gelişmeler gözetilerek üreticilerin mağdur olmamaları için gerektiğinde birliklerce ihtiyaçlarının üzerinde pamuk alınması hedeflenmiştir.

Bilgilerinize arz ederim.

Prof. Dr. Hüsnü Yusuf Gökalp

Tarım ve Köyişleri Bakanı

9.—Konya Milletvekili Hüseyin Arı’nın, subay ve astsubayların üye olmaları izne bağlı olan derneklere ilişkin sorusu ve Millî Savunma Bakanı Sabahattin Çakmakoğlu’nun cevabı (7/764)

Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına

Delaletinizle aşağıdaki sorumun Millî Savunma Bakanı Sayın Sabahattin Çakmakoğlu tarafından yazılı olarak cevaplandırılmasını saygılarımla arz ederim.

Hüseyin Arı

Konya

Subay ve astsubayların 211 sayılı Türk Silahlı Kuvvetleri İç Hizmet Kanununun 43 üncü maddesi gereğince siyasî partiler ve derneklere kayıt olmaları yasaktır. Bunun dışında bir kısım derneklere de kayıt olmaları izne bağlıdır.

İzne bağlı olan bu derneklerin hangileri olduğunun yazılı olarak liste halinde tarafıma bildirilmesini arz ederim.

T. C.

Millî Savunma Bakanlığı 15.11.1999

KAN. KAR. :1999/7037-GK

Konu :Yazılı Soru Önergesi.

Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına

İlgi :TBMMBaşkanlığının 21 Kasım 1999 tarihli ve Kan. Kar. Md. :A.01.0.GNS.0.10.00.02-7/764-2256/5999 sayılı yazısı.

Konya Milletvekili Hüseyin Arı tarafından verilen ilgi Ek’inde gönderilerek cevaplandırılması istenilen, “Subay ve Astsubayların üye olmaları izne bağlı olan derneklere ilişkin” 7/764 sayılı yazılı soru önergesinin cevabı Ek’te sunulmuştur.

Arz ederim.

Sabahattin Çakmakoğlu

Millî Savunma Bakanı

Konya Milletvekili Hüseyin Arı Tarafından Verilen 7/764 Sayılı

Yazılı Soru Önergesinin Cevabı

Türk Silahlı Kuvvetleri personelinin faal olmayan üyeliklerine girebilecekleri derneklere ilişkin liste Ek’tedir.

Bilgilerinize sunarım.

Sabahattin Çakmakoğlu

Millî Savunma Bakanı

MİLLÎ SAVUNMA BAKANLIĞINCA TÜRK SİLAHLI KUVVETLERİ PERSONELİNİN ÜYE OLMASINA MÜSAADE EDİLEN DERNEKLERİN LİSTESİ

1. Ankara Türk Müziği Derneği

2. Türkiye Kamp ve Karavan Derneği

3. Türkiye Liglerinde Bulunan Spor Kulüpleri

4. İktisat Fakültesi Mezunları Derneği

5. Üsküdar Musiki Cemiyeti

6. Ankara Avcılar ve Atıcılık Derneği

7. İstatistik Mezunları Derneği

8. İstatistik Uzmanları Derneği

9. Türkiye Avrupa Topluluğu Derneği

10. Gemi Modelcileri ve Gemi Sevenler Derneği

11. Gökçehöyük Köyü Koruma Kalkındırma ve Yardımlaşma Derneği

12. Kick Boks Hakemleri ve Antrenörleri Birliği

13. İstanbul Üniversitesi Hiperbarik Tıp Araştırma ve Uygulama Merkezi (Hitam) Dayanışma

Kurulu

14. Konya Endokdinoloji Metabolizma ve Beslenme Derneği

15. Hürriyetçi Türk Alman Dostluk Cemiyeti

16. Sanat Tarihi Derneği

17. Mutfak Dostları Derneği

18. Türk-Amerikan Üniversiteler Derneği

19. Kalder/Kalite Derneği

20. Ankara Ressamlar Derneği

21. İzmir Multipi Skleroz Derneği

22. Deniztemiz (Turmepa) Derneği

23. Denizciler Dayanışma Derneği

24. Ankara Konrat Briç Ligi Derneği

25. İzmir Özel Türk Lisesi Mezunları Derneği

26. Zeytinburnu Musiki Derneği

27. Karşıyaka Lisesinden Yetişenler Derneği

28. Kastamonu Abdurrahman Paşa Lisesi Mezunları Derneği

29. Denizciler Dayanışma Derneği

30. Çukurova Galatasaraylılar Derneği

31. Türk Bilişim Derneği

32. Askerî Uzman Hekimler Derneği

33. İzmir Bornova Kanarya Sevenler Derneği

34. Anıtkabir Derneği

35. Ulusal Güvenlik ve Strateji Araştırma Derneği

36. Türk Medikal Radyoloji Teknisyenleri Derneği

37. Hemşirelikte Araştırma Geliştirme Derneği

38. Ankara Kulak Burun Boğaz ve Baş Boyun Cerrahisi Derneği

39. Türk Eğitim Derneği ve TEDAnkara Koleji Mezunları Derneği

10.— Rize Milletvekili Mehmet Bekaroğlu’nun, belediyelere yapılan yardımlara ilişkin sorusu ve Maliye Bakanı Sümer Oral’ın cevabı (7/775)

Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına

Aşağıdaki sorularımın Maliye Bakanı Sayın Sümer Oral tarafından yazılı olarak cevaplandırılmasını talep ediyorum.

Gereğinin yapılmasını saygılarımla arz ederim. 20.10.1999

Prof. Dr. Mehmet Bekaroğlu

Rize

Bilindiği gibi belediyelerimiz, önemli malî sıkıntılar içindedirler; çalışanların maaşlarını ödeyemeyen, rutin hizmetleri yürütemeyen borç batağında yüzen çok sayıda belediyeniz var.

Maliye Bakanlığının belediyelere katkı yapması takdirle karşılandı. Ancak belediyeler arasında ayırım yapıldığı, iktidar partili başkanların bulunduğu belediyelere daha çok ödeme yapıldığı tespit edilmiştir. Örneğin, seçim bölgem olan Rize’nin nüfusu 33 bin olan Ardeşen İlçesine 17 Milyar TL. verilirken, nüfusu 12 bin olan Pazar Belediyesine 28 milyar verilmiştir.

1. Bu yapılan haksızlık değil mi?Hükümet bu uygulama ile muhalefet partilerine oy veren vatandaşları cezalandırmak mı istemiştir?

2. Bu haksızlığın giderilmesi için bir çalışma yapılmakta mıdır? 2000 yılında yapılacak yardımlarda haksızlığa uğrayan belediyelerin mağduriyeti giderilecek midir?

T. C.

Maliye Bakanlığı

Bütçe ve Malî Kontrol Genel Müdürlüğü 15.11.1999

Sayı :B.07.0.BMK.0.11.600/23308

Konu :Yazılı soru önergesi

Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına

İlgi :1.11.1999 tarihli ve A.01.0.GNS.0.10.00.02-7/775-2274/6037 sayılı yazınız.

Rize Milletvekili Sayın Mehmet Bekaroğlu’nun 7/775 esas no’lu yazılı soru önergesinde yeralan sorulara ait cevaplar aşağıda sunulmuştur.

Bilindiği üzere 2.2.1981 tarihli ve 2380 sayılı Kanun ile 27.6.1984 tarihli ve 3030 sayılı Kanun hükümlerine göre, belediyelere, il özel idarelerine ve büyükşehir belediyelerine genel bütçe vergi gelirleri üzerinden sözkonusu kanunlarda belirtilen nispetler dahilinde pay verilmektedir. Mahallî idareler, hizmetlerinin önemli bir kısmını bu paylar ile finanse etmektedir.

Diğer taraftan, belediyelerin malî imkânlarının kısıtlı olduğu dikkate alınarak her yıl Bakanlığımız bütçesine ihtiyaç duyulan belediyelere aktarılmak üzere ödenek tefrik edilmektedir.

Bu şekilde 1999 Malî Yılı Bütçesinin “Belediyelere Yapılacak Yardım ve Ödemeler” tertibinde yeralan ödenekten, büyükşehir, büyükşehire bağlı ilçe ve belde belediyeleri ile nüfusu 50 000’i geçen belediyeler haricindeki diğer belediyelere, ilke olarak, nüfusu, idarî statüsü ve acil durumları dikkate alınarak yardım yapılmaktadır.

Öte yandan, önergede belirtilen Rize İli Pazar İlçesinin nüfusu son nüfus sayımına göre 13 175’dir. Bu ilçeye 1999 yılında Maliye Bakanlığı bütçesinden yapılan yardım tutarı 25 milyar liradır.

2000 yılında yapılacak yardımlar ise bütçenin Türkiye Büyük Millet Meclisinin onayından geçmesini müteakip yıl içindeki ekonomik durum dikkate alınarak değerlendirilecektir.

Bilgilerine arz ederim.

Sümer Oral

Maliye Bakanı

11. —Konya Milletvekili Lütfi Yalman’ın, bazı firmaların “yatırım teşvik müracaatlarına” ilişkin sorusu ve Devlet Bakanı Recep Önal’ın cevabı (7/789)

Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına

Aşağıdaki sorularımın Hazine ve Dış Ticaret Müsteşarlığından sorumlu Devlet Bakanlığınca yazılı olarak cevaplandırılmasını arz ederim.

Lütfi Yalman

Konya

1. Aşağıda; sırası, firma unvanı, müracaat tarih ve sayısı, konusu tasnif edilen “Yatırım Teşvik Müracaatları” ile ilgili olarak müspet ya da menfî cevabın bugüne kadar verilmemiş olmasının nedenleri nelerdir?

Sıra No. Firma Unvanı Müracaat Tarih ve Sayı Konusu

1. AFRA (Alanya) 18.6.98/59148 Teşvik Belgesi Müracaat

2. AFRA(Malatya) 30.7.98/77656 Teşvik Belgesi Müracaat

3. AR-GE (Alanya) 2.8.99/30388 Yat. Sür. Uzatılması İth.

Global List. Tasd ve Revize

4. KOMKİSANA. Ş. 11.2.98/6009 Teşvik Bedeli Müracaatı

5. KOVEKA A. Ş. 3.12.98/127017 Teşvik Bedeli Müracaatı

6. ÖZYATAĞANLIA.Ş. 21.9.98/98046 Teşvik Bedeli Müracaatı

2. Müracaat eden kurum yetkililerinin ilgililerle yüzyüze görüşmelerinde “Yatırım Teşviki için bütün şartları yerine getirmişsiniz ama yukarıdan size teşvik verilmemesi hususunda baskı var.” sözlü cevapları, kurumda bir ayrımcılığın yapıldığını göstermekte midir? Bu ayrımcılığın, yatırımcılarımız arasında haksızlıklara yolacağı ve girişimcilerimize olumsuz etki edeceği bilinmekte midir?

3. Yatırımda öncelik taşıyan yörelerde gerçekleştirilmek istenen yatırımların taraflı davranılarak engellenmesinin ekonomik kalkınmamıza zarar vereceği bilinmekte midir?Eğer biliniyorsa bu yanlış uygulamalara ne zaman son verilecektir?

T. C.

Başbakanlık 15.11.1999

Hazine Müsteşarlığı

Sayı :B.02.1.HM.0.TUGM.09/83589

Konu :Soru önergesi

Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığı

Genel Sekreterliğine

(Kanunlar ve Kararlar Dairesi Başkanlığı)

İlgi :a) 1.11.1999 tarih ve A.01.0.GNS.0.10.00.02-2447 sayılı yazıları.

b) 10.11.1999 tarih ve 82435 sayılı yazımız.

Konya Milletvekili Sayın Lütfi Yalman’ın bazı firmaların Yatırım Teşvik Belgesi müracaatlarına ilişkin ilgi (a)’da kayıtlı yazılı soru önergesi konusundaki cevabımız aşağıda sunulmaktadır.

— Afra Alışveriş Merkezleri İmalat San. ve Tic. A. Ş.’nin 18.6.1998 tarih ve 59148 sayılı müracaatı ile Antalya İlinde ve 30.7.1998 tarih ve 77656 sayılı müracaatı (Bu müracaatın değerlendirilmesi neticesinde 24.9.1998 tarih ve 63594 sayılı yazımız ile istenilen eksik bilgi ve belgeler 5.10.1998 tarih ve 103617 sayılı firma yazısı ekinde Hazine Müsteşarlığına intikal ettirilmiştir.) ile de Malatya İlinde yapmayı planladığı komple yeni yatırım niteliğinde hipermarkete,

—KomkisanKombassan Kireç San. ve Tic. A. Ş.’nin 11.2.1998 tarih ve 6009 sayılı müracaatı ile Afyon İlinde komple yeni yatırım niteliğinde söndürülmüş kireç üretimine,

— Koveka Kombassan ve Kalsınlar Tekstil San. Dış. Tic. A. Ş.’nin 3.12.1998 tarih ve 127017 sayılı müracaatı ile İstanbul İlindeki mevcut yatırımına tevsi niteliğinde gerçekleştirmek istediği muhtelif konfeksiyon üretimine,

—Özyatağanlı Tarım Makinaları San. ve Tic. A. Ş.’nin 21.9.1998 tarih ve 98046 sayılı müracaatı ile Konya İlinde tevsi-modernizasyon niteliğinde tarım makineleri imalatına yönelik yatırımlarının teşvik tedbirlerinden yararlanabilmesini teminen Yatırım Teşvik Belgesi düzenlenmesine ilişkin taleplerin değerlendirilmesi sırasında adıgeçen firmaların ortakları arasında Kombassan Holding A. Ş.’nin doğrudan veya dolaylı hisseye sahip olarak yeraldığı tespit edilmiştir.

Kombassan Holding A. Ş.’nin Sermaye Piyasası Kanununun 47/A-4 maddesi hükümleri çerçevesinde yargılamasının devam ettiği Başbakanlık Sermaye Piyasası Kurulu Başkanlığınca Hazine Müsteşarlığına bildirilmiştir.

Diğer taraftan, Hazine Müsteşarlığı Hazine Kontrolörleri Kurulu Başkanlığının 11.11.1999 tarih ve 1735 sayılı yazısı ve eklerinin incelenmesi neticesinde, sözkonusu Kombassan Holding A.Ş. ve doğrudan veya dolaylı hisseye sahip ortakları veya iştirakleri hakkında Türk Parasının Kıymetini Koruma Hakkında Kanuna istinaden yayımlanan 32 sayılı Kararın 13 üncü maddesi hükümleri çerçevesindeki incelemenin sürdürülmekte olduğu anlaşılmıştır.

Bilindiği üzere, 25.3.1998 tarih ve 23297 sayılı Resmî Gazete’de yayımlanan 98/10755 sayılı Yatırımlarda Devlet Yardımları ve Yatırımları Teşvik Fonu Esasları Hakkında Kararın 10 uncu maddesi ve bu Karara ilişkin 98/1 sayılı Tebliğin 32 nci maddesi ile sözkonusu Tebliğde değişiklik yapan ve 23.6.1999 tarihli Resmî Gazete’de yayımlanan 99/1 sayılı Tebliğin 19 uncu maddesi hükmü çerçevesinde soru önergesinde belirtilen firmalara ait teşvik belgesi talepleriyle ilgili değerlendirmenin sonuçlandırılması bu aşamada mümkün görülememiştir.

Kombassan Holding A. Ş.’nin anılan soru önergesinde belirtilen Antalya’da Ar-Ge konusundaki mevcut teşvik belgesi kapsamı yatırım ile ilgili 2.8.1999 tarih ve 30388 sayılı müracaatının, arşiv kayıtlarımızın tekkiki neticesinde aynı tarih ve 80388 sayılı müracaat olduğu ve sözkonusu müracaata ilişkin yapılan değerlendirme neticesinde, yukarıda belirtilen madde hükmü çerçevesinde belge kapsamına herhangi bir yeni ilave yapılmadan yatırım süresi uzatımının uygun görülerek 3.11.1999 tarih ve 80232 sayılı yazımızla firmaya cevap verildiği tespit edilmiştir.

Ayrıca, ilgi (b)’de kayıtlı yazımızda belirtilen Petlas Lastik San. ve Tic. A. Ş.’nin yatırım teşvik belgesi düzenlenmesine ilişkin talebinin de 99/1 sayılı Tebliğin 19 uncu maddesi hükmü çerçevesinde değerlendirilmesi gerekmektedir.

Bilgilerinize arz ederim.

Recep Önal

Devlet Bakanı

Türkiye Büyük Millet Meclisi Resmi internet Sitesi
© 2009 T.B.M.M.