DÖNEM : 20 CİLT : 71 YASAMA
YILI : 4 T. B. M. M. TUTANAK
DERGİSİ 57 nci
Birleşim 18. 3 .
1999 Perşembe İ Ç İ N D E
K İ L E R I. –
GEÇEN TUTANAK ÖZETİ II. – GELEN KÂĞITLAR III. –
BAŞKANLIĞIN GENEL KURULA SUNUŞLARI A) GÜNDEMDIŞI KONUŞMALAR 1. – Van Milletvekili Mahmut
Yılbaş’ın, terörle mücadelede gelinen son aşamada yapılması gerekenlere ilişkin
gündemdışı konuşması ve Millî Eğitim Bakanı Metin Bostancıoğlu’nun cevabı 2. – Kahramanmaraş Milletvekili
Esat Bütün’ün, 18 Mart Çanakkale Zaferinin 84 üncü yıldönümüne ilişkin
gündemdışı konuşması 3. – Erzurum Milletvekili Ömer
Özyılmaz’ın, 18 Mart Çanakkale Zaferinin 84 üncü yıldönümüne ilişkin gündemdışı
konuşması B)
TEZKERELER VE ÖNERGELER 1. – Yalova Milletvekili Cevdet
Aydın’ın vefatına ilişkin TBMMBaşkanlığı tezkeresi (3/1942) C) ÇEŞİTLİ
İŞLER 1. – Yalova Milletvekili Cevdet
Aydın’ın vefatı dolayısıyla saygı duruşu 2. – Bilecik Milletvekili Bahattin
Şeker’in Yüksek Seçim Kurulu kararı gereğince milletvekilliğinin iptal
edildiğine ve Bahattin Şeker hakkındaki işlemlerin yapılacağına ilişkin
Başkanlık açıklaması IV. –
GENSORU, GENEL GÖRÜŞME, MECLİS SORUŞTURMASI VE MECLİS ARAŞTIRMASI A)
ÖNGÖRÜŞMELER 1. – Kars Milletvekili Y.
Selahattin Beyribey ve 30 arkadaşının, Türkiye Büyük Millet Meclisinin
olağanüstü toplantıya çağrılmasının sivil darbe girişimi olarak
nitelendirdikleri ve demokratikleşme çabalarını engelleyici tutum
sergiledikleri iddiasıyla Başbakan Bülent Ecevit ve Bakanlar Kurulu üyeleri
hakkında gensoru açılmasına ilişkin önergesi (11/22) V. – SORULAR
VE CEVAPLAR A) YAZILI
SORULAR VE CEVAPLARI 1. – Erzincan Milletvekili Tevhit
Karakaya’nın, YÖK tarafından yürürlüğe konulan disiplin yönetmeliği
değişikliğine ilişkin Başbakandan sorusu ve Millî Eğitim Bakanı Metin
Bostancıoğlu’nun yazılı cevabı (7/6749) 2. – Konya Milletvekili Mustafa
Ünaldı’nın, Kredi ve Yurtlar Kurumundan burs alan bazı kız öğrencilerden bir
kısmına burslarının ödenmediği iddiasına ilişkin sorusu ve Millî Eğitim Bakanı
Metin Bostancıoğlu’nun yazılı cevabı (7/6788) 3. – Konya Milletvekili Lütfi
Yalman’ın, Boğaziçi Tokmak Burnunda ruhsatsız olarak yapıldığı iddia edilen bir
inşaata ilişkin sorusu ve Bayındırlık ve İskân Bakanı Ali Ilıksoy’un yazılı
cevabı (7/6814) 4. – Hatay Milletvekili Mehmet
Sılay’ın, evrim teorisinin ders kitaplarından çıkarılıp çıkarılmayacağına
ilişkin sorusu ve Millî Eğitim Bakanı Metin Bostancıoğlu’nun yazılı cevabı
(7/6830) 5. – Konya Milletvekili Lütfi
Yalman’ın, bir yönetmelik taslağına ilişkin sorusu ve Millî Eğitim Bakanı Metin
Bostancıoğlu’nun yazılı cevabı (7/6850) TBMM Genel Kurulu saat 15.00’te
açılarak üç oturum yaptı. Halen başkan, başkanvekili, sözcü
ve kâtip seçimini tamamlayamamış olan (9/33), (9/34), (9/39), (9/40, 41),
(9/42) ve (9/43) esas numaralı Meclis Soruşturması komisyonlarının
toplanacakları gün, yer ve saate ilişkin Başkanlıkça duyuruda bulunuldu. Gündemin “Kanun Tasarı ve
Teklifleri ile Komisyonlardan Genel Diğer İşler” kısmının 67 nci sırasında yer
alan 274 sıra sayılı kanun tasarısının bu kısmın 6 ncı sırasına, 14 üncü
sırasında yer alan 634 sıra sayılı kanun tasarısının 7 nci sırasına, 238 inci
sırasında yer alan 657 sıra sayılı kanun teklifinin 8 inci sırasına alınmasına;
Genel Kurulun Cuma, Cumartesi, Pazar ve Pazartesi günlerinde de 15.00 - 19.00
saatleri arasında çalışmasına ve bugünlerde de kanun tasarı ve tekliflerinin
görüşülmesine; Salı günlerinde denetim konularının görüşülmeyerek kanun tasarı
ve tekliflerinin görüşülmesine Salı ve Çarşamba günlerinde sözlü soruların
görüşülmemesine; verilmiş olan gensorunun gündeme alınıp alınmaması hususunun
bugün görüşülmesine, görüşmeler tamamlanıncaya kadar çalışma süresinin
uzatılmasına ve gensorunun gündeme alınması halinde gensoru görüşmelerinin
20.3.1999 Cumartesi günü yapılmasına ilişkin FP Grubu önerisi, yapılan
görüşmelerden sonra kabul edildi. Kabul edilen FP Grubu önerisine
göre, Kars Milletvekili Selahattin Beyribey ve 30 arkadaşının, Türkiye Büyük
Millet Meclisinin olağanüstü toplantıya çağrılmasını sivil darbe girişimi
olarak nitelendirdikleri ve demokratikleşme çabalarını engelleyici tutum
sergiledikleri iddiasıyla, Başbakan Bülent Ecevit ve Bakanlar Kurulu üyeleri
hakkında verilmiş bulunan gensoru önergesinin (11/22) gündeme alınıp
alınmayacağı hususundaki görüşmeler, hükümetin bulunmaması nedeniyle bir defaya
mahsus olmak üzere ertelendi. “Kanun Tasarı ve Teklifleri ile
Komisyonlardan Gelen İşler” kısmının 2 nci sırasında bulunan, Kütahya
Milletvekili Mustafa Kalemli, Anavatan Partisi Genel Başkanı Rize Milletvekili
Mesut Yılmaz, Doğru Yol Partisi Genel Başkanı İstanbul Milletvekili Tansu
Çiller, Demokratik Sol Parti Genel Başkanı İstanbul Milletvekili Bülent Ecevit,
Cumhuriyet Halk Partisi Genel Başkanı Antalya Milletvekili Deniz Baykal ile 292
milletvekilinin; Türkiye Cumhuriyeti Anayasasının 83 üncü Maddesinin
Değiştirilmesine Dair Kanun Teklifinin (S. Sayısı: 232) (2/676) ikinci
görüşmelerine devam edilerek 1 inci maddesi üzerindeki önergelerle ilgili
işlemler tamamlandı; yapılacak gizli oylama için kabinlerin kurulması
gerektiğinden ve oylama yönünden çalışma süresinin bitimine az bir zaman
kaldığından; Başbakan Bülent Ecevit ve Bakanlar
Kurulu üyeleri hakkında gensoru önergesinin gündeme alınıp alınmayacağı
hususundaki görüşmeleri yapmak ve kanun tasarı ve tekliflerini sırasıyla
görüşmek için, 18 Mart 1999 Perşembe günü saat 15.00’te toplanmak üzere,
birleşime 18.09’da son verildi. Yasin Hatiboğlu Başkanvekili Ali Günaydın Hüseyin Yıldız Konya Mardin Kâtip Üye Kâtip Üye II. – GELEN KÂĞITLAR 18.3.1999 PERŞEMBE Yazılı Soru Önergeleri 1. – Çorum Milletvekili
Hasan Çağlayan’ın, Abant İzzet Baysal Üniversitesinde bir Yüksek Lisans
öğrencisine verilen cezaya ilişkin Millî Eğitim Bakanından yazılı soru önergesi
(7/6915) (Başkanlığa geliş tarihi: 16.3.1999) 2. – Konya Milletvekili
Mehmet Ali Yavuz’un, eski Maliye Bakanlarına tahsis edilen taşıt sayısına ve bu
taşıtların giderlerine ilişkin Maliye Bakanından yazılı soru önergesi (7/6916)
(Başkanlığa geliş tarihi: 16.3.1999) 3. – Erzincan Milletvekili
Naci Terzi’nin, pancar ekim kotasına ilişkin Sanayi ve Ticaret Bakanından
yazılı soru önergesi (7/6917) (Başkanlığa geliş tarihi: 16.3.1999) 4. – Aksaray Milletvekili
Sadi Somuncuoğlu’nun, şeker pancarı üreticilerinin alacaklarının bayramdan önce
ödenip ödenmeyeceğine ilişkin Sanayi ve Ticaret Bakanından yazılı soru önergesi
(7/6918) (Başkanlığa geliş tarihi: 17.3.1999) 5. – Aksaray Milletvekili
Sadi Somuncuoğlu’nun, Şeker Kanununun ne zaman çıkarılacağına ilişkin
Başbakandan yazılı soru önergesi (7/6919) (Başkanlığa geliş tarihi: 17.3.1999) 6. – Aksaray Milletvekili
Sadi Somuncuoğlu’nun Aksaray - Eskil -Eşmekaya Beldesinde bir arazinin
toplulaştırma ihalesiyle ilgili bazı iddialara ilişkin Devlet Bakanından
(Mustafa Yılmaz) yazılı soru önergesi (7/6920) (Başkanlığa geliş tarihi:
17.3.1999) Açılma Saati : 15.00 18 Mart 1999 Perşembe BAŞKAN : Başkanvekili YASİN HATİBOĞLU KÂTİP ÜYELER : Hüseyin YILDIZ (Mardin), Ali GÜNAYDIN
(Konya) BAŞKAN – Çalışmalarımızın
hayırlara vesile olmasını Cenabı Allah'tan niyaz ediyor, Türkiye Büyük Millet
Meclisinin 57 nci Birleşimini açıyorum. Sayın milletvekilleri,
toplantı yetersayımız vardır; çalışmalara başlıyoruz. Gündeme geçmeden önce,
gündemdışı söz talebi olan arkadaşlarımın taleplerini yerine getireceğim. Bugün, hepimizin kıvançla,
şerefle hatırlayacağı gibi, Çanakkale Zaferimizin 84 üncü senei devriyyesidir.
Bir Fransız general, hatıratında diyor ki: "Savaş sonrası muharebe alanını
geziyordum. Bir Türk askeri, kasaturayla kestiği gömlek parçasıyla, bir Fransız
askerinin yarasını sarıyordu. Sordum: Siz, can düşmanı iki askersiniz, bu ne
iştir? Türk askeri dedi ki: 'Bu Fransız askeri, cebinden bir resim çıkardı
gösterdi; belli ki, annesinin resmiydi, ona kavuşması lazımdı; benimse kimsem
yoktu; onun için, gömleğimi kesip -dün düşmanım, ama bugün, Türk'ün hamiyet ve
merhametine muhtaç bir yaralıydı- sarıyorum.' Gözyaşlarımı tutamadım. Türk
askerinin hali beni dondurdu; çünkü, göğsündeki yara daha büyüktü ve oraya, ot
tepmişti." İşte, Türk ve Türk askeri bu. Umuyorum ki, bugünlerde
özellikle, Fransızlara, Fransız generallere iyi bir ders olur. Şehidimizin şöyle lisani
halle seslendiğini düşünüyorum: Korkma, sönmez bu
şafaklarda yüzen al sancak, Sönmeden yurdumun üstünde
tüten en son ocak. (Alkışlar) Ve biz de millet olarak
diyoruz ki: Ey şehit oğlu şehit,
isteme benden makber, Sana ağuşunu açmış duruyor
Peygamber. (Alkışlar) Çanakkale Zaferimize
katılan komutanından erine kadar, Türkiye Büyük Millet Meclisinin kurucusu
Mustafa Kemal Atatürk başta olmak üzere, tüm kurucuları, ahrette olanlarını
rahmetle anıyor, hayatta olanlarına afiyet diliyorum. Heyetinizi saygıyla
selamlıyorum. (Alkışlar) Gündemdışı söz talebinde
bulunan arkadaşlarımızdan Van Milletvekili Sayın Yılbaş. Sayın Yılbaş, buyurun
efendim. Konusu, terörle mücadele. III. – BAŞKANLIĞIN GENEL KURULA SUNUŞLARI A) GÜNDEMDIŞI KONUŞMALAR 1. – Van Milletvekili Mahmut Yılbaş’ın, terörle
mücadelede gelinen son aşamada yapılması gerekenlere ilişkin gündemdışı
konuşması ve Millî Eğitim Bakanı Metin Bostancıoğlu’nun cevabı MAHMUT YILBAŞ (Van) –
Sayın Başkanım, şahsınızda Yüce Meclisi saygıyla selamlıyorum. Bugün, zatıâlinizin
hatırlattığı gibi, 18 Mart Çanakkale Zaferinin 84 üncü senei devriyyesi. Orada
cereyan eden olayı, o kadar güzel, veciz ve nezih olarak ifade ettiniz ki,
benim daha fazla bir katkıda bulunma şansım yok. Onun için, ben de sizin
düşüncelerinize katılıyorum ve bir kez daha, Çanakkale'de -öncesinde ve
sonrasında- bu aziz vatan toprakları için canlarını seve seve veren
şehitlerimizin ruhları şad olsun diyorum; kendilerini, manevî huzurlarında
saygıyla selamlıyorum. Değerli arkadaşlarım,
gündemdışı konuşmamın konusu terörle ilgilidir. Bundan kısa bir süre önce,
Genel Kurulda, terörün son aşamasıyla alakalı bir genel görüşme açılmıştı;
ancak, hem şahsımla ve hem de partimle ilgili olarak, Tüzüğün amir hükümleri
doğrultusunda, konuşma yapma imkânı ve fırsatını bulamamıştım. Bu fırsatı
verdiği için, Sayın Başkana, hem partim adına hem de şahsım adına saygılarımı
ve şükranlarımı sunuyorum. Değerli arkadaşlarım,
bölücü terörle yapılan mücadelede, terörün taşeronu olan örgütün sözde
liderinin Suriye'den ayrılmasıyla, yeni bir süreç, yeni bir aşama başlamıştır.
Bu sürecin ve bu aşamanın başlamasının veya başlatılmasının Türkiye Devletinin
terörle mücadele stratejisinin veya konseptinin bir sonucu olup olmadığını, doğrusu,
terörle mücadelede yıllarca görev almış ve en sıcak günlerinde olayların içinde
bulunmuş bir kişi olarak kestirmekte zorlanıyorum. Olaya takaddüm eden günlerde
meseleyle ilgili olabilecek gelişmelere baktığımızda, konuyla ilgili olan iki
Kürt aşireti liderinin Amerika'da bir araya getirilmesi ve orada, içeriğinin
tam olarak bilinmemesine rağmen, bir mutabakat sağlanmak suretiyle bir araya
getirilmesi olayı yaşanmıştır. Apo'nun Suriye'den ayrılması, ayrıltılması
meselesinin acaba bununla ilgili olup olmadığı konusu, çok ciddî olarak, ne
yetkililer tarafından ne de konuyla ilgili olarak medyada enine boyuna bir
değerlendirmeye tabi tutulmamıştır. Değerli arkadaşlarım,
terörle mücadelenin bu denli uzun olmasında -biraz önce ifade etmiştim- görev
alan bir kişi olarak çok yakından bildiğim kadarıyla, Türkiye Cumhuriyeti
Devleti, imkânlarının tamamını, siyasî ve devlet örgütü olarak teksif
edememiştir; organizasyonu sağlayamamıştır, koordinasyonu zamanında
sağlayamamıştır ve gerekli olan teçhizat sağlanamamıştır. (Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı) MAHMUT YILBAŞ (Devamla) –
Sayın Başkanım, sözümü tamamlayacağım. BAŞKAN – Lütfen... MAHMUT YILBAŞ (Devamla) –
Biliyorum, böyle bir zaman dilimi içerisinde bu denli bir konunun burada dile
getirilmesi belki yersizdir; ancak, endişelerimi, sizlerle beraber Türk
kamuoyuyla paylaşmak istedim. Değerli arkadaşlarım, bu
yeni aşamada, bugüne kadar yapılan mücadelelerde her ne kadar bir başarıya
erişilmiş ise de, gecikilmeden, gerekli olan sivil inisiyatifin, Parlamento
inisiyatifinin mutlaka ve mutlaka alınması gereklidir. Parlamento, geçmişte,
sadece ve sadece, sıkıyönetim ve olağanüstü hal idareleriyle ilgili kararlar
almış ve geriye dönüp, neler olup bittiği konusunda, zaman zaman burada
görüşülen olağanüstü halin uzatılması veyahut da araştırma önergeleri dışında
ilgilenememiştir. (Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı) MAHMUT YILBAŞ (Devamla) –
Konu, son derece önemlidir; tek başına, ne bir kuruma ne bir kuruluşa ne de bir
yetkiliye bırakılmayacak kadar önemlidir. Mutlaka, terörün bu son aşamasında,
sürecinde, sivil inisiyatif, Parlamento inisiyatifi, becerilebildiği ölçüde,
mutlaka alınmalıdır. Bu fırsatı bana verdiği
için Sayın Başkana tekrar teşekkür ediyorum; hepinizi saygıyla selamlıyorum.
(DTP ve ANAP sıralarından alkışlar) BAŞKAN – Sayın Yılbaş,
teşekkür ediyorum efendim. Hükümet adına, gündemdışı
görüşmeye Millî Eğitim Bakanımız Sayın Bostancıoğlu cevap verecekler. Sayın Bakan, buyurun
efendim. Efendim, ben zatıâlinize
yeterince süre verdim; onun hepsini okuyabilirsiniz. Buyurun. MİLLÎ
EĞİTİM BAKANI METİN BOSTANCIOĞLU (Sinop) – Teşekkür ederim Sayın Başkan. Sayın Başkan, değerli
milletvekilleri; Van Milletvekili Sayın Mahmut Yılbaş tarafından terörle
mücadelede gelinen son nokta konusunda yapılan gündemdışı konuşmaya cevap
vermek üzere söz almış bulunuyorum. Öncelikle, Yüce Meclisin değerli üyelerini
saygıyla selamlıyorum. Değerli milletvekilleri,
1984 yılında Eruh ve Şemdinli İlçelerimize yaptığı baskınlarla adını duyuran
terör örgütü PKK, ilk yıllarda, mensuplarını, Suriye Hükümetinin desteği ve
yardımıyla Bekaa Vadisindeki terör kamplarında eğittikten sonra, Doğu ve Güneydoğu
Anadolu Bölgelerinde savunmasız vatandaşlarımıza yönelik olarak, acımasızca,
silahlı ve bombalı saldırı eylemlerine yönelmiştir. Örgüt, özellikle 1987 yılı
başından itibaren, halkın direncini kırmak, lojistik destek ve militan teminini
kolaylaştırmak amacıyla, yaşlı ve çocuk ayırmadan, silahsız, savunmasız bölge
halkına ve bölgedeki vatandaşlarımıza hizmet götürmekten başka amacı olmayan,
öğretmen, doktor, hemşire, basın mensubu ve kamu görevlilerine yönelik olarak
yoğun bir terör eylemi uygulamıştır. Ayrıca, okullar, sağlık
ocakları, PTT tesisleri, demiryolları, elektrik tesisleri, radyolink istasyonları,
iş makinesi araç ve gereçlerine saldırıda bulunulmuş, yakılıp yıkılarak
kullanılamaz hale getirilmiş, bölge insanına götürülen hizmetler
engellenmiştir. Bu mücadele tarzının bir
sonucu olarak zaafa düşen örgüt, yaygın eylemliliği bir yana bırakarak,
sansasyonel eylemlerle kendini gösterme ve Türkiye'nin menfaatlarına zarar
verme gayretine girmiştir. Değerli milletvekilleri,
PKK terör örgütü, kurulduğu günden günümüze kadarki faaliyetlerini, aynı
zamanda, dış boyutlu olarak yönlendirmiştir. Ülkemizde gerçekleştirdiği
terörist eylemlerde kullandığı militanları yurt dışında eğitmiş, silahlarını
yurt dışından getirmiş ve finansal kaynaklarını da yine yurt dışından
sağlamıştır. Yurtdışı faaliyetlerinin birinci ayağı olan militan temini,
eğitimi, silah ve lojistik destek boyutunu komşu ülke alanları oluştururken,
ikinci ayağı olan finans ve siyasî boyutunu ise Avrupa alanı oluşturmuştur. Örgütün, özellikle,
ülkemizde silahlı eylemlere başladığı 1984 yılından itibaren artan terörist
kadrolarının silah ve lojistik ihtiyaçlarını karşılamak amacıyla, uluslararası
uyuşturucu şebekeleriyle irtibata geçerek, Ortadoğu-Türkiye-Avrupa hattında,
organize bir uyuşturucu ticaretine de yönlendiği gözlenmiştir. PKK'nın, ayrıca, terörist
faaliyetlerini finanse edebilmek amacıyla, Avrupa ülkelerinde, zorla para
toplama, haraç, gasp ve zorla bağış gibi, organize suçlara yöneldiği de
bilinmektedir. Kanlı örgütün, 1984
yılından günümüze kadar gerçekleştirmiş olduğu eylemlere baktığımız zaman,
gerçekleştirdiği 19 600 terör olayından, 5 969'u saldırı, 8 192'si güvenlik
kuvvetleriyle çatışma, 3 030'u mayın döşeme ve bombalama suretleriyle patlama,
381'i gasp, 1 041'i yol kesme ve adam kaçırma, 987'si kanunsuz toplantı
düzenleme ve bildiri dağıtma şeklinde gerçekleşmiştir. Bu olaylarda, 3 834'ü
asker, 1 218'i güvenlik kuvvetleri mensubu, 274'ü polis olmak üzere, toplam 5
299 güvenlik görevlimiz, vatanları uğruna şehit olmuşlardır; 8 123'ü asker, 1
649'u korucu, 891'i polis olmak üzere, toplam 10 663 güvenlik görevlimiz de yaralanmıştır. 4 457
vatandaşımız, bu olaylarda hayatlarını kaybetmişler, 5 556 vatandaşımız da
yaralanmıştır. Haber alma hürriyetinin en
önemli unsuru olan basın mensupları da, maalesef, yasadışı terör örgütünün
hedefi olmaktan kurtulamamışlardır. Basın mensuplarımıza yönelik 34 olayda, 21
basın mensubu hayatını kaybetmiş, 5 basın mensubu da yaralanmıştır. Bölgeye yerel anlamda
hizmet götürmek için bölge halkının hür iradesiyle seçtiği belediye başkanları
ve muhtarlar da, acımasızca, terörün hedefleri arasında yer aldılar. Belediye
başkanlarımıza yönelik 22 olayda, 8 belediye başkanımız hayatını kaybetmiş, 2
belediye başkanımız da yaralanmıştır. Muhtarlarımıza yönelik 103 olayda, 60
muhtarımız hayatını kaybetmiş, 8 muhtarımız da yaralanmıştır. Dünyanın hiçbir yerinde,
öğretmenler, terörün hedefi olmamıştır. Bizde ise, görevleri, çocukları
eğitmek, insanları aydınlatmak olan öğretmenler, bu kutsal görevlerine rağmen,
acımasızca şiddet eylemleriyle yıldırılmak istenmiş; eğitim müesseselerimizi işlemez
hale getirmek ve bölge halkını cahil bırakabilmek için, öğretmenlerimizin yanı
sıra, eğitim kurumlarımıza da yönelik birçok eylem gerçekleşmiştir. Öğretmenlerimize yönelik
122 olayda 115 öğretmenimiz hayatını kaybetmiş, 47 öğretmenimiz de
yaralanmıştır. Ayrıca, bölge
insanlarımıza dinî hizmetleri götürmekle görevli imamlarımıza saldırılar
yapılmış, toplam 40 olayda, 27 insanımız öldürülmüş, 8 insanımız da
yaralanmıştır. Terör örgütü PKK'ya karşı
yurt içinde yapılan operasyonlarda, bu kanlı olaylara neden olan 17 878
terörist ölü olarak ele geçirilmiştir, 2 039 terörist de güvenlik güçlerine
teslim olmuştur. Yine, güvenlik
kuvvetlerimizce yapılan başarılı operasyonlar sonucunda, örgüte ait 22 388 uzun
namlulu silah, 5 359 tabanca, 20 278 bomba, çok miktarda mühimmat ve örgütsel
malzeme ele geçirilmiştir. Sayın Başkan, değerli
üyeler; onbeş yıldır halkımıza ve devletimize yönelik olarak acımasızca
eylemler gerçekleştiren terör örgütünün başı, devletimizce görevlendirilen özel
bir ekip tarafından düzenlenen başarılı bir operasyonla Kenya'nın Nairobi
Kentinde yakalanarak 16 Şubat 1999 tarihinde Türkiye'ye getirilmiş ve
Mudanya'ya bağlı İmralı Adasında Türk adlî makamlarına teslim edilmiştir; şu
anda bağımsız Türk mahkemeleri nezdinde, bugüne kadar yaptıklarının hesabını
vermeyi beklemektedir. Bu terör örgütü başının
yakalanarak ülkemize getirilmesiyle, yıllardan beri ülkemizde binlerce cana ve
çok önemli kaynaklarımızın kaybına sebebiyet veren terör örgütlerine karşı
yürütülen mücadelede çok hassas bir noktaya gelmiş bulunuyoruz. Teröristbaşının
yakalanmasından büyük memnuniyet duyan vatandaşlarımız, yurt içinde teröre
karşı sürdürülmekte olan mücadeleye büyük destek vermektedirler. Bu ortamın
oluşmasıyla birlikte, başta PKK olmak üzere, yasadışı terör örgütlerinin
önümüzdeki süreci etkilemeye yönelik eylemlere başladıklarını, bu eylemlerin
yurt içinde ve dışında devam etmekte olduğunu görmekteyiz. Terör örgütü
bakımından, PKK'nın elebaşısının yakalanarak yurda getirilmesini müteakip,
bölücü örgüt mensupları, yurt içinde ve yurt dışında, kanunsuz gösteri, pankart
asma, bildiri dağıtma, molotof kokteyli atma, bombalama ve cezaevlerinde açlık
grevi yapma gibi eylemlere yönelmişlerdir. Değerli milletvekilleri,
biz, PKK başta olmak üzere, her türlü terörün bitirilmesini millî bir politika
olarak görüyoruz. Yüce Parlamentonun da aynı görüşte olmasından büyük
memnuniyet duyuyoruz. Bugüne kadar Yüce Milletimizin ve Parlamentomuzun,
kahraman güvenlik güçlerine verdiği desteğe şükran borçluyuz. Bu duygularla, terörle
mücadelede hayatlarını kaybeden güvenlik kuvvetlerimizin değerli mensupları ile
diğer kamu görevlilerine, şehit öğretmenlerime ve terör kurbanı tüm
vatandaşlarımıza Yüce Tanrı'dan rahmet, yaralılarımıza acil şifalar,
gazilerimize de şükran duygularımı sunarak sözlerimi bitirmek istiyorum. Saygılar sunuyorum. (DSP
sıralarından alkışlar) BAŞKAN – Sayın Bakan,
teşekkür ediyorum. İkinci sırada, 18 Mart
Çanakkale Zaferiyle ilgili olarak söz talebinde bulunmuş olan Kahramanmaraş
Milletvekili Sayın Esat Bütün; buyurun. 2. – Kahramanmaraş Milletvekili Esat Bütün’ün, 18 Mart
Çanakkale Zaferinin 84 üncü yıldönümüne ilişkin gündemdışı konuşması ESAT BÜTÜN (Kahramanmaraş)
– Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; hepinizi saygıyla selamlıyor,
Çanakkale Zaferi yıldönümünün ülkemize huzur ve barış getirmesini diliyorum. Çanakkale Zaferi, hasta
adamın ölmeyeceğini bütün dünyaya göstermiştir; Türk Milletinin tarihte
oynayacağı medenî rolün bitmediğini ve bitmeyeceğini anlatarak, bunu yaşamak ve
yaşatmak kudretini hissettirmiştir. Çanakkale Zaferi, Türk'ün kendine gelmesini
sağlamış, kalplere asırların çöktürdüğü bedbinliği temizleyen kudretli bir
iksir olmuştur. Çanakkale Boğazının eğrile
büğrüle mavi denizini kıvrım kıvrım
kucaklayan kumlu sahillerin yeşil renkli yamaçlarında denize doğru bir ateş
tufanı yağıyor, denizden sahil ve yamaçlarına doğru gayz ve şiddet saçılıyordu;
gülle ve bomba yağıyordu, kol ve
bacaklar uçuşuyordu. Şiddetli taarruz karşısında, şu ölmüş, hakkı hayatı
sönmüş, kanı uyuşmuş zannettikleri Türk nasıl oluyor da bu harikayı
gösteriyordu? Batılıların anlayamadığı bu ruh, akıl erdiremediği bu sır...
Çanakkale Muharebesinde, yalnız maddî vasıtaların değil, iki tarafın manevî
kuvvet ve iradeleri de kavga ediyordu.
Hiç şüphe yok ki, son söz, Türk ruhunun yüksek fedakârlığının oldu.
Yalnız bir makine gibi işleyen varlıklarıyla kavgaya başlamış bataryalarımız
dahilinde cereyan eden hadiseler, akıllara hayret verecek derecede idi.
Herhangi bir bataryada doğan boşluk, derhal, cehennemî bir ateş altında koşarak
gelen erler tarafından dolduruluyordu. Bu hallere bakılınca, dünyada ne kadar
yed-i kudret harikaları varsa, hepsinin bir avuç Türk'ün tabyaları içine
sıkıştırılmış olduğu görülüyordu. Çanakkale kahramanlarının şevk ve gayretleri,
bataryaların ateşini o kadar artırıyordu ki, düşmanın üstün ateş gücünü,
Türk'ün büyük iman gücü, fedakârlığı, azim ve kararı boğuyordu. Türk Milleti
Çanakkale'de etten bir siper örüyordu. Çanakkale Zaferi, Türk'ün
millî seciyesinin kahramanlığıdır. Çanakkale'de Türk askeri, düşmanın bile
hayretle gördüğü insanüstü, olağanüstü işler yaptı. Çanakkale, bütün dillere
destan gibi gezen o efsanevî menkıbeleri, her yere resimleri geçen, ateşten,
gülleden yılmayan kahramanları çıkardı. Türk numuneleri, Türk'ün evsafını temiz
ettirecek vicdanları arayan, Çanakkale destanını okuyacaktır. Türk'ün millî
seciyelerini, karakterini, kahramanlığını, millî bütünlüğünü Çanakkale'de
bulmak mümkündür; Anadolu'nun her köyünden, kasabasından, ilçe ve ilinden adsız
kahramanların koyun koyuna yattığı "Çanakkale geçilmez" dedirten ruh
ve şehitlikte görüyoruz. Bunun içindir ki, 18 Martın, millî terbiye tarihimizde
unutulmaz bir kıymeti vardır. 18 Mart, büyük bir bayramdır. Atalarımızın,
milletin mazisini öğrenmek isteyen, Kurtuluş Savaşının ruhunu ve kahramanını
tanımak isteyen, Çanakkale Savaşını iyi öğrenmelidir. Her şeyden önce, Türk
Milleti, geleceğimizin teminatı Türk gençleri, yanan bombayı eliyle söndüren ve
düşmana geri gönderen, on kişiyle koca taburu perişan eden, denize atlayıp, boğulan
düşman askerini kurtaran, küçük torpidosuyla koca zırhlıları batıran, Allah
Allah sedasıyla gözünü kırpmadan ölüme atılan kahramanları tanımalıdır. Çanakkale zaferinin büyük
komutanı Gazi Mustafa Kemal Atatürk, bakınız, bu ruhu, bu kahramanları,
Bombasırtı vakasında şöyle anlatıyor: "Mütekabil siperler arasında
mesafeniz 8 metre, yani, ölüm muhakkak. Birinci siperdekiler, hiç birisi
kurtulmamacasına kâmilen düşüyor; ikincidekiler onların yerine gidiyor; fakat,
ne kadar şayanı gıpta bir itidal ve tevekkül biliyor musunuz; öleni görüyor, üç
dakikaya kadar öleceğini biliyor, hiç ufak bir fütur bile göstermiyor.
Sarsılmak yok, okuma bilenler, ellerinde Kur'an-ı Kerim, cennete girmeye
hazırlanıyor; bilmeyenler, kelime-i şahadet çekerek yürüyorlar. Bu, Türk
askerindeki ruh kuvvetini gösteren şayanı hayret ve tebrik bir misaldir. Emin
olmalısınız ki, Çanakkale Muharebesini kazandıran bu ruhtur." Değerli milletvekilleri,
bugün de, ülkemizde cereyan eden birtakım olayların arkasından kalkacağımız
yegâne güç ve ruh, Çanakkale ruhudur. Çanakkale'deki şehitlere baktığımız
zaman, Anadolu'nun her kasabasından, her bölgesinden, Osmanlı bakiyesi her
bölgeden gelen insanların kucak kucağa yattığını görürsünüz, tıpkı
Dumlupınar'da, Sakarya'da birlikte şehit olanlar, birlikte gazi olanlar gibi,
tıpkı Kurtuluş Savaşının her bölgesinde Anadolu'nun işgale karşı birlikte
olduğu gibi. O birlik ruhunu yakaladığımız gün, inanıyorum ki, bugün ülkemizin
başına bela olan terörü de aynı ruhla aşarız, ekonomik dağınıklığı da aynı ruhla
aşarız. Milletin bizden beklediği, halkımızın beklediği, gençlerimizin
beklediği, Çanakkale ruhunu, Türk gençliğine, Türk Milletine ve bütün
mefkûremize yeniden, bir kere daha vermektir diyor, Çanakkale'de şehit olanlara
Allah'tan rahmet, varsa gazilere sağlık diliyor, hepinize saygılar sunuyorum.
(Alkışlar) BAŞKAN – Sayın Bütün
teşekkür ediyorum. Erzurum Milletvekili Sayın
Ömer Özyılmaz, Çanakkale zaferiyle ilgili olarak; buyurun. (FP sıralarından
alkışlar) 3. – Erzurum Milletvekili Ömer Özyılmaz’ın, 18 Mart
Çanakkale Zaferinin 84 üncü yıldönümüne ilişkin gündemdışı konuşması ÖMER ÖZYILMAZ (Erzurum) –
Sayın Başkan, değerli arkadaşlar; hepimizin iftihar ettiği 18 Mart Çanakkale
zaferinin yıldönümü dolayısıyla söz almış bulunuyorum; bu vesileyle, Yüce
Meclisi saygıyla selamlıyorum. Çanakkale Savaşı, Birinci
Dünya Savaşında itilaf kuvvetlerinin Çanakkale Boğazında Müslüman Türk
Milletine yenilerek çekilmesiyle sonuçlanan en büyük savaştır; dolayısıyla, bu
savaşı, bu zaferi anlamak ve yorumlayabilmek için, önce Birinci Dünya Savaşını
hazırlayan sebepleri, sonra, Osmanlının bu savaşa neden girdiğini kısaca da
olsa görmek gerekir. Önce, şunu belirteyim ki,
Birinci Dünya Savaşı, Batıda rönesansla başlayan ve 20 nci Yüzyılın başında
doruk noktasına ulaşan tutucu materyalist dünya görüşünün insanlığı getirdiği
felaket noktası olarak karşımıza çıkmaktadır. İnsanlık, Birinci Dünya Savaşına
kısa bir zamanda değil, uzun bir süreç sonunda duçar olmuştur. Bilindiği gibi,
Batıda, ortaçağ boyunca kilise papazlarının oluşturduğu dogmaların esiri olan
Batılı insanlar, rönesanstan sonra, sanayi ve bilimde gelişmelerine rağmen, bu
dinsel dogmalara tepki olarak oluşturdukları materyalist ve inkârcı anlayışın
esiri durumuna düşmüşlerdir. İşte, bu anlayış, insanlığı bu felaket noktasına
getirmişti. Her iki taraftan da milyonlarca insanın ölümüne ve şahadetine sebep
olan ve bununla sonuçlanan Birinci Dünya Savaşının sebeplerini, insanda
maneviyat duygularını öldürüp, onu, tutkuların ve maddenin kulu yapan ve
böylece de, insanı insan yapan özelliklerden onu soyutlayan Batılı dünya
görüşlerinde aramak gerekir. Şunu ifade edeyim ki,
özellikle, 20 nci Asrın ikinci yarısından itibaren, Batıda, bu materyalist, bu,
bütün maneviyata karşı oluş anlayışı yavaş yavaş dağılmaya başlamış, demokrasi
ve insan hakları esas alınarak, daha doğru bir yola gelinmeye başlanmıştır. İşte, o insanı eşrefi
mahluk olmaktan çıkarıp, onu vahşileştiren Batılı dünya görüşüne göre yetişmiş
insanların Birinci Dünya Savaşını çıkarmalarının sebeplerini bu çerçevede
şöylece görebiliriz: Birincisi, sanayi
inkılabının gelişmiş olmasıdır. İkincisi, bu sanayi
devlerinin pazar rekabetidir. Üçüncüsü, yine, bunların
hammadde arayışlarıdır. Dördüncüsü; sömürgecilik
yarışının bitmek tükenmek bilmeyen durumudur. Beşincisi; ekonomik
rekabettir. Bütün bunların yanında,
dünyanın, ittifak devletleri ve itilaf devletleri diye iki kampa bölünmüş
olması da Birinci Dünya Savaşına gelişimizin önemli sebeplerinden birisidir. Osmanlının Birinci Dünya
Savaşına girmesinin sebeplerine baktığımızda şunu görürüz: Birincisi; o günkü Osmanlı
yöneticilerinin, yani, İttihat ve Terakki Cemiyetinin Alman yanlısı olmasıdır.
Bilindiği gibi, Almanlar, itilaf devletlerinin önderiydi. İkincisi; yine, bu Osmanlı
yöneticilerinin, yani, İttihat ve Terakki Cemiyetinin, savaşı Almanların
kazanacağına inanması. Üçüncüsü; Osmanlının
Almanya'ya çokça borçlu olması. Buna, bugün de dikkat etmek gerekir. Dördüncüsü de, daha önce
kaybedilen toprakların geri alınabileceği ihtimali. Burada bir koyup beş alma
anlayışı öne alınmıştır. Almanlar, Osmanlıyı niçin
savaşa çekmek istedi; doğudaki cephelerde Osmanlı yarar sağlayacak, böylece,
kendisi batıdaki savaşta rahat edecekti. Almanların birinci düşüncesi bu. İkincisi; halifenin
birleştirici rolünden yararlanarak tüm İslam alemini savaşa sokmak
istiyorlardı. Osmanlılar bu savaşta, Almanların bu isteği ve bizim o günkü
Alman yanlısı İttihat ve Terakki Cemiyetinin yanlış kararı neticesi, beş
cephede savaşmak mecburiyetinde kalmışlardı. Kafkas Cephesi, Süveyş Cephesi,
Irak Cephesi, Filistin Cephesi ve meşhur Çanakkale Cephesi. Bu ittifak devletlerinin,
Çanakkale'ye niçin yüklendiğine ve bu savaşın niçin çıktığına kısaca bakarsak,
şunları görürüz: Birincisi; itilaf
kuvvetlerinin, Çanakkale ve İstanbul Boğazlarını ele geçirmek istemesidir. İkincisi; Rusya'ya yardım
götürme düşüncesidir. Üçüncüsü; Osmanlının
Süveyş Kanalı ve Hint yolu üzerindeki baskısını kaldırmak istemeleridir. Dördüncüsü de, harbe
girmekte tereddüt eden Balkan devletlerini, itilaf devletlerinin yanına çekmek
ve onları da harbe sokmaktır. Çanakkale zaferinin
etkilerini şöyle kısaca gözden geçirdiğimizde, şunu görürüz: O günkü itilaf
devletleri -Fransa, İngiltere, Rusya- bu savaştan çok olumsuz etkilenmişlerdir.
Bunlardan birincisi;
Ruslara yardım gitmediği için, oradaki bunalım daha da artmıştır. İkincisi; bütün dünyada
itilaf devletlerinin askerî alanda beceriksiz oldukları ortaya çıkmıştır. Üçüncüsü; İngiltere
karışmış ve İngiliz Hükümeti istifa etmek mecburiyetinde kalmıştır. Dördüncüsü; harekâtın
başsavunucusu Churchill, Savunma Bakanlığından uzaklaştırılmış, hatta Fransa'ya
iltica etmiştir. Değerli arkadaşlar,
Çanakkale zaferini, bütün bu kısaca anlattıklarım çerçevesinde yorumlayacak
olursak, şunları görürüz: O zamanki Osmanlı yöneticilerinin gereksiz yere
savaşa girmelerinin hatasını... (Mikrofon otomatik cihaz
tarafından kapatıldı) BAŞKAN – Efendim, ben size
baştan uzun süre verdim; ama, lütfen toparlar mısınız. ÖMER ÖZYILMAZ (Devamla) –
Toparlıyorum Sayın Başkan. Teşekkür ederim. Gereksiz yere ülkemizi
savaşa sokan o günkü Osmanlı yöneticilerinin; yani, İttihat ve Terakkinin
yanlışını, Çanakkale'de ecdadımız düzeltmiştir. İkincisi; Çanakkale
zaferi, hakka inanan insanların, her türlü olumsuz şartlara rağmen neler
yapabileceğinin bir göstergesidir. Bilindiği gibi, bütün dünya, bilimiyle,
teknolojisiyle oraya toplanmış; ama, Müslüman Türkün önünde sus pus
olmuşlardır. Üçüncüsü; bu zafer, hakkın
batıla, adaletin zulme, doğrunun yanlışa, inancına göre yaşama isteğinin her
çeşit emperyalist baskılara karşı bir zaferidir. 1900'lü yıllarda Osmanlı
toplumu, yıkılış toplumudur. Bu savaş, Müslümanların yıkılış anında dahi bütün
dünyaya meydan okuduklarının bir göstergesidir. (Mikrofon otomatik cihaz
tarafından kapatıldı) BAŞKAN - Sayın Özyılmaz,
bakın, sekizinci dakikayı kullandınız. ÖMER ÖZYILMAZ (Devamla) –
Sayın Başkan, müsaadenizle rahmetli Akif'i iki mısrasıyla anıp, bitireyim. BAŞKAN – Buyurun efendim. ÖMER ÖZYILMAZ (Devamla) –
"Ey şehit oğlu şehit isteme benden makber, Sana ağuşunu açmış duruyor
Peygamber." Çanakkale'de savaşan bütün
gazilerimizi ve şehitlerimizi rahmetle ve minnetle anıyor, hepinizi saygıyla
selamlıyorum. (Alkışlar) BAŞKAN – Efendim, teşekkür
ediyorum. Sayın milletvekilleri,
gündemdışı görüşmeler tamamlanmıştır. Şimdi, sunuşlar vardır,
sırasıyla okutacağım. Bu bölümde, Yalova
Milletvekilimiz Sayın Cevdet Aydın'ın vefatına ilişkin Türkiye Büyük Millet
Meclisi Başkanlığının bir tezkeresi vardır; okutuyorum: B) TEZKERELER VE ÖNERGELER 1. – Yalova Milletvekili Cevdet Aydın’ın vefatına ilişkin
TBMM Başkanlığı tezkeresi (3/1942) Türkiye Büyük Millet Meclisi Genel Kuruluna Yalova Milletvekili Cevdet
Aydın vefat etmiştir. Merhuma Tanrıdan rahmet,
yakınlarına başsağlığı dilerim. Aziz arkadaşımızın yüce
hatıraları önünde Genel Kurulu bir dakikalık saygı duruşuna davet ediyorum. Hikmet
Çetin Türkiye
Büyük Millet Meclisi Başkanı C) ÇEŞİTLİ İŞLER 1. – Yalova Milletvekili Cevdet Aydın’ın vefatı
dolayısıyla saygı duruşu BAŞKAN - Genel Kurulu, bir
dakikalık saygı duruşuna davet ediyorum: (Saygı duruşunda
bulunuldu) BAŞKAN – Sayın
milletvekilleri, herkes için işte dünya bu kadar, başka değil. Allah rahmet etsin. Sayın milletvekilleri,
Yüksek Seçim Kurulunca Bilecik Milletvekili Sayın Bahattin Şeker'in seçim
tutanağının iptaline ilişkin olarak verilmiş bulunan ve Başkanlığımıza
gönderilen kararı okutup, bilgilerinize arz edeceğim. Buyurun efendim. 2. – Bilecik Milletvekili Bahattin Şeker’in Yüksek Seçim
Kurulu kararı gereğince milletvekilliğinin iptal edildiğine ve Bahattin Şeker
hakkındaki işlemlerin yapılacağına ilişkin Başkanlık açıklaması Türkiye Büyük Millet
Meclisi Başkanlığına Yüksek Seçim Kurulunca
verilen 16.3.1999 gün ve 371/194 sayılı karar örneği ilişikte gönderilmiştir. Bilgi edinilmesi arz
olunur. Tufan
Algan Yüksek
Seçim Kurulu Başkanı T.C. Yüksek Seçim Kurulu Karar No: 371 İtiraz No: 194 –Karar– Türkiye Büyük Millet
Meclisi Başkanı Hikmet Çetin imzasıyla Kurulumuz Başkanlığına gönderilen 27
Nisan 1998 gün ve 12302/30006 sayılı yazı ile aynı doğrultuda Millî Savunma
Bakanı adına Korgeneral ve Müsteşar Tuncer Kılınç imzasıyla gönderilen 20 Nisan
1998 gün ve 4400-272 sayılı yazıda; Bilecik Milletvekili Bahattin Şeker'in 14
Eylül 1998 - 14 Kasım 1988 tarihleri arasında yapmış olduğu dövizle askerlik
hizmetinin, gerçeği yansıtmayan beyan, bilgi ve belgeler ile sağlandığı tespit
edildiğinden, 1111sayılı Askerlik Kanununun Ek: 1 inci maddesi gereğince
dövizle askerlik hizmeti kapsamından çıkarıldığı, Seçim süresince ve
seçimden sonra seçim konularıyla ilgili bütün yolsuzlukları, şikâyet ve
itirazları kesin karara bağlama görevinin Anayasanın 79 uncu maddesinin ikinci
fıkrası uyarınca, Yüksek Seçim Kuruluna ait bulunduğu belirtilerek konunun
değerlendirilmesi istenildiği görülmekle, Her iki yazı ekinde
bulunan gerekçe ve değerlendirme sonuçları ile Bilecik Milletvekili Bahattin
Şeker'in mevcut vekâletnamesine istinaden avukatlarının yazılı savunmaları,
06.07.1998 Pazartesini günü saat 16.00'da Kurulumuzda yapılan sözlü
açıklamaları ile bu konudaki Askerî Yüksek İdarî Mahkemesi kararları, tüm bilgi
ve belgeler değerlendirilerek, Gereği görüşülüp
düşünüldü: Türkiye Cumhuriyeti
Anayasasının 79 uncu maddesinin ikinci fıkrasında, seçim süresince ve seçimden
sonra seçim konularıyla ilgili bütün yolsuzlukları, şikâyet ve itirazları
inceleme ve kesin karara bağlama, Türkiye Büyük Millet Meclisi üyelerinin seçim
tutanaklarını kabul etme görevi Yüksek Seçim Kuruluna verilmiştir. Yine Anayasanın 76 ncı
maddesi ile 2839 sayılı Milletvekili Seçimi Kanununun 11 inci maddesi de, diğer
nedenler yanında "yükümlü olduğu askerlik hizmetini yapmamış olmayı"
milletvekili seçilmeye engel olarak saymıştır. Bahattin Şeker'in, 20 inci
Dönem milletvekili seçimlerinde Doğru Yol Partisinden Bilecik İlinden 24 Aralık
1995 tarihinde milletvekili seçildiği, il seçim kurulunca tutanak verildiği,
tutanağın bir örneğinin de 2839 sayılı Kanunun 36 ncı maddesi uyarınca Yüksek
Seçim Kurulunca Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına verildiği
anlaşılmıştır. 298 sayılı Seçimlerin
Temel Hükümleri ve Seçmen Kütükleri Hakkında Kanunun 130 uncu maddesinin sondan
bir önceki fıkrasında: "... Ancak, adaylığın kesinleşmesinden sonra,
adayın Türk olmadığına, yaşının kanunda gösterilenden küçük olduğuna, okur-yazar
olmadığı veya seçilme yeterliğini kaybettiren bir mahkûmiyeti bulunduğuna
ilişkin iddialar dışındaki nedenlerle adaylara itiraz olunamaz. Bu hüküm
olağanüstü itirazlar için de
geçerlidir. " hükmü yer almıştır. Kurulumuzca, öncelikle süreyle
bağlı olmaksızın incelenebilecek tam kanunsuzluk durumları kapsamı içinde 130
uncu maddede sayılmayan "askerliğini yapmış olmak" koşulunun olayda
tam kanunsuzluk kapsamında düşünülüp düşünülemeyeceği ve yukarıda belirtilen
ilgili kuruluş ve makamların başvurularının incelenip incelenemeyeceği üzerinde
durulmuştur. 298 sayılı Kanunun
yukarıda yazılı hükmüyle ilgili maddenin 2234 sayılı Kanunla değiştirildiği ve
bu kanunun 31.5.1979 gün ve 16651 sayılı Resmî Gazetede yayımlanarak yürürlüğe
girdiği; askerlik hizmetini yapmamayı, milletvekili seçilmeye engel sayan
Anayasanın 76 ncı maddesinin ise, 2709 sayı ile 07.11.1982 tarihinde kabul
edildiği görülmüştür. Bu duruma göre; 298 sayılı
Kanundan sonra yürürlüğe giren ve aynı konuyla ilgili olan Anayasanın 76 ncı
maddesinin, uygulamadan sonraki kanun hükümlerinin geçerli olduğu ilkesi
ışığında değerlendirilerek, askerlik koşulunun da tam kanunsuzluk kapsamında incelenebileceği
sonucuna ulaşılmıştır. Yüksek Seçim Kurulunun
süregelen içtihatlarının (görüşlerinin) da bu yönde olduğu saptandıktan sonra
incelemeye geçildi. Dosya içeriğinden ve
ilgilinin sözlü açıklamalarından, Bahattin Şeker'in milletvekili tutanağının
iptali isteğine dayanak gösterilen 1111 sayılı Askerlik Kanununun ek-1 nci
maddesi gereğince, dövizle askerlik kapsamından çıkarıldığına ilişkin Millî
Savunma Bakanlığının 16.4.1998 gün ve MİY 4400-256-98/ASAL D. Er. İşl. Şb. Döv.
As. Ks. sayılı işleminin iptali isteğiyle Askerî Yüksek İdare Mahkemesinin
1998/314 esas numarasına kayden dava açıldığı, ayrıca; gerçeği yansıtmayan
belge ve bilgiler sunarak askerlik hizmetini dövizle yaptığı (sahtecilik)
suçlamasıyla, askerî savcılığa suç duyurusunda bulunulduğu anlaşılmıştır. Dövizle askerlik
kapsamından çıkarılmaya ilişkin işlemin hukuka uygunluğunun denetim yeri,
Askerî Yüksek İdare Mahkemesi, sahtecilik suçunun varlığı veya yokluğuna karar
verecek yargı yeri ise, askerî savcılığın işlemi sonucunda askerî mahkemedir. Bu hukukî gerçek ışığında,
Yüksek Seçim Kurulunun milletvekili tutanağının iptali isteğini incelemesi,
özellikle Askerî Yüksek İdare Mahkemesinin kararına bağlı bulunduğundan, Askerî
Yüksek İdare Mahkemesinde açılan davanın sonuçlanması, hukuksal deyimiyle
Yüksek Seçim Kurulu kararı için bir önsorun oluşturmuştur. İdare hukuku açısından
konuya bakıldığında, idarî işlemin yürütülebilirliği (icraîliği) göz önüne
alınarak yürütmenin durdurulması isteği reddedildiğine göre, esas kararın
önsorun oluşturmadığı düşünülebilirse de her uyuşmazlığın kendi hukuk alanında
değerlendirilip çözümlenmesi gerekir. İdarî yargıda işlemin
idarî yargı yerince iptali halinde Anayasanın 138 inci ve 2577 Sayılı Kanunun
28 inci maddeleri uyarınca, idareler karar gereklerine göre işlem yapmaya ve
eylemde bulunmaya zorunlu olduklarından dava konusu işlemden önceki hukuksal durumu
yeniden oluşturmak olanaklıdır. Ancak, Anayasanın 79 uncu
ve 298 Sayılı Kanunun 111 ve 130 uncu maddelerine göre Yüksek Seçim Kurulunun
her türlü kararı kesin olup, hiçbir kanun yolu öngörülmediğinden karardan
önceki hukukî durumun oluşması mümkün değildir. Bu nedenle, seçim
hukukunun özelliği karşısında idare hukuku veya özel hukukla benzerliğinden söz
edilemez. Bu açıklamalar karşısında
Yüksek Seçim Kurulunca tutanak iptali isteğine ilişkin başvuruların esastan
karara bağlanabilmesi için Askerî Yüksek İdare Mahkemesinde açılmış olan
1998/314 esas numaralı davanın önsorun olarak beklenmesi gerektiği sonucuna varılmıştır.
Yargılama süreci
izlenerek, sonuç, Askerî Yüksek İdare Mahkemesi Başkanlığından sorulmuştur. Askerî Yüksek İdare
Mahkemesi Başkanlığının 14.1.1998 gün ve 1998/625 sayılı yazısıyla Bahattin
Şeker tarafından Millî Savunma Bakanlığına karşı E. 1998/314 sayılı dosyada,
açılan davanın reddedildiği belirtilerek kararın gönderildiği; aynı mahkeme
başkanlığının 15.3.1999 gün ve 1998/712 sayılı yazısıyla, karar düzeltme
isteminin de reddedildiği bildirilerek, kararın düzeltilmesi isteminin reddine
ilişkin karar örneğinin gönderildiği anlaşılmıştır. Askerî Yüksek İdare
Mahkemesinin yukarıda sözü geçen 13.01.1999 gün ve E.1998/314, K.1999/8 sayılı
kararın hüküm fıkrasında "...dövizle askerlik statüsünden çıkarılma
işleminin iptaline yönelik davanın reddedildiği" 10.03.1999 gün ve
E.1999/146, K.1999/154 sayılı kararda da, karar düzeltme isteminin reddine hükmedildiği
görülmüştür. Askerî Yüksek İdare
Mahkemesinin yukarıda belirtilen kesinleşen kararı karşısında, seçim tarihinde
milletvekili seçilme koşullarını taşımadığı anlaşılan Bahattin Şeker'in
tutanağının iptaline karar verilmesi gerekmiştir. Sonuç: Açıklanan nedenlerle; 1- Bilecik Milletvekili
Bahattin Şeker'in milletvekili tutanağının iptaline, 2- Karar örneğinin; a) Türkiye Büyük Millet
Meclisi Başkanlığına, b) Millî Savunma
Bakanlığına, c) Bahattin Şeker
vekillerine gönderilmesine, 16.03.1999 tarihinde
oybirliğiyle karar verildi. BAŞKAN – Sayın
milletvekilleri, Yüksek Seçim Kurulunca, Bilecik Milletvekili Sayın Bahattin
Şeker'in, Anayasanın 79 uncu maddesine göre seçim tutanağının iptal edilmiş
olması, milletvekilliğinin sona ermesi sonucunu doğurmaktadır. Bu nedenle,
milletvekilliği sona eren Sayın Bahattin Şeker hakkındaki işlemler Başkanlıkça
yapılacaktır. Yüce Heyetin bilgilerine
arz olunur. Sayın milletvekilleri,
özel gündeme geçeceğim; ancak, özel gündemde ara vermemek için, izninizle, bu
arayı şimdi vereceğim. Saat 16.15'te toplanmak üzere, birleşime ara veriyorum. Kapanma Saati: 15.57 İKİNCİ OTURUM Açılma Saati : 16.15 BAŞKAN : Başkanvekili Yasin HATİBOĞLU KÂTİP ÜYELER : Hüseyin YILDIZ (Mardin), Ali GÜNAYDIN
(Konya) BAŞKAN – Sayın
milletvekilleri, Türkiye Büyük Millet Meclisinin, 57 nci Birleşiminin İkinci
Oturumunu açıyorum. Çalışmalarımıza kaldığımız
yerden devam edeceğiz. Bilindiği üzere, alınan
karar gereğince, gündemin "Özel Gündemde Yer Alacak İşler" kısmına
geçiyoruz. IV. –
GENSORU, GENEL GÖRÜŞME, MECLİS SORUŞTURMASI VE A)
ÖNGÖRÜŞMELER 1. – Kars
Milletvekili Y. Selahattin Beyribey ve 30 arkadaşının, Türkiye Büyük Millet
Meclisinin olağanüstü toplantıya çağrılmasının sivil darbe girişimi olarak
nitelendirdikleri ve demokratikleşme çabalarını engelleyici tutum
sergiledikleri iddiasıyla Başbakan Bülent Ecevit ve Bakanlar Kurulu üyeleri
hakkında gensoru açılmasına ilişkin önergesi (11/22) BAŞKAN – 17 Mart 1999
tarihli 56 ncı Birleşimde alınan karar gereğince, bu kısımda yer alan, Kars
Milletvekili Sayın Selahattin Beyribey ve 30 arkadaşının, Türkiye Büyük Millet
Meclisinin olağanüstü toplantıya çağrılmasını sivil darbe girişimi olarak nitelendirdikleri
ve demokratikleşme çabalarını engelleyici tutum sergiledikleri iddiasıyla
Başbakan Sayın Bülent Ecevit ve Bakanlar Kurulu üyeleri hakkındaki (11/22) esas
numaralı gensoru önergesinin gündeme alınıp alınmayacağı hususundaki
görüşmelere başlıyoruz. Sayın Hükümet bugün hazır. Şimdi, önergeyi okutacağım
ve söz alan arkadaşlarımızın isimlerini ifade edeceğim. Önergeyi okutuyorum: Türkiye Büyük Millet
Meclisi Başkanlığına İlişikte gerekçesi
belirtilen sebeplerle Anayasanın 99 uncu ve İçtüzüğün 106 ncı maddeleri
gereğince Başbakan Bülent Ecevit ve Hükümeti hakkında gensoru açılmasını arz ve
talep ederiz. 1- Y. Selahattin Beyribey (Kars) 2- İbrahim Yılmaz (Kayseri) 3- Ahmet Alkan (Konya) 4- Hikmet Aydın (Çanakkale) 5- Halil Cin (İçel) 6- Nabi Poyraz (Ordu) 7- Fevzi Arıcı (İçel) 8- Feridun Pehlivan (Bursa) 9- Naim Geylani (Hakkâri) 10- İrfan Demiralp (Samsun) 11- Cemil Erhan (Ağrı) 12- Muzaffer Arıkan (Mardin) 13- Cemal Alişan (Samsun) 14- Hayri Doğan (Antalya) 15- Mustafa Dedeoğlu (Muğla) 16- Bayar Ökten (Şırnak) 17- Nevzat Köse (Aksaray) 18- Yusuf Bacanlı (Yozgat) 19- Necmettin Dede (Muş) 20- Ferit Bora (Diyarbakır) 21- Mehmet Korkmaz (Kütahya) 22- A. Hamdi Üçpınarlar (Çanakkale) 23- Hasan Denizkurdu (İzmir) 24- Demir Berberoğlu (Eskişehir) 25- Hasan Tekin Enerem (İstanbul) 26- Ömer Demir (Kırşehir) 27- Adem Yıldız (Samsun) 28- Ayhan Gürel (Samsun) 29- Yıldırım Aktuna (İstanbul) 30- Mehmet Batallı (Gaziantep) 31- Hasan Peker (Tekirdağ) Gensoru Gerekçesi: 7 Ocak 1999 tarihinde,
Cumhurbaşkanı Sayın Süleyman Demirel tarafından görevlendirilerek işe başlayan
ve 17 Ocak 1999 tarihinde Türkiye Büyük Millet Meclisinde yapılan oylama ile
güvenoyu alan İstanbul Milletvekili Bülent Ecevit Başkanlığındaki Türkiye
Cumhuriyeti Hükümeti, aşağıdaki sebeplerle biz önergede imzaları bulunan milletvekillerinin
güvenini kaybetmiştir. Hükümetlerin ve
başbakanların en önemli görevi, kendilerinin de üyesi bulunduğu TBMM'nin
tasarruf ve kararlarıyla TBMM'yi oluşturan üyelerin, Anayasa, yasalar ve
İçtüzükten kaynaklanan hak ve görevlerinin yerine getirilmesine saygılı
olmaktır. Hal böyleyken, çoğunluğu
kendilerine güvenoyu vermiş milletvekillerinin, İçtüzüğün 7 nci maddesi
uyarınca, ülkenin içinde bulunduğu şartların, terörle mücadelede gelinen son
durumun ve bunun uluslararası ilişkilere yansımasının bir genel görüşmeyle
TBMM'de görüşülmesini temin için yaptığı yasal çağrı, bizzat Başbakan Bülent
Ecevit tarafından "sivil darbe girişimi" olarak değerlendirilmiştir. Bu ruh hali içinde bulunan
bir kişinin, Türkiye Cumhuriyetini Başbakan sıfatıyla daha uzun bir süre
yönetmesi artık mümkün değildir. Hükümet üyelerinin
tamamının, Başbakanın TBMM üyelerinin "sivil darbe girişimi"
söylemine karşı çıkmayarak katıldıkları anlaşılmaktadır. Kaynağını millet
iradesinden alan TBMM'nin güvenine mazhar olduğu sürece iktidarların görev
yapması mümkün olur. TBMM'nin olağanüstü toplantıya çağırılması üzerine,
Hükümet Başkanının sadece TBMM'nin çalıştırılmasından duyduğu endişeyle,
TBMM'yi darbe yapma suçlamasıyla tezyif etmesi, hiç kimsenin kabul edebileceği
bir husus değildir. TBMM'de 13 Mart 1999 günü
yapılan öngörüşmeler sırasındaki tutumuyla da, içinden geçmekte olduğumuz
dönemde hayatî önem taşıyan pişmanlık yasası, DGM'ler ve insan hakları ile
demokratikleşme alanlarındaki düzenlemelere karşı takındıkları engelleyici tutumlar,
yasama gücüne bakış açılarını ortaya koymuştur. Bunalım dönemlerinde bütün
demokratik hükümetler yasama organının desteği ve işbirliğiyle çözüm üretirken,
Ecevit Azınlık Hükümeti, kendi yetersiz gücüyle sadece seçim propagandası
çalışmalarını önplanda tutmaktadır. Bu sebeplerle, Anayasanın
99 uncu ve Türkiye Büyük Millet Meclisi İçtüzüğünün 106 ncı maddesi gereğince
Başbakan Bülent Ecevit ve kendisinin başkanlığındaki 56 ncı hükümet hakkında
gensoru açılmasını gerekli görmekteyiz. BAŞKAN – Efendim,
Anayasanın 99 uncu maddesine göre, ilk söz, önerge sahiplerinden bir sayın imza
sahibinin... HALİL CİN (İçel) – Ben
konuşacağım Sayın Başkan. BAŞKAN – Önerge sahipleri
adına, buyurun Sayın Cin. İzin
verirseniz, bilinen şey; ama, zabıtlara geçsin diye, bir kere daha malumu ilam
edelim bakalım. Sayın milletvekilleri,
Anayasanın 99 uncu maddesine göre bu görüşmede, önerge sahiplerinden birine,
siyasî parti grupları adına birer milletvekiline ve Bakanlar Kurulu adına Sayın
Başbakan veya bir sayın bakana söz verilecektir. Konuşma süreleri; önerge
sahibi için 10 dakika, gruplar ve Hükümet için 20'şer dakikadır. Şimdi, önerge sahipleri
adına Sayın Cin söz istedi; kendilerini kürsüye davet ettim. Süreniz 10 dakikadır. Sayın Cin, buyurun. HALİL CİN (İçel) – Sayın
Başkan, sayın milletvekilleri, 18 Mart Deniz Zaferinin 84 üncü Yıldönümünde 253
000 şehidimizi ve onun yüce komutanı Mustafa Kemal'i rahmetle, minnetle anıyor;
gazilerimizi sevgiyle, saygıyla selamlıyorum. Türk demokrasisi adına
bugünlerde çok şanssız olaylar yaşadığımızı ifade ederek sözlerime başlamak
istiyorum. Hükümetin, liderlerin ve holding başkanlarının bugünkü gazetelere,
medya manşetlerine konu olan sözleri gösteriyor ki, Türk demokrasisi henüz rüştünü
ispat edememiştir. Liderler, Türk demokrasisini, ne yazık ki, vesayet altına
sokmuşlardır. Kişiliklerine her zaman saygı duyduğum, devlet adamlıklarını her
zaman takdir ettiğim Sayın Başbakanın, Türkiye Büyük Millet Meclisini çalışmak
üzere toplantıya çağıran milletvekillerini darbecilikle vasıflandırması,
gerçekten, çok üzücü olduğu gibi, asıl darbeyi, hükümetin, Meclis çalışmalarını
engellemek suretiyle yapmakta olduğunu da ifade etmeden geçemeyeceğim. Hükümet, yürütme
yetkisini, Anayasa ve kanunlara uygun olarak kullanır. Hiçbir kimse veya organ,
kaynağını Anayasadan almayan devlet yetkisi kullanamaz. (Anayasa madde 8 ve 6) Türkiye Büyük Millet
Meclisi, şimdi büyük bir demokrasi sınavıyla karşı karşıyadır. Kendilerini
Türkiye Büyük Millet Meclisinin ve milletin üstünde görenlere onurlu bir cevap
verme zamanıdır. Bir büyük holdingin başı, bugün, bir televizyonda "Meclise
girip, bu hareketi engellemek için çalışmak gerekir" diyor. Demokrasi
adına, gerçekten, çok üzücü ve acı bir beyan. Elbette ki, Meclisin
çalıştırılmasını, Sayın Başbakan, büyük bir sorumsuzluk olarak vasıflandırırsa
"Anayasanın ve İçtüzüğün verdiği bütün imkânları kullanarak Meclisi
kapatacağız" diyorsa, Parlamentodışı güç odakları demokrasiyi vesayet
altına almak için hazır fırsat ve zemin bulurlar. Demokrasimizin bu
şanssızlığına millet adına dur demek, milletin vekillerine düşer. 56 ncı hükümet,
programında, Bankalar Yasasının, sosyal güvenlikle ilgili yasaların
çıkarılmasını vaat etmiştir. Daha sonra, Değerli Başbakan, Terörle Mücadele
Kanununun, dokunulmazlıkların sınırlandırılmasıyla ilgili yasanın ve pişmanlık
yasasının çıkarılmasından yana olduklarını, ancak, Meclisin seçim çalışmaları
dolayısıyla bunların olmayacağını ifade etmiştir. Anayasanın 93 üncü
maddesinin verdiği hak ve yetkiye dayanarak 116 milletvekili Türkiye Büyük
Millet Meclisini toplantıya çağırmış, 226 milletvekili "Meclis çalışsın,
ülke gündemindeki sorunları çözecek kanunları çıkarsın" demiştir. Bu,
tarihî bir olaydır; çokpartili siyasî hayatımızda eşi olmayan başarılı bir
demokrasi teşebbüsüdür; demokrasinin önünü açma hareketidir. Buna karşı
olanlar, sığındıkları Anayasa ve İçtüzüğü inkâr edenlerdir. Hükümet, lehindeki
seçim rüzgârını, diğer liderler ise Yüce Divan korkusunu düşünüyor. Ülkenin
kaosa girmesini düşünselerdi, şartları hazır olmayan seçime ülkeyi
sürüklemezlerdi. Gerçek sivil darbe, bazı
liderler tarafından 18 Nisan listeleriyle millî iradeye karşı yapılmıştır.
Durum böyleyken, Sayın Başbakanın bu tutumu, hukuk, siyaset ve ülke açısından,
ne yazık ki, bir talihsizlik olmuştur. Hükümet, bu altın fırsattan yararlanacak
yerde, senelerdir gündemde bekleyen yetki kanunlarını gündeme getirmek
suretiyle Meclisi tıkamaktadır. Türkiye'de tarihin en
büyük yargılamalarından biri yapılmaktadır. 32 000 insanımızın ölümünden
sorumlu olan teröristbaşı Öcalan yargılanıyor; Avrupa, önce denediği PKK'yı
siyasallaştırma ve uluslararası soruna dönüştürme gayretlerini DGM tarafından
yargılamanın yapılması gerekçesine dayanarak sürdürüyor. Bunun hemen
çözümlenmesi gerekmektedir. Pişmanlık Yasasının hemen çıkarılıp, teröristlerin
dağdan indirilmesi, insanlarımızın güvenliğinin sağlanması gerekmektedir.
Hükümetin, bu ve benzer acil, hayatî önem taşıyan sorunların çözümü için
Meclisin toplanmasını fırsat telakki etmesi gerekirdi; ama, bunun yerine,
Meclisi toplayan milletvekillerine "neden şimdi, neden listelerden
sonra" sorusunu yöneltmektedirler. Cevabı gayet basit; sistem. Parti
disiplini, genel başkan sultası daha önce böyle bir hareketi engellemiştir. Bu
kanunlar bu güne kadar çıkarılmamışsa, sebebi, grupları üzerinde bir diktatör
gibi davranan sayın genel başkanlardır. Buna rağmen, 13 Ekim 1998
tarihinde Türkiye Büyük Millet Meclisinde yaptığım gündemdışı konuşmada, iki
seçimin birbirinden ayrılmasını, uyum kanunları çıkarılmadan gidilecek bir
seçimin, Türkiye'yi büyük bir istikrarsızlık ve kaosa götüreceğini ifade etmiştim.
1995 seçimleri de aynı şekilde, hazırlıksız, bir mertlik namertlik, kaçaklık
söyleviyle gerçekleştirilmiş ve bugünkü kriz ortamı doğmuştur. Birçok
milletvekili arkadaşımız, aynı mahiyette uyarıları, kendi başkanlarına,
gruplarına yapmışlardır; ama, bu uyarılar sistemin duvarlarına çarpmış, parti
ve genel başkan diktası her şeye hâkim olmuştur. İşte şimdi, çeşitli partilere
mensup bağımsız hür milletvekilleri, liste olayının
sonucunda, fikri hür, vicdanı hür vekiller olarak milletin kaderine el koymak
istemektedirler. Yeni Meclisin uzun süre kanun yapma şansını bulamayacağını
düşünerek, ülkenin yüksek çıkarlarını korumak
ve 1999 yılını kaybetmemek için şimdi diyoruz: Kanunların çıkarılması
için Türkiye Büyük Millet Meclisini çalıştırmak Hükümetin görevidir; ancak, ne
yazık ki, hükümet, anayasal görevini bilerek ve isteyerek yerine getirmemekte
direniyor. Çağdaş demokrasi, insana saygı esasına dayalı bir yönetim biçimidir;
bunun içindir ki, çoğulcu ve katılımcıdır. Türkiye'de demokrasi, vahşi,
bireysel ve zümresel çıkarların oyuncağı olmuştur; çifte standartlar, topluma
değer vermeyen oligarşik iktidar odaklarının elinde rant paylaşım sistemlerine
dönmüştür. Siyaset, ağır bir yozlaşma sürecine girmiş, bazı siyasal partiler
aile şirketleri gibi idare edilir olmuş; bu aile şirketleri, holdinglerin
emrine girmiştir. Demokratik rejimin temeli
millet egemenliğidir. Buna rağmen Türk demokrasisinde önce millet değil, ne
yazık ki, liderler vardır. Partililerin en yetkilileri, genel başkandan sonra,
onların görevsiz eşleri ve kardeşleridir. Tabiîdir ki, böyle yapılan aday
tespitlerinde bilgi, ehliyet, liyakat, dürüstlük, hizmet ve tecrübe gibi
kriterlere yer olmaz. Milletvekili adayları böyle seçilince, elbette,
holdinglerin, çetelerin temsilcileri, güç odaklarının temsilcileri
milletvekilinin yolunu açmaktadırlar. 116 milletvekili
tarafından Türkiye Büyük Millet Meclisinin olağanüstü toplantıya çağrılması, ne
yazık ki, bazı medya tarafından da kasıtlı ve talimatlı olarak, neredeyse
ülkedeki terörün, ekonomik sıkıntının sebebi olarak gösterilmeye başlandı.
Halbuki, bu hareket, demokrasi tarihimizde lider sultasını kırmak için yapılan
ilk ve muhteşem bir şahlanıştır. Güç odaklarının bu
"U" dönüşünün sebebi nedir; çünkü, şimdiye kadar hep seçimi ayırmak
istiyorlardı, iki seçimin birlikte yapılmasına karşıydılar. Sebebi, yem
borularıdır, devleti soyma aşkıdır. Dünyanın hiçbir
demokrasisinde parlamentoyu çalıştırmak isteyen milletvekilleri, sorumsuzlukla
ve darbecilikle suçlanmaz; çünkü, bu hukukun gereğidir, anayasal bir haktır.
Hukuk, herkese lazımdır. Çıkarınıza uygun düşeni hukuk, düşmeyeni guguk kabul
ederseniz, demokrasi de demokrasi olmaktan çıkar, kakokrasi olur. BAŞKAN – Sayın Cin, size,
2 dakika süre veriyorum efendim. Toparlayın lütfen. HALİL CİN (Devamla) –
Şimdi, şerden hayır çıkarmanın zamanıdır. Şu veya bu sebeple özgürleşmiş
ikiyüzü aşkın milletvekilinden istifade ederek, Meclisi çalıştırmanın
zamanıdır. 18 Nisan listeleri,
siyaset ahlakının iflasının işaretidir. Gayriresmî önseçim adıyla yapılan
teşkilat yoklamalarının sonuçları yok sayılmış, listebaşı olan olan
milletvekilleri liste dışına atılmış, listenin en sonundaki aday birinci sıraya
konulmuş, liyakatli vekiller listeden çıkarılarak, yerlerine holdinglerin, bazı
sivil güç odaklarının temsilcileri getirilmiştir. Bu hareketle, Türkiye'de
demokratikleşme süreci başlatılmıştır. "Siyasette harama, yalana son"
diyenler, haram ve yalana tutsak olmuş; "çete mücadelesi yapıyoruz"
diyenler, çetelerin, mafyanın emrine girmişlerdir. (FP sıralarından alkışlar)
Hepsi, dürüst, önemli mevkilerde başarılı işler yapmış, ihale takip etmeyen,
kredi isteği olmayan, orman ve turizm arsaları kapatmayan, mafya ilişkileri
olmayan birçok milletvekili liste dışı bırakılmak suretiyle, toplumun adalet
duygusu rencide edilmiştir. (FP sıralarından alkışlar) Şimdi, dikkat buyurun,
sevgili, aziz arkadaşlarım: "Bende öyle belgeler ve sırlar vardır ki,
açıklarsam, genel başkan yerle bir olur; beni geri çağırmak zorundadır"
diyen müstafi milletvekilini "vefa borcum var" diyerek geri çağırıp bakan
yapan ve seçmenlerinin muhalefetine rağmen onu liste 1 e alan genel başkanlara
"bu milletvekiline ne tür bir vefa borcun var" sorusunu sormak,
milletin, milletin vekillerinin hakkı değil midir? (FP sıralarından
"Bravo" sesleri, alkışlar) İnsanı aldatmak, en büyük
ayıptır. Genel başkanlar için, yalan söylemek, affedilmez suçtur. Demek ki,
bizimkiler, Clinton davasından hiç ders almamışlar. Son dakikaya kadar, haksız
tasarruflarını, adaletsiz, zulüm teşkil eden tasarruflarını gizleyen... (Mikrofon otomatik cihaz
tarafından kapatıldı) HALİL CİN (Devamla) –
Bitiriyorum Sayın Başkanım, lütfederseniz... BAŞKAN – Sayın Cin... HALİL CİN (Devamla) –
Bitiriyorum efendim. Bazı genel başkanlar, bu
milletvekillerini, bağımsız aday olma, bir başka partide politikaya devam etme
tabiî haklarından da mahrum etmişlerdir. İdamlıklar bile, hükmün gerekçesini
asılmadan önce öğrenirlerken, dürüstlükleri, çalışkanlıkları ve başarılarıyla
temayüz etmiş milletvekillerinin, verilmiş olan namus ve şeref sözlerine
rağmen, haklarındaki siyaseten katil hükmünü bilmeleri en doğal haklarıydı. "Küskün" denilen
milletvekilleri, demokrasi tarihimizin hür milletvekilleri olarak anılacaktır.
Bu millletvekillerini, birkaç ay daha maaş almak küçüklüğü içerisinde görenleri
kınıyorum. Bu milletvekillerinin hepsi, meslek, iş güç sahibi, birkaç aylık
maaşa tenezzül etmeyecek, onurlu insanlardır, içlerinden bir kısmı aday da
olmamıştır. Bu milletvekillerini suçlayanlar, devlet sırtından köşe dönmek için
sabırsızlanan mihraklardır. (FP sıralarından alkışlar) Son sözüm şudur: "Bir
ülkede, namuslu insanlar, lâakal namussuzlar kadar cesur olmadıkça, onlara
hayat hakkı yoktur" diyen büyük devlet adamı, merhum İnönü'nün bu sözü,
haksızlığa, keyfiliğe ve kokuşmuşluğa başkaldıran milletvekillerinin
hareketlerine çok uymaktadır. (CHP sıralarından alkışlar) Bu hareketi destekleyen,
harekete destek veren milletvekillerini, partileri, grupları kutluyorum;
demokrasimize ve milletimize hayırlı olsun. Gensorunun gündeme alınmasını yüce
takdirlerinize sunuyorum. Yüce Heyetinizi
saygılarımla selamlıyorum. (FP sıralarından alkışlar) BAŞKAN – Sayın Cin,
teşekkür ediyorum efendim. Gruplar adına, söz talebi
yok mu efendim? Efendim, gruplar adına, şu
ana kadar söz talebi gelmedi. Tabiî, kura çekme şansım yok; remil atamam, fal
tutamam. Lütfen buyurunuz... Yok mu
efendim? Peki, o zaman, hükümeti
bari çağırayım. TURHAN GÜVEN (İçel) –
Parti olarak gensoruyu isteyen arkadaşlarımız konuşsunlar. BAŞKAN – Sayın Güven,
zatıâlinize söylemiyorum; Genel Kurula arz ediyorum ki, sayın hükümeti davet
edersem, hükümetten sonra gruplara söz verme imkânım yok. Hükümeti davet edeceğim
efendim. LÜTFÜ ESENGÜN (Erzurum) –
Sayın Başkan, Grubumuz adına, Mukadder Başeğmez konuşacaklardır efendim. BAŞKAN – Sayın Mukadder
Başeğmez Beyefendi, Fazilet Partisi Grubu görüşlerini arz ve ifade etmek üzere,
buyurun. (FP sıralarından alkışlar) FP GRUBU ADINA MUKADDER
BAŞEĞMEZ (İstanbul) – Sayın Başkan, sayın milletvekilleri; hepinizi
saygıyla selamlayarak sözlerime başlıyorum. Bir gensoru münasebetiyle
huzurunuzdayım. Bu gensoru gündeme alınsın mı alınmasın mı? Bu gensorunun
maksadı ne, aslı ne, esası ne? Ne yapılmak isteniliyor? Zihnimizi gerilere
götürdüğümüz zaman, Avrupa'da derebeylikler vardı, Türkiye'de de beylikler
vardı. Orada derebeyleri, biz de, işte, Dulkadıroğulları, Germiyanoğulları,
Karamanoğulları, Akkoyunlular, Karakoyunlular... Sonra, Avrupa'da krallıklar
kuruldu, biz de imparatorluk kurduk; hem büyük bir cihan imparatorluğu. İkinci
Dünya Harbi öncesinde ve sonrasında Avrupalı devletler totaliter rejimlere
geçtiler; Hitler Almanyası, Mussolini İtalyası, Stalin Rusyası... Onlar öyle
bir devlet sistemi geliştirdiler ki, tek tip, tek model insan; tek tip, tek
model millet... Devlet, emredecek millet yapacak... İdare edenler ve idare
edilenler... Biz, imparatorluktan geçiş sürecinde, çok partili hayata geçmeden
evvel, tekpartili dönemde, işte orada takıldık kaldık. Avrupa başka bir şeye
geçti, çağdaş dünya, başka bir galakside âdeta. Onlar, bireysel özgürlükleri
tartışıyor, bireysel özgürlükleri öne çıkarıyor; biz, hâlâ, toplum, millet
özgür olsun mu olmasın mı; devlet, amir devlet olsun mu olmasın mı; devlet,
milletin hizmetinde mi olsun, millet devletin hizmetinde mi; baskıcı bir devlet
mi olsun, tek tip insan, yetiştiren bir devlet mi olsun, ona göre çalışan
partiler, ona göre çalışan meclis mi olsun; yoksa, hür, demokratik, herkese
özgürlük veren, bireysel özgürlükleri öne çıkaran demokraik bir sisteme mi
kavuşalım... İşte, bugün, burada verilen mücadelenin adı budur. (FP
sıralarından alkışlar) Esasen, bu mücadele yeni
başlamış değildir; bir zamanlar yasaklı olduğu dönemlerde Sayın Ecevit de verdi
bu mücadeleyi, bir zamanlar yasaklı olduğu dönemlerde Sayın Demirel de verdi bu
mücadeleyi. Esasen, 1950'den beri çırpınıyor Türkiye, nasıl olur da çağdaş,
demokratik dünyanın arkasından yetişebiliriz diye. Nedir gerçek demokrasi;
halkın kendi kendini yönetmesi, halkın, kendi arzusuna göre yönetilmesi;
tepeden inme emirlerle değil. Hükümetleri, halk indirsin, halk bindirsin.
Milletvekillerini halk seçsin ve milletvekilleri, milleti temsilen hür
iradeleriyle yasa yapsınlar . Yasalar, kapalı kapılar arkasında yapılacak
tehdit ve şantajlarla yönlendirilmesin; millet, kendi iradesiyle kendi
temsilcilerinin yaptığı yasalarla yönetilsin. (FP sıralarından
"Bravo" sesleri, alkışlar) Bazen, bu devlet-millet
ayırımı bizi sakat mantıklara da götürüyor. Zaman zaman duyarsınız; "siz
bunu oy avcılığı için yapıyorsunuz." Ne demek oy avcılığı; yani, bunu
yaparsanız millet size oy verecek; dolayısıyla, milletin görüşüyle birleşmiş olacaksınız.
Öyleyse, milletten size ne, milletin oyundan size ne; siz, tepeden inme,
bildiğinizi yapın; ama, oy avcılığı yapmayın!.. Bu "avcılık" lafıyla
oyun değeri düşürülmeye çalışılıyor. Halbuki, çağdaş demokrasilerde, bilhassa
Amerika'da, oy her şeydir. Oy demek, vatandaş demektir, oy demek, millet
demektir. Bunun için lobiler oluşuyor, kulisler yapılıyor, kampanyalar
yapılıyor; ama, olsun, millet ne derse desin, siz, oy avcılığı için bu tür
şeylere vesile olmayın!.. Bu, bizi, demokrasi noktasında, sakat, açmaz bir
mantığa götürüyor. Halka saygı, meclise
saygıyı gerektirir değerli arkadaşlar, meclise saygıyı zorunlu kılar. Meclis,
dışarıdan tehdit ve şantajlarla örselendiği, emir-komuta ile tehdit edildiği
zaman, parlamentonun şahsında millete, milletin tamamına saygısızlık edilmiş
olur. Demokratik rejimlerin buna tahammülü yoktur; millete ve milletin meclisine
güç gösterisinde bulunulmasına tahammülü yoktur. O zaman demokrasiden söz
edilemez. (FP sıralarından alkışlar) Peki, Parlamentonun
içinden çıkmış, demokrat kişiliği ve kimliğiyle şöhret bulmuş bir insanın,
Sayın Başbakanın, Sayın Bülent Ecevit'in, Parlamentonun çoğunluğuna karşı
mücadele etmesine ne demeli!.. Daha dün burada 268 kişi vardı. Bu,
Parlamentonun çoğunluğu demektir. Parlamentonun çoğunluğuna "sivil
darbeciler" demesine ne demeli!.. Bu, millete, milletin Meclisine,
Meclisin çoğunluğuna karşı direnmekten başka bir şey değildir. (FP sıralarından
alkışlar) Zaten, 59 kişiyle yarım yamalak, fakir fukara bir hükümet olmuşsun,
Parlamentonun çoğunluğunun karşısında bu direnişin gereği var mı?! (FP sıralarından alkışlar) Parlamentonun çalışmasını,
dolayısıyla, Türkiye'nin yararına olacak hizmetlerin yapılmasını hiç kimse
engellememelidir. Eğer engellerse, Sayın Ecevit'in, 1995 yılında Anayasa
Mahkemesine başvurmuş olduğu gibi, anayasal suç işlemiş olur. Asıl, işte, o
zaman sivil darbe olur; asıl, o zaman Parlamento kilitlenmiş olur. Daha bir iki hafta evvel
olağanüstü gelişmeler oluyor "imkân olsa Meclisi toplayıp enine boyuna
tartışmamız, pişmanlık yasasını, diğer yasaları görüşmemiz gerekir" diyen
Ecevit, "haydi öyleyse, toplandı Meclis, gel" dediğimiz zaman
buralarda bulamıyoruz. Ya İçtüzük oyunlarıyla engelliyor ya da kaçıyor. Hayır,
kaçamazsınız, dün kaçtınız, bugün yakaladık ensenizden, bugün konuşuyoruz. (FP
sıralarından alkışlar) Türkiye toprakları
üzerinde uzay savaşları cereyan ediyor; yani, Türkiye Büyük Millet Meclisinin
değerli üyeleri, senin topraklarının üzerinden, her gün uçaklar kalkıyor,
gidiyor senin petrol boru hattını bombalıyor. Bu konuda, hiç ilgilenme,
bilgilenme ihtiyacı yok mudur, diyecek sözünüz yok mudur, soracak sorunuz yok mudur?
Bu konularda milletin ve Millet Meclisinin bileceği, soracağı, söyleyeceği
elbet çok şey vardır; ama, hükümet "ne yapayım, edeyim, bana, sağın büyük
partileri Anavatan Partisi ve Doğru Yol Partisi, hiçbir şey yapmamak üzere,
muktedir olmamak üzere bir iktidar verdiler; hazır, seçimlere kadar sessiz,
sakin, elim, yüzüm temizken gideyim" diyor; ama, olmaz!.. Hükümetsiniz,
Başbakansınız, önemli mevkiler işgal ediyorsunuz; geleceksiniz, bilgi
vereceksiniz, hesap vereceksiniz... Sayın Ecevit, 1987 yılında
-çok konuşuldu; ama, gerek milletimiz iyi anlasın diye gerekse tekraren önemli
olduğu için beyan ediyorum- Meclisi toplamak istedi; o zamanki Meclis Başkanı
"Bu, bir hakkın suiistimalidir" dedi, reddetti; onun üzerine,
alabildiğine tepki gösterdi "bu bir sivil darbedir" dedi. Yani,
Meclis toplanmazsa sivil darbe oluyor. 1995 yılında, "bu
seçimlere gidemeyiz; yapılacak daha bir sürü yasalar var, bu yasalar yapılmadan
gidilecek bir seçim -anayasaya uyum yasaları, siyasî partiler yasası- Anayasaya
aykırıdır" diye Anayasa Mahkemesine dava açtı. Hem de seçimlere 19 gün
kala "Bu seçimleri iptal edelim, şu yasaları yapalım" dedi. Bugün, 1999 yılındayız
"Parlamentoyu toplayalım, şu yasaları yapalım, doğru dürüst seçim
yapalım" diyen arkadaşlara karşı "siz, sivil darbe yapıyorsunuz"
diyor. Türkiye'de siyaset adamlarının "darbe" lafını bu kadar
kafasına takmasını anlayamıyorum. Bu, demokrasiye alışamadığımızdan,
ısınamadığımızdan kaynaklanıyor herhalde. (FP sıralarından "Bravo"
sesleri, alkışlar) Efendim, o zaman öyleydi, zaman yoktu... Ondan, bugüne
Anayasa Mahkemesine açılan davalar, yapılan itirazlar konusunda, yani bu yasa
yapmalar konusunda neredeydiniz?! Son üç yıldır, Sayın Ecevit ya Başbakan
Yardımcısı ya hükümet ortağı ya da bugün olduğu gibi Başbakan, acaba bu konuda
en küçük bir gayreti olmuş mu? Şimdi, "seçime gideceğiz" diyor,
gidelim. Gidelim de değerli arkadaşlar, seçilen insanların güvencesi yoksa, her
gün seçim yapsak neye yarar... (FP sıralarından alkışlar) Siyasî partilerin
güvencesi yoksa, her gün parti kursak, Türkiye'nin en büyük partisi olsak neye
yarar... Yani, asılacak adamlar mı seçiyoruz biz bu seçimlerde... Daha dün
Başbakan olan Sayın Erbakan nerede; seçimle gelmemiş miydi buraya... Belediye
Başkanlarımız seçimle gelmemiş miydi... Demek ki, hukukî ve demokratik
altyapısı oluşmamış bir seçim, dostlar alışverişte görsün seçimidir; öyle
seçimler Suriye'de de yapılıyor. (FP sıralarından "Bravo" sesleri,
alkışlar) Şimdi nasıl bir ortamda
seçime gidiyoruz; savcılar, ellerinde idam sehpalarıyla koşuşturuyor; şunu
asacağım, bunu keseceğim... Siyaset adamları tehdit altında. Sayın Başbakan,
yargı güvencesi altında yapılması gereken bir seçimi, Ecevit güvencesi altında
yapacak! Valilere, kaymakamlara talimat veriyor: "Tez bunları takip edin."
(FP sıralarından alkışlar) Size soruyorum...
Milletvekili olarak yaptığınız meydan konuşmalarında, kahvehane konuşmalarında,
seçmenin huzurunda, siz zannediyorsunuz ki, bir televizyondan gelmiş; yatıyor,
kalkıyor, çekiyor sizi, konuşuyorsunuz. Benim başımdan çok geçti. "Kim bu
kamera, hangi televizyondan?" dediğimde, "polis kamerası
efendim" deniliyor. Siz, bunu, demokratik ahlakanıza sığdırabiliyor
musunuz? Genelge üstüne genelge... (FP
sıralarından alkışlar) ÇETİN BİLGİR (Kars) – Niye
gocunuyorsunuz, polisten mi kaçıyorsunuz? M. HADİ DİLEKÇİ
(Kastamonu) – Sizin korkunuz ne, neden çekiniyorsunuz? MUKADDER BAŞEĞMEZ
(Devamla) – Sizin mantığınız buysa, ben hiçbir şey diyemem. Siyaset adamlarını
kamerayla takip edip, ondan sonra, o bantları DGM'lere gönderip, insanları
fişlemek, belki seçimden alıkoymak, bunlar, açık, demokratik, şeffaf bir
rejimdir diyorsanız, hiçbir şey diyemem! Beyler, o zaman, verin elimize kâğıdı,
verin elimize birer yazılı metin, onları okuyarak dolaşalım; hiçbirimizin
birbirinden farkı olmasın... (FP sıralarından "Bravo" sesleri,
alkışlar) Saygıdeğer
milletvekilleri, işin şakası yok. Bir ülkede, konuşmak suçsa, düşünmek suçsa,
ifade etmek suçsa, bir mısralık şiir okumak suçsa, insanların hayatı boyunca
siyasetten men'ini gerektiriyorsa, hatta, şair Başbakan Bülent Ecevit "bu,
benim içime sinmedi, bana ağır geldi" diyebiliyorsa uygulanan yasalara, bu
yasaların değiştirilmesi lazım, madem içinize sinmedi, içinize sinecek şekilde
bu işi düzeltelim diyorsak, bu, ne kadar güzel, Türkiye'nin önünü açmaz mı... Demokrasilerde, insanlar,
böyle polis kameralarının önünde homurdanmaz. Demokrasilerde, insanlar, belki
sarsacak, belki şok edecek, belki ters gelecek şeyleri de söylemelidir.
Demokrasilerde, insanlar, haykırmalıdır, söylenmemelidir, mırıldanmamalıdır ve
yarın başıma ne iş gelecek diye de düşünmemelidir. YÜCEL SEÇKİNER (Ankara) –
Bak, kürsü burada, istediğini konuş! (FP sıralarından gürültüler) MUKADDER BAŞEĞMEZ
(Devamla) – Konuşuyorum... Bir dakika... YÜCEL SEÇKİNER (Ankara) –
Kürsü burada, serbestçe istediğini konuş! MUKADDER BAŞEĞMEZ
(Devamla) – Burada bile fazla görüyorsunuz; herkes milletvekili olamaz; bir. Bir de, Meclis kürsüsünde
de mi kayıt koyacaksınız, kısıtlama koyacaksınız? Ne yapalım?.. Bakın, çağın neresindeyiz,
hep çağdaşlıktan söz edenlere soruyorum: Hızır Paşa, şiir okudu diye Pir Sultan
Abdal'ı astı. Tayyip Erdoğan şiir okudu diye, 26'sında zindana girecek. 13 üncü
Yüzyıldan bugüne, şiir okumak, söz söylemek, ifade hürriyetinde bulunmak
noktasında, bu Türkiye'de hiç mi bir gelişme olmadı Allahaşkına?! (FP
sıralarından "Bravo" sesleri, alkışlar) Bunlar, bizim, doğrudan,
ekmeğimizle aşımızla ilgili hadiselerdir. Bunlar, bu ülkenin kârıyla zararıyla
ilgili, millî geliriyle ilgili, bütçesiyle ilgili, borcuyla derdiyle ilgili,
yatırımlarıyla ilgili, yabancı sermayenin Türkiye'ye akışıyla ilgili
meselelerdir. Eğer baskıcı rejimler hayır getirseydi, olağanüstü ekonomik
imkânlarına rağmen, Rusya, bugün dünyanın devi olurdu. O baskı rejimi bir
kalktı; baktık ki, çürüyor; bugün, aç, sefil, perişan... Oradaki kriz bize
vuruyor dalga dalga; ama, hür insanlar ülkesi olan yerlerde, gerçekten
demokrasinin uygulandığı yerlerde maden de iyi işleniyor; çünkü, kafa iyi
işliyor; çünkü, karşıt görüşler iyi tartışılıyor; çünkü, insanlar yanlış
konuşmaktan, yanlış fikir üretmekten de korkmuyor; yanlışlar, belki doğruları
çıkarır orta yere. Onun için, eğer hayır gelseydi baskıcı rejimlerden, sıkı
rejimlerden, Rusya'ya hayır gelirdi. Bugün, biz, layık
olduğumuz mevkide değilsek, bir haftada 1 katrilyon lira iç borçlanma zorunda
kalıyorsak, insanlarımız tiyatro kuyruğu yerine ucuz ekmek kuyruğunun peşine
düşüyorsa, bilin ki, beyinlerimizin prangaya vurulmuş olmasındandır,
şairlerimizi, ediplerimizi, hatiplerimizi, siyaset adamlarımızı, romancılarımızı,
filmcilerimizi, saz çalan, türkü söyleyen insanlarımızı bile hapishanenin
yolundan geçirdiğimiz içindir. (FP sıralarından "Bravo" sesleri,
alkışlar) Böyle bir ülkede, Nobel ödülü alan bir romancı yetişmez, böyle bir
ülkede Oscar ödülü alan bir filmci yetişmez; dünyası dardır, düşünemez ki,
korkar... İşte, şimdi, daha bugün,
gazetelerdeki haber, hemen okuyayım: "Ankara Devlet Güvenlik Mahkemesi
Savcısı Nuh Mete Yüksel, Fazilet Partisi Lideri Recai Kutan'ın, Ziya Gökalp'in,
Recep Tayyip Erdoğan'a siyaset yasağı getiren şiirinden bir mısra okuyarak
yaptığı konuşma hakkındaki incelemesini tamamladı. Yüksel, Kutan hakkında, Türk
Ceza Kanununun 312/2 nci maddesindeki 'halkı kin ve düşmanlığa tahrikten'
yargılanması için fezleke düzenlemeyecek; ancak, Fazilet Partisinin kapatılması
için Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığına yapacağı suç duyurusunda, Kutan'ın bir
mısralık şiirli konuşmasına da yer verecek." ABDULKADİR ÖNCEL
(Şanlıurfa) – Ne güzel demokrasi!.. MUKADDER BAŞEĞMEZ
(Devamla) – Demokratik Sol Partinin Sayın Genel Başkanına... (FP sıralarından
"Şair... Şair..." sesleri) ...şaire, Başbakana ithaf ediyorum: Bu
ağırlığı, sizin beyaz güvercininizin kanatları taşıyabilecek mi?!. (FP
sıralarından "Bravo" sesleri, alkışlar) Efendim, benzine zam
yapıyorsunuz haftada iki kez, bu, küskünlerin yüzünden; borsa düşüyor,
küskünlerin yüzünden; faizler çıkıyor, küskünlerin yüzünden!.. Milleti
kandıramazsınız, işin aslı öyle değil. Türkiye'nin toplam iç borcu 32 milyar
dolar... M. HADİ DİLEKÇİ
(Kastamonu) – Bu borcu kim yaptı? Yapanlar kim? MUKADDER BAŞEĞMEZ
(Devamla) – Ben yaptım, ben ödeyeceğim... Babam yapmadı herhalde... Şu kötü borç yönetimine
bakın. İşte, ekimde, kasımda seçime gideriz diye hesap edilmiş, kötü yönetim,
beceriksiz yönetim bizi ne hale getirmiş. Borcun yarısını mart ve nisan ayına,
17 milyar doları bu aylara sıkıştırmış. Yalnız bu önümüzdeki hafta 3 milyar
dolarlık; yani, 1 katrilyonluk iç borçlanma yapacağız, bu ay içerisinde 17
milyar dolarlık içborç döndürmesi yapacağız. Tabiî, faizler patlar, borsalar
çatlar. Ama, küskünlere kes faturayı!.. Hayır, bunun hesabını burada
vereceksiniz. Ekonomiyi de kötü yönetiyorsunuz. Bunun hesabını da vermek
zorundasınız. (FP sıralarından alkışlar) Değerli arkadaşlar,
Türkiye'de, evet, bir seçim sathı mailine girdik; ama, sözlerimin başında ifade
ettiğim gibi, eğer, seçilen insanların, seçilmiş insanların garantisi yoksa,
gerçek anlamda hukukî ve demokratik altyapısı hazırlanmamışsa, hele, seçime gidilirken,
genel başkanlar kendilerini kral hissetmişler de, tırpanlamışlarsa ülkenin en
gözde siyaset adamlarını, bu seçimden hayır çıkmaz. Daha doğru dürüst, daha
düzgün, daha hukukî, daha adaletli, daha demokratik seçimler yapmalıyız; ama,
buna gitmeden evvel, biz, demokratik altyapıyı, hukukî altyapıyı ne yapıp edip
yapmalıyız; Türkiye'nin önünü açarız, Türkiye'nin geleceğinin önünü açarız.
"Hayır efendim, yapmayacağız" diye diretiyorsunuz, "sizin
maksadınız, Erbakan'ı; işte, Erdoğan'ı kurtarmaktır..." Olur, evet... Biz,
siyaset meydanlarına gittiğimiz zaman yarın, siz deyin ki... Siz, Konya'ya,
Trabzon'a, Erzurum'a, Rize'ye; Edirne'den Kars'a kadar siyaset meydanlarına,
halkın karşısına çıkın "bakın, gördünüz mü nasıl da engelledik, nasıl da
bu ülkenin en gözde belediye başkanlarını, en gözde siyaset adamlarını
hapislere tıktık da geliyoruz" deyin, biz de "biz, onları kurtarmak
için, elimizden geleni, Türkiye'nin fikir ve siyaset adamlarını kurtarmak için,
Türkiye'nin fikir hürriyeti yönünden önünü açmak için elimizden gelen gayreti
gösterdik de geliyoruz" diyelim. Bakalım, siz, halkın o istihza dolu
bakışlarından nasıl kurtulacaksınız? (FP sıralarından "Bravo"
sesleri, alkışlar) Sözlerimi toparlıyorum.
Uzun boylu, meseleleri tartışmaya gerek yok. Türkiye'nin, medenî ülkelerdeki
yerini almak mecburiyeti vardır; Türkiye'nin, uygar dünyadaki şerefli yerini
almak mecburiyeti vardır. İtilerek, kakılarak seçime gidilmez; kanunlar, öyle,
tehditle, şantajla yapılmaz. Hür iradesiyle ilk defa Meclisin önüne bir şans
çıktı. 268 kişi var burada; öyle, 50 tane, 100 tane küskün filan değil. Bunlara
"küskün" demeyi de, ben, şahsen doğru bulmuyorum; belki, geleceğin
demokratik yolunu açan demokratik bir toplulukla karşı karşıyayız. Bu fırsattan
hep beraber istifade edelim, Parlamentonun bugünkü fırsatını Parlamento değerlendirsin,
yasaları yapalım, seçime de gideceksek gidelim, erteleyeceksek de erteleyelim;
ama, hayırlı bir yapalım diyor; hepinize sevgiler, saygılar sunuyorum. (FP
sıralarından alkışlar) BAŞKAN – Sayın Başeğmez,
teşekkür ediyorum. Cumhuriyet Halk Partisi
Grubunun görüşlerini ifade etmek üzere, İstanbul Milletvekili Sayın Altan
Öymen. Efendim, başka söz talebi
varsa, kayda alalım. MEHMET GÖZLÜKAYA (Denizli)
– Turhan Güven Sayın Başkan. M. ERDOĞAN YETENÇ (Manisa)
– Grup adına mı konuşuyor; Grubun kararı mı var?!. Hangi grup adına konuşuyor,
anlamadım! BAŞKAN – Efendim, Sayın
Öymen'in grup adına konuşma yapacağı hususunda Sayın Grup Başkanvekilimizin
yazılı talebi var. O sebeple, biz, Sayın Öymen'i davet ettik. Sayın Öymen, buyurun
efendim. (CHP sıralarından alkışlar) CHP GRUBU ADINA ALTAN
ÖYMEN (İstanbul) – Teşekkür ederim. Sayın Başkan, sayın
arkadaşlarım; görüşmekte olduğumuz gensoru önergesiyle ilgili olarak,
Cumhuriyet Halk Partisi Meclis Grubunun görüşlerini açıklamak üzere, Cumhuriyet
Halk Partisi Grup Başkanvekili tarafından verilen görevi yerine getirmek üzere
huzurunuza çıktım; hepinizi, saygıyla, sevgiyle selamlarım. (CHP sıralarından
alkışlar) Bundan önce konuşan
arkadaşlarımız verilen gensoru önergesiyle ilgili açıklamalar yaptılar;
gerçekten de enteresan şeyler söylediler, güzel şeyler söylediler demokrasi
adına. Demokrasimizin birçok eksiği olduğu muhakkaktır; bu eksiklerin
giderilmesi için bu yasama döneminde de, daha önceki yasama dönemlerinde olduğu
gibi, Cumhuriyet Halk Partisi, elinden gelen her şeyi yapmıştır. Geçen dönemde
çıkan demokratikleşme yasalarının üstüne, Ceza Muhakemeleri Usulü Kanunu
değişikliği dahil, bu sefer de, ne kadar burada görüşülen konu varsa,
Cumhuriyet Halk Partili milletvekillerinin, Meclise, bu konuda yasa teklifi vermiş
olmaları bir vakıadır; fakat, bütün bu yasama döneminin geçtiğimiz ayları
gözümüzün önünde; bunları görüşmek, bazen bir partimizin, bazen öteki
partimizin, bazen üç partimizin, bazen iktidardaki hükümetin istememesi
yüzünden bir türlü gerçekleşemedi. Burada, eğer, geçmişe dönük olarak bakarsak,
burada, dört partinin hepsi, aşağı yukarı iktidarda bulundu. Refahyol Hükümeti
zamanında arkadaşlarımızın önünde epey bir zaman vardı; ben, herhangi bir
demokratikleşme adımının atıldığını hiç hatırlamıyorum. Tam tersine -burada
tasarılar görüşülmüştür; mesela, birini çok iyi hatırlıyorum- bir gazeteci
arkadaşımızın -Işık Yurtçu'nun- cezasıyla ilgili bir yasa teklifi burada vardı;
eğer, bir maddesine bir ilave yapılsaydı, bunun kapsamı çok daha
genişleyecekti, birçok düşünce suçlusu cezaevinden kurtulacaktı yahut hakkında
soruşturma yapılmasından kurtulacaktı. Bunu önerdiğimiz zaman buna mukavemet,
diğer gruplardaki arkadaşlarımızdan geldi. Daha hatırlayalım... O
zamanın Sayın Başbakanı, Refahyol Hükümetinin Başbakanı, bu kürsüde ilk
konuşmasını yaptığı zaman demişti ki: "Basın, bize karşı şimdi eleştiriler
falan yöneltiyor; bakın, biz hele bir iktidar olalım, onları nasıl dize
getireceğiz." Öyle başlamıştı... Arkadan birtakım yasa teklifleri falan getirildi
"yalan haber" namı altında. Bunları yaşadık. Yani, demokratikleşme
yolunda ileri gidilmesi için Refahyol zamanında bir şey görmedik, daha önceki
hükümet zamanında da... Gerçi, bazı tasarılar geldi buraya; fakat, onlar da,
bir türlü -Meclisin gündemine girse bile- burada görüşülemedi. ABDULHALUK MUTLU (Bitlis)
– Siz yapın efendim. ALTAN ÖYMEN (Devamla) –
Şimdi, evet; ama, hükümetin -biliyorsunuz- inisiyatifi burada çok önemli. Şimdi, verilmiş olan
gensoru önergesiyle ilgili konuşmalarda, gerçekten, demokrasimizin eksikleri,
lider sultası... Bütün bu konularda konuşuldu; fakat, önerge metnine
baktığımızda, bunların hiçbirisi yok. Önerge metninin özeti şu: Deniliyor ki,
Başbakan, bu girişime, Meclisin toplanması girişimine, bir konuşmasında
"sivil darbe" dedi. Bu, doğru bir şey değildir; öyleyse, hükümeti
düşürelim. Özeti bu kadar. Şimdi, maalesef, bu
"sivil darbe", "darbe" kelimeleri, siyasî hayatımızda çok
kullanılır bir hale geldi çeşitli sebepler dolayısıyla. Burada konuşan
arkadaşımız Halil Cin Bey de, bu sefer "bu hükümet asıl darbecidir"
dedi; daha önceki birleşimde konuşan arkadaşımız Sayın Çapoğlu, o da buna hücum
etti, cevap verdi Sayın Başbakana. Yani, birisi ona "darbeci sensin"
diyor, öteki de ona "sen darbecisin" diyor, bir polemik konusu oluyor.
İyi de, böyle polemik konusu yapılan şeylerin, siyasetçilerin birbirleri
hakkında söyledikleri şeylerin bir gensoru nedeni olduğunu ben ilk defa
görüyorum. (ANAP ve DSP sıralarından alkışlar) Yani, gensoru nasıl olur; cevap
verdiniz işte; hatta, daha fazla cevap verdiniz; Mukadder Bey de cevap verdi,
Ali Bey de cevap verdi. Şimdi, gensorunun, bir
kere, ciddî bir temele dayanması lazım; ya hükümetin icraatı, gerçekten,
memlekette birtakım meseleler çıkaracak ya ekonomik durumun kötülüğü hakkındaki
bulgular bir araya getirilecek veya
ihaleye fesat karıştırma gibi birtakım hadiseler ortaya çıkacak,
iddialar ortaya çıkacak... Bunlar dolayısıyla hükümet burada gensoruya muhatap
olabilir. Bu gensoru kabul edilirse de, hükümet düşer; ama, burada, böyle bir
gerekçeyle, işte, bize şöyle dedi, öyleyse hükümeti düşürelim gerekçesiyle
gensoruyu kabul etmek bize mantıkî gelmemektedir. Esasen, burada, bu gensoru
önergesinin altında Cumhuriyet Halk Partisine mensup hiçbir arkadaşımızın da
imzası yoktur. Ayrıca, seçimler fevkalade yaklaşmıştır; aşağı yukarı otuz gün
sonra seçimler yapılacak. Unutmamak lazım ki, 25 Martta da seçim fiilen
başlıyor; çünkü, yurt dışından gelen vatandaşlarımızın oy kullanması başlıyor. Bu gensoru önergesiyle ne
isteniliyor? Daha doğrusu, gensoru önergesiyle, geçen cumadan, cumartesiden
beri geçirdiğimiz aşamalarla ne hedefleniyor onu da, biz, tam anlayabilmiş
değiliz. Malumâliniz olduğu üzere,
cumartesi günü burada toplandık bir genel görüşme önergesini görüşmek için.
Genel görüşme önergesinde özetle deniliyordu ki: "Bölücü örgütün başının
yakalanmasından sonra yeni bir durum ortaya çıkmıştır. Bu durum karşısında,
işte, bize dışarıdan komplolar yönelmektedir. Bu komplolara karşı tedbir almak
için ve aynı zamanda, demokratikleşmek yolunda bazı adımlar atmak için bir
genel görüşme yapmamız zorunludur." "Zorunlu" ne demek;
zarurîdir, mutlaka yapılmalıdır; başka çare yok demektir. Bu geldi, burada
görüşüldü, uzun tartışmalar oldu; tartışmaların sonunda, bazı arkadaşlar
dediler ki: "Açılmasın, şimdi, seçime gidiyoruz." Bazı arkadaşlar
"hayır, zorunludur" demekte ısrar ettiler. Netice oylamaya gidildi.
Aa, hayretler içinde bir baktık ki "genel görüşme açılması zarurîdir"
diyen arkadaşlarımız, hep birlikte "hayır, açılmasın bu genel
görüşme" diye oy verdiler. Şimdi, bunun anlamı nedir;
"anlamı nedir" deyince "taktik" diyorlar; ama, böyle taktik
de, Meclisimizde çok az görülmüş bir taktiktir. ÜLKÜ GÜNEY (Bayburt) –
Öyle bir şey olur mu?! ALTAN ÖYMEN (Devamla) –
Dahası var; aynı oturumda dediler ki: "Bu genel görüşme, mutlaka,
zarurîdir, kabul edilmelidir; gününü de hemen belirleyelim; hatta, genel
görüşme kabul edilmeden belirleyelim; salı günü görüşelim." O da çok
tartışıldı... ÜLKÜ GÜNEY (Bayburt) –Aynı
oturumda... Altan Bey, aynı oturumda... ALTAN ÖYMEN (Devamla) –
Yani, denildi ki: "Bu genel görüşme, daha kabul edilmedi ki, gününü
belirleyelim." "Hayır, önceden belirleyelim, çok önemlidir; çünkü,
zarurîdir..." Peki; o da belirlendi; salı günü görüşülecekti; tabiî, genel
görüşme reddedilince, o da görüşülmedi. Bu sefer, ikinci bir girişimde
bulunuldu; salı günü, onu görüşmeyelim, başka kanunları görüşelim; çarşamba,
perşembe günü de üç kanunu görüşelim; yani, birincisi, Pişmanlık Yasası,
ikincisi, Siyasî Partiler Kanunu, üçüncü olarak da, Türk Ceza Kanununun 312 nci
maddesi... Peki; yani, herkes, buna, taraftar değil; ama, bu da bir girişim;
tabiî, yasal bir girişim, yasalara uygun bir girişim. Ayrıca, şunu belirtmek
isterim: Bütün bunlar da yasalara uygundur. Yasalara uygun, Anayasaya uygun,
İçtüzüğe uygundur bütün bu girişimler; fakat, İçtüzüğe uygun olan her şey,
mantığa ve akla uygun değildir; doğru değildir, onu, biz belirtmeye
çalışıyoruz. Neyse... Çarşamba, perşembe günü için bu üç kanun görüşülecek
derken, dün -hep birlikte yaşadık- bu sefer, birden bire, hiç beklenmedik bir
şekilde, altına, bir de bu gensoru eklendi. Şimdi, gensoru ne demek;
gensoru "bu hükümeti düşürmek istiyorum" demek netice itibariyle;
ama, üç kanunun görüşülmesini istiyorsunuz; gensoru verildikten sonra, o üç kanunun
görüşülmesi güçleşir; hatta, büsbütün imkânsızlaşır. Hükümeti düşürürseniz,
malum, İçtüzüğün -yanlış hatırlamıyorsam- 78 inci maddesine göre, burada,
hükümet düştüğü zaman yahut herhangi bir sebeple ayrıldığı zaman, hiçbir kanun
görüşülmez Anayasa ve İçtüzükten başka. Demek ki, bu üç kanun, eğer hükümet
düşerse görüşülemeyecek. Bunlar da, öyle bir günde falan bitecek işler değil;
sadece Siyasî Partiler Kanununun 28'e yakın maddesi var geçici maddeleriyle
birlikte; diğerleri de tartışmalı kanunlar. Peki, düşürmeden araya
sıkıştırırız... Değil mi; o da olabilir. Onun için, zaten, Meclisin çalışma
süresini uzatıp, çalışmaları cumaya, cumartesiye aktardık dünkü önerinizle...
Araya sıkıştıralım, peki de, hükümetle, böyle, tam karşı karşıya geldiğiniz zaman,
hükümet de kendi engelleme metotlarını uyguladığı zaman, zaten bu kanunların
görüşülmesi imkânsızlaşır; yani, hükümet gitmeden önce, düşmeden önce... Orada
da, 88 inci madde var. Zaten diyorlar arkadaşlarımız, gazetelere de geçmiş
haberler "bu kanunlar buraya gelirse, ben, bunu geri alırım hini
hacette..." Çünkü, böyle bir yetkisi var 88 inci maddede; ya hükümet ya
komisyon, bir defaya mahsus olmak üzere görüşülecek kanunu geri alır. Yani,
hükümet hakkında bu gensoru yürüyecek -biz salı günü mü görüşeceğiz, ne zaman
görüşeceksek- salı gününe kadar görüşelim bu kanunları dediğimiz sırada,
bunları da görüşmemiz imkânsızlaşacak bu tutum devam ettiği takdirde. O zaman
ne istiyoruz; ya bu kanunların görüşülmesini istiyorsak kanunlarla
yetinmeliydik yahut da hükümeti düşürmek istiyorsak hükümet hakkında gensoru
vermeliydik. Arkadaşlar, bütün bunlar
çelişki, baştan itibaren çelişki... Ben, terörle mücadele için genel görüşme
istiyorum; sonra, aynı gün, beş dakika önce savunduğum bu fikrin tam aksine oy
veriyorum; çelişki değil mi?! Bunun arkasından, salı günü görüşülsün istiyorum
genel görüşme; hayır, genel görüşme salı günü görüşülmesin, başka kanunları
görüşeyim, çarşamba günü, perşembe günü... Şimdi, bu çelişkilerin
içinde; yani, bu konuların, bizim anlamamız güç olan bu konuların vatandaşça
anlaşılması nasıl mümkün; ben onu merak ediyorum. Netice -bunu baştan
söyleyeyim ve devam edeyim- Cumhuriyet Halk Partisi, bu gensoru önergesine,
gensoru önergesinin gündeme alınmasına "kabul" oyu elbette
vermeyecektir; çünkü, bunu, belirttiğim nedenlerle, yersiz ve geçersiz
saymaktadır. Bunun reddedilmesi gerektiğine kanidir "ret" oyu
verecektir. Bu belirttiğim
çelişkilerin ışığında bir noktaya daha işaret etmek isterim. Bir de, tabiî, bu
değişik amaçların bir araya gelmesiyle oluşan siyasî hareketin bir aşaması da
seçimleri erteletmek oluyor ister istemez; zaten, bu, açıkça söyleniliyor. Bir
de, şimdiye kadar gelen sürecin sonucu olarak, seçimlerin ertelenmesi de zaten
zarurî hale geliyor. Yani, önümüzde -seçim başlıyor- bayram var; arkasından,
seçime doğru gidilirken, bütün bu istenilen şeylerin olması mümkün değil.
Hükümet düşerse eğer, yenisinin kurulması falan... Nasıl gidilecek! Onun için
de belki bir girişimde bulunacak arkadaşlarımız; ama, seçimlerin ertelenmesinin
de, hele bu aşamadan sonra hiçbir mantıkî yanı olmadığı açık. Bu noktada da Cumhuriyet
Halk Partisinin görüşü baştan beri belli. Zaten, Genel Başkan Deniz Baykal ve
diğer parti sözcüleri bu konuda müteaddit beyanlarda bulundular. Seçimlerin
ertelenmesine hiçbir şekilde taraftar olmadıklarını belirttiler. Geçen cumartesi
günü burada da zaten arkadaşlarımızın bir kısmı vardı, ben de kalktım bir
konuşma yaptım. Şahsım adına konuşmakla birlikte, Cumhuriyet Halk Partililerden
biriydim ve bazı arkadaşlarımla birlikte biz de o yönde oy kullandık; ama, bir
sıkıntımız var; bunu, bazı arkadaşlarımıza bir türlü anlatamıyoruz. Tam bu
beyanları biz yaptıktan sonra, Genel Başkanımızdan diğer parti sözcülerimize
kadar, diğer milletvekillerimize kadar, ben dahil, burada açık açık, seçimlerin
ertelenmesi hareketine tavır aldığımız gün, Sayın Başbakan, verdiği demeçlerde
"Cumhuriyet Halk Partisi, acaba, seçimlerin ertelenmesini mi istiyor"
gibi sözler söyledi. Burada, herkesin gözü önünde olan şeyler!.. Onun için, tekrar tekrar
vurguluyorum. Biz, bu hükümet için verilen gensoru önergesini reddetmekten
yanayız; seçimlerin ertelenmesine ise karşıyız. Biz, bir an önce, bu
memleketin, seçimler yoluyla istikrarlı bir idareye yeniden kavuşmasından
yanayız. Gensoru önergesinin
görüşülmesinin öngörüşmelerinin oylamasında -şimdi, Başkan, nasıl bir oylama
metodu kullanacak, bilmiyorum- normal olarak, işaret oyu kullandıracaksa, şu
noktaya işaret etmeyi bir kere daha istiyorum, yerimden de çok defa bunu
belirtmeye çalıştım: İşaret oyunun karşılığı, elektronik oylamayla yapılan
oylama değildir. Oylama çeşitleri bizim İçtüzüğümüzün 139 uncu maddesinde
belirtilmiştir: İşaretle oylama birincisi, diğerleri ise açık oylama ve gizli
oylama... İşaretle oylama, el kaldırarak yapılır; anlaşamama halinde, işte,
ayağa kalkılır; usulleri, hem 139 uncu maddede hem de müteaddit maddelerde
belirtilmiştir; yani, yarı açık bir oylamadır. Herkes, ismini açık açık belli
etmez, açık oylamadaki gibi kâğıtlara yazmaz yahut "evet-hayır" demez;
ama, herkes birbirine baktığı zaman kimin ne şekilde oy kullandığını görür; bu,
görülecektir. Şimdi, halbuki, Başkanlık
Divanının bir zamandan beri yaptığı yanlış uygulamayla, şöyle bir durum ortaya
çıkıyor: Bu, bir gizli oylama haline geliyor; kimin nereye oy verdiği
belli değil. Sayın Başkana bu konudaki maruzatımı
bir kere daha tekrarlamak isterim; çünkü, burada Anayasaya bir aykırılık
vardır. Anayasanın 95 inci maddesi der ki, Türkiye Büyük Millet Meclisi kendi
görüşmelerini, kendi yaptığı İçtüzüğe göre yönetir; İçtüzükte de bu oylama
şekilleri, etrafıyla belirtilmiştir. Kendi yaptığı İçtüzük dışında, Başkanlık
Divanının, öyle, aldığı bir kararın uygulanışıyla yönetir kendisini demez.
Yani, bu hadise, yarın Anayasa Mahkemesine bir müracaat konusu da olabilir. Değerli arkadaşlarım,
geçen cumartesi günü de belirttiğim bir noktayı bir kere daha kısaca vurgulamak
istiyorum. Kamuoyunda "küskünler girişimi" diye adlandırılan, benim hep "imzacılar
girişimi"diye adlandırmaya çalıştığım bu girişimin temelinde, elbette ki,
birçok iyiniyet vardır. Tanıdığımız arkadaşlarımız vardır; bazı kanunlar
çıksın, onlar da istiyorlar; bu, doğru; fakat, bu girişimle elde edilecek
sonucun Meclisimize hiç de fayda getirmeyeceği bellidir. Bu Meclisin bu yasama
dönemi maalesef, birçok taktikle, çelişkiyle, çifte standartlıkla doludur; bunun birçok örneği yaşanmıştır.
Bunlardan en ciddî olanları, bazı partilerimizin birbirini aklama metotlarıdır.
Ta Refahyol dönemi öncesinden başlayan hadiseler hepimizin hatırındadır. Gerçi,
"hafızai beşer nisyan ile malüldür" derler; yani, "unutma
hastalığıyla biraz sakattır" derler; ama, çok da vakit geçmedi. Buraya, o
zamanki bir partinin genel başkanı hakkında soruşturma önergeleri verildi; bu
soruşturma önergelerinde en ağır ithamlar buradan yapıldı. Sonradan, o
soruşturma önergelerinin muhatabı olan partinin başkanı bu kürsüye geldi dedi
ki "bana olmayacak şeyler öneriyorlar 'benimle işbirliği yaparsan, seni
sütten çıkmış akkaşık haline getiririm' diyorlar -bunlar hep zabıtlarda var-
ama, ben bunu kabul etmedim" dedi. Ondan sonra, bir gün baktık, bu iki
parti arasındaki işbirliği gerçekleşti. Hükümet kuruldu, Sayın Erbakan Başbakan
oldu, o hükümeti yaşadık ve sonra, o soruşturma önergelerini verenler, bir süre
sonra, komisyonlarda, yaptıklarının ne kadar yanlış olduğunu ikrar eden imzalar verdiler. Tabiî, o arada, Doğru
Yol Partisi tarafından da Refah Partisi Başkanı hakkında mal varlığı vergisiyle
ilgili soruşturma önergeleri verilmişti, onlar da, yani, Doğru Yol Partililer
de komisyonda Sayın Erbakan'ı akladılar
; bu, işin birinci perdesi. İkinci perdesi; bundan
önceki hükümet kuruldu, 55 inci hükümet kuruldu. 55 inci hükümette de, o Refah
Partililerin ve Doğru Yol Partililerin oylarıyla reddedilen soruşturma
önergeleri yenilendi, iki partimizin katılımıyla; yenilendi, komisyonlara
gitti. Tabiî, bu sefer, Doğru Yol Partililer de, Sayın Çiller hakkında verilen
o önergelere karşı, Sayın Yılmaz hakkında önergeler verdiler, soruşturma
önergeleri... Onlar da, böyle, uzun süre kamuoyumuzu işgal etti, karşılıklı
ithamlar yapıldı; fakat, bir gün geldi, bir baktık ki, bir komisyonda birinin
aklanması ve aynı anda... Cep telefonuyla mı halledildi, nasıl olduysa...
"Zug um Zug" derler ticarî işlerde; böyle, aynı anda yapılacak iş ki,
bir şey olmasın. O şekilde aklama muameleleri... (Mikrofon otomatik cihaz
tarafından kapatıldı) BAŞKAN – Sayın Öymen,
efendim, 21 dakikayı doldurdunuz. Ben, size bir süre veriyorum... Kısa; ama,
lütfen toparlar mısınız. ALTAN ÖYMEN (Devamla) – Efendim, müsaadenizle, bir şeyi
arz etmek istiyorum... BAŞKAN – Efendim, tabiî,
gensoru... Evet... ALTAN ÖYMEN (Devamla)
–...bu vesileyle belki... Evvelden, buradan görürdük
biz ne kadar zamanımız olduğunu, bu Mecliste göremiyoruz, bu Meclis
binasında... Bunun için belki bir talimat buyurursunuz da, günün birinde bir
tedbir alınır. Yani, kaç dakikamız oldu... Ben kaç dakikam olduğunu görmek
için, ikide bir böyle dönmek zorundayım. BAŞKAN – Efendim, orada
saat yok mu Sayın Öymen? Orada saat yok mu efendim, bir bakar mısınız. ALTAN ÖYMEN (Devamla) –
Hayır efendim, görülmüyor. BAŞKAN – Yoksa, taktıralım
efendim. ALTAN ÖYMEN (Devamla) –
Görülmüyor buradan. Şimdi, efendim, bu aklama
işlerini söylüyordum. Günün birinde, bu sefer, Anavatan Partisi ile Doğru Yol
Partisi, birbirlerinin başkanları hakkındaki soruşturma önergelerini, birden,
komisyonda, aynı anda ortadan kaldırdılar; peki... Başka önergeler vermişlerdi,
onlardan da imzalarını geri çektiler, onlar da geri alındı. Bir başka şey oldu
-o da şayanı hayrettir- komisyonun birinde karar alındı Sayın Başbakan hakkında
-o zamanki Başbakan hakkında- soruşturma açılması için, Yüce Divana kendisinin
gitmesi için; fakat, o rapor bir türlü yazılmadı, imzalanmadı; komisyonun
DSP'li Başkanı arkadaşımız... (Mikrofon otomatik cihaz
tarafından kapatıldı) BAŞKAN – Sayın Öymen,
efendim, lütfen toparlar mısınız. Bakın, 1 dakika daha süre
verdim ben. ALTAN ÖYMEN (Devamla) –
Efendim, daha önce konuşan hatiplere ne kadar lütfetmiştiniz; onu da
hatırlayarak, biraz daha müsamahakâr olursak... BAŞKAN – Anlamadım
efendim?! ALTAN ÖYMEN (Devamla) –
Daha önceki hatiplere gösterdiğiniz müsamahayı bana da tekrarlayacağınızı ümit
ediyorum efendim. BAŞKAN – Sayın Öymen;
efendim, ben hiç ihmal eder miyim. ALTAN ÖYMEN (Devamla) –
Eksik olmayın efendim, sağ olun. YÜKSEL YALOVA (Aydın) –
Efendim bir 5 dakika daha... BAŞKAN – Onu asla ihmal
etmem; ama, sizden önce konuşan Sayın Mukadder Başeğmez, süresinde bitirdi,
toparladı indi; ben, size, ikinci defa da... ALTAN ÖYMEN (Devamla) –
Ben de toparlamaya çalışıyorum müsaadenizle. BAŞKAN – Lütfen... Yani,
gensoru konusunu aslında çoktan ikmal ettiniz; çünkü, siz, öz konuşursunuz. ALTAN ÖYMEN (Devamla) –
Tabiî, tabiî, bitiriyorum efendim. BAŞKAN – Buyurun efendim. ALTAN ÖYMEN (Devamla) –
Şimdi şunu demek istiyorum efendim: Bu aklama paklama işleri, bu dört
partimizin de katılmasıyla, bu Meclisimizin itibarına büyük zarar vermiştir;
bunu hiçbirimiz unutmayalım. Bunun aksini iddia etmek, ispat etmek de mümkün
değildir. Bu iki parti tarafından buna karşı yapılan açıklamalarda şu denildi:
Efendim, bu soruşturma önergeleri istismar ediliyor, işte, herkes bunu bazen
gayri ciddî olarak veriyor, ondan sonra, onun üzerine kamuoyu meşgul oluyor
falan. Onun için bu şekilde değil de, başka şekilde yapalım. Nasıl yapalım; doğrudan
doğruya adlî merciler muhakeme etsin, bu gibi hallerde devreye girsin. O nasıl
olacak; işte bir tanesi, meşhur 83 üncü madde, bizim dokunulmazlıklarımız
sınırlanacak; ama, o yetmez, bir de 100 üncü madde var, 100 üncü maddenin de
değişmesi lazım, o da bakanların Yüce Divana gitmeleriyle ilgili prosedürü
düzenliyor. Bu yapılsın, hatta, buradaki grup başkanvekili arkadaşlarımızın
bazısı, yine, bu kürsüden "bir hafta içerisinde biz bunu yapacağız;
böylelikle, boşluk kalmayacak bu soruşturma işleri açısından" dediler. O
bir hafta geçeli üç ay mı ne oldu, o da olmadı. Yani, şimdi bir boşluk var, bir
bakan -ileride gelecek bir bakan tabiî, şimdikileri kastetmiyorum- ben devleti
şu şekilde soydum diyerek kendisi de itiraf etse, farzımuhal, bunu muhakeme
edecek merci yok; bunun hakkında soruşturma yapacak merci yok; çünkü, bir
bakan, ancak bu yolla, soruşturma önergesi yoluyla oraya gidebilir. Şimdi, bu
yara da duruyor aslında Meclisimizin üstünde. Bu çelişki, bu çifte standart, bu
sağ görüp sol göstermek yahut verdiği sözün tersini yapmak gibi şekilde
yorumlanabilecek hadiseler zinciri, bu Meclisin üzerindedir. Bir de, bunun
üzerine, şimdi, bu kadar çok çelişkiyi... BAŞKAN – Sayın Öymen,
toparlar mısınız efendim. ALTAN ÖYMEN (Devamla) –
...bu kadar çok çifte standardı bir araya getiren bir yolun sonuna gelirsek,
sanırım, bundan, Meclisimizin, bu yasama döneminin itibarı çok daha fazla zarar
görecektir. Bunun önlenmesi için, artık, bu süreci durduralım diyorum sayın
arkadaşlarım. Bu önergeleri veren
arkadaşlar, kararlarını bir kere daha gözden geçirsinler. Fazilet Partisi de,
-hatadan dönmek fazilettir- bir kere daha gözden geçirsin; çünkü, burada
deniliyor, işte, güç çevreleri, şu çevreler, bu çevreler... Güç çevrelerine
filan bakmaya lüzum yok, buradan, Ankara'dan çıkın, bir otomobile binin, ya
doğuya doğru gidin, ya batıya, ya güneye, ya kuzeye, rastladığınız herhangi bir
kahvehaneye girin, sorun vatandaşlara, ne diyecekler... NEJAT ARSEVEN (Ankara) –
Vallahi doğru söylüyor. ALTAN ÖYMEN (Devamla) –
Bu, bir güç çevresi, şu çevresi, bu çevresi değil, bir sağduyu meselesidir.
Allah hepimize isabetli sağduyular ihsan etsin efendim. Teşekkür ederim. (CHP ve
ANAP sıralarından alkışlar) MUHAMMET POLAT (Aydın) –
Amin!.. BAŞKAN – Amin efendim,
amin! Teşekkür ediyorum Sayın
Öymen. Doğru Yol Partisi Grubu
adına görüş ifade etmek üzere, İçel Milletvekili Sayın Turhan Güven; buyurun.
(DYP sıralarından alkışlar) DYP GRUBU ADINA TURHAN
GÜVEN (İçel) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; Doğru Yol Partisi Grubu
adına hepinizi sevgi ve saygıyla selamlıyorum. Sayın Başkan, bundan
tahminen kırk gün önce, bu Yüce Meclis, bütün grup başkanvekillerinin de
iştirak ettiği bir fikir üzerinde mutabakata vararak, artık çalışma döneminin
sona erdiğini, 18 Nisan 1999 Pazar günü yapılacak olan seçimlerle ilgili olarak
Meclisin tatile girmesi lazım geldiği hususunu oybirliğiyle kabul etti. Yani,
Meclis, artık, seçim hazırlığı içerisindeyim, milletvekilleri kendi seçim
çevrelerine gitsinler, bir çalışma içerisinde olsunlar ve 21 inci dönem için de
18 Nisanda yapılacak olan seçim sonucunda bu Parlamentoya hem kendilerini hem
de partilerini taşıma gayreti içerisinde olsunlar diye bir tarif yaptı. Peki, sonra ne oldu, ne
oldu da, birden bire, 116 imzayla Yüce Meclis toplantıya çağırıldı?.. Yani,
Yüce Meclis tatil kararı verdiği zaman, çalışmalarına ara verdiği zaman,
Türkiye'nin gündeminde o öne sürülen olayların hiçbiri yok muydu, hiçbir olay
cereyan etmiyor muydu?.. Peki, ne oldu?.. Partiler, kendi içlerinde birtakım
değerlendirmeler yaptı. Seçim Kanununda mevcut olan ve partilere yetki veren
maddeleri çalıştırarak, kimi hâkim denetiminde önseçim yaptı, kimi merkez
yoklaması şeklinde; ama, yine, kendi içinde bir nabız tutma şeklinde bir
temayül yoklamasına doğru gitti ve işte, ondan sonra vaveyla koptu. Şimdi, bütün değerli
kardeşlerimi, şu anda listede yer alan ve almayan bütün değerli kardeşlerimi
tenzih etmek istiyorum; ama, bir noktada da uyarmak istiyorum; sizin Büyük
Millet Meclisini çağırma işleminiz, bir noktada, başka bir görüntü ortaya
çıkarmıştır. Sanki, seçimlerde parti listelerinde yer almadığınız için... NECMİ HOŞVER (Bolu) – Ne
sankisi; ta kendisi!... TURHAN GÜVEN (Devamla) –
Sanki, bu Meclise, bu defa, 21 inci Döneme gelemeyeceğiniz için, bir başka
olayı ortaya getirme gayreti içinde olduğunuz intibaını uyandırdı. Bu, yanlış
değerli arkadaşlarım; bu, yanlıştır; buna katılıyorum; ama, bir genel görüşme
isteğinin arkasındaki maksat, belki çok ulvî olan o maksat bu çerçeve içine
sığdırılmıştır. Yanlıştır veya doğrudur, bunu tartışmıyorum; ama, bugün, bu
çerçeve içinde olduğu kesinlikle tartışmasızdır. Peki, başka ne oldu?..
Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanı Sayın Çetin İçtüzük ve Anayasanın gereğini
yerine getirdi; Yüce Meclisi çağırdı. Çağırdı; ama, Danışma Kurulunu da
çağırdı. Peki, Danışma Kurulu toplanabildi mi; toplanamadı. Peki, Danışma
Kurulu toplanmadığı halde, Sayın Başkan, bir grup önerisini burada nasıl işleme
koydu? Şimdi, bakın değerli
arkadaşlarım; Danışma Kurulu toplanır, partilerin temsilcileri gelir veya
gelmez; ama, çoğunlukla toplanır. Burada, o konu üzerinde bir ittifaka
varılırsa, zaten, bu, Danışma Kurulu kararı olarak Yüce Meclisin ıttılaına
sunulur. Böyle bir olay olmadığı zaman bir grup önerisi getirme hakkı doğar.
Yani, Danışma Kurulu toplanmadan bir grup önerisini getirme imkânı yoktur; ama,
Sayın Çetin, burada, bir grup önerisini işleme koymuştur. ALGAN HACALOĞLU (İstanbul)
– Haklıydı... Doğruydu... TURHAN GÜVEN (Devamla) –
Sizin için haklı olabilir de, İçtüzük haklı görmüyor; hatta, biraz daha ileriye
gidersek, başka tutumları da Anayasa haklı görmüyor ve nitekim, şu anda, 140'ın
üzerinde milletvekilinin imzasını havi, bir Anayasa Mahkemesine gitme kararı
vardır; olay bundan ibarettir. Bakın, değerli
arkadaşlarım, başka bir şey daha oldu -zabıtlarda vardır- Sayın Başkan, o günkü
genel görüşme tamamlandıktan sonra oturumu kapatacağını, yani, gün olarak da
düşünürseniz, birleşimi kapatacağını ifade ettiği halde, daha sonra verilmiş
olan önergeler, ne olduğunu bilmediğimiz önergeler -ki, bu önergelerin
hiçbirisi grup başkanlıklarımıza verilmemiştir, intikal ettirilmemiştir; grup
başkanlıklarına geldiğini iddia etmek de, zaten kimsenin haddi değildir-
üzerinde görüşme açılmıştır. İkinci bir yanlış da buradan kaynaklanmaktadır.
Fakat, bütün bunlar cereyan ederken, grup önerisi, elbette, sayısal çokluk
nedeniyle kabul edilmiştir; ama, başka bir olay daha vardır; genel görüşme
isteğinde bulunan çok değerli 116 kardeşimizin imzaları havada kalmıştır. Siz,
hem Meclisi bir genel görüşme için bağlayacaksınız, çağıracaksınız; ama, o
genel görüşme isteğinin gündeme alınması hususunu, yani, öngörüşmeden sonra
asıl görüşme isteğini reddedeceksiniz... Bunun, samimiyet içinde olduğunu ifade
etmek mümkün müdür?.. Eğer, gündeme alsaydınız, eğer, o görüşme yapılsaydı, o
zaman, sizin gerekçeniz haklı olurdu, haklılık kazanırdı. Bu da olmadı; kendi
dayandığınız gerekçeyi kendiniz çürüttünüz. Bu da bir yanlışlıktır. Peki, başka ne oldu?.. Bu
geçti... Bu defa, önceden vermiş olduğunuz kararla; yani, bu salı günü toplanma
kararı verdiniz -ki, buna itiraz ettik, böyle bir karar vermenizin mümkün
olmadığını ifade etmeye çalıştık- kendi aldığınız kararı kendiniz ortadan kaldırdınız;
ikinci bir çelişki de buradadır. Peki, daha sonra ne
oldu?.. Bu kere, bir gensoru işlemi gündeme geldi. Sayın Başkan, değerli
milletvekilleri; bakınız, verilmiş olan -zannederim 31 imzalı; artarak o
noktaya kadar geldi- gensoru önergesinin gerekçesi çok enteresandır. Biraz
evvel Sayın Öymen de ifade buyurdular... HÜSAMETTİN KORKUTATA
(Bingöl) – Hikâye okudular. TURHAN GÜVEN (Devamla) –
Eğer, bu hükümet hata yapmış olsaydı, fahiş hatası bulunsaydı, elbette bir
gensoru verilebilirdi. Bu hükümetin hatası yok mudur; elbette vardır, ondan
ötürü gensorunuzu hazırlayabilirdiniz; bu hükümetin başka işlemlerinde
sakatlıklar olabilirdi, elbette ondan ötürü gensoru hazırlayabilirdiniz; fakat,
çok enteresandır, bir ifadeden, bir tek cümleden kaynaklanan bir gensorunun,
cumhuriyet tarihinde ne yeri vardır ne de görülmüştür. Peki, siz, bir şiirden
ötürü ceza verilmesini uygun görmüyorsunuz da, bir cümleden ötürü bir gensoru
verilmesini nasıl içimize sindireceğiz; bunu düşündünüz mü? Bakın, o verilen
karar yanlıştır; bir şiir okunmasından ötürü verilen karar, kesinleşmiş olsa da
yanlıştır, ne derseniz deyin, yanlıştır; ona katılıyorum. (FP sıralarından
alkışlar) ASLAN POLAT (Erzurum) – O
zaman 312'yi kaldıralım. TURHAN GÜVEN (Devamla) –
Ama, bunun yanında, bir cümleden ötürü bir gensoru verilmesini siz nasıl
içinize sindireceksiniz?.. Orada ne yanlış varsa, burada da bu yanlış vardır. ASLAN POLAT (Erzurum) –
Niye bu yanlışı düzeltmiyoruz? TURHAN GÜVEN (Devamla) –
Değerli arkadaşlarım "bir sivil darbe girişimi" söyleminden hareket
ederek bir gensoru verilirse, arkasında başka şeyler düşünmek gerekir. Peki, size, daha
enteresanını söyleyeyim: Bu 31 imza içinde, benim, hiçbir değerli Fazilet
Partili kardeşimin imzası yoktur. Peki, size, bu 31 arkadaş
vekâletname mi verdiler ki, siz, bunu, Danışma Kuruluna kadar getirdiniz ve öne
alınma gayreti içinde oldunuz... Halbuki, bu, İçtüzük gereği, zaten,
Başkanlıkça resen yapılacak olan bir işlemdi. Siz, niye bunu öne almak gayreti içinde
oldunuz? Bunu da lütfen, bana, açıklama zahmetine katlanırsanız, çok memnun
olacağım. Burada imzanız var mı?..
Bakınız, burada, verilen imzalarda Fazilet Partisinin bir değerli üyesinin
imzası yok; ama, öneride ne var... HÜSAMETTİN KORKUTATA
(Bingöl) – Milletvekillerine saygı!.. TURHAN GÜVEN (Devamla)
– Önerinin son üç satırında "verilmiş olan gensorunun gündeme alınıp
alınmaması hususunun bugün görüşülmesi, görüşmeler tamamlanıncaya kadar çalışma
sürelerinin uzatılması ve gensorunun gündeme alınması halinde, gensoru görüşmelerinin
cumartesi günü yapılması önerilmiştir" denilmektedir, vekâletnameniz
olduğu anlaşılıyor bu durumda... MAHMUT YILBAŞ (Van) –
Vekâletnameyi sizden mi alacağız?! TURHAN GÜVEN (Devamla) –
Peki... MAHMUT YILBAŞ (Van) –
Hükümet de vekâletnameyi size vermiş! TURHAN GÜVEN (Devamla) –
Bende olabilir tabiî, neden olmasın? MAHMUT YILBAŞ (Van) –
Var...Var... TURHAN GÜVEN (Devamla) –
Efendim, siz, zamanında almış olduğunuz vekâleti hep suiistimal içinde oldunuz,
kötüye kullandınız. Siz, hükümet ortağı
olduğunuz halde, burada, neler konuştunuz; hepsi zabıtlarda vardır. Siz, evvela
ona dikkat etmeyi öğrenin, sonra bakın ne diyeceğinize. Değerli arkadaşlarım,
bakınız, Anayasanın 99 uncu maddesi çok açık, Anayasanın 99 uncu maddesi çok
sarih. Üzerinde, hiç... MAHMUT YILBAŞ (Van) – Biz,
hiçbir zaman birbirimizi aklamadık! TURHAN GÜVEN (Devamla) –
Zamanında o komisyonda sen sözcü değil miydin! Niye akladın demezler mi adama?! MAHMUT YILBAŞ (Van) –
Hayır efendim, parti olarak aklamadık; onu, sizin için derler. TURHAN GÜVEN (Devamla) –
Derler, derler; ama, sen, o gün, belge yok, delil yok diyordun; ki, doğruydu. O
gün doğruyu söylüyordun, bugün ne söylediğini anlamıyorum. MAHMUT YILBAŞ (Van) – İyi
ki anlamıyorsun! TURHAN GÜVEN (Devamla) –
Değerli arkadaşlarım, bakınız, gensoru 99 uncu maddede yer almıştır, çok
açıktır. Gündeme alma kararıyla birlikte gensorunun görüşülme günü de belli
edilir; yani, bugün. Eğer, değerli oylarınızla
bunu gündeme alacaksanız, alırsanız, gensorunun görüşülme günü bugün belli
olacak. Peki, ne yaptı Başkanlık, ne yaptı; dün aldı bunu, gündemi dünden
tespit etti. Değerli arkadaşlarım, yok
böyle bir şey. Anayasanın bu açık hükmüne rağmen, dün, Başkanlık bir hata
içinde oldu. Hatta, biraz daha ileri gidersek; bir nevi, tağyir ve tebdil
içinde oldu; beni bağışlasınlar. 99 uncu maddenin üçüncü fıkrasında... BAŞKAN – Sizi, Allah
bağışlasın. TURHAN GÜVEN (Devamla) –
...bir uygulama hatası olduğu tartışmasızdır. Bugün alabilirsiniz, bugün
belli olacak. Peki, siz cumartesini tespit ettiniz, dün bunu görüşme imkânı
olmadı, bugün görüşüyoruz. Tabiî, bugüne kadar olan uygulamalarda, tam günün 24
saat olduğu; ama, iki gün deyiminin ne zaman başladığı Anayasada da açıkça
belli değil; ama, teamül, hemen görüşmeden sonra o saatin başladığına dair bir
şey getiriyor ve iki gün sonrası biraz sonra başlayacak; yani, sizin karar
vermenizden; yani, sizin gündeme alma kararı vermenizden sonra hemen başlayacak
ve bu durumda, cumartesi günü alınan karar, görüşülme kararının, aslında pazar
günü olması lazım gelirken, cumartesi günü, alınan karar gereği bir görüşme
yapılması söz konusu olacaktır. Değerli arkadaşlarım,
Anayasa üzerindeki tartışmalar bir tarafa, İçtüzüğü yok farz etmek bir tarafa;
ama, Türkiye'de bir anayasa hukukunun varlığını kabul ediyorsanız ve bugüne
kadar, teamül, teamül, teamül de deseniz, bu teamüller yanlışsa, değiştirmek
sizin görevinizdir. Teamül... Bakınız, 83 üncü madde uygulamasında da teamül
dediler bize; oylama, 300 civarında, 300 oyla kabul edilmiş sayılmadı ve o gün
yönetimde bulunan Başkan, 83 üncü maddenin görüşmeleri sonunda, bunun
reddedilmiş olduğunu ifade etti ve buna dair de, eskiden Genel Kurulun
kararlarını gösterdi bize; fakat, itiraz ettik, Danışma Kurulu toplandı,
Başkanlık Divanı toplandı; daha sonra ne oldu; o teamülden vazgeçildi. Niye;
yanlıştı da ondan. O zaman, şu teamül işini de bir tarafa bırakalım, neyin
doğru, neyin eğri olduğunu, siz, Yüce Kurul, yeniden tespit ve tayin edin. O
zaman, bugüne kadar yapılan uygulamalarda tekrar, hata-i azim olur. Sizin
yapacağınız iş, içtüzük değişikliğini yapmakla birlikte, teamüllerde de bir
yanlışlık, bir uygulama hatası varsa, onu da, o zaman değiştirmek lazım. Peki, değerli
arkadaşlarım, bu erken seçime gitme kararında, 11 kişinin haricinde, 488
milletvekilinin vermiş olduğu karar nerede?! Bütün partilerin içinde bulunduğu
488 değerli milletvekili, burada bir karar aldı. Yalnız karar almadı, aynı gün
görüşülmekte olan bir kanun tasarısının 1 inci maddesine, aynen "18 Nisan
1999 Pazar günü yapılacak olan" deyimini kullanmak suretiyle, kanunî
düzenlemeyi de birlikte getirdi. Peki, şimdi, halen, ne
enteresandır ki, bugün ayın 18'i olduğuna göre -ay 31 çekiyor, 18'ini
saymıyorum, oy verme günü- tam 30 gün sonra, Türkiye sandık başına gidecek mi,
gitmeyecek mi diye düşünüyorsunuz. Buna, bu havayı yaratmaya, Türkiye'yi
ileride ne olacağı belli olmayan bir gölgenin içine götürmeye kimsenin hakkı
yoktur arkadaşlar. Bunun şartı da olmaz. Bunun şartı, 18 Nisan 1999 Pazar günü
seçimlerin yapılmasıdır. Bunun başka şartı yoktur, bu seçimler yapılacaktır,
yapılacaktır; çünkü, kararı değiştirme imkânına sahip olsanız bile, kanunî düzenlemeyi
yapamadığınız sürece, hiçbir işlem içinde bulunmanız ve bu seçimi ertelemeniz
mümkün olamaz. Değerli arkadaşlarım,
kanunlar, objektif, umumî, gayrişahsî nitelikte olur; yani, kişiler için kanun
çıkarılmaz; ancak, af kanunu hariç. Kişi için çıkarılmışsa... O da,
biliyorsunuz, Sayın Cumhurbaşkanına verilen bir yetki içinde, kanunun
kesinleşmesinden sonra cezanın bir af niteliği olduğu içindir. Peki, sübjektif, hususî,
şahsî nitelikte kanun olur mu; yani, bugün gündeme alınmasını istediğiniz ve
demokratikleşmenin özünü ifade ettiğiniz üç tane kanunla demokratikleşme
tamamlanacak mı acaba?! Peki, böyleydi de, şu tatil kararından evvel
elbirliğiyle gelseydik, bu kanunların çıkması için hepimiz karınca kaderince
bir katkıda bulunsaydık... HÜSAMETTİN KORKUTATA
(Bingöl) – O gün bulunmadınız. TURHAN GÜVEN (Devamla)
– ... böyle bir teklifle gelinseydi daha iyi olmaz mıydı?! Üç kanun
çıkınca dünya düzelecek mi?! Türkiye'de büyük sorunlar var ise, bunları
çözmeniz mümkün olacak mı?! Ondan sonra, dördüncü bir kanuna, beşinci bir
kanuna, ilanihaye kanuna gerek olmayacak mı?! Yani, Türkiye'nin, temel kanun
diyeceğimiz kanunlarından biri olan Ceza Kanununu değiştiren bir tasarı var.
Bunun tümünün görüşülüp görüşülmeyeceği hususu, İçtüzük gereği, temel kanun
niteliğinde olduğu için... Türkiye'de, 1890'lardan kalan bir kanun; İtalya bunu
terk etmiş. Bunun çıkarılması daha güzel olur mu olmaz mı diye tartışma yerine,
bir başka kanunun bir maddesini tartışma, bugün için -bakın, bugün için- bence
yanlıştır; ama, nihayet bir ay sonra seçimler yapıldığında, bu noksanlıkların
izale edilmesi, elbette iyi olur. Elbette, kanunun
uygulamasında nerede hata varsa, buradaki kişiler için değil, burada efkârı
umumiyenin, kamuoyunun benimseyeceği bir olayı gündeme getirerek; yani,
gereklilik olduğuna inanarak; yani, düzenlenmesinin Türkiye için hayırlı
olacağını kabul ederek, düzenlemeler bir ay sonra yapılırsa, herhalde dünya
yıkılmaz! Kaldı ki, siyaset, öyle, bir günde başlayıp bir günde biten bir olgu
da değildir. Siyaset, bir uzun maratondur diyorlar, bu işi bilenler. Yani, bir seçimde
kaybetmekle dünya yıkılmadığı gibi, ikinci seçimde, bütün değerli
arkadaşlarımın -canı gönülden arzu ediyorum, inşallah biz de hayatta olursak
biz de istekli olabiliriz- hepsinin bu Yüce Mecliste yerlerini almasından
yanadır gönlüm; ama, bugün olmuyor diye "ben varsam siyaset var, ben
yoksam siyaset yok; ben varsam her şey düzgün gider" zihniyetini, artık
bütün siyasetle geçinen insanlar ve bunun içinde bulunan bütün insanlar terk
etmek zorundadır. Türkiye... A. HAMDİ ÜÇPINARLAR
(Çanakkale) – Onu liderlere söyle, liderlere... Genel Başkanına söyle önce. TURHAN GÜVEN (Devamla) –
Evet; aynı sistemle seçildiği zaman bunu yere göğe sığdıramayanlar, o sistemde
yerlerini bulamadıkları zaman, onu da yerin dibine indirmekte maharetlerini
gösteriyorlar. MAHMUT YILBAŞ (Van) –
Allah'a şükür ki, öyle bir derdimiz yok. BAŞKAN – Sayın Güven, siz,
sürenizi kendiniz kullanın lütfen. TURHAN GÜVEN (Devamla) –
Sayın Başkan, müsaadenizle bir cümleyle bitireyim efendim... BAŞKAN – Lütfen... TURHAN GÜVEN (Devamla) –
Değerli milletvekilleri, partiiçi demokrasinin, kendi yetkili olduğu zaman var
olduğunu farz eden zihniyet, kendisi dışarıda kaldığı zaman, eğer bir bağırma
içindeyse, onun ne derece haklı olduğunu ifade etmek, kamuoyunun değer yargıları
içinde yer alacaktır. Vardır, yoktur...
MAHMUT YILBAŞ (Van) –
Meydanlarda görüşeceğiz!.. TURHAN GÜVEN (Devamla) –
Meydanlara kimin geleceğini, kimin gelmeyeceğini kamuoyu bilir. Göreceksiniz;
meydanlar dolacaktır, meydanlar taşacaktır; ama, o meydanlarda doğru olan
gelecektir, dürüst olan gelecektir. Hepinize saygılar
sunuyorum. (DYP, DSP ve ANAP sıralarından alkışlar) MAHMUT YILBAŞ (Van) – Sen
gelmeyeceksin ama! BAŞKAN – Sayın Güven,
teşekkür ediyorum. MAHMUT YILBAŞ (Van) – Ne
yazık ki, birinciye konmamışsın; birinciye konsaydın, gelirdin. TURHAN GÜVEN (İçel) –
Zaten sen yoktun ki, gelesin. MAHMUT YILBAŞ (Van) –
Görüşeceğiz... Görüşeceğiz... A. HAMDİ ÜÇPINARLAR
(Çanakkale) – Partiiçi demokrasi!.. BAŞKAN – Demokratik Sol
Parti adına, Sayın Ali Günay; buyurun efendim. (DSP sıralarından alkışlar) DSP GRUBU ADINA ALİ GÜNAY
(Hatay) – Sayın Başkan, sayın milletvekilleri; sözlerime başlarken, hepinizi
saygıyla selamlıyorum. Hepinizin bildiği gibi,
yedibuçuk ay önce, bugün, bu sıralarda oturan milletvekillerinin, şimdiye kadar
görülmemiş oy çokluğuyla, 486 kabul oyuna karşılık, 11 ret oyuyla, 18 Nisan
1999 günü seçimlerin yapılmasına karar verildi. Şimdi, seçimleri erteletmeye
çalışan ve Meclisi olağanüstü toplantıya çağıran 116 milletvekilinden 106'sı
da, seçimlerin 18 Nisanda yapılmasına kabul oyu vermişti. Hatırlayacağımız üzere, 16
Şubatta Meclis tatile girdi; ancak, Meclisin tatile girmesinden önce, günlerce
ve haftalarca Meclisin çalıştırılması için çaba gösterdik, uğraş verdik.
Meclisin tatile girdiği son güne kadar, Demokratik Sol Parti, 61 üyesiyle devamlı
Genel Kurulda hazır bulundu; ancak, Türkiye Büyük Millet Meclisi İçtüzüğünün
ilgili maddesine göre, üçte bir toplantı yetersayısı olan 184 üyeyi
bulamadığımızdan dolayı, maalesef, o toplantılarda çalışma yapamadık ve şu an,
bize yöneltilen suçlamaları yapanların haksızlığıyla karşı karşıya geldiğimiz
bir günü yaşıyoruz. Benden önce konuşan
değerli konuşmacılardan, önerge sahipleri adına konuşan Sayın Cin ve Fazilet
Partisi adına konuşan Mukadder Başeğmez, hükümete, Meclisten kaçmaktan ve de
Meclisin çalıştırılmasına karşı koymaktan dolayı bir suçlama getirdiler. Oysa,
hepimiz biliyoruz ki, bu suçlamalar yersizdir ve bu suçlamaların muhatabı
bizzat kendileridir. 61 olan sayımızı tamamlasalardı, bu çalışmaları daha önce
yapardık ve şu an geçirilmesi istenildiği iddia edilen yasa tasarılarını da,
Meclisin tatile girmesinden önce pekâlâ geçirebilirdik. Şimdi, ben, Fazilet
Partisi üyelerine şunu sormak isterim: Meclisin olağanüstü toplanmasından önce
ve Meclis tatile girmeden önce neredeydiniz? ÖMER VEHBİ HATİPOĞLU
(Diyarbakır) – Hükümet olarak siz neredeydiniz?.. Hükümet yoktu ki!.. MEHMET AYKAÇ (Çorum) – Biz
buradaydık, siz neredeydiniz?.. ALİ GÜNAY (Devamla) – 16
Şubatta Meclisin tatile girmesine karşı çıksaydınız. Neden karşı çıkmadınız?! 16 Şubatta, bütün parti
gruplarının oybirliğiyle Meclisin tatile girmesine karar verilmiştir. Sayın Başeğmez, Demokratik
Sol Parti hususunda bir yanlış değerlendirmede bulundu; onu da, sağlıklı bir
şekilde sizlerin bilgisine sunmakta yarar görüyorum. 1998 senesinin temmuzunda
alınan erken seçim kararından önce, 1995 senesinde de, hatırlayacağınız gibi,
bir erken seçim kararı alınmıştı. Deniliyor ki , o zaman, Demokratik Sol Parti,
bu erken seçim kararına karşı çıkmıştı ve bu erken seçim kararının iptali için
Anayasa Mahkemesine başvurmuştu. Deniliyor ki, 1998 senesinde verilen bu erken
seçim kararına karşı çıkanları niye suçluyor? Değerli arkadaşlar, arada çok
fark var. Demokratik Sol Partinin 1995 yılında sergilemiş olduğu tutumda bir
tutarlılık var; çünkü, erken seçim kararına başından beri karşıydı, karşı oy
kullandı; diğer partilerin zorlamasına rağmen karşı oy kullandı ve yetersiz
olan sayısının üstüne, Anayasa Mahkemesine başvurabilecek sayıda imza da
topladı; gerekli olan 90 sayısının üstüne çıktı; yanlış hatırlamıyorsam, 93
sayıyla Anayasa Mahkemesine başvurdu ve o başvuru sayesinde, olumlu bir sürü
karar alındı; haklı çıktı. Yanlış hatırlamıyorsam, alınan bu olumlu kararlardan
biri de bölge barajının kaldırılmasıydı. Değerli arkadaşlar, şu an,
20 nci Dönem milletvekillerinin çoğu, o yapılan başvuru sonrasında bölge
barajlarının kaldırılması sayesinde milletvekili olarak bu Yüce Meclise girmiştir.
Oysaki, bugünlerde imza kampanyası başlatan arkadaşlarımızın ve onlara destek
veren Fazilet Partisinin tutumu çok farklı. İmza kampanyası başlatan
arkadaşlarımızın 106'sı erken seçim kararına olumlu oy kullanmışlardır, Fazilet
Partisinin tamamı olumlu oy kullanmıştır. Şimdi ne değişmiş de karşı çıkmakta,
seçimi erteletmeye çalışmaktadırlar. Demokratik Sol Partinin tutumu ile şimdiki
imzacıların ve Fazilet Partisinin tutumu arasındaki fark budur. Hepinizin hatırlayacağı
gibi, ülkemizin ağır bir rejim bunalımına doğru sürüklenmekte olduğu bir sırada
kurulan 55 inci cumhuriyet hükümetinin daha kuruluşunu takip eden günlerden
itibaren seçim istemleri getirilmeye başlandı. Ülkemizi, cumhuriyet tarihinin
en ağır rejim ve devlet bunalımından, demokratik hukuk kuralları içinde
esenliğe çıkaran 55 inci cumhuriyet hükümeti görev başındayken, hükümete
dışarıdan dışarıdan destek veren parti, Türkiye'yi gereksiz bir erken seçime ve
gereksiz bir hükümet değişikliğine sürükledi. O dönemlerde, Demokratik Sol
Parti olarak, ülkemizin en fazla istikrara gereksinim duyduğu bir zamanda böyle
bir hükümet bunalımı yaratılmasının, ülkeye yarar değil zarar getireceğini sık
sık vurguladık. Kamuoyunun büyük bir kısmı da 55 inci hükümetin çalışmalarından
memnundu, Türkiye'nin, içte ve dışta birtakım ciddî sorunlarla karşı karşıya
olduğunu, şu sırada bir erken seçime gerek olmadığını düşünüyordu. Ülkeyi bunalıma
sürükleyerek kendisine çıkar sağlamak isteyen, ülkenin huzursuzluğu,
istikrarsızlığı temelinde siyaset yapan, kendi çıkarını ülkemizin ve halkımızın
çıkarından üstün tutan birtakım siyasetçiler, şimdi, yeni bir oyunu sahneye
koyuyorlar. 55 inci hükümet
kurulduktan hemen sonra koro halinde seçim isteyenler, şimdi, seçimler
yaklaşırken yan çizmeye ve kendilerine seçimden kaçış yolları aramaya
başlamışlardır. Amaç, seçimleri erteletmektir. Bugüne kadar hiçbir konuda bir
araya gelemeyen çeşitli partilere mensup milletvekilleri, birdenbire, hangi
ideal uğruna bir araya gelmişlerdir?.. Bugüne kadar ülkenin sorunlarına neden
bu kadar ilgi göstermemişlerdir?.. Meclis çalışırken, ülkenin acil olarak
birtakım yasaların çıkmasına ihtiyacı varken Meclise gelmeyenler, birdenbire,
tam da aday listeleri açıklandıktan hemen sonra, Meclis tatildeyken, ülke
sorunlarını hatırlamışlardır! Seçimlere dört hafta kala
Meclisin toplantıya çağırılmasının görünürdeki gerekçesi, terör konusunda bir
genel görüşme yapmaktı; ancak, bu çağrının asıl amacının seçimleri erteletmek
olduğunu herkes biliyordu. Nitekim, gerçek, çok geçmeden ortaya çıktı. Kendi
verdikleri önergeyi yine kendileri reddettiler. Terör bahaneydi, amaç belliydi
ve seçimleri ertelemeye yönelikti. Bu arada, bazıları da,
fırsat bu fırsat diyerek, siyasî yasaklı eski liderlerini kurtarma arayışına
girdi. Bir an önce seçim yapılmasını en çok isteyen parti olan Fazilet Partisi,
bugün, bambaşka bir tavır sergilemektedir. Hem seçimlerin yapılmasını istermiş
gibi görünmekte hem de birtakım pazarlıkların içine girmektedir. Fazilet
Partisi, daha önce, seçimlerin 18 Nisan 1999 tarihinde yapılmasını bile geç
bularak, 19 Ekim 1998 tarihinde, Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına bir
kanun teklifi vererek, seçimlerin Aralık 1998'de yapılmasını isterken, şimdi,
seçimlerin ertelenmesi hedefiyle yola çıkan imzacı milletvekilleriyle ve
muhatap bulabildikleri herkesle pazarlık yapıyor "Türk Ceza Kanununun 312
nci maddesi kaldırılmadan seçim olmaz" diyor. Fazilet Partisi Genel
Başkanı Sayın Kutan "seçim emniyeti gerçek anlamda temin edilerek seçim
yapılsın. Bu 312 nci madde sayesinde, her konuştuğumuz bölücülük sayılır.
Herkes için hayatî önem taşıyan 312 nci madde mutlaka kalkacaktır" diyor.
Sayın Kutan "312 nci madde kalkmadan seçim olabilir mi?" sorusu
üzerine de "hayır, ana şart, 312 kalkacak" diyor. Sayın Başkan, sayın
milletvekilleri; imzacı milletvekilleri, milletvekili genel seçimlerini
erteletmek; bu durumdan istifade etmeyi düşünen Fazilet Partililer ise, imzacı
milletvekillerine seçimleri erteletmek hususunda verecekleri destek
karşılığında, Türk Ceza Kanununun 312 nci maddesini kaldırmak istemekte ve
gerek imzacı milletvekilleri gerekse Fazilet Partililer, bu hususta, seçimlerde
baraja takılma tehlikesini yaşayan partilerin de desteğini almayı umut
etmektedirler... ÖMER VEHBİ HATİPOĞLU
(Diyarbakır) – Hangi partiler bunlar? ALİ GÜNAY (Devamla) –
Onlar kendilerini bilir. Türk Ceza Kanununun 312
nci maddesi kaldırılarak veya değiştirilerek, bu maddeden, daha önce hüküm
giyen ve hüküm giyme tehlikesi olan kişiler kurtarılmak istenmektedir. Kimileri
"Türk Ceza Kanununun 312 nci maddesi düşünce özgürlüğünü kısıtlıyor; bir
an önce kaldırılsın" derken, kimileri de -bölücüler ve dini istismar
edenler- Türk Ceza Kanununun 312 nci maddesini değiştirmek istiyorlar
"312'nin demokratikleşmeyle ilgisi yok" diyorlar. METİN PERLİ (Kütahya) –
Siz ne diyorsunuz?.. Siz ne diyorsunuz?.. ALİ GÜNAY (Devamla) –
Dinleyin, göreceksiniz... Bu hususta sizlerin ve
dinleyen herkesin bir fikir sahibi olabilmesi ve bu hususta bir değerlendirme
yapabilmesi için, Türk Ceza Kanununun 312 nci maddesini aynen okuyorum... ÖMER VEHBİ HATİPOĞLU
(Diyarbakır) – Oku, oku; iyi olur!.. İHSAN ÇABUK (Ordu) – Oku
da öğrensinler Ali Bey!.. ALİ GÜNAY (Devamla) – Türk
Ceza Kanunu, madde 312: "Kanunun cürüm saydığı bir fiili açıkça öven veya
iyi gördüğünü söyleyen veya halkı kanuna itaatsizliğe tahrik eden kimse altı
aydan iki yıla kadar hapis ve ikibin
liradan onbin liraya kadar ağır para cezasına mahkûm olur." ikinci fıkrası:
"Halkı; sınıf, ırk, din, mezhep veya bölge farklılığı gözeterek kin ve
düşmanlığa açıkça tahrik eden kimse bir yıldan üç yıla kadar hapis ve üçbin
liradan onikibin liraya kadar ağır para cezasıyla cezalandırılır. Bu tahrik
umumun emniyeti için tehlikeli olabilecek bir şekilde yapıldığı takdirde faile
verilecek ceza üçte birden yarıya kadar artırılır. " Üçüncü fıkrayı okumuyorum;
pek önemli değil. Bu maddenin kaldırılması
veya değiştirilmesi düşünce özgürlüğüyle mi ilgili; yoksa, bölücülük yapmak ve
dini istismar etmek isteyenlere istedikleri imkânı mı sağlamış olur? Bunu
takdirlerinize sunuyorum. ÖMER VEHBİ HATİPOĞLU
(Diyarbakır) – Bu tasarıda Sayın Ecevit'in imzası var... LÜTFÜ ESENGÜN (Erzurum) –
Hikmet Sami Türk'e sor onu!.. ALİ GÜNAY (Devamla) – Ona
da geliyorum... Ona da geliyorum... ÖMER VEHBİ HATİPOĞLU
(Diyarbakır) – Sayın Başbakana sor; onun imzası var altında... ALİ GÜNAY (Devamla) –
Biraz sabredin lütfen... Birkısım kimseler
tarafından denilecek ki: "312 nci maddenin değiştirilmesi 55 inci hükümet
tarafından istenilmiştir." LÜTFÜ ESENGÜN (Erzurum) –
Hata etmişler. ALİ GÜNAY (Devamla) – Hayır;
hata yapmamışlar. LÜTFÜ ESENGÜN (Erzurum) –
Öyleyse sen hata yapmışsın. ALİ GÜNAY (Devamla) – 55
inci hükümet zamanında hazırlanan ve şu an elimde olan 634 sıra sayılı, Türk
Ceza Kanununun Bazı Maddeleri ile Terörle Mücadele Kanununun Bir Maddesinde
Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Tasarısıyla, Türk Ceza Kanununun 17 nci, 159
uncu ve 312 nci maddeleri ile Terörle Mücadele Kanununun 8 inci maddesinde
değişiklik yapılmak istenilmiştir. Türk Ceza Kanununun 312 nci maddesinin
kaldırılması istenmemiş, bu maddede öngörülen hapis cezalarında bir indirim
yapılmamış; sadece, hapis cezasının yanı sıra, kanunda öngörülen ve ekonomik
değeri zaten kalmamış olan ağır para cezaları kaldırılmak istenmiştir. Bu yasa
tasarısı Adalet Komisyonunda görüşülürken Fazilet Partili üyelerce verilen
önergeyle Türk Ceza Kanununun 312 nci maddesinin ikinci fıkrasında öngörülen
alt ceza miktarı yarı yarıya indirilmiş ve bu hususa, komisyon üyesi olan bazı
arkadaşlar da karşı çıkmış ve muhalefet şerhi vermişlerdi. Sayın Başkan, sayın
milletvekilleri; 16 Şubatta tatile girmiş bulunan Meclisin tatil kararını
kaldıran iki kanat var: Milletvekili aday listelerine giremeyen veya
seçilebilecek sırada yer alamayan imzacılar kanadı ile Fazilet Partisi kanadı.
Fazilet Partililer, önce, Siyasî Partiler Kanunu ve Türk Ceza Kanununun 312 nci
maddesini değiştirerek, hem eski liderlerinin ve hem de eski belediye
başkanlarının yasağını kaldırmak istiyor. ÖMER VEHBİ HATİPOĞLU
(Diyarbakır) – İyi yapıyor... İyi yapıyor... ALİ GÜNAY (Devamla)
– İmzacı milletvekilleri ve seçim barajına takılma tehlikesi yaşayan bazı
partiler ise, seçimi erteletmek istiyor. Seçimi ertelemek için de, Meclis
kararı ve yasa çıkarmak gerekiyor; mevcut hükümet buna yardımcı olmazsa, bunun
hemen hemen imkânsız olduğunu biliyor. Mevcut hükümetin düşürülmesi ve
kendilerine yardımcı olacak bir hükümetin kurulması umuduyla imzacı
milletvekillerinden bir kısmı 15.3.1999 tarihinde Hükümet hakkında
hazırladıkları bir gensoru önergesini, Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına
verdiler. Normal olarak, bir hükümet hakkında gensoru önergesi verildiğinde,
hükümetin birtakım başarısızlıkları veya usule, yasalara aykırı davranışları
gerekçe olarak gösterilir; ama, mevcut Hükümet hakkında verilen gensoruya somut
bir gerekçe bulunamadı; ne yolsuzluk ve partizanlık iddiasında bulunabildiler
ne de çetelerle ve bölücü terörle mücadelede bir eksiklik bulabildiler. Hükümet
hakkında verilen gensoruya gerekçe olarak bula bula imzacı milletvekillerinin
bu hareketine karşı Sayın Başbakanın kullandığı "sivil darbe"
sözcüğünü gerekçe olarak bulabildiler, kullandılar. Sayın Başkan, sayın
milletvekilleri; seçimler için bütün hazırlıklar yapılmışken, adaylar seçim
bölgelerinde seçim çalışmalarına başlamışken, ülke, yeniden huzursuz bir ortama
sürüklenmeye çalışılıyor. Alınan karar gereği 18 Nisanda yapılacak seçimlere dört
hafta gibi çok kısa bir süre kalmıştır. Bütün partiler adaylarını belirlemek
için yoğun çalışmalar yapmış, Yüksek Seçim Kurulu seçimlerin zamanında
yapılması için, büyük emek ve para harcamıştır. Seçim takvimi düzgün bir
biçimde işlemektedir. Ülkemiz seçimlere tam bir huzur içinde giderken,
birdenbire her şey tersine dönüyor ve ülkemiz bir bilinmeze sürüklenmek
isteniyor; huzurdan, huzursuzluk yaratılmaya çalışılıyor. Ülkemizin içte ve
dışta sağlanan istikrar ve saygınlığına gölge düşürülmeye çalışılıyor; buna hiç
kimsenin ve hiçbir siyasî partinin hakkı yoktur. (Mikrofon otomatik cihaz
tarafından kapatıldı) BAŞKAN – Sayın Günay_ ALİ GÜNAY (Devamla) –
Eksüre rica edeceğim. BAŞKAN – Buyurun. ALİ GÜNAY (Devamla) – 55
inci hükümetin düşürülmesinden ve uzun hükümet arayışlarından sonra kurulan
şimdiki hükümet, partizanlık yapmadan, hiçbir yolsuzluğa bulaşmadan, dürüst bir
biçimde ülkeyi yönetmektedir. Demokratik Sol Partinin kurduğu azınlık hükümeti,
ülkemizi huzur içinde seçimlere götürmek için halkımıza söz vermiş ve bu sözün
gereğini bugüne kadar yerine getirmiştir, bundan sonra da getirecektir. Sayın Başkan, sayın
milletvekilleri; seçimlerin ertelenmesi amacını güden bir grup milletvekili
tarafından verilen gensoru önergesinin gerekçesine baktığımızda, hükümetin
düşürülmesi için hiçbir neden bulunmadığı görülmektedir. Yapılmak istenen
bellidir; Meclisi olağanüstü toplantıya çağıran milletvekillerinin ve onlara
destek veren seçim barajına takılmaktan korkan partilerin amacı, milletvekili
genel seçimlerini erteletmek, Fazilet Partisinin amacıysa, yasaklı eski
liderlerinin ve bazı kişilerin siyasete tekrar dönebilmelerini ve cezalardan
kurtulabilmelerini sağlamaktır. BAŞKAN – Sayın Günay,
lütfen son cümlenizi söyleyin. ALİ GÜNAY (Devamla) –
Bitiriyorum efendim. BAŞKAN – Buyurun efendim,
son cümlenizi_ ALİ GÜNAY (Devamla) –
Demokratik Sol Parti olarak biz, bugüne kadar olduğu gibi, bundan sonra da
tutarlı ve sorumlu politikalarımıza devam edeceğiz. Bizim için parti veya
kişisel çıkarlar değil, ülke çıkarları her şeyin üstünde gelmektedir. Demokratik Sol Parti
olarak, hiçbir ciddî gerekçesi olmayan bu gensoru önergesinin gündeme
alınmasına gerek olmadığına inanıyoruz. Yurttaşlarımızın da dediği gibi, bu
seçim olacak başka yolu yok diyoruz. Hepinize saygılar
sunuyorum (DSP sıralarından alkışlar) BAŞKAN – Sayın Günay,
teşekkür ediyorum. Anavatan Partisinin
görüşlerini ifade etmek üzere, Sayın Yalova; buyurun. (ANAP sıralarından
alkışlar) ANAP GRUBU ADINA YÜKSEL
YALOVA (Aydın) – Sayın Başkan, sayın milletvekilleri; Kars Milletvekili
Selahattin Beyribey ve 30 arkadaşının, Türkiye Büyük Millet Meclisinin
olağanüstü toplantıya çağrılmasını sivil darbe girişimi olarak
nitelendirdikleri ve demokratikleşme çabalarını engelleyici tutum
sergiledikleri iddiasıyla Başbakan Bülent Ecevit ve Bakanlar Kurulu üyeleri
hakkında Anayasanın 99 uncu ve İçtüzüğün 106 ncı maddeleri uyarınca bir gensoru
açılmasına ilişkin önergesi hakkında, Anavatan Partisinin görüşlerini sunmak
üzere yüksek huzurlarınıza gelmiş bulunuyorum; hepinizi, şahsım ve partim
adına, en üstün saygılarımla selamlıyorum. Önce, bir memnuniyetimi
ifade etmek istiyorum. Önerge sahipleri adına konuşan Sayın Halil Cin, artık,
bundan böyle, fikri hür, vicdanı hür milletvekilleri haline geldiklerini ifade
buyurdular. Eğer "genel başkan sultası" olarak adlandırdıkları, bana
göre, hukukî olmaktan çok, duygusal bir tepkiyi ifade eden siyasal
davranışlarından böylesi bir hayırlı netice çıkmışsa; yani, 1995 yılında
önseçimle gelmeyen, önseçim olmadığı için aday olmayız düşüncesine itibar
etmeyen, genel başkanların -bugün diktatörlükle suçladıkları genel başkanların-
tensibiyle milletvekili sıfatını kazanan insanların, 1995 yılından 1999 yılına
kadar baştacı ettikleri kimselerin kendileriyle ilgili siyasî görüşleri
değiştiği takdirde böylesi bir davranış içine girip "biz, bugüne kadar,
âdeta, köleydik, şimdi, bundan sonra özgür insan olduk" dercesine, kendi
geçmişlerine hakaret etmelerini, doğrusu yadırgadım. Hemen söyleyeyim, bugüne
kadar, bu konu görüşüldüğünde, kamuoyunda "küskünler" olarak
adlandırıldıklarını duyduğumuz her yerde "isyancılar",
"ilkesizler" olarak sıfat takıldığını duyduğumuz her yerde, bu sayın
milletvekillerine, böylesi ahlakî terimlerle davranılmaması, yaklaşılmaması
gerektiğini düşündüğümüzü ifade ettik. Sonuçta, evet, anayasal bir hakkın
kullanılmasından istifade edebilirler, hiç itirazımız yok; Anayasanın
kendilerine tanıdığı, Türkiye Büyük Millet Meclisi İçtüzüğünün kendilerine
tanıdığı bir haktan, bir yetkiden, denetim yolları yetkisinden istifade
imkânını kendileri değerlendirirler, ona itirazımız yok; ama, bakın, bu
gensoruda, belki, Parlamento tarihimizde, gensoruların, bugüne kadar tüm
gensoruların hepsini incelediğinizde bir şeyi görürsünüz. Hemen, şekle ilişkin
söyleyeyim: Sayın Selahattin Beyribey ve 30 arkadaşı imza atmış. Gensoru gibi,
Bakanlar Kurulu üyeleri ve başbakan hakkında netice doğurabilecek, dolayısıyla,
Türkiye'de, siyasal rejim hakkında netice doğurabilecek bir hususla ilgili,
böylesine -doğrudur, yanlıştır- iddialarda bulunan kişilerin, hiç değilse
-Bakanlar Kuruluna, Sayın Başbakana saygıları olmayabilir- kendilerine saygısı
varsa, içerisinde üye olmaktan onur duyduklarını ifade ettikleri Türkiye Büyük
Millet Meclisine saygısı varsa, gensoru önergesi görüşülürken, hiç değilse
salonda bulunma mecburiyetleri de vardır; bu da, siyasî nezaketin gereğidir. Ben baktım, tek tek
isimlerini söylemeyeceğim; grup olmadıkları için, sataşma doğsun istemiyorum.
Aynı kabinede görev alıp, birlikte görev yaptıkları dönem içerisinde, o
kabinenin, 55 inci cumhuriyet hükümeti dediğimiz Sayın Mesut Yılmaz Hükümetinin
kabinesinde görev alıp, aynı kabinede Başbakan Yardımcısı olarak görev yapan
Sayın Bülent Ecevit hakkında, hiçbir zaman, kendi meslekî uzmanlık alanlarına
giren bir şekilde -şimdi vermişler- bazıları ürolog, bazıları nörolog
arkadaşlarımız, hiçbir zaman, Sayın Ecevit'in ruh haline ilişkin en küçük bir
fikir beyan etmek şöyle dursun, görebildiğimiz kadarıyla, her zaman sitayişkâr
konuşmuşlar ve şimdi, Türk siyasal tarihinde, Parlamento tarihinde ilk kez bir
gensoru gerekçesinde bu ruh hali içerisindeki bir Başbakanın artık ülkeyi daha
fazla yönetemeyeceği şeklinde bir gerekçe ortaya konulmaktadır. Eğer, bu arkadaşlarım,
bu sayın milletvekilleri, Sayın Başbakanın ruh halini bir gensoru nedeni yapma
hakkını kendilerinde görüyorlarsa, o zaman, ruh haliyle değerlendirdiklerine
göre, kendilerinin de ruh halleriyle değerlendirilme hakkını başkalarına,
karşıtlarına teslim ettikleri ortaya çıkar. Değerli milletvekilleri,
ruh hali, bildiğiniz gibi, eski dilde ya da galatımeşhur dediğimiz şekliyle
haletiruhiye olarak bilinir. Şimdi, Sayın Başbakanın haletiruhiyesini gensoru
gerekçesi yapan arkadaşlarıma, birileri, sizin haletengizinize de bir baksak,
sizin belirli bir durum içinde olduğunuzu biz eski dilde haletigaşy olarak
adlandırıyoruz dese, ya da bir adım daha atıp, bu haletiruhiyenin daha bir
haletinez haline geldiğini söylerse, acaba onlara ne cevap vereceğiz? Ben, bir
haftadır bu genel görüşmeyle başlayan gensorunun bugün geldiği noktanın ilk
hukukî başlangıcını teşkil eden genel görüşmeyle başlayan bu bir haftalık süre
içerisinde ya da on günlük süre içerisinde genel olarak duygusal hitaplarla bu
konuya yaklaşıldığını gördüm. Hemen itiraf edeyim, paylaştığımı söyleyeyim,
Mukadder Başeğmez arkadaşımın birçok özlemine hangimiz katılmaz; hangimiz
katılmadığımızı söylemişizdir bugüne kadar; elbette katılıyoruz; ama... ÖMER ÖZYILMAZ (Erzurum)
– Katılıyoruz demek yetmez. YÜKSEL YALOVA (Devamla)
...burada Sayın Erdal İnönü'yü hatırlamak isterim "kürsüler ateşe
tapar" der Sayın Erdal İnönü bir sözünde. Öyledir, kürsüler ateşe tapar,
tapar ama, Parlamentoda hitabetin duygudan fazla bilgiye doğru gitmesi
mecburiyeti de bizi içinde bulunduğumuz mekânın icbar edici kuralı olarak
sınırlandırır. Nasıl mı; biz, bunun ruh halini beğenmedik diyorsunuz, biz,
genel görüşme açılmasını istiyoruz diyorsunuz. Baştan söyledim, diyebilirsiniz;
ama, tabi olduğunuz kurallar var. Meclis, gündemine hâkimdir, ilkel anayasa
hukuku bilgisiyle, Meclis Genel Kurulunda çoğunluğun her şeye kadir olduğu
düşüncesi, demokratik parlamenter rejimlerin hiçbir zaman barındırmadığı bir
düşüncedir; o rejimin adı başkadır. Onun için ben, burada, önce, genel görüşmede,
Sayın Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanının ve daha sonra başkanvekillerinin
değişik mekânlarda katıldıkları, izlenen hukukî yolun ne olması gerektiği ve ne
olduğu hususunda görüşlerimizi sizlere arz etmek istiyorum. Bir parlamento düşününüz
ki, temmuz ayının 30'unda, 1998 yılında seçim kararı almış, daha doğrusu
Meclis, seçimleri yenileme kararı almış; Anayasaya, İçtüzüğe, hukuk normlarına
uygun bir şekilde, Anayasa Komisyonunda görüşülmüş, Anayasa Komisyonundan olumlu
karar şeklinde çıktıktan sonra bir rapor halinde Genel Kurula indirilmiş. Değerli milletvekilleri,
Anayasa Komisyonunda... Bakınız, elimde Meclisin resmî Tutanak Dergisi:
"Kanun Tasarı ve Teklifleriyle Komisyonlardan Gelen Diğer İşler",
"Devam" demiş. "Trabzon Milletvekili
Yusuf Bahadır'ın, Fazilet Partisi Genel Başkanı Malatya Milletvekili Recai
Kutan ve 3 arkadaşının, Anavatan Partisi Grup Başkanvekili Bayburt Milletvekili
Ülkü Güney, Demokratik Sol Parti Grup Başkanvekili Gaziantep Milletvekili Ali
Ilıksoy, Cumhuriyet Halk Partisi Grup Başkanvekili Ankara Milletvekili Önder
Sav ile Demokrat Türkiye Partisi Grup Başkanı Van Milletvekili Mahmut
Yılbaş'ın, seçimlerin yenilenmesine ilişkin önergeleri ve Anayasa Komisyonu
Raporu" demiş. "744 sıra sayılı
Basmayazı tutanağa eklidir" demiş. Bu görüşmeler sırasında,
bakıyoruz, Sayın Atilâ Sav, Anayasa Komisyonu Başkanımız "komisyonumuzda,
öncelikle seçim dönemi bitmeden seçimlerin yenilenmesi, mutat zamandan önce
yapılması önerisi oylanmış ve oybirliğiyle kabul edilmiştir" diyor takdim
ettiği raporunda. Buna bir muhalefet şerhi
var. Bu muhalefet şerhi, İstanbul Milletvekili Sayın Süleyman Arif Emre'nin: "Ülkemiz, 28 Şubat 1997 tarihinden beri olağanüstü bir
devreden geçmektedir. Bu sebepten, normal demokratik şartlar yürürlükte
değildir" hükmüyle başlamış "dokuz ay gibi uzun bir süre sonra
yapılacak bir seçime 'erken seçim' adı verilerek Meclisimizden antidemokratik
bir karar çıkarılması istenilmektedir" diyerek şikâyetini dile getirmiş
muhalefet şerhinde. "CHP Genel
Başkanı tarafından Sayın ANAP Genel Başkanına âdeta dayatılan bu erken seçim
modelinin diğer antidemokratik ve Anayasadışı şartı ise, Başbakanın yılbaşında
görevinden istifa etmesi hususudur. Böylece, dayatmacıların maksatları kısmen
de olsa ortaya çıkmış sayılabilir. Maksat, yapılacak seçime tamamen demokrasi
dışı bir hükümetle gitmektir" diye değerlendirmesini devam ettirmiş ve
seçimlerin dokuz ay sonra yapılmasının ne kadar antidemokratik olduğunu
kanıtlamaya yönelik, kendi kurduğu mantığı çerçevesinde, kendince argümanlar
sunduktan sonra, demiş ki: "18 Nisanda seçim yapılması hususunda alınan
karara muhalifim." Yani, daha erken olsun, dokuz ay geriye atmayalım. Ne
zaman; 29.7.1998 tarihinde. Doğru Yol Partisi Grubu
adına Sayın Turhan Güven, bu seçimin hayırlı ve uğurlu olmasını dilemiş. DTP Grubu adına Sayın
Mahmut Yılbaş "18 Nisanda birlikte yapılacak olan seçimin ülkeye fazla
hayırlar getirmeyeceği meydandadır" demiş, kendi özgür iradesiyle. Fazilet Partisi Grubu
adına Sayın İsmail Kahraman, uzun bir görüşmeden sonra "ne kadarını
tamamlarsak o kadar hayırlı iş yapmış olacağımızı ifade ederim" dedikten
sonra "seçimlerin yenilenmesi hususundaki karara iştirak ediyoruz.
Parlamento aritmetiğinin değişmiş olması, milletin yeniden iradesini ortaya koyması
hayırlıdır" demiş ve "seçimin yenilenmesi kararını alanlara Fazilet
Partisi olarak teşekkürlerimizi sunuyoruz" diyerek sözlerini bitirmiş. CHP Grubu adına Sayın
Önder Sav da, iradenin gerçek kaynağına, millete bu vekâletin teslim edilmesi,
ulusa teslim edilmesi konusundaki görüşlerini sunmuş ve bu şekilde Anayasa
Komisyonunda kabul edilen seçimlerin yenilenmesi kararı Türkiye Büyük Millet
Meclisinde 486 oyla... Bu ne demek; anayasa hukukunda bunun anlamı şu: Yasa
koyucunun iradesi demek. Yasa koyucu 486 oyla -11 ret oyu var- bu seçimler
yenilensin demiş. Elbette, bu, bazı Meclis Başkanvekillerinin söylediği gibi,
Parlamentonun kendisini feshetmesi demek tabiî ki değil, elbette münfesih hale
gelmez; seçimlerin yenilenmesi kararıdır, o tarihe kadar Parlamento, eğer, Anayasadaki
zaruretler ortaya çıkarsa, tekrar toplanma hakkını elinde tutar, münfesih
değildir, hiç itiraz götürmez; ama, seçimlerin yenilenmesi kararındaki, o, yasa
koyucu iradesinin -ki 486'dır- bir başka delili daha var, güçlendirici delili,
o da, Sayın Ecevit'in Başbakanlığında kurulan 56 ncı hükümete verilen güvenoyu.
306 sayın milletvekili, güvenoyu verirken, Sayın Ecevit Hükümetinin, 18 Nisanda
yapılacak genel seçimlere kadar ülkeyi yönetmesi adına oy talebinde, güvenoyu
talebinde bulunduğunu biliyordu ve ona göre de oy vermişti. Bu iki argüman sonrasında,
Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanı, acaba Meclis İçtüzüğündeki 7 nci madde
gereğince Meclisi olağanüstü toplantıya tatilde veya ara verme döneminde
çağıramaz mı; hemen söyleyelim çağırabilir; anayasal bir hakkın kullanılmasıdır.
Burada hiç kimse o konuyla ilgili Sayın Meclis Başkanını hukuk ihlaliyle
suçlamamalıdır. "Peki, o zaman problem nerede başlıyor" diyeceğiz.
Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanı, İçtüzüğün 7 nci maddesinde, önce Sayın
Cumhurbaşkanına, sonra Sayın Meclis Başkanına tanınan, doğrudan Meclisi çağırma
yetkisinden sonra sıralanan, 110 sayın milletvekilinin imzasıyla -ama,
gerekçeli... Gerekçeli talebiyle- toplantıya çağırır diyor. Gerekçe meselesinde
takdir yetkisi Sayın Meclis Başkanının doğrudan, aslî görevidir sayın
milletvekilleri; şöyle bir örnek vereyim: "110 milletvekili bir araya
gelip imza attığı takdirde, gerekçesine bakmaksızın Meclis Başkanı, otomatikman
Meclisi olağanüstü toplantıya çağırmaya mecburdur" derseniz, Yargıtay
içtihatlarındaki tabirle söyleyeyim, hayatın doğal, olağan akışı sizi yanlış
çıkarır. Örneğin, ne için biz genel görüşme isteyebiliyoruz; devlet ve toplum
faaliyetlerini ilgilendiren hususlarda diyoruz, değil mi? Şimdi, desek ki 110
milletvekili olarak, Galatasaray-Fenerbahçe maçının bu şekilde neticelenmesi
toplumu ilgilendiren çok önemli bir hadisedir ve bu maçın hakemi de usulsüzlük
yapmıştır. Galatasaray ve Fenerbahçe arasındaki bir maçın toplumu ilgilendiren
bir faaliyet olmadığını söyleyebilmek mümkün mü fiiliyata bakarak; değil. Peki,
böyle bir taleple irade beyanında bulunsaydı 110 milletvekili, Sayın Meclis
Başkanı, ben ne yapayım, burada 110 tane imza var; Meclis İçtüzüğünün 7 nci
maddesine göre çağırmak zorundayım mı diyecekti; hayır. Onun için, 1987'deki
Sayın Karaduman'ın kararını, onun için, 1995 yılında Anayasa Mahkemesine
seçimlerin ertelenmesiyle ilgili talepleri yerli yerine oturtmamız gerekir. Sayın Meclis Başkanı,
imzacı arkadaşlarımızın gerekçesini, son derece doğru bir kararla, gerçekçi
bulmuştur; katılıyorum. Ama, ne olmuştur; İçtüzüğün aynı maddesinin devamında,
son cümlesinde -ki, 1991 yılındaki duruma atıfta bulunduğumuz, yanlış emsal
olarak gösterdiğimiz duruma bakarsanız- genel görüşme konusuyla ilgili
görüşmeler yapıldıktan sonra öyle bir irade oluşursa Parlamentoda, elbette,
Meclis Başkanı çalışmaların devamına yönelik her türlü usulî muameleyi yapma
hakkına sahip olduğu gibi, ayrıca da göreviyle yükümlüdür; ama, bir şartla;
genel görüşme... Ne demiş arkadaşlarımız
genel görüşme önergesinde? Son derece ciddî ithamlar... Bakın, bir anlamda da
kendileri açısından görev ihmaline... En hafif tabiriyle söylüyorum; ceza
hukukunda daha başka tabirler vardır arkadaşlarımızın bu tutumuyla ilgili.
"Meclisimiz, bu değişiklikler ışığında yeni bir durum muhakemesi yapmak
imkânını bulamamıştır. Oysa, olaylar ve en çok da terör başının yakalanışından
sonra ortaya çıkan gerçekler, ülkemizin şimdiye kadar düşünülenden çok daha
ciddî bir komployla karşı karşıya bulunduğunu göstermektedir" diyorlar
genel görüşme önergesinin gerekçesinde. Peki, o sayın milletvekillerine sormak
lazım; mademki küskün değiller, mademki bu hadise sadece 100 civarında
milletvekilinin seçilme hakkının gaspı değil... Tabiî, orada, 30 milyon
seçmenin seçme hakkı ne oluyor 100 insanın seçilme hakkının karşısında,
denebilir; ama, yine, hukukî çerçeveye, anayasa çerçevesine dönüyorum. Her iki
başbakan da aynı şeyi söylemiştir "55 inci cumhuriyet hükümetinin kararlı
tutumunun devamıdır, devletin başarısıdır" demişlerdir. Teröristbaşının
yakalanması süreci sonrasında, siz, eğer, bu ülkenin uluslararası arenada ciddî
bir komployla karşı karşıya olduğunu düşünüyorsanız, o zaman, o sayın
milletvekilleri olarak, genel görüşmeyi, burada, Meclis Başkanı İçtüzüğü yanlış
uygulasa dahi, sonuna kadar yapma konusunda talebinizdeki samimiyetinizi
sürdürmek zorundaydınız; ama, parti adına ilk konuşmalara bir bakıldı,
arkasından "yeter" arkasından "çalışmalar devam etsin..."
Oysa, Meclis, olağanüstü toplantıya çağrılmış; oysa, Meclis, olağanüstü
toplantı konusu olarak, Türkiye'nin içinde bulunduğu uluslararası bu komplo
tehlikesini düşünmüş. Ben, şimdi, konuşan
arkadaşlarıma baktım, tüm parti sözcüsü arkadaşlarıma da baktım, bir Allah'ın
kulu, gensoruda yazılan gerekçeyle ilintili olarak, bu hükümetin niçin bu
gensoruyla düşürülmesi gerektiği hususuna değinmek lütfunda bulunmadı; birtakım
temenniler, birtakım, işte, başka başka partileri, bu zemini kullanarak, kendi
lehlerinde, gensoruda iddia edildiği gibi, âdeta bir propaganda vasıtası haline
getirdiler ve dönüyor dolaşıyor, bir şeyin adı bir türlü konmuyor, Fazilet
Partisindeki bu strateji değişikliğinin gerçek sebebi bir türlü söylenmiyor.
Deniyor ki, 312, demokratikleşme, insan hakları... Ben inanıyorum ki,
demokratikleşme ve insan hakları konusunda çağdaş gelişim çizgisine ters
düşecek hiçbir milletvekili yoktur bu Parlamentoda. Ayrıca, bu Parlamento
yapacaktır demokrasi ve insan haklarındaki gelişimleri, bu Parlamento özgür
iradesiyle yapacaktır; ama, birileri, dışarıdan... TEVHİT KARAKAYA (Erzincan)
– Haydi... YÜKSEL YALOVA (Devamla) –
Haydisini söyleyeyim... Haydi mi; hemem söyleyeyim, çok da teşekkür ederek
söyleyeyim: 2 Nisan 1998 tarihinde, Sayın Mesut Yılmaz Başbakanlığındaki 55
inci cumhuriyet hükümeti, o söylediğiniz 312 nci maddeyle ilgili bir kanun tasarısı
getirmiş. ÖMER ÖZYILMAZ (Erzurum) –
Hıh... YÜKSEL YALOVA (Devamla) –
"Hıh" sözü, Parlamentoda pek şık bir söz değil. Parlamento adabı,
teamülleri, yazılı olmayan kurallar derken, zaten, hep bunlara işaret etmek
istiyorum sayın milletvekili. Aradan aylar geçmiş,
mevsimler geçmiş, 2.4.1998'de getirilen tasarının gündeme alınması için ANAP,
DSP ve DTP grupları adına "14 Nisan 1998 Salı günü yapılan Danışma Kurulu
toplantısında oybirliği sağlanamadığından" diyerek, sıraların öne alınması
talebi getirilmiş. Ne denilmiş: "252 nci sırada bulunan 634 sıra sayılı
kanun tasarısının 10 uncu sıraya getirilmesi." 2.6.1998 tarihinde, yani,
aradan 4 ay geçince, o 4 ay boyunca, 55 inci cumhuriyet hükümeti Parlamentoyu
toplamaya çalışmış, bu konuları... (Mikrofon otomatik cihaz
tarafından kapatıldı) YÜKSEL YALOVA (Devamla) –
Az bir şey kaldı, müsaade ederseniz, diğer arkadaşlara... BAŞKAN – Bir süre
isterken, mutlaka bir başka arkadaşı öne sürmeye mecbur musunuz Sayın Yalova?!
Rica edeyim... Bir itirazım... YÜKSEL YALOVA (Devamla) –
Öyle demedim efendim, az bir sürem kaldı, lütfederseniz dedim Sayın Başkanım,
daha fazlasını istemedim. DEVLET BAKANI VE BAŞBAKAN
YARDIMCISI HASAN HÜSAMETTİN ÖZKAN (İstanbul) – Gerekçeyi söylemedi Sayın Başkan.
BAŞKAN – Mahkemelerde bile
gerekçe yok Sayın Özkan. SALİH KAPUSUZ (Kayseri) –
Sayın Yolava, bu 4 ayda niye çıkmamış bu kanun, biliyor musunuz; RTÜK için,
RTÜK... YÜKSEL YALOVA (Devamla) –
O 4 ay boyunca, hükümetin, konuya ilişkin, herkesin kendi özgür iradesiyle
yasama organının... SALİH KAPUSUZ (Kayseri) –
Ayıbınızı orta yere koyuyorsunuz. YÜKSEL YALOVA (Devamla) –
...bu konudaki iradesinin ortaya çıkmasına katkı yapması çağrıları boş çıkmış
ve 2.6.1998 tarihinde "Lütfü Esengün, Fazilet Partisi Grup
Başkanvekili" imzasıyla Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına
"Danışma Kurulunun 1.6.1998 Pazartesi günü yapılan toplantısında siyasî
parti grupları arasında oybirliği sağlanamadığından, Grubumuzun aşağıdaki
önerilerini İçtüzüğün 19 uncu maddesi gereğince Genel Kurulun onayına
sunulmasını saygılarımla arz ederim" başlıklı bir sıralama takdim edilmiş.
Merak eden arkadaşlarım için hatırlatma konusu olsun; örneğin, Toplukonut
Kanununda değişiklik yapılmasına dair kanun tasarısı, Gaziantep Milletvekili
Mehmet Bedri İncetahtacı'nın bir kanun teklifi, olağanüstü hal bölgesi ve
kalkınmada öncelikli yörelerle ilgili bir sıralama değişikliği, yaş sebze ve
meyve ticaretinin düzenlenmesine ilişkin bir kanun tasarısı, Vergi Usul
Kanunuyla ilgili kanun tasarısının yukarıya çekilmesi, ön sıralara çekilmesi ve
sonuç olarak, sonuncu olarak daha doğrusu, hayvanları koruma kanunu tasarısının
gündemin 10 uncu sırasına alınması. Demin arz ettim; üç grup başkanvekilinin,
yani, ANAP, DSP ve DTP adına imza koyan temsilcilerin "14 Nisanda, Danışma
Kurulunda oybirliği sağlanamadı, Genel Kurul bunu düzenlesin" derkenki
taleplerinde 10 uncu sıraya alınmasını istedikleri yasa tasarısı 312 nci
maddeye ilişkin. (Mikrofon otomatik cihaz
tarafından kapatıldı) BAŞKAN – Sayın Yalova,
lütfen... Rica ediyorum... YÜKSEL YALOVA (Devamla) –
Bitireceğim efendim, 1 dakika daha rica ediyorum. Fazilet Partisi adına
Sayın Lütfü Esengün'ün yaptığı çağrıda, 10 uncu sıraya alınmasını istedikleri
kanun tasarısı da, hayvanları korumayla ilgili bir tasarı. ÖMER ÖZYILMAZ (Erzurum) –
Gayet normal bu. YÜKSEL YALOVA (Devamla) –
Peki, o zaman, hayvanları korumayı düşünürken -ki, hayvan hakları da, artık,
çağdaş dünyada, insan hakları kadar ele alınmak eğiliminde olan bir durumdur- o
zamanlar, siz, niçin, mesela, Sayın Erbakan'la ilgili ya da Sayın Recep Tayyip
Erdoğan'la ilgili gündeme bunları getirmek yerine, bunların geri alınmasını
sağladınız da, şimdi, 18 Nisanda seçimlerin yapılmasına az bir zaman kala,
bunu, bu halde getiriyorsunuz?! Son cümle, Sayın Yılmaz
Karakoyunlu'nun "Önce İnsan ya da Mithat Paşa" adlı oyununda, Mithat
Paşa'nın, Adalet Bakanı Cevdet Paşa'ya söylediği bir söz: "Adalet, özgür
insanın erdemidir." Adalet, sadece mahkemelere tabi, sadece onların malı
değil... (Mikrofon otomatik cihaz
tarafından kapatıldı) YÜKSEL YALOVA (Devamla) –
... Adaleti, bizim, yasama organında sağlamamız lazım. Hepinize saygılar
sunuyorum. (ANAP ve DSP sıralarından alkışlar) BAŞKAN – Sayın Yalova,
teşekkür ediyorum. Buyurun Sayın Kapusuz. SALİH KAPUSUZ (Kayseri) –
Sayın Başkan, bir hususun zabıtlarda düzeltilmesi için söylemek istiyorum. Sayın Yalova, bahsedilen o
tarihteki Danışma Kurulunda, bu 312 ile ilgili tasarının öne çekilmesiyle
ilgili talepte bulundular. Doğrudur, orada mutabakat sağlanmadı; fakat, öne
çekilmesi konusunda, biz, Fazilet Partisi olarak, destek verdik ve kendilerinin
söylediği gibi geride kalmadı, 10 uncu sıraya bu kanun getirilmiş oldu.
Dolayısıyla, biz, o gün de destek verdik, bugün de aynı istikamette desteğimizi
devam ettiriyoruz. Teşekkür ederim. BAŞKAN – Teşekkür
ediyorum. Efendim, Sayın Başbakanı
davet edeceğim; ancak, işlemlerin ikmaline kadar süre uzatımını oylarınıza
sunuyorum: Kabul edenler... Kabul etmeyenler... Kabul edilmiştir. Sayın Başbakan, buyurun
efendim. (DSP sıralarından alkışlar) BAŞBAKAN BÜLENT ECEVİT
(İstanbul) – Sayın Başkan, değerli milletvekili arkadaşlarım; hepinizi saygıyla
selamlıyorum. Bugün, Sayın Meclis
Başkanımızın Çanakkale Savaşının 84 üncü yıldönümü dolayısıyla belirttiği
düşünceleri duygulanarak dinledik; kendisini kutluyorum. Ben, bu sabah, iki değerli
bakan arkadaşımızla birlikte, Adalet Bakanı Prof. Dr. Sayın Selçuk Öztek ve
Çevre Bakanı Sayın Fevzi Aytekin'le birlikte, hükümetimizi temsilen
Çanakkale'de bulundum ve törenlere katıldım. İzin verirseniz Sayın Başkan, bu
önemli yıldönümü vesilesiyle, Çanakkale'de yapmış olduğum kısa konuşmanın çok
kısa bir özetini de, sözlerime başlarken, Yüce Meclise sunmak istiyorum. "Çanakkale Savaşı,
dünyanın en büyük kahramanlık destanlarından biridir; ama, yalnız bir
kahramanlık destanı değildir, onun ötesinde çok önemli işlevleri olmuştur
Çanakkale Savaşının. Bu savaşla, yurdumuzda "padişah mülkü toprak"
kavramının yerini "vatan" kavramı, "tebaa" kavramının yerini
"vatandaş" kavramı almaya başlamıştır. Türk ulusal kimliği de, bu
savaşla belirginleşmiştir. Türk Halkı, Çanakkale Savaşında edindiği özgüvenle
ve ulusal dayanışma yeteneğiyle Kurtuluş Savaşını zafere ulaştırabilmiştir.
Eğer Çanakkale Savaşı kazanılmasaydı, daha Kurtuluş Savaşı aşamasına gelinmeden
bağımsızlığımız sona ermiş olacaktı. Çanakkale Savaşı, Atatürk'ün eşsiz
önderliği ve komutanlık yeteneğiyle dünya siyaset sahnesine bir yıldız gibi
doğmasına da vesile olmuştur. Atatürk, Türk Halkına, Çanakkale Savaşında
pekişen güveniyle ve bu savaşın kendisine kazandırdığı saygınlık ve
güvenilirlikle Kurtuluş Savaşını başlatabilmiş ve kazanabilmiştir. Yokluklar
içinde, silahtan çok yürekle kazanılmış bir savaştır Çanakkale Savaşı. Yalnız
Türkiye'nin ve Türk Ulusunun değil, dünyanın da geleceği bu savaşla
belirlenmiştir. Emperyalizme ilk ve en ağır darbe Çanakkale'de vurulmuştur. Kısacası, yeni bir ulus ve
yeni bir dünya doğmuştur Çanakkale Savaşından ve yeni bir devletin temelleri de
yine, Çanakkale Savaşıyla atılmıştır ve Türk Halkı, Çanakkale Savaşındaki kahramanlığı, insanlığı ve uygarlığıyla
düşmanlarının bile saygısını kazanmıştır. Çanakkale Savaşının
şehitlerine, gazilerine ve eşsiz önder Atatürk'e sonsuz şükran borçluyuz; Allah
onlardan razı olsun; onlar, bütün dünyaya, Çanakkale'nin geçilmez olduğunu
göstermişlerdir. Çanakkale ne kadar geçilmezse, Türkiye de o kadar bölünmezdir.
(DSP ve ANAP sıralarından alkışlar) Sayın Başkan, değerli
arkadaşlarım; şimdi, gündemdeki konuyla, yani, hakkımdaki gensoru önergesiyle
ilgili konuşmama başlıyorum izninizle. Bu gensoru, kanımca,
zamansızdır ve geçersizdir. Zamansızdır ve geçersizdir; çünkü, önümüzde,
seçimlere ancak bir aylık bir süre kalmıştır. Bu süre içinde, eğer hükümet
düşürülürse veya kendiliğinden istifa ederse, herhangi bir yasa çıkarmak
olanaksız duruma gelmiş olacaktır Anayasa ve İçtüzük hükümlerine göre. Bu
durumda, bir yandan Meclisi toplayalım, gece gündüz toplayalım, birikmiş
yasaları çıkaralım denilecek, bir yandan da, hükümet düşürülerek, Meclisin
gündeminin donmasına yol açılmış olacak. Bu, açık bir çelişkidir. Yine, bu Hükümeti devirmek
isteyenler, gensoruyla düşürmek isteyenler, bu Hükümetin 61 milletvekilli bir
parti grubu tarafından kurulmuş olmasını, bir küçümseyici üslup içinde,
eleştiri konusu yapmışlardır. Değerli arkadaşlarım, bu
Hükümet, bu Meclise havadan gelmedi; bu Meclisin verdiği 306 güvenoyuyla
kuruldu. (DSP sıralarından alkışlar) Bildiğim kadar, 1960 yılından beri
Türkiye'de, bu kadar büyük, bu kadar geniş bir güvenoyuyla işbaşına gelmiş olan
bir hükümet yoktur. Onun için, eğer Meclisin iradesine saygılıysak, bu Hükümete
de, efendim, 61 üyeli küçücük bir grup oluşturan parti diye küçümseyici bir
edayla yaklaşmak haksızlık olur kanısındayım. Değerli arkadaşlarım, ben,
gensoruyu zamansız ve gereksiz buluyorum derken ve bu Hükümetin değişmesinin
zamanı değil derken, kendi açımdan, kişisel açıdan bir üzüntüm ve kaygım
yoktur. Benim hiç koltuk bağımlısı olmadığımı, beni yakından tanıyanlar
bilirler. Ben, seçimle geldiğim bütün görevlerden, düşürülmeksizin, kendi özgür
irademle ayrıldım. Bir kez, eski partim Cumhuriyet Halk Partisinin Genel
Sekreterliğinden, iki kez genel başkanlıktan, iki kez başbakanlıktan, hep,
gensoruyla değil, kendi özgür irademle ayrıldım. Yani, koltuk bağımlısı
değilim; ama, bu Hükümetin şu sırada düşürülmesinin Türkiye açısından büyük
sakıncalar doğurabileceği kaygısını taşıyorum. Bir kere, bildiğiniz gibi,
dünya, ağır bir ekonomik bunalım döneminden geçiyor. Bu ekonomik bunalım,
bundan birkaç ay önce, komşumuz ve büyük ticaret ortağımız Rusya Federasyonuna
da yansıdı. Dünyadaki ve Rusya Federasyonundaki ekonomik krizden, kendi ulusal
ekonomimizin olabildiğince az etkilenmesini sağlamak üzere, çok dikkatli bir
tutum izlenmesi, günü gününe, dünyanın, dünya ekonomisinin nabzının tutulması
gerekmektedir. Şu sırada, Türkiye'nin, o açıdan da, bir hükümet değişikliği ve
yeni bir hükümet arayışı süreciyle yitirecek zamanı yoktur. En küçük bir
istikrarsızlık, bir siyasal veya ekonomik istikrarsızlık ve sarsıntı, ülkemizin
yalnız bugününü değil, geleceğini de olumsuz yönde etkiler. Nitekim, şimdiden,
hükümet değişikliği ve seçimi erteleme eğilimleri, ekonomide olumsuz
sonuçlarını vermeye başladı; borsa endeksi yükselirken, son günlerde düşmeye
başladı; yüzde 150'leri bulmuş olan faizler yüzde 100'ün altına inerken, şimdi,
son günlerin siyasal belirsizlik ortamında, yeniden yükselmeye başladı; seçim
sonrası için, Türkiye'ye, bazı büyük kredi olanakları, uygun koşullu kredi
olanakları hazırlanırken, şimdi, bu olanakların da tehlikeye düşmesi durumu
ortaya çıktı. Yine, tam seçim
kampanyasının ortasında, hatta sonlarına doğru, bir hükümet bunalımı
belirtilerinin ortaya çıkmış olması, terör eylemcilerinin de cüretini artırmaya
başladı ve bütün dünya Türkiye'ye karşı, Türkiye'ye yönelik olarak, bir
"bekle, gör" havasına girmiş oldu. Değerli arkadaşlarım,
kamuoyu tarafından "küskünler" diye adlandırılan değerli milletvekili
arkadaşlarımızın sorunu hükümetle değildir, o arkadaşlarımızın sorunu kendi
partileriyledir; ama, kırgınlıklarının hıncını, şimdi, hükümetten almaya kalkışmaktadırlar.
Bunun bir haksızlık olduğuna inanıyorum. Bir yandan bu kırgınlıklarının -kendi
partilerinin yönetimine yönelik haklı veya haksız kırgınlıklarının- hıncını
hükümetten almaya kalkışıyorlar, bir yandan da, bunun bedelini millete ve
devlete ödetmiş oluyorlar. Ben, bütün bunlara rağmen ve hakkımdaki iddialarına
rağmen, ithamlarına rağmen, birçoğunu yakından tanıdığım, birçoğuna çok değer
verdiğim ve bazılarıyla birlikte çalıştığım sayın milletvekillerinden
"küskünler" denilen milletvekillerinden hiçbirine küskün değilim;
tersine, kendilerine bir şükran borcum var; çünkü, hazırladıkları gensoru
önergesiyle, bir anlamda, hükümete övgüler düzmüş oldular; çünkü, normal
olarak, bir hükümet hakkında gensoru verilebilmesi için, o hükümetin bazı somut
hataları, yanlışlıkları bulunması veya o yönde iddialar olması gerekir ve
gerekçede de, bu iddialara yer verilmiş olması gerekir. Oysa, benim başkanı
bulunmaktan onur duyduğum Hükümet hakkında verilen gensoru önergesinde,
Hükümetin tutumuyla, uygulamalarıyla ilgili hiçbir kusurdan söz edilmiyor;
yani, Hükümetin çalışmalarında hiçbir kusur bulmadıkları anlaşılıyor. Ne kusur
bulabilirlerdi; partizanlık yapmamışız, hiçbir yolsuzluğa bulaşmamışız,
teröristlerle mücadeleyi kısmamış, zayıflatmamış, aksine, daha etkili duruma
getirmişiz; 55 inci hükümet döneminde başlatılan süreci devam ettirmiş ve
terörist örgütünün başını yakalamış ve Türk adaletine teslim etmişiz; Doğu ve
Güneydoğu Anadolu halkının ekonomik, sosyal ve eğitsel gereksinmelerini daha
ileri ölçüde, daha doyurucu biçimde karşılayabilmek için programlar
hazırlamışız, bunların kaynaklarını belirlemişiz, bu kaynakların nerelerde,
nasıl kullanılacağını belirtmişiz ve uygulamasına başlamışız; Köy Hizmetleri
Genel Müdürlüğünde yıllardan beri çalışan, ama, yılda ancak üç dört ay çalışan
yaklaşık 42 bin işçiyi, daimî çalışan ve ücret alan işçiler durumuna
getirmişiz; dünya ekonomik krizine karşı olabildiğince etkili önlemler almışız;
dış ilişkilerde bir falsomuz olmamış; uzun yıllardan beri ilk kez, enflasyon
hızını, hayat pahalılaşması hızını yüzde 50'nin altına indirebilmişiz; yine,
birkaç aydan beri ilk kez, faizleri yüzde 150'den yüzde 100'ün altına
çekebilmişiz; devletin yıllardır birikmiş olan ağır borçlarını hiç aksatmadan
ödemeyi başarabilmişiz. Yani, neresinden bakılsa, bu hükümete kusur olarak
yöneltilebilecek bir şey bulunamamış. Onun için, buluna buluna, seçimlere
birkaç ay kala, benim bir sözüm, hem seçimi erteletmek için hem de bu hükümeti
düşürmek için bir vesile, bir gerekçe olarak ele alınmış. O tabir de
"sivil darbe". Değerli arkadaşlarım, bu
"sivil darbe" sözcüğü nereden aklıma geldi veya dilimin ucuna geldi;
Büyük Millet Meclisinin, daha bundan kısa bir süre önce, çok büyük oy
çoğunluğuyla saptadığı seçim tarihine dört beş hafta kala, seçim kararını iptal
edelim, milletvekili seçimlerini erteleyelim girişimi içine girilmiş. Oysa, bu
sürede, bu süre içinde, bu arada, adaylar belli olmuş, aday olmak isteyen
memurlar görevlerinden ayrılmış, seçim listeleri, seçmen listeleri basılmaya
başlanmış ve devlet, bu uğurda, yapılacak milletvekili seçimleri uğrunda
trilyonlarca liralık kaynak harcamış haklı olarak. Bu aşamada seçimleri
ertelemeye kalkışmak, benim kanımca ve hükümetimizin görüşünce, yalnız benim
kanımca veya hükümetimizin görüşünce değil, belli ki hemen bütün kamuoyu
kesimlerince, bir sorumsuzluk olarak nitelendirilmekte, algılanmaktadır. Burada, bir çelişki de,
tabiî, bir yandan seçimler ertelensin, hükümet düşürülsün deniyor; ama, bir
yandan da, alelacele bazı yasalar çıkarılsın isteniyor; bunun için, Meclisin
çalışma günleri, çalışma saatleri de artırılıyor. Fakat, biliniyor ki, eğer hükümet
düşürülürse, Meclisin yasama çalışmaları da, yeni hükümet kuruluncaya kadar
donacaktır, durdurulacaktır. Bu çelişkinin bile farkında olmadıkları veya bu
çelişkiyi bile, değerli arkadaşlarımızın gözardı ettikleri anlaşılıyor. İşte, bu ortam içinde,
birçok vatandaşımızda, vatandaşlarımızın çok büyük çoğunluğunda tepki uyandıran
bu anlamsız ve çelişkili davranış karşısında, ben de, bir gün, dilimin ucuna
geliveren bir terimi kullandım "bu, bir sivil darbedir" dedim. Bunda
hakaret yok, bunda tehdit yok. Bu, sadece, tepki ifadesi olan bir sözdür; ama,
toplumdan gelen tepkiler çok daha ağırdır. Nitekim, her gün gazeteleri
okuduğunuzda, bundan çok daha ağır tepkilerin, benim gibi dokunulmazlığı
olmayan sade vatandaşlarımız tarafından dile getirildiğini herhalde
biliyorsunuz. Değerli arkadaşlarım, bu
girişimler, Türkiye'de, hiç yoktan, bir siyasal bunalım ortamını yaratmıştır,
bir ekonomik ve siyasal istikrarsızlık sürecine girilmiştir. Bir ara, tabiî, bu
girişimler karşısında çeşitli olasılıkları, olanakları değerlendirirken, acaba,
benim, Başbakanlıktan kendim istifa etmem doğru olur mu diye düşündüm,
arkadaşlarımla da görüştüm; ama, bunu içime sindiremedim, arkadaşlarım da
içlerine sindiremediler. Çünkü, bu Hükümet, 306 güvenoyuyla kurulurken, bu
Hükümete destek sözü veren iki parti, Anavatan Partisi ve Doğru Yol Partisi
bizden bir tek şey istemişlerdi: "Türkiye'yi 18 Nisan seçimlerine
esenlikle götür." Üzerimizde bu görev varken, ben görevden kaçamazdım.
Onun için, kendim ayrılma düşüncesini bir yana bıraktım; ama, şimdi, karşımıza,
bir gensoru önergesiyle geçilmiş oluyor. Şimdi, bunun sonuçlarının
ağır sorumluluklar getireceğinden korkuyorum; ama, eğer, Meclis bu Hükümeti
düşürürse, sorumluluk bende olmayacaktır, düşürenlerde olacaktır. Değerli arkadaşlarım
"halkın sesi hakkın sesi " diye bir hikmet vardır. Beni dinlemeyin
değerli arkadaşlarım, beni dinlemeyin; ama, lütfen, halkı dinleyin. Halk da
"bu seçimler olacak, başka yolu yok" diyor. (DSP ve DYP sıralarından
alkışlar) Değerli arkadaşlarım,
Türkiye'de bir hükümet sorunu -benim görüşüme göre- bugün için yoktur; ama,
yaklaşan seçimlerin hemen ardından, yeni bir hükümet oluşumu zorunlu olarak
gerçekleşecektir. Türkiye, elbette hükümetsiz kalmayacaktır; ama, normal süreç
içinde bir hükümet kurulacaktır. Şunun şurasında, bunun için, sadece dört hafta
kalmıştır bugün. Dört hafta daha sabredelim ve inşallah, huzur içinde yapılacak
seçimlerden sonra, ülkemizi, yeni ve sağlıklı bir hükümet olanağına yeniden
kavuşturalım. Karar sizlerindir. Hepinize saygılar
sunuyorum. (DSP sıralarından ayakta alkışlar; ANAP ve DYP sıralarından
alkışlar) BAŞKAN – Sayın Başbakan,
teşekkür ediyorum. Sayın milletvekilleri,
Başbakan Sayın Bülent Ecevit ve Bakanlar Kurulu üyeleri hakkındaki gensorunun
gündeme alınıp alınmayacağı hususundaki görüşmeler tamamlanmıştır. Şimdi, gündeme alınıp
alınmaması hususunu oylarınıza sunacağım; ancak, bir açık oylama talebi var; bu
talepte ismi ve imzası bulunan değerli arkadaşlarımı okutup, hazır olup
olmadıklarını tespit edeceğim: Türkiye Büyük Millet
Meclisi Sayın Başkanlığına Oylamanın açık oylama
olarak yapılmasını arz ve teklif ederiz. Saygılarımızla. Erkan Kemaloğlu Ülkü
Güney Yüksel
Yalova Muş Bayburt Aydın Ali Kemal Başaran Aslan
Ali Hatipoğlu Ataullah
Hamidi Trabzon Amasya Batman Refik Aras Ahmet
Kabil Esat
Bütün İstanbul Rize Kahramanmaraş Nejat Arseven Abdulkadir
Baş Mahmut Oltan
Sungurlu Ankara Nevşehir Gümüşhane A.Ahat Andican Süleyman
Hatinoğlu Edip Safder
Gaydalı İstanbul Artvin Bitlis Murat
Başesgioğlu Kastamonu BAŞKAN – Şimdi, önergede
ismi bulunan sayın üyelerin burada bulunup bulunmadığını tespit edeceğim. Sayın Erkan Kemaloğlu?..
Burada. Sayın Ülkü Güney?..
Burada. Sayın Yüksel Yalova?..
Burada. Sayın Ali Kemal Başaran?..
Burada. Sayın Aslan Ali
Hatipoğlu?.. Burada. Sayın Ataullah Hamidi?..
Burada. Sayın Refik Aras?..
Burada. Sayın Ahmet Kabil?..
Burada. Sayın Esat Bütün?..
Burada. Sayın Nejat Arseven?..
Burada. Sayın Abdulkadir Baş?..
Burada. Sayın Mahmut Oltan
Sungurlu?.. Burada. Sayın Ahat Andican?..
Burada. Sayın Süleyman
Hatinoğlu?.. Burada. Sayın Safder Gaydalı?..
Burada. Sayın Murat Başesgioğlu?..
Burada. Yeterli imza var;
arkadaşlarımızın Genel Kurul salonunda hazır olduklarını tespit ettik. Sayın milletvekilleri,
açık oylamanın üç türü olduğunu biliyorsunuz; bir, elektronik cihazla oylama;
iki, pusulaların kupalara atılması; üç, adı okunan her sayın üyenin yerinden
kalkarak "kabul", "ret", "çekimser" ifadesiyle
mukabele etmesi şeklindedir. Şimdi, elektronik cihazla
yapılması hususunu oylayacağım... SALİH KAPUSUZ (Kayseri) –
Sayın Başkanım, oylamanın elektronik cihazla yapılması konusunda bir ittifak
var galiba; sorabilirsiniz... BAŞKAN – Hiç belli olmaz
efendim... Sayın
milletvekilleri, açık oylamanın elektronik cihazla yapılması hususunu
oylarınıza sunuyorum. Süremiz 5 dakikadır;
süreyi başlatıyorum. Efendim, 5 dakika yetmez
mi? ("Yeter" sesleri) Peki... Peki... Süreyi başlattım efendim. (Elektronik cihazla
oylamaya başlandı) BAŞKAN – Efendim,
zannediyorum... M. HADİ DİLEKÇİ
(Kastamonu) – Anlayamadık Sayın Başkan... BAŞKAN – Efendim?.. M. HADİ DİLEKÇİ
(Kastamonu) – Oylamanın şekli midir, anlayamadık... BAŞKAN – Oylamanın şekli;
yani, bundan sonraki asıl oylamayı da elektronik sistemle yapmayı teklif
ediyorum. Yani, şimdi "olur" derseniz, asıl oylamayı elektronik
sistemle yapacağız. Efendim, mütereddit
arkadaşlarımız için duyurulur: Genel Kuruldan bu işlemlerin ikmaline kadar süre
alınmıştır. Efendim, süre içerisinde
oyunu kullanamayan arkadaşım teknik yardım isteyebilir. (Elektronik cihazla
oylamaya devam edildi) BAŞKAN – Oylama işlemi
tamamlanmıştır; bundan sonra pusula almıyoruz. Sayın milletvekilleri,
oylamanın elektronik cihazla yapılması hususu kabul edilmiştir. Şimdi, gensorunun gündeme
alınıp alınmaması hususunu oylarınıza sunuyorum ve oylamayı elektronik cihazla
yapacağız. Sayın milletvekilleri,
oylama için 10 dakika süre veriyorum. ("Sayın Başkan, 5 dakika süre
yeterli" sesleri) Peki; 5 dakikalık süreyi
başlatıyorum. (Elektronik cihazla oylama
yapıldı) BAŞKAN – Süre
tamamlanmıştır; bundan sonra oy pusulası kabul etmeyeceğim. Sayın milletvekilleri,
Başbakan Sayın Ecevit ve Bakanlar Kurulu aleyhine verilmiş olan gensorunun
gündeme alınıp alınmayacağı konusunda yapılan açık oylamada, 240 kabul, 211 ret
oyu kullanılmak suretiyle, gensorunun gündeme alınması hususu kabul edilmiştir. Sayın milletvekilleri,
gensorunun gündeme alınması kabul edilmiştir. Biraz önce ifade ettiğim gibi, 17
Mart 1999 tarihli 56 ncı Birleşimde alınan karar gereğince, gensorunun
görüşmeleri, 20 Mart 1999 Cumartesi günü yapılacaktır. Alınan karar gereğince,
kanun tasarı ve tekliflerini sırasıyla görüşmek için, 19 Mart 1999 Cuma günü
saat 15.00'te toplanmak üzere, birleşimi kapatıyorum. Kapanma Saati: 19.20 V. — SORULAR
VE CEVAPLAR A) YAZILI
SORULAR VE CEVAPLARI 1. —
Erzincan Milletvekili Tevhit Karakaya’nın, YÖKtarafından yürürlüğe konulan
disiplin yönetmeliği değişikliğine ilişkin Başbakandan sorusu ve Millî Eğitim
Bakanı Metin Bostancıoğlu’nun yazılı cevabı (7/6749) Türkiye Büyük Millet Meclisi
Başkanlığına Aşağıdaki sorularımın
BaşbakanSayın Mesut Yılmaz tarafından yazılı olarak cevaplandırılmasına
delaletlerinizi saygı ile arz ederim. 5.1.1999 Tevhit
Karakaya Erzincan Basına yansıyan haberlere
göre Üniversitelerimizde öğretim üyesi, öğrenci ve personel üzerine yoğun bir
baskı olduğu anlaşılmaktadır. 1. Yüksek Öğretim Kurulu
tarafından hazırlanarak 7.11.1998 gün ve 23516 sayılı Resmî Gazete’de
yayınlanan disiplin yönetmeliği değişikliğinin yasal dayanağı var mıdır? 2. Yönetmelik 7.11.1998
tarihinde yayınlandığına göre makabline nasıl uygulanmaktadır? 3. Böyle bir yönetmelik değişikliğine
nereden ihtiyaç duyulmuştur? 4. Bu yönetmeliğin
uygulanmasında elde edilen sonuç nedir? Üniversitelerimiz hangi yararları elde
etmişlerdir? 5. Sözkonusu yönetmeliğe
göre görevine son verilen Sakarya Üniversitesi Öğretim Üyesi Prof. Dr. Sami
Şener’in suçu nedir? Kendisinin “irticai faaliyette bulunduğu” suçlaması doğru
mudur? 6. Adı geçen öğretim
üyesinin işlediği “irtica suçu”nun niteliği nedir? İrtica kavramının tanımı
nedir? 7. Yüksek Öğretim
Kurulunun yürürlüğe koyduğu sözkonusu yönetmeliğin uygulaması sonunda
üniversitelerimizde gerek öğretim üyesi, gerek personel ve gerekse öğrencilerin
psikolojik baskı altında tutulduğu doğru mudur? 8. Tamamen özel çaba ile
elde edilen akademik bir unvanın yasal dayanağı meşkuk bir yönetmelik maddesi
ile çöpe atılmasının hukuk devletinde yasal bir gerekçesi var mıdır? T.C. Millî
EğitimBakanlığı Araştırma,
Planlama ve Koordinasyon Kurulu Başkanlığı 18.3.1999 Sayı :
B.08.0.APK.0.03.05.00-03/760 Konu : Soru önergesi Türkiye Büyük Millet Meclisi
Başkanlığına İlgi : a) TBMM
Başkanlığının 27.1.1999 tarih ve A.01.0.GNS.0.10.00.02-7/6749-16768/38714 sayılı yazısı. b) Başbakanlığın 3.2.1999
tarih ve B.02.0.KKG.0.12/106-911-1/578 sayılı yazısı. Erzincan Milletvekili
Sayın Tevhit Karakaya’nın Yükseköğretim Kurumları Yönetici, Öğretim Elemanı ve
Memurları Disiplin Yönetmeliği değişikliğine ilişkin yazılı soru önergesi
incelenmiştir. 1. 7.11.1998 tarih ve
23516 sayılı Resmî Gazetede yayımlanan Yükseköğretim Kurumları Yönetici,
Öğretim Elemanı ve Memurları Disiplin Yönetmeliğinde Değişiklik Yapılmasına
İlişkin Yönetmelik, 2547 sayılı Kanunun 65 inci Maddesi ile Yükseköğretim
Kuruluna verilen yetkiye dayanılarak çıkarılmıştır. 2. 2547 sayılı Kanuna
dayalı olarak Yükseköğretim Kurulu Başkanlığınca hazırlanan, 21.8.1982 tarih ve
17789 sayılı Resmî Gazetede yayımlanan Yükseköğretim Kurumları Yönetici,
Öğretim Elemanı ve Memurları Disiplin Yönetmeliği hâlen yürürlüktedir. 7.11.1998
tarihinde yürürlüğe giren Yönetmelikle bazı maddelerinde değişiklik yapılmıştır. 3-4. Sözkonusu Yönetmelik
ve 7.11.1998 tarihinde yürürlüğe giren Yönetmelik değişikliği ile birer bilim
yuvası olan üniversitelerimizde huzur, sükûn ve çalışma düzeninin korunmasını
amaçlamaktadır. 5. Sakarya Üniversitesi
Rektörlüğünce, Fen-Edebiyat Fakültesi Öğretim Üyesi Prof. Dr. Sami Şener
hakkında, yurtdışına gitmek üzere verilen izin süresinden sonra göreve
başladığı, İstanbul’da bulunan bir şirketin müdürü olarak görev aldığı
iddiasıyla soruşturma açılmıştır. Üniversite öğretim mesleğinden çıkarma cezası
ile cezalandırılması önerilmiş, Yüksek Disiplin Kurulunun 16.12.1998 tarihli
toplantısında önerinin kabulüne karar verilmiştir. 6. Prof. Dr. Sami Şener’e,
irticai faaliyette bulunduğu iddiasıyla herhangi bir soruşturma açılmamıştır. 7. Gerek 1982 yılında
yayımlanan Yükseköğretim Kurumları Yönetici, Öğretim Elemanı ve Memurları
Disiplin Yönetmeliği, gerekse anılan Yönetmelikle 7.11.1998 tarihinde yapılan
değişiklikle; birer bilim yuvası olan üniversitelerimizde huzur, sükûn ve
çalışma düzeninin korunması amaçlanmaktadır. Üniversite personeli ve
öğrencilerin baskı altında tutulduğu savı doğru değildir. 8. Akademik unvanları
taşıyanların bu unvanların gerektirdiği sorumluluğu yerine getirmeleri gerekir.
Hiç kimsenin kesin kanıtlar olmadan cezalandırılması sözkonusu değildir. Bilgilerinize arz ederim. Metin
Bostancıoğlu Millî
Eğitim Bakanı 2. — Konya Milletvekili Mustafa Ünaldı’nın, Kredi ve
Yurtlar Kurumundan burs alan bazı kız öğrencilerden bir kısmına burslarının
ödenmediği iddiasına ilişkin sorusu ve Millî Eğitim Bakanı Metin
Bostancıoğlu’nun yazılı cevabı (7/6788) Türkiye Büyük Millet Meclisi
Başkanlığına Aşağıdaki sorularımın
Millî Eğitim Bakanı Sayın Metin Bostancıoğlu tarafından yazılı olarak
cevaplandırılmasını delaletlerinize arz ederim. Saygılarımla. Prof.
Dr. Mustafa Ünaldı Konya Sorular : 27.12.1998 tarihli
gazetelerde Kredi ve Yurtlar Kurumu tarafından verilen öğrenim ve harç
kredilerini almaya hak kazanan kız öğrencilerden bir kısmından istenen öğrenci
belgesini başörtülü oldukları gerekçesiyle okullarından alamadıkları için
kredilerinin ödenmediği belirtilmektedir. 1. Bu haber doğru mudur? 2. Doğru ise hangi yasal
gerekçe ile okullardan öğrencilere belge verilmemektedir? 3. Bu öğrencilerin almayı
hak ettikleri kredileri ne olacaktır? 4. Bu uygulama vatandaşlar
arasında bir ayrımcılığa sebep olduğundan, bir çözüm düşünüyor musunuz? T.C. Millî
EğitimBakanlığı Araştırma,
Planlama ve Koordinasyon Kurulu Başkanlığı 17.3.1999 Sayı :
B.08.0.APK.0.03.05.00-03/743 Konu : Soru önergesi Türkiye Büyük Millet Meclisi
Başkanlığına İlgi : TBMM Başkanlığının
11.2.1999 tarih ve A.01.0.GNS.0.10.00.02-17083-7/6788-16897/39084 sayılı
yazısı. Konya Milletvekili Sayın
Mustafa Ünaldı’nın Yüksek Öğrenim Kredi ve Yurtlar Kurumu Genel Müdürlüğünden
burs alan kız öğrencilerden bir kısmına burslarının ödenmediği iddiasına
ilişkin yazılı soru önergesi incelenmiştir. 1. Yüksek Öğrenim Kredi ve
Yurtlar Kurumu Genel Müdürlüğünden öğrenim katkı kredisi almaya hak kazanan
öğrencilerden istenen öğrenci durum belgelerinde, kız öğrencilerin başörtülü
olup olmadıkları ile herhangi bir uygulamaya yer verilmemiştir. 2. Öğretim kurumlarından
gönderilen talimat ve duyurularda da böyle bir konuda istekte
bulunulmamıştır.Bu güne kadar da Yurtkur’a konu ile ilgili herhangi bir başvuru
olmamıştır. 3. Yüksek Öğrenim Kredi ve
Yurtlar Kurumu Genel Müdürlüğünden öğrenim ve katkı kredisi almaya hak kazanan
öğrencilerden süresi içinde senet ve belgelerini tam ve doğru şekilde
verenlerin öğrenim kredileri T.C. Ziraat Bankası şubeleri aracılığı ile
kendilerine, katkı kredileri ise öğretim kurumlarının hesaplarına öğrenci adına
ödenecektir. 4. Yurtlarımızda barınan
öğrencilerimiz, hiçbir ayrım gözetilmeksizin hangi görüşte olurlarsa olsunlar
eşitlik ilkeleri doğrultusunda kendilerine verilen yurt ve kredi hizmetlerinden
faydalanmaktadırlar. Kurumumuzun vatandaşlar ve
gençler arasında ayrımcılığa neden olacak bir uygulaması bulunmamaktadır. Bilgilerinize arz ederim. Metin
Bostancıoğlu Millî
Eğitim Bakanı 3. — Konya Milletvekili Lütfi Yalman’ın, Boğaziçi Tokmak
Burnu’nda ruhsatsız olarak yapıldığı iddia edilen bir inşaata ilişkin sorusu ve
Bayındırlık ve İskân Bakanı Ali Ilıksoy’un yazılı cevabı (7/6814) Türkiye Büyük Millet Meclisi
Başkanlığına Aşağıdaki sorularımın
Bayındırlık veİskân Bakanı Sayın Ali Ilıksoy tarafından yazılı olarak
cevaplandırılmasını arz ederim. 4.2.1999 Lütfi
Yalman Konya 1. Boğazın en güzel yeri
Emirgan Korusu’nun yanıbaşındaki Tokmak Burnu’ndaki yalısı bulunan Cavit
Çağlar’ın yasalara aykırı olarak bu yalıda bazı değişiklikler yaptığı ve
ruhsatsız inşaat gerçekleştirdiği araştırılmış mıdır? 2. Araştırıldı ise böyle
bir inşaatın yapıldığı tespit edilmiş ve yasal soruşturma başlatılarak inşaatın
yapımı durdurulmuş mudur? 3. 2863 sayılı Kültür ve
Tabiat Varlıklarını Koruma Kanununa aykırılık, Boğaziçi İmar Kanununa aykırılık
sözkonusu ise Sayın Cavit Çağlar hakkında herhangi bir dava açılmış mıdır?
Böyle bir hukuk ihlalinin cezası bilinmekte midir? T.C. Bayındırlık
ve İskân Bakanlığı Teknik
Araştırma ve Uygulama Genel Müdürlüğü 16.3.1999 Sayı :
B.09.0.TAU.0.15.00.00.348392013-320-3412 Konu : Soru önergesi Türkiye Büyük Millet Meclisi
Başkanlığına İlgi : 15.2.1999 tarih
A.01.0.GNS.0.10.00.02-7/6814-17031/39401 sayılı yazınız eki Konya Milletvekili
Lütfi Yalman imzalı, 4.2.1999 tarihli soru önergesi. Bakanlığımıza iletilen
ilgi yazınız eki soru önergesinde; İstanbul İli, Boğaziçi, Tokmak Burnu’nda,
Cavit Çağlar’a ait yalıda değişiklik ve kaçak ilave inşaat yapıldığına ilişkin
iddialar yer almaktadır. Bakanlığımız arşiv
kayıtlarında konu evveliyatına rastlanamamış olup, ilgi yazınız eki soru
önergesinde yer alan hususlar incelettirilmek üzere İstanbulBüyükşehir Belediye
Başkanlığına iletilmiştir. Konu sonuçlandığında
ayrıca bilgi verilecektir. Bilgilerinize arz olunur. Ali
Ilıksoy Bayındırlık
ve İskân Bakanı 4. — Hatay Milletvekili Mehmet Sılay’ın, evrim teorisinin
ders kitaplarından çıkarılıp çıkarılmayacağına ilişkin sorusu ve Millî Eğitim
Bakanı Metin Bostancıoğlu’nun yazılı cevabı (7/6830) Türkiye Büyük Millet Meclisi
Başkanlığına Aşağıdaki sorularımın
Millî Eğitim Bakanı Sayın Metin Bostancıoğlu tarafından açık ve net bir şekilde
yazılı olarak cevaplandırılmasını saygılarımla arz ederim. Dr.
Mehmet Sılay Hatay 1. 28.12.1998 tarihli soru
önergeme Bakanlığınızca verilen 11.1.1999 tarihli cevapta, Evrim teorisinin
Türk Milletini ‘aşağı ırk’ ve ‘barbar’ olarak nitelemediği ifade edilmiştir.
Evrim Teorisinin kurucusu Charles Darwin’in Evrim Teorisine göre Türk
milletinin ‘aşağı ırk’ ve ‘barbar’ olduğunu ve Evrim teorisi gereğince
Türklerin Avrupalı ırklar tarafından yok edileceğini belirttiği ifadelerini
‘The Life and Letters Of Charles Darwin, Farancis Darwin, New York, D Appleton
And Company s. 286’ adlı kitapta bulmak mümkündür. Buna göre Evrim Teorisine
itibar eden herkes Türk ırkını ‘aşağı ırk’ ve ‘barbar’ olarak kabul etmektedir.
Bakanlığınız, Türk milletini aşağı ırk olarak gösteren bir iddiayı
öğrencilerimize ders olarak okutmaktan kaynaklanan mahzurları ne şekilde
gidermeyi planlamaktadır? 2. Bakanlığınızın,
gençlerimizi Türklük düşmanı fikirlerle yetişmesini arzu etmeyeceği açık
olduğuna göre, sözkonusu mahzurun Evrim teorisinin ders kitaplarından
çıkarılması yoluyla giderilmesi hususunda Bakanlığınızın görüşü nedir? 3. Karl Marks’ın
18.12.1860 tarihli mektubunda Darwin’in kitabını kastederek ‘bizim
görüşlerimizin tabii tarih temelini içeren kitap budur işte’ (Convay Zirkle,
‘Evolution, Marxian Biology and the Social Scene’. 1956, s. 86) sözleriyle
ifade ettiği gibi, Darwinizm Komünist ideolojinin fikrî temelidir. Buna göre
Bakanlığınız Evrim teorisinin komünist ideolojiye zemin teşkil ettiği konusunda
öğrencilere gerekli uyarıları yapmakta mıdır? 4. Evrim teorisi,
komünizmi, ideoloji olarak benimseyen bölücü terörün de fikrî temelidir.
Nitekim Bekaa kampındaki gerilla eğitiminde Darwinist teorinin anlatımı önemli
bir yer tutmaktadır. Acaba Bakanlığınız Darwinizm’in bölücü ideolojinin fikrî
temeli olduğu konusunda öğrencilere gerekli uyarıları yapmakta mıdır? 5. Şubat 1998-2485 Sayılı
Tebliğler Dergisi’nin 189 uncu sayfasında, hayatın başlangıcıyla ilgili 5 ayrı
görüşün (Abiyogenez, Panspermia, Ototrof, Heterotrof, Yaratılış) öğrencilere
aktarılması gerektiği belirtilmektedir. Ne var ki ders kitaplarında sadece
evrim teorisi anlatılmakta diğer görüşler ya hiç geçmemekte yada birer
kelimeyle geçmektedir. Bakanlığınızın Darwinizmin dışındaki görüşlerinde
öğrencilere eşit ağırlıkta aktarılması doğrultusunda bir çalışması var mıdır? T.C. Millî
EğitimBakanlığı Araştırma,
Planlama ve Koordinasyon Kurulu Başkanlığı 18.3.1999 Sayı :
B.08.0.APK.0.03.05.00-03/759 Konu : Soru önergesi Türkiye Büyük Millet Meclisi
Başkanlığına İlgi
: TBMM Başkanlığının 15.2.1999 tarih ve
A.01.0.GNS.0.10.00.02-17130-7/6830-17058/39453 sayılı yazısı. Hatay Milletvekili Sayın
Mehmet Sılay’ın “Evrim Teorisi’nin ders kitaplarından çıkarılıp
çıkarılmayacağına ilişkin” yazılı soru önergesi incelenmiştir. Şubat 1998 tarih ve 2485
sayılı Tebliğler Dergisinde yayımlanan Lise 1-2-3 Biyoloji ders programının
Hayatın Başlangıcı ile İlgili Görüşler Bölümünde; Abiyogenez Panspermia,
Ototrof, Heterotrof ve Yaratılış gibi beş ayrı görüşe bilimsel olarak yer
verilmektedir. Bakanlığımız Talim ve Terbiye Kurulu Başkanlığı, program
içeriğinin eşit ağırlıklı olarak ders kitaplarına yansıyıp yansımadığını özenle
incelemektedir. Ders kitapları ve tavsiye
kitapları üzerinde yapılan inceleme sonucunda soru önergesinde yer alan
iddiaların doğruluğunu destekleyecek hiçbir bulguya rastlanmamıştır. Bilgilerinize arz ederim. Metin
Bostancıoğlu Millî
Eğitim Bakanı 5. — Konya Milletvekili Lütfi Yalman’ın, bir yönetmelik
taslağına ilişkin sorusu ve Millî EğitimBakanı Metin Bostancıoğlu’nun yazılı
cevabı (7/6850) Türkiye Büyük Millet Meclisi
Başkanlığına Aşağıdaki sorularımın
Millî Eğitim Bakanı Sayın Metin Bostancıoğlu tarafından yazılı olarak
cevaplandırılmasını arz ederim. Lütfi
Yalman Konya 1. Gazetelere yansıdığı
kadarıyla “Tarikat Okullarına Gözaltı” niyetiyle, eski Millî Eğitim Bakanı
Hikmet Uluğbay tarafından hazırlanan fakat işleme henüz konulmayan bir
yönetmelikle, özel okullar üzerinde sıkıyönetim uygulanmak istendiği haberleri
doğru mudur? 2. Özgürlükleri, Eğitimde
fırsat eşitliğini, inanç ve fikir hürriyetini büyük oranda kısıtlayacağı
anlaşılan böyle bir yönetmeliğin hukukî dayanağı var mıdır? Böyle bir
yönetmeliği uygulamaya geçirmeyi düşünüyor musunuz? 3. Özellikle yaşam
standardı yüksek kesimin tercih ettiği bazı özel okullarda son zamanlarda yaygınlaşan
intihar olaylarının nedenleri araştırılmış mıdır? Bu okullarla ilgili olarak da
sıkıyönetim niteliğinde bir yönetmelik uygulaması düşünülmekte midir? 4. Millî Eğitim Bakanlığı
bünyesinde hizmetini sürdürmekte olan Ortaöğretim kurumlarımızda yaygınlaşmakta
bulunan çeşitli kötü alışkanlıkların, sapık huyların önüne geçmek üzere
bakanlığınızca hazırlanan tedbirler ve alınan kararlar var mıdır? Bunlar nelerdir? T.C. Millî
Eğitim Bakanlığı Araştırma,
Planlama ve Koordinasyon Kurulu Başkanlığı 17.3.1999 Sayı :
B.08.0.APK.0.03.05.00-03/742 Konu : Soru önergesi Türkiye Büyük Millet Meclisi
Başkanlığına İlgi : TBMM Başkanlığının
18.2.1999 tarih ve A.01.0.GNS.0.10.00.02-7/6850-17092/39525 sayılı yazısı. Konya Milletvekili Sayın
Lütfi Yalman’ın “Bir yönetmelik taslağına ilişkin” yazılı soru önergesi
incelenmiştir. 1. Millî Eğitim
Bakanlığına Bağlı Özel Öğretim Kurumları Yönetmeliği, zorunlu eğitimin
kesintisiz sekiz yıla çıkartılmasıyla ilköğretim okulları yönetmeliğinde
yapılan değişikliğe uygun biçimde düzenlenecektir. 2. 4306 sayılı Kanun
uyarınca sekiz yıllık kesintisiz ilköğretim uygulamasına geçilmesi ve 4322
sayılı Kanun ile öğretim kurumlarıyla hapishane, içkili yer ve umuma açık
yerler arasında bulunması gereken zorunlu uzaklığın 200 metreye çıkartılmış
olması gibi nedenlerle sözkonusu yönetmelikte değişiklik yapılması çalışmaları
sürdürülmektedir. 3. Özel okuldaki intihar
olayıyla ilgili olarak müfettişlerce yapılan inceleme ve araştırmada; a) Okul yönetiminin
öğrencileri intihara sürükleyecek bir takım uygulamalarda bulunduğuna ilişkin
hiçbir kanıtın bulunmadığı, b) Olayların, Öğrenci
Seçme Sınavı yönteminin değişmesi veya eğitimin sistemi ile ilgisinin olmadığı, c)Sözkonusu okulda bir yıl
içerisinde ikiden fazla nakil olmadığı ve nakillerin Eylül ayı içerisinde
ailelerin istekleri doğrultusunda yapıldığı, saptanmış olup, soruşturma
devam etmektedir. 4. Öğrencilerimizi zararlı
alışkanlıklardan korumak için gerekli önlemleri almak amacıyla; eğitim
kurumlarımızca, başta mülkî amirlerimiz olmak üzere konu ile ilgili uzman
kuruluş ve kişilerle işbirliği yapılmakta, gerekli tedbirler alınmaktadır. Bu çerçevede; a) Okul-Aile Birliği
toplantılarında öğrenci velilerinin bu konuda aydınlatılarak, çocukların okul
dışı yaşantılarının titizlikle ve sürekli izlenmesi, b)Okul Disiplin Kurulu ve
Onur Kurulu çalışmalarında, rehberlik derslerinde ve eğitici kol
etkinliklerinde uyuşturucu ile mücadele konusuna önem verilmesi, c)Öğrencilerin boş
zamanlarını sosyal, kültürel ve sportif etkinliklerle yararlı ve olumlu bir
biçimde değerlendirmeleri için yöredeki tüm tesis, araç ve gereçlerden
ortaklaşa yararlanmaları konusunda uygun ortamın hazırlanması, d) Öğrencilerin boş
zamanlarında gittikleri, kahvehane, bilardo ve atari salonları ile benzeri
yerlerin sık sık denetlenmesi, e)Rehber öğretmenler ile
sınıf ve ders öğretmenlerince sırası ve yeri geldikçe öğrencilere konu ile
ilgili uyarılarda bulunulması, f) Konu uzmanlarınca
verilecek konferans, seminer ve kurslar düzenlenmesi, sağlık eğitim programları,
özel kampanya ve sergi gibi etkinliklere öğrenci velileri ile öğrencilerin
katılımlarının sağlanması, g) Okul kantin ve büfeleri
ile civarındaki büfe, kahvehane ve benzeri yerlerde sigara, alkol gibi sağlığa
zararlı maddelerin satışının engellenmesi, h) Resmî, özel, mahallî
iletişim araçlarıyla sürekli ve etkili yayın yoluyla uyuşturucu bağımlılığını
önleyici çalışmalar yapılması için valiliklere
genelgeler gönderilmiştir. Bilgilerinize arz ederim. Metin
Bostancıoğlu Millî
Eğitim Bakanı BİRLEŞİM 57’NİNSONU |
|