Yazılı ve Sözlü Sorular Araştırma Komisyonları Soruşturma Komisyonları
                                                                      Son Tutanak Tutanak Sorgu Tutanak Metinleri Gizli Oturum Tutanakları
                                                                                                                                            Uluslararası Komisyonlar Dostluk Grupları
                                                                                      Genel Sekreterlik Mevzuat Telefon Rehberi Etik Komisyon Duyurular

 DÖNEM : 20                                        CİLT : 71                                    YASAMA YILI : 4

 

 

T. B. M. M.

TUTANAK DERGİSİ

 

57 nci Birleşim

18.  3 . 1999 Perşembe

 

 

 

İ Ç İ N D E K İ L E R

 

  I. – GEÇEN TUTANAK ÖZETİ

 II. – GELEN KÂĞITLAR

III. – BAŞKANLIĞIN GENEL KURULA SUNUŞLARI

A)  GÜNDEMDIŞI KONUŞMALAR

1. – Van Milletvekili Mahmut Yılbaş’ın, terörle mücadelede gelinen son aşamada yapılması gerekenlere ilişkin gündemdışı konuşması ve Millî Eğitim Bakanı Metin Bostancıoğlu’nun cevabı

2. – Kahramanmaraş Milletvekili Esat Bütün’ün, 18 Mart Çanakkale Zaferinin 84 üncü yıldönümüne ilişkin gündemdışı konuşması

3. – Erzurum Milletvekili Ömer Özyılmaz’ın, 18 Mart Çanakkale Zaferinin 84 üncü yıldönümüne ilişkin gündemdışı konuşması

B) TEZKERELER VE ÖNERGELER

1. – Yalova Milletvekili Cevdet Aydın’ın vefatına ilişkin TBMMBaşkanlığı tezkeresi (3/1942)

C) ÇEŞİTLİ İŞLER

1. – Yalova Milletvekili Cevdet Aydın’ın vefatı dolayısıyla saygı duruşu

2. – Bilecik Milletvekili Bahattin Şeker’in Yüksek Seçim Kurulu kararı gereğince milletvekilliğinin iptal edildiğine ve Bahattin Şeker hakkındaki işlemlerin yapılacağına ilişkin Başkanlık açıklaması

IV. – GENSORU, GENEL GÖRÜŞME, MECLİS SORUŞTURMASI VE MECLİS ARAŞTIRMASI

A) ÖNGÖRÜŞMELER

1. – Kars Milletvekili Y. Selahattin Beyribey ve 30 arkadaşının, Türkiye Büyük Millet Meclisinin olağanüstü toplantıya çağrılmasının sivil darbe girişimi olarak nitelendirdikleri ve demokratikleşme çabalarını engelleyici tutum sergiledikleri iddiasıyla Başbakan Bülent Ecevit ve Bakanlar Kurulu üyeleri hakkında gensoru açılmasına ilişkin önergesi (11/22)

V. – SORULAR VE CEVAPLAR

A) YAZILI SORULAR VE CEVAPLARI

1. – Erzincan Milletvekili Tevhit Karakaya’nın, YÖK tarafından yürürlüğe konulan disiplin yönetmeliği değişikliğine ilişkin Başbakandan sorusu ve Millî Eğitim Bakanı Metin Bostancıoğlu’nun yazılı cevabı (7/6749)

2. – Konya Milletvekili Mustafa Ünaldı’nın, Kredi ve Yurtlar Kurumundan burs alan bazı kız öğrencilerden bir kısmına burslarının ödenmediği iddiasına ilişkin sorusu ve Millî Eğitim Bakanı Metin Bostancıoğlu’nun yazılı cevabı (7/6788)

3. – Konya Milletvekili Lütfi Yalman’ın, Boğaziçi Tokmak Burnunda ruhsatsız olarak yapıldığı iddia edilen bir inşaata ilişkin sorusu ve Bayındırlık ve İskân Bakanı Ali Ilıksoy’un yazılı cevabı (7/6814)

4. – Hatay Milletvekili Mehmet Sılay’ın, evrim teorisinin ders kitaplarından çıkarılıp çıkarılmayacağına ilişkin sorusu ve Millî Eğitim Bakanı Metin Bostancıoğlu’nun yazılı cevabı (7/6830)

5. – Konya Milletvekili Lütfi Yalman’ın, bir yönetmelik taslağına ilişkin sorusu ve Millî Eğitim Bakanı Metin Bostancıoğlu’nun yazılı cevabı (7/6850)
I. – GEÇEN TUTANAK ÖZETİ

TBMM Genel Kurulu saat 15.00’te açılarak üç oturum yaptı.

Halen başkan, başkanvekili, sözcü ve kâtip seçimini tamamlayamamış olan (9/33), (9/34), (9/39), (9/40, 41), (9/42) ve (9/43) esas numaralı Meclis Soruşturması komisyonlarının toplanacakları gün, yer ve saate ilişkin Başkanlıkça duyuruda bulunuldu.

Gündemin “Kanun Tasarı ve Teklifleri ile Komisyonlardan Genel Diğer İşler” kısmının 67 nci sırasında yer alan 274 sıra sayılı kanun tasarısının bu kısmın 6 ncı sırasına, 14 üncü sırasında yer alan 634 sıra sayılı kanun tasarısının 7 nci sırasına, 238 inci sırasında yer alan 657 sıra sayılı kanun teklifinin 8 inci sırasına alınmasına; Genel Kurulun Cuma, Cumartesi, Pazar ve Pazartesi günlerinde de 15.00 - 19.00 saatleri arasında çalışmasına ve bugünlerde de kanun tasarı ve tekliflerinin görüşülmesine; Salı günlerinde denetim konularının görüşülmeyerek kanun tasarı ve tekliflerinin görüşülmesine Salı ve Çarşamba günlerinde sözlü soruların görüşülmemesine; verilmiş olan gensorunun gündeme alınıp alınmaması hususunun bugün görüşülmesine, görüşmeler tamamlanıncaya kadar çalışma süresinin uzatılmasına ve gensorunun gündeme alınması halinde gensoru görüşmelerinin 20.3.1999 Cumartesi günü yapılmasına ilişkin FP Grubu önerisi, yapılan görüşmelerden sonra kabul edildi.

Kabul edilen FP Grubu önerisine göre, Kars Milletvekili Selahattin Beyribey ve 30 arkadaşının, Türkiye Büyük Millet Meclisinin olağanüstü toplantıya çağrılmasını sivil darbe girişimi olarak nitelendirdikleri ve demokratikleşme çabalarını engelleyici tutum sergiledikleri iddiasıyla, Başbakan Bülent Ecevit ve Bakanlar Kurulu üyeleri hakkında verilmiş bulunan gensoru önergesinin (11/22) gündeme alınıp alınmayacağı hususundaki görüşmeler, hükümetin bulunmaması nedeniyle bir defaya mahsus olmak üzere ertelendi.

“Kanun Tasarı ve Teklifleri ile Komisyonlardan Gelen İşler” kısmının 2 nci sırasında bulunan, Kütahya Milletvekili Mustafa Kalemli, Anavatan Partisi Genel Başkanı Rize Milletvekili Mesut Yılmaz, Doğru Yol Partisi Genel Başkanı İstanbul Milletvekili Tansu Çiller, Demokratik Sol Parti Genel Başkanı İstanbul Milletvekili Bülent Ecevit, Cumhuriyet Halk Partisi Genel Başkanı Antalya Milletvekili Deniz Baykal ile 292 milletvekilinin; Türkiye Cumhuriyeti Anayasasının 83 üncü Maddesinin Değiştirilmesine Dair Kanun Teklifinin (S. Sayısı: 232) (2/676) ikinci görüşmelerine devam edilerek 1 inci maddesi üzerindeki önergelerle ilgili işlemler tamamlandı; yapılacak gizli oylama için kabinlerin kurulması gerektiğinden ve oylama yönünden çalışma süresinin bitimine az bir zaman kaldığından;

Başbakan Bülent Ecevit ve Bakanlar Kurulu üyeleri hakkında gensoru önergesinin gündeme alınıp alınmayacağı hususundaki görüşmeleri yapmak ve kanun tasarı ve tekliflerini sırasıyla görüşmek için, 18 Mart 1999 Perşembe günü saat 15.00’te toplanmak üzere, birleşime 18.09’da son verildi.

                                                              Yasin Hatiboğlu                                                                                                 Başkanvekili                                                                            Ali Günaydın                                     Hüseyin Yıldız                                                                               Konya                     Mardin                                    Kâtip Üye                               Kâtip Üye
                                                                                                                                No. : 71

II. – GELEN KÂĞITLAR

18.3.1999 PERŞEMBE

 

Yazılı Soru Önergeleri

1. – Çorum Milletvekili Hasan Çağlayan’ın, Abant İzzet Baysal Üniversitesinde bir Yüksek Lisans öğrencisine verilen cezaya ilişkin Millî Eğitim Bakanından yazılı soru önergesi (7/6915) (Başkanlığa geliş tarihi: 16.3.1999)

2. – Konya Milletvekili Mehmet Ali Yavuz’un, eski Maliye Bakanlarına tahsis edilen taşıt sayısına ve bu taşıtların giderlerine ilişkin Maliye Bakanından yazılı soru önergesi (7/6916) (Başkanlığa geliş tarihi: 16.3.1999)

3. – Erzincan Milletvekili Naci Terzi’nin, pancar ekim kotasına ilişkin Sanayi ve Ticaret Bakanından yazılı soru önergesi (7/6917) (Başkanlığa geliş tarihi: 16.3.1999)

4. – Aksaray Milletvekili Sadi Somuncuoğlu’nun, şeker pancarı üreticilerinin alacaklarının bayramdan önce ödenip ödenmeyeceğine ilişkin Sanayi ve Ticaret Bakanından yazılı soru önergesi (7/6918) (Başkanlığa geliş tarihi: 17.3.1999)

5. – Aksaray Milletvekili Sadi Somuncuoğlu’nun, Şeker Kanununun ne zaman çıkarılacağına ilişkin Başbakandan yazılı soru önergesi (7/6919) (Başkanlığa geliş tarihi: 17.3.1999)

6. – Aksaray Milletvekili Sadi Somuncuoğlu’nun Aksaray - Eskil -Eşmekaya Beldesinde bir arazinin toplulaştırma ihalesiyle ilgili bazı iddialara ilişkin Devlet Bakanından (Mustafa Yılmaz) yazılı soru önergesi (7/6920) (Başkanlığa geliş tarihi: 17.3.1999)
BİRİNCİ OTURUM

Açılma Saati : 15.00

18 Mart 1999 Perşembe

BAŞKAN : Başkanvekili YASİN HATİBOĞLU

KÂTİP ÜYELER : Hüseyin YILDIZ (Mardin), Ali GÜNAYDIN (Konya)

                                                                                                                     

 

BAŞKAN – Çalışmalarımızın hayırlara vesile olmasını Cenabı Allah'tan niyaz ediyor, Türkiye Büyük Millet Meclisinin 57 nci Birleşimini açıyorum.

Sayın milletvekilleri, toplantı yetersayımız vardır; çalışmalara başlıyoruz.

Gündeme geçmeden önce, gündemdışı söz talebi olan arkadaşlarımın taleplerini yerine getireceğim.

Bugün, hepimizin kıvançla, şerefle hatırlayacağı gibi, Çanakkale Zaferimizin 84 üncü senei devriyyesidir. Bir Fransız general, hatıratında diyor ki: "Savaş sonrası muharebe alanını geziyordum. Bir Türk askeri, kasaturayla kestiği gömlek parçasıyla, bir Fransız askerinin yarasını sarıyordu. Sordum: Siz, can düşmanı iki askersiniz, bu ne iştir? Türk askeri dedi ki: 'Bu Fransız askeri, cebinden bir resim çıkardı gösterdi; belli ki, annesinin resmiydi, ona kavuşması lazımdı; benimse kimsem yoktu; onun için, gömleğimi kesip -dün düşmanım, ama bugün, Türk'ün hamiyet ve merhametine muhtaç bir yaralıydı- sarıyorum.' Gözyaşlarımı tutamadım. Türk askerinin hali beni dondurdu; çünkü, göğsündeki yara daha büyüktü ve oraya, ot tepmişti." İşte, Türk ve Türk askeri bu. Umuyorum ki, bugünlerde özellikle, Fransızlara, Fransız generallere iyi bir ders olur.

Şehidimizin şöyle lisani halle seslendiğini düşünüyorum:

Korkma, sönmez bu şafaklarda yüzen al sancak,

Sönmeden yurdumun üstünde tüten en son ocak.

(Alkışlar)

Ve biz de millet olarak diyoruz ki:

Ey şehit oğlu şehit, isteme benden makber,

Sana ağuşunu açmış duruyor Peygamber.

(Alkışlar)

Çanakkale Zaferimize katılan komutanından erine kadar, Türkiye Büyük Millet Meclisinin kurucusu Mustafa Kemal Atatürk başta olmak üzere, tüm kurucuları, ahrette olanlarını rahmetle anıyor, hayatta olanlarına afiyet diliyorum.

Heyetinizi saygıyla selamlıyorum. (Alkışlar)

Gündemdışı söz talebinde bulunan arkadaşlarımızdan Van Milletvekili Sayın Yılbaş.

Sayın Yılbaş, buyurun efendim.

Konusu, terörle mücadele.

III. – BAŞKANLIĞIN GENEL KURULA SUNUŞLARI

A) GÜNDEMDIŞI KONUŞMALAR

1. – Van Milletvekili Mahmut Yılbaş’ın, terörle mücadelede gelinen son aşamada yapılması gerekenlere ilişkin gündemdışı konuşması ve Millî Eğitim Bakanı Metin Bostancıoğlu’nun cevabı

MAHMUT YILBAŞ (Van) – Sayın Başkanım, şahsınızda Yüce Meclisi saygıyla selamlıyorum.

Bugün, zatıâlinizin hatırlattığı gibi, 18 Mart Çanakkale Zaferinin 84 üncü senei devriyyesi. Orada cereyan eden olayı, o kadar güzel, veciz ve nezih olarak ifade ettiniz ki, benim daha fazla bir katkıda bulunma şansım yok. Onun için, ben de sizin düşüncelerinize katılıyorum ve bir kez daha, Çanakkale'de -öncesinde ve sonrasında- bu aziz vatan toprakları için canlarını seve seve veren şehitlerimizin ruhları şad olsun diyorum; kendilerini, manevî huzurlarında saygıyla selamlıyorum.

Değerli arkadaşlarım, gündemdışı konuşmamın konusu terörle ilgilidir. Bundan kısa bir süre önce, Genel Kurulda, terörün son aşamasıyla alakalı bir genel görüşme açılmıştı; ancak, hem şahsımla ve hem de partimle ilgili olarak, Tüzüğün amir hükümleri doğrultusunda, konuşma yapma imkânı ve fırsatını bulamamıştım. Bu fırsatı verdiği için, Sayın Başkana, hem partim adına hem de şahsım adına saygılarımı ve şükranlarımı sunuyorum.

Değerli arkadaşlarım, bölücü terörle yapılan mücadelede, terörün taşeronu olan örgütün sözde liderinin Suriye'den ayrılmasıyla, yeni bir süreç, yeni bir aşama başlamıştır. Bu sürecin ve bu aşamanın başlamasının veya başlatılmasının Türkiye Devletinin terörle mücadele stratejisinin veya konseptinin bir sonucu olup olmadığını, doğrusu, terörle mücadelede yıllarca görev almış ve en sıcak günlerinde olayların içinde bulunmuş bir kişi olarak kestirmekte zorlanıyorum. Olaya takaddüm eden günlerde meseleyle ilgili olabilecek gelişmelere baktığımızda, konuyla ilgili olan iki Kürt aşireti liderinin Amerika'da bir araya getirilmesi ve orada, içeriğinin tam olarak bilinmemesine rağmen, bir mutabakat sağlanmak suretiyle bir araya getirilmesi olayı yaşanmıştır. Apo'nun Suriye'den ayrılması, ayrıltılması meselesinin acaba bununla ilgili olup olmadığı konusu, çok ciddî olarak, ne yetkililer tarafından ne de konuyla ilgili olarak medyada enine boyuna bir değerlendirmeye tabi tutulmamıştır.

Değerli arkadaşlarım, terörle mücadelenin bu denli uzun olmasında -biraz önce ifade etmiştim- görev alan bir kişi olarak çok yakından bildiğim kadarıyla, Türkiye Cumhuriyeti Devleti, imkânlarının tamamını, siyasî ve devlet örgütü olarak teksif edememiştir; organizasyonu sağlayamamıştır, koordinasyonu zamanında sağlayamamıştır ve gerekli olan teçhizat sağlanamamıştır.

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

MAHMUT YILBAŞ (Devamla) – Sayın Başkanım, sözümü tamamlayacağım.

BAŞKAN – Lütfen...

MAHMUT YILBAŞ (Devamla) – Biliyorum, böyle bir zaman dilimi içerisinde bu denli bir konunun burada dile getirilmesi belki yersizdir; ancak, endişelerimi, sizlerle beraber Türk kamuoyuyla paylaşmak istedim.

Değerli arkadaşlarım, bu yeni aşamada, bugüne kadar yapılan mücadelelerde her ne kadar bir başarıya erişilmiş ise de, gecikilmeden, gerekli olan sivil inisiyatifin, Parlamento inisiyatifinin mutlaka ve mutlaka alınması gereklidir.

Parlamento, geçmişte, sadece ve sadece, sıkıyönetim ve olağanüstü hal idareleriyle ilgili kararlar almış ve geriye dönüp, neler olup bittiği konusunda, zaman zaman burada görüşülen olağanüstü halin uzatılması veyahut da araştırma önergeleri dışında ilgilenememiştir.

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

MAHMUT YILBAŞ (Devamla) – Konu, son derece önemlidir; tek başına, ne bir kuruma ne bir kuruluşa ne de bir yetkiliye bırakılmayacak kadar önemlidir. Mutlaka, terörün bu son aşamasında, sürecinde, sivil inisiyatif, Parlamento inisiyatifi, becerilebildiği ölçüde, mutlaka alınmalıdır.

Bu fırsatı bana verdiği için Sayın Başkana tekrar teşekkür ediyorum; hepinizi saygıyla selamlıyorum. (DTP ve ANAP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – Sayın Yılbaş, teşekkür ediyorum efendim.

Hükümet adına, gündemdışı görüşmeye Millî Eğitim Bakanımız Sayın Bostancıoğlu cevap verecekler.

Sayın Bakan, buyurun efendim.

Efendim, ben zatıâlinize yeterince süre verdim; onun hepsini okuyabilirsiniz.

Buyurun.

MİLLÎ EĞİTİM BAKANI METİN BOSTANCIOĞLU (Sinop) – Teşekkür ederim Sayın Başkan.

Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; Van Milletvekili Sayın Mahmut Yılbaş tarafından terörle mücadelede gelinen son nokta konusunda yapılan gündemdışı konuşmaya cevap vermek üzere söz almış bulunuyorum. Öncelikle, Yüce Meclisin değerli üyelerini saygıyla selamlıyorum.

Değerli milletvekilleri, 1984 yılında Eruh ve Şemdinli İlçelerimize yaptığı baskınlarla adını duyuran terör örgütü PKK, ilk yıllarda, mensuplarını, Suriye Hükümetinin desteği ve yardımıyla Bekaa Vadisindeki terör kamplarında eğittikten sonra, Doğu ve Güneydoğu Anadolu Bölgelerinde savunmasız vatandaşlarımıza yönelik olarak, acımasızca, silahlı ve bombalı saldırı eylemlerine yönelmiştir.

Örgüt, özellikle 1987 yılı başından itibaren, halkın direncini kırmak, lojistik destek ve militan teminini kolaylaştırmak amacıyla, yaşlı ve çocuk ayırmadan, silahsız, savunmasız bölge halkına ve bölgedeki vatandaşlarımıza hizmet götürmekten başka amacı olmayan, öğretmen, doktor, hemşire, basın mensubu ve kamu görevlilerine yönelik olarak yoğun bir terör eylemi uygulamıştır.

Ayrıca, okullar, sağlık ocakları, PTT tesisleri, demiryolları, elektrik tesisleri, radyolink istasyonları, iş makinesi araç ve gereçlerine saldırıda bulunulmuş, yakılıp yıkılarak kullanılamaz hale getirilmiş, bölge insanına götürülen hizmetler engellenmiştir.

Bu mücadele tarzının bir sonucu olarak zaafa düşen örgüt, yaygın eylemliliği bir yana bırakarak, sansasyonel eylemlerle kendini gösterme ve Türkiye'nin menfaatlarına zarar verme gayretine girmiştir.

Değerli milletvekilleri, PKK terör örgütü, kurulduğu günden günümüze kadarki faaliyetlerini, aynı zamanda, dış boyutlu olarak yönlendirmiştir. Ülkemizde gerçekleştirdiği terörist eylemlerde kullandığı militanları yurt dışında eğitmiş, silahlarını yurt dışından getirmiş ve finansal kaynaklarını da yine yurt dışından sağlamıştır. Yurtdışı faaliyetlerinin birinci ayağı olan militan temini, eğitimi, silah ve lojistik destek boyutunu komşu ülke alanları oluştururken, ikinci ayağı olan finans ve siyasî boyutunu ise Avrupa alanı oluşturmuştur.

Örgütün, özellikle, ülkemizde silahlı eylemlere başladığı 1984 yılından itibaren artan terörist kadrolarının silah ve lojistik ihtiyaçlarını karşılamak amacıyla, uluslararası uyuşturucu şebekeleriyle irtibata geçerek, Ortadoğu-Türkiye-Avrupa hattında, organize bir uyuşturucu ticaretine de yönlendiği gözlenmiştir.

PKK'nın, ayrıca, terörist faaliyetlerini finanse edebilmek amacıyla, Avrupa ülkelerinde, zorla para toplama, haraç, gasp ve zorla bağış gibi, organize suçlara yöneldiği de bilinmektedir.

Kanlı örgütün, 1984 yılından günümüze kadar gerçekleştirmiş olduğu eylemlere baktığımız zaman, gerçekleştirdiği 19 600 terör olayından, 5 969'u saldırı, 8 192'si güvenlik kuvvetleriyle çatışma, 3 030'u mayın döşeme ve bombalama suretleriyle patlama, 381'i gasp, 1 041'i yol kesme ve adam kaçırma, 987'si kanunsuz toplantı düzenleme ve bildiri dağıtma şeklinde gerçekleşmiştir.

Bu olaylarda, 3 834'ü asker, 1 218'i güvenlik kuvvetleri mensubu, 274'ü polis olmak üzere, toplam 5 299 güvenlik görevlimiz, vatanları uğruna şehit olmuşlardır; 8 123'ü asker, 1 649'u korucu, 891'i polis olmak üzere, toplam    10 663 güvenlik görevlimiz de yaralanmıştır. 4 457 vatandaşımız, bu olaylarda hayatlarını kaybetmişler, 5 556 vatandaşımız da yaralanmıştır.

Haber alma hürriyetinin en önemli unsuru olan basın mensupları da, maalesef, yasadışı terör örgütünün hedefi olmaktan kurtulamamışlardır. Basın mensuplarımıza yönelik 34 olayda, 21 basın mensubu hayatını kaybetmiş, 5 basın mensubu da yaralanmıştır.

Bölgeye yerel anlamda hizmet götürmek için bölge halkının hür iradesiyle seçtiği belediye başkanları ve muhtarlar da, acımasızca, terörün hedefleri arasında yer aldılar. Belediye başkanlarımıza yönelik 22 olayda, 8 belediye başkanımız hayatını kaybetmiş, 2 belediye başkanımız da yaralanmıştır. Muhtarlarımıza yönelik 103 olayda, 60 muhtarımız hayatını kaybetmiş, 8 muhtarımız da yaralanmıştır.

Dünyanın hiçbir yerinde, öğretmenler, terörün hedefi olmamıştır. Bizde ise, görevleri, çocukları eğitmek, insanları aydınlatmak olan öğretmenler, bu kutsal görevlerine rağmen, acımasızca şiddet eylemleriyle yıldırılmak istenmiş; eğitim müesseselerimizi işlemez hale getirmek ve bölge halkını cahil bırakabilmek için, öğretmenlerimizin yanı sıra, eğitim kurumlarımıza da yönelik birçok eylem gerçekleşmiştir.

Öğretmenlerimize yönelik 122 olayda 115 öğretmenimiz hayatını kaybetmiş, 47 öğretmenimiz de yaralanmıştır.

Ayrıca, bölge insanlarımıza dinî hizmetleri götürmekle görevli imamlarımıza saldırılar yapılmış, toplam 40 olayda, 27 insanımız öldürülmüş, 8 insanımız da yaralanmıştır.

Terör örgütü PKK'ya karşı yurt içinde yapılan operasyonlarda, bu kanlı olaylara neden olan 17 878 terörist ölü olarak ele geçirilmiştir, 2 039 terörist de güvenlik güçlerine teslim olmuştur.

Yine, güvenlik kuvvetlerimizce yapılan başarılı operasyonlar sonucunda, örgüte ait 22 388 uzun namlulu silah, 5 359 tabanca, 20 278 bomba, çok miktarda mühimmat ve örgütsel malzeme ele geçirilmiştir.

Sayın Başkan, değerli üyeler; onbeş yıldır halkımıza ve devletimize yönelik olarak acımasızca eylemler gerçekleştiren terör örgütünün başı, devletimizce görevlendirilen özel bir ekip tarafından düzenlenen başarılı bir operasyonla Kenya'nın Nairobi Kentinde yakalanarak 16 Şubat 1999 tarihinde Türkiye'ye getirilmiş ve Mudanya'ya bağlı İmralı Adasında Türk adlî makamlarına teslim edilmiştir; şu anda bağımsız Türk mahkemeleri nezdinde, bugüne kadar yaptıklarının hesabını vermeyi beklemektedir.

Bu terör örgütü başının yakalanarak ülkemize getirilmesiyle, yıllardan beri ülkemizde binlerce cana ve çok önemli kaynaklarımızın kaybına sebebiyet veren terör örgütlerine karşı yürütülen mücadelede çok hassas bir noktaya gelmiş bulunuyoruz. Teröristbaşının yakalanmasından büyük memnuniyet duyan vatandaşlarımız, yurt içinde teröre karşı sürdürülmekte olan mücadeleye büyük destek vermektedirler. Bu ortamın oluşmasıyla birlikte, başta PKK olmak üzere, yasadışı terör örgütlerinin önümüzdeki süreci etkilemeye yönelik eylemlere başladıklarını, bu eylemlerin yurt içinde ve dışında devam etmekte olduğunu görmekteyiz. Terör örgütü bakımından, PKK'nın elebaşısının yakalanarak yurda getirilmesini müteakip, bölücü örgüt mensupları, yurt içinde ve yurt dışında, kanunsuz gösteri, pankart asma, bildiri dağıtma, molotof kokteyli atma, bombalama ve cezaevlerinde açlık grevi yapma gibi eylemlere yönelmişlerdir.

Değerli milletvekilleri, biz, PKK başta olmak üzere, her türlü terörün bitirilmesini millî bir politika olarak görüyoruz. Yüce Parlamentonun da aynı görüşte olmasından büyük memnuniyet duyuyoruz. Bugüne kadar Yüce Milletimizin ve Parlamentomuzun, kahraman güvenlik güçlerine verdiği desteğe şükran borçluyuz.

Bu duygularla, terörle mücadelede hayatlarını kaybeden güvenlik kuvvetlerimizin değerli mensupları ile diğer kamu görevlilerine, şehit öğretmenlerime ve terör kurbanı tüm vatandaşlarımıza Yüce Tanrı'dan rahmet, yaralılarımıza acil şifalar, gazilerimize de şükran duygularımı sunarak sözlerimi bitirmek istiyorum.

Saygılar sunuyorum. (DSP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – Sayın Bakan, teşekkür ediyorum.

İkinci sırada, 18 Mart Çanakkale Zaferiyle ilgili olarak söz talebinde bulunmuş olan Kahramanmaraş Milletvekili Sayın Esat Bütün; buyurun.

2. – Kahramanmaraş Milletvekili Esat Bütün’ün, 18 Mart Çanakkale Zaferinin 84 üncü yıldönümüne ilişkin gündemdışı konuşması

ESAT BÜTÜN (Kahramanmaraş) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; hepinizi saygıyla selamlıyor, Çanakkale Zaferi yıldönümünün ülkemize huzur ve barış getirmesini diliyorum.

Çanakkale Zaferi, hasta adamın ölmeyeceğini bütün dünyaya göstermiştir; Türk Milletinin tarihte oynayacağı medenî rolün bitmediğini ve bitmeyeceğini anlatarak, bunu yaşamak ve yaşatmak kudretini hissettirmiştir. Çanakkale Zaferi, Türk'ün kendine gelmesini sağlamış, kalplere asırların çöktürdüğü bedbinliği temizleyen kudretli bir iksir olmuştur.

Çanakkale Boğazının eğrile büğrüle mavi denizini   kıvrım kıvrım kucaklayan kumlu sahillerin yeşil renkli yamaçlarında denize doğru bir ateş tufanı yağıyor, denizden sahil ve yamaçlarına doğru gayz ve şiddet saçılıyordu; gülle ve  bomba yağıyordu, kol ve bacaklar uçuşuyordu. Şiddetli taarruz karşısında, şu ölmüş, hakkı hayatı sönmüş, kanı uyuşmuş zannettikleri Türk nasıl oluyor da bu harikayı gösteriyordu? Batılıların anlayamadığı bu ruh, akıl erdiremediği bu sır... Çanakkale Muharebesinde, yalnız maddî vasıtaların değil, iki tarafın manevî kuvvet ve iradeleri de kavga ediyordu.  Hiç şüphe yok ki, son söz, Türk ruhunun yüksek fedakârlığının oldu. Yalnız bir makine gibi işleyen varlıklarıyla kavgaya başlamış bataryalarımız dahilinde cereyan eden hadiseler, akıllara hayret verecek derecede idi. Herhangi bir bataryada doğan boşluk, derhal, cehennemî bir ateş altında koşarak gelen erler tarafından dolduruluyordu. Bu hallere bakılınca, dünyada ne kadar yed-i kudret harikaları varsa, hepsinin bir avuç Türk'ün tabyaları içine sıkıştırılmış olduğu görülüyordu. Çanakkale kahramanlarının şevk ve gayretleri, bataryaların ateşini o kadar artırıyordu ki, düşmanın üstün ateş gücünü, Türk'ün büyük iman gücü, fedakârlığı, azim ve kararı boğuyordu. Türk Milleti Çanakkale'de etten bir siper örüyordu.

Çanakkale Zaferi, Türk'ün millî seciyesinin kahramanlığıdır. Çanakkale'de Türk askeri, düşmanın bile hayretle gördüğü insanüstü, olağanüstü işler yaptı. Çanakkale, bütün dillere destan gibi gezen o efsanevî menkıbeleri, her yere resimleri geçen, ateşten, gülleden yılmayan kahramanları çıkardı. Türk numuneleri, Türk'ün evsafını temiz ettirecek vicdanları arayan, Çanakkale destanını okuyacaktır.

Türk'ün millî seciyelerini, karakterini, kahramanlığını, millî bütünlüğünü Çanakkale'de bulmak mümkündür; Anadolu'nun her köyünden, kasabasından, ilçe ve ilinden adsız kahramanların koyun koyuna yattığı "Çanakkale geçilmez" dedirten ruh ve şehitlikte görüyoruz. Bunun içindir ki, 18 Martın, millî terbiye tarihimizde unutulmaz bir kıymeti vardır. 18 Mart, büyük bir bayramdır. Atalarımızın, milletin mazisini öğrenmek isteyen, Kurtuluş Savaşının ruhunu ve kahramanını tanımak isteyen, Çanakkale Savaşını iyi öğrenmelidir. Her şeyden önce, Türk Milleti, geleceğimizin teminatı Türk gençleri, yanan bombayı eliyle söndüren ve düşmana geri gönderen, on kişiyle koca taburu perişan eden, denize atlayıp, boğulan düşman askerini kurtaran, küçük torpidosuyla koca zırhlıları batıran, Allah Allah sedasıyla gözünü kırpmadan ölüme atılan kahramanları tanımalıdır.

Çanakkale zaferinin büyük komutanı Gazi Mustafa Kemal Atatürk, bakınız, bu ruhu, bu kahramanları, Bombasırtı vakasında şöyle anlatıyor: "Mütekabil siperler arasında mesafeniz 8 metre, yani, ölüm muhakkak. Birinci siperdekiler, hiç birisi kurtulmamacasına kâmilen düşüyor; ikincidekiler onların yerine gidiyor; fakat, ne kadar şayanı gıpta bir itidal ve tevekkül biliyor musunuz; öleni görüyor, üç dakikaya kadar öleceğini biliyor, hiç ufak bir fütur bile göstermiyor. Sarsılmak yok, okuma bilenler, ellerinde Kur'an-ı Kerim, cennete girmeye hazırlanıyor; bilmeyenler, kelime-i şahadet çekerek yürüyorlar. Bu, Türk askerindeki ruh kuvvetini gösteren şayanı hayret ve tebrik bir misaldir. Emin olmalısınız ki, Çanakkale Muharebesini kazandıran bu ruhtur."

Değerli milletvekilleri, bugün de, ülkemizde cereyan eden birtakım olayların arkasından kalkacağımız yegâne güç ve ruh, Çanakkale ruhudur. Çanakkale'deki şehitlere baktığımız zaman, Anadolu'nun her kasabasından, her bölgesinden, Osmanlı bakiyesi her bölgeden gelen insanların kucak kucağa yattığını görürsünüz, tıpkı Dumlupınar'da, Sakarya'da birlikte şehit olanlar, birlikte gazi olanlar gibi, tıpkı Kurtuluş Savaşının her bölgesinde Anadolu'nun işgale karşı birlikte olduğu gibi. O birlik ruhunu yakaladığımız gün, inanıyorum ki, bugün ülkemizin başına bela olan terörü de aynı ruhla aşarız, ekonomik dağınıklığı da aynı ruhla aşarız. Milletin bizden beklediği, halkımızın beklediği, gençlerimizin beklediği, Çanakkale ruhunu, Türk gençliğine, Türk Milletine ve bütün mefkûremize yeniden, bir kere daha vermektir diyor, Çanakkale'de şehit olanlara Allah'tan rahmet, varsa gazilere sağlık diliyor, hepinize saygılar sunuyorum. (Alkışlar)

BAŞKAN – Sayın Bütün teşekkür ediyorum.

Erzurum Milletvekili Sayın Ömer Özyılmaz, Çanakkale zaferiyle ilgili olarak; buyurun. (FP sıralarından alkışlar)

3. – Erzurum Milletvekili Ömer Özyılmaz’ın, 18 Mart Çanakkale Zaferinin 84 üncü yıldönümüne ilişkin gündemdışı konuşması

ÖMER ÖZYILMAZ (Erzurum) – Sayın Başkan, değerli arkadaşlar; hepimizin iftihar ettiği 18 Mart Çanakkale zaferinin yıldönümü dolayısıyla söz almış bulunuyorum; bu vesileyle, Yüce Meclisi saygıyla selamlıyorum.

Çanakkale Savaşı, Birinci Dünya Savaşında itilaf kuvvetlerinin Çanakkale Boğazında Müslüman Türk Milletine yenilerek çekilmesiyle sonuçlanan en büyük savaştır; dolayısıyla, bu savaşı, bu zaferi anlamak ve yorumlayabilmek için, önce Birinci Dünya Savaşını hazırlayan sebepleri, sonra, Osmanlının bu savaşa neden girdiğini kısaca da olsa görmek gerekir.

Önce, şunu belirteyim ki, Birinci Dünya Savaşı, Batıda rönesansla başlayan ve 20 nci Yüzyılın başında doruk noktasına ulaşan tutucu materyalist dünya görüşünün insanlığı getirdiği felaket noktası olarak karşımıza çıkmaktadır. İnsanlık, Birinci Dünya Savaşına kısa bir zamanda değil, uzun bir süreç sonunda duçar olmuştur. Bilindiği gibi, Batıda, ortaçağ boyunca kilise papazlarının oluşturduğu dogmaların esiri olan Batılı insanlar, rönesanstan sonra, sanayi ve bilimde gelişmelerine rağmen, bu dinsel dogmalara tepki olarak oluşturdukları materyalist ve inkârcı anlayışın esiri durumuna düşmüşlerdir. İşte, bu anlayış, insanlığı bu felaket noktasına getirmişti. Her iki taraftan da milyonlarca insanın ölümüne ve şahadetine sebep olan ve bununla sonuçlanan Birinci Dünya Savaşının sebeplerini, insanda maneviyat duygularını öldürüp, onu, tutkuların ve maddenin kulu yapan ve böylece de, insanı insan yapan özelliklerden onu soyutlayan Batılı dünya görüşlerinde aramak gerekir.

Şunu ifade edeyim ki, özellikle, 20 nci Asrın ikinci yarısından itibaren, Batıda, bu materyalist, bu, bütün maneviyata karşı oluş anlayışı yavaş yavaş dağılmaya başlamış, demokrasi ve insan hakları esas alınarak, daha doğru bir yola gelinmeye başlanmıştır.

İşte, o insanı eşrefi mahluk olmaktan çıkarıp, onu vahşileştiren Batılı dünya görüşüne göre yetişmiş insanların Birinci Dünya Savaşını çıkarmalarının sebeplerini bu çerçevede şöylece görebiliriz:

Birincisi, sanayi inkılabının gelişmiş olmasıdır.

İkincisi, bu sanayi devlerinin pazar rekabetidir.

Üçüncüsü, yine, bunların hammadde arayışlarıdır.

Dördüncüsü; sömürgecilik yarışının bitmek tükenmek bilmeyen durumudur.

Beşincisi; ekonomik rekabettir.

Bütün bunların yanında, dünyanın, ittifak devletleri ve itilaf devletleri diye iki kampa bölünmüş olması da Birinci Dünya Savaşına gelişimizin önemli sebeplerinden birisidir.

Osmanlının Birinci Dünya Savaşına girmesinin sebeplerine baktığımızda şunu görürüz:

Birincisi; o günkü Osmanlı yöneticilerinin, yani, İttihat ve Terakki Cemiyetinin Alman yanlısı olmasıdır. Bilindiği gibi, Almanlar, itilaf devletlerinin önderiydi.

İkincisi; yine, bu Osmanlı yöneticilerinin, yani, İttihat ve Terakki Cemiyetinin, savaşı Almanların kazanacağına inanması.

Üçüncüsü; Osmanlının Almanya'ya çokça borçlu olması. Buna, bugün de dikkat etmek gerekir.

Dördüncüsü de, daha önce kaybedilen toprakların geri alınabileceği ihtimali. Burada bir koyup beş alma anlayışı öne alınmıştır.

Almanlar, Osmanlıyı niçin savaşa çekmek istedi; doğudaki cephelerde Osmanlı yarar sağlayacak, böylece, kendisi batıdaki savaşta rahat edecekti. Almanların birinci düşüncesi bu.

İkincisi; halifenin birleştirici rolünden yararlanarak tüm İslam alemini savaşa sokmak istiyorlardı. Osmanlılar bu savaşta, Almanların bu isteği ve bizim o günkü Alman yanlısı İttihat ve Terakki Cemiyetinin yanlış kararı neticesi, beş cephede savaşmak mecburiyetinde kalmışlardı. Kafkas Cephesi, Süveyş Cephesi, Irak Cephesi, Filistin Cephesi ve meşhur Çanakkale Cephesi.

Bu ittifak devletlerinin, Çanakkale'ye niçin yüklendiğine ve bu savaşın niçin çıktığına kısaca bakarsak, şunları görürüz:

Birincisi; itilaf kuvvetlerinin, Çanakkale ve İstanbul Boğazlarını ele geçirmek istemesidir.

İkincisi; Rusya'ya yardım götürme düşüncesidir.

Üçüncüsü; Osmanlının Süveyş Kanalı ve Hint yolu üzerindeki baskısını kaldırmak istemeleridir.

Dördüncüsü de, harbe girmekte tereddüt eden Balkan devletlerini, itilaf devletlerinin yanına çekmek ve onları da harbe sokmaktır.

Çanakkale zaferinin etkilerini şöyle kısaca gözden geçirdiğimizde, şunu görürüz: O günkü itilaf devletleri -Fransa, İngiltere, Rusya- bu savaştan çok olumsuz etkilenmişlerdir.

Bunlardan birincisi; Ruslara yardım gitmediği için, oradaki bunalım daha da artmıştır.

İkincisi; bütün dünyada itilaf devletlerinin askerî alanda beceriksiz oldukları ortaya çıkmıştır.

Üçüncüsü; İngiltere karışmış ve İngiliz Hükümeti istifa etmek mecburiyetinde kalmıştır.

Dördüncüsü; harekâtın başsavunucusu Churchill, Savunma Bakanlığından uzaklaştırılmış, hatta Fransa'ya iltica etmiştir.

Değerli arkadaşlar, Çanakkale zaferini, bütün bu kısaca anlattıklarım çerçevesinde yorumlayacak olursak, şunları görürüz: O zamanki Osmanlı yöneticilerinin gereksiz yere savaşa girmelerinin hatasını...

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN – Efendim, ben size baştan uzun süre verdim; ama, lütfen toparlar mısınız.

ÖMER ÖZYILMAZ (Devamla) – Toparlıyorum Sayın Başkan. Teşekkür ederim.

Gereksiz yere ülkemizi savaşa sokan o günkü Osmanlı yöneticilerinin; yani, İttihat ve Terakkinin yanlışını, Çanakkale'de ecdadımız düzeltmiştir.

İkincisi; Çanakkale zaferi, hakka inanan insanların, her türlü olumsuz şartlara rağmen neler yapabileceğinin bir göstergesidir. Bilindiği gibi, bütün dünya, bilimiyle, teknolojisiyle oraya toplanmış; ama, Müslüman Türkün önünde sus pus olmuşlardır.

Üçüncüsü; bu zafer, hakkın batıla, adaletin zulme, doğrunun yanlışa, inancına göre yaşama isteğinin her çeşit emperyalist baskılara karşı bir zaferidir. 1900'lü yıllarda Osmanlı toplumu, yıkılış toplumudur. Bu savaş, Müslümanların yıkılış anında dahi bütün dünyaya meydan okuduklarının bir göstergesidir.

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN - Sayın Özyılmaz, bakın, sekizinci dakikayı kullandınız.

ÖMER ÖZYILMAZ (Devamla) – Sayın Başkan, müsaadenizle rahmetli Akif'i iki mısrasıyla anıp, bitireyim.

BAŞKAN – Buyurun efendim.

ÖMER ÖZYILMAZ (Devamla) – "Ey şehit oğlu şehit isteme benden makber,

Sana ağuşunu açmış duruyor Peygamber."

Çanakkale'de savaşan bütün gazilerimizi ve şehitlerimizi rahmetle ve minnetle anıyor, hepinizi saygıyla selamlıyorum. (Alkışlar)

BAŞKAN – Efendim, teşekkür ediyorum.

Sayın milletvekilleri, gündemdışı görüşmeler tamamlanmıştır.

Şimdi, sunuşlar vardır, sırasıyla okutacağım.

Bu bölümde, Yalova Milletvekilimiz Sayın Cevdet Aydın'ın vefatına ilişkin Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığının bir tezkeresi vardır; okutuyorum:

B) TEZKERELER VE ÖNERGELER

1. – Yalova Milletvekili Cevdet Aydın’ın vefatına ilişkin TBMM Başkanlığı tezkeresi (3/1942)

Türkiye Büyük Millet Meclisi Genel Kuruluna

Yalova Milletvekili Cevdet Aydın vefat etmiştir.

Merhuma Tanrıdan rahmet, yakınlarına başsağlığı dilerim.

Aziz arkadaşımızın yüce hatıraları önünde Genel Kurulu bir dakikalık saygı duruşuna davet ediyorum.

                                                                                                     Hikmet Çetin

                                                                                        Türkiye Büyük Millet Meclisi

                                                                                                          Başkanı

C) ÇEŞİTLİ İŞLER

1. – Yalova Milletvekili Cevdet Aydın’ın vefatı dolayısıyla saygı duruşu

BAŞKAN - Genel Kurulu, bir dakikalık saygı duruşuna davet ediyorum:

(Saygı duruşunda bulunuldu)

BAŞKAN – Sayın milletvekilleri, herkes için işte dünya bu kadar, başka değil.

Allah rahmet etsin.

Sayın milletvekilleri, Yüksek Seçim Kurulunca Bilecik Milletvekili Sayın Bahattin Şeker'in seçim tutanağının iptaline ilişkin olarak verilmiş bulunan ve Başkanlığımıza gönderilen kararı okutup, bilgilerinize arz edeceğim.

Buyurun efendim.

2. – Bilecik Milletvekili Bahattin Şeker’in Yüksek Seçim Kurulu kararı gereğince milletvekilliğinin iptal edildiğine ve Bahattin Şeker hakkındaki işlemlerin yapılacağına ilişkin Başkanlık açıklaması

Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına

Yüksek Seçim Kurulunca verilen 16.3.1999 gün ve 371/194 sayılı karar örneği ilişikte gönderilmiştir.

Bilgi edinilmesi arz olunur.

                                                                                                            Tufan Algan

                                                                                              Yüksek Seçim Kurulu Başkanı

                          T.C.

             Yüksek Seçim Kurulu

                   Karar No: 371

                   İtiraz No: 194

 

–Karar–

Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanı Hikmet Çetin imzasıyla Kurulumuz Başkanlığına gönderilen 27 Nisan 1998 gün ve 12302/30006 sayılı yazı ile aynı doğrultuda Millî Savunma Bakanı adına Korgeneral ve Müsteşar Tuncer Kılınç imzasıyla gönderilen 20 Nisan 1998 gün ve 4400-272 sayılı yazıda; Bilecik Milletvekili Bahattin Şeker'in 14 Eylül 1998 - 14 Kasım 1988 tarihleri arasında yapmış olduğu dövizle askerlik hizmetinin, gerçeği yansıtmayan beyan, bilgi ve belgeler ile sağlandığı tespit edildiğinden, 1111sayılı Askerlik Kanununun Ek: 1 inci maddesi gereğince dövizle askerlik hizmeti kapsamından çıkarıldığı,

Seçim süresince ve seçimden sonra seçim konularıyla ilgili bütün yolsuzlukları, şikâyet ve itirazları kesin karara bağlama görevinin Anayasanın 79 uncu maddesinin ikinci fıkrası uyarınca, Yüksek Seçim Kuruluna ait bulunduğu belirtilerek konunun değerlendirilmesi istenildiği görülmekle,

Her iki yazı ekinde bulunan gerekçe ve değerlendirme sonuçları ile Bilecik Milletvekili Bahattin Şeker'in mevcut vekâletnamesine istinaden avukatlarının yazılı savunmaları, 06.07.1998 Pazartesini günü saat 16.00'da Kurulumuzda yapılan sözlü açıklamaları ile bu konudaki Askerî Yüksek İdarî Mahkemesi kararları, tüm bilgi ve belgeler değerlendirilerek,

Gereği görüşülüp düşünüldü:

Türkiye Cumhuriyeti Anayasasının 79 uncu maddesinin ikinci fıkrasında, seçim süresince ve seçimden sonra seçim konularıyla ilgili bütün yolsuzlukları, şikâyet ve itirazları inceleme ve kesin karara bağlama, Türkiye Büyük Millet Meclisi üyelerinin seçim tutanaklarını kabul etme görevi Yüksek Seçim Kuruluna verilmiştir.

Yine Anayasanın 76 ncı maddesi ile 2839 sayılı Milletvekili Seçimi Kanununun 11 inci maddesi de, diğer nedenler yanında "yükümlü olduğu askerlik hizmetini yapmamış olmayı" milletvekili seçilmeye engel olarak saymıştır.

Bahattin Şeker'in, 20 inci Dönem milletvekili seçimlerinde Doğru Yol Partisinden Bilecik İlinden 24 Aralık 1995 tarihinde milletvekili seçildiği, il seçim kurulunca tutanak verildiği, tutanağın bir örneğinin de 2839 sayılı Kanunun 36 ncı maddesi uyarınca Yüksek Seçim Kurulunca Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına verildiği anlaşılmıştır.

298 sayılı Seçimlerin Temel Hükümleri ve Seçmen Kütükleri Hakkında Kanunun 130 uncu maddesinin sondan bir önceki fıkrasında: "... Ancak, adaylığın kesinleşmesinden sonra, adayın Türk olmadığına, yaşının kanunda gösterilenden küçük olduğuna, okur-yazar olmadığı veya seçilme yeterliğini kaybettiren bir mahkûmiyeti bulunduğuna ilişkin iddialar dışındaki nedenlerle adaylara itiraz olunamaz. Bu hüküm olağanüstü itirazlar  için de geçerlidir. " hükmü yer almıştır.

Kurulumuzca, öncelikle süreyle bağlı olmaksızın incelenebilecek tam kanunsuzluk durumları kapsamı içinde 130 uncu maddede sayılmayan "askerliğini yapmış olmak" koşulunun olayda tam kanunsuzluk kapsamında düşünülüp düşünülemeyeceği ve yukarıda belirtilen ilgili kuruluş ve makamların başvurularının incelenip incelenemeyeceği üzerinde durulmuştur.

298 sayılı Kanunun yukarıda yazılı hükmüyle ilgili maddenin 2234 sayılı Kanunla değiştirildiği ve bu kanunun 31.5.1979 gün ve 16651 sayılı Resmî Gazetede yayımlanarak yürürlüğe girdiği; askerlik hizmetini yapmamayı, milletvekili seçilmeye engel sayan Anayasanın 76 ncı maddesinin ise, 2709 sayı ile 07.11.1982 tarihinde kabul edildiği görülmüştür.

Bu duruma göre; 298 sayılı Kanundan sonra yürürlüğe giren ve aynı konuyla ilgili olan Anayasanın 76 ncı maddesinin, uygulamadan sonraki kanun hükümlerinin geçerli olduğu ilkesi ışığında değerlendirilerek, askerlik koşulunun da tam kanunsuzluk kapsamında incelenebileceği sonucuna ulaşılmıştır.

Yüksek Seçim Kurulunun süregelen içtihatlarının (görüşlerinin) da bu yönde olduğu saptandıktan sonra incelemeye geçildi.

Dosya içeriğinden ve ilgilinin sözlü açıklamalarından, Bahattin Şeker'in milletvekili tutanağının iptali isteğine dayanak gösterilen 1111 sayılı Askerlik Kanununun ek-1 nci maddesi gereğince, dövizle askerlik kapsamından çıkarıldığına ilişkin Millî Savunma Bakanlığının 16.4.1998 gün ve MİY 4400-256-98/ASAL D. Er. İşl. Şb. Döv. As. Ks. sayılı işleminin iptali isteğiyle Askerî Yüksek İdare Mahkemesinin 1998/314 esas numarasına kayden dava açıldığı, ayrıca; gerçeği yansıtmayan belge ve bilgiler sunarak askerlik hizmetini dövizle yaptığı (sahtecilik) suçlamasıyla, askerî savcılığa suç duyurusunda bulunulduğu anlaşılmıştır.

Dövizle askerlik kapsamından çıkarılmaya ilişkin işlemin hukuka uygunluğunun denetim yeri, Askerî Yüksek İdare Mahkemesi, sahtecilik suçunun varlığı veya yokluğuna karar verecek yargı yeri ise, askerî savcılığın işlemi sonucunda askerî mahkemedir.

Bu hukukî gerçek ışığında, Yüksek Seçim Kurulunun milletvekili tutanağının iptali isteğini incelemesi, özellikle Askerî Yüksek İdare Mahkemesinin kararına bağlı bulunduğundan, Askerî Yüksek İdare Mahkemesinde açılan davanın sonuçlanması, hukuksal deyimiyle Yüksek Seçim Kurulu kararı için bir önsorun oluşturmuştur.

İdare hukuku açısından konuya bakıldığında, idarî işlemin yürütülebilirliği (icraîliği) göz önüne alınarak yürütmenin durdurulması isteği reddedildiğine göre, esas kararın önsorun oluşturmadığı düşünülebilirse de her uyuşmazlığın kendi hukuk alanında değerlendirilip çözümlenmesi gerekir.

İdarî yargıda işlemin idarî yargı yerince iptali halinde Anayasanın 138 inci ve 2577 Sayılı Kanunun 28 inci maddeleri uyarınca, idareler karar gereklerine göre işlem yapmaya ve eylemde bulunmaya zorunlu olduklarından dava konusu işlemden önceki hukuksal durumu yeniden oluşturmak olanaklıdır.

Ancak, Anayasanın 79 uncu ve 298 Sayılı Kanunun 111 ve 130 uncu maddelerine göre Yüksek Seçim Kurulunun her türlü kararı kesin olup, hiçbir kanun yolu öngörülmediğinden karardan önceki hukukî durumun oluşması mümkün değildir.

Bu nedenle, seçim hukukunun özelliği karşısında idare hukuku veya özel hukukla benzerliğinden söz edilemez.

Bu açıklamalar karşısında Yüksek Seçim Kurulunca tutanak iptali isteğine ilişkin başvuruların esastan karara bağlanabilmesi için Askerî Yüksek İdare Mahkemesinde açılmış olan 1998/314 esas numaralı davanın önsorun olarak beklenmesi gerektiği sonucuna varılmıştır.

Yargılama süreci izlenerek, sonuç, Askerî Yüksek İdare Mahkemesi Başkanlığından sorulmuştur.

Askerî Yüksek İdare Mahkemesi Başkanlığının 14.1.1998 gün ve 1998/625 sayılı yazısıyla Bahattin Şeker tarafından Millî Savunma Bakanlığına karşı E. 1998/314 sayılı dosyada, açılan davanın reddedildiği belirtilerek kararın gönderildiği; aynı mahkeme başkanlığının 15.3.1999 gün ve 1998/712 sayılı yazısıyla, karar düzeltme isteminin de reddedildiği bildirilerek, kararın düzeltilmesi isteminin reddine ilişkin karar örneğinin gönderildiği anlaşılmıştır.

Askerî Yüksek İdare Mahkemesinin yukarıda sözü geçen 13.01.1999 gün ve E.1998/314, K.1999/8 sayılı kararın hüküm fıkrasında "...dövizle askerlik statüsünden çıkarılma işleminin iptaline yönelik davanın reddedildiği" 10.03.1999 gün ve E.1999/146, K.1999/154 sayılı kararda da, karar düzeltme isteminin reddine hükmedildiği görülmüştür.

Askerî Yüksek İdare Mahkemesinin yukarıda belirtilen kesinleşen kararı karşısında, seçim tarihinde milletvekili seçilme koşullarını taşımadığı anlaşılan Bahattin Şeker'in tutanağının iptaline karar verilmesi gerekmiştir.

Sonuç:

Açıklanan nedenlerle;

1- Bilecik Milletvekili Bahattin Şeker'in milletvekili tutanağının iptaline,

2- Karar örneğinin;

a) Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına,

b) Millî Savunma Bakanlığına,

c) Bahattin Şeker vekillerine gönderilmesine,

16.03.1999 tarihinde oybirliğiyle karar verildi.

BAŞKAN – Sayın milletvekilleri, Yüksek Seçim Kurulunca, Bilecik Milletvekili Sayın Bahattin Şeker'in, Anayasanın 79 uncu maddesine göre seçim tutanağının iptal edilmiş olması, milletvekilliğinin sona ermesi sonucunu doğurmaktadır.

Bu nedenle, milletvekilliği sona eren Sayın Bahattin Şeker hakkındaki işlemler Başkanlıkça yapılacaktır.

Yüce Heyetin bilgilerine arz olunur.

Sayın milletvekilleri, özel gündeme geçeceğim; ancak, özel gündemde ara vermemek için, izninizle, bu arayı şimdi vereceğim. Saat 16.15'te toplanmak üzere, birleşime ara veriyorum.

Kapanma Saati: 15.57


İKİNCİ OTURUM

Açılma Saati : 16.15

BAŞKAN : Başkanvekili Yasin HATİBOĞLU

KÂTİP ÜYELER : Hüseyin YILDIZ (Mardin), Ali GÜNAYDIN (Konya)

                             

BAŞKAN – Sayın milletvekilleri, Türkiye Büyük Millet Meclisinin, 57 nci Birleşiminin İkinci Oturumunu açıyorum.

Çalışmalarımıza kaldığımız yerden devam edeceğiz.

Bilindiği üzere, alınan karar gereğince, gündemin "Özel Gündemde Yer Alacak İşler" kısmına geçiyoruz.

IV. – GENSORU, GENEL GÖRÜŞME, MECLİS SORUŞTURMASI VE
MECLİS ARAŞTIRMASI

A) ÖNGÖRÜŞMELER

1. – Kars Milletvekili Y. Selahattin Beyribey ve 30 arkadaşının, Türkiye Büyük Millet Meclisinin olağanüstü toplantıya çağrılmasının sivil darbe girişimi olarak nitelendirdikleri ve demokratikleşme çabalarını engelleyici tutum sergiledikleri iddiasıyla Başbakan Bülent Ecevit ve Bakanlar Kurulu üyeleri hakkında gensoru açılmasına ilişkin önergesi (11/22)

BAŞKAN – 17 Mart 1999 tarihli 56 ncı Birleşimde alınan karar gereğince, bu kısımda yer alan, Kars Milletvekili Sayın Selahattin Beyribey ve 30 arkadaşının, Türkiye Büyük Millet Meclisinin olağanüstü toplantıya çağrılmasını sivil darbe girişimi olarak nitelendirdikleri ve demokratikleşme çabalarını engelleyici tutum sergiledikleri iddiasıyla Başbakan Sayın Bülent Ecevit ve Bakanlar Kurulu üyeleri hakkındaki (11/22) esas numaralı gensoru önergesinin gündeme alınıp alınmayacağı hususundaki görüşmelere başlıyoruz.

Sayın Hükümet bugün hazır.

Şimdi, önergeyi okutacağım ve söz alan arkadaşlarımızın isimlerini ifade edeceğim.

Önergeyi okutuyorum:

Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına

İlişikte gerekçesi belirtilen sebeplerle Anayasanın 99 uncu ve İçtüzüğün 106 ncı maddeleri gereğince Başbakan Bülent Ecevit ve Hükümeti hakkında gensoru açılmasını arz ve talep ederiz.

1- Y. Selahattin Beyribey          (Kars)

2- İbrahim Yılmaz                     (Kayseri)

3- Ahmet Alkan                        (Konya)

4- Hikmet Aydın                       (Çanakkale)

5- Halil Cin                                (İçel)

6- Nabi Poyraz                          (Ordu)

7- Fevzi Arıcı                            (İçel)

8- Feridun Pehlivan                   (Bursa)

9- Naim Geylani                        (Hakkâri)

10- İrfan Demiralp                    (Samsun)

11- Cemil Erhan                        (Ağrı)

12- Muzaffer Arıkan                 (Mardin)

13- Cemal Alişan                       (Samsun)

14- Hayri Doğan                       (Antalya)

15- Mustafa Dedeoğlu              (Muğla)

16- Bayar Ökten                       (Şırnak)

17- Nevzat Köse                       (Aksaray)

18- Yusuf Bacanlı                      (Yozgat)

19- Necmettin Dede                  (Muş)

20- Ferit Bora                            (Diyarbakır)

21- Mehmet Korkmaz              (Kütahya)

22- A. Hamdi Üçpınarlar          (Çanakkale)

23- Hasan Denizkurdu              (İzmir)

24- Demir Berberoğlu                (Eskişehir)

25- Hasan Tekin Enerem           (İstanbul)

26- Ömer Demir                        (Kırşehir)

27- Adem Yıldız                        (Samsun)

28- Ayhan Gürel                       (Samsun)

29- Yıldırım Aktuna                  (İstanbul)

30- Mehmet Batallı                   (Gaziantep)

31- Hasan Peker                        (Tekirdağ)

Gensoru Gerekçesi:

7 Ocak 1999 tarihinde, Cumhurbaşkanı Sayın Süleyman Demirel tarafından görevlendirilerek işe başlayan ve 17 Ocak 1999 tarihinde Türkiye Büyük Millet Meclisinde yapılan oylama ile güvenoyu alan İstanbul Milletvekili Bülent Ecevit Başkanlığındaki Türkiye Cumhuriyeti Hükümeti, aşağıdaki sebeplerle biz önergede imzaları bulunan milletvekillerinin güvenini kaybetmiştir.

Hükümetlerin ve başbakanların en önemli görevi, kendilerinin de üyesi bulunduğu TBMM'nin tasarruf ve kararlarıyla TBMM'yi oluşturan üyelerin, Anayasa, yasalar ve İçtüzükten kaynaklanan hak ve görevlerinin yerine getirilmesine saygılı olmaktır.

Hal böyleyken, çoğunluğu kendilerine güvenoyu vermiş milletvekillerinin, İçtüzüğün 7 nci maddesi uyarınca, ülkenin içinde bulunduğu şartların, terörle mücadelede gelinen son durumun ve bunun uluslararası ilişkilere yansımasının bir genel görüşmeyle TBMM'de görüşülmesini temin için yaptığı yasal çağrı, bizzat Başbakan Bülent Ecevit tarafından "sivil darbe girişimi" olarak değerlendirilmiştir.

Bu ruh hali içinde bulunan bir kişinin, Türkiye Cumhuriyetini Başbakan sıfatıyla daha uzun bir süre yönetmesi artık mümkün değildir.

Hükümet üyelerinin tamamının, Başbakanın TBMM üyelerinin "sivil darbe girişimi" söylemine karşı çıkmayarak katıldıkları anlaşılmaktadır.

Kaynağını millet iradesinden alan TBMM'nin güvenine mazhar olduğu sürece iktidarların görev yapması mümkün olur. TBMM'nin olağanüstü toplantıya çağırılması üzerine, Hükümet Başkanının sadece TBMM'nin çalıştırılmasından duyduğu endişeyle, TBMM'yi darbe yapma suçlamasıyla tezyif etmesi, hiç kimsenin kabul edebileceği bir husus değildir.

TBMM'de 13 Mart 1999 günü yapılan öngörüşmeler sırasındaki tutumuyla da, içinden geçmekte olduğumuz dönemde hayatî önem taşıyan pişmanlık yasası, DGM'ler ve insan hakları ile demokratikleşme alanlarındaki düzenlemelere karşı takındıkları engelleyici tutumlar, yasama gücüne bakış açılarını ortaya koymuştur.

Bunalım dönemlerinde bütün demokratik hükümetler yasama organının desteği ve işbirliğiyle çözüm üretirken, Ecevit Azınlık Hükümeti, kendi yetersiz gücüyle sadece seçim propagandası çalışmalarını önplanda tutmaktadır.

Bu sebeplerle, Anayasanın 99 uncu ve Türkiye Büyük Millet Meclisi İçtüzüğünün 106 ncı maddesi gereğince Başbakan Bülent Ecevit ve kendisinin başkanlığındaki 56 ncı hükümet hakkında gensoru açılmasını gerekli görmekteyiz.

BAŞKAN – Efendim, Anayasanın 99 uncu maddesine göre, ilk söz, önerge sahiplerinden bir sayın imza sahibinin...

HALİL CİN (İçel) – Ben konuşacağım Sayın Başkan.

BAŞKAN – Önerge sahipleri adına, buyurun Sayın Cin.

İzin verirseniz, bilinen şey; ama, zabıtlara geçsin diye, bir kere daha malumu ilam edelim bakalım.

Sayın milletvekilleri, Anayasanın 99 uncu maddesine göre bu görüşmede, önerge sahiplerinden birine, siyasî parti grupları adına birer milletvekiline ve Bakanlar Kurulu adına Sayın Başbakan veya bir sayın bakana söz verilecektir.

Konuşma süreleri; önerge sahibi için 10 dakika, gruplar ve Hükümet için 20'şer dakikadır.

Şimdi, önerge sahipleri adına Sayın Cin söz istedi; kendilerini kürsüye davet ettim.

Süreniz 10 dakikadır.

Sayın Cin, buyurun.

HALİL CİN (İçel) – Sayın Başkan, sayın milletvekilleri, 18 Mart Deniz Zaferinin 84 üncü Yıldönümünde 253 000 şehidimizi ve onun yüce komutanı Mustafa Kemal'i rahmetle, minnetle anıyor; gazilerimizi sevgiyle, saygıyla selamlıyorum.

Türk demokrasisi adına bugünlerde çok şanssız olaylar yaşadığımızı ifade ederek sözlerime başlamak istiyorum. Hükümetin, liderlerin ve holding başkanlarının bugünkü gazetelere, medya manşetlerine konu olan sözleri gösteriyor ki, Türk demokrasisi henüz rüştünü ispat edememiştir. Liderler, Türk demokrasisini, ne yazık ki, vesayet altına sokmuşlardır. Kişiliklerine her zaman saygı duyduğum, devlet adamlıklarını her zaman takdir ettiğim Sayın Başbakanın, Türkiye Büyük Millet Meclisini çalışmak üzere toplantıya çağıran milletvekillerini darbecilikle vasıflandırması, gerçekten, çok üzücü olduğu gibi, asıl darbeyi, hükümetin, Meclis çalışmalarını engellemek suretiyle yapmakta olduğunu da ifade etmeden geçemeyeceğim.

Hükümet, yürütme yetkisini, Anayasa ve kanunlara uygun olarak kullanır. Hiçbir kimse veya organ, kaynağını Anayasadan almayan devlet yetkisi kullanamaz. (Anayasa madde 8 ve 6)

Türkiye Büyük Millet Meclisi, şimdi büyük bir demokrasi sınavıyla karşı karşıyadır. Kendilerini Türkiye Büyük Millet Meclisinin ve milletin üstünde görenlere onurlu bir cevap verme zamanıdır. Bir büyük holdingin başı, bugün, bir televizyonda "Meclise girip, bu hareketi engellemek için çalışmak gerekir" diyor. Demokrasi adına, gerçekten, çok üzücü ve acı bir beyan. Elbette ki, Meclisin çalıştırılmasını, Sayın Başbakan, büyük bir sorumsuzluk olarak vasıflandırırsa "Anayasanın ve İçtüzüğün verdiği bütün imkânları kullanarak Meclisi kapatacağız" diyorsa, Parlamentodışı güç odakları demokrasiyi vesayet altına almak için hazır fırsat ve zemin bulurlar. Demokrasimizin bu şanssızlığına millet adına dur demek, milletin vekillerine düşer.

56 ncı hükümet, programında, Bankalar Yasasının, sosyal güvenlikle ilgili yasaların çıkarılmasını vaat etmiştir. Daha sonra, Değerli Başbakan, Terörle Mücadele Kanununun, dokunulmazlıkların sınırlandırılmasıyla ilgili yasanın ve pişmanlık yasasının çıkarılmasından yana olduklarını, ancak, Meclisin seçim çalışmaları dolayısıyla bunların olmayacağını ifade etmiştir.

Anayasanın 93 üncü maddesinin verdiği hak ve yetkiye dayanarak 116 milletvekili Türkiye Büyük Millet Meclisini toplantıya çağırmış, 226 milletvekili "Meclis çalışsın, ülke gündemindeki sorunları çözecek kanunları çıkarsın" demiştir. Bu, tarihî bir olaydır; çokpartili siyasî hayatımızda eşi olmayan başarılı bir demokrasi teşebbüsüdür; demokrasinin önünü açma hareketidir. Buna karşı olanlar, sığındıkları Anayasa ve İçtüzüğü inkâr edenlerdir. Hükümet, lehindeki seçim rüzgârını, diğer liderler ise Yüce Divan korkusunu düşünüyor. Ülkenin kaosa girmesini düşünselerdi, şartları hazır olmayan seçime ülkeyi sürüklemezlerdi.

Gerçek sivil darbe, bazı liderler tarafından 18 Nisan listeleriyle millî iradeye karşı yapılmıştır. Durum böyleyken, Sayın Başbakanın bu tutumu, hukuk, siyaset ve ülke açısından, ne yazık ki, bir talihsizlik olmuştur. Hükümet, bu altın fırsattan yararlanacak yerde, senelerdir gündemde bekleyen yetki kanunlarını gündeme getirmek suretiyle Meclisi tıkamaktadır.

Türkiye'de tarihin en büyük yargılamalarından biri yapılmaktadır. 32 000 insanımızın ölümünden sorumlu olan teröristbaşı Öcalan yargılanıyor; Avrupa, önce denediği PKK'yı siyasallaştırma ve uluslararası soruna dönüştürme gayretlerini DGM tarafından yargılamanın yapılması gerekçesine dayanarak sürdürüyor. Bunun hemen çözümlenmesi gerekmektedir. Pişmanlık Yasasının hemen çıkarılıp, teröristlerin dağdan indirilmesi, insanlarımızın güvenliğinin sağlanması gerekmektedir. Hükümetin, bu ve benzer acil, hayatî önem taşıyan sorunların çözümü için Meclisin toplanmasını fırsat telakki etmesi gerekirdi; ama, bunun yerine, Meclisi toplayan milletvekillerine "neden şimdi, neden listelerden sonra" sorusunu yöneltmektedirler. Cevabı gayet basit; sistem. Parti disiplini, genel başkan sultası daha önce böyle bir hareketi engellemiştir. Bu kanunlar bu güne kadar çıkarılmamışsa, sebebi, grupları üzerinde bir diktatör gibi davranan sayın genel başkanlardır.

Buna rağmen, 13 Ekim 1998 tarihinde Türkiye Büyük Millet Meclisinde yaptığım gündemdışı konuşmada, iki seçimin birbirinden ayrılmasını, uyum kanunları çıkarılmadan gidilecek bir seçimin, Türkiye'yi büyük bir istikrarsızlık ve kaosa götüreceğini ifade etmiştim. 1995 seçimleri de aynı şekilde, hazırlıksız, bir mertlik namertlik, kaçaklık söyleviyle gerçekleştirilmiş ve bugünkü kriz ortamı doğmuştur. Birçok milletvekili arkadaşımız, aynı mahiyette uyarıları, kendi başkanlarına, gruplarına yapmışlardır; ama, bu uyarılar sistemin duvarlarına çarpmış, parti ve genel başkan diktası her şeye hâkim olmuştur. İşte şimdi, çeşitli partilere mensup bağımsız hür milletvekilleri, liste olayının sonucunda, fikri hür, vicdanı hür vekiller olarak milletin kaderine el koymak istemektedirler.

 Yeni Meclisin uzun süre kanun yapma şansını bulamayacağını düşünerek, ülkenin yüksek çıkarlarını korumak  ve 1999 yılını kaybetmemek için şimdi diyoruz: Kanunların çıkarılması için Türkiye Büyük Millet Meclisini çalıştırmak Hükümetin görevidir; ancak, ne yazık ki, hükümet, anayasal görevini bilerek ve isteyerek yerine getirmemekte direniyor. Çağdaş demokrasi, insana saygı esasına dayalı bir yönetim biçimidir; bunun içindir ki, çoğulcu ve katılımcıdır. Türkiye'de demokrasi, vahşi, bireysel ve zümresel çıkarların oyuncağı olmuştur; çifte standartlar, topluma değer vermeyen oligarşik iktidar odaklarının elinde rant paylaşım sistemlerine dönmüştür. Siyaset, ağır bir yozlaşma sürecine girmiş, bazı siyasal partiler aile şirketleri gibi idare edilir olmuş; bu aile şirketleri, holdinglerin emrine girmiştir.

Demokratik rejimin temeli millet egemenliğidir. Buna rağmen Türk demokrasisinde önce millet değil, ne yazık ki, liderler vardır. Partililerin en yetkilileri, genel başkandan sonra, onların görevsiz eşleri ve kardeşleridir. Tabiîdir ki, böyle yapılan aday tespitlerinde bilgi, ehliyet, liyakat, dürüstlük, hizmet ve tecrübe gibi kriterlere yer olmaz. Milletvekili adayları böyle seçilince, elbette, holdinglerin, çetelerin temsilcileri, güç odaklarının temsilcileri milletvekilinin yolunu açmaktadırlar.

116 milletvekili tarafından Türkiye Büyük Millet Meclisinin olağanüstü toplantıya çağrılması, ne yazık ki, bazı medya tarafından da kasıtlı ve talimatlı olarak, neredeyse ülkedeki terörün, ekonomik sıkıntının sebebi olarak gösterilmeye başlandı. Halbuki, bu hareket, demokrasi tarihimizde lider sultasını kırmak için yapılan ilk ve muhteşem bir şahlanıştır.

Güç odaklarının bu "U" dönüşünün sebebi nedir; çünkü, şimdiye kadar hep seçimi ayırmak istiyorlardı, iki seçimin birlikte yapılmasına karşıydılar. Sebebi, yem borularıdır, devleti soyma aşkıdır.

Dünyanın hiçbir demokrasisinde parlamentoyu çalıştırmak isteyen milletvekilleri, sorumsuzlukla ve darbecilikle suçlanmaz; çünkü, bu hukukun gereğidir, anayasal bir haktır. Hukuk, herkese lazımdır. Çıkarınıza uygun düşeni hukuk, düşmeyeni guguk kabul ederseniz, demokrasi de demokrasi olmaktan çıkar, kakokrasi olur.

BAŞKAN – Sayın Cin, size, 2 dakika süre veriyorum efendim. Toparlayın lütfen.

HALİL CİN (Devamla) – Şimdi, şerden hayır çıkarmanın zamanıdır. Şu veya bu sebeple özgürleşmiş ikiyüzü aşkın milletvekilinden istifade ederek, Meclisi çalıştırmanın zamanıdır.

18 Nisan listeleri, siyaset ahlakının iflasının işaretidir. Gayriresmî önseçim adıyla yapılan teşkilat yoklamalarının sonuçları yok sayılmış, listebaşı olan olan milletvekilleri liste dışına atılmış, listenin en sonundaki aday birinci sıraya konulmuş, liyakatli vekiller listeden çıkarılarak, yerlerine holdinglerin, bazı sivil güç odaklarının temsilcileri getirilmiştir. Bu hareketle, Türkiye'de demokratikleşme süreci başlatılmıştır. "Siyasette harama, yalana son" diyenler, haram ve yalana tutsak olmuş; "çete mücadelesi yapıyoruz" diyenler, çetelerin, mafyanın emrine girmişlerdir. (FP sıralarından alkışlar) Hepsi, dürüst, önemli mevkilerde başarılı işler yapmış, ihale takip etmeyen, kredi isteği olmayan, orman ve turizm arsaları kapatmayan, mafya ilişkileri olmayan birçok milletvekili liste dışı bırakılmak suretiyle, toplumun adalet duygusu rencide edilmiştir. (FP sıralarından alkışlar)

Şimdi, dikkat buyurun, sevgili, aziz arkadaşlarım: "Bende öyle belgeler ve sırlar vardır ki, açıklarsam, genel başkan yerle bir olur; beni geri çağırmak zorundadır" diyen müstafi milletvekilini "vefa borcum var" diyerek geri çağırıp bakan yapan ve seçmenlerinin muhalefetine rağmen onu liste 1 e alan genel başkanlara "bu milletvekiline ne tür bir vefa borcun var" sorusunu sormak, milletin, milletin vekillerinin hakkı değil midir? (FP sıralarından "Bravo" sesleri, alkışlar)

İnsanı aldatmak, en büyük ayıptır. Genel başkanlar için, yalan söylemek, affedilmez suçtur. Demek ki, bizimkiler, Clinton davasından hiç ders almamışlar. Son dakikaya kadar, haksız tasarruflarını, adaletsiz, zulüm teşkil eden tasarruflarını gizleyen...

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

HALİL CİN (Devamla) – Bitiriyorum Sayın Başkanım, lütfederseniz...

BAŞKAN – Sayın Cin...

HALİL CİN (Devamla) – Bitiriyorum efendim.

Bazı genel başkanlar, bu milletvekillerini, bağımsız aday olma, bir başka partide politikaya devam etme tabiî haklarından da mahrum etmişlerdir. İdamlıklar bile, hükmün gerekçesini asılmadan önce öğrenirlerken, dürüstlükleri, çalışkanlıkları ve başarılarıyla temayüz etmiş milletvekillerinin, verilmiş olan namus ve şeref sözlerine rağmen, haklarındaki siyaseten katil hükmünü bilmeleri en doğal haklarıydı.

"Küskün" denilen milletvekilleri, demokrasi tarihimizin hür milletvekilleri olarak anılacaktır. Bu millletvekillerini, birkaç ay daha maaş almak küçüklüğü içerisinde görenleri kınıyorum. Bu milletvekillerinin hepsi, meslek, iş güç sahibi, birkaç aylık maaşa tenezzül etmeyecek, onurlu insanlardır, içlerinden bir kısmı aday da olmamıştır. Bu milletvekillerini suçlayanlar, devlet sırtından köşe dönmek için sabırsızlanan mihraklardır. (FP sıralarından alkışlar)

Son sözüm şudur: "Bir ülkede, namuslu insanlar, lâakal namussuzlar kadar cesur olmadıkça, onlara hayat hakkı yoktur" diyen büyük devlet adamı, merhum İnönü'nün bu sözü, haksızlığa, keyfiliğe ve kokuşmuşluğa başkaldıran milletvekillerinin hareketlerine çok uymaktadır. (CHP sıralarından alkışlar)

Bu hareketi destekleyen, harekete destek veren milletvekillerini, partileri, grupları kutluyorum; demokrasimize ve milletimize hayırlı olsun. Gensorunun gündeme alınmasını yüce takdirlerinize sunuyorum.

Yüce Heyetinizi saygılarımla selamlıyorum. (FP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – Sayın Cin, teşekkür ediyorum efendim.

Gruplar adına, söz talebi yok mu efendim?

Efendim, gruplar adına, şu ana kadar söz talebi gelmedi. Tabiî, kura çekme şansım yok; remil atamam, fal tutamam.

Lütfen buyurunuz... Yok mu efendim?

Peki, o zaman, hükümeti bari çağırayım.

TURHAN GÜVEN (İçel) – Parti olarak gensoruyu isteyen arkadaşlarımız konuşsunlar.

BAŞKAN – Sayın Güven, zatıâlinize söylemiyorum; Genel Kurula arz ediyorum ki, sayın hükümeti davet edersem, hükümetten sonra gruplara söz verme imkânım yok.

Hükümeti davet edeceğim efendim.

LÜTFÜ ESENGÜN (Erzurum) – Sayın Başkan, Grubumuz adına, Mukadder Başeğmez konuşacaklardır efendim.

BAŞKAN – Sayın Mukadder Başeğmez Beyefendi, Fazilet Partisi Grubu görüşlerini arz ve ifade etmek üzere, buyurun. (FP sıralarından alkışlar)

FP GRUBU ADINA MUKADDER BAŞEĞMEZ (İstanbul) – Sayın Başkan, sayın milletvekilleri; hepinizi saygıyla selamlayarak sözlerime başlıyorum.

Bir gensoru münasebetiyle huzurunuzdayım. Bu gensoru gündeme alınsın mı alınmasın mı? Bu gensorunun maksadı ne, aslı ne, esası ne? Ne yapılmak isteniliyor?

Zihnimizi gerilere götürdüğümüz zaman, Avrupa'da derebeylikler vardı, Türkiye'de de beylikler vardı. Orada derebeyleri, biz de, işte, Dulkadıroğulları, Germiyanoğulları, Karamanoğulları, Akkoyunlular, Karakoyunlular... Sonra, Avrupa'da krallıklar kuruldu, biz de imparatorluk kurduk; hem büyük bir cihan imparatorluğu. İkinci Dünya Harbi öncesinde ve sonrasında Avrupalı devletler totaliter rejimlere geçtiler; Hitler Almanyası, Mussolini İtalyası, Stalin Rusyası... Onlar öyle bir devlet sistemi geliştirdiler ki, tek tip, tek model insan; tek tip, tek model millet... Devlet, emredecek millet yapacak... İdare edenler ve idare edilenler... Biz, imparatorluktan geçiş sürecinde, çok partili hayata geçmeden evvel, tekpartili dönemde, işte orada takıldık kaldık. Avrupa başka bir şeye geçti, çağdaş dünya, başka bir galakside âdeta. Onlar, bireysel özgürlükleri tartışıyor, bireysel özgürlükleri öne çıkarıyor; biz, hâlâ, toplum, millet özgür olsun mu olmasın mı; devlet, amir devlet olsun mu olmasın mı; devlet, milletin hizmetinde mi olsun, millet devletin hizmetinde mi; baskıcı bir devlet mi olsun, tek tip insan, yetiştiren bir devlet mi olsun, ona göre çalışan partiler, ona göre çalışan meclis mi olsun; yoksa, hür, demokratik, herkese özgürlük veren, bireysel özgürlükleri öne çıkaran demokraik bir sisteme mi kavuşalım... İşte, bugün, burada verilen mücadelenin adı budur. (FP sıralarından alkışlar)

Esasen, bu mücadele yeni başlamış değildir; bir zamanlar yasaklı olduğu dönemlerde Sayın Ecevit de verdi bu mücadeleyi, bir zamanlar yasaklı olduğu dönemlerde Sayın Demirel de verdi bu mücadeleyi. Esasen, 1950'den beri çırpınıyor Türkiye, nasıl olur da çağdaş, demokratik dünyanın arkasından yetişebiliriz diye.

Nedir gerçek demokrasi; halkın kendi kendini yönetmesi, halkın, kendi arzusuna göre yönetilmesi; tepeden inme emirlerle değil. Hükümetleri, halk indirsin, halk bindirsin. Milletvekillerini halk seçsin ve milletvekilleri, milleti temsilen hür iradeleriyle yasa yapsınlar . Yasalar, kapalı kapılar arkasında yapılacak tehdit ve şantajlarla yönlendirilmesin; millet, kendi iradesiyle kendi temsilcilerinin yaptığı yasalarla yönetilsin. (FP sıralarından "Bravo" sesleri, alkışlar)

Bazen, bu devlet-millet ayırımı bizi sakat mantıklara da götürüyor. Zaman zaman duyarsınız; "siz bunu oy avcılığı için yapıyorsunuz." Ne demek oy avcılığı; yani, bunu yaparsanız millet size oy verecek; dolayısıyla, milletin görüşüyle birleşmiş olacaksınız. Öyleyse, milletten size ne, milletin oyundan size ne; siz, tepeden inme, bildiğinizi yapın; ama, oy avcılığı yapmayın!.. Bu "avcılık" lafıyla oyun değeri düşürülmeye çalışılıyor. Halbuki, çağdaş demokrasilerde, bilhassa Amerika'da, oy her şeydir. Oy demek, vatandaş demektir, oy demek, millet demektir. Bunun için lobiler oluşuyor, kulisler yapılıyor, kampanyalar yapılıyor; ama, olsun, millet ne derse desin, siz, oy avcılığı için bu tür şeylere vesile olmayın!.. Bu, bizi, demokrasi noktasında, sakat, açmaz bir mantığa götürüyor.

Halka saygı, meclise saygıyı gerektirir değerli arkadaşlar, meclise saygıyı zorunlu kılar. Meclis, dışarıdan tehdit ve şantajlarla örselendiği, emir-komuta ile tehdit edildiği zaman, parlamentonun şahsında millete, milletin tamamına saygısızlık edilmiş olur. Demokratik rejimlerin buna tahammülü yoktur; millete ve milletin meclisine güç gösterisinde bulunulmasına tahammülü yoktur. O zaman demokrasiden söz edilemez. (FP sıralarından alkışlar)

Peki, Parlamentonun içinden çıkmış, demokrat kişiliği ve kimliğiyle şöhret bulmuş bir insanın, Sayın Başbakanın, Sayın Bülent Ecevit'in, Parlamentonun çoğunluğuna karşı mücadele etmesine ne demeli!.. Daha dün burada 268 kişi vardı. Bu, Parlamentonun çoğunluğu demektir. Parlamentonun çoğunluğuna "sivil darbeciler" demesine ne demeli!.. Bu, millete, milletin Meclisine, Meclisin çoğunluğuna karşı direnmekten başka bir şey değildir. (FP sıralarından alkışlar) Zaten, 59 kişiyle yarım yamalak, fakir fukara bir hükümet olmuşsun, Parlamentonun çoğunluğunun karşısında bu direnişin gereği var mı?!  (FP sıralarından alkışlar)

Parlamentonun çalışmasını, dolayısıyla, Türkiye'nin yararına olacak hizmetlerin yapılmasını hiç kimse engellememelidir. Eğer engellerse, Sayın Ecevit'in, 1995 yılında Anayasa Mahkemesine başvurmuş olduğu gibi, anayasal suç işlemiş olur. Asıl, işte, o zaman sivil darbe olur; asıl, o zaman Parlamento kilitlenmiş olur.

Daha bir iki hafta evvel olağanüstü gelişmeler oluyor "imkân olsa Meclisi toplayıp enine boyuna tartışmamız, pişmanlık yasasını, diğer yasaları görüşmemiz gerekir" diyen Ecevit, "haydi öyleyse, toplandı Meclis, gel" dediğimiz zaman buralarda bulamıyoruz. Ya İçtüzük oyunlarıyla engelliyor ya da kaçıyor. Hayır, kaçamazsınız, dün kaçtınız, bugün yakaladık ensenizden, bugün konuşuyoruz. (FP sıralarından alkışlar)

Türkiye toprakları üzerinde uzay savaşları cereyan ediyor; yani, Türkiye Büyük Millet Meclisinin değerli üyeleri, senin topraklarının üzerinden, her gün uçaklar kalkıyor, gidiyor senin petrol boru hattını bombalıyor. Bu konuda, hiç ilgilenme, bilgilenme ihtiyacı yok mudur, diyecek sözünüz yok mudur, soracak sorunuz yok mudur? Bu konularda milletin ve Millet Meclisinin bileceği, soracağı, söyleyeceği elbet çok şey vardır; ama, hükümet "ne yapayım, edeyim, bana, sağın büyük partileri Anavatan Partisi ve Doğru Yol Partisi, hiçbir şey yapmamak üzere, muktedir olmamak üzere bir iktidar verdiler; hazır, seçimlere kadar sessiz, sakin, elim, yüzüm temizken gideyim" diyor; ama, olmaz!.. Hükümetsiniz, Başbakansınız, önemli mevkiler işgal ediyorsunuz; geleceksiniz, bilgi vereceksiniz, hesap vereceksiniz...

Sayın Ecevit, 1987 yılında -çok konuşuldu; ama, gerek milletimiz iyi anlasın diye gerekse tekraren önemli olduğu için beyan ediyorum- Meclisi toplamak istedi; o zamanki Meclis Başkanı "Bu, bir hakkın suiistimalidir" dedi, reddetti; onun üzerine, alabildiğine tepki gösterdi "bu bir sivil darbedir" dedi. Yani, Meclis toplanmazsa sivil darbe oluyor.

1995 yılında, "bu seçimlere gidemeyiz; yapılacak daha bir sürü yasalar var, bu yasalar yapılmadan gidilecek bir seçim -anayasaya uyum yasaları, siyasî partiler yasası- Anayasaya aykırıdır" diye Anayasa Mahkemesine dava açtı. Hem de seçimlere 19 gün kala "Bu seçimleri iptal edelim, şu yasaları yapalım" dedi.

Bugün, 1999 yılındayız "Parlamentoyu toplayalım, şu yasaları yapalım, doğru dürüst seçim yapalım" diyen arkadaşlara karşı "siz, sivil darbe yapıyorsunuz" diyor. Türkiye'de siyaset adamlarının "darbe" lafını bu kadar kafasına takmasını anlayamıyorum. Bu, demokrasiye alışamadığımızdan, ısınamadığımızdan kaynaklanıyor herhalde. (FP sıralarından "Bravo" sesleri, alkışlar) Efendim, o zaman öyleydi, zaman yoktu... Ondan, bugüne Anayasa Mahkemesine açılan davalar, yapılan itirazlar konusunda, yani bu yasa yapmalar konusunda neredeydiniz?! Son üç yıldır, Sayın Ecevit ya Başbakan Yardımcısı ya hükümet ortağı ya da bugün olduğu gibi Başbakan, acaba bu konuda en küçük bir gayreti olmuş mu? Şimdi, "seçime gideceğiz" diyor, gidelim. Gidelim de değerli arkadaşlar, seçilen insanların güvencesi yoksa, her gün seçim yapsak neye yarar... (FP sıralarından alkışlar) Siyasî partilerin güvencesi yoksa, her gün parti kursak, Türkiye'nin en büyük partisi olsak neye yarar... Yani, asılacak adamlar mı seçiyoruz biz bu seçimlerde... Daha dün Başbakan olan Sayın Erbakan nerede; seçimle gelmemiş miydi buraya... Belediye Başkanlarımız seçimle gelmemiş miydi... Demek ki, hukukî ve demokratik altyapısı oluşmamış bir seçim, dostlar alışverişte görsün seçimidir; öyle seçimler Suriye'de de yapılıyor. (FP sıralarından "Bravo" sesleri, alkışlar)

Şimdi nasıl bir ortamda seçime gidiyoruz; savcılar, ellerinde idam sehpalarıyla koşuşturuyor; şunu asacağım, bunu keseceğim... Siyaset adamları tehdit altında. Sayın Başbakan, yargı güvencesi altında yapılması gereken bir seçimi, Ecevit güvencesi altında yapacak! Valilere, kaymakamlara talimat veriyor: "Tez bunları takip edin." (FP sıralarından alkışlar)

Size soruyorum... Milletvekili olarak yaptığınız meydan konuşmalarında, kahvehane konuşmalarında, seçmenin huzurunda, siz zannediyorsunuz ki, bir televizyondan gelmiş; yatıyor, kalkıyor, çekiyor sizi, konuşuyorsunuz. Benim başımdan çok geçti. "Kim bu kamera, hangi televizyondan?" dediğimde, "polis kamerası efendim" deniliyor. Siz, bunu, demokratik ahlakanıza sığdırabiliyor musunuz?  Genelge üstüne genelge... (FP sıralarından alkışlar)

ÇETİN BİLGİR (Kars) – Niye gocunuyorsunuz, polisten mi kaçıyorsunuz?

M. HADİ DİLEKÇİ (Kastamonu) – Sizin korkunuz ne, neden çekiniyorsunuz?

MUKADDER BAŞEĞMEZ (Devamla) – Sizin mantığınız buysa, ben hiçbir şey diyemem. Siyaset adamlarını kamerayla takip edip, ondan sonra, o bantları DGM'lere gönderip, insanları fişlemek, belki seçimden alıkoymak, bunlar, açık, demokratik, şeffaf bir rejimdir diyorsanız, hiçbir şey diyemem! Beyler, o zaman, verin elimize kâğıdı, verin elimize birer yazılı metin, onları okuyarak dolaşalım; hiçbirimizin birbirinden farkı olmasın... (FP sıralarından "Bravo" sesleri, alkışlar)

Saygıdeğer milletvekilleri, işin şakası yok. Bir ülkede, konuşmak suçsa, düşünmek suçsa, ifade etmek suçsa, bir mısralık şiir okumak suçsa, insanların hayatı boyunca siyasetten men'ini gerektiriyorsa, hatta, şair Başbakan Bülent Ecevit "bu, benim içime sinmedi, bana ağır geldi" diyebiliyorsa uygulanan yasalara, bu yasaların değiştirilmesi lazım, madem içinize sinmedi, içinize sinecek şekilde bu işi düzeltelim diyorsak, bu, ne kadar güzel, Türkiye'nin önünü açmaz mı...

Demokrasilerde, insanlar, böyle polis kameralarının önünde homurdanmaz. Demokrasilerde, insanlar, belki sarsacak, belki şok edecek, belki ters gelecek şeyleri de söylemelidir. Demokrasilerde, insanlar, haykırmalıdır, söylenmemelidir, mırıldanmamalıdır ve yarın başıma ne iş gelecek diye de düşünmemelidir.

YÜCEL SEÇKİNER (Ankara) – Bak, kürsü burada, istediğini konuş! (FP sıralarından gürültüler)

MUKADDER BAŞEĞMEZ (Devamla) – Konuşuyorum... Bir dakika...

YÜCEL SEÇKİNER (Ankara) – Kürsü burada, serbestçe istediğini konuş!

MUKADDER BAŞEĞMEZ (Devamla) – Burada bile fazla görüyorsunuz; herkes milletvekili olamaz; bir.

Bir de, Meclis kürsüsünde de mi kayıt koyacaksınız, kısıtlama koyacaksınız? Ne yapalım?..

Bakın, çağın neresindeyiz, hep çağdaşlıktan söz edenlere soruyorum: Hızır Paşa, şiir okudu diye Pir Sultan Abdal'ı astı. Tayyip Erdoğan şiir okudu diye, 26'sında zindana girecek. 13 üncü Yüzyıldan bugüne, şiir okumak, söz söylemek, ifade hürriyetinde bulunmak noktasında, bu Türkiye'de hiç mi bir gelişme olmadı Allahaşkına?! (FP sıralarından "Bravo" sesleri, alkışlar)

Bunlar, bizim, doğrudan, ekmeğimizle aşımızla ilgili hadiselerdir. Bunlar, bu ülkenin kârıyla zararıyla ilgili, millî geliriyle ilgili, bütçesiyle ilgili, borcuyla derdiyle ilgili, yatırımlarıyla ilgili, yabancı sermayenin Türkiye'ye akışıyla ilgili meselelerdir. Eğer baskıcı rejimler hayır getirseydi, olağanüstü ekonomik imkânlarına rağmen, Rusya, bugün dünyanın devi olurdu. O baskı rejimi bir kalktı; baktık ki, çürüyor; bugün, aç, sefil, perişan... Oradaki kriz bize vuruyor dalga dalga; ama, hür insanlar ülkesi olan yerlerde, gerçekten demokrasinin uygulandığı yerlerde maden de iyi işleniyor; çünkü, kafa iyi işliyor; çünkü, karşıt görüşler iyi tartışılıyor; çünkü, insanlar yanlış konuşmaktan, yanlış fikir üretmekten de korkmuyor; yanlışlar, belki doğruları çıkarır orta yere. Onun için, eğer hayır gelseydi baskıcı rejimlerden, sıkı rejimlerden, Rusya'ya hayır gelirdi.

Bugün, biz, layık olduğumuz mevkide değilsek, bir haftada 1 katrilyon lira iç borçlanma zorunda kalıyorsak, insanlarımız tiyatro kuyruğu yerine ucuz ekmek kuyruğunun peşine düşüyorsa, bilin ki, beyinlerimizin prangaya vurulmuş olmasındandır, şairlerimizi, ediplerimizi, hatiplerimizi, siyaset adamlarımızı, romancılarımızı, filmcilerimizi, saz çalan, türkü söyleyen insanlarımızı bile hapishanenin yolundan geçirdiğimiz içindir. (FP sıralarından "Bravo" sesleri, alkışlar) Böyle bir ülkede, Nobel ödülü alan bir romancı yetişmez, böyle bir ülkede Oscar ödülü alan bir filmci yetişmez; dünyası dardır, düşünemez ki, korkar...

İşte, şimdi, daha bugün, gazetelerdeki haber, hemen okuyayım: "Ankara Devlet Güvenlik Mahkemesi Savcısı Nuh Mete Yüksel, Fazilet Partisi Lideri Recai Kutan'ın, Ziya Gökalp'in, Recep Tayyip Erdoğan'a siyaset yasağı getiren şiirinden bir mısra okuyarak yaptığı konuşma hakkındaki incelemesini tamamladı. Yüksel, Kutan hakkında, Türk Ceza Kanununun 312/2 nci maddesindeki 'halkı kin ve düşmanlığa tahrikten' yargılanması için fezleke düzenlemeyecek; ancak, Fazilet Partisinin kapatılması için Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığına yapacağı suç duyurusunda, Kutan'ın bir mısralık şiirli konuşmasına da yer verecek."

ABDULKADİR ÖNCEL (Şanlıurfa) – Ne güzel demokrasi!..

MUKADDER BAŞEĞMEZ (Devamla) – Demokratik Sol Partinin Sayın Genel Başkanına... (FP sıralarından "Şair... Şair..." sesleri) ...şaire, Başbakana ithaf ediyorum: Bu ağırlığı, sizin beyaz güvercininizin kanatları taşıyabilecek mi?!. (FP sıralarından "Bravo" sesleri, alkışlar)

Efendim, benzine zam yapıyorsunuz haftada iki kez, bu, küskünlerin yüzünden; borsa düşüyor, küskünlerin yüzünden; faizler çıkıyor, küskünlerin yüzünden!.. Milleti kandıramazsınız, işin aslı öyle değil. Türkiye'nin toplam iç borcu 32 milyar dolar...

M. HADİ DİLEKÇİ (Kastamonu) – Bu borcu kim yaptı? Yapanlar kim?

MUKADDER BAŞEĞMEZ (Devamla) – Ben yaptım, ben ödeyeceğim... Babam yapmadı herhalde...

Şu kötü borç yönetimine bakın. İşte, ekimde, kasımda seçime gideriz diye hesap edilmiş, kötü yönetim, beceriksiz yönetim bizi ne hale getirmiş. Borcun yarısını mart ve nisan ayına, 17 milyar doları bu aylara sıkıştırmış. Yalnız bu önümüzdeki hafta 3 milyar dolarlık; yani, 1 katrilyonluk iç borçlanma yapacağız, bu ay içerisinde 17 milyar dolarlık içborç döndürmesi yapacağız. Tabiî, faizler patlar, borsalar çatlar. Ama, küskünlere kes faturayı!.. Hayır, bunun hesabını burada vereceksiniz. Ekonomiyi de kötü yönetiyorsunuz. Bunun hesabını da vermek zorundasınız. (FP sıralarından alkışlar)

Değerli arkadaşlar, Türkiye'de, evet, bir seçim sathı mailine girdik; ama, sözlerimin başında ifade ettiğim gibi, eğer, seçilen insanların, seçilmiş insanların garantisi yoksa, gerçek anlamda hukukî ve demokratik altyapısı hazırlanmamışsa, hele, seçime gidilirken, genel başkanlar kendilerini kral hissetmişler de, tırpanlamışlarsa ülkenin en gözde siyaset adamlarını, bu seçimden hayır çıkmaz. Daha doğru dürüst, daha düzgün, daha hukukî, daha adaletli, daha demokratik seçimler yapmalıyız; ama, buna gitmeden evvel, biz, demokratik altyapıyı, hukukî altyapıyı ne yapıp edip yapmalıyız; Türkiye'nin önünü açarız, Türkiye'nin geleceğinin önünü açarız. "Hayır efendim, yapmayacağız" diye diretiyorsunuz, "sizin maksadınız, Erbakan'ı; işte, Erdoğan'ı kurtarmaktır..." Olur, evet... Biz, siyaset meydanlarına gittiğimiz zaman yarın, siz deyin ki... Siz, Konya'ya, Trabzon'a, Erzurum'a, Rize'ye; Edirne'den Kars'a kadar siyaset meydanlarına, halkın karşısına çıkın "bakın, gördünüz mü nasıl da engelledik, nasıl da bu ülkenin en gözde belediye başkanlarını, en gözde siyaset adamlarını hapislere tıktık da geliyoruz" deyin, biz de "biz, onları kurtarmak için, elimizden geleni, Türkiye'nin fikir ve siyaset adamlarını kurtarmak için, Türkiye'nin fikir hürriyeti yönünden önünü açmak için elimizden gelen gayreti gösterdik de geliyoruz" diyelim. Bakalım, siz, halkın o istihza dolu bakışlarından nasıl kurtulacaksınız? (FP sıralarından "Bravo" sesleri, alkışlar)

Sözlerimi toparlıyorum. Uzun boylu, meseleleri tartışmaya gerek yok. Türkiye'nin, medenî ülkelerdeki yerini almak mecburiyeti vardır; Türkiye'nin, uygar dünyadaki şerefli yerini almak mecburiyeti vardır. İtilerek, kakılarak seçime gidilmez; kanunlar, öyle, tehditle, şantajla yapılmaz. Hür iradesiyle ilk defa Meclisin önüne bir şans çıktı. 268 kişi var burada; öyle, 50 tane, 100 tane küskün filan değil. Bunlara "küskün" demeyi de, ben, şahsen doğru bulmuyorum; belki, geleceğin demokratik yolunu açan demokratik bir toplulukla karşı karşıyayız. Bu fırsattan hep beraber istifade edelim, Parlamentonun bugünkü fırsatını Parlamento değerlendirsin, yasaları yapalım, seçime de gideceksek gidelim, erteleyeceksek de erteleyelim; ama, hayırlı bir yapalım diyor; hepinize sevgiler, saygılar sunuyorum. (FP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – Sayın Başeğmez, teşekkür ediyorum.

Cumhuriyet Halk Partisi Grubunun görüşlerini ifade etmek üzere, İstanbul Milletvekili Sayın Altan Öymen.

Efendim, başka söz talebi varsa, kayda alalım.

MEHMET GÖZLÜKAYA (Denizli) – Turhan Güven Sayın Başkan.

M. ERDOĞAN YETENÇ (Manisa) – Grup adına mı konuşuyor; Grubun kararı mı var?!. Hangi grup adına konuşuyor, anlamadım!

BAŞKAN – Efendim, Sayın Öymen'in grup adına konuşma yapacağı hususunda Sayın Grup Başkanvekilimizin yazılı talebi var. O sebeple, biz, Sayın Öymen'i davet ettik.

Sayın Öymen, buyurun efendim. (CHP sıralarından alkışlar)

CHP GRUBU ADINA ALTAN ÖYMEN (İstanbul) – Teşekkür ederim.

Sayın Başkan, sayın arkadaşlarım; görüşmekte olduğumuz gensoru önergesiyle ilgili olarak, Cumhuriyet Halk Partisi Meclis Grubunun görüşlerini açıklamak üzere, Cumhuriyet Halk Partisi Grup Başkanvekili tarafından verilen görevi yerine getirmek üzere huzurunuza çıktım; hepinizi, saygıyla, sevgiyle selamlarım. (CHP sıralarından alkışlar)

Bundan önce konuşan arkadaşlarımız verilen gensoru önergesiyle ilgili açıklamalar yaptılar; gerçekten de enteresan şeyler söylediler, güzel şeyler söylediler demokrasi adına. Demokrasimizin birçok eksiği olduğu muhakkaktır; bu eksiklerin giderilmesi için bu yasama döneminde de, daha önceki yasama dönemlerinde olduğu gibi, Cumhuriyet Halk Partisi, elinden gelen her şeyi yapmıştır. Geçen dönemde çıkan demokratikleşme yasalarının üstüne, Ceza Muhakemeleri Usulü Kanunu değişikliği dahil, bu sefer de, ne kadar burada görüşülen konu varsa, Cumhuriyet Halk Partili milletvekillerinin, Meclise, bu konuda yasa teklifi vermiş olmaları bir vakıadır; fakat, bütün bu yasama döneminin geçtiğimiz ayları gözümüzün önünde; bunları görüşmek, bazen bir partimizin, bazen öteki partimizin, bazen üç partimizin, bazen iktidardaki hükümetin istememesi yüzünden bir türlü gerçekleşemedi. Burada, eğer, geçmişe dönük olarak bakarsak, burada, dört partinin hepsi, aşağı yukarı iktidarda bulundu. Refahyol Hükümeti zamanında arkadaşlarımızın önünde epey bir zaman vardı; ben, herhangi bir demokratikleşme adımının atıldığını hiç hatırlamıyorum. Tam tersine -burada tasarılar görüşülmüştür; mesela, birini çok iyi hatırlıyorum- bir gazeteci arkadaşımızın -Işık Yurtçu'nun- cezasıyla ilgili bir yasa teklifi burada vardı; eğer, bir maddesine bir ilave yapılsaydı, bunun kapsamı çok daha genişleyecekti, birçok düşünce suçlusu cezaevinden kurtulacaktı yahut hakkında soruşturma yapılmasından kurtulacaktı. Bunu önerdiğimiz zaman buna mukavemet, diğer gruplardaki arkadaşlarımızdan geldi.

Daha hatırlayalım... O zamanın Sayın Başbakanı, Refahyol Hükümetinin Başbakanı, bu kürsüde ilk konuşmasını yaptığı zaman demişti ki: "Basın, bize karşı şimdi eleştiriler falan yöneltiyor; bakın, biz hele bir iktidar olalım, onları nasıl dize getireceğiz." Öyle başlamıştı... Arkadan birtakım yasa teklifleri falan getirildi "yalan haber" namı altında. Bunları yaşadık. Yani, demokratikleşme yolunda ileri gidilmesi için Refahyol zamanında bir şey görmedik, daha önceki hükümet zamanında da... Gerçi, bazı tasarılar geldi buraya; fakat, onlar da, bir türlü -Meclisin gündemine girse bile- burada görüşülemedi.

ABDULHALUK MUTLU (Bitlis) – Siz yapın efendim.

ALTAN ÖYMEN (Devamla) – Şimdi, evet; ama, hükümetin -biliyorsunuz- inisiyatifi burada çok önemli.

Şimdi, verilmiş olan gensoru önergesiyle ilgili konuşmalarda, gerçekten, demokrasimizin eksikleri, lider sultası... Bütün bu konularda konuşuldu; fakat, önerge metnine baktığımızda, bunların hiçbirisi yok. Önerge metninin özeti şu: Deniliyor ki, Başbakan, bu girişime, Meclisin toplanması girişimine, bir konuşmasında "sivil darbe" dedi. Bu, doğru bir şey değildir; öyleyse, hükümeti düşürelim. Özeti bu kadar.

Şimdi, maalesef, bu "sivil darbe", "darbe" kelimeleri, siyasî hayatımızda çok kullanılır bir hale geldi çeşitli sebepler dolayısıyla. Burada konuşan arkadaşımız Halil Cin Bey de, bu sefer "bu hükümet asıl darbecidir" dedi; daha önceki birleşimde konuşan arkadaşımız Sayın Çapoğlu, o da buna hücum etti, cevap verdi Sayın Başbakana. Yani, birisi ona "darbeci sensin" diyor, öteki de ona "sen darbecisin" diyor, bir polemik konusu oluyor. İyi de, böyle polemik konusu yapılan şeylerin, siyasetçilerin birbirleri hakkında söyledikleri şeylerin bir gensoru nedeni olduğunu ben ilk defa görüyorum. (ANAP ve DSP sıralarından alkışlar) Yani, gensoru nasıl olur; cevap verdiniz işte; hatta, daha fazla cevap verdiniz; Mukadder Bey de cevap verdi, Ali Bey de cevap verdi.

Şimdi, gensorunun, bir kere, ciddî bir temele dayanması lazım; ya hükümetin icraatı, gerçekten, memlekette birtakım meseleler çıkaracak ya ekonomik durumun kötülüğü hakkındaki bulgular bir araya getirilecek veya  ihaleye fesat karıştırma gibi birtakım hadiseler ortaya çıkacak, iddialar ortaya çıkacak... Bunlar dolayısıyla hükümet burada gensoruya muhatap olabilir. Bu gensoru kabul edilirse de, hükümet düşer; ama, burada, böyle bir gerekçeyle, işte, bize şöyle dedi, öyleyse hükümeti düşürelim gerekçesiyle gensoruyu kabul etmek bize mantıkî gelmemektedir.

Esasen, burada, bu gensoru önergesinin altında Cumhuriyet Halk Partisine mensup hiçbir arkadaşımızın da imzası yoktur.

 Ayrıca, seçimler fevkalade yaklaşmıştır; aşağı yukarı otuz gün sonra seçimler yapılacak. Unutmamak lazım ki, 25 Martta da seçim fiilen başlıyor; çünkü, yurt dışından gelen vatandaşlarımızın oy kullanması başlıyor.

Bu gensoru önergesiyle ne isteniliyor? Daha doğrusu, gensoru önergesiyle, geçen cumadan, cumartesiden beri geçirdiğimiz aşamalarla ne hedefleniyor onu da, biz, tam anlayabilmiş değiliz.

Malumâliniz olduğu üzere, cumartesi günü burada toplandık bir genel görüşme önergesini görüşmek için. Genel görüşme önergesinde özetle deniliyordu ki: "Bölücü örgütün başının yakalanmasından sonra yeni bir durum ortaya çıkmıştır. Bu durum karşısında, işte, bize dışarıdan komplolar yönelmektedir. Bu komplolara karşı tedbir almak için ve aynı zamanda, demokratikleşmek yolunda bazı adımlar atmak için bir genel görüşme yapmamız zorunludur." "Zorunlu" ne demek; zarurîdir, mutlaka yapılmalıdır; başka çare yok demektir. Bu geldi, burada görüşüldü, uzun tartışmalar oldu; tartışmaların sonunda, bazı arkadaşlar dediler ki: "Açılmasın, şimdi, seçime gidiyoruz." Bazı arkadaşlar "hayır, zorunludur" demekte ısrar ettiler. Netice oylamaya gidildi. Aa, hayretler içinde bir baktık ki "genel görüşme açılması zarurîdir" diyen arkadaşlarımız, hep birlikte "hayır, açılmasın bu genel görüşme" diye oy verdiler. 

Şimdi, bunun anlamı nedir; "anlamı nedir" deyince "taktik" diyorlar; ama, böyle taktik de, Meclisimizde çok az görülmüş bir taktiktir.

ÜLKÜ GÜNEY (Bayburt) – Öyle bir şey olur mu?!

ALTAN ÖYMEN (Devamla) – Dahası var; aynı oturumda dediler ki: "Bu genel görüşme, mutlaka, zarurîdir, kabul edilmelidir; gününü de hemen belirleyelim; hatta, genel görüşme kabul edilmeden belirleyelim; salı günü görüşelim." O da çok tartışıldı...

ÜLKÜ GÜNEY (Bayburt) –Aynı oturumda... Altan Bey, aynı oturumda...

ALTAN ÖYMEN (Devamla) – Yani, denildi ki: "Bu genel görüşme, daha kabul edilmedi ki, gününü belirleyelim." "Hayır, önceden belirleyelim, çok önemlidir; çünkü, zarurîdir..." Peki; o da belirlendi; salı günü görüşülecekti; tabiî, genel görüşme reddedilince, o da görüşülmedi. Bu sefer, ikinci bir girişimde bulunuldu; salı günü, onu görüşmeyelim, başka kanunları görüşelim; çarşamba, perşembe günü de üç kanunu görüşelim; yani, birincisi, Pişmanlık Yasası, ikincisi, Siyasî Partiler Kanunu, üçüncü olarak da, Türk Ceza Kanununun 312 nci maddesi... Peki; yani, herkes, buna, taraftar değil; ama, bu da bir girişim; tabiî, yasal bir girişim, yasalara uygun bir girişim. Ayrıca, şunu belirtmek isterim: Bütün bunlar da yasalara uygundur. Yasalara uygun, Anayasaya uygun, İçtüzüğe uygundur bütün bu girişimler; fakat, İçtüzüğe uygun olan her şey, mantığa ve akla uygun değildir; doğru değildir, onu, biz belirtmeye çalışıyoruz. Neyse... Çarşamba, perşembe günü için bu üç kanun görüşülecek derken, dün -hep birlikte yaşadık- bu sefer, birden bire, hiç beklenmedik bir şekilde, altına, bir de bu gensoru eklendi.

Şimdi, gensoru ne demek; gensoru "bu hükümeti düşürmek istiyorum" demek netice itibariyle; ama, üç kanunun görüşülmesini istiyorsunuz; gensoru verildikten sonra, o üç kanunun görüşülmesi güçleşir; hatta, büsbütün imkânsızlaşır. Hükümeti düşürürseniz, malum, İçtüzüğün -yanlış hatırlamıyorsam- 78 inci maddesine göre, burada, hükümet düştüğü zaman yahut herhangi bir sebeple ayrıldığı zaman, hiçbir kanun görüşülmez Anayasa ve İçtüzükten başka. Demek ki, bu üç kanun, eğer hükümet düşerse görüşülemeyecek. Bunlar da, öyle bir günde falan bitecek işler değil; sadece Siyasî Partiler Kanununun 28'e yakın maddesi var geçici maddeleriyle birlikte; diğerleri de tartışmalı kanunlar.

Peki, düşürmeden araya sıkıştırırız... Değil mi; o da olabilir. Onun için, zaten, Meclisin çalışma süresini uzatıp, çalışmaları cumaya, cumartesiye aktardık dünkü önerinizle... Araya sıkıştıralım, peki de, hükümetle, böyle, tam karşı karşıya geldiğiniz zaman, hükümet de kendi engelleme metotlarını uyguladığı zaman, zaten bu kanunların görüşülmesi imkânsızlaşır; yani, hükümet gitmeden önce, düşmeden önce... Orada da, 88 inci madde var. Zaten diyorlar arkadaşlarımız, gazetelere de geçmiş haberler "bu kanunlar buraya gelirse, ben, bunu geri alırım hini hacette..." Çünkü, böyle bir yetkisi var 88 inci maddede; ya hükümet ya komisyon, bir defaya mahsus olmak üzere görüşülecek kanunu geri alır. Yani, hükümet hakkında bu gensoru yürüyecek -biz salı günü mü görüşeceğiz, ne zaman görüşeceksek- salı gününe kadar görüşelim bu kanunları dediğimiz sırada, bunları da görüşmemiz imkânsızlaşacak bu tutum devam ettiği takdirde. O zaman ne istiyoruz; ya bu kanunların görüşülmesini istiyorsak kanunlarla yetinmeliydik yahut da hükümeti düşürmek istiyorsak hükümet hakkında gensoru vermeliydik.

Arkadaşlar, bütün bunlar çelişki, baştan itibaren çelişki... Ben, terörle mücadele için genel görüşme istiyorum; sonra, aynı gün, beş dakika önce savunduğum bu fikrin tam aksine oy veriyorum; çelişki değil mi?! Bunun arkasından, salı günü görüşülsün istiyorum genel görüşme; hayır, genel görüşme salı günü görüşülmesin, başka kanunları görüşeyim, çarşamba günü, perşembe günü...

Şimdi, bu çelişkilerin içinde; yani, bu konuların, bizim anlamamız güç olan bu konuların vatandaşça anlaşılması nasıl mümkün; ben onu merak ediyorum.

Netice -bunu baştan söyleyeyim ve devam edeyim- Cumhuriyet Halk Partisi, bu gensoru önergesine, gensoru önergesinin gündeme alınmasına "kabul" oyu elbette vermeyecektir; çünkü, bunu, belirttiğim nedenlerle, yersiz ve geçersiz saymaktadır. Bunun reddedilmesi gerektiğine kanidir "ret" oyu verecektir.

Bu belirttiğim çelişkilerin ışığında bir noktaya daha işaret etmek isterim. Bir de, tabiî, bu değişik amaçların bir araya gelmesiyle oluşan siyasî hareketin bir aşaması da seçimleri erteletmek oluyor ister istemez; zaten, bu, açıkça söyleniliyor. Bir de, şimdiye kadar gelen sürecin sonucu olarak, seçimlerin ertelenmesi de zaten zarurî hale geliyor. Yani, önümüzde -seçim başlıyor- bayram var; arkasından, seçime doğru gidilirken, bütün bu istenilen şeylerin olması mümkün değil. Hükümet düşerse eğer, yenisinin kurulması falan... Nasıl gidilecek! Onun için de belki bir girişimde bulunacak arkadaşlarımız; ama, seçimlerin ertelenmesinin de, hele bu aşamadan sonra hiçbir mantıkî yanı olmadığı açık.

Bu noktada da Cumhuriyet Halk Partisinin görüşü baştan beri belli. Zaten, Genel Başkan Deniz Baykal ve diğer parti sözcüleri bu konuda müteaddit beyanlarda bulundular. Seçimlerin ertelenmesine hiçbir şekilde taraftar olmadıklarını belirttiler. Geçen cumartesi günü burada da zaten arkadaşlarımızın bir kısmı vardı, ben de kalktım bir konuşma yaptım. Şahsım adına konuşmakla birlikte, Cumhuriyet Halk Partililerden biriydim ve bazı arkadaşlarımla birlikte biz de o yönde oy kullandık; ama, bir sıkıntımız var; bunu, bazı arkadaşlarımıza bir türlü anlatamıyoruz. Tam bu beyanları biz yaptıktan sonra, Genel Başkanımızdan diğer parti sözcülerimize kadar, diğer milletvekillerimize kadar, ben dahil, burada açık açık, seçimlerin ertelenmesi hareketine tavır aldığımız gün, Sayın Başbakan, verdiği demeçlerde "Cumhuriyet Halk Partisi, acaba, seçimlerin ertelenmesini mi istiyor" gibi sözler söyledi. Burada, herkesin gözü önünde olan şeyler!..

Onun için, tekrar tekrar vurguluyorum. Biz, bu hükümet için verilen gensoru önergesini reddetmekten yanayız; seçimlerin ertelenmesine ise karşıyız. Biz, bir an önce, bu memleketin, seçimler yoluyla istikrarlı bir idareye yeniden kavuşmasından yanayız.

Gensoru önergesinin görüşülmesinin öngörüşmelerinin oylamasında -şimdi, Başkan, nasıl bir oylama metodu kullanacak, bilmiyorum- normal olarak, işaret oyu kullandıracaksa, şu noktaya işaret etmeyi bir kere daha istiyorum, yerimden de çok defa bunu belirtmeye çalıştım: İşaret oyunun karşılığı, elektronik oylamayla yapılan oylama değildir. Oylama çeşitleri bizim İçtüzüğümüzün 139 uncu maddesinde belirtilmiştir: İşaretle oylama birincisi, diğerleri ise açık oylama ve gizli oylama... İşaretle oylama, el kaldırarak yapılır; anlaşamama halinde, işte, ayağa kalkılır; usulleri, hem 139 uncu maddede hem de müteaddit maddelerde belirtilmiştir; yani, yarı açık bir oylamadır. Herkes, ismini açık açık belli etmez, açık oylamadaki gibi kâğıtlara yazmaz yahut "evet-hayır" demez; ama, herkes birbirine baktığı zaman kimin ne şekilde oy kullandığını görür; bu, görülecektir.

Şimdi, halbuki, Başkanlık Divanının bir zamandan beri yaptığı yanlış uygulamayla, şöyle bir durum ortaya çıkıyor: Bu, bir gizli oylama haline geliyor; kimin nereye oy verdiği belli  değil. Sayın Başkana bu konudaki maruzatımı bir kere daha tekrarlamak isterim; çünkü, burada Anayasaya bir aykırılık vardır. Anayasanın 95 inci maddesi der ki, Türkiye Büyük Millet Meclisi kendi görüşmelerini, kendi yaptığı İçtüzüğe göre yönetir; İçtüzükte de bu oylama şekilleri, etrafıyla belirtilmiştir. Kendi yaptığı İçtüzük dışında, Başkanlık Divanının, öyle, aldığı bir kararın uygulanışıyla yönetir kendisini demez. Yani, bu hadise, yarın Anayasa Mahkemesine bir müracaat konusu da olabilir.

Değerli arkadaşlarım, geçen cumartesi günü de belirttiğim bir noktayı bir kere daha kısaca vurgulamak istiyorum. Kamuoyunda "küskünler girişimi" diye  adlandırılan, benim hep "imzacılar girişimi"diye adlandırmaya çalıştığım bu girişimin temelinde, elbette ki, birçok iyiniyet vardır. Tanıdığımız arkadaşlarımız vardır; bazı kanunlar çıksın, onlar da istiyorlar; bu, doğru; fakat, bu girişimle elde edilecek sonucun Meclisimize hiç de fayda getirmeyeceği bellidir. Bu Meclisin bu yasama dönemi maalesef, birçok taktikle, çelişkiyle, çifte standartlıkla  doludur; bunun birçok örneği yaşanmıştır. Bunlardan en ciddî olanları, bazı partilerimizin birbirini aklama metotlarıdır. Ta Refahyol dönemi öncesinden başlayan hadiseler hepimizin hatırındadır. Gerçi, "hafızai beşer nisyan ile malüldür" derler; yani, "unutma hastalığıyla biraz sakattır" derler; ama, çok da vakit geçmedi. Buraya, o zamanki bir partinin genel başkanı hakkında soruşturma önergeleri verildi; bu soruşturma önergelerinde en ağır ithamlar buradan yapıldı. Sonradan, o soruşturma önergelerinin muhatabı olan partinin başkanı bu kürsüye geldi dedi ki "bana olmayacak şeyler öneriyorlar 'benimle işbirliği yaparsan, seni sütten çıkmış akkaşık haline getiririm' diyorlar -bunlar hep zabıtlarda var- ama, ben bunu kabul etmedim" dedi. Ondan sonra, bir gün baktık, bu iki parti arasındaki işbirliği gerçekleşti. Hükümet kuruldu, Sayın Erbakan Başbakan oldu, o hükümeti yaşadık ve sonra, o soruşturma önergelerini verenler, bir süre sonra, komisyonlarda, yaptıklarının ne kadar yanlış olduğunu ikrar  eden imzalar verdiler. Tabiî, o arada, Doğru Yol Partisi tarafından da Refah Partisi Başkanı hakkında mal varlığı vergisiyle ilgili soruşturma önergeleri verilmişti, onlar da, yani, Doğru Yol Partililer de komisyonda Sayın Erbakan'ı  akladılar ; bu, işin birinci perdesi.

İkinci perdesi; bundan önceki hükümet kuruldu, 55 inci hükümet kuruldu. 55 inci hükümette de, o Refah Partililerin ve Doğru Yol Partililerin oylarıyla reddedilen soruşturma önergeleri yenilendi, iki partimizin katılımıyla; yenilendi, komisyonlara gitti. Tabiî, bu sefer, Doğru Yol Partililer de, Sayın Çiller hakkında verilen o önergelere karşı, Sayın Yılmaz hakkında önergeler verdiler, soruşturma önergeleri... Onlar da, böyle, uzun süre kamuoyumuzu işgal etti, karşılıklı ithamlar yapıldı; fakat, bir gün geldi, bir baktık ki, bir komisyonda birinin aklanması ve aynı anda... Cep telefonuyla mı halledildi, nasıl olduysa... "Zug um Zug" derler ticarî işlerde; böyle, aynı anda yapılacak iş ki, bir şey olmasın. O şekilde aklama muameleleri...

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN – Sayın Öymen, efendim, 21 dakikayı doldurdunuz. Ben, size bir süre veriyorum... Kısa; ama, lütfen toparlar mısınız.

ALTAN ÖYMEN  (Devamla) – Efendim, müsaadenizle, bir şeyi arz etmek istiyorum...

BAŞKAN – Efendim, tabiî, gensoru...

Evet...

ALTAN ÖYMEN (Devamla) –...bu vesileyle belki...

Evvelden, buradan görürdük biz ne kadar zamanımız olduğunu, bu Mecliste göremiyoruz, bu Meclis binasında... Bunun için belki bir talimat buyurursunuz da, günün birinde bir tedbir alınır. Yani, kaç dakikamız oldu... Ben kaç dakikam olduğunu görmek için, ikide bir böyle dönmek zorundayım.

BAŞKAN – Efendim, orada saat yok mu Sayın Öymen? Orada saat yok mu efendim, bir bakar mısınız.

ALTAN ÖYMEN (Devamla) – Hayır efendim, görülmüyor.

BAŞKAN – Yoksa, taktıralım efendim.

ALTAN ÖYMEN (Devamla) – Görülmüyor buradan.

Şimdi, efendim, bu aklama işlerini söylüyordum. Günün birinde, bu sefer, Anavatan Partisi ile Doğru Yol Partisi, birbirlerinin başkanları hakkındaki soruşturma önergelerini, birden, komisyonda, aynı anda ortadan kaldırdılar; peki... Başka önergeler vermişlerdi, onlardan da imzalarını geri çektiler, onlar da geri alındı. Bir başka şey oldu -o da şayanı hayrettir- komisyonun birinde karar alındı Sayın Başbakan hakkında -o zamanki Başbakan hakkında- soruşturma açılması için, Yüce Divana kendisinin gitmesi için; fakat, o rapor bir türlü yazılmadı, imzalanmadı; komisyonun DSP'li Başkanı arkadaşımız...

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN – Sayın Öymen, efendim, lütfen toparlar mısınız.

Bakın, 1 dakika daha süre verdim ben.

ALTAN ÖYMEN (Devamla) – Efendim, daha önce konuşan hatiplere ne kadar lütfetmiştiniz; onu da hatırlayarak, biraz daha müsamahakâr olursak...

BAŞKAN – Anlamadım efendim?!

ALTAN ÖYMEN (Devamla) – Daha önceki hatiplere gösterdiğiniz müsamahayı bana da tekrarlayacağınızı ümit ediyorum efendim.

BAŞKAN – Sayın Öymen; efendim, ben hiç ihmal eder miyim.

ALTAN ÖYMEN (Devamla) – Eksik olmayın efendim, sağ olun.

YÜKSEL YALOVA (Aydın) – Efendim bir 5 dakika daha...

BAŞKAN – Onu asla ihmal etmem; ama, sizden önce konuşan Sayın Mukadder Başeğmez, süresinde bitirdi, toparladı indi; ben, size, ikinci defa da...

ALTAN ÖYMEN (Devamla) – Ben de toparlamaya çalışıyorum müsaadenizle.

BAŞKAN – Lütfen... Yani, gensoru konusunu aslında çoktan ikmal ettiniz; çünkü, siz, öz konuşursunuz.

ALTAN ÖYMEN (Devamla) – Tabiî, tabiî, bitiriyorum efendim.

BAŞKAN – Buyurun efendim.

ALTAN ÖYMEN (Devamla) – Şimdi şunu demek istiyorum efendim: Bu aklama paklama işleri, bu dört partimizin de katılmasıyla, bu Meclisimizin itibarına büyük zarar vermiştir; bunu hiçbirimiz unutmayalım. Bunun aksini iddia etmek, ispat etmek de mümkün değildir. Bu iki parti tarafından buna karşı yapılan açıklamalarda şu denildi: Efendim, bu soruşturma önergeleri istismar ediliyor, işte, herkes bunu bazen gayri ciddî olarak veriyor, ondan sonra, onun üzerine kamuoyu meşgul oluyor falan. Onun için bu şekilde değil de, başka şekilde yapalım. Nasıl yapalım; doğrudan doğruya adlî merciler muhakeme etsin, bu gibi hallerde devreye girsin. O nasıl olacak; işte bir tanesi, meşhur 83 üncü madde, bizim dokunulmazlıklarımız sınırlanacak; ama, o yetmez, bir de 100 üncü madde var, 100 üncü maddenin de değişmesi lazım, o da bakanların Yüce Divana gitmeleriyle ilgili prosedürü düzenliyor. Bu yapılsın, hatta, buradaki grup başkanvekili arkadaşlarımızın bazısı, yine, bu kürsüden "bir hafta içerisinde biz bunu yapacağız; böylelikle, boşluk kalmayacak bu soruşturma işleri açısından" dediler. O bir hafta geçeli üç ay mı ne oldu, o da olmadı. Yani, şimdi bir boşluk var, bir bakan -ileride gelecek bir bakan tabiî, şimdikileri kastetmiyorum- ben devleti şu şekilde soydum diyerek kendisi de itiraf etse, farzımuhal, bunu muhakeme edecek merci yok; bunun hakkında soruşturma yapacak merci yok; çünkü, bir bakan, ancak bu yolla, soruşturma önergesi yoluyla oraya gidebilir. Şimdi, bu yara da duruyor aslında Meclisimizin üstünde. Bu çelişki, bu çifte standart, bu sağ görüp sol göstermek yahut verdiği sözün tersini yapmak gibi şekilde yorumlanabilecek hadiseler zinciri, bu Meclisin üzerindedir. Bir de, bunun üzerine, şimdi, bu kadar çok çelişkiyi...

BAŞKAN – Sayın Öymen, toparlar mısınız efendim.

ALTAN ÖYMEN (Devamla) – ...bu kadar çok çifte standardı bir araya getiren bir yolun sonuna gelirsek, sanırım, bundan, Meclisimizin, bu yasama döneminin itibarı çok daha fazla zarar görecektir. Bunun önlenmesi için, artık, bu süreci durduralım diyorum sayın arkadaşlarım.

Bu önergeleri veren arkadaşlar, kararlarını bir kere daha gözden geçirsinler. Fazilet Partisi de, -hatadan dönmek fazilettir- bir kere daha gözden geçirsin; çünkü, burada deniliyor, işte, güç çevreleri, şu çevreler, bu çevreler... Güç çevrelerine filan bakmaya lüzum yok, buradan, Ankara'dan çıkın, bir otomobile binin, ya doğuya doğru gidin, ya batıya, ya güneye, ya kuzeye, rastladığınız herhangi bir kahvehaneye girin, sorun vatandaşlara, ne diyecekler...

NEJAT ARSEVEN (Ankara) – Vallahi doğru söylüyor.

ALTAN ÖYMEN (Devamla) – Bu, bir güç çevresi, şu çevresi, bu çevresi değil, bir sağduyu meselesidir. Allah hepimize isabetli sağduyular ihsan etsin efendim.

Teşekkür ederim. (CHP ve ANAP sıralarından alkışlar)

MUHAMMET POLAT (Aydın) – Amin!..

BAŞKAN – Amin efendim, amin!

Teşekkür ediyorum Sayın Öymen.

Doğru Yol Partisi Grubu adına görüş ifade etmek üzere, İçel Milletvekili Sayın Turhan Güven; buyurun. (DYP sıralarından alkışlar)

DYP GRUBU ADINA TURHAN GÜVEN (İçel) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; Doğru Yol Partisi Grubu adına hepinizi sevgi ve saygıyla selamlıyorum.

Sayın Başkan, bundan tahminen kırk gün önce, bu Yüce Meclis, bütün grup başkanvekillerinin de iştirak ettiği bir fikir üzerinde mutabakata vararak, artık çalışma döneminin sona erdiğini, 18 Nisan 1999 Pazar günü yapılacak olan seçimlerle ilgili olarak Meclisin tatile girmesi lazım geldiği hususunu oybirliğiyle kabul etti. Yani, Meclis, artık, seçim hazırlığı içerisindeyim, milletvekilleri kendi seçim çevrelerine gitsinler, bir çalışma içerisinde olsunlar ve 21 inci dönem için de 18 Nisanda yapılacak olan seçim sonucunda bu Parlamentoya hem kendilerini hem de partilerini taşıma gayreti içerisinde olsunlar diye bir tarif yaptı.

Peki, sonra ne oldu, ne oldu da, birden bire, 116 imzayla Yüce Meclis toplantıya çağırıldı?.. Yani, Yüce Meclis tatil kararı verdiği zaman, çalışmalarına ara verdiği zaman, Türkiye'nin gündeminde o öne sürülen olayların hiçbiri yok muydu, hiçbir olay cereyan etmiyor muydu?.. Peki, ne oldu?.. Partiler, kendi içlerinde birtakım değerlendirmeler yaptı. Seçim Kanununda mevcut olan ve partilere yetki veren maddeleri çalıştırarak, kimi hâkim denetiminde önseçim yaptı, kimi merkez yoklaması şeklinde; ama, yine, kendi içinde bir nabız tutma şeklinde bir temayül yoklamasına doğru gitti ve işte, ondan sonra vaveyla koptu.

Şimdi, bütün değerli kardeşlerimi, şu anda listede yer alan ve almayan bütün değerli kardeşlerimi tenzih etmek istiyorum; ama, bir noktada da uyarmak istiyorum; sizin Büyük Millet Meclisini çağırma işleminiz, bir noktada, başka bir görüntü ortaya çıkarmıştır. Sanki, seçimlerde parti listelerinde yer almadığınız için...

NECMİ HOŞVER (Bolu) – Ne sankisi; ta kendisi!...

TURHAN GÜVEN (Devamla) – Sanki, bu Meclise, bu defa, 21 inci Döneme gelemeyeceğiniz için, bir başka olayı ortaya getirme gayreti içinde olduğunuz intibaını uyandırdı. Bu, yanlış değerli arkadaşlarım; bu, yanlıştır; buna katılıyorum; ama, bir genel görüşme isteğinin arkasındaki maksat, belki çok ulvî olan o maksat bu çerçeve içine sığdırılmıştır. Yanlıştır veya doğrudur, bunu tartışmıyorum; ama, bugün, bu çerçeve içinde olduğu kesinlikle tartışmasızdır.

Peki, başka ne oldu?.. Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanı Sayın Çetin İçtüzük ve Anayasanın gereğini yerine getirdi; Yüce Meclisi çağırdı. Çağırdı; ama, Danışma Kurulunu da çağırdı. Peki, Danışma Kurulu toplanabildi mi; toplanamadı. Peki, Danışma Kurulu toplanmadığı halde, Sayın Başkan, bir grup önerisini burada nasıl işleme koydu?

Şimdi, bakın değerli arkadaşlarım; Danışma Kurulu toplanır, partilerin temsilcileri gelir veya gelmez; ama, çoğunlukla toplanır. Burada, o konu üzerinde bir ittifaka varılırsa, zaten, bu, Danışma Kurulu kararı olarak Yüce Meclisin ıttılaına sunulur. Böyle bir olay olmadığı zaman bir grup önerisi getirme hakkı doğar. Yani, Danışma Kurulu toplanmadan bir grup önerisini getirme imkânı yoktur; ama, Sayın Çetin, burada, bir grup önerisini işleme koymuştur.

ALGAN HACALOĞLU (İstanbul) – Haklıydı... Doğruydu...

TURHAN GÜVEN (Devamla) – Sizin için haklı olabilir de, İçtüzük haklı görmüyor; hatta, biraz daha ileriye gidersek, başka tutumları da Anayasa haklı görmüyor ve nitekim, şu anda, 140'ın üzerinde milletvekilinin imzasını havi, bir Anayasa Mahkemesine gitme kararı vardır; olay bundan ibarettir.

Bakın, değerli arkadaşlarım, başka bir şey daha oldu -zabıtlarda vardır- Sayın Başkan, o günkü genel görüşme tamamlandıktan sonra oturumu kapatacağını, yani, gün olarak da düşünürseniz, birleşimi kapatacağını ifade ettiği halde, daha sonra verilmiş olan önergeler, ne olduğunu bilmediğimiz önergeler -ki, bu önergelerin hiçbirisi grup başkanlıklarımıza verilmemiştir, intikal ettirilmemiştir; grup başkanlıklarına geldiğini iddia etmek de, zaten kimsenin haddi değildir- üzerinde görüşme açılmıştır. İkinci bir yanlış da buradan kaynaklanmaktadır. Fakat, bütün bunlar cereyan ederken, grup önerisi, elbette, sayısal çokluk nedeniyle kabul edilmiştir; ama, başka bir olay daha vardır; genel görüşme isteğinde bulunan çok değerli 116 kardeşimizin imzaları havada kalmıştır. Siz, hem Meclisi bir genel görüşme için bağlayacaksınız, çağıracaksınız; ama, o genel görüşme isteğinin gündeme alınması hususunu, yani, öngörüşmeden sonra asıl görüşme isteğini reddedeceksiniz... Bunun, samimiyet içinde olduğunu ifade etmek mümkün müdür?.. Eğer, gündeme alsaydınız, eğer, o görüşme yapılsaydı, o zaman, sizin gerekçeniz haklı olurdu, haklılık kazanırdı. Bu da olmadı; kendi dayandığınız gerekçeyi kendiniz çürüttünüz. Bu da bir yanlışlıktır.

Peki, başka ne oldu?.. Bu geçti... Bu defa, önceden vermiş olduğunuz kararla; yani, bu salı günü toplanma kararı verdiniz -ki, buna itiraz ettik, böyle bir karar vermenizin mümkün olmadığını ifade etmeye çalıştık- kendi aldığınız kararı kendiniz ortadan kaldırdınız; ikinci bir çelişki de buradadır.

Peki, daha sonra ne oldu?.. Bu kere, bir gensoru işlemi gündeme geldi.

Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; bakınız, verilmiş olan -zannederim 31 imzalı; artarak o noktaya kadar geldi- gensoru önergesinin gerekçesi çok enteresandır. Biraz evvel Sayın Öymen de ifade buyurdular...

HÜSAMETTİN KORKUTATA (Bingöl) – Hikâye okudular.

TURHAN GÜVEN (Devamla) – Eğer, bu hükümet hata yapmış olsaydı, fahiş hatası bulunsaydı, elbette bir gensoru verilebilirdi. Bu hükümetin hatası yok mudur; elbette vardır, ondan ötürü gensorunuzu hazırlayabilirdiniz; bu hükümetin başka işlemlerinde sakatlıklar olabilirdi, elbette ondan ötürü gensoru hazırlayabilirdiniz; fakat, çok enteresandır, bir ifadeden, bir tek cümleden kaynaklanan bir gensorunun, cumhuriyet tarihinde ne yeri vardır ne de görülmüştür.

Peki, siz, bir şiirden ötürü ceza verilmesini uygun görmüyorsunuz da, bir cümleden ötürü bir gensoru verilmesini nasıl içimize sindireceğiz; bunu düşündünüz mü? Bakın, o verilen karar yanlıştır; bir şiir okunmasından ötürü verilen karar, kesinleşmiş olsa da yanlıştır, ne derseniz deyin, yanlıştır; ona katılıyorum. (FP sıralarından alkışlar)

ASLAN POLAT (Erzurum) – O zaman 312'yi kaldıralım.

TURHAN GÜVEN (Devamla) – Ama, bunun yanında, bir cümleden ötürü bir gensoru verilmesini siz nasıl içinize sindireceksiniz?.. Orada ne yanlış varsa, burada da bu yanlış vardır.

ASLAN POLAT (Erzurum) – Niye bu yanlışı düzeltmiyoruz?

TURHAN GÜVEN (Devamla) – Değerli arkadaşlarım "bir sivil darbe girişimi" söyleminden hareket ederek bir gensoru verilirse, arkasında başka şeyler düşünmek gerekir.

Peki, size, daha enteresanını söyleyeyim: Bu 31 imza içinde, benim, hiçbir değerli Fazilet Partili kardeşimin imzası yoktur.

Peki, size, bu 31 arkadaş vekâletname mi verdiler ki, siz, bunu, Danışma Kuruluna kadar getirdiniz ve öne alınma gayreti içinde oldunuz... Halbuki, bu, İçtüzük gereği, zaten, Başkanlıkça resen yapılacak olan bir işlemdi. Siz, niye bunu öne almak gayreti içinde oldunuz? Bunu da lütfen, bana, açıklama zahmetine katlanırsanız, çok memnun olacağım.

Burada imzanız var mı?.. Bakınız, burada, verilen imzalarda Fazilet Partisinin bir değerli üyesinin imzası yok; ama, öneride ne var...

HÜSAMETTİN KORKUTATA (Bingöl) – Milletvekillerine saygı!..

TURHAN GÜVEN (Devamla) – Önerinin son üç satırında "verilmiş olan gensorunun gündeme alınıp alınmaması hususunun bugün görüşülmesi, görüşmeler tamamlanıncaya kadar çalışma sürelerinin uzatılması ve gensorunun gündeme alınması halinde, gensoru görüşmelerinin cumartesi günü yapılması önerilmiştir" denilmektedir, vekâletnameniz olduğu anlaşılıyor bu durumda...

MAHMUT YILBAŞ (Van) – Vekâletnameyi sizden mi alacağız?!

TURHAN GÜVEN (Devamla) – Peki...

MAHMUT YILBAŞ (Van) – Hükümet de vekâletnameyi size vermiş!

TURHAN GÜVEN (Devamla) – Bende olabilir tabiî, neden olmasın?

MAHMUT YILBAŞ (Van) – Var...Var...

TURHAN GÜVEN (Devamla) – Efendim, siz, zamanında almış olduğunuz vekâleti hep suiistimal içinde oldunuz, kötüye kullandınız.

Siz, hükümet ortağı olduğunuz halde, burada, neler konuştunuz; hepsi zabıtlarda vardır. Siz, evvela ona dikkat etmeyi öğrenin, sonra bakın ne diyeceğinize.

Değerli arkadaşlarım, bakınız, Anayasanın 99 uncu maddesi çok açık, Anayasanın 99 uncu maddesi çok sarih. Üzerinde, hiç...

MAHMUT YILBAŞ (Van) – Biz, hiçbir zaman birbirimizi aklamadık!

TURHAN GÜVEN (Devamla) – Zamanında o komisyonda sen sözcü değil miydin! Niye akladın demezler mi adama?!

MAHMUT YILBAŞ (Van) – Hayır efendim, parti olarak aklamadık; onu, sizin için derler.

TURHAN GÜVEN (Devamla) – Derler, derler; ama, sen, o gün, belge yok, delil yok diyordun; ki, doğruydu. O gün doğruyu söylüyordun, bugün ne söylediğini anlamıyorum.

MAHMUT YILBAŞ (Van) – İyi ki anlamıyorsun!

TURHAN GÜVEN (Devamla) – Değerli arkadaşlarım, bakınız, gensoru 99 uncu maddede yer almıştır, çok açıktır. Gündeme alma kararıyla birlikte gensorunun görüşülme günü de belli edilir; yani, bugün.

Eğer, değerli oylarınızla bunu gündeme alacaksanız, alırsanız, gensorunun görüşülme günü bugün belli olacak. Peki, ne yaptı Başkanlık, ne yaptı; dün aldı bunu, gündemi dünden tespit etti.

Değerli arkadaşlarım, yok böyle bir şey. Anayasanın bu açık hükmüne rağmen, dün, Başkanlık bir hata içinde oldu. Hatta, biraz daha ileri gidersek; bir nevi, tağyir ve tebdil içinde oldu; beni bağışlasınlar. 99 uncu maddenin üçüncü fıkrasında...

BAŞKAN – Sizi, Allah bağışlasın.

TURHAN GÜVEN (Devamla) – ...bir uygulama hatası olduğu tartışmasızdır.

Bugün alabilirsiniz, bugün belli olacak. Peki, siz cumartesini tespit ettiniz, dün bunu görüşme imkânı olmadı, bugün görüşüyoruz. Tabiî, bugüne kadar olan uygulamalarda, tam günün 24 saat olduğu; ama, iki gün deyiminin ne zaman başladığı Anayasada da açıkça belli değil; ama, teamül, hemen görüşmeden sonra o saatin başladığına dair bir şey getiriyor ve iki gün sonrası biraz sonra başlayacak; yani, sizin karar vermenizden; yani, sizin gündeme alma kararı vermenizden sonra hemen başlayacak ve bu durumda, cumartesi günü alınan karar, görüşülme kararının, aslında pazar günü olması lazım gelirken, cumartesi günü, alınan karar gereği bir görüşme yapılması söz konusu olacaktır.

Değerli arkadaşlarım, Anayasa üzerindeki tartışmalar bir tarafa, İçtüzüğü yok farz etmek bir tarafa; ama, Türkiye'de bir anayasa hukukunun varlığını kabul ediyorsanız ve bugüne kadar, teamül, teamül, teamül de deseniz, bu teamüller yanlışsa, değiştirmek sizin görevinizdir. Teamül... Bakınız, 83 üncü madde uygulamasında da teamül dediler bize; oylama, 300 civarında, 300 oyla kabul edilmiş sayılmadı ve o gün yönetimde bulunan Başkan, 83 üncü maddenin görüşmeleri sonunda, bunun reddedilmiş olduğunu ifade etti ve buna dair de, eskiden Genel Kurulun kararlarını gösterdi bize; fakat, itiraz ettik, Danışma Kurulu toplandı, Başkanlık Divanı toplandı; daha sonra ne oldu; o teamülden vazgeçildi. Niye; yanlıştı da ondan. O zaman, şu teamül işini de bir tarafa bırakalım, neyin doğru, neyin eğri olduğunu, siz, Yüce Kurul, yeniden tespit ve tayin edin. O zaman, bugüne kadar yapılan uygulamalarda tekrar, hata-i azim olur. Sizin yapacağınız iş, içtüzük değişikliğini yapmakla birlikte, teamüllerde de bir yanlışlık, bir uygulama hatası varsa, onu da, o zaman değiştirmek lazım.

Peki, değerli arkadaşlarım, bu erken seçime gitme kararında, 11 kişinin haricinde, 488 milletvekilinin vermiş olduğu karar nerede?! Bütün partilerin içinde bulunduğu 488 değerli milletvekili, burada bir karar aldı. Yalnız karar almadı, aynı gün görüşülmekte olan bir kanun tasarısının 1 inci maddesine, aynen "18 Nisan 1999 Pazar günü yapılacak olan" deyimini kullanmak suretiyle, kanunî düzenlemeyi de birlikte getirdi.

Peki, şimdi, halen, ne enteresandır ki, bugün ayın 18'i olduğuna göre -ay 31 çekiyor, 18'ini saymıyorum, oy verme günü- tam 30 gün sonra, Türkiye sandık başına gidecek mi, gitmeyecek mi diye düşünüyorsunuz. Buna, bu havayı yaratmaya, Türkiye'yi ileride ne olacağı belli olmayan bir gölgenin içine götürmeye kimsenin hakkı yoktur arkadaşlar. Bunun şartı da olmaz. Bunun şartı, 18 Nisan 1999 Pazar günü seçimlerin yapılmasıdır. Bunun başka şartı yoktur, bu seçimler yapılacaktır, yapılacaktır; çünkü, kararı değiştirme imkânına sahip olsanız bile, kanunî düzenlemeyi yapamadığınız sürece, hiçbir işlem içinde bulunmanız ve bu seçimi ertelemeniz mümkün olamaz.

Değerli arkadaşlarım, kanunlar, objektif, umumî, gayrişahsî nitelikte olur; yani, kişiler için kanun çıkarılmaz; ancak, af kanunu hariç. Kişi için çıkarılmışsa... O da, biliyorsunuz, Sayın Cumhurbaşkanına verilen bir yetki içinde, kanunun kesinleşmesinden sonra cezanın bir af niteliği olduğu içindir.

Peki, sübjektif, hususî, şahsî nitelikte kanun olur mu; yani, bugün gündeme alınmasını istediğiniz ve demokratikleşmenin özünü ifade ettiğiniz üç tane kanunla demokratikleşme tamamlanacak mı acaba?! Peki, böyleydi de, şu tatil kararından evvel elbirliğiyle gelseydik, bu kanunların çıkması için hepimiz karınca kaderince bir katkıda bulunsaydık...

HÜSAMETTİN KORKUTATA (Bingöl) – O gün bulunmadınız.

TURHAN GÜVEN (Devamla) – ... böyle bir teklifle gelinseydi daha iyi olmaz mıydı?! Üç kanun çıkınca dünya düzelecek mi?! Türkiye'de büyük sorunlar var ise, bunları çözmeniz mümkün olacak mı?! Ondan sonra, dördüncü bir kanuna, beşinci bir kanuna, ilanihaye kanuna gerek olmayacak mı?! Yani, Türkiye'nin, temel kanun diyeceğimiz kanunlarından biri olan Ceza Kanununu değiştiren bir tasarı var. Bunun tümünün görüşülüp görüşülmeyeceği hususu, İçtüzük gereği, temel kanun niteliğinde olduğu için... Türkiye'de, 1890'lardan kalan bir kanun; İtalya bunu terk etmiş. Bunun çıkarılması daha güzel olur mu olmaz mı diye tartışma yerine, bir başka kanunun bir maddesini tartışma, bugün için -bakın, bugün için- bence yanlıştır; ama, nihayet bir ay sonra seçimler yapıldığında, bu noksanlıkların izale edilmesi, elbette iyi olur.

Elbette, kanunun uygulamasında nerede hata varsa, buradaki kişiler için değil, burada efkârı umumiyenin, kamuoyunun benimseyeceği bir olayı gündeme getirerek; yani, gereklilik olduğuna inanarak; yani, düzenlenmesinin Türkiye için hayırlı olacağını kabul ederek, düzenlemeler bir ay sonra yapılırsa, herhalde dünya yıkılmaz! Kaldı ki, siyaset, öyle, bir günde başlayıp bir günde biten bir olgu da değildir. Siyaset, bir uzun maratondur diyorlar, bu işi bilenler.

Yani, bir seçimde kaybetmekle dünya yıkılmadığı gibi, ikinci seçimde, bütün değerli arkadaşlarımın -canı gönülden arzu ediyorum, inşallah biz de hayatta olursak biz de istekli olabiliriz- hepsinin bu Yüce Mecliste yerlerini almasından yanadır gönlüm; ama, bugün olmuyor diye "ben varsam siyaset var, ben yoksam siyaset yok; ben varsam her şey düzgün gider" zihniyetini, artık bütün siyasetle geçinen insanlar ve bunun içinde bulunan bütün insanlar terk etmek zorundadır. Türkiye...

A. HAMDİ ÜÇPINARLAR (Çanakkale) – Onu liderlere söyle, liderlere... Genel Başkanına söyle önce.

TURHAN GÜVEN (Devamla) – Evet; aynı sistemle seçildiği zaman bunu yere göğe sığdıramayanlar, o sistemde yerlerini bulamadıkları zaman, onu da yerin dibine indirmekte maharetlerini gösteriyorlar.

MAHMUT YILBAŞ (Van) – Allah'a şükür ki, öyle bir derdimiz yok.

BAŞKAN – Sayın Güven, siz, sürenizi kendiniz kullanın lütfen.

TURHAN GÜVEN (Devamla) – Sayın Başkan, müsaadenizle bir cümleyle bitireyim efendim...

BAŞKAN – Lütfen...

TURHAN GÜVEN (Devamla) – Değerli milletvekilleri, partiiçi demokrasinin, kendi yetkili olduğu zaman var olduğunu farz eden zihniyet, kendisi dışarıda kaldığı zaman, eğer bir bağırma içindeyse, onun ne derece haklı olduğunu ifade etmek, kamuoyunun değer yargıları içinde yer alacaktır.  Vardır, yoktur...

MAHMUT YILBAŞ (Van) – Meydanlarda görüşeceğiz!..

TURHAN GÜVEN (Devamla) – Meydanlara kimin geleceğini, kimin gelmeyeceğini kamuoyu bilir. Göreceksiniz; meydanlar dolacaktır, meydanlar taşacaktır; ama, o meydanlarda doğru olan gelecektir, dürüst olan gelecektir.

Hepinize saygılar sunuyorum. (DYP, DSP ve ANAP sıralarından alkışlar)

MAHMUT YILBAŞ (Van) – Sen gelmeyeceksin ama!

BAŞKAN – Sayın Güven, teşekkür ediyorum.

MAHMUT YILBAŞ (Van) – Ne yazık ki, birinciye konmamışsın; birinciye konsaydın, gelirdin. 

TURHAN GÜVEN (İçel) – Zaten sen yoktun ki, gelesin.

MAHMUT YILBAŞ (Van) – Görüşeceğiz... Görüşeceğiz...

A. HAMDİ ÜÇPINARLAR (Çanakkale) – Partiiçi demokrasi!..

BAŞKAN – Demokratik Sol Parti adına, Sayın Ali Günay; buyurun efendim. (DSP sıralarından alkışlar)

DSP GRUBU ADINA ALİ GÜNAY (Hatay) – Sayın Başkan, sayın milletvekilleri; sözlerime başlarken, hepinizi saygıyla selamlıyorum.

Hepinizin bildiği gibi, yedibuçuk ay önce, bugün, bu sıralarda oturan milletvekillerinin, şimdiye kadar görülmemiş oy çokluğuyla, 486 kabul oyuna karşılık, 11 ret oyuyla, 18 Nisan 1999 günü seçimlerin yapılmasına karar verildi. Şimdi, seçimleri erteletmeye çalışan ve Meclisi olağanüstü toplantıya çağıran 116 milletvekilinden 106'sı da, seçimlerin 18 Nisanda yapılmasına kabul oyu vermişti.

Hatırlayacağımız üzere, 16 Şubatta Meclis tatile girdi; ancak, Meclisin tatile girmesinden önce, günlerce ve haftalarca Meclisin çalıştırılması için çaba gösterdik, uğraş verdik. Meclisin tatile girdiği son güne kadar, Demokratik Sol Parti, 61 üyesiyle devamlı Genel Kurulda hazır bulundu; ancak, Türkiye Büyük Millet Meclisi İçtüzüğünün ilgili maddesine göre, üçte bir toplantı yetersayısı olan 184 üyeyi bulamadığımızdan dolayı, maalesef, o toplantılarda çalışma yapamadık ve şu an, bize yöneltilen suçlamaları yapanların haksızlığıyla karşı karşıya geldiğimiz bir günü yaşıyoruz.

Benden önce konuşan değerli konuşmacılardan, önerge sahipleri adına konuşan Sayın Cin ve Fazilet Partisi adına konuşan Mukadder Başeğmez, hükümete, Meclisten kaçmaktan ve de Meclisin çalıştırılmasına karşı koymaktan dolayı bir suçlama getirdiler. Oysa, hepimiz biliyoruz ki, bu suçlamalar yersizdir ve bu suçlamaların muhatabı bizzat kendileridir. 61 olan sayımızı tamamlasalardı, bu çalışmaları daha önce yapardık ve şu an geçirilmesi istenildiği iddia edilen yasa tasarılarını da, Meclisin tatile girmesinden önce pekâlâ geçirebilirdik.

Şimdi, ben, Fazilet Partisi üyelerine şunu sormak isterim: Meclisin olağanüstü toplanmasından önce ve Meclis tatile girmeden önce neredeydiniz?

ÖMER VEHBİ HATİPOĞLU (Diyarbakır) – Hükümet olarak siz neredeydiniz?.. Hükümet yoktu ki!..

MEHMET AYKAÇ (Çorum) – Biz buradaydık, siz neredeydiniz?..

ALİ GÜNAY (Devamla) – 16 Şubatta Meclisin tatile girmesine karşı çıksaydınız. Neden karşı çıkmadınız?!

16 Şubatta, bütün parti gruplarının oybirliğiyle Meclisin tatile girmesine karar verilmiştir.

Sayın Başeğmez, Demokratik Sol Parti hususunda bir yanlış değerlendirmede bulundu; onu da, sağlıklı bir şekilde sizlerin bilgisine sunmakta yarar görüyorum. 1998 senesinin temmuzunda alınan erken seçim kararından önce, 1995 senesinde de, hatırlayacağınız gibi, bir erken seçim kararı alınmıştı. Deniliyor ki , o zaman, Demokratik Sol Parti, bu erken seçim kararına karşı çıkmıştı ve bu erken seçim kararının iptali için Anayasa Mahkemesine başvurmuştu. Deniliyor ki, 1998 senesinde verilen bu erken seçim kararına karşı çıkanları niye suçluyor? Değerli arkadaşlar, arada çok fark var. Demokratik Sol Partinin 1995 yılında sergilemiş olduğu tutumda bir tutarlılık var; çünkü, erken seçim kararına başından beri karşıydı, karşı oy kullandı; diğer partilerin zorlamasına rağmen karşı oy kullandı ve yetersiz olan sayısının üstüne, Anayasa Mahkemesine başvurabilecek sayıda imza da topladı; gerekli olan 90 sayısının üstüne çıktı; yanlış hatırlamıyorsam, 93 sayıyla Anayasa Mahkemesine başvurdu ve o başvuru sayesinde, olumlu bir sürü karar alındı; haklı çıktı. Yanlış hatırlamıyorsam, alınan bu olumlu kararlardan biri de bölge barajının kaldırılmasıydı.

Değerli arkadaşlar, şu an, 20 nci Dönem milletvekillerinin çoğu, o yapılan başvuru sonrasında bölge barajlarının kaldırılması sayesinde milletvekili olarak bu Yüce Meclise girmiştir. Oysaki, bugünlerde imza kampanyası başlatan arkadaşlarımızın ve onlara destek veren Fazilet Partisinin tutumu çok farklı. İmza kampanyası başlatan arkadaşlarımızın 106'sı erken seçim kararına olumlu oy kullanmışlardır, Fazilet Partisinin tamamı olumlu oy kullanmıştır. Şimdi ne değişmiş de karşı çıkmakta, seçimi erteletmeye çalışmaktadırlar. Demokratik Sol Partinin tutumu ile şimdiki imzacıların ve Fazilet Partisinin tutumu arasındaki fark budur.

Hepinizin hatırlayacağı gibi, ülkemizin ağır bir rejim bunalımına doğru sürüklenmekte olduğu bir sırada kurulan 55 inci cumhuriyet hükümetinin daha kuruluşunu takip eden günlerden itibaren seçim istemleri getirilmeye başlandı. Ülkemizi, cumhuriyet tarihinin en ağır rejim ve devlet bunalımından, demokratik hukuk kuralları içinde esenliğe çıkaran 55 inci cumhuriyet hükümeti görev başındayken, hükümete dışarıdan dışarıdan destek veren parti, Türkiye'yi gereksiz bir erken seçime ve gereksiz bir hükümet değişikliğine sürükledi. O dönemlerde, Demokratik Sol Parti olarak, ülkemizin en fazla istikrara gereksinim duyduğu bir zamanda böyle bir hükümet bunalımı yaratılmasının, ülkeye yarar değil zarar getireceğini sık sık vurguladık. Kamuoyunun büyük bir kısmı da 55 inci hükümetin çalışmalarından memnundu, Türkiye'nin, içte ve dışta birtakım ciddî sorunlarla karşı karşıya olduğunu, şu sırada bir erken seçime gerek olmadığını düşünüyordu.

Ülkeyi bunalıma sürükleyerek kendisine çıkar sağlamak isteyen, ülkenin huzursuzluğu, istikrarsızlığı temelinde siyaset yapan, kendi çıkarını ülkemizin ve halkımızın çıkarından üstün tutan birtakım siyasetçiler, şimdi, yeni bir oyunu sahneye koyuyorlar.

55 inci hükümet kurulduktan hemen sonra koro halinde seçim isteyenler, şimdi, seçimler yaklaşırken yan çizmeye ve kendilerine seçimden kaçış yolları aramaya başlamışlardır. Amaç, seçimleri erteletmektir. Bugüne kadar hiçbir konuda bir araya gelemeyen çeşitli partilere mensup milletvekilleri, birdenbire, hangi ideal uğruna bir araya gelmişlerdir?.. Bugüne kadar ülkenin sorunlarına neden bu kadar ilgi göstermemişlerdir?.. Meclis çalışırken, ülkenin acil olarak birtakım yasaların çıkmasına ihtiyacı varken Meclise gelmeyenler, birdenbire, tam da aday listeleri açıklandıktan hemen sonra, Meclis tatildeyken, ülke sorunlarını hatırlamışlardır!

Seçimlere dört hafta kala Meclisin toplantıya çağırılmasının görünürdeki gerekçesi, terör konusunda bir genel görüşme yapmaktı; ancak, bu çağrının asıl amacının seçimleri erteletmek olduğunu herkes biliyordu. Nitekim, gerçek, çok geçmeden ortaya çıktı. Kendi verdikleri önergeyi yine kendileri reddettiler. Terör bahaneydi, amaç belliydi ve seçimleri ertelemeye yönelikti.

Bu arada, bazıları da, fırsat bu fırsat diyerek, siyasî yasaklı eski liderlerini kurtarma arayışına girdi. Bir an önce seçim yapılmasını en çok isteyen parti olan Fazilet Partisi, bugün, bambaşka bir tavır sergilemektedir. Hem seçimlerin yapılmasını istermiş gibi görünmekte hem de birtakım pazarlıkların içine girmektedir. Fazilet Partisi, daha önce, seçimlerin 18 Nisan 1999 tarihinde yapılmasını bile geç bularak, 19 Ekim 1998 tarihinde, Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına bir kanun teklifi vererek, seçimlerin Aralık 1998'de yapılmasını isterken, şimdi, seçimlerin ertelenmesi hedefiyle yola çıkan imzacı milletvekilleriyle ve muhatap bulabildikleri herkesle pazarlık yapıyor "Türk Ceza Kanununun 312 nci maddesi kaldırılmadan seçim olmaz" diyor. Fazilet Partisi Genel Başkanı Sayın Kutan "seçim emniyeti gerçek anlamda temin edilerek seçim yapılsın. Bu 312 nci madde sayesinde, her konuştuğumuz bölücülük sayılır. Herkes için hayatî önem taşıyan 312 nci madde mutlaka kalkacaktır" diyor. Sayın Kutan "312 nci madde kalkmadan seçim olabilir mi?" sorusu üzerine de "hayır, ana şart, 312 kalkacak" diyor.

Sayın Başkan, sayın milletvekilleri; imzacı milletvekilleri, milletvekili genel seçimlerini erteletmek; bu durumdan istifade etmeyi düşünen Fazilet Partililer ise, imzacı milletvekillerine seçimleri erteletmek hususunda verecekleri destek karşılığında, Türk Ceza Kanununun 312 nci maddesini kaldırmak istemekte ve gerek imzacı milletvekilleri gerekse Fazilet Partililer, bu hususta, seçimlerde baraja takılma tehlikesini yaşayan partilerin de desteğini almayı umut etmektedirler...

ÖMER VEHBİ HATİPOĞLU (Diyarbakır) – Hangi partiler bunlar?

ALİ GÜNAY (Devamla) – Onlar kendilerini bilir.

Türk Ceza Kanununun 312 nci maddesi kaldırılarak veya değiştirilerek, bu maddeden, daha önce hüküm giyen ve hüküm giyme tehlikesi olan kişiler kurtarılmak istenmektedir. Kimileri "Türk Ceza Kanununun 312 nci maddesi düşünce özgürlüğünü kısıtlıyor; bir an önce kaldırılsın" derken, kimileri de -bölücüler ve dini istismar edenler- Türk Ceza Kanununun 312 nci maddesini değiştirmek istiyorlar "312'nin demokratikleşmeyle ilgisi yok" diyorlar.

METİN PERLİ (Kütahya) – Siz ne diyorsunuz?.. Siz ne diyorsunuz?..

ALİ GÜNAY (Devamla) – Dinleyin, göreceksiniz...

Bu hususta sizlerin ve dinleyen herkesin bir fikir sahibi olabilmesi ve bu hususta bir değerlendirme yapabilmesi için, Türk Ceza Kanununun 312 nci maddesini aynen okuyorum...

ÖMER VEHBİ HATİPOĞLU (Diyarbakır) – Oku, oku; iyi olur!..

İHSAN ÇABUK (Ordu) – Oku da öğrensinler Ali Bey!..

ALİ GÜNAY (Devamla) – Türk Ceza Kanunu, madde 312: "Kanunun cürüm saydığı bir fiili açıkça öven veya iyi gördüğünü söyleyen veya halkı kanuna itaatsizliğe tahrik eden kimse altı aydan iki yıla kadar hapis ve ikibin  liradan onbin liraya kadar ağır para cezasına mahkûm olur."

ikinci fıkrası: "Halkı; sınıf, ırk, din, mezhep veya bölge farklılığı gözeterek kin ve düşmanlığa açıkça tahrik eden kimse bir yıldan üç yıla kadar hapis ve üçbin liradan onikibin liraya kadar ağır para cezasıyla cezalandırılır. Bu tahrik umumun emniyeti için tehlikeli olabilecek bir şekilde yapıldığı takdirde faile verilecek ceza üçte birden yarıya kadar artırılır. "

Üçüncü fıkrayı okumuyorum; pek önemli değil.

Bu maddenin kaldırılması veya değiştirilmesi düşünce özgürlüğüyle mi ilgili; yoksa, bölücülük yapmak ve dini istismar etmek isteyenlere istedikleri imkânı mı sağlamış olur? Bunu takdirlerinize sunuyorum.

ÖMER VEHBİ HATİPOĞLU (Diyarbakır) – Bu tasarıda Sayın Ecevit'in imzası var...

LÜTFÜ ESENGÜN (Erzurum) – Hikmet Sami Türk'e sor onu!..

ALİ GÜNAY (Devamla) – Ona da geliyorum... Ona da geliyorum...

ÖMER VEHBİ HATİPOĞLU (Diyarbakır) – Sayın Başbakana sor; onun imzası var altında...

ALİ GÜNAY (Devamla) – Biraz sabredin lütfen...

Birkısım kimseler tarafından denilecek ki: "312 nci maddenin değiştirilmesi 55 inci hükümet tarafından istenilmiştir."

LÜTFÜ ESENGÜN (Erzurum) – Hata etmişler.

ALİ GÜNAY (Devamla) – Hayır; hata yapmamışlar.

LÜTFÜ ESENGÜN (Erzurum) – Öyleyse sen hata yapmışsın.

ALİ GÜNAY (Devamla) – 55 inci hükümet zamanında hazırlanan ve şu an elimde olan 634 sıra sayılı, Türk Ceza Kanununun Bazı Maddeleri ile Terörle Mücadele Kanununun Bir Maddesinde Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Tasarısıyla, Türk Ceza Kanununun 17 nci, 159 uncu ve 312 nci maddeleri ile Terörle Mücadele Kanununun 8 inci maddesinde değişiklik yapılmak istenilmiştir. Türk Ceza Kanununun 312 nci maddesinin kaldırılması istenmemiş, bu maddede öngörülen hapis cezalarında bir indirim yapılmamış; sadece, hapis cezasının yanı sıra, kanunda öngörülen ve ekonomik değeri zaten kalmamış olan ağır para cezaları kaldırılmak istenmiştir. Bu yasa tasarısı Adalet Komisyonunda görüşülürken Fazilet Partili üyelerce verilen önergeyle Türk Ceza Kanununun 312 nci maddesinin ikinci fıkrasında öngörülen alt ceza miktarı yarı yarıya indirilmiş ve bu hususa, komisyon üyesi olan bazı arkadaşlar da karşı çıkmış ve muhalefet şerhi vermişlerdi.

Sayın Başkan, sayın milletvekilleri; 16 Şubatta tatile girmiş bulunan Meclisin tatil kararını kaldıran iki kanat var: Milletvekili aday listelerine giremeyen veya seçilebilecek sırada yer alamayan imzacılar kanadı ile Fazilet Partisi kanadı. Fazilet Partililer, önce, Siyasî Partiler Kanunu ve Türk Ceza Kanununun 312 nci maddesini değiştirerek, hem eski liderlerinin ve hem de eski belediye başkanlarının yasağını kaldırmak istiyor.

ÖMER VEHBİ HATİPOĞLU (Diyarbakır) – İyi yapıyor... İyi yapıyor...

ALİ GÜNAY (Devamla) – İmzacı milletvekilleri ve seçim barajına takılma tehlikesi yaşayan bazı partiler ise, seçimi erteletmek istiyor. Seçimi ertelemek için de, Meclis kararı ve yasa çıkarmak gerekiyor; mevcut hükümet buna yardımcı olmazsa, bunun hemen hemen imkânsız olduğunu biliyor. Mevcut hükümetin düşürülmesi ve kendilerine yardımcı olacak bir hükümetin kurulması umuduyla imzacı milletvekillerinden bir kısmı 15.3.1999 tarihinde Hükümet hakkında hazırladıkları bir gensoru önergesini, Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına verdiler. Normal olarak, bir hükümet hakkında gensoru önergesi verildiğinde, hükümetin birtakım başarısızlıkları veya usule, yasalara aykırı davranışları gerekçe olarak gösterilir; ama, mevcut Hükümet hakkında verilen gensoruya somut bir gerekçe bulunamadı; ne yolsuzluk ve partizanlık iddiasında bulunabildiler ne de çetelerle ve bölücü terörle mücadelede bir eksiklik bulabildiler. Hükümet hakkında verilen gensoruya gerekçe olarak bula bula imzacı milletvekillerinin bu hareketine karşı Sayın Başbakanın kullandığı "sivil darbe" sözcüğünü gerekçe olarak bulabildiler, kullandılar.

Sayın Başkan, sayın milletvekilleri; seçimler için bütün hazırlıklar yapılmışken, adaylar seçim bölgelerinde seçim çalışmalarına başlamışken, ülke, yeniden huzursuz bir ortama sürüklenmeye çalışılıyor. Alınan karar gereği 18 Nisanda yapılacak seçimlere dört hafta gibi çok kısa bir süre kalmıştır. Bütün partiler adaylarını belirlemek için yoğun çalışmalar yapmış, Yüksek Seçim Kurulu seçimlerin zamanında yapılması için, büyük emek ve para harcamıştır. Seçim takvimi düzgün bir biçimde işlemektedir. Ülkemiz seçimlere tam bir huzur içinde giderken, birdenbire her şey tersine dönüyor ve ülkemiz bir bilinmeze sürüklenmek isteniyor; huzurdan, huzursuzluk yaratılmaya çalışılıyor. Ülkemizin içte ve dışta sağlanan istikrar ve saygınlığına gölge düşürülmeye çalışılıyor; buna hiç kimsenin ve hiçbir siyasî partinin hakkı yoktur.

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN – Sayın Günay_

ALİ GÜNAY (Devamla) – Eksüre rica edeceğim.

BAŞKAN – Buyurun.

ALİ GÜNAY (Devamla) – 55 inci hükümetin düşürülmesinden ve uzun hükümet arayışlarından sonra kurulan şimdiki hükümet, partizanlık yapmadan, hiçbir yolsuzluğa bulaşmadan, dürüst bir biçimde ülkeyi yönetmektedir. Demokratik Sol Partinin kurduğu azınlık hükümeti, ülkemizi huzur içinde seçimlere götürmek için halkımıza söz vermiş ve bu sözün gereğini bugüne kadar yerine getirmiştir, bundan sonra da getirecektir.

Sayın Başkan, sayın milletvekilleri; seçimlerin ertelenmesi amacını güden bir grup milletvekili tarafından verilen gensoru önergesinin gerekçesine baktığımızda, hükümetin düşürülmesi için hiçbir neden bulunmadığı görülmektedir. Yapılmak istenen bellidir; Meclisi olağanüstü toplantıya çağıran milletvekillerinin ve onlara destek veren seçim barajına takılmaktan korkan partilerin amacı, milletvekili genel seçimlerini erteletmek, Fazilet Partisinin amacıysa, yasaklı eski liderlerinin ve bazı kişilerin siyasete tekrar dönebilmelerini ve cezalardan kurtulabilmelerini sağlamaktır.

BAŞKAN – Sayın Günay, lütfen son cümlenizi söyleyin.

ALİ GÜNAY (Devamla) – Bitiriyorum efendim.

BAŞKAN – Buyurun efendim, son cümlenizi_

ALİ GÜNAY (Devamla) – Demokratik Sol Parti olarak biz, bugüne kadar olduğu gibi, bundan sonra da tutarlı ve sorumlu politikalarımıza devam edeceğiz. Bizim için parti veya kişisel çıkarlar değil, ülke çıkarları her şeyin üstünde gelmektedir.

Demokratik Sol Parti olarak, hiçbir ciddî gerekçesi olmayan bu gensoru önergesinin gündeme alınmasına gerek olmadığına inanıyoruz. Yurttaşlarımızın da dediği gibi, bu seçim olacak başka yolu yok diyoruz.

Hepinize saygılar sunuyorum (DSP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – Sayın Günay, teşekkür ediyorum.

Anavatan Partisinin görüşlerini ifade etmek üzere, Sayın Yalova; buyurun. (ANAP sıralarından alkışlar)

ANAP GRUBU ADINA YÜKSEL YALOVA (Aydın) – Sayın Başkan, sayın milletvekilleri; Kars Milletvekili Selahattin Beyribey ve 30 arkadaşının, Türkiye Büyük Millet Meclisinin olağanüstü toplantıya çağrılmasını sivil darbe girişimi olarak nitelendirdikleri ve demokratikleşme çabalarını engelleyici tutum sergiledikleri iddiasıyla Başbakan Bülent Ecevit ve Bakanlar Kurulu üyeleri hakkında Anayasanın 99 uncu ve İçtüzüğün 106 ncı maddeleri uyarınca bir gensoru açılmasına ilişkin önergesi hakkında, Anavatan Partisinin görüşlerini sunmak üzere yüksek huzurlarınıza gelmiş bulunuyorum; hepinizi, şahsım ve partim adına, en üstün saygılarımla selamlıyorum.

Önce, bir memnuniyetimi ifade etmek istiyorum. Önerge sahipleri adına konuşan Sayın Halil Cin, artık, bundan böyle, fikri hür, vicdanı hür milletvekilleri haline geldiklerini ifade buyurdular. Eğer "genel başkan sultası" olarak adlandırdıkları, bana göre, hukukî olmaktan çok, duygusal bir tepkiyi ifade eden siyasal davranışlarından böylesi bir hayırlı netice çıkmışsa; yani, 1995 yılında önseçimle gelmeyen, önseçim olmadığı için aday olmayız düşüncesine itibar etmeyen, genel başkanların -bugün diktatörlükle suçladıkları genel başkanların- tensibiyle milletvekili sıfatını kazanan insanların, 1995 yılından 1999 yılına kadar baştacı ettikleri kimselerin kendileriyle ilgili siyasî görüşleri değiştiği takdirde böylesi bir davranış içine girip "biz, bugüne kadar, âdeta, köleydik, şimdi, bundan sonra özgür insan olduk" dercesine, kendi geçmişlerine hakaret etmelerini, doğrusu yadırgadım. Hemen söyleyeyim, bugüne kadar, bu konu görüşüldüğünde, kamuoyunda "küskünler" olarak adlandırıldıklarını duyduğumuz her yerde "isyancılar", "ilkesizler" olarak sıfat takıldığını duyduğumuz her yerde, bu sayın milletvekillerine, böylesi ahlakî terimlerle davranılmaması, yaklaşılmaması gerektiğini düşündüğümüzü ifade ettik. Sonuçta, evet, anayasal bir hakkın kullanılmasından istifade edebilirler, hiç itirazımız yok; Anayasanın kendilerine tanıdığı, Türkiye Büyük Millet Meclisi İçtüzüğünün kendilerine tanıdığı bir haktan, bir yetkiden, denetim yolları yetkisinden istifade imkânını kendileri değerlendirirler, ona itirazımız yok; ama, bakın, bu gensoruda, belki, Parlamento tarihimizde, gensoruların, bugüne kadar tüm gensoruların hepsini incelediğinizde bir şeyi görürsünüz.

Hemen, şekle ilişkin söyleyeyim: Sayın Selahattin Beyribey ve 30 arkadaşı imza atmış. Gensoru gibi, Bakanlar Kurulu üyeleri ve başbakan hakkında netice doğurabilecek, dolayısıyla, Türkiye'de, siyasal rejim hakkında netice doğurabilecek bir hususla ilgili, böylesine -doğrudur, yanlıştır- iddialarda bulunan kişilerin, hiç değilse -Bakanlar Kuruluna, Sayın Başbakana saygıları olmayabilir- kendilerine saygısı varsa, içerisinde üye olmaktan onur duyduklarını ifade ettikleri Türkiye Büyük Millet Meclisine saygısı varsa, gensoru önergesi görüşülürken, hiç değilse salonda bulunma mecburiyetleri de vardır; bu da, siyasî nezaketin gereğidir.

Ben baktım, tek tek isimlerini söylemeyeceğim; grup olmadıkları için, sataşma doğsun istemiyorum. Aynı kabinede görev alıp, birlikte görev yaptıkları dönem içerisinde, o kabinenin, 55 inci cumhuriyet hükümeti dediğimiz Sayın Mesut Yılmaz Hükümetinin kabinesinde görev alıp, aynı kabinede Başbakan Yardımcısı olarak görev yapan Sayın Bülent Ecevit hakkında, hiçbir zaman, kendi meslekî uzmanlık alanlarına giren bir şekilde -şimdi vermişler- bazıları ürolog, bazıları nörolog arkadaşlarımız, hiçbir zaman, Sayın Ecevit'in ruh haline ilişkin en küçük bir fikir beyan etmek şöyle dursun, görebildiğimiz kadarıyla, her zaman sitayişkâr konuşmuşlar ve şimdi, Türk siyasal tarihinde, Parlamento tarihinde ilk kez bir gensoru gerekçesinde bu ruh hali içerisindeki bir Başbakanın artık ülkeyi daha fazla yönetemeyeceği şeklinde bir gerekçe ortaya konulmaktadır. Eğer, bu arkadaşlarım, bu sayın milletvekilleri, Sayın Başbakanın ruh halini bir gensoru nedeni yapma hakkını kendilerinde görüyorlarsa, o zaman, ruh haliyle değerlendirdiklerine göre, kendilerinin de ruh halleriyle değerlendirilme hakkını başkalarına, karşıtlarına teslim ettikleri ortaya çıkar.

Değerli milletvekilleri, ruh hali, bildiğiniz gibi, eski dilde ya da galatımeşhur dediğimiz şekliyle haletiruhiye olarak bilinir. Şimdi, Sayın Başbakanın haletiruhiyesini gensoru gerekçesi yapan arkadaşlarıma, birileri, sizin haletengizinize de bir baksak, sizin belirli bir durum içinde olduğunuzu biz eski dilde haletigaşy olarak adlandırıyoruz dese, ya da bir adım daha atıp, bu haletiruhiyenin daha bir haletinez haline geldiğini söylerse, acaba onlara ne cevap vereceğiz? Ben, bir haftadır bu genel görüşmeyle başlayan gensorunun bugün geldiği noktanın ilk hukukî başlangıcını teşkil eden genel görüşmeyle başlayan bu bir haftalık süre içerisinde ya da on günlük süre içerisinde genel olarak duygusal hitaplarla bu konuya yaklaşıldığını gördüm. Hemen itiraf edeyim, paylaştığımı söyleyeyim, Mukadder Başeğmez arkadaşımın birçok özlemine hangimiz katılmaz; hangimiz katılmadığımızı söylemişizdir bugüne kadar; elbette katılıyoruz; ama...

ÖMER ÖZYILMAZ (Erzurum) – Katılıyoruz demek yetmez.

YÜKSEL YALOVA (Devamla) ...burada Sayın Erdal İnönü'yü hatırlamak isterim "kürsüler ateşe tapar" der Sayın Erdal İnönü bir sözünde. Öyledir, kürsüler ateşe tapar, tapar ama, Parlamentoda hitabetin duygudan fazla bilgiye doğru gitmesi mecburiyeti de bizi içinde bulunduğumuz mekânın icbar edici kuralı olarak sınırlandırır. Nasıl mı; biz, bunun ruh halini beğenmedik diyorsunuz, biz, genel görüşme açılmasını istiyoruz diyorsunuz. Baştan söyledim, diyebilirsiniz; ama, tabi olduğunuz kurallar var. Meclis, gündemine hâkimdir, ilkel anayasa hukuku bilgisiyle, Meclis Genel Kurulunda çoğunluğun her şeye kadir olduğu düşüncesi, demokratik parlamenter rejimlerin hiçbir zaman barındırmadığı bir düşüncedir; o rejimin adı başkadır. Onun için ben, burada, önce, genel görüşmede, Sayın Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanının ve daha sonra başkanvekillerinin değişik mekânlarda katıldıkları, izlenen hukukî yolun ne olması gerektiği ve ne olduğu hususunda görüşlerimizi sizlere arz etmek istiyorum.

Bir parlamento düşününüz ki, temmuz ayının 30'unda, 1998 yılında seçim kararı almış, daha doğrusu Meclis, seçimleri yenileme kararı almış; Anayasaya, İçtüzüğe, hukuk normlarına uygun bir şekilde, Anayasa Komisyonunda görüşülmüş, Anayasa Komisyonundan olumlu karar şeklinde çıktıktan sonra bir rapor halinde Genel Kurula indirilmiş.

Değerli milletvekilleri, Anayasa Komisyonunda... Bakınız, elimde Meclisin resmî Tutanak Dergisi: "Kanun Tasarı ve Teklifleriyle Komisyonlardan Gelen Diğer İşler", "Devam" demiş.

"Trabzon Milletvekili Yusuf Bahadır'ın, Fazilet Partisi Genel Başkanı Malatya Milletvekili Recai Kutan ve 3 arkadaşının, Anavatan Partisi Grup Başkanvekili Bayburt Milletvekili Ülkü Güney, Demokratik Sol Parti Grup Başkanvekili Gaziantep Milletvekili Ali Ilıksoy, Cumhuriyet Halk Partisi Grup Başkanvekili Ankara Milletvekili Önder Sav ile Demokrat Türkiye Partisi Grup Başkanı Van Milletvekili Mahmut Yılbaş'ın, seçimlerin yenilenmesine ilişkin önergeleri ve Anayasa Komisyonu Raporu" demiş.

"744 sıra sayılı Basmayazı tutanağa eklidir" demiş.

Bu görüşmeler sırasında, bakıyoruz, Sayın Atilâ Sav, Anayasa Komisyonu Başkanımız "komisyonumuzda, öncelikle seçim dönemi bitmeden seçimlerin yenilenmesi, mutat zamandan önce yapılması önerisi oylanmış ve oybirliğiyle kabul edilmiştir" diyor takdim ettiği raporunda.

Buna bir muhalefet şerhi var. Bu muhalefet şerhi, İstanbul Milletvekili Sayın Süleyman Arif Emre'nin:

 "Ülkemiz, 28 Şubat 1997 tarihinden beri olağanüstü bir devreden geçmektedir. Bu sebepten, normal demokratik şartlar yürürlükte değildir" hükmüyle başlamış "dokuz ay gibi uzun bir süre sonra yapılacak bir seçime 'erken seçim' adı verilerek Meclisimizden antidemokratik bir karar çıkarılması istenilmektedir" diyerek şikâyetini dile getirmiş muhalefet şerhinde.  "CHP Genel Başkanı tarafından Sayın ANAP Genel Başkanına âdeta dayatılan bu erken seçim modelinin diğer antidemokratik ve Anayasadışı şartı ise, Başbakanın yılbaşında görevinden istifa etmesi hususudur. Böylece, dayatmacıların maksatları kısmen de olsa ortaya çıkmış sayılabilir. Maksat, yapılacak seçime tamamen demokrasi dışı bir hükümetle gitmektir" diye değerlendirmesini devam ettirmiş ve seçimlerin dokuz ay sonra yapılmasının ne kadar antidemokratik olduğunu kanıtlamaya yönelik, kendi kurduğu mantığı çerçevesinde, kendince argümanlar sunduktan sonra, demiş ki: "18 Nisanda seçim yapılması hususunda alınan karara muhalifim." Yani, daha erken olsun, dokuz ay geriye atmayalım. Ne zaman; 29.7.1998 tarihinde.

Doğru Yol Partisi Grubu adına Sayın Turhan Güven, bu seçimin hayırlı ve uğurlu olmasını dilemiş.

DTP Grubu adına Sayın Mahmut Yılbaş "18 Nisanda birlikte yapılacak olan seçimin ülkeye fazla hayırlar getirmeyeceği meydandadır" demiş, kendi özgür iradesiyle.

Fazilet Partisi Grubu adına Sayın İsmail Kahraman, uzun bir görüşmeden sonra "ne kadarını tamamlarsak o kadar hayırlı iş yapmış olacağımızı ifade ederim" dedikten sonra "seçimlerin yenilenmesi hususundaki karara iştirak ediyoruz. Parlamento aritmetiğinin değişmiş olması, milletin yeniden iradesini ortaya koyması hayırlıdır" demiş ve "seçimin yenilenmesi kararını alanlara Fazilet Partisi olarak teşekkürlerimizi sunuyoruz" diyerek sözlerini bitirmiş.

CHP Grubu adına Sayın Önder Sav da, iradenin gerçek kaynağına, millete bu vekâletin teslim edilmesi, ulusa teslim edilmesi konusundaki görüşlerini sunmuş ve bu şekilde Anayasa Komisyonunda kabul edilen seçimlerin yenilenmesi kararı Türkiye Büyük Millet Meclisinde 486 oyla... Bu ne demek; anayasa hukukunda bunun anlamı şu: Yasa koyucunun iradesi demek. Yasa koyucu 486 oyla -11 ret oyu var- bu seçimler yenilensin demiş. Elbette, bu, bazı Meclis Başkanvekillerinin söylediği gibi, Parlamentonun kendisini feshetmesi demek tabiî ki değil, elbette münfesih hale gelmez; seçimlerin yenilenmesi kararıdır, o tarihe kadar Parlamento, eğer, Anayasadaki zaruretler ortaya çıkarsa, tekrar toplanma hakkını elinde tutar, münfesih değildir, hiç itiraz götürmez; ama, seçimlerin yenilenmesi kararındaki, o, yasa koyucu iradesinin -ki 486'dır- bir başka delili daha var, güçlendirici delili, o da, Sayın Ecevit'in Başbakanlığında kurulan 56 ncı hükümete verilen güvenoyu. 306 sayın milletvekili, güvenoyu verirken, Sayın Ecevit Hükümetinin, 18 Nisanda yapılacak genel seçimlere kadar ülkeyi yönetmesi adına oy talebinde, güvenoyu talebinde bulunduğunu biliyordu ve ona göre de oy vermişti.

Bu iki argüman sonrasında, Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanı, acaba Meclis İçtüzüğündeki 7 nci madde gereğince Meclisi olağanüstü toplantıya tatilde veya ara verme döneminde çağıramaz mı; hemen söyleyelim çağırabilir; anayasal bir hakkın kullanılmasıdır. Burada hiç kimse o konuyla ilgili Sayın Meclis Başkanını hukuk ihlaliyle suçlamamalıdır. "Peki, o zaman problem nerede başlıyor" diyeceğiz. Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanı, İçtüzüğün 7 nci maddesinde, önce Sayın Cumhurbaşkanına, sonra Sayın Meclis Başkanına tanınan, doğrudan Meclisi çağırma yetkisinden sonra sıralanan, 110 sayın milletvekilinin imzasıyla -ama, gerekçeli... Gerekçeli talebiyle- toplantıya çağırır diyor. Gerekçe meselesinde takdir yetkisi Sayın Meclis Başkanının doğrudan, aslî görevidir sayın milletvekilleri; şöyle bir örnek vereyim: "110 milletvekili bir araya gelip imza attığı takdirde, gerekçesine bakmaksızın Meclis Başkanı, otomatikman Meclisi olağanüstü toplantıya çağırmaya mecburdur" derseniz, Yargıtay içtihatlarındaki tabirle söyleyeyim, hayatın doğal, olağan akışı sizi yanlış çıkarır. Örneğin, ne için biz genel görüşme isteyebiliyoruz; devlet ve toplum faaliyetlerini ilgilendiren hususlarda diyoruz, değil mi? Şimdi, desek ki 110 milletvekili olarak, Galatasaray-Fenerbahçe maçının bu şekilde neticelenmesi toplumu ilgilendiren çok önemli bir hadisedir ve bu maçın hakemi de usulsüzlük yapmıştır. Galatasaray ve Fenerbahçe arasındaki bir maçın toplumu ilgilendiren bir faaliyet olmadığını söyleyebilmek mümkün mü fiiliyata bakarak; değil. Peki, böyle bir taleple irade beyanında bulunsaydı 110 milletvekili, Sayın Meclis Başkanı, ben ne yapayım, burada 110 tane imza var; Meclis İçtüzüğünün 7 nci maddesine göre çağırmak zorundayım mı diyecekti; hayır. Onun için, 1987'deki Sayın Karaduman'ın kararını, onun için, 1995 yılında Anayasa Mahkemesine seçimlerin ertelenmesiyle ilgili talepleri yerli yerine oturtmamız gerekir.

Sayın Meclis Başkanı, imzacı arkadaşlarımızın gerekçesini, son derece doğru bir kararla, gerçekçi bulmuştur; katılıyorum. Ama, ne olmuştur; İçtüzüğün aynı maddesinin devamında, son cümlesinde -ki, 1991 yılındaki duruma atıfta bulunduğumuz, yanlış emsal olarak gösterdiğimiz duruma bakarsanız- genel görüşme konusuyla ilgili görüşmeler yapıldıktan sonra öyle bir irade oluşursa Parlamentoda, elbette, Meclis Başkanı çalışmaların devamına yönelik her türlü usulî muameleyi yapma hakkına sahip olduğu gibi, ayrıca da göreviyle yükümlüdür; ama, bir şartla; genel görüşme...

Ne demiş arkadaşlarımız genel görüşme önergesinde? Son derece ciddî ithamlar... Bakın, bir anlamda da kendileri açısından görev ihmaline... En hafif tabiriyle söylüyorum; ceza hukukunda daha başka tabirler vardır arkadaşlarımızın bu tutumuyla ilgili. "Meclisimiz, bu değişiklikler ışığında yeni bir durum muhakemesi yapmak imkânını bulamamıştır. Oysa, olaylar ve en çok da terör başının yakalanışından sonra ortaya çıkan gerçekler, ülkemizin şimdiye kadar düşünülenden çok daha ciddî bir komployla karşı karşıya bulunduğunu göstermektedir" diyorlar genel görüşme önergesinin gerekçesinde. Peki, o sayın milletvekillerine sormak lazım; mademki küskün değiller, mademki bu hadise sadece 100 civarında milletvekilinin seçilme hakkının gaspı değil... Tabiî, orada, 30 milyon seçmenin seçme hakkı ne oluyor 100 insanın seçilme hakkının karşısında, denebilir; ama, yine, hukukî çerçeveye, anayasa çerçevesine dönüyorum. Her iki başbakan da aynı şeyi söylemiştir "55 inci cumhuriyet hükümetinin kararlı tutumunun devamıdır, devletin başarısıdır" demişlerdir. Teröristbaşının yakalanması süreci sonrasında, siz, eğer, bu ülkenin uluslararası arenada ciddî bir komployla karşı karşıya olduğunu düşünüyorsanız, o zaman, o sayın milletvekilleri olarak, genel görüşmeyi, burada, Meclis Başkanı İçtüzüğü yanlış uygulasa dahi, sonuna kadar yapma konusunda talebinizdeki samimiyetinizi sürdürmek zorundaydınız; ama, parti adına ilk konuşmalara bir bakıldı, arkasından "yeter" arkasından "çalışmalar devam etsin..." Oysa, Meclis, olağanüstü toplantıya çağrılmış; oysa, Meclis, olağanüstü toplantı konusu olarak, Türkiye'nin içinde bulunduğu uluslararası bu komplo tehlikesini düşünmüş.

Ben, şimdi, konuşan arkadaşlarıma baktım, tüm parti sözcüsü arkadaşlarıma da baktım, bir Allah'ın kulu, gensoruda yazılan gerekçeyle ilintili olarak, bu hükümetin niçin bu gensoruyla düşürülmesi gerektiği hususuna değinmek lütfunda bulunmadı; birtakım temenniler, birtakım, işte, başka başka partileri, bu zemini kullanarak, kendi lehlerinde, gensoruda iddia edildiği gibi, âdeta bir propaganda vasıtası haline getirdiler ve dönüyor dolaşıyor, bir şeyin adı bir türlü konmuyor, Fazilet Partisindeki bu strateji değişikliğinin gerçek sebebi bir türlü söylenmiyor. Deniyor ki, 312, demokratikleşme, insan hakları... Ben inanıyorum ki, demokratikleşme ve insan hakları konusunda çağdaş gelişim çizgisine ters düşecek hiçbir milletvekili yoktur bu Parlamentoda. Ayrıca, bu Parlamento yapacaktır demokrasi ve insan haklarındaki gelişimleri, bu Parlamento özgür iradesiyle yapacaktır; ama, birileri, dışarıdan...

TEVHİT KARAKAYA (Erzincan) – Haydi...

YÜKSEL YALOVA (Devamla) – Haydisini söyleyeyim... Haydi mi; hemem söyleyeyim, çok da teşekkür ederek söyleyeyim: 2 Nisan 1998 tarihinde, Sayın Mesut Yılmaz Başbakanlığındaki 55 inci cumhuriyet hükümeti, o söylediğiniz 312 nci maddeyle ilgili bir kanun tasarısı getirmiş.

ÖMER ÖZYILMAZ (Erzurum) – Hıh...

YÜKSEL YALOVA (Devamla) – "Hıh" sözü, Parlamentoda pek şık bir söz değil. Parlamento adabı, teamülleri, yazılı olmayan kurallar derken, zaten, hep bunlara işaret etmek istiyorum sayın milletvekili.

Aradan aylar geçmiş, mevsimler geçmiş, 2.4.1998'de getirilen tasarının gündeme alınması için ANAP, DSP ve DTP grupları adına "14 Nisan 1998 Salı günü yapılan Danışma Kurulu toplantısında oybirliği sağlanamadığından" diyerek, sıraların öne alınması talebi getirilmiş. Ne denilmiş: "252 nci sırada bulunan 634 sıra sayılı kanun tasarısının 10 uncu sıraya getirilmesi." 2.6.1998 tarihinde, yani, aradan 4 ay geçince, o 4 ay boyunca, 55 inci cumhuriyet hükümeti Parlamentoyu toplamaya çalışmış, bu konuları...

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

YÜKSEL YALOVA (Devamla) – Az bir şey kaldı, müsaade ederseniz, diğer arkadaşlara...

BAŞKAN – Bir süre isterken, mutlaka bir başka arkadaşı öne sürmeye mecbur musunuz Sayın Yalova?! Rica edeyim... Bir itirazım...

YÜKSEL YALOVA (Devamla) – Öyle demedim efendim, az bir sürem kaldı, lütfederseniz dedim Sayın Başkanım, daha fazlasını istemedim.

DEVLET BAKANI VE BAŞBAKAN YARDIMCISI HASAN HÜSAMETTİN ÖZKAN (İstanbul) – Gerekçeyi söylemedi Sayın Başkan.

BAŞKAN – Mahkemelerde bile gerekçe yok Sayın Özkan.

SALİH KAPUSUZ (Kayseri) – Sayın Yolava, bu 4 ayda niye çıkmamış bu kanun, biliyor musunuz; RTÜK için, RTÜK...

YÜKSEL YALOVA (Devamla) – O 4 ay boyunca, hükümetin, konuya ilişkin, herkesin kendi özgür iradesiyle yasama organının...

SALİH KAPUSUZ (Kayseri) – Ayıbınızı orta yere koyuyorsunuz.

YÜKSEL YALOVA (Devamla) – ...bu konudaki iradesinin ortaya çıkmasına katkı yapması çağrıları boş çıkmış ve 2.6.1998 tarihinde "Lütfü Esengün, Fazilet Partisi Grup Başkanvekili" imzasıyla Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına "Danışma Kurulunun 1.6.1998 Pazartesi günü yapılan toplantısında siyasî parti grupları arasında oybirliği sağlanamadığından, Grubumuzun aşağıdaki önerilerini İçtüzüğün 19 uncu maddesi gereğince Genel Kurulun onayına sunulmasını saygılarımla arz ederim" başlıklı bir sıralama takdim edilmiş. Merak eden arkadaşlarım için hatırlatma konusu olsun; örneğin, Toplukonut Kanununda değişiklik yapılmasına dair kanun tasarısı, Gaziantep Milletvekili Mehmet Bedri İncetahtacı'nın bir kanun teklifi, olağanüstü hal bölgesi ve kalkınmada öncelikli yörelerle ilgili bir sıralama değişikliği, yaş sebze ve meyve ticaretinin düzenlenmesine ilişkin bir kanun tasarısı, Vergi Usul Kanunuyla ilgili kanun tasarısının yukarıya çekilmesi, ön sıralara çekilmesi ve sonuç olarak, sonuncu olarak daha doğrusu, hayvanları koruma kanunu tasarısının gündemin 10 uncu sırasına alınması. Demin arz ettim; üç grup başkanvekilinin, yani, ANAP, DSP ve DTP adına imza koyan temsilcilerin "14 Nisanda, Danışma Kurulunda oybirliği sağlanamadı, Genel Kurul bunu düzenlesin" derkenki taleplerinde 10 uncu sıraya alınmasını istedikleri yasa tasarısı 312 nci maddeye ilişkin.

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN – Sayın Yalova, lütfen... Rica ediyorum...

YÜKSEL YALOVA (Devamla) – Bitireceğim efendim, 1 dakika daha rica ediyorum.

Fazilet Partisi adına Sayın Lütfü Esengün'ün yaptığı çağrıda, 10 uncu sıraya alınmasını istedikleri kanun tasarısı da, hayvanları korumayla ilgili bir tasarı.

ÖMER ÖZYILMAZ (Erzurum) – Gayet normal bu.

YÜKSEL YALOVA (Devamla) – Peki, o zaman, hayvanları korumayı düşünürken -ki, hayvan hakları da, artık, çağdaş dünyada, insan hakları kadar ele alınmak eğiliminde olan bir durumdur- o zamanlar, siz, niçin, mesela, Sayın Erbakan'la ilgili ya da Sayın Recep Tayyip Erdoğan'la ilgili gündeme bunları getirmek yerine, bunların geri alınmasını sağladınız da, şimdi, 18 Nisanda seçimlerin yapılmasına az bir zaman kala, bunu, bu halde getiriyorsunuz?!

Son cümle, Sayın Yılmaz Karakoyunlu'nun "Önce İnsan ya da Mithat Paşa" adlı oyununda, Mithat Paşa'nın, Adalet Bakanı Cevdet Paşa'ya söylediği bir söz: "Adalet, özgür insanın erdemidir." Adalet, sadece mahkemelere tabi, sadece onların malı değil...

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

YÜKSEL YALOVA (Devamla) – ... Adaleti, bizim, yasama organında sağlamamız lazım.

Hepinize saygılar sunuyorum. (ANAP ve DSP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – Sayın Yalova, teşekkür ediyorum.

Buyurun Sayın Kapusuz.

SALİH KAPUSUZ (Kayseri) – Sayın Başkan, bir hususun zabıtlarda düzeltilmesi için söylemek istiyorum.

Sayın Yalova, bahsedilen o tarihteki Danışma Kurulunda, bu 312 ile ilgili tasarının öne çekilmesiyle ilgili talepte bulundular. Doğrudur, orada mutabakat sağlanmadı; fakat, öne çekilmesi konusunda, biz, Fazilet Partisi olarak, destek verdik ve kendilerinin söylediği gibi geride kalmadı, 10 uncu sıraya bu kanun getirilmiş oldu. Dolayısıyla, biz, o gün de destek verdik, bugün de aynı istikamette desteğimizi devam ettiriyoruz.

Teşekkür ederim.

BAŞKAN – Teşekkür ediyorum.

Efendim, Sayın Başbakanı davet edeceğim; ancak, işlemlerin ikmaline kadar süre uzatımını oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler... Kabul etmeyenler... Kabul edilmiştir.

Sayın Başbakan, buyurun efendim. (DSP sıralarından alkışlar)

BAŞBAKAN BÜLENT ECEVİT (İstanbul) – Sayın Başkan, değerli milletvekili arkadaşlarım; hepinizi saygıyla selamlıyorum.

Bugün, Sayın Meclis Başkanımızın Çanakkale Savaşının 84 üncü yıldönümü dolayısıyla belirttiği düşünceleri duygulanarak dinledik; kendisini kutluyorum.

Ben, bu sabah, iki değerli bakan arkadaşımızla birlikte, Adalet Bakanı Prof. Dr. Sayın Selçuk Öztek ve Çevre Bakanı Sayın Fevzi Aytekin'le birlikte, hükümetimizi temsilen Çanakkale'de bulundum ve törenlere katıldım. İzin verirseniz Sayın Başkan, bu önemli yıldönümü vesilesiyle, Çanakkale'de yapmış olduğum kısa konuşmanın çok kısa bir özetini de, sözlerime başlarken, Yüce Meclise sunmak istiyorum.

"Çanakkale Savaşı, dünyanın en büyük kahramanlık destanlarından biridir; ama, yalnız bir kahramanlık destanı değildir, onun ötesinde çok önemli işlevleri olmuştur Çanakkale Savaşının. Bu savaşla, yurdumuzda "padişah mülkü toprak" kavramının yerini "vatan" kavramı, "tebaa" kavramının yerini "vatandaş" kavramı almaya başlamıştır. Türk ulusal kimliği de, bu savaşla belirginleşmiştir. Türk Halkı, Çanakkale Savaşında edindiği özgüvenle ve ulusal dayanışma yeteneğiyle Kurtuluş Savaşını zafere ulaştırabilmiştir. Eğer Çanakkale Savaşı kazanılmasaydı, daha Kurtuluş Savaşı aşamasına gelinmeden bağımsızlığımız sona ermiş olacaktı. Çanakkale Savaşı, Atatürk'ün eşsiz önderliği ve komutanlık yeteneğiyle dünya siyaset sahnesine bir yıldız gibi doğmasına da vesile olmuştur. Atatürk, Türk Halkına, Çanakkale Savaşında pekişen güveniyle ve bu savaşın kendisine kazandırdığı saygınlık ve güvenilirlikle Kurtuluş Savaşını başlatabilmiş ve kazanabilmiştir. Yokluklar içinde, silahtan çok yürekle kazanılmış bir savaştır Çanakkale Savaşı. Yalnız Türkiye'nin ve Türk Ulusunun değil, dünyanın da geleceği bu savaşla belirlenmiştir. Emperyalizme ilk ve en ağır darbe Çanakkale'de vurulmuştur.

Kısacası, yeni bir ulus ve yeni bir dünya doğmuştur Çanakkale Savaşından ve yeni bir devletin temelleri de yine, Çanakkale Savaşıyla atılmıştır ve Türk Halkı, Çanakkale Savaşındaki  kahramanlığı, insanlığı ve uygarlığıyla düşmanlarının bile saygısını kazanmıştır.

Çanakkale Savaşının şehitlerine, gazilerine ve eşsiz önder Atatürk'e sonsuz şükran borçluyuz; Allah onlardan razı olsun; onlar, bütün dünyaya, Çanakkale'nin geçilmez olduğunu göstermişlerdir. Çanakkale ne kadar geçilmezse, Türkiye de o kadar bölünmezdir. (DSP ve ANAP sıralarından alkışlar)

Sayın Başkan, değerli arkadaşlarım; şimdi, gündemdeki konuyla, yani, hakkımdaki gensoru önergesiyle ilgili konuşmama başlıyorum izninizle.

Bu gensoru, kanımca, zamansızdır ve geçersizdir. Zamansızdır ve geçersizdir; çünkü, önümüzde, seçimlere ancak bir aylık bir süre kalmıştır. Bu süre içinde, eğer hükümet düşürülürse veya kendiliğinden istifa ederse, herhangi bir yasa çıkarmak olanaksız duruma gelmiş olacaktır Anayasa ve İçtüzük hükümlerine göre. Bu durumda, bir yandan Meclisi toplayalım, gece gündüz toplayalım, birikmiş yasaları çıkaralım denilecek, bir yandan da, hükümet düşürülerek, Meclisin gündeminin donmasına yol açılmış olacak. Bu, açık bir çelişkidir.

Yine, bu Hükümeti devirmek isteyenler, gensoruyla düşürmek isteyenler, bu Hükümetin 61 milletvekilli bir parti grubu tarafından kurulmuş olmasını, bir küçümseyici üslup içinde, eleştiri konusu yapmışlardır.

Değerli arkadaşlarım, bu Hükümet, bu Meclise havadan gelmedi; bu Meclisin verdiği 306 güvenoyuyla kuruldu. (DSP sıralarından alkışlar) Bildiğim kadar, 1960 yılından beri Türkiye'de, bu kadar büyük, bu kadar geniş bir güvenoyuyla işbaşına gelmiş olan bir hükümet yoktur. Onun için, eğer Meclisin iradesine saygılıysak, bu Hükümete de, efendim, 61 üyeli küçücük bir grup oluşturan parti diye küçümseyici bir edayla yaklaşmak haksızlık olur kanısındayım.

Değerli arkadaşlarım, ben, gensoruyu zamansız ve gereksiz buluyorum derken ve bu Hükümetin değişmesinin zamanı değil derken, kendi açımdan, kişisel açıdan bir üzüntüm ve kaygım yoktur. Benim hiç koltuk bağımlısı olmadığımı, beni yakından tanıyanlar bilirler. Ben, seçimle geldiğim bütün görevlerden, düşürülmeksizin, kendi özgür irademle ayrıldım. Bir kez, eski partim Cumhuriyet Halk Partisinin Genel Sekreterliğinden, iki kez genel başkanlıktan, iki kez başbakanlıktan, hep, gensoruyla değil, kendi özgür irademle ayrıldım. Yani, koltuk bağımlısı değilim; ama, bu Hükümetin şu sırada düşürülmesinin Türkiye açısından büyük sakıncalar doğurabileceği kaygısını taşıyorum.

Bir kere, bildiğiniz gibi, dünya, ağır bir ekonomik bunalım döneminden geçiyor. Bu ekonomik bunalım, bundan birkaç ay önce, komşumuz ve büyük ticaret ortağımız Rusya Federasyonuna da yansıdı. Dünyadaki ve Rusya Federasyonundaki ekonomik krizden, kendi ulusal ekonomimizin olabildiğince az etkilenmesini sağlamak üzere, çok dikkatli bir tutum izlenmesi, günü gününe, dünyanın, dünya ekonomisinin nabzının tutulması gerekmektedir. Şu sırada, Türkiye'nin, o açıdan da, bir hükümet değişikliği ve yeni bir hükümet arayışı süreciyle yitirecek zamanı yoktur. En küçük bir istikrarsızlık, bir siyasal veya ekonomik istikrarsızlık ve sarsıntı, ülkemizin yalnız bugününü değil, geleceğini de olumsuz yönde etkiler. Nitekim, şimdiden, hükümet değişikliği ve seçimi erteleme eğilimleri, ekonomide olumsuz sonuçlarını vermeye başladı; borsa endeksi yükselirken, son günlerde düşmeye başladı; yüzde 150'leri bulmuş olan faizler yüzde 100'ün altına inerken, şimdi, son günlerin siyasal belirsizlik ortamında, yeniden yükselmeye başladı; seçim sonrası için, Türkiye'ye, bazı büyük kredi olanakları, uygun koşullu kredi olanakları hazırlanırken, şimdi, bu olanakların da tehlikeye düşmesi durumu ortaya çıktı.

Yine, tam seçim kampanyasının ortasında, hatta sonlarına doğru, bir hükümet bunalımı belirtilerinin ortaya çıkmış olması, terör eylemcilerinin de cüretini artırmaya başladı ve bütün dünya Türkiye'ye karşı, Türkiye'ye yönelik olarak, bir "bekle, gör" havasına girmiş oldu.

Değerli arkadaşlarım, kamuoyu tarafından "küskünler" diye adlandırılan değerli milletvekili arkadaşlarımızın sorunu hükümetle değildir, o arkadaşlarımızın sorunu kendi partileriyledir; ama, kırgınlıklarının hıncını, şimdi, hükümetten almaya kalkışmaktadırlar. Bunun bir haksızlık olduğuna inanıyorum. Bir yandan bu kırgınlıklarının -kendi partilerinin yönetimine yönelik haklı veya haksız kırgınlıklarının- hıncını hükümetten almaya kalkışıyorlar, bir yandan da, bunun bedelini millete ve devlete ödetmiş oluyorlar. Ben, bütün bunlara rağmen ve hakkımdaki iddialarına rağmen, ithamlarına rağmen, birçoğunu yakından tanıdığım, birçoğuna çok değer verdiğim ve bazılarıyla birlikte çalıştığım sayın milletvekillerinden "küskünler" denilen milletvekillerinden hiçbirine küskün değilim; tersine, kendilerine bir şükran borcum var; çünkü, hazırladıkları gensoru önergesiyle, bir anlamda, hükümete övgüler düzmüş oldular; çünkü, normal olarak, bir hükümet hakkında gensoru verilebilmesi için, o hükümetin bazı somut hataları, yanlışlıkları bulunması veya o yönde iddialar olması gerekir ve gerekçede de, bu iddialara yer verilmiş olması gerekir. Oysa, benim başkanı bulunmaktan onur duyduğum Hükümet hakkında verilen gensoru önergesinde, Hükümetin tutumuyla, uygulamalarıyla ilgili hiçbir kusurdan söz edilmiyor; yani, Hükümetin çalışmalarında hiçbir kusur bulmadıkları anlaşılıyor. Ne kusur bulabilirlerdi; partizanlık yapmamışız, hiçbir yolsuzluğa bulaşmamışız, teröristlerle mücadeleyi kısmamış, zayıflatmamış, aksine, daha etkili duruma getirmişiz; 55 inci hükümet döneminde başlatılan süreci devam ettirmiş ve terörist örgütünün başını yakalamış ve Türk adaletine teslim etmişiz; Doğu ve Güneydoğu Anadolu halkının ekonomik, sosyal ve eğitsel gereksinmelerini daha ileri ölçüde, daha doyurucu biçimde karşılayabilmek için programlar hazırlamışız, bunların kaynaklarını belirlemişiz, bu kaynakların nerelerde, nasıl kullanılacağını belirtmişiz ve uygulamasına başlamışız; Köy Hizmetleri Genel Müdürlüğünde yıllardan beri çalışan, ama, yılda ancak üç dört ay çalışan yaklaşık 42 bin işçiyi, daimî çalışan ve ücret alan işçiler durumuna getirmişiz; dünya ekonomik krizine karşı olabildiğince etkili önlemler almışız; dış ilişkilerde bir falsomuz olmamış; uzun yıllardan beri ilk kez, enflasyon hızını, hayat pahalılaşması hızını yüzde 50'nin altına indirebilmişiz; yine, birkaç aydan beri ilk kez, faizleri yüzde 150'den yüzde 100'ün altına çekebilmişiz; devletin yıllardır birikmiş olan ağır borçlarını hiç aksatmadan ödemeyi başarabilmişiz. Yani, neresinden bakılsa, bu hükümete kusur olarak yöneltilebilecek bir şey bulunamamış. Onun için, buluna buluna, seçimlere birkaç ay kala, benim bir sözüm, hem seçimi erteletmek için hem de bu hükümeti düşürmek için bir vesile, bir gerekçe olarak ele alınmış. O tabir de "sivil darbe".

Değerli arkadaşlarım, bu "sivil darbe" sözcüğü nereden aklıma geldi veya dilimin ucuna geldi; Büyük Millet Meclisinin, daha bundan kısa bir süre önce, çok büyük oy çoğunluğuyla saptadığı seçim tarihine dört beş hafta kala, seçim kararını iptal edelim, milletvekili seçimlerini erteleyelim girişimi içine girilmiş. Oysa, bu sürede, bu süre içinde, bu arada, adaylar belli olmuş, aday olmak isteyen memurlar görevlerinden ayrılmış, seçim listeleri, seçmen listeleri basılmaya başlanmış ve devlet, bu uğurda, yapılacak milletvekili seçimleri uğrunda trilyonlarca liralık kaynak harcamış haklı olarak.

Bu aşamada seçimleri ertelemeye kalkışmak, benim kanımca ve hükümetimizin görüşünce, yalnız benim kanımca veya hükümetimizin görüşünce değil, belli ki hemen bütün kamuoyu kesimlerince, bir sorumsuzluk olarak nitelendirilmekte, algılanmaktadır.

Burada, bir çelişki de, tabiî, bir yandan seçimler ertelensin, hükümet düşürülsün deniyor; ama, bir yandan da, alelacele bazı yasalar çıkarılsın isteniyor; bunun için, Meclisin çalışma günleri, çalışma saatleri de artırılıyor. Fakat, biliniyor ki, eğer hükümet düşürülürse, Meclisin yasama çalışmaları da, yeni hükümet kuruluncaya kadar donacaktır, durdurulacaktır. Bu çelişkinin bile farkında olmadıkları veya bu çelişkiyi bile, değerli arkadaşlarımızın gözardı ettikleri anlaşılıyor.

İşte, bu ortam içinde, birçok vatandaşımızda, vatandaşlarımızın çok büyük çoğunluğunda tepki uyandıran bu anlamsız ve çelişkili davranış karşısında, ben de, bir gün, dilimin ucuna geliveren bir terimi kullandım "bu, bir sivil darbedir" dedim. Bunda hakaret yok, bunda tehdit yok. Bu, sadece, tepki ifadesi olan bir sözdür; ama, toplumdan gelen tepkiler çok daha ağırdır. Nitekim, her gün gazeteleri okuduğunuzda, bundan çok daha ağır tepkilerin, benim gibi dokunulmazlığı olmayan sade vatandaşlarımız tarafından dile getirildiğini herhalde biliyorsunuz.

Değerli arkadaşlarım, bu girişimler, Türkiye'de, hiç yoktan, bir siyasal bunalım ortamını yaratmıştır, bir ekonomik ve siyasal istikrarsızlık sürecine girilmiştir.

Bir ara, tabiî, bu girişimler karşısında çeşitli olasılıkları, olanakları değerlendirirken, acaba, benim, Başbakanlıktan kendim istifa etmem doğru olur mu diye düşündüm, arkadaşlarımla da görüştüm; ama, bunu içime sindiremedim, arkadaşlarım da içlerine sindiremediler. Çünkü, bu Hükümet, 306 güvenoyuyla kurulurken, bu Hükümete destek sözü veren iki parti, Anavatan Partisi ve Doğru Yol Partisi bizden bir tek şey istemişlerdi: "Türkiye'yi 18 Nisan seçimlerine esenlikle götür." Üzerimizde bu görev varken, ben görevden kaçamazdım. Onun için, kendim ayrılma düşüncesini bir yana bıraktım; ama, şimdi, karşımıza, bir gensoru önergesiyle geçilmiş oluyor.

Şimdi, bunun sonuçlarının ağır sorumluluklar getireceğinden korkuyorum; ama, eğer, Meclis bu Hükümeti düşürürse, sorumluluk bende olmayacaktır, düşürenlerde olacaktır.

Değerli arkadaşlarım "halkın sesi hakkın sesi " diye bir hikmet vardır. Beni dinlemeyin değerli arkadaşlarım, beni dinlemeyin; ama, lütfen, halkı dinleyin. Halk da "bu seçimler olacak, başka yolu yok" diyor. (DSP ve DYP sıralarından alkışlar)

Değerli arkadaşlarım, Türkiye'de bir hükümet sorunu -benim görüşüme göre- bugün için yoktur; ama, yaklaşan seçimlerin hemen ardından, yeni bir hükümet oluşumu zorunlu olarak gerçekleşecektir. Türkiye, elbette hükümetsiz kalmayacaktır; ama, normal süreç içinde bir hükümet kurulacaktır. Şunun şurasında, bunun için, sadece dört hafta kalmıştır bugün. Dört hafta daha sabredelim ve inşallah, huzur içinde yapılacak seçimlerden sonra, ülkemizi, yeni ve sağlıklı bir hükümet olanağına yeniden kavuşturalım. Karar sizlerindir.

Hepinize saygılar sunuyorum. (DSP sıralarından ayakta alkışlar; ANAP ve DYP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – Sayın Başbakan, teşekkür ediyorum.

Sayın milletvekilleri, Başbakan Sayın Bülent Ecevit ve Bakanlar Kurulu üyeleri hakkındaki gensorunun gündeme alınıp alınmayacağı hususundaki görüşmeler tamamlanmıştır.

Şimdi, gündeme alınıp alınmaması hususunu oylarınıza sunacağım; ancak, bir açık oylama talebi var; bu talepte ismi ve imzası bulunan değerli arkadaşlarımı okutup, hazır olup olmadıklarını tespit edeceğim:

Türkiye Büyük Millet Meclisi Sayın Başkanlığına

Oylamanın açık oylama olarak yapılmasını arz ve teklif ederiz.

Saygılarımızla.

    Erkan Kemaloğlu                             Ülkü Güney                                 Yüksel Yalova

              Muş                                          Bayburt                                           Aydın

   Ali Kemal Başaran                      Aslan Ali Hatipoğlu                         Ataullah Hamidi

           Trabzon                                       Amasya                                          Batman

         Refik Aras                                  Ahmet Kabil                                   Esat Bütün

           İstanbul                                          Rize                                      Kahramanmaraş

      Nejat Arseven                             Abdulkadir Baş                      Mahmut Oltan Sungurlu

            Ankara                                        Nevşehir                                      Gümüşhane

     A.Ahat Andican                       Süleyman Hatinoğlu                      Edip Safder Gaydalı

           İstanbul                                         Artvin                                             Bitlis

                                                       Murat Başesgioğlu

                                                             Kastamonu

 

BAŞKAN – Şimdi, önergede ismi bulunan sayın üyelerin burada bulunup bulunmadığını tespit edeceğim.

Sayın Erkan Kemaloğlu?.. Burada.

Sayın Ülkü Güney?.. Burada.

Sayın Yüksel Yalova?.. Burada.

Sayın Ali Kemal Başaran?.. Burada.

Sayın Aslan Ali Hatipoğlu?.. Burada.

Sayın Ataullah Hamidi?.. Burada.

Sayın Refik Aras?.. Burada.

Sayın Ahmet Kabil?.. Burada.

Sayın Esat Bütün?.. Burada.

Sayın Nejat Arseven?.. Burada.

Sayın Abdulkadir Baş?.. Burada.

Sayın Mahmut Oltan Sungurlu?.. Burada.

Sayın Ahat Andican?.. Burada.

Sayın Süleyman Hatinoğlu?.. Burada.

Sayın Safder Gaydalı?.. Burada.

Sayın Murat Başesgioğlu?.. Burada.

Yeterli imza var; arkadaşlarımızın Genel Kurul salonunda hazır olduklarını tespit ettik.

Sayın milletvekilleri, açık oylamanın üç türü olduğunu biliyorsunuz; bir, elektronik cihazla oylama; iki, pusulaların kupalara atılması; üç, adı okunan her sayın üyenin yerinden kalkarak "kabul", "ret", "çekimser" ifadesiyle mukabele etmesi şeklindedir.

Şimdi, elektronik cihazla yapılması hususunu oylayacağım...

SALİH KAPUSUZ (Kayseri) – Sayın Başkanım, oylamanın elektronik cihazla yapılması konusunda bir ittifak var galiba; sorabilirsiniz...

BAŞKAN – Hiç belli olmaz efendim...

Sayın milletvekilleri, açık oylamanın elektronik cihazla yapılması hususunu oylarınıza sunuyorum.

Süremiz 5 dakikadır; süreyi başlatıyorum.

Efendim, 5 dakika yetmez mi? ("Yeter" sesleri) Peki... Peki...

Süreyi başlattım efendim.

(Elektronik cihazla oylamaya başlandı)

BAŞKAN – Efendim, zannediyorum...

M. HADİ DİLEKÇİ (Kastamonu) – Anlayamadık Sayın Başkan...

BAŞKAN – Efendim?..

M. HADİ DİLEKÇİ (Kastamonu) – Oylamanın şekli midir, anlayamadık...

BAŞKAN – Oylamanın şekli; yani, bundan sonraki asıl oylamayı da elektronik sistemle yapmayı teklif ediyorum. Yani, şimdi "olur" derseniz, asıl oylamayı elektronik sistemle yapacağız.

Efendim, mütereddit arkadaşlarımız için duyurulur: Genel Kuruldan bu işlemlerin ikmaline kadar süre alınmıştır.

Efendim, süre içerisinde oyunu kullanamayan arkadaşım teknik yardım isteyebilir.

(Elektronik cihazla oylamaya devam edildi)

BAŞKAN – Oylama işlemi tamamlanmıştır; bundan sonra pusula almıyoruz.

Sayın milletvekilleri, oylamanın elektronik cihazla yapılması hususu kabul edilmiştir.

Şimdi, gensorunun gündeme alınıp alınmaması hususunu oylarınıza sunuyorum ve oylamayı elektronik cihazla yapacağız.

Sayın milletvekilleri, oylama için 10 dakika süre veriyorum. ("Sayın Başkan, 5 dakika süre yeterli" sesleri)

Peki; 5 dakikalık süreyi başlatıyorum.

(Elektronik cihazla oylama yapıldı)

BAŞKAN – Süre tamamlanmıştır; bundan sonra oy pusulası kabul etmeyeceğim.

Sayın milletvekilleri, Başbakan Sayın Ecevit ve Bakanlar Kurulu aleyhine verilmiş olan gensorunun gündeme alınıp alınmayacağı konusunda yapılan açık oylamada, 240 kabul, 211 ret oyu kullanılmak suretiyle, gensorunun gündeme alınması hususu kabul edilmiştir.

Sayın milletvekilleri, gensorunun gündeme alınması kabul edilmiştir. Biraz önce ifade ettiğim gibi, 17 Mart 1999 tarihli 56 ncı Birleşimde alınan karar gereğince, gensorunun görüşmeleri, 20 Mart 1999 Cumartesi günü yapılacaktır.

Alınan karar gereğince, kanun tasarı ve tekliflerini sırasıyla görüşmek için, 19 Mart 1999 Cuma günü saat 15.00'te toplanmak üzere, birleşimi kapatıyorum.

Kapanma Saati: 19.20

 

V. — SORULAR VE CEVAPLAR

A) YAZILI SORULAR VE CEVAPLARI

1. — Erzincan Milletvekili Tevhit Karakaya’nın, YÖKtarafından yürürlüğe konulan disiplin yönetmeliği değişikliğine ilişkin Başbakandan sorusu ve Millî Eğitim Bakanı Metin Bostancıoğlu’nun yazılı cevabı (7/6749)

Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına

Aşağıdaki sorularımın BaşbakanSayın Mesut Yılmaz tarafından yazılı olarak cevaplandırılmasına delaletlerinizi saygı ile arz ederim.       5.1.1999                                                  Tevhit Karakaya                                                                                                                                     Erzincan

Basına yansıyan haberlere göre Üniversitelerimizde öğretim üyesi, öğrenci ve personel üzerine yoğun bir baskı olduğu anlaşılmaktadır.

1. Yüksek Öğretim Kurulu tarafından hazırlanarak 7.11.1998 gün ve 23516 sayılı Resmî Gazete’de yayınlanan disiplin yönetmeliği değişikliğinin yasal dayanağı var mıdır?

2. Yönetmelik 7.11.1998 tarihinde yayınlandığına göre makabline nasıl uygulanmaktadır?

3. Böyle bir yönetmelik değişikliğine nereden ihtiyaç duyulmuştur?

4. Bu yönetmeliğin uygulanmasında elde edilen sonuç nedir? Üniversitelerimiz hangi yararları elde etmişlerdir?

5. Sözkonusu yönetmeliğe göre görevine son verilen Sakarya Üniversitesi Öğretim Üyesi Prof. Dr. Sami Şener’in suçu nedir? Kendisinin “irticai faaliyette bulunduğu” suçlaması doğru mudur?

6. Adı geçen öğretim üyesinin işlediği “irtica suçu”nun niteliği nedir? İrtica kavramının tanımı nedir?

7. Yüksek Öğretim Kurulunun yürürlüğe koyduğu sözkonusu yönetmeliğin uygulaması sonunda üniversitelerimizde gerek öğretim üyesi, gerek personel ve gerekse öğrencilerin psikolojik baskı altında tutulduğu doğru mudur?

8. Tamamen özel çaba ile elde edilen akademik bir unvanın yasal dayanağı meşkuk bir yönetmelik maddesi ile çöpe atılmasının hukuk devletinde yasal bir gerekçesi var mıdır?

                                 T.C.                                                                                                                                Millî EğitimBakanlığı                                                                              Araştırma, Planlama ve Koordinasyon Kurulu Başkanlığı                                                                 18.3.1999                                          Sayı : B.08.0.APK.0.03.05.00-03/760

Konu : Soru önergesi

Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına

İlgi : a) TBMM Başkanlığının 27.1.1999 tarih ve A.01.0.GNS.0.10.00.02-7/6749-16768/38714

sayılı yazısı.

b) Başbakanlığın 3.2.1999 tarih ve B.02.0.KKG.0.12/106-911-1/578 sayılı yazısı.

Erzincan Milletvekili Sayın Tevhit Karakaya’nın Yükseköğretim Kurumları Yönetici, Öğretim Elemanı ve Memurları Disiplin Yönetmeliği değişikliğine ilişkin yazılı soru önergesi incelenmiştir.

1. 7.11.1998 tarih ve 23516 sayılı Resmî Gazetede yayımlanan Yükseköğretim Kurumları Yönetici, Öğretim Elemanı ve Memurları Disiplin Yönetmeliğinde Değişiklik Yapılmasına İlişkin Yönetmelik, 2547 sayılı Kanunun 65 inci Maddesi ile Yükseköğretim Kuruluna verilen yetkiye dayanılarak çıkarılmıştır.

2. 2547 sayılı Kanuna dayalı olarak Yükseköğretim Kurulu Başkanlığınca hazırlanan, 21.8.1982 tarih ve 17789 sayılı Resmî Gazetede yayımlanan Yükseköğretim Kurumları Yönetici, Öğretim Elemanı ve Memurları Disiplin Yönetmeliği hâlen yürürlüktedir. 7.11.1998 tarihinde yürürlüğe giren Yönetmelikle bazı maddelerinde değişiklik yapılmıştır.

3-4. Sözkonusu Yönetmelik ve 7.11.1998 tarihinde yürürlüğe giren Yönetmelik değişikliği ile birer bilim yuvası olan üniversitelerimizde huzur, sükûn ve çalışma düzeninin korunmasını amaçlamaktadır.

5. Sakarya Üniversitesi Rektörlüğünce, Fen-Edebiyat Fakültesi Öğretim Üyesi Prof. Dr. Sami Şener hakkında, yurtdışına gitmek üzere verilen izin süresinden sonra göreve başladığı, İstanbul’da bulunan bir şirketin müdürü olarak görev aldığı iddiasıyla soruşturma açılmıştır. Üniversite öğretim mesleğinden çıkarma cezası ile cezalandırılması önerilmiş, Yüksek Disiplin Kurulunun 16.12.1998 tarihli toplantısında önerinin kabulüne karar verilmiştir.

6. Prof. Dr. Sami Şener’e, irticai faaliyette bulunduğu iddiasıyla herhangi bir soruşturma açılmamıştır.

7. Gerek 1982 yılında yayımlanan Yükseköğretim Kurumları Yönetici, Öğretim Elemanı ve Memurları Disiplin Yönetmeliği, gerekse anılan Yönetmelikle 7.11.1998 tarihinde yapılan değişiklikle; birer bilim yuvası olan üniversitelerimizde huzur, sükûn ve çalışma düzeninin korunması amaçlanmaktadır. Üniversite personeli ve öğrencilerin baskı altında tutulduğu savı doğru değildir.

8. Akademik unvanları taşıyanların bu unvanların gerektirdiği sorumluluğu yerine getirmeleri gerekir. Hiç kimsenin kesin kanıtlar olmadan cezalandırılması sözkonusu değildir.

Bilgilerinize arz ederim.

                                                                                                       Metin Bostancıoğlu                                                  Millî Eğitim Bakanı

2. — Konya Milletvekili Mustafa Ünaldı’nın, Kredi ve Yurtlar Kurumundan burs alan bazı kız öğrencilerden bir kısmına burslarının ödenmediği iddiasına ilişkin sorusu ve Millî Eğitim Bakanı Metin Bostancıoğlu’nun yazılı cevabı (7/6788)

Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına

Aşağıdaki sorularımın Millî Eğitim Bakanı Sayın Metin Bostancıoğlu tarafından yazılı olarak cevaplandırılmasını delaletlerinize arz ederim.

Saygılarımla.

                                                                                                  Prof. Dr. Mustafa Ünaldı                                              Konya

Sorular :

27.12.1998 tarihli gazetelerde Kredi ve Yurtlar Kurumu tarafından verilen öğrenim ve harç kredilerini almaya hak kazanan kız öğrencilerden bir kısmından istenen öğrenci belgesini başörtülü oldukları gerekçesiyle okullarından alamadıkları için kredilerinin ödenmediği belirtilmektedir.

1. Bu haber doğru mudur?

2. Doğru ise hangi yasal gerekçe ile okullardan öğrencilere belge verilmemektedir?

3. Bu öğrencilerin almayı hak ettikleri kredileri ne olacaktır?

4. Bu uygulama vatandaşlar arasında bir ayrımcılığa sebep olduğundan, bir çözüm düşünüyor musunuz?

                                 T.C.                                                                                                                                Millî EğitimBakanlığı                                                                              Araştırma, Planlama ve Koordinasyon Kurulu Başkanlığı                                                                 17.3.1999                                          Sayı : B.08.0.APK.0.03.05.00-03/743

Konu : Soru önergesi

Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına

İlgi : TBMM Başkanlığının 11.2.1999 tarih ve A.01.0.GNS.0.10.00.02-17083-7/6788-16897/39084 sayılı yazısı.

Konya Milletvekili Sayın Mustafa Ünaldı’nın Yüksek Öğrenim Kredi ve Yurtlar Kurumu Genel Müdürlüğünden burs alan kız öğrencilerden bir kısmına burslarının ödenmediği iddiasına ilişkin yazılı soru önergesi incelenmiştir.

1. Yüksek Öğrenim Kredi ve Yurtlar Kurumu Genel Müdürlüğünden öğrenim katkı kredisi almaya hak kazanan öğrencilerden istenen öğrenci durum belgelerinde, kız öğrencilerin başörtülü olup olmadıkları ile herhangi bir uygulamaya yer verilmemiştir.

2. Öğretim kurumlarından gönderilen talimat ve duyurularda da böyle bir konuda istekte bulunulmamıştır.Bu güne kadar da Yurtkur’a konu ile ilgili herhangi bir başvuru olmamıştır.

3. Yüksek Öğrenim Kredi ve Yurtlar Kurumu Genel Müdürlüğünden öğrenim ve katkı kredisi almaya hak kazanan öğrencilerden süresi içinde senet ve belgelerini tam ve doğru şekilde verenlerin öğrenim kredileri T.C. Ziraat Bankası şubeleri aracılığı ile kendilerine, katkı kredileri ise öğretim kurumlarının hesaplarına öğrenci adına ödenecektir.

4. Yurtlarımızda barınan öğrencilerimiz, hiçbir ayrım gözetilmeksizin hangi görüşte olurlarsa olsunlar eşitlik ilkeleri doğrultusunda kendilerine verilen yurt ve kredi hizmetlerinden faydalanmaktadırlar.

Kurumumuzun vatandaşlar ve gençler arasında ayrımcılığa neden olacak bir uygulaması bulunmamaktadır.

Bilgilerinize arz ederim.

                                                                                                       Metin Bostancıoğlu                                                  Millî Eğitim Bakanı

 

3. — Konya Milletvekili Lütfi Yalman’ın, Boğaziçi Tokmak Burnu’nda ruhsatsız olarak yapıldığı iddia edilen bir inşaata ilişkin sorusu ve Bayındırlık ve İskân Bakanı Ali Ilıksoy’un yazılı cevabı (7/6814)

Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına

Aşağıdaki sorularımın Bayındırlık veİskân Bakanı Sayın Ali Ilıksoy tarafından yazılı olarak cevaplandırılmasını arz ederim.     4.2.1999                                                  Lütfi Yalman                                                                                                                                                    Konya

1. Boğazın en güzel yeri Emirgan Korusu’nun yanıbaşındaki Tokmak Burnu’ndaki yalısı bulunan Cavit Çağlar’ın yasalara aykırı olarak bu yalıda bazı değişiklikler yaptığı ve ruhsatsız inşaat gerçekleştirdiği araştırılmış mıdır?

2. Araştırıldı ise böyle bir inşaatın yapıldığı tespit edilmiş ve yasal soruşturma başlatılarak inşaatın yapımı durdurulmuş mudur?

3. 2863 sayılı Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Kanununa aykırılık, Boğaziçi İmar Kanununa aykırılık sözkonusu ise Sayın Cavit Çağlar hakkında herhangi bir dava açılmış mıdır? Böyle bir hukuk ihlalinin cezası bilinmekte midir?

                                 T.C.                                                                                                                                Bayındırlık ve İskân Bakanlığı                                                                                Teknik Araştırma ve Uygulama Genel Müdürlüğü                                                   16.3.1999                                          Sayı : B.09.0.TAU.0.15.00.00.348392013-320-3412

Konu : Soru önergesi

Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına

İlgi : 15.2.1999 tarih A.01.0.GNS.0.10.00.02-7/6814-17031/39401 sayılı yazınız eki Konya Milletvekili Lütfi Yalman imzalı, 4.2.1999 tarihli soru önergesi.

Bakanlığımıza iletilen ilgi yazınız eki soru önergesinde; İstanbul İli, Boğaziçi, Tokmak Burnu’nda, Cavit Çağlar’a ait yalıda değişiklik ve kaçak ilave inşaat yapıldığına ilişkin iddialar yer almaktadır.

Bakanlığımız arşiv kayıtlarında konu evveliyatına rastlanamamış olup, ilgi yazınız eki soru önergesinde yer alan hususlar incelettirilmek üzere İstanbulBüyükşehir Belediye Başkanlığına iletilmiştir.

Konu sonuçlandığında ayrıca bilgi verilecektir.

Bilgilerinize arz olunur.

                                                                                                              Ali Ilıksoy                                                         Bayındırlık ve İskân Bakanı

4. — Hatay Milletvekili Mehmet Sılay’ın, evrim teorisinin ders kitaplarından çıkarılıp çıkarılmayacağına ilişkin sorusu ve Millî Eğitim Bakanı Metin Bostancıoğlu’nun yazılı cevabı (7/6830)

Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına

Aşağıdaki sorularımın Millî Eğitim Bakanı Sayın Metin Bostancıoğlu tarafından açık ve net bir şekilde yazılı olarak cevaplandırılmasını saygılarımla arz ederim.

                                                                                                        Dr. Mehmet Sılay                                                   Hatay

1. 28.12.1998 tarihli soru önergeme Bakanlığınızca verilen 11.1.1999 tarihli cevapta, Evrim teorisinin Türk Milletini ‘aşağı ırk’ ve ‘barbar’ olarak nitelemediği ifade edilmiştir. Evrim Teorisinin kurucusu Charles Darwin’in Evrim Teorisine göre Türk milletinin ‘aşağı ırk’ ve ‘barbar’ olduğunu ve Evrim teorisi gereğince Türklerin Avrupalı ırklar tarafından yok edileceğini belirttiği ifadelerini ‘The Life and Letters Of Charles Darwin, Farancis Darwin, New York, D Appleton And Company s. 286’ adlı kitapta bulmak mümkündür. Buna göre Evrim Teorisine itibar eden herkes Türk ırkını ‘aşağı ırk’ ve ‘barbar’ olarak kabul etmektedir. Bakanlığınız, Türk milletini aşağı ırk olarak gösteren bir iddiayı öğrencilerimize ders olarak okutmaktan kaynaklanan mahzurları ne şekilde gidermeyi planlamaktadır?

2. Bakanlığınızın, gençlerimizi Türklük düşmanı fikirlerle yetişmesini arzu etmeyeceği açık olduğuna göre, sözkonusu mahzurun Evrim teorisinin ders kitaplarından çıkarılması yoluyla giderilmesi hususunda Bakanlığınızın görüşü nedir?

3. Karl Marks’ın 18.12.1860 tarihli mektubunda Darwin’in kitabını kastederek ‘bizim görüşlerimizin tabii tarih temelini içeren kitap budur işte’ (Convay Zirkle, ‘Evolution, Marxian Biology and the Social Scene’. 1956, s. 86) sözleriyle ifade ettiği gibi, Darwinizm Komünist ideolojinin fikrî temelidir. Buna göre Bakanlığınız Evrim teorisinin komünist ideolojiye zemin teşkil ettiği konusunda öğrencilere gerekli uyarıları yapmakta mıdır?

4. Evrim teorisi, komünizmi, ideoloji olarak benimseyen bölücü terörün de fikrî temelidir. Nitekim Bekaa kampındaki gerilla eğitiminde Darwinist teorinin anlatımı önemli bir yer tutmaktadır. Acaba Bakanlığınız Darwinizm’in bölücü ideolojinin fikrî temeli olduğu konusunda öğrencilere gerekli uyarıları yapmakta mıdır?

5. Şubat 1998-2485 Sayılı Tebliğler Dergisi’nin 189 uncu sayfasında, hayatın başlangıcıyla ilgili 5 ayrı görüşün (Abiyogenez, Panspermia, Ototrof, Heterotrof, Yaratılış) öğrencilere aktarılması gerektiği belirtilmektedir. Ne var ki ders kitaplarında sadece evrim teorisi anlatılmakta diğer görüşler ya hiç geçmemekte yada birer kelimeyle geçmektedir. Bakanlığınızın Darwinizmin dışındaki görüşlerinde öğrencilere eşit ağırlıkta aktarılması doğrultusunda bir çalışması var mıdır?

 

                                 T.C.                                                                                                                                Millî EğitimBakanlığı                                                                              Araştırma, Planlama ve Koordinasyon Kurulu Başkanlığı                                                                 18.3.1999                                          Sayı : B.08.0.APK.0.03.05.00-03/759

Konu : Soru önergesi

Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına

İlgi : TBMM Başkanlığının 15.2.1999 tarih ve A.01.0.GNS.0.10.00.02-17130-7/6830-17058/39453

sayılı yazısı.

Hatay Milletvekili Sayın Mehmet Sılay’ın “Evrim Teorisi’nin ders kitaplarından çıkarılıp çıkarılmayacağına ilişkin” yazılı soru önergesi incelenmiştir.

Şubat 1998 tarih ve 2485 sayılı Tebliğler Dergisinde yayımlanan Lise 1-2-3 Biyoloji ders programının Hayatın Başlangıcı ile İlgili Görüşler Bölümünde; Abiyogenez Panspermia, Ototrof, Heterotrof ve Yaratılış gibi beş ayrı görüşe bilimsel olarak yer verilmektedir. Bakanlığımız Talim ve Terbiye Kurulu Başkanlığı, program içeriğinin eşit ağırlıklı olarak ders kitaplarına yansıyıp yansımadığını özenle incelemektedir.

Ders kitapları ve tavsiye kitapları üzerinde yapılan inceleme sonucunda soru önergesinde yer alan iddiaların doğruluğunu destekleyecek hiçbir bulguya rastlanmamıştır.

Bilgilerinize arz ederim.

                                                                                                       Metin Bostancıoğlu                                                  Millî Eğitim Bakanı

5. — Konya Milletvekili Lütfi Yalman’ın, bir yönetmelik taslağına ilişkin sorusu ve Millî EğitimBakanı Metin Bostancıoğlu’nun yazılı cevabı (7/6850)

Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına

Aşağıdaki sorularımın Millî Eğitim Bakanı Sayın Metin Bostancıoğlu tarafından yazılı olarak cevaplandırılmasını arz ederim.

                                                                                                            Lütfi Yalman                                                       Konya

1. Gazetelere yansıdığı kadarıyla “Tarikat Okullarına Gözaltı” niyetiyle, eski Millî Eğitim Bakanı Hikmet Uluğbay tarafından hazırlanan fakat işleme henüz konulmayan bir yönetmelikle, özel okullar üzerinde sıkıyönetim uygulanmak istendiği haberleri doğru mudur?

2. Özgürlükleri, Eğitimde fırsat eşitliğini, inanç ve fikir hürriyetini büyük oranda kısıtlayacağı anlaşılan böyle bir yönetmeliğin hukukî dayanağı var mıdır? Böyle bir yönetmeliği uygulamaya geçirmeyi düşünüyor musunuz?

3. Özellikle yaşam standardı yüksek kesimin tercih ettiği bazı özel okullarda son zamanlarda yaygınlaşan intihar olaylarının nedenleri araştırılmış mıdır? Bu okullarla ilgili olarak da sıkıyönetim niteliğinde bir yönetmelik uygulaması düşünülmekte midir?

4. Millî Eğitim Bakanlığı bünyesinde hizmetini sürdürmekte olan Ortaöğretim kurumlarımızda yaygınlaşmakta bulunan çeşitli kötü alışkanlıkların, sapık huyların önüne geçmek üzere bakanlığınızca hazırlanan tedbirler ve alınan kararlar var mıdır? Bunlar nelerdir?

                                 T.C.                                                                                                                                Millî Eğitim Bakanlığı                                                                             Araştırma, Planlama ve Koordinasyon Kurulu Başkanlığı                                                                 17.3.1999                                          Sayı : B.08.0.APK.0.03.05.00-03/742

Konu : Soru önergesi

Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına

İlgi : TBMM Başkanlığının 18.2.1999 tarih ve A.01.0.GNS.0.10.00.02-7/6850-17092/39525 sayılı yazısı.

Konya Milletvekili Sayın Lütfi Yalman’ın “Bir yönetmelik taslağına ilişkin” yazılı soru önergesi incelenmiştir.

1. Millî Eğitim Bakanlığına Bağlı Özel Öğretim Kurumları Yönetmeliği, zorunlu eğitimin kesintisiz sekiz yıla çıkartılmasıyla ilköğretim okulları yönetmeliğinde yapılan değişikliğe uygun biçimde düzenlenecektir.

2. 4306 sayılı Kanun uyarınca sekiz yıllık kesintisiz ilköğretim uygulamasına geçilmesi ve 4322 sayılı Kanun ile öğretim kurumlarıyla hapishane, içkili yer ve umuma açık yerler arasında bulunması gereken zorunlu uzaklığın 200 metreye çıkartılmış olması gibi nedenlerle sözkonusu yönetmelikte değişiklik yapılması çalışmaları sürdürülmektedir.

3. Özel okuldaki intihar olayıyla ilgili olarak müfettişlerce yapılan inceleme ve araştırmada;

a) Okul yönetiminin öğrencileri intihara sürükleyecek bir takım uygulamalarda bulunduğuna ilişkin hiçbir kanıtın bulunmadığı,

b) Olayların, Öğrenci Seçme Sınavı yönteminin değişmesi veya eğitimin sistemi ile ilgisinin olmadığı,

c)Sözkonusu okulda bir yıl içerisinde ikiden fazla nakil olmadığı ve nakillerin Eylül ayı içerisinde ailelerin istekleri doğrultusunda yapıldığı,

saptanmış olup, soruşturma devam etmektedir.

4. Öğrencilerimizi zararlı alışkanlıklardan korumak için gerekli önlemleri almak amacıyla; eğitim kurumlarımızca, başta mülkî amirlerimiz olmak üzere konu ile ilgili uzman kuruluş ve kişilerle işbirliği yapılmakta, gerekli tedbirler alınmaktadır.

Bu çerçevede;

a) Okul-Aile Birliği toplantılarında öğrenci velilerinin bu konuda aydınlatılarak, çocukların okul dışı yaşantılarının titizlikle ve sürekli izlenmesi,

b)Okul Disiplin Kurulu ve Onur Kurulu çalışmalarında, rehberlik derslerinde ve eğitici kol etkinliklerinde uyuşturucu ile mücadele konusuna önem verilmesi,

c)Öğrencilerin boş zamanlarını sosyal, kültürel ve sportif etkinliklerle yararlı ve olumlu bir biçimde değerlendirmeleri için yöredeki tüm tesis, araç ve gereçlerden ortaklaşa yararlanmaları konusunda uygun ortamın hazırlanması,

d) Öğrencilerin boş zamanlarında gittikleri, kahvehane, bilardo ve atari salonları ile benzeri yerlerin sık sık denetlenmesi,

e)Rehber öğretmenler ile sınıf ve ders öğretmenlerince sırası ve yeri geldikçe öğrencilere konu ile ilgili uyarılarda bulunulması,

f) Konu uzmanlarınca verilecek konferans, seminer ve kurslar düzenlenmesi, sağlık eğitim programları, özel kampanya ve sergi gibi etkinliklere öğrenci velileri ile öğrencilerin katılımlarının sağlanması,

g) Okul kantin ve büfeleri ile civarındaki büfe, kahvehane ve benzeri yerlerde sigara, alkol gibi sağlığa zararlı maddelerin satışının engellenmesi,

h) Resmî, özel, mahallî iletişim araçlarıyla sürekli ve etkili yayın yoluyla uyuşturucu bağımlılığını önleyici çalışmalar yapılması

için valiliklere genelgeler gönderilmiştir.

Bilgilerinize arz ederim.

                                                                                                       Metin Bostancıoğlu                                                  Millî Eğitim Bakanı

 

 

 

BİRLEŞİM 57’NİNSONU

Türkiye Büyük Millet Meclisi Resmi internet Sitesi
© 2009 T.B.M.M.