Yazılı ve Sözlü Sorular Araştırma Komisyonları Soruşturma Komisyonları
                                                                      Son Tutanak Tutanak Sorgu Tutanak Metinleri Gizli Oturum Tutanakları
                                                                                                                                            Uluslararası Komisyonlar Dostluk Grupları
                                                                                      Genel Sekreterlik Mevzuat Telefon Rehberi Etik Komisyon Duyurular
DÖNEM : 20 CİLT : 9 YASAMA YILI : 1


T. B. M. M.
TUTANAK DERGİSİ

84 üncü Birleşim
30 . 7 . 1996 Salı



İ Ç İ N D E K İ L E R


I. – GEÇEN TUTANAK ÖZETİ
II. – GELEN KÂĞITLAR
III. – BAŞKANLIĞIN GENEL KURULA SUNUŞLARI
A) GÜNDEM DIŞI KONUŞMALAR
1. – İstanbul Milletvekili Sedat Aloğlu'nun, gümrük mevzuatı ve uygulamalarına ilişkin gündemdışı konuşması
2. – Manisa Milletvekili H. Ayseli Göksoy'un, Güneydoğu Anadolu Bölgesinin sorunlarına ilişkin gündemdışı konuşması
3. – Aydın Milletvekili Yüksel Yalova'nın, son günlerde meydana gelen orman yangınlarına ilişkin gündemdışı konuşması ve
DevletBakanı Nevzat Ercan'ın cevabı
B) GENSORU, GENEL GÖRÜŞME, MECLİS SORUŞTURMASI VE MECLİS ARAŞTIRMASI ÖNERGELERİ
1. – Denizli Milletvekili Hilmi Develi ve 20 arkadaşının, Denizli İlinin içinde bulunduğu durumun araştırılarak alınması
gereken tedbirlerin belirlenmesi amacıyla Meclis araştırması açılmasına ilişkin önergesi (10/101)
2. – Zonguldak Milletvekili Mümtaz Soysal ve 20 arkadaşının, cezaevlerinde tutuklu ve hükümlüler tarafından sürdürülen ölüm
orucunun nedenlerini ve tutuklu ve hükümlülerin istemlerini açığa kavuşturmak amacıyla Meclis araştırması açılmasına ilişkin
önergesi (10/102)
C) TEZKERELER VE ÖNERGELER
1. – Çin Halk Cumhuriyeti Ulusal Kongresinin vaki davetine icabet edecek Parlamento heyetine katılacak milletvekillerine
ilişkin Başkanlık tezkeresi (3/416)
2. – Avustralya Parlamento Başkanının resmî davetine icabet edilmesine ilişkinBaşkanlık tezkeresi (3/417)
3. – Bazı milletvekillerine izin verilmesine ilişkin Başkanlık tezkeresi (3/418)
4. – İstanbul Milletvekili Aydın Menderes'e ödenek ve yolluğunun ödenmesine ilişkin Başkanlık tezkeresi (3/419)
5. – Bursa Milletvekili Abdulkadir Cenkçiler'e ödenek ve yolluğunun ödenmesine ilişkin Başkanlık tezkeresi (3/420)
6. – Ülkemizde konuşlandırılan Çokuluslu Güç'ün görev süresinin 31.7.1996 tarihinden itibaren beş ay süre ile uzatılmasına
ilişkin Başbakanlık tezkeresi (3/421)
7. – On ilde uygulanmakta olan olağanüstü halin, 31.7.1996 günü saat 17.00'den geçerli olmak üzere dört ay süre ile
uzatılmasına ilişkin Başbakanlık tezkeresi (3/422)
D) ÇEŞİTLİ İŞLER
1. – İnsan Haklarını İnceleme Komisyonunda bağımsız milletvekillerine düşen bir üyelik için aday olmak isteyen bağımsız
milletvekillerinin müracatlarına ilişkin Başkanlık duyurusu
IV. – ÖNERİLER
A) DANIŞMA KURULU ÖNERİLERİ
1. – Genel Kurulun çalışma süresine ilişkin Danışma Kurulu önerisi
B) SİYASÎ PARTİ GRUBU ÖNERİSİ
1. – Bütçe Kanunlarında Yer Alan Bazı Hükümlerin İlgili Kanunlarında Düzenlenmesine Dair Kanun Tasarısının
Komisyonda görüşme zamanı ve gündemdeki sıralamanın yeniden yapılanması ile Genel Kurulun 31.7.1996 Çarşamba günü saat
14.00 te toplanmasına ve bu toplantıda sözlü soruların görüşülmemesine ilişkin DYP Grubu önerisi
V. – SORULAR VE CEVAPLAR
A) YAZILI SORULAR VE CEVAPLARI
1. – İzmir Milletvekili Ali Rıza Bodur'un, Bornova Anadolu Lisesinde laiklik ilkelerine aykırı uygulamalara ilişkin sorusu ve
Millî EğitimBakanı Mehmet Sağlam'ın yazılı cevabı (7/990)
2. – İzmir MilletvekiliAli Rıza Bodur'un, okul yöneticilerinin özendirilmesine ilişkin sorusu ve Millî Eğitim Bakanı Mehmet
Sağlam'ın yazılı cevabı (7/991)
3. – İzmirMilletvekili Birgen Keleş'in, Anadolu Liselerinde görev yapan müdür ve müdür yardımcılarının orta öğrenimlerine
ilişkin sorusu ve Millî Eğitim Bakanı Mehmet Sağlam'ın yazılı cevabı (7/994)
4. – Sıvas Milletvekili Mahmut Işık'ın, ILO sözleşmesi ve yasaya aykırı olarak yapıldığı iddia edilen personel nakillerine
ilişkin sorusu ve Bayındırlık ve İskân Bakanı Cevat Ayhan'ın yazılı cevabı (7/1020)
5. – Yozgat Milletvekili Kâzım Arslan'ın, 1991 -1996 yılları itibariyle Meclis personeli için yapılan sağlık harcamalarına
ilişkin sorusu ve Türkiye Büyük MilletMeclisi Başkanı Mustafa Kalemli'nin yazılı cevabı (7/1083)



I. – GEÇEN TUTANAK ÖZETİ
TBMM Genel Kurulu saat 15.00'te açılarak üç oturum yaptı.
Ağrı Milletvekili Mehmet Sıddık Altay'ın, Ağrı İlinin sağlık sorunlarına ilişkin gündem dışı konuşmasına SağlıkBakanı
Yıldırım Aktuna cevap verdi.
Kocaeli Milletvekili Bekir Yurdagül, yabancı petrol şirketlerindeki sendikasızlaştırma iddiasına,
Çankırı Milletvekili İsmail Coşar da, şehitler konusuna,
İlişkin birer gündem dışı konuşma yaptılar.
İçel Milletvekili Abdulbaki Gökçel'in, İnsanHakları Komisyonundan,
Ankara Milletvekili Hikmet Uluğbay'ın, (9/6) esas numaralı Meclis Soruşturma Komisyonundan,
İstifa ettiklerine ilişkin önergeleri;
(9/4),
(9/6) esas numaralı Meclis Soruşturması Komisyonları Geçici Başkanlıkları ile,
Dilekçe Komisyonu Başkanlığının,
Komisyonların, başkan, başkanvekili, sözcü ve kâtip üye seçimini yaptıklarına ilişkin tezkereleri ile;
Konya Milletvekili Hüseyin Arı'nın, (6/227) numaralı sözlü sorusunu geri aldığına,
Aydın Milletvekili Cengiz Altınkaya ve 19 arkadaşının, Eskişehir E Tipi Cezaevinin kapatılmasının nedenlerini ve yapılan
tadilatların gerekli olup olmadığını araştırmak amacıyla bir Meclis araştırması açılmasına (10/100);
İlişkin önergeleri;
Genel Kurulun bilgisine sunuldu.
Önergelerin gündemde yerini alacağı ve Meclis araştırması açılıp açılmaması hususundaki öngörüşmenin, sırasında
yapılacağı açıklandı.
TBMM'yi temsilen bir Parlamento Heyetinin, Yeni Zelanda Parlamento Başkanının davetine icabet etmesine ilişkinBaşkanlık
tezkeresi kabul edildi.
(9/6) esas numaralı Meclis Soruşturması Komisyonunda açık bulunan ve DSP Grubuna düşen 1 üyeliğe, Grubunca 3 katı
olarak gösterilen adaylar arasından adçekme suretiyle, İçel Milletvekili M. İstemihan Talay seçildi.
"Kanun Tasarı ve Teklifleriyle Komisyonlardan GelenDiğer İşler" kısmının :
1 inci sırasında bulunan, 926 Sayılı Türk Silahlı Kuvvetleri Personel Kanununa Bir Geçici Madde Eklenmesine İlişkin 488
Sayılı Kanun Hükmünde Kararnameye ilişkin tasarı (1/215) (S. Sayısı : 23), komisyon yetkilileri Genel Kurulda hazır
bulunmadığından ertelendi.
2 nci sırasında bulunan, Karadeniz Ticaret ve Kalkınma Bankası Kuruluş Anlaşmasının Onaylanmasının Uygun
Bulunduğuna (1/347) (S. Sayısı : 47),
3 üncü sırasında bulunan, Türkiye Cumhuriyeti ile Azerbaycan Cumhuriyeti Arasında Gümrük İşleri Alanında İşbirliği ve
Karşılıklı Yardıma İlişkin Prtokolün Onaylanmasının Uygun Bulunduğuna (1/319) (S. Sayısı : 31)
4 üncü sırada bulunan, Türkiye Cumhuriyeti ile Azerbaycan Cumhuriyeti Arasında Yatırımların Karşılıklı Teşviki ve
Korunması Anlaşmasının Onaylanmasının Uygun Bulunduğuna (1/318) (S.Sayısı : 32)
5 inci sırasında bulunan, Türkiye Cumhuriyeti ve Moldavya Cumhuriyeti Arasında Yatırımların Karşılıklı Teşviki ve
Korunmasına İlişkin anlaşmanın Onaylanmasının Uygun Bulunduğuna (1/355) (S.Sayısı : 33),
6 ncı sırasında bulunan,Türkiye Cumhuriyeti ile Arnavutluk Cumhuriyeti Arasında Gelir ve Servet Üzerinden Alınan
Vergilerde Çifte Vergilendirmeyi Önleme Anlaşmasının Onaylanmasının Uygun Bulunduğuna (1/349) (S. Sayısı : 44),
7 nci sırasında bulunan, Türkiye Cumhuriyeti Hükümeti ile Kazakistan Cumhuriyeti Hükümeti Arasında Gelir Üzerinden
Alınan Vergilerde Çifte Vergilendirmeyi Önleme Anlaşması ve Eki Protokolün Onaylanmasının Uygun Bulunduğuna (1/293) (S.
Sayısı : 51),
8 nci sırasında bulunan,Türkiye Cumhuriyeti ile Makedonya Cumhuriyeti Arasında Gelir ve Servet Üzerinden Alınan
Vergilerde Çifte Vergilendirmeyi Önleme anlaşmasının Onaylanmasının Uygun Bulunduğuna (1/381) (S.Sayısı : 53) ile,
9 uncu sırasında bulunan, Türkiye Cumhuriyeti ile Kazakistan Cumhuriyeti Arasında Antalya İlinin Kemer İlçesindeki
taşınmazın Kazakistan Cumhuriyetine Kullandırılmasına İlişkin Protokolün Onaylanmasının UygunBulunduğuna (1/452)
(S.Sayısı : 58),
Dair Kanun Tasarılarının, görüşmelerini müteakip yapılan açık oylamalarından sonra,
10 uncu sırada bulunan, Bakanlıklar ve Bağlı Kuruluşlarda Atama Usulüne İlişkinKanuna Bir Ek Madde Eklenmesine Dair
Kanun Tasarısının (1/489) (S. Sayısı : 63),
Yapılan görüşmelerden sonra kabul edildikleri ve kanunlaştıkları açıklandı.
30 Temmuz 1996 Salı günü saat 15.00'te toplanmak üzere, Birleşime 19.17'de son verildi.

Yasin Hatiboğlu
Başkanvekili
Ali Günaydın Kâzım Üstüner
Konya Burdur
Kâtip Üye Kâtip Üye
Fatih Atay
Aydın
Kâtip Üye



II. – GELEN KÂĞITLAR
26 . 7 . 1996 CUMA
Tasarı
1. – Tüketicinin Korunması Hakkında Kanunun Bazı Maddelerinde Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Tasarısı (1/490)
(Sanayi, Ticaret, Enerji, Tabiî Kaynaklar, Bilgi ve Teknoloji Komisyonuna) (Başkanlığa geliş tarihi : 23.7.1996)
Teklifler
1. – İstanbul Milletvekili Cevdet Selvi ve 6 Arkadaşının; SosyalSigortalarKanununda Değişiklik Yapılması Hakkında Kanun
Teklifi (2/387) (Sağlık, Aile, Çalışma ve Sosyal İşlerKomisyonuna) (Başkanlığa geliş tarihi : 19.7.1996)
2. – İzmirMilletvekili Hakan Tartan ve 4 Arkadaşının; İstiklâl Madalyası Verilmiş Bulunanlara Vatanî Hizmet Tertibinden
Şeref Aylığı Bağlanması Hakkında Kanunda DeğişiklikYapılmasına Dair Kanun Teklifi (2/388) (Plan ve Bütçe Komisyonuna)
(Başkanlığa geliş tarihi : 22.7.1996)
3. – İzmirMilletvekili Hakan Tartan ve 4 Arkadaşının; Gaziler Günü Hakkında Kanun Teklifi (2/389) (İçişleri Komisyonuna)
(Başkanlığa geliş tarihi : 22.7.1996)
4. – İstanbul Milletvekili Halit Dumankaya'nın; 4.1.1961 Tarihli ve 213 Sayılı Vergi UsulKanununa Bir Ek Madde
Eklenmesine Dair Kanun Teklifi (2/390) (Plan ve Bütçe Komisyonuna) (Başkanlığa geliş tarihi : 23.7.1996)
5. – İstanbul Milletvekili Halit Dumankaya'nın; 17.7.1964 Tarihli ve 506 Sayılı SosyalSigortalarKanununa Bir Ek Madde
Eklenmesine Dair Kanun Teklifi (2/391) (Sağlık, Aile, Çalışma ve Sosyal İşler ve Plan ve Bütçe komisyonlarına) (Başkanlığa geliş
tarihi : 23.7.1996)
6. – İstanbulMilletvekili Halit Dumankaya'nın; 15.7.1950 Tarihli ve 5680 Sayılı Basın Kanununun 29 uncu Maddesinin
Değiştirilmesine Dair Kanun Teklifi (2/392) (AdaletKomisyonuna) (Başkanlığa geliş tarihi : 23.7.1996)
7. – İstanbul Milletvekili Halit Dumankaya'nın; Vergi, Sigorta ve Bağ - Kur Primlerini Ödemeyenler Hakkında Uygulanacak
Esaslara Dair Kanun Teklifi (2/393) (Sağlık, Aile, Çalışma ve Sosyal İşler ve Plan ve Bütçe komisyonlarına) (Başkanlığa geliş
tarihi : 23.7.1996)
8. – İstanbul Milletvekili HalitDumankaya'nın; 237 Sayılı Taşıt Kanununda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Teklifi
(2/394) (Plan ve Bütçe Komisyonuna) (Başkanlığa geliş tarihi : 23.7.1996)
9. – İstanbul Milletvekili Halit Dumankaya'nın; 657 Sayılı DevletMemurları Kanunu, 926 Sayılı Türk Silahlı Kuvvetleri
Personel Kanunu ile 1475 Sayılı İş Kanununun Birer Maddelerinin Değiştirilmesi Hakkında KanunTeklifi (2/395) (İçişleri
Komisyonuna) (Başkanlığa geliş tarihi : 23.7.1996)
10. – Sıvas Milletvekili Mahmut Işık'ın; Suşehri Adıyla Bir İl Kurulmasına Dair Kanun Teklifi (2/396) (İçişleri ve Plan ve
Bütçe komisyonlarına) (Başkanlığa geliş tarihi : 23.7.1996)
11. – SıvasMilletvekili Mahmut Işık'ın; Sızır Adıyla Bir İlçe Kurulması Hakkında Kanun Teklifi (2/397) (İçişleri ve Plan
ve Bütçe komsiyonlarına) (Başkanlığa geliş tarihi : 23.7.1996)
12. – Balıkesir Milletvekili İlyas Yılmazyıldız ve 25 Arkadaşının; Türkiye Cumhuriyeti Emekli Sandığı Kanununa Bir
Geçici Madde Eklenmesi Konusunda Kanun Teklifi (2/398) (Millî Savunma ve Plan ve Bütçe komisyonlarına) (Başkanlığa geliş
tarihi : 24.7.1996)
13. – AydınMilletvekili Yüksel Yalova'nın; Radyo ve Televziyonların Kuruluş ve Yayınları Hakkında Kanunda Değişiklik
Yapılmasına DairKanun Teklifi (2/399) (Anayasa Komisyonuna) (Başkanlığa geliş tarihi : 25.7.1996)
14. – Aydın Milletvekili Yüksel Yalova'nın; Radyo ve TelevizyonlarınKuruluş ve Yayınları Hakkında Kanunda Değişiklik
Yapılmasına Dair Kanun Teklifi (2/400) (Anayasa Komisyonuna) (Başkanlığa geliş tarihi : 25.7.1996)
Tezkereler
1. – Genel Bütçeli Dairelerin 1994 Bütçe Yılı Kesinhesap Kanun Tasarısına Ait Genel Uygunluk Bildiriminin Sunulduğuna
İlişkin Sayıştay Başkanlığı Tezkeresi (3/414) (Plan ve Bütçe Komisyonuna) (Başkanlığa geliş tarihi : 25.7.1996)
2. – Katma Bütçeli İdarelerin 1994 Bütçe Yılı Kesinhesap Kanun Tasarısına Ait Geneluygunluk Bildiriminin Sunulduğuna
İlişkinSayıştay Başkanlığı Tezkeresi (3/415) (Plan ve Bütçe Komisyonuna) (Başkanlığa geliş tarihi : 25.7.1996)
Sözlü Soru Önergeleri
1. – Yalova Milletvekili Yaşar Okuyan'ın, ithalat ve ihracatımızın durumuna ilişkin Sanayi ve Ticaret Bakanından sözlü soru
önergesi (6/303) (Başkanlığa geliş tarihi : 23.7.1996)
2. – Yalova Milletvekili Yaşar Okuyan'ın, Antbirlik'te çalışmadan maaş aldıkları iddia edilen kişilere ilişkin Sanayi ve Ticaret
Bakanından sözlü soru önergesi (6/304) (Başkanlığa geliş tarihi : 23.7.1996)
3. – Yalova Milletvekili Yaşar Okuyan'ın, et ithalatına ilişkin Tarım ve Köyişleri Bakanından sözlü soru önergesi (6/305)
(Başkanlığa geliş tarihi : 23.7.1996)
4. – Yalova Milletvekili Yaşar Okuyan'ın, pamuk üreticilerinin desteklenmesine ilişkin Tarım ve Köyişleri Bakanından sözlü
soru önergesi (6/306) (Başkanlığa geliş tarihi : 23.7.1996)
5. – Yalova Milletvekili Yaşar Okuyan'ın, devlet televizyonunun bir kanalında Kürtçe yayın için hazırlık yapıldığı iddiasına
ilişkin Başbakandan sözlü soru önergesi (6/307) (Başkanlığa geliş tarihi : 23.7.1996)
6. – Yalova Milletvekili Yaşar Okuyan'ın, kamu kurum ve kuruluşlarında yapılması düşünülen atama ve nakillere
ilişkinBaşbakandan sözlü soru önergesi (6/308) (Başkanlığa geliş tarihi : 23.7.1996)
7. – Yalova Milletvekili Yaşar Okuyan'ın, Güllük Karakolunun İran askerlerince tarandığı iddialarına ilişkinDışişleri Bakanı
ve Başbakan Yardımcısından sözlü soru önergesi (6/309) (Başkanlığa geliş tarihi : 23.7.1996)
8. – Yalova Milletvekili Yaşar Okuyan'ın, çıkarılması düşünülen vergi affı kapsamına ilişkin Maliye Bakanından sözlü soru
önergesi (6/310) (Başkanlığa geliş tarihi : 23.7.1996)
9. – Yalova Milletvekili Yaşar Okuyan'ın, ülkemizin elektrik ihtiyacının hangi kaynaklardan karşılanacağına ilişkin Enerji ve
Tabiî KaynaklarBakanından sözlü soru önergesi (6/311) (Başkanlığa geliş tarihi : 23.7.1996)
10. – Yalova Milletvekili Yaşar Okuyan'ın, proje ihalesi yapılan bazı otoyollarının yapımından neden vazgeçildiğine ilişkin
Bayındırlık ve İskân Bakanından sözlü soru önergesi (6/312) (Başkanlığa geliş tarihi : 23.7.1996)
11. – Muğla Milletvekili Zeki Çakıroğlu'nun, Atatürkçü Düşünce Derneği Kastamonu - Cide İlçe şubesince asılan bir
pankartın Emniyetçe indirildiği iddiasına ilişkin İçişleri Bakanından sözlü soru önergesi (6/313) (Başkanlığa geliş tarihi :
24.7.1996)
Yazılı Soru Önergeleri
1. – İzmirMilletvekili Hakan Tartan'ın, Doğu ve Güneydoğu Anadolu Bölgesinde boşaltıldığı iddia edilen köylere ve köye
dönüş projelerine ilişkinBaşbakandan yazılı soru önergesi (7/1077) (Başkanlığa geliş tarihi : 23.7.1996)
2. – İzmir Milletvekili Hakan Tartan'ın, vergi ve sigorta prim borcu olan belediyelere ilişkin Başbakandan yazılı soru önergesi
(7/1078) (Başkanlığa geliş tarihi : 23.7.1996)
3. – Çanakkale Milletvekili Ahmet Küçük'ün, Bandırma - Çanakkale demiryolu projesine ilişkin ulaştırma Bakanından yazılı
soru önergesi (7/1079) (Başkanlığa geliş tarihi : 24.7.1996)
4. – Çanakkale Milletvekili Ahmet Küçük'ün, Çanakkale Boğazı Köprüsü yapımıyla ilgili etüt proje ve çevre yolu güzergâh
çalışmalarına ilişkinBayındırlık ve İskân Bakanından yazılı soru önergesi (7/1080) (Başkanlığa geliş tarihi : 24.7.1996)
5. – AydınMilletvekili Cengiz Altınkaya'nın, Millî Piyango İdaresinin talih oyunlarına toplumu teşvik eden uygulamalarına
ilişkin Maliye Bakanından yazılı soru önergesi (7/1081) (Başkanlığa geliş tarihi : 24.7.1996)
6. – Rize Milletvekili AhmetKabil'in, Çay Kurumunun bankalara ve diğer kurumlara olan borç miktarına ve yaş çay bedellerinin
ödenme zamanına ilişkin DevletBakanından yazılı soru önergesi (7/1082) (Başkanlığa geliş tarihi : 24.7.1996)


30 . 7 . 1996 SALI
Tasarı
1. – Bütçe Kanunlarında Yer Alan Bazı Hükümlerin İlgili Kanunlarında Düzenlenmesi Hakkında Kanun Tasarısı (1/491)
(Plan ve Bütçe Komisyonuna) (Başkanlığa geliş tarihi : 29.7.1996)
Rapor
1. – Tüketicinin Korunması Hakkında Kanunun Bazı Maddelerinde DeğişiklikYapılmasına Dair Kanun Tasarısı ve Sanayi,
Ticaret, Enerji Tabiî Kaynaklar, Bilgi ve Teknoloji Komisyonu Raporu (1/490) (S. Sayısı : 69) (Dağıtma Tarihi : 30.7.1996)
(GÜNDEME)
Sözlü Soru Önergeleri
1. – Denizli Milletvekili Hilmi Develi'nin, Denizli - Güney İlçesi - Hamidiye Köyü içme suyu projesine ilişkin
DevletBakanından sözlü soru önergesi (6/314) (Başkanlığa geliş tarihi : 29.7.1996)
2. – Denizli Milletvekili Hilmi Develi'nin, Denizli Yenicekent - Ertuğrul - Cindere arasındaki yolun asfalt yapımı ve Güney -
Parmaksızlar Yolu onarımına ilişkin DevletBakanından sözlü soru önergesi (6/315) (Başkanlığa geliş tarihi : 29.7.1996)
3. – Denizli Milletvekili Hilmi Develi'nin, Denizli - Güney - Çamrak Köprüsü ve Koparan Köyü Deresi ile Karagöz Köyü Yoluna
Menfez yapımına ilişkinDevletBakanından sözlü soru önergesi (6/316) (Başkanlığa geliş tarihi : 29.7.1996)
4. – Denizli Milletvekili Hilmi Develi'nin, Denizli güney şelalesine ilişkin TurizmBakanından sözlü soru önergesi (6/317)
(Başkanlığa geliş tarihi : 29.7.1996)
5. – Denizli Milletvekili Hilmi Develi'nin, Denizli'nin bazı ilçelerinin kalkınmada öncelikli yöreler kapsamına alınmasına
ilişkinBaşbakandan sözlü soru önergesi (6/318) (Başkanlığa geliş tarihi : 29.7.1996)
6. – Denizli Milletvekili Hilmi Develi'nin, Denizli - Güney - Ertuğrul Köyü Trafosunun büyütülmesine ilişkin Enerji ve Tabiî
KaynaklarBakanından sözlü soru önergesi (6/319) (Başkanlığa geliş tarihi : 29.7.1996)
Yazılı Soru Önergeleri
1. – Yozgat Milletvekili Kâzım Arslan'ın, 1991 -1996 yılları itibariyle Meclis Personeli için yapılan sağlık harcamalarına
ilişkin Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanından yazılı soru önergesi (7/1083) (Başkanlığa geliş tarihi : 17.7.1996)
2. – Edirne Milletvekili Mustafa İlimen'in, Edirne Defterdarlığında yardımcı hizmetler sınıfında çalışanların genel idare
hizmetleri sınıfına atamalarının yapılmasına ilişkinMaliye Bakanından yazılı soru önergesi (7/1084) (Başkanlığa geliş tarihi :
25.7.1996)
3. – İzmirMilletvekili Sabri Ergül'ün, polisle girdiği silahlı çatışma sonucu ölen bir şahsın ölüm olayını soruşturan
Cumhuriyet Savcısının, maktül yakınlarının dilekçelirini işleme koymadığı iddialarına ilişkin Adalet Bakanından yazılı soru
önergesi (7/1085) (Başkanlığa geliş tarihi : 25.7.1996)
4. – İzmirMilletvekili Sabri Ergül'ün, polisle girdiği silahlı çatışma sonucu ölen bir şahsın bedeni üzerinde bazı incelemelerin
yapılmasına ilişkin AdaletBakanından yazılı soru önergesi (7/1086) (Başkanlığa geliş tarihi : 25.7.1996)
5. – İzmirMilletvekili Sabri Ergül'ün, polisle girdiği çatışma sonucu ölen bir şahsın ölüm sebebine ilişkin AdaletBakanından
yazılı soru önergesi (7/1087) (Başkanlığa geliş tarihi : 25.7.1996)
6. – İzmirMilletvekili Sabri Ergül'ün, polisle girdiği silahlı çatışma sonucu ölen bir şahsın muayene ve otopsisinde hazır
bulunan kişilere ilişkin AdaletBakanından yazılı soru önergesi (7/1088) (Başkanlığa geliş tarihi : 25.7.1996)
7. – İzmir Milletvekili Sabri Ergül'ün, polisle girdiği silahlı çatışma sonucu ölen bir şahsın kişisel eşyalarına ilişkin
AdaletBakanından yazılı soru önergesi (7/1089) (Başkanlığa geliş tarihi : 25.7.1996)
8. – İzmir Milletvekili Sabri Ergül'ün, polisle girdiği silahlı çatışma sonucu ölen bir şahısla ilgili Adlî Tıp otopsisine ilişkin
AdaletBakanından yazılı soru önergesi (7/1090) (Başkanlığa geliş tarihi : 25.7.1996)
9. – İzmir Milletvekili Sabri Ergül'ün, polisle girdiği silahlı çatışma sonucu ölen bir şahsın ölümü ile ilgili olarak Adlî Tıp
Kurumunda barut izi aranması yapılıp yapılmadığına ilişkin AdaletBakanından yazılı soru önergesi (7/1091) (Başkanlığa geliş
tarihi : 25.7.1996)
10. – İzmir Milletvekili Sabri Ergül'ün, polisle girdiği silahlı çatışma sonucu ölen bir şahısla ilgili Hazırlık Tahkikatı
dosyasına ilişkin AdaletBakanından yazılı soru önergesi (7/1092) (Başkanlığa geliş tarihi : 25.7.1996)
11. – İzmir Milletvekili Sabri Ergül'ün, polisle girdiği silahlı çatışma sonucu ölen bir şahsın otopsisinde Savcılıkça aranması
istenen hususlara ilişkin AdaletBakanından yazılı soru önergesi (7/1093) (Başkanlığa geliş tarihi : 25.7.1996)
12. – İzmirMilletvekili Sabri Ergül'ün, polisle girdiği silahlı çatışma sonucu ölen bir şahısla ilgili olayın Adlî Tabiplik ve Adlî
Tıp Kurumuna hangi makamlarca, ne zaman bildirildiğine ilişkin AdaletBakanından yazılı soru önergesi (7/1094) (Başkanlığa geliş
tarihi : 25.7.1996)
13. – İzmir Milletvekili Sabri Ergül'ün, polisle girdiği silahlı çatışma sonucu ölen bir şahısla ilgili olayın soruşturmasına
ilişkin Adalet Bakanından yazılı soru önergesi (7/1095) (Başkanlığa geliş tarihi : 25.7.1996)
14. – İzmir Milletvekili Sabri Ergül'ün, polisle girdiği silahlı çatışma sonucu ölen bir şahısla ilgili olarak görevli Cumhuriyet
Savcısının görevini yapıp yapmadığına ilişkin Adalet Bakanından yazılı soru önergesi (7/1096) (Başkanlığa geliş tarihi :
25.7.1996)
15. – İzmir Milletvekili Sabri Ergül'ün, polisle girdiği silahlı çatışma sonucu ölen bir şahısla ilgili olarak görevli Cumhuriyet
Savcısının Adlî Tıp Tabipliği ve Adlî Tıp Kurumundan ceset üzerinde aranmasını istediği hususları içeren yazıya ilişkin Adalet
Bakanından yazılı soru önergesi (7/1097) (Başkanlığa geliş tarihi : 25.7.1996)
16. – İzmir Milletvekili Sabri Ergül'ün, polisle girdiği silahlı çatışma sonucu ölen bir şahısla ilgili yeterli delil toplanmadan
Cumhuriyet Savcısının karara vardığı iddiasına ilişkin Adalet Bakanından yazılı soru önergesi (7/1098) (Başkanlığa geliş tarihi :
25.7.1996)
17. – İzmir Milletvekili Sabri Ergül'ün, polisle girdiği silahlı çatışma sonucu ölen bir şahsın ölüm olayı ile ilgili tahkikatı
sürdüren Cumhuriyet Savcısının olay yerinde yaptığı incelemelere ilişkin Adalet Bakanından yazılı soru önergesi (7/1099)
(Başkanlığa geliş tarihi : 25.7.1996)
18. – İzmir Milletvekili Sabri Ergül'ün, polisle girdiği silahlı çatışma sonucu ölen bir şahısla ilgili olarak mermi ve kovanlarda
yapılan balistik incelemeye ilişkin Adalet Bakanından yazılı soru önergesi (7/1100) (Başkanlığa geliş tarihi : 25.7.1996)
19. – İzmir Milletvekili Sabri Ergül'ün, polisle girdiği silahlı çatışma sonucu ölen bir şahısla ilgili olayın adlî mercilere
intikaline ilişkin Adalet Bakanından yazılı soru önergesi (7/1101) (Başkanlığa geliş tarihi : 25.7.1996)
20. – İzmir Milletvekili Sabri Ergül'ün, polisle girdiği silahlı çatışma sonucu ölen bir şahsın polis tarafından görülmesinden
hastaneye götürülüşüne kadarki işlemlere ilişkin İçişleri Bakanından yazılı soru önergesi (7/1102) (Başkanlığa geliş tarihi :
25.7.1996)
21. – İzmirMilletvekili Sabri Ergül'ün, polisle girdiği silahlı çatışma sonucu ölen bir şahsın üzerinde ateşli silah bulunup
bulunmadığına ilişkin İçişleri Bakanından yazılı soru önergesi (7/1103) (Başkanlığa geliş tarihi : 25.7.1996)
22. – İzmir Milletvekili Sabri Ergül'ün, polisle girdiği silahlı çatışma sonucu ölen bir şahsın üzerinde bulunduğu iddia edilen
örgütsel dokümanlara ilişkin İçişleri Bakanından yazılı soru önergesi (7/1104) (Başkanlığa geliş tarihi : 25.7.1996)
23. – İzmir Milletvekili Sabri Ergül'ün, polisle girdiği silahlı çatışma sonucu ölen bir şahısla birlikte olaya karışan diğer
sanıklara ilişkin İçişleri Bakanından yazılı soru önergesi (7/1105) (Başkanlığa geliş tarihi : 25.7.1996)
24. – İzmir Milletvekili Sabri Ergül'ün, polisle girdiği silahlı çatışma sonucu ölen bir şahsın sabıkasının olup olmadığına
İçişleri Bakanından yazılı soru önergesi (7/1106) (Başkanlığa geliş tarihi : 25.7.1996)
25. – İzmir Milletvekili Sabri Ergül'ün, polisle girdiği silahlı çatışma sonucu ölen bir şahsın, teşhis, izleme, yakalama,
çatışma, üst arama, olay bildirme sürecinin nasıl gerçekleştiğine ilişkin İçişleri Bakanından yazılı soru önergesi (7/1107)
(Başkanlığa geliş tarihi : 25.7.1996)
26. – İzmir Milletvekili Sabri Ergül'ün, polisle girdiği silahlı çatışma sonucu ölen bir şahsın ölüm olayının Cumhuriyet
Başsavcılığına bildiriliş şekline ilişkin İçişleri Bakanından yazılı soru önergesi (7/1108) (Başkanlığa geliş tarihi : 25.7.1996)
27. – İzmir Milletvekili Sabri Ergül'ün, polisle girdiği silahlı çatışma sonucu ölen bir şahsın ölümü ile ilgili olarak idarî
soruşturma yapılıp yapılmadığına ilişkin İçişleri Bakanından yazılı soru önergesi (7/1109) (Başkanlığa geliş tarihi : 25.7.1996)
28. – İzmir Milletvekili Sabri Ergül'ün, polisle girdiği silahlı çatışma sonucu ölen bir şahsın ölüm olayına karıştığı iddia
edilen polislerin görevden uzaklaştırılmasına ilişkin İçişleri Bakanından yazılı soru önergesi (7/1110) (Başkanlığa geliş tarihi :
25.7.1996)
29. – İzmir Milletvekili Sabri Ergül'ün, polisle girdiği silahlı çatışma sonucu ölen bir şahısla ilgili olarakMemurin Muhakemat
Kanununa göre hazırlanan dosyanın ne aşamada olduğuna ilişkin İçişleri Bakanından yazılı osur önergesi (7/1111) (Başkanlığa
geliş tarihi : 25.7.1996)
30. – İzmir Milletvekili Sabri Ergül'ün, polisle girdiği silahlı çatışma sonucu ölen bir şahsın hastaneye sevkinden önce
sorgulanmak üzere başka bir yere gönderilip gönderilmediğine ilişkin İçişleri Bakanından yazılı soru önergesi (7/1112)
(Başkanlığa geliş tarihi : 25.7.1996)
31. – İzmir Milletvekili Sabri Ergül'ün, polisle girdiği silahlı çatışma sonucu ölen bir şahsa hastanede yapılan idarî ve tıbbî
işlemlere ilişkin Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanından yazılı soru önergesi (7/1113) (Başkanlığa geliş tarihi : 25.7.1996)
32. – İzmir Milletvekili Sabri Ergül'ün, polisle girdiği silahlı çatışma sonucu ölen bir şahsın ceset ve elbiselerinin teslimine
ilişkin Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanından yazılı soru önergesi (7/1114) (Başkanlığa geliş tarihi : 25.7.1996)
33. – İzmir Milletvekili Sabri Ergül'ün, polisle girdiği silahlı çatışma sonucu ölen bir şahsın hastaneye ne zaman getirildiğine
ilişkin Çalışma ve Sosyal GüvenlikBakanından yazılı soru önergesi (7/1115) (Başkanlığa geliş tarihi : 25.7.1996)
34. – İzmir Milletvekili Sabri Ergül'ün, polisle girdiği silahlı çatışma sonucu ölen bir şahsın hastaneye kimler tarafından ve
hangi vasıtayla getirildiğine ilişkin Çalışma ve Sosyal GüvenlikBakanından yazılı soru önergesi (7/1116) (Başkanlığa geliş tarihi :
25.7.1996)
35. – İzmir Milletvekili Sabri Ergül'ün, polisle girdiği silahlı çatışma sonucu ölen bir şahsın hastaneye ne durumda
getirildiğine ilişkin Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanından yazılı soru önergesi (7/1117) (Başkanlığa geliş tarihi : 25.7.1996)
Meclis Araştırması Önergeleri
1. – Denizli Milletvekili Hilmi Develi ve 20 arkadaşının, Denizli İlinin içinde bulunduğu durumun araştırılarak alınması
gereken tedbirlerin belirlenmesi amacıyla Anayasanın 98 inci, İçtüzüğün 104 ve 105 inci maddeleri uyarınca bir Meclis araştırması
açılmasına ilişkin önergesi (10/101) (Başkanlığa geliş tarihi : 25.7.1996)
2. – ZonguldakMilletvekili Mümtaz Sosyal ve 20 arkadaşının, cezaevlerinde tutuklu ve hükümlüler tarafından sürdürülen ölüm
orucunun nedenlerini ve istemlerini açığa kavuşturmak amacıyla Anayasanın 98 inci, İçtüzüğün 104 ve 105 inci maddeleri uyarınca
birMeclis araştırması açılmasına ilişkin önergesi (10/102) (Başkanlığa geliş tarihi : 26.7.1996)


BİRİNCİ OTURUM
Açılma Saati: 15.00
30 Temmuz 1996 Salı
BAŞKAN: Başkanvekili Kamer GENÇ
KÂTİP ÜYELER: Ünal YAŞAR (Gaziantep), Kâzım ÜSTÜNER (Burdur)


BAŞKAN – Türkiye Büyük Millet Meclisinin 84 üncü Birleşimini açıyorum.
Sayın milletvekilleri, toplantı yetersayımız vardır; çalışmalarımıza başlıyoruz.
Gündeme geçmeden önce, üç arkadaşa gündemdışı söz vereceğim.
III. – BAŞKANLIĞIN GENEL KURULA SUNUŞLARI
A) GÜNDEM DIŞI KONUŞMALAR
1. – İstanbul Milletvekili Sedat Aloğlu'nun, gümrük mevzuatı ve uygulamalarına ilişkin gündemdışı konuşması
BAŞKAN – İstanbul Milletvekili Sayın Sedat Aloğlu, gümrük mevzuatı ve uygulamalarıyla ilgili olarak gündemdışı söz
istemişlerdir.
Bugün yoğun bir çalışma tempomuz olacağı için, yoklamaya teşebbüs etmedim.
Buyurun Sayın Aloğlu.
Süreniz 5 dakikadır.
M. SEDAT ALOĞLU (İstanbul) – Teşekkür ederim Sayın Başkan.
Sayın Başkan, Yüce Meclisin değerli üyeleri; hepinizi saygılarla selamlıyorum.
Türkiye, 1 Ocak 1996'dan itibaren Avrupa Birliğiyle Gümrük Birliğini gerçekleştirmiştir. Sanayi ürünlerinin serbest
dolaşımında, Avrupa Birliğinin sınırları, bir anlamda Türkiye'yi de kapsar hale gelmiştir.
Sayın Başkan, sayın milletvekilleri; bu durum, gümrüklerimizde yeni düzenlemeler, daha iyi standartlara yükseltilme gereğini
beraberinde getirmektedir. 1 Ocak 1996'dan itibaren geçerli olan kanun hükmündeki kararname, bu ihtiyaçların önemli bir bölümünü
karşılama durumundadır. Ancak, uygulamada karşılaşılan özelliklerin de göz önüne alınarak, ilgili bürokrasi ve bakanların
çalışmalarıyla oluşturulan ilgili kanun tasarısının bir an önce kanunlaşması çok faydalı ve yararlıdır. İlgili tasarı, Plan ve Bütçe
Komisyonu gündemindedir. Dileğim ve arzum, bu tasarının, Meclis tatilinden evvel yasalaşmasıdır. Gerek komisyon gerekse
grupların ve Danışma Kurulunun özel gayretleriyle bunun gerçekleştirilebileceği umudunu taşıyorum. Bunun için, gerekirse,
Meclisin tatile girmesinin ertelenmesinin yerinde olacağı düşüncesindeyim.
Sayın Başkan, söz alma başvurumun içerisinde olmamasına rağmen, yine, Plan ve Bütçe Komisyonunun gündeminde olan
uyuşturucu madde kaçakçılığı ile kara paranın aklanmasının önlenmesine ilişkin kanun tasarısının da, Meclis tatile girmeden
yasalaşmasında büyük yarar gördüğümü de dile getirmek isterim.
Beni dinlediğiniz için teşekkür eder, saygılarımı sunarım. (DYP sıralarından alkışlar)
BAŞKAN – Teşekkür ederim Sayın Aloğlu; isteğiniz duyulmuştur.
Hükümet?..
Gündemdışı konuşmaya Hükümet cevap vermiyor.
2. – Manisa Milletvekili H. Ayseli Göksoy'un, Güneydoğu Anadolu Bölgesinin sorunlarına ilişkin gündemdışı konuşması
BAŞKAN – Sayın Ayseli Göksoy, güneydoğu sorunlarıyla ilgili gündem dışı söz istemişlerdir; kendilerine söz veriyorum.
Buyurun efendim. (Alkışlar)
Sayın Göksoy, süreniz 5 dakikadır.
Aslında, güneydoğu sorunu 5 dakikayla halledilmez; ama, siz, yine de 5 dakikaya sığdırmaya çalışın.
H. AYSELİ GÖKSOY (Manisa) – Biraz evvelki arkadaşımın hakkını da kullanacağım.
BAŞKAN – Tamam efendim; buyurun.
H. AYSELİ GÖKSOY (Devamla) – Sayın Başkan, sayın milletvekilleri; dün, daha doğrusu pazar ve pazartesi günleri, çok
değerli arkadaşım DSP Milletvekili Sayın Sema Pişkinsüt'ün organize ettiği bir tetkik gezisiyle, Şırnak, Hakkâri ve o yöreleri tek tek
dolaştık ve gördüklerimizi, size, buradan aktarmak istiyorum.
Şırnak, bildiğiniz gibi, gelişmekte olan bir ilimiz; ama, şu anda bir şantiye görünümünde; ne doğru düzgün yolu var... Binalar
yapılmakta veya yapılması düşünülmekte ve bütün şehir toz duman içerisinde. 30 yataklı bir hastanesi var; bu 30 yataklı hastanede,
uzman doktor olarak sadece bir başhekim bulunuyor -bu başhekim kadın doğum uzmanı- onun ötesi muayeneler, pratisyen
hekimlerle çok kısa sürelerde geçiştiriliyor. Yine, 174 okulu var ki, bunun 146'sı ilkokul düzeyinde ve buna karşın 44 bin öğrencisi
var. Son iki yılda, Hükümet ve partimiz kanalıyla buraya büyük yatırımlar yapılmış (650 işyeri ve okul, yol köprü diye) fakat,
bugün, onu müşahede ettik ki, bu yapılan hizmetler ve müteahhit anlayışı iyi denetlenemediği için, yapılan yollar daha bittiğinin
hemen akabinde bozulmuş, köprüler ise yıkılmış.
İşte, Şırnak'taki bu olumsuzlukların yanında, Şırnak'taki tugayımız, vahada bir serap gibi, her şeyiyle fevkalade mükemmel;
hastanesi ve tekmil her şeyiyle bu hastane, sivil halka da hizmet vermekte. Bunun yanında, yıllardır ailesini görmemiş kumandanlar,
teğmeninden tümgenerallere kadar, kaç senedir ailesiyle birleşemeyen ve bundan kesinlikle şikâyetçi olmayan kumandanları
gördüğümüz zaman Türk Ordusuyla göğsümüz bir kez daha kabardı.
Çukurca, çok güzel, yemyeşil bir ilçe; fakat, burada da, ordumuzun... Ki, Sema Hanım'ın bu olayı yaratmasındaki asıl etken,
ailelerin çocuklarıyla iletişimi olamayışıydı. Çukurca, bildiğiniz gibi, en çok olayların geçtiği, en büyük kayıpların verildiği bir yer
ve burada PTT gibi çok önemli bir hizmet alanı, maalesef, muattal durumda gibi; çok zor ve geçici olarak kullanılıyor. Değil erlerin
aileleriyle iletişim kurması, subayların bile çok zor oluyor. Yine, Çukurca'da, 1000'den fazla askerin hizmet yaptığı bir karakola
ulaşım 60 kilometrelik bir yolla sağlanıyor. Bu 60 kilometrelik yol bütün isteklere rağmen hâlâ asfaltlanmamış; çünkü,
asfaltlanmayan bu yola, PKK'lılar, çok yakın, sınırdan geçen bu yola, daima mayın döşüyorlar. Bu mayınlar, plastik mayınlar
olduğu için, dedektörler bunları kesinlikle fark edemiyor ve bu mayınlar, arabalarımızı uçuruyor ve askerlerimizi telef ediyor. İşte,
buranın, bu yolun, bir an evvel, acilen yapılması gereğine inanıyoruz; çünkü, bir helikopterin kalkışı 1 milyon 200 bin civarında
oluyor; günlük masrafı ise, amortismanıyla beraber 12 bin dolar. Bir haziran ayı içerisinde 350 milyar lira sırf helikopterlere gidiyor.
İşte, bu Çukurca'da daha iki üç gün evvel, içimizde acısını duyduğumuz, 16 şehit verdik. Bu 16 şehiti verdiğimizde, tüm
gazeteler, polisimizi öldüren ve anarşist olaylarla o hapise giren insanların, kendi özgür iradeleriyle aç kalmaya özenen insanların,
boy boy, birer kahraman gibi, resimlerini gösterdiler. Onlar, medyada kahraman olurken, hiçbir günahı olmayan kişiler ise, burada
öldüler gittiler, telef oldular.
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
BAŞKAN – Sayın Göksoy, size ek bir süre veriyorum.
Buyurun efendim.
H. AYSELİ GÖKSOY (Devamla) – Efendim?
BAŞKAN – Buyurun, devam edin. Yalnız, 2 dakika verdim, bitirin efendim.
H. AYSELİ GÖKSOY (Devamla) – Hayır, bitemez.
Şunu hatırlatmak istiyorum arkadaşlar: Biz, burada çok kalabalık milletvekilleriyiz. Şu anda ben konuşurken bile sohbet eden
arkadaşlarımı görüyorum; ki, burası dinleme yeridir, sohbet dışarıda olur. Burada bu konuşmalar yapılırken, bu milletvekili
arkadaşlarım, orada, Cudi Dağları tepesinde plastiklerin içinde bu çocuklar yatarken, hiçbirimiz kalkıp onlara bir moral ziyareti
yapmıyoruz. Hele hele o yörenin milletvekillerine sesleniyorum. O yörenin milletvekilleri, bir gün olsun o çocukları ziyaret
etmemişler, bir gün olsun onların karavanasına kaşık sallamamışlar. Bu mudur bizim görevimiz? Bu çocuklar, güneyden, kuzeyden,
batıdan geliyorlar oraya ve canlarını koyuyorlar, o yörenin toprağı için ölüyorlar ve onlara ilgimiz bu kadar mı olacak?
MAHMUT DUYAN (Mardin) – Siz gidin görün, biz onları çok gördük.
H. AYSELİ GÖKSOY (Devamla) – Görün siz.
BAŞKAN – Müdahale etmeyelim efendim.
H. AYSELİ GÖKSOY (Devamla) – İşte, onun için efendim, bugün, bu olaylar ilk Şemdinli'de başlamasına karşın, orada, halk
çok daha huzur içinde yaşıyor, normal hayatlarını devam ettiriyorlar.
Şemdinli'de, her gün, sınırdan -iki ayda bir 40 bin tane- koyun geçiyor ve Şemdinli'den geçen bu hayvanlardan ne bir vergi
alınıyor ne de bu hayvanlar bir sağlık kontrolünden geçiriliyor. Eğer oraya bir fabrika kurulsa, bu hayvanlar, orada, hem daha iyi
kesilir, bakılır ve tetkikten geçer hem de Maliye, onların her geçişinden vergi alır; çünkü, PKK, bu hayvanlardan yüzde 5 vergi
alıyormuş ve eğer para alamazsa, 100 hayvandan 1 hayvanı kendisine bırakıyormuş.
İşte, efendim, bu söylediklerim... Daha çok söylemek istediğim şeyler var; ama, bunlar, terörle mücadeleyi öldürmek...
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
BAŞKAN – Peki efendim, bir eksüre daha verdim; buyurun, bitirin konuşmanızı.
H. AYSELİ GÖKSOY (Devamla) – Terörle mücadele etmek, terörist öldürmek değil; beyinlerden bu virüsü çıkarmamız lazım.
Orada yaşayan çocuklarımıza hepimiz sahip olalım. İlkokul düzeyindeki çocukları büyük şehirlere getirelim. Onlar, orada
doğuyorlar, büyüyorlar ve o dağların yamaçlarında mezra denilen üç dört damlık yerde ölüyorlar. İşte, onları, biz, Doğru Yol
Partisi olarak ve temenni ediyorum tüm partiler, bu çocukları, o okuldan, yaz tatillerinde gruplar halinde getirsinler, o çocukların
görgülerini artırsınlar. Yani, onların, ileride beyninde olacak virüsü şimdiden yok etmeye çalışalım. Sadece, askerî güçle bu olmaz.
Bu vatanın evladı sadece askerler değil, orada, onların hayatlarının yanında, bizlere de iş düşüyor.
Bugün, C statüsünde olan kaymakamlıklarda sadece bir kaymakam var, diğerlerini yörenin vekilleri yürütüyorlar. Bu, PTT'de,
TEK'te her şeyde böyle. Onun için, çarpık ve yanlış bir yönetim tarzıyla yürütülüyor burası. En önem vermemiz icap eden bu
yörelere, halkımızın, sivil örgütün... Daha, hükümetin orada devletleşmesi ve bütün millî eğitim, sağlık memurlarımızın,
müdürlerimizin oraya gitmesi şarttır.
İşte, sizin de belki duyduğunuz, bildiğiniz bir şiirle sözlerimi bitirmek istiyorum. Bu şiiri yazan çocuk, şehit olmuş ve cebinden
bu çıkıyor. "Komando olmak onurumdur" diye başlayan, Hakkâri-Çukurca-Üzümlü'de şehit olan, Mustafa oğlu, Sakarya doğumlu
Zekeriya Gülyaman'dan, şu şiiri okumak istiyorum size:
"Olur ya bir çatışmada ölürsem,
Arkamdan yas tutmayın,
Bırakın toprağımda rahat içinde yatayım.
Bedenimden komandomu çıkarmayın,
Onlar benim gururumdur,
Ölünce kefenim olacak.
Başımdan mavi beremi çıkarmayın,
O benim şanım şerefim olacak.
Ayağımdan botlarımı çıkarmayın,
Onlar nice yollar aşacak,
Şehit olursam sırat köprüsünden geçecek.
Elimden tüfeğimi almayın,
O benim mezarıma sembol olacak.
Yaramın kanını silmeyin,
Ahrette hesabı sorulacak.
Göğsümden kör kurşunu çıkarmayın,
O benim madalyam olacak."
İşte, efendim, böylesine yürekli gençlerin olduğu bir yere, bizim, Meclis olarak, çok daha dikkatle eğilmemiz,
milletvekillerimizle ve devletin tüm yetkili organlarıyla orada hazır olmamız icap ediyor.
Şehit olan bir çocuğun anısına, Hakkâri'de, oranın kumandanı, her yaptığı çıkışa bir şehidin adını veriyor. O şehitlerin
listesi öylesine uzun öylesine uzun ki, şurada, sizlerin temsil ettiği her yörenin bir şehidi değil, birkaç şehidi var.
İşte, bu şehitlerden birinin babasından gelen bir cevap... Çünkü, o harekâtın sonundaki olaylar, kazanç veya kayıplar, o kişinin
babasına bildiriliyor. Babanın ve annenin yazdığı -ki, bu, kalorifer teknisyeni bir beyin kaleminden çıkıyor- cevaptaki şiir:
"Fedadır vatana oğlumun canı
İsterse dökülsün mübarek kanı
Korunsun vatanın şerefi şanı
Evlatlar hizmete amade Paşam

Ölürlerse şehit, kalırsa gazi
Babanın ananın budur niyazı
Hakkın buyruğuna olmuşuz razı
Evlatlar hizmete amade Paşam

Gerektiği yerde vatana kurban
Bulmalı yerini ilahî ferman
Yeter ki korunsun bu aziz vatan
Evlatlar hizmete amade Paşam"
Teşekkür ediyorum efendim. (Alkışlar)
BAŞKAN – Sayın Göksoy, teşekkür ederim efendim.
Herhalde, Hükümet cevap vermeyecek.
Sayın Göksoy, konuşmasında "bölge milletvekilleri, gittikleri zaman mehmetçiği ziyaret etmiyorlar" dediler. Ben de, bölgenin
bir milletvekiliyim; biz, hep, gittiğimizde, bütün askerî birliklerimizi, bütün devlet dairelerimizi ziyaret ediyoruz.
Ayrıca, sayın arkadaşlarımız, helikopterle gidip gelmişlerdir, uçakla gidip gelmişlerdir. Siz, güneydoğunun yüzde bir sorununu
öğrenmemişsiniz. Biz, orada, her gün insanlarla temas halindeyiz arkadaşım. Böyle, helikopterle gidip gelmekle, güneydoğu sorunu
ne öğrenilir ne de çözülür. ("Bravo" sesleri, alkışlar)
H. AYSELİ GÖKSOY (Manisa) – Ben, o askerleri ziyaret edin diye söyledim.
BAŞKAN – Tabiî, orada, can veren askerlerimizin, şehit olan askerlerimizin ailelerine başsağlığı diliyoruz, her zaman bunu
söylüyoruz; bu, bizim içimizde de... Orada biri şehit olduğu zaman, sanki vücudumuzun bir tarafı kesilmiş gibi acı duyuyoruz; bunu
herkesin bilmesi lazım. Ama, önemli olan, o sorunun kökten çözülmesidir. Orada, o insanların yaşam şartlarının ne kadar zor
olduğunu; insanların, bize, sokaklarda "açız" diye bağırdıklarını gördük. Bunu, burada, tabiî, Parlamentoya, ben, Başkan olarak arz
etmek istemiyorum; ama, aslında, o sorunun, Türkiye Büyük Millet Meclisinin birinci sorunu olarak, buraya getirilip çözümlenmesi
lazım. Bu sorun çözüldükten sonra, Türkiye demokrasiye de kavuşur, her büyük problemi de halledilir. Yoksa ki, o askerî
harcamalara giden paralar Türkiye'nin ekonomik kalkınmasına gitse Türkiye'de işsiz kalmaz.
3. – Aydın Milletvekili Yüksel Yalova'nın, son günlerde meydana gelen orman yangınlarına ilişkin gündemdışı konuşması ve
DevletBakanı Nevzat Ercan'ın cevabı
BAŞKAN – Efendim, gündemdışı son söz, son günlerde meydana gelen orman yangınlarıyla ilgili olarak, Aydın Milletvekili
Sayın Yüksel Yalova'ya verilmiştir.
Buyurun efendim. (ANAP sıralarından alkışlar)
Sayın Yalova, süreniz 5 dakikadır.
YÜKSEL YALOVA (Aydın) – Sayın Başkan, sayın milletvekilleri; ülkemizde, başta Ege Bölgemiz olmak üzere, maddî ve
manevî büyük hasara yol açmış bulunan ve aynı zamanda bütün yurdu üzüntüye boğmuş olan orman yangınlarıyla ilgili
görüşlerimizi sunmak üzere, gündemdışı söz almış bulunuyorum. Bana bu imkânı tanıyan Türkiye Büyük Millet Meclisi
Başkanvekili Sayın Kamer Genç'e teşekkürü bir borç biliyorum; hepinizi, en üstün saygılarımla selamlıyorum.
Başta Ege Bölgesinin değişik yöreleri olmak üzere, Muğla-Marmaris; Söke-Dilek Yarımadası, Kuşadası-Millî Park'ın arka
kuzey bölümü, yine Aydınımızın Atça Beldesinin İncealan ve Uzunlar; İstanbul-Sultanbeyli, Ordu- Ünye, İçel-Silifke-Anamur,
Adana-Çatalan-Karaisalı-Düziçi-İmamoğlu-Feke ve değişik yörelerdeki bu yangınlara ilişkin , bir yetkili aynen şöyle söylüyor:
"Genelde yangınların büyük çoğunluğu vatandaşlarımızın dikkatsizliği ve tedbirsizliğinden kaynaklanıyor."
Sayın milletvekilleri, orman mevzuatına aşina olan muhterem üyeler bilirler ki, bir yandan devletin koordinasyonsuzluğu
nedeniyle, adalet sistemi iflas etti diyoruz; adalete, yılda yaklaşık 300 bin orman davası ithal ediyoruz. Orman ile Tapu arasında,
Tapu ile Millî Emlak arasında, Vakıflar ile Orman arasında, yani, devlete ait değişik birimler arasındaki koordinasyonsuzluk
nedeniyle, vatandaş, devletin, ama daha önemlisi, devlet adına hareket eden zihniyetin zulmüyle karşı karşıya, mahkemelerde
sürünürken, işte şimdi de, hepimizi üzen bu millî felaket sonrasında, Hükümetin yetkilileri tarafından dikkatsizlikle, tedbirsizlikle
suçlanmakta.
Ben, hemen arz edeyim; 27 Temmuz akşam üzeri başlayan... Ege Bölgesindeki yetkililerden de aldığımız bilgileri Yüce
Meclisin dikkatine sunuyorum: Tespit edilen birinci unsur, araç gereç hususunda inanılmaz derecede yetersizlik olduğu; ama, ondan
da önemlisi, devlet adına orada görev yapan yetkililer arasında koordinasyonsuzluk meselesi.
Belki dikkatinizi çeker: Örneğin, ikmal yapmak üzere olan bir helikopterin, filtre değiştirme işi nedeniyle, Söke'de yangın
söndürme faaliyetlerine katılırken, ta İzmir'e kadar gidip gelmesi sorunu. Örneğin, yangın söndürmek üzere görevlendirilmiş olan o
helikopterde görev yapan pilotların, neyle ve nasıl besleneceği sorunu.
Öncelikle, Aydın Valisi Sayın Muharrem Göktayoğlu, Muğla Valisi Sayın Cemil Serhatli, Aydın Söke İlçemiz Belediye
Başkanı Sayın Beliğ Azbazdar ve Marmaris Belediye Başkanımız Sayın İsmet Karadinç'le birlikte, orada görev yapan tüm askerî
yetkilileri takdirle anmak istiyorum. Şu ana kadar yanan orman alanı 2 500 hektarı aşmış. Şu anda, rüzgâr gerekçe gösterilerek,
kontrol altına alınamayan bölgelerimiz var.
Bunun yanı sıra, bir başka bilgiyi sunmam lazım. Bugün orada yeniden ağaç dikim faaliyetlerine başlasak, en az 2050 yılına
kadar bekleme mecburiyetimiz var. Kısacası, trilyonları bulan zarar... Ama, 27 Temmuzdan bu yana geçen süre içerisinde bakıyoruz
-ben belediye başkanlarımıza sordum- ne Çevre Bakanından, ne Maliye Bakanından, ne İçişleri Bakanından, ne Turizm
Bakanından arayıp da "ne oldu, ne olmakta, ne olacak" diye bir soru yok.
1995 seçimleri öncesinde, geçen yıl uğradığımız Gelibolu'daki o büyük yangın sonrasında, yurtiçi ve yurtdışı yardımlarla
alınan, 60 ilâ 100 metre arasında su fışkırtabilen arazözler var ve bunların o günkü değeri, yaklaşık 15 milyar civarındadır:
Polemiğe girme niyetim yok, ama bir tek bilgi sunayım: Bugün, Artvin'in Şavşat İlçesinde tozlu asfaltları sulamakta kullanılıyor.
Ama, bakıyorsunuz, Söke'deki Millî Parkın -Dilek Yarımadası ve civarı- yarısı gitmiş; Millî Parkın içini...
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
BAŞKAN – Sayın Yalova, size de eksüre veriyorum, lütfen konuşmanızı tamamlayın.
Buyurun efendim.
YÜKSEL YALOVA (Devamla) – Millî Parkın içini tanımayan Millî Park Müdürünün olduğu... O Millî Parkın yarısı gitmiş;
üç tane helikopterle orada yangın söndürme çalışmaları sürdürülmeye çalışılmakta.
Biraz önce Aydın Valisinden son bilgiyi aldım, 650'ye yakın orman işçisi çalışmakta; ama, ortaya çıkan bir gerçek var ki, biz,
orman teşkilatını yeniden gözden geçirmek zorundayız. Gerek teknolojisi, gerek eğitimiyle, gerekse daha önemlisi, yasal mevzuatta,
vatandaş-devlet ilişkisini yeniden düzenlemek zorundayız. Bu amaçla da biz, Meclis Başkanlığımıza, Anavatan Partisi Grubu
milletvekillerinin imzaladığı; eğer, uygun görür, tasvip buyurursanız, diğer milletvekillerinin de tensiplerine açık tutacağımız bir
Meclis araştırması önergesi sunuyoruz, imzalarımız tamamlandı. Bu alanda yapılması gereken işlerin hepsini, bizim oturup, en
üstün iradenin tecelligâhı olan yasama organı sıfıtayla önümüze koymak mecburiyetimiz var; Değilse, bakınız, Ege Çiftçiler
Derneğinin Yönetim Kurulu Başkanı Sayın Hulusi Tanman, yaklaşık, bundan bir ay önce, o bölgede doğabilecek orman yangınları
ihtimaline ilişkin yetkililerimizin dikkatini çekmiş; ama, ne görüyoruz; orada, bir iki tane müdür, bakıyorsunuz, köy hizmetleri bir
başka yerde, orada Ege Ordusunun yetkilileri var; onların rızalarına rağmen, yol açalım mı açmayalım mı... Öteki taraftan iki
kilometre kesip, yangını söndürmek daha doğru düşüncesini savunan yerel yetkililerin karşısında, köy hizmetlerini bulamıyorsunuz.
İşte, ormana ilişkin Nazilli helikopteri gelmiş; ama -dediğim gibi- teknik imkânları sınırlı...
Eğer, bu yangınlara, yangınlar olup bittikten sonra, sadece, üzüntülerimizi belirtmekle görevlerimizi yerine getirdiğimiz gibi bir
yanlış uygulamayla bakma alışkanlığımızı sona erdirmek istiyorsak, ben, Yüce Meclisi burada uyarıyorum. Hükümet, hemen
olağanüstü bir Bakanlar Kurulu toplantısıyla bu konuyu gündemine almalıdır. Maliye Bakanlığı, elindeki tüm imkânlarla, o yörede,
âdeta, yangının tek sorumlusuymuş veya söndürmenin tek sorumlusuymuş gibi görev yapan yerel yönetimlere, malî katkıda
bulunmalıdır. Çevre Bakanlığımız, derhal, o, Artvin-Şavşat'ta tozlu asfaltları sulayan arazözler gibi, eldeki tüm imkânları, herhangi
bir siyasî görüştutsağı olmaksızın, şu anda, yangının devam ettiği yörelere, devam edebilir ihtimalinin bulunduğu yörelere acilen
göndermelidir. Turizm Bakanlığı, Çevre Bakanlığı, Maliye Bakanlığı, andığım çerçevede, yeni bir kriz masası oluşturabilir.
Henüz, yangın olup bitmiş değildir...
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
BAŞKAN – Sayın Yalova, lütfen, son cümlenizi söyler misiniz; size eksüre de verdim.
YÜKSEL YALOVA (Devamla) – Şu anda, birinci sorun, orada, yetkililer arası koordinasyonsuzluktur. Bu konuyu Yüce
Meclisin dikkatlerine sunmayı bir görev saydım.
Beni sabırla dinlediğiniz için hepinize teker teker teşekkür ediyor, saygılarımı sunuyorum. (ANAP sıralarından alkışlar)
BAŞKAN – Teşekkür ederim Sayın Yalova.
Gündemdışı konuşmaya cevap yok.
MUSTAFA CUMHUR ERSÜMER (Çanakkale) – Sayın Başkan...
BAŞKAN – Efendim.
MUSTAFA CUMHUR ERSÜMER (Çanakkale) – Sayın Başkan, üç gündemdışı konuşma yapıldı Meclisimizde; maalesef,
Hükümetten hiçbir cevap alamadık! Acaba, bu, neyin işaretidir?..
BAŞKAN – Efendim, bu gayet normal; her zaman da böyle durumlara rastlanılmıştır. Bu, yalnız bu Hükümet zamanında
olmuyor; zatı âlinizin mensubu bulunduğunuz partinin hükümet olduğu geçen dönemde, biz de milletvekili olarak burada
gündemdışı konuşma yapıyorduk, maalesef, gündemdışı konuşmaya cevap verilmiyordu; ama, tabiî, Hükümetin, gündemdışı
konuşmaları önemseyerek, cevap vermesi istenen bir sonuçtur.
MUSTAFA RÜŞTÜ TAŞAR (Gaziantep) – Cevap verecek halleri yok...
DEVLET BAKANI NEVZAT ERCAN (Sakarya) – Sayın Başkan...
BAŞKAN – Buyurun Sayın Bakan.
MUSTAFA CUMHUR ERSÜMER (Çanakkale) – Sayın Başkan, cevap verilmeyen konuları herhalde önemsiz addediyorsunuz,
siz de avukatlığa soyunuyorsunuz.
BAŞKAN – Hayır, benim avukatlığa falan soyunduğum yok. Benim belirtmek istediğim, başkaları sizin yaptığınızı yapınca,
bu defa da siz ona itiraz etmeyin.
MUSTAFA RÜŞTÜ TAŞAR (Gaziantep) – Kötü, emsal olmaz Sayın Başkan.
BAŞKAN – Bir dakika Sayın Bakan...
Hanımefendi, buyurun.
LALE AYTAMAN (Muğla) – Sayın Başkan, Sayın Bakan buyurdular mı?
BAŞKAN – Evet, Sayın Bakan geliyor.
LALE AYTAMAN (Muğla) – Çünkü, ciğerimiz yanıyor. Burada, sanırım, o bölgeyle alakası olmayan tek kişi yoktur. Yanan,
sadece ağaçlar değildir, aynı zamanda, ülkenin her bir toprağı...
BAŞKAN – Orman, millî servetimizdir, millî servetimizin kaybolması hepimize acı verir.
LALE AYTAMAN (Muğla) – 6-7 bin hektar orman alanı yandı diyoruz.
BAŞKAN – ...Hiç kimsenin buna taraftar veya karşı görünmesi söz konusu değil.
ŞÜKRÜ YÜRÜR (Ordu) – Sayın Başkan, söz verdiğiniz sayın üyenin sözü bitmeden niçin müdahale ediyorsunuz?!
BAŞKAN – Herhalde sizden talimat alacak değilim!..
ŞÜKRÜ YÜRÜR (Ordu) – Alacaksın tabiî.
BAŞKAN – Kendisi sözünü söyledi, bitirdi.
Buyurun Sayın Bakan.
ŞÜKRÜ YÜRÜR (Ordu) – Böyle yapma Kamer!..
BAŞKAN – Ben, Kamer değilim.
ŞÜKRÜ YÜRÜR (Ordu) – Kamber!..
BAŞKAN – Bakın, siz, Meclis Başkanvekiliyle böyle alay ederseniz, dışarı atarım.
ŞÜKRÜ YÜRÜR (Ordu) – Erkan'a söylerim!..
BAŞKAN – Buyurun Sayın Bakanım.
DEVLET BAKANI NEVZAT ERCAN (Sakarya) – Sayın Başkan, muhterem milletvekilleri; Aydın Milletvekili Sayın Yüksel
Yalova'nın, orman yangınlarına ilişkin gündemdışı konuşmasına cevap vermek üzere huzurlarınızdayım; Yüce heyetinizi
saygıyla selamlıyorum.
Hemen peşinen ifade edeyim ki, Sayın Orman Bakanımız Halit Dağlı ve beraberinde, Sanayi Bakanımız Sayın Yalım Erez,
Turizm Bakanımız Sayın Bahattin Yücel ve İçişleri Bakanımız Sayın Mehmet Ağar, şu anda yangın mahallindeler. Bu sebeple, bu
gündemdışı konuşmaya Hükümet adına cevap vermek üzere bendeniz huzurlarınızdayım.
Değerli arkadaşlar, ülkemiz ormanlarının önemli bir kısmı, Akdeniz Bölgesi yangın kuşağı üzerinde yer almakta olup, orman
ağacı türü itibariyle de orman yangınlarına hassastır. Orman yangınlarına çok duyarlı olan Akdeniz, Ege ve Marmara
Bölgelerimizde ormanlık alan 10 milyon hektar civarındadır. Son on yıl ortalamalarına göre, yılda ortalama 1 693 yangında,
ortalama 12 381 hektar orman alanı yanmıştır. Bir orman yangınında yanan ortalama alan ise, 7,3 hektar civarındadır.
Akdeniz ülkelerinde orman yangınlarıyla mücadelede, teknolojinin bütün imkânları devreye sokulmuş olmasına rağmen, son on
yılda orman yangını adedi ve yanan orman alanı itibariyle Türkiye'den çok daha fazladır. Bu rakamlar, en yeni teknolojileri daha
yaygın bir şekilde kullanabilen Amerika Birleşik Devletleri ve Kanada'da da Türkiye ortalamalarının üzerinde bulunmaktadır.
Avrupa ülkeleri son on yıllık ortalama orman yangını verileri, bu bizim söylediklerimizi doğrulamaktadır.
Görüldüğü gibi, orman yangınları, Akdeniz yangın kuşağında bulunan, millî gelirleri Türkiye'ye mukayeseyle çok yüksek olan
Avrupa ülkeleri için de büyük bir tehdit olmaya devam etmekte ve gerek yangın adedi gerekse yanan orman alanı olarak, Türkiye,
orman yangınlarıyla mücadelede bahsettiğim bu ülkelerden çok daha başarılı görülmektedir. Ancak, bizim amacımız, bu başarıyı
daha da artırıp, yanan orman alanını daha da alt seviyelere çekmektir. Bu amaçla, biz, 100 adet olan arazöz sayımızı, son aylarda,
192'ye çıkarmış bulunmaktayız. Bakanlığın 6 adet helikopterine ilaveten, 2,5 ton su atabilen ve ayrıca 20 işçiyi yangın mahalline
taşıyabilen 7 helikopter Bakanlığımızca kiralanmıştır Yine, ilk defa bu yıl, 6,5 ton su atabilen, amfibi tipinde, Kanada yapımı
2 uçak da, yangınla mücadelede kullanılmak üzere, tarafımızdan kiralanmış bulunmaktadır. Ayrıca, Türk Hava Kurumundan, yine
yangınla mücadelede devreye sokulmak üzere, 15 adet uçak kiralanmış ve her biri, önemli bölgelerde, yangına hassas bölgelerde,
yangınla mücadeleye hazır hale getirilmiş bulunmaktadır.
Ülkemizde, son bir haftadır, özellikle yangına çok hassas olan Akdeniz Bölgesinde çıkan orman yangınlarından Marmaris
yangını sürmekte olup, kontrol altına alma çalışmaları, çevre illerden getirilen araç, teknik eleman ve yangın ekipleriyle, ara
verilmeden sürdürülmektedir ve tekrar ediyorum, ilgili bakan arkadaşlarımız, halen yangın mahallinde bulunmaktadırlar.
Orman Bakanlığının yangınlarla mücadelede kullandığı ekip ve ekipmanlar; 13 adet helikopter, 2 adet Kanada yapımı yangın
söndürme uçağı, 15 adet Türk Hava Kurumundan kiraladığımız uçak, gözetleme kuleleri ve 17 bine yakın söndürme işçisidir; ki,
bunlar, olay mahallinde, bugün, 660 adet, ilk müdahale ve 89 adet de, hazır kuvvet ekibi olarak görev yapmaktadırlar. Ancak, son
aldığım... Sayın Bakanla görüştüm. Tabiî, yangınla mücadelede, yangını söndürmede en büyük etken, başarıya götürecek olan
hadise, mutlaka koordineli bir çalışmadır. Aldığım bilgiler, bu koordineli çalışmanın yangın mahallinde oldukça başarılı olduğu,
şiddetli rüzgârın etkisiyle, Marmaris yöresindeki yangının, halen sürmekte olduğu, akşam saatlerine doğru ancak kontrol altına
alınabileceği şeklindedir.
Şu anda devam etmekte olan en tehlikeli orman yangınımız, Marmaris yöresinde cereyan eden yangındır; 2 bin hektarı bulduğu
tahmin edilmektedir. Orman Bakanımız Sayın Dağlı'dan aldığım bilgiler, mahallinde esen rüzgârın yönü değişmediği takdirde,
yangının birkaç saat içerisinde kontrol altına alınabileceği şeklindedir.
Muhterem milletvekilleri, Orman Genel Müdürlüğü taşra teşkilatı, civar illerden gelen bütün ekipler, teknik elemanlar,
vatandaşlarımız, saydığım bu helikopter ve uçaklarla birlikte, yangın söndürme çalışmalarına dahil olmuşlardır. Ayrıca, askerî
birlikler ve 5 askerî helikopter de yangın söndürme çalışmalarına katılmıştır. Şu anda, 800 civarında askerimiz, bakanlığımıza
bağlı ekiplerle birlikte, vatandaşlarla birlikte yangın söndürme çalışmalarını sürdürmektedirler.
Dileğimiz, inşallah, benzer yangınların bir daha olmamasıdır.
Hepinize saygılar sunuyorum. (DYP ve RP sıralarından alkışlar)
BAŞKAN – Gündemdışı konuşmaya cevap veren Devlet Bakanı Sayın Nevzat Ercan'a teşekkür ediyorum.
Sayın milletvekilleri, böylece, gündemdışı konuşmalar ve cevaplar bitmiştir.
İki Meclis araştırma önergesi vardır; birinci araştırma önergesi çok uzun olduğu için, yalnız özetini okutuyorum:
B) GENSORU, GENEL GÖRÜŞME, MECLİS SORUŞTURMASI VE MECLİS
ARAŞTIRMASI ÖNERGELERİ
1. – Denizli Milletvekili Hilmi Develi ve 20 arkadaşının, Denizli İlinin içinde bulunduğu durumun araştırılarak alınması
gereken tedbirlerin belirlenmesi amacıyla Meclis araştırması açılmasına ilişkin önergesi (10/101) (1)
Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına
Hızlı bir gelişme sürecini tamamen kendi çaba ve olanaklarıyla aşmaya çalışan ve Ege'nin ikinci büyük ili konumundaki
Denizli, her şeye karşın altyapısı bakımından birtakım zorluklarla karşı karşıyadır.
(1) (10/101) esas numaralı Meclis araştırması önergesinin aslı tutanağa eklidir.
Yoğun sanayi, ticaret ve turizm trafiği yaşayan, ihracatı ile ülkenin sayılı illeri arasında olan ilimizin karayolu ulaşımının
sağlıksız ve yetersiz oluşu, havayolu ulaşımının ilkel koşullarda yürütülemez durumda bulunuşu bir altyapı eksikliğidir.
Kentin devlet yardımına acilen gereksinim duyulan eksiklikleri, hızlı gelişmenin kalkış aşamasında sayılacak bir il için
üzerinde durulması gereken konulardır.
İlimizin, bugün içinde bulunduğu durumu araştırmak ve alınabilecek önlemleri ortaya koymak için Anayasanın 98 inci, Meclis
İçtüzüğünün 104 üncü ve 105 inci maddeleri gereğince Meclis araştırması açılmasını saygılarımızla arz ederiz.
Hilmi Develi Arif Sezer
Denizli Adana
Bülent Tanla Ayhan Gürel
İstanbul Samsun
Fevzi Aytekin Hasan Gemici
Tekirdağ Zonguldak
Aydın Tümen Erol Karan
Ankara Karabük
Teoman Akgür Mustafa Karslıoğlu
Sakarya Bolu
Hasan Gülay Cihan Yazar
Manisa Manisa
Abdulbaki Gökçel Osman Kılıç
İçel İstanbul
H. Uluç Gürkan Tahsin Boray Baycık
Ankara Zonguldak
Çetin Bilgir Necati Albay
Kars Eskişehir
Abdullah TuranBilge Mehmet Büyükyılmaz
Konya Adana
Mahmut Erdir
Eskişehir
Cumhuriyetin ilk yıllarında 12 bin nüfuslu küçük bir kasaba olan Denizli, bugün yaklaşık 800 bin nüfusuyla en iyi gelişme
gösteren büyük illerin başında gelmektedir. Hızlı gelişme sürecinin tüm aşamalarını kendi çaba ve olanaklarıyla aşmaya çalışan
Denizli, Ege Bölgesinin İzmir'den sonra ikinci büyük ili konumundadır.
Denizli'de, ekonomik yaşam, bugüne dek, tek boyutuyla sınırlanmamış; tarım, ticaret, sanayi, teknoloji, turizm ve eğitim,
devletten çok, özel sektör eliyle kolektif gelişimini sürdürmüştür.
Denizlili, tüm olanaksızlık ve olumsuzluklara karşın, inanç ve inatla, Türkiye'nin dünyaya ve Avrupa'ya açılan kapısı olma
yolunda hızla ilerlemektedir.
Böylesine yoğun sanayi, ticaret ve turizm trafiği yaşayan, ihracatıyla ülkenin sayılı illeri arasında olan bir ilin karayolu
ulaşımının sağlıksız ve yetersiz oluşu, havayolu ulaşımının ilkel koşullarda bulunuşu, tamamen altyapı eksikliğidir.
Denizli'nin farklı sektörlerdeki endüstriyel gelişmesinin, tüm çabalara karşın gerek duyulan desteğin sağlanamaması durumunda
sağlıksız ve çarpık bir kentleşmeden dolayı tıkanmaya, duraklamaya neden olabileceği, sonuçta, bir kez daha bu atağı yakalama
olanağı bulamayacağı unutulmamalıdır. Gelişme ve sanayileşme atağı, her zaman yakalanabilecek bir atılım değildir. Sanayi
patlaması, her kent için bir kez olur.
Denizli, gelişim atağı yoğunluğunu, merkezde ve merkeze çok yakın noktalarda yaşamaktadır.
Denizli İli Beyağaç, Güney, Çameli, Kale ve Acıpayam İlçeleri, doğu ve güneydoğudaki çoğu yörelere göre geri kalmış
durumdadır. Gelişmeye ve yatırıma tüm yönleriyle elverişli olan bu yörelerimiz atıl bırakılmakta; yoğunluk merkezde
yaşandığından, ilde, bu yönde, sağlıksız ve dengesiz bir gelişme gözlenmektedir.
Ege Bölgesinin en geniş ovaları Denizli'de olmasına karşın, sulamanın olmaması nedeniyle, yeterince ürün ve verim
alınamamaktadır.
Beyağaç, Güney, Çameli, Kale ve Acıpayam İlçelerinin kalkınmada öncelikli yöreler kapsamına alınması gerekmektedir.
Böyle bir girişim, iç göçü önleyebilecektir.
Denizlili girişimciler, bugüne değin, devlet desteği istemeden, politik oyunlara girmeden, ili, bugünkü konumuna
getirebilmişlerdir. Bu denli büyük bir gelişme atağının, devlet desteğine gereksinim duyması doğaldır.
Gümrük birliği sürecinde, Denizli pilot il seçilerek, gerek altyapı eksikliklerinin hızla giderilmesi gerekse iç göçü önlemek,
kalkınma ve gelişmenin dengeli olabilmesi için, yukarıda isimleri sayılan ilçelerin kalkınmada öncelikli yöreler kapsamına
alınması, havaalanının uluslararası niteliğe kavuşması, tren yolunun elektrifikasyon projesiyle taşımanın bu yöne aktarılması,
İzmir-Aydın otoban yolun Denizli'ye (Çardak Havaalanı) kadar uzatılması, elektrik-enerji altyapısının ve mevcut enerjinin, ulusal
enerji şebekesiyle bütünleştirilmesi, Türkiye'nin sekiz doğa harikasından biri olan Pamukkale travertenlerinin yaşatılması, turizm
potansiyelinden büyük yararlar sağlanması, jeotermal kaynağın seracılıkta kullanılması gibi konuların Yüce Mecliste görüşülmesi,
hem Denizlimiz hem de ülkemiz açısından yararlı olacaktır. Konuyla ilgili olarak Meclis araştırması açılmasını gerekli
görmekteyiz.
BAŞKAN – Önerge, gündemde yerini alacak ve Meclis araştırması açılıp açılmaması konusundaki öngörüşme, sırasında
yapılacaktır.
İkinci önergeyi okutuyorum:
2. – Zonguldak Milletvekili Mümtaz Soysal ve 20 arkadaşının, cezaevlerinde tutuklu ve hükümlüler tarafından sürdürülen ölüm
orucunun nedenlerini ve tutuklu ve hükümlülerin istemlerini açığa kavuşturmak amacıyla Meclis araştırması açılmasına ilişkin
önergesi (10/102)
26.07.1996
Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına
Adalet Bakanlığına bağlı çeşitli cezaevlerindeki siyasî tutuklu ve hükümlülerin kimi isteklerinin kabulünü sağlamak amacıyla
başlattıkları ölüm oruçları, ikinci ayını doldurmuş ve açlık grevi sonucunda ölümler birbirini izlemeye başlamıştır.
Bir yandan cezaevlerinde bu eylemler sürer ve ölümlerin artmasından endişe duyulurken, dışarıda da tutuklu ve hükümlü
yakınlarıyla bu haklı feryadı suiistimal etmek isteyen grupların yasal ve yasal olmayan gösteri ve eylemleri, her geçen gün
artmaktadır.
Cezaevlerinin, aynı zamanda, tutuklu ve hükümlüler için birer ıslah ve eğitim evi olması ve bunun gerçekleştirilmesi için,
devletin, gerekli önlemleri alarak, eğitimci, ruhbilimci ve diğer uzman personeli görevlendirmesi gerekirken, bugüne kadar bunların
yapılamadığı anlaşılmaktadır.
Ancak, devletin ve Adalet Bakanlığının yapamadıkları, bununla sınırlı değildir. Adalet Bakanlığı, bizzat Sayın Bakanın
ağzından, bazı cezaevlerine, tutuklu ve hükümlülerin egemen olduğunu, buralara devletin ve devlet görevlilerinin giremediğini;
ancak, silah, cep telefonu, faks ve bunun gibilerinin girdiğini kabul ve itiraf etmiştir.
Terör suçlularının bulunduğu cezaevlerinin, bu örgütlerin veya rejim karşıtı eylemcilerin, eğitim, karar ve iletişim merkezi
durumuna geldiğini kabul etmiştir.
Görünen odur ki, koğuşlarda, kimi örgüt liderleri, yalnız hükümlüleri eğitmekle ve yönlendirmekle kalmamakta, onları ölüm
orucuna bile zorlayabilmektedir ve kamuoyu, birbirini izleyen ölümler nedeniyle, infial noktasına gelmektedir.
Ölüm orucunu sürdüren eylemcilerin istemleri ile devletin verdikleri arasında ne kadar fark kalmıştır? Eylem, insanî nedenlerle
mi, siyasî nedenlerle mi sürdürülmektedir?
Cezaevleri, gerçekten, devletin egemenlik alanı dışına mı çıkarılmıştır? Bunun sorumluları kimlerdir?
Devlet, bilincini kaybetmiş eylemcilere sağlık yardımı yapmaktan da mı âcizdir?
Siyasî partilerimiz ve Meclisimiz, kamuoyundan gelen sese kulak vermeli ve hem ölümlerin önlenmesi hem de eylemlerin
nedenlerinin ortaya çıkarılması için, üzerine düşeni bir an önce yapmalıdır.
Bu nedenle, cezaevlerindeki tutuklu ve hükümlülerce sürdürülen ölüm oruçlarının nedenlerini, cezaevlerinin durumlarını,
tutuklu ve hükümlülerin istemlerinin ne kadarında haklı olduğunu açıklığa çıkarmak amacıyla, Anayasanın 98 inci ve İçtüçüğün
104 ve 105 inci maddeleri uyarınca, Meclis araştırılması açılması hususunu arz ve teklif ederiz.
Mümtaz Soysal Hasan Hüsamettin Özkan
Zonguldak İstanbul
Zekeriya Temizel Hikmet Uluğbay
İstanbul Ankara
Nami Çağan Şükrü Sina Gürel
İstanbul İzmir
M. İstemihan Talay Arif Sezer
İçel Adana
Mehmet Büyükyılmaz Mustafa Güven Karahan
Adana Balıkesir
Hilmi Develi Halil Çalık
Denizli Kocaeli
A. Ziya Aktaş Tahsin Boray Baycık
İstanbul Zonguldak
Müjdat Koç Fikret ünlü
Ordu Karaman
Çetin Bilgir Yüksel Aksu
Kars Bursa
Teoman Akgür Necati Albay
Sakarya Eskişehir
Mehmet Tahir Köse
İstanbul
BAŞKAN – Bilgilerinize sunulmuştur.
Önerge, gündemde yerini alacak ve Meclis araştırması açılıp açılmaması konusundaki öngörüşme, sırasında yapılacaktır.
Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığının bir tezkeresi vardır; okutup bilgilerinize sunacağım:
C) TEZKERELER VE ÖNERGELER
1. – Çin Halk Cumhuriyeti Ulusal Kongresinin vaki davetine icabet edecek Parlamento heyetine katılacak milletvekillerine
ilişkin Başkanlık tezkeresi (3/416)
29 Temmuz 1996
Türkiye Büyük Millet Meclisi Genel Kuruluna
Çin Halk Cumhuriyeti Ulusal Halk Kongresi vaki davetine istinaden, Türkiye Büyük Millet Meclisini temsilen 6 kişilik bir
Parlamento Heyetinin, 4-13 Ağustos 1996 tarihlerinde söz konusu davete icabet etmesi, Türkiye Büyük Millet Meclisinin
Dışilişkilerinin Düzenlenmesi Hakkındaki 3620 sayılı Kanunun 6 ncı maddesi uyarınca, Genel Kurulun 16.7.1996 tarih ve 77 nci
Birleşiminde kabul edilmiştir.
Adı geçen Kanunun 2 nci maddesi uyarınca, heyetimizi oluşturmak üzere, siyasî parti gruplarınca bildirilen üyelerimizin
isimleri Genel Kurulun bilgilerine sunulur.
Mustafa Kalemli
Türkiye Büyük Millet Meclisi
Başkanı
Mustafa Kalemli İbrahim Halil Çelik
TBMM Başkanı Şanlıurfa
Ertan Yülek Osman Kılıç
Adana İstanbul
Onur Kumbaracıbaşı Muzaffer Arıkan
Kocaeli Mardin
BAŞKAN – Bilgilerinize sunulmuştur.
Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığının 4 tezkeresi daha vardır; ayrı ayrı, okutup oylarınıza sunacağım:
2. – Avustralya Parlamento Başkanının resmî davetine icabet edilmesine ilişkinBaşkanlık tezkeresi (3/417)
26 Temmuz 1996
Türkiye Büyük Millet Meclisi Genel Kuruluna
Avustralya Parlamento Başkanından alınan resmî bir davette, Türkiye Büyük Millet Meclisinden bir Parlamento Heyeti,
Avustralya'ya resmî bir ziyarette bulunmaya davet edilmektedir.
Söz konusu davete icabet edilmesi hususu, Türkiye Büyük Millet Meclisinin Dışilişkilerinin Düzenlenmesi Hakkındaki 3620
sayılı Kanunun 6 ncı maddesi uyarınca Genel Kurulun tasviplerine sunulur.
Mustafa Kalemli
Türkiye BüyükMilletMeclisi
Başkanı
BAŞKAN – Kabul edenler... Etmeyenler... Kabul edilmiştir.
Öteki tezkereyi okutuyorum :
3. – Bazı milletvekillerine izin verilmesine ilişkinBaşkanlık tezkeresi (3/418)
Türkiye Büyük Millet Meclisi Genel Kuruluna
Aşağıda adları yazılı sayın milletvekillerinin hizalarında gösterilen süre ve nedenlerle izinli sayılmaları Başkanlık Divanının
25.7.1996 tarihli toplantısında uygun görülmüştür.
Genel Kurulun onayına sunulur.
Mustafa Kalemli
Türkiye BüyükMilletMeclisi
Başkanı
"Burdur Milletvekili Mustafa Çiloğlu, hastalığı nedeniyle 22.7.1996 tarihinden geçerli olmak üzere 15 gün."
BAŞKAN – Kabul edenler... Etmeyenler... Kabul edilmiştir.
"Bursa Milletvekili Abdülkadir Cenkçiler, hastalığı nedeniyle 22.6.1996 tarihinden geçerli olmak üzere 60 gün."
BAŞKAN – Kabul edenler... Etmeyenler... Kabul edilmiştir.
"İstanbul Milletvekili Aydın Menderes, hastalığı nedeniyle 15.3.1996 tarihinden geçerli olmak üzere 190 gün."
BAŞKAN – Kabul edenler... Etmeyenler... Kabul edilmiştir.
Öteki tezkereyi okutuyorum:
4. – İstanbul Milletvekili Aydın Menderes'e ödenek ve yolluğunun ödenmesine ilişkin Başkanlık tezkeresi (3/419)
Türkiye Büyük Millet Meclisi Genel Kuruluna
Hastalığı nedeniyle bu yasama yılında aralıksız olarak iki aydan fazla izin alan İstanbul Milletvekili Aydın Menderes'e
İçtüzüğün 154 üncü maddesi gereğince ödenek ve yolluğunun verilebilmesi, Başkanlık Divanının 25.7.1996 tarihli toplantısında
uygun görülmüştür.
Genel Kurulun onayına sunulur.
Mustafa Kalemli
Türkiye BüyükMilletMeclisi
Başkanı
BAŞKAN – Kabul edenler...Etmeyenler...Kabul edilmiştir.
Diğer tezkereyi okutuyorum :
5. – Bursa Milletvekili Abdulkadir Cenkçiler'e ödenek ve yolluğunun ödenmesine ilişkin Başkanlık tezkeresi (3/420)
BAŞKAN – Diğer tezkereyi okutuyorum:
Türkiye Büyük Millet Meclisi Genel Kuruluna
Hastalığı nedeniyle bu yasama yılında aralıksız olarak iki ay izin alan Bursa Milletvekili Abdülkadir Cenkçiler'e İçtüzüğün
154 üncü maddesi gereğince ödenek ve yolluğunun verilebilmesi, Başkanlık Divanının 25.7.1996 tarihli toplantısında uygun
görülmüştür.
Genel Kurulun onayına sunulur.
Mustafa Kalemli
Türkiye BüyükMilletMeclisi
Başkanı
BAŞKAN – Kabul edenler...Etmeyenler...Kabul edilmiştir.
Danışma Kurulunun bir önerisi vardır; okutup oylarınıza sunacağım :
IV. – ÖNERİLER
A) DANIŞMA KURULU ÖNERİLERİ
1. – Genel Kurulun çalışma süresine ilişkin Danışma Kurulu önerisi
Danışma Kurulu Önerisi
No: 24 Tarih:30.7.1996
Genel Kurulun 30.7.1996 Salı günkü birleşiminde, Çokuluslu Güç'ün görev süresinin ve olağanüstü hal'in uzatılması İle ilgili
Başbakanlık tezkerelerinin görüşmelerinin tamamlanmasına kadar çalışma süresinin uzatılmasının Genel Kurulun onayına
sunulması Danışma Kurulunca uygun görülmüştür.
Mustafa Kalemli
Türkiye BüyükMilletMeclisi
Başkanı
Salih Kapusuz Zeki Çakan
RP Grubu Başkanvekili ANAP Grubu Başkanvekili
Mehmet Gözlükaya H. Hüsamettin Özkan
DYP Grubu Başkanvekili DSP Grubu Başkanvekili
Önder Sav
CHP Grubu Başkanvekili
BAŞKAN – Kabul edenler... Etmeyenler... Kabul edilmiştir.
Doğru Yol Partisi Grubunun, İçtüzüğün 19 uncu maddesine göre verilmiş önerileri vardır; okutup oylarınıza sunacağım.
B) SİYASÎ PARTİ GRUBU ÖNERİSİ
1. – Bütçe Kanunlarında Yer AlanBazı Hükümlerin İlgili Kanunlarında Düzenlenmesine Dair Kanun Tasarısının komisyonda
görüşme zamanı ve gündemdeki sıralamanın yeniden yapılması ile GenelKurulun 31.7.1996 Çarşamba günü saat 14.00'te
toplanmasına ve bu toplantıda sözlü soruların görüşülmemesine ilişkin DYP Grubu önerisi
Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına
Danışma Kurulunun 30 Temmuz 1996 Salı günü yapılan toplantısında siyasi parti grupları arasında oybirliği
sağlanamadığından Grubumuzun aşağıdaki önerlerinin İçtüzüğün 19 uncu maddesi gereğince Genel Kurulun onayına sunulmasını
arz ederim.
Saygılarımla.
Mehmet Gözlükaya
Doğru Yol Partisi
Grup Başkanvekili
Öneriler:
1. Bütçe Kanunlarında Yer Alan Bazı Hükümlerin İlgili Kanunlarında Düzenlenmesine Dair Kanun Tasarısının Başkanlıkça
havale edildiği Plan ve Bütçe Komisyonundaki görüşmelerine 48 saat geçmeden başlanmasının İçtüzüğün 36 ncı maddesi gereğince
Komisyona tavsiye edilmesi önerilmiştir.
2. 30.7.1996 tarihli Gelen Kağıtlarda Yayımlanan 69 sıra sayılı Tüketicinin Korunması Hakkında Kanunun Bazı
Maddelerinde Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Tasarısının 48 saat geçmeden, gündemin "Kanun Tasarı ve Teklifleriyle
Komisyonlardan Gelen Diğer İşler" kısmının 2 nci sırasına alınması önerilmiştir.
3. Genel Kurulun 31.7.1996 Çarşamba günü saat 14.00'te toplanması ve bu toplantıda sözlü soruların görüşülmemesi
önerilmiştir.
BAŞKAN – Öneriyi tekrar okutup, oylarınıza sunacağım efendim...
ÖNDER SAV (Ankara) – Sayın Başkan, söz istiyorum.
BAŞKAN – Sayın Sav, söz mü istiyorsunuz efendim; kimse söz istemediği için, ben de, tekrar okutup işleme koyacaktım.
Söz isteyen olursa, lehte ve aleyhte iki kişiye söz verebilirim.
Buyurun Sayın Sav.
Süreniz 10 dakika.
ÖNDER SAV (Ankara) – Sayın Başkan, Yüce Meclisin değerli üyeleri; bu sabah, Doğru Yol Partisi Grup Başkanvekilinin
Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına yaptığı başvuru üzerine, Danışma Kurulu toplantıya çağırıldı. Her zamanki
duyarlığımızı göstererek, Danışma Kurulu toplantısına, Cumhuriyet Halk Partisi Grubunu temsilen katıldık.
Danışma Kurulunun toplantıya çağırılmasına ilişkin istek...
BAŞKAN – Sayın Sav, bir dakikanızı rica edebilir miyim.
Sayın milletvekilleri, lütfen, yerlerinize oturur musunuz efendim... Arkadaşlar, hiçbir milletvekili ayakta kalmasın... Rica
ediyorum...
Sayın milletvekilileri, bakın, ben, burada konuşuyorum, hâlâ kimse yerinden kıpırdamıyor. Efendim, rica ediyorum... Bakın,
kürsüde konuşan hatip arkadaşımıza saygılı olalım. Zaten, beşyüzelli kişi bu salonda en ufak bir çıt çıkarırsa, burada çalışılmaz.
Buyurun efendim.
ÖNDER SAV (Devamla) – Danışma Kuruluna getirilen istek, dün, 29 Temmuz 1996 tarihi itibariyle Türkiye Büyük Millet
Meclisi Başkanlığına yansıtılmış olan Tüketicinin Korunması Hakkında Kanunun Bazı Maddelerinde Değişiklik Yapılmasına
Dair Kanun Tasarısıdır. Bu kanun tasarısı, ilgili komisyonda dün görüşüldü; dün, iktidar ortağı Doğru Yol Partisi tarafından,
Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına, Danışma Kurulunda görüşülsün isteğiyle geldi. Biz, düşündük ki, sadece bu konu
Danışma Kurulunun gündemine gelecek. Gittik...
Aslında, Danışma Kurulu, Türkiye Büyük Millet Meclisinde grubu bulunan siyasî partilerin, karşılıklı nezaket ölçüleri
içerisinde, Türkiye Büyük Millet Meclisini daha seri çalıştırabilmek için oluşturdukları bir uzlaşma kuruludur; ama, belli bir
zamandır görüyor ve üzülerek gözlüyoruz ki, Danışma Kurulu, bir uzlaşmazlık kurulu haline dönüştürülmeye çalışılıyor. Eğer,
Türkiye Büyük Millet Meclisinde ve Danışma Kurulunda bu gelenek yerleşecek olursa, üzülerek belirtmek isterim ki, korkarım ki,
gelecekte, Danışma Kurulu, İçtüzüğün 19 uncu maddesinde tanımı ve tarifi yapılan biçimde, oybirliğiyle teklifler ve görüşler
belirleyerek buraya gelemeyecek duruma sokulacaktır.
Yol yakınken ve Türkiye Büyük Millet Meclisi tatile girmek üzereyken, gelecekte, bu tür hukuksal rahatsızlıkların doğmaması
için, özellikle, iktidarı oluşturan siyasî parti gruplarını bir kez daha uyarmakta yarar gördüğümüzü belirtmek istiyorum.
Şimdi, Danışma Kurulunda, bu Tüketicinin Korunması Hakkında Kanunla ilgili değişiklik tasarısının yanında, ayrıca, biraz
önce, Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığınca duyurulduğu üzere, bütçe kanunlarıyla ilgili bir düzenlemenin Plan ve Bütçe
Komisyonunda görüşülmesinin yapılması için, Danışma Kurulundan oybirliğiyle görüş istenmektedir.
Plan ve Bütçe Komisyonunda görüşülmesi istenen hususlar, aslında, geliyorum diyen bir Anayasa Mahkemesi iptaline ilişkin
hususlardı. Bu kürsüde, bütçe görüşülürken, gece yarılarına kadar, bu konularla ilgili, Türkiye Büyük Millet Meclisini, Yüce Kurulu
uyarmaya çalıştık; "eğer, böyle bir bütçe kanunu tasarısını, bünyesinde Anayasaya aykırılıkları bulunan, Anayasa Mahkemesinin
iptal kararına karşın bütçe yasalarına konulan konuları yasalaştırırsanız, Anayasa Mahkemesi bunları iptal eder" dedik. Bize,
dolambaçlı olarak, gerek bu kürsüden gerekse Komisyon sıralarından "endişe etmeyin, biz hemen bir çerçeve kanun tasarısı
hazırlayıp getireceğiz" dendi; ama, yine de Anayasa Mahkemesinin iptal kararı gündeme geldi ve bu iptal kararı üzerine, alelacele
bir kanun tasarısı hazırlanmış.
Bütçe kanununa konulan, Anayasa Mahkemesinin daha önce iptal ettiği kararlara, konulara karşın, fonların ödenmesi ve
gelirleri, döner sermaye gelirleri, yurtdışı eğitim masraflarının tahsili, kredi borcunun tespiti ve ödenmesi gibi kimi önemli konular,
görüyoruz ki, yine çok alelacele ve bünyesinde pek çok hukukî aksaklığı taşır bir biçimde, yasa tasarısı şeklinde gelmiş ve Türkiye
Büyük Millet Meclisinden, Plan ve Bütçe Komisyonunda görüşülmesi için olur isteniyor.
Eğer, bu tür konuların önünü, bu şekilde, alelacele açmaya kalkışırsak, hiçbir yere varamayız. Cumhuriyet Halk Partisi Grubu
Başkanvekili olarak ben, -sanıyorum ki- Anavatan Partisi Grubu Başkanvekilleri arkadaşlarım ve Demokratik Sol Parti Grubu
Başkanvekilleri arkadaşlarım, bu tasarıdan bugün sabahleyin haberdar olduk. Grupların bile resmen haberdar olmadığı bir tasarıyı
görüşeceksiniz, muhtemelen yarın, alelacele buraya getireceksiniz. Yüce Mecliste görev yapan, hassasiyetle görev yapmak isteyen
Türkiye Büyük Millet Meclisi üyeleri bu tasarıyı ne zaman inceleyecekler de görüşlerini bildirebilecekler? Böyle şey olur mu? Hatta,
dün komisyondan geçirilen, tüketiciyi korumayla ilgili kanun tasarısını yarın alelacele görüşeceğiz; basını ilgilendiren, çok önemli
konuları içeren bir kanun tasarısını, yine Danışma Kuruluna getirip, uzlaşma sağlanamadığı gerekçesiyle Türkiye Büyük Millet
Meclisi Genel Kuruluna indirip, oradan, oy çokluğuyla sonuç almaya çalışacaksınız.
Cumhuriyet Halk Partisi Grubu olarak, bu tür düzenlemelere karşı olduğumuzu ve Doğru Yol Partisi Grubu tarafından getirilen
bu önergenin karşısında oy kullanacağımızı duyurmak istiyorum.
Yüce Meclisi saygılarımla selamlıyorum. (CHP sıralarından alkışlar)
BAŞKAN – Teşekkür ederim Sayın Sav.
Öneri üzerinde söz isteyen arkadaşımız olmadığı için, müzakereler bitmiştir.
Şimdi, önerileri, tekrar ,ayrı ayrı okutup, oylarınıza sunacağım.
1 inci öneriyi okutuyorum:
Öneriler:
1.- Bütçe Kanunlarında Yer Alan Bazı Hükümlerin İlgili Kanunlarında Düzenlenmesine Dair Kanun Tasarısının Başkanlıkça
havale edildiği Plan ve Bütçe Komisyonundaki görüşmelerine 48 saat geçmeden başlanmasının, İçtüzüğün 36 ncı maddesi
gereğince Komisyona tavsiye edilmesi önerilmiştir.
BAŞKAN – Oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler... Kabul etmeyenler... Kabul edilmiştir efendim.
2 nci öneriyi okutuyorum:
2.- 30.7.1996 tarihli Gelen Kâğıtlarda yayımlanan 69 sıra sayılı Tüketicinin Korunması Hakkında Kanunun Bazı
Maddelerinde Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Tasarısının 48 saat geçmeden gündemin "Kanun Tasarı ve Teklifleriyle
Komisyonlardan Gelen Diğer İşler" kısmının 2 nci sırasına alınması önerilmiştir.
BAŞKAN – Oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler... Kabul etmeyenler... Kabul edilmiştir efendim. (DSP ve CHP sıralarından
"Say, say" sesleri)
Efendim, sayıyorum... Karşımdasınız, görüyorum. Rica ediyorum... Önemli olan, bu Meclisin çalışmalarında tasarrufu da
sağlamak. Divan Kâtibi arkadaşlarınız görüyor, saymaya gerek görmeyecek şekilde bariz bir farklılık var; biraz da güvenin canım.
3 üncü öneriyi okutuyorum:
3.- Genel Kurulun 31.7.1996 Çarşamba günü saat 14.00'te toplanması ve bu toplantıda sözlü soruların görüşülmemesi
önerilmiştir.
BAŞKAN – Oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler... Kabul etmeyenler... Kabul edilmiştir efendim.
III. – BAŞKANLIĞIN GENEL KURULA SUNUŞLARI (Devam)
D) ÇEŞİTLİ İŞLER
1. – İnsan Haklarını İnceleme Komisyonunda bağımsız milletvekillerine düşen bir üyelik için aday olmak isteyen bağımsız
milletvekillerinin müracaatlarına ilişkin Başkanlık duyurusu
BAŞKAN – Sayın milletvekilleri, bazı siyasî parti gruplarıyla bağımsızların oranlarında meydana gelen değişiklik nedeniyle,
İnsan Haklarını İnceleme Komisyonunda, bağımsız sayın milletvekillerine bir üyelik düşmektedir; aday olmak isteyen bağımsız
milletvekillerinin, yazılı olarak Başkanlığa müracaat etmelerini rica ederim.
Sayın milletvekilleri, ülkemizde konuşlandırılan Çokuluslu Güç'ün görev süresinin 31.7.1996 tarihinden itibaren 5 ay süreyle
uzatılmasına ilişkin Başbakanlık tezkeresi vardır; okutuyorum:
C) TEZKERELER VE ÖNERGELER (Devam)
6. – Ülkemizde konuşlandırılan Çokuluslu Güç'ün görev süresinin 31.7.1996 tarihinden itibaren beş ay süre ile uzatılmasına
ilişkin Başbakanlık tezkeresi (3/421)
29.7.1996
Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına
Körfez Savaşını takiben Kuzey Irak'ta meydana gelen olaylar sonucunda ülkemize yönelen ve sınırlarımızın fizikî güvenliğini
tehdit etmekle kalmayıp, aynı zamanda ekonomik ve sosyal düzenimizi de zorlayacak boyutlara erişen toplu göç hareketinin
tekrarına yol açabilecek gelişmeleri, Irak'ın toprak bütünlüğünü koruyarak caydırmak, gerekirse bu gelişmelere mâni olmak, Kuzey
Irak'ta bölge halkının insanî ihtiyaçlarının karşılanabilmesinin güvenlik içinde devamını sağlamak amacıyla, Birleşmiş Milletler
Güvenlik Konseyinin 688 sayılı Kararı da gözönünde tutularak Türkiye Büyük Millet Meclisinin 17.1.1991 tarih ve 126 sayılı
Kararına dayanılarak başlatılan "Provide Comfort II" Huzur Harekâtı çerçevesinde ülkemizde konuşlandırılan Çokuluslu Güç'ün
görev süresinin 31 Temmuz 1996 tarihinden itibaren 5 ay süreyle uzatılmasına;
-Çokuluslu Güç'ün yapısı, konuşlandırılması ve bu Güç'teki Türk askerî personelinin sayısının artırılması,
-Güç'e bağlı yabancı ülke silahlı kuvvetleri personelinin ve Güç'ün ülkemizde tabi olacakları statünün tayini.
-Kuzey Irak'taki Türkiye'yi tehdit eden her türlü terörist yapılanmanın ve Irak'ın bölünmesini hedef alan faaliyetlerin önlenmesi,
-Sınır güvenliğinin sağlanması,
-Bölgenin ekonomik canlılığını kazanabilmesi için Birleşmiş Milletler Sözleşmesinin ambargodan zarar gören ülkelerle ilgili
50 ve 51 inci maddeleri uyarınca Türkiye'nin zararlarının telafisi,
-Türkiye'nin Güç'e katkısı ve bu Güç'ün Türkiye menfaatlarına uygun biçimde kullanılması,
İle ilgili bütün kararları almaya ve gerektiğinde harekâtı sona erdirmeye, Bakanlar Kurulunun yetkili kılınması için
Anayasanın 92 nci maddesine göre izin verilmesini arz ederim.
Prof. Dr. Necmettin Erbakan
Başbakan
BAŞKAN – Sayın milletvekilleri, Başbakanlığın bu tezkeresi üzerinde, İçtüzüğün 72 nci maddesine göre müzakere açacağım.
Bu müzakerede, gruplara, Hükümete ve iki sayın üyeye söz vereceğim; burada, konuşma süreleri, Hükümet ve gruplar adına 20'şer
dakika, şahıslar adına 10'ar dakikadır. Bundan önceki uygulamalarımız gereği, eğer Hükümet isterse, bu tezkere üzerinde kısa bir
açıklama yapabilir.
Sayın Hükümet açıklama yapmak istiyor mu efendim?
MİLLÎ SAVUNMA BAKANI TURHAN TAYAN (Bursa) – Evet Sayın Başkan.
BAŞKAN – Kısa bir açıklama yapmak üzere, Millî Savunma Bakanı Sayın Turhan Tayan; buyurun efendim.
Hükümetin yapacağı kısa açıklamadan sonra, gruplar ve şahıslar konuşacak; Hükümet, bunlara cevap verme hakkına sahiptir
efendim.
Efendim, siz kısa bir sunuş konuşması yapacaksınız; gruplar ve şahıslar konuştuktan sonra, tekrar cevap verme hakkınız var.
MİLLÎ SAVUNMA BAKANI TURHAN TAYAN (Bursa) – Ben baştan konuşacağım.
BAŞKAN – Peki efendim, Hükümet sonradan söz almak istemezse mesele değil; o sizin takdirinize bağlı.
MİLLÎ SAVUNMA BAKANI TURHAN TAYAN (Bursa) – Gerekirse, tekrar söz isteyebilirim
BAŞKAN – Buyurun Sayın Bakan.
MİLLÎ SAVUNMA BAKANI TURHAN TAYAN (Bursa) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; Yüce Meclisin malumu
olduğu üzere, Huzur Harekâtı, Körfez Savaşından sonra, Saddam Hüseyin rejiminin uyguladığı baskılar sonucu, Nisan 1991'de,
yarım milyon Kuzey Iraklı mültecinin sınırlarımıza yığılmasının yarattığı sorunun bertaraf edilmesi amacıyla, talebimiz üzerine
başlatılmıştır.
Bu çerçevede, 1991 yılı temmuz ayı başlarında, Kuzey Iraklı mültecilerin yurtlarına geri dönmeleri sağlandıktan sonra,
bölgede yeni göç hareketlerine yol açabilecek olayların engellenmesi ve Saddam Hüseyin rejimine karşı caydırıcılığın
sürdürülebilmesi amacıyla, bu kez, Amerika Birleşik Devletleri, Fransa ve İngiltere'nin katılımıyla, Huzur Harekâtının ikinci
aşaması başlatılmıştır.
Huzur Harekâtının, ülkemizin sosyal ve ekonomik düzenini ve sınır güvenliğini tehdit eden yeni bir göç hareketini önlemiş
olması, ülkemiz açısından, başlıca yararı oluşturmuştur. Ayrıca, bu harekât içerisinde yer almamız, dış politikamızın genel
dengeleri açısından da önem taşımıştır...
REFİK ARAS (İstanbul) – Sayın Başkan, Hükümet sıralarına bakın; ayakta duruyorlar!
MİLLÎ SAVUNMA BAKANI TURHAN TAYAN (Devamla) – Böylece, harekât içerisinde birlikte yer aldığımız
müttefiklerimizin politikalarını etkileme imkânına sahip olunmuştur.
Bu yararlarına karşı, Huzur Harekâtının yarattığı güvenlik ortamından yararlanan bazı çevrelerin, Irak'ın toprak bütünlüğüyle
bağdaşmayan girişimler içerisine girdikleri; PKK terör örgütü mensuplarının da, bu güven ortamından kendi terörist emelleri için
yararlanmaya çalıştıkları görülmüştür.
Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; Huzur Harekâtıyla ilgili olarak Yüce Mecliste ifade edilen görüşleri ve hassasiyetleri de
dikkate alarak, Amerika Birleşik Devletleri ve diğer koalisyon ortaklarıyla yoğun görüşmeler yapılmıştır. Dışişleri Bakanlığımız
ile askerî makamlarımızın yürüttüğü müzakerelerde, Huzur Harekâtının doğurduğu bazı sakıncaların giderilmesi ve Türkiye'nin
savunduğu görüşlerin karşılanması yolunda önemli sonuçlar alınmıştır.
Bu konuda, Amerika Birleşik Devletleri Başkanlığının yaptığı açıklamada, özetle şu hususlar belirtilmiştir:
"Amerika Birleşik Devletleri, Irak'ın bağımsızlığını, birliğini ve toprak bütünlüğünü desteklemektedir.
Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyinin 5 Nisan 1991 tarihinde kabul edilen 688 sayılı Kararını ve ilgili diğer tüm kararlarını
desteklemektedir.
Amerika Birleşik Devletleri, Kuzey Irak'ta bağımsız statüye destek vermemektedir. Kuzey Irak halkı için en iyi gelecek,
bugünkü Irak sınırları içerisinde birleşmektir.
Kuzey Irak'ta yaşayan tüm halklar (Araplar, Süryanîler, Kürtler, Türkmenler ve diğerleri) Huzur Harekâtının korumasından,
aynı şekilde yararlanırlar. Bölgede faaliyet gösteren resmî ve hükümet dışı kuruluşlar, Irak vatandaşlarının refahını sağlamak
dışında bir amaç taşıyamazlar..."
BAŞKAN – Sayın Bakan, bir dakikanızı rica ediyorum...
Sayın milletvekilleri, bakanlar kurulu sırasındaki sayın milletvekilleri, lütfen, yerinize oturur musunuz efendim.
Sayın bakanlardan rica ediyorum, müzakere devam ederken, hiçbir arkadaşa bilgi vermesinler efendim. Eğer istiyorlarsa,
gitsinler, kulislerde konuşsunlar arkadaşlar; burada, kürsüde konuşan sayın hatibe saygı duymak zorundayız. (DYP ve ANAP
sıralarından alkışlar)
Buyurun Sayın Bakan.
MİLLÎ SAVUNMA BAKANI TURHAN TAYAN (Devamla) – "Irak, Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi kararlarına
uymalıdır. 13 Martta yapılan Sharm el-Sheikh ve 27 Haziranda Lion'da yapılan G-7 zirveleri sonunda kabul edilen ilkeler, terörle
mücadelede ulusların yükümlülüklerini teyit etmiştir. Amerika Birleşik Devletleri, Türkiye'nin, PKK terörüyle mücadelesini
desteklemektedir. Kuzey Irak, PKK faaliyetlerine melce oluşturamaz."
Tabiatıyla, Yüce Meclis Huzur Harekâtını onayladığı takdirde, bu, Amerika Birleşik Devletlerinin biraz önce belirttiğim
deklarasyonunu kabul eden koalisyon ortakları için de geçerli olacaktır.
Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; böylece, Amerika Birleşik Devletleri, dünya kamuoyu önünde, Kuzey Irak'ta bağımsız bir
Kürt devleti kurulmasına karşı olduğunu ilan etmekte, o bölgede teröristlerin barınmalarının önlenmesi için her türlü önlemi almaya
hazır olduğunu beyan etmekte, Türkmen kardeşlerimizin haklarının korunması taahhüdünde bulunmakta, hükümet dışı
kuruluşların insanî amaçlar dışında faaliyet göstermelerine izin verilmeyeceğini vurgulamaktadır.
Amerika Birleşik Devletleri, ayrıca, Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyinin ilgili kararlarını teyit etmekte ve özellikle, 688
sayılı karar ile mutabık olduğunu kaydetmektedir. Yüce Meclisin malumu olduğu üzere, bu karar, bir yandan Irak'ın egemenliğini,
toprak bütünlüğünü ve siyasî bağımsızlığını teyit etmekte, diğer yandan da tüm Irak vatandaşlarının, insanî ve siyasî haklarının
güvence altına alınması amacıyla, açık diyaloğu teşvik etmektedir. Amerika Birleşik Devletleri Başkanının yaptığı beyan
fevkalade önemlidir, bölgedeki tüm gruplara açık bir mesaj niteliği taşımaktadır., aynı zamanda, Amerika Birleşik Devletlerinin
niyetleri konusunda yapılan spekülasyonları da önleyici etkisi bulunmaktadır. İngiliz ve Fransız Hükümetlerinin temsilcileri de,
kendileriyle yapılan müzakerelerde, aynı görüşü paylaştıklarını bildirmişlerdir.
Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; Amerika Birleşik Devletleri ve diğer ilgili ülkelerle yaptığımız yoğun temaslar ve
müzakerelerde elde ettiğimiz sonuçlar, sadece bunlardan ibaret değildir; teknik düzeyde yapılan çalışmalar sırasında, bize, yazılı
olarak teyit edilen başka sonuçlar da olmuştur. Bu sonuçların bir bölümü askerî niteliktedir ve askerî makamlarımızın taleplerini
büyük ölçüde karşılamaktadır.
Bu arada, kamuoyunda tartışılan, askerî koordinasyon merkezinin ileride Türkiye'ye çekilmesi konusunun, Türkiye'nin görüşleri
de dikkate alınarak değerlendirileceği belirtilmiştir.
Huzur Harekâtı çerçevesinde yapılan uçuşların azaltılması konusunda mutabık kalınmıştır.
Terörle mücadele konusunda, Türkiye ile Amerika Birleşik Devletleri ve diğer müttefikler arasında, daha sıkı işbirliği
yapılması kararlaştırılmıştır.
Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; ekonomik alanda, Körfez Savaşından sonra Türkiye'nin uğradığı kayıpların telafi
edilmesi için de, somut adımlar atılmaya başlanmıştır. Bu çerçevede, Türkiye'nin de çabalarıyla, Birleşmiş Milletler Güvenlik
Konseyinin 986 sayılı Kararının uygulanması amacıyla, Irak ile Birleşmiş Milletler arasında mutabakat sağlanmıştır. Bu kararın
uygulanmasına başlanabilmesi için gerekli adımların tümü atılmıştır.
Son günlerde, Türkiye'nin ısrarlı talepleri sonunda, kalan bazı pürüzler de giderilmiştir. Şimdi, mesele, Birleşmiş Milletler
denetçilerinin bölgeye giderek göreve başlamalarından ibarettir. En geç 15 Eylülde bu işlemler tamamlanarak, petrolün, Kerkük-
Yumurtalık boru hattından fiilen akmaya başlaması sağlanacaktır. Bunun, Türk ekonomisi üzerinde, doğrudan ya da dolaylı birçok
olumlu etkisi olacaktır. Bunları şöylece özetleyebiliriz: Irak'ın satacağı petrolün yarısından fazlası Kerkük-Yumurtalık boru
hattından geçecektir. Türkiye'nin bundan alacağı transit ücreti 45 ilâ 50 milyon dolar dolayında olacaktır. Petrolün fiilen akmaya
başlamasıyla birlikte, boru hattının çürümesi tehlikesi de ortadan kalkmış olacaktır.
Irak'ın petrol satışından elde edeceği paranın bir bölümü, Birleşmiş Milletler Tazminat Fonuna aktarılacaktır; bu paradan Türk
firmalarının alacakları da tahsil edilmiş olacaktır.
Türk firmaları, Irak'ın ve Kuzey Irak'ın gıda, ilaç ve temel ihtiyaç maddelerinin karşılanması için tahsis edilecek olan 1,3
milyar dolardan pay alabilecektir, bu konuda şimdiden girişimlere başlanmıştır.
Petrol ürünlerinin Türkiye üzerinden ihracı için çalışmalarımız devam etmektedir. Bir bütün olarak bakıldığında, petrol boru
hattının işletilmeye başlanması Türkiye'ye çok yönlü kazanç sağlayacaktır.
Sayın Başkan, sayın milletvekilleri; Hükümet olarak, biz, bununla da yetinmedik. Körfez Savaşından sonra, büyük ekonomik
kayıplara uğrayan Ürdün'ün, bu kayıplarını telafi için yaptığı başvuruya benzer bir başvuruyu, Hükümetimiz, Birleşmiş Milletlere
resmen yapmaktadır. Koalisyon ortağı müttefiklerimiz, bu başvurumuzu önemli biçimde karşılayacaklarını ve bize yardımcı olma
yönünde çaba göstereceklerini bildirmişlerdir.
Diğer taraftan, Güneydoğuda, Irak ile olan sınırımızın elektronik aletlerle takviye edilerek, teröristlerin geçişine engel olacak
biçimde güçlendirilmesi amacıyla, Amerika Birleşik Devletleri, Türkiye'ye teknolojik yardım yapmayı kabul etmiştir.
İşte, bütün bu konularda, Amerika Birleşik Devletleri ve diğer koalisyon ortaklarıyla vardığımız mutabakatı, kâğıt üzerinde
bırakmayıp, uygulamaya bir an önce geçirmek için somut adımlar atmaya başlamış bulunmaktayız. Bu çerçevede, geçtiğimiz hafta
sonu, Amerika Birleşik Devletleri petrol boru hattı uzmanları bölgeye gelerek, ilgili makamlarımızla ortak çalışmaya
başlamışlardır. Beyaz Saray'ın açıklamasında belirtildiği üzere, Hükümet dışı kuruluşların, insanî amaçların dışında faaliyet
göstermelerinin engellenmesi için, ilgili ülkelerin Ankara'daki büyükelçiliklerine birer nota göndererek, ülkelerine mensup bu tür
kuruluşların faaliyetleri hakkında ayrıntılı bilgi isteyeceğiz. Bu kuruluşların, oradaki bütün çalışmalarını adım adım izleyeceğiz.
Amaç dışı çalışanları, insanî yardım ile bağdaşmayan faaliyet gösterenleri, eğer varsa Türkiye aleyhinde çalışma yapanları,
özellikle teröre müzahir davranış içerisinde olanları bir daha Kuzey Irak'a sokmayacağız. Onların, amaç dışı faaliyetlerine izin
vermeyeceğiz.
Hükümetimiz, Kuzey Irak'a insanî yardım yapılmasına taraftardır. Nitekim, en büyük yardımı, Kızılay aracılığıyla biz
yapmaktayız. Ancak, insanî yardım dışı amaçlara yönelik ve özellikle Türkiye'nin çıkarlarına aykırı faaliyet gösterenler, bizden,
hiçbir zaman yardım ve kolaylık beklememelidir.
Aynı şekilde, Atruş Kampının, insanî amaç dışında ve terörist faaliyetler için bir merkez veya bir melce olarak kullanılmasına
asla izin vermeyeceğiz. Orada, PKK'nın baskısı altında âdeta esir gibi yaşayan vatandaşlarımızın Türkiye'ye geri dönmelerinin
sağlanması için her türlü çabayı göstereceğiz. Geçen hafta içerisinde, 94 vatandaşımız, Atruş Kampındaki PKK zulmünden kaçarak
anavatana dönmüş bulunmaktadır. Onlara her türlü yardım ve desteği sağlamaktayız. Geri kalan bütün vatandaşlarımızı da PKK
zulmünden kurtaracağız.
Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; bildiğiniz gibi, 1991 yılında, Irak birliklerinin baskıları sonucunda, Kuzey Irak'tan
ülkemize yönelik büyük bir göç hareketi, bir yandan Türkiye için çok büyük ekonomik ve sosyal sorunlar doğurmuş ve bu hareketin
ülkemize maliyeti yüz milyonlarca dolara ulaşmış, bir yandan da göç hareketiyle birlikte ülkemize sızan teröristler, Güneydoğu
Anadolu'daki terörist faaliyetlerde büyük bir artışa yol açmış, halkın huzur ve güvenliğini bozmuş, ülkemize kaçak yollardan çok
miktarda silah ve patlayıcı madde sokulmasına imkân sağlamıştır.
Huzur Harekâtının sağladığı en önemli avantajlardan biri de, böyle bir göç hareketinin tekrarlanmasına imkân vermemesidir.
İçinde bulunduğumuz koşullarda, Huzur Harekâtının görevinin sona erdirilmesi, Kuzey Irak'ta yeniden bir güvensizlik ortamının
yaratılmasına ve çeşitli etkilerle yeni bir göç hareketine yol açabilir; son yıllarda binlerce şehit verme pahasına Güneydoğu
Anadolu'da sağladığımız güvenlik ortamı yeniden zedelenebilir.
Huzur Harekâtının görev süresinin uzatılması, Silahlı Kuvvetlerimizin teröristlere karşı başarıyla sürdürdüğü operasyonların
beklenen nihaî hedeflerine ulaşmasıyla yakından ilgilidir. Huzur Harekâtının, Türkiye'nin denetiminde faaliyet göstermesi, zaman
zaman, Kuzey Irak'ta konuşlanan teröristlere karşı yapmakta olduğumuz harekâtın güvenlik içinde sürdürülmesi açısından da, özel
bir önem taşımaktadır.
Silahlı Kuvvetlerimizle yaptığımız yoğun çalışma ve değerlendirme sırasında, bu hususları somut kanıtlarıyla tespit etmiş
bulunuyoruz.
Ülkemizde huzur ve güvenlik ortamının uzun vadeli olarak ve en etkili biçimde tesisi, sınırlarımızın dışındaki terör
odaklarının etkisiz kılınmasıyla yakından ilgilidir. Bilindiği gibi, şu anda, Kuzey Irak'ta, devlet otoritesinin bulunmadığı bölgede,
maalesef, çok sayıda terörist faaliyet göstermekte, zaman zaman, dağlık bölgeden geçerek, kadın, çocuk, yaşlı demeden, masum
vatandaşlarımızı katletmektedirler. Onlarla çatışmaya giren güvenlik güçlerimizin verdiği şehitler, milletimiz için ıstırap kaynağı
olmaktadır. Hükümetimizin hedefi, sınırlarımızın dışındaki bu şer odaklarını da tasfiye etmek ve terör odaklarına yön verenleri
etkisiz hale getirmektir.
İşte, bütün bu amaçlarla, Silahlı Kuvvetlerimizin, gerektiğinde sınır ötesinde yaptığı operasyonların, etkin bir güvenlik
ortamı içinde gerçekleştirilmesi önem taşımaktadır.
Koalisyon ortağı müttefiklerimiz, Kuzey Irak'taki durumu yakından izlemekte ve Türkiye'nin orada yaptığı operasyonların ne
kadar haklı nedenlere dayandığını bizzat ifade etmektedirler. Batı'daki bazı aşırı çevrelerin aksi yöndeki gayretlerine rağmen,
koalisyon ortağı hükümetlerin, Türkiye'nin sınır ötesi harekâtlarına karşı, şimdiye kadar, makul ve mutedil bir tavır sergilemeleri de
bölgenin gerçeklerini iyi bilmeleri sayesindedir.
Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; yalnız Türkiye'nin değil, dünyada pek çok uygar ülkenin ıstırap çekmesine neden olan
terör belasını ortadan kaldırmak için, uluslararası alanda daha güçlü bir işbirliği yapılması kaçınılmazdır. "Beni sokmayan yılan
bin yaşasın" anlayışıyla, terörle mücadele edilemez. Şimdi, hemen hemen dünyanın bütün uygar ülkeleri, kendi yaşadıkları acı
tecrübelerle, terörün ne kadar büyük ıstırap kaynağı olduğunu görmüş ve görmektedirler.
Huzur Harekâtının görev süresinin uzatılması için yaptığımız müzakereler sırasında, koalisyon ortaklarımızın, terörle
mücadelemiz konusunda, ülkemize eskisinden daha fazla destek verme yolundaki niyet ve kararlılıklarını tespit etmiş bulunuyoruz.
İşte, bütün bu tespit ve değerlendirmelerimiz, Hükümetimizi, Yüce Meclise, Huzur Harekâtının görev süresinin yıl sonuna
kadar uzatılmasını önermeye sevk etmiştir. Yüce Meclisimiz kararını bu yönde verdiği takdirde, Huzur Harekâtının
uygulanmasıyla ilgili faaliyetleri yakından izleyeceğiz ve ülkemizin güvenliğini ilgilendiren en küçük bir harekâtın, Huzur
Harekâtının yarattığı güvenlik ortamı içinde yeşermesine izin vermeyeceğiz. Bu anlayışla, Huzur Harekâtının görev süresinin 31
Aralık 1996 tarihine kadar uzatılmasını Yüce Heyetlerinin takdirlerine sunuyorum; hepinizi saygıyla selamlıyorum. (DYP ve RP
sıralarından alkışlar)
BAŞKAN – Teşekkür ederim Sayın Bakan.
Gruplardan, şu anda, DSP Grubu adına Sayın Mümtaz Soysal söz istemiştir; buyurun efendim. (DSP sıralarından alkışlar)
Süreniz 20 dakikadır.
DSP GRUBU ADINA MÜMTAZ SOYSAL (Zonguldak) – Teşekkür ederim Sayın Başkan.
Sayın Başkan, sayın üyeler; Huzur Harekâtı denilen harekâtın uzatılması bakımından, Partimizce çekimser kalınarak ya da
toplantıya katılmayarak, müsaade edilmiş olan sürenin sona erişinin arifesinde, Partim adına konuşmak üzere kürsüdeyim ve açık
konuşmak üzere kürsüdeyim; çünkü, bu konunun açıkça konuşulmasının günü gelmiştir.
Bu açıkça konuşmayı, hoşgörünüze ve özellikle Refah Partili arkadaşlarımızın hoşgörüsüne dayanarak yapmak istiyorum.
Çünkü, dıştan bakıldığında ve genel olarak -bir istisna dışında- Türkiye'deki siyasal kadroların bu konudaki davranışları
bakımından gözüken tablo şudur: Muhalefetteyken "hayır";. iktidara gelince, şu veya bu biçimde "evet." Gerekçe: "Biz, birtakım
verilerin farkında değildik, o verileri öğrendik, onun için sorumlulukla böyle davranıyoruz" biçiminde bir gerekçedir.
Verileri kimler ortaya koymaktadır? Türk Silahlı Kuvvetleri, birtakım gizli servislerimiz, Dışişleri Bakanlığımızın
bürokrasisi. Ama, bu saydıklarım, Türkiye'nin hükümetçe izlenmesi gereken dış politikasını ve özellikle bu konudaki dış
politikasını oluşturan makamlar değillerdir. Onlar, kendi önlerindeki çerçeveye bakarak, hükümetlerin değiştiremedikleri çerçeveye
bakarak, onun içinde rol oynamaktadırlar ve elbette, onun içinde, bu çerçeve değişmediği sürece, genel temel değişmediği sürece
birtakım endişeler duymaktadırlar; o endişeleri dile getirmektedirler. O endişeler dile getirildiği zaman, asıl değişmesi gereken, o
endişeleri yaratan çerçeve iken, siyasal kadrolar, çerçeveye dokunmayıp, o çerçeveyi devam ettirmektedir. Asıl temel yanlışlık
buradadır. Onun için, bu konunun, olanca açıklığıyla, değiştirilemeyen çerçeve nedir, ona parmak basılarak konuşulması gerekir.
Tabiî, bu çerçeve değiştirilmedikçe, Çekiç Güç'ün kalmasına birtakım gerekçeler de rahatlıkla oluşturulabilmektedir.
Demin Sayın Bakanın da dediği gibi, silahlı kuvvetlerimizin sınır ötesi hava ve kara harekâtlarının dünyaca kabul
edilebilmesi, yapılabilmesi, büyük tepki görmemesi, bu harekâtın ayakta kalması sayesinde olmaktadır. Ama, hiçbirimiz, bu harekât
niçin gerekli, niçin Irak sınırının ötesine yapılması gerekli, orada ne oluyor, bunu yaratan etken nedir, niçin onu değiştiremiyoruz;
onun üzerinde durmuyoruz. Nedir değiştirilemeyen? Onu, sırasıyla gözlerinizin önüne sermek istiyorum:
Bir, Türkiye'nin bu konuda Irak Devletiyle ilişkileri henüz normal bir temele oturtulmuş değildir, başka bir devletin -Amerika
Birleşik Devletlerinin- gölgesini taşımaktadır. Irak'taki büyükelçiliğimiz, hâlâ, büyükelçilik düzeyine yükseltilmiş değildir. Orada
maslahatgüzar niteliğiyle bulunan arkadaşımız, görevlimiz, büyükelçi unvanını taşımaktadır ama, büyükelçiliğimiz büyükelçilik
değildir. Oysa, 30 küsur ülkenin, düpedüz, büyükelçilik düzeyinde ilişkisi vardır. Bunlar arasında Rusya, Hindistan, Polonya gibi
ülkelerin bulunmasını normal karşılayabilirsiniz; ama, Ürdün, Tunus, Malezya, Endonezya ve Vatikan gibi, Batı ile ilişkileri bizim
niteliğimizde olan ya da ona yakın olan, en azından kopuk olmayan ülkeler de orada büyükelçilik tutarken, bu konuyla doğrudan
doğruya ilişkili olan devletin, Türkiye Cumhuriyetinin, hâlâ oradaki temsilini büyükelçilik düzeyine çıkarmamış olması, bu durumun
açık göstergesidir.
İkincisi: Irak, kendi kuzeyine egemen değildir; daha doğrusu, bizim güneyimize egemen değildir. Bunu da değiştirmek için
gereken yapılmamaktadır. Bu konunun bize olan ekonomik maliyetini uzun boylu anlatacak değilim. Müteahhitlik vesaire hizmetleri
bir yana, yılda, toplam 5 milyar dolar tutarında bir kaybımız söz konusudur; onun üzerinde uzun boylu duracak değilim.
Bu veriler değişmedikçe, çeşitli servislerimizin -Silahlı Kuvvetler başta olmak üzere- o endişeleri duyması doğaldır. Onun için,
bu nokta önemli.
Daha önemli olan bir nokta var; o da, Türkiye'nin bu konudaki dış politikası, kendi çıkarlarına değil, belki bir ölçüde kendi
çıkarlarına; ama, daha büyük bir ölçüde Amerika Birleşik Devletlerinin çıkarlarına ayarlanmıştır. Amerika Birleşik Devletleri,
orada, bağımsız bir Kürt devleti kurmak istiyor mu istemiyor mu... Asıl tartışma konusu bu değil; çünkü, o konuda çeşitli görüşler
var. "Belki, Amerika Birleşik Devletleri, Irak dünya petrol rezervinin yüzde 25'ine sahip olduğuna göre, o rezervi, etnik, birtakım
bölünmüş devletlere paylaştırmak isteyebilir" deniliyor; ama, buna karşılık da "Amerika Birleşik Devletleri böyle bir devlet istemez;
çünkü, o devlet bölgede huzursuzluk unsurudur; en başta, Amerika'nın en yakın müttefiki olan Türkiye'yi huzursuz edecektir;
istemez" deniliyor. Amerika'nın gerçek niyeti ne olursa olsun, ortaya çıkan tablo, bir Kürt devletine doğru giden tablodur; üzerine
parmak basmamız gereken gerçek budur. Bunu, daha önceki iktidarlara, bir kusur olarak, Refah Partisi söylüyordu ve beklenti o idi ki,
"Refah Partisi, geçmişte bunun böyle olduğunu söyleyen bir parti olarak, bu kısır döngüyü kırabilir" diyenler vardı; ama, şimdiki
tablo, Refah Partisinin de bunu kıramadığı biçimindedir.
Daha önemlisi, ne diyor Refah Partisi "belki şimdi kıramıyoruz; çünkü, 5 Kasımda Amerika Birleşik Devletlerinde Başkanlık
seçimi var; Senatonun üçte biri ve Temsilciler Meclisinin tamamı yenilenecek. Clinton'un bu konuda dönüş yapması, onun seçim
şansını azaltabilir; biz, bunu yapmaya şu aşamada cesaret edemeyiz. En büyük müttefikimizin başında bulanan kişiyi bu duruma
sokamayız" diyor; ama, bu, Amerika Birleşik Devletlerinde başka türlü yankılanıyor. Amerika Birleşik Devletlerinin -bugünkü
gazetelerde var- dışişlerinin üst düzey bir yetkilisi bir Türk gazetecisine diyor ki: "Biz üzgünüz; bu Çekiç Güç konusu, Türkiye'de iç
politika malzemesi yapılmaktadır." Ee, bu konu iç politika malzemesi yapılmayacak da hangi konu yapılacak?! Biz, elbette, bunu
tartışacağız; ama, ne yazık ki, Refah Partisi, bu kez, Amerika'nın iç politikasını bu konuya karıştırmaktadır. (DSP sıralarından
alkışlar) Bize ne Amerika'da bunun Başkana yarayıp yaramayacağını düşünmek! Biz, her şeyden önce kendi çıkarımızı düşünmek
zorundayız ve bu tarih, sadece, 5 Kasım değildir. Hadi, 5 Kasıma kadar bekleyelim. Amerika'da her iki yılda bir kasım ayının ilk
pazartesinden sonra gelen salı günü seçim yapılır; dört yılda bir Başkanlık seçimi de yapılır. Şimdiye kadar da hep bu kasım sözü
Türk iç politikasına karıştırılmıştır, aman Amerika'daki iç politikayı etkilemeyelim diye.
Bunun, başka dönemlerde yapılmış olmasının yanında bir de Refah Partisi döneminde de yapılıyor olması, gerçekten üzüntü
vericidir ve süreyi beş ay uzatarak yıl sonunu bulduğumuz zaman da, iş bitmiş olmayacaktır. Amerika'da, seçilen başkan, kasımda
göreve gelmiyor; arkasından, ta, ocak ayının 20'sinde, daha önceki başkandan görevi devralıyor. Aralık sonu geldiğinde, bize
"önümüzdeki ocak da geçsin; çünkü, Amerika Birleşik Devletlerinde başkan Kongreye birliğin durumu mesajını verirken, biz Irak'ta
geri çekildik, geri adım atsın" mı diyecekler; bunu mu bir gerekçe olarak söylecekler? Onun için, sayın üyeler, Amerikan iç
politikasının bizim çıkarlarımıza karıştırılması, zannediyorum, üzerine parmak basmamız gereken en önemli unsurdur.
Verilerin değiştirilmesi gerekir dedim. Bu veriler de, her şeyden önce, siyasal verilerdir. Öyle olduğu içindir ki, biz, geçen
uzatmada, buna karşı çıkarken, uzatmanın bir ölçüde mümkün kılınmasını sağlamak için, dedik ki "bu son uzatmadır; biz lehte oy
vermiyoruz, aleyhte de oy vermiyoruz; ama, biz, bunun artık son uzatma olması için bir şeyler yapılmasına inanıyoruz." Onun için
de "bölgesel güvenlik planı" diye bir plan ortaya koyduk; yani, hükümetlerin yapmadığı şeyi, biz yapmaya çalıştık ve bu çerçeveyi
değiştirebilmek için; çünkü, temel nokta olarak onu görüyorduk. Bu çerçeve, Türkiye'nin, Irak'la, Irak'ın toprak bütünlüğünü
sağlayacak bir biçimde, normal ilişki kurması ve bu PKK sorununu onunla birlikte çözmesi biçimindeydi. Onun için, bizim
planımızın ağırlık noktası askerî değildir, siyasîdir ve bu siyaset de, Irak'ın yeniden bütünleştirilmesi, ama, gerçek anlamında, lafla
değil, olayların değiştirilmesi yoluyla bütünleştirilmesine dayanıyordu. Bu bütünleştirilmiş Irak için de, Bağdat'la yeni bir ilişkinin
kurulmasını, Kürt nüfusun ezilmesi için değil, Kürt nüfusun ve başka nüfusların, Türkmenler ve Hıristiyanlar dahil olmak üzere,
Araplar da tabiî dahil olmak üzere, bütün Kuzey Irak insanlarının insanca yaşamaları, insan haklarına saygılı bir biçimde
yaşamaları için, bu saygıyı sağlayacak güvencelerin getirilmesine dayanan bir politika izlenmesini istiyorduk ve bunun, elbette,
Türkiye'nin güvenliğini sağlayacak bir biçimde, sınır güvenliğini sağlayacak bir biçimde düzenlenmesi gerektiğine ve bunun da yine,
toprak bütünlüğüne kavuşmuş olan bir Irak yönetimiyle yapılmasına dayandırmak istiyorduk. Bu arada da, Silahlı Kuvvetlerimizin
bir zorunluluk olarak ortaya koydukları noktayı, biz de bir zorunluluk olarak görmekteydik; planımızda yoktu; ama, sonradan biz de
benimsedik. Zaho'daki eşgüdüm merkezinin Türkiye sınırları içine alınması... Niçin?...
Bir kere, her şeyden önce, bir devletin toprağında başkalarının bir eşgüdüm merkezi olursa, onun dış görüntüsünün, o ülkenin
toprak bütünlüğüyle, egemenliğiyle hiç ilgisi olmayacağı.
İkincisi, bizim makamlarımızın elindeki somut bilgilere ve güvenilir kaynaklardan elde ettiğimiz bilgilere göre, o merkezin
yanı başında, Türkiye'ye sızma faaliyetleri için hazırlanan PKK kuvvetlerinin bulunması; onların faaliyetlerine göz göre göre
müsaade edilmesi; bu nedenle de, bu merkezin, bizim güvenliğimizi sağlamakta yeterli olmadığını görmemiz.
Şimdi, Sayın Hükümet -biraz önce, Milî Savunma Bakanı da söyledi- "biz, bunları büyük ölçüde sağladık" diyor. Şimdi,
sağladık denilenlere bakalım:
Amerika Birleşik Devletlerinin 28 Temmuzda yayımlanan bildirisine göre, bir defa, Amerika Birleşik Devletlerinin bu konudaki
niyetlerinin, bütün berraklığıyla, bizim niyetlerimize tam anlamıyla uyup uymadığı belli değildir. Yapılan açıklamada, Amerika
Hükümeti, 688 sayılı Güvenlik Konseyi Kararına uyacağını söylemektedir ve o kararda da, Irak'ın toprak bütünlüğünden ve siyasal
birliğinden söz edilmektedir. Bu, bir kere, şüpheli. Bu, Irak'ın kuzeyindeki insanlarla, Irak'ın merkez yönetimi arasında bir diyalog
kurulmasına ve bu diyalog yoluyla toprak bütünlüğünün ve siyasal birliğin sağlanmasına yeterince açık bir yeşil ışık oluşturmuyor.
Tam tersine Amerika Birleşik Devletleri -bugünkü gazetelerde açıkça yazıldığı, Dışişleri üst düzey yetkilisinin söylediği gibi- "Biz,
Türkiye'deki bazı yorumların aksine Bağdat'la Kürt partilerinin diyalogunu teşvik ediyor değiliz" diyor. "Engellemiyoruz; ama, teşvik
de etmiyoruz..." Oysa biz, teşvik etmek istiyoruz; bizim çıkarımız bunun teşvik edilmesinde. Bunun neresi bizim kendi çıkarımızla
tam bağdaşmış oluyor?!. Engellememek, teşvik etmemek, yani "isterseniz kurmaya kalkışın, biz, size engel olmayız; ama,
sonuçlarına da katlanırsınız" diyen bir yaklaşım. Oysa biz, teşvik edilmesini, bu bütünlüğün kurulmasını istiyoruz.
Aynı zamanda metne baktığınız zaman -zannediyorum kendi yetkililerimizin gözünden kaçmış olabilir- 688 sayılı Karar,
egemen Irak'tan söz etmektedir, burada ise özgür Irak'tan söz ediliyor. 688 sayılı Karar, açık diyalogtan söz ediyor, burada ise o açık
diyalogun teşvik edilmesi söz konusu değil.
Yine -Hükümet o açıklamaya, kendisine verilen güvenceye dayanıyor- "Kuzey Irak'taki etkinliklerimiz, bu bütünlüğü sağlamaya,
bu amaca dönüktür" deniliyor. Oysa biz istiyorduk ki "dönük olacaktır" böyle yazılsın istiyorduk; Amerikalılarla temaslarımızda,
resmî makamlarının istedikleri buydu. Biz de, gelip, bizimle kendi planımızı tartıştıklarında, bunu istiyorduk; çünkü, geçmişte, bu
amaca dönük olmamıştı ama, Amerika hem geçmişini, geçmişteki davranışını temize çıkarmak için bu böyle yazılsın istiyor, hem
de gelecekteki davranışının da, geçmişteki davranıştan farklı olmayacağını belli etmek istiyor.
BAŞKAN – Sayın Soysal, 2 dakikanız var efendim.
MÜMTAZ SOYSAL (Devamla) – Evet efendim.
Aynı zamanda, yine Hükümetin de verdiği güvence, Amerikalıların verdiği güvenceye benziyor: Oradaki gönüllü kuruluşların
faaliyetlerinin, Türkiye'nin güvenliğini tehdit edici nitelik kazanmamasına çalışılacaktır.
Orada -elimizde listeler de var- 80 küsur gönüllü kuruluş var -20'si Kürt nüfusun kendi kuruluşu, 60'ı da yabancıların- bunlar
insanî amaçla orada idiler ve 1991 sonuna kadar öyle idiler, ama ondan sonra oradaki çalışmaları -işin gizli kapaklı yönü bir tarafa
açıkça olan çalışmaları- orada bir Kürt devletinin oluşması için yapılan çalışmalardır. Vaktiyle sadece çadır, battaniye, gazyağı
falan veriyorlardı, şimdi fabrikalar kuruyorlar, şimdi köprüler, yollar yapıyorlar, şimdi çimento, kereste getiriyorlar. O çimento ve
kereste ki, vaktiyle Kıbrıs'taki Türk nüfus, muhasara altındayken, stratejik malzeme sayılıyordu ve Batı bunun, böyle bir stratejik
malzeme sayılmasına karşı çıkmıyordu, bunlar, gayet rahatlıkla, o bölgeye, insanî amaç taşıdıklarını söyleyen kuruluşlarca
getirilmekteydi.
Sayın Başkan, sözlerimi, bu konuda Hükümetin "bu arada başka şeyler de elde ettik" dediği noktalara dokunarak bitirmek
istiyorum. O noktalar konumuzla ilgili değil; o noktalar, örneğin boru hattının açılışı, örneğin 50 nci maddeye dayanarak, Irak
üzerindeki ambargonun ...
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
BAŞKAN – Sayın Soysal, size, iki dakika süre daha veriyorum. Konuşmanızı lütfen bu süre içerisinde bitirin.
MÜMTAZ SOYSAL (Devamla) – Peki.
Türkiye'ye zarar vermeyecek bir duruma dönüştürülmesi -Ürdün'e benzer bir biçimde- ya da üç fırkateynin Türkiye'ye verilmesi
gibi noktalar konumuzla ilgili değil. O fırkateynlerin parası ödenmişti. 50 nci maddenin karara bağlanması Güvenlik Konseyinin
işidir. Boru hattının açılması yeni bir olay değildir. Ta eskiden beri, 986 sayılı Karardan beri tartışılan bir konudur. Onun için
konuları birbirine karıştırmayalım ve kendimizi aldatmayalım.
Değiştirilmesi gereken nokta, bu konunun içerisinde yer aldığı siyasal çerçevedir ve ne yazık ki, bu İktidar, bu siyasal
çerçeveyi değiştirememiştir, gerçek budur. Böyle olduğu için ve biz Parti olarak, bu siyasal çerçevenin değiştirilmesinin asıl sorun
olduğuna inandığımız için, bu kez biz, bu uzatma kararına, açıkça ret oyu vereceğiz.
Bu, Amerika ile aramızdaki ilişkileri kopma noktasına getirin demek değildir; tam tersine, eğer, Amerika ile olan ilişkilerimiz,
büyük müttefiklik, samimi müttefiklik ilişkisi ise, Türkiye'deki siyasal kadroların, bu konunun, Türkiye'de ne kadar çok huzursuzluk
yarattığını, o büyük müttefike iyi izah edebilmeleri ve bu siyasal çerçevenin Clinton'un seçim zaferiyle, ya da Amerika'nın Bağdat
inadıyla falan ilişkilendirilmeden, o, sadık müttefikin Türkiye'nin, çıkarlarına uygun olarak, değiştirilmesi gerektiğini anlatmak
zorundayız. Refah Partisi ve Doğru Yol Partisinin ortaklaşa kurdukları yeni Hükümet, bunu başaramamıştır. Başaramadığı için,
biz de, oy vermeyeceğiz. Bundan sonra da bunu başaramayanlara, biz, oy vermeyeceğiz; çünkü, bunu, ne kendi tutumumuzla ne de
Türkiye'nin çıkarlarıyla ne de oradaki Kürt halkının çıkarlarıyla -bu siyasal çerçeve değişmedikçe, bu konu, Amerikan politikasına
alet edildikçe- uygun görmüyoruz.
Teşekkür ederim efendim. (DSP ve ANAP sıralarından alkışlar)
BAŞKAN – Teşekkür ederim Sayın Soysal.
Cumhuriyet Halk Partisi Grubu adına, Sayın Ali Topuz, buyurun efendim.
Sayın Topuz süreniz 20 dakika.
CHP GRUBU ADINA ALİ TOPUZ (İstanbul) – Sayın Başkan, sayın milletvekilleri; hepinizi, Cumhuriyet Halk Partisi Grubu
ve şahsım adına saygılarımla selamlıyorum.
Bugün, yeni Hükümetimiz tarafından, Huzur Harekâtı çerçevesinde ülkemizde konuşlandırılmış bulunan Çokuluslu Güç'ün
görev süresinin 31 Temmuz 1996 tarihinden başlayarak, 5 ay daha uzatılması istenmektedir; bugün, bunu konuşuyoruz.
Sözlerime başlarken, bundan yıllar önce, 26 Haziran 1992 günü, bu konunun ilk kez Türkiye Büyük Millet Meclisinde
uzatılması konuşulurken, şimdiki Sayın Başbakanımızın bu kürsüden söylediği bazı konuları, bazı iddiaları size hatırlatmak
istiyorum; çünkü, Sayın Erbakan, o tarihten bu yana, sürekli olarak, o başlangıçta yaptığı konuşmanın çerçevesi içerisinde ve orada
belirttiği konularda görüşlerini hep ifade eder oldu. O tarihte başlattığı hareketi, Hükümet oluncaya kadar da devam ettirdi.
Şimdi, bakınız, Sayın Necmettin Erbakan neler söylemiş; buradan Hükümete doğru dönmüş ve demiş ki: "Muhterem
arkadaşlarım, bakınız, şu Hükümet sıralarında oturan arkadaşlarım var ya, biraz sonra söyleyeceğim, geçen sene neler
konuşmuşlardı; şimdi, başka bir posta bürünmüşler, bütün söylediklerinin aksini gelip burada ortaya koymaya çalışıyorlar" Aradan
bu kadar zaman geçtikten sonra, Sayın Erbakan'a bu kürsüden bir sözcünün bunları hatırlatmasının, Sayın Erbakan için talihsiz bir
gelişme olduğunu söylemek, herhalde yeter diye düşünüyorum.
Yine, Sayın Erbakan bu kürsüden, kendisinden önce konuşan Sosyaldemokrat Halkçı Parti Sözcüsü Sayın Ali Dinçer'in
konuşmasına atıfta bulunarak şunları söylemişti: "Benden önce konuşan kıymetli arkadaşlarım, bilhassa SHP Sözcüsü Ali Dinçer
Bey kardeşim de, konunun bu büyük ehemmiyetini belirtti; ancak, kendilerinden bahsederken hemen şunu ifade etmek istiyorum ki,
deminki konuşmalarını dikkatle dinledim; âdeta bir ip üzerindeki cambaz gibi çok zahmet çekti -Refah sıralarından alkışlar olmuş-
Arif olan, ne demek istediğini çok iyi anlar; biz anladık, merak etmeyin; konuşmanızın sonunda işi, Türkiye'de çoğulcu demokrasi
ve özgürlüğe bağlamanız çok manidar; çünkü, demek istiyorsunuz ki: Ah, ben serbest olsam neler konuşacağım; ama, ne yapalım ki,
paçamızı bunlara kaptırmışız da, istediklerimizi konuşamıyoruz."
Şimdi, ben, yine bu kürsüden, aradan geçen bu zaman içerisinde Sayın Erbakan'ın geldiği bu noktada, Ali Dinçer
arkadaşımızın sözlerini kendisine burada hatırlatıyorum ve Sayın Erbakan'ın da paçasını kimlere kaptırdığını buradan
açıklamasını istiyorum. (CHP sıralarından alkışlar) Demek ki, Sayın Erbakan da paçasını birilerine kaptırmış...
İRFAN GÜRPINAR (Kırklareli) – Kime kaptırmış?..
ALİ TOPUZ (Devamla) – ... ve bugün burada, asıl içinden geçen, olmasını istediği şeyleri ifade edemiyor, öneremiyor,
paçasını kaptırmış, onlara mahkûm bir vaziyette önümüze gelmiş.
Konuşmamın ileriki bölümlerinde bu konulara ilişkin başka değerlendirmeler de yapacağım.
Şimdi, Sayın Erbakan, çok yakın bir tarihte, birkaç gün önce şunları söylemişler: "Beş yıldır Türkiye Büyük Millet Meclisi
'evet-hayır' demekten başka bir şey yapmadı, aritmetik çoğunlukla Çekiç Güç'ün süresi uzatıldı." Sayın Erbakan böyle söylemişler.
Başka bir şey daha söylemişler, belki bugün de söyleyecekler: "Ama, şimdi iş değişti, bir değişim yaşıyoruz, büyük bir değişim
yaşıyoruz."
Şimdi, gerçekten -konuyu, tartıştıktan sonra oylayacağız- ya Hükümetin önerdiği kabul edilecek, süre uzatılacak ya da
Hükümetin önerisi reddilecek, süre uzatılmayacak. Bence, bunların ikisi de çok önemli değişim ifade etmektir. Birincisi, Hükümetin
önerisi eğer kabul edilecek olur ise, o zaman Sayın Erbakan'ın ve Refah Partisinin çok büyük bir değişim geçirdiğine kanaat getirmiş
olacağız. (CHP sıralarından alkışlar) Refah Partisinin ve Sayın Erbakan'ın gerçekten bir değişim geçirdiğine, siyasetini
değiştirdiğine, U dönüşü yaptığına herkes tanık olacak ya da Çekiç Güç'ün süresinin uzatılmasıyla ilgili öneri reddedilecek; o
zaman, Hükümete, Refah Partisine ve Sayın Erbakan'a rağmen, Türkiye Büyük Millet Meclisi, bu konuda gerçek değişimi burada
sağlamış olacak. İkisi de bir değişimdir; ama, ne yazık ki, bu iki değişimin ikisi de Sayın Erbakan için talihsizliktir.
Değerli milletvekilleri, son uzatma kararını 18 Haziran 1996'da almıştık. O zamanki Hükümet Başkanı Sayın Yılmaz, Çekiç
Güç ile ilgili Amerika Birleşik Devletleriyle yapılan müzakerelerin devam etmekte olduğunu, bazı konularda belli aşamalara
gelindiğini, daha ileri aşamalara götürmenin mümkün olabileceğini, daha evvel, gerçekleştirecekleri bu işler için üç ayın yeterli
olabileceğini ifade etmişlerdi; ama, üç aya sığmadı bu; bir ay daha bir uzatma verilecek olursa, sonuca ulaşma imkânının
olabileceğini söylemişlerdi...
A. MESUT YILMAZ (Rize) – Hayır... İptal kararından sonra...
ALİ TOPUZ (Devamla) – Daha önce, üç ay uzatma yapıldığı zaman, üç ay içerisinde Türkiye'nin Çekiç Güç ile ilgili yeni
düzenlemede istediklerinin Amerika Birleşik Devletleriyle bir uzlaşmaya vardırılabilmesi için üç ayın yeterli olabileceğini bu
kürsüden iki kez Sayın Yılmaz söyledi. Üç aya yetişmedi...
LEVENT MISTIKOĞLU (Hatay) – Anayasa Mahkemesi...
ALİ TOPUZ (Devamla) – Efendim, Anayasa Mahkemesinin kararını biliyorum. Süreye on gün kala; yani, 2 ay 20 günde
yetişmedi...
A. MESUT YILMAZ (Rize) – 1 ay 20 gün...
ALİ TOPUZ (Devamla) – Affedersiniz.
...ve ondan sonra, Temmuzun 31'ine kadar uzatılırsa, bu süre içinde olabileceği ümidini taşıyordu -samimiyetle belki, kuşkusuz-
o iradeyle Meclisten bir aylık bir süre istediler; iki ay istemediler, üç ay istemediler, beş ay istemediler şimdiki gibi, bir aylık bir
uzatma daha istediler. Daha evvel alınan kararı bir ay daha uzatmış oldular.
Demokratik Sol Parti de bu uzatma teklifine destek verdi, onun da umutları vardı; çünkü, daha evvel, Demokratik Sol Partinin
ciddî iddiaları vardı. Amerika Birleşik Devletlerinin, Türkiye'den öneri beklediğini, fakat, hiçbir hükümetin öneri vermediğini, bu
konuyu konuşmadığını, oysa bu yeni Hükümetin, bazı konularda Amerikalılara bazı öneriler götürebildiğini, kendilerinin de bu
konuda planlarının olduğunu, dolayısıyla, bu süreç içerisinde, bunları konuşma imkânı vardır ve belki de, Amerikalıları belli bir
noktada ikna etme imkânı vardır diye, o nedenle, bir aylık uzatmaya çekimser kalarak destek verdiler.
Keşke, Sayın Yılmaz'ın ve Demokratik Sol Partinin o beklentisi gerçekleşmiş olsaydı. Keşke, bu uzlaşma olsaydı; herkes buna
sevinecekti. Ya da, bunun olmayacağı görülüyordu, herkes görüyordu, kendileri de farkındaydı, biz, herkesten önce bunun
farkındaydık ya da o tarihte, yani, 40 gün önce, buradan bir sonuç çıkmayacağı kanaatine varılarak, mesele orada kesilip atılmış
olsaydı, belki, o günden bu yana gelecek dönem içerisinde, Çekiç Güç'ün burada üstlenmiş olduğu görevle ilgili olarak, bölgede
sağlayacağı yeni durumla ilgili olarak, Türkiye ile Amerika Birleşik Devletleri ve onun yandaşları arasında bir uzlaşma noktasına,
böyle bir gücün görevinin devam etmediği bir dönemde, daha objektif ve Türkiye'nin çıkarlarına daha uygun bir sonuca varılabilirdi;
maalesef, bu öngörü gerçekleşmedi, bu siyaset sonuç vermedi.
Şimdi, Sayın milletvekilleri, günümüzde, yeni Hükümetimiz, konuyu, Türkiye Büyük Millet Meclisine farklı bir üslupla
getirmeye yöneldi. Kendileri de, değişim olarak, zannediyorum, bunu ifade etmeye çalışıyorlar ve Türkiye Büyük Millet Meclisinin,
konuyu karara bağlayacağı tarihten önce, başka birtakım düzenlemelerle, konuyu kendi arasında görüşün, yabancı ülkelerin
elçilerini de komisyonlara çağırsın, onların da fikrini alsın; hatta, bu konuda hükümetlere öneri hazırlayan, altyapı hazırlayan
devlet kurumlarına Meclisin eğilimi yansıtılsın ve onlar, Meclisin eğilimlerini bile bile, buraya öneride bulunsun diye düşündüler.
Türkiye Büyük Millet Meclisinin, Hükümetten önce konuya el atması gerektiğini, böylece, daha kişilikli, kimlikli bir noktaya
varılabileceğini ifade etmeye çalıştılar; ama, değerli milletvekilleri, bu süreci, Çekiç Güç'ün süresinin uzatılmasını reddetmek için
değil, Çekiç Güç'ün süresinin uzatılması konusunda, Türkiye Büyük Millet Meclisinde, sayın milletvekillerinin, bürokratlar ve de
yabancı misyon şefleri vasıtasıyla ikna edilmelerini sağlamak için işlettiler. Türkiye Büyük Millet Meclisini, hükümetlerin görüşleri
karşısında Türkiye'nin çıkarlarını koruyan bir çerçevede, bir düzeyde ortaya koymak için değil, daha evvel savundukları fikrin
tersine, Çekiç Güç'ün süresinin uzatılması konusunda Meclisi ikna edebilmek için, demokrasi dışı, Anayasa dışı uygulamalara
teşebbüs ederek, tevessül ederek, bu Meclisi, bu taktiklere alet etmeye yöneldiler. Bundan dolayı, Hükümeti ve Hükümette görev alan
siyasî partileri ve onların yönetim kadrolarını, bu kürsüden kınamayı, demokrasi adına, Türkiye Büyük Millet Meclisinin haysiyeti
adına bir görev telakki ediyorum, onun için kınıyorum. (CHP sıralarından alkışlar)
MEHMET GÖZLÜKAYA (Denizli) – Ayıp oluyor ama...
ALİ TOPUZ (Devamla) – Değerli milletvekilleri, bakınız, masumane bir ifadeyle "canım bunda ne var, oturacağız hep beraber
konuşacağız" deniliyor. Kiminle?.. "Millî Güvenlik Kuruluyla konuşacağız, elçilerle konuşacağız, olayı bir noktaya getireceğiz,
oluşturacağız."
Değerli arkadaşlarım, demokrasi bir sistemdir; demokrasi, kurumlarla yönetilir. Karar verenler ayrıdır, karar verenlere öneri
hazırlayanlar ayrıdır, o önerinin altyapısını hazırlayanlar ayrıdır. Siz, bunların hepsini birbirine karıştırırsanız, demokrasiyi de
birbirine karıştırırsınız. Bu devletin, çeşitli organları, anayasal kuruluşları vardır; hükümete bağlı, icraya bağlı, yürütmeye bağlı
kuruluşlar vardır. O kuruluşların görevi, kendi sorumluluk alanlarında, en doğru öneriyi, en haklı öneriyi hükümete getirmektir.
Onları, bir başkasının iradesine bağlı olarak, nabza göre şerbet veren kurumlar haline getirirseniz, ta o noktada demokrasiyi yok
edersiniz.
Millî Güvenlik Kurulu bir kurumdur; hükümete bağlı görev yapan bir kurumdur. Türkiye Büyük Millet Meclisinin eğilimine göre
karar verir hale gelirse, ona gerek yoktur o zaman; öteki kurumlara da gerek olmaz. Bu sistemi tersine çalıştırmaya yönelmek,
aslında, fevkalade büyük bir yanlışlık olmuştur; bunun, bile bile yapıldığı kanısındayım; bunun, böyle olduğunu bilmektedirler;
ama, yine de yapmaktadırlar. Neden? Çünkü, onların, siyasetlerinde bir değişiklik yapmaları gerekiyor; kendi tabirleriyle "büyük bir
değişim" yapmaları gerekiyor; daha evvel söylediklerinin tersini yapmaları gerekiyor; onun için, birtakım mazeretler bulmaları
lazım, birtakım sebepler bulmaları lazım; ondan böyle hareket ediyorlar. Nitekim, bugün Meclise gönderilen süre uzatma yazısında
da bu mantığın izleri görülmektedir. Burada, 6 madde halinde bazı iddialar ortaya konulmuştur; "uzatılsın" diyor, "uzatma süresi
içerisinde şunların şunların sağlanması, şu edilmesi, bu edilmesi konularında da yetki verelim hükümete; bunlar olmazsa, süreyi
uzatmaktan vazgeçebilir; bu yetkiyi de hükümete verelim" diyorlar. Kendileri de biliyor ki, burada yazılanların hiçbirisinin, hiçbir
kıymeti harbiyesi yoktur; bunlar, zaten, her zaman talep edilmiş olan şeylerdir. Her defasında da, siyasî amaçla, yumuşak üsluplarla,
bunların olabileceği izlenimini, Amerika Birleşik Devletleri, bize vermiştir; şimdi de vermektedir; ama, bunları yapmamaktadır;
çünkü, onun amacı başkadır.
Şimdi, ben, buradan, Sayın Erbakan Hocamıza soruyorum: -Daha evvel pek çok şeyler söyledi; mesela, "Çekiç Güç, işgal
gücüdür" dedi, "PKK'nın destekçisidir" dedi, "Müslümanı Müslümana kırdırmak amacındadır" dedi, "ikinci Sevr gücüdür,
Türkiye'yi bölmek istemektedirler, bir Kürt devleti kurdurmak istemektedirler"... Bunlar iddiaları, bunların çoğu doğru, bunların
çoğuna ben de katılıyorum, bunlar doğru. "Büyük İsrail ve büyük Ermenistan'ı kurdurmak istiyorlar" dedi, "askerî faaliyet dışında,
bölgede, birtakım sivil kuruluşlar, birtakım faaliyetler yapıyor, ajanlar çalışıyor, bunlar yanlıştır" dedi.- Bu yanlıştır
dediklerinizden, hangisini, burada yazdığınız 6 maddeden herhangi birisi, nasıl düzeltecek; o konularda ileriye doğru nasıl bir adım
atacak? Siz, bu kadar ucuz, bu kadar hafif birtakım sözde tavizlere, yıllardır sürdürdüğünüz mücadeleyi nasıl kurban ettiniz? Ve
Refah Grubu bu kurban edişe nasıl seyirci kalıyor? Bunu merak ediyorum, bunu merak ediyorum... (CHP sıralarından alkışlar)
Kurban ettiniz kendi politikanızı, kurban ettiniz...
Bakınız, ne yaptınız siz: Bunu kabul etmekle, Çekiç Güç'ün süresini uzatmakla, bunca iddialarınıza rağmen bu noktaya
gelmekle, Sayın Erbakan, Batı kulübüne girmeye çalışıyor. Batı kulübünün içerisine tam girse, bir itirazım olmayacak, Batı
kulübünün kapısındaki kabadayılara teslim oluyor önce, Batı kulübünün kabadayılarına teslim oluyor ve onlardan, kendisini, Batı
kulübünün içerisine sokmasını istiyor. Sayın Erbakan'ı bu noktada görmek, ona saygı duyan bir insan olarak, beni, çok müteessir
etmiştir; bunu, buradan söylemeden geçemiyorum. (CHP sıralarından alkışlar)
BAŞKAN – Sayın Topuz, 2 dakikanız var efendim.
ALİ TOPUZ (Devamla) – Şimdi, burada, yazdınız, bu 6 tane maddeyi. Beş ay içerisinde göreceğiz; bakalım, ne zaman "Çekiç
Güç'ün süresine son verdik" diye buraya geleceksiniz?! Gelirseniz, sizi alkışlayacağız. Bakalım, ne zaman, şartları, Türkiye'nin
lehine çevireceksiniz? Her çevirdiğinizde sizi alkışlayacağız; ama, bunları yapamazsanız, buraya, Hükümet olarak bir daha gelmeyin
lütfen. Çünkü, bu Meclis, bunları yapamadığınız takdirde, sizi, bir daha, burada, Hükümet olarak dinlemeye, sanıyorum ki hiç de
hazır olmayacaktır.
Değerli arkadaşlarım, şimdi, esasıyla ilgili bazı şeyler söylemek istiyorum. Bir kere, Çekiç Güç, gerçekten bir uluslararası
hukuk faciasıdır. Çekiç Güç'ün arkasında bir uluslararası hukuk desteği yoktur. Çekiç Güç'ün arkasında Amerika Birleşik
Devletleri, İngiltere, Fransa, İtalya ve Hollanda'dan başka bir devlet yoktur; bir de, Türkiye'yi, dayatmayla buna ortak etmişlerdir;
Birleşmiş Milletlerin bir öngörüsü değildir. Çekiç Güç, Amerika'nın ve yandaşlarının, bölgedeki kendi çıkarlarına dönük olarak
kullandıkları bir mekanizmadır. Aslında, Amerika Birleşik Devletleri, Körfez Savaşından alınamayan sonucu, başka yollardan
sağlamaya çalışıyor. Körfez Savaşındaki amacı, Ortadoğu'da silahlanmış olan Irak'ı devre dışına çıkarmak, onun lideri Saddam'ı
ortadan kaldırmak ve Irak'ta, Amerika ile iyi geçinebilecek yumuşak bir hükümet kurabilmekti; Körfez Savaşında bunu sağlayamadı;
bunu sağlayamayınca başka yollar denedi.
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
BAŞKAN – Sayın Topuz, size de 2 dakika ek süre veriyorum; lütfen konuşmanızı toparlayın.
ALİ TOPUZ (Devamla) – Amerika için Kürt devletinin kurulması belki de o kadar önemli olmayabilir -eğer ihtiyacı varsa
kurdurur, yoksa kurdurmaz- bizim de, Kürt devletiyle ilgilenmemiz başka bir düzeyde değerlendirilebilir; ama, orada bir Kürt
devletinin kurulması, eğer, orada bağımsızlık mücadelesi veren bir ırkın, tıpkı, İstiklal Savaşında Atatürk'ün önderliğinde
Türklerin yaptığı gibi bağımsızlık savaşı vererek, bir bağımsız devlet kurmaya yönelik olsa, bunun karşısına kimse çıkamaz;
ama, Amerika Birleşik Devletleri, tıpkı, Birinci Cihan Harbinden sonra Ortadoğu'da olduğu gibi, masa başında birtakım uydu
devletler oluşturarak kendi çıkarları için belli bir süre onları kullanma amacını taşımaktadır ve bunun için de, yerine göre,
konjonktüre göre değişik politikalar izlemektedir.
Bu nedenle, bu bölgede yeni bir siyasî yapılanmaya ihtiyaç vardır, yeni bir siyaset oluşturmaya ihtiyaç vardır ve onun
altyapısını oluşturmaya ihtiyaç vardır. Bölgenin sorunları vardır, bölgenin olanakları vardır; dünyanın gözü bu bölgededir ve iki
süper güç geçmişte bu bölge için birbiriyle savaşmıştır, bu bölge için kendi arasında büyük mücadele vermiştir. Bugün, Amerika,
tek taraflı bir tabanca olarak, bu bölgeyi kendi çıkarlarına kullanmak istemektedir.
Bu bölgede huzuru sağlayabilmek, bu bölgede bulunan ülkelerin bağımsızlığını koruyabilmek, barışı sağlayabilmek için yeni
bir siyasî yapının altyapısını oluşturmak gerekir; bunu da, Ortadoğu'ya yabancı olan ülkeler yapamazlar. Amerika Birleşik
Devletleri ve yandaşlarının, müttefiklerinin, bu konuda, bizim kadar geçerli ve başarılı iş yapması mümkün değildir. Türkiye, bu
konuda gerçekten devreye girmesi halinde ve...
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
BAŞKAN – Sayın Topuz, lütfen son cümlenizi söyler misiniz.
Buyurun.
ALİ TOPUZ (Devamla) – Türkiye'nin öncülüğünde, önderliğinde, bölgeyi bilen ve ilişkileri bilen bir ülkenin önderliğinde,
ağırlığının hissedildiği bir yapılanma içerisinde, bölgede, önce, Irak'ta mevcut yönetimle, ona muhalif olanlar dahil hepsiyle, yeni
bir ortam hazırlamak ve ona dayandırılarak Ortadoğu'da yeni bir barış planı, projesi oluşturmak ve öylece bu sorunları çözmek
mümkündür. Yoksa, Türkiye'yi, Batı'nın çıkarlarını koruyan, ne verirlerse onunla yetinen bir devlet haline getirmemek gerekir.
Cumhuriyet Halk Partisi olarak biz böyle düşünüyoruz. Bu düşünceyle, Çekiç Güç'ün süre uzatımına bu sefer de karşı oy
vereceğiz. Zaten, gerek SHP döneminde gerekse CHP döneminde, hiçbir zaman bizim Grubumuz, Çekiç Güç'ün sorumluluğunu
üstlenen bir tavır almadı, hiçbir zaman bu konuyu Grup kararına bağlamadı ve çoğunlukla da mevcudunun çok büyük bir bölümü de
hep ret oyu kullandı. Cumhuriyet Halk Partisi Genel Başkanı Sayın Deniz Baykal da sürekli ret oyu kullananlardan birisidir.
Biz, ret oyu kullanacağız ve Refah Partisinin daha evvelki tutumunu gözden geçirip daha evvelki tutumuna dönerek çıkış
yolunun redden geçeceğini anlayacağını ümit ediyoruz. Bu ümitle, hepinize sevgiler ve saygılar sunuyorum.
Teşekkür ediyorum. (CHP sıralarından alkışlar)
BAŞKAN – Teşekkür ederim Sayın Topuz.
Doğru Yol Partisi Grubu adına Sayın Hayri Kozakçıoğlu; buyurun efendim.
Sayın Kozakçıoğlu, süreniz 20 dakika efendim.
DYP GRUBU ADINA HAYRİ KOZAKÇIOĞLU (İstanbul) – Sayın Başkan, sayın milletvekilleri; "Çekiç Güç" olarak
isimlendirilen uluslararası güç konusunda Doğru Yol Partisinin görüşlerini sizlere sunmaya çalışırken, gerek Doğru Yol Partisi
Grubu adına gerek kendi adıma saygılar sunarak sözlerime başlamak istiyorum.
Efendim, bu konuda, bugüne kadar, bu kürsüden pek çok şey söylenildi; pek çok şey tartışıldı. Ben, yaşadığım birkısım
olayı, birkısım da, orada bulunduğum sırada edindiğim bilgileri ve izlenimleri sizlere sunmaya çalışacağım.
Bildiğiniz gibi, 1988'den sonra, 1991 yılında, Irak yönetiminin, ülkenin kuzey bölgesinde yaşayan insanlara; Kürt, Türkmen,
Arap, Asuri hiç fark etmeden hepsinin üzerine silahlı kuvvetleriyle saldırması üzerine, 500 bin civarında Kuzey Iraklı insan, Irak
vatandaşı, bizim hudutlarımıza sığınmıştı ve hudut boylarında gerçekten büyük bir facia yaşanıyordu; içeriden ve dışarıdan
temin edilen pek çok malzemeyi kendilerine ulaştırmaya çalışıyorduk.
O günlerde, Amerika Birleşik Devletleri Dışişleri Bakanı gelmişti. Programa göre, önce, Diyarbakır'a gelecek, birkısım
inceleme yaptıktan sonra geri dönecekti. Biz, ısrarla, kendisini hudut boylarına götürdük ve en sonunda Çukurca'ya kadar götürdüm;
Çukurca'da, merkezde brifing aldıktan sonra, yine, ısrarlı talebim üzerine, Çukurca'nın üzerindeki tepeye çıktık; 100 bin ilâ 120 bin
insan tepenin üzerinde –tabirimi mazur görün– âdeta kaynıyordu; büyük bir sıkıntı da vardı. O arada, Amerika Birleşik Devletleri
Dışişleri Bakanı, Irak'tan gelen birkısım mülteciyle konuştu. Konuşan mültecilerin arasında profesörler vardı, dinî liderler vardı,
Irak parlamenterleri vardı. Onlara, ilaç, çadır, battaniye ve diğer yardımlardan bahsetti; fakat, gördü ki, pek fazla tepki yoktu. O
zaman, daha ne istediklerini sordu; onların verdiği cevap şuydu: "Sayın Bakan, size çok teşekkür ediyoruz. Buralara kadar geldiniz,
zahmet ettiniz; ancak, biz, battaniye, ilaç veya çadır konusunda sizin gibi düşünmüyoruz" ve aynen şunu söylediler: "Lütfen, bize,
çadır, ilaç ve battaniye göndereceğinize –bunu söyleyen kişiler, döndüler ve elleriyle Irak topraklarının içerisini gösterdiler– bizi,
kendi evimize, kendi battaniyemize, kendi çadırımıza gönderiniz; bizim için yapacağınız en büyük iyilik ve yardım budur" dediler.
İşte, bundan sonra, orada yapılacak uygulama belirlendi ve gerçekten, bu uygulamayı, oradaki Iraklı liderler, kendileri tespit
ettiler; ancak, geri gitmek için güvence istiyorlardı, geri gitmek için güvenlik istiyorlardı. İşte, Huzur Harekâtının temel fikri
buradan doğdu ve hatta, İngilizce, Arapça, Türkçe olarak yüzlerce broşür bastırıldı. Ellerine bu belgeler veriliyordu; bu belgeler
sayesinde, yolda karşılaştıkları bütün güçler, kendilerine yardım edecek ve bunlar, köylerine, evlerine kadar gideceklerdi. Zaho'da
da bir kamp kuruldu; önce, bu kampa transfer ediliyorlar; buradan da, Irak'ın içlerine gönderiliyorlardı. Olay, bu şekilde başladı;
yani, Çekiç Güç dediğimiz bu kuvvet, o bölgede, gerçekten, evinden, yurdundan edilmiş binlerce insana güvence sağladı, güvenlik
verdi; onların, tekrar kendi köylerine, evlerine dönmelerini sağladı ve Irak yönetiminin de, üçüncü kez, son üç yıl içerisinde, tekrar
saldırısını önlemiş oldu.
Bunun yanında, Çekiç Güç konusunda lehte ve aleyhte söylenebilecek daha pek çok iddia, daha pek çok öneri dile getirilebilir.
Çekiç Güç'ün şemsiyesi altında, insanî yardımlar da bu insanlara ulaştırılmıştır. Bunun karşısında söylenenler nedir; Kuzey Irak'ta
bir otorite boşluğu olduğu iddia ediliyor. Bir kere, ben peşinen şunu söyleyeyim; ben bu kürsüye Amerika Birleşik Devletlerini,
müttefik devletleri veya Çekiç Güç'ü savunmak için çıkmadım; ben bu kürsüye Doğru Yol Partisi adına, sadece gerçekleri,
gördüklerimi ve yaşadıklarımı anlatmak amacıyla çıktım. Kuzey Irak'ta bir otorite boşluğu vardır; ancak, Kuzey Irak'taki otorite
boşluğu 1991 yılında Çekiç Güç'ün gelmesiyle doğmamıştır; Kuzey Irak'taki otorite boşluğu, 1988 yılında, yine Irak yönetiminin,
o bölgedeki mahallî Kürt güçlere yaptığı saldırı üzerine, o bölgedeki köyleri boşaltması sonucu doğmuştur. Hududumuzda 20 ilâ 30
kilometre bantında bir boşluk çıkmış ve PKK bu boşluğa yerleşmeye başlamıştır. Bu nedenle, otorite boşluğunun Çekiç Güç ile
başladığını söyleyemeyiz. Çekiç Güç, orada, Irak güçlerinin, Irak kuvvetlerinin daha içerilere çekilmesine neden olmuştur, otorite
boşluğu eskiden beri vardır.
Çekiç Güç'ün PKK'ya yardım ettiği iddiaları da ortaya atıldı; ancak, itiraf etmek gerekir ki bugüne kadar elimizde somut bir
belge yok. Buna karşılık, Amerika Birleşik Devletleri, muhtelif kez, PKK'yı terör örgütü olarak ilan etmiştir; Amerika Birleşik
Devletleri, Suriye'yi, PKK'yı himaye ettiği için, terörü himaye eden bir devlet olarak ileri sürmüştür. Bu nedenle, Çekiç Güç'ün,
doğrudan doğruya PKK'ya yardım ettiğini kabul etmemiz pek mümkün değildir.
Kuzey Irak'taki bir bağımsız devlet konusuna gelince: Benden önceki konuşmacıların da belirttiği gibi, Birleşmiş Milletler
Güvenlik Konseyi kararının yanında, Amerika'nın da, pek çok kez, Kuzey Irak'ta bağımsız bir devlet kuruluşunu kabul etmediği
yolunda açıklamaları ve beyanları vardır.
Sayın milletvekilleri, ben bu arada şunu belirtmek istiyorum: Bu görüşmeler yapıldığında, herkes, her seferinde ve bugün de,
Çekiç Güç kalsın mı gitsin mi konusunu tartışıyor. Bence, bu, olayın aysberk gibi denizin üzerinde görülen kısmıdır. Çekiç Güç,
olayın kalkanıdır, Çekiç Güç olayın şeklidir; Çekiç Güç konusunu tartışırken, arkadaki gerçeği kaybetmememiz lazım.
Olay, Çekiç Güç meselesi değildir; Türkiye açısından Çekiç Güç meselesi değildir. Olay, bana göre, Kuzey Irak'ta ne olacak
meselesidir. Kuzey Irak'ta ne olacak meselesini tartışırsak, Kuzey Irak'ta nelerin olması gerektiğini tartışırsak, Çekiç Güç olayı,
bunun yanında çok daha küçük kalır, çok daha ayrıntı kalır.
Benden önceki konuşmacılar da belirttiler, Kuzey Irak'ta bağımsız bir Kürt devleti kurulacak mı kurulmayacak mı, Amerika
bunu destekleyecek mi desteklemeyecek mi konularını tartışıyoruz, bu şüphe üzerine gidiyoruz. Çekiç Güç'ün oradan gitmesi -eğer
böyle bir niyet varsa- bunu önleyecek mi?.."Çekiç Güç oradan gitsin" diye karar verdiğimiz takdirde, orada, böyle bir kuruluşu
sağlamaya çalışanlar vaz mı geçecekler?..
O nedenle, Çekiç Güç'ü tartışalım. Çekiç Güç bir görüntüdür, Çekiç Güç bir vitrindir; ama, vitrini ve görüntüyü tartışırken,
arkadaki büyük gerçeği gözden kaçırmamamız lazım. Bizim için önemli olan, Çekiç Güç meselesi değildir. Çekiç Güç üç ay sonra
gider, dört ay sonra gider, iki ay sonra da gidebilirdi; önemli olan, Kuzey Irak'ta nasıl bir oluşum olacak ve bizim dış politikamız bu
oluşumu nasıl yönlendirmeli veya bu konuda nasıl katkıda bulunmalıdır; bence bunu tartışmamız lazım.Bunu tartışırken de
benim bazı önerilerim şu şekilde olacaktır: Biz, bu konuda, bugünkünden çok daha fazla aktif olmalıyız; biz, bu konuda,
bugünkünden çok daha fazla olayın içerisine girmeli, Kuzey Irak konusunda verilecek her kararda, masada söz sahibi olabilecek bir
yerde oturabilmeliyiz. Bu şekilde oturduğumuz takdirde, Çekiç Güç olsun veya olmasın, Çekiç Güç gitsin veya gitmesin, Türkiye
Cumhuriyetinin, Türk Ulusunun, Türk Devletinin bundan zarar görmesini önlemiş oluruz. Bu nedenle, olaya, bu açıdan bakmamız;
bu nedenle, bu olayın içerisinde, karar verecek mercilerin içerisinde daha fazla yer almamız gerekmektedir.
Efendim, bu olaya daha fazla karıştığımız zaman, biz, Irak'ın içişlerine mi karışıyoruz?.. Hayır, kesinlikle biz, Irak'ın
içişlerine karışmıyoruz. Bunu, şöyle bir şeye benzetelim: Komşuda yangın var; komşuda, evin içerisinde patlayıcı var ve komşuda
yangın çıkıyor veya çıkmak üzere; biz, komşunun evi ayrıdır diye hiç olaya karışmayalım mı; hiç olaya müdahale etmeyelim mi;
en azından kendi evimize yangının sıçramasını önleme konusunda tedbir almayalım mı?.. Tedbir almak hakkımızdır; tedbir
alacağız, önce komşunun evinin yanmasını önleyeceğiz, önce komşunun evinin içerisindeki patlayıcı maddelerin, o evden dışarıya
çıkmasını sağlayacağız; çünkü, yangın çıkarsa, o patlayıcı maddeler patlarsa, komşunun eviyle birlikte bizim evimizin de zarar
görmesini önleyemeyiz. Bu nedenle, olaya böyle bakmamız lazım. Bosna-Hersek'le nasıl ilgiliysek, Azerbaycan'la nasıl ilgiliysek,
Kuzey Irak'taki meseleyle de böyle ilgili olmamız lazım, kendi menfaatlarımız açısından.
Bunun yanında, olayın bir de insanî boyutu var. Kuzey Irak'ta yaşayan insanların bir kısmı, bizim Güneydoğu Anadolu
Bölgemizde yaşayan insanlarımızın akrabasıdır, bir kısmı aynı aşirettendir; her şeyden önce insandır. O nedenle, Kuzey Irak'ta
yaşayan insanları, bizim insanımız gibi mütalaa etmemiz, düşünmemiz, oradaki her olayı çok daha yakından incelememiz
gerekmektedir. Olaya bu açıdan baktığımız takdirde, Türkiye menfaatlarına daha gerçekçi yönden yaklaşmış olabileceğimiz
kanaatindeyim.
Olaya böyle baktığımız takdirde, Türkiye olarak ne yapmamız lazım; Türkiye olarak nasıl bir politika çizmemiz lazım? Yine, o
bölgede görevli olduğum günlerde, Kuzey Irak'taki liderlerden biriyle bir konuşma yapmıştım. Irak yönetimiyle yaptıkları bir
müzakereden dönüyorlardı, sordum ona "ne istediniz?" dedim. Dedi ki "Başkan yardımcılığını istedik, Mecliste yüzde 25 temsil
hakkı istedik ve dışticaret konusunda bazı haklar istedik." "Siz, bu yoldan giderseniz, Irak toprakları içerisinde, azınlık olmaktan ve
ikinci sınıf insan olmaktan kurtulamazsınız" dedim; biraz şaşırdı "niye?" dedi. Dedim ki "niye başkanlığı istemiyorsunuz; niye,
Mecliste yüzde 50, yüzde 60 temsil hakkı istemiyorsunuz?" "Ee, isteyemeyiz" dedi. "Hayır, istersiniz... Ne zaman istersiniz: Irak'ın,
birinci sınıf vatandaşı olursanız isterseniz; Türkiye Cumhuriyeti topraklarında olduğu gibi, ırk, dil, din farkı olmadan, herkes
birinci sınıf vatandaş olursa, siz, Irak'ta başkan da çıkarırsınız, Meclisin yüzde 60'ını da alırsınız; bu nedenle, sizin Irak'taki
politikanız, bölmek değil, parçalamak değil; beraberliği sağlamak, siyasî birliği sağlamak, birinci sınıf Irak vatandaşlığı hakkını
almak ve Türkiye'deki gibi yaşayabilmektir" dedim; İnandı, inanmadı, gerçekleştirdi veya gerçekleştiremedi... Bu toplantılardan,
daha sonra, istedikleri sonuçları alamadılar. Bu nedenle, bizim ileriye dönük politikamızda, Irak'ta siyasî birlik ve beraberliği
sağlayacak ileriye dönük bir politika gütmeliyiz. Bunun sağlanması için de, uzun vadede ve kısa vadede, yapılması gereken, ele
alınması gereken bazı konular var; bunları kısaca arz etmek istiyorum:
Her şeyden önce, Çekiç Güç'ün uygulamasında mahzurlar doğacaksa, endişelerimiz varsa, bunları, aşağılara çekmemiz lazım.
Bu nasıl olacaktır: Çok gündemde olan, uçuşların kontrolü, o bölgede görev alan Türk Silahlı Kuvvetleri mensuplarının sayısının
çoğaltılması gibi, tedbirler alınabilir; ama, her şeyden önce, bunun yanında, bu olay, Türkiye Cumhuriyeti için bir müzakere kozu
olmalıdır. Türkiye Cumhuriyeti, bu kozu, her masada her platformda iyi kullanmalıdır; direkt veya indirekt, gördüğü ekonomik
zararların kapatılmasında iyi kullanmalıdır, ambargonun kaldırılmasını iyi kullanmalıdır ve terörle mücadelede iyi
kullanmalıdır. Bu kozu iyi kullanabildiği takdirde, Çekiç Güç olayı, Türkiye Cumhuriyetinin lehine dönen, lehine esen bir olay
olarak, her zaman için devam edecektir. Bu sayede, terörle mücadelede, hudut güvenliği sağlamada, pek çok avantajlar elde edebiliriz.
Bir de, bunun yanında, esas dikkati çeken bir olay var; o da, biraz gözden kaçıyor: Şimdi, şu anda, Türkiye'de, Çekiç Güç olarak,
1 675 kişi var. Bunun, 1 621 kişisi, zaten İncirlik'te oturuyor. Zaho'da kaç kişi var? Zaho'da 21 kişi var; 10 Amerikalı, 5 İngiliz, 4
Türk, 2 Fransız.
Peki, bütün bu şikâyet edilen olayları yaratanlar kimler: İnsanî yardım adı altında oraya gelmiş bulunan uluslararası yardım
örgütleri. Esas olayı, sorunu yaratan ve belki de, o sorunu diğer ülkelere mal edenler bunlardır. O halde, bunların kontrolünü
sağlamamız lazım.
Tabiî, bir şey daha ilave etmek istiyorum: Peki, nerede Türkiye'nin insanî yardım örgütleri?! Dünyanın pek çok tarafından 60
tane insanî yardım örgütü gelmişse, niye 70 tane Türk insanî yardım örgütünü oraya gönderememişiz; niye, onları hem kontrol
etmek hem de o bölgedeki insanlara insanî yardım yapmamışız? Olayı, hep menfî yönden, yasaklayalım, keselim, atalım yönünden
değil; olayı, müspet yönden alalım. Onlardan daha iyisini yapmak, oraya, onlardan daha iyi yaklaşmak ve böylece, oradaki
insanların, Türkiye Cumhuriyeti vatandaşına, Türkiye Devletine bakış açısını daha ılımlı ve daha yumuşak hale getirmek lazım.
O topraklarda, şu anda, Türkiye Devleti aleyhinde propaganda yapan insanî yardım kuruluşları, örgütleri var. Türkiye lehinde
propaganda yapan, Türk insanî yardım kuruluşları, örgütleri niye yok; niye gönderememişiz, niye organize edememişiz?.. O halde,
kendi noksanlığımızı görelim ve bunları kapatmaya çalışalım.
Efendim, daha uzun vadede ne yapalım? Daha uzun vadede, her şeyden önce, Irak'ın bizim komşumuz olduğunu unutmayalım;
biz, o komşu ülkeyle, ilelebet beraber yaşayacağız; bizim çocuklarımız yaşayacak. O halde, Irak yönetimiyle sıcak bir diyalog
kurmamız lazım; ilk diyalogu, Irak yönetimiyle bizim kurmamız lazım.
İkincisi; Irak'ın kuzeyinde yaşayan bu insanlar ile Irak Devleti arasındaki diyalogda da bizim arabulucu olmamız lazım; burada
da görev almamız lazım.
Üçüncüsü; Irak yönetimi ile Batı ülkeleri arasındaki arabuluculuk görevini de bizim üstlenmemiz lazım; yani, Irak'ı, Batı'nın
karşısında yanlız bırakmadan, Irak'ın menfaatıyla kendi menfaatımızı ve başka ülkelerin menfaatını birleştirmek suretiyle, daha
gerçekçi ve Türkiye'nin gerçeklerine, Türkiye'nin menfaatlarına uygun bir politikayı, mutlaka, düzenlememiz gerekmektedir.
Bugün, kabul etmek gerekir ki, o bölgede, pek çok ülkenin menfaatı çatışıyor. Menfaat derken, mutlaka, olayı kötü anlamda
yorumlamayalım; tabiî ki, ülkelerin yararları olacaktır, tabiî ki ülkeler dostluklarının düşmanlıklarının yanında, menfaatlarını ön
planda tutacaklardır. O bölgedeki oluşumda Türkiye'nin yararı vardır, o bölgedeki oluşumda Irak'ın yararı vardır, o bölgedeki
oluşumda Amerika'nın yararı vardır, Kıta Avrupası ülkelerinin, İngiltere'nin yararı vardır, Kuzey Irak'ta yıllardan beri büyük
sıkıntı içerisinde yaşayan insanların yararı vardır. İşte, bütün bu yararları, bütün bu menfaat çizgilerini birleştirerek, uzun vadeli
bir çözümü, mutlaka bulmamız lazım.
Eğer, biz, Kuzey Irak'ı, kısa zamanda huzura, sükuna, barışa, siyasî birliğe kavuşturamazsak, Irak'ın toprak güvenliğini, Irak'ın
toprak birliğini sağlayamazsak, Çekiç Güç de gitse, başka güçler de gelse, gitse, bizim, o bölgedeki sorunumuz veya o bölgeden bize
kaynaklanacak olan sorun, hiçbir zaman bitmez. O bakımdan, Çekiç Güç değil, esas Çekiç Güç'ün arkasında, bizi ilgilendiren gerçek
sorunu bulalım ve o gerçek sorunu çözme konusunda, bugünkünden çok daha geçerli, bugünkünden çok daha ciddî dış politika
üretmemiz lazım. Bence, görevde bulunan Hükümete düşen en büyük görev budur.
BAŞKAN – Sayın Kozakçıoğlu, 1,5 dakikanız var efendim.
HAYRİ KOZAKÇIOĞLU (Devamla) – Teşekkür ederim Sayın Başkan.
Türkiye Cumhuriyeti Hükümeti, bugüne kadar ki Kuzey Irak politikasını gözden geçirmeli, Türkiye yararına uygun ve biraz
önce arz etmeye çalıştığım diğer ülkelerin yararlarıyla bağdaşabilecek bir dış politikayı ısrarla takip etmeli ve bu politikada
mutlaka aktif olmalı, mutlaka önde olmalı ve mutlaka "Türkiye, acaba ne diyor bu konuda; Türkiye'nin görüşü, kararı nedir"
diyebilecek bir uygulamayı götürmemiz gerekir.
Bu açıdan, ben şunu da belirtmek istiyorum: Türkiye Büyük Millet Meclisinde görevli bulunan Dışişleri ve Millî Savunma
Komisyonlarının çalışmaları nedeniyle, daha önceki konuşmacılar, tüm partilerin yönetimlerini kınadılar; ancak, olaya, biraz da
değişik açıdan bakmak lazım. Bu komisyonlar, değişik ülkelerin uzmanlarını, elemanlarını, kendi ayaklarına kadar getirerek,
onlardan bilgi aldılar, onların bilgilerini değerlendirmeye çalıştılar.
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
BAŞKAN – Sayın Kozakçıoğlu, size de, 2 dakika ek süre veriyorum, lütfen konuşmanızı bitirin efendim.
HAYRİ KOZAKÇIOĞLU (Devamla) – Buna, biraz da, Türkiye Büyük Millet Meclisinin büyüklüğü, egemenliği ve bu
egemenlik hakkının en iyi şekilde kullanılması yönünden de bakmak gerekir. Komisyondaki arkadaşlarımız, hangi siyasî partiden
olursa olsun, ülkeyi seven insanlar olarak iyi niyetle, ellerinden gelen gayreti gösterdiler. Bu nedenle, ben, Komisyonda görev alan ve
bu gayreti gösteren arkadaşlara, buradan, şükranlar sunmak istiyorum.
Olayı, Çekiç Güç'ün görev süresinin uzatılması veya uzatılmaması, Çekiç Güç'ün ülkeden gitmesi veya gitmemesi şeklinde
değil, biraz önce arz etmeye çalıştığım dış politikanın oluşturulması ve uygulamaya konulması konusunda Hükümete süre
verilmesi olarak yorumluyorum. Yeni kurulan Hükümete, ciddî ve yeni bir dış politika için süre vermek zorundayız, zaman
kazandırmak zorundayız ve bu politikaların, ürettikleri politikalar ile yaptıkları çalışmaların sonucunu gördükten sonra, Türkiye
Büyük Millet Meclisi olarak, daha ciddî ve Türkiye gerçeklerine uygun karar vermemiz gerektiğine inanıyorum.
Beni dinlemek zahmetinde bulunduğunuz için çok teşekkür ediyor, saygılar sunuyorum. (DYP ve RP sıralarından alkışlar)
BAŞKAN – Teşekkür ediyorum Sayın Kozakçıoğlu.
Gruplar adına başka söz isteyen var mı efendim?
MURAT BAŞESGİOĞLU (Kastamonu) – Sayın Sungurlu Grubumuz adına konuşacak.
BAŞKAN – Peki.
ANAP Grubu adına, Sayın Oltan Sungurlu; buyurun efendim.
Süreniz 20 dakika Sayın Sungurlu.
ANAP GRUBU ADINA MAHMUT OLTAN SUNGURLU (Gümüşhane) – Sayın Başkan, Yüce Meclisin değerli üyeleri;
Anavatan Partisi Grubu adına, "Çekiç Güç" olarak adlandırılan, aslında, bir başka isimle, "Huzur Harekâtı" olarak bilinen bu
harekâtın görev süresinin uzatılmasıyla ilgili Hükümetten gelen talep hakkındaki görüşlerimizi sunmaya çalışacağım.
Sayın milletvekilleri, aslında, bu harekât, daha doğrusu Çekiç Güçle alakalı bugüne kadar Türk politikacılarının takip ettiği
usul ve halen takip etmekte oldukları tutum, Türk politikacıları için, Türk devlet adamları için ve Parlamentomuz için bir imtihan
vesilesi olmuştur, Cenabı Allah'ın bir imtihanı vesilesi olmuştur. İktidarda ve muhalefette, siyasî partilerimizin bu mevzuda çeşitli
düşünceleri ileri sürüş tarzlarını zaman içinde hep birlikte gördük.
1991 yılı nisanında, Anavatan Partisi Hükümeti iktidardayken, "Çekiç Güç" dediğimiz bu harekât başladı. O gün başlatılan
harekâtın bugünkü harekâtla hiçbir ilgisi olmadığını, biraz önce, Doğru Yol Partisi sözcüsü burada ifade etti ve o gün, meselenin ne
kadar zarurî boyutlar içerisinde olduğunu, insanî bir hareket olduğunu anlattı. Benim artık onu anlatmama, ona değinmeme lüzum
kalmadığını zannediyorum. O zaman, Körfez Savaşı sırasında, Türkiye Büyük Millet Meclisi, mevcut hükümete, dışarıya asker
gönderme ve dışarıdan yabancı asker kabul etme; yani, ülke dışına asker gönderme ve ülke dışından yabancı asker kabul etme
yetkisi vermişti. Hükümet, bu yetkiye dayanarak, Türkiye Büyük Millet Meclisine hiç gelmeden, Çekiç Güç'ü bu Meclis kürsüsünde
methetmeden, zemmetmeden bu oluşumu başlattı. Yine, Hükümet, 1991 yazında, üç aylık ve son defa olmak üzere, ikinci defa bir
uzatma kararı aldı.
Bu bir yardım harekâtıydı. Biraz önce diğer parti sözcüleri de ifade ettiler, 1992'den sonra ise bu hareketin yapısı değişti. Bu
hareket, politik, askerî bir harekâta dönüştü ve bu harekât için çok kötü sözler söyleyen Doğru Yol ve Cumhuriyet Halk Partileri
müştereken Koalisyon Hükümetini oluşturdular; ancak, daha önce bu hareket için söyledikleri bütün sözlere rağmen, Hükümeti
oluşturduktan sonra, altı aylık sürelerle 8 defa, dört sene müddetle bu harekâtı devam ettirdiler.
O zaman, Sayın Erbakan, Sayın Başbakanımız, bu Meclis kürsüsünden, o günkü iktidara, 1992 yılının haziran ayında taânda
bulundu; ağır sözlerle eleştirdi. Ben, o sözlerinden bir kısmını, bugün, burada, aktarma ihtiyacını duyuyorum. Bu sözlerinde, daha
ziyade Sayın Süleyman Demirel'i hedef alıyordu ve ona yükleniyordu. "Önce, delil, tarih" diyordu; "Sevr Antlaşması Haritasını
önünüze alın, bakın; başka delile ihtiyaç yok. Amerika'nın gayesinin ne olduğunu Sevr Haritası gösterir. Bizim Anadolumuzun
doğusunda, büyük bir bölgeyi Ermenistan'a vermek istemektedirler. Kürtler ölsün, büyük Ermenistan kurulsun."
Yine İktidara, Başbakana yükleniyordu. "Bu kuvvetlerin Türkiye'de bulunması, millî menfaatlarımıza tamamen aykırıdır. Bu
kuvvetlerin burada bulunması, bağımsızlığımızı hiçe saymaktır, haysiyetimizle oynamaktır; işgal kuvvetidir, millî
menfaatlarımızın ve ülke bütünlüğümüzün aleyhinedir. Bu sözleri kim söylüyor? Şimdi ben söylüyorum" diyordu Sayın Erbakan
geçen sene Sayın Demirel söylüyordu.
Siz, bütün bu sözlerin tespit edildiğinin farkında değil misiniz. Allahaşkına?!. İşte hadise bu. Bunları söyle söyle, ondan sonra
işbaşına gel, söylediklerinin tamamen tersini söylemeye başla!.. Bu nasıl iş!.. Dün dündür, bugün bugündür, yarın yarındır.
Amerika'ya giderken, bir de 'yarın yarındır' çıktı. Yani, bundan sonra, söyleyeceğim sözlere inanmayın diye tavsiye ediyor." Sayın
Süleyman Demirel'in tavsiye ettiğini söylüyor. Bugün, bunları, biz, Sayın Başbakanımıza aynen okuyoruz.
"Bu, ikinci Sevr gücüdür; bu, Büyük Ermenistan gücüdür; bu, Büyük İsrail gücüdür. Başta Sayın Demirel olmak üzere, buna
sebep olan insanları Yüce Divan'a göndermek bizim borcumuz olur; hatırlatıyorum. (RP sıralarından alkışlar)"
Şimdi, bakınız, aynı sözleri, Sayın Erbakan, o günkü iktidarın diğer ortağı Sayın Erdal İnönü için ve Cumhuriyet Halk Partisi
için de söylüyordu ve Yüce Mahkemeye, Âli Divana vereceğini ifade ediyordu.
Bugüne geldik, Hükümet bir tezkere getirdi. Hükümet, tezkeresiyle, Çekiç Güç'ün görev süresinin beş ay daha uzatılmasını
istiyor; yani, bütün bu sözlerinden vazgeçerek, Çekiç Güç'ün görev süresinin beş ay daha uzatılmasını istiyor. Bu Hükümet tezkeresi,
biliyorsunuz ki, Refah Partisi - Doğru Yol Partisi Hükümetinin tezkeresidir ve o iki siyasî partiyi bağlayan bir hükümet tezkeresidir.
Tabiî, bütün bu sözleri söylemiş olmaktan ve şimdi bunun yanında olmaktan, Sayın Hocamızın ve Refah Partili
arkadaşlarımızın ne kadar sıkıldığını tahmin ediyorum ve kendilerine geçmiş olsun diyorum. (ANAP sıralarından alkışlar)
Ama, şunu ifade etmek istiyorum ki, Türk siyasî hayatı açısından müspet örnekler vermiyoruz. Halkımız bize oy verirken
nelere veriyor, sonra biz onlara neleri gösteriyoruz!..
Biraz önce, bir sayın sözcü, değişimden bahsetti "Refah Partisinin değişimi" dedi. Herhalde, Refah Partisinin ismini de
değiştirirsek değişimi tamamlamış oluruz; çünkü, çok kısa bir iktidar döneminde, maalesef, bugüne kadar müdafaa ettiği birçok
prensibi böylesine ihlal edeceğini, böylesine bir değişim yapacağını, inanın ki, biz de beklemiyorduk.
Şimdi, muhterem arkadaşlar, Çekiç Güç meselesi ne getirdi, Türkiye'yi burada rahatsız eden nedir? Asıl işin bu tarafını ifade
etmeye çalışayım. Çekiç Güç'ün bizi asıl rahatsız eden tarafı, Kuzey Irak'ta meydana gelen otorite boşluğudur. 1988'den 1991'e
kadar, huduttaki kısa bir sahada otorite boşluğu olabilir. Biz, o zaman, Irak'la yaptığımız sıcak takip anlaşmaları çerçevesinde, bu
dar bölgeye istediğimiz zaman girebiliyorduk; ama, şimdi, çok daha büyük bölgede, insanlarla meskûn bir bölgede, toplumun
yaşadığı bir bölgede otorite boşluğu var. Bu otorite boşluğunun birçok sakıncası var. Söylenildiği gibi, terör buradan besleniyor ve
Türkiye, bundan, büyük zarar görüyor. Bu otorite boşluğu bir başka ülkenin topraklarındadır, Türkiye'yi alakadar etmez diyebilir
miyiz? Buranın bütün zararını Türkiye çekiyor. Ne garip tecellidir ki, Körfez Harbinin bütün zararlarını Irak'tan sonra Türkiye
çekiyor. Bu otorite boşluğunun sonucu, Kuzey Irak'ta, bizim irademiz dışı değişimler meydana geliyor. Birçok arkadaş söylüyor,
adını koyuyor, ben, adını koymayacağım; ama, Kuzey Irak'ta meydana gelen değişimler, olaylar bizim irademiz dışıdır. Orada
olan işleri kontrol etme şansımız yoktur.
Bugün, Suriye ve İran, Kuzey Irak'ta son derece etkilidirler. İşte, daha yeni, İran Ordusu Kuzey Irak'a girmiş ve orada askerî
bir harekâtta bulunmuştur. Ordusunun girmesine lüzum yok İran'ın; İran, cemaatleriyle girmiştir, ticaretiyle girmiştir; Suriye
girmiştir. Kuzey Irak'ta -biraz önce arkadaşlarım bahsetti- 100'e yakın sivil örgüt vardır. Bu sivil örgütlerin ne yaptığı neler
yapmadığı bilinmemektedir veya bilinmektedir; ama, bunların Türkiye için, ülkemiz için hayırlı neticeler doğurmadığını hepimiz
biliyoruz.
Kuzey Irak'taki gelişmelerin, hele ambargoyla da birleşince, Türk ekonomisine, Türk ticaret hayatına getirdiği darbe
meydandadır. Bunun altında sayılamayacak kadar çok problem vardır; ama, işin bir başka tarafı da var. Kuzey Irakta'ki bu Çekiç
Güç gittiği zaman, Kuzey Irak'taki problemler çözülecek midir; yani, otorite boşluğu dolacak mıdır, nasıl dolacaktır? Kuzey Irak'tan
Çekiç Güç giderse, bizim ticarî faaliyetimiz telafi edilecek midir? Kuzey Irak'ta yaşayan insanlar, biraz önce bizim bir başka
sözcümüzün söylediği gibi, bizim akrabalarımızdır, onların canının yanmasından, yalnız ve yalnız üzülecek olanlar Türkiye'deki
vatandaşlardır; çünkü, onların akrabaları Türkiye'dedir. Türk olanların da Kürt olanların da Türkmen olanların da akrabaları,
amcaları, dayıları Türkiye'dedir. Onlar için üzülecek, onların başına gelecek felaketlerden üzülecek ülke de Türkiye'dir.
Dolayısıyla, biz, oradaki insanların incinmesini de istemeyiz. Biz, müttefiklerimizle, keyfî surette, bize fayda getirmeyecek bir mesele
varsa, bozuşmak için de bir bahane aramamaktayız.
O halde, ne yapmalıyız, ne yapabiliriz? Bütün bunları düşünerek, Hükümetimiz zamanında ve mutlak ki bizden önce de,
Dışişleri Bakanlığının başkanlığında, onun koordinesinde, Genelkurmayımız ve Millî Savunma Bakanlığımız çalışmalar
yaptılar. Bu çalışmalarda, biz, şunu hesap etmek durumdaydık: Bizim menfaatlarımız nelerdir? Biz, hangi meseleleri nasıl
halledersek Türkiye'nin menfaatlarını koruruz? Müttefiklerimize zarar vermeden ne yapabiliriz; ama, müttefiklerimizin de bizim
menfaatlarımızı ve bizim şahsiyetimizi düşünmesi lazım geldiğini bilerek ve bunu onlara hatırlatarak? Müttefiklerimiz yarın çekilip
gidecekler, onların menfaatı bittiğinde gidecekler; ama, biz, biraz önce ifade ettiğim gibi, bizim akrabamız olan, bizim komşumuz
olan bu ülkelerle, bu insanlarla birlikte yaşayacağız. O halde, biz, yalnız bugünü değil, yarını ve daha sonraki günleri de düşünecek
politikalar üretmek zorundayız, bunu yapmak zorundayız. Bunun için yapabileceklerimiz var mıdır, neler yapabiliriz? Türkiye,
Kuzey Irak'taki otorite boşluğunun getirdiği sıkıntıları telafi etmek için neler yapmalıdır?.. Türkiye, buradaki sivil hareketin
Türkiye'ye verdiği zararları önlemek için neler yapmalıdır veya müttefiklerimizden neler istemelidir?.. Türkiye -çok mühim bir başka
unsur- yarın, burada, Türkiye'nin iradesi dışında meydana gelecek bir barışta, Türkiye'nin ummadığı bir oldubittiyle
karşılaşmamak için ne yapmak zorundadır?
O halde, Türkiye, burada öyle bir konumda olmalıdır ki, Türkiye'ye karşı kimsenin oldubitti yapma şansı olmamalıdır. Yani,
bu kâğıt üzerindeki sözlerin belirli bir ölçüye kadar değeri vardır. Fiilî durum olarak, Türkiye, kendisinin ve bölgenin sulhunun
(barışının) temininde elinde bir manivela bulundurmalıdır. Türkiye, bu manivelayı fiilen bulundurmadığı takdirde, istikbalde
oluşacak her türlü oldubittiye karşı çaresiz duruma düşebilir. Türkiye, burada uğradığı ticarî zararları, ekonomik zararları telafi
edebilecek çarelerin peşinde koşmalıdır.
Bu hususta, müttefiklerimiz dediğimiz Çekiç Güç'le ilgili ülkelerle, Amerika Birleşik Devletleri ağırlıklı olmak üzere,
görüşmeler yapıldı. Dışişleri Bakanlığımız, Genelkurmayımız ve biz, bu görüşmeleri sürdürdük. Bu görüşmelerde, Türkiye'nin
ileri sürdüğü bu meseleleri dile getirdik. Zaho'daki kamp, Anavatan Partisi iktidar oluncaya kadar hiç kimsenin ileri sürmediği bir
meseleydi. İleri sürülmeyen daha birçok mesele vardı. Bunlardan bir kısmını, Amerika Büyükelçisi ve Amerikalı yetkililerle
görüştük; bir kısmını ise, Amerika Savunma Bakanıyla yaptığımız görüşmelerde dile getirdik. Şimdi, bunlar, devletin arşivlerinde
var; tabiî ki, benim elimde olanlar ancak basında olanlar; ama, devletin arşivlerinde var.
Bakınız, Çekiç Güç'ün Kuzey Irak'ta denetimi sağlamak üzere kullandığı uçakların görevini Türk Hava Kuvvetleri üstlenebilir.
Belki, birkaç tane teknik nitelikli uçak Çokuluslu Güç'e bağlı olarak bulunur. Bunlar, benim Amerikalı yetkililere ve büyükelçiye
söylediğim beyanlarımdır. İngiltere, Fransa ve Amerika, Türkiye'nin uçuş giderlerini sağlasın. Çekiç Güç'ün komuta yapısı, hem
Türkiye'de hem de Kuzey Irak'ta tüm denetim Türk komutanlarının elinde olacak şekilde değiştirilsin. Bunlar, ileri sürülen görüşler,
müttefik ülkelere karşı beyan edilen tezlerdir. Zaho'daki askerî merkezin geri alınması, söylenen, talep edilen hususlardır.
Bu müzakerelerde aldığımız mesafe var, alamadığımız mesafe var. Anavatan Partisi olarak ne yaptık? Anavatan Partisi olarak,
1996 yılında iktidar olunca huzurunuza geldik, dedik ki: "Biz bunlarla müzakere ediyoruz, bize üç ay bir mehil verin." Sonra, iptal
kararı geldi, müzakerelerimiz bitmedi ve tekrar huzurunuza geldik, sizden, bir aylık bir mehil istedik. Müzakerelerin vardığı
noktayı, Çekiç Güç'ün görev süresinin uzatılması için yeterli bir süre olarak görmedik; çünkü, bizim, daha birçok talebimiz vardı.
Bunlar -söylediğim gibi- resmî kayıtlarda bulunan, bugünkü Hükümetin elinde bulanan kayıtlardaki mevcut taleplerdir. Bu taleplerin
çoğu Çekiç Güç'le alakalı değildir; ama, mesele gündeme gelince Çekiç Güç gündeme gelince müttefiklerimizle olan birçok
meselemizi görüşmeden yürütmemiz mümkün değildi; Ermeni karar tasarısından, firkateynlere kadar -işte, biraz evvel söylenen-
Körfez Krizinde uğradığımız zararların telafisine kadar birçok meseleyi görüşmeden götürmek mümkün değildi.
Bütün bunları, Amerika'nın vardığı noktayı, biz kâfi görmedik. Amerika'nın vardığı noktayı -biraz evvel, DSP sözcüsü de
söyledi; çünkü, onlara da bu önerileri yaptılar; bizde de var, devletin arşivlerinde de var- biz kâfi görmedik; ama, bugün bakıyorum
ki, bu Hükümet kâfi görüyor; çünkü, basında yazılıp söylenenlerin aksine, bu Hükümetin ilave ettiği herhangi bir şey yok
görüşmelerde, ilave edecek zamanı da olmamıştır; doğrudur; yani, oradan suçlamıyorum; ama, bizim, Anavatan Partisi olarak
bıraktığımız noktadan sonra gelinen bir şey yok. Bütün bunlar, daha evvel, Amerika'nın bize "buyurun, ben bunları kabul ettim"
dediği, bizim kâfi görmediğimiz hususlar. Kâfi görmüş olsaydık, huzurunuza gelip uzatma talep edeceğimiz hususlar. Kâfi
görmediğimiz için... Çünkü, bizim, bunun dışında, alınmasında zarar olmadığına inandığımız hususlar var. Mesela, Zaho bizim
için mühim. Neden mühim? Bu, bir askerî koordinasyon merkezi. Neden kurulmuş? Çünkü, Çekiç Güç'ün askerî birliği Irak'a inmiş;
şimdi yok. O zaman, bu askerî birlik ile Irak askerî güçleri arasında koordinasyon kurulsun, lüzumsuz bir çatışma olmasın diye,
küçük bir koordinasyon merkezi kurulmuş. Sonra?.. Sonra, Amerika, Türkiye, işte, bütün Çekiç Güç Irak'tan çekilmiş; Irak'ta Çekiç
Güç'ün hiçbir askerî gücü kalmamış, Türkiye'ye gelmiş. Irak ise, 36 ncı paralelin altına çekmiş; askerini de çekmiş, hepsini de
çekmiş; çünkü, burada Amerika'nın tatbik ettiği kaideler, angajman kuralları, uygulama kaideleri -ki, bizim askerlerimiz de karşı
çıkıyor- çok sert kaideler, çok katı kaideler. Bu katı kaideler karşısında, Irak'ın bütün askeri de geri çekilmiş; orada Irak'ın hiçbir
resmî organı yok.
BAŞKAN – Sayın Sungurlu, 1 dakikanız var efendim...
MAHMUT OLTAN SUNGURLU (Devamla) – O halde, Amerikan askeri çekilmiş, Irak askeri çekilmiş; iki askerî birlik arasında
koordinasyon kuracak olan askerî koordinasyon merkezi, Zaho'da niye duruyor? Bugün, Irak'taki hareketi organize eden bu güç değil
ki; Irak'taki hareketi organize eden, kontrol eden, Türkiye'den kalkan uçaklar. O halde, askerî koordinasyon merkezinin, behemehal,
Türkiye'ye gelmesi lazım geldiği görüşünde ısrar ettik. Teşekkür ediyoruz, birçok siyasî parti ve politikacı da bizim bu görüşümüze
iştirak etti ve bugün en mühim meselelerden biri olduğunu görüyoruz.
Dün, bu iş için teşekkül etmiş bir koordinasyon merkezinin, bugün, sivil örgütlere istemeyerek de olsa şemsiye vazifesi gördüğü
bir gerçektir.
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
BAŞKAN – Sayın Sungurlu, size de 2 dakika süre veriyorum; lütfen, toparlayın.
MAHMUT OLTAN SUNGURLU (Devamla) – Siz Fransa'dan gelen, siz Yunanistan'dan gelen, siz Kanada'dan gelen bir sivil
örgütü, böylesine otorite boşluğunun olduğu bir yerde, hangi hukukî kuralla kontrol edeceksiniz. Eğer Türkiye olarak, sizin orada
kendi bir kontrolünüz yoksa, eğer kendi hudut kapılarınızda bunları kontrol edemiyorsanız, onların orada kontrolü söz konusu
değildir ve psikolojik destek olarak, asgarî psikolojik destek olarak, bu Askerî Koordinasyon Merkezi adı altındaki, gelişindeki gaye
tamamen ortadan kalkmış olan merkez, bunlara bir şemsiye görevi görmekte, PKK kampları, yakınlarında kurulabilmektedir. Bunun
Türkiye'ye çekilmesinde, asgarî olarak, oradaki bu gayri meşru unsurların desteklerini kaybettikleri hususunun psikolojik faydası
vardır.
Tabiî ki, bunun dışında alınabilecek tedbirler vardır. Bizim, Çekiç Güç'le alakalı, istihbaratla ilgili son derece mühim
gördüğümüz taleplerimiz vardır, hakkımızdır bunlar; zamanım yetmediği için üzerinde durmuyorum.
Şimdi, biz, kendimize bir aylık süre tanıdık, bu Hükümet bir aylık süreyi geçirdi. Kendimize tanımadığımız bir hakkı, şimdi
bu Hükümete tanıyoruz ve üç ay içerisinde meselenin bitirilmesini ve Zaho'daki kampın Türkiye'ye çekilmesini talep ediyoruz, bu
istikamette önerge veriyoruz. Bu önergemiz istikametinde oy vermenizi, bu Hükümetin ve bu Meclisin, bu Parlamentonun, Türkiye'nin
bu meselesini ciddiye aldığını hep birlikte müttefiklerimize göstermemiz ve bunun sonucunu almamız zaruretini tevsik için,
önergemizi desteklemenizi ve Parlamentonun, birlikte bir kararla, üç ay daha bunu uzatmasını ve üç ayın sonunda, bu işin, Zaho'daki
merkez çekilmediğinde kendiliğinden sona ermesini; Zaho'daki merkez çekilse dahi, yine de, ileride, diğer taleplerimizde ısrarlı
olacağımızın bilinmesini ve Türkiye'nin menfaatlarını koruma zaruretimizi bir daha belirtiyor; Yüce Meclise saygılar sunuyorum.
(ANAP sıralarından alkışlar)
BAŞKAN – Teşekkür ederim Sayın Sungurlu.
Gruplar adına başka söz isteyen?..
SALİH KAPUSUZ (Kayseri) – Refah Partisi Grubu adına Bülent Arınç konuşacaklardır.
BAŞKAN – Buyurun Sayın Arınç. (RP sıralarından alkışlar)
Sayın Arınç, süreniz 20 dakika efendim.
RP GRUBU ADINA BÜLENT ARINÇ (Manisa) – Sayın Başkan, sayın milletvekilleri; şahsım ve Refah Partisi Grubu adına
hepinizi hürmetle selamlıyorum. Çokuluslu Güç ve olağanüstü halle ilgili konuşmaları yapıyoruz. Bu görüşmelerimizin ve
alacağımız kararların milletimize, memleketimize hayırlı olmasını diliyorum.
Değerli konuşmacıların da ifade ettikleri gibi, bu konu, Mecliste, 20'den fazla konuşulmuş, Çekiç Güç'ün görev süresi de
uzatılmıştır. Dolayısıyla, bu konuyu tekrar gündeme getirirken, tekrarlardan ziyade geldiğimiz noktayı tespit etmekte fayda
görüyorum; bu bakımdan, kısaca, birkaç noktaya temas edeceğim.
Değerli milletvekilleri, bildiğiniz gibi "Çekiç Güç" ismiyle maruf bu kuvvet hakkında, Körfez harbinin bir yan ürünü olarak
ortaya çıkmasından bu yana -yani 1991 Ocak ayından bugüne kadar- ülkemizi ve insanımızı meşgul eden çok şeyler konuşuldu ve
söylenildi; münakaşalar yapıldı, sorular soruldu, endişeler izhar edildi, akıllarda istihfamlar vardı, bunlar çözülmeye çalışıldı.
Yeni Hükümetimiz, bu konuda, yaptığı çalışmalarla hem kamuoyunu tatmin etmek hem de ülkemizin toprak bütünlüğü,
bağımsızlığı ve geleceği açısından en hayırlı kararı alabilmek için gayret sarf etti. Bu konuya biraz sonra geleceğim; ancak,
hafızaları tazeleme noktasında bir kısa kronolojiyi takdim etmek istiyorum.
Bildiğiniz gibi, Körfez Harbinin sona ermesiyle, Irak'ta, güneyde Şiîler, kuzeyde Kürt ayaklanması olarak gördüğümüz olaylar
başladı. Saddam, bunlara karşı çok vahşiyane davrandı, bu isyanlar bastırıldı ve Kuzey Irak'ta yaşayan pek çok masum insan –
sayısı 500 binleri bulacak noktada- Türkiyemizin sınırlarına yığıldı; kadın, çoluk çocuk pek çok perişan insan, Türkiye'den medet
umar hale geldi.
Irak yönetiminin Kuzey Irak'ta yürüttüğü sindirme hareketi sonunda, böylesine yaşanan bir kitlesel göç, o günlerde
sınırlarımızın hem fizikî güvenliğini ortadan kaldırdı hem de ekonomik ve toplumsal açıdan Türkiyemizi ve bölgeyi önemli
sorunlarla karşı karşıya getirdi. Zamanın Hükümeti -bildiğiniz gibi Anavatan Partisi İktidarı- müttefik ülkeleri ve dünyayı yardıma
çağırdı, bu konuda bazı kararlar da aldı.
O günlerde, Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyinin 5.4.1991 ve 688 sayılı kararı içerisinde, adına "Huzur Harekâtı"
dediğimiz bir operasyon başladı. Bu ilk harekâtın, yani Huzur Harekâtı-1 dediğimiz olayın amacı şöyleydi: Öncelikle bu 500 bin
insanın hayatî ihtiyaçları karşılanacak, daha sonra bu insanların evlerine dönmelerine imkân sağlanacak, bunun için de güvenlik
şartları ve ortam hazırlanacaktı. Bu harekâtın birinci aşaması üç ay sonunda tamamlandı. Bu süre içinde önemli hava gücü
yanında, bölgede 13 ülkenin askerlerinden oluşan 21 bin dolayında askerî personel görev aldı. Ancak, olay bununla bitmedi;
Hükümet, Irak yönetiminin Kuzey Irak'a tekrar müdahale edebileceği ve Türkiye'nin yeniden bir göç dalgasıyla karşı karşıya
kalacağı endişesiyle, İkinci Huzur Harekâtını başlattı. Hükümetin, Türkiye Büyük Millet Meclisinde, 17 Ocak 1991'de aldığı 126
sayılı Karara dayanılarak, 12 Temmuz 1991 tarihinde, içinde Türk Silahlı Kuvvetlerinin de bulunacağı bir caydırıcı gücün
ülkemizde konuşlandırılmasına, Anayasanın 92 nci maddesi gereğince karar verildi. Bu Birleşik Görev Gücü, Amerika, İngiltere,
Fransa, İtalya, Hollanda ve Türkiye'den 5 bin personel, İncirlik'te konuşlandırılan 48 uçaklık bir hava gücü, Silopi'de
konuşlandırılan takviyeli bir tabur ve kuzey Irak'ta gözlem ve temaslar yapmakla sorumlu bir askerî koordinasyon merkezinden
oluşmuştu. Hükümet, İkinci Huzur Harekâtını başlatan bu faaliyetini eylül ayına kadar sürdürdü, sürenin bitiminde de, 31 Aralık
1991 tarihi itibariyle, biteceği düşüncesiyle son defa uzattı. Hepinizin de bildiği gibi, 31 Aralık 1991'de de, Çekiç Güç'ün bu görevi
bitmedi ve o günden bu yana 20 defadan fazla, bu Güç'ün görev süresi uzatıldı. Şimdi, yeni bir uzatma teklifiyle, Hükümet önerisiyle,
tezkeresiyle karşı karşıyayız.
Değerli arkadaşlarım, görünüşte insanî amaçlara dayalı olduğu söylenen, bu Huzur Harekâtının, daha sonra, asıl amacının
stratejik olduğu ortaya çıktı. Dünyada ve bölgemizde meydana gelen olaylarda, âdeta, bir çifte standardın yaşandığı olaylar,
Türkiye'de daima bir şüphe ve itiraz konusu oldu. Bu Çekiç Güç'ün, ülkemiz aleyhine faaliyetlere şemsiye olduğu ve endişe verici
eylemlerde bulunduğu söylendi. Körfez Savaşında, Amerika'nın, asıl amacının, bölgede daimi kalmak olduğu, bunun da, ekonomik
ve siyasal çıkarlara dayalı olduğu ifade edildi.
Çok kısa ifade ediyorum; tutanaklardan hepiniz okudunuz ve değerli sözcü arkadaşlarım da ifade ettiler. Refah Partisi, bu
düşüncelerle, beş yıldan bu yana, Çekiç Güç'ün süresinin uzatılması konusunda daima ret oyu verdi ve buna karşı çıktı.
Refah Partisi, ülkemizin bağımsızlığını, bölgede diğer ülkelerle olan ilişkilerimizin güçlendirilmesini, Türkiyemizin, asırlardan
beri süregelen, birtakım ülkelerin iştihasını celbeden birtakım plan ve senaryolar içerisinde bulunmasını düşünerek, bu faaliyetler
konusunda endişelerini, samimiyetle dile getirdi.
Değerli arkadaşlarım, birtakım toplantılarda ve Mecliste ifade ettiğimiz gibi, Çekiç Güç'le ilgili soruları, endişeleri, beş on
madde içerisinde toplamak mümkündür. Bunları, hepimiz zaman zaman ifade ettik. Öncelikle ve daima şunu sorduk: Bu Çekiç Güç'ü
biz getirdik; ama, niçin gitmiyor? Gidecek mi, gitmeyecek mi? Gidecekse, ne zaman gidecek? Hangi olay sebebiyle gidecek?
Gitmeyecekse, niçin gitmeyecek?.. Beş yıldan beri bu soruların cevabını aradık; ama, itiraf ediyorum, maalesef, bulamadık. Çekiç
Güç'le birlikte, bölgede faaliyet gösteren -bir toplantıda sayısının 80 olduğu ifade edilmişti- NGO denilen birtakım sivil
kuruluşların yaptığı faaliyetlerin denetlenemediği, bunların çalışmalarının Türkiye aleyhine olabileceği soruldu, bunların da
cevapları alınamadı.
Bölgede, Batılı ülkelerle, Ortadoğu ülkelerinin gizli servislerinin faaliyetleri nelerdir, Türkiye bunları nasıl izlemektedir? Çekiç
Güç'le, PKK ilişkisi hangi düzeydedir? PKK, gerçekten bu Güçten yardım alıyor mu?" Çekiç Güç'ün amacı, bölgede bir Kürt devleti
oluşturmak mıdır? Kuzey Irak'ta kurulacak bir Kürt devletinin, Türkiye ve İran'dan toprak alınarak kurulması hayal edilen Büyük
Kürdistan hedefini alevlendirecek midir? Türkiye, bu konuya nasıl bakmaktadır? Çekiç Güç'e asker veren ülkelerin bölgeye yönelik
politikaları ve bu politikanın sonucunda oluşması beklenen yeni yapıda Türkiye'nin rolü ne olacaktır? Türkiye bir oldubittiyle mi
karşı karşıya bırakılmak isteniyor? Türkiye'nin, Irak'ın toprak bütünlüğüne yönelik politikasına, Çekiç Güç'ün, ters düşen
faaliyetleri mi vardır? Türkiye'nin bağımsızlığı açısından, Anayasamızın 6 ncı maddesinde yer alan ve hepimizin, üzerinde
titizlikle durduğumuz, üzerine yemin ettiğimiz bağımsızlık konusu, gerçekten, Çekiç Güç'le birlikte tahlil edilmiş midir? Çekiç Güç,
neden Kuzey Irak'ta, sadece Kürtleri korumak iddiasındadır da, niçin Türkmenleri koruma savaşında değildir? Çekiç Güç, Türk
Hükümetinin iradesiyle mi, yoksa, Batılıların dayatması sonucu mu Türkiye'de kalabiliyor? Çekiç Güç'ün, bölgede, varlığını haklı
gösterecek bir hukukî dayanak var mıdır? Çekiç Güç'ün görevine son verildikten sonra, gerçekten, yeni bir göç dalgası bekleniyor
mu, bu durum karşısında Türkiye'nin savunması ne olacaktır? Çekiç Güç, Türkiye dışına çıkarıldığında, Türkiye'nin kontrolü ve
inisiyatifinden uzaklaşmış, daha büyük bir tehlike haline gelmiş olacak mıdır? Bunlar gibi, belki, sayılarını daha da
artırabileceğimiz pek çok sorularla, Refah Partisi, Çekiç Güç'ün daima karşısında oldu ve endişelerini dile getirdi.
Değerli arkadaşlarım, bunları, sizler de tutanaklarda ifade ettiniz; muhalefet olarak görevinizi yapıyorsunuz. Bir evvelki
toplantıda da arz ettiğim gibi, Refah Partisi adına, bu tutanaklarda yer alan her kelime ve her cümlenin altına ömrümüz oldukça
imzamızı atacağız ve sahip çıkacağız. (RP ve ANAP [!]sıralarından alkışlar)
Çekiç Güç hakkında, bugüne kadar, hangi endişeleri taşıyarak karşı çıkmışsak, o noktada samimiyetimizden eminiz; sizlerin
de emin olmanızı bekliyoruz. Bugün gelen Hükümet tezkeresi üzerinde, biraz sonra görüşlerimizi açıklarken, yine, aynı samimiyet
noktasından hareket edeceğimizi bilmenizi isterim.
Elbette, bizim, dış politikadaki hareket noktamız, Türkiye'nin millî menfaatlarıdır. Tek hedefimiz, barışın korunması ve diğer
devletlerle iyi ilişki ve işbirliğinin daima geliştirilmesidir.
Bakınız, Refah Partisi adına, beş yıldan beri bu meseleye karşı çıkmış bir Partinin Grup Sözcüsü olarak, benim buraya gelip,
sadece tek cümleyi size söylemem gerekirdi: Çekiç Güç gitmiştir, bu mesele bitmiştir... Bunu şu anda söyleyemiyorum...
HALİL İBRAHİM ÖZSOY (Afyon) – Niye?
BÜLENT ARINÇ (Devamla) – ...ve bundan da büyük üzüntü duyuyorum, biraz da mahcubiyet duyuyorum; çünkü, sizin
ümitlerinizi boşa çıkardık. Bu Parlamentoda, bütün milletvekilleri, kendilerinin yapamadığını bizden bekliyordu. Kendilerinin,
Türkiye'den gönderemediğini, ancak Refah Partisi gönderebilir diye bekliyordu. (RP sıralarından alkışlar, ANAP sıralarından
gürültüler)
ALİ KEMAL BAŞARAN (Trabzon) – Siz öyle diyordunuz.
BAŞKAN – Müdahale etmeyelim arkadaşlar.
BÜLENT ARINÇ (Devamla) – Müsaade buyurun efendim.
Çünkü, Amerika karşısında iradesi felç olmuş iktidarların ve maalesef, kendi görüşlerini ve fikirlerini ortaya koyamayanların,
bu bıkkınlık ve bezginliklerinden halkımız da bıkmış ve bezmiş; bütün ümitlerini de Refaha yöneltmişti.
A. AHAT ANDİCAN (İstanbul) – Fos çıktı.
BÜLENT ARINÇ (Devamla) – Evet, herkes bunu Refahtan bekliyordu; o kadar bekliyordu ki, şimdi, eğer, Çekiç Güç bir bela
ise, ANAP'lılara sormak istiyorum; bu belayı Türkiye'nin başına neden sardınız? (RP sıralarından alkışlar, ANAP sıralarından
gürültüler) Eğer, Çekiç Güç'ün zararlarını daha sonra anlamışsanız, beş yıldır -tutanaklara bakınız- muhalefette iken dahi, Çekiç
Güç'ün süresini uzatmak için ya oylamalara katılmadınız ya müspet oy kullandınız. Dahası da var, biraz önce, sayın konuşmacı
sözlerinin sonunda, yeni bir manevrayla -aslında Çekiç Güç'ün süresini tekrar uzatabilmek için- birtakım yeni tekliflerde bulunarak
"bunu kabul etmezseniz, belki dışarı çıkarız, oy da kullanmayız" diyebilmektedir. Samimiyet noktasında, maalesef, çok kimseden
alacağımız ders yok, en samimi biz olacağız, sözlerimize sahip çıkacağız. (RP sıralarından alkışlar, ANAP sıralarından
gürültüler)
REFİK ARAS (İstanbul) – Yani, ret vereceksiniz?
BÜLENT ARINÇ (Devamla) – Evet, biraz sabırlı olun.
Değerli arkadaşlar, bakınız, Sayın Ali Topuz Beyi de dinledim, notlar aldım. Şimdi, biz muhalefette olsaydık, bu Mecliste neler
söylerdik ve göğsümüzü şişire şişire inandığımız doğruları nasıl haykırırdık... Halbuki, muhalefet olarak siz, bugün bunu
yapamıyorsunuz. Sayın Ali Topuz'a, Cumhuriyet Halk Partisinin sözcüsü olan arkadaşımıza soruyorum: Siz, DYP ile Koalisyon
Hükümetinde dörtbuçuk yıl bulundunuz. Dörtbuçuk yıl, bu Çekiç Güç'ün süresini siz uzatmadınız mı? (RP sıralarından alkışlar)
Kalsın diye oy kullanmadınız mı? Yarınız dışarıda kalıp, yarınız içeride oy vererek, Çekiç Güç'ün Türkiye'de konuşlanmasını
bugünlere kadar getirmediniz mi?
DENİZ BAYKAL (Antalya) – Hayır... Hayır...
BÜLENT ARINÇ (Devamla) – Madem, siz de Çekiç Güç'ün aleyhinde bulunuyorsunuz, niçin, bunu bugün anladınız?
AYHAN FIRAT (Malatya) – Grubumuzu serbest bıraktık...
BÜLENT ARINÇ (Devamla) – Siz, yılların partisi olarak, Türkiye'de konuşlandırılmış böyle bir Güç'e karşı, DYP ile
hükümette bulunduğunuz dönemlerde, niçin bugünkü konuşmalarınızı yapmadınız?
DENİZ BAYKAL (Antalya) – Yaptık ve ret oyu verdik...
BÜLENT ARINÇ (Devamla) – Değerli arkadaşlarım, bu Mecliste, Demokratik Sol Partinin de, geçtiğimiz en son uzatmada,
birtakım gerekçelerle, bu Güç'ün kalması yolunda nasıl destek verdiğini biliyoruz. O yüzden, şimdi, Refah Partisi olarak, bu
Hükümet tezkeresine nasıl ve niçin olumlu oy kullanacağımızı, lütfen, bir de bizden dinleyiniz. (ANAP sıralarından "Bravo"
sesleri, alkışlar[!])
BAŞKAN – Sükunetle dinleyelim arkadaşlar...
BÜLENT ARINÇ (Devamla) – Değerli arkadaşlarım, bunun pek çok sebebi var. Birincisi şudur: Biz bir Koalisyon Hükümetiyiz
ve bu Koalisyon Hükümetinde, Doğru Yol Partisi, bugüne kadar, Çekiç Güç'ün Türkiye'de kalmasını kendi gerekçeleriyle uygun
görmüştür ve bugüne kadar bu Güç'ün süresinin uzatılması lehinde oy kullanmıştır. Biz, bir koalisyon hükümetinin sorumluluğunu
bilen insanlarız. Dolayısıyla, bu Koalisyonun devamı, aradaki uyum ve ahengin devam etmesi için, elbette birtakım gerekçeleri
ortaya koymamız lazım. (ANAP sıralarından "Bravo" sesleri, alkışlar[!])
Değerli arkadaşlarım teşekkür ediyorum, arkasını da dinleyeceğinizden ümitliyim.
İkinci olarak şunu ifade etmem lazım: Siz, bütün meselelerde olduğu gibi, Çekiç Güç'ü de, karşımıza bir sorunlar yumağı
olarak getirdiniz. Her şeyi berbat ettiğiniz gibi, her şeyi çıkmaza soktuğunuz gibi -enflasyon gibi, işsizlik gibi, terör gibi- ölüm
oruçları gibi Çekiç Güç'ü de içerisinden çıkılmaz hale getirdiniz.
Bugüne kadar, hiçbir Hükümet tezkerenizde, Çekiç Güç'ün Türkiye'den gitmesi, faaliyetlerinin denetlenmesi, Türkiye'nin
menfaatlarına uygun hale getirecek denetlemenin konulabilmesi için -ben, beş yıllık tutanakları inceledim; hepsi birbirinin aynıdır,
aynı standardın mahsulüdür, biri diğerinden farklı değildir- hiçbir endişe duymadınız. Halbuki, bugün, Hükümet tezkeresiyle ve
yapılan çalışmalarla çok farklı bir noktadayız.
Önce şunu ifade etmek istiyorum: Bu Hükümet güvenoyu alalı yirmi gün oldu. Bu yirmi gün içerisinde, kucağında Çekiç Güç'ü
buldu. Yirmi gün sonra karşınıza gelirken, bakınız hangi şartlarla geliyoruz. Sayın ANAP sözcüsü -ve belki Sayın Topuz da aynı
konuya temas ettiler- son defa 31 Temmuza kadar bir aylık bir uzatma olduğunu ifade ettiler. Halbuki, son hükümet döneminde, Çekiç
Güç'ün süresi uzatılırken, dört aylık uzatma teklifi olarak geldi. Daha sonra, Demokratik Sol Partinin, çok haklı gerekçelerle bu
süreyi uzun bulması ve bunun değiştirilmesi ısrarı karşısında, mecburen 31 Temmuza kadar uzattınız. Dolayısıyla, ANAP'lı
arkadaşlarımızın, "bu Hükümet tezkeresi aslında şu kadar kısa bir süre için gelmiştir; şimdi, beş ay için gelmesi de çok uzundur;
bunu üç aya indirelim" şeklindeki tekliflerinde samimiyet bulmadığımızı ifade ediyorum.
Değerli arkadaşlarım, bakınız, bugüne gelirken neler yapıldı. Bir defa bu Hükümet, Meclisi üstün tutan bir anlayışla çalıştı.
Hepiniz biliyorsunuz. Tabiî, bu müzakerelere çoğunuz katılmadığınız; dışarıda kalmayı tercih ettiğiniz için, Türkiye'nin
menfaatları açısından nasıl bir çalışma yapıldığını belki bilmiyor olabilirsiniz; ama, Meclis kürsüsünden bunları ifade etmekle,
özellikle, Meclisimiz ve halkımız için yarar görüyorum.
Bir tanesi şudur: Yirmi kereden fazla uzatılan bu Çekiç Güç ile ilgili Meclise gelen hükümet tezkerelerinin hepsi aynıdır...
A. MESUT YILMAZ (Rize) – 11... 11...
AHMET KABİL (Rize) – Evet, 11...
BÜLENT ARINÇ (Devamla) – ...ve bu tezkerelerde, daima Millî Güvenlik Kurulunun tavsiye kararlarına uyan hükümet, bunu
bir yazıyla Meclise bildirmekte, Meclis de, bunu, sadece bir gün müzakere ederek karara bağlamaktadır. Oysa, biliyorsunuz, bundan
önce çok önemli çalışmalar yapıldı. Birinci olarak, bu önemli konunun, Mecliste, bir genel görüşme ile ele alınması temin edildi ve
bu genel görüşmenin, yine Mecliste, bir kapalı oturum şeklinde yapılarak, ülkemizin güvenliği ile ilgili, herkesin bildiğini rahatlıkla
söyleyebilmesi açısından, Meclisimizin, İçtüzüğümüzün ve Anayasamızın verdiği yetkilerle bir genel görüşme yapıldı ve
fevkalade yararlı oldu.
Daha sonra, Millî Savunma ve Dışişleri Komisyonlarımız, üst üste iki defa toplanarak, Türkiyemizin Dışişleri yetkililerinin,
Genelkurmay yetkililerinin ve bu meseleyle ilgili olan bütün üst düzey yetkili bürokratların, sorular karşısındaki cevaplarını aldı,
mukabil sorular sordu, bu konuyu enine boyuna tartıştı.
Daha sonra, Hükümetimiz, Genelkurmayda, bu konuda, saatler süren brifingler aldı ve bu brifingler neticesinde de, Türkiye'nin
güvenliği açısından bu Güç'ün şu andaki konumu, elbette, en güzel şekliyle değerlendirildi. (ANAP ve CHP sıralarından gürültüler)
Değerli arkadaşlarım, bu çalışmalarda, siz genel görüşmelere katılmadınız, bir; komisyon çalışmalarında hiçbirisine
katılmadınız, iki...
BAŞKAN – Sayın Arınç, 1 dakikanız var efendim.
BÜLENT ARINÇ (Devamla) – ...Ve burada çoğunluğun temin edilmemesi için kapı kenarlarında beklediniz, üç... Şimdi, halka
ne diyeceksiniz onu merak ediyorum. Hangi gerekçelerle, siz, buna karşı çıkacaksınız. (RP ve DYP sıralarından alkışlar; ANAP,
DSP ve CHP sıralarından gürültüler)
Değerli arkadaşlarım, vaktim azaldı; ama, birkaç konuyu daha sizlere hatırlatmak istiyorum. Bakınız, bugün Meclise getirilen
Hükümet tezkeresinde çok farklı yönler var. Meseleye, biz, bugüne kadar gelen nokta açısından bakmıyoruz. Bu çalışmaların
neticesinde, Hükümet, fevkalade yararlı noktaları Hükümet tezkeresine koymuş, bunların mutlaka yerine getirilmesini temin edecek
önlemleri de almıştır. Şu tezkereyi, muhteva açısından hiçbir arkadaşımız değerlendirmedi; hiçbir arkadaşımız, şurada yer alan
ifadelerin bir tanesi üzerinde bile durmadı. Açın tutanakları, bakın, hangi hükümet tezkeresinde şu standart başlığın dışında bir
konu vardır. (CHP sıralarından gürültüler, "kıvırtmayın" sesleri)
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
BAŞKAN – Efendim, size de 2 dakika eksüre veriyorum; lütfen, konuşmanızı bitirin.
BÜLENT ARINÇ (Devamla) – Teşekkür ediyorum.
Evet, beş yıldır kıvırtanların şimdi bana böyle söz söyleme hakları yok; ben, gerekçe ifade ediyorum. (RP sıralarından
alkışlar; ANAP ve CHP sıralarından gürültüler).
AHMET KABİL (Rize) – Esas numarayı siz yaptınız.
HALİL İBRAHİM ÖZSOY (Afyon) – Esas kıvırtan sizsiniz.
AHMET KABİL (Rize) – Utanmazlar!..
BÜLENT ARINÇ (Devamla) – Sözlerinize dikkat edin; millet, sizi, gülerek ve ibretle seyrediyor. Beş yıldır, başımıza
getirdiğiniz... (ANAP ve CHP sıralarından gürültüler)
BAŞKAN – Arkadaşlar, müdahale etmeyin.
AHMET KABİL (Rize) – Kıvırtan kim Sayın Başkan; esas kıvırtan bunlar değil mi? (CHP sıralarından "kıvırtmayın"
sesleri)
BAŞKAN – Sayın milletvekilleri, rica ediyorum...
BÜLENT ARINÇ (Devamla) – Değerli arkadaşlarım, bakınız, Hükümet tezkeresinde "Kuzey Irak'ta, Türkiye'ye tehdit eden her
türlü terörist yapılanmanın ve Irak'ın bölünmesini hedef alan faaliyetlerin önlenmesi..." deniliyor. Açın tutanakları bakın, hangi
tezkerede var? "Sınır güvenliğinin sağlanması..." Hangi tezkerede var? "Bölgenin ekonomik canlılığını kazanabilmesi için,
Birleşmiş Milletler Sözleşmesinin ambargodan zarar gören ülkelerle ilgili maddeleri uyarınca, Türkiye'nin zararlarının telafisi..."
Hangi hükümet tezkeresinde var? "Türkiye'nin Güç'e katkısı ve bu Güç'ün Türkiye menfaatlarına uygun bir biçimde kullanılması..."
Hangi tezkerede var?.. (ANAP sıralarından "Hepsinde var" sesleri)
Ve bakınız, çok küçük bir cümle; ama, önyargılı izlediğiniz için dikkatinizden kaçmış "gerektiğinde harekâtı sona erdirmeye"
deniliyor Bakanlar Kurulunun tezkeresinde... Hanginiz getirdiniz bunu?.. (RP sıralarından "Bravo" sesleri alkışlar) Hanginiz
getirebildiniz?.. Hanginizin cesareti yetti?.. (ANAP, DSP ve CHP sıralarından gürültüler)
BAŞKAN – Sayın Arınç, lütfen, Genel Kurula hitap edin.
ZEKİ ÇAKAN (Bartın) – Bak şu belgeye, bak; hepsinde var.
BAŞKAN – Arkadaşlar, rica ediyorum... Şimdiye kadar güzel güzel müzakere ediyorduk; ne oldu şimdi?.. Rica ediyorum
arkadaşlar...
YÜKSEL YALOVA (Aydın) – Sayın Başkan, o "kıvırtma" sözü yakışmaz buraya.
BAŞKAN – Efendim, Genel Kurula hitap edin ve çok tahrik edici konuşmayın Sayın Arınç.
BÜLENT ARINÇ (Devamla) – Teşekkür ederim Sayın Başkan.
Suçluların telaşı içerisindesiniz. Beş yıldan beri, her meseleyi, içinden çıkılmaz hale getirdiniz. Bu meseleyi de bu halde
bırakmak istiyorsunuz; ama, bu Hükümet, aldığı bu kararlarla, Türkiye'de yeni bir dönemi başlatıyor, şahsiyetli dış politikayı
başlatıyor. Meclisi, Hükümetin üzerinde; Meclisi, Millî Güvenlik Kurulunun üzerinde tutmaya gayret ediyor. (RP sıralarından
"Bravo" sesleri, alkışlar)
Bu Hükümet, Amerika ile de İngiltere ile de Fransa ile de müzakerelerini yaptığı gibi, bölge barışının sağlanması ve bölge
halkının mutluluğu için, elbette İran'la, elbette Irak'la, elbette Suriye ile de, bölgesel kalkınmanın, terörü önlemenin ve güvenlik
içerisinde huzurlu çalışmanın en büyük gayretini gösteriyor. O bakımdan, sayın milletvekilleri, beş yıllık suçunuza...
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
BAŞKAN – Sayın Arınç lütfen, son cümlenizi söyler misiniz efendim.
BÜLENT ARINÇ (Devamla) – Son cümlemi söylüyorum: Bu Hükümet tezkeresi, beş yıldan beri, bugüne kadar sürdürülen bu
silik ve şahsiyetsiz dış politikaya son veren; Türkiye'nin güvenliğini, toprak bütünlüğünü, bağımsızlığını ön plana alan en önemli
bir belgedir.
YÜKSEL YALOVA (Aydın) – Bu ne biçim konuşma!.. Terbiyeli konuş...
BÜLENT ARINÇ (Devamla) – Refah Partisi Grubu adına önergeye destek olacağımızı arz ediyorum.
Bu kararın milletimize, memleketimize, ülkemize hayırlı olmasını Cenabı Hak'tan diliyor, hepinize saygılar sunuyorum. (RP
sıralarından "Bravo" sesleri, alkışlar)
BAŞKAN – Teşekkür ederim Sayın Arınç.
MAHMUT OLTAN SUNGURLU (Gümüşhane) – Sayın Başkan...
BAŞKAN – Buyurun Sayın Sungurlu.
MAHMUT OLTAN SUNGURLU (Gümüşhane) – Sayın Başkan, Sayın Sözcü, benim konuşmamdan bahsederken "biraz sonra
önerge verecekler yine kıvırtacaklar" dedi.
BAŞKAN – Hayır "kıvırtacaklar" sözünü orada kullanmadılar efendim.
(ANAP sıralarından "kıvırtacaklar dedi" sözleri, gürültüler)
MAHMUT OLTAN SUNGURLU (Gümüşhane) – Kullandı, Sayın Başkan.
BAŞKAN – Efendim, rica ediyorum; ben yakından takip ediyorum. (RP sıralarından "Bravo Başkan" sesleri, ANAP
sıralarından gürültüler)
Sayın Milletvekilleri, siz, orada gürültü yaparken ben yakından takip ediyorum.
MAHMUT OLTAN SUNGURLU (Gümüşhane) – Sayın Başkan bu nedenle söz istiyorum.
BAŞKAN – Sayın Sungurlu, buyurun efendim.
Hayır, yerinizden konuşun; ben, size kürsüden konuşmanız için söz vermedim Sayın Sungurlu.
MAHMUT OLTAN SUNGURLU (Gümüşhane) – Verdiniz Sayın Başkan... (ANAP sıralarından "çok önemli; kürsüden
konuşsun" sesleri, gürültüler)
ÜLKÜ GÖKALP GÜNEY(Bayburt) – İçtüzük Madde 69'a göre söz vermelisiniz Sayın Başkan.
BAŞKAN – Hayır efendim, size söz vermedim.
Siz "önerge verip, ondan sonra kıvırtacaklar" dediklerini söylediniz. Öyle söylemedi; "beş seneden beri kıvırtanlar" dedi.
(ANAP sıralarından gürültüler; RP sıralarından "Bravo Başkan" sesleri, alkışlar)
MAHMUT OLTAN SUNGURLU (Gümüşhane) – Sataşma var efendim, söyledi...
BAŞKAN – Hayır efendim, sizi kastetmedi. Tutanağı getirtip inceleyeceğim. (ANAP sıralarından "sen kıvırtıyorsun" sesleri,
gürültüler)
MAHMUT OLTAN SUNGURLU (Gümüşhane) – Sayın Başkan...
BAŞKAN – Efendim, bir arada konuşmayın sözünüzü anlayamıyorum.
MAHMUT OLTAN SUNGURLU (Gümüşhane) – Sayın Başkan, bu söz sataşma değil mi?!..
BAŞKAN – Efendim, bir sataşma yok. Şahsınıza bir sataşma yok; söz veremiyorum. (ANAP sıralarından gürültüler, sıra
kapaklarına vurmalar)
Sayın Hükümet su safhada konuşacak mı efendim?.. Konuşmuyor.
ZEKİ ÇAKAN (Bartın) – Sayın Başkan, Grup adına söz istiyorum.
BAŞKAN – Grup adına ne sözü istiyorsunuz? (ANAP sıralarından gürültüler)
ÜLKÜ GÖKALP GÜNEY (Bayburt) – İçtüzüğün 69 uncu Maddesine göre söz vermelisiniz.
ZEKİ ÇAKAN (Bartın) – Efendim, müsaade eder misiniz. Biraz önce, Sayın Refah Partisinin sözcüsü, tezkerede ilk defa böyle
bir konunun yer aldığını; bundan önceki görüşmelerde ve Meclisin aldığı kararlarda, sona erdirmeyle ilgili bir konunun yer
almadığını söyledi. 16.6.1996 tarihli Resmî Gazeteden okuyorum: "Türkiye'nin Güç'e katkısı ve bu Güç'ün amaçlarına uygun
biçimde kullanılmasıyla ilgili bütün... (ANAP sıralarından "kürsüden okusun... kürsüden okusun..." sesleri)
BAŞKAN – Bir dakika efendim... Siz okuyun Sayın Çakan.(ANAP sıralarından "çok önemli, kürsüden okusun" sesleri)
BAŞKAN – Efendim, bu, bir sataşma değil, bir yanılmadır; orada düzelttiniz.
ZEKİ ÇAKAN (Bartın) – Sayın Başkan, Gruba sataşma var.
BAŞKAN – Hayır efendim.(ANAP sıralarından gürültüler)
Efendim, siz, zaten, bunu düzelttiniz orada. Yani, diyorsunuz ki, daha önce alınan kararda...
ZEKİ ÇAKAN (Bartın) – Müsaade edin, anlatayım.
BAŞKAN – Efendim, söyleyin; ben size söz verdim, orada söyleyin. (ANAP sıralarından gürültüler)
ZEKİ ÇAKAN (Bartın) – Resmen yalan beyanda bulunmuştur Grup sözcüsü. Bu beyanı yalandır. İşte Resmî Gazete burada,
Resmî Gazetede yayımlanmıştır.
BAŞKAN – Tamam efendim "sona erdirme konusu bundan evvelki kararlarda da yer almıştır" diyorsunuz, değil mi?
ZEKİ ÇAKAN (Bartın) – Kürsüden okuyabilir miyim?
BAŞKAN – Hayır... Hayır...
Efendim, düzelttiniz işte.
ZEKİ ÇAKAN (Bartın) – O zaman müsaade edin, okuyayım:
BAŞKAN – Okuyun.
ZEKİ ÇAKAN (Bartın) – "Türkiye'nin Güç'e katkısı ve bu Güç'ün..." (ANAP sıralarından "Kürsüden okusun" sesleri,
gürültüler)
BAŞKAN – Efendim, Grubunuza hâkim olun. Bakın, siz Grup Başkanvekilisiniz...
ZEKİ ÇAKAN (Bartın) – Duyulmuyor, kürsüden okuyayım.
BAŞKAN – Hayır; kürsüden okuyamazsınız, oradan okuyacaksınız.
ZEKİ ÇAKAN (Bartın) – Niye okuyamıyorum?!
BAŞKAN – Efendim, Resmî Gazetede çıkmış şeyi burada niye okuyorsunuz?!
ZEKİ ÇAKAN (Bartın) – O zaman oylayın.
BAŞKAN – Neyi oylayacağım?..
ZEKİ ÇAKAN (Bartın) – Söz almada ısrar ediyorum, oylayın.
BAŞKAN – Hayır, sataşma yok ki burada.
ZEKİ ÇAKAN (Bartın) – İçtüzüğe göre oylayın.
BAŞKAN – Şimdi, siz, neden dolayı söz istiyorsunuz? Diyorsunuz ki, bundan önce...
ZEKİ ÇAKAN (Bartın) – Sözcü, resmen yalan beyanda bulunmuştur.
BAŞKAN – Efendim?
ZEKİ ÇAKAN (Bartın) – Sözcü, yalan beyanda bulunmuştur, düzeltmek için söz istiyorum. (RP sıralarından "yalan size
yakışır" sesleri)
BAŞKAN – Efendim, orada yalan beyan varsa, ben getirteyim, bakayım.
Sayın Çakan, siz oturun. Ben, o gazeteyi getirteyim; eğer, aksine bir beyanat varsa değerlendireceğim efendim.
Şimdi, şahısları adına söz isteyenleri okuyorum:
Sayın Recep Kırış, Sayın Hayrettin Uzun, Sayın Orhan Kavuncu, Sayın Mehmet Ekici.
İki kişiye söz vereceğim.
Buyurun Sayın Kırış.
İLKER TUNCAY (Ankara) – Bu "kıvırtma" sözcüğünü sen hakaret kabul etmiyorsun; aslında, en fazla kıvırtan sen olarak,
sana gelir o söz!
BAŞKAN – O lafın, aslında size çok yakıştığını da belirtmek isterim. Ben, "ANAP kıvırttı" diye bir kelime kullanmadığı
için... (ANAP sıralarından gürültüler)
Efendim rica ediyorum zabıtları getireceğiz, inceleyip konuşacağız.
İLKER TUNCAY (Ankara) – Sen dahil herkese söyledi. En fazla kıvırtan olarak, sen dahilsin. Sen, hakaret kabul etmiyorsan,
biz hiç kabul etmiyoruz.
BAŞKAN – Bana "sen" diye hitap etmeyin; ben, Meclis Başkanvekiliyim, bu Meclisin adabına uyarak konuşun. (ANAP
sıralarından gürültüler)
Yani, biz birbirimizi çok iyi tanıyoruz... Bana bak! Biz birbirimizi çok iyi tanıyoruz... (DYP sıralarından alkışlar)
Buyurun efendim.
RECEP KIRIŞ (Kayseri) – Sayın Başkan, sayın milletvekilleri; sözlerime başlarken, hepinizi, Büyük Birlik Partisi ve şahsım
adına saygıyla selamlıyorum.
Değerli arkadaşlar, bu Mecliste, defalarca görüştüğünüz Çekiç Güç'ün görev süresi uzatılsın mı uzatılmasın mı konusu, bugün
tekrar ele alınıyor ve bugün tarihî bir karar verilecek.
Muhterem arkadaşlar, bize göre, bugünkü karar, gerçekten tarihî bir karardır ve Türkiye bakımından büyük bir fırsattır. Neden
böyledir; çünkü, her ne kadar, geçmişte, Anavatan Partisi de Doğru Yol Partisi de Cumhuriyet Halk Partisi de ve son oylamada DSP
de çekimser oy vermek suretiyle Çekiş Güç'e destek olmuşsa da, şu anda, hem Demokratik Sol Parti hem Cumhuriyet Halk Partisi,
Çekiç Güç'ün görev süresinin uzatılmasına ret oyu vereceğini açıklamıştır. Anavatan Partisi de, sürenin daha kısa tutulmasını
önermekte; öğrendiğimiz kadarıyla, önerisi kabul edilmediği takdirde, oylamaya katılmamayı düşünmekte olduklarını
arkadaşlarımız ifade ettiler.
Bu oylama, gerçekten tarihî bir fırsat niteliğindedir. Neden öyledir? Çünkü, bu tabloya baktımız zaman, bu oylamada, bugüne
kadar, hep, Çekiç Güç konusunda Büyük Birlik Partisinden farklı kanaatleri ortaya koymayan, gerçekten, Çekiç Güç'ün zararlarını,
millî menfaatlerimiz, toprak bütünlüğümüz ve geleceğimiz bakımından tehlikelerini, sakıncalarını gayet güzel bir şekilde ortaya
koymuş olan Refah Partili arkadaşlarımız, şayet, bugünkü oylamada ret oyu verirlerse Çekiç Güç gidecek; ama, eğer, kabul oyu
verirlerse Çekiç Güç kalacaktır. O hale göre, burada, Refah Partisinin sorumluluğu fevkalade önemlidir, fevkalade önemli hale
gelmiştir.
Değerli arkadaşlar, biz, meseleye, burada, asla partizan zaviyeden bakmıyoruz. Biraz önceki konuşmaları hep beraber izledik.
Şimdi, birtakım muhalefet partileri, Refah Partisini "geçmişte bunu hep reddeden siz değil miydiniz, bugün niye kabul ediyorsunuz?"
diye sıkıştırmaya çalışıyor; Refah Partili arkadaşlarımız da sözü "geçmişte bunu uzatan sizdiniz, getiren sizdiniz, dolayısıyla
bugün ne yüzle bize karşı çıkıyorsunuz!" demeye getiriyor.
Değerli arkadaşlar, bu tür tartışmalarla Türkiye'nin hiçbir yere varması mümkün değildir. Gelin, meseleye partizan zaviyeden
bakmayı bir tarafa bırakalım, birbirimizi yıpratmayı, eleştirmeyi, birbirimizi köşeye sıkıştırmayı değil, gerçekten bu ülkenin
insanları olarak üzerimize düşen doğru görev nedir, onun üzerinde duralım.
Dolayısıyla, biz, meseleye hiçbir zaman partizan zaviyeden bakmıyoruz. Yani mesela, biz eğer meseleye partizan zaviyeden
bakmış olsak, "keşke, Refah Partisi bu konuda yanılsa, bir yanlışlık yapsa da biz de onu sıkıştırsak" diye düşünürüz; ama biz
meseleyi asla öyle ele almıyoruz. Çünkü, netice itibariyle, önemli olan, partilerimiz değil; önemli olan, hakikaten ülkemizin çıkarları
ve menfaatlarıdır.
Muhterem arkadaşlar, burada açıklanması gereken bazı şeyler var. Bugüne kadar, bir Refah Partisi, bu konuda gayet net ve açık
bir şekilde Çekiç Güç'ün zararlarını ortaya koymuşken, bugün, neden, Çekiç Güç'ün devamı için oy kullanılması yönünde bir
tezkereyi Meclise sunmuştur? Burada, bazı hususların açıklığa kavuşturulması lazım.
Bildiğiniz gibi, geçenlerde, Türkiye Büyük Millet Meclisinde bir genel görüşme yapıldı ve o genel görüşme, gizli olarak
yapıldı. Şimdi, birileri soruyor; acaba bizim bilmediğimiz bazı şeyler mi var? Acaba, mesela, Hükümetin önüne, Sayın Erbakan'ın
önüne, Refah Partisinin önüne muhalefetteyken bilmediği, ama, iktidara geldikten sonra gördüğü bazı bilgiler, belgeler kondu da ona
istinaden mi böyle bir mecburiyetle karşı karşıya kalıyorlar?.. Çünkü, biraz önce konuşan Refah Partisi sözcüsü değerli arkadaşım
Sayın Bülent Arınç da diyor ki "Biz, muhalefette olsaydık, şimdi, göğsümüzü gere gere neler söylerdik."
Eğer, öyle ise, iktidara geldiğiniz zaman, muhalefette bilmediğiniz bazı şeyleri mi bilmiş oldunuz? "Dün muhalefetteyken
iktidar partilerini suçluyorduk; ama, onlar haklıymış" mı diyorsunuz? Eğer, onlara, o zaman hak veriyorsanız, bugün neden
suçluyorsunuz?! İşin bir yanı bu... (ANAP sıralarından alkışlar)
Değerli arkadaşlar, diğer taraftan, Türkiye Büyük Millet Meclisinde yapılan o gizli görüşmeye, Büyük Birlik Partisi olarak biz de
katıldık. Şunu, bütün vatandaşlarımızın huzurunda ifade etmeye mecburum ki, o gizli görüşmede -sizler de buradasınız- yeni bir
şey ortaya çıkmamıştır; bizzat, Refah Partisinin sözcüsü arkadaşlarımız, bunu hep ifade edegelmişlerdir. Biz, elbette ki, o gizli
görüşmede neler konuşuldu, bunu açıklamaya hukuken mezun değiliz, yetkili değiliz; ama, şunu kesin suretle ifadeye hakkımız var
ki, o gizli görüşmede konuşulan şeyler, bizim, Türkiye'de, Çekiç Güç'ün gitmesi gerektiği konusundaki kanaatimizi, sadece ve sadece
pekiştirmiştir. Dolayısıyla, o görüşmede ortaya çıkan hakikatler de, Çekiç Güç'ün gitmesi gerektiğini ortaya koymaktadır. Hiçbir
arkadaşımız o konuda farklı bir beyanda bulunamaz.
Değerli arkadaşlar, başka bir soru da şu: Deniliyor ki, "efendim, biz, şu ortamda -Amerika'da, önümüzdeki günlerde Başkanlık
seçimleri de var- Amerika'yı karşımıza alamayız; çünkü, Amerika ile çok önemli konumlarımız, durumlarımız var, savunma
bakımından, ekonomik bakımdan büyük ölçüde dışa bağımlıyız."
Peki, ben sizlere soruyorum: Eğer, gerçekten, savunma bakımından, ekonomik bakımdan biz dışa bağımlıysak ve Amerika ile
ilişkilerimiz bakımından, gerçekten endişe içerisindeysek, o, ne zaman ortadan kalkacaktır? Yani, Türkiye'nin ekonomik bakımdan
veya savunma sanayii bakımından dışa bağımlılığı üç ayda, beş ayda, iki senede, üç senede, beş senede ortadan kaldırılabilecek
bir durum mudur? Bunlar, çok kısa zamanda halledilemeyeceğine göre, o zaman, çok sevdiğimiz Refah Partili kardeşlerimiz,
iktidarları süresince, bundan sonra, hep Çekiç Güç'ün görev süresini uzatmaya mı kalkacaklar?!
Değerli arkadaşlar, şunu, kesin suretle ifade etmeliyiz ki, Amerika'nın Türkiye ile savaşacağı gibi bir ihtimal veya bütün
ilişkilerini koparacağı, Çekiç Güç'ün görev süresi sona erdirildiği takdirde bizim karşımızda yer alacağı, Türkiye'nin çok zor duruma
düşeceği varsayımları, asla, gerçekçi bir değerlendirmeye dayanmamaktadır. Türkiye, eğer, Çekiç Güç konusunda ret kararı alırsa -
ki, bunu mutlaka almalıdır- işte, o zaman Türk dış politikası yeni bir dönemi hep birlikte yakalamış ve o zaman Amerika, elbette ki,
Kuzey Irak'taki Barzani'yi, Talabani'yi değil, yine, netice itibariyle, Türkiye'yi tercih edeceği için, Türkiye "gelin, yeni dönemi birlikte
konuşalım" diyecek ve işte o zaman Amerika, Türkiye ile pazarlık masasına oturacaktır.
Değerli arkadaşlar, son günlerde, bir de bu pazarlık konusu üzerinde çok durulmuştur. Hükümet tarafından denilmiştir ki -âdeta,
şu mesaj verilmiştir- "biz, Çekiç Güç'ün görev süresini uzatmaya uzatacağız; ama, siz de, ABD olarak, Batılı ülkeler olarak, gelin,
Türkiye'ye birtakım tavizler verin"
Değerli arkadaşlar, bu üslup yanlıştır; bu üslupla, Türkiye'nin elde edebileceği bir şey de yoktur. Sayın Erbakan "biz, Amerika
Birleşik Devletlerini karşımıza alamayız; biz, Çekiç Güç çeksin, gitsin diyemeyiz" derse; öbür taraftan, Millî Güvenlik Kurulu da, bu
görüşmeler yapılmadan birkaç gün önce "Çekiç Güç'ün görev süresinin uzatılması ve Hükümete yeniden bildirilmesine karar
verilmiştir" diye bütün dünyaya açıklama yaparsa; bu ortamda, Amerika'nın veya Batılı ülkelerin, sizinle hiçbir pazarlığa oturması
mümkün değildir; çünkü, Amerika'nın da, Batılı ülkelerin de bizimle ciddî bir pazarlığa oturmalarını temin etmek, ancak, burada,
ret kararı almakla başlatılabilirdi; Türkiye Büyük Millet Meclisinde ret kararı alınmalı, ondan sonra da, yeni bir dönemin başladığı
dosta düşmana, herkese duyurulmalıydı ve bu, o zaman olurdu.
Nitekim, pazarlık ediyoruz filan denilen şeylerin neticesinde ortaya çıkan hiçbir şeyin olmadığı ortadadır. Neymiş efendim;
Amerika, deklarasyon yayımlamış da; Irak'ın bağımsızlığını, toprak bütünlüğünü koruyacağını, PKK'ya karşı Türkiye'ye yardım
edeceğini söylemiş.
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
BAŞKAN – Sayın Kırış, 1 dakikanız var efendim.
RECEP KIRIŞ (Devamla) – Teşekkür ederim Sayın Başkanım.
Peki, Amerika, şimdiye kadar, ben, Kuzey Irak'ta yeni bir devlet kuruyorum mu demişti?.. Peki, Amerika şimdiye kadar, ben
PKK'ya destek oluyorum mu demişti? Elbette ki, Amerika böyle bir beyanda bulunmadı ve bundan sonra da bulunmayacaktır.
Değerli arkadaşlar, o bakımdan, Amerika'nın bu beyanlarını, sadece ve sadece, laf olarak görmek gerekir; lafın ötesinde bir
kıymeti harbiyesi de yoktur. Kimse kimseyi bu yönde yanıltmaya kalkmasın; kendimizi de aldatmayalım muhterem arkadaşlarım.
Değerli arkadaşlar, sözlerimi bağlayacağım; ancak, burada, şunları ifade etmek istiyorum: Eğer, çok sevdiğimiz Refah Partili
arkadaşlarımız burada içim yanarak bunu söylüyorum; bugün, bu oylamada ret kararı veremezlerse, bir daha asla ret kararı
veremezler.
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
BAŞKAN – Buyurun, size de eksüre veriyorum, toparlayın efendim.
RECEP KIRIŞ (Devamla) – 2 dakika mı sayın Başkan?
BAŞKAN – Evet.
RECEP KIRIŞ (Devamla) – Teşekkür ederim.
Değerli arkadaşlar, burada şunu da söylemek istiyorum: Benim sözlerim Refah Partili arkadaşlarımız tarafından "bizi köşeye
sıkıştırıyorlar" gibi filan algılanmasın. Bizim, bugüne kadar kendilerine nasıl baktığımızı kendileri de biliyorlar. Herkes,
seçimden sonra kendilerini dışlarken "Refah Partililer Rusya'dan gelen insanlar değil; o da rejimin içinde, yasal olarak kurulmuş
parti" diyen ve kendilerini savunan biziz. Herkes "onlar gelirse memleket karanlığa gider" derken "kimse bundan korkmasın" diyen
biziz; ama, şu an, acı da olsa doğru söylemek durumundayız; çünkü, dost acı söyler. Onun için, biz, kendilerini ciddî şekilde
uyarıyoruz. Zaten, Türkiye'de siyasetçiye güven büyük ölçüde kayboldu; çünkü, nedense "dün dündür bugün bugündür" anlayışı
herkeste görülmeye başladı. Biz, Refah Partisinin de aynı kategoriye dahil olmasına -doğrusu- razı değiliz; çünkü, bugün Refah
Partisi de aynı konuma düştüğü takdirde, sadece Refah Partisi yıpranmış olmayacak, netice itibariyle, Türkiye'de siyasete olan güven
gittikçe daha da azalmış olacaktır.
Değerli arkadaşlar, taviz tavizi doğurur. Ben, Refah Partili kardeşlerime sesleniyorum: Eğer, siz, Çekiç Güç konusunda bugün
evet oyu verirseniz, yarın, "geldiğimiz zaman, gelir gelmez iptal edeceğiz" dediğiniz İsrail ile anlaşma -hatta yeni anlaşmalar da-
önünüze konur; yarın yine, başörtüsüyle ilgili, sizin üzerinize birtakım baskılar gelir ve siz o konuda hiçbir şey yapamazsınız; diğer
taraftan, siz, Gümrük Birliği konusundaki bütün söylemlerinizden vazgeçer, yine, o konuda, daha önceki adımları devam ettirmek
zorunda kalırsınız...
Ben, sözlerin önemli olduğunu ifade ediyorum. Refah Partili arkadaşlarımızın, gerçekten, sözlerine önem vermelerini istiyorum.
Siz, kendi sözlerinize önem vermezseniz sizin sözünüze kimse önem vermez.
Değerli arkadaşlar, gelin, bir yanlışlık yapmayalım; gelin, yeni bir dönemi birlikte başlatalım. Bu şeref hepimize ve özellikle de
Refah Partisine ait olsun; ama, size ait olan, size yönelen umutları yok etmeyin. Refah Partisinin tabanında yer alan ve tertemiz
umutlarla bu partiye bağlanan insanları hüsrana uğratmaya kimsenin hakkı yok, memleketi yeni bir umutsuzluğa götürmeye kimsenin
hakkı yok, siyasete güveni zedelemeye kimsenin hakkı yok. Gelin, bu yeni dönemi hep birlikte başlatalım diyorum; ama, şunu da
söyleyeyim ki, mülk Allah'ındır, Allah onu dilediğine...
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
BAŞKAN – Sayın Kırış, lütfen... Son cümlenizi söyleyin efendim.
RECEP KIRIŞ (Devamla) – Bugün, gelmiş oldukları konuma gerçekten layık olmayanlar, o konumlarını kaybederler. Bir Refah
Partisi gider, bir Büyük Birlik Partisi gelir; ama, mesele, Refah Partisinin gitmesi, Büyük Birlik Partisinin gelmesi değil, demin
söylediğim gibi, her şeyden önemli olan memleketimizdir, milletimizdir, milletimizin meseleleridir ve söylediğimiz sözlere, vaatlere
bağlı kalmaktır.
Hepinizi sevgiyle, saygıyla selamlıyorum; alınacak kararın hayırlı ve uğurlu olmasını temenni ediyorum. (BBP sıralarından
alkışlar)
BAŞKAN – Teşekkür ederim Sayın Kırış.
Sayın Hayrettin Uzun, buyurun. (ANAP sıralarından alkışlar)
Sayın Uzun, konuşma süreniz 10 dakika efendim.
HAYRETTİN UZUN (Kocaeli) – Sayın Başkan, saygıdeğer milletvekileri; hepinize, şahsım adına saygılarımı sunuyorum ve
Yüce Milletimize saygılarımı sunuyorum.
Ben, bugün, Çekiç Güç'ün görev süresi uzatılsın mı, uzatılmasın mı tartışmasına girmeyecektim; ancak, esas konuşmama
başlamadan önce, Refah Partisi sözcüsünün bazı yanlışlarını düzeltmek istiyorum.
Birincisi, bugün, uzatma kararının 11 incisi alınmaktadır; yani 20 kere uzatma yapılmamıştır.
Bir diğer nokta, bugüne kadar alınan bütün Meclis kararlarıyla Hükümete yetki verilmiştir; yani, görev süresi içerisinde, Çekiç
Güç'le ilgili gerekli tedbirleri almaya, gerekli değişiklikleri yapmaya, gerektiği takdirde bunu sona erdirmeye dönük olarak Meclis,
hükümete yetki vermiştir; onu da açıklamak durumundayım.
Refah Partisi sözcüsü "ilk defa, değişik bir hükümet tezkeresi geldi" diyor. Evet, hükümet tezkeresi yazmakta, diğerlerinden daha
başarılı olduğunu ifade etmiş oldular. Esas olan, hükümet tezkeresi yazmak değil, ciddî anlaşmalar, ciddî uzlaşmalar yapmak ve
bunu da, belirli uluslararası anlaşmalara bağlayarak, yazılı kurallara bağlayarak buraya getirmektir; yoksa, sözlerin, diğer şeylerin
hiçbir önemi yoktur.
Tabiî, bu Çekiç Güç konusu çok önemli, Türkiye için çok önemli, yıllardır tartışılıyor; ama, zannederim ilk defa, bir Dışişleri
Bakanı, konusuyla ilgili olarak, bugün, burada bulunmuyor. Belki, çok daha önemli mazereti vardır, onu ben bilemiyorum; ancak,
bunu yadırgıyorum. (ANAP sıralarından alkışlar)
ALİ RIZA GÖNÜL (Aydın) – Gelecek, gelecek_ Merak etmeyin.
HAYRETTİN UZUN (Devamla) – Yok, bu benim sorunum değil; bir tespit yapıyorum ben.
Evet, Çekiç Güç'ün süresi uzasın mı, uzamasın mı tartışmalarına girmeyeceğimi söylemiştim. Nasıl olsa uzayacak, daha önce
10 kere uzamış, şimdi 11 inci kere de uzayacak. Yalnız, yine burada garipsediğim bir şey var, Refah kanadı, sürekli, bunun
uzamasının -geçmişte uzamasının ve yine uzamasının- nedenini Doğru Yol Partisi olarak görüyor; yani, dışpolitikada, tamamen
Doğru Yol Partisinin sözlerinin, söylemlerinin geçerli olduğunu söylüyor. Demek ki, diğer politikalarda Refah Partisinin söylemleri
geçerli; ama, dışpolitika, tamamen Doğru Yolun söylemleri doğrultusunda yürüyor.
SAFFET ARIKAN BEDÜK (Ankara) – Aramızı açmaya çalışmayın.
HAYRETTİN UZUN (Devamla) – Aslında, söylemiştim, Çekiç Güç'ün görev süresi, burada, bu Mecliste uzayacak.
Sayın Başbakanımızın, Hocamızın, güzel bir deyimi var "garson devlet" diye. "garson devlet" deyimi olarak... Tabiî, hizmet
alanlar aynı, hizmetin niteliği belli, sadece, garsonlar değişiyor. O bakımdan, bu hizmet devam edecek gözüküyor; Refah Partisindeki
bu yeni işlevine kısa bir sürede adapte olacakları, alışacakları gözüküyor; şimdiden anlaşılmış.
Benim, söylemek istediğim şey şu: Bu konu ayrı bir konu; ama, boru hatları meselesinin buna bağlanmasını son derece yanlış
buluyorum. Boru hatlarıyla Çekiç Güç'ün hiçbir alakası yok, petrol olayının bu olayla hiçbir ilgisi yok. Kerkük-Yumurtalık Petrol
Boru Hattı, Türkiye Irak anlaşmasının bir gereği olarak faaliyete geçmiş ve bu anlaşmanın gereği olarak, petrol akıtmıştır. Oysa,
bugün, 1991'de alınan 687 sayılı Birleşmiş Milletler Kararına göre, Irak Halkının insanî ihtiyaçları dolayısıyla, gereksinim
duyulan paranın bulunması amacıyla, birkısım petrolün ihracı söz konusudur, esas olan budur. Türkiye, bu olayda taraf değildir.
Boru hattının açılıp açılmaması konusunda Türkiye taraf değildir; taraf olan, Birleşmiş Milletler ve Irak'tır.
Konuşulan konu, 2 milyarlık petrolün ihraç edilerek -yine, Birleşmiş Milletlerin koyduğu şartlar çerçevesinde ihraç edilerek-
bunun gelirlerinin bir kısmının tazminatlar fonuna, bir kısmının, bu iş için organize olmuş Birleşmiş Milletler personelinin
masraflarına, bir kısmının, Kuzey Irak'taki Kürt Bölgesine insanî yardımda kullanılmasına ve yüzde 50'sinin de, Irak Halkının
insanî yardımlarında kullanılmasına yöneliktir dediğim gibi, 1991/687 sayılı Birleşmiş Milletler Kararı gereğince.
Tartışmalar o günden beri devam ediyor ve bunun, bugüne kadar yürürlüğe girmemesinin en önemli nedeni, Irak'ın,
hükümranlık haklarını öne sürerek, bu bölgede dağıtılacak insanî yardımın kendi kontrolünde yapılması ısrarından
kaynaklanıyor; yoksa, boru hattının açılması, petrolün ihracı, Türkiye'nin ihtiyacına yönelik değildir ve Türkiye, dediğim gibi, bu
olayda taraf değildir.
1994-1995 yıllarında önemli gayretler göstermiş Türkiye taraf olabilmek için ve bu petrolün ihracından elde edilen gelirin,
Türkiye'de, bir bankada bloke edilmesi ve bunun karşılığında, Türkiye'den ihracın yapılması şeklindeydi... Şimdi, 1995 yılında
alınan 986 sayılı Karar gereğince, Türkiye'de değil, uluslararası, önemli, çok büyük başka bir bankada bir Irak hesabı açılacak. Bu
ihraçtan elde edilecek 2 milyar dolarlık gelir, tamamen bu hesaba yatacak ve bu hesabın, bu, petrolün ihracı da, tamamen Birleşmiş
Milletler Yaptırımlar Komitesinin kontrolü altında olacaktır. O bakımdan, Türkiye-Irak Petrol Boru Hattının açılıp açılmama
meselesi değil...
İki ihraç yolu var: Ya Basra'dır ya Kerkük'tür. Basra'nın petrol müşterileri ayrıdır, Yumurtalık'ın petrol müşterileri ayrıdır.
Şimdi, petrol almak isteyen müşteriler, Birleşmiş Milletlere müracaat edecekler ve bir liste yapılacak. O liste üzerine, petrol
şirketleri, Irak hükümetiyle temas kuracaklar; Irak hükümetiyle yaptıkları anlaşmaların, fiyat ve miktar konusunda yapılan
anlaşmaların bir anlam ifade edebilmesi için, bu kontratların, bu anlaşmaların, yine, Birleşmiş Milletler Yaptırımlar Komitesi
tarafından tasdik edilmesi esasına bağlıdır.
Diğer şekilde, Irak halkına sağlanacak insanî yardım malzemeleri, Irak'ın serbest bir şekilde kullanımına tabi değil; yine,
Birleşmiş Milletler Yaptırımlar Komitesinin iznine tabi.
Burada, hesabın Türkiye'de açılmamış olması, Türk firmalarına herhangi bir öncelik tanınmamış olması ve Türkiye-Irak
ilişkilerinin yeterince gelişmemiş olması dolayısıyla, Türkiye, ne özel firma bazında ne devlet bazında, Irak-Bağdat'ta yoktur. Bu
nedenle, bugün, Fransızlar, İtalyanlar, İngilizler, Ruslar, hatta Ukraynalılar, ambargo sonrası Irak'ta meydana gelecek boşluğu
doldurmak üzere, gerekli bağlantıları yapmışlardır.
Dün akşam, Sayın Dışişleri Bakanımızın ve Hükümet Başkanımızın açıklamaları var "Yumurtalık Petrol Boru Hattı
açılıyor; 1 milyar dolar gelir gelecek" diye. Doğru Yol Partisinin sözcüsü zaten açıkladı... Aslında, oradan 1 milyar dolarlık petrol
akacak; ancak, Türkiye'nin alacağı gelir miktarı, azamî 50 milyon dolar civarındadır ve petrol boru hattı açılmıyor; buradan ihraç
ediliyor ve bu da altı aylık süre içindir; altı aydan sonra ne olacağı hususu belli değildir. Çünkü, Birleşmiş Milletler kararı,
Yumurtalık hattının açılması kararı değildir; insanî yardım nedeniyle, bir miktar petrolün ihracına yöneliktir ve her an, Birleşmiş
Milletler Genel Sekreterinin ve Yaptırımlar Komitesinin müdahalesine bağlıdır. Her üç ayda bir kontrol edecek, işler düzgün
yürüyorsa devam edecek, yoksa iptal edecektir. O bakımdan...
BAŞKAN – Sayın Uzun, 1 dakikanız var efendim.
HAYRETTİN UZUN (Devamla) – Bir de "Ürdün modeli" diye bahsediliyor; Türkiye'ye Ürdün modelinin uygulanacağı
meselesi... Aslında, Birleşmiş Milletlerin Ürdün'e özel ayrıcalık tanıdığına dair bir hükmü yok, Körfez Savaşından zarar görenlerle
ilgili Ürdün'e bir müsamaha var ve o müsamaha devam ediyor. Aynı müsamaha, bugüne kadar Türkiye'ye gösterilmiş değil.
Bir önemli husus da, Türkiye, artık Irak'la sınırdaş mıdır? Türkiye ile Irak arasında, o şekilde, bu şekilde oluşmuş ayrı bir
otorite var, Kuzey Irak otoritesi var. Siz, bu otoriteyle temas kurmadan, bu otoriteyle görüşmeden, Irak Hükümetiyle nasıl bir işlem
yapacaksınız?..
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
BAŞKAN – Efendim, size de 2 dakika eksüre veriyorum; lütfen, toparlayın.
HAYRETTİN UZUN (Devamla) – Söylemek istediğim en önemli husus, lütfen, Çekiç Güç'ü ayrı alıp onun konusunu tartışın.
Daha devam edip, tartışıp tartışmayacağımız, daha sonra da tartışacağımız belli değil. Belki, daha uzun bir süre konuşacağız bu
konuyu, petrol meselesini.. Ama, Çekiç Güç'ün süresini uzatma karşılığı bir rüşvet aldığımız şeklindeki imaj yanlıştır.
Teşekkür ediyorum, saygılar sunuyorum. (ANAP sıralarından alkışlar)
BAŞKAN – Teşekkür ederim Sayın Uzun.
Efendim, tezkere üzerindeki müzakereler bitmiştir.
Sayın Sungurlu, ben, tutanağı getirttim. Sizi hedef alan bir şey yok. İster misiniz açıklayayım?
MAHMUT OLTAN SUNGURLU (Gümüşhane) – Hayır, yok.
BAŞKAN – Sayın Çakan, gerçekten, sizin de dediğiniz gibi, bir şey var -zaten arkadaşımız da açıkladı- bütün uzatma
kararlarında -Resmî Gazeteleri de getirttim- şöyle denmekte: "gerektiğinde hareketi sona erdirmeye Bakanlar Kurulu yetkilidir."
Burada, Refah Partisi Grubu adına konuşan arkadaşımız, bir ifadeyi yanlış kullandı, düzeltmiş olduk.
ZEKİ ÇAKAN (Bartın) – İfade yanlışlığı değil... O zaman, söylediği o sözü geri alması lazım.
BAŞKAN – Efendim, şimdi, arkadaşımız yanlış bir ifade kullanmıştır; Burada herkes yanlış ifade kullanıyor; ama, hiçbiri
geri almıyor.
AGÂH OKTAY GÜNER (Ankara) – Geri alsın... Geri alsın...
BAŞKAN – Onun için, rica ediyorum... Yani, bir kimsenin kullandığı sözü geri aldırmaya, zorlamaya da hakkımız yok.
Evet, tezkere üzerindeki müzakereler bitmiştir.
Tezkere üzerinde verilmiş bir önerge vardır; okutuyorum:
Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına
Ülkemizde konuşlandırılan Çokuluslu Güç'ün görev süresinin uzatılmasına ilişkin Bakanlar Kurulu kararına ait tezkereye,
onbirinci satırda yer alan "Çokuluslu Güç'ün" ibaresinden sonra gelmek üzere, aşağıdaki metnin ilave edilmesini arz ve teklif ederiz.
Saygılarımızla.
Mustafa Cumhur Ersümer Murat Başesgioğlu Zeki Çakan
Çanakkale Kastamonu Bartın
ANAP Grup Başkanvekili ANAP Grup Başkanvekili ANAP Grup Başkanvekili
Irak'taki otorite boşluğunun getirdiği sakıncaların giderilmesi, sulhun temini için, bölgede yaşayan Türkmen, Kürt ve diğer
unsurlarla, merkezî Irak yönetimi arasındaki işbirliğinin sağlanması, ülkemizin güvenliği açısından, tespit edilen diğer tedbirlerin
alınması için, Hükümetçe gerekli girişimlerde bulunulmak ve Zaho'daki Askerî Koordinasyon Merkezinin, en son 31 Ekim 1996
tarihine kadar Türkiye'ye taşınması ve yeniden yapılandırılması şartıyla, görev süresinin, aynı tarihe, 31 Ekim 1996'ya kadar
uzatılmasına, süre uzatımı sonuna kadar, Zaho'daki Askerî Koordinasyon Merkezinin Türkiye'ye taşınmaması halinde, Çokuluslu
Güç'ün görev süresinin kendiliğinden bitmesine ve faaliyetlerinin sona ermesine.
BAŞKAN – Sayın Başesgioğlu, söz istiyor musunuz?..
MURAT BAŞESGİOĞLU (Kastamonu) – Evet.
BAŞKAN – Size, 5 dakikalık söz vereyim; çünkü, İçtüzükte "5 dakikayı geçmemek üzere söz verilir" deniliyor. Rica ediyorum,
5 dakikayla bağlı kalın efendim.
MURAT BAŞESGİOĞLU (Kastamonu) – 2 dakika toleransını bize de tanırsınız Sayın Başkan.
BAŞKAN – Başkan olarak, bizim yetkimiz sınırlandırılmış.
Buyurun efendim.
MURAT BAŞESGİOĞLU (Kastamonu) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; biraz önce Yüksek Başkanlıkça okunan önerge
üzerinde söz almış bulunuyorum.
Önergemiz, Yüce Genel Kurulun da muttali olduğu gibi, Zaho'daki Askerî Koordinasyon Merkezinin Türkiye'ye taşınması
şartıyla, 3 aylık süre uzatımını öngörmektedir.
Grubumuz adına konuşan Sayın Sungurlu'nun da ifade ettiği gibi, Anavatan Partisi olarak, Çokuluslu Güç konusundaki en
büyük endişelerimizden birini deZaho'daki koordinasyon merkezi teşkil etmektedir. Gerek Kuzey Irak'ta yaratılan otorite boşluğunun
doldurulması gerekse Hükümet dışı sivil kuruluşların faaliyetlerinin kontrol edilmesi açısından bu merkez çok büyük önem
taşımaktadır.
Biz, şimdi, temenni ederdik ki, biraz evvel, burada, Refah Partisi adına konuşan değerli kardeşim "bugüne kadar getirilmiş olan
Bakanlar Kurulu tezkerelerinden çok farklı bir tezkere getirdik" derken, bu tezkere kapsamında, bu tezkere mahiyetinde, "Zaho'daki
merkezin de Türkiye'ye taşınması" ifadelerinin yer almasını isterdik.
Bu, yeni getirilen Bakanlar Kurulu tezkeresinin, bugüne kadar getirilen Bakanlar Kurulu tezkerelerinden hiçbir farkı yoktur.
Sadece metinlerdeki ifade yazılışlarının ve tasarımlarının değişik olması, ifadenin ve Bakanlar Kurulu tezkeresinin mahiyetini
değiştirmez. Değerli arkadaşlarımızın söylediği gibi, Çokuluslu Gücün görev süresini bitirmek konusu, bütün Bakanlar Kurulu
tezkerelerinde yer almıştır.
Yine, Refah Partisi adına konuşan değerli arkadaşımız, Refah Partisi dışında bütün Meclisi kastederek "bugüne kadar, beş yıl
süreyle kıvırttınız" gibi bu kürsünün ağırlığına yakışmayacak bir ifadede bulundu. Bunu Meclisteki hiçbir partimizin kabul etmesi
mümkün değildir. Eğer, Sayın Arınç'ın sözlerini bu manada alırsak, bugün, Refah Partisi büyük bir değişim yaşamaktadır, Sayın
Başbakanımızın ifadesiyle. Bu değişimde, muhalefette bulundukları süre içerisinde, Çekiç Güç'ü inkâr eden, Çekiç Güç'ü reddeden
bir parti olarak, bugün -30 Temmuz itibariyle- Çekiç Güç'ün süresinin uzatılması için, hem de 5 ay süreyle uzatılması için, Bakanlar
Kurulu tezkeresinin altına imza koymaktadır. Evet, bu değişim, Refah Partisine ve Sayın Başbakanımıza hayırlı olsun diyoruz;
ama, değerli Refah Partililer, şu lüksü, hiç kimse size vermez: Hem iktidar koltuğunu, sıralarını işgal edeceksiniz hem de muhalefet
yapacaksınız! Bu kürsüden, bu çifte standardı, bu lüksü yapmaya hakkınız yok. Refah Partisi olarak, kendi doğrularınız dışında
başka doğruların olduğunu da hükümet etme sorumluluğunu aldığınız sürece teker teker tadacaksınız. Bunu, kendi kamuoyunuza,
kendi seçmeninize anlatmanın takdiri de size aittir.
Ben, tekrar, önergemize dönüyorum ve Anavatan Partisi Grubu olarak, Zaho'daki bu koordinasyon merkezinin, Çokuluslu Güç'ün
önümüzdeki günlerdeki işleyişi ve konumu içerisinde çok önemi bir yer tutacağına inanıyorum.
Yüce Meclisten ve özellikle, İktidar Partisi Grubuna mensup değerli arkadaşlarımdan, bu önergemize hassasiyetle bakmalarını,
özellikle, bu koordinasyon merkezinin Türkiye'ye taşınması konusundaki hassasiyetimize katılmalarını, katkı vermelerini rica
ediyor; bu vesileyle Yüce Meclise saygılar sunuyorum. (ANAP sıralarından alkışlar)
BAŞKAN– Teşekkür ederim Sayın Başesgioğlu.
Önergeyi oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler... Kabul etmeyenler... Önerge reddedilmiştir.
Oylamadan önce, bir açık oylama isteği vardır; ama, önce tezkereyi okutacağım.
(ANAP Grubu milletvekilleri Genel Kurul salonunu terk ettiler)
Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına
Körfez Savaşını takiben Kuzey Irak'ta meydana gelen olaylar sonucunda, ülkemize yönelen ve sınırlarımızın fizikî güvenliğini
tehdit etmekle kalmayıp, aynı zamanda ekonomik ve sosyal düzenimizi de zorlayacak boyutlara erişen toplu göç hareketinin
tekrarına yol açabilecek gelişmeleri, Irak'ın toprak bütünlüğünü koruyarak caydırmak, gerekirse bu gelişmelere mâni olmak, Kuzey
Irak'ta bölge halkının insanî ihtiyaçlarının karşılanabilmesinin güvenlik içinde devamını sağlamak amacıyla, Birleşmiş Milletler
Güvenlik Konseyinin 688 sayılı Kararı da göz önünde tutularak, Türkiye Büyük Millet Meclisinin 17.1.1991 tarih ve 126 sayılı
Kararına dayanılarak başlatılan "Provide Comfort II" huzur harekâtı çerçevesinde ülkemizde konuşlandırılan Çokuluslu Güç'ün
görev süresinin 31 Temmuz 1996 tarihinden itibaren 5 ay süreyle uzatılmasına;
Çokuluslu Güç'ün yapısı, konuşlandırılması ve bu güçteki Türk askerî personelinin sayısının artırılması,
Güce bağlı yabancı ülke silahlı kuvvetler personelinin ve gücün ülkemizde tabi olacakları statünün tayini,
Kuzey Irak'taki Türkiye'yi tehdit eden her türlü terörist yapılanmanın ve Irak'ın bölünmesini hedef alan faaliyetlerin önlenmesi,
Sınır güvenliğinin sağlanması,
Bölgenin ekonomik canlılığını kazanabilmesi için, Birleşmiş Milletler Sözleşmesinin, ambargodan zarar gören ülkelerle ilgili
50 ve 51 inci maddeleri uyarınca, Türkiye'nin zararlarının telafisi,
Türkiye'nin güce katkısı ve bu gücün Türkiye menfaatlarına uygun biçimde kullanılması
ile ilgili bütün kararları almaya ve gerektiğinde harekâtı sona erdirmeye Bakanlar Kurulunun yetkili kılınması için Anayasanın
92 nci maddesine göre izin verilmesini arz ederim.
Prof. Dr. Necmettin Erbakan
Başbakan
BAŞKAN – Sayın Gözlükaya, açık oylama önergenizi geri mi çekiyorsunuz?
MEHMET GÖZLÜKAYA (Denizli) – Evet efendim. Açık oylama önergemizi geri çekiyoruz, oylama işaret oyuyla yapılsın.
BAŞKAN – Peki efendim.
Açık oylama önergesi geri verilmiştir; o zaman oylama, işaret oyuyla yapılacaktır.
Tezkereyi oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler... Kabul etmeyenler... Tezkere kabul edilmiştir. Hayırlı, uğurlu olsun.
İşte görüldüğü gibi, Çekiç Güç'ün görev süresinin uzatılması iktidarda iken değişik görünüyor, muhalefette iken değişik
görünüyor. (DSP ve CHP sıralarından alkışlar [!]) Yani, arkadaşlar, Çekiç Güç, iktidarda, uzatmayı gerektiren bir görüntü veriyor,
onun için bunu kabul edeceğiz.
Birleşime 15 dakika ara veriyorum.

Kapanma Saati: 18.57

İKİNCİ OTURUM
Açılma Saati: 19.14
BAŞKAN: Başkanvekili Kamer GENÇ
KÂTİP ÜYELER: Ünal YAŞAR (Gaziantep), Kâzım ÜSTÜNER (Burdur)


BAŞKAN – Türkiye Büyük Millet Meclisinin 84 üncü Birleşiminin İkinci Oturumunu açıyorum.
Sayın milletvekilleri, çalışmalarımıza kaldığımız yerden devam ediyoruz.
III. – BAŞKANLIĞIN GENEL KURULA SUNUŞLARI (Devam)
C) TEZKERELER VE ÖNERGELER (Devam)
7. – On ilde uygulanmakta olan olağanüstü halin, 31.7.1996 günü saat 17.00’den geçerli olmak üzere dört ay süre ile
uzatılmasına ilişkin Başbakanlık tezkeresi (3/422)
BAŞKAN – On ilde uygulanmakta olan olağanüstü halin, 31.7.1996 günü saat 17.00'den geçerli olmak üzere dört ay süreyle
uzatılmasına ilişkin Başbakanlık tezkeresi vardır; okutuyorum:
Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına
Türkiye Büyük Millet Meclisinin 18.6.1996 tarihli ve 436 sayılı Kararı uyarınca, Batman, Bingöl, Bitlis, Diyarbakır, Hakkâri,
Mardin, Siirt, Şırnak, Tunceli ve Van İllerinde devam etmekte olan Olağanüstü Halin, yasal ve idarî düzenlemeler tamamlanıncaya
kadar, 31 Temmuz 1996 günü saat 17.00'den geçerli olmak üzere dört ay süreyle uzatılmasının Türkiye Büyük Millet Meclisine arzı,
Bakanlar Kurulunca 27.7.1996 tarihinde kararlaştırılmıştır.
Gereğinin yapılmasını saygılarımla arz ederim.
Prof. Dr. Necmettin Erbakan
Başbakan
BAŞKAN – Sayın milletvekilleri, bu tezkere üzerinde de İçtüzüğün 72 nci maddesine göre görüşme açacağım.
Görüşmede, gruplara, Hükümete ve şahısları adına iki milletvekiline söz vereceğim; müzakere sonunda da tezkereyi oylarınıza
sunacağım.
Gruplar ve Hükümet adına söz süresi 20'şer dakika, şahıslar adına 10'ar dakikadır. Hükümet, isterse, uygulamalarımız gereği
önce kısa bir açıklama yapabilir.
Sayın Bakan, önce kısa bir açıklamak yapmak ister misiniz?
İÇİŞLERİ BAKANI MEHMET AĞAR (Elazığ) – Evet.
BAŞKAN – Buyurun efendim.
İÇİŞLERİ BAKANI MEHMET AĞAR (Elazığ) – Sayın Başkan, saygıdeğer milletvekillerimiz; olağanüstü hal
uygulamasının, dört aylık süre için, 28 inci kez uzatılması teklifiyle yüce huzurlarınıza gelmiş bulunuyoruz.
Çok kısa bir açıklamayla iktifa edeceğim; Yüce Meclisimiz, bu konuyla ilgili benzer açıklamaları, benzer gerekçelerle, defalarca
dinlemiş bulunuyor.
Bugünkü gelinen nokta itibariyle, Türkiye'de, terörle mücadelenin ve özellikle daha yoğun biçimde olağanüstü hal bölgesi
sınırları içerisinde süregelen terörle mücadelenin, artık partilerüstü bir güvenlik politikası biçiminde şekillendiği hepinizin
malumudur. Ancak, bilinen bir gerçek de var ki, hiç bir hükümet, özellikle Meclisimiz, bu olağandışı yönetimin sürgit devam etmesi
konusunda arzulu değildir. Olağanüstü hal rejiminin devamı, mecburiyetten, zaruretten doğmuş. Üzülerek ifade etmek gerekir ki,
bugüne kadar geçen süreç içerisinde, yasalarımızda yapılacak birtakım değişiklikleri yapmak suretiyle olağan rejime dönme imkânı
var iken, bilinen nedenlerden dolayı, bu yasa değişiklikleri, maalesef, şu ana kadar realize edilebilmiş değildir. Ancak, olaya bir
başka yönüyle bakış açısı içerisinde olduğumuzda da, olağanüstü hal rejiminin getirmiş olduğu, özellikle bazı yetkilerin
tamamının, terörle mücadeleyi kolaylaştırma amacına dönük olduğu görülmektedir.
Uygulamada eleştirilebilecek olan birtakım konular, sadece olağanüstü hal rejiminin değil, normal rejimin de uygulandığı diğer
bölgeler için de söz konusu olabilir. Bütün bunların hepsini, zaman zaman fertlerin yanlış ve hatalı tutumlarından doğan tavırlar
olarak görmek daha doğrusudur. Hiçbir devlet, hiçbir hükümet ve onun yönetim tarzı, insanlarımızın mağdur olacakları, sıkıntıya
düşecekleri bir tavır, bir davranış içerisinde olamaz; bunu arzu etmeleri hiçbir zaman düşünülemez. Kaldı ki, 1987'den bu güne
kadar geçen bütün süreç içerisinde de, burada hizmet yapan tüm kamu görevlileri, terörle mücadelenin bir an evvel bitirilebilmesi,
buradaki insanlarımızın huzur, güven ve rahatlık içerisinde olabilmeleri ve bu olağandışı rejimden bir an evvel normale
dönülebilmesi için, olağanüstü de gayret sarf etmişlerdir; ancak -daha sonra, ihtiyaç duyduğumda, değerli grup sözcülerinin
konuşmalarının sonucunda, cevaplanması gereken konular var ise, onları cevaplandıracağım sırada ifade edeceğim gibi- zaman
zaman da bu konuda önemli sıkıntılarla karşılaşmışlardır.
Olayın, Türkiyemiz sınırları dışından kaynaklanan nedenleri konusunda hâlâ net bir çözüme ulaşmış değiliz. Bölgede, bütün
illeri kapsayan ve temadi eden olayların birkaç ilin sınırlarını zorlayan, daha fazla ilin sınırlarını zorlayan boyutu halen devam
edegelmektedir. Bu koordinasyonun sağlanması, olağanüstü hal rejiminin getirmiş olduğu yetkilerin son derece olumlu kullanılması
yönüyle de, meselenin büyük ölçüde aşılma durumunda olduğu gözden ırak tutulmamalıdır; ama, olayın psikolojik boyutu
açısından düşünüldüğü takdirde, uzunca zamandan beri, sıkıyönetimler, arkasından olağanüstü hal rejimleriyle idare edilen bu
bölgede bir an evvel normal yönetime geçilmeli ve olay da psikolojik açıdan rahatlatılmalıdır şeklindeki düşüncelere de saygı
göstermemek mümkün değildir.
Bugün, biz, inanıyoruz ki, Yüce Meclisimizin çatısı altında görev yapan bütün parlamenterlerimiz, elbette ki, terör gibi, bütün
ulusumuzu birinci derecede ilgilendiren ve her hükümetin birinci derecede meselesi olan, problemi olan bu konunun çözümünde ve
mücadelesinde, asgarî müştereklerde büyük ölçüde birleşmiş durumdadırlar; doğrusu ve doğal olanı da budur.
Türkiye'nin son derece önemli stratejik konumu ve bildiğimiz demografik ve coğrafî yapısı gereğince, bu ülkede, hiçbir zaman
gerginliğin yaratılmaması, bütün meselelere bir yumuşama, uzlaşma ve bir genel konsensüs içerisinde -özellikle terör gibi bir
meselede- bakılması ve bu işin devamını isteyen, ülkenin birliği, bütünlüğü aleyhinde sürekli faaliyet içerisinde olan bazı örgütler
ve onun yandaşlarının haricinde, milletimizin ezici bir çoğunluğunun, hangi siyasî parti içerisinde olursa olsun, ülkemizin birliği,
bütünlüğü, üniter devlet yapımız ve millî sınırlarımızın değişmezliği ve bu sınırlar içerisinde, bütün insanlarımızın,
Anayasamızda ifadesini bulan temel hak ve hürriyetler başta olmak üzere, bütün özgürlüklerden alabildiğine istifade edeceği ve
demokrasinin bütün nimetlerinden doya doya istifade ettikleri bir ortamın içerisinde olmaları, hiç şüphesiz ki, en önemli arzularıdır
ve bütün yurdumuzun her sathında olduğu gibi, bu bölgede de, bir an evvel, olağanüstü hal rejiminin kaldırılarak, normal rejim
içerisinde bu insanlarımızın da yaşamlarını bu tarzda sürdürmeleri ve bölgenin, diğer bölgelerimizde de hiç ihmal edemeyeceğimiz
coğrafî sıkıntılardan veya son dönemlerdeki ekonomik kalkınma hamlemizde yeteri ölçüde süratli olamamanın getirdiği sıkıntılar
sonucu ortaya çıkan birtakım ekonomik sıkıntıların da aşılabileceği günü hep birlikte özlemekteyiz. Bu konuda da,
Hükümetimizin, gerçekten, bu bölgedeki ekonomik problemlerin çözümünde ve bölgenin gerçekten ihtiyacı olan realist,
uygulanabilme özelliği olan projelerin gerçekleştirilmesinde büyük bir heyecan, büyük bir iştiyak ve büyük bir gayretle çalışacağı
yüksek malumlarınızdır. Onu, bu kürsüden, bir kez daha, sizlere ifade etmeyi de zevkli bir görev sayıyorum.
Bütün bunların yanında, bu bölgede -daha önce, gündemdışı konuşmada Sayın Göksoy'un da ifade ettikleri gibi- olağanüstü
bir özveri içerisinde, gerçekten, o bölgenin insanıyla bütünleşmiş, bütün moral değerleriyle kucaklaşmış ve bu insanların
problemlerinin çözümü yönünde, sadece güvenlik açısından değil, her türlü meselesinin çözümü yönünde büyük gayret sarf eden
valisi, kaymakamı, askerî birlik komutanları, polisi ve bütün kamu görevlileriyle beraber topyekûn bir seferberliğin, topyekûn bir
gayretin her dönemde var olduğunu biliyoruz; ancak, bilinmelidir ki, bu dönemde de, geçmişin daha ötesinde, fazlasıyla sağlanacak
imkânlar açısından da, buradaki insanlarımızın, hiç olmazsa günlük yaşayışlarındaki temel meselelerinin çözümü konusunda daha
fazla katkılar yapmakta çok ciddî bir azmimiz vardır, çok ciddî bir kararlılığımız vardır.
Olağanüstü hal uygulaması içerisinde, gerçekten, güvenlik güçlerimiz, bölgedeki problemin var olduğundan bu yana, büyük bir
gayretle, büyük bir fedakârlıkla, büyük bir vatanseverlik duygusu içerisinde çalışmaktadırlar. Onlar, hepimizden daha fazlasını
bilmektedirler ki, bölgedeki insanlarımızın desteği, onların her yönüyle -moral açısından olsun, sair açılardan olsun-vereceği güç
olmaksızın, terörle mücadelede kesin ve net bir başarıya ulaşma imkânı yoktur; karşılaştıkları bütün zorluklara rağmen -coğrafî
şartlardan olsun, iklim şartlarından olsun- bu konuda hiçbir taviz vermeksizin, hiçbir sıkıntıya düşmeksizin ve hiçbir gerilemeye
neden olmaksızın var güçleriyle mücadelelerini sürdürmektedirler ve bütün bu mücadeleleri boyunca, başta Yüce Parlamentomuz
olmak üzere bütün cumhuriyet hükümetlerimizin güvenlik güçlerimize vermiş olduğu desteğe de, elbette ki, güvenlik güçlerimiz
şükran hisleriyle doludur. Şehit olmak pahasına, hayatî uzuvlarını çok genç yaşlarda kaybetmek ve normal yaşamın dışına düşmek
pahasına, canlarından yaptıkları fedakârlıklardan dolayı, Bakanlığımız, Yüce Meclisimiz ve Hükümetimiz olarak, biz de
kendilerine şükran hisleriyle doluyuz. Bütün arzumuz, temennimiz, amacımız, Türkiye'nin hiçbir bölgesinde, hiçbir noktasında, bir
tek insanın canı bile yanmasın, bir tek insanımız ölmesin, bir tek insanımız sıkıntı içerisinde olmasın.
Elbette ki, Türkiye gibi son derece önemli konuma sahip olan bir ülkenin, dışarıdan kaynaklanan -içeride bazı işbirlikçileriyle
beraber- tarihin her devrinde gördüğümüz sıkıntılarla karşı karşıya kalmasının şaşılacak bir yönü yoktur. Önemli olan, başta
Meclisimiz olmak üzere, bütün anayasal kuruluşlarımızın, her noktada ve her şekilde, bu meselelere karşı uyanık, bugüne kadar
olduğu gibi, ciddî, hiçbir zaman çifte standarda cevaz vermeyen tavırlar içerisinde ve bu beraberlik içerisinde ve bütün temel
meselelerde var olduğunu gördüğümüz, büyük bir memnuniyetle müşahede ettiğimiz tavır beraberliği içerisinde olmamız ve yine,
Yüce Parlamentomuz başta olmak üzere, yüce milletimizle bütünleşmiş kompozisyonu içerisinde, bu sıkıntıların üstesinden
geleceğimiz günlerin de uzak olmadığını ifade ediyorum.
Önümüzdeki dönem içerisinde, Bakanlığımızda yapılmış olan, birçoğu da komisyonlarımıza intikal etmiş olan temel
kanunlarımız, İl İdaresi Kanunu başta olmak üzere, Köy Kanunu, 6136 sayılı Kanun ve bir de, burada, hakikaten fedakârca görev
yapmakta olan güvenlik güçlerimizin -olağanüstü halin kalkmasıyla beraber maddî açıdan önemli desteğe ihtiyaçları olduğunu ve
hakları olduğunu da hepimiz yakinen biliyoruz- sıkıntılarını gidermek için, güvenlik tazminatını karşılamaya ilişkin birtakım
yasal düzenlemeleri yapmak suretiyle, zannediyorum ki, önümüzdeki dönemden itibaren, olağanüstü hali, kademe kademe ve
nihayetinde de tamamen kaldırmak, bu Meclisin çalışma dönemine bağlı olacaktır. Ancak, olağanüstü halin kalkması durumunda,
elbette ki, operasyonların öneminin azalması veya operasyonların başarılı olabilmesi, netice alabilmesi yönünden, güvenlik
güçlerimizin ihtiyacı olan her türlü düzenleme ve organizasyonun yapılmasına da engel teşkil etmeyecek biçimde kanunî
düzenlemelerimizin de yapılacağı açık bir gerçektir.
Biz, bütün bunların gerçekleşeceği döneme kadar -zannediyorum ki, bu kürsüden çok söylendi; ama, bu sefer, bir kez daha tekrar
edelim ve yapma konusundaki kararlılığımızı da ifade ederek, son defa diyebileceğimiz şekilde- olağanüstü halin uzatılmasını
Yüce Meclisimizden talep ediyoruz.
Ben, bilinen gerekçelerle daha fazla zaman almamak açısından, saygılarımı arz ediyorum.
Daha sonra, grup sözcülerimizin konuşmalarından dolayı cevap ihtiyacı hâsıl olursa, bir kez daha söz alacağımı Başkanlık
makamına arz ediyorum. (DYP sıralarından alkışlar)
BAŞKAN – Teşekkür ederim Sayın Bakanım.
Efendim, tezkere üzerinde, şu ana kadar, ANAP Grubu adına Şırnak Milletvekili Sayın Salih Yıldırım; şahısları adına,
Diyarbakır Milletvekili Sayın Sebgetullah Seydaoğlu, Ankara Milletvekili Sayın Mehmet Ekici, İstanbul Milletvekili Sayın Algan
Hacaloğlu söz istemişlerdir.
HASAN HÜSAMETTİN ÖZKAN (İstanbul) – DSP Grubu adına İstanbul Milletvekili Sayın Bülent Tanla konuşacak.
BAŞKAN – Peki.
Buyurun Sayın Yıldırım.
Süreniz 20 dakika efendim.
ANAP GRUBU ADINA MEHMET SALİH YILDIRIM (Şırnak) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; olağanüstü halin
uzatılmasına dair Hükümet tezkeresi üzerinde, Anavatan Partisi Grubunun görüşlerini sunmak üzere huzurunuzdayım. Bu vesileyle,
Grubum ve şahsım adına hepinizi saygıyla selamlıyorum.
Değerli milletvekilleri, hepinizin bildiği gibi, olağandışı koşulların yaşandığı ülkemizde, 1978 yılında sıkıyönetim, 1987
yılında da, doğu ve güneydoğu illerimizin bir bölümünde olağanüstü hal yasası uygulandı ve bugün, Yüce Meclis, 29 uncu kez, bu
konudaki görüşmelere tanık olmaktadır. Öyle görülüyor ki, bu Yüce Meclis, daha pek çok farklı davranışlara ve garipliklere şahit
olacaktır.
Yürürlüğe girdiği günden beri, ilke olarak buna karşı tavır alan, çok sert mesajlar veren "hükümet olduklarında, bu duruma bir
saat bile tahammülleri olmadığını" söyleyen Refah Partisinin değerli sözcüleri, şimdi, hiçbir şey olmamış gibi olağanüstü hal
süresinin dört ay uzatılması istemiyle karşımızda bulunmaktadırlar.
Peki, birbiriyle bu denli çelişen durumun sebebi nedir? Olağanüstü halin uygulanmasını gerekli kılan koşullar ağırlaşmış
mıdır? Eğer hal böyleyse, Sayın DYP Genel Başkanının, güllük gülistanlık olarak gösterdiği, pikniğe davet ettiği güneydoğudaki
mantığıyla, görüşleriyle çelişmektedir.
Eğer, parti politikası olarak, sağlıklı ilkeler üzerinde, sağlıklı fikirler ve veriler üzerinde belirli bir tavır sağlanmamış, belirli
görüşler oluşturulmamışsa, particiliği ve politikayı, sadece başka partilerin görüşlerine karşı gelmek olarak düşünüyorlarsa -ki,
şimdiki sergilenen tablo daha ziyade bunu gösteriyor- bu çok sakıncalı bir konudur, çok sakıncalı bir durumdur. Bunu, biz, gelecek
nesillere ve politika yapmak isteyenlere anlatmakta çok zorlanacağız.
Değerli Refah Partisi sözcüsü -geçen hafta- olağanüstü halle alakalı görüşmeler sırasında, çok güzel bir tanımlamada bulundu,
"dün söylediğini bugün unutanların yakasına yapışma onurunu yaşayalım" dedi. Öyle zannediyorum ki, Sayın Hatipoğlu, yakasına
yapışacak çok sayıda insanı Refah Partisinde bulacaktır.
Bu kadar çok tartışılan, uğraşılan, emek sarf edilen konuda, bugün ulaştığımız nokta, vardığımız yer, maalesef tatminkâr
olmaktan çok uzaktır. Bunun sebebi nedir? Çünkü, soruna konulan teşhis yanlış olabilir mi? Hayır. Çünkü, çözüm için önerilen
alternatiflerin yetersizliği söz konusu olabilir mi veya hatalı olabilir mi? Belki.
Peki, soruna esas teşkil eden, olağanüstü halin oluşmasına neden olan koşullar nedir, konu nedir? Bazılarının söylemek istediği
gibi, bu bir halk hareketi midir? Hayır. Bazılarının söylemek istediği gibi, bu bir isyan mıdır? Kesinlikle hayır. Bu, sadece,
ülkemizi değil, tarihin çok eski zamanlarından beri, ülkeleri ve toplumları tehdit eden, boyutları bazen çok büyüyen, uluslararası
nitelik kazanan terörizmdir ve bugün bunun Doğu ve Güneydoğu Anadolu'daki temsilcisi de PKK'dır.
Demokratik toplumlarda vatandaşa, bireysel olarak kaderini tayin etme hakkı tanınmıştır; bu hakkın kimse tarafından gasp
edilmesi kabul edilemez; hele, bu hakkın, yasadışı mücadeleyi meşru kılmak için kullanılması hiç kabul edilemez. Fiilî bir gasp,
hukukî bir hak doğurmaz; bu nedenle, demokratik toplumlarda terörizm, sadece siyasal değil, aynı zamanda bir insanlık suçu olarak
görülmektedir. Çağdaş, özgürlükçü demokrasi anlayışı, her türlü fikrin ifade edilmesine izin verir; bu da, demokrasi dışı yolların
denenmesine gerek olmadığını göstermesi açısından, çok anlamlıdır.
1984 yılından beri gündemimize yerleşen, son beş yılda hızla tırmanan terör, Doğu ve Güneydoğu Anadolu Bölgelerinde sorun
yaratmayı, ülkeyi parçalamayı, bölmeyi amaçlamaktadır. Ülkemizin gelişmesinden, güçlenmesinden korkan ve tedirgin olan bazı
dış güçler ve mihraklar, maalesef, bu olumsuzluğa destek vermektedirler. Terör, uygulama alanı olarak, neden Doğu ve Güneydoğu
Anadolu'yu seçmiştir? Çünkü, yörenin coğrafyası buna müsaittir; çünkü, yörenin jeopolitik durumu buna müsaittir; çünkü, yörede
ekonomik, sosyal, eğitsel, kültürel, sağlık ve psikolojik sorunları olan bir toplum yaşamaktadır.
Bu sorunlu toplum kimlerden oluşmaktadır? Bu sorunlu toplum, Kürtlerden, Zazalardan, Araplardan ve Asurîlerden
oluşmaktadır. En büyük kitleyi oluşturan Kürtlerin, Türkiye Cumhuriyeti Devletinin sosyal ve kültürel coğrafyasındaki yeri
tartışılmaz. Başta ben olmak üzere, Türkiye Cumhuriyeti Devleti vatandaşı olmaktan onur duyan 70'e yakın Kürt parlamenter, bu
kutsal çatının altında görev yapmaktadır. Kürtlük, bir alt kimliktir; tıpkı, Türkmenlik, Çerkezlik, Azerîlik, Çeçenlik, Gürcülük,
Lazlık, Araplık, Zazalık gibi ve tüm bunlar birlikte Türk Ulusunu oluşturur. Türklük, bir üst kimliktir, millî simgedir. (ANAP, CHP
ve BBP sıralarından alkışlar)
Türk Ulusu, farklı etnisiteleri (ethnicité) ve kültürleri kendi özelliği ve zenginliği olarak kabul eder; ulusal birliği, kültür
alanında değil, siyasal alanda görür. Bugün, dünyadaki, 180 devletten 160'ı, etnik yapı açısından heterojen bir yapı oluşturur; ancak
20'ye yakın devlet, etnik açıdan, homojen bir görüntü sergilemektedir. Kürtlerin, Türklerle birlikteliğinin, altıyüzelli yediyüz yıllık
bir geçmişi vardır. Bu birliktelik, Allah'ın izniyle, Türkiye Cumhuriyeti Devleti içinde ilelebet sürecektir. Bundan kimsenin kuşkusu
ve korkusu olmamalıdır.
Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; bazı gerçeklerin burada tekrarlanması gerekmektedir. Kürtlerin kahir ekseriyeti, üniter
devletten yanadır. Kürtlerin kahir ekseriyeti, toprak bütünlüğünden yanadır. Bugün, Doğu ve Güneydoğu Anadolu'da küçük bir
azınlık, etnik bazda, terörist eylemlerde bulunmaktadır. Maalesef, dolaylı olarak, bazı vatandaşlarımızın bu olumsuzluğa
katıldığı bilinmektedir. Bu insanlar, bizim insanlarımız, eğrileriyle, doğrularıyla, güzellikleriyle, çirkinlikleriyle. Bunları
kazanmak, bunların sorunlarını düşünmek, düşünce ve tasarılarını açıklamak, aydınlatmak, bunlara rehberlik etmek, devlet olarak
bizim görevimiz, bizim sorumluluğumuz. Biz bunlara sahip çıkmadığımız takdirde, biz bunların sorunlarıyla ilgilenmediğimiz
takdirde, başkaları bunların sorunlarıyla ilgilenir; bunun suçu da, kusuru da, vebali de bizim olur.
Değerli milletvekilleri, yörede yaşayan Kürt halkının sorunları vardır. Uzun süreyi kapsayan, kronik hale gelmiş olan bu
sorunlara, geçmiş yönetimler, yeterli çözümler üretemeyince, terör örgütü, bunları, devlet aleyhine kullanır olmuştur. İşte, doğu ve
güneydoğu olaylarının altında yatan gerçek budur.
Bu durumda, devletin, teröre en etkin biçimde müdahale etmesi doğaldır. Güvenlik güçlerimizin, konunun güvenlik boyutuyla
yaptıkları mücadele her türlü takdirin üzerindedir. Olayların içerisinde yaşayan bir arkadaşınız olarak, bunu çok iyi biliyor, şahsım
ve Grubum adına, güvenlik güçlerimizin tüm mensuplarına teşekkürlerimi, takdirlerimi sunuyorum.
Uygulamada sıkıntılar yok mudur? Vardır. Hak ihlalleri yok mudur? Vardır. Yanlışlıklar yok mudur? Vardır. Bazen de,
bunlar, çok ciddî boyutlara ulaşmaktadırlar. Bunları saptamak, gerekli önlemleri almak, tekrarını önlemek, devletin, bizim,
hepimizin görevidir.
Şimdi, problemde, sorumluluğun diğer boyutu var ve bu sorumluluk da icranındır. Yöre halkının, kültürel özelliklerini, örf,
âdet, gelenek, görenek ve dilini yaşamasına olanak sağlamalıdır. Eğitimdeki düşük düzey ve bölgesel farklılık süratle giderilmelidir.
Yöre halkının yaşamına pratik katkılar getirecek meslek yüksekokullarına, meslek okullarına ve liselerine öncelik verilmelidir.
Yöre ekonomisinin temelini teşkil eden hayvancılık sektörü, büyük bir kriz içerisinde yok olma tehdidiyle karşı karşıyadır. Bu
durumun düzeltilebilmesi için, yol, su, elektrik, seyyar mandıra, veteriner hizmeti verilmesi kesin gerekmektedir. Et kombinaları,
işletme fonları, teşvik kredisiyle bu sektörün desteklenmesine katkı sağlanmalıdır.
Yalnız yöre için değil, tüm ülke için umut olan GAP Projesi ve yerel istihdamı hızla artıracak altyapıları süratle bitirmek
gerekmektedir. Yöre halkının sulu tarıma adaptasyonuna hazırlık yapılmalıdır, olanak sağlanmalıdır.
Temel sağlık hizmetinde belirli bir standart sağlayacak kadro, cihaz ve fizikî yapı ivedi olarak oluşturulmalıdır. Bugün için
sağlığın göstergesi kabul edilen bazı ölçütlerin ve verilerin, dünyayla karşılaştırıldığında yüzümüzü ağartacak rakamlar olarak
ortaya çıkmadığını belirtmek gerekiyor. Bugün, güneydoğu yöresinde ölüm oranı Türkiye ortalamasının iki katı ve doğum oranı
da ortalama olarak yüzde 3,8'dir; bu da Türkiye ortalamasının 2,2 katına tekabül etmektedir.
Yörede, yeraltı servetlerinin işletilmesine öncelik verilmelidir. Sınır ticareti, yöre için çok büyük önem arz etmektedir; bunun
kurumsallaşmasına katkı sağlamalıdır. Bölgesel bir kalkınma bankasının kurulmasında çok büyük yarar görülmektedir. Bölgesel
gelişme ve teşvik fonu oluşturulmalıdır.
Koruculuk sistemi ıslah edilmeli, bugünkü haliyle yaşam biçimine dönüşmesine olanak verilmemelidir. Terörün psikolojik
boyutu mutlaka görülmeli, yöredeki kamu hizmetlerinde gerekli hızı, etkinliği ve verimliliği sağlayacak, nitelikli, aksiyoner, devlet
sorumluluğu ve Allah korkusu olan idareciler görevlendirilmelidir.
Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; terörün yörede oluşturduğu en önemli olumsuzluklardan biri de göçtür. Çok yönlü
boyutları ve nedenleri olan göçün durdurulacağı ve yerleşim alanlarının tekrar iskâna açılacağına dair beyanları umutla ve
memnuniyetle karşılıyoruz; ancak, güvenlik sağlanmadan, yeterli altyapı oluşturulmadan iskâna müsaadenin önemli sorunlar
doğurabileceğini bilmek gerekmektedir. Hele, devletin taahhüdünü yerine getirememesinin oluşturacağı güvensizlik duygusu önemli
sorunlar oluşturabilir.
Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; dünyada teröre maruz kalan tüm ülkeler, antiterör yasaları çıkararak uygulamaya koyarlar;
İngiltere, İtalya, İspanya, Almanya buna örnek gösterilebilir. Ancak, terörü caydırıcı bir hukuk sistemi geliştirirken, terörün asıl
amacı olan toplumsal huzursuzluğu ve baskıcı yöntemleri artırmamak gerekmektedir. Uygulanacak güvenlik politikasının temelini,
hukukun üstünlüğü ve etkili adalet oluşturmalıdır. Gerek içeride ve gerekse dışarıda dışarıda çok eleştirilen Olağanüstü Hal
Yasası, ümit ediyoruz ki, yakında kaldırılacaktır. Olağanüstü halden normal hale geçişte, terörle mücadelenin etkili bir şekilde
devamına imkân verebilmek için, 53 üncü Hükümet tarafından titizlikle ve süratle hazırlanan uyum yasaları, maalesef, gözardı
edilmiştir. Bugün, Mecliste konuşulması gerekli konu ve gündemin başka olması gerekirdi diye düşünüyoruz.
Olağanüstü Hal Yasasında, 6136 sayılı Ateşli Silahlar ve Bıçaklar Hakkında Kanun, 1774 sayılı Kimlik Bildirme Kanunu, 442
sayılı Köy Kanunu ve 5442 sayılı İl İdaresi Kanununda önemli değişiklikler öngörülmüştür.
Olağanüstü Hal Yasasında bulunan ve yeni taslağa alınmayan yetkiler şunlardır:
İşyerlerinde hafta tatili, bayram, genel tatiller ile öğle dinlenmesine ilişkin kanunların uygulanmaması; belli yerleşim yerlerinde
yerleşimi yasaklamak, bu yerleri boşaltmak veya nakletmek; umuma mahsus yerler ile kulüp ve benzeri yerleri başka amaç için
kullanmak; kamu görevlilerinin yıllık izinlerini sınırlamak veya kaldırmak; tehlike arz eden binaları yıkmak; gazete, dergi, broşür,
kitap ve benzerlerinin basılmasını, yayınlanmasını, dağıtımını, dışarıda basılanların bölgeye sokulmasını yasaklamak veya izne
bağlamak, yasakları, yasaklı olanları toplatmak; işyeri kapatmak; söz, yazı, resim, film, plak, ses ve görüntü bantlarını ve sesle
yapılan yayınları, sahne oyunlarını denetlemek, sınırlamak veya yasaklamak; kamu düzen ve güvenliğini bozabilecek kişi ve
toplulukların bölgeye girişini yasaklamak, bölge dışına çıkarmak veya bölge içinde belli yerlere giriş çıkışları yasaklamak;
güvenlik nedeniyle, belli tesis ve teşekküllere giriş çıkışı sınırlamak veya yasaklamak; işçi çıkarmalarını izne bağlamak veya
ertelemek; dernek faaliyetlerini, üç ayı geçirmemek suretiyle durdurmak; grev, lokavt kararının en çok üç ay ertelemesini yapmak.
6136 sayılı Ateşli Silahlar ve Bıçaklar ile Diğer Aletler Hakkında Kanunun ek 8 inci maddesinin birinci fıkrasının
değiştirilmesine dair kanun tasarısıyla getirilen yenilikler:
Emniyet Genel Müdürlüğünce temin edilen tabanca ve mermilerin, çarşı ve mahalle bekçilerine, görevlerinde kullanılmak üzere,
bedeli mukabili zatî demirbaş silah olarak satılması öngörülmüştür.
Satılan silahların geri alınma usul ve esaslarıyla, satılma şekil ve şartları, zayii, hasar ve kadro standardı dışı bırakılması ile
ilgili esasların yönetmelikle düzenlenmesi hükme bağlanmıştır.
Kanunda yer alan "cürüm" yerine "fiil" tabiri kullanılmış ve bir yıllık ceza alt sınırı altı aya indirilmiştir.
Böylelikle, ateşli silahlarla suç işleyenlere ve taksirli suçlar hariç olmak üzere, altı aydan fazla hürriyeti bağlayıcı cezaya
mahkûm olanlara, affa uğramış olsalar bile, hiçbir surette silah ruhsatı verilmemesi hükme bağlanmıştır.
Bakanlar Kurulunca tespit edilecek illerdeki gönüllü ve geçici köy korucularının ellerinde bulunan ruhsatsız silah ve mermileri,
kanunun yürürlüğe girdiği tarihten itibaren 45 gün içinde teslim etmeleri halinde haklarında takibat yapılmaması ve hükmolunan
cezalarının affı öngörülmüştür.
İsteyenlere, teslim ettikleri tabanca ve tüfeklerinden birer adedine, harçsız olarak, valilerce taşıma veya bulundurma ruhsatı
verilmesi yine hükme bağlanmıştır.
Ruhsata bağlanan bu silahların veraset yoluyla intikali dışında, devir ve hibe edilemeyeceği ve satılamayacağı öngörülmüştür.
1774 sayılı Kimlik Bildirme Kanununda değişiklik yapan yasa tasarısıyla getirilen yenilikler:
Para cezaları günümüz şartlarına uygun olarak artırılmıştır.
Adlî yargıca verilen para cezalarının, kararla verilmesi ve tahsil edilmesi hükme bağlanmıştır.
BAŞKAN – Sayın Yıldırım, 2 dakikanız var efendim.
MEHMET SALİH YILDIRIM (Devamla) – Mahalle muhtarlarına da kimlik bildirme belgelerini onaylama yetkisi verilmiştir.
Lokal uygulama imkânı kaldırılmış, kanunun uygulanabilirliği genelleştirilmiştir.
Karakollara, il merkezlerinden de sorgulanabilen bilgisayar terminallerinin kurulması öngörülmüştür.
442 sayılı Köy Kanuna bir ek madde eklenmesine dair kanun tasarıyla getirilen yenilikler:
Geçici ve gönüllü köy korucularının göreve alınmalarıyla ilgili esas ve usuller düzenlenmiştir.
Pişmanlık Yasasından yararlananlara korucu olma imkânı sağlanmıştır.
Geçici köy korucularına, hiyerarşik durumlarına ve görev yaptıkları alanlara göre ilave ücret verilmesi öngörülmüştür.
Geçici ve gönüllü köy korucularına, başarı durumlarına göre ödül verilmesi hükme bağlanmıştır.
Korucular ile bakmakla yükümlü oldukları aile fertlerinin, tedavi ve ilaç bedellerinin ödenme esas ve usulleri belirlenmiştir.
Bunların cenaze giderlerinin devlet tarafından karşılanması uygun görülmüştür.
Korucular tarafından işlenebilecek disiplin suçları ve verilecek cezalar ile itiraz usulleri, açıklıkla düzenlenmiştir.
5442 sayılı İl İdaresi Kanununda değişiklik yapan tasarıyla getirilen yenilikler:
Hiçbir fonksiyonu kalmayan bucaklar kaldırılmıştır.
İdarede bütünlüğün korunması için, bölgesel kuruluşların oluşturulmasında, İçişleri Bakanlığının olumlu görüşünün
alınması şartı getirilmiştir.
Merkez valilerinin mülkiye müfettişi olarak çalıştırılması imkânı sağlanmıştır.
Vali ve kaymakamların disiplin ve sicil amirliği konusundaki yetkileri yeniden düzenlenmiştir.
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
BAŞKAN – Sayın Yıldırım, size de 2 dakika eksüre veriyorum, daha fazla uzatmam. Toparlayın efendim.
MEHMET SALİH YILDIRIM (Devamla) – Valilerin yardım istediği askerî birliklerin çapı, görev süresi, emir komuta, sevk ve
idaresiyle, işbirliği konularında açıklık getirilmiştir.
Valilerin sınır ötesi harekât isteyebilmesi hükme bağlanmıştır.
Olan tedbirlerin yetersiz kaldığı durumlarda, valilerin alabileceği ve geçici olan diğer tedbirler tek tek sayılmıştır.
Birden fazla ili ilgilendiren olaylarda, İçişleri Bakanlığı, bir valiyi, koordinasyonu sağlamak üzere, görevlendirebilecektir. Vali
ve kaymakamlara, ekonomik kalkınma ve planlama konularında yeni görev ve yetkiler verilmiştir.
Sivil hava meydanları, limanlar ve sınır kapılarında işbirliği ve koordinasyonu sağlayacak, denetim yapacak mülkî idare
amirinin görevlendirilmesi hükmü getirilmiştir. Ayrıca, olağan dışı durumlarda harcama yapma imkânı sağlanmıştır.
Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; böylece, mülkî idare amirleri yetki kullanırken tereddüte sebep olan konulara açıklık
getirilmiş, olağanüstü hal ve benzeri yönetim biçimine başvurmadan sorunların çözülebilmesinin ve olağanüstü halin
kaldırılmasının şartları sağlanmış olacaktır. Buna rağmen, Olağanüstü Hal Kanununda yer alan, yerleşim yeri boşaltma, kitap,
film, gazete ve benzeri yayınlar konusundaki yasaklamalar, grev ve lokavt erteleme, bazı kişileri bölge dışına çıkarma gibi yetkiler
bu tasarı taslağına alınmamış, temel hak ve özgürlüklerin zedelenmemesine özel itina gösterilmiştir.
17-24 Temmuz 1996 tarihlerinde olağanüstü hal için genel görüşme istemi ve olağanüstü hal görüşmeleri için sarf edilen gayret
ve harcanan zaman, yukarıda saydığım uyum tasarılarının Genel Kurula taşınmasına harcanabilseydi, bugünkü gündem çok farklı
olabilirdi. Anlaşıldığı kadarıyla, 54 üncü Hükümet, olağanüstü halin bir an önce kaldırılıp, güneydoğudaki halkın rahatını,
huzurunu onlara çok görmüştür; bunu, lüks kabul etmiştir.
Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; yalnız terör değil, millî bütünlüğümüzü ilgilendiren tüm konularda hepimize düşen görev,
dil, din, mezhep, etnik köken ayırımı yapmadan, Türkiye Cumhuriyeti Devletine ve Türk Ulusuna karşı sorumluluğumuzun gereğini
eksiksiz yerine getirmektir.
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
BAŞKAN – Sayın Yıldırım, lütfen, son cümlenizi söyler misiniz. Rica ediyorum...
MEHMET SALİH YILDIRIM (Devamla) – Bağlıyorum.
Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; Anavatan Partisi Grubu olarak, olağanüstü halin bir an önce ortadan kaldırılmasına
olanak sağlamak üzere, Meclisin tatil sürecini de göz önünde bulundurarak, uzatma istemini üç ayla sınırlayan bir önergeyi, Yüce
Meclisin bilgisine sunmak istiyoruz.
Gerekenin yapılacağına inanıyor, Yüce Meclisi saygıyla selamlıyorum. (ANAP sıralarından alkışlar)
BAŞKAN – Teşekkür ederim Sayın Yıldırım.
DSP Grubu adına, Sayın Bülent Tanla; buyurun efendim. (DSP sıralarından alkışlar)
Sayın Tanla, süreniz 20 dakikadır.
DSP GRUBU ADINA BÜLENT H.TANLA (İstanbul) – Teşekkür ederim Sayın Başkan.
Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; Hükümetin, Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına sunduğu olağanüstü hale ilişkin
tezkere üzerinde, Demokraktik Sol Parti Grubu adına yapacağım konuşmaya başlamadan önce, hepinizi saygıyla selamlıyorum.
Bilindiği gibi, güneydoğuda, yıllardır onarılamayan bir yara olan terörün ortadan kaldırılması için, Demokratik Sol Parti
Grubu olarak, bundan önceki Hükümete, olağanüstü hali dört ay uzatması yönünde destek sağladık. Sayın Genel Başkanımız, bu
desteğimizin nedenini de "kurulan yeni Hükümete daha iyi bir çalışma fırsatı vermek" biçiminde, defalarca vurguladı. Ayrıca,
olağanüstü halin dört ay uzatılmasıyla ilgili olarak yapılan son görüşmelerde, Partimizin, Hükümetçe, bu süre içerisinde yapılacak
hazırlıklara, getirilecek öneri ve düzenlemelere göre davranışını belirleyeceğini; bu süre içerisinde, milletvekillerimizin, bölgede
gerekli incelemeleri ve halkla temasları yaparak, çalışmalara katkıda bulunacaklarını açıklamıştı. İşte, bugün, 18 Haziran 1996
tarihindeki sözlerimizin bize vermiş olduğu sorumluluğu yerine getirmek üzere huzurlarınızda bulunmaktayız.
Konuşmamda, bölgede, farklı, ciddî ve sistemli biçimde gerçekleştirilen araştırmaların sonuçlarından hareketle, önerilerimizi,
Yüce Meclise ve kamuoyuna açıklamaya çalışacağım. Ayrıca, Yüce Meclise sunduğumuz önerilerimizi oluşturan kapsamlı
raporumuzu da, Demokratik Sol Parti olarak, Hükümetin değerlendirmesi için, görev bilinci içerisinde, kendilerine sunacağız.
Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; aradan geçen zaman göstermiştir ki, Anayol Hükümetine bölge için verdiği sözleri yerine
getirmesi yönünde tanınan fırsat iyi kullanılamamıştır. Burada, daha önce, Refah Partisi muhalefetteyken, partisi adına konuşma
yapan arkadaşımın "Allah nasip edecek, biz geleceğiz ve o olağanüstü hali kaldıracağız. Kalkar mı kalkmaz mı, bir gün bile devam
ettirilir mi ettirilmez mi; onu göstereceğiz" yönündeki hararetli konuşması üzerine de herhangi bir şey söylemeyeceğim.
ÖMER EKİNCİ (Ankara) – Doğru söylemiş.
BÜLENT H. TANLA (Devamla) – Bugün, içinde bulunduğumuz koşulları da, Demokratik Sol Partinin, ülke sorunlarına, siyah-
beyaz tonları gibi sert, tek düzeyli, ilkel davranışlar yerine, olumlu, ilkeli ve yol gösterici siyaset anlayışı çerçevesinde ve yapıcı bir
üslupla konuşmamı sürdürmek istiyorum. Çünkü, Demokratik Sol Parti olarak, ülkemizin en önemli konusu olan güneydoğu
sorununa yaklaşım biçimimizi, yörede yaşayan vatandaşlarımızın yaşam ve ekonomik güvencelerini sağlama, 65 milyon insanın,
güneydoğu ve terör sorununun vermiş olduğu huzursuzluk ve güvensizlik duygularının giderilmesi ve bu nedenle yapılan
harcamalardan ülke ekonomisinin yaşadığı olumsuz etkilerin giderilmesine yönelik olarak belirlemiş bulunuyoruz.
Olağanüstü güvenlik sorunlarına, sınırlandırılmış bir zaman diliminde, acil çözümler üretmeyi öngören ve geçici özellik
taşıyan bir yönetim biçimi olan olağanüstü hal uygulaması, ne yazık ki, şimdiye kadar, sorunun bitirilmesine dönük hiçbir sonuç
vermemiştir.
Doğu ve Güneydoğu Anadolu Bölgelerimizde, 19 Mart 1984'ten başlayarak, oniki yıldan beri devam eden bu yönetim
uygulaması, artık, olağan değil, kalıcı bir hale dönüşmüş, bu kadar uzun süren bir uygulamaya karşı, devlet terörün önüne
geçememiştir.
Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; çözüm götürmeye yönelik hatalı uygulamalar içeren yöntemlerin, ayrıca, yanlış ve
sorumsuzca uygulanması, bölgede, yeni sakıncaların da doğmasına neden olmaktadır. Üstelik, bu sakıncaların ve hatalarda
ısrarların devamı, mevcut olan problemlere yeni ve farklı problemler de eklemektedir. Kısacası, olağanüstü hal uygulamaları,
kesinlikle bir çözüm değildir. Bu uygulamaların pratikte yarattığı sakıncalar, beklenen çözümler yerine, bölgede yeni sorunların
doğmasına ve artmasına neden olmaktadır. Yetkililerin zaman zaman açıkladığı "olağanüstü hal ile terörün beli kırıldı" yönündeki
görüşlere katılmıyoruz.
Bu arada, Sayın Genel Başkanımızın her zaman vurguladığı gibi, "terörün belini kırarken, halkın gönlünü kırmamaya da
özen göstermeliyiz" görüşünün çok hassas bir duruma geldiğini görmekteyiz. Demokratik Sol Parti, terörle mücadelede birinci
koşulun halkı kazanmak olduğu inancındadır.
Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; olağanüstü hal uygulamalarının sürdüğü bölgede yaptığımız geniş çalışmalar
neticesinde, bölge halkının, demokrasiye, sevgiye, ilgiye ve şefkate gereksinimi olduğu gerçeğini tespit etmiş bulunmaktayız. Biz, şu
anda bölgede yaşayan vatandaşlarımızın ekonomik ve sosyal sorunlarına çözüm üretecek programların hazırlanıp uygulanması
halinde, bölge insanının, terörle mücadeleye en büyük desteği sağlayacağını düşünmekteyiz.
Bize göre, güneydoğudaki sorunun temel nedeni feodal düzenden kaynaklanmaktadır; ağalık ve şeyhlik sorunu bölgeyi çok
gerilerde bırakmıştır. Özellikle bu iki kavramın yarattığı sorunları ortadan kaldırmak için sistemli bir biçimde önlemlerin
alınması şarttır.
Her şey bir yana, Güneydoğu ve Doğu Anadolu'da yaşama başlayan, bundan onsekiz yıl önce yaşama gözlerini açan insanlar, ne
yazık ki, demokrasinin erdemleriyle tanışma olanağını henüz bulamamışlardır. Bölgede demokrasiye büyük bir hasret mevcuttur.
Işık nasıl doğudan yükseliyorsa, demokrasi de doğudan yükselmelidir.
Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; güneydoğuda halk, devletten öncelikli olarak iki konuda yardım ve destek beklemektedir.
Bunlar, can güvenliği ve ekonomik alanda olan yardımlardır. Bugüne kadar süregelen zaman diliminde, bölgedeki yanlış
uygulamalardan dolayı, halkın, devlete karşı olan güveni sarsılmıştır. Feodal yapı, bölge insanında, toplumsal ve bireysel düzeyde
özgüven ve sorumluluk duygusunun gelişmemesine yol açmıştır. Sorumluluk duygusundan uzaklaşmış olan halkın bu duygusunu
tekrar yaşama geçirmek için devletin yardımları gereklidir. Sorumluluk duygusunu yeniden kazanmış bir kitleyle sorunun daha
çabuk çözüleceği inancındayız. Özellikle, bütün işi bölgeden sorumlu olmak olan bir bakanlığın kararlı ve devamlı bir biçimde
izleyeceği politikalarla, bölgede kaybolmuş olan saygınlığın yeniden kazanılması olasıdır.
Şimdiye kadar büyük sorunlar yaşayan güneydoğu için önemli bir eksiklik olan bölge envanteri de, ne yazık ki,
bulunmamaktadır. Bölgedeki köy boşaltmaları, güvenlik önlemleri ve ekonomik sıkıntılar nedeniyle gerçekleşen göçler, bölgenin
nüfus yapısını altüst etmiştir.
Vali, kaymakam, belediye başkanı, emniyet müdürü, komutanlar ve diğer sorumlular il, ilçe ve köy nüfuslarını farklı farklı
değerlendirmektedirler. Alınan kararlar, yapılan davranışlar ve düzenlemeler gerçek olmayan verilere göre uygulanmaktadır.
Bölgede süratle nüfus sayımının yapılması için sosyodemografik özellikleri kapsayan bir envanter çalışmasının gerçekleştirilmesi,
ilk ve ivedi bir çalışma olarak ele alınmalıdır. Bölge halkı, devletin kendisine, ülkenin diğer bölgelerinde yaşayan vatandaşlardan
daha farklı davrandığını düşünmektedir.
Sayın Başkan, değerli milletvekili arkadaşlarım; bölgede olağanüstü hal koşulları nedeniyle birçok köy boşaltılmış, yanmış,
yıkılmış ve terör nedeniyle terk edilmiştir. Yerlerini değiştiren halkın durumu korkunçtur. Halk, evinden ayrı, insanlık dışı
yerlerde yaşamaya çalışmakta, yiyecek ve gıda maddesi bulamamaktadır ve büyük bir sefalet içerisindedir. Yerinde yaptığımız
görüşmelerde köylerini boşaltan halkın tamamına yakını, yuvasına geri dönmek istemektedir. Köye geri dönüş yapmak isteyen,
güvenlik ve ekonomik koşullar sağlandığı takdirde eski yaşamına dönme arzusunda olan bu kitle, toplu yaşam merkezlerinde
oturmayı tercih etmektedir. Köylerinden ve mezralarından göçe zorlanmış ve göç etmiş vatandaşları dönüşlerinde, daha derli toplu
yerleşim birimlerinde yaşatma olanağına kavuşturmak veya yıllarca önerdiğimiz köy-kent projesiyle birbirine yakın köyler arasında
iletişim ve işbirliği kurmak için çok elverişli bir ortam vardır. Bu yolla, 8-10 köyün geometrik noktalarından geçen yerleşim
alanlarında tüm kamu hizmetlerinin güvenli, ekonomik, sağlıklı ve çağdaş biçimde oluşacağı köy-kentler aracılığıyla, vatandaşlar,
hem güvenli bir biçimde yaşamlarını sürdürebilecek, toprağını işleyebilecek, ağacına kavuşabilecek, hayvancılık yapabileceklerdir
hem de ortaklaşa yatırımlara girişerek, yerinden yurdundan olmaksızın, kentleşme ve sanayileşme sürecine girebilecektir? Tabiî, bu
süreci devletin de desteklemesi gerekmektedir.
Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; bölgede alınan ve uygulanan genel kapsamlı ekonomik kararların sonuçlarının,
vatandaşlara kısa dönemde yarar sağlamadığı görülmektedir. Bölgede alınacak makroekonomik tedbirlerin yanı sıra, farklı
kesimleri kapsayacak uygulamalarla düzenlemelere geçilmelidir.
Bölgeye yönelik ekonomik planlamanın, uygulamanın, denetim ve koordinasyonun, bölge merkezli olması gerekmektedir.
Ankara merkezli yapılacak uygulamalar –ekonomik yönetim– kaynakların tamamının verimsiz bir biçimde kullanılması anlamına
gelmektedir. Yöneticilerin, bölgedeki girişimleri ve uygulamaları yakından izlemeleri gerekmektedir. Bölgede yapılan yatırımlarda
devlet denetiminin eksikliği, bu yatırımlardan beklenen verimin alınmasını engellemektedir.
Büyük arazi sahipleriyle, devlet olanaklarını kullanan kesimle günlük yaşam mücadelesi veren kesim arasında, büyük bir
ekonomik uçurum vardır. Alınacak ekonomik kararlar, feodal yapının tasfiyesine ve bölgedeki güncel ihtiyaca yönelik bir biçimde
uygulanmalıdır.
Bu arada, kapatılan gümrük kapıları açılmalıdır. Habur Kapısı için yeni yönetimler, yeni yöntemler geliştirilmeli ve geçiş
yapan araç sayısı hızlandırılarak, bölgede, sınır ticareti geliştirilmelidir.
Yapılan ticarî anlaşmalara, bölge insanı ve ekonomik yararlılık göz önüne alınarak, yeni şekiller verilmelidir.
Yarım kalan tesisler tespit edilmeli, en kısa zamanda işletmeye alınmalıdır.
Bölgede büyük paralar kazanan ve bu paraları batıya transfer eden güçlü kesimlerin orada yatırım yapmaları için gerekli
düzenlemeler yapılmalı ve özendirici tedbirler alımalıdır.
Bölgede vergi potansiyeli oldukça düşüktür. Tüm olağanüstü hal bölgesi kapsamındaki illerde toplanan -Taşıt Alım ve Emlak
Vergileri dahil olmak üzere- toplam vergi gelirlerimiz, 1995 yılı için 9 trilyon 450 milyar liradır. Zaten toplanamayan ve çok cüzi
miktarlardaki vergiler için belli bir muafiyet getirilmeli veya bir süre için bölgedeki tüm vergiler kaldırılmalıdır. Yatırımlara hız
verilmeli, asgarî ücret vergi dışı bırakılmalı ve işsizlik sigortası uygulanmalıdır. Tapu kadastro çalışmaları süratle yapılmalı,
toprak reformuna geçilmelidir.Tüm bunları da, zaman kaybetmeden yaşama geçirmek gereklidir.
Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; bugüne kadar, sadece, günü kurtarmak amacıyla alınan kararların yansıması olarak,
olağanüstü hal uygulamaları içinden çıkılmaz bir durum almıştır. Olayların daha fazla büyümesini önlemek için alınan günlük ve
kısır kararlar, bölgede görev yapan kamu görevlileri arasında, yetki karmaşası, farklı sorumluluk anlayışları, farklı uygulamalar,
kontrol ve denetimden yoksun bir durum yaratmıştır. Bu durum, hem halk üzerinde devlet otoritesi ve güvencesinin yok olmasına
hem kaynakların verimsiz kullanılmasına hem de görevlilerin keyfî davranmalarına neden olmaktadır.
Yörenin tamamı, OHAL (olağanüstü hal) uygulamalarının kaldırılması, bölge gerçeğinin iyice araştırılarak yeni bir
uygulamanın ve devletin moral desteğinin beklentisi içindedir; halkın devlete güvenini kazandırıcı davranışlar ve çalışmalar,
büyük huzur getirecektir.
Bölgede, güvenlikten idareye, eğitimden sağlığa, maliyeden tarıma kadar birçok kamu görevinin farklı biçimlerde ve değişik
merkezlerden yönetiliyor olması, yetki ve organizasyon karmaşası yaratmaktadır. Bunların, bölge kapsamında tutarlı, etkin ve
verimli sonuçlarına ulaşılabilmesi için, bölge merkezli bir eşgüdüm sağlanması gereklidir.
Olağanüstü hal bölgesinde, bölgeye, sadece güvenlik güçleri hâkimdir; bölgedeki diğer yetkililer, görev karmaşası ve ilgisizlikten
dolayı çaresizlik içindedirler. Bölgede görev yapan görevliler, bölgedeki olayları yanlış değerlendirmekte ve devleti eksik
bilgilendirmektedirler; ancak, bölgedeki güvenlik güçleri arasında süren görev ve uygulama karmaşası, halkın devlete olan güvenini
sarsmakta ve devletin saygınlığına gölge düşürmektedir.
Tüm bunların yanı sıra, Türk Silahlı Kuvvetleri, özel tim ve korucuların birbirlerine çok benzer kıyafetler giymesi ve
vatandaşların bunlar arasındaki farkı anlayamaması da birtakım huzursuzluklara neden olmaktadır. Boşaltılan köylerin yakılması,
göçe zorlananların yaşamsal gereksinmelerinin karşılanamaması da huzursuzluğu büyük ölçüde artırmaktadır.
Olağanüstü hal uygulaması içerisinde yaşama geçirilen geçici köy koruculuğu sisteminde ise farklı karmaşalar yaşanmaktadır.
Başlangıçta korucu bulmakta güçlük çekilirken, daha sonraları devletin sağladığı silah ve maaş koruculuğu özendirmiş, korucu
sayısı artmış ve bu artışla birlikte önüne geçilmez yeni sorunlar da beraberinde gelmiştir. Yöneticiler, koruculuğa başvuranları
düzenli ve yeterli bir şekilde araştırmadan, çıkarlara dayalı nedenler ya da günü kurtarmaya yönelik çabalar içerisinde, çok sayıda
korucu istihdamına girişmişlerdir. Öyle ki, bazı ailelerde yirmibeş-otuz korucu, bazı aşiretlerde ise üçyüz-beşyüz veya binlere varan
korucular ordusu meydana gelmiştir. Bunun yansıması olarak da, korucubaşı ve korucuağalığı doğmuştur. Korucuağaları arasında
da, zaman zaman, kişisel hesaplaşmalara dönük olaylar yaşanmaktadır.
Bu gerçeklerin görülmesinden sonra, birtakım yasal değişikliklerle önlem alınmak istenmesine karşın korucu olarak istihdam
edilenlerin sayısının 55 binlere ulaşması, sorunun daha da karmaşık hale gelmesine neden olmuştur. Başlangıçta, PKK bölücü
örgütüne karşı istihbarat sağlamak, askerlere ve özel time, yöreyi iyi bilmeleri nedeniyle yol göstermek ve en ön saflarda
çarpışmalara girmek suretiyle devlete kısa dönemde olumlu katkılarda bulunan korucular arasında, şimdilerde, PKK'ya yardım
edenler bile mevcuttur. Geçici köy korucularının bölge halkına verdiği zararlardan sonra, özellikle yasadışı davranan 2 bin
civarındaki korucunun işine son verilmiş ise de, yörede yaşayan yurttaşlar üzerinde bıraktıkları olumsuzlukların yanı sıra, bu
sayının çok daha fazla olduğu kanaati de mevcuttur.
Koruculara verilen maaşların ödeme şekliyle ilgili olarak birtakım önemli belirsizlikler mevcuttur. Yapılan tespitlere göre,
korucular, ücretlerini ya kendileri doğrudan ya korucubaşları aracılığıyla ya da tayin ettikleri mutemetleri vasıtasıyla tahsil
etmektedirler. Korucubaşı ve mutemet aracılığıyla tahsil edilen paraların kimlere ödendiği, korucubaşı ile korucular arasındaki
paylaşım biçimi, bölgede çok ciddî söylentilere yol açmaktadır. Yetkililerin, bu konudaki verileri yeterince belgeleyemedikleri ve
denetim yapamadıkları da tespit edilmiştir.
Bütün bu gerçeklerin gösterdiği gibi, biz de, korucuların yararlarından ziyade, artık, zararlarının daha fazla olduğu
kanaatindeyiz. Buna karşın, geçici köy koruculuğu sisteminin hemen ve tamamen kaldırılmasının da biraz önce sayılan
gerekçelerle, mahzurlu olduğu görüşündeyiz.
BAŞKAN – Sayın Tanla, iki dakikanız var efendim.
BÜLENT H.TANLA (Devamla) – Teşekkür ederim Sayın Başkan.
Büyük umutlarla uygulamaya konulan geçici köy koruculuğu sisteminin, yeniden yapılandırılması yerine, özendirici önlemlerle
görevden ayrılınması, farklı yerlerde istihdam, nüfusa bağlı indirimler ve benzeri yöntemlerle süratle tasfiyesine çalışılmalıdır.
Bu arada, belirli nitelikleri taşıyan birkısım korucular da devletin güvenlik güçleri saflarına katılabilirler.
Özel timlerin ise, Türk Silahlı Kuvvetleri ve jandarma birlikleri içine alınarak, daha disiplinli çalışmaları sağlanabilir.
Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; bölgede, en temel hizmetlerden sayılan eğitim ve sağlık hizmetleri, ya eksik verilmektedir
ya da hiç verilememektedir. Bu durum, yıllardan beri devam etmektedir. Devletin görev yapan elemanlarından bazıları, görevlerini,
bir an evvel bölgeden kaçma pisikolojisi içinde, yasak savma biçiminde, sevgi ve şefkatten uzak bir yaklaşımla yerine getirmektedir.
Bölge halkı, devletin, bu yolla kendilerini cezalandırdığı duygusuna kapılmaktadır.
Ayrıca, öğretmen, sağlık personeli, teknik eleman, ziraat mühendisi ve benzeri kamu personelinin bölgede çok kısa süre görev
yapması, vatandaş üzerinde olumsuz kanaatin yaygınlaşmasına neden olurken, hizmetlerden beklenen verimliliğin
sağlanamamasının da nedeni olmaktadır.
İşte bu nedenle, bölgede özel eğitimli, izlenecek yeni politikalara ve stratejilerin başarıya ulaşmasına katkıda bulunacak
nitelikte,insana değer veren personelin görevlendirilmesi gerekmektedir. Bölgede görev yapacak personelin ücret politikasıysa,
bölgede kaldığı süre uzadıkça yükselen biçimde teşvik edilerek desteklenmelidir.
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
BAŞKAN – Size de 2 dakika eksüre veriyorum; lütfen 2 dakikada bitirin efendim.
BÜLENT H. TANLA (Devamla) – Teşekkür ederim.
Bir başka önemli nokta da, bölgedeki okullarla ilgilidir. Yörede kapalı okul sayısı hakkında kesin veri elde edilememekle
birlikte, bu sayının, 1 500 köyü kapsadığı belirtilmektedir. Yapılan bazı tespitler, bu köylerde, iki üç yıldan beri hiçbir okulun
açılmadığı yönündedir.
Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; önümüzdeki eğitim yılına kadar bir eğitim seferberliği programlanarak, bölgede kapalı
okul bırakılmaması hedeflenmelidir. Halk, bölge yatılı okullarında eğitim gören çocuklardan ve bu kurumların eğitimlerinden çok
memnundur. Bölgede yatılı okul sayısı süratle çoğaltılmalı ve bu okullarda, çocuklar, eğitime alınmalıdır.
Büyük Önder Atatürk'ün bölge yatılı okullarının önemine çok önceden işaret ettiğini belirterek, Ulu Önderin, bakın, 1 Mart
1923 tarihinde, Türkiye Büyük Millet Meclisi çatısı altında yaptığı konuşmadan küçük bir bölüm sunmak istiyorum: "Birkaç ilin
küçük yavrularını bir yerde toplamanın, eğitimde birlik, yurt sevgisi ve kardeşlik üzerinde yapacağı etkiler önemlidir. Bu nedenle,
bölge yatılı okullarına önem vermeliyiz."
İşte, Büyük Önder Atatürk'ün bu düşüncelerinin ışığında, Millî Eğitim Bakanlığı bünyesinde halen devam etmekte olan 34
adet bölge yatılı okul inşaatının süratle tamamlanarak, gelecek öğretim yılına yetişmesi sağlanmalıdır. Ayrıca, yeni bölge yatılı
okullarının süratle çoğaltılması için, gerektiğinde özel sektörle işbirliği yaparak, sorunun çözümünün sağlanmasına gidilmelidir.
Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; şimdiye kadar belirtiğim açıklamalardan sonra, olağanüstü halin, bölge için bir çözüm
olmadığını ve hemen kaldırılması gerektiğini bir kez daha yinelemek istiyorum. Demokratik Sol Parti Grubu olarak, olağanüstü
hale ret oyu vereceğimizi bildirir, Yüce Meclise saygılarımı sunar, teşekkür ederim. (DSP sıralarından alkışlar)
BAŞKAN – Teşekkür ederim Sayın Tanla.
Cumhuriyet Halk Partisi Grubu adına, Sayın Yahya Şimşek; buyurun efendim. (CHP sıralarından alkışlar)
Sayın Şimşek, süreniz 20 dakikadır.
CHP GRUBU ADINA YAHYA ŞİMŞEK (Bursa) – Sayın Başkan, sayın milletvekilleri; 10 ilde uygulanmakta olan olağanüstü
halin 31 Temmuz 1996 günü saat 15.00'ten itibaren 4 ay süreyle uzatılmasına ilişkin Başbakanlık tezkeresi üzerinde, Cumhuriyet
Halk Partisinin görüş ve düşüncelerini açıklamak üzere, söz almış bulunuyorum. Hepinizi, şahsım ve Cumhuriyet Halk Partisi
Grubu adına, saygıyla selamlıyorum.
Hükümet, bugüne kadar 27 defa uzatılmış ve uygulamaya konulmuş olağanüstü halin 28 inci kez uzatılmasını istemektedir. Bu
istek, bundan evvelki isteklerden farklı değil; ama, bu istekte, bundan evvelkilerine göre önemli bir fark var; o fark da, bu tezkereyi
getirenle ilgili. Bu tezkereyi getiren, Başbakan Sayın Necmettin Erbakan.
Yıllarca, bu konu, bu kürsülerden tartışıldı ve yıllarca, Sayın Erbakan, hep bu konunun karşısında oldu, çok iddialı bir
şekilde, sık sık, bu kürsüye geldiklerinde "Refah Partisi gelir, olağanüstü hal biter" dedi. Dün öyle de, bugün niçin böyle; çünkü, o,
şimdi Başbakan. Ne diyeceksiniz, kader işte!.. Konuyla ilgili, yıllarca, bu kürsüde, aslanlar gibi kükreyeceksiniz, yeri göğü
inleteceksiniz; ama, şimdi, yer gök, sizi inletecek. Buna, kader denmez de ne denir?! Önceki söylediğin her şeyden dönüş yapmak ve
ona inanılmaz gerekçeler göstermek, pek hayra alamet değil; ama, bu değişiklikler, halkın görüyor olması nedeniyle, hayırlara vesile
olur inşallah. (CHP sıralarından alkışlar)
Bugüne kadar 27 defa uzatılan, bugün de 28 inci defa uzatılması istenilen olağanüstü halin gerekçeleri hep aynı; "yapılacak
işler var" ve "anayasal bir kurum" diye belirtiliyor. Doğru, Anayasanın 120 nci maddesinde yer almış olağanüstü hal durumu; ancak,
Anayasanın 120 nci maddesinde yer alan bu durum, geçici bir durum. Sayılmış... Hak ve özgürlüklere önemli tecavüzler olursa,
demokratik rejimi ortadan kaldırmaya yönelik hareketlerle karşı karşıya kalınırsa gibi bazı gerekçeleri sayarak, olağanüstü halin, ilk
defasında altı ay, daha sonraları dörder ay uzatılacağını öngörmüş Anayasa. Bu, geçici bir durum; ancak, 28 defa uzatılmasını,
artık geçici olarak kabul edebilmenin olanağı yoktur. Geçici olan bir durumun kalıcı hale getirilmesi de, kanaatime göre, önce o
Anayasaya aykırıdır; çünkü, Anayasanın tanımladığı olağanüstü hal, bu değildir.
Diğer taraftan, olağanüstü hal, zaten Türkiye'de var. Biz, bugüne kadar birçok olağanüstü hal yaşadık. En yakın tarihimizde de
12 Eylülü yaşadık. 12 Eylül, şu anda yönetim olarak yok; ama, düzenlediği hukuk itibariyle halen var. Başta, 1982 Anayasası. Ne
diyor bu Anayasa? Bu Anayasada, özgürlükler, birer satır olarak tanımlanıyor; ama, o tanımlanan özgürlükleri kısıtlayan satırlar
birçok. Özgürlükleri birer satırda tanımlayacaksınız; ama, özgürlüklerin kısıtlanmasını satırlarca ifade edeceksiniz. Bu
Anayasanın demokratik bir anayasa olduğunu, hukuk devletine uygun bir anayasa olduğunu söyleyebilmenin olanağı olur mu? Buna
uygun olarak getirilmiş diğer yasalarda hak ve özgürlükler sınırlanmış. Hak ve özgürlüklerin sınırlandığı yasalar ve anayasalarla
ülkemiz yönetiliyor; dolayısıyla, bu durumda, biz, zaten olağanüstü bir dönem yaşıyoruz. Bizler, bu olağanüstü dönemi yaşarken,
güneydoğuda, daha farklı kısıtlamalar getirilerek, yıllardan beri ikinci bir olağanüstülük yaşatılmaya çalışılıyor.
Sayın Başkan, sayın milletvekilleri; Türkiye, dediğimiz gibi, olağanüstü hali şimdiye kadar birçok defa yaşadı. En yakın olarak
-biraz evvel de belirttim- 12 Eylülle birlikte yaşadı. İnsanların, sürekli, suçlu kuşkusuyla bakılıp tedirgin edildiği, takip edilip
gözlendiği, asılsız ihbarlarla gözaltına alınıp tutuklandığı, yıllarca tutuklu kaldıktan sonra aklandığı; ama, o insanların,
başlarından geçen olaylardan sonra, yıllarca kendilerine gelemedikleri bir halin adıdır olağanüstü hal.
Olağanüstü hal, kısaca, insan haklarının, demokratik hak ve özgürlüklerin yok edildiği bir haldir.
Hukuk, tıpkı, teneffüs ettiğimiz hava gibidir. Nasıl ki, günlük yaşamımızda, havanın varlığını hissetmez; ancak, havasız bir
yerde sıkışıp kalınca onun değerini anlarsak, hukuk da öyledir; varken yokluğu hissedilmez; ama, ortadan kalkınca, tıpkı, hava
alamayan insan gibi olursunuz. Yıllarca, Türkiye bunu yaşadı. Bunun ne demek olduğunu da, birçoğumuz biliyoruz. Bugün
yaşanılan sıkıntıların temelinde, işte, kaybettiğimiz ve fakat, henüz bir türlü yakalayamadığımız, demokratik hukuk devleti
olamama anlayışı yatmaktadır.
12 Eylülden sonra, siyasî partilerin kurulmasına izin verildiğinde, partiler kurulduğunda, hatırlayacaksınız, birçok lider siyasî
yasaklıydı. Daha sonra "konuşan Türkiye" sloganıyla ortaya çıkan bir parti, yasakların ortadan kaldırılmasından sonra, artık,
demokratikleşme konusunu, ne yazık ki, çok önemsemedi.
Geçmiş dönemin koalisyon ortaklığı sırasında, Cumhuriyet Halk Partisinin demokratikleşme gayretine, çalışmalarına,
hazırlığına rağmen, ne yazık ki, Türkiye, demokratikleşmeyi bir türlü gerçekleştiremedi.
İşte, bizim daha evvelce yaşadığımız, biraz evvel belirtmeye çalıştığım buhavayı, Olağanüstü Hal Bölgesindeki insanlar hâlâ
yaşıyor. Bu, aralıksız, 18 yıldır böyle. 18 yıl önce doğanlar, hâlâ, o bölgelerde hak ve özgürlüğü tanıyamadılar. Bu, o yöredeki
insanlar için dayanılacak, katlanılacak bir durum mudur?
Anayasamıza göre, olağanüstü koşulların varlığı halinde, önce olağanüstü hal ilan edilir; koşullar çok ağırsa, sonra da
sıkıyönetim ilan edilir. Anayasaya göre, önce sıkıyönetim, sonra olağanüstü hal ilan edilmez; koşulların değişmesi bunun
kaldırılmasını gerektirir.
Her uzatmadan önce, bu uzatmanın son kez olduğu söylenmekte; ama, uzatmadan sonra bu unutulmakta, süre tamamlandığında
yeni uzatma talepleri gündeme gelmektedir. Olağanüstü hal devam ederken de, terörün kökünün kazındığı sık sık ifade
edilmektedir. Şimdilerde ise "bu konularda önemli mesafeler aldık, az bir şey kaldı, onu da tamamlayalım" denilmektedir. Daha ağır
koşulların varlığında sıkıyönetim ilan edilmişti, koşullar giderek değişince -ki, bu değişiklik lehe olduğu için- sıkıyönetime göre
daha hafif bir hal olan olağanüstü hale geçildi. Şimdi ise, madem ki az kaldı -o halde, yine lehe bir değişiklik var- o zaman olağanüstü
hali kaldıralım, normal düzene geçelim, geri kalanla da normal düzen içerisinde mücadele edelim ve orada yaşayan insanlara da bir
rahat nefes aldıralım; yok, eğer, gerçek böyle değil de, tersine, bu konudaki gelişmeler olumsuzsa, onu da açıkça ifade edelim ve
Türkiye Büyük Millet Meclisi olarak, ona göre çare düşünelim. Kaldı ki, bu PKK, olağanüstü dönemlerin ürünüdür. Baskı ve şiddet,
onlar için en iyi ortamdır. 1991'de, o dönemin Başbakanı, içeride 3 bin, dışarıda 7 bin, toplam 10 bin terörist olduğunu söylüyordu.
Şimdilerde ise, sağ olarak yakalanan, ölü olarak ele geçirilen ve adalete de teslim edilen terörist sayısının 50 bin olduğu söyleniyor.
Demek ki, olağanüstü hal, bu terör olaylarının çözümünde önemli etken olmamış.
Terörle mücadelenin siyasal, toplumsal ve ekonomik koşulları vardır. Siyasal koşul, demokratik rejimi tüm kurum ve
kurallarıyla yerleştirmektir; huzur ve güven, ancak, bu suretle kalıcı ve sürekli olur.
Ekonomik ve toplumsal koşullara gelince: Ülkemizde bozuk olan ulusal gelir dağılımını, gün geçtikçe daha da bozulmuş olarak
görmekteyiz. Yüksek enflasyonun bedeli, dar ve sabit gelirlilerin omuzlarına yüklenmektedir. Fedakârlık, toplumun tüm kesimlerine
yayılmamıştır. Bu, sosyal barışı her zaman tehlikeye düşürebilecek bir durumdur; anarşi ve terör, işte bundan doğar, bundan güç ve
kaynak alır. Sosyal adaleti yok eden, zengini daha zengin, fakiri, dar ve sabit gelirliyi perişan eden, toplumsal değerleri kökünden
sarsan bugünkü ekonomik anlayış ya da model süratle düzeltilmelidir. İşsizlik tehlikeli boyutlara ulaşmış; öte yandan, ahlaksızlık,
hırsızlık, dolandırıcılık, sahtekârlık salgın bir hastalık haline gelmiştir.
18 yıllık uygulama sonunda gelinen noktada, gerek güvenlik gerekse ekonomik nedenlerle 1 000 köy, 1 500 mezra boşaltılmış,
toplam 350 bin insan kendi kaderine terk edilmiştir. Yine bölgede, binlerce okul kapalı, onbinlerce öğrenci eğitim yapamıyor;
binlerce faili meçhul cinayet işlenmiş, kamu görevlisi, öğretmen, polis, asker şehit edilmiştir.
İşte orada, eğer teröre karşı yapılan mücadelede başlangıca göre bir gerileme varsa, o, kahraman Mehmetçiğin ve oradaki
güvenlik güçlerinin başarısıdır. O nedenle, bu başarıyı hiç kimse sahiplenmemelidir. "Türkiye'de terörün kökünü kazıdık" "ya
gidecek ya bitecek" gibi laflar edenler, eğer bu mücadelede samimiyseler, kendi çocuklarına, neredeyse kendi evinin bahçesinde
askerlik yaptırmamalılar. (CHP sıralarından alkışlar)
Olağanüstü hal uygulamasının temel yanlışı, sadece şiddeti ve şiddet eylemini hedef almak ve mücadelesini o noktada
yoğunlaştırmak yerine, haksız ve gereksiz ölçülerde, bütün bir bölgede, her türlü hak ve özgürlüğü kısmış, giderek kullanılamaz
hale getirmiş olmasındadır. Böylelikle, temel hak ve özgürlükleri topyekûn sınırlayan olağandışı hukuk rejiminin sonuçlarından,
şiddet eylemcileri değil, teröre karşı asıl korunması ve devlete güveninin sağlanması gereken sade yurttaşlar, bütün halk
etkilenmekte, zarar ve haksızlığa uğramaktadırlar.
Terörle mücadele, demokrasi içinde, demokratik hukuk devleti kurallarını askıya almadan yapılmalı ve başarılmalıdır.
Demokrasinin süreklilik ve vazgeçilmezlik kazandığı bütün ülkelerde uygulanan kural, yöntem ve yaklaşım budur.
Türkiye'de, 1923'ten bu yana geçen yetmişüç yıl içinde, yaklaşık otuzbeş yıldır sıkıyönetim ve olağanüstü hal gibi olağandışı
yönetimler uygulanmıştır. Buna karşın, sorunlar giderilememiş; tersine, büyüyerek artmıştır.
Açıktır ki, olağanüstü hal durumunda özgürlükleri kısıtlananlar -bir kez daha ifade ediyorum ki- eylemci örgütler değil, terörün
mağduru olan, yani, asıl korunması gereken halktır.
BAŞKAN – Sayın Şimşek, 2 dakikanız var efendim.
YAHYA ŞİMŞEK (Devamla) – Olağanüstü halin uzatılması görüşmelerinin tümünde, iktidar partileri sözcüleri ve hükümet
temsilcileri, aynı doğrultuda konuşmalar yaparak, her seferinde "son bir süre" istemişlerdir; ancak, söylenenlere uygun hiçbir
hazırlık yapmamışlar, hiçbir çalışma başlatmamışlar, yeni çözümler de aramamışlardır. Devlet, kendi yarattığı çözümsüzlüğün
arkasına gizlenemez. Hükümet, olağanüstü hale sığınarak, günü kurtarma kolaycılığından vazgeçmelidir; yeni çözümler, alternatif
çareler üretilmelidir.
Cumhuriyet Halk Partisi Grubu olarak, çözümsüzlüğe bel bağlayan, yanlışlığı, yetersizliği ve geçersizliği kanıtlanmış bulunan,
olağanüstü hal uygulamalarına sığınmakta direnen sorumsuzluklara katkıda bulunamayacağız. Bu nedenle de, bu tezkerenin
oylamasında, Grup olarak ret oyu vereceğiz.
Yüce Meclise saygılar sunuyorum. (CHP sıralarından alkışlar)
BAŞKAN – Teşekkür ederim Sayın Şimşek.
DYP Grubu adına, Sayın Saffet Kaya; buyurun efendim.
Sayın Kaya, süreniz 20 dakikadır.
DYP GRUBU ADINA SAFFET KAYA (Ardahan) – Sayın Başkan, çok değerli milletvekilleri; Doğru Yol Partisi Grubu ve
şahsım adına, olağanüstü hal konusuyla ilgili söz aldım, hepinize sevgi ve saygılarımı arz ediyorum.
Demokrasi iradesine alınmış olan toplumları, anayasal da olsa, katı bir hukuk anlayışıyla uzun süre idare etmenin zorlukları,
tabiî ki, izahtan varestedir. Olağanüstü hal uygulamasının, 26 ncı kez dört ay süreyle uzatımıyla ilgili olarak, çeşitli hukukî
düzenlemelerin bu zaman zarfında bitirileceği ve uygulamaya tedrici olarak son verileceği, 53 üncü Hükümetin Programında da ifade
edilmişti; ancak, siyasî ortamın, üç aylık dönem içerisinde, Parlamentoda, reform niteliğinde yasal düzenlemelerin çıkarılmasına
fırsat vermemiş olmasıyla, Anayasa Mahkemesi tarafından olağanüstü hal uygulamasıyla ilgili Yüce Meclisin almış olduğu kararın
geçersiz sayılması, olağanüstü halin hukukiyetine yeni bir durum kazandırmış ve bu dönem içerisinde, Hükümetin güvenoyuyla
birlikte, aynı gerekçelerden Anayasa Mahkemesince iptal edildiğinden, 27 nci kez uzatımı gündeme gelen OHAL, ancak birbuçuk
aylık bir süre uzatılabilmişti. OHAL süresi içerisinde, bölgeye taşınan ticarî ve ekonomik hareketlilik, sağlanmış olunan imkânlar,
bölge insanımızın sıkıntılarını büyük oranda aşmasına destek vermiştir.
Ülkemizin güçlenmesi ve refahın yurt sathına yayılmasını istemeyen dış güçlerin kontrolünde ve onların taşeronu PKK terör
örgütünün, vatandaşlarımızın en temel hakkı olan yaşama hakkını vahşi bir biçimde ihlal ederek, diğer haklarına yönelttiği
hunharca tecavüz, siyasî faaliyetler ve basına uygulamaya çalıştığı sindirme ve yıldırma gayretlerine karşı mücadelenin kolay
olmayacağı da açıktır.
1984 yılından beri bölgemiz kan ve gözyaşı ile yaşamaktadır. Yol kesme, köy basma, savunmasız insanlarımızı gece
uykularında katletme gibi eylemler çok şükür, bugün artık gündemde değildir ve her geçen gün daha da çok azalma kaydetmektedir.
Sözde ateşkes palavralarıyla ortaya çıkarak, haklarını savunduğunu iddia ettiği insanları katleden bir örgüte karşı, doğaldır ki, en
sert tedbirler alarak, bölge insanını bu beladan kurtarmak ve bunu yaparken de insanlarımıza zarar gelmesini önlemek, devletin
önemli bir görevi ve sorumluluğudur.
OHAL bölgesinde gayet güzel koordine edilmiş bir mücadele yürütülmektedir. Bu mücadelenin sınır ötesi boyutları da vardır.
Mevcut hukukî çerçeveye duyulan ihtiyaç, OHAL'i bugünlere kadar getirmiştir. OHAL uygulamasının, söz konusu bu reform
niteliğindeki yasal düzenlemelerin devreye sokulmasıyla, en azından, tedrici olarak kaldırılması mümkün olacaktır.
İl İdaresi Kanunu, Köy Kanunundaki değişiklikler ve geçici köy korucularının statülerinin belirlenmesi, Kimlik Bildirme
Kanunu ve 6136 sayılı Ateşli Silahlar ve Bıçaklar Hakkındaki Kanununda öngörülen yeni düzenlemelerin yapılmasına ihtiyaç
duyulmaktadır. Bu düzenlemeler, OHAL'in kaldırılmasının önemli nedenleri olacaktır. Ulusal uzlaşmanın ve mutabakatın
böylesine güçlü olduğu bir esnada, olağanüstü hal uygulamasının, yeni yasal düzenlemeler getirmeden kaldırılması, bölge insanı ve
ülkemiz insanına hiçbir şey kazandırmayacak, tam tersi, yeniden terörün artmasına, alevlenmesine yol açacaktır. Zaten, dış güçlerin
istediği ve beklediği de, Olağanüstü Hal Bölge Valiliğinin yeni reformlarla gündeme getirilmemesi ve bir an önce kaldırılıp, tekrar
oradaki PKK faaliyetlerinin daha da artırılarak, daha da etkili bir hale getirilerek, Türkiye'nin daha da zor durumda bırakılmasıdır.
Tabiî, buna, ne Türkiye Devleti müsaade edecektir ne de oradaki devlet güçlerimiz ve OHAL'in koordinasyonunda çalışan tüm
kurumlarımız.
OHAL bölgesinde, OHAL uygulamasıyla gayet güzel koordine edilmiş bir mücadele yürütülmektedir. Bu mücadele, gerektiğinde
sınır ötesine taşmıştır, gerektiğinde de, yine, sınır ötesine taşmaktan da taviz verilmesi mümkün değildir. Bu tür uygulamalar da
vakıadır.
Mevcut hukukî çerçeveye duyulan ihtiyaç, OHAL'i bugünlere kadar getirmiştir.
Evet, OHAL'in her şeyiyle eksiksiz olduğunu söylemek, tabiî ki, mümkün değildir; ama, OHAL, geniş anlamıyla, gerçekten,
bölgede, 10 ilin sorunlarına ciddî çözümler getirmiş, PKK'yı yok etme noktasına hemen hemen kavuşturmuştur. Vatandaşın en
doğal hakkı olan yaşama hakkını koruyabilmek için, OHAL uygulamaları ile bir dizi tedbirler geliştirilmiştir. Olağanüstü hal
uygulaması içinde süregelen mücadele sonucu, 1994 yılı başlarından itibaren, PKK olaylarında hissedilir oranda bir düşüş
görülmüştür ve her geçen gün bu düşüşün görüleceği de gerçektir.
Terör örgütünün kitlelere ulaşım yolları büyük ölçüde kesilmiş, halk üzerinde baskı ve şantajları azaltılmış, örgüte katılım,
yok denecek seviyeye inmiştir. İl ve ilçelerde, daha evvelki günlerde, geçmişte, kepenk kapatma olayları da bir vakıaydı; ama,
bugünlerde, devletin etkinliği, OHAL'in oradaki ciddî, koordineli çalışması gereğiyle de, vatandaş, huzur içinde işyerlerine gitmiş,
kepenk kapatma gibi eylemlerle karşı karşıya getirilmemiştir ve bu konuda da etkinlik fazlasıyla sağlanmıştır.
Terör örgütlerinin -özellikle 1996 yılında- yurtiçinde ve yurtdışında kamp ve üs alanlarına yapılan operasyonlar sonucu, örgüt
içinde psikolojik çöküntü başgöstermiştir. Örgütten kaçarak güvenlik güçlerine teslim olan terörist sayısı her geçen gün daha da çok
artmakta, teröristler, devletin polisine, jandarmasına teslim olmaktadır; çünkü, bu savaşın sonuçsuz olduğunu, Türkiye'nin bölünmez
bir bütün olduğunu, artık, dış güçler de hissetmektedir ve devlet-millet düşmanı dediğimiz, ama, pişmanlık duyan ve psikolojik
zaafiyete düşen PKK'ya sempati duyan insanlar, her geçen gün devlete teslim olmaktadır.
Bu başarılarda, hiç şüphesiz, güvenlik güçlerimizin cansiparane çalışmaları yanında, OHAL uygulamalarının da büyük
katkısı olmuştur. Tabiî, bununla birlikte, halkımızın sağduyusu da çok büyük pay teşkil etmektedir. On yılı aşkın süredir terörle
mücadelede tecrübe kazanmış olan güvenlik güçlerimiz, OHAL gibi hukukî bir dayanakla başarılı çalışmalar sürdüregelmiştir ve
bundan böyle de, OHAL'in uzatılmasıyla birlikte daha etkili çalışmaları yerine getireceğinden hiç kimsenin de şüphesi
olmamalıdır.
Zor şartlar altında o bölgede çalışan kamu görevlilerimize de, OHAL uygulamasıyla, görev şartları nedeniyle, maddî olarak
imkânlar sağlanmış, maddî olarak kolaylıklar kendilerine sunulmuştur.
Terör örgütlerine yönelik operasyonlarda başarı oranının artması ve mücadeleden daha da net sonuçlar alınmasında önemli
faktörler arasında yer alan koordinasyon, OHAL uygulamasıyla sağlanmıştır.
Olağanüstü hal rejimine, insanlarımıza eziyet etmek için değil, onları yıldıran, korkutan, kadın, çocuk, erkek demeden evinde,
tarlasında, sokağında katleden PKK militanlarını etkisiz hale getirmek için ihtiyacımız vardır.
OHAL rejimi, sadece terör mihraklarının yok edilmesi için güvenlik güçlerinin koordinesine ve bölgenin ihtiyaç duyduğu
hizmetlerin genel prensiplerine bağlı olmaksızın, doğrudan çözümüne ve iyileştirmesine yönelik tedbirlerle de meşgul olmuştur.
Yaşadığı köyünden, evinden terör sebebiyle göç eden, mağdur kalan, müşteki olan insanların, zaman içinde OHAL'in
uygulamalarının getirmiş olduğu müspet sonuçlarla, huzur ve güven içinde tekrar geriye dönüşünde ciddî adımlar atılmıştır ve
göçün tekrar batıdan doğuya yöneldiği de bir gerçektir. Ekonomik yeni projelerin devreye girmesi, doğudan batıya göçün de -az önce
söylediğim gibi- tersine dönmesine sebebiyet verecektir.
Tabiî, doğu ve güneydoğu diye kastettiğimizde, OHAL'in kapsamında olan 10 ilimizin büyük coğrafyası hayvancılıkla
karakterize edildiği için, bölgenin geçim kaynaklarının en yegâne unsurunu oluşturan hayvancılık da, bu manada, zaman içinde,
daha da çok geliştirilerek, şu anda hayvancılığın sıkıntıda olduğu bu ortam, en iyi şekilde rehabilite edilip yeniden
hayvancılığımızı orada geliştirmek için, en iyi noktalarda, projeler ve atılımlar da söz konusu olacaktır zaman içinde.
Tabiî, bölgedeki yeraltı kaynaklarımız, geçmiş dönemlerde, terörle ilgili, maalesef, işletilemiyordu; bugün de işletilecek
seviyeleri maalesef sınırlı olmakla birlikte, zaman içinde, yeraltı kaynaklarımız daha da çok işletilerek, iyi imkânlar sağlaması ve
bölgenin kalkınması konusunda değerlendirilecektir.
Bununla birlikte, organize sanayi siteleri ve KOBİ'lerimiz de, zamanla eşanlamlı olarak, mutlaka hayatiyete geçirilecek ve
bölgenin kalkınmasında rol teşkil edecektir.
Terörün beslenme kaynağı olan lojistik imkânların kesilmesi de etkin mücadele yollarından biridir. Lokal bir alana
sıkıştırılmış, lojistik yönden önemli bir sıkıntı içerisinde bulunan örgütün, bu sıkıntısı giderek artmaktadır.
O bölgede yaşayan insanlarımızın acısı hepimizin acısıdır. Bu, kardeşliğimizin en önemli özelliğidir. Bu anlayış, ülkemizin
birliğinden, dirliğinden ve düzeninden taviz vermeyecek bir anlayıştır. Türkiye, bütün vatandaşlarına eşit haklar sağlamış bir
ülkedir ve bundan böyle de hep öyle kalacaktır. Türkiye'de, hiç kimsenin, ne etnik ne mezhep ayırımı yapması söz konusu değildir;
yasalarla da hukuk devletiyle de eşit muamele gördüğü bir gerçektir.
Bundan da yola çıkarak, bin yıllık geçmişimizde, geçirdiğimiz değişik varyasyonlarla, değişik badirelerle, gerçekten,
yaşadığımız acı günler olmuştur; ama, Türkiye Devletini, milletimizi bölmeye, hiç kimsenin, hiçbir şekilde gücü yetmeyecektir ve
buna cesaret etmeye kalkanların, her zaman olduğu gibi, tarihten de ders alacakları gibi, sonu hüsranla bitecektir. Evet, çok yakın bir
zamanda da göreceğiz ki, PKK da, bizim, Türkiye'nin gücü karşısında, milletimizin bütünlüğü karşısında her zaman ezilmeye
mahkûm olacaktır ve her zaman yok olmaya mahkûm olacaktır.
Terörist eylemlerle, bu "eşit davranışlar" anlayışının etkilenmesi veya geri bırakılması asla mümkün olmayacaktır.
Teröristlerin şiddetine karşı, devlet, her zamanki hukukî çerçevede şiddetini kullanmıştır ve kullanmaya devam edecektir.
Devlet, vatandaşın en doğal hakkı olan yaşam hakkını koruyabilmek için, gücünü zaafa uğratmayacak tedbirleri alacak ve her
zaman terörün üstesinden gelecektir.
Oniki yıldan beri doğu ve güneydoğuda şehit olanlara ve bu toprakları kanıyla sulayan şehitlerimize de, huzurunuzda, rahmet
diliyorum.
Ülkemizin bütünlüğü ve birliğinin her zaman var olduğunu, her vesileyle, her partimizin de söylediği gibi, ben de burada tekrar
bir daha söylemek istiyorum ve OHAL'in uzatılmasının, bölgenin ekonomik, sosyal yönden gelişmesi ve bununla birlikte de terörün
yok edilmesi anlamında mutlaka çok yararlı olacağı kanaatini Partim adına Yüce Meclise arz eder, hepinize en derin sevgilerimi ve
saygılarımı sunarım.
BAŞKAN – Çok teşekkür ederim Sayın Kaya.
Gruplar adına başka söz isteyen var mı efendim?
ÖMER VEHBİ HATİPOĞLU (Diyarbakır) – Refah Partisi Grubu adına söz istiyorum.
BAŞKAN – Refah Partisi Grubu adına, Sayın Hatipoğlu; buyurun. (RP sıralarından alkışlar)
Süreniz 20 dakika efendim.
RP GRUBU ADINA ÖMER VEHBİ HATİPOĞLU (Diyarbakır) – Sayın Başkan, sayın milletvekilleri; konuşmama
başlarken, Yüce Meclisi, Grubum ve şahsım adına saygıyla selamlıyorum.
Olağanüstü hal uygulamasına ilişkin, Türkiye Büyük Millet Meclisinde 29 uncu kez müzakere yapılıyor. Her şeyden önce,
Refah Partisi Grubunun, bugüne kadar olağanüstü hal konusunda yapılan tüm müzakerelerde, olağanüstü hal uygulamalarına yönelik
eleştirilerini dile getirdiği herkesin malumu. Bu kürsüye çıkan muhalefet partilerinin değerli temsilcileri de, özellikle bu konuya vurgu
yaparak "Refah Partisinin olağanüstü hal konusunda bugüne kadarki net tavrında bir değişiklik mi meydana geldi, siz değiştiniz mi?"
sorularını gündeme taşımaktadır. Ben, peşinen, Partimizin, 27 kez uzatılan olağanüstü hal uygulamasına ilişkin tavrının
gerekçelerini madde madde, fazla zamanınızı almadan, sıralamak istiyorum. Olağanüstü hal uygulamalarına bugüne kadar neden
karşı çıktık? Bunları Yüce Meclisin bilgisine tekrar sunmak istiyorum.
Değerli arkadaşlarım, olağanüstü hal uygulaması, her şeyden önce, referansını Anayasadan alan bir yönetim tarzıdır. Ancak
Anayasamız, olağanüstü hal uygulamasını, kamu düzeni ve yararı açısından gerektiğinde başvurulacak geçici bir yönetim tarzı
olarak ifade etmiştir. Refah Partisi, olağanüstü hal uygulamalarına karşı çıkarken, olağanüstü halin olağanlaşmasının, onun varlık
nedenine ters düştüğü gerekçesine dayanmıştır. Zira Anayasa, olağanüstü hal uygulamasını, caydırıcı niteliğinden dolayı ortaya
koymuştur ve olağandışı gelişmeler karşısında kamu düzenini korumak maksadıyla geçici bir süre için başvurulabilecek bir
yönetim tarzı olarak zikretmiştir. Bundan da maksat, zecrî tedbirler almak ve caydırıcı olmaktır. Halbuki bu rejim, yıllardır bu
bölgemizde yerleşmiştir; olağanüstü hal olağanlaşmıştır, caydırıcılık vasfını yitirmiştir. Olağanüstü halin uygulamaları, terör
örgütünü değil, ama, maalesef masum halkı canından bezdirmiştir. Kısacası, olağanüstü hal, bugün bu bölgede artık kanıksanır bir
yönetim tarzı haline gelmiştir; tabiri caizse, yalama olmuştur. İşte bundan dolayı, Refah Partisi Grubu, bugüne kadar olağanüstü
hale karşı çıkmıştır.
Olağanüstü hale karşı çıkışımızın ikinci temel nedeni, hükümetlerin, olağanüstü hal uygulamasını terörün yegane ilacı olarak
sunma gayretleridir. Değerli arkadaşlar, burada, benden önce konuşan değerli parti temsilcileri, terör ve terör örgütüne karşı
yürütülen mücadeleden bahsettiler. Kuşkusuz, şu Meclis çatısı altında bulunan hiçbir arkadaşım, terör örgütüne karşı verilecek
mücadelede, güvenlik güçlerimizi zaafa uğratacak bir gelişmeden yana asla tavır takınmaz. Eğer biz, olağanüstü hal rejiminin, terör
için gerçekten gerekli bir yönetim tarzı olduğunu bilseydik, buna inansaydık, bunun doğru olduğunu bilseydik, kesinlikle biz de
olağanüstü halin devamını isterdik; ama, olağanüstü halin terörün ilacı olmadığı, artık bugün herkes tarafından kabul edilmek
zorundadır; niçin?.. 27 defa uzatılmıştır... Eğer olağanüstü hal terörün ilacı olsaydı, 18 yıldır terörün kökünün -bizden önceki
hükümetlerin ifade ettiği gibi- 27 kezdir kazınmış olması gerekirdi; bu olmadığına göre, demek ki, olağanüstü hal, terörün ilacı
filan da değildir.
Değerli arkadaşlarım, kuşkusuz, eline silah almış, devletin güvenlik güçlerine silah sıkan, mermi sıkan, masum halka karşı
hunharca tavırlar sergileyen insanlara şefkatle ve merhametle muamele edin ve onların bu saldırılarına karşılık vermeyin, diyen
yok burada. Çözümü namlunun ucunda arayanlar, karşılarında mermiyi bulmakta da gecikmezler; yani, terörle mücadelenin evrensel
şartları vardır. Ancak, Türkiye'de terörle mücadelede hiç de ciddî mesafe alınmadığını da huzurunuzda vurgulamak istiyorum.
Neden?.. Çünkü, yıllardır, terörle mücadele dendiğinde, PKK örgütüne karşı dağlarda, kırsal alanlarda yürütülen silahlı mücadele
akla gelmiştir; halbuki, terörle mücadelenin başka boyutları da vardır. Siz eğer, teröristten daha güçlü, daha ciddî bir istihbarata sahip
değilseniz, karşı istihbarata, karşı propagandaya sahip değilseniz, eğer siz, terörün dış desteklerini kesemiyorsanız, terörle
mücadelede başarılı sonuçlar elde etmeniz de mümkün değildir ve terör örgütünün, içinde yeşerme imkânı bulabildiği, bölgedeki
sosyal, ekonomik, kültürel şartları devlet lehine değiştiremiyorsanız, terör örgütüyle, yine, ciddî bir mücadelede bulunmanız ve
başarılı olmanız mümkün değildir.
Üçüncü neden: Olağanüstü hal uygulamaları, bize göre, devlet-millet kaynaşmasına menfi etkiler yapmış ve maalesef, terör
örgütünün işine yaramıştır. Masum halk tedirgin edilmiştir, lüzumsuz otorite gösterilerine girişilmiştir.
Değerli arkadaşlarım, burada çok konuşuldu, terörle mücadelede başarılı olmanın ilk temel şartı, halk kitlelerinin desteğini
kazanmaktır. Oysa, bütün bu uygulamalar boyunca, halk tedirgin edilmiştir. Yardım ve yataklık yaptığı gerekçesiyle, binlerce insan
gözaltına alınmış, işkence ve kötü muameleye tabi tutulmuştur. Köyler boşaltılmış, tarlalar ve ormanlık sahalar imha edilmiş, o
bölgede insanlarımız mülksüzleştirilmiştir. Terörle mücadelenin psikolojik yönü ihmal edilmiştir. Şırnak, Lice ve Kulp olaylarının
hemen ardından, kitleler halinde PKK'ya katılımların gerçekleştiği, bugün, herkesçe bilinmektedir.
İzninizle, şimdi ben, bugünkü tabloyla ilgili Türkiye Büyük Millet Meclisinden bir heyete, Şırnak civarında yapılan gezi
sonucunda, askerî bir yetkilimizin verdiği brifingten birkaç cümle okuyacağım, birkaç rakam vereceğim. Yetkili "Örgütün Olağanüstü
Hal Bölgesinde 3 bin, yurtdışında 3 500 kadar olmak üzere, 6-7 bin civarında silahlı militanı vardır" diyor. 1996 yılının Haziran
ayının sonlarında verilen bilgidir bu. "6-7 bin bin terörist var" diyor. 1992 yılında, zamanın Başbakanı Sayın Demirel de, bu
kürsüden konuşurken, aynı rakamı vermişti, "6-7 bin civarında terörist var" demişti. Ardından, 1996 yılında, bu mesele burada
görüşülürken, "ölü, sağ ve yaralı olarak ele geçirilen terörist sayısı da 50 bindir" dendi. Demek ki, dört yılda, 5 kat terörist ürettik
biz bu ülkede. Buna da dikkatlerinizi çekmek istiyorum.
Peki, terörle mücadelede 181 binden fazla askerî personel, 19 bin polis, 59 bin korucunun görev yaptığı 1987 yılından bu yana
12 929 terör olayının gerçekleştiği ve bu olaylarda, güvenlik güçlerine mensup 3 547 kişinin şehit olduğu, yine, toplam 4 113
masum sivil vatandaşın da hayatını kaybettiği, verilen bilgiler arasında. Yine, bu resmî rakamlara göre, bugün, bölgede, 1 899 okul
kapalı bulunmaktadır; okul çağına gelen çok sayıda çocuk ve genç, tabiî ki, eğitim hizmetlerinden mahrum kalmaktadır. Yine, resmî
rakamlara göre, bölgede, 2 614 köy ve mezra boşaltılmış ve -dikkatlerinize sunuyorum- bu köylerde yaşayan vatandaşlarımızdan
307 bini göç etmek zorunda kalmıştır.
Değerli arkadaşlar, olağanüstü hal uygulamaları, ülkenin ayrılmaz bir parçasında, ayrı bir rejimi kalıcı kılarak, bölücü
mihraklara propaganda malzemesi oluşturmaktadır.
Değerli arkadaşlarım, şer odakları, bazı doğrulardan yola çıkarak ihanetlerini kusarlar. Türkiye düşmanlarına, istismar
edebilecekleri konularda, asla fırsat ve inisiyatif tanımamalıyız. Kürt kökenli vatandaşlarımızın olağanüstü hal bölgesinde yoğun
olarak yaşıyor olmaları, bu bölgenin ayrı bir rejim altında yönetildiği gibi bir yanlış ve kasıtlı imajın yayılmasına da neden
olmaktadır. Bu ayırımcı yaklaşıma fırsat vermemek için, olağanüstü hal uygulamalarına bugüne kadar karşı çıktık. Bu bölgenin,
uzun yıllardır, terör ile olağanüstü hal gerekçe gösterilerek yatırımlardan mahrum bırakılması da, bizim karşı çıkış
nedenlerimizin başında gelmektedir.
Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; işte, bu nedenlerle, Refah Partisi Grubu, bugüne kadar, olağanüstü hal görüşmelerinde,
olağanüstü hal uygulamasının devam etmemesi gerektiği yönünde oy kullanmıştır. Peki, Hükümet ne yapmıştır: -şimdi Refah
Partili bir Koalisyon Hükümeti var- Hükümet, 7 temmuzda güvenoyu almıştır, 15 temmuzda, yani 8 gün sonra, Türkiye Büyük Millet
Meclisine başvurarak, olağanüstü hal konusunda bir genel görüşme talebinde bulunmuştur ve 24 Temmuz 1996 tarihinde de Türkiye
Büyük Millet Meclisinde bir genel görüşme yapılmıştır.
Şimdi, bu genel görüşmeye muhalefet partileri katılmadılar -saygıyla karşılıyorum- genel görüşmeye niye katılmadılar?
"Böyle bir gelenek yok; eski köye yeni âdet mi getiriyorsunuz! Genel görüşme bir denetim yoludur, bunu iktidar kullanmaz, istemez"
dediler, doğal olarak.
ABBAS İNCEAYAN (Bolu) – Biz olayları biliyorduk da, siz anlamıyordunuz o zaman.
ÖMER VEHBİ HATİPOĞLU (Devamla) – Evet, gerçekten de böyle bir geleneği biz başlatmış olmaktan mutluluk duyuyoruz;
-bunu da huzurunuzda arz etmek istiyorum- çünkü, Sayın Başbakanın da sık sık ifade ettiği gibi, bu Hükümet, bir değişim
Hükümetidir ve bu Hükümet, Meclisi, partilerin de, Hükümetin de, Millî Güvenlik Kurulunun da önünde tutabilme gücünü, cesaretini,
iktidarını kendisinde bulan bir Hükümettir; bundan dolayı kutlamanız gereken bir tavır sergilemiştir. (RP sıralarından alkışlar)
Sayın Başkan, sayın milletvekilleri; şimdi, ben, olağanüstü hal uygulamasının -54 üncü Hükümetin Programında da ifade
edildiği gibi- kaldırılacağına inanıyorum, Refah Partisi Grubu olarak, olağanüstü halin uygulamasının kaldırılmasından yanayız,
bugüne kadarki görüş ve düşüncelerimizde en ufak bir değişiklik meydana gelmemiştir; bunu peşinen arz edeyim. (ANAP
sıralarından gürültüler)
Şimdi, bakın nasıl kaldıracağımızı da anlatacağım, birazcık sabrederseniz değişmediğimizi anlayacaksınız.
CENGİZ ALTINKAYA (Aydın) – Değişim...
ÖMER VEHBİ HATİPOĞLU (Devamla) –Biz değişmedik; ama, Allah izin verecek, biz, bu tavrımızla uzlaşmanın ne olduğu
konusunda da örnek olacağız ve inşallah bu Meclisten hep uzlaşmayla güzel kararlar çıkacak.
MUSTAFA CUMHUR ERSÜMER (Çanakkale) – Öğreniyorsunuz.
ÖMER VEHBİ HATİPOĞLU (Devamla) – Değerli arkadaşlar, biz, Refah Partisi Grubu olarak, olağanüstü hal uygulamasına
karşıyız; ancak, olağanüstü halin -iktidarda iken Anavatan Partisi temsilcilerinin de burada ifade ettiği gibi- uygulamasına son
verilmesi için gerekli yasal düzenlemelerin de vakit geçirilmeden yapılması gerekir.
CENGİZ ALTINKAYA (Aydın) – Yarın yapalım...
ÖMER VEHBİ HATİPOĞLU (Devamla) – Peki, bu yasal düzenlemeleri niçin yapmadınız? Bu soruyu bize soramazsınız,
sorma hakkınız yok; üç ay iktidar oldunuz, siz niçin değiştirmediniz?
MUSTAFA CUMHUR ERSÜMER (Çanakkale) – Üç haftadır Mecliste bekliyor...
ÖMER VEHBİ HATİPOĞLU (Devamla) – Mecliste bekletiyorsunuz... Sizin getirdiğiniz yasayı biz kabul edecek olursak, o
bölgeden 10 ilde olağanüstü hali kaldırıyoruz derken, 70 küsur ili olağanüstü hal uygulamasının içerisine koyacağız; bunu kabul
etmemiz mümkün değildir değerli arkadaşlarım.
MUSTAFA CUMHUR ERSÜMER (Çanakkale) – Değiştirip getirseydiniz...
ÖMER VEHBİ HATİPOĞLU (Devamla) – Şimdi, biz ne yapacağız; bakın, size söyleyelim.
MUSTAFA CUMHUR ERSÜMER (Çanakkale) – Birşey yapamazsınız...
BAŞKAN – Efendim, müdahale etmeyin...
ÖMER VEHBİ HATİPOĞLU (Devamla) – İnşallah yapacağız, yaptığımızı göreceğiz. Refah Partisinin yapabildiğini,
değiştirebildiğini göreceksiniz ve hep birlikte siz de bizi alkışlayacaksınız inşallah. Yapacağız...
CENGİZ ALTINKAYA (Aydın) – U dönüşü yapıyorsunuz...
ÖMER VEHBİ HATİPOĞLU (Devamla) – Değerli arkadaşlarım, şu tezkere, Millî Güvenlik Kurulundan gelen karar,
olağanüstü halin devamı değil, olağanüstü halin kaldırılmasına ilişkin bir tezkeredir, öncelikle bunu arz edeyim; biz, bunu, böyle
algılıyoruz. Nasıl kalkacak olağanüstü hal? Şartları konulmuş; Millî Güvenlik Kurulundan gelen şu tavsiye kararında "söz konusu
yasal ve idarî düzenlemeler tamamlanıncaya kadar..." deniliyor. Söz konusu yasal ve idarî düzenlemeler nelerdir? Hangi kanunlarda
değişiklik yapılması gerekir? Sayın İçişleri Bakanımız, biraz önce, burada ifade buyurdular; bu kanunlarda değişiklik yapılması
gerekir... Bu kanunlarda değişiklik yapıldıktan sonra, olağanüstü halin kademeli olarak kaldırılmasında zaruret vardır diyoruz.
Bu düzenlemeyi nasıl yapacağız? Değerli arkadaşlarım, şimdi, Cumhuriyet Halk Partisinden değerli temsilci çıktı "hani
olağanüstü hali kaldıracaktınız, niçin değiştiniz?" dedi. Diğer arkadaşlarım, muhalefet partileri temsilcileri bizi değişmiş olmakla
suçluyorlar; aslında kendi kendilerini suçluyorlar...
CENGİZ ALTINKAYA (Aydın) – Değişim Hükümetisiniz...
ÖMER VEHBİ HATİPOĞLU (Devamla) – Biz değiştik de ne olduk? Diyorlar ki: "Siz değiştiniz, bize benzediniz; çünkü, biz
de muhalefetteyken başka, iktidara gelince başka diyorduk. Şimdi, muhalefetteyiz, yine başka şeyler söylüyoruz. Aman ha Refahlılar,
dikkat edin, bize benziyorsunuz." Aslında söylenen burada bu. Merak etmeyin, biz, size benzemiyoruz, biz, sizi kendimize
benzeteceğiz Allah'ın izniyle. (RP sıralarından alkışlar)
CENGİZ ALTINKAYA (Aydın) – Allah korusun...
ÖMER VEHBİ HATİPOĞLU (Devamla) – Bakın değerli arkadaşlar, bizim, Refah Partisi Grubunun kararı şudur: Meclis, iki
gün sonra tatile giriyor. Ağustos ayı içerisinde, Refah Partisi Meclis Grubu, Yüce Meclisi olağanüstü toplantıya davet edecek ve
terörle mücadelede gerekli olduğuna inandığımız yasalar nelerse, bunları tek tek gündemimize alacağız, Yüce Meclisin gündemine
getireceğiz, sizlerin huzuruna getireceğiz. Bu yasal önlemler alındıktan, yasalarda gerekli düzenlemeler yapıldıktan sonra da,
kademeli bir şekilde -Allah nasip edecek- şu anda 10 ilde uygulanmakta olan olağanüstü hal uygulamasını -bizim ümidimiz ve
temennimiz- en az yarısından kaldıracağız...
CENGİZ ALTINKAYA (Aydın) – Niye?..
ÖMER VEHBİ HATİPOĞLU (Devamla) – Ama, sadece olağanüstü hal uygulamasını kaldırmakla kalmayacağız -Yüce
Meclisin dikkatlerine sunuyoruz- o bölgeye, Allah'ın izniyle, huzur getireceğiz, o bölgeye güvenlik getireceğiz...
CENGİZ ALTINKAYA (Aydın) – 5 ile yazık değil mi!..
ÖMER VEHBİ HATİPOĞLU (Devamla) – Ben, size bir şey daha söyleyeyim: Bakın, ben, o bölgenin milletvekillerindenim.
Hukuken olağanüstü hal kalkmamışsa bile -bugün iftiharla ifade ediyorum; aziz milletim şu kürsüden beni izliyor ekranları başında-
olağanüstü halin, bizim, buradan tenkit ettiğimiz yanlış tavır ve davranışları -Allah'a hamdolsun- fiilen bu bölgede kalkmıştır; halk
huzur içerisindedir...
ABBAS İNCEAYAN (Bolu) – 16 asker ne zaman öldü?..
ÖMER VEHBİ HATİPOĞLU (Devamla) – Artık köyler boşalmıyor; bir.
Bakın bir şey daha söyleyeyim...
NEJAT ARSEVEN (Ankara) – 16 tane şehit...
ÖMER VEHBİ HATİPOĞLU (Devamla) – 16 tane şehit... Ben, terörle mücadele konusuna açıklık getirdim; siz, herhalde
dinlemediniz, dinlemek lütfunda bulunmadınız.
Bakın değerli arkadaşlarım, ne dedim; eline silah alıp devletin güvenlik güçlerine karşı mermi sıkan, çözümü namlunun
ucunda arayan her kimse, karşısında mermi bulmakta gecikmeyecektir; Türkiye Cumhuriyeti Devleti, bunların üstesinden gelmeye de
kadirdir dedim. Terörle mücadeleye evet; ama, siz, olağanüstü hal uygulaması adı altında, insanlara yiyecek ambargosu koyarsanız,
insanlara kendi evine beş kilo bulgur götürmeyi yasaklarsanız, olağanüstü hal uygulaması adı altında, insanların seyahat
özgürlüğünü engellerseniz, işte, siz, o insanların kitleler halinde terör örgütüne kaymasına neden olursunuz; biz, bunun için buna
karşıyız. Yoksa, terörle mücadeleye, terörle mücadeleyle ilgili getireceğiniz her türlü yasal tedbirleri almaya hazırız; bir şartla...
HALİT DUMANKAYA (İstanbul) – Ortağınıza söylediniz herhalde...
ÖMER VEHBİ HATİPOĞLU (Devamla) – Efendim, ben Yüce Meclise hitap ediyorum.
BAŞKAN – Sayın Hatipoğlu, 1 dakikanız var efendim.
ÖMER VEHBİ HATİPOĞLU (Devamla) – Teşekkür ediyorum.
Ben, Yüce Meclise hitap ediyorum.
Değerli arkadaşlar, bu Hükümetin kuruluşu üzerinden üç hafta geçmiştir. Bu üç hafta boyunca Hükümetimizin attığı adımlar,
bölgemizde büyük bir mutlulukla karşılanmaktadır. Her şeyden önce, köye dönüş konusunda Sayın Başbakanın yaptığı açıklama,
bölgede büyük bir sevinçle karşılanmıştır ve Allah'a hamdolsun, insanlar köylerine dönmeye başlamışlardır. Köylerine dönecek
vatandaşlarımıza da, bugüne kadar uğradıkları zararları tazmin edecek yardımlar yapılacağı beklentisi içerisindedir.
Yine, bu Hükümet... Bu bölgede, geçmişte hayvancılıkla geçinen onbinlerce insan vardı. Şu anda, maalesef bu ülke, et ithal eder
hale getirilmiştir. İşte, bunu engellemek için, teşvik kredisi adı altında 17 trilyonluk bir kaynağın ayrıldığı, yine, Sayın
Başbakanımız ve Tarım Bakanımız tarafından ilan edildi; bunun mutluluğunu taşıyoruz. Vatandaşlarımız, şimdi, o bölgede, et
kombinalarına hayvanlarını götürüp teslim edebilmekte ve gününde -teslim ettiği anda- parasını alabilmektedir.
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
BAŞKAN – Sayın Hatipoğlu, size de ek süre veriyorum; lütfen toparlayın efendim. Bugün arkadaşlarımıza çok fazla süre
verdik.
ÖMER VEHBİ HATİPOĞLU (Devamla) – Teşekkür ediyorum Sayın Başkanım.
Sayın Başkan, sayın milletvekilleri; yine, Hükümetimiz, Irak'taki petrol boru hattından birkaç hafta içerisinde petrol akacağı
müjdesini veriyor. Burada bazı arkadaşlar çıktı, bazı rakamlar verdi. Burada, bizim için önemli olan, bölgenin ekonomik hayatına
getireceği canlılıktır. Bundan dolayı da Hükümeti, bu olumlu adımlardan dolayı yürekten kutluyoruz.
Refah Partisi Grubu olarak, 54 üncü Hükümete, olağanüstü halin tedricen kaldırılması konusundaki samimi davranışından
dolayı teşekkürlerimizi arz ediyorum. Allah'a binlerce defa hamdolsun, muhalefette iken söylediğini, iktidara geldiğinde
gerçekleştirebilme iradesi gösterebilecek bir Hükümete sahibiz; Allah'a hamdediyorum. (DSP ve CHP sıralarından gülüşmeler,
alkışlar [!])
Şimdi, bakın, muhalefet partisi milletvekillerine sesleniyorum: Değerli arkadaşlarım, siz, bizi, uzun zaman, çok çok
alkışlayacaksınız; alkışlarınızı alacağız Allah'ın izniyle. Öyle güzel hizmetler yapacağız ki, siz, alkışlamak zorunda kalacaksız,
aziz milletimiz de bunu seyredecek Allah'ın izniyle. (CHP sıralarından "Allah şahit, Allah bilir" sesleri)
İSMET ATALAY (Ardahan) – Allah çarpar.
ÖMER VEHBİ HATİPOĞLU (Devamla) – Onun için, sözlerimi toparlıyorum değerli arkadaşlarım; izin verirseniz,
huzurunuzdan ayrılacağım.
Bakın değerli arkadaşlarım, ben, bundan önce, Refah Partisi Grup sözcüsü olarak, bu kürsüye çıkıp, olağanüstü hal ile ilgili -bu
kürsüye gelmeden önce topladım, üst üste koydum- tam 90 dakika konuşmuşum.
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
BAŞKAN – Sayın Hatipoğlu, süreniz bitti.
Aslında, İktidar Partisi konuşmaz, iş yapar. Bakın, gerçekten, bu çok önemli. Burada konuşmak gereksiz. (ANAP ve DSP
sıralarından alkışlar) Ama, tabiî, maalesef, bundan önce, hep böyle bir âdetimiz vardı. İktidar Partisi iş yapar, konuşmaz;
konuşmakla da kimsenin karnı doymaz; ama, ben, yine de, size, 1 dakika süre vereyim; buyurun.
ÖMER VEHBİ HATİPOĞLU (Devamla) – İşte, buna da alışacaksınız. Bakın, burada da bir değişiklik var. İktidar partileri
Meclisi toplamaz, genel görüşme istemez, konuşmaz, Meclisten kaçarlar...
BAŞKAN – Efendim, o değil...
ÖMER VEHBİ HATİPOĞLU (Devamla) – Biz, Allah'a hamdolsun, Meclisi toplamaya çalışıyoruz; bu da, Refah farkıdır
işte... (RP sıralarından alkışlar)
Sözlerimi toparlıyorum Sayın Başkanım; şu cümleyi muhalefet partilerinin dikkatine sunarak, huzurunuzdan ayrılıyorum: Ben,
bundan önce, 90 dakika, muhalefetteki Refah Partisinin sözcüsü olarak konuştum; şimdi de, 20 dakika konuştum. Bu 20 dakikada,
geçmişte konuştuklarıma ters bir tek cümle bulursanız, o zaman, bize "değiştiniz" deme hakkına sahipsiniz. Değişme göremezsiniz;
çünkü, biz, iktidarda da, muhalefette de hakkı konuşuruz diyor, hepinize saygılar sunuyorum. (RP sıralarından alkışlar)
BAŞKAN – Sayın Hatipoğlu, aslında, benim, bugün söylediğim cümle, bugüne mahsus değil; ben, her zaman, bu kürsüde,
İktidar Partisinin konuşmaması gerektiğini, iş yapması gerektiğini söylemişimdir.
Grupların konuşmaları bitti.
Sayın Hükümet, konuşacak mısınız efendim?
İÇİŞLERİ BAKANI MEHMET AĞAR (Elazığ) – Evet Sayın Başkan.
BAŞKAN – Buyurun Sayın Bakan.
Süreniz 20 dakikadır.
İÇİŞLERİ BAKANI MEHMET AĞAR (Elazığ) – Teşekkür ederim Sayın Başkan.
Sayın Başkan, saygıdeğer milletvekillerimiz; değerli siyasî parti sözcülerimizin, bize ışık tutan, gerçekten hep iyi niyetle dolu
görüşlerini, konuşmalarını dinledik, önerilerini aldık. Zannediyorum Sayın DSP Grup Sözcüsü, görüşlerini, yazılı olarak da
bildirecekler; onları da almaktan büyük bir memnuniyet duyuyorum. ANAP sözcüsü Sayın Yıldırım, büyük bir çoğunluğuna
katıldığımız görüşlerini, birbiri ardı sıra ve çok samimi hislerini, bütün bölge insanının hislerine de tercüman olacak şekilde
bildirdiler.
Ancak, bazı konularda açıklamalar getirme gereği vardır. Hiç şüphesiz ki, bölgenin ekonomik şartları konusunda, hepimizin
bildiği gerçekler var. Yalnız "bu olağanüstü hal yönetiminde hiçbir şey yapılmamıştır; halka ıstırap verilmiştir, sıkıntı verilmiştir"
gibi haksız suçlamaları da bir parça dikkatinize sunmak istiyorum. Çok şey de yapılmıştır; ben, bunu, bu kürsüden, herkese
söylüyorum. Devletin, burada yıllarca hizmet etmiş görevlileri var; büyük bir iyi niyet içerisinde çalışmışlar.
Olayı, sadece güvenlik boyutunda görmek de doğru değildir; burada, ekonomik boyutta da çok ciddî çalışmalar yapılmıştır.
Evet, öyle böyle belli şartlar altında köylerden göç olmuştur; evsiz kalanlar olmuştur; göç edenler olmuştur da, devlet, elinden gelen
imkânlar oranında, bunları, aç, açıkta, sokakta bırakmamıştır. Bugün, bölge valiliği imkânlarıyla, son iki sene içerisinde, beşbinin
üzerinde konut yapılmıştır. Çeşitli fonlardan, bu insanların, aç ve açıkta kalmamaları için lazım gelen her türlü tedbir, bölge
valileri başta olmak üzere, il valileri, kaymakamlar tarafından alınmıştır. Başka illere göç ederek giden vatandaşlarımızın, orada iş
bulmaları konusunda ve oradaki sıkıntıları konusunda, yahu, bu devlet hiçbir şey yapmamış mıdır?.. Böyle insafsız olmaya hiç
gerek yok; beşbinin üzerinde çok ciddî konut hamlesi yapılmıştır ve bunlar içerisinde, halen devam eden projeler vardır. Orada
yollar yapılmıştır, güvenlik gerekçesiyle; birtakım altyapı yatırımları yapılmıştır; bölge yatılı okulları yapılmıştır; hastaneler
yapılmıştır "hiçbir şey yapılmamıştır" gibi insafsızca eleştirilerde bulunmanın ben bir anlamını göremiyorum. "Yeterli
yapılmamıştır" diyebilirsiniz; yetersiz olmuştur, daha iyisi yapılabilirdi. Çok ciddî hayvancılık projeleri, iki seneden beri
gündemdedir. Ziraat Bankasının sağladığı bir sürü kredi imkânları çıkmıştır -büyük miktarlardadır- bunu, realize eden insanlar da,
burada, bugün, milletvekili olarak aramızdadır. Arzu edildiğinde, gündemdışı söz verir Sayın Başkanlık Divanı, arzu edilen
doyurucu açıklamalar da yapılabilir. Zamanın kıtlığı içerisinde, bunlara çok detaylı olarak girmek istemiyorum.
Hepimiz istiyoruz tabiî, hukukun üstünlüğü, insan hakları... Şu çatı altında görev yapan insanlardan kim istemez ki... Bunlar
yapılmalıdır; ama, orada yapılan mücadele ve oradaki çok yoğun güvenlik gücünün varlığını görmezlikten gelemeyiz. Bütün
bunlara rağmen, milletin desteğini almadan, halkın desteğini almadan bu terör mücadelesinin yapılamayacağını iki günlük askerler
bile biliyor, bugün, artık, bilmeyen mi kaldı? Ne yapılmıyor ki, bunun için?
Bu arada, yanlış yapan kamu görevlileri de olmuştur zaman zaman; yapana, gereği yapılmıştır; hiç kimse himaye de
görmemiştir, cezalandırılmıştır ve cezalandırılmaya da devam edilecektir. Burada, hata yapan kamu görevlilerini yakalayan, ayrı
kamu görevlileridir. Bu bakımdan, bu tür eleştirileri yaparken, bence, insaf sınırları içerisinde kalmak gerekir. Elbette ki, oradaki
vatandaşın rahatı, huzuru, her şeyin üzerindedir bizim için; ama, burada, hizmet yapan kamu görevlileri, hiçbir şey yapmadan, "halka
eza cefa etmişler" şeklinde olayı tanımlamaya kalktığınız vakit, biz bunun karşısındayız. Şahsen, ben, zamanında kamu görevlisi
olarak hizmet eden, bugün de bu kamu görevlilerinin başında siyasî sorumlu olarak bulunan bir kişi olarak şiddetle karşı çıkarım ve
o insanların bu ülke için yaptığı hizmetlerin sahibi olurum.
ADİL AŞIRIM (Iğdır) – Bravo.
İÇİŞLERİ BAKANI MEHMET AĞAR (Devamla) – Açıkça söylemek lazım; "bizim, şöyle bir tutumumuz yok" diyemeyiz.
Efendim, haklı olan eleştirileri kabul edelim. Gerekli tahkikatları çok ciddî şekilde yapalım; Meclis olarak yapalım, idare olarak
yapalım, Hükümet olarak yapalım, kanunî gereğini de yapalım; ama, uluorta, her ahval ve şart altında bu görevlileri suçlamanın, hiç
kimseye bir yarar getirmeyeceğini de son derece iyi biçimde bilelim.
Elbette, geçen hükümetler, bu konuda önemli hizmetler gerçekleştirmeye gayret etmiş, 54 üncü Hükümet de bu konuda daha bir
ağırlıklı olarak hizmet etme gayreti içerisindedir. Hayvancılığın ve organize sanayi bölgelerinin geliştirilmesi; el sanatları, arıcılık
gibi ev ekonomisine dayalı projelerin gerçekleştirilmesine çalışılması; GAP'ın gerçekleşmesine çalışılması...
Canım, olağanüstü hal bölgesinde güvenlik güçleri hiçbir şey yapmadı!.. İki senedir pıtrak gibi patlayan bölgedeki çırçır
fabrikaları, iplik fabrikaları, tekstil fabrikaları nereden geliyor?! Batı'daki işadamları, holdingler kurup doğuda yatırım yapmaya
neden karar veriyorlar?! Güvenlik olmayan yere özel sektörün, müteşebbisin gittiği vaki midir yani?! Nedir hiçbir şey yapılmayan?!
Çok şey yapılmıştır; bunları görmezlikten gelmek son derece yanlıştır.
Sayın Hatipoğlu'nun dediği gibi, hayvancılıkla ilgili projeyi, konumu gereği elbette Tarım Bakanı açıklayacaktır; ama, bu, bir
Koalisyon Hükümeti içerisinde, Hükümetin aldığı müşterek karar, sağlanan müşterek kaynaklarla ortaya çıkan sonuçlardır. Öyle de
olması icap eder; gereği de o şekilde yapılacaktır.
Kaldı ki, bu tür işlerde bir komplekse falan girmeye gerek yok. Geçmişte başka türlü görüşleri savunabilmek, bugün sorumlu
duruma geldiğinizde aldığınız birtakım başka bilgilerle ve bu bilgilerin ışığı altında, Koalisyon Hükümetinde müştereken oluşan
bir siyasî irade sonucu başka türlü ve millî menfaatlar nezdinde sonuçlar almayı gerektiren politikalar uygulamaktan ve bu
politikaların gereği olarak da, muhalefette savunduğunuzun dışında yeni bir görüşü de savunmanın bir anormal tarafı olmaması
gerekir. Bu tür komplekslerin dışında kalmak lazım.
Sayın Arınç'ın, Çekiç Güç ile ilgili konuşmasında belirttiği gibi, yeni Hükümet tezkeresinde ortaya çıkan birtakım ilave
maddelerin oluşması da, elbette ki, Koalisyon Hükümetindeki müşterek bir iradenin sonucudur. Bu, Dışişleri Bakanlığının,
Genelkurmayın ve onların değerli çalışanlarının ortaya çıkardığı sonuçların, Hükümet içerisinde müşterek irade biçimde tecelli
etmesi sonucu oluşan ve herkesin imzasını kapsayan bir Hükümet tezkeresidir. Hiç kimsenin, tek başına bir siyasî iradeyle bir şey
yapabilmesi elbette ki mümkün değildir.
Sayın Tanla'nın, çok net biçimde ortaya koyduğu bir çalışma var -zannediyorum partinin- yazılı olarak da bize takdim
edecekler. Elbette, Sayın Ecevit'in orada çok veciz biçimde ifade ettiği "terörün beli kırılırken, halkın gönlünün kırılmaması"
hepimizin gönülden katıldığı ve bütün güvenlik güçlerinde parola olarak, düstur olarak benimsediği bir görüştür; onun aksini
düşünebilmemiz mümkün değildir.
Önümüzdeki dönemde ekonomik kaynaklar meselesi vardır; bu kaynakların verimli kullanılması meselesi vardır. Özellikle,
valilerimizce özel idare kaynaklarının, gene Olağanüstü hal idaresinin kalkana kadar, Bölge Valiliğinin elindeki kaynakların, bizatihi
valilerimiz tarafından daha etkin biçimde kullanılması gündemdedir.
Sınır ticareti konusunda mutlaka açılımlar gereği vardır. Sadece o bölge olarak değil, Doğu Anadolu Bölgesiyle ilgili projeler
vardır; bunların geliştirilmesinde faydalar vardır. Habur'la ilgili yeni düzenlemeler olacaktır. Petrol boru hattının açılmaya doğru
gidişi, son derece olumlu bir gelişmedir. Zannediyorum bundan memnun olmayacak hiç kimse yoktur. 1994 yılında başlayan
teşebbüslerin bugüne kadar etap etap devam etmesi sonucunda olumlu safhaya doğru gelişinin son noktaları olarak görmek lazım.
İnşallah -daha önceki konuşmalarda Sayın Başbakanın, Sayın Başbakan Yardımcısının da ifade ettiği gibi- ambargonun
kalkması konusunda ciddi gelişmeler vardır; en azından, belirtildiği üzere, Ürdün'e sağlanan imkân ve avantajların mutlaka ülkemize
de sağlanması gerekir.
Sayın Yahya Şimşek'in konuşmalarında yadırgadığım bir yeri açıkça ifade etmek istiyorum. Sayın Tansu Çiller'in çocuğuyla
ilgili askerlik meselesinin ben burada konuşulmamasını arzu ederdim. Herkesin, çocuk meselesiyle örnek gösterilmesini, çocuğu
meselesiyle kınanmasını, ben doğru bir davranış olarak görmem. Kaldı ki, o dönem zarfında yetkili makamlar tarafından bizzat
kendilerine, oraya gönderilmemesi, ayrıca, onun da korunması gereken kişilerden olması dolayısıyla ilave bir problem halinde
ortaya çıkacağı belirtildiği için o bölgeye gönderilmemiştir. Kaldı ki, herkes için söz konusu olabilir; ben, bu kürsüden bu tür
meselelerin ortaya getirilmemesi gerektiği kanaatindeyim.
Terörle mücadelede çok net biçimde savunacağımız 1992-1996 arasında çok başarılı mücadele verilmiştir; geçmişte de,
elbette, başarılı mücadele verilmiştir; ama, açıkça buradan, toplumsal hafızamızın kayıp olmamasını rica ederim. İllerin
basıldığı; iki üç gün süren meydan savaşlarının yaşandığı; bütün yolların kapalı olduğu; ticarî, ekonomik hayatın sıfırlandığı
günlerden; gece gündüz il, ilçe baskınlarının olduğu günlerden; bugün, bütün hayatın -en azından, bütün yerleşim bölgelerinde
hayatın- normale döndüğü; bütün ticarî, ekonomik faaliyetlerin, sosyal yaşamın normale döndüğü; yol emniyetlerinin çok büyük
ölçüde sağlandığı günler içerisindeyiz.
Biraz evvel ifade ettim, çok ciddî ekonomik yatırımlar yapılıyor; bunlar neyle yapıldı?.. Bunların, ekonomik yatırımların
yapılmasının sebebi, güvenlik sağlanmasında etap etap gelişmeler olmasıdır. Ha, her şey mükemmel oldu mu? Olduğu konusunda
hiç kimse iddialı değil, böyle bir şey söylemiyor; ama, geçmişle bugün arasında, güvenliğin sağlanması bakımından, çok ciddî
mesafeler kaydedilmiştir. Bunları görmezlikten gelip, o bölgelerde hizmet eden insanların, siyasî sorumluluğunu taşıyan insanların,
idarî sorumluluğunu taşıyan insanların, askeri sorumluluğu taşıyan insanların hizmetlerini filan da görmezlikten gelebilmek
mümkün değildir. Biz, bütün burada emeği geçen hizmetlileri -halen de aramızda bulanan milletvekili arkadaşlarımız da vardır-
saygıyla anmak, şükranla anmak mecburiyetindeyiz; bunun aksini düşünebilmemiz mümkün değildir.
Olağanüstü hal kalsın mı? Hayır kalmasın. Bu, artık, müşterek bir arzu, müşterek bir irade olarak tecelli etme durumundadır;
ama, bunun da kalkabilmesi için yasal birtakım hazırlıklar, devletin devamlılığı çerçevesi içerisinde, iki seneden bu yana devam
edegelmektedir.
Ben, burada, detayına girmek istemiyorum; Sayın Salih Yıldırım da detaylı olarak ifade ettiler; tabiî, bütün bu çalışmalar iki
seneden beri İçişleri Bakanlığı bünyesinde, çeşitli bakanlıklarla, Genelkurmay Başkanlığıyla da koordine edilerek hazırlanma
durumundadır. Görünen o ki, bu konudaki bu müşterek irade ve arzu, bu yasaların çıkması konusunda çabukluk getirecektir; bundan
da büyük bir memnuniyet duyuyoruz. Bunların bir an evvel realize edilmesi konusunda kanaat sahibiyiz.
Korucular meselesi, önemli bir meseledir. Burada, bu insanlarımız, bu bölgenin insanları, PKK terör örgütünün bütün
teorilerinin aksine, burada yaşayan, burada doğan, büyüyen insanlar, devletinin yanında, mecbur kaldıkları için, devletine
güvendikleri için, silahlı bir mücadeleye girmişlerdir çoluklarıyla çocuklarıyla; bütün geleceklerini rizikoya atmak suretiyle.
Ha, bu müessesenin gelişimi içerisinde, hepimizin arzu etmediği birtakım sonuçlar doğmuştur; bunlar, dikkatle takip edilmiştir;
bilinebilen, yakalanabilen, tespit edilebilen her konuda kanunî işlemler yapılmıştır; ama, bugün gelinen nokta içerisinde, burada
birtakım eksikliklerin, yeni düzenlemelerin var olması gereği ortadadır; bunlar da yapılacaktır; Köy Kanunu içerisinde, bunlarla
ilgili çok ciddî düzenlemeler vardır; ama, bütün bunları yaparken, yine, insaf ölçüleri içerisinde hareket edip, yıllardan beri burada,
çoluğuyla çocuğuyla, bütün zorluklarına rağmen, çok zor maddî şartlarına rağmen, çok güç yaşam şartlarına rağmen, devletinin
yanında yer almış insanlara da şükran duygularımızı ifade etmek istiyorum. Yanlışlık yapan insanlar olmuştur; onların da gereği
yapılmıştır, yapılacaktır.
Bu müeessesenin yeniden düzenlenme gereği vardır; bütün bunların hiçbirine katılmamak mümkün değildir. Bu bölgede, olağan
şartlara geçme gereği vardır, onsekiz seneden bu yana, olağanüstü şartlarda büyüyen çocuklar, bugün, bir genç olmuşlardır, askere
gitme çağına gelmişlerdir; bunları da, olağan rejim içerisine koyalım, demokrasinin nimetlerinden doya doya istifade etsinler.
Bunların hiçbirine, hiçbirimiz karşı değiliz; ama, bütün bunları yaparken, büyük bir soğukkanlılık, büyük bir sağduyu içerisinde,
meselenin dününü, bugününü ve muhtemel gelecekteki gelişimini de gözönünde bulundurmak şartıyla, ülkemizin bu önemli
meselesini elbirliğiyle çözümleme konusundaki gayretimizi sürdüreceğiz, devam ettireceğiz ve ben inanıyorum ki, bu dönemin Meclis
çalışmaları içerisinde, Hükümetimiz, büyük bir gayretle, büyük bir iştiyakla, Türkiye'nin her bölgesinde yaşayan insanlar gibi, bu
bölgesinde yaşayan insanlarımızın sorunlarının çözümünde de ciddî bir öncelik, ciddî bir gayret içerisinde olacaktır.
Yüce Meclisimizin, konuyla ilgili olarak getireceğimiz kanunî düzenlemelerde büyük bir destek içerisinde olacağı, görüşmelerin
gelişiminden belli olmaktadır; bu konu da, gelecek için ümit vaat eden bir olaydır.
Ben fazla zamanınızı almak istemiyorum. Bu düşünceler içerisinde ve mutlaka önümüzdeki dönemde, arzu edilen bütün yasal
değişiklikleri gerçekleştirmek konusunda var gücümüzle gayret göstereceğimiz ve -inşallah tezkerede de belirtildiği gibi- tedricen
olmak suretiyle kısa bir dönem zarfında olağanüstü hal uygulamasının kaldırılarak, normal rejime geçeceğimiz konusunda da
kararlılığımızı Hükümet olarak bir kez daha ifade ediyor, Yüce Meclisimizi en içten, en derin saygılarımla selamlıyorum. (DYP ve
RP sıralarından alkışlar)
BAŞKAN – Teşekkür ederim Sayın Bakan.
Şahısları adına Sebgetullah Seydaoğlu?.. Yok.
Mehmet Ekici, buyurun efendim.
Sayın Ekici, süreniz 10 dakikadır.
MEHMET EKİCİ (Ankara) – Sayın Başkan, saygıdeğer milletvekilleri; hepinizi saygıyla selamlıyorum.
10 ili kapsayan olağanüstü hal uygulaması konusunda görüşlerimizi aktarmadan önce, devletin bölünmez bütünlüğü ve vatanın
birliği uğruna şehit düşen asker, polis ve vatan evlatlarını rahmetle anıyor, hepsine Cenabı Hak'tan rahmet diliyorum.
Saygıdeğer milletvekilleri, terörle mücadelede şehit olanlara karşı bir alışkanlığımız oluştu gibi geliyor bana. Birkaç gün
önce, Olağanüstü Hal Bölgesinde 16 askerimizi şehit verdik; ama, ne yazıktır ki, cezaevlerinde devletle pazarlığa oturan bir grup
terör suçlusunun patırtısından, bu vatan evlatlarını gereği gibi anmayı, bu vatan evlatlarının ruhunu gereği gibi şad etmeyi
unuttuk. Bu insanların, bu Mehmetçiklerin, bu şehitlerin, ölüm orucu tutmak suretiyle pazarlık yapmaya kalkışan tutuklu ve
hükümlüler kadar haysiyetleri yok mudur ki, medyamızda gerekli yeri almıyorlar, siyasetçilerimiz ve insanlarımız onlara yeterli
ilgiyi göstermiyor.
Bakınız, Üsküdar Ekipler Amirliğinde görevli iken şehit edilen Celal Sönmez isimli bir başkomiserimizin 3 çocuğuyla dul kalan
eşinin, bir gazetemizdeki sözlerinden başlıklar aktarıyorum: " Celalimi şehit edenler, belki de devletle pazarlığa oturan teröristlerden
birisiydi. Bu ihtimali düşündükçe çıldıracak gibi oluyorum."
Bir başka başlık size: "Bu ülkede terörist olmak, vatan için şehit olmaktan daha haysiyetliymiş gibi gösterilmeye çalışılıyor."
Bir başka başlık: " Biz, teröristlerden daha mı haksızızki çığlıklarımızı boğazlarımıza düğümlüyoruz."
Bir annenin feryadı: "Bu memlekette 'cumartesi anneleri' var. Kimin annesi olursa olsun, bütün annelere, annelik vasfı
dolayısıyla kalbimizde engin bir sevgi ve saygı vardır; ancak, hiç kimse unutmamalıdır ki, bu ülkede bir de 'cuma anneleri'
dediğimiz anneler var. Her cuma günü, şehit mezarlarında dualarla, 'vatan sağ olsun' nidalarıyla acısını içine atan cuma anneleri
var."
Bunlara karşı ilgisizlik, artık alışkanlık haline geldi. Bu memlekette, bir ağaca tırmanıp inemeyen bir kedi, medyanın ve
bütün milletin konusu oluyor; ama, bu cuma annelerine karşı yeterli ilgi, alaka ve şefkati göstermekte âciz kalıyoruz.
Terörle mücadelenin en önemli şartlarından biri, yapılanları unutmamak -kin tutmak anlamında söylemiyorum- devlete ve
millete karşı, millet evlatlarına karşı yapılanları unutmamak, aynı zamanda onların yaralarını saracak faaliyetlerde bulunmaktan
geçer.
Değerli milletvekilleri, şunu iyi bilmeliyiz ki, terörle mücadele komplike bir iştir ve terör sadece güneydoğuya has bir olay
değildir. THKP-C, Dev-Sol gibi sol örgütler, PKK taşeronluğu yapmak suretiyle, terörün, bütün Türkiye sathına yayılmasını
sağlamışlardır. Bugün, İstanbul'daki terörün, cezaevlerindeki terörün, Cudi Dağındaki terör kadar tehlikeli boyutlara ulaştığının
hepimiz şahidiyiz. Bu noktada önemli olan şey, bu kadar yurt sathına yayılmaya çalışılan terörün önüne geçmek olmalıdır; çünkü,
terör, bölgesel (lokal, mevzii) bir olay olmaktan çıkmış, yurdumuzun her tarafını sarar bir hale gelmek üzeredir. Bu nedenle, İl
İdaresi Kanunu gibi, 6136 sayılı Ateşli Silahlarla İlgili Kanun gibi, Köy Kanunu gibi, demin Sayın Bakan tarafından da üzerinde
çalışmalar yapıldığı ifade edilen kanunları derhal gündemimize almalı ve bu kanunları bütün yurt sathına yayılan bir cebir ve
şiddet kanunu haline getirmeden, uygun, demokratik çözümleri de ihtiva eder bir şekilde yeniden düzenlemeliyiz.
Terör, Türkiye gündeminin en önemli meselelerinden biridir. 10 ilimizdeki olağanüstü şartlar henüz ortadan kalkmış da değildir.
Biz, isterdik ki, gelip geçen hükümetler, her olağanüstü hal uzatılmasında, olağanüstü halin kaldırılmasına dönük faaliyetlerini
artırsınlar ve giderek bu süre kısalsın; ama, maalesef, bugüne kadar, gelmiş geçmiş hükümetlerin birçoğundan, pekçok hizmete
rağmen, bu tür, kanunî düzenlemeler anlamına gelebilecek faaliyetleri görmek mümkün olmamıştır.
10 ilimizdeki mevcut olağanüstü hal uygulamasının tek başına ve sadece askerî çözümler ihtiva eder bir şekilde ele alınmasıyla
üretilecek formüller, olağanüstü hali gerektiren sebepleri ortadan kaldırmaya yetmez. Kuzey Irak'taki bataklığı kurutmadan, Kuzey
Irak'ın bir anarşi yuvası olmasını önlemeden, Suriye'deki terör başını, en azından çıkarma çalışmalarını gerçekleştirmeden,
teröre Suriye'nin verdiği desteği yok etmeden, bölge insanının ekonomik şartlarını düzeltmeden, göç olayının meydana getirdiği
olumsuzlukları ortadan kaldırmadan, durumun düzeltilmesi mümkün değildir. Onun için, burada, pek çok genel görüşme yapıyoruz,
gizli veya açık. Herhangi bir şekilde, pek çok komplike tedbiri bir arada görüşebileceğimiz bir çözümler ve tedbirler paketini, özel bir
gündem maddesi olarak ele almalı ve tartışmalıyız; particiliği, parti aşkını, iktidar ve muhalefet duygusunu bir kenara bırakarak,
sadece Türkiye'nin geleceğini dikkate alarak tartışmalıyız. Bu özel gündemlerde, konuların birbiriyle olan illiyetlerini de iyi kurarak
değerlendirme yaptığımız takdirde, terörle mücadelede önemli bir mesafe almış olacağımıza inanıyorum.
Olağanüstü hal bölgesinde devam eden terörle mücadelede, alan hâkimiyetiyle birlikte moral hâkimiyetini de sağlamış bulunan
güvenlik kuvvetlerimize, Türkiye Büyük Millet Meclisinin desteğini en yüksek noktada hissettirmemiz gerekmektedir. Bu noktadaki
sorumluluk, sadece Muhterem Genel Kurulumuza ait bir sorumluluk değildir; medyanın da bu noktada sorumluluğu vardır. Sokak
anarşisini adım adım görüntüleyen medyanın, milletin kalbinin, Cudilerde nöbet bekleyen kahraman Mehmetçikle beraber olduğunu
ifade etmesini ve bu noktada yayın yapmasını, bir milletvekili olarak talep ediyorum.
Yine, terörle mücadelede, güvenlik güçlerimize de düşen görevler var. Güvenlik güçlerimiz, halk ile terörist farkını iyi koymak
suretiyle, halka şefkati esas alan, halka potansiyel terörist gözüyle bakmayan bir mücadele metodunu benimsemelidir...
BAŞKAN – Sayın Ekici, 1 dakikanız var efendim.
MEHMET EKİCİ (Devamla) – Peki, teşekkür ederim Sayın Başkanım.
... ve halka sıkıntı veren uygulamalara, derhal son verilmelidir.
Yine, hükümetlerimize düşen en önemli görevlerden biri de "terörün belini üç ayda kırdık", "beş ayda kırdık", "altı ay sonra
kıracağız" palavralarını bir kenara bıkarak, kökü dışarıda olan bu siyasî ve ideolojik kışkırtmaları kaynağında yok etmeye dönük
diplomatik tedbirleri almak olmalıdır.
Hiçbir zaman unutmayalım ki, terörle mücadele, ciddî bir iştir. Terörle mücadele edenlerin özel eğitimli olması gerekir.
Teröristle mücadelede, öncelikle teröristler, devletin gerçek yüzünü görmelidir; yeri geldiğinde, devletin demir gibi yumruğunu...
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
BAŞKAN – Sayın Ekici, size de ek süre veriyorum; lütfen bitirin efendim.
MEHMET EKİCİ (Devamla) – ...hissetmeli; ama, pişmanlık duyduğu anda da devletin şefkatli kollarını bulabileceğini
bilmelidir.
Güvenlik güçleri arasında görev sorumluluğunu anlayamamış bazı görevlilerin yaptığı uygulama hatalarının üzerine de süratle
gidilmelidir.
Terörle mücadelede, Özel Harekât mensuplarına öncelik tanınmalı ve bu insanlar korunmalıdır.
Uyuşturucu kaçakçılığına karışan, silah çalıp mafyacılık yapan insanlara, güvenlik gücü görüntüsü verilmesine asla müsaade
edilmemelidir ve bunlar, derhal, bünyede varsa sökülüp atılmalıdır.
Terörle mücadelenin bir başka boyutu da, eğitim ve propagandadır. Propagandasını gerek yurtiçinde gerek yurtdışında iyi
yapamadığınız bir mücadeleyi, kamuoyuna anlatmanız mümkün değildir.
Vaktim dolduğu için, sözlerime daha fazla devam etmeyeceğim; ancak, olağanüstü hal uygulaması ve terörle mücadelenin bir
alışkanlık haline getirilmemesi duygusunu taşıyoruz ve Hükümetin, getireceğini ifade ettiği kanunları merakla bekliyoruz ve bu
Hükümete, olağanüstü hal uygulamasıyla ilgili düzenlemeler için yeterli zamanı olmadığı düşüncesiyle, bu olağanüstü hal
uygulamasında "kabul" oyu vereceğimizi beyan ediyor; hepinize saygılar sunuyorum.
BAŞKAN – Teşekkür ederim Sayın Ekici.
Sayın Algan Hacaloğlu, konuşacak mısınız efendim?
ALGAN HACALOĞLU (İstanbul) – Hayır...
BAŞKAN – Konuşmayacaksınız...
Evet, tezkere üzerindeki müzakereler bitmiştir.
Tezkereyi tekrar okutuyorum:
Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına
Türkiye Büyük Millet Meclisinin 18.6.1996 tarihli ve 436 sayılı kararı uyarınca, Batman, Bingöl, Bitlis, Diyarbakır, Hakkâri,
Mardin, Siirt, Şırnak, Tunceli ve Van İllerinde devam etmekte olan Olağanüstü Halin, yasal ve idarî düzenlemeler tamamlanıncaya
kadar, 31 Temmuz 1996 günü saat 17.00'den geçerli olmak üzere dört ay süreyle uzatılmasının Türkiye Büyük Millet Meclisine arzı,
Bakanlar Kurulunca 27.7.1996 tarihinde kararlaştırılmıştır.
Gereğinin yapılmasını saygılarımla arz ederim.
Prof. Dr. Necmettin Erbakan
Başbakan
BAŞKAN – Bu tezkereyle ilgili bir değişiklik önerisi var; okutuyorum:
Yalnız, Sayın Ersümer, gerekçeyi de okutalım mı efendim; çünkü, gerekçeyi okutursak, size...
MUSTAFA CUMHUR ERSÜMER (Çanakkale) – Gerek yok.
BAŞKAN – Peki, öneriyi oturuyorum:
Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına
10 ilde uygulanmakta olan olağanüstü halin, 31 Temmuz 1996 tarihinden itibaren dört ay süreyle uzatılmasına ilişkin Hükümet
tezkeresindeki "dört ay süreyle uzatılması" ifadesinin "üç ay süreyle uzatılması" şeklinde değiştirilmesini arz ve teklif ederiz.
Saygılarımızla.
Mustafa Cumhur Ersümer Murat Başesgioğlu
Çanakkale Kastamonu
ANAP Grup Başkanvekili ANAP Grup Başkanvekili
Zeki Çakan
Bartın
ANAP Grup Başkanvekili
BAŞKAN – Sayın Ersümer, herhangi bir açıklama yapacak mısınız efendim?
MUSTAFA CUMHUR ERSÜMER (Çanakkale) – Yok... Gerek yok...
BAŞKAN – Sayın milletvekilleri, ANAP Grubunca verilen bir öneride Hükümet tarafından dört ay olarak öngörülen olağanüstü
halin süresinin üç aya indirilmesi öneriliyor.
Bu öneriyi oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler... Kabul etmeyenler... Kabul edilmemiştir efendim.
Şimdi, Hükümet tezkeresini oylarınıza sunuyorum: Tezkereyi kabul edenler... Kabul etmeyenler... Tezkere kabul edilmiştir
efendim. (CHP sıralarından "Say... Say..." sesleri)
Arkadaşlar, şurada iki Divan Üyesi arkadaşımız var, yarı yarıya bile yoksunuz.
Evet, hayırlı ve uğurlu olsun. Dileriz ki, Hükümet, Hükümete mensup siyasî parti sözcülerinin belirttikleri gibi, en kısa
zamanda, bu olağanüstü hali kaldıracak düzenlemeleri yapacaktır.
Sayın milletvekilleri, kanun tasarı ve tekliflerini görüşmek için, 31 Temmuz 1996 Çarşamba günü saat 14.00'te toplanmak üzere,
birleşimi kapatıyorum.
Kapanma Saati : 21.44


V. — SORULAR VE CEVAPLAR
A)YAZILI SORULAR VE CEVAPLARI
1.—İzmir Milletvekili Ali Rıza Bodur’un, Bornova Anadolu Lisesinde laiklik ilkelerine aykırı uygulamalara ilişkin sorusu ve
Millî Eğitim Bakanı Mehmet Sağlam’ın yazılı cevabı (7/900)
Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına
Aşağıdaki sorularımın Millî Eğitim Bakanı tarafından yazılı olarak yanıtlanmasına aracılığınızı saygıyla arz ederim.
Ali Rıza Bodur
İzmir
1. İzmir Bornova Anadolu Lisesi Müdür Yardımcısı ve Edebiyat Öğretmeni Levent Uyguner’in 3 Haziran 1996 günü saat
22.30’da Millî Gençlik Vakfına ait Başak FM’de canlı yayında yaptığı konuşmayı incelediniz mi? İncelediyseniz açıkça şeriat
özlemlerini çağrıştıran bu çağdışı anlayışa karşı Bakanlığınızın yürüttüğü işlemler neler olmuştur?
2. Bornova Anadolu Lisesinde bir mescit bulunduğu ve bu mescite öğrencilerin, şeriatçı anlayıştaki öğretmenler tarafından
alınarak dinsel öğreti ve ibadet yapıldığı duyumlarımız arasındadır.
Türkiye’de birçok ortaöğretim kurumunda mescitler olduğu ve burada şeriat düzenini öven çalışmalar yapıldığı konusunda
bilgi ve bulgularınız var mıdır? Var ise, Bakanlığınızın konuya yaklaşımı ne olmuştur?
3. Bornova Anadolu Lisesinde müfredat programlarında olmayan ve Millî Eğitim Bakanlığı Talim Terbiye Kurulu
Başkanlığınca onaylanmamış birtakım kitapların ders kitabı diye öğrencilere okutulduğu, sınavlarda bunlardan sorumlu
tutuldukları konusundaki iddialara dönük incelemeleriniz oldu mu? Sorumluları hakkında ne tür bir işlemler yapıldığını açıklar
mısınız?
4. Temel ve ortaöğretimde eğitimin birliği ilkesine uymayan, laiklik ilkelerini çiğneyen uygulama ve eğitim yöntemleri için
Bakanlığınıza bazı çevrelerin baskısı söz konusu mudur? Bu konulardaki yaygın iddialar Bakanlığınızca incelemeye alınmış
mıdır?
T. C.
Millî Eğitim Bakanlığı
Araştırma Planlama ve Koordinasyon Kurulu Başkanlığı 26.7.1996
Sayı :B.08.0.APK.0.03.01.00-022/1944
Konu :Soru Önergesi.
Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına
İlgi :TBMM Başkanlığının 2.7.1996 gün ve Kan. Kar. Md. 7/990-2469 sayılı yazısı.
İzmir Milletvekili Sayın Ali Rıza Bodur’un soru önergesi incelenmiştir.
Bornova Anadolu Lisesinde şeriatçı anlayıştaki öğretmenlerin öğrencileri dinsel öğreti ve ibadet yapan yerlere götürdükleri,
müfredat programlarında olmayan ve Talim ve Terbiye Kurulundan geçmemiş kitapları öğrencilere ders kitabı diye okuttukları
konular hakkında başlatılan soruşturma devam etmektedir.
Soruşturma sonucuna göre işlem yapılacaktır.
Eğitim-öğretim ilke ve yöntemleri, 1739 sayılı Millî Eğitim Temel Kanununun Genel ve Özel amaçları doğrultusunda tespit
edilmiştir.
Bakanlığımızın Laiklik İlkesini gözardı edecek uygulamalarda bulunması ve Bakanlığımıza baskı yapılması söz konusu
değildir.
Arz ederim.
Prof. Dr. Mehmet Sağlam
Millî Eğitim Bakanı

2. —İzmir Milletvekili Ali Rıza Bodur’un, okul yöneticilerinin özendirilmesine ilişkin sorusu ve Millî Eğitim Bakanı Mehmet
Sağlam’ın yazılı cevabı (7/991)
Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına
Aşağıdaki sorularımın Millî Eğitim Bakanı tarafından yazılı olarak yanıtlandırılmasına aracılığınızı saygıyla arz ederim.
Ali Rıza Bodur
İzmir
1. Temel ve ortaöğretim kurumlarında yöneticilik çok önemli bir faktördür. Okullarımızdaki eğitsel, kültürel ve sosyal
faaliyetlerdeki kalite ve başarının yaratıcısı, planlayıcısı ve uygulayıcısı öğretmen ve yöneticilerimizdir.
Okul yöneticilerinin çalışma saatleri ile ilgili bilgi lütfeder misiniz?
2. Okul yöneticisi olan öğretmenlerimizin diğer öğretmenlerimize göre ekonomik avantajı nelerdir?
3. Okul yöneticiliği ekonomik olarak özendirilmeyince, öğretmen okulu çıkışlı başarılı öğretmenlerin yöneticiliğe istekli
olmadıkları doğru mudur? Şu anda ortaöğretim kurumlarımızdaki yöneticilerimizin ekonomik yönden tatmin olmalarına olanak
sağlayacak bir düzenleme hazırlığınız var mıdır? Yöneticiliğe önemli bir statü kazandırmak konusundaki düşünceleriniz nelerdir?
T. C.
Millî Eğitim Bakanlığı
Araştırma Planlama ve Koordinasyon
Kurulu Başkanlığı 26.7.1996
Sayı :B.08.0.APK.0.03.01.00-022/1945
Konu :Soru Önergesi.
Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına
İlgi :TBMM Başkanlığının 2.7.1996 gün ve Kan. Kar. Md. 7/991-2470 sayılı yazısı.
İzmir Milletvekili Sayın Ali Rıza Bodur’un soru önergesi incelenmiştir.
1. Okul yöneticilerinin çalışma saatleri; 657 sayılı Devlet Memurları Kanununun 88, 99 ve 100 üncü maddesi hükümleri
çerçevesinde tespit edilmiştir.
2. Öğretmenler ile okul yöneticileri arasında, okul yöneticilerinin lehine (iş güçlüğü, iş riski, temininde güçlük) tazminatlardan
oluşan az miktarda maddî farklılık vardır.
3. Okul yöneticilerinin ekonomik olarak özendirilmesi, Millî Eğitim çalışanlarının mevcut sorunlarının giderilmesi, özlük
haklarının iyileştirilmesi ve statülerinin düzeltilmesi yoluyla kalıcı çözümler getirmek için “Millî Eğitim Personel Kanunu Taslağı”
hazırlanarak, bununla doğrudan ya da dolaylı olarak ilgisi bulunan kurum, kuruluş ve sivil toplum örgütlerinin görüşleri
alınmıştır.Alınan tepki ve önerilerle sözkonusu Kanun Taslağına son şekli verilmiştir.
Arz ederim.
Prof Dr. Mehmet Sağlam
Millî Eğitim Bakanı
3. —İzmir Milletvekili Birgen Keleş’in, Anadolu Liselerinde görev yapan müdür ve müdür yardımcılarının orta öğrenimlerine
ilişkin sorusu ve Millî Eğitim Bakanı Mehmet Sağlam’ın yazılı cevabı (7/994)
Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına
Millî Eğitim Bakanının aşağıdaki sorumu yazılı olarak yanıtlamasını istiyorum.Gereğini arz ederim.
Saygılarımla.
Birgen Keleş
İzmir
Soru :Halen Anadolu Liselerinde görev yapmakta olan Müdür ve Müdür Yardımcıları orta öğrenimlerini hangi kurumlarda
yapmışlardır?
T. C.
Millî Eğitim Bakanlığı
Araştırma Planlama ve Koordinasyon Kurulu Başkanlığı 26.7.1996
Sayı :B.08.0.APK.0.03.01.00-022/1943
Konu :Soru Önergesi.
Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına
İlgi :TBMM Başkanlığının 8.7.1996 gün ve Kan. Kar. Md. 7/994-2498/6773 sayılı yazısı.
İzmir Milletvekili Sayın Ali Birgen Keleş’in soru önergesi incelenmiştir.
Okullarımıza idareci atamaları, 27.9.1995 gün ve 22417 sayılı Resmî Gazete’de yayımlanan “Millî Eğitim Bakanlığına Bağlı
Kurum Yöneticileri Atama Yönetmeliği”ne göre yapılmaktadır.
Atamalarda, ilgililerin en son mezun oldukları lisans düzeyindeki okul dikkate alınmaktadır. Bunların hangi ortaöğretim
kurumundan mezun olduklarına ilişkin bilgi ve belgeler sicil dosyalarında mevcut olmakla birlikte değerlendirmelerde bu husus
dikkate alınmamaktadır.
Arz ederim.
Prof. Dr. Mehmet Sağlam
Millî Eğitim Bakanı
4. —Sıvas Milletvekili Mahmut Işık’ın, İLO sözleşmesi ve yasaya aykırı olarak yapıldığı iddia edilen personel nakillerine
ilişkin sorusu ve Bayındırlık ve İskân Bakanı Cevat Ayhan’ın yazılı cevabı (7/1020)
Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına
Aşağıdaki sorularımın Bayındırlık ve İskân Bakanı tarafından yazılı olarak cevaplandırılmasına aracılığınızı arz ederim.
Saygılarımla.
Mahmut Işık
Sıvas
Malumları olduğu üzere, Anayasanın 90 ncı maddesi; “Türkiye Cumhuriyeti adına, yabancı devletlerle ve milletlerarası
kuruluşlarca yapılacak anlaşmaların onaylanması TBMM’nin onaylamayı bir kanunla uygun bulmasına bağlıdır...”.
TBMM yukarıda belirtilen 90 ncı maddeye göre Uluslararası Çalışma Örgütü (ILO) sözleşmesini kanunla onaylamıştır.
Ne varki; Anayasanın belirtilen maddesine rağmen onaylanan (ILO) sözleşmesinin ilgili maddeleri Bayındırlık ve İskân
Bakanı tarafından resmen ihlal edilmiştir.
Şöyleki;
1. İller Bankası Genel Müdürlüğü bünyesinde çalışan Enerji-Yapı Yol Sendikası Ankara Şube Yönetim Kurulu eski üyeleri D.
Fahri Özten Erzurum’a, Metin Kule’nin Van İller Bankası Bölge Müdürlüğü, İller Bankası 7. Bölge Müdürlüğünde çalışan ve
Ankara Denetleme Kurulu eski üyesi Mustafa Tutal Sıvas İller Bankası Bölge Müdürlüğüne sürgün edilmeleri Anayasanın 90 ve
ILO Sözleşmesinin 87, 135 ve 151 nci maddelerine aykırı değil midir?
2. Sizce bu tayinler sendikal faaliyetlere, dolaylı olarak engel olmak değil midir?
3. Bu durumda Sayın Bakan suç işlemiş olmuyor mu?
4. Yasaya aykırı olarak yapılan bu atamalardan geri dönmeyi düşünüyor musunuz?
T. C.
Bayındırlık ve İskân Bakanlığı
Basın ve Halkla İlişkiler Müşavirliği 29.7.1996
Sayı :B.9.0.BHİ.0.00.00.25/2-A/5436
Konu : Sıvas Milletvekili Mahmut Işık’ın Yazılı Soru Önergesi.
Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına
İlgi :TBMM’nin 16.7.1996 gün ve A.01.0.GNS.0.10.00.02-2677 sayılı yazısı. (7/1020)
Sıvas Milletvekili Mahmut Işık’ın “ILO Sözleşmesi ve Yasaya aykırı olarak yapıldığı iddia edilen personel nakilleri”ne dair
Bakanlığımıza yönelttiği yazılı soru önergesi, ilgi yazı gereğince incelenmiştir.
Soru 1. Malumları olduğu üzere, Anayasanın 90 ıncı maddesi; “Türkiye Cumhuriyeti adına, yabancı devletlerle ve
milletlerarası kuruluşlarca yapılacak anlaşmaların onaylanması TBMM’nin onaylamayı bir kanunla uygun bulmasına bağlıdır...”.
TBMM yukarıda belirtilen 90 ncı maddeye göre Uluslararası Çalışma Örgütü (ILO) sözleşmesini kanunla onaylamıştır.
Ne varki; Anayasanın belirtilen maddesine rağmen onaylanan (ILO) sözleşmesinin ilgili maddeleri Bayındırlık ve İskân
Bakanı tarafından resmen ihlal edilmiştir: Şöyleki;
İller Bankası Genel Müdürlüğü bünyesinde çalışan Enerji-Yapı Yol Sendikası Ankara Şube Yönetim Kurulu eski üyeleri D.
Fahri Özten Erzurum’a, Metin Kule’nin Van İller Bankası Bölge Müdürlüğüne, İller Bankası 7. Bölge Müdürlüğünde çalışan ve
Ankara Denetleme Kurulu eski üyesi Mustafa Tutal Sıvas İller Bankası Bölge Müdürlüğüne sürgün edilmeleri Anayasanın 90 ve
ILO Sözleşmesinin 87, 135 ve 151 inci maddelerine aykırı değil midir?
Cevap 1. Söz konusu naklen atamaların ve görevlendirmenin, Sendikaya üye olmak veya görev almakla uzaktan yakından ilgisi
bulunmamaktadır. Çünkü, İller Bankası çalışanlarının %90’ı yasallaşmış olmamasına rağmen ya anılan sendikaya üyedirler veya
sendikada görevlidirler. Dolayısıyla söz konusu nakillerin sendikaya veya sendikalara karşı planlanmış bir faaliyet olduğu,
gerçekleri yansıtmamaktadır.
Soru 2. Sizce bu tayinler sendikal faaliyetlere, dolaylı olarak engel olmak değil midir?
Cevap 2. Anılan tayinler sendikal faaliyetlere dolaylı olarak engel olmak için yapılmamıştır. Çünkü soru önergesinde de
belirtildiği üzere adı geçenler sendikanın şu andaki değil, eski görevlileridir.
Soru 3. Bu durumda Sayın Bakan suç işlemiş olmuyor mu?
Cevap 3. Söz konusu tayinler ve görevlendirme tamamiyle 657 sayılı Kanunun 76 ncı maddesiyle Banka Personel
Yönetmeliğinin 51 inci maddesine uygun olarak ihtiyaca binaen yapılmıştır.
Şöyleki; Harita Dairesi Başkanlığından alınan 17.6.1996 gün ve 2701 sayılı yazıda özetle; Doğu Bölgelerinin bir kısmı ile 18
inci Bölge (Kastamonu) Müdürlüğündeki eleman yetersizliği nedeniyle Kontrollük hizmetlerinin aksadığı, programa giren etüt
çalışmalarının ise zaman zaman merkezden yapılan geçici görevlendirmelerle yapılabildiği belirtilerek Kontrollük ve Etüt
çalışmalarının sürekliliği açısından Bölgelerin daha sağlıklı çalışabilmesi için Başkanlıkları elemanlarından Harita Mühendisi A.
Fahri Özten ile Metin Kulein’in eleman ihtiyacı olan Bölgelere nakillerinin yapılması talep edildiğinden ve Bankanın 14 üncü Bölge
(Erzurum) Müdürlüğünün 16.6.1996 gün ve 2335 sayılı yazısında da, Bölgelerinde iki adet Harita Mühendisi olduğu ancak Harita
Sektörünün faaliyet alanının bir hayli geniş olması nedeniyle mevcut Mühendislerin yeterli olmadığı, iki adet Harita Mühendisinin
daha müdürlükleri emrine tayinlerinin yapılmasının gerekli olduğu belirtildiğinden;
Harita Dairesi Başkanlığı mensuplarından Harita Mühendisi Ali Fahri Özten, Genel Müdürlük Makamının 24.6.1996 gün ve
5381 sayılı Olur’larıyla ihtiyaca binaen 14. Bölge (Erzurum) Müdürlüğüne naklen atanmıştır.
Ayrıca, Bankanın 13. Bölge (Van) Müdürlüğünün 18.6.1996 gün ve 1353 sayılı yazısında, Bölgelerinde Harita Mühendisi
Metin Kulein, Genel Müdürlüğün teklifi üzerine Bakanlık Makamının 27.6.1996 gün ve 5534 sayılı Olur’larıyla ihtiyaca binaen 13.
Bölge (Van) Müdürlüğüne naklen atanmıştır.
Diğer taraftan Bankanın 7. Bölge (Ankara) Müdürlüğünce, Başmühendis Mustafa Tutal’dan gerekli verimin alınamadığı,
işlerine gereken hassasiyeti ve dikkati göstermediğinden müdürlükleri emrinden alınarak başka bir birimde değerlendirilmesinin
uygun olacağının bildirilmesi üzerine;
Bankanın 7. Bölge (Ankara) Müdürlüğü mensuplarından Başmühendis Mustafa Tutal, Genel Müdürlük Makamının 24.6.1996
gün ve 5380 sayılı Olur’larıyla 15. Bölge (Sıvas) Müdürlüğünde görevlendirilmiştir.
Soru 4. Yasaya aykırı olarak yapılan bu atamalardan geri dönmeyi düşünüyor musunuz?
Cevap 4. Yapılan atamalar Daire Başkanlığı ve Bölge Müdürlüklerinin talebine binaen tamamen ihtiyaçtan kaynaklanmış ve
yasalara uygun olarak gerçekleştirilmiştir.
Bilgi ve gereğini arz ederim.
Cevat Ayhan
Bayındırlık ve İskân Bakanı

5. —Yozgat Milletvekili Kazım Arslan’ın, 1991-1996 yılları itibariyle Meclis personeli için yapılan sağlık harcamalarına
ilişkin sorusu ve Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanı Mustafa Kalemli’nin yazılı cevabı (7/1083)
Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına
Aşağıdaki sorularımın Sayın Meclis Başkanı tarafından yazılı olarak cevaplandırılmasını talep etmekteyim.
Gereğini saygılarımla arz ederim. 17.7.1996
Dr. Kâzım Arslan
Yozgat
1. Meclis Personelinin 1991-1996 yıllarına göre, tedavi giderleri ne kadardır?
2. Bundan yıllara göre kaç kişi (Adet olarak ) yararlanmıştır?
Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığı
Genel Sekreterliği
Kanunlar ve Kararlar Dairesi Başkanlığı 30.7.1996
KAN. KAR. MD.
Sayı :A.01.0.GNS.0.10.00.02-7/1083-2713/7428
Sayın Kâzım Arslan Yozgat Milletvekili
İlgi :17.7.1996 tarihli yazılı soru önergemiz.
1991-1996 yılları itibariyle Meclis personeli için yapılan sağlık harcamalarına ilişkin ilgi önergenizde yer alan sorular aşağıda
cevaplandırılmıştır.
Bigilerinizi rica ederim.
Saygılarımla.
Mustafa Kalemli
Türkiye Büyük Millet Meclisi
Başkanı
Cevap 1, 2. 1991-1996 yılları itibariyle Türkiye Büyük Millet Meclisi’nde görevli personel sayısı ve bu personele yapılan
sağlık harcama miktarını gösterir liste ilişikte sunulmuştur.
Merkez Teşkilatı Millî Saraylar
Harcama Miktarı Harcama Miktarı
1991 2 128 600 321 797 357 033
1992 6 262 632 00 1 872 683 800
1993 14 844 524 000 3 726 836 000
1994 36 421 607 000 7 964 144 000
1995 76 076 250 000 15 211 059 000
1996 85 927 649 000 18 500 292 000
(21.7.1996 Tarihi İtibariyle)
Merkez Teşkilatı Millî Saraylar Toplam
Personel Sayısı Personel Sayısı Personel Sayısı
1991 2 165 345 2 510
1992 2 500 440 2 940
Merkez Teşkilatı Millî Saraylar Toplam
Personel Sayısı Personel Sayısı Personel Sayısı
1993 2 664 440 3 104
1994 2 790 444 3 234
1995 2 816 467 3 283
1996 3 041 667 3 708
(21.7.1996 Tarihi İtibariyle)
Not :Toplam personel sayısına, Geçici Görevliler ve Emniyet Personeli dahildir.


TUTANAĞIN SONU



Türkiye Büyük Millet Meclisi Resmi internet Sitesi
© 2009 T.B.M.M.