Yazılı ve Sözlü Sorular Araştırma Komisyonları Soruşturma Komisyonları
                                                                      Son Tutanak Tutanak Sorgu Tutanak Metinleri Gizli Oturum Tutanakları
                                                                                                                                            Uluslararası Komisyonlar Dostluk Grupları
                                                                                      Genel Sekreterlik Mevzuat Telefon Rehberi Etik Komisyon Duyurular
DÖNEM : 20 CİLT : 3 YASAMA YILI : 1


T. B. M. M.
TUTANAK DERGİSİ

38 inci Birleşim
17 . 4 . 1996 Çarşamba



İ Ç İ N D E K İ L E R
I. – GEÇEN TUTANAK ÖZETİ
II. – KANUN TASARI VE TEKLİFLERİYLE KOMİSYONLARDAN GELEN DİĞER İŞLER
1. – 1996 Malî Yılı Bütçe Kanunu Tasarısı ve Plan ve Bütçe Komisyonu Raporu (1/285) (S. Sayısı : 1)
2. – Katma Bütçeli İdareler 1996 Malî Yılı Bütçe Kanunu Tasarısı ve Plan ve Bütçe Komisyonu Raporu (1/286)(S. Sayısı : 2)
III. – SATAŞMALARA İLİŞKİN KONUŞMALAR
1. – Antalya Milletvekili Deniz Baykal’ın, Başbakan Mesut Yılmaz’ın şahsına sataşması nedeniyle konuşması
IV. – SORULAR VE CEVAPLAR
A) YAZILI SORULAR VE CEVAPLARI
1. – İstanbul Milletvekili Bülent Akarcalı’nın, üniversiteye giriş sınavı başvurusunda izdihama neden olan idareciler hakkında
soruşturma açılıp açılmayacağına ilişkin Başbakandan sorusu ve Millî Eğitim Bakanı Turhan Tayan’ın yazılı cevabı (7/13)
2. – İstanbul Milletvekili Halit Dumankaya’nın, 1994-1995 yıllarında maden fonundan verilen kredilere ilişkin Başbakandan
sorusu ve Enerji ve Tabiî Kaynaklar Bakanı Hüsnü Doğan’ın yazılı cevabı (7/196)
3. – İstanbul Milletvekili Halit Dumankaya’nın, Özelleştirme İdaresi Başkanlığının 1995 yılı reklam harcamalarına ilişkin
Başbakandan sorusu ve Devlet Bakanı Rüşdü Saracoglu’nun yazılı cevabı (7/249)
4. – İstanbul Milletvekili Halit Dumankaya’nın, Çay İşletmeleri Genel Müdürlüğünün 1995 yılı reklam harcamalarına ilişkin
Başbakandan sorusu ve Devlet Bakanı Eyüp Aşık’ın yazılı cevabı (7/252)
5. – İstanbul Milletvekili Halit Dumankaya’nın, Tekel Genel Müdürlüğünün 1995 yılı reklam harcamalarına ilişkin
Başbakandan sorusu ve Devlet Bakanı Eyüp Aşık’ın yazılı cevabı (7/254)
6. – İstanbul Milletvekili Halit Dumankaya’nın, Yalova-Termal’deki Türk Hamamının bakım ihalesine ilişkin Başbakandan
sorusu ve Devlet Bakanı Agâh Oktay Güner’in yazılı cevabı (7/288)
7. – İstanbul Milletvekili Algan Hacaloğlu’nun, çay ithalinde uygulanan rejime ilişkin Başbakandan sorusu ve Devlet Bakanı
Eyüp Aşık’ın yazılı cevabı (7/290)
8. – Rize Milletvekili Ahmet Kabil’in, ÇAY-KUR Genel Müdürlüğünün borçlarına ilişkin Başbakandan sorusu ve Devlet
Bakanı Eyüp Aşık’ın yazılı cevabı (7/300)
9. – Kocaeli Milletvekili Bekir Yurdagül’ün, özelleştirme uygulamalarına ilişkin Başbakandan sorusu ve Devlet Bakanı Rüşdü
Saracoglu’nun yazılı cevabı (7/312)
10. – İstanbul Milletvekili Halit Dumankaya’nın, özelleştirme için ödenen danışmanlık ve reklam ücretlerine ilişkin
Başbakandan sorusu ve Devlet Bakanı Rüşdü Saracoglu’nun yazılı cevabı (7/327)
11. – Muğla Milletvekili Zeki Çakıroğlu’nun, Muğla TEK Müdürlüğünce kaçak bir inşaata elektrik bağlandığı iddiasına ilişkin
sorusu ve Enerji ve Tabiî Kaynaklar Bakanı Hüsnü Doğan’ın yazılı cevabı (7/330)
12. – Konya Milletvekili Hüseyin Arı’nın, Konya-Adana yolu üzerinde bulunan bazı yerleşim birimlerinin yol düzenlemesine
ilişkin sorusu ve Bayındırlık ve İskân Bakanı Mehmet Keçeciler’in yazılı cevabı (7/335)
13. – Rize Milletvekili Şevki Yılmaz’ın, yaş çay bedellerine ilişkin sorusu ve Devlet Bakanı Eyüp Aşık’ın yazılı cevabı
(7/411)
14. – Kocaeli Milletvekili Bekir Yurdagül’ün amme alacaklarına uygulanacak gecikme zammı ile ilgili Bakanlar Kurulu
Kararına ilişkin Başbakandan sorusu ve Maliye Bakanı Lutfullah Kayalar’ın yazılı cevabı (7/437)
15. – Kırıkkale Milletvekili Kemal Albayrak’ın, Tarım Kredi Kooperatifi Yönetim Kurulu üyeliklerine yapılan atamalara ve
gübre fiyatlarına ilişkin sorusu ve Tarım ve Köyişleri Bakanı İsmet Attila’nın yazılı cevabı (7/449)
16. – Diyarbakır Milletvekili Sacit Günbey’in, Diyarbakır’daki elektrik kesintilerine ilişkin sorusu ve Enerji ve Tabiî Kaynaklar
Bakanı Hüsnü Doğan’ın yazılı cevabı (7/467)

I. – GEÇEN TUTANAK ÖZETİ
TBMM Genel Kurulu saat 15.00’te toplanarak iki oturum yaptı.
Turizm Bakanı Işılay Saygın, Turizm Haftası nedeniyle, turizm sektöründeki son gelişmeler ve Turizm Bakanlığının
faaliyetleri konusunda gündemdışı açıklamada bulundu; DSP Grubu adına İzmir Milletvekili Atilla Mutman, CHP Grubu adına
Kırklareli Milletvekili İrfan Gürpınar, DYP Grubu adına Balıkesir Milletvekili İlyas Yılmazyıldız, RP Grubu adına Ankara
Milletvekili Hasan Hüseyin Ceylan, ANAP Grubu adına Nevşehir Milletvekili Abdülkadir Baş da aynı konuda görüşlerini
açıkladılar.
Edirne Milletvekili Erdal Kesebir’in, medyada ve yazılı basında devletin varlığı ve otoritesinin tartışılmasına neden
olabilecek bazı yayınlar yapıldığı iddialarına ilişkin gündemdışı konuşmasına, Adalet Bakanı Mehmet Ağar;
Kars Milletvekili Çetin Bilgir’in, Doğu Anadolu Bölgesinin sorunlarına ve bölgede yaşanan göç olayının nedenlerine ilişkin
gündemdışı konuşmasına, İçişleri Bakanı Ülkü Güney;
Cevap verdiler.
Kahramanmaraş Milletvekili Mustafa Kamalak, Güvenoylaması, Çekiç Güç ve Olağanüstü Hal konularında TBMM Genel
Kurulunda yapılan oylamaların Anayasa ve İçtüzük hükümlerine uygun olarak yerine getirilmediği ve yapılan işlemlerin geçersiz
olduğu iddialarına ilişkin gündemdışı bir konuşma yaptı.
Başkanlıkça, Genel Kurulda yapılan söz konusu oylamaların Anayasa ve İçtüzük hükümlerine uygun olarak
gerçekleştirildiğine ilişkin açıklamada bulunuldu.
53 üncü Hükümetin güvenoyu almadığı, Olağanüstü Hal ve Çekiç Güç’ün Türkiye’de kalma süresinin Anayasa ve İçtüzük
hükümlerine uygun olarak uzatılmadığı iddialarıyla ilgili TBMM Başkanlık Divanının toplanarak, takip edilecek yolun
kararlaştırılmasını talep eden RP Grubu Başkanlığının ilgi yazısı üzerine, söz konusu oylamaların Anayasa ve İçtüzük
hükümleri çerçevesinde gerçekleştirildiğine, yapılan işlemlerin hukuka ve teamüle uygun olduğuna, bu nedenle Başkanlık
Divanının konuyla ilgili olarak toplantıya çağrılmasına ve başkaca işlem yapılmasına gerek görülmediğine ilişkin TBMM
Başkanlığı yazısı okundu.
Azerbaycan Cumhuriyeti’ne gidecek olan :
Başbakan A. Mesut Yılmaz’a, dönüşüne kadar, Devlet Bakanı ve Başbakan Yardımcısı Nahit Menteşe’nin,
Enerji ve Tabiî Kaynaklar Bakanı Hüsnü Doğan’a, dönüşüne kadar, Devlet Bakanı Rüşdü Saracoglu’nun,
Vekâlet etmelerinin uygun görülmüş olduğuna ilişkin Cumhurbaşkanlığı tezkereleri ile;
Eskişehir Milletvekili Demir Berberoğlu’nun, Sait Halim Paşa Yalısında Meydana Gelen Yangının Nedenlerini ve Turban
Genel Müdürlüğü ile İlgili Yolsuzluk İddialarını Araştırmak Üzere Kurulan (10/2) Esas Numaralı Meclis Araştırma Komisyonu
Üyeliğinden çekildiğine ilişkin önergesi;
Genel Kurulun bilgisine sunuldu.
Kocaeli Milletvekili Şevket Kazan ve 56 arkadaşının, Türk Otomobil Fabrikaları A.Ş. (TOFAŞ) ile TOFAŞ Oto Ticaret
A.Ş.’deki devlete ait hissenin satış yolu ile Özelleştirme sırasında nüfuzunu kullanmak ve ihaleye fesat karıştırmak suretiyle devleti
zarara uğratarak güvenini kötüye kullandığı ve bu eyleminin Türk Ceza Kanununun 240 ve 366 ıncı maddelerine uyduğu iddiasıyla
eski Başbakan Tansu Çiller hakkında Meclis soruşturması açılmasına ilişkin önergesi (9/3) okundu; Meclis soruşturması önergesi
için Anayasanın 100 üncü maddesine göre en geç bir ay içinde olmak üzere, Danışma Kurulunca tespit edilecek görüşme gününün
Genel Kurulun onayına sunulacağı açıklandı.
Tokat Milletvekili Ahmet Feyzi İnceöz ve 17 arkadaşının, işsizlik sorununun nedenlerinin araştırılarak alınması gereken
tedbirleri belirlemek;
Tokat Milletvekili Ahmet Feyzi İnceöz ve 16 arkadaşının, korunmaya muhtaç çocukların sorunlarının araştırılarak gereken
tedbirlerin belirlenmesi;
Amacıyla birer Meclis araştırması açılmasına ilişkin önergeleri (10/61, 10/62) okundu; önergelerin gündemdeki yerlerini
alacağı ve öngörüşmelerinin, sırasında yapılacağı açıklandı.
RP Grup Başkanvekili ve İstanbul Milletvekili İsmail Kahraman’ın, TBMM Başkanlığınca Gruplarına verilen cevabî yazıda
partilerine sataşıldığı iddiasıyla söz isteminin Başkanlıkça uygun görülmemesi ve kendisinin de söz isteminde ısrarı üzerine,
İçtüzüğün 70 inci maddesine göre yapılan oylamalarda karar yetersayısının bulunmadığı anlaşıldığından;
Genel Kurulun 2.4.1996 tarihli 31 inci Birleşiminde alınan karar gereğince; 1996 malî yılı genel ve katma bütçeli idareler kanun
tasarılarını görüşmek için 17 Nisan 1996 Çarşamba günü saat 10.00’da toplanmak üzere, birleşime 18.43’te son verildi.

Kamer Genç
Başkanvekili
Ünal Yaşar Mustafa Baş
Gaziantep İstanbul
Kâtip Üye Kâtip Üy

BİRİNCİ OTURUM
Açılma Saati: 10.00
BAŞKAN: Başkanvekili Kamer GENÇ
KÂTİP ÜYELER: Ünal YAŞAR (Gaziantep), M. Fatih ATAY (Aydın)



BAŞKAN – Türkiye Büyük Millet Meclisinin 38 inci Birleşimini açıyorum.
Toplantı yetersayısı vardır; gündeme geçiyoruz.
II. – KANUN TASARI VE TEKLİFLERİYLE KOMİSYONLARDAN GELEN
DİĞER İŞLER
1. – 1996 Malî Yılı Bütçe Kanunu Tasarısı ve Plan ve Bütçe Komisyonu Raporu (1/285) (S. Sayısı : 1) (1)
2. – Katma Bütçeli İdareler 1996 Malî Yılı Bütçe Kanunu Tasarısı ve Plan ve Bütçe Komisyonu Raporu (1/286)(S. Sayısı : 2)
(1)
BAŞKAN – Sayın milletvekilleri, alınan karar ve gündemimiz gereğince, 1996 Malî Yılı Genel ve Katma Bütçeli İdareler
Bütçe Kanunu Tasarılarının görüşmelerine başlıyoruz.
Komisyon ve Hükümet yerlerini aldılar.
Bilindiği üzere, bu konudaki kanun tasarılarıyla ilgili komisyon raporları bastırılıp, sayın üyelere dağıtılmıştı.
Komisyon raporunun okunup okunmaması hususunu oylarınıza sunacağım: Komisyon raporunun okunmasını kabul edenler...
kabul etmeyenler... Raporun okunması kabul edilmemiştir.
Şimdi, sunuş konuşmasını yapmak üzere, Sayın Bakanı kürsüye davet ediyorum.
Buyurun efendim.
MALİYE BAKANI LUTFULLAH KAYALAR (Yozgat) – Sayın Başkan, Yüce Meclisin değerli üyeleri; 17 Ekim 1995
tarihinde Yüce Meclise sunulmuş olan 1996 yılı genel ve katma bütçe kanunu tasarıları, 24 Aralık milletvekili erken seçimleri
sebebiyle görüşülememiş ve 1996 yılının ilk dört ayı içinde geçici bütçe uygulamaya konulmuştur.
12 Mart 1996 günü Yüce Meclisin güvenini alarak göreve başlayan Hükümetimiz, yeni bir bütçenin hazırlanarak Meclise
sunulmasının iki aydan fazla bir zaman kaybına sebep olacağını dikkate alarak, bu tasarıların, İçtüzüğün 78 inci maddesine
istinaden, yenilenmesi yolunu tercih etmiştir. Bu tasarılar, geçen zaman içinde meydana gelen ekonomik gelişmeler ve
Hükümetimizin programı da dikkate alınarak Plan ve Bütçe Komisyonunda gerekli değişikliğe tabi tutulmuş ve bugün de Yüce
Meclisin tasviplerine sunulmuş bulunmaktadır.
Plan ve Bütçe Komisyonunun Değerli Başkan ve üyelerine, bir aya yaklaşan yoğun ve yorucu çalışmaları ve olumlu katkıları
için, Hükümetimiz ve şahsım adına huzurunuzda teşekkür ediyorum.
Sayın Başkan, sayın milletvekilleri; bütçeyle ilgili açıklamalarıma geçmeden önce, dünyadaki ekonomik gelişmelere kısaca
değinmek istiyorum.
İçinde bulunduğumuz dönemde dünya ekonomisinin gündemindeki en önemli konuların başında küreselleşme ve
bölgeselleşme hareketleri gelmektedir.
Haberleşme ve ulaştırma teknolojileri başta olmak üzere, üretim teknolojisinde yaşanan hızlı gelişmeler, dünyada küreselleşme
olarak bilinen olguyu yaratmıştır. Öte yandan, ülkeler, bölge ülkeleriyle güç birliğine giderek bölgesel entegrasyonlar
oluşturmaktadırlar. Bölgesel entegrasyon hareketleri içinde en eskisi ve başarılısı, üye sayısı 15’e ulaşan Avrupa Birliğidir.
Avrupa Birliği, bir yandan ekonomik ve parasal birliğin sağlanması için çalışırken, diğer yandan da genişleme çabalarını
sürdürmektedir. Gümrük birliğiyle birlikte parçası haline geleceğimiz Avrupa tek pazarı, ulaşmış olduğu rakamsal büyüklükler ve
işlem hacmiyle bundan böyle Türkiye’yi yakından ilgilendirecek ve etkileyecektir. Bu bakımdan, Bakanlığım, diğer tüm
kuruluşların da yapması gerektiği gibi, Avrupa’nın entegrasyonu sürecini ve özellikle tek para birimine geçiş sürecini yakından
izlemek durumundadır; dahası, bu gelişmeleri, Avrupa’yla gümrük birliği ve malî işbirliği çerçevesi içerisine oturtup, politikalarını
bu gelişmelerle uyumlu kılması gerekmektedir.
Kısaca, Maliye Bakanlığı, artık, sadece devletin gelirlerini ve giderlerini kontrol eden ve bunu uygulayan bir kurum olmanın
ötesinde, Türkiye’nin, bu süreçler içerisinde yer almasını, yarar sağlamasını gözeten bir kurum olmak durumundadır.
Avrupa Birliğini oluşturan 15 devletin, kendi aralarındaki ekonomik entegrasyonu gerçek anlamda sağlama ve pekiştirme
çabaları sürmektedir.
Topluluk, orta vadede, 15 ülkeyle sınırlı kalmayacak ve yeni katılan üyelerin de ekonomik ve parasal birliğin kurallarına tabi
olmaları gerekecektir. Ekonomik ve parasal birlik, pek çok unsurun bir araya gelmesinden oluşacak, hatta, topluluk üyesi ülkeler
arasında en geç 2002 yılında ulusal para birimleri ortadan kaldırılarak, günlük hayatta tek paranın kullanımına geçilecektir.
Üye ülkeler, aralarında zaman zaman ortaya çıkan ciddî yaklaşım farklılıklarına rağmen, 1979 yılında temeli atılan Avrupa
para sistemini bugüne kadar çeşitli aşamalardan geçirerek geliştirmiş ve tam bir ekonomik entegrasyonun son safhasını
gerçekleştirmek için ciddî çabalar içine girmişlerdir. Öyle ki, Avrupa’nın tek merkez bankasının nüvesi de, Avrupa Para
Enstitüsünün kurulmasıyla birlikte ortaya atılmıştır.
Şüphesiz, üye devletlerin ekonomilerinin tamamen benzer nitelikler arz ettiğini söylemek güçtür. Almanya gibi güçlü
ekonomilerin yanı sıra, özellikle, Topluluğun “fakir” ülkeleri olarak sınıflandırılan Portekiz, Yunanistan ve İspanya gibi ülkelerin
ekonomik göstergeleri arasındaki farkılıklar, ekonomik ve parasal birliğe geçişte üye ülkelerin kendi aralarında sınıflandırılması
ihtiyacını doğurmuştur. Bu sınıflandırmada kullanılan ekonomik kriterlerin başlıcaları, fiyat istikrarı, uzun vadeli faiz oranları,
bütçe açığı ve devlet borçlarıdır.
Topluluk ölçeğinde tespit edilen standart rakamlardan belli bir ölçüde sapma yapılmasına izin verilmekle birlikte, Türkiye’nin,
mevcut ekonomik göstergeleri, özellikle de yüksek enflasyon oranı nedeniyle, muhtemel bir tam üyelik durumunda, bu koşulları,
içinde bulunduğumuz ekonomik ortamda yerine getiremeyeceği açıktır.
Hal böyle olmakla birlikte, Türkiye’nin, çabalarını, söz konusu katılma kriterlerine yaklaşma yönünde yoğunlaştırması gerekir;
çünkü, bu ölçüler doğrudur ve sağlıklıdır.
Özetle; Türkiye ekonomisi için bundan böyle en belirleyici faktörlerin arasında yer alan gümrük birliğinin kısa vadede malî ve
ekonomik etkisi, artan işlem hacminden kaynaklanan etkiler ve Topluluk kaynaklarından sağlanacak krediler olmakla birlikte, orta ve
uzun vadeli perspektiften bakıldığında, topluluk politikalarına uyum çalışmalarının, ekonomik ve malî politikalara yansıtılması
zarureti ortaya çıkmaktadır.
Kuzey Amerika Kıtasında, üye ülkeler arasında ticareti ve yatırımları sınırlayan engelleri kaldırmayı hedefleyen ve ABD,
Kanada ve Meksika’dan oluşan Kuzey Amerika Serbest Ticaret Alanı, Latin Amerika ülkelerini de içine alacak şekilde genişleme
eğilimindedir.
Asya-Pasifik bölgesinde aynı amaçla kurulmuş olan Asya Pasifik İşbirliği Teşkilatı ise, dünyanın en hızlı gelişen dinamik
ülkelerinin bulunduğu bir grup olarak dikkat çekmeye başlamıştır.
Dünya üzerinde bir yandan bu şekilde ticarî bloklar oluşurken, diğer taraftan da bloklar arasında işbirliğini geliştirme imkânları
aranmaktadır. Türkiye, bütün bu gelişmeleri dikkatle izlemektedir.
Sayın Başkan, sayın milletvekilleri; 1994 yılında dünya ekonomisinde ortalama olarak yüzde 3,6 oranında bir büyüme
gerçekleşmiş ve 1995 yılıda bu hız korunmuştur. 1996 yılı için ise, yüzde 4 dolaylarında bir büyüme beklenmektedir.
Sanayileşmiş ülkelerin ortalama büyüme oranı 1994 yılında, son beş yılın en yüksek düzeyi olan yüzde 3,1 seviyesine
ulaşmış; ancak, 1995 yılının başlarında görülen talepteki daralma ve ekonomik faaliyetlerdeki durgunluk sonucu, yüzde 2,5
oranında daha düşük bir büyüme gerçekleşmiştir. Bu yıllarda Avrupa Birliği ülkelerinin ortalama büyüme oranı ise, yüzde 2,8
civarında olmuştur.
Diğer taraftan, gelişmekte olan ülkelerde ekonomik iyileşmenin devam ettiği görülmektedir. Bu ülkelerin ortalama büyüme
hızı1994 yılında yüzde 6,2’ye ulaşmış olup, halen bu düzeyde devam etmektedir.
Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; ülkelerin önemli sorunlarından birinin de işsizlik olduğu bilinmektedir. Sanayileşmiş
ülkelerin ortalama işsizlik oranları son yıllarda yüzde 7,5 ilâ yüzde 8 civarında seyretmektedir. Amerika Birleşik Devletlerinde
işsizlik oranındaki azalış devam ederken, Avrupa Birliğinde bu oran yüzde 11’ler dolayındadır.
Öte yandan, sanayileşmiş ülkeler, enflasyonu kontrol altına almada başarılı olurlarken, gelişmekte olan ülkelerde enflasyon
ciddî bir problem olmaya devam etmektedir.
Dünya ekonomisindeki canlanmaya rağmen, uygulanan ihtiyatlı para politikaları ve petrol fiyatlarındaki düşüşlerin etkisiyle,
1994 yılında sanayileşmiş ülkelerde yıllık enflasyon yüzde 2,3’e düşmüştür. 1995 yılında yüzde 2,5 olan enflasyonun 1996
yılında da aynı seviyede olması beklenmektedir.
Diğer taraftan, dünya ticaret hacmi 1994 yılında yüzde 9,3 gibi oldukça yüksek oranlı bir gelişme göstermiş, 1995 yılında da
yüzde 8,3 düzeyinde kalmıştır; 1996 yılındaysa yüzde 6,4 dolaylarında bir genişleme göstereceği tahmin edilmektedir.
Bu gelişmede, ticaretteki serbestleşmenin yaygınlaşması, küreselleşme süreci ve bölgesel bütünleşme hareketlerinin hızla
gelişmesi gibi faktörler rol oynamıştır.
Sekiz yıl süren Uruguay Round görüşmelerinin sonucunda ortaya çıkan ve GATT’ın yerini alan Dünya Ticaret Örgütü (WHO) 1
Ocak 1995 tarihinde faaliyete geçmiştir. Mal ticaretinin serbestleştirilmesine ilave olarak hizmet ticaretinin de serbestleştirilmesi,
tarım ve tekstil, fikrî mülkiyet hakları, destekleme gibi konular bu yeni örgüt tarafından düzenlenmekte ve yürütülmektedir.
Sayın Başkan, sayın milletvekilleri; dünya ekonomisiyle ilgili açıklamalarımdan sonra, şimdi de, ülkemiz ekonomisi
hakkındaki açıklamalarıma geçmek istiyorum.
Türkiye’de, 1980 sonrası dönemde, rekabete açık ekonominin ilke ve esaslarının yerleştirilmesi, dış ticaretin liberalleştirilmesi,
fiyat belirlemelerinde idarî kararlar yerine, piyasa güçlerinin ikame edilmesi ve yurtiçi malî piyasaların yeniden yapılandırılarak
güçlendirilmesi yönünde önemli adımlar atılmıştır.
Nitekim, bu çerçevede, para piyasalarının temel kurumları olan bankalar için 1986 yılında bankalararası para piyasası
(İnterbank) kurulmuş, 1987 yılında da açık piyasa işlemleri uygulamaya konmuştur. Ayrıca, döviz ve kıymetli madenlere ilişkin
hükümler yeniden düzenlenerek konvertibiliteye, döviz kullanımına, kambiyo rejimine ve sermaye transferlerine ilişkin önemli
adımlar atılmıştır. Bu kapsamda, 1988 yılında döviz ve efektif piyasaları, 1989 yılında da döviz karşılığı altın piyasası
kurulmuştur.
Öte yandan, 1982 yılında yürürlüğe konulan Sermaye Piyasası Kanunuyla, küçük tasarrufların ekonomiye kazandırılması
suretiyle, yatırımcıların fon ihtiyacı için yeni imkânlar yaratılmış, getirilen yeni kurumlar ile sermaye piyasalarında etkinliği
artırıcı yeni araçlar uygulamaya konmuştur.
1986 yılında İstanbul Menkul Kıymetler Borsası açılmış, menkul kıymetlerin yurda giriş ve çıkışı serbest bırakılmış,
yatırım danışmanlığı, portföy yöneticiliği ve aracılık faaliyetleri gibi gelişmiş borsa işlemleri yurdumuzda da yapılır hale
gelmiştir.
1985 yılında ihracatı geliştirmek, reeksport ve transit ticaretten ve yabancı sermaye ve teknoloji girişinden daha çok
faydalanabilmek amacıyla, serbest bölgeler, gerekli yasal düzenlemeler yapılarak faaliyete geçirilmiş bulunmaktadır. Nitekim, bu
yapılan faaliyetler neticesinde Mersin’de, Antalya’da serbest bölgeler, bilahara, Ege Serbest Bölgesi açılmış bulunmaktadır; daha
ileri aşamalarda İstanbul Atatürk Havaalanındaki serbest bölge açılmış bulunmakta ve yine, Trabzon İlimiz ile İstanbul
denizcileriyle ilgili olarak Tuzla’daki serbest bölgelerin açılma çalışmaları da devam etmektedir. Erzurum Doğu Anadolu Serbest
Bölgesiyle, Mardin Güneydoğu Anadolu Serbest Bölgesi de, bu kapsamda faaliyete geçirilmiş olan serbest bölgelerdir. Ayrıca, yine,
alanları belirlenmiş olan Adana–Yumurtalık, Samsun, Menemen ve şu anda çalışmaları başlamış olan Kayseri ve Rize serbest
bölge çalışmaları da hızla devam etmektedir.
Yapılan tüm bu yasal ve kurumsal düzenlemeler, serbest piyasa ekonomisinin altyapısının oluşup gelişmesine önemli katkıda
bulunmuştur.
Bu süreci tamamlamak üzere, 1989 yılında konvertibiliteye geçilmiş, döviz kullanımı ve sermaye hareketleri tamamen serbest
bırakılmıştır.
Gerçekleştirilen bu düzenlemeler sonucu, 1980 sonrasında büyümede, imalat sanayii kapasite kullanımında, ihracat hacminde,
imalat sanayiinin ihracat içindeki payında ve dışticaret hacminin gayri safî millî hâsılaya oranında önemli artışlar sağlanmıştır.
Açıklamaya çalıştığım tüm bu olumlu gelişmelere rağmen, kamu açıkları, kronikleşen yüksek enflasyon, imalat sanayiindeki
yatırım eksikliği ve rekabet ortamını geliştirecek yapısal değişikliklerin özel ve kamu kesimlerinde tam olarak
gerçekleştirilememesinin yarattığı sorunlar önemini korumuştur.
Sayın Başkan, sayın milletvekilleri; ülkeler ve insanlarının zenginlik ve refah düzeylerinin belirlenmesinde en başta gelen
gösterge, bir yıl içinde üretilen mal ve hizmetler toplamını ifade eden millî gelir ve millî gelirde sağlanan artışlardır.
1990–1995 döneminde gayri safî millî hâsılamızdaki büyüme, istikrarsız ve dalgalı bir yapıda seyretmiştir. Nitekim, 1990
yılında yüzde 9,4 olan büyüme, 1991 yılında, Körfez krizinin de etkisiyle binde 3’e düşmüş, 1992 ve 1993 yıllarında yüzde 6,4 ve
8,1 oranlarında gerçekleşmiştir. 1994 yılında ise, gayri safî millî hâsılada yüzde 6,1 oranında gerileme görülmüştür.
1995 yılında, iç talepteki genişlemeye bağlı olarak, ekonomik faaliyetlerde canlanma olmuş ve gayri safî millî hasılâ, sabit
fiyatlarla yüzde 8,1 oranında büyümüştür.
1995 yılında, tarımdaki büyüme yüzde 2,6, sanayideki büyüme yüzde 12,2 ve hizmetlerdeki büyüme de yüzde 6,4 oranlarında
gerçekleşmiştir. Bu büyümede, özellikle imalat sanayiindeki yüzde 13,9 ve ticaretteki yüzde 13,5 oranındaki büyümeler etkili
olmuştur. Ayrıca, ithalattaki hızlı artış da, hizmetler sektörünün büyümesine katkıda bulunmuştur.
Harcamalar açısından baktığımızda da, büyümeye en büyük katkının, özel kesimin nihaî tüketim harcamları ile sabit sermaye
yatırımlarındaki artıştan geldiği görülmektedir.
Özel nihaî tüketim harcamaları, özellikle dayanıklı tüketim harcamalarındaki yüzde 20’lik artışın etkisiyle yüzde 7,6 artarken,
özel kesimin makine-teçhizat yatırım harcamaları yüzde 28,1 oranında artış göstermiştir.
Sayın Başkan, sayın milletvekilleri; büyümede görülen iniş ve çıkışlar, ekonomimizin istikrarlı bir büyüme için bazı yapısal
reformlara ihtiyacı olduğunu ortaya koymaktadır. Bu bakımdan, ekonomide uzun dönemli makro dengelerin ve güven ortamının
sağlanması ve uyumlu makroekonomik politikaların izlenmesi büyük önem taşımaktadır.
Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; kalkınma planı ve buna bağlı olarak hazırlanan yıllık programlarda hedef alınan
büyüme hızlarının gerçekleştirilmesi, bunun gereği olan yatırımların yapılmasına bağlıdır. Yatırım yapılması ise bir kaynak
meselesidir. Ülkemiz gibi gelişmekte olan ülkelerin kalkınma çabalarının önündeki en önemli mesele, kaynak yaratılması ve
yaratılan bu kaynakların, ekonomik kalkınma için gerekli olan yatırımlara tahsisidir.
Son yıllarda, özellikle faiz ödemeleri, personel harcamaları, KİT’ler ve sosyal güvenlik kuruluşlarına ayrılan kaynaklar
sebebiyle, yatırımlara yeterince kaynak tahsis edilememiş olduğunu görmekteyiz. Nitekim, cari fiyatlarla, toplam kamu
yatırımlarının gayri safî millî hâsılaya oranı 1991 yılında yüzde 7,5 iken, bu oran 1993 yılında yüzde 7,2’ye, 1994 yılında yüzde
4,9’a ve 1995 yılında da yüzde 4,2’ye düşmüş bulunmaktadır.
Konsolide bütçe yatırımlarının gayri safî millî hâsıla içindeki payları, 1991 ve 1992 yıllarında yüzde 3 iken, 1993 yılında
yüzde 2,9; 1994 yılında da yüzde 2 olmuş, 1995 yılındaysa bu oran yüzde 1,3’e inmiştir.
1991 yılında reel olarak yüzde 1,6 oranında artan toplam sabit sermaya yatırımları, 1992 yılında yüzde 4,3 ve 1993 yılında
da yüzde 23,6 oranında artış göstermiş, 1994 yılındaysa yüzde 17 oranında gerilemiştir; 1995 yılında reel olarak yüzde 8,2
oranında artmıştır.
Alt sektörler olarak incelendiğinde, enerji sektörü yatırımlarının 1989 yılından beri önemli oranda gerilediği görülmektedir.
Enerji sektöründeki bu yatırım gerilemesinin üzerinde önemle durularak, acil önlem alınması gerekmektedir.
Bunu dikkate alan Hükümetimiz, enerji sektörüne özel bir önem vererek, 1996 yılında enerji yatırımlarını reel olarak yüzde 67
oranında artırmayı öngörmüş ve bütçede, gerekli ödenekleri ayırmış bulunmaktadır.
Sayın Başkan, değerli milletvekilleri, Hükümetimiz, özel teşebbüsü, her alanda olduğu gibi yatırımlar konusunda da itici güç
olarak görmekte ve desteklemektedir. Bu yaklaşım içerisinde, kamunun yatırım açığı, özel sektör ve yabancı sermayenin devreye
sokulmasıyla kapatılacaktır.
Özelleştirme ve yap-işlet-devret modelinin de uygulanmasıyla, özel kesimin enerji, ulaştırma ve haberleşme sektörlerinde
yapacağı yatırımların payı artırılacaktır. Kamu sektörüne ilave olarak, özel sektörün ve yabancı sermayenin de enerji
yatırımlarına girişebilmesi için, gerekli düzenlemeler süratla tamamlanacaktır.
Özellikle, BOT’lerdeki tıkanmalar nerelerdedir; ayrıca, BOT sistemi üzerinde, Enerji Bakanlığımızın ne gibi yenileştirmeler
veya değişiklikler yaparak, bu sistemin Türkiye’de daha kolay uygulanabilir ve yatırım açığımızın bu yönde kapatılması nasıl
sağlanabilir konularında da Enerji Bakanlığımız, gerçekten takdire değecek çalışmaları başlatmış bulunmaktadır.
Sosyal devlet ilkesi çerçevesinde, kamu yatırımlarında, sağlık ve eğitim sektörleri ile enerji yatırımlarına ve bölgesel
gelişmişlik farklarının giderilmesine ağırlık verilmesi, Hükümetimizin, bir kez daha ifade etmek istiyorum ki, öncelikli hedefleri
arasında yer almış bulunmaktadır. Bu çerçevede, eğitimin toplam kamu yatırımları içerisindeki payı yüzde 12’ye, enerji sektörünün
payı ise yüzde 22’ye yükseltilmiş bulunmaktadır.
Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; konuşmamın bu bölümünde, fiyat hareketleri konusunda bilgi arz etmek istiyorum.
Piyasa ekonomilerinde, kaynakların optimal olarak kullanımını belirleyen en önemli gösterge, fiyatlardır. Bu bakımdan,
fiyatların mutlaka istikrarlı bir seyir izlemesi gerekmektedir. Fiyat istikrarının temini, ekonomik birimlerin yatırım, tasarruf ve
tüketim kararlarını sağlıklı ve uzun vadeli düşünerek vermelerini sağlayacak gelir dağılımını da olumlu yönde etkileyecektir.
Türkiye’de uzunca bir süreden beri devam eden ciddî bir enflasyon sorunu vardır. Türkiye’de enflasyonun normal sayılacak tek
haneli rakamlara düşürülememesinin en önemli sebebini, yüksek düzeydeki kamu kesimi finansman açıkları ile bu açığın finansman
yöntemi oluşturmaktadır.
Finansman açıkları, borçlanmayı zorunlu kılmakta, bu ise faizlerin ve kurların yüksek düzeylerde seyretmesine ve bütçeler
üzerinde faiz yükünün artmasına yol açmaktadır.
Toptan eşya fiyatlarındaki yıllık artışlar, 1991’de yüzde 59,2; 1992’de yüzde 61,4; 1993’te yüzde 60,3 ve 1994’te yüzde 149,6
olmuş, 1995’te ise yüzde 64,9 olarak gerçekleşmiştir. Tüketici fiyatlarındaki artış ise, 1991’de yüzde 71,1; 1992’de yüzde 66,
1993’te yüzde 71,1; 1994’te yüzde 125,5 olmuş, 1995 yılında da yüzde 78,9 seviyesinde gerçekleşmiştir. Bu yılın ocak-mart
döneminde, toptan eşya fiyatlarındaki kümülatif artış yüzde 24,3’e, tüketici fiyatlarındaki artış ise yüzde 19,5’e ulaşmış
bulunmaktadır.
Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; kamu açıklarının daraltılması, verimlilik artışı ile uyumlu gelirler politikası, kamunun
Merkez Bankası ve malî piyasalar üzerindeki baskısının hafifletilmesi sonucunda, para politikasının etkinliğinin artması, yapısal
reformlarda sağlanacak gelişmeler ile enflasyonun düşürülmesi Hükümetimizin öncelikli temel politikalarını oluşturmaktadır.
Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; dış ödeme güçlükleri, gelişmekte olan ülkeler için sürekli bir darboğaz oluşturmaktadır.
Ülkemiz de bu güçlükleri zaman zaman yaşamış bulunmaktadır. Bu güçlükleri aşmak için, istikrarlı bir döviz girdisi sağlanması
gerekmektedir. Döviz girişinin en önemli kaynağı da ihracattır. İhracata yönelik teşvik politikaları, daima, hükümetlerin öncelikli
hedefleri arasında yer almıştır. Özellikle 1980 yılından itibaren ihracata dayalı büyüme modelinin benimsenmesi ve bu doğrultuda
alınan kararların etkisiyle ihracatta önemli artışlar sağlanmış bulunmaktadır. 80’li yılların başında, 2,5-3 milyar dolar ihracat
yapan Türkiye, akaryakıt faturasını karşılayamayan Türkiye, takip edilen bu politikalar sayesinde, 1990’lı yılların başına
gelindiğinde, 14-15 milyar dolarlar seviyesinde ihracat yapan bir ülke haline gelmiş bulunmaktadır.
Kısaca, bu döneme göz attığımız zaman, özellikle sıkça şikâyet edilen, büyük şehirlerimizde kümeleşmiş bulunan
sanayileşmenin, Anadolu’nun dört bir tarafına yayıldığını görmekteyiz.
Bu cümleden olarak, 80’li yıllardan sonra alınan doğru kararlar çerçevesinde, Kahramanmaraş İlimiz, gerçekten, bir sanayi
patlaması yapmıştır ve bugün, Kahramanmaraş’tan dünyanın dört bir tarafına ihracat yapılmaktadır.
Aynı şekilde, Gaziantep İlimiz, ihracattaki bu patlamayı gösterebilmiş olan başarılı illerimizin başında gelmektedir.
Malatya İlimizde, organize sanayi bölgesinin de teşkiliyle birlikte yapılan çalışmalar ve takip edilen politikaların iyi
anlaşılması sayesinde, bugün, yine dünyanın dört bir tarafına, sadece İstanbul’dan, Bursa’dan değil, Malatya’dan da ihracat
yapılmaktadır.
Manisa İlimizde, elektronik alanında bir fabrikamız, bugün dünya elektronik devleriyle çarpışır duruma gelmiş
bulunmaktadır.
Bursa, gerçekten, 1980’den sonra, sadece tekstilde değil, hemen hemen tüm sektörlerde, Türkiye’nin yüzakı olmaya devam
ederken, ihracattaki bu 15 milyar dolarlık çerçeve içerisinde, büyük bir oranla, tüm işadamlarıyla, 1980’den sonra iş hayatına atılan
girişimci insanlarıyla, büyük bir yer almış bulunmaktadır.
Orta Anadolu’dan, Çorum’dan örnek vermek istiyorum. Daha bundan on yıl öncesine kadar akreditif açamayan Türkiye, 80’li
yılların başında cesaretle alınan kararlar doğrultusunda, bugün, İtalya’ya gömlek ihraç eden, Singapur’a elektronik şerit ihrac eden,
Almanya’ya makine ihraç eden sanayici ve işadamlarımıza, Orta Anadolu’nun göbeğinde sahip olabilme imkânını elde etmiştir.
Aynı şekilde, bugün, Kastamonu’nun Araç İlçesinden, İngiltere’ye konfeksiyon ihracatı yapar duruma gelinmiştir. 80’den
sonra gelişen anlayış çerçevesinde, başta konfeksiyon firmaları ve bu anlayışa uygun yatırım yapma cesaretini gösteren
işadamlarımız sayesinde, bugün, dünyanın en ünlü markaları Eskişehir İlimizde dikilir, yapılır ve ihraç edilir hale gelmiş; sadece
döviz kazandırılmakla kalınmamış, binlerce işçimize de iş imkânı ve istihdam imkânı sağlanmış bulunulmaktadır.
Bu meyanda, yine 80’den sonra büyük bir atılım yapan Uşak İlimizdeki değerli girişimcilerimizi anmadan geçmek haksızlık
olur kanısındayım.
Yine, aynı şekilde, şu anda, Türkiye’nin değil; artık, Avrupa’nın gözbebeği haline gelmiş olan Denizli İlimizdeki, sadece
turizmde değil, turizmle birlikte, tekstil sektöründeki, konfeksiyon sektöründeki, makine sanayiindeki ve özellikle tarıma dayalı
sanayideki gelişmeler de, 80 sonrasındaki politikalarla ön plana çıkmıştır. Bugün, bu ilimiz, Türkiye’ye döviz kazandıran
işadamlarımızın ön planda olduğu illerimiz arasında yer almaktadır.
Konya’daki girişimcilerimizden bir örnek vermek gerekirse, artık, dünyaya ihracat yapan ayakkabı firmaları, yine bu dönemin
ürünüdür.
Çorlu, Çerkezköy, Eskişehir, Bozüyük, Kütahya ve tüm bunlarla birlikte yurdumuzun dört bir tarafında gelişme çabalarını hızla
sürdüren, bundan sonraki politikalarımız içerisinde de ağırlıklı olarak yer alacak olan KOBİ’lerle ilgili gelişmeler de, yine, bu
dönemde yapılan, bu dönemde uygulanan politikaların neticesi olarak, bugün, önümüzde durmaktadır.
Bir başka konu daha var. 1960’ların başında, Avrupa’ya işçi olarak giden ve Türk insanının girişimciliğinin en güzel
örneklerini veren, 1983 sonrasındaki politikaları iyi anlayıp, bu politikalar çerçevesinde, cesaretle yatırım yapan, o günün işçileri,
bugünün mark milyarderi olan işadamlarımızı burada anmadan da geçemeyiz.
Ancak, sadece, bu işadamlarımızın yaptıkları çalışmaları burada anmakla kalamayız. Türkiye’nin, bundan sonra takip etmesi
gereken politika ve inşallah, bundan sonra, Hükümetimizin de, daha yoğun olarak üzerinde duracağı, biraz önce saymaya çalıştığım,
Anadolumuzun ve dünyanın dört bir tarafına yayılmış olan özel sektör temsilcilerimizin, işadamlarımızın önünü açmak, onların,
sadece Türkiye’deki sorunları değil, dünya piyasalarında daha iyi yer alabilmelerini temin etmek için, her türlü kolaylaştırıcı işlem
ve kararları almak ana hedeflerimiz arasındadır.
1995 yılındaki ihracatın, biraz önce çerçevesini çizmeye çalıştığım gelişmeler doğrultusunda, yüzde 10,7’si tarım ürünleri,
yüzde 87,4’ü de sanayi malları ihracatıdır.
İhracatın, bugün ulaştığı 22 milyar dolarlık seviyeler içerisinde, rakam olarak ulaştığımız seviyeden belki daha da önemlisi,
yüzde 87,4’lük sanayi malları oranına ulaşmamızdır.
Türkiye’nin, bu politikayı devam ettirmesi; ama, Türkiye’nin, aynı zamanda, 22 milyar dolarlar çerçevesinde değil, 2000’li
yıllara girdiğimiz süre içerisinde, 50 milyar dolarlık ihracat hedeflerini aşması gerekmektedir. 2,5-3 milyar dolarlık ihracatların
yapıldığı günlerde, 10 milyar-15 milyar dolarlar nasıl hayal olarak görüldüyse, o gün için, hayal olduğu söylendiyse bugün, 50
milyar dolarlara da, hayal diyenler olabilir; ama, görülmüştür ki, Türkiye’nin potansiyeli vardır, Türkiye’nin imkânları vardır.
Türkiye’nin insanları, Türkiye’nin girişimcileri çok kolay kavrayabilmekte ve uygulayabilmektedir; yeter ki, önlerini açabilelim.
Yürekten inanıyoruz ki, 2000’li yıllardaki ihracat 50 milyar dolarlık, hedefleri, hiç de hayal değildir. Eğer, bunu
gerçekleştiremiyorsak, bunun suçu, şu hükümetin, bu hükümetin değil; belki de bütün hükümetlerindir; bunu da, burada, açıklıkla
ifade etmek istiyorum.
İthalatımız, 1983 yılında 9,2 milyar dolar iken, 1991 yılında 21 milyar dolar, 1995 yılında da 35,7 milyar dolar olarak
gerçekleşmiş bulunmaktadır.
1995 yılı ithalatının yüzde 12,4’ü tüketim maddeleri, yüzde 29,4’ü yatırım malları ve yüzde 58,3’ü hammadde ithalatından
oluşmaktadır.
İhracat ve ithalatımızdaki bu gelişmelere paralel olarak, 1983 yılında 3,5 milyar dolar olan dışticaret açığımız, 1991 yılında
7,4 milyar dolara, 1995 yılında da 14,1 milyar dolara yükselmiştir.
İhracatımız, 1983 yılında ithalatımızın yüzde 62’sini karşılamaktayken, 1991 yılında yüzde 64,6’sını, 1995 yılında da
yüzde 60,6’sını karşılayabilmektedir.
Cari işlemler dengesi ise, 1983 yılında 1,9 milyar dolar açık, 1991 yılında 250 milyon dolar fazla, 1995 yılında da 2,3 milyar
dolar açık vermiştir.
Öte yandan, görünmeyen işlemlerin en önemli döviz giriş kalemleri arasında yer alan turizm gelirlerimiz, 1983 yılındaki 420
milyon dolar seviyesinden, 1991 yılında 2,7 milyar dolara, 1995 yılında da 5 milyar dolara yükselmiş bulunmaktadır. Görünmeyen
işlemlerin bu en önemli kalemini teşkil eden turizm gelirlerimizde de Türkiye’nin potansiyelinin, bugünkü hacminin çok üzerinde
olduğunun, Hükümetimiz farkındadır. Özellikle 80’li yıllardan itibaren, bu konuda, dünya standartlarının da neredeyse üzerinde
gerçekleşmiş olan yatırımların, bundan sonra aynı hızla devam ettirilmesi için gereken tedbirlerin alınması, Hükümetimizin
öncelikle önem verdiği konular içerisinde yer almaktadır.
Sadece bununla kalmayıp, özellikle tur operatörleri konusunda da ve Türk kökenli tur operatörlerinin sayısının artırılması ve
bu kuruluşların güçlendirilmesi noktasında yeni birtakım teşvik edici politikaların izlenmesi gereğine inandığımızı ve bu noktada
da çalışmalar yapacağımızı ifade etmek istiyorum.
İşçi döviz girişleri 1983 yılında 1,6 milyar dolar iken, 1991 yılında 2,9 milyar dolar, 1995 yılında da 3,4 milyar dolar olarak
gerçekleşmiş bulunmaktadır.
Diğer taraftan, uluslararası rezervlerimiz de, 1995 yılında 23,9 milyar dolar seviyesine ulaşmış bulunmaktadır.
Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; ödemeler dengesinin sağlıklı ve sürdürülebilir bir yapıya kavuşturulması ve sermaye
hareketlerinin, ülkemizin üretim kapasitesinin güçlendirilmesine katkıda bulunacak bir altyapı içerisinde geliştirilmesi gerekmektedir.
İhracatçılarımızın dünya fiyatlarından girdi kullanmaları ve Eximbank aracılığıyla kredi teşviklerinden yararlandırılmaları
sağlanacaktır.
Ayrıca, ihracatçılarımızın kredi ve garantilerine işlerlik kazandırılacak, ihracatın ve yabancı sermaye yatırımlarının
teşvikine özel önem verilecek, özel sektörün yatırım amaçlı dış kredi kullanımının önündeki engeller kaldırılacaktır.
Nitekim, ihracatın sevk sonrası finansmanı konusunda Eximbank’ın koordinatörlüğünde iki bankamızın ortak bir fon
oluşturmasıyla bu yönde önemli bir adım atılmış bulunmaktadır.
Sayın Başkan, saygıdeğer milletvekilleri; şimdi de, iç ve dış devlet borçlarımız hakkında bilgi sunmak istiyorum.
Son yıllarda, bütçe açıklarına, KİT’ler, sosyal güvenlik kuruluşları ve mahallî idarelerle fonlardan kaynaklanan finansman
açıkları da eklenmiş, buna bağlı olarak, iç borçlanma ihtiyacı ve toplam içborç stoku hızla yükselmiştir.
1991 yılında, 97,6 trilyon lira olan içborç stoku, 1993 yılında 357,3 trilyon liraya, 1995 yılında 1 katrilyon 368 trilyon liraya
yükselmiştir. 1996 yılı mart ayı sonu itibariyle ise, içborç stoku, 1 katrilyon 920 trilyon lira olarak gerçekleşmiştir. Bu tutarın, 613
trilyon lirası tahvil, 1 katrilyon 18 trilyon lirası bono, 27 trilyon lirası konsolide borçlar, 260 trilyon lirası da kısa vadeli avans
borçlarından oluşmaktadır.
İçborçların gayri safî millî hâsılaya oranı, 1991 yılında yüzde 15,4 iken, 1994 yılında yüzde 20,6; 1995 yılında ise yüzde
17,8 olmuştur. Türkiye’de, içborçlar, toplam büyüklüğü ve gayri safî millî hâsılaya oranı itibariyle bir sorun oluşturmamaktadır;
ancak, giderek kısalan ve son dönemlerde beş-altı ay olarak şekillenen vade yapısı, borç yönetiminin en önemli darboğazıdır.
Hükümetimize duyulan güven ve genel ekonomik göstergelerdeki olumlu gelişmeler paralelinde, son haftalarda gerçekleştirilen
iç borçlanmalarda, faizlerdeki düşüşle birlikte, vade yapısının da uzatılabilmesi, söz konusu darboğazın aşılmakta olduğunun güzel
bir işaretidir. Nitekim, Ocak 1996’da, bileşik faiz olarak yüzde 200’lerin üzerinde seyreden; vade olarak da, 136 güne kadar düşmüş
olan borçlanmalar, nisan ayında, son yapılan kâğıt satışlarında, yüzde 124,5 bileşik faiz ve yedi aylık (210 gün) bir vadeye
ulaşmış bulunmaktadır.
Dışborç stoku da 1991 yılında 50,5 milyar dolardan, 1993 yılında 67,4 milyar ve 1995 yılı sonu itibariyle de 73,3 milyar
dolara yükselmiştir.
1991 yılı borç stokunun yüzde 81,9’u orta ve uzun vadeli, yüzde 18,1’i ise kısa vadeli borçlara ait iken, 1993 yılında orta ve
uzun vadeli borçların payı yüzde 72,5’e gerilemiş, buna karşılık kısa vadeli borçların payı yüzde 27,5’e yükselmiştir. 1995
yılında ise orta ve uzun vadeli borçların payı yüzde 78,6’ya yükselmiş, kısa vadeli borçların payı da yüzde 21,4’e düşmüştür.
Dışborç vade yapısının uzun vadeli borçlar lehine değişmesi olumlu bir gelişmedir.
Dışborçların gayri safî millî hâsılaya oranı ise 1991 yılında yüzde 33,2, 1993 yılında yüzde 37, 1995 yılında da yüzde 44,3
olmuştur.
Her yıl gerçekleştirilecek dış borçlanma miktarının, o yıl ödenecek dışborç anapara geri ödemelerinden büyük olması ve bu
şekilde sağlanacak ek kaynaklarla altyapı yatırımlarının finanse edilmesi, ülkemiz açısından makul, hatta zorunlu bir tercihtir.
Oysa, 1994 ve 1995 yıllarında uluslararası piyasalardan sağlanan krediler, anapara geri ödemelerini dahi karşılayamadığından,
dışborç servisi için iç borçlanmaya başvurulması gerekmiştir. İç borçlanmada ve dış borçlanmada, Türkiye’de, bir anlamda yatırım
eksikliğinin temelinde sıkıntımızı teşkil eden, bu gelişmedir. Bu uygulama, içborç faizlerini kaçınılmaz şekilde yükseltmiştir.
Örnek vermek gerekirse: 1995 yılında, 7,5 milyar dolar olan dışborçlarla ilgili ödemelerimizden 1 milyar doları, bütçe dışı, mahallî
idarelerle ilgili olan borçlar olarak önümüzde görülmektedir. 7,5 milyar dolarlık bu dışborç ödemesinin yüzde 50’si iç borçlanmayla
karşılanmış bulunmaktadır.
Türkiye, bu bakımdan, içeriden dışarıya kaynak transferi yapan veya daha değişik bir tabirle, net geri ödeyen bir ülke
konumundadır. Dış borçlanmada bu tabloyu tersine çevirmek temel hedeflerimizden birisidir ve önümüzdeki bütçe uygulamalarının
da dışında, ekonominin geneline baktığımız zaman, çözülmesi gereken en önemli problemlerimizden birisi olarak Hükümetimizin
önünde durmaktadır.
Sayın Başkan, sayın milletvekilleri; bilindiği üzere, kamunun borçlanma ihtiyacını azaltmanın yollarından biri de
özelleştirmedir. Ülkemizde, özelleştirmenin hukukî altyapısı, geniş bir mutabakatla kabul edilen 4046 sayılı Özelleştirme
Kanunuyla, 1994 yılı sonunda oluşturulmuştur. 1983-1991 yılları arasında 900 milyon dolarlık özelleştirme gerçekleştirilmiştir.
Bilindiği gibi, 1983 yılında, Türkiye, henüz özelleştirme kavramıyla tanışmış değildi. Özelleştirmenin uygulanmasından önce,
özelleştirme mantalitesinin, Türkiye’de kabul ettirilmesi gerekmekteydi. Zamanın hükümetleri, bu konuda, bugün takdirle andığımız
hizmetleri yapmışlar; bu konudaki hazırlıkları yapmışlar; mevzuatları çıkarmışlar ve 90’lı yıllara yaklaştığımız dönemlerde de
900 milyon dolarlık bir özelleştirmeyi de yapabilmişlerdir. 1992’den 1995’e kadar 1,9 milyar dolarlık özelleştirme gerçekleştirilmiş
bulunmaktadır. Özelleştirme uygulamalarının, programlanan ve kamuoyuna taahhüt edilen düzeyde gerçekleştirildiğini söylemek
mümkün değildir.
Özelleştirmeyle, bütçe üzerindeki KİT finansman yükünün hafifletilmesi sağlanacak; böylece, kamu açıklarının aşağı
çekilmesi, kamunun malî piyasa üzerindeki baskısının azaltılması ve kamu borç stokunun düşürülmesi mümkün olacaktır. Diğer
taraftan da, sermayenin tabana yayılması, özellikle verimlilik ve işgüvenliğinin artırılması, devletin, ekonomide ticarî ve üretici rol
üstlenmesi yerine, aslî fonksiyonları olan adalet, eğitim, sağlık, savunma ve güvenlik ile büyük altyapı yatırımlarına kaynak
ayrılmasına imkân tanınmış olacaktır.
Ayrıca, özelleştirme, ekonomimizi, Avrupa Birliği ekonomilerine yaklaştırmada önemli bir etken olacak ve rekabet edilebilir bir
yapının oluşmasına da olumlu katkıda bulunacaktır.
Özelleştirme, ilke olarak, doğru bir yaklaşım olmakla birlikte, uygulamalarının sağlam hukukî temeller üzerinde ve toplumsal
olarak kabul edilebilir bir şeffaflık içinde yürütülmesi büyük önem taşımaktadır. Bu çerçevede, ileride yapılacak özelleştirmelerde
rekabetçi ortamın oluşturulması, tüketici haklarının korunması, gerekli teknolojik yenilemenin ve yatırımların gerçekleştirilmesi
ile tekellerin önüne geçilmesi gibi hususlara öncelik ve önem verilecektir.
Özelleştirme, ilke olarak, kamu bankaları da dahil olmak üzere, bütün KİT’leri kapsamalıdır ve kapsayacaktır. Kamu
bankalarından, belki, Ziraat Bankası ve Halk Bankası yapıları gereği, kamu bankalarının özelleştirilmesi programı çerçevesinde,
biraz daha sonlara doğru kalabilir; ama, bu konuda, Hükümetimizin kararlı olduğunu bir kez daha ifade etmek istiyorum.
Özelleştirme konusunda, daha önce sevk edilmiş ve Meclisimizden geçmiş olan Telekom Yasasının Anayasa Mahkemesinde
iptal edilmiş olduğunu bilmekteyiz. Bu iptalden sonra, Telekom Yasasının yeniden Meclisimize getirilmesi, Meclisimizin tasvibine
sunulması ve bu konudaki özelleştirme çalışmalarının hızla neticelendirilmesi, Hükümetimizin ana hedefleri arasındadır. Ancak,
özelleştirme konusunda sadece Hükümetimize değil, Meclisimize ve Meclisimizle birlikte tüm ilgili kuruluşlarımıza büyük görevler
düşmektedir.
Telekom Yasasına; tabiî ki, Anayasa ve hukuk kurallarına, her hükümette olması gereken şekilde, Hükümetimiz de saygılıdır.
Yeni tasarı, Anayasamızın verdiği kararlar doğrultusunda, hazırlanarak Meclisimize sevk edilme aşamasındadır; ama, burada, biraz
önce ifade etmeye çalıştığım çerçeve içerisinde, Telekom’daki gecikmeden dolayı, aynı Telekom’la ilgili olarak, dünya piyasalarına
arz edilen ürünler olması dolayısıyla, bunun dünya borsa fiyatının bir anlamda düştüğünü ve bu konuda da, Türkiye’nin, gerçekten,
bu geçen zaman içerisinde fevkalade büyük zararlarla karşılaştığını, bundan sonra da bu konudaki gecikmelerin, aynı şekilde,
Türkiye’nin zararına olacağını, burada, bir kez daha ifade etmeden geçemiyorum.
Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; özelleştirme kavramı, görülmektedir ki, son yıllarda, özellikle, sadece KİT’ler üzerinde
yoğunlaştırılmıştır. Esasında, özelleştirme kavramı, sadece KİT’ler üzerinde yoğunlaştırılarak daraltılmamalıdır.
Özelleştirmeyi, toplumumuzun ve bugünkü yapımızın değişik kesimlerinde uygulama mecburiyetimiz vardır. İfade etmek
gerekirse, belli bir aşamada, barajlar, elektrik santralleri ve otoyollarda da özelleştirilmenin düşünülmesi gerekmektedir. Aynı
şekilde, sağlıkla ilgili olan kuruluşlarımızda, hastanelerimizde ve yine, eğitimle ilgili olan okullarımızda da özelleştirmenin
uygulamalarının yapılması zamanı gelmiş ve geçmektedir.
Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; Ekim 1995-Mart 1996 döneminde ekonomimizde yaşanan gelişmelere paralel olarak, Ekim
1995’te Yüce Meclis’e sunulan bütçe tasarılarının hazırlanmasına esas alınan makro ekonomik hedefler ve büyüklükler DPT
tarafından revize edilmiştir. Plan ve Bütçe Komisyonunun çalışmalarına da yön veren bu yeni hedef ve büyüklükler hakkında
kısaca bilgi arz etmek istiyorum
1996 yılında gayri safî millî hâsılanın yüzde 4,5 oranında büyümesi hedeflenmektedir.
Sektörler itibariyle, tarımda yüzde 3, sanayide yüzde 4,8 ve hizmetlerde yüzde 4,5 büyüme olması beklenmektedir.
Bu çerçevede, 1996 yılı gayri safî millî hâsılası, cari fiyatlarla 13,2 katrilyon lira olacaktır.
1996 yılı gayri safî millî hâsıla deflatörü yüzde 65 ve yıl sonu toptan eşya fiyat artışı yüzde 64 olarak hedeflenmiştir.
Bu yıl, ihracatın 25 milyar dolar, ithalatın ise 41 milyar dolar seviyesinde gerçekleşmesi, turizm gelirlerinin 6,1 milyara, işçi
gelirlerinin de 3,4 milyar dolara ulaşması beklenmektedir.
Bu çerçevede, dışticaret dengesinin 16 milyar dolar, cari işlemler dengesinin ise 3,8 milyar dolar açık vereceği
hesaplanmaktadır.
1996 yılı toplam yatırımları 3 katrilyon 297 trilyon liradır. Bunun 626 trilyon lirasının kamu, 2 katrilyon 671 trilyon lirasının
da özel kesim tarafından gerçekleştirilmesi hedeflenmiştir.
Toplam yatırımlarda 1995 yılına göre sabit fiyatlarla yüzde 6,2 oranında artış öngörülmüştür.
Toplam sabit sermaye yatırımlarında 1995 yılına göre sabit fiyatlarla yüzde 8,4 artış hedeflenmiş olup, özellikleri ve
öncelikleri dikkate alınarak, sağlıkta yüzde 16,9; eğitimde yüzde 33,3 ve enerji yatırımlarında yüzde 67 oranında reel artış olması
programlanmıştır.
Sabit sermaye yatırımlarının yüzde 19,4’ü kamu, yüzde 80,6’sı ise özel sektör tarafından gerçekleştirilecektir.
Kamu kesimi yatırımlarının, işçilik hariç, 239 trilyon lirası konsolide bütçeye, 144 trilyon lirası KİT’lere, 76 trilyon lirası
fonlara ve 103 trilyon lirası da mahallî idarelere aittir.
Konsolide bütçe, KİT’ler, fonlar ve döner sermayeli kuruluşların yapacakları toplam yatırımın içerisinde eğitim sektörünün
payı yüzde 13’ün, enerji söktörünün payı da yüzde 24’ün üzerinde olacaktır.
Sayın Başkan, sayın milletvekilleri; şimdi de 1996 yılı bütçe kanunu tasarılarıyla ilgili açıklamalarıma geçmek istiyorum.
Bilindiği üzere, 17 Ekim 1995 tarihinde Yüce Meclise sunulan 1996 Malî Yılı Bütçe Kanunu Tasarıları, 2 katrilyon 780 trilyon
liralık harcama, 2 katrilyon 370 trilyon liralık gelir ve 410 trilyon liralık açık öngörüyordu.
Bu tasarılar, biraz önce açıkladığım hedefler de dikkate alınarak, Plan ve Bütçe Komisyonunda görüşülerek revize edilmiş ve
son şeklini almıştır.
Biraz önce açıkladığım hedefler derken, burada, bazı küçük açıklamaları yapma gereğini de duyuyorum. Bilindiği gibi, Ekim
1995’te Yüce Meclise sunulan tasarıda, bir yıl için 410 trilyon liralık açık öngörülmüş bulunmakta idi; ancak, nisan sonu itibariyle
yapılan hesaplamalara göre, bir yıl için öngörülen 410 trilyon liralık açık, 404 trilyon lira olarak, yılın ilk dört ayında realize
edilmiş bulunacaktır.
Özellikle bu konu, yeni revize çalışmaları içerisinde, Hükümetimiz ve paralel olarak, gerçekten yoğun bir çalışma örneği
gösteren Plan ve Bütçe Komisyonumuzda ön plana alınmış ve dikkatle üzerinde durulmuştur.
Son şeklini alan bütçemize göre; bütçe ödenekleri 3 katrilyon 511 trilyon lira, bütçe gelirleri 2 katrilyon 650 trilyon lira, bütçe
açığı 861 trilyon liradır.
Bütçe ödeneklerinin 910 trilyon lirası personel giderlerine, 303 trilyon lirası diğer cari hizmetlere; 239 trilyon lirası yatırım
harcamalarına; 2 katrilyon 59 trilyon lirası transfer giderlerine ilişkindir.
Bütçe gelirlerinin, 2 katrilyon 73 trilyon lirası vergi gelirlerinden; 280 trilyon lirası vergi dışı normal gelirlerden; 287 trilyon
lirası özel gelirler ve fonlardan; 10 trilyon lirası da katma bütçe gelirlerinden oluşmaktadır.
Revize edilen ödeneklerle ilgili olarak şu hususları kısaca ifade etmek istiyorum:
Komisyonda yapılan ilavelerin önemli bir kısmı, kamu personelinin maaşlarında yapılacak düzenlemeler ile savunma ve
güvenlik hizmetlerinin ihtiyaçlarına, yatırım ve faiz harcamalarına ait bulunmaktadır.
Bilindiği üzere, tasarıda, personel giderleri için 800 trilyon liralık bir kaynak ayrılmıştı. Bu miktar, mevcut ekonomik
gelişmeler ve revize hedefler de dikkate alınarak, yeniden değerlendirilmiş ve personel ödeneklerine 110 trilyon lira eklenmiş
bulunmaktadır.
Plan ve Bütçe Komisyonunda yapılan görüşmeler sırasında, savunma ve güvenlik hizmetlerimizin ihtiyaçları da yeniden
değerlendirilmiştir. Fiyat artışları ve döviz kurlarındaki yeni hedefler ile mevcut gelişmeler, güvenlik kuvvetlerimizin ilave
ihtiyaçlarının ortaya çıkmasına neden olmuştur. Bu çerçevede, savunma ve güvenlik hizmetlerimizin ek ihtiyaçları için 30 trilyon
liralık ilave kaynak tahsis edilmiştir.
Tasarıda, 190 trilyon lira olarak yer alan yatırım harcamaları yüzde 25,8 oranında artırılarak, 239 trilyon liraya yükseltilmiştir.
Yatırım harcamalarında yapılan artışın 36 trilyon lirası, Devlet Su İşleri, Köy Hizmetleri ve Karayollarına ait
bulunmaktadır. Eğitim hizmetlerimizin yatırımlarına da özel bir önem verilmiş ve 6,9 trilyon liralık ilave kaynak tahsis edilmiştir.
Transfer bölümünde de, başta, faiz ödenekleri ve sosyal güvenlik kurumlarına yapılacak transferler olmak üzere, önemli
miktarlarda artış yapılmıştır.
Bu kalemlerin dışında, otoyollarımızın bakım ve onarımları; gübre ve diğer tarımsal ürünlerin teşviki; Dinar depremi
nedeniyle ortaya çıkan zararların karşılanması; yükseköğrenim öğrencilerinin kredi ihtiyaçlarının karşılanması; yine,
yükseköğrenim öğrencilerinin katkı payı kredileri veya diğer bir tabirle, öğrenci harçları; ayrıca, Kıbrıs’a yapılacak olan yardımlar;
yeşil kart sahibi vatandaşlarımıza yapılacak yardımlar gibi çeşitli ihtiyaçlar için ek kaynaklar tahsis edilmiştir.
Bütçe ödenekleriyle ilgili olarak ortaya çıkan bu tablonun en önemli özelliği, yatırım harcamalarına daha fazla kaynak
ayrılması olmaktadır. Bir önceki yıl 102 trilyon lira olan yatırım harcamalarına, bu yıl 239 trilyon lira kaynak ayrılmıştır.
Böylece, yatırım harcamalarında yüzde 134 nispetinde bir artış hedeflenmiştir. Yatırımları hızlandırma ödeneği ve diğer
tertiplerdeki yatırımlarla ilgili ödenekler de dikkate alındığında bu oran daha da yüksek seviyelere ulaşmaktadır.
Amacımız, biraz önce net rakamlarını verdiğim ve son yıllarda giderek daralan yatırım harcamalarını, 1996 yılından
başlamak üzere, daha yüksek oranlarda artırmaktır. Konsolide bütçenin, içinde bulunulan çeşitli problemlerine rağmen, geçtiğimiz
yıl hazırlanan ve siyasî konjonktür nedeniyle nisan ayı sonlarına geldiğimiz bugünkü günlerde ancak Yüce Meclise sunulabilmiş
olan bir bütçe olmasına rağmen, yatırımlarla ilgili yapılmış olan bu yeni düzenlemeyle, yatırımların yeniden ön plana alınması,
Hükümetimizin önemli göstergelerinden, özelliklerinden ve tercihlerinden birisidir.
Konsolide bütçenin, içinde bulunan çeşitli problemlerine rağmen, biraz önce de ifade etmeye çalıştığım gibi, Hükümet olarak
tercihimizi yatırım harcamalarının artırılması yönünde yaptık. Gönlümüzde yatan ve geçen, yatırım harcamalarımızın çok daha
yüksek seviyelere ulaşmasıdır.
Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; yapılan değişiklikler sonucunda bütçe açığı 861 trilyon lira olarak öngörülmüştür. Bu
açığın, bir önceki yıl gerçekleşmelerine göre yüksek olduğu ileri sürülebilir. Ancak bütçenin revize çalışmaları sırasında son
derece titiz davranılmış ve bütçe ödeneklerinin gerçekçi bir şekilde belirlenmesi amaçlanmıştır. Bu amaç doğrultusunda, faiz
ödenekleriyle sosyal güvenlik kuruluşlarına yapılan transferlerde önemli artışlar yapılmıştır. Bu düzenlemelerin amacı, bütçe
ödeneklerinin en sıhhatli bir şekilde belirlenmesi olmuştur.
Özetle, bütçenin gerçekçi olması için her türlü çalışma yapılmıştır.
Bizim kanaatimiz, yapılan bu düzenlemeler sonucunda bütçe büyüklüklerinin gerçekçi bir şekilde belirlendiği ve bu hedeflerden
önemli bir sapma olmayacağı yönündedir. Bu konuda bütçe uygulamaları da çok büyük önem arz etmektedir. Bu itibarla, bütçe
uygulamalarında son derece disiplinli davranıp, finansman giderleri dışında kalan bütçe açıklarını asgarî seviyelerde tutmaya
çalışacağız.
İfade edegeldiğimiz gibi, bu bütçemizin harcama kalemlerinde yer alan finansman giderleriyle ilgili olan bölüm ve bu konuda yıl
içerisinde yapılacak olan uygulamalar fevkalade önem taşımaktadır. Mutlaka ki, bu uygulamalar, ekonominin genel istikrarı
içerisinde ve ona paralel olarak, ümit ediyoruz ki, bütçe dengeleri içerisinde kalacaktır.
Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; 1996 yılı bütçesinin önemli gördüğüm bazı özellikleri üzerinde durmak istemekteyim.
Biraz önce de ifade etmeye çalıştığımız gibi, son yıllarda kamu kesimi sabit sermaye yatırımlarında görülen azalma, konsolide
bütçe yatırımları için de geçerlidir. Hükümetimiz, bu yetersizliği gidermek üzere gerekli çalışmaları yapmış ve bütçe dengelerini de
zorlamayacak şekilde, Plan ve Bütçe Komisyonunda, kuruluşlara önemli miktarda ilave ödenek verilmesine imkân tanımıştır. Plan
ve Bütçe Komisyonunda, Hükümetimizin öncelikleri doğrultusunda yapılan bu ilavelerle, 1996 yılı yatırım tutarının, 1995 yılına
göre yüzde 134 oranında artarak 239 trilyon liraya yükseldiğini ifade etmiştim.
Bu çerçevede, Devlet Su İşlerine 17,1 trilyon liralık ilave bir ödenek verilmiştir. Bu ilave ödeneklerin verilmesinde, özellikle,
Devlet Su İşlerimizin, Enerji ve Tabiî Kaynaklar Bakanlığımız bünyesinde, enerji projelerine daha yoğun bir ilgi gösterebilmesi ve
şu anda beklemekte olan, yapımı devam eden Çatalan, Dicle, Kralkızı, Yenice ve Kuzgun Barajlarının bir an önce bitirilmesi temin
edilecektir.
Ayrıca, Özlüce, Çamlıgöze, Beyköy, Gönen, Suat Uğurlu 3, Mercan ve Şanlıurfa Hidroelektrik Santralları da 1998 yılında
tamamlanarak hizmete alınacak ve 850 milyon kilovatlık kapasite yaratılmış bulunacaktır.
Plan ve Bütçe Komisyonumuzda, bütçeden, Karayollarına 11 trilyon liralık bir ek yapılmış bulunmaktadır. Bilindiği gibi,
karayolları ve özellikle otoyollar, Türkiye için fevkalade önemlidir. Türkiye’nin gelişmişliğinin göstergesi, insan vücudundaki
atardamarların çalışması şeklinde nitelendireceğimiz yollarımızla ilgili, gerçekten, son yıllardaki yatırım eksikliğini gidermek,
Hükümetimizin öncelik verdiği, önem verdiği konuların başında gelmektedir. Bu sebeple, Karayollarında yapılan artışlarla birlikte,
Gümüşova-Gerede Otoyolunun -Bolu dağ geçişi dahil olmak üzere- bitirilmesi planlanmaktadır.
Aynı şekilde, Tarsus-Mersin Otoyolu, Tarsus-Adana-Toprakkale-Gaziantep Otoyolu, Toprakkale-İskenderun Otoyolu, İzmir-
Aydın Otoyolu da, bitirilmesi düşünülen otoyollarımız içerisinde yer almaktadır.
Devlet, il yollarıyla da, Hakkâri ayırımı Çukurca’dan başlamak üzere, Burdur-Dinar, Mersin-Erdemli, Vakfıkebir-Erdemli,
Diyarbakır şehir geçişi ve aynı şekilde, Muğla-Denizli-Acıpayam, Konya-Karaman-Seydişehir, Ankara-Kızılcahaman-Yenikent,
Bursa-Yalova, Şebinkarahisar-Alucra-Şiran, Çukurca-Uludere, Erciş-Muradiye-Çaldıran, Kayseri-Pazarören ve Antalya-Manavgat-
Alanya, Ankara-Sivrihisar karayollarının yapımları da, bu ayrılan ödeneklerle, bir an önce bitirilme noktasında, hızlı bir çalışma
içerisine alınacaklardır.
1996 yılımızda, aynı şekilde, Köy Hizmetleri bütçemizde de 10 trilyon liraya yakın bir artırım yapılmış ve bununla da,
köylerimizin tesviyeli stabilize kaplamalı asfalt yolları, içmesuları ve sulama alanlarıyla ilgili eksikliklerine biraz daha katkıda
bulunabilmek; Türkiyede, 40 bin köyümüzdeki değerli vatandaşlarımızın eksikliklerini giderebilmek ve onların hizmetlerinde
bulunabilmek için, bu bütçe kaynakları içerisinde yeni artırımlara gittiğimizi Hükümetimiz olarak ifade etmek istemekteyim.
Aynı şekilde, Ulaştırma Bakanlığımızın, Millî Eğitim Bakanlığımızın ve Tarım ve Köyişleri Bakanlığımızın yatırım
bütçelerinde büyük artırımlara gidilmiş bulunulmaktadır.
Türkiye’de, havayoluyla ulaşım, dünyadaki gelişmeye de parelel olarak fevkalade önem kazanmıştır. Eğer, Türkiye, dünyaya
entegre olmak istiyorsa, karayollarıyla birlikte, havayollarına da büyük bir önem vermek mecburiyetindedir. Bu cümleden hareketle,
Antalya Havaalanı, Bodrum Havaalanı, Nevşehir Havaalanı, Isparta Havaalanı, öncelikle bitirilmesi planlanan havaalanları
içerisinde yer almaktadır. Konya Havaalanı inşaatına, Dalaman Havaalanıyla ilgili olan tesis inşaatları işlerine ve Esenboğa’daki
geliştirme inşaatlarına da, bu artışlarla birlikte yeni imkânlar ayrıldığını, burada, ayrıca, ifade etmek istemekteyim.
Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; konsolide bütçe harcamalarının yaklaşık üçte birini oluşturan faiz ödemeleri için, 1996
bütçe tasarısına 940 trilyon lira ödenek konulmuştur. Ancak, bütçe tasarısının sunulduğu 17 Ekim 1995 tarihinden, komisyonda
görüşülüp kabul edilmesine kadar geçen yaklaşık altı aylık süre içerisinde gelişen ekonomik ve siyasî olaylar ve 1996 yılı ilk üç
aylık bütçe uygulama sonuçları, faiz ödeneklerinin yetersiz kalacağını ortaya koymuştur.
1996 yılı için, 1995 yılı tasarısında faiz ödemeleri için öngörülen 940 trilyon liranın -nisan ayı itibariyle- temmuz ayına kadar
gerçekleşme oranının 900 trilyon lira olduğu, bu yapılan çalışmalar içerisinde görülmüş ve bu sebeple- gerçekçi bir şekilde yapılan
tespit ve değerlendirmeler sonucunda, 1996 yılı faiz ödemeleri için 356 trilyon lira ödenek artırımına gidilmiş, böylece, toplam faiz
ödenekleri 1katrilyon 296 trilyon liraya yükseltilmiştir.
Bilindiği üzere, faiz oranları piyasalarda oluşmaktadır. Piyasalar içerisinde güven ve istikrar unsuru büyük önem taşımaktadır.
1995 yılının son çeyreğinde, erken genel seçimlerin yarattığı belirsizlik ortamı, döviz talebindeki artış ve konsolidasyon
beklentileri, Hazinenin borçlanma olanaklarını sınırlarken, faiz oranları yükselme eğilimine girmiş ve içborç vade yapısı önemli
ölçüde kısalmıştır.
Hükümetimizin kurulup göreve başlaması, bir taraftan siyasî belirsizliği ortadan kaldırırken, diğer taraftan da piyasalara güven
vermiştir. Böylece, faiz oranları düşmeye, borç vade yapısı da uzamaya başlamıştır. Risk faktörünü azaltıp, belirsizlikleri ortadan
kaldırmak suretiyle, piyasalardaki olumlu beklentileri ve güven duygusunu daha da pekiştirerek devam ettirmek, temel hedefimizdir.
Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; bütçe içerisinde, faizlerden sonra en büyük pay personel harcamalarına aittir. Bütçe
tasarısında personel ödenekleri için 800 trilyon lira öngörülmüş iken, kamu personelinin içerisinde bulunduğu sıkıntıları
hafifletmek amacıyla, bütçe imkânları zorlanarak, 110 trilyon lira ilave yapılmış ve toplam personel ödenekleri 910 trilyon liraya
yükseltilmiştir.
Sosyal güvenlik kuruluşlarımızın finansman açıkları 1992 yılından itibaren hızla artma eğilimine girmiştir. 1992 yılında,
erken emeklilikle birlikte, 5,2 trilyon lira olan finansman açığı, 1993 yılında 23,4 trilyon; 1994 yılında 39,3 trilyon ve 1995 yılında
ise 108 trilyon liraya yükselmiştir. 1995 yılı gerçekleşmesi ve finansman açığındaki artış eğilimi değerlendirilerek, sosyal güvenlik
kurumlarımızın finansman açıkları için konulmuş bulunan ödenekler revize edilmiş; yapılan ilavelerle, bu kurumlarımıza ayrılan
ödenek 165 trilyon liradan 277 trilyon liraya yükseltilmiştir. Bu ödenek, miktar olarak ve toplam harcamalar içerisindeki yüzde 7,8
oranındaki payıyla, sosyal güvenlik kuruluşları için, cumhuriyet dönemi bütçelerinde emsali olmayan bir büyüklüğü ifade
etmektedir.
Biraz önce arz etmeye çalıştığım, yatırım bütçesinden daha büyük oranlarda, sosyal güvenlik kuruluşları için bütçeden ödenek
ayrılma durumunda kalınılmıştır. Konsolide bütçeler için de, bu düzeylerde seyreden açıkların finanse edilmesinin zorluğu ve
genel ekonomik dengeler üzerinde yaratacağı olumsuz etkiler, hepimizin malumudur.
Bu nedenle, sosyal güvenlik sistemimizde, sigorta hizmetlerinin nimet-külfet dengesi ve kuruluşların kendi kaynaklarıyla
yürütülmesini sağlayacak yapısal değişime yönelik kanunî düzenleme ve tedbirlerin hızla gerçekleştirilmesi gerekmektedir. Bu
konuda, ilgili bakanlıklarımız ve Hükümetimiz, üzerine düşeni yapmaya hazırdır ve bu konudaki çalışmalara başlanmış
bulunmaktadır; ancak, biraz önce ifade etmeye çalıştığım gibi, yatırım ödeneklerinden daha fazla bir miktara ulaşmış bulunan
sosyal güvenlikle ilgili kurumlarımıza ayrılan bu ödenekler ve sosyal güvenlik kurumlarımızın yeniden yapılandırılması konusu,
sadece, bir hükümet meselesi olarak göz önüne alınmamalıdır. Bu, bugün, Meclisimizin ve Türkiye’nin en önde gelen konularının
başındadır ve bu konuda, Yüce Meclise getirilecek tasarı ve teklifler konusunda da, şimdiden, değerli milletvekillerimizin,
Parlamentomuzun desteğini beklediğimizi ifade etmek istiyorum.
Sayın Başkan, sayın milletvekilleri; gümrük birliğine üyeliğimiz, hiç şüphe yok ki, önemli ölçüde, malî uyum ihtiyacını
gündeme yerleştirmiştir. Bunun gereği olarak, yatırım, ihracat ve tarım teşvik sistemlerimizin, birliğe üye ülkelerde uygulanan
sistemlerle uyumlu hale getirilmesi çalışmaları büyük ölçüde tamamlanmıştır.
Yeni sistem çerçevesinde sağlanacak teşvikler için ihtiyaç duyulan ödenekler bütçeye konulmuştur.
Yurdumuzun imarı ve sanayileşmesi için her türlü sıkıntı ve güçlükleri göğüsleyerek, yatırımları ile istihdam ve üretim
artışına büyük katkı sağlayan yurtsever sanayicilerimizin; ülkemizin dünyaya açılması ve tanıtılmasında öncü bir rol üstlenen ve
ihtiyacımız olan dövizin yurda girişini sağlayan ihracatçılarımızın; yurtdışında büyük ihaleler kazanarak, inşaat sektörümüzün
dışa açılarak rekabet gücünün uluslararası düzeye çıkarılmasında büyük rol oynayan yurtdışı müteahhitlerimizin; her zaman
yanında olduğumuzu ve gerekli kolaylıkları sağlama gayreti içerisinde bulunduğumuzu huzurlarınızda ifade etmek istiyorum.
Bu konuda önemle belirtmek istediğim bir husus da şudur: Araştırma-geliştirme faaliyetlerinin desteklenmesi, teşvik sistemi
içinde büyük önemi haiz olup, bu faaliyetlerin özel olarak desteklenmesine devam edilecektir.
Dışa açık büyüme modeli tercihimiz, ihracatımızın devamlı ve istikrarlı bir şekilde artırılmasını gerektirmektedir. Bu
bakımdan, ihracatın teşvikine öncelik ve önem vermekteyiz. Bu amaçla, ihracat teşvikinde ortaya çıkan kur farkı problemini, bu
bütçede yapılan düzenmeleyle çözmüş bulunduğumuzu da burada açıklamakta yarar görüyorum.
Hükümetimizin öncelikli hedeflerinden biri olan tarımın desteklenmesine yönelik olarak da, bu kesime yapılan
sübvansiyonların artırılması amacıyla bütçeye 40 trilyon lira ödenek konulmuştur. İlke olarak, üreticilere doğrudan ödeme
yapılacak, süt ve besi sığırcılığının geliştirilmesi için hayvancılık sektörüne özel bir önem verilecektir.
Bilindiği gibi, özellikle son yıllarda, tarım sektörümüzdeki sıkıntı giderek artmış bulunmaktadır. Bu meyanda yapılacak olan
desteklemelerin, zamanında yapılması, milyonlarca çiftçimiz bakımından fevkalade önem taşımaktadır. Bu cümleden olarak,
Hükümete başladığımız ilk günlerde; birikmiş olan, süt üreticilerimizle ilgili bulunan 250 milyar lira dolayındaki destekleme prim
ödemeleri ödeneklerinin serbest bırakılmasını sağlamış bulunmaktayız. Aynı şekilde, şu anda, hayvancılıkla ilgili olarak da,
Türkiye’de, gerçekten bir darboğaz yaşanmaktadır. Bu konuda, Hükümetimiz, öncelikle ve özellikle gerekli tedbirleri alma
kararlılığı içerisindedir.
Hayvancılıkla ilgili daha önceden ilan edilmiş; ama, ödenekleri ayrılmamış veya ödenekleri serbest bırakılmamış olan
kalemlerle ilgili olarak da, son haftalar içerisinde, 2 trilyon liradan başlayarak, ödeneklerin serbest bırakıldığını da burada ayrıca
ifade etmek istemekteyim.
Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; Türkiye, Avrupa Birliğine tam üye olma hedefinin önemli bir aşaması olarak geçen yıl
gümrük birliğine girmiştir.
Gümrük birliğine dahil olmanın gereği yerine getirilerek, birliğe dahil olan ülkelerden yapılan ithalattan, bu yıl başından
itibaren Gümrük Vergisi ve Toplu Konut Fonu alınamamaktadır. Bu uygulamanın 1996 yılı maliyeti yaklaşık 70 trilyon liradır.
Buna karşılık, Avrupa Birliğinden sağlanabilecek kredi ve diğer malî kaynaklara henüz ulaşılamamıştır. Bunun için, Avrupa
Birliğinin malî yardım ve kredileriyle finanse edilecek projeleri, bir an önce, titizlikle hazırlamak ve bu hazırlık sırasında gümrük
birliğinden en fazla etkilenecek küçük ve orta ölçekli işletmelerimizi özellikle koruma gayreti içerisinde olduğumuzu tekrar ifade
etmek istiyorum.
Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; gençlerimizin eğitimine büyük önem vermekteyiz. Bu çerçevede, yükseköğretimde eğitim
gören gençlerimizi de bu bütçe içerisinde düşündük. Bütün öğrencilere verilmek ve 1 Ocak 1996 tarihinden geçerli olmak üzere, 750
bin lira olan öğrenim kredisi bir kat artırılarak 1 milyon 500 bin liraya yükseltilmiş bulunmaktadır. Ayrıca, kamuoyunda son aylarda
tartışma konusu olarak gündeme gelen harç katkı payı için müracaat eden bütün öğrencilere kredi verebilecek şekilde imkân
yaratılmış bulunmaktadır.
Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; kimsesiz, bakıma muhtaç ve herhangi bir sosyal güvencesi olmaması sebebiyle tedavisi
devletçe yapılan yaklaşık 6 milyon vatandaşımızı da unutmadık. Yeşil kart sahibi bu vatandaşlarımız için, tasarıda 5,3 trilyon lira
olarak öngörülen ödenek, 2,5 trilyon lira ilavesiyle yüzde 50’ler mertebesinde artırılarak 7,8 trilyon liraya yükseltilmiş
bulunmaktadır.
Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; 1996 yılına ilişkin makro ekonomik göstergelerdeki gelişmelere paralel olarak toplam
vergi gelirleri hedeflerimiz de revize edilmiştir. 1996 yılında konsolide bütçe gelirleri 2 katrilyon 650 trilyon lira olarak öngörülmüş;
bunun, 2 katrilyon 73 trilyon lirası vergi gelirlerinden, 280 trilyon lirası vergi dışı normal gelirlerden, 287 trilyon lirası özel gelirler
ve fonlardan, 10 trilyon lirası da katma bütçe gelirlerinden oluşmaktadır.
1995 yılında, sosyal güvenlik primleri hariç, yüzde 18,1 olarak gerçekleşen toplam vergi yükünün, 1996 yılında yaklaşık 1
puan artarak yüzde 19’a ulaşması beklenmektedir. Bu hedefin tespitinde, gümrük birliği nedeniyle koruma oranlarında yapılan
indirimlerden dolayı ortaya çıkacak gelir kaybı da dikkate alınmıştır. Yani, bu gelir kaybına rağmen, vergi yükünün, 1996 yılında
yaklaşık 1 puan artırılması gerçekten takdire değer bir gelişmedir.
Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; bütçenin en önemli gelir kalemini oluşturan vergi gelirleriyle ilgili tahminlerin geçmiş
yıllar uygulama sonuçları, bu yıl için öngörülen ekonomik göstergeler ve ilk üç aylık döneme ait gerçekleşme sonuçları dikkate
alınarak gerçekçi bir yaklaşımla ve titizlikle yapıldığını özellikle belirtmek isterim.
Bu temel ilkelerin yanı sıra, gelir tahminlerini etkileyen diğer önemli unsurlar da beklentilerimize ve tahminlerimize kuvvet
vermektedir. Zira, vergi kanunlarındaki maktu had ve tutarlar, her yıl yeniden değerleme oranında artarak, ilave gelir etkisi
yaratmaktadır.
Halka açık anonim şirketlerin bilançolarından hareketle yapılan analize göre kurumların 1995 yılında cirolarında ve
kârlarında önemli reel artışlar oluşmuştur.
Dolaylı vergilerin en önemli kalemini teşkil eden Katma Değer Vergisinin on yıllık uygulama sonuçları olumlu bir artış trendi
göstermektedir.
Gümrük birliğine girişle birlikte, akaryakıt üzerinden alınan Gümrük Vergisi kısmen, Toplu Konut Fonu ise tamamen
kaldırılmış ve bu yükler, oranlardaki düzenleme yoluyla, Akaryakıt Tüketim Vergisine ilave edilmiştir. Bu suretle, akaryakıt
ürünleri üzerindeki malî yüklerde bir değişiklilğe gidilmeksizin, Akaryakıt Tüketim Vergisi hâsılatında önemli bir artış meydana
gelmiştir.
İthalatta ise, döviz kurlarında meydana gelecek değişimin yanı sıra, ithalat miktarında da yüzde 15 reel artış olacağı dikkate
alınarak, ithalde alınan Katma Değer Vergisi hâsılatına bu artışların yansıması beklenmektedir.
Bu itibarla, alınacak idarî tedbirlerle birlikte, serbest muhasebecilik ve malî müşavirlik müessesinden daha yaygın bir şekilde
yararlanılarak, denetimde etkinliğin artırılması sonucu, öngördüğümüz gelir hedeflerini gerçekleştireceğimize inanıyoruz.
Ayrıca, mükelleflerimizin ülke kalkınmasına destek anlayışıyla, vergi ödemede gösterecekleri gayretle, Bakanlığım
personelinin bilgi ve tecrübe birikimine dayanan özverili çalışmaları, bu hedeflere yönelik beklentimizi daha da pekiştirmektedir.
Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; ekonomik ve malî dengelerin sağlanması bakımından, kamu harcamalarının vergilerle
finanse edilmesi temel ilkemizdir.
Vergilemedeki prensibimiz ise, ne şekilde olursa olsun gelir sağlamak değil, vergi sistemini adalet, tarafsızlık ve uygulanabilirlik
ilkeleri çerçevesinde oluşturmak ve yönetmektir.
Bu anlayıştan hareketle, vergi politikaları yönünden 1996 yılında yeni bazı düzenlemeler yapmayı hedeflemekteyiz. Bu
düzenlemeler çerçevesinde, üzerinde önemle durduğumuz konuları ana hatlarıyla belirtmek istemekteyim: Bildiğiniz gibi, hızlı nüfus
artışıyla birlikte kırsal yörelerden şehirlere göçün ve sanayileşmenin sonucu olarak meydana gelen kentleşmenin önemli sorunları
da beraberinde getirdiği bir gerçektir. Bu soruların giderilmesi, gerek mahallî idarelere ve gerekse merkezî yönetime büyük malî
külfetler getirmekte ve neticede yeni kaynağa ihtiyaç duyulmaktadır.
Kentleşme sonucu ortaya çıkan konut ve işyeri ihtiyacı nedeniyle büyük değerlere ulaşan kentlerin civarındaki arsa ve arazilerin
el değiştirmesi sırasında oluşan bu rantlardan vergi alınmasını, bu vergilerin de mahalli idarelere bırakılmasını gerekli
görmekteyiz.
Ayrıca, mahallî idarelerin en önemli gelir kaynaklarından biri olması gereken Emlak Vergisinin, mevcut haliyle hem gerçek
değerleri yansıtmaması hem de dört yılda bir beyan edilen vergi değerlerinin, izleyen yıllarda enflasyon nedeniyle aşınması sonucu
yeterli geliri sağlayamadığı hepimizce bilinmektedir.
Bu durumun giderilmesi bakımında, bir yandan gayri menkullerin gerçek değerini kavrayacak şekilde rayiç bedel esası
getirilirken, diğer yandan da mevcut emlak değerlerinin her yıl enflasyon oranında artırılması sağlanacaktır. Bu düzenlemeyle
birlikte, alım-satım sırasında alınan yüzde 9,6 oranındaki tapu harçlarında da önemli ölçüde indirime gidileceğini de burada ifade
etmek isterim.
Biraz önce ifade ettiğimiz iki grupta yeni yapılacak düzenlemelerle birlikte, daha adil bir vergileme anlayışıyla, mahallî idareler
verimli ve sürekli gelir kaynaklarına kavuşturulmuş olacaktır demekteyiz. Bu yasa tasarıları çok kısa bir süre içerisinde
Meclisimizin tasvibine sunulacaktır.
Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; üzerinde önemle durduğumuz bir diğer konu da, ekonomik faaliyetlerin tümüyle
kavranarak, yaygın deyimiyle, kayıt dışı ekonominin vergilendirilmesidir.
Bu amaçla, ekonomik faaliyletlerin tamamıyla belge düzeni içinde kayda alınması ve vergilendirilmesinin sağlanabilmesi için
yasal ve idarî düzenlemelere gidilecektir.Bu kapsamda hazırlanmakta olan çerçeve kanun tasarısında, vergi kanunlarının yanı sıra,
Türk Ticaret Kanunu, Bankalar Kanunu ve diğer bazı kanunlarda da değişikliklerin yapılması öngörülmektedir.
Ayrıca, vergi idaresinde bilgisayar kullanımının yaygınlaştırılması, tek vergi numarası kapsamının genişletilmesi, vergi
istihbarat kaynaklarının geliştirilmesi ile bu bilgilerin vergi denetiminde azamî ölçüde değerlendirilmesi, vergi denetiminde bilgisayar
desteğinden yararlanılarak daha geniş mükellef kitlesinin denetlenmesinin sağlanması ve bu amaçla yeminli malî müşavirlerden daha
etkin yararlanılmasına yönelik idarî tedbirlere de büyük önem verilecektir.
Bütün bunlar gerçekleştirilirken, günlük yaşantımızda önemli bir yeri olan ve büyük bir nüfusa istihdam sağlayarak millî
hâsılaya önemli bir katkıda bulunan küçük ve orta ölçekli işletmelerin rekabet gücünün vergi yoluyla zayıflatılmamasına özen
gösterilecektir.
Hükümetimiz, geçtiğimiz hafta aldığı bir kararla, 900 bini aşkın esnaf ve sanatkârımızın 1996 yılı içerisinde ödeyecekleri
götürü vergilerde indirime gidilmesini sağlamış ve bu suretle, özellikle kalkınmada birinci ve ikinci derecede öncelikli yörelerde,
küçük esnaf olarak tabir ettiğimiz bakkal, manav, tamirci, taksici, berber gibi esnaflarımızın, 1995 yılında öngörülen bir yasayla bu
yıl yüzde 600’lere varan vergi artışları aşağıya çekilmiş ve geçiş yılı olarak 1996 yılı kabul edilmiştir.
Bunu ifade ederken, götürü usuldeki vergilendirmenin, genel vergi sistemi içerisinde tercih ettiğimiz bir vergilendirme
olmadığını da, burada, yine, ayrıca ifade etmek istemekteyim; ama, bu esnaflarımızla ilgili, geçtiğimiz yıldan bu yıla yapılan
yüzde 600 oranlarındaki vergi artışları da fevkalade yüksek artışlardır. Bütçe imkânlarını zorlayarak, 900 bin civarındaki
esnafımızın bu vergilerini indirmeyi amaçladık ve bu konuda, Bakanlar Kurulumuz, aldığı kararı yayımlamış bulunmaktadır.
Sayın Başkan, değerli milletvekilleri;
Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; vergi sistemimizin, modern dünyanın gereklerine uyumu yönünde bu yıl atacağımız
önemli adımlardan birisi de, özel tüketim vergisi kanununun çıkarılmasıdır. Türkiye’nin, Avrupa Birliği ile gümrük birliği
oluşturmasının bir sonucu olarak gündeme gelen bu vergi; otomobiller, akaryakıt ürünleri, tütün mamulleri ve alkollü içkiler
üzerinden halen değişik adlar altında alınan, idare ve mükellefler açısından karmaşıklığa ve verimsizliğe neden olan 10
dolayındaki vergi, fon ve payların kaldırılması sonucunda tek bir vergi altında bunların yerini alacaktır. Bu, aynı zamanda, vergi
sistemimizde büyük bir sadeleştirme operasyonudur.
Özellikle, bu konuda şu hususun altının çizilerek belirtilmesinde fayda görmekteyim: Özel tüketim vergisiyle yapılacak
düzenlemeyle, bu vergi kapsamına giren mallar üzerindeki vergi yükünde önemli bir değişiklik yapılmayacaktır. Dolayısıyla, bu
verginin yatırım ve üretime olumsuz bir yansıması da olmayacaktır.
Sayın Başkan, değerli milletvekileri; öngördüğümüz hedefler, ancak, etkin, verimli, teknolojinin sunduğu imkânları en iyi
şekilde kullanan ve iyi örgütlenmiş bir vergi idaresiyle gerçekleştirilebilir.
Gelir idaresini, planlayan, uygulayan ve yaptığını kontrol eden, etkin bir yönetim yapısına kavuşturmak üzere Bakanlığım
bünyesinde başlatılan yeniden yapılandırma projesine büyük önem vermekteyiz. Hemen belirtmeliyim ki, bu proje, bilgisayar ve
teçhizat alımına yönelik dar kapsamlı bir proje değildir. Amacımız, bu projeyle, gelişmiş ülkelerin deneyimlerinden de
yararlanarak, gelir idaresinin, etkin politika belirleyen, mükellefe en iyi hizmeti sunan, denetim için gerekli istihbarat kaynaklarını
oluşturan, bunlardan azamî ölçüde yararlanan ve bütün bunları, mevcut imkânlarını azamî ölçüde kullanarak gerçekleştiren bir
yapıya kavuşturulmasıdır. Bu çerçevede, gelir idaresinin, bina, araç, gereç ve donanım ihtiyaçları ile yetişmiş insangücü geniş bir
perspektifle planlanarak mükellelerimize daha iyi şartlarda hizmet verilmesi hedeflenmektedir.
Özetle, bu düzenlemeler sonunda, yasaları ve idaresiyle, vergi sistemini, izlenen ekonomik ve sosyal politikalara uyum sağlayan
ve ortaya çıkacak yeni ihtiyaçlara süratle cevap veren bir yapıya kavuşturmayı planlamaktayız.
Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; diğer yandan, hazine arazilerinin satışına ilişkin olarak yerel idarelerle uyum içerisinde
yapılacak çalışmalar sonucu, bir taraftan, atıl durumda bulunan bu gayri menkuller ekonomiye kazandırılacak, öte yandan kamuya
gelir temin edilmiş olacaktır.
Bu suretle, özellekle kentleşmenin yoğun olduğu yerlerde arsa spekülasyonunun önlenmesi suretiyle konut probleminin
çözümüne de destek olunması planlanmaktadır.
Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; memurlarımız ile emeklilerimizin aylıklarında, 17 Ekim 1995 tarihinde Yüce Meclise
sunulan tasarıyla, 1 Ocak 1996 tarihinden geçerli olmak üzere, yüzde 53 oranında artış öngörülmüş ve 1996 yılının ikinci yarısı
için Temmuz ayında yapılacak artışların Bakanlar Kurulunca belirleneceği ifade edilmiş bulunmaktadır.
1 Ocak 1996 tarihinden itibaren uygulanacak bu artış, daha sonra, oranı yüzde 57,6’ya yükseltilerek birbuçuk ay önceye
alınmıştır.
1996 yılının ilk yarısı için yüzde 57,6 oranında artırılmış olan memur ve emeklilerimizin aylıkları, Hükümetimizce, yılın
ikinci yarısı için, Temmuz ayında yapılacak artışlarla takviye edilecektir.
Böylece, memur ve emeklilerimiz ile bunların dul ve yetimlerinin aylıkları, enflasyonun altında kalmayacaktır.
Yılın ikinci yarısı için yapılacak artışları karşılayacak ödenek, bütçe ve kamu imkânları zorlanarak; ama, genel dengeler de
korunarak, Plan ve Bütçe Komisyonunda yapılan ilaveyle bütçeye konulmuştur.
Hükümetimizin temel politikası, maaş artışlarının, yıl bazında, enflasyonun altında kalmamasıdır.
Personel rejimiyle ilgili olarak önemli gördüğüm bir hususu da burada ifade etmek istemekteyim.
Personel rejiminin, ücret–verimlilik ilişkisi kurulacak biçimde yeniden yapılandırılması ve verimliliğe dayalı ücret
anlayışının ilgili kesimlerce tartışılmaya başlanmasının zamanı gelmiştir.
Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; cumhuriyet hükümetlerinin, istinasız, hepsi, yüksek kalkınma hızına erişmek, istihdamı
artırmak ve refah düzeyini yükseltmek için, kamu harcamalarını önemli bir araç olarak kullanmışlardır; ancak, harcamalardaki artış
hızının gelirlerdeki artış hızının üzerinde seyretmesi sonucu, kamunun borçlanma ihtiyacı, dolayısıyla borç yükü hızla
artmaktadır.
Bu durum ise, bütçeler üzerinde iç ve dışborç faiz yükünün bütçedeki payının yüzde 37’ler düzeyine çıkmasına ve bütçe
politikasının esnekliğinin kaybolmasına neden olmaktadır.
Her yıl hızla artan iç borç faizlerinin bütçedeki payı, yaklaşık yüzde 32’ler düzeyindedir. Bunun önemli bir kısmını da, bütçe
dışı işlemlerden kaynaklanan açıkların finansmanı nedeniyle ortaya çıkan faizler oluşturmaktadır.
Kamu kurum ve kuruluşlarında oluşan yüksek düzeydeki açıklar, doğrudan veya dolaylı ilişkilerle Hazine tarafından
üstlenilmekte, üstlenilen bu yükümlülükler karşılığında iç borçlanma senetleri verilmektedir.
Bütçe dışı açıkların finansmanı amacıyla düzenlenen bu tür kâğıtlar, bir yandan içborç stokunun hızla yükselmesine, diğer
yandan da bütçelerde öngörülen faiz harcamalarının artmasına neden olmaktadır.
Bu uygulama kapsamında, KİT’lere ve zarar eden kamu kuruluşlarına verilen kâğıtlardan doğan anapara ve faiz
yükümlülükleri, gelecekteki bütçe dengelerini de olumsuz yönde etkilemektedir.
Özellikle son dönemlerde, Hazine garantisiyle alınmış olan kredilerin anapara ve faiz ödemelerinin diğer kamu kuruluşları
tarafından zamanında geri ödenmemesi, bu yükümlülüklerin Hazine tarafından üstlenilmesine neden olmuş, bu ise, Hazinenin, bütçe
ihtiyaçları dışında borçlanmasına ve Hazine nakit dengesinin bozulmasına yol açmıştır. Bu tür uygulamalar, başlangıçta
hedeflenen kamu dengelerini olumsuz yönde etkilemektedir.
Açıklamaya çalıştığım faiz harcamalarının ve içborç stokunun yüksek düzeyde artmasına neden olan tablo, genelde, kamu
kesiminde karşı karşıya bulunduğumuz ciddî yapısal sorunlardan kaynaklanmaktadır. Yapısal sorunlardan kaynaklanan bu
açıkların, kamu kesiminin yeniden yapılandırılması temel stratejisi içerisinde değerlendirilmesi ve bu yönde hızla ciddî tedbirlerin
alınması gerekmektedir.
Bu kapsamda, özelleştirmenin, ileri ölçüde hızlandırılmış bir programla ele alınması, tavizsiz ve kararlı bir tutumlu
uygulanması gerekir. Bu uygulama, KİT’lerin kamu finansmanı ve ekonomi üzerinde oluşturduğu sürekli yüklerin aşılmasında tek
ve vazgeçilmez çözüm olacaktır.
Diğer taraftan, sosyal güvenlik sisteminin finansman açıkları da hızla yükselmektedir. Bu açıkların, bütçe ve kamu finansman
dengeleri üzerinde yarattığı ağır baskının kaldırılmasına yönelik acil tedbirlerin de hızla alınması zorunluluk arz etmektedir.
Ayrıca, tarımsal destekleme politikalarının gözden geçirilmesi, tarım ürünlerinin fiyatlarına olan devlet müdahalelerinin
azaltılarak, üreticilere doğrudan gelir desteği verilmesine yönelik düzenlemelere gidilmesi de gerekmektedir.
Benzer şekilde, yatırım, ihracat ve döviz kazandırıcı hizmetlerin teşvikine yönelik uygulamaların da tekrar değerlendirmeye
tabi tutularak, Avrupa Birliğine uyumlu ve bütçe imkânlarıyla tutarlı bir yapıda, yeniden ele alınması doğru bir yaklaşım olacaktır.
Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; kamu finansman açıklarının disiplin altına alınmasında, dikkatlerin, sadece vergiler
üzerinde değil, aynı zamanda harcamalar üzerinde de yoğunlaştırılması ve bu konuda uzun vadeli malî politikaların oluşturulması
gerekmektedir.
Bu amaçla, Bakanlığımız bünyesinde “Kamu Harcamaları Yönetiminin Kurumsal ve Teknik Yapısının Modernizasyonu” adı
altında bir proje başlatılmış bulunmaktadır.
Büyük ölçüde Dünya Bankası kaynaklarından finanse edilmesi planlanan bu proje kapsamında:
Bütçe ve Hazine birliği ilkesinin tam olarak sağlanmasına yönelik gerekli koordinasyon için, bütçenin hazırlanması ve
uygulanması süreçleri gözden geçirilecek ve değiştirilecektir.
Bütçe hazırlık çalışmalarına daha fazla önem verilerek, bütçe uygulamaları sırasında harcamacı kuruluşlara müdahale asgarî
seviyelere indirilecektir.
Bütçe uygulamasında, harcamacı kuruluşlara daha fazla yetki verilecek, bunun karşılığında da, kamunun kaynaklarını
kullanan bu kuruluşların halka sundukları hizmetlerin kalite ve miktarlarından doğrudan sorumlu tutulacakları bir sisteme
geçilecektir.
Mevcut bütçe ve muhasebe kod yapısı değiştirilecek ve kamuda, tahakkuk ve mal muhasebesi sistemine geçilecektir.
Harcama yönetiminin teknik yapısı gözden geçirilecek ve bu çerçevede, merkezî malî idare ile yerel malî idarelerin tamamını
kapsayan ve tam olarak bilgisayarla donatılmış bir devlet malî yönetim enformasyon sistemi, yani malî bilgi bankası kurulacaktır.
Bilgi bankasının kurulması neticesinde, bütçenin hazırlanması, yatırım planlaması, bütçenin uygulanması, izlenmesi, kontrolü
ve muhasebe ile malî raporlama arasında karşılıklı ve tam bir bilgi akımı sağlanacaktır.
Hazırlanacak cari yıl bütçe kanun tasarılarına, yatırımlarla ilgili olarak, mevcut ödeneklere ilaveten, ayrıca gelecek yıllardaki
toplam yatırım taahhütlerinin de eklenmesi temin edilerek, her harcamacı kuruluşun bütçesinde, yeni programa alınan taahhütler ve
yatırım ödenekleriyle birlikte, söz konusu yatırımlar için, yıllar itibariyle, sonraki yıllarda ayrılması gereken ödenekleri ve geçmiş
yıllardan gelen yatırım taahhütlerinin cari fiyatlarla değişen değerleri yer almış olacaktır.
Böylece, bütçeye konulmasına karar verilen bir yatırım projesinin kaç yıl sonra bitirileceği, hangi yıl, ne kadar ödenek
ayrılacağı ve toplam maliyeti belirtilmiş olacaktır. Bu konuda bir örnek vermek istemekteyim: Şu anda, İller Bankasında, sadece
kanalizasyon işleriyle ilgili ihale edilmiş olan işlerin toplam ihale bedelleri 257 trilyon liradır. Bunlar, ihale edilmiş; ama, kaynakları
sağlam değil; çok cüzi paralar yatırılmış; yatırım programlarında yer almakta, insanlarımız kendilerine yatırım geleceği
noktasında beklentiye sürüklenmekte; ama, o yatırımların gerçekleşmesi, bu bütçe imkânları çerçevesinde mümkün değildir.
Esasında, bu ihaleler yapılırken, bunların mümkün olmayacağı da bilinmekteydi; işin acı tarafı da burasıdır.
Biraz önce ifade etmeye çalıştığım ve şu anda tekrar etmek istediğim, bütçeye konulmasına karar verilen bir yatırım projesinin
kaç yıl sonra bitirileceği, hangi yıl, ne kadar ödenek ayrılacağı ve toplam maliyeti belirtilmiş olacaktır ve bunu hedeflemekteyiz
dememizin altında yatan, esasında, tasarruflar denildiği zaman bizim de üzerinde durduğumuz -önlenmesine gayret sarf ettiğimiz,
sadece, kamu araçları vesaire konusu değildir- asıl kaynak israfları nerededir, bunları bulma noktasında ciddî tedbirler alma
durumunda olduğumuzu ve bu sorumluluk duygusuyla hareket etmekte olduğumuzu, bir kez daha, Yüce Meclise ifade etmek
istemekteyim.
Sonuçta, önceliği olan ve devam eden çok sayıda projenin yeterli ödenek alması sağlanarak, yatırımların zamanında
bitirilmesine imkân tanınmış olacaktır.
Mevcut denetimin yanı sıra, performans denetimi sistemi uygulamaya konulacak, mevcut nakit dağıtımı sistemi daha modern
hale dönüştürülecek, personel harcamalarının disipline edilmesi için personel bütçe sistemine geçilecek ve böylece, kamuda personel
reformu için önemli bir altyapı oluşturulacaktır.
Harcama yönetimine şeffaflık getirilerek, kuruluşların, kamuoyunu, belirli dönemlerde, mevcut durum, hedefler ve
performansları konusunda bilgilendirmeleri sağlanacak; böylece, kamu yönetiminde sorumluluk tüm yönetim katmanlarınca
paylaşılarak, kuruluşlar, kamuoyunun denetimine açık hale getirilecektir.
Ana hatlarıyla özetlemeye çalıştığım ve kamu sektörünün diğer alanlarında yapılacak reform girişimleri için de bir temel
oluşturacağına inandığımız bu proje, önümüzdeki beş yıl içerisinde tamamlanacaktır.
Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; kamu malî yönetiminin temel sorunları çerçevesinde, son olarak, bütçe yönetiminde
hukuksal sorun haline gelen bir hususu arz etmek istemekteyim.
Son yıllarda, bütçe harcamalarına yön vermek ve malî disiplini sağlamak amacıyla bütçe kanunu metnine konulan çok önemli
bazı hükümler, Anayasanın “bütçe kanununa, bütçeyle ilgili hükümler dışında hiçbir hüküm konulamayacağı” hükmüne aykırılığı
nedeniyle Anayasa Mahkemesi tarafından iptal edilmektedir. Bu husus, malî yönetimde önemli sorunlar yaratmaktadır. Malî
yönetimin karşı karşıya kaldığı bu hukukî sorunu aşmak üzere, hazırlanmış olan bir çerçeve kanun tasarısı, en kısa sürede Yüce
Meclise sunulacak ve Yüce Meclisimizin tasvibiyle, söz konusu hukukî sorun tamamen ortadan kaldırılacaktır.
Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; devletin bütçesi, miletin imkânlarına göre hazırlanır, gönülden geçene göre değil. Bu
gerçekten ve bunu kabul eden samimiyetten uzaklaşıldığı zaman, borç tuzağına düşmek, faiz batağına saplanmak kolaydır; ama,
kurtulmak zordur.
Şüphe yok ki, meselenin çözümü, gerçekleri görmekle ve ona göre davranmakla başlar. Bu itibarla, samimî bir bütçeye dayanan
malî disiplinin sağlanması, taviz vermeyeceğimiz hükümet şeklimiz olacaktır; ancak, ihtiyaçlar ile imkânların dengelenmesindeki
samimiyet konusunda, en az Hükümet kadar, iktidarıyla, muhalefetiyle Yüce Meclisimize de büyük görev düşmektedir.
Mümkün olacak en kısa sürede, sosyal güvenlik reformu, kent rantlarının vergilendirilmesi, kayıt dışı ekonominin kavranması,
bütçelerde yer almaması gereken hükümler gibi konularda gerekli tasarıları huzurunuza getirerek, onayınıza sunacağız ve
desteğinizi talep edeceğiz.
Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; 1996 bütçesi, dört aylık gecikmeyle de olsa, Yedinci Beş Yıllık Kalkınma Planının ilk
bütçesidir.
Bu bütçe, aynı zamanda, 20 nci Dönem Meclisin ve Koalisyon Hükümetimizin de ilk bütçesidir.
Bu bakımdan, güveninizi almış olan Hükümet Programımızdaki hedef, amaç ve önceliklerin gerçekleşmesinin ilk aşamasında
önemli bir araç olacaktır.
1996 yılı makro hedefleri ve bütçe büyüklüklerinin öngördüğümüz hedefler içerisinde tutulabilmesi amacıyla, tasarruf
tedbirlerine titizlikle uyulacak ve bütçe disiplininin sağlanmasında taviz verilmeyecektir.
Savurganlıktan kaçınarak, harcamalarda yapılacak tasarruflar ve gelir artırıcı önlemlerle, bütçe ve kamu açıklarının, hedefleri
aşmaması sağlanacaktır.
Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; ekonomik sorunların çözümünde temel yaklaşımımız, dengelerin, güven ortamının,
serbest piyasa ekonomisinin tüm koşullarının sağlanacağı bir ortamın yaratılması olacaktır.
Sorunlara yeni bir bakış açısı getirerek ve devleti yeniden yapılandırarak bunu başaracağımıza olan inancımız tamdır.
Bugün gelinen aşamada, hantal ve ağır işleyen devlet yapısının terk edilmesi ve devletin yeniden yapılandırılarak
küçültülmesi suretiyle, güçlü ve etkin bir devlet yapısına geçilmesi zamanı gelmiştir.
Günümüzde, artık, devletin, üretim ve ticaret yapmasının bir gereği kalmamıştır. Devletin ekonomideki görevinin, piyasalarda
güven ve istikrar ortamını yaratmak ve düzenleyici ve denetleyici olmakla sınırlı olduğuna inanıyoruz. Böylece, üretim ve ticaretten
çekilen devletin, aslî görevlerine daha fazla zaman ve kaynak ayırabilecek konuma gelmesi sağlanmış olacaktır.
Sayın Başkan, değerli milletvekilleri, yüzyılımız, insan hakları, çoğulcu demokrasi ve serbest pazar piyasa ekonomisi
kavramlarını, çağdaş değerler olarak olgunlaştırmıştır. Bu değerlerin evrensel kabulü, küreselleşmenin temelidir. Türkiye
Cumhuriyeti, bu temel üzerinde şekillenen dünyada yerini almıştır.
Yüzyılımızın teknik ve sosyal gelişmeleri, günümüzde, devletin bireyden üstün olduğu anlayışını yok etmiştir.
Devlet, vatandaşlarına hizmet için vardır.
Kamu görevlisi, hükmeden değil, hizmet veren niteliğiyle toplumda itibar kazanmaktadır.
Ekonomik kalkınmada devlet, fertlerin önünde veya karşısında olamaz. Aksine, fertlerin önündeki engelleri kaldırarak, onların
teşebbüs gücüne güç katar. Devletimizin yeniden yapılanması bu yönde olacaktır.
Sayın Başkan, değerli milletvekilleri, bireyin önplana çıkması, hükümet etme sürecine psikolojik faktörleri, güven kavramını,
hassas unsurlar olarak yerleştirmiştir.
Devlet ve vatandaşları arasında kurulan yeni denge, örgütlü toplumu yaratmaktadır.
Örgütlü toplum, daha güçlü, daha barışçı ve daha hoşgörülü bir toplumdur.
Örgütlü toplum bütçe seçeneklerini de çoğaltacak ve bunlar arasında yapılacak tercihleri daha isabetli kılacaktır.
Toplumumuzun yeniden yapılanması bu yönde olacaktır. Değişmez hedefimiz, çağdaş medeniyettir.
Büyük ülke olma hedef ve gururunu nesilden nesile taşımaktayız. Bu süreç, bütün cumhuriyet hükümetlerini birbirine borçlu ve
destek kılmaktadır. Milletimiz, işleyen demokrasimizin, çalışan Parlamentomuzun, hür rejimimizin, bağımsız yargımızın, devlet
tecrübemizin kıymet bilen sahibidir.
Türk insanı, büyük hedeflere, fedakârlık etmeden, çalışmadan, gayret göstermeden varılamayacağını bilmektedir, bu yolda
mücadele verenlere de her zaman destek olmuştur.
Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; acil ve çözüm bekleyen önemli sorunlarla karşı karşıya olduğumuz bu günlerde, ülkemiz,
zor bir dönemden geçmekte ve ciddî istikrarsızlık ve belirsizliklerin olduğu, Balkanlar, Kafkasya ve Ortadoğu üçgeni içinde
bulunmaktadır. Bu bakımdan, hem ekonomik ve siyasî hem de savunma bakımından çok güçlü olmak zorundayız. Bu dönemin,
ülkemiz yararına, en iyi bir şekilde değerlendirilmesi için en büyük görev ve sorumluluk, hiç şüphesiz, Hükümetimize aittir. Bunu
yerine getirirken, siz değerli milletvekillerinin de, ülkemiz şartlarını her yönüyle göz önünde tutarak, sorunların çözümünde bize
destek olacağına inanıyoruz.
Bu duygu ve düşüncelerle, 1996 yılı bütçemizin, 17 Nisanda görüşmekte olduğumuz bu bütçemizin, memleketimize ve
milletimize hayırlara ve uğurlara vesile olmasını dilerken, 17 Nisan tarihi üzerinde özellikle durdum; çünkü, 17 Nisan “teşebbüs
hürriyeti, din ve vicdan hürriyeti, düşünce hürriyeti” diyen, Türkiye Cumhuriyetinin cumhurbaşkanlığını yapmış olan, bu
kürsülerden,, Meclisimize ve milletimize seslenmiş olan merhum Cumhurbaşkanımız Turgut Özal’ın da, aynı zamanda, vefat ettiği
gündür. Bu sebeple, huzurunuzda, kendisini, bir kez daha, bu koyduğu umdeler çerçevesinde, burada rahmetle anıyor; aynı şekilde,
Hükümet Programı görüşmeleri sırasında, burada, gerçekten, değerli fikirlerini ortaya koymuş olan Sayın Aydın Menderes’e de acil
şifalar dileğimizi bir kez daha tekrarlıyor; bütçemizin, memleketimiz, milletimiz için hayırlara ve uğurlara vesile olmasını Cenab-ı
Allah’tan niyaz ediyor; saygılar sunuyorum. (ANAP, DYP ve RP sıralarından alkışlar)
BAŞKAN – Büyük ölçüde yazılı metin dışına çıkmak suretiyle verdiğiniz bu geniş izahat için teşekkür ediyor, başarılar
diliyoruz.
Sayın milletvekilleri, bütçe kanunu tasarısıyla ilgili olarak bastırılan Plan ve Bütçe Komisyonu raporu, tüm milletvekillerinin
posta kutularına, pazartesi günü atılmıştır; bu bildiriyi, Sayın Plan ve Bütçe Komisyonu Başkanımızın isteği üzerine yapıyorum.
Sayın miletvekilleri, bütçe görüşmeleri, 2.4.1996 tarihli 31 inci Birleşimde alınan karara uygun olarak, bastırılıp dağıtılan
programa göre yapılacaktır.
Bu aşamada, görüşme programında yapılmış olan bir değişikliği de bilgilerinize sunmak istiyorum. Bu değişiklik, her ne kadar,
daha önce siyasî parti gruplarına ve ilgili bakanlıklara yazılı olarak bildirilmişse de, bir kere daha hatırlatmakta yarar var.
Bastırılıp dağıtılan programın 8 inci turunda yer alan Enerji ve Tabiî Kaynaklar Bakanlığı bütçesi ile 9 uncu turda yer alan
Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığı bütçesi yer değiştirmiştir. Buna göre, Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığı bütçesi,
19.4.1996 Cuma günü yapılacak 8 inci turda, Enerji ve Tabiî Kaynaklar Bakanlığı bütçesi de, 20.4.1996 Cumartesi günü yapılacak 9
uncu turda görüşülecektir.
Sayın milletvekilleri, daha önce alınan karar gereğince, bütçenin tümü üzerinde gruplar konuşacak; grupların konuşmalarına
Hükümet cevap verecektir. Bu, Hükümetin yaptığı sunuş konuşmasıydı. Bu sunuş konuşması bir süreye bağlı değil; belki, bazı
değerli arkadaşlarımız, Sayın Bakana -aşağı yukarı 2 saat sunuş yaptı- neden bu kadar fazla süre verildi diye merak edebilirler. Bu
sunuş konuşması süreye bağlı değildi. Gruplar ve Hükümetin yaptığı konuşmalar 1’er saattir. Bir de iki kişi kişisel olarak
konuşacaktır; bu iki kişiye de lehte ve aleyhte 15’er dakika süre verilecektir.
Bütçenin tümü üzerinde konuşacak sayın üyelerin isimlerini okuyorum:
Doğru Yol Partisi Grubu adına Sayın Aykon Doğan, Cumhuriyet Halk Partisi Grubu adına Sayın Deniz Baykal, Demokratik Sol
Parti Grubu adına Sayın Hikmet Uluğbay ve Sayın Zekeriya Temizel, Refah Partisi Grubu adına Sayın Necmettin Erbakan,
Anavatan Partisi Grubu adına Sayın Murat Başesgioğlu ve Sayın Zeki Çakan konuşacaklardır.
Şahısları adına; lehte, Sayın Muhsin Yazıcıoğlu; aleyhte, Sayın Hasan Dikici konuşacaklardır efendim.
Şimdi, Doğru Yol Partisi Grubu adına, Sayın Aykon Doğan’ı kürsüye davet ediyorum.
Buyurun efendim.
Sayın Doğan, süreniz 60 dakikadır. (DYP sıralarından alkışlar)
DYP GRUBU ADINA ABDULLAH AYKON DOĞAN (Isparta) – Sayın Başkan, sayın milletvekilleri; Doğru Yol Partisi
Grubunun, 1996 yılı konsolide bütçesi üzerindeki görüşlerini açıklamak üzere huzurlarınızdayım. Kendim ve Doğru Yol Partisi
Grubu adına Yüce Meclisi saygıyla selamlıyorum.
Televizyon başında Meclisi izleyen vatandaşlarımızın yaklaşan Kurban Bayramlarını kutluyorum; onları da saygıyla
selamlıyorum.
Vatanın bütünlüğü, milletimizin birlik ve beraberliği için, terör örgütüne, geçen haftalarda, en zor tabiat şartları ve gayri müsait
iklim içerisinde, hayatlarını ortaya koyarak gereken dersi veren Silahlı Kuvvetlerimizin erinden en yüksek subayına kadar bütün
mensuplarına, emniyet teşkilatı görevlilerine, kendim ve Grubum adına şükranlarımı sunuyorum. Bu mücadelede hayatını
kaybeden şehitlerimize Allah’tan rahmet niyaz ediyorum; ailelerine, yakınlarına, Yüce Milletimize, değerli ordumuza başsağlığı
diliyorum.
Geçen dört yıl içerisinde, şiddet ve özellikle Güneydoğu Anadolu Bölgesindeki vatanın birlik ve beraberliğine, bölünmezliğine
yönelik dış kaynaklı terör konusunda çok önemli mesafeler kaydedildiğini, burada, bir defa daha vurgulamak istiyorum. Bu sorunu,
demokrasimizin, gelişmemizin önündeki en önemli engel olarak değerlendiriyorum. Şiddet ve terör olaylarıyla mücadelenin, içte ve
dışta, kararlılıkla sürdürülmesi zaruretinin devam ettiğini, burada bir defa daha açıklıyorum.
Türkiye Cumhuriyeti, üniter, dil ve ülkü birliğine dayanan bir devlettir; hepimizin, onu, ilelebet payidar kılma kararlılığımız
vardır; bu birlik ve beraberliğimiz ve şuurlu ve inançlı bir şekilde onu devam ettirme irademiz, terörle olan mücadelemizin en büyük
desteğidir. Devletimizin üniter vasfı, dil ve ülkü birliği, her türlü tartışmanın dışındadır.
Bu doğrultuda, terör ve anarşiye karşı bugüne kadar sürdürülen kararlı tutumun, içeride ve dışarıda, Hükümet tarafından
devam ettirilmesine, Hükümet programında öngörülen bütün tedbirlerin, önümüzdeki günlerde de, aynı kararlılıkla sürdürülmesine
önem verdiğimizi bir defa daha belirtiyorum.
Terörle mücadelede, terörist ile masum insanların ayrılması, hiçbir ülkenin gözardı edemeyeceği ve bütün ulusların, Birleşmiş
Milletler Teşkilatının kabul ettiği bir ilkedir. Yurtiçi ve yurtdışı harekâtlarda, Silahlı Kuvvetlerimizin, bu konuda gösterdiği
hassasiyet ve masum halka sıcak yaklaşımı; sivil halkın, beslenme, korunma ve sağlık ihtiyaçlarının giderilmesine yönelik insanî
gayretleri, her türlü takdirin üzerindedir. Bu hususu da, bu vesileyle, bir defa daha dile getiriyorum.
Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; İsrail, 11 Nisan sabahı, Lübnan’daki Hizbullah adlı terör örgütünün mevzilerine ve
karargâhlarına karşı askerî bir harekâta başlamıştır. Türkiye, son on yıl içinde, terörden en büyük zarar görmüş ülkelerden biridir.
Terörizme karşı, sadece insan kaynağını değil, geniş ekonomik kaynaklarını da seferber edegelmektedir. Bu cihetle, Ortadoğu’da
barış sürecine karşı en büyük tehdidi oluşturan terörizmle mücadelenin gerekliliğine, haklılığına inanmaktayız. Ancak, terörle
mücadelede kullanılan yöntemlerin de meşru olması ve kullanılan kuvvet ile kuvvetin uygulanmasına tahsis edilen araçların,
kendisiyle mücadele edilen güç ve araçları aşmamasına; özellikle, sürdürülen mücadelede masum ve sivil halkın can ve mal
emniyetine zarar gelmemesine azamî özenin gösterilmesini de şart addediyoruz.
Oysa, İsrail’in altı günden beri devam eden askerî harekâtının, açıklanan hedef ve kapsamı aşmakta olduğunu ve bu harekât
sırasında sivil halkın ve Lübnan’ın büyük bir güçlükle yeniden tesis etmeye çalıştığı altyapısının zarar gördüğünü endişeyle
izlemekteyiz. Bu endişelerimizin Hükümet tarafından İsrail yetkililerine intikal ettirilmiş olduğu, Dışişleri Bakanlığımızca
açıklanmış bulunmaktadır; bunu da önemsiyoruz.
Benim burada önemle vurgulamak istediğim husus, yürüttüğü mücadelenin gerekçesi meşru dahi olsa, bu mücadelesini yürütme
şeklinin, işi giderek barış sürecini tehlikeye atacak, Ortadoğu’da barışa susamış halkların sürece olan inancını sarsacak, eski
husumetleri kamçılayacak tehlikeli bir maceraya doğru sürüklemekte olduğunun bir an önce görülmesi gereğidir. Bütün dünyanın bu
husus üzerinde önemle durması gerektiğini burada belirtmek istiyorum.
Şüphesiz, bu gidişte, toprakları üzerinde konuşlanmış barış karşıtı silahlı unsurların sivil halkın arasında yuvalanmalarına
bigâne kalarak, harekât sırasında sivil halkın da zarar görmesine meydan veren Lübnan yetkililerinin de bir ölçüde sorumluluğu
bulunmaktadır. Ancak, bu sorumluluk hiçbir surette, operasyonu yukarıda belirttiğim şekilde genişletme mesuliyetini
hafifletmemektedir.
Lübnan halkı, 1975’ten 1989’akadar devam eden ondört yıllık iç savaş boyunca, misli görülmemiş acılar ve sıkıntılar
yaşamıştır. Geçtiğimiz dönemde, Lübnan, iç barışını sağlama ve yaralarını sarma konusunda önemli mesafeler katetmiştir.
Ülkenin altyapısı büyük fedakârlıklarla yeniden inşa edilmiş; sivil halkın huzur ve refahı yolunda önemli mesafeler alınmıştır.
Sürmekte olan operasyonun, bu çerçevede, Ortadoğu barışını tehdit eden bir hal almadan ve Lübnan’ın büyük fedakârlıklarla
ortaya koyduğu altyapısını fazla tahrip etmeden ve sivil halka, masum insanlara zarar vermeden, bir an önce durdurulması amacıyla
her türlü girişimi desteklediğimizi burada ifade ediyorum.
Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; 1990’lı yıllar, dünyada önemli siyasî, sosyal ve ekonomik hadiselerin yaşandığı yıllar
olarak tarihe geçmektedir.
Yine, günümüzde de, 1996 yılında, etrafımıza baktığımız zaman, dünyada, Avrupa’da, Ortadoğu’da önemli siyasî, ekonomik,
sosyal hadiselerin yaşandığını görüyoruz. Bu gelişmeler çerçevesinde devletimizin, Türkiyemizin, bölgesindeki konumundan,
tarihten gelen sorumluluklarından önünde önemli büyük fırsatlar olduğunu, bu meyanda da büyük sorunlar ve büyük engeller
bulunduğunu da gözlüyoruz.
Dünya, günümüzde, bir taraftan küreselleşmeye teknik ve bilimsel bir entegrasyona doğru gidiyor; öbür taraftan bölgesel,
ekonomik entegrasyonlar kuruluyor. Bu çerçevede, Türkiye, hepinizin bildiği üzere ve bu kürsüden ifade ettiğimiz şekilde, 1995
yılında dünya ticaret örgütünün kurucu üyesi olmuştur. Bu, Türkiye bakımından önemli bir hadisedir. Türkiye’nin dünya
ticaretindeki yeri ilk yirmiler arasındadır ve zaman içerisinde, Türkiye, dünya ekonomisinden aldığı payı, gelişen ekonomisine
paralel bir şekilde, devamlı olarak artıragelmiştir. Önümüzdeki on yıl içinde, dünya ticaretinde hamle yapacak on ülke arasında
Türkiye yer almaktadır.
1995 yılında yaşadığımız önemli bir tarihî olay da, Türkiye’nin Avrupa Birliği ülkeleriyle gümrük birliğini gerçekleştirmiş
olmasıdır. Zamanın hükümetleri, uzun bir süreç sonunda, 1996 yılı başında gerçekleştirilmesi gereken gümrük birliği olgusunu
doğru değerlendirmişler ve Türkiye’yi, 1.1.1996 tarihinden itibaren Avrupa Birliği ülkeleri ile Türkiye arasında yürürlüğe konulan
anlaşma çerçevesinde, büyük bir pazara entegre etmişlerdir. Bu, Türkiye için, 1995 yılında, tarihî bir fırsatın, çok büyük bir fırsatın
değerlendirilmesi olarak tarihe geçmiştir. Bugün, ülkemiz, dünyanın en büyük pazarlarından birine entegre olmuş ve bu entegrasyon
süreci de sağlıklı bir şekilde, sorunsuz olarak başlamıştır.
Tabiî, bu konuda aksi görüşler de vardır. Bunları da saygıyla karşılıyoruz; ancak, gelişen entegrasyon olguları, ekonomik
bölgesel birlikler olgusu çerçevesinde ve Türkiye’nin 1963’lerde verdiği karar doğrultusunda, 1996’da yürürlüğe konulan gümrük
birliği olgusu doğru bir karar olmuştur.
Türk ekonomisinin, bu gümrük birliği çerçevesinde, elbette ki sorunları olacaktır; ancak, bunları kendi kişiliğimizden ve kendi
menfaatlarımızdan ödün vermeden aşmak da mümkündür. Türk insanı, Türk müteşebbisi, Türk ekonomisi buna muktedirdir. Bu
konuda, 1960’larda, Batı ülkelerine çalışmak üzere giden vatandaşlarımızın, bugün, o ülkelerde, gümrük birliğinin ilk modelini
verircesine, 50 bin işyerine sahip olması, 500 bin aile içinden 50 bininin işveren konumuna gelebilmesi ve bu şekilde, bu ülkelerde
kendilerini ispat eden müteşebbislerimizin, Türkiye’de ve bu ülkelerdeki yatırımlarını sürdürmeleri önemli bir olaydır. Türkiye, bu
gümrük birliği çerçevesinde, bu örnek üzere, kendi insanına, kendi potansiyeline güvenerek, gümrük birliğinden beklediği faydaları
gerçekleştirecektir.
Dünyamızın önemli sorunlarından bir diğeri, enerji sorunudur. Orta Asya Türk Cumhuriyetleri, Azerbaycan, Kafkasya petrol ve
doğalgazının, ülkemiz üzerinden geçirilmesi, hampetrolün, yine, ülkemiz üzerinden geçirilerek Akdenize ve dünya pazarlarına
taşınması, Türkiye’nin önünde bulunan diğer tarihî fırsattır. Bu tarihî fırsatı, Hükümetin, önümüzdeki günlerde iyi ve doğru
değerlendirmesini bekliyoruz.
Türkiye, Balkanlar, Ortadoğu, İran ve Kafkasya, Orta Asya Türk Cumhuriyetleri, Ukrayna, Rusya Federasyonunun
kavşağındadır. Jeoekonomik konumu, bölgesinde ekonomik ve siyasî avantajları ve fırsatları beraber getirmektedir. Bölge
ekonomilerine baktığımız zaman, bu ekonomik çerçevede, Türkiye’nin önünde önemli fırsatlar bulunmaktadır. Türkiye, 1996 yılı
bütçesini tartıştığımız bugünde, önümüzdeki yıllarda bu fırsatları değerlendirmek durumundadır.
Türkiye’nin diğer bir avantajı, siyasî ve ekonomik sistem sürecinde, cumhuriyetle beraber demokrasiyi, liberal ve rekabetçi
ekonomik modeli benimsemiş olmasıdır. Çevremizdeki bir bir göçen sosyalist ekonomiler içerisinde, Türkiye’nin cumhuriyetle
birlikte demokrasiyi ve liberal ekonomi modelini benimsemiş olması önemli bir önceliğidir. Bu öncelik, ona, aynı zamanda, tarihî
fırsatları ve imkânları da beraber getirmektedir.
Tabiî, ülkemizde, bugün, ekonomi alanında başka model arayışları da vardır. Bu model arayışlarını sadece siyasî ve tarihî bir
yanılgı olarak, bu kürsüden bir defa daha vurgulamak istiyorum. Adı ne düzen olursa olsun, hangi şekilde bir ekonomi modeli ve bir
bütçe sistemi ortaya konulursa konulsun, bütün bunlar, pratik değeri olmayan, sadece siyasî amaca yönelik mesajlardan ileri
gitmeyecektir. Bu kanaatimi de burada altını çizerek açıkça belirtiyorum.
Sayın milletvekilleri, etrafımıza baktığımızda, Türkiye’nin zorlukları da vardır. Bosna-Hersek’teki ateş henüz sönmemiştir.
Bu konuda Türkiye’nin tarihî sorumluluğu devam etmektedir. Yunanistan’la, Kıbrıs, kıta sahanlığı, 12 mil sorunları üzerine bir de
Kardak krizi eklenmiştir. Suriye, su sorunu bahanesiyle terörü desteklemektedir. Son günlerde İran ile olan ilişkilerimiz de ortadadır.
Türkiye, Irak’ın toprak bütünlüğünü, ambargonun kaldırılmasını en fazla savunan ülkelerden birisidir; ama, Irak, Türkiye’ye karşı
Suriye’nin yanında yer almaktadır; yine su sorununa taraf olmayan pek çok Arap ülkesi, Suriye ve Irak’ın yanında görünmüşlerdir.
Etrafımıza baktığımız zaman, bu siyasî gelişmeler, elbette ki, Türkiye’nin önüne siyasî ve ekonomik sorunları koymaktadır;
ancak, Türkiye, bu zorlukları aşacak güçtedir; kendi gücünü, kendi kişiliğini zenginleştirerek aşacaktır. Önündeki tarihî fırsatları da
kullanacaktır; ancak, bunun bir şartı vardır. Bunun şartı, siyasî, sosyal ve ekonomik istikrar içerisinde demokrasimizi geliştirmek,
gerçek kalkınmayı ve gerçek refahı sağlayabilmektir. Burada, Yüce Meclise, hepimize önemli sorumluluklar düşmektedir. Her şeyin
başı, siyasî istikrardır. Sosyal ve ekonomik istikrar ile siyasî istikrar arasında ayrılmaz bir bağ vardır. Bu noktada, kısır çekişmeleri
bırakıp, olayları, ülkemizin geleceği açısından uzun vadeli değerlendirmemiz şarttır. Aksi takdirde, Türkiye’nin zaman kaybetmesi,
tarihî fırsatları kaçırması gündeme gelecektir; bunun vebali de, hepimizindir.
Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; çağımız rekabet çağıdır. Tabiî, bu rekabet, sadece ekonomide değildir; bilimde rekabet,
eğitimde rekabet, araştırmada rekabet, hayatın her kesiminde rekabettir.
Rekabetin temel unsurları, yetişmiş insandır, teknoloji ve sermaye birikimidir, bilgi birikimidir, ekonomik kurumsallaşma ve
ekonominin hukukî altyapısıdır, ekonominin, memleketin teknik altyapısıdır, yollardır, limanlardır, havaalanlarıdır, ulaştırma,
haberleşme tesisleri, enerji santralları, barajlar, sulama tesisleri, üniversiteler, okullar, eğitim tesisleri, hastaneler ve sağlık tesisleridir.
Çağımız, yetişmiş insan çağı olacaktır. Özellikle, Yedinci Beş Yıllık Kalkınma Planında belirttiğimiz, açıkça ifade edildiği
üzere, 2000’li yılların en büyük harcamaları insan üzerine yapılacaktır. Bu bakımdan, 1996 bütçesinde millî eğitim, üniversite
bütçelerine ayrılan payları memnuniyetle karşılıyoruz. Burada, üniversite öğrenci kredilerinin bir misli artırılmasını da önemli
görüyoruz.
Teknolojik gelişmeleri izlemek, yeni teknolojiler üretmek kaçınılmazdır. Türkiye, bugüne kadar, teknoloji bakımından, daha
çok, Batı ülkelerinin teknolojilerini kullanagelmiştir; ancak, Türk sanayicisi, dış pazarlarda, bu ülkelerin rekabetçisi durumuna
gelmekle beraber, teknoloji alma konusunda da önemli sorunlarla karşı karşıyadır. Bu bakımdan, önümüzdeki yıllarda, kendi
teknolojimizi üretmek ve kullanmak zorunluluğuyla karşı karşıya gelebileceğiz. Bunun için, gerekli teşviklerin, özellikle, araştırma
ve geliştirme (Ar-Ge) teşviklerinin, bütçede yeterli düzeyde yer almasını olumlu görüyoruz.
Ekonominin hukukî altyapısı ve kurumları, değişen ekonomik şartlara ve değişen ekonomik uygulamalara göre, yeniden
düzenlenmek zorundadır. Geçen yıllarda, hepinizin bildiği üzere, bu alanda önemli yasalar çıkarılmıştır ve kayda değer
düzenlemeler yapılmıştır; ancak, yeni düzenlemelere ihtiyaç olduğunu da burada belirtmek istiyorum.
Türkiye’nin altyapısı önemlidir. Geçtiğimiz yıllarda, altyapı konusunda da, önemli mesafeler alınmıştır. Bir şey yapılmadı
demek, şu konuda eksik yapıldı demek, yanlış olur. Özellikle, son yıllarda, bütçe kaynakları yanında, özel sektörün de, yap-işlet-
devret modeli çerçevesinde, haberleşme, enerji, ulaştırma altyapı inşaatlarına sokulduğunu ve bu konuda da önemli mesafeler
alındığını kaydetmek istiyorum.
Geçtiğimiz hafta içerisinde, kamuoyunu işgal eden konu, geçtiğimiz yıllarda altyapı konularında bazı eksikliklerin olduğu
hususudur.Buna, 1992-1995 yıllarında gerçekleştirilen fizikî altyapı yatırımlarını sayarak cevap vermek istiyorum.
İlk söylemek istediğim husus, 39 milyar dolara yakın bir altyapının, 1992-1995 döneminde, bütçe kaynaklarından finanse
edildiğidir. Yap-işlet-devret modeliyle, özel sektörün özendirilmesiyle gerçekleştirilen altyapı yatırımları bunun dışındadır.
Gerçekleştirilen fizikî işlerin açıklanması gerekirse şöyle bir tabloyla karşı karşıyayız : 1992-1995 döneminde 874 kilometre
otoyol, 5,5 milyon ilave telefon hattı, 360 bin ilave mobil telefon abonesi, 20 462 kilometre fiber optik kablo inşaatı, 1 adet
haberleşme uydusu, 5 adet konvansiyel, 5 adet STOL havaalanı inşaatı, 288 kilometre demiryolu elektrifikasyonu, 692 kilometre
demiryolu yenilenmesi, 24 998 kilometre köy yolu asfaltlanması, 39 812 kilometre stabilize köy yolu inşaatı, 4 439 kilometre
karayolu asfaltlanması, 2 554 kilometre stabilize karayolu inşaatı gerçekleştirilmiştir.
Enerji alanında ilave kurulu güç olarak 3 942 megavat, ilave üretim olarak 18,7 milyar kilovat üretim kapasitesi devreye
sokulmuştur.
345 164 hektar alan sulamaya açılmış, 28 üniversite kurulmuş, 18 organize sanayi bölgesi tamamlanmış, 60 küçük sanayi sitesi
devreye sokulmuş, 545 belediye içmesuyu tesisi, 27 411 köy içmesuyu tesisi, 30 234 ilk ve ortaokul dersliği, 456 lise ve meslek lisesi,
89 hastane, 447 sağlık ocağı, 1 281 sağlık evi, 6 061 ilave hasta yatağı ekonomimize kazandırılmıştır.
Bu fizikî açıklamalardan sonra, tamamlanan projeleri bir de sektörler itibariyle -önemli, mega projeleri- tekrar etmek istiyorum.
24 adet sulama projesi bu dönemde tamamlanmıştır. Bunlar, Sakarya-Pamukova, Konya-Ilgın, Amasya-Gümüşhacıköy, Ağrı-
Patnos, Elazığ-Palu, Şırnak-Silopi-Nerdüş, Antalya sol sahil, Antalya-Finike, Afyon-Dinar, Bursa-Orhaneli, Bursa-Mustafa Kemal
Paşa, Kütahya-Örencik, Erzurum-Aşağı Pasinler, Malatya-Polat, Yozgat-Yahyasaray, Muğla-Bodrum, Mardin-GAP, Şanlıurfa-GAP,
Elazığ-Kuzova, Batman-GAP, Diyarbakır-GAP, Yozgat-Uzunlu, Kastamonu-Gökırmak, Aşağı Fırat Birinci Merhale projeleridir.
Enerji alanında da 7 adet proje devreye sokulmuştur. Bunlar; Atatürk Barajı ve Hidroelektrik Santralı, Menzelet Birinci Merhale
Santralı, Adıgüzel Barajı ve Hidrolik Santralı, Gezende Barajı ve Hidrolik Santralı, Orhaneli Termik Santralı, Soma Altıncı Ünite,
Kemerköy Termik Santralıdır.
Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; konsolide bütçe, hepinizin bildiği üzere, Yüce Meclisin kabulüyle, Hükümete, ekonominin
bir bölümünü gelir olarak kamuya aktarma ve bu gelirleri, bütçede gösterilen program çerçevesinde harcama yetkisini vermektedir;
bugün esas tartıştığımız olay budur.
Burada, en çok üzerinde durulması gereken husus, gayri safî millî hâsıladan ne kadarının kamuya aktarılacağı hususudur;
çünkü, bu, doğrudan doğruya, ekonomik kalkınmamıza esas olan imkânların ne şekilde kullanılacağının bir tercihidir. Bu
bakımdan, bütçe tartışmalarını ekonomiden ayırmak mümkün değildir.
Bütçe konularına girmeden önce, sizlere, huzurlarınızda, kısaca, 1995 yılında, Türk ekonomisinin nerede olduğunu ve -aşağı
yukarı, geçtiğimiz oniki yıllık rakamları da özetle açıklayarak- nereden nereye geldiğini belirtmek istiyorum.
Tabiî, bu kürsüde, bütçe tartışmalarını, daha çok, ekonomik konularda ve bütçe konusunda yapıyoruz. Bu konuşmalar,
televizyon yayınlarıyla vatandaşlara aktarıldıktan sonra, bir tartışma hüviyetinden daha çok, bir mesaj verme niteliğine
dönüşmüştür. Tabiî, biz, bu mesajları, sadece bütçede değil, başka vesilelerle de vatandaşa verebiliyoruz. Bu bakımdan, ben,
Grubumuza ayrılan süreyi, bu alandaki birtakım politik mesajları vermek yerine, bugünkü Türk ekonomisi ve 1996 bütçesinin ne
olduğu konusunda açıklamaları sunarak kullanmak istiyorum.
Hepinizin bildiği üzere, 1995 yılında, özellikle imalat sanayiinde gerçekleştirilen büyük üretim hamlesi sonucunda, Türk
ekonomisi, yüzde 8,1 oranında büyümüştür. Buna, ilk eleştiri “efendim, bir önceki yıl da, yüzde 6 oranında küçüldünüz”
noktasından gelmektedir ve Türk ekonomisinin, büyüme konusunda istikrar göstermediği şeklinde eleştiriler söz konusudur.
Gerçekten, 1984 yılından 1995 yılına kadar geçen oniki yıl içerisinde, Türk ekonomisinin, eksi büyümeden, sıfır ve yüzde 9,8’lik
bir çizgi arasında büyüme gösterdiğini görüyoruz. Hemen belirtmek istiyorum ki, bütün gelişmekte olan ülkelerin büyüme
çizgilerinde bu iniş çıkışlar vardır; bu itibarla, Türk ekonomisinin büyümesinde de bu iniş ve çıkışları doğal karşılamak lazımdır
ve ekonominin yapısından kaynaklanan bir husustur. Ekonominizde tarımın ağırlığı olduğu sürece -tarıma dayalı iklim şartları
dışında- ekonominizde altyapı inşaatları ve ekonominizde dış pazarlardan kaynaklanan sorunlar ve ekonomik istikrara bağlı
sorunlar olduğu sürece, büyümede, bu nevi iniş ve çıkışlar kaçınılmazdır.
Sadece, dünyadaki istatistiklere baktığımız zaman, gelişmiş ülkelerdeki büyümenin yüzde 2,5-3 civarında ve istikrarlı bir
şekilde devam ettiğini görürsünüz. Türkiye, geçtiğimiz oniki yıl içerisinde, ortalama yüzde 4,8 oranında büyümüştür. Tabiî, Yedinci
Beş Yıllık Planda belirtildiği üzere, bu yeterli değildir. Bu bakımdan, ekonomik büyümenin, çeşitli tartışmalarda, sadece, devlet
bütçesindeki yatırımlara bağlı olarak değerlendirildiğini müşahede ediyoruz.
Değerli arkadaşlarım, esas itibariyle belirtmek istediğim, mesela, 1995 yılındaki büyümenin, daha çok, kamu kesiminden değil,
özel kesimden kaynaklandığıdır. Bu itibarla, sadece devlet bütçesindeki yatırımlara bakarak, 1996 yılındaki büyüme sonucuna
varmak mümkün değildir. Yatırımların 1996’da daha fazla olmasını memnuniyetle karşılıyoruz; ancak, burada belirtmek istediğim
husus, Türkiye’nin büyümesinde ve kalkınmasında özel sektörün öncülüğüdür. Türkiye tasarruf eden bir ülkedir, Türkiye yatırım
yapan bir ülkedir; özellikle vatandaşlarımızın tasarruf temayülleri, gelişmekte olan ülkeler ve gelişmiş ülkelerle mukayese edildiği
zaman, memnuniyet verici bir düzeydedir. Hükümet olarak, bunun teşvik edilmesi ve tasarrufların yatırımlara yönlendirilmesi
gereklidir. Bunun için, bütçede gerekli tedbirler alınmalıdır.
Yatırım olmadan büyüme olmayacaktır, yatırım olmadan istihdam olmayacaktır, ihracat olmayacaktır. Her şeyin temeli
yatırımdır; yatırımın temeli de tasarruftur.
Ekonomimizin içerisinde bulunduğu en büyük sorun, enflasyondur. Tabiî, benden sonra konuşacak arkadaşlarımın bu kürsüden
eleştiriler getireceğini de burada doğal karşılıyorum; ancak, enflasyon -baktığımız zaman- 1980’li ve 1990’lı yıllarda, gelişmekte
olan ülke ekonomilerinin en büyük derdidir. Türkiye’de de, son oniki yılda, enflasyon, sorun olarak devam etmektedir. 1996 bütçesi
hazırlanırken, ekonomik göstergelerde, 12 aylık ortalama toptan eşya fiyatlarındaki artışın yüzde 65 olarak tespit edildiğini
görüyorum. Dileğim, yıl içerisinde alıncak tedbirlerle, bu oranın aşağıya çekilmesidir.
Burada, üzerinde durmak istediğim bir husus, Türkiye’nin dışticareti ve ödemeler dengesidir. 1984 yılında 7 milyar dolar
ihracatı olan Türkiye, memnuniyetle ifade edeyim ki, 1995 yılında 21 milyar 636 milyon dolarlık resmî bir ihracata ulaşabilmiştir;
özellikle, 1991’e kadar 13 milyar dolar civarında seyreden ihracat -son 2 yılda- 1994’te 18 milyar dolara, 1995’te de 21 milyar 636
milyon dolara ulaşmıştır. Tabiî, bunun içerisinde, sınır ve valiz ticareti yoluyla gerçekleştirilen ihracat yoktur. 1996 bütçesinde de,
25 milyar dolarlık bir ihracatın gerçekleştirilmesini memnuniyetle karşılıyoruz.
İthalatımız da, yine, büyüyerek devam etmektedir.
1995 yılında 35,7 milyar dolarlık bir ithalatın, bazen endişeli eleştirilere konu olduğunu da hep birlikte müşahede ettik.
Değerli arkadaşlarım, ithalatın kompozisyonuna baktığımız zaman, bu ithalatın, Türkiye’nin büyüme arzusundan
kaynaklandığını ve bu yolda harcandığını görüyoruz. Bu hususu burada,açıklamaktan mutlu olduğumu da belirtmek istiyorum.
Gerçekten, 1995 yılında, 35,7 milyar dolarlık ithalatın yüzde 11’i tüketim malları, yüzde 60 ara malları, yüzde 29’u da yatırım
malları ithalatında kullanılmıştır. Bu, memnuniyet verici ve sürdürülmesi gereken bir husustur.
İhracatımız içerisinde önemli olan sektörlerimiz vardır. Tabiî, burada belirtmek istediğim husus, Türkiye’nin, sadece, tekstil
ürünleri ihraç eden bir ülke olmadığıdır. Gerçekten, 1995 yılında, Türkiye, demir-çelik mamulleri olarak 2,2 milyar dolar, madenî
eşya olarak 685 milyon dolar; elektrikli makine ve cihazlar ihracatından 915 milyon dolar, taşıt araçlarından da 804 milyon dolar
döviz elde edebilmiştir.
1994 yılı başında ve 1993 yılında hemen hemen hiç taşıt ihracatı olmayan, 1993 yılında 1,2 milyar dolarlık taşıt ithal eden
Türkiye, Türk sanayii, Türk ekonomisi, bir yıl içinde ve alınan tedbirlerle, 1995 yılında, 804 milyon dolarlık taşıt aracı ihraç eden
bir ülke konumuna gelebilmiştir; bunun sürdürülmesi lazımdır.
1993’te 5 milyar dolarlık dokuma ve giyim ihraç eden bir Türkiye, 1995’te 8,3 milyar dolarlık tekstil ürünleri ihraç eden bir ülke
konumundadır.
Burada, şu konuyu, biraz, üzerine basarak, açıklamak istiyorum: Deniliyor ki; Türkiye, tarım ürünleri ithal eden bir ülkedir;
kendi kendine yeten bir ülke olmaktan çıkmıştır, tarım ürünleri ithal eden bir ülke haline gelmiştir. Evet, Türkiye, tarım ürünleri
ithal etmektedir; ama, tarım ürünleri de ihraç etmektedir. Bakın, 1994 yılında, 2,5 milyar dolarlık tarım ürünü ihraç edilmiştir;
1995’te de, 2,3 milyar dolarlık tarım ürünü ihraç edilmiştir. Peki, ithalatı yok mudur; ithalatı da vardır; 1994 yılındaki tarım
ürünleri ithalatı, ihracatının yarısı kadardır; 1,2 milyar dolardır. 1995’teki tarım ürünleri ithalatı ise -bu, tabiî, biraz da ara malı ve
tohumluk çerçevesinde- 2,4 milyar dolardır. İhracatın desteklenmesi, Türkiye’deki üretimin, yatırımın, yatırım hamlesinin ve özel
sektörün dinamizmi bakımından önem taşır. Türkiye, rekabetçi, açık ekonomisini sürdürecek ve büyümeyi sadece iç pazarda değil,
aynı zamanda dünya ekonomisinden daha çok pay alan bir çizgide yürütecektir. Bu bakımdan, ihracatın teşvik edilmesi ve bütçe
kanununda, ihracat teşviklerindeki kur sorununun çözülmesi hususunu, burada, memnuniyetle karşıladığımı bir defa daha belirtmek
istiyorum.
Tabiî, gelişen dünyada ihracat teşvikleri de gelişmiştir. İhracatta araştırma-geliştirme teşvikleri, tanıtım teşvikleri ve fuar ve
sergi teşvikleri önem arz etmektedir.
Türkiye’nin ödemeler dengesinde, ihracatın yanında, turizmin büyük önemi vardır. Turizm yatırımları yanında, özellikle,
yurtdışında, tur operatörlerinin organize edilmesi, Hükümetimizin, en önemli görevlerinden biri ve 1996 yılındaki bir meselesidir.
Turizm konusunda, Türkiye, 9-10 milyon turisti ağırlayabilecek durumdadır.
Ödemeler dengesinin diğer önemli bir kalemi, dış müteahhitlik hizmetleridir. Dış müteahhitlik, sadece döviz getiren değil, aynı
zamanda istihdam yapan, aynı zamanda işçi olarak giden birtakım insanlarımızı orada eğiten, onları kalfa ve usta konumuna çeken
ve onların dünya görüşlerini genişleten bir müessesedir; teşviki yönündeki tedbirlere devam edilmelidir.
Ödemeler dengesinde diğer bir husus, dış müteahhitlik hizmetleri yanında, taşımacılıktır. 1995 yılında, özellikle,
Balkanlardaki sıcak gelişmeler çerçevesinde, Hükümetimizin 1995 yılındaki tedbirleri arasında deniz taşımacılığının, Ro-Ro
taşımacılığının ön planda önem taşıdığı hususunu burada vurgulamak istiyorum.
Bunun yanında, yurtdışındaki vatandaşlarımızın döviz gelirlerinin de 1995 yılında önemli bir kaynak olarak sürdüğünün
altını çiziyorum.
Dışticaret dengesine bakarak, 1996 yılında 16 milyar dolar, 1995 yılında 14 milyar dolar açık verdiği konusunda yorum
yapmamak gerekir. Esas olan, nihai denge, cari işlemler dengesidir. 1984, 1985 ve 1986 yıllarında, üst üste üç yıl 1-1,5 milyar dolar
açık veren cari işlemler dengesi, daha sonraki yıllarda fazla vermiş, açık vermiş; 1994 yılında 2,6 milyar dolar fazla vermiş, 1995
yılı cari işlemler dengesi de 2,3 milyar dolar açıkla kapanacaktır. Ancak, ekonomimizin, bütün bu açığa rağmen, 1995 yılında
döviz rezervlerinin artmış olması, bir döviz sorununun olmadığını göstermektedir. Bu nereden gelmiştir; yani, hem cari işlemler
dengeniz 2,3 milyar dolar açık verecek hem de ekonomideki döviz pozisyonlarınız artacak. Tabiî, bunun içinde gayri resmî ihracat,
vardır, bunun içinde uzun vadeli sermaye girişleri vardır ve bunun içinde kısa vadeli sermaye girişleri vardır.
Hükümetimizin, 1995 yılında, kısa vadeli sermaye girişleri, yani sıcak para girişleri konsundaki hassasiyeti, 1996 yılında daha
dikkatli bir şekilde göstermesinin gerekliliğini burada vurgulamak istiyorum. Gerçekten, kısa vadeli sermaye girişleri, sıcak para
dediğimiz sermaye girişleri, Türkiye’de üretim ve yatırım için değil, daha çok, kısa vadeli kazanç için gelir ve bunlar, en ufak bir
sıkıntıda hemen ülkeyi terk etme durumuna girer. Meksika, bunun ağır faturasını ödemiştir. Yaşanan ekonomik kriz, büyük kısa
vadeli sermaye girişinin birden ülkeyi terk etmesinden kaynaklanmış; ancak, Meksika, bu krizi, 50 milyar dolar civarında dış
yardım alarak atlatabilmiştir. Türkiye, 1994 yılında da, yine, boyutları çok küçük olmakla beraber, bir kısa vadeli sermaye çıkışını
yaşamıştır; bunu hiçbir dış yardım almadan önleyebilmiştir ve memnuniyetle ifade edeyim ki, 5 Nisan kararları çerçevesinde
alınan tedbirlerle bu noktaya gelebilmiş bulunuyoruz.
Ekonomik göstergeleri bu şekilde açıkladıktan sonra, değerli arkadaşlarım, biraz da kamu dengesi, yani, bu bütçeyle ne
alıyoruz, ne veriyoruz, ona gelmek istiyorum. Tabiî, burada Sayın Maliye Bakanımızın ifade ettiği gibi, devletin ekonomideki
payının küçültülmesi önemli bir politikadır ve herkesin üzerinde ittifak ettiği bir politikadır.
Ne demektir, bu, devletin ekonomideki payının küçültülmesi; birtakım görevlerin özel sektöre devredilmesi, üretimden
çekilmesi, altyapıya, adalete, eğitime ve sağlığa yönelmesidir.
Tabiî, bu meyanda, bana göre, devletin ekonomideki payının azaltılması, millî ekonomiden aldığı payın küçültülmesidir.
Bakıyoruz, 1995 yılında yüzde 26,2 olan kamunun gayri safî hâsıladan aldığı pay, 1996 bütçesinde yüzde 28,4’e çıkmaktadır.
Evet, yani, bu Parlamento daha yüksek bir pay almaya Hükümeti yetkilendirmektedir. Tabiî, burada harcamalar konusunda, 3,5
katrilyonluk bir harcama yetkisini veriyoruz; ama, bu demek değildir ki, bu harcanacaktır. Ben, burada, devletin ekonomideki
payının azaltılması politikası doğrultusunda harcamalarda tasarrufa gidilmesi ve kamu harcamalarının, yüzde 28,4 oranının daha
aşağılarındaki -1995 yılında bu oran 26,2’dir- bir düzeye çekilmesi gerektiğini de belirtmek istiyorum.
Tabiî, nasıl finanse edilecek meselesi vardır. Burada, benden sonraki konuşmacılar diyeceklerdir ki, işte, size 861 trilyonluk bir
bütçe açığıyla gelen bir konsolide bütçe.
Burada önemli olan, bütçe açığından daha çok, bütçe dışında da birtakım kurumların borçlanmasıdır. Yani, kamu, bütçesiyle,
bütçe dışı kurumlarıyla ne derece borçlanıyor. Değerli arkadaşlarım -bunda en yüksek oran- biliyorsunuz 1993 yılında kamu
kesimi borçlanma gereği yüzde 12 olmuş; 1994’te yüzde 8’e, 1995’te yüzde 6,5’a düşürülmüş; 1996’da yüzde 7,2 olarak, bu bütçede
yer alıyor.
Tabiî, burada, kamu kesimi borçlanma gereği nasıl azaltılacaktır... Bunun yolu, kamu harcamalarında disiplin, tasarruf ve vergi
gelirleri ile borçlanma dışındaki diğer gelirlerin artırılmasıdır. Bu hususu da burada belirtmek istiyorum.
Özellikle, konsolide bütçe borçlanma gereğinin, 1995’teki gayri safî millî hâsılanın yüzde 4,2 oranından yüzde 6,1 oranına
çıktığı hususu önem arz etmektedir.
Konsolide bütçe rakamlarına girmeden ve yıllar itibariyle mukayese yapmak üzere, konsolide bütçenin gayri safî millî hâsıladaki
büyüklüklerini vermek istiyorum. Bu, bir değerlendirmeye ve mukayeseye imkân veren bir husustur. Konsolide bütçe giderlerinin
gayri safî millî hâsıladaki payı, 1995’te yüzde 22,2, 1996’da yüzde 26,2 olacak. Demek ki, bütçe, 1996 yılında, 1995’e göre, gayri
safî millî hâsıladan yüzde 4 oranında daha fazla pay istiyor. Bu oran, 1983’te yüzde 18,8 idi.
Burada değinmek istediğim diğer bir husus; cari giderler, bunun içinde personel giderleridir. Personel giderleri, 1996 bütçesinde
gayri safî millî hâsılanın yüzde 6,7’si, 1983’te yüzde 4,8’i, 1984’te yüzde 4’ü; ama, bakıyoruz ki, yüzde 6,7’lik bir pay, yani, daha
büyük bir pay vermekle beraber kamu personeli mutlu değil. Bunun sebebi iki noktada görülüyor. Birincisi, 1983 yılından 1996
yılına kadar kamu personeli sayısında 500 bin artış olmuş. İkinci husus, kamu personeli ödemelerinde yer alan birtakım
ödemelerde fiktif... Nedir bunlar; çalışanlara zorunlu, Tasarrufu Teşvik Hesabı ve Çalışanların Konut Edindirme Fonu kesintileri.
Bunlar, çalışanların, memurun işçinin eline geçmiyor; ama, bütçede, onlar, ödenti olarak geçiyor. Konut Edindirme Fonu
kesintilerinin 1996 bütçe kanunu ile ertelendiğini görüyoruz.
Şimdi, burada temennim, aslında tasarruf fikriyle bağdaşmayan, birtakım ekonomik sapmalara yol açan, tasurruf olmaktan çok
uzak, çalışanların tasarruf hesabı kesintisinin de çalışanların müktesep haklarını ihlal etmeyecek bir tarzda ortadan
kaldırılmasıdır. Bunu da, Doğru Yol Partisi Grubu olarak, altını çizerek burada belirtiyorum. Bu konuda geçmiş hükümetler
zamanında hazırlanmış tasarılar vardır; ama, pek çok tasarı gibi, geçen dönemde bu konuda bir sonuç elde edilememiştir.
Tabiî, bütçede, diğer cari giderlerin, savunma ihtiyaçları doğrultusunda bir seyri var. Burada, yatırımlarda -Sayın Bakanın
ifade ettiği üzere- 1996 bütçesinde, diğer yıllara göre bir artış görünüyor. Burada, eğitim, sağlık ve altyapı, özellikle organize sanayi
bölgeleri, küçük sanayi siteleri, sulama kanalları, barajlar, elektrik santralları, üniversiteler, okullar, hastaneler konusundaki
yatırımlara yönelik yaklaşımları memnuniyetle karşılıyoruz. Tabiî, Türkiye’nin altyapı yatırım ihtiyaçlarının da, sadece bu
bütçedeki kaynaklarla çözülemeyeceğini burada açıkça belirtmek istiyorum. Bunun için, Türkiye, özel sektörü, yap–işlet–devret
modeliyle veyahut mesela, termik santrallarda olduğu gibi, yap–işlet modeliyle altyapı yatırımlarına bir an önce sokmalıdır. Bu,
geçtiğimiz dönemde başlamıştır. Gerçekten, 1992-1995 döneminde pek çok enerji yatırımı, gene bu yap-işlet-devret modeli
çerçevesinde başlatılmış bulunmaktadır. Bunların devam ettirilmesi önem arz etmektedir.
Burada değinmek istediğim bir husus şudur: Bütçe açıklarına en önemli kaynak, sosyal güvenlik kuruluşlarının açıklarından
gelmektedir. Türkiye’nin buna bir çare bulması gerekir. Burada eleştirildi ve Hükümet Programından niye çıkarıldığı konusu dile
getirildi. Tabiî, burada sosyal güvenlik kuruluşları derken amacım, Emekli Sandığı, Bağ-Kur ve Sosyal Sigortalar Kurumudur.
Esnafın pek çok kongresinde, Bağ-Kur’un, ilk kuruluş yıllarında, esnaf tarafından daha verimli işletildiği, şimdi ise, daha çok
personelle hizmetin yürütüldüğü, çok olan personel ödemelerinin, esnafın ödenti arzusunu kırdığı ve Bağ-Kur’un bu şekliyle -geniş
personel kadrosuyla- sağlık hizmetlerine gerekli kaynağı ayıramadığı dile getirilmekte ve “bu kurum tekrar esnafa devredilsin”
denilmektedir. Bu yaklaşımı da burada memnuniyetle karşılıyoruz. Tabiî, 861 trilyonluk bütçe açığı içerisinde sosyal güvenlik
kuruluşlarının 300 trilyonluk bir payla yer alması, 1996 yılı bütçesini tartışırken, üzerinde durmamız gereken en önemli husustur.
Türkiye, bugünkü sosyal güvenlik sistemiyle bir yere gidemez ve birtakım kesimlerden, birtakım çalışanlardan vergi yoluyla
alınan kaynakların bu kesime aktarılmasına da ilânihaye devam edilemez. Bunların, sağlıklı yönetildiği günler olmuştur. Pekâlâ,
Yüce Parlamentoya getirilecek yasalarla, sosyal güvenlik kuruluşlarının aktuaryel dengeleri sağlıklı bir biçime sokulabilir. Bugün,
Emekli Sandığı dahi açık vermektedir. Neden; çünkü, geçmiş dönemlerde, Emekli Sandığına yük getirecek ve her türlü müktesep
hakları da ihlal eden -onu da verelim, bunu da verelim şeklinde- bir yasa, Plan ve Bütçe Komisyonundan ve Yüce Meclisten
geçmiştir. Önümüzdeki dönemlerde Yüce Meclisin bu konuya hassasiyet göstereceğini bekliyorum.
Diğer bir konu: Sosyal güvenlik sisteminin en büyük kanayan yarası olan Sosyal Sigortalar Kurumunun yasasının, bir an önce,
onun aktuaryel dengesini sağlayacak şekilde Yüce Parlamentonun önüne getirilmesidir. Bu, hepimizin menfaatınadır; işçinin, bütün
çalışanların ve işçi emeklilerinin menfaatınadır.
Değerli arkadaşlarım, burada, bütçedeki faiz ödemelerine değinmeden de geçmek mümkün değildir. Görüldüğü üzere, bütçedeki
transfer harcamaları, 1983 yılında, gayri safî millî hâsılanın yüzde 7,7’si iken, 1996 bütçesinde, bir misline katlanmış, yüzde
15,7’sine ulaşmıştır; yani, 1996’ya geldiğimizde, bütçeler, daha çok borç ödeyen bütçeler şekline dönüşmüştür. Bütçede en büyük
ağırlığı, yüzde 10’la, faiz ödemeleri teşkil etmektedir. Bu, neden böyle olmuştur; 1995 yılında faiz ödemeleri gayri safî millî
hâsılanın yüzde 7,5 iken, bu oran 1996’ da neden yüzde 10’a çıkmıştır; bunun nedeni, değerli arkadaşlarım, devletin borç
yapısının kısa vadeye dönüşmesidir ve Türkiye’nin, son yıllarda, dış borçlanma bakımından, net dış borç ödeyen ülke haline
gelmiş olmasıdır. Bu borcu devlet yapmıştır, bu borcu memleket hizmetlerinde kullanmıştır; bunun faizini, bu borcun faizini
ödemiyorum demek mümkün değildir.
BAŞKAN – Sayın Doğan, 5 dakikanız var efendim.
A. AYKON DOĞAN (Devamla) – Teşekkür ederim.
Peki, çare?.. Çare şudur: Borçları uzun vadeye yaymak, Türkiye’de güven ortamını sağlamak ve uzun vadeli bir borçlanma
çerçevesinde de sorunu çözmek.
Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; 1996 yılı bütçesinde, memur ücretlerinde, konan ödenekler üzerinden hareketle, yüzde 11
oranında bir reel artış olacağını hesaplamış bulunuyoruz, bunu da burada memnuniyetle karşılıyoruz. Bu, sadece 1996 yılında
konulan memur ödeneklerinden değil, 1995 yılının Kasım ayında memur maaşlarında sağlanan ve memur emeklilerine de, işçi
emeklilerine de yansıyan ve yüzde 70 ile yüzde 45 oranındaki artışlarla birlikte oluşmaktadır.
Ayrıca, kamu kesimindeki işçi ücretlerinde de -geçen yıl toplusözleşmelerle verilen haklarla- yüzde 42 oranında bir artış söz
konusu olacaktır. Memur maaşlarındaki bu artışlar, bu ödenekler, işçi ve memur emeklilerine de yansıyacaktır.
Diğer bir konu, bütçede, küçük ve orta boy işletmelerin geliştirilmesi, üretim ve yatırımlarının desteklenmesi, eğitimlerinin
geliştirilmesi konusunda gerekli transfer harcamalarının yer almasıdır. Bunu da memnuniyetle karşılıyoruz. Bugün, esnafın
sorunları vardır. 1995 yılı bütçesinde, esnaf kredilerine Hazineden 28 trilyon lira aktarma yapılmıştır; 1996 yılında da bu destek
devam edecektir. Esnaf bankası olan Halk Bankasının bu konudaki faaliyetlerinin desteklenmesi için Hazinenin imkânları vardır.
Esnafın vergi sorunu vardır. Geçtiğimiz günlerde, götürü vergilerin yüzde 33 oranında indirilmesi suretiyle, Maliye
Bakanlığının bu sorunları bir ölçüde çözmüş bulunduğunu burada belirtmek istiyorum. Tabiî, esnaf ve sanatkârın ve bütün
müteşebbislerin, vergilerdeki gecikme zammı oranlarının ve faiz oranlarının -enflasyondaki gerilemeye paralel olarak- Maliye
Bakanlığınca indirilmesi de önemli bir husustur. Bunun da altını çiziyorum.
Esnaf odalarının ve eğitim merkezlerinin inşaı, kurulması, esnafımızın örgütlenmesi, kendi sorunlarını dile getirmesi ve
kendi dinamizmini koruyabilmesi bakımından önem arz etmektedir. Bu konuda, bütçede ayrılan ödenekleri memnuniyetle
karşılıyoruz ve Doğru Yol Partisi olarak bu sorunun takipçisi olacağımızı burada belirtmek istiyorum.
Küçük sanayi siteleri ve organize sanayi bölgeleri konusundaki ödeneklerden memnuniyet duyuyoruz. Bağ-Kur Yasasının ve
507 sayılı yasanın bir an önce Parlamentoya getirilmesini de Hükümetten bekliyoruz.
Tarım konusunda da -Sayın Bakanın ifade ettiği gibi- tarım ürünleri fiyatlarına devlet müdahalelerinin asgariye indirilmesi
konusundaki Hükümet politikalarının devam ettirilmesi iradesini memnuniyetle karşılıyoruz.
Değerli arkadaşlarım, bu irade, geçen yıllarda tarım alanında uygulanan politikaların doğruluğudur. Gerçekten, 1992, 1993,
1994, 1995 yıllarında tarım ürünlerine verilen fiyatlar, enflasyonun üzerinde olmuştur. Mesela, 1995 yılında buğday, pamuk, tütün,
şekerpancarı, ayçiçeği ve fındıkta çiftçiye verilen fiyatlar, onun gelirine reel bir artış getirmiştir. Bu, bir kilo gübreyle -yani, bir kilo
amonyum için- ne kadar buğday, ne kadar şekerpancarı, ne kadar arpa, ne kadar tütün, ayçiçeği, pamuk, fındık, çeltik alındığı
noktasından yapılan araştırmalarda da kendisini -çiftçinin satın alma gücünün, 1992, 1993, 1994, 1995 yıllarında arttığını-
göstermektedir. Bu politikaların sürdürülmesini, çiftçinin ürünlerinin değerlendirilmesi bakımından da emtia borsalarının
kurulmasına önem verilmesini, Doğru Yol Partisi Grubu olarak, burada beklemekteyiz.
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
BAŞKAN – Sayın Doğan, süreniz bitti. Size, küçük bir eksüre veriyorum; lütfen, konuşmanızı bitirin efendim.
ABDULLAH AYKON DOĞAN (Devamla) – Değerli arkadaşlarım, bu açıklamalarından anlaşılıyor ki, 1996 yılı bütçesinin,
geçen yıllara göre büyüdüğünü görüyoruz ve geçen yıllardaki sorunun da, açık sorununun da devam ettiğini müşahede ediyoruz.
Ancak, her ne kadar, bütçede 861 trilyonluk bir açık olmakla beraber, yıl içinde alınacak tedbirlerle -mesela, sosyal güvenlik
kurumlarına yönelik gelir yasalarının parlamentodan geçirilmesi, borçların uzun vadeye yayılması ve aşağıda sayacağım
tedbirlerle- kamu dengesinin daha iyi bir noktaya getirilebileceği konusundaki iyimserliğimizi de koruduğumuzu burada belirtmek
istiyorum.
Bu çerçevede, bütçe disiplinine önem verilmesinin, özellikle devletin yapısı itibariyle israfçı özelliği de dikkate alınarak, her
konuda, özellikle Maliye Bakanlığının ve Hükümetin tasarrufa gitmesini öneriyoruz.
Yatırım projelerinin ayıklanmasını, bunların bir an önce devreye sokulabilecek şekilde finansman programlarının
hazırlanmasını bekliyoruz.
Bu Parlamentoda vergi kanunu çıkarılamayacağı konusunda kimsenin endişesi olmamalıdır. Gerçekten vergi gelirlerini
artırıcı, vergi adaletini iyileştirici, üretimi ve yatırımları teşvik edici, çeşitli rantları vergi sistemi içerisine alıcı, kayıt dışı
ekonomiyi yine vergi çerçevesine alıcı tasarıların, bütün muhalefet gruplarının sözcülerince de, Plan ve Bütçe Komisyonunda
benimsendiğini görmüş bulunuyoruz. Hükümet, bu fırsatı, önümüzdeki günlerde değerlendirmelidir. Özellikle, özel tüketim
vergisiyle ilgili tasarının bir an önce kanunlaşması zarureti vardır.
Sosyal güvenlik kurumlarının, mutlaka yeni bir gelir-gider düzenlemesine tabi tutulması lazımdır.
Yap-işlet-devret modeli çerçevesinde, özel sektörün enerji, haberleşme, ulaştırma sektörlerine yapacağı yatırımlarla, kamunun
bu konudaki yatırım yükü hafifletilebilecektir; bunu da burada belirtmek istiyorum; ancak, özellikle, yap-işlet-devret modelinin daha
geniş bir biçimde uygulanabilmesi için, özel sektörün de, vergi kanunlarında değişiklik yapılması konusunda beklentileri vardır.
Sayın Bakan bu konuyu açıklamamakla beraber, bu hususu da, Hükümete burada iletiyorum.
Özelleştirme, bir finansman müessesesi değildir; ancak, süratli bir özelleştirmenin yapılması, kamu dengesine müspet etki
yapmasının yanında, ekonomik büyümeye de müspet katkıda bulunacaktır. Kamuoyunun beklentilerini, birkaç stratejik ve büyük
çaplı özelleştirmenin yapılmasıyla gerçekleştirmek lazımdır.
Öncelikli yörelerdeki sosyal nitelikli kamu işletmelerinin rehabilite edilmesi tezine katılıyoruz. Ancak, bu örnekleri,
özelleştirmeyi yavaşlatmanın bir mazereti olarak da görmek istemiyoruz.
Tarım fiyatlarının, hükümet müdahalelerinden uzak tutulması politikalarını destekliyoruz.
Kamu ve bütçe açıklarında en önemli etken olan faiz ödemeleri konusunda, iç ve dış piyasalarda güven verici politikaların,
güveni artırıcı politikaların desteklenmesi ve geliştirilmesine ihtiyaç bulunduğunu da görüyoruz.
Bu çerçevede, izlenecek makro ekonomik politikalar ve hedeflerin bir an önce kamuya açıklanmasına, kamuoyunun periyodik
olarak açıklanan bu hedeflerin ne derece gerçekleştirildiği konusunda bilgilendirilmesine önem atfediyoruz.
Sosyal ve Ekonomik Konsey’in devreye bir an önce sokulmasını ve buraya sık sık başvurulmasını, bütün kesimlerin desteğinin
alınmasını öneriyoruz.
Değerli milletvekilleri, Sayın Başkan; bütün ülkelerin önemli meseleleri vardır. Ülkemizin de, siyasî, ekonomik sorunları,
şüphesiz vardır. Bu meselelerin çözümünde sorumluluğun ağırlığı, Hükümetin üzerindedir; ancak, muhalefet partilerinin ve Yüce
Meclisin değerli milletvekillerinin, bütün kurum ve kuruluşların da bu sorunlarımızın çözümlenmesinde sorumluluk payı vardır.
Taraflar arasındaki bilgi alışverişi, uzlaşma meselesi ve konsensüs, meselelerin çözümünü kolaylaştıracaktır. Bu anlayışı daima
muhafaza ediyoruz.
Acıları paylaşmak, en büyük fazilettir. Gerçekten, Sayın Bakanın ifade ettiği gibi, bugün 17 Nisan; memlekete büyük hizmetleri
olan Sayın Özal’ın vefat günü olması dolayısıyla, burada, kendilerini de rahmetle anıyorum. Ayrıca, bir kaza sonucu aramızda
bulunamayan Sayın Aydın Menderes’e de, burada acil şifalar diliyorum.
Geniş bir anlayış, geniş bir uzlaşı, hoşgörü içerisinde, Türkiye’nin, kendi kişiliğini, kendi gücünü artırarak meseleleri
çözebileceğine ve Türkiye’nin önünde güzel ve mutlu ufukların bulunduğuna inanıyorum ve her şeyin birlik ve beraberlikten geçtiği
gerçeğini burada bir defa daha vurgulayarak, bütçenin, ulusumuza hayırlı olmasını diliyorum.
Yüce Meclisi saygıyla selamlıyorum. (DYP ve ANAP sıralarından alkışlar)
BAŞKAN – Teşekkür ederim Sayın Doğan.
Sayın milletvekilleri, alınan karar gereğince, saat 14.00’te toplanmak üzere, birleşime ara veriyorum.

Kapanma Saati:13.05





İKİNCİ OTURUM
Açılma Saati: 14.00
BAŞKAN : Başkanvekili Kamer GENÇ
KÂTİP ÜYELER : Ünal YAŞAR (Gaziantep), M. Fatih ATAY (Aydın)


BAŞKAN – Türkiye Büyük Millet Meclisinin 38 inci Birleşiminin İkinci Oturumunu açıyorum.
Sayın milletvekilleri, çalışmalarımıza kaldığımız yerden devam ediyoruz.
II. – KANUN TASARI VE TEKLİFLERİYLE KOMİSYONLARDAN GELEN
DİĞER İŞLER (Devam)
1. – 1996 Malî Yılı Bütçe Kanunu Tasarısı ve Plan ve Bütçe Komisyonu Raporu (1/285) (S. Sayısı : 1) (Devam)
2. – Katma Bütçeli İdareler 1996 Malî Yılı Bütçe Kanunu Tasarısı ve Plan ve Bütçe Komisyonu Raporu (1/286)(S. Sayısı : 2)
(Devam)
BAŞKAN – Bilindiği üzere, alınan karar gereğince, 1996 Malî Yılı Genel ve Katma Bütçeli İdareler Bütçe Kanunu
Tasarılarının tümü üzerindeki müzakerelerimize devam ediyoruz.
Şimdi, söz sırası, Cumhuriyet Halk Partisi Grubu adına, Sayın Deniz Baykal’ın.
Buyurun Sayın Baykal. (CHP sıralarından alkışlar)
Süreniz 60 dakika.
CHP GRUBU ADINA DENİZ BAYKAL (Antalya) – Sayın Başkan, sayın milletvekilleri; Türkiye Büyük Millet Meclisinde
1996 yılı bütçesiyle ilgili genel görüşmelere ilişkin olarak Cumhuriyet Halk Partisi Grubunun görüşlerini, düşüncelerini,
değerlendirmelerini sunmak için huzurunuzdayım. Bu vesileyle, Sayın Başkan, Sayın milletvekilleri; sizleri ve ekranları başında
bizleri izleyen değerli vatandaşlarımızı sevgilerle, saygılarla selamlıyorum.
Sayın Başkan, bilindiği gibi, bugün görüşmesini yapmakta olduğumuz bütçe, aslında, 8 aylık bir bütçedir. Yılın ilk 4 ayına
ilişkin olarak bir geçici bütçe uygulaması gerçekleştirilmiştir ve Türkiye, 1996 yılını, iki ayrı bütçe anlayışı içinde değerlendirmek
durumunda kalmıştır. Bunun, sağlıklı bir maliye politikası izlenmesi açısından ciddî sorunlar doğurduğu çok açıktır. Diğer
yandan, genel seçimlerin sonbaharda yapıldığı her dönemden hemen sonra, böyle bir durumla karşılaşmamız da kaçınılmaz
gözükmektedir. Bu durumu düzeltmeye yönelik bir görüş beraberliğini bu müzakerede ortaya koymanın uygun olacağını
düşünüyorum.
Türkiye’yi, bütün bir yılı kapsayan, belli bir politik anlayıştan kaynaklanan, tutarlı bir maliye politikasını yansıtan bir bütçe
anlayışından -sonbaharda seçim yapıldığı dönemlerde, onu izleyen yılda, ülkemizi, böyle bir anlayıştan- yoksun bırakmanın kabul
edilebilir bir tarafı yoktur. Bu konu, çözülmesi gereken bir konudur. Hiç kuşkusuz, Anayasaya ilişkin yönleri vardır, İçtüzüğe
ilişkin yönleri vardır; ama, bunları, bir teknik konu olarak mütalaa ederek, Türkiye Büyük Millet Meclisinin, beraberlik anlayışı
içerisinde hızla çözüme kavuşturmaması için bir neden yoktur.
Seçim yapıldıktan sonra, sonuçların ilan edilmesi için beş gün bekliyoruz. Sonuçlar ilan edildikten sonra, Türkiye Büyük Millet
Meclisinin toplantısında çalışmaya geçebilmesi için, Başkanlık seçimini gerçekleştirmek üzere onbeş gün bekliyoruz. Daha sonra,
Plan ve Bütçe Komisyonunun oluşumu için hükümetin kurulmasını bekliyoruz. Bütün bu bekleyişler, bütçe müzakeresini engelliyor;
bundan da, ülke büyük zarar görüyor. Bu konuyu bir an önce çözmeliyiz.
Bu vesileyle, Cumhuriyet Halk Partisinin bu noktadaki anlayışını Türkiye Büyük Millet Meclisinin onayına sunmak istiyorum.
Teknik bir anlayışla, Sayın Başkanlığın girişimiyle bu konuyu çözecek bir düzenlemeyi, elbirliğiyle, hızla gerçekleştirebileceğimizi
umut ediyorum.
Değerli arkadaşlarım, bütçenin özüne geçerken, burada, şu ana kadar gerçekleştirdiğimiz müzakereyi izleyen yurttaşlarımızın,
buradaki değerlendirmeleri, tartışmaları izleyen; maliyeyle ilgili, ekonomiyle ilgili, Türk ekonomisinin durumu ve geleceğiyle ilgili
uzmanların bir an için ne düşündüğünü aklımdan geçirdim. Sanki, Türkiye, bütün cumhuriyet tarihi boyunca olduğu gibi, olağan bir
bütçe müzakeresini daha gerçekleştiriyor; alışılmış yaklaşımlar içerisinde rakamlar ifade ediliyor, değerlendirmeler yapılıyor ve
herhangi bir yılın herhangi bir bütçesini müzakere ediyormuşuz gibi bir anlayış içerisinde, huzur içerisinde, rahatlık içerisinde bu
yıl bütçe görüşmelerini gerçekleştiriyoruz.
Öyle zannediyorum ki, önce şu rahatlığı üzerimizden atmamız lazımdır. Bu rahatlık, bu soğukkanlılık ya da
vurdumduymazlık, öyle zannediyorum ki, Türkiye’nin içerisinde bulunduğu ekonomik sorunların anlaşılması, kavranılması
konusundaki en büyük engeli oluşturuyor.
Öyle bir rahat yıl içerisinde değiliz, olağan bir dönemin içerisinden geçmiyoruz. Türkiye’nin her zaman görülmeyecek türde çok
ağır sorunları var; Türkiye, çok büyük bir krizin içerisine sürüklenmiş halde. Öyle bir kriz, sürecinin içerisine Türk ekonomisi
sürüklenmekteyken, bir bütçe müzakeresinde, bizim hiçbir şey yokmuş gibi, geçmiş yıllardan birisinin bir müzakeresini
yapıyormuşuz gibi, karşılıklı rakamlar, oranlar, hedefler konuşarak bu tartışmayı kapatmamız, Türkiye’nin içinde bulunduğu ciddî
tabloyu, Türkiye Büyük Millet Meclisi olarak bizim kavramadığımız anlamına gelir. (CHP sıralarından alkışlar)
O bakımdan, bunun, önce gerçek çerçevesine oturtulmasının mutlak bir zorunluluk olduğuna işaret etmek istiyorum.
Değerli arkadaşlarım, bu değerlendirmem, sakın ha, bugün işbaşında bulunan Hükümet kadrosunun siyasî sorumluluğunu
ortaya çıkarmaya dönük bir gayretle ilişkilendirilmesin; böyle bir çaba içerisinde değilim. Derdimiz, Türkiye’nin bugün karşı
karşıya bulunduğu krizin, bunalımın, kimin hangi uygulamalarından kaynaklandığına yönelik bir muhasebe çıkarma kaygısı
değildir; bununla meşgul değiliz; konumuz bu değil. Elbette, siyasette onun da yeri vardır; ama, bugün içinde bulunduğumuz durum,
bizi, birbirimizi suçlamaya ya da kendimizi aklamaya dönük bir kısır tartışmanın içine girmekten alıkoymalıdır. Ciddî bir tabloyla
karşı karşıyayız; adını koymalıyız; bütün ağırlığıyla durumu değerlendirmeliyiz; nereden geldiğini, nereye doğru gitmekte
olduğunu saptamalıyız; çıkış yollarını aramalıyız. Sen yaptın, o yaptı senin yüzünden oldu tartışması kadar, içinde
bulunduğumuz durumun ciddiyetine yakışmayan bir yaklaşım düşünülemez. Çok ciddî bir manzara karşısında, hepimizin, kişisel
suçlama ve savunma duygularından kendimizi soyutlayarak, durumu kavramak, anlamak ve bu konunun ülkemizde doğru
anlaşılmasına yardımcı olmak gibi bir görevimiz vardır. Ben olaya böyle bakmak istiyorum.
O nedenle, yapacağım değerlendirmeleri, bir siyasal suçlama gibi kimse almasın, bununla kesinlikle meşgul değilim; kimse,
böyle bir savunma duygusu içinde de olmasın. Durumu görelim ve çıkış yolunu birlikte arayalım.
Değerli arkadaşlarım, nedir durum? Öncelikle, Türkiye, yirmi yıla yakın bir süreden beri, kabul edilemez düzeyde bir
enflasyonun etkisi altındadır. Türkiye, bu süreç içinde, gerçekten olağandışı, çok yüksek bir enflasyonun kronikleştiği, zaman
zaman hiperenflasyon haline dönüştüğü, güçlükle eteğinden tutularak denetlendiği, ama, kronikleşmiş tablonun değiştirilemediği bir
ekonomik görüntüyü yirmi yıla yakın bir süreden beri yaşıyor; bir defa, bu, tabiî değildir. Efendim, gelişmekte olan ülkelerin böyle
sıkıntıları vardır yaklaşımı burada geçerli değildir; bu, ciddî bir tablodur. Bunun ağır tahribatı vardır; ekonomide ağır tahribatı
vardır, toplumsal yapıda ağır tahribatı vardır, moral yapıda, ahlakî yapıda ağır tahribatı vardır, Türkiye’nin içinde, dışında ağır
tahribatı vardır.
Bu durumu aşmak zorunluluğu vardır. Türkiye, artık, yirmi yıl, bunca gelmiş geçmiş iktidarlara, hükümetlere, bakanlara,
başbakanlara rağmen, hâlâ, asgarî yüzde 60-70 bandında seyreden bir yoğun ve kronik enflasyonun etkisi altında sürüklenmeye
mahkûm olmamalıdır. Bu konuda bir irade bekliyorum, bu konuda bir kararlılık bekliyorum. Yüzde 60-70 enflasyonu içine sindiren,
bunu varsayan, kabul eden bir yaklaşımla Türkiye’nin daha devam edemeyeceğini, hepimizin içimize sindirmemiz gerektiğine
inanıyorum. Böyle bir anlayış yok; bunu doğal sayıyoruz; bu, işin bir parçası... Böyle bir şey olamaz; bunu taşıyamayız,
götüremeyiz, ülke götüremez, ekonomi götüremez.
Rakamların şiştiğine bakmayınız; ortada çok ciddî zafiyetler şekillenmeye başlıyor. Türk ekonomisi, çok tehlikeli bir
kırılganlığın içine, frajilitenin içine hızla sürükleniyor.
Değerli arkadaşlarım, bakınız, bu enflasyon tablosunun sonuçları somut bir biçimde kendisini göstermeye başladı. Bugün,
Türkiye’nin içborç stoku 1,4 katrilyon; 1,4 katrilyonluk bir içborç stokuyla karşı karşıyayız. Bu rakam, tabiî çok etkileyici bir rakam;
ama, daha etkileyici olanı, bu rakamın hızla artma eğilimi içine girmiş olmasıdır. Türkiye, geçen yıl, 1994 yılında, yani bir yıl
önce ortaya koyduğu dışborç stoku ile, 1995 yılının 1,4’lük dışborç stoku karşılaştırıldığı zaman, yüzde 150’ye yakın bir içborç
stok artışının bulunduğunu görür. Demek ki, bir yıl içinde içborçlarımız yüzde 150’ye yakın katlanmıştır. Bu, çok tehlikeli bir
büyümenin işlediğini gösteriyor. 1994-1995 arasındaki büyüme yüzde 150’ye yakındı; 1993-1994 arasında yüzde 110
civarındaydı; 1992-1993 arasında yüzde 80 civarındaydı; hızla katlanarak büyüyor. 1996 yılı sonunda içborç stokumuz 3,5
katrilyondur.
Değerli arkadaşlarım, Türk ekonomisi bu borcun altında ezilmeye başlamıştır. Borç, kartopu gibi yuvarlanıyor; bir çığ gibi
ekonominin üzerine geliyor. Ekonominin bütün yaratıcılığını, üreticiliğini tüketen bir anlayış içinde bu tablo hızla şekilleniyor.
Bu, doğru bir tablo değildir; kabul edilebilir bir tablo değildir; geçiştirileverecek bir tablo değildir; ağır bir manzaradır, vahim bir
manzaradır; sürdürülebilir bir tablo değildir. Bakınız, bu alanda en soğukkanlı, en dikkatli değerlendirmeler yapmaya özen gösteren
iş çevreleri bile, daha bir süre önce yayımladıkları bir raporla, bu tablonun artık sürdürülebilir olmaktan çıktığını ilan ediyorlar; bu
böyle gitmez diyorlar, araştırmışlar, bir uyarı olarak bunu dile getiriyorlar.
Değerli arkadaşlarım, bu tablo nereden kaynaklandı; bunun altında ne yatıyor; niçin böyle bir manzarayla karşı karşıyayız;
onun kusuru, bunun kusuru meselesine girmeden anlayalım. Niçin, Türkiye, 1996 yılı başında böyle bir içborç patlamasının tutsağı
haline dönüştü; soru budur. Bu sorudan nasıl çıkarız; ülkemizi bu içborç tutsaklığından nasıl kurtarırız; görev de budur, bunları
arayacağız, bunları çözeceğiz.
Değerli arkadaşlarım, buna baktığımız zaman gördüğümüz manzara şu: Türkiye, bir süre, ne yazık ki, vergi almayı ayıp sayan
bir anlayışın elinde oldu. Kamu gelirlerini vergi toplayarak artırmaya yönelik yaklaşımların, çağın ekonomi anlayışının ölçülerine
uymadığı, bir insanın kendi kazandığı parayı devletten daha iyi harcayacağı, devletin bunu israf edeceği düşünüldü ve denildi ki,
bırakın bu vergi meselelerini... Ona göre şekillendirmeler yapıldı; ona göre vergi mevzuatı yeniden düzenlendi; muafiyetler
getirildi, bağışıklıklar getirildi; birtakım kapılar açık tutuldu. Bilinçli bir biçimde, Türkiye’nin kamu gelirlerinin vergiden
kaynaklanan bölümünün azaltılmasına dönük bir politika kararlılıkla uygulandı. Bu dönemin anlayışı şudur: Vergi alma, borç al.
Türkiye, vergi alma anlayışını biraz hafifsedi ve borç alma yöntemini uygulamaya başladı. Başlangıçta makul faizlerle, belki uygun
vadelerle bir süreç başladı; ama, o süreç hızla gelişerek, klasik borçlanma dinamiğine uygun bir biçimde, borç alanın yakasını
kaptırması biçiminde ortaya çıktı ve Türkiye, bu sürecin etkisi altına girerek bugünkü noktaya kadar geldi.
Değerli arkadaşlarım, bu tablonun değişmesi lazımdır. Türkiye, borç al, vergi alma; sıfır faizle vergi alma; vergiyi devlet iyi
kullanamaz; bırak müteşebbis kullansın anlayışından yola çıktı; yüzde 130, yüzde 140 faizle borç alma noktasına geldi. Sıfır
faizle vergiyi almadık; yüzde 130, yüzde 140 faizle borç aldık. Bu, bir dönemin uygulamasıdır.
Bugün geldiğimiz noktada, artık, Türkiye, yatırım yapma, borç öde noktasına gelmiştir. Bugün, Türkiye, yatırım yapamaz
haldedir. Hiç kendimizi aldatmayalım; işte, 248 trilyon liraya çıkardık, 50 trilyon lira artırdık, yeni kaynaklar verdik, borç yatırım
hamlesini hızlandırıyoruz anlayışıyla kendimizi avutmayalım; Türkiye’nin şartları buna müsait değildir, yapılabilir de değildir.
Bakınız şu bütçeye; bütçe tahminlerinde, Gelir Vergisi 567 trilyon olarak öngörülmüş; daha sonra bağlanan bütçeye
bakıyorsunuz, 610 trilyona çıkmış. Nasıl çıktı, ne çıktı; yani, Gelir Vergisi tahsilatıyla ilgili yeni bir karar mı aldık, yeni
uygulama içine mi giriyoruz; iki ay önce o tahmini yapanların, Maliye Bakanlığının bu işin uzmanı bürokratlarının, iki ay sonra,
1996 yılı sonunda gerçekleşecek olan Gelir Vergisiyle ilgili tahminini 567 trilyondan 610 trilyona çıkaran ne oldu ki?..
Aynı şey, Kurumlar Vergisiyle ilgili; 100 trilyondan 120 trilyona birden çıktı; niye; çünkü, oraya biz yatırım koyacağız, o
yatırımı dengeleme ihtiyacı var; 861 trilyonda bütçe açığını tutmamız gerekir, daha da yukarı çıkarılamaz; onun için, gelirlere
gerekli hamleler...
120 trilyon, telekomünikasyon özelleştirmesine koymuşuz; yani, bu kadar garanti mi bu iş, telekomünikasyonun satışını
gerçekleştirdiniz mi, burada, bütçede 120 trilyon diye koyuyorsunuz? Kimin desteğiyle çıkaracaksınız? Anayasa Mahkemesi iptal
etmiş, kanun çıkması gerekiyor. Bu kanunun çıkarılacağına dair bir siyasî mutabakat var mı ki, böyle bir teknik belgeye, 120
trilyonluk bir gelir kalemi diye, onu bir hamlede koyuyorsunuz ve sonra da “yatırımları artırdık, dengeyi sağladık” diyorsunuz?!
Değerli arkadaşlarım, tablo iç açıcı değildir; tablo, tam tersine, umut kırıcıdır. Çok ciddî yaklaşımlara ihtiyaç vardır. Türkiye,
sadece yatırımlardan vazgeçerek de kamu açıklarını azaltma şansına sahip olma noktasını artık geçmiştir. Yatırımlardan
vazgeçerek bir dengenin sağlanması da, artık mümkün değildir; çünkü, bıçak kemiğe dayanmıştır. Devletin cari harcamalarını
daha da aşağıya indirme şansı yoktur. Yatırımların bir kenara itilmesi, Türkiye’yi çok daha ağır sıkıntılarla karşı karşıya bırakır
haldedir.
Yatırımların tamamlanma süreci olağanüstü artmıştır.Türkiye’nin yatırım pipe-line’ında çok büyük bir yatırım proje demeti
beklemekte, yüzde 75’i, 80’i, 85’i tamamlanmış olan yatırımlar küçük bazı eklemeler sağlanamadığı için sonuçlandırılamamakta,
bu tablo, bu şekilde artık sürdürülemez hale gelmiş bulunmaktadır.
Yapılması gereken şey, artık, sadece, harcama kalemlerinde indirim arayışı değildir. Yapılması gereken şey, devletin gelir
kalemlerine de ciddî bir yeni anlayışla eğilmektir; yani, her bütçe konuşmasında yer alan “vergi idaremizi etkinleştirerek vergi
hâsılasını artırmaya yönelik girişimleri sürdüreceğiz” yaklaşımını söylemiyorum; ciddî bir siyasî iradeyi, bir kararlılığı,
Türkiye’nin, vergi gelirlerinde bir atılımı, bir sıçramayı gerçekleştirmesini sağlayacak bir anlayışın ortaya konulmasını
bekliyorum ve ne yazık ki, bunu görmüyorum. Hâlâ, devletin vergi toplamasının ayıp olduğu, yanlış olduğu anlayışının etkileri,
ne yazık ki, her düzeyde kendisini sürdürüyor. (CHP sıralarından alkışlar) Bu anlayıştan çıkmak lazımdır. Bu anlayıştan
çıkmadan bu sorunun çözülmesi de, kesinlikle, artık mümkün değildir. Önümüzdeki dönemde, Türkiye, bütçesini ve yatırımlarını
gerçekleştirmek için, daha etkin, daha sağlıklı kamu gelirleri temin edecek yaklaşımların içerisine girmelidir.
Bakınız, yıllardır konuşula konuşula artık anlamını kaybetti; bir kayıt dışı ekonomi var. Herkes söylüyor; ama, bu konuda
hiçbir ciddî atılım gerçekleştirilemiyor. Kayıt dışı ekonominin, Türkiye’nin resmî ekonomisinin yüzde 30’unun üzerinde olduğu
açıkça ifade ediliyor. Bu demektir ki, o yüzde 30’daki gelir kaybı, vergi kaybı, toplanan vergilerin üçte biri düzeyindedir; yani,
Türkiye’de 700-800 trilyonluk bir vergi kaybının kayıt dışı ekonomiden kaynaklandığı anlaşılıyor. “Efendim, kayıt dışı
ekonomiyi birdenbire kayıt içine almak kolay mı?..” Elbette değil; ama, yapılması gereken şeyleri yapmaya bir an önce başlamak
lazım. Bu konudaki ihmalin faturası çok ağırdır. Bir yeni anlayışa girme ihtiyacı var. Bu rahatlık, bu ferahlık, kabul edilebilir bir
tablo oluşturmuyor.
Bakınız, Hükümetin aldığı temel bir ekonomik karar olarak bir süre önce yapılan toplantıdan sonra şunu öğrendik: “1993
yılında çıkarılmış olan, 1.1.1997’den itibaren menkul değerlerden alınması öngörülen verginin uygulanması 2000 yılına
ertelendi” kararı, Bakanlar Kurulu adına ifade edildi. Tabiî, bu kararın ne ifade ettiği, uygulanıp uygulanamayacağı ayrı bir şey;
ama, bu anlayışa dikkat çekmek istiyorum; yani, Türkiye, menkul kıymetlerden, bu 1,4 katrilyonluk borç stokunun faizinden vergi
alma anlayışı içine bile henüz girememiştir.
Bu konudaki mazeret de, fevkalade ibret vericidir. Yapılan açıklamadan anlıyoruz ki, hazine bonolarından, devlet tahvillerinden
vergi almak uygun değildir; çünkü, devletin yoğun bir borçlanma yapması söz konusudur; eğer vergi alacağımızı şimdiden ilan
edersek, bu borçlanmayı gerçekleştiremeyiz; o nedenle, aman bu konuya dokunmayalım; bırakınız, ortalığı karıştırmayalım; biz,
artık, bize borç vermek durumunda olan çevrelere mahkûm bir noktadayız, onlardan vergi alma gibi bir iddianın içine girmiş
görüntüsü vermeyelim; bu, borçlanma politikamızı zarara sokar, denilmektedir. Yani, öyle anlaşılıyor ki, yaka, bu borç verenlere
tümüyle kaptırılmıştır; onlardan vergi alma düşüncesinin telaffuz edilmesinden dahi, korkulur bir noktaya gelinmiştir.
Değerli arkadaşlarım, bakın, 24 Aralıkta bir seçim yaptık, bizden bir hafta önce, 17 Aralıkta Avusturya’da seçim yapıldı.
Avusturya’da yine bir koalisyon hükümeti kuruldu, işbaşına geldi. Onların da bir miktar bütçe açıkları var -bizimki gibi değil, hiç
mukayese edilir gibi değil; enflasyon yıllık yüzde 2 Avusturya’da- bütçe açığını kapatma ihtiyacı için de, koalisyon hükümeti bir
program hazırladı. Hazırlanan programın en temel maddelerinden birisi, bu hisse senetlerinden, devlet tahvillerinden, bonolardan
sağlanan verginin oranını, yüzde 22’den yüzde 25’e çıkarmaya dönük oldu; yani, yüzde 22 vergiyi zaten alıyormuş Avusturya,
şimdi, yüzde 25’e çıkarıyor. Biz, borç batağı içerisinde tutsak haline gelmişiz, daha, yüzde 5 dahi alamıyoruz ve sonra da, denge
tutmuyor, ne yapacağız, yatırım yapamayacağız, ücret artışları gerçekleştiremeyeceğiz diyoruz ve huzur içerisinde, bu spiralin
içerisinde yuvarlanmaya devam ediyoruz!.. Bunu kırmak lazımdır, bu kısır döngüyü kırmak lazımdır. Türkiye, alması gerekenden
almasını bilmelidir; alması gerekenden almayınca, vermesi gerekene Türkiye vermiyor. (CHP sıralarından alkışlar) Alması
gerekenden, mutlaka, Türkiye almalıdır. Alınması gerekenden almayacaksın, verilmesi gerekene vermeyeceksin; Türkiye’de, 3,5
katrilyonluk bir içborçlanmanın yüzde 25-30 reel faizini onlara ödemeye devam edeceksin ve sonra, bunu, Türkiye’nin maliye
politikası diye, herkesin kabul etmesini isteyeceksin; olur mu böyle bir şey!..
Değerli arkadaşlarım, Türkiye, artık, kamu gelirlerini artırmaya dönük yöntemlerin üzerinde ciddiyetle düşünmeye
başlamalıdır. Bugün, vergi gelirleri, kaynakta kesilen vergi haline gelmiştir; ne adaleti vardır ne verimliliği vardır. Vergiyi veren,
bordro mahkûmlarıdır, işçilerdir, memurlardır. (CHP sıralarından alkışlar) Kaynakta kesilen verginin dışında, Türkiye’de, artık,
beyan usulüyle vergi vermenin bir anlamı, bir önemi kalmamıştır. Türkiye’de, Kurumlar Vergisi, toplam vergi gelirlerinin yüzde
7’sine düşmüştür. Türkiye, sanayileşiyor, büyüyor, özel sektör gelişiyor; Türkiye’de, kurumlar vergisinin miktarı yüzde 7 olmuştur;
1995 yılında, yüzde 12’den yüzde 7’ye inmiştir.
Değerli arkadaşlarım, bu, kabul edilebilir bir tablo değildir; hızla erozyona uğruyor. İçerisinde, KİT’in vergisi var; KİT’in
vergisini çıkarınız, tablo, çok daha acı bir biçimde ortaya çıkar. Kim veriyor vergiyi Türkiye’de? Türkiye’de, Gelir Vergisi,
müterakki anlayışa tamamen ters bir tablonun içerisine girdi. Vergi çıktığı zaman, ilk kademe vergi ile son kademe vergi arasında
onbeş kademe vardı; şimdi, iki kademe olmuştur; yüzde 25, yüzde 50. En az vergi veren, en çok vergi verenin yarısı kadar vergi
vermek zorunda. Kim en az vergi veren; asgarî ücretli. Asgarî ücretli, yüzde 25 vergi verecek, yüzde 50, en yüksek vergi kademesi
olacak; Türkiye, sosyal bir hukuk devleti olacak; Gelir Vergisi, müterakki bir vergi sayılacak!..
Değerli arkadaşlarım, bunlara yeniden bakmak lazımdır. Vergiyi konuşmak güçtür; muhalefette konuşmak da güçtür, iktidarda
uygulamak da güçtür; ama, Türkiye’de, artık, bıçak kemiğe dayandı; başka çaresi yok... Yüzde 140’la faiz alırken, onu, kimin
sırtından ödediğinizi zannediyorsunuz. Almadığınız o vergileri almamaya devam ettikçe, alma hakkına sahip olmadığımız
insanların cebinden yüzde 140 faiz ödediğinizi unutamazsınız. (CHP sıralarından alkışlar)
Değerli arkadaşlarım, bu dengesizlik, bu çarpıklık artık kabul edilebilir olmaktan çıkmıştır. Türkiye’nin yeni bir anlayışa,
yeni bir vergi politikasına, kamu gelirleri politikasına şiddetle ihtiyacı vardır. Gelecek yıl, durum daha da ağır olacaktır, daha da
vahim olacaktır. Artık, enflasyonu, yüzde 60-70’lik kronik seviyesinde tutmayı başarı sayar bir anlayışın içerisine girmişiz ve
yavaş yavaş, pek çok alanda da durum ağır bir biçimde kendisini gösteriyor. Dış ödemeler dengesi bir taraftan kaygı verici bir açık
sergiliyor; dışticaret 15 milyar dolarlık bir açığı ifade ediyor; cari açık, 2,5 milyar doların üzerinde seyrediyor. Türkiye, bir
Bermuda Üçgeninin, kamu açıklarında, dışticarette ve cari açıkta kendisini gösteren bir Bermuda Üçgeninin tutsağı haline geliyor.
Değerli arkadaşlarım, bu, ağır bir manzaradır, ciddî bir durumdur; yeni yaklaşımlara ihtiyaç vardır. Buradaki olay şu:
Türkiye, erken seçimleri, taze bir başlangıç yapmak umuduyla gerçekleştirdi. Umut ettik ki; erken seçim yapacağız, yeni bir
parlamento -20 nci Parlamento- gelecek, yeni bir hükümet kurulacak; mümkünse, bu hükümet, merkez sağın iki partisinin bir araya
gelmesiyle ortaya çıkacak ve bu Hükümet, Türkiye’de köklü dönüşümleri, yapısal değişimleri, reformları gerçekleştirecek,
Türkiye’yi içine sürüklendiği bu umutsuz tablodan çıkaracak... Ne yazık ki, geride bıraktığımız birbuçuk aylık süre içerisinde
bunun hiçbir işaretini göremedik.
Zaman hızla geçiyor... Şunu bilmenizi isterim: O geçen birbuçuk ay, Sayın Mesut Yılmaz’ın Başbakanlığının 10 ayından, 12
ayından geçen birbuçuk ay değildir; o, Türkiye Büyük Millet Meclisinin dört yıllık, beş yıllık süresinden geçen bir dönemdir;
Türkiye’nin, yeni bir başlangıcı değerlendirme konusundaki şansı kullanamayarak, ortaya koyduğu çok ağır bir tahribattır. Bu
tahribatın çok ağır bir faturası vardır. Türkiye’nin bu taze başlangıç şansını, günübirlik uygulamalarla israf etmeye kimsenin hakkı
yoktur, hakkı olmamalıdır.
Değerli arkadaşlarım, Türkiye’de sıcak para çarkı, çok ağır bir biçimde hızlanarak sürüyor. İlân edilen resmî politika,
gerçekçi kur yok politikasıdır. Baskı altına alınmış bir kur politikası resmen ifade ediliyor; borçlanma devam edecek, kur baskı
altında olacak... Bu, Türkiye’nin, o sıcak para çarkının etkisi altına girmesi demektir.
Türkiye’de reel faizlerin yüzde 20’nin üzerinde olduğu açık; yüzde 20, yüzde 30, bazen onun üzerinde reel faizlerin yaşandığı
görülüyor. Türkiye, dünyanın hiçbir ülkesinde görülmeyecek düzeyde, dolara faiz ödeyen bir ülke haline gelmiştir. Bir ülkenin, dolara
yüzde 20’nin üzerinde faiz verebilmesi söz konusu olur mu; dünyada bunu gerçekleştiren bir başka ülke var mıdır acaba?! Türkiye,
yıllardan beri dolara yüzde 20’nin üzerinde faiz ödüyor; bu faiz, Türkiye’nin kanını kurutuyor; Türkiye’nin yatırıma gidecek,
büyümeye gidecek kaynaklarını tüketen, kurutan bir kaynak haline dönüşüyor. Bu, çok ağır bir manzaradır, bunun hızla ortadan
kaldırılması zorunluluğu vardır.
Kurları bastırarak, faizi yüksek tutarak Türkiye’de sadece gün kurtarılabilir; ama, biliniz ki, kurtardığınız günü, yarını yiyerek
kurtarıyorsunuz ve giderek yarınlar artık kurtarılamaz hale dönüşüyor.
Değerli arkadaşlarım, kamu gelirlerini artırma konusunda, Hükümetin, bir ihtiyacın içine girdiği anlaşılıyor. Bu geliri artırma
arayışı içinde, çeşitli denemeler yapıyorlar; zam, bu doğrultuda başvurulan bir yöntem, ama en adaletsiz yöntem. Türkiye’de zaten
vergiler dolaysız vergi olmaktan çıkmış, dolaylı vergi haline gelmeye başlamış, adaletsizlik vergi sistemini etkisi altına almaya
başlamış; böyle bir tablonun içinde, bir de zam uygulaması, Türkiye’yi, çok haksız bir tablonun içine çekiyor.
Bütün bunlara ek olarak, şimdi, bu bütçede, üzerinde durulması gereken ilgi çekici bir tablo daha görüyorum: 5 KİT’e salma
çıkarılmış. Vergiyi faizden alamıyoruz, ranttan alamıyoruz, havadan para kazananlardan tek kuruş vergi alamıyoruz; ama, KİT
kazançlarına gözümüzü dikiyoruz, KİT’lerden 48.7 trilyonluk bir salmayı, bu bütçe uygulamasıyla gerçekleştiriyoruz... 5 tane KİT
seçilmiş -içinde, son günlerin meşhur TEDAŞ’ı da var, Devlet Hava Limanları da var, Tekel’i de var- onlardan 48.7 trilyon salma
alınıyor. Ne demektir, niçin bu 5 KİT’ten alınıyor; böyle bir vergi hukuku olabilir mi, böyle bir vergi düzeni olabilir mi...
Varlık Vergisi tartışması, bunun yanında, vergi hukukunun örnek göstereceği bir anlayışa sahiptir. Sadece KİT’leri
seçiyorsunuz, 5 tanesini seçiyorsunuz ve onlara “cironun, iş hacminin yüzde 8, yüzde 10’unu vergi olarak vereceksin” diyorsunuz ve
parasını alıyorsunuz; böyle bir şey olmaz; ne vergiciliğe sığar, ne gerçekleştirmeye çalıştığımız pazar ekonomisinin mantığına
uyar, ne bütünleşmeye çalıştığımız dünyanın, Avrupa Toplumunun uygulamalarına ayak uydurur; bütün bunlar mümkün değil.
Gözümüze kestirmişiz, Deli Dumrul’un vergi alması gibi, onlardan 50 trilyona yakın vergi alıyoruz. Ne oluyor bu vergi; bu, tabiî,
aynen halka yansıyor. Rekabet nasıl olacak, bunlar malî yapılarını nasıl düzenleyecekler, otofinansmanlarını nasıl
gerçekleştirecekler, modernleşme yatırımlarını neyle sağlayacaklar; bu konuyla kimse meşgul değil. Bu, artık, bizdeki vergi
anlayışının, çok ilkel bir yaklaşıma, “tuttuğundan koparabildiğini al” yaklaşımına yöneldiğini gösteriyor.
Değerli arkadaşlarım, Sayın Bakan da sunuş konuşmasında ifade etti, “bu bütçe yasasının Anayasaya açıktan aykırı pek çok
maddesi var; bunları düzelteceğiz; teknik zorunluluklardan ortaya çıkıyor” dedi. Bir an önce bunun düzeltilmesini, Anayasaya
aykırılığın bir defalık ya da beş aylık, üç aylık kabul edilebilir olduğu gibi bir anlayışın resmen ifade edilemeyeceğini belirtmek
istiyorum.
Bu çerçevede, dikkati çekmek istediğim bir nokta, Sosyal Sigortalar Kurumuyla ilgilidir. Getirilen düzenlemelerden bir tanesi
olan 6 ncı madde, Sosyal Sigortalar Kurumunu devletleştirmeyi öngörüyor. Hükümet Programında, teşebbüs düzeyinde kalmış bir
SSK özelleştirme projesini görmüştük, telaffuz edilmişti, sonra geri alınmıştı “özelleştireceğiz” denilmişti. Şimdi, bu bütçenin 6
ncı maddesinde gördüğümüz odur ki, artık, SSK özelleştirilmemiş, devletleştirilmiştir. Maliye Bakanı ve Hazineden sorumlu bakan
bir araya gelerek, SSK’nın bütçesini, çeşitli fonlarının birbirlerine aktarılması konusunu, tümüyle uygun gördükleri gibi
kararlaştırır haldedir. SSK, sıradan bir devlet dairesi değildir; onun içerisinde işçilerin ve işverenlerin primi var; kendisine özgü bir
yapısı var. SSK’ya, şimdi, dışarıdan bir bütçe kanunuyla böylesine bir müdahale, sadece bir biçimsel Anayasa ihlali olmanın
ötesinde, Anayasanın özüne de, SSK’nın doğasına da ters düşen, kabul edilemez bir uygulama sergiliyor. Bu uygulamanın derhal
ortadan kaldırılması lazım. (CHP sıralarından alkışlar)
Genel Kuruldaki bu görüşmelerde, biz, bu konuları yakından takip edeceğiz; yani, Hükümete bir izin verelim, beş altı ay
içerisinde bir çerçeve kanun çıkarıp bu konuyu düzenlesinler anlayışı içerisinde olmayacağız. SSK’yı, bu Hükümetin, bu biçimde -
çok kabaca- onun kendi özgün yapısını bir kenara iterek, malî koşullarını yok sayarak, sıradan bir devlet dairesi haline getirme
girişimine karşı çıkacağız. Hükümetin, bu noktada gerekli önlemi şimdiden almasının zorunlu olduğuna işaret etmek istiyoruz.
Değerli arkadaşlarım, bu bütçe, Türkiye’ye yeni bir başlangıç yapma bütçesi olarak gözükmüyor. Bu bütçe, bugüne kadar
süregelen, ciddî bir irade sergilemekten uzak, duruma teslim olmuş, rıza göstermiş anlayışın bu yeni Hükümette de aynen sürmekte
olduğunu ortaya koyuyor. O anlayışın, bugüne kadar sürmesini mazur görmek, belki, mümkün olabilirdi; çünkü, seçime doğru
gelmiş, artık, geleceğini tam tasavvur edemeyen bir hükümet tablosu içerisinde, iddialı projelerin, yeni atılımların uygulanmasını
beklemek gerçekçi olmayabilirdi; ama, şimdi, yeni bir başlangıç var, önünüzde beş yıllık bir süre var, iddialı bir program
koymuşsunuz, “Türkiye’nin temel sorunlarına el atacağız” demişsiniz; “çarkı çevirmek için değil, yapısal bozuklukları değiştirmek
için iktidara geldik” demişsiniz; ne yapıyorsunuz, bu konuda hangi yeni anlayış var?.. Hiçbir yeni iddianın, yeni bir yaklaşımın en
küçük belirtisini dahi göremedik. Türkiye, bugüne kadar süren ekonomi politikasına tamamen teslim olmuş bir anlayışla yol almaya
devam ediyor. Bu anlayışla bir yere varamayız; yazıktır, günahtır, bir umudu israf ediyorsunuz, bir umudu harcıyorsunuz... Bu
umudun niçin harcandığını anlamak da mümkün değildir; bunda, kimsenin şahsî yararı yoktur, partisel yararı da yoktur, Türkiye’nin
de hiçbir yararı yoktur. Türkiye, her zamankinden çok daha taze bir başlangıç ihtiyacı içerisindeyken, ne yazık ki, bunu
gerçekleştiremez bir duruma sürüklenmiştir.
Türkiye’nin temel sorunları var; bu sorunlara yönelik bir ciddî arayış kendisini göstermiyor. Pek çok sorunumuz var, ben, bir
tanesinin altını özellikle çizmek ve kamuoyumuzun, Türkiye Büyük Millet Meclisimizin ve Hükümetimizin dikkatine sunmak
istiyorum.
Değerli arkadaşlarım, tarım ve hayvancılık, Türkiye’de, bir büyük potansiyel olarak değerlendirilebilecek bir şans olarak ortada
dururken, ne yazık ki, bu konuda, tam tersi bir anlayışın içerisine girilmiştir; tarım ve hayvancılık, bir anlamda gözden
çıkarılmıştır; tarımın ve hayvancılığın, artık, Türkiye geleceği için bir umut besler halde olması, ne yazık ki, imkânsız hale
gelmiştir... Türkiye, artık, net bir tarım ürünleri ithalatçısı haline dönüşmek üzeredir. Bunun, ne kadar ağır bir tablo olduğunu
tasavvur edebiliyor musunuz. (CHP sıralarından alkışlar) Türkiye, net bir tarım ürünleri ithalatçısı ülke haline geliyor; gelecek yıl
çok daha fazla olacak, bu netlik büyüyecek... Türkiye, 3 milyar dolara yakın tarım ürünü ithal ediyor. Türkiye, 200 milyon dolar
civarında, sadece, yem malzemesi ithal ediyor, mısır ithal ediyor, soya ithal ediyor...
Değerli arkadaşlarım, bu ithalat politikası, Türk ekonomisini, tarım kesiminde çok ağır bir tahribatın içerisine almıştır.
Bunun, hiçbir zorunluluğu yoktur; yasal zorunluluğu da yoktur, ekonomik zorunluluğu da yoktur. Bunu, marifet saymışızdır;
düşünmüşüzdür ki, gelişme, ilerleme böyle olur, iyisini, güzelini getirelim. Duvarlar açılmıştır, her şey gelmiştir; onun terbiyevi
etkileriyle enflasyonu indiririz kabul edilmiştir; ama, işin özü, üretimi, tahrip olmaya başlamıştır.
Bugün, hayvancılık, Türkiye’de perişandır. Değerli arkadaşlarım, tarımın ve hayvancılığın perişan olması, sadece,
ekonomimiz içerisinde büyük potansiyel taşıyan belli sektörlerin güç duruma düşmesi anlamına gelmiyor. Bugün, tarım,
nüfusumuzun yüzde 42’si demektir, coğrafyamızın çok büyük bir kesimi demektir... Türkiye’nin, toplumsal dengesi, iç barışı
demektir... Türkiye, tarımı ihmal ederek, hayvancılığı ihmal ederek, kendi kendisine en büyük zararı vermektedir. O zararın
tahribatından kurtarmak için, gelecekte trilyonları harcasak onun altından kalkamaz haldeyiz. Bir yandan tarımı tahrip ediyoruz, öte
yandan da, büyük kentlerimizin belediye başkanları “vize koyalım İstanbul’a, vize koyalım İzmir’e” diye, maruz kaldıkları
toplumsal baskıdan kendilerini kurtarmaya çalışıyorlar... (RP sıralarından “Siz mi kurtaracaksınız” sesleri) Kime vize
koyuyorsunuz; İzmir’i, İstanbul’u sen mi kurtardın ki, onu kurtaran insanların çocuklarının, İzmir’e, İstanbul’a girme hakkını
ellerinden almaya kalkıyorsun?! (CHP sıralarından alkışlar)
Değerli arkadaşlarım, Türkiye’nin sorunlarını, birisi Refah Partisinde birisi Doğru Yolda, ama ikisi, aynı zihniyette çözümlerle
çözmeye çalışan insanların beraberliğine tanık oluyoruz bu noktada. Türkiye’nin sorunları, ciddî önlemlerle, yapısal önlemlerle
çözülür. Türkiye’de tarımı bitireceksiniz, Güneydoğuyu, Doğuyu, hayvancılığı bitirerek perişan edeceksiniz, sonra onbinlerce insan
köy boşaltma uygulaması içerisinde, arazisinden, toprağından, mezrasından, köyünden kopunca, onlara sahip çıkmayacaksınız,
İstanbul’un, İzmir’in varoşlarına gelince “vize koyalım bunları önleyelim” diyeceksiniz; olur mu böyle politika!.. (CHP
sıralarından alkışlar)
NURETTİN AKTAŞ (Gaziantep) – Dört yıl hükümette kaldınız, niye bunları çözümlemediniz?
BAŞKAN – Müdahale etmeyelim arkadaşlar.
MEMDUH BÜYÜKKILIÇ (Kayseri) -Çözüm önerirsiniz; politik gösteriye gerek yok ki.
DENİZ BAYKAL (Devamla) – Değerli arkadaşlarım, Türkiye’nin yeni bir yaklaşıma ihtiyacı var; sorunlarının yapısal
olduğunu kavramaya, onu çözecek ciddî politikaları ortaya koymaya ihtiyacı var. Faizi kaldıracağız, vergiyi kaldıracağız
yaklaşımlarıyla bu konuları çözemezsiniz. Türkiye’de herkesin ülkenin geleceğine katkı yapma sorumluluğunu, hepimizin kabul
etmesine ihtiyaç var. Bu ülke hepimizin; biz, bir anonim şirketin, sınırlı sorumlu bir şirketin hissedarları değiliz; bu ülkenin
vatandaşlarıyız, hepimiz Türkiye Cumhuriyetinin eşit yurttaşlarıyız... (CHP sıralarından alkışlar) İyi gününde, kötü gününde,
vergi verirken, bayramında seyranında beraber olacak; Türkiye’ye birlikte sahip çıkacağız. Kimse kimseye “vergi almayacağım,
senden bir şey talep etmeyeceğim” diyerek, umut vermeye kalkmasın; o umudun altında kendisi ezilmekle kalmaz, Türkiye de ezilir.
Onun için, ciddî olmak, gerçekçi olmak gerektiğini ifade etmek istiyorum.
Değerli arkadaşlarım, Türkiye’nin büyük sorunları var, bu sorunlarına, ciddî çözümler getirme ihtiyacı var; bu çözümleri
elbirliğiyle arıyoruz. Bakınız, pek çok konuda, pek çok noktada, bir yeni yaklaşım ihtiyacı var. Bugün, hızla, bir an önce, bir vergi
reformunun, bir finansman reformunun mutlaka yürürlüğe konulması lazımdır. Türkiye, artık, vergisini bile alamadığı fazin altında
ezilmeye mahkûm bir ülke görüntüsünden bir an önce çıkabilmelidir. Hâlâ, bu konudaki ciddî bilgiler dahi, kamuoyuna tam
sunulabilmiş halde değildir. Türkiye, 1995 yılında, 1994 yılında, 1993 yılında, özel kesimden yaptığı borçlanmanın yıllık
ortalama faizi olarak ne ödüyor; bunun, kamuoyuna resmen sunulması lazımdır. Bir yılda, ne kadar faiz ödeyerek borçlanabiliyoruz;
önümüzdeki 3,5 katrilyona ne kadar faiz ödeyeceğiz, yüzde kaç faiz ödeyeceğiz; bu faiz, enflasyonla, döviz değerindeki değişmeyle ne
ortaya koyuyor?.. Yüzde 20’nin üzerindeki reel faizler konuşuluyor. Türkiye’nin borçlanmasında 10 puanlık bir inme sağlanmış
olsa, bu 3,5 katrilyonluk bir borçlanma içinde, 350 trilyonluk bir gelir artışı demektir. 350 trilyonluk bir gelir artışını, Türkiye,
faizlerinde 10 puanlık indirimi sağladığı zaman başaracak noktadadır. Ee, kamuoyunun bilgisi dışında; nasıl gelişiyor, bunun
farkında değiliz.
Değerli arkadaşlarım, Türkiye’nin bu konulara, finansman sorununa, vergi sorununa yönelik, şeffaflığa ve ciddî yaklaşımlara
bir an önce kavuşturulması gerekiyor. Türkiye’nin yönetim sistemini derhal değiştirmemiz gerekiyor. Türkiye’de, demokrasiyi, artık
tabandan şekillendirmeye başlayacağız. Meclis demokrasisinin dönemi bitmiştir. Şimdi, artık, demokrasiyi, muhtarlıklardan
başlayarak, yeniden inşa etme zorunluluğu var. Türkiye, bir an önce, yerel yönetim anlayışını yeniden ele almalıdır; her muhtarlık,
bir belediye başkanlığı haline dönüştürülmelidir; büyük kentlerdeki muhtarlar, semt belediye başkanı haline gelmelidir; köylerdeki
muhtarlar, en yakın belediyeyle irtibatlı, belediyenin bir temsilcisi haline dönüştürülebilmelidir...
Değerli arkadaşlarım, bugün, 20 bin, 30 bin oyla bir milletvekili seçiliyor. 60 bin oyla seçilen muhtarlar var Türkiye’de; bunlar
da millî iradeyle seçiliyorlar; onlara bir etkinlik, bir işlev, bir yetki sağlamadan, Türkiye’nin sorunlarının çözülmesi mümkün
değildir.
İl genel meclisleri, yeni bir anlayışla ele alınmalıdır. İl genel meclisleri, yöresel sorunları çözmenin malî, hukukî
olanaklarına bir an önce kavuşturulmalıdır.
Türkiye, bir an önce, bir adalet reformuna götürülebilmelidir, bir eğitim reformuna götürülebilmelidir.
Bakınız, bir süredir yolsuzlukları konuşuyoruz; Türkiye çalkalanıyor. Bakınız, bütçeyi görüşüyoruz; en önemli işlerinden
birisi Türkiye Büyük Millet Meclisinin. Nasıl görüşüyoruz şu bütçeyi; yani, Hükümete ortak olan siyasî partilerin genel başkanları
Mecliste yok, bütçeye sahip çıkan yok, Hükümete sahip çıkan yok; Hükümet, bir azınlık hükümeti; Parlamentoda istikrarlı bir
çoğunluğu yok; ona, hükümet olma şansını verenler, pişmanlık içerisine girmeye başlamışlar; nasıl kendilerini bu sorumluluktan
sıyırabilirler, onun arayışına yönelmişler... (RP sıralarından alkışlar) Ortada soruşturma önergeleri dolaşıyor. Soruşturma
önergelerinin her birisi saatli bomba; ne gün, nerede patlayacak, belli değil. Altmış milyon, bu Hükümete bakıyor; beş yıllık bir
döneme yönelik reformlar yapacaklar, programlar uygulayacaklar, Türkiye’yi yönetecekler; Başbakan inecek, Başbakan gelecek; bir
daha inecek, bir daha gelecek; sonra birisi Cumhurbaşkanı olacak, birisi Başbakan olacak... Nerede bunlar, nerede bu iddiaların
sahipleri... (CHP ve RP sıralarından alkışlar)
Herkes kopmuş, çekilmiş; herkes, söylediğine, yaptığına pişman, içine girdiği yolun yanlışlığını görmüş halde... Türkiye ne
olacak; niye buraya girdik; Türkiye’yi buraya kim soktu; ne için girdiniz, ne yapacaksınız, nerede bu irade, bu coşku, bu şevk, bu
iddia; bunu görmek istiyoruz. Nerede Türkiye’nin sahibi, Hükümetin sahibi, sorumlusu... Görevli Bakan orada bir iyi niyet içinde,
sorumluluk duygusu içinde görevini yerine getirmeye çalışıyor, Türkiye de, bütçe görüşmesi yapıyor. (CHP sıralarından alkışlar,
“Başbakan geldi” sesleri)
Evet, intakı hak...
Değerli arkadaşlarım, Türkiye’nin bir an önce önündeki konulara yönelik yeni anlayışlarını ortaya koyması lazım. Hükümetin
ekonomi politikasıyla ilgili temel değerlendirmesini, açıkça, bütün ayrıntılarıyla kamuoyuna ilan etmesi lazım; önce bunu dinlemek
istiyoruz.
Bazı konularda verilmiş olan sözlerin kararlılıkla takip edilmesi ve hızla sonuçlandırılması lazım. Mesela, bu boşaltılan
köylerle ilgili çok açık taahhütler ortaya atılmıştır. Boşaltılan köylerle ilgili yapılan taahhütlerin derhal gerçekleştirilmesi lazım.
(CHP sıralarından alkışlar) Bu bütçede, ne yazık ki, bu konuda hiçbir işaret göremiyoruz. Toplu Konut İdaresinin sıradan
olanakları içinde halledilecek diye, konu, uyutulmaktadır; bunu görüyoruz, bunu Hükümete yakıştırmıyoruz... Konu ciddîdir;
bakın, söylediniz; sizi bunu söylemeye zorlayan bir gerçek var; gerçeği hepimizin görmesi ve gereğini yerine getirmesi lazım. Bugün,
Türkiye’nin, bir başka coğrafyasında, bin tane köyün boşaltılması ve köyünü boşaltan o insanlara, hiçbir tazminat ödenmemesi
mümkün müdür; bunun Anayasada yeri var mı; hukuk devletinde yeri var mı; gerçekleştirmeye çalıştığımız barış anlayışı
içerisinde bunun yeri var mı... Bir an önce yapılması lazım; hiç gecikmeden bu konunun öncelikle ele alınması ve
sonuçlandırılması lazım.
Değerli arkadaşlarım, Türkiye’de, Hükümetin bu ilk döneminde, kuruluş günlerinin heyecanı içerisinde, maruz kaldığımız
bazı yanlış uygulamalara da dikkati çekmek istiyorum: Yeni bir koalisyon kurulmuş; devleti yeniden şekillendirme arayışı
içerisinde, uzun bir zaman, bir kadro çekişmesine, bir kadro paylaşmasına ayrıldı. Uzun bir süre, bir ayı aşkın bir süre -hâlâ da
sonuçlanmış değildir- valiler, genel müdürler, nasıl atanacak; Türkiye, bunun telaşı içerisinden geçti. Merkez Bankası, hangi valinin
tayinine endekslenmiş, hangi genel müdür, kiminle birlikte değerlendirilecek; kamuoyu, hayretler içerisinde, bu tabloyu aylarca izledi.
Tabiî, bu çok üzüntü verici bir olay; ama, bundan daha üzüntü verici bir olay da şu: Türkiye’nin kritik noktalarında görev yapan
kamu görevlileri var. Bu kamu görevlileri, çok ağır koşullarda, büyük bir özveriyle, iyi niyetle hizmet veriyorlar. Bu insanlara yönelik
olarak, doğrudan Sayın Başbakanın “evet, MİT Müsteşarını ve Dışişleri Müsteşarını değiştireceğiz” diye, bir açıklama yapması
gibi bir yönetim anlayışı, acaba dünyanın neresinde var; öyle bir şey olabilir mi?!. (CHP sıralarından alkışlar) Yani, Sayın
Başbakan diyor ki “evet, onları değiştirmeyi düşünüyoruz.” Bunu söyleyeli bir ay oldu; hâlâ görevlerinde; çok güç bir iş yapıyorlar,
dünyayla muhatap oluyorlar. Şimdi, Sayın Başbakan, bir yandan, kamuoyuna “evet, ben, falan falan görevlileri değiştireceğim” diye
açıklama yapacak, öte yandan, o açıklama sürüncemede kalacak ve o görev, o insanlar tarafından yürütülmeye devam edilecek...
Böyle bir haksızlığı bu ülkeye yapmayınız; bu, doğru değildir; değiştirecekseniz, değiştirisiniz... Değiştireceğiniz insanları
“değiştireceğiz” diyerek aylar öncesinden bütün Türkiye’ye ilan edip, sonra, onları, aylarca görev başında tutup, onları
etkisizleştirip, Türkiye’yi, dış dünyayla ilişkilerinde güç duruma sokmak, uygun bir anlayış sayılabilir mi...
Değerli arkadaşlarım, bu çerçevede -Sayın Başbakan da gelmişken- önem verdiğim bir noktaya daha, şu, Iğdır’daki akşam
sohbetine değinmek istiyorum. Sayın Başbakan, Iğdır’da, gazetecilerle yaptığı akşam sohbetinde, Türkiye’nin Kardak konusundaki
hukukî konumuyla ilgili olarak ne söylemiştir; ben, bunu, burada, kendi ağzından dinlemek istiyorum. (CHP sıralarından alkışlar)
Sayın Başbakanın, Kardak kriziyle ilgili özel sohbetini -artık, özel sohbet olmaktan çıktığı için- Türkiye Büyük Millet Meclisi
kürsüsünden, ben de öğrenmek istiyorum. Eğer, ortada konuşulacak bir şey varsa, orada konuşmakla kalınmaz; orada açılan bir
konu, takip edilir. Eğer, takip edilmeyecekse, orada açılan konunun niçin açıldığının izahının, burada yapılması gerekir. (CHP
sıralarından alkışlar)
Değerli arkadaşlarım, yeni bir hükümetin görev başına gelişi sırasında, belki, böyle olaylar yaşanabilir; ama, benim bildiğim
kadarıyla, görev başına gelen kadromuz, deneyimli bir kadrodur; geçmişte, aynı noktalarda görev yapmışlardır. Bu uygulamaları
kendilerine yakıştıramadığımı ifade etmek istiyorum.
Değerli arkadaşlarım, Türkiye, büyük güçlüklerin içerisinden geçiyor; buna, kuşku yok. Demin, Sayın Bakan da burada ifade
etti; iş, sadece, bugün, benim konuşmamda dile getirdiğim olumsuzluklardan ibaret değil; Türkiye’de, çok umut verici dinamikler de
işliyor.
BAŞKAN – Sayın Baykal, 5 dakikanız var efendim.
DENİZ BAYKAL (Devamla) – Toparlıyorum Sayın Başkan.
Ülkemizde çok sevindirici gelişmeler de oluyor; buna kuşku yok. Türkiye, kabına sığamıyor. Türkiye’nin teşebbüs gücü,
yaratıcılığı, üreticiliği, halkımızın azmi, her an, her alanda kendisini gösteriyor. Gerçekten de Gaziantep’inden
Kahramanmaraş’ına, Denizli’sinden Kütahya’sına, Çorum’undan Erzincan’ına kadar, Türkiye’nin pek çok yöresinde, halkımız,
üreticilerimiz, sanayicilerimiz büyük bir başarıyı kendi emekleriyle gerçekleştiriyorlar. Elbette, onların bu başarılarıyla iftihar
edeceğiz, elbette, yurtdışına işçi olarak gidip işadamı olan başarılı Türklerle iftihar edeceğiz, elbette, onlara yardımcı olacağız;
ama, bilinmesi gereken temel nokta şu: Türkiye’nin bu dinamizmini biz engelliyoruz, Ankara engelliyor, Meclis engelliyor,
hükümetler engelliyor... Bunu aşmak lazım. Biz, görevimizi yapmadıktan sonra, enflasyonu yüzde 70’ler, yüzde 80’ler de sürdürerek,
Türkiye’yi yatırım yapamaz, üretim yapamaz bir ülke haline dönüştürerek, halkın dinamizmiyle, yaratıcılığıyla ortaya çıkan
başarılardan teselli arama hakkımız yoktur. Elbette, onlarla iftihar edeceğiz; ama, onlara yardımcı olmak, onların başarısının
zeminini, altyapısını hazırlamak da bizim görevimiz olmalıdır.
Değerli arkadaşlarım, bu bütçe, sadece, içeriğiyle değil, onu uygulayacak hükümetin siyasî koşullarıyla da anlam ve önem
kazanacaktır. Bu hükümet daha ne kadar bir arada çalışma şartına sahip olacaktır, bunu bilemiyoruz. Sayın Başbakan, diyor ki:
“Ben, çamurun üstünde başbakan olarak oturmam.” Ama, Başbakan olmak için, çamurun üstüne çıkar. (CHP sıralarından alkışlar)
O hangi çamurdur bilmiyorum tabiî “ortada bir çamur varsa başbakan olmak için ona çıkarım; ama, onun üstünde oturmam” diyor
Sayın Başbakan; oturacak mıdır oturmayacak mıdır göreceğiz önümüzdeki günlerde. Önümüzdeki günlerde bu konular ele
alınacak, konuşulacak.
Şimdi, değerli arkadaşlarım, böyle bir ilişkinin ortaya çıktığı, bu anlayışların ifade edildiği, seçim öncesinde dile getirilen bu
formüllerin, bırakınız seçimi, Hükümet kurulduktan daha düne gelinceye kadar aynen tekrar edildiği bir ortamda, Türkiye’nin, bu
güç sorunların altından kalkacak, bu bütçeyi kararlılıkla yaşama geçirecek bir hükümete sahip olabileceği umudunu taşıyabilir
misiniz; kim taşıyabilir?!. Bu bütçe, bu Hükümet kadar geçerlidir, bu Hükümet kadar yürürlüktedir. (CHP sıralarından alkışlar) Bu
Hükümetin de ne kadar geçerli olduğunu, ne kadar yürürlükte olduğunu, önümüzdeki günlerde, hep birlikte, yaşayarak göreceğiz.
Sözlerime son verirken, ben de, bugün 17 Nisan; yedinci Cumhurbaşkanımız Turgut Özal’ın...
BAŞBAKAN A. MESUT YILMAZ (Rize) – Sekizinci Cumhurbaşkanı...
DENİZ BAYKAL (Devamla) – ...sekizinci Cumhurbaşkanımız Turgut Özal’ın vefatı dolayısıyla duygularımı ifade etmek
istiyorum. Kendisini rahmetle anıyorum. Ülkemize, Cumhurbaşkanı olarak bir dönem hizmet vermiştir, iyisiyle kötüsüyle, olumlu
yönleriyle, bugün karşılaşmaya başladığımız olumsuz yönleriyle. Ülkemize, devlet başkanı olarak hizmet vermiş olan rahmetli
Özal’ı, ben de, rahmetle anıyorum.
Yine, bugün 17 Nisan, köy enstitülerinin kuruluş günüdür. Bunun da büyük önem taşıdığına inanıyorum. Türk toplumunun
kabuğunu kırmaya yöneldiği, Türk köylüsünün kimliğine, bilincine kavuşmaya başladığı, Türkiye’nin kentlerden köylere doğru
açılmaya yöneldiği, özgüvenini tazelediği, dünya pedagoji bilimine orijinal, önemli bir katkı olarak gelen köy enstitülerimizin
kuruluşunun bu yıldönümünü de saygıyla anıyorum. (CHP sıralarından alkışlar) Köy enstitülerinin gerçekleştirilmesine emek
vermiş, katkı yapmış, köy enstitülerinden yetişmiş, köy enstitülerine umut bağlamış bütün yurttaşlarımın da bu gününü
kutluyorum.
Hepinize sevgiler, saygılar sunuyorum. (CHP sıralarından ayakta alkışlar)
BAŞKAN – Teşekkür ederim Sayın Baykal.
Söz sırası, DSP Grubu adına Sayın Zekeriya Temizel’de.
Buyurun efendim. (DSP sıralarından alkışlar)
DSP GRUBU ADINA ZEKERİYA TEMİZEL (İstanbul) – Teşekkür ederim Sayın Başkan.
Sayın Başkan, sayın milletvekilleri; 1996 Yılı Konsolide Bütçe Yasa Tasarısının tümü üzerinde, Demoratik Sol Partinin
görüşlerinin bir bölümünü belirtmek üzere, Grubum adına söz almış bulunuyorum. Sözlerime başlarken, siz sayın Meclis üyelerine
ve bizi dinleyen, bizi izleyen tüm yurttaşlarımıza, Demokratik Sol Parti adına saygılarımı sunuyorum.
Değerli milletvekilleri, hepinizin bildiği gibi, kamu maliyesi son yıllarda krizde. Kamu maliyesinin krizi, genel ekonomik
bunalımın da temel nedenlerinden biri olarak görülmekte. Meclisimiz, bu koşullarda, 1996 yılının, 4 ayı kullanılmış olan bütçesini
görüşmeye başlıyor. Görüşeceğimiz bu bütçe ya ekonominin süregelen bunalımlarına katkıda bulunacak; yani, bunalımı daha da
ağırlaştıracak ya da ekonomik bunalımdan çıkmasına büyük bir katkısı olmasa bile, kamu maliyesinin ve yönetiminin disiplin
altına alınmasına yönelik çalışmalarıyla gelecek yıllar için bir örnek oluşturacak.
Bu bütçenin, bu katkılardan hangisini gerçekleştireceğini belirlemeden önce -ki, bu belirlemeyi, benden sonra konuşacak olan
değerli arkadaşım Sayın Uluğbay yapacak- 1996 yılı bütçesinin hangi ekonomik koşullar altında hazırlandığını gözler önüne
sermekte yarar olduğunu düşünüyorum.
Değerli milletvekilleri, anımsayacağınız üzere, 1991 yılı sonbaharında iktidarda bulunan ve erken seçim kararı alan
Hükümetin Başbakanı olan Sayın Mesut Yılmaz, ekonominin iyi durumda olmadığını, ekonominin sağlıklı hale getirilebilmesi
için istikrar önlemlerinin zorunlu bulunduğunu; bu önlemlerin de seçime bir yıl kala uygulanmasının olanaksız olduğunu belirtiyor
ve bu nedenlerle erken seçime gidildiğini açıklıyordu. 1996 bütçesinin görüşüldüğü bu dönemdeki ekonomik durum, işte, 1991
yılında tanımlanan bu durumdan farklı değildir; hatta, daha da kötüsüdür. Daha kötüsüdür; çünkü, 1991 yılındaki ekonomik
görünüm, 1993 yılında tam bir çöküntüye sürüklendikten sonra, 1994 yılında alınan ekonomik önlemlerle, 1995 yılında ancak
1993 yılındaki düzeyine yeniden dönebilmiştir.
5 Nisan 1994’te alınan ekonomik önlemlerle, ekonomi, eksi 6 küçülmeyle dibe vurdurulmuş, 1995 yılında yeniden bu
büyüklüğe ulaşarak, 1995 yılındaki kişi başına millî gelir, 1991 yılındaki düzeyine ancak ulaşabilmiştir.
1993 yılında 14 milyar dolarla tarihinin en yüksek değerine ulaşan dış ticaret açığı, 1994 yılında 4,2 milyar dolara kadar
çekilmiş ancak; 1995 yılında, sanki tarihin tekerrürü gibi, yeniden 14 milyar dolar olarak gerçekleşmiştir.
1995 yılı ithalatı içerisindeki en önemli değişiklik ise tarım ürünlerinde ortaya çıkmış, Türkiye tarım ürünleri ithalatına 1995
yılında 2 milyar 452 milyon dolar ödemek zorunda kalmıştır.
Değerli milletvekilleri, ülkenin, içine düşürüldüğü bu durum başka birçok ekonomik göstergeyle, somut olarak gözler önüne
serilebilir. Örneğin, üretken yatırımların yapılamadığı, gelir dağılımının gitgide bozulmakta olduğu, tarım sektörünün ülkeyi
besleyemez duruma geldiği ve biraz önce belirttiğimiz gibi, bir yıl öncesine göre, yüzde 100’ler dolayında artış göstererek ithalat
rakamının 2,5 milyar dolara ulaştığı, bütün bu göstergelerin sayılabileceklerindendir. Ancak, bunların ayrıntılarının burada
anlatılmasına zamanımız elvermiyor. Biz, burada 1996 yılı bütçesinin hazırlandığı bir sırada, Türkiye ekonomisinin belirleyici üç
temel özelliğini vurgulayarak konuyu sınırlandırmak istiyoruz.
Değerli milletvekilleri, 1996 yılına girildiğinde, Türkiye ekonomisinin belirleyici üç temel özelliği bulunmaktadır. Bunlardan
birincisi, yüksek enflasyon; ikincisi, kronikleşen işsizlik; üçüncüsü de, üretim ekonomisi yerine rant ekonomisinin egemen ekonomik
faaliyet biçimi olmasıdır.
Hepinizin çok yakından bildiği gibi, Türk ekonomisinin en temel özelliği, her türlü ekonomik dengeyi bozarak dar gelirliler için
yaşamı çekilmez hale getiren yüksek fiyat artışlarıdır; yani, yüksek enflasyona mahkûm olmasıdır.
Enflasyonun bilinen birçok nedeni bulunmaktadır; ancak, kamu giderlerinin sağlam finansman kaynaklarına
dayandırılmamasının ve kamunun; gelirlerinin üzerinde gider yapmasının, enflasyonun temel nedenlerinin başında geldiğine de
kuşku yoktur. Vergi gelirlerinin kamu giderlerini karşılama oranı düştükçe, enflasyon ve ekonomik bunalım ağırlaşmaktadır.
Nitekim, genel bütçe vergi gelirlerinin, konsolide bütçe giderlerini karşılama oranın en düşük olduğu 1993 yılı, Türkiye’nin ağır bir
ekonomik bunalım yaşadığı yıl olmuştur. 1993 yılında, bütçe vergi gelirlerinin konsolide bütçe giderlerini karşılama oranı, yüzde
53’lere kadar düşmüş ve bu, son 10 yılın en düşük oranı olmuştur.
Değerli milletvekilleri, vergi yükü konusunda hepiniz bilgi sahibisiniz. Genel vergi gelirlerinin gayri safî millî hâsılaya oranı
olarak tanımlanan vergi yükü, ülkemizde yüzde 14,4’ler civarında dolaşmaktadır. Bu tutara, mahallî idareler ile fonların vergiye
tabi paylarını da kattığınızda, oran, yüzde 17,7’ye yükselmektedir. Oranın çok düşük olduğu, OECD ortalamasının yüzde 28
olduğu, Türkiye ortalamasının da bu rakama yükseltildiği takdirde Türkiye’nin malî sorunlarının tamamen çözümleneceği,
ekonomistlerin ve maliyecilerin neredeyse sloganı haline gelmiştir.
Değerli arkadaşlar, ancak, burada unutulan iki önemli nokta vardır: Birincisi, vergi yükünün millî gelir düzeyine bağlı
olduğudur; kişi başına gelirin düşük olduğu ülkelerde, kendinizi paralasanız da, diğer ülkeler kadar, millî geliri yüksek olan ülkeler
kadar vergi alamayacağınız gerçeğidir. İkinci nokta ise, Türkiye’de, vergi ödeyenler açısından, zaten, verginin, taşınabilirlik
sınırına gelmiş olmasıdır. Vergi ödeyenler açısından, verginin taşınabilirlik sınırına gelmesinin nedeni, ülkemizde vergi
adaletinin olmamasıdır. Bu adaletsizlik, önce dolaylı ve dolaysız vergiler ayırımında ortaya çıkmaktadır. Son beş yıl içerisinde,
dolaylı vergilerin ağırlığı, dolaysız vergiler lehine 10 puan artmıştır. Bu, dargelirlilerin harcamaları suretiyle ödedikleri verginin,
gelirleri içerisindeki payının, gitgide artması anlamını taşımaktadır.
Vergi adaletsizliğinin ikinci göstergesi ise, ülkemizde yüksek gelirli kesimin, kamu harcamalarına vergi ödeyerek katılmaması,
aksine, kamu harcamalarından vergisiz faiz kazançları yoluyla oldukça önemli bir pay almasıdır. Varlıklı kesimin kamu
harcamalarına ,vergi ödeyerek, katılmadaki isteksizliği, vergi yükünü büyük ölçüde ücretlilerin üzerine yüklemektedir. Şu anda
ücretliler, toplam kamu harcamalarına vergi ödeyerek; daha doğrusu, toplam vergi gelirlerinin yüzde 20’sini, Gelir Vergisinin de
yüzde 50’sini ödeyerek katılmaktadırlar. Ülkemizde vergi adaleti adına yapılanlar, nedense bu tabloyu değiştirememiştir.
Söylenenlerin aksine, Türkiye Büyük Millet Meclisi, vergi yasası çıkarma konusunda oldukça kolay çalışan bir Parlamentodur,
bir Meclistir. Son on yıl içerisinde, 100’e yakın vergi yasası bu Meclisten geçmiştir. Sadece, 1993-1995 yılları arasında, kapsamlı
4 vergi yasası bu Mecliste geçirilmiştir. Bütün bu tasarıların ortak amacı vergiyi tabana yaymak, böylece kayıtdışı sektörü kayıt
altına almak ve vergi gelirlerini artırmaktır.
Sayın Başkan, sayın milletvekilleri; biraz önce konuşan sayın konuşmacı da verginin tabana yayılması, kayıtdışı ekonominin
kayıt altına alınması gerekliliğinin altını bir kez daha çizdiler. Bundan önce çıkarılan 4 tane vergi yasasında da temel amaç bu
olduğuna göre, eğer bu sağlanmadıysa, hâlâ kayıtdışı ekonomiden, vergi kayıp ve kaçağından bahsediliyorsa, o halde, daha önce
çıkarılan vergi yasaları neye hizmet etti?!. Eğer, bu, kayıtdışı sektörü kayıt altına alamadıysa, o zaman vergi reformu adına
yapılan bütün o gürültülerin, bütün söylenenlerin amacı neydi ve neye ulaştı?..
Bugün, beyana dayalı vergilerin toplam Gelir Vergisi içerisindeki payının yüzde 20’ler dolayında olduğunu hepiniz
biliyorsunuz. Buna karşılık, ücretlilerin payını biraz önce dile getirdim. Götürü vergi mükelleflerini bir vergi kaynağı olarak
görmenin, buralardan elde edilecek gelirlerle vergi hâsılatını yükseltmenin ne kadar yanlış bir olay olduğunu, Hükümet, bu konuda
attığı geri adımla net olarak göstermiştir.
Değerli milletvekilleri, esas olan, götürü vergi mükelleflerinden daha fazla vergi almak değil; ancak, götürü vergi mükellefleri
üzerinden vergi kayıp ve kaçağına engel olmaktır. Yapılması gereken düzenlemeler de budur.
Demek ki, ülkemizde, sağlıklı kamu kaynağı sorununu çözecek adil ve verimli bir vergi sistemini kuracak siyasî irade hiçbir
zaman oluşamamıştır; bazen, ortaya çıkar gibi olmuşsa da, çok kısa bir süre içerisinde hemen geri adım atacak iradede oluşmuştur.
Kamunun sağlıklı gelir kaynaklarına kavuşturulamaması bir yana, eldeki kaynaklar da cömertçe harcanmıştır. Gümrük birliği
uygulaması nedeniyle, 3 milyar dolar tutarındaki Gümrük Vergilerinden, Avrupa Topluluğundan alınacak yardımlarla telafi edilecek
umuduyla vazgeçilmiş, ancak, böyle bir yardımın, sadece umut olarak kalacağı anlaşılmıştır.
Sonuç olarak; kamu, sağlıklı ve sürdürülebilir gelir kaynağına, geçtiğimiz yıllar içerisinde kavuşturulamamıştır; ama, harcama
yapmaktan da geri kalmamıştır.
Kamu harcamalarından demagojik seçim vaatleri de oldukça önemli paylar almış, sosyal güvenlik kurumlarından kamu iktisadî
teşebbüslerine, yerel yönetimlerden fonlara kadar hepsi, gelirlerinden fazla gider yapma yarışına girmişlerdir; yani, sürekli açık
vermişler, enflasyonu beslemişler ve beslemeye de devam etmektedirler.
Değerli milletvekilleri, enflasyonun tüm nedenlerine, geçmiş hükümetlerin bu alanda yapmış oldukları hatalara burada
ayrıntısıyla değinmenin olanağı yok. Yalnız, bir konuyu dikkatlerinize sunmak istiyorum; o da, sanayileşme stratejileri konusunda
geçmişte yapılan hataların, bugün, karşımıza maliyet enflasyonunun nedeni olarak çıkmasıdır.
Her fırsatta belirtmeye çalışıyoruz; ulaşım sektörü, ekonomik sistemin temel unsurlarından biridir ve ekonomilerde sosyal
bütünleşmenin ve ekonomik kalkınmanın en büyük itici gücü ve aracıdır. Ulaştırma sektörü, dört ana sektör itibariyle optimize
edilmek zorundadır. Eğer bu yapılmazsa, üretim bölgeleri, tüketim bölgelerine en elverişli ulaşım olanaklarıyla bağlanmazsa, bu
takdirde, ürün maliyet bedelinin kat kat fazlasını, ulaşım maliyeti olarak, yollarda yapmak zorunda kalırsınız. Fazla üretseniz bile, o
üretimi uygun koşullarda tüketim bölgelerine taşıyamazsınız, taşırsanız da, astarı yüzünden pahalı olur.
Değeri milletvekilleri, Türkiye, GAP ile dünyanın en büyük açık hava seralarından birine kavuşmak üzeredir. Bu sera sayesinde,
Türkiye’nin tarımsal üretimine bir tarımsal üretim daha eklenecektir. Ancak, GAP ürününü, 5-10 tonluk kamyonlarla binlerce
kilometre taşımaya kalkarsanız, taşıma maliyeti, çiftçinin cebine girecek paradan kat kat fazla olur. Belki, bu taşıma maliyeti
nedeniyle ürün taşınmaz ve tarlada kalır. Bugün, tarım ürünlerinin enflasyon şampiyonu olmasının sırrı da buradadır. Tarım
ürünlerindeki fiyat artışları, çiftçinin cebine daha fazla para girmesinden dolayı değildir; ulaşım maliyetleri nedeniyle, çiftçinin
cebine girenden kat kat daha fazlasının yollarda yakılmasındandır.
Değerli milletvekilleri, ülkenin ulaştırma politikasının, mutlaka bir bütünlüğe sahip olması gerekir. Bu bütünlük, kombine
ulaşım politikalarının oluşturulmasıyla sağlanır; karayolları demiryollarına demiryolları, limanlara bağlanır. Bugün, demiryolu ve
denizyoluyla konteyner taşımacılığı, çağdaş dünyanın benimsediği ve kombine olarak geliştirdiği bir ulaşım politikasıdır. Bu
ülkelerde, üretim bölgeleri demiryollarıyla birbirine bağlanmakta; hatta, demiryolları fabrikaların içerisine kadar girmektedir.
Türkiye, denizyoluyla ihraç ettiği ürünlerine, hâlâ, 1,5 milyar dolar navlun ödemektedir. Eğer, Türkiye, kara ve denizyolu
taşımacılığında optimal dengeyi sağlayan bir kombine ulaşım politikasını gerçekleştirmezse, ulaşımın maliyetler üzerindeki
baskısından kurtulma olanağını da bulamayacaktır.
Değerli milletvekilleri, Türkiye ekonomisinin ikinci belirleyicisi de kronikleşen işsizliktir. Ülkemizde, işsizlik sorunu bir türlü
tam boyutlarıyla, rakamsal olarak ortaya konulmamaktadır. İşsiz sayıları, istatistiklerde düşük gösterilmekte; ama, etrafınız, işsiz
insanlardan geçilmez halde bulunmaktadır. Devlet Planlama Teşkilatı verilerine göre, ülkemizde 2 milyon 139 bini açık, 1 milyon
904 bini de eksik istihdam edilenler olmak üzere, toplam 4 milyonun üzerinde işsiz bulunmaktadır. İşsiz sayısının toplam işgücüne
oranı yüzde 19,8’dir. Bugün, ilkokuldan mezun olan çocuklarımızın yaklaşık yüzde 34’ü; yani, 1,4 milyonu eğitim sürecinden
kopmakta ve bu işsizler ordusuna katılmaktadır. 24 yaşın altındaki gençlerimizin yarısı, zaten bu işsiz ordusuna katılmış
durumdadır. Hepinizin bildiği gibi, son onbeş yılda kentlerimizin nüfusu, kırsal kesimden göç edenlerle, neredeyse 20 milyon
dolayında artmıştır. Bu, daha önceden kırsal kesimde işsiz olarak görülmeyen nüfusun kentlerde işsiz olarak ortaya çıkmasının
temel göstergesidir.
Sorunlar, bu şekilde çığ gibi büyürken, ülkede istihdam da yaratılamamaktadır. Konsolide bütçe ödenekleri içinde yatırımlara
ayrılan paylar gitgide küçülmektedir. 1980’li yıllarda yatırımlara giden tutar, bütçe ödeneklerinin yüzde 23’ü dolayındayken, bu
oran 1994’te yüzde 8’lere kadar düşmüştür. Kamu yatırımlarıyla istihdam yaratılmaması bir yana, özelleştirilen kamu iktisadî
teşebbüsleriyle de yeni işsiz orduları yaratılmaktadır.
Değerli arkadaşlar, kamu yatırımlarının azaldığı son 15 yılda, özel sektör yatırımlarının arttığı da doğrudur. Ancak, bu,
kamunun küçüldüğü anlamına gelmemektedir. Kamu sektörü küçülmemekte; aksine, ters yönde büyümektedir. Buna karşın, artan
özel sektör yatırımları, yeterince istihdam yaratamamaktadır; çünkü, özel sektör yatırımları süratle sermaye-yoğun teknolojik
yatırımlara kaymaktadır. Bu, özel imalat sanayii üretim endeksinin, 1990’ların başındaki yüzde 83’ler düzeyinin 1995’lerde yüzde
115’ler düzeyine yükselmesinden ve aynı dönemde işgücü verimliliğinin de yüzde 61’den 113’lere tırmanmasından kolayca
anlaşılmaktadır. Ancak, burada görülmeyen bir diğer gerçek daha vardır; o da, istihdam endeksinin aynı dönemde, 135’lerden
94’lere kadar gerilemiş olmasıdır. Daha açık bir anlatımla, tüm bu olumlu gelişmeler, özel imalat sanayiindeki istihdamın yüzde
30’lar dolayında gerilemesi sonucunu doğurmuş, işsiz ordusu biraz daha artmıştır.
Değerli milletvekilleri, ülkemizde işsizlik sorununa en iyi çözümün küçük ve orta boy işletmeler yoluyla bulunacağı bir
gerçektir. Girişimci fidanlığı olarak tanımladığımız küçük ve orta boy işletmeler, bugün ülkemizdeki işletmelerin yüzde 98’ini
oluşturmakta, toplam istihdam içerisinde yüzde 45, yatırım içerisinde yüzde 26, toplam üretim içerisinde de yüzde 37 pay sahibi
bulunmaktadırlar. Ekonomide bu kadar önemli rol üstlenen küçük ve orta boy işletmeler biraz desteklense, belki de istihdam sorunu
çüzümlenebilecektir; ancak, toplam kredilerden aldıkları pay, sadece yüzde 4’tür.
Bunun yanında, bu işletmelerin çalışabilmesi için, gerekli altyapı yatırımları bir türlü tamamlanamamaktadır. Altyapı
yatırımlarının zamanında bitirilememesinin doğurduğu sonuçlar ve bunun ülkeye maliyeti çok ağır olmaktadır. Bu konudaki
savurganlıklar çok büyük boyutlardadır. Küçük ve orta boy işletmelerin altyapısını oluşturan organize sanayi bölgeleri ve küçük
sanayi siteleri bir türlü bitirilememektedir.
Değerli arkadaşlar, bu konuda sizlere Türkiye’nin çok yakından tanıdığı bir örneği vermek isterim: İkitelli... Türkiye’nin
GAP’tan sonra en büyük projesi olarak görülmektedir; son bir gayret, neredeyse bitirilecek. Kalkınma Bankasının, yüzde 5 faizle ve
20 yıl vadeli olarak Amerika Birleşik Devletleri tahvillerine yatırdığı kaynakları, İkitelli’ye verilmiş olsa, belki de şimdiye kadar
çoktan bitmişti. (DSP sıralarından alkışlar) Faaliyete geçtiğinde, birkaç yıl içerisinde maliyetini çıkaracak, binlerce insana istihdam
yaratacak bu tür yatırımların bitirilmemesi, Türk ekonomisi açısından, gerçekten büyük kayıptır.
Değerli milletvekilleri, devlet, istihdam yaratacak yatırımları şu anda yapamıyor; yapamadığı gibi, yapılacak olanları da
destekleyemiyor; destekleme bir yana, bu işletmeler, gümrük birliği uygulaması nedeniyle, ağır yaptırımlarla karşı karşıya kalma
durumunda. Bu işletmelerin, gümrük birliğine uyum amacıyla çıkarılan yasalardan ve özellikle Rekabet Yasasından nasıl
etkileneceği bilinmeden, bu belirsizliğin sürdürülmesi, bu işletmeler açısından gerçekten zor durumlar yaratmaktadır. Endişemiz,
Patent ve Rekabeti Koruma Yasalarıyla, küçük ve orta boy işletme sahiplerinin de, işsizler ordusuna katılma ihtimalidir.
Değerli milletvekilleri, Türk ekonomisinin 1996 yılı başındaki üçüncü belirleyici özelliği, üretim ekonomisi değil de rant
ekonomisi olma özelliğidir. Türk ekonomisinde, temel ekonomik faaliyet biçiminin üretim ekonomisi değil de rant ekonomisi
olduğunu kanıtlayabilmek için, daha önceleri, klasik bir örnek verirdik; derdik ki, büyük sanayi kuruluşlarının kendi ana faaliyetleri
dışındaki kârları, 1980’li yıllarda yüzde 15 iken, 1994 yılında yüzde 54,6 oranına yükselmiştir. Bu, ülke ekonomisinde temel
faaliyet biçiminin rant ekonomisi olduğunu ortaya koymak için anlattığımız somut bir örnektir.
Bu defa, ülke ekonomisinin rant ekonomisine dönüştüğünü anlatmak için, sizlere değişik bir örnek vereceğim. Örnek benim
değil, Plan ve Bütçe Komisyonu görüşmeleri sırasında, Hazineden sorumlu Sayın Bakanın anlattığı bir konu. Hazineden sorumlu
Sayın Bakanın belirttiğine göre, Hazinenin son ihalesine tam 226 trilyon liralık teklif gelmiş. Değerli milletvekilleri, bir Hazine
ihalesine 226 trilyon liralık teklif gelmesi ne demek tahmin edebiliyor musunuz... Aynı dönemde, yani 22 Mart 1996 tarihi itibariyle,
Türkiye’nin toplam mevduat hacmi de 1 katrilyon 269 trilyon lira. Bu demektir ki, toplam mevduatınızın yaklaşık yüzde 20’si, nakit
olarak devlet borçlanmasını beklemektedir. Eğer, bir ülkede tasarruflar yatırıma kanalize edilemiyor, tasarrufların tek değerlendirme
aracı da devlete borç verip vergisiz kazanç bekleme esasına dönüşüyorsa, rant ekonomisinin varlığını ve sürekliliğini kanıtlamak
için başka bir kanıta gereksinim yoktur. Ülkemizin bu özellikleri herkes tarafından bilinmektedir. Bunların, burada tekrarı, bilineni
ilandan başka bir anlam taşımaz.
5 Nisan kararlarının açıklanması sırasında da -genel değerlendirme bölümünde- 100 liralık vergi gelirinin, 1986 yılında, 43
lirasının borç anapara ve faiz ödemelerine gittiği, 1991 yılında 60 lirasının aynı amaçla kullanıldığı, 1993 yılında da 104
lirasının aynı amaçla kullanıldığı, burada dikkatinize sunmak istediğim bir konu. Ancak, dikkatinize sunmak istediğim ve çarpıcı
olan diğer bir konu da, Türkiye ekonomisinin, geçirdiği acı deneyimlere karşın, hâlâ, aynı durumda ve aynı oranlarda olduğudur.
Değerli milletvekilleri, bu duruma gelinmesinin birçok nedeni vardır; ancak, bunların içerisinde en önemlisi, 1984 yılından
sonra, ekonominin yönlendirilmesinde, maliye ve vergi politikalarının ikinci plana itilmiş, onun yerine para politikalarının ön plana
çıkarılmış, borçlanmanın da en önemli para politikası haline getirilmiş olmasıdır.
Tabiî ki, Türkiye gibi gelişmekte olan bir ülkede, para politikaları ekonominin yönlendirilmesinde yeterli olmamış, para
politikaları maliye politikalarıyla desteklenmediğinden, gelir dağılımı rantiye kesimi lehine, bu kesime transfer edilen faiz
gelirlerinin de vergilendirilmemesiyle, aşırı ölçüde bozulmuştur. Bu yağmadan, sadece Türk rantiye kesimi değil, uluslararası rantiye
kesimi de fazlasıyla payını almıştır. Dolar bazında, zaman zaman yüzde 40’lara kadar ulaşan faiz geliri elde eden yabancı kısa
vadeli sermaye, sıcak para olarak ülkeye akmış, bu durumu bile sağlıklı değerlendirme olanağından yoksun olanlar “döviz
rezervlerimiz artıyor” diye bu durumla övünebilmişlerdir. 1996 yılında da durumda bir değişiklik olmayacağı, yılın iki aylık
uygulama sonuçlarından belli olmaktadır. Bu yıl ocak ayında da, Türkiye, dolar bazında en fazla faiz ödeyen ülkelerin başında yer
almıştır.
Değerli milletvekilleri, para politikalarının ön plana çıkarılması, kamu borçlanmasını da bu politikaların eksenine
oturtmuştur. Eğer, bir ülkede, diğer ekonomi politikaları bir yana bırakılıp borçlanma temel politika olarak benimsenmişse, orada,
tükenişe yaklaşılmış demektir.
Rakamlar bu konuda pek bir şey ifade eder mi bilmiyorum; ama, yine de tekrarında yarar olabilir. 1995 yılında, tahvil ve bono
anapara, artı faiz -rakamlardaki farklılık büyük ölçüde bundan kaynaklanır- stoku, 1 katrilyon 862 trilyon Türk Lirasına ulaşmıştır,
1 katrilyon 862,5 trilyon Türk Lirası... 1996 yılı sonundaki hesaplamalarımıza göre, bu, 2,8-3 katrilyon düzeyine çıkacaktır. 1991
yılında 50 milyar 489 milyon dolar olan dışborç stokumuz, beş yıl içerisinde yaklaşık yüzde 50 artarak, 73,2 milyar dolar düzeyine
çıkmıştır.
BAŞKAN – Sayın Temizel, sizin sürenizin bitmesine 3 dakika var efendim.
ZEKERİYA TEMİZEL (Devamla) – 1993 yılında alınan dışborç tutarı 12 milyar dolar, 1995 yılında ise 8 milyar dolar
düzeyinde olmuştur.
Dışborçlarımızda, kısa vadeli borçların oranlarının artması bir yana, Alman Markı ve Japon Yeni ile borçlanma ön plana
çıkmıştır.
Çapraz kurlardaki değişme sonucunda, Amerika Birleşik Devletleri Doları karşısında değer kazanan bu paralar, dışborç
stokumuzun dolar cinsinden hesaplanan değerini sürekli artırmaktadır. Doğal olarak, sürekli değer kazanan paralarla
borçlanıldığında, faiz oranlarının da düşük olması gerekir; ancak, yaptığımız borçlanmalarda, kendi iç piyasasında yüzde
0,5’lerle kredi veren Japonya’dan, yüzde 5,7’lerle, yüzde 7’lerle borç aldığımız ortaya çıkmaktadır.
Alınan borçların neredeyse tamamına yakın bir bölümü, devletin cari harcamalarında kullanılmaktadır. Alınan dışborç,
içborç ödenmesinde -biraz önce Sayın Maliye Bakanının da belirttiği gibi, alınan dışborçlar da içborç ödemesinde- kullanılmaya
başlanmıştır. Bu haliyle, Türkiye, tam bir borç kıskacına, bir iç-dışborç kısır döngüsüne girmiş bulunmaktadır.
Üstelik, bu borçlar, yüzde 40’lara kadar ulaşan reel faizlerle alınmaktadır. Dünyanın hiçbir tarafında, kamu, yüzde 40 reel faizle
borçlanmamaktadır. Kendisine güvenilen bir hükümet, yüzde 5, hadi diyelim yüzde 10 reel faizle borçlanabilir; yüzde 30’luk fark,
hükümete güvenilmemesinden kaynaklanmaktadır.
Bu hesaba göre, sadece güvenden kaynaklanan faiz kaybımız, faiz giderimiz, yılda 500 trilyonu bulmaktadır. Faizdeki saadet
zincirini kırmak iddiasında olanlar, yarattıkları güven bunalımıyla, o zinciri daha da güçlendirmişlerdir.
Değerli milletvekilleri, bu kadar rakam vererek anlatmaya çalıştığım gerçek, Türkiye ekonomisinin tüm kaynaklarını, iç ve dış
rantiye kesimine aktardığı, üstelik de, bu kaynakları, üretken yatırımlara yönlendiremediği gerçeğidir.
Ülkenin buraya gelmesinde, kamu yönetimindeki bozulmanın da, oldukça önemli bir payı olduğunu unutmamak gerekir. 1984
yılında yaratılan, nakit planlaması ve yönetiminin bir idarede, ödenek planlaması ve yönetiminin başka bir idarede olması, bu
olumsuzluğa oldukça önemli bir katkıda bulunmuştur.
Başbakanların her şeyi yönetme hırsları, her türlü yetkiyi kendinde toplama istekleri, koalisyon hükümetlerinde de, koltuk
paylaşım hesapları, kamu idaresindeki düzeni tamamen bozmuştur. Böylece, kamu kurumlarında, işlevsel bütünlük bozulmuş, aynı
işi yapan birden fazla kurum sayesinde, oldukça önemli kaynak israfları yapılır hale gelmiştir.
Bu ekonomik koşullarda kurulan bir Hükümetin, kuruluşu aşamasında, bu dağınıklığı ortadan kaldırarak hem malî disiplini
hem de kamu yönetimindeki bütünlüğü yeniden sağlaması beklenirdi. Ancak, Hükümetin kurulması aşamasında, bu fırsat
kaçırılmıştır. Yeni Hükümet, ülkede hiçbir şeyin değişmediği ya da değişmeyeceğini kanıtlayabilmek için elinden geleni
yapmıştır. Dolayısıyla, koşullarda bir değişiklik olmayacağı umudu da önümüzdeki günlerde tam olarak yerleşecektir.
Değerli milletvekilleri, ben, burada, 1996 yılı bütçesini bekleyen sorunlardan sadece bir kesiti bilgilerinize sunmaya çalıştım.
Bu sorunlara, 1996 yılı bütçesiyle çözüm getirilip getirilemeyeceğini, bütçenin bu açıdan değerlendirilmesiyle, onu tamamlayıcı
görüş ve değerlendirmelere ve politika önerilerimize de, benden sonra konuşacak olan arkadaşım açıklama getirecek.
Bu nedenle, sözlerimi burada bitirirken, 1996 yılı bütçesinin, ülkemize ve ulusumuza yararlı olmasını diliyor, başta, bizi
izleyen halkımız olmak üzere, hepinize şahsım ve Demokratik Sol Parti adına saygılar sunuyorum.
Teşekkür ederim. (DSP, ANAP ve DYP sıralarından alkışlar)
BAŞKAN – Teşekkür ederim Sayın Zekeriya Temizel.
DSP Grubu adına ikinci konuşmayı yapmak üzere, Sayın Hikmet Uluğbay; buyurun efendim.
DSP GRUBU ADINA HİKMET ULUĞBAY (Ankara) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri, değerli Hükümet üyeleri;
sözlerime başlarken, siz değerli üyelerle bizleri, televizyonlarının başında izleyen tüm yurttaşlarımızı, Demokratik Sol Parti adına,
saygıyla selamlıyorum.
Gelenek, konsolide bütçe müzakerelerinde, bütçe dışında her şeyin konuşulması şeklindedir. Bu yaklaşımın doğal sonucu
olarak da, bütçeler, bugünkü sorunlu yapılarına ulaşmışlardır. Biz, Demokratik Sol Parti olarak, bu yılki bütçe görüşmelerimizde,
bütçe üzerinde de durmayı uygun gördük.
1996 yılı konsolide bütçesinin tümü üzerinde, Demokratik Sol Parti Grubunun görüşlerini açıklamak üzere, benden önce söz
almış bulunan Sayın Zekeriya Temizel, sizlere, ülkemiz ekonomisinin karşı karşıya bulunduğu temel sorunları ve bu sorunların
niçin ve nasıl bugünkü boyutlara geldiğini genel hatlarıyla açıkladı. Ben de sizlere, 1996 konsolide bütçesi üzerinde ve bütçenin
yasalaşmasından sonra uygulanmaya konulmasında yarar gördüğümüz politikalar konusunda, Grubumuzun değerlendirmelerini
sunacağım.
Her şeyden önce, bilinen bir gerçeğin altını, yeniden çizmekte fayda görmekteyim. Görüşmekte olduğumuz konsolide bütçe
tasarısı, hepimizin de bildiği üzere, 24 Aralık 1995 seçiminden önce hazırlanıp, 15 Ekim 1995 tarihinde Türkiye Büyük Millet
Meclisine sunulan ve genel seçim nedeniyle kadük olan tasarının, Sayın Mesut Yılmaz başkanlığında kurulan Anavatan ve Doğru
Yol Partileri Koalisyonunca yenilenmesi sonucunda, Plan ve Bütçe Komisyonunda müzakere edilirken, geniş ölçüde, İktidar
Partilerinin tercihlerini ve görüşlerini yansıtacak şekilde değişikliğe uğramış şeklidir.
Bu bütçenin dayandırıldığı makro ekonomik hedefler arasında bulunan büyüme hızı, deflatör ve Türk Lirasının ortalama
değeri, ciddî tartışmaya açıktır. Ancak, bu değerlendirmemizde, makro ekonomik hedeflerin gerçekçilik düzeyinden önce, konsolide
bütçenin dayandırılması gereken ilkelerle, yapısı üzerinde kısaca durmak daha uygun olacaktır.
Hükümetlerin ekonomik programlarının iç ve dış piyasalarda inandırıcılığı, geniş ölçüde, hedeflerle uygulama sonuçları
arasındaki sapma boyutunun, kabul edilebilir sınırlar içerisinde kalmasına bağlıdır.
Bu açıdan bakıldığında, son yıllarda, ülkemizin ekonomik programlarının başlangıç hedefleriyle gerçekleşen sonuçları
arasında büyük sapmalar gözlenmektedir.
Plan ve Bütçe Komisyonundaki görüşmeler sırasında dağıttığımız çeşitli tablolarda da sergilediğimiz üzere, 1991-1995
döneminde, hemen her yıl yüzde 12 ilâ yüzde 28 arasında değişen boyutta ek ödenek alınma yoluna gidilmiştir. Hemen her yıl
tekrarlanan bu boyutlardaki ek ödenek, konsolide bütçe hazırlıklarının ve görüşmelerinin gerçekçilik düzeyine gölge düşürmüştür.
Aynı şekilde, anılan dönemde, bütçelerin başlangıç açık hedefleriyle, nihaî açıkları arasındaki sapmalar, 1994 yılının
ayrıcalıklı konumu bir tarafa bırakılırsa, yüzde 48 ilâ yüzde 251 arasında dalgalanmıştır. Bütçe açıklarındaki bu büyük
boyutlarda sapmalar, bütçeleri, güvenilir birer belge olma kimliğinden uzaklaştırmıştır.
Komisyondan çıkan şekliyle, 1996 Yılı Konsolide Bütçe Kanunu Tasarısı 861 trilyon Türk Liralık bir açıkla bağlanmış
bulunmaktadır. Diğer bir deyişle, 1996 yılı konsolide bütçesi başlangıç açığı, 1995 yılı gerçekleşmiş konsolide bütçe açığına
göre yüzde 171,6 oranında artmıştır. Bu artış, 1996 yılı enflasyon hedefi olan yüzde 65’in çok üzerindedir. Bütçe açığında bu
boyuttaki büyümenin, kamu finansmanı sorunlarını çözmemekte yıllarca direnmenin ve izlenen, günü kurtarma politikalarının
sonucu olduğu tartışma götürmez. Ümit edelim ki, 1996 yılı konsolide bütçe açığındaki bu sıçrama, açıkları daha gerçekçi şekilde
belirleme anlayışının ürünü olsun ve yıl sonu gerçekleşmesindeki sapma, normal, kabul edilebilecek boyutlarda kalsın.
Ancak, hemen belirteyim ki, biz, 1996 bütçe açığının, enflasyon hızındaki sapma ve çok yükselmiş bulunan iç borçlanma
gereğinin, piyasaları kalabalıklaştırıcı etkisinin, faizler üzerindeki baskısı nedeniyle, hedefin çok üzerinde gerçekleşeceği
konusunda ciddî endişeler taşıyoruz.
İktidar veya muhalefet olarak, kamu finansmanının içine düştüğü durumu bütün çıplaklığıyla kamuoyu önüne sermekten
çekinmeyelim. Zira, bütün açıklığıyla görülen gerçekler, gerçekçi çözümlerin üretilebilmesi için ilk adımı oluştururlar. İleride de
değineceğim üzere, çözümlerin toplumca benimsenmesi ve desteklenebilmesi için, önce, Türkiye Büyük Millet Meclisi ve Hükümetin,
gerçekleri kabul edip, sürdürülebilir, birbiriyle çelişmeyen ve yükü, toplumun katmanları arasında adil dağıtan ekonomi
politikalarını, eşzamanlı olarak yürürlüğe koyması zamanı gelmiş ve geçmektedir.
Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; 1996 yılı konsolide bütçesi de, son yıllarda bütçelerimize hâkim olan temel niteliği
taşımaktadır. Bütçelerimiz, esnekliklerini ve birer ekonomik politika aracı olma özelliklerini yitirmişlerdir. Bunu daha açık bir
biçimde ifade etmek gerekirse, bütçelerimizin yüzde 60’ını aşan bölümü, temelde iki harcama kalemine gitmektedir; bunlar da,
sırasıyla, faiz ve personel ödemeleridir. Güvenlik için harcanan kaynaklar da göz önüne alındığında, üç büyük harcama kalemi,
bütçelerden, ülkemizin geleceği olan gençliğimizin, okulöncesinden başlayıp yükseköğrenime kadar uzanan eğitim zincirinin
gereksinim duyduğu harcamalara; toplumun tüm katmanlarının şikâyetçi olduğu sağlık hizmetlerinin kalitesini yükseltmeye yönelik
harcamalara ve ayrıca, hızla artan kentsel nüfusun gereksinim duyduğu altyapı yatırımlarına, kırdan kente göçü durduracak, en
azından yavaşlatacak, kırsal alanda istihdam yaratacak yatırımlara yeterli kaynak ayrılmasını önlemektedir. Bu olgu da,
devletimizin Anayasada belirtilmiş olan sosyal devlet olma kimliğinin giderek kaybolmasına yol açmaktadır.
Bu gözlemleri rakamsal verilerle desteklemek gerekirse; önümüzde bulunan bütçe tasarısından, eğitime yüzde 12, sağlığa yüzde
3,3, adalet ve emniyet hizmetlerine yüzde 3,8 pay ayrılmıştır. Ayrılan bu payların çok önemli bölümünün, esasen personel giderleri
olduğu gerçeği göz önüne alındığında, yukarıda da vurgulandığı üzere, sosyal ve ekonomik altyapı hizmetlerinin kalitesini
yükseltmeye yönelik bir beklentimizin olmaması gerekir.
Sayın Başkan, değerli üyeler; bütçe harcamalarının zaman içinde süratle değişen yapısını daha çarpıcı bir biçimde sergileyen
bazı verileri de sizlerle paylaşmak isterim.
1991 yılında bütçe giderlerinin yüzde 37,8’ini personel giderleri oluştururken, 1995 yılı gerçekleşmelerine göre bu oran yüzde
29,2’ye düşmüş ve önümüzde bulunan bütçe tasarısındaki verilere göre de yüzde 20,8’e inecektir. Plan ve Bütçe Komisyonunda da
açıkladığım üzere, 1995 Kasım ayında yapılan yüzde 57,6 oranında maaş artışına rağmen, kamu kesimindeki ücretler, 1996 yılı
başında, 1992 yılının yüzde 36 gerisindedir.
Değerli arkadaşlar, devlete çalışanların gelirlerini etkileyen bir kalemde, beş yılda, neredeyse yarı yarıya azaltma,
sürdürülebilir bir politika değildir. 1980’li yılların başında konsolide bütçe giderleri içindeki payı yüzde 4 ve 5 aralığında bulunan
faiz ödemeleri, 1991 yılında yüzde 18,5’e tırmanmışken, 1995 yılında yüzde 33,5’e sıçramıştır. 1996 yılı bütçe taslağında
öngörülen ödenek boyutu da toplam ödeneklerin yüzde 33,8’idir.
Yukarıda da ifade ettiğim üzere, içborç hacmindeki artışın, ülkedeki gönüllü tasarruf hacmindeki büyümeden hızlı olmasının
piyasalarda yol açacağı kalabalıklaştırıcı etkisiyle, bu oranın, yıl sonunda daha da yükselmesinden endişe etmekteyiz.
Bütçelerin üçte birinden fazlasının faiz ödemelerine gitmesi de, sürdürülebilir bir politika değildir. Aynı şekilde, 1980’lerin
başında, konsolide bütçe giderleri içinde payı yüzde 20’lerin üzerinde olan yatırım harcamaları, 1991’de yüzde 13,2’ye inmişken,
1995’te yüzde 5,9’a düşmüştür. 1996 yılı bütçe tasarısı başlangıç ödeneklerine göre bu oranın yüzde 7 olması öngörülmüştür;
ancak, yıl sonu gerçekleşmesinin, yine, yüzde 5 dolayında olmasını beklememiz daha gerçekçi bir anlayış olacaktır.
Sayın Temizel’in de değindiği, kırdan kente göçün büyük hızla sürmesi sonucu, 1980-1995 döneminde, nüfusu 20 binden fazla
olan yerleşim birimlerinde yaşayanların sayısının 20 milyona yakın arttığı bir ortamda, sosyal ve ekonomik altyapı gereksiniminin
çığ gibi büyüdüğü, kentsel işsizlerin içinde lise ve üniversite mezunlarının payının yüzde 35’lerde ve enerji açığının kapımızı
çalmakta olduğu bir ortamda, konsolide bütçe yatırımlarındaki bu süratli düşüşün, sürdürülebilir ve savunulabilir olmadığı da
tartışılmaz bir gerçektir.
Sayın Başkan, değerli üyeler; konsolide bütçe harcamaları bazında sürdürülebilir ve savunulabilir olmayan gerçekleri temel
hatlarıyla böylece belirledikten sonra, şimdi de, kısaca, konsolide bütçenin gelir boyutu üzerinde durmak uygun olacaktır.
Plan ve Bütçe Komisyonunda dağıtmış olduğumuz tablolarda da açıkça sergilediğimiz üzere, devletin gelirlerinin yapısı çok
ciddî şekilde bozulmuştur.
Borçlanma, 1980’lerin başından beri, devletin, Gelir Vergisi, Kurumlar Vergisi, Katma Değer Vergisi gibi temel gelirleri
arasında üçüncü sırayı alagelmişken, 1992 ve 1993 yıllarında bir numaralı gelir kalemi haline gelmiştir. Daha sonraki yıllarda,
yeniden üçüncü sıraya gerilediyse de, bu düzelme, köklü ve sürdürülebilir düzenlemelerin ürünü olmaktan çok, personel giderleri ve
yatırım harcamalarının baskı altına alınması yanında, ülkemizin net dışborç öder duruma gelmesinin sonucudur. Diğer bir
deyişle, borç alamamamızın sonucudur. Nitekim, 1996 yılı konsolide bütçe açığının 861 trilyon Türk Lirası olduğu ve bunun
tamamen borçlanmayla finanse edileceği, gelirlerden alınacak vergilerin 737 trilyon Türk Lirası, mal ve hizmetlerden alınan
vergilerin de 755 trilyon Türk Lirası olarak tahmin edildiği hatırlanırsa, 1996 yılında da, borçlanmanın, yeniden, devletin bir
numaralı geliri durumuna geleceği ortaya çıkmaktadır. Borçlanmanın, devletin en önde gelen gelir kalemi olması, ne sürdürülebilir
ne de sağlıklı olduğu savunulabilir bir politikadır.
Burada, üzerinde durulması gereken bir diğer gerçek de, bütçe açıklarının finansmanında, Merkez Bankası kısa vadeli avans
payının, 1991-1995 döneminde yüzde 22 ilâ yüzde 39,6 arasında dalgalanmasıdır. Bu olguyu çok daha çarpıcı şekilde yansıtan bir
gösterge de, birikimli kısa vadeli avansın, dolaşımdaki banknota oranının, 1994 sonunda yüzde 102 düzeyine ulaşmış olmasıdır.
Bunun anlamı, Merkez Bankasının kurulmasından bu yana tedavüle çıkarılan paraların, sadece bütçe finansmanı amaçlı
olduğudur. Para basarak enflasyonla mücadele eden tek ülke, herhalde Türkiye’dir. (DSP sıralarından alkışlar) Bu yöntemle
enflasyonu önlemeyi başarırsak, sanırım, ekonomi dalındaki nobel ödülü bize verilecektir!.. (DSP sıralarından alkışlar)
Vergi gelirlerinin geri plana düştüğü bu ortamda, vergi gelirlerinin kompozisyonu da savunulabilir ve sürdürülebilir nitelikte
değildir. Vergi gelirlerinin içinde dolaylı vergilerin payı, 1980 yılında yüzde 37,2 iken, bu oran, 1991’de yüzde 47,7’ye, 1995’te de
yüzde 59,3’e tırmanmıştır. Dolaylı vergilerin, gelir dağılımını, dargelirliler aleyhine bozduğu bir gerçektir.
Buraya kadar, Sayın Zekeriya Temizel ile birlikte yaptığımız açıklamalar, bütçelerimizin gerçek harcama kompozisyonu ve
gerek gelir ve bu arada özellikle de vergi gelirlerinin yapısıyla üretim ekonomisine hizmet etmekten çok, rant ekonomisine hizmet
eden ve gelir dağılımını da dar ve sabit gelirliler aleyhine ve rantiye lehine devamlı bozmaya devam eden bir kimliğe
büründürüldüğünü, tartışmaya yer vermeyecek şekilde ortaya koymaktadır. Gelir dağılımının, bu uygulamalarla süratle bozulmaya
devam etmesi, toplumsal barışı etkileyen önemli bir unsur haline gelmiştir.
Bütçelerimizin zafiyeti, sadece bunlardan ibaret değildir. Ayrıca, bütçe kanunlarımız, Anayasaya aykırı birçok hükmü de ihtiva
eder haldedir. Bu, gerçek anlamda bir hukuk devletinde, savunulabilir ve sürdürülebilir bir tutum değildir.
Değerli milletvekilleri, 20 nci Dönem Türkiye Büyük Millet Meclisinin ilk yasasını, Anayasaya aykırı hükümler içermeden
çıkarması, hepimizin moral bir yükümlülüğü olmalıdır. Bu çerçevede, bütçe kanununa bu yıl dahil edilen yeni bir madde,
Anayasayı, bir başka açıdan da ihlal etmektedir. 29 uncu maddeye konulan, iki anonim şirketin satış hâsılatına el konulması, bir
anonim şirketin ana sözleşmesine ve Ticaret Kanunuyla belirlenmiş olan haklarına bütçe kanunuyla müdahaledir ve bu eylem,
Anayasaya aykırıdır. Bu şekildeki salmalar, dolaylı bir şekilde, yeniden, dolaylı vergi almaktadır; zira, bu salmalar, bu
kuruluşların ürettiği mal ve hizmetlerin fiyatlarına dolaylı olarak yansıtılacak ve halktan tahsil edilecektir. Eğer, vergi almak
istiyorsak, Türkiye Büyük Millet Meclisi olarak vergi kanunları çıkaralım; kapının ardından dolanmayalım... (DSP sıralarından
alkışlar)
Sayın Başkan, değerli üyeler, Bakanlar Kurulunun değerli üyeleri; mevcut kimliği ve sürdürülemez yapısını sizlere
açıkladığım 1996 yılı bütçesi, yeni Hükümetin bir günde ortaya çıkardığı bir durum değildir. Bu durum, yıllardan beri sürdürülen
tutarsız politikaların bir ürünüdür. O nedenle, 24 Aralık 1995 seçimleri sonrasında kurulacak hükümetin, ilk bütçesinde mucize
yaratması ve köklü bir yapısal değişikliğe gitmesini kimse bekleyemezdi; ancak, 1996 yılı bütçesinin ,Plan ve Bütçe
Komisyonundaki müzakerelerinde ve Genel Kuruldaki görüşmelerinde, gelişmeyi tersine çevirecek bazı küçük adımlar atılabilirdi.
Üzülerek belirtmek gerekir ki, bu fırsatlar kaçırılmaktadır. Oysa, bu akılcı ve özverili davranış sergilenebilmiş olsaydı,
vatandaşın, iç ve dış malî çevrelerin, Hükümetin, tutarlı ve sürdürülebilir politikalara dönmesi konusunda kararlılığı ve
inandırıcılığı konusunda beklentileri yükseltebilirdi. Örnekler vermek gerekirse; Anayasaya aykırı hükümler ayıklanabilir,
bütçenin sadece yüzde 7’si düzeyinde olan yatırım ödeneklerinin, 5 bini aşkın projeye, âdeta, ekmeğe tereyağı sürer gibi, ince bir zar
halinde dağıtılması yerine, 1996 yılında bitirilebilecek projeler üzerinde yoğunlaştırılması sağlanabilirdi. 1996 yılının geri kalan
döneminde harcanmamaları halinde kriz yaratmayacak kalemlerin, harcamaları ertelenebilirdi. Bu konuda bir örnek vermek gerekirse;
konsolide bütçeye dahil kuruluşların taşıt parklarında 55 362 araç bulunmasına rağmen, 1996 yılında 3 214 yeni taşıt alımına
karar verilmiştir. Unutmamak gerekir ki, 1996 yılında harcanan her 1 milyon liranın yüzde 24’ü, yıllık faizi yüzde 130’lara ulaşacak
borçla finanse edilecektir. Bu veri de, gereksiz veya ertelenebilir harcamalarımızın fırsat maliyetini çok net bir biçimde
sergilemektedir.
Sayın Başkan, değerli milletvekilleri, Bakanlar Kurulunun değerli üyeleri; hiç kimse, 1996 yılı bütçesinden mucizeler ve köklü
değişimler beklememekle birlikte, bütçenin yasalaşmasını izleyen dönemde, Hükümet tarafından uygulamaya konulacak ekonomik
politikalar konusunda büyük beklentiler içerisindedir. Zira, Sayın Temizel ile birlikte yapageldiğimiz açıklamalar, şimdiye kadar
izlenen politikalarla gelinen noktanın, çıkmaz sokak olduğunu sergilemiştir.
Sayın Başbakan, daha 1991 seçimleri öncesinde almayı düşündüğünüz ve söz konusu seçimleri takiben dile getirdiğiniz,
ekonomiyi dengeye kavuşturacak önlemleri, beş yıl gecikme ve çok daha kapsamlı bir biçimde almak zorunluluğuyla karşı karşıya
bulunuyorsunuz. Beş yıllık gecikmenin ortaya çıkardığı faturayı en iyi değerlendirecek konumda olanlardan birisi de sizsiniz.
1996 yılının kayıp bir yıl olmasını önleyebilmek ve 1997 yılı bütçesinin de, 1996 yılı bütçesi gibi, eskileri taklit eden bir
bunalım bütçesi olmaması için, aşağıda belirtilecek reformlara, mutlaka, 1996 yılında başlanılması gerekmektedir.
Vergi reformu: Bu reform, ekonomide vergi tabanının, vergilendirilebilir gelir kavramının yeniden belirlenmesi suretiyle
yaygınlaştırılmasını, kayıt dışı ekonomi olarak adlandırılan ve belki de daha doğru bir deyimle, bilinçle vergi dışı bırakılmış
alanların vergilendirilebilmesini, öncelikli hedef almalıdır. Vergi reformunda başarılı sonuç alınabilmesi için, vergi idaresinin
yeniden yapılandırılmasına da süratle devam edilmelidir. Vergi bazının etkin ve verimli bir yapıya kavuşturulabilmesi ve
ekonomideki faaliyetlerin geniş ölçüde kayıt sistemine geçirilebilmesi için, vergi kanunları dışındaki yasalarda da tamamlayıcı
düzenlemeler mutlaka yapılmalıdır.
Her ne kadar, 1996 yılı bütçesinde 37 trilyon liraya indirilmiş ise de, özelleştirme gelirlerine, bütçe finansmanı açısından bel
bağlamamalıyız.
Kamu harcamalarında reform yapılması zorunluluğu vardır. Bu çerçevede, bir yandan, kamu harcamaları için performans
kriterleri belirlenmeli; diğer yandan da, personel reformu uygulamaya konulmalıdır ve ayrıca, yatırım projeleri yeniden bir öncelik
sırasına konu edilmelidir.
Bütçelerin yapısı, sağlıklı değerlendirmelere konu olacak şeffaf bir konuma getirilmelidir.
Kamu borçlanmasına sınır konulmak suretiyle, kamunun aşırı borçlanmasının, ekonomiyi, yatırım yapılamaz hale
getirmesinin önüne geçilmelidir.
Ülkemizin büyüme çabalarının önündeki darboğazlardan bir tanesi de, gönüllü tasarruf hacminin yetersizliğidir. Gönüllü
tasarrufları özendirecek akılcı ve kalıcı politikalar süratle uygulamaya konulmalıdır.
Kamu yönetimi yapısında, son onbeş yılda süratli bir bozulma yer almıştır. Bu bozulmanın sonucunda, kamuda, politikalar ve
uygulayıcı kuruluşlar arasında eşgüdüm sağlayabilmek, adeta, olanaksız hale gelmiştir. Bu durum, süratle düzeltilmelidir ve bütün
bunları tamamlayacak bir dizi önlemin de, 1996 yılı içerisinde alınması gerektiği takdir buyurulacaktır.
Sayın Başkan, değerli milletvekilleri ve Bakanlar Kurulunun değerli üyeleri; yukarıda açıklanan politikalar, toplumun çeşitli
katmanlarını etkileyecektir. Bu politikaların etkin bir biçimde oluşturulabilmesi, toplumca benimsenebilmesi ve başarıyla
uygulanabilmesi, ancak, toplumsal uzlaşı çerçevesinde sağlanabilir. Bu bakımdan, Demokratik Sol Partinin yıllardır savunageldiği
ve Hükümet Programında da işletileceği belirtilen ekonomik ve sosyal konseyin süratle devreye sokulmasında büyük fayda
mevcuttur. Bu konseyin çalıştırılabilmesi için, bizim kanımızca, bir kanun çıkarılmasına gerek de yoktur; Hükümetin, bu konuda
kararlı ve samimî olması yeterlidir. Değerli Hükümet üyeleri, ekonomik dengeleri oluşturacak kararlarınızı, bu konseyi çalıştırarak
almanız, başarılı olmanızı ve inandırıcılığınızı güçlendirecektir.
Sayın Başkan, değerli üyeler; buraya kadar yer alan açıklamalarımızla da açık bir biçimde sergilediğimiz üzere, ülkenin ve
kamu finansmanın içerisine düşürüldüğü durumdan çıkarılabilmesi için, Demokratik Sol Parti, şimdiye kadar sergileyegeldiği
yapıcı katkıları, milletimize karşı duyduğu büyük sorumluluk anlayışının bir sonucu olarak sürdürmeye kararlıdır. Plan ve Bütçe
Komisyonunun çalışmalarında sergilediğimiz, bütçelerimizin sağlıklı bir yapıya kavuşturulması ve Anayasaya aykırı hükümlerden
arındırılması yolundaki çabalarımıza Genel Kurulda da devam etmek niyetindeyiz.
Bu noktada, 1996 yılı makroekonomik hedeflerinin üzerinde de kısaca durmak istiyorum.
Büyüme hedefi, muhtemelen gerçekleştirilebilir.
Enflasyonun yüzde 60-65’lerde tutulabilmesi son derece zor görünmektedir.
İstihdamın düşmeye devam etmesi beklenmelidir.
Dışticaret açığının büyüyeceğini herkes kabul etmektedir. Aynı olgu, cari işlemler dengesini de etkileyecektir.
Diğer taraftan, Sayın Temizel’in, özellikle, özel kesimdeki imalat sanayiinde istihdam endeksinin düşmekte olduğuna yönelik
açıklamalarını tamamlamak için bir hususun daha altını çizmek istiyorum: O olgunun oluşmasında izlenen kur politikalarının da
etkisi vardır. Zira, gerçekçi olmayan kur politikaları, Türk emeğinin, döviz cinsinden maliyetini yükselttiği için, iş âlemi olması
gerekenden süratli bir biçimde teknoloji yoğun yatırımını hızlandırmaktadır.
Demokratik Sol Parti, bir yandan bu yapıcı yaklaşımları izlerken, diğer yandan da bir hükümet krizi oluşmaması için, katkıda
bulunmaya devam edecektir. Bu çerçevede, 1996 bütçesinin Türkiye Büyük Millet Meclisinde kabul edilerek, yeni Hükümetin ülke
sorunlarına süratle çözüm üretmeye başlamasına zemin hazırlayacaktır. Bütçe gibi bir konuda hükümet krizi yaratmamak için özen
gösterecek olan Demokratik Sol Partinin, bazı siyasî partilerin hükümet bunalımı yaratma senaryolarında rol alması düşünülemez.
(DSP sıralarından alkışlar)
Demokratik Sol Parti, büyük bir özveri ve siyasî sorumluluk duygusuyla, bir yandan, ülkemizin, içeride ve dışarıda çok ciddî
sorunlarla karşı karşıya bulunduğu bir dönemde, hükümet krizi yaratılmaması için olumlu katkılarını sürdürürken, diğer yandan
da, toplumumuzun son derece duyarlı olduğu yolsuzluklarla, hangi dönemde yapılmış olursa olsun, mücadeleye kararlıdır. (DSP
sıralarından alkışlar)
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
BAŞKAN – Sayın Uluğbay, size de ek süre veriyorum, lütfen toparlayın efendim.
HİKMET ULUĞBAY (Devamla) – Teşekkürler Sayın Başkan.
Demokratik Sol Partinin yolsuzluklar konusundaki tutumu, politik hesaplarla değil, belgelerin somut içeriği ve hukukî durumu
çerçevesinde belirlenecektir. Daha açık bir deyimle, Demokratik Sol Parti, yolsuzlukların takipçisi olmaya devam edecektir. (DSP
sıralarından alkışlar) Hiç kimse Demokratik Sol Partinin, yolsuzluklar konusundaki kararlı tavrını, hükümet krizi yaratma nedeni
olarak kullanmamalıdır. (DSP sıralarından alkışlar)
Hükümetin devamı ve Türkiye Büyük Millet Meclisinin yolsuzlukları araştırması, birbirinden bağımsız tutulması gereken
konulardır. Birincisi, devletin devamı için önemli iken, ikincisi, demokratik denetimin işletilmesi bakımından önemlidir. Bu
bakımdan, koalisyon ortakları, soruşturmalardan kaçmak için, hükümet bozma şantajını kullanmaktan kaçınmalıdır. (DSP
sıralarından alkışlar)
Bütün bu anlayış ve duygularla, 1996 bütçesinin, ülkemize ve Hükümete hayırlı olması dileklerimizle, sizleri ve bizleri izleyen
seyircileri, Demokratik Sol Parti Grubu adına, saygılarımla selamlıyorum. (DSP sıralarından alkışlar)
BAŞKAN – Teşekkür ederim Sayın Uluğbay.
Şimdi, konuşma sırası, Refah Partisi Grubu adına Sayın Necmettin Erbakan’da.
Buyurun efendim. (RP sıralarından ayakta alkışlar)
Sayın Erbakan, süreniz 60 dakikadır.
RP GRUBU ADINA NECMETTİN ERBAKAN (Konya) – Muhterem Başkan, Yüce Meclisin sayın üyeleri, Hükümetin sayın
mensupları, ülkemizin kıymetli evlatları; bugün 17 Nisan 1996. Türkiye Büyük Millet Meclisinde, 1996 yılı bütçesinin ilk
müzakeresini yapıyoruz. Sözlerime başlarken, bugün, aynı zamanda, kıymetli kardeşimiz, Türkiye Cumhuriyetinin Değerli
Cumhurbaşkanı Sayın Özal’ın vefatının üçüncü yıldönümüne rastlaması münasebetiyle, önce, kendisine, Cenabı Hak’tan rahmet
ve bütün milletimize de bir kere daha başsağlığı diliyorum. (RP ve ANAP sıralarından alkışlar)
Çok aziz ve muhterem kardeşlerim, şu anda, huzurlarınızda 1996 yılı bütçesi hakkında Refah Partimiz Grubunun görüşlerini
arz etmek üzere bulunuyorum. Her şeyden evvel, hepinizi muhabbetle selamlıyorum, saygıyla selamlıyorum ve müzakerelerin bütün
milletimiz için hayırlı olmasını Cenabı Allah’tan diliyorum. Bu müzakerelerin, ülkemiz evlatlarına saadet ve selamet gelmesine
vesile olmasını Cenabı Hak’tan niyaz ediyorum.
Konuya girerken, ne yazık ki, zamanımız çok sınırlı olmasına rağmen, görevimizi ifa bakımından, önce, konuştuğumuz
bütçenin hukukîliği üzerinde durmak zaruretiyle karşı karşıya kalmış bulunuyoruz.
Zaman çok sınırlı, asıl, halkımızın beklediği konulara zaman ayırmak mecburiyetindeyiz; ancak, bu görevi de ifa etmek
mecburiyetinde olduğumuz için, kısaca belirtmek istiyorum ki, tam yedi ayrı bakımdan, bu bütçe, Anayasaya aykırı bulunmaktadır;
bir iki üç dört değil, yedi bakımdan...
Önce, bir defa, bu bütçenin sahibi yoktur; çünkü, bu bütçeyi Meclise getirmiş olan hükümet, eski Hükümettir, onun dönemi
geçmiş, yeni Hükümet gelmiş; ancak, yeni Hükümet Meclisten güvenoyu alamamıştır. Dolayısıyla, bu tasarı, sahipsiz bir tasarıdır.
Gereken kanunî muameleler yapılmadan, bunun Mecliste görüşülmesi geçersizdir.
Kanunî muamele nedir; Sayın Başbakanın Cumhurbaşkanına gidip görevi iade etmesi, Cumhurbaşkanın, yeni hükümet
kuruluncaya kadar kendilerini görevlendirmesi, ondan sonra, Anayasaya uygun bir şekilde, Meclis Başkanlığına, bütçenin
görüşülmesini arzu ettiklerine dair bir yazı yazmaları gerekir, ancak bu işlemden sonra bu bütçe burada görüşülebilir.
Neden bu Hükümetin güvenoyu yoktur -zamanınızı uzun boylu alacak değilim- çünkü, bu Hükümet, işbaşına 6 Martta geldi ve
12 Mart tarihinde, bu Mecliste güvenoylamasını istedi.
Yeni işe başlayan bir hükümetin güvenoylamasını nasıl alacağı Anayasanın 110 uncu maddesinde açıkça belirtilmiştir. Bu
maddede, ilk defa güvenoyu alacak olan bir hükümet, gelir, belli aralıklarda programını okur, sonunda güvenoyu oylaması yapılır.
Güvenoyu oylaması yapılırken, nasıl olursa güvenoyu alır; bu hususta, Anayasanın 110 uncu maddesinde herhangi özel bir hüküm
yoktur. Dolayısıyla, Anayasanın, karar yetersayısı hakkındaki genel hükmüne bakmak mecburiyeti vardır; bu, 96 ncı maddedir. 96
ncı maddede ise, açık ve sarih bir şekilde, kararın, ancak oturumda bulunanların salt çoğunluğuyla alınabileceği belirtilmiştir. O
gün, oturumda bulunanların salt çoğunluğu kabul oyu vermemiştir. Sayın Başkan yanlış bir yorum yaparak, Anayasaya aykırı bir
yorum yaparak, Hükümetin güvenoyu aldığını ifade etmiş, Resmî Gazeteyle de yayımlamıştır; ancak, bu yanlışlık sonradan
anlaşıldığı için, yine, İçtüzüğün ve Anayasanın hükümleri dolayısıyla bu yanlışlığın düzeltilmesi için gereken muamelelere
tevessül edilmiştir ve bu yanlışlık, inşallah, çok kısa bir zamanda, önce yürütmenin durdurulması, sonradan da karar alması
suretiyle, Anayasa Mahkemesi tarafından bozulacaktır.
Bu Hükümet, programsız buraya geldi. Bir metin okundu. O metnin, bu Hükümetin programı olması mümkün değildi; çünkü,
metin, Hükümet kurulmadan önce hazırlanmıştı. O günkü oturuma Başkanlık eden Sayın Meclis Başkanına, Refah Partisi Grubu
olarak, İçtüzüğün 64 üncü, 65 inci maddeleri uyarınca müracaat edildi “bunu görüşemezsiniz; tutumunuz hakkında söz istiyoruz”
denildi. Sayın Başkan, o vakit, yanlı davrandı ve İçtüzük hükümlerini alenen çiğnedi.
Aynı Sayın Başkan, kendisine yapmış olduğumuz müracaat karşısında, yine, İçtüzüğün gerekli hükmü dolayısıyla, Meclis
Başkanlık Divanını toplaması lazım gelirken, toplamadı. Kim olduğu belli olmayan bazı insanların hukukî mütalaasına müracaat
ettiğini bir açıklamayla bildirmekle yetindi; bu davranışı da İçtüzüğe aykırıdır.
Sayın Başkanın, dün, bu Mecliste, bizim kendisine yazmış olduğumuz yazıyı okumadan, kendisinin, yetersiz insanlara
hazırlattırmış olduğu mütalaasını okutturmuş olması da, yine, İçtüzüğe aykırıdır. Gerekirdi ki, bizim müracaatımızı okusun,
sonra da, o cevabî sözleri söylesin. Kaldı ki, Yüce Meclise ifade etmiş oldukları cevaplar, hukuken, kesinlikle geçersizdir.
Söyledikleri emsaller, 1982’den öncedir. 1982’den önce, İçtüzüğün ilgili maddeleri tatbik edilebilirdi; ancak, 1982 Anayasasının
geçici 6 ncı maddesinden sonra, artık, o fıkralar, o hükümler tatbik edilemez. Onun için, Yüce Meclisin huzuruna gelip de “eskiden
emsal var” demesi, hukuken geçersizdir.
Bundan başka, şöyle bir mütalaa serd ediyor ki, bu mütalaa kesinlikle geçmez: “efendim, çekinser oy verenler, sözde, ben kendim
karar vermek istemiyorum, çoğunluk ne isterse öyle olsun demişlermiş gibi sayılır” diyor. Yani, kabul oyları fazla iseymiş, oraya
katılmalıymış. (RP sıralarından alkışlar)Bu, kesinlikle mümkün değildir. Sayın Başkana, Danışma Meclisinin, Anayasanın 96
ncı maddesinin müzakeresi esnasındaki 1982 tarihli zaptını okumasını tavsiye ederim.(RP sıralarından alkışlar) Bunu okuyacak
olurlarsa, görecekler ki, şimdi, Meclisimizin araştırma bölümünde görev yapan, eskiden Kanunlar Dairesinin kıymetli bir elemanı
olan Sayın Kâzım Öztürk, işte, o Kurucu Mecliste, tam ondört sene evvel, Anayasa görüşülürken “Sayın Başkanın bugün dediği
gibi olsun” diye kanun teklifi vermiş; ancak, komisyon bunu reddetmiş, Meclis bunu reddetmiş. Bizzat, bu kanun teklifi, komisyon ve
Meclis tarafından reddedilmiş olduğu halde, Sayın Başkanın, ondört sene sonra gelip de “bu reddedilen şekilde bunun kabul
edilmesi gerekir” demiş olmaları, elbette, hukukla bağdaşmaz; Sayın Başkanın böyle davranmamış olmasını gerektirir. Bu,
İçtüzüğe uymamasından ileri geliyor. Eğer, Sayın Başkan, Meclis Başkanlık Divanını toplasaydı, en azından, Refah Partili Meclis
Başkanvekili, kendisine, bunları açıklayacaktı ve bu hataya düşmeyecekti.
Şimdi ben, bir kere daha bu gerçekleri zapta geçirmiş oluyorum. Dolayısıyla bu Hükümet güvenoyu almamıştır; bu Meclis
tasarısı sahipsizdir; bunun, bugün görüşülmesi hukuken mümkün değildir. Kaldı ki, bugün sabahleyin toplanmış olan Anayasa
Komisyonu da -Tüzük Komisyonu- bizim söylediğimizi kabul etti ve bu komisyon, hakikaten, bugünkü İçtüzüğün bu yorumu yapan
maddelerinin Anayasaya aykırı olduğunu bizzat kabul etti.
AHMET İYİMAYA (Amasya) – Tekriri müzakere var.
NECMETTİN ERBAKAN (Devamla) – Bizzat, Tüzük Komisyonu, Meclis adına bunu kabul ettikten sonra, mesele tamamen
açıktır. Biz inanıyoruz ki, birkaç gün içerisinde, Anayasa Mahkemesi, yürütmeyi durdurma kararı verecek ve ondan sonra da bu
Hükümetin güvenoyu almamış olduğu kesin bir şekilde sabit olacaktır.
Şimdi, bu gerçekleri ortaya koyduktan sonra, biz, elbette, görevimizi yapmakla mükellefiz. Dolayısıyla bu bütçe Meclise
vaktinde verilmemiştir; çünkü, Anayasanın 162 nci maddesi “Herhangi bir bütçe, yürürlük tarihinden yetmişbeş gün önce Meclise
verilmelidir” diyor. Bu Hükümet işbaşına geldikten sonra yapmış olduğu müracaatın tarihi 10 marttır; 1 mayıs tarihine kadar
yetmişbeş gün geçmediği için, Anayasanın 162 nci maddesine de aykırıdır.
Anayasanın 164 üncü maddesine gelince; Anayasanın 164 üncü maddesi, bütçenin Meclise, daha önceki yılın kesinhesabıyla
verilmesini şart koşuyor. Kesinhesap ise hâlâ hazırlanmamıştır, Meclise verilmemiştir. Kesinhesap görülmeden bu bütçenin
görüşülmesi de, Anayasaya uymayan bir durumdur. Onun için, şu yapılan müzakere, Anayasanın 164 üncü maddesine de aykırıdır
ve yine, bu bütçeye, Komisyondaki arkadaşlarımız, açık açık ifade ettikleri halde “bakınız, geçen seneki bütçenin arkasına şu şu
kanunların maddeleri ilave edilmişti; bu maddeler, başka kanunların hükümlerini değiştirmek mahiyetinde olduğu için bütçeye
konulamaz; bunları buraya koyarsanız, Anayasaya aykırı olur” dedikleri halde, ne yazık ki, aritmetik çoğunluk elinde olduğu için,
Bütçe Komisyonu “hayır, biz koyarız” diyerek, aynı maddeleri getirip koymuştu. Geçen seneki 5 tane kanunsuz maddeye ilaveten,
bu sene de 3 tane kanunsuz madde konulmuştur. O değişiklikler, ancak kendi kanunlarında yapılacak değişiklikle yürütülebilir;
bütçe kanununa bunlar konulamaz. Anayasanın 161 inci maddesinin dördüncü fıkrası, bunu açıkça belirtmektedir.
Yine, bu bütçe, dördüncü bakımdan da, ne yazık ki, Anayasaya aykırıdır. Nedir bu dördüncü bakım?.. Bugün, aslında
Türkiye’yi konuşuyoruz... Oo, keşke 24 saat vaktimiz olsa... Yetmez; ama, bunların içerisinde asıl maksadım, bir anafikri
belirtmektir. Bu nokta, o anafikirle çok yakinen ilgili olduğu için, kısaca, bu anafikri, huzurlarınızda ifade etmeye çalışacağım. Ümit
ediyorum ki, bilhassa, Sayın Hükümetin görmesi arzusuyla, bu tabloyu kürsüye koyuyorum. Buyurun... (RP sıralarından alkışlar)
MUSTAFA BALCILAR (Eskişehir) – Hocam biz göremiyoruz...
BAŞKAN – Sayın Erbakan, Divandaki arkadaşlar da tabloyu görmek istiyorlarmış... (Gülüşmeler)
NECMETTİN ERBAKAN (Devamla) – Gösterelim Sayın Başkan... (RP sıralarından alkışlar)
Muhterem arkadaşlarım, ben, bunu, neden tablo halinde yapıp huzurlarınıza getiriyorum; çünkü, konuşmalar silinir gider; ama,
arkadan “bak, Hocamız, bize, iki tane aysberk gösterdi ki, bunları unutmak mümkün değildir” diyesiniz diye getiriyorum.
Ne aysberkiymiş bunlar?..
Muhterem arkadaşlarım, 1986’dan beri, Türkiye’de, bütçelerin Meclise sunulması, Anayasanın dışına çıkılarak yapılmaya
başlanmıştır. Neden; korkunç borçlar var, bu borçların faizleri var. Bu borçlar, bu faizler nasıl alınacak, nasıl ödenecek, bunlar
Meclise sunulmuyor. Meclise, sadece, bütçenin bir kısmı sunuluyor. Halbuki, Anayasanın ilgili maddeleri, devletin bütün giderinin
ve gelirinin Meclise sunulmasını âmirdir. Meclis yetki verir. Bakınız, biz, bu bütçe müzakerelerine başlarken lazım gelen odur ki,
Sayın Hükümet, Meclise, şu anda devletin ne kadar borcu var -75 milyar dolar dışborcu var- bunların ödeme tarihi nedir, şartları
nedir, bunu bir kitapta sunması lazım. Ben, korkuyorum ki, Sayın Hükümet de bunu bilmiyor; çünkü, yıllardan beri, bunlar, üst üste
birikmiş. (RP sıralarından alkışlar)
Önce, en basit bir şirketin muhasebesinde dahi, şirketin borcu nedir, alacağı nedir; bu bilinmeden önümüzdeki senenin
masrafları konuşulabilir mi? Dolayısıyla, önce, bir defa, şu borçların bildirilmesi lazım. Bu sene, bu borçların ne kadarı ödenecek,
ne kadarı kalacak; bu borçları ödemek için ne kadar borç alacaksın... Bunlar, Meclise bildirilmiyor.
Bakınız, ben, bunları, inceden inceye hesapladım; vakit yeterli olmadığı için, özet olarak arz ediyorum: Şu anda, Meclise
getirilmiş olan bu bütçeyle “biz, bu yıl, 3,5 katrilyon harcama yapacağız” deniliyor. Şimdi, 3 katrilyon 511 trilyon lira konsolide
bütçe gideri buraya getirilmiş... 46,8 milyar dolar... Bize getirilen bütçenin içine bak; şunlar yok, kalem kalem sayıyorum şimdi:
İç ve dışborç anapara taksidi bu yıl ne kadar ödenecektir? Bu bütçenin içerisinde gözükmüyor; ama, bunu, biz, dolaylı yoldan
hesapladığımız zaman görüyoruz ki, bu yıl, 3 katrilyon lira -iç ve dışborç anapara taksidi- ödenmesi gerekmektedir; bu 40 milyar
dolar yapıyor. Bütçeye girmeyen, 1996’daborç haline gelen faizler. Geçen seneden kalmış ve bu sene de bütçede gösterilmeyen
faizler var; bu da 1,530 katrilyon. Neyin faizidir, nedir; kuruşu kuruşuna -devletin asıl bütçesi bizde mahfuz- arzu ederlerse, Sayın
Hükümet üyelerine de, hangi bütçeyi yürütüyorlar, gerçeğini sunmaya hazırız. (RP sıralarından alkışlar)
Bütçeye girmeyen fon harcamaları; savunma, Fak-Fuk Fon 92 trilyon; bu da, 1,2 milyar dolar yapıyor. 2 katrilyon bütçe
açığını, bu yıl siz, yeniden borçlanarak karşılayacaksınız. 1 katrilyon gözüküyor; ama, bir misli artıracağız diye yetki aldınız. 2
katrilyon yeniden borçlanacaksınız. O borcu, bilinen usulle borçlandığınız zaman yüzde 100 faizle alacaksınız. Altı ayı da, bu
senede 1 katrilyon daha, ona, faiz ödemeniz gerekecek. Bunları da koyduğumuz zaman, tam 46 milyar dolar gösterdiğiniz bütçeye
mukabil, 75 milyar dolar, gözükmeyen bir bütçe var. İşte aysberg bu. Buna bir de 73 milyar dolarlık dış borcu da koydunuz mu ne
oluyor; 46 milyar buraya getirilip gösteriliyor; 1,75’lik, bu yıl içerisindeki borç ödemeleri, faiz ödemeleri gözükmüyor ve de 73
milyar dolar dış borcumuz olduğundan da hiç bahsedilmiyor. Nasıl olsa biz bunu ödemeyeceğiz, ilerki senelerde ödenecek... İyi de,
bu borcu bilmemiz lazım, bu bizim borcumuz. Bakarsınız, günün birinde bir babayiğit hükümet gelir “ben bu borcu ödeyip
sıfırlayacağım” der. Hesabı bilmesi lazım. (RP sıralarından alkışlar)
Bunun için, 1996 yılında, işte, bize getirilen bütçe tablodaki mavi kısım olarak gösteriliyor bize. Sarıyla gösterilen kısım zaten
bütçe açığıdır; 861 trilyon. Şu kısım gösterilmiyor -burası borç ve faiz ekonomisi- 74 milyar dolar (5,6 katrilyon). Bu kısım da dış
borç, o da gösterilmiyor. Bunlar, aysbergin suyun altındaki kısmı. Yani, biz, ancak, bütçenin takriben dörtte birini görüyoruz; dörtte
üçü suyun altında kalıyor. Halbuki, Anayasa, bu bütçenin, bütünüyle Meclise getirilmesini emrediyor. Biraz sonra ifade edeceğim...
“Efendim, peki, dörtte üçü suyun altında...” Mesele öyle değil; bakınız, aynı hesapları, 1995 yılına göre yaptığımız zaman,
1995’in aysberki bu kadarmış.
Şimdi, bu Sayın Hükümet, kıymetli arkadaşlarımız buraya oturmuşlar, bize gelmiş diyorlar ki “biz, bu aysberki bu kadar
büyüteceğiz.” Getirdikleri bütçe budur. Hesapla konuşuyoruz, rakamla konuşuyoruz... İyi de, bu nereye gidiyor Allah aşkına?.. Bu
aysberk, ne zaman kayalara çarpacak?.. Bu, böyle gidemez... (RP sıralarından alkışlar)
Onun için, önce, bir defa, bütçenin, bütün giderleriyle Meclise sunulması lazım; sunulmuyor. Neden?.. Haa, bak, sözümün
sonunda, tekrar bu noktada ehemmiyetle duracağım. Ben, bugün, bu konuşmamda asıl bunu belirtmek istiyorum; çünkü -kimse
alınmasın, gerçeği ifade etmek için söylüyorum- aslında, Türkiye’de, gerçekte iki tane meclis var: Birisi bu Meclis; biz, avam
meclisiyiz, paryalar meclisi; bir de, bize hiç sorulmadan yürütülen işlerin meclisi var, o da lordlar kamarası, rantiyecilerin meclisi.
(RP sıralarından “Bravo” sesleri alkışlar; DYP ve ANAP sıralarından sıra kapaklarına vurmalar, gürültüler.)
MEHMET GÖZLÜKAYA (Denizli) – Estağfurullah...
NECMETTİN ERBAKAN (Devamla) – Şimdi, bir dakika... Bir dakika...
MUSTAFA CUMHUR ERSÜMER (Çanakkale) – Sayın Başkan, lütfen, hatibi ikaz ediniz...
BAŞKAN – Bir dakika efendim... Söz sırası size gelince cevap vereceksiniz; sözünü kesmeyin. (DYP ve ANAP sıralarından
gürültüler)
NECMETTİN ERBAKAN (Devamla) – Bir dakikanızı rica ediyorum.
MUSTAFA CUMHUR ERSÜMER (Çanakkale) – Biz, parya değiliz...
BAŞKAN – Bir dakika... Bir dakika... Arkadaşlar, rica ediyorum... Lütfen... Rica ediyorum efendim.
NECMETTİN ERBAKAN (Devamla) – Sayın Başkan... (DYP ve ANAP sıralarından gürültüler)
MUSTAFA CUMHUR ERSÜMER (Çanakkale) – Siz, parya mısınız?.. Biz parya değiliz... (RP sıralarından gürültüler)
BAŞKAN – Sayın Erbakan, siz “parya” mı dediniz?
MUSTAFA CUMHUR ERSÜMER (Çanakkale) – Bu Meclis, seçimle gelmiş bir Meclistir...
NECMETTİN ERBAKAN (Devamla) – Açıklayacağım... (DYP ve ANAP sıralarından gürültüler)
BAŞKAN – Paryanın ne anlama geldiğini biliyorsunuz herhalde?
NECMETTİN ERBAKAN (Devamla) – Bir dakika... Yalnız, sükûneti temin edin.
MEHMET GÖZLÜKAYA (Denizli) – Geri al sözünü...
BAŞKAN – Bir dakika... Açıklayacak...
NECMETTİN ERBAKAN (Devamla) – Muhterem arkadaşlarım, önce, şu sükûnetin bozulması dolayısıyla kaybolan
dakikaları Sayın Başkandan rica edeceğim; madde bir.
BAŞKAN – Ama, efendim, siz, sükûneti bozmayacak şekilde konuşacaksınız.
NECMETTİN ERBAKAN (Devamla) – Tabiî, haklısınız.
Benim sözlerimde sükûneti bozacak hiçbir şey yok. Biraz sonra ifade edeceğim; ben, bu Mecliste, hiçbir ayırım yapmıyorum.
550 kardeş olarak konuşuyoruz ve bugün, biz, burada, Türkiye’yi konuşuyoruz. Onun için, yeni Meclisin, büyük seviyesine,
mehabetine uygun bir şekilde ve lütfen, arkadaşlarımın da yardımlarıyla, bu müzakereleri en olgun bir şekilde yürütelim.
Bakınız, benim söylediğim söz nedir: Açık bir şekilde, bütçenin dörtte üçü Meclise gelmiyor. Nedir bu; borç ve faiz. Kim
karışıyor buna; bunu, rantiyeciler kontrol ediyor; bizim kontrolümüzden çıkarılıyor. Onların kendi meclisleri var; hepiniz bunu
biliyorsunuz. O meclislerde, Hükümet, bu ay, şu kadar faizle, şu kadar borç alsın diye, onlar karar veriyor ve o kadar da borç
alınıyor; bu devlet, böyle yönetiliyor. Bu gerçekleri birbirimizden gizlemeyelim. İşte, biz, gerçek demokrasi istiyoruz; bunlara, bu
Meclis, bu Hükümet karar vermeli. (RP sıralarından “Bravo” sesleri, alkışlar) Size yapılan... Tabiî, alışkanlıkla yapıyor -ben, bu
kıymetli arkadaşlarımı tenzih ederim; yani, bunları, bilerek, bir kötü maksat için yapmadıklarını biliyorum. Ben, burada, ülkenin
gerçeklerini konuşuyorum- bu, bir alışkanlık. Buraya geliniyor, kelimelerin üzerinde konuşuyoruz, mekanizma bildiği gibi gidiyor;
ama, bakın, şimdi, aysberk, gelip, bir yerde dağlara çarpacak... Artık, uyanmanın vakti geldi.
Ne kadar borç alınacak, hangi şartlarla alınacak ve nereye ödenecek; haberimiz yok. Neden; ona, lordlar kamarası karışıyor da,
onun için; ona, rantiyeciler meclisi karışıyor da, onun için... Ben, burada, bu Meclisin, şahsiyetini, hakkını savunmak için bu
açıklamaları yapıyorum. (RP sıralarından “Bravo” sesleri, alkışlar) Anayasa ortadadır...
MEHMET GÖZLÜKAYA (Denizli) – Niye itham ediyorsunuz; küçük düşürüyorsunuz.
NECMETTİN ERBAKAN (Devamla) – Bakınız, hâşâ, hiçbir zaman, bu Meclise veya buradaki bir arkadaşımıza “parya”
demek için söylemedim. Bize, âdeta bu muamele yapılıyor. Bir lortlar var, o lortlar önemli meseleleri kendi aralarında konuşuyorlar;
burada ise, bize, sadece, bu ufak rakamları getiriyorlar. Yatırım yok, ücret yok, yok, yok... Siz burada yok bütçesini konuşun
diyorlar; var bütçesini biz konuşacağız diyorlar. (RP sıralarından alkışlar) Türkiye böyle yönetiliyor.
MEHMET GÖZLÜKAYA (Denizli) – Sayın Başkan, o “parya” lafını geri alsın. (RP sıralarından “otur yerine, otur” sesleri)
BAŞKAN – Efendim, tutanağı getirtiyorum...
MEHMET GÖZLÜKAYA (Denizli) – Sayın Başkan “parya” sözünü geri alsın.
HASAN DİKİCİ (Kahramanmaraş) – Grup Başkanvekilisin, saygılı ol; Genel Başkan konuşuyor kürsüde!
BAŞKAN – Arkadaşlar, müdahale etmeyin, Genel Başkanınız konuşuyor.
Sayın Gözlükaya, lütfen... Rica ediyorum... Ben, tutanağı istedim efendim; o cümleyi nasıl kullandığını okuyacağım.
NECMETTİN ERBAKAN (Devamla) – Refah Partili kardeşlerimden de rica ediyorum bu kürsüden, siz, lütfen, bu tahriklere
uymayın; bu Meclis bizim. (RP sıralarından alkışlar) Onun için, kıymetli kardeşimize de ifade ediyorum ki, şurada asıl anlatmak
istediğimiz ana fikirlerin, lütfen, bu lüzumsuz çıkışlarla insicamını kaybettirmeyin; çünkü, sözünüzün yeri yok. Ben, burada “şu
Meclisin muhterem üyeleri, âdeta parya gibi muamele görüyor, büyük işler buraya getirilmiyor” diyorum. Bu, sizi, şereflendirmek
üzere söylenmiş bir sözdür; bunu alıp da tersine çevirmenin hiç bir... (RP sıralarından alkışlar) Rica ederim... Bu kadar açık...
Şimdi, zamanımız çok kıymetli muhterem arkadaşlarım... İşte, Türkiye’nin yönetimi böyle oluyor. Bakınız, bu sebepten
dolayıdır ki, Anayasaya aykırıdır bu bütçe; çünkü, Anayasanın 161 nci maddesi, devletin bütün giderlerinin, bütün hesabının
Meclise getirilerek izin alınması mecburiyetini şart koşuyor.
Diğer taraftan, bakınız, bu bütçe, gerçekci bir bütçe değil -teferruatına girmiyorum- samimî değil. Neden mi; bakın, yıllardan
beri, bilhassa son yıllarda, bütçenin açıkları büyümüş. Bu açıkları daha da büyük göstermek yönetimin işine gelmiyor; aman, ne
yapalım da bu açığı az gösterelim... Ne yapalım; personele verilmesi icap eden parayı az tutalım, faizlere ödenecek olan paranın bir
kısmını bütçede göstermeyelim düşüncesiyle, personel giderleri, faizler, bütçenin açıkları, enflasyon, dolar değerleri gerçek
değerinde buraya getirilmiyor; bunlar, maksatlı olarak küçük gösterilmeye çalışılıyor, onun için de, getirilen bütçeler gayri samimî
oluyor. Altı ay önce getirilen bu bütçenin aslına bakın, altı ay sonra yapılan değişikliklere bakın; nereden nereye değişmiş... Nasıl
bütçe bu Allah aşkına! Biz, konuşmaya başlayıp sonuna gidinceye kadar dolar nereden nereye geliyor... Zaten, bu eğik masaya sofra
kurulmaz, bu faizci düzenle bu işler yapılmaz. Onun için, burada bizim yaptığımız iş, hakikaten çocuk oyuncağı oluyor. Konuşsan
ne olur, konuşmasan ne olur. Yokları konuşuyorsun. Makine bildiği gibi yürüyüp gidiyor.
Muhterem arkadaşlarım, ondan dolayıdır ki, artık, öyle bir noktaya geldik ki, lütfen, devleti tekrar rayına oturtalım. Bu, böyle
gitmez. Bu Meclis milletin temsilcisidir, bütün her şeyi bilmesi lazım gelir.
Yine, Anayasaya uymayan bir diğer husus da şu: Anayasanın 163 üncü maddesine uymuyor; çünkü, Sayın Maliye Bakanına, bu
bütçenin açığının bir misli daha fazla, yıl içerisinde borçlanma yetkisini veren bir madde konmuş bütçeye. Halbuki, bütçede
gösterilen rakamlardan daha fazla harcama yetkisi, ancak yeni bir kanunla alınabilir, bu yetki Bakanlar Kuruluna bile verilemez.
Bunu, Anayasanın 163 üncü maddesi sarih bir şekilde söylüyor. Onun için, siz, bu bütçede gösterilen rakamları, ben, bir misli daha
fazla harcarım diyemezsiniz; Anayasa buna engeldir; ne harcayacağınızı getireceksiniz. Dolayısıyla, size, yedi noktadan bu
bütçenin Anayasaya aykırılığını ayrı ayrı ifade etmiş oldum. Bunların hepsi, Komisyonda, ilgili arkadaşlarımız tarafından
söylenmiştir; ama, dinlenmemiştir. Şimdi, bir kere daha burada söylüyoruz; bakınız, eğer, bu Anayasaya aykırılıklardan dolayı bu
bütçeyi Anayasa Mahkemesi bozarsa, o takdirde, bunun mesulü biz olmayacağız. Tekrar tekrar söylendiği halde, Anayasanın
çiğnenmesine kulak asmayan davranışlar, bunun mesuliyetini üzerine almak mecburiyetindedirler.
Çok aziz ve muhterem kardeşlerim, şimdi, bakınız, işte, Anayasaya uymadığı halde, görüşmemizin de hukukî olmadığını
belirttiğim halde, sırf, görevimi yapmak için, şimdi, getirilen bütçeye -hepimiz biliyoruz, teferruatına girecek değilim- bir genel
bakış yapıyorum.
Bütçenin, aysbergin üstü önümüze getirilmiş. 3,5 katrilyon harcama yapacağım diyor. Aslında, çok daha fazla harcayacak; borç
alacak, verecek; harcayacağı miktar, aslında, tam 100 küsur milyar dolar olacak. 120 milyar dolar harcayacak, bize 50 milyarını
getirmiş. Bu 50 milyar da nasıl geliyor; “benim getirdiğim bu bütçenin içerisinde, önce, bir defa, 861 trilyon açığım olacak” diyor.
Aslında, tabiî, bunun çok daha fazla olacağını biliyoruz. Neden; bu yılın 4 ayında 400 trilyon açık olmuş, 3 ile çarparsanız, en
aşağı 1,2 katrilyon olacak. Realist bir tahmin yaptığımız zaman, geçen seneki açık miktarı ne kadar büyüdüyse tatbikatta, bu yıl da
o kadar büyüdüğünü kabul edecek olursak, 1,6 katrilyon açık olması muhtemeldir; ama, en az 1,3 katrilyon açık olacak.
Şimdi, siz, zaten, bu bütçeyi 3,5 katrilyonda tutamayacaksınız; çünkü, memurlar sokağa dökülüyor; bu, memur cari giderlerini
artıracaksınız. 1,213 katrilyonu, geçen yılki kadar, (yüzde 10) artırsanız 1,334 katrilyon olacak ve faizleri daha fazla ödemeye
mecbur kalacaksınız. Geçen yıl ödediğiniz faizi, gösterdiğinizden yüzde 48 fazla ödemiştiniz, yine yüzde 48 fazla öderseniz, bu yıl
ödeyeceğiniz faiz 1,296 katrilyon olmayacak, 1,918 katrilyon olacak; yani, bütçeniz 4,250 katrilyona çıkacak. 4,250 katrilyonda 1,600
katrilyon açığınız olacak; yani, bütçenizin, yuvarlak hesap, üçte biri açık, üçte biri de faiz, geriye üçte biri kalıyor. Nedir bu üçte bir;
4 katrilyon 250 trilyonun üçte biri de 2 katrilyonu bile bulmuyor. Düşünün siz, bütün devlet, 2 katrilyonun içerisine sığışacak... Bu
devleti bu kalıbın içerisine sokmaya kimsenin gücü yetmez, bu kalıplar patlar! (RP sıralarından alkışlar) Onun için, buraya gelip
de, biz bu devleti 47 milyar dolarla yöneteceğiz demek, fevkalade yanlış bir harekettir; bunu yapamazsınız. Çünkü, bir İspanya’nın
bütçesi 186 milyar dolardır, bir İtalya’nın bütçesi 521 milyar dolardır. Türkiye’nin nüfusu, İspanya 138 milyon olduğu halde, 65
milyondur, İtalya’nınki 57 milyondur. Oradaki hükümetlere bütçe yetmiyor; gelirlerinden çok daha fazla harcıyorlar. Çünkü,
İtalya’nın geliri 458 milyar dolar, 521 milyar dolar harcamaya mecbur kalıyor; İspanya’nın geliri 184 milyar dolar, 186 milyar
dolar harcamaya mecbur kalıyor. Bu bütçelerin içine onlar bile sığmıyor. Şimdi, 65 milyonluk koskocaman Türkiye’yi getirip 47
milyar doların içerisine sığdırmak mümkün değildir.
Şimdi, çok aziz ve muhterem kardeşlerim; bunlara işaret ettikten sonra; yani, getirilen bütçenin, asla, Türkiye’nin gerektirdiği
bütçe olmadığını belirttikten sonra, şimdi geliyorum, öyleyse, ne yapmamız lazım, ne yapmak lazım gelir sorusuna. Bunun için -
bakınız, bu fırsat her zaman ele geçmez; Türkiye’yi konuşuyoruz; bir kere daha ifade ediyorum, bu konuyu, hiçbir parti farkı
gözetmeksizin, 550 kardeş olarak konuşmamızın vakti çoktan gelmiş ve geçiyor- ne yapmamız lazım gelirin birinci sorusu şudur:
Biz kimiz, neyiz, buraya niye geldik, ne yapıyoruz? Hepimiz biliyoruz ki, biz bu 65 milyonluk aziz milletin hizmetkârlarıyız;
Türkiye’de demokrasi var, bu ülkenin halkına hizmet için geldik ve işe başlarken de -hepimiz yaptığımız yemini biliyoruz-
toplumun huzur ve refahı için burada yemin ettik. O halde, bizim yapmamız lazım gelen, toplumun huzur ve refahını temin edecek
bir bütçe hazırlamaktır.
Yine, hepimizin bildiği bir başka gerçek var; bütçe hazırlanırken, önce, ihtiyaçlar tespit edilir, sonra da bu ihtiyacı nasıl
karşılayacağız diye karşılık aranır. Bu bütçeler böyle hazırlamamış. Hiç paramız yok, öyleyse, nereyi, ne kadar kısacağız...
Yatırım yapmayalım, çalışanlara ücret vermeyelim; ama, faizleri ödeyelim... Bütçenin felsefesi bu. Bu felsefeyle hazırlanmış bir
bütçe olduğu içindir ki, içinde yatırım yok, bu ülkenin insalarına para yok, halkın ihtiyaçlarını karşılayacak para yok. Onun için,
bizim asıl yapmamız icap eden husus, halkın ihtiyacını karşılayacak şekilde bütçeyi hazırlamak.
Peki, hangi halkın ihtiyacını karşılayacağız, halkın durumu nedir?.. Bakınız, halkın durumunu hepimiz biliyoruz; ama,
elbette, böyle bir noktada halkın durumunu bir kere daha dile getirmek hepimizin bir görevi.
Şu gösterdiğim gazete kupürü ne gösteriyor; “ekonomik kriz, intiharları patlattı; 1981’de, geçinemediği için 371 kişi intihar
etmişti; 1995’te 1 521 kişi intihar etti.”
Bu kupür ne gösteriyor; geçinemediği için iki çocuğuyla tren yoluna atlayan anne ve çocuğunu gösteriyor.
Bu fotoğraf ne gösteriyor, bilhassa güneydoğuda, göçmüş olan kardeşlerimizin perişan halini gösteriyor.
Bu ne gösteriyor; Hakkâri’deki çöplüklerde yiyecek arayan kardeşlerimizi gösteriyor.
Bu ne gösteriyor; fiyatlara bakıp ağlayan bir vatandaşı gösteriyor.
Bu ne gösteriyor; Türkiye’de 7,5 milyon aç var.
Bu ne gösteriyor; öğrenciler sokağa dökülmüş.
Biz, bu öğrenci hareketlerini, aslında, tasvip etmiyoruz; bunlar komünist hareketleridir, besbelli. (RP sıralarından “
Bravo”sesleri, alkışlar) O kırmızı, o sarı bayraklarla sokağa dökülmek hiçbir şey ifade etmez; ancak, onların yaptığı hareket ne
kadar yanlış ise de, biz, burada, onların da hizmetkârı olarak, şu memlekette eğitimin meselelerini görmezlikten gelmemiz mümkün
mü?.. Onun için, bu, bize bir ikaz olmalı; bütün bu eğitimin, hakikaten baştan sona kadar düzeltilmesi için gereken yatırımları
bütçeye koymalıyız.
Şu ne gösteriyor; Emekli Sandığı kuyruğunda bekleyenleri ve beklerken öleni gösteriyor.
Bu ne gösteriyor; belediyelerin dağıttığı yemeğe yapılan hücumu gösteriyor.
Bu ne gösteriyor; aynı şekilde, belediye ekmek dağıtım yerlerindeki kuyrukları gösteriyor. Fiyatlardaki şok yükseliş... Gelip
ekmek bekliyorlar bedava ekmek dağıttığı için belediyeler; bizi, bu ekmeklere muhtaç edenler utansınlar diyor vatandaş ve
dövizzedelerin dramı, köprüden atlayan dövizzede vesaire...
Bunları, bir fakirlik edebiyatı yapmak için konuşmuyoruz; işte 65 milyon ülke evladımızın hali budur. Biz, öyle bir bütçe
yapmaya mecburuz ki, bu vatandaşın derdine çare bulalım. Bunun için, bütçenin, ülkenin meselelerini çözecek bir bütçe olması
lazım. Şimdi, tabiî, vaktimiz çok sınırlı olduğu için, asla teferruata girmiyorum.
Önce, bir defa, bir numaralı meselemiz terördür. Bu terör meselesini çözmek için, bizim, mutlaka, bugüne kadar yapmış
olduğumuz harcamalara -hatta, bu harcamaları da ortadan kaldırmak için- yeni harcamalar ilave etmek mecburiyetindeyiz. Bir
incelemeye, araştırmaya göre, teröre 1995 yılında 400 trilyon lira harcadık, 5,5 milyar dolar... Bunun detayları bir mecmuada
verilmiştir; bunları ben kendim söylemiyorum; bu mecmuada, bir incelemeye dayanarak, kuruş kuruş hesapları var. Şimdi, elbette
teröristle mücadele edeceğiz, elbette bu masrafların büyük bir kısmını yapacağız; ama, bu masrafları ondört seneden beri
yapıyoruz, terör bitmiyor. Neden; çünkü, kökünü kurutmamışız. Kökünü kurutmak için ne yapmak mecburiyetindeyiz?.. Bakınız,
bize sorarsanız, bizim bu terörden kurtulmamızın asıl çaresi, mutlaka 65 milyonun kardeş olduğunu bilmesidir. Şimdi, bunu
götürüyor, bizim birtakım askerî uçaklarımız, dinî birtakım kâğıtları güneydoğuya atıyor. Bu iş, böyle, birtakım kâğıtları köylere
atmakla olmaz; bunu çok ciddî bir şekilde ele almak mecburiyetindeyiz. Onun için, manevî kardeşlik çalışmaları adı altında bir seri
çalışma yürütmek mecburiyetindeyiz.
Kur’an kursu öğretmen okullarının canlandırılması... Oralarda böyle birçok okul var, hepsi bakımsızdır. Din görevlilerine
özel kurslar vermemiz lazım, öğretmenlerimize özel kurslar vermemiz lazım, bölge kamu görevlilerine özel kurslar vermemiz lazım,
bölge halkına özel Kur’an kurslarında kardeşlik ve dinî bilgiler vermemiz lazım. Demin söyledim; oraya en az 5,5 milyar dolar
harcanırken, şu söylediğim bu kadar önemli hizmetler için, yaptığımız hesaba göre, sadece 8 milyon dolar kâfi geliyor. 5,5 milyar
dolar oraya harcanırken, bir 8 milyon dolar harcasak da, şu söylediğimiz eğitimleri yaptırarak bu kardeşliği kuvvetlendirsek...
Bundan başka, tabiî, bu bölgede, işsizlik, en büyük amillerden birisidir. Beş yılda, bölgedeki işsizliği tamamen ortadan
kaldırmak için bu yıl 2,7 milyar dolarlık bir yatırım yapmamız lazım bölgeye. Yol, su, konut... Buradaki göçmenler yerlerine
dönecekler; bunların köylerine dönmeleri için -bunu da beş yılda tamamlamış olsak- 667 milyon dolar harcamamız lazım. Bölgede
hayvancılığı geliştirmek için 200 milyon dolar harcamamız lazım. Bölgedeki sanayi yatırmalarını verimli çalıştırmak için 50
milyon dolar harcamamız lazım.
İşte, teröre harcadığımız 5,5 milyar dolara mukabil, eğer bu 5,5 milyar dolar azalsın istiyorsak, şu saydığım kalemleri
topladığımız zaman görüyoruz ki 3,5 milyar dolar ayırmamız lazım.
Şimdi, ben bunları söylerken, tabiî, zihinlere şu geliyor: İyi, güzel, Hocam da, para yok ki... Hareket noktamız böyle olursa,
tabiî para yok olur. Onun için, müsaade edin, şimdi, ben, halkın hizmetini yapmak için nasıl bir bütçe yapmamız lazım; bunu, böyle,
madde madde kısaca belirteyim.
Önce, bir defa, teröre 3,5 milyar dolar daha ayırmamız gerekir; bu bütçeyle bu olmaz.
Köylümüz... 30 milyon köylümüz var. 30 milyon köylümüz için, önce, bir defa, köylü borçlarını silmemiz lazım; bu, 667 milyon
dolar kayba sebep olur; faizlerini silmemiz lazım.
Köylümüze sübvansiyon yapmamız lazım, en aşağı 2 milyar dolar. Unutmayalım ki, Avrupa Birliği, 320 milyon nüfusuna
mukabil, 130 milyar dolarlık sübvansiyon yapıyor köylüsüne, 130 milyar dolar... Bu sübvansiyonun 70 milyarını doğrudan doğruya,
50 milyarını da tüketici kanalıyla yapıyor. Bizim, hiç değilse 2 milyar dolar yapmamız lazım.
Köylünün elinde kalan mallarının satılması lazım. Bakın, bu sene, soğan, patates, hepsi elinde kaldı ve daraltıyoruz
sahalarını; çayı daraltıyoruz, fındığı, pamuğu, pancarı, bütün bu sahaları daraltıyoruz. Ek ekebildiğin kadarıyla kardeşim...
Halkımıza bunu diyelim. Bunları ekse ve bu mahsullerini, aldığımıza ilave olarak yeniden almış olsak, 1 milyar dolarlık bir
parayla köylümüzü memnun ederiz.
Bundan başka, tarım projelerinin desteklenmesi lazım. Bunu, Ziraat Bankası yapıyor, senede 150 trilyon vererek. Köyün
yaşanabilir hale getirilmesi için; beş yılda, Türkiye’deki bütün köylerimizin yol, su, elektrik, konut ihtiyacını karşılasak, yılda 1,5
milyar dolar vermemiz lazım.
Ayrıca, köy kalkınma bankasını kurmalıyız; köye kırsal sanayii getirmek için. Bu sanayie sermaye olarak, bu bankaya da 200
milyon dolar ayırmak lazım.
Hayvancılığı yeniden ihya etmemiz lazım; 2 milyar dolar...
Orman köylüsünün eksik kredi ihtiyacı 307 milyon dolar.
Yani, köylümüzün ihtiyaçlarını karşılamak için 7,674 milyar dolar harcamamız lazım.
HACI FİLİZ (Kırıkkale) – Biraz da TL olarak arz etseniz...
NECMETTİN ERBAKAN (Devamla) –Efendim, TL ile konuşmama başlarken, sonuna geldiğim zaman rakam değişiyor,
konuşamıyorum ki...(RP sıralarından “Bravo” sesleri, alkışlar)
Bakınız, bu saydığım kalemler bu levhada bir bir gösterilmiş. Yani, biz, halkın ihtiyacını karşılamak için bir bütçe yapsak,
bu paraları hep ilave etmemiz lazım bu bütçeye.
Şimdi, memur için...
Memurun geçmiş haklarını telafi etmemiz lazım. Memurda eşelmobil sistemine geçmemiz lazım. Asgarî ücretten vergi
almamamız lazım. Sendikal haklarını tanımamız lazım. Memurun refah seviyesini yükseltmemiz lazım. Avrupa’da aynı işi yapan
bir memur on misli fazla para alıyor. Asgarî ücreti en az iki misline çıkarmamız lazım ve bütün memurların refah seviyesini
artırmamız lazım. Bugüne kadar alacaklarını da ödememiz lazım.
Ayrıca, memurun, zorunlu tasarrufunu ve Konut Edindirme Fonuna ait toplanmış parayı da, taahhüt edilen şekilde geri
ödememiz lazım. Bunun memura ait olan kısmı 100 trilyon lira; yani, 1,330 milyar dolardır.
Şimdi, bütün bunları topladığımız zaman, geçmiş hakları telafi için 1,6 milyar dolar, gayri safî millî hâsılanın artmasından
dolayı memurun hakkı olan payını vermek 665 milyon dolar, asgarî ücretten vergi alınmaması 280 milyon dolar, memurun refah
seviyesini on yılda bugünkünün bir misline, yüzde yüzüne çıkarmak için, bu yıl 1,1 milyar dolar, zorunlu tasarrufun geri ödenmesi
1,330 milyar dolar; toplam 3,975milyar dolar. Yani, memura 4 milyar dolar vermemiz lazım.
Esnafımız...
Bizim, götürü usule tabi 900 bin ve vergi mükellefi 1 milyon 800 bin, toplam 2 milyon 700 bin; esnafımız var; 14 milyon aile...
Peşin verginin kaldırılması lazım. Hayat standardı tatbikatının kaldırılması lazım. Bunlara sadece 45 trilyon kredi veriliyor; bu,
çok yetersiz. Bunun, en az üç misline çıkarılması lazım; çünkü, bu verilen miktarla, hiçbir zaman bir iş görmenin imkânı yok. İşçi
geçim indiriminde koymuş olduğumuz vergiden muafiyetleri, esnafa da tatbik etmemiz lazım. KOBİ’leri (küçük ve orta büyüklükteki
işletmeleri) dünya rekabetine açmak için, bunları desteklememiz lazım. Ne yazık ki, bu desteklemenin altyapısı yapılmadığı için,
şimdi para versek de yerinde kullanamayız. Bir de Bağ–Kur’u; ki, bütçeye 40 trilyon konmuş; bununla da, yine, Bağ–Kur’un
hizmetleri görülemez; çünkü, Bağ-Kur’lu hastalar ilaç alamıyor, hastaneye gidemiyor.
Teferruata girmiyorum; bunları alt alta koyarsak, esnafımızın meselelerini çözmek için 3 milyar dolar vermemiz lazım.
İşçimiz...
Asgarî ücretin vergiden muaf tutulması lazım. Geçmiş kayıplarının telafi edilmesi lazım. Eşelmobile geçilmesi lazım.
Ücretler, Avrupa’nın onda biridir; tekrar artırılması lazım. Zorunlu tasarrufun, vaat edilen şekilde geri ödenmesi lazım.
Özelleştirmeyi ancak, işçilerimize, teşvik edilen başka özel kuruluşlarda yer bulmak suretiyle yapmalıyız. İşsizlik sigortasını
getirmeliyiz. Krediyi, müesseselere değil, çalıştırdığı işçi adetine göre vermeliyiz; böyle bir ağırlık olmalı ve Sosyal Sigortalar
Kurumunu da bugünkü halden kurtarmalıyız. Bütün bunlar için de, bütçemizde, işçimize 3,366 milyar, yani, yaklaşık 3,5 milyar
dolar para vermemiz lazım.
Emeklilere geliyorum...
Emeklilerin hali acıklıdır. Bilindiği gibi, emeklilerimizin hepsi perişan edilmiştir. Dul, yetim, düşkün, özürlü
vatandaşlarımızın sayısı 22 milyondur. Emekli Sandığından, SSK’dan, Bağ-Kur’dan emekli 4 milyon kişi var, 6,5 milyon özürlü
var, 6,5 milyon düşkün var; toplam 22 milyon; yani, ülkemiz halkının üçte biri. Bunlara özel bir ihtimam göstermemiz lazım. Bunun
için, önce, bunların emekli maaşlarını, eşelmobil sistemiyle yeteri derecede artırmamız lazım.
Ne yazık ki, Fakir Fukara Fonunun 57 trilyon lirasını bile alıp, 41 trilyonunu bütçenin diğer masraflarına, götürüp faize
vermişler. İşte, Türkiye böyle yönetiliyor.
Memleketimizde aç açık bulundurulmaması lazım. Sosyal Hizmetler ve Çocuk Esirgeme Kurumu güçlendirilmeli, orada
çocuklarımıza manevî eğitim gösterilmeli, 18 yaştan sonra çocuk sokağa bırakılmamalı, iş atölyesi ve iş öğrenme kursları yeterince
artırılmalı, özürlülere iş bulunmalı ve rehabilitasyon merkezi açılmalı. Bakın, Türkiye’de, gelişmiş vaziyette bir tek rehabilitasyon
merkezi bile yok. Onun için, Aydın Menderes kardeşimizi ta Amerikalara göndermeye mecbur kaldık. O esnada da araştırdık ki,
dünya çapında gelişmiş bir tane rehabilitasyon merkezimiz bile yok. Biz, 65 milyonluk büyük bir ülkeyiz, bu halde olamayız.
Kısaca özetliyorum; işte, gördüğünüz gibi, bu şekilde, emekli, dul ve yetimlerimize, bu ihtiyaçlarını karşılamak için 4,5 milyar
dolar ilave ödeme yapmamız lazım.
Diğer yandan, işadamlarımızla (sanayici, tüccar, ihracatçı, müteahhit ve madenciler) ilgili bütün engelleyici mevzuatın
kaldırılması lazım. Kredi teminat, sigorta ihtiyaçlarının karşılanması lazım. Haksız vergi ve faizlerden kurtarılması lazım. İlçe
bazında ekonomik araştırmalar yapıp, tam teşvikle işadamlarımıza yardımcı olmak lazım. Organize sanayi bölgelerini ve küçük
sanayi sitelerini -şu eldekiler bile, bu paralarla on senede bitmez- hiç değilse iki senede bitirecek kadar para harcamamız lazım.
Girdilerini, dünyayla rekabet edebilecek şekilde, mutlaka, düşük fiyatla temin etmenin tedbirlerini almamız lazım. Pazar
çeşitlenmesinin engellemelerini ortadan kaldırmamız lazım. Sektör, altsektör ve mal grubu takip etmek suretiyle, buradaki
boşlukları, teşviklerle doldurmamız lazım ve madenciliği de başlatmamız lazım. Bu, “başlatma” kelimesinin altını çiziyorum,
dünyanın en zengin madenlerine sahip bir ülkeyiz. Bizde daha henüz madencilik başlamamıştır; çünkü, yaptığımız maden ithalatı,
maden ihracatımızdan çok daha fazladır; sözde, biz dünyanın en zengin maden ülkesiyiz...
Yine, tefarruata girmeden ifade ediyorum ki, bütün bu hizmetleri yapabilmek için de, bu grubu -levhada gösterdiğimiz gibi-
0,265 milyar dolar, yani 265 milyon dolarla desteklememiz lazım.
İşte, size, ezilen, güçlük altında kalan bütün halk gruplarımızın gerçek ihtiyaçlarını, yıllık ihtiyaçlarını sıraladım. Ne
yapıyor bu? Hepsini toplarsan 32 milyar dolar yapıyor.
HACI FİLİZ (Kırıkkale) – 132 milyar yapıyor.
NECMETTİN ERBAKAN (Devamla) – Yalnız 32 milyar yapıyor.
Şimdi, biz, bu 32 milyarı, bu 65 milyon insana vermiyoruz -biraz sonra göstereceğim levhaya göre- bunu götürüyoruz, 2 bin
rantiyeciye veriyoruz. İşte, hadise bu; işte, bizim yaptığımız mücadele bu. (RP sıralarından alkışlar)
Bunu, böyle, bir Türkiye meselesini konuşurken, Türkiye’nin bu en mühim meselesini konuşmayacağız da neyi konuşacağız?..
Rakamların içinde kaybolmanın bir faydası yok. Bak, halk 32 milyar istiyor, yok diyoruz. Yok para... Bu para var; ama, başka yere
gidiyor. Nereye; rantiyecilere gidiyor. Para yok değil. İşte, mesele burada.
Rantiyecilere gidiyor, ne oluyor; aysberg büyüyor, büyüyor, büyüyor; bomba patlayacak. Hadise bu. Onun için, elbet, bir yerde
uyanmak mecburiyetindeyiz.
Çok aziz ve muhterem kardeşlerim, bakınız, Türkiye’de, rantiyeciler, sadece bütçeye konan ödemeler dolayısıyla değil, aynı
zamanda, bütün yıl boyunca tatbik edilen ekonomik politikalar dolayısıyla zengin ediliyor. Şimdi, sizlere, bu işin anahtarını, özünü
belirtmek istiyorum; nasıl zengin ediliyor...
Bakınız, şu levhada, üç senenin dolar değerleri gösterilmiş, 1993, 1994, 1995 yılları dolar değerleri; bu da 1996 yılının ilk
dört ayı. Bu, devletin resmî rakamları. Şimdi, bakınız, sene sonunda dolar buraya gelmiş; burada, buraya gelmiş; burada, buraya
gelmiş. Aslında, doların değerinin enflasyon kadar olması gerekir. Halbuki, bizde, dolar, bilinerek, daha doğrusu bilinmeden, lortlar
kamarasının tanzimiyle -altını çiziyorum bunun- önce, bir defa enflasyonun altında tutuluyor ve de lineer bir şekilde o noktaya
ulaşılmıyor; sene başında dolar hep düşük tutuluyor, sene sonunda artırılıyor. Bu, tesadüfî bir iş değildir; bunu, lortlar meclisi
böyle ayarlıyor. (RP sıralarından alkışlar)
Bakınız, şurada görülen şu yeşil saha var ya, bu yeşil saha, işte bu yanlış politika yüzünden, haksız olarak halktan alınıp
rantiyecilere verilen haksız kârı, kazancı gösteriyor, matematik olarak. Şu yeşil saha kadar para, halktan alınıp, bu politika
yüzünden rantiyecilere veriliyor.
Şimdi, bakınız, IMF gelmiş “para basamazsınız; sizin basacağınız para, ancak bendeki krediniz, altınınız ve sizdeki döviz
kadar olacak; bir kuruş fazla para basamazsınız” diyor; bize para bastırmıyor. Aynı zamanda da, doların değerini düşük tutturmak
suretiyle, devletin eline geçen parayı da az tutuyor; zaten bütçelerde açık verdirttiriliyor ve böylece, devlet borçlansın, borçlansın,
borçlansın... Devletin borçlanması zaruretlerden olmuyor; bu, rantiyecilerin, lortlar kamarasının politikası gereği oluyor. Onlar bunu
böyle yapıyorlar. Yapıyorlar da ne oluyor?
BAŞKAN – Efendim, televizyonculara niye müdahale ediyorsunuz? Arkadaşlar, buradan, salondaki idareyi ben yapıyorum.
OĞUZHAN ASİLTÜRK (Malatya) – Sayın Başkan, tavsiyede bulunuyoruz. İyi göstersinler.
BAŞKAN – Olur mu canım... Her aklına esen tavsiyede mi bulunur burada?
NECMETTİN ERBAKAN (Devamla) – Bakınız, şimdi, rantiyeciler, haksız olarak her bir kalemden, her bir politika
hatasından, her yıl ne kadar milyar dolar haksız kazanç elde ediyorlar, size hesabını veriyorum. Lütfen takip buyurunuz ve buradan
okuyorum.
Bakınız, içborç faizleri yüzünden rantiyecilerin haksız kazançları: İçborç alınıyor -buradan haksız kazanç... Bunun tamamı
haksız kazançtır, bu borcun alınmaması lazım- bunun sonunda 20 milyar dolar gidiyor rantiyecilere. Büyük şirketlerin rant kazancı:
500 tane şirketin -istatistiğini hepiniz biliyorsunuz- geçen sene yüzde 56’sı rant kazancına döndü. Şimdi, bu rant kazançlarından...
Büyük şirketler rantiyeci değildir; ancak, bunların içerisinden bir kısmının yaptığı rant kazancını buraya koyuyoruz, bu da 733
milyon dolar yapıyor. Banka kârları, 1 milyar 547 milyon dolar yapıyor. İthalat kârları, 1 milyar 111 milyon; sıcak döviz faizleri, 2
milyar 775 milyon; promosyon; birkısım medyanın KDV muafiyeti ve buradan yaptıkları haksız kâr 667 milyon dolar; devletin
verdiği reklam 667 milyon dolar; özelleştirmede rantiyenin haksız olarak yıllık kârı 2,5 milyar dolar -devlet zarar ediyor, onlar kâr
ediyor- kullandığı haksız kredilerin kârları 2 milyar dolar. Ne yapıyor bu: Ne tesadüf ki, bu da 32 milyar dolar yapıyor. (RP
sıralarından alkışlar) O halde, biz, 550 kardeş, burada toplanıyoruz, bu bütçeleri konuşuyoruz. Konuşmalar geçip gidiyor; sonunda
ne oluyor; sonunda, 65 milyon fakir fukaradan 32 milyar alınıyor, 2 bin rantiyeciye yılda 32 milyar dolar aktarılıyor. İşte hadise
budur. Bunların hepsinin kuruşu kuruşuna hesabı elimde, hangi arkadaşımız arzu ederse, bunları bir not halinde takdim etmeye
hazırız. Vakit dar olduğu için bunun teferruatına giremedim.
BAŞKAN – Sayın Erbakan, 5 dakikanız var efendim.
NECMETTİN ERBAKAN (Devamla) – Çok teşekkür ederim Sayın Başkan.
Şimdi, sonuca geliyorum muhterem arkadaşlarım. İşte, size, olayı gösteren bir şema takdim ediyorum.
Bugünkü düzen, bugünkü yürütülen politikalar ne yapıyor; bakınız -demin de söyledim- önce, sene başındaki 100 lira... 1995
senesini takip edelim lütfen. Ne kadar enflasyon oldu; yüzde 80. Demek ki, sene başındaki 100 lira, enflasyonla 180 lira; 100 liraya
tekabül eder hale geldi; yani, her şeyin değeri bu oranda düştü. Bütün paramızın değeri düşüyor. Fakir fukara, böylece eziliyor bu
enflasyon yüzünden; ama, faiz gelirleri bunun üzerinde tutuluyor; 100 lira 212 lira oluyor; yüzde 112 faizle bunlar devlet tarafından
verildiği için.
Şu kırmızı saha rantiyecilerin sömürüsüdür. Dolar değeri, demin söylediğim gibi, eksik tutuluyor. Buraya, böyle, lineer olarak
gelmesi lazım, enflasyona eşit olması lazım; enflasyonun altında tutuluyor. Dolar yüzde 56 artıyor, enflasyon yüzde 80 iken.
Şu yeşil saha da, yine rantiyecilerin sömürüsü oluyor, sıcak dövizin sömürüsü ve dolar üzerinden, Türkiye’de, rantiyeciler, yüzde
33 net kâr yapıyor. Buna, hiçbir ülke dayanamaz. Rantiyeciler, bu üçlü şeytan üçgeniyle beslenirken.
Nedir bu şeytan üçgeni: Faiz nispeti, enflasyon ve doların değeri. Bunlar, politikalarla tespit ediliyor. Lordlar meclisi “bu kadar
sömüreceğim” diyor, tespit ediyor, bunlar tatbik ediliyor.
Şu görülen yeşil ve kırmızı saha, rantiyecilerin sömürüsüdür.
Buna mukabil, şimdi, Sayın Hükümet, gelmiş “ücretleri temmuza kadar artırmayacağım, temmuzda yüzde 20 artıracağım”
diyor. Zâhiren, sanki, böyle bir artma olacak. Yani, ona, yüz verilecekken... Zaten, yıllardan beri hakkı yenmiş... Şimdi
“artıracağım” diyor, gerçekte, halkın, devletin elindeki para, böylece azalıyor.
Şu halkın ezilmesidir bu mavi saha, şu yeşil ve kırmızı ise, rantiyecilerin haksız kazancıdır. Bak, burada 32 milyar dolar
kaybediliyor, bunlara 32 milyar dolar pompalanıyor. Kim pompalıyor bunu: Rantiyeci yönetimler; hadise budur. (RP sıralarından
alkışlar)
Bunun nasıl olması lazım: Bak, bunun için, gerçek demokrasi düzeni, evet, adil düzen... Başka çaresi yok. (RP sıralarından
alkışlar)
Ne olması lazım: Doların değerinin sabit olması lazım, enflasyonun sıfır olması lazım, faiz gelirinin de sıfır olması lazım ve
asıl millî gelirin, insan emeğinin artırılması lazım. Devlet ve halkın, bir senede, yüzde 15-20 zenginleşmesi lazım. Bu da, gerçek
bir demokratik yönetimin pompası.
İşte, şimdi, bak, sırası gelmişken, hemen söylüyorum ki -bu şekilleri de göstererek- Mesut Bey kardeşim...
BAŞKAN – Sayın Erbakan, size, 5 dakika ek süre veriyorum.
Buyurun.
NECMETTİN ERBAKAN (Devamla) – Çok teşekkür ederim.
...21 Şubat, bayram günü, siz, bu gerçek demokratik düzen yerine, rantiye düzenini seçtiniz; yaptığınız iş budur. (RP
sıralarından alkışlar)
Ve de şimdi, önümüze “bu küçük aysberg yumurtasını, böylece büyüteceğim” diye geliyorsunuz; hadise budur.
Ne yazık ki, şu anda, halk bayram edemiyor; çünkü, işte zamlar, işte, alınan trilyonlarca lira borçlar, işte, düşük köylü taban
fiyatları.... Aynen rantiye politikası devam ediyor; halk eziliyor, eziliyor, eziliyor... Bu, böyle gitmez; buraya kadar geldik; ama,
bundan sonra, böyle gidemez. Mutlaka, artık bunun düzeltilmesi lazım; çünkü, toplum tahrip olmuştur, devlet tahrip olmuştur.
Burada, rakamlara girmeyeceğim, vaktimiz ölçülü olduğu için. Önce, bir defa, tabiî, Türkiye’de millî gelir fevkalada düşüktür. Bu
yüzden, fert başına millî gelir fevkalade düşüktür. Bizim köylerimizde Zimbabweler var; çünkü, fert başına millî gelir 35 dolar;
birtakım köy bölgelerimizde. Bunların hesaplarının hepsi burada. Zümresel dengesizlik artıyor, bölgesel dengesizlik artıyor;
Türkiye, bir felakete sürükleniyor ve ne yazık ki, Türkiye’nin en fakir vilayeti de Ağrı oluyor böylece; Zimbabwe’ye tekabül ediyor
Ağrı İlinin durumu. En zenginimiz Kocaeli; o da Slovenya’ya tekabül ediyor. İşte, Zimbabwe ile Slovenya arasında, 79 ilimiz
yerlerini almış.
Bütçelerimiz, gittikçe, felakete doğru gidiyor. Faiz ödemesinin vergiye nispeti yüzde 63’ü bulmuş, anaparanın faiz ödemesine,
anapara artı faiz ödemesinin vergiye oranı yüzde 200’ü bulmuş, yatırım diye bir şey kalmamış ve devlet, mahvolmuş, işsiz 11
milyona çıkmış. Bir yandan da tabiî, trilyonlarca liralık korkunç israflar devam ediyor. Yine, vaktimiz önemli olduğu için, bu
israfları size, maalesef, bir bir sayamayacağım; çünkü, asıl sonucu ifade etmem lazım.
Çok muhterem arkadaşlarımız, aslında, bizim çok zengin olmamız lazım. Dünyanın en genç nüfusu bizde, hepimiz biliyoruz.
Her türlü maden, orman, tarıma, hayvancılığa müsait araziler bizde; ama -demin, halkımızın halini gösteren fotoğrafları size
sundum- un, şeker, yağ var; helva yok!... Bu getirilen bütçeyle de hiçbir helva olmayacak. Koruk turşusu bu bütçe, koruk turşusu...
(RP sıralarından alkışlar)
Bunun temelindeki sebep, siyasîdir. Türkiye’de gerçek demokrasi yürümüyor. İşte 24 Aralık... Halk, bu politikaları istemediğini
haykırdı. Kurtuluşun yolunu da gösterdi; ama, üç rantiyeci evirdi çevirdi; yine, pompaları çalıştırıyor. Hadise budur.
Bundan dolayı, bak, kurtuluşu söylüyorum; hepimiz buradayız, 550 kardeşiz. Onun için, bunun kurtuluşu şudur: 46 ruhunu hep
beraber canlandıracağız; Refah Partisi, ANAP, DYP... (RP sıralarından alkışlar)
Ne demek 46 ruhu; işte, halkın hakkını kendisine vermek demektir. Halk Partisi, son devrinde... Bugünkü Halk Partisi “ben, o
değilim” diyor. Onun için, Halk Partisine... Yani “ben, yeni Halk Partisiyim” diyor. Onları tenkit için söylemiyorum...
ALİ RIZA BODUR (İzmir) – Gurur duyarız, onur duyarız.
ALGAN HACALOĞLU (İstanbul) – Atatürk’ün partisi devam ediyor.
NECMETTİN ERBAKAN (Devamla) – ... Ancak, 46-50 şahlanışı, ezilmiş olan halkın hakkını istemiş olduğu bir
şahlanıştır. Bu şahlanış yapıldı; ama, hedefine ulaşmadı. Bunu, şimdi, hep beraber... Bak, yüzde 60 çoğunluk vermiş, millet bu üç
partiye. Yüzde 60 çoğunlukla, bunu, bir an evvel gerçekleştirmemiz lazım. Kimse buna mani olmaya kalkışmasın; çünkü, mani
olamaz; çünkü, halk mutlaka galip gelecek, hak mutlaka galip gelecektir. (RP sıralarından alkışlar)
Refah Partisi, ANAP ve DYP’nin, üçümüzün birlikte kuracağı bir hükümette, aynen 1974-1978 döneminde yaptığımız gibi...
(CHP sıralarından “yakışır, yakışır ve hayırlı olsun” sesleri)
Siz, biraz bekleyin, sonra sizi de oraya katacağız. (RP sıralarından gülüşmeler ve alkışlar)
1974-1978’de... Elli senelik Türkiye’ye bakın; yatırımların gayri safî millî hâsılaya en büyük oranı 1977 yılındadır, yüzde
7,4’tür. İşte gerçekleştirmemiz icap eden budur, işte 400 belediyede ne yaptıysak, ülkede de bunu yapmamız lazım.
Bundan dolayı, son söz olarak şunu söylüyorum: Halkımızı kurtaralım, Türkiyemizi kurtaralım.
Allah’a emanet olun. (RP sıralarından “Bravo” sesleri, ayakta alkışlar)
BAŞKAN – Teşekkür ederim Sayın Erbakan.
Sayın Erbakan, tutanağı getirttim... Bir dakikanızı rica edeyim... (RP sıralarından ayakta alkışlar)
Bir dakika arkadaşlar... Bir dakika...
Sayın Erbakan, tutanağı getirttim; tutanaktaki ifadeniz şöyle... (RP sıralarından “Bravo” sesleri, ayakta alkışlar)
Bir dakika arkadaşlar; rica ediyorum bir dakika...
Bakın, cümlenizi aynen okuyorum: “Aslında, Türkiye’de gerçekte 2 tane Meclis var: Birisi bu Meclis; biz avam meclisi ile
paryalar meclisiyiz; bir de, bize hiç sorulmadan yürütülen işlerin meclisi var; o da lortlar kamarası.”
Efendim, malumunuz, parya, ayak takımı, köle demektir. (RP sıralarından gürültüler)
Bir dakika arkadaşlar... Türkiye Büyük Millet Meclisine hakaret var.
OĞUZHAN ASİLTÜRK (Malatya) – Sen hakaret ediyorsun!..
BAŞKAN – İçtüzüğün 137 nci maddesine göre Türkiye Büyük Millet Meclisine hakaret, Meclisten geçici çıkarmayı
gerektiriyor. Lütfen... Rica ediyorum... (RP sıralarından gürültüler)
Eğer bu Meclisin itibarını koruyacaksak, hepimiz koruyacağız.
OĞUZHAN ASİLTÜRK (Malatya) – Asıl sen hakaret ediyorsun!..
BAŞKAN – Sayın Erbakan, bu cümlenizin ne anlama geldiğini ve Meclise hakaret anlamında kullanmadığınızı izah edin;
yoksa, İçtüzük hükmü neyse onu uygulayacağım efendim.
NECMETTİN ERBAKAN (Devamla) – Sayın Başkan, ben beklerdim ki, zatı âliniz yapılan konuşmaları eksiksiz takip
buyursaydınız...
BAŞKAN – Ettim efendim...
NECMETTİN ERBAKAN (Devamla) – Nasıl ettiniz?!.. Ben o sözün arkasından, o sözü ne manada kullandığımı
açıklamadım mı?.. Söylemedim mi?... (RP sıralarından “Bravo” sesleri, alkışlar)
Benim bu açıklamamdan sonra, sizin, böyle bir konuyu, âdeta, lüzumsuz yere, kaşırmış gibi orta yere koymanız fevkalade
isabetsiz bir davranıştır. (RP sıralarından “Bravo” sesleri, alkışlar)
Şu güzel havayı, bu yanlış davranışınızla bozmayın. Gereken açıklama yapılmıştır. Ben dedim ki: “...âdeta parya yerine
konuluyoruz. Biz parya değiliz...”
BAŞKAN – Cümleniz ortada ama...
NECMETTİN ERBAKAN (Devamla) – “... parya yerine konuluyoruz; çünkü, bütçenin aslı bize getirilmiyor...” Bu Meclisin
onurunu korumak için ben bu gerçekleri dile getirdiğimi ifade ettim. (RP sıralarından “Bravo” sesleri, alkışlar)
Bütün bunlar söylendikten sonra, bu nokta üzerinde durmamanızı beklerdim; hele, iş bitmişken, sonradan, getirip böyle bir
konuyu açmanızı çok yanlış bir davranış olarak değerlendiriyorum.
Sağ olun, teşekkür ederim. (RP sıralarından “Bravo” sesleri, ayakta alkışlar)
BAŞKAN – Bilakis... Meclisin itibarını korumak benim görevim efendim.
Sayın milletvekilleri, dün, biz bir konuyu burada kapatmıştık; Sayın Erbakan, yaptığı konuşmada, yine Başkanlığı hedef alan,
dün yapılan konuşmalara paralel bazı cümleler ifade etti.
Bir defa, Anayasanın 162 nci maddesine göre bütçenin 75 gün önce Meclise gelmesi konusu. Bundan önce bütçenin müzakere
biçimlerini burada karara bağlarken Danışma Kurulunda mutabakat sağlanmaması dolayısıyla, bütçenin müzakere ve programı
buraya geldi, müzakere edildi, Yüce Meclis bir karar aldı. Yüce Meclisin aldığı kararı, biz, devamlı olarak burada tartışma konusu
yapamayız; o geçti.
İkincisi...
İBRAHİM HALİL ÇELİK (Şanlıurfa) – Gereği ne, gereği?
BAŞKAN – Efendim, gereği... Genel Kurul karara bağladı; yani, bunun, 75 günün azamî süre olduğu, 75 günden daha kısa bir
zamanda bütçenin çıkarılacağı ve burada da da zaten, geçmişte de bütün partilerin, Mecliste bunların uzun zaman müzakeresinden
şikâyetçi olduğu herkesçe malum olan bir konuydu; böylece, Yüce Meclis buna bir çare buldu.
İkincisi, Hükümetin, Çekiç Güç’ün güvenoyu almasının kabul edilmediği konularında da Sayın Erbakan ve Partisi Anayasa
Mahkemesine dava açtılar. Mahkemeye eksik belgeler ibraz ettikleri için, Anayasa Mahkemesi, dilekçelerini, bu eksik belgeleri
tamamlamak üzere geri gönderdi; bir.
İkincisi, bakın, ben de Danışma Meclisindeki bu müzakerelerde vardım. Danışma Meclisindeki karar yetersayısıyla ilgili
madde...
OĞUZHAN ASİLTÜRK (Malatya) – Senin görevin ne?.. Bütçe müzakeresi bu.
BAŞKAN – Bir dakika efendim... Ben, Meclis adına konuşuyorum Sayın Asiltürk. (RP sıralarından gürültüler)
Bir dakika efendim... (RP sıralarından gürültüler)
OĞUZHAN ASİLTÜRK (Malatya) – Hükümetin yerine mi konuşuyorsun?!.
BAŞKAN – Efendim, onun muhatabı Hükümet değil, biziz, Meclis, Türkiye Büyük Millet Meclisi... Rica ediyorum... (RP
sıralarından gürültüler)
Yani, Hükümetin güvenoyu alıp almaması burada, Meclis kürsüsünde oturan...
OĞUZHAN ASİLTÜRK (Malatya) – Bütçe müzakeresi bu, sen neye dayanarak konuşuyorsun?
BAŞKAN – Sayın Asiltürk, bakın, çok rica ediyorum, oturun, benim konuşmamı dinleyin, ondan sonra siz ne derseniz...
OĞUZHAN ASİLTÜRK (Malatya) – Ben de rica ediyorum... İçtüzükte var mı senin bu yaptığın?..
BAŞKAN – Şimdi, Hükümetin güvenoyu alıp almaması meselesini burada kabul eden ve deklare eden Meclisin Başkanıdır.
Meclis Başkanı... Dün bu konuda biz yeteri kadar açıklama yaptık- bunun, çekinser oyların çoğunluğa dahil edileceği konusunda da,
Danışma Meclisinde müzakere yapılırken bu konuda açık beyanatlar da var...
HASAN DİKİCİ (Kahramanmaraş) – Aşağı in Sayın Başkan.
BAŞKAN – Kaldı ki, bu konuda da tartışma açmıyorum. Dün, bu konuyu biz karara bağladık; ondan sonra, tekrar aynı şeyin
gelmesine de gerek yok; dün bu mesele kapanmıştı; Hükümet güvenoyu almıştır. İçtüzüğün 105 inci maddesi açıktır,
güvenoylamasında olumlu oyların olumsuz oyları geçmesi yeterlidir. (RP sıralarından gürültüler)
ŞEVKET KAZAN (Kocaeli) – Söz istiyorum efendim.
BAŞKAN – Buyurun Sayın Kazan.
ŞEVKET KAZAN (Kocaeli) – Sayın Başkan, bakınız, dün bu kürsüden Meclisi nasıl yanlış bilgilendirdiyseniz, şu anda da
yanlış bilgilendiriyorsunuz.
BAŞKAN – O sizin düşünceniz.
ŞEVKET KAZAN (Kocaeli) – Bir dakika efendim...
ABDULKADİR ÖNCEL (Şanlıurfa) – Dinle lütfen...
ŞEVKET KAZAN (Kocaeli) – Anayasa Mahkemesi bizim dilekçelerimizi geri göndermedi. Anayasa Mahkemesi bir ara kararı
aldı. Almış olduğu ara kararında eksiklerini bize bildirmek üzere sadece ara kararını gönderdi.
BAŞKAN – Tamam efendim, hukukta buna dilekçe ret derler.
ŞEVKET KAZAN (Kocaeli) – Doğruyu söyle, doğruyu söyle...
BAŞKAN – Sayın Kazan... Yani, efendim, belge eksikliği dolayısıyla size 20 gün süre verdi.
ŞEVKET KAZAN (Kocaeli) – Ara kararını gönderdi, biraz hukuk lisanıyla konuş...
BAŞKAN – Değerli arkadaşlar, gerçekleri söylediğimiz zaman da arkadaşlarımız korkuyor, kızıyor. Anayasa Mahkemesi,
usulüne uygun olarak dava açılmadığı için, yeterli belgeler bağlanmadığı için dilekçeyi... Size 20 günlük bir süre verdi.
ŞEVKET KAZAN (Kocaeli) – Ara kararı verdi.
BAŞKAN – Ara kararı diyelim. Ara kararı verdi. 20 günlük süre içinde eğer, siz, bu genel başkana yetki verme kararını
almazsanız, grup kararını almazsanız, Anayasa Mahkemesi davanızı incelemeden reddedecek. Allah Allah... (RP sıralarından
gürültüler)
ŞEVKET KAZAN (Kocaeli) – Sayın Başkan, bugün, Grup Başkanvekili olarak, 9 Nisan’da almış olduğumuz grup kararını
Meclis Başkanlığına sundum. Sayın Genel Başkanım da, Refah Partisinin genel başkanı olduğuna dair belgeyi bize vermesini talep
eden yazıyı da sundum. Bu yazılar da bize verildi ve bu akşam Anayasa Mahkemesinde...
BAŞKAN – Evet... İşte, başlangıçta onları eklemeyi unutmuşsunuz da onu diyorum. (RP sıralarından gürültüler)
İBRAHİM HALİL ÇELİK (Şanlıurfa) – Ne gülüyorsun?..
BAŞKAN – Gülmemi de mi engelliyorsunuz.
İBRAHİM HALİL ÇELİK (Şanlıurfa) – Başkanlık ciddî bir iştir.
BAŞKAN – Gülmemi engelleyecek gücünüz varsa, engelleyin... (RP sıralarından gürültüler)
ABDULKADİR ÖNCEL (Şanlıurfa) – Meclisin ciddiyetini bozdunuz Başkan.
BAŞKAN – Sizin konuşmalarınızı, cevap vermeye değer bulmuyorum. (RP sıralarından gürültüler)
ANAP Grubu adına, Sayın Zeki Çakan; buyurun efendim. (ANAP sıralarından alkışlar)
Süreniz 60 dakika. (RP sıralarından gürültüler)
Bir dakika efendim... Arkadaşımız konuşacak.
Sayın Çakan, süreyi eşit mi bölüşeceksiniz?..
ZEKİ ÇAKAN (Bartın) – Yetmezse alırım.
BAŞKAN – Peki efendim.
Buyurun.
ANAP GRUBU ADINA ZEKİ ÇAKAN (Bartın) – Sayın Başkan, sayın milletvekilleri; 1996 Malî Yılı Bütçe Kanunu Tasarı
üzerinde, Anavatan Partisi Grubu adına görüşlerimizi belirtmek amacıyla huzurlarınızda bulunuyorum. Sizleri ve televizyonları
başında bizleri izleyen vatandaşlarımızı saygıyla selamlıyorum.
Anavatan Partisi kurucusu, Başbakan, 8 nci Cumhurbaşkanımız Rahmetli Turgut Özal’ın ölümünün 3 üncü yıldönümünde
kendisini rahmet, minnet ve şükranla anıyorum.
Sayın Başkan, sayın milletvekilleri; Anavatan Partisi Grubu adına, gerçek bütçe rakamlarına dönük olarak konuşmamı
sürdürmek istiyorum. Yeni bir bütçe kanunu tasarısı hazırlamak yerine, 17 Ekim 1995 tarihinde Meclise sunulmuş olan tasarıların,
İçtüzüğün 78 inci maddesine istinaden, yenilenmesi yolunu tercih ederek, ülkemiz için iki aydan fazla bir zaman kaybını önlemiş
olan Hükümetimize ve bu tasarıları revize ederek günün şartlarına uygun hale getiren ...
ŞÜKRÜ YÜRÜR (Ordu) – Sayın Başkan, burası kahve mi?..
ESAT BÜTÜN (Kahramanmaraş) – Sayın Başkan, oturtun lütfen...
BAŞKAN – Bir dakika, Sayın Çakan...
Sayın arkadaşlar, bakın, biraz önce konuşma yapan arkadaşlarımız, dikkatle dinlendi. Rica ediyorum, salonda, konuşmak
isteyen arkadaşlarımız varsa dışarı çıksınlar... Bakın, bir değerli arkadaşımız, değerli fikirlerini ifade ediyor. Rica ediyorum
efendim...
Buyurun.
ZEKİ ÇAKAN (Devamla) – ...Plan ve Bütçe Komisyonunun Başkan ve üyelerine şahsım ve grubumuz adına, özellikle
teşekkür ediyorum.
1996 yılı bütçe tasarılarını incelediğimizde, kamu açıklarının azaltılması ve duran yatırımların harekete geçirilmesi gibi
konulara öncelik verildiğini görmekteyiz. Ülkemizde zaman zaman yaşanan ekonomik darboğazların temelinde, yıllardan beri
süregelen ve birikmiş makroekonomik problemler bulunmaktadır. Zor olsa da, kamu açıklarının aşağıya çekilebilmesi için gerekli
olan tedbirlerin cesaretle alınması, ihracatımızı artırıp, dışticaret dengesini olumlu hale getirmek açısından ise, gerçekçi kur
politikası izlenmesi ve ihracatı destekleyici önlemlerin uygulamaya konulması gereklidir.
Ekonomik ve malî piyasalarda sağlanan istikrarın kalıcı hale dönüştürülebilmesi için, ülkemizin ihtiyacı olan yapısal tedbirler,
vakit geçirilmeden alınmalıdır. Yapısal dönüşüm şarttır.
Özelleştirme, ekonomimizin en önemli ihtiyaçlarından birisidir. Özelleştirme uygulamalarının hızlandırılmasıyla, devletin
üretim ve ticaretten bir an önce çekilerek, bu hizmetlerin özel sektöre devri, devletin de aslî görevleri olan, eğitim, sağlık, enerji,
savunma ve altyapı hizmetlerine öncelik vermesi gerekmektedir. Diğer taraftan, sosyal güvenlik reformunun ve mahallî idareler
reformunun da gecikmeden gerçekleştirilerek, uygulamaya sokulması şarttır.
Sayın Başkan, sayın milletvekilleri; konuşmamın bu bölümünde, Türkiye ekonomisi hakkında detaylara geçmeden önce kısa
bir genel değerlendirme yapmak istiyorum. Bilindiği üzere, rahmetli Turgut Özal’la beraber 1980’lerden itibaren, politika olarak, ithal
ikamesine dayalı ekonomi yerine, dışa açık serbest piyasa ekonomisi benimsenmiştir. Bu yeni strateji değişikliği, pek tabiîdir ki,
buna uygun bir dizi yasal ve kurumsal değişikliği ve düzenlemeyi de beraberinde getirmiştir. 1980’lerden günümüze kadar olan
süreçte, serbest piyasa ekonomisine geçişe ilişkin, yasal ve kurumsal düzenlemelerin tamamına yakın bir bölümü hayata geçirilmiştir.
Bunlar arasında, Sermaye Piyasasına işlerlik kazandırılması, döviz ve kambiyo işlemlerinde serbestiyete gidilmesi, ithalat ve
ihracatın liberalleştirilmesi, İstanbul Menkul Kıymetler Borsasının faaliyete geçirilmesi, para, döviz ve kambiyo borsalarının
kurulması, bankalararası para piyasalarının kurulması, açık piyasa işlemlerine başlanılması, vergi mevzuatımıza KDV gibi
çağdaş bir verginin kazandırılması, ilk akla gelen önemli yasal ve kurumsal düzenlemelerdir. Tüm bu düzenlemelerin çoğu, 1980 -
1990 döneminde hayata geçirilmiş ve izleyen dönemde, işbaşında olan hükümetlerce de zenginleştirilerek sistemin tamamlanması
yönünde adımlar atılmıştır. Tüm bu çalışmalara katkısı olan herkese huzurlarınızda teşekkür ediyorum.
Dışa açık politikaların olumlu sonuçları, kendisini, ilk olarak, ihracat artışında ve ihracata dönük sanayilerin hızla
gelişmesinde göstermiştir. Nitekim, ihracatımız, 1980 yılındaki 2,9 milyar dolardan 1983 yılında 5,7 milyar dolara, 1991 yılında
13,6 milyar dolara ve 1995 yılında da 21,6 milyar dolara yükselmiştir. Bu hızlı ihracat büyümesi, Türk özel sektörünün müteşebbis
gücünü ve değişen şartlara uyumda gösterdiği başarıyı ortaya koymaktadır.
Dışa dayalı büyüme stratejisinin olumlu sonuçlarının alındığı diğer bir saha da millî gelirin büyümesinde gözlenmiştir. 1980-
1995 döneminde, ortalama yıllık büyüme yüzde 4,2 olmuştur. Ayrıca, enerji, otoyol, haberleşme ve telekomünikasyon alanlarında
önemli yatırımlar gerçekleştirilmiş, GAP gibi dünya çapındaki bir bölgesel kalkınma projesi hayata geçirilmiştir ve uzayda uydusu
olan ülkeler arasında yerimizi almış bulunuyoruz.
Tüm bu olumlu gelişmelere rağmen, henüz çözülememiş ve uzun yıllardır süregelen önemli sorunlarımızın da varlığını
burada belirtmeden geçemeyeceğim. Bunlar arasında, kronikleşen yüksek enflasyon, kamu finansman açıklarının sürdürülemeyecek
boyutlara ulaşması ve hızla yükselen iç ve dışborçlar en önemlileridir.
Sayın Başkan, sayın milletvekilleri; bir ülke ekonomisindeki büyüme, uygulanan ekonomik politikaların başarısı ve
başarısızlığının en önemli göstergesidir. Yaşanan bazı sıkıntılara rağmen, Türkiye ekonomisi, büyüme temposu bakımından
OECD ülkeleri ortalamasının üzerinde bir performans göstermiştir. 1983 yılında sabit fiyatlarla 57,3 trilyon lira olan gayri safî millî
hâsılamız, yüzde 48 artmış olarak, 1991 yılında 84,9 trilyon liraya, 1995 yılında da 99,2 trilyon liraya ulaşmıştır. Bunu yüzde
olarak ifade etmek gerekirse, sabit fiyatlarla 1980 yılında yüzde 2,8 oranında gerileme gösteren gayri safî millî hâsıla, 1987 yılında
yüzde 4,2; 1985 yılında yüzde 9,8; 1990 yılında yüzde 9,4; 1993 yılında yüzde 8,1 oranında büyüme göstermiş, 1994 yılında ise
yüzde 6,1 oranında gerilemiştir. 1995 yılı büyümesi ise, yüzde 8,1 olmuştur. 1980-1995 döneminde ortalama yıllık büyüme hızı,
yüzde 4,2 olarak gerçekleşmiştir. 1980-1993 yılları arasında OECD ülkeleri yıllık ortalama büyümesi ise, yüzde 2,4 olmuştur.
Gayri safî millî hâsıla içinde sanayinin payı, 1983 yılında yüzde 22,4 iken, 1991 yılında yüzde 26,5’e ve 1995 yılında da
yüzde 27,7’ye çıkmıştır. Kişi başına millî gelir ise, 1983 yılında 1 264 dolar iken, 1991 yılında 2 621 dolara yükselmiş olup,
1994 yılında 2 184 dolara düşmüş ve 1995 yılında da 2 685 dolar olmuştur.
Büyümemizin ortalama olarak sanayileşmiş ülkeler büyüme hızlarının üzerinde olmasına rağmen, belli bir istikrar
kazanamadığı da bir gerçektir. Çok yüksek bir büyümeyi, hemen çok küçük bir büyüme, bazen de küçülmenin izlediği görülmüştür.
Büyümenin sürekli ve belli bir istikrar içerisinde olmasını sağlayacak tedbirlere öncelik verilmesi doğru bir yaklaşım olacaktır.
1981-1990 döneminde imalat sanayiinde yıllık ortalama üretim artış hızı, yüzde 7,6; 1991-1995 döneminde de yüzde 3,9
olarak gerçekleşmiştir. Bu dönemde, talep kompozisyonunda görülen değişmelerin etkisiyle, imalat sanayiinin yapısında önemli
değişiklikler olmuştur. Karayolu taşıtlarında, dayanıklı tüketim mallarında ve elektronik sanayiinde gözlenen yüksek talep ve
üretim artışları, bu sanayilerin hızla gelişmesine ve rekabet güçlerinin artmasına yol açmıştır.
Örneğin, 1980 yılında 31 500 adet olan yıllık otomobil üretimi, 1983 yılında 42 500’e, 1991 yılında 195 500’e, 1995 yılında
da yıllık 233 400’e yükselmiştir.
1982 yılında 63 500 olan yıllık renkli televizyon üretimi, 1983 yılında 368 700’e, 1985 yılında 1 milyon 128 bine, 1991
yılında 2 milyon 722 bine yükselmiş, 1995 yılında da yıllık 1 milyon 700 bin olmuştur.
Öte yandan, telefon abonesi sayılarında da önemli artışlar sağlanmıştır. 1980 yılında 1 milyon 148 bin olan telefon abonesi
sayısı, 1983 yılında 1 milyon 673 bine, 1991 yılında 8 milyon 147 bine ve 1995 yılında da 13 milyon 345 bine yükselmiştir.
Böylece, bugün, abone sayısı, toplam nüfusun yaklaşık yüzde 22’si düzeyine ulaşmıştır.
Ayrıca, turizm belgeli yatak ve tesis sayılarında da 1980-1995 döneminde önemli artışlar sağlanmıştır. 1980 yılında 56 bin
olan yatak sayısı ve 511 olan tesis sayısı, 1983 yılında 65 934’e ve 611’e, 1991 yılında 200 678’e ve 1 400’e yükselmiştir. 1992-
1995 döneminde de bu artış devam ederek, yatak sayısı 275 300’e ve tesis sayısı da 1 770’e ulaşmıştır.
Sayın Başkan, sayın milletvekilleri; ülkemizde yaşayan insanların huzur ve refahı, her yıl yaratılan millî gelirin büyüklüğü ve
bunun fertler arasında dağılım şekliyle yakından ilgilidir. Hükümetlerin görevlerinin başında, yatırım harcamaları yoluyla millî
gelirin büyütülmesine ve geliştirilmesine zemin hazırlayacak altyapının oluşturulması gelmektedir. Yatırımların düşüklüğü, hem
millî gelirin yeterince artmamasına hem de istihdam kayıplarına yol açarak, işsizliğe neden olmaktadır. Bu bakımdan, Hükümet
Programında, başta enerji, sağlık ve eğitim olmak üzere, üretim ve istihdam artışına yönelik harcamaların artırılacağına yer
verilmesini memnuniyetle karşılıyoruz.
Son yıllarda, kamu açıklarının finansmanından kaynaklanan nedenlerle yatırımlara yeterince kaynak ayrılamadığı da bir
vakıadır; ancak, üretim ve istihdam artışını sağlayacak yatırım harcamalarına her halükârda kaynak bulma mecburiyeti vardır.
Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; şüphesiz, yatırım yapılması bir kaynak meselesidir. Kaynak yaratılması ve yaratılan bu
kaynakların ekonomik kalkınma için gerekli olan yatırımlara yönlendirilmesi büyük önem taşımaktadır. Son yıllarda, özellikle faiz
ödemeleri, personel harcamaları, KİT’ler ve sosyal güvenlik kuruluşları açıkları sebebiyle, yatırımlara yeterince kaynak tahsis
edilememiş olduğunu görüyoruz. Bu takdirde, ekonominin yatırım açığının, özel sektör ve yabancı sermayenin devreye sokularak
kapatılması önem arz etmektedir. Özelleştirmeyle birlikte, yap-işlet-devret modelinin de devreye sokularak, özel kesimin, kamu
yatırımlarının yetersiz kaldığı alanlarda yatırıma yönlendirilmesine önem ve öncelik veriyoruz.
Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; ister gelişmiş isterse gelişmekte olsun, tüm ülkeler için istihdam ve işsizlik, ekonomik ve
sosyal açıdan büyük önem taşıyan bir konudur. Konuşmamın önceki bölümlerinde belirtmiş olduğum yüksek büyüme temposuna
rağmen, yüksek nüfus artışının da etkisiyle, ülkemizde istihdam ve işsizlik sorunu önemini korumuş ve istihdamın artırılması için
yeni önlemlere olan ihtiyaç devam etmiştir.
Bu yılın başından itibaren gümrük birliğine girilmiş olması, teknolojik gelişmenin gereklerini de dikkate alan istihdam
politikalarının geliştirilmesinin önemini bir kat daha artırmaktadır.
Ayrıca, özelleştirme sürecinin hızlanmasıyla birlikte, özel sektörün istihdam yaratma kapasitesine de daha çok ihtiyaç
duyulacaktır. Bu kapasiteyi artırıcı teşvik önlemlerinin arayışı içerisinde olma zorunluluğu vardır. Bu çerçevede, küçük ve orta
boy işletmelerin istihdama olan katkılarının artırılması için, devletin bu işletmelere yönelik destekleyici politikalar izlemesi,
üzerinde önemle durulması gereken bir husustur.
Devlet İstatistik Enstitüsü verilerine göre, toplam imalat sanayii işletmelerinin yüzde 90’ından fazlasını küçük ve orta boy
işletmeler oluşturmaktadır. İmalat sanayii içinde küçük ve orta boy işletmelerin payı incelendiğinde, toplam imalat sanayii
işletmelerinin yüzde 90’ından fazlası, toplam imalat sanayii istihdamının yüzde 57,3’nün küçük ve orta boy işletmelere ait olduğu
görülmektedir.
Bu veriler diğer ülke verileriyle bir paralellik göstermekle birlikte, Türkiye’de, küçük işletmelerin toplam kredilerden aldığı pay,
sadece yüzde 4’ler düzeyindedir. Oysa, bu oran, Amerika Birleşik Devletlerinde yüzde 42, Almanya’da yüzde 35, Güney Kore’de
yüzde 47 Fransa’da ise yüzde 48’ler düzeyindedir. Görüleceği üzere, küçük ve orta boy işletmelerin gerek istihdam gerekse imalat
sanayiindeki ağırlıkları ve önemi büyüktür. Bu potansiyelin diğer sanayileşmiş ülkelerinkine paralel olarak kredi ve diğer teşviklerle
desteklenmesi üzerinde önemle durulmalı ve bu konu bir hedef olmalıdır. Bu bakımdan, küçük ve orta boy işletmelerin üretim ve
istihdamdaki payının artırılmasını, bu işletmelerin üretim ve istihdam artışı sağlayacak projelerine kredi kolaylıklarının
getirilmesini, bunlara verilecek kredi miktarlarının artırılmasını çok isabetli buluyor ve bunu memnuniyetle karşılıyoruz.
Sayın Başkan, sayın milletvekilleri; ülkemizde 1971 yılına kadar tek haneli olan enflasyon, bu yıldan itibaren iki haneli olmuş,
1978 yılından itibaren yüzde 50’yi geçmeye başlamıştır; 1980 yılında ise yüzde 100’ü geçmiştir. 1984 yılında yüzde 50.4 olan
yıllık ortalama fiyat artışı, 1986’da yüzde 29.6’ya kadar inmiş ise de, 1988’de yüzde 70.5 olmuştur. 1989 ve 1990 yılında iniş
devam etmiş ve 1991 yılında yüzde 52.3 düzeyinde kalmıştır. 1992, 1993 ve 1994 yıllarında, sırasıyla yüzde 62,1, yüzde 58,4 ve
yüzde 120,7 seviyesinde seyretmiş ve 1995 yılında yüzde 88,5, 1996 yılının Mart ayı itibariyle de yüzde 72,1 olmuştur.
Enflasyon, dar gelirlinin, küçük esnaf ve çiftçinin, işçi, memur ve bunların emeklilerinin -kısaca- orta direğin, belini büktüğü
gibi, piyasa ekonomisinde uzun vadeli karar almayı engellediğinden, yatırımı, üretimi ve istihdamı da olumsuz etkiler. Türkiye
Cumhuriyeti hükümetlerinin, hatta Yüce Meclisin, ülkemize yapacağı en büyük iyilik, enflasyonu tek haneli rakamlara indirmek ve
istikrarlı bir seviyede tutmaktır.
Sayın Başkan, sayın milletvekilleri; 24 Ocak kararları olarak bilinen istikrar tedbirlerinin en önemli ayaklarından birini de -
ödemeler dengesi açıklarına çözüm getirmek için -bilindiği üzere, ihracata dayalı bir büyüme modeline geçiş oluşturmuştur.
Ülkemizde, ödemeler dengesi güçlükleri, zaman zaman, ekonomide çok büyük darboğazlara yol açmıştır; zira, uygulanan ithal
ikameci sanayi politikaları, ithal girdi temin edilememesi dolayısıyla, sanayinin neredeyse durması ve kapasitelerin büyük çapta atıl
kalması sonucunu doğurmuştur. Bu güçlüklerin aşılması amamcıyla, 1980 yılından sonra, sanayileşmede strateji değişikliğine
gidilerek, ihracata dayalı stratejiler öne çıkarılmış ve bu alanda önemli mesafeler alınmıştır. Benimsenen bu yeni strateji sayesinde,
ödemeler dengesi sıkıntıları önemli çapta ortadan kalkmış, Türkiye sanayicisi dışarı açılarak ufkunu genişletmiş, yeni üretim ve
pazarlama sistemlerini öğrenerek dış pazarlara hızla adapte olmuş, ihracat ve ithalat hacmi büyük oranda artmıştır.
1980 yılında ihracatın yüzde 36’sı sanayi mallarıyken, 1983 yılında sanayinin payı yüzde 63,9’a, 1991 yılında yüzde 77,8’e
ve 1995 yılında da yüzde 87,4’e çıkmıştır. 1980 yılında 7,9 milyar dolar olan ithalatımız ise, 1983 yılında 9,2 milyar dolar, 1991
yılında 21 milyar dolar ve 1995 yılında 35,7 milyar dolar olmuştur.
Öte yandan, döviz kazandıran ve kamuoyunda bacasız fabrika olarak nitelendirilen turizm gelirleri de, ödemeler dengesine
olumlu yönde büyük katkılar sağlamıştır. 1980 yılında 326 milyon dolar olan turizm gelirleri, 1983 yılında 420 milyon dolara,
1985 yılında 1 milyar 84 milyon dolara, 1990 yılında 3 milyar 225 milyon dolara yükselmiştir. 1991 yılında da, Körfez krizine
rağmen, 2 milyar 654 milyon dolar turizm geliri sağlanmıştır. 1993 yılında 3 milyar 959 milyon dolar seviyesine çıkan turizm
gelirleri, 1995 yıl sonu itibariyle yaklaşık 5 milyar dolara yükselmiştir. Böylece, 1980 yılında sadece 326 milyon dolar olan turizm
gelirleri, 1995 yılında 5 milyar dolara yükselmiş bulunmaktadır.
Sayın Başkan, sayın milletvekilleri; devletin üstlenmiş olduğu görevleri yerine getirmesinde gelirlerin giderleri karşılamaya
yetmemesi nedeniyle oluşan açıkların finansmanı için, borçlanmaya gidilmektedir. Kamuoyunda karadelik olarak adlandırılan
KİT’ler, sosyal güvenlik kuruluşları, mahallî idareler ve fonların açıklarından kaynaklanan finansman açıkları da eklendiğinde
içborçlanma ihtiyacı daha da artmakta ve buna bağlı olarak, toplam borç stoku da hızla yükselmektedir.
Şüphesiz, devlet hizmetlerinin devamı için, normal gelirlerin yetmediği durumlarda, borçlanmaya başvurulması normaldir ve
bundan da korkmamak gerekir. Yeter ki, borçlanmayla sağlanan kaynaklar, cari harcamaların finansmanı yerine, yatırım ve üretime
kanalize edilmiş olsun. Bu takdirde, üretim ve yatırımdan elde edilecek gelirler, kendini finanse etmeye kâfi gelecektir. Aksi halde,
borcun geri ödenmesinde, ülkemizde olduğu gibi, sıkıntılarla karşılaşılması gayet doğaldır.
Bu bakımdan, Hükümet Programında belirtilen borç stokundaki artışın yatırım artışına bağlanması hedefinin hayata
geçirilmesini, bu alanda atılacak önemli bir adım olarak gördüğümüzü açıklıkla ifade etmek istiyorum. Yeni borçlanmaya gidilirken,
bu hususun göz önünde bulundurulması ve konunun yeni bir yaklaşımla ele alınmasında büyük yarar bulunmaktadır.
İçborçlanmada karşılaşılan sorun, borcun büyüklüğünden ziyade, borç- vade yapısının çok kısa oluşudur.
Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; konuşmamın bu bölümünde, kısaca, iç ve dışborçların 1980-1995 dönemindeki seyrine
ilişkin bazı rakamlar sunmak istiyorum:
1980 yılında 721 milyar lira olan içborçlarımız, 1983 yılında 1,3 trilyon liraya, 1985 yılında 7 trilyon liraya, 1987 yılında
17,2 trilyon liraya, 1991 yılında da 97,6 trilyon liraya yükselmiştir; 1992 yılında 194,2 trilyon liraya çıkan içborç stoku, 1993
yılında 357,3 trilyon liraya, 1995 yılında yaklaşık 1,4 katrilyon liraya ve Mart 1996 yılı sonu itibariyle de 1,9 katrilyon liraya
yükselmiştir. İçborçların gayri safî millî hâsılaya oranı, 1980 yılında yüzde 13,6, 1983 yılında yüzde 22,8, 1985 yılında yüzde
19,7 ve 1991 yılında da yüzde 15,4 olmuştur; 1994 yılında da bu oran yüzde 20,6, 1995 yılında ise yüzde 17,8 olmuştur.
Bu rakamlardan da anlaşılacağı üzere, içborç stokunun gayri safî millî hâsılaya oranı, 1980-1995 döneminde yüzde 15 ilâ yüzde
23’ler arasında değişmektedir.
Dışborç stoku ise, 1980 yılında 16,2 milyar dolar, 1983 yılında 25,5 milyar dolar, 1991 yılında da 50,5 milyar dolar
seviyesine ulaşmış; 1993 yılında 67,4 milyar dolar ve 1995 yılı sonu itibariyle de 73,3 milyar dolara yükselmiştir.
Dışborçların gayri safî millî hâsılaya oranı ise, 1980 yılında yüzde 23,7, 1983 yılında yüzde 29,6, 1985 yılında yüzde 37,4,
1991 yılında da yüzde 33,2 olmuştur; bu oran, 1993 yılında yüzde 37 ve 1995 yılında da yüzde 44,2 olmuştur.
İç ve dışborçlardaki bu artışlara paralel olarak, borç faiz ödemelerinin de önemli ölçüde arttığı hepinizce malumdur. Nitekim,
1980 yılında 22 milyar lira olan iç ve 9 milyar lira olan dışborç faizi olmak üzere, toplam 31 milyar lira faiz ödemesi yapılmışken,
1985 yılında 247 milyar lirası iç ve 428 milyar lirası dışborç olmak üzere, toplam 675 milyar TL faiz ödemesi yapılmış; 1991
yılında 16,9 trilyon lirası içborç ve 7,1 trilyon lirası dışborç olmak üzere, toplam 24 trilyon lira borç faiz ödemesi
gerçekleştirilmiştir; 1993 yılında ise, 24 trilyon lira dış ve 92,5 trilyon lira içborç faizi olmak üzere, toplam 116,5 trilyon lira borç
faiz ödemesi yapılmışken, bu miktar, 1995 yılında, 101 trilyon lirası dış ve 476 trilyon lirası içborç olmak üzere, toplam 577
trilyon liraya yükselmiştir.
Bu verdiğim rakamlar da gösteriyor ki, Türk ekonomisinin en önemli noktası, borçlanmanın, vade ve faiz ilişkisinin sağlıklı
kurulamamasıdır.
Sayın Başkan, Yüce Meclisin değerli mensupları; ülkemiz ekonomisi açısından büyük önem taşıyan özelleştirme konusuna da
kısaca değinmek istiyorum. Bilindiği üzere, başlangıçta, kalkınmayı hızlandırmak, istihdam imkânlarını artırmak ve kaynak
yaratmak amacıyla kurulan kamu iktisadî teşebbüsleri, aşırı siyasî müdahaleler, geri teknoloji ve aşırı istihdam gibi sebeplerle
kaynak tüketir hale gelmişlerdir. Kuruluş amaçlarından gittikçe uzaklaşmış olan KİT’ler, bugün kalkınma gayretlerimizin önünde
önemli birer engeldir.
Özelleştirme, ekonomide verimlilik ve etkinlik arayışlarının bir sonucu olarak değerlendirilmelidir. Özelleştirmeyi, ekonomide
etkinlik ve verimliliğin artırılmasını sağlayan bir araç olarak görüyoruz. Özelleştirme, verimsiz kullanılan kaynakların toplumsal
refahın artırılması yönünde kullanılmasına da imkân verecektir. Özelleştirmede ortaya çıkan yapısal ve kurumsal eksiklikleri
giderici çalışmalar tamamlanmış, gerekli hukukî altyapı oluşturulmuştur. Devletin, ekonomiden çekilerek aslî görevlerine dönmesi
zamanı gelmiştir. Özelleştirmede arzulanan hedeflere ulaşılmasıyla KİT’ler, ekonomiye yük olan değil, itici güç veren kuruluşlar
haline gelecek, sermaye sahipliği tabana yayılarak, verimlilik ve üretim artışları sağlanacaktır.
BAŞKAN – Sayın Çakan, 2 dakikanız var.
ZEKİ ÇAKAN (Devamla) – Böylece, ekonomimizin uluslararası piyasalarda rekabet gücü de artarak, Türk sanayiinin gümrük
birliğine uyumu kolaylaşacaktır.
Yap-işlet-devret modelini de, özelleştirme sürecinin bir parçası olarak değerlendiriyoruz. Böylece, ülkemizin ihtiyacı olan
büyük altyapı projelerinin gerçekleştirilmesinde, yabancı sermaye ve özel sektörün de katılmasıyla, ilave kaynak sağlanmış
olacaktır.
Sayın Başkan, sayın milletvekilleri; 1980’li yıllarda, Türkiye ekonomisindeki liberalleşme ve dışa açılma çalışmalarına
paralel olarak, Türk vergi sisteminde de köklü değişiklikler yapılmıştır. Bu çerçevede, başta, toplumda belge kullanımının
yerleştirilmesine yönelik düzenlemeler yanında, Katma Değer Vergisinin yürürlüğe konulması, serbest muhasebecilik ve malî
müşavirlik sisteminin yasal çerçeveye büründürülmesi, yazarkasa uygulamasının başlatılarak özendirici tedbirlerle tüm ülke çapında
yaygınlaştırılması, ücretlilere vergi iadesi uygulaması, gelir idaresinin modernizasyonu için gerekli finansmanı sağlayacak özel bir
fon oluşturulması, o zamanın şartları içerisinde yapılan, sadece, aklıma gelen birkaçıdır. Dikkat edilirse, bütün bu değişiklikler,
izlenen ekonomik ve sosyal değişim politikalarıyla uyumludur. Bir başka ifadeyle, Anavatan hükümetleri döneminde de, vergi
düzenlemeleri, üretim, yatırım, istihdam ve ihracatı olumsuz etkilemeyen, aksine, teşvik eden bir mantık çerçevesinde
gerçekleştirilmiştir.
1991 yılından bu yana, bizden sonraki hükümetler döneminde de, gerçekten, bu Parlamentodan, çok fazla vergi düzenlemeleri
geçirilmiştir. Bu düzenlemelerin bazılarına Anavatan Grubu olarak destek verdik, bazılarına ise yapıcı ve düzeltici eleştirilerimizle
katkıda bulunduk. Gerçekten, bütün bu düzenlemeler iyi niyetle yapılmıştır; ancak, bugün görüyoruz ki, vergi sistemimizde, hâlâ,
daha yapılacak pek çok düzenlemeye ihtiyaç vardır. Türkiye ekonomisi, geçtiğimiz iki yılda, ağır bir krizden geçmiştir; buna
rağmen, vergi sisteminden kaynaklanan bir olumsuzluk, büyük ölçüde yaşanmamıştır. Bunda, Türk vergi politikasının, işbaşındaki
hükümetlere göre fazla değişmeyen; ancak, ekonomideki gelişmelere uyumlu bir değişim içerisinde olmasının rolü vardır. Bugün
itibariyle baktığımızda, özellikle vergi oranlarının yüksekliği, enflasyon muhasebesinin yeterince yerleştirilememesi, ceza
sistemindeki caydırıcılığın mükelleflerce yeterince kavranamaması, yasalardan ve uygulamadan kaynaklanan sorunların en
önemlilerini teşkil etmektedir. Aksine, vergi sistemleri, serbest piyasa ekonomisi içerisinde istihdamı, üretimi, yatırımları ve ihracatı
artırıcı faaliyetleri teşvik etmeli, işletmeleri verimsiz bürokrasiye boğmamalıdır.
Bu kapsamda, 53 üncü Hükümet tarafından, bu kısa sürede getirilen küçük ve orta ölçekli yatırımların cazip hale getirilmesi
amacıyla uygulamaya konulan, teşvik, belgesiz yatırımların da yatırım indiriminden faydalanması, adalet ve ödeme gücü ilkesinden
hareketle götürü usule tabi esnaf ve sanatkârların vergilerinde köklü indirime gidilmesi, bürokrasinin ve gereksiz kırtasiyeciliğin
ortadan kaldırılması amacıyla vergi iadelerinde iade tutarının iki kat artırılması gibi uygulamaları sonuna kadar destekliyor ve 53
üncü Hükümete, geleceğe yönelik gösterge niteliğindeki bu köklü düzenlemeleri nedeniyle, Yüce Meclis huzurunda teşekkür
ediyoruz.
Keza, bir avukatın yanında diğer bir avukatın ücretli olarak çalışabilmesine imkân sağlayan düzeltici değişiklikle, Maliye
Bakanlığının, mükelleflerin haklı şikâyetlerine karşı duyarlı bir idare olacağının ilk işareti alınmıştır. Bu duyarlılığın
devamının, sağlıklı mükellef-Maliye ilişkileri açısından gerekli olduğuna inanmaktayız.
Sayın Başkan, sayın milletvekilleri; Maliye Bakanlığının, mükelleflere daha iyi hizmet vermesi, vergi denetimlerini etkili ve
süratli bir şekilde sonuçlandırması bakımından örgütlenme biçimini, personelinin niteliklerini ve teknoloji kullanımının modern
çağın gereklerine göre zaman içerisinde değiştirmesini, yeniden yapılandırılmasını gerekli görmekteyiz. Belirttiğim amaçlara
yönelik olarak, gelir idaresinde yakın geçmişte başlatılmış olan yeniden yapılanma ve değişim programını içtenlikle
desteklemekteyiz; ancak, yeniden yapılanmanın, sadece, bir bilgisayar ve teçhizat alım programı biçiminde bırakılmamasını da
temenni etmekteyiz. Asıl olan, yetişmiş insangücünün sağlanması ve uygulamanın bu maharette bırakılmasıdır.
Sayın Başkan, sayın milletvekilleri; içinde bulunduğumuz dönemde dünya ekonomisinin en önemli konularından birini de
küreselleşme ve bölgeselleşme hareketleri oluşturmaktadır. Dünya üzerinde bir yandan ticarî bloklar oluşurken, bir yandan da bloklar
arasında işbirliğini geliştirme imkânları aranmaktadır. Türkiye’nin, bu gelişmelerin dışında kalması düşünülemez. Dünyayla her
alanda bütünleşip yarışabilmemiz için, gerekli yapısal tedbirlerin bir an önce alınması şarttır. Bu kapsamda, tam üyeliği hedef
aldığımız Avrupa Birliği normlarını, her alanda olduğu gibi, makroekonomik göstergelerde de yakalamamız gerekir. Bu açıdan,
enflasyonun, kamu açıklarının ve kamu borçlarının, Avrupa Birliğince kabul edilen kriterlere uygun hale getirilmesi vazgeçilmez bir
hedef olmalıdır.
Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; Türk Devletinin ülkesi ve milletiyle bölünmez bütünlüğünü sonuna kadar korumaya kararlı
olduğumuzu tekrarlamak istiyorum. Türkiye, terör gibi olumsuzlukların üstesinden gelecek ve bunları mutlaka aşacaktır. Vatan
toprağını, ülkemizin bölünmez bütünlüğünü koruma uğruna kanlarını akıtarak canlarını veren ve şahadet mertebesine ulaşan aziz
şehitlerimize Tanrıdan rahmet, kederli ailelerine ve milletimize başsağlığı diliyorum.
Terörün kökünü kazımaya kararlı olduğumuzu bir kez daha huzurlarınızda açıklıkla ifade ediyorum. Bu itibarla, gerekli
önlemlerin alınması hususunda, her zaman Hükümetimizin yanında olacağız. Milletçe sahip olduğumuz inanç, özgüven ve sevgi
duyguları, içte ve dışta karşılaştığımız tüm engel ve tehlikeleri ortadan kaldırmaya yetecek güçte ve sağlamlıktadır.
Tüm bu duygu ve düşüncelerle, 1996 yılı bütçesinin, ülkemize ve milletimize hayırlı ve uğurlu olmasını diler, bütçenin
oluşmasına büyük katkıda bulunan Yüce Meclise şahsım ve Grubum adına saygılarımı arz ederim. (ANAP sıralarından alkışlar)
BAŞKAN – Teşekkür ederim Sayın Zeki Çakan.
ANAP Grubu adına ikinci konuşmayı yapmak üzere, Sayın Murat Başesgioğlu; buyurun efendim.
Süreniz 25 dakikadır.
ANAP GRUBU ADINA MURAT BAŞESGİOĞLU (Kastamonu) – Sayın Başkan, Yüce Meclisimizin değerli üyeleri;
Grubumuz adına görüşlerimizi açıklamaya devam etmek üzere huzurunuzdayım. Sözlerimin başında, Yüce Heyetinizi ve bizi
izleyen değerli vatandaşlarımızı, Anavatan Partisi Grubu adına, saygıyla selamlıyorum.
Yine, sekizinci Cumhurbaşkanımız değerli devlet adamı Turgut Özal’ı, ölüm yıldönümünde rahmetle anıyorum.
Muhterem milletvekilleri, 1996 yılı bütçe tasarısı, 17 Ekim 1995 tarihinde, Türkiye Büyük Millet Meclisine sunulmuştur. Yüce
Heyetin malumu olduğu üzere, araya erken seçimlerin girmesi hasebiyle, bütçe tasarıları görüşülmemiş ve bu nedenle, o günkü
Hükümetimiz, dört aylık geçici bir bütçe çıkarılmasına karar vermiştir. 4130 sayılı kanunla alınan yetki, 30 Nisan’da dolmaktadır.
Bu tarihten önce bütçe tasarılarının yasalaşması zorunlu olduğu için, 53 üncü Cumhuriyet Hükümeti, Meclis İçtüzüğümüzün 78
inci maddesinin kendisine vermiş olduğu yetkiyi kullanarak, tasarıyı yenilemiş ve Plan ve Bütçe Komisyonuna sunmuştur.
Burada, özellikle Refah Partimizin bu konuya ilişkin itirazlarının Anayasanın 162 nci maddesine uygun düşmediğini ve bu
şekilde yenilemenin, Anayasamıza ve İçtüzüğümüze uygun olduğunu ifade etmek istiyorum.
Değerli milletvekilleri, zorunluluk gereği, Meclisimiz, belki de tarihinde ilk kez olmak üzere, bütçe görüşmelerini, önceki
yıllardan farklı bir prosedür içerisinde gerçekleştirmiştir. 12 Mart 1996 tarihinde Meclisimizin güvenine mazhar olmuş bulunan 53
üncü Cumhuriyet Hükümetinin, bu zorunluluk nedeniyle, hazırlanan bütçeye, Hükümetin temel tercihlerini ve politikalarını ne
derece yansıttığı, tartışmaya açık bir konudur. İnşallah, 1997 yılı bütçesi hazırlanırken, Cumhuriyet Hükümeti, temel tercihlerini
ve politikalarını, bütçeye, daha rahat aktarma imkânına sahip olacaktır.
Değerli arkadaşlar, 1996 yılı bütçesi, Komisyonda yapılan değişikliklerle, 3 katrilyon 511 trilyon lira olarak bağlanmış
bulunmaktadır.
Tasarıda, büyüme hızı yüzde 4,5 ve 1996 yılı sonundaki enflasyon hedefi de yüzde 65 olarak belirlenmiştir.
Yılın ilk dört ayında 400 trilyon lira açık veren bütçe açığı konusuna gelince; tahminî bütçe açığı, 861 trilyon lira olarak
benimsenmiş bulunmaktadır.
Yeni bütçede, memurlarımıza ayrılan payın, 110 trilyon lira artışla 910 trilyon liraya çıkarılması sevindiricidir.
Yine, yatırım ödenekleri, 190 trilyon liradan 239 trilyon liraya çıkarılmış bulunmaktadır.
Değerli milletvekilleri, Yüce Heyetinizin de malumları olduğu üzere, bu bütçe rakamlarına baktığımız zaman, ortağı
bulunduğumuz Hükümetin devraldığı ekonomik tablonun ağırlığı ortadadır. Bunlara, bir de, 1995 yılı sonu itibariyle 1,4 katrilyon
liralık içborç ve 72,3 katrilyon liralık dışborç stoklarını da eklediğimizde, Hükümetin devraldığı tablonun ağırlığı ve
ekonomimizin ne denli darboğaz içerisine girdiği, açıkça görülecektir.
Aslında, bu rakamları, ekonomimiz ile ilgili bu tespitleri, hepimiz biliyoruz. Refah Partisi Genel Başkanı Sayın Erbakan da,
burada, bu rakamları, biraz da dramatize ederek, çok açık ve seçik şekilde ifade etti; ama, değerli milletvekilleri, takdir edersiniz ki,
bu tabloyu, bu resmi hepimiz biliyoruz. Milletimizin bizden beklediği, bu tablo içerisinde, bu sorunlara çare üretmek, bu sorunları
çözmektir ve yine milletimiz bizden şunu bekliyor; artık, klasik iktidar-muhalefet çekişmesini bir tarafa bırakalım, olumsuza politika
yapmayalım; kimin dağarcığında ne varsa, kim bu ülkenin yararına en ufak katkıyı sağlayacaksa, bu katkıyı hükümetten ve
sorumlulardan esirgemesin.
Şimdi, biz, Anavatan Partisi Grubu olarak, Türk ekonomisi, 1996 Nisanında bu duruma nasıl gelmiştir; içborç ve dışborç
stokları, enflasyon rakamları bu denli nasıl yükselmiştir diye, burada, geçmiş dönemin veyahut da kişilerin sorumluluğunu
sorgulamayacağız. Bu konuda Sayın Genel Başkanımızın da belirttiği gibi, bu konunun muhasebesini, aziz milletimizin ve
kamuoyunun vicdanına bırakıyoruz. Elbette, tarih içerisinde görev yapmış cumhuriyet hükümetlerinin sorumluluğu yerli yerlerine
oturtturulacaktır; ancak, değerli arkadaşlarım, yeni Hükümetimizin devraldığı ekonomik tablonun ağırlığı nedeniyle, çok çetin
sorunlara muhatap olacağını şimdiden görüyoruz ve başta Sayın Başbakan olmak üzere, bütün kabine üyelerimize Cenabı Allah’tan
kolaylıklar diliyoruz.
İtiraf etmeliyiz ki, ülke olarak zor bir dönemeçten geçiyoruz; bu nedenle siyasî partilerimize, iktidar-muhalefet ayırımı
gözetmeksizin büyük bir sorumluluk düşmektedir. Milletimiz, aslında, yeni oluşan 20 nci Dönem Parlamentomuzdan büyük bir
beklenti içerisindedir; bu Parlamentodan, büyük gayretler, girişimler beklemektedir. Her şeyden önce de, Yüce Mecliste, uzlaşma ve
hoşgörüyü, aziz milletimiz, bizden beklemektedir. Demin arz ettiğim gibi, artık, klasik iktidar-muhalefet çizgisinden, siyah-beyaz
noktasından vazgeçmemiz, hem ülkemiz yararına olacak hem de milletimizin büyük umutlarla seçtiği, büyük beklentiler içerisinde
bulunduğu 20 nci Dönem Parlamentosunun itibarını korumak, siyasetçinin toplumda zedelenen itibarını yeniden kazanmak için
büyük bir fırsat olacaktır.
Aslında, 53 üncü Cumhuriyet Hükümetinin bir azınlık hükümeti olması, uzlaşma geleneğimizin yerleşmesi için büyük bir
şanstır. Geçmişte hep şikâyet edilmiştir “tek parti hükümetleri Meclise egemen oluyor, gece baskınlarıyla kanunlar çıkarıyor ve
ülkenin kaderini elinde tutuyor” diye. Şimdi, bu itirazı ileri sürenlere diyoruz ki; işte, şu andaki Koalisyon Hükümeti, bir azınlık
hükümetidir; o halde, geliniz, bu uzlaşma örneğini, bu hoşgörü örneğini birlikte sergileyelim.
Bu arada, Hükümetin kuruluşunda ve önemli ülke sorunlarında hükümete destek veren siyasî parti gruplarımıza da buradan
teşekkür etmeyi bir borç biliyoruz.
Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; 20 nci Dönem Parlamentomuzun ve onun içerisinden çıkmış olan 53 üncü Cumhuriyet
Hükümetinin önünde, tercih yapması gereken bir kavşak noktası var. Türkiye, 20 nci Dönem Parlamento ve Cumhuriyet
Hükümetimiz, tarihî bir dönemeçten geçiyor. Bu yollardan birisi, hepinizin de bildiği gibi, kronikleşen ülke sorunlarının üzerine
gitmeden, medyatik şovlarla günü kurtarmayı amaçlayan ve sorunları ertelemeyi amaçlayan bir politika izlenebilir. Bu, birinci yoldur.
Ya da ülkenin sorunlarını, acı da olsa, halkımıza anlatarak, bu gerçekleri onlarla paylaşarak ve çözümünde de halkımızla beraber
hareket ederek, ülkenin kronikleşen sorunlarını çözmek için köklü ve radikal tedbirler almaktan geçmektedir. Belki, bu ikinci yolun
siyasî faturası, bedeli cumhuriyet hükümetlerine ağır gelebilir. Biz, bunun bilincindeyiz; ama, Anavatan Partisi olarak, kuruluş
felsefemiz ve misyonumuz gereği, bizim tercihimiz, elbette ki ikinci yol olacaktır; yani, kronikleşen ülke sorunlarını çözmek için
köklü ve radikal tedbirlerin alınması zaruretine inanıyoruz.
Muhterem milletvekilleri, bu çerçevede devletin yeniden yapılanmasını zarurî görüyoruz. Devlet, artık, hantal yapısıyla,
merkeziyetçi yapısıyla halkımıza hizmet götürmekten uzaklaşmıştır. Dolayısıyla, bu devlet yapısını ve devleti acilen
yapılandırmak ve halkımıza hizmet götürmede daha süratli bir hale getirmek durumundayız.
Devleti, eğitim, sağlık ve savunma gibi aslî görevlerine döndürerek, bu yeni yapılanmada kişi ve kişinin hak ve hürriyetlerini
mutlaka bunun temeli olarak göstermek zorundayız.
53 üncü Cumhuriyet Hükümetimizin, öncelikli konular arasına, devletin yeniden yapılandırılmasını almasını olumlu
karşılıyor, bu konudaki gayretlerine, Anavatan Partisi Grubu olarak sonuna kadar destek vereceğimizi ifade ediyorum.
Yine, millî eğitimimiz büyük sorunlar içerisindedir. Öğrencilerimizin, 70-80 kişilik sınıflarda okuduğu, ikili üçlü öğretimlerin
yapıldığı; kaynak yetersizliğinden dolayı öğrenci velilerinden devamlı olarak para toplandığı; millî eğitimimizin, ileriye dönük ve
bugünden büyüyen sorunlarıyla 2000 yılına geçmesi mümkün değildir.
O halde, Cumhuriyet Hükümetimiz ve Parlamentomuz, millî eğitim konusunda bir reform bir yeniden yapılanmaya gitmek
zorundadır.
Keza, toplumumuzun büyük kesiminin şikâyet ettiği “artık, yargı, işlevini göremiyor, yargı yerine, çeşitli yasadışı kuruluşlar
türedi, mafia türedi” türünden şikâyetleri bir an önce kesmek için, yargı sistemimizin etkin ve süratli işlemesini sağlamak için,
mutlaka ve mutlaka, bir adalet reformuna ihtiyacımız vardır.
Keza, sağlık konusunda da -Yüce Heyetimizin değerli üyeleri sağlık konusunda da ülkemizin sorunlarını yakinen
bilmektedirler- Türkiye, 2000 yılına girmeden önce, yeni bir reform yapmak zorundadır.
Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; Güneydoğu Anadolu Bölgemizde uzun yıllardır yaşanan bölücü terörü, demokrasimiz ve
gelişmemizin önünde büyük bir engel olarak görüyoruz. Yeni Hükümetimizin, bölücü terörü sona erdirmedeki kararlılığının yanı
sıra, bölge halkını teröristten ayıran ve onları devlet olarak kucaklayan, ekonomik ve sosyal sorunlarına çare üretmeye yönelik
gayretlerini destekliyoruz. Bu vesileyle, terörle mücadelede hayatını yitirmiş güvenlik kuvvetleri mensuplarımıza, Allah’tan rahmet,
vatandaşlarımıza ve kederli ailelerine de sabır diliyoruz.
Yine, yeni Hükümetimizin uzun yıllardan beri devam eden olağanüstü halin kaldırılması yönündeki tavrını ve girişimlerini
olumlu olarak görüyor ve destekliyoruz.
Keza, Körfez Savaşı nedeniyle ülkemizde konuşlandırılmak zorunda kalınan Çekiç Güç’ün gerek işleyişi gerekse işlevi
konusunda Hükümetimizin muhatap ülkelerle yaptığı girişimleri takdirle karşılıyoruz ve Türkiye’nin yararına olacağına yürekten
inandığımız bu gelişmeleri yakından takip ediyoruz.
Sayın milletvekilleri, Türkiye’nin, içinde yaşadığı tarihin ve coğrafyanın kendisine yüklediği çok ağır yükümlülükleri ve
sorumlulukları vardır. Bu nedenle, Türkiye, Balkanlarda yaşanan, Kafkaslarda cereyan eden ve Ortadoğu’da gelişen olaylara
kayıtsız kalamazız. Bu, Türkiye’ye tarihinin ve coğrafyasının yüklediği ağır bir misyondur.
Dolayısıyla, dış politikamızın bu gelişmelere kayıtsız kalmamasını diliyor, yeni Hükümetimizin, göreve gelir gelmez bu
sorumluluğun bilinci içerisinde dış politikadaki yeni açılımlarını takdirle karşılıyor ve bunun devamını, ülkemizin yararına olmak
kaydıyla, bekliyoruz.
Muhterem milletvekilleri, Türk toplumunun çeşitli kesimlerinin Parlamentodan ve yeni Hükümetimizden büyük beklentileri
vardır. Ancak, takdir edersiniz ki, 53 üncü Cumhuriyet Hükümeti kurulalı daha otuz otuzbeş gün olmuştur. Dolaylısıyla, bu
Hükümetin, biraz daha sabra, biraz daha hoşgörüye ihtiyacı vardır. Belki, Anavatan Partisinin geçmişte çok süratli olarak karar
aldığını bilenler, çok süratli olarak icraat yaptığını bilenler Anavatan Partisine bu avansı vermekte cimri davranabilirler; ama,
Anavatan Partisi, o tarihlerde tek başına iktidar görevini yürütmüş, hükümet olmuş bir partidir. Takdir edersiniz ki, koalisyon olarak
görev yapmanın bazı zorlukları vardır. Bu nedenle, biz, kamuoyundan ve siyasî partilerimizden bu yeni kurulan Cumhuriyet
Hükümetine biraz daha zaman tanımalarını bekliyoruz, istiyoruz.
Bu arz ettiğim beklentilerin başında, hepimizin malumu olan, kronik hale gelmiş enflasyonun düşürülmesi hadisesi yatmaktadır.
Gerçekten de, değerli milletvekilleri, bugün halkımız, hayat pahalılığı altında ezilmektedir. İster iktidar olalım ister muhalefet
olalım, konumumuz ne olursa olsun, bu insanların yaşadığı gerçek hayatı görmemezlikten gelemeyiz. O halde, hem Parlamentonun
hem Cumhuriyet Hükümetinin öncelikli görevi, işçisiyle memuruyla, duluyla yetimiyle yani, “ortadirek” diye tabir ettiğimiz bu
kesimin refah seviyesini yükseltmek, onları, medenî çağın gereklerine uygun bir hayat ortamına ulaştırmaktır. Bu konuda, Anavatan
Partisi Grubu olarak, Hükümetimizden, bu kesime el atmasını, bütçe imkânları içerisinde, bütçe tekniği içerisinde, bu
insanlarımızın refah seviyesinin yükseltilmesi için gerekli gayretleri göstermesini istirham ediyoruz.
Keza, kamu çalışanlarına, temmuz ayında yapılan anayasa değişiklikleri ve imzaladığımız ILO sözleşmeleri çerçevesinde,
sendikalaşmalarıyla ilgili olarak yasal düzenlemelerin bir an önce Parlamentodan geçirilmesi konusunda daha çabuk davranılmasını,
bir an önce bu yasanın çıkarılmasını tavsiye ediyoruz; çünkü, memur eylemleri, artık asıl amacını aşmış, bazı ideolojik grupların
hegemonyası altına girmek üzeredir. Dolayısıyla, bu memur kardeşlerimize, Anayasamız ve ILO sözleşmeleri çerçevesinde
kendilerine sağlanan bu hakkı, Yüce Meclisimizden, bütün partilerimizin, birlikte, uzlaşmasıyla geçirmek, bu Parlamentonun ve
Hükümetin öncelikli görevlerinden olması gerekmektedir.
Keza, başta Köy Hizmetlerinde olmak üzere, geçici hizmet aktiyle çalışan işçilerimizin sorununa köklü bir çözüm bulmak
durumundayız.
Sayıları 10 milyonu bulan orman köylülerimizin emeklerinin karşılığının tam ve zamanında ödenmesi için, yeni
Hükümetimizin, bu konuda hassas olmasını diliyoruz.
Değerli milletvekilleri, zor bir konjonktürden geçiyoruz. İç sorunlarımızın dışında, çevremizi kuşatan dış sorunlarla da
boğuşmak zorundayız. Dolayısıyla, böyle bir dönemde, toplumsal uzlaşmaya ve iç barışa ihtiyacımız vardır; ama, bazı gelişmeler,
ülkemizdeki iç barışı ve uzlaşmayı bozmak için âdeta pusuya yatmış beklemektedir . İşte, öğrencileri sokağa döken, memurları
sokağa döken,öğrencilerimizin ve memurlarımızın masum meslekî taleplerini aşan, artık dünyada iflas etmiş ideolojilerinin at
oynattığı meydanlar haline gelmesini, bunun senaryolarının hazırlanmasını isteyen birtakım güçler var.
Değerli milletvekilleri, Türkiye, 12 Eylülden önce bu tecrübeden geçmiştir. 12 Eylülden önce, üniversitelerimiz, sokaklarımız,
maalesef, her gün anarşinin kol gezdiği bir duruma düşmüştür ve bu anlamsız mücadelede Türkiye, sağıyla soluyla, 5 bin evladını
şehit vermiştir.
Aslında, Türkiye’de sorgulanması gereken, hâlâ kapağının kapanmadığına inandığımız dosya, 12 Eylül öncesi 5 bin kişinin
toprağa verilmesiyle ilgili hadiselerin Türkiye Büyük Millet Meclisinde açıkyüreklilikle tartışılmasıdır; ama, maalesef, bu konu
küllenmiştir. Demek istediğim şudur ki, Türkiye ve 20 nci Dönem Parlamentomuz, 12 Eylül öncesi öğrenci hareketlerinden ders
almak zorundadır. Artık, gençlerimizi, öğrencilerimizi, geçmişte olduğu gibi sokak malzemesi olmaktan, anarşinin figüranı olmaktan
kurtarmamız lazım. Bu konuda bütün siyasal partilerimize görev düşmektedir. Biraz evvel, Sayın Erbakan, bu konudaki tavrını
açıkça ortaya koymuştur; kendisine teşekkür ediyoruz; ama, Mecliste temsil edilen bütün siyasî partilerimizin de bu duyarlılık
içerisinde hareket etmelerini istiyor ve bekliyoruz. Yoksa, 12 Eylül öncesi olduğu gibi, demokrasi adına, demokratlık adına, geçmiş
alışkanlıklarımızı terk edemezsek, sokaklarda yürüyen, fakülteleri işgal eden insanlara parti temsilcilerimizi gönderirsek, emin
olunuz, o yanına gittiğimiz gençlerin de yararına bir iş yapmayız. Dolaysıyla, bu konuda ,bütün Parlamentomuzu ve bütün siyasî
parti gruplarımızı, hassas olmaya, birlik ve bütünlük içerisinde aynı tavrı koymaya davet ediyorum.
BAŞKAN – 2 dakikanız var Sayın Başesgioğlu.
MURAT BAŞESGİOĞLU (Devamla) – Sayın milletvekilleri, zamanım kısıtlı olduğu için bazı bölümleri atlamak
durumundayım.
Hükümetimizin, hak arama konusunda, birtakım sınırlamaları kaldıracağını memnuniyetle görüyoruz. Toplantı ve Gösteri
Yürüyüşleri Yasasındaki değişiklik çalışmalarını olumlu karşılıyoruz.
Muhterem milletvekilleri, geldiğimiz nokta itibariyle üzerinde durmak istediğim diğer bir konu da, sosyal güvenlik reformuna
ilişkin olacaktır. Bu konuyu, Yüce Meclisimiz bütün teferruatıyla bilmektedir. Yine, bir kez daha hafızalarımızı tazelemek için,
bazı rakamları yüce takdirinize sunmak istiyorum.
Bugün sosyal güvenlik kuruluşlarımızda, tümü itibariyle, 8 milyon aktif sigortalımız var; buna karşılık 34 milyon bağımlısı
var; yani, 8 milyon aktif sigortalı, 34 milyon bağımlının yükü altında; belki de dünyada ender görülen çok çarpık bir tablo...
Sosyal güvenlik kurumlarına yılda 300 trilyon lira kaynak aktarılıyor. Sadece SSK’nın finansman açığı 200 trilyon lira.
Elbette, sosyal devlet olmanın gereği olarak, Türkiye Cumhuriyeti Devleti, sosyal güvenlik kuruluşlarına kayıtsız kalamaz; ama,
bizdeki boyutları itibariyle çok büyük rakamlara ulaşmış kaynakları bütçeden karşılamak da, takdir edersiniz ki, çok zor olacaktır.
Yeni Hükümetimizin, SSK başta olmak üzere, sosyal güvenlik kurumlarımızın içinde bulunduğu durumdan kurtarılması
yolundaki gayretlerini ve önceliğini takdirle karşılıyoruz. Anavatan Partisi Grubu olarak, bu konuda da Hükümetimize destek
olacağımızı ifade etmek istiyorum.
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
BAŞKAN – Size de ek bir süre veriyorum; lütfen konuşmanızı bitirin efendim.
MURAT BAŞESGİOĞLU (Devamla) – Peki Sayın Başkanım; sağ olun.
Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; müsaadenizle bir konuya daha değinip, konuşmamı bitirmek istiyorum; bu da, yolsuzluk
iddialarına ilişkindir. Parlamentomuzda siyasî parti gruplarımız bu konuyu çok tartışıyor, toplumumuzun çeşitli kesimleri bu
konuyu çok tartışıyor. Anavatan Partisi sözcülerinin görüşleri bu konuda çok net olmasına rağmen, Anavatan Partisi üzerine ısrarla
gidiliyor.
Değerli milletvekilleri, Anavatan Partisi, aslında, yolsuzluk iddiaları konusunda haksız yere suçlanmış ve bunun bedelini de,
maalesef, yine, haksız yere, siyaset meydanlarında ödemiştir.
1991 yılındaki milletvekili genel seçimlerinde, Anavatan Partisi, hiç de hak etmediği şekilde yolsuzluk iddialarına muhatap
olmuştur. O günkü basınımızın bir bölümü ve birkısım çevreler, Anavatan Partisine bu konuda haksızlık etmişlerdir. Yine, 1994
seçimlerinde, Anavatan Partisi, layık olmadığı şekilde bu iddialara muhatap olmuştur.
Şimdi, bir kez daha ifade ediyorum: Anavatan Partisi olarak, yolsuzluk iddiaları konusundaki görüşlerimiz, ister iktidarda olalım
ister muhalefette olalım, değişmeyecektir. Anavatan Partisi, ilk iktidar döneminde, rahmetli Özal’ın Başbakanlığı döneminde,
kendisine Konsey tarafından intikal ettirilen 364 yolsuzluk dosyasını bir celsede silmiştir. Niye silmiştir; demiştir ki “siyasetçinin
hesap vereceği yer, siyaset meydanıdır, kamu vicdanıdır” ve yine, Anavatan Partisi, hepinizin hatırlayacağı gibi, kendi bakanını,
Anayasa Mahkemesine, Yüce Divana teslim etmiş bir partidir ve yine hatırlayacaksınız, bundan önceki dönemde, iktidar Türkiye’de
el değiştirdikten sonra, yine, Anavatan Partisine, yolsuzluk iddiaları konusunda büyük haksızlık yapılmıştır; bir sürü soruşturma
dosyası açılmıştır ve iki bakanımız, iki değerli bakanımız Yüce Divana gönderilmiştir. Biz, onlar Yüce Divana giderken
biliyorduk ki, bu memlekete hizmet etmekten, Türkiye’yi çağa uydurmaktan, Türkiye’de otoyollar yapmaktan başka bir günahları
yok; Yüce Divana giderken adımız gibi biliyorduk ki, bunlar suçsuzdu ve nitekim, iki yıl süren yargılamaları sonunda, bu
arkadaşlarımız beraat ettiler.
Değerli milletvekilleri, ateş düştüğü yeri yakar; bu arkadaşlarımızın gündüzleri gece oldu, karardı. Onun için, biz diyoruz ki,
yolsuzluk iddiaları konusunda en mağdur olmuş parti biziz. Dolayısıyla, siyasî maksatlar uğruna, siyasî prim uğruna, hiçbir
siyasetçinin bu dişli çarklar arasında ezilmesine müsaade etmeyiz; ama, yine diyoruz ki, Anavatan Partisi olarak, Koalisyon
Protokolüne geçen, Hükümet Programına geçen, Sayın Başbakanımızın da defalarca ifade ettiği üzere, yolsuzluk iddiaları üzerine,
ciddî yolsuzluk iddiaları üzerine gitmekten hiç çekinmeyiz, gidilmesine de mani olmayız. Bu, Anavatan Partisinin dünden bugüne
gelen ve hiçbir şekilde değişmeyen çizgisidir. Dolayısıyla, hiç kimse, Anavatan Partisinin bu konudaki tavrından şüphe etmesin.
Değerli milletvekilleri, şu da bir gerçektir ki, geçen dönem bu Parlamentoda, siyasetçinin siyasetçiyi yaraladığı çok ağır bir
dönem geçmiştir. Bizim, Anavatan Partisi olarak buna da gönlümüz razı değildir. Eğer, siyasetçi, kendi meslektaşının, kendi
duygularını paylaştığı, aynı ortam içinde yaşadığı insanların şeref ve haysiyetini korumazsa, dışarıdaki insanlardan bu
hassasiyeti bekleyemeyiz.
O halde, bu yolsuzluk iddialarının sahipleri ve muhatapları, bu iddiaları ileri sürerken mutlaka ve mutlaka siyasetçinin ve
siyaset kurumunun şeref ve haysiyetini düşünmek zorundadırlar. Dolayısıyla, günlük çıkarlar için, kısa vadeli siyasî primler için,
asla ve asla, birbirimizi rencide etmeye ve siyaset kurumunu yaralamaya hakkımız yoktur.
Sayın Başkanım, toparlıyorum, affınıza sığınarak...
BAŞKAN – Lütfen efendim...
MURAT BAŞESGİOĞLU (Devamla) – Çok muhterem milletvekilleri, ülkemizin içinde bulunduğu ağır sorunları hep birlikte
görüyoruz ve yaşıyoruz. Bu sorunlar, sadece Hükümetin sorunu değildir; bu sorunlar, sadece Anavatan Partisinin sorunları değildir;
bu sorunlar, 65 milyonun, Türkiye’nin sorunlarıdır. O halde, bunları çözmek için, hep birlikte hareket etmek zorundayız, hep birlikte
bir uzlaşma ve hoşgörü örneği vermek zorundayız; dolayısıyla, Türkiye Büyük Millet Meclisinde temsil edilen bütün siyasî parti
gruplarımızın, ülkenin bu zor şartlarının altından kalkmada ve sorunları çözmede Hükümete yardımcı olmak, Hükümetle uzlaşma
içinde olmak ve bu sorumluluğun bilinci içerisinde hareket etmek gibi bir görevleri olduğuna inanıyorum.
Demin de söylediğim gibi, Koalisyon Hükümetinin, bir azınlık hükümeti olması, bu Parlamento için bir şanstır; bu şansı heba
etmeyelim, hep birlikte ülkemizin geleceğini, gelecek yıllarını kaybetmeyelim diyorum. Bu duygular içerisinde, 1996 yılı
bütçesinin, yüce milletimize hayırlı, uğurlu olmasını Cenabı Allah’tan diliyor; hepinize saygılar sunuyorum. (ANAP ve DYP
sıralarından alkışlar)
BAŞKAN – Teşekkür ederim Sayın Başesgioğlu.
Şahısları adına, bütçenin lehinde, Sıvas Milletvekili Sayın Muhsin Yazıcıoğlu; buyurun efendim. (BBP sıralarından alkışlar)
Sayın Yazıcıoğlu, süreniz 15 dakika.
MUHSİN YAZICIOĞLU (Sıvas) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri, 1996 bütçesinin, milletimiz için, devletimiz için
hayırlı, uğurlu olmasını diliyorum. Gece gündüz, büyük bir fedakârlıkla çalışarak bu bütçeyi hazırlayan, bu noktaya getiren değerli
bürokratlarımızı da, bu vesileyle tebrik ediyorum.
1996 bütçesi, gelir-gider dengesini sağlamak bakımından incelediğimizde, bundan önceki bütçelerden pek de farklı
görünmemektedir. Dolayısıyla, bütçe, yine açıkla hazırlanmak durumunda kalınmıştır. Bu noktayı, elbette, bugünkü Koalisyon
Hükümetine yükleyerek, kolaycı bir muhalefet anlayışıyla eleştirmek durumunda değiliz.
Türkiye, bu noktaya birkaç gün içerisinde gelmemiştir; yıllardır izlenen siyasetin sonucu olarak, bugün, Türkiye, ekonomik,
sosyal, kültürel anlamda ciddî bunalımlarla karşı karşıya kalmıştır. Özellikle, ekonomik dengelerin, bugün, ciddî şekilde bozulmuş
olması, bölgelerarası dengesizliğin meydana gelmesi, ücretler arasında uçurum oluşması, Türkiye’de sosyal katmanlar arasındaki
dengenin giderek bozulmuş olması, yıllardır izlenen ekonomik ve sosyal politikaların sonucudur. Türkiye, yanlış ülküler sonucu bu
noktaya gelmiştir. Ufuksuzluğun, hedefsizliğin, ilkesizliğin ve tutarsızlığın sonucu, bugünkü bunalımlarla karşı karşıya
kalınmıştır. Bugün, 861 trilyonluk bütçe açığının yeni borçlarla finanse edilmek mecburiyetinde kalınışı, borcu, borçla kapatmak
mecburiyeti, Türkiye’nin ekonomik istikrarsızlığının ve ekonomik politikasızlığının bir sonucu olarak önümüzdedir. Türkiye, ağır
faiz ve sürekli enflasyon, dış ödemeler dengesindeki eksiklikler ve dış kaynak ihtiyacı ve bütün bunların üzerine, kamu
harcamalarının savurganlığı eklendiği zaman, bütçe açığı her geçen gün biraz daha fazla artmaktadır.
Elbette, Türkiye’nin, süreklilik arz eden kalkınmaya ve ekonomik büyümeye ihtiyacı vardır. Bugün, ülkemiz, her halükârda,
ekonomik büyüme ve dengeli kalkınmasını sürdürebilmek ve sürdürülebilir bir iktisadî kalkınmayı meydana getirebilmek için,
mevcut ekonomik problemlerini, kronikleşmiş ekonomik sorunları çözmek mecburiyetindedir. Bunun için, dışticaret açığına bağlı
dış kaynak bulmayı, kronikleşmiş yüksek enflasyonu, gelir dağılımındaki adaletsizliği, bölgeler arasındaki gelişmişlik farkını
düzeltmeyi, bunları önemli ölçüde etkileyen siyasî istikrarsızlığı ortadan kaldırmak zorundadır.
Türkiye’nin, düzlüğe çıkabilmesi için en önemli meselesi, önce siyasî istikrara kavuşmaktır. Bugün, maalesef, Türkiye, siyasî
istikrarsızlıklar sonucu, önünü göremez hale gelmiştir. Maalesef, şu son dört beş aydır Türkiye, hükümetsizlikle karşı karşıya
kalmış, özellikle, 19 uncu Dönem Parlamentosunun son ayları hükümet bunalımıyla geçmiş, sonra erken seçim tartışmaları,
arkasından erken seçimin meydana getirmiş olduğu ağır bunalımı çözmekle geçmiştir. Bütün bu istikrarsızlıklar, zaten dengesiz
hale gelmiş olan ekonomimizi tamamen altüst etmiştir ve Türkiye, bu sebeple, ciddî bunalımlarla karşı karşıya kalmıştır.
Bunun için, öncelikle, adaletli bir seçim kanunu ve adaletli seçim kanunuyla yapılmış olan seçimden meydana gelecek olan millî
iradeye saygı anlayışını getirmek zorundayız. Türkiye’nin, adaletli bir seçimi yapamadığı sürece, sandıktan çıkan sonuca razı
olmadığı müddetçe, millî iradenin emrettiği istikamette hareket etmediği sürece, siyasî istikrara kavuşması da mümkün değildir.
Bugün, halen, Türkiye, maalesef, Parlamentoyu, en üstün kurum haline getirememiştir. Parlamentonun üstünde birtakım
kurumlar vardır ve halen, birtakım demokrasi dışı gölgeler, Türkiye’nin üzerinden atılamamıştır ve Parlamentonun üzerinden
atılamamıştır.
Halen, Türkiye, gerçekten demokratik bir ülke midir, değil midir; bunun tartışmasını yapagelmekteyiz. Halbuki, biz istesek de
istemesek de, bizim isteklerimize uygun olsa da olmasa da, bizim fikirlerimize uygun olsa da olmasa da, milletin sandıktan çıkardığı
iradeye uymak mecburiyetindeyiz; ama, maalesef, bugün, bazı kesimlerimiz, demokrasiyi, ancak kendilerinin düşündüğü gibi olursa
kabul etmektedirler. Sandıktan çıkan, kendi ihtiyaçlarına ve inançlarına, fikirlerine uygunsa kabul etmiş oluyorlar ve maalesef,
Türkiye, yıllardır, kesintiye uğratılması suretiyle, demokrasiyi, bütün kuralları ve kurumlarıyla yerleştirememiştir; bunun
sancısını da hep beraber çekmekteyiz. Bu sancı, sadece, demokrasi üzerindeki tartışmaları getirmiyor, beraberinde, fikir hürriyetini,
vicdan hürriyetini, inanç hürriyetini ve insanların inandığı gibi yaşama hakkını kullanma hürriyetini de tartışılır hale getiriyor.
Bugün, maalesef, laisizm adına belli bir kesimin hakları kısıtlanmaktadır. Bir laiklik tartışmasını bile Türkiye’de
halledebilmiş değiliz. Biz, laiklikten ne anlaşılır, ne ifade edilir, ne hedeflenir ona karışmayız; ama, bizim, Türkiye’de istediğimiz
şey, herkesin inandığını açıkça ifade edebileceği, ifade ettiğini serbestçe, hiçbir baskıya uğramadan yaşayabileceği ve bütün
mezheplerin, bütün inançların, bütün fikirlerin tartışılmaz bir şekilde yaşayabildiği bir Türkiye istemekteyiz.
Eğer, herkes inandığını ifade edemiyor, ifade ettiğini rahatça yaşayamıyor ve inançlarını yaşayarak, bu ülkenin bütün kurum
ve kuruluşlarında görev yapma hakkına sahip olamıyorsa, orada siz, laiklikten ne anlarsanız anlayın, inanç ve fikir hürriyetinden
bahsedemezsiniz ve laiklik de, sadece, sizin kitaplarınızda ve ilkelerinizde yazılı bir cümleden ibaret kalır. Onun için, hep beraber
bunu, ilkeler ve inkılapların sadece bir cümlesi olmaktan çıkarmak istiyorsak, Türkiye’de insanların inandığını yaşayarak, bütün
kurumlarda ve kuruluşlarda rahatça görev yapmasını temin etmek mecburiyetindeyiz.
Tartışılmaz bir şekilde fikirleri açıklama hürriyetini, inanç ve değerleri yaşama hakkını, teşebbüs hürriyetini sağlamak
zorundayız. İçeride ve dışarıda, Türkiye olarak, ciddî sorunlarımız vardır; ama, maalesef, Türkiye’yi idare etmeye talip olmuş
insanlar olarak, siyasîler ve siyasî partilerimiz olarak kısır çekişmelerin dışına çıkamamaktayız. Milletimiz, bizden ciddî meseleler
üzerinde tartışmamızı ve bunlara çözümler üretmemizi beklemektedir; işsizlik, yatırımsızlık, enflasyon, terör, adaletsizlik gibi
problemlerin nasıl çözüleceğini tartışmamızı beklemektedir.
Güvenlik sorunları, bugün, askıda bulunmaktadır. İşçi, memur ayaktadır ve kendi problemlerine çözüm bulamamaktadır.
Esnafımız perişan, vergi yükü altında inim inim inlemektedir.
Köylümüz, emeklimiz, gerçekten, problemlerine çözüm bulamadığı için, bugün, kendi sorunlarıyla, âdeta, başbaşa bırakılmış
durumdadır.
İşsizlik, dayanılmaz boyutlara ulaşmıştır. Bugün, Anadolu’nun herhangi bir köşesine gittiğinizde, milletvekili olarak, âdeta,
vatandaşın içine çıkamaz hale geliyorsunuz; çünkü, işsiz insanlarımızın problemlerine çare üretemiyoruz. Memurumuzun,
işçimizin, hiç olmazsa, belli bir sosyal güvencesi var, belli kesimlerimiz sosyal güvenceyle karşı karşıya; ama, işsiz insanlarımız,
sosyal güvenlik şemsiyesi altında da bulunmamaktadır. Dolayısıyla, Türkiye, bir an evvel, sağlık sigortası açısından, sosyal sigorta
açısından, genel güvencelere kavuşturulmak zorundadır. Yoksa, bugünkü şartlar altında, Türkiye’nin, sosyal patlamalarla karşı
karşıya kalmaması mucizedir. Türkiye, gerçekten, nimeti ve külfeti, adaletle paylaştırmamaktadır. Belli bir azınlığımız, her türlü
imkânın içerisinde yüzerken, nereden bulduğu bile sorulmayan, sorulduğunda, cevabını veremeyen bir avuç insan, nereden elde ettiği
belli olmayan rant gelirleriyle, her türlü nimetin içinde yüzerken, maalesef, büyük bir çoğunluk insanımız, Afrika ülkelerindeki gibi
açlık ve yoksullluk sınırının bile altında yaşamaktadır. Bu büyük sosyal dengesizliği ortadan kaldırmaya mecburuz...
BAŞKAN – Sayın Yazıcıoğlu, 1 dakikanız var.
MUHSİN YAZICIOĞLU (Devamla) – Bu itibarla, Türkiye’nin, terörle ilgili, bölgeler arasındaki dengesizliği çözmekle alakalı,
Türkiye insanının sosyal güvenceye kavuşturulmasıyla ilgili, devletin yeniden yapılanmasıyla ve işi yerinden çözecek reform
hareketlerini yeniden gerçekleştirmekle ilgili problemlerin çözümünde konsensüse ulaşmak ve siyasî partilerimizin parti çıkarlarını
bir tarafa koyarak, ülkenin bu acil problemlerini çözmede bir araya gelmek mecburiyeti vardır. Parlamento, hükümetleri aşarak
hareket etmelidir...
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
BAŞKAN – Size de ek süre veriyorum. Lütfen, konuşmanızı toparlayın, rica ediyorum.
MUHSİN YAZICIOĞLU (Devamla) – Tamam Sayın Başkan.
Parlamento, hükümetlerin de üzerine çıkararak, yolsuzlukların, mutlaka, üzerine gitmelidir. Artık, kirlenmiş olan siyasetimizi,
kirlenmiş olan siyasetçimizi ve itibarı düşürülen Parlamentomuzu milletin nazarında aklamak mecburiyetimiz var. Artık millet,
bizden, kesin, net tavırlar beklemektedir. Bu konularda, tavizsiz bir Parlamentoyla, basit iktidar-muhalefet anlayışının üstüne
çıkarak, sorumlu bir iktidar, sorumlu bir muhalefet anlayışıyla Türkiye’nin problemlerini çözmeliyiz ve meselelerimizi bir an evvel
çözüme kavuşturmalıyız.
1996 bütçesinin, bu anlamda, birçok zorluklarına rağmen, Parlamentonun etkili, kararlı mücadelesiyle ve çalışmasıyla
problemleri büyük ölçüde çözeceğine inanıyorum ve herşeye rağmen Türkiye’nin, bu zorluklardan çıkacağına olan inancımı ifade
ederek değerli milletvekillerimize en derin saygılarımı sunuyor, bütçenin hayırlı olmasını diliyorum. (BBP, RP, DYP, ANAP
sıralarından alkışlar)
BAŞKAN – Teşekkür ederim Sayın Yazıcıoğlu.
Sayın milletvekilleri, bugün konuşma yapan bazı arkadaşlarımız, hep Parlamentonun itibarı ve onun üzerinde bir güç olduğu
imajını yaratan konuşmalar yaptılar.
Biliyorsunuz, Parlamentonun özgür olması sandığın özgürlüğünden geçiyor. Biz, 24 Aralıkta gittik, özgürce sandıkta
seçilmedik mi? Seçildikten sonra da geldik buraya.
Elbette ki, Parlamentoda çeşitli düşünceler olması nedeniyle, belirli bir fikir yapısının bu Parlamentoya hâkim olması mümkün
olmayınca “o Parlamentonun üzerinde güç vardır” demek, bence Parlamentoya karşı bir haksızlıktır. Bu Parlamentonun üzerinde
hiçbir güç yoktur, bu Parlamento her istediğini yapar.
Sayın Başbakan, buyurun efendim. (ANAP sıralarından ayakta alkışlar; DYP sıralarından alkışlar)
Süreniz 60 dakikadır.
BAŞBAKAN A. MESUT YILMAZ (Rize) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; 1996 Malî Yılı Bütçe Kanunu Tasarısı
üzerinde, değerli parti sözcülerinin ve şahsı adına konuşan değerli milletvekillerinin eleştirilerini cevaplamak üzere, eleştirilerini
cevaplamak üzere, Hükümet adına söz almış bulunuyorum; bu vesileyle, sözlerimin başında, Yüce Meclisi ve Yüce Meclisin bu
müzakerelerini televizyonlarından izleyen bütün vatandaşlarımı saygıyla selamlıyorum.
Değerli milletvekilleri, bugün, bu bütçe müzakeresi, daha önce konuşan bazı hatiplerin de dile getirdiği gibi, Anavatan Partisinin
Kurucusu, Sekizinci Cumhurbaşkanımız Rahmetli Özal’ın Üçüncü Ölüm Yıldönümüne rastlamaktadır. Ben de, bu vesileyle,
Rahmetli Özal’ı, Hükümetim adına, bir defa daha rahmet ve şükranla anıyorum.
Biraz sonra, bu müzakereler sırasında da, benimle paylaşacağınızı umduğum bir tespitimi dile getirmek istiyorum. Burada
konuşan hatipler, özellikle sayın parti başkanları, bu bütçeden genelde şikâyetçi oldular. En fazla şikâyetçi oldukları konu da, bu
bütçede yer alan kamu borçlarının aşırı düzeylere ulaşmasıydı.
Değerli milletvekilleri, borçlanma, bu Hükümetin tercihi değildir; borçlanma, aslında hiçbir hükümetin tercihi değildir.
Hükümetler, mecbur kaldıkları için borçlanırlar; yapmaları gereken cari harcamaları, yatırım harcamalarını finanse edebilmek için,
kendi gelirleri bunları finanse etmeye elvermediği için borçlanırlar. Eğer, Türkiye, uzun yıllardan beri borçlanmak zorunda kalmışsa
ve bugün kamu borçları, maalesef, bütçemizin çok önemli bir oranına ulaşmışsa, üçte birini aşmışsa, bu, hükümetlerin, bu
mecburiyetinden kaynaklanmaktadır.
Bu mesele, şu hükümetin, bu hükümetin iktidarda olmasıyla bağlantılı bir mesele değildir. Burada hangi hükümet otursa -Refah
Partisi dahil- devletin bugüne kadarki borçlarını ödemek zorundadır. Ben hükümet oldum, ben babayiğidim, ben borçları
reddediyorum diyemezsiniz; o zaman devlet olamazsınız. O borçları, akılcı politikalarla, zaman içerisinde, istikrarı bozmadan
ödemek zorundasınız. Benim Hükümetimin peşinde olduğu amaç budur.
Türkiye özelinde de durum şudur: Türkiye, yirmi seneden beri, otuz seneden beri yapılmayan, yaptırılmayan, engellenen,
geciktirilen yapısal reformlarını yapmadığı sürece de, bu borçlanma, Demokles’in kılıcı gibi, hükümetlerin üzerinde sallanacaktır;
aslında, devletin üzerinde sallanacaktır.
Rahmetli Özal’ın 1983’te Türkiye’ye getirdiği yeni anlayış, artık, bu yapısal reformları gerçekleştirmeden, Türkiye’nin, bu
darboğazdan çıkamayacağıydı. Maalesef, bir süreden beri, Türkiye, bu yapısal reformların önemini algılamaktan uzaktır.
Burada bizi en fazla eleştiren sayın parti lideri yine Deniz Baykal oldu; bunu da hiç yadırgamıyorum; ama, bakın, bir örnek
vereceğim: -insaf için kararı siz verin- Dört sene, bu Hükümetin Adalet Bakanlığı SHP’ye ve CHP’ye aitti; dört sene iktidarda
ortaktılar. Dört sene sonra, şimdi, burada, geldi, muhalefet partisinin başkanı olarak, Türkiye’de, daha fazla gecikmeden, adalet
reformunun yapılması gerektiğini söyledi.
NİHAT MATKAP (Hatay) – Siz engellediniz...
BAŞBAKAN A. MESUT YILMAZ (Devamla) – Sayın Baykal’ın bunu söylemesi için, acaba, dört sene Adalet Bakanlığını
uhdesinde tutması şart mıydı; onun partisinin, dört sene Adalet Bakanlığının sorumluluğunu üstlenmesi şart mıydı; eğer, o kadar
gerekliyse, dört senede niye gerçekleştirmediniz?
ATİLA SAV (Hatay) – Siz destek verdiniz mi?!.
DENİZ BAYKAL (Antalya) – Boyun kadar rapor var orada...
BAŞKAN – Efendim, müdahale etmeyelim; rica ediyorum...
BAŞBAKAN A. MESUT YILMAZ (Devamla) – Sayın milletvekilleri, burada bir müzakere yapıyoruz. Müzakere karşılıklı
yapılır; ben sizi dinledim, siz de beni dinleyeceksiniz. Keşke müzakere usulümüz elverseydi de, siz, tekrar konuşsaydınız, ben tekrar
cevap verseydim; eğer, İçtüzüğü değiştirirsek belki onu da yapacağız.
Şimdi, işaret etmek istediğim birinci husus şudur: Bu bütçe tasarısı, bu Hükümetin hazırlayıp getirdiği bir bütçe tasarısı değil.
Bu bütçe tasarısı, 1995 yılında, Doğru Yol Partisinin Azınlık Hükümeti tarafından Meclise sevk edilmiş bir tasarıdır. Daha sonra,
Doğru Yol Partisiyle Cumhuriyet Halk Partisinin oluşturduğu Koalisyon Hükümeti, erken seçim kararı alınca, bu bütçe tasarısı geri
çekilmiştir ve seçimleri müteakip dört ay, Türkiye, geçici bütçelerle yoluna devam etmek zorunda kalmıştır. Geçici bütçelerle idrak
ettiğimiz bu dönem, bu ayın sonunda son bulacaktır; eğer, bu bütçe Meclisin itimatını kazanırsa, güvenini alırsa, o takdirde, 1
Mayıstan itibaren, 1996 yılı konsalide bütçesi yürürlüğe girecektir.
Geçici bütçeler, yatırım harcamalarının fevkalade sınırlı olduğu bütçelerdir. Dört aydan beri uygulanan geçici bütçeler,
yatırımlara asgarî ölçüde kaynak ayrılmış olan bütçelerdir. Bunu daha fazla geciktiremezdik; bir ay, iki ay daha geçici bütçelerle
gidip, kendi bütçe tasarımızı hazırlayıp huzurunuza gelebilirdik; ama, geçici bütçeyle geçecek olan o sürenin Türkiye’de asıl
yatırımların yoğunlaştığı bahar aylarına, yaz aylarına rastlamış olması, bizi, daha önce Meclise sevk edilen ve Koalisyon
Hükümeti tarafından geri çekilen bütçe tasarısını çok ufak tadillerle, esas itibariyle komisyonda yapılan değişikliklerle, bir an önce
Meclise sevk etmeye icbar etmiştir ve huzurunuzda memnuniyetle ifade ediyorum ki, komisyonda hükümetle komisyon üyeleri
arasında fevkalade uyumlu bir çalışma gerçekleştirilmiştir. Komisyonun bizim sevk ettiğimiz tasarıda haklı müdahaleleri olmuştur.
Elbette ki, ne biz Hükümet olarak ne komisyon üyesi arkadaşlarım komisyon olarak ve ne de -inanıyorum ki- biraz sonra yapılacak
oylamada bu Meclisin bütün üyeleri olarak sizler, bu bütçede istediğiniz, özlediğiniz rakamları bulamadınız ve bulamayacaksınız;
çünkü, Türkiye’nin imkânları buna elvermiyor. Ama, değerli milletvekilleri, elinizi vicdanınıza koyun; bundan en fazla şikâyet
etmeye hakkı olan aslında benim; ben, şikâyet filan etmiyorum. Tablo budur.; bu tabloyu iyileştirmeye mecburuz; bu tabloyu
düzeltmeye mecburuz. Ne kadar yapabilirsek.; bu devletin imkânlarıyla, bu süremiz içerisinde ne kadarını yapabilirsek o kadarını
yapmaya mecburuz.
Yapılan eleştirilerin bir bölümünü kabul etmek mümkün değil. Mesela, Sayın Erbakan’ın eleştirisini kabul etmek mümkün
değil. Hesabımızı bilmediğimizi ileri sürdü; ne kadar borcumuz olduğunun Meclise açıklanmadığını ifade etti. Sayın Erbakan bu
müzakereleri, konuşmasından beş dakika önce teşrif etti, sonra nutkunu irat etti. Maliye Bakanımızın, daha önceki konuşmasını
izleme imkânını bulamadı. Eğer izleseydi, Maliye Bakanımızın Meclise doküman olarak da dağıtılan sunuş konuşmasının 22 nci
sayfasında, iç ve dış devlet borçlarımızın, kendilerinin istediği bütün ayrıntılarıyla -isterseniz okuyayım Sayın Erbakan- yazılı
olduğunu görecekti...
NECMETTİN ERBAKAN (Konya) – Bunu sizin bilmeniz mümkün değil. Siz, bilmiyorsunuz ki, buraya getireceksiniz!..
Hangi borç, hangi tarihte, hangi faizle ödenecek; nerede listesi?..
BAŞBAKAN A. MESUT YILMAZ (Devamla) – Şimdi, onları da vereceğim, sizi mahcup edeceğim... (ANAP sıralarından
alkışlar)
NECMETTİN ERBAKAN (Konya) – Nerede o kitap?..
BAŞKAN – Efendim, karşılıklı konuşmayalım, rica ederim...
BAŞBAKAN A. MESUT YILMAZ (Devamla) – Ama, Sayın Erbakan, aslında, iki kavramı, bence birbirine karıştırıyor;
borçların ödenmesiyle borçların tasfiyesi, birbirinden farklı şeylerdir. Devletin tasfiyesi olmaz; yani, borçları bir tarafa yazacağım,
öbür tarafa da alacaklarımı yazacağım, ikisi birbirine... Böyle şey olmaz, devlette böyle şey olmaz. Devletin borçları ortadadır,
devletin borçlarının dökümü size verilmiştir...
NECMETTİN ERBAKAN (Konya) – Hayır verilmedi.
BAŞBAKAN A. MESUT YILMAZ (Devamla) – İsterseniz, ben de size tekrarlayayım. Bakın, toplam 73,3 milyar dolar dışborç
stokumuz var; bunun, sadece 54 milyar doları kamuya ait borçlardır.
NECMETTİN ERBAKAN (Konya) – Dökümü nedir?..
ABDÜLLATİF ŞENER (Sıvas) – Sayın Başbakan, o borçları almak için Meclis yetki verdi mi?
BAŞBAKAN A. MESUT YILMAZ (Devamla) – Bunların vadesi itibariyle dökümüne gelince, 57,6 milyar dolarlık borcumuz
orta ve uzun vadelidir. 15,7 milyar dolarlık borcumuz kısa vadeli borçtur; bunun 1,9 milyar doları kur farklarından oluşur. 1994 ile
1995’in sonuçlarını karşılaştırırsanız, 1994 sonu stokuna göre yüzde 13’lük bir artış vardır.
İçborçlara gelince, 1991 yılında içborç stokumuz -1991 sonunda- sadece 97 trilyon lira, 1993 yılında 357 trilyon lira, 1995
yılı sonunda 1,368 katrilyon lira, 1996 Mart ayı sonunda 1 katrilyon 920 trilyon lira.
Şimdi, değerli milletvekilleri, yaklaşık 2 katrilyon lira içborcumuz var. Bu, Türkiye için ürkülecek bir rakam değildir;
Türkiye’nin millî gelirine oranlarsanız, karşılanamayacak bir borç değildir, taşınamayacak bir borç değildir; ama, burada, birbiriyle
ilintili üç tane husus var; asıl ürkütücü olan, rahatsız edici olan, telafi edilmesi gereken, çare aranması gereken bunlardır. Nedir
bunlar: Birincisi, bu artış trendidir; 1991’de 90 trilyon lira bırakmışız, bugün 2 bin trilyon lira; yani, 2 katrilyon lira.
NECMETTİN ERBAKAN (Konya) – Aysberk...
BAŞBAKAN A. MESUT YILMAZ (Devamla) – Aysberk gibi... Aysberg; ama, gizli filan değil sizin dediğiniz gibi, hepsi ortada.
Şimdi, birincisi, artış trendidir.
Bizi rahatsız eden ikinci husus, hepinizi rahatsız etmesi gereken ikinci husus, faiz oranlarının yüksekliğidir. Burada, piyasa faiz
oranlarını kastediyorum; yani, enflasyonun üzerindeki reel faizi kastediyorum. Aslında, Sayın Erbakan’ın rant diye vasıflandırdığı
kısım o olmalıdır; enflasyonun üzerinde elde edilen faiz geliri olmalıdır. Bu reel faiz, Türkiye’de fevkalade yüksektir; hâlâ
yüksektir.
Üçüncü unsur, Türkiye’de içborçlanmanın vadesi, dış ülkelere göre fevkalade kısadır. İşte, zaten, bunun bir çığ gibi, bir
kartopu gibi büyümesinin nedeni, vadesinin kısa, faizinin yüksek olmasından kaynaklanmaktadır.
Buraya, sadece, sizi endişeye sevk etmek için, zaten mevcut kaygılarınızı artırmak için gelmedim; size iyi haberlerim de var.
Bakın, bu Hükümet kurulmadan önce -sizin beğenmediğiniz bu Hükümet kurulmadan önce- geçen sene kasım ayında, Sayın Baykal
iktidardayken, ortalama vade 103 güne düşmüş devletin borçlanmasında, içborçlanmada, devlet, 103 güne düşmüş; yani, yaklaşık üç
ay, üçbuçuk aydan öteye borçlanamıyor. Almanya’da, Avrupa’da devletler iki seneden kısa borçlanmazlar; normalde beş sene
borçlanırlar, on sene borçlanırlar. Üçbuçuk aydan daha uzun borçlanamıyor devlet. 1995 Kasımındaki durum bu. Bileşik faiz yüzde
130, yine kasım ayında; yani, hem üçbuçuk aylık borçlanabiliyor hem de borçlandığı bu üçbuçuk ay için, yıllık, bileşik olarak
yüzde 130 faiz ödüyor.
İşte, aynı tarihte, kasımda enflasyonun yüzde 70 olduğunu hesap ederseniz, yüzde 60 reel faiz ödüyor devlet; hem devletin
garantisi var arkasında hem de yüzde 60 reel faiz... İşte “rant” denen o. (RP sıralarından “Başbakan kimdi...” sesleri)
Şimdi, bir dakika... Bakın, ocak ayında durum daha kötü. Seçimler geçmiş, ocak ayı olmuş, bileşik faiz yüzde 200’e çıkmış...
Yüzde 200 bileşik faiz ödüyor devlet; ortalama vade de 136 gün. Ne yapar; dörtbuçuk ay. Şimdi, iyi haber dediğim şu: Bugün, devlet
yedi ay vadeli borçlanıyor. (RP sıralarından gürültüler) Canım, birbuçuk aya göre, iki aya göre yedi ay fena mı?!. (RP sıralarından
alkışlar[!])
Bir şey daha var; bu aynı zamanda bir trendi gösteriyor; yani, üç ay içerisinde eğer borçlanma vadesi, iki aydan, üç aydan yedi
aya çıkmışsa, buna mukabil reel faiz 60’tan 30’a inmişse -bugün hâlâ yüzde 30 reel faiz ödüyoruz- bu, olumlu sinyaldir.
Şimdi, değerli milletvekilleri, Sayın Erbakan’ın dediği gibi, devlete borç para vermek her zaman insana kazandırmaz. Bakın,
1993 yılının ortasından o 5 Nisan kararlarına kadar, krize kadar, dolar bazında, devlete borç verenler, yüzde 30 ilâ yüzde 50 zarar
etmişlerdir, enflasyonun altında getiri sağlamışlardır. Yani, bu işin zararı da var; rantiyeciler her zaman kâr etmiyorlar.
Bugün, içborçlanmada bizi asıl rahatsız eden, ürküten, endişeye sevk eden hadise, hâlâ vadelerin istenilen düzeye getirilememiş
olmasıdır. Yedi ayı bir seneye çıkardığımız zaman bir misli rahatlayacağız, reel faizi 30’dan 10’a indirdiğimiz zaman üç misli daha
rahatlayacağız ve bu söylediğim, hayalî hedefler değil; yani, öyle, sıfır enflasyon, sıfır faiz filan gibi hayalî hedefler değil. Bu üç
aylık trendi dikkate alırsanız, ocaktan bu yanaki trendi dikkate alırsanız; eğer, bu trendi devam ettirirsek, önümüzdeki haziran
ayında, temmuz ayında, bugünkünden çok daha rahat bir noktaya geleceğiz. Bu, size rahatsızlık verebilir; ama, Türkiye, için
rahatlatıcı bir gelişmedir. (RP sıralarından alkışlar [!] )
ŞEVKET KAZAN (Kocaeli) – Sıfır enflasyon daha iyi değil mi Sayın Başbakan?!.
BAŞKAN – Müdahale etmeyelim... Rica ediyorum...
BAŞBAKAN A. MESUT YILMAZ (Devamla) – Canım, mümkün olsa, tabiî, sıfır daha iyi; ama, mümkün değil, dünyada böyle
bir örnek yok.
ŞEVKET KAZAN (Kocaeli) – Oraya kadar indiğine göre, oradan aşağıya da iner Sayın Başbakan.
BAŞBAKAN A. MESUT YILMAZ (Devamla) – Yani, dünyada hiçbir yerde uygulanmayan, uygulanma olasılığı olmayan bir
modele, niye Türkiye’yi deneme tahtası yapıyorsunuz?
OĞUZHAN ASİLTÜRK (Malatya) – Bütün tarihimiz boyunca öyle olmadı mı efendim!..
BAŞKAN – Efendim, rica ediyorum... Diyalog yapmıyoruz burada...
Sayın Başbakan, uygun görürseniz, Genel Kurula konuşun...
BAŞBAKAN A. MESUT YILMAZ (Devamla) – Şimdi, sayın milletvekilleri, borçlanmaya bu kadar ağırlıklı yer vermemin
sebebi şudur: Borçlanma, hükümetlerin tercihi değildir; borçlanma, bir sebep de değildir; borçlanma, bir sonuçtur, yılların
uygulamasının bir sonucudur.; elbette ki, olumsuz bir sonuçtur; ama, bu olumsuz sonuçla niye karşılaştık diye sorarsanız, işte,
bugün, neler yapmamız gerektiğinin cevabını da bulursunuz.
Sayın Baykal buraya geldi -tabiî, bize bıraktığı mirasın ince noktalarını biliyor- çok güzel eleştirdi, eleştirdi, hiçbir çözüm
söylemeden gitti.
İSMET ATALAY (Ardahan) – Siz dinlemediniz; burada yoktunuz...
BAŞBAKAN A. MESUT YILMAZ (Devamla) – Sanki, dört seneden beri iktidarda değil; sanki, dört seneden beri...
İSMET ATALAY (Ardahan) – Siz dinlemediniz; dinleseydiniz, öğrenirdiniz...
BAŞBAKAN A. MESUT YILMAZ (Devamla) – Canım, ben dinledim hepsini, merak etmeyin...
İSMET ATALAY (Ardahan) – Beş dakika dinlediniz...
BAŞBAKAN A. MESUT YILMAZ (Devamla) – Tutanağı da getirttim.
Sanki, dört seneden beri partisi iktidarda değil, sanki, bu bütçede eleştirilecek hususlar, şu bir aylık Hükümetin icraatının
sonucudur gibi, eleştirdi, eleştirdi; geçmişte kalan, belki de, biraz paslanan muhalefet hevesini giderdi ve gitti; hiçbir çözüm
söylemedi. Hocam o bakımdan daha insaflı, hiç olmazsa çözüm söyledi; ama, ne yazık ki, o çözüm, çözüm değil. (ANAP ve DYP
sıralarından alkışlar)
ŞEVKET KAZAN (Kocaeli) – Millet anladı Sayın Başbakan...
BAŞBAKAN A. MESUT YILMAZ (Devamla) – Şimdi, değerli milletvekilleri, müsaade ederseniz, somut olarak, sayın hatiplerin
dile getirdikleri bazı eleştirilere cevap vermek istiyorum.
Sayın Deniz Baykal, seçim yıllarında, devletin iki ayrı bütçeyle yönetilmesini önleyen veya yönetilememesini düzenleyen bir
uygulama yapılmasını önerdi; “Anayasada veya yasalarda böyle bir düzenleme yapalım, seçim yıllarında, devlet iki ayrı bütçeyle
yönetilmesin” dedi. Tabiî ki doğrudur; ama, bana göre asıl çözüm, seçim tarihini iyi belirlemekti... Eğer, erken seçim kararı
almasalardı, böyle bir zorunluluk olmayacaktı; erken seçim kararıyla birlikte geçiçi bütçe kararı alınmasaydı, yine böyle bir
zorunluluk olmayacaktı. Yine de, bütçeyle ilgili hükümlerde böyle bir düzenleme yapılmalıdır; -kendisine katılıyorum- ileride,
bugünkü sıkıntı yaşanmamalıdır; erken seçim sebebiyle, şu sebeple, bu sıkıntı yaşanmamalıdır.
Sayın Baykal, enflasyonla mücadelenin daha fazla savsaklanmamasını dile getirdi; bu konuda, kararlılık, irade beklediğini ifade
etti. Değerli milletvekilleri, 100 kilometre hızla giden bir arabada, birden bire sonuna kadar frene basamazsınız, freni
kökleyemezsiniz, frene yavaş yavaş basmak zorundasınız; yoksa, araba patinaj yapar, belki takla atar. Bu sene, enflasyonla mücadele
konusunda, bu Hükümet, bütçe hedefine bağlı kalacaktır, size taahhüdüm budur; bütçe hedefine bağlı kalacaktır. Getirdiğimiz bütçe
hayalî bir bütçe değil; bütçe, samimî bir bütçedir; hedeflerine mutlaka ulaşmayı amaçladığımız bir bütçedir.
O bütçede zaten enflasyon hedefi olarak yüzde 65 koymuşuz. Bu hedefe ulaşılması için büyük gayret gösterilecektir. Yüzde 65
enflasyon makul bir enflasyondur demiyorum, yüzde 65 enflasyonun yüksek enflasyon olduğunu da inkâr etmiyorum; ama, bu
şartlarda, ekonomide daha büyük tahribata yol açmamak için, Hükümetin bu bütçeyle belirlediği enflasyon hedefi yüzde 65’tir.
Sayın Baykal “Devlet, içborç tuzağına düşmüştür. Bunun nedeni de yanlış vergi politikalarıdır” buyurdular. Bu konuda da
kendilerine katılıyorum. Vergi konusunda yapılması gereken hakikaten önemli düzenlemeler var; ama, unutmayın, dolaylı vergilerle
ilgili reformu gerçekleştiren Anavatan Hükümetidir. KDV’yi biz çıkardık; dolaylı vergilerde bugüne kadar yapılmış en büyük
reformdur, en büyük düzenlemedir; şimdi sıra dolaysız vergilerdedir, doğrudan vergilerdedir. Gelir Vergisinde, Kurumlar Vergisinde
de benzer reformları yapmamız gerekir; bunu kabul ediyorum ve inşallah o da bu Hükümete nasip olur.
ALİ OĞUZ (İstanbul) – Rant vergisi!..
NİHAT MATKAP (Hatay) – Hani öneri yoktu!..
BAŞBAKAN A.MESUT YILMAZ (Devamla) – Öneri var da, izahı yok; yani, dört seneden beri niye yapılmadığının izahı yok.
Bunlar afakî öneriler!.. Keşke, Türkiye’nin millî geliri 10 bin dolar olsa... Bu, şimdi öneri mi?! (ANAP ve DYP sıralarından
alkışlar)
53 üncü Hükümet, Maliye Bakanımız da söyledi, kayıtdışı ekonomiyi kavramaya kararlıdır. Bunun daha açık izahı şudur:
Vermesi gerekenden vergi alınıp, alması gerekene hizmet verilecektir.
Sayın Baykal, yatırımların düştüğünü söyledi; bu da doğrudur. Oran olarak -bütçe içerisinde- yatırım bütçesinin genel bütçeye
oranı düşmüştür; ama bütçe tasarısının, daha önceki Hükümet tarafından gelen halinde, 190 trilyon liralık toplam bir yatırım
öngörülmüştü; Komisyonda bu rakam yüzde 25 artırılmıştır, 238; 239 trilyon liraya çıkmıştır; bunda işçilik hariçtir; ilk taslağa,
ilk tasarıya göre yüzde 25’lik bir artış söz konusudur; katiyen yeterli değildir. Yani, bütçesi 860 trilyon lira açık veren bir devletin,
kamu olarak, sadece 238 trilyon lira yatırım yapması, açık bir dengesizliktir. Bu, devlet bütçesinin, yatırımının 3 katı açık vermesi
demektir, yatırımının 3 katı kadar ek borçlanmayla finansesi demektir; kabul edilecek bir durum değildir.
Ama bakın, unutmayın, 1996 yılı için Meclise ilk getirilen tasarıda, bütün sene için öngörülen bütçe açığı 400 trilyon liraydı.
Bizim, şimdi, bu nisan ayının sonunda bütçe açığımız 400 trilyon liradır; yani, biz, işe, eksi 400’le başlıyoruz; bir yıl için
öngörülen açığın tamamının, dört ayda gerçekleştiği bir bütçeyle başlıyoruz ve sene sonuna kadar koyduğumuz bütçe açığı hedefi
860 trilyondur ve buna mutlaka bağlı kalacağız. Bu Hükümet, bütçe hedefine, bütçe açığı hedefine ve bütçedeki diğer sayısal
hedeflere mutlaka bağlı kalacaktır.
Sayın Baykal, yanlış tarım politikaları yüzünden, yakında, net bir tarım ürünü ithal eden ülke konumuna düşeceğimizi ifade
etti. Ben, Sayın Baykal’a daha kötü bir haber vereyim; düştük bile zaten. Şu anda, Türkiye, dışarıdan şeker ithal ediyor; öyle az buz
da değil, 500 milyon dolarlık şeker ithal ediyoruz, buğday ithal ediyoruz, mısır ithal ediyoruz, et ithal ediyoruz...
ŞÜKRÜ YÜRÜR (Ordu) – Baykal’ın sayesinde!..
SÜLEYMAN HATİNOĞLU (Artvin) – Sayelerinde!..
BAŞBAKAN A. MESUT YILMAZ (Devamla) – Bu konuda, yine, Komisyonda, 30 trilyon lira olarak bütçede öngörülen
tarımsal destekleme tutarı 38 trilyon liraya çıkarılmıştır; yani, 8 trilyon liralık faiz desteği şeklinde bir ilave yapılmıştır; katiyen
yeterli değildir. Yani, 500 milyon dolar civarında bir destek sağlıyoruz tarım kesimine; katiyen yeterli değildir. Bu bütçe imkânları
içerisinde, Hükümet olarak, Komisyon olarak sağlayabildiğimiz toplam destek budur.
Sayın Baykal, atamalar konusunda bana bir eleştiri yöneltti. Ben demişim ki “filan bürokratlar değişecek.” Sayın Baykal’a, öyle,
gazetede her okuduğuna inanmamasını, itibar etmemesini öneriyorum. Ben, böyle bir şey demedim; tam tersini söyledim. Bu konuda
çok soruya muhatap oldum ve bana soru soranlara hep şunu söyledim: Bana, devletin hiçbir bürokratının değişeceğini
söyletemezsiniz; ama, burada söylüyorum, devletin her bürokratı değişebilir. Siyasî sorumluluk taşıyan insanlar, beraber
çalışacakları bürokratları değiştiremiyorlarsa orada demokrasi işlemiyor demektir. Devletin her bürokratı değişir. (ANAP
sıralarından alkışlar) Demokratik bir sistemde, değişmezliği, dokunulmazlığı olan hiçbir bürokrat yoktur. Ha, bu konuda, bizim
Hükümetimizin, 53 üncü Hükümetin uygulamalarını eleştirebilirsiniz; ama, bakın, bundan daha kötüsü vardır; o da, sizin de içinde
olduğunuz Hükümettir.
Her koalisyonda vali ataması sorundur, büyükelçi ataması sorundur. Bu sorun nasıl aşılacaktır; biz, bu Hükümette, 1991
yılında yapıldığı gibi kontenjanlar koymadık; şu valilikler SHP’nin, şu valilikler Doğru Yolun demedik; bütün valileri ortak
atayacağız dedik ve bunu da bir ayda çözdük. Bakmayın basındaki sansasyonlara, manşet attırmak için yaratılan fırtınalara... Bir
ay, bana göre, bunun için makul bir süredir. 50 valinin atanması konusunda bir ayda anlaşmak kolay mıydı... Tekrar söylüyorum,
SHP ile Doğru Yolun yaptığı gibi, 30 vali bizimdir, 20 vali sizindir şeklinde anlaşmadık; bütün valileri ortak atadık. Burada
eleştirilmesi gereken değil, belki, daha önce eleştiriye konu olması gereken duruma göre bir ilerleme söz konusudur. Devletin valisi
paylaşılır mı koalisyon partileri arasında?!.
Sayın Baykal, bana, Kardak konusuyla ilgili bir soru yöneltti. Daha önceki rezervimi muhafaza ediyorum; bir kere, basında
okuduklarınızın hepsine aynen inanmayın. Hadise şudur:
Değerli milletvekilleri, Türkiye ile Yunanistan arasında, yılların biriktirdiği önemli sorunlar var. Bu sorunların iki önemli
kaynağı var: Birinci kaynağı, 1923 yılında yapılan Lozan Antlaşmasının daha sonraki yıllarda aşınmış olmasıdır. Aşınmaktan
kastım, bazı gelişmeleri öngörmemiş olmasıdır. Uluslararası ilişkilerdeki bazı gelişmeler, 1923 yılında öngörülemeyecek
gelişmelerdi; mesela, kıta sahanlığı diye bir kavram yoktu, FIR hattı diye bir kavram yoktu. Dolayısıyla, birtakım ihtilaflar
Lozan’da düzenlenmediği için doğmuştur; ama, ikinci önemli bir kaynak vardır, bu Meclisi daha fazla ilgilendirmesi gereken bir
ihtilaf kaynağı vardır; Yunan Hükümeti, zaman içerisinde Lozan’ı aşındırmanın gayreti içerisindedir; adaların silahlandırılması
buna örnektir. Lozan’da İtalya’ya bırakılmış olan, daha sonra Yunanistan’a geçmiş olan adalar, Lozan’a göre,
silahlandırılamayacak statüde adalardır; daha doğrusu, bu adalar içerisinde bir bölümü, hiçbir şekilde silahlandırılamamak kaydıyla
İtalya’ya ve Yunanistan’a devredilmiştir. Yunanistan, egemenlik argümanını ileri sürerek, savunma argümanına sığınarak bunları
silahlandırmıştır. Dolayısıyla, Lozan Antlaşmasını ilk delen Yunanistan olmuştur. Lozan Antlaşmasının ihlaline en tipik örnek de
adaların silahlandırılmasıdır.
Şimdi, Türkiye ile Yunanistan arasındaki sorunlar, yakın yıllara kadar birikmiştir birikmiştir ve iki ülke, aralarındaki bu
sorunlara rağmen, zaman zaman iyi komşuluk ilişkileri içerisine girebilmişlerdir; hem aynı ittifakın üyesidirler hem de zaman zaman
iyi komşuluk ilişkileri kurabilmişlerdir, ikili ilişkilerini geliştirebilmişlerdir, sorunlarını dialog yoluyla çözebilecek bazı girişimleri
başlatabilmişlerdir. Bunun tipik örneği de, bizim, 1988 yılında, Davos’ta başlattığımız süreçtir.
Türkiye’nin Avrupa Birliğiyle ilişkileri gündeme geldiği zaman, Yunanistan, Avrupa Birliğine tam üye olma avantajını
kullanarak, bizim ilişkilerimizi engellemeye çalışmıştır; fakat, bu aşılmıştır; diğer Avrupa ülkeleri buna müsaade etmemişlerdir.
Birden bire, geçtiğimiz aylarda, daha bu Hükümet kurulmadan önce, Türkiye’de müstafi bir hükümet işbaşındayken, seçimlerden
sonra istifa etmiş bir hükümet işbaşındayken; yine, Yunanistan’da, benzer bir hükümet krizi yaşanırken, Papandreu’nun
rahatsızlığı nedeniyle, yerine yeni bir Başbakan atanmış, henüz, daha, Hükümet, güvenoyu almamışken, Ege Denizinde unutulmuş
bir ada, birdenbire ikili ilişkilerin odak noktası haline getirilmiştir. Orada bir gemi kazası olmuştur; o gemi kazasının ardından,
Yunanlılar birdenbire o kayalığı hatırlamışlardır; oraya bir papaz göndermişlerdir, bir bayrak dikmişlerdir, bir televizyon ekibi
göndermişlerdir. Buna karşı, Türkiye de tepki göstermiştir ve o kayalıklar, birdenbire -yıllardan beri kime ait olduğu
araştırılmayan, bilinmeyen, hiçbir ülkenin bayrağı olmayan, hiçbir ülkenin hiçbir alameti farikası diyeceğim, ne denizfeneri ne direği
hiçbir şeyi olmayan- ikili ilişkilerimizin en önemli unsuru haline gelmiştir ve bugün maalesef, Yunanistan, kendi egemenlik alanına,
Türkiye tarafından bir tecavüz olduğu, egemenlik haklarına bir tasallut olduğu iddiasıyla, Türkiye’nin Avrupa Birliğiyle olan
ilişkilerini yeniden bloke etmenin gayreti içindedir ve bunda da önemli ölçüde mesafe almıştır; Ortaklık Konseyimiz
toplanamamıştır, gümrük birliğinin işlemesinde, malî hükümler açısından, çok ciddî zorluklarımız vardır, daha doğrusu, gümrük
birliği mutabakatının malî hükümleri işlememektedir.
Şimdi, bu durumda, benim Yunanistan’a yaptığım çağrı, aramızdaki bütün meselelerin iki ülke arasında müzakereler şeklinde
ele alınmasını öngörmektedir, diyalog yoluyla ele alınmasını öngörmektedir. Bu, daha önce de yapılmıştır, burada bir yenilik
yoktur. Burada yeni olan unsur şudur: Görüşeceğimiz bütün bu ihtilaflarda, iki tarafın rızasıyla üçüncü taraf çözümleri de kabul
edeceğimizi, Türkiye olarak ilk defa deklare ettik. Nedir bu üçüncü taraf çözümleri; uzlaştırıcı olabilir -bu en yumuşak yoludur-
hakem olabilir... İki taraf bir hakemde anlaşırlar, o hakemin vereceği kararı kabul etmeyi taahhüt ederler veya iki taraf, kendi
aralarında anlaşmak suretiyle Uluslararası Adalet Divanına giderler, Uluslararası Adalet Divanının vereceği kararı kabul etmeyi
baştan taahhüt ederler ve tabiî, onun yetkisini tanımak, onun sınırlarını da birlikte belirlemek şartıyla.
Değerli milletvekilleri, burada, Türkiye’nin daha önceki tutumuna göre, bir yeni unsur söz konusudur; ama, bu, Türkiye’nin daha
önce takındığı tutumda tutarsızlık anlamına gelmemektedir. Yunanistan, Kardak konusunda, Kardak’ın kendisine aidiyetinden
hareketle, bizim, Uluslararası Adalet Divanına gitmemizi istemektedir. Biz ise, Kardak dahil, aramızdaki bütün meseleleri
görüşmeyi, anlaşamadığımız; ama, adalet yoluyla, Uluslararası Adalet Divanı aracılığıyla çözümünde mutabık kalacağımız
hususlar için de, Uluslararası Adalet Divanına gitmeyi önermekteyiz.
Bu konuda, bizden önceki Hükümetin Kardak’la ilgili hassasiyetini saygıyla karşılıyorum; ama, bu konuda, bürokrasiyle
hükümet arasındaki ilişkilere ilişkin eleştirim var. Bu ilişkilerin sağlıklı yürümediğini, yürütülmemiş olduğunu, bilhassa hükümete
geldikten sonra, daha net olarak tespit etme imkânını buldum. Bürokrasi, politika tayin edecek makam değildir. Bürokrasi, siyasî
kadroya, hükümete, politika alternatifleri önerir; politika alternatifleri önerirken, kendi teziyle birlikte -Türkiye’nin teziyle birlikte-
hasım ülkelerin tezlerini de hükümete duyurmak, hükümeti o konularda aydınlatmak zorundadır. Kardak meselesinde bürokrasinin
yaptığı yanlış, hükümetin yerine geçip, politika üretmek, politika oluşturmak olmuştur... Bu yanlıştır... Bu Hükümet döneminde,
bürokrasi, böyle bir yetki kullanamayacaktır. Dışpolitikayı, hükümet belirleyecektir, elbette ki, Meclisin denetimine tabi olacaktır;
ama, politikayı, Dışişleri Bakanlığının bürokratları tayin etmeyecektir. Eleştirim buna ilişkindir. (ANAP sıralarından alkışlar)
Sayın Baykal’ın benden açıklama getirmemi istediği bir konu da, günümüzün çok popüler bir konusudur; yolsuzluklarla
ilgilidir, yolsuzluk iddialarıyla ilgilidir. Evet, ben, Anavatan Partisi Grubunda dedim ki, ben, çamurun üzerinde oturan başbakan
olmam. Bununla ne demek istedim; Sayın Baykal fırsat verdi, size de ifade ediyorum:
Sayın milletvekilleri, bugün, biz oturuyoruz, daha düne kadar başkaları oturuyordu, yarın yine başkaları oturacak. Bu hükümet
sıralarında kim oturursa otursun, bu insanlar, kendi özel şirketlerini yönetmiyorlar, bu insanlar, devleti yönetiyorlar, bu insanlar,
milletin parasını harcıyorlar. Bu insanların, her an, her hesaplarını verebilmeleri lazım; benim devlet anlayışım budur. (ANAP
sıralarından alkışlar) Bizimle ilgili, benim hükümetimle ilgili iddialar, burada gündeme gelebilir. Bu Meclis, bu konuda tecrübe
sahibi bir Meclistir. Bu Meclis, bu iddiaların hangisinin siyasî amaçlı olduğunu, sadece hükümeti devirmeye matuf, taktik iddialar
olduğunu takdir edebilecek olgunluktadır; ama, bakın, açıkça söylüyorum: Benimle ilgili -şu anda devletin parasını ben
kullanıyorum, bu Hükümet kullanıyor- burada oturan bakanlarla ilgili, burada olmayan bakanlarla ilgili, buraya ciddî bir iddia geldiği
zaman, o iddianın araştırılmasını önce ben isterim. (ANAP sıralarından “Bravo” sesleri, alkışlar) Çünkü, o hesabı veremeden,
hele hele o iddia ciddî bir iddiaysa, toplumda iz bırakıyorsa, toplumda söyleniyorsa, konuşuluyorsa, yayılıyorsa; yani, benim
altımda bir çamur oluşturuyorsa, ben, orada hükümet edemem. O iddia çürütülmeden, o iddia bu Mecliste açıklığa kavuşmadan, ben
burada hükümet edemem. Benim kastım budur. Eğer, benim bu anlayışıma, benden önce hükümet edenler, benden sonra hükümet
edecekler, herkes katılırsa, yolsuzluk meselesi, Türkiye’de, ucuz bir polemik meselesi olmaktan kurtulur, burada hepimiz
anlaşırsak... Bu siyasî bir konu değil, bu bir parti konusu değil, bu benim şahsî konum da değil; bu bir devlet anlayışı meselesidir.
Sayın milletvekilleri, burada daha önce söyledim, muhalefetteyken söyledim, iktidarda, işte aynısını söylüyorum: Hepimizin,
şapkasını önüne koyup düşünmesi gereken bir soru var. Vatandaş, siyasetçiye iyi gözle bakmıyor, vatandaş, siyasetçiye güvenmiyor
ve giderek ayırım yapmaktan da vazgeçiyor, bütün siyasetçilere güvenmiyor; kategorik olarak siyasetçileri dışlamaya başladı.
Demokrasi için bundan daha büyük tehlike yoktur. Bunu nasıl aşacağız; bunu, ancak şeffaflıkla aşacağız, açıklıkla aşacağız.
Söylüyorum, daha bir aylık Hükümetiz. Yarın iki ay olacak, üç ay olacak, beş ay olacak... Benim Hükümetimle ilgili ne iddia
varsa, kulağınıza ne gelmişse buraya getirin, cevabını verelim. Sizi tatmin etmezse araştırma önergesi verin; araştırmadan tatmin
olmazsanız soruşturma önergesi verin.
KEMALETTİN GÖKTAŞ (Trabzon) – Geçmiş hükümet zamanındakiler ne olacak Sayın Başbakan?
BAŞBAKAN A. MESUT YILMAZ (Devamla) – Geçmiş hükümet, gelecek hükümet... Hepsi için söylüyorum, kendi anlayışımı
söylüyorum size. (RP sıralarından alkışlar) Yani, bu iddialarla hükümet edemezsiniz. Arkanızda millet size güvenmeden, bu Meclis,
parmak hesabıyla birtakım iddiaları örtbas ederse, bu Hükümet hizmet yapamaz. Ben üstüne gideceğim, getirin iddialarınızı. Ben
gideceğim... Benim hakkımda varsa getirin, ben isteyeceğim soruşturmayı... (ANAP ve RP sıralarından alkışlar)
Bakın, bir şey daha söyleyeyim: Buraya ciddî bir iddia gelirse, bu Koalisyon Hükümeti devam etsin diye, ben Başbakanlıkta
oturayım diye o iddiayı hiçbir zaman hasıraltı etmem. (ANAP ve RP sıralarından alkışlar) Ama, ciddî iddia gelmesi lazım, ciddî
iddia olması lazım ve o ciddî iddianın ciddî biçimde araştırılması lazım.
Bakın, burada iki tane yanlış var, ikisinden de kaçmamız lazım. Birincisi, yolsuzluk meselesini siyasî amaçla kullanmamamız
lazım, siyasî malzeme yapmamamız lazım. Onun için, huzurunuzda ilan ediyorum: Anavatan Partisi Grubu, bütün yolsuzluk
meselelerinde serbesttir. (ANAP ve RP sıralarından alkışlar) İstedikleri yönde oy verirler, vicdanlarına göre oy verirler. Ben de
vicdanıma göre oy veririm; ama, size sesleniyorum, siz de vicdanınıza göre oy verin. Hükümeti devirmek için, inanmadığınız, emin
olmadığınız iddiaların arkasından gitmeyin.
ŞEVKİ YILMAZ (Rize) – Sizin iddialarınız...
BAŞBAKAN A. MESUT YILMAZ (Devamla) – Hayır, bulunduğunuz bazı iddialarda, bu örnekleri gördüğüm için bunu
söylüyorum; verdiğiniz bazı önergelerdeki iddiaları ciddî görmediğim için söylüyorum. Ciddî iddiaları getirin, beraber üzerine
gidelim. Benim hakkımda getirin, benim hakkımda gidelim... (ANAP sıralarından alkışlar)
İkinci bir yanlış daha var. İkinci yanlış da, belli siyasî amaçları gerçekleştirmek için, ciddî iddiaları hasıraltı etmektir, örtbas
etmektir. Biz, iki yanlışa da iştirak edemeyiz. Bu, bizim için, o kadar temel bir meseledir ki, bunun için göze alamayacağımız hiçbir
risk yoktur. Biraz önce, Grup Başkanvekili arkadaşım söyledi, bu konuda en çok iftiraya maruz kalmış partiyiz, en çok iddiaya
muhatap olmuş partiyiz, en çok suçlamaya konu olmuş partiyiz. Dört sene muhalefette idik; tertemiz geldik.
Bizimle ilgili, bir bürokrat, bir mafya hesaplaşması sonucunda cezalandırıldı. Bir siyasî arkadaşım hakkında bu iddiayı
getiremediniz, bir tane ispat edemediniz. Yüce Divana giden arkadaşlarım aklandı. Anavatan Partisi, şu anda, bu Meclisin, bu
konuda aklanmış olan tek partisidir. (ANAP sıralarından alkışlar) Hiç kimseyi şaibe altında bırakmak için söylemiyorum; ama, bu
sınavdan geçen tek parti biziz. Bu sınava herkes hazır olmalıdır. Anavatanın verdiği bu sınava, bu Meclisteki bütün partiler hazır
olmalıdır ve bakın, ben burada görev yaptığım her gün, bu sınavı kendi içimde yaşıyorum; çünkü, biliyorum ki, sadece kendi
fiillerimden dolayı değil, benimle beraber çalışan arkadaşlarımın, bizimle beraber çalışan bürokratların davranışlarından da biz
sorumluyuz.
Sizden tekrar ricam, bu meseleyi, bir siyasî mücadele malzemesi haline getirmeyelim. Siyasî malzeme haline getirmeyelim;
meseleyi basitleştirmiş oluruz. Eğer, millet, bir defa, bu meselenin siyasî malzeme haline getirildiğini görürse, buna kanaat getirirse, o
zaman, siyasî ahlakla ilgili olarak biraz önce ifade ettiğim endişeler daha da derinleşir. O zaman, millette, sizin bu meseleye, parti
disiplini ile bir yönden, başkalarının da ters yönden gittiği izlenimi doğar; bundan, hep birlikte yara alarız. Bu meselede, herkes,
kendi vicdanına göre, kendi şahsî kanaatine göre hareket etmelidir; bu mesele, bir parti meselesi yapılmamalıdır.
Benim milletvekillerim, benim hakkımda, denetim yollarını çalıştırabilirler; hepsine, huzurunuzda açık çek veriyorum, Grupta
da verdim. Bunu, bizim bakanlarımızla ilgili olarak da yapabilirler. Bunu yadırgamayan birisinin, bu meseleleri örtbas edeceğine, en
ufak bir şekilde ihtimal vermemeniz lazım.
“Çamur” dan, bunu kastediyorum Sayın Baykal.
ŞEVKET KAZAN (Kocaeli) – Yalnız, bu, siyasî malzeme değildir Sayın Başbakan. Biz, burada, siyasî partisiyiz; Meclis
soruşturması da, siyasî bir sorumluluktur. Hepsi bu kadar.. Ben, ikaz ediyorum.
BAŞKAN – Sayın Kazan, lütfen, karşılıklı konuşmayalım.
BAŞBAKAN A. MESUT YILMAZ (Devamla) – Demokratik Sol Parti Grubunun sayın sözcülerine huzurunuzda teşekkür
ediyorum; hem durumu gerçekçi bir biçimde ortaya koydular hem de çok yararlanacağımız öneriler getirdiler. Tabiî ki, aralarında,
tam mutabık olmadığımız hususlar da vardır; ama, daha çok, geleceğe ilişkin projeksiyonlarda, geleceğe ilişkin tahminlerde,
aramızda farklılık olduğunu ifade ediyorum.
Sayın Uluğbay, bütçe açığının 861 trilyonun çok üzerinde olacağını ifade etti. Burada, daha önceki ifadelerimi tekrarlamak
zorundayım: Hazırlanan bütçe, ciddî bir bütçedir, samimî bir bütçedir ve uygulamamız da, disiplinli bir uygulama olacaktır;
binaenaleyh, gelir ve gider hedeflerinin tam olarak gerçekleştirilmesi için, gereken her şey yapılacaktır.
Sayın Uluğbay’ın önerileri arasında, Ekonomik ve Sosyal Konseyin işletilmesi konusu gündeme getirildi. Bu konuda Yüce
Meclise kısa bilgi vermek istiyorum: Biliyorsunuz, Ekonomik ve Sosyal Konsey, daha önce, bir Başbakanlık genelgesiyle
kurulmuştur ve şu ana kadar bir defa toplanmıştır. Yüksek Planlama Kurulunun ilk toplantısında, o Başbakanlık genelgesini, daha
doğrusu, Ekonomik ve Sosyal Konseyin, o Başbakanlık genelgesiyle kurulmuş olan yapısını tartıştık; o konuda, ilgili birimlere
görev verdik, yurtdışındaki uygulamaları da inceliyorlar.
Şöyle bir uygulamaya gideceğiz: Bana göre, orada dengeleri yeniden düzenlemek lazım. Şu anki terkip, kamu kesiminin 2, özel
kesimin veya kamu dışı kesimin 1 oranda temsilini öngörmektedir. Bana göre eşit olmalıdır; yani, kamu ve kamu dışı, eşit temsil
edilmelidir. Sendikalar, işverenler, meslek kuruluşları 1 ise, hükümet temsilcileri de 1 olmalıdır. Ekonomik ve Sosyal Konseyi,
dışarıdaki örneklerine de uygun bir şekilde yeniden yapılandırdıktan sonra, Başbakanlık genelgesini, bu tadilatlarla değiştirip
yürürlüğe sokacağız, işleteceğiz ve kurumsal hale getireceğiz; periyodik bir şekilde toplayacağız.
Bu uygulama, belli bir dönem denendikten sonra, onun sonuçlarını da alıp, bu konuda, Meclise, bu sene sonundan önce bir yasa
tasarısı getireceğiz. DSP sözcülerinin ifade ettiği gibi, bu konuda, bir yasal düzenleme zorunluluğu yoktur. Başlangıçta, aksayan
yönleri görmek bakımından, gerekli esnekliğe sahip olmak bakımından, bunun, bugünkü düzenlemeyle devam etmesi yararlıdır;
ama, bize göre, bunun kalıcı, kurumsal niteliğe kavuşması için, bugün değilse bile, zaman içerisinde, yasal dayanağa kavuşturulması
isabetli olacaktır.
Sayın Erbakan, Anayasaya aykırılık iddialarını gündeme getirdi. Tabiî, bu, aslında, Anayasa Mahkemesinin belirleyeceği bir
konudur, burada tartışılmasının ne kadar isabetli olduğunu takdirinize bırakıyorum. Fakat, burada, Anayasaya aykırılık iddiasına
mesnet olarak ileri sürülen birçok hususun, gerçekle bağdaşmadığını söylemek zorundayım. Bir kere, kesinhesap kanunuyla ilgili
zorunluluğun yerine getirilememesi, doğrudan doğruya, Sayıştay Yasasında gerekli değişikliğin yapılamamasının sonucudur; bu,
Hükümetimizin tasarrufunda olan bir konu değildir, Meclisin doğrudan doğruya tasarrufunda olan bir konudur. Zannediyorum, şu
anda, Plan ve Bütçe Komisyonunun gündemindedir. Sayıştay Kanununda gerekli değişiklik yapıldığı zaman, bu kanunî gerek de
yerine getirilir.
Anayasada “bütçe tasarıları görüşülmeden 75 gün önce sunulur denildiğini” buyurdunuz. Burada, dört aylık geçici bütçe
uygulamasını gözden kaçırdığınızı zannediyorum. Burada, geçici bütçe dolayısıyla dört ay için, Meclisin almış olduğu bir karar
söz konusudur. Dolayısıyla, sizin örneğiniz bu durumda uygulanamaz. Anayasaya aykırı olarak daha önce bütçe kanununda yer
almış, Anayasa Mahkemesi tarafından iptal edilmiş olan bazı düzenlemelerin, bu bütçe kanununda da getirildiğini ileri
sürüyorsunuz, bu doğrudur; ama, kısa zamanda, bu konuda, bütçe uygulama yasa tasarısını Meclise sunacağız. O yasa tasarısı, bu
hususu düzenleyecektir.
NECMETTİN ERBAKAN (Konya) – Olmaz, olmaz...
BAŞBAKAN A. MESUT YILMAZ (Devamla) – Daha önce söyledim, devlet borçlarının gizlendiği falan doğru değildir; bütün
borçlarımız ortadadır, hepsi açıktır. Sayın Maliye Bakanının ifadelerinde de dile getirilmiştir.
Sayın Deniz Baykal 120 trilyon liralık Telekomun özelleştirilmesi gelirinin bütçede yer aldığını, bu konuda, koalisyon
ortakları arasında bir mutabakatın olup olmadığını sordular. Bütçede böyle bir gelir öngörmedik; daha önce, ilk tasarıda yer
alıyordu, Telekomun satışından dolayı 120 trilyon liralık bir gelir öngörmedik. Bizim öngördüğümüz başka bir özelleştirme geliri
var, daha doğrusu, tam özelleştirme geliri de değil; cep telefonlarının lisans satışıyla ilgili, bu seneki bütçede 37 trilyon liralık bir
gelir öngördük; ama, Telekom ile ilgili herhangi bir gelir öngörmedik.
5 KİT’e salma yapıldığını eleştiri konusu yaptınız. Bu 5 KİT’in hepsi tekel niteliğinde olan KİT’lerdir ve 1994 yılından
beri bu uygulama, zaten Bakanlar Kurulu kararıyla yapılmaktadır. Getirilen bu değişiklik, sadece, bunun bütçe tasarısına
konmasıdır; daha önce Bakanlar Kurulu kararıyla yapılan düzenlemeyi, biz, şimdi, bütçe kanunuyla Meclisin huzuruna getiriyoruz.
Yaptığımız değişiklik budur.
SSK’nın vesayet altına alındığını ifade ettiniz. SSK ve Bağ-Kur’un bütçelerinin ilgili birimler tarafından onaylandıktan sonra
Başbakanın onayıyla yürürlüğe girmiş olmasını, özerk nitelikteki bu kuruluşları, hükümetin vesayeti altına sokma anlamına
geldiğini söylediniz. Sayın Baykal, burada, Hükümet Programı üzerindeki konuşmamda çok uzun değindim, tekrarlamak
istemiyorum; ama, bu konuda, bizim, sizden beklediğimiz, eleştiriden çok çözümdür.
SSK, bu sene 200 trilyon liradan fazla açık verecektir. SSK’nın bu açığı, neredeyse şu bütçede yer alan tüm yatırımlara eşittir.
Yani, devlet, ne kadar yatırım yapıyorsa, sadece bir kurumu, o kadar açık vermektedir...
Maliye Bakanımızın söylediği gibi, gelecek sene, sosyal güvenlik sisteminin, tedbir alınmadığı takdirde, bunun üç katı açık
vermesi söz konusudur. Dolayısıyla, şu anda Türkiye’nin en öncelikli konularından birisi, sosyal güvenlik kuruluşlarının yeniden
yapılandırılmasıdır, malî açıdan yeniden yapılandırılmasıdır, bu açığın ortadan kaldırılmasıdır, en azından bu açığın
azaltılmasıdır. Bu konuda, Hükümetimiz çalışmalarını yoğun bir biçimde sürdürmektedir, kısa zamanda Meclisin huzuruna
gelecektir. Biz, Sayın Baykal’dan ve diğer bütün partilerden bu konuda katkı bekliyoruz, öneri bekliyoruz. Bu konuyu eleştirmek
hiçbir şeyi halletmiyor ve tekrar söylüyorum; bu konuyu en fazla eleştirme hakkı olan benim. (ANAP sıralarından alkışlar) 1991
yılında bizim bıraktığımızda, SSK’nın açığı filan yoktu; SSK, artı veren bir kuruluştu. Artı veren bir kuruluş, dört senede 200
trilyon liradan fazla açık veren bir kuruluş haline gelmiştir.
Bugün, şikâyet etme günü değildir. Bu problemi hep birlikte çözmek zorundayız. Ne öneriniz varsa söyleyin hepsini dikkate
alalım. Türkiye -Sayın Çiller’le her görüşmemizde kendisi de bana ifade ediyor- sosyal güvenlik sisteminin bu kanamasıyla yoluna
devam edemez. Buna çözüm bulmaya mecburuz. Hani, nereden çıktı, kim yaptı filan onların hepsini bir yana bırakıyorum, erken
emekliliği filan onları bir yana bırakıyorum. Bu sorunu çözmeye mecburuz. Bu sorunu çözmezsek, gelecek sene, burada hangi
hükümet oturursa otursun, çok daha acıklı bir bütçe üzerinde tartışmak zorunda kalırız. Bu sorunu bu sene çözmeye mecburuz ve
Meclis tatile girmeden bu konudaki tasarımızı Meclise getireceğiz.
Bakın, 200 trilyon lirayı aşan bir açıktan bahsediyorum. Geçen sene, buraya, 506 sayılı Kanunda tadilat yapan bir tasarı geldi,
Hükümetten çıkması mesele oldu. Zaten, Meclisten de çıkmadı, kadük oldu. Biz de muhalefet olarak eleştirdik, dedik ki, bu mezarda
emekliliktir. O haliyle, o kanun çıksaydı dahi, SSK’ya sağlayacağı malî rahatlık, sosyal yardım zammı hariç, 17 trilyon liraydı.
Yani, 17 trilyon liralık iyileşme sağlayacak bir kanun değişikliğini, Meclis, geçen dönemde yapamadı. Şimdi, 200 trilyonluk bir
açıktan bahsediyoruz ve bu Meclisin, bu açığı kapatması lazımdır...
BAŞKAN – Efendim, 2 dakikanız var Sayın Başbakan.
BAŞBAKAN A. MESUT YILMAZ (Devamla) – Tamamlıyorum Sayın Başkan.
Ha, bu Meclis bu işe çare bulmazsa ne olur; bir tek çözüm yolu var, ya devamlı daha fazla borçlanırız ya da para basarız; ikisi
de yol değildir.
Bu sorunu çözmeye mecburuz; SSK’yı ve Bağ-Kur’u, mutlaka sağlıklı bir yapıya kavuşturmaya mecburuz.
Tekrar söylüyorum: İç borçlarımızın millî gelire oranı, diğer ülkelerle karşılaştırıldığında aslında çok da ürkütücü değildir.
Avrupa’da bugün birçok gelişmiş ülkede, millî gelirin yüzde 100’ünü aşan, yüzde 120’ye, yüzde 150’ye varan oranda iç borçlanma
söz konusudur. Bizim açımızdan asıl olumsuz olan husus, bizdeki iç borçlanmanın vadesinin çok kısa olmasıdır. Bütün gayretlere
rağmen, bu Hükümetin, kamuoyuna verdiği olumlu mesajlara rağmen yedi aya ulaşabildik. Biraz önce söyledim; bir de, faizinin hâlâ
çok yüksek olmasıdır. Bugün, hâlâ, faiz oranımız yüzde 110’larda, yüzde 120’lerdedir. Bu faiz oranıyla, bu vadelerle, bu borç,
kartopu gibi büyümeye devam eder; ama, bunun yolu, Sayın Erbakan’ın önerdiği gibi, borçları alıp “32 trilyon borcum var, 32
trilyon lira da köylüye, esnafa dağıtırım; bu işte, alan razı, veren razı; bu iş de böyle kapanır...” değildir. (ANAP sıralarından
gülüşmeler)
NECMETTİN ERBAKAN (Konya) – Göreceğiz!.. Göreceğiz!..
BAŞBAKAN A.MESUT YILMAZ (Devamla) – Zaten, Sayın Erbakan, Amerikan Doları üzerinden bütçe tenkitini, millî görüşle
nasıl bağdaştırdı, onu da anlayabilmiş değilim!.. (ANAP ve DYP sıralarından alkışlar)
NECMETTİN ERBAKAN (Konya) – Bu sizin bütçeniz...
BAŞBAKAN A.MESUT YILMAZ (Devamla) –Son bir iddia var; Sayın Erbakan’ın bir eleştirisi var “1986 yılına kadar, bütçe
içinde, iç ve dışborçların anapara ödemeleri gösterilirdi; bu yıldan sonra anaparalar bütçede görünmüyor” buyurdular.
Bu, bilinçli bir uygulamadır; birçok dünya ülkesinde, dünyanın bütün gelişmiş ülkelerinde de uygulama aynı yöndedir. 1986
yılında “borç yönetimi hesabı” diye bir hesap ihdas edilmiştir ve bu hesapta, alınan borç, gelir olarak yer almıştır; ödemesi de bu
hesaptan yapılarak, denge sağlanmış olmaktadır. Borçların sadece faizleri bütçeye yazılmaktadır. Bu şekilde bütçe dengesi
sağlanmaktadır. Sadece faiz bütçede gösterilmektedir. Borç yönetimi hesabı, öyle, gizli bir hesap da değildir; Sayıştayın denetimine
tabidir. Ayrıca, kesin hesap kanunu tasarısıyla da Meclise sunulmaktadır. Dolayısıyla, borç ana paralarının gizlenmesi, Meclisten
saklanması diye bir durum söz konusu değildir.
Sayın milletvekilleri, bu bütçenin, gönlümüzdeki bütçe olmadığını, daha konuşmamın başında söyledim. Bu bütçe, şartların
bizi zorladığı bir bütçedir. Bu şartlar altında yapılabilecek en rasyonel bütçedir. Uygulamada da aynı titizlikle uygulanacaktır.
Bütçe disiplinine mutlak riayet edilecektir. Ama, müsaade ederseniz, yine konuşmamın başına dönmek istiyorum:
Türkiye, beş yıldan beri yapmadığı, yapamadığı, ertelediği, geciktirdiği yapısal reformları yapmadığı takdirde, özelleştirmeye
hız kazandırmadığı takdirde... Bakın, sanıyorum, özelleştirmenin, Türkiye’de ilk başladığı 80’li yıllardan, bu Hükümetin
kuruluşuna kadar yapılan toplam özelleştirme miktarı 2,8 milyar dolardır. Bizim, bu sene sonuna kadar yapmayı taahhüt ettiğimiz
özelleştirme 2 milyar dolardır; yani, son dört yılda yapılan özelleştirmenin daha fazlasını, önümüzdeki sekiz ayda yapmayı taahhüt
ediyoruz, yapmayı planladık.
Özelleştirmeyi yapmadığımız takdirde, bu bütçenin sınırlı imkânlarıyla yatırım yapma mecburiyetinden kurtulmadıkça,
alternatif yatırım ve finansman modelleri geliştirmedikçe, yap–işlet–devret modeline işlerlik kazandırmadıkça... Hatta, şimdi, biz,
yap–işlet–devret modelini de birçok alanlarda değiştiriyoruz, yap–işlet–devam et modeli yapacağız; çünkü, şöyle bir garabet var
ortada: Biz, elektrik santrallarını, termik santralları, -enerji santrallarını- özelleştirmeyi planlıyoruz; ama, öbür yanda, kendi
imkânlarıyla yatırım yaparak santral kuracak insana, belli bir süre sonra, bunları tekrar devlete devretme yükümlülüğünü getiriyoruz;
yani, bir yerde, özelleştireceğimiz bir alanda, vadeli devletleştirme yapıyoruz...
Enerjinin iletimi devlete ait olabilir; ama, üretimi, bizce özel sektöre ait olmalıdır. Onun için, yap–işlet–devret modelindeki,
özellikle talebin en fazla söz konusu olduğu enerji sektörü açısından, “devret” kısmını kaldırıyoruz. Doğrudan doğruya,
yatırımların teşviki çerçevesinde düzenlenecek yeni bir yasal hazırlığı tamamlamak üzereyiz.
Türkiye, bu tür alternatif finansman modelleri geliştirmedikçe, bütçenin bu sınırlı, 200–250 trilyon lirayı aşmayan yatırım
imkânlarına, özel sektörün ve yabancı sermayenin yatırım imkânlarını eklemedikçe, bu bütçe tartışmaları, maalesef, Sayın
Baykal’ın da haklı olarak yakındığı bu kısırlıktan kurtulamaz. Burada, hep aynı şeylerden yakınırız; artan borçlardan yakınırız,
azalan yatırımlardan yakınırız... Bunları aşmanın, bu fasit daireyi kırmanın yolu, Türkiye’de, gecikmiş olan yapısal değişimi bir
an önce gerçekleştirmektir. İşte, özelleştirmeye büyük önem vermemizin nedeni budur.
Bu tartışmayı yaptığımız, bu bütçe görüşmesini yaptığımız bu günün, Türkiye’de, yapısal değişimin fikir babası olan
rahmetli Özal’ın ölüm yıldönümüne rastlamasını da, bu açıdan çok anlamlı bir tesadüf olarak değerlendiriyorum.
Beni sabırla dinlediğiniz için, Yüce Heyetinize teşekkür ediyorum. Hoşgörüsü için Sayın Başkana teşekkür ediyor, hepinize
saygılar sunuyorum. (ANAP sıralarından ayakta alkışlar, DYP sıralarından alkışlar)
BAŞKAN – Teşekkür ederim Sayın Başbakan.
NİHAT MATKAP (Hatay) – Sayın Başkan...
BAŞKAN – Müracaatınızı aldım efendim.
Bütçenin aleyhinde, Kahramanmaraş Milletvekili Sayın Hasan Dikici, buyurun efendim. (RP sıralarından alkışlar)
Sayın Dikici, süreniz 15 dakika.
HASAN DİKİCİ (Kahramanmaraş)– Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; 1996 yılı bütçe kanunu tasarılarının, Yüce
Meclisimize, bakanlık ve dairelerimize, aziz milletimize hayırlı olmasını Cenabı Hak’tan niyaz ediyor, Yüce Meclise saygılar
sunuyorum.
Sayın Başbakan, “bütçede aradığınız rakamları bulamayacaksınız” derken, bir itirafta bulunuyor; diğer yandan da bütçeyi
müdafaa ediyorlardı. Sayın Başbakan gibi, ben de, aradığım rakamları bulamadığım için, bütçeyi eleştireceğim.
Sayın Başbakan, sayenizde, rakamlar aciz kaldığı için, Sayın Genel Başkanım, bütçeyi, Amerikan Dolarıyla tenkit etmiştir.
Sayın Başbakan, Baykal’ı eleştirirken, “kızım sana söylüyorum, gelinim sen anla” mesajını, ortağına, Sayın Tansu Çiller’e ve
Doğru Yol Partisine gönderiyordu. (RP sıralarından “Bravo” sesleri, alkışlar) Sayın Başbakan, biz, o adresi biliyoruz; o mektup,
Doğru Yol’a ve Sayın Çiller’e ulaştı.
Ülkemiz, 1996 yılına, kronikleşen yüksek enflasyon, yüksek oranda işsizlik, yatırımlar durmuş, büyüme hızı düşmüş,
çalışanlar sokağa inmiş, paramız pul olmuş, yaklaşık 7,5 katrilyon borçla girmiş bulunmakta. Geriye dönüp baktığımızda, aynı
çöküşü, 1991 yılında, Anavatan Partisi İktidarı, Doğru Yol Partisi-Sosyaldemokrat Halkçı Parti İktidarına bırakmıştı.
Bugün iç ve dışborcun toplamı yaklaşık 7,5 katrilyondur; yani, 1996 bütçesinin tam iki katından fazladır. Bunun manası,
bugün doğan çocuğumuzun 100 milyon lira borçla doğması demektir. 1996 bütçe açığı hedefi 861 trilyon liradır. Bu hedefin
tutmayacağı çok açıktır. 12 aylık açık, en azından 1,2 katrilyon olacaktır. Bunun manası da, daha az yatırım, daha çok işsizlik,
daha çok borç, daha fazla enflasyon demektir.
TL, yabancı paralar karşısında sürekli olarak değer kaybettiği için âdeta pul olmuştur. Yatırımlar durma noktasına gelmiş,
büyüme hızı düşmüş, işsizlik, milletin canına tak etmiş, öğretmen, öğrenci, memur, çiftçi, köylümüz sokaklara dökülmüştür.
Geçtiğimiz son 13 yıl, iktidarların, serbest piyasa ekonomisi, transformasyon, paket açma ve özelleştirme masalları ile geçti.
“Serbest piyasa ekonomisi” dediler, vahşi kapitalizmi doğurdular. Bankerlik, tefecilik, arazi ve arsa rantiyesi gözde mesleklerden
sayıldı. Memurun, emeklinin, Bağ–Kur’lunun, işçinin, küçük esnafın, çiftçinin, köylünün, şoför esnafının ekonomideki payları
azaldıkça azaldı. “Transformasyon dediler” çalışmadan, üretmeden köşe dönmecilik teşvik edildi. Banka dolandırmak, hayali
ihracatçılık gözde kazanç yolları haline geldi. Ahlaki çöküşte, gerçekten transformasyon yaşandı. “Özelleştirme” dediler, bir arpa
boyu yol alamadılar. KİT’leri, yandaşlarına peşkeş çektiler. Özelleştirme ilanlarıyla, birkısım basın ihya edilerek, âdeta, besleme
basın türetildi.
Son 13 yılın iktidarları, bütçeleri, malî disiplinden uzaklaşarak yapmışlardır. Şöyle ki, kamu kaynakları, “bütçede birlik”
ilkesine aykırı olarak, fonlara, döner sermayeli kuruluşlara, kamusal dernek ve kamusal vakıflara peşkeş çekilmiştir. Yine, bütçenin
transfer tertiplerine konulan bazı ödenekler, tamamen siyasî amaçlar için kullanılmıştır. Bunun en çarpıcı örneği ise, mahallî
idarelere ayrılan yardım ödeneğinin dağıtımında yaşanmaktadır. Özellikle 1994-1995 yıllarında, iktidara mensup belediyeler
yardım alırken, muhalefete mensup belediyeler, bu yolla âdeta cezalandırılmışlardır.
Sayın Başkan, Yüce Meclisin değerli üyeleri; konuşmamın bu bölümünde, kamu giderleri üzerinde durmak istiyorum. Özellikle
de kamu kaynak savurganlığına değineceğim.
Devlet bugün iflas halindedir. Borçlarını, yeni borçlarla ödüyor. Borçlanırken, yüksek faizlerle, bir yandan rant kesimine önemli
kaynak transfer ederken, diğer yandan da, bu faizlerden vergi almayarak, vergi adaletini ortadan kaldırıyor.
Devlet, niçin iflasın içindedir? Bütçede birlik yok; genel bütçe, katma bütçe, fon bütçeleri, döner sermayeler, kamusal vakıf,
dernek ve birlik bütçeleri, bağımsız kuruluşlar bütçeleri...
Devlet, bugün, hesabını kitabını bilmiyor. Bu bir kaynak savurganlığıdır. Her kurum ve kuruluş ayrılan fonları çarçur
etmektedir. Söz gelimi, makam aracı saltanatı; lojman ve sosyal tesisler saltanatı; oda döşeme, demirbaş, mefruşat saltanatı;
müşavir, özel danışman, personel saltanatı. Her gelen hükümet tasarruf genelgeleri, yayımlar; bu genelgelerle, başta bakanlar olmak
üzere, her kademedeki görevlilerce takibi istenir. Ne yazık ki, bu genelgeleri, önce, bakanlarımız deler.
İşte, devletin araba saltanatının içyüzü: Kamyon 46 432, kamyonet 32 130, otobüs 18 982, minibüs 19 148, otomobil 53 895,
diğer araçlar 9 180. Toplam 188 057 aracın devlete yıllık maliyeti ise, tam 120 trilyon Türk Lirasıdır.
Araba saltanatını, önce, siz ortadan kaldırmalısınız; 80 milyonluk Almanya’da, resmî plakalı araba sayısı sadece 149,
İsveç’te sadece 33, eski Yugoslavya’da 400, Japonya’da ise sadece 29.
Diğer taraftan, kamu kaynakları, makam odalarına, lüks döşeme, demirbaş ve mefruşatların alımında kullanılmaktadır.
Televizyon, klima, buzdolabı, mobil telefonların alımı, kesinlikle yasaklanmalıdır.
1996 Malî Yılı Bütçe Yasa Tasarısı, 3 katrilyon 511 trilyon olarak bağlandı. Gelir hedefi, 2 katrilyon 650 milyar, bütçe açığı -
sözde- 861 trilyon, oysa, en azından 1,2 katrilyon açıkla kapanacaktır.
Faiz ödemeleri, 1 katrilyon 435 trilyon; yani, bu sene, her 100 liranın 51 lirasını faiz olarak ödeyeceğiz. Personel gideri 910
trilyon, faiz giderleriyle personel giderlerinin toplamı 2 katrilyon 255 trilyon, bu ise, 1996 yılı giderlerinin yüzde 85’ine eşittir.
Bunun manası, devletin kazandığı her 100 liranın 85 lira 10 kuruşu, faiz ve maaşlara gidecektir.
Bütçeden geriye ne kaldı; her 100 liradan 7,5 lira kaldı. Biter mi bu para; bozdurup bozdurup harcayın... İsterseniz, Sayın
Tansu Çiller gibi, vatandaşa iki anahtar verin, isterseniz çağ atlayın; hatta, isterseniz ortadireği bir daha kurtarın. (RP sıralarından
alkışlar) Para kalırsa, yeni barajlar yaptırın, otobanlar yaptırın, yeni yeni fabrikalar kurun. Rakamların diliyle, 1996 Malî Yılı
Bütçe Kanunu Tasarısı, ANAP-DYP-DSP çekinser Koalisyonu Hükümetinin tam bir iflas belgesidir.
Devlet, 1996 yılında 1 katrilyon 973 trilyon vergi hedefliyor, faiz ve personel giderleri, gelirlerden 282 trilyon daha fazladır.
Son elli yılda açılan sekiz tane paket de bir çözüm olmadı. Yeni yeni problemleri beraberinde getirdi sekiz paket; her paket
açılışında devalüasyon yapıldı, maaşlar donduruldu, faizler artırıldı, yeni vergiler konuldu. Son yarım asırda açılan sekiz tane
paket, vergi, zam, faiz olarak vatandaşın kanını, canını emdi, sermayeye pompaladı.
Sayenizde, Türkiye’de, her 7 kişiden 1’i yoksulluk içerisinde kıvranıyor. Devlet Planlama Teşkilatı uzmanlarınca yapılan
araştırmaya göre, 62 milyonluk ülkemizde, 19 milyon insanımız, yani her 100 kişiden 14 kişi, geçmişte, ANAP, DYP, sol
iktidarlarca, günümüzde ise ANAP-DYP azınlığının DSP çekinserliğiyle, yoksulluğa, sefalete ve açlığa mahkûm edildi. Bunlardan
bir kısmının aylık geliri sadece 3,5 milyon liradır; diğer bir kısmı ise, çöplüklerde ekmek ve yemek artığı topluyor.
Enflasyonuyla, faizi, rantiyeleriyle; işsizi, yoksuluyla; çiftçisi, köylüsü, memuru, emeklisiyle; Bağ-Kur’lusu, SSK’lısıyla;
rüşveti, yolsuzluğu, terörüyle; vergileriniz ve zamlarınızla eseriniz ortadadır; bu eserinizle, istediğiniz kadar övünebilirsiniz. (RP
sıralarından alkışlar)
Kişi başına düşen millî gelirde, 40 bin dolarla bir Lüksemburg, 38 bin dolarla bir İsviçre, 26 bin dolarla bir ABD olmanız, bu
kafayla mümkün olmadı; olması da imkânsızdır. Ancak, son onüç yıldan bu yana, 8 bin dolarla bir Yunanistan, 7 bin 500 dolarla bir
Arjantin, 3 bin dolarla bir Brezilya bile olamadınız; bunu da beceremediniz; becermeniz de mümkün değildir zaten.
Gelen iktidarlar, son onüç yılda, yeni vergi koymakta, zam üzerine zam yapmakta, faizcilikte usta olduklarını göstermişlerdir.
Mutfaklardaki tüpgaz bitmeden, tüpgaza yeni zam geliyor; traktörün deposundaki mazot, arabanın deposundaki benzin bitmeden,
akaryakıta zam yapıyorsunuz. Zam yapmakta tam bir üstatsınız.Başbakan da belirttiler, 1996 bütçesi, hizmet, mesuliyet, umut
bütçesi değil, faiz bütçesidir. Bütçe, esneklikten uzak, katı ve yetersizdir. Bu bir bütçe değil, ödeme takvimidir. Borçlanma ve faiz,
Hükümetin tek çıkar yolu olmuştur. Bu bütçede alınterine, nasırlı ele, fikir emekçisine hayat yoktur. Bu bütçede gelir dağılımı
rantiye kesiminin lehine gelişmiştir. Bütçe, rantiye kesime servet üzerine servet kazandıracaktır. Bütçede istikrar yok, eşitlik yok,
verim yok, üretim yoktur. Bütçenin sağlam geliri yok, denk bir bütçe değildir. Bu bütçe, samimiyetten uzak, güven vermeyen, gerçek
kaynaklara dayanmayan bir bütçedir. Bu bütçe, ithalata ve tüketime dayandığı için, azınlık iktidarının iflas belgesidir. Bütçe, borcu
borçla ödeme ilkesine dayandırılmış, faizi daha da arttıracak, iç ve dışborçlarda patlamaya neden olacaktır. 1996 bütçesiyle sıcak
para akışı hızlandırılacak, yabancı sermayenin sömürüsü daha da artacaktır.
Özelleştirme dediniz, KİT’leri yandaşlarınıza peşkeş çektiniz. 1996 bütçesiyle, peşkeş çekmeyi daha da artıracaksınız.
Bu bütçe, denge bütçesi olamaz. Bu bütçeyle 62 milyondan toplanan vergiler, 7-8 bin mutlu azınlık aileye dağıtılacak, dengesiz,
kaynaksız bir bütçedir.
Bütçe, üretimi teşvik edici, istihdamı ve verimliliği arttırıcı özelliğe sahip değildir. Üstelik, kayıt dışı ekonomiyi teşvik
edicidir. “Borç alan emir alır” ilkesiyle, bu bütçeyle, IMF’den emir almaya devam edeceğiz demektir. Bu bütçe, hiçbir gelecek vaat
etmeyen, umutları boşa çıkaracak, ipotekli bir bütçedir.
BAŞKAN – Sayın Dikici, 1 dakikanız var efendim.
HASAN DİKİCİ (Devamla) – Toparlıyorum efendim.
Millet iradesinden yoksun, güven vermeyen, hakkın, haklının, adaletin, halkın bütçesi değildir. Bu bütçe, 1983’ten beri, 13
yıldır, milletimizi fakirleştiren, ANAP, DYP-CHP, DYP-SHP İktidarları bütçelerinin kötü bir kopyasıdır. Bu bütçe, adı üstünde,
ANAP-DYP Azınlık Hükümetinin DSP’li çekinser bütçesidir. Bu bütçede; emek yok, insan yok, sağlık yok, eğitim yok, köylü yok,
emekli yok, dul yok, yetim yok; Bağ-Kur’lu, SSK’lı yok, işsize iş yok, ekmek yok. Bu bütçe, rant gelirlerini vergilendirmeyen, iç ve
dışborçların patlayacağı bir bütçedir. Bu bütçe, sosyal barışı temin etmekten uzaktır; işçi-işveren, devlet-millet kaynaşmasını
temin edemeyecektir...
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
HASAN DİKİCİ (Devamla) - Toparlıyorum Sayın Başkan.
BAŞKAN – Tamam efendim, size ek süre veriyorum.
HASAN DİKİCİ (Devamla) – Teşekkür ediyorum.
Bu bütçeyle, çiftçi, tarlasına, yine tohum ekemeyecek, tarlasına gübre alamayacak, toprağını işlemeyecek, mazot bulamayacak,
karasabana tekrar dönecektir.
Bu bütçede, günlerce sokaklara dökülen öğretmen, öğrenci, memur ve bunların problemlerine çözüm yok.
Millet olarak, bugüne kadar, denge bütçesine, restorasyon bütçesine, enkaz bütçesine, ortadirek bütçesine, iki anahtar bütçesine,
saadet zincirini kıran bütçeye, çağ atlama bütçelerine şahit olduk; 1996 bütçesiyle de, iflas bütçesine şahit olmaktayız. (RP
sıralarından alkışlar)
Konuşmamın sonunda, Sayın Bakanımıza teşekkür etmek istiyorum. Sayın Bakanımız, bütçe sunuş konuşmalarında, aynen
“Kahramanmaraş ilimiz, gerçekten, bir sanayi patlaması yapmış ve bugün, Kahramanmaraş’tan, dünyanın dört bir tarafına ihracat
yapılmaktadır” dediler; doğrudur. Kahramanmaraş’ı bugünkü noktaya getiren işadamlarına, en kalbî şükranlarımı sunuyorum;
ancak, buradan, yetkililere de şunları duyuruyorum :
Kahramanmaraş’ta sanayi gelişiyor, enerji yok; bunun acilen çözümü gerekmektedir.
Kahramanmaraş’ta tekstil gelişiyor; tekstil laboratuvarına büyük bir ihtiyaç vardır; bu ihtiyacın derhal karşılanması lazımdır.
Kahramanmaraş’ta sanayi gelişiyor; Merkez Bankası şubesinin açılması lazımdır.
Kahramanmaraş’ta sanayi gelişmiş; maalesef, ulaşımda darboğaz meydana gelmiştir; bitirilen havaalanı, bir türlü hizmete
açılamamıştır.
Günümüzde, hadim devlet anlayışının hayata geçirilmesi için, yatırımların hızlandırılarak ekonomik kalkınmanın
gerçekleştirilmesi şarttır. İşsizliğin önlenerek, tam istihdamın sağlanması şarttır. Gelir dağılımındaki bozukluğun giderilerek, âdil
gelir bölüşümünün temin edilmesi şarttır. Enflasyonun indirilerek, fiyat istikrarının sağlanması gerekmektedir. “Ekonomik istikrar”
olarak adlandırılan bu dengelerin tutturulması, siyasî istikrarın da önşartıdır. Söz konusu bu dengelerin tutturulamaması, sosyal
huzursuzlukları da artıracaktır. Ekonomik istikrarın temini için, en başta, malî istikrarın sağlanması gerekmektedir. Malî istikrarın
temini için, süratle gelir - gider ve bütçe sistemlerinde köklü değişiklikler yapılmalıdır.
1996 bütçesinin memleketimize, milletimize, Meclisimize, bakanlık ve dairelerimize, yüce milletimize hayırlı olmasını Cenab-ı
Haktan niyaz ediyor, Yüce Meclise saygılar sunuyorum. (RP sıralarından alkışlar)
BAŞKAN – Teşekkür ederim Sayın Hasan Dikici.
Sayın milletvekilleri, 1996 Malî Yılı Genel ve Katma Bütçeli İdareler Bütçe Kanunu Tasarılarının tümü üzerindeki
müzakereler bitmiştir.
III. – SATAŞMALARA İLİŞKİN KONUŞMALAR
1. – Antalya Milletvekili Deniz Baykal’ın, Başbakan Mesut Yılmaz’ın şahsına sataşması nedeniyle konuşması
BAŞKAN – Bu arada, Antalya Milletvekili Sayın Deniz Baykal, gönderdiği bir pusulayla, Sayın Başbakanın yaptığı
konuşmada “geçen dönem, dış ilişkilerimizle ilgili siyaseti, doğrudan, Dışişleri Bakanlığı bürokratları belirlerdi” şeklinde görüş
belirttiği, kendisinin, Dışişleri Bakanlığı döneminde böyle bir yöntemin soz konusu olmadığı, dolayısıyla şahsına sataşıldığını
ileri sürmüştür.
Ancak, burada, herhangi bir kişi kastedilmemiştir. Zaten, Sayın Başbakan da, geçmişte, Dışişleri Bakanlığı yaptı.
DENİZ BAYKAL (Antalya) – Hayır, hayır...
BAŞKAN – Ama, çok ısrar ediyorsanız, size, yeni bir sataşmaya meydan vermemek ve münhasıran, sataşma konusuyla ilgili
olarak çok kısa söz veriyorum.
Buyurun. (CHP sıralarından alkışlar)
DENİZ BAYKAL (Antalya) – Sayın Başkan, Sayın Başbakanın yaptığı cevap konuşmasında mutlaka değinilmesi gereken bir
konuyla ilgili açıklama fırsatını bana sağladığınız için size yürekten teşekkür ediyorum.
Talep ettiğim konuya girmeden önce, izninizle, Sayın Başbakanın, yargı reformuyla ilgili çalışmalarımıza dönük merakını, şu
iki hazırlığımızı kendisine göndererek telafi etmek istiyorum.
Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; Sayın Başbakanın, cevap konuşmasında, genellikle, benimle bir diyalog haline girmiş
olmasından hiçbir şikâyetim yok. Öyle anlaşılıyor ki, Sayın Başbakan, Koalisyon ortağına yöneltemediği duygularını,
düşüncelerini, benim sırtımdan ona iletmeye çalışıyor. (CHP ve RP sıralarından alkışlar)
BAŞKAN – Efendim, yalnız sataşma konusuyla ilgili... Rica ediyorum. Dışişlerindeki siyaseti bürokrat mı belirliyordu; siz,
Bakan olarak mı belirliyordunuz?
Rica ediyorum... Yeni bir sataşmaya meydan vermeyin.
Buyurun. (ANAP sıralarından “Bravo Başkan” sesleri)
DENİZ BAYKAL (Devamla) – Sayın Başkan, bu genel konuyu bir yana bırakıyorum.
Sayın Başbakan, fevkalade önem taşıması gereken bir açıklama yaptı. Dedi ki “Kardak Kriziyle ilgili olarak, geçen hükümete
yönelik ciddî bir eleştirim var. Ne yazık ki, geçen hükümetle, Dışişleri bürokratları arasındaki ilişki, iyi kurulmamıştır. Bu ilişkiye
yönelik eleştirim var.”
Değerli arkadaşlarım, Sayın Başbakan, geçen dönemde, Kardak Kriziyle ilgili olarak, Dışişleri Bakanlığı teknokratlarıyla,
bürokratlarıyla, hükümet arasındaki ilişkinin iyi kurulmadığına ilişkin istihbaratı nereden yaptı bilemiyorum. O hükümette görev
almış, üstelik de, o konuyla ilgili, sorumlu bir görev almış bir eski hükümet üyesi olarak, benim, böyle bir şikâyetim yok. O dönemde
Başbakan olarak görev yapmış Sayın Tansu Çİller’in bir şikâyeti var mı bilmiyorum...
Sayın Başbakan, Kardak Kriziyle ilgili olarak “geçen hükümet döneminde, Dışişleri memurlarıyla Hükümet arasında ilişki iyi
kurulmamıştı” derken, herhalde, diplomatik bir üslupla, Kardak konusunda “sizi, memurlar aldattı” demeye getiriyor. Eğer,
böyleyse, bu çok önemli... Yani, Kardak sorunuyla ilgili olarak Türkiye’nin izlediği politikayı, şimdi, Sayın Başbakan sırtından
atmak istiyorsa, o politikadan kopmak istiyorsa, o politikayı reddetmek istiyorsa, doğrudan bilgi sahibi olamayacağı bir konuyla ilgili
iddianın arkasına saklanmasın. (CHP sıralarından alkışlar) Açıktan, çıksın, desin ki “geçen hükümet döneminde, Kardak
konusunda izlenen politikayı, biz yanlış buluyoruz.”
Efendim, memurlar politikacıları aldattı... Bizim böyle bir şikâyetimiz yok Sayın Yılmaz... Memurlar beni aldatmadı; Sayın
Çiller’i aldattı mı bilmiyorum. Biz aldanmadık diye düşünüyoruz. O, izlenen politikanın sorumluluğunun tümünü de biz üstümüze
alıyoruz.
Bir Başbakana, daha önceki hükümet döneminde görev yapmış bürokratlar hakkında Meclis kürsüsünde şikâyet etmek
yakışmıyor. O dönemle ilgili bir şikâyetiniz varsa, muhatabınız benim Sayın Başbakan; hesabı benden sorun. (CHP ve RP
sıralarından alkışlar) O dönemde izlenen dışpolitikayla ilgili bir rahatsızlığınız, tedirginliğiniz varsa, onun tartışmasını, gelin,
burada, benimle yapın. O dönemde bizimle çalışmış bürokratları suçlayarak, o suçlamayı bize kabul ettirebileceğinizi, kesin,
aklınızdan geçirmeyin; kabul ettiremezsiniz. (CHP sıralarından alkışlar) Biz, doğru politikayı izledi diye biliyoruz. Türkiye’yi. O
politikaya, tümüyle sahip çıkıyoruz.
Şimdi, sizin içine girdiğiniz yeni koşullar karşısında...
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
BAŞKAN – Sayın Baykal, lütfen son cümlenizi söyler misiniz... (CHP sıralarından “Devam etsin” sesleri)
Efendim, rica ediyorum; 5 dakikalık süre verdik; ne demek efendim...
Lütfen, son cümlenizi söyler misiniz.
DENİZ BAYKAL (Devamla) – Değerli arkadaşlarım, geçen dönemde izlenen politika, Hükümetin sorumluluğu altında
izlenmiştir. O dönemde görev yapan Dışişleri memurları, çok saygıdeğer, çok güzel görev yapmışlardır. Seçenekleriyle, durumu
bütün ayrıntılarıyla siyasî kadroya sunmuşlardır.
O dönemde alınan kararların tüm sorumluluğu, o dönemin siyasal kadrosunun omuzundadır. O kadronun bir üyesi olarak da,
ben, o sorumluluğu, eğer Sayın Çiller vazgeçtiyse, tek başıma taşımaya hazırım; ama, Sayın Başbakan, burada, memurlardan
şikayet etmesin, yakışmıyor bir Başbakana.
NABİ POYRAZ (Ordu) – Sana yakışmıyor.
DENİZ BAYKAL (Devamla) – Eğer politikayı değiştirecekse, açıkça politikayı değiştirsin. Kardak konusunda yanlış
yaptığımız kanısındaysa, o iddiasını getirsin, burada, onu tartışalım.
Kardak konusunda hiçbir yanlış yapılmamıştır. Kardak konusunda Türkiye, uzun bir siyasî geçmişte sergilenmemiş bir
kararlılıkla, ulusal yararlarını, uluslararası hukukun öngördüğü bir çerçeve içerisinde takip etmiştir. Bundan, biz, pişmanlık
duymuyoruz, bizden sonra görev almış Sayın Başbakan bir pişmanlık içerisindeyse, o pişmanlığını bizimle tartışarak telafi etmeye
çalışsın.
Çok teşekkür ediyorum, saygılar sunuyorum. (CHP sıralarından alkışlar)
BAŞKAN – Teşekkür ederim Sayın Baykal.
II. – KANUN TASARI VE TEKLİFLERİYLE KOMİSYONLARDAN GELEN
DİĞER İŞLER (Devam)
1. – 1996 Malî Yılı Bütçe Kanunu Tasarısı ve Plan ve Bütçe Komisyonu Raporu (1/285) (S. Sayısı : 1) (Devam)
2. – Katma Bütçeli İdareler 1996 Malî Yılı Bütçe Kanunu Tasarısı ve Plan ve Bütçe Komisyonu Raporu (1/286)(S. Sayısı : 2)
(Devam)
Sayın milletvekilleri, şimdi 1996 malî yılı genel ve katma bütçe kanunu tasarılarının maddelerine geçilmesi hususunu
oylarınıza sunacağım. Yalnız, bu tasarıların oya sunulma biçimiyle ilgili olarak bir açık oylama isteği vardır. Önergeyi okuttuktan
sonra önerge sahiplerini arayacağım.
Yalnız, verilen önergede bir eksiklik var, “bütçe kanunu” demişsiniz. Bütçede, hem genel bütçe kanun tasarılarının maddelerine
geçilmesiyle ilgili oylama yapılacak hem katma bütçe kanun tasarılarının maddelerine geçilmesiyle ilgili oylama yapılacak. Şimdi,
böyle olunca, bu önergeyi genel bütçe için mi kabul edelim, katma bütçe için mi kabul edelim, o belli değil.
ŞEVKET KAZAN (Kocaeli) – Şu anda müzakere ettiğimizi.
BAŞKAN – Efendim, şu anda, iki kanun tasarısının müzakeresini yapıyoruz. Birisi genel bütçe, diğeri katma bütçe. Siz, bir
önerge vermişsiniz, bütçe oylamasının açık oylama şeklinde yapılması diye...
ŞEVKET KAZAN (Kocaeli) – Genel bütçe, genel bütçe...
BAŞKAN – Peki efendim.
Şimdi, önergeyi okutup, imza sahiplerini arayacağım:
Sayın Başkan
Bütçenin maddelerine geçiş oylamasının açık oyla yapılmasını saygılarımızla arz ederiz.
BAŞKAN – Şimdi, önergede imzası bulunan sayın milletvekillerinin salonda bulunup bulunmadıklarını arayacağım.
Şevket Kazan?.. Burada.
Kemal Albayrak?.. Burada.
Ömer Ekinci?.. Burada.
Abdulkadir Öncel?.. Burada.
Ahmet Tekdal?.. Burada.
Veysel Candan?.. Burada.
Zülfikâr Gazi?.. Burada.
Ramazan Yenidede?.. Burada.
Şeref Malkoç?.. Burada.
Zülfükar İzol?.. Burada.
Mehmet Emin Aydın?.. Burada.
Memduh Büyükkılıç?.. Burada.
Mehmet Salih Katırcıoğlu?.. Burada.
Fethi Acar?.. Burada.
Nurettin Kaldırımcı?.. Burada.
Abdullah Örnek?.. Burada.
Osman Hazer?.. Burada.
M. Sıddık Altay?.. Burada.
Sacit Günbey?.. Burada.
Ahmet Çelik?.. Burada.
Ömer Naimi Barım?.. Burada.
BAŞKAN - Sayın milletvekilleri, açıkoylama talebinde bulunan milletvekili sayısı 15’i aştığı için, oylama, açıkoylama
şeklinde yapılacaktır.
Biliyorsunuz, açıkoylama, daha önceki uygulamalarımızda; bir, kupaların sıralar arasında dolaştırılması suretiyle; bir, adı
okunan milletvekilinin ayağa kalkarak “kabul”, “ret”, “çekinser” diyerek oyunu belirtmesi şeklinde; bir de, kürsüye konulan kupaya,
adı okunan milletvekilinin oy pusulasını atması şeklinde yapılıyordu.
Şimdi, açıkoylamanın, kupaların sıralar arasında dolaştırılması suretiyle yapılması hususunu oylarınıza sunuyorum: Kabul
edenler... Kabul etmeyenler... Açıkoylamanın, kupaların sıralar arasında dolaştırılması suretiyle yapılması kabul edilmiştir.
1. – 1996 Malî Yılı Bütçe Kanunu Tasarısının maddelerine geçilmesinin açık oylaması :
Oy kupaları sıralar arasında dolaştırılsın.
(Oyların toplanmasına başlandı)
BAŞKAN - Efendim, bu oylamanın arkasından, katma bütçeli idarelerle ilgili oylamayı yapacağız. O oylama, işarî oylama
şeklinde yapılacaktır; onun için, arkadaşların, bu oylamayla ilgili oylarını kullandıktan sonra salondan ayrılmamalarını rica
ediyorum.
(Oyların toplanmasına devam edildi)
BAŞKAN – Salonda olup da 1996 Mali Yılı Bütçe Kanunu Tasarısı üzerinde oyunu kullanmayan arkadaşlarımız varsa,
kupalar kürsüde, lütfen, oylarını kullansınlar; kupaları kaldıracağız efendim...
Arkadaşlarımız lütfen yerlerine otursunlar; diğer bütçenin oylamasını işaret oyuyla yapacağız efendim...
2. – Sayın milletvekilleri, Katma Bütçeli İdareler 1996 Malî Yılı Bütçe Kanunu Tasarısının maddelerine geçilmesini
oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler... Kabul etmeyenler... Kabul edilmiştir.
Şimdi, diğer bütçe için oylarını kullanmayan arkadaşlarımız lütfen oylarını kullansınlar...
ŞEVKET KAZAN (Kocaeli) – Sayın Başkan, kullandıramazsınız efendim. Birinci oylama bitmişti, ondan sonra ikinci
oylamaya geçtiniz. Şu anda birinci oylama devam etmiyor...
BAŞKAN – Efendim, birinci oylamaya ait oy kupalarını daha kaldırmadık...
ŞEVKET KAZAN (Kocaeli) – Ama, efendim, o bitti; ondan sonra ikinci oylamayı yaptınız. ..
BAŞKAN – Hayır, daha kaldırmadık efendim; lütfen...
ŞEVKET KAZAN (Kocaeli) – Kaldıracaksınız efendim.
BAŞKAN – Evet, kaldıracağız efendim.
Arkadaşlar, salonda olup da oyunu kullanmayan arkadaşımız var mı ? Yok.
Oylama işlemi bitmiştir; kupalar kaldırılsın.
( Oyların ayırımı yapıldı)
BAŞKAN – Sayın milletvekilleri, 1996 Malî Yılı Bütçe Kanunu Tasarısının maddelerine geçilmesine dair yapılan açık
oylamaya 444 sayın milletvekili katılmış; 232 kabul, 187 ret, 19 çekinser, 5 geçersiz ve 1 mükerrer oy kullanılmıştır. Böylece,
1996 Malî Yılı Bütçe Kanunu Tasarısının maddelerine geçilmesi kabul edilmiştir.
Ayrıca, 1996 Malî Yılı Katma Bütçeli İdareler Bütçe Kanunu Tasarısının da, -yapılan işaret oylamasıyla- maddelerine
geçilmesi kabul edildiğinden, her iki bütçenin 1 inci maddelerini okutuyorum:
1996 MALÎ YILI BÜTÇE KANUNU TASARISI

BİRİNCİ KISIM
Genel Hükümler

BİRİNCİ BÖLÜM
Gider, Gelir ve Denge
Gider Bütçesi
MADDE 1. – Genel Bütçeye giren dairelerin harcamaları için bağlı (A) işaretli cetvelde gösterildiği üzere,
(3.558.506.822.000.000) liralık ödenek verilmiştir.
BAŞKAN – Katma bütçenin 1 inci maddesini okutuyorum:
KATMA BÜTÇELİ İDARELER
1996 MALÎ YILI BÜTÇE KANUNU TASARISI

BİRİNCİ KISIM
Genel Hükümler

Ödenekler, Öz Gelirler, Hazine Yardımı
MADDE 1. – a) Katma bütçeli idarelerin 1996 yılında yapacakları hizmetler için (306.828.262.000.000) lira ödenek verilmiştir.
b) Katma bütçeli idarelerin 1996 yılı gelirleri (10.000.000.000.000) lirası öz gelir, (233.658.212.000.000) lirası Hazine
yardımı, (63.170.050.000.000) lirası yükseköğretim kurumlarının cari hizmet giderlerine yapılacak Devlet katkısı olmak üzere
toplam (306.828.262.000.000) lira olarak tahmin edilmiştir.
BAŞKAN – Okunmuş bulunan 1 inci maddeler kapsamına giren kuruluşların 1996 malî yılı bütçelerinin görüşmelerine yarınki
birleşimde başlanacaktır.
Programa göre, kuruluşların bütçelerini görüşmek için, 18 Nisan 1996 Perşembe günü saat 10.00’da toplanmak üzere, birleşimi
kapatıyorum.
Kapanma Saati: 20.48

IV. – SORULAR VE CEVAPLAR

A) YAZILI SORULAR VE CEVAPLARI
1. – İstanbul Milletvekili Bülent Akarcalı’nın, üniversiteye giriş sınavı başvurusunda izdihama neden olan idareciler hakkında
soruşturma açılıp açılmayacağına ilişkin Başbakandan sorusu ve Millî Eğitim Bakanı Turhan Tayan’ın yazılı cevabı (7/13)
Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına
Aşağıdaki sorumun Başbakan Sayın Tansu Çiller tarafından yazılı olarak cevaplandırılmasını saygılarımla arz ederim.
Bülent Akarcalı
İstanbul
Liseden mezun adayların üniversiteye başvuru formlarını teslim etmelerinde gençlerimize yaşatılan perişanlığa hepimiz şahit
olduk.
Bu duruma yol açan idareciler hakkında idarî soruşturma açılacak mıdır?
T.C.
Millî Eğitim Bakanlığı
Araştırma Planlama ve Koordinasyon
Kurulu Başkanlığı
Sayı : B.08.0.APK.0.03.01.00-022/937 17.4.1996
Konu : Soru önergesi
Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına
İlgi : a) TBMM Kanunlar ve Kararlar Genel Müdürlüğünün 15.3.1996 tarih ve 7/13-48/162 sayılı yazısı.
b) Başbakanlık Kanunlar ve Kararlar Genel Müdürlüğünün 19.3.1996 tarih ve KKG 106/89-1036 sayılı yazısı.
İstanbul Milletvekili Sayın Bülent Akarcalı’nın Sayın Başbakanımıza tevcih ettiği ve kendileri adına tarafımdan
cevaplandırılmasını tensip ettikleri ilgi (a) yazı ekindeki soru önergesi incelenmiştir.
Üniversiteye giriş isteminde yıldan yıla artış olması, başvuruların alınmasında yeni yöntemlerin uygulanmasını gerekli
kılmaktadır. Bu bağlamda daha önceki yıllarda mezun olan adayların başvuru formlarını, ÖSYM İl Sınav Yöneticiliklerine teslim
etmeleri öngörülmüş; 1995-1996 öğretim yılında mezun olan öğrencilerin formlarının ise, eskiden olduğu gibi okumakta oldukları
okul müdürlükleri tarafından teslim alınması uygulamasına devam edilmiştir.
1995-1996 öğretim yılında mezun olan adayların başvuruları sırasında herhangi bir sorun meydana gelmemiştir. Ancak,
önceki yıllarda mezun olan adayların yeni uygulamaya intibakları bir ölçüde zor olmuş, başvuru formlarının teslim edilmesi işini
son güne bırakmaları, ÖSYM İl Sınav Yöneticiliklerinde kuyrukların oluşmasına neden olmuştur. Bu durum, yalnız büyük illerde
yaşanmış, diğer illerimizde herhangi bir sorunla karşılaşılmamıştır.
Yukarıda açıklanan nedenlerle meydana gelen sorunların çözülmesi için ÖSYM her türlü çabayı sarfetmiş ve başvuru
sırasında hiçbir aday mağdur duruma düşmemiştir. Sorunların çözümünde yöneticiler özveriyle çalışmışlar, tamiri mümkün
olmayan bir olayın ortaya çıkmasını önlemişlerdir.
1996 ÖSYS’ye başvuru sırasında meydana gelen şikâyetlerle ilgili olarak yöneticilerin bir ihmalinin bulunmadığı
düşünüldüğünden haklarında soruşturma açılmamıştır.
Arz ederim.
Turhan Tayan
Millî Eğitim Bakanı
2. – İstanbul Milletvekili Halit Dumankaya’nın, 1994-1995 yıllarında maden fonundan verilen kredilere ilişkin Başbakandan
sorusu ve Enerji ve Tabiî Kaynaklar Bakanı Hüsnü Doğan’ın yazılı cevabı (7/196)
Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına
Aşağıdaki sorularımın Başbakan Sayın Tansu Çiller tarafından yazılı olarak cevaplandırılmasına delaletlerinizi arz ederim.
Saygılarımla.
Halit Dumankaya
İstanbul
Soru : 1. 1994 ve 1995 yıllarında maden fonundan kimlere kredi verilmiştir? Verilen kredinin miktarları nedir, yüzde kaç faizle
verilmiştir?
Soru : 2. Bağış şeklinde verilen para var mıdır, varsa kimlere verilmiştir, miktarı nedir?
Soru : 3. Kredi verilmiş ise ihtilaflı olanlar var mıdır, varsa kimlerle ihtilaf vardır?
Soru : 4. Kredi verilen tüzelkişi ise yönetim kurulunda bulunan kişileri ve birinci derecede imza yetkileri kimlerdir?
T.C.
Enerji ve Tabiî Kaynaklar Bakanlığı
Araştırma, Planlama ve Koordinasyon
Kurulu Başkanlığı
Sayı : B.15.0.APK.0.23.300-417/5773 16.4.1996
Konu : Soru önergesi
Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına
İlgi : T.B.M.M. Başkanlığının 15.2.1996 tarih ve A.01.0.GNS.0.10.00.02-7/196-278/506 sayılı yazısı.
b) Başbakanlık Kanunlar ve Kararlar Genel Müdürlüğünün 19.3.1996 tarih ve B.02.0.KKG/106-258/1011 sayılı yazısı.
İstanbul Milletvekili Sayın Halit Dumankaya’nın Sayın Başbakana tevcih ettiği ve kendileri adına tarafımdan
cevaplandırılması tensip edilen 7/196 esas nolu yazılı soru önergesi ile ilgili bilgiler hazırlanarak ekte sunulmuştur.
Bilgilerinize arz ederim.
Hüsnü Doğan
Enerji ve Tabiî Kaynaklar Bakanı
İstanbul Milletvekili Sayın Halit Dumankaya’nın yazılı soru önergesi ve cevabı (7/196-278)
Soru : 1. 1994 ve 1995 yıllarında maden fonundan kimlere kredi verilmiştir? Verilen kredinin miktarları nedir, yüzde kaç faizle
verilmiştir?
Cevap : 1994 yılında Madencilik Fonundan kullandırılan krediler;
(Milyon TL.)
Tahsis Edilen Kullanılan Faiz Oranı
Sıra No. Firma Adı Kredi Miktarı Kredi Miktarı (%)
1 Gagat Mad. Tic. San. Ltd. Şti. 12 190 – 30,89
2 Gagat Mad. Tic. San. Ltd. Şti. 3 400 – 31,89
3 Soylu End. Min. Üret. ve Dış Tic. A.Ş. 10 000 10 000 44,97
4 Akduman Mad. A.Ş. 540 270 37,88
5 Kutman Mad. A.Ş. 21 000 21 000 51,13
6 Ermad Mad. San. Tic. Ltd. Şti. 1 770 885 56,71
7 Demmer Mermer San. Tic. A.Ş. 19 850 7 000 61,52
8 Nurettin Soykan 10 000 – 66,32
9 Matel Hammadde San. Tic. A.Ş. 4 980 4 980 97,84
10 Gürbüz Mad. San. Tic. A.Ş. 3 600 3 600 83,66
11 Aydın Linyit Ltd. Şti. 20 000 20 000 97,84
12 Akdeniz Mineral Kay. A.Ş. 4 900 – 57,04
13 Soma Linyit A.Ş. 18 500 9 250 57,04
14 Madkim Ltd. Şti. 2 700 1 350 54,20
15 İkon İnş. Mad. Ltd. Şti. 7 426 7 426 54,00
16 Çinkur A.Ş. 11 158 11 158 54,00
17 Gökler Mad. İnş. Tic. Ltd. Şti. 1 480 1 470 51,86
18 Biga Mermer San. Ltd. Şti. 2 500 1 250 51,86
19 Kur-Tur Turizm San. Tic. A.Ş. 16 900 8 450 51,86
20 Modülmer Mer. San. Tic. A.Ş. 13 000 13 000 43,22
21 Ür-Pa Ürgüp Paz. Dış. Tic. A.Ş. 6 000 6 000 51,86
TOPLAM 191 894 127 089
1995 yılında Madencilik Fonundan kullandırılan krediler;
(Milyon TL.)
Tahsis Edilen Kullanılan Faiz Oranı
Sıra No. Firma Adı Kredi Miktarı Kredi Miktarı (%)
1 Soylu End. Min. Ür. Dış Tic. A.Ş. 30 000 30 000 45,90
2 Matel Ham. Mad. San. ve Tic. A.Ş. 11 900 11 900 56,00
3 Mehmet Ali Karagöz 3 800 – 68,00
4 Magnezit A.Ş. 35 000 17 500 56,00
5 Ege Metal And. A.Ş. 44 900 44 900 60,00
6 Batı Söke Çim. San. Tic. A.Ş. 7 900 7 900 50,00
7 Gürbüz Mad. San. Tic. A.Ş. 3 867 3 867 60,00
8 Ögel Mad. Tic. Ltd. Şti. 10 250 – 50,00
9 Polat Mad. San. ve Tic. A.Ş. 49 000 11 000 60,00
10 Çankırı Ben. San. ve Tic. A.Ş. 8 900 8 900 60,00
11 Minareciler Mad. San. Tic. Ltd. Şti. 4 800 4 800 60,00
12 Er-Kılıç Mermer San. A.Ş. 11 400 11 400 60,00
13 Comag Con. Mad. San. Tic. A.Ş. 25 000 12 500 60,00
(Milyon TL.)
Tahsis Edilen Kullanılan Faiz Oranı
Sıra No. Firma Adı Kredi Miktarı Kredi Miktarı (%)
14 Kale Mad. End. Ham. San. Tic. A.Ş. 6 775 6 775 50,00
15 Çine Akmaden Mad. Tic. A.Ş. 24 500 8 500 60,00
16 Asmer Amasya Mer. San. Mad. Tic.
Ltd. Şti. 7 900 – 60,00
17 Çalışkan Kardeşler İnş. ve Tic. A.Ş. 23 000 7 000 60,00
18 Potaş Mot. Ar. Tic. ve San. Ltd. Şti. 11 840 5 920 60,00
19 Gürbüz Mad. San. Tic. A.Ş. 3 500 3 500 60,00
20 Köseoğlu Mad. İnş. ve San. Tic. A.Ş. 14 400 14 400 60,00
21 Eyüp Aydemir 2 000 1 000 60,00
22 Yol ve Yapı End. Taah. Tic. Ltd. Şti. 18 800 9 400 60,00
23 Bemaş Beton Mam. ve İnş. A.Ş. 23 390 11 695 60,00
24 Gürbüz Mad. San. Tic. A.Ş. 41 000 13 000 60,00
25 Osmanlı Mer. San. Tic. Ltd. Şti. 3 350 3 350 60,00
TOPLAM 427 172 249 207
Soru : 2. Bağış şeklinde verilen para var mıdır, varsa kimlere verilmiştir, miktarı nedir?
Cevap : Bağış şeklinde herhangi bir ödeme yapılmamıştır.
Soru : 3. Kredi verilmiş ise ihtilaflı olanlar var mıdır, varsa kimlerle ihtilaf vardır?
Cevap : 1994 ve 1995 yıllarında Madencilik Fonundan kullandırılan kredilerden dolayı herhangi bir ihtilaf yoktur. Firmalar
ödemelerini zamanında yapmaktadır.
Soru : 4. Kredi verilen tüzelkişi ise yönetim kurulunda bulunan kişileri ve birinci derecede imza yetkileri kimlerdir?
Cevap : 1994 ve 1995 yıllarında Madencilik Fonundan kredi kullandırılan firmalar ve yönetim kurulu üyeleri aşağıda
verilmektedir. İlk sıradaki isimler birinci derecede imza yetkisine sahiptir. Kredi tahsisi yapılmasına rağmen, krediyi kullanmayan
firmaların yönetim kurulu üyeleri listede yer almaktadır.
1994 yılında Madencilik Fonundan kredi kullandırılan firmalar ve yönetim kurulu üyeleri;
Firma Adı Yönetim Kurulu Üyeleri
Soylu End. Min. Üret. ve Dış Tic. A.Ş. Levent Soylu, Maurice Allegre, Aşkın Altuğ, Adnan Al
Sultan Mübarek, Henrı Glaude Sauzay, M. Sami
Hoşağası
Akduman Mad. A.Ş. Ekrem Akduman, Ali Kurt, A. Haydar Özlüer
Kutman Mad. A.Ş. M. Bekir Kutmangil, Yüksel Kutmangil, Neşe Doğan,
Fazlı Kutmangil
Ermad Mad. San. Tic. Ltd. Şti. Enver Erdoğan, Şükran Erdoğan, Murat Erdoğan,
Zeynep Erdoğan
Demmer Mermer San. Tic. A.Ş. Şuayip Demirel, Ekrem Demirel, Ahmet Demirel
Matel Hammadde San. Tic. A.Ş. Fikret Gökalp Dirilgen, Tuncay Ürün, Münir Yıldırım
Gürbüz Mad. San. Tic. A.Ş. Mustafa Gürbüz, Oğuz Kaan Gürbüz, Zekeriya Seyfioğlu
Firma Adı Yönetim Kurulu Üyeleri
Aydın Linyit Ltd. Şti. Erdoğan Atay, Alpaslan Güven, A. Deniz Atay
Soma Linyit A.Ş. Alp Gürkan, İsmet Kasapoğlu, İ. Hakkı Kalkavan
Madkim Ltd. Şti. M. Atılgan Sökmen, Salih Özen
İkon İnş. Mad. Ltd. Şti. Cengiz Koca, Fatih Genç, Mustafa Kaplanlıoğlu,
Fikret Koca
Çinkur A.Ş. Aydın Keskin, H. Turgut Gözübüyük, Ü. Haluk
Bayülken, Sezgin Çubukçu, İlker Örgüt, Lütfü Bilici
Gökler Mad. İnş. Tic. Ltd. Şti. Ersin Gök, A. Semihi Akdağ, C. Melih Akdağ
Biga Mermer San. Ltd. Şti. İsmet Dereli, M. Hayrettin Dereli, C. Oğuz Dereli
Kur-Tur Turizm San. Tic. A.Ş. Kemal Tankal, Zafer Tankal, Yunus Öğün
Modülmer Mer. San. Tic. A.Ş. Hasan Köse, Mehmet Köse, Hasan Köse
Ür-Pa Ürgüp Paz. Dış. Tic. A.Ş. Rıfat Sakallı, Şeref Özsan, Fatma Sakallı

1995 yılında Madencilik Fonundan kredi kullandırılan firmalar ve yönetim kurulu üyeleri;
Firma Adı Yönetim Kurulu Üyeleri
Soylu End. Min. Ür. Dış Tic. A.Ş. Levent Soylu, Muarice Allegre, Aşkın Altuğ, Adnan
Al Sultan Mübarek, Henri Claude Sauzay, Mehmet
Sami Hoşağası
Matel Ham. Mad. San. ve Tic. A.Ş. Fikret Gökalp Dirilgen, Tuncay Ürün, Münir Yıldırım
Magnezit A.Ş. Hermann Gareis, Jan Peter Massff, May Werner
Kattinger
Ege Metal End. A.Ş. A. J. Robert Caoukı, Seunq S. Kim, H. Serbülent Bingöl,
Luopold D. Caoukı, Bülent Kısakürek
Batı Söke Çim. San. Tic. A.Ş. Feyyaz İzmirlioğlu, Şinasi Ertan, Tufan Ünal,
Eşref Baltalı, Mustafa Özel
Gürbüz Mad. San. Tic. A.Ş. Mustafa Gürbüz, Oğuz Kaan Gürbüz, Zekeriya Seyfioğlu
Polat Mad. San. ve Tic. A.Ş. Adnan Polat, Murat Polat, İsmet Milor, Macit Özdoğan
Çankırı Ben. San. ve Tic. A.Ş. Hakkı Köse, Feride Köse, Mustafa Maden
Minareciler Mad. San. Tic. Ltd. Şti. Halis Minareci, Kamuran Minareci
Er-Kılıç Mermer San. A.Ş. Kemal Kılıç, İsmail Kılıç, Ayten Kılıç
Comag Con. Mad. San. Tic. A.Ş. A. Rana Yırcalı, Osman Berkmen, Hamit Aydoğan
Kale Mad. End. Ham. San. Tic. A.Ş. Süleyman Caner, Hilmi Bodur, İlhami Tezcan, Hasan
Sazcı, Ahmet Parlak, M. Aykut Bulut, Tayfun Parpucu,
Hilmi Şahin, Oktay T. Orhun
Çine Akmaden Mad. Tic. A.Ş. Selahattin Gökozan, Hüseyin Sever, Saffet Sever,
Ufuk Sever, Hacer Sever
Çalışkan Kardeşler İnş. ve Tic. A.Ş. Cemil Uğurlu, Muhittin Uğurlu, İbrahim Uğurlu
Gürbüz Mad. San. Tic. A.Ş. Mustafa Gürbüz, Oğuz Kaan Gürbüz, Zekeriya
Seyfioğlu
Firma Adı Yönetim Kurulu Üyeleri
Köseoğlu Mad. İnş. ve San. Tic. A.Ş. Musa Köse, İbrahim Köse, Mehmet Köse
Yol ve Yapı End. Taah. Tic. Ltd. Şti. Ali Nuri Ülgezen, Adnan Uzal, Mehmet Uzal, Reşat
Aydın, Adem Aydın
Bemaş Beton Mam. ve İnş. A.Ş. Fatih Kalkır, Yavuz Kalkır, Ferit Kalkır, Şükriye
Kalkır
Osmanlı Mermer San. Tic. Ltd. Şti. Saadettin Uysal, Mustafa Uysal, Musa Uysal,
Seçkin Uysal

3. – İstanbul Milletvekili Halit Dumankaya’nın, Özelleştirme İdaresi Başkanlığının 1995 yılı reklam harcamalarına ilişkin
Başbakandan sorusu ve Devlet Bakanı Rüşdü Saracoglu’nun yazılı cevabı (7/249)
Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına
Aşağıdaki sorularımın Başbakan Sayın Tansu Çiller tarafından yazılı olarak cevaplandırılmasına delaletlerinizi arz ederim.
Saygılarımla.
Halit Dumankaya
İstanbul
Soru : 1. Özelleştirme İdaresi Başkanlığının 1995 yılı reklam bütçesi 250 milyar liradır. Bu bütçeden revize yapılarak reklam
bütçesi artırılmış mıdır? 1995 yılı reklam harcamaları nedir?
Soru : 2. Reklam harcamaları hangi basın ve medya kuruluşuna ne miktarda ödenmiştir? Aylara göre açıklar mısınız?
Soru : 3. Danışmanık şirketlerine veya kişilerine ne miktar para ödenmiştir? Sözleşmeleri devam eden danışman şirketler
hangileridir? Hangi iş için sözleşme yapılmış ve ne miktar para ödenmiştir?
T.C.
Devlet Bakanlığı
Sayı : B.02.0.002/304 16.4.1996
Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına
İlgi : TBMM Başkanlığının 15.2.1996 gün ve A.01.0.GNS.0.10.00.02-7/249-361/668 sayılı yazısı.
İstanbul Milletvekili Sayın Halit Dumankaya’nın Sayın Başbakanımıza tevcih ettiği ilgi yazı ekinde alınan yazılı soru
önergesinde yer alan sorularla ilgili olarak hazırlanan cevap ekte sunulmuştur.
Bilgilerinizi ve gereğini arz ederim.
Dr. Rüşdü Saracoglu
Devlet Bakanı
T.C.
Başbakanlık
Özelleştirme İdaresi Başkanlığı
Sayı : B.02.1 ÖİB.0.65.00.00/2600 12.4.1996
Konu : Önerge
Devlet Bakanlığına
(Sayın Dr. Rüşdü Saracoglu)
İlgi : Devlet Bakanlığı Özel Kalem Müdürlüğünün 19.3.1996 gün ve 049 sayılı yazısı.
İstanbul Milletvekili Sayın Halit Dumankaya tarafından Sayın Başbakan’a tevcih edilen 7/249-361 esas sayılı yazılı soru
önergesine verilen cevap aşağıdadır.
Soru : 1. Özelleştirme İdaresi Başkanlığının 1995 yılı reklam bütçesi 250 milyar liradır. Bu bütçeden revize yapılarak reklam
bütçesi artırılmış mıdır? 1995 yılı reklam harcamaları nedir?
Cevap : 1. Özelleştirme İdaresi Başkanlığının 1995 yılı reklam bütçesi 250 milyar TL. olarak belirlenmiş ve yıl sonuna kadar
bu bütçede herhangi bir revize yapılmamıştır.
1995 yılında genel reklam ve tanıtım harcamaları için ayrıca, Dünya Bankasından “Özelleştirme Uygulamaları Teknik
Yardım ve Sosyal Güvenlik Ağı Projesi” çerçevesinde özelleştirmenin tanıtımı için sağlanan 5.1 milyon dolarlık kredinin 2.4
milyon dolarlık (115.1 milyar) bölümü ile uluslararası kuruluşlardan sağlanan hibenin 61 261 dolarlık (2.9 milyar TL.) bölümü
kullanılmıştır.
1995 yılı toplam ilan ve reklam tanıtım harcamaları tutarı 261 milyar TL.’dir. Bu tutarın 143 milyar TL.’lik bölümü İdare
bütçesinden karşılanmış, 118 milyar TL.’lik bölümü ise Dünya Bankası kredisi ve uluslararası kuruluşlardan sağlanan hibeden
finanse edilmiştir.
Soru : 2. Reklam harcamaları hangi basın ve medya kuruluşuna ne miktarda ödenmiştir? Aylara göre açıklar mısınız?
Cevap : 2. İlan-Reklam harcamalarının basın ve medya kuruluşları bazında dökümü aşağıdaki tabloda gösterilmektedir.

Not : Yazılı soruyla ilgili diğer bilgiler dosyasındadır.

4. – İstanbul Milletvekili Halit Dumankaya’nın, Çay İşletmeleri Genel Müdürlüğünün 1995 yılı reklam harcamalarına ilişkin
Başbakandan sorusu ve Devlet Bakanı Eyüp Aşık’ın yazılı cevabı (7/252)
Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına
Aşağıdaki sorularımın Başbakan Sayın Tansu Çiller tarafından yazılı olarak cevaplandırılmasına delaletlerinizi arz ederim.
Saygılarımla.
Halit Dumankaya
İstanbul
Çay İşletmeleri Genel Müdürlüğünün 1995 yılı reklam bütçesi;
25 800 000 000,– TL.’dir;
Soru : 1. Bu bütçeden revize yapılarak reklam bütçesi artırılmış mıdır? 1995 yılı reklam harcamaları nedir?
Soru : 2. Reklam harcamaları hangi basın ve medya kuruluşuna ne miktarda ödenmiştir? Aylara göre açıklar mısınız?
Soru : 3. Danışmanık şirketlerine veya kişilerine ne miktar para ödenmiştir? Sözleşmeleri devam eden danışman şirketler
hangileridir? Hangi iş için sözleşme yapılmış ve ne miktar para ödenmiştir?
T.C.
Devlet Bakanlığı
Sayı : B.02.0.006/180 16.4.1996
Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına
İlgi : TBMM Başkanlığının 15.2.1996 gün ve A.01.0.GNS.0.10.00.02-7/252-364/671 sayılı yazısı.
İstanbul Milletvekili Sayın Halit Dumankaya tarafından Sayın Başbakanımıza tevcih edilen, Sayın Başbakanımızca da
tarafımdan cevaplandırılması uygun görülen Çay İşletmeleri Genel Müdürlüğü ile ilgili yazılı soru önergesinin cevabı ilişikte
sunulmuştur.
Bilgilerinizi ve gereğini arz ederim.
Eyüp Aşık
Devlet Bakanı
İstanbul Milletvekili Sayın Halit Dumankaya’nın ÇAYKUR Genel Müdürlüğü ile ilgili yazılı soru önergesinin cevabıdır
Çay İşletmeleri Genel Müdürlüğünün 1995 yılı reklam bütçesi; 25 800 000 000 TL. dır.
Soru : 1. Bu bütçeden revize yapılarak reklam bütçesi artırılmış mıdır?
Cevap : 1. 1995 yılı itibariyle Çaykur’un reklam ve tanıtım giderleri revize edilerek artırılmamıştır.
Soru : 2. Reklam harcamaları hangi basın ve medya kuruluşuna ne miktarda ödenmiştir?
Cevap : 2. Çay Kurumunca, 1995 yılında reklam mahiyetinde hangi basın ve medya kuruluşuna ne miktarda ödeme
yapıldığına ilişkin tablolar ekte takdim edilmiştir. (Ek : 1-6)
Soru : 3. Danışmanık şirketlerine veya kişilerine ne miktar para ödenmiştir? Hangi iş için sözleşme yapılmış ve ne miktar para
ödenmiştir?
Cevap : 3. Kuruluşa danışmanlık hizmeti veren kişi veya bir kuruluş yoktur.
Uygulanmakta olan piyasa koşulları gereği olarak Kuruluşun reklam ve tanıtım hizmetleri vermek üzere 30.8.1992 tarihinde
Payajans A.Ş. ile sözleşme akdedilmiştir.
Bu sözleşme 31.12.1995 tarihi itibariyle sona ermiştir. Payajans’a reklam ve tanıtım hizmetlerinde (% 10) hizmet payı
ödenmiştir.
1995 yılında Payajans aracılığı ile yaptırılan hizmetler ve ödenen hizmet payı Ek : 3’de gösterilmiştir.
Arz ederim.
Not : Yazılı soruyla ilgili diğer bilgiler dosyasındadır.

5. – İstanbul Milletvekili Halit Dumankaya’nın, Tekel Genel Müdürlüğünün 1995 yılı reklam harcamalarına ilişkin
Başbakandan sorusu ve Devlet Bakanı Eyüp Aşık’ın yazılı cevabı (7/254)
Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına
Aşağıdaki sorularımın Başbakan Sayın Tansu Çiller tarafından yazılı olarak cevaplandırılmasına delaletlerinizi arz ederim.
Saygılarımla.
Halit Dumankaya
İstanbul
TEKEL Genel Müdürlüğünün 1995 yılı reklam bütçesi;
750 000 000 000 TL.’dir.
Soru : 1. Bu bütçeden revize yapılarak reklam bütçesi artırılmış mıdır? 1995 yılı reklam harcamaları nedir?
Soru : 2. Reklam harcamaları hangi basın ve medya kuruluşuna ne miktarda ödenmiştir? Aylara göre açıklar mısınız?
Soru : 3. Danışmanlık şirketlerine veya kişilerine ne miktar para ödenmiştir? Sözleşmeleri devam eden danışman şirketler
hangileridir? Hangi iş için sözleşme yapılmış ve ne miktar para ödenmiştir?
T.C.
Devlet Bakanlığı
Sayı : B.02.0.006/179 16.4.1996
Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına
İlgi : TBMM Kan. Kar. Dai. Bşk.’lığı, Kan. Kar. Md.’nün 15.2.1996 tarih ve A.01.0.GNS. 0.10.00.02-7/254-366/673 sayılı
yazısı.
İstanbul Milletvekili Sayın Halit Dumankaya tarafından Sayın Başbakanımıza tevcih edilen, Sayın Başbakanımızca da
tarafımdan cevaplandırılması uygun görülen TEKEL Genel Müdürlüğü ile ilgili yazılı soru önergesinin cevabı ilişikte
sunulmuştur.
Bilgilerinizi ve gereğini arz ederim.
Eyüp Aşık
Devlet Bakanı
İstanbul Milletvekili Sayın Halit Dumankaya’nın Tekel Genel Müdürlüğü ile ilgili yazılı soru önergesinin cevabıdır
TEKEL Genel Müdürlüğünün 1995 yılı reklam bütçesi : 750 000 000 000 TL.’dir.
Sorular :
1. Bu bütçeden revize yapılarak reklam bütçesi artırılmış mıdır? 1995 yılı reklam harcamaları nedir?
2. Reklam harcamaları hangi basın ve medya kuruluşuna ne miktarda ödenmiştir?
3. Danışmanlık şirketlerine veya kişilerine ne miktarda para ödenmiştir. Sözleşmeleri devam eden danışman şirketler
hangileridir? Hangi iş için sözleşme yapılmış ve ne miktar para ödenmiştir?
Cevaplar :
1. TEKEL Genel Müdürlüğünün 1995 yılı reklam bütçesi 750 000 000 000 TL.’dir. Reklam bütçesi revize yapılarak
artırılmamıştır. Genel Müdürlüğün 1995 yılı toplam reklam harcamaları toplamı 246 812 339 000 TL.’dir.
2. Genel Müdürlükçe reklam bedeli olarak 1995 yılında basın ve medya kuruluşlarına toplam 79 584 803 732 TL. ödenmiştir.
Reklam bedeli ödenen basın ve medya kuruluşlarının adı ile ödenen reklam tutarlarının dağılımını aylar itibariyle gösterir listeler
ekte sunulmuştur. (Ek : 1 ‘4 Sahife’)
3. TEKEL Genel Müdürlüğünün anlaşmalı bulunduğu Danışmanlık şirketi yoktur. Sadece Tekel 2001 sigarasının piyasaya
çıkarılması aşamasında, bu ürünün tanıtımı için, profesyonel bir reklam ajansı olan Art Artistik Reklamcılık ve Tanıtım
Hizmetleri A.Ş.’ne imzalanan protokol çerçevesinde, Basın İlan Kurumundan geçirilmek kaydıyla basın reklamları kampanyası
koordinasyon ve kontrol hizmetleri karşılığı 5 548 106 689 TL. anılan şirkete ödenmiştir.
Arz ederim.

Not : Yazılı soruyla ilgili diğer bilgiler dosyasındadır.
6. – İstanbul Milletvekili Halit Dumankaya’nın, Yalova-Termal’deki Türk Hamamının bakım ihalesine ilişkin Başbakandan
sorusu ve Kültür Bakanı Agâh Oktay Güner’in yazılı cevabı (7/288)
Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına
Aşağıdaki sorularımın Başbakan Sayın Tansu Çiller tarafından yazılı olarak cevaplandırılmasına delaletlerinizi arz ederim.
1.2.1996
Saygılarımla.
Halit Dumankaya
İstanbul
Soru : 1. Yalova Termal Tesislerinde bulunan Türk Hamamının bakım ihalesi işini kim almıştır, tenzilat nedir?
Soru : 2. Bu güne kadar ne kadar istihkak aldı? İstihkak almayıp işletmeye fatura kesmiş ise faturaların tarih numara ve
miktarları nedir?
T.C.
Kültür Bakanlığı
Araştırma, Planlama ve Koordinasyon
Kurulu Başkanlığı
Sayı : B.16.0.APK.0.12.00.01.940-106 15.4.1996
Konu : Yazılı Soru önergesi

Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına
İlgi : a) Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığının 15.2.1996 tarihli ve A.01.0.GNS.0.10.00.02-7/288-438/841 sayılı
yazısı.
b) Başbakanlık Kanunlar ve Kararlar Genel Müdürlüğünün 19.3.1996 tarih ve B.02.0.KKG/106-131-11/1054 sayılı yazısı.
İstanbul Milletvekili Sayın Halit Dumankaya’nın Sayın Başbakanımıza tevcih ettiği ve tarafımdan cevaplandırılması
istenilen yazılı soru önergesinin cevabı aşağıdadır.
Yalova Termal Tesislerinde bulunan Türk Hamamının (Sultan Banyo) bakım ihale işini Eliz Mühendislik İnşaat Sanayi
Limited Şirketi almıştır. İlgili firma en düşük teklifi vermiştir.
Adı geçen firma teklif üzerinden işin bedeli olan 8 792 900 000 TL. (KDV dahil) olarak istihkak almıştır.
Bilgilerinizi arz ederim.
Dr. Agâh Oktay Güner
Kültür Bakanı
7. – İstanbul Milletvekili Algan Hacaloğlu’nun, çay ithalinde uygulanan rejime ilişkin Başbakandan sorusu ve Devlet Bakanı
Eyüp Aşık’ın yazılı cevabı (7/290) 1.2.1996
Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına
Çay ithalinde uygulanmakta olan rejim hakkında aşağıdaki sorularımın Sayın Başbakan tarafından yazılı olarak yanıtlanması
için gereğini saygılarımla arz ederim.
Algan Hacaloğlu
İstanbul
Sorular :
1. 1.1.1996 tarihinde Gümrük Birliğine girilmiş olması nedeniyle 31.12.1995 tarih ve 22510 mükerrer sayılı Resmî Gazete’de
yayınlanan İthalat Rejimi Kararı çerçevesinde kuru çay ithalatında uygulamasına geçilen CIF bedelin % 145’i düzeyinde gümrük
vergili, fonsuz ithalat rejiminin, çay tarım ve sanayiine getireceği sorunlar gereğince incelenmiş, gerekli önlemler yeterince alınmış
mıdır?
2. Doğu Karadeniz’de yüzbinlerce üreticimizin ve milyonlarca yurttaşımızın tek geçim kaynağı olan çay üretiminin ve
pazarlanmasının olumsuz etkilenmemesi için ne türlü önlem ve destek politikaları uygulamaya konmuştur? Bu kapsamda gümrük
oranının % 145’den daha yukarıya çekilmesi düşünülmekte midir?
3. Son günlerde Samsun üzerinden Rusya’dan ithal edilen standart dışı 165 ton dökme çay olayı da dikkate alınarak, tüm
dökme çay ithalatında TSE 4 600’ün eksiksiz olarak dikkate alınması, standartlara uymayan çay ithalatına hiçbir şekilde izin
verilmemesi konularında gerekli önlemler ve yeterli denetim mekanizmaları uygulamaya geçirilmiş midir?
4. 1996 yılı başından günümüze yapılan paket ve dökme çay ithalatı miktarları ve CİF ithal fiyatları nedir? İthalatın
yapıldığı tarihlerde yurt dışı kuru dökme çay ve paket çay Borsa fiyatları hangi düzeydeydi?
T.C.
Devlet Bakanlığı
Sayı : B.02.0.006/183 16.4.1996
Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına
İlgi : TBMM Kan. Kar. Dai. Bşk.’lığı, Kan. Kar. Md.’nün 15.2.1996 tarih ve A.01.0.GNS. 0.10.00.02-7/290-445/859 sayılı
yazısı.
İstanbul Milletvekili Sayın Algan Hacaloğlu tarafından Sayın Başbakanımıza tevcih edilen, Sayın Başbakanımızca da
tarafımdan cevaplandırılması uygun görülen Çay İşletmeleri Genel Müdürlüğü ile ilgili yazılı soru önergesinin cevabı ilişikte
sunulmuştur.
Bilgilerinizi ve gereğini arz ederim.
Eyüp Aşık
Devlet Bakanı
İstanbul Milletvekili Sayın Algan Hacaloğlu’nun Çay İşletmeleri Genel Müdürlüğü ile ilgili yazılı soru önergesinin cevabıdır
Soru : 1. 1.1.1996 tarihinde Gümrük Birliğine girilmiş olması nedeniyle 31.12.1995 tarih ve 22510 mükerrer sayılı Resmî
Gazete’de yayınlanan İthalat Rejimi Kararı çerçevesinde kuru çay ithalatında uygulamasına geçilen CIF bedelin % 145’i düzeyinde
gümrük vergili, fonsuz ithalat rejiminin, çay tarım ve sanayiine getireceği sorunlar gereğince incelenmiş, gerekli önlemler yeterince
alınmış mıdır?
Cevap : 1. 1.1.1996 tarihinde Gümrük Birliğine girilmesi nedeniyle çayda CIF bedel üzerinden % 10 Gümrük Vergisi ile 3 $/KG.
fonun kaldırılmasını müteakip, yerine % 145 Gümrük vergisi konulmasıyla TSE 4 600’e uygun ithal edilecek 1 Kg. çay için baz
alınan değer minimum CIF 2.00 $/KG. olarak kabul edilmiştir. Buna göre CIF 2.00 $/KG. çayın yurda girişi eski ithalat rejimine
göre 5,20 $/KG. dır. Yeni ithalat rejimine göre ise 4,90 $/KG. dir. Buradan da anlaşılacağı üzere 1 Kg. çayın yurda girişi günümüz
kurlarına göre vergi dahil yaklaşık 350 000 TL. civarındadır. Bu çayın dökme olarak gelme ihtimali söz konusudur. Paketli olarak
piyasaya sürülmesi halinde ise bu fiyat daha yüksek rakamlara ulaşacaktır. Bunun yanında millî üretimimiz olan çayın iç piyasa
paketli fiyatı ise 250 000 TL. civarındadır.
Soru : 2. Doğu Karadeniz’de yüzbinlerce üreticimizin ve milyonlarca yurttaşımızın tek geçim kaynağı olan çay üretiminin ve
pazarlanmasının olumsuz etkilenmemesi için ne türlü önlem ve destek politikaları uygulamaya konmuştur? Bu kapsamda gümrük
oranının % 145’den daha yukarıya çekilmesi düşünülmekte midir?
Cevap : 2. Dökme ve paketli olarak yurt dışından gelen çayların TSE 4 600 standardı aranmaktadır. Bu standartdaki çayın ise
2.00 $/KG. den düşük olması mümkün değildir. Bu hesapla ithalat rejimi ile alınacak % 145’lik Gümrük Vergisinin 1 Kg. çayda en
az 4.90 $/KG. olacğı dikkate alınarak bu fiyatın hiç de küçümsenmeyecek bir fiyat olduğu; iç piyasa fiyatından yaklaşık 100 000
TL. daha yüksek olduğu gözlenecektir. Uruguay Raund toplantısında alınan karar gereğince gümrük oranının daha yukarı çekilmesi
mümkün olmamakla birlikte çok yakın bir zamanda TBMM’ne sunulacak olan Özel Tüketim Vergileri konusunda çay için ilave
koruyucu önlemleri almak mümkündür.
Soru : 3. Son günlerde Samsun üzerinden Rusya’dan ithal edilen standart dışı 165 ton dökme çay olayı da dikkate alınarak, tüm
dökme çay ithalatında TSE 4 600’ün eksiksiz olarak dikkate alınması, standartlara uymayan çay ithalatına hiçbir şekilde izin
verilmemesi konularında gerekli önlemler ve yeterli denetim mekanizmaları uygulamaya geçirilmiş midir?
Cevap : 3. Gerek Rusya’dan ve gerekse başka ülkelerden yurda girişi yapılan çaylarda TSE 4 600 aranmaktadır. Bu konuda
Gümrük Müdürlüklerine gelen çaylar analiz için gerekli yerlere gönderilerek tahlil yapılmaktadır. Kalitesiz ve sağlığa aykırı olarak
yurda girişi yapılmak istenen çaylara müsaade edilmemektedir. Bu anlayış doğrultusunda Samsun deposundaki çaylar standartlara ve
sağlığa aykırı olduğu için millileştirilmemiştir.
Soru : 4. 1996 yılı başından günümüze yapılan paket ve dökme çay ithalatı miktarları ve CIF ithal fiyatları nedir? İthalatın
yapıldığı tarihlerde yurt dışı kuru dökme çay ve paket çay Borsa fiyatları hangi düzeydeydi?
Cevap : 4. Kuruluşumuz 1996 yılında çay ithalatı yapmamıştır. TSE 4 600 normuna uygun çayların Londra Borsasındaki
fiyatları; çok kaliteli çaylar için 2,66 $/KG, iyi kalitedeki çaylar için 2,14 $/KG, düşük kaliteli çaylar için de 1,66 $/KG. civarında
seyretmektedir. Söz konusu çayların Türkiye’ye gelmesi halinde ise yaklaşık 0,30 USD/KG nakliye ve sigorta gerektirdiğinden CIF
fiyatlar sırasıyla 2,96 USD/KG, 2,44 USD/KG. ve 1,96 USD/KG olacaktır.
Arz ederim.
8. – Rize Milletvekili Ahmet Kabil’in, ÇAY-KUR Genel Müdürlüğünün borçlarına ilişkin Başbakandan sorusu ve Devlet Bakanı
Eyüp Aşık’ın yazılı cevabı (7/300)

Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına
Aşağıdaki sorularımın Çay Kurumu Genel Müdürlüğünden sorumlu Devlet Bakanı Sayın Nafiz Kurt tarafından yazılı
cevaplandırılması için gereğini saygılarımla arz ederim. 5.2.1996
Ahmet Kabil
Rize
Çay Kurumu Genel Müdürlüğü son 4 yıldır sorumsuz ve keyfî uygulamalar neticesi bugün hesaplarına haciz konan, kuru çayı
icra yolu ile yok pahasına belli kişilere peşkeş çekilen bir noktaya getirilmiştir.
Zaman zaman gündem dışı konuşmalarla ve bir çok soru önergesi ile Çaykur’un gidişi gündeme getirildiysede kendi aralarında
gayet uyumlu çalışan Sayın Bakan ve Genel Müdür ikilisi bu ikazlara aldırmayıp, Çay Bölgesinin, ekmek teknesi çay sektörünü
batırmıştır.
Çay Kurumunu kurtarmak için alınacak tedbirlere ışık tutacak öğrenmek istediklerim :
Soru : 1. a) 1.12.1995 tarihi itibarı ile Çay Kurumunun hangi bankaya faizleri ile birlikte ne kadar borcu vardır.
b) Bu para hangi tarihte, ne kadar alınmıştır.
c) Bankalara ödenen günlük faiz tutarı nedir?
Soru : 2. a) 30.1.1996 tarihi itibarı ile müstahsile olan yaş çay bedeli borcu ne kadardır? Bu borç hangi aylara aittir.
b) Müstahsilin bir kısmını Aralık ayında, parti teşkilatından kart almak suretiyle, adaletsiz bir şekilde Temmuz hatta Eylül-
Ekim aylarına ait ne kadar para ödenmiştir? Böyle bir uygulama doğru mudur?
Soru : 3. 30.12.1995 tarihi itibarı ile Çay Kurumunun toplam borcu ne kadardır.
Soru : 4. Çay Kurumunun Ankara Elmadağ Tesislerinde icra yolu ile hangi fiyatla ne kadar çay satılmıştır?
Bu satışa çay Kurumu bayileri davet edilmiş midir?
Bugün itibarı ile kuru çaya haciz var mıdır? Çay kurumunun hesaplarına ve tesislerine icra devam ediyor mu? Varsa hangi
tesisler ne kadar icralıdır?
Soru : 5. 1994 Enflasyonu % 160 olmasına rağmen 1995 ürününe % 100 fiyat verilmiş, müstahsil 1 yılda % 50 alım gücünden
kaybetmiştir.
Bu yüksek enflasyon karşısında 1995 ürün bedelleri bekletilmektedir. Artık bu para bitmiştir.
Müstahsilin alacakları ne zaman ödenecektir?
Soru : 6. Aralık 1995 te bilinmeyen bir sebeple Çay Kurumu Fındıklı çay fabrikasandaki ambar yangınında ne kadar kuru çay
yanmıştır? Yanma sebebi araştırılmış mıdır? Sorumlular hakkında ne işlem yapılmıştır?

T.C.
Devlet Bakanlığı
Sayı : B.02.0.006/181 16.4.1996

Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına
İlgi : TBMM Kan. Kar. Dai. Bşk.’lığı, Kan. Kar. Md.’nün 15.2.1996 tarih ve A.01.0.GNS. 0.10.00.02-7/300-474/937 sayılı
yazısı.
Rize Milletvekili Sayın Ahmet Kabil tarafından Sayın Başbakanımıza tevcih edilen, Sayın Başbakanımızca da tarafımdan
cevaplandırılması uygun görülen Çay İşletmeleri Genel Müdürlüğü ile ilgili yazılı soru önergesinin cevabı ilişikte sunulmuştur.
Bilgilerinizi ve gereğini arz ederim.
Eyüp Aşık
Devlet Bakanı
İstanbul Milletvekili Sayın Ahmet Kabil’in Çay İşletmeleri Genel Müdürlüğü ile ilgili yazılı soru önergesinin cevabıdır
Soru : 1. a) 1.12.1995 tarihi itibarı ile Çay Kurumunun hangi bankaya faizleri ile birlikte ne kadar borcu vardır.
b) Bu para hangi tarihte, ne kadar alınmıştır.
c) Bankalara ödenen günlük faiz tutarı nedir?
Cevap : 1. a) Kredinin alınış tarihleri ve miktarları :
1 Aralık 1995 İtibariyle
Sözleşme Toplam Borç
Banka Faizi (Milyar TL.)
1. Halkbank % 95 2 786
2. Vakıfbank % 90 3 087
3. Esbank % 89 383
4. Demirbank % 95 112
5. Tütünbank % 98 + 2 25
6 393
b) Bankalara ödenen günlük faiz ve tutarları :
Sözleşme Alındığı Miktarı
Banka Faizi Tarih (Milyar TL.)
1. Halkbank % 85 1993 600
2. Vakıfbank % 90 1992 124
” % 90 1993 678
” % 90 1994 160
” % 120 1995 120
1 082
3. Esbank % 89 1993 100
4. Demirbank % 95 1992 150
5. Tütünbank % 98+2 1993 150
2 082
c) Ortalama % 90 faizden bir günde 5.2 milyar TL. faiz ödeniyor demektir.
Soru : 2. a) 30.1.1996 tarihi itibarı ile müstahsile olan yaş çay bedeli borcu ne kadardır? Bu borç hangi aylara aittir.
b) Müstahsilin bir kısmını Aralık ayında, parti teşkilatından kart almak suretiyle, adaletsiz bir şekilde Temmuz hatta Eylül-
Ekim aylarına ait ne kadar para ödenmiştir? Böyle bir uygulama doğru mudur?
Cevap : 3. a) 30 Ocak 1996 itibariyle müstahsile olan borç 1 607 milyar TL. dir. Bu borç aşağıdaki aylara aittir.
– Temmuz-Ağustos 504
– Eylül-Ekim 1 103
Toplam 1 607
b) Parti teşkilatından alınan kart’lar doğrultusunda herhangi bir ödeme yapılmamıştır.
Soru : 3. 30.12.1995 tarihi itibarı ile Çay Kurumunun toplam borcu ne kadardır.
Cevap : 3. 30 Aralık 1995 tarihi itibariyle Kurumun toplam borcu aşağıya çıkarılmıştır.
a) Bankalara olan borç :
Sözleşme Toplam Borç
Banka Faizi (Milyar TL.)
1. Halkbank % 85 2 965
2. Vakıfbank % 90 1 970(*)
3. Esbank % 89 409
4. Tütünbank % 98 + 2 27
5 371
(*) Hazinece kuruluşa tahsis edilen 1 250 milyar TL. değerindeki tahvil Vakıfbank’a verilerek kurumun borcundan mahsup
edilmiştir.
b) Banka borçları dışındaki borç :
– Yaş Çay 1 965
– Vergi 2 120
– Sigorta 225
– İşçi ikramiyesi 355
– Toplu İş Söz. farkı 64
– Sendika aidatı 15
– Firmalara 85
4 829
5 371
a+b toplamı 10 200
Not : Banka borçları karşılıklı mutabakat sağlanan (sözleşme faizi) faiz üzerinden, birleşik faiz yöntemiyle hesap edilmiştir.
Özel bankaların teklif etmiş oldukları faiz oranları kabul edilmemiştir. İhtilaf mahkemelere intikal etmiştir.
Soru : 4. Çay Kurumunun Ankara Elmadağ Tesislerinde icra yolu ile hangi fiyatla ne kadar çay satılmıştır?
Bu satışa çay Kurumu bayileri davet edilmiş midir?
Bugün itibarı ile kuru çaya haciz varmıdır? Çay kurumunun hesaplarına ve Tesislerine icra devam ediyor mu? Varsa hangi
tesisler ne kadar icralıdır?
Cevap : 4 a) Alacaklı Tütünbank tarafından üzerinde ihtiyati haciz bulunan 673 ton paketli çayın satışı için Elmadağ İcra
Müdürlüğüne müracaat edilmiş ve 27.9.1995 ve 28.9.1995 tarihlerinde satış işlemi yapılmıştır. Ancak satışa iştirak ettirmek
istediğimiz toptancılarımız, teminat olarak bloke çek verdiklerinden satışa iştirak ettirilmemiştir. Bu nedenle, Çaykur tarafından
satış işleminin iptali için Elmadağ İcra Tetkik Mercii Hâkimliğine başvurulmuş ve mahkemenin verdiği 27.12.1995 tarih ve
1995/48-65 sayılı kararı ile satış işlemi iptal edilmiştir. Mahkeme kararı banka ve alıcı firma tarafından temyiz edilmiştir. Dava
halen temyiz aşamasındadır. Bu nedenle icra ile satılan herhangi bir çay yoktur.
b) Kurumun aleyhine; T.C. Ziraat Bankası, Tütüncüler Bankası, Esbank, Demirbank tarafından İcra takiplerine girişilmiştir.
Ancak, Esbank ve Demirbank tarafından girişilen icra takipleri halen devam eden davalar neticeleninceye dek ertelenmiştir. Bu
konuda Tütünbank ile Çaykur’un görüşmeleri ise halen devam etmektedir. T.C. Ziraat Bankası da vermiş olduğu ihracat kredileri
karşılığı almış olduğu 28 000 ton torbalı kuruçay rehninin paraya çevrilmesi amacıyla icra takibine girişmiş yine bakiye 965 586
875 352 TL. alacakları olduğundan bahisle de ilansız takip yoluyla icra takibi yapmıştır. Bu bakiye alacağı için de Rize İcra
Müdürlüğünün 1995/1999 Esas sayılı dosyası ile araç tesislerine Kurum tarafından belirtilen miktar kadar haciz koydurmuştur.
Bankanın bu işlemlerine karşı gereken itirazlar yapılmıştır.
Soru : 5. 1994 Enflasyonu % 160 olmasına rağmen 1995 ürününe % 100 fiyat verilmiş, müstahsil 1 yılda % 50 alım gücünden
kaybetmiştir.
Bu yüksek enflasyon karşısında 1995 ürün bedelleri bekletilmektedir. Artık bu para bitmiştir.
Müstahsilin alacakları ne zaman ödenecektir?
Cevap : 5. Üreticiye olan borcun tamamı ödenmiştir.
Soru : 6. Aralık 1995 te bilinmeyen bir sebeple Çay Kurumu Fındıklı çay fabrikasandaki ambar yangınında ne kadar kuru çay
yanmıştır? Yanma sebebi araştırılmış mıdır? Sorumlular hakkında ne işlem yapılmıştır?
Cevap : 6 15.12.1995 günü saat 19.30-20.00 arasında TEK’e ait 15/0.4 kw’lık TR-1 trafosunu besleyen 15 kw’lık fazlardan
birinin kopup alçak gerilim çıkış hattı ile kısa devresi sonucunda Kuruçay ambar binası, bina içerisindeki 5 no’lu 29 047 torbada
842 268 kg. 6 no’lu 23 0001 torbada 506 033 kg. olmak üzere toplam 1 348 401 kg. Çay, ambar binasının bitişiğindeki sundurma
binası, fabrikanın dış aydınlatma tesisatı ve lojmanların elektrik tesisatı yanmış ve hasar meydana gelmiştir.
Fındıklı Cumhuriyet Başsavcılığı yangın olayına el koymuş, o ara KTÜ’den bilirkişi istenmiştir. Bilirkişiler Fındıklı Çay
Fabrikasında gerekli incelemeyi yaparak düzenledikleri 28.12.1995 gün ve 1995/281 Hz. dosya nolu raporda; yangına, TEK’e ait 15
kw’lık enerji nakil hattının kopmasının sebep olduğu belirtilerek, yüksek gerilimden korunmak için dış koruma önleminin
alınmadığı, dolayısıyla yangın olayının buradan kaynaklandığı açıkça ifade edilmiştir.
Ayrıca Kuruluşun Müfettişleri tarafından yapılan inceleme sonucu düzenlenen 16.1.1996 gün ve 1-1 sayılı Tahkikat
Raporunun sonuç bölümünde, KTÜ bilirkişilerinin olayla ilgili olarak düzenledikleri bilirkişi raporunu esas alarak, yangına TEK’in
sebebiyet verdiği, bu sebeple yangın sonrası ortaya çıkan 141 065 552 200 TL. hasar bedelinin TEK’ten tazmini gerektiği
belirtilmiştir. Yangın olayında kurum personelinin ihmal ve kusuru görülmediğinden disiplin yönünden şimdilik bir işlem
yapılmaması, ancak Fındıklı Cumhuriyet Başsavcılığınca olay hakkında kovuşturma yapıldığından bunun sonucunun
beklenmesi, bu kovuşturma sonucunda personelin sorumluluğu ortaya çıkarsa bu yönde yeniden disiplin işlemlerine
başvurulmasının uygun olacağına da karar verilmiştir.
Raporlar doğrultusunda olayda ihmal ve kusuru görülen TEDAŞ’a zarar miktarının rızaen ödenmesi konusunda Kurum
tarafından yazı yazılmış alınan olumsuz yanıt üzerine de çay tutarı ve diğer zararların toplamı olan 141 065 522 200 TL.’nin
tahsili amacıyla Fındıklı Asliye Hukuk Mahkemesinde 1996/23 Esas no ile dava açılmış olup dava halen devam etmektedir.
Arz ederim.
9. – Kocaeli Milletvekili Bekir Yurdagül’ün, özelleştirme uygulamalarına ilişkin Başbakandan sorusu ve Devlet Bakanı Rüşdü
Saracoglu’nun yazılı cevabı (7/312)
Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına
Aşağıdaki soruların Özelleştirme Yüksek Kurulu başkanı ve Başbakan Tansu Çiller tarafından yazılı olarak cevaplanması için
İçtüzüğün 94 üncü ve 96 ncı maddesince gereğini arz ederim.
9.2.1996
Bekir Yurdagül
Kocaeli
1. 4046 sayılı Özelleştirme Yasasının 18 inci maddesinde “Özelleştirmeye ilişkin yapılan değer tespit yöntemleri ve
çalışmalarının açıklık-şeffaflık ilkesi gereği kamuoyuna duyurulu”cağı açıkça belirtilmişken, Özelleştirme İdaresi
Başkanlığınca niçin sadece değer tespit yöntemlerinin açıklanmasıyla yetinilip, gerçek değerler kamuoyundan saklanmaktadır?
2. Sümer Holdinge ait 7 işletme toplam 1,8 trilyon TL.’ye satılmıştır. Satış sonucunda devletin üstlendiği kıdem tazminatı
tutarı ise, 1,7 trilyon TL.’dir. Özelleştirme İdaresi, kıdem tazminatlarını ancak karşılayan bir satışı nasıl “Kârlı” olarak
değerlendirmektedir?
3. Yalnızca arazi değeri 1,6 trilyon TL. olan tesislerin; satılan araçları, laboratuvarları, kazanları, arıtma tesisleri, trafoları,
telefon santralleri, binalarının değeri nedir ve bunlar dahil edildiğinde kamu ne kadar zarara uğratılmıştır?
4. Satış sonucunda işletmelerin vergi, SSK primi, telefon ücreti vb. tüm borçlarını devlet üstlenmiştir. Bu borçların tutarı
nedir?
5. 229 milyar TL.’ye satılan Hereke Kumaş Fabrikasında, devletin 201 milyar TL. tutarında kıdem tazminatını da üstlendiği,
buna karşılık tesisin sadece arazi değirinin 210 milyar TL. olduğu bilinmektedir. Özelleştirme İdaresi bu yolla, kimlere kaynak
aktarmıştır? Ekonomiyi kurtarmanın tek yolu olarak kamuoyuna sunduğunuz özelleştirme, devlet kaynaklarının en ucuz yollardan
özel kesime aktarılması mıdır?
6. Özelleştirilen Sümer Holding’e ait 7 işletmenin 1995 zararının ne kadarı 1983’ten beri görev yapan hükümetlerce bilerek
yaratılan kredi ve borç faizi, ne kadarı işletme zararıdır?
7. KİGEM ve AĞAÇ-İŞ yetkilileri, Düzce’de satılan işletmelerin ORÜS’ün arsa bedelini hesaplamak için yöre emlâk
komisyonlarından fiyat almaya çalışırken, emlâkçıları bilgi vermemeleri için tehdit edenler kimlerdir? Bunlar hakkında cumhuriyet
savcıları ve güvenlik güçleri tarafından tahkikat yapılmış mıdır?
8. Özelleştirme uygulamaları sonucu işsiz kalan işçilerimize yeni iş edindirme ve meslek kazandırmak amacıyla, Hazine
Müsteşarlığı ve Dünya Bankası tarafından yapıldığı ileri sürülen “İş gücü uyum projesi” özelleştirilecek yer kalmayınca mı
uygulanacaktır?
T.C.
Devlet Bakanlığı
Sayı : B.02.0.002/306 16.4.1996
Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına
İlgi : T.B.M.M. Başkanlığının 28.2.1996 gün ve A.01.0.GNS.0.10.00.02-7/312-506/1037 sayılı yazısı.
Kocaeli Milletvekili Sayın Bekir Yurdagül’ün Sayın Başbakanımıza tevcih ettiği ilgi yazı ekinde alınan yazılı soru
önergesinde yer alan sorularla ilgili olarak hazırlanan cevap ekte sunulmuştur.
Bilgilerinizi ve gereğini arz ederim.
Dr. Rüşdü Saracoglu
Devlet Bakanı
Devlet Bakanlığına
(Sayın Dr. Rüşdü Saracoglu)
İlgi : Devlet Bakanlığı Özel Kalem Müdürlüğünün 19.3.1996 gün ve 049 sayılı yazısı.
Kocaeli Milletvekili Sayın Bekir Yurdagül tarafından Sayın Başbakan’a tevcih edilen 7/312-506 esas sayılı yazılı soru
önergesine verilen cevap aşağıdadır.
Soru : 1. 4046 sayılı Özelleştirme Yasasının 18 inci maddesinde “Özelleştirmeye ilişkin yapılan değer tespit yöntemleri ve
çalışmalarının açıklık-şeffaflık ilkesi gereği kamuoyuna duyurulu”cağı açıkça belirtilmişken, Özelleştirme İdaresi
Başkanlığınca niçin sadece değer tespit yöntemlerinin açıklanmasıyla yetinilip, gerçek değerler kamuoyundan saklanmaktadır?
Cevap : 1. Özelleştirme programında bulunan kuruluşların değer tespit işlemleri 4046 sayılı Kanunun 18 inci maddesi(B)
fıkrasında, yer alan hükümler çerçevesinde ve yine aynı maddede belirtilen yöntemler kullanılmak suretiyle gerçekleştirilmektedir.
Mezkur Kanunun 2 nci maddesinin (ı) fıkrası ile 18 inci maddesinin (B) fıkrası son paragrafı değer tespit yöntemleri ve
çalışmaları hakkında kamuoyuna bilgi verilmesine dair hükümler ihtiva etmekle beraber, tespit edilen değerlerin duyurulmasına
ilişkin yasal bir zorunluluk yoktur.
Ancak, kuruluşlara ait değer tespit çalışmalarının yanında, tespit edilen değerler hakkında da kamuoyuna açıklama
yapılmasının, özelleştirme uygulamalarında esas alınacak ilkelerden olan açıklık-şeffaflık ilkelerinin hayata geçirilmesini teminen
gerekli olduğu düşünülebilir. Bununla birlikte, kuruluşların değerlerinin normal kamu ihalelerindeki “muhammen” bedelden farklı
olduğu, ihale işlemlerinin tamamlanmasından önce bu değerlerin açıklanmasının ihale komisyonlarının müzakere gücünü
sınırlayacağı tabiidir.
Öte yandan özelleştirme uygulamalarında amacın, kamu kesimine fon yaratmaktan ziyade KİT’lerin sınırlı kaynaklarının
dağılımında ve kullanılmasında siyasî tercihler yerine piyasa mekanizmasının ikame edilmesi olduğu dikkate alındığında,
değer’in ihalelerde tek ve çoğu zamanda en önemli kriter olmaması gerektiği açıktır. Bu nedenle, yatırım taahhütü, teknoloji
transferi, istihdam garantisi gibi diğer ve genellikle fiyattan daha önemli kriterler üzerinde müzakere yapılması gereğini gölgeleyecek
şekilde değer’in temel kriter yapılması ve ayrıca birde bunun kamuya açıklanarak nihai devir işlemlerinin tamamlanmasına kadar bu
hususta bilgi sahibi olmaması gerekenlere de (yatırımcılar) sunulması faydalı bulunmamaktadır.
Kanun koyucunun değer tespit çalışmalarının sonuçlarının rakamsal olarak kamuoyuna duyurulmasını Kanunda açık bir
şekilde zorunlu tutmamasının, bu hususta doğabilecek bazı sakıncaların ortadan kaldırılması ve devletin zararına neden
olunmaması amacını güttüğü düşünülmektedir. Esasen, değer tespitine dair rakamsal bilgilerin, istisnasız her uygulama için
kesinlikle açıklanmaması gibi bir tutum da söz konusu değildir. Özelleştirme konusu projelerin hukukî, ekonomik teknik ve idarî
özelliklerine göre, uygun olduğuna kanaat getirildiğinde bazı projeler için tespit edilen değerlerin açıklanabileceği düşünülmektedir.
Bunun ötesinde, tespit edilen değer açıklansın veya açıklanmasın, özelleştirme çalışmaları için mevzuatla öngörülen denetim
mekanizmalarının varlığı da ilave bir güvence oluşturmaktadır.
Soru : 2. Sümer Holdinge ait 7 işletme toplam 1,8 trilyon TL.’ye satılmıştır. Satış sonucunda devletin üstlendiği kıdem
tazminatı tutarı ise, 1,7 trilyon TL.’dir. Özelleştirme İdaresi, kıdem tazminatlarını ancak karşılayan bir satışı nasıl “Kârlı” olarak
değerlendirmektedir?
Cevap : 2. Toplam 1 885 milyar TL. bedelle alıcılara satılan Holdinge ait 7 işletmede çalışanların, devir tarihi itibariyle kıdem
tazminatları tutarı 1 517,4 milyar TL. tutmaktadır. Kıdem tazminatlarının fazla tutmasının nedeni; aşırı istihdam, ortalama kıdem
yılının 20 yıla ulaşması ve sektöre göre çok yüksek ücret ödemelerinden kaynaklanmaktadır.
Soru : 3. Yalnızca arazi değeri 1,6 trilyon TL. olan tesislerin; satılan araçları, laboratuvarları, kazanları, arıtma tesisleri,
trafoları, telefon santralleri, binalarının değeri nedir ve bunlar dahil edildiğinde kamu ne kadar zarara uğratılmıştır?
Cevap : 3. Sümer Holding A.Ş.’ne ait ilk grupta satışa sunulan 10 İşletmeye yönelik olarak uluslararası kabul görmüş özel bir
bağımsız ihtisas kuruluşuna İdaremizce değer tespit çalışması yaptırılmıştır. Bu değer tespit çalışması Kanunda belirtilen
yöntemlerden indirgenmiş nakit akımı, tasfiye değeri, karşılaştırmalı denk işlemler analizi ve karşılaştırmalı denk şirketler analizi
yöntemleri baz alınarak her bir işletme için ayrı ayrı yapılmıştır. İdaremizce 10 işletme için çıkılan ihalede alınan teklifler
yapılan değer tespit çalışmalarında elde edilen değerlerle karşılaştırılmıştır. Bu karşılaştırma sonucunda 10 işletmeden sadece 7
sinde, 3 yıl faaliyetine devam etme şartıyla, istenilen rakamlara ulaşıldığı kanaatine varılmış olup, sadece bu yedi işletmenin
özelleştirilmesi Özelleştirme Yüksek Kurulunun 19.1.1996 tarih, 96/1 sayılı kararına istinaden gerçekleştirilmiştir. Yapılan
değerleme çalışmaları sonucunda istenilen değerlere ulaşılmadığı kanaatine varılan üç işletmede ise ihaleler iptal edilmiştir.
Holdingin satışı gerçekleştirilen işletmelerinin özelleştirilmesinde gözönünde bulundurulması gerekli bir diğer önemli husus da
bu işletmelerin özelleştirilmeleri neticesinde elde edilen gelirin yanı sıra sağlanan gider tasarrufudur. Satılan bu işletmelerin toplam
1 829,4 milyar TL.’lık 1995 yılı dönem zararı ile 1996 yılı için öngörülen, 1 468,3 milyar TL.’lık zarar dikkate alındığında
Holdingin, dolayısiyle kamunun sağlayacağı tasarruf ortaya çıkmaktadır.
Soru : 4. Satış sonucunda işletmelerin vergi, SSK primi, telefon ücreti vb. tüm borçlarını devlet üstlenmiştir. Bu borçların
tutarı nedir?
Cevap : 4. Satılan işletmelerin vergi, SSK, kredi, v.s. gibi Holding bünyesinde kalan borçları aşağıdaki tabloda
gösterilmektedir.
(Milyon TL.)
Adana Erzincan Eskişehir Karaman Nevşehir Hereke Ş. Urfa Toplam
Vergi borcu 312 000 96 830 192 923 183 193 75 782 115 700 3 410 979 838
SSK. borcu 371 300 176 650 307 847 134 765 69 307 232 954 2 477 1 295 300
Kredi borcu 188 297 11 941 135 177 58 813 25 422 – – 419 650
Sair borçlar 3 709 4 983 2 863 575 11 725 2 088 – 25 943
Holding. C/H
borcu – – – 190 897 – – 86 497 277 394
TOPLAM 875 306 290 404 638 810 568 243 182 236 350 742 92 384 2 998 125
Toplam borç tutarı 2 998 125 TL.’dır.

Soru : 5. 229 milyar TL.’ye satılan Hereke Kumaş Fabrikasında, devletin 201 milyar TL. tutarında kıdem tazminatını da
üstlendiği, buna karşılık tesisin sadece arazi değirinin 210 milyar TL. olduğu bilinmektedir. Özelleştirme İdaresi bu yolla, kimlere
kaynak aktarmıştır? Ekonomiyi kurtarmanın tek yolu olarak kamuoyuna sunduğunuz özelleştirme, devlet kaynaklarının en ucuz
yollardan özel kesime aktarılması mıdır?
Cevap : 5. Hereke Yünlü Sanayi İşletmesi ile ilgili olarak 2 adet teklif alınmış olup, tekliflerinin aynı baza getirilmesi için
teklif sahipleri ile 1 tur görüşme yapılmış, neticede ise açık pazarlık usulüyle fiyat artırımı şeklinde yapılan ihale 2 müteşebbisin
katılımı ile noter huzurunda, kapalı devre kamera önünde gerçekleştirilmiştir. Satılan değer işletmenin faaliyetini sürdüreceği
varsayımıyla bulunan değerden daha yüksektir.
Ayrıca kamunun yatırım takati ve tercihleri nedeniyle, Holding işletmelerinde uzun süreden beri yatırım yapılamaması,
sektördeki ücretlere oranla, oldukça yüksek ücret ödenmesi sonucu üretim maliyetlerinin yükselmesi, işletme sermayesi yetersizliği
nedeniyle düşük kapasite kullanımı, işletmelerin sektördeki gelişmeyi takip edecek ve istihdam artırıcı yatırımları gerçekleştirecek
dinamizmden uzak kalması sonucunu doğurmuştur. Bu şekilde faaliyetini sürdüren işletmelerde yapılacak özelleştirmenin, arsa
değeri esas alınarak değil; özelleştirme neticesinde yapılacak modernizasyon ve tevsii yatırımı sonucu üretilecek katma değer de
gözönünde bulundurularak işletmenin devamlılığının sağlanması esasına göre bir yöntem tercihi ile yapılmasını gerekli
kılmaktadır.
Bu uygulama sonucunda işletme tekstil sektöründe rekabet edebilir verimli bir yapıya kavuşacak ve ülke ekonomisine olumlu
yönde katkı sağlayacaktır.
Soru : 6. Özelleştirilen Sümer Holding’e ait 7 işletmenin 1995 zararının ne kadarı kredi ve borç faizi, ne kadarı işletme
zararıdır?
Cevap : 6. Holding’e ait özelleştirilen 7 İşletmenin 1995 yılı dönem zararları aşağıdaki tabloda gösterilmektedir.
(Milyon TL.)
Adana Erzincan Eskişehir Karaman Nevşehir Hereke Ş. Urfa
1995 Yılı dönem
zararları 590 168 264 628 479 129 197 523 94 877 111 322 19 260
Dönem zararları içerisinde finansman yükü ağırlıkta olup, ödenmeyen vergi, SSK primi ve Sosyal Yardımlar için Eylül 1995
ayına kadar aylık % 12, daha sonraki aylar için aylık % 10 oranında uygulanan gecikme zamlarının etkisi büyük olmuştur.
Soru : 7. KİGEM ve AĞAÇ-İŞ yetkilileri, Düzce’de satılan işletmelerin ORÜS’ün arsa bedelini hesaplamak için yöre emlâk
komisyonlarından fiyat almaya çalışırken, emlâkçıları bilgi vermemeleri için tehdit edenler kimlerdir? Bunlar hakkında cumhuriyet
savcıları ve güvenlik güçleri tarafından tahkikat yapılmış mıdır?
Cevap : 7. Bu soruda belirtilen hususlarda, İdarenin hiçbir ilgisi ve bilgisi bulunmamaktadır. Ayrıca, ORÜS’e ait 23 işletme
Ekim 1995’de ilan edilerek satışa sunulmuş, teklifler alınmış, kamuoyuna ve basına açık olarak yapılan ihale görüşmeleri
sonucunda, satışı uygun görülen 9 işletmeden 8’inin (Antalya, Ayancık, Bafra, Devrek, Düzce, Pazarköy, Ulupınar, Vezirköprü
işletmelerinin) satış işlemleri gerçekleştirilmiştir.
İdare bu özelleştirme uygulamalarını 4046 sayılı Kanun ve ilgili mevzuat çerçevesinde yapmakta olup, yasada belirtilen değer
tespit yöntemleri kullanılarak herbir işletme için değer tespitleri yapılmış ve bulunan değerler ihale görüşmelerinde baz olarak
alınmıştır.
Soru : 8. Özelleştirme uygulamaları sonucu işsiz kalan işçilerimize yeni iş edindirme ve meslek kazandırmak amacıyla, Hazine
Müsteşarlığı ve Dünya Bankası tarafından yapıldığı ileri sürülen “İş gücü uyum projesi” özelleştirilecek yer kalmayınca mı
uygulanacaktır?
Cevap : 8. T.C. ile Uluslararası İmar ve Kalkınma Bankası (Dünya Bankası) arasında 5 Mayıs 1994 tarihinde imzalanan 100
milyon ABD doları tutarındaki “Özelleştirme Uygulaması Teknik Yardım ve Sosyal Güvenlik Ağı Projesi” kredi anlaşması ile
özelleştirmenin hızlandırılması ve şeffaf bir şekilde gerçekleştirilmesi suretiyle ekonomide etkinliğin ve verimliliğin arttırılması
hedeflenmektedir. Bu kredi kapsamındaki projelerden birisi olan “İşgücü Uyum Projesi” özelleştirme uygulamalarından etkilenecek
kişi, kuruluş ve yörelere sağlanacak yardımlarla bu etkilerin ortadan kaldırılmasını veya enaza indirilmesini hedeflemektedir. Kredi
anlaşması kapsamında İşgücü Uyum Projesine ayrılan tutar 11 milyon ABD doları dış kaynak, 7,3 milyon ABD doları iç kaynak
olmak üzere toplam 18,3 milyon ABD dolarıdır.
İşgücü Uyum Projesi birinci yıl pilot çalışma, izleyen iki yıl uygulama olmak üzere üç yıl olarak planlanmıştır. İlk dönem
Temmuz 1995 itibariyle sonuçlanmış ve uygulama aşamasına gelinmiştir. Projede teknik danışmanlığa ilişkin çalışmalar Hazine
Müsteşarlığının koordinatörlüğünde Avustralya Çalışma, Eğitim ve Öğrenim Bakanlığı tarafından yürütülmektedir. Hedef kitle;
özelleştirmeden etkilenecek kişi ve kurumlar olduğundan, çalışmaların her aşamasında Özelleştirme İdaresi Başkanlığı ile
koordinasyon sağlanmaktadır. İlk dönemde yapılan çalışmalar sonucu, diğer ülkelerdeki mevcut uygulamalardan da yararlanılarak,
ülke yapı ve ihtiyaçları gözönünde bulundurulmak suretiyle Türkiye için bir İşgücü Uyum Modeli geliştirilmiş, bu modelde yer
alacak kuruluşlar belirlenerek, görev ve sorumlulukları tanımlanmıştır. Çalışmaların yürütülebilmesi, ilgili kuruluşlar arasında
bilgi akışının sağlanması ve projenin izlenebilmesi için bir izleme ve yönlendirme komitesi oluşturulmuştur. Komitede
Özelleştirme İdaresi Başkanlığı (ÖİB), Devlte Planlama Teşkilatı Müsteşarlığı (DPT), Hazine Müsteşarlığı, İş ve İşçi Bulma
Kurumu Genel Müdürlüğü (İİBK), Küçük ve Orta Ölçekli Sanayi Geliştirme ve Destekleme İdaresi Başkanlığı (KOSGEB) ve
Türkiye Odalar ve Borsalar Birliği (TOBB), üst düzey temsilcileri bulunmaktadır.
Özelleştirme İdaresi Başkanlığı ve Hazine Müsteşarlığının yanı sıra İş ve İşçi Bulma Kurumu, Küçük ve Orta Ölçekli
Sanayi Geliştirme ve Destekleme İdaresi Başkanlığı ve Türkiye Odalar ve Borsalar Birliğide öncü kurumlar olarak ulusal işgücü
uyum modeli içerisinde yer almaktadırlar. Proje kapsamında, İİBK tarafından sağlanacak ve koordine edilecek eğitim, istihdam ve
kamu yararına çalışma programlarının yeraldığı bir destek programı paketi geliştirilmiştir. Ayrıca, KOSGEB’in sağlayacağı veya
koordine edeceği Küçük Ölçekli İşletmeler Danışmanlık Desteği ve İş Geliştirme Merkezi Desteği yardımıyla kendi işini kurmak
isteyenlere hizmet verilmesi amaçlanmaktadır.
İşgücü Uyum Programı kapsamında en fazla beş yerde kurulması planlanan İş Geliştirme Merkezlerinin ilkine ait çalışmalar
İzmir’de başlatılmıştır. Bunun yanısıra projede, ekonomik gelişme sürecini hızlandırmak için TOBB’un koordine edeceği Yerel
Ekonomik Gelişme Programları hazırlanmaktadır.
Bu program kapsamına alınan iller; Adana, Adıyaman, Diyarbakır, Erzincan, İzmir, Kahramanmaraş, Kars, Kastamonu,
Kayseri, Kırıkkale, Nevşehir, Samsun, Sıvas, Ş. Urfa ve ilçe olarak da İskenderun’dur. Sümer Holding’e ait Adana, Eskişehir,
Erzincan, Hereke, Karaman, Nevşehir ve Ş. Urfa olmak üzere yedi işletmede çalışmalar Proje danışmanlarınca sürdürülmektedir.
Bilgilerinize arz ederim.
Uğur Bayar
Özelleştirme İdaresi Başkanvekili
10. – İstanbul Milletvekili Halit Dumankaya’nın, özelleştirme için ödenen danışmanlık ve reklam ücretlerine ilişkin
Başbakandan sorusu ve Devlet Bakanı Rüşdü Saracoglu’nun yazılı cevabı (7/327)
Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına
Aşağıdaki sorularımın Başbakan Sayın Tansu Çiller tarafından yazılı olarak cevaplandırılmasına delaletlerinize arz ederim.
Saygılarımızla.
Halit Dumankaya
İstanbul
Özelleştirme özellikler son dönemlerde ver kurtul mantığıyla idare edilmekte devasa kurumların satılması ile elde edilen
gelirler işçilere ödenen tazminatları karşılayamamakta, reklamlara ve danışmanlara çok yüklü paralar ödenerek kurumda bir
savurganlık yaşanmaktadır.
Soru : 1. Dünya Bankasının özelleştirme için Türkiye’ye ne kadar kredi vermiştir. Bu kredinin ne kadarlık bölümü
danışmanlara verilmiştir.
Soru : 2. Dünya Bankası hazineye bir hatırlatma notu gönderip verdiği kredinin tamanın danışmanlara vermek zorunda
mısınız? Anlamında bir uyarıda bulundu mu?
Soru : 3. Alt yapı hazırlığında yapıldığı 8 yıllık ANAP döneminde özelleştirme için danışmanlara kaç lira ödenmiştir.
Reklamlar için kaç lira ödenmiştir?
Soru : 4. Sayın Demirel’in Başbakan olduğu dönemde özelleştirme için danışmanlara kaç lira ödenmiştir? Reklamlara kaç lira
ödenmiştir?
Soru : 5. Sayın Çiller’in Başbakan olduğu dönemde özelleştirme için danışmanlara ne kadar ödenmiştir? Reklamlara ne kadar
para ödenmiştir?
Soru : 6. Özelleştirme ile ilgili olarak (Ayrılması mümkünse) her kurum için tek tek ne kadar danışmanlık ücreti ödenmiştir
açıklar mısınız?
T.C.
Devlet Bakanlığı
Sayı : B.02.0.002/305 16.4.1996
Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına
İlgi : T.B.M.M. Başkanlığının 28.2.1996 gün ve A.01.0.GNS.0.10.00.02-7/327-540/1156 sayılı yazısı.
İstanbul Milletvekili Sayın Halit Dumankaya’nın Sayın Başbakanımıza tevcih ettiği ilgi yazı ekinde alınan yazılı soru
önergesinde yer alan sorularla ilgili olarak hazırlanan cevap ekte sunulmuştur.
Bilgilerinizi ve gereğini arz ederim.
Dr. Rüşdü Saracoglu
Devlet Bakanı
T.C.
Başbakanlık
Özelleştirme İdaresi Başkanlığı
Sayı : B.02.1. ÖİB. 0.65.00.00/2602 12.4.1996
Konu : Önerge
Devlet Bakanlığına
(Sayın Dr. Rüşdü Saracoglu)
İlgi : Devlet Bakanlığı Özel Kalem Müdürlüğünün 19.3.1996 gün ve 049 sayılı yazısı.
İstanbul Milletvekili Sayın Halit Dumankaya tarafından Sayın Başbakan’a tevcih edilen 7/327-540 esas sayılı yazılı soru
önergesine verilen cevap aşağıdadır.
Soru : 1. Dünya Bankasının özelleştirme için Türkiye’ye ne kadar kredi vermiştir. Bu kredinin ne kadarlık bölümü
danışmanlara verilmiştir.
Cevap : 1. Dünya Bankası 5.5.1994 tarihinde Özelleştirme Uygulamaları Teknik Yardım ve Sosyal Güvenlik Ağı Projesi (3728-
TU) adı altında Türk Hükümetine 100 milyon ABD $ tutarında bir kredi vermiştir. Söz konusu proje anlaşmasına göre bu kredinin
Hazine Müsteşarlığı, Devlet Planlama Teşkilatı ve Özelleştirme İdaresi Başkanlığı (İdare) tarafından kullanılması
öngörülmüştür. Buna göre İdare, kredinin yaklaşık 59 milyon ABD $’lık kısmını kullanabilecektir. Bu miktarın 43 milyon ABD
$’lık bölümü danışmanlık hizmetleri, eğitim ve tanıtım hizmetleri için ayrılmıştır. Bugüne kadar bu fonun 3.9 milyon ABD $’lık
kısmı danışmanlık hizmet alımları için kullanılmıştır.
Soru : 2. Dünya Bankası hazineye bir hatırlatma notu gönderip verdiği kredinin tamanın danışmanlara vermek zorunda
mısınız? Anlamında bir uyarıda bulundu mu?
Cevap : 2. 3728-TU kredisinin kullanımını izlemek amacıyla Dünya Bankası yetkilileri belirli aralıklarla Türkiye’yi ziyaret
etmektedirler. Bu ziyaretlerdeki incelemelerinin sonundaki projeye ilişkin tavsiye ve eleştirilerini bir raporla Türk Hükümetine
bildirmektedirler. Dünya Bankası Heyetinin 04-16 Ocak 1996 tarihleri arasında yapmış oldukları incelemeye ilişkin hazırlanan
raporda, özelleştirme uygulamaları ile ilgili karşılaşılan sorunların temel olarak politik istikrarsızlık ve buna bağlı olarak da
İdare’nin kurumsal yapısının sağlamlaştırılamaması ile ilgili olduğu belirtilmiştir.
Dünya Bankası, İdare için ayırmış olduğu 59 milyon ABD $’lık kredinin yaklaşık 43 milyon ABD $’lık bölümünü
Danışmanlık Hizmet Alımları için ayırmıştır. Dünya Bankası, bu kaynağın yeterince kullanılmadığından bahisle, İdarenin iç
yapısını güçlendirmeye yönelik Danışmanlık Hizmet Alımlarının yoğunlaştırılmasını ayrıca halihazırda istihdam edilmiş
danışmanların da hizmet kapasitelerinin artırılması gerektiğini belirtmiştir.
Soru : 3. Alt yapı hazırlığında yapıldığı 8 yıllık ANAP döneminde özelleştirme için danışmanlara kaç lira ödenmiştir.
Reklamlar için kaç lira ödenmiştir?
Cevap : 3. Özelleştirme uygulamalarının başladığı 1986 yılından 1991 yılı Aralık ayına kadar geçen 8 yıllık dönemde
(ANAP Dönemi) özelleştirme faaliyetlerine ilişkin ilan ve reklam-tanıtım harcamaları tutarı 43 577 174 664 TL. (14 117 248 $) dır.
1986-1991 dönemindeki danışmanlık giderleri ise, 42 765,7 milyon TL.’dır.
Soru : 4. Sayın Demirel’in Başbakan olduğu dönemde özelleştirme için danışmanlara kaç lira ödenmiştir? Reklamlara kaç lira
ödenmiştir?
Cevap : 4. Aralık 1991-Haziran 1993 tarihleri arasındaki dönemde (Sayın Süleyman Demirel başkanlığındaki 1 inci DYP-SHP
Koalisyon Hükümeti dönemi) danışmanlara 7,529.7 milyon TL.’sı ödenmiştir. Aynı dönemde özelleştirme faaliyetlerine ilişkin ilan
ve reklam-tanıtım harcamaları da, 52 784 026 010 TL. (6 646 047 Ş) dır.
Soru : 5. Sayın Çiller’in Başbakan olduğu dönemde özelleştirme için danışmanlara ne kadar ödenmiştir? Reklamlara ne kadar
para ödenmiştir?
Cevap : 5. Temmuz 1993-Aralık 1995 tarihleri arasındaki dönemde (Sayın Tansu Çiller başkanlığındaki DYP-CHP Koalisyon
Hükümetleri dönemi) danışmanlara 621,680.1 milyon TL.’sı ödenmiştir. Özelleştirme faaliyetlerine ilişkin ilan ve reklam-tanıtım
harcamaları ise 352 862 226 449 TL. (8 924 080 Ş) dır.
Soru : 6. Özelleştirme ile ilgili olarak (Ayrılması mümkünse) her kurum için tek tek ne kadar danışmanlık ücreti ödenmiştir
açıklar mısınız?
Cevap : 6. 1995 yılında Özelleştirme İdaresi Başkanlığının kurumlara ödediği danışmanlık ücreti ekte sunulmuştur.
Ödenen ücrete İdare’ye kurumsal danışman olarak çalışan danışmanlar olan McKinsey (Stratejik Danışman), Cenajans Grey
(PR Danışman), WhiteCase (Hukuk Danışmanı) ve Gayrimenkul Ekspertiz A.Ş. de dahildir.
Bilgilerinize arz ederim.
Uğur Bayar
Özelleştirme İdaresi Başkanvekili

Not : Yazılı soruyla ilgili diğer bilgiler dosyasındadır.
11. – Muğla Milletvekili Zeki Çakıroğlu’nun, Muğla TEK Müdürlüğünce kaçak bir inşaata elektrik bağlandığı iddiasına ilişkin
sorusu ve Enerji ve Tabiî Kaynaklar Bakanı Hüsnü Doğan’ın yazılı cevabı (7/330)
Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına
Aşağıdaki sorumun Enerji ve Tabiî Kaynaklar tarafından yazılı olarak cevaplandırılmasını saygıyla arz ederim.
Zeki Çakıroğlu
Muğla
24 Aralık 1995 Milletvekili seçimlerinde Doğruyol Partisi Muğla Milletvekili aday adayı Sayın Çağlar Güner tarafından Muğla
İli Bodrum İlçesi Güvercinlik Sıralık mevkiinde :

Hazineye ait sıfır noktada Milas-Bodrum karayoluna bitişik araziye ruhsatsız kaçak yaptırılan inşaatlarına;
TEK Muğla İl Müdürlüğü tarafından özel olarak bu tesise 179 adet beton direk diktirilerek tel çekilerek elektrik bağlanmıştır.
1. İnşaat ve oturma ruhsatı olmayan inşaatlara eletrik verilebiliyor mu?
2. Hazine arazisine yapılan ve kaçak olan bu inşaatın yıktırılması gerekmiyor mu?
3. Yasaya aykırı olarak yapılan inşaata elektrik bağlanması için ne kadar masraf yapılmıştır? Aynı para ile suzuz köylerimizin
su; yolsuz köylerimize yol yapılması daha doğru olmaz mı?
4. Ruhsatsız inşaat sahibinin Doğruyol Partili ve Milletvekili aday adayı olması elektrik götürülmesinde etkili olmuş mudur?
5. İlgililer hakkında yasal soruşturma yapılmayacak mıdır?
6. Devletin keyfi yönetimine son verilmeyecek midir?
7. Yasalara aykırı yapılan elektrik şebeke-tesis sökülmeyecek midir?

T.C.
Enerji ve Tabiî Kaynaklar Bakanlığı
Araştırma, Planlama ve Koordinasyon
Kurulu Başkanlığı 16.4.1996
Sayı : B.15.0.APK.0.23.300-419/5775
Konu : Soru önergesi
Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına
İlgi : T.B.M.M. Başkanlığının 15 Mart 1996 gün ve A.01.0.GNS.0.10.00.02-7/330-544/1177 sayılı yazısı.
Muğla Milletvekili Sayın Zeki Çakıroğlu’nun Bakanlığıma tevcih ettiği 7/330-544 esas sayılı yazılı soru önergesi ile ilgili
bilgiler hazırlanarak ekte sunulmuştur.
Bilgilerinize arz ederim.
Hüsnü Doğan
Enerji ve Tabiî Kaynaklar Bakanı
Muğla Milletvekili Sayın Zeki Çakıroğlu’nun soru önergesi ve cevabı (7/330-544)
24 Aralık 1995 Milletvekili Seçimlerinde Doğru Yol Partisi Muğla Milletvekili aday adayı Sayın Çağlar Güner tarafından
Muğla İli Bodrum İlçesi Güvercinlik Sıralık mevkiinde :
Hazine’ye ait sıfır noktada Milas-Bodrum karayoluna bitişik araziye ruhsatsız ve kaçak olarak yaptırılan inşaatlarına;
TEK Muğla İl Müdürlüğü tarafından özel olarak bu tesise 179 adet beton direk diktirilerek, tel çekilerek elektrik bağlanmıştır.
1. İnşaat ve oturma ruhsatı olmayan inşaatlara eletrik verilebiliyor mu?
Cevap : 1. Konu ile ilgili olarak yapılan inceleme sonucunda, Bodrum sahil karayolunun yapımı ile birlikte bölgede hızla artan
yapılaşmaya bağlı olarak, Sıralı Mevkiinde (Gökçeler Mahallesi) yaklaşık 30 hane oluştuğu ve bunların imar planı dışında
bulunduğu dikkate alınarak söz konusu yerleşim alanının, köy statüsünde değerlendirilerek işlem yapıldığı tespit edilmiştir.
İmar Kanununun 27 nci maddesi doğrultusunda, köy sınırlarında yapılan inşaatlarda ruhsat aranmadığından, Gökçeler
Mahallesindeki meskenlere elektrik verilebilmesi bakımından gerekli tesislerin yapım işi, TEDAŞ Genel Müdürlüğü 1991 yılı
yatırım programına dahil edilerek, 1994 yılı içerisinde tamamlanmıştır.
2. Hazine arazisine yapılan ve kaçak olan bu inşaatın yıktırılması gerekmiyor mu?
Cevap : 2. Konu, Bakanlığım ilgi alanına girmemekle beraber; anılan mevkiide, karayolunun yapım tarihi ile başlayan ve
bugüne kadar süre gelen yapılaşmaya, ilgili merciilerce yıkım işlemi uygulanmadığı gibi, telefon ve su şebekesi gibi diğer alt yapı
yatırımları da getirilmiştir.
3. Yasaya aykırı olarak yapılan inşaata elektrik bağlanması için ne kadar masraf yapılmıştır? Aynı para ile suzuz köylerimizin
su; yolsuz köylerimize yol yapılması daha doğru olmaz mı?
Cevap : 3. Sözkonusu mahallenin elektriklendirilmesi için alçak gerilim ve orta gerilim (AG+OG) şebekelerinde kullanılan direk
sayısı 105 olup, bu tesisler 1993 yılı birim fiyatlarına göre 1 112 661 271 TL. sına mal olmuştur.
4. Ruhsatsız inşaat sahibinin Doğruyol Partili ve Milletvekili aday adayı olması elektrik götürülmesinde etkili olmuş mudur?
Cevap : 4. Bakanlığım, ilgili kuruluşu TEDAŞ Genel Müdürlüğü; yukarda da belirtildiği gibi, adı geçen bölgeye, İmar
Kanuunun 27 nci maddesi doğrultusunda ve 30 hanelik yerleşim yerini köy statüsünde değerlendirerek, hizmet götürmüştür. Anılan
hizmetin 1991-1994 yıllarında gerçekleştirilmesinde, inşaat sahibi ve partisinin herhangi bir etkisinin olması sözkonusu değildir.
5. İlgililer hakkında yasal soruşturma yapılmayacak mıdır?
Cevap : 5. Bakanlığımca, konu ile ilgili olarak, yasal soruşturma açılacak herhangi bir durum bulunmamaktadır.
6. Devletin keyfi yönetimine son verilmeyecek midir?
Cevap : 6. Bakanlığımın görev alanı içerisinde gerçekleştirilen konuda, Devletin keyfi yönetimi sözkonusu değildir. Herşey
yasalar çerçevesinde yürütülmektedir.
7. Yasalara aykırı yapılan elektrik şebeke-tesis sökülmeyecek midir?
Cevap : 7. Tüm ülke çapındaki yerleşim yerlerine elektrik enerjisi iletimini ve dağıtımını sağlamak, Bakanlığımın aslî
görevleri arasındadır. Bu çerçevede yapılmış olan tesislerin sökülmesi de söz konusu değildir.
12. – Konya Milletvekili Hüseyin Arı’nın, Konya-Adana yolu üzerinde bulunan bazı yerleşim birimlerinin yol düzenlemesine
ilişkin sorusu ve Bayındırlık ve İskân Bakanı Mehmet Keçeciler’in yazılı cevabı (7/335)
Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına
Aşağıdaki sorularımın Sayın Bayındırlık ve İskân Bakanı tarafından yazılı olarak cevaplandırılması hususunda
delaletlerinizi arz ederim.
Hüseyin Arı
Konya
Konya İlinde Konya-Adana ana yol güzergahı üzerinde Cumhuriyet, Sazgeçit Köyleri yer almaktadır. Ayrıca Ereğli
Merkezinde yine 1989 yılında yapılmış olan aynı yol üzerinde Ereğli Şeker Fabrikası yer almaktadır. Cumhuriyet ve Sazgeçit
Köylerinin meraları anılan yol güzergahının her iki yanında olduğundan köylülerin hayvanları bu meralara geçişlerini, geçiş için
bir menfez bulunmadığından mecburen yol üzerinden yapmaktadırlar.
Şeker Fabrikasının ana giriş kapısı da aynı yol güzergahında olduğundan gerekse şeker pancarı alım kampanyası döneminde
pancar teslimi için ağır vasıtaların giriş/çıkışında büyük kazalar olmaktadır. Bu durumda can ve mal kaybına ve ekonomiye menfi
yönden zarar vermektedir.
Bu maksatla
1. Cumhuriyet ve Sazgeçti köyleri civarında ihtiyaca cevap verecek tarzda ana yol güzergâhı üzerinde yeterli menfezler
yapılacak mıdır?
2. Ereğli Şeker Fabrikası girişinde ana yol üzerinde bir yol düzenlemesi yapılacak mıdır?
T.C.
Bayındırlık ve İskân Bakanlığı
Basın ve Halkla İlişkiler Müşavirliği 16.4.1996
Sayı : B.09.0.BHİ.0.00.00.25/2-A/586
Konu : Konya Milletvekili Hüseyin Arı’nın yazılı soru önergesi
Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına
İlgi : T.B.M.M.’nin 15.3.1996 gün ve A.01.0.GNS.0.10.00.02-851-2043 sayılı yazısı. (7/335)
İlgi yazı ilişiğinde alınan, Konya Milletvekili Hüseyin Arı’nın Bakanlığımıza yönelttiği yazılı soru önergesi incelenmiştir.
1. Cumhuriyet Köyü geçişinde yapılması istenilen kutu menfezin bağlantı yolları ile beraber tahminen 1 inci keşif bedeli 3
milyar TL. olup, Karayolları Genel Müdürlüğümüzün 1996 yılı yatırım programında yer almamaktadır. Ancak; yapımı,
sağlanabilecek ilave kaynaklarla mümkün olabilecektir.
Sazgeçit Köyü geçişinde ise 1995 yılında, Km : 51+200 de 3.00X2.50 m. ebadında, ihtiyacı karşılayabilecek nitelikte bir
altgeçit yapılmıştır.
2. Ereğli Şeker Fabrikası önünde trafik güvenliğinin sağlanması : 1995 yılı yıllık ortalama günlük trafik değeri 2003 (613
otomobil, 141 otobüs, 1176 kamyon, 73 tır) olan söz konusu kesimde, mevcut ve gelecekteki trafik değeri itibariyle bölünmüş yol ve
kavşak düzenlemesi yapılmasının şimdilik gerekli olmadığı belirlenmiştir.
Ancak; Ereğli Şeker Fabrikasının üretim devresinde pancar ve küspe nakliyesi yapan araçların fabrika sahası içindeki park
yerinin yeterli olmaması nedeni ile Devlet Yolu üzerinde park etmeleri, platformu işgal edip görüş mesafesini kısıtladığından bu
kesimde sık sık trafik kazaları meydana gelmektedir. Söz konusu Devlet yolu üzerinde trafik güvenliğinin sağlanabilmesi için adı
geçen fabrika yetkililerince park alanlarının yeterli hale getirilmesi gerekmektedir. Bunun için de, Fabrika üretim devresinde
araçların park edebilmeleri, protokollu olarak yapılacak toplayıcı yolla sağlanabilecektir.
Bu itibarla, 1996 yılı birim fiyatlarına göre belirlenen 9 723 468 103 TL. tutarındaki 1 inci keşif özeti hazırlanarak Ereğli
Şeker Fabrikası yetkililerine teslim edilmiş olup; bedeli yatırılarak protokol yapılması halinde söz konusu toplayıcı yolun
inşaasına başlanabilecektir.
Bilgi ve gereğini arz ederim.
Mehmet Keçeciler
Bayındırlık ve İskân Bakanı
13. – Rize Milletvekili Şevki Yılmaz’ın, yaş çay bedellerine ilişkin sorusu ve Devlet Bakanı Eyüp Aşık’ın yazılı cevabı (7/411)
Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına
Aşağıdaki soruların ÇAY-KUR’dan sorumlu Devlet Bakanı tarafından yazılı olarak cevaplandırılmasını saygılarımla arz
ederim. 4.3.1996
Şevki Yılmaz
Rize
1. 1995 yaş çay döneminde teslim alınan çay bedellerinin aylardır ödenmeyen kısmını ne zaman ödemeyi planlıyorsunuz?
2. Enflasyonun vatandaşın alım gücünü erittiği günümüzde, devlet geciken alacaklarına uyguladığı gecikme zammı gibi,
müstahsilin alacağına da, bir aydan fazla geciktirilmesi durumunda, gecikme zammı ödemeyi düşünüyor musunuz?
3. Müstahsilin iradesi dışında, olan ve memnun olmadığı, mecburi budama işlemine son vermeyi düşünüyor musunuz?
4. Düşünmüyorsanız budama neticesi ödenecek bedelleri artırmak ve bu ödemeleri hızlandırmak için herhangi bir çalışma
yapacak mısınız?
5. Toprak analizleri yapılarak uygun gübre kullanımı ile verimi artırma yolunda bir çaba sarfedilmesi düşünülüyor mu?
6. Bu uygun gübrenin müstahsile faizsiz ve sübvanse edilerek dağıtılması için herhangi bir çalışma yapılacak mı?
T.C.
Devlet Bakanlığı
Sayı : B.02.0.006/182 16.4.1996
Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına
İlgi : Kan. Kar. Dai. Bşk.’lığı, Kan. Kar. Md.’nün 15.3.1996 tarih ve A.01.0.GNS. 0.10.00.02-7/411-707/1608 sayılı yazısı.
Tarafımdan yazılı olarak cevaplandırılmak üzere Rize Milletvekili Sayın Şevki Yılmaz’ın Çay-Kur ile ilgili yazılı soru
önergesinin cevabı ilişikte sunulmuştur.
Bilgilerinizi ve gereğini arz ederim.
Eyüp Aşık
Devlet Bakanı
Rize Milletvekili Sayın Şevki Yılmaz’ın Çay İşletmeleri Genel Müdürlüğü ile ilgili yazılı soru önergesinin cevabıdır

Soru : 1. 1995 yaş çay döneminde teslim alınan çay bedellerinin aylardır ödenmeyen kısmını ne zaman ödemeyi
planlıyorsunuz?
Cevap : 1. Üreticiye olan borcumuzun tamamı ödenmiştir.
Soru : 2. Enflasyonun vatandaşın alım gücünü erittiği günümüzde, devlet geciken alacaklarına uyguladığı gecikme zammı gibi,
müstahsilin alacağına da, bir aydan fazla geciktirilmesi durumunda, gecikme zammı ödemeyi düşünüyor musunuz?
Cevap : 2. Yaş çay fiyatı tespit edilirken çeşitli alternatifler dikkate alınmaktadır. Bunlardan birisi üreticiyi enflasyona
ezdirmemek için o yılın enflasyon oranını dikkate alarak yapılan fiyat tespitidir. Diğeri, o yılın yaş çay yaprağı maliyeti ve buna
ilave edilen makul bir kâr oranıyla tespit olunan fiyattır. Yaş çay yaprağı fiyatı tespit olunurken; bunun içerisinde o yıla ait tesis,
işçilik, gübreleme, tarla kirası, üretim masrafları gibi masraflar artı bu masraflar toplamına ilave edilen o yılın cari faizi
bulunmaktadır. Bu sebeple, şimdiye kadar, çay parası ödemelerinde ayrıca gecikme zammı ödemesi yapılmamıştır. Ancak, 1996
yılı ödemelerinde üreticinin mağdur olmaması için gerekli her türlü kolaylık sağlanacak ve üreticinin lehine olan her türlü tedbir
alınacaktır.
Soru : 3. Müstahsilin iradesi dışında, olan ve memnun olmadığı, mecburi budama işlemine son vermeyi düşünüyor musunuz?
Cevap : 3. Çay tarım alanlarından kaliteli ürün temin etme amacıyla çay bahçelerinin 5 yıllık süre için her yıl 1/5 oranında
gençleştirme budamasına tabi tutulması ve üreticilerin uğradığı gelir kaybının tazmini 15.12.1993 tarih ve 93/5096 sayılı Bakanlar
Kurulu Kararnamesine göre yürütülmektedir. Sözkonusu kararname yürürlükte olduğu sürece kararname gerekleri yerine getirilecektir.
Soru : 4. Düşünmüyorsanız budama neticesi ödenecek bedelleri artırmak ve bu ödemeleri hızlandırmak için herhangi bir
çalışma yapacak mısınız?
Cevap : 4. 15.12.1993 tarih ve 93/5096 sayılı Bakanlar Kurulu Kararı gereği çay bahçelerinin her yıl 1/5’inin budanmasından
doğacak gelir kaybı üreticilere tazminat olarak ödenmektedir. Bu tazminatın hesaplanmasında üreticinin budadığı çaylık alan
miktarı kararname yürürlüğe girmesinden önceki son iki yıl içinde sattığı yaş çay miktarı ortalamasının % 70’i ve budama yılı yaş
çay fiyatı esas alınmaktadır. Gelir kaybı tazminatı ödemeleri ise, yaş çay bedellerinin ödenmesinden önce yapılmaktadır.
Soru : 5. Toprak analizleri yapılarak uygun gübre kullanımı ile verimi artırma yolunda bir çaba sarfedilmesi düşünülüyor mu?
Cevap : 5. Çaykur tarafından belli periyotlarda tüm plantasyon sahalarını örnekleyecek toplam analiz çalışmaları sürdürülmekte
olup, süreç içerisinde topraklarda oluşan olumsuz gelişmeler izlenmektedir. Yapılan toprak analizleri ve araştırmalara dayanarak
uzun yıllar tek yönlü ve aşırı dozda yapılan gübrelemenin neden olduğu toprak asitliğindeki sürekli artışın durdurulması ve
bitkinin temel besin ihtiyaçlarını karşılayarak verim ve kalitenin artırılması amacına yönelik olarak adı geçen kuruluş tarafından
üreticilere 15:5:10: (N:P:K) gübresi önerilmiş ve üretici firmalar tarafından da bu gübrenin üretilmesi sağlanmıştır.
Soru : 6. Bu uygun gübrenin müstahsile faizsiz ve sübvanse edilerek dağıtılması için herhangi bir çalışma yapılacak mı?
Cevap : 6. Bu çay özel gübresi üreticilere bağlı bulundukları Yaş Çay Kooperatifleri aracılığıyla Devlet tarafından sübvanse
edilmek suretiyle sağlanmaktadır.
Arz ederim.
14. – Kocaeli Milletvekili Bekir Yurdagül’ün amme alacaklarına uygulanacak gecikme zammı ile ilgili Bakanlar Kurulu
Kararına ilişkin Başbakandan sorusu ve Maliye Bakanı Lutfullah Kayalar’ın yazılı cevabı (7/437)
Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına
Aşağıdaki sorularımın Başbakan tarafından yazılı olarak cevaplandırılması için gereğini arz ederim.
Saygılarımla. 7.3.1996
Bekir Yurdagül
Kocaeli
1 Şubat 1996 tarih, 22541 sayı ve 96/7798 karar sayılı Resmî Gazetede yayınlanarak yürürlüğe giren, “Yayım tarihinden
itibaren geçerli olmak üzere; vadesinde ödenmeyen Amme Alacaklarına uygulanacak gecikme zammının vadenin bitim tarihinden
itibaren her ay ayrı ayrı % 15 olarak uygulanır” Bakanlar Kurulu Kararına istinaden;
Her ay için ayrı ayrı % 15 uygulanacak gecikme zammı yıllık % 180 olacaktır. Resmî rakamların dahi yıllık enflasyon
oranının % 65 olduğu söylenmesine rağmen, uygulamaya konan bu kararın vatandaşa çok ağır yük getireceği düşünülmemiş midir?
Amme Alacağı niteliği taşıyan Elektrik, Su, Doğalgaz, SSK, Bağ-Kur ve Meslek Odaları aidatları gibi borçların, Gelir,
Kurumlar, Emlak, Çevre temizlik ve Taşıt vergileri gibi dürüstçe ve zamanında verilen beyannamelerle tahakkuk eden, ödeme
güçlüğü nedeniyle de ödenemeyen vergilerin, bir de her ay ayrı ayrı % 15 gecikme zammı uygulanması ile iyice ağırlaştırılarak
vatandaşlarımız perişan edilmemiş midir?
Ağırlaşan bu koşullarla tahsil edilemeyen alacakların, tahsil edilmesi imkânsız hale dönüştürülen, amaç; amme alacaklarının
tahsili ilkesine de ters düşülmemiş midir?
Kayıtdışı ekonominin ve vergi dairelerine hiç uğramayan kazanç sahiplerinin cirit attığı ülkemizde; kazançlarını zamanında
dürüstçe beyan eden, ödeme güçlüğü nedeniyle vergisini zamanında ödeyemeyen vatandaşlarımız bu uygulama ile cezalandırılmak
mı istenmektedir?
Bir önceki hükümet tarafından Bakanlar Kurulu Kararı ile uygulamaya konan, hiç de adil olmayan dürüst, namuslu
vatandaşlarımızı cezalandıran, devletimizi de amme alacaklarını tahsil edemez duruma sokarak zarara uğratan bu uygulamanın,
gecikme, zamlarına uygulanacak faiz oranlarının daha makul bir seviyeye çekilerek devletimizin zararı, vatandaşımızın da
mağduriyetinin giderilmesi için hükümetinizce bir çalışma başlatmayı düşünüyor musunuz? Düşünüyorsanız ne zaman?
T.C.
Maliye Bakanlığı
Gelirler Genel Müdürlüğü 17.4.1996
Sayı : B.07.0.GEL.0.36/3685-1/16231
Konu : Yazılı soru önergesi Sürelidir.
Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına
İlgi : Başbakanlığa hitaben yazılan 18.3.1996 tarih ve A.01.0.GNS.0.10.00.02-7/437-766/1785 sayılı yazınız.
Kocaeli Milletvekili Bekir Yurdagül tarafından Başbakanlığa tevcih edilen ve Bakanlığımca yazılı olarak cevaplandırılması
tensip edilen soru önergesine ilişkin cevabımız aşağıda belirtilmiştir.
Bilindiği üzere, kamu hizmetlerinin en önemli ve sağlıklı finansman aracı vergilerdir. Bu hizmetlerin zamanında yerine
getirilebilmesi ve bütçe hedeflerine ulaşılabilmesi açısından vergilerin süresinde ödenmesi kamu menfaatiyle doğrudan ilgilidir.
Açıktır ki, vergilerin süresinde ödenmeyerek mükelleflerce finansman aracı olarak kullanılması, yukarıda belirtilen ilkeler ve
hedeflerden sapma sonucunu doğuracağından sonuç kamu menfaatine aykırı olacaktır.
Bu itibarla, vergilerin süresinde ödenmesini sağlamaya yönelik olan gecikme zammı müeyyidesinin ödememeyi caydırıcı
oranda olması önem arz etmektedir.
Zira, 1996 yılı Ocak ayında piyasa faiz hadlerindeki yükselme nedeniyle, bazı mükelleflerin vergilerini zamanında ödeme
yerine finans piyasalarında değerlendirmeye yöneldikleri, bunun ise vergi tahsilatında yavaşlamaya yol açtığı gözlemlenmiştir.
Bu hususlar gözönünde bulundurularak 6183 sayılı Amme Alacaklarının Tahsil Usulü Hakkında Kanunun 51 inci maddesinde
düzenlenmiş olan ve ödeme müddeti içinde ödenmeyen kamu alacaklarına vadenin bitim tarihinden itibaren, ödeme tarihine kadar
geçen her ay için ayrı ayrı % 10 oranında uygulanmakta olan gecikme zammı, anılan maddenin Bakanlar Kuruluna verdiği yetkiye
istinaden 9.1.1996 gün ve 96/7798 sayılı karar ile 1 Şubat 1996 tarihinden itibaren uygulanmak üzere % 15 olarak tespit edilmiş
bulunmaktadır.
Bununla birlikte, piyasa faiz hadlerindeki düşme seviyesine göre gecikme zammı oranı tekrar gözden geçirilerek gereği yerine
getirilecektir.
Bilgi edinilmesini arz ederim.
Lutfullah Kayalar
Maliye Bakanı
15. – Kırıkkale Milletvekili Kemal Albayrak’ın, Tarım Kredi Kooperatifi Yönetim Kurulu üyeliklerine yapılan atamalara ve
gübre fiyatlarına ilişkin sorusu ve Tarım ve Köyişleri Bakanı İsmet Attila’nın yazılı cevabı (7/449)
Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına
Aşağıdaki soruların Tarım ve Köyişleri Bakanı tarafından yazılı olarak cevaplandırılması hususunda gereğini arz ederim.
11.3.1996
Kemal Albayrak
Kırıkkale
1. Tarım Kredi Koop. Yön. Kurulu üyeliklerine yapılan atamaların mevzuat gereği yapılmadığı hakkındaki iddiaların
açıklanması,
2. Kayseri çiftçi temsilcisi olarak Yönetim Kurulu Üyeliğine seçilen Mustafa Ulu’nun sendikal faaliyetlerde bulunup
bulunmadığı,
3. 27.11.1995 tarihli 1995/34 Başbakanlık Genelgesi yürürlükte iken, yeni personel alınıp alınmadığı, Alındı ise ilgililer
hakkında ne gibi bir işlem yapıldığı,
4. 1995 ve 1996 ilkbahar dönemlerinde aşağıda belirtilen gübre fiyatları ne kadardı?
% 21 Amonyum sülfat
% 26 Amonyum sülfat
% 33 Amonyum nitrat
% 46 Üre
5. Tarım Kredi Koop. Birliği tarafından piyasa değerinden fazlasına gübre alınıp alınmadığı, alındı ise, kurumu bu şekilde
zarara uğratan kişiler hakkında ne gibi bir işlem yapıldığı.
T.C.
Tarım ve Köyişleri Bakanlığı
Teşkilatlanma ve Destekleme Genel Müdürlüğü
Denetleme Dairesi Başkanlığı 17.4.1996
Sayı : TD.8/1254/1891
Konu : Yazılı soru önergesi
Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına
İlgi : T.B.M.M. Başkanlığı Genel Sekreterliği Kanunlar ve Kararlar Dairesi Başkanlığının 18.3.1996 tarih ve KAN. KAR.
MD. A. 01.0.GNS.0.10.00.02.7/449-799-1920 yazılı yazısı.
Türkiye Tarım Kredi Kooperatifleri Merkez Birliği hakkında; Kırıkkale Milletvekili Kemal Albayrak tarafından verilen ve
bizzat Bakan tarafından cevaplandırılması istenen ilgi yazınızın ekindeki 11.3.1996 tarihli önergede yer alan soruların incelenmesi
sonucu verilen cevaplar aşağıda belirtilmiştir.
1. Tarım Kredi Kooperatifleri ve Birliklerinin işleyişini düzenleyen 1581 Sayılı Kanunun 24.6.1995 gün ve 553 Sayılı Kanun
Hükmünde Kararname ile tadilinden sonra Türkiye Tarım Kredi Kooperatifleri Merkez Birliğinin yönetimi özerkleştirilerek işler,
seçimle işbaşına gelen (9) kişilik Yönetim Kurulu tarafından yürütülmekte, dolayısıyla Bakanlığımızın herhangi bir müdahalesi
söz konusu olmamaktadır. Yapılan incelemelerde; Yönetim Kurulu üyeliklerine yapılan atamaların 1581 ve 3223 Sayılı Kanunlar
ile 553 Sayılı Kanun Hükmünde Kararname hükümlerine uygun olduğu, diğer taraftan üyeliklerine son verilme, çekilme ve herhangi
bir sebeple Yönetim Kurulu üyeliklerinden ayrılanların yerine Yönetim Kurulunca yedekleri çağırılmak suretiyle sözkonusu kurulun
işlerliği sağlanmakta olduğundan bu konuda mevzuata aykırı herhangi bir işlem bulunmadığı tespit edilmiştir.
2. Türkiye Tarım Kredi Kooperatifleri Merkez Birliği ve Bakanlığım Teftiş Kurulu Başkanlığınca yapılan incelemelerde;
Kayseri Çiftçi Temsilcisi olarak Yönetim Kurulu üyeliğine seçilen Mustafa Ulu’nun 2821 sayılı Sendikalar Yasasında belirtilen
sendika organlarının hiçbirisinde görevli olmadığı ve herhangi bir sendikal faaliyette bulunmadığı tespit edildiğinden adı geçen
şahsın Merkez Birliği Yönetim Kurulu üyesi olarak seçilmesine engel bir durum bulunmamaktadır.
3. Yapılan incelemede; özel hukuk tüzelkişiliği Yargıtay tarafından da kabul edilip, personel alımını yasaklayan
Başbakanlığın 1995/26 ve 1995/34 sayılı genelgeleri kapsamı dışında tutulan ve 553 sayılı Kanun Hükmüde Kararname ile idarî
özerkliğe kavuşturulan, kooperatif üyelerinin seçim ile işbaşına gelen ve yönetim kurulu tarafından yönetilen Türkiye Tarım Kredi
kooperatifleri Merkez Birliğinin ilgili mevzuat gereği yönetimi itibarı ile tamamen özerk bir kuruluş haline geldiği ve bu suretle, 1995
yılının Kasım ve Aralık aylarında; Yönetim Kurulu tarafından Kooperatif ve Birliklerden emekli olanların yerine 165 geçici
personelin alınmasına karar verildiği, Genel Müdürlük tarafından ise 1506 kişinin alınması planlandığı, bunun 559’unun geçici
olarak işe alınıp göreve başlatıldığı, diğerlerinin alınmadığı ancak işçi alımları sırasında Kuruluş Personel Yönetmeliği ve ilgili
mevzuat hilafına uygulamaları tespit edilen zamanın Genel Müdürü Nazım Yüksel’in 29.12.1995 tarih ve 517 sayılı Yönetim
Kurulu kararı ile görevinden alınıp yine; 27.2.1996 tarih ve 52 sayılı Yönetim Kurulu kararı ile adı geçen ve sorumlulukları tespit
edilen diğer kurum personeli hakkında soruşturma açılmasına karar verildiğinden ve 553 sayılı Kanun Hükmünde Kararnamenin,
1581 sayılı Kanunun 6 ncı maddesini değiştiren 3 üncü maddesi ve bu kanuna göre çıkarılan Personel Yönetmeliğinin 62/a maddesi
gereğince geçici personel alımı hususunda tespit olunan mevzuat aykırılıklarına ilişkin işlemlerinin soruşturulmasına 27.2.1996
tarih ve 52 sayı ile Türkiye Tarım Kredi Kooperatifleri Merkez Birliği Yönetim Kurulunca karar verildiği tespit edilmiştir.
4. 1995 ve 1996 ilkbahar dönemlerindeki gübre fiyatlarının aşağıda gösterilen şekilde olduğu belirlenmiştir.
1996 Yılı İlkbahar
1995 Yılı İlkbahar 1996 Yılı İlkbahar 15.2.1996-15.3.1996
Dönemi (Vadeli) Dönemi (Vadeli) Arasında Ortağa
Ortağa Satış Ortağa Satış Peşin Satış
Gübre Cinsi Fiyatı TL./KG. Fiyatı TL./KG. Fiyatı TL./KG.
% 21 A. sülfat 6 200 14 250 11 800
% 26 A nitrat 8 200 15 250 13 000
% 33 A. nitrat 8 400 16 250 14 500
% 46 Üre 11 500 23 750 18 000

5. Türkiye Tarım Kredi Kooperatifleri Merkez Birliği tarafından piyasa değerinden fazlasına gübre alınıp kuruluşun zarara
uğratıldığı iddiaları üzerine bakanlığım Teftiş Kurulu Başkanlığınca oluşturulan heyetçe yapılan incelemede; sözkonusu iddialar
ile ilgili olarak herhangi bir kanıt elde edilememiştir.
Diğer taraftan mevcut Yönetim Kurulunun 553 sayılı Kanun Hükmünde Kararnameden sonra ihale, açık eksiltme ve pazarlık ile
tedarik edilen gübrelerin alım usulü, cins ve fiyatlarını gösterir liste ekte sunulmuştur.
Bilgilerinizi arz ederim.
İsmet Attila
Maliye Bakanı
Not : Yazılı soruyla ilgili diğer bilgiler dosyasındadır.

16. – Diyarbakır Milletvekili Sacit Günbey’in, Diyarbakır’daki elektrik kesintilerine ilişkin sorusu Enerji ve Tabiî Kaynaklar
Bakanı Hüsnü Doğan’ın yazılı cevabı (7/467)
Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına
Diyarbakır ilinin enerji ihtiyacını karşılayan enerji nakil hatlarının eksikliği ve şehir şebekesinin yetersizliğinden kaynaklanan
elektrik kesinti ve kısıntıları yoğun bir şekilde yaşanmaktadır. Bu durum ekonomik, sosyal ve psikolojik sıkıntılara neden
olmaktadır.
Bu konu ile ilgili olarak Enerji ve Tabiî Kaynaklar Bakanlığından aşağıdaki soruların yazılı olarak cevaplandırılmasını arz
ederim. 18.3.1996
Prof, Dr. Sacit Günbey
Diyarbakır
1. Konu ile ilgili Enerji Bakanlığının bilgisi var mıdır, varsa elektrik kesintisinin nedenleri nelerdir?
2. Kesintinin ortadan kaldırılması için ne gibi tedbirler alınmaktadır?
3. Ne zaman bu elektrik kesintilerine son verilecektir?
4. Bölgemizden diğer bölge illerine yapılan enerji naklinde meydana gelen hat kayıbı kadar, indirimli elektrik fiyatı Diyarbakır
için uygulanması mümkün müdür?
T.C.
Enerji ve Tabiî Kaynaklar Bakanlığı
Araştırma, Planlama ve Koordinasyon Kurulu
Başkanlığı
Sayı : B.15.0.APK.0.23.300-418/5774 16.4.1996
Konu : Soru önergesi
Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına
İlgi : T.B.M.M. Başkanlığının 27.3.1996 tarih ve A.01.0.GNS.0.10.00.02-7/467-891/2177 sayılı yazısı.
Diyarbakır Milletvekili Sayın Prof. Dr. Sacit Günbey tarafından Bakanlığıma tevcih edilen 7/467-891 esas no.lu yazılı soru
önergesi ile ilgili bilgiler hazırlanarak ekte sunulmuştur.
Bilgilerinize arz ederim.
Hüsnü Doğan
Enerji ve Tabiî Kaynaklar Bakanı
Diyarbakır Milletvekili Sayın Prof. Dr. Sacit Günbey’in Yazılı Soru Önergesi ve cevabı (7/467-891)
Diyarbakır ilinin enerji ihtiyacını karşılayan enerji nakil hatlarının eksikliği ve şehir şebekesinin yetersizliğinden kaynaklanan
elektrik kesinti ve kısıntıları yoğun bir şekilde yaşanmaktadır. Bu durum ekonomik, sosyal ve psikolojik sıkıntılara neden
olmaktadır.
Soru : 1. Konu ile ilgili Enerji Bakanlığının bilgisi var mıdır, varsa elektrik kesintisinin nedenleri nelerdir?
Cevap : 1. Diyarbakır il merkezine kırsal kesimden yoğun göç olmaktadır. Bunun sonucu olarak, artan elektrik ihtiyacını,
şehrin mevcut elektrik şebekesiyle karşılamakta sıkıntıya düşülmektedir. Bu nedenle zaman zaman elektrik kesintisi meydana
gelmektedir.
Soru : 2. Kesintinin ortadan kaldırılması için ne gibi tedbirler alınmaktadır?
Cevap : 2. Mevcut Şebekenin yenilenmesi ile yeni oluşan yerleşim yerlerine elektrik şebekesi yapılması için gerekli projeler
hazırlanmış ve 27.2.1996 tarihinde, bu projelerde öngörülen tesislerin yapımı işi ihale edilmiştir. Buna bağlı olarak da ihale edilen
elektrik şebekesi projelerinin, uzun zaman alabileceği gözönünde bulundurularak, elektrik ihtiyacını karşılayacak acil tesislerin biran
önce yapılması için Diyarbakır Elektrik Dağıtım Müessesesine yetki verilmiştir.
Soru : 3. Ne zaman bu elektrik kesintilerine son verilecektir?
Cevap : 3. Daha önce de belirttiğim gibi, elektrik şebekesinin yetersiz olan bölümleri için gerekli ödenek ayrılarak yükleniciye
ihale edilmiştir. İhale kapsamında yapılacak olan tesisler tamamlandıkça elektrik arazıları ve kesintileri peyderpey azalacaktır.
Soru : 4. Bölgemizden diğer bölge illerine yapılan enerji naklinde meydana gelen hat kayıbı kadar, indirimli elektrik fiyatının
Diyarbakır için uygulanması mümkün müdür?
Cevap : 4. Diyarbakır ilinde ve kalkınmada öncelikli illerdeki abonelerimize, 1990 yılından bu yana, diğer illerdeki abonelere
göre % 15 oranında daha ucuz elektrik verilmektedir.

1996 Malî Yılı Genel Bütçe Kanunu Tasarısının Maddelerine Geçilmesine Verilen Oyların Sonucu :
(Kabul edilmiştir.)
Üye Sayısı : 550
Kullanılan Oy : 444
Kabul Edenler : 232
Reddedenler : 187
Çekinserler : 19
Geçersiz Oylar : 5
Oya Katılmayanlar : 107
Açık Üyelikler : –
Mükerrer Oy : 1
(Kabul Edenler)
ADANA
Uğur Aksöz
İmren Aykut
M. Ali Bilici
İ. Cevher Cevheri
M. Halit Dağlı
Veli Andaç Durak
ADIYAMAN
Mahmut Nedim Bilgiç
Mahmut Bozkurt
AFYON
İsmet Attila
H. İbrahim Özsoy
Yaman Törüner
Nuri Yabuz
AĞRI
Cemil Erhan
Yaşar Eryılmaz
AKSARAY
Nevzat Köse
Sadi Somuncuoğlu
AMASYA
Aslan Ali Hatipoğlu
Ahmet İyimaya
ANKARA
İlhan Aküzüm
Nejat Arseven
Saffet Arıkan Bedük
Cemil Çiçek
Ünal Erkan
Mehmet Gölhan
Agah Oktay Güner
İrfan Köksalan
Mehmet Sağdıç
İlker Tuncay
ANTALYA
Osman Berberoğlu
Hayri Doğan
Emre Günensay
İbrahim Gürdal
Sami Küçükbaşkan
Metin Şahin
ARTVİN
Hasan Ekinci
Süleyman Hatinoğlu
AYDIN
Cengiz Altınkaya
Ali Rıza Gönül
Nahit Menteşe
İsmet Sezgin
Yüksel Yalova
BALIKESER
Abdülbaki Ataç
Ahmet Bilgiç
Safa Giray
Hüsnü Sıvalıoğlu
İlyas Yılmazyıldız
BARTIN
Zeki Çakan
Köksal Toptan
BATMAN
Ataullah Hamidi
Faris Özdemir
BAYBURT
Ülkü Güney
BİLECİK
Bahattin Şeker
BİTLİS
Edip Safder Gaydalı
BOLU
Avni Akyol
Abbas İnceayan
BURDUR
Mustafa Çiloğlu
Yusuf Ekinci
BURSA
Abdülkadir Cenkçiler
İlhan Kesici
Feridun Pehlivan
Turhan Tayan
ÇANAKKALE
Mustafa Cumhur Ersümer
Nevfel Şahin
A. Hamdi Üçpınarlar
ÇANKIRI
Mete Bülgün
Ahmet Uyanık
DENİZLİ
Mehmet Gözlükaya
Hasan Korkmazcan
Haluk Müftüler
DİYARBAKIR
Abdülkadir Aksu
Muzaffer Arslan
M. Salim Ensarioğlu
Sebgetullah Seydaoğlu
EDİRNE
Ümran Akkan
Evren Bulut
ELAZIĞ
Mehmet Ağar
ERZURUM
Zeki Ertugay
Necati Güllülü
İsmail Köse
ESKİŞEHİR
Demir Berberoğlu
GAZİANTEP
Mehmet Batallı
Mustafa R. Taşar
Ünal Yaşar
GİRESUN
Burhan Kara
Yavuz Köymen
Rasim Zaimoğlu
GÜMÜŞHANE
Mahmut Oltan Sungurlu
HAKKÂRİ
Naim Geylani
HATAY
Abdulkadir Akgöl
Levent Mıstıkoğlu
Ali Uyar
Hüseyin Yayla
IĞDIR
Adil Aşırım
Şamil Ayrım
ISPARTA
A. Aykon Doğan
Erkan Mumcu
Halil Yıldız
İÇEL
Fevzi Arıcı
Halil Cin
Ali Er
Turhan Güven
Ayfer Yılmaz
Rüştü Kâzım Yücelen
İSTANBUL
Meral Akşener
Yıldırım Aktuna
Tayyar Altıkulaç
Refik Aras
Ali Coşkun
Tansu Çiller
Hüsnü Doğan
Halit Dumankaya
Hasan Tekin Enerem
Yılmaz Karakoyunlu
M. Cavit Kavak
Hayri Kozakçıoğlu
Emin Kul
Necdet Menzir
Korkut Özal
Ali Talip Özdemir
Yusuf Pamuk
Bülent Tanla
Şadan Tuzcu
Bahattin Yücel
Namık Kemal Zeybek
İZMİR
Veli Aksoy
Işın Çelebi
Hasan Denizkurdu
İ. Kaya Erdem
Atilla Mutman
Metin Öney
Rüşdü Saracoglu
Işılay Saygın
Rıfat Serdaroğlu
Ufuk Söylemez
Süha Tanık
Hakan Tartan
Zerrin Yeniceli
KAHRAMANMARAŞ
Esat Bütün
Ali Doğan
Mehmet Sağlam
KARABÜK
Şinasi Altıner
KARAMAN
Fikret Ünlü
KARS
Y. Selahattin Beyribey
Sabri Güner
KASTAMONU
Murat Başesgioğlu
Nurhan Tekinel
Haluk Yıldız
KAYSERİ
Osman Çilsal
Ayvaz Gökdemir
İbrahim Yılmaz
KIRIKKALE
Hacı Filiz
Recep Mızrak
KIRKLARELİ
A. Sezal Özbek
Cemal Özbilen
KIRŞEHİR
Ömer Demir
KOCAELİ
Bülent Atasayan
İsmail Kalkandelen
Hayrettin Uzun
KONYA
Ahmet Alkan
Necati Çetinkaya
Ali Günaydın
Mehmet Keçeciler
Mehmet Ali Yavuz
KÜTAHYA
İsmail Karakuyu
Mehmet Korkmaz
MALATYA
Miraç Akdoğan
MANİSA
Abdullah Akarsu
Rıza Akçalı
Tevfik Diker
Ayseli Göksoy
Sümer Oral
Ekrem Pakdemirli
Yahya Uslu
MARDİN
Muzaffer Arıkan
Süleyman Çelebi
Mahmut Duyan
Ömer Ertaş
MUĞLA
İrfettin Akar
Lale Aytaman
Mustafa Dedeoğlu
Enis Yalım Erez
MUŞ
Necmettin Dede
Erkan Kemaloğlu
NEVŞEHİR
Abdülkadir Baş
Esat Kıratlıoğlu
NİĞDE
Doğan Baran
Akın Gönen
Ergun Özkan
ORDU
Mustafa Bahri Kibar
Nabi Poyraz
Şükrü Yürür
RİZE
Avni Kabaoğlu
Ahmet Mesut Yılmaz
SAKARYA
Nevzat Ercan
Ertuğrul Eryılmaz
Ersin Taranoğlu
SAMSUN
Cemal Alişan
İrfan Demiralp
Ayhan Gürel
Biltekin Özdemir
Adem Yıldız
SİİRT
Nizamettin Sevgili
SİNOP
Kadir Bozkurt
Yaşar Topçu
SIVAS
Tahsin Irmak
ŞANLIURFA
Necmettin Cevheri
Seyit Eyyüpoğlu
Eyüp Cenap Gülpınar
M. Fevzi Şıhanlıoğlu
ŞIRNAK
Bayar Ökten
Mehmet Tatar
Mehmet Salih Yıldırım
TEKİRDAĞ
Nihan İlgün
Hasan Peker
Enis Sülün
TOKAT
Ali Şevki Erek
Metin Gürdere
TRABZON
Eyüp Aşık
Yusuf Bahadır
Ali Kemal Başaran
UŞAK
Yıldırım Aktürk
Hasan Karakaya
VAN
Mustafa Bayram
Şerif Bedirhanoğlu
Mahmut Yılbaş
YALOVA
Cevdet Aydın
Yaşar Okuyan
YOZGAT
Yusuf Bacanlı
Lütfullah Kayalar
İsmail Durak Ünlü
ZONGULDAK
Veysel Atasoy
Ömer Barutçu
(Reddedenler
ADANA
Cevdet Akçalı
Yakup Budak
Sıtkı Cengil
Erol Çevikçe
İbrahim Ertan Yülek
ADIYAMAN
Ahmet Çelik
Celal Topkan
AFYON
Osman Hazer
AĞRI
M. Sıddık Altay
Celal Esin
AKSARAY
Murtaza Özkanlı
AMASYA
Cemalettin Lafcı
Haydar Oymak
ANKARA
Yılmaz Ateş
Ahmet Bilge
Ali Dinçer
Ömer Ekinci
Eşref Erdem
Şaban Karataş
M. Seyfi Oktay
Önder Sav
Ahmet Tekdal
Rıza Ulucak
Ersönmez Yarbay
ANTALYA
Deniz Baykal
Arif Ahmet Denizolgun
Bekir Kumbul
Yusuf Öztop
ARDAHAN
İsmet Atalay
ARTVİN
Metin Arifağaoğlu
AYDIN
M. Fatih Atay
Muhammet Polat
BALIKESİR
İ. Önder Kırlı
İsmail Özgün
BATMAN
Alaattin Sever Aydın
Musa Okçu
BAYBURT
Suat Pamukçu
BİNGÖL
Kazım Ataoğlu
Hüsamettin Korkutata
Mahmut Sönmez
BİTLİS
Zeki Ergezen
Abdulhaluk Mutlu
BOLU
Feti Görür
Mustafa Yünlüoğlu
BURSA
Mehmet Altan Karapaşaoğlu
Cemal Külahlı
Yahya Şimşek
Ertuğrul Yalçınbayır
ÇANKIRI
İsmail Coşar
ÇORUM
Zülfikâr Gazi
Yasin Hatiboğlu
DENİZLİ
Adnan Keskin
Ramazan Yenidede
DİYARBAKIR
Sacit Günbey
Seyyit Haşim Haşimi
Ömer Vehbi Hatipoğlu
Yakup Hatipoğlu
ELAZIĞ
Ömer Naimi Barım
Hasan Belhan
Ahmet Cemil Tunç
ERZİNCAN
Tevhit Karakaya
Naci Terzi
Mustafa Yıldız
ERZURUM
Lütfü Esengün
Abdulilah Fırat
Ömer Özyılmaz
Aslan Polat
Şinasi Yavuz
ESKİŞEHİR
Hanifi Demirkol
GAZİANTEP
Nurettin Aktaş
Hikmet Çetin
Kahraman Emmioğlu
Mehmet Bedri İncetahtacı
GİRESUN
Turhan Arçelik
GÜMÜŞHANE
Lütfi Doğan
HATAY
Fuat Çay
Süleyman Metin Kalkan
Nihat Matkap
Atila Sav
Mehmet Sılay
ISPARTA
Mustafa Köylü
İÇEL
Oya Araslı
Mehmet Emin Aydınbaş
Saffet Benli
D. Fikri Sağlar
İSTANBUL
Azmi Ateş
Mustafa Baş
Mukadder Başeğmez
Gürcan Dağdaş
Süleyman Arif Emre
Ekrem Erdem
Mehmet Fuat Fırat
Algan Hacaloğlu
Metin Işık
İsmail Kahraman
Hüseyin Kansu
Ahmet Güryüz Ketenci
Göksal Küçükali
Mehmet Moğultay
Ali Oğuz
Mehmet Sevigen
Mehmet Ali Şahin
Osman Yumakoğulları
Bahri Zengin
İZMİR
Ali Rıza Bodur
Sabri Ergül
Aydın Güven Gürkan
Sabri Tekir
İsmail Yılmaz
KAHRAMANMARAŞ
Hasan Dikici
Avni Doğan
Ahmet Dökülmez
Mustafa Kamalak
Ali Şahin
KARABÜK
Hayrettin Dilekcan
KARAMAN
Abdullah özbey
Zeki Ünal
KARS
Zeki Karabayır
KASTAMONU
Fethi Acar
KAYSERİ
Memduh Büyükkılıç
Abdullah Gül
Nurettin Kaldırımcı
Salih Kapusuz
KIRIKKALE
Kemal Albayrak
Mikail Korkmaz
KIRŞEHİR
Cafer Güneş
KİLİS
Mustafa Kemal Ateş
KOCAELİ
Necati Çelik
Şevket Kazan
Osman Pepe
KONYA
Hüseyin Arı
Nezir Büyükcengiz
Veysel Candan
Remzi Çetin
Necmettin Erbakan
Abdullah Gencer
Teoman Rıza Güneri
Hasan Hüseyin Öz
Mustafa Ünaldı
Lütfi Yalman
KÜTAHYA
Ahmet Derin
Metin Perli
MALATYA
Oğuzhan Asiltürk
Yaşar Canbay
Ayhan Fırat
Fikret Karabekmez
M. Recai Kutan
MANİSA
Bülent Arınç
Erdoğan Yetenç
MARDİN
Fehim Adak
Hüseyin Yıldız
MUĞLA
Zeki Çakıroğlu
MUŞ
Nedim İlci
Sabahattin Yıldız
NEVŞEHİR
Mehmet Elkatmış
NİĞDE
Mehmet Salih Katırcıoğlu
ORDU
Mustafa Hasan Öz
RİZE
Şevki Yılmaz
SAKARYA
Nezir Aydın
Cevat Ayhan
SAMSUN
Ahmet Demircan
Latif Öztek
Musa Uzunkaya
SİİRT
Mehmet Emin Aydın
SIVAS
Musa Demirci
Mahmut Işık
Temel Karamollaoğlu
Abdullatif Şener
ŞANLIURFA
İbrahim Halil Çelik
Zülfükar İzol
Ahmet Karavar
Abdülkadir Öncel
TOKAT
Abdullah Arslan
Ahmet Fevzi İnceöz
Bekir Sobacı
Şahin Ulusoy
TRABZON
Kemalettin Göktaş
Şeref Malkoç
İsmail İlhan Sungur
TUNCELİ
Orhan Veli Yıldırım
VAN
Maliki Ejder Arvas
Fethullah Erbaş
Şaban Şevli
YOZGAT
İlyas Arslan
Kazım Arslan
Abdullah Örnek
ZONGULDAK
Necmettin Aydın
(Çekinserler)
ADANA
Mehmet Büyükyılmaz
BALIKESİR
Tamer Kanber
Mustafa Güven Karahan
BARTIN
Cafer Tufan Yazıcıoğlu
HATAY
Ali Günay
İSTANBUL
Ziya Aktaş
Nami Çağan
H. Hüsamettin Özkan
Mehmet Cevdet Selvi
Zekeriya Temizel
İZMİR
Şükrü Sina Gürel
Ahmet Piriştina
KOCAELİ
Halil Çalık
Bekir Yurdagül
MANİSA
Hasan Gülay
Cihan Yazar
ORDU
İhsan Çabuk
SAKARYA
Teoman Akgür
ZONGULDAK
Tahsin Boray Baycık
(Geçersiz Oylar)

BURSA
Hayati Korkmaz
DENİZLİ
M. Kemal Aykurt
ESKİŞEHİR
Mustafa Balcılar
KIRKLARELİ
İrfan Gürpınar
KIRŞEHİR
Mehmet Ali Altın
(Oya Katılmayanlar)
ADANA
İbrahim Yavuz Bildik
Tuncay Karaytuğ
Orhan Kavuncu
Mustafa Küpeli
Arif Sezer
ADIYAMAN
Ahmet Doğan
AFYON
Sait Açba
Kubilay Uygun
AĞRI
M. Ziyattin Tokar
AKSARAY
Mehmet Altınsoy
ANKARA
Hasan Hüseyin Ceylan
Gökhan Çapoğlu
Mehmet Ekici
Halis Uluç Gürkan (Bşk. V.)
Yücel Seçkiner (İ. A.)
Aydın Tümen
Hikmet Uluğbay
ARDAHAN
Saffet Kaya
AYDIN
Sema Pişkinsüt
BİLECİK
Şerif Çim
BİTLİS
Kâmran İnan
BOLU
Necmi Hoşver
Mustafa Karslıoğlu
BURDUR
Kâzım Üstüner
BURSA
Yüksel Aksu
Ali Rahmi Beyreli
Cavit Çağlar
Ali Osman Sönmez
İbrahim Yazıcı
ÇANAKKALE
Hikmet Aydın
Ahmet Küçük
ÇORUM
Bekir Aksoy
Mehmet Aykaç
Hasan Çağlayan
Ali Haydar Şahin
DENİZLİ
Hilmi Develi
DİYARBAKIR
Ferit Bora
Salih Sümer
EDİRNE
Mustafa İlimen
Erdal Kesebir
ELAZIĞ
Cihan Paçacı
ERZİNCAN
Mustafa Kul
ESKİŞEHİR
Necati Albay
İbrahim Yaşar Dedelek (B.)
Mahmut Erdir
GAZİANTEP
Ali Ilıksoy
Mustafa Yılmaz (İ. A.)
GİRESUN
Ergun Özdemir
HAKKÂRİ
Mustafa Zeydan
ISPARTA
Ömer Bilgin
İÇEL
Abdülbaki Gökçel
Mustafa İstemihan Talay
İSTANBUL
Bülent Akarcalı
Sedat Aloğlu
Ahat Andican
Mehmet Aydın
Bülent Ecevit
Cefi Jozef Kamhi
Ercan Karakaş
Osman Kılıç
Mehmet Tahir Köse
Aydın Menderes
Yusuf Namoğlu
Altan Öymen
Ahmet Tan
Güneş Taner
Erdoğan Toprak
Ali Topuz
İZMİR
Turhan Arınç
Gencay Gürün
Birgen Keleş
Mehmet Köstepen
KARABÜK
Erol Karan
KARS
Çetin Bilgir
KASTAMONU
Hadi Dilekçi
KAYSERİ
İsmail Cem
Recep Kırış
KIRKLARELİ
Necdet Tekin
KİLİS
Doğan Güreş
KOCAELİ
Onur Kumbaracıbaşı
KONYA
Abdullah Turan Bilge
KÜTAHYA
Mustafa Kalemli (Başkan)
Emin Karaa
MALATYA
Metin Emiroğlu
MUĞLA
Fikret Uzunhasan
ORDU
Hüseyin Olgun Akın
Müjdat Koç
Refaiddin Şahin
RİZE
Ahmet Kabil
SAKARYA
Ahmet Neidim
SAMSUN
Yalçın Gürtan
Murat Karayalçın
Nafiz Kurt
SİİRT
Ahmet Nurettin Aydın
SİNOP
Metin Bostancıoğlu
SIVAS
Nevzat Yanmaz
Muhsin Yazıcıoğlu
ŞANLIURFA
Sedat Edip Bucak
TEKİRDAĞ
Fevzi Aytekin
Bayram Fırat Dayanıklı
TOKAT
Hanefi Çelik
TRABZON
İbrahim Çebi
Hikmet Sami Türk
TUNCELİ
Kamer Genç (Bşk. V.)
UŞAK
Mehmet Yaşar Ünal
ZONGULDAK
Hasan Gemici
Mümtaz Soysal
(Mükerrer)
AĞRI
Cemil Erhan

Türkiye Büyük Millet Meclisi Resmi internet Sitesi
© 2009 T.B.M.M.