TÜRKİYE İLE İLGİLİ DENETİM KOMİSYONU RAPORLARI

Dök. 9120

13 Haziran 2001

 

 

 

TÜRKİYE’NİN TAAHHÜT VE YÜKÜMLÜLÜKLERİNİ YERİNE GETİRMESİ

 

 

Rapor

Denetim Komisyonu

Eş-Raportörler: Andras Barsony  (Macar, Sosyalist Grup), Benno Zierer (Alman, Avrupa Halk Partisi Grubu / Hristiyan Demokratlar

 

Özet

 

Eş-raportörler Ulusal Programı memnuniyetle karşılarlar ancak bir Avrupa Konseyi üyesi olarak Türkiye’nin yükümlülükleri ile ilgili bölümlerin iyi niyetli hedefler olarak temkinli bir dille kaleme alınmış olduğunu, uzun ve esnek uygulama süreleri verilmiş olduğuna dikkat çekerler.

 

Asamble’nin ölüm cezasının kaldırılmasına yönelik talebini hatırlatır ve Türkiye’yi Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nin 6 No’lu Protokolünü imzalamaya ve kabul etmeye davet ederler.

 

Halen devam etmekte olan cezaevi reformunun birçok cana mal olmasından üzüntü duyarlar ve Türk yetkilileri İşkenceyi Önleme Komitesi’nin tüm tavsiyelerine uymaları yönünde teşvik ederler.

 

Türkiye’nin yükümlülüklerinin bir kısmını yerine getirirken bir kısmı için halen ilerleme kaydedilmesi gerektiğini belirtir ve Türkiye ile ilgili denetim sürecinin devam etmesini tavsiye ederler.

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

İÇİNDEKİLER

 

 

A.    GİRİŞ

i.26-30 Mart 2000 ziyareti

ii. 23-26 Mayıs 2001 ziyareti

iii. Türkiye’nin ulusal programı

 

B.    ÖNCELİKLİ   KONULAR

i.   Terörle Mücadelede insan haklarına saygı

Genel

Ölüm Cezası

İfade Özgürlüğü

ii. İfade  özgürlüğü : Türk Ceza Yasasının 312. Maddesi  ve Terörle Mücadele      Yasasının 8. Maddesi

          iii.  Eski DEP  milletvekillerinin devam eden mahkumiyeti

iv. Polis nezaretinde koşullar

v. İşkence, insanlık dışı ya da küçültücü muamele  veya cezalandırma  şekilleri 

 

C.          C.             C.             YENİ GELİŞMELER      

Mevzuat

Anayasa

Cezaevi reformları

Dini Azınlıklar               

 

D.        KÜRT ASILLI TÜRK VATANDAŞLARININ HAKLARINA SAYGI

 

E.        SONUÇ

I. Öncelikli Konular

II. Yeni Gelişmeler

III. Kürt Kökenli Türk vatandaşlarının haklarına saygı

IV. AB mevzuatına uyum için ulusal program

          

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

  A.      GİRİŞ

 

1.         Rapor eş-raportörler Barsony ve Zierer'in 26-30 Mart 2000 tarihlerinde  Türkiye'ye  gerçekleştirdikleri ziyaretlerini kapsamaktadır. Türk Delegasyonu tarafından yapılan yorumlar ve 23-26 Mayıs 2001 tarihli ziyaret ışığında yeniden düzenlenmiştir.

 

2.        Eş-raportörler, raporlarını,  o zamanki eş-raportörler olan Barsony ve Schwimmer'in  1998 Eylül ayındaki  ziyaretleri ertesinde kaleme aldıkları ve 1999  Ocak tarihli Genel Kurul toplantısında  müzakere edilmiş olan  bilgilendirme raporunda ifadesini bulan izlenimler  doğrultusunda kaleme almışlardır.

 

3. 1999 tarihli raporda eş-raportörler sonuç olarak Türkiye’nin çok partili sistemi, özgür seçimleri ve faal ve bağımsız yasama organı ile işleyen bir demokrasiye sahip olduğunu, bu demokrasinin askerler iktidarda iken 1982 yılında yapılan halk oylaması ile onanmış bazı Kemalist ilkelerin tesiri altında  kaleme alınmış bir Anayasaya   dayandığını  ifade etmişlerdir.

 

4.        1999  Raporu, bunun yanı sıra,  Türkiye'nin diğer üye devletlerden farklı olduğunu, o derece farklı ki  bazı çevrelerin  modern  Cumhuriyetin 1923 deki  kuruluşundan ileri gelen  gelenek ve ayrıcalıklara hala bağlı  kaldığını da belirtmiştir. Asker ve polisin nüfuzu ile  savcıların çok geniş yetkileri örnek olarak verilmiştir.      

 

5.        Eş-raportörler, 1999  tarihli raporlarında,  Türk ulusunun gururunu ve bunun sonucu olan kuvvetli milliyetçi ve yurtsever duyguları  Türkiye'nin ikinci bir özelliği olarak  söylemişler ve  bunun sonucu olarak  Türk Devletinin egemenlik ve bütünlüğünün  fert hak ve özgürlüklerine kayıtsız şartsız saygıdan önce geldiğine  işaret etmişlerdir.

 

 

  i. 26-30 Mart 2000 tarihli ziyaret

 

6.        2000  Mart ziyaretleri sırasında eş-raportörler bu zihniyetin  evrime uğramakta olduğunu görmüşlerdir.  Onlar  memnuniyet verici buldukları bu evrime bazı faktörlerin katkısı olduğu inancındadırlar.

 

7.        Bunların birincisi ve en önde geleni  Uluç Gürkan'ın başkanlığındaki  yeni Avrupa Konseyi Parlamenter Meclisi (AKPM)  Türk Delegasyonu Üyelerinin kendilerine  gösterdikleri  anlayıştır.  2000 Mart ziyaretleri sırasında,  geleneksel Türk konukseverliğine ve dostluğuna ilaveten, bir çok nazik konuda kendilerinden esirgenmeyen dürüst ve açık diyalogu  takdir etmişlerdir.

 

8.        Eş-raportörler 2000 Mart ziyareti sırasında, PKK lideri Öcalan'ın  yakalanması ve yargılanmasının,  bunun ertesinde  PKK’ nın ateşkes ilan  etmesi (ki büyük ölçüde riayet edilmektedir) ve  Güney Doğu' dan silahlı gruplarını çekmesinin  önemli psikolojik etkiler yarattığı izlenimini edinmişlerdir. Bu ateşkes  kolayca bozulabilir,  bölgedeki OHAL  hala sürdürülüyor ve Türk Silahlı  Kuvvetleri  orada hala  operasyonlar yapıyor da olsa,   -bölgedeki ara sıra bazı güvenlik operasyonları hariç) Türk topraklarında artık  dramatik  sonuçlar  yaratan  sıcak silahlı çatışmalar yoktur.  15 yıl devam eden silahlı eylemlerin  ardından nihayet devlet otoritesinin üstün çıkmasını, dökülen kanların ve tahribatın durduğunu görmekten ve en nihayet dikkati tekrar tüm ülkenin sosyal ve ekonomik sorunlarına  çevirebilmekten ileri gelen bir rahatlama ve memnuniyet hissi  mevcut gibidir.

 

9.        Türk makamlarının PKK'yı    "terör örgütü" ,  PKK  üyelerini  "terörist",   PKK’ nın siddet eylemlerini de   "terör eylemleri" olarak nitelediklerini belirtmek gerekir.   Onlar   bu nitelemelerin,  özellikle,  Avrupa İnsan Hakları Mahkemesinin (AİHM)Türkiye'ye karşı ZANA davasında  (69/1996/688/880) verdiği hükümle "haklı nitelemeler olduğunun" saptanmış bulunduğunu  ileri sürüyorlar.

 

10.       Eş-raportörler, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesinin, 1997 Kasım ayında, Zana davası ile ilgili kararında (x57 ve 58)[1]   PKK'ya hakikaten bir "terörist örgüt" olarak atıfta bulunmuş olduğunun farkındadır. Daha sonraki kararlarında ( örneğin 9 Kasım 1998 İnçal, 8 Temmuz 1999 Sürek ve Özdemir, 8 Temmuz 1999 Gerger) Mahkeme bu tür nitelemeleri kullanmamış ve PKK’yı ‘yasadışı örgüt’ olarak tanımlamıştır. Parlamenter Asamble tarafından bu konuda resmi bir tavır takınılmamış olduğu cihetle, eş-raportörler raporlarında AİHM’nin  uygulamasını takip edeceklerdir.

 

11.       Geçen Ocak ayında  depremlerle sarsılan Türk halkına  uluslararası camianın  gösterdiği   içten dayanışma, Avrupa'nın başka yerlerinde Türkiye’ye karşı dile getirilen eleştirilerin Türkiye'de daha çok  anlayış bulmasını sağladığı söylenebilir.  Gerçekten de Avrupa kamuoyunda yıllarca  Türkiye'de insan haklarının ihlal edildiğine ve sivillerin silahlı eylemlerden zarar gördüğüne dair eleştirilere maruz kalmış olan  Türkler, bu eleştirilere rağmen,  özellikle zor zamanlarında diğer Avrupalıların yine de Türklere değer verdiğini fark etmişlerdir.

 

12.       Bu yönden bakıldığında, Türkiye ile Yunanistan arasındaki ilişkilerin duygusal iyileşmesi  de,  bunun bir dışavurumu  gibi  görülebilir.  On yıllarca süren karşılıklı itimatsızlık ve kuşku   döneminden sonra, her iki hükümet, özellikle bu hükümetlerin dışişleri bakanları,   daha önceleri  hiç benzeri görülmemiş bir tür yakınlaşma yakalamışlardır. İlişkilerdeki bu yoğunluk 2000  Mart ayında  dokuz anlaşmanın imzalanmasına zemin hazırlamıştır.

 

13.       Helsinki  Zirvesi'nden geçen Aralık ayında  çıkan  Türkiye'nin Avrupa Birliği’ne adaylık için meşru beklentisini  haklı bulan  karar  Türkiye'de  şüphesiz  ileri atılmış çok önemli bir adım olarak  görülmüştür.

 

 

14.        Türkiye seçimini Birliğe katılım yönünde kullanması ile Avrupa'daki köklerini seçmiştir.   Jeo - politik  bağlamda bu karar istisnai önemi olan bir karardır.

 

15.       Ama bu seçim  yurt içinde bile, zihniyette derin bir değişikliğe neden olmaya başladı:  Türkler Avrupa  Birliği'ne üyeliğin bedava gerçekleşmeyeceğini, bağımsızlık ve egemenlikten büyük bir parçayı Avrupa'ya teslim etmeğe mecbur kalacaklarını  görüyorlar. Buna hazırlar çünkü AB ne kabul edilmenin devlet olarak Türkiye'nin lehine olduğunun  farkındalar;  bu aynı zamanda  Türkiyesiz bir Avrupa'nın bütün olamayacağının da  teslim edilmesidir.

 

16.   Eş-raportörler Avrupa Konseyi'nin bu zihniyet değişikliğinden fayda  göreceğine  kanidirler. Çünkü ne de olsa AB  Kopenhag Kriterleri[2]    Avrupa Konseyi Statüsü'ndeki temel yükümlülüklere paraleldir ve bu kriterlere uygun hareket edilmekle  Statünün gerekleri yerine getirilmiş olur.

 

17.       İşte bu kabule yatkınlık ve iyi niyet havası , eş-raportörlerin  yalnız  Türk Delegasyonu ile değil   Hükümet, idare ve yargı çevrelerinden kişilerle yaptıkları toplantıların da çoğuna hakim olmuştur. Evrim gösteren bu zihniyet Türk toplumunun tüm kademelerine yayılacak olursa,  eş-raportörler Türkiye'nin yakında AK ne üye bir devlet olarak yükümlülüklerini tamamen yerine gerilebileceğine ve özellikle iki ana  sorunu   yani insan haklarına saygı   ve  Kürt asıllı Türk vatandaşlarının durumu  çözebilecek bir konumda olacağına inanmaktadırlar.

 

18.       Geleceğe dönük bu iyimser yaklaşım içinde dahi, eş-raportörler, Türkiye'nin yükümlülüklerini yerine getirmesi hususunda bazı konulara dikkat çekmek isterler.  Bu meseleler ki o zamanki eş-raportörlerin 18 Haziran 1997 tarihli Raporlarında (AS/Mon (1997) 16) tespit ettikleri ile örtüşen ve Türk Delegasyonu tarafından kabul edilen bu konulara aşağıda değinilecektir.

 

  ii. 23-26 Mayıs 2001 tarihlerinde gerçekleştirilen ziyaret

 

19.       Mayıs 2001’de eş-raportörler Türk makamlarının AB kriterlerine uyum ve Avrupa Konseyi üyesi olarak yükümlülük ve taahhütlerini yerine getirme hususlarında aynı kararlılığı görmüşlerdir. Ancak, koşullar Mart 2000’den farklıydı.

 

20.       Öncelikle, Türkiye çok ciddi bir ekonomik kriz yaşamış, bunun ekonomik ve sosyal sonuçları da olmuştu. Hızla artan enflasyon ve dış borç koşullarını yerine getirebilmek için Türk Hükümeti ve Parlamento bankacılık sektörü de dahil olmak üzere ekonomik ve mali bir takım düzenlemeler yapmak zorunda kalmıştır. Bu kriz sadece Türkiye’nin uluslararası yükümlülüklerinden uzaklaştırmamış  aynı zamanda da yasal alanda yükü arttırmıştır.

 

21.       İkinci olarak, 8 Mart 2001 tarihinde AB’nin 8 Mart 2001 tarihinde Katılım Ortaklığı’nı kabul etmesinin ardından katılımcı ülkenin AB üyeliğine nasıl hazırlanacağını içeren bir program hazırlaması istenmişti. Hassas bir koalisyon ve benzeri görülmemiş bir ekonomik kriz yaşamış Türk Hükümetinin 19 mart 2001 tarihli Ulusal Programı eş raportörlerin takdirini kazanmıştır. Programın bazı bölümleri Türk makamlarının Türkiye’nin yükümlülük ve taahhütlerini yerine getirmeleri yönünde bir aksiyon planı olarak sunulmuştur.

 

  iii. Türkiye’nin Ulusal Programı

 

22.       Türkiye’nin yükümlülük ve taahhütlerini yerine getirmesi ile ilgili olarak Türk makamları özellikle Ulusal Programın Giriş bölümü ile Siyasi Kriter bölümüne dikkat çekmek istiyorlar.

 

23.       Bu bölümler genel olarak eş-raportörlerin raporda kapsadığı hususları kapsamakta ve yükümlülük ve taahhütler konusunda uzun bir liste oluşturmaktadır. Koalisyon hükümetinde uzlaşma gerekliliği metni hazırlayanları tüm taraflarca kabul edilebilecek bir metin hazırlamaya itmiş ve sonuç olarak hükümetin yapması gereken şeyler niyet olarak belirtilmiştir. (“Türk Hükümeti planlamakta....”), aynı zamanda bu planların uygulanması için belirlenen süreç kesin değildir (kısa vadede, orta vadede).

 

24.       Yine de eş-raportörler bu programın kabul edilmesini ileriye dönük önemli bir adım olarak kabul etmektedir. Türk toplumunun reform konusundaki kararlılığını yansıtmakta ve Türk Anayasasının 51 maddesinin değiştirilmesine yönelik siyasi güçlerin genel uzlaşmasını teyit etmektedir.

 

25.       25 Mayıs 2001 tarihli açıklamasında Başbakan Yardımcısı Mesut Yılmaz hükümetin bir yılı kısa vade olarak kabul ettiğini, Anayasada öncelikli olarak değiştirilmesi gereken 8 madde bulunduğunu ve bunun Haziran 2001’den önce gerçekleştirilmesinin planlandığını söylemiştir.

 

B.        ÖNCELİKLİ KONULAR

 

  i. Terörle mücadelede insan haklarına saygı

 

Genel

 

26.       Türkiye’de insan hakları konusundaki  en önemli problemlerden birisi Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesini imzalamış olmasına rağmen Türk devletinin özellikle ifade özgürlüğü ve işkencenin yasaklanması gibi belli başlı hükümleri uygulayamamış olmasıdır. 1995-1999 arasında AK İnsan Hakları Genel Müdürlüğü istatistiklerine göre Mahkeme, Türkiye’nin Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesini 41 kez ihlal ettiğini tespit etmiştir ve ihlal tespit ettiği bazı davalar halen Mahkemededir. Ayrıca Bakanlar komitesi de Türkiye’nin Sözleşmeyi ihlal etmiş olduğuna dair 6 karar almış ve 5 konuyu incelemektedir.

 

27.       AİHS’nin uygulanmasındaki ikinci bir güçlük de Türkiye'nin mahkeme kararlarından bazılarını  infaz etmemesidir.[3]  Bu çerçevede Louzidou kararına atıf yapılmaktadır. Bakanlar Komitesi  AİHM’nin  iki hükmünü ele almaktadır: bunlardan birisi davanın esası ve sözleşmenin sürekli olarak ihlalini diğeri ise başvuru sahibine verilecek tazminatı içermektedir. İkinci kararın yerine getirilmesi bakımından, eş-raportörler Bakanlar Komitesi’nin  “ Sözleşmeye taraf olan ve Avrupa Konseyi üyesi olan Türkiye’nin Mahkemenin kararını uygulamayı reddetmesi uluslar arası yükümlülükleri ile bağdaşmamaktadır “ ifadesinin yer aldığı DH (2000) sayılı ara kararını hatırlatırlar. Başvuru sahibine  adil ödeme yapmayı ertelemeye dair Türkiye’nin ortaya koyduğu argumanlar hakkında bir tartışma başlatmak arzusu taşımaksızın, eş - raportörler meselenin hukuki yönlerinin yanı sıra Mahkeme hükümlerinin yerine getirilmemesinin AİHS’nin tüm sistemini tehlikeye atmakta olduğu bu hali ile son derece önemli siyasi bir sorun oluşturduğu yönünde kaygı duymaktadırlar. Sosyalist Parti, Birleşik Kominist Partisi ve Özdep Partisi davaları halen Bakanlar Komitesi’nin gündemindedir. Özellikle OHAL bölgesinde güvenlik güçleri tarafından insan hakları ihlallerinin devam ettiğine değinen Bakanlar Komitesi’nin DH (99) sayılı  ara kararına da atıfta bulunmak isterler

 

28.       Eş-raportörler, Güney-Doğudaki durum ile Türkiye’de insan haklarına atfedilen farklı öncelik kavramı arasında bir ilişki görmektedirler. En sık görülen AİHS ihlâlleri tam saygı gösterilmesi devletin çıkarları ile bağdaşmaz addedilen haklara taalluk etmektedir. İşkence olaylarının, esas itibariyle, terör eylemlerinden ya da bölücülükle suçlanan kişilerin[4] tutukluluğu sırasında meydanına  geldiği iddia edilmektedir İfade özgürlüğü ve medya haklarının özellikle Kürt etnik grup ve onların özlemleri söz konusu olduğunda kısıtlandığı izlenimi vardır. Kürt asıllı Türk vatandaşlarının da, diğer tüm Türk vatandaşları gibi, Anayasa’nın güvenceye aldığı eşit haklardan yararlandığı; Türkiye’nin siyasi, sosyal, ekonomik hayatına faal bir şekilde katıldıkları doğrudur, eş-raportörler bunu tartışma konusu yapmak istememektedirler, ancak bu hakları kullanırken Kürt asıllı Türk vatandaşlarının diğer vatandaşlardan daha çok kısıtlandığına ve dernek kurma özgürlüğünün de  Kürt asıllı Türk vatandaşlarının haklarına daha çok saygıdan yana olan bazı siyasal görüşler açısından kısıtlı olduğuna inanmaktadırlar. (Bakınız : paragraflar 132-167)

29.       Güney-Doğu’da gerilimin azalması, bu nedenle, PKK’yı desteklediği ya da PKK’ya sempati duyduğu sanılan kişilerin daha az kovuşturulmasına ve bunun sonucu olarak insan hakları ve temel özgürlüklerin daha az ihlâl edilmesine yol açmıştır. Ancak, Türkiye’nin AB’ne üyeliği için  koşullar da insan hakları sicilinin iyileştirilmesi gerektiği yönündeki bilinci arttırmıştır.

 

30.       1998 Eylül ayında, İnsan Hakları Yüksek Koordinasyon Kurulu’nun, yeniden yapılanmanın arttırılması, eğitim ve öğretimin iyileştirmesi, yeni yasalar çıkarılması ya da yasalarda değişikliklere gidilmesini önermiş olması o zamanki eş-raportörleri hayli etkilemişti; ancak Parlamento’nun koalisyon hükümetinin yeterli sayıyı elde edememiş olması nedeniyle bu önerileri görüşmeye bile başlayamamış olmasını üzüntü ile karşılamışlardır.

 

31.       Mayıs 2001’de Başbakanlığa bağlı olarak yeni bir İnsan Hakları kurulu oluşturulması memnuniyetle karşılanmıştır.

 

32.       23 Ekim 2000 tarihli yorumlarında Türk makamları eş-raportörlere uluslar arası standartlara ve Türkiye’deki mevcut koşullara uygun bir “Ombudsman” müssesesi ile ilgili taslak yasanın hazırlandığını ve kısa süre içinde Parlamento’ya sevk edileceğini belirtmişlerdi. Bu kurumun görevi kamu kuruluşları tarafından hakları ihlal edilen bireylerin korunması idi. 23 Mayıs 2001 tarihinde Daimi komisyon toplantısı esnasında Adalet Bakanı bu yasa tasarısının Parlamento’ya sevk edildiğini söylemişti.

 

33.       Birleşmiş Milletler’in İnsan Hakları Eğitiminde On Yıl   girişimi münasebetiyle Mart 2000’de bir ulusal komisyon kurulmasını eş-raportörler memnuniyetle karşılamışlardır. Bu komisyon, 1998 Haziran ayında çıkarılan bir yönetmelik uyarınca kurulmuş olup insan hakları eğitimine yeni bir biçim verecek ve bu eğitimi geliştirecektir. Komisyon bir Ulasal program hazırlamış olup 1999 Temmuz ayında yayımlanmıştır.Hükümet İçişleri Bakanlığı’na bağlı bir İnsan Hakları Eğitim Projesini hayata geçirmeyi ve hakim ile savcıların eğitimi için daha fazla olanak yaratmayı planlamıştır.

 

34.       Son olarak, eş-raportörler 18 Nisan 2001 tarihinde Türkiye’nin, hiç kimsenin hiçbir şekilde bir resmi kurum tarafından ayrımcılığa uğrayamayacağı hükmünü getiren Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nin 12 No’lu Protokolü’nü imzalamış olmasını memnuniyetle karşılamışlardır.

 

35.       Bu gelişmeler, Türkiye’nin AK’ ne üye bir ülke olarak değişime uğrayacağına dair eş - raportörlere umut vermektedir. Uluslararası toplumun güney-doğudaki duruma yönelik istekleri Türkiye tarafından daha çok anlayışla karşılanabilirse, böyle bir zihniyet değişimi, kendiliğinden insan hakları ve temel özgürlükler açısından daha fazla saygı doğuracaktır.

 

36.       95-107. paragraflarda görüleceği üzere yapılması gerekli yasal iyileştirilmelerde önemli yol kat edilmiştir. Avrupa Konseyi şartlarında bireysel özgürlüklerin tam olarak saygı görmesinin Türkiye’nin bağımsızlığı ve toprak bütünlüğünü riske atmayacağı yönünde bilincin gelişmesi ile bu yasalar daha titizlikle uygulanacaktır.

 

Ölüm Cezası

 

37.       1984’den beri idam cezaları infaz edilmemiş olsa bile Türkiye, yine de İnsan Hakları ve Temel Özgürlüklerin Korunması Sözleşmesi’ne Ek “ölüm cezasının kaldırılmasına dair” 6 Numaralı Protokolü henüz imzalamamıştır. Türk makamları Parlamento’daki siyasi parti gruplarının ölüm cezasını ağırlaştırılmış ömür boyu hapse çevirmek için girimlerde bulunduklarını beyan etmişlerdir. Adalet Bakanlığı tarafından hazırlanan yeni Ceza Yasası da ölüm cezasını kaldırmaktadır.

 

38.       Mart 2001 tarihli ulusal programda Türk ceza yasasında ölüm cezasının kaldırılması, yapısı ve çerçevesinin orta vadede TBMM tarafından ele alınacağını teyit etmektedir. Bu girişimlerin sonucu ne olursa olsun eş-raportörler Türkiye’nin ölüm cezasının kaldırılmasına ilişkin 6 No’lu Protokolü imzalaması yönündeki yükümlülüğünü hatırlatmak isterler.  

 

39.       Öcalan’ın idam cezası ile ilgili olarak eş - raportörler , 1995 Haziran[5] ve 1999 Eylül [6]aylarında Büro’nun Ad-Hoc Komitesi’nin raporlarına atıfta bulunmak isterler.

 

40.       Eş-raportörler, 30 Kasım 1999’da AİHM’nin, başvuru sahibinin şikayetlerinin Sözleşmeye göre kabul edilebilir olup olmadığını ve içeriğine yönelik incelemesini tamamlayabilmek üzere  Türkiye’den, Abdullah Öcalan’ın infazını ertelemesini  rica etmiş olduğunu hatırlatır.  Hükümet’in A. Öcalan dosyasını, Meclis’e, yasal sürecin Anayasa’ya ve Türkiye’nin uluslararası yükümlülüklerine uygun olarak tamamlanmasından sonra sevk edeceğine dair Ocak 2000’de aldığı kararı memnuniyetle karşılar.

 

41.       Eş - raportörler , bu kararın ölüm cezasının kaldırılması yönünde bir adım daha olmasını ümit ederler.

 

Dernek Kurma Özgürlüğü

 

42.       Kendileri ile düzenli bir şekilde istişarede bulunulmasa da, toplumda yerini bulan ve Türk siyasal yaşamına gittikçe daha etkin bir biçimde katılan sivil toplum kuruluşlarının oynadığı rolün önemini vurgulamak isterler. Vakıflar, dernekler ve hatta sendikalar, Anayasa çerçevesinde, fikirlerini, görüşlerini dile getirmekte ve böylece kamuoyunu etkilemektedirler. Bazı yetkililer, sivil toplum kuruluşlarının halka hizmet yerine siyasal amaçlar peşinde koşmalarını hoş karşılamamaktadır.

 

43.       Başbakan, 1999 Ağustos ayında, memurların sendikalaşma özgürlüğü konusunda bir genelge yayınlamıştır. Genelgeye göre, gerekli yasal düzenlemeler yapılıncaya kadar, resmi makamlar memurların derneklere ve dernek federasyonlarına üye olmalarına müsaade edecekler ve onların bu yöndeki faaliyetlerini kolaylaştıracaktır. Eş-raportörler, Türk makamlarının bu süreci olabildiğince erken tamamlamalarını teşvik etmek istemektedirler.

 

44.       Öte yandan, insan hakları örgüt temsilcileri, eş–raportörlere, ortamın düzelmekte olmasına rağmen,  adli ve siyasi baskı altında çalışmak zorunda olduklarını söylemişlerdir. İnsan Hakları Derneği Yönetim Kurulu’nun iki üyesi İzmir’de yakalanmış; Malatya’daki şube kapatılmış ve üç yıldır kapalı olan Diyarbakır Şubesi ise henüz geçenlerde tekrar açılmıştır.

 

45.       Mart 2000’de eş-raportörlere Diyarbakır’da İnsan Hakları Vakfı ve Baronun ve 30 avukatın telefonlarının, 1999 tarihli Örgütlü Suçla Mücadele Yasası çerçevesinde dinlendiği ifade edilmiştir. Resmi makamlar bunun temelsiz ve rivayetten ibaret olduğunu belirtmişlerdir.

 

46.       AFP’e (Agence France Press) göre İnsan Hakları Vakfı, vakfon üyesi olan ya da vakfa bazı çalışan bazı tıp doktorlarının soruşturmaya tabi tutulduğundan yakınmıştır. Dr. Veli Lok onlardan birisidir. Toplantı ve Gösteri Yasasına muhalefet ettikleri gerekçesi ile haklarında dava açılan iki doktoru savunan iki makali yayınlamıştır. Haklarında dava açılan iki doktora isnat edilen suçlama , hapishanede meydana gelen bir ayaklanmada ölen mahkumun cenaze törenine katılmış olmaktır. İzmir mahkemesi de, PKK üyesi olduğu iddia edilen iki kadına, 1995 ve 1996’da tıbbi yardımda bulunmaktan hakkında dava açılan ve işkence gördüğü iddia edilen Dr. Zeki UZUN’un davasına bakmaktadır.[7]

 

47.       Dernekler Yasası’nın 4. Maddesi uyarınca, TCK 312’den  mahkum olmuş bulunan Akın Birdal, Türkiye İnsan Hakları Derneği başkanlığından ve hatta üyeliğinden istifaya zorlanmıştır (Aşağıda Paragraf 60)

 

48.       Ulusal Programa göre, Türk hükümeti kısa vadede sivil toplum örgütleri ve ekonomik ve sosyal demokrasi kurumları için anayasal garantileri geliştirmeyi planlamaktadır.

 

49.       Mayıs 2001’de hem İnsan Hakları Derneği hem de İnsan Hakları Vakfı kendi faaliyetleri açısından maalesef ulusal programın somut öneriler getirmediğini ifade etmişler ve durumun değişmediği ve birçok sivil toplum kuruluşu, baro ve tıp kuruluşları aleyhinde Türk mahkemelerinde davaların devam ettiği yönünde şikayetlerini dile getirmişlerdir.

 

50.       Yukarıda anılan olaylar, Türkiye’de dernek kurma özgürlüğünün genel olarak eskiye göre, daha az tehdit altında olduğunu gösterse de bu özgürlüğe muhtemelen OHAL yüzünden özellikle güney –doğuda tam olarak saygı gösterilmediği anlaşılmaktadır.

 

ii. İfade özgürlüğü : TCK Madde 312 ve Terörle Mücadele Yasası  Madde 8

 

51.       İfade özgürlüğü demokrasinin ön koşullarından biri olup, AİHS’nin 10. Maddesi de bunu böylece teyit etmektedir.  Bu özgürlükten yararlanılması, kanun ile  çerçevesi sarahaten çizilmek koşuluyla sınırlanabilir; nitekim bir çok AK’ne üye ülke sınırlamıştır. Türkiye’nin TMY’nın 8. Maddesine yönelik eleştiri : fikir suçlarına yaptırım getirmesi ama fikir suçlarının ne olduğunu yetirince tarif etmemesidir. Bu hal, devletin bireylerin yalnız ifade özgürlüğü hakkını ihlâl ederek değil, onların düşünce, vicdan özgürlüğü haklarını ve barış içinde bir araya gelme ve dernek kurma özgürlüğü haklarını da ihlâl ederek fikir suçu iddiası ile keyfi davranmasına kapı açmaktadır. (Bu özgürlükler AIHS’nin 9, 10, 11 Maddelerinde düzenlenmiştir.)

 

52.       Eş-raportörler, 1999 Ağustos ayında çıkan basın ve yayın yoluyla işlenen suçların yargılanmasını ve bu tür suçlar için verilmiş mahkumiyetlerin ertelenmesine dair yasayı memnuniyetle karşılar.

 

53.       Başka bir husus : TCK 13. Maddesi’nde konuşma özgürlüğü ancak, Avrupa standartları ile bağdaştığı sürece kısıtlanabilir denmektedir.

 

54.       TCK’nun 312. Maddesi, “ırk ve din ayrımı yaparak kin ve nefret uyandırma suçlarına” 3 yıla kadar hapis ve ömür boyu kamu hizmetlerinden mahrumiyet cezası öngörmektedir. Eski başbakan ve Refah Partisi’nin eski başkanı Necmettin Erbakan,  6 sene önce yaptığı bir konuşmadan ötürü 1 yıl hapse mahkum olmuştur ( Bakınız paragraf 72). 23 Ekim 2000 tarihli yorumlarında Türk makamları 312. Madde üzerinde kamuoyunda tartışmaların devam ettiğini ve Parlamento’da oluşturulan bir komisyonun reform üzerinde çalışmakta olduğunu belirtmişlerdir.

55.       TCK’nun 312. Maddesi’ne  göre verilmiş bazı mahkumiyetler AIHS’nin 10. Maddesine aykırı bulunmuştur. [Öztürk davası 22479/93] [ Ceylan davası 23556/94] [Incal davası 22678/93]

 

56.       Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi 16.03.2000 tarihli kararı ile, Türkiye’nin, Özgür Gündem gazetesinin ifade özgürlüğünü korumak için yeterli “koruma ve kovuşturma önlemleri” almamak suretiyle sözleşmeyi ihlal etmiş olduğuna hükmettiği zaman, ifade özgürlüğünün başka bir veçhesini vurgulamıştır. 

 

57.       Bazı gazetecilerin haklarında dava açılması ve hapsedilmeleri, Türk makamlarının AIHS’nin 10. Maddesini nasıl farklı yorumladıklarının başka bir örneğidir. Eş-raportörler, sadece gazetecilerin değil, seçimle iş başına gelmiş (eski bir bakan ve HADEP üyeleri [8]dahil) kişilerin de maruz kaldığı başka bir çok olaydan da kaygı duymaktadırlar. İfade özgürlüğünün hassas konularda son derece kısıtlandığını göstermektedir. Eş-raportörler TMY 8. Madde’nin AİHS’nin 10. Madde’sine aykırı yorumlanmayacak şekilde düzenlenmesini bir kez daha önerirler.

 

58.       Revize edilmiş şeklini görene kadar son kararlarını vermekten imtina etmelerine rağmen eş-raportörler, Ulusal Program’da Türk hükümetinin TCK’nun 312. maddesi ve TMY’nın 7. ve 8. Maddelerinin kısa dönemde değiştireceğinin belirtilmesini memnuniyetle karşılamışlardır.

 

59.       Ulusal Program’da Türk Hükümetinin, İnsan Hakları Vakfı’nın 1998 yılı Raporu’na göre, gösterilere katılanlar ve fikir suçluları hakkında açılan davaların sayısı genelde artarken, gösterilere katılanların sayısı azalmaktadır.

 

60.       Eş - raportörler , PKK’ya anlayışla ve barış içinde yaklaşılması yönünde 1995 ve 1996 yıllarında vaki çağrıları yüzünden ırka dayalı düşmanlık teşvik etmekten 9.5 ay hapis cezasına çarptırılmış olan, Türkiye İnsan Hakları Derneği eski başkanı Akın Birdal’ın tekrar hapsedilmesinden üzüntü duymaktadırlar.[9] Kasım 1999’da  İstanbul’da yapılan AGIT zirvesi ve Aralık 1999’da Helsinki’de yapılan AB zirvesinden önce sağlık nedenleri ile serbest bırakılmıştır Bu karar Avrupa Birliği ve Avrupa Parlamentosu’nda derin hayal kırıklığına ve onlardan sert tepkiler gelmesine neden olmuştur.

 

61.       Eş-raportörler Akın Birdal’ın Eylül 2000’de serbest bırakılmasını memnuniyetle karşılamışlardır.

 

iii. Eski DEP milletvekillerinin devam eden mahkumiyetleri

 

62.       Eş-raportörler , Ankara kapalı cezaevinde 15 yıllık hapis cezalarını çekmekte olan eski DEP milletvekillerini Mart 2000’de ziyaret edebilmiş olmaktan duydukları memnuniyeti ifade etmek isterler.[10] Bölücü çetelere üyelik ve yardım” gerekçesi ile TCK’nun 168. Maddesi’ne göre hüküm giymiş olan bu eski milletvekilleri siyasi görüşleri yüzünden cezalandırıldıklarını ve yasama dokunulmazlığından yararlandırılmadıklarını iddia ediyorlar. Avrupa İnsan Hakları  Komisyonu’na vaki başvuruları, 1997 Ekim’inde kabule değer bulunmuştu. 30 Mart 2000 günü, Eş - raportörler ile yaptıkları görüşmede, başka mahkumlara nasıl muamele ediliyorsa kendilerine de öyle muamele edildiğini söylemişler, ama diğer mahkumlar gibi onlar da kalabalık ve tıbbi yardım yokluğundan yakınmışlardır. Türk makamları tıbbi yardımın Adalet Bakanlığı’nın çıkardığı yönetmelik uyarınca sağlandığını; mahkumların hapishane doktorları tarafından muntazaman muayene ve tedavi edildiklerini; başka muayene ve tedaviye muhtaç olanların devlet ve üniversite hastanelerine nakledildiğini söylemektedirler.

 

63.       DEP milletvekillerinin sorunu çoğulcu  demokrasi kapsamında ele alınmalıdır.

 

Çoğulcu Demokrasi

 

64.       Önceki raporda işaret edildiği gibi, Türkiye şüphesiz çoğulcu bir demokrasiye sahiptir. TBMM’de 5 siyasi grup[11] temsil edilmektedir ve 3 partili bir koalisyon hükümeti[12] iş başındadır. Siyasi yaşamda 34 parti mevcuttur.

 

65.       Ama yine de eş-raportörler, çoğulculuk ilkesine Türkiye’de tamamen riayet edilmediğine dair dış dünyanın kaygısına katılmaktadırlar.

 

66.       Türkiye’de bazı siyasi partilerin yasaklanması (örneğin 1998’de refah partisi, ve DEP) AIHS’nin 10. Maddesinde ifade edilen biçimi ile ifade ve dernek kurma özgürlükleri ile bağdaşır gözükmemektedir. AİHM 25.05.1998 tarihli kararında, Türkiye Sosyalist Partisi’nin 1992’de feshinin, sözleşmenin 11. Maddesine (dernek kurma özgürlüğü) aykırı olduğunu saptamıştır. Mahkeme, 1999 Aralık ayında da, ÖZDEP Partisi’nin feshi konusunda da benzer bir sonuca ulaşmıştır. Laiklik karşıtı eylemleri yüzünden Yargıtay, Cumhuriyet Başsavcısı’nın Fazilet Partisi aleyhine açtığı dava benzer sorunlar çıkmasına neden olabilir.

 

67.       Eş-raportörler ; Mayıs 2000’de yeni Cumhurbaşkanı seçimi karmaşası içinde siyasi partilerin kapatılmasını zorlaştıran Siyasi Partiler Yasası'nda yapılması düşünülen değişiklik teklifinin (ki mevcut başkanın yeniden seçilmesine yönelik siyasi paket içinde sunulmuştu) Meclis’ten geçmemiş olmasını üzüntü ile karşılamışlardır.

 

68.       Siyasi partilerin yasaklanması konusunda Eş-raportörler , ilk iş olarak, Asamble’nin 1438 (2000) sayılı “Avrupa’daki aşırı parti ve hareketlerin demokrasiye teşkil ettiği tehdit” konusundaki tavsiye kararına atıfta bulunmak isterler. Bu tavsiye kararı aşırılığa karşı alınabilecek bazı önleyici tedbirler saymaktadır. Ayrıca, Venedik Komisyonu’nun 1999 Aralık ayında benimsediği “Siyasi Partilerin Yasaklanması ve Lağvı ile Benzer Önlemler Hususunda Yol Gösterici Fikirler”e  dikkat çekmek isterler.

 

69.       Komisyonun tavsiyelerine göre, siyasi partileri yasaklama yoluna ancak istisnai durumlarda başvurulmalıdır. Özellikle vurguladığı cihet şiddete başvurmaksızın sırf anayasal sistemde bir değişiklik yapılmasını savundu diye bir partinin kapatılamayacağıdır. İkinci cihet : Parti’nin kendisi benimsemedikçe, sahip çıkmadıkça partililerin beyanlarının partiyi bağlamamasıdır. Son cihet. bir parti  kapatma prosedürünün adil bir yargılamayı garanti eden yargı prosedüründen sonra   uygulanabilmesidir.

 

70.       Milletvekillerinin bazı özel haklarına riayet edilmedikçe özellikle ifade özgürlüğü parlamenter demokrasi hayat bulamaz. TBMM’nin üyesi olmasına rağmen, bazı seçilmiş temsilciler tutuklanmış ve mahkum edilmişlerdir ve bu davalar halen AIHM’ndedir Siyasi partilerin nasıl kurulacağı, faaliyetleri ve  ne şekilde lağvedilecekleri Anayasada ve Siyasi Partiler Yasası’nda ve ilgili yasalarda zikredilmiştir. Bu yasal hükümler gereğince siyasi partiler, ancak Yargıtay Başsavcısının talebi üzerine en yüksek yargı merci olan Anayasa Mahkemesi tarafından yasaklanabilir.

 

71.       Yargıtay Başsavcısı, 1999 Mayıs ayında, TBMM’de FP adına yaptığı bir konuşmadan ötürü AKPM Türk Delegasyonu üyesi Dr. Abdullah Gül’ün milletvekilliğinin askıya alınmasını istemiştir.Mayıs 2001’de Dr. Gül kararın muhtemelen haziran 2001’de verileceğini söylemiştir.

 

72.       Kapatılan RP’nin eski lideri Necmettin Erbakan’ın maruz kaldığı ömür boyu siyaset yasağı ve TCK 312’ ye göre mahkum olan eski TİHD başkanı Akın Birdal’ın çarptırıldığı ilave hapis cezası çoğulcu demokrasi ile  bağdaşmaz.[13] Siyasi Partiler Kanunu’nun 81. Maddesi gereğince ömür boyu kamu hizmetinde bulunamaz, bir siyasi partiye üye olamaz. Yeniden Doğuş Partisi’nin başkanı ve eski Milli Eğitim Bakanı Hasan Celal Güzel’e de benzer bir müeyyide uygulanmıştır. Recep Tayyip Erdoğan da halka hitaben bir şiir okudu diye İstanbul Belediye Başkanlığından uzaklaştırılmıştır.

 

73.       Yukarıda sözü edilen Siyasi Partilere ya da üyelerine yönelik yaptırımların, bölücü çağrılar yaptırılması halinde ifade ve dernek kurma özgürlüklerinin kaldırılmasını  öngören Türk hukukuna uygun olduğu söyleniyor. Ancak bu gibi yasaların geniş yorumlanması AK norm ve standartları ile uyuşmaz.

 

iv. Poliste nezaret koşulları

 

74.       Polisin kişileri yakalama, nezarette tutma ve sorgulaması konusunda 1 Ekim 1998’de yeni bir yönetmelik yürürlüğe girmiştir. Yönetmelik hem önleyici hem baskıcı pratik önlemler içermektedir. Polis memurlarının eğitilmesi ve aydınlatılması, doğru sorgulanma kurallarının karakollara dağıtılması; keza sözleşme metinlerinin dağıtılması; ifade almadan önce ve sonra tıbbi muayene ve işkence yapılması halinde verilen cezalar gibi. Bu Yönetmeliğin 8. 18. ve 21. Maddeleri 13 Ağustos 1999’ da değiştirilerek zanlı olan kadınların ve çocukların koşulları iyileştirilmiş ve avukatların tutukluların dosyalarını okumasına imkan verilmiştir.

 

75.       Buna ilaveten, 25.06.1999 tarihli bir Genelge ile, Başbakan modern bir toplumda insan haklarına saygılı olunmasının önemini ve önceki genelgelere ve yeni Yönetmeliğe sıkı sıkıya riayet edilmesinin lüzumunu vurgulamıştır.

 

76.       Eş - raportörler , bu girişimleri ileri atılmış büyük bir adım olarak memnuniyetle karşılar ne var ki sistemli bir şekilde uygulamaya geçtiğine hâlâ kani değillerdir. 2000 Mart ziyaretleri arasında eş-raportörlere, Ankara’da kabul edilen yasaların ülkenin diğer yörelerinde çok güçlükle uygulandığı defalarca söylenmiştir. Bir çok konuda güney-doğulu siyasetçilerden ve örgütlerden gelen gözlem ve tekliflerin Ankara’da yeterince dikkate alınmadığını da gözlemlemişlerdir.

 

77.       Türkiye’ye karşı en zarar verici eleştirilerden birisi tutuklulara yönelik işkence, insanlık dışı veya küçültücü muamelenin bir yönetim kültürü olarak halen devam etmesidir. İşkencenin Önlenmesi Komitesi 27 Şubat- 3 Mart 1999 ve 14-22 Temmuz 2000 tarihleri arasında yaptıkları ziyaret sırasında İstanbul Emniyet Müdürlüğü Terörle Mücadele Şubesi’nde başvurulan yöntemler hakkında kaygısını bir kere daha dile getirmiştir. Eş - raportörler, Türk makamlarının, Komite’nin 1999, 2000 ve Ocak 2001 raporlarının yayınlanmasına izin verilmesini memnuniyetle karşılar.

 

 v.        İşkence, insanlık dışı veya küçültücü muamele veya cezalandırma

 

78.       Eş - raportörler , 2000 Mart ayında, tutukluların kaderini düzeltme konusundaki bilinçlenmeyi ve TBMM Başkanı’nın “işkence ve kötü muameleyi kökünden kazımak hususunda Meclis’in samimi niyetleri olduğuna dair beyanını memnuniyetle karşılamışlardır. Eş-raportörler, Ceza Yasasındaki işkenceyi önlemeye matuf hükümlerin takviye edildiğini görmüşlerdir.

 

79.       Mart 2000’de eş-raportörlere, işkence şikayetleri için bir oluşturulduğu ve bu birimin Başbakanlığa bağlı, İnsan Hakları Müdürlüğüne rapor sunacağı söylenmiştir.

 

80.       O tarihten bu yana mevcut tedbirlere rağmen İnsan Hakları Müdürlüğü işkence insanlık dışı ya da küçültücü muamelenin önlenmesi ile ilgili gerekli önlemleri almakla görevlendirilmiştir.

 

81.       Ağustos 1999’da Türk Ceza Kanunu’ndaki işkence insanlık dışı ya da küçültücü muamele ile ilgili hükümler uluslararası sözleşmelerde belirtilen hükümlere uyum açısından değiştirilmiştir. Cezalar genel olarak arttırılmış ve işkence vakaları ile ilgili sahte rapor veren sağlık personeli ile ilgili cezai suçlar eklenmiştir.       

 

82.       Aralık 1999’da Memurin Muhakematı Yasası kamu görevlilerinin sorgulanması ve yargılanmasını çabuklaştıracak şekilde değiştirilmiştir.

 

83.       Ulusal Programda orta vadede Türk Hükümetinin toplu ya da bireysel biçimde işkenceye başvuranlar ile ilgili yasal hükümler getirmeyi planladığına değinilmektedir.

 

84.       Danimarka’nın 1997 Ocak ayında Avrupa İnsan Hakları Komisyonu’na Türkiye aleyhine sunduğu (devletten devlete) şikayette, geçen Nisan ayında, dostane çözüme gidilmiş olması da kayda  değer.[14] AIHM sözcüsünün 5 Nisan 2000 tarihli basın açıklaması, Türkiye’nin Danimarka’ya (bu dava ile ilgili yargılama giderleri dahil olmak üzere) 450.000 Danimarka Kronu ödemeyi kabul ettiği yönündedir.

 

85.       Bu olumlu gelişmelere rağmen, Diyarbakır Barosu ve İnsan Hakları Derneği, İnsan Hakları Vakfı, İnsan Hakları Enstitüsü, gibi bu bağlamda çok önemli roller oynayan sivil toplum kuruluşlarından Mart 2001’de gelen bilgilerin ışığında işkence ve kötü muamele konusu halen kaygı uyandırmaktadır.

86.       İnsan Hakları Vakfının bir raporuna göre[15] 1998’de 3800 kişi kendilerine işkence yapıldığını söylemiştir. Bu artış, kısmen, şikayet usullerinin iyileştirilmesi ile, insanların şikayet ederlerse başlarına iş açılacağı korkusunu kaybetmelerinden ileri gelmiş olabilir.

 

87.       Mayıs 2001’de İnsan Hakları Derneği Başkanı 1999’da 594 kişinin işkence şikayeti ile Derneğe başvurduğunu, 2000 yılındaki sayının da aynı olduğunu, ancak 2001’de nezarette tutulanların sayısında azalma olduğunu, işkence olayları ya nezarethanelerde ya da mahkumların hapishanelere taşınması sırasında, hapishanelerin içinde, kırsal kesimde jandarma eylemleri esnasında meydana gelmiştir.

 

88.       Mayıs 2001’de Türk Tabipler Birliği Başkanı işkencenin azaldığına dair bir izlenim edinmediklerini belirtmiştir. Birlik, üyelerinin işkence vakalarını ve işkenceden hüküm giyen görevlilerin süresinden önce serbest bırakılmış olmalarını rapor etmeme yönünde baskı gördükleri yönünde şikayetlerini dile getirmişlerdir.

 

89.       İşkencenin devam etmesinin bir nedeni Türk Ceza Kanunu’nun soruşturma safhasında  itirafa atfettiği önem olabilir, çünkü itiraf tek başına hakimi zanlının suçlu olduğuna inandırılabilir. Türk makamları zanlının polis tarafından kaydedilen itirafının yargılama sırasında itiraf delili olamayacağını; bu itirafın zanlı aleyhine kanıt teşkil edemeyeceğini ve Mahkemenin kararını asla etkilemediğini  söylüyorlar.

 

90.       Başka bir zorluk da zanlıların, maruz kaldıkları işkenceyi söylemekten korkmalarıdır. Eş - raportörler her ne kadar bu şikayetlerin objektif bir şekilde incelenmesi için biçimsel ve emin usuller tesis etmek üzere alınmış olan önlemleri memnuniyet verici bulmakta iseler de ve adalete intikal eden işkence şikayet sayısından memnun olsalar da şikayetlerin tevdiinden sonra konunun takibinden tatmin olmuş değildirler.

 

91.       Bir örnek vermek gerekirse, Diyarbakır’daki İnsan Hakları Vakfı, 1999 yıl içinde DGM’ne sevk edilen 4752 sanıktan 73’ünün işkence şikayet dilekçesi verdiğini söylemiştir. 2000 yılının ilk 3 ayında sanıklardan 38’ü şikayette bulunmuştur.[16] Ama Vakfa göre bu şikayetlerin başarı şansı çok azdır. Bir defa doktorlar işkence ya da kötü muameleyi rapor etmekte tereddütlüdür. İkincisi savcılar ya da mahkemeler bu tip şikayetleri nadiren  takip etmektedirler. Şöyle bir örnek verildi: 17 tutuklu işkenceden şikayet etmiş, hem de doktor raporlarına dayanarak; ama savcılık bir tanesini bile ele almamış.

 

92.       Nisan 2000’de AIHM, Türkiye’nin 3. Maddeyi ihlal ettiğine (işkence yasağı) karar verdi çünkü Sevtap Haznedaroğlu’nun kendisine işkence edildiğine dair yaptığı şikayeti yetkililer araştırmamıştı.

 

93.       Şikayet prosedürünün başka bir yönü ise işkence ya da kötü muameleden ötürü takibata uğrayan görevli sayısı artsa bile [Sn. Gürkan’a göre 1999’da 36 güvenlik görevlisi hapsedilmiş; 50 kadarı da görevden uzaklaştırılmıştır] faillerin tümü hala sistemli bir  şekilde ve yeter derecede ceza görmemektedir.

 

 

 

C. YENİ GELİŞMELER

 

94.       1998 Eylül ayında insan haklarından sorumlu olan  Adalet Bakanı ile Mart 2000’de yaptıkları görüşmelerinde eş-raportörler, Türk yasalarını ve anayasayı AK standartlarına getirmek için üzerinde çalışılan reformların sayısından hayli etkilenmişlerdir.

 

Mevzuat

 

95.       Ceza yasasının 243, 245 ve 354. Maddelerindeki değişiklikler 1999 Ağustos ayında kabul edilmiştir. Madde 243’de işkence suçunun cezası 5 yıldan 8 yıla çıkarılmıştır. 245. Madde’deki değişiklik ile kötü muamelenin cezası 3 yıldan 5 yıla çıkarılmıştır. 354. Madde’deki değişiklik ile işkenceyi saklamak için evrakta sahtekarlık fiillerinin cezası azami 8 yıla çıkarılmıştır.

 

96.       Memurin Muhakematı yasası Şubat 2000’den beri yürürlükte olup örneğin işkence gibi suçlardan sanık olan görevlilerin soruşturulmalarını kolaylaştırmaktadır.

 

97.       İnsan ve uyuşturucu kaçakçılığı ile terörizm dahil örgütlü suçlarla ilgili olarak 1999’da yeni bir yasa kabul edilmiştir. Ama resmi makamlar ancak uluslararası işbirliği yolu ile yurt dışındaki suçlular yargılanabildiği takdirde örgütlü suçlarla mücadelenin başarılı olacağını söylemektedir.

 

98.       Mart 2001’de CMUK’un yerine, Türk yargı sisteminde 74 kanunda değişiklik içeren yeni bir yasa getirileceği belirtilmiştir. Tasarı, bakanlıklara, üniversitelere ve mahkemelere görüş almak için yollanmıştır. Son şeklini alınca Bakanlar Kurulu’na sunulacak ve önümüzdeki aylarda Meclis tasarıyı ele alınacaktır. Tasarıda temyiz müessesi gözden geçirilmekte olup, birer merkezi, 15 de bölgesel istinaf mahkemesi öngörülmektedir, bunlar mahkemeler ile Yargıtay arasında yer alacaktır.

 

99.       Ulusal Programda hükümet orta vadede yeni bir CMUK geçirmeyi planlamaktadır.

 

100.      Seçimlerden sonra geçerliliğini kaybeden Ceza Kanun Tasarısı yerine yeni bir Ceza Kanun Tasarısı üzerinde çalışmalar sürmektedir. Bu çalışma 7 - 8 ay içinde sonuçlandıktan sonra, kamu oyuna arz edilecek, bilahare Bakanlar Kurulu’na ve Meclis’e intikal ettirilecektir.

 

101.      Ulusal Programda ayrıca hükümetin orta vadede yeni bir Türk Ceza Kanunu kabul edeceği teyit edilmektedir.

 

102.     İsviçre Medeni Kanunu’ndan esinlenerek hazırlanan Medeni Kanunda yapılacak düzeltmeler Adalet Bakanlığınca yapılmış olup Meclis’in gündeminde yer alacaktır.

 

103.     23 Mayıs 2001’de Adalet Bakanı yeni Medeni Kanunun TBMM Adalet Komisyonu’na sevk edildiğini beyan etmiştir

 

104.     Mart 2000’de, Ombudsman müessesesinin oluşturulmasına  dair bir tasarı Bakanlar Kurulu’na sunulmuştur. Meclis’in bir merkezi ombudsman ile 5 ile 11 yardımcı ombudsman seçmesi ve bunların 6 sene muhtelif konularda görevli olması söz konusudur.

 

105.      23 Mayıs 2001’de Adalet Bakanı kamu hesapları denetleme kurumunun oluşturulmasına yönelik bir yasa tasarısının Parlameto’ya sunulduğunu belirtmiştir.

 

106.     Mart 2000’de hükümlerin infazı ile terörizmden ya da terörizmle mücadeleden zarar görenlerin tazmini ile ilgili yasa tasarıları üzerinde çalışmaların devam ettiği söylenmiştir. Ulusal Programda Türk hükümetinin orta vadede AİHM’nin kararları ışığında suçlu bulunan kamu görevlileri için ödenen tazminatın kamu görevlilerinden alınması için çalışmaların yürütüldüğü teyit edilmektedir.

 

107.      Yerel yönetimlere dair bir tasarı tamamlanmış olup yakında imzalanıp Meclis’e sunulacaktır. Bu tasarı, özellikle kültür, eğitim ve ekonomik kalkınma yönlerinden daha çok özerklik öngörmektedir.

 

Anayasa

 

108.      Eş-raportörler, özellikle Devlet Güvenlik Mahkemelerinde askeri hakimin yerine sivil hakimin yer almasına  ilişkin değişiklik olmak üzere son zamanlarda Anayasa’da yapılan değişiklikleri memnuniyetle karşılamaktadırlar.

 

109.      Türkiye’nin yükümlülük ve taahhütlerini yerine getirmesi ile ilgili önceki bilgi raporunda izah edildiği gibi, eş-raportörler, 1982 askeri rejiminin onaylandığı şu andaki Anayasa’nın AK norm ve standartlarına adapte edilmesi ile bundan yarar göreceğine inanmaktadırlar. Mart 2000’de bu fikrin Anayasa Mahkemesi’nin o zamanki başkanı (şimdiki Cumhurbaşkanı) ile Anayasa Mahkemesi Başkan Vekili tarafından paylaşıldığını görmek eş - raportörleri memnun etmiştir.

 

110.      Eş-raportörler, Ahmet Necdet Sezer’in 9 Mayıs’ta Cumhurbaşkanı seçilmiş olmasına büyük önem atfetmekte olup, kendisinin anayasa Mahkemesi başkanı iken 2000 Nisan ayında 1980 darbesini takip eden askeri yönetimin yaptığı Anayasa’ nın değiştirilmesine yönelik çağrısını hatırlatmak isterler.

 

111. Adalet Bakanı 1982 Anayasasının uyarlanması ve kişisel özgürlüklerin teşvik edilmesinin hükümetin görevi olduğunu; ancak bunun tedricen ve zaman ve eğitim sonucu oluşacak zihniyet değişikliği ile yapılabileceğini söylemiştir. Bu yönde bir süreç başlamış olup, muhtelif parti temsilcilerinden oluşan bir komisyon Anayasa’ da yapılmasını gerekli gördüğü 26 değişiklik teklifi önermiştir; bunlar özelleştirmeye; tahkime ve yeni bir Yüksek İdare Mahkemesi kurulmasına ilişkin önerilerdir.

 

112.      Bu nedenle eş-raportörler Ulusal Programda “Siyasi Kriter” başlığı altında yer alan “reform süreci çerçevesinde anayasal değişikliklere öncelik verilecektir” şeklindeki kararı takdir etmektedirler.

 

113.     Mayıs 2001’de Başbakan Yardımcısı Mesut Yılmaz Parlamento’da oluşturulan olarak Anayasa Uyum Komisyonu’nun 3 yıllık bir çalışmanın ürünü olarak 51 Madde’nin değiştirilmesi yönünde uzlaşmaya vardığını, hükümetin bunların içinden 8 maddeyi  seçtiğini ve Haziran 2001 sonuna kadar sonuçlandıracağını söylemiştir.

 

114.     Eş-raportörlere göre, Milli Güvenlik Kurulu’nu denetlemek olmasa da Milli Güvenlik Kurulu’na Meclisin katılımını sağlayacak bir sistem düşünülmesi önemli konulardan biridir. Raporun Giriş kısmında belirtildiği gibi, ordunun milli savunma dışındaki yetkileri (geçmişte ve şimdi ne kadar önemli olursa olsun) Cumhuriyet’in kuruluşundan başlayan bir gelenek olup 1982 rejimi tarafından da teyit edilmiştir ve bu yetkiler AK değerlerine dayalı modern bir demokrasi ile bağdaşmamaktadır.

 

115.      Eş-raportörler anayasal değişikliklerin Milli Güvenlik Kurulu’nda bir sivil olgunun yerleştirilmesini içermesinden memnundurlar. Yine de bu durum Konsey çalışmaları üzerinde herhangi bir parlamento etkisi getirmeyecektir.

 

116.     Mayıs 2001’de MGK Genel Sekreteri Kurul’un sadece milli güvenlik konuları ile ilgilendiğini belirtmiştir.[17] Kurul Başbakan, 3 Bakan, Deniz, Hava, Kara ve Jandarma Genel Komutanı ile Genel Sekreter’den oluşmakta ve başkanlığını Cumhurbaşkanı yürütmektedir. Kararlar oy birliği ile alınmakta, siviller tarafından yerine getirilmekte ve parlamento ve hükümet için yaptırım içermemektedir.

 

117.     Anayasada  yer alan  insan hakları ve temel özgürlüklerini korumaya yönelik sistem (ki güney-doğuda 15 yıl devam eden silahlı mücadele yüzünden hayli aşınmıştır) gözden geçirilip tamamlanmalıdır.

 

118.      Hukukun üstünlüğünün her şeyden önce geldiği Türk Anayasasının temel taşını oluşturmalı ve yargının tüm idari eylemleri denetleme yetkisini sağlama alacak hükümler eklenmelidir.

 

119.      Eş-raportörler Ulusal Programda Siyasi Kriter başlığı adı altında “Türk Hükümeti insan hakları, demokrasi ve hukukun üstünlüğü konularında kaydedilen ilerlemeleri yakından takip edecek, düzenli olarak AB mevzuatına uyum için gerçekleştirilen çalışmaları değerlendirecek ve çalışmaları hızlandırmak için her türlü tedbiri alacaktır” ibaresinden memnuniyet duymuşlardır.

 

120.     O zamanki eş-raportörlerin 1998 Eylül ayında yaptığı gibi, şimdiki eş –raportörler, Türk makamlarının, yukarıda sözü edilen tavsiyeler ile ilgili olarak Venedik Komisyonu’nun  tavsiyelerinden yararlanılması olasılığını gözden geçirmelerini telkin ederler.

 

Cezaevleri  Reformu

 

121.     Mayıs 2001’de eş-raportörler o zaman Türkiye’deki cezaevleri reformuna karşı ölüm orucunda bulunan mahkum ve yakınlarının dramatik durumuna özel ilgi göstermişlerdir. İşkenceyi Önleme Komitesi Başkanı Bayan Casale ile görüşmüşler ve geçen Aralık’da Sincan’da açılan F-tipi cezaevini ziyaret etmişlerdir.

 

122.     23 Mayıs 2001’de Daimi Komisyon Toplantısında konuşma yapan Adalet Bakanı Türkiye’de 554 cezaevinin bulunduğu, bunlardan 513’ünün kapalı, 36’sının açık cezaevi olduğunu, 1 çocuk ve kadın kapalı cezaevi, 1 çocuk kapalı cezaevi ve 3 çocuk ıslahevinin bulunduğunu belirtmiştir. 1 Mayıs 2001 tarihi itibariyle bu cezaevlerinde 58.490 tutuklu ve 48.372 basit suçlardan hükümlü, 9.137 terör suçundan hükümlü ve 981 organize suçtan hükümlü bulunmakta idi.

 

123.     1999 Terörle Mücadele Yasasının 16. Maddesi açık görüşün yasak olduğu özel tutukluluk koşulları getiren  bir tecrit sistemi getirmişti. İşkencenin Önlenmesi Komisyonu bu tecrit sisteminin kabul edilemez olduğunu zaman zaman yinelemiş ve mahkumlar için daha küçük ünitelere geçiş sözkonusu ise mahkumların günün makul bir zaman dilimini ortak faaliyetlere ayırmasına imken tanınmalıdır demiştir.

 

124.     Türk hükümeti 1999 yılında koğuş sisteminden (bir odada 100 kişiye kadar) 1-3 kişilik hücre sistemine geçiş için reform hazırlıklarına başlamıştır. Bu sistem tecrit halinde işkence ve kötü muameleye maruz kalabileceklerini düşünen mahkumlar tarafından reddedilmiştir. Ölüm oruçlarına başlamışlar[18], gösteriler düzenlemişler ve jandarmanın müdahalesi sonucu 32 kişi hayatını kaybetmiştir. 23 Mayıs 2001’de 22 mahkum ve yakını ölüm orucu sonucu hayatını kaybetmiştir.

 

125.     İnsan Hakları Derneği, vakfı ve Türk Tabipler Birliği sadece kendilerinin değil diğer tüm sivil toplum örgütlerinin bu sisteme karşı olduğunu söylemişlerdir. Human Rights Watch yeni sistemin uluslar arası standartları uyumlu olmadığını söylerken Amnesty International değişikliklerin sınırı aşmadığını beyan etmiştir.

 

126.     Bu eleştirilere maruz kalan Türk yetkililer 7 Mayıs 2001’de Terörle Mücadele Yasasının 16. maddesini değiştirerek mahkumlara eğitim, sosyal ve sportif toplu aktivite olanağı sağlamışlardır. 23 Mayıs 2001’de Adalet Bakanı cezaevleri denetleme kurulu ile cezaların infazını kontrol edecek hakimlerin atanması ile ilgili kanun tasarılarının hazırlandığını belirtmiştir.

 

127.     Eş-raportörlerin 25 Mayıs 2001 tarihinde ziyaret ettikleri F tipi cezaevinde 340 mahkumdan sadece adi suçlardan hükümlü 45 mahkumun toplu aktivitelere katıldığı görülmüştür. Terör suçundan hükümlü diğer mahkumlar güvenlik nedeni ile hücrelerinden çıkmak istememektedirler, 26’sı ölüm orucundadır.

 

128.     Eş-raportörler elbette ölüm orucunda bulunanları ve Türk hükümetini bu insanlık dramına bir son vermeye davet etmişlerdir. Türk yetkililer İşkencenin Önlenmesi Komitesi’nin tavsiyelerini yerine getirmeli ve F tipi cezaevlerindeki mahkumların günlerinin makul bir bölümünü toplu aktivitelere ayırmalarını sağlamalıdırlar.

 

129.     Eş-raportörler, Türk makamlarını insan hakları kuruluşlarının cezaevlerine girişlerini yeniden düzenleyen prosedürü sağlamaya davet ederler

 

Dini azınlıklar

 130.     23 Mayıs 2001 tarihinde eş-raportörler kendi istekleri üzerine İstanbul’da Rum Ortodoks Azınlığı ile Fener Rum Patriği ile görüşmüşlerdir. Ortodoks kilisesinin dini törenlerini tam bir özgürlük içinde yerine getirebildiklerini ancak 1971 yılında devlet üniversitesine geçen ruhban okullarının artık mevcut olmadığını görmüşlerdir. Ortodoks Kilisesi’nin devlet yardımı almadığını ve kendi gelir kaynaklarının olduğunu söylemişlerdir. Onlara göre, Ortodoks Kilisesi meşru kimliği olmadığından, taşınmaz mallarını kolaylıkla elden çıkaramamakta, taşınmaz bağışlar kabul edememektedir ve bir takım mallarına el konmuştur. Lozan Antlaşması ile tanınan Gökçeada ve Bozcaada’daki Rum etnik karakterinin yok olduğunu 1965 yılında oralarda yaşayan 3000 etnik Rumun sadece 7000-8000 Türk yerleşimci ile birlikte 250’sinin kaldığını belirtmişlerdir.

 

131.     İstanbul’daki Haham Başı’nın Danışmanları sayıları 20.000’i bulan Yahudilerin inançlarını özgür bir biçimde yerine getirebildiklerini söylemişlerdir. Devletten yardım almadıklarını, tek Yahudi düşmanı yaklaşımın kökten dinci medyadan geldiğini belirtmişlerdir.

 

D. KÜRT ASILLI TÜRK VATANDAŞLARININ HAKLARINA SAYGI

 

132.      Eş-raportörler 545 (1998) sayılı yönerge ile Asamle’nin Denetim Komisyonu’ndan “Kürt azınlığı meselesini, Türkiye ile ilgili denetim prosedürü çerçevesinde incelemesi” ni talep ettiğini hatırlatırlar.

 

133.      Eş-raportörler, Türkiye’nin güney-doğusu ile Kuzey Irak’taki Mülteciler ve Yerlerinden Edilmiş Kişilere İnsani Yardım ile ilgili 1377(1998) tarihli tavsiye kararını hatırlatırlar. Asamble, 25.06.1998’de kabul ettiği bu kararla Türkiye’den bazı önlemler almasını istemişti. Söz konusu durum “Göçler, Mülteciler ve Nüfus Komisyonu’nun görev alanına girdiğinden[19], konu ile ilgili yorumda bulunmak istememekle beraber, eş-raportörler Türkiye’nin güney-doğusunda durumun  büyük ölçüde düzelmiş olduğunu ve Türk makamlarının gerçekten bir dizi önlemler almış olduğunu söylemekten mutludurlar.

 

134.      Mart 2000’de, bölgedeki ziyaretleri sırasında, eş-raportörler durumu yakından incelemiş ve yeni oluşumları analiz etmişlerdir.

 

135.      Eş - raportörler Kürt asıllı Türk vatandaşlarının toplam sayısı hakkında resmi bir veriye sahip değildirler. 1990 yılı nüfus sayımında vatandaşların anadilleri de sorulmuş olmakla beraber, bu konuda toplanan bilginin tam ve güvenilir olduğu kesin değildir. Eş-raportörlere, DSP yaklaşık 12 milyon Kürt asıllı Tür vatandaşı olduğunu söylemiştir. Türk makamları, 1997 yılı nüfus sayımına göre, OHAL bölgesindeki kentlerde 4.973.805 kişi, komşu kentlerde ise 2.900.225 kişi bulunduğunu söylenmiştir. Bu rakamlardan   Güneydoğu Anadolu’da 8 ila 10 milyon Kürt asıllı Türk vatandaşı yaşamakta olduğu ya da eskiden yaşadığı anlaşılmaktadır. Yurt dışındaki Kürt asıllı Türk vatandaşlarının sayısı ise 500.000 dolayındadır.

 

136.      Türk makamlarına göre bu vatandaşlar Türkiye’de bir azınlık teşkil etmezler. Onlara göre etnik kökeni ne olursa olsun sadece Türk vatandaşı vardır ve  36 etnisite bulunduğu söylenmektedir. Onlar Türkiye’de etnik sorun bulunmadığını ama PKK’nın, Kürt asıllı insanları fakirliklerini ve geri kalmışlıklarını istismar ederek tahrik ettiğini söylemektedir.

 

137.      Bu durum, Türkiye’de Güneydoğu Bölgesi dışında yaşayan 7 milyon Kürt asıllı Türk vatandaşları için sorun teşkil etmemektedir. Onlar Türk’tür, Türkçe konuşmaktadır, kendilerini Türk hissetmekte, Türk gibi yaşamaktadır. Kürt kökenli olmak saygı duyulacak bir şey olsa da Kürt kültürel kimliğini eksiksiz yaşayabilme imkanının kendilerine verilmesi için de bir ısrarları yoktur.

 

138.      Güney-doğuda durum farklıdır. Türkiye’nin batısına kıyasla bölge az gelişmiş ve çok daha fakirdir.[20]  Nüfusun çoğunluğunu Kürtler oluşturduğu için Kürtçe konuşulmakta (Hint-Avrupa kökenli bir dil)[21], Kürt kültürü devam ettirilmekte ve Kürt kültürel kimliklerini yaşamak istemektedirler. Bölgede PKK, 1984’te, terörist eylemler yapmaya başlamış; bunun arkasından şimdiye kadar yaklaşık 30.000 cana mal olan silahlı çatışma gelmiştir.

 

139.      Güney-doğuda daha fazla özerklik ve ekonomik kalkınma için duyulan özlemler, yurtdışında yaşayan Kürt kolonileri tarafından az çok aktif bir şekilde desteklenmiştir. Onlar da başka bir ülkede yaşayan etnik gruplar gibi kendi üyelerini, kendi kültürel Kürt kimliklerini muhafaza etmeye ve geliştirmeye teşvik etmektedir. Bu Kürtler güney-doğudaki akrabalarını manen ve maddeten desteklemektedir. Türk makamlarının dediğine göre, PKK cephe örgütleri, yurt dışında “kültürel, sosyal ve spor faaliyet” görüntüsü altında, yalnız PKK üyeleri ve sempatizanlarının katılabildiği propaganda etkinlikleri düzenlenmektedir. Bu faaliyetler çok kez şiddet içermekte ve o memleketin asayiş ve güvenliğini tehdit etmektedir. PKK ve cephe örgütleri bu nedenlerle 1993’de Fransa ve Almanya’da yasaklanmıştır. Kürt kolonilerinin sağladığı mali desteğe gelince, terörist örgüt PKK’nın mali gelirlerinin büyük kısmı, uyuşturucu trafiği, şantaj, hırsızlık, soygun, silah ve insan kaçakçılığı gibi örgütlü suç faaliyetlerinden elde edilmektedir.

 

140.      PKK  lideri Öcalan’ın yakalanması onun yakalanması sonrasında yaptığı ateşkes çağrıları, ve PKK’nın 1999 Ağustos ayında aldığı şiddete son verme kararı ile güney-doğuda huzursuzluk pratikte son bulmuştur. Ancak PKK’nın varlığı son bulmuş değildir. Mart 2000’de Türk makamlarının söylediğine göre Türkiye’de hâlâ 500 ila 800; Irak, İran ve Suriye’de ise 4500 ila 5000 silahlı militan bulunmaktadır.

 

141. Türk makamları OHAL’in kaldırılacağını öngörmemektedirler (Meclis 27 Mart 2001’de OHAL’i 4 ilde 4 ay daha uzatmıştır[22] çünkü PKK militanlarının hemen geri dönebileceğinden korkulmaktadır. OHAL demek askerlerin tam operasyon halinde orada bulunması[23]; sıkıyönetim; köy korucuları sisteminin[24] idamesi, muntazam aralıklarla yolda durdurulup aramalar yapılması; sokağa çıkma yasağı; kimlik denetimleri normal iktisadi ve sosyal yaşam için daha birçok engel demektir. Çok doğaldır ki, insanlar OHAL’in bir an önce kalkmasını istemektedirler. Türk makamlarına göre bölgede bugünkü zorlukların kaynağı, OHAL’den çok, 1980’lerden beri süren PKK terörünün sebep olduğu güvenlik sorunudur. PKK teröründe kalıcı bir  azalma olması halinde, geri kalan 4 ilde OHAL kaldırılacaktır.

 

142.      Eş-raportörlerin bazı muhatapları güney-doğuda ağırlıklı askeri mevcudiyetin başka bir nedeni olarak Suriye, Irak ve İran’ın güvenilmez oluşlarını ve Türkiye’nin yükselen İslami kökten dinciliğe karşı Avrupa’nın geri kalan kısmını savunmak üzere önemli bir rol yüklenmiş oluşunu belirtmişlerdir.

 

143.      Bölgede güvensizlik azalmış olmasına rağmen, ortam, hâlâ olaylara yol açacak derecede gergindir. 2000 Mart ayında Diyarbakır’ın HADEP’li Belediye Başkanı, eş - raportörlere bir ay önce kendisinin Siirt ve Bingöl belediye Başkanları ile birlikte, PKK ile temasları olduğu iddiası ile yakalanıp 4 gün polis nezaretinde tutulduğunu anlatmıştır.[25] Diyarbakır Baro Başkanı belediye başkanlarının usulsüz yakalandıklarını, avukatları ile görüştürülmediklerini ve kütü muamele gördüklerini teyit etmiştir. Dava DGM önündedir. Türk makamları ise belediye başkanlarının, yargı kararı ile başlayan süreç içinde usulünce tutuklandıklarını; herhangi bir demokratik ülkede suç sayılan fiilleri işledikleri savı ile tutuklu bulundurulduklarını; kötü muameleye ve işkenceye maruz kalmadıklarına dair tabip raporları bulunduğunu belirtmişlerdir.

 

144.      1984 - 1999 arasındaki askeri eylemler sırasında, Türk Ordusu’nun “PKK militanları sığınacak yer bulamasın” diye evlerden küçük köylere değin binlerce[26] yerleşim yerini tahliye edip tahrip ettiği, söylenmiştir.[27] Çoğu çok uzak ve izole köyleri yeniden inşa etmek yerine, Türk makamları daha güvenli ve erişilmesi daha kolay yerlere yeni köyler yapmayı tercih ediyorlar. Şırnak’ta bu şekilde 6 köy inşa edilmiş ve  insanlar yerleştirilmiştir, 2000/2001 Planı’nda ise 4 yatılı okul ve 19 ilkokul yapımı öngörülmektedir.

 

145.      Mart 2000’de eş-raportörler, yeniden iskan edilmiş iki köyü ziyaret etmiştir. İnceler ve Taşdelen. Köylüler eş - raportörleri, sıcak karşılamışlar; yeni yerlerinden elektrik ve su ile donatılmış evlerinden memnun olduklarını, Devletten gördükleri mali yardıma müteşekkir olduklarını söylemişlerdir. Taşdelen’de köylüler eski tarlalarını ekip biçtiklerini söylemişlerdir. Öteki köyde ise güvenlik yüzünden henüz topraklarına gidemediklerini ifade etmişlerdir.

 

146.      Her 2 köyün bir tek ortak ilkokulu vardır. Öğretim Türkçe’dir (Türkiye’de devlet okullarında Kürtçe öğretim yapılmamaktadır.) Eş - raportörler Türk eğitim sisteminde Kürkçe değil ama 8 yabancı dilin öğretildiğini görmekten üzgündür. Çünkü, Kürtçe o yörede birçok insanın ana dilidir ve kültürel kimliği olacaksa Kürtçe’yi iyi bilmesi gerekir.

 

147.      Bu çerçevede eş-raportörler Ulusal Programın kültürel yaşam ve bireysel özgürlükler bölümünün “Türkiye Cumhuriyetinin resmi ve eğitim dili Türkçe’dir. Ancak bu Türk vatandaşlarının günlük yaşamlarında değişik dilleri, diyalektleri ve ağızları kullanmasını yasaklamaz. Bu özgürlük bölünme ve ayrım amacıyla istismar edilemez.”şeklinde kısıtlı kalmasından üzüntü duymaktadırlar.

 

148.     Öte yandan, Türkçe’nin “ devletin dili” yerine “resmi dil” olarak değiştirilmesini öneren anayasal değişiklikten ümitlidirler ve bu değişiklik kabul edilir ise başka dillerde eğitime kapı aralayabilir. Ancak, eş-raportörler Anayasanın 3. maddesinin değiştirilemeyeceğini ve önerinin henüz kabul edilmediğinin farkındadırlar.

 

149.     Yıkılan yerleşme yerlerinde oturanların bir çoğu şehirlere gitmiştir. Diyarbakır Belediye Başkanına göre, Diyarbakır’ın nüfusu son 5 senede 3,4 misli artmıştır. Resmi kayıtlara göre şehir nüfusu 560.000’dir; ama gerçekte tahminen 1,2000.000 kişi yaşamaktadır. İşsizliğin artmasının yanı sıra, ev bulma zorluğu ve altyapı yokluğu çok ciddidir; öyle ki meskun yerlerin yalnız % 30’unda kanalizasyon vardır. Türk hükümeti Diyarbakır bölgesine mali kaynak aktarmıştır ve köye dönüş projesi uygulanmaktadır.

 

150.      Basın Yayın Genel Müdürlüğü’nün 1999 Haziran ayında yayımlandığı bir rapora göre, Kürtçe 10 adet gazete ve dergi basılıp dağıtılmaktadır. 29 adet Kürtçe kitap basılmış ve satılmaktadır. 4 matbaa Kürtçe basım yapmakta, 10 radyo Kürtçe yayım yapmakta, sinemalarda 3 Kürtçe film gösterilmektedir.

 

151.      Eş-raportörlerin konuştuğu Kürtler, Kürtçe gazete ve dergi yayımlandığını, ama kolay bulunmadığını; Özel TV ve radyoların Kürtçe yayın yaptığını ama, yayım programlarının önceden onaylandığını söylemişlerdir. Türk makamlarına göre, radyo programlarının yayımdan önce onaya tabi olduğu şeklindeki beyan yanlıştır.

 

152.      DEP’in yasaklanması üzerine[28] HADEP güney-doğuda kabul görmüştür. 1999 seçimlerinde kasaba ve şehirlerde 37 yerde yerel seçimleri kazanmıştır. HADEP 9 ilçede çoğunluktadır ve Belediye Meclisleri’nin %90’ında temsil edilmektedir. İl meclisinin  52 üyesinden 26’sı HADEP’lidir.

 

153.      Bölgede sahip olduğu canlı desteğe rağmen, Seçim Yasası’nın konmuş olan % 10’luk baraj % 4.5’lik oy oranına rağmen HADEP’i; TBMM’de oynaması gereken rolden mahrum etmektedir. Üstelik, etkinliklerini kolaylaştırmamaktadır. Diyarbakır’da Parti Programı’na içinde Kürtçe barış sözcüğü var diye el konmuştur. 3 sene olmuş, ama Parti’ye hâlâ Şırnak’ta büro açma müsaadesi verilmemiştir. Eş - raportörler in 2000 Mart ayındaki ziyaretinden az önce, vilayetteki parti liderleri dahil 7 HADEP’li, Nevruz kutlamaları yüzünden 4 gün tutuklu kalmıştır.

 

154.      Bu sene belki de geçmiş yıllarda Nevruz kutlamaları yasaklandığı için meydana gelen şiddet olaylarına ve bu yüzden yapılan tutuklamalara meydan vermemek düşüncesi ile Diyarbakır’ın banliyösünde, komşu il Batman’da, İzmir’de ve bazı şehirlerde nevruz kutlamalarına (Kürtlerin yeni yılbaşı) müsaade edilmiştir. Yine de bazı olaylar oldu, ama çoğu bölge dışında, örneğin kutlamalara izin verilmeyen İstanbul’da meydana gelmiştir. Nevruz kutlamalarına kısmen de olsa müsaade edilmiş olması, resim makamların kendi kültürlerine daha fazla anlayış göstereceklerinin önemli bir sinyali olarak algılanıp Kürt asıllı Türk vatandaşları tarafından memnuniyetle karşılanmıştır. 21 Mart 2001’de Reuters haber ajansı yüzbinlerce Kürtün izinsiz gösteri yapan 200 kişinin tutuklanmasına rağmen Nevruz’u kutladıklarını bildirmiştir.

 

155.      Tüm bunlar, eş-raportörleri, duruma iyimser yaklaşmaya yöneltmiştir. resmi bir ateşkes ya da teslim müzakere edilmediği (yakın gelecekte müzakere edilmesi ihtimali de bulunmadığı) halde güney-doğuda şiddet belli bir mütareke düzeyine inmiştir, edinilen intiba budur. Kürt asıllı Türk vatandaşları olarak kendi kültürel kimlikleriyle yaşama haklarına saygı gösterilmesi yolundaki arzuları dikkate alındığı sürece güney-doğuda yaşayanların bağımsızlığı ve Türkiye’den ayrılmayı amaçladıkları şeklindeki korku da temelsiz çıkmıştır, bölgede OHAL devam edecek olsa bile Türk makamları, bu bölge insanlarının çilesine uluslararası camianın gösterdiği ilgiye daha çok anlayış göstermeye başlamışlardır.

 

156.      Silahlı şiddetin tamamen sona ermesinin çok yakın  olduğu anlaşıldığından diyaloğa başlamak için iktiza edilen koşulları hazırlamağa başlamak vakti gelmiştir. Bu diyalog doğrudan doğruya taraflar arasında olmasa da onlar adına başlatılabilir. Güney-doğudaki Kürt asıllı Türk vatandaşlarına problemlerini dile getirme, çözüm önerme ve merkezi hükümete duyurma fırsatı tanınmalıdır.

 

157.      Parlamenter demokraside, böyle sorunların en aşikar çözüm şekli yasa çıkarılmasıdır. Güneydoğu Anadolu insanları meşru özlemlerini demokrasi içinde, yani demokrasiye uygun olarak seçilmiş temsilcileri marifetiyle dile getirmelidir. Kürt siyasi partileri ayrılıkçı emellerden kaçınmalı ya da Türk Devletinin toprak bütünlüğü ve güvenliğini sorgulanır hale düşürecek herhangi bir hedeften de geri durmalıdır. Buna mukabil, bu tutumdaki herhangi bir parti Türk siyasal yaşamında saygı görmeli ve maddeten desteklenmelidir.

 

158.      Türk makamları, Türkiye’nin çok partili sistemi ile işleyen bir demokrasi olduğunu hatırlattılar. Demokratik bir ülkede sorunlar demokratik araçlar ve kuramlar vasıtasıyla ele alınırsa çözülür. Türk makamları 550 sandalyeli TBMM’de, 150 milletvekilinin (çoğu da Güneydoğu Anadolu illerinden olmak üzere) Kürt asıllı olduğunu söylüyorlar ve diğer bölgeler için olduğu gibi, bu bölge insanları da özlemlerini ifade etme olanağından ve bu özlemlere mukabele edilmesi imkanından mahrum değildirler diyorlar.

 

159.      Eş - raportörler Türkiye’nin, hakikaten, 34 siyasi partisi ile çoğulcu bir demokrasiye sahip olduğunu kabul etmektedirler. (Bakınız: yukarıda paragraf 64) TBMM’nin 150 üyesi Kürk kökenli olmasına rağmen bu vekillerin çeşitli partilere dağılmış durumda olduklarını belirtirler. % 10’luk ulusal baraj küçük bölgesel partileri Meclis’e girmekten alıkoymaktadır. Meselâ HADEP 1999’de 37 kasaba ve şehirde yerel seçimleri kazanmıştır ama TBMM’ne girememiştir. Ulusal barajın %10’dan, daha makul %5’e indirilmesi gibi önlemlerin yanı sıra, merkezi hükümet yerel ve bölgesel düzeyde, Güneydoğu Anadolu seçmenlerine daha yakın başka foralar ihdas edebilir; onların önerilerini dinleyip, Türkiye’nin (AK’ ne üye ve AB’ ne aday bir ülke) sıfatıyla egemen bir devlet olarak çıkar ve taahhütlerinin ışığında bu önerileri tahlil edebilir. Yerel ve Bölgesel Yönetimler Kongresi’ne katılan Türk delegasyonu da bu konuda yararlı tavsiyeler sunabilir.

 

160.      % 10 baraj ile ilgili olarak Başbakan Yardımcısı Mesut Yılmaz 24 Mayıs 2001 tarihinde seçim yasasının değiştirilmesinin öngörüldüğünü, bu durumda barajın düşürülebileceğini ancak bunun Türkiye’de siyasi partilerin geniş bir yelpazede yer alması nedeniyle muhtemelen % 5 olmayacağını söylemiştir.

 

161.     Reformlar esnasında, Türk makamları hemen bazı işleri hızlandırabilir. Örneğin Meclis, OHAL’e son verip onun yerine bir “ekonomik olağanüstü hal” ilan edebilir ve bu suretle bölgenin ekonomik kalkınmasının önündeki engelleri bertaraf edebilir. Kürt kökenli Türk vatandaşlarına biraz daha serbestlik verip kültürel kimliklerini yaşamlarına müsaade edilebilir ve bu yönde ilk adım olarak çocukların okullarda, özellikle Kürtçenin konuşulduğu güney-doğuda Kürtçe öğrenebilmelerine olanak sağlanabilir.

 

162.      Bu siyasete paralel olarak, Türk makamları Kürt asıllı Türk vatandaşların temel insan haklarının etkin bir şekilde korunmasına daha çok itina etmelidir. 28 Mart 2000 günü AIHM faili meçhul cinayete kurban giden 2 Kürt ile ilgili davalarda Türkiye aleyhine karar vermiştir. 1993 Şubat ayında öldürülen gazeteci Kemal KILIÇ davasında Türkiye’yi AIHS’nin 2. Maddesini (hayat hakkı) ve 13. Maddesini (etkin telafi sağlanması hakkı) ihlal etmek ve etkili soruşturma yapmadığı kararına varmıştır. 27.02.1993’de ölü bulunan Dr. Hasan Kaya davasında ise 3. Maddenin (işkence yasağı) ve 13. Maddenin ihlâl edildiğine karar vermiştir.

 

163.      Bu konuya ilgisi nedeniyle, Eş - raportörler Hizbullah’ın yeniden ortaya çıkışına işaret etmek isterler. Hizbullah lideri Hüseyin Velioğlu’nun 2000 Ocak ayında katlinin arkasından 60 ceset bulunmuştur ki bunların çoğu Kürt asıllı Türklerdir.  Hizbullah 1990’ların başında PKK’ya sempati duyanlara saldırmaya başlamış ve Hükümete muhalif 1000’den fazla insanı öldürmüştür. Ocak ayından bu yana yüzlerce İslamcı militanın tutuklanmasına rağmen Türk makamları, Hizbullah’ın Türk güvenlik güçleri ile ve başka kaynaklara göre de Fazilet Partisi ile bağlantı iddiaları ile ilgili soruşturmaları ilerletmelidir.

 

164.      Güney-doğuda demokratik istikrarı sağlamlaştırmanın çok önemli bir faktörü, kesinlikle, bölgenin iktisadi olarak kalkınmasıdır. Bu bağlamda, eş- raportörler Asamble’nin 1377 (1998) sayılı Tavsiye Kararı’na atıfta bulunmak isterler. Bu tavsiye kararında, Asamble, vadedilmiş olan mali işbirliğinin yeniden canlanması için Avrupa Birliği nezdindeki nüfuzunu kullanması hususunda Bakanlar Komitesi’ne ve Avrupa Konseyi’nin Sosyal Kalkınma fonu tarafından finanse edilecek yeniden imar projeleri sunması hususunda Türkiye’ye çağrıda bulunmuştur. Türk makamları, yalnız ulusal sanayiden değil yurt dışında da bölgeye yatırımları cezbetmek ve güvence altına almak üzere yeni yasalar çıkarmalıdır. AKPM’nin Ekonomik İşler ve Kalkınma Komisyonu’ndan bu konuda tavsiye istenebilir; AB’nın yardımı ve işbirliği sağlanmalıdır.

 

165.      Bu gibi finansmanlar Ulusal Programdaki hedeflerin yerine getirilmesine yardımcı olabilir ( bölüm 1.2.10, tüm vatandaşlar için ekonomik, sosyal ve kültürel fırsatları arttırmak için bölgesel farklılıkların giderilmesi): 1984 yılından itibaren devam etmekte olan terörist faaliyetler frenlendiğinden, Türk hükümeti sosyal ve ekonomik kalkınma yolunda bir dizi önlemler almaya başlamıştır. Bu stratejinin uygulanması orta vadede planlanmaktadır.

166.     Türkiye, tüm ülkenin refahına katkıda bulunacak kapsamlı bir kalkınma projesi (GAP) başlatmıştır. İktisadi kalkınma ve toplumsal ilerleme, şehirleşme ve iktisadi büyüme bakımından bölgeler arasında farklar yaratmıştır. Bu yüzden bazı bölgelerin gelişmesi için özel teşvikler gerekmiştir. Teşvikler bakımından bölgeler “Normal bölgeler” ve “Kalkınmada öncelikli yöreler” diye ikiye ayrılmıştır. GAP bölgesinde Gaziantep ve Kilis hariç tüm vilayetler kalkınmada önceliklidir. Türkiye yabancı yatırımcıları bölgeye davet etmiş olup, diğer ülkelerle ortak girişimleri teşvik eden ikili anlaşmalar imzalamıştır. Hükümetin aldığı bütün teşvik önlemlerine rağmen, terörizm hala ulusal ve yabancı yatırımları hedeflenen seviyelere erişmekten alıkoymaktadır. Çok açıktır ki, ülkenin ve bölgenin refahı terörizme karşı verilen mücadelenin başarısına bağlıdır.

 

123.      Türkiye’nin övünç kaynağı GAP projesinin başarısı için Uluslararası Kamu Hukuku çerçevesinde Türkiye’ye yardım edilmelidir. Bu konuda Kültür ve Eğitim Komisyonu bölgedeki kültürel mirasın korunmasını da sağlamak suretiyle, bölgedeki kültürel mirasa göre toprak reformunun nasıl gerçekleştirilmesi gerektiğine dair tavsiyelerde bulunabilir.

 

E. SONUÇ

 

168.      Eş- raportörler raporda, Türkiye’nin yükümlülük ve taahhütleri ile ilgili olarak son değişiklikleri objektif ve tarafsız bir tarzda sunmaya gayret etmişlerdir. Aynı zamanda konuştukları kişilerin kendilerine verdikleri olgu ve rakamları da, tahlil ettikten sonra sunmuşlar ve mümkün olan yerlerde izlenimlerini ve hasıl olan sonuçları da formüle etmişlerdir.

 

 

169.      Varılan sonuçlar yukarıda ele alınan konular için aşağıdaki gibi  özetlenebilir:

 

A. ÖNCELİKLİ KONULAR

 

a. Terörle mücadelede insan haklarına saygı

 

170.      İnsan haklarına ve bireysel özgürlüklere saygılı olunması gerektiği konusunda artan bir bilinçlenme sağlanmıştır. Bu gelişme pekiştirilmeli ve zihniyet değişikliğini hızlandırmak için devam ettirilmelidir. Mevcut mevzuatı iyileştirmek ve tamamlamak üzere yeni yasal önlemler alınmış ve alınmaktadır. Mevzuatın uygulanması da iyileştirmeli, izlenmeli ve yasama süreci sona erdirilmelidir.

 

171.      Artık idam cezaları infaz edilmemeli; ölüm cezası hukuken kaldırılmalı, ve AHIS’nin 6 No’lu  Protokol onanmalıdır.

 

172.      Bazı kararlar ile ilgili olarak kamu yetkilileri ilgili hükümet dışı kuruluşların fikrini almasalar da onların kamuoyu üzerindeki nüfuzu artmaktadır,. Merkezi yetkililer, ilgili mevzuatın güney-doğudaki kanuna saygılı hükümet dışı kuruluşlar bakımından da uygulanmasını sağlamalıdır.

 

 

b. İfade özgürlüğü

 

173.      İfade özgürlüğüne saygının arttırılması için  alınmış bulunan önlemler, sonuç vermeğe başlamıştır, ama birçok kimse özellikle gazeteciler ve siyasetçiler, ayrılıkçılığa tahrik diye yorumlanabilen fikirler dile getirdikleri için hâlâ kovuşturulmaktadır. Mevcut kuralların çok geniş yorumlanması suretiyle vuku bulan bu aşırı soruşturmaları önlemek üzere, bu kurallar yeniden tanımlanmalıdır.

 

c. Eski DEP milletvekillerinin devam eden mahkumiyeti

 

174.      Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’nin vereceği hüküm belli oluncaya kadar, hukuki olasılıklar incelenmeli ya da gerekirse, eski DEP milletvekillerinin mahkumiyetleri ile ilgili olarak yargılama prosedürleri ve bunu takip eden cezalar gözden geçirilmelidir.

 

175.      Siyasi partilerin feshine ve insanların ömür boyu siyasetten menine imkan veren mevzuat maddeleri AK normlarına uygun hale getirilmeli ve Venedik Komisyonu’nun kaleme aldığı “Siyasi Partilerin Feshi ve Benzeri Önlemlere Dair Rehber” dikkate alınmalıdır.

 

176.      TBMM üyelerinin Meclis içindeki ifade özgürlüğü garanti altına alınmalı ve sadece TBMM içtüzük hükümlerine tabi olmalıdır. Türk makamları, ifadeler ülkenin birliğine ve toprak bütünlüğüne aykırı olmadığı sürece TBMM üyelerinin her konuda fikirlerini dile getirme hakkına sahip olduklarını söylemişlerdir;

 

d. Polis nezareti

 

177.      Polis nezaretindeki koşullar ve bu koşulların iyileştirilmesi ile ilgili olarak Türk makamları önemli adımlar atmıştır. Ancak iyileştirilmiş kuralların tatbiki sağlanmalı ve izlenmelidir.

 

e. İşkence, İnsanlık dışı ya da Küçültücü Muamele veya Cezalandırma

 

178.      İşkenceye ve kötü muameleye son verme hususunda artan bilinç, yasama, yönetim ve eğitim yoluyla birçok önlemler alınmasını mümkün kılmış olup ileri atılmış çok önemli birer adım olan bu önlemlerin, özellikle güneydoğuda uygulanması sağlanmalı ve  izlenmelidir.

 

II. YENİ GELİŞMELER

 

Mevzuat

 

179.      Eş - raportörler 1998 Eylül ayındaki ziyaretlerinden bu yana Türk makamlarının mevzuatta birçok yenilik gerçekleştirmiş olduklarını belirtmekten mutludurlar; bunlara ilaveten başkaları da hazırlık aşamasındadır. Bunlar doğru olarak uygulandığı takdirde Türkiye yükümlülük ve taahhütlerini yerine getirmesini sağlamış olacaktır.

 

Anayasa

 

180.      Eş-raportörler Anayasa’da yapılmış olan değişiklikleri özellikle DGM’lerin yapısı ile ilgili olan değişikliği  ve Ulusal Programdaki hedefleri memnuniyetle karşılarlar. Bununla beraber 1998 Eylül ziyaretinin sonrasında telkin ettikleri hususa atıfta bulunmak isterler; o da şudur, Askerler işbaşında iken 1982’de biçimlenen bu Anayasa, eğer AK norm ve standartlarına intibak ettirilirse, (gerekirse Venedik Komisyonuna danışarak) ve Milli Güvenlik Kurulu’na Meclisin daha fazla katılımı sağlanırsa, bundan büyük yarar sağlanacaktır.

 

III. KÜRT ASILLI TÜRK VATANDAŞLARIN HAKLARINA SAYGI

 

181.      Ara sıra meydana gelen askeri faaliyetler hariç Türkiye’nin güney-doğusunda büyük çaplı askeri şiddetin son bulmuş olması ve OHAL’in hala 4 ilde devam etmesine karşın ortamın yumuşamış olması tatmin edicidir. Eş - raportörler Türk yetkililerin yerinden yurdundan olmuş insanlara ve geri dönemlere bir yardım programı uygulamaya başladıklarını ve bu bölgede ekonomiyi geliştirmeğe azimli olduklarını görmüşlerdir.

 

182.      Eş - raportörler , OHAL’in kaldırılıp, yerine iktisadi bir OHAL konmasını tavsiye ederler. Türk makamları’nın bunun yanı sıra yasama ve yürütme yoluyla önlemler alıp Kürt asıllı Türk vatandaşlarının insan haklarına tam saygı gösterilmesinin sağlamasını onların kendi kültürel kimliği ile yaşamlarını (Kürtçe öğrenebilme imkanı dahil) temin etmesini ve (uygun ise AK ile birlikte) güney-doğuda yaşayanlar ile bir diyalog başlatmanın çare ve yollarını aramasını tavsiye ederler.

 

IV. AB MEVZUATINA UYUM İÇİN ULUSAL PROGRAM

 

183.     Ulusal Programda belirtilen hedefler bazen açık olmasa da ve esnek kelimeler kullanılıp uygulama süreci geniş ve kesin olmasa da eş-raportörler tarafından tesbit edilen tüm konuları kapsayan bu Programın uygulanması ile yukarıda bahsi geçen tavsiyeler hayat kazanabilecektir.

 

184.     Bu geniş taahhüdü yaparken Türk makamları hiç şüphesiz bir Avrupa Konseyi Üyesi olarak yükümlülüklerini yerine getirme yolunda önemli bir yol katetmiş olmaktadırlar. Türkiye diğer üye ülkelerin anlayış ve yardımına ihtiyaç duymaktadır ve Parlamenter Asamble Ulusal Programın uygulanması hususunda tavsiyelerine devam etmelidir.


[1] -----------------------------------------

x57   "Mahkeme  başvuru sahibinin 30 Ağustos 1987 tarihli Cumhuriyet Gazetesinde çıkmış olan beyanını

(bakınız yukarıda 12. paragraf)    esas alır. Başvuru sahibi bu beyanın içeriğine itiraz etmemiştir. Bu beyanda iki cümle bulunmaktadır:  Bunların birincisinde başvuran   PKK  ulusal kurtuluş hareketini  desteklediğini beyan etmekte ve  sözüne devamla " toplu kıyımlardan yana"  olmadığını söylemektedir. Cümlelerin ikincisinde  ise  şöyle demektedir "herkez hata edebilir, PKK da kadınları ve çocukları hata eseri öldürmektedir. "

x 58.  "Bu sözler çeşitli şekillerde yorumlanabilir ama bu sözler her hal ü karda hem kendi içinde çelişkili hem de müphemdir. Çelişkilidir zira aynı anda hem amacına ulaşmak için şiddete başvuran bir terörist örgüt olan PKK' yı desteklemek  hem de kendini toplu kıyımlara karşı biri gibi ilan etmek  izahı zor olsa gerektir . Müphemder çünkü   Bay Zana   toplu kıyımları kınarken onları aynı zamanda  herkesin işleyebileceği bir"hata" diye nitelemektedir."

 

[2] AB'ne  aday olan bir ülkeden  demokrasiyi,  hukukun üstünlüğünü,  insan haklarını ve azınlıklara saygı gösterilmesini ve azınlıkların korunmasını garanti eden kurumların yerleşmişliğini başarmış olması istenmektedir

 

[3] İnsan Hakları ve Hukuk Komisyonu raportörü  Mr. Erik Jurgens  tarafından hazırlanan. AİHM kararlarının  infazına ilişkin rapor 28 Eylül 2000 tarihinde müzakere edilmiş ve karar ile tavsiye karar tasarıları kabul edilmiştir.

İnsan Hakları ve Hukuk Komisyonu raportörü  Mr. Erik Jurgens  tarafından hazırlanan. AİHM kararlarının  infazına ilişkin rapor 28 Eylül 2000 tarihinde müzakere edilmiş ve karar ile tavsiye karar tasarıları kabul edilmiştir.

 

[4] İnsan Hakları Vakfına gore Mart 2001’de kendilerine gelen işkence şikayetlerinin % 65’I Kürt kökenli Türklerden gelmiştir

[5] Dök. 8441 Ek I

[6] Dök 8502 Ek I

[7] 23 Ekim 2000 tarihlerinde Türk yetkililer PKK terror örgütüne yardım ve yataklıktan İzmir DGM’sinde Dr Uzun hakkında açılan davanın 23 Mayıs 2000 tarihinde tahliye ile sonuçlandığını bildirmişlerdir.

[8] 25 Şubat 2000’de Ankara DGM’si PKK lideri Öcalan’ın tutuklanmasını protesto etmek için gösteri yaptıkları ve açlık grevine gittikleri için 18 HADEP üye ve görevlisini, herbiri 3 sene 9 ay olmak üzere hapis cezasına mahkum etmiştir

25 Şubat 2000’de Ankara DGM’si PKK lideri Öcalan’ın tutuklanmasını protesto etmek için gösteri yaptıkları ve açlık grevine gittikleri için 18 HADEP üye ve görevlisini, herbiri 3 sene 9 ay olmak üzere hapis cezasına mahkum etmiştir

 

[9] Türk makamları ise “Akın Birdal” terör örgütü PKK’yı övdüğü için, ki bu kanunen suçtur bağımsız Türk Mahkemeleri tarafından mahkum edildiğini söylüyorlar.

 

[10] Hatip Dicle, Orhan Doğan, Selim Sadak ve Leyla Zana

[11] DSP, MHP, FP, ANAP, DYP

[12] DSP, MHP, ANAP

[13] Temmuz 2000’de yargıtayın herhangi bir siyasi faaliyeti ömür boyu yasaklaması ve hapis cezasını onaylaması sonucu  AKPM Başkanı Lord Russell-Johnston şu açıklamayı yapmıştır:Yaşlı bir adamı söylediklerinden dolayı hapsetmek modern bir Avrupa toplumu için yanlış, üzücü ve onur kırıcıdır. Ancak mahkemenin savı sadece mevcut hukuk sistemini uygulamak ise demokrasinin normal olarak işlemesi için doğru ve etkin yasal garantileri sağlamak Türk Parlamentosu’nun görevidir. Bu garantilerin eksikliği Türkiye’nin ileride Avrupa ile bütünleşmesi hususunda önyargılar getirecektir.

[14] Danimarka’nın 34382/97 sayılı Devletten Devlete şikayeti: bir Danimarka vatandaşının, Türkiye’de tutuklu bulunduğu 8 Temmuz - 16 Ağustos 1996 tarihleri arasında Türk Makamlarının kendisine, AIHS’nin 3. Maddesini ihlalen, kötü davrandığına dair isnatların incelenmesi ile ilgilidir. Aynı zamanda bu Danimarkalı’ya tatbik edildiği iddia edilen sorgulama tekniklerinin Türkiye’de yaygın bir şekilde uygulanıp uygulanmadığına dair bir sorunun incelenmesine dairdir.

 

[15] 1998’de İnsan Hakları Vakfı AK’nın Avrupa İnsan Hakları Ödülünü almıştır

[16] Bu sayılar AKPM Türk Delegasyonu tarafından verilen sayıları tutmamaktadırlar : sadece  3 şikayet vaki olmuş; 2000 yılının ilk 3 ayında da hiç şikayet olmamıştır.

 

[17] Genel Sekreter mevcut ekonomik krizin güvenliğe bir tehdit olarak algılanmadığını belirtmiştir.

[18] Çoğunluğu terör suçundan mahkum olmuş ve DHKP/C üyesi 300-400 mahkum

[19] Komisyon raportörü John Connor Eylül 2001’de bölgeyi ziyaret etmeyi planlamaktadır.

[20] Ankara’daki merkezi hükümetin bölgede Kürt nüfusu nedeni ile değil  feodal sistem nedeniyle güneydoğuda batıda olduğundan çok fazla sorun yaşandığı iddia edilmektedir

 

[21] Üç Kürt lehçesinden biri; Kuzey Kırmançi (% 75), Güney Kırmançi ya da Sorani, Kirdki Kırmançi veya Zaza. Türk makamları Türkiye’nin güneydoğusunda Kürtçe olarak nitelendirilebilecek tek bir dilin bulunmadığını, fakat birçok alt-dil ve lehçenin bulunduğunu belirttiler. Bu durum Türkçe’nin temel iletişim dili haline gelmesine neden oldu .

 

[22] Tunceli, Diyarbakır, Hakkari, Şırnak

 

[23] Şırnak’a ziyaretleri esnasında eş-raportörler güvenlik gücü bulunmayan hiçbir potansiyel olarak stratejik dağ geçidi ya da tepeye rastlamamışlardır.

 

[24] Mart 2000’de devlet tarafından maaş verilen köy korucularının sayısının 65.000 ve aile ferdi sayısının yaklaşık 335.000-400.000 olduğu söylendi.

 

[25] Bu tutuklama Asamble Başkanı, Genel Sekreteri ve Bölgesel ve Yerel Bu tutuklama Asamble Başkanı, Genel Sekreteri ve Avrupa Bölgesel ve Yerel Yönetimler Kongresi Başkanı’ndan kritik beyanların yapılmasına neden olmuştur

 

[26] 28 Temmuz 1997’de TBMM Göç Komisyonu başkanı terörle mücadele çerçevesinde 3185 köy ve daha küçük yerleşim biriminden  364.742 kişi boşaltıldığını belirtmiştir(Doc. 8131, par.17)

 

[27] Bazı kararlarında AİHM Türkiye’nin güneydoğusunda güvenlik güçlerinin bazı faaliyetlerinin ev yakma da dahil olmak üzere AİHS’ne aykırı olduğunu belirtmiştir.

 

[28] DEP 1994’de Anayasa Mahkemesi tarafından kapatılmıştır