TÜRKİYE BÜYÜK MİLLET MECLİSİ

                                                           TUTANAK DERGİSİ

 

                                                                           57’nci Birleşim

                                                                        18 Şubat 2020 Salı

 

(TBMM Tutanak Hizmetleri Başkanlığı tarafından hazırlanan bu Tutanak Dergisi’nde yer alan ve kâtip üyeler tarafından okunmuş bulunan her tür belge ile konuşmacılar tarafından ifade edilmiş ve tırnak içinde belirtilmiş alıntı sözler aslına uygun olarak yazılmıştır.)

 

                                                                          İÇİNDEKİLER

 

I.- GEÇEN TUTANAK ÖZETİ

II.- GELEN KÂĞITLAR

III.- OTURUM BAŞKANLARININ KONUŞMALARI

1.- Oturum Başkanı TBMM Başkan Vekili Levent Gök’ün, trafik kazası geçiren İstanbul Milletvekili Rümeysa Kadak’a geçmiş olsun dileğinde bulunduğuna ve Avrupa Güreş Şampiyonası’nda altın madalya kazanan Süleyman Karadeniz’i kutladığına ilişkin konuşması

2.- Oturum Başkanı TBMM Başkan Vekili Levent Gök’ün, İstanbul Milletvekili Rümeysa Kadak’ın trafik kazası geçirmiş olmasına rağmen görev ve sorumluluk bilinciyle görevine başladığına ilişkin konuşması

 

IV.- GÜNDEM DIŞI KONUŞMALAR

A) Milletvekillerinin Gündem Dışı Konuşmaları

1.- Konya Milletvekili Halil Etyemez’in, Konya iline yapılan yatırımlara ilişkin gündem dışı konuşması

2.- Samsun Milletvekili Neslihan Hancıoğlu’nun, Samsun ilinin sorunlarına ilişkin gündem dışı konuşması

3.- İzmir Milletvekili Hasan Kalyoncu’nun, biyolojik savaşa ilişkin gündem dışı konuşması

 

V.- AÇIKLAMALAR

1.- Adana Milletvekili Ayhan Barut’un, vatandaşların Çin’de ortaya çıkan ve tüm dünyaya yayılan corona virüsü nedeniyle tedirginlik yaşamasının yanı sıra grip ilaçları dâhil birçok ilacın piyasada bulunmaması nedeniyle ortaya çıkan mağduriyete ilişkin açıklaması

2.- Mersin Milletvekili Ali Cumhur Taşkın’ın, Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan liderliğinde ülkeye kazandırılan yollar, köprüler, havalimanlarıyla birlikte bilimi, teknolojiyi ve inovasyonu destekleyecek Teknopark İstanbul’un 2’nci etap açılışının yapıldığına ilişkin açıklaması

3.- Artvin Milletvekili Uğur Bayraktutan’ın, Artvin Sarp Sınır Kapısı’nda oluşan tır kuyrukları nedeniyle yaşanılan mağduriyete ilişkin açıklaması

4.- Malatya Milletvekili Mehmet Celal Fendoğlu’nun, Malatya ve Elâzığ illerinde yaşanan deprem nedeniyle hemşehrilerinin doğal gaz ve elektrik faturalarının tahsilatının üç ay süreyle ertelenmesini talep ettiğine ilişkin açıklaması

5.- Osmaniye Milletvekili Mücahit Durmuşoğlu’nun, Yunanistan Cumhurbaşkanı Prokopis Pavlopulos’un Batı Trakya’daki Türklere yönelik “Müslüman Yunan azınlık” ifadesinin kabul edilebilir olmadığına ve 4’üncü Ulusal Antarktika Bilim Seferi’ne katılan 24 kişilik ekibin Antarktika’ya ulaştığına ilişkin açıklaması

6.- Bursa Milletvekili Yüksel Özkan’ın, Yunanistan Cumhurbaşkanı Prokopis Pavlopulos’un Batı Trakya’daki Türklere yönelik “Müslüman Yunan azınlık” ifadesine ilişkin açıklaması

7.- Niğde Milletvekili Ömer Fethi Gürer’in, yapılan zamlar nedeniyle elektrik ve doğal gaz faturalarının yüksekliğine ilişkin açıklaması

8.- Bursa Milletvekili Atilla Ödünç’ün, 18 Şubat Türkiye’nin NATO’ya üyeliğinin 68’inci yıl dönümüne ilişkin açıklaması

9.- Denizli Milletvekili Haşim Teoman Sancar’ın, 20 Mart 2019 tarihinde yaşanılan deprem nedeniyle Denizli ili Acıpayam ilçesindeki mağduriyetin devam ettiğine ilişkin açıklaması

10.- Gaziantep Milletvekili İmam Hüseyin Filiz’in, 17 Şubat Orgeneral Eşref Bitlis’in şehadetinin 27’nci yıl dönümüne, İstanbul Üniversitesi öğrencisi Hakan Taşdemir, Konyalı Mevlüt Çankaya vc Şırnak ili Cizre ilçesinde Nezir Kılıç’ın intihar etmesinin ekonomik sıkıntılar nedeniyle gelinen noktanın korkutucu olduğunu gösterdiğine ilişkin açıklaması

11.- Kahramanmaraş Milletvekili İmran Kılıç’ın, dirayetli önderliği ve esaret altında bulunan Kafkasya topraklarını kurtarma mücadelesiyle Şeyh Şamil’in tarihe geçtiğine ilişkin açıklaması

12.- Mersin Milletvekili Hacı Özkan’ın, Türkiye’nin sanayi üretiminin reel sektörde yaşanan dengelenmenin ardından artış eğilimine girdiğine ilişkin açıklaması

13.- Edirne Milletvekili Okan Gaytancıoğlu’nun, otoyol kenarlarına yerleştirilen maket polis ve jandarma araçlarının kime, kaç liraya yaptırıldığını ve devlete maliyetinin ne olduğunu, bu maketlerin konulduğu yerlerde trafik kazalarının azaldığına dair somut bir araştırma sonucunun olup olmadığını İçişleri Bakanından öğrenmek istediğine ilişkin açıklaması

14.- Aksaray Milletvekili Ayhan Erel’in, iş bekleyen fizik tedavi teknikerlerinin mağduriyetinin giderilmesi gerektiğine ilişkin açıklaması

15.- İstanbul Milletvekili Mahmut Tanal’ın, Millî Sarayların Cumhurbaşkanlığına bağlanmasıyla Meclis bünyesine alınan personelin bankamatik memuru olarak çalıştırılması konusunda Meclis Başkanlığının kamuoyuna açıklama yapması gerektiğine ilişkin açıklaması

16.- İstanbul Milletvekili Hayati Arkaz’ın, dünyada her yıl 6 milyondan fazla insanın sigara yüzünden hayatını kaybettiğine, ülkede bu konuda alınan tedbirlerin ve yapılan çalışmaların artarak devam etmesini dilediğine ilişkin açıklaması

17.- Ordu Milletvekili Mustafa Adıgüzel’in, 1998 yılında ABD’li Curtis La France tarafından Anıtkabir’de sergilenmek üzere Kültür Bakanlığına bağışlanan Büyük Önder Atatürk’ün mektubunun nerede olduğunu öğrenmek istediğine ilişkin açıklaması

18.- Iğdır Milletvekili Yaşar Karadağ’ın, Iğdır iline 16 kilometre uzaklıkta bulunan ve teknik ömrünü tamamlamış olan Metsamor Nükleer Santrali’nde meydana gelebilecek nükleer sızıntıya karşı tedbir alınmasının elzem olduğuna ilişkin açıklaması

19.- Afyonkarahisar Milletvekili Burcu Köksal’ın, AKP’nin kamyoncuların feryadına kulak vermesi için daha kaç kişinin canına kıyması gerektiğini öğrenmek istediğine ilişkin açıklaması

20.- Kocaeli Milletvekili Haydar Akar’ın, yüksek hızlı tren nedeniyle Büyükderbent ve çevredeki diğer istasyonlarda yaşanılan mağduriyetin giderilmesi gerektiğine ilişkin açıklaması

21.- Mersin Milletvekili Baki Şimşek’in, nakit sıkıntısı yaşayan Mersin ili merkez, Tarsus, Mezitli, Erdemli, Anamur, Silifke ilçeleri Esnaf ve Sanatkârlar Kredi Kefalet Kooperatiflerine ödenek gönderilerek esnafa destek verilmesi gerektiğine ilişkin açıklaması

22.- Kahramanmaraş Milletvekili Sefer Aycan’ın, corona virüsü salgınının devam ettiğine ve Çin’den plastik atık alınmasının doğru olmadığına ilişkin açıklaması

23.- Kırşehir Milletvekili Metin İlhan’ın, Kırşehir ilinin kamu yatırımlarından yeterince faydalanamadığına ilişkin açıklaması

24.- Yozgat Milletvekili Ali Keven’in, Yozgat ili köylerinin altyapı sorunlarının devam ettiğine ilişkin açıklaması

25.- Çanakkale Milletvekili Özgür Ceylan’ın, 1 Ekim 2017 tarihi itibarıyla iller arası hayvan sevklerinde uygulanan düzenlemenin hayvan üreticilerini mağdur ettiğine ilişkin açıklaması

26.- Sivas Milletvekili Semiha Ekinci’nin, 12 Şubat akşamı geçirdiği kalp krizi nedeniyle vefat eden AK PARTİ Divriği İlçe Başkanı Yasin Uyanık’a Allah’tan rahmet dilediğine, Diyarbakır Annelerinin HDP Diyarbakır İl Başkanlığı önünde 22 Ağustosta başlayan evlat nöbetinin devam ettiğine ve Sivasspor’a 21 Şubat Cuma günü Alanyaspor’la yapacağı maçta başarılar dilediğine ilişkin açıklaması

27.- Mersin Milletvekili Olcay Kılavuz’un, Gazi Mustafa Kemal Atatürk’ü ve silah arkadaşlarını saygıyla, minnetle andığına ilişkin açıklaması

28.- Kütahya Milletvekili Ali Fazıl Kasap’ın, Diyanet İşleri Başkanlığının yayımladığı Aile Dergisi’nde yer alan “Tasarruflu pazar alışverişi nasıl yapılır?” başlıklı yazıya ilişkin açıklaması

29.- Amasya Milletvekili Mustafa Levent Karahocagil’in, Aile, Çalışma ve Sosyal Hizmetler Bakanlığının Amasya iline 2019 yılında yaptığı yardımlara ilişkin açıklaması

30.- Kayseri Milletvekili Dursun Ataş’ın, ülkenin derin bir ekonomik krizin içinde bulunduğuna ilişkin açıklaması

31.- Gaziantep Milletvekili Bayram Yılmazkaya’nın, AKP iktidarının bankaları ve finans kuruluşlarını baskılamasının kamuoyunu aldatmak olduğuna ilişkin açıklaması

32.- İzmir Milletvekili Dursun Müsavat Dervişoğlu’nun, İYİ PARTİ Genel Başkanı Meral Akşener’in öncülüğünde il ve ilçe ziyaretlerine devam ettiklerine ve vatandaşların yegâne gündeminin geçim sıkıntısı olduğuna, Atlasglobal hava yolu şirketinin iflas başvurusunda bulunduğuna ve Türk ekonomisinin her geçen gün kan kaybetmeye devam ettiğine, ekonomik sıkıntılar yüzünden hayatına son veren Hatay ilinde Adem Yarıcı, Konyalı Mevlüt Çankaya ve İstanbul Üniversitesi öğrencisi Hakan Taşdemir’in çığlığı tüm ülkeyi sarması gerekirken Hükûmetin görmezden gelmeye devam ettiğine ancak ülkeyi yönetenlerin bu sorumluluktan kaçamayacaklarına ilişkin açıklaması

33.- Sakarya Milletvekili Muhammed Levent Bülbül’ün, Türk kökenli Milletvekili Emir Kır’ın üyesi olduğu Belçika Sosyalist Partisinden ihraç edilmesinin Türklerin sadece siyasette değil her alanda var olan haklarının kısıtlanması yönündeki tartışmaları artırdığına, demokrasi, insan hakları, hukukun üstünlüğü gibi değerlerin Türkler ve Müslümanlar söz konusu olduğunda nasıl görmezden gelindiğinin nedenleri üzerinde durularak, tesis edilecek Ankara ve Türkiye merkezli adalet ve medeniyet anlayışının dünyada kabul görmesi için çalışılması gerektiğine ilişkin açıklaması

34.- İstanbul Milletvekili Hakkı Saruhan Oluç’un, Mardin Büyükşehir Belediye Eş Başkanı Ahmet Türk ve Mazıdağı Belediye Eş Başkanı Necla Yıldırım hakkında beraat kararı verilmesinin kayyum atamalarının keyfî ve hukuksuz olduğunun göstergesi olduğuna, Dil, Kültür ve Sanat Araştırmaları Derneği Eş Başkanı ve eğitmenlerinin, HDP Cizre İlçe Eş Başkanı ile İlçe Seçim Kurulu üyesinin kendilerine isnat edilen iddialardan beraat ettiği gibi Van Milletvekili Murat Sarısaç’a ait aracın önü kesilerek gözaltına alınan HDP Parti Meclisi Üyesi Yunus Durdu’nun da serbest bırakılacağına, Türkiye İnsan Hakları Vakfının yayımladığı rapora, Gezi Parkı davasıyla ilgili beraat kararına ilişkin açıklaması

 

35.- İstanbul Milletvekili Engin Altay’ın, Osman Kavala ve tüm sanıkların beraat etmesinin Gezi davasının da Balyoz, Ergenekon gibi uydurma bir dava olduğunu ortaya koyduğuna ve adaletin geç de olsa tecelli etmesinden Cumhuriyet Halk Partisi olarak memnuniyet duyduklarına, Gezi’nin düşünceyi ifade etme ve yayma özgürlüğünün cisimleşmiş hâli olduğuna, yargının tam anlamıyla bağımsız olarak iş göreceği Türkiye hayallerinin sürdüğüne, Yunanistan Cumhurbaşkanı Prokopis Pavlopulos’un Batı Trakya’daki Türklere yönelik “Müslüman Yunan azınlık” ifadesinin kabul edilebilir olmadığına, gayriaskerî statüde olmasına rağmen 16 kara parçasının Yunanistan tarafından silahlandırılmış olmasına daha ne kadar seyirci kalınacağını öğrenmek istediklerine ilişkin açıklaması

36.- İstanbul Milletvekili Mehmet Muş’un, 17 Şubat Orgeneral Eşref Bitlis’in şehadetinin 27’nci yıl dönümüne, mahkemenin Gezi davasıyla ilgili sanıklar için verdiği beraat kararına, Gezi’yi Vandalizm olarak gördüklerine, İstanbul Milletvekili Hakkı Saruhan Oluç’un yaptığı açıklamasındaki bazı ifadelerine ilişkin açıklaması

37.- İstanbul Milletvekili Engin Altay’ın, İstanbul Milletvekili Mehmet Muş’un yaptığı açıklamasındaki bazı ifadelerine ilişkin açıklaması

38.- İstanbul Milletvekili Hakkı Saruhan Oluç’un, İstanbul Milletvekili Mehmet Muş’un yaptığı açıklamasındaki bazı ifadelerine ve Gezi olaylarıyla ilgili Vandalizm suçlamasını reddettiğine ilişkin açıklaması

39.- İstanbul Milletvekili Mehmet Muş’un, İstanbul Milletvekili Engin Altay’ın ve İstanbul Milletvekili Hakkı Saruhan Oluç’un yaptığı açıklamalarındaki bazı ifadelerine ilişkin açıklaması

40.- İstanbul Milletvekili Engin Altay’ın, İstanbul Milletvekili Mehmet Muş’un yaptığı açıklamasındaki bazı ifadelerine ilişkin açıklaması

41.- İstanbul Milletvekili Engin Altay’ın, Sakarya Milletvekili Muhammed Levent Bülbül’ün yerinden sarf ettiği bazı ifadelerine ilişkin açıklaması

42.- İzmir Milletvekili Kani Beko’nun, Giresun Milletvekili Cemal Öztürk’ün CHP grup önerisi üzerinde AK PARTİ Grubu adına yaptığı konuşmasındaki bazı ifadelerine ilişkin açıklaması

43.- İstanbul Milletvekili Mehmet Muş’un, İstanbul Milletvekili Engin Altay’ın AK PARTİ grup önerisi üzerinde CHP Grubu adına yaptığı konuşmasındaki bazı ifadelerine ilişkin açıklaması

44.- Antalya Milletvekili Aydın Özer’in, geçim sıkıntısı içinde olan Adem Yarıcı, Mevlüt Çankaya, Nezih Kılıç ve Hakan Taşdemir’in intihar ettiğine, TÜİK verilerine göre toplumun büyük bir mutsuzluk sarmalı içinde olduğuna ilişkin açıklaması

45.- Adana Milletvekili Müzeyyen Şevkin’in, gıda mühendisleri aldığı eğitimi uygulayacak iş bulamazken Tarım ve Orman Bakanlığının gıda güvenliğini sağlayabilmek adına Türkiye genelinde başlattığı denetim seferberliğinin gerçekçi olmadığına ilişkin açıklaması

46.- Sivas Milletvekili Ahmet Özyürek’in, Süper Lig’de oynanan maçlarda hakem hataları olduğuna ve bu hataların Sivasspor aleyhine oluşmasının kuşku yarattığına ilişkin açıklaması

47.- Adana Milletvekili Orhan Sümer’in, Adana ilindeki muhtarların sorunlarının çözümü için adım atılmasını talep ettiğine ilişkin açıklaması

48.- Niğde Milletvekili Ömer Fethi Gürer’in, kadro verilemeyen taşeron işçilerin mağduriyetlerinin giderilmesi gerektiğine ilişkin açıklaması

49.- Konya Milletvekili Orhan Erdem’in, Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti’nde kırk altı yıldır kapalı olan Maraş’ın yeniden sivil hayata açılmasını desteklediklerine ilişkin açıklaması

50.- Karaman Milletvekili İsmail Atakan Ünver’in, 19 Şubat 2019 tarihinde vefat eden 20, 21 ve 22’nci Dönem Karaman Milletvekili Fikret Ünlü’ye Allah’tan rahmet dilediğine ilişkin açıklaması

51.- Hatay Milletvekili Suzan Şahin’in, Türkiye tarihinde ilk kez Rusya ve Yunanistan’dan şeker ithal edildiğine ve ithal etmek için mi kotaların konulduğunu öğrenmek istediğine ilişkin açıklaması

52.- İstanbul Milletvekili Mehmet Muş’un, Bursa Milletvekili İsmail Tatlıoğlu’nun 176 sıra sayılı Kanun Teklifi’nin birinci bölümü üzerinde İYİ PARTİ Grubu adına yaptığı konuşmasındaki bazı ifadelerine ilişkin açıklaması

 

VI.- BAŞKANLIĞIN GENEL KURULA SUNUŞLARI

A) Önergeler

1.- Başkanlığın, Tekirdağ Milletvekili Enez Kaplan’ın, Sanayi, Ticaret, Enerji, Tabii Kaynaklar, Bilgi ve Teknoloji Komisyonu üyeliğinden istifasının 19/2/2020 tarihinde Başkanlığa ulaştığına ilişkin önerge yazısı (4/62)

2.- İzmir Milletvekili Atila Sertel’in, (2/951) esas numaralı Devlet Memurları Kanununda Değişiklik Yapılması Hakkında Kanun Teklifi’nin doğrudan gündeme alınmasına ilişkin önergesi (4/63)

 

VII.- ÖNERİLER

A) Siyasi Parti Grubu Önerileri

1.- İYİ PARTİ Grubunun, İYİ PARTİ Grup Başkan Vekili İzmir Milletvekili Dursun Müsavat Dervişoğlu tarafından, eğitimin niteliğinin artması ve işleyebilmesi için ücretli öğretmenlerin mağduriyetlerinin giderilmesi, özlük haklarının düzenlenmesi, yaşadığı ekonomik ve sosyal sorunların giderilmesi amacıyla 18/2/2020 tarihinde Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına verilmiş olan Meclis araştırması önergesinin ön görüşmelerinin, Genel Kurulun 18 Şubat 2020 Salı günkü birleşiminde yapılmasına ilişkin önerisi

2.- HDP Grubunun, Grup Başkan Vekili Mersin Milletvekili Fatma Kurtulan tarafından, işçilerin güvensiz çalışma koşullarında hayatını kaybettiği iş cinayetlerini engellemek amacıyla 18/2/2020 tarihinde Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına verilmiş olan Meclis araştırması önergesinin ön görüşmelerinin, Genel Kurulun 18 Şubat 2020 Salı günkü birleşiminde yapılmasına ilişkin önerisi

3.- CHP Grubunun, İzmir Milletvekili Kani Beko ve arkadaşları tarafından, kadro alamayan işçilerin sorunlarının araştırılması amacıyla 17/2/2020 tarihinde Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına verilmiş olan Meclis araştırması önergesinin ön görüşmelerinin, Genel Kurulun 18 Şubat 2020 Salı günkü birleşiminde yapılmasına ilişkin önerisi

4.- AK PARTİ Grubunun, Genel Kurulun çalışma gün ve saatlerinin yeniden düzenlenmesine; bastırılarak dağıtılan 176 sıra sayılı Bankacılık Kanunu ile Bazı Kanunlarda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Teklifi’nin kırk sekiz saat geçmeden Gündem’in “Kanun Teklifleri ile Komisyonlardan Gelen Diğer İşler” kısmının 1’inci sırasına; 173 ve 174 sıra sayılı Kanun Tekliflerinin aynı kısmın, sırasıyla 2’nci ve 5’inci sıralarına alınmasına ve diğer işlerin sırasının buna göre teselsül ettirilmesine; 173, 174 ve 176 sıra sayılı Kanun Tekliflerinin İç Tüzük’ün 91’inci maddesine göre temel kanun olarak bölümler hâlinde görüşülmesine ilişkin önerisi

 

VIII.- SEÇİMLER

A) Başkanlık Divanında Açık Bulunan Üyeliklere Seçim

1.- Başkanlık Divanında boş bulunan Türkiye Büyük Millet Meclisi Kâtip Üyeliğine seçim

 

IX.- KANUN TEKLİFLERİ İLE KOMİSYONLARDAN GELEN DİĞER İŞLER

A) Kanun Teklifleri

1.- Aydın Milletvekili Mustafa Savaş ile 88 Milletvekilinin Bankacılık Kanunu ile Bazı Kanunlarda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Teklifi (2/2596) ile Plan ve Bütçe Komisyonu Raporu (S. Sayısı: 176)

X.- YAZILI SORULAR VE CEVAPLARI

1.- İstanbul Milletvekili Mahmut Tanal'ın, Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi'ne geçildikten sonra istisnai kadrolara yapılan atamalara ilişkin sorusu ve Gençlik ve Spor Bakanı Mehmet Muharrem Kasapoğlu’nun cevabı (7/23790)

2.- İstanbul Milletvekili Mahmut Tanal'ın, Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi'ne geçildikten sonra istisnai kadrolara yapılan atamalara ilişkin sorusu ve Ulaştırma ve Altyapı Bakanı Mehmet Cahit Turhan’ın cevabı (7/23856)

3.- Antalya Milletvekili Cavit Arı'nın, B1/B2 ve D1/D2 yetki belge bedellerine yapılan zamlara ilişkin sorusu ve Ulaştırma ve Altyapı Bakanı Mehmet Cahit Turhan’ın cevabı (7/23858)

4.- Adana Milletvekili İsmail Koncuk'un, İstanbul Havalimanı'nda yaşanan bazı aksaklıklara ve son beş yılda İstanbul'a uçak aracılığıyla giriş yapan turist sayısına ilişkin sorusu ve Ulaştırma ve Altyapı Bakanı Mehmet Cahit Turhan’ın cevabı (7/23862)

5.- İstanbul Milletvekili Züleyha Gülüm'ün, Kanal İstanbul Projesi'nin olası etkilerine ve TAKPAS protokolünde değişiklik yapılmasına ilişkin sorusu ve Cumhurbaşkanı Yardımcısı Fuat Oktay’ın cevabı (7/23866)

6.- Van Milletvekili Muazzez Orhan'ın, 9 Ocak 2013 tarihinde Paris'te 3 kadının öldürüldüğü olayın soruşturulmasına ilişkin sorusu ve Cumhurbaşkanı Yardımcısı Fuat Oktay’ın cevabı (7/23867)

7.- Mersin Milletvekili Alpay Antmen'in, Akkuyu A.Ş. nükleer santralinin yönetim kurulu üyeleri ile şirkete verilen ödeme garantisine ilişkin sorusu ve Cumhurbaşkanı Yardımcısı Fuat Oktay’ın cevabı 7/23868)

8.- İstanbul Milletvekili Mustafa Sezgin Tanrıkulu'nun, bir belediye başkanının A Milli Kadın Voleybol takımının oyuncularına yönelik sözlerine ilişkin sorusu ve Cumhurbaşkanı Yardımcısı Fuat Oktay’ın cevabı (7/23916)

9.- Ankara Milletvekili Levent Gök'ün, 2002-2019 yılları arasında çiftçilerin kullandığı kredilerin yapılandırılması ve ertelenmesinde uygulanan faiz oranları ile erteleme kapsamına alınmayan kredi borçlarına ilişkin sorusu ve Cumhurbaşkanı Yardımcısı Fuat Oktay’ın cevabı (7/23917)

10.- Ankara Milletvekili Levent Gök'ün, 2002-2019 yılları arasında Türkiye'de üretilen, satılan ve ithal edilen elektrikli ısıtıcı sayısına ve bu ısıtıcıların sebep olduğu kazalara ilişkin sorusu ve Cumhurbaşkanı Yardımcısı Fuat Oktay’ın cevabı (7/23918)

11.- Niğde Milletvekili Ömer Fethi Gürer'in, bina yıkımı ve gemi geri dönüşümü çalışmalarındaki asbest denetimine,

Kentsel dönüşümde asbest riskine karşı hazırlanan yönetmelik çalışmalarına,

İlişkin soruları ve Cumhurbaşkanı Yardımcısı Fuat Oktay’ın cevabı (7/23919), (7/23923)

12.- Niğde Milletvekili Ömer Fethi Gürer'in, ilgili bakanlık tarafından asbestli ürünlerin denetimine ilişkin sorusu ve Cumhurbaşkanı Yardımcısı Fuat Oktay’ın cevabı (7/23920)

13.- Niğde Milletvekili Ömer Fethi Gürer'in, piyasada satılan asbestli ürünlerin denetimine ilişkin sorusu ve Cumhurbaşkanı Yardımcısı Fuat Oktay’ın cevabı (7/23921)

14.- Niğde Milletvekili Ömer Fethi Gürer'in, ülkemizdeki asbest maruziyeti oranının yüksekliğine ve yeni asbest yönetmeliğinin çıkacağı tarihe ilişkin sorusu ve Cumhurbaşkanı Yardımcısı Fuat Oktay’ın cevabı (7/23922)

15.- Niğde Milletvekili Ömer Fethi Gürer'in, bazı illerde incelemeler sonucunda asbest tespit edilmesine ilişkin sorusu ve Cumhurbaşkanı Yardımcısı Fuat Oktay’ın cevabı (7/23924)

16.- Bursa Milletvekili Yüksel Özkan'ın, Bursa Büyükşehir Belediyesinin ilaçlama hizmetiyle ilgili olarak gerçekleştirdiği ihaleye,

-Kocaeli Milletvekili Tahsin Tarhan'ın, Gebze Belediyesi tarafından temizlik işi için çıkılan ihaleye teklif veren şirketlere,

-Bursa Milletvekili Yüksel Özkan'ın, Bursa Büyükşehir Belediyesinin proje, yatırım ve hizmetlerin kamuoyuna duyurulması hizmeti için yapmış olduğu ihaleye,

İlişkin soruları ve İçişleri Bakanı Süleyman Soylu’nun cevabı (7/24093), (7/24094), (7/24144)

17.- Zonguldak Milletvekili Ünal Demirtaş'ın, Zonguldak Çaycuma Havalimanı'nda THY tarafından iptal edilen iç hat uçuşlarına ve havalimanının iç hat seferlerine kapatılıp kapatılmayacağına ilişkin sorusu ve Ulaştırma ve Altyapı Bakanı Mehmet Cahit Turhan’ın cevabı (7/24105)

18.- Muş Milletvekili Gülüstan Kılıç Koçyiğit'in, Munzur Üniversitesi öğrencisi bir kadının kaybolmasıyla ilgili iddialara ilişkin sorusu ve Cumhurbaşkanı Yardımcısı Fuat Oktay’ın cevabı (7/24111)

18 Şubat 2020 Salı

BİRİNCİ OTURUM

Açılma Saati: 15.00

BAŞKAN: Başkan Vekili Levent GÖK

KÂTİP ÜYELER: Bayram ÖZÇELİK (Burdur), Emine Sare AYDIN YILMAZ (İstanbul)

-----0-----

BAŞKAN – Türkiye Büyük Millet Meclisinin 57’nci Birleşimini açıyorum.

Toplantı yeter sayısı vardır, görüşmelere başlayacağız.

III.- OTURUM BAŞKANLARININ KONUŞMALARI

1.- Oturum Başkanı TBMM Başkan Vekili Levent Gök’ün, trafik kazası geçiren İstanbul Milletvekili Rümeysa Kadak’a geçmiş olsun dileğinde bulunduğuna ve Avrupa Güreş Şampiyonası’nda altın madalya kazanan Süleyman Karadeniz’i kutladığına ilişkin konuşması

BAŞKAN – Değerli arkadaşlarım, Meclisi yönetirken Divan kâtipliği görevinde bizlerle beraber çalışan, bugün de benimle burada olması gereken İstanbul Milletvekilimiz Divan Kâtibi Sayın Rümeysa Kadak dün talihsiz bir trafik kazası geçirdi; durumu gayet iyi -kendisiyle görüştüm- sağlık durumunda herhangi bir şey yok, araçtakilerde herhangi bir şey yok. Bugün kendisine dinlenmesini tavsiye ettim, ilerleyen saatlerde belki geleceğini söyledi ama dinlenmesini de önerdim. Rümeysa Kadak kardeşimize geçirdiği bu trafik kazasından dolayı geçmiş olsun diyorum. Gerçekten önemli bir kazayı çok hafif atlattık. Tekrar geçmiş olsun diyorum.

Yine, değerli milletvekilleri, Avrupa Güreş Şampiyonası’nda 92 kiloda altın madalya kazanan güreşçimiz Süleyman Karadeniz’i de Türkiye Büyük Millet Meclisi adına kutluyorum, başarılar diliyorum.

Değerli milletvekilleri, hepinize başarılı ve verimli bir hafta diliyorum.

Değerli arkadaşlarım, gündeme geçmeden önce 3 sayın milletvekiline gündem dışı söz vereceğim.

Gündem dışı ilk söz, Konya’ya yapılan yatırımlar hakkında söz isteyen Konya Milletvekilimiz Sayın Halil Etyemez’e aittir.

Buyurun Sayın Etyemez. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)

Süreniz beş dakika.

IV.- GÜNDEM DIŞI KONUŞMALAR

A) Milletvekillerinin Gündem Dışı Konuşmaları

1.- Konya Milletvekili Halil Etyemez’in, Konya iline yapılan yatırımlara ilişkin gündem dışı konuşması

HALİL ETYEMEZ (Konya) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; konuşmama başlamadan önce İstanbul Milletvekilimiz Rümeysa Kadak’a geçmiş olsun dileklerimi iletiyorum ve millî güreşçimiz Süleyman Karadeniz’i de buradan tebrik ediyorum.

Saygıdeğer milletvekilleri, Konya’mıza yapılan yatırımlarla ilgili gündem dışı söz almış bulunmaktayım. Öncelikle yüce Meclisimizi saygıyla selamlıyorum.

Değerli milletvekilleri, göreve geldiğimiz 2002 yılından günümüze kadar ekonomiden sağlığa, ulaşımdan yerli ve millî sanayiye, her alanda birçok başarıya imza attık. Yapılan yatırımlardan medeniyet şehri, sanayi kenti, tarım ve hayvancılığın başkenti Konya’mız da payını almıştır. AK PARTİ hükûmetleri olarak Konya’mıza 51 milyarın üzerinde yatırım yaptık.

İktidar olarak her zaman önceliğimiz eğitim oldu. Konya’mızda eğitime bugüne kadar yaklaşık 2 milyar lira yatırım gerçekleştirdik; okul sayısını 2 binin, derslik sayısını 22 binin, öğretmen sayısını ise 32 binin üzerine çıkardık. Konya’mıza Necmettin Erbakan Üniversitesi ve Konya Teknik Üniversitesi olmak üzere iki devlet, bir de vakfa bağlı Konya Gıda ve Tarım Üniversitesini kazandırdık. Yaklaşık 20 bin öğrencimizin kalacağı yeni yurtları açtık. Millî maçların yapıldığı 42 bin seyirci kapasiteli stadyum, gençlik merkezleri, çeşitli branşlarda spor tesisleri, yüzme havuzlarını vatandaşlarımızın hizmetine sunduk. Yıllık 400 bin kişinin ziyaret ettiği, 5 bin metrekare kapalı alanda aynı anda 20 bin kelebeğin uçtuğu, Avrupa’nın en büyük, Türkiye’nin tek kelebek vadisini Konya’mızın hizmetine sunduk.

Sağlıkta toplam 2.395 yatak kapasiteli 31’i hastane olmak üzere 80’in üzerinde tesis yaptık, yatak sayımızı 7.686’ya çıkardık. 1.250 yataklı Karatay Şehir Hastanemizin de açılışını bu yıl içerisinde inşallah gerçekleştireceğiz.

Konya’mızda 23.772 konut projesi yaptık, 4 bin sosyal konutu da hayata geçireceğiz. Konya’mızda 14 ilçemizi doğal gazla buluşturduk. Karapınar ilçemizde kurulacak olan bin megavat kapasiteli dünyanın en büyük güneş enerjisi santralinin panellerinin kurulmasına nisan ayı itibarıyla başlayacağız.

Değerli milletvekilleri, şüphesiz medeniyetin en büyük göstergesi olan ulaşıma ayrı bir önem verdik. Konya’mızın bölünmüş yol mesafesini 1.100 kilometrenin üzerine çıkardık. Konya’yı yüksek hızlı trenin merkezi hâline getirdik. Konya Havalimanı’nın yıllık 3 milyon yolcu kapasiteli yeni terminal binasını yaptık ve yolcu trafiğini yıllık 1 milyonun üzerine çıkardık. 7,5 milyar lira maliyetli Konya metrosunu da inşallah hayata geçiriyoruz. Yıllık 3 milyon yolcuya hizmet verebilecek olan Yüksek Hızlı Tren Garı, Konya’mızı lojistik üssü hâline getirecek Kayacık Lojistik Merkezi, ASELSAN ve Konyalı sanayicilerimizin iş birliğiyle savunma sanayisiyle ilgili fabrika da inşallah önümüzde süreçte hizmete girecek. Diğer yandan Konya’mız önümüzdeki yıl 5’inci İslami Dayanışma Oyunları’na da ev sahipliği yapacak.

Değerli milletvekilleri, konuşmamın başında da ifade ettiğim gibi Konya’mız, tarım ve hayvancılığın başkentidir. Konya, Türkiye tarım alanlarının yaklaşık yüzde 8’ine karşılık gelen 1,9 milyon hektar tarım alanıyla ülkemizin en büyük tarım alanına sahip. Konya’mızın tarımsal üretim değeri son on sekiz yılda 9 kat artarak 20 milyara yaklaşırken tarımsal ihracatımız yine on sekiz yılda 20,3 kat artarak yaklaşık 400 milyon dolara ulaşmıştır. Konya tarım makineleri imalatının yüzde 65’ini, ihracatının da yüzde 70’ini gerçekleştirmektedir. Konya’mız ülkemizde, yine, tahıl üretiminde 1’inci, 927 bin büyükbaş hayvan varlığıyla 1’inci, 2 milyon 460 bin küçükbaş hayvan varlığıyla 2’nci, 1 milyon 388 bin ton süt üretimiyle de 1’inci sıradadır.

Konyalı çiftçilerimizin üretimini artırmak, onlara destek olmak için on sekiz yılda 8,4 milyar lira hibe verdik. Şüphesiz, Konya tarımımızın can damarı sudur. Bunun bilincinde olarak 2003-2020 yılları arasında 9,4 milyar liralık yatırım yaparak toplam 260 tesisi hizmete aldık. Osmanlı’dan bugüne uzanan asırlık rüya proje Mavi Tünel’i hayata geçirdik. 796.444 dekar araziyi sulamaya açarak çiftçilerimize yıllık 650 milyon lira tarımsal gelir artışı sağladık. Suyun tasarruflu kullanılması için yaklaşık 1 milyar lira bedelli İvriz Sağ Sahil ve Sol Sahil Kapalı Sulama Sistemlerini Konya Ereğli’mizde hayata geçiriyoruz. Konya’mızın sulanabilir tarım alanı 1 milyon 704 bin 164 hektar iken şu anda sulanan alan yaklaşık 500 bin hektardır. Sulanan alanı daha fazla artırarak Konya’mıza dış havzalardan su getirmek için çeşitli su kaynakları üzerinde proje çalışmalarımızı titizlikle sürdürmekteyiz. Bu projeler hayata geçtiği takdirde yıllık 500 milyon TL millî ekonomiye katkı sağlayacak. Konya’mızda 105 milyonun üzerinde fidanı toprakla buluşturduk.

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN – Tamamlayalım Sayın Etyemez.

Buyurun.

HALİL ETYEMEZ (Devamla) – Değerli milletvekilleri, tarih boyunca nice medeniyetlerin zirvesi, şehri olan Konya’mıza yapılan bu yatırımlar Cumhurbaşkanımız Recep Tayyip Erdoğan’ın liderliğinde artarak devam edecektir.

Konya’mıza yapılan ve yapılacak olan hizmetlerin gerçekleşmesinde destekleriyle her daim yanımızda olan Cumhurbaşkanımıza, bakanlarımıza, milletvekillerimize, emeği geçenlere ve Konyalı hemşehrilerimize şükranlarımı sunuyor, Genel Kurulu saygıyla selamlıyorum. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – Teşekkür ederim.

Gündem dışı ikinci söz, Samsun ili genelinde kamu hizmetleri yatırım politikaları ve kentin sorunları hakkında söz isteyen Samsun Milletvekilimiz Sayın Neslihan Hancıoğlu’na aittir.

Buyurun Sayın Hancıoğlu. (CHP sıralarından alkışlar)

Süreniz beş dakika.

2.- Samsun Milletvekili Neslihan Hancıoğlu’nun, Samsun ilinin sorunlarına ilişkin gündem dışı konuşması

NESLİHAN HANCIOĞLU (Samsun) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; Samsun ilinin sorunlarıyla ilgili gündem dışı söz aldım. Genel Kurulumuzu saygıyla selamlıyorum.

Aslında Samsun’un sorunu tektir, o sorun da Adalet ve Kalkınma Partisinin ta kendisidir. “Nasıl?” derseniz… Bugün bu güzel şehri yöneten anlayış, Samsunluların çözüm bekleyen sorunlarına sırt çevirmiş, kaynaklarını yandaşa teslim etmiş, havasını suyunu zehirlemiş, insanları ölümle burun buruna getirmiş ve bu durumdan zerre kadar rahatsızlık duymayan bir anlayıştır.

Sizlere bunu birkaç örnekle vermek istiyorum. İlk örneği; İlkadım ilçesindeki Çiftlik Caddesi. Bu cadde 2014 yılında milyonlarca lira masraf yapılarak trafiğe kapatıldı. Kapatan kim? AK PARTİ’li Büyükşehir Belediyesi. Aradan altı yıl geçti, bu cadde yine milyonlar harcanarak bu kez trafiğe açıldı. Kim açtı? Yine aynı belediye. Planlama yok, mühendislik yok. Peki ne var? “Ben bilirim.” anlayışı var, yandaşa vatandaşın parasını peşkeş çekmek var. Diğer bir örnek Bafra ilçemizden. Aynı Büyükşehir Belediyesi üç yıl kadar önce bu ilçemizin gerçekten de ihtiyacı olan yeni otogar projesi için düğmeye bastı. Projelerin, kamulaştırmaların, altyapı masraflarının hepsine oluk oluk paralar harcandı. Sonra bir baktık, otogar projesinin yeri değişmiş. Hangi vicdan, hangi akıl, hangi ahlak bu israfı, bu talanı, bu savurganlığı savunabilir?

Samsunluların parası böyle boşa harcanırken şehirde işsizlik bir virüs gibi yayılıyor. Bu paralarla Samsun’da sayıları 100 bine yaklaşan genç işsizimize istihdam sahası yaratmak çok mu zor? Geçen yıl bu şehirde 1.650 esnaf iflas etti. Ayakta kalanlar ise deyim yerindeyse sinek avlıyor. Bugün, Türkiye’de her 3 çekten 1’i yazılırken Samsun’da her 2 çekten 1’i yazılıyor, ödenemiyor. Adliye adliye olmaktan çıktı, bildiğiniz emlak dükkânı; duvarlar icradan satılık gayrimenkul ilanlarıyla dolu. Şehrin nüfusu 1 milyon 350 bin, 410 bin icra dosyası var. Yani her 3 Samsunluya bir icra dosyası düşüyor. Bugün, Samsun sahipsiz bırakılmış bir şehirdir. Sahipsizliğin nasıl bir şey olduğunu Vezirköprü ilçemize gidin, gözlerinizle göreceksiniz. Bu ilçeyi dünyaya bağlayan yol, yıllardır “ölüm yolu” diye adlandırılıyor. Yolu duble hâle getirmek için projeler yapıldı ama bitmedi. Kunduz Dağları’nda millî takımlar için kamp tesisi kuruldu, müteahhit “Zarar ediyorum.” diye bırakıp gitti; şimdi orası çürümekte. Sekiz yılda bir hastane inşaatı bitmez mi? Vezirköprü’de bitmiyor. Kaç müteahhit değişti? Sayın Bakana soruyoruz “İnşallah bu yıl hizmete girecek.” diyor; bekleyip göreceğiz.

Birisi de şu kürsüye çıkıp memleketimizin en değerli ovası Çarşamba Ovası’nın orta yerine biyokütle enerji santralinin hangi akılla, hangi mantıkla kurulacağını izah etsin. Devletin tarımsal sit alanı olarak ilan ettiği yani tarımsal üretim dışında bir çivi dahi çakılması yasak olan Karadeniz’in en büyük, en verimli ovasına zehir santrali yapılmasına nasıl izin verilir? Yazıktır, günahtır! (CHP sıralarından alkışlar) Samsunlular bu savurganlığın, bu hesap kitap bilmezliğin faturasını sadece parasıyla değil, canıyla da ödüyor ve bu gidişle daha çok canlar yanacak.

Şimdi, buradan Samsun’u ve tüm Türkiye’yi uyarıyorum: Salıpazarı, Terme, Çarşamba bölgesinde geçen yıl iki büyük sel felaketi yaşandı; 2 vatandaşımız bu sel felaketinde hayatını kaybetti, köprüler yıkıldı, tarlalar yok oldu. Aradan geçen süre içinde dere ıslah çalışması ya da bu taşkın önleme projelerinin hiçbiri gerçekleşmedi. Millet bahçesi yapmak için 30 milyonu bulanlar, sel tehdidi altındaki vatandaşlarımız için parmağını oynatmıyor. Bu uyarımı bir kenara not edin; bu saatten sonra bu bölgede yaşanacak sellerden, can ve mal kayıplarından verdiği sözleri tutmayan siyasetçiler ve bürokratlar sorumludur. Vatandaşın parasını sadece üç beş yandaşına rant sağlamak için savuran saray iktidarı sorumludur.

Genel Kurulu saygıyla selamlıyorum. (CHP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – Değerli milletvekilleri, gündem dışı üçüncü söz, biyolojik savaş hakkında söz isteyen İzmir Milletvekilimiz Sayın Hasan Kalyoncu’ya aittir.

Buyurun Sayın Kalyoncu. (MHP sıralarından alkışlar)

Süreniz beş dakika.

3.- İzmir Milletvekili Hasan Kalyoncu’nun, biyolojik savaşa ilişkin gündem dışı konuşması

HASAN KALYONCU (İzmir) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; Genel Kurulu saygıyla selamlıyorum.

Biyolojik savaş tarihi uzun bir geçmişe sahiptir. Tarihî dönemlere bakıldığında, var olan hastalık etmenleri savaşlarda düşmanı zayıflatmak için kullanılmıştır. Yakın tarihte Amerika Birleşik Devletleri’nin Kızılderililere çiçek hastalarının kullandığı battaniyeleri göndermesi bunun çarpıcı örnekleri arasında yer almaktadır. Sovyetler’de 1920’li yıllarda, İngiltere’de 1930’lu yıllarda, Almanya’da Nazi döneminde, Japonya’da 1932’de, Amerika Birleşik Devletleri’nde 1943 yılında biyolojik silah kullanımı ve silah programları geliştirilmeye başlanmıştır. Güney Afrika Cumhuriyeti, 1980-1993 yılları arasında “Sahil Projesi” kod adıyla biyolojik silah programı yürütmüştür. Bunların yanında, İsrail ve bazı Avrupa ülkeleri bu programları geliştirmekte ve kullanmaktadır.

Biyolojik savaş ajanlarının günümüzde savaş dışında da toplumları zayıflatmak için kullanıldığı sıkça ifade edilmektedir. Ayrıca ülkeler bu ajanları olası tehdit ve saldırılara karşı üretmekte veya elinde bulundurmaktadır. Biyolojik savaş ajanları, öldürmek, sakat bırakmak veya kapasite bozmak amacıyla kullanılan mikroorganizmaları, bunların sporları ve bazı organizmalarca oluşturulan toksinleri içermektedir. Biyolojik silah olarak kullanılan ajanlar iki grupta ele alınır: Bunlardan birincisi canlı organizmalar ve bunların oluşturduğu sporlardır, ikinci grubu ise mikroorganizmaların ürettiği zehirli toksinler meydana getirir. Toksinler asıl canlılar olmayıp bunlardan elde edilen bileşenler oldukları için bazı bilim adamları tarafından kimyasal savaş silahı olarak da kabul edilirler.

Küresel ölçekte güncel sorun hepimizin malumudur. İlk olarak aralık ayında Çin’den hastalık haberleri gelmeye başlamış ve şu ana kadar 26 ülkede tespit edilen virüs, salgın boyutuna ulaşmıştır. Dünya genelinde virüs nedeniyle hayatını kaybedenlerin sayısı 1.600’ü, vaka sayısı ise 67 bini aşmış durumdadır. Dünya Sağlık Örgütü “uluslararası kamu sağlığı acil durumu” ilan etmiştir. Bugün, corona virüsünün bir laboratuvar virüsü olduğu, biyolojik savaş aygıtı olduğu yaygın kanaat hâline gelmiştir.

Sayın milletvekilleri, bunların yanında, tarım ürünleri üzerinden de doğrudan insanları öldürmeye yönelik olmayıp üretimi engelleyici ve sağlıksız nesiller yetiştirilmesini hedefleyen çalışmalar yapılmaktadır. Bu yapıların geliştirilmesiyle giderek tarım yok edilerek hedef ülkenin dışa bağımlı hâle getirilmesi ve bu durumun da biyolojik savaş içerisinde değerlendirilmesi dünya gündemindedir.

Ülkemizde biyolojik savaşla ilgili mücadele için tedbirlerin alınması zaruridir. Türk Silahlı Kuvvetlerinde ve diğer kurumlarda biyolojik ve kimyasal silah bulunmamaktadır. Savunma amacıyla Kimyasal, Biyolojik, Radyoaktif, Nükleer Savunma Daire Başkanlığı kurulmuştur; bu birimin daha aktif hâle getirilmesi ve donanımının artırılması gerekmektedir. Aynı zamanda, bu birimin Daire Başkanlığı düzeyinden çıkarılıp müstakil bir kurum hâline de dönüştürülmesi gereklidir. Burada biyolojik, kimyasal, nükleer ve radyoaktif savunma sistemlerinin ayrı birimler olarak çalışması sağlanmalıdır. Şu an da biyolojik savaşta kullanılmaya uygun bakteri ve virüslere karşı tedavi araçlarının, aşılarının bir an önce geliştirilerek depolanması, toksinlere karşı önlem planlarının ve araçlarının oluşturulması ülkenin öncelikleri arasında ele alınmalıdır; topyekûn güvenliğimiz açısından bu konu özel önem taşımaktadır. Bunlarla ilgili çok fonksiyonel laboratuvarlar, araştırma imkânları bulunan merkezler oluşturulmalıdır. Biyolojik savaşla ilgili bilimsel çalışmalar koordine edilmeli ve öncelikli alan olarak ele alınmalıdır. Aynı zamanda ülke içinde dolaşımıyla ilgili tedbirler alınması zorunludur.

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN – Tamamlayalım Sayın Kalyoncu.

HASAN KALYONCU (Devamla) – Milliyetçi Hareket Partisi olarak vatanımıza ve milletimize karşı yapılacak saldırıların tümüne karşı hazırlıklı olmamız gerektiğini özellikle vurgulamaktayız. Daha önce de dile getirdiğimiz gibi, Milliyetçi Hareket Partisi olarak biz güncel sorunların çözümüne odaklanmanın yanında gelecekte oluşabilecek sorunları da öngörerek önlemleri ortaya koyan bir siyasi hareketiz. Ülke olarak barıştan yanayız fakat her türlü savaşa, bu çerçevede biyolojik ve kimyasal savaşlara da hazırlıklı olmak zorunluluğumuz vardır.

Gazi Meclisimizi saygıyla selamlıyorum. (MHP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – Teşekkür ederim.

Değerli milletvekilleri, gündem dışı konuşmaları tamamladık.

Şimdi, değerli milletvekillerimizin yerinden söz taleplerini karşılayacağım, birer dakikayla söz vereceğim.

Sayın Barut…

V.- AÇIKLAMALAR

1.- Adana Milletvekili Ayhan Barut’un, vatandaşların Çin’de ortaya çıkan ve tüm dünyaya yayılan corona virüsü nedeniyle tedirginlik yaşamasının yanı sıra grip ilaçları dâhil birçok ilacın piyasada bulunmaması nedeniyle ortaya çıkan mağduriyete ilişkin açıklaması

AYHAN BARUT (Adana) – Sayın Başkan, malum kış aylarındayız, aynı zamanda hastalık ayları olarak da bilinir. Kışın soğuk algınlığı, gribal enfeksiyonlar ve solunum yolu gibi birçok mevsimsel hastalığın yoğun olarak yaşandığı dönemdir. Üstelik yurttaşlarımız Çin’de ortaya çıkan ve tüm dünyaya yayılan corona virüsü nedeniyle büyük bir tedirginlik yaşıyor. Kış dönemi başında grip aşılarının ve bazı ilaçların bulunmaması gibi sorunları yaşamıştık. Bu sorunları dile getirdiğimizde eksikliğin giderileceği, benzer sıkıntıların bir daha yaşanmayacağı ifade edilmişti. Ancak, ne yazık ki, yine eczanelerde bazı ilaçları bulamayan yurttaşlarımız şikâyetlerini ilettiler. Seçim bölgemizde, Adana’da dün akşam nöbetçi eczanelere giden yurttaşlarımız, örneğin, epilepsi ilacını hiç bulamadığından yakındı. Eczacılar depolarda olmadığını söylüyor, Bakanlığın ilaç firmalarıyla anlaşmasında sorun olduğunu, bu anlaşmazlıktan kaynaklı ilaç bulunmadığını dile getiriyorlar. Soğuk algınlığı tedavisinde kullanılan ilaçların bile eczanelerde bulunmadığından yakınan yurttaşların günahı nedir? Nedir bu anlaşma sorunu? Yurttaşları yine mağdur etmeyin.

Teşekkür ederim.

BAŞKAN – Sayın Taşkın...

2.- Mersin Milletvekili Ali Cumhur Taşkın’ın, Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan liderliğinde ülkeye kazandırılan yollar, köprüler, havalimanlarıyla birlikte bilimi, teknolojiyi ve inovasyonu destekleyecek Teknopark İstanbul’un 2’nci etap açılışının yapıldığına ilişkin açıklaması

ALİ CUMHUR TAŞKIN (Mersin) – Teşekkür ederim Sayın Başkan.

Türk savunma sanayisinin inovasyon merkezi Teknopark İstanbul’un yapımı tamamlanan 2’nci etap açılışı Cumhurbaşkanımız Sayın Recep Tayyip Erdoğan tarafından önceki gün gerçekleştirildi. 2020 yılı Ocak sonu itibarıyla 312 firma ve 5.392 AR-GE mühendisliğine ev sahipliği yapan Teknopark İstanbul'da 1.763 savunma sanayi odaklı yerli ve millî proje geliştirilmektedir. 2030 yılına kadar sağlanacak istihdam ve gerçekleştirilecek ihracatla ekonomiye 10 milyar dolarlık katkı sunulması hedeflenmektedir. AR-GE çalışmaları ticari değere dönüştükçe Türkiye'nin uluslararası rekabet gücü daha da artmaktadır. AK PARTİ olarak Cumhurbaşkanımız Sayın Recep Tayyip Erdoğan liderliğinde ülkemize on sekiz yılda yollar, köprüler, havalimanları gibi dev eserlerin yanında, bilimi, teknolojiyi ve inovasyonu destekleyecek bu tür merkezler de kazandırdık diyor, Genel Kurulu saygıyla selamlıyorum.

BAŞKAN – Sayın Yalım…

Sayın Bayraktutan…

3.- Artvin Milletvekili Uğur Bayraktutan’ın, Artvin Sarp Sınır Kapısı’nda oluşan tır kuyrukları nedeniyle yaşanılan mağduriyete ilişkin açıklaması

UĞUR BAYRAKTUTAN (Artvin) - Teşekkür ediyorum Sayın Başkanım.

Ben de söz sırasını bana veren İzmir Milletvekili Mehmet Ali Çelebi’ye çok teşekkür ediyorum.

Artvin’de Sarp Sınır Kapısı’nda, Kemalpaşa’da, 15 kilometreyi aşkın bir tır kuyruğu mevcuttur. Gürcistan Hükûmeti kar yağışından dolayı Tiflis’e ulaşımla alakalı yoldaki ulaşım sorunlarını gerekçe göstererek Türkiye tarafından tırları öbür tarafa kabul etmemektedir. 15 kilometrelik kuyruk ne yazık ki Karadeniz Sahil Yolu’nda kara yolu trafik güvenliğini tehlikeye düşürecek boyuttadır. Üç-dört günü aşkın, neredeyse bir haftaya yaklaşan süredir devam eden bu mağduriyetin önlenmesi için ilgili bakanlıklar nezdinde Gürcistan Hükûmetiyle gerekli diplomatik girişimlerin sağlanması ve bu tır trafiğinin bir an önce eritilmesi ve kara yolu trafik güvenliğinin sağlanması için elzem bir durum ortaya çıkmıştır. Bunu Parlamentodan dile getiriyorum. Bu konuda ilgililerin gerekli önlemleri alması ilgili bakanlar nezdinde Gürcistan…

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN – Sayın Yalım…

Sayın Fendoğlu, buyurun.

4.- Malatya Milletvekili Mehmet Celal Fendoğlu’nun, Malatya ve Elâzığ illerinde yaşanan deprem nedeniyle hemşehrilerinin doğal gaz ve elektrik faturalarının tahsilatının üç ay süreyle ertelenmesini talep ettiğine ilişkin açıklaması

MEHMET CELAL FENDOĞLU (Malatya) – Teşekkür ederim Başkanım.

Malatya ve Elâzığ’da doğal gaz ve elektrik dağıtım işi Aksa tarafından yapılmaktadır.

Yine, Elâzığ’da deprem dolayısıyla faturaların üç ay ertelenmesine karar verildi; üç ay sonunda ödemelerin toptan olacağı belirtiliyor. Bu ay faturalar geldi, 3 artı 1 evin ortalama elektrik ve doğal gaz faturası 800 TL ila 1000 TL arasındadır; asgari ücretle geçinen bir hanenin bunu toptan ödemesi imkânsız. Malatya ve Elâzığ’daki depremzede hemşehrilerimizin elektrik ve doğal gaz faturalarından üç ay sonunda ücret alınmaması hemşehrilerimizin talebidir. Biz hemşehrilerimizin bu taleplerini hem bölgede bulunan bakanlarımıza hem de ilgili bakanlıklara iletiyoruz.

Teşekkür ederim.

BAŞKAN – Sayın Durmuşoğlu…

5.- Osmaniye Milletvekili Mücahit Durmuşoğlu’nun, Yunanistan Cumhurbaşkanı Prokopis Pavlopulos’un Batı Trakya’daki Türklere yönelik “Müslüman Yunan azınlık” ifadesinin kabul edilebilir olmadığına ve 4’üncü Ulusal Antarktika Bilim Seferi’ne katılan 24 kişilik ekibin Antarktika’ya ulaştığına ilişkin açıklaması

MÜCAHİT DURMUŞOĞLU (Osmaniye) – Teşekkürler Sayın Başkan.

Yunanistan Cumhurbaşkanı Pavlopulos’un Batı Trakya’yı ziyaretinde Müslüman Türk azınlığa “Müslüman Yunan azınlık” demesi kabul edilebilir bir açıklama değildir. Batı Trakya Türk toplumunun kimliği tarihî gerçeklerle sabittir; kim ne derse desin, Batı Trakya Türk azınlığı yüzyıllardır Türk’tü ve Türk kalacaktır.

Cumhurbaşkanlığımızın himayesinde Sanayi ve Teknoloji Bakanlığı uhdesinde ve TÜBİTAK MAM Kutup Araştırmaları Enstitüsü koordinesinde gerçekleşen 4’üncü Ulusal Antarktika Bilim Seferi’ne katılan 24 kişilik ekibimiz, 15 bin kilometrelik yorucu bir yolculuğu geride bırakarak Antarktika’ya ulaştı; yer bilimleri, canlı bilimleri ve deniz bilimleri alanında toplam 15 proje yürütecek ekibimiz dünyaya umut aşılayacak. Bilgi ve teknoloji çağını yakalamamız ve bilgi ekonomisini oluşturmamız için atılan bu dev adımın hayırlı olmasını diliyor, Genel Kurulu saygıyla selamlıyorum.

BAŞKAN – Sayın Özkan…

6.- Bursa Milletvekili Yüksel Özkan’ın, Yunanistan Cumhurbaşkanı Prokopis Pavlopulos’un Batı Trakya’daki Türklere yönelik “Müslüman Yunan azınlık” ifadesine ilişkin açıklaması

YÜKSEL ÖZKAN (Bursa) – Teşekkür ederim Sayın Başkan.

Herhâlde bir kargaşa oldu, yanlışlık oldu; sistemi yeniden açarsanız memnun olurum çünkü Yüksel Özkan yerine “Yalım Özkan” dediniz.

Ben hemen başlıyorum izin verirseniz.

BAŞKAN – Buyurun, ben zaten size söz verdim.

YÜKSEL ÖZKAN (Bursa) – Teşekkürler Sayın Başkan.

Değerli milletvekilleri, Yunanistan Cumhurbaşkanı Pavlopulos Batı Trakya’daki konuşmasında İstanbul Rum azınlığı için “Yunan azınlık” ifadesini kullanırken Batı Trakya’daki Türkler içinse tarihî gerçekleri çarpıtarak “Yunan Müslüman azınlık” demiştir.

Batı Trakya Türkleri 1923’ten beri pek çok sorunla ve ayrımcılıkla karşı karşıya kalmıştır. Daha önceleri, azınlık okulları ve dernekler isimlerinde “Türk” deyimini kullanırken kullanırken 1970’lerden sonra Yunanistan, “Müslüman Yunan azınlık” deyimini zorunlu tutmuştur. Gümülcine ve İskeçe’deki isimlerinde “Türk” kelimesi geçen dernekler kapatılmış, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi Yunanistan’ı bu konuda mahkûm etmiştir fakat Yunanistan bu karara uymamaktadır. Dışişleri Bakanlığını, Batı Trakya Türkleri konusunda mütekabiliyet esaslı daha aktif politikalara davet ediyorum.

BAŞKAN – Sayın Gürer…

7.- Niğde Milletvekili Ömer Fethi Gürer’in, yapılan zamlar nedeniyle elektrik ve doğal gaz faturalarının yüksekliğine ilişkin açıklaması

ÖMER FETHİ GÜRER (Niğde) – Teşekkürler Sayın Başkan.

Elektrik ve doğal gaz faturaları vatandaşın belini bükmektedir. Yüksek faturalar ödenememektedir, bu nedenle elektrik ve doğal gazlar kesilmeye başlamıştır. Battaniyeyle, sobayla yaşamaya çalışanların sayısı artmıştır. Elektrik, santral çıkışı kilovatsaati 35 kuruş iken tüketiciye vergi ve diğer eklentilerle 70 kuruşa ulaşmaktadır. Bu bağlamda TRT katkı payı kaldırılmalıdır ve vergiler düşürülmelidir. Elektrik ve doğal gaz fiyatları bir an önce makul seviyeye indirilmelidir. Mesken fiyatına iki yılda yüzde 60 zam gelmiş, çiftçinin kullandığı enerjiye ise daha yüksek oranda zam yapılmıştır. Tarımda, elektrik borçlarına olan desteklemelerin kesilmesi de çiftçiyi mağdur etmektedir. Özel sektörün tahsilatçısı devlet olmamalıdır. Doğal gaz, elektrik hanelerde kesilirken tarımsal sulama suyu için elektrikteki kesinti tarımda verimin de düşmesine neden olmaktadır.

BAŞKAN – Sayın Ödünç…

8.- Bursa Milletvekili Atilla Ödünç’ün, 18 Şubat Türkiye’nin NATO’ya üyeliğinin 68’inci yıl dönümüne ilişkin açıklaması

ATİLLA ÖDÜNÇ (Bursa) – Teşekkür ediyorum.

Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; ülkemiz altmış sekiz yıl önce bugün 18 Şubat 1952 tarihinde Kuzey Atlantik Antlaşması Örgütü NATO’ya üye olmuştur. O günden bu yana bu stratejik ittifakın üyesi olarak üzerine düşeni kendi bölgesinde katıldığı bütün operasyonlarda en iyi şekilde, alnının akıyla gerçekleştirmiştir. NATO, üyelerine sorunları çözmek, güven oluşturmak ve uzun vadede çatışmaları önlemek için millî savunma ve güvenlikle ilgili danışma ve iş birliği sunmaktadır. Dünya’da barışın devamı için günümüzde NATO’nun önemi daha da artmıştır. Ülkemiz NATO’nun 2’nci büyük ordusu olarak aziz milletimizin gücünü uluslararası her alanda en güçlü bir şekilde tesis etmektedir. Bu yönüyle ordumuz barışın teminatıdır. Bölgemizde barışın korunmasına denge unsuru olan ülkemizin NATO’ya üyeliğinin 68’inci yılını kutluyor, Genel Kurulu saygıyla selamlıyorum.

BAŞKAN – Sayın Sancar…

9.- Denizli Milletvekili Haşim Teoman Sancar’ın, 20 Mart 2019 tarihinde yaşanılan deprem nedeniyle Denizli ili Acıpayam ilçesindeki mağduriyetin devam ettiğine ilişkin açıklaması

HAŞİM TEOMAN SANCAR (Denizli) – Değerli arkadaşlar, 20 Mart 2019 günü Acıpayam ilçemizde yaşanan acı deprem sonucunda binin üzerinde konut yıkılmıştır. Şu anda -on bir ay geçen- Acıpayam’ımızda, hâlâ, 270 aile, geçici çözüm dediğimiz konteynerlerde, eksi 15 derecede, dedesiyle, ninesiyle, çocuklarıyla yaşamak zorunda kalmıştır. Ben Sayın Bakana buradan tekrar sesleniyorum: Çadırla, konteynerle depremin çözümü olmaz. Burada yaşayan vatandaşlarımıza Bakanlarımızca söz verilmiş olmasına rağmen hiç kimse geri dönüş yapmamış, Denizli’ye deprem incelemesine gelen Sayın Kurum Acıpayam bölgesi programını iptal etmiştir. Bununla ilgili ben tekrar söylüyorum: Bu, doğru bir davranış değildir. Hakkın, hukukun, adaletin ve devletin orada hissedilmesi adına Sayın Kurum’un acilen 270 ailemizi konteynerden kurtarmasını önemle rica ediyorum. Bu bir devlet görevidir, bu bir vatandaşlık görevidir, bu bir insanlık görevidir.

Teşekkür ederim.

BAŞKAN – Sayın Filiz...

10.- Gaziantep Milletvekili İmam Hüseyin Filiz’in, 17 Şubat Orgeneral Eşref Bitlis’in şehadetinin 27’nci yıl dönümüne, İstanbul Üniversitesi öğrencisi Hakan Taşdemir, Konyalı Mevlüt Çankaya vc Şırnak ili Cizre ilçesinde Nezir Kılıç’ın intihar etmesinin ekonomik sıkıntılar nedeniyle gelinen noktanın korkutucu olduğunu gösterdiğine ilişkin açıklaması

İMAM HÜSEYİN FİLİZ (Gaziantep) – Teşekkür ederim Sayın Başkan.

17 Şubat 1993 tarihinde, uçağının düşmesi sonucu vefat eden, vatanın bölünmez bütünlüğü için verdiği olağanüstü mücadeleyle Türk milletinin gönlüne taht kuran Jandarma Genel Komutanı Orgeneral Eşref Bitlis’i şehadetinin 27’nci yıl dönümünde rahmetle ve minnetle anıyorum; ruhu şad, mekânı cennet olsun.

Ülkemizde intiharlar durulmuyor. İş bulamadığı için İstanbul Üniversitesi öğrencisi Hakan Taşdemir, bankalara ve çevresine borçlu olduğu için Konyalı kamyoncu Mevlüt Çankaya, Cizre’de Kaymakamlık binasında Nezir Kılıç intihar etmiş. Geldiğimiz nokta gerçekten korkutucudur. Hükûmetin, her konuda israfı önleyerek, üretimi ve istihdamı artırarak ve daha da önemlisi, huzur ve barış ortamını sağlayarak insanlarımızı psikolojik olarak rahatlatması yönünde acil tedbir almasını bekliyor, Genel Kurulu saygılarla selamlıyorum.

BAŞKAN – Sayın Kılıç...

11.- Kahramanmaraş Milletvekili İmran Kılıç’ın, dirayetli önderliği ve esaret altında bulunan Kafkasya topraklarını kurtarma mücadelesiyle Şeyh Şamil’in tarihe geçtiğine ilişkin açıklaması

İMRAN KILIÇ (Kahramanmaraş) – Teşekkür ederim Sayın Başkanım.

Yirmi beş sene boyunca devam eden Kafkasya-Rusya savaşlarında büyük kahramanlıklar gösteren Şeyh Şamil, hayatını, esaret altında bulunan Kafkasya topraklarını kurtarmaya adamış, “Kafkas Kartalı” olarak anılmıştır. Dinî ilimlerde üstat olan Şamil, at binme, silah kullanma ve güreş sporlarında üstün becerilere sahipti. Kafkasyalılar onu başlarına lider olarak seçtiler, o da dirayetli önderliği ve mücadelesiyle tarihe geçti. O şöyle der: “Kıl kadar bile olsa ışık gördüğün yere git.” “İdareciler işlerini şûrayla görmeli.” “Kâmil kişi yürümeye nasıl başlarsa öyle bitirir.” “Kahrolsun sefil esaret, yaşasın şanlı ve güzel ölüm!” “Yüksekteyken küçülmeli, kuvvetliyken insaf etmelisin.” “İstilaya uğrayan vatan toprakları sulhla ele geçmez, cenkle alınır, cenk için de güç gerekir.”

BAŞKAN – Sayın Özkan...

12.- Mersin Milletvekili Hacı Özkan’ın, Türkiye’nin sanayi üretiminin reel sektörde yaşanan dengelenmenin ardından artış eğilimine girdiğine ilişkin açıklaması

HACI ÖZKAN (Mersin) – Teşekkürler Sayın Başkan.

Sanayi üretimimiz, reel sektörde yaşanan dengelenmenin ardından artış eğilimine girdi ve geçen yılın son çeyreğinden bu yana güçlü seyretti. Aralık 2019’da yıllık bazda Avrupa ortalamasının üzerinde performans gösteren Türkiye’nin sanayi üretimi, bir önceki yılın aynı ayına göre yüzde 8.6 artış kaydetti. Böylece Türkiye bu performansıyla, verileri açıklanan AB ülkelerinin tamamını geçti.

En büyük hayalimiz, ülkemizi 2023 hedefleriyle buluşturarak evlatlarımıza, 2053 ve 2071 vizyonlarını hayata geçirebilecekleri güçlü bir Türkiye bırakmaktır. Birliğimize, beraberliğimize, kardeşliğimize, ülkemize ve milletimize olan inancımıza sıkı sıkıya sahip çıktığımız sürece, bu hayalimizi gerçeğe dönüştürmemize kimsenin mâni olamayacağına inanıyor, Genel Kurulu saygıyla selamlıyorum.

BAŞKAN – Sayın Gaytancıoğlu...

13.- Edirne Milletvekili Okan Gaytancıoğlu’nun, otoyol kenarlarına yerleştirilen maket polis ve jandarma araçlarının kime, kaç liraya yaptırıldığını ve devlete maliyetinin ne olduğunu, bu maketlerin konulduğu yerlerde trafik kazalarının azaldığına dair somut bir araştırma sonucunun olup olmadığını İçişleri Bakanından öğrenmek istediğine ilişkin açıklaması

OKAN GAYTANCIOĞLU (Edirne) – Teşekkür ederim Sayın Başkan.

Yaklaşık üç yıldır kara yollarının kenarlarında bulunan polis ve jandarma maket araçlarıyla ilgili halkımızca merak edilen soruları İçişleri Bakanı Süleyman Soylu’ya soruyorum, sorduğum sorular çok basit: Bu maketlerin çoğu çalışmıyor. Bu konu hakkında önlemleriniz var mı? Bu maketler kime, kaça yaptırılıyor? Devlete maliyeti nedir? Bu kadar basit sorulara en son bir cevap geldi; gelen cevap, sorulan sorularla ilişkisiz. “Maketler kazaları önlüyor.”dan başka açıklayıcı bir cevap yok.

Şimdi, buradan bir kez daha soruyorum: Bu maketlerin çoğu çalışmıyor, bir önleminiz var mı? Bu maket araçlar için kaç para harcandı? Bu maketler kime yaptırılıyor? Maket polis araçlarının konulduğu yerlerde trafik kazalarının azaldığına dair elinizde somut bir araştırma sonucu var mıdır? Yoksa AKP’nin tüm uygulamaları gibi yine yandaşlar mı bu işin içinde?

BAŞKAN – Sayın Erel...

14.- Aksaray Milletvekili Ayhan Erel’in, iş bekleyen fizik tedavi teknikerlerinin mağduriyetinin giderilmesi gerektiğine ilişkin açıklaması

AYHAN EREL (Aksaray) – Teşekkürler Sayın Başkanım.

Sağlık Bakanlığı, iş bekleyen 26 bin fizik tedavi teknikerinden bu yıl sadece 133 kadroya atama vermiş, aralık-şubat atamalarında da 31-32 atama kadrosu verilerek en yüksek puan alan yani 88 puan alan çocuklarımız açıkta kalmıştır, 88 gibi yüksek puanla mağdur olmuşlardır. Atama bekleyen fizik tedavi teknikeri çocuklarımızın mağduriyetinin giderilmesi için 2020 yılı Haziranında yeni bir alım yapılması ve bu alımda fizik tedavi teknikeri çocuklarımıza en az 500 kadro verilmesi çocuklarımıza yeni bir iş ve ümit olacaktır. Bu gençlerimizin istihdamı sağlanıncaya kadar da bu bölümlere öğrenci alınmamasını yetkililerden bu çocuklarımız adına rica ediyorum.

Teşekkür ederim.

BAŞKAN – Sayın Tanal…

15.- İstanbul Milletvekili Mahmut Tanal’ın, Millî Sarayların Cumhurbaşkanlığına bağlanmasıyla Meclis bünyesine alınan personelin bankamatik memuru olarak çalıştırılması konusunda Meclis Başkanlığının kamuoyuna açıklama yapması gerektiğine ilişkin açıklaması

MAHMUT TANAL (İstanbul) – Teşekkür ederim Sayın Başkanım.

Sizin vasıtanızla Meclis Başkanlığına soruyorum: Türkiye’de bulunan tüm saraylar, yeni sistem olan Cumhurbaşkanlığı sistemiyle birlikte, sadece bina olarak Cumhurbaşkanlığı makamına devredildi ancak personeli Meclis bünyesinde kaldı. Meclis bünyesinde kalan bu personel -bize gelen bilgilere göre aşağı yukarı 300 kişi- işe gitmeden, evde yatarak gayet rahat maaşını almakta. Ancak, Cumhurbaşkanlığına devredilen bu saraylara yeni personel alınmakta. Sizden istirham ediyorum: Bu konuda Meclis Başkanlığı, bu personelin en azından başka kurumlarda çalıştırılmasını… Evde, bankamatik memuru olarak maaşlarının ödenmesi hangi hukuka, hangi adalete, hangi vicdana sığar, ben bunu bilemiyorum. Kamuoyuna bunu açıklamalarını diliyorum.

Saygılarımı sunuyorum.

BAŞKAN – Sayın Arkaz…

16.- İstanbul Milletvekili Hayati Arkaz’ın, dünyada her yıl 6 milyondan fazla insanın sigara yüzünden hayatını kaybettiğine, ülkede bu konuda alınan tedbirlerin ve yapılan çalışmaların artarak devam etmesini dilediğine ilişkin açıklaması

HAYATİ ARKAZ (İstanbul) – Teşekkür ediyorum Sayın Başkan.

Sigara, nargile ve benzeri tütün mamullerinden oluşan keyif verici maddelerin içerisinde 4 bin civarında kimyasal madde bulunmaktadır. Sigaranın sebep olduğu hastalıklar arasında kalp, damar ve akciğer hastalıkları, damar tıkanıklığının tetiklediği felçler, gastrit, ülser, mide kanseri ve cilt kanseri gibi insan hayatını doğrudan olumsuz etkileyen veya ölüme götüren felaketler bulunmaktadır. Özellikle gebe annelerin sigara tüketimi, erken doğum başta olmak üzere çeşitli gelişim bozukluklarına sebep olmaktadır. Uluslararası çalışmalara göre, dünyada her yıl 6 milyondan fazla insan sigara yüzünden hayatını kaybetmektedir. Tütün ve tütün mamullerini azaltmaya yönelik yasanın çıkmasının ardından ülkemizde 30 milyon olan sigara içen sayısı şu anda 20 milyonlara inmiş durumdadır. Bu noktada alınan tedbirlerin ve yapılan çalışmaların artarak devam etmesini diliyor “Sigarayı bırak, hayata tutun.” diyorum.

Genel Kurulu saygıyla selamlıyorum.

BAŞKAN – Sayın Adıgüzel…

17.- Ordu Milletvekili Mustafa Adıgüzel’in, 1998 yılında ABD’li Curtis La France tarafından Anıtkabir’de sergilenmek üzere Kültür Bakanlığına bağışlanan Büyük Önder Atatürk’ün mektubunun nerede olduğunu öğrenmek istediğine ilişkin açıklaması

MUSTAFA ADIGÜZEL (Ordu) – Sayın Başkan, 28 Ekim 1923 tarihinde, Amerika Birleşik Devletleri New York yakınlarındaki Elmira şehrinde 10 yaşındaki Curtis La France isimli bir çocuk Büyük Önder Atatürk’e bir mektup yazıyor, Büyük Önder de bu mektuba cevabi bir yazı yazıyor. Bu cevabi mektup, 1998 yılında bizzat La France tarafından Anıtkabir’de sergilenmek üzere Kültür Bakanlığına bağışlanıyor. Atatürk’ün çocuklara gösterdiği ilgiyi, o zor yıllarda bile böyle bir inceliği, bu duygusal hikâyeyi gösterebiliyor olmasını Sayın Yılmaz Özdil Sözcü gazetesindeki köşesine taşıdıktan sonra Anıtkabir ziyaretinde bu mektubu aradım, hiçbir sergi alanında bu mektubu bulamadım. Anıtkabir Komutanına ve Müze Müdürüne sordum, böyle bir mektubun kayıtlarda olmadığını söylemeleri üzerine 7 Kasım 2019 tarihinde Bakanlığa soru önergesiyle de sordum; aradan geçen üç buçuk ayda hiçbir cevap verilmedi. Buradan yetkililere tekrar soruyorum: Atatürk’ün mektubu nerede?

BAŞKAN – Sayın Karadağ…

18.- Iğdır Milletvekili Yaşar Karadağ’ın, Iğdır iline 16 kilometre uzaklıkta bulunan ve teknik ömrünü tamamlamış olan Metsamor Nükleer Santrali’nde meydana gelebilecek nükleer sızıntıya karşı tedbir alınmasının elzem olduğuna ilişkin açıklaması

YAŞAR KARADAĞ (Iğdır) – Teşekkür ederim Sayın Başkan.

Saygıdeğer milletvekilleri, Metsamor Nükleer Santrali, dünyanın en eski ve en tehlikeli teknolojisiyle Ermenistan’da inşa edilen, teknik ömrünü tamamlamış, güvenlik sistemlerinden yoksun ve Iğdır’a yalnızca 16 kilometre uzaklıkta bulunan bir nükleer santraldir. Santralde radyasyon sızıntısı olduğu, Iğdır ve çevresinde son yıllarda kanser vakalarında, engelli bebek doğumlarında, çocuk ölümlerinde artış yaşandığı bilinmektedir. Ayrıca, yüksek deprem riski taşıyan bir bölgede yer almaktadır. Olası bir şiddetli depremde Türkiye ve bölge ülkeleri büyük bir tehlike altındadır. Çernobil gibi bir facianın yaşanmaması adına Metsamor Nükleer Santrali’nde meydana gelebilecek olası bir deprem, kaza veya nükleer sızıntıya karşı ilgili kurumlarca tedbir alınması elzemdir.

Teşekkür ederim.

BAŞKAN – Sayın Köksal…

19.- Afyonkarahisar Milletvekili Burcu Köksal’ın, AKP’nin kamyoncuların feryadına kulak vermesi için daha kaç kişinin canına kıyması gerektiğini öğrenmek istediğine ilişkin açıklaması

BURCU KÖKSAL (Afyonkarahisar) – Teşekkürler Sayın Başkan.

Geçtiğimiz haftalarda kamyoncu esnafı, 2015 model öncesi kamyonlarda dijital takograf zorunluluğunu, pahalı mazotu, maliyeti, trafik, köprü ve otoban cezalarının yüksekliğini ve bunlara karşı yaşadıkları tüm maddi sıkıntıları duyurmak için yurdun dört bir yanında eylem yapmıştı. Bizler de Mecliste onların taleplerini dile getirmiştik. Ancak bu seslere ne Bakanlık ne AKP ne de saray kulak vermedi ve bugün gelinen noktada maalesef Konya’da bir kamyoncu kardeşimiz maddi sıkıntılar yüzünden canına kıydı. Buradan bir kez daha sesleniyoruz: Kamyoncunun feryadına kulak vermeniz için daha kaç can gitmesi gerekiyor?

BAŞKAN - Sayın Akar…

20.- Kocaeli Milletvekili Haydar Akar’ın, yüksek hızlı tren nedeniyle Büyükderbent ve çevredeki diğer istasyonlarda yaşanılan mağduriyetin giderilmesi gerektiğine ilişkin açıklaması

HAYDAR AKAR (Kocaeli) – Sayın Başkan, doğduğum, büyüdüğüm ve hâlen yaşadığım Kartepe’nin eteğinde, bir turizm beldesi olan Büyükderbent’te tren seferleri durdurulmuş ve günde 30 bin kişinin seyahat ettiği ama bugün ayda 20 bin kişiye düşen Adapazarı bölgesel trenlerinin hem istasyon sayısı azaltılmış hem de 24 olan sefer sayısı 10’a düşürülmüştür. Büyükderbent İstasyonu yüz yirmi-yüz otuz yıllık tren istasyonudur ve bütün trenler, Anadolu’ya giden bütün trenler, aynı zamanda bölgesel trenler burada durmaktaydı. Bugün beldenin veya mahallenin muhtarı Erdal Baş’ın önderliğinde her cuma namazından sonra vatandaş tren istasyonunda toplanıyor ve “Trenimizi geri istiyoruz.” diyor. İlgililerin vatandaşın bu sesine kulak vermesini diliyorum ve bir an evvel Büyükderbent ve çevredeki diğer istasyonlarla birlikte yüksek hızlı tren nedeniyle yaşanan mağduriyetin giderilmesini rica ediyorum.

Ayrıca, sinyalizasyon nedeniyle kapatıldığı iddia edilen, 9 Aralıkta açılacağı söylenen…

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN – Teşekkür ederim.

Sayın Kasap… Yok.

Sayın Şimşek, buyurun.

21.- Mersin Milletvekili Baki Şimşek’in, nakit sıkıntısı yaşayan Mersin ili merkez, Tarsus, Mezitli, Erdemli, Anamur, Silifke ilçeleri Esnaf ve Sanatkârlar Kredi Kefalet Kooperatiflerine ödenek gönderilerek esnafa destek verilmesi gerektiğine ilişkin açıklaması

BAKİ ŞİMŞEK (Mersin) – Teşekkür ediyorum Sayın Başkan.

Sayın Başkan, esnaflarımız esnaf kefalet kooperatifleri ve Halk Bankası aracılığıyla düşük faizli kredi kullanmaktadırlar. Tabii, kış aylarında esnafımız gerçekten Türkiye’nin birçok yerinde ve başta seçim bölgem olan Mersin’de zor durumdadır. Mersin’deki esnaf kefalet kooperatiflerinde şu anda nakit sıkıntısı yaşanmaktadır. Tarsus Mersin merkez Mezitli’de, Erdemli Anamur Silifke, buralardaki esnaf kefalet kooperatiflerimize, Ticaret Bakanlığı ve Halk Bankası aracılığıyla mutlaka ödenek gönderilmesini ve esnafın en sıkıntılı olduğu şubat, mart ayı gibi geri dönüşün zayıf olduğu dönemlerde esnafımıza destek verilmesini talep ediyor, saygılar sunuyorum.

BAŞKAN – Buyurun Sayın Aycan.

22.- Kahramanmaraş Milletvekili Sefer Aycan’ın, corona virüsü salgınının devam ettiğine ve Çin’den plastik atık alınmasının doğru olmadığına ilişkin açıklaması

SEFER AYCAN (Kahramanmaraş) – Sayın Başkan, yeni corona virüsü salgını devam ediyor, bir süre daha devam edecek gibi görünmektedir. Ülkemizin aldığı önlemler yerindedir. Çin’den gıda ürünleri ithalatına kısıtlama getirilmesi uygundur fakat Çin’den kullanılmış plastik atık almaya devam edilmesi yanlıştır. Kullanılmış plastik atıkların mikrobiyolojik olarak kirlenme ihtimali yüksektir. Bu nedenle, aslında sadece salgın sırasında değil hiçbir zaman plastik atıkların alınmaması gerekir. Sadece Çin’den değil hiçbir yerden plastik atık almamalıyız.

Coronavirüse karşı hâlâ aşı üretilmedi fakat aşı üretilse de yüzde 100 korumaz. Bu nedenle, “Şunu yerseniz grip olmazsınız.” demek yanlıştır, bilimsel değildir. Tedbirli olalım ama panik ve spekülasyon yapmayalım; fırsatçılara fırsat vermeyelim.

Teşekkür ederim.

BAŞKAN – Buyurun Sayın İlhan.

23.- Kırşehir Milletvekili Metin İlhan’ın, Kırşehir ilinin kamu yatırımlarından yeterince faydalanamadığına ilişkin açıklaması

METİN İLHAN (Kırşehir) – Teşekkür ederim Sayın Başkanım.

Kırşehir, gerek tarihî gerekse de kültürel birikimi olarak Türkiye'nin kalbinde her zaman mihenk taşı olmuştur ancak maalesef ne ekonomik ne de sosyal anlamda bir türlü istenilen mesafeyi katedememiştir; çevre illere göre yatırımlar konusunda hep geride kalmış ve devlet yatırımlarından istenilen seviyelerde yararlanamamıştır. Örneğin, birçok ilçenin bile çevre yolu varken 2018 yılında yatırım programına zor da olsa alınan 25 kilometrelik Çevre Yolu Projesi hâlâ başlamış değildir. Aynı durum Kırşehir’deki diğer devlet yatırımları için de geçerlidir.

Kamuoyunda farklı tartışma konularına sebep olan Merkez Hükûmet Konağı inşaatı, 2017 yılında başlayan turizm lisesi uygulama oteli inşaatı, yarım kalan veya devam etmekte olan diğer kamu yatırımlarının tamamlanmamış olması, Kırşehirli vatandaşlarımız tarafından tepkiyle karşılanmaktadır. Hükûmetin, siyaseten cezalandırılması rutin hâline gelen Kırşehir’in ivedi olarak ihtiyacı olan kamu yatırımlarını bir an önce tamamlaması…

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN – Buyurun Sayın Keven.

24.- Yozgat Milletvekili Ali Keven’in, Yozgat ili köylerinin altyapı sorunlarının devam ettiğine ilişkin açıklaması

ALİ KEVEN (Yozgat) – Teşekkür ederim Sayın Başkan.

Yozgat’ta köylerimizin altyapı sorunları devam ediyor. İçme suyu boruları asbestli olan köyler var. Köylerimizin altyapı eksiklikleri acil giderilmelidir. Yozgat’ta hâlâ kilitli parke verilmeyen köyler var. Kanalizasyonu bile olmayan köyler var. Köylerde muhtarlarımızın en büyük talebi, içme suyu sorunlarının giderilmesidir. Yozgat genelinde yine 72 köyün kanalizasyon sistemi yok.

Yozgat’ta köylerimiz daha fazla ödenek bekliyor. Yozgat’ta göçü önlemek istiyorsanız, kırsal kesimde daha fazla insan yaşasın, orada üretim yapsın, tarımla uğraşsın diyorsanız köylerin şartlarını iyileştirmeniz lazım. On sekiz yıldır ülkeyi tek başına yönetiyor, Yozgatlıya üretim yaptırmıyorsanız ve bu il, hızlı bir göç süreci yaşıyorsa soruyorum: Suçlu kim?

Teşekkür ederim.

BAŞKAN – Sayın Ceylan…

25.- Çanakkale Milletvekili Özgür Ceylan’ın, 1 Ekim 2017 tarihi itibarıyla iller arası hayvan sevklerinde uygulanan düzenlemenin hayvan üreticilerini mağdur ettiğine ilişkin açıklaması

ÖZGÜR CEYLAN (Çanakkale) – Sayın Başkan, ilçelerimizin ana geçim kaynağını tarım ve hayvancılık faaliyetleri oluşturmaktadır. 1 Ekim 2017’den itibaren, iller arası hayvan sevklerinde uygulanan yeni düzenlemeler başta Biga’da olmak üzere hayvan üreticilerini mağdur ediyor. Şap hastalığıyla mücadelede uygulanan yöntem, sorunun kaynağı olmuştur. Şöyle ki: Sevk edilecek büyükbaş hayvanlar son bir yılda 2 kez şap aşısıyla aşılanmalı ve 2’nci şap aşısı son altı ay içerisinde yapılmış olmalıdır, aksi hâlde sevkine izin verilmemektedir. Amaç şap hastalığıyla mücadele ise sevk günü hayvanlarda hastalık belirtisinin bulunmaması şartı yeterli olmalıdır. Aksi hâlde on iki aylık olmayan bir buzağıyı satmak mümkün olmamaktadır. 2’nci aşı hayvanın gittiği yerde de yaptırılabilir. Bu yönde bir düzenleme yapılması, bugün yüzde 10’lara kadar düşen ticaret hacmini eski günlerine geri getirebilecektir.

BAŞKAN – Sayın Ekinci…

26.- Sivas Milletvekili Semiha Ekinci’nin, 12 Şubat akşamı geçirdiği kalp krizi nedeniyle vefat eden AK PARTİ Divriği İlçe Başkanı Yasin Uyanık’a Allah’tan rahmet dilediğine, Diyarbakır Annelerinin HDP Diyarbakır İl Başkanlığı önünde 22 Ağustosta başlayan evlat nöbetinin devam ettiğine ve Sivasspor’a 21 Şubat Cuma günü Alanyaspor’la yapacağı maçta başarılar dilediğine ilişkin açıklaması

SEMİHA EKİNCİ (Sivas) – Teşekkür ediyorum Sayın Başkanım.

12 Şubat akşamı geçirdiği kalp krizi neticesinde vefat eden Sivas Divriği İlçe Başkanımız Yasin Uyanık’a Allah’tan rahmet, sevenlerine başsağlığı diliyorum.

Sayın Başkanım, 22 Ağustosta Hacire Akar ile başlayan evlat nöbeti yüz altmış sekiz gündür, 93 aileyle HDP Diyarbakır İl Başkanlığı önünde, kar kış demeden devam ediyor. Bugün de 8’inci ailemiz evladına kavuştu. 13-14 yaşındaki çocukları zorla dağa kaçıran eli kanlı terör örgütü PKK ve yandaşları korksun çünkü sizi, Diyarbakır Annelerinin bu azim ve kararlılığı bitirecek. Annelerimizin, Kandil zulmü ve vesayetine son vereceğine inanıyor, her zaman yanlarında olduğumuzu belirtmek istiyorum.

Bu arada, son haftalarda her ne kadar düşüş yaşasa da bu hafta oynayacağı Alanyaspor maçıyla tekrar yükselişe geçecek olan şanlı Sivasspor’umuza, yiğidolara da başarılar diliyorum.

Teşekkür ediyorum.

BAŞKAN – Sayın Özer…

Sayın Sümer…

Sayın Arık…

Sayın Kılavuz…

27.- Mersin Milletvekili Olcay Kılavuz’un, Gazi Mustafa Kemal Atatürk’ü ve silah arkadaşlarını saygıyla, minnetle andığına ilişkin açıklaması

OLCAY KILAVUZ (Mersin) – Teşekkür ediyorum Sayın Başkanım.

Her fırsatta Türklüğe kinini kusan, ülkemizin kurucusu ve kurtarıcısı Gazi Mustafa Kemal Atatürk’e ve ailesine küstahça hakaretlerde bulunan bir hainin hezeyan ve ihanet dolu açıklamaları hepimizi derinden üzmüştür. Hizmetkârlığını yaptığı odaklar tarafından hareket emri alıp Türk milletinin değerlerine hayâsızca saldıran, millet olma hasletimizi diri tutan kıymetlerimize karşı husumet duyan bu tescilli Türk düşmanının tımarhaneye kapatılması ya da değilse gün yüzü görmeyecek şekilde bir ceza alması haklı beklentimizdir.

Mustafa Kemal Atatürk, Türk milletinin ortak değeridir. Ona düşmanlık edenler emperyalizmin gönüllü uşakları, ihanet senaryosunun figüranları, şerefini pazarlayan haysiyet fukaralarıdır.

Gazi Mustafa Kemal Atatürk’ü ve silah arkadaşlarını saygıyla, minnetle anıyorum.

BAŞKAN – Sayın Kasap…

28.- Kütahya Milletvekili Ali Fazıl Kasap’ın, Diyanet İşleri Başkanlığının yayımladığı Aile Dergisi’nde yer alan “Tasarruflu pazar alışverişi nasıl yapılır?” başlıklı yazıya ilişkin açıklaması

ALİ FAZIL KASAP (Kütahya) – Teşekkürler Sayın Başkanım.

Diyanet İşleri Başkanlığının yayımladığı Aile dergisinde yer alan “Tasarruflu pazar alışverişi nasıl yapılır?” başlıklı yazıda fakirlik değiştirilemez bir kader olarak görülmektedir ki Diyanet, pazara akşam saatlerinde gidilirse vatandaşın daha ucuza alışveriş yapabileceğini ayrıntılı olarak anlatıyor.

Buradan Diyanet İşleri Başkanına soruyorum: Diyanet İşleri Başkanlığı “Uygun fiyata meyve sebze almak istiyorsanız pazara akşam saatlerinde gidin.” diyerek yurttaşlarımıza çürük meyve ve sebzeyi mi reva görmektedir? Ya da “Haklısınız, pazar çok pahalı, Hükûmetin de bunu çözecek gücü ve aklı yok.” mu demektedir? Şatafatın ve israfın simgesi hâline gelen Diyanet İşleri Başkanlığının, kendisi 11,5 milyar lira bütçeyle bol keseden para harcarken, ekonomik krizle boğuşan yurttaşlara “Akşam saatinde pazara gidin.” demesi milletimizle dalga geçmektir. Diyanet İşleri Başkanlığının temel sorumluluğu AK PARTİ’ye ve onun politikalarına değil, topluma karşı sorumlu davranmaktır. “İsraf etmeyin, yediğinizden yedirin, giydiğinizden giydirin.” diyen bir dinî öğretinin yerine bunu savunması yanlıştır.

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN – Sayın Karahocagil…

29.- Amasya Milletvekili Mustafa Levent Karahocagil’in, Aile, Çalışma ve Sosyal Hizmetler Bakanlığının Amasya iline 2019 yılında yaptığı yardımlara ilişkin açıklaması

MUSTAFA LEVENT KARAHOCAGİL (Amasya) – Cumhurbaşkanımız Recep Tayyip Erdoğan liderliğinde AK PARTİ Hükûmetimizi “Tek başına iş başına.” diyerek 3 Kasım 2002’de iktidara getiren büyük Türk milleti, reisini ve devletini on sekiz yıldır hep yanında, yakınında gördü.

Fakire fukaraya, yetime, engelliye, yatalak hastalarımızdan kimsesiz yaşlılara en büyük desteği veren Aile, Çalışma ve Sosyal Hizmetler Bakanlığımızın Amasya’mızdaki 2019 yılı yardımları şöyledir: Sosyal, ekonomik destek yardımı 7 milyon 776 bin, evde bakım hizmet yardımı 33 milyon 793 bin, koruyucu aile yardımı 1 milyon 377 bin, doğum yardımı 1 milyon 347 bin; toplam 44 milyon 293 bin TL. Yüce Allah’ım devletimize zeval vermesin, milletimizi şer ittifaklardan korusun.

BAŞKAN – Sayın Ataş…

30.- Kayseri Milletvekili Dursun Ataş’ın, ülkenin derin bir ekonomik krizin içinde bulunduğuna ilişkin açıklaması

DURSUN ATAŞ (Kayseri) – Teşekkürler Sayın Başkan.

Ülkemiz derin bir ekonomik krizin içindedir. SGK, vergi, KYK borçları, trafik cezaları gibi borçlarını ödeyemeyen; yine, borçlarını yapılandıran ancak kriz nedeniyle 2 taksit ödeyemeyip yapılandırma hakkını kaybeden 4 milyondan fazla vatandaş mağdur durumdadır. Kurumlar da bu kişilere e-haciz takibi başlatmış, banka hesaplarına bloke koymuş, araçlarına yakalama kararı çıkarmıştır ve mağduriyet her geçen gün büyümektedir. Türkiye’de yaşanan ekonomik krizin sorumlusu vatandaş değildir, yanlış ekonomi politikalarının bedeli de vatandaşlara ödetilmemelidir. Bu nedenle, borçları altında ezilenler için ve -6736, 7020 ve 7143 sayılı- yapılandırma hakkı bozulanlar için yeniden borç yapılandırmasının bir an önce çıkarılması gerekmektedir. Milyonlarca mağdur insanımızın gözü kulağı bu yapılandırmadadır.

Saygılarımla.

BAŞKAN – Son olarak, Sayın Yılmazkaya…

31.- Gaziantep Milletvekili Bayram Yılmazkaya’nın, AKP iktidarının bankaları ve finans kuruluşlarını baskılamasının kamuoyunu aldatmak olduğuna ilişkin açıklaması

BAYRAM YILMAZKAYA (Gaziantep) – Teşekkür ederim Sayın Başkan.

AKP ve TÜİK el ele vermiş ekonomik krizi kamufle ediyor. Ülkenin en güçlü bankaları şubelerini kapatıyor, vatandaş fakirleşiyor. Kişi başına gelir 12 bin dolar seviyesinden 8.800 dolar seviyesine kadar geriledi. Her 100 kişiden 90’ı devlete, şahıslara veya bankalara borçlu. Türkiye’de 27 milyon sade vatandaşın, banka gibi finansal kurumlara 500 milyar liralık bireysel kredi ve kredi kartı borcu var. İcra dairelerinde 20 milyonun üzerinde icra dosyası var. İntiharlar ve bunalım almış başını gidiyor. Resmî verilere göre, son on gün içinde toplam 1 milyon 48 bin yeni icra dosyası açıldı. Bu karamsar tablodan sonra AKP iktidarının “Ekonomide sorun yok.” demesi, bankaları ve finans kuruluşlarını baskılaması yani aba altından sopa göstermesi kamuoyunu aldatmadan başka bir şey değildir.

BAŞKAN – Değerli milletvekilleri, sayın milletvekillerimizin söz taleplerini bir hayli fazla bir şekilde karşılamış durumdayız.

Değerli arkadaşlarım, 60’a göre söz talebi olan ve birleşimi sonuna kadar takip eden arkadaşlarımızı da konuşturmadan buradan ayırmam ama belli aralıklarla ona dikkat edeceğim çünkü önümüzdeki gündemi takip edeceğiz.

Değerli milletvekilleri, şimdi Sayın Grup Başkan Vekillerimizin söz taleplerini karşılayacağım.

İlk söz İYİ PARTİ Grubu adına Sayın Dervişoğlu’nda.

Buyurun Sayın Dervişoğlu.

32.- İzmir Milletvekili Dursun Müsavat Dervişoğlu’nun, İYİ PARTİ Genel Başkanı Meral Akşener’in öncülüğünde il ve ilçe ziyaretlerine devam ettiklerine ve vatandaşların yegâne gündeminin geçim sıkıntısı olduğuna, Atlasglobal hava yolu şirketinin iflas başvurusunda bulunduğuna ve Türk ekonomisinin her geçen gün kan kaybetmeye devam ettiğine, ekonomik sıkıntılar yüzünden hayatına son veren Hatay ilinde Adem Yarıcı, Konyalı Mevlüt Çankaya ve İstanbul Üniversitesi öğrencisi Hakan Taşdemir’in çığlığı tüm ülkeyi sarması gerekirken Hükûmetin görmezden gelmeye devam ettiğine ancak ülkeyi yönetenlerin bu sorumluluktan kaçamayacaklarına ilişkin açıklaması

DURSUN MÜSAVAT DERVİŞOĞLU (İzmir) – Çok teşekkür ederim Sayın Başkanım.

Genel Kurulu saygılarımla selamlıyorum.

İYİ PARTİ olarak Genel Başkanımızın öncülüğünde il ve ilçe ziyaretlerine devam ediyoruz. Antalya ve İzmir’den sonra geçen hafta da Bursa’daydık; esnafımızı ziyaret ettik, vatandaşlarımızla sohbet etme imkânı yakaladık.

Sokağa indiğiniz zaman vatandaşın gerçek gündeminin yapay gündemlerle çok ilişkili olmadığını gözlemliyorsunuz ve yegâne gündeminin de geçim sıkıntısı olduğunu görüyorsunuz. Karşılaştığımız her 3 kişiden 1’i iş istiyor ve aş bekliyor. Dinlediğimiz her esnafın derdi, elektrik, doğal gaz, su faturalarının yüksek olması. Bu kadar yüksek faturaları ödedikten sonra, esnafın çalışanına maaş ödeyememe tehlikesiyle karşı karşıya kaldığını; kirasını, suyunu, doğal gazını da eklediğinizde binlerce vatandaşımıza ekmek veren bu işletmelerin ayakta kalamadığını görüyorsunuz, böyle bir tehlikeyle karşı karşıya bulunduğunu gözlemliyorsunuz.

Türk ekonomisi her geçen gün kan kaybetmeye devam ediyor. Gün geçmiyor ki yeni bir firmadan iflas haberi gelmesin. Son olarak, Sivil Havacılık Genel Müdürlüğü tarafından, en büyük hava yolu firmalarından biri olan Atlasglobal hava yollarının resmen iflas başvurusunda bulunduğu açıklandı. Kültür ve Turizm Bakanı Sayın Mehmet Nuri Ersoy’un kardeşi Ali Murat Ersoy’a ait olan Atlasglobal on dokuz yıldır faaliyetlerine devam ederken Türk ekonomisinin kötü gidişatından etkilenip daha fazla dayanamamıştır. Son yıllarda konkordato ilan eden ve iflas eden firmaların sayısında oldukça büyük bir artış görülmektedir.

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN – Devam edin Sayın Dervişoğlu.

DURSUN MÜSAVAT DERVİŞOĞLU (İzmir) – Ekonomik kriz Türkiye’de son iki yılda binlerce firmanın kepenk kapatmasına neden olmuştur. Türkiye Odalar ve Borsalar Birliği verilerine göre 2018’de 12.564, 2019’da 13.197 olmak üzere son iki yılda 25.761 şirket kapanmıştır. 2019’un son üç ayında; Ekimde 51, Kasımda 59, Aralıkta 48 konkordato ilanı gerçekleşmiştir. Böylece 2019’da konkordato sayısı 899’a, son iki yıldaki toplam konkordato sayısı da 1.993’e ulaşmıştır. Sadece bu rakamlar bile ekonominin vahim bir tablo çerçevesinde, ne büyük bir felaketle karşı karşıya bulunduğunu göstermektedir.

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

DURSUN MÜSAVAT DERVİŞOĞLU (İzmir) – Bitiriyorum efendim.

BAŞKAN – Devam edin.

DURSUN MÜSAVAT DERVİŞOĞLU (İzmir) – Türkiye bu borç batağını, bu iflas bataklığını daha fazla kaldıramayacaktır. Hükûmet rotayı refaha doğrultmadığı gibi gemiyi de fırtınaya doğru sürüklemektedir.

Geçtiğimiz hafta içinde Hatay’da Valilik önünde “Çocuklarım aç.” diyerek kendini yakan 42 yaşındaki Adem Yarıcı hayatını kaybetmişti. Konya’da, evli ve 2 çocuk babası bir vatandaşımız borç batağında olduğundan ve kamyonunun senetlerini ödeyemediğinden dolayı, çaresizlikten kendisini kamyonuna yani ekmek teknesine astı. Dün de İstanbul Üniversitesinde 4’üncü sınıf öğrencisi Hakan Taşdemir kardeşimiz ekonomik sıkıntılar yüzünden hayatına son verdi. Hükûmetin dikkatini çekebilmesi için daha kaç insanımızın canına kıyması gerekiyor, doğrusunu isterseniz merak ediyoruz. Normalde, açlıktan hayatına son veren insanların çığlığının tüm ülkeyi sarması gerekirken maalesef görmezden gelinmeye devam edilmektedir.

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN – Tamamlayalım Sayın Dervişoğlu.

DURSUN MÜSAVAT DERVİŞOĞLU (İzmir) – Üstüne üstlük bir de yaşamına son verecek kadar çaresiz olan vatandaşlarımız suçlanmaktadır. Biz ne ara bu kadar duyarsız olduk bilmiyorum. Vatandaşlarımız çaresizliğe sürüklenirken ülkeyi yönetenler bu sorumluluktan asla kaçamaz. Hükûmeti milletin gerçek gündemine kafa yormaya davet ediyorum.

Hoşgörünüz için teşekkürlerimi sunuyor, Genel Kurulu saygılarımla selamlıyorum.

BAŞKAN – Söz sırası Milliyetçi Hareket Partisi Grubu adına Grup Başkan Vekili Sayın Bülbül’de.

33.- Sakarya Milletvekili Muhammed Levent Bülbül’ün, Türk kökenli Milletvekili Emir Kır’ın üyesi olduğu Belçika Sosyalist Partisinden ihraç edilmesinin Türklerin sadece siyasette değil her alanda var olan haklarının kısıtlanması yönündeki tartışmaları artırdığına, demokrasi, insan hakları, hukukun üstünlüğü gibi değerlerin Türkler ve Müslümanlar söz konusu olduğunda nasıl görmezden gelindiğinin nedenleri üzerinde durularak, tesis edilecek Ankara ve Türkiye merkezli adalet ve medeniyet anlayışının dünyada kabul görmesi için çalışılması gerektiğine ilişkin açıklaması

MUHAMMED LEVENT BÜLBÜL (Sakarya) – Teşekkür ederim Sayın Başkan.

Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; Belçika’da bulunan Saint-Josse-ten-Noode şehrinin Türk kökenli Belediye Başkanı ve Federal Milletvekili Emir Kır, üyesi olduğu Belçika Sosyalist Partisinden geçtiğimiz ay ihraç edilmiştir. Emir Kır’ın ihraç gerekçesi oldukça dikkat çekicidir. Emir Kır geçtiğimiz aralık ayında Türkiye Belediyeler Birliği üyesi olan AK PARTİ, CHP ve MHP’li belediye başkanlarını belediye binasında kabul etmiştir. Bu kabulde Türkiye’den gelen heyette 2 belediye başkanının MHP’li olması nedeniyle Sosyalist Partide bulunan PKK yanlılarının da etkisiyle başlatılan disiplin soruşturması Milletvekili ve Belediye Başkanı Emir Kır’ın ihracıyla neticelenmiştir.

Türkiye Belediyeler Birliği heyetinde bulunan belediye başkanlarımız aynı program kapsamında Avrupa Parlamentosu, Avrupa Birliği Bölgeler Komitesiyle ve yine Sosyalist Parti üyesi olan Karl-Heinz Lambertz’le görüşmüştür. Ancak Sosyalist Parti tarafından Lambertz aleyhine herhangi bir disiplin soruşturması açılmamışken Türk kökenli Milletvekili Emir Kır’a soruşturma açılmış ve kendisi ihraç edilmiştir.

Genel olarak Avrupa’da, özelde Belçika’da Türkofobinin, İslamofobinin nasıl yaygınlaşmış olduğunu görmek bakımından yaşanan bu olay oldukça çarpıcıdır.

Avrupa’da yabancı düşmanlığı, Türk düşmanlığı genelde ırkçı fikirlere sahip olan aşırı sağ popülist partilerde mevcut sanılırken, bahsettiğimiz olayda ihracı gerçekleştiren Türk ve Türkiye düşmanlığı yapan parti Belçika Sosyalist Partisi olmuştur. Yani ırkçı, ötekileştirici, İslamofobik söylemlerden uzak olduğu düşünülen bir parti, âdeta ırkçı, sağ popülist bir parti gibi hareket etmiştir.

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN – Devam edin.

MUHAMMED LEVENT BÜLBÜL (Sakarya) – Avrupa’da son dönemde yaşanan bu gelişmeler göstermiştir ki Türk ve İslam karşıtlığı ve hatta düşmanlığı konusunda Avrupa siyasetinde ufak nüanslar olsa dahi sağ, sol farkı olmaksızın dışlayıcı ve ötekileştirici bakış açısı hâkim durumdadır.

Milletvekili Emir Kır’ın ihracında Türk ve Türkiye karşıtlığı iki şekilde tezahür etmiştir: Birincisi, MHP’nin bütünüyle ırkçılığa ve ötekileştirmeye karşı bir siyasi parti olmasına rağmen Avrupa’daki aşırı sağla bir görülmesi ve bu suretle ihraç işlemine meşruiyet kazandırılmasıdır. MHP’nin bu şekilde değerlendirilmesi sadece MHP’ye değil, daha fazla Türk siyasetine yönelik bir çifte standart ve çarpık bakış olarak değerlendirilmelidir. İkincisiyse, Emir Kır gibi Türk kökenli olmanın dışında Türkiye ve Türk siyasetiyle ilgisi olmayan, Belçika siyasetine ve kültürüne entegre olmuş sosyalist anlayışta bir milletvekilinin ihraç edilmiş olmasıdır. Bu da gösteriyor ki Türk kültürüyle ilginiz, alakanız olmasa dahi kökeniniz dolayısıyla Avrupa siyasetinde var olmanız bundan sonra mümkün olamayacaktır.

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN – Devam edelim.

MUHAMMED LEVENT BÜLBÜL (Sakarya) – Belçika’da ihraç kararıyla başlayan tartışmalar, siyasi parti ayrımı olmadan bütün kesimlerde Türklerin sadece siyasette değil her alanda var olan haklarının kısıtlanması yönündeki tartışmaları artırmıştır.

Batı’da yükselen Türk ve İslam karşıtlığını ülkemizde değerlendirirken, Avrupa’da yükselen aşırı sağ ve ırkçılıkla sınırlı olarak meseleyi görmek son derece hatalı sonuçlar ortaya çıkarabilecektir.

Tarihî pratiğimize bakıldığında da görülecektir ki Batı’daki Türk düşmanlığı, kökleri yüzlerce hatta binlerce yıl geriye giden bir mesele olarak karşımıza çıkacaktır. Ne yazık ki bu durum cumhuriyet tarihimiz boyunca attığımız onca iyi niyetli adıma rağmen yine de değişmemiştir ve karşılıklı hak ve menfaatlere saygı duyan bir zemine ne yazık ki kavuşamamıştır.

Bu ifadelerimiz tabii ki düşmanlık veya nefret duygularımızı harekete geçirmek maksadına matuf değildir.

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN – Tamamlayalım.

MUHAMMED LEVENT BÜLBÜL (Sakarya) – Aksine, bu gerçekliğin ve bu akışın farkına vararak, demokrasi, insan hakları, hukukun üstünlüğü gibi değerlerin Türk ve Müslümanlar söz konusu olduğunda nasıl görmezden gelindiğinin nedenleri üzerinde daha fazla durarak, Ankara ve Türkiye merkezli bir adalet ve medeniyet anlayışının tesis edilerek dünyada bunun kabul görmesi için var gücümüzle çalışmamız gerektiğini ifade ediyor, saygılar sunuyorum.

BAŞKAN – Söz sırası, Halkların Demokratik Partisi Grubu adına Grup Başkan Vekili Sayın Oluç’ta.

Buyurun.

34.- İstanbul Milletvekili Hakkı Saruhan Oluç’un, Mardin Büyükşehir Belediye Eş Başkanı Ahmet Türk ve Mazıdağı Belediye Eş Başkanı Necla Yıldırım hakkında beraat kararı verilmesinin kayyum atamalarının keyfî ve hukuksuz olduğunun göstergesi olduğuna, Dil, Kültür ve Sanat Araştırmaları Derneği Eş Başkanı ve eğitmenlerinin, HDP Cizre İlçe Eş Başkanı ile İlçe Seçim Kurulu üyesinin kendilerine isnat edilen iddialardan beraat ettiği gibi Van Milletvekili Murat Sarısaç’a ait aracın önü kesilerek gözaltına alınan HDP Parti Meclisi Üyesi Yunus Durdu’nun da serbest bırakılacağına, Türkiye İnsan Hakları Vakfının yayımladığı rapora, Gezi Parkı davasıyla ilgili beraat kararına ilişkin açıklaması

HAKKI SARUHAN OLUÇ (İstanbul) – Teşekkür ederim Sayın Başkan.

Sayın vekiller, 19 Ağustos kayyum atamaları başladığında İçişleri Bakanlığı tarafından görevinden uzaklaştırılan ve yerlerine kayyum atanan Mardin Büyükşehir Belediye Eş Başkanı Ahmet Türk ve Mazıdağı Belediye Eş Başkanı Necla Yıldırım örgüt propagandası yapmak iddiasıyla yargılandıkları davadan geçtiğimiz günlerde beraat ettiler. Ahmet Türk’ün yargılandığı bu dosya hem birinci hem ikinci kayyum atamasında gerekçe olarak gösterilen dosyaydı, şimdi beraat ettiler.

Aslında bu beraat kararı kayyum atamalarının ne kadar keyfî ve hukuksuz olduğunu gösteren çok net bir sonuçtur diye düşünüyoruz çünkü biz hep burada söyledik, söylemeye de devam edeceğiz, 31 Mart seçimlerinden sonra belediyelerimize atanan kayyumlar sonucunda çok ciddi bir hak ihlali gerçekleşmiştir ve bir irade gasbı gerçekleşmiştir. Hiçbir belediye eş başkanımız -31 Marttan sonra yerlerine kayyum atanan, görevlerinden uzaklaştırılan 32 belediye eş başkanımızla ilgili söylüyorum- belediye faaliyetleri nedeniyle bir suç işlememişlerdir ve dosyalarında, hiçbirinin dosyasında da böyle bir iddia yoktur. Ahmet Türk’ün beraati bunu bir kez daha bize göstermiştir.

İkinci konu, yine bir beraatle ilgili bir şey söyleyeceğim. Van’da örgüt üyeliği iddiasıyla tutuklanan Dil, Kültür ve Sanat Araştırmaları Derneği (DİSA-DER) Eş Başkanları ve eğitmenlerinin de arasında olduğu 7 kişi beraat etti. Neydi isnat edilen iddia? “Küçük yaştaki çocuklara –bunlar eğitim öncesi- hiçbir resmî izin olmaksızın ‘okul öncesi eğitim’ adı altında örgütün ideolojik eğitimini vermeye çalıştılar.” diye bir iddia vardı.

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN – Devam edelim.

HAKKI SARUHAN OLUÇ (İstanbul) – Mahkeme küçük çocukların bilgisine başvuruyor ve soruyor, diyorlar ki: “Öğretmenleriniz size ne anlatıyor, polis ve askerle ilgili bir şey anlatıyorlar mı?” Çocuklar cevap veriyor: “Abeceyi öğretiyorlar, sayıları öğretiyorlar, bunun dışında bir şey anlatmıyorlar.” diyorlar ve sonunda mahkeme beraat kararı veriyor eğitimcilerle ilgili ve örgüte eleman kazandırdıklarına ilişkin dosya kapsamında bir delil elde edilemediğini söylüyor. Örgüte eleman kazandırma, bu ilkokul öncesindeki küçük çocuklardan bahsediyorum.

Bir kez daha tabii, biz hep söylüyoruz, söylemeye de devam edeceğiz: Kürtçe eğitimin engellenmesi… Kursların açılmasının, dil öğrenmenin ve öğretmenin suç olmadığını her seferinde söylemeye devam edeceğiz. Bu da ne kadar mesnetsiz bir iddianame ortaya konduğunu gösteren ikinci örnek.

Bir üçüncüsü daha var, 31 Mart yerel seçimleri kampanyası sırasında…

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN – Devam edelim.

HAKKI SARUHAN OLUÇ (İstanbul) – …Cizre ilçe örgütümüz tarafından ilçedeki billboardlara bir pankart asılmıştı ve o pankartta diyordu ki: “…”(x) “Özgürlük kendini yönetmekle başlar.” Şimdi, bunun çevirisini yanlış yaptılar, afişleri toplattılar. Afişleri toplatmakla kalmadılar, Cizre İlçe Eş Başkanımız ve İlçe Seçim Kurulu üyemiz hakkında dava açtılar “Suçu ve suçluyu övmek.” diye ve bunun sonunda çevirinin yanlış yapıldığına, aslında orada bir suç unsuru olmadığına, afişte işlenmiş bir suçun veya suçlunun övülmesi, kamu düzeni açısından açık ve yakın bir tehlike yaratılmasının söz konusu olmadığına karar verdi mahkeme, bunlar da beraat ettiler. Şimdi, bu örnekleri yeni yaşandığı için söyledim.

Geçtiğimiz günlerde bir başka şey daha yaşandı: Bizim Van Milletvekilimiz Murat Sarısaç, birkaç gün boyunca plakasız bir araçla şüpheli şahıslar tarafından takip edildi; kendisi bize bildirdi, görüntü almaya çalıştı bu şahıslardan.

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN – Tamamlayalım Sayın Oluç.

HAKKI SARUHAN OLUÇ (İstanbul) – Tamamlıyorum.

Şahıslar elleriyle yüzlerini kapattılar, uzaklaştılar vesaire ve sonunda, Murat Sarısaç’ın yanında faaliyet sürdüren, merkez yürütme kurulumuz tarafından görevlendirilmiş parti meclisi üyemiz Yunus Durdu’yu gözaltına aldılar. Yunus Durdu daha önce de geçtiğimiz ekim ayında iki kere gözaltına alınmış ve ikisinde de serbest bırakılmış bir arkadaşımızdı, şimdi yine gözaltına aldılar. Anadolu Ajansı -iktidarın borazanı- bir haber servis etti hemen “Terörist, HDP’li vekilin evinde yakalandı.” filan diye. Şimdi, tabii, bu haber servis edildikten sonra da Yunus Durdu’yu tutukladılar. Şimdi bunu niye söylüyorum? Bu da Van’da oldu ve bir süre sonra, Yunus Durdu serbest bırakıldığı zaman ortaya çıkacak ki aslında bu iddialar boş iddialardı, bizim parti meclisimiz Van’da parti faaliyetimizi sürdürüyor, kongremiz için hazırlık yapıyordu. Bu örnekleri bunun için anlattım aslında.

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN – Tamamlayın Sayın Oluç.

HAKKI SARUHAN OLUÇ (İstanbul) – Tamamlıyorum efendim.

Şimdi, Türkiye İnsan Hakları Vakfı geçtiğimiz gün bir rapor yayımladı ve o raporda diyor ki: “1 Ocak 2019 ile 31 Ocak 2020 tarihleri arasında, en kısası iki, en uzunu üç yüz doksan beş gün süreyle olmak üzere alınan eylem ve etkinlik yasakları sonucunda 21 il ve 1 ilçede yaşayan yaklaşık 25 milyon insan etkilendi.” Şimdi dökümünü uzun uzun yapmayacağım fakat dikkat çeken bir konu var: Bu yasaklar içinde en öne çıkan il hangisi? Van. Van’da 21 Kasım 2016’dan bu yana her türlü eylem ve etkinlik yasağı kesintisiz biçimde uygulanmış. Yani bir tür sıkıyönetim ilan edilmiş sürekli bir biçimde. Şimdi, dolayısıyla, Van böyle bir yer, buna işaret etmek istemiştim.

Son olarak, bir cümle de Gezi davasıyla ilgili söylemek istiyorum. Biraz evvel Gezi davası sonuçlandı. Burada, haftalardır, aylardır tartıştığımız, çok hararetli tartışmaların olduğu Gezi davasında beraat ve tahliye çıktı. Osman Kavala başta olmak üzere bütün yargılananlara “Geçmiş olsun.” diyorum ve bizim Gezi davasıyla ilgili söylediklerimizin ne kadar haklı ve doğru olduğu mahkeme heyeti tarafından da kabul edilmiş oldu. Bunu da vurgulamak istiyorum.

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN – Söz sırası, Cumhuriyet Halk Partisi Grubu adına Grup Başkan Vekili Sayın Altay’da.

35.- İstanbul Milletvekili Engin Altay’ın, Osman Kavala ve tüm sanıkların beraat etmesinin Gezi davasının da Balyoz, Ergenekon gibi uydurma bir dava olduğunu ortaya koyduğuna ve adaletin geç de olsa tecelli etmesinden Cumhuriyet Halk Partisi olarak memnuniyet duyduklarına, Gezi’nin düşünceyi ifade etme ve yayma özgürlüğünün cisimleşmiş hâli olduğuna, yargının tam anlamıyla bağımsız olarak iş göreceği Türkiye hayallerinin sürdüğüne, Yunanistan Cumhurbaşkanı Prokopis Pavlopulos’un Batı Trakya’daki Türklere yönelik “Müslüman Yunan azınlık” ifadesinin kabul edilebilir olmadığına, gayriaskerî statüde olmasına rağmen 16 kara parçasının Yunanistan tarafından silahlandırılmış olmasına daha ne kadar seyirci kalınacağını öğrenmek istediklerine ilişkin açıklaması

ENGİN ALTAY (İstanbul) – Teşekkür ederim Sayın Başkan.

Sizi ve yüce Genel Kurulu saygıyla selamlıyorum.

Sayın Başkan, bugün, Silivri’de görülen ve Gezi Parkı eylemlerini “Türkiye Cumhuriyeti hükûmetini ortadan kaldırmaya teşebbüs suçu” olarak niteleyen bir dava nihayet karara bağlandı ve neticede, sanıklar atılı tüm suçlardan beraat etti. Tutuklu tek sanık Osman Kavala’ya da tahliye kararı çıktı. “Geciken adalet, adalet değildir.” denilse de adaletin geç de olsa tecelli etmesinden dolayı Cumhuriyet Halk Partisi olarak memnuniyetimizi ifade etmek istiyorum ama bu davanın Türkiye'nin bundan sonraki süreçlerinde kötü bir emsal olarak hatırlanması, geçmişte tıpkı Ergenekon davasının nasıl bir senaryo davası, soruşturması olduğu sonradan ortaya çıktıysa bugün verilen kararla Gezi davasının da başka bir pencereden Balyoz, Ergenekon davaları gibi uydurma bir dava, iddianame olduğu da ortaya çıktı.

Ben, beraat eden, bu mahkemede yargılanan bütün vatandaşlarımıza Cumhuriyet Halk Partisi adına “Geçmiş olsun.” dileklerimi iletiyorum.

Demokrasinin bir tepki ve protesto rejimi olduğunun bilinmesi lazım. Bir ülkede insanların tepki ve protesto haklarını kullandıkları vakit kriminalize edilmelerinin, terörize edilmelerinin, “terörist” diye yaftalamalarının ne yönetenlere ne yönetilenlere hiçbir faydasının olmadığının bilinmesi lazım.

Bu vesileyle söylemek lazım ki Gezi, baskıya karşı bir tepkiydi; Gezi, doğa ve çevre hassasiyeti, yeşil şehir duyarlılığıydı; Gezi, düşünceyi ifade ve yayma özgürlüğünün cisimleşmiş hâliydi.

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN – Buyurun.

ENGİN ALTAY (İstanbul) – Gezi, insanların inançlarına, inanç farklılıklarına, yaşam tarzı farklılıklarına ve etnik farklılıklara saygı ve birlikte yaşama arzusunun bir temasıydı ve Gezi, halkın refahı, huzuru ve mutluluğunu istemekten ibaretti. Hâl böyle olunca dayanışma ve kardeşlik türkülerini dillendirmekten başka hiçbir şey olmayan Gezi eylemlerinden terörist üretme anlayışının hem yönetenler için hem ülkenin geneli için, ülkenin iç barışı için ne kadar sakıncalı bir durum yarattığı da bir kere daha -maalesef böyle üzücü bir şekilde de olsa, birtakım insanlar ağır bedeller ödese de- görülmüş oldu.

Sayın Başkan, bu ve benzeri davaların artık Türkiye’de son bulması hepimizin dileğidir. Yargının gerçekten, kelimenin tam anlamıyla bağımsız olarak iş göreceği bir Türkiye hayalimiz ısrarla ve şiddetle sürmektedir.

Sayın Başkan, sayın milletvekilleri; öte yandan, Yunanistan Cumhurbaşkanı Pavlopulos’un önceki gün Batı Trakya’ya gerçekleştirdiği ziyarette yaptığı konuşmada…

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN – Sayın Altay, devam edelim.

ENGİN ALTAY (İstanbul) – …azınlıklar konusuna değinerek İstanbul Rum azınlığından, “Yunan azınlık” olarak söz ederken, Türk azınlıkla ilgili ise “Yunan Müslüman azınlık” ifadesini kullanması, takdir edersiniz ki kabul edilebilir değildir. Batı Trakya’daki Türk ve Müslüman azınlığın geçmişte, çoğu zaman bu “Türk azınlık” kelimesine ve buna bağlı dernek tabelalarına zaman zaman müsaade edildiği Yunanistan’da konjonktüre göre Batı Trakya’daki azınlıklara, soydaşlarımıza yönelik öfkeli ve hasmane tutumun, bölge politikaları, bölgede yaşanan politik süreçlerle ilişkili olarak da zaman zaman arttığını ve düştüğünü üzülerek görüyoruz. Yunanistan Cumhurbaşkanının bu sözünün, söyleminin elbette tarihsel gerçekleri değiştirme gücü ve şansı şüphesiz yoktur.

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN – Tamamlayalım.

ENGİN ALTAY (İstanbul) – Ama bütün dünya bilmektedir ki Batı Trakya’daki Türk azınlık, Müslüman Türk azınlık, Müslüman Türk azınlık olarak kültürel kimliğini korumayı başaracaktır. Avrupa İnsan Hakları Mahkemesinin Yunanistan’ı mahkûm eden kararlarına rağmen Yunanistan Hükûmetinin Batı Trakya Müslümanlarına “Türk” ifadesini, “Türk” kelimesini, “Türk” kavramını derneklerde, etkinliklerde kullandırtmaması noktasında şüphesiz, Hükûmetin yapması gereken işler vardır, bu işler böyle hamasetle olmaz. Batı Trakya Müslüman Türk azınlığın hak ve hukukunun korunması noktasında yürütme organının daha aktif bir diplomasi ve daha aktif bir politikayı hayata geçirmesini de bekliyoruz.

Sayın Başkan, bununla beraber, söz Yunanistan’dan açılmışken, 23 Ocak 2020 Perşembe günü -bugün 18 Şubat, aradan neredeyse bir ay geçti- Millî Savunma Bakanımızın bir açıklaması var, Yunanistan’ın kimi adaları silahlandırdığına ilişkin net ifadeleri var, bunu da Genel Kurulun bilgisine sunmak istiyorum çünkü çok önemli bu.

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN – Tamamlayalım.

ENGİN ALTAY (İstanbul) – Sayın Akar 23 Ocakta, Ege’de uluslararası anlaşmalarla belirlenen ve gayriaskerî statüde 23 adanın bulunduğunu ifade ediyor ve şöyle diyor: “Gayriaskerî statüde ada olmasına rağmen bunların 16’sı anlaşmalara aykırı olarak silahlandırılmıştır.” Bu, Millî Savunma Bakanımıza ait bir ifadedir. Millî Savunma Bakanlığı şikâyet yeri değildir, ağlama makamı, ağlama duvarı değildir. Millî Savunma Bakanı böyle bir konuda müşteki olamaz; gereğini yapması lazım, yürütmenin de gereğini yapması lazım.

Şimdi, ben Türkiye Büyük Millet Meclisinden Millî Savunma Bakanımıza iyi niyetle, yapıcı bir şekilde sormak istiyorum: Biz Türkiye-Yunanistan arasındaki dostluk ve komşuluk ilişkilerinin sürmesinden yanayız, bunu da söyleyeyim ama yukarıda, Batı Trakya Müslüman Türk azınlığına yönelik baskılar; aşağıda, silahsız olması gerekirken aidiyeti belirsiz coğrafi formasyonlar buna dâhil, 16 kara parçasının ve parçacığının Yunanistan tarafından silahlandırılmış olması konusunda Türkiye daha ne kadar susacaktır?

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN – Sayın Altay, tamamlayalım.

ENGİN ALTAY (İstanbul) – Bitiriyorum efendim.

Türkiye, bu duruma daha ne kadar seyirci kalacaktır? Bunu derken ben, Türk-Yunan ilişkilerinin yumuşamasından ve tarihsel dostluk ve komşuluk ilişkilerinin sürmesinden yana olan biri olarak bunu söylüyorum ama bu tabloya seyirci kalmak bölgedeki egemenlik haklarımızın açıkça ihlalidir, Türkiye bu kadar küçük bir ülke de değildir ve olmamalıdır.

Genel Kurulu ve sizi saygıyla selamlıyorum efendim. (CHP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – Söz sırası Adalet ve Kalkınma Partisi Grubu adına Grup Başkan Vekili Sayın Muş’ta.

Buyurun Sayın Muş.

36.- İstanbul Milletvekili Mehmet Muş’un, 17 Şubat Orgeneral Eşref Bitlis’in şehadetinin 27’nci yıl dönümüne, mahkemenin Gezi davasıyla ilgili sanıklar için verdiği beraat kararına, Gezi’yi Vandalizm olarak gördüklerine, İstanbul Milletvekili Hakkı Saruhan Oluç’un yaptığı açıklamasındaki bazı ifadelerine ilişkin açıklaması

MEHMET MUŞ (İstanbul) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; bundan yirmi yedi yıl önce Eşref Bitlis ve beraberindekiler elim bir kazada hayatlarını kaybetmişlerdi, biz de kendilerini rahmetle anıyoruz.

Değerli milletvekilleri, bugün açıklanan bir mahkeme kararında, Gezi davasıyla alakalı sanıkların beraat ettiğini öğrendik. Mahkemenin verdiği her karara saygılıyız, bunu daha önce de ifade ettik, tutuklandıkları zaman da “Bu bir yargısal süreçtir.” dedik, beraat ettikleri zaman da bu mahkemenin bir kararıdır, meseleye yaklaşımımız budur. Fakat burada değerlendirmemiz gereken bir konu var, o da şudur: Burada, bu sanıklar mahkemece beraat ettirilmiş olabilir ama bizim bu meseleye bakışımız, bir hak arama iddiasındaysanız oradaki araçları ters çevirip yakmazsınız. Simitçinin tezgâhını bile yakıp yıkmak, oraları dağıtmak, AKM’nin çatısına terör örgütlerinin paçavralarını asmak bir hak arama yöntemi değildir. Dolayısıyla, Gezi, bizim nazarımızda, bizim değerlendirmelerimizde Vandalizmdir. O açıdan, mahkemenin verdiği karara saygı duyarız ama bizim Gezi hadisesine bakışımız budur.

Bir diğer konu, az önce burada iddialar ortaya atıldı, bir milletvekilinin plakasız bir araçla önünün kesildiğiyle alakalı. Şimdi, şuradaki MOBESE kayıtlarında da aracın plakası görülebiliyor; arka plakası düşmüş, o da bagajına konmuş, aracın ön plakası var. Bu bilgiyi düzeltmek isterim.

Burada bazı açıklamalar yapıldı. Bu açıklamalar içerisinde, yargılanan bazı sanıkların beraat ettiği veya serbest bırakıldığı da var. Az önce söylediğim beyanlarımı tekrar ifade etmek isterim. Dediğim gibi bunlar yargısal süreçlerdir, bizim burada da bir müdahalemiz söz konusu olamaz fakat şunu söylemek isterim: Bu verilen örnekler, burada, bir milletvekilinin, Murat Sarısaç’ın yanında gözaltına alınan şahısla alakalı bir vatandaş şikâyette bulunuyor, sözde buna bir ceza kesmişler, sonra aracı yakılmış. PKK’nın bir sitesinde, bir şahıstan, ajanlık yapan bir şahıstan intikam alındığı yazıyor. Polisin teknik takibine bu şahıs takılıyor ve bu gözaltına alınıyor.

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN – Devam edelim Sayın Muş.

MEHMET MUŞ (İstanbul) – Bunun bir partinin MYK’sı tarafından görevlendirilmiş olması layüsel anlamına gelmiyor. Buradaki değerlendirmeleri yapacaktır, yargı tahkikatını sürdürecektir; ha, suçsuzsa beraat kararını verecektir, suçluysa gereken cezayı alacaktır ama “Ben milletvekilinin yanındayım, bana kimse dokunamaz.” iddiaları var. “Benimle alakalı, vatandaş şikâyette bulunmuş; olsun, ben görevlendirildim arkadaş, ben istediğimi yaparım...” Böyle bir şey olmaz, hukuk gereğini yapacaktır, verdiği karara da hepimiz saygı duyacağız diyorum.

Genel Kurulu saygıyla selamlarım.

ENGİN ALTAY (İstanbul) – Sayın Başkan, pek kısa bir söz talebimiz olacak efendim.

HAKKI SARUHAN OLUÇ (İstanbul) – Sayın Başkan…

BAŞKAN – Buyurun Sayın Altay, söz talebiniz oldu.

37.- İstanbul Milletvekili Engin Altay’ın, İstanbul Milletvekili Mehmet Muş’un yaptığı açıklamasındaki bazı ifadelerine ilişkin açıklaması

ENGİN ALTAY (İstanbul) – Teşekkür ederim Sayın Başkan.

Sayın Muş’un mesajını “Gezi kararına her şeye rağmen saygı duyuyorum ama içime sinmedi.” gibi algıladım ben. Şunu söylemek isterim: Vandalizm, Gezi’nin o sıcak döneminde şimdi AK PARTİ’yle yollarını ayıran dönemin Millî Eğitim Bakanlarından Hüseyin Çelik’e ait bir kavramdı, ilk o kullanmıştı, çok iyi hatırlıyorum.

Asıl Vandalizm şudur: İnsanlar doğa ve çevre hassasiyetiyle, yeşil bir şehir hissiyatıyla, arzusuyla Taksim Gezi Parkı’nda çadır kurmuş, barışçıl, masum bir şekilde, şiddete başvurmadan orada tepki ve protesto hakkını kullanırken içinde insanların uyuduğunu bile bile o çadırları yakmak, o çadırların üstüne panzer sürmek; işte Vandalizm odur. (CHP sıralarından alkışlar) İçinde insanlar uyurken çadırlarını yakarsanız, o insanlar da o can havliyle kendilerini öldürmeye yönelmiş güya, sözde, devletin araç ve gereçlerini… Ki o dönemin Valisi ve o dönemin Emniyet Müdürünün nerede olduğu da bellidir. O insanların o araçlara saldırmaları devletin isteğiyle yapılmış, organize edilmiş, tahrik edilmiş bir durumdur.

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN – Buyurun.

ENGİN ALTAY (İstanbul) – Tekrar ediyorum, bir Vandal arıyorsak Gezi Parkı’na, Gezi Parkı’nda içinde insanlar uyurken o çadırları tutuşturan devlet görevlilerine bakacaksınız. Herkes Vandalizme tevessül edebilir ama devlet Vandalizme tevessül etmişse -ki öyledir- AK PARTİ’nin devleti tefessüh ettirdiğinin çok açık bir resmini de Gezi’de ve bugün de hepimiz görmüş oluyoruz.

Teşekkürler. (CHP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – Sayın Oluç, söz talebiniz var herhâlde.

HAKKI SARUHAN OLUÇ (İstanbul) – Evet.

BAŞKAN – Buyurun.

38.- İstanbul Milletvekili Hakkı Saruhan Oluç’un, İstanbul Milletvekili Mehmet Muş’un yaptığı açıklamasındaki bazı ifadelerine ve Gezi olaylarıyla ilgili Vandalizm suçlamasını reddettiğine ilişkin açıklaması

HAKKI SARUHAN OLUÇ (İstanbul) – Teşekkür ederim Sayın Başkan.

Sayın vekiller, şimdi, önce Van’daki bu tutuklamayla ilgili bir şey söylemek istiyorum. Bakın, 5 Ekim 2019’da -bu kişi, bizim görevlendirilmiş olan Parti Meclisi üyemiz- Murat Sarısaç aracının önü kesilerek yine gözaltına alınıyor, birkaç saat sonra savcılığa bile çıkarılmadan bırakılıyor. 18 Ekimde yine gözaltına alınıyor, yine bırakılıyor. Geçtiğimiz ekim ayından bahsediyorum, şimdi biz şubattayız. Şimdi, bu kişi ekimden şubata kadar orada çalışmalarına devam ediyor yani birçok sivil toplum kuruluşunu ziyaret ediyor, o sivil toplum kuruluşlarını ziyaretlerinde görseller var, parti heyetimizle beraber partimizin kongreleriyle ilgili çalışmalar yapıyor. Üstelik bütün bunların hepsi yerel gazetelerde, yerel basında ve partimizin medya organlarında da yayınlanıyor. Şimdi bir tane gizli tanık icat ediyorsunuz, oradaki Emniyetten bahsediyorum tabii…

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN – Sayın Oluç, tamamlayalım lütfen.

HAKKI SARUHAN OLUÇ (İstanbul) – Bir gizli tanık icat ediyor Emniyet, şikâyet var diye bu tür işler yapılıyor. İlk örnek değil, onu söylemek istiyorum. Dolayısıyla, bunun da böyle bir durum olduğu ortaya çıkacaktır büyük bir ihtimalle, hepimiz göreceğiz. Haksız ve hukuksuz bir iştir, üstelik de yani “Ön tarafta plaka var, arka tarafta plaka yok…” Şimdi, niye yüzlerini kapatıyorlar acaba bizim vekilimiz onların görüntülerini almaya kalkıştığı zaman? Niye hemen kaçıp gidiyorlar? Bunların hepsi bize bazı dönemleri hatırlatıyor, siz de o dönemleri biliyorsunuz; onu söylemek istiyorum.

İkincisi de bir şeye daha işaret edeceğim efendim. Ben de Gezi’de bulunmuş bir kişi olarak bunu söylüyorum, bu Vandalizm suçlamasını kesinlikle reddediyorum. Bakın, bir Vandalizmden bahsedeceksek FETÖ örgüt üyesi olmak nedeniyle ceza almış olan o dönemin Valisi Hüseyin Avni Mutlu ve o dönemin Emniyet Müdürü Hüseyin Çapkın’dan bahsetmek gerekir esas itibarıyla.

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN – Son cümlenizi alalım Sayın Oluç.

HAKKI SARUHAN OLUÇ (İstanbul) – Son cümlem efendim.

O dönemde Gezi’de son derece barışçı şekilde başlamış olan protestoları, yerel demokrasi ve adalet talebini provoke etmiş olan, esas itibarıyla o dönemde görevde bulunmuş olan kişilerdir ve bunlar o dönemde sizin valinizdi ve sizin emniyet müdürünüzdü; bunu da unutmamak gerekiyor. Onun için, insanları Vandalizmle suçlamak doğru değildir.

Teşekkür ediyorum. (HDP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – Sayın Muş, size de söz vereyim ama şunu bir rica edeyim değerli arkadaşlarım: Sonuçta…

ENGİN ALTAY (İstanbul) – Niye en son hep AK PARTİ konuşuyor Sayın Başkan?

BAŞKAN – Değerli arkadaşlarım, Sayın Muş…

ENGİN ALTAY (İstanbul) – Biz de söz isteyeceğiz. Sayın Muş söz isterse ben de istiyorum efendim; o çekerse ben de çekiyorum.

BAŞKAN – Değerli arkadaşlarım, ülkemizi çeşitli gerginlik alanlarından çıkartmak hepimizin görevi. Bu çerçevede, ben, tüm arkadaşlarımızdan, gündemimizin yoğun olduğunu da dikkate alarak, konuşmalarını toparlamalarını rica ediyorum.

Sayın Muş, buyurun.

39.- İstanbul Milletvekili Mehmet Muş’un, İstanbul Milletvekili Engin Altay’ın ve İstanbul Milletvekili Hakkı Saruhan Oluç’un yaptığı açıklamalarındaki bazı ifadelerine ilişkin açıklaması

MEHMET MUŞ (İstanbul) – Sayın Başkan, teşekkür ederim.

Burada şunu ifade etmek isterim: Bizim ne söyleyeceğimizi, meselelerle alakalı görüşlerimizi bırakın da biz açıklayalım; siz kendi görüşünüzü açıkladınız.

ENGİN ALTAY (İstanbul) – Siz de açıkladınız Sayın Muş.

MEHMET MUŞ (İstanbul) – Siz başka bir şekilde bakarsınız Gezi’ye, biz de bunu Vandalizm olarak görüyoruz. Yüzlerini kapatıp, kaldırım taşlarını söküp, vatandaşın dükkânını tuvalete çevirmek ne zamandan beri hak arama hürriyeti oluyor? On gün boyunca çadır mı yakıldı orada? Veya terör örgütünün paçavralarının AKM’nin üzerine asılması nasıl bir hak arama yöntemi oluyor? Kaldı ki mahkeme “Böyle bir suç yok.” demiyor ki.

ENGİN ALTAY (İstanbul) – Ergenekon’da da öyle söyledi, Ergenekon’da da.

MEHMET MUŞ (İstanbul) – Somut delilden dolayı beraat kararı vermiş, bu suç işlenmiş. Gözlerimizin önünde belediye otobüsleri yakılmış. Bakın, ağzımıza alınamayacak ifadeler yazılmış araçların üzerine; burada Meclis kayıtlarına girmesinler. Bunlar hiç olmamış gibi bunları görmeyeceğiz, öyle mi? Dolayısıyla bu Vandalizmdir, bu şiddettir, bu eşkıyalıktır. Dolayısıyla bizim bu meseleye bakışımız budur. Bunun…

ENGİN ALTAY (İstanbul) – Çok ayıp, 30 milyona “eşkıya” diyorsun ya!

MEHMET MUŞ (İstanbul) – Oradaki hareket eşkıyalıktır. Hak aramayla alakalı insanlar…

ENGİN ALTAY (İstanbul) – Çadırları yakmak nedir? Çadırları yakmak nedir?

MEHMET MUŞ (İstanbul) – …demokratik bir biçimde haklarını sonuna kadar arayabilirler.

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN – Sayın Muş, siz de görüşlerinizi ifade ettiniz.

MEHMET MUŞ (İstanbul) – Sayın Başkan…

BAŞKAN – Buyurun, tamamlayın lütfen.

MEHMET MUŞ (İstanbul) – Şunu söyleyelim: İnsanlar demokratik bir şekilde, kurallar dairesinde haklarını sonuna kadar arayabilirler; burası demokratik bir ülke. Burada hiçbir kısıtlama söz konusu olamaz ama siz ne zaman ki… Ben orada esnafım ya, benim dükkânımı nasıl yağmalarsın arkadaş? Tuvalete çevirmişler adamın dükkânını. Gelin, götüreyim sizi, adamla konuşturayım. Böyle bir hak arama olur mu ya! Bunlara “eşkıya” demeyeceğiz de ne diyeceğiz? Adamın dükkânını tuvalete çevirmek ne demek?

SERPİL KEMALBAY PEKGÖZEGÜ (İzmir) – Berkin Elvan’ı nasıl öldürürsünüz? Gençleri nasıl katledersiniz?

MEHMET MUŞ (İstanbul) – Eşkıyalık değil mi bu Sayın Başkan? Dolayısıyla bizim meseleye bakışımız bu. Siz farklı şekilde bakabilirsiniz, o da sizin görüşünüz.

BAŞKAN- Peki, teşekkür ederim, sağ olun.

Sayın Altay, siz de bir toparlayın, kapatalım bu konuyu. Sonuçta mahkeme bir karar vermiş, herkes de saygılı olacağını ifade ediyor. Kayıtlara geçti cümleler. Ama gündemimiz de yoğun.

Buyurun.

40.- İstanbul Milletvekili Engin Altay’ın, İstanbul Milletvekili Mehmet Muş’un yaptığı açıklamasındaki bazı ifadelerine ilişkin açıklaması

ENGİN ALTAY (İstanbul) – Mahkeme bir karar vermiş ama Sayın Muş, oraya hem Taksim’de hem Ankara Kızılay’da şahsen katılmaktan onur duyduğum bir eylem için, bir hak talebi için “eşkıyalık”la itham etti bizi.

BAŞKAN – Siz de cevap verdiniz buna, duydum.

ENGİN ALTAY (İstanbul) – Hayır, vermedim, şimdi vereceğim.

Yani şimdi Türkiye'nin…

MEHMET MUŞ (İstanbul) – Sayın Altay’a “eşkıya” demedim ben.

ENGİN ALTAY (İstanbul) – Bu, şu demektir: Gezi sadece Taksim’de yoktu Sayın Başkan. Gezi Ankara Kızılay’da vardı, Sinop’un Uğur Mumcu Caddesi’nde vardı, İzmir’in Gündoğan Meydanı’nda vardı, Diyarbakır’da vardı, her yerde vardı. Gezi’yi, gerçekten iyi niyetle, samimi bir doğa ve çevre hassasiyetiyle başlayan, düşünceyi ifade özgürlüğü arzusuyla yürüyen bir hareketi kriminalize eden, orayı terörize eden devletti. Devlet ki o devlet, o günün devlet yöneticilerinin, beylerinin, valilerinin ve emniyet müdürlerinin şimdi nerede olduğuna hâlâ cevap veremiyor. Dolayısıyla Gezi’ye “eşkıyalık” demek 30 milyona “eşkıya” demektir.

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN – Peki, tamamlayın Sayın Altay, gündeme geçeceğim.

MEHMET MUŞ (İstanbul) – Hiç alakası yok.

ENGİN ALTAY (İstanbul) – 30 milyona “eşkıya” demektir.

MEHMET MUŞ (İstanbul) – Hiç alakası yok.

ENGİN ALTAY (İstanbul) – Bunu kabul etmem mümkün değil.

MEHMET MUŞ (İstanbul) – “O suçu işleyenler eşkıyadır.” diyorum.

ENGİN ALTAY (İstanbul) – Evet, belediyenin otobüsünü, aracını yüzüne maske geçirip yakanların da ajan provokatörler olduğunu, polis olduğunu Sayın Mehmet Muş gayet iyi bilmektedir. Ben bu ifadeyi kendisine iade ediyorum efendim.

BAŞKAN – Peki, teşekkür ederim.

MEHMET MUŞ (İstanbul) – Sayın Başkan…

BAŞKAN – Toparlayalım Sayın Muş.

MEHMET MUŞ (İstanbul) – Sayın Başkan, şunun kayıtlara geçmesini isterim: Sayın Altay genelleme yapmayı çok seviyor. “30 milyon eşkıya.” mı dedim. Yok canım.

ENGİN ALTAY (İstanbul) – Evet.

MEHMET MUŞ (İstanbul) – Ben 30 milyona “eşkıya” filan diyemem.

ENGİN ALTAY (İstanbul) – Türkiye’de 30 milyon insanın kalbi Gezi’yle attı, Gezi’ye “eşkıyalık” diyemezsiniz.

BAŞKAN – Bir saniye… Sayın Altay, lütfen…

MEHMET MUŞ (İstanbul) – Ben “eşkıyalık” diyorum. Ben 30 milyona “eşkıya” demedim.

Sayın Başkan, orada…

BAŞKAN – Kayıtlara o şekilde geçti.

ENGİN ALTAY (İstanbul) – Sen bana “eşkıya” diyorsun, sen eşkıyasın o zaman!

MEHMET MUŞ (İstanbul) – Sayın Altay, siz eşkıya değilsiniz, siz milletvekilisiniz.

ENGİN ALTAY (İstanbul) – Ama ben Gezi’ye katıldım kardeşim. Gezi eşkıyalık olamaz. Tutanaklardan çıkarın. Daha bugün mahkeme bir karar verdi.

BAŞKAN – Sayın Altay, rica ediyorum.

Değerli arkadaşlarım…

MEHMET MUŞ (İstanbul) – Sayın Başkan, mahkemenin verdiği karar “Böyle bir suç işlenmedi.” demiyor. Burada somut delil bulamadığı için berat kararı vermiştir.

ENGİN ALTAY (İstanbul) – Hiç öyle bir şey demiyor, hiç öyle bir şey demiyor.

MEHMET MUŞ (İstanbul) – Mahkemenin kararına biz yorum yapmıyoruz.

MUHAMMED LEVENT BÜLBÜL (Sakarya) – Sayın Başkan…

BAŞKAN – Sayın Bülbül, lütfen…

Bu tartışmayı bitirelim Sayın Muş, gündeme geçeceğim.

Buyurun.

MEHMET MUŞ (İstanbul) – Söylediğimiz, söyleyeceğimiz şu: Sayın Başkan, şimdi, eğer orada, bakın, aracı ters çevirip belediye otobüsünü yağmalamak, onu ateşle yakmak ne? Bu, eşkıyalık değil midir?

ENGİN ALTAY (İstanbul) – Çadır yakmak ne ya?

MUSTAFA DEMİR (İstanbul) – Başbakanlık binasına yürümek nedir?

GÜLÜSTAN KILIÇ KOÇYİĞİT (Muş) – Polislerin yaptıklarını anlat, polislerin!

MEHMET MUŞ (İstanbul) – Bu suçu işleyenler eşkıya değil mi? Vatandaşın dükkânını, dönerci dükkânını tuvalete çevirmek eşkıyalık değil mi?

BAŞKAN – Peki, arkadaşlar, lütfen…

Herkes görüşlerini ifade etti, uzatmayalım artık Sayın Muş, rica ediyorum.

Buyurun.

MEHMET MUŞ (İstanbul) – Bizim söylediğimiz bu. 30 milyona karşı bir şey söylediğimiz de yok, Sayın Engin Altay’a da “eşkıya” falan dediğimiz yok, Sayın Altay alınmasın üzerine. Ama, bu suçu işleyenler…

GÜLÜSTAN KILIÇ KOÇYİĞİT (Muş) – Berkin Elvan öldü ya! İnsanlar öldü ya, insanlar öldü!

MEHMET MUŞ (İstanbul) – Orada gariban simitçinin tezgâhını dağıtmak ne demek?

BAŞKAN – Kayıtlara geçmiştir.

Teşekkür ediyorum Sayın Muş, tamam.

ENGİN ALTAY (İstanbul) – Bir eşkıya varsa Berkin Elvan’ı ve diğer 9 genci öldürenlerdir. Eşkıya arıyorsanız onlara bakacaksınız.

BAŞKAN – Değerli arkadaşlar, rica ediyorum...

Sayın Altay, lütfen, lütfen...

MUHAMMED LEVENT BÜLBÜL (Sakarya) - Sayın Başkan, kayıtlara geçmesi gereken bir şey daha var.

BAŞKAN – Sayın Bülbül, siz de bir cümle...

MUHAMMED LEVENT BÜLBÜL (Sakarya) – Sayın Başkan “Maskeli ajan provokatör polislerdir bu yağmalayanlar.” ifadesi...

KANİ BEKO (İzmir) – Doğru söylüyor ya, ben oradaydım.

MUHAMMED LEVENT BÜLBÜL (Sakarya) – Yahu, anladım da, bir dakika, bir şey ifade ediyorum.

BAŞKAN – Arkadaşlar, lütfen...

Sayın Bülbül, lütfen...

Bir cümle için söz verdim, rica ediyorum.

Buyurun, söyleyin cümlenizi.

MUHAMMED LEVENT BÜLBÜL (Sakarya) – Efendim, böyle bir genellemenin kabul edilmesi fecaattir, bunun düzeltilmesi lazım.

BAŞKAN – Mümkün değil diyorsunuz, peki.

ENGİN ALTAY (İstanbul) – Düzeltelim.

MUHAMMED LEVENT BÜLBÜL (Sakarya) – Hayır, içlerinde varsa, ismi, cismi polis olarak tespit edilen varsa bunu ortaya koysunlar. Bunun dışında, devletin polisine, böyle, bu manada bir yakıştırma yapmak büyük bir iftiradır, bunu kabul etmek de mümkün değildir. Kayıtlara geçsin. (MHP sıralarından alkışlar)

ENGİN ALTAY (İstanbul) – Düzeltmem lazım.

BAŞKAN – Sayın Altay, lütfen bir cümleyle düzeltin ama bakın...

ENGİN ALTAY (İstanbul) – Ama Sayın Başkan, beni devletin polisini ilzam etmekle, hakaret etmekle itham etti.

BAŞKAN – Buyurun, siz onu...

MUHAMMED LEVENT BÜLBÜL (Sakarya) – Genelleştirmekle...

BAŞKAN - Sayın Bülbül, lütfen...

Sayın Altay, lütfen...

ENGİN ALTAY (İstanbul) – Mikrofonu açacak mısınız efendim?

BAŞKAN – Açalım ve lütfen tamamlayalım artık bu tabloyu çünkü gündemimiz yoğun değerli arkadaşlar.

Buyurun.

41.- İstanbul Milletvekili Engin Altay’ın, Sakarya Milletvekili Muhammed Levent Bülbül’ün yerinden sarf ettiği bazı ifadelerine ilişkin açıklaması

ENGİN ALTAY (İstanbul) – Ben, Türk polisi şehit olmaktan korkmuyor, emekli olmaktan korkuyor diyen bir adamım.

MUHAMMED LEVENT BÜLBÜL (Sakarya) – Bunu söyle.

ENGİN ALTAY (İstanbul) – Benim polis teşkilatımızı tümüyle itham etmem mümkün değil.

MUHAMMED LEVENT BÜLBÜL (Sakarya) – Tamam, bunu söyleyin.

ENGİN ALTAY (İstanbul) – Türk polisi beni tanır, beni bilir ama tekrar iddia ediyorum: İspat istiyorsanız, dönemin İstanbul Emniyet Müdürü ne oldu, nerede?

MUHAMMED LEVENT BÜLBÜL (Sakarya) – Ya, onu söyleyin diyorum ben; başka bir şey söylemiyorum, onu söyle diyorum.

ENGİN ALTAY (İstanbul) – E, kardeşim, ona bağlı, onun emrinde, yüzlerine maske takıp otobüs yakan, polis aracı yakan ajan ve provokatörler vallahi vardı, billahi vardı; onu söylüyorum. (CHP sıralarından alkışlar)

MUHAMMED LEVENT BÜLBÜL (Sakarya) – Bu başka bir şey.

BAŞKAN – Teşekkür ederim.

Değerli milletvekilleri, gündeme geçiyoruz.

Başkanlığın Genel Kurula sunuşları vardır.

VI.- BAŞKANLIĞIN GENEL KURULA SUNUŞLARI

A) Önergeler

1.- Başkanlığın, Tekirdağ Milletvekili Enez Kaplan’ın, Sanayi, Ticaret, Enerji, Tabii Kaynaklar, Bilgi ve Teknoloji Komisyonu üyeliğinden istifasının 19/2/2020 tarihinde Başkanlığa ulaştığına ilişkin önerge yazısı (4/62)

BAŞKAN – Değerli milletvekilleri, Tekirdağ Milletvekilimiz Sayın Enez Kaplan’ın Sanayi, Ticaret, Enerji, Tabii Kaynaklar, Bilgi ve Teknoloji Komisyonundan istifasına dair yazısı 18 Şubat 2020 tarihinde Başkanlığımıza ulaşmıştır.

Bilgilerinize sunulur.

Değerli milletvekilleri, şimdi, İYİ PARTİ Grubunun İç Tüzük’ün 19’uncu maddesine göre verilmiş bir önerisi vardır, okutup işleme alacağım ve oylarınıza sunacağım.

VII.- ÖNERİLER

A) Siyasi Parti Grubu Önerileri

1.- İYİ PARTİ Grubunun, İYİ PARTİ Grup Başkan Vekili İzmir Milletvekili Dursun Müsavat Dervişoğlu tarafından, eğitimin niteliğinin artması ve işleyebilmesi için ücretli öğretmenlerin mağduriyetlerinin giderilmesi, özlük haklarının düzenlenmesi, yaşadığı ekonomik ve sosyal sorunların giderilmesi amacıyla 18/2/2020 tarihinde Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına verilmiş olan Meclis araştırması önergesinin ön görüşmelerinin, Genel Kurulun 18 Şubat 2020 Salı günkü birleşiminde yapılmasına ilişkin önerisi

18/2/2020

Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına

Danışma Kurulu 18/2/2020 Salı günü (bugün) toplanamadığından, grubumuzun aşağıdaki önerisinin İç Tüzük’ün 19'uncu maddesi gereğince Genel Kurulun onayına sunulmasını saygılarımla arz ederim.

                                                                                                                        Dursun Müsavat Dervişoğlu

                                                                                                                                          İzmir

                                                                                                                              Grup Başkan Vekili

Öneri:

İzmir Milletvekili ve İYİ PARTİ Grup Başkan Vekili Dursun Müsavat Dervişoğlu tarafından, eğitimin niteliğinin artması ve işleyebilmesi için ücretli öğretmenlerimizin mağduriyetlerinin giderilmesi, özlük haklarının düzenlenmesi ve ücretli öğretmenlerimizin yaşadığı ekonomik ve sosyal sorunların giderilmesi amacıyla 18/2/2020 tarihinde Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına verilmiş olan Meclis araştırması önergesinin diğer önergelerin önüne alınarak görüşmelerin 18/2/2020 Salı günkü birleşimde yapılması önerilmiştir.

BAŞKAN – Değerli milletvekilleri, şimdi, İYİ PARTİ’nin grup önerisinin gerekçesini açıklamak üzere İYİ PARTİ Grubu adına söz isteyen Adana Milletvekilimiz Sayın İsmail Koncuk’a söz veriyorum. (İYİ PARTİ sıralarından alkışlar)

Sayın Koncuk, süreniz beş dakikadır.

İYİ PARTİ GRUBU ADINA İSMAİL KONCUK (Adana) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; yüce heyetinizi saygıyla selamlıyorum.

Ücretli öğretmenlik konusu gerçekten derinlemesine araştırılması gereken bir konu çünkü ücretli öğretmenlik meselesi hem gençlerimize yönelik açık bir sömürü sistemi hâline geldi hem de asal öğretmen atamasının önüne geçen bir sistem hâline geldi. Bakın, ücretli öğretmen olarak görevlendirdiklerinizin birçoğu eğitim fakültesi mezunu, içlerinde diğer fakülte mezunları da var, iki yıllık lisans mezunları da var ama öğretmenlik formasyonu olmayan ücretli öğretmenler de var. Türkiye genelinde 81 ilde 80 bin ücretli öğretmen görev yapıyor, bu ücretli öğretmenler asgari ücretin altında bir ücret alıyor. Emin olun, aldıkları ücret, o okula giderken ödedikleri ulaşım ya da yeme içme masraflarını bile karşılayan bir para değil. Şöyle: Ücretli öğretmene bir saat ek ders ücreti ödendiği zaman 16-16,5 TL falan yapıyor. Haftada on saat girse ne yapar? 160-170 lira yapar. Yirmi saat girse 320 lira yapar, otuz saat girse 500-600 lira yapar. Ay sonu itibarıyla, bazı ücretli öğretmenler girdiği ek derse göre 800 lira, 900 lira, 1.000 lira, 1.500 lira alırken birçoğu asgari ücreti bile bulmayan bu ücrete mahkûm hâle getirilmiş.

Değerli milletvekilleri, gençlerimizin iktidarınız tarafından nasıl bir yokluğa terk edildiğini hepinizin görmesi lazım. Düşünebiliyor musunuz, bu ülkede bir şirket sahibi, işletme sahibi asgari ücretin altında bir rakamla insan çalıştırsa şikâyet edildiğinde soruşturma açarsınız ama devlet kendi eliyle asgari ücretin altında ücretli öğretmen çalıştırıyor. Bunu nasıl kabul edebiliriz? Ayrıca, tatil günlerinde ücretli öğretmenlere verilen ek ders ücreti kesiliyor; kar tatillerinde ve benzeri tatillerde verilen ücret de kesiliyor. Dolayısıyla bu ücretli öğretmenlik tam bir sömürü sistemi hâline geldi.

Aslında, işin şu tarafı da var: Ücretli öğretmen olabilmek için bile, maalesef, torpil gerekir hâle geldi yani gençlerimizi 1.000 liraya, 1500 liraya muhtaç hâle getirdiniz. Bu ayıp size yeter.

Değerli milletvekilleri, tabii, öğretmenlik meselesi Türkiye'nin gelecek meselesi olduğu için son derece önemli ama size bir türlü bunu anlatamadık. Ücretli öğretmenlik var, sözleşmeli öğretmenlik var, bir de PICTES öğretmenliği var -proje kapsamında Suriyelilere yönelik hizmet ifa eden, bu proje kapsamında çalışan- onların, PICTES öğretmenlerinin ücreti de dört yılda 200 TL civarında artmış.

Öğretmenleri bölük pörçük hâle getirdiniz. Sözleşmeli öğretmenlik modeli AK PARTİ’nin ortaya çıkardığı bir uygulama şekli olmuştur. 2011 yılında tüm sözleşmeliler kadroya geçirildi; seçim sathımailinde, mecburen ama 2011 yılından sonra, aynı hızla, ücretli öğretmenliğe, ücretli memurluğa ve belediyelerde 5393 sayılı Yasa’yla ücretli personel çalıştırmaya devam ettiniz. Bütün sözleşmeliler, öğretmenler, memurlar, belediyede çalışan sözleşmeliler şu anda feryat figan ediyor; duymuyorsunuz, duymuyorsunuz.

Sözleşmelilik sistemini de siz bölük pörçük hâle getirdiniz. Bazıları süresiz sözleşmeliyken bazı sözleşmeliler 3+1’e tabi hâle getirildi. Değerli milletvekilleri, bu sistem, çalışma hayatını âdeta parçalı hâle getirdi, parça parça etti. Dolayısıyla, bu sistemle çalışma hayatından, eğitimden, öğretmenlerimizden ve memurlarımızdan arzu ettiğiniz verimi alabilmemiz mümkün görünmüyor. Düşünün, öğretmenler odasına giriyorsunuz, bir yanda sözleşmeli öğretmenler, bir yanda kadrolu öğretmenler, diğer yanda ücretli öğretmenler; parçalı bulutlu bir yapı.

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN – Tamamlayalım.

İSMAİL KONCUK (Devamla) – Aynı öğretmenler odasında, farklı haklara ya da haksızlıklara tabi bir öğretmen kitlesi. Aynı durum adliyelerde var, aynı durum Tarım Bakanlığında var, aynı durum belediyelerde var. Böyle bir sistemle Türkiye’yi, çalışma hayatını ileriye götürebilmemizin mümkün olmadığını hepinizin görmesi lazım çünkü siz kendi evlatlarımız arasına dahi hukuki ayrıcalıklar soktunuz, hukuksuzlukları soktunuz. Hâlbuki Anayasa’nın 10’uncu maddesi, kanunların bütün insanlarımıza eşit uygulanacağına dairdir. Siz, çalışma hayatındaki bu “eşitlik” kavramını bile yerle yeksan ettiniz. Dolayısıyla, ümit ediyorum, iktidarın bu konuda aklı başına bir an önce gelir ve ücretli öğretmenlik, sözleşmeli öğretmenlik ve benzeri bu ayrımlar tamamen kaldırılır diyorum, hepinize saygılar sunuyorum. (İYİ PARTİ sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – Öneri üzerine söz isteyen, Halkların Demokratik Partisi Grubu adına Antalya Milletvekilimiz Sayın Kemal Bülbül. (HDP sıralarından alkışlar)

Süreniz üç dakika Sayın Bülbül.

HDP GRUBU ADINA KEMAL BÜLBÜL (Antalya) – Teşekkür ediyorum Sayın Başkan.

Değerli Genel Kurula saygılar sunuyorum.

Aslında, ömrünün neredeyse tamamını eğitim faaliyetine harcamış, meslekten gelen bir insan olarak benim bunu farazi öğretmenlik, sanal öğretmenlik, aslında olmayıp da varmış gibi gösterilen, ihdas edilmiş bir öğretmenlik olarak telakki etmem lazım.

Değerli Genel Kurul, önceleri öğretmenlikte iki tanım vardı; stajyer öğretmen ve asil öğretmen ve iş bunlar üzerinden devam ediyordu fakat öğrenci sayısı, kentleşme artınca doğal olarak öğretmen ihtiyacı da arttı. Fakat eğitim fakültelerinden nice zahmetle mezun olan ve hatta sınavı da kazanan öğretmenler atanamadıkları için ne trajik manzaralara tanık oluyoruz, intiharlar söz konusu oluyor. Aslında, bunu önleyecek olan temel çözüm öğretmenlik meslek yasası. Bunu daha önce Sayın Bakan buradayken de dile getirmiştik. Öğretmenliğe dair bir yasa yoktur Türkiye’de, bakar mısınız? Aslında, toplumun temelini teşkil eden eğitim olgusunun yürütülmesiyle ilgili bir yasa yoktur ve öğretmen, sıradan bir devlet memuru olarak algılanmakta; öğretmen bir akademisyen, öğretmen bir eğitim ve bilim insanıyken, hiç tanımsız bir şekilde, keyfî olarak bu tür uygulamalar yapılmakta. Biraz önceki konuşmacı vekilimizin de söylediği gibi -kadrolu, sözleşmeli, ücretli- tanımsız, keyfî bir uygulama var ve meslek dejenerasyonu var, eğitim dejenerasyonu var ve bunun giderek topluma yansıması söz konusu, öğretmenlik mesleğinde gelişememe durumu söz konusu. Kaldı ki bir eğitim fakültesinden mezun olmak öğretmenlik için yeterli bir şey olmayıp güncellemek açısından da kimi meslek içi eğitimler, öğretmenin kendi kendini eğitimi gerekirken bu gibi komik ücretlerle bunu sağlayabilmek de mümkün değil. O nedenle, bir an önce öğretmenlik meslek yasasının çıkarılması ve öğretmenlik mesleğinin, bir devlet memuru değil, bir akademik sıfat, bir eğitim ve bilim sıfatı olduğunun vurgulanması ve bu üç farklı tanımın ortadan kaldırılarak öğretmenlik mesleğinin itibarının ekonomik olarak da sosyal prestij olarak da mesleki prestij olarak da yeniden düzenlenmesi gibi bir aciliyet ve bir vahamet söz konusu.

Bunun bir an önce yerine getirilmesi gerektiğini ifade ediyor, Genel Kurulu saygıyla selamlıyorum. (HDP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – Söz sırası, Cumhuriyet Halk Partisi Grubu adına Muğla Milletvekilimiz Sayın Suat Özcan’a aittir. (CHP sıralarından alkışlar)

Sayın Özcan, süreniz üç dakika.

CHP GRUBU ADINA SUAT ÖZCAN (Muğla) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; İYİ PARTİ’nin grup önerisi üzerinde Cumhuriyet Halk Partisi Grubu adına söz almış bulunmaktayım. Hepinizi saygıyla selamlıyorum.

Eğitim sorununu çözememiş ülkeler diğer sorunlarını da çözmekte oldukça sıkıntı yaşıyorlar. Baktığımız zaman, uluslararası saygınlığı olan ülkelerin, ekonomisi iyi olan ülkelerin eğitim sorunları yok ya da en alt düzeyde. Ama ülkemizde ne yazık ki atanamayan 700 bin öğretmene karşın Bakanlık bünyesinde 85.426 kurum yöneticisi, 757.289 kadrolu, 103.399 sözleşmeli olmak üzere toplam 946.114 öğretmen görev yapmaktadır, yaklaşık 90 bin civarında da ücretli öğretmen görev yapmaktadır. Bu durumda öğretmenler arasında kadrolu, sözleşmeli ve ücretli olarak ayrım yapılması eğitimde yeni sıkıntıların önünü açmakta ve özellikle de ücretli öğretmenler, asgari ücretin altında aldıkları maaşlarla “Gelecekte, önümüzdeki sene ne olacak, ilçe millî eğitim müdürlüklerinin inisiyatifiyle görev alabilecek miyim?” ya da öğrenciler, veliler “Benim bu yılki öğretmenim yeniden, önümüzdeki sene benimle birlikte olacak mı?” kaygısını yaşamaktadırlar. Ücretli öğretmenlerin sorunlarının mutlaka çözülmesi gerekir. Biz, Cumhuriyet Halk Partisi olarak, öğretmenlik meslek yasasının çıkarılmasını ve öğretmenler arasındaki statülerin kaldırılmasını talep etmekteyiz ve İYİ PARTİ’nin grup önerisini destekliyoruz.

On sekiz yılda, okuyana, yazana, çizene, eğitimliye mesafe konuldu. Cehaletin, çalışmamanın, eğitimsizliğin bu kadar revaçta olması ülkemiz adına büyük sıkıntıların önünü açmaktadır. Oysaki bütün gelişmiş ülkelerdeki gibi bilime, akla, eğitime dönmek zorundayız.

Sadece önünü ilikleten değil, beyinle ilerleten bir eğitim sistemi istiyoruz diyor, Genel Kurulu saygıyla selamlıyor, teşekkür ediyorum. (CHP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – Söz sırası, Adalet ve Kalkınma Partisi Grubu adına Konya Milletvekilimiz Sayın Orhan Erdem’de. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)

Süreniz üç dakika Sayın Erdem.

AK PARTİ GRUBU ADINA ORHAN ERDEM (Konya) – Sayın Başkanım, İYİ PARTİ tarafından verilen araştırma önergesi üzerinde AK PARTİ Grubu adına söz almış bulunmaktayım. Sizi ve Gazi Meclisimizi ve bizi izleyenleri saygıyla selamlıyorum.

16/12/2006 tarihli ve 26378 sayılı Resmî Gazete’de yayınlanan Millî Eğitim Bakanlığı Yönetici ve Öğretmenlerinin Ders ve Ek Ders Saatlerine İlişkin Karar’ın 9’uncu maddesi ücretli öğretmenliği öngörüyor. Bu madde kapsamında Millî Eğitim Bakanlığında 27 bin uzman ve usta öğretici, diğer kapsamlarda da 62 bin, toplam 89 bin öğretmen görevlendirme suretiyle ders vermektedir. Bu görevlendirmeler on altı ve otuz gün olarak yapılmakta ve ücretler 1.800 lira ila 2.324 lira arasında değişmekte.

Şüphesiz ki eğitim öğretim hizmetlerinin kadrolu, sözleşmeli öğretmenler eliyle yürütülmesi en çok arzu edilen durumdur ve bu konuda da AK PARTİ hükûmetleri, 2013-2019 yılları arasında 651.883 öğretmen atamıştır. 946.114 öğretmenimiz olduğuna göre, öğretmenlerin yüzde 70’i AK PARTİ iktidarları, hükûmetleri döneminde atanmıştır. Bu da bu konuya verdiğimiz önemin en açık göstergesidir.

Ücretli öğretmenliği net anlamak için… Aslında ücretli öğretmenlik, Millî Eğitim Bakanlığının öğretmen açığını gidermek amacıyla yaptığı bir görevlendirme sistemidir yani bir atama sistemi değildir, tamamen MEB’in, bu açığı kapatmaya yönelik bir uygulamasıdır. Ücretli öğretmenlikte kadroya atama durumu söz konusu değildir, bu öğretmenler ihtiyaca göre görevlendirilir ve ihtiyaç yerine getirildiğinde de görevine son verilir; kısacası, öğretmenlerin atama öncesi part-time, geçici görev alabildikleri bir çalışma sistemidir. Ayrıca, Millî Eğitim Bakanlığı 5 bin ücretli öğretmeni de, özel kanun çıkararak 5 bine yakın öğretmenimizi de bu süreçte atamıştır. Bu demek değildir ki bu soruna bakılmıyor ve göz ardı ediliyor. Bu konuda, Millî Eğitim Bakanlığı, şartların düzeltilmesi amacıyla da…

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN – Tamamlayalım.

ORHAN ERDEM (Devamla) – Millî Eğitim Bakanlığı, bu konuda, daha iyi şartların oluşması adına Devlet Personelle çalışmalar yapmakta, kendi iç denetim birimini çalıştırmakta; hayatın her alanında olduğu gibi, ücretli öğretmenlerimizin ve diğer statüde görevlendirilen öğretmenlerin daha iyi şartlara kavuşması için de ayrıca çalışmalar yapmaktadır.

Bu ayrımın net anlaşılarak konunun dikkate alınması gerektiğini ifade ediyor, Genel Kurulu saygıyla selamlıyorum. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)

BAŞKAN - İYİ PARTİ grup önerisini oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler… Kabul etmeyenler… Öneri kabul edilmemiştir.

Değerli milletvekilleri, Halkların Demokratik Partisi Grubunun İç Tüzük’ün 19’uncu maddesine göre verilmiş bir önerisi vardır, okutup işleme alacağım ve oylarınıza sunacağım.

2.- HDP Grubunun, Grup Başkan Vekili Mersin Milletvekili Fatma Kurtulan tarafından, işçilerin güvensiz çalışma koşullarında hayatını kaybettiği iş cinayetlerini engellemek amacıyla 18/2/2020 tarihinde Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına verilmiş olan Meclis araştırması önergesinin ön görüşmelerinin, Genel Kurulun 18 Şubat 2020 Salı günkü birleşiminde yapılmasına ilişkin önerisi

18/2/2020

Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına

Danışma Kurulu 18/2/2020 Salı günü (bugün) toplanamadığından, grubumuzun aşağıdaki önerisinin İç Tüzük’ün 19’uncu maddesi gereğince Genel Kurulun onayına sunulmasını saygılarımla arz ederim.

                                                                                                                                  Fatma Kurtulan

                                                                                                                                         Mersin

                                                                                                                              Grup Başkan Vekili

Öneri:

18 Şubat 2020 tarihinde Mersin Milletvekili Grup Başkan Vekili Fatma Kurtulan tarafından işçilerin güvensiz çalışma koşullarında hayatını kaybettiği iş cinayetlerini engellemek amacıyla Türkiye Büyük Millet Meclisine verilmiş olan 5391 grup numaralı Meclis araştırması önergesinin diğer önergelerin önüne alınarak görüşmelerinin 18/2/2020 Salı günkü birleşimde yapılması önerilmiştir.

BAŞKAN - Şimdi, önerinin gerekçesini açıklamak üzere, Halkların Demokratik Partisi Grubu adına Mersin Milletvekilimiz Sayın Rıdvan Turan. (HDP sıralarından alkışlar)

Süreniz beş dakika Sayın Turan.

HDP GRUBU ADINA RIDVAN TURAN (Mersin) – Sayın Başkan, değerli vekiller; sizleri saygıyla selamlıyorum.

İş sağlığı ve güvenliği konusu, ülkemizde çalışma hayatının en temel meselelerinden bir tanesi. 1980 askerî darbesinden sonra Türkiye, adım adım, neoliberal iktisada geçiş adımları attı. Bu, ilk başlarda, az ya da çok, işçi muhalefeti sebebiyle zor olmuştu fakat 24 Ocak Kararları, ardından 12 Eylül askerî darbesi ve ardından gelen sağ popülist iktidarlar sayesinde neoliberal ekonomi politikaları Türkiye’de arzıendam etmeye başladı.

Neoliberal ekonomi politikalarının devamıyla ortaya çıkan en temel meselelerden bir tanesi, işçi sınıfının çalışırken güvencesiz çalışması, deregüle çalışması, esnek çalışması, taşeron biçiminde çalışması ve örgütsüz çalışmasıydı. Özellikle AKP iktidarı döneminde bu tür çalışma biçimleri çok yaygın olarak gündeme taşındı. 2003 yılında 4857 sayılı Yasa’nın çıkmasıyla birlikte, neoliberalizmin işçi çalışma biçimlerine önerdiği, dikte ettiği şeyler, özellikle esnek ve kuralsız çalışma, Türkiye’de, iş yaşamında kendisini buldu. Hemen ardından, 2012 yılına gelindiğinde, 6331 sayılı İş Sağlığı ve Güvenliği Yasası’nın çıkmasıyla birlikte ise aslında bütün taraflar bu iş cinayetlerinin azalacağına ilişkin bir fikre sahipken tam tersi oldu; Soma, Ermenek ve ardından gelen Torunlar, Şirvan gibi pek çok işçi katliamı tarihte yerini aldı.

Arkadaşlar, eğri oturup doğru konuşmak lazım. Bu kafayla, bu mantaliteyle iş cinayetlerinin önüne geçmek mümkün değil. Önüne geçmek isteniliyor mu, o da ayrı bir mesele. Ben Soma’da bulundum, Soma katliamını çok yakinen izledim. AKP iktidarının -bugün çok açıkça söylüyorum- ve Soma Holdingin elinde orada hayatını kaybetmiş 301 işçinin kanı var. Bunu, bu alanı bilen birisi, uzmanı olduğum için söylüyorum çünkü işçi eğitimlerinin yapılmadığı, iş sağlığı ve güvenliği eğitimlerinin yapılmadığı ve daha beteri, aslında bir çeşit taşeron çalışma biçimi olan redevansla devletin kâr edemediği bir ocağın bir başka özel şirkete devriyle birlikte kâr edeceğini varsayması esası üzerine kurulmuş olan bir taşeron çalıştırma biçimi sonucunda katliam bağıra bağıra “Geliyorum.” dedi. Düşünün, bu taş kömüründen devlet kâr edemiyor, onu özel şirkete devrediyor, diyor ki: “Hem sen kâr et hem de yılda bana bu kadar para ver.” Arkadaşlar, zaten firmalar, patron düzeni ne yazık ki iş sağlığı, güvenliği meselesini bir teferruat olarak görüyor, zaten gereksiz bir harcama kalemi olarak görüyor; onun elbisesinden, tulumundan, çelik burunlu ayakkabısından gaz maskesine kadar hemen her şey patron açısından gereksiz bir teferruat çünkü edeceği kâr marjı, bu yatırımları yaptığında, ister istemez düşüyor. Dolayısıyla, dönemin AKP’li yetkilileri “6331 sayılı Kanun’la Avrupa standartlarına ulaşıyoruz, çok da güzel bir çalışma hayatına sahip olacağız.” diye anlatırken bir baktık ki memleket günde ortalama 5 işçinin hayatını kaybettiği bir mezarlığa dönüşmüş durumda. Bu da bizim bildiğimiz; yani gazeteden, İSİG Meclisinin gazetelerden elde ettiği verilerle bulduğumuz şey: Günde ortalama 5 işçi. Meslek hastalıklarından bahsetmiyorum bile. Resmî rakamlar çok enteresan. Dünyada aşağı yukarı yüzde 45’e yüzde 55 gibidir meslek hastalıkları ve iş kazaları oranı, Türkiye’de yüzde 1’e yüzde 99’dur; yüzde 1 meslek hastalığı görülür, yüzde 99 iş kazası görülür. Böyle bir şey olabilir mi? Olamaz. Veri yok, elde veri yok; meslek hastalıklarının tanısını koyacak, tedavisini yapacak yeterli düzeyde teşkilat yok, teçhizat yok. Bunun sonunda da insanlar ortaya çıkış süreleri ortalama on yıl olan örneğin asbestozis gibi hastalıklarla on yıl sonra hasta olduklarında, geriye dönüp de “Ya, ben on yıl önce falanca yerde çalıştım da ondan dolayı akciğer kanseri oldum.”u ispatlayabilecek bir veri bankası yok.

Ne gerek var ki veri bankasına?

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN – Tamamlayalım Sayın Turan.

RIDVAN TURAN (Devamla) – Ne gerek var veri bankasına? Zaten neoliberal muhafazakâr politikaların en yılmaz savunucusu AKP iktidarının bu konuya yaklaşımı, işçilerin hayatını korumaktan çok daha az maliyetli olan “işverenin kâr etmesi” mantığına göre işliyor. Dolayısıyla, doğrusunu isterseniz, ne AKP iktidarının ne de ona benzer popülist sağ iktidarların hiçbir tanesinin işçilerin ölümü gibi bir derdi ne yazık ki yok. Onun için, bunu ortadan kaldırabilmek için, işçi sınıfının örgütlü olması lazım, taşeron çalışmanın ortadan kaldırılması lazım. Mutlak suretle, sendikal örgütlülük başta olmak üzere işçilerin kendi çalışma koşulları hakkında söz söyleyebilecekleri mekanizmaların, işçi meclislerinin kurulması lazım ve devlet, iş sağlığı ve güvenliği meselesini bir sosyal güvenlik meselesi olarak görmeli, piyasalaştırılmış bir sosyal mesele olarak görmemelidir. Bunun için bir araştırma önergesi sunuyoruz.

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN – Selamlayın Sayın Turan, lütfen buyurun.

RIDVAN TURAN (Devamla) – Son cümlem…

Eğer bu konuda ivedi adımlar atılırsa, gerçekten, çok uzun olmayan bir süre içerisinde çok sayıda hayatı kurtarmak mümkün olacaktır.

Hepinize teşekkür ediyorum. (HDP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – Öneri üzerinde söz isteyen, İYİ PARTİ Grubu adına Eskişehir Milletvekilimiz Sayın Arslan Kabukcuoğlu. (İYİ PARTİ sıralarından alkışlar)

Süreniz üç dakika Sayın Kabukcuoğlu.

İYİ PARTİ GRUBU ADINA ARSLAN KABUKCUOĞLU (Eskişehir) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; Halkların Demokratik Partisinin iş cinayetlerinin engellenmesi hakkındaki önergesi üzerinde İYİ PARTİ Grubu adına söz almış bulunuyorum. Hepinizi saygıyla selamlarım.

2012 yılında yürürlüğe giren İş Sağlığı ve İş Güvenliği Kanunu Türkiye’de iş yeri denetimleri ve iş kazaları konusunda milat kabul edilmesine rağmen geçen sekiz yıllık süre zarfında iş yerlerindeki denetimsizlik ve eksiklikten kaynaklanan işçi ölümlerinde azalma olmamıştır, artarak devam etmiştir. Ülkemizde 2012 yılında en az 878, 2013 yılında 1.235, 2014 yılında 1.886, 2015 yılında 1.730, 2016 yılında 1.970, 2017 yılında 2.006, 2018 yılında 1.923 ve 2019 yılında da 1.736 işçimiz iş kazaları nedeniyle hayatlarını kaybetmişlerdir. 2018 yılı Uluslararası Çalışma Örgütünün verilerine göre, 100 bin işçi başına ölümlü iş kazası sayısı ülkemizde 7,5 olarak tespit edilmişken bu sayı Bulgaristan’da 3, Yunanistan’da 1,2; İtalya’da 2,4 ve İspanya’da ise 1,8’dir. Bizde iş kazalarını, trafik kazalarını, deprem ve çığ gibi olayları kadere bağlamak idarecilerin sorumluluktan kaçmak adına başvurdukları bir kolaycılıktır.

Diyanet İşleri Başkanlığının kaderle ilgili fetvasına gelmeden önce, Buhârî’den nakledilen bir dinî olaydan bahsetmek istiyorum. Hazreti Ömer bir salgın hastalık ihbarı üzerine Şam’a gitmekten vazgeçtiğinde “Allah’ın kaderinden mi kaçıyorsun?” diye sormuşlar. “Evet, Allah’ın kaderinden yine Allah’ın kaderine kaçıyoruz.” diye cevap vermiş. Kazalar ve felaketler sonucu ölümlerin ülkemizde fazla olmasının nedeni, bizim aldığımız tedbirlerin yetersizliğindendir. Ortalama insan ömrü 1900 yılında 40 iken günümüzde 80’lere kadar çıkmıştır ancak tedbirsizlikler ve denetimsizlikler sonucu çocuklarımızı bile iş kazalarında kaybetmekteyiz.

İYİ PARTİ olarak iş kazalarından biz de çok rahatsızız. Ben de konuyla ilgili olarak Türkiye Büyük Millet Meclisine 14 Kasım 2019 tarihinde bir araştırma önergesi vermiştim. Artık, yaşamak için ter döken, çocuklarına ekmek götürebilmek için mücadele eden emekçilerin ölümle yüz yüze çalışmasının önüne geçmek için her türlü tedbirin alınmasını, bunların önlenmesi için esaslı araştırmalar yapılmasını, iş yerlerinde gerekli araştırmaların yapılmasını ve kontrollerin yapılmasını destekliyoruz.

Yüce Meclisi saygıyla selamlıyorum. (İYİ PARTİ sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – Söz sırası, Cumhuriyet Halk Partisi Grubu adına Muğla Milletvekilimiz Sayın Süleyman Girgin’e aittir. (CHP sıralarından alkışlar)

Süreniz üç dakika Sayın Girgin.

CHP GRUBU ADINA SÜLEYMAN GİRGİN (Muğla) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; hepinizi saygıyla selamlıyorum.

Değerli arkadaşlar, Türkiye’de yaşamak zor ancak işçi olarak yaşamak çok daha zor. Ülkemizde her yıl “6 Soma katliamı” kadar işçimiz ölmektedir. 2017’de 2.006, 2018’de 1.923, 2019’da 1.736 işçimizi iş cinayetlerinde kaybettik. Bu, bir işçi kırımıdır. Bu, AKP’nin yarattığı emek cehenneminin en vahşi yüzüdür.

Değerli arkadaşlar, bu saydıklarım, sadece bir rakam değildir, sadece bir hayat da değildir; hepsi birer ailedir. Aileler perişan olmaktadır. Sermayenin kâr hırsı, esneklik, güvencesizlik, üretim baskısı, performans dayatması, “pahalı” diye alınmayan işçi sağlığı tedbirleri ve kaza yerine ambulanstan önce kolluk kuvvetini gönderen anlayış işçilerimizin ölümüne neden olmakta, ailesinin kalan üyelerini bir travmaya sürüklemektedir. Çocuklar psikolojik sorunlarla boğuşmakta, eşini kaybeden aile fertleri bir yandan dava sürecini yürütmeye çalışırken bir yandan da geçim derdine düşmektedir.

Değerli arkadaşlar, iş cinayetlerinde etkin denetim, soruşturma, yargılama sürecinin olmaması ve artık yerleşik hâle gelmiş olan “cezasızlık rejimi” iş cinayetlerinin sürmesine neden olmaktadır. İktidarın, işçinin kanını, canını, alın terini sermayeye helal kıldığı bu ülkede 301 işçinin ölümünden sorumlu olanlar ise ne yazık ki dışarıda elini kolunu sallayarak geziyor.

Şu tabloya dikkat çekmek istiyorum arkadaşlar: 2017 ve 2018’de ölen işçilerin sadece yüzde 2’si sendikalı iken 2019’da ölen işçilerin sadece yüzde 1’i sendikalıdır. Bu işçi kırımını durdurmanın en sağlam yolu, işçi sınıfının örgütlenmesinin önündeki yasal ve fiilî bütün engelleri kaldırmaktır. Bugün, kayıtlı işçilerin ise sadece yüzde 7’si sendikalıdır, kayıtsız işçileri de hesaba kattığımızda bu oran daha da düşmektedir. Sendikalı işçilerin yarıya yakını da toplu sözleşme hakkından mahrumdur. Bu şartlarda iş kazalarının artması değil, artmaması ancak sıra dışı olurdu. Değerli arkadaşlar, madencilerin bir sözü vardır, yüzlerce yıllık deneyimden süzülmüştür: “Sendikalı işçi kazalanmaz.”

Bir diğer nokta şudur: Türkiye bir ucuz iş gücü cenneti hâline gelmiştir; işsizlik tarihî zirvesindedir. 7 milyon işsizin olduğu ülkemizde koşullar ne kadar kötü olsa da ücret ne kadar düşük olsa da insanlar çalışıp geçinmeye çalışıyor. İşçilerimiz “Dışarıda açlıktan öleceğime iş kazasında öleyim, hiç olmazsa çocuğuma ekmek götürürüm.” diyor.

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN – Tamamlayın Sayın Girgin.

SÜLEYMAN GİRGİN (Devamla) – Teşekkürler Başkanım, tamamlıyorum.

Soma’daki madencinin çığlığını hatırlayın: “Aşağıda ölüm, yukarıda açlık var!” Sizin yerinize dışarıda çalışacak 7 milyon kişi varsa patron “Bu koşulları düzeltelim.” diyeni hemen kapının önüne koyabiliyor. Bütün bunların önüne geçmenin yolu, terazinin işçi kefesine bir ağırlık koymaktır; o da sendikal örgütlülüktür. Mevzuatı uygulayacak olan da denetimi sağlayacak olan da işçi sağlığı konusundaki aksaklığı en sağlıklı belirleyecek olan da müfettişlerin ve diğer görevlilerin doğru bilgiye ulaşmasını ilk elden sağlayacak olan da iş yerinde bizzat var olan işçilerin sendikal örgütlülüğüdür. Tekrar ederek bitireyim: “Sendikalı işçi kazalanmaz.”

Teşekkür ediyorum. (CHP ve İYİ PARTİ sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – Söz sırası, Adalet ve Kalkınma Partisi Grubu adına Uşak Milletvekilimiz Sayın İsmail Güneş’e aittir. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)

Süreniz üç dakika Sayın Güneş.

AK PARTİ GRUBU ADINA İSMAİL GÜNEŞ (Uşak) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; HDP grup önerisi hakkında konuşmak üzere AK PARTİ Grubu adına söz almış bulunmaktayım. Bu vesileyle yüce heyetinizi ve aziz milletimizi saygıyla selamlıyorum.

İş sağlığı ve güvenliğini korumak adına dünyada bununla ilgili kanuni düzenlemeler, İngiltere’de 1833, İsviçre’de 1840, Fransa’da 1841, Almanya’da 1849 ve ABD’de 1877 yılında yapılmıştır. Ülkemizde de Osmanlı İmparatorluğu döneminde, 1865 yılında Dilaver Paşa Nizamnamesi’yle Ereğli ve Zonguldak kömür havzalarında çalışan işçilerin çalışma, beslenme ve tatil günleriyle ilgili düzenlemeler yapılmıştır. Cumhuriyet Dönemi’nde de iş sağlığı ve güvenliğiyle ilgili pek çok düzenleme yapılmıştır. İlk defa, hükûmetlerimiz döneminde 6331 sayılı İş Sağlığı ve Güvenliği Kanunu 20 Haziran 2012 tarihinde kabul edilmiş, 1 Ocak 2013 tarihinde yürürlüğe girmiştir. 1919 yılında Uluslararası Çalışma Örgütü (ILO) kurulmuş, 1932 yılında da Türkiye buraya üye olmuştur.

2019 SGK verilerine göre, bugün ülkemizde 4/A’lı çalışan 15 milyon 450 bin kişi mevcuttur. Ülkemizde meydana gelen iş kazaları sonucu oluşan can kayıpları bizleri de ziyadesiyle üzmektedir. İş sağlığı ve güvenliğini geliştirmek, kazaları azaltmak, can kayıplarını önlemek için pek çok uygulama hayata geçirilmiştir. İstatistiksel anlamda iş kazalarında çok azalma yokmuş gibi görünmesinin altında yatan belki en önemli sebep, eskiden düzenli bir kayıt sistemimizin olmayışından ve iş yerine servisle giderken gerçekleşen trafik kazalarının da iş kazası içine alınması gibi nedenlerle kapsamın genişletilmesinden kaynaklanmaktadır. Çalışan sayısına göre değerlendirildiğinde, 100 bin çalışan başına ölümlü iş kazası oranı 2002 yılında 13,3 iken bu, 2017 yılında yüzde 36 oranında azalarak 100 binde 8,5’lara düşmüştür.

6331 sayılı Kanun’un yürürlüğe girmesiyle beraber, en ufak iş kazaları kayda geçirildiği gibi, kazaya ramak kala yaşanan olaylar dahi kayda geçirilmiştir.

Bu kanun neticesinde tüm iş yerleri, az tehlikeli, tehlikeli, çok tehlikeli olmak üzere üç sınıfa ayrılmış; tehlikeli, çok tehlikeli ve 50’nin üzerinde işçi çalıştıran az tehlikeli iş yerlerinde iş güvenliği uzmanı, iş yeri hekimleri, sağlığın korunması ve iş kazalarının önlenmesi alanında çalışanlarımıza eğitim vermekte, onların periyodik muayenelerini yapmakta, ayrıca çalışma saatlerinin düzenlenmesinde ve iş yerinde kaza riski oluşturabilecek ortamların düzeltilmesinde işverene yardımcı olmaktadırlar.

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN – Tamamlayalım.

İSMAİL GÜNEŞ (Devamla) – Bu kanunun uygulanmasında -benim de bir iş yeri hekimliği yaptığım dönemde gördüğüm- belki de iş yeri hekimlerimizin veya iş sağlığı uzmanlarımızın ücretlerini direkt olarak işverenden almaları dolayısıyla eksikliklerin yerine getirilmesinde biraz sıkıntılar da olmaktadır. Bu düzenlenirse gerçekten de iş sağlığı ve güvenliği alanında pek çok mesafe katedilmiş olur.

Diğer taraftan, HDP grup önerisinde iddia edilen, iş kazalarında işçilerin sendikalı veya sendikasız olması hususunun herhangi bir önemİ olmadığı kanaatindeyiz. Mutlaka sendikalı iyidir ama sendikalı işçiler daha çok düzenli iş yerlerinde olduğu için, iş kazaları da daha çok on iki ay çalışılmayan ve kayıt sisteminin daha az olduğu inşaat gibi, tarım sektörü gibi, orman gibi alanlarda olduğu için, sendikasız işçilerde sanki iş kazaları daha fazlaymış gibi görünmektedir.

Hükûmetlerimiz, iş kazalarının önlenmesinde ve iş sağlığı ve güvenliğinin sağlanmasında bugüne kadar pek çok adım atmıştır...

SERPİL KEMALBAY PEKGÖZEGÜ (İzmir) – Kendi resmî raporlarınıza bakıyorsunuz...

İSMAİL GÜNEŞ (Devamla) - ...bundan sonra da iş kazalarının önlenmesi ve her türlü tedbirin alınması için çalışmalarına devam edecektir.

HDP grup önerisinin aleyhinde olduğumu bildirir, Genel Kurulu saygıyla selamlarım. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)

SERPİL KEMALBAY PEKGÖZEGÜ (İzmir) – Öldürmeye devam edin!

BAŞKAN – Öneriyi oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler... Kabul etmeyenler... Öneri kabul edilmemiştir.

Değerli milletvekilleri, Cumhuriyet Halk Partisi Grubunun İç Tüzük’ün 19’uncu maddesine göre verilmiş bir önerisi vardır, okutup işleme alacağım ve oylarınıza sunacağım.

3.- CHP Grubunun, İzmir Milletvekili Kani Beko ve arkadaşları tarafından, kadro alamayan işçilerin sorunlarının araştırılması amacıyla 17/2/2020 tarihinde Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına verilmiş olan Meclis araştırması önergesinin ön görüşmelerinin, Genel Kurulun 18 Şubat 2020 Salı günkü birleşiminde yapılmasına ilişkin önerisi

18/2/2020

Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına

Danışma Kurulu 18/2/2020 Salı günü (bugün) toplanamadığından grubumuzun aşağıdaki önerisinin İç Tüzük’ün 19’uncu maddesi gereğince Genel Kurulun onayına sunulmasını saygılarımla arz ederim.

                                                                                                                                     Engin Altay

                                                                                                                                        İstanbul

                                                                                                                              Grup Başkan Vekili

Öneri:

İzmir Milletvekili Kani Beko ve arkadaşları tarafından, kadro alamayan işçilerin sorunlarının araştırılması amacıyla 17/2/2020 tarihinde Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına verilmiş olan Meclis araştırması önergesinin (1621 sıra no.lu) diğer önergelerin önüne alınarak görüşmelerinin 18/2/2020 Salı günlü birleşimde yapılması önerilmiştir.

BAŞKAN – Teşekkür ederim.

Şimdi, önerinin gerekçesini açıklamak üzere, Cumhuriyet Halk Partisi Grubu adına İzmir Milletvekilimiz Sayın Kani Beko.

Buyurun. (CHP sıralarından alkışlar)

Süreniz beş dakika Sayın Beko.

CHP GRUBU ADINA KANİ BEKO (İzmir) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; kamuya geçirilen taşeron işçilerin ücretlerinin enflasyon karşısında korunması ve sosyal haklarının geliştirilmesi, aynı zamanda bu süreçte kadro alamayan işçilerin durumunun ele alınması amacıyla sunmuş olduğum Meclis araştırması önergesi üzerinde söz almış bulunuyorum.

2018 yılında -sizin de hatırlayacağınız gibi- Sayın Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan çok coşkulu şekilde bir konuşma yapmış “Kamuda, belediyelerde ve özel idarelerde çalışan 1 milyona yakın taşeron işçisine kadro veriyoruz.” demişti; ben de çok heyecanlanmıştım. Daha sonra, o dönemlerde Konfederasyon Genel Başkanı olduğumdan dolayı Üçlü Danışma Kurulunda bulunan Çalışma Bakanımızdan listeyi istedim, listeye şöyle bir göz attım. Evet, taşeron işçisi olan kardeşlerimizin bazılarına kadro verilmiş. Kadro kimlere verilmiş? Sarayda çalışan bazı taşeron işçilerine, Türkiye Büyük Millet Meclisinde çalışan bazı taşeron işçilerine -o dönem, hatırlarsanız Başbakanlık vardı- Başbakanlıkta çalışan bazı taşeron işçilerine, MİT’te çalışan bazı taşeron işçilerine ve Türk Silahlı Kuvvetlerinde… Dolayısıyla baktığımızda, 250 bine yakın taşeron işçisine kadro verilmiş verilmesine ama bu işçilerin dışında kalan 750 bine yakın taşeron işçisine maalesef, kadro verilmedi ve bu arkadaşlarımız kamuda, belediyelerde ve özel idarelerde şirketlere alındılar. Şirketlere alındılar ama sarayın talimatıyla daha sonra neler oldu? 696 sayılı Kanun Hükmünde Kararname’yle, 2020 yılına kadar bu işçi kardeşlerimize toplu iş sözleşmesi yasaklandı. Kadrolu çalışan işçi kardeşlerimiz -ben, çok alıyorlar demiyorum- ortalama 5 bin lira maaş alırken asgari ücretle çalışan arkadaşlarımıza yüzde 4+4 oranında zam yapıldı ve dolayısıyla kadrolu çalışan arkadaşlarımız 4 ikramiye alırken şirket işçilerine ikramiye verilmedi. Kadrolu çalışan arkadaşlarımıza sosyal hakları verilirken şirket işçilerine, maalesef, sosyal hakları da verilmedi.

Sevgili arkadaşlarım, değerli kardeşlerim, çok alıyorlar demiyorum ancak bu Mecliste sizlerle de görüştüğümüz zamanlar… İşçi emeklilerine yüzde 6 verildi, memur emeklisine yüzde 5 verildi ama kamuda çalışan 750 bine yakın taşeron işçisine, maalesef, yüzde 4+4 verildi; bu, Anayasa’ya aykırıdır. Dolayısıyla vermiş olduğum bu kanun teklifini tekrar gözden geçirmenizi ve -sizden müjdeli bir haber bekleyen Türkiye’de kamuda, belediyelerde ve özel idarelerde çalışan 750 bine yakın işçi var- dolayısıyla bu konuyla ilgili gereğinin yapılmasını talep ediyorum.

Şunu da ifade etmek istiyorum: Türkiye’de çalışan 500 bine yakın belediye işçisinden 1 işçi arkadaşımıza bile, maalesef, kadro verilmediğini buradan bir kez daha ifade etmek istiyorum.

Evet, Gezi’yle ilgili, birçok arkadaşım bu kürsüden güzel şeyler söyledi; ben o arkadaşlarımın söylediklerine de katılıyorum. Ben de Gezi direnişi döneminde DİSK’in Genel Başkanıydım, o Gezi direnişinin de tam ortasındaydım. Yüz yıllık Taksim Gezi Parkı’nda ağaçların kesilmesi ve ülkemizde eşitlik, özgürlük, demokrasi, barış, kardeşlik mücadelesi veren o güzelim insanları sizlerin huzurunda saygı, sevgiyle selamlıyorum. Tahliye olan Osman Kavala’yı ve beraat eden yol arkadaşlarımı da buradan ayrıca sevgi ve saygıyla selamlıyorum. Onların bizim için birer suçlu değil, birer kahraman olduğunu buradan ifade ederken Gezi direnişinde kaybettiğimiz arkadaşlarımızı da sevgi, saygı, özlemle andığımı buradan bir kez daha ifade etmek istiyorum.

Son olarak da şunu söylemek istiyorum: O Gezi direnişi içerisinde bizim, yüz yıllık ağaçların kesilmemesi için eşitlik, özgürlük, demokrasi, barış, kardeşlik, adalet istediğimiz günlerde bizim karşımızda İstanbul Valisi vardı. Bize karşı topunu da gönderdi, tüfeğini de gönderdi ama biz sadece demokrasi, sadece demokrasi istediğimiz zamanlarda…

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN – Tamamlayın Sayın Beko.

KANİ BEKO (Devamla) – ...bizi dikkate almayan Vali, daha sonra sizlerin talimatıyla cezaevine gitti; ben ve benim gibi arkadaşlarımız da Türkiye Büyük Millet Meclisine geldi.

Sağ olun, var olun diyorum. (CHP ve HDP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – Söz sırası, İYİ PARTİ Grubu adına Trabzon Milletvekilimiz Sayın Hüseyin Örs’e aittir. (İYİ PARTİ sıralarından alkışlar)

Süreniz üç dakika Sayın Örs.

İYİ PARTİ GRUBU ADINA HÜSEYİN ÖRS (Trabzon) – Sayın Başkan, çok değerli milletvekilleri; Cumhuriyet Halk Partisinin verdiği araştırma önergesi hakkında İYİ PARTİ adına söz almış bulunuyorum. Hepinizi en derin saygılarımla selamlıyorum.

Değerli milletvekilleri, 24 Aralık 2017 tarihli Resmî Gazete’de yayımlanan 696 sayılı KHK’yle, 4 Aralık 2017 tarihi itibarıyla çalışmakta olan taşeron işçilere kadro verilmiştir, ancak bundan sonraki süreçte, kadroya alınan işçilerin haklı istekleri karşısında iktidar “Kadroyu verdik, daha ne istiyorsunuz?” şeklinde bir tavır ve tutum içerisine girmiştir. 696 sayılı KHK’yle kadroya geçen işçilerimizin yaşadığı pek çok sorun vardır. Bu işçilerimizin özlük hakları, statüleri, maaşları, maaş artışlarındaki düzensizlikler, sendikal hakları, aile birliğinin bozulmaması adına görevlendirme ve tayin haklarının toplu iş sözleşmesine dâhil edilmesi gibi pek çok sorunu, maalesef, bugün de devam etmektedir.

Değerli milletvekilleri, bu durumdaki işçilerimizin sorun, talep ve şikâyetleri zaman zaman basına yansımakta ve bizlere de ulaşmaktadır. İşçi kardeşlerimizin mağduriyetleriyle ilgili olarak ilki 23 Mayıs 2019’da, ikincisi 8 Ekim 2019’da ve son olarak da üçüncüsü 7 Şubat 2020’de olmak üzere Aile, Çalışma ve Sosyal Hizmetler Bakanımız tarafından cevaplandırılmak üzere 3 tane soru önergesi vermiştim. Maalesef, bu 3 soru önergemize de hâlâ daha bir cevap verilmediğini buradan ifade etmek zorundayım.

Değerli milletvekilleri, ayrıca, yine, Sağlık Bakanlığı bünyesinde bulunan 4/D kadrolu işçilerin sözleşmeleri devam ederken Sağlık Bakanlığı tarafından, işçilerin oluru alınmadan, işlerini aksattıkları iddiasıyla, “Belirsiz süreli iş sözleşmesinin 4’üncü maddesi değiştirilerek yürürlüğe konulmuştur.” ibaresiyle sürgün ve işten çıkarmanın yolunun açıldığı, işçilere dayatma yapıldığı ve haklarının gasbedildiği basında yer almış ve ilgili sendikalarca tarafımıza iletilmiştir.

Değerli milletvekilleri, sözleşme kurallarının değiştirilmesi için öncelikle işçilerin rızası alınmalıdır. İşçilerimizin zararına olacak biçimde, üstelik bir genelge çıkarılarak değişiklik yapılması kabul edilemez.

Son olarak şunu ifade etmek isterim: 4/D kadrosu acilen çözüm üretilmesi gereken önemli bir sorun olarak önümüzde durmaktadır.

Bu nedenle, verilen önergeyi desteklediğimizi beyan ediyor, yüce Meclise saygılarımı arz ediyorum. (İYİ PARTİ ve CHP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – Öneri üzerinde söz sırası, Halkların Demokratik Partisi Grubu adına İzmir Milletvekilimiz Sayın Serpil Kemalbay’a aittir. (HDP sıralarından alkışlar)

Süreniz üç dakika Sayın Kemalbay.

HDP GRUBU ADINA SERPİL KEMALBAY PEKGÖZEGÜ (İzmir) – Teşekkür ederim Sayın Başkan.

Değerli arkadaşlar, Berkin Elvan’dan Medeni Yıldırım’a, Gezi’de düşenleri saygıyla anıyorum. İşçileri, emekçileri, değerli halklarımızı buradan selamlayarak sözlerime başlamak istiyorum.

Türkiye’de çalışma yaşamı Allah’a emanet. Tam bir kölelik sistemi yaşanıyor ve iş yaşamında, çalışma yaşamında ayrımcılık ve hak gaspları, güvencesiz, esnek çalışma biçimi AKP döneminin bir marifetidir diye burada ifade etmek istiyorum.

Her zaman bu çalışma hayatıyla ilgili hak gasplarını müjde olarak basından duyuran AKP’nin yandaş medyası, taşeron işçilerle ilgili olarak da, taşeronun kadroya alınmasıyla ilgili olarak da yine müjde vermiştir ama her müjdede olduğu gibi burada da taşeronun gerçek anlamda kadroya, kadrolaşmaya açılmadığı, taşeronluğun hem kadro adı altında hem de taşeron sistemi olarak devam ettiğini görüyoruz. Taşeron sistemi, çalışanda tam bir değersizlik hissi yaratan, ayrımcılık yaratan, eşitsizlikler yaratan bir sistemdir. Bu Mecliste bile 17 farklı statüde taşeron çalışanı mevcuttur. Özlük hakları bakımından, statüleri bakımından, sendikaları bakımından, maaşları bakımından, görevlendirilme ve tayin hakları bakımından, toplu iş sözleşmesinden faydalanma hakları bakımından, 4/D’nin kendi içinde dahi eşitsizlikler bakımından taşeron büyük bir sömürü sistemidir ve taşeron sistemi hem devlet eliyle, kamu eliyle işçinin sömürülmesine hizmet ediyor hem de özel sektör eliyle işçinin kölece çalıştırılmasına, emeğinin yağmalanmasına hizmet ediyor. Bu nedenle, taşeron sisteminin hiçbir şeyi tartışılamaz.

Taşeron işçilerinin kadroya alınması diye bir şey de söz konusu değil, bu bir yalandır. Taşeron işçileri kadro sistemine geçtikleri hâlde taşeron işçisi gibi çalışıyorlar, güvencesiz olarak çalışıyorlar. Dolayısıyla kategorik olarak tüm taşeron sistemi ortadan kaldırılmalıdır, kamu ve özel sektörde taşeron diye bir çalışma kategorisi olmamalıdır, taşeron kavramı hayatımızdan çıkartılmalıdır. Önümüzdeki dönem 1 milyon taşeron işçisinin toplu sözleşmesi var, geçmişe yönelik olarak kayıplar telafi edilmelidir. Taşeron işçileri enflasyona ezdirilmiştir. Hem kamuda çalışanların, kamu adına çalışanların hem de özelde çalışanların geçmişe yönelik hakları telafi edilmelidir, enflasyona ezdirilmemelidirler.

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN – Tamamlayalım.

SERPİL KEMALBAY PEKGÖZEGÜ (Devamla) – Teşekkür ederim Sayın Başkan.

Taşeron işçilerin bütün sorunlarını bu Meclis masaya yatırmalıdır ve gerçek anlamda, taşeron sorununu çözecek bir çözüm önerisi geliştirilmesi gerekiyor.

Bu bakımdan, Aile, Çalışma ve Sosyal Hizmetler Bakanına buradan sesleniyorum: Neden gözlerinizi, kulaklarınızı, ağzınızı kapatıyorsunuz? Neden çalışanları ölüme, güvencesizliğe ve köleliğe mahkûm ediyorsunuz; işçileri işsizliğe mahkûm ediyorsunuz; işçileri, işsizleri intiharlara mahkûm ediyorsunuz? Sorumlusunuz. Gelin, taşeron sistemine son verilmesi için gerekli olan çözümleri Mecliste birlikte tartışalım ve taşeron sistemine el birliğiyle son verelim diyorum. (HDP sıralarından alkışlar)

Teşekkürler.

BAŞKAN – Söz sırası, Adalet ve Kalkınma Partisi Grubu adına Giresun Milletvekilimiz Sayın Cemal Öztürk’e aittir. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)

Süreniz üç dakika Sayın Öztürk.

AK PARTİ GRUBU ADINA CEMAL ÖZTÜRK (Giresun) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; Cumhuriyet Halk Partisi Grubunun kamuda istihdam edilen alt işveren işçilerinin sendikal hakları ve ücretlerine ilişkin Meclis araştırması talebi üzerinde AK PARTİ Grubu adına söz aldım. Genel Kurulu saygıyla selamlıyorum.

Önergede 275 bin işçinin kadroya alınmadığı, toplu iş sözleşmesi haklarının askıya alındığı, enflasyon artışı ve zamlar nedeniyle işçi ücretlerinin ciddi biçimde gerilediği ve işçilerin yoksullaştığı iddiaları yer alıyor. Hemen, konuşmamın başında ifade edeyim ki bunlar doğru değildir. Şöyle ki: Sosyal hukuk devleti yaklaşımıyla, kapsamdaki kamu kurum ve kuruluşlarında çalışan alt işveren işçilerinin asıl iş-yardımcı iş ayrımı yapılmadan sürekli işçi olarak istihdam edilmeleri sağlanmıştır.

ÖMER FETHİ GÜRER (Niğde) – Hayır, yanlış bilgi veriyorsun.

KANİ BEKO (İzmir) – Taşeron işçiler kaç lira maaş alıyor sen biliyor musun ya, “Doğru değil.” diyorsun burada?

BAŞKAN – Arkadaşlar… Arkadaşlar, sessiz olalım.

Sayın Beko, oturun lütfen.

CEMAL ÖZTÜRK (Devamla) – Merkezî yönetim kapsamındaki kamu kurum ve kuruluşları ile mahallî idarelerde personel çalıştırılmasına dayalı hizmet alım ihaleleri kapsamında çalışan alt işveren işçilerinin tamamı düzenlemeye dâhil edilmiştir. (CHP sıralarından gürültüler)

BAŞKAN – Bir saniye Sayın Öztürk…

ÖMER FETHİ GÜRER (Niğde) – Doğru söylemiyor!

KANİ BEKO (İzmir) – Kaç lira maaş alıyorlar biliyor musun sen bunlar?

BAŞKAN – Sayın Beko, rica ediyorum, oturun lütfen.

Değerli arkadaşlarım, sakin dinleyelim.

ÖMER FETHİ GÜRER (Niğde) – Yanlış bilgi veriyor. Doğruyu söylemiyor.

KANİ BEKO (İzmir) – Sen kaç lira maaş aldıklarını biliyor musun taşeron işçilerinin? Var mı böyle bir şey?

BAŞKAN – Değerli arkadaşlarım… Sayın Beko… Sayın Gürer…

KANİ BEKO (İzmir) – “Doğru değil.” diyor ya! Kardeşim bak…

BAŞKAN – Sayın Beko, lütfen oturur musunuz.

KANİ BEKO (İzmir) – Taşeron işçi asgari ücretle çalışıyor, kadrolu işçi 5 bin lira maaş alıyor. Niye “Doğru değil.” diyorsun?

RECEP ÖZEL (Isparta) – Böyle bir usul var mı!

BAŞKAN – Sayın Beko, böyle bir usul yok.

Rica ediyorum, değerli arkadaşlarım…

BURHAN ÇAKIR (Erzincan) – Niye bağırıyorsun?

KANİ BEKO (İzmir) – Yalan söylüyor! Yalan söyleme, doğruyu söyle!

BAŞKAN – Değerli arkadaşlarım, bir saniye, lütfen…

ÖMER FETHİ GÜRER (Niğde) – Söyledikleri doğru değil.

BAŞKAN – Sayın Gürer, rica ediyorum…

Değerli arkadaşlarım, kürsüde konuşan hatibi lütfen dinleyelim, verilecek bir cevap varsa daha sonra verirsiniz. Değerli arkadaşlarım, lütfen, kürsüde konuşan hatibi saygıyla dinleyelim, söz isteyen arkadaşlarıma ben zaten gerekli sözleri veriyorum, bunlara gerek yok.

Sayın Öztürk, ben sürenizi tamamlattırırım, siz devam edin.

Buyurun.

CEMAL ÖZTÜRK (Devamla) – Merkezî yönetimlerde alt işveren işçilerinin çalıştıkları idarelerde “sürekli işçi” kadrolarında, mahallî idarelerde ise bu idarelerin şirketlerinde emekliliği hak edene kadar “sürekli işçi” statüsünde istihdam edilmeleri sağlanmıştır. Düzenleme yapılırken “kanun önünde eşitlik” ilkesi esas alınmıştır. Bu doğrultuda, hukuksal durumları aynı olan yani belirlenen tarihte personel çalıştırılmasına dayalı hizmet alımlarında, kapsamdaki idarelerde alt işveren işçisi olarak çalışmakta olanların ya da iş sözleşmesi askıda olanların veya başvuru tarihlerinde askerlik hizmetini yerine getirenlerin tamamına geçiş için başvuru hakkı tanınmıştır. Böylece, aynı durumda bulunan kişilerin kanunlar karşısında aynı işleme bağlı tutulmaları sağlanmış, ayrım yapılması ve ayrıcalık tanınması önlenmiştir. Bu nedenle, düzenlemede, kamuda istihdam edileceklerde aranacak bazı genel şartları taşımayanlar ile herhangi bir sosyal güvenlik kurumundan emeklilik, yaşlılık veya malullük aylığı almaya hak kazananlar dışında tüm işçilere geçiş için başvuru hakkı tanınmış ve yapılan sınavlarda başarılı olanların istihdamı sağlanmıştır.

“Toplu iş sözleşmesi haklarının askıya alınması” iddiasına gelince: “Kazanılmış haklara saygı” ilkesi hukukun en temel ilkelerinden biri olup hukuk güvenliği ilkesinin bir sonucudur. Kanunlarda yapılan değişiklikler kazanılmış hakları etkilemediği ve hukuk güvenliğini zedelemediği sürece bu değişikliklerin hukuk devleti ilkesine, dolayısıyla Anayasa’ya aykırı olduğu iddiası ileri sürülemez.

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN – Tamamlayın Sayın Öztürk.

CEMAL ÖZTÜRK (Devamla) – Bu doğrultuda, alt işveren işçilerinin kamu kurum ve kuruluşlarında işçi kadrolarına geçişi sağlanırken mevcut örgütlülüklerinin korunmasına ve mevcut toplu iş sözleşmelerinden kaynaklanan kazanılmış haklarının sürdürülmesine imkân sağlanmıştır, Anayasa’ya ve taraf olduğumuz ILO sözleşmesine tamamen uygun bir düzenleme yapılmıştır.

Enflasyon artışı ve zamlar nedeniyle işçi ücretlerinin gerilediği ve işçilerin yoksullaştırıldığı iddiasına gelince işçi ücretlerine ilişkin en temel gösterge asgari ücrettir. Asgari ücret 2018 yılı sonunda yüzde 26,06; 2019 yılı sonundaysa yüzde 15,03 düzeyinde artırılmıştır. Yıllık bazda enflasyonsa 2018 yılında yüzde 20,3; 2019 yılındaysa yüzde 11,84 olarak gerçekleşmiştir. Bu kapsamda, işçilerimizin ücretlerinin gerilediği iddiası da doğru değildir.

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN – Tamamlayın Sayın Öztürk.

CEMAL ÖZTÜRK (Devamla) – Bu nedenlerle, Cumhuriyet Halk Partisi Grubunca verilen Meclis araştırması açılması talebinin yerinde bir talep olmadığına inanıyor ve önergeye “ret” oyu vereceğimizi ifade ederek Genel Kurulu saygıyla selamlıyorum. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)

ENGİN ALTAY (İstanbul) – Sayın Başkan…

BAŞKAN – Buyurun Sayın Altay.

ENGİN ALTAY (İstanbul) – Sayın Başkan, sayın hatip, kendisinden önce konuşan grubumuza mensup İzmir Milletvekilimiz Sayın Kani Beko’nun kürsüde verdiği rakamların doğru olmadığını iddia etmek suretiyle hem Genel Kurulun hem Meclisi izleyen vatandaşların kafasında bir kuşkuya neden olmuştur. Bu, İç Tüzük 69’a göre açıklama hakkı gerektirir, Sayın Beko’ya iki dakika söz vermenizi talep ediyoruz efendim.

CEMAL ÖZTÜRK (Giresun) – Bunda bir sataşma yok.

RECEP ÖZEL (Isparta) – Bu bir sataşma değil ki. Bir sataşmada bulunmadı ki.

BAŞKAN – Ben, yerinden söz vereceğim Sayın Beko’ya, zaten hazırlanmıştım.

Sayın Beko, lütfen siz de açıklamanızı yapın, buyurun.

V.- AÇIKLAMALAR (Devam)

42.- İzmir Milletvekili Kani Beko’nun, Giresun Milletvekili Cemal Öztürk’ün CHP grup önerisi üzerinde AK PARTİ Grubu adına yaptığı konuşmasındaki bazı ifadelerine ilişkin açıklaması

KANİ BEKO (İzmir) – Sayın Başkanım, taşeron işçilerine kamuda, belediyede ve özel idarelerde şirket işçisi olduktan sonra -ben kürsüden de haykırdım- sarayın talimatıyla, kanun hükmünde kararnameyle 2020 yılına kadar toplu iş sözleşmesi yasaklandı ve dolayısıyla bu arkadaşlarımızın 250 bini kadrolu oldu. Onlara bir itirazım yok ve teşekkür ederim ama geri kalan 750 bine yakın -başta belediyelerde çalışan 500 bine yakın- taşeron işçi asgari ücretle çalışıyor ve dolayısıyla onlara verilmiş olan zam ilk altı ayda yüzde 4, ikinci altı ayda yüzde 4. Bu arkadaşlarımızın aldıkları maaşlarda ikramiye yok, sosyal hakları yok. Ben de diyorum ki bu, eşitsizliktir ve Anayasa’ya aykırı bir durumdur. Dolayısıyla, biraz önce konuşan hatibin bu kanun teklifini incelemesini rica ediyorum.

BAŞKAN – Peki, teşekkür ediyorum.

KANİ BEKO (İzmir) – Ben teşekkür ederim.

ÖMER FETHİ GÜRER (Niğde) – Sayın Başkanım, bir dakika da bana…

BAŞKAN – Sayın Gürer, Sayın Grup Başkan Vekiliniz söz aldı, önerinin sahibi Sayın Beko’ya söz verdim.

ÖMER FETHİ GÜRER (Niğde) – Genel Kurula yanlış bilgi veriyor.

VII.- ÖNERİLER (Devam)

A) Siyasi Parti Grubu Önerileri (Devam)

3.- CHP Grubunun, İzmir Milletvekili Kani Beko ve arkadaşları tarafından, kadro alamayan işçilerin sorunlarının araştırılması amacıyla 17/2/2020 tarihinde Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına verilmiş olan Meclis araştırması önergesinin ön görüşmelerinin, Genel Kurulun 18 Şubat 2020 Salı günkü birleşiminde yapılmasına ilişkin önerisi (Devam)

BAŞKAN – Öneriyi oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler… Kabul etmeyenler… Öneri kabul edilmemiştir.

Değerli milletvekilleri, Adalet ve Kalkınma Partisi Grubunun Meclis İçtüzüğü’nün 19’uncu maddesine göre verilmiş bir önerisi vardır, okutup işleme alacağım ve oylarınıza sunacağım.

4.- AK PARTİ Grubunun, Genel Kurulun çalışma gün ve saatlerinin yeniden düzenlenmesine; bastırılarak dağıtılan 176 sıra sayılı Bankacılık Kanunu ile Bazı Kanunlarda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Teklifi’nin kırk sekiz saat geçmeden Gündem’in “Kanun Teklifleri ile Komisyonlardan Gelen Diğer İşler” kısmının 1’inci sırasına; 173 ve 174 sıra sayılı Kanun Tekliflerinin aynı kısmın, sırasıyla 2’nci ve 5’inci sıralarına alınmasına ve diğer işlerin sırasının buna göre teselsül ettirilmesine; 173, 174 ve 176 sıra sayılı Kanun Tekliflerinin İç Tüzük’ün 91’inci maddesine göre temel kanun olarak bölümler hâlinde görüşülmesine ilişkin önerisi

18/2/2020

Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına

Danışma Kurulu 18/2/2020 Salı günü (bugün) toplanamadığından İç Tüzük’ün 19’uncu maddesi gereğince grubumuzun aşağıdaki önerisinin Genel Kurulun onayına sunulmasını arz ederim.

                                                                                                                                    Mehmet Muş

                                                                                                                                        İstanbul

                                                                                                                    AK PARTİ Grubu Başkan Vekili

Öneri:

Bastırılarak dağıtılan 176 sıra sayılı Bankacılık Kanunu ile Bazı Kanunlarda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Teklifi'nin kırk sekiz saat geçmeden gündemin “Kanun Teklifleri ile Komisyonlardan Gelen Diğer İşler” kısmının 1'inci sırasına; 173 ve 174 sıra sayılı Kanun Tekliflerinin aynı kısmın, sırasıyla 2'nci ve 5'inci sıralarına alınması ve diğer işlerin sırasının buna göre teselsül ettirilmesi,

Genel Kurulun;

18 Şubat 2020 Salı günkü (bugün) birleşiminde 176 sıra sayılı Kanun Teklifi'nin birinci bölümünde yer alan maddelerin oylamalarının tamamlanmasına kadar,

19 Şubat 2020 Çarşamba günkü birleşiminde 176 sıra sayılı Kanun Teklifi'nin ikinci bölümü üzerindeki konuşmaların ve soru-cevap işleminin tamamlanmasına kadar,

20 Şubat 2020 Perşembe günkü birleşiminde 176 sıra sayılı Kanun Teklifi'nin görüşmelerinin tamamlanmasına kadar çalışmalarını sürdürmesi;

20 Şubat 2020 Perşembe günkü birleşiminde 176 sıra sayılı Kanun Teklifi'nin görüşmelerinin tamamlanamaması hâlinde haftalık çalışma günlerinin dışında 21 Şubat 2020 Cuma günü saat 14.00'te toplanması, bu birleşiminde denetim konularının görüşülmeyerek gündemin "Kanun Teklifleri ile Komisyonlardan Gelen Diğer İşler” kısmında yer alan işlerin görüşülmesi ve 176 sıra sayılı Kanun Teklifi'nin görüşmelerinin tamamlanmasına kadar,

25 Şubat 2020 Salı günkü birleşiminde 173 sıra sayılı Kanun Teklifi'nin birinci bölümünde yer alan maddelerin oylamalarının tamamlanmasına kadar,

26 Şubat 2020 Çarşamba günkü birleşiminde 173 sıra sayılı Kanun Teklifi'nin görüşmelerinin tamamlanmasına kadar,

27 Şubat 2020 Perşembe günkü birleşiminde 174 sıra sayılı Kanun Teklifi'ne kadar olan işlerin tamamlanmasına kadar

çalışmalarını sürdürmesi önerilmiştir.

173, 174 ve 176 sıra sayılı Kanun Tekliflerinin İç Tüzük’ün 91’inci maddesine göre temel kanun olarak görüşülmesi ve bölümlerinin ekteki cetvellerdeki şekliyle olması önerilmiştir.

173 sıra sayılı İstanbul Milletvekili Hulusi Şentürk ile 95 Milletvekilinin Ürün Güvenliği ve Teknik Düzenlemeler Kanunu Teklifi (2/2537)

Bölümler

Bölüm Maddeleri

Bölümdeki Madde Sayısı

1. Bölüm

1 ila 14’üncü maddeler

14

2. Bölüm

15 ila 27’nci maddeler (Geçici Madde 1 dâhil)

14

Toplam Madde Sayısı

28

 

174 sıra sayılı Kilis Milletvekili Mustafa Hilmi Dülger ile 55 Milletvekilinin Çarşı ve Mahalle Bekçileri Kanunu Teklifi (2/2555)

Bölümler

Bölüm Maddeleri

Bölümdeki Madde Sayısı

1. Bölüm

1 ila 9’uncu maddeler

9

2. Bölüm

10 ila 18’inci maddeler (Geçici Madde 1 dâhil)

10

Toplam Madde Sayısı

19

 

176 sıra sayılı Aydın Milletvekili Mustafa Savaş ile 88 Milletvekilinin Bankacılık Kanunu ile Bazı Kanunlarda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanunu Teklifi (2/2596)

Bölümler

Bölüm Maddeleri

Bölümdeki Madde Sayısı

1. Bölüm

1 ila 21’inci maddeler

21

2. Bölüm

22 ila 40’ıncı maddeler

19

Toplam Madde Sayısı

40

BAŞKAN – Teşekkür ederim.

Öneri üzerinde söz isteyen, İYİ PARTİ Grubu adına Aksaray Milletvekilimiz Sayın Ayhan Erel. (İYİ PARTİ sıralarından alkışlar)

Süreniz üç dakika Sayın Erel.

İYİ PARTİ GRUBU ADINA AYHAN EREL (Aksaray) – Sayın Başkanım, değerli milletvekilleri, yüce Türk milleti; AK PARTİ grup önerisi üzerine partim İYİ PARTİ adına söz almış bulunmaktayım. Hepinizi ve yüce Türk milletini saygıyla selamlıyorum.

Milletimizin dünya kadar sorunu olduğu hepimizce malum. Emekliler perişan, torunlarına bir sakız dahi alamamanın burukluğu içerisindeler. Emekli maaşları arasındaki farklılıklar kanayan yaramız; kimi emekli 800 lira, kimisi 1.300 lira, kimisi de 2.300 lira civarında maaş almaktadır. Gelin, öncelikle bu farklılığı ortadan kaldıralım, en az emekli aylığını asgari ücret düzeyine çıkaracak düzenlemeler yapalım.

Esnafımıza baktığımızda, esnafımız siftah yapmadan dükkânını kapatıyor, BAĞ-KUR primini dahi ödeyemiyor.

Çiftçilerimiz kan ağlıyor, kış aylarında 780 TL BAĞ-KUR primini bulabilmek için ondan bundan borç alıyor. Bu konuda siyasi iradenin herhangi bir düzenlemesi maalesef yok. Çiftçilerimiz, en azından BAĞ-KUR primleri mahsul sonuna denk gelecek şekilde bir hukuki düzenleme beklentisi içerisindeler.

Gençlerimiz umutsuz; değil yarından, bugünden dahi endişeleri var; geleceğe dair ne ümitleri kaldı ne hayalleri kaldı.

Memurlara verilen sözlerimiz var, sözleriniz var ama bunları unuttuk. Memurlar dört gözle Meclisten kendileri için çıkarılacak düzenlemeleri, yasaları beklemektedirler.

Atanamayan, sayıları milyonları aşan üniversiteli gençlerimiz var, üniversite mezunu gençlerimiz var. Gelin, bunları istihdam edebilmek için kanuni düzenlemeler yapalım.

Neredeyse toplumun tamamını canından bezdiren ekonomik sıkıntılarımız var; her gün intihar haberleriyle uyanmaktayız, karşılaşmaktayız. Bu kadar sorunumuz varken bu teknik konuyu gece yarılarına kadar görüşmenin, acele etmenin bir anlamı olmadığını düşünüyoruz ve bu saydığım meseleler hakkında eğer bir düzenleme yapacaksanız biz İYİ PARTİ olarak değil haftanın üç günü, dört günü; yedi gün yirmi dört saat çalışmaya hazırız.

Bir de bu kanunlar Meclisten geçtikten sonra Komisyon Başkanı ve AK PARTİ’li yetkili arkadaşlarımız burada katkıda bulunan tüm milletvekillerine teşekkür ediyorlar. Kamuoyu da sanıyor ki muhalefetin bütün teklifleri, önerileri, makul ve mantıklı tenkitleri dikkate alınıyor; kanuna son şekli birlikte veriliyor gibi bir algı oluşturuluyor. Oysa ben baktığımda gerek komisyonlarda gerekse Mecliste buradaki kanun tekliflerinin bir virgülünü dahi değiştirme iradesi gösteremiyoruz. Bununla ilgili yapmış olduğumuz makul ve mantıklı, hukuki…

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN – Tamamlayın Sayın Erel.

AYHAN EREL (Devamla) – Kanun teklifleriyle ilgili hem komisyonlarda hem Genel Kurulda yapılan, toplumun yararına olan hiçbir talebimizi, teklifimizi, önerimizi, tenkidimizi yerine getirmiyorsunuz; ondan sonra da kanun Mecliste kabul edilince muhalefet vekillerine yapmış olduğu katkılardan dolayı teşekkür ettiğinizi beyan ediyorsunuz. Lütfen, bu teşekküre gerek yok; ne zaman ki bizim önerilerimizi dikkate alır, önerilerimiz doğrultusunda düzenlemeler yaparsınız o zaman teşekkürü hak ederiz diyorum, hepinize saygılar sunuyorum. (İYİ PARTİ ve CHP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – Öneri üzerine söz isteyen Cumhuriyet Halk Partisi Grubu adına Sinop Milletvekilimiz Sayın Engin Altay…

ENGİN ALTAY (İstanbul) – Başkanım, ben İstanbul Milletvekiliyim.

BAŞKAN – Pardon, özür dilerim, yani sizin Sinopluluğunuz elbette kalıcıdır Sayın Altay.

KANİ BEKO (İzmir) – Türkiye Milletvekili.

RECEP ÖZEL (Isparta) – Sinoplu olmayı reddetti.

NAZIM MAVİŞ (Sinop) – Engin ağabey Sinop’a geri mi dönüyorsun?

ENGİN ALTAY (İstanbul) – Hayır, merak etme, rahat ol.

BAŞKAN – İstanbul Milletvekilimiz, Grup Başkan Vekilimiz Sayın Engin Altay… (CHP sıralarından alkışlar)

CHP GRUBU ADINA ENGİN ALTAY (İstanbul) – Sayın Başkanım, sizi ve yüce Genel Kurulu saygıyla selamlıyorum.

AK PARTİ grup önerisinde AK PARTİ konuşmadı, şunun için: Ben AK PARTİ adına konuşacağım çünkü bu grup önerisi, aslında AK PARTİ milletvekillerine aba altından sopa göstermektir; biraz tehdittir, biraz şantajdır. Grup önerisi dikkatle dinlendiğinde, size deniyor ki değerli AK PARTİ Grubu mensubu milletvekili arkadaşlarım: “Bu kanun teklifini perşembe akşam saat dokuza kadar bitirmezseniz yani 200 milletvekili -tam kadro- Genel Kurulda olmazsanız cuma da sizi çalıştırırız ha!” Bu tehdit CHP’ye değil; bize 20 kişi yeter, biz perşembe günü milletvekillerimizi Anadolu’ya göndeririz, milletin sorunlarıyla, milletle hemhâl olurlar; tehdit size. Bu grup önerisinde zaten AK PARTİ’nin konuşmama sebebi de budur. Ben bunun için, sizlere de tercüman olmak adına buradayım. (CHP sıralarından alkışlar)

Şimdi, değerli arkadaşlar, önce şunu söyleyeyim: Dayatmayla kanun çıkmaz. Yani çıkar, dayatmayla burada çok kanun çıktı ama ne oldu biliyor musunuz? O kanunlar tekrar tekrar revize edilmek üzere buraya geldi. Mesela, Kamu İhale Kanunu -benim aklımda 165 defa görüşüldüğü kalmış- AK PARTİ döneminde 186 defa ayrı ayrı görüşülmüş, değiştirilmiş. Bizim derdimiz de üzüm yemek, bağcı dövmek değil. Ben burada, ayrı ayrı, hiçbirimizin vatan sevgisinden, bayrak sevgisinden, millet sevgisinden kuşku duymam. Elbette siz de bir parti hiyerarşisi içinde AK PARTİ Grubundan gelen kanun tekliflerini çok sorgulamadan, çok incelemeden kabul noktasındasınız; buna parti disiplini açısından saygım da var ama bir şey var: Kanunun, yapıldıktan sonra -kanun yapıyoruz ya, bakkaldan peynir almıyoruz ki- bir kere kullanışlı olması lazım, uzun vadeli kullanışlı olması lazım; efendim, kullanılabilir, işlevsel ve Anayasa’ya uygun olması lazım.

Şimdi arkadaşlar arkada çalışıyor -Meclisin gizli işi olmaz- siyasi parti gruplarından konuya vâkıf, hâkim arkadaşlar çalışıyorlar. Biz bu kanun teklifinin de zinhar tümü yanlış demiyoruz. 40 maddelik bir kanun teklifi getirdiniz, bunun 35 maddesinin altına ben imzamı atarım. Siz de AK PARTİ Grubu yöneticilerinize sorun “Niye böyle yapıyorsunuz?” diye. Yani hep söylüyoruz: Biraz helal, biraz haram. Biz bir şeye karşı olmaktan hoşnut değiliz, karşı olmuş olmak için de oluyor değiliz. Biz diyoruz ki: Burası Meclis, buranın bir ciddiyeti var, buranın bir değeri var, temsil ettiği 82 milyonu var; buradan ne çıkacaksa 82 milyonun menfaatine çıksın.

Bakın, biraz önce bir şey söyledim yerimden, dedim ki: Millî Savunma Bakanı 23 Ocakta çıktı, dedi ki “Yunanlar uluslararası anlaşmalara aykırı olarak burnumuzun dibindeki adaları silahlandırdı, asker yerleştirdi.”

Arkadaşlar, meydanlarda milliyetçiliği kimseye bırakmıyorsunuz; iyi, güzel. Bunu bir sorgulamamız gerekmez mi?

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

ENGİN ALTAY (Devamla) – Başkanım, AK PARTİ’nin hakkı da bende.

BAŞKAN – Tamamlayın, buyurun Sayın Altay.

ENGİN ALTAY (Devamla) – Yunan Cumhurbaşkanının Batı Trakya’daki Müslüman Türk azınlığa yönelik mezalimine karşı ses çıkarmamız gerekmez mi? Bunları yapalım, bu kanunu da yapalım.

Arkadaşlar diyor ki: “4-5 maddesi sorunlu.” Şimdi, burada Sayın Muş’a yani AK PARTİ Grubuna şunu söylemek istiyorum: Burası Meclis. Evet, devletin bir sistematiği var; bürokratsız devlet olmaz, bürokrat olacak, bürokrasi olacak ama bürokrasi Meclisi esir almayacak, bürokrasi Meclisin gündemini belirlemeyecek; bürokrasi Meclisin, siyasi iradenin emrinde çalışır. Bu niye oluyor, onu da söyleyeyim, bürokrat düşmanı değilim yani inanarak söylüyorum: Siz bürokraside, kamuya atamalarda ehliyeti, liyakati bir kenara koyduğunuz için, biat ve itaati esas aldığınız için, hakikaten işini bilmeyen, oturduğu makamın görev, yetki ve sorumluluğunu bilmeyen insanları genel müdür, daire başkanı vesaire yaptığınız için adam, imza atmaya korkuyor; doğal bu.

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN – Tamamlayalım Sayın Altay.

ENGİN ALTAY (Devamla) – Ben, şimdi, bu kanun teklifini AK PARTİ Grup Başkan Vekiliyle görüşürken Mehmet Muş’a diyorum ki: “Bülent Kuşoğlu var, o kabul ederse ben ederim.” Niye? Ben bilmiyorum, bilmediğimi biliyorum, teknik bir mesele diyorum. Bizim Plan ve Bütçe Komisyonu Sözcümüzü ikna ederseniz ben ikna olurum. Niye? İşi bilmiyorum. Hadi eğitimle ilgili olsa anlarım, öğretmenim. Dolayısıyla, bürokratların beceriksizliğinin bedelini AK PARTİ milletvekillerimiz sabahlara kadar burada sürünerek ödemesin. (CHP sıralarından alkışlar) Yazık, günah ya! Bu “sürünme” sözünden alınmayın; girmek, çıkmak bir sıkıntıdır.

Normal çalışma koşulları belli kardeşim; Meclis saat ikide açılır, dokuzda kapanır ve böylece, hakikaten istendiği vakit, muhalefet dinlendiği vakit çok yararlı, çok kullanılabilir, çok işlevsel kanunlar tıkır tıkır burada geçer. Aksi takdirde, sen bu önergeyi dayatırsan, hiçbiriniz kusura bakmayın, ben de Türkiye Büyük Millet Meclisi İçtüzüğü’nün bana, bize verdiği hakların tümünü kullanırım derim. Bu durumda, inşallah, bakalım bu hafta nasıl geçecek? Hayırlara vesile olsun.

Genel Kurulu saygıyla selamlıyorum efendim. (CHP ve İYİ PARTİ sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – Cumhuriyet Halk Partisi Grubu adına İstanbul Milletvekilimiz Sayın Engin Altay’ı dinledik.

MEHMET MUŞ (İstanbul) – Sayın Başkan…

BAŞKAN – Sayın Muş, bir söz talebiniz oldu, buyurun.

V.- AÇIKLAMALAR (Devam)

43.- İstanbul Milletvekili Mehmet Muş’un, İstanbul Milletvekili Engin Altay’ın AK PARTİ grup önerisi üzerinde CHP Grubu adına yaptığı konuşmasındaki bazı ifadelerine ilişkin açıklaması

MEHMET MUŞ (İstanbul) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; biz de Engin Bey’i dikkatle dinledik. Bütün milletvekillerinin kanaatlerini, bütün parti gruplarının kanaatlerini biz de değerlendiriyoruz; bunlar hem komisyon aşamasında oluyor hem de -az önce Sayın Altay da ifade etti- birkaç maddeyle alakalı bazı teknik detaylar üzerinde çalışıyoruz. Yani şu tavrımız olmadı, asla olamaz, bunu Genel Kurula özellikle belirtmek isterim: “Arkadaşlar, bu, geldi, biz buna kesinlikle dokundurtmayız; sabaha kadar, sabaha kadar…” Böyle bir tavrımız olmadı.

Değerli görüşleri alıyoruz ve o noktada, hakikaten ortaya konan ifadelerde gerçeklik varsa zaten biz orada gereken adımı atıyoruz; buna da açığız, bunda da herhangi bir beis görmüyoruz; hatta burada da katkı olduğunu düşünüyoruz. Bu anlamda yapıcı, bu anlamda uzlaşmacı bir tavır içerisinde olduğumuzu ve olacağımızı da özellikle ifade etmek isterim.

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN – Tamamlayın Sayın Muş.

MEHMET MUŞ (İstanbul) – Şunu da dile getireyim: Asla bu, milletvekillerimize yönelik “Bunu perşembe bitirdiniz, bitirdiniz; bitirmediniz, cuma, cumartesi çalıştırırız.” anlamında değil. Bunun anlamı: Eğer Meclisin çalışmaları uzarsa perşembe günü tekrar bir grup önerisi getirmeyelim, cuma da bu kanun teklifini tüm boyutlarıyla tartışalım.

NAZIM MAVİŞ (Sinop) – İç Tüzük'ten olan hakkımızı kullanıyoruz biz de.

MEHMET MUŞ (İstanbul) - Aslında, bu anlamda cuma günüyle alakalı bir çalışma talebinde bulunduk, yoksa kanun teklifi biterse zaten bir uzatma talebimiz olmayacak.

Muhalefete de bu kanun teklifine sundukları katkılar için ayrıca Genel Kurulda teşekkür ediyorum, sağ olsunlar.

İyi bir hafta diliyorum ben de.

BAŞKAN – Teşekkür ederim, sağ olun.

VII.- ÖNERİLER (Devam)

A) Siyasi Parti Grubu Önerileri (Devam)

4.- AK PARTİ Grubunun, Genel Kurulun çalışma gün ve saatlerinin yeniden düzenlenmesine; bastırılarak dağıtılan 176 sıra sayılı Bankacılık Kanunu ile Bazı Kanunlarda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Teklifi’nin kırk sekiz saat geçmeden Gündem’in “Kanun Teklifleri ile Komisyonlardan Gelen Diğer İşler” kısmının 1’inci sırasına; 173 ve 174 sıra sayılı Kanun Tekliflerinin aynı kısmın, sırasıyla 2’nci ve 5’inci sıralarına alınmasına ve diğer işlerin sırasının buna göre teselsül ettirilmesine; 173, 174 ve 176 sıra sayılı Kanun Tekliflerinin İç Tüzük’ün 91’inci maddesine göre temel kanun olarak bölümler hâlinde görüşülmesine ilişkin önerisi (Devam)

BAŞKAN – Öneriyi oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler... Kabul etmeyenler... Öneri kabul edilmiştir.

Değerli arkadaşlarım, İç Tüzük’ün 37’nci maddesine göre verilmiş bir doğrudan gündeme alınma önergesi vardır, okutup işleme alacağım ve oylarınıza sunacağım.

VI.- BAŞKANLIĞIN GENEL KURULA SUNUŞLARI (Devam)

A) Önergeler (Devam)

2.- İzmir Milletvekili Atila Sertel’in, (2/951) esas numaralı Devlet Memurları Kanununda Değişiklik Yapılması Hakkında Kanun Teklifi’nin doğrudan gündeme alınmasına ilişkin önergesi (4/63)

Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına

(2/951) esas numaralı Devlet Memurları Kanununda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Teklifi’nin Türkiye Büyük Millet Meclisi İçtüzüğü’nün 37’nci maddesine göre doğrudan Genel Kurulun gündemine alınması konusunda gereğini saygılarımla arz ederim.

                                                                                                                                     Atila Sertel

                                                                                                                                          İzmir

BAŞKAN - Değerli milletvekilleri, şimdi, önerge üzerinde teklif sahibi İzmir Milletvekilimiz Sayın Atila Sertel’e söz veriyorum.

Buyurun Sayın Sertel. (CHP sıralarından alkışlar)

Süreniz beş dakika.

RECEP ÖZEL (Isparta) – Efendim, geçen gün yasaklanmıştı, hatırlatmıştık böyle…

ATİLA SERTEL (İzmir) – İtfaiyecilerin baretine yasak koyamazsın.

Sevgili arkadaşlar, Kıymetli Başkanım; burada yapacağım konuşmanın hiçbir siyasi yanı yok; bu konuşma, tamamen insani, tamamen mesleki ve bir meslek grubunun haklarını, hukukunu savunmaya yöneliktir. Şu anda Türkiye’nin bütün illerinde ve televizyon ekranlarının başında -fotoğraflarını da bana gönderdiler- itfaiyeci kardeşlerimiz bulunuyor. Ben, itfaiyeciliğin meslek olmasına ilişkin verdiğim kanun teklifinin İç Tüzük’ün 37’nci maddesine göre doğrudan gündeme alınması için söz aldım.

Sevgili arkadaşlarım, yıl 1714, Osmanlı’da “Tulumbacı Ocağı” adı altında itfaiyecilik kuruluyor ve 25 Eylül 1923’te de modern teşkilatla belediyelere itfaiye kurma hakkı veriliyor. Dünyanın en saygın, en eski mesleklerinden biri itfaiyecilik ama ne yazık ki Türkiye’de itfaiyecilik bir meslek olarak kabul görmüyor, idari hizmetler sınıfına alınmış ve idari hizmetler kapsamında görüldüğü için, itfaiyecilerimiz şehit olsalar dahi, Sayın Süleyman Soylu’nun taşıdığı itfaiyecinin tabutunda “şehit” yazarken, itfaiyecinin tabutunun başında “şehit” yazmasına rağmen, o itfaiyeci şehit olarak kabul edilmiyor.

Sevgili arkadaşlarım, her türlü felakette itfaiyeciler yanımızda. Trafik kazalarından yangına, göçükten sel felaketine, depreme kadar, suda boğulmalardan hayvan kurtarmaya kadar itfaiyeciler gerçekten zor ve meşakkatli bir iş yapıyorlar. Dünyanın her yerinde meslek olarak kabul edilen itfaiyeciliğin, Türkiye, açtığı yüksekokulla, 44 ilimizde açtığı itfaiyecilik meslek yüksekokuluyla, açtığı meslek liseleriyle, aslında meslek olduğunu tabelalarda kabul ediyor ama işin gerçeğine gelince ne yazık ki bu, kabul görmüyor.

Geçtiğimiz 4-5 Şubat tarihlerinde Van’ın Bahçesaray ilçesinde çığ düştü. Orada Emrullah Ersarı erimizi kaybettik, Fevzi Sevinç’i kaybettik.

Sevgili arkadaşlarım, Emrullah Ersarı 3 çocuk babasıydı, tecrübeli bir itfaiyeciydi. 48 yaşındaki itfaiyeci Fevzi Sevinç ise evli ve 8 çocuk babasıydı. Bu insanlar şehit olarak tabuta konuldu ama kendilerine şehitlik verilmedi. Şu anda 1 kişi daha çığın altında. Yedi ay önce Van Büyükşehir Belediyesinde itfaiye eri olarak göreve başlayan Mehmetcan Taşdemir, ikinci çocuğunu kucağına aldıktan sonra doğum iznindeyken çağrıldığı görevine koştu ve çocuğunun henüz kırkı çıkmadan çığın altında kaldı ve hâlâ çığın altında.

Sevgili arkadaşlarım, itfaiyeciler her türlü felaketin ve her türlü zor görevin insanı ama itfaiyeciliğin meslek olarak kabul edilmemesini de anlamak mümkün değil çünkü Hollanda’da, Danimarka’da, Amerika’da en yüksek 10 ücret alanlardan biri de itfaiyecilerdir. İtfaiye teşkilatı mensuplarının, bugün, Türkiye’de idari hizmetler sınıfından çıkarılmasını, 657 sayılı Devlet Memurları Kanunu’nun 36’ncı maddesindeki “itfaiye hizmetleri sınıfı” olmasını ve itfaiyeciliğin bir meslek olarak kabul edilmesini istiyorum. Çünkü Sayın Soylu’nun taşıdığı cenazede “Şehit Fevzi Sevinç İtfaiye Eri” yazıyor. Evet, şehit ama oradan çıkarılan askerimiz şehitlik mertebesine ulaşıp yakınlarına her türlü hak, her türlü maaş, her türlü adalet sağlanırken ne yazık ki itfaiye erimizin yakınlarına sağlanamıyor.

İtfaiyeciler her türlü yangını söndürüyor, her türlü felaketi önlüyor, öylesine büyük yangınlarda kendi canını tehlikeye atarak insanları kurtarıyor ama itfaiyeciler bir yangını söndüremiyor; meslek olamamanın yangınını söndüremiyor.

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN – Tamamlayalım Sayın Sertel.

ATİLA SERTEL (Devamla) – Bitiriyorum Sayın Başkan.

Meslek değiller ama can kurtarırlar, can verirler ama şehit değiller. Bu arkadaşlarımızın, bütün itfaiye teşkilatlarının ve ailelerinin bizi dikkatle dinlediğini biliyorum ve söyledim; bu onurlu mesleğin hakkını teslim edelim. Benim bu kanun teklifime hem Adalet ve Kalkınma Partisi hem İYİ PARTİ hem Milliyetçi Hareket Partisi hem HDP hem de benim partim Cumhuriyet Halk Partisi olumlu oy versin ve itfaiyecileri bu sıkıntıdan kurtaralım sevgili arkadaşlarım.

Aslında ben kürsüye bu malzemelerle gelmiyordum ama benden rica ettiler, “Sayın Vekilim, bareti ve yeleğimizi Mecliste giyer misin?” dediler ve ben onları kırmıyorum, bu onurlu insanların isteğini yerine getiriyorum.

Çok teşekkür ediyorum sevgili arkadaşlar. (CHP, HDP ve İYİ PARTİ sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – Teşekkür ederiz Sayın Sertel.

ATİLA SERTEL (Devamla) – Evet, İzmir İtfaiyesi…

Yaşasın itfaiyeciler ve onların hakları!

Teşekkür ediyorum. (CHP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – Öneriyi oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler… Kabul etmeyenler… Öneri kabul edilmemiştir.

Değerli milletvekilleri, gündemin “Seçim” kısmına geçiyoruz.

VIII.- SEÇİMLER

A) Başkanlık Divanında Açık Bulunan Üyeliklere Seçim

1.- Başkanlık Divanında boş bulunan Türkiye Büyük Millet Meclisi Kâtip Üyeliğine seçim

BAŞKAN – Başkanlık Divanında boş bulunan ve İYİ PARTİ Grubuna düşen Türkiye Büyük Millet Meclisi Kâtip Üyeliği için Tekirdağ Milletvekili Enez Kaplan aday gösterilmiştir.

Oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler… Kabul etmeyenler… Kabul edilmiştir.

Hayırlı olsun.

III.- OTURUM BAŞKANLARININ KONUŞMALARI (Devam)

2.- Oturum Başkanı TBMM Başkan Vekili Levent Gök’ün, İstanbul Milletvekili Rümeysa Kadak’ın trafik kazası geçirmiş olmasına rağmen görev ve sorumluluk bilinciyle görevine başladığına ilişkin konuşması

BAŞKAN – Bu arada, sabah birleşimi açarken sevgili kardeşimiz Rümeysa Kadak’a geçirdiği kaza nedeniyle geçmiş olsun dileklerimizi iletmiştik. Ben kendisinden bugün gelmemesini rica ettim aslında ama kendisi görev bilinci içerisinde geldi, görevine başladı. Kendisine tekrar geçmiş olsun diyorum. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)

Değerli milletvekilleri, sisteme giren ve 60’a göre söz talebinde bulunan birkaç arkadaşımıza söz vereceğim.

Sayın Özer…

V.- AÇIKLAMALAR (Devam)

44.- Antalya Milletvekili Aydın Özer’in, geçim sıkıntısı içinde olan Adem Yarıcı, Mevlüt Çankaya, Nezih Kılıç ve Hakan Taşdemir’in intihar ettiğine, TÜİK verilerine göre toplumun büyük bir mutsuzluk sarmalı içinde olduğuna ilişkin açıklaması

AYDIN ÖZER (Antalya) – Sayın Başkan, teşekkür ederim.

Boyacı Adem Yarıcı 3 çocuk babasıydı, tır şoförü Mevlüt Çankaya 2 çocuk babasıydı, “epilepsi hastası” denilen Nezih Kılıç 4 çocuk babasıydı, Hakan Taşdemir İstanbul Üniversitesi 4’üncü sınıf öğrencisiydi; hepsi de geçim sıkıntısı içindeydi, hepsi intihar etti.

İnsanlarımızın yaşamlarına son vermeleri korkunç bir durum ve bu sorun “Bu insanların psikolojisi zaten bozuktu.” denilerek normalleştirilemez. TÜİK verileri de gösteriyor ki toplum büyük bir mutsuzluk sarmalında. Yaşam Memnuniyeti Araştırması’na göre “Mutsuzum.” diyenlerin oranı yüzde 13,1’e çıktı, en yüksek mutluluk oranı yüzde 55,4’le herhangi bir okul bitirmeyenlerde görüldü, 65 yaş ve üzerindeki mutluluk oranı yüzde 58,5’e düştü. Sağlıklı olmak mutluluk sebeplerinin başında gelirken sağlıktan memnuniyet geçen yıla oranla 3 puan düştü. Kısacası, bu AK PARTİ iktidarı toplumu mutsuz ediyor.

Teşekkür ederim.

BAŞKAN – Sayın Şevkin…

45.- Adana Milletvekili Müzeyyen Şevkin’in, gıda mühendisleri aldığı eğitimi uygulayacak iş bulamazken Tarım ve Orman Bakanlığının gıda güvenliğini sağlayabilmek adına Türkiye genelinde başlattığı denetim seferberliğinin gerçekçi olmadığına ilişkin açıklaması

MÜZEYYEN ŞEVKİN (Adana) – Sayın Başkan, teşekkür ederim.

Tarım Bakanlığı bugünlerde “denetim seferberliği” adıyla Türkiye genelinde bir çalışma başlatmıştır. Gıda güvenliği toplum sağlığını doğrudan ilgilendirmektedir. Herkesin güvenilir gıdaya erişebilme, sağlıklı beslenme hakkı vardır. Ülkemizde üretim alanlarının daralması ve kırsalın geri bırakılmışlığının da bir sonucu olarak, gıda enflasyonu ve yaygın yoksulluk sonucunda ucuz gıdaya yönelim artmıştır. 90 binin üzerinde üretim yeri olmak üzere yaklaşık 750 bin kayıtlı gıda işletmesi bulunan ülkemizde, Tarım ve Orman Bakanlığı bünyesinde, gıda kontrol görevlisi belgeli 7.004 personel bulunmaktadır.

Öncelikle vurgulamak gerekir ki gıda güvenliği sürekli, programlı ve etkili çalışma gerektirir. Üniversitelerin gıda mühendisliği bölümlerinden mezun binlerce genç gıda mühendisi aldığı eğitimi uygulayabileceği iş olanağı bulamazken, Bakanlığın seferberlik düzenleyerek gıda güvenliğini sağlayabilmesi gerçekçi değil, propaganda amaçlı bir uygulamadır. Bakanlık bünyesinde etkili gıda kontrolleri yapacak, atama bekleyen binlerce gıda, ziraat mühendisi, veteriner hekim istihdamı artırılmalıdır.

BAŞKAN – Sayın Özyürek…

46.- Sivas Milletvekili Ahmet Özyürek’in, Süper Lig’de oynanan maçlarda hakem hataları olduğuna ve bu hataların Sivasspor aleyhine oluşmasının kuşku yarattığına ilişkin açıklaması

AHMET ÖZYÜREK (Sivas) – Teşekkürler Sayın Başkanım.

Bu sezon Süper Lig’de oynanan maçlarda bariz hakem hataları yaşanmıştır ama maalesef, bütün hataların Sivasspor aleyhine oluşması da kafalarda bir kuşku oluşturmuştur.

“VAR” diye bir sistem vardır. Orta hakemin vermiş olduğu yanlış kararı VAR’a gitmeyerek tekrar aynı hatayı yapması VAR’ın yok olduğunu göstermektedir.

Bir de daha ligler bitmeden başka bir takımın şampiyon olduğunun tescil edilmesi ise apayrı bir yanlıştır. Futbol Federasyonun ve MHK’nin buradaki duruşunu beğenmiyoruz. Bir maçta direkt kırmızı kart gören bir futbolcunun cezasının tekrar, Tahkim Kurulunca bir maça indirilerek, hemen acil bir şekilde Sivasspor maçına yetiştirilmesi ise kuşkuları daha çok artırmıştır.

Şampiyon belli ise lig burada bitsin istiyoruz. Hak, hukuk, adalet istiyoruz.

BAŞKAN – Sayın Sümer…

47.- Adana Milletvekili Orhan Sümer’in, Adana ilindeki muhtarların sorunlarının çözümü için adım atılmasını talep ettiğine ilişkin açıklaması

ORHAN SÜMER (Adana) – Teşekkür ederim Başkanım.

Demokrasiden ve yerel yönetimlerden bahsettiğimizde ilk aklımıza gelen muhtarlarımızdır. Muhtarlar, yerel sorunların ve taleplerin merkezî idareye iletilmesi bakımından vatandaşların ilk ulaşabileceği, devletin temsilcileri ve bir bakıma görevlileri konumundadır. Özellikle seçimler öncesinde Cumhurbaşkanlığı sarayına çağrılıp Sayın Cumhurbaşkanı tarafından onurlandırılıyorlar. Muhtarların Ankara’ya çağrılması, Cumhurbaşkanlığı sarayında ağırlanması güzel şeyler ancak keşke seçimler bittikten sonra da unutulmasalar, keşke şu sorunlar da çözülse.

Muhtarlar eğer yerel yönetimlerinden elektrik ve su almazlarsa bunları ceplerinden karşılıyorlar. İnternet, ısınma, temizlik ve kırtasiye giderleri de muhtarlarımızın diğer temel giderleri. Bir bakıma muhtarlar tamamen yerel yöneticilerin insafına terk edilmiş hâlde. Birçok muhtar önceki dönemlerden kalma yüklü elektrik ve su borçlarıyla karşı karşıya.

Seçim bölgem Adana’da çok sayıda muhtarımızın isteği üzerine buradan iktidara ve özellikle de Sayın Cumhurbaşkanına çağrı yapıyorum: Artık, muhtarlar, güzel sözler söylemenin dışında sorunlarının çözümü için adım atılmasını talep ediyorlar.

BAŞKAN – Sayın Gürer…

48.- Niğde Milletvekili Ömer Fethi Gürer’in, kadro verilemeyen taşeron işçilerin mağduriyetlerinin giderilmesi gerektiğine ilişkin açıklaması

ÖMER FETHİ GÜRER (Niğde) – Sayın Başkan, biraz evvel, Adalet ve Kalkınma Partili hatip, kürsüden, taşeronlarla ilgili, firmalarda çalışanların tümüne kadro verildiğini beyan etti. Ancak ben Bakanlara sorduğumda 6 Bakan hâlâ Bakanlıklarda taşeron firmada çalışanlar olduğunu bildirdiler. Keza KİT’lerde çalışanların hiçbirine kadro verilmedi. Bunun yanında, kamuda kiralık araç şoförleri, hastane bilgi işlem çalışanları kadro alamadı. Karayollarında, Demiryollarında, PTT’de, Orman İşletmesinde, Devlet Su İşlerinde, Millî Parklarda çalışanlar kadroya geçirilemedi. Belediyelerde 400 bin kişi belediye şirketlerine alındı, kadro verilmedi. Verdiği bilgiler doğru değil, taşeron firmalarda çalışmalar hâlâ devam etmektedir. Bu anlamda, acilen düzenleme yapılması ve mağdur olanların mağduriyetinin giderilmesi gerekiyor.

Teşekkür ederim.

BAŞKAN – Sayın Erdem…

49.- Konya Milletvekili Orhan Erdem’in, Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti’nde kırk altı yıldır kapalı olan Maraş’ın yeniden sivil hayata açılmasını desteklediklerine ilişkin açıklaması

ORHAN ERDEM (Konya) – Sayın Başkanım, çok teşekkür ediyorum.

Geçtiğimiz hafta sonu cumartesi günü, Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti’nde çok önemli bir toplantı yapıldı. Kapalı Maraş içerisinde, kırk altı yıl sonra, Cumhurbaşkanı Yardımcımız Fuat Bey’in Başkanlığında Kıbrıs Başbakanıyla birlikte bir heyet, bu alanın açılması konusunda müzakereler yaptı. Kapalı Maraş, tamamen devletimizce, Kıbrıs’ça o zaman kapatılmış, kendi malı olan bir yerdir. İnşallah, uluslararası hukuk çerçevesinde bir an önce açılması gerekmektedir. Bu konuda adilane bir çalışma yürütülerek -hak sahiplerine malları verilerek, takas edilerek veya bedelleri ödenerek- bir an önce bu alanın Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti’nde hazır olmasını ve halkın kullanımına açılmasını destekliyoruz. Bu konuda teşekkür ediyorum.

BAŞKAN – Sayın Ünver...

50.- Karaman Milletvekili İsmail Atakan Ünver’in, 19 Şubat 2019 tarihinde vefat eden 20, 21 ve 22’nci Dönem Karaman Milletvekili Fikret Ünlü’ye Allah’tan rahmet dilediğine ilişkin açıklaması

İSMAİL ATAKAN ÜNVER (Karaman) – Teşekkür ediyorum Sayın Başkan.

20, 21 ve 22’nci Dönemlerde Karaman Milletvekili, 56 ve 57’nci Türkiye Cumhuriyeti Hükûmetlerinde Gençlik ve Spordan Sorumlu Devlet Bakanı olarak görev yapan Fikret Ünlü’nün bugün 1’inci ölüm yıl dönümü. Türk sporuna, ülkemize ve Karaman’ımıza yaptığı hizmetlerle herkesin gönlünde taht kurmuş, Karaman’ımızın gurur kaynağı olmuş, saygın siyasetçi ve devlet adamı Fikret Ünlü’yü vefatının 1’inci yıl dönümünde rahmetle ve özlemle anıyor, tüm sevenlerine tekrar başsağlığı diliyor, mezarı başında kendisini anan hemşehrilerime ve sevenlerine Türkiye Büyük Millet Meclisi çatısı altından selamlarımı gönderiyorum. Ruhu şad olsun.

Teşekkür ediyorum.

BAŞKAN – Sayın Şahin...

51.- Hatay Milletvekili Suzan Şahin’in, Türkiye tarihinde ilk kez Rusya ve Yunanistan’dan şeker ithal edildiğine ve ithal etmek için mi kotaların konulduğunu öğrenmek istediğine ilişkin açıklaması

SUZAN ŞAHİN (Hatay) – Teşekkürler Sayın Başkan.

Tarım ve Orman Bakanı, Plan ve Bütçe Komisyonu görüşmelerinde, saman ithalatı haberleri ve söylemlerinin çiftçinin moralini bozduğunu söylemişti. Bu açıklamadan hemen sonra, Aralık 2019’da, Rusya Federasyonu, ilk kez Türkiye’ye şeker ihraç ettiğini duyurdu. Türkiye tarihinde ilk kez Rusya ve Yunanistan’dan şeker ithal edildi. Bu timsah gözyaşları sonrası bugün görüyoruz ki Bulgaristan’dan ithal ettiğiniz samanın, Rusya ve Yunanistan’dan ithal ettiğiniz şekerin haberleri değil, şeker fabrikaları özelleştirilirken, pancar üretimi ve şeker üretimi kotayla sınırlandırılırken şeker ithal edilmesi hem çiftçinin hem de tüketicinin moralini bozmaktadır. İthal edelim diye mi kotalar konuluyor? Onca şeker pancarı ekim alanını boş bıraktırıyorsunuz. Bu ne perhiz, bu ne lahana turşusudur sayın üyeler? AKP, her fırsatta millîlikten, yerlilikten dem vurup Türkiye tarlalarını çürümeye terk etmekte, yerli çiftçiye “Sen ekme, ben yabancılardan ithal edeceğim.” diyerek üretimi artırmak yerine...

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN – Teşekkür ederim değerli arkadaşlar.

Değerli milletvekilleri, birleşime on dakika ara veriyorum.

Kapanma Saati: 18.07

İKİNCİ OTURUM

Açılma Saati: 18.31

BAŞKAN: Başkan Vekili Levent GÖK

KÂTİP ÜYELER: Emine Sare AYDIN YILMAZ (İstanbul), Rümeysa KADAK (İstanbul)

-----0-----

BAŞKAN – Sayın milletvekilleri, Türkiye Büyük Millet Meclisinin 57’nci Birleşiminin İkinci Oturumunu açıyorum.

Gündemin “Kanun Teklifleri ile Komisyonlardan Gelen Diğer İşler” kısmına geçiyoruz.

1’inci sıraya alınan, Aydın Milletvekili Mustafa Savaş ile 88 Milletvekilinin Bankacılık Kanunu ile Bazı Kanunlarda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Teklifi ile Plan ve Bütçe Komisyonu Raporu’nun görüşmelerine başlayacağız.

IX.- KANUN TEKLİFLERİ İLE KOMİSYONLARDAN GELEN DİĞER İŞLER

A) Kanun Teklifleri

1.- Aydın Milletvekili Mustafa Savaş ile 88 Milletvekilinin Bankacılık Kanunu ile Bazı Kanunlarda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Teklifi (2/2596) ile Plan ve Bütçe Komisyonu Raporu (S. Sayısı: 176) (x)

BAŞKAN – Komisyon? Yerinde.

Komisyon Raporu 176 sıra sayısıyla bastırılıp dağıtılmıştır.

Değerli milletvekilleri, alınan karar gereğince, bu teklif İç Tüzük’ün 91’inci maddesi kapsamında temel kanun olarak görüşülecektir. Bu nedenle, teklif, tümü üzerindeki görüşmeler tamamlanıp maddelerine geçilmesi kabul edildikten sonra bölümler hâlinde görüşülecek ve bölümlerde yer alan maddeler ayrı ayrı oylanacaktır.

Şimdi, teklifin tümü üzerindeki söz taleplerini karşılayacağım.

Teklifin tümü üzerinde ilk söz, İYİ PARTİ Grubu adına İzmir Milletvekili Sayın Müsavat Dervişoğlu’na aittir. (İYİ PARTİ sıralarından alkışlar)

Süremiz yirmi dakika Sayın Dervişoğlu.

İYİ PARTİ GRUBU ADINA DURSUN MÜSAVAT DERVİŞOĞLU (İzmir) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; 95 milletvekili imzasıyla Meclis Başkanlığına sunulan Bankacılık Kanunu ile Bazı Kanunlarda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Teklifi hakkında İYİ PARTİ Grubu adına söz almış bulunmaktayım. Yüce Meclisi saygıyla selamlıyorum.

Konuşmamın başında, görüşmekte olduğumuz bu kanun teklifinin 95 imzayla sunulduğunu bilhassa belirttim. Zira, görüldüğü gibi, iktidarı haiz parti grubunun sıraları bir hayli boş. En azından bu teklifte imzası bulunan 95 arkadaşımızın burada bulunmasını temenni ederdim. İktidarı elinde bulunduran grubun kendi kanun tekliflerine olan ilgisi ortadadır. Adalet ve Kalkınma Partisinin metazori kanun yapma alışkanlığıyla yüce Meclisimizin itibarında oluşturduğu zedelenmeyi kamuoyunun takdirine sunuyorum.

Önümüzde bulunan bu kanun teklifi 4 ayrı kanunda değişiklik yapılmasını öngörmekle birlikte, olumlu olduğunu düşündüğümüz birçok değişikliği de içermektedir. Her ne kadar teklifin içeriğinde olumlu düzenlemeler yapılmış olsa da bu yasa yapma tekniğini kabul etmediğimizi, uygun görmediğimizi, torba kanun sistematiğinin Gazi Meclisimizin ruhuna aykırı olduğunu bir kere daha ifade etmek istiyorum. Örneğin, komisyona 30 maddelik bir teklif getiriyorsunuz; içerisinde 20 maddeyi olumlu buluyoruz, 10 maddeye ise olumsuz görüş bildiriyoruz fakat işleyişte “Tamamına muhalifiz.” demek mecburiyetinde kalıyoruz. Bu durum da etkin bir kanun çıkarmamıza engel teşkil ediyor, Parlamentonun saygınlığına ve aynı zamanda da etkinliğine gölge düşürüyor.

Sayın milletvekilleri, işbu kanun teklifinin Plan ve Bütçe Komisyonundaki görüşmelerinde açıkça ifade edildiği üzere, Bankalar Birliğinin görüşleri alınmadan, ortak çalışmalar yürütülmeden, “Kervan yolda düzülür.” mantığıyla yola çıkılmış, Genel Kurulda görüşme ve onay aşamasına gelinmiştir. Sizleri uyarıyorum: Bu şekilde, gecekondu yapar gibi kanun yapmaya devam edemezsiniz. Yasaları bir temele oturtmazsanız yarın bu ucube sistemin enkazı altında kalırsınız, hiç kimse de sizi kurtaramaz. Bugün görüştüğümüz kanun teklifinin madde gerekçeleri ayrı, teklif metni ayrı, Komisyonda anlatılan apayrı; belli ki kanun teklifini hazırlayan el ile onun altına imza atan el de aynı değil. Önümüze bir torba yasa geliyor, bir yandan kamu kurumlarında liyakati mumla ararken bir yandan da ceremesini yasa yaparken çekiyoruz, ekonomik krizle çekiyoruz, yönetim zafiyetleriyle çekiyoruz.

Teklif metnine genel olarak baktığımızda, teklifin bankalar, factoring şirketleri, Varlık Fonu ve buna bağlı bulunan diğer fonlarla ilgili değişiklikleri içerdiğini görmekteyiz. Özellikle finansal sektörün düzenlenmesine ve denetlenmesine yönelik birçok yetki de Bankacılık Düzenleme ve Denetleme Kuruluna verilmektedir. Manipülasyonla ve yanıltıcı işlemlerle mücadele amacıyla bir düzenlemenin getirilmeye çalışıldığını görüyoruz. Evet, bu tür işlemlerle mücadele edilmesini İYİ PARTİ olarak sonuna kadar destekliyoruz fakat hangi tür işlemlerin manipülasyon ve yanıltıcı işlemler olduğunu bu kanun teklifinin içinde belirtmek yerine, Bankacılık Düzenleme ve Denetleme Kuruluna bunları daha sonra tanımlama yetkisi veriliyor. Bu, suç ve cezaların kanuniliği ilkesine aykırıdır. Bu fiiller ne ise bu teklifin içinde açıkça sayılmalıydı. Aksi takdirde, BDDK üzerinde baskılar oluşacak ve kurumun yıpranmasının önü açılacaktır. Gelin, bu fiilleri burada teker teker sayalım ve BDDK’yi de bu yıpranmaya karşı koruyalım.

Geçmiş dönemlerde ekonomide yapılan hatalardan da ders çıkarmadığımızı belirtmek istiyorum. 2001 krizinden sonra gerçekleşen yapısal reformlarla mali disiplin konusunda iyi bir yol almış iken şimdi neden 90’lı yılların ortasına dönüp özel fonları canlandırıyorsunuz? Bu fonlara neden borçlanma hususunda muafiyetler tanıyorsunuz? On sekiz yıllık iktidarınız boyunca en çok övündüğünüz konu olan mali disiplinden ne oldu da şimdi uzaklaşmak zorunda kalıyorsunuz, bütçe dışı fonlara borçlanma yetkisi vererek kamu finansmanını perdelemek istiyorsunuz? Fakat bu hamleleri yerli ve yabancı yatırımcı görmekte ve buna karşı pozisyon almaktayken de eliniz kolunuz bağlı seyrediyorsunuz. Bakın, kamu borç stoku açısından belki de Avrupa’da en iyi konumdaki ülkelerden biri olmamıza rağmen, CDS yani kredi temerrüt takası primi en yüksek olan ülkeyiz çünkü siz -kamu-özel iş birliği sözleşmelerinde olduğu gibi- kamunun yükümlülüklerini gizlemeye çalışsanız da gerçeğin ne olduğu herkes tarafından bilinmektedir. O yüzden bir kez daha tekrarlamak istiyorum: Bu ilkel yöntemlerle hiçbir sorunun üstesinden gelemeyeceksiniz.

Öte yandan, kamu bankalarının kaynaklarına göz dikmekten de artık vazgeçin. Teklifle getirmek istediğiniz muafiyetler hem bankacılık sektöründeki rekabeti olumsuz etkileyecek hem de kamu bankalarının kaynaklarının belli gruplara aktarılmasıyla bilançoları altüst edecektir. Bu teklif, bankaların özel sektöre ortak olmalarının önünü açarak 2001 öncesindeki çarpık yapıya geri dönüşün sinyallerini vermektedir. Türkiye ekonomisi büyük bir bunalım içindeyken ihtiyacımız olan son şey 2001 krizinden önce bankacılık sektöründe var olan çarpıklıkların yeniden geri getirilmesidir. Bunlara ilave olarak büyük projelerin finansmanına yönelik yeni yöntemlerin geliştirildiğini görüyoruz. Elbette ki finansman araçlarının çoğaltılması yatırımları hızlandıracak ve ekonomimize de önemli katkı sağlayacaktır. Fakat bu ne şekilde yapılacaktır? Proje Finansman Fonu nasıl kurulacaktır? Projeye dayalı menkul kıymetler nasıl belirlenecektir? Örneğin Zafer Havalimanı için bu finansman yöntemini uyguladığınızı varsayalım, 2020 yılı için 1 milyon 280 bin yolcu garantisi verilmiş; yatırımcılar bu beklentiyle bu yatırıma ortak olsalardı herkesin kabulüdür ki zarar edeceklerdi çünkü geçtiğimiz bir ay içerisindeki yolcu sayısı sadece 5 binde kalmıştır. 90’lı yıllarda da isminin sonu “san” veya “paş” olan birçok şirket bilindiği gibi vatandaşlarımızı mağdur etmiştir. Bu sebeple söz konusu uygulamanın vatandaşlarımızı bir kez daha zarara uğratmasına vesile olabilecek yeni bir yöntem olup olmadığını yakından takip edeceğiz, bunun bilinmesini istiyoruz.

Saygıdeğer milletvekilleri, özellikle son birkaç yıldır bu ve buna benzer uygulamalarınız sayesinde ekonomi bugünkü noktaya gelmiştir. Dış borç alıp başını gitmiştir. Enflasyonu düşürdüğünüzü sandınız ama bakın yine yükselmeye başladı. İşsizlik tarihin en yüksek düzeyine ulaştı. Bu ülkenin artık sizin keyfî uygulamalarınıza değil, gerçek çözümlere ihtiyacı vardır. Vatandaş kendisine faydası olmayan yatırımlardan bıkıp usanmıştır. Vatandaş iş istiyor, aş istiyor, evine ekmek götürmek, çocuklarının karnını doyurmak, tenceresini kaynatmak istiyor. Vatandaş kendisini intihara sürükleyen bu ekonomik darboğazdan kurtulmanın yollarını arıyor. Akşam vakti geliyor, esnafımız henüz siftah yapmamış; bırakın birkaç saati, günlerce siftah yapmamış esnafların olduğu çarşılarımız var. Müşteri gelmediği için masraf olmasın diye dükkânının ışıklarını dahi açmaktan imtina eden bir esnaf grubuyla karşı karşıyayız. Gerçek sorunlar bunlarken Kanal İstanbul gibi projelerle halkın karşısına çıkmak âdeta milletin aklıyla dalga geçmektir. Hem ekonomide hem iç siyasette hem de dış siyasette vatandaşın ve devletin menfaatlerini gözetmek birincil göreviniz olmalıdır. Ekonomide bu görevi unuttuğunuza bizzat şahitlik ediyoruz.

İç siyasette de milletin sorunlarını çözmek yerine değerler üzerinden siyaset yapmaya devam ediyorsunuz. Vatandaş sizden değerler üzerinden çekişme yaşamanızı değil, gerçek sorunlarını çözmenizi beklemektedir. Ekonomide yarattığınız çürüme siz gittikten sonra bir şekilde düzeltilebilir fakat dış politikada Türkiye’yi telafisi mümkün olmayan bir noktaya sürüklüyorsunuz.

Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; 2011 yılında Suriye’de başlayan iç savaşın üzerinden bugün itibarıyla dokuz yıl geçmiştir. AK PARTİ iktidarının, Müslüman Kardeşler eksenli, İhvancı dış politikadaki ısrarı sonucunda Türkiye Arap Baharı’nın kaybeden ülkesi konumuna gelmiştir. Rusya, ABD ve İran bölgedeki etki alanlarını hiç olmadıkları kadar artırmışlardır. AK PARTİ iktidarı, 2011 yılından itibaren Suriyelilere yönelik açık kapı politikası uygulayacağını ilan ederken 2012 yılında Türkiye’nin kabul edeceği sığınmacı sayısındaki kritik eşiğin yüz binlerde olduğunu ifade etmişti. Bugün geldiğimiz noktada Türkiye’de 5 milyon 300 bin Suriyeli var, 4 milyon Suriyeli sığınmacı da kapımıza dayanmış durumda. Türk halkının artık tek bir Suriyeli sığınmacı daha kabul edebilecek takati kalmamıştır. Türkiye’nin kaynakları artık yanlış politikalara ödenen bedellere değil, yoksulluğa mahkûm edilmiş Türk halkına harcanmalıdır. AK PARTİ politikalarının bizi Suriye’de getirdiği noktayı size Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın -Tayyip Erdoğan Bey diyor- 15 Şubat 2020’de AK PARTİ İstanbul İl Başkanlığında düzenlenen “Yeni Üye Çalışmaları Ödül Töreni” adlı programdaki ifadeleriyle izah etmek istiyorum: “Şu anda Suriye topraklarının neredeyse üçte 1’lik bölümü PKK terör örgütünün ve onu destekleyen Amerika’nın işgali altındadır.” İşte bu, bizzat ülkenin Cumhurbaşkanı tarafından ilan edilmiş Suriye politikasının bir cümlelik özetidir. Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın dediği gibi, Suriye iç savaşı başladığından bu yana, dokuz yıllık Adalet ve Kalkınma Partisi dış politikasının sonucunda PKK/YPG Suriye’nin üçte 1’ini ele geçirmiştir. Adalet ve Kalkınma Partisi iktidarının dokuz yıllık dış politikasının sonucunda Türkiye dünyada en fazla sığınmacı barındıran ülke konumuna taşınmıştır ve yine, AK PARTİ iktidarının dokuz yıllık dış politikasının sonucunda Türkiye 60 milyar dolarlık bir maddi yükün altına girmiştir.

Türk milleti olarak, ekonomik krizin derinleştiği, kendi vatandaşlarımızın yoksulluktan intihar etme aşamasına geldiği bir ülkede 5 milyon içeride, 4 milyon dışarıda olmak üzere 9 milyon Suriyeli sığınmacıya kaynak aktarmaya tahammülümüz yoktur. Sayın Erdoğan 2012 yılında Türkiye’yi “Şam’a gideceğiz ve orada Emevi Camisi’nde namaz kılacağız.” gibi gerçekçi olmayan bir hedefe yöneltmişti. Erdoğan Şam’a gidemedi ama 5 milyon Suriyeli bugün Türkiye’dedir. Aradan geçen dokuz yılın ardından sizden tek bir beklentimiz vardı; hatalarınızdan ders çıkarmanız, Türkiye’nin güvenliğini, huzurunu, refahını sağlamak için devlet aklını kullanmaya başlamanız. Fakat Cumhurbaşkanı Erdoğan son konuşmasında yine şu ifadelere yer verdi: “Suriye’deki rejim yapısı, halkıyla kavgalı, birtakım devletlerin desteğiyle suni olarak hayata tutunan siyasi bir mevtadır.” Dokuz yılın ardından ödediğimiz onca bedele rağmen merkezî rejimle siyasi diyalog yerine çatışmayı tercih etmek Suriye’nin üçte 1’ini ele geçiren PKK’ya hizmet etmek anlamına gelir ki bu, fevkalade yanlıştır. Ülkenin büyük bir kısmında kontrolü ele geçirmiş ve Birleşmiş Milletler nezdinde tanınan Esad rejimiyle Türkiye’yi savaşa sürüklemenin başımıza açacağı gaileleri artık görün ve Türkiye’yi “stratejik derinlik” diyerek götürdüğünüz bu çukurda boğmaktan vazgeçin. Devlet, kişisel hırs ve intikam hissiyle değil, sağduyu ve akılla yönetilir; Türkiye’nin daha büyük bedeller ödememesinin tek yolu budur.

Türkiye Cumhuriyeti devletinin birincil hedefi Suriye’deki PKK varlığını sona erdirmektir. Bunun için de başta Esad olmak üzere tüm aktörlerle diyalog kurmak mecburiyetindeyiz. Şunu unutmayınız ki Esad rejimi ile Türkiye arasında çıkacak bir çatışma, ABD destekli PKK’nın ellerini ovuşturarak bekleyeceği bir savaşın tetikçisi olacaktır. Sayın Erdoğan, Esad rejiminin çok kısa bir zaman içinde ceset olacağını söylüyor. Bu açıklamanın 2012 yılında AK PARTİ tarafından yapılan “Esad’ın gidişine haftalar kaldı.” açıklamasından bir farkı yoktur. Aradan geçen bunca yılın ardından Esad hâlâ yerinde. Şimdi, aynı hedefi, Erdoğan, yine önümüze koyuyor. Sizleri uyarıyoruz: Bu hedef gerçekçi bir hedef değildir ve bu gerçekçi olmayan hedefin peşinden sürüklenmemiz hâlinde Türkiye çok daha büyük bedeller ödeyecektir.

Dış politikadaki zafiyetler PKK terör örgütünün elini güçlendirirken iç politikadaki zafiyetler de Fetullahçı terör örgütünün elini güçlendirmektedir. Daha önce İYİ PARTİ olarak verdiğimiz FETÖ’nün siyasi ayağını ortaya çıkarmak amaçlı araştırma önergelerimiz iktidar kanadının oylarıyla reddedilmişti. Yargıya, emniyete, istihbarata, orduya, eğitime, hariciyeye hatta futbol dâhil her yere sızan FETÖ için “Sadece bir tek siyasi ayağa sızmadı.” derseniz FETÖ’yle mücadeledeki bütün inandırıcılığınızı kaybedersiniz. Üstelik “Gelin bunları araştıralım.” diyenlere de dava açılması akıl tutulması değilse ancak bir niyet bozukluğunun göstergesidir.

Geçtiğimiz haftalarda Sayın İlker Başbuğ bu konuda önemli bir yere parmak basmasına rağmen, Sayın Erdoğan milletvekillerinden Başbuğ için dava açmalarını istemiştir. Bunların hepsi aslında Hükûmetin FETÖ’nün siyasi ayağını ortaya çıkarmaya niyeti olmadığını göstermektedir. Ortaya çıkaramadığınız takdirde, “Siyasi ayağı saklıyor musunuz?” sorusuyla muhatap kılınacağınız aşikârdır.

Bankaya üç-beş kuruş para yatıran sıradan vatandaşların üstüne gidilip üçüncü kuşak akrabaları bile memuriyetten atılırken darbenin beyni olarak kabul edilen bir tümgeneralin kardeşi Cumhurbaşkanı Başdanışmanı ve sonrasında da büyükelçi yapılıyorsa burada bir sorun var demektir, gariban tutuklanıp hapse atılırken FETÖ’ye milyon dolarlar aktaran iş adamları serbest bırakılıyorsa burada bir sorun var demektir. Bu dediklerimize karşı çıkıyor, itiraz ediyorsanız, buyurun, siz getirin araştırma önergesini, biz her türlü desteği İYİ PARTİ olarak vermeye hazırız. Biz önergenin kimden geldiğini önemsemeyecek kadar FETÖ’nün siyasi ayağını ortaya çıkarmaya kararlı ve niyetliyiz. Buyurun, önergeyi verin, Türkiye’yi bu beladan el birliğiyle kurtaralım.

Değerli milletvekilleri, İYİ PARTİ Türk siyasetine girdikten sonra birçok şeyi değiştirmiş, ülkemiz demokrasisinde oluşan boşluğu doldurmuş, milletimizin asıl meselelerini Türkiye Büyük Millet Meclisine ve Türkiye’nin gündemine taşımıştır; tek kutuplu Türk siyasetini dengeleyerek kimsesizlere kimse, çaresizlere umut olmuştur.

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

DURSUN MÜSAVAT DERVİŞOĞLU (Devamla) – Müsaadenizle Başkanım…

BAŞKAN – Tamamlayın.

DURSUN MÜSAVAT DERVİŞOĞLU (Devamla) – İYİ PARTİ’nin yükselmesiyle birlikte, on yedi yıl seçim kaybetmeyen iktidar partisi ilk kez mağlubiyeti tatmış ve iktidarını kaybetmiştir. İYİ PARTİ, içerisinde bulunduğu ittifakla beraber iktidara ilk yenilgiyi yaşatmıştır, sıkışmış siyasete yeni bir umut olmuştur. İYİ PARTİ olmasaydı Cumhurbaşkanlığı seçimlerinde eski dostların arasına sıkışmış bir yarış gerçekleşecekken İYİ PARTİ’yle beraber çoğulcu bir temsilin yolu ve önü açılmıştır.

Sayın Genel Başkanımızın, gittiği her yerde, arkasından iktidar partisi temsilcileri de gitmek zorunda kalmış; vatandaşın derdi, iktidarın zorunlu olarak gündemine girmiştir. Milletimizin sorunlarını Meclise taşıyarak gündem yaratan partimiz, yaptığı ısrarlı ve etkili muhalefetle, iktidara fabrika bacalarına filtre takılması gibi konularda geri adım attırmayı başarmış…

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN – Tamamlayın Sayın Dervişoğlu.

DURSUN MÜSAVAT DERVİŞOĞLU (Devamla) – …3600 ek gösterge gibi vatandaşımızı birinci dereceden ilgilendiren konuları iktidarın seçim vaatleri arasına aldırmıştır. Güneş doğmaya devam ettikçe İYİ PARTİ etkili siyasetini sürdürecek ve iktidar yolculuğunda kararlı bir şekilde ilerleyecektir.

Uyarılarımızın dikkate alınmasını, verilen kanun teklifine Parlamento grubunuzun itibar göstermesini hassaten istirham ediyor, yüce Meclisi saygılarımla selamlıyorum. (İYİ PARTİ sıralarından alkışlar)

Sayın Başkanım, hoşgörünüz için zatıalinize de teşekkür ediyorum efendim.

MEHMET MUŞ (İstanbul) – Sayın Başkan, kayıtlara geçmesi açısından…

BAŞKAN – Sayın Muş…

MEHMET MUŞ (İstanbul) – Aynı tartışmayı açacak değiliz.

BAŞKAN – Açalım mı mikrofonunuzu?

MEHMET MUŞ (İstanbul) – Gerek yok, zabıtlara geçsin.

FETÖ’nün bu siyasi ayağı tartışmalarıyla alakalı görüşlerimizi ifade ettik; ne demek istediğimizi, ne yaptığımızı ifade ettik, soruşturmaların nasıl yürütüldüğünü ifade ettik. Dolayısıyla burada ortaya atılan iddiaları, ithamları kabul etmediğimizi ifade etmek isterim. Görüşlerimiz açıktır, savcılıklar gereken soruşturmaları yürütmektedirler.

BAŞKAN – Peki, teşekkür ederim.

Değerli milletvekilleri, şimdi, teklifin tümü üzerinde söz sırası, Milliyetçi Hareket Partisi Grubu adına Konya Milletvekilimiz Sayın Mustafa Kalaycı’ya aittir. (MHP sıralarından alkışlar)

Süreniz yirmi dakika Sayın Kalaycı.

MHP GRUBU ADINA MUSTAFA KALAYCI (Konya) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; görüşülmekte olan 176 sıra sayılı Bankacılık Kanunu ile Bazı Kanunlarda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Teklifi’nin geneli üzerinde Milliyetçi Hareket Partisi Grubu adına söz aldım. Bu vesileyle yüksek heyetinizi hürmetle selamlıyorum.

Türk ekonomisi, çok zorlu geçen çalkantılı bir dönemi geride bırakmış, önemli risk ve tehditleri atlatarak iyimser bir iklime girmiştir. Cumhurbaşkanlığı hükûmet sisteminin sağladığı hızlı ve etkin karar alma mekanizmasıyla ekonomik dengelenme ve değişim süreci daha koordineli bir şekilde yönetilmektedir. 2018 yılından itibaren dış saldırılar ve yaptırım tehditleriyle çökertilmek istenen ekonomimiz, alınan isabetli ve etkili tedbirler sayesinde bu saldırılara karşı dayanıklılığını ispat etmiş; siyaseten yoğun bir gündemin, 2 seçimin ve Barış Pınarı Harekâtı’nın yaşandığı 2019 yılında dengelenmesini sürdürebilmiştir.

Bugün itibarıyla hem ekonomiye duyulan güven artmış hem de ekonomide çarklar daha hızlı döner hâle gelmiştir. Türkiye ekonomisi, 3 çeyrekteki daralmanın ardından 2019 yılının üçüncü çeyreğinde yüzde 0,9 büyümüş; böylelikle teknik resesyondan çıkarak büyüme patikasına girmiştir. Takvim etkisinden arındırılmış sanayi üretiminin 2019 yılı dördüncü çeyreğinde bir önceki yılın aynı çeyreğine göre yüzde 5,8 artması, bu dönemde büyümenin de yüzde 5 civarında çıkacağını, dolayısıyla 2019 yılında yüzde 0,5 büyüme hedefine ulaşılacağını göstermektedir.

Sanayi üretimi ve yıllık ciro değişimleri bazın da etkisiyle her geçen ay daha güçlü bir şekilde artmıştır. Ekim ayında yüzde 3,8; kasım ayında yüzde 5,1 artan sanayi üretimi, aralık ayında beklenenin de üstünde, yüzde 8,9 artış göstermiştir. İmalat sanayisinde yüzde 9,1 olan üretim artışının ara malında yüzde 10,6; sermaye malında yüzde 12,4 seviyesine çıkması büyük önem arz etmektedir çünkü bu gelişme ekonomideki toparlanmanın yatırıma yansımaya başladığına işaret etmektedir.

İşsizlik oranındaki artış, hızı kesilmekle birlikte devam etmektedir. Kasım 2019 döneminde işsizlik oranı yıllık bazda 1 puan yükselerek yüzde 13,3; genç nüfusta işsizlik oranı 0,9 puan yükselerek yüzde 24,5 düzeyinde gerçekleşmiştir. Mevsim etkisinden arındırılmış işsizlik oranı ise bir önceki döneme göre 0,3 puan azalarak yüzde 13,2 olmuştur. Sanayi sektöründe istihdamın 102 bin kişi artış göstermesi önemlidir.

Cari denge, 2019 yılında 1,7 milyar dolarla on sekiz yıl sonunda ilk kez fazla vermiştir; bunda ithalatın azalması etkili olmakla birlikte önemli olan ihracatın artmakta olmasıdır. Bir taraftan cari fazla verilirken diğer taraftan -hem de ticaret savaşlarının yaşandığı bir ortamda- ihracatımız artmış, tarihî rekor düzeyine ulaşmıştır. Bu durumun devam ettirilebilmesi ve ithalata bağımlılığın giderilmesi için ara malı ithalatını azaltan, yerli üretimi ve istihdamı teşvik eden, temel ürünler detayında rekabet gücü olan kapsamlı bir yerlileştirme programı uygulamaya konulmalıdır.

Ekonomik veriler 2020 yılında olumlu yönde gelişmelerin yaşanacağına işaret etmektedir. Ekonomik büyümenin öncü göstergesi olan İmalat Sanayi Satın Alma Yöneticileri Endeksi’nin geçen ay 51,3 puana yükselerek yirmi iki aylık aranın ardından ilk kez eşik değerin üzerinde gerçekleşmesi, sektörde üretim faaliyetleri açısından ılımlı iyileşmeyi göstermektedir. Yeni siparişlerde ve üretimdeki artış iki yıla yakın bir dönemin en yüksek oranında gerçekleşmiş, istihdamda da son üç ayın ilk artışı kaydedilmiştir.

Türkiye genelinde konut satışları geçen ay bir önceki yılın aynı ayına göre yüzde 55,8 artışla 113.615, ilk defa satılan konut sayısı ise yüzde 16,1 artarak 36.040 olmuştur. Otomobil satışları ise geçen ay bir önceki yılın aynı ayına göre 2 katına çıkmış, ticari araç satışları aynı dönemde yüzde 55 artmıştır ve geçen ay yüzde 6,1 oranında artarak 14,8 milyar dolara ulaşan ihracat rakamı, cumhuriyet tarihinin en yüksek ocak ayı ihracatı olarak kayıtlara geçmiştir.

Ekonomik Güven Endeksi, Tüketici, Hizmet, Perakende Ticaret ve İnşaat Sektörü Güven Endeksleri ocak ayında artmaya devam etmiştir. Ekonomimiz bu yıl inşallah hedeflenen hatta hedefin üstünde yüksek büyüme oranına ulaşacaktır, buna mukabil bazı felaket tellalları ve kriz çığırtkanları ortaya çıkan olumlu gelişmeleri bilinçli olarak gölgeleme niyetindedir. Siyasette kaos peşinde olanların ekonomide de gerçekleri saptırma gayreti içinde olduklarını, ayrıca ipe sapa gelmez iddialarla Cumhurbaşkanlığı hükûmet sistemini yıpratma amacıyla harekete geçtiklerini görüyoruz. Milletimiz şahittir ki Cumhurbaşkanlığı hükûmet sistemiyle daha etkin, hızlı ve isabetli kararlar alma imkânına kavuşan Türkiye, devasa sorunlarla baş etme ve küresel meydan okumalara karşı koyma kabiliyetini güçlendirmiştir. Cumhurbaşkanlığı hükûmet sistemi, Türk devlet geleneğine en uygun sistemdir. Cumhuriyetimiz yeni sistemle sağlam esaslara bağlanmış, daha da güçlenmiştir. İnanıyoruz ki Cumhurbaşkanlığı hükûmet sistemiyle başlayan dönem siyaset ve devlet hayatının sıçrama tahtası, önümüzdeki bin yılların altın anahtarı olacaktır; Türkiye, Cumhurbaşkanlığı hükûmet sistemiyle lider ülke ve küresel güç hâline gelecektir.

Değerli milletvekilleri, Türk bankacılık sektörü iç ve dış kaynaklı belirsizlikler nedeniyle zorlanmış olsa da çabuk toparlanmış ve yaşanan uluslararası baskıya rağmen 2019 yılında beklenenden daha iyi performans göstermiştir. Bankacılık sektörünün 2019 yılı toplam aktifleri geçen yıla göre yüzde 16,1 artışla 4 trilyon 491 milyar liraya ulaşmıştır. Sektörün öz kaynakları ise yüzde 16,6 büyüyerek 492 milyar lira seviyesine çıkmıştır. Sermaye yeterliliği oranı 2018 yılında yüzde 17,3 iken 2019 yılında yüzde 18,4’e yükselmiş; çekirdek sermaye yeterlilik oranı da yüzde 13,8’den yüzde 14,2’ye çıkmıştır. Bu durum bankacılık sistemimizin güçlü yapısını açık bir şekilde ortaya koymakta, hâlihazırda yüksek olan güven algısını daha da desteklemektedir.

Ülkemiz finansal sektörünün denetim ve düzenleme çerçevesinin uluslararası ilke ve standartlara tam uyumunun sağlanması, ekonomik büyümeye katkı sağlama gücünü artıracaktır. Uluslararası standart ve ilkeler başta Basel Bankacılık Denetim Komitesi ve Finansal İstikrar Komitesi olmak üzere uluslararası kuruluşlar tarafından belirlenmekte ve geliştirilmektedir.

Kanun teklifiyle, Bankacılık Kanunu’nda yapılan değişikliklerde, bankacılık sistemine güven bakımından büyük önem taşıyan bu standart ve ilkelere uyum sağlanması amaçlanmaktadır. Ayrıca, kalkınma ve yatırım bankacılığının geliştirilmesine ve katılım bankalarının çalışma prensiplerine uygun ürün ve hizmet çeşitliliğinin artırılmasına yönelik düzenlemeler yapılmakta, factoring şirketlerinin sermaye yapılarının güçlendirilmesi amacıyla kuruluşunda nakden ödenecek sermaye tutarı 20 milyon liradan 50 milyon liraya çıkarılmaktadır.

Finansal piyasalarda güven ve istikrarın sağlanması, kredi sisteminin etkin bir şekilde çalışması ve tasarruf sahiplerinin hak ve menfaatlerinin korunması açısından bankacılık sistemi etkili ve ihtiyatlı kurallarla düzenlenmektedir. Bu kurallara uyum bakımından etkin denetimlerin yanı sıra mevzuata aykırılıkların caydırıcı cezalara tabi tutulması önem arz etmektedir.

Kanun teklifinde, bankacılık mevzuatındaki mevcut idari para cezası tutarları güncellenmekte, iki yıl içerisinde aynı aykırılığın tekrarlanması durumunda Bankacılık Düzenleme ve Denetleme Kuruluna idari yaptırımı ağırlaştırma yetkisi verilmektedir.

BDDK denetimleri sonucunda bankacılık sistemini tehlikeye düşürdükleri tespit edilen banka mensupları da “imza yetkisi geçici kaldırılacaklar” kapsamına alınmaktadır.

Finansal piyasalarda manipülasyon ve yanıltıcı işlemlerin tanımı yapılarak hangi işlem ve uygulamaların bu kapsama gireceğinin BDDK tarafından belirlenmesi ve Resmî Gazete’de yayımlanması öngörülmektedir. Bu işlem ve uygulamaları yapanlara, sağlanan menfaatin 2 katından az olmamak üzere, bir önceki yıla dair faiz, kâr payı gelirleri, alınan ücret ve komisyonlar ile bankacılık hizmet gelirleri toplamının yüzde 5’ine kadar idari para cezası uygulanması düzenlenmektedir. Bu konuda Avrupa Birliğinin 596/2014 sayılı Direktifi’nde öngörülen ceza yıllık cironun yüzde 15’i olarak belirtilmiştir.

Kanun teklifiyle, bir bankanın dâhil olduğu risk grubu, sahipleri ve yöneticileri ile eş ve çocuklarını içerecek şekilde yeniden belirlenmektedir. Kamuya ait bankalar ile kamu kurum ve kuruluşlarına dair risk grupları da yeniden tanımlanmaktadır.

Türkiye Varlık Fonu Yönetimi Anonim Şirketi ve Türkiye Varlık Fonu ve bunların sahip olduğu fonlarla yapılan işlemler de kredi sınırlamalarına tabi olmayan işlemler arasına alınmaktadır.

Değerli milletvekilleri, kanun teklifinde, bankaların mali bünyelerinde herhangi bir sorun mevcut olmasa bile oluşması muhtemel sorunların ve alınması gereken önlemlerin önceden belirlenerek hazırlayacakları önlem planının BDDK’ye gönderilerek denetime hazır tutulması suretiyle gözetim ve denetim süreçlerinin etkinliğinin artırılması, karar alma ve uygulama süreçlerinin hızlandırılması amaçlanmaktadır.

Kanun teklifiyle yapılan bir başka düzenlemede, bankaların her türlü işlemlerinden elde ettikleri ücret, masraf, komisyon ve diğer menfaatlerin nitelikleriyle azami miktar ya da oranlarını tespit etme, bunları kısmen veya tamamen serbest bırakma hususundaki yetkiler doğrudan Merkez Bankasına verilmektedir. 10 Şubat 2020 tarihli Resmî Gazete’de yayımlanan BDDK Yönetmeliği ve Merkez Bankası Tebliği’yle bankaların alabileceği ücret ve komisyonlara sınırlamalar getirilmiştir. Vatandaşımız, bankalarda yaptığı işlemlerde çeşitli adlarla istenen ücret ve komisyonları yıllardır çaresizce ödemek durumunda kalmıştır. Bu durum, vatandaşlarımızın en fazla şikâyetçi olduğu konulardan biridir. Milliyetçi Hareket Partisi olarak uzun süredir dile getirdiğimiz ve düzenleme yapılmasını istediğimiz bu konunun düzen altına alınması memnuniyet vericidir.

Bankacılık sektörünün iki alanda potansiyel sorunu bulunmaktadır: Dolarizasyon ve takipteki alacaklar. Bankaların yabancı para mevduatının toplam mevduata oranının yüzde 51’e yükselmesi bankacılık sektörü için sıkıntı oluşturmaktadır. Enflasyonun tek haneye gerilemesinin desteği ve Türk lirasının değer kazanmasıyla güvenin artması dolarizasyonu azaltabilecektir.

Bankaların 2018 yılında yüzde 3,87 olan takipteki alacaklarının nakdî kredilere oranı 2019 yılında yüzde 5,36 düzeyine çıkmıştır. Takipteki alacakların yönetimi, sektörün mali yapısı ve kârlılığı açısından kritik önem taşımaktadır.

Geçen yıl Bankacılık Kanunu’nda düzenleme yapılarak kredi borçlarını ödeyemeyen firmalarımızı tekrar üretime yönlendirebilme amacıyla finansal yeniden yapılandırma öngörülmüştür. BDDK Yönetmeliği ve Bankalar Birliği tarafından hazırlanan çerçeve anlaşmalar kapsamında finansal yeniden yapılandırma uygulamasına başlanmış ancak henüz önemli bir sonuca ulaşamayan çalışmalar devam etmektedir. Finansal güçlük içinde bulunan ancak mali sisteme olan borçlarının yeniden yapılandırılması yoluyla faaliyetine devam etmesi imkân dâhilinde olan firmalara faaliyetlerini sürdürebilecekleri bir ortamın sağlanması, bu şekilde ilgili firmaların ticari faaliyetlerinin genişlemesi ve katma değer yaratmaya devam etmeleri suretiyle ekonomiye yeniden kazandırılmaları ve istihdamın artırılması çok önemlidir. O nedenle, finansal yapılandırma uygulamasından etkili sonuçlar alınması için gereken önlemler alınmalıdır.

Türkiye zor bir ekonomik dönemden çıkmıştır, ekonomik göstergeler önümüzdeki dönem için umut vermektedir. Bu süreçte reel sektöre yönelik bazı kararların alınmasının tam zamanıdır. Ekonomik sıkıntılardan dolayı borçlarını ödeyemez duruma düşen ticaret ve meslek erbabımızı, esnafımızı ve çiftçimizi rahatlatacak yeni politikalara ihtiyaç bulunmaktadır. Tarımsal krediler ile esnaf kredilerinin faiz oranlarının düşmesi çok olumludur fakat faiz oranları düşmekle birlikte, kara listede yer alan birçok esnaf ve çiftçi uygun kredi şartlarından maalesef yararlanamamaktadır. Esnaf ve çiftçi verilen kredilere ulaşamadıktan sonra, var olan borçlarını ödemekte zorlandığı süreçte faiz oranının düşmesinin onlar için hiçbir anlamı kalmamaktadır. Esnaf ve çiftçimizi rahatlatmak, ekonomiye canlılık kazandırmak, yeni kredilerin ve yatırımların önünü açmak amacıyla sicil affı mutlaka çıkarılmalıdır.

Diğer taraftan, vergi ve SGK primlerine ilişkin hem yapılandırma taksitlerini ve hem de cari yükümlülüklerini yerine getiremeyen çok sayıda kişi bulunmaktadır. Yeniden yapılandırmanın vergi sistemine olan güveni sarstığı, vergi ahlakını bozduğu, bu konuda toplumda sürekli bir beklenti ortamının doğmasına neden olduğu doğrudur ancak son iki yılda yaşanan sıkıntılar ve hâlen ekonomide yaşanan toparlanma dikkate alındığı takdirde içinde bulunulan şartlar yeni bir yapılandırma yapılmasını kaçınılmaz kılmaktadır. Vergi ve prim tahsilatının artırılması yanında, vatandaşın rahatlatılması için eski yapılandırma borçları dâhil tüm borçların birleştirilerek yeni bir yapılandırmaya gidilmesi, cari ay ödemeleriyle birlikte ödenebilecek uygun faiz ve uzun vade öngörülmesi hem amaca ulaşılması ve hem de tekrar bir yapılandırma ihtiyacı doğmasına meydan verilmemesi açısından önem arz etmektedir.

Diğer yandan, bankalara olan kredi borçları katlanarak artan ve başta mazot, gübre ve elektrik olmak üzere, girdi fiyatları pahalılaşan çiftçimiz gerçekten zor durumdadır. Mevcut uygulamada çiftçimizin kredi yapılandırmalarına yüksek faiz uygulanmaktadır. Ziraat Bankası ve Tarım Krediye olan borçlarında, çiftçilerin ödeyebileceği uygun şartlarda yapılandırmayı içeren bir düzenleme ivedilikle yapılmalıdır.

Yine, çiftçimiz zamlarla iyice artan elektrik faturalarını ödemekte zorlanmaktadır. Tarımsal sulamada ve seralarda kullanılan elektrik için daha düşük tarife belirlenmelidir. Ayrıca, elektrik fatura bedellerinin hasat sonrası fatura edilerek tahsili sağlanmalıdır.

Diğer taraftan, Konya Ovası’nda ruhsatsız ya da depo ve benzeri adlarla izin alınmış çok sayıda yer altı su kuyusu bulunmaktadır. Bu kuyular yıllardır kullanılmakta, elektrik faturaları ödenmektedir. Çiftçimiz, kuyu barışı yapılması suretiyle bu kuyulara ruhsat verilmesini istemektedir.

Yine, pancar üreticisine kotasını dolduramadığı için verilen kota cezalarında üreticinin kendi elinde olmayan sebepler dikkate alınmalı, kota cezaları mutlaka kaldırılmalıdır.

Velhasıl çiftçimizin sorunlarının çözümüne yönelik acilen bir tedbir paketi uygulamaya konulmalıdır. Bu sorunlar giderilmeli ki çiftçimiz daha fazla üretsin ve ekonomik büyümeye daha fazla katkı sağlasın.

Değerli milletvekilleri, kanun teklifiyle Sermaye Piyasası Kanunu’nda yapılan değişikliklerde sermaye piyasalarının derinliğinin ve rekabet gücünün artırılması amaçlanmaktadır. Piyasanın ihtiyaçları ve yatırımcı menfaatleri açısından mevcut düzenlemelerin güncellenmesi çerçevesinde “borçlanma aracı sahipleri kurulu” oluşturulmakta ve tüzel kişiliği olmayan yatırım fonları, konut ve varlık finansman fonlarının ticaret siciline kayıt edilebilmelerinin önü açılmaktadır. Ayrıca, uzun vadeli ve yoğun sermaye isteyen yatırımların finansmanının sağlanması amacıyla proje finansmanı fonu ve projeye dayalı menkul kıymetlere dair yeni bir düzenleme getirilmektedir.

Kanun teklifinin ülkemiz ve milletimiz için hayırlı olmasını diliyorum. Milliyetçi Hareket Partisi olarak bu kanun teklifine destek verdiğimizi belirtiyor, saygılarımı sunuyorum. (MHP ve AK PARTİ sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – Söz sırası Halkların Demokratik Partisi Grubu adına İstanbul Milletvekilimiz Sayın Hakkı Saruhan Oluç’a aittir. (HDP sıralarından alkışlar)

Süreniz yirmi dakika Sayın Oluç.

HDP GRUBU ADINA HAKKI SARUHAN OLUÇ (İstanbul) – Teşekkür ederim Sayın Başkan.

Sayın vekiller, bu Bankacılık Kanunu’yla ilgili konuşmaya başlamadan önce, kanun teklifiyle ilgili, usulle ilgili bir şey söylemek istiyorum. Yasama etiğinin aslında bir kez daha çiğnendiği bir teklifle karşı karşıyayız. İlk değil bu, her teklif geldiğinde bunu muhalefet partileri ifade ediyorlar, söylüyorlar ama bu konuda herhangi bir değişim yaşanmıyor. Bir anlayış değiştirmedikçe de bu son olmayacak belli ki bütün kanun tekliflerinde benzer sorunlarla karşılaşacağız. Bankacılık sektörü gibi önemli bir alanı düzenleyen bir kanun teklifi apar topar ve yangından mal kaçırırcasına Plan ve Bütçe Komisyonundan geçiriliyor, şimdi de burada mümkün olduğu kadar hızlı bir şekilde Genel Kuruldan geçmesi için çaba harcanıyor.

Çok önemli maddeler var içinde. Baktığımızda, bazı maddelerde gerçekten olumlu değişiklikler olmakla birlikte bazı maddeler ciddi sıkıntılar taşıyor. Bu kanun teklifinin her bir maddesi üzerinde ciddi anlamda çalışılması, ne getirip ne götüreceğinin hem meslek örgütleriyle hem de sektör çalışanlarıyla müzakere edilmesi gerekir ama bu konuda ne yazık ki gereken adımlar atılmamış vaziyette. Örneğin, biz, Bankalar Birliğinin görüşünün ne olduğunu, detaylı olarak önerilerinin ne olduğunu bile öğrenememiş vaziyetteyiz doğrusu. Bankalar Birliğinden mi kaynaklanıyor bu eksiklik yoksa başka bir yerden mi kaynaklanıyor, bunu elbette ki bilmiyoruz ama öğreniriz yakın zamanda diye düşünüyorum.

Şimdi, Bankacılık Kanunu tartışılırken bir iki ufak hatırlatma yapmak istiyorum çünkü baktığımızda, ülke tarihinin en derin ekonomik krizlerinden biri en son 2001 yılında yaşandı; uygulanan yanlış ekonomi politikaları iflas etti, ülke ekonomisi hızlı bir çöküşe gitti ve o dönemi hatırlayanlar bilir, Türkiye bir gecede dolar bazında neredeyse yüzde 30 yoksullaşma yaşadı. İktidarın değişimine yol açan bir kriz oldu bu 2001 krizi ve baktığımızda, yine, bu 2001 krizi esasen bir bankacılık kriziydi, ağır basan yanı orasıydı, finansal kriz yanı ağır basıyordu. Bunun sonucunda, yaşanan kriz sonucunda Türkiye, IMF’ye daha mahkûm hâle geldi. Krizin ertesinde ülkede iktidar el değiştirdi ve Adalet ve Kalkınma Partisi iktidarı işbaşına geldi. İlk uygulamalarda IMF ve Dünya Bankasının programları sahiplenildi ve ondan sonra, 2005 yılında Bankacılık Kanunu çıkarıldı ve 2001 krizine yol açmış olan sıkıntıları giderebilmek için oldukça sert önlemlerle bankacılık sektörü disipline edildi. Şimdi, bunları hatırlatmak için söyledim aslında. Niye “Sert önlemlerle disipline edildi bankacılık sektörü.” diyorum? Bu Bankacılık Kanunu Teklifi’nin bazı maddelerindeki düzenlemeler aslında 2005 yılında çıkan Bankacılık Kanunu’ndan daha sert bir düzenlemeyi içeriyor. Biraz sonra bazı maddelerine değineceğim, tartışırken de diğer maddeleri üzerine arkadaşlarımız bu konularda konuşacak.

Fakat şunu hatırlatmak lazım: Her ne kadar iktidar bu konuda farklı bir dil tutturmaya çalışıyorsa da, her ne kadar Hazine ve Maliye Bakanı pembe tablolar çizmeye çalışıyor olsa da Türkiye bir ekonomik kriz dönemini yaşamaya devam ediyor, makroekonomik veriler toparlanmaya dair güçlü işaretler vermiyor iddia edildiği gibi; büyüme oranları açısından da baktığımızda, bütçe açıkları açısından da baktığımızda, enflasyon, işsizlik oranları açısından baktığımızda iktidarı rahatlatacak bazı güçlü işaretlerin olduğunu göremiyoruz, böyle bir durum yok. Bakıyoruz, enflasyon, TÜİK’in tüm manipülasyonlarına ve enflasyonu düşük gösterme çabalarına rağmen çift hanede devam ediyor. Son beş yıldaki gıda fiyatları artışına baktığımızda vahim bir durumla karşı karşıya kaldığımız görünüyor. İşsizlik rakamlarına baktığımızda, yüzde 13-14 aralığında salınan bir işsizlik söz konusu. Yine, son verilere baktığımızda, 15-24 yaş arası genç işsizlik de yüzde 25’in üzerine çıkmış vaziyette yani her 4 gençten 1’i işsiz aslında.

Ekonomik kriz ve buna bağlı intiharlar gibi toplumsal sorunlarla da karşılaşıyoruz yani her gün, bu konularda buna benzer çeşitli örnekler yaşanıyor.

“Ekonomide her şey yolunda.” algısını oluşturmak ve 2018’de yaşadığımız gibi bir döviz şokunu baskılamak için 2019’da, biliyoruz, Merkez Bankası, kamu bankaları aracılığıyla 40 milyar civarında dolar, döviz satışı yapmıştı. Son dönemde, ABD Merkez Bankasının -yükselme emareleri vererek- faizi sabit tutması, dış politikada yaşadığımız özellikle Suriye ve İdlib krizi, son dönemde özellikle doların yeni bir şok yaşatacağına dair işaretler veriyor ve iktidar, yine Merkez Bankası aracılığıyla buna müdahale ediyor.

Henüz senenin başındayız, buna rağmen, bir buçuk aylık sürede, dolar kurunu 6 lira seviyesinde tutmak için piyasaya en az 13 milyar dolarlık bir müdahalede bulunulduğu Merkez Bankası bilançolarıyla açığa çıkmış vaziyette. Hatta, söz konusu rakamlara Libya’dan gelmiş olan 4 milyar dolarlık döviz yardımını da eklersek toplamda 17 milyar dolarlık bir satış gerçekleşmiş son bir buçuk ayda ve bu rakama baktığımızda, 2019’da verilen bütçe açığına hemen hemen eşit olan bir meblağ karşımızda. Bu, vahim bir durum aslında.

İktidar, günü kurtarmaya çalışan aceleci bir yasama mantalitesiyle hareket ediyor ve özellikle ekonomi alanında bu mantalite kendini çok net bir biçimde ortaya koyuyor. İktidarın ekonomi politikalarının rotasına baktığımızda, hem yasama önceliğinde bunu görüyoruz hem de uygulamalarda bunu görüyoruz. Geçen haftalarda tartıştık; deprem oldu, çığ oldu; biz burada İmar Kanunu’yla uğraştık, Ahlat’a saray yapılıp yapılmayacağını tartıştık. Geçtiğimiz hafta Hatay’da bir baba açlık ve yoksulluktan çaresizce kendisini yaktı; Konya’da bir tır şoförü borçları nedeniyle intihar etti; Şırnak’ta evli ve 4 çocuk babası Nezir Kılıç Cizre Kaymakamlığı binasının penceresine çıkarak canına kıydı; Van Erciş’te 24 yaşındaki bir kişi yaşamına son verdi; İstanbul Üniversitesi öğrencisi Hakan Taşdemir yaşadığı ekonomik sorunlar nedeniyle intihar etti. Saymaya devam ederiz, maalesef çok büyük bir listeyle karşı karşıyayız.

Bütün bunlar olurken gündeme bankacılık sektörüyle ilgili bir kanun teklifi geliyor. Yani öncelik nedir? Öncelik, iktidarın önceliği bankacılık sektöründe düzenleme yapmaktır. Hâlbuki olması gereken şey nedir? Sosyal politikalarda, istihdam politikalarında… Öğrenci borçlarına, EYT’lilerin, çiftçilerin ve esnafın sorunlarına, asgari ücretle açlık ve yoksulluk sınırının altında yaşayanların sorunlarına ve işsizliğe çözüm bulacak teklifleri burada tartışmak gerekiyor. Ancak iktidarın tercihi yine halktan ve emekçiden, işçiden yana bir tercih, yoksuldan yana bir tercih değil gördüğümüz gibi. Şimdi, iktidarın bu tutumuna baktığımız zaman, biz eleştirdiğimizde buna itiraz ediyorlar ama gerçekten ciddi bir sıkıntı yaratıyor bu tercih farklılığımız.

Şimdi, iktidarın bir korkusu nedir, niye alelacele bu tür kanun tekliflerini çıkarmaya çalışıyor? Çünkü yaşanmakta olan ekonomik krizi her ne kadar örtmeye çalışsa da 2001 krizi gibi bir kâbusun yaşanmasından çok ciddi olarak çekiniyor, bu kâbusun gerçeğe dönüşmesi ihtimali iktidarı gerçekten çok ciddi olarak endişelendiriyor. Bu kanun teklifiyle, peki, bu kâbusun yaşanmasından uzaklaşılabilir mi? Seçilen yol yanlış olduğu için uzaklaşılamayacak gibi görünüyor.

Şimdi, ülkedeki tüm alanlarda yaşanan merkezîleşme ve otoriterleşme, her şeyin tek bir karar noktasına taşınması, saraya bağlanması aslında bankacılık sektörünün de üzerine düşen payı almasına yol açıyor.

Şimdi, bu kanun teklifiyle murat edilenleri, hani, birkaç maddede toplayacak olursak bir tanesi, özel bankaların iktidarın ekonomi politikalarına tam destek vermeye zorlanması hedeflenmektedir yani kamu bankalarına yaptırılan işlemlerin özel bankalara da yaptırılmaya çalışılmasıdır. Bunu, bu kanun teklifinin ruhunda görüyorsunuz, tek tek maddelere baktığımızda bunu görüyorsunuz; gerçekten özel bankalara uygulanacak bir siyasi baskı bu kanun teklifiyle yasal hâle getirilmeye çalışılıyor, hele hele kredi musluğunu açmaya yanaşmayan özel bankalara baskının dozu iyice artırılmak isteniyor. İktidar bunu neyin üzerinden yapacak? BDDK üzerinden yapacak. Bu amaçla BDDK’nin yetkileri artırılıyor.

Peki, BDDK bağımsız bir kurum mu? Değil yani olmadığını biliyoruz çünkü yine, 2011 tarihli bir kanun hükmünde kararnameyle düzenleyici ve denetleyici kurumların bağımsızlığı neredeyse tümden rafa kaldırıldı ve bunların her biri ilgili bakanlıklara bağlı kuruluşlar hâline getirildi ve âdeta hükûmet kurumu hâline geldiler. Dolayısıyla, bu kanun teklifiyle de bankacılık, sermaye piyasaları ve finans sektörü, doğrudan ilgili bakanlıklara bağlanmış olan BDDK ve SPK eliyle siyasi bir dizayna tabi tutulacak. Bunun yaratacağı sonuç çok açık; aslında büyük bir güven sorunu ortaya çıkacak ve bu kanun teklifi, ne yazık ki bankacılıkta ve ekonomide güven kriterinin dikkate alınmamış olduğunu gösteriyor.

Bakın, bu konuda madde 1’den başlamak istiyorum, gerçekten çok sıkıntılı bir madde. Bankacılık sistemini tehlikeye düşürdükleri tespit edilen banka mensuplarının imza yetkisinin geçici olarak kaldırılmasını düzenleyen bir madde bu. Hangi eylemlerin bankacılık sistemini tehlikeye düşüreceğinin belirtilmemesi, kanunu suistimale açık bir hâle getiriyor, elbette ki siyasi baskıya da açık bir hâle getiriyor. Yani bankacılık ve finans sektöründeki sorunların çözümünün yolu ekonomide güven ortamının tesis edilmesinden geçer; bu, tam tersi bir yol oluyor aslında.

Şimdi, bir başka maddeye baktığımızda -11’inci madde- Adalet ve Kalkınma Partisinin bir anlayışını orada da görüyoruz. Adalet ve Kalkınma Partisi bir gerçek tekeli oluşturmaya çalışıyor yani gerçeğin ne olduğuna kendisinin karar verdiği bir kurumsallaşmayı esas itibarıyla hedefliyor. Bakıyoruz 11’inci maddeye, Bankacılık Kanunu’nda “Finansal piyasalarda manipülasyon ve yanıltıcı işlemler” başlığı altında, gerçeğe aykırı ve yanıltıcı bilgilerin yayılmasının manipülasyon sayılacağına ilişkin bir düzenleme. Şimdi, hangi işlem ve uygulamaların manipülasyon sayılacağını BDDK’nin belirleyeceği şeklinde ifade ediliyor. Manipülasyon kriteri muğlak, net olarak ifade edilmemiş. Yani şunu unutmamak lazım: Ekonomiye dair sadece birkaç “tweet” atıp fikrini belirttiği için insanlara soruşturma açılmış olan bir ülkedeyiz. Bu insanlar da herhangi birileri değil yani işte, ya ekonomist oluyor Mustafa Sönmez örneğinde olduğu gibi ya Merdan Yanardağ gibi bir gazeteci oluyor ya Bloomberg’de çalışan gazeteciler oluyor. Bu, ciddi bir sorun ve burada bütçe döneminde de hatırlarsanız tartışmıştık. Özellikle, Hazine ve Maliye Bakanı Albayrak, Ordu’da yapmış olduğu bir konuşmada, ekonomiye ilişkin değerlendirme yapanlar için yaptığı tariflerde “Terör eylemlerinde gördüğümüz ekiplerden farkı yok.” cümlesini kullanmıştı yani ekonomi üzerine konuşanların, eleştirenlerin, fikir beyan edenlerin bozguncu olduğunu düşünüyor aslında iktidar. O zaman bu tartışıldı ve hatırlayalım, yine haziran ayında BDDK 38 kişiye dava açmıştı “Ekonomik düzen ve istikrarı hedef alıyorlar.” diyerek. Bütün bunları şimdi kanuna taşıyoruz ve BDDK’ye inanılmaz yetkiler veriyoruz. Muğlak, esas önemli olan mesele bu, muğlaklık var ortada ve bu yetkiler aslında o muğlaklıktan kaynaklanıyor. Dolayısıyla, ekonomi üzerine her türlü eleştiriyi yapacak olanların sesini kısmak böylesi kriz dönemlerinde belki iktidarın işine geliyor ama bu, baktığımızda, düşünce ve ifade özgürlüğü açısından uygun bir durum değil.

Üstelik de bu korku nedendir? Bütün televizyonlar elinizde, bütün gazeteler elinizde, bütün radyolar elinizde; medyanın her yerine istediğiniz gibi hükmedebiliyorsunuz. Buna rağmen, ufak tefek eleştirel sese, söze bile hiçbir şekilde tahammül edemiyorsunuz. Bu, tabii ki düşünce ve ifade özgürlüğü açısından son derece sorunlu bir iktidar yapısının olduğunu gösteriyor.

Manipülasyon ve yanıltıcı işlemlerin neler olduğunun sınırlarının, kanun teklifinin bu maddesinde net bir şekilde belirlenmesi gerekiyor. Aksi takdirde, iktidarın keyfîliğine açık bir müdahale alanı çok net olarak açılmış olacaktır ve bu keyfîlik, kabul edilebilir bir keyfîlik değildir.

Diğer maddelerde de buna benzer şeyler var; 14, 15, 16’ncı maddelere baktığımızda da görüyoruz. Yani iktidar “Tek gerçek bizde, tek doğru bizde, bizim söylediğimiz her şey doğrudur, eleştiren herkes yanlıştır.” mantığıyla meseleye yaklaşıyor ve bu anlayış, sonuçta, iktidarın kamusal ve demokratik meşruiyetini yitirmesine neden oluyor. Bu, çok ciddi bir sorun ve kamuoyu araştırmaları da saha çalışmaları da bunu gösteriyor aslında; kamusal meşruiyette ve demokratik meşruiyette çok büyük bir zaaf oluşmuş vaziyette. Bu gerçeklikten kopuş ruh hâlinin aslında teklifin içinde de olduğunu görüyoruz.

Teklife bakıyoruz, Kanal İstanbul akıllardan gitmemiş; Bankacılık Kanunu’nu konuşuyoruz, Kanal İstanbul işin içinden çıkıyor. Neden? Çünkü biliyoruz, dış finansman bulunamıyor, sıkıntı var. Ne demişti Adalet ve Kalkınma Partisinin Genel Başkanı: “Dış finansman bulamıyorsak iç kaynaklarla yaparız.” Şimdi, işte, bu kanun teklifinde Kanal İstanbul’u görüyoruz. Nerede görüyoruz? İki noktada görüyoruz Kanal İstanbul’u; bir, proje finansmanı düzenlemesinde, bir de kitle finansmanı seçeneğine başvurma meselesinde görüyoruz. Yani büyük projelere, iktidarın deyimiyle “çılgın projelere” yurttaşların ortak olması sağlanmak isteniyor. Böylece hem finansal kaynak yaratılacak hem de yurttaşların rıza sorunu giderilmiş olacak; aslında yurttaşlar günaha ortak edilecek.

Kanal İstanbul’u bu maddelerde görüyoruz ama yetmiyor Kanal İstanbul’un bu maddelerde çıkması, bir yerde daha karşımıza çıkıyor. O da nerede? Varlık Fonunda yani paralel hazine imkânlarında çıkıyor karşımıza. Varlık Fonuna sınırsız borçlanma yetkisinin verilmesinin önemli bir nedeni Kanal İstanbul’dur. Plan ve Bütçe Komisyonunda 31’inci ve 34’üncü maddelerde yapılan tartışmalara baktığımızda da zaten bunu görüyoruz, orada itiraf edildiğini de görüyoruz. Varlık Fonunun işsiz ve işlevsiz kalması böylelikle engellenecek ve Varlık Fonu yani aslında, Türkiye’deki bütün yurttaşların yıllarca büyük emekleriyle, alın terleriyle, katkılarıyla oluşmuş, vergileriyle oluşmuş zenginlikler, işte Ziraat Bankasından BOTAŞ’a kadar, Borsa İstanbuldan Türk Hava Yollarına ve Halkbanka kadar birçok kurum; hakikaten halkın vergileriyle ve emekleriyle oluşmuş olan bu zenginlikler, bu kurumlar aslında ne olacak? Varlık Fonu üzerinden Kanal İstanbul’un finansmanı için değerlendirilecek. Bu, böyle bir zihniyet. Yani gerçekten vahim bir durumla karşı karşıyayız. Yani kanun teklifinde dönüp dolaşıp Kanal İstanbul’u bir şekilde düşünmek ve buna uygun düzenlemeleri yapmak, gerçekten iktidarın bu konuya çok ciddi ölçüde takılmış olduğunu gösteriyor.

Son olarak bir konuya daha değinmek istiyorum ki bu maddeler de esas itibarıyla ifade özgürlüğünün ciddi ölçülerde sıkıntıya girdiği görünen maddeler. Şimdi, biz ifade özgürlüğü önündeki engeller kalksın, bu tür engellemelerden uzaklaşalım derken iktidar bakıyoruz yeni düzenlemelerle yeni yasaklar getirmeye çalışıyor.

Şimdi, bu internet sitelerine erişim meselesi son derece ciddi bir mesele, yine çok muğlak ifade edilmiş bir mesele. Mahkemelerce ve idari makamlarca alınan engelleme kararlarına baktığımızda, sadece 2018 yılında 3.306 haber sitesi adresi olmak üzere, toplamda 54.900 siteye; bugüne kadar ise toplam 245.825 siteye erişimin yasaklandığını görüyoruz. Gerçekten vahim bir tablo bu. Yani baktığımızda herhâlde dünyada bu tür engellemelerin en fazla olduğu birkaç ülkeden bir tanesiyizdir. Bütün bu yasaklamalara, engellemelere baktığımızda, yine Adalet ve Kalkınma Partisi Genel Başkanının sosyal medya üzerine son günlerde söylediği sözlere baktığımızda, bu konudaki sıkıntıların ne kadar büyüyebileceğini de görüyoruz. Hâlbuki, mesela Anayasa Mahkemesi, erişimin engellenmesinin istisnai bir durum olması gerektiği yönünde ilkesel bir karar vermiş vaziyette ama Anayasa Mahkemesinin bu tür kararlarına karşı, sulh ceza mahkemeleri direniyor ve bunları uygulamıyor. Avrupa İnsan Hakları Mahkemesine bakıyoruz; Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi de erişimin engellenmesinin, sözleşmenin 10’uncu maddesinde korunan ifade özgürlüğüne müdahale niteliğinde olduğunu saptıyor ve bu konuda eleştirilerini iletiyor. Ama bu konu da Avrupa İnsan Hakları Mahkemesinden geldiği için iktidarı çok ilgilendirmiyor gibi görünüyor. Dolayısıyla, aslında Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi “Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’ne aykırı maddelerde değişiklik yapın.” derken, biz tam tersine, finansal bozguncu olarak gördüklerimize, yeni erişim engelleri, ifade engelleri getirmeye çalışıyoruz. Yani, bu açılardan baktığımızda, bu kanun teklifinde gerçekten çok ciddi sorunların olduğu maddeler var. Bazı teknik düzenlemelerde sorunlar yok, eksikler var, onlar giderilebilir ama çok ciddi sorunlar...

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN – Tamamlayın.

HAKKI SARUHAN OLUÇ (Devamla) – Toparlıyorum.

Yani demokrasi açısından baktığımızda, ifade özgürlüğü açısından baktığımızda, piyasa koşulları açısından baktığımızda, bazı maddelerde çok ciddi sıkıntılar olduğu görünüyor ve tam denetim altında olmayan özel bankaları ceza tehdidiyle zapturapt altına almayı hedefleyen bir kanun teklifi olarak görüyoruz. Varlık Fonu üzerinden denetimsiz bir biçimde finansman sağlamak için maddeler içeren bir kanun teklifi olduğunu görüyoruz. Yani aslında, ekonomideki kötü gidişe dikkat çekenlerin sesini kısmayı hedefleyen bir kanun teklifi olarak görüyoruz. Bu nedenle eleştirilerimizi madde görüşmelerinde de dile getireceğiz.

Dinlediğiniz için teşekkür ederim. (HDP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – Teklifin tümü üzerinde söz sırası, Cumhuriyet Halk Partisi Grubu adına Konya Milletvekilimiz Sayın Abdüllatif Şener’e aittir. (CHP sıralarından alkışlar)

Süreniz yirmi dakika Sayın Şener.

CHP GRUBU ADINA ABDÜLLATİF ŞENER (Konya) – Sayın Başkan, sayın milletvekilleri; görüşülmekte olan kanun teklifi üzerinde Cumhuriyet Halk Partisi adına söz almış bulunuyorum ve heyetinizi saygıyla selamlıyorum.

Bu vesileyle, Gezi davası nedeniyle bugün haklarında beraat kararı verilen Osman Kavala ve aynı davadan yargılanan ve yine beraat kararı alan 9 yurttaşımıza geçmiş olsun dileklerimi huzurunuzda iletmek istiyorum.

Aslında, bugün karara bağlanan bu dava bile, Türkiye’deki hukuk düzeninin ne hâle geldiğini özellikle tutuklu yargılamaların ortaya çıkaracağı mahzurları açık seçik bir şekilde göstermektedir. Düşünceleri nedeniyle, belli bir eylem anlayışı nedeniyle, demokratik nitelikteki eylemleri nedeniyle bazı insanları dört duvar içerisine hapsederseniz, iki buçuk yıl bu dört duvar arasında yargılarsanız, sonra “Yanlış yapılmış, yeterli delil yok.” diye beraat kararı verirseniz bu tutuklu yargılamaların gözden geçirilmesi ve daha dikkatli bir şekilde uygulanması gerektiği sonucuna ulaşırsınız.

Aslında sadece bu konuyla bağlantılı değil, Türkiye'nin hukuk düzeninde sorun vardır ve bu sorun, Türkiye’deki ekonomiyi tahrip eden, ekonomiyi krize sokan, son iki, üç yıldır bütün ekonomik göstergeleri bozan ana sebeptir, ana nedendir. Değerli arkadaşlar, hukuk düzeninin bozulmasının özünde de “tek adam düzeni” dediğimiz düzen vardır. Her ne kadar “Cumhurbaşkanlığı hükûmet sistemi” diye anılıyor ise de bu, bir hükûmet sistemi değildir; bu değişiklik, devlet düzeniyle ilgili bir değişikliktir, tüm devletin bir kişiye teslimidir. Böyle bir devlet düzeni, sadece ekonomiyi bozmakla kalmıyor, aynı zamanda iç politikaya, dış politikaya, kurumsal yapımıza, sosyal yapımıza büyük zararlar veriyor. Çünkü bildiğiniz gibi, insanlık tarihi, yüz binlerce yıldır vardır ama insanlık tarihinin sadece son beş yüz yılında devletler vardır, insanlık tarihinin sadece yüzde 1’lik kısmında devletler vardır. Bu devletler tarihi içerisinde, dünden bugüne kadar insanlar, daha iyi bir devlet düzeni nasıl olur diye filozoflarıyla, uygulamalarıyla, halkın tepkileriyle devletin şekillenmesine sürekli katkı sağlamışlardır. Ve günümüzde artık, “anayasal devletler” vardır, “demokrasi” kavramı vardır, “erkler ayrılığı ilkesi” vardır, “çağdaş demokratik değerler” vardır ama 16 Nisan referandumuyla birlikte, bu kavramların hepsi ortadan kalkmıştır.

Nitekim, bakıyoruz, uluslararası raporlara, Türkiye'nin ismini artık, “tam demokrasiler” arasında görmüyoruz. İkinci bir kademe olarak “kusurlu demokrasiler” var. Artık, uluslararası raporlar, Türkiye’yi “kusurlu demokrasiler” arasında da göstermiyor, “hibrit rejimler” arasında gösteriyor yani “karma rejimler.” Neyin karması? “Kusurlu demokrasi” ile “diktatörlük” arasında gösteriyorlar, hatta “diktatörlüğe çok yakın” olarak gösteriyorlar.

Hem uluslararası standartlar açısından bir sorun var hem de ülkemizde kurumlar arası denge-kontrol mekanizmalarını kaldırmış olması ve özellikle de en büyük zararı ekonomiye vermiş olması nedeniyle bu rejimin önemli bir sorun olduğunu kabul etmemiz lazım. Bu, artık, bir demokrasi değil, bir monokrasi hâline dönüşmüştür.

Bazen Türk devlet geleneğine uygun olduğu ifade ediliyor. Türk devlet geleneğine de uygun değildir. Neden? Bütün Türk devletlerinde binlerce yıldır hep Başbakan var olmuştur, ya “vezir” ismi altında veya “sadrazam” ismi altında. Bu rejim, Türk devlet geleneğine de aykırıdır; Türk devlet geleneğinde olan Başbakanlığı ortadan kaldırmıştır. Hatta yargı düzeni açısından bile Türk devlet geleneğine uygun değildir. Klasik Osmanlı Dönemi’ni, Yükselme Dönemi’ni incelediğiniz zaman, orada kadıların belirlenmesinde ve atanmasında padişahın hiçbir rolü yoktur. Kadılık makamı ve ülkenin her tarafındaki kadılar şeyhülislama bağlıdır ve padişah ona karışmaz, şeyhülislamlığın atamalarıyla gerçekleşir. “Şeyhülislamı padişah atamıyor mu?” diyeceksiniz; hayır. Neden hayır? Çünkü Rumeli kazaskerleri içinden birini ataması gerekiyor, bir padişahın elinde de birkaç alternatiften başka alternatif hiçbir zaman olmamıştır. Yani hukuk düzeni açısından da Başbakanlığın kaldırılması açısından da Türk devlet geleneğine aykırıdır. Bu yapı, gerçekten sorunlu bir yapıdır ve ekonomik sorunların da kaynağıdır.

Şimdi, biz, yüzde yarımlık bir büyümeyi başarı olarak görmeye başlamışız, biz değil de iktidar kanadı. “Yüzde yarım büyüme var. Gördünüz mü, eksi büyüme yok.” diye övünmeye kalkıyor. Değerli arkadaşlar, çok partili siyasi hayata girdiğimiz günden bugüne kadar Türkiye'nin ortalama yıllık büyüme oranı yüzde 5’tir. Ortalama büyüme oranının onda 1’i kadar bir büyümeyi, tabanda patinaj yapmayı başarı olarak gördüğünüz takdirde ekonomiyle ilgili hiçbir şeyi konuşmamak lazım.

Şimdi, önümüzdeki kanun teklifinin maddelerine bakacak olursak tamamı finans sektörüyle ilgilidir. Dolayısıyla, belli bir paketle karşı karşıyayız, 40 maddeliktir. Bu 40 maddelik teklif, finans sektörünün dört temel kanununda değişiklikler yapmaktadır. Gerekçesinde de belirtildiği gibi, bazı maddeler finans sektörüyle ilgili uluslararası normlara uyum sağlama amacı taşımaktadır, bazı gereklilikleri ifade eden maddeler de bulunmaktadır. Ancak bununla beraber, geneli itibarıyla bakıldığında, bu tekliften hareketle Hükûmetin izlediği ekonomik politikalardaki zaaflarını, çelişkilerini ve yanlışlarını açık bir şekilde görmemiz mümkündür. İktidarın mevcut kriz karşısındaki şaşkınlığını, ne yapacağını bilemeyişini gösteren bir paketle karşı karşıyayız.

2009 yılında döviz geliri olmayan şirketlerin dövizle borçlanmasının yolu açılmış, ülkeyi dövize dayalı dış borçlar içerisinde boğmuş, iki yıla yakın süredir ekonomiyi dışarıdan, tefeci faiziyle borçlandırarak yüzdürmeye çalışmış bu iktidar, kriz ikinci yılını tamamlarken finans sektörünü hatırlamış, Bankacılık Kanunu’nda, sermaye piyasalarıyla ilgili kanunlarda değişiklik yapmaya niyetlenmiştir. Şimdiye kadar neredeydiniz? Niye bekliyordunuz? Neyi bekliyordunuz? Bu son derece de önemli bir sorundur. Şu geçen iki yılın hesabı nasıl verilecektir? Krizle mücadeleyle ilgili, ülkedeki sorunlarla ilgili temel bir çözümü içeren, tutarlı, bütüncül bir paket hiçbir zaman Parlamentonun huzuruna da gelmemiştir, Hükûmet de takdim etmemiştir. Sadece, günübirlik, günün ihtiyaçlarına göre, Hükûmetin, ilgililerin önüne düşen konular bir düzenleme, kısmi bir paket şeklinde açıklanmıştır ki bu paketlerin sayısı 10’u geçmiştir.

Ülkede böylesine ne yaptığını bilmeyen bir iktidar, Hükûmet yüzünden ekonomi, bir büyük felaketin içerisindedir. İşsizlik, tarihimizin hâlen en yüksek işsizliğidir, dünyanın en yüksek işsizliklerinden biridir ve büyük bir sorun olarak önümüzde durmaktadır.

Diğer taraftan, enflasyon, yıllık, on iki aylık ortalamalara göre, resmî rakamlarda bile yüzde 15 civarındadır ama gerçek enflasyonun ne olduğuna baktığımızda, bunun daha da yüksek olduğu açıktır.

Çiftçi, tarlasını ekemez hâle gelmiştir. Girdi fiyatlarındaki yükseklik, ürünlerinin para etmemesi nedeniyle, nereye giderseniz gidin, hangi tarım ürünüyle meşgul çiftçiye yaklaşırsanız yaklaşın mutlak surette feryat işitmektesiniz. Sadece tarım sektörünün 110 milyar Türk lirası borcu vardır. Borcun içine batmış, borcunu ödeyemeyen çünkü girdi fiyatları yükselmiş, ürünleri para etmemiş, borcunu ödemekte zorlanan, haciz tehdidi, baskısı altında ne yapacağını bilmeyen bir çiftçi kitlesi vardır. Esnaf aynı durumdadır, dar ve sabit gelirliler de enflasyona ezdirilmiştir.

Açıkçası değerli arkadaşlar, bu politikalar sonrasında finans sektörüyle bağlantılı sorunlar da ortaya çıkmış, özellikle bütçe açıkları son derece artmıştır. Son birkaç yılın rakamına baktığınız zaman korkunç bütçe açıklarıyla karşılaşıyorsunuz. Geçen yıl 124 milyar liralık bir büyük bütçe açığı ortaya çıkmış, bu sene de yani 2020 yılı içerisinde 138 milyar lira bütçe açığı göstermiştir Hükûmet, Sosyal Güvenlik Kurumunun açığı ise 220 milyar liradır. Bu açıkları kapatmak için kâh Merkez Bankasının kaynaklarına el uzatan, kâh hazine kaynaklarına el uzatan Hükûmet, netice itibarıyla artık sınıra dayandığını görmüştür ve bu paketle birlikte Varlık Fonunu kullanmak suretiyle yeni finansman arayışlarına sapmış görünmektedir.

Değerli arkadaşlar, hâlâ ülkenin finans sorunu çözülememiştir. Yurt dışından tefeci faiziyle borçlanılarak ekonomi yüzdürülmeye çalışılmaktadır. Şimdi, krizin ikinci yılını doldururken çözüm aramanın ve darmadağınık bazı maddelerde değişiklik yapmak suretiyle bu paketin bir çözüm olacağını zannetmenin yanlışlığı içerisinde bulunmaktasınız. Gelir yaratan üretken yatırımların yapılmayışı, ileri teknolojiye dayalı, üretime dayalı bir ekonomi kurulmamış olması nedeniyle, şu anda, rantı önceleyen, gelir yaratmayan bir düzen kurulmuştur ve bu düzen, sorunun kendisidir ama bunun asıl dayanak noktası, tek kişiye dayalı bir monokratik yapının ortaya çıkmış olmasıdır.

Kendi çıkardığı krizi çözmek yerine daha çok borçlanarak, daha çok borç peşinde koşarak yol almaya çalışmak bir çözüm değildir. Merkez Bankasının ve Hazinenin kaynaklarını tüketip şimdi Türkiye Varlık Fonunu borç iştahının merkezine dönüştürmek de asla bir çözüm değildir. Türkiye Varlık Fonunun sınırsız borçlanmasını sağlamaya, bünyesindeki bankaları, istediğiniz firmalara, yatırımlara veya projelere yasal sınırları aşan borç kaynağına çevirmeniz, sağlıklı bir finans tablosu ortaya çıkarmayacaktır. Çünkü bakın, iktisat dalında Nobel Ödülü almış olan Douglass North’un temel bir tezi vardır, diyor ki: “Bir ülkedeki ekonomik istikrar ve ekonomik performans, o ülkedeki kurumların sağlıklı olmasına bağlıdır, iyi olmasına, iyi kurgulanmış olmasına ve geliştirilmiş olmasına bağlıdır. Eğer bir ülkede kurumsal yapıda sorunlar varsa o ülkenin istikrar içerisinde olması, büyük bir ekonomi olması ve performansına uygun bir gelişme gösterebilmesi mümkün değildir.” Şimdi, böylesine dağınık, mevcut kanunlardaki maddelerle oynayan düzenlemeler, kurumsal yapıları da bozmaktadır ve bireysel veya spesifik ihtiyaçlar önüne düştükçe Hükûmet, “Şuradan şu maddeyle oynayalım, buradan bu maddeyle oynayalım.” dediği zaman, kurumsal yapıyı, ekonomiyle ilgili kurumların işlevselliğini ortadan kaldırırsınız ve bunun neticesinde sistem, kendi performansını kullanamaz hâle gelir. Piyasaların iyi işlemediği, mülkiyet hakkının garanti altına alınmadığı, hukuk düzeninin rekabeti ve iş birliğini mükemmel işler hâle getirmediği, ekonominin sermaye üretme yeteneğinden mahrum olduğu ülkelerin, ekonomik istikrar ve gelişme potansiyelini gerçekleştirebilmeleri mümkün değildir.

Böyle bir noktada şunu belirtmek istiyorum değerli arkadaşlar: Birtakım maddelerle oynamak yerine daha sistemik, içerideki finans derinliğini artırmak, yerli ve millî finans gücümüzü artırmak maksadıyla başka şeyler yapılabilirdi. 2007 yılında, bir yılı aşkın çalışmalar sonrasında, yeni bir finansman modeliyle ilgili bir kanun çıkarılmıştı, daha sonra Hükûmet bu kanunu 2008’deki “mortgage” krizi nedeniyle tereddüde düştüğü için uygulamamıştır. Burada, finans piyasalarını geliştirecek, potansiyelini artıracak ana dinamikler mevcut olduğu hâlde bugüne kadar borçların menkul kıymetleştirmesini de içeren bu yeni finans düzenlenmesi bir türlü uygulamaya konulmamıştır. Bu paket yerine o, uygulamaya konsa, ilgili kurumsal yapılar teşekkül ettirilse şu anda finansla ilgili duyulan ihtiyacı kalıcı, sistemik ve geleceğe yönelik olarak daha iyi karşılamak mümkün olabilecekti.

Bu kanun vesilesiyle şunu da belirtmek istiyorum, maddeler üzerinde arkadaşlarımız konuşacağı için ben eksiklikler üzerinde durmak istiyorum: Bakın, İhlas Finans mağdurları, Türkiye’nin önemli sorunlarından biridir. Bu kanun teklifi vesilesiyle bu sorunun giderilmesi için çaba harcanabilirdi, bir maddeyle bu sorun çözülebilirdi ama böyle bir maddeyi bu 40 maddelik paket içerisinde görmüyoruz.

Değerli arkadaşlar, İhlas Finans mağdurlarıyla ilgili konu, bu kanun teklifi Plan ve Bütçe Komisyonunda görüşülürken dile getirilmiştir ve bir önerge vermiştik, İhlas Finansın tasfiyesinin TMSF tarafından yapılması istenilmişti, reddedildi ama söz alan tüm Komisyon üyeleri, bu mağduriyetin giderilmesi gerektiği görüşünü teyit ettiler, konu üzerinde çalışılacağını ve düzenlemenin ileride yapılabileceğini ifade ettiler. Umarım bu düzenleme için iktidar milletvekilleri, hazır duruma gelmişlerdir, gerekli istişareleri yapmışlardır ve bu konu burada çözülür.

Değerli arkadaşlar, İhlas Finans mağdurlarının alacakları tam bir kangrene dönüşmüştür, on binlerce mudi kan ağlamaktadır. Kimileri İhlas Finansın kurulduğu 1995 yılında -yani tam yirmi beş yıl önce- yatırdıkları parayı, kimileri İhlas Finansın faaliyetlerinin durdurulduğu 2001 yılında yani on dokuz yıl önce yatırdıkları paraları alamamaktadırlar. Hâlâ umut ve hayal kırıklığı içerisinde bekleyen on binler vardır. Yirmi beş yıl, çeyrek asır demektir, dile kolay. Bu süre içerisinde kimi mudiler gözleri arkada ölmüşler, darıbekaya gitmişlerdir. Böyle bir zulüm görülmemiştir, bunda büyük bir vebal vardır. Bu vebal, bu konuda gerekli adımları atmayan Türkiye Büyük Millet Meclisi üyelerine aittir. Bunu ancak burası düzeltebilir. Bu kanun teklifine bir önergeyle koyacağımız madde, ölenler gitmiştir ama en azından kalanların acısını dindirmeye katkı sağlayacaktır.

İhlas Finans, 1995 yılında kurulan, 10 Şubat 2001 tarihinde BDDK tarafından 171 sayılı Karar’la faaliyetleri durdurulmuş ve tasfiye sürecine girmiş bir kuruluştur. O tarihte yürürlükte bulunan 83/7506 sayılı Kanun Hükmünde Kararname’ye göre tasfiyenin en fazla iki yıl içerisinde yapılması gerektiği hükme bağlanmıştı.

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN – Sayın Şener, tamamlayalım.

ABDÜLLATİF ŞENER (Devamla) – Tasfiye hâlindeki İhlas Finansın mudilerin haklarını ödeme düşüncesinde olmayan sahipleri, yöneticileri yoğun bir kulise girmişler, mağdurların paralarını en kısa zamanda ödeyecekleri sözünü vermişler ve bu kanun hükmünde kararname hükmü, sonunda iptal edilmiştir, yani İhlas yönetimi açıkça sözünü tutmamıştır. Aradan beş yıl geçmiş, 2005 yılında, Plan ve Bütçe Komisyonunda Bankacılık Kanunu görüşülürken başta Sayın Akif Hamzaçebi olmak üzere, CHP’li milletvekillerinin sabah namazı vakti verdiği önerge, bazı AK PARTİ’li milletvekilleri tarafından da desteklenerek kabul edilmiştir. Ancak İhlas sahipleri ve yöneticileri tekrar yoğun kulislere başlamışlar, Komisyonda giren maddenin Genel Kurulda çıkarılmasını sağlamışlardır. O günden bugüne kadar da bir on beş yıl daha geçmiştir ve hâlâ ödemeler tamamlanmamıştır.

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN – Tamamlayın Sayın Şener.

ABDÜLLATİF ŞENER (Devamla) – İhlas mudilerinin paraları üzerinde lüks ve ihtişam içinde yaşamaya devam eden İhlas sahipleri ve yönetimi, düzgün bir ödeme yapmamakta, direnmekte ve mudilerin perişanlığı devam etmektedir. Türk Ticaret Kanunu’nun genel hükümlerine göre herhangi bir şirketin tasfiyesi gibi sürdürülen İhlas Finansın tasfiyesinin on dokuz yıldır sona erdirilememiş olması, gerçekten üzerinde düşünmemiz gereken bir konudur. Tasfiye Kurulu, İhlas sahip ve yöneticilerinin kontrolündedir, ödemeler yapılmamaktadır, BDDK, SPK, bankalar, yeminli murakıpların raporlarında, İhlasın iflasa sürüklenmesinin, banka kaynaklarının bu grubun diğer şirketlerine aktarılmak suretiyle içinin boşaltılması sonucunda gerçekleştirildiği de açıkça ifade edilmektedir. Yani batmasının bir numaralı sorumluları, bugün mudilerin parası üzerinde saltanat sürdürmektedirler. (CHP sıralarından alkışlar)

Şu anda hâlen 180 milyon dolar borç kaldığı ifade edilmektedir ve Türkiye Büyük Millet Meclisinin bu konuya el atacağını umut ediyorum.

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN – Sayın Şener, selamlayalım.

ABDÜLLATİF ŞENER (Devamla) – İktidar, yapacağı istişareleri, bu arada, umut ederim ki tamamlar ve bu kanunun görüşülmesi sırasında bu konu çözülür diyorum.

Bu dilek ve temennilerle hepinize saygılar sunuyorum. (CHP ve İYİ PARTİ sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – Değerli milletvekilleri, teklifin tümü üzerinde şahıslar adına söz taleplerini karşılayacağım.

Şahıslar adına ilk söz, Bursa Milletvekilimiz Sayın Lale Karabıyık’a aittir.

Buyurun. (CHP sıralarından alkışlar)

Süreniz on dakika Sayın Karabıyık.

LALE KARABIYIK (Bursa) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; görüşülmekte olan kanun teklifi üzerinde Cumhuriyet Halk Partisi adına söz almış bulunmaktayım. Yüce Meclisi saygıyla selamlıyorum.

Değerli milletvekilleri, son on yedi yıl içerisinde mutluluk oranı en düşük olan yıl 2019 yılı oldu; acaba neden? Aslında benim bildiğim gerçeği sizler de biliyorsunuz çünkü ekonomide kriz var, çünkü yoksulluk var, çünkü işsizlik var; adaletsizlik, hukuksuzluk ya da bunun gibi olumsuz birtakım şeyler var. Aslında artık ekonomik kriz, yerini sosyal bir bunalıma da bırakmış durumda; yani finansal boyutundan ziyade sosyal boyutu da ön plana çıkmış durumda, biraz da bunun etkisi var. Bunalımlar bundan, umutsuzluklar bundan, bazı sosyal bozulmalar bundan, işte, mutsuzluğun da artık yükselmesi maalesef bundan. İktidar, maalesef, üretmeyen, gelir yaratmayan, rantı önceleyen bir yöntem izliyor ve sonra da kendi yarattığı krize geçici, hatta pansuman bile olmayan, yeni riskler yaratabilecek günübirlik çözümler üretmeye çalışıyor; işte, getirilen bu teklif de aynen bu söylediğim cümleye uyuyor.

Şimdi, değerli milletvekilleri, yaklaşık yirmi ay oldu, tek adam rejimine geçtik. Uçacaktık ama ne oldu? Veriler olumsuza gitti, çakıldı. İşsizliğin geldiği noktayı zaten hepimiz biliyoruz, enflasyon da öyle.

Şimdi, bir taraftan, bir bakıyorsunuz “oradan al, buraya ver” şeklinde günübirlik çözümler üretilmiş. Mesela 2019’da yapılan şey: Daha 2020 yılına yeni girdik, Ocak ayı, dakika bir gol bir, Merkez Bankasından kârdan avans olarak bir 35 milyar lirayı; 5,5 milyar lira da yedek akçe, 40 küsur milyar lirayı hemen Hazineye, Merkez Bankasından aktarıverdiniz. SGK’nin açıkları için, daha ocak ayında 6,6 milyar lira da Hazineden oraya… Ee, başka ne var? Halk Bankasına ve Ziraat Bankasına da 591 milyar lira aktardınız; daha küçükleri ifade etmiyorum. Bu şekilde “oradan al buraya ver, buradan al orayı kapat” şeklinde hayat, ekonomi sürüp gidiyor ama maalesef, bunun böyle olmayacağını sizin de artık bilmeniz gerekiyor.

Şimdi, bakıyoruz, yeni taslakta diyorsunuz ki: “Basel Kriterlerine uyum sağlamak için yeni birtakım teklifler, maddeler getiriyoruz.” Tamam, Basel Kriterlerine uyanlara, uyması gerekenlere bir şey demiyoruz ama gerçekten samimi değilsiniz. Mesela Varlık Fonu konusunda ve gene birçok maddede gerçekten samimiyet arıyoruz ama bulamıyoruz maalesef. Bakın, tam da sekiz yıl sonra Kanal İstanbul’u yeniden gündeme getirdiniz. Şöyle böyle, gene yaklaşık 130-140 milyar liralık bir bütçe lazım. Hemen arkasından Varlık Fonunun iç ve dış borçlanma sınırını kaldıracak bir teklif getiriyorsunuz.

Değerli milletvekilleri, bir kere, yasa değişikliğiyle, Varlık Fonuna iç ve dış borçlanma yetkisini sınırsız olarak getiriyorsunuz. Varlık Fonu bir kişinin kontrolünde, yine bütçe dışında ve Sayıştay denetiminin dışında ve yine tutarı öngörülemez bir kaynağı ülkeyi borçlandırarak sağlamaya çalışıyorsunuz. Ha, bir de bu yetmiyormuş gibi, Varlık Fonunun alt fonlarına da sınırlı borçlanma yetkisini getiriyorsunuz.

Değerli milletvekilleri, cumhuriyet tarihinde, biraz daha geriye gidin, Osmanlı tarihinde bir kavram var, bu kavramın ismi “tevhidihazine” yani “hazinenin bütünlüğü” “hazinenin birliği.” Şimdi, iktidarın bu teklifte yaptığı, getirdiği, hazinenin bütünlüğü değil; bunu yok saymak, bunu yıkmak. Peki, ne getirmek? Paralel bir hazine getirmek, paralel bir hazine getirmek. Mevcut durumda bile Varlık Fonunun kaynaklarının kontrolünü zaten biz göremiyoruz, kontrolünü de yapamıyoruz. Hatırlarsınız, çok yakın bir tarihte İstanbul Finans Merkezinin inşaatında batan, durumu kötüleşen 3 tane inşaat firmasını bu Varlık Fonunun kaynaklarından kurtarmadınız mı? Peki, şimdi nereden bilelim yeni sağlanan kaynakların da bu şekilde harcanmayacağını? Bu memleketin varlıklarını oraya koyuyorsunuz ve ülkeyi borçlandırıyorsunuz, Varlık Fonunu borçlandırıyorsunuz.

Değerli milletvekilleri, Varlık Fonu sadece bizde değil, başka ülkelerde de var ama adı üstünde, Varlık Fonu, varlığa varlık katmak içindir, varlığa değer kazandırmak ve gelecek nesillere daha büyük bir varlık götürmek içindir. Bizde ise Varlık Fonu, ülkenin, cumhuriyetin kazanımları olarak ne kadar varlığı varsa bunları teminat olarak koyalım, borçlanma sınırlarını da kaldıralım, ondan sonra da hiç kimseye hesap falan vermeyelim, bir kişinin kontrolünde olsun, sınırsız olarak borçlanabilsin ve Sayıştayın da denetiminin dışında kalsın… Böyle bir yapıyı -nasılsa- uygun görüyorsunuz, bunların doğru olmadığını aslında siz de biliyorsunuz.

Değerli milletvekilleri, bir ülkenin kamu borçlanmasını hazine yapar yani kamu, hazine üzerinden borçlanır; bunun belli limitleri vardır, bu limitler önemlidir. Siz hazine dışında başka bir kamu kurumunu borçlandırıyorsanız eğer, o zaman bu, hazineye rakip olarak devreye girer, hazineye rakip olarak geldiği zaman aslında faiz oranları daha da yükselir, ülkenin de risk primi daha fazla artar. Vallahi, inanın bana, Düyun-ı Umumiye’den daha fazla borcu bırakırsınız torunlarınıza; bunu da düşünmenizi tavsiye ederim.

Şimdi, değerli milletvekilleri, biliyoruz ki bankalar kredi vereceği zaman belli yeterlilikler ister, karşılıklar ister, öz kaynaklara bakar. Bir firmaya öz kaynaklarının yüzde 25’inden daha fazla kredi verilmez, verilen kredinin yüzde 20’si teminat alınır ya da döviz kredisi verilecekse üç yıllık döviz gelirlerinden daha fazla bir kredi verilmez gibi birtakım kaideler, sınırlar vardır ama siz öyle bir yapı getiriyorsunuz ki -işte bunun için samimi değilsiniz ve de riskli bir sistemi getiriyorsunuz- istediği gibi, sınırsız borçlanabilsin!

Şimdi siz sistemik riski mi önlemeye çalışıyorsunuz yoksa sistematik bir riski yeniden mi yaratmaya çalışıyorsunuz, bunun açıklamasını aslında sizin yapmanız gerekiyor. Tabii ki sağlıklı işleyen bir finans sistemi için güçlü düzenleyici ve denetleyici bir otorite o ekonomide şarttır ama bu demek değildir ki emir ve komutayla işleyen bir piyasa ekonomisi olacak; bu, mümkün değil arkadaşlar.

Değerli milletvekilleri, finansman ihtiyacını azaltmak ya da piyasayı canlandırmak için bir taraftan da bankalara baskı yapıyorsunuz “Kredi ver.” “Kredi ver.” “Daha fazla kredi ver.” Hatırlar mısınız, şu anda “donuk krediler” diye bir konu var ve donuk kredilerin 88 milyar liralık kısmı yeniden yapılandırıldı ama hâlâ 172 milyar liralık kısmı öyle bekliyor, donuk kredi olarak bekliyor. Şimdi, bunlar varken, böyle bir kredi olayı varken bankalara diyorsunuz ki: “Daha fazla kredi ver.” “Daha fazla kredi ver.” Batar mısın batmaz mısın, finansal kriz yaratır mıyız yaratmaz mıyız; bu önemli değil, baskı yapıyorsunuz “Daha fazla kredi ver.” diye. Ne olacak? Piyasa geçici olarak canlanacak. Siz bu baskıyı firmalara da yaptınız “Eleman alın.” “Eleman alın.” İşsizliği böyle çözeceğinizi sandınız ama maalesef olmadı çünkü geçici çözümlerle bu iş yürümez, bunu hepimiz çok net biliyoruz.

Diğer taraftan “manipülasyon” ve “yanıltıcı işlemler” diye bir kavram geldi Plan ve Bütçe Komisyonunda ve bu kavram, “spekülasyon” ve “manipülasyon” kavramı birbirine girdi, karıştı, çorba oldu. “Yanıltıcı işlemler” nedir? Tam olarak bir tanım istedik, böyle bir tanım yok. Ne olacakmış? Bu tanım daha sonra gelecekmiş, Resmî Gazete’de yayınlanacakmış, Meclisten geçmeyecekmiş. E, o zaman biz nasıl samimiyetinize güveneceğiz? İstediğiniz doğrultuda bunları kullanmayacağınızı; ne cezadır, ne suçtur; bunları nasıl bileceğiz? Yani spekülasyon ayrı bir şey. “Bilgi ticareti” dediğimiz, “içeriden öğrenenlerin ticareti” dediğimiz “insider trading information”, bunlar ayrı bir şey, manipülasyon çok ayrı bir şey. “Yanıltıcı işlemler” nedir? Niye arkadan dolanılıyor? Neden net olarak Meclisten “Bunun cezası şudur, yasak olan şudur.” denmiyor?

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN – Sayın Karabıyık, tamamlayalım.

LALE KARABIYIK (Devamla) – Tamamlayayım Başkanım.

BAŞKAN – Saat dokuza kadar olan sürede herkesi konuşturmak istiyorum. Lütfen…

LALE KARABIYIK (Devamla) – Teşekkür ederim.

Bu nedenle, getirilen teklif, mali disiplini ve güveni yok eden, şeffaflığı ortadan kaldıran bir yasa teklifidir ve özetle, krizi daha derinleştirecek bir niteliğe sahiptir; bunun için karşı çıkıyoruz.

Teşekkür ediyorum. (CHP ve İYİ PARTİ sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – Teşekkür ederim.

Değerli milletvekilleri, şahıslar adına ikinci söz Aydın Milletvekilimiz Sayın Mustafa Savaş’a aittir. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)

Süreniz on dakika Sayın Savaş.

MUSTAFA SAVAŞ (Aydın) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; Genel Kurulda görüşmeye başlayacağımız Bankacılık Kanunu ile Bazı Kanunlarda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Teklifi’yle ilgili şahsım adına söz almış bulunuyorum. Bu vesileyle yüce Meclisimizi saygıyla selamlıyorum.

Hazırladığımız ve bugün sizlerin huzurunda görüşeceğimiz kanun teklifimiz toplam 40 maddeden oluşmakta. 5411 sayılı Bankacılık Kanunu’nda, 6362 sayılı Sermaye Piyasası Kanunu’nda, 6361 sayılı Finansal Kiralama, Faktoring ve Finansman Şirketleri Kanunu’nda ve 5464 sayılı Banka Kartları ve Kredi Kartları Kanunu’nda değişiklik yapılmasını öngörmektedir. Yapılan değişikliklerle bankacılık sektörü daha sağlam temeller üzerine dayandırılmakta, ileride karşılaşılması muhtemel risklere karşı, uluslararası uygulamalar da dikkate alınarak düzenlemeler gerçekleştirilmektedir. Sermaye piyasalarındaki ürünlerin çeşitliliği de artırılarak derinlik kazandırılmakta ve yatırımcıların hak ve menfaatleri korunmaktadır.

Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; bilindiği üzere, 5411 sayılı Bankacılık Kanunu 2005 yılında yürürlüğe girmiş ve bankacılık sisteminin gelişmesine önemli katkı sağlamıştır. 2005 ile 2019 yıl sonu verilerini karşılaştırdığımızda sektörün aktif büyüklüğünün 397 milyar TL’den 4,5 trilyon TL’ye, toplam kredilerinin 153 milyar TL’den 2,7 trilyon TL’ye, öz kaynaklarının 54 milyar TL’den 492 milyar TL’ye, kârlılığının ise 5,7 milyar TL’den 49,7 milyar TL’ye yükseldiğini görmekteyiz.

2019 yılı sonu itibarıyla bankacılık sektörünün sermaye yeterlilik rasyosu yüzde 18,43; kredilerinin takibe dönüşüm oranı ise yüzde 5,33 olarak gerçekleşmiştir. Bu rakamlar da göstermektedir ki ekonomimize yapılan saldırılara rağmen bankacılık sistemimiz sağlam temeller üzerindedir. Türk bankacılık sektörünün bilanço büyüklüğünün gayrisafi millî hasılaya oranı ise 2005 yılı sonunda yaklaşık yüzde 84 iken 2019 yılı sonunda yaklaşık yüzde 105’e yükselmiştir. Bankacılık sektörünün bilanço büyüklüğünün gayrisafi millî hasılaya oranının artması sektörün daha hızlı büyüdüğünü açıkça göstermektedir.

Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; Türk bankacılık sistemi, 5411 sayılı Bankacılık Kanunu’nun yürürlüğe girmesinden sonra yapılan düzenlemeler ve güçlü sermaye yapısıyla, 2009 yılında yaşanan küresel krizden, doğrudan ekonomimizi ve istikrarımızı hedef alan 15 Temmuz hain darbe girişiminden ve 2018 yılı Ağustos ayında kur üzerinden ülkemiz ekonomisine yöneltilen dış kaynaklı saldırıdan, Cumhurbaşkanımız Sayın Recep Tayyip Erdoğan’ın kararlı politikaları, Hazine ve Maliye Bakanımız başta olmak üzere, ilgili kurumların zamanında müdahaleleri sonucunda başarıyla çıkmıştır.

Bilindiği üzere, finansal piyasalarda güven ve istikrarın sağlanması, kredi sisteminin etkin bir şekilde çalışması, tasarruf sahiplerinin hak ve menfaatlerinin korunması açısından bankacılık sisteminin etkili kurallarla düzenlenmesi ve uluslararası düzenlemelerde yaşanan gelişmelere bağlı olarak bu kuralların güncellenmesi gerekmektedir.

Genel Kurulda görüşmekte olduğumuz bu düzenlemelerin amacı, sistemin daha sağlıklı işlemesi ve direncinin artırılması içindir. Bu nedenle, kanun teklifinde bankaların grup bazında kredi risklerinin takibinde önem taşıyan “risk grubu” tanımı genişletilmekte ve risk gruplarının Basel Bankacılık Denetim Komitesi tarafından yayımlanan standartlarla uyumlu hâle getirilmesi için denetim otoritesine yetki verilmektedir. Türk bankacılık sistemi içinde risklerin büyük bir bölümü mevduat bankaları tarafından üstlenilmektedir. Bu riskin kalkınma ve yatırım bankacılığı ile katılım bankacılığı tarafından da paylaşılması önem arz etmektedir.

Dünyadaki örneklerine bakıldığında söz konusu bankacılık türlerinin son yıllarda büyük gelişme kaydettiği görülmektedir. 2018 yıl sonu verilerine göre dünya genelinde faizsiz finans varlıklarının toplam değeri 2 trilyon doları aşmış olup bu rakamın on yıl içerisinde 3 trilyon doları geçmesi beklenmektedir. Faizsiz bankacılık Güneydoğu Asya’dan Amerika Birleşik Devletleri’ne kadar çok geniş bir coğrafyada uygulanırken Türkiye’nin dünya katılım bankacılığından aldığı pay ise 2018 yıl sonu verileriyle sadece yüzde 3 civarındadır. Bu rakam oldukça düşüktür. Katılım bankacılığının ekonomik büyümeye daha fazla katkı sunacağı şekilde yeni düzenlemelerin hayata geçirilmesi önemlidir.

Kanun teklifiyle, katılım bankacılığının ürün ve hizmetlerinin uluslararası örneklerle uyumlu bir şekilde gelişme göstermesi hedeflenmektedir. Bu nedenle, katılım bankalarının çalışma prensiplerine uygun ürün ve hizmet çeşitliliğinin artırılmasına yönelik, Bankacılık Kanunu’nda değişiklik yapılmaktadır.

Diğer taraftan, mevduat ve katılım fonu kabul etme yetkileri bulunmayan, kredi kullandırmak esas olmak üzere faaliyet gösteren ve özel kanunlarla kendilerine verilen görevleri yerine getiren kalkınma ve yatırım bankalarının da sunacağı ürün ve hizmetler çeşitlendirilerek katılım bankacılığına benzer şekilde ekonomik büyümeye katkı sağlaması amaçlanmaktadır. Bankacılık Kanunu’nda yapılacak değişikliklerle, kalkınma ve yatırım bankacılığı ile katılım bankacılığı daha aktif hâle getirilmektedir. Hayata geçirilecek değişikliklerle, sistemik öneme sahip bankaların faaliyetleri ve üstlendikleri risklerle uyumlu olarak gelecekte ortaya çıkabilecek olumsuz gelişmeler karşısında alacakları önlemleri içeren planları hazırlayarak Kuruma göndermesi, bankacılık faaliyetlerine özgü olarak bankalardaki müşteri sırrı ya da banka sırrı niteliğinde olan her türlü verinin yurt dışındaki üçüncü taraflarla paylaşılması ya da bunlara aktarılması konusunda Kurula düzenleme yetkisinin verilmesi, bankaların yaptıkları işlemler nedeniyle aldıkları ücret, masraf ve komisyonun belirlenmesi işleminin Merkez Bankası tarafından gerçekleştirilmesi, ayrıca 6361 sayılı Finansal Kiralama, Faktoring ve Finansman Şirketleri Kanunu’nda yapılan değişiklikle factoring şirketlerinin kuruluşunda nakden ödenecek sermaye tutarının artırılması ve daha kurumsal bir yapıya dönüştürülmesi sağlanmaktadır.

Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; Türkiye’de daha güçlü bir ekonomik altyapı inşa etmek için, sermaye piyasalarındaki ürünlerin çeşitlendirilmesi, finansal derinliğin artırılması gerekmektedir. Sermaye piyasası mevzuatımız da bu kapsamda, Yeni Ekonomi Programı’mızda vurgu yapılan finansal mimariye uygun şekilde revize edilmekte ve piyasanın güvenilir, şeffaf, etkin, istikrarlı ve rekabetçi bir ortamda gelişmesi temin edilmektedir. Ayrıca, sağlıklı ekonomik büyüme için finansman yükünün para piyasaları ile sermaye piyasaları arasında dengeli bir şekilde dağılması gerekmektedir. Ülkemizde finansal sektörün aktif büyüklüğü gayrisafi millî hasılanın yaklaşık yüzde 120’si düzeyindedir, sermaye piyasasının payı ise yaklaşık yüzde 10 oranındadır. Türkiye’de sermaye piyasasının toplam finansal büyüklükten aldığı pay istenilen düzeyde değildir.

Teklif ettiğimiz düzenlemeyle, yeni sermaye piyasası ürün ve hizmetlerinin altyapısı hazırlanmaktadır. Buna bağlı olarak teminat yönetim sözleşmesi, kitle fonlaması ve proje finansmanı gibi çok önemli düzenlemeler hayata geçirilmektedir.

Kanun teklifinde, Sermaye Piyasası Kuruluna, dünya uygulamaları örnek alınmak suretiyle, ülkemizde de benzeri şekilde, kitle fonlama platformlarına ilişkin düzenleme yapması konusunda yetki verilmektedir. Yatırım kuruluşlarının proje finansmanı konusunda faaliyette bulunmasına ve proje finansman fonları kurabilmelerine imkân sağlanmaktadır. Bu kapsamda, uzun vadeli ve yoğun sermaye isteyen yatırımların finansmanının sağlanması amacıyla proje finansman fonu ve projeye dayalı menkul kıymetlere ilişkin düzenleme getirilmektedir. Küçük yatırımcıya fonlar üzerinden büyük projelerin gelirlerine dolaylı olarak katılma hakkı sunulmaktadır. Bununla birlikte, sermaye piyasası mevzuatını sadeleştirerek şirketlerin mevzuata uyum maliyetlerinin azaltılmasına ve finansal yeniden yapılandırma süreçlerinin kolaylaştırılmasına imkân sağlanmaktadır.

Kanun teklifiyle, ayrıca, bankacılık sektöründe ve sermaye piyasalarında işlenen ihlallerin tespit edilmesi, tedbirlerin uygulanması; idari, hukuki, cezai yaptırımların etkinliğinin sağlanması ve caydırıcılığının artırılması amaçlanmaktadır.

Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; son olarak, kanun teklifimizle ilgili genel değerlendirmede bulunacak olursak, bugün gerekli değişikliklerin yapılması için Genel Kurulda görüştüğümüz kanunlar, hazırlandığı dönemler açısından sistemin önünü açan iyi düzenlemelerdi. Ancak finansal sistemde yaşanan hızlı gelişim, ürün ve hizmet çeşitliliğinin artması, sisteme erişim kanallarının çeşitlenmesi nedeniyle ihtiyaçları karşılamada yetersiz kalan bazı düzenlemelerin revize edilmesi ve getirilen yeni düzenlemelerle finansal sistemin daha etkin ve dinamik bir yapıya kavuşturulması gerekmektedir.

Cumhurbaşkanımız Sayın Recep Tayyip Erdoğan’ın liderliğinde Türkiye ekonomisinin istikrarlı bir büyüme göstermesi, bankacılık sektörünün de bilançosunu güçlendirmiş ve daha sağlıklı bir yapıya kavuşturmuştur. Bu sağlıklı yapı, çok sayıda gelişmiş ve gelişmekte olan ülkenin finansal sektörlerinin çalışamaz hâle geldiği, bankalarının merkez bankalarından ve kamudan mali destek sağlayıp ancak ayakta kaldığı küresel krizde bankalarımızın güçlü olarak ayakta kalmasını sağlamıştır.

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN – Sayın Savaş, tamamlayalım.

MUSTAFA SAVAŞ (Devamla) – Böyle bir dönemde dahi bankalar hem özel sektörü hem de kamu kesimini finanse etmeyi sürdürmüştür. Türkiye ekonomisindeki istikrardan ve büyümeden güç alan bankacılık sektörü, ülkemizin geleceğine yatırım yapmaya devam etmektedir.

Yüce Meclisimizin huzuruna getirdiğimiz kanun teklifiyle, finans sektörünün gelişmesine ve uluslararası alanda daha fazla rekabet edebilmesine imkân sağlanacaktır. Bu vesileyle yüce Meclisimizde alınacak kararların hayırlı olmasını diliyorum. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – Teşekkür ediyorum.

Değerli milletvekilleri, soru-cevap işlemi bulunmadığından, teklifin tümü üzerindeki görüşmeler tamamlanmıştır.

Maddelerine geçilmesini oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler... Kabul etmeyenler… Maddelerine geçilmesi kabul edilmiştir.

Şimdi birinci bölüm üzerindeki görüşmelere başlıyoruz.

Birinci bölüm 1 ila 21’inci maddeleri kapsamaktadır.

Birinci bölüm üzerinde söz isteyen, İYİ PARTİ Grubu adına Bursa Milletvekilimiz Sayın İsmail Tatlıoğlu. (İYİ PARTİ sıralarından alkışlar)

Süreniz on dakika.

İYİ PARTİ GRUBU ADINA İSMAİL TATLIOĞLU (Bursa) – Sayın Başkan, Parlamentomuzun kıymetli mensupları; Sayın Mustafa Savaş Bey’in ve 88 arkadaşının Türkiye Büyük Millet Meclisine sunduğu ve Plan ve Bütçe Komisyonundan geçen kanun teklifini görüşmek, İYİ PARTİ Grubu adına birinci bölüm hakkında değerlendirmeler yapmak üzere huzurunuzda bulunmaktayım.

Öncelikle belirtmek gerekir ki 40 maddelik kanun teklifinin önemli bir kısmını olumlu bulmaktayız. Gerçekten, banka komisyonlarının düşürülmesi gibi, piyasa bozucu eylemlerin düzenlenmesi gibi Basel Kriterleri bazındaki düzenlemelere olumlu bakmaktayız. Komisyonda bunlara da olumlu oy verdik ancak ne yazık ki Cumhurbaşkanlığı hükûmet sisteminden itibaren herhangi bir düzenleme olmadığı için kanun yapma şeklimizde bütünüyle bunları ayırmak mümkün olmuyor. Dolayısıyla, esasında, kanun yapma kalitemizin düşüklüğü, millî iradenin de kanun yaparken doğru ve sağlıklı yansımasını engellemiştir ve engellemektedir. Bu konuda da maalesef, özellikle ittifak mensubu partiler başta olmak üzere, İç Tüzük’le ilgili herhangi bir düzenleme yapma gayreti de ortada yoktur.

Ekonomide temel sorun yapısal tıkanmadır; yapısal tıkanmanın, tabii ki, ekonomiyi de içine alan, hukuk başta olmak üzere temel konularda âdeta Türkiye’yi aşağıya çeken bir süreç içerisine sokmasıdır. Hukukun üstünlüğü -daha önceki konuşmalarımızda da belirtmiştik- kalkınmanın bismillahıdır ve hukukun üstünlüğü olmadan hiçbir ülkede hiçbir ekonomik konu etkin olarak çalıştırılamaz. Hukukun üstünlüğü, özgürlük alanlarının geliştirilmesi ve ifade özgürlüğü bunların başında gelmektedir. Bu nedenle, baktığımızda, aslında ekonomide güveni sağlamak için yapılması gereken basit adımlar vardır.

Bakın, çok basit bir örnek vermek istiyorum: OECD içerisinde en yüksek risk primi olan ülke Türkiye’dir. Dünya eski dünya değildir ama Türkiye maalesef eski Türkiye’dir. CDS’i 100’ün üzerinde olan 2 ülke var; biri 167’yle Güney Afrika, diğeri 300’ün biraz altıyla Türkiye. Bu ne demek? Bu, şu demek: Türkiye, bu nedenle bugün yüzde 5’in üzerinde bir faizle yurt dışından borç almaktadır ve Türkiye’nin 460 milyar lirayı aşan bir dış borcu vardır. Dolayısıyla, bu faizler üzerinden Türkiye, 2020 yılında 30 milyar dolar ve üzeri faiz ödeyecektir. Eğer Türkiye, basit, Türkiye’de güveni sağlayıcı adımlar atarsa, sigorta primi düşeceği gibi, faizi de minimum 2 puan düşecektir; çok basit adımlarla. Bu ne demek? Bu da 10 milyar dolar; bugün için, Türk lirasıyla, 60 milyar Türk lirası demektir. 60 milyar Türk lirasının yapabilirliği çok yüksektir, çok yüksektir. Bütün Kanal İstanbul için konuşulan para 120 milyardır, “200-300 milyar” diyenler de var ama özellikle yürütme organının sunduğu rakam bu civarlardadır. Bu nedenle, Türkiye'nin yapması gereken şey, bu düzenlemelerin de, bu kanun teklifinin de etkin bir sonuca ulaşması için, güvenin sağlanacağı bir Türkiye’dir. Çok basit; bugün, sadece ekonomi yönetimi değişse, güvenilir bir kadro gelse, inanın, çok basit olarak, faizlerin ve CDS’in düşeceğinden emin olun; güvenilir bir kadronun gelmesiyle. Zaten, yürütme falan değiştiğinde, tabii, Türkiye'nin atmosferi çok değişecektir şüphesiz.

Bu anlamda baktığımızda, bu kanun teklifiyle ilgili bazı hususlara itirazlarımız var. Mesela, teklifin 1’inci maddesinde önemli bir sıkıntı var; bu da özellikle bankacılara yönelik bir ifade yasağının getirilmiş olmasıdır. Artık bankacılar tehlikeyi işaret edecek bir açıklama yapma durumundan çıkacaklardır. Banka yöneticileri, üst düzey yöneticiler “Bu kanun değişikliğiyle, banka sermaye yeterlilik rasyoları düşer ve bankacılık sistemi zarar görür.” deseler bu, onların ellerinden imza yetkilerinin alınması için yeterli olabilir. Konuşma ve görüşlerini ifade yasağı getiriliyor. Komisyonda Sayın Durmuş Yılmaz’ın belirttiği ve tutanaklara geçen bir durum var; bu nedenle, daha bu kanun çıkmadan, 11 özel banka yöneticisinin görevden aldırıldığını belirtti. İşte, bu tavır ve bu davranış, Türkiye’yi bir yere götürmeyecek davranıştır, aşağı çeken bir davranış olarak karşımıza çıkmaktadır.

Bir başka itiraz ettiğimiz ve açık olmayan madde 4’üncü maddedir. Bu çok tartışılmıştır ve Komisyonda samimiyetle bu konuyu soranlar tatmin olmamıştır, bunun da sebebi şudur, bu madde şunu ifade etmektedir: Normal bankalar ile Varlık Fonundaki bankalar arasında bir ayrım söz konusu olmaktadır. Ve kanun maddesi metninin anlamlandırılmasında, bizim tarafımızdan anlamlandırılmasında ve bu konuda gerçekten çok uzun süre mali konularda bürokratlık yapmış ve bugün parlamenter olan birçok arkadaşımızın anlamlandırmasından şu sonuç çıkmaktadır: Varlık Fonundaki bankaların öz kaynaklarının yüzde 25’inden fazlasını bir gruba kredi olarak kullandıramaması istisna dışına çıkarılmaktadır. Bu, bir bankanın sınırsız olarak bir gruba kredi açması demektir ve bu süreç başka bir sıkıntıyı gündeme getirecektir. Daha önce “crowding out” dediğimiz… Bu gidişle, kamu finansmanındaki bu ciddi açıkla artık, bütün bankalar hazineyi finanse eden kurumlar hâline dönüşmektedirler. Bu, faizleri yukarıda tutacağı gibi, özel sektörün de bu finans yapısından kredi almasını engelleyecektir ve engellemeye başlamıştır. Bakın, 2001 krizinin temel nedenlerinden biri buydu ve 2001’de yapılan reformlar bunu çözümlemişti. Çok ciddi bir kriz maliyeti ödeyerek buradan çıktık, tekrar buraya doğru gelmekteyiz.

Bunun gibi itiraz ettiğimiz bazı konular var, önemli bir düzenleme var. Aslında, metin masum bir metin. Sermaye piyasasıyla, Sermaye Piyasası Kanunu’ndaki değişikliklerle proje finansmanı sistemi getirilmektedir. Bu, doğru bir düzenlemedir ve uygun bir düzenlemedir. Aslında, bütün metinler masumdur, kanun metinleri masumdur.

Derler ki: “Dünyanın en demokratik ve en özgürlükçü kanun metinleri Sovyet dönemi anayasasındadır.” Ama bu metinler Stalin’i çok demokrat ve özgürlükçü bir lider yapmamıştır. Dolayısıyla uygulamalar önemlidir. Özellikle Kanal İstanbul finansmanı için düzenlendiği söylenen bu sistem üzerinden, Kanal İstanbul’un finansmanı konusunda bir uyarıcı aktarım yapmak istiyorum. Kanal İstanbul bir kamu projesi değildir. Kanal İstanbul’un ciddi bir ekonomik dışsallığı söz konusu değildir.

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN – Tamamlayalım lütfen.

İSMAİL TATLIOĞLU (Devamla) – Çevresel faktörlerle itirazımız çok yüksektir. Bunları bir kenara koysak dahi, Kanal İstanbul’un hazineden, vergilerle nihai olarak finanse edilmesi son derece yanlıştır; bu, mega bir şehir projesidir.

Bu nedenle, Kanal İstanbul’a bu türlü bir projeyle finansman toplanarak geçiş garantili bir sistemle nihai ödemeyi hazineden vergilerle yaptığımız takdirde olacak olan şudur: Vergilerle, buradan gayrimenkul alıp rant sahibi olanların ceplerine ciddi bir kaynak aktarmış oluruz. “Rant ne kadardır?” derseniz, 800 milyar lira civarında olduğu hesap edilmektedir. 1 milyon 670 bin metrekare imar alanı söz konusu, 30 milyon metrekare alan el değiştirmiştir. Buradan siyasetçilerin arazi alımı bir ahlak meselesidir. Bu vesileyle çok net söylüyorum, Sayın Albayrak’ın arazi almış olması da bir ahlak meselesidir.

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN – Tamamlayalım Sayın Tatlıoğlu.

İSMAİL TATLIOĞLU (Devamla) – O nedenle, bunun finansal sistemi buradan ortaya çıkacak rant üzerinden olmalıdır, aksi takdirde büyük bir haksız kaynak aktarımı, zulme varacak bir kaynak aktarımına neden olur. Şehirleri ve Türkiye’yi dolaşıyoruz, 810 lira emekli maaşı aldığını söyleyen insanlarımız var, geçinemediği için intihar eden insanlarımız var. Böyle bir Türkiye’de bu kaynak aktarmasının son derece yanlış olduğunu yüce Parlamentonun huzurunda bir defa daha belirtmek istiyorum.

Efendim, hepinize saygılar sunarım. (İYİ PARTİ ve CHP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – Söz sırası, Milliyetçi Hareket Partisi Grubu adına İstanbul Milletvekilimiz Sayın İsmail Faruk Aksu’ya aittir.

Buyurun Sayın Aksu. (MHP sıralarından alkışlar)

MHP GRUBU ADINA İSMAİL FARUK AKSU (İstanbul) – Sayın Başkan, sayın milletvekilleri; 176 sıra sayılı Bankacılık Kanunu ile Bazı Kanunlarda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Teklifi’nin birinci bölümü hakkında Milliyetçi Hareket Partisi Grubu adına söz aldım. Gazi Meclisi ve aziz Türk milletini saygıyla selamlıyorum.

Finansal piyasalarda yaşanan değişime dayalı olarak tasarruf sahiplerinin hak ve menfaatlerinin korunması bakımından, sermaye ve bankacılık sektörünün etkili kurallarla düzenlenmesi ve denetlenmesi bir zorunluluk olarak ortaya çıkmaktadır. Görüştüğümüz kanun teklifi de sermaye piyasasının yapısını ve piyasadaki davranışları düzenlemeye yönelik regülasyonlardan ibarettir.

Teklifle, özet olarak, bankacılık sektörüne güvenin artırılması, sistemin düzenleyici, dengeleyici yapısının değişen uluslararası standartlara uygun hâle getirilmesi, kalkınma ve yatırım bankalarının fon sağlayacakları alanların genişletilmesi ve katılım bankacılığının ürün ve hizmet çeşitliliğinin artırılması, finansal piyasalarda manipülasyon ve yanıltıcı işlemlere müeyyide getirilmesi, sermaye piyasalarında derinlik ve rekabet gücünün artırılması, sermayenin tabana yayılması, bilgi suistimali ve piyasa dolandırıcılığı suçlarına ilişkin cezaların alt sınırının yükseltilmesi yönünde düzenlemeler yapılmaktadır.

Değerli milletvekilleri, finansal sektörün denetim ve düzenleme çerçevesinin uluslararası ilkelere uyumunun sağlanması, bankacılık sistemine olan güven bakımından büyük önem taşımaktadır. Bu kapsamda, finansal piyasalarda yapay arz ve talep veya döviz kuru dâhil fiyat oluşumuna, manipülasyon ve yanıltıcı işlemlerin engellenmesine yönelik düzenlemelerin yapılması sektöre olan güveni artıracaktır. Bankacılık sistemi içinde hâlen kalkınma ve yatırım bankacılığının payı yaklaşık yüzde 7, katılım bankacılığının payı ise yüzde 6 civarında, oldukça düşük seviyededir. Mevduat toplamaları mümkün bulunmayan kalkınma ve yatırım bankalarının fon sağlayabilecekleri alanların genişletilmesi, ayrıca katılım bankacılığının ürün ve hizmetlerinin uluslararası örneklerle uyumlu bir şekilde genişletilmesi sistemin gücünü artıracaktır.

Türk bankacılık sistemi içinde risklerin büyük bir bölümü hâlen mevduat bankaları tarafından üstlenilmektedir. Riskin kalkınma ve yatırım bankacılığı ile katılım bankacılığı tarafından da paylaşılması için bu seçeneklerin geliştirilmesi önem arz etmektedir. Öte yandan, finansal piyasalarda güven ve istikrarın sağlanması etkili kurallar ve denetimlerin yanı sıra caydırıcı cezalara da bağlıdır. Bu çerçevede, idari para cezalarının caydırıcılığının artırılması amacıyla bazı değişiklikler yapılmaktadır. Bunlarla birlikte, 6362 sayılı Sermaye Piyasası Kanunu’nda da değişiklik yapılarak piyasanın güvenilir, şeffaf, etkin, istikrarlı ve rekabetçi bir ortamda işleyişi ve gelişmesi, reel sektörün ihtiyaçlarına cevap verecek şekilde sermaye piyasalarının derinliği ve rekabet gücünün artırılması öngörülmektedir.

Yatırım kuruluşlarının proje finansmanı konusunda faaliyette bulunmasına ya da proje finansman fonları kurabilmelerine ve uzun vadeli yoğun sermaye isteyen yatırımlara finansman temini amacıyla, projeye dayalı menkul kıymet çıkarabilmelerine imkân sağlanmaktadır.

Değerli milletvekilleri, Türk bankacılık sektörünün 2019 yılında öz kaynakları büyümüş, toplam aktif ve sermaye yeterlilikleri artmıştır. Yaşanan uluslararası saldırılara ve belirsizliklere rağmen iyi bir performans gösteren sektör, iç ve dış kaynaklı belirsizliklerle zorlandığı zamanlar olsa da özellikle 2019’un son çeyreğinde toparlanmıştır. 2018 yılının Ağustos ayındaki dış bağlantılı ekonomik operasyonlarla, bazı uluslararası bankaların, sermaye gruplarının ve küresel tefecilerin spekülasyonlarıyla Türkiye, kur ve faiz üzerinden tehdit edilip istikrarsızlaştırılmaya çalışılmıştır. Bu saldırılar, zamanında alınan tedbirlerle etkisiz hâle getirilmiş, sağlanan toplumsal destekle birlikte kararlı bir mücadele sergilenmiş ve ekonomide toparlanma sağlanmıştır. Bunun sonucu olarak 2019 yılında cari işlemler hesabı 1 milyar 674 milyon dolar fazla vermiştir. Aralık ayı itibarıyla sanayi üretimi yıllık bazda yüzde 8,6; İmalat Sanayi Sektörü Endeksi ise yüzde 9,1 oranında artmıştır. 2019 yılında tüketici fiyatları enflasyonu yüzde 12’nin altında gerçekleşmiştir, inanıyoruz ki yüzde 8,5 olan 2020 hedefine de ulaşılacaktır. Hatırlanacağı gibi 2018 yılı Ekim ayında TÜFE yüzde 25’in üzerine çıkarak zirve yapmıştı. Ekonomik Güven Endeksi de 2018 Ağustos ayında düştüğü yüzde 79 seviyesinden Ocak 2020 itibarıyla yüzde 97,1’e yükselmiştir. Ayrıca, ocak ayında merkezî yönetim bütçesi 21,5 milyar lira fazla vermiştir. Büyüme trendinin başladığına işaret eden bu öncü göstergelerle, 2020 yılının büyümenin hız kazandığı, reel sektörün güçlendiği, istihdamın yükselişe geçtiği bir yıl olacağı anlaşılmaktadır.

Ülkemizin yaşadığı ekonomik sorunların ardından bazı alanlarda yapısal reformlar yapılması ve yıllara sâri birikmiş sorunların ele alınması, üretken yatırımların artırılması ve sermaye piyasalarının güçlendirilmesi gibi birçok alanda dönüştürücü, onarıcı ve tahkim edici hamlelerin yapılması gerektiği açıktır. Ancak bütün bunların kurumların güçlendirilmesi ve kuralların kalıcı kılınmasıyla mümkün olacağı da unutulmamalıdır. En ufak olumsuz gelişmeyi kriz sinyali olarak yorumlamak, yapılanları ve elde edilen başarıları yok saymak, sahip olduklarımızı inkâr etmek ve güç durumda kalan toplumsal kesimleri siyasi çarpışmaların aracı hâline getirmeye çalışmak ne ülke ekonomisine ne de millî birliğimize hizmet edecektir. Unutulmasın ki ekonomi üzerinden ülkemizin istikrarsızlaştırılması çabaları, beka meselesinin önemli bir boyutudur.

Türkiye, siyasi ve diplomatik alanda önemli başarılar elde ederken vatandaşlarımızın refahını etkileyen ekonomik sorunların aşılması da Cumhurbaşkanlığı hükûmet sisteminin sağladığı imkân ve fırsatlarla mümkün olmuştur. Türkiye, maruz kaldığı ekonomik yaptırımlara, manipülasyonlara ve saldırılara karşı, yeni hükûmet sisteminin sağladığı hızlı ve etkin karar alma ve uygulama imkânı sayesinde karşı koyabilmiş, sorunlarla baş etme ve küresel meydan okumalara karşı koyma kabiliyetini güçlendirmiştir.

Cumhurbaşkanlığı hükûmet sistemi, omurgası güçlü devlet, güçlü yönetim, demokratik istikrar olan siyasi ve toplumsal sözleşmenin, uzlaşmanın ön plana çıktığı, millî iradenin doğrudan tecelli ettiği bir yönetim yapısı, Türkiye'nin milletler mücadelesindeki stratejik kozudur.

Yeryüzündeki paylaşım kavgasının yeni bir biçime evrildiği, ticaret savaşlarının küresel dengeleri altüst ettiği, teknolojik devrimin, dijital dönüşümün, çevresel felaketlerin ve ekonomik paradigma değişikliklerinin arifesindeki insanlık, zamanın dar bir geçitten geçtiğine şahitlik etmektedir.

Kuşkusuz, Türkiye'nin, başta siyaset kurumu olmak üzere tüm aktörleriyle özellikle kendisine yakın coğrafyalarda meydana gelen olayları bu gözle tarihî ve kültürel derinlik içinde, bütüncül bir perspektifle ve Türkçe bakış açısıyla okuma ve kavrama zorunluluğu bulunmaktadır.

Kanun teklifinin, ifade ettiğim amaçların gerçekleşmesine katkı sağlayacağını Milliyetçi Hareket Partisi olarak değerlendiriyoruz. Bu düşüncelerle teklifin ülkemiz ve milletimiz için hayırlı olmasını diliyor, sizleri saygıyla selamlıyorum. (MHP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – Söz sırası, Halkların Demokratik Partisi Grubu adına Siirt Milletvekilimiz Sayın Meral Danış Beştaş’a aittir.

Buyurun Sayın Beştaş. (HDP sıralarından alkışlar)

HDP GRUBU ADINA MERAL DANIŞ BEŞTAŞ (Siirt) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; evet, Bankacılık Kanunu’yla ilgili ben de grubumuz adına birinci bölüm üzerinde söz almış bulunmaktayım.

Doğrusu, önümüzde yine bir torba kanun var tabii. Ama bugün bu torba kanuna yeni bir isim vermek istiyorum: Bu, bir kriz kanunu. Aslında, kriz dönemlerinde çıkarılan kanunların bütün özellikleri bu torbada var ve sistem değişikliğinden sonra -adına ne derseniz deyin- Parlamentoda, burada gündeme getirilen tüm kanunlar da aslında “kriz kanunları” olarak nitelendirilebilir.

Evet, mevcut ekonomik krizin etkileri gerçekten hayatın her alanında karşımıza çıkıyor ama iktidardaki parti, bunun önlemlerini almak, kamu harcamalarında tasarrufa gitmek gibi yöntemler yerine ne yapıyor, “Kanunları değiştireyim, krizi önlerim.” diyor. Bu da kafasını kuma gömmekten başka hiçbir anlam taşımıyor esasında.

Evet, Grup Başkan Vekilimiz de geneli üzerindeki konuşmasında söyledi, buna değinmeyeceğim. İktidara geliş dönemine atıfta bulunuyorum. Bir krizden sonra AKP iktidara geldi, o dönem IMF politikalarıyla, evet, ekonomiye gerçekten -deyim yerindeyse- ayar veriliyordu ve o dönemde, bankalara ilişkin yeni bir kriz yaşanmaması adına birtakım sert tedbirler alınmıştı ve böylelikle olası bir krizin önlenmesi amaçlanıyordu.

AKP iktidarı, IMF programını aynen devam ettirdi ve sanki tünelin ucunda bir ışık görmüşçesine özelleştirme politikalarına sıkı sıkıya sarıldı. Tabii, bu sırada ne yaptı? Kendisine seçtiği bir yol vardı; sürdürülebilir yoksulluk. Bunu topluma zerk etmek istedi. Peki, nedir sürdürülebilir yoksulluk? Bizce, şu anda toplumun önemli bir bölümünün yaşadığının adı, sürdürülebilir yoksulluk.

Kendisine bağlama yöntemleri tespit etti iktidar; maaşlarla, kredilerle, başka yöntemlerle, kadınlara başka şeyler adı altında, küçük küçük paralarla, küçük dokunuşlarla, maaşlarla halkı kendisine bağımlı kılmak ve emekçileri, yoksulları kendi iktidarına bağlamayı hedefledi. Bunu bir dönem başardığını da üzülerek söylemeliyiz tabii. Çünkü AKP iktidarı, krizden henüz çıkmış, özelleştirmelerle ve inşaat ekonomisiyle sanal bir zenginlik yarattı. Evet, bu sanaldı. Başka bir şey daha yaptı; banka kredilerini gerçekten düşük tuttu ve düşük tutarak orta sınıfın da ihtiyaçlarını bu yöntemlerle karşılamayı bir dönem sağladı. Ne diyordu? “Herkese bir ev, araba.” diyordu. Evet, bu orta seviyedeki, alt düşük faizlerle bunu da kısmen başardı. Böylece herkesin evi ve arabası oluyordu. Bu tatlı dönem AKP’nin güya ekonomik başarısı olarak lanse edildi fakat gerçek bunun tam tersiydi.

Özelleştirmelerle birlikte kamuya ait her şey sermayedarlara devredilirken insanlar iş güvencesinden oldu. Devlet kasasına aktarılan özelleştirme gelirleri ise AKP’nin yeni zenginlerini yarattı ve artık, deniz bitti, yaşadığımız budur, deniz bitti. Özelleştirecek fabrika ve kamu kurumu kalmadı, devletin kasası boşaldı. İnşaat gibi sadece günü kurtarmaya odaklı bir ekonomik programla ilerlenirken inşaat firmaları da battı ve batmaya devam ediyor. Şu anda, betona dönmüş, silüetleri bozulmuş kentlerde binlerce boş bina var ve elbette, evi olmayan, ev kirasını dahi ödeyemeyecek durumda olan, daha da ötesi evladına bir somun ekmek alamayacak kadar yoksul olan ve intihar eden insanlar var. Okuyamadığı ve daha da kötüsü, okuduktan sonra, okulu bitirdikten sonra bir iş güvencesi olmadığı için, “Fakülteyi bitirdiğimde işe giremem.” diye intihar eden gençler var. Bu ülkede kendisinin yaşama şansının olmayacağını bilen milyonlarca yurttaş var ve tüm bunların yanında, halkın karşısında bir iktidar var. Gelip Mecliste aç olduğunu söyleyen insanları, intihar girişimlerinde bulunanları, dertlerine derman olmak yerine, gözaltına aldıran bir iktidarla karşı karşıyayız. “Dolar yükseldi.” demeyi suç sayan bu iktidar ne yapıyor? İntihar edenleri gizlemeyi ve “Sorunlar psikolojiktir.” demeyi, bunu geçiştirmeyi tercih eden bir iktidar var ve bu iktidar öyle bir aşamaya geldi ki tekçilikte sınır tanımıyor. Hani, o tek tek teklemeler var ya AKP Genel Başkanının, şimdi gerçeği de tekleştiriyor. Şunu kastediyorum, diyor ki: “Gerçeğin ne olduğuna biz karar verebiliriz, siz gerçeğin ne olduğuna karar veremezsiniz.” Yani “Aç olup olmadığınıza siz karar veremezsiniz, ben sizin adınıza açsınız ya da toksunuz kararını verebilirim.” diyor. Diyor ki: “Bir kişi intihar ediyorsa sebebi yoksulluk olamaz, mutlaka kişinin kendisiyle ilgilidir.” Bunu iktidar partisi söylüyor, gerçek kendi tekelinde ya.

Bu, Bankacılık Kanunu’nda Değişiklik Yapılmasına Dair Teklif’le gerçek de aslında tekelleştirilmek isteniyor ve AKP medyası o kadar ileri gidiyor ki -bu çok vahim bir durum- insanların yaşadığı yoksulluk gerçek değilmiş gibi “AKP’yi zora sokmak için bu işi yapıyorlar.” diye lanse etmeyi de ihmal etmiyorlar. Evet, ama gerçekten kimse bu yalanlara artık inanmıyor, AKP’ye oy verenler de bunu görüyor. Bir yönetme krizi yaşandığını ve herkesi vurduğunu bütün yurttaşlar biliyor. Despotlukla, zorbalıkla, tekçilikle gizlenebilecek bir krizden söz etmiyoruz. Tabii ki bunu sokağa çıkıp insanlara sormamız lazım. Sakın TÜİK’ten gittiğinizi söylemeyin insanlara çünkü TÜİK verilerine göre herkes mutlu, herkes hayatından memnun. Evet, gerçekten daha önce de bu ülkede enflasyon yükseldi, ekonomik krizler yaşandı ama hiçbir krizde gıda harcamalarından, temel harcamalardan tasarruf yapılmıyordu, kısılmıyordu. Şimdi insanlar, maalesef, temel ihtiyaçlarından tasarrufta bulunuyor. Yani saç kurutma makinesiyle çocuğunu ısıtan anneler biliyoruz. İstanbul’da, Antalya’daki intiharlar söylendi. En son, dün Cizre’de bir intihar yaşandı ve bugün yeni bir teşebbüste bulunuldu. Adem Yarıcı kendisini yakarken ne bir saray ne bir araba ne de başka bir şey istiyordu “Çocuklarım aç, anlıyor musunuz?” diyordu. Evet, gerçekten bu tabloda ne deniyor? Bu paralar, saraya giden paralar, yeni saraylar, onlara girmiyorum fakat Cumhurbaşkanı sarayda yaşamayı seviyor çünkü itibardan tasarruf edemiyoruz. İtibardan tasarruf edemiyoruz ama insanlar, yaşamlarından tasarruf ediyor, ölerek bu ekonomik krize yanıt veriyor, canlarıyla bedel ödeyerek. Bu, itibardan tasarruf edilmemesine yanıt oluyor.

Bu yasa teklifiyle, gerçekler daha çok gizlenecek, bankalar zapturapt altına alınacak, halktan alınan vergilerle iktidarın yatırımları desteklenecek. Mesela, çılgın proje Kanal İstanbul hayata geçsin diye böyle bazı kanunlarda değişiklik yapılıyor ve toplumsal rıza oluşturulmaya çalışılıyor. Bu değişikliklere toplumun rızası yoktur. Halktan alınan dolaylı, dolaysız vergilerin; geçmediği yolların, köprülerin maliyetini halka yüklemeler devri sayesinde iktidar ayakta durmaya çalışıyor, her tökezlediğinde yeni yasalar çıkarıyor. Mesela, Bankacılık Kanunu niye apar topar geldi? Çünkü bu artık gizlenemez bir boyuta geldi. Sorunu çözmek yerine tekrar yeni bir kanunla bu örtülmeye çalışılıyor. Evet, yönetemiyorsunuz. Bunun başka bir açıklaması yok. Size bir çağrımız var gerçekten buna dair, sadece bizim çağrımız değil; bu, Türkiye yurttaşlarının çağrısıdır: İlk iş olarak gelin, gerçekleri kabul edin. Bir insan “Açım.” diyorsa “Hayır, sen toksun.” demeyin. Bir insan “Ben intihar ediyorum. Çocuklarım aç.” diyorsa psikolojik sebeplere ya da başka sebeplere yüklemeyin, onu bir dinleyin, gerçek mi, değil mi, vatandaşı dinleyin. İktidar için ilk adım gerçekten, gerçekleri manipüle etmemekten geçer. Bu kanunda var ya hani, işlemlere ilişkin manipülasyon yapanlar soruşturulacak, ceza alacak. En büyük manipülasyonu iktidar yapıyor zaten. Bu manipülasyondan vazgeçerseniz, halk gerçeklerle temas ederse emin olun, ileriye doğru bir adım atabiliriz.

Son olarak da bugün Gezi’deki tahliye ve beraat kararlarını memnuniyetle karşılıyoruz. Tutuklu yargılanan Osman Kavala’ya da geçmiş olsun diyoruz. Gezi’yi hep savunduk ve Gezi’nin yargılanamayacağını söyledik. Ben buradan bütün Gezicilere selam söylüyorum.

Teşekkür ediyorum. (HDP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – Söz sırası, Cumhuriyet Halk Partisi Grubu adına İstanbul Milletvekilimiz Sayın Mehmet Akif Hamzaçebi’de. (CHP sıralarından alkışlar)

CHP GRUBU ADINA MEHMET AKİF HAMZAÇEBİ (İstanbul) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; bankacılık sisteminde önemli düzenlemeler gerçekleştirecek olan bir kanun teklifini görüşüyoruz. Bu kanun teklifini bir cümleyle şöyle özetleyebiliriz: Kurallı ekonomiden talimatlı ekonomiye geçiyoruz.

Sektörün düzenleyici, denetleyici kurumu olan Bankacılık Düzenleme ve Denetleme Kurumu, sadece seyirci konumundadır. Düzenleme ve denetleme kurumlarının, düzenleyici ve denetleyici kurumların bir mantığı vardır. 1980’lerle birlikte, özelleştirme dalgasının bütün ülkelere yayılmasıyla birlikte devletin piyasadan çekilmesi sonucu doğan boşluğu dengelemek amacıyla o piyasalarda düzenleme ve denetleme görevini üstlenmek üzere bu kurumlar oluşmuştur. Bütün dünyada yani daha doğrusu piyasa ekonomisini benimseyen ülkelerde bu kurumların özelliği şudur: Hem sektörün etkisinden uzak olacak hem de Hükûmetin yani iktidarın, Türkiye’yi yönetenlerin etkisinden uzak olacaktır. Bunun anlamı, bu kurumlar bu piyasaları toplum yararına, kamu yararına düzenleyecekler, kural koyacaklar ve denetleyeceklerdir. Ancak gördüğümüz kadarıyla Bankacılık Düzenleme ve Denetleme Kurumu, bu piyasayı sadece ve sadece Hazine ve Maliye Bakanının talimatları doğrultusunda yönetmektedir; seyirci dersek yanlış olur, talimat doğrultusunda karar alıyor. Bu talimatların bir bölümünün bugün bu teklifin içerisine girmiş olduğunu görüyoruz.

Değerli milletvekilleri, Türkiye’de 53 banka vardır. 53 bankanın 34 tanesi mevduat bankasıdır, 14 tanesi kalkınma ve yatırım bankasıdır, 5 tanesi de katılım bankasıdır. 34 mevduat bankasının 3’ü kamu bankasıdır, 9’u özel bankadır, 21 tanesi yabancı sermayeli bankadır -sermayenin yüzde 51 veya daha fazlası yabancılara aittir- 1 tanesi de TMSF bankasıdır. Böyle bir sektörü görüşüyoruz.

Sayın Savaş birtakım rakamlar verdi, ben de vereceğim. Sektörün 2019 yılı aktif toplamı 4,5 trilyon liradır. Bunun gayrisafi yurt içi hasılaya oranı, millî gelire oranı yüzde 105’tir. 2017’den bu yana, sektörün aktif toplamının millî gelire oranı aşağı yukarı buralardadır, yüzde 103, yüzde 104, yüzde 105 oysa bunun çok daha ileriye, yukarılara tırmanması gerekir. Sektörde şu anda çalışan sayısı 204 bin kişidir. Son beş yıllık dönemde çalışan sayısının 12 bin kişi düzeyinde azaldığını görüyoruz, aynı azalışın şubelerde olduğunu görüyoruz. Bütün bunlar, bankacılık sektörünün sistemdeki payının azaldığını gösteren birtakım işaretler. Tek başına bunlar bunu söylemek için yeterli değil ama biraz sonra bir iki oran daha vereceğim, oradan da görülecektir.

Bankacılık sisteminin görevi nedir? Mevduat toplayacak, vatandaşların, tasarruf sahiplerinin tasarruflarını toplayacak; toplanan bu tasarrufları ekonomiye kredi olarak geri verecek, ana görev budur. Dolayısıyla ne kadar mevduat topladı, ne kadar kredi verdi, bu önemlidir, buna bakmak gerekir. Toplanan mevduatın krediye dönüşme oranının 2017’de yüzde 123 olduğunu görüyoruz yani banka 100 lira toplamış, 123 lira kredi vermiş. 2019 yılında bu oran yüzde 106’ya düşmüş, düşmüş; mevduatın krediye dönüşme oranı azalmış, 2019’da 100 liralık mevduatla 106 liralık kredi vermiş. Bunun anlamı şu: 100 liranın üstündeki kısmı, 6 lirayı yurt dışından almış banka. Daha önce ne kadar yurt dışından alıyordu? 2017’de ilave 23 lirayı yurt dışından alıyordu. Yurt dışından gelen kaynakların azaldığını biliyoruz, zaten yurt dışından kaynak girişi azaldığı için Türkiye ekonomisi krize girdi. Türkiye ekonomisinin temel problemi budur.

Şimdi, bu azalış çok önemli. Bu azalışın önüne geçecek, mevduatın krediye dönüşmesini artıracak bir önlemi burada görmüyoruz. Tersine, Merkez Bankası geçen hafta pazartesi günü yayınladığı bir tebliğle mevduatın krediye dönüşmesine dolaylı olarak etki edecek birtakım düzenlemeler yapmıştır. Burada da bankacılık işlemlerinde faiz dışında alınacak olan ücret, komisyon vesaireyi belirleme konusunda Merkez Bankasına yetki veriliyor. Hemen uyarımı yapayım: Tüketicinin Korunması Hakkında Kanun’da Bankacılık Düzenleme ve Denetleme Kurumu yetkilidir. Bakın, orada, bir başka kanunda bir başka yetki var, bu kanunda bir başka düzenleme yapıyorsunuz; yarın, ikisi uygulamada insanların, vatandaşların karşısına çıkacak.

Değerli arkadaşlar, bankacılık sisteminin aktif büyüklüğünü biraz önce ifade etmiştim: 4,5 trilyon TL. Bu, aşağı yukarı Türkiye’nin millî gelirine eşittir. Türkiye’nin millî geliri 2019 yılı için TL olarak 4,3 trilyon TL’dir; böylesi bir büyüklüğü konuşuyoruz. Mevduatın krediye dönüşme oranını ben size ifade ettim.

Değerli milletvekilleri, bankacılık sisteminden bir oran daha vermek isterim: Bankacılık sistemindeki varlıkların yüzde 57’si, kaynakların da yüzde 50’si yabancı para cinsindendir. “Dolarizasyon” dediğimiz olayı burada da görüyoruz. Daha önce bu kürsüde bütçe görüşmelerinde söylemiştim, bir kez daha söyleyeyim: Türkiye’de bankacılık sistemindeki tasarrufların yüzde 50’si yabancı para cinsindendir. Bu oran 2010-2011 yıllarında, o yıllarda yüzde 28 düzeyindeydi çünkü o yıllarda ekonomide güven vardı, insanlar geleceğini görüyordu, Türkiye ekonomisi nereye gidiyor görebiliyordu, Sayın Cumhurbaşkanın “Paranızı dolardan alın, TL’ye çevirin.” çağrısı hiç yoktu; o yıllarda, tüm tasarruflar içerisindeki yabancı para cinsinden tasarrufun oranı yüzde 28’di. Bugün Sayın Cumhurbaşkanı istediği kadar çağrı yapsın, vatandaş parasını dolardan çıkarıp TL’ye çevirmiyor. Neden? Çünkü Türkiye’de güven yok arkadaşlar. (CHP sıralarından alkışlar)

Arkadaşlar, ekonomi yönetimi beklenti yönetimidir. Beklentileri iyi yönetirseniz herkes geleceğe yönelik olumlu davranışlarda bulunur. Beklentiler kötüyse kimse adım atmaz.

Bir iki oran daha vereceğim: “Crowding out” diyoruz yani Hazine, borçlanmak için piyasaya giderek daha fazla giriyor, daha fazla borçlanıyor; özel sektörün kredi alacağı kaynağı devlet alıyor, özel sektörün kredi alacağı bir kaynak kalmıyor; Hazine, özel sektörü, reel sektörü piyasadan dışlıyor. Bunu rakamlarda görüyoruz arkadaşlar.

Bakın, size iki oran daha vereceğim bu konuda: Kredilerin bilançoya oranı yüzde 59’dur -2019 yılını söylüyorum- aktif toplamın oranı yüzde 59’dur, bu oran 2017 yılında yüzde 65’ti. Reel sektöre verilen kredi yüzde 65 iken, aktif toplamının yüzde 65’i iken şimdi yüzde 59’a düşmüş. Peki, Hazine ne yapmış? Hazine 2017’de piyasadan -banka sisteminden- yüzde 12 oranında para alırken 2019’da yüzde 15’e çıkmış. Bu oran giderek artıyor. Artık Hazine, devlet zaten bu kaynaklarla da yetinmiyor, Merkez Bankasının ihtiyat akçelerine başvuruyor. Geçen sene 40,5 milyar Türk lirası ihtiyat akçesi Merkez Bankasından alındı, Hazineye gelir yazıldı. Bu yıl nisan ayında yapılması gereken Merkez Bankası Genel Kurulu ocak ayına çekildi, olağanüstü Genel Kurul yapıldı ve 5,3 milyar liralık ihtiyat akçesi, nisan ayı beklenmeden, kâr payıyla birlikte -ayrıca kâr payı da- bütçeye aktarıldı. Bunun anlamı nedir arkadaşlar biliyor musunuz? Bütçe dengesini sağlayacak olan kurum Hazine ve Maliye Bakanlığıdır Strateji Bütçe Başkanlığıyla birlikte. Biri harcamaları kontrol edecek; biri gelirleri kontrol edecek, harcamayı azaltacak, geliri azaltacak, bütçe dengesini kurmaya çalışacak. Ne yapılıyor? Artık yetmiyor oraları, Merkez Bankası bir üçüncü aktör olarak piyasada. Merkez Bankasının aldıkları…

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN – Devam edin Sayın Hamzaçebi.

MEHMET AKİF HAMZAÇEBİ (Devamla) – Merkez Bankası aslında piyasayı vergiliyor. Kurumlar vergisi rekortmeni Merkez Bankası 10,6 milyar Türk lirası vergi ödüyor. Merkez Bankasının rekortmen olduğu bir ülkede işler iyi gitmiyor, kamu maliyesi kötü demektir arkadaşlar.

Teklifle ilgili maddelerde de konuşacağım ama hemen şunları söyleyeyim: Bu teklif ekonomiyi, bankacılık sistemini talimatlı bankacılık sistemine dönüştürüyor. 1’inci maddede yer alan hükme göre, bir banka çalışanının vermiş olduğu rapor, yapmış olduğu işlem bankacılık sisteminin emin bir şekilde çalışmasını tehlikeye düşürüyor ise hemen o kişi hakkında savcılığa suç duyurusunda bulunulacak. Komisyonda sordum; buna göre, bir bankanın mali analisti “Geleceğe yönelik ekonomide risk görüyorum.” diye bir rapor verirse bu maddeden dolayı cumhuriyet savcılığına suç duyurusunda bulunulacak mı bulunulmayacak mı, cevap verin, tutanaklara geçsin dedim; ne teklif sahibi cevap verdi ne de orada oturan BDDK Başkanı.

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN – Buyurun.

MEHMET AKİF HAMZAÇEBİ (Devamla) – BDDK Başkanı zaten bankacılık sistemiyle ilgili değil arkadaşlar, onu biliyorum. Soru önergesi veriyoruz, cevap vermiyor.

Risk grubu bankalar, genel müdürüne, yönetim kurulu başkanına, genel müdür yardımcısına, yetkili konumdaki kişilere, yönetim kurulu üyelerine kredi açamaz; onların ortak olduğu şirketlere öz sermayesinin en fazla yüzde 25’i kadar kredi açabilir. Ee, Türkiye Varlık Fonuna sınırsız kredi açabilir hâle getiriliyor bankalar. Türkiye Varlık Fonu kim, sahibi kim? Hazine. Yönetim Kurulu Başkanı Sayın Cumhurbaşkanı, Başkan Vekili Sayın Hazine ve Maliye Bakanı. Varlık Fonu neye sahip? Ziraat Bankasının yüzde 100’üne sahip yani Varlık Fonu, sahibi olduğu bankadan sınırsız kredi alacak.

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

MEHMET AKİF HAMZAÇEBİ (Devamla) - Toparlıyorum Sayın Başkan. Toleransınıza çok teşekkür ediyorum.

BAŞKAN – Buyurun, tamamlayalım.

MEHMET AKİF HAMZAÇEBİ (Devamla) - Arkadaşlar, Türkiye Varlık Fonu ne için kurulmuştu? İlave finansman yaratacaktı; yurt dışına gidecekti, yurt dışından kaynak yaratacaktı. Ne oldu? Yurt dışında para yok, Türkiye ekonomisi kimseye güven vermiyor. “Varlık Fonunun aktifinde de çok kıymetli varlıklarımız var; Türk Hava Yolları var, Ziraat Bankası var, Halk Bankası var, Devlet Demiryolları var, Türkiye Petrolleri Anonim Ortaklığı var, Türkiye Petrolleri var, PTT var, ÇAYKUR var; buna rağmen kredi alamıyoruz, bari gidip bizim Ziraat Bankasından, Halk Bankasından sınırsız bir şekilde alalım.” diyorlar. Bari hepsini birleştirin -Hazine Müsteşarlığı, Ziraat Bankası, Halk Bankası, Varlık Fonu- böyle “havuz AŞ”, “havuz yönetimi” diye bir şey kurun. Arkadaşlar, olmaz bu; bu olmaz arkadaşlar! Uyarıyorum; lütfen bu maddeleri düzeltin.

Önerilerimiz olacak, o öneriler sırasında da ayrıca görüşlerimizi ifade edeceğiz.

Sayın Başkan, teşekkür ediyorum.

Genel Kurulu saygıyla selamlıyorum. (CHP ve İYİ PARTİ sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – Değerli milletvekilleri, şimdi, birinci bölüm üzerinde şahıslar adına söz taleplerini karşılayacağım.

Şahıslar adına ilk söz, Gaziantep Milletvekilimiz Sayın Mahmut Toğrul’a aittir.

Buyurun. (HDP sıralarından alkışlar)

Süreniz beş dakika Sayın Toğrul.

MAHMUT TOĞRUL (Gaziantep) – Teşekkür ederim Sayın Başkan.

Değerli milletvekilleri, 176 sıra sayılı Kanun Teklifi üzerine şahsım adına söz aldım. Bu vesileyle Genel Kurulu saygıyla selamlıyorum.

Sayın milletvekilleri, AKP; emekçinin, yoksulun sorunlarını çözeceğine Bankacılık Kanunu’yla uğraşıyor. Şimdi, getirilen bu kanun teklifiyle tüm alanlarda yaşanan merkezîleşme, tekelleşme, otoriterleşme dalgasından bankacılık düzeni de nasibini alacak.

2005 yılında AKP Hükûmeti tarafından 2001 krizinin yarattığı sorunların tekrar yaşanmaması için oldukça sert önlemler alınmıştı. Bugün ise AKP’nin, krizin gittikçe daha derinleşeceği kaygısıyla hazırladığı bir kanun teklifiyle karşı karşıyayız. 2001 krizi kâbusunu 2020 yılında yaşamamak için bu kanun teklifi getiriliyor fakat bu teklifin, sorunları çözmekten ziyade birçok sorunu da beraberinde getireceği kaygısını taşıyoruz.

Bu teklifin tamamına baktığımızda, iktidar, esas itibarıyla kamu bankalarına yaptırdığı işlemleri şimdi özel bankalara da yaptırmak istiyor. Yani özel bankalar üzerinde bir siyasi denetim ve baskı mekanizması kurularak, mesela AKP ne kadar istiyorsa kredi musluğu o kadar açılacak ve bu şekilde özel bankalar üzerinde bir baskı aracı oluşturulacak, bankalar zapturapt altına alınacak; bu da bağımsızlığını yitirmiş olan ve iktidarın taşeronu gibi çalışan BDDK aracılığıyla yapılacak. AKP’nin ekonomi politikalarındaki rotasının halkın ihtiyaçlarına, sorunlarına ve beklentilerine cevap verebilecek doğrultuda olmadığı aşikârdır; tam tersine kendi iktidarını ekonomik olarak sağlamlaştırma, iktidara yandaş olan kuruluşlara yeni imkânlar yaratma doğrultusundadır.

AKP’nin uyguladığı neoliberal politikaların yarattığı yoksulluk, geleceksizlik nedeniyle İstanbul Üniversitesi öğrencisi Hakan Taşdemir intihar ederek yaşamına son veriyor. Yine geçenlerde “Çocuğuma ekmek alamıyorum.” diyen Hataylı bir yurttaş Valiliğin önünde kendisini yakıyor. Konya’da bir kamyon şoförü intihar ediyor, yaşamına son veriyor. Ülkede giderek derinleşen ekonomik bir kriz nedeniyle son bir ay içerisinde intihar eden, yaşamına son veren birçok yurttaşla karşı karşıya kalınmış; intiharlar neredeyse toplu intihar seviyesine ulaşmış.

AKP iktidarı istihdam politikalarında, sosyal politikalarda sorunları gidereceğine, öğrencilerin KYK borçlarını sileceğine, EYT’lilerin sorunlarını çözeceğine, çiftçilerin ve esnafın dertlerine çare bulacağına, asgari ücretle açlık ve yoksulluk sınırı altında yaşayanların dertlerine çare üreteceğine Bankacılık Kanunu’yla uğraşmaktadır. Bu Bankacılık Kanunu’yla var olan AKP tekeline başka bir tekel daha katılmak isteniyor ki bu amaçla tüm yetki BDDK’ye veriliyor. Deniyor ki: “Gerçeğe aykırı yanıltıcı bilgilerin yayılmasının manüpilasyon sayılacağı bir düzenleme getiriyoruz.” Yani BDDK, hangi açıklamanın gerçeğe aykırı olup olmadığına kendisi karar verecek ve bu doğrultuda yanlış buldukları hakkında cezai işlem yoluna gidebilecek. Bu teklifle BDDK’ye inanılmaz yetkiler verilerek ekonomi üzerinde eleştiri yapacak olanların sesini kısmak için adımlar atılıyor. AKP, uyguladığı sansür politikasını şimdi de Bankacılık Kanunu içine yayıyor. Bu adım, iktidarın kamusal ve demokratik meşruiyetini yitirdiğinin bir göstergesi olarak görülüyor. Bu kanun teklifinin içine yerleştirilen bu madde aslında düşünce ve ifade özgürlüğüne de açıkça aykırıdır; Türkiye'nin imzalamış olduğu bütün uluslararası demokratik sözleşmelere, Türkiye'deki ilgili yasalara ve Anayasa’ya da aykırıdır.

Bankacılık Kanunu’nun içine taşınmak istenen bir başka konuysa aslında Kanal İstanbul’dur. Biliyorsunuz, Kanal İstanbul işi çok tartışmalı bir konu. Aslında “çılgın proje” diyorlar ve aslında kamuoyu araştırmalarında AKP’nin bu çılgın projesine rıza gösterilmediği de açıktır.

Sayın milletvekilleri, iktidar bununla yetinmemiş, “Kitlesel finansman yeterince sağlanamazsa ne yapabiliriz?” diye düşünmüş, Kanal İstanbul Projesi’nin finansmanı için bir de Varlık Fonunu bulmuş. Varlık Fonuna sınırsız borçlanma yetkisi veren maddeler içeriyor bu teklif yani bir paralel hazine olarak Türkiye Varlık Fonu Sayıştay denetiminden kaçırılabilir bir imkân olarak görülüyor. Varlık Fonuna sınırsız borçlanma yetkisi verilerek Kanal İstanbul’un finansman desteği buradan sağlanmaya çalışılıyor. Peki, Varlık Fonu ne için kuruldu değerli arkadaşlar?

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN – Buyurun.

MAHMUT TOĞRUL (Devamla) – İktidar, aslında burada Varlık Fonuna bir iş de yaratmış oluyor bu teklifle. Tüm yurttaşlarımızın onlarca yıldır emeğiyle, alın teriyle ortaya çıkmış olan kamusal değerlerinin bir havuzda toplanıp bir fon hâline getirilmesine biz taa başından beri itiraz etmiştik. Şimdi, bu Fon sınırsız borçlanma yetkisiyle donatılacak ve Kanal İstanbul gibi fanteziye kaynak olarak kullanılacak.

Bu teklif, Türkiye’nin ekonomik zenginliklerini; yurttaşların emeğiyle, alın teriyle, vergisiyle oluşmuş olan bütün bu zenginliklerini Kanal İstanbul’da batırma projesinin adımıdır esas itibarıyla. Bankacılık Kanunu’nda yapılacak olan değişikliklerin de güven artırıcı değişiklikler olmadığı açıktır; esas itibarıyla, iktidarın ekonomik politikalarının alanını genişletmeyi hedeflemektedir. Kısaca bu teklif, tam denetim altında olmayan özel bankaları ceza tehditleriyle zapturapt altına almayı hedefliyor; sözde “faizsiz finans” adı altında çalışan yandaş kuruluşları büyütmeyi, zenginleştirmeyi hedefliyor; Türkiye Varlık Fonu üzerinden denetimsiz bir biçimde finansman sağlamak için yeni yolsuzluklara, usulsüzlüklere yol açmayı hedefliyor.

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN – Sayın Toğrul, tamamlayın.

MAHMUT TOĞRUL (Devamla) – Son cümlem Sayın Başkanım.

BAŞKAN – Buyurun.

MAHMUT TOĞRUL (Devamla) – Ekonomideki kötü gidişata dikkat çekenlerin sesini kısmak da bu teklifle hedeflenmektedir diyor, Genel Kurulu saygıyla selamlıyorum. (HDP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – Sayın Muş, bir söz talebiniz oldu, buyurun.

V.- AÇIKLAMALAR (Devam)

52.- İstanbul Milletvekili Mehmet Muş’un, Bursa Milletvekili İsmail Tatlıoğlu’nun 176 sıra sayılı Kanun Teklifi’nin birinci bölümü üzerinde İYİ PARTİ Grubu adına yaptığı konuşmasındaki bazı ifadelerine ilişkin açıklaması

MEHMET MUŞ (İstanbul) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; bu konuşmaları dikkatle takip ediyoruz. Az önce İYİ PARTİ Milletvekili Sayın İsmail Tatlıoğlu, kanun teklifiyle alakalı çeşitli eleştiriler ortaya koydu, koyabilir; yaklaşımına, finansal meseleye bakışına, buna bir itirazımız yok yani kendi görüşleridir fakat konuşmasının bir kısmında, Hazine ve Maliye Bakanımızla ilgili olarak bu Kanal İstanbul güzergâhından arazi aldığını, bunun bir ahlaksızlık olduğunu ifade ediyor.

Tabii, İsmail Tatlıoğlu profesör, kendisi üniversitede yıllarca ders vermiş. Bu konuyla alakalı Sayın Albayrak, bir açıklama da yaptı. Yani yıllar önce babasının oradan aldığı bir yer vardı, 2012’de bu yerin yanında bir yer alındığı ve bu Kanal İstanbul Projesi 2011’de açıklandığı için bir spekülasyon yapıldı. Bununla alakalı kamuoyuna da açıklama yapıldı.

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN – Tamamlayın Sayın Muş, buyurun.

MEHMET MUŞ (İstanbul) - Yıllar önce babasının aldığı bir yerin yanında satılan bir yer var, burayı alıyor. Burada ne o dönem kanalın güzergâhı belli ne bu niyetle hareket edilmiş ne bu düşünülerek ortaya konulmuş, sadece ve sadece -ki buradaki pek çok milletvekili de bilir, kültürümüzde de vardır- bu niyetle alınmış.

Şimdi, Tatlıoğlu’na gerçekten bunu yakıştıramadığımızı ifade etmek isterim. Şık olmamıştır, doğru olmamıştır; Bakanın beyanına, ifadesine rağmen ısrarla, hâlen bu niyetle alınmış olduğunu iddia etmek yakışıksız kaçmıştır, doğru olmamıştır. Bunu kabul etmemiz mümkün değildir. Sayın Tatlıoğlu’nu, bu anlamda bu ifadesini düzeltmeye davet ediyorum. Şık olmamıştır.

Teşekkür ederim.

BAŞKAN – Peki.

IX.- KANUN TEKLİFLERİ İLE KOMİSYONLARDAN GELEN DİĞER İŞLER (Devam)

A) Kanun Teklifleri (Devam)

1.- Aydın Milletvekili Mustafa Savaş ile 88 Milletvekilinin Bankacılık Kanunu ile Bazı Kanunlarda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Teklifi (2/2596) ile Plan ve Bütçe Komisyonu Raporu (S. Sayısı: 176) (Devam)

BAŞKAN - Değerli milletvekilleri, söz sırası Kocaeli Milletvekilimiz Sayın Sami Çakır’a aittir. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)

Süreniz beş dakika.

SAMİ ÇAKIR (Kocaeli) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; Aydın Milletvekili Mustafa Savaş ile 88 Milletvekilinin Bankacılık Kanunu ile Bazı Kanunlarda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Teklifi’nin birinci bölümü üzerinde şahsım adına söz almış bulunmaktayım. Bu vesileyle Genel Kurulu ve milletimizi saygıyla selamlıyorum.

Sözlerimin hemen başında geçtiğimiz iki hafta içerisinde yaşadığımız acı olaylarla ilgili düşüncelerimi birkaç cümleyle paylaşmak istiyorum. Öncelikle İblib’de rejim unsurları tarafından şehit edilen askerlerimize Allah’tan rahmet, gazilerimize acil şifalar diliyorum. Elâzığ depreminde vefat eden vatandaşlarımıza, Van’da çığ felaketinde kaybettiğimiz canlarımıza, İstanbul’da uçak kazasında vefat eden vatandaşlarımıza Allah’tan rahmet; yaralılarımıza acil şifalar diliyorum. Allah, bu tür afetlerden ülkemizi, milletimizi muhafaza etsin. Çığ felaketinde kaybettiğimiz Kartepeli şehit Jandarma Astsubay Fatih Karagöz’ün babası arkadaşımız, Selahattin Karagöz’ün “Bir evladın ölümünün dayanılmaz acısını, onun vatanı beklerken öldüğünü bilmek, şehit olduğuna inanmaktan başka hiçbir şey teselli ve teskin edemez.” ifadesi, bu vatanı bize emanet edenlerin ruhunu şad edecek yegâne bir inanç, iman anlayışı olsa gerek.

Değerli milletvekilleri, görüşmekte olduğumuz kanun teklifi 5411 sayılı Bankacılık Kanunu’nda, 5464 sayılı Banka Kartları ve Kredi Kartları Kanunu’nda, 6361 sayılı Finansal Kiralama, Faktoring ve Finansman Şirketleri Kanunu’nda ile 6362 sayılı Sermaye Piyasası Kanunu’nda değişiklik ve yenilik içermekte; aynı zamanda 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu’na atıfta bulunmaktadır. Kanun teklifinin birinci bölümündeki maddeler ağırlıklı olarak Bankacılık Kanunu’yla ilgilidir.

Hepinizin malumu olduğu gibi, finansal piyasalarda güven ve istikrarın sağlanması için kredi sisteminin etkin, doğru, kurallara uygun işlemesi; tasarrufun, tasarruf sahiplerinin hak ve menfaatlerinin korunması açısından bankacılık sistem ve mevzuatının bu kurallar çerçevesinde işletilmesi için çalışılması gerektiği; bu çalışma zemininin oluşturulmasının yasamanın üzerinde bir görev olduğu aşikârdır.

Yapılan değişiklikleri madde madde değerlendirmeyeceğim. Plan ve Bütçe Komisyonunda milletvekili arkadaşlarımızın ciddi katkı ve düşüncelerini dinledik. Bu değerlendirmeleri önemsediğimi ifade etmek istiyorum.

Değişen dünya, ticaret, ekonomi yaklaşımları zaman zaman kanunlarda yeni değişiklik ve ilaveleri zorunlu kılmaktadır. Bugün konuştuğumuz sanal ortam, teknolojik altyapı, kripto paralar, blokzincirler, en azından, on beş sene önce ülkemizde konuşulmuyordu.

Yine, bu çerçevede kanun kapsamına alınan kitle fonlaması, Türkiye Varlık Fonu ve fondaki bankaların çalışma prensiplerinin belirlenmesi de bu anlamda değerlendirilmelidir. Bu kanun teklifiyle yatırım ve kalkınma bankacılığının daha da güçlenmesi, etkin hâle getirilmesi, çalışma prensiplerinin netleştirilmesi yönünde adım atılmaktadır.

Yine, kanun teklifiyle bankalarda mali bünyede bozulma yaratacak hâllerin gerçekleşmesi veya gerçekleşmesi ihtimali durumunda Bankacılık Düzenleme ve Denetleme Kuruluna yetki verilmektedir ki bu, bankacılık sektöründe daha önce yaşanan krizlerle karşılaşmamak adına atılan sağlam bir adım olarak gözükmektedir. Aynı zamanda, Basel Komitesi tarafından yayınlanan standartlarla uyumlu risk grupları oluşturulması ve takip edilmesi planlanmakta ve hedeflenmektedir.

Dünyanın alabildiğince küçüldüğü, manipülasyonun ve spekülasyonun bir hackerın parmakları arasında olabileceği gerçeğini göz önünde bulundurarak; çetelerin, şebekelerin neler yapabileceği yanında, finansal gücünü emperyalist emelleri için kullanmaktan kaçınmayacağını söyleyebilen devletlerin varlığı, sizi yeni tedbirleri hayata geçirmeye mecbur bırakacaktır. Cezaların güncellenmesi yanında, caydırıcılığının kalıcı olması, denetleme kurum ve kurullarının tam işlemesi, piyasayı regüle edecek tüm ayraç ve kaldıraçları kullanabilecek teknik altyapının hazırlanması, Türkiye Cumhuriyet Merkez Bankasıyla koordinasyonu en üst seviyede tutabilmeyi hedefleyen bu kanun teklifi, bugünün işleyişine yardımcı olmak hedefiyle hazırlanmış, güçlü bankacılık sisteminin -ekonominin can damarı, atardamarı ve toplardamarı gibi- işleyişine katkı sağlamak amacıyla hazırlanmış ve önümüze getirilmiştir.

Bu çerçevede, emeği geçenlere teşekkür ediyor, Genel Kurulu saygıyla selamlıyorum. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – Değerli milletvekilleri, birinci bölüm üzerindeki görüşmeler tamamlanmıştır.

Birleşime iki dakika ara veriyorum.

Kapanma Saati: 21.24

ÜÇÜNCÜ OTURUM

Açılma Saati: 21.25

BAŞKAN: Başkan Vekili Levent GÖK

KÂTİP ÜYELER: Emine Sare AYDIN YILMAZ (İstanbul), Mustafa AÇIKGÖZ (Nevşehir)

-----0-----

BAŞKAN – Sayın milletvekilleri, Türkiye Büyük Millet Meclisinin 57’nci Birleşiminin Üçüncü Oturumunu açıyorum.

176 sıra sayılı Kanun Teklifi’nin görüşmelerine devam ediyoruz.

Komisyon? Yok.

Ertelenmiştir.

Gündemimizde başka bir konu bulunmadığından, alınan karar gereğince kanun teklifleri ile komisyonlardan gelen diğer işleri sırasıyla görüşmek için, 19 Şubat 2020 Çarşamba günü saat 14.00’te toplanmak üzere birleşimi kapatıyorum, hepinize iyi akşamlar dilerim.

Kapanma Saati: 21.26



(x) Bu bölümde hatip tarafından Türkçe olmayan kelimeler ifade edildi.

(x) 176 S. Sayılı Basmayazı tutanağa eklidir.